Wilhelm Dilthey - Hermeneutik ve Tin Bilimleri.pdf

October 30, 2017 | Author: GamzeYabanoglu | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Wilhelm Dilthey - Hermeneutik ve Tin Bilimleri.pdf...

Description

Paradigma'nın Vitrinindekiler

H üsamettin Arslan, Epistemik Cemaat. lmre Lakatos & Alan Musgrave, Bilginin Gelişimi ve Bilginin Gelişimiyle İlgili Teorilerin Eleştirisi. Jacques Ellul, Sözün Düşüşü. Hakkı Hünler, Estetik'in Kısa Tarihi. David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş Martin Heidegger, Tekniğe ilişkin Soruşturma Martin Heidegger, Bilim Üzerine İki Ders Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri S. Woolgar, Bilim İdesi Üzerine Sosyolojik Bir Deneme *

*

*

*

*

Paradigma'nın Gündemindekiler

Hans Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem. Giambattista Vico, Yeni Bilim. Kant, Saf Aklın Eleştirisi Friedrich Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Leo Strauss. Siyaset Felsefesi Alasdair Mclntyre, Etiğin Kısa Tarihi N. K . Smith, Kant'ın Saf Aklın Ele ştirisi nin Yorumu Joseph Rouse, Bilgi ve İktidar/Bilimin Politik Felsefesine Doğru. Susan Hackman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik Anthony Giddens, Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi Paul H ühnerfeld, Heidegger: Bir Filozof. Bir Alman . O. Pöggeler, B. Alleman, Heidegger Üzerine iki Yazı. H üsamettin Arslan, Bilim ve Entellektüeller. Hüsamettin Arslan (der.), Gelenek, Hermeneutik ve Retorik Edibe Sözen, Söylem G. Holton, Kepler'den Einstein'a Bilimsel Düşüncenin Tematik Kökenleri. Bryan M agee, Büyük Filozoflar. John W. Murphy, Postmodern Toplumsal Analiz ve Postmodern Eleştiri Peter L. Berger ve Thomas Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası/ Bir Bilgi Sosyolojisi Denemesi B . Lee Whorf, Dil, Düşünce ve Gerçeklik!Benjamin Lee Whorftan Seçmeler . K. M. Wheeler, �omantizm, Pragmatizm ve Dökonstrüksiyon. Eric Vogelin, Aydınlanmadan Devrime. '

Wilhelm

Dilthey

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Paradigma

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Wilhelm Dilthey

Türkçesi

Doğan Özlem

9. Paradigma Kitabı Felsefe Dizisi 7. Kitap

Bu kitabın Türkçe yayım haklan Paradigma Yayınları'na aittir.

Baskı

Engin Yayıncılık

Birinci Basım

İstanbul, Eylül

1999

PARADİG M A Y A YINLARI Cankurtaran mah. Seyit Hasan sok. 1 2/4 S ultanahmet / İSTANBUL TEL (0 2 1 2 638 64 46)

Wi lhe l m

Di lthey

Heımeneutik ve Tin Bilimleri

Türkçe i:

Doğan Özlem

Paradigma

İçindekiler

Çevirenin Önsözü

9

Tin Bilimlerine Giriş

11

İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat

31

Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri

71

Hermeneutiğin Doğuşu

83

Dizin

125

Wilhclm Dilthcy, 19.1 l .1833'de Bir Protestan rahip ailesinin çocuğu olarak Ren kıyısındaki Biebrich'de doğdu; teoloji ve felsefe öğrenimi gördü. 1882'de Berlin Üniversitesi'nde felsefe profesörü oldu ve 1.10.191 l 'de Berlin'deki ölümüne kadar bu görevini sürdürdü. Dilthey, hermeneutiğin ve tin bilimleri epistemolojisinin büyük fılozofu olarak anılır. Dilthey'ın etkilendiği başlıca kaynaklar, Vico, Herder, Goethe, Schleiermacher'in yeni­ lediği şekliyle 19. yüzyılın felsefi hermeneutiği, Alman İdealizmi (özellikle Hegel), Romantik Filoloji Okulu (özellikle Schlegel ve Böckh) ve Alman Tarih Okulu'nun ta­ rihçilik anlayışıdır. O, bu etkiler çerçevesinde yöneldiği Batı tarihinin tümünü, öı.ellikle

Batı bilim ve sanat tarihini, didiklercesine araştırmış ve yorumlamıştır. Onun Batı tarihi, bilimi ve sanatı üı.erine yorumlarının pek çoğunun bugün de aşılamamış olduğunu söy;­

lemek, hiç de abartma olmaz. Dilthey bu derinleşme ve yoğunlaşma içerisinde; tarihi v�

toplumu konu edinen bilimlerin (tin bilimlerinin) dayanacağı ve fakat doğa bilimlerinin dayandığı ve Kant'ın "salt akıl eleştirisi"nde işaret ettiği reminden farklı olacak bir

epistemolojik zemini araştınnaya yönelmiş, ölümüyle yarım kalan bir "tarihsel akı�-' eleştirisi"ne kendini adamıştır. Ölümünden sonra "Toplu Yazılar" (Gesammelte Sc ten) dizisi içinde bir araya getirilen eserlerinin basımı, 1972'de 16 büyük boy cilt olarak!

hrif..

• tamamlanmıştır. Başlıca eserleri: Einleitung in die Geisteswissenschaften [Tin Bilimlerine Giriş,,

1883], Philosophie der Philosophie [Felsefenin Felsefesi, --ölümünden sonra-1931],

Der Aufbau der geschichtlichen Welt in den Geisteswissenschaften [Tarihsel Dünyanın

Tin Bilimlerinde Kuruluşu, 1910], Untersuchungen zur Geschichte des deutschen Geis­ tes [Alman Düşünce(fin Tarihi Üzerine Araştınnalar, --ölümünden sonra- 1927], Über das Studium der Geschichte der Wissenschaften vom Menschen und Gesellschaft

[İnsan ve Toplum Bilimlerinin Tarihi Üzerine İncelemeler, 1875], Beitriige zur Lösung der Frage vom Urspnıng unseres Glaubens an die Realitat der Aussenwelt und seinem Recht [Dış Dünyanın Gerçekliğine Duyduğumuz İnancın Kökeni ve Haklılığı Sorunu­

nun Çözümüne Katkılar, 1890], Ideen über eine beschreibende und zergliedemde Psychologie [Betimleyici ve Çözümleyici Bir Psikoloji Üzerine Düşünceler, 1894], Über vergleichende Psychologie [Karşılaştırmacı Psikoloji Üzerine, 1895/96], Die Entstehung der Henneneutik [Hermeneutiğin Doğuşu, 1900], Das Wesen der Philo­ sophie [Felsefenin Neliği, 1907], Schleiennacher, Leben und Denken [Schleier­

macher'in Yaşamı ve Düşüncesi, 1870], Leben derjungen Hegel [Genç Hegel'in Ya­ şamı, 2 cilt, 1875], Erlebnis und Dichtung [Yaşantı ve Şiir, 1877], Van deutschen Dich­ tung und Musik [Alman Şiiri ve Müziği Üı.erine, --ölümünden sonra- 1933), Ethik

[Etik, --ölümünden sonra-1958), ZurGeistesgeschichte des 19. Jahrhundert [19. Yüzyıl Düşünce!fin Tarihi, --ölümünden sonra-1972] [Doğan Özlem].

Çevirenin Önsözü Bu kitapta Wilhelm D ilthey ( l 833- ı 9 l l ) ' d a n çevirdigim dört yazı yer almaktadır. ilk yazı, d a h a önce Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi ( ı 986, 3 .baskı : 1 994) ) ve Tarih Felsefesi ( 1 984, 6. baskı: 1 998) adlı kitaplarımın ek bölümlerinde yer almış olan "Tin B i l i m l erine Giriş" a d l ı yazıdır. (Anılan kitaplarımda "Tinsel B i l i m lere G iriş" a d ıyla yer a l m ıştı.) Yazı burada yeniden gözden geçirilmiş ve açıkl ayıcı notlar eklenmiş olarak ya­ yımlanıyor. ikinci yazı, "insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve S a n at" a d ıyla ilk kez bura d a yayımla n m a ktadır. D i lthey, uzun süre, "son derecede zengin bir bilgi dagarcıgına sa­ hip bir ta rihçi, özellikle b üyük bir kültür tarihçisi, bilim ve s a n at e leştiri s i n d e eşsiz b i r deha" (Roth a cker, E., Mensch und Qeschichte, l 944, s . 2 2 .) olarak büyük bir say­ gıyla selamlanmışsa d a; geliştirdlgi felsefe, alışılm ışın dı­ şında şeyler söyleyen hemen h er felsefenin başına geldigi ü zere, zamanında layıkıyla a nlaşılıp d egerlendirilemem iş­ tir. Bu yazı, D ilthey'ın tari h ç i, özellikle sa nat tarihçisi yö­ nünü ve fakat esasen sanat e leştirisindeki "eşsiz deha"sını yeterince gösteren bir yazıdır. fakat yazıda, sanat eleştir­ m e n i Dilthey'ın degıı, filozof D i lthey'ın agırlıgı hissedilir. Dilthey b u yaz ı s ı n d a h e r m e ne utigin ve tin b i l i m lerinin başlıca konusu olan "te k l l l i k/tekilleşme"nin felsefi n e l i­ gınt Avrup a sanat tarihinden, özellikle edebiyat ve şiir ta­ rihinden örneklerle sergilemek a m a cındadır. Yazıyı, uzun süre yapıldıgı üzere b u fel sefi kaygıyı göz ardı ed erek okumak, eksik ve hatalı bir o ku m a olur. "Te k i l l e ş m e ve" K a rş ı l a şt ı rm a c ı Tin B i l i m l e r i " a d lı üçüncü yazı, ikincinin bir devamıdır ve burada da D ilthey,

10

Herm eneutlk ve Tin BJ/Jmleri

ilk b akışta sanki yalnız b ir b i l i m tarihçisi kimllgiyle kar­ ş ı m ı z d a dır. G e rçi D llthey b urad a b i l i m tari h in deki engin b ilgisinden örnekler sergilemektedir; fakat yazının esas a m acı, ikinci yazıda o ldugu gib i, h ermeneutıgın ve tin bi­ l i m l e r i n i n b a ş l ı c a k o n u s u olan "te k l l l l k/te k l l l e ş m e " n i n n e llgini, b u k e z bilim tarihinden örneklerle göstermektir. Daha önce Felsefe Tartışma/an dergisinin 22. sayısında ( 1 99 7) yayımlanmış olan dörd ü ncü ve son yazı, "Hermene­ utıgın Dogu şu", Dilth ey'ın yazılarınd a n yab a ncı dillere en çok çevrilmiş olanıdır ve tüm h ermenetlk geleneglnln b aş­ lıca k l a s i kl e ri n d e n d i r . B u y a z ıya a ç ı klayıcı d ip n o tları � koydum ve arkasına bir açıklamalı ad dizini ekledim. Kitap, Türkçede Dllthey'dan kitap hacminde yayımlanan ilk çeviri ve d erleme olma özelligine s a hiptir.

t

lzmlr/KartJyaka EylüJ;ı999 •

Tin Bilimlerine Giriş* Önsöz B u rada ilk yarısını yayı m l a d ıgım bu kita p, tin bilimlerinin fe lsefi tem e l leri soru n u n u , b u konuda erişebildiglm en yüksek kesinlik d erecesiyle çözmek yolunda tarihsel ve sistematik bir denemed ir. Deneme, tari hsel yönüyle, böyle bir temellendirme bakımından felsefenin şimd iye kadar g e ç i rm i ş o l d u g u g e l i ş i m s ü r e c i n i i z l iyo r; bu ge lişim i ç i n d e ortaya çıkan tekil teorilerin tarihsel yerini belirt­ m eyi ve yine b u teorilerin tarihsel baglamı açıklama ba­ kımından taşıdıkları degere egilm eyl amaçlıyor. K uşkusuz deneme b u baglam üzerine b ugüne kadarki gelişimle yo­ gun biçimde ilgilenmekle, çagdaş bilimsel hareketin da­ yandıgı içsel m o tifler h a kkında bir yargıya varmak iste­ mektedir. Ama burada yapılacak olan tarihsel betimleme, denem enin öbür yarısının konusunu oluşturacak olan bll­ glkura m sa l (eplstemolojik) temellend irmeye bir ön hazır­ l ı ktır. 1 • Özgün metin: Wilhelm Dilthey, Ein/eitung in die Geisteswissenschaften, Ge­ sammelte Schriften, 2.Band : Die geistige Welt, Leipzig/Berlin 1 922, Yerlag von B .G. Teubner, s. XV-XX (Önsöz) ve s. 1 -7 (B irinci Kitap). Çevirenin notu: Ceviri. daha önce, "Tinsel Bilimlere Giriş" adıyla, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi (Remzi Kitabevi, İstanbul 1 986, s.99- 1 1 2) ve Tarih Felse/esi (Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 1 998, 6.baskı, s.335-348) adlı kitaplarımda yayımlanmıştır. Bu baskıda çeviri yeniden gözden geçirilmiştir. Özgün metinde dipnotu yoktur. B uradaki dipnotlarının tümü, açıklayıcı dip­ notları olarak, çeviren tarafından konulmuştur. 1 Dilthey, yapıtının bilgikuramsal ve sistematik yanını tamamlayamadan öldü. Onun bu konudaki ytftım kalmış yazıları ve birkaç cümlelik fragmanları, ya­ yımcı B. Groethuysen tarafından bu yapıtın sonuna eklendi.

12

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

Denemenin tari h s e l ve s istem atik bölüm lerinin birbir­ l erini tamamlam aları gerekeceginden, bu tarihsel bölüm, kuşkusuz tem el sistem atik düşünceleri m i açık kılm ayı da kolaylaştıracaktır. Tekil bilim lerin bagımsızlıklarını kazanm aları Ortaçag· 'ın s o nunda başlar. Ancak n e var ki, bu bilimler arasında top l u m u ve tarihi konu alan b ilim ler, çok uzun bir süre, hatta geçen yüzyıla ( 1 8. yüzyıla -ç . n .-) kadar, metafizigin o eski güdümünde kalmışlardır. Fakat öbür yandan, doga bil­ gisinin serpilen gücü, bu bilimleri, m etafizigin o eski gü­ düm ünden hiç de aşagı ka lmamak üzere, bu kez de bu gü­ cün (doga bilim lerinin -ç .n .-) güdü müne sokm uştur. \ ık kez TarihÇ_i Okul [Alman Tarih Okulu -ç . n . -) tarit1��J bilffi_cin ve tarih b i l i m i n in_-sözc ügün tam a n l a m ıyla- vesatet!.en (m etafizigln ve doga bilim lerinin vesayetinden -ç . n . -) kur­ taı:ılıp bagımsı z lı klarını kazanmasını s a gl a m ıştır. 2 O nye­ dinci ve Onsekizinci yüzyıllarda dogaı hukuk, dog41 din, s oyut devlet ögretisi ve soyut ekonom i-politik için e ge­ liştirilmiş olan toplumsal ideler sistem i, pratik sonu�Iarını Fransa'da 1 789 Devri m i içi nde b u l m u ştu . N e var k� aynı D evrim 'in ordula rı, eski, kendi içine dönük ikibin.yı llık bir ta rihin sisleri arasına gömülüp kalmış olan Alman dev­ letinin topraklarını işgal edip p arçalamıştı. işte bu durum, bizim anayurdumuzda, tinsel olaylar söz konusu oldugunda, t o p l u m s a l idelerin bütüncül b i r s i steminden h a reketle gerçeklige OOy.arg.ıll-Olarak �önelmenin ya.nlı.şlıgınLgilren. bir tarih görü�ünün kurulma sına yol açtı . Bu görüş, Winc­ k e l m a n n ve Herder'den, R o m a ntik Okul aracıl ıgıyla Ni­ ebuhr, Jakob Grimm, Savigny3 ve Böckh'e4 kadar, oldukça yaygın lık kaza ndı; giderek Fransız D evrim i'ne karşı bir tepki olarak güçlendi; lngiltere'de Burke, Fra nsa'da G uizot



2

Tarihçi Okul (Alman Tarih Oku l u ) hakkında bkz . : Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, s. 1 1 5-123, 237-243 ve 323-335; Kiiltiir Bilimleri ı·e Kültür Felse­ fesi, s.57-66. 3 Bu adlar hakkında Tarih Felsefesi adl ı kitabımın ilgili bölümlerine bkz. 4 August Böckh (178 5 - 1 867) hakkında bkz.: H.G. Gadamer, "Hermeneutik" ve U. Japp , "Hermeneutik, Filoloji ve Edebiyat". Her iki yazı da Herme11eurik (Yorıımhilgisi) Ü:::eri11e Ya:ılar adlı çev irimde (Ark Yayınları, Ankara 1995) yer almaktadır.

Tin BJJJm ler/ne Oiriş

ı3

ve Tocquevllle ile yaygı nlaştı . Bu görüşün yaygınlaşması, Avrupa toplumunun içinde bulundugu savaşlara rastladı. Bu

görüş, h ukuk, devlet veya dine, toplumsal !delerin bütün­ cül bir sisteminden hareketle degil, somut olara k yönel­ m e k istedi ve bu yüzden, Onsekizinci yüzyılın !delerine (Ayd ınlanma'nın id elerine -ç . n .-) her yerde d üşmanca karşı çıktı . Tari hçi Ok l'da s a l t e mpirik bir gözlem tarzı .eg e­ mendi; tarihs el süreç lerin kendine özgülügünetözgül lügü­ n e sevg i d o lu bir yakl a ş ı m la yönelinlyordu . Tekil ta_r lhsel olay ların ta ş ıdıgı d egeri/anlamı sa dece o o layın kendi g�­ lişim baglamı içerisinde b el irlemek isteyen bu taı;Jtı_ gtırQ­ � ü, bugünün yaşamı açısından geçmişte kalmış olanın nasıl açıklanabilecegini s orgu l uyor ve tinsel yaşamın her anın­ d a tarihsel bir n itelige sahip o ld u gu n u b e n i m s eyen bir top l u m ögretisine dayanıyord u . işte bu tarih görüşü, tüm tekil tarih bilim lerine uzanan sayısız ka n a l l arla yeni bir düşünce akımı dogurdu. Fakat Tarihçi Okul, bugüne kadar, kendi teorik yapısının gelişimini old ugu kadar, yaşamaya nüfuz etmesini de bazan önlemiş olması gereken kendi içindeki engelleri kıramadı. B u okulun inceleme ve tari h s e l fe n o m e n leri d egerlen­ dlrme tarzı, bilinçle ba gıntılı o lgu ve olayla rın çözümlen­ m e s i bakımından eksiktir. 5 işte bu n e d e n l e bireysel ve tarihsel/tinsel o l a n la ilgili bir temellendirme için güveni­ lir bir bilgiye ulaşm ak konusunda başvurulacak son karar yerine (ln stanz) geçm eye, kısacası bir felsefi temellen­ d i rmeye gerek v a r d ı r . Tari h ç i O k u l ' d a b i lg i k u ra m ı

5 Dilthey. tüm tarihsclitoplumsal olgu ı; e olayların-öiınttekğifHR---'.'.9ilmce bağ-

1ılık" olduğunu, bu olgu ve o l ayların insanın b ilme, isteme, amaç koyma/arzulama/amaçlı eyleme yetileri doğrultusunda ortaya çıktıklannı, onları doğal olgu ve olaylardan ayıran yönün esasen bu olduğunu belirti)'.or; "tinscllik''in de bizzat bu olgu ve olayların özniteliği olmaktan ibaret olduğu ­ nun altını çiziyordu. (Almancada "Geist" terimi, hem "tin" hem "bil inçli dü­ şünme/düşünce" anlamına gel ir.) 18. yüzyılın Aydınlanmacı felsefe ve bili­ minin ve 1 9. yüzyıl pozitivizminin eleştirisini de, o, bunların bu özniteliğin farkında olmayışlarına dayandırıyordu. Tarihçi Okul'un çizgısi.A� maçı ve pozıtıvist çi�i lerden farklıdır; bununla birlikte Okul, (Ranke'de ol ­ duğu gibi) pozitivist b ilim anlayışından kısmen etkıler taşıyan bir bilım mo­ deline de bağlıydı. Dilthey. burada Okul'un bu yönünü eleştirmektedir.

14

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

(ep istemoloj i} ile p sikolojj6 arasında ilişki kıırıılam�ıcru.�r. B..ı.!.._ nedenle d e T arihç i Okul'da (tarihsel/top l umsal olgu ve olayları bi l i n c e _ b agJı olg u_ ve olayla r ola.ı:ak. -a.ç.ıklıcya n -ç . n .-) a çıklay ıcı bir v: öntemP. k::1vıısu!amamıs v e tersine t a­ rihsel gözlem ve karşı laştırm ac ı y ö ntem, bu Okul'da ne tin b i l i m lerinin bagımsız bir öbek oluşturm a s ı n a yetebilmiş n e de yaşam aya nüfuz etme konusunda başarılı olabilmiş­ tir. Bu y ü z d e n d i r ki, C o m te, M i l i ve B u ckle "tari h s e l d ü nya· d e n en bilm eceyi b u alana dogabilimsel i l k e v e yöntemleri aktararak yeni b i r tarzda çözmeyi denedikleri s ırada; aslında onların yoksu l ve yalınkat, fakat çözüm le­ yici yan ıyla üstün olan bu tutu mları karşısında, yaş a m aya d erinligine nüfu z etm ek isteyen Tarihçi Okul'un ne yete­ rince gel iştiri l e b i l m i ş ne de yeterince tem ellenq irilebil­ m i ş olan görüşü, ancak etkisiz bir protesto olarak ka ldı. 7 Bir Carlyle'ın ve derin düşünceli öbür düşünürlerin eksakt d oga bilimine karşı sürdürdükleri m u h a l efet de, setii ni du­ yuramayan bir girişim olarak bu durum un gösterges ir. Tin b i l i m l erinin d a y a n d ı g ı temeller k o n u s u n d aki bel1rsizlik içinde, her alandan araştırmacılar. öbür yandan. hemf n top­ tancı betimlem elere daldılar; hemen öznel yorumlara ' başvurdular ve kendilerini yine b i r m etafizigin kollarına b ıraktılar. öyle ki, bu betimlem elerde ve yorumlarda, pratik yaşama yön verici güce sahip o l d u guna inanı lan ilkeler ü zerine ciddi ciddi söz edilebilmekteyd i . i ş t e bu d e n e m e. t i n biliml erinin i ç i n d e b ulund ugu bu d urumdan duydugum kaygıdan dogd u . Deneme, Tarihçi Okul'un dayandıgı ilke ile, günümüzde bu ilkeden hareket eden ve topl u m u inceleyen tekil bilim lerin çalışma tarzını temellendirmek ve giderek Tarihçi Okul' un ögretisi ile so­ yut teoriler ara sındaki çatışm ayı giderm ek istiyor. Beni ça-

ifj

6 "Psikoloji" teriminden Dilthey'ın ne anladığı konusunda 12 numaralı dipno­

tuna bkz. 7 Dil they'ın 19. yüzyılın ilk yarısında pozitivist ve antipozitivist bilim anlayış­

ları arasında işaret ettiği bu çatışma, pozitivist bilim anlayışının 100 yıldan fazla süren bariz üstünlüğü dolayısıyla neredeyse unutulmuş veya unutturul­ muş; yüzyılımızın son onyılları içerisinde değişik bir üslupla da olsa, pozitivist bilim anlayışının yetersizliğine yöneltilen eleştiriler doğrultusunda yeniden yaşanmaya başlamıştır.

Tin Bilimlerine Oiriş

15

lışm alarım sırasında kaygılan d ıran sorunlar, yaptıgı iş üze­ rinde düşünen her tarihçiyi, her hukukçuyu veya politika­ cıyı da yüreginden kaygılandırmakta olmalıdır. Tin bilim­ lerine bir temel kaz a n d ırma konusundaki özel istegim ve b ununla ilgili planım işte böyle oluştu . Bir tarih yazımcı­ s ı n ı n yargılarının, bir iktisatç ı n ı n vard ıgı s o n uçların, bir h u ku kç u n u n kulland ıgı kavra mların altında h e p tem elde yatan ilkeler bagl a m ı h angisidir ve b u baglamı kesinlikle b e l irle m e k olan aklı m ıd ır?8 B u n u araştırm ak metafizige dönüş müdür? örnegin; m etafizik kavram ların içine taşın­ dıgı bir tarih felsefesi ola bilir mi? Veya gerçekten d e do­ gaı hukuk diye bir şey var mıdır?9 B u n ların varlıgı yadsı­ nabiliyorsa, bu d urum da bilimlere düzen ve açıklık sagıa­ yan ilkeler topl ulugunun dayandıgı saglam zemin nerede­ d i r? Comte ve p o z itivistlerin, J . S . Mili ve e m piristlerin bu sorulara verdi kleri yanıtlar, bana, tarihsel gerçekligi do­ gabilimsel kavram ve yöntemlere uyd urma ugruna, bu ger­ çekligi çarpıtm a k ve tahrif etm e k o larak görü nmektedir. öbür ya ndan, bu yanıtlara karşılık o larak deha dolu temsi­ lini Lotze'nin "Mikrokosmos·unda b u la n tepki, bana, tekil b i l i m lerin h a kları o l a n b a g ı m s ı z l ıklarını, bu b i l i m l erin başvurdukları deneysel yöntemlerin gücünü ve bu yöntem8 Dilthey'ın burada "temel ilkeler bağlamı"ndan kastettiği; tüm tarih­

sel/toplumsal olgu ve olayların bilince bağlı olgu ve olaylar olmalarını yani tinselliklerini yapan ilkeler bağlamıdır. Dilthey, daha sonra, Kant'ın çözüm ­ lediği bir "teorik akıl" yanında, bize tarihselliğin/tinselliğin kategorilerini ve­ recek olan bir "tarihsel akıl"dan, bu dolayımda söz edecektir. 9 Dilthey "doğal hukuk" teriminde bir contradictio in adjecto (bir şeyi karşı­ tıyla/çelişiğiyle nitelendirmek) saptamaktadır. Çünkü "doğa" ile "hukuk" te­ rimleri karşıt veya en azından birbirine aykırı alanları adlandırırlar. "Hu­ kuk", ancak ve sadece insan bilincin: bağlı bir olgu sayılabilir yani o ancak tarihsel/tinsel bir olgu olarak vardır. Doğal hukuk" terimi, Ortaçağ Hıristi­ yan skolastiğinin "tanrısal hukuk"unun bir mirası ve versiyonu olarak, özel­ likle 18. yüzyıl Aydınlanma çağında ve daha sonra 19. yüzyıl hukuk felsefe­ sinde, bu kez laik bir kılıkta, yeniden ortaya çıkmış bir terimdir ve ancak "doğa" ile "tin" ayrımından habersiz bir hukuk metafiziğinin bir fiksiyonu­ dur. Bu konuda bk�: Manfred Riedel, Rehabilitierung der praktischen Phi/o­ sophie (Pratik Felsefenin Rehabilitasyonu), Stutıgart 1972/74, il.bölüm, s.75-82.

16

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

! erin d uyusa l ola na uya rla n mış eksa ktlıgını feda eden bir tepki ola ra k görünüyor. B u ya n ıt ve tepkilerin dışında, en s o n unda ben, bilince ba glı olgula ra yönelme konusu n da, "iç deneyim" denen şeyde düşüncem için sagla m bir lima n b u l d u m ve h i ç b i r okuyuc u n u n b u n u n b öyle o l d u g u n u k e n d i ken d ine ka nıtlama kta n ka çına b ileceginl sa nm ıyo­ rum . Tüm bilim d eney blllmld lr; fa kat her türlü deney, kö­ kensel ba gıa m ı n ı ve b u bagla m ı n belirledlgi geçerllliglni b i l i n c i m iz i n k o ş u l ları i ç i n d e b u l u r; d e ney b u koşullar

i ç i n d e m eyda na çıka r; ya n i ya ra d ıl ı ş ı m ı z ı n bütünl ügü içinde. Biz, bu koşulla rın ardına geçmeyi olana ksız gören, gözle görülm eyen veya bilen öznenin ba kışına dogJ u ca ra stla mayan, ona açık olmayan şeyleri bilmeyi olanaksız saya n b u çıkış noktasını, bllglkura m sal (epistemolojlk) bir çıkış noktası olara k gösteriyoru z . Gerçekten de modern bi­ lim b u n da n ba şka bir çıkış nokta s ı ka b u l edemez . 10 Bu, bana, gitgid e, tin b i l i m l erinin ba gımsızlıkları konusullda bilincim izin koşulla rı n ı ka lkış n o kta s ı a lıp bura da n hire­ ketle bir temel b u l u na bileceglnl gösterdi; Ta rih çi Oku un ihtiya ç d uydugu şey de b uydu . Ç ünkü bizim doga hakkın­ da ki ta sarım ımız bu bilinçten çıka r ve d o ga, bize d ö ük b i r gerçeklik o la ra k b i l i n c e ba g l ı o l g u la r d ü nya sİ na (tinsel dünyaya -ç . n .-J gö re, bizim için silik bir gölgedir. Na s ılsa öyle o la n gerçeklik (n umena l gerçeklik, kendinde nesne -Dlng a n sich- d ü nya s ı -ç . n .-J ka rşısında biz, olsa o l sa, b i l i n c i m i z e verili olguları içten d e n eyleyerek bir

f



ıo

Burada betimlenen "deneysel bilim modeli", Kant'ın, teorik akıl çözümle­ mesi doğrultusunda sınırlarını çizip meşrulaştırdığı Yeniçağ biliminin da­ yandığı modeldir. Kant, "doğa bilimi"ni, teorik aklımızın ve bilincimizin olanaklarının deneysel yoldan (dış deney) içeriklendirilmiş bir izdüşümü sayıyor; bilimin insanın bilme yetisini önceleyen veya aşan hiçbir yönünün olamayacağının altını çizmiş oluyordu. Bilincimizin olanaklarının bilgisi bize "bilim"in ne olduğunu öğretir; buna karşılık "bilim" bilincimizin ola­ naklarının bir bilgisini, kendisi bu olanaklara göre kurulmuş bir şey oldu­ ğundan, sağlayamaz. Dilthey da bilimin öncelikle böyle bir bilinç analizi ve bilgikuramsal (epistemolojik) temellendirme doğrultusunda yani bir felsefi refleksiyon aracılığıyla neliğinin ortaya konulması gerektiğini belirtmekle, bilimi herşeyi önceleyen ve herşeyin açıklayıcısı bir konuma yerleştirmiş olan "bilimci"leri ("scientificist"leri, Hüsamettin Arslan'ın daha çok bizdeki "bilimci"leri düşünerek önerdiği terimle, "bilimist"leri) de eleştirmiş oluyor.

Tin Blllmlerln e Oir/ş

17

b i l giye s a h i p o l ab i liri z . işte, tin b ilim l erinin m erkezinde bu olguların çözümlenmesi yatar ve bu b öyle kalacaktır. Tarihçi Okul'un anlayışına uygun olarak, tinsel dünyanın d a y a n d ı gı ilkelerin b i l gisi, yine b izzat bu a l a n ı n ken d i i ç i n d en çıkartılab ilir ve t i n b il i m l eri, i ş t e t a m d a b u yüz­ den kendi içlerinde b agımsız bir sistem kurarlar. Ben bu noktada kendimi, Locke, H u m e ve Kant'ın b agıı o l d u kl a rı b l lgikura m c ı (e piste m o l oj ist) okulla pek çok noktada uzlaşmış b uluyoru m . Fakat b una karşılık, felsefe­ nin her türlü anadayanaklarını ancak onlar sayesinde tanı­ dıgımız b ilinç olguları b aglam ı n ı, bu okulun ele aldıgın­ dan b aşka bir tarzda ele almak zorundayı m . Herder ve Wil­ helm von Humboldt'u nkllerde oldugu gibi, az sayıda ve bi­ limsel kurguyla hiç de tam olarak b agdaşm ayan savlar dik­ kate alınm azsa, şim diye kadarki gelişimi içerisinde b ilgi kuramı, Ka nt'ta oldugu gib i, deneyi ve bilgiyi, katıksız bir zihinsel tasarım altına sokulmuş olan olgu· n yola çıkarak açıklamıştır. Locke, H u m e ve Kant'ın tasarl a d ı kları b i l en öznenin (süje) dam arlarında hiç de gerçek kan dolaşm az; tersine, bu öznenin damarlarınd a katkısız bir düşünme et­ k i n l i gi sayılan a k ı l ' ı n i mb i kten geçiri l m i ş/a rın d ı rı l m ı ş ö zs uyu dolaşır. 1 1 Oysa b eni ilgilend iren, insanla tarihsel •

ı ı Dilthey; Locke, Hume ve Kant'ın epistemolojilerinde savunulan temel tezi,

bilginin doğa karşısında sadece duyumlama-tasarımlama bağıntısı çerçeve­ sinde edinildiği, duyusal yolla verili olanın aklın/zihnin tasarımlayıcı faali ­ yeti altında bilgiye dönüştüğü, doğanın bir "açıklama" nesnesi olduğu hak­ kındaki tezi onaylar. Ne var ki bilen öznenin damarlarını sadece duyum lama ve tasarımlama öğelerinden oluşan bir sıvı (özsuyu) doldurmaz. Bilen öznenin damarlarında dolaşan gerçek kan, duyumlama ve tasarımlamayı sadece birer öğe olarak içeren pek çok öğeyi barındırır. Bu öğeler; isteme, arzulama, heyecan, duygulanma, sempati, antipati, amaç koyma, değer verme, değerlendirme, vd. olmak üzere, bilen öznenin psişik "totalite"sinde yer alırlar ve bilen özne nesnesinin karşısına aslında psikesinin bu totalitesi ile çıkar. Oysa doğa bilimlerinde özne nesnenin karşısına, kendine koyduğu kısıtlamalar dolayısıyla, bu total kimliğiyle çıkmaz. O, doğa bilgisi elde et­ mek üzere, bu total kimliği oluşturan öğelerden sadece duyumlama ve tasa­ rımlamaya başvurmakla yetinir; diğerlerini paranteze alır (veya aldığını sa­ nır). Bu bir kısıtlamacılık ve indirgemecilik olmakla birlikte, anlaşılır bir tavırdır. En nihayet doğa, dış deneyde tanınan bir şey olarak, bizim mey­ dana getirdiğimiz bir şey değildir. Oysa tinsel dünya, insanın yukarıda sayı­ lan öğelerin ıotalitesi ile bizzat meydana getirmiş olduğu bir dünyadır ve

18

Herm eneutlk ve Tin BJ/Jmlerl

ve psikoloj i k açıdan ugraşmaktır. 12 insanın sahip o l dugu g ü çlerin çeşltıı llgl i ç i n d e b e n i m i lg i m i çeken şey, o n u n b u yön ü d ür. B u yönüyle insanı, isteyen, hisseden ve bir şeyler pla nlayıp a m aç l ayan yön üyle i n sanı, b ilginin ve bilgi kavram larının da (dış d ünya, z a m an, töz, ilk neden, vb .) açıklanmasında temele koymak; b ilginin ve b ilgi kav­ ramlarının sadece algı, tasarım ve düşünme m alzemesiyle dokunmuş şeyler olup olmadıgına yönelmek istiyorum. 1 3 Buna göre, b u denemenin b aşvuracagı yöntemler şunlardır: B en, çagdaş s oyut b ilimsel d üşüncenin her bir ögesini, örnegı n d eneyi, dil ve tarih i n c e l e m elerinin gösterd lgl '

gib i, i n s a ni varo l u ş u n b ütünlügüne (i n s a n ı n total klmllgı ne, öznenin totaıı teslne - ç . n .-) b aglıyo ru m . Oerçektı:: n de bu b ütünlük ancak dil ve tarih araştırm a s ı ile işaret � d ile­ b i l i r olan bir b ütünlüktür. B uradan şu çıkar: Bizim gerçek­ lik h a kkındaki tasarım ve bilgimizin en önemli yapıtaşları, ögeleri; kişisel yaşamın b lrllgt, d ış dünya, dışımızd•ı bi­ reyler, onların zaman içerisindeki yaşamları ve bu yaşş mla'



tam da bu nedenle ancak öznenin iç deneyimde tanıdığı kendi totalitesini harekete geçirerek kavrayabilme şansını bulabileceği bir nesne alanıdır. Dilthey, tüm bu öğelerin birlikteliğinde gerçekleştirilen kavrayıcı/hissedici edime "anlama" adını verir. Daha sonraları Yeni Kantçı Rickert şöyle diye­ cektir: "Doğa açıklanır, fakat anlaşılamaz." (H. Rickert, Naturwissenschaft und Kulturwissenschaft , 19 15, s. 44). ıı Dilthey'ın burada "psikoloji"den kastettiği, geçen yüzyılın ve bu yüzyılın empirist/pozitivist/behaviorist/nomotetik psikolojisi değildir. Dilthey, bu tür bir bilimin kısırlığı üzerinde sık sık durmuştur ve bir "anlamacı psikoloji"nin gerekliliğini vurgulamıştır. Gerçi bu "anlamacı psikoloji" de bir bilimdir; fa­ kat bilginin ve hilimin )'.apısını anlamakta haşvurulacak bic çeşit "temel bi ­ lim" konumundadır. Dilthey "bilim" kavramını bir geniş ve bir de dar an­ lamlanyla kullanır. (Bunun için aşağıda 22 numaralı dipnotuna bkz.) Çeşitli çalışmalarımda Dilthey'ın "anlamacı psikoloji"sinin özellikleri üzerinde durdum. Bu konuda özellikle şu çalışmama bkz.: Max Weber'de Bilim ve Sosyoloji, 2.baskı: 1998, s.92-128. Ayrıca Dilthey'ın nasıl bir "temel bilim" peşinde olduğu konusunda bkz.: M. Riedel, "Wilhelm Dilthey'da Teorik Bilme ve Pratik Yaşama Kesinliği Bağıntısı", çevirenin derlediği Hernıene­ utik ( Yorumbilgisi) üzerine Yazılar içinde, Ark Yayınları, Ankara 1995, s.5 1-83. 13 Yukarıda 1 1 numaralı dipnotuna bkz.

Tin BJ/Jmlerlne Qirlş

l9

r ı n b i rb i rl e ri n e karş ı l ı kl ı etki l e ri d i r . 1 4 i n s a n ı n i stek, duygu ve amaç koymaya dayalı gerçek yaşama süreci, işte ancak b u bütü n lügün çokçeşltllllgl içerisinde kavra n a b i­ l i r. Bu kavrama d a, salt a prlorl bir b ilgi olanagına (salt ak­ l ı n a pr/ornerl n e -ç . n .-) başvurularak sagıanamaz; çünkü ters i ne, b u ra d a salt a prlorl b i r bilgi o l a n agının kabulü d egıı, içinde b u l u n dugumuz konumlar toplamından çıkan bir gelişim tarihi söz konusudur. 1 5 öyle ki, bizi felsefeye yön e lten tü m s o r u l a rı n y a n ı t ı n ı, b u ta r i h s e l gel i ş m e

v e re b i l i r. B u tem e ll e nd irm e n i n içinde barınd ırdıgı bilmecelerin e n keskini de b ura d a ortaya çıkıyor: Bizim dış d ünyanın gerçekllglne d uydugumuz inancın neye daya ndıgı ve hak­ l ı l ı gı soru n u . Tasarı m l a n an bir şey o larak d ı ş d ü nya, bu açıdan dalma ve sadece bir fenomen olarak kalır. Buna kar­ ş ı l ı k, b i z i m i steye n - h i s s e d e n -a m a ç l a y a n n e l l g l m l z (mah iyetimiz), tümüyle bizden b i r şey, bize a lt b i r şeydir ve b u n elik, bu h a l iyle, dış d ü nya gerçekllglnden (yani b izden bagımsız olarak kend i uzamsal belirlenimi içindeki gerçekl ikten) d a h a kesin b i r verldlr. 1 6 Çü n kü bu n e l ik,

Dilthey'ın burada, kendisinden sonra bilginin "öznelerarasılık" (intersühjektivite) olarak belirtilen niteliğini betimlediği açıktır. 15 Burada Dilthey'ın Kantçı epistemolojinin ve Yeniçağ biliminin yetersizliğini eleştirdiği açıktır. Bu konuda şu yazıma bkz.: "Hermeneutiğe Geçiş Yolu Olarak Tarihselcilik'', Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci içinde, İnkıliip Yayı­ nevi, İstanbul 1999, s. 75 ve devamı. 16 Dilthey felsefenin temel ve klasik sorunlarından olan dış dünyanın gerçekliği sorunu üzerine burada yaptığı saptamayı, pek ünlü olan bir yazısında, "Dış Dünyanın Gerçekliğine Duyduğumuz İnancın Kökeni ve Haklılığı So­ rununun Çözümüne Katkılar" adlı yazıda genişliğine açmaktadır. Dış dün yanın biçim için sadece fenomen olarak bilinebileceği, onun kendindeliğinin bilinemeyeceği, aslında Kantçı bir tezdir ve bu durum Kanı tarafından üste­ lik "felsefenin skandalı" olarak da gösterilir. (Bkz.: E. Cassirer, Kant'ın Ya­ şamı ve Öğretisi, çev.: D. Özlem, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1997 -2.baskı­ s.78-86.) Bununla birlikte Dilthey, dış dünyanın gerçekliğini kanıtlayama­ yan öznenin bizzat kendisinin, aynı özne için dış dünyaya göre daha kesin bir veri olduğunu belirtirken, Yico gibi düşünür. Vico, doğa tarafından "ya­ pılmışlık"ımızdan ötürü doğanın yapımındaki gerekçeyi ve doğanın yapısını asla bilemeyeceğ°?m izi; buna karşılık tarih ve toplum dünyasını ve bu dünya içindeki konumuyla kendimizi, bunlar bizzat "bizim yapımımız" oldukla­ rından ötürü, doğaya oranla daha kesin bilebileceğimizi belirtmişti. Bu ko-

14

20

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tasarl a n a n bir gerçeklikten önce, yaşan a n bir gerçeklige aittir. Biz dış d ü nyadaki neden-etki (eser) bagını veya b u b a ga göre o l u ş a n süreci hiç d e yeterince b i l e m eyi z . Ç ünkü, d ı ş d ü nyaya ait neden v e etkiler (eserler) h a kkın­ daki tasarımlar, kökenleri bakımından, bizzat ve sadece bizim istemeye dayalı yaşamımızdan çıkan soyutlamalardır.

öyle ki, d en eyim i n biz e açtıgı ufuk, öncelikle ve sadece bizim özgür ve içkin d u ru m u m uz d a n h a b er verir gibidir. Dış d ünya, b i z im yaş a m a bütü n l ü g ü m ü z aracılıgıyla/sa­ yesinde bize verilidir. Oysa o, kendindeligi içinde, bizim ' yaş a m a bütünlügümüzden farklı bir bütü n lüge sahip ola­ bilir. Bu söyled iklerimi nereye kadar kan ıtlaya bilecı;gım ve yukarıda işaret e d i l e n kalkış n okta s ı n d a n harekttle, to p l u m ve tarih b i lgis i n i n d a y a n a c a g ı s a gl a m z e m i n i oluşturm a konusunda b u kanıtları n ne oranda geçerli ola­ cagı, kuşkusuz, o kuyu c u n u n kita b ı n s o n u n d a vere'� onu zaten sadece bu yolla anlarız. Kendimi bile, başkalarının yaşan­ tı larını kendi içselligimde hissetmek suret iyle anlarım. Ben buradan hareketle kendimin ve başkalarVlın yaşamla­ rında birbirine yakın çizgiler bulurum. Bir tip, böyle mey­ dana gelir. Tekil olan özgüldür; tip ise öz_g_ül tekillerde iin plana çıkanların gerçek bir portresidir; bir figüratif resim­ deki bir figür nasıl tekil kalabilir ki zaten! Şiir de tipsel olanı önceleyen tekili aynen kopya edemez. Bir dram ya­ zarı gerçek bir konuşmayı tüm rastlantı, belirsizlik, şekil­ sizlik ve elastıkiyetiyle kopya etmeye kalkışırsa okuru bezdirir; üstelik bu yolla yaratacagı etki, da hilere özgü yogunlaşma, biçim verme ve yükseltmenin yarattıgı etki­ nin yanına bile yaklaşamaz. Böylece yükseltilmiş ve arın­ dırma işleminden geçmiş bir dramatik konuşma, konuşmayı dinleyen seyircinin öznelligiyle kavranır. Zaten drama da, yaşam içinde ortaklaşa edinilmiş kavram ve tasarımlar bag­ lamından etkilenen yazarın bir ürünü olarak, öznelligin damgasını yemiştir. Ve bir dramada veya anlatıcı bir şiirde (epope) ifadeye getirilen her biçim verilmiş şey; iç yaşa­ mın figür ve tipse! süreçlere taşınışını, bunların bütünün­ deki belirli işlevleri, bazılarının digerleri karşısındaki sı­ nırlarını ve nihayet hepsi bir arada, yaratıcının kanından bir şeyleri yansıtır. Böylece o biçim verilmiş şey, daima

insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat

47

tipsel olan bir yöne sahiptir ve aslında sanatçının tipler ailesine ve çagına aittir.

111

Tekilleşmenin İ fade E d i l i ş i n i n Avrupa Edebiyatı ndaki B üy ü k Ç ağları

a) Home ros ' t a

Tekilleşme

Şu ortaya çıkıyor ki, tekilleşmenln ifade edilişi, yansıtı­ lışı, daima öznel ve muhakkak kişisel, ulusaldır ve tarihsel süreç içinde koşullanmıştır. Ne var ki burada ancak tekil­ leşmenin ifade edilmesinde, yansıtılmasında tarihsel süreç içerisinde ön plana çıkan ayrımlar üzerinde durabilecegim ve bu bile sadece Avrupa edebiyatı ile sınırlı bir alan için söz konusu olabilecektir. A vrupa edebiyatının tarihindeki

büyük çaglar, aym zamanda genel insan dogasının tekil­ ieşmesine ilişkin şiirsel/edebi ka vrayışın kesitleridir.

lyonya'daki Grek kolonilerinin teolojik koşullu gelişi­ minin sınırlarında Homeros' u n şiiri durur. Biz onlarda. Sha­ kespeare'in dramalarında oldugu gibi, transandanz gücünün parçalanmasını buluruz. Eski dünyanın bu en büyük poetik eserinin nasıl meydana gelebilmiş olduguna bakalım: Bu poetik eserde, olaganüstü bir güç, ataların büyüklügüne duyulan inanç ile tanrılara duyulan inancın birlikteligi, yaşam ve dünyanın tarafsız bir şekilde kendi gerçekligi ve nesnelligiyle görülmesi; evet, bunların hepsi, birbirine geçmiş bir halde ifadeye gelir. Antik insanlıgın bu büyük şairinden ilham ve düşünce yönünden etkilenmiş olan şair­ ler birliginin üyelerinin ne kadar çok oldugunu düşünelim. Nedir Homerl>s'un şiirinin özellikleri? Bir kez Homeros kendi şiirinde tam bir aristokrat tavra sahiptir. Onun şiirini zarif, ince, hür düşünceli, dünya dostu bir hava kuşatır. Onun tanrılar devleti tipsel figürlerin iç ilişkilerini yansı-

48

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tır. Bu tanrı figürlerinde, güç; vicdansız, pişmanlık duy­ maz, hiçbir dış sınırlamaya baglı olmayan yaşam atılımı ile birleşmiştir. Bu figürler bu yaşam atılımı ile, vicdansız ve pervasız doga güçlerine yakın dururlar. Homeros destanı­ nın insan kahramanları bu tanrılara sadece dıştan baglıdır­ Iar: Tıpkı Fransız tragedyasında tanrıların kahraman insan­ ları yatıştırması veya tahrik etmesinde oldugu gibi. Çünkü burada şurası açıkça bellidir ki, bu kahramanlar kendi ey­ lemlerinin yasasını kendi içlerinde taşımak zorundadırlar ve o nlardan her birin in gerçek yaşamı, güneş ışınfarı al­ tındaki yaşamlarından daha uzun sürer. Çünkü ruh, ölümden son ra, kendini, bir yarım yaşam, ama yine de bir yaşam içinde, çelişik bir adla 'ölüler ülkesi'nde, yapayalnız ve kaybolmuş bulur. Böylece Homeros'un aristokratik dünya­ sında kahramanlıgın tipsel yönleri, kahramanlıgı ml14l1 kün kılan koşullar; güçlülük, bagımsızlık, yapayaln ızftk ve kendi başınalık olarak yükselir. ; Bunlar, edebiyat ve şiirde, tekillerin tam, dolu v� zarif bir şekilde oluşturulmuş figürlerinin altlarına yerle,Ş tiril­ dlkleri ko şullardır. Onları oraya yerleştirmen i n sanatsal aracı, kon uşm adır. Germenlerde böylesine dilsiz/sessiz olan kahramanlık, Greklerde, bu halkta, kendisini konuşma aracılıgıyla kamuya açar. Ve Homeros bu kahramanlar dün­ yasını ko nuşma aracılıgıyla öylesine anlatmıştır ki. daha sonra hiçbir Grek tragedya yazarı böyle bir anlatım gü­ cüne erişememiştir.örnek olarak, Hektor'un cesedini ilk kez gören Andromak'ın sözleri okun abilir. O, sızlanıp du­ rurken, birdenbire ölüye şöyle seslenir: Şimdi Hades'in evine. yerin en derinine Doğru gidiyorsun sen. Ben burada kalıyorum. Acı ve kederin kucağına terkedilmiş bir halde. Evinde oturan bir dul kadın; masum bir oğlancıkla beraber.

Andromak'ın Hektor'un cesedinin lllion'a taşındıgı sı­ rada söyledigi son raki sözleri, durulmuş, sakin bir ruhtan yükselen sözlerdir ve önceki taşkın sözlerle güzel bir kontrast oluşturur. Burada Hektor'un kahramanlık gücünün daha duru, daha sakin bir tasviriyle karşılaşırız. Andromak,

insan ve Tarih D ünyasmda Tekilleşme ve Sanat

49

yine H ektor'un cesedi önündedir. Ama bu kez ona sesle· nlrken. geçmişi ve gelecegı birleştiren bir duyguyu dile getirmektedir: Şüphenin dile getirilemez acısını çektiriyorsun ana babaya; Hektor, beni hiçbir sonlunun kaderi artık eleme boğamaz! Çünkü sen bana ölüm döşeğinde yataktan el uzatmadın. Bir söz söyledin bana, bilgelik dolu; onu sonsuzca, gece ve gündüz düşün­ düm.

Yedinci şiir konuşmanın drama formuna dönüşümü içinde etki yapar. (Shakespeare de bize yaşamın ortak ze­ mini üzerinde ikamet etme izni veren böyle sakin bir du­ rumdan yavaş yavaş yükselen tutkuları tasvir etmekten pek hoşlanır.) Elçiler Achlleus'u, "kalbini lirin tınıları ile ferahlandırır" bir halde. sakin sakin otururken bulurlar; Patroklos da karşısında suskun oturmaktadır; Achlleus elçi­ leri nazik ve sakin bir halde, vakarla kabul eder; daha sonra konuşmanın akışı içinde Agamemnon'a karşı ruhun­ daki zaptolunmaz kin ve nefreti. onu bu kine ve nefrete tu­ tuklayan ve gece gündüz peşini bırakmayan olaylara iliş­ kin rüyasını anlatmaya kendisini tamamen kaptırır. Müthiş sahne. bir kez daha onarılamaz bir kırılma ve kopuş bilin­ ciyle sona erer. Elçiler geri dönerler ve sonucu lakonik bir şekilde bildirirler. Burada bizzat. o zamanın yaşamının kendisi bizimle konuşmaktadır. Buna Achlleus'da nüfuz ederiz. Böylece Homeros öncelikle. gerçek olanı aşan ve gerçek kişileri tipik olarak temsil eden bireyler yaratmış. onları tamamen yaşamın dogaı hareketııııgtyle teçhiz et­ miştir. Ve onun tipleri. kendi çagındakl tekll leşmeden çı­ kardıgı tiplerdir. Artık şu söylenebilir ki. Homeros'un şiirinde şairin te­ killeşme dogrultusunda içinde hareket ettıgı sınırlar. biz­ zat zamanının ve çagının sınırlarıdır. Onun tüm ufku aris­ tokratik toplum tarafından kuşatılmıştır. Tek başına bu. ona göre biçilmiş bir kaderdir; onun karşıt yönünde Thersıtes durur; tıpkı Shake51>eare'ln kahramanları gibi. gerçekçi, metin. komik. aldırışsız. al aycı. Kişiler arasındaki farklar bu aristokratik toplumda dogaldır; soya. yaşa. mizaca. atıl-

50

Hermeneutlk ve Tin Bilimleri

ganlıga, daha yüksek menşeye ve şecereye, güç ve lktlda· rın ve kahramanlara özgü kuvveti n derecesine göre. Tüm bu aristokrat karakterler, kendilerini dogrudan etkileyen sert motiflerle harekete geçerler. öyle ki, i li . Richard, iV. Henry ve Macbeth başta olmak üzere, Shakespeare'in kah· ramanlarıyla karşılaştırıldıgında, Homeros'un kahramanları­ nın hepsi, normal koşullarda bir sükunet ve huzura sahip· tirler; bunlardan hiçbiri, onlara kendisine ulaşma tutkusu aşılayan ve hep göz önünde bulundurdukları bir amaç bag­ Iamından hareketle, enerji, güç iradesi ile dopdolu, planlı bir şekilde ileriye dogru sürüklenmezler. Buradan bakıldı· gında, buna en iyi örnek bizzat Achileus'tur. O, Phti a'da sükun içinde yaşamayı tahayyül eder ve sade� koşullar dolayısıyla öne itildlginl, lider konumuna sürüklendiginl düşünür. Ve Homeros'un kahramanlarının hepsi, ortalama insanın mütevazı plan ve beklentileriyle donatıVrıışlardır. Bu kahramanlardan hiçbiri birey olarak kendilefrni diger· !erinden ayıracak olan özelliklerle donatılmış � egildirler ve onları birey kılacak olan yönleri, kendilerine ait bir " dilleri, üslupları, düşünceleri, bu düşüncelerin yontup bl· t çimlendirdigi birer kişilikleri yoktur. Homeros da birey yoktur.

b) Grek Tragedyasında ve K o m ed y as ı n d a

T e k illeşme

Tragedyanın gelişimi açısından bakıldıgında, Homeros'la gelen ilerleme, tanrıların ve kahramanların tasvirinde psi­ şik yönde, özellikle duygu ve tutkuların işlenişi yönünde gerçekleştirilen derinleşmedir. Bu ilerleme, komedya için, modern komedinin de daha sonraki gelişiminde güçlü bir şekilde vazgeçilmez hale gelen bir dizi karakteristik tipin ortaya çıkmasında belirleyici olmuştur. Tragedya Grek ti· ninin büyük hareketi içinde oluşmuştur. Grek tini tanrı öykülerinin, mitosların üzerine, yüksek ahlaksal degerlere ve rasyonel kavramlara göre ölçülen bir ideal düzen ilke·

insan ve Tarih Dünyasmda Tekllleşme ve Sanat

51

sini çıkarmıştı. B u demektir ki, tanrılar d a kahramanlar da, varoluşlarını bir ideal düzen ilkesine borçludurlar. Grek tininde tanrıların ideal varlık düzeninin üzerinde veya dı­ şında, bagımsız ve otokton bir nelikleri yoktur. Trajik kar­ şıtlık, tutku ve akıl arasındaki karşıtlık, bu ideal düzen il­ kesi sayesinde bagdaştırıldı. Mitosların ahlaksal-rasyonel bakış açısından eleştirisi, daha Stesichorus'un koro şarkı­ sında dikkat çeker. Aschylus ve Sophokles'in en önemli dramalarında böyle bir ideal baglama dogru bir yöneliş vardır. Hatta Platon'un idealar ögretisi, kendi metafiz ik formu içinde, bu ideal düzen ilkesinin bir betimlenlşidir ve bu ilke ile tanrılar birligi arasındaki savaşa devlet üze­ rine yazılarıyla o da katılır. Homeros'da mitos hakimdir; Aschylus ve Sophokles'de ise mitos tek başına degildir, onun karşısına logos çıkarılmıştır. öyle ki, Aschylus ve Sophokles'in tipleri, birlikli, tutarlı kişilik yapılarına sa­ hip olarak biçim verilmiş tiplerdir. Ve bu kişiler, Attika tragedyasında, logos-mitos karşıtlıgını benimseyen anti­ tezci bir tavırla kurgulanmışlardır. Homeros'da anlatıcılık ile sagıanan etki, Attika tragedyasında retorikle saglanır ve tiplerin çizilmesinde dayanılan karşıtlık, konuşmanın antitezci formları içinde dramatik bütünün tüm ögelerine kadar yayılır. Attika tragedyasında tutkunun ifadesi; tas­ virdeki abartılı ihtişam, maskeleme ve müzikle destekle­ nir. Başka bir deyişle bunlar, tragedyaya solugunu veren pathos'un i fade edilişini kuvvetlendirirler. Homeros'un tersine, tragedya kahramanlarında dinginlik, tevazu ve sü­ kunet yoktur; kahramanlar kendilerini bir şeylere kapılmış •



Dilthev'ın notu: Grek draması, paganizmin ve Homerosçu heroizmin eskiyip köhnemeye başladığı sırada gelişti ve onlara darbeyi indirdi. Kader, insanın tutkuların kaotizmi içerisinde oraya buraya rastlantısal savruluşu değildir. O, ideal düzen ilkesinin insan yaşamındaki bir yansımasıdır. Böylece Olimpos'ta oturan tüm renkli tanrı figürlerinin de bağlı oldukları şey, ideal varlık düze­ ninin ilkesi olmuştur artık. İnsanın kaderini şekillendiren de artık tanrıların öfkesi veya sevgisi değil, "ide"dir. Platon un yaptığı, Grek tinindeki bu dönü­ şümün felsefi y()flden meşrulaştırılması olmuştur. Oidipus'ta en yüksek nok­ tasına varan bireyin düşüşü, artık tanrıların keyfiyle ortaya çıkmış bir durum değil, tanrılar (mitos) ile ideal evren düzeninin ilkesi (logos) arasındaki sa­ vaşın bir sonucu oluyordu .

52

Herm eneutik ve Tin BJJJm leri

olarak bulurlar. Konuşmalarda kahramanların ruh hallerinin ve bu hallerdeki deglşlmlerln ifadesine nadiren rastlanır. Kahramanların kendi iç dünyalarından söz etmeleri ise, daha da nadirdir. Kişiler, tam anlamıyla retorik düzlemde yani karşıt tezli konumları ve konuşmaları ile belirlenmiş­ lerdir. Ancak Eurlpldes'le birlikte bu trajik tipler bireysel bir yaşam, bir bireysellik kazanırlar. özellikle güçlü, ikti­ dar sahibi insan (Macht-Mensch), böylesine önemli bu tra­ jik figür, dogaı hukuk üzerine reflekslyonun hızlandıgı bu dönemde bir bilinç kazanır, kendi güç iradesinin üzerinde kavramlardan oluşmuş, rasyonel/düşünsel bir atmosfer içe­ risinde soluk almaya başlar. Onun konuşmasında duygu ve tutku belirten sözcükler yanında kavramlar hatta dahc\ agır basmaya başlarlar. öyle ki, insanın lçsel liglnln/tlnsel­ llglnln daha önceki tüm tasvir tarzlarının üzerine Platon'­ un otoritesi damgasını vurmuştur artık. Bu açıdan bakıl­ dıgında, Platon, Greklerin Homeros'tan sonraki en b�yük sanatçısıdır. Onun Sokrates'I, tüm lnsanlıga mal olm� iki figürden biridir. fakat Grek edebiyat ve şiirinin H(\me­ ros'tan sonra en canlı ve en çeşitli tiplerini, komedyada ' buluruz. öyle ki, modern komedya, Mollere'e gelinceye kadar, Grek komedyasından ve tiplerinden etkilenmiş, hatta büyük ölçüde bunlardan çıkmıştır. Ve buradan, artık insan dogasındakl tekil kalan çokçe­ şltlll lgln teorik yoldan ele alınmasına gi den bir yol da açılmıştır. Bize pek tahrif edilmiş bir halde intikal etmiş olan Theophrastos'un Karakterler üzerine Yazısı da bu yol­ daki çabaları hızlandırmıştır. Bu yazı, elimizde dişe doku­ nur başka örnekler olmasa da, şüphe etmemek gerekir ki, Otta Rlbbeck'ln edebiyat tarihi için büyük öneme sahip araştırmalarında göstermiş oldugu gibi, Greklerin zengin dlyaloga dayalı, retorik ve şiirsel tasvirler içinde işlemiş oldukları komik veya kaba ve sıradan insan karakterlerini, tiplerini işleyip tanıtan yazıların son örneklerindendir. öbür yandan burada insan karakter ve tiplerinin bir dizili­ şini vermek konusunda edebi olarak ortaya konulmuş ilk araştırma önümüzdedir. Buradaki tipler dizisine bakıldı­ gında şu görülür ki, haklarında günlük yaşamın usta göz-

insan ve TariH Dünyasında Tekilleşme ve Sanat

53

ı e m cileri, Esklçag a hlakçıları ve komedya şairlerinin bil­ d irdikleri a racılıgıyla b i lgi s a h i b i o l d u g u m u z b u tipler, çok ilginçtir, özellikle güney halklarına özgü mimik gü­ cüyle ön plana çıkarlar. N e yazık ki Theophrastos'un bu küçük yazısı, insani karakterler ve tipler psikolojisi için degersiz b u lunm uştur ve ilk kez 1 5 2 7 'de kısmen basıldı­ gından bu yana, kendisine ahlaksal ve günlük yaşamın tas­ viri k o n u s u n d a e d e b iyat için özel b ir deger verilm iştir. Karakterler. örfler ve a h l a klar üzerine teorik refleksiyon l 6. ve 1 7. yüzyıl edeb iyatında d evam etm iş ve özellikle M ontaigne ve La Bruyere giderek artan bir önem ve deger kazanm ışlardır. insan karakterleri üzerine bir ikinci antik kaynak. etki­ ler/h eyecanlar/duygu/ar ögretisidir Bu, Stoacı filozoflar ve onlard a n etkilenmiş olan Romalı yazarlar aracılıgıyla, kara kter ve tip sınıflandırmasında olaganüstü bir incelige ulaşmıştır. Bu ögreti ş airle ugraşm aktan çok retorikle i lgi kurmuştur. Ona daha sonra. 1 5 yüzyıldan l 7. yüzyıla kadar üç b üyük yüzyılın sanat ve edebiyatındaki felsefi yazarlık da katılmıştır ve bu, san atçıları ve şa irleri pek çok açıdan yönlendirm iştir. insan tip lerinin te mellend irilmesi ve tas­ viri n deki bir ü ç ü n c ü antik kaynak, dört m izaç ögretisi (sıcakkanlı, h i d d etli/h ırçın, mela nkolik, flegmatik/soguk­ kan lı) olm uştur ki, onun ilk kez Galenus'da geliştirildigine rastlarız. O d a Rönesans psikolojisinin önemli bir ögesini oluşturm uş ve plastik sanat ve edebiyat için daha da önem­ li bir kaynak olm uştur. Böylece l 5, 1 6 . ve 1 7. yüzyılların edeb iyatı ve pla stik s a n atı ü z e r i n e; (öze l l i k l e S e n e c a ' d a n d ra m a tikçi lere -tiyatro yazarlarına- n a kledildigi şekliyle) traj i k tipler üzerine; Plautus, Terentius ve ltalyan komedyasının bu tip­ lere canlı bir şekilde katılmasıyla zenginleşen komik tip­ ler ve m izaçlar üzerine; nih ayet, karakter form ları ve tutku sınıfları üz erine; geniş b ir literatür m eyd a n a gel d i . Tekil­ leşme problemi bu yüzyılların edebiyatçısının önün e, em­ salsiz derecede 4>' gun koşullar altında çıktı . Bu nedenle hatta 1 5 . yüzyıldan l 7. yüzyıla kadarki mod ern sanatın bü­ yük çagı, ortak insan dogasının temelleri üzerinde tekil.

54

Herm eneutik ve Tin 13/1/m/eri

!eşmenin nasıl gerçekleştlgl konusunda, Eskiçagdan çok daha derinlikli ve çok daha fazla yön içeren bir donanıma sahip olmuştur. Ş iirde ve özellikle dramadaki iki yönlü gelişme, bu sı­ ralarda ortaya çıktı. Latin şair ve edebiyatçıları herşeyden önce tipse! eylemler üzerinde durdular, Eskiçagdan intikal eden tiplere duydukları sempati ile çalıştılar. Büyük bir karakter yaratıcısı, Cervantes, onl arın anlatıcı edebiyatı içinde temayüz etti; Moll�re onların dramatik edebiyatı içinden çıktı . Bu adlar, Greklerden Romalılara, onlardan ltalyan ve f'ransız edebiyatına uzanan komik ve sıra�an ka­ rakterlerin ve tiplerin son mükemmelleşmesini ve lncell­ şlnl simgelerler. Moliere tiyatrosu, karakter rollerinin mi­ miklerle temsilinde olaganüstü bir başarıya ulaştı. qyle ki, Mollere'in oyunları, modern sahnelerde görülmüş� blan, sözcügün tam anlamıyla en 'teatral" şeylerdir. Dramatik edebiyatın Germen halklarında görülen dlger gellşlrh yolu üzerinde, insanın iç yaşamı dramatik yoldan derlnll ne iş­ lendi. Bu gelişim yolunun en büyük temsilcisi muhakkak ki Shakespeare'dir. Bu döneme özgü olarak insan dogasının tekll leşmesine alt söylenebilecek şeylerin çogu, Shakes­ peare tarafından dile getirilmiştir.



c) Sh akespear e ' i n Rönesans ve Reformasy o n ' u n Kesişme

Noktasında

Gerçekleşt i r d i ğ i

T e k i l leşme

Shakespeare'ln de Grek tragedya yazarlarından etkllendlgi · açıktır. Bununla birlikte o, bu etkiler kadar çagının tinsel hareketlerinin de yönlendlrdlgl bir istikamette yürür. Za­ ten Onbeşten Onyedinclye uzanan üç büyük yüzyıl içeri­ sinde, sürekli olarak, tekllleşmenln degeri kadar, enejlnin, güç iradesinin ve tutkuların hakkının tanınmasına tanık oluruz. Kişinin iç dünyasındaki bagımsız dinsel süreç ve onun yaşam sterinin ideal dinsel gerçekleşmesi bu dö­ nemde hız kazandı. Bilimsel düşünüş tarzının özerkllgl ba­ gımsız ruhlarda iyice yer etti. Bunları bu yüzyıllar yaptı.

insan ve Tarih Dünyasında Tek/lleşme ve Sanat

55

Bu yüzyıllar Katoliklik, Protestanlık ve Rönesans arasın­ daki karşıtlıkların yüzyı llarıdır d a . S h a kespeare bu yüzyıl­ ların yeni !delerinin yön verd lgl b i r tarihsel atmosfer içinde soluk alıyord u . O Rönesans'ın ideleri kadar Protes­ tanlıgın !delerinin de etkisindeyd i . Ve onun o güçlü, ben­ zersiz yaşam ve d ü nya d eneyimi ve d uygusu buralardan

serpilip gelişti . Rönesans tini ile Protestanlık tininin bu­ luşması, Shakespeare'de ifadesini şu noktalarda buluyordu: içimizd eki enerjiyi saklı tutm a m a k, onu eyleme dön üştür­ m ek, ·yaşam· denen şeyin de tinsel kara kterli bu dönüş­ türm e ile şekillendlglnl bilm ek; varo l u ş u m u z u sela mete ulaştırm a k; Protestanlıga özgü ödev bilincine uygun ola­ rak, ahlaksal ödevlerin, toplumsal soru m lulukların gerekle­ rin i yeterince yerine getirm e k; sahip oldugumuz güçleri ve yete nekleri s erbestçe kullanıp onları daha da geliştir­ mek; güzelliklere s a h i p çıkmak; m utlulugu, kendi güç ve yete n eklerim i z i n yine kend i m i z tarafı n d a n geliştirilme­ sinde ve faaliyete geçirilmesinde bulmak; vakar ve itidal içinde yaşayıp adaletli olmak; ölçüyü hep elde tutmak. Ya­ şamın yeni kuralları bunlardır; b u kurallar hiç de soyut dü­ şünme ürünü şeyler deglldlrler; tersine insan varoluşun u n yine insan eliyle biçimlendirilm esinin araçlarıd ır. işte Shakespeare, kendi çagının insani tekllleşmeslnin özgüllügünü ve traj i k çatışmanın kaynagını burada bula­ caktır: Trajik çatışmanın kaynagı insanın kendi içindedir. insan, ödev ve sorumlulukları ile kaotlk ve karanlık tutku­ ları arasında sıkışıp kalm ıştır. B u n la r arasındaki çatışma, o n u n psikeslnln derinliklerinde bir uyu m suzluk olarak ya­ şanır. Shakespeare'ln trajik karakterleri, psişik olarak hem çok güçlüdürler hem sık sık patolojik haller yaşarlar. Böy­ lece gözlerimizin önünde, bu uyumsuzluk dolayısıyla, bir­ d e n b i re, kahra m a nların bu güçlü psişik yapılarından ve aynı psişik yapının kaotlk d erinliklerinden, içinde yaşanı­ lan koşullar aracıııgıyla ancak gizi açılmış bir şey mey­ d a n a gelir. N e '\'ar ki b u koş u llar gerçekten olup biten­ lerle, S h akespeare'ln içinde yaşad ıgı tari hsel/tin sel or­ ta mla hiçbir ilişki i ç i n d e deglld lrler; kahramanları san ki rüyadaymışlar gibi önüne katıp sürükleyen tutku, tamamen

56

Herm eneutlk ve Tin Bllimleri

içte, sadece psişik yaşantıların derinliklerinde etkilidir. Ve bu tutku, bununla birlikte, başkalarının varoluşunu da rahatsız eder, hatta onlar için bir tehdit ögesidir ve ger­ çekten de başkaları bundan zarar görür. ödev ve sorumlu­ luk bilincine sahip karakter bundan vicdan azabı çeker ve bizzat bu azabı bir ceza olarak degerlendirlr. Oysa bu, Shakespeare için bir ceza degildir; tersine hatta güzel bir kaderdir. Daha sonra Avrupa'nın gelişiminin yüksek bir ba­ samagında Schiller'in de aynı duyguyu ifade et rq iş oldu­ gunu görürüz. Böylece Shakespeare'de trajik-olan, dünyanın agırlıgı ve baskısı karşısında ortaya çıkan uyumsuzluk ve an\agoniz­ mada yatmaz; tersine içte, psişik yapıda, oradaki oransız­ Iıkta, denksizlik ve uyumsuzlukta yatar. Bu, etkileri muaz­ zam bir farkına varıştır. Artık trajik olanda ne tanrıta rın ve kaderin, ne logos-mitos çatışmasının rolü vardır; on;un kay­ nagı sadece ve sadece insan psikesidir. Bu farkına varış, insan hakkındaki bu yeni kavrayış tarzı, Yeniçagdct "özgül kişilik" ve "bireylik" denen şeyden kastedilenleri rje an­ lamamızı saglar. Ne var ki Shakespeare'in kişileri, yukarıda da deglnildigi üzere, çevre koşullarından, tarihsel ve tin­ sel koşullardan sanki hiç etkilenmezler. Çevre koşulları, tarihsel/tinsel ortam, bu kişilerin hırçın, ateşli, heyecanlı ve tutkulu dogalarına hiçbir etki yapmaz veya bu dogaların kendi dogruı tularındaki gidişatını asla engellemez. Sanki bu · kişiler salt bir enerji halinde kendi psişik yapılarının derinliklerinden fışkırarak ortaya çıkmış gibidirler; dünya, çevre koşulları, tarihsel/tinsel ortam, sanki sadece onların hiddetli, hırçın, taşkın psikelerlnin ortaya dökülmesine aracılık eden pasif zeminlerden ibarettirler. Shakespeare, tarihselligi ve tarihsel insanı tanımaz; yaşamın koşulları, tarihsel/tinsel ortam, onun için, insan psikesindeki ezeli çatışmanın gösterilmesinde sadece aksesuardırlar. Bununla birlikte, Shakespeare'in eserleri, aslında kendi döneminin tininin! yansıtırlar. Doga bilimlerinin ve mekanizmin do­ guş ve yükseliş dönemidir bu dönem. Bu nedenle Julius Cesar da Othello da, farklı çagların ve kültürlerin insanları olsalar da, aynı psişik belirlenimleri yaşarlar; aralarında

insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat

57

yüzyılları n o l m a s ı, degişik kültürlerin i n s anları olmal arı, hiçbir şey ifade etmez. Shakespeare'in kahramanları ancak bir yandan iklim ve cografi koşullar, diger yandan toplum­ sal statü, mevki ve bulund ukları toplumsal kademe bakım­ larından ve o da üzerinde pek fazla durulm ayan bir çeşitli­ lik gösterirler; psişik yapı bakımından degil. Shakespeare­ 'in e serlerinin döneminin tinini ya n s ıtm a s ından kastedilen de budur. Shakespeare, yaşadıgı dönemin "doga' nın ve 'in­ san dogası'nın bilim selfmekan ist bir tavırla ve tarihsellik­ ten b i h a b er bir şekilde e l e alan tavrın ı edeb iyatta sürd ü­ rür. Biz Shakespeare'de Venedik'in veya kuzeyin kırlarının h avasını soluruz; fakat o n u n kahramanlarının eylemleri hiç d e tarihsel veya topl umsal koşullardan h a reketle an laşıla­ m a z . Shakespeare tari h sel/tinsel belirlenimden habersiz­ dir. Dolayısıyla o n u n e serleri herhangi bir tarihsel/tinsel döneme hiç d e ait ve içkin degild irler; tersine b u eserler esasında aidiyetten bagımsız ve b u anlamda transandantal bir düzeni anlatıp dururlar. Bu düzende sadece bireyin do­ gaı e n erjileri öne çıkar. Böylece insani ilişkilerin hemen tü m ü d e insan p s ikes i n d eki karşıtlık ve koşutluklard a n ç ı k m ı ş o l u r . Büyük ltalyan fresk ressamlarının yaptıklarına bakıld ıgında, Shakespeare'in kahram anlarının bu fresklerle sanki daha önce resm edilmiş oldugu duygusuna kapılma­ mak mümkün d egildir. Bu fresklerde geç Rönesans ile do­ galcı/dogabilimci Yen içag başlangıçları n ı n tininin bulu ş­ tugu görülür. Demek ki Shakespeare de eşasında bir dö­ n e m e özgü bir tari h s el/ti n s e l kavrayış tarzı i çeris i n d e e serlerini ya ratm ıştır. B u d ö n e m e d a m g a s ı n ı vuran tari h­ sel/tinsel kavrayış tarzı ise, ironik bir şekilde, tarihsellik ve tinselligin farkına varılamayışı veya h e p orada olan ta­ rihse lligin/tl nselligin u n utu l u ş u d u r . S h a kespeare'in tiplerinin h e p s i çagd aştır; a m a "her-za­ man-öyle-olma' anlamında çagdaştır. Onda 'zamana-özgülük' denen şeye rastlanmaz, onda rastladıgımız şey, 'her-zaman­ l ı l ık"tır. O n u n ti�eri n i n ç o gu n d a sarsı l m a z bir kendine güven duygusu kadar başkaları karşısında duyulan şüpheye de rastlarız. Shakespeare bunları 'ortak insan dogası'na ait kılar. N e var ki bu türlü bir güven ve şüphenin fazla lngi-

58

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

llzvarl oldugu da görülebilir. Başka türlüsü de olamazdı za­ ten. S h a kespeare "ortak insan d ogası"nı kendi top l u m u n u n insanlarına bakarak tasarım l a m aktan b aşka ne yapabilirdi ki? örnegln S hakespeare'ln erkek tipleri eksiksiz ve sert b i r güce s a h i ptirler; b u n a karş ı l ı k sevdikleri kadın l a ra karşı son derecede h assas, müşfik, lütufkar ve fedakard ır­ lar. Onun en önemli erkek tipi, iktidar sahibi adam dır. Poli­ tik d ü nya Shakespeare'ln eserlerinin hemen hepslnqe ken­ d i n i gösterir ve hatta pek çok e serin a na m otifleri politik­ tir. Çünkü politika, tutkulu insan dogasının en iyi şekilde resmed llecegı bir alandır. Esasında, H omeros'un Ag mem­ non'undan beri, p e k çok şairin ve e d e b iyatçının gözleri h e p iktid a r s a h i b i veya iktidar peşindeki erkek tiplerine takılı kalmıştır. Onların amacı i ktidarı ele geçlrme ı4 veya ellerindeki ikti d a rı koru m a ktır; bunun için e llerln d�kl en etkili araç, büyük bir kavrayış gücü ve bu gücü yönlendi­ ren iradedir. iktidarda olan veya onu ele geçirmeye ç�lışan güçler arasındaki sert çatışma kadar, politik gruplar !�inde özveriye, karşılıklı güvene ve sadakata d a rastl anır. Röne­ s an s'ın iki m ü ke m m e l süvari h eykeli n d e b u politik tip öy­ l e s i n e belirgindir ki, h eykellere bakıldıgında iktidar sa­ h i bi n d en yayılan, ürküntü ve korku uya nd ıra n otorite he­ men algılanır. Bu tipin en mükemmel örnegı. sonradan iV. Henrl a d ıyla kral olan Prens H ereford'dur. Daha sonra Ju­ l l u s Cesar'da da, tıpkı bazı Roma heykel ve büstlerlnde hemen hemen insan üstü bir cesametle gösterilmiş olan bir şeyin, iktidar ve güçten kayn a klanan soylulugun tasviri karşımıza çıkar. Tira nların d ogası bu tipe akrabadır. Bu tipi aslında Se­ neca hazırlamış, onu yaratmak Rönesans'a düşmüştür. Bu ti p i n e n özgül göstergesi, o n d a a h laksal bir ilkenin ve d uygu n u n d ışta bırakıl m a s ıdır. Si nsilik. hilekarlık. saygı­ sızlık. ölümü gözü alacak derecede gözüpekllk. bu tiplerin o rtak özellikleridir. M achlavelll'nin "Pre ns"i, bu politikacı tipinin p o rtres i n i ustaca çizer. Ve M a c h i avelll, b u tipi. ken d i ya şamından, kendi dönem inin prensleri n e, tıranla­ rına. p a p alarına, kardlna llerl n e, Rönesans'ın yargıçlarına

d

insan ve Tarih Dünyasında Tekille şme ve Sanat

59

bakarak çizer. M arlowe'un Tamerlan'ı (Tlm u rlenk) ve M alta­ ·ıı Yah u dl'sl, daha sonra S h a ke speare'in ili. Richard'ı, Mac­

beth'I ve Kral Lear'deki Edm u nd'u, bu tipe göre o l uşturul­ muşlard ı r. Bu figürler sahne üzerind e deh şet salmaktadır­

lar. B u n lara karş ı l ı k H a m l et'teki Iago ve Kral, a l ı ş ı l m ı ş suçlu, şerir tiplere daha yakındırlar.

S h a kespeare'in tipleri n d e ödev ve soru m l u l u k bilinci ile tutku ların çatışmasına hep rastlandıgını, hatta trajik et­ kiyi de bu çatışm an ı n sagladıgını belirtmiştik. Shakespe­ are, ö d ev ve soru m l u l u k b i l incinin d a h a agır bastıgı tip­ leri, b üyük bir semp ati ile çizer. B u tipe karakterini veren form, S h akespeare'in idealini de belll eder. Bu form, akıl, ölçü ve adaletten türer. Anlaşılacagı üzere, akıl, ölçü ve adalet, tarihsellik bilincinin yokl ugu n e d e n iyle, S h a kes­ peare'de ezel nellkler, i n s a n ı n tutku l u dogasından ve ta­ rihselliginden bagımsız güçlermiş gibi işlenir ve S h akes­ peare'in kahraman ve saygıdeger insanları, kendi iradeleri dogru ıtusunda akıl, ölçü ve adaleti yaşam larında ve çevre­ lerine karşı gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu tip, daha önce, Roma stoizmine baglı edebiyatçı ve şairler tarafından za­ ten en yüksek mükemmelllge ulaştırılmıştır. Shakespeare, bu tipe, b u n u n l a birl ikte, ke ndi klşillglnden ve çagından kay n a k l a n a n bir tavırla, içtenlikli, n e ş e l i b i r c a n l ı l ı k ögesi katm ıştır. Bu karakter formu S hakespeare'nin kendi özgül yaşa mının bir bakıma ideali olarak, ilk kez V. Henri­ 'de karşım ıza çıkar. Bu kral savaşta zafer kazanm ıştır, düş­ mana karşı acımasız ve zalimce davranmış, sonunda tutkulu dogası tatmin olm uş, gururu o kşanmıştır; bunu nla birlikte o, aynı zamanda kra llıgının uyruklarının esenllglnl ve mut­ Iulugunu adil ölçüler içeris inde saglamış olmanın gurur ve m utlulugu n u da yaşamıştır. "Birey o larak sadece kendini memnun etmekle yetinen bir kral ne çok sevinçten mahrum o l m a k zorundadır!", "Bir s e rf barışı sever; ne var ki onun ham beyni kra lın bir barış şem siyes i oluşturdugunu, ken­ d is i n i n bizzat b arışın güvencesi old ugunu, o n u n bir çift­ çiye en iyi şekilde y rarlı olmak için her gün ne kadar mü­ teyakkız yaşadıgını, pek az b ilir." Cenaze alayı sahnesinde, H e n rl, varlıgının p a rıltısını tüm d ü nyaya yayar gi b i yat-



60

fferm en eutik ve Tin Bilimleri

m aktadır. "Senin ru h u n Julius Cesar veya Kassiopeia'dan daha parlak bir yıldız olacaktır." O. kendi gücünün bilin­ cine ve kendi iradesinin on uruna sahip bir şekilde ileriye atı l m ış ve ö l m üştür. Bu karakter form u n u en iyi şekilde yansıtan tipler arasında Julius Cesar'daki Brutus ve Ham let­ teki Horatio da yer a l ırlar. Böylece Sh akespeare'in en son idealinde. Stoik Romalı ile her gün sokakta karşıla ştıgı Protestan lngiliz birbirine baglanırlar. Shakespeare'in kendi büyük yeri de b urada be­ lirir. O Rönesans ve Reform a syon'un güçlü pota r\siyalleri­ nin birbiriyle çatışmasının tam orta sına yerleşm iş olara k.



b uradan. yaşam ve dü nya görüşünün daha yüks k bir for­ m u n u geliştirir. B u n u a n c a k büyük bir ş a ir yapabilird i . öyle b i r şair ki. çagının güçleri v e acılarıyla savaşmış ve b öylece bir insan ve kader anlayışına ulaşm ış, b ıt an layış­ tan hareketle kendi çagd a şları ve kader ortaklarf için on­ ları daha güçlü kılacak bir yaşam şeklini eserleri n de işlem iştir. " S h akespeare'in yarattıgı son b ü yü k erkek tip, ,entelek­ tüel yanı a gır b a s a n bir tiptir. Marlowe. Doktor Fa u stus­ 'unda, bu tipin ilk örnegini u staca ortaya koymuştu . Daha s onraki versiyonuyla Goethe'nin Faust'una bakalım : Bilim­ sel faaliyete dalıp gitm iş olan Fau st'tan, Almanya'ya özgü m etafizik sisler içinde, bir ira de yükselm ektedir: Düşünce gücüyle iktidara, gençlik zindeligine, şana, şöhrete ve şe­ refe ulaşmak. dogaya hakim olmak, ruhu şüpheden kurtara­ cak bil giye sahip olmak ve insanlar üzerinde otorite kur­ mak. Shakespeare'd e ve M arlowe'da gördügümüz bu figür­ ler, izleyen yüzyıllardaki fi gürlerin ilk örnekleridir. Tıpkı d oga üzerinde hakim iyet kurma iradesinin Francis Bacon'u yönlendirmesinde ve bu hakim iyete ulaşmak konusunda o n u n sadece bir b i limsel yöntem ögretisi geliştirm ekle kalmayıp karanlık, m i stik yolla ra da sapmış olm asında ol­ d u gu gibi. Doktor Faust ve Francis Bacan, bu bakımdan birbiriyle akra ba dırlar. Shakespeare, kendi Prospero'sunu. eski dostu Marlowe'un bu en d erin eserine açık bir anış­ tırma içinde yaratmıştır. B u tipte sakin. b ilge, en yüksek ahlaksal saflıga ulaşmaya ve bu yolla aynı zamanda dogaya

insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat

61

da hakim ol maya çalışan kişi tasvir edilmiştir ki, bu kişi, sahip oldugu düşünce enerj isiyle sır d o l u doga güçlerini

zorlar. Zlhlnselllgln ve reflekslyo n u n agır b astıgı bu insanlar top lu l uguna S h a ke s p ea re'ln yarattıgı e n d erin ka rakter, Ham let de da hild ir. G erçekten de H a m let'te zlhlnselllk ve reflekslyon, her ne kadar vehim ve şüphelerin izinden gi­ derlerse de, çok yogun şekilde karşım ızdadır. Hatta Hamlet ti p i n in d a h a gel i ş m iş bir versiyonu, d e rin düşünceli ve m elankolik Jaq ues'ta ("Nasıl isterseniz" komedisin de) kar­ şımıza çıkar. S hakespeare, tekil heyecanları patolojik boyutlarda tas­ vir etmekten hoşlanır. Onun için özelllkle aşk tutkusu pa­ tolojiktir. Zaten aşk tutkusunu kendi ruhunda böyle bir pa­ toloj i k ve yönlend irici güç olarak hissetmiş o l d ugu da açıktır; b u n un için sonelerine şöyle bir bakmak yeterl idir. Ve S h a kespeare bu d ogru ıtud a birçok tip yaratmıştır. Aşk tutkusu, S hakespeare'de çeşitli form lar içerisinde işlenir. örnegin bu tutku, bir d uygusal adamın karşı kon ulmaz he­ yecanı olarak Rom eo'da, bir iktidar sahibinin dizginsiz ha­ yalgücü ile bagıntı içeri s i n d e Anto n l u s 'ta, as keri bir za­ l i m l i k ve hatta vahşetle birleşmiş o larak Oth ello'd a, atıl­ gan ve h ırçı n S icilya kra l ı Leontes'te, hep d eglşlk şekil­ lerde karşımızdadır. iktidar sahibinin narslzmlnln ölçüsüz­ l ügü, d ah a M a rlowe'un E d u a rd ' ı n d a tasvir e d ilm işti ve o d a h a sonra Shakespeare'I i l . Rlchard'ında ve Lear'lnde ha­ kim tutku olm uştu . Dünyada ken dileri dışındaki h erkesin ve h erşeyin küçümsenmesi ve hatta inkarı boyutlarına va­ ran hakim h eyeca n olara k narsizm ve buna baglı aşınmaz gu rur, tlpsel olarak Corlol a n u s'ta tasvir edilm iştir; ayrıca Percy'de de bunu görürüz. Venedlk Taciri'nin ünlü tefecisi Ya hudi Shylock'taki para hırsını, çevresindeki yabancı ırk­ lara mensup insanlara b esledtgı kin körükler Dlger tipler bu trajik veya büyük tipler a rasına serpişti­ rilmiş haldedirler. Bu tiplerden bazıları, h afif ve uçarı Ve­ nedik ha lkından seçilmişlerdir. Bu halk içinden, özelllkle, kara nlık figürler olarak Antonlo ve Shylock ön plana çıkar­ lar. Bu ara tipler birkaç komedyada ve H a m l et'tekl saray

62

Herm eneut/k ve Tin B/J/mler/

halkında yine karşımızdadırlar. Bu figürler arasında Sha­ kespeare'in kendi çagında tanıdıgı ve bizzat kendinden pek çok şey kattıgı, sıcakkanlı karakterler öne çıkarlar. Onlar, rastlantılarda, anılarda, ikincil olaylarda, ani bir pa­ rıltıyla kendilerini gösterirler. Shakespeare'in hayalgücü bu insanlarda oldukça serbest ve neşeli bir şekilde çalı­ şır; hatta yaşam bunlardan bazılarının çevresinde bir şö­ lene bile dönüşür. Mercutio ve Benedict bu insanlara gü­ zel örneklerdir. Shakespeare bu tiplerin karşısına hayvan­ sal tipleri koyar. insanın içindeki hayvan bu tJplerde çok iyi işlenmiştir. Bu tipin en iyi örnegi Callban'dır. Bir kur­ dun evcilleştirilemez vahşlllgt bir büyük maym unun doy­ mak bilmez tamahkarlıgı, mütehakkim konumd � kl bir kedi­ nin öldürmekten duydugu zevk, beklenmedik bir darbeyle kötü duruma düşmüş bir köpegin duydugu korku ve köle­ lere özgü boyun egmlşligl ; hepsi birden, CalibLn'da birle­ şirler. Bu tipin sonraki versiyonları, Swifft'in 1 hayvanca zevk ve sefaya dalmış çeşitli tipleri içerisinde' bulunabi­ lir. Akla hemen Cloten gelir; daha sonra da Ajac. 'Fakat bun­ lar, Caliban'ın tersine, babacan, iyi yürekli, �ıcakkanlı hayvansallık ile düşünce gücünün, nüktedan zekaya özgü oyunbaz hafifligin birer blleşlmidirler; çok şişman, tom­ bul mu tombul kişilerde çogunlukla görüldügü üzere. Ve bu özelllkler, hep yeni ve giderilemez açık çelişkiler sa­ yesinde, Shakespeare'in en iyi karakter yaratımlarından biri, f'alstaff için de temeldlrler. f'alstaff figürü Shakespe­ are'ln en yüksek humorlstl k buluşudur. O tıpkı yaşamın kendisi gibi etki yapar. Gerçi bu figür hiç şüphe yok ki önce Rabelais tarafından yaratılmıştır; fakat Shakespeare onu kendi gençliginin çılgınlıklarıyla ve her gün dostla­ rıyla birlikte yaşadıgı patırtılı meyhane havasının neşesi ile donatmıştır. Shakespeare'in kadın tipleri erkek tiplerinden daha çok­ tur ve erkek tiplerle kasıtlı bir keskin karşıtlık içindedir­ ler. Hayvansal tipler kadın tipler arasında da bulunur. iV. Henrl'deki kötü kadınlar toplulugunda, Romeo ve Jülyet'­ tekl Cressida ve Anne'da oldugu gibi. Onun ideal kadınla­ rında, Jülyet'te, Desdemona'da, Ophelia'da, lmogen'de, MI-

insan ve Tar1h Dünyasmda Tek/lleşme ve Sanat

63

ra nda'da ve C ordella'da d uyarlı l ı k, fed a karlık, erkek gü­ cüne karşı pasif d ireniş, yönlendiricidir; buna karşılık ba­ gımsız düşünme, ilkeli h a reket etm e ve bunun gibi, yaşa­ m ın ı kendi kendine kurma, otonomi yetisi, on larda ta ma­ men geriye çekilm iştir, önemsizdir. On lar, Jülyet'ten baş­ layan bir çeşit h iyerarşi o l uşturu rla r . J ü lyet, içgü d ü le­ riyle, bir güneyli ta z e l i gi n e s a h i ptir, bir güney b a harı

içinde soluk alıp verir; fakat tutkusu bir anda parlayıverir, h e rşeyi yere atar, ba stırıp ezer. Jülyet'te herşeye yalnız h ayalgücü hükmeder, onda hiçbir açık düşünce dogup ge­ lişem e z . Bu yönler, M ira nda, Herm ione ve Cordelia örnek­ lerinde de görülür ve bunlardan içgüdüsel yaşamdan tama­ men arınmış ve bir saflık ve iffet semasında yaşayan tip­ l ere kadar uzanır. Duru ve dogaı güzellikleri olan kadınlar d a bu tiplere yakın dururlar; fakat bunlar yine de başka bir tipi tem sil ederler. Bu kadınlarda erkegin yaşamınd aki yer­ lerinin saglamlıgının ve bu ya şamdaki paylarının öneminin açık bir bilinci hüküm s ürer. Sın ırlılık ve h u m orla bezen­ m iş böyle bir tipin örnegini, Leydi Percy'de buluru z . Bu­ nunla birlikte b u tipe giren kadınların ideal örnegi, Bru­ tus'un karısı, soylu Portia'da som utlaşır. Portia, Brutus'un erkeklere özgü Romalı ideall erini, özell i kle d e irade ve d üşünce yoluyla zafere ulaşma idealini benimsemiş olarak yaşar. Hatta Sh akespeare zafere koş ullandırılmış irade ve d üşünce gücünü bir kadın tipte, Venedik Taciri"nin Porzia'­ sında d a yaşatır. iktidar sahibi kadınlar, özellikle onun ta­ rihsel oyunlarında, p o l itik kahra m a n l a r ve m ücri m l erle yanyana yer alırlar. Onun psikolojik yönden en ilginç dişi figürü, Kleo patra, bu dişi ka plan, şehvetperestligini, ikti­ dar h ırs ını ve dönekligini, bunlara kayn aklık eden tüm gü­ dülerini, en yumuşak formlar içinde saklamasını bilen bir irade ve düşünce gücüne sahiptir. Shakespeare'in karakterleri üzerine bu to plu bakış. aşa­ gıdaki incelemelerd e kend ilerinden yararla nmak için ye­ terlidir. Tüm bu tipl erin ailevi yakınl ıkları, o nların zama­ n ı n insanlarına .. ydurulm a/uyarlanma tarzı, on ların bir te­ kill eştirm e içinde kendine özgülüklerinin d ayandıgı içsel ilke. Bunlar incelemenin bu aşamasında hala aydınlatılması

64

Herm eneutik ve Tin BJJJm leri

ve S h a k e s pe a re'ln degerl e n d l ri l m e s l b ak ı m ı n d a n çıkış noktasını oluşturan yönlerdlr.

d ) Son Yü zyılların Edebiyat ve Ş i i r i n d e Tekil leşme

insani tekJJ/eşmenln şiir ve ed e b iyat yoluyla kavra n m a ­ s ı n d a üçüncü d önem, l 7 . yüzyılın koşulları altında ortaya çıkar. Bu b üyük yüzyılın etkisi altında yeni bir Jnsan kav­ rayışı yaygınlaşır ve bu kavrayış l 8. yüzyılda yaşamaya mal olur. l 7. ve l 8 . yüzyılların kavrayışına göre, evren fizik yasaları i l e belirl e n m iştir. B u yüzyıl l a r için h lklar; ırk, iklim, cografı mekan, topragın sundugu ekonomik imkanlar ve çaga özgü tarihsel koşullar altında yaşamlarını sürdürür� ler. Buna baglı olarak birey de, karmaşık toplumsal koşullar a ltındadır. Birey bir ortam tarafından biçimlenir, o an­ cak bir ekonomik ve sosya l yaşam düzeninin koş\ılları içe­ risinde faal olabilir . l 7. ve l 8. yüzyılın insana ve•topluma b u bakış tarzı, insan blreyllglnln ve onun tekllle$meslnln tamamen yeni bir kavra n ı lı ş form u n u ortaya çıkarır. Bu form, daha sonra ifadesini, tamamen deglşlk bir teknik içe­ risinde bulacaktır. insanın varoluş ve oluşumunu doga tarihinin bir parçası ve süreciym iş gibi gören b u yeni bakış ve buna baglı in­ celeme tarzı, öncelikle, bir insanın tüm gelişim öyküsünü o insanın bulund ugu orta m ı n içine yerleştirmeyi d e neyen bir sanat form u meydana çıkarır. Bu poetlk form, aynı sıra­ larda ortaya çıkan bir blllmselllk formu, bir bilim anlayışı ile çok ya kından akrabadır. Bu poetlk form, önemli ve bü­ yük bir insanın bir sosyal ortam içinde kendini nasıl ge­ l lştlrd lglnl, nasıl önemli ve b üyük h a l e geldlglnl anlata n b iyo grafik tasvir form ud ur. Ancak b u form u n d evrik b i r v e rs i y o n u o l a n y e n i v e i k i n c i s a n a t fo r m u , ş a ­ irin/edeb iyatç ı n ı n k e n d i kara kteri ve ilgil eri d o gruıtu­ s u n d a, o şa iri/ed e biyatçıyı çevre l eyen orta m ı n yani to p­ lum u n bizzat kendisinin ta sviridir. Bu poetlk form; d üşün-

d

insan ve Tarı� Dünyasmda TekJlle şme ve Sanat

65

sel yönden bakıldıgında bir sistematikten epeyce yoksun, şa irin/e d e b iyatçının ken d i d ü z en s i z, karmaşık "flkriyat"ı aynı sıralarda gelişm eye başlayan "bilimsel" toplum ögre­ tllerlnden de yararl a n ıl a ra k geliştirilmiş o l d ug u n d a n, bu " b i l i m se l" toplum ögretllerlnln b i r benzeşlgl n itellglnde­ d lr . Bu iki poetik form yanında bir üçüncü form, tarihsel koşulların tarihsel karakter ve kaderlerle bagı ntısının ge­ nel tasviri nde karşımıza çıkar. B u form tarihsel dra m a ve tarihsel romanda somutlaşır. Bu üçüncü poetik form da "bi­ limsel" toplum ögretisinin bir benzeşigid ir. Bu form içeri­ s inde, Voltaire, H u m e ve Gibbon'dan başlayarak, mod ern tarih yazımcılıgı oluşur ve A l m a nya'da, bizim klasik ede­ b iyat çagımızda, o d ö n e m i n tins e l b a gıa m ı n ı derhal ele geçirir. Böylece yeni b i r tekilleşme, b u d e m ektir ki in­ sana yeni bir ba kış tarz ı ve i n s a n ı n ken d isini ve d ünyayı b u yeni bakış ile kavrayış şekil (tekilleşme bundan başka n e d ir ki!) Avrupa'yı sara r ve bu tekilleşme özellikle şiir ve edebiyatta büyük bir zafer kazanır. ilk iki poetik form, öncelikle bir edebi tür olarak ro­

manda kendisini gösterm iştir. 1 7 . ve 1 8 . yüzyılın bir ürünü o l arak roman, koşullu ve karm aşık yaşamı en dolu, en uç, en ayrıntılı ve en incelikli bir şekilde, a m a aynı zamanda fiziksel/fi zyoloj i k bagıntılar ve fi zikse l/fizyolojik bagın­ tıların türevi olarak psiko lojik/top l u m s a l bagıntılar çerçe­ vesinde tasvir etme form udur. özellikle G oethe'nln "Kafa­ d a rlıklar"ından başlayarak, bu form içinde, altlarında insan t i p l eri n i n o l u ştugu p s l ko-fi z i k s e l k o ş u l l a r, b a gı ntı l a r. kendi b e l irlenim leri d o grultu s u n d a i z l enir. R o m a n, aynı z a m a n d a, bir fikrin, bir egıtsel/terbiyevi a m a cın gerçek­ leştirilm esinin aracı d a olur ve böyle bir amacın gerçek­ leştirilmesinin koşullarını, bagıntılarını ve basam aklarını genlşllglne tasvir etmeye imkan s a gıar. Go ethe'nin ·wıı­ helm M e ister"i ve Rousseau'nun "Emile"I, bu tür ro manın e n iyi örnekleri n d e n d i r. G oethe, genel olarak, bu yeni edebi çagın yaratıcı şa iridir. O b u n u n l a aynı zamanda bu çaga "faust"unda dramatik bir egitsel form bulm aya, gen iş ve yeterince esn�k ve yum uşak bir şekilde, bir insanın ge­ lişim ini bu forma ta şımaya çabalar. Goethe'deki iç yaşa m

66

Herm eneutlk ve Tin Bilimleri

hallerini kendi koşulları altında ifade etme yetenegi, en uç anlamda, onun lirik dehası olarak adlandırılabilir. Bu yeti ona, tüm bir yaşam gelişiminin iç hallerini yumuşak ve serbest bir bagıntı içinde birbirleri yanına yerleştirme ve böylece bu gelişimi yansıtma imkanı verir. Onda bizzat bu iç haller birbirine baglanmış oldugundan, onların içinde, okuyucu ve dinleyicinin sürüklenip içine çekil­ digi, sakin, hafif hafif farkına varılan bir bagıam yatar. Ve o, hiçbir ikinci şairde olmadıgı üzere, yaşamın basamakla­ rını tipsel olarak bizzat yaşamış oldugundan, tas"'ir ettikle­ rinin içsel hakikati bakımından Wilhelm M eister ve F'aust'la hiçbir şey karşılaştırılamaz. i Egitim romanı veya pedagojik roman formu, daha sonra Novalis'in " Ofterdingen"inde, Carlyle'ın "Sartor Resar­ tus"unda , Dickens'ın "Copperfield"inde ve digen. bir çok romanda daha ileri düzeydeki degerlendirilmesini;bulur. Roman, toplumu konu aldıgında, hele toplumyn kişiyi nasıl belirledigini göstermeyi amaçladıgında, çqk daha geniş ve kuvvetli bir gelişim göstermiştir. Artık ,roman, çagın evrenselci egilimlerine pek uygun bir şekilde, in­ sanda ve toplumdaki evrensel ve derinlerde yatan egilim­ leri en geniş boyutlarda ifade etmenin aracı olarak görülü­ yordu. Balzac'ın "insanlık Komedyası"nın, Dante'nin "ilahi Komedyası"na nazire olarak, olaganüstü etkisi böyle mey­ dana geldi. Buna Zola'nın romanlar ailesi, muazzam boyut­ larıyla katıldı. özellikle Zola, bu döneme özgü tekilleş­ menin dogabilimsel bir düşünme tarzından türeyen, fakat sonra özgün modern yaşam kavrayışından da tam olarak et­ kilenilmiş bir şekilde anlaşılışının en iyi örneklerini ver­ miştir. Balzac'ta da Zola'da da, bir ögretmen tavrı hiç eksik degildlr. Almanya'da G ottfried Keller, benzer bir çizgiye sahip olmuştur. O Seldwyla halkı içinde, bir lsviçre kenti­ nin günlük yaşam ortamından karakterleri, tutkuları ve ka­ derleri, çok sayıda öyküde bu çizgiye sadık kalarak işledi. Bu toplumcu ve toplumsal roman türünde yeni karakterler yaratıldı. Bunlarda toplumsal ortamdan gelen özelliklerin kombinasyonu öylesine koşul kılınmıştı ki, bu karakterle­ rin imkanı ancak bu ortam içinde bulunabilirdi.

insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve

Sanat

67

Son yüzyıllardaki teklJleşm enln tüm özgül çizgileri, ta­ rihsel ve toplumsal romanda açıkç a ortadaydı. Buna karşı­ lık benim şu iddiam şaşkınlık uyan dıracaktır: Ben bu yü z­ yıllardaki tekilleşmenin tarihsel dram ada çok daha derin li­ gıne görülebileceglni düşünüyorum . Burada da Schil le r'in D o n Carlos'u ve Wallenste ln'ı heme n anılmalıdır. Schi ile r. önce, büyük bir tarihsel bagıamı. onun ögelerinin nede n­ s e l zinclrlenişi i ç i n d e ed ebi olarak tasvir eder. Rea list yönden d ogru, tarihsel yönden deri n ve yaratıcı bir şe­ klide, o laylar tarihsel koşullar alti na yerleştirilir. Waliens­ teln'da bir tarihsel karakter yaratılm ış ve kişilerin eylem ­ l eri ve içlerinde bulund ukları ortam . bu eylem ve ortam ı

b e l irleyen tari h s e l koşullar ta rafın dan i l eriye d ogru bir z orunlu a kışın s e rtllgi ve karşı konul amazlıgı içinde tasvir edilmiş ve böylece bireylerin ve toplu mun kaderi, bir çe­ ş it tarihsel zoru n l u l u k h a linde ifade sini bulm uştur. S chil­ I e r b urada Otuz Yıl Savaşları'nın büyü k Alman kişiler in in kad erlerini, o n larım tarihsel bilmec esini öylesine çöze r ki, o n u izleyen tarih yazımcıl ıgına, esasında bu çözüm ü sadece on aylamak kalır. O, Shakesp eare'in aslında tarih sel­ l ikten yoksun "tarih s e l tlp"Ierine karş ılık, gerçek bir ta­ rihsel karakter yaratan ilk şairdir. Ben böyle bir karakte r­ d en, bir tarihsel durumla koşullanmış ve sadece bu koş ul­ lardan h areketle anlaşılabilir olan özelliklerin bir top lu ­ ı u gunu a n lıyoru m . B u n u llk kez Schii ler yapabilm iş tir; çü nkü o n d a tarihsel d ü nyaya karş ı doguştan, instin ktif. güçlü b i r ligi m evcuttu . Zaten Schl ller'in klşiliglnln b ü ­ yüklügü, tam da, sahip oldugu büyük hayalgücüyle, sadece kişilerde degil, hatta daha çok bu kişile ri aşan, onları çev­ releyen ortamların, tarihsel/toplums al koşulların, kişile rin b u ortam ve koşullar içerisinde ken dilerin i genel hed ef­ lere adayışlarının, bu a d ayışın yarattıgı tatm inin ve dtger k i ş i l erle güç ve i ktidar ilişki lerinin ta svirindeki derin­ leşmede yata r. Zaten bu büyükl ük, yaptıgı derin tarih in­ celemelerinde � kanıtını bulur. Böyle ce tarihsel drama da o n u n elinde çok daha büyük boyutlar da genişlik kaza nır .

Schiller, kahramanla rının konumunu b üyük tarihsel pota n­ siyellerden edim selleştirlrken onların psişik duru m l ;ı rını n

68

Herm eneutik ve Tin BJlimleri

yol açtıgı iç çatışmaları da tüm derlnllglyle gözler önüne serer ve tarihsel drama özellikle Wallensteln'da doruguna ulaşır. Schiller'ln Wallensteln'ı tam bir tarihsel karakter­ dir. Wallenstein'ın karakterinin ve kaderinin anlaşılması bakımından gerekli olan olgular ve bagıntılar, bunların özellikle nasıl tamamen rastlantısal ve en yüksek ölçüde dogal oldukları, hep, başkalarının onun hakkındaki konuş­ maları içinde bildi rilir. Shakespeare ile karşılaştırıldı­ gında, Schiller'ln tarih konusundaki dehası bütün parlaklı­ gıyla görünür. Shakespeare'de tarihsel kişi ve motifler, birkaç kez deginlldigi gibi, kendisi tarihsellik içermeyen bir transandantal ortamda karşımıza çıkarlar; buna karşılık Schlller'in tarihsel kişileri gerçekten de tarihsel kişilerdir ve en önemlisi tarihselllklerlyle önümüze çıkarlar. Ve üs­ telik Schlller bu kişileri bize Shakespeare gibi dolam­ baçlı ve aforizmik ifadelerle degıı, düz ve saydam bir cv ııe sunar. ilk kez Schiller, en olgun örnegini Wallenstein:'da gördügümüz üzere, gerçek bir tarihsel karakteri karşım:ıza şiir diliyle çıkaran şairdir. Wallenstein'ın kendisinde va­ denin somutlaşmasını buluruz; onun ruhu bizzat bir h&Jk· meden ruhtur, hükümdar ruhudur. iktidar ve güç sahibi ol­ manın bilinciyle yaşamak ve bu bilinçle birşeyler mey­ dana getirmek, onun için tek başına mutıuıugun ta kendi­ sidir. Onu, Schiller'in tüm kral karakterlerinde oldugu gibi, bir suskunluk, içe kapanıklık ve sükunet çevreler. Bu yal­ nızlık içinde, ne var ki Wallenstein, durmaksızın, zamanı­ nın tüm politik dünyasına ilişkin planlar yapar kafasında. Çevresindekiler içinde en yakınında bulunanlar için bile, o, çocuklugundan beri anlaşılmaz biridir. Karısı, Kontes Terzky ve Thekla, bu kral karakterinin korku salan cazibesi altındadırlar. Bizzat onun batıl astrolojik inancında, onu Juplter'e baglayan bu inançta, kralca bir şeyler vardır. O mutlak anlamda korkusuzdur. Burada tıpkı Shakespeare'in iV. Henrl'slnde oldugu gibi, krallara özgülenen deha ve bu dehanın hakkı, vurgulu bir şekilde sürekli belirtilir. Sc­ hlller kral karakterine, Shakespeare'den çok daha derin olarak nüfuz eder.

insan ve Tarih. Dünyasmda Tekl/leşme ve Sanat

69

Top l u m s a l ve tarihsel roman ve tiyatronun ve gelişim ro m a n ı n ı n o l u şturdugu ta kımyıldızın altında, b u p oetlk çagda yaşıyoruz b ugün hala ( 1 89 6 -ç . n .-) . insanın her yön­ d en koşullanmışl ıgı, o n u n ken d i s i n i çevreleyen topluma b a gı m l ı lıgı, tarl h se ı ı ı gı, onun b u koş u l l a r a l t ı n d a b i l e kendisine özgü yaratıcı bir güçle y i n e kendisini n a s ı l ge­ llştlrdlgl; evet, tüm bunlar, bizim b ugün kendimizi ve top­ lum umuzu anlam akta ve oluşturm a kta başvurdugumuz kav­ rayış tarz l arıd ır. B u n lar, doga b i l i m lerinin, p o litik-ekono­ m i n i n ve tarlhçlllgln d a m galarını b a stıgı bu dönemde, bir şa irin gücünün ve bu güçle o luşturd ugu e serlerin tasarım­ l a rı n d a daya n ı l a n tinsel kayn a kl a rı n ın n eler o l d uklarını gösterirler. Buraya kadar üzerinde durulan tekilleşme örneklerinden h a reketle, şunların altı bir kez d a h a çizilebilir: Sanatçı, özellikle şa ir, sahip oldugumuz psişik güçlerin totallteslnden h a reketle gerçekllge yönelir. B urası açıktır. Ne var ki, o, gerçekllgl Jdeal/ze edeb/lecegl gibi, aynı gerçekllgl tam anlamıyla ma ddileşt/rebl//r veya hatta de­ formasyona ugratab/lir. B un u d a tam bir tek yanlılık içeri­ sinde, şu dönemde sembolizm, bu dönemde bir çeşit ide­ alizm veya bir başka dönemde bir başka kavrayış tarzı al­ tında yapar. Onun yaratıcılıgının gerçekleşme koşulları ve ortamıdır bunlar. Bu nları n dışında veya üstünde herhangi bir yaratma koşulu ve orta m ı yoktur. Ve a rtık tekilleşme açısından bakıldıgında ş u söylenebilir ki, her yaratma ta­ ri h s e l d ir, tarihe içre ktir ve bir tek i l l e ş m e i ç i n d e ve bir tekllleştlrm e e d i m iyle m üm kü n d ü r. Yö n e l i m s i z yaratma yoktur ve her yaratma yaşamı güçlendirir ve genişletir, an­ layış gücümüzü arttırır ve gerçekllgln derinliklerine, artan tekllleşmeler yol uyla, bu dem ektir ki d a h a faz l a sayıda ışıldakla bakmamızı saglar. B u n u n l a b irlikte bu son bel i rttikleri m iz m o dern d oga b i l i m leri n i n daya n d ı kları kavrayış tarzı i l e karşıtlık için­ d e d ir. D a h a Q oethe, m odern doga bilim inin tekllllgt ikin­ c i l kılan ve hatta redd e d en tavrının e leştirisini yapmış ve dönem inin dog � anlayışına karşıt bir doga anlayışı geliş­ tirmeye çalışm ıştı . Tekilci yöndeki b u çıkış aslında b üyük

70

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

bir tinsel hareketi de haz ırlam ıştır. Ve bu dönemde tekil­ leşme problemi, özellikle orga nik dünyanın incelenmesi sırasında bu kez b izzat bilim insanları tarafından açıkça

ele a l ı n d ı . Çünkü organik d ü nyanın a n o rganik d ünya nın m ekanizmine ve determinizmine dayanılarak açıklanması m ü m kün olmayan yönlerinin old ugu görü lmüştü . Böylece blllm alanında yeni bakış açıları, kavramlar ve yönte m ler geliştirildi. Ve b u inceleme açısından en önemli yön şudur ki, b u nlar daha s onra insan dünyasında da kullanılmaya b a ş l a d ı . Karşılaştırm acı doga b i l i m l eri Buffon ve C uvler'­ den itibaren organik dünyada yeni kavramlar ve yönt�Ier geliştirirlerken; Herder, G oeth e ve S c h l l l er aracılıgıyla, b u karşılaştırm acı kavram ve yöntemler tin bilim lerlnf de taşın d ı . ·

• Yayımcının notu : l 896'da yayımlanmış olan bu makale, burada kesilmekte­ dir.

Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri* B i r b i l i m sel yönte m , ya inceleme a l a n ı üzerinde tekil olayların gözlemlenm esinden meydana çıkan eşblçlmlilik­ leri araştırır ki, bu durumda daha sonra bizzat bulunan eş­ blçlm lilikler üzerinden gen e l açıklamalar yapılm aya baş­ l a n ı r ve tekil olayların kendileri, o n l arın özgüllükleri ve aralarında ki ayrımlar görm ezlikten gelinir veya olsa olsa b u özgüllük ve ayrımlar ancak ve sadece eşblçimliliklerin b a s it ve önemsiz görü n ü m l eri, izdüşüm leri o larak ka bul ed ilir. Fakat bir b i l i m s e l yöntem, b u ayrı m l a rı ve özgül­ lükl eri, bizzat teklllerde kalarak ve tekil d e n tekile gide­ rek d e araştıra b i l i r, ayrım l arın d erecelerini sa ptaya b ilir, yakın l ı k ve benzerl ikleri genellemeyle d egil, tipse! yol­ dan o rtaya koya bllir. Böyle bir bilimsel yöntem. ayrım ve b e n zerlikler kadar, tek-olanla küme, bireyle gru p arasın­ daki i l iş kileri, b u n lardaki degişmel eri a n la ş ı l ır kılan te­ mel egilimlerl, hatta eşbiçimlilikler peşind eki genelleşti•

Yavımcının notu : Dilthey'ın ölümünden sonra terekesi arasında bul unan bu yazı , bundan önceki yazı gibi tamamlanmamıştır. Bu yazı, Dilthey'ın sözü edilen önceki yazısının son paragrafında bizzat belirttiği gibi, daha önceki bir tarihe ( 1 895) ait olsa da, bu önceki yazının bir devamı niteliğindedir. Cevirenin notu: Başlığı kısaltılmış olan yazının özgün adı "Gang der vergle ­ ichenden Geisteswissenschaften bis zur methodischen Bearbeitung des Prob­ lems der Individuation" dur (Tekilleşme Probleminin Yöntemli Şekilde Ele Alınışına Kadar Karşılıtştırmacı Tin B i limlerinin İzlediği Yol), Gesammelte Schriften, a.g.e., s.303-3 1 O.

72

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

rlcl b i l i m s e l yönte m i n p e k yeri n e getlremeyecegı bir şe­ k i l d e, o rtaya a ç ı klıkla koya b i l i r . Ayrı m l a rı, d ereceleri, b e n zerlik ve y a k ı n lı kl a rı, ti p leri konu e d i n e n b u ikinci yöntem, bilimlere karşılaş tırm a cı bir karakter verir. Böy­ l ece eşblçlm llllkler yanında, onlard a n d a tabii ki yararla­ narak, fakat esasen tekllleşm eye özgü ayrım, derece, ben­ zerl ik, yakı nlık ve tipleri b e l irleyen ve yeryüz ü n d eki ci­ simlere, b itki örtüsü ne, h a yvanlar alem ine, insanlara, bu insanların dil lerine, a h la klarına, m itoslarına, h ukuklarına, vd . bakıp b unları karşılaştırm a lı olarak konu edinen b i ­ l i m ler geniş bir sınıf içerisinde b irbirine bagıarvrıar. Kar­ şılaştırmacı bilimler hatta o kadar uzaklara nüfuz edebilir­ ler ki, onların inceleme ala nları, b ireyse l farklıl kları, de­ rece lere ve yakın l ı klara göre düzenlemeye, bireyler ara­ s ı n d aki ilişki l eri m ü mkün o l dugu kadar kendi tekillikleri ile görmeye, daha sonra bu tekiller arasında karşılaştırma' �lar yapmaya kadar genişler. B u karşılaştırm acı ince l e m e tarzı, önce Grekler tarafın­ dan tesis edilm iştir ve bu tarz içinde onlar kend i zih niyet ve tinlerine uygun olarak, karşılaştırm acı yöntem ı'e rl genel ve yasal i lişkilerin, eşblçlm llllklerin s a ptanma�ı işinde kullanm ışlardır. insanın karşısına çıkan en yakın eşblçlm­ llllkler, bitki ve h ayvan ların bazı s ın ırlı türlerinde, soyla­ rın ayrı m ı n d a, ulus ve ırkların ayırt e d i l m esinde o rtaya çıkm ıştır. G rek d ü şüncesi ve tini, başatlıkla, genelcl/ev­ ren s elcl ve eşblçlmcl (ho m o m o rflst] o l m uştur. öyle ki, Greklerde tözsel formlardan hareketle açıklamalar yapma, geom etrinin, kozm o grafyanın ve astronom inin ortaya koy­ d ugu eşblçlmll llklerl esas tutma, tasvirci ve karşılaştır­ m a c ı d o ga b i l i m l erinin ve tin b i l i m lerinin de yönünü b e llrlem lştlr. N e v a r ki, b u d u ru m , G reklerde tekilci ve tıpsel düşünme tarzının olmadıgı anlamına h iç gelmez; her ne kadar Grekler, daha çok, tekil ve tlpsel olanı da genele ve eşblçlmllllge göre kavram a k gerektıglnl düşünseler d e . Arlstoteles tekilin a n c a k b i r genelin a ltına konularak kav­

f

ran a b l l eceglnl söylerken, a s l ı n d a G rek zihniyeti n i ve ti­ nini yansıtmış o luyord u . Yukarıda sözü edilen iki b ilim sel yöntem, Greklerd e ikincinin birincisine bagımlı kılınd ıgı

Tekilleşme ve Karşılaştırm a cı Tin B/limleri 73 .

bir tarzda kulla nılıyord u . Böyle o l m a s ı n a ragm en, büyük Grek d ü ş ü n ü rleri, tekili ve özgül o l a n ı, bizzat m antıksal "özgül ayrım"ın (dlfferentia specifica) da b u l ucusu olma­ l arı d o l ayısıyla, karşılaştırma yoluyla görm e k ve göster­ m ekte de u staydılar. O n ların gerçekligi bir h iyerarşik dü­ zen o l a rak görm eleri n d e tekili ve özgül olanı kavrayış şe­ killeri b elirleyici o l m u ştur. Greklere özgü b u düşünme tarzı, öncel ikle biyoloj ide, h e n ü z ham h i p otezlere sahip b u b i l i m i n gelişimine pek uygun düşm üştür. B öylece, hiç kuşku yok, modern çagda karşılaştırm acı yönte m l e elde edilen verilerin açıklanma­ sında başvurulan iki hipotez, m ekanist ve teleolojist yöne­ limli h i p otezler, daha o z a m a n kabaca geliştirilmiş bulu­ nuyordu . Bunlardan en ünlüsü olan evrim hipotezi, o zama­ nın bilim yapma tekniginin e lverişsizligi dolayısıyla yete­ rince geliştirilemedi ve o lgularca d e steklenemedi. Fakat Anaksimandros, Empedokles ve Demokritos, zaten, bitki ve h ayva n l arın ilk ortaya çıkışları, o n ların erekli yapı larının d erece d erece gelişimi, anato m ileri ve işlevleri üzerine çalışıyorlard ı . Onlar b u ko nuda form olarak evrim ögreti­ sini temele koym uşlardır ki, aynı ögreti Eskiçagda Lukre­ tius ' a ka d a r koru n m u ştur. Aynı ögreti, tekilleşm eyi, hay­ vanlar dünyasında koşulların ve türlere ayrışmanın çok b üyük d erecedeki çeşitliliginden h a reketle açıklıyord u . B u ögretinin hayvanların denizden karaya çıkışlarıyla bir­ li kte türlerdeki çogalışın patl a m a gösterd igini bel irtm iş olması ilginçtir. Ve zaten ögreti, buna dayanarak, evrim ög­ retis inin tem eline türlerdeki d u r m a d a n a rtan çeşitıiligi koyar. lkibin yılı aşan bir süre s o nra Darwin'in m ekanist ögretisine karşı çıkan b a z ı teleoloj ist yeni ögretilerin vurguladıkları gib i . B u evrim ögretisi Lu kretiu s üzerinden ı 7. ve ı 8 . yüzyıla taşınm ıştır. O modern evrim teorilerinin kuruluşu açısından, b ugüne kadar bilinenlerden çok daha büyük bir önem ve anlam kazanmıştır. özellikle Lam ettrie ve Diderot bu antik evrim kura m ı n d a n yola çıkmışlar ve onu l 7 . ve l 8. yüzyılın kavrayış tarzıyla bagıntıya sokmayı denemişlerdiıt. Fakat Eskiçagda, y u ka rı d a d a deginildigi üzere, b u h ipotezi d enetleyecek bilimsel işlemleri uygu-

74

Herm eneutik ve Tin Bilimleri

lamak henüz mümkün deglldi. Bu nedenle karşılaştırmacı yöntem eski dünyada, verilerden çok, hipotetik karşıtlık­ lardan hareketle türetilmiştir: Sonsuz bir evren, aynı ev­ rendeki sonlu yaşam ve bu yaşamı mümkün kılan koşullar, bazı canlı cinsleri ve türleri. Bunlar, Aristoteles ve yan­ daşlarının karşılaştırmacı hayvan ve bitki blllmlnl yaratır­ larken dayandıkları öntasarımlardır. Cografi ufkun onların zamanında genişlemesi, onlara, Anaksimandros, Empedok­ les ve Demokritos'a göre çok daha fazla deneysel veri sag­ Iamıştı. Canlılar dünyasında sabit ve genel formlar bulun­ duguna ilişkin hipotez. maddi dünyaya ilişkin �ilginin he­ nüz organik yaşam için hiçbir açıklayıcı neden sunamadıgı o günlerde. bu dünyanın anlaşılmasında ileri � ir evrenin ürünüydü; çünkü hipotez, karşılaştırmacı yöntemin kulla­ nılmasıyla ve durmaksızın türlere ayrışma ilkesine, bu de­ mektir ki bir çeşit tekilleşme ilkesine dayanııa wk oluştu­ rulmuştu. Ve bu yöntemin tin bilimlerine taşınması da d•ha henüz Arlstoteles ve okulu tarafından gerçekleştirilfT\)ştl. Ruh, blçimgen (plastik) güç olarak, kendini tüm OT9finlk dün­ yaya sokulmuş ve algı. hayalgücü, anımsama, haz ve acı, iştiyak ve iradi hareketler, tüm hayvansal ve insani dün­ yayı kuşatmıştır. Bu noktadan hareketle ve Aristoteles'le birlikte, 'karşılaştırmacı psikoloji' kavramı ortaya çıkmış­ tır. Aristoteles, olaganüstü ve hayranlık uyandıran bir uzakgörüşlülükle, böyle bir psikolojinin tasarımına 'Ruh üstüne' adlı yazısında ulaşmıştır. özellikle ikinci kitapta, duyusal algılar üzerine bir karşılaştırmacı ögreti gelişti­ rilmiştir. Bu ögretl daha sonra duyusal algılar üstüne karşı­ Iaştırmacı ögretinin modern zamanlardaki büyük kurucusu Johannes Müller üzerinde (ki, onun okulundan Helmholtz ve Brücke çıkmışlardır) güçlü bir etki yapmıştır. Bunun gibi üçüncü kitabın başındaki ortak duyu, hayalgücü ve anımsama üstüne güzel ögretl, hayvana ve insana özgü tekil formlar üstünde özellikle durulmamış olması dolayısıyla, ne var ki tamamen evrenselci bir karaktere sahiptir. Bu ev­ renselci tavır dogruıtusunda Aristoteles, daha sonra doga­ bllimsel yazılarında birkaç uygulamasına da yer verdlgi bu

Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Blllmleri 75

karşılaştırmacı psikol oj i içinde, psişik edimleri hayvan ve insan dünyasında bir h iyerarşiye, gitgide yükselen bir sı­ raya koy m u ştur. Bu h iyerarş i n i n dayand ıgı i lke, psişik ed imlerin degişmenln imkanını saglayan şey olarak zaman­ sal bir ardışıklıkla d egil, içyapıdan kayna klanan bir sabit ve yapısal z o r u n l u l u k l a gerçekleştıgl dlr. Gerçekten de Aristoteles'in ortaya koyd ugu psişik tip ler, z a m ansal bir gelişim sırası izlemezler, tersine onlar aşagıdan yukarıya giden ve zamandan bagımsızmış izlenim i bırakan bir inşa ile oluşturul urlar. öyle ki Arlstoteles'de "gelişim" kavramı z a m a n s al lıgı çagrıştırm az; tersine s a b it bir d egerler ska­ Iası içinde altta veya üstte o l m ayı ifa d e eder. Buna özel­ likle d ikkat etm e k gerekir. Çünkü l 7. ve l 8 . yüzyıllarda yazarlar, hiç ender o lmayan bir şekilde, orga nik formların zam ansal bir gelişimi oldugunu kabul etm iş olsalar da, "ge­ lişim" kavra mını Aristoteles'e borçludurlar. Onların ya ptık­ ları, esasen, kavrama zamansallık boyutunu ve baglı olarak d egişimi katmak olm uştur. Aristoteles'te en kapsamlı duyu, dokunma duyusudur. öyle ki, d uygu ve kaotik beslenm e çabası, bu d uyuyla eşzamanlı olarak veril miştir. Arlstote­ Ies, aynı karşılaştırm a ilkesini, aynı z a m a n d a devlet bili­ mine de uygular. Nasıl ki o orga nik d ünya içinde çevre ko­ ş u l l a rı n ı n fa rkl ı l ı g ı n ı , b i r c a n l ı n ı n i htiya çlarının çevre koşullarıyla ilişkisini izl erse; b u n u n gibi. d evletleri kar­ şıl aştırarak her bir politik b ütünün içinde d egişik sınıfla­ rın yaşama koş ullarını, bunları n işlevleri ve hukukları ara­ sındaki bagıntıyı ortaya koymaya çalışır ki; b ura da ta ma­ m e n karşılaştırm acı a natomi ve fi zyolojinin dayandıgı il­ keye başvurur. Bu i lke üzerinde kuru l m u ş olan karşılaştır­ macı politika b i l i m i, M a ntık'tan (Organ on) sonra Aristote­ Ies'in eserlerinin en rafine olanı ve bugün için de hala en etki l i s i d i r . Mod ern b i l i m e karakterini, nedenselcilik v e nedensel b i lgi, h erşeyi yasalı b a gıntıları ifa d e eden form ü l l e r i ç i n d e d ü ş ü n m e tarzı verir. Bu düşünme tarzı, m ekanik, fi­ zik ve kimyayı yaratmıştır. O aynı zamanda dinde, hukukta. devlette, eko ı1 o m id e, her yerde ortaya çıkan eşbiçimli ögeler, yasalar ve normlar aramıştır. Böylece aynı düşünme

76

Herm eneutlk ve Tin BJl/mlerl

tarzı, tin bilim lerinin d ogaı sistemi ni, d ogal teoloj iyi, do­ gaı h u ku ku, soyut eko n o m i-politik siste m i n i, B olleau'nun ve arka d aşlarının p o etı g ı n ı de ş e k i l l e n d irm iştir. Fakat b öyles i n e ileri gid i l m i ş o l m a kl a b i rl i kte, bu b il i m lerin u fkunda d a aynı problem, Grekleri n kendi karşılaştırm acı bilim leri içinde karşılaşmış o l d u kl a rı aynı problem, tekil­

leşme problemi, yine ortaya çıkmıştır. Evrensel açıklamacılık, evrensel dogaı h u kuk, tüm in­ sani organizasyonların dogaı ilkeleri, bir evrensel dogal a hl a k, şiirin norm ları . Bunlar tin b i l i m lerinin b ir dogaı sis­ tem inin inşa edilmesinde dayanılacak şeylerd ir. Tin blllm­ Ierlne dayanak olacagı düşünülen b u d ogaı istemin nell­ glnln araştırılıp m eydana ç ıkarılması şarttır. özellikle bu­ rada karşımıza çıkan stolk yönelimler izlenmeye degerdlr. Bu baglam içinde özellikle G l m b attista Vico � u n adı siv­ rilmektedir. O, l 668'de N apoll'de d ogdu, yaşamını burada geçirdi ve l 7 4 4'de öld ü . Ş u rası d i kkate degerdlr ki, aynı dönemde hayvanların birbirleriyle ve insanl ar� karşılaştı­ rılması suretiyle bir genel anato m iye ve organl�malar hak­ kında bir psikoloj i k açıklamaya u laşmaya da gayret edili­ yordu . Napoll'de l 656'ya kadar profesör olarak yaşamış olan Marco Aurelio Severl no. b u yönde çalışm aya başlam ıştı. Biz sonraki kuşakta bu karşılaştırm acı anatomi kavram ını, özell ikle çok sayıda dört ayaklıda, kuşlarda ve balıklarda beynin tasvirine ve karşılaştırılmasına kend ini adam ış olan Thomas Wlllis sayesinde aşagıdaki sözlerde belirtilen şek­ liyle b u luyoru z : "Çeşitli, kendi a ra l arında ve insanlarla





karşılaştırı lmış hayvanlardaki tekil kısımların benzerlik ve farklılıklarını b u şekilde ortaya koy m a k istiyorsam, ş u n u yapmalıyım : Ben böyle bir karşılaştırm acı anatomi aracılı­ gıyla sadece her b i r organın ve organizmanın işlevlerini keşfedebilecek olmakla kalmayacagım; hatta bizzat hayvan r u h u n u n izleri n i ve belirtilerini. o n l a rın gidişat ve etkile­ rini ve h atta gizli etki tarzlarını da keşfe d e b llecegl m . " C l a u d e Perrault, S a m u e l Colllns, f'rancls Redi, Marcello Malplghl, Jan Swam merdam, Anton von Leeuwenhoek, aynı tarz içinde çalıştılar. Genel ilkelere d aya nılara k yapılan evrensel karşılaştırmalarla sonuca ulaşma eglllml onları bu

Tekilleşme ve Karşı/aşt1rmacı Tin BJ/Jmlerl 77 şekilde kuşatırken ve bu yönte m in özgül kullanımında di­ gerleri arasında Francis Bacon'un Traktat de Sapientia Ve­ terum 'undan H o llandalıların m itoloj i üzerine filolojik ça­ lışmala rı ve o dönemin hukuksal ve kri m inoloj lk yazıları, özellikle Hugo de Oroots'unkiler (Qroti us) onlardan etki­ lenirken; l 7 25'de Vlco'nun çıgır açıcı kitabı yayım l a n d ı : ' H alkların Ortak D ogası ü zertne Bir Y e n i Bilim'. Anatom istlerin o rga n i k d ü nya hakkında ke n d i lerine koydukları görevi and ırırcasına, Vico d a kendine bir tin­ sel evren m etafi zigini veya insan soyu nun bir metafizigini o rtaya koyma görevi vermişti . B u metafizik, o halde, tarihi tarih yapan, onu oluşturan kökensel güçleri kavrayabilme­ liyd i . Ne var ki bu metafizik, fil ologların, o dönemin filo­ l oj i d e n gelme hukukçularının ve tari h çilerinin kulland ık­ l a rı araçlar ve b aşvurd u kları yönte m lerle ya p ı l m a l ıyd ı . Böylece b u metafizik, eskilerin karşılaştırmacı yöntemini; eld eki geniş malzemenin Clemens ve A u gustinus tarafın­ d a n geliştirilmiş olan 'evre nsel d ü nya tarihi' kavra m ı n ı n b ilimsel yoldan işlen mesi yolundaki çabalarla a ş m ı ş o l d u . T ü m bunlar bir yetiyle, anlama yetisiyle gerçekleştirile­ c e kt i . Biz, b ugün ilkel ruh h a l le rin d e n b i ri s ayd ıgımız cengaverlik ve kahramanlık duygusunu, bunların ifade edi­ liş tarzlarındaki p oetik ve m etaforik yön leri, ancak onları içimizde yeniden yeşertip yaşamak s u retiyle kavrayabili­ riz ki, bu kavra m a tarzının adı an/amad ır. Ve böyle bir an­ lama, Vico'nun sahip oldugu türden büyük bir münzevi ruha a it bir şeyle, herşeyle yakınlık, kara b et kurm a gücü ve enerj isiyle ulaşılabilir olan bir şeydir. Vico, sahip old ugu tüm bu güçlerle birlikte ve karşı laştırm acı bir yöntem le, tüm h a lklarda o rtak o l a n şeyi, b u h a lkların ilkel gelişim basam aklarının her yerde birbirine koşut olarak izlenm ele­ rini saglayan evrensel yasayı, b ul m aya yönelm işti . Tüm h a lklarda bir ta nrılar çagı, bir kahramanlar çagı ve bir in­ sanlık çagı, birbirini izleyip d u ruyord u . Ve bizim incelmiş d ü nyamızın insa nları n a kıya sla, 'Eski ça gların insanı ve p a gan ulusların n ilk kurucuları olaganüstü bir duyarl ılıga

i

ve devasa bir hayalgücüne sahipti ler.'

78

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Vico'nun kahramanlık çagının adetlerini, törelerini ve ilkel düşünmenin mutaflzlk karakterini derinliglne tasviri bunlara dayanır. Böylece o ilk kez Homeros çagı ve Roma'· nın emekleme dönemi insanının daha sonraki çagların in­ sanından psişik farklılıgını görmüştür ve Homeros üzerine, Roma'nın en eski tarihi, dinlerin, hukukun ve edebiyatın ilkel aşamaları üzerine ul aştıgı sonuçl arı, benzersiz bir sezgi gücünün eşliginde, buradan hareketle çıkarmıştır. Fakat bu karşılaştırma yöntemi, tümden bakıldıgında, l 7 . yüzyılın tüm uluslarda ortak yönleri bulma konusundaki büyük egilimine uygun olarak, sadece halkların gelişimin­ deki ortak özelliklere yönelmiş olmakla, kendi sınırlarını bulmuştur. Karşılaştırmanın; farkların, derecelerin, tiplerin ve ya­ kınlıkların incelenmesinde kul lanımı, ancak 1 8.yüzyılın eseri olmuştur. Bu yüzyıl, doga biliml erini yücelten, her yere doga bilimlerinin gösterdlgi yollardan gitmek isteyen bir yüzyıl olmuştur. Fakat bu dogabilimcilik, '!şimdi, Aris­ toteles'ln çagından çok daha yüksek bir düzeytf e etkiliydi. Kan dolaşımındaki mekanlzmden yola çıkılar
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF