Untitled

March 7, 2017 | Author: valentino06 | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Untitled...

Description

İÇİNDEKİLER Önsöz............................................. ............. ....sayfa 4 Bahnameler hakkında bir inceleme...................sayfa 6 Tuhfetü’l-müteehhilîn / Evlilik armağanı /sadeleştirilmiş metin........................................sayfa 28 Drog sözlüğü...................................................... sayfa 70 Ağırlık ölçüleri ve karşılığı............................... sayfa 85 Sözlükçe............................................................. sayfa 86

TUHFETÜ’L-MÜTEEHHİLÎN

Evlilik Armağanı Prof.Dr.İlter UZEL

ÖNSÖZ Aslında, Batı dünyasında M.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Hippokrates’ten ve M.S. 1. yüzyıl hekimi Bergamalı Galen’den beri örnekleri bulunan; İslam tıbbında ise ‘Bâh-nâme’ genel adı ile anılan eserler pornografik kitaplar değildir. Bugünkü anlamda ‘Androloji’ bilim alanına giren çalışmalardır. Bunlarda estetik, özellikle kadın güzelliği, eş seçiminde göz önünde bulundurulması gereken hususlar, beden temizliği; kozmetikler, deodorantlar ve cinsel ilişki kuralları gibi konular çağının bilgi düzeyine uygun olarak açıklanır. Ortaçağ İslam tıbbında, Antik Yunan ve Roma tıbbının bilgi birikimi önce tercümelerle aktarılmış sonra yeniden değerlendirilerek işlenmiştir. 9. yüzyıldan itibaren Arapça, daha sonraları Farsça olarak yazılan bahnamelerin ilk Türkçe örnekleri 15. yüzyıl başlarına kadar gider. Elinizdeki Evlilik Armağanı, temiz bir yazma nüsha olarak, bana 1982 yılında değerli büyüğüm Ragıp Önen (1899-1995) tarafından armağan edildi. Tezhipli bu güzel nüsha ne yazık ki eksikti. Tamamlamak için Topkapı Sarayı yazma eser kataloglarını taradım ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde araştırma yaptım. Ne yazık ki Arapça, Farsça ve Türkçe yüzlerce yazma bahname arasında bu eserin ikinci bir kopyası yoktu. Aradan yıllar geçti. Çukurova Üniversitesi’nde görev aldığım zaman bu yazmanın transkripsiyonunu yaptım. Bu arada Ankara’daki Milli Kütüphane çalışmalarım sırasında eserin ikinci bir kopyasını buldum. Böylece eksikleri tamamlamak ve doğru okunamayan bazı kelimeleri düzeltme imkanı elde ettim. Bu çok nadir eseri Türk okuyucusuna sunmak için sadeleştirdim ve sonuna Türkçe-Latince drog sözlüğü ekledim. Diğer güzel bir rastlantı da, aslında bir çeviri olan fakat yorumları ve katkılarıyla adeta telif eser niteliği kazanan Tuhfetü’lMüteehhiliriin yazarı Tabip Ebu’l-Feyz Mustafa’nın biyografisinin tıp tarihçisi Yrd. Doç. Dr. M. B. Zülfikar (Aydın) tarafından tespit edilmesi oldu. Değerli meslektaşlarımın bu çalışmasından büyük ölçüde yararlandım. Bugünkü dile adını ‘Cinsel Birleşme İsteğinde Tabiatın Teşviki’ olarak çevirebileceğimiz Tuhfetü ’l-Müteehhilini Evlilik Armağanı olarak isimlendirmeyi uygun buldum. Bahnamelerle ilgili bir ön inceleme diyebileceğimiz bilgiler kitabın birinci bölümünde yer almıştır. İkinci bölümde eserin sadeleştirilmiş metni verilmiştir. Sayfa kenarlarında yer alan şahsi kütüphanemdeki nüsha (A), Milli Kütüphane nüshası (B) varak numaraları yardımıyla orijinal metin izlenebilir. Transkribe metni,

ilgilenenlere zaten üçüncü bölümde tıpkıbasım olarak verildiği için koymadım. Böylece bazı ‘musahhihleri’ yanlış bularak tatmin etme zevkinden ve zahmetinden mahrum ettim. Metni Ahmet Yüksel baştan sona, yeniden yazma nüsha ile karşılaştırdı, düzeltmeler yaptı ve ayrıca bir ‘Sözlükçe’ ekledi. Eser okunduğunda bazı bilgilerin ‘eğlenceli’, bazılarının da yanlış olduğu görülecektir. Deodorantlar, ağız-diş temizliği, kozmetik formüller ise oldukça doğru, güzel ve hâlâ yararlanılabilecek bilgilerdir. 17. yüzyılda hazırlanan Evlilik Armağanf m bahname türünün en olgun eseri olarak değerlendirebiliriz. Daha sonraları özellikle 19. yüzyıldan sonra açık saçık öykülerin anlatıldığı bahnameler artık pornografik niteliğe bürünmüştür. Sözlerimi Türk okuyucusunun ilgisini çekeceği ümidiyle bir dileğimi belirterek bitirmek istiyorum. Tüm Türkçe bahnameleri doğru değerlendirebilmek için 15. yüzyıldan itibaren yazılanları hem kendi aralarında ve hem de Arapça ve Farsçalarıyla karşılaştırmalı ve son söz, o zaman söylenmelidir ki bu da oldukça zahmetli ve zaman alıcı bir iştir.

TEŞEKKÜR Eseri bana armağan eden Ragıp Önen’e, gözden geçirerek düzelten ve basımını üstlenen Kebikeç Yayınları ~ Sanat Kitabevi sahibi sahaf Ahmet Yüksel’e, editör Ümit Uzmay’a ve Adana’dan işadamları değerli dostlarım Sayın Halil Avcı, Sayın Haşan Basri Aktı ve Sayın Adnan Bacaksızlar’a teşekkürü borç bilirim.

Prof.Dr.İlter UZEL Adana-2005

BAHNAMELER HAKKINDA BİR İNCELEME Bedi N. Şehsuvaroğlu (1914-1977)’nun 1%1’de yayınladığı bir makale ile İslam Ansiklopedilerindeki ‘Bahname’ maddesi bir yana bırakılırsa, tıp tarihimizin en az işlenmiş konulanndan birisinin bahnameler olduğu görülür.1 ‘Bahname’ kelimesi, ‘cinsel arzu’, ‘cinsel güç’, ‘şehvet’ anlamına gelen Arapça ‘bâh’ ile, Farsça ‘risale’ veya ‘kitapçık’ anlamındaki ‘nâme’ kelimelerinden oluşan bir isimdir. Günümüz tıbbındaki cinsel sorunlarla ilgili konular, klasik dönem bilim sınıflandırmalarında ayrı bir başlıkta ele alınmıştır. Dönemlerinin bilim sınıflandırmalarını detaylı şekilde sunan Taşköprülüzade (1495-1561) ve Katip Çelebi (1609-1657), ‘ilm-i bâh’ veya ‘ilm-i cim â’ diye nitelenen bu ilmi, tıp biliminin dallarından birisi olarak tanıtırlar.* İşlenilen konuların genişliği ve bu alanın özelliği nedeniyle, Arapça ‘ilmü’l-bâh’, Farsça ‘ilm-i bâh’ gibi başlıklarla bağımsız olarak anılmış; ‘kitâbü’l-bâh’, ‘risâle fi’l-bâh’ veya ‘bâhnâme’ gibi isimler bu alanda yazılan eserlerin genel adı olmuştur. Kaleme alman Arapça, Farsça ve Türkçe bahnamelerde dini veya tıbbi bakımdan cima (cinsel birleşme) adabına yer verilmiş, kadın-erkek ilişkileri etraflı olarak incelenmiş, bu konuda yollar ve yöntemler gösterilmiş, her türlü yetersizlik ve rahatsızlıklara iyi gelen çeşitli ilaçların hazırlanması anlatılmış, tenasül hastalıkları, hamileliğin teşhisi, önlenmesi vb. gibi konular yanında, güzeller ve güzellikler de belirtilmiştir. Bahnamelerle ilgili vulgarize yayınlan görenler bunlara müstehcen hikayelerin anlatıldığı eserler gözüyle bakmışlar ve ön yargı ile küçümsemişlerdir. Gerçi bazı bahnamelerde açık saçık hikayeler içeren bölümlere çok geniş yer verilmiş, tedavi bölümleri daha kısa tutulmuştur.3 Hatta bazılarında pornografik minyatürler yer almıştır. Böylece yanlış kanaatlere neden olan bu hikayeler yanında, bahnamelerde göze, kulağa hitabeden yöntemlerle birlikte, ilaçlar; hatta bilimsel değeri tartışılır büyü / sihir benzeri telkin tedavilerinden bile yararlanılmıştır. Şehsuvaroğlu, B. N., “Osmanlı Padişahları ve Bahnameler”, Eczacılık Bülteni, c. III, S. 9, 1961 (Ayrı baskı); Özcan, A., “Bahname”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul 1991, s.489-490. 2 Taşköprülüzade, Ahmed b. Mustafa, Miflahu's-Se'âde ve Misbahu'sSiyâde, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985, c.I, s.326; Katip Çelebi, Mustafa b. Abdullah, Keşfa 'z-Zunûn ‘an Esâmiyi ‘l-Kütüb ve ’l-Funım, Maarif Matbaası, Ankara 1941, c.I, s. 318-319. 3 Mesela şahsi koleksiyonumda 16 pornografik resim içeren geç dönem (19. yy.?) bir bahnamenin fotokopisi vardır.

6

İslam tıp tarihi boyunca bu alanda yazılmış ve klasik literatürde kendisine yer bulmuş eserlere ve yazarlarına göz atıldığında konunun ne derece önemsendiği hakkında bir fikir verebilir. Çağının ünlü sahhafı İbnü’n-Nedim (ö.849)’in El-Fihrist"inde, hikaye ağırlıklı olmak üzere Fars, Hint ve Yunan kaynaklı 13 kitabın adı belirtilmektedir.4 Fakat bunların içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bununla beraber, ünlü filozof Aristoteles (ö. M.Ö. 322)'in. Galenos (131*200) öncesi tabiplerden Efesli Rufus (ö .ll7 )’un makale tarzındaki Kitâbü’I-Bâh'\an , Koka Shastra’nın Lezzetü’n -Nisâ'sı, Galenos'un Kitâbü’l-Bâh, Risâle f i ’lCimâ\ Esrâru'r-Ricâl ve Esrâru’n-Nisâ'sı çeviriler yoluyla İslam dünyasında bilinmekteydi.5 Bu alanda birçoğu makale ve risale şeklinde olmak üzere müstakil kitap yazanlar ve eserleri arasında şu isimler sayılabilir: [ A: Arapça, F: Farsça, T : Türkçe] 1. Câbir b. Hayyân (ö.815), Kitâbü ’I-Bâh (A) 2. Cebrail b. Buhtîşû* (Ö.828), Kitâbü ’l-Bâh (A) 3. İbn Füleyte (Ö.845), Rüşdü ’l-Lebîb ilâ Mu "âşeret'ı ’l-Habîb (A) 4. Muhammed b. Hassân en-Nemelî (Ö.859), Kitâbii’l-Bâh , Bercân ve Hubâhıb (A) 5. Ebu tshak el-Kindî (Ö.867), Kitâbü’l-Bâh (A) 6. Huneyn b. İshak (ö. 873), Esrâru ’I-Felâsifefi ’l-Bâh (A) 7. Kuşta b. Lûkâ el-Ba'lebekkî ( 873’te sağ), Kitâbü ’l-Bâh (A) 8. İsa İbn Mâsse ( 9. yy.), Kitâbü ’l-Cimâ (A) 9. Muhammed b. Ali el-Hârezmî ( 9. yy.), Kitâbü ’l-Bâh mimmâ Vada ’a ’I-Felâsifetü ’I-Hukemâ li-Sâdâtihim (Y unancadan çeviri) (A) 10. Muhammed b. Ebû Bekr er-Râzî ( ö. 932), Kitâbü’l-Bâh ve Menâfi‘uh ve Madârruh ve Müdâvatüh (A) (F ve T çevirileri var) 11. Yahya b. Adiy el-Mantıkî (ö. 975), Kitâbfi Menâfi 7 ’l-Bâh (A) 12. İbnü’t-Tabîb Ali b. Nasr el-Bağdâdî ( ö. 987), Cevâmi'u’lLezzât (A) 13. İbn Sînâ ( ö. 1037), Risâlefi ’l-Bâh ve Ürcûzefi ’l-Bâh (A) 14. İbn Mendeveyh Ali el-Isfahânî (ö. 1048), Risâle fi'l-Bâh ve Esbâbih (A) 15. Ali b. Rıdvan el-Mısrî (ö. 1061), Makale f i ’I-Bâh (A)

4 İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshak, el-Fihrist, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1997, s.381-382. 5 İbnü’n-Nedîm, age, s.353; İbn Ebî Usaybi Usaybi'a, Ahmed b. Kasım, Vyûnü’I-Enbâfi Tabakâti’l-Etıbbâ, Dâru Mektebeti’l-Hayat, Beyrut trz., s. 57,105; Katip Çelebi, age, c. 11, s. 1401; Şeşen, Ramazan ve diğerleri, İslami Tıp Yazmaları Kataloğujstem Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi, İstanbul 1984, s. 160-161, 164.

7

16. Yahya b. Cerîr et-Tikrîtî ( 1079’da sağ), Kitâbü ’l-Bâh (A) 17. Semûel b. Yahya el-Mağribî (ö. 1174), Nüzhetü’l-Ashâb f i Mu 'âşereti ’l-Ahbâb (veya: Nüzhetü’l-Ahbâb ve Mu 'âşereti Zevi l-Elbâb) (A) 18. (Ebû) Zeyd Hibetullah et-Taberi (veya; el-Basri) (11. veya 12. yy.), Bâhnâme - Tuhfetü ’l-Mülûk (F) (T çevirisi var) 19. Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî ( ö. 1193), El-îzâh fi Esrâri ’n-Nikâh (A) (F ve T çevirileri var) 20. İbn Meymûn el-Kurtubî (ö. 1204), Makâle fi ’l-Cimâ ' (A) 21. Kemâlüddîn Muzaffer el-Humusî (ö. 1215) Makâle fi ’l-Bâh (A) 22. Sedîdüddîn Mahmud eş-Şeybânî (5. 1238) El-Ferîdetü’şŞâhiyye ve ’l-Kasîdetü ’l-Bâhiyye, Şerhu ’l-Ferîde ve Muvaddıhatü ’l-İştibâh f i Edviyeti ’l-Bâh (A) 23. Şerefîiddîn Ahmed b. Yusuf et-Tîfâşî (ö. 1253), Rucû 'u’ş-Şeyh ilâ Sıbâh fiı ’l-Kuvveti ‘ale ’l-Bâh (A) (F ve T çevirileri var), Kâdimetü ’l-Cenâh f i Âdâbi ’n-Nikâh ve Risale fimâ Yahtâcu ileyhi ’r-Ricâl ve ’n-Nisâ fi ’sti *mâli ’l-Bâh (A) 24. Nasîruddîn et-Tûsı (ö. 1273), Kitâbü ’l-Bâhi ’ş-Şâhiyye ve ’tTerkîbâtü’s-Sültâniyye —Bahname-i [PâdiJŞâhi (F) (A ve T çevirileri var) 25. Yahya b. Sa‘d ( 14. yy.dan önce), Menâfi *u’n-Nâs (F) 26. Ömer b. Muhammed el-Hüzelî (ö. 1310), Ahvâlü ’n-Nikâh (A) 27. Abdullah b. Muhammed et-Tîcânî ( 131 l ’de sağ), Tuhfetü’l'Arûs ve Nüzhetü ’n-Nüfûs (A) 28. Kemâlüddîn Muhammed b. Ahmed ez-Zemelkânî (ö. 1327), El-Minhâc f i Te ‘allukâti ’l-İylâc (A) 29. Necmüddîn Mahmud b. İlyas eş-Şîrâzî (ö. 1330), Risâle f i ’lBâh (A) 30. Ali b. İshak ( I.Murad dönemi: 1360-1389), Kitâbü ’l-Bâh (T) 31. Nizâm-i Münşî el-Fârisî ( 1423 ’te sağ), Genc-i Esrâr (F) 32. Muhammed b. Esenboğa el-Argûnî ( 1492’de sağ), Rüşdü’lLebîb ilâ Mu ‘âşereti ’l-Habîb (A) 33. İsmail b. Şihâbüddîn ed-Dimaşkî ( 15. yy.), Kitâbü’d-Dirâye f ı ’t-Tevellüd ve ’t-Tenâsül ve’l-Bâh (F) 34. tbn Kemal Paşa ( ö. 1534), Züheru’l-Büstân fi Ma'rifeti Ahvâli ’l-Bâh mine ’l-lnsân (A) 35. Taşköprülüzade Ahmed b. Mustafa (ö. 1561) Münyetü’şŞübbân fi Mu4âşereti ’n-Nisvân (A) 36. Abdullah b. Muhammed ed-Der‘î (ö. 1572) er-Ravdu ’l-Yâni ‘f i Ahkâmi ’t-Tezvıc ve Âdâbi ’l-Mecâmi *(A) 37. Haşan b. Abdürrahîm (IILMurad dönemi: 1574-1595) Bahname (T) 38. HakîmNizâmüddîn Ahmed (17. yy.) Bâhiyye (F) 39. Sâliküddîn Muhammed el-Hamevî (17. yy.) Haceletü ’l-Arâis (F), Mecmau ’n-Nefâis (A)

40. İbrahim b. Muhammed el-Mağribî (ö. 1658) Kitâbü’l-Bâh (A) 41. Ebu Talib el-İsferâyînî ( 17. yy.dan önce) Risâle der Bâh (F) 42. Kâtipzade Mehmed Refi (Ö. 1769) Bahname —Risâle-i Bâh ve Habel (T) 43. Hakîm Sûretî (ö. 1787) Ferhaîü ’l-Mir at (F) 44. Rûşenü’d-Devle Mahzar b. Muzaffer ( 1764’te sağ) Hulâsatü 7- Ayş-i ‘Âlemşâhî (F) 45. Mesıhu’l-Mülk Feth Ali b. Hakîm Hikmetullah Han (ö. 1890) Risâle fi ’l-Bâh (A) 46. Ali Ekber el-Gîrevânî ( 1869’da sağ) Sürûr-i Efzâ (F) 47. Muhammed Sadık Mümtaz Ârifî ( 19. yy.) Kîmyâ-yi İşret (F) 48. Muhammed b. Mustafa el-Ma‘addı (?) Kitab-ı Mücâma 1â (T) 49. Şemsüddin Muhammed eş-Şîrâzî (?) Kuwe-i Bâh (F) 50. Tabip Muhammed (?) Lezzetü 'l-Ayş-i Nâsırşâhî (F) 51. Mir Muhammed Han Nebûrî (?) Risâle der Kuvve-i Bâh (F) Tespit edebildiklerimizin yanında yazarı bilinmeyen irili ufaklı onlarca eser ülkemiz kütüphanelerinde araştırmacıları beklemektedir. Metin karşılaştırması yoluyla bunların bir çoğunun yazarlarını tespit etmek mümkündür diyebiliriz. Ebû Osman el-Câhız (ö. 868)’m el- İrs ve'l-‘Arâis, Muhammed b. Ubeydullah el-Müsebbihî (ö. 1032)’nin el-Müfâtaha ve ’l-Münâkaha f î Envâ'il-Cimâ, Şerefuddîn et-Tîfaşî (ö. 1253)’nin Nüzhetü’l-Elbâb fîmâ Lâ-Yüced f i ’l-Kitâb, İbrahim b. Abdurrahman el-Ezrakî ( 14. yy.)’nin Elfıyye ve Şelfiyye, Nefzâfî (1433’te sağ)’nin er-Ravdu’l- Âtır ve Nüzhetul-Hâtır - Tenvîru’l-Bıtâh f i Ma‘rifeti Keyfiyyeti’n-Nikâh, Deli Birader Mehmed Bursevi (ö. 1535)’nin Dâfı‘u ’l-Gumûm ve Râfi'ulHümûm> Muhammed b. Yusuf ez-Zeccânî (ö. 1634)’nin Tuhfetü ’l- ‘Arûs ve İmtâ *u’n-Nüfûs, Nimetullah b. Abdullah et-Tüsterî (ö. 1700)’nin Kitâbü’l-Eyk, Fazıl Hüseyin Safedî (ö. 1810)’nin Hûbânnâme ve Zenânnâme, Keskin Efendizade Resmî Osman Efendi (19. yy.)’nin Hasâilü ’l-Beşer adlı eserleri gibi, cinsellik konusunu tıbbi bir konu olarak incelemekten daha çok edebi, folklorik yahut ütopik hikayeler veya hatırat türü diyebileceğimiz farklı amaç ve metotlarla ele alan eserler olduğu gibi; İbnü’l-Arabî (Ö.1240)’nin Kitâbü’l-Bâh ile’t-Tevellüd ve’tTenâsül, Kavukcu Mehmed b. Halil (ö. 1305)’in Nüzhetul-Ervâh f i Esrâri’n-Nikâh gibi tasavvuf; Abdulkadir b. Muhammed eş-Şâzilî (o. 1539)’nin Teşnîfu’l-Esmâ bi-Şerhi Ahkâmil-Cimâ ve Mevâidü’l-Efrâh f î Fevâidi ’n-Nikâh, Ahmed b. Ömer ed-Dîrebî (ö. 1738)’nin Gâyetü’lMerâm fîmâ Yete'allaku bi-Enkihatiyl-Enâm gibi hadis ve fıkıh ağırlıklı inceleyen eserler de oldukça yekun tutmaktadır. Günümüze ulaşabilen bahnameler arasında özellikle Şerefuddîn Ahmed b. Yusuf et-Tîfâşî (1184-1253)’nm Rucuu ş-Şeyh ilâ Sıbâh f ı ’lKuvveti *ale’l-Bâh eseriyle Nasîruddîn et-Tûsî (1201-1274)’ye izafe edilen Bahname-i Padişahî memleketimizde çok yayılmış ve birçok kez dilimize çevrilmiştir.

9

TÎFÂŞÎ’NİN RUCÛ‘U’Ş-ŞEYH İLÂ SIBÂH ADLI ESERİ Tunus doğumlu olup, Mısır’da öğrenim gören, dini bilimler yanında felsefe, tıp, tarih, mineraloji ve özellikle edebiyat alanında uzmanlaşan, kadılık görevinde bulunan, Eyyubi sultanlarından Melik Kâmil (ö. 1238)’in teveccühünü kazanıp Diyarbakır’a kadar gelen, bir süre kör olmasına neden olan kataraktı tedavi edip ölümüne kadar Mısır’da eser yazmaya devam eden Tîfaşî’nin bu ünlü eserinin İstanbul kütüphanelerinde bulunan nüshalarından bazıları şunlardır: 1.Topkapı Sarayı Müzesi Ktp./Ahmed III, no: 1940 (Mısır işi tezhipli bir nüshadır ve Seyfüddîn Kansu Gavrî (ö. 1516) için istinsah edilmiştir, üzerinde ‘haremden çıkma’ kaydı vardır.) ve 2008. 2.Topkapı Sarayı Müzesi Ktp./Revan Köşkü, no: 1701. 3.Süleymaniye Ktp./Karaçelebizade, no: 295. 4.Süleymaniye Ktp./Vehbi Efendi, no: 1652. 5.Süleymaniye Ktp./Şehit Ali Paşa, no: 2030. 6.Süleymaniye Ktp./Ayasofya, no: 3622. 7.Süleymaniye Ktp./Turhan Valide Sultan, no: 259. 8.Süleymaniye Ktp./Hacı Mahmut Efendi, no: 5555. 9.Beyazıt Ktp., no: 5451, 5612. 10. Köprülü Ktp./Ahmet Paşa, no: 189. 11. Nur-i Osmaniye Ktp., no: 3505,3506. 12. Milli Ktp./Arapça, no: 1281. Ayrıca eserin taş basma bir nüshası Süleymaniye Ktp./Hacı Mahmut Efendi, no: 5539’da mevcuttur (Bombay 1876). Mısır baskılarında (1879, 1880, 1881, 1891, 1898, 1901, 1904, 1917) ve İyâbü ’ş-Şeyh ilâ Şebâb = Âb-ı Zindegânî adıyla Muhammed b. Said elIsfehânî tarafından yapılan Farsça çevirisinde yazar, Kemal Paşazade olarak belirtilmiştir. Eserin, 1525-1534 yıllan arasında şeyhülislam olan İbn Kemal Paşa (Ö.1534) tarafından, I.Selim (dönemi: 1512-1520)’in emriyle yapılan bir çevirisi, Süleymaniye Ktp./Hamidiye, no: 1012’dedir. Bu nüshanın, mütercim nüshası olması muhtemeldir.6 Çeviri, Muharrem 926/Aralık 1519 tarihinde, yani Yavuz Sultan Selim’in vefatından 10 ay önce tamamlanmıştır. Harekeli nesihle istinsah edilmiş güzel bir nüshadır. Keşfu’z-Zunûrfda İbn Kemal çevirisinden bahsedilirken müellifin Tîfâşı olduğu belirtilmese de, Ziriklı el-A 7am’ında bu eserin Tîfaşî’ye ait

6 Bkz. Şehsuvaroğlu, s. 3.

10

olduğunu kaydeder.7 Şehsuvaroğlu, Tîfaşî’nin Kitâbü ’ş-Şifâ fı ’t-Tıbbi 7Müsned *ani’l-Mustafa adlı eserinde Rucû ‘u ’ş-Şeyh’in yazarı olarak kendisini gösterdiğini belirtmiş olmakla beraber, söz konusu eserde böyle bir ifade tespit edemedik. Fakat îbn Kemal’e ait gösterilen Arapça metin ile Tîfâşî’ye ait gösterilen metin aynı olduğu ve bu metni içeren yazma nüshaların İbn Kemal’in doğumundan (1468) önce istinsah edildiği (1465’te istinsah edilen Milli Ktp./Arapça, no: 1281 nüshası gibi) düşünülürse, eserin Tîfâşî’ye ait olduğu ve İbn Kemal’e ait gösterilemeyeceği rahatlıkla söylenebilir. Rucû‘u ’ş-Şeyh, II. Selim döneminde (1566-1574) tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî (1514-1599) tarafından Şehzade Murad (IILMurad) (1546-1594) adına Saruhan Bozdağ’da 1569’da Râhatü ’nNüfûs adıyla çevrilmiş ve Şehzade Murad’a Manisa’da takdim edilmiştir. Katip Çelebi’ye göre ise III.Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’e (IILMehmed) (1566-1603) Manisa emiri iken takdim edilmiştir.8 Fakat Katip Çelebi’nin de belirttiği takdim tarihinde (1569) Şehzade Mehmed henüz üç yaşında olduğuna göre, ilk bilginin daha doğru olduğu anlaşılmaktadır. Eserin tespit edilen nüshalan: Süleymaniye Ktp./Esad Efendi, no: 2475, Şehit Ali Paşa, no: 2014 (Nefis tezhipli, 109 varak), Cerrahpaşa/Tıp Tarihi, no: 420, Millet Ktp./Ali Emiri, no: 133, Kayseri Raşid Efendi Ktp., no: 1320, Selimiye Ktp., no: 600. Rucû w’ş-Şeyh eserinin bir diğer çevirisi Na‘tî mahlasıyla meşhur Mir Mustafa b. Hüseyin Paşa (ö. 1718) tarafından yapılmıştır. Bilinen nüshaları: Topkapı Müzesi Ktp./Revan Köşkü, no: 1702 ve İÜ Ktp./Türkçe, no: 9631. Şehsuvaroğlu’nun bildirdiğine göre aynı eserin III. Mustafa zamanında (1757-1774) Mustafa Ebu’l-Feyz tarafından Tuhfetü’l-Mülûk adıyla yapılan bir diğer çevirisi, 1771’de kaleme alınmış, muhtelif şahısların tashihine arz edilerek 1773’te tamamlanmıştır. Bir nüshası İÜ Ktp./Türkçe, no: 3322’de bulunmaktadır. Kütüphane tespit fişlerinde bu çevirinin sahibi Ebu’l-Fazl (Süleymaniye Ktp./Esad Efendi, no: 2474 nüshasında Ebu’l-Feyz) Mustafa Nüzhet olarak belirtilirken, Islami Tıp Yazmaları Kataloğu'nda Esad Efendi, no: 2474 nüshası ve Milli Ktp./Arapça, no: 3900, no: 514 nüshalan Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi’ye (ö. 1727) ait gösterilmiştir. Eserin Tuhfetü’l-Mülûk adıyla Millet Ktp./Ali Emiri/Türkçe, no: 47 ve no: 69’da bulunan çevirisinin ise kime ait olduğu belirtilmemiştir. Ayrıca, eserin Türkçe çevirileri hakkında kütüphane tespit fişlerinde çevirisi yapılan Arapça metnin îbn Kemal’e ait gösterilmesi ilginçtir. Her biri 30 bap içeren iki bölümden ibaret olan eserin birinci bölümü erkeklere, ikinci bölümü kadınlara ayrılmıştır. Yazıldığı alanda 7 Katip Çelebi, age, c. I, s. 835; Ziriklî, Hayruddın, el-A ‘lâm, Dâru’l-‘İlm li’l-Melâyîn, Beyrut 1992, c. I, s. 133,274 8 Katip Çelebi, age, c. I, s. 830.

11

döneminin bilim ve kültür anlayışını yansıtan eserde ele alınan konular başlıkları itibariyle şöyledir: I. BÖLÜM 1.BAP: idrar Yolunun Yapısı 2.BAP: Teslislerin Yapısı 3.BAP: Bahta Aşırılıktan Doğan Zararlar 4.BAP: Cimada Aşırılıktan Kaynaklanan Zararın Büyümeden Giderilmesi 5.BAP: Cima Sonrasında Kullanılması Gerekenler 6.BAP: Bahın Yararları 7.BAP: Cimaa Uygun Olan ve Olmayan Zamanlar ve Şekiller 8.BAP: Bah İçin Terkip Yapacakların Bilmesi Gereken Bilgiler 9.BAP: Bahı Artıran Yalın İlaçların Tanıtımı 10.BAP: Bahı Artıran Bileşik İlaçlar 11.BAP: Bahı Artıran Yağlar 12.BAP: Bahı Artıran Merhemler 13.BAP: Bahı Artıran Yakılar 14.BAP: Bahı Artıran Hazmettiriciler 15.BAP: Bahı Artıran Reçel ve Meyve Suyu Tatlıları 16.BAP: Bahı Artıran Tozlar 17.BAP: Bahı Artıran Hukneler 18.BAP: Bahı Artıran Fitiller 19.BAP: Bahı Artıran Macunlar 20.BAP: Bahı Artıran Sütlülerin Terkipleri 21.BAP: Bahı Artıran Kokular 22.BAP: Bileşik Gıdalar 23.BAP: Bahı Azaltıcılar 24.BAP: Penisi Uzun ve Kalın Yapanlar 25.BAP: Cimaı Lezzetli Kılan İlaçların Terkibi 26*BAP: Gebe Kalmaya Yardımcı İlaçlar 27.BAP: Gebeliği Önleyici İlaçlar 28.BAP: Baha Yardımcı Havâs Bilgileri 29.BAP: Bahı Artırıcı İsimlerin (Tılsım, Nüsha vb.) Yazılması 30.BAP; Sevgileri ve Tutkulanndaki Amaçları Açısından Çeşitli İnsan Tipleri IL BÖLÜM 1.BAP: Uzuvları Açısından Kadınlardaki Güzellik Nitelikleri 2.BAP: Şehvet Azlığı veya Çokluğu Gibi Durumlarının Tespitini Sağlayan Belirtiler 3.BAP: Yüz ve Ten Rengini Güzelleştirici İlaçlar 4.BAP: Saç Bitirici ve Uzatıcı İlaçlar

12

5.BAP: Dişleri Parlatıcı, Ağız Kokusunu Giderici ve Güzelleştirici İlaçlar 6.BAP: Kilo Aldırıcı ve Güçlendirici İlaçlar 7.BAP: Avuç ve Parmaklara Yakılan Kınalar 8.BAP: Beden ve Elbise Kokusunu Güzelleştiren İlaçlar 9.BAP: Rahim Boynu Dudaklarını Güçlendiren İlaçlar İO.BAP: Rahim Boynunun Bir Tarafa Eğilmesini Önleyen İlaçlar İLBAP: Kadın Menisini Artıran İlaçlar 12.BAP: Kadınları Sıcak Kanlı Olmaya Yönlendiren İlaçlar 13JBAP: Rahmi Sıkılaştırıcı, Isıtıcı ve Akıntıları Giderici İlaçlar 14.BAP: Rahim Kokusunu Güzelleştirici İlaçlar 15.BAP: Kadınlarda Cima Arzusunu Canlandıran İlaçlar 16.BAP: Ergenliğe Erişmeden Önce Kullanıldığında İstenmeyen Tüylerin Çıkmasını Önleyen İlaçlar 17.BAP: Ergenliğe Ulaştıktan Sonra Kullanıldığında İstenmeyen Tüyleri Gideren İlaçlar 18.BAP: Cima Çeşitleri 19.BAP: Bah Hakkındaki Çeşitli Problemlere Çözümler 20.BAP: Hikayeler 21.BAP: Anal Seks Yapanların Durumu 22.BAP: Kadınların Cimaa Yönelik Arzuları 23.BAP: Cima İçin Uygun Olan Durumlar 24.BAP: Kadınların Erkeklerde Aradıkları Ahlak ve Özellikler 25.BAP: Yönlendirme ve Elçiler 26.BAP: Cima Adap Kurallan 27.BAP: Sohbet, Öpücük, Şaka ve Annelerin Kızlarına Öğütleri 28.BAP: Kadınların Karakter ve Doğası 29.BAP: Nicelik Açısından Cimaın Ölçüsü 30.BAP: Uyutucu ve Gevşeticiler The Old Man Young Again adıyla İngilizceye çevirilen (Paris 1898) eserin günümüz Arapça baskılarının çokluğu da göz önüne alınırsa oldukça rağbet gören bir eser olduğunu söyleyebiliriz.

TÛSÎ’YE AİT GÖSTERİLEN BAHNAME Din bilimleri yanında felsefe ve özellikle Astronomi ve Matematik alanındaki çalışmalarıyla ünlü Türk bilgini Ebû Cafer Nasîruddîn etTûsî’ye izafe edilen bu Bahname, Brockelmann (ö. 1956)rm verdiği bilgiye göre, el-Bâh(iyyet)ü’ş-Şâhiyye ve’t-Terâkîbü’s-Sultâniyye adlı hıfzısıhha alanında yazdığı eserin son üçte birlik kısmıdır ve Tûsî’nin ölümünden sonra bir alim tarafından Gazan Han’ın (Ö.1304) hasta oğlu

13

için telif edilmiştir.9 Mahmud Gazan Han’ın 33 yaşında öldüğü ve iki kızı dışında başka bir çocuğu olmadığı bilinmektedir.10 Şu halde ortada kasıtlıkasıtsız bir yanlışlık veya karışıklık olduğu anlaşılmaktadır.tfa/mame’nin, orijinal adının ne olduğu, eser bölümü mü yoksa müstakil bir eser mi olduğu, yazarının Tûsî olup olmadığı veya niçin ona ait gösterildiği, asıl yazarın kim olduğu, kim için yazıldığı gibi soruların cevaplandırılması, eserin yaygınlığı dikkate alınırsa oldukça önem arz etmektedir. Sağlıklı cevapların bulunabilmesi açısından en güvenilir metot, bu bahnamenin Farsça yazılmış diğer bahnamelerden biriyle aynı metine sahip olup olmadığını tespit edilmesidir. Emek ve zaman isteyen bu işlemin ilk basamağı da eserlerin başlangıç ve bitiş cümleleri eşliğinde konu başlıklarının karşılaştırılarak aynılık durumunun belirlenmesidir, îşte bu ilk basamakta elde ettiğimiz bilgiler ışığında şunları söyleyebiliriz: Tûsî’ye izafe edilen bu eser müstakil bir eser ve asıl müellifi de Ebû Zeyd el-Muzaffer (b.) Hibetüllah b. Muhammed b. Erdeşîr b. Keygubâd et-Taberî (el-Basrî) adlı bir tabip olmalıdır. Bu tabibin Risâle der Tıb adıyla Manisa Î1 Halk Ktp., no: 1975’te bulunan Farsça bir diğer eserinin Ebu’l-Muzaffer Togan Tigin Me’mûn b. Harun Kadir Han b. Süleyman Arslan Ha(ka)n b. Yusuf b. Kadir Han b. Harun b. Kılıç Buğra Han için yazıldığı belirtilir.11 İsimler arasında, belki de müstensih hatasından kaynaklanan ilave ‘b.= ibn’ler çıkarıldığında: Togan Tigin Memun (ö.?) b.Tabgaç Buğra Kara (Kadir) Han Haşan Harun Han (Ö.1103) b. Süleyman Arslan Buğra Tigin Han (Ö.1057) b. Yusuf Harun Kadir Han (Ö.1032) b. Harun Haşan Buğra Kılıç Han (Ö.992) silsilesi karşımıza çıkmaktadır.12 Bu isimlerden hareketle tabibin, Karahanlılar döneminde, 12. yy.da yaşamış olduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer ifadeyle Tûsî’nin doğumundan yaklaşık 100 sene önce yazılmış olan bahname, Tûsî’ye izafe edilmiş olmaktadır. Bu tespitimiz esnasında kataloglardaki bilgilere göre aynı bahnamenin Bahnamem Kitâbü’l-Cühd adıyla Manisa İl Halk Ktp., no: 1795 ve 1811, Millet Ktp./Feyzullah Efendi, no: 1323, Milli Ktp./Arapça Yazmalar, no: 97 ve 778, Süleymaniye Ktp./Tire, Necip Paşa, no: 333’te, Tuhfetü’l-Mülûk adıyla Bağdatlı Vehbi, no: 1409 ve Lala İsmail, no: 382’de Farsça, Süleymaniye Ktp./Şehit Ali Paşa, no: 2068 ve 2069’da Arapça nüshalarının bulunduğu anlaşılmıştır. Fakat her halükarda metin karşılaştırması kaçınılmazdır.

9 Brockelmann, Cari, Tarîhu ’l-Edebi 7- ‘A rabî (Geschichte der Arabischen Litteratur + Supplementband), çev. Mahmud Fehmi Hicazi, el-Heyetü’lMısriyye, c. V, Mısır 1995, s. 398. 10 Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar/İslam Devletleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1996, c. I, s. 562 11 Şeşen ve diğerleri, age, s.283 12 Öztuna, age, c. 1, s. 632

14

Sonuç itibariyle, Türkçe çevirilerinde de mevcut olan fcEbu’lMuzaffer Han b. Gazan Han b. Me’mûn Halife’ ifadesi 4Ebu’l-Muzaffer Togan Me’mûn-i Halife’ ifadesinin yanlış istinsahından kaynaklanmış olmalıdır. Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular döneminde adet olduğu üzere halife kendisine bağlılık bildiren Türk hükümdarlanna ‘Seyfu’dDevle, Muinü’d-Devle, Nâsiru’d-Devle’ gibi lakaplarla taltifte bulunmuştur. Benzer şekilde Togan’ın da ‘Me’mûnu’l-Halife’ diye anılıyor olması muhtemeldir. Bazı nüshalarda yazarın soyu, dede Erdeşîr’i takiben ‘İbn (Key)Kubâd b. Mihrâs b. Hercâs b. Câmâsb-ı Hakîm’ şeklinde geçmekte ve Câmâsb’m ‘ceddimiz’ diye nitelendirildiği görülmektedir. Bu soy zincirinin gerçek dışı olma ihtimali düşünüldüğünde, Firdevsî et-Tûsî’nin (Ö.1025) Gazneli Sultan Mahmud’a (dönemi: 998-1030) takdim ettiği Şahname’de belirtilen Câmâsb-ı Hakîm’le irtibatlandırma amacına matuf olduğu açıktır. Karahanlı hükümdarların Efrasyab’ı, Dülkadiroğullarının da Enuşirvan-ı Adil’i büyük ataları olarak kabul etme inancı göz önüne alındığında, tabip Taberî’nin gerçek dışı olsa da o dönemde övünç vesilesi olarak bu kaydı kullanmasını doğal karşılamak gerekiyor. Firdevsî gibi o da Tûsî nisbesiyle anılıyor idiyse bu nisbe kaydının eklendiği bir nüsha, bu eserin yanlışlıkla Nasîruddın et-Tûsî’ye izafe edilmesine yol açmış olabilir. Kütüphanelerimizde 40’ın üzerinde nüshası bulunan Türkçe çevirilerin ise Musa b. Mesud (?) tarafından bazı nüshalara göre II.Murad (dönemi: 1421-1451) için, bazı nüshalara göre ise Yakup b. Devlet Han (?) için yapıldığı belirtilmektedir. Eserin içeriğine işaret ve diğer bahnamelerle karşılaştırılabilmesi amacıyla konu başlıkları aşağıda sunulmuştur: 1.BAP: Beden Mizaçları ve Belirtileri 2.BAP: Cimaa Kuvvet Veren Gıdalar 3.BAP: Yalın Gıdalar 4.BAP: Bileşik Gıdalar 5.BAP: İçecekler 6.BAP: Macunlar 7.BAP: Merhemler 8.BAP: Haplar 9.BAP: Kuşak ve Kemerler 10.BAP: Taban Altlarına Sürülen İlaçlar 1l.BAP: Cima Lezzetini Artıran İlaçlar 12.BAP: Cimaa Kuvvet Veren Hukneler 13.BAP: Tozlar 14.BAP: Cima Şekilleri 15.BAP: Zekeri İrileştiren İlaçlar 16.BAP: Ferci Dar ve Yumuşak Kılan İlaçlar 17.BAP: Gebeliği Önleyici İlaçlar

15

Çeviri nüshaların bazılarında baplar içinde yer alan bazı fasıllar müstakil baplar olarak yer aldığı gibi bazı nüshalarda da konu yakınlığına binaen bazı baplar birleştirilmiştir. Bu ve benzeri değişikliklerin mütercimin veya müstensihin tasarrufundan kaynaklanmış olması muhtemeldir. Osmanlı-Türk hekimleri de bu alanda telif eser yazmak için denemeler yapmışlardır. Örneğin, tabip Ali b. İshak’m (I.Murad dönemi: 1360-1389) Kitâbü ’l-Bâh'ı (Tire İlçe Halk Ktp., no: 259), Haşan b. Abdürrahim’in (III.Murad dönemi: 1574-1595) Bahname' si (Süleymaniye Ktp./Hasan Hüsnü Paşa, no: 1360), Muhammed b. Mustafa el-Ma‘addî’nin (?) Kitâb-ı Mücâma'a*sı (Milli Ktp./Türkçe, no: 514), hekimbaşı Kâtipzade Mehmed RefT’in (Ö.1769), henüz hâssa hekimi iken I.Mahmud zamanında (1730-1754) yazdığı Bahname = Risâle-i Bâh ve Haberi (Süleymaniye Ktp./Esad Efendi, no: 2470, Kasidecizade, no: 656, İÜ Ktp./Türkçe, no: 2706) bunlardan bazılarıdır. IIl.Ahmed’in (ö. 1736) 4zaaf -1 bâha müptela olması’ üzerine Mehmed Refî‘ tarafından kaleme alman üç bölümlük risalede tenasül organları ve hastalıkları, cinsel arzu noksanlığının sebepleri ve ilaçlan üzerinde durulmuş, yer yer şehvet arttırıcı bazı hikayeler de yer almıştır. ŞEYZERÎ VE EL-ÎZÂH FÎ ESRÂRİ’N-NİKÂH ADLI ESERİ Celâlüddîn Ebu’n-Necîb Abdurrahman b. Nasr(ullah) el-‘Adevî etTaberî eş-Şeyzerî ( ö. 1193) Halep’te yaşamış ve Taberiyye’de (Beyrut, Akka sancağı dahilinde olan ve adını kıyısında bulunduğu Taberiyye gölünden alan yerleşim yeri) kadılık ve tabiplik yapmıştır. ‘Şeyzerî’ nisbesi, Şam’da Ma‘arratü’n-Nu‘mân yakınındaki kalenin ve civanndaki yerleşim yerinin adı olan ‘Şeyzer’den gelmektedir. Bazı kaynaklarda yanlışlıkla ‘Şîrâzî’ diye kaydedilmiştir. Selahaddin Eyyubi (ö. 1193) için kaleme aldığı el-Menhecü 7Meslûk f i Siyâseti’l-Mülûk adlı eseri ve Nihâyetü’r-Rütbe fî Talebi7Hısbe adlı eserleri oldukça rağbet görmüş, birçok kez basılmış ve dilimize de çevrilmiştir. Rüya yorumlarına ilişkin Hulâsatü’l-Kelâm f î Te’vîlVlAhlâm adlı eseri Fransızca’ya çevrilen (Paris 1864) Şeyzerî’nin edebi bir dille aşkı konu aldığı Ravdatü'l-Kulûb (Süleymaniye Ktp./Esad Efendi, no: 1697) adlı kitabı da günümüze ulaşan çalışmalarındandır. Bah konusunda kendinden sonraki eserlere de kaynaklık eden, Farsça ve Türkçe’ye çevrilen el-îzâh f î Esrâri ’n-Nikâh eseri tahkikli olarak basılmıştır (Beyrut 1986). Kütüphanelerimizde 15 yazma nüshası bulunan ve ilki erkeklerin, İkincisi kadınların sırları başlığıyla iki bölüm (cüz) olarak yazılan eserin kendi içinde fasıllara ayrılan bapları itibariyle konu başlıkları şöyledir: L BÖLÜM l.BAP: Bah İçin Terkip Yapacakların Bilmesi Gereken Bilgiler

16

2.BAP: Bahı Artıran Yalın İlaçların Tanıtımı 3.BAP: Bahı Artıran Bileşik Gıdalar 4.BAP: Bahı Artıran Bileşik İlaçlar 5.BAP: Bahı Artıran Merhemler, Yakılar, Hukneler, Fitiller 6.BAP: Cimaı Lezzetli Kılan İlaçlar 7.BAP: Zekeri Büyük ve Sert Kılan İlaçlar 8.BAP: Gebe Kalmaya Yardımcı İlaçlar 9.BAP: Gebeliği Önleyici İlaçlar 10.BAP: Bahı Azaltan, Cima Arzusunu Gideren Maddeler 11. BÖLÜM 1.BAP: Uzuvları Açısından Kadınlardaki Güzellik Nitelikleri 2.BAP: Şehvet Azlığı veya Çokluğu Gibi Durumlarının Tespitini Sağlayan Belirtiler 3.BAP: Yüz ve Ten Rengini Güzelleştirici İlaçlar 4.BAP: Saç Bitirici ve Uzatıcı İlaçlar 5.BAP: Dişleri Parlatıcı, Ağız Kokusunu Giderici ve Güzelleştirici İlaçlar 6.BAP: Kilo Aldırıcı ve Güçlendirici İlaçlar 7.BAP: Avuç ve Parmaklara Yakılan Kınalar 8.BAP: Beden ve Elbise Kokusunu Güzelleştiren İlaçlar 9.BAP: Rahmi Sıkılaştırıcı, Isıtıcı ve Akıntıları Giderici İlaçlar 10.BAP: Çeşitli Sırlar ve Denenmiş Havâs Bilgileri Brockelmann "Viyana, 1468 ve Leipzig, 775’ şeklinde işaret ettiği nüshalann eserin sadece ikinci bölümünün Türkçe çevirisi olduğunu belirtir.13 Özel kütüphanemde ve Milli Ktp./Arapça, no: 1728’de bulunan14, tabip Ebu’l-Feyz Mustafa çevirisi de eserin sadece ikinci bölümünün çevirisinden ibarettir. Brockelmann’m kataloglara dayanarak işaret ettiği iki nüsha da büyük ihtimalle bu çevirinin nüshalarıdır.

13 Brockelmann, age, c. V, s. 77-78. 14 Şahsi kütüphanemdeki nüsha 23 varak, ince kağıt, aharlı, 260x160 mm., yazı 170x80 mm., harekesiz nesih, altın çerçeveli, 21 satır, bap başları ve reçete başları surh, 7., 8. ve 9. baplar noksan, sonradan yapılma çehar kuşe ebru ciltlidir. Milli Ktp./Arapça, no: 1728/1 (lb-29b) nüshası kaim kağıt, fıligransız, 214x150 mm.,23 satır, bap başlan ve reçete başlan surh, talik, kırmızı meşin ciltlidir. Aynı no/2 (37b-51b) Bahname-i Padişahî mevcuttur. Yazma, 1975’te 600 TL. bedelle Zeki Korucu’dan satın alınmadır.

17

EBU’L-FEYZ MUSTAFA VE TUHFETÜ’L-MÜTEEHHİLÎN ilerleyen sayfalarda sadeleştirilmiş metnini ve tıpkıbasımını sunacağımız çeviri, Ebu’l-Feyz Mustafa tarafından yapılmıştır. Mütercimimiz mukaddimesinde eserin adını Müşevviku’t-Tıbâ* fı Emri'lCimâ (Beden Tabiatını Cimaa Teşvik Eden) olarak belirler, sonunda ise Tuhfetü ’l-Müteehhilîn (Evlilere Armağan) adının da verilebileceğini belirtir. Özel kütüphanemde bulunan ve Bursalı Ali b. İbrahim Efendi adına 1228/1813 tarihli temellük kaydı düşülen Ecza Mecmuası'nda ‘tabibe lazım olan’ 11 adet kitap ismi arasında tabibimize ait olan Çeviri-i Gâyetü ’l-İtkân = Nüzhetü ’l-Beyân ve Risâle-i Feyziyye adı geçmektedir ki bu iki eserin o dönemin muteber kitaplarından ve yazarının da sahasında uzman tabiplerden olduğu anlaşılmaktadır. Fakat onun hayatı ve eserleri hakkında bilgi veren sadece birkaç tarihi kaynak mevcuttur ve verdikleri bilgilerde de karışıklıklar görülmektedir. Ebu’l-Feyz’in hayatı ve eserleri hakkında günümüze ulaşan bilgiler Yrd. Doç. Dr. Bedizel Zülfıkar (Aydın)’m çalışmalarıyla aydınlatılmaya çalışılmıştır.15 Biz onun verdiği bilgileri, dayandığı kaynakları ve yazma nüshaları da göz önünde tutarak, tabibimizin kimliğini ve eserlerini tespit konusunda, öncelikle karışıklığa sebep olan ‘tabiplerin isimlerindeki benzerlikler’ ve ‘eserlerin yanlışlıkla farklı tabiplere ait gösterilmesi5 problemlerini çözmeye çalışacağız. Ebu’l-Feyz Mustafa’nın katalog kayıtlarına geçen ‘Hayatizade’ lakabı, tıp tarihimizde önemli bir yer işgal eden ‘Hayatizadeler’e göz atmamızı zorunlu kılıyor. Bunlar arasında hekimbaşılık yapmış olanlar ve hekimbaşılık görevinde bulundukları tarihler şunlardır: Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (1) (ö. 1692), 1669-1692. Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (2) (ö. 1738), 1724-1736. Hayatizade Mehmed Emin Efendi (ö. 1747), 1736-1746 (Hekimbaşıyken şeyhülislam olan ilk kişi). Hayatizade Mehmed Said Efendi (ö. 1757), 1746 ve 1748-1755. Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (2) ve Hayatizade Mehmed Emin Efendi, Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi ( l) ’nin torunlarıdır. Babaları müderris Hayatizade Ahmed Efendi olup 1694’te ölmüştür. Hepsi de eser sahibi bu isimlere, baştabiplik payesinde bulunmayan Hayatizade Damadı Süleyman Efendi (ö. 1715) ile Sultan Ahmed Darüşşifasında tabib-i evvel olan Hayatizade Şakirdi Mustafa b. Mehmed b. Ahmed (ö. 1744) isimli tabipleri ekleyerek, tabibimiz Ebu’lFeyz Mustafa’yı aradığımızda akla en yakın ihtimal olarak Hayatizade 15 Zülfıkar (Aydın), Bedizel, “Ebu’l-Feyz Mustafa Efendi ve Ünlü Eseri Risâle-i Feyziyye’ye Ait Yeni Bilgiler”, 3. Türk Ecz. Tarihi Toplantısı (34 Haziran 1996 Eskişehir).

18

Şakirdi Mustafa b. Mehmed b. Ahmed karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, Bursalı Mehmed Tahir (Ö.1925), İbn Sellûm diye meşhur Salih b. Nasrullah’ın (Ö.1670) Gâyetü’l-îtkân f i Tedbîri Bedeni 1-însân adlı Arapça eserini Nüzhetü’l-Beyân f i Tercemeti Gâyeti ’l-İtkân adıyla Türkçeye çeviren Ebu’l-Feyz Mustafa Efendi ismi ile Hayatizade Şakirdi Mustafa b. Mehmed b. Ahmed Efendi ismini aynı şahsa ait gösterir.16 Katalog kayıtlarına baktığımızda, lakap ve künyelerde ‘Ebu’l-Feyz, Ebu’l-Feyyaz (yanlışlıkla Vatvat ve Vazvaz diye okunup öylece kayıtlara geçmiştir), Feyzi, Hayatizade, Hayatizade Şakirdi, el-İstanbulî’ şeklinde farklılıklar olsa da ‘Mustafa b. Mehmed b. Ahmed’ ifadesinin ağırlık kazandığını görmekteyiz. Hayatizade ailesindeki isim zinciri ise ‘Mehmed b. Mustafa b. Ahmed b. Mustafa’ şeklindedir. Dolayısıyla, tabibimiz, Hayatizade ailesinden değildir fakat onlardan birinin talebesi olmalıdır. Hangisinin talebesi olduğunu ve hayatıyla ilgili diğer bilgileri eserlerindeki ip uçlarından hareketle belirlemek mümkündür. Düstûru’t-Tahîb f i ‘Ameli Mîzâni’t-Terkîb adlı eserini 1136/17231724 yılında yazmıştır. Sultan Ahmed Darüşşifasmda birinci tabip olduğunu belirttiği bu eserinde, kitabını Reisületıbba Ömer Efendi’ye (ö. 1136/1724 ve hekimbaşılık dönemi 1127-1136/1715-1724) arz ettiğini söyler. Bu ‘arz etme’ ifadesi, Ömer Efendi’nin onun hocası olmasına işaret kabul edilebileceği gibi, hocası olmayıp sadece takriz, takdir veya tashih amaçlı bir takdim olarak da düşünülebilir. İbn Sellûm’un torunu kazasker Feyzullah Efendi’nin (ö. 1747) ricası üzerine yaptığı Nüzhetü'l-Beyân adlı çevirisini 1141/1728-1729 tarihinde tamamlamıştır. Önsözünde ‘.. .tercemesine muvaffak olduğum Gayetü ’l-İtkân tercemesi k i...’ ifadesinin yer aldığı Hulâsatü’t-Tıb eserinde bulunan ‘...tarih-i hicretin 1163 (1750) senesine baliğ oldukda sinn-i fakir 72’ye baliğ olmuş idi...’ sözüne dayanılarak 1091/1680 yılında doğduğu (hicri sene hesabıyla 72, miladi sene hesabıyla 70 yaşında olduğu) belirtilebilir. Fakat bu tarih, Bursalı Mehmed Tahir’in kaydettiği 1157/1744 ölüm tarihiyle uyuşmamaktadır.17 En eski istinsah tarihi 1144/1731 ’e ulaşan er-Risâletü 7Feyziyye'nin istinsah kayıtlarına göre o ‘huzzak-ı etıbba-i zemaneden’ ve ‘Sultan Ahmed Daruşşifası reisületıbbası’ olarak tanıtılmaktadır. Bu eserinde tıp sanatını nasıl öğrendiğini kısaca dile getirir. Gençlik yıllarından bugüne gelinceye kadar tıpla uğraştığını, tıbbın bütün inceliklerini ve hakikatlerini, bütün kaidelerini ve uygulamalarım öğrenmek için uzun yıllar reisületıbba hizmetinde çalıştığını ve Allah’ın lutf u keremiyle gücü yettiğince pratik uygulamalar yaparak hastayı tedavi eder hale geldiğini anlatır. Hizmetinde bulunduğu reisületıbba, Mehmed Tahir’in de belirttiği gibi, Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (2) 16 Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1924, c. III, s. 224, 237. 17 Bursalı, age, c. III, s. 237.

19

olabilir ve eserini ona ithaf amacıyla er-Risâletü % l-Feyziyye diye isimlendirmiştir, denilebilir. Bedizel Zülfıkar (Aydın)’m tespitine göre bu eser, kazasker payesinde bulunan Feyzullah Efendi’ye ithaf amacıyla bu isimle isimlendirilmiştir ve yazar eserin önsözünde dertlilerin ve kimsesizlerin sığınağı olan melek tabiatlı zatın yüce kapısına intisap ve istinad ettiğini, fakirlik akrebinin sokmasıyla yaralı, sıkıntı ateşinin iltihabıyla hummalı iken onun sayesinde kurtulduğunu ve bu edviye lügatini onun bol nimetlerine bir teşekkür ifadesi olarak tasarladığını anlatır, sonunda böyle kerem sahibi bir zatın adına yazılan bu risalenin aynı isimle müsemma olması uygun olacağından bu risale onun şerefli isimlerine kıyasla er-Risâletü’l-Feyziyye fi LügâtVUMüfredâtVt-Tıbbiyye ismiyle isimlendirilmiştir’ der. Yine Bedizel Zülfıkar (Ayd m)’a göre, eserde geçen 4.. .rehnüma-yı tarikat-ı fenn-i tababet olan vaktinin ferîdi ve asrının vahîdi reisületıbba-i şehriyari, üstadım, velinimetim.,.’ ifadesi Ömer Efendi için kullanılmıştır. Kanaatimizce her iki ihtimalde mümkündür. Zira o dönem hekimbaşılarının büyük çoğunluğu aynı zamanda kazasker payesindedirler. Ayrıca Ömer Efendi’nin ölümünü takiben Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (2)’ye talebe olarak, iki tabibin de gözetiminde yetişmiş ve çalışmış olması uzak bir ihtimal değildir. Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere tabibimiz geleneksel metotla yani usta çırak ilişkisi içersinde tıp eğitimi almış, tıbbın teorik ve pratik alanında yetkinlik kazanmış bir tabiptir. Dönemin gereği olarak Arapça’ya vakıf bulunan ve hem çeviri hem de telif eser veren tabiplerimizdendir. Mehmed Tahir’in belirttiğine göre Yenişehir (Tesalya), Bursa ve Mekke kadılıklarında ifay-ı hizmette bulunmuştur. Mehmed Tahir, tabibin ölüm tarihini 1157/1744 olarak kaydeder. Ancak, Hulâsatü’t-Tıb eserindeki ifadesine göre tabibimiz 1163/1750 tarihinde 72 yaşındadır. Hadiye Tuncer’in Yabani Bitkiler Sözlüğü eserinde ‘Yazarın ölüm tarihini de çok araştırdım. İstanbul Ragıp Paşa Kitaplığı 945 no kayıtlı [yazmada] şöyle bir şerh buldum ‘Faziletli tabip ve mütercim Ebu’l-Feyyaz Mustafa Efendi 1168 senesi Cemaziyelevvelin 26ncı Pazartesi günü (9 Mart 1755) ikindi namazında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Tanrı günahlarını affetsin.’ 4 şeklinde bir bilgi verilmektedir. Zülfıkar ise belirtilen yazmada böyle bir kayıta rastlayamadığını bildirmiştir. Ragıp Paşa Ktp., no: 945/1 ve 2’de bulunan eserler Hulâsatü’t-Tıb' ile Nüzhetü’l-Beyân f î Tercemeti Gayeti7İtkâri*dır. Her iki eseri de istinsah eden kişi Tabip Mustafa b. Ahmed (?) olup 1168 Cemaziyelevvelinde yazmıştır. Muhtemeldir ki sözü edilen tek kayıt bu ketebe kaydıdır. Doğruluğu tespit edilemediğinden kesin bir şey söylenemese de bu tarihin Ebu’l-Feyz’in ölüm tarihi olarak kabul edilmesi daha uygun görünmektedir. Tuhfetü ’l-Müteehhüîrfin tanıtımına geçmeden önce, hangi eserlerinin daha çok okunduğu hakkında ip uçlan vermesi açısından tabibimize ait eserlerin konuları ve yazma nüshalarına değinmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz.

20

Düstûru ’t-Tabîb f i 'Ameli Mîzâni ’t-Terkîb ilaç terkipleriyle ilgili kuralları ve kullanılan maddelerin farmakolojik özelliklerini ele alan, ‘risale4 diye nitelenebilecek derecede ufak hacimli bir eserdir. Bir mukaddime ve uç makale üzere düzenlenmiştir. Bilinen 10 nüshası mevcuttur. Nüzhetü’l-Beyân (bazı kayıtlarda: Nüzhetü ’l-Ebdân) fi Tercemeti Gayeti ’l-İtkân çevirisi, aynı zamanda ‘şerh’ diyebileceğimiz ilavelerle genişletilmiş bir çeviridir, Mehmed Tahir’in de belirttiği gibi, tabibimizin tıp ilmindeki yetkinliğinin ispatı niteliğinde olan bu eserin 24 nüshası bulunmaktadır. Kayseri Raşid Efendi Ktp., no: 1238’deki 9+362 varaklık nüsha mütercim nüshasıdır. Eser 7+703 sayfa olarak 1303/1886 tarihinde İstanbul'da basılmıştır. Hulâsatü ’t-Tıb, tıp ansiklopedisi niteliğinde bir çalışma olup, döneminin tıp anlayışını ve bilgilerini içermesi açısından önemlidir. Günümüze sadece iki nüshası ulaşmıştır. er-Risâletul-Feyziyye f i Lügâti ’l-Müfredâti ’t-Tıbbiyye eseri, Risâle-i Feyziyye f i Lügâti ’l~Müfredât ve kısa şekliyle, Risâle-i Feyziyye ve Müfredât-ı Feyziyye isimleriyle anılmıştır. Türkçe-Arapça ArapçaTürkçe, alfabetik bir tıp sözlüğü niteliğindedir. Dönemin ihtiyacına cevap vermesi nedeniyle oldukça rağbet gördüğü söylenebilir. Eserin 20 nüshası bulunmaktadır. Son iki eser Mehmed Tahir tarafından yanlışlıkla hem tabibimize hem de Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi (2)’ye ait gösterilmiştir.18 İsimleri Arapça olmakla beraber tabibimizin bütün eserleri edebi kaygıdan uzak ve anlaşılabilir sadelikte o dönem Türkçesiyle yazılmıştır. Yüzyıllardır yerleşiklik kazanmış olan tıp terimlerinde doğal olarak Arapça’nın ağırlığı onun döneminde de devam etmektedir. Nakilci ve derlemeci bir üslupla kaleme aldığı eserlerde kendi tecrübelerine ilişkin bilgilere rastlanmamaktadır. Tuhfetü ’l-Müteehhilîn'ç gelince, daha önce belirtildiği üzere bu eser, Şeyzerî’nin el-îzâh f i Esrâri ’n-Nikâh adlı eserinin kadınların sırlarına ayrılmış olan ikinci bölümünün çevirisinden ibarettir. Arapça aslına sadık kalınarak fasıllar içeren 10 bap üzere düzenlenmiştir. Mütercimin yer yer bazı açıklamalar ve ilavelerde bulunduğu görülmektedir. Metin kenarına düşülen açıklama notlan da mütercime aittir. Mütercim, kendisi tarafından yazılan mukaddimede Şeyzeri (metinde: Şîrâzî diye geçer) tarafından telif edilen bu eserin, ‘mahbûbeyi müzakere etmek tabiata şevk verir’ deyişine uygun olarak gönüllere canlılık, bedensel güç ve duyulara dinçlik verecek nitelikte 4bî-nazır’ (benzersiz) bir kitap olduğunu, herkesin yararlanabilmesi için bu eserin Türkçe’ye çevrilmesinin kendisinden istenildiğini, yaralı gönlünde şevk uyandınr düşüncesiyle çeviriye girişip adını Müşevviku ’t-Tıbâ(f i Emri % Cimâ *olarak belirlediğini söyler. 18 Bursalı, age, c. III, s. 237, 332-333.

21

Birinci bapta; kadın güzelliğinin ve organlarında bulunması gereken güzel niteliklerin önemi anlatılarak yüz güzelliğinin önemine dikkat çekilir. Buna göre, güzel kadının saçları, kaşları, kirpikleri ve gözleri siyah (!) olmalıdır. Dili, dudakları, yanakları ve ardının kıynakları (kalçaları) kırmızı olmalı, yüzü, başı, topuklan ve kalçaları yuvarlak olmalıdır. Güzel kadının organları arasında belirli bir uyum bulunmalı ve ayrıca, davranışları da latif olmalıdır. Konuya ilişkin bir hikaye aracılığıyla tanıtılan ‘ideal güzel’ şöyledir: 4Âfet-i devrân, âşûb-i cihan, servi boylu, sırma saçlı, hilal kaşlı, ahu gözlü, çekme burunlu, hokka ağızlı, kiraz dudaklı, inci dişli, şirin sözlü, püskürme benli, gümüş gerdanlı, yüzü dolunaya, yanakları güle, göğsü ışıldayan aynaya, kolları dökme balmumuna, elleri pençei Hûrşîde benzer.9 İkinci bapta; kadınlık organının özelliği (fantezilere dayanılarak) anlatılmaktadır. Mesela, ‘Mahbûbenin ağzı küçükse ferci dar olur, dilinin kırmızılığı fazla olursa fercinin rutubeti az olur...’ gibi. Dudaklann ince olması, şehvet azlığının bir belirtisi olarak gösterilir. Daha sonra kadınlık organının sınıflandırması yapılır. Buna göre sekiz tip kadınlık organı vardır: 1.Müteşahhame 2.Lezika 3.Ka‘râ 4.Cevfâ 5.Mütehatteme ö.Şefrâ 7.Mütehakkme 8.Fehvâ Akdeniz havzası ve Ortadoğu kadınları da sınıflandırılır. Buna göre Diyar-ı Rum (Anadolu) kadınlarının ferçleri her yönden daha temiz daha paktır. Mekkeli kadınlar cazibeli, şehvet dolu, cimalan da lezzetli olur; ancak bedenlerinin rengi, hüsn-i cemal sahibi bedenliler gibi değildir. İyi geçinmek ve hoş sohbet etmek isteyenler, Iraklı kadınlarla evlenmelidirler vb. Daha sonra yaşlara göre sınıflandırma yapılır; yaşlara göre cima istekleri yorumlanır. İlk adet görme yaşı 10 olarak kabul edilir. Cima yapılabilecek süre 10-36 yaş arası 26 yıldır. Şehvet fazlalığı açısından da bir başka sınıflama yapılır. Bu bapda kadınlar doyuma ulaşmak bakımından da çabuk, orta ve ağır olarak sınıflandınlır. Cinsel boşalmanın erkekle aynı anda olmasının sevgiyi artıracağı vurgulanır. Ferçlerin erkeklik organıyla uyumu da önemlidir. Cimam tam lezzeti için bu uyum şarttır. Üçüncü bapta; ten güzelliği üzerinde durulur. Benleri giderme yolları belirtilir. Genellikle bitkisel droglardan yararlanılarak düzgünler (pudralar) hazırlanır. Aynca sabah uykudan kalkınca yüze sürülen ilaçlar da tarif edilir.

22

Dördüncü bapta; kıl çıkaran (pilatuvar) ilaçlarla kılları beslemek için kullanılan ilaçların formülleri verilir. Aynca kıl dökücü terkipler de sunulur. Kılların dört sınıf olduğu belirtilir: 1. Yüz ve beden güzelliğini artıran ve yararlı olan kıllar (saç, kirpik ve kaşlar) 2. Yalnız güzellik verenler 3. Yararlı kıllar (vücut kılları) 4. Fena kıllar (koltuk altı ve kasık kılları) Beşinci bapta; dişleri parlatan ve ağız kokusunu önleyen ilaçlar anlatılır. ‘Senûn’ adı verilen diş parlatıcı ilaçların yanında ağız kokusunu gideren ilaçlar da belirtilir. Çünkü ‘mahbübelerin dişleri beyaz ve ağız kokulan hoş olursa bu, onlann güzelliğine güzellik katar; dişleri siyah olur ve ağızları fena kokarsa bu, güzelliklerine halel getirir.’ Altıncı bapta; besleyici ve şişmanlatıcı ilaçlara yer verilmiştir. Önce, gıdaların besin değerleri belirtilir, sonra dokuz adet şişmanlatıcı formül sunulur. Formüller genellikle karbonhidrat, yağ ve protein içeren kalorijen gıdalar içerir. Kadınlık organı, uyluk gibi bazı organlan besleyici tedaviler de bu bapta yer alır. Yedinci bapta; ellere ve vücudun diğer yerlerine yakılan çeşitli kma formülleri sunulur. Kına bazen altın sansı, bazen kuzguni siyah, yeşil ve turkuvaz olarak hazırlanmaktadır. Bu konuda 10 formül verilir. Sekizinci bapta; deodorantlar anlatılır. Verilen 5 formülde kullanılan droglar arasında nane, merzengüş, mersin yaprağı, sandal, tarçın, sümbül gibi droglar vardır. Ayrıca banyodan sonra misk, kâbe fesleğeni gibi ilaçlarla vücudun ovulması önerilir. Onuncu bapta; ‘garip sırlar’ adı altında folklorik tıp açısından önemli olabilecek şu konularda tavsiyeler yer alır: Kadının başkasıyla ilişkisi olup olmadığım anlamak Kadım kendine bağlama yolları Kadını kendine aşık etmek Kadının bakire olup olmadığını anlamak Kadının hamile olup olmadığını anlamak Doğacak çocuğun erkek mi dişi mi olduğunu bilmek Doğumdan sonra plasentayı çıkarmak Gebeliği önleyen ilaçlar Gebeliği sağlayan ilaçlar Afrodizyak ilaçlar Erken boşalmayı önleyen ilaçlar Bu formül ve tavsiyeler sadece folklorik tıp ve telkin tedavisi ‘psikoterapi’ açısından bir değer taşıyabilir. Bunlar antik tıp ve ortaçağ İslam tıbbında bulunabileceğine göre ikincil kaynak olabilir.19 19 Kitapta geçen ağırlık ölçülerinin karşılığı söyledir: Miskal = 24 Kırat (4.807 gr) Dirhem = 9 Kırat = Okkanın 1/400’ü (3.207 gr) Denk = 1/6 Dinar veya 1/4 Dirhem (0.801 gr) Çekirdek = Buğday tanesi miktarı Kırat =1/2 Danek (0.2004 gr) Dinar = 6 Denk Kist = 4 Ratl

23

Tuhfetü ’l-Müteehhilîn'dz afrodizyak macun terkiplerinin yer almaması ilginçtir. Konuya bütünlük getirmesi için Dr. Kenan Süveren ile birlikte yayınladığımız Şerefeddin Sabuncuoğlu (1385-1468?)’nun Mücerreb-nâme eserinden alman 9 formülü aşağıda veriyoruz.20 Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun Mücerreb-Nâme Adlı Eserinde Yeralan Afrodizyak Formüller: (Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih No: 3619) Macun-ı bellud: (varak 16b) Bu macun üreme yollarını açar ve cimaa kuvvet verir. Yapılışı: Fülftil, zencefil, karanfil, darçinî [Seylan tarçını, kurfa], mastika [damla sakızı], zire-i müdebbir [yabani keten, gafat], kavrulmuş küzbere [kişniş], her birinden altışar dirhem [20.16 gram]. Bellud [palamut, sindiyan] 200 dirhem [672 gram]. Hepsi birlikte dövülür, elenir. Üç katı kadar köpüğü alınmış balla macun yapılır. Şerbeti büyüklere 10 dirhem [33.6 gram] küçüklere 5 dirhemdir [16.8 gram]. Macun-ı bah: (varak 16b) Bu macuna ‘Macun-u hasene’ de derler. Cima arzusunu çok kuvvetlendirir, mideyi kuvvetlendirir, iştahı arttırır ve fena yelleri dağıtır ve bağıra kuvvet verir. Hipokrat der ki: “Her kim ki bu macunu yese ve gıdasını ıslah eylese o kişinin tıbba ihtiyacı olmaz. ” Yapılışı: Mısır anasonu, kerfis [kereviz] tohumu, kişir [kişniş] tohumu, şalgam tohumu her birinden 10 dirhem [33.6 gram], zirrverd [zirvend] 2 dirhem [6.72 gram], mastika [damla sakızı] 2 dirhem, karanfil, akırkarha [nezle otu], ud-i Hindî [Hint öd ağacı, yalancı öd ağacı] her birinden birer dirhem [3.36 gram]. Bunlar ayrı ayrı dövülür, elenir, hepsinin 3 katı köpüğü alınmış balla macun yapılır. Günde bir miskal [10 gram] kullanılır. Macun-ı mütevekkili: (varak 17a) Cimaı kuvvetlendirir, kuluncu açar ve mide zayıflığı, şişkinlik, baş ağrısı ve mafsal ağrısını giderir, gut hastalığına faydalıdır. Yazın, kışın; akitli, vakitsiz; perhizli ve perhizsiz kullanılabilir. Yapılışı: Turbit 8 dirhem [26.9 gram], sakamonya [Mahmudiye otu] 4 dirhem [13.44 gram]; tohum-ı kerfis [kereviz tohumu], nar-ı misk[Hint narı], zencefil, akınkarha [nezle otu], hayr-ı buvva [Afrika kakulesi], kereviya [yabani kimyon] her birinden ikişer dirhem [6.72 gram]. Şeker-i Tebrizî [Tebriz şekeri] ve bütün ilaçlarla birlikte bal, sakamonya, benefşe [menekşe] yağı ile eritilir, bala katılır üzerine 15 dirhem [50.4 gram] tatlı Ratl =10 Ukiyye = Yaklaşık 1 Litre Ukiyye =10 1/7 Dirhem 20 Uzel, İlter-Kenan Suveren, Mücerreb-nâme (İlk Türkçe Deneysel Tıp Eseri 1468), 1999, Ankara.

24

badem yağı dökülür. Şerbeti küçüklere 2 miskal [20 gram], büyüklere 3 miskaldir [30 gram]. Macun-ı müferrih: (varak 25a) Bu da ferahlatıcı bir macundur. Cinsel gücü arttırır. Hazmettiricidir, cildi güzelleştirir ve kişiyi rahatlatır. Yapılışı: Karanfil, besbâse [küçük Hindistan cevizi], su’ud [kırk boğum], habbü’z-zelâm [Abdülaziz, şehvet otu], kebabe [Hint biberi, kebabiye], cevz-i buvva [bir çeşit küçük Hindistan cevizi], mastika [damla sakızı], darçinî [Seylan tarçını, kurfa], buzidan [sahlep], anison [anason], irasâ [su zambağı], ancura [ısırgan otu], helyun [kuşkonmaz], cevz-i Hindi [Hindistan cevizi, narçıl], cevz-i Rumî [Anadolu cevizi, ceviz], badem-i mukaşşer [kabuğu soyulmuş badem], her birinden 3 dirhem [10.1 gram]; ud-i Hindi [Hint öd ağacı, yalancı öd ağacı], kurkum [zerdeçöp, Hint safranı], behmen [kuduz otu, kırmızı behmenj’in her birinden 1 dirhem [3.36 gram]; varakü’l-hayal [kenevir] bütün ilaçların toplam miktarı kadar, eğer varakü’l-hayal bulunmazsa 5 dirhem [16.8 gram] afyon.Yukarda belirtilen ilaç toplamı kadar kavrulmuş buğday unu yahut leblebi unu [nohut] ile dövülür. Sonra hepsi tekrar toplamın üç katı kefi [köpüğü] alınmış balla macun yapılır. Şerbeti sağlamlara 3 dirhem [10.1 gram] zayıflara yeteri kadar. Macun-ı felâsife: ( varak 25b) Bu macun balgamı keser, yelleri boşaltır, meniyi arttırır ve dili revan eyler [dili açar, akıcı yapar]. Bütün eklemlere fayda eder ve diş diplerini sağlamlaştırır. Yapılışı: Fülful [karabiber], dâr-ı fulftil [karabiberin uzunca bir çeşidi], zencefil, darçinî [Seylan tarçını, kurfa], emlec [amlaç], balilah [balilac, belile], şitarac [circir, yabani eruka, bahçe teresi], zeravend-i müdehrec [loğusa otu, boru elması], babunc [papatya], asli köknar [recine], acı cevz-i Hindî [Hindistan cevizi, narçıl], husyetü’s-saleb [sahlep, tilkitaşağı] Her birinden 10 dirhem (33.6 gram); meviz menakı [mevizaç, bit otu, dağ üzümü] 30 dirhem (100.8 gram); bezr-i râziyâne [rezene tohumu] 7 dirhem (23.52 gram) bu ilaçlar ayrı ayrı dövülür ve elenir, toplam 3 katı köpüğü alınmış balla macun yapılır. Şerbeti 3 dirhemdir (10.1 gram). Macun-ı İbni Sina: (varak 26a) Seçilen macunlar arasında bundan daha iyi macun yoktur, demişler. Ağız kokusunu giderir, balgamı keser, ağızdan gelen kara suyu keser, gövdedeki yelleri savuşturur, bekareti kuvvetlendirir, mesane taşını eritir, basura faydalıdır ve cimaa kuvvet verir, bel ağrısını giderir. Yapılışı: Nânahvah [Mısır anasonu], bezr-i cezer [havuç tohumu], bezr-i şibit [dere otu tohumu] her birinden 12 dirhem [40.32 gram], besbâse [küçük Hindistan cevizi], karanfil, mastika [damla sakızı], her

25

birinden 12 dirhem [40.32 gram], akırkarha [nezle otu], ud-i hâm [ud-i Hindî —Hint öd ağacı, yalancı öd ağacı], her birinden buçuk dirhem [0.84 gram]; Misk 7 çekirdek yahut 9 çekirdek. Bu ilaçlar 3 yarı bal yarı şekerle macun yapılır. Şerbeti her gün 3 dirhemdir [10.1 gram]. Macun-ı çörek otu: (varak 27b) Erken boşalmayı keser. Bel ağrısına, baş dönmesine; erliğinden kalana [kesilene], oğlandan ve kızdan kalana; hazımsızlığa, sancıya, yürek yeline [kalp ağrısına] faydalıdır. Yapılışı: Habbetü’s sevda [çörek otu, çöreotu] 20 dirhem [67.2 gram], zencefil 5 dirhem [16.8 gram], karanfil, darçinî [Seylan tarçını* kurfa], her birinden ikişer dirhem [6.72 gram]; dâr-ı fülful [karabiberin uzunca bir çeşidi] 3 dirhem [10.1 gram], kebabe [Hint biberi, kebabiye] 3 dirhem [10.1 gram], bezr-i bassal [soğan tohumu], zaferan [safran] 2 dirhem [6.72 gram], su’ud [kırk boğum] 1 dirhem [3.36 gram], bezr-i incir [incir tohumu] 5 dirhem [16.8 gram], cevz-i buvva [bir çeşit küçük Hindistan cevizi] 5 dirhem [16.8 gram], mastika [damla sakızı] 3 dirhem [10.1 gram], kendir [kendir tohumu, kenevir] 1 dirhem [3.36 gram], havlıcan 3 dirhem [10.1 gram] bellud [palamut, sindiyan] unu kavrulmuş 60 dirhem [201.6 gram], buğday unu kavrulmuş 120 dirhem [202.2 gram] alınır birlikte dövülür, gereği kadar köpüğü alınmış balla macun yapılır. Şerbeti 2 dirhemden [6.72 gram] 4 dirheme kadardır [13.44 gram]. Denenmiş Bah Macunu: (varak 28a) Yapılışı: Karanfil, dâr-ı fülful [karabiberin uzunca bir çeşidi], zencefil, darçinî [Seylan tarçını, kurfa], zürünbad [yabani zencefil, zemebad], kakule [hamama], sümbül, seliha [yaban tarçını, saliha], asarun [çoban düdüğü, kedi otu], habbü’l belesân [belesan yağı, Mekke pelesengi], zirrverd [zirvend], ud-i Hindî [Hint öd ağacı, yalancı öd ağacı] her birinden beşer dirhem [16.8 gram]. Mastika [damla sakızı], havlıcan, cevz-i buvva [bir çeşit küçük Hindistan cevizi], zaferan [safran], bezr-i cezer [havuç tohumu], bezr-i reşâ [tere], şekâkul [yabani havuç], bezr-i fici [turp tohumu, kufak turp], bezr-i şalgam [şalgam tohumu], bezr-i bassal [soğan tohumu], yonca tohumu, anison [anason], bezr-i kerfis [kereviz tohumu], bezr-i kendena [kandene tohumu, küçük pırasa], bezr-i kutum [pamuk tohumu], bezr-i kardam [yabani kimyon, kereviya], lübb-i fındık [fındık içi], cevz-i Hindî [Hindistan cevizi], bezr-i şibit [dere otu tohumu], bezr-i ancura [ısırgan otu tohumu], husyetü’s-saleb [sahlep, tilkitaşağı] her birinden onar dirhem [33.6 gram]. Lisanü’l asâfir [dişbudak, asfur] 9 dirhem [30.24 gram], kendir[kendir tohumu, kenevir] 8 dirhem [26.9 gram]. Bezr-i râziyâne [rezene tohumu], tuderin [yabani hardal, bülbül otu], helyun [kuşkonmaz] her birinden 7 dirhem [23.5 gram]. Besbâse [küçük Hindistan cevizi], kebabe [Hint biberi, kebabiye], behmen [kuduz otu, kırmızı behmen], buzidan [sahlep] her birinden 6 dirhem [20.16 gram], surud [kırk boğum] 4 dirhem [13.44 gram]. Herbiri

ayrı ayn dövülür, elenir ve tatlı badem yağı ile karıştırılır, iki katı balla macun yapılır. Ceviz büyüklüğünde alınıp şerbet yapılır. Macun-ı Nânahvah: (varak 29b) Bu macun, gerek yaşlılıktan ve gerekse zayıflıktan dolayı cima yapamayan kişilere faydalıdır. Mideye kuvvet verir, hazmettiricidir, meniyi arttırır, ağız kokusunu hoş eder, diş diplerini sıklaştırır, ağızdan gelen kara suyu keser, süddeleri açar, kovuktaki taşı eritir. Yapılışı: Nânahvah [Mısır anasonu], bezr-i cezer [havuç tohumu], bezr-i kerfis [kereviz tohumu], bezr-i şibit [dere otu tohumu], besbâse [küçük Hindistan cevizi], mastika [damla sakızı] her birinden onar dirhem [33.6 gram]. Karanfil karfa, akırkarha [nezle otu], asarun [çoban düdüğü, kedi otu], ud-i zaferan [safran] her birinden 1 danek [tane], misk dörtte bir danek. Hepsi ayrı ayrı dövülür, elenir. Toplamının 3 katı köpüğü alınmış balla macun yapılır. 4.5 dirhemi [15 gram] şerbet olarak içilir. SONUÇ Görüldüğü gibi Türk hekim yazarları 14.-15. yy.dan beri bahnamelerle ilgilenmişler, ya klasik bahnameleri Türkçeye çevirmişler, ya da kendileri telif eser yazmışlardır. Yapılan incelemeler bu çevirilerde, çevirenin kişisel eklentiler veya aslından çıkarmalar yaptığını göstermektedir. Edinilen bir diğer kanı da Türk tabiplerin bahname türü eserlerinin kozmetoloji ağırlıklı cinsel eğitimi hedeflediği ve fazla ‘pornografik’ öğeler içermediğidir. Dolayısıyla bu alandaki araştırmalar ve çalışmalar devam etmeli, öncelikle Türkiye kütüphanelerindeki, hatta özel kütüphanelerdeki bahnameler taranmalı, kataloglanmalı ve sınıflandırılmalıdır. Çevirilerin Arapça veya Farsça orijinal metinleriyle karşılaştırılması ve değerlendirilmesi, bu alanda daha sağlıklı bilgilere ulaşılmasını temin edecektir.

27

TUHFETÜ’L-MÜTEEHHİLÎN Evlilik Armağanı (Sadeleştirilmiş metin)

Prof.Dr.İlter UZEL

Önce Tanrı’ya hamd, Peygambere övgüden sonra... Akıl sahibi kimselerce bilindiği gibi, iyilik ve ihsanı pek yüce olan, ‘Varlıkların Yaratıcısı’, bütün hayvan türlerine özellikle de yaratıkların en yücesi olan insana erkeklik ve dişilik vererek birbirleriyle birleştirip türlerini devamlı kılmak istemiş; büyük bir lütuf olarak da bu birleşmeye çok lezzet ve haz vermiştir; ta ki insanlar bu lezzetli işi yaparak dünyanın sonuna kadar nesillerini sürdürebilsinler... Bu bakımdan hekimler cima konusunda, daha bir çok yararlar açıklamışlardır. Nitekim Şeyh Davud [el-Antakî], cimaın pekçok hastalığa ilaç olduğunu; aşırısının ise vücuda bitkinlik getireceğini, söylemiştir. Cimaın zararlarından korunmak için özellikle güler yüzlü, tatlı dilli, salınarak yürüyen, sevmeyi, sevilmeyi bilen bir güzel kadın seçmelidir. Böylece erkekte istek artar ki bu da aletin tam ve hazır olmasını sağlar. Cima, bedenin gelişmesine, zararlı fikirlerin yok olmasına; öfkenin sükunete dönmesine neden olur; başta ve göğüste olan ağırlığı giderir. A2a Cima bunlardan başka birçok yarar sağladığı için basiret sahibi birçok büyük insan bu amaçla kitaplar veya risaleler yazmışlar; gönül çekici güzelliği anlatarak, cimaa uygun olan sevgililerin nasıl olacağını tarif etmişlerdir. Eski hekimlerden Abdurrahman bin Nasr bin eş-Şeyzerî; İnsan Tabiatına Şevk; Sevgiliyi Düşünmek 21kabilinden benzeri bulunmaz bir eser yazmıştır. İnsan tabiatını bilenlerin belirttiği gibi dünya lezzetlerinin çoğunda beş duyudan ancak birisi zevk duyar. Fakat sevgilinin yüzüne bakmaktan gözümüz, nazikâne konuşmasından kulaklarımız; amber kokulu saçlarından koku alma duyumuz; al dudaklarım içmemizden tad duyumuz zevk alır, onu sinemize çekmemiz de temas zevkimizi sağlar. Bu hisleri tam bilen ve tadan zevk sahipleri, yukarıda bahsedilen hekimin kitabının Türkçeye çevrilmesini ben aciz Tabip Mustafa Ebu’lFeyz’den istemişlerdir. Ben fakir de, bunu kabul ederek eserin çevirisine başladım ve adını Müşevviku 't-Tıbâ ’ fi EmrVÎ-Cimâ* [Cima İsteğinde Tabiatın Teşviki] koydum. Bu kitabı on bap olarak düzenledim: Birinci Bap: Mahbûbelerin uzuvlarında olması gereken en güzel vasıflar.

21 Aslı; Müzâkeretü ’l-Habîbe Tüşevvikü ’t-Tabîa.

29

İkinci Bap: Mahbûbelerin ferçleri ile şehvetlerinin az veya çokluğuna karar verdirecek belirtiler. Üçüncü Bap: Mahbûbelerin yüzüne güzellik ve renk veren ilaçlar. A2b Dördüncü Bap: Kıl çıkarıp uzatan ve rengini güzelleştiren ilaçlar. Beşinci Bap: Dişlere parlaklık verip, kirlenmesini gideren ve ağız kokusunu hoş yapan ilaçlar. Altıncı Bap: Bedeni semirtip, tazelik ve canlılık veren ilaçlar. Yedinci Bap: Ellere ve parmaklara konan ilaçlar. Sekizinci Bap: Bedenin kokusunu hoş kılan ilaçlar. Dokuzuncu Bap: Mahbûbenin fercini sıkı ve sıcak ederek ıslaklığım [akıntısını] gideren ve kokusunu güzel kılan ilaçlar. Onuncu Bap: Nice fenlerden derlenmiş garip sırlar ve muhabbet büyüleri.

Birinci Bap Mahbûbelerin Uzuvlarında, Hoş Özelliklerden Bulunması Lazım Olan Şeyleri Bilmek Beyanmdadır Mahbûbelerin uzuvlarında bulunması gereken iyi ve güzel vasıfların bilinmesi gerekir. Ne zaman ki mahbûbe güzel yüzüyle emsalsiz olsa; organlarının oranı kusursuz olsa; bütün varlığı ile hoşa gitse; onun letafet saçan gül yüzüne baktıkça ruhta farklı bir hal ve şehvet gücünde hareket meydana gelir. Ona kavuşmak, onunla sevişmek erkeğin en candan dileği olur. Bu bapta kadının güzelliğini artıran, güzellik vasıflarını bildirelim. Bu vasıflara sahip olan bazı mahbûbeler vardır ki her yönü ile âfet-i cihan, yüz güzelliğiyle fâika-i akran olurlar. Amma bazısı da vardır ki aranan vasıfların bazıları onlarda noksan olur.

Ala Basiret sahipleri demişlerdir ki; Siyahlık bakımından kadının yüzüne ziynet ve letafet verici şeylerden, görünüşe güzellik verenler dörttür: Bunlardan birincisi saçları siyah olmak; İkincisi kirpikleri siyah olmak; üçüncüsü kaşları siyah olmak; dördüncüsü gözleri siyah olmaktır. Kırmızılık bakımından güzellik veren şeyler de dörttür: Birincisi dili kırmızı olmak; İkincisi dudakları kırmızı olmak; üçüncüsü yanakları kırmızı olmak; dördüncüsü dibinin yani ardının kıynaklarmın kırmızı olmasıdır. Zira kıynakların kırmızımtırak olması fercin kızgınlığına işarettir. Yuvarlaklık yönünden güzellik verici şeyler de dörttür: Birincisi yüzü değirmi olmak; İkincisi başı değirmi olmak; üçüncüsü topuklan değirmi olmak; dördüncüsü ardının kıynakları değirmi olup yuvarlak şekilde olmaktır. Uzunluk yönünden güzellik verici şeyler de dörttür: Birincisi gerdanı uzun olmak; İkincisi boyu uzun olmak; üçüncüsü kaşları uzun olmak; dördüncüsü saçları uzun olmaktır. Genişlik yönünden güzellik verici şeyler de dörttür: Birincisi alm geniş yani alnı açık olmak; İkincisi gözleri geniş, yani yumuk gözlü olmayıp ahu gözlü olmak; üçüncüsü göğsü geniş olmak; dördüncüsü de yüzü geniş, topak çehreli olmaktır. Zira çehresi küçük olduğunda, değirmi dahi olsa makbul değildir. Sıkılık yönünden mahbûbenin güzelliğine mükemmellik veren ancak fercidir. Mütercim fakir der ki: feraset sahipleri, fercin sıkılığını mahbûbenin ağzının küçük olmasından anladılar. Nitekim ikinci bapta bu husus açıklanacaktır.

A3b

Küçüklük yönünden güzellik veren şeyler de dörttür: Birincisi ağızdır yani ağzın küçük olması her bakımından mahbûbenin güzelliğine mükemmellik verir; İkincisi elleri küçük olmaktır; üçüncüsü memeleri küçük olmaktır; Dördüncüsü ayakları küçük olmaktır. Açıklanan bu vasıflarla birlikte başmın ve yüzünün şekli de düzgün ve uyumlu olmalı. Yani baş büyükken yüz küçük olmamalı; bütün beden yapısı her yönden uyumlu olmalı; ne zayıf ne de şişman olmalıdır. Sıkı tenli olmalı, bedenin rengi kırmızımtırak beyaz [pembe] olmalı veya kırmızımtırak siyah yani buğday tenli olmalı; elleri ölçülü olup yumuşak olmalı; sohbeti tatlı, kanı sıcak, alımlı, şehvet-engiz, gülmesi latif olmalı, nâzikane tebessüm etmelidir. Kirpikleri siyah ve ön dişleri inci gibi düzgün dizilmiş olmalı, kaşları siyah ve uzun olmalı, bedeni hareket ettikçe kıçı dahi hareket etmeli, çalkalayarak yürümeli, sesi ince olup konuşması hoş olmalı; şarkı söylemeye istekli tabiatı olmalı, ufak kemikli olup eklemleri ölçülü ve endamı uyumlu olmalıdır. Bunu şâyan [Hikaye] Rivayet ederler ki, Ebu’l Hakem [Avf bin MuhallemjeşŞeybânFnin Ümmü tyâs adında fevkalade güzel bir kızı vardı. Güzellik yönünden diğer hatunlardan daha güzel olup zamanında onun güzelliğine eşdeğer hatun bulunmamakla, güzelliği dillerde destandı. A4a Aklı ve feraseti ile de benzersizdi. Güzelliğini seyretmek herkeste hayranlık uyandırırdı. Meşhur Arap şairi İmrü’l-Kays’ın torunu olan Amr [b.Hicr] el-Kindi’nin Hâris adındaki oğlu, kızı görmeden aşık oldu. Bu genç, gerçeği öğrenmek için yakınlarından, bu işlerden anlayan bir hanımı kızın tarafına gönderdi. Bu hanım, kızı bizzat görerek ve görüşerek öğrendiklerini Haris’e bildirdi ve kızı şöyle tarif etti: Gördüğüm kız bir âfet-i devran, âşûb-ı cihanr servi boylu, sırma saçlı, hilâl kaşlı, ahu gözlü, çekme burunlu, hokka ağızlı, kiraz dudaklı, inci dişli şirin sözlü, güler yüzlü, püskürme benli, gümüş gerdanlı bir mahbûbedir ki yüzü dolunaya, yanakları güle benzer; bir tenâsübe maliktir ki sinesi ışıldayan ayna; sinesindeki memeler turunç; memeler gümüşten iki hokka-i beyza gibidir. Kollar dökme balmumuna, eller pençe-i Hurşîd’e benzer. Beyit: İnce bel ayva göbek ardı önü hep uygun, Görmemiş desem olur mislini çeşm-i gerdûn. Bu gerçeği öğrenen Haris, kızın izdivacına talip oldu ve onunla evlenerek muradına erdi...

İkinci Bap Mahbûbelerin Ferçlerinin Vasıfları ve Şehvetlerinin Çokluğu ya da Azlığının Nasıl Anlaşıldığı ve Belirtileri Beyanındadır Konuyu bilenler ve kadın güzelliğini ineeleyen feraset sahipleri şöyle demişlerdir: Mahbûbenin ağzı büyük olsa ferci de büyük olur. Ağzı küçük olsa ferci de dar olur. Dudakları kalın olursa fercinin etrafı da kalın olur. Ağzının üst dudağı kalın olursa, ferci yufka olur. Eğer alt dudağı küçük olursa ferci de küçük olur. Dilinin kırmızılığı fazla olursa fercinin rutubeti az olur, Yani sulu olmayıp yaşlığı orta halli olur.

A5b Dilinin ucu yassı olursa ferci gayet sulu olur. Burnu sivri olursa cima isteği az olur. Çenesi uzun olursa ferci yüksek yani yumru olur, kılları az olur, kaz göğsüne benzer. Çenesi küçük olursa ferci de çukur olur. Yüzü geniş ve boynu kalın olan mahbûbenin kalçaları küçük, ferçleri büyük ve dar olur. Ellerinin ve ayaklarının üstü etli olursa ferçleri büyük olur ve cimadan zevkleri de fazla olur. Baldırları kaim ve sıkı etli olursa şehvetleri fazla olup cimaa istekli olurlar. Bedeni daima sıcak, dudakları kırmızı, memeleri sıkı ve birbirinden uzak olursa bu, şehvet aşırılığının ve cimadan fazla zevk almanın belirtisidir. Bedenin rengi kırmızıya yakın olmak, gök elâ gözlü olmak, gülmesi çok, hareketleri hafif olmak, mûsiki dinlemeye meraklı olmak, kaim dudaklı olmak; cima isteği ve şehvet fazlalığının belirtisidir. Dudakların kalın olması fercin etrafının kalın olmasının da belirtisidir. Dudakların ince olması ise şehvet azlığının belirtisidir. Doğuştan sürmeli ve iri gözlü olmak şehvetin fazlalığı ve fercin küçük ve dar olmasına delildir. Gözleri kafa tarafına meyilli, yani tepegöz olmak, fercin çok geniş olmasının belirtisidir.

A6a Bilinmelidir ki mahbûbeler bedenlerinin değişik olmasına göre birkaç smıfa ayrılırlar. Her sınıfın kadınlık organı, mesafesinin yakınlığı ve uzaklığı açısından kendisine uygun bir erkeklik aleti bulmadıkça tam şehvet oluşturamaz. Şimdi önce bu mahbûbelerin sınıflarını belirtip sonra her sınıf için uygun olan erkeklik aletini açıklayalım. Bütün kadınların bu konudaki durumlarını bilen tecrübe sahipleri, onların sekiz sınıfa ayrıldığını bildirmişlerdir. Birincisi müteşahhime; İkincisi lezika; üçüncüsü ka’râ; dördüncüsü cevfâ; beşincisi mütehhattime; akıncısı şekrâ; yedincisi mûtehannika, sekizincisi fehvâ’dır. Bu kadınlar kendilerine uygun erkeklik aleti bulmadıkça cima lezzetinden hoşlanmazlar. Bunlardan birincisi müteşahhime olandır ki ferç iç yağı ile doludur. Şişman, iri ve kıynakları yumru olurlar ki bunlara ‘tavşan başı’ adı verilir. Böyle olanlarda ferç rahme kadar uzun aralı olduğundan zeker uzun olmadıkça kadın lezzet bulmaz. Hintli hekimler zekeri üçe ayırırlar: Birincisi uzun, İkincisi orta, üçüncüsü kısa olandır. Uzunu 12 parmak boyunda; yani üç tutam; ortası 9 parmak boyunda yani iki tutam bir parmak; kısası da 6 parmak yani bir buçuk tutam olur. Bunlara da ayrı ayrı isimler verilmiştir. Kısacası müteşahhime olanlar yani lâhm ve şahm sahibi olan mahbûbeler uzun olan zekere talip olur, ondan zevk alırlar. A6b Lezika; fercin semizken sonra zayıflayıp iç yağıyla dolu olan yerleri boşaldığından kıynaklan birbirine yapışık olduğu halde, sölpük olmasıdır. Böyle olan ferce giren alet kısa ve kaim olmadıkça mahbûbe cimadan zevk bulamaz. Ka’râ; rahim, uzak olup fercin dölyatağı uzunluğu sebebiyle çukur olmasıdır. Böyle olan ferçte bazen birleşmeyi terk etmekle rahim büzülerek uzaklaşır. Böyle olan fercin kalın ve kulaklı bir zekere ihtiyacı vardır ki fercin derinine girip hassas bölgesine ulaşabilsin. Cevfâ; fercin iç tarafında iki yanları birbirinden uzak ve etsiz, yağsız ve içinin kof olmasıdır. Böyle olanlara Türkçede fos amlı, derler. Ekseriya uzun boylu kadınlar ve çok doğuranlar böyle olur. Bunlar kaim aletten haz duyarlar. Eğer meşreplerine uygun alet bulamazlarsa yeterli lezzet almadıklarından dargın ve titiz olurlar. Mütehhattime; fercin alt ve üstü eşit olup şehvetin mesafesi yakın ve inzali seri olandır. Böyle olan mahbûbeler orta boyda aletle çabuk doyuma ulaşmaktan hoşlanırlar. Eğer erken boşalıp fazla hareket edilirse nazikliğinden kutusu örselenip fazla ağrı ve elem duyarlar. A7a Şekrâ; fercin iki yanı etsiz ve kurudur. Böyle olanlar ince ve uzun aletten hoşlanırlar. Alet içeri girince bilhassa boş olan etsiz yerlere

34

de yönelmeli yani o tarafı çalkalamalıdır. Böyle olmazsa mahbûbelerde doyum olmaz cimam tadmı alamazlar. Miitehannika; fercin dış tarafında iki yanları, yani iki kıynaklan kalın ve yoğun, içi de rahme kadar dolu ve sıkıdır. Böyle olan mahbûbeye ‘Hıtayî’ adı verilir. Bunların cimadan hoşlanması kıvamı tam ince ve uzun aletle olur, başkası ile doyuma ulaşmayıp zevk alamazlar. Fehvâ; fercin rutubeti fazla olduğundan içi geniş ve soğuk olur. Böyle olanlar cimam tadını bilmeyip şehvetleri doyuma ulaşamaz, ferçlerine sıcaklık gelince birleşirler. Bunlar alet içine gidip gelmektense kasık kasığa sürtüşmekten hoşlanırlar. Bu nedenle bu cins kadınlar ekseriya erkeklerden hoşlanmayıp kendi cinsleriyle sürtüşmeye yatkın olurlar. Bilindiği gibi her kavmin ve her yörenin kadınlan birbirine benzemez. Mesela Rumî [Anadolulu] olan mahbûbelerin rahimleri her yönden daha temiz ve paktır. Endülüslü olanlann rengi kırmızıya yakın, zekâları saf, iyi düşünceli ve rahimleri güzel olur. A7b Türk ve Ermeni avratlannm ferçleri kirli ve kendileri de sık doğurgan olurlar. Hint ve Sind memleketinin hatunlannın ahvalleri kötü, yüzleri çirkin, kıskanç ve akılsız olur, ferçleri de kirli olur. Zenci kadınları gerçi ahmak ve kaim olur ama içlerinde öyle güzeller bulunur ki değer biçilemez. Bedenleri yumuşak ve latif olur. Mekkeliler cazibeli, şehvet-engiz ve sevişmeleri gayet leziz olur. Lâkin bedenlerinin rengi güzellik sahiplerinin rengi gibi değildir. Mısırlı olanların şehvetleri ve cima istekleri çoktur. Haleplilerin bedenleri tıknaz, ferçleri sıkı olur. Şamlılar güzellikte orta halli olup cimaa istekleri de orta derecededir. Bağdatlı olanlar diğerlerine oranla daha cazibeli ve şehvetli olup birleşmeleri de lezzetli olur. İyi geçinmek ve hoş sohbet etmek isteyenler İraklı kadınları seçsinlersinler ki onlar çok itaatkar olup iyi geçimli olurlar. Olgun ve zeki evlat edinmek isteyenler Fars iklimi kadınlarını seçsinler* Bilindiği gibi mahbûbeler yaş bakımından beş döneme ayrılırlar. Şeyh Reis tbn-i Sina,

35

A8a Külliyât-ı Kânun'unda açıkladığı gibi yaş devresi dörttür. Yani insanın doğumundan ölümüne kadar yaş açısından dört mertebe düşünülmüştür: Birinci mertebeye ‘nemâ yaşı’ ve ‘hadâset yaşı’ derler. Bunun müddeti otuz seneye yakındır. İkinci mertebeye ‘vukuf yaşı’ ve ‘şebâb yaşı’ derler. Bunun müddeti kırk yaşma kadardır. Üçüncü mertebeye ‘kühûlet yaşı’ derler. Bunun müddeti altmış yaşına kadardır. Dördüncü mertebeye ‘inhitat yaşı’ ve ‘şeyhûhet yaşı’derler. Bunun müddeti altmış yaşından ömrün sonuna kadardır. Bilinmelidir ki mahbûbelerin cimaa uygun oldukları çağın başlangıcı dokuz yaşını bitirip on yaşma girincedir. Çünkü hekimler hayız görme yaşının on yaşından onbeş yaşma kadar olduğunu söylerler. Yani on yaşında olan bir kızdan kan gelse hayız sayılır. On yaşından önce hayız görme bedendeki rutûbet üstünlüğünün (aşırılığının) belirtisidir ve bu hayız olarak düşünülemez. Onbeş yaşına gelince hayız görmeseler bu da bedenin kuruluğunun ve zayıflığının belirtisidir. Ancak sıklıkla geçerli olan on üç A8b yaşında hayız görmeye başlayanlardır ki bu da mizacın dengeli olduğunu ve beden gücünün yeterliliğinin belirtisidir. Bunlara ‘bâliga’ adı verilir. Bedenen verimli yani cimaa uygun oldukları çağın sonu da şebâbetin sonudur ki bu da kırk yaşına kadardır zira tıp kitaplarında açıklanmıştır ki, otuz altı yaşını aşan kadınların bazılarında hayız kesilir. Bu onların yaşlılık başlangıcı olup altmışa varıncaya kadar kalan yirmi dört seneye 4hadd-i iyâs’ adı verilir. Bazılarının da altmış yaşına değin hayız görmeleri ve gebe kalmaları muhtemeldir. Sonuç olarak mahbûbelerin verimliliği on yaşından otuz altı yaşına kadar olup bu yirmialtı seneyi inceleyen hekimler beş mertebe varsayıp her birini bir adla isimlendirmişlerdir. Nitekim kitabın merhum müellifi bu beş mertebenin her birini bildirerek şöyle der: Birinci mertebeye ‘hadse’ yani tazelik, denir. Bunlar pek taze olup buluğa kadar olanlardır. Bu yaşta olan mahbûbelerin sözleri doğru olur ve sadık olurlar. Lâkin sır tutmayıp ne işitirlerse söylerler, erkeklerden ve kadınlardan pek kaçınmazlar. İkinci mertebede olanlara ‘atik’ yani genç kız, tabir olunur. Bunlar buluğa henüz erip tazelikleri dahi olgunlaşmamış mahbûbelerdir. Yaşları

36

A9a onüçten onbeş yaşına kadar olan süredir. Bu yaş mahbûbelerin henüz geyik etine girdikleri (büründükleri) zamandır ki bütün uzuvlarına canlılık, çehrelerine pembelik gelir, naz ve edaya başlayarak gönül almak ve işvebazlık etmekle hüner gösterir, cazibeleri fazla olup günbegün şehvetleri de fazla olur; lâkin hicapları galip olduğundan utangaç olurlar. Üçüncüye ‘şebabet’ yani delikanlılık devri, denir. Bunların gelişmeleri tamam, tazelikleri yerinde, düşünce ve duyguları da kemale ermiştir. Akıllıca, edep ve hayâ üzere ülfet etmeye başlarlar. Dönemi, onbeşinden yirmi yaşına kadardır. Dördüncü mertebeye ‘mütenâhiyetü’ş- şebâb’ derler ki gençliğin sonu, demektir. Bunlar tazelikleri son bulup güzelliklerine canlılık katmak için kendilerine çeki düzen vermeye başlayan mahbûbelerdir. Sevişmeye dair konulardan haz duyup güzelliklerini bildirmek için salınarak yürürler, kıvrak ve çekici hareketler sergilerler. Onların katında cimadan daha lezzetli bir nesne yoktur ve erkeğe muhabbetleri çok fazladır. Evlat edinme arzuları da fazladır. Bu mahbûbelerin yaşı da yirmisinden otuza kadardır. Beşinci mertebeye ‘nasaf yani orta yaşlı, denir. Bunların yüz güzellikleri günden güne eksilir ve gül yüzlerine hazan erişip çehreleri ağarmaya, uzuvları gevşemeğe başlar ve noksan şehvetlerinden dolayı fikirleri de fesada uğrayarak ümitsizliğe düşerler. A9b Ancak eşlerine sevgiye yönelip tüm işlerinde dayanışma ve güzel davranışla iltifat üzre olurlar. Bunların yaşı da otuzdan otuz altı yaşma, nihayet kırka kadardır. Özetle bu mertebeyi aşan kadınlarda bir letafet kalmaz, cima yapmakta da tam lezzet olmaz. Uygun olan başkası ile evlenmektir. Eğer bu yaşı aşanlar varsa ve başka çare yoksa zorunluluk gereği ve şehveti defetmek için birleşmeye talip olunur. Değilse bunlarla fazla cimaın vücuda zarar verdiği tıp kitaplarında bildirilmiştir. Nitekim bu yaşı geçen yani kühûlete varmış kadınlara, tabipler katında ‘acûz’ tabir olunup mücâmaatlarından uzak durulsun, diye tenbih olunmuştur. Bazı mahbûbeler azalannın uyumu ve şehvetlerinin bilinmesi yönünden üçe kısma taksim olunmuşlardır: Birinci kısmı: Şehvetlerinin fazlalığı yönünden cimaa istekli ve evlenmeğe aday olan mahbûbelerdir. Bunlar da beş sınıftır: Birincisi, tazeliği kemalini bulmuş; İkincisi, boyu kısa olup fitne yaratan nâzenînler; üçüncüsü, ince belli nazik şekilli ve zarif görünüşlü olanlar; dördüncüsü, sıkı tenli olup yumru tavarlı olanlar; beşincisi, kocasız kalan kadınlar. Bu beş sınıf cimaa gayet arzulu olup istekleri de çok fazladır. ikinci kısmı: Şehvetlerinde hareket olmayıp cima istekleri az olan mahbûbelerdir.

37

AlOa Bunlar da beş sınıftır: Birincisi, yeni yetişmiş mahbûbelerdir; İkincisi, uzun boylu olan hatunlardır; üçüncüsü, pek etli yağlı ve beyaz tenli olanlardır; dördüncüsü, çok zayıf olanlardır; beşincisi de, eri tarafından cimaa zorlananlar gibi. Bu gibi mahbûbeleri öpüp okşayarak, sarılıp severek ve dudaklarından içerek şehvetlerini harekete geçirip cimaa rağbet etmelerini sağlamak gerekir. Bazıları ise fercin dışında cima yapmakla şehvetleri harekete gelir. Yani ferçlerine girmeden önce makatı tarafına dayamakla şehvetlenirler. Bu nedenle bu gibiler çoğu kez domalıp cima olmaktan zevk duyarlar. Üçüncü kısmı: Cima hususunda durumları çeşitli olan mahbûbelerdir. Yani şehvetleri sükûnet üzre olup kendileri cima görevine talip olmazlar. Bunlar da üç sınıftır: Birincisi, küçük yaşta olanlardır ki, şehvetlerini belli edip cima isteklerini yaşlan gereği açıklayamazlar; İkincisi, şebâb devrinde olanlardır ki, tazelikleri yerini bulmakla kendilerine ağırbaşlılık vermekten ötürü nazlanarak cimaa meyi etmezler. Amma erkek tarafından ilan-ı aşk ve sevda gösterilince de isteğe dizgin germeyip AlOb teslim olurlar; üçüncüsü, şehvetlerini tahrike utanmalan engel olup cima yapmağa rağbet göstermeyenler ki kendilerine ‘yaşına göre nazlan kadınım’ atasözü söylenmesin diye naz ve şikayete cesaret edemezler, erkek güler yüz gösterse, hemen uçkurlan gevşemeye başlar. Şunun iyi bilinmesi gerekir ki, avratlar doyuma ulaşmak bakımından üçe ayrılır: Bunlar çabuk, orta ve ağırdır. Mesela uzun boylu ve ince belli olanlar tez doyuma ulaşırlar; kısa boylu ve kalın belli olanlar geç doyuma ulaşırlar ve bedenleri orta olanlann doyumlan da orta olur. İnzalin belirtisi şudur: Ellerini ayaklarını bırakır, gözleri küçülür ve erkeği ile yüz yüze gelmekten utanıp kolunu yüzüne koyar ve alnı terleyip eklemleri gevşer ve titreme gelip şehvetinden erkeğine sanlır. Bunlar doyuma ulaşmanın belirtisidir. Eğer erkeğin ve mahbûbenin doyumlan aynı anda oluyorsa, kadına göre ondan yüksek zevk ve lezzet bulunmaz ve bu onlann aralanndaki ilgi ve sevginin artmasına neden olur. Amma doyumu birbiriyle aynı zamanda rastlamayıp yakın doyum olursa, bu yakınlık ne oranda olursa sevgi de o oranda fazla olur. Erkeğe layık olanı ve yaraşanı, avradın doyumunu hissetmedikçe kendisi doyuma ulaşmış olsa bile aletini çekip almamasıdır, ta ki avrat da cimaından lezzet duysun. Bazılarına göre kadınların ferci üç tiptir. Biri kebir [büyük]; biri mutavassıt [orta]; biri de sagir[küçük]. Nitekim erkeğin zeker uzunluğunun da üç tip olduğu daha önce açıklanmıştı. Bu üç tipin

Al l a her biri kinayeli olarak bir isimle adlandırılmıştır. Mesela erkeğin zekeri uzun ve büyük olanlarına, filin büyüklüğüne kinaye olarak ‘fîlâ’ demişlerdir. Türkçe fil, demektir. Orta boylu olanına, at cismen orta boyda olduğundan ‘hısânâ”, Türkçe küheylan, denilir. Zekeri küçük olanlarda da koçun küçüklüğüne dayanarak ‘kebşâ’ demişlerdir, bu da Türkçede koç, demektir. Kadınlarda ise ferci büyük olana ‘file’, ferci orta olana ‘fersâ-remeke’ yani kısrak adı verilmiş; ferci küçük olanlara da ‘na’ce’ yani koyun, demişlerdir. Bu da biline ki, cime lezzeti üç kısımdır: Birincisi, cimadan tam lezzet almaktır; İkincisi, orta lezzet almaktır; üçüncüsü, eksik lezzet almaktır. Diğer ifadeyle; tam, orta ve eksik uygunluktur. Lezzetin tam ve olgun olması aletin ferci eksiksiz doldurması ve boşalmanın da aynı anda olmasıyla mümkündür. Mesela filin fileye; küheylanın kısrağa; koçun da koyuna kavuşması gibi. Amma lezzetin orta olması; filin kısrakla, küheylanm koyunla kavuşması gibidir. Bunların uygunluğu tam £ olmadığından lezzetleri de tam olmaz, orta olur. Mütercim fakir der ki, bu şekilde lezzetin orta olması mahbûbeye göredir, yoksa Pazar [alışverişin] erkekten yana olduğu açıktır. Amma küheylan fileye ve koç kısrağa varsa, lezzetin tam olması ya da olmaması Al l b iki tarafın tutumuna bağlıdır. Üçüncüsü, lezzetin eksik olmasıdır ki bu da filin koyun; koçun da fille birleşmesi gibidir. Böylece durum asla uygun olmadığından iki taraf arasında dostluk ve muhabbet olmayıp birbirlerinden nefret ederler. Mütercim fakir der ki, lezzetin eksikliği koçun fille birleşmesindedir yoksa filin koyunla birleşmesinden lezzet alamamak belki kadının tahammül edememesinden dolayıdır ki, ayrılmadıkça rahat edemezler. Eğer ayrılmazlarsa rahim hastalanarak verem olur. Avratlar bu duruma ‘kasık veremi oldu’ derler. Sözün kısası zarfın mazrufa uygun olması çok önemli olduğundan evlenmek isteyenler, eş olacak kadınların vasıflarını göz önüne alarak aletlerine uygun olan sınıftan seçim yapmalıdırlar ki, aralarında sağlıklı bir uyum olsun. Kadınların gizli sırlarından zikredeceğimiz şeyler, bu bapta bu kadar yeterlidir.

39

Üçüncü Bap Ten Rengine Güzellik ve Yüze Renk Veren İlaçlar Beyanındadır Öncelikle mahbûbenin yüzüne bakmak adet olduğuna göre, yüze makyaj yapmak da çok önemli bir konudur. Zira yüzün alı al, beyazı beyaz olsa, mahbûbe diğer güzelliklerinde eksik bile olsa, o güzel yüze bakmakla şehvet uyanır. Bu bapta yüzü temizleyen ve yüze aydınlık veren şeyler belirtilecektir. A12a Birinci fasıl ‘Gasûlat’ diye yüzdeki lekeleri temizleyip yüzü beyazlatan ilaçlara denir. Buna Türkçede ‘düzgün’ derler. Lekeleri giderecek ilaçlar şunlardır: Arpa unu, burçak unu, pirinç unu, tatlı badem, kavun, hıyar ve kabak çekirdekleri, turp ve tere tohumlan, yumurta kabuğu, hardal, pamuk tohumunun içi, zaferan, zımık-ı ahmer ve zımık-ı asfar, mazdeki, kitre, incir, günlük, mürdesenk, anzarut ve mürr-i sâfı ile çiriş otu ve bunlara benzeyen ilaçlar ki bunlar düzgün yapımında kullanılır. Gasûl terkibi: Rengi saflaştırır ve cildi temizler; Yapılışı: Kabuğu çıkartılmış bakla ve burçak, acı bakla, turp tohumu nişasta; eşit miktarda alınıp dövülür, gerektiğinde yüze sürülür. Diğer bir terkip: Bu da yukardakine benzeyen etkiye sahiptir. Yapılışı: Mercimek unu, nohut unu, nişasta, anzarut, mazdeki, bure eşit miktarda alınıp dövülür; çiğ balla karıştırılır, uykudan kalkınca yüze sürülürse yüzü temizler. Çok iyi bir ilaçtır. Diğer bir terkip: Bu da yüzdeki benekleri, leke ve çilleri yok eder. Yapılışı: Bir limonun tepesi kesilip içine üsnân-ı Mısrî doldurulur, ağzı kapanıp küle gömülür, iyice pişince A12b içi çıkarılıp alınır ve hamama girince çil olan yerlere sürülür, birkaç defa sürmekle çiller tamamen temizlenir. Diğer bir terkip: Bure-i Ermeni 1 cüz; tatlı badem 2 cüz alınır, kanştınlır, ince dövülüp yüze sürülür. Diğer bir terkip: Mürr-i sâfı, mercimek, eşit miktarda dövülüp incir suyu ile karşıtınlır ve yüze sürülür.

40

Diğer bir terkip: Meyan kökü 1 cüz; mürr-i sâfi 2 cüz. Bunlar dövülüp bir miktar sirke ve su ile karıştırılır, akşamdan yüze sürülür, sabah olunca yüz kepekli su ile yıkanır. Diğer bir terkip: Yüzde olan leke ve benekleri giderir. Yapılışı: Kavun çekirdeği ve kamış kökünün kabuğu, herbirinden beşer dirhem; turp tohumu, tere tohumu ve kündüs, herbirinden ikişer dirhem. Bunlar ince dövülüp turp suyu ile yoğrulur ve akşamdan yüze sürülüp sabah olunca yüz kepekli su ile yıkanır, çok faydalıdır. İkinci fasıl Tene güzellik veren gumreler anlatılacaktır, ‘gumre’ Türkçe ‘kızılca’ demektir. Yüzü saf ve berrak yapar. Bu ilaçlar şunlardır: Terkip: Zımık-ı ahmer ve zımık-ı asfar, herbirinden eşit miktarda alınır, dövülür ve küçük çocuğun sidiği ile ıslatılıp akşam yüze sürülür ve sabah olunca temizlenir. Diğer bir terkip: Bure ve taze mersin yaprağı, burçak unu, eşit miktarda alınıp dövülür, su ile lapa gibi yoğurulup yüze sürülür. Diğer bir terkip: Beyaz balmumu A13a üstübec, buzağı yağı, gül yağı, her birinden 1 cüz alınır; yağlar eritilir, sonra üstübec dövülüp bu eriyiğe ilave edilir. Akşamdan yüze sıvanır, sabah olunca yüz saf su ile yıkanır, çok faydalıdır. Diğer bir terkip: Bu da yüzü temizlemekte çok yararlıdır. Bir miktar san zırnık su ile koyulaşıncaya kadar kaynatılır sonra 8 dirhemi alınır, mürr-i sâfi, acı bakla unu, nohut unu, kavun çekirdeği içi, herbirinden eşit miktarda alınıp zırnık ile başka bir yerde eritilip kullanılır. Benzeri yoktur. Diğer bir terkip: Teni saf ve rengi kırmızı yapar. Kitre ve ince dövülmüş billur [beyaz cam]; zaferan, acı bakla, pamuk çekirdeği içi, her birinden birer miskal. Bunlar dövülüp bir miktar badem yağı ile karıştırılır, yüze sürülür. Diğer bir terkip: Yüzü kırmızılaştırır. Yapılışı: Hardal-ı ebyaz, zımık-ı ahmer, bure. Her birinden eşit miktarda alınır dövülür, yumurta sansı ile karıştırılıp yüze sürülür. Diğer bir terkip: Vücudun beyazını beyaz, kırmızısını kırmızı yapar, yaraların eserlerini ve yüzdeki leke, benek ve çilleri tamamen yok eder. Eğer bir kimse buna yedigün ara vermeden devam ederse bu terkip o kimsenin yüzüne öyle bir parıltı ve canlılık verir ki kardeşi bile görse onu tanıyamaz.

41

Yapılışı: Kabuğu çıkmış mahlep 10 miskal; pişmiş ada soğanı 5 miskal, dövülüp inceltilmiş besbayec, 5 miskal, zaferan 1 miskal, nöbet şekeri A 13b 8 miskal, mâmirân, nane, nohut unu, kitre ve pirinç unu, her birinden ikişer miskal; gülnar 6 miskal, verd-i ahmer 4 miskal, çiriş 10 miskal, hurma 20 miskal; suruncan, mevzek ve mazdeki, her birinden 10’ar miskal; asl-ı lâ’ıye 8 miskal; pişmiş soğan, hardal-ı ebyaz, her birinden beşer miskal; kepek suyu 20 miskal; incir balı 20 miskal Bütün bunlar dövülüp hepsi kepek suyu ile yoğurulur ve bir miktar gülyağı ve yumurta sarısı konup hap yapılır, gerektiğinde akşam yüze sürülüp sabah olunca yüz ılık su ile yıkanır ve yanmış çöğen suyu ile kaynatılıp buharına yüz tutulur. Sonra bir miktar gül yağı sürülür. Çok yararlıdır, bu ilacın benzeri yoktur.

Dördüncü Bap Kıl Çıkaran, Uzatan ve Kılın Rengine Güzellik Veren İlaçlar Beyanındadır Birinci fasıl İnsan bedenindeki kıllar dörde ayrılır: Birincisi; yüz güzelliğine ziynet ve bedene yarar veren kıllardır. Mesela başta olan saçlar, kaşlar ve kirpikler gibi. Bunların güzellik verici ve yararlı olduğu bilinir. İkincisi; yalnız güzellik vermek içindir. Mesela erkeklerin sakallan gibi. Üçüncüsü; yararlı olanlardır. Mesela vücudun sair yerlerinde olan kıllar gibi. Dördüncüsü; fena kıllardır. Mesela koltukta ve kasıkta olan kıllar gibi. A14a Bu kıllan gidermek için ayva çekirdeği suyu sürülmeli, işlem ayda üç defa tekrar edilmelidir. Kıllar temizlenir. Kıl çıkarmak için: Bir miktar zac ve safran, çok ince dövülüp zambak yağı ile birleştirilir, istenen yere sürülürse kıl çıkanr. Diğer terkip: Yanmış fındık içi 20 adet, ayvadâne gülü, lâden, zırnık, kündüs, her birinden birer cüz. Bunlar bir demir kap içinde ban yağı ile siyahlaşıncaya kadar kaynatılır, sonra kıl bitmesi istenen yere sürülür. İkinci fasıl Kıl karartıcı ve kızartıcı ilaçlar: Saçları siyahlaştırmak için: Bir miktar kınayı eşit miktarda çivitle yeteri kadar sumak suyu ve ekşi nar suyu ile yoğurup saçlara sürmelidir. Diğer terkip: Mürdesenk, bure eşit miktarda alınır, bir kaba konup üzeri dört parmak artacak kadar su doldurulur, güneşe konur. Bu suyun içine batırılan yün parçası siyahlaşıncaya kadar kanşım güneşte bırakılır, sonra süzülür ve bu su ile kına ve çivit her birinden onikişer cüz alınıp yoğrulur, adet olduğu gibi kullanılır. Dühnü’ş- şakâyık, yani gelincik çiçeği yağı kılları siyahlaştırır: Yapılışı: Gelincik çiçeği alınır, gölgede kurutulur, sonra iyice dövülüp elekten geçirilir. Daha sonra 16 dirhemine 100 dirhem mersin yağı katılıp güneşe konur, yirmi gün durduktan sonra alınıp kullanılır.

43

Diğer terkip: İstenilen miktarda mazı, zeyt yağı ile yağlanır, bir çömlek içine konulup siyahlaşıncaya kadar A14b yakılır sonra ince dövülüp 20 dirhemi alınır; 10 dirhem rastık taşı, 2 dirhem şap, 1 dirhem Hacı Bektaş tuzu, hepsi dövülüp sumak suyu ile ıslatılır ve kullanılırsa saçları siyahlaştırır. Diğer bir terkip: Kına 1 cüz, vesme 2 cüz, mürdesenk, bure, zeyt yağı ile kavrulmuş mazı, rastık taşı, şap, kesira, karanfil, her birinden eşit miktarda alınır yoğrulur, saçlara sürülür. Diğer terkip: Kına 1 cüz, semed 2 cüz, mürdesenk, şap, milh-i enderanî, kavrulmuş mazı, herbirinden eşit miktarda alınıp dövülür, sirkeyle yoğundur, kızmcaya kadar bırakılır, sonra kullanılır. Yağ terkibi: Bu yağ kıllara sürülürse kıllan siyahlaştırır, köklerini kuvvetlendirir. Yapılışı: Defne tohumu, lâden ve efsentinden birer cüz; servi kozası 2 cüz. Bunlar iyice dövülüp bir beze bağlanıp çıkın yapılır, yeteri miktarda mersin yağının içine konur ve sıcak bir yerde bir hafta bırakılır, sonra çıkın oğuşturulup sıkılarak yağı çıkanlır gerektiğinde saça ve sakala sürülürse onlan siyahlaştırır. Galenos boyası: Çok tavsiye edilen bir boyadır. Yapılışı: Taze ceviz çiçeği alınır bir miktar zeyt, bir miktar zift bunun dörtte biri kadar keçi yağı ile dövülüp baş boyanır. Diğer boya, yapılışı: İstenildiği kadar kuru üzüm çekirdeği iyice yıkanır, sonra ince dövülüp ağzı dar bir şişeye konur ve üzerine taşıncaya kadar şırugun konup at fışkısına gömülür, bir ay olgunlaşmaya bırakılır, A15a sonra çıkarılıp kullanılırsa çok faydalı olur. Diğer bir boya: Bu boyanın yapımına özen gösterilirse bir yıl bozulmaz. Boyayı ele veya başka yere dokundurmamalıdır; zira dokunduğu yeri siyahlaştırır, saçlara sürülürken ellere deriden eldiven giymeli, boyayı yüze damlatmamaya çalışmalıdır. Yapılışı: Zeyt-i infak 100 dirhem, gelincik çiçeği 50 dirhem. Bunlar şişe içine konur, ağzı yapışkan çamurla iyice kapatılır, sıcak bir yere konup onbeş gün orada bırakılır; sonra ağzı açılıp iyice süzülür, sonra üzerine zeyt miktarı kadar sirke konur, 11 adet mazı, zeyt ile kavurulur, iyice dövülür ve mürdesenk 14 miskal, zac-ı Kıbrısî 5 miskal, kına 9 miskal, nar kabuğu 10 miskal, vesme 5 miskal, ades 2 miskal. Bunlar ince dövülüp hepsi şişenin içine konur ve hafif ateşte sirke uçup yağ kalıncaya kadar kaynatılır, sonra süzülür ve saklanır. Saçlara sürülüp üzerine asma yaprağı veya hatmi yaprağı vesaire konur ve bağlanır. Sabah olunca

44

banyoya girilip yıkanılır ve kokulu yağlardan sürülür, bir seneye kadar rengi değişmeden kalır. Bu boya sürüldükten sonra eğer onbeş günde A15b bir defa saçlarda ağarmış kıllar olursa misvak şeklinde bir ağacı bu boyaya batırarak ağaran yerlerin dibine sürmelidir, yararlı olur. Diğer terkip: Bu da iyi gelir. Yapılışı: Bir Ebu Cehil karpuzu alınıp tepesi delinir, içi boşaltılıp yeteri kadar defne yağı ve gelincik çiçeği ile doldurulur, ağzı kapanır, üstü hamurlanıp bir fırında bir saat kadar kaynatılıp sonra çıkarılır, yağı süzülür, saklanır, İstendiği zaman saça ve sakala sürülür, çok yararlıdır. Diğer terkip: Hintli bilgin ve hekimlere göre siyah eşeğin tırnağı alınıp yakılır, mersin yağı içinde karıştırılıp boya yapılırsa saçları siyahlaştırır. Diğer terkip: Bir ‘meşşâta’ yani yüz yazıcısından nakl olunmuştur ki bu boya çok denenmiş olup çok iyidir. Yapılışı: Gelincik çiçeği, böğürtlen usaresi, kurutulmuş mazı, hubsü’lhadîd, her birinden 1 cüz, şap dörtte bir cüz, bunlar sirkeyle kaynatılır, süzülür, gerektiğinde kullanılır. Diğer terkip: Bazıları, “bir miktar karanfil dövülüp kına ile karıştırılıp saçlar boyansa çok siyah olur” derler. Diğer terkip: Bu terkip buluğa ermeden kullanılırsa o kimse ihtiyarlamaz yani saçı, sakalı ağarmaz. Yapılışı: Kırlangıç kanı 1 habb-i misk bir miktar, zibak-ı râssâsi. Bunlar bir yerde toplanır ve koklanır. Şeyh İbn-i Sina, Kânun'unda “rutubetli mizacı olup bünyesi güçlü olan kimse bir dirhem kırmızı zac kullansa beyaz kıllar dökülür, yerine kırmızı kıllar çıkar” der. A16a Gene İbn-i Sinâ, Kânun'unda “Bir kimse her gün bir tane kabliyi ağzında çiğneyip yutsa, buna bir yıl devam etse o kimsenin gençliği sürekli olur ve ihtiyarlamaz, yani saçı sakalı ağarmaz” der. Terkip: Saçlan kırmızıya çeviren boya. Yapılışı: Topalak ve kündüs eşit miktarda alınıp suyla kaynatılır, sonra süzülüp saçlara sürülür. Diğer bir terkip: Şarap tortusundan [yanmış olan veya olmayan] alıp balık yağı ile karıştırılır sonra sürülür. Diğer Terkip: Saçları kızıllaştırır ve güzelleştirir.

45

Yapılışı: Bir miktar ekşi nar kabuğu yeteri kadar su ile bir gün bir gece ıslatılır. Sonra içine 1 cüz demir talaşı 1 cüz tuz konup kaynatılır ve süzülür. Sonra su ile kına birkaç defa ıslatılıp boya yapılır. Saçları kızartan boya, yapılışı: Kına, çivit ve mukl. Her birinden 1 cüz. Bunlar bir miktar dövülmüş hatmi kökü ve yeteri kadar su ile yoğurulup boya yapılır. Diğer terkip, yapılışı: Kına ve çivit. Bunlar sumak suyu ile yoğurulup boya yapılır. Bu boyayı ekseriya Şamlı kadınlar kullanırlar, saçları siyah olur. Birkaç kez sürülür ki etkili olsun. Diğer terkip, yapılışı: Ağzı dar kurşun bardağın içine 41 tane sülük konur. Sülükler önce bir yaraya yapışmış olmalıdır. Sonra üzerine zeytin yağı konup ağzı kapanır A16b ve at fışkısına gömülür, 40 gün öyle bırakılır, sonra çıkarılıp saklanır. Saça sürmek istenirse ellere bir miktar şırugun sürülür, sonra o yağ saçlara sürülürse benzeri yoktur. Bu boya çok iyidir ve denenmiştir. Saçları siyahlaştıran boya, yapılışı: Nure ve mürdesenk ve emlec ve sıcak kil, Arap zamkı, her birinden 3 dirhem, zac 2 dirhem. Bunlar ayn ayrı dövülüp sirkeyle yoğurulur, sonra, baş hatmi ile yağlanıp kuruduktan sonra bu ilaç sürülür, bir gece bırakılıp ertesi gün hatmi ile tekrar yıkanır, çok iyi olur. Bazıları, zeytin yaprağını kaynatıp suyu ile başı yıkasalar saçları kıvırcıklaştırır, derler. Diğer terkip: Saçları kıvırcıklaştırır. Yapılışı: Boy tohumu unu, sedir, mürr-i sâfi, mazı, nura ve mürdesenk, eşit miktarda alınır, bir arada dövülüp su ile yoğurulur, saçlara sürülür, saçları kıvırcık ve güzel yapar. Terkip: Fazla kıvırcık ve dolaşık saçları açmak için: Yapılışı: Bezr-i katuna öz suyu, hatmi öz suyu, eşit miktarda alınıp toplanır, saçlara sürülürse saçların dolaşığını açıp güzellik verir. Üçüncü fasıl Kıl çıkarıcı ilaçlar: Mesela kaş, saç sakal gibi. Bu ilaç kaşları çıkarmakta çok denenmiş ve etkilidir. Başa sürülürse baştaki zayıf kılları döküp yerine kuvvetli kıl çıkarır. A17a Yapılışı: Bir miktar taze vezarih, Türkçe ‘kuduz böceği’ denir, alınıp kanadı ve kuyruğu kesilir, sonra gölgede kurutulup dövülür, yeteri kadar menekşe yağı ve zeytin yağı ile koyulaşmcaya kadar kaynatılır ve bu sıvı istenilen yere sürülür.

46

Diğer terkip: Bir miktar kündüs dövülüp yumurta akı ile yoğurulur ve istenen yere sürülürse kıl çıkarmada çok etkilidir. Diğer terkip, yapılışı: Yanmış eşek tırnağı ve yanmış boynuz şırugun ile dövülüp sürülürse kıl çıkar. Diğer terkip: Ca’de ve lâden eşit miktarda alınır, kıvama gelmiş pekmezle karıştırılıp istenen yere sürülür. Birkaç kez kullanmak gerekir ki etkili olsun. Diğer terkip, yapılışı: Yanmış inci sedefi 1 cüz, fîilful 2 cüz, kına tohumu yarım cüz, dövülür 3 cüz zeytin yağı ile karıştırılıp istenilen yere sürülürse kıl çıkarır, denenmiştir. Dördüncü fasıl Kıl çıkmasını önleyen ilaçlar: Şeyh îbn-i Sinâ, bütün uyuşturucu ve soğuk tabiatlı ilaçların kıl çıkmasını önlediğini, yazar. Koltukta ve kasıkta olan kılları yolduktan sonra bu ilaçlardan sürseler bir süre kıl çıkmaz. Terkip: Ban otu, afyon ve baldıran tohumu. Her birinden birer miktar alınıp sirkeyle kaynatılır ve birkaç defa sürülürse kıl çıkarmaz. Diğer terkip, yapılışı: Gölgede kurumuş kurbağa eti, tatlı su kaplumbağasının kanı, bure-i ahmer, mürdesenk, yanmış sedef. Her birinden eşit miktarda A17b alınıp su ile yoğurulur, kasıkta olan kıllar yolunduktan sonra sürülürse bir daha kıl çıkmaz. Diğer terkip, yapılışı: Iklimiyâ ve isfidacdan birer cüz, şap yarım cüz. Bunlar taze ban otu suyu ile eritilip bir önceki gibi sürülür. Diğer terkip, yapılışı: İncir sütü, karınca yumurtası, zebedü’l-bahr, turunç ekşisinden birer cüz; dövülecekler bir yere toplanır ve dövülür, istendiğinde kasıklara üç defa sürülür. Bu ilaçtan buluğa ermemiş kızların kasıklarına sürseler asla kıl çıkmaz. Diğer terkip, yapılışı: Bir miktar zırnık, taze ban otu usaresi ile dövülüp sürülse yararlıdır. Diğer terkip, Galenos’dan alınmıştır; Yapılışı: Mer mâhûz, ebhul, servi yaprağı, incir yaprağı, bunlar kurumuş olmalı, ferbiyûn, ancudan kökü ve azeryun, nehir yengeci, her birinden 1 cüz. Bunlar dövülüp elenir, pırasa, taze kişniş veya kereviz suyu ile yoğurulup kurutulur. Sonra koltuğunda veya kasığında olan kıllar yolunur, bu ilaçtan geceleyin kıl yeri kızarana kadar sürülür. Bu işlem üç defa tekrarlanır, bir daha asla kıl çıkmaz.

47

Şeyh İbn-i Sinâ der ki “kirpi yağı içinde iyice kaynatılıp süzülür ve saklanır. Sonra istenilen yere sürülürse bu da kıl çıkmasını önler.” Diğer terkip: Kılları yolmak için. Yapılışı: Bure ve zırnık, eşit miktarda alınır ve bir miktar sabır katılıp su ile bulamaç gibi oluncaya kadar yoğurulur, A l 8a sonra kasıklara ve koltuklara sürülüp kılları yolup temizler. Bazıları bure ile zırnığın üzerine 4 parmak miktarı çıkıncaya kadar su koyup kaynatırlar. Tamamen kaynaması bir tavuk tüyü batırınca tüyleri dökülünce anlaşılır. Sonra ateşten indirilir, süzülür, güneşe konur birkaç gün durduktan sonra katılaşır, saklanır. Kullanmak istenince bir miktar alınıp çok az su ile eritilir, istenen yere sürülür. Bazıları bu suyun içine dörtte bir miktar şırlagun koyup sabah olunca kaynatır, sonra yağı saklarlar. Gerektiğinde pamukla istenen yere sürülürse çok yararlıdır, kılları hemen döker. Diğer terkip, yapılışı: Kalye taşı 2 cüz, bure 1 cüz, zırnık 10 cüz. Bunlar bir yerde toplanır, üzerini örtecek kadar su konur, üç gün öylece bırakılır, sonra süzülüp suyu alınır ve şırlagun ile suyunun yarısı azalıncaya kadar kaynatılıp saklanır, gerektiğinde kullanılır. Eğer kokusunun güzel olması isteniyorsa içine şeftali yaprağı, topalak, sünbül-i Hindi ve ıdhir gibi ilaçlar koymalıdır.

48

Beşinci Bap Dişleri Parlatan, Paslanmasını Gideren ve Ağız Kokusunu Hoş Eden İlaçlar Beyamndadır Bilindiği gibi mahbûbelerin dişleri Al 8b beyaz ve ağız kokuları hoş olursa, bu onların güzelliğine güzellik katar. Eğer dişler; siyah olur ve ağızlan fena kokarsa, bu da onların güzelliğine halel getirir ve nefrete neden olur. Bu nedenle bu bapta dişlere parlaklık veren ve ağız kokusunu gideren ilaçlar anlatıldı. Dişlere parlaklık veren ilaçlara ‘senûn’ adı verilir. Senûn: Kavrulmuş arpa unu ve kavrulmuş incir birer dirhem, zübedü’lbahr 3 dirhem, yanmış sedef, nehir yengeci ve yanmış yumurta kabuğu her birinden ikişer dirhem. Bunlar ince dövülüp dişlere sürülür. Diğer senûn: Bu da dişlere cila verir. Yapılışı: Yanmış geyik boynuzu, Hacı Bektaş tuzu, zübedü’l-bahr, herbirinden 1 cüz, yanmış kamış kökü 2 cüz, sadic, çini parçası dörte bir cüz. Hepsi birlkte iyici dövülüp dişlere sürülür. Diğer senûn: Nar kabuğu 2 cüz, urûku’s-sufr, gülnar, sumak, şap ve mazı, her birinden birer cüz. Bunlar dövülüp yukardaki gibi kullanılır. Diğer senûn: Oynamış dişlere kuvvet verir ve parlatır. Yapılışı: Bir miktar Hacı Bektaş tuzu, bir kağıda konup ateşe tutulur. Isımncaya kadar bırakılır. Sonra katrana batırılır ve 1 cüzü alınır, zübedü’l-bahr, tarçın, mürr-i sâfi, topalak, yanmış sedefin her birinden birer cüz, şeker 3 cüz; kâfur yanm cüz. Hepsi dövülüp kullanılır. Diğer senûn: Dişleri A l 9a temizleyip parlatır. Bir miktar nöbet şekeri ezilip parmak, sekencebine batırılır, toz edilmiş şekere bulanarak tekrar tekrar dişlere sürülür. Sonra ağız su ile çalkalanır. Haftada bir kez uygulamaya devam edilirse dişler çok temiz olur. Hap terkibi: Bu hap ‘nekhe’ yani ağız kokusunu iyileştirmekte çok yararlıdır. Yapılışı: İyice ayıklanmış kırmızı gül, ak sandal, sarı sandal ve sa’d. Her birinden 10’ar dirhem, seliha, sünbül, kırfe ve karanfil, cevz-i bevvâ, her birinden 4 dirhem, kâfur yanm dirhem. Bunlar iyice dövülür, çiçek suyu ile yoğurulup nohut büyüklüğünde hap yapılır. Bir tanesi ağza atılıp çiğnenir.

49

Terkip: ‘Bahr’ dedikleri illete gayet yararlıdır. Yapılışı: Sabır 3 dirhem, fUlfUl. karanfil, havlican, udU’l-kahr, her birinden birer dirhem, misk ve kâfur birer dirhem. Bunlar iyice dövülüp şarab-ı reyhan ile yoğrulup nohut büyüklüğünde hap yapılır. Diğer terkip: Bu da ağız kokusuna yararlıdır. Yapılışı: Kâkule-i kebir ve sagir, cevz-i bevva, karanfil, tarçın, havlican ve fillftll, her birinden 3 ’er dirhem. Kırmızı gül, ak sandal 5 'e r dirhem; misk yarım denk, bunlar ince dövülüp gül suyu ile yoğurulup, hap yapılır. SenAn terkibi: Ağız kokusunu güzelleştirir. A 19b Dişlere parlaklık ve diş etlerine kuvvet verir. Yapılışı: Balla kavrulmuş arpa unu, zübedü'l-bahr, yanmış kamış kökü 8 ’er dirhem, kâkule-i kebir ve sagir, kebâbe, besbâse, akırkarha 3 ’er dirhem, tebâşir-i-Hindî, gül, yanmış sedef birer dirhem, ince dövülüp dişlere sürülür. SenAn terkibi: Bu da ağız kokusunu giderir, dişlere parlaklık verir. Yapılışı: Kabuğu çıkmış beyaz topalak ince dövülüp eski şaraba ıslatılır, sonra yeteri kadar bal ile yoğurulup hap yapılır, bir tepsiye dizilip fırında kızarıncaya kadar kurutulur. Soğuduktan sonra 10’ar dirhem alınır, milh-i enderanî, zübedü’l-bahr 3 ’er dirhem, ud 4 dirhem. Hepsi ince dövülüp dişlere sürülür. Diğer senAn terkibi, yapılışı: Ak sandal, kırmızı gül her birinden S dirhem, ak topalak, ağaç kavunu kabuğu, ıdhir, râmek, her birinden 3 dirhem; kâküle, kebâbe, besbâse, karanfil, misk, ud, sek, her birinden 2 ’şer dirhem. Bunlar ince dövülüp ilaç yapılır. Diğer terkip: Ağza hoş bir koku verir. Yapılışı: Seliha, tarçın, râmek, kâkule-i kebir, meyan kökü, kebâbe, üşne, her birinden eşit miktarda alınıp dövülür. Gül suyu ile yoğurulur, mangır büyüklüğünde hap yapılır. Her gece bir tane alıp ağızda tutulur.

50

Altıncı Bap Bedeni Semirtip Tarâvet Veren İlaçlar Beyanındadır Mahbûbelerin bedenleri orta semizlik ve yumuşaklıkta olursa, onların bu zenginliğinden oluşan lezzet, bedenleri zayıf ve kuru olanlara eşit olamaz. Bu nedenle bu bapta semirtici ilaç ve gıdaları anlattık, ta ki B17a bedeni az yoğun olan mahbûbeler bu ilaçlan sürekli kullansınlar ve bunlarla bedenlerine canlılık, renklerine güzellik gelsin. Bu bap iki fasıla ayrılmıştır. Birinci fasıl Tüm vücudu semiz eden gıda ve ilaçlan bildirir. Burada ilaçlar anlatılmadan önce gıdalar anlatılacaktır. İlaç kullanmadan önce bu gıdaları kullanmalı, ilaç kullandıktan sonra da bir süre devam etmelidir. Bunlarla iyi kan hasıl olur. Sindirimi kolay olan tavuk göğsü veya keşkek denilen nefis yemekler, sütlü aşure, taze kuzu, genç kıvırcık koyun eti ile yapılmış kebaplar, semiz tavuklar, kaz dolması, Mısır tavuğu gibi... Bunları ve yemekleri yedikten sonra hamama girmek gibi... Bütün bunlann bedeni semirtip canlılık verdiği çok denenmiştir. Bu terkiplerden bedeni semirtip canlılık verenler şunlardır: Kabuğu çıkmış badem, fındık, habbetü'l-hazrâ, şahdânec, Şam fıstığı, çam üstığı, her birinden eşit miktarda alınıp bal ile yoğrulur, ceviz büyüklüğünde haplar yapılır ve her gün beş on tanesi yenir. İçici takımından ise üzerine şarap içilir veya bir bardak taze inek sütü içilir, bu minval üzere devam olunursa beden semirir, çok denenmiştir. Terkip, yapılışı: Semîd 4 ölçek, dövülmüş anzarut 40 dirhem. Bunlar yetecek kadar inek sütü ile yoğurulup hap yapılır, sabah akşam devam edilirse çok fayda görülür. Diğer terkip, yapılışı: Kabuğu çıkmış ve ince dövülmüş habb-ı hırva, eşit miktarda semîd, bunlar yeteri kadar taze sütle B18a koyuca yoğurulur, sonra 12 dirhem büyüklüğünde hap yapılıp kurutulur ve bunlardan günde ikişer tane kullanılır. Bu ilaç da bedeni semirtmekte denenmiştir. Yapılışı: Bir miktar nohut, taze inek sütü ile bir gün bir gece ıslatılır, ertesi gün gene taze süt konup bu şekilde birkaç defa tekrar edilirse daha iyi olur; dövülmüş ak haşhaş tohumu pirinç ve buğday unu. arpa unu 30

51

dirhemi ayrılıp sütle bulamaç oluncaya kadar pişirilir. Sonra bir miktar taze tereyağı veya sadeyağ konup kullanılır. Daha sonra hamama gidilir ve halvete girilip bir süre oturmak daha iyidir. Bedeni semirtmek için çok iyi bir uygulamadır. Diğer terkip: Bu da bedeni semirtir. Yapılışı: Bakla unu, arpa unu, pirinç unu, her birinden birer cüz, kabuğu çıkmış mercimek ve mâş, ak haşhaş tohumu, her birinden yanm cüz bunlar tek tek karıştırılıp korunur, yeteri kadar koyun sütü ile bulamaç yapılıp her gün devamlı kullanılır. Diğer terkip: Şeyh İbn-i Sinâ’dan alınmıştır ki bu ilacın bedeni ısıtıcı etkisi denenmiştir. Yapılışı: Bir miktar benc alınıp bir gün bir gece suda ıslatılır, sonra yıkanıp kurutulur ve sadeyağla birlikte iyice ovulur, bir miktar ateşe konup kavurulur ve sonra 4 katı kadar kabuğu çıkmış badem ve şeker konur, yatarken 5 dirhem kadar kullanılır. Diğer terkip: Bir miktar şıh alınır, suyla birlikte kaynatılır, sonra gölgede kurutulur ve hamur içine konup fırında kızarıncaya kadar pişirilir, sonra çıkarılıp dövülür, her 100 dirhemine ikişer miskal susam ve ak haşhaş tohumu konur, B18b sabah akşam üçer kaşık kadar kullanılır, çok yararlıdır. Kilo aldıran macun, yapılışı: Habbu’z-zelem, hamub-ı berrî ve nohut, nar-ı müşk[ekşi ufak nar], şakakil, kâküle, gül, kitre ve Arap zamkı, her birinden 3’er miskal Bunlar ince dövülür, yeteri kadar köpüğü alınmış balla macun yapıılır. 1 dirhem kadar kullanılması, sabah ve akşam birer miskal ve buna ilave olarak nohut suyu ve bögrülce aşı, kuzu kebabı, semiz tavuk yenir ve bu şekilde devam edilirse bedeni semirtip yumuşatmada benzeri olmaz. Terkip: Eski hekimler bunun sağlığa iyi geldiğinde birleşmişlerdir. Bedeni semirtmede denenmiştir. Yapılışı: Ak haşhaş tohumu, nohut unu, bakla unu, her birinden 1 cüz, ak selince, bazıları semizlik otu derler, 2 cüz, Kirman kimyonu ve fülful her birinden yarım cüz alınır, dövülür, hepsinin toplamı kadar semîd, yeteri kadar inek sütü ile yoğurulup biraz pişirilir, sonra yetecek kadar süt veya tavuk suyu ile ıslatılıp yemeklerden önce yenir, çok yararlıdır. Terkip: Bu ilaç bedeni özellikle semirtir. Yapılışı: Dûdü’l-nahl ki, henüz kanatlan çıkmamış bal arısının yavruları, gölgede kurutulur, sonra bundan macun yapılıp kavrulmuş un ile bulamaç yapılır, kullanılır, çok yararlıdır.

52

ikinci fasıl Bazı organları semirtici ilaçlar. Bilindiği gibi bazı organları mesela ferci uylukları ve baldırları B19a veya diğer organlardan birisini semirtmek veya büyütmek istense, yiyecekler ve içecekler yoluyla değil de gıdayı yani kanı ve kandaki ruhları [hücre besleyici ve geliştiricileri] o organa ilaç aracılığıyla hapsetmekle olur. Galenos, bir organ büyültülmek istense; “Hemen o organ pek kızarmcaya kadar ovulmalı, sonra üzerine yumuşak zift yapıştırılmalı ki kolay ovulsun, zift tam kuruyunca çekilir, böyle yapılırsa o organ kanı çeker ve büyür.” demiştir. Bu işlem yazın günde bir, kışın günde iki defa yapılmalıdır. Bazı hekimler demiştir ki “Bir organ kızarmcaya kadar ovulduktan sonra uygun olan, üzerine sıcakça su döküp gene ovulmasıdır. Sonra zift bir bezin üzerine yayılıp ateşe tutulur, yumuşayınca organa yapıştırılır, bir süre durduktan sonra zift çabucak çekilir; böylece gıdanın o bölgeye çekilmesi kolaylaşır, [organın da] büyümesi gerçekleşir”. Hatta Galenos der ki; “Bir esirci, genç esirlerine bu işlemi yapmayı alışkanlık edinmişti. Bu önlem ile gulamların kıçları küresel, topuklan yuvarlak olur; müşterinin gözüne güzel görünür, satın almaya talip olurlardı.” Şeyh Ibn-i Sinâ; “Eğer zift soğalgan yağı ile kullanılsa gıdaları içine almakla daha güçlü olur” demiştir. Bu kitabın müellifi der ki; “Bir kimse bu işlemi zekerine uyguladığını, söyledi. O kişinin zekeri o kadar kalın ve uzun olmuş ki, kendisi bile görünce şaşırmış, ancak büyüklüğüne nispetle kuvvet ve sertliği kalmamış”.

53

B17b

Yedinci Bap Ellere ve Parmak Uçlarına Konacak Kınalar Beyanmdadır Kına, mahbûbelerin parmaklarına yüzük gibi ziynettir. Eşinin sevgi ve mürüvvetine de ziynet verip şehveti tahrik edici şeylerdendir. Bu nedenle bu bapta türlü kınaları anlatmaya başlıyoruz, ta ki mahbûbeler mizaç ve meşreplerine göre diledikleri kınadan kullansınlar ve bu yüzden hüsn ü cemallerine olgunluk eriştirsinler. Zehebî terkibi: Bu kına, parmak uçlarına konulursa tıpkı altın yüzük gibi, güneş gibi parmakları sarartır. Yapılışı: Bir miktar gömeç balı eşit miktarda su ile ezilip kar’ ve imbikle damıtılır ve bir şişeye konup içine 8 dirhem zac-ı asfar ve 5 dirhem demir tozu konur, kararmcaya kadar güneşte tutulur. Kullanılmak istendiğinde önce parmaklar nişadır suyu ile ıslatılır sonra o suya batırılır ve güneşe tutulursa eller altın gibi sarı olur. Diğer terkip: Bu da zehebî gibidir. Yapılışı: Kına, vesme, zac-ı asfar her birinden 1 cüz, zaferan çeyrek cüz, bunların toplamı kadar nişadır. Hepsi ince dövülüp bir kavunun veya bağırsağın içine konur, rutubetli bir yere asılır ve altına bir kâse konur ki çözünüp akınca kâseye gelsin. îşlem yazın böyle yapılmalıdır, kışın ise hayvan gübresine gömülüp bırakılır. Gerektiğinde bu mahlul arpa unu ile yoğurulur ve bir gece öyle durur, sonra istenen yere konursa o yer altın gibi sarı olur, denenmiştir. Diğer terkip, yapılışı: Kına ve zac-ı asfar her birinden 1 cüz, çivit 2 cüz, dem-i ahaveyn bunların toplamı kadar. Bunlar ince dövülüp keskin sirke ile yoğurulur. B17a ve parmaklara sürülürse altın gibi yapar. Diğer terkip: Bu da denenmiştir. Yapılışı: Zımık-ı ahmer 5 dirhem, kibrit-i zehebî 2 dirhem. Bunlar bir potaya konup üzeri balçıkla sıvanır ve ilaç sararıncaya kadar ateşte durur, sonra soğuyunca potadan çıkarılıp ince dövülür, daha sonra tamamı kadar halis kına alınıp keskin sirke ile yoğurulur ve kuruduktan sonra dövülüp hepsi şeker şerbeti ile yoğurulur ve mayalanıncaya kadar bekletilir. Bir miktar parmaklara sürülüp üzerine pazı yaprağı sarılıp bağlanır, bir gün bir gece durursa eller altın gibi sarı olur.

Bu kitabın müellifi Abdurrahman Şeyzerî der ki “Ben bu kınayı bazı mahbûbelere övdüğümde onlar da bunu uygulamışlar, elleri o kadar güzel renk almış ki başka kadınlar görünce parmaklarına altın yapıştırılmış sanıp şaşkınlıklarından parmaklarını ısırmışlar.” Diğer terkip: Bu kına parmakları zümrüt gibi yeşil yapar. Yapılışı: Bir miktar demir tozu alıp üzeri örtülünceye kadar keskin sirke konur, sıcak güneşe konup sirkenin üzerine geleni alınır, sonra gene üzerine sirke konur; bu yöntem üzere istedikleri miktar toplanır, sonra bir miktar dehnec [zeberced rengi yeşil taş] veya 3 dirhem zırnıkla eritilip korunur. Sonra nişadır sirkede ıslatılıp içine bir parça kırmızı bakır konur ve yeşil oluncaya kadar böylece durur ve sonra parmaklara normal kına konur. Sonra nişadır sirkesi ile önceden hazırlanan ilaç karıştırılıp kınanın üzerine sürülürse yeşil zümrüt gibi olur, bir süre öylece kalır. Kitabın müellifi der ki “Bu kınayı bazı mahbûbelerde denedim, parmaklan zümrüt yeşili oldu.” Diğer Terkip: Bu da önceki gibidir. B20b Yapılışı: Zac ve şap her birinden 1 cüz. Bunlar ayrı ayrı dövülüp bir kâseye konur. Üzerine taşıncaya kadar sirke ilave edilir, bir saat kadar durduktan sonra sirke süzülüp kâse güneşe konur. Kuruyunca kâseden alınıp dövülür ve yumurta akı îte karıştırılır, ellere kına sürüldükten sonra üzerine bu ilaçtan sürülüp pazı yaprağı ile örtülür, çağla renginde güzel bir renk elde edilir. Diğer terkip: Bu kına lâcivert olur. Yapılışı: Lâcivert ve zerdeçöp, çivit ve zencefre. Her birinden 1 cüz. Bunlar ince dövülür, Arap zamkı ile yoğurulup parmaklara sürülür, çok güzel bir renk olur. Diğer terkip: Siyah kma, kömür gibi siyah olur. Yapılışı: Kurumuş ve dövülmüş muz kabuğu 1 cüz, aynı miktarda kma ile karıştırılır, ince dövülmüş 3 adet mazı ve 3 dirhem zac ve 2 dirhem tuz ve yarım dirhem mazdeki. Bunların hepsi dövülmüş olmalı, sonra ılık su ile yoğurulup sürülürse parmaklar kuzgunî siyah olur. Diğer terkip, yapılışı: Kına 20 miskal, mürdesenk 3 miskal, zac, Arap zamkı, kesira, her birinden birer miskal. Bunlar dövüldükten sonra yumurta akı ile yoğurulup kullanılır, gayet hoş bir renk olur. Hizâb-ı Tavus: Bu kma tavus [kuşu] renginde olur, çok güzeldir. Yapılışı: Şap ve zac. Her birinden 3’er miskal, habbü’l-eedîd ve ekşi nar kabuğu, her birinden 5 miskal, kına, zencefre her birinden 1 miskal. Bunlar dövülüp bol şırugun ile yoğurulup sürülse, parmaklar ebru renk olur.

55

Hizâb-ı Firûze: Bu kına fırûze renginde olur. Yapılışı: Reyhan 5 miskal, zac ve şabb-ı yemanî, her B21a birinden 1 miskal, zırnık ve rastık taşı ve zac-ı asfar ve Arap zamkı, her birinden 1 miskal, zaferan 3 habbe, bunlar ince dövülür, 10 miskal kına ile karşıtınlıp keskin sirke ile yoğurulup kullanılmalıdır, Hizâb-ı Halveti, yapılışı: Dem-i ahaveyn 2 cüz, semed, zaferan ve zencefre her birinden birer cüz, mazdeki yarım cüz. Bunlar ince dövülüp zamk suyu ile yoğurularak kullanılırsa gayet latif bir renk olur.

Sekizinci Bap Bedene Hoş Koku Veren İlaçlar Beyanındadır Bilinmelidir ki mahbûbelerin bedenleri temiz ve kokulan hoş olursa vasıflan iyi olur ve bu durum şehvetin artmasına neden olur; amma mahbûbelerin derisi ağır kokup bedenlerinin rayihası hoş olmazsa, ne tür ziynetlerle donanmış olurlarsa olsunlar bu vasıfları olumsuz etkiler. Böyle mahbûbeler, bu bapta vereceğimiz ilaçlarla önlem almalıdır ki beden kokulan hoş olup aradaki sevginin artmasına neden olsunlar. Merhem terkibi: Pırasa, nane ve merzengûş ve elma kabuğu. Her birinden birer tutam. Bunlar bir kap içine konur üzerine dört parmak çıkıncaya kadar su ilave edilir, sonra su üçte biri eksilinceye kadar kaynatılır, süzülür ve bedene sürülürse fena kokular gider ve bedenin kokusu hoş olur. Diğer terkip: Bedene sürülürse kokuyu çok hoş yapar. Yapılışı: Mersin, merzengûş, mia ve ağaç kavunu kabuğu rendesi, işne, sandal; herbirinden eşit miktarda alınıp kanştmlır, saklanır. Gerektiğinde bir miktar mersin yağı, gül yağı veya gül suyu ile ezilip bedene sürülür. Diğer terkip: Koltukta ve kasıkta olan kötü kokuları giderir, çok faydalıdır. Yapılışı: Sandal, seliha, misk, sünbül, şap, mürr-i sâfi B21b her birinden eşit miktarda alınır, kanştırılıp gülab ile ıslatılır ve isteniler yerlere sürülürse kötü kokular kaybolur. Diğer terkip: ‘Sunân’ denilen koltuk altı kokusu, meme altları ile kasıkta olan kötü kokuyu gidermek için gayet denenmiştir. Yapılışı: Kurumuş ve yanmış rasen, kurumuş çınar yaprağı, yanmış zeytin çekirdeği, yanmış zac ve zaferan her birinden 1 cüz alınır, toz gibi ince dövülür sonra mersin yaprağı özsuyu ile yoğurularak hap yapılır ve gölgede kuruduktan sonra koltuğa biraz hacamat yapılıp, haplar yeteri kadar dövülerek üzerine ekilir, Kan çıkınca ovulur ve öylece bir gece bırakılır ve gusl edilir, böylece önlem alınırsa başka ilaca gerek kalmayıp sunân illetinden, kötü kokulardan kurtulunur. Terkib-i zerûr: Bedeni hoş kılar, mizacı sıcak olanlara yararlıdır. Yapılışı: Sa’d ve sadic, ıdhirin çiçekleri, sıvı mia, her birinden 10’ar miskal, gül kurusu ve mersin yaprağı her birinden 2 miskal. Bunlar dövülüp şarab-ı reyhan ile yoğurularak hap yapılır, gölgede kurutulur,

57

istenildiği zaman yeteri kadar dövülüp hamamdan çıktıktan sonra bedene ekilirse ter kokusu kesilir. Beden çok güzel kokar.

Diğer terkip:Bu da önceki gibidir. Yapılışı: Tarçm, sünbül, ezfâr-i tayyib, kust; her birinden 2 cüz; tîn-i mahtûm, yıkanmış isfıdac, her birinden yanm cüz; zaferan, gül, her birinden üçte bir cüz. Hepsi ince dövülür, önceki ilaç gibi kullanılır. Bu kitabın mütercimi der ki ‘Sunân’ ki Türkçede ‘koltuk altı kokusu’ denir; bunun nedeni hekimlerce ‘bozulmuş hılt ve kokuşmuş ölü deri’olarak bildirilmiştir. Ekseriya B22a cünupluk ve hayızdan gusül etmeyen kokmuşlara arız olur. Eğer bedende bozulmuş hılt var ise beden tenkıye edilir. Cünüplüğe bağlı ise tenkıye edilmez, hamama girmeğe devam edilir. Özellikle hatunların sıkça hamama girmesi bedenlerinin canlılığına ve vücutlarının letafetine sebep olur. Sonra eğer gerekirse belirtilen ilaçlardan uygulanır ve hoş kokulu, mesela ardıç ve sandal yağı gibi, yağlar sürülür ve giysilere misk, Kâbe fesleğeni konur, ta ki temizlik ve hoş koku nedeniyle çekicilikleri çok fazla olsun, erlerinin sevgisine neden olsun. Amma şol mahbûbeler ki vücutları zaten temizlik üzere olur, onların hoş kokuları güzel koku sürünmeye gerek bırakmaz. Belki de onların kokuları, saçlarının kokulan miskten daha hoştur. Hoş deyişli şair şöyle demiş: Nâfe-i Çin ü Hotan turreye olmaz hem-bû Sünbül-i cennet eger olsa gıdâ-yı âhû[ J

[*] O ahu gözlü, hoş kokulu sevgilinin gıdası, güzel kokulu cennet sümbülleri olduğundan; Çin ve Türkistan’ın en güzel kokuları, saçının güzel kokusunun yerini tutamaz.
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF