Troçki - İhanete Uğrayan Devrim

April 6, 2017 | Author: kitapdevri | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Troçki - İhanete Uğrayan Devrim...

Description

İh a n e te U ğ ra y a n D e v r im LEV DAVİDOVİÇ TROTSKİY

Lev Davidoviç Trotskiy İHANETE UĞRAYAN DEVRİM

Ic a I ef

(7 Kasım 1879-21 Ağustos 1940)» Asıl adı Lcv Davİdoviç Bronstein. Proleter devrimci, Marksist kuramcı. 1896’da sosyalist harekete katıldı» 1905 Devriımnde Petersburg Sovyetinin Önderiydi, o dönem “Sürekli Devrim” ku­ ranımı geliştirdi* 1917'de Bolşevik Partisinin Merkez Komitesi­ ne seçildi. Ekim Dcvriminde etkin rol âldı. Bir kez daha Petersburg Sovyetinin başkanlığına getirildi. O dönem Dış ilişkiler Halk Komiseri görevini üstlendi, 1918’dc Savaş Halk Komiseri oldu, Kızıl Orduyu örgütledi, önderliğini üstlendi. 1920'li yıllar­ da Stalin ile derin bir ayrılığa düştü. Temel olarak Marksizmden köklü bir kopuş anlamına gelen "tek ülkede sosyalizmdi reddet­ mesi ve uluslararası sosyalist devrimi savunmasıyla Stalin ve yandaşlarından ayrılan Trotskiy parti içinde Sol Muhalefetin önderliğini üstlendi, 1927*dc Komünist Partiden ve III. Enter­ nasyonalden ihraç, 1929*da da SSCB’den sınırdışı edildi. 192934 yıllan arasında birçok Trotskiy taraftarı da SSCB içinde sür­ güne gönderildiler, öldürüldüler, intihara zorlandılar. Trotskiy, İstanbul Büyük Ada’ya sürgüne gönderildi, daha sonra Fransa, Norveç ve son olarak da Meksika’da yaşadı. Sürgünde Stalinizm karşıtı siyasal faaliyetlerine devanı etti. 1933*te III. Enternasyo­ nalin reformundan ümidini keserek IV. Enternasyonalin kurulu­ şuna öncülük etti. 1940 yılında Meksika'da sürgünde, Ramön Mercader adlı bir SSCB ajanı tarafından başma buz baltası vu­ rularak öldürüldü, Trotskizm, dün olduğu gibi bugün de Mark­ sist düşüncenin önde gelen okullarından biridir. L ev

D

a v I d ü v Iç

T

r o t s k Iy

Lev Davidoviç Trotskiy

İHANETE UĞRAYAN DEVRİM SSCB NEDİR VE NEREYE GİDİYOR

Kolektif Çeviri

fC3İ€fyayınevi

ALEF KİTAPLIĞI DİZİSİ 1 İHANETE UĞRAYAN DEVRİM: SSCB NEDİR VE NEREYE GİDİYOR LEV DAVİDOVİÇ TROTSKIY İnceleme Alef Yayrnevinden notfu basım, kolektif çeviri, 1. baskr: Eylül 2006 ISBN 9944*494-00-3 Özgün adı: La Revolution trahie: Qu'est-ce que l'URSS et oü va-t-elle? (1936)

Yayına hazırlayan; Çiçek Öztek Kolektif çeviri Kapak ve tasarım; Cem Kocataş Dizgi: Çiğdem Güneş Baskı: Şefik Matbaası Marmara Sanayi Sitesi M-Blok No 291 İkitelli İSTANBUL tîf, (0212)472 15 00 Bu kitabın notlan, Neuer fSP Verfag'ın izniyle şu metinden alınıp çevrilmiştir: LeoTrotzki, Schriften 1, Sowjetgesellschaft und alinistiche Diktatur Bond 1.2 (1936-1940), "Verratene Revolution: Was İst die UdSSR und vvohin treibt sie?", Rasch und Röhring, Hamburg, 1988.

Alef Yayınevi Ülker Sokak 31 / 4 Gümüşsüyü / İSTANBUL tlf. (0212) 245 56 27 ♦ faks (0212) 245 52 83 [email protected] • www.alefyayinevi.com

İÇİNDEKİLER ihanete Uğrayan Devrim'in Türkçe Baskısı Üzerine Giriş: Bu Çalışmanın Amacı Notlar Gerçekleş tirilenler Notlar Ekonomik Gelişme ve Önderliğin Yalpalamaları Notlar Sosyalizm ve Devlet Notlar Emek Üretkenliği için Mücadele Notlar Sovyet Tcrmidoru Notlar Eşitsizliğin ve Toplumsal Uyuşmazlıkların Artması Notlar Aile Gençlik Kültür Notlar Dış Politika ve Ordu Notlar SSCB Nedir? Notlar Yeni Anayasanın Aynasından SSCB Notlar SSCB Nereye Gidiyor? Notlar Ek 1: “Tek Ülkede Sosyalizm” Notlar

vii 1 5 7 22 29 51 65 83 97 115 123 149 169 194 201 237 257 229 329 349 357 371 377 395 399 409

Ek 2: SSCB’nin “Dostları* Notlar Dizin

417 425 431

İHANETE UĞRAYAN DEVRİMİN TÜRKÇE BASKISI ÜZERİNE

1917 Ekim Devrimi gerek yapılışı gerek ortaya çıkarmış olduğu düzenin yıkılışıyla XX* yüzyılın en önemli olayıdır. Elinizdeki kitabın yazarı Lev Davidoviç Trotskiy ise bu devrimin V.L Lcııin’den sonra ikinci büyük önderidir* Ekim Devrimini anlama­ dan XX. yüzyılı anlamak nasıl mümkün değilse, Trotskiy'i, özel­ likle onun kitap boyutundaki son yapıtı olması dolayısıyla bir “siyasi vasiyet” nitelemesini hak eden İhanete Uğrayan Dev­ rimci okumadan, Ekim Devrimini, hele onun kapitalizm ile sos­ yalizm arasında “iki arada bir derede’* kalışım, nihayet iktidara getirmiş olduğu sınıfın ayrıcalıklı bir kastının öncülüğünde ka­ pitalizme geri döndürülüşünü anlamak da mümkün değildir, İhanete Uğrayan Devrim, ilk kez 1936’da, Almanca {ama Al­ manya dışında) ve Fransızca olarak basıldı. Kitabı bu dillere çe­ virenler iki ünlü devrimciydi: Sırasıyla Rudolf Klement ve Victor Serge. Trotskiy, 1935 Eylül ayında Norveç’te sürgündeyken, Kus Devrimin in Tarihi*n'ın Amerikan yayınevi Simon and Schııster’ca planlanan yeni baskısı için güncel bir önsöz yazmaya baş­

Vİİİ

İHANETE UĞRAYAN DEVRİM

ladı. Bu arada Çto takoye SSSR i kuda on idet? (SSCB Nedir ve Nereye Gidiyor?) başlığı altında bir taslak ortaya çıktı. Bu me­ tin, başlangıçta öngörülenden çok daha uzun olduğu için, ba­ ğımsız bir yayın olarak çıkarılmasına karar verildi. 1936 Eki­ minde Paris'te yapjlan ilk baskısının yayımcıları, bu yeni kitaba La Revolution trahie {İhanete Uğrayan Devrim) adını verdiler. Kitabın, aynı yıl yayımlanan Alman ve Çekoslovak baskılarını ertesi yıl Amerikan, Arjantin, Şili>Ingiliz ve Japon baskıları izle­ di. Kitap Türkiye’de ilk defa 1980 yılında Ayla Ortaç çevirisiyle Köz Yayınlarından çıktı, daha sonra Yazın Yayınlarından iki baskı daha yaptı. Sovyetler Birliğinde, Gorbaçov’ım iktidara gelişiyle başlayıp 1991’deki çöküşle noktalanan süreç bütün dünyada, özellikle de siyasi yelpazenin sol kanadında, Trotskiy’in hayatı ve yapıtları­ na olan ilgiyi artırdı. Pek çok ülkede Trotskiy’in yapıtlarının, büyük bölümü gözden geçirilmiş ya da baştan yapılmış çeviriler­ le olmak üzere yeni baskıları yayımlandı. Bu bağlamda en geniş kapsamlı ve iddialı girişim (Federal) Almanya’da görüldü. Ünlü Marksist ruh ve toplum bilimci Helmııt Dahmer (ve Rudolf Se­ ga II ile Reiner Tosstorff)’m öncülüğünde bir araya gelen bir grup, Scbriften (Yazılar) üst başlığıyla yeni bir Trotskiy derleme­ sine girişti. Bu derlemenin kapsamı, yayımcılık deyimleriyle ko­ nuşursak useçme yapıtlar'’ ile “toplu yapıtlar” arasında, aıııa İkincisine daha yakın bir yerdeydi. Tasarının “bilimsel danış­ ına’1 kurulu içinde, sosyalizmin yakın tarihinde seçkin yerler edinmiş şu isimler yer alıyordu: Sicgfried Bahnc (F. Almanya), George Breitman (ABD), Pierre Broue (Fransa), Ta ma ra Deurseher (Ingiltere), İring Fctscher (F. Almanya), Helmııt Fleischer (F. Almanya), Ernest Mandel (Belçika), Hartmut Mehringer (F. Almanya), Oskar Negt (F. Almanya), Pctcr von Oertzen (F. Al­ manya), Michal Reimaıı (Berlin), Predrag Vraııitski (Yugoslav­ ya) ve Hermann Weber (F. Almanya). Derleme kapsamında yer alacak kitapların yayıma hazırlanmasında da ubilimsel yardım­

TÜRKÇE BASKI ÜZERtNE

ix

cılar” sıfatıyla Horst Lauschcr ve Rolf Wörsdörfer görev alacak­ tı. Derlemenin on cilt ve yirmi kitaptan oluşması planlanmıştı. Trotskiy'in daha önce bağımsız olarak yayımlanmış kitap ve ri­ salelerinin hemen hepsi, bu cilt ve kitaplarda, ayrı birer bölüm halinde yer alacaktı. Schriften'm yayımlanışına 1988 yılında Rasch und Röhriııg Yayıncvince başlandı, İki kitaptan oluşan ilk cildin alt başlığı Sotvjctgcsclkchaft und sîalinistische Diktaîıtr (Sovyet Toplumu ve Stalinci Diktatörlük) idi. Birinci cildin birinci kitabı 1929-1936, İkincisi ise 1936-1940 yıllarını kapsı­ yordu. Daha sonraki yıllarda derlemenin üçüncü cildinden itiba­ ren yayımlanmasını Neuer 1SP Verlag üstlendi* En son, üç kitap­ tan oluşan üçüncü cilt tamamlandı* Yayınevi bu uzun soluklu işi halen sürdürüyor. Mevcut çeviriler bu yeni derleme için ya gözden geçirildi ya da yerlerine yenileri kondu. Ama Schriften baskısının asıl yenili­ ği ve önemi başka yerdedir: Trotskiy, hem kalemiyle hem “kılı­ cıyla” savaşan bir mücadele adamıydı* Şu var ki ondan bu mili­ tanlığının ötesinde, edebiyatçı, tarihçi ve sosyal bilimci nitelikle­ rini esirgemek düpedüz densizlik olur. Gene de Trotskiy’in ede­ bi ürünü akademik formatların dışındaydı* Akademik kurallar­ la kendini bağlamanın Trotskiy’in mizacına ne kadar uygun dü­ şeceği bir yana, çığır açıcı yapıtlarının biiyıik bölümünü belirsiz sürgün koşullarında, sistemli bir yazı işleri desteğinden yoksun olarak yazmış—daha doğrusu, sürekli değişen sekreterlere dikte etmiş—olan Trotskiy için, bu kurallara uymanın koşulları mad­ deten de yoktu* Stalin’in gizli servisinin, hayatım hedef alan teh­ ditleri altında bir sürgün yerinden bir başkasına sürüklenirken ustaları Marx ve Lcnin gibi, bulunduğu kentin gelişkin kütüpha­ nelerinin olanaklarına başvuramazdı. Schriftcn derlemesini yayı­ ma hazırlayanlar, bu büyük eksikliği gidermek üzere, akademik ve bilimsel standartlara tastamam uyan bir “yorumlayıcı dip­ notlar” sistemi geliştirdiler. Trotskiy’iıı muhakemesinin dayana­ ğını. ynzarın belleğiyle sınırlı olmaktan kurtararak her türlü bib­

X

İHANETE UĞRAYAN DEVRİM

liyografik bilgiyle donattılar. Trotskiy'in özellikle İhanete Uğra­ yan Devrim'de, konunun gereği olarak sık sık uyguladığı bir yöntemi, devrim arifesi, devrim sonrası, iç savaş, Staliıu i iktida­ rın pekişmesi gibi belirleyici uğraklar arasında yapılan karşılaş­ tırmaları, 19801i yılların sonlarına ait rakamlarla güncdİrdiler, Son ve önemli olarak, metnin ana gövdesinin arka planım oluş­ turan hemen bütün isim, kavram vc olayları, genellikle ilk geç­ tikleri yerde, yorumlayıcı dipnotlarla açıkladılar* Bunlar, tıkız birer sözlük maddesinden çok, orta boy birer ansiklopedi mad­ desini andıran metinlerdir. Biz, İhanete Uğrayan Devrim'in bu yeni Türkçe baskısı için Schriften derlemesinin birinci cildinin ikinci kitabında yer alan “Verratenc Revolution: Was İst die UdSSR und wohin trcibt sie?’1 (İhanete Uğrayan Devrim: SSCB Nedir ve Nereye Gidiyor?) başlıklı metni, Neuer ISP Verlag’ın da izniyle esas aldık. Ana metnin eski çevirisinin bazı bölümleri, yakın zamanlarda yapıl­ mış yeni Almanca, Fransızca ve İngilizce çeviriler temel alınarak başran sona gözden geçirildi; bazı bölümlerse bütünüyle baştan çevrildi. Metnin aşağı yukarı yüzde kırkını bulan yorumlayıcı dipnotları Nail Satlıgan Taylan Acar'ın yardımıyla Almanca asıllarından çevirdi. Bu dipnotlarda yer alıp da, tamamen Alman okuruna yönelik ve Türkiye’den ulaşılması neredeyse olanaksız olan az sayıda bibliyografik göndermeyi çıkardık. Ama Fransız­ ca, İngilizce gibi dillerdeki kaynaklar ile hangi dilde olursa olsun klasikleşmiş yapıtlar korundu. Kitabın kavram ve üslup tutarlı­ lığı açısından denetimini Şadi Ozansü üstlendi. Gülnur AcarSavran, Dario Navaro, Çiçek Öztek, Sungur Savran ve Nesrin Tura, bu çevirme ve yayma hazırlama sürecinde çeşitli aşamalar­ da katkılarda bulundular

GİRİŞ

BU ÇALIŞMANIN AMACI

Burjuva dünyası başlangıçta Sovyet rejiminin1ekonomik başarı­ larını—yani sosyalist yöntemlerin uygulanabilirliğinin deneysel kanıtını—görmezlikten gelir görünmeye çalıştı. Sermayenin allaıııe iktisatçıları hâlâ büyük ölçüde Rusya'nın eşi görülmemiş sı­ nai gelişme hızı karşısında tefekküre dalıp suskunluklarını sür­ dürmeye çalışıyor veya kendilerini “köylünün aşırı sömürüsü” açıklamasına sarılarak sınırlıyorlar. Böylelikle örneğin Çin'de, Japonya'da ya da Hindistan’da köylünün gaddarca sömürülmesinin nasıl olup da Sovyetler Birliğindekine biraz olsun yaklaşa­ bilen bir sanayileşme hızı yaratmadığını açıklamak için fevkala­ de bir fırsatı kaçırıyorlar. Ama sonunda zafer olgularındır. Bütün uygar ülkelerde ki­ tapçı rafları şimdi Sovyetler Birliği hakkında kitaplarla doludur» Bunda şaşılacak bir şey yok; çünkü böyle durumlara tarihte sık rastlanmaz* Kör bir gerici nefretin ürünü olan kitaplar hızla aza­ lıyor. Sovyetler Birliği hakkındaki en yeni çalışmaların dikkati çekecek kadar büyük bir bölümü olumlu, hatta bazen heyecan dolu bir tavrı ortaya koyuyor. Ycniyetme devletin uluslararası itibarının arttığına işaret eden bu Soyvet yandaşı literatürün zen­ ginliği ancak sevinçle karşılanabilir. Dahası, faşist Italya’dansa Sovyetler Birliğine hayranlık duymak, kıyas kabul etmez derece1

2

GİRİŞ

dc daha iyidir. Bununla birlikte okuyucu, bu literatürün sayfala­ rı arasında Ekim Devriminin ülkesinde neler olup bittiğinin bi­ limsel bir değerlendirmesini boşuna arayacaktır. “Sovyetler Birliğinin dostları”mn2 yazılarını üç ana kategori­ de toplamak mümkündür: Amatör bir gazetecilik, şu ya da bu ölçüde L1sol” eğilimli bir röportajcılık bunların makale ve kitap­ larının büyük bölümünü oluşturur» Bunun yanında, ama daha iddialı biçimde, insancıl, lirik ve pnsifist bir “komünizmdin ürünleri yer alır. Üçüncü grupta, eski Alman Katbeder-Sozialismu$* ruhuna uygun ekonomik şema tiki eştirme çalışmaları top­ lanabilir. Louis Fischcr ve Duranty birinci türün ycteriııcc tanınan temsilcilerindcndir. Müteveffa Barbusse ve Romanı Roüand4 “in­ sancıl” dosrlar kategorisini temsil ederler. Stalin'e taraftar olma­ dan önce bunlardan birincisinin İsa'nın,5 İkincisinin ise Gandi’nin hayatını yazmış olmaları bir rastlantı değildir. Ve nihayet muhafazakarca kitabi sosyalizm en güçlü sesini yorulmak bilmez Fabian6 çifti, Beatrıce ve Sidncy Webb ile bulmuştur. Aralarındaki farklılıklara karşın bu üç kategoriyi birleştiren şey, oldu bittiler karşısında el pençe divan durmaları ve uyuştu­ rucu genellemelere tutkun olmalarıdır. Kendi kapitalizmlerine karşı isyan etmek bu yazarların harcı değildir. Bu yüzden, artık suları yatağına çekilmiş bulunan yabancı bir devrim konusunda tavır almaya o ölçüde heveslidirler. Ekim Devriıııinden önce ve onu izleyen birkaç yıl süresince ne bu insanların kendileri, ne de manevi seleflerinin bir teki bile, sosyalizmin bu dünyaya nasıl geleceği sorusu hakkında düşünmek zahmetine katlanmamıştı. Bu nedenle Sovyetler Birliğinde bugün gözlediğimiz şeyi sosya­ lizm olarak kabul etmek onlar için kolaydır. Bu onlara yalnızca çağma ayak uyduran ilerici kişi görünümü vermekle kalmayıp üstelik belli bir ahlaki sağlamlık kisvesi de sağlar. Ama aynı za­ manda kesinlikle hiçbir şeye bağlanmamaları için dc bir zemin sunar. Feylezofça, iyimser ve adına yıkıcıdan başka her şey de­ nebilecek bu tür literatür, tüm tatsızlıkları geçmişe mal eder ve

BU ÇALIŞMANIN AMACI

3

okuyucunun sinirleri üzerinde gayet yatıştırıcı bir etkisi oldu­ ğundan kendine hazır bir pazar bulur. Böylelikle>Kültürlü Bur­ juvazi için Bolşevizm veya daha veciz söylemek gerekirse Radi­ kal Turistler için Sosyalizm olarak tanımlanabilecek uluslarara­ sı bir ekol sessiz sakin oluşuyor. Bu ekolün ürettikleriyle bir polemiğe girmeyeceğiz, çünkü bunlar polemik için ciddi bir zemin sunmuyorlar. Onlar içiıı so­ rular, gerçekte daha başlarken biter. Bu araştırmanın amacı, ge­ leceği daha iyi anlayabilmek için şimdinin doğru bir saptaması­ nı yapmaktır. Geçmişe, ancak geleceği görmemize yardımcı ola­ cağı ölçüde değineceğiz. Kitabımız eleştirel olacaktır. Her kim ki oldu bittilere tapar, geleceği hazırlama yeteneğinden yoksundur. Sovyetler Birliğindeki ekonomik ve kültürel gelişim süreci çe­ şitli aşamalardan geçmiştir bile ama hiçbir anlamda bir içsel dengeye ulaşmış değildir. Sosyalizmin görevinin, dayanışma ve tüm gereksinmelerin uyumlu biçimde karşılanması üzerinde yükselen sınıfsız bir toplum yaratılması olduğunu hatırlayacak olursanız, bu temel anlamda Sovyetler Birliğinde sosyalizmden henüz eser yoktur. Hiç kuşkusuz Sovyet toplumundaki çelişki­ ler, kapitalizmin çelişkilerinden derinden farklıdır. Ama gene de çok yoğundur bu çelişkiler. İfadelerini, maddi ve kültürel eşitsiz­ liklerde, hükümetin baskınlarında, siyasal gruplaşmalarda ve hi­ zipler arası çekişmelerde bulur. Polis baskısı bir siyasal kavgayı susturur ve çarpıtır ama ortadan kaldırmaz. Yasaklanan düşün­ celerin, hükümet politikasının her adımında etkileri vardır ve o politikaya ya verimli bir toprak ya da bir engel oluştururlar. Bu koşullar altında, Sovyetler Birliğinin gelişmesi üzerine yapılacak bir çözümleme, ülkenin bir başından bir başına verilmekte olan bastırılmış aıııa ateşli siyasal mücadeleye ait fikirleri ve sloganla­ rı göz önüne almayı bir an için bile ihmal edemez. Burada tarih, yaşayan siyaset ile doğrudan birleşir, “SoP*un akıllı uslu sığ kafalıları, Sovyetler Birliğini eleştirir­ ken son derece dikkatli olmamız gerektiğini, aksi takdirde sos­ yalist inşa sürecini zedeleyebileceğimizi söylemeye bayılıyorlar.

4

GİRİŞ

Biz kendi hesabımıza, Sovyet devletim hiç de o denli eğreti bir yapı olarak görmüyoruz. Düşmanlan, SovyctJer Birliği hakkın­ da, ülkenin gerçek dostlarına veya tüm ülkelerin işçilerine göre kat kat bilgililer. Emperyalist hükümetlerin genel kurmayları, Sovyetler Birliğinin başarılarının ve başarısızlıklarının hesabını dakik biçimde tutuyorlar, hem de yalnızca kamuya açık rapor­ larına dayanarak değih Düşman, ne çare ki işçi devletinin zayıf yanından yararlanma olanağına sahiptir ama kendilerine olum­ lu özellikler gibi görünen yönelişlerin eleştirisinden yararlanma­ sı olanaklı değildir. Resmi “dostların” çoğunluğunun eleştiriye karşı düşmanlığı gerçekte Sovyetler Birliğinin hasar göreceği yo­ lunda bir korkunun değil, kendilerinin Sovyetler Birliğine duy­ dukları sempatinin sarsılabileceği korkusunun bir ifadesidir. Biz bu tür korkuların ve ikazların hepsini gönül rahatlıyla göz ardı edeceğiz* Kararı verecek olan yanılsamalar değil, olgulardır. Maksadımız maskeyi değil, suratı göstermektir. 4 Ağustos Î9J6

Not: Bu kitap Moskova'da “terörist” komplo davası7 başlama­ dan önce bitirilmiş ve yayınevine gönderilmişti, Dolayısıyla, da­ vanın seyrinin değerlendirilmesine bu kitapta doğal olarak yer verilememiştir. Bu “terörist" davarım tarihsel mantığını ortaya koyması ve davanın gizinin kasten yaratılmış bir gizem olduğu­ nu önceden sergilemesi daha büyük önem kazanıyor. Eylül 1936

NOTLAR

S

NOTLAR: GİRİŞ 1. Savaş ve iç savaş Rus ekonomisini, savaşa katılan öteki ülkelerinkinden daha çok tahrip etti; tahıl üretimi, 1913 düzeyinin yarısından azı­ na, sanayi üretimi, aym düzeyin yüzde 18'ine düştü. Savaş öncesi düzeye tarımda 1925 yılında, sanayide ise 1928’de yeniden ulaşılmış olması dev­ rim sonrası iktisat siyasetinin ilk başarılan arasında yer alır* Ardından sa­ nayi üretimi, 1929 ile 1932 yılları arasında resmi verilere göre yüzde 84,7 arttı; 1935’e kadar neredeyse üç katına çıktı. Ağır sanayinin gelişmesi özellikle zorlandı (ham demir üretimi, 1927 ile 1936 yıllan arasında 3,3'ten 14,4 milyon tona, çelik üretimi, 4’ren 16,4 milyon tona çıktı). 2. Bu konuda krş. hu kitapta Ek 2. 3* XIX. yüzyılın son otuz-otuz beş yılında Alınan siyasi iktisadı için­ de bir eğilim, liberal basımları tarafından ukürsü sosyalizmi” diye yafta­ landı. uKürsü sosyalistleri * etik saiklcrle hareket edeıı sosyal reformcu­ lardı; Marksizme saldırıyor, sınıf karşıtlıklarının yumuşatılması için dev­ letçe bir reform siyasetinin izlenmesini talep ediyorlardı. Lorenz von StciıVa ve H. Rodbertus’un devlet sosyalisti fikirlerine dayanıyorlardı. 1872’dc “Verein für Social politiklin (Sosyal Siyaset Derneği) çekirdeğini kurdular. Marx>ın sonradan hesaplaşacağı (1879/80; K- Marx-F. Engels, Werke, c. 19, (haz.) Sosyalist Birlik Partisi Merkez Komitesine bağlı Marksiznı-Leninizm Enstitüsü, Berlin |Dietz| 1956vd, s. 355-83) A. Wagner, G. Schmoller (1838-1917) ve L von Brentaııo (1844-1931), bu eği­ limin temsilcileri arasında yer alır. (F. Boese, Gescbicbte des Verems für Sozialpolitik 1872-1932, Berlin, 1939) 4. Romain Rolland (1866-1944), pasifist-insanlıkçı Fransız yazarı ve müzik tarihçisi, Beethoven, Michelangcİo, Tolstoy ve Gandhi biyografile­ rinde kahramanca bir idealizmin propagandasını yaptı. Rolland Yahudi düşmanlığı ve şovenizmle mücadele etti; 1915'te, Almanya ile Fransa ara­ sında dostluğu savunduğu “nehir romancı }ean-Cbristophe (1904-1912; Türkçesi 1945) ile Nobel edebiyat ödülünü aldı. Birinci Dünya Savaşının karşısına ünlü siyasi makaleler derlemesi Att-dessus de la melee ile çıktı. Rus devrimine karşı ilkin reddedici bir tutum takındıysa da 1927'den sonra Stalinizmin “yol arkadaşları1' arasında yer aldı. 1932’de Barbussc ile birlikte “Savaşa Karşı Dünya Kongresinni toplantıya çağırdı; Komintern’in örgütleyeceği “Amsrcrdam-Pleyel Hareketi” buradan doğdu. CEuvrcs completcs, 10 cilt (1930-1934); Journal des annees de guerre^ 1914-1919 (1952); R, Cheval, Romain Rolland, VAllcmagne et la guerre^ Paris, PUF, 1963; W.T. Starr, Romain Rolland, One Agaınst Ali: A Biography> La Hayc vb, Mouton, 1971.

6

GİRİŞ

5. Hcnri Barbusse, }e$u$y 1927. 6* 1883-84’ten beri var olan Fabian Society bir sosyal reformcu aydın­ lar topluluğudur; ikinci Dünya Savaşından sonra seksen kadar yerel grup içinde binlerce üyesi olan bir topluluk haline geldiler* Onlara göre (kamu mallarının belediyelerce yönetilmesi ve üretim kooperatiflerine dayalı) sosyalizm, adını adım ve uzun bir gelişme çerçevesinde parlamenter yol­ dan— ikinci Fön Savaşının (MÖ 218-201) başında Romalı general Fabil î s Cunctator’un oyalayıcı savaş yönetimi tarzına uygun olarak— gerçekleştirilmcliydi. Fabius’çuların toplumsal-ikîisadi tasarımları, Ingiliz top­ rak reformu hareketine ve Ricardo'nun rant teorisine dayanıyordu, 1889'da G.B. Shaw, Fabian Essays adh program metnini çıkardı; 1951’de Ncıv Fabian Essays yayımlandı. S. ve B. Webb, H.G. Welts, G.B. Shaw, H. Laski ve başka seçkin aydınların mensup oldukları ve 1918’den başlayarak Ingiliz İşçi Partisi üzerinde belirleyici nüfuzu olan grup, 1924’tc ilk İşçi başbakan Ramsay MacDonakft çıkardı. Fabius'çu sosyalizm ile Alman sosyal demokrasisi içinde o çağda or­ taya çıkan “revizyoııizm” (Eduard Bernsrcin vb) arasında yakın bir ben­ zerlik vardı. London Schoot of Economics and Politica) Science’ın kuru­ luşuna (1895) Fabius'çular önayak oldular. (G.D-H. Cole, The Fabian Society>Past and Presem, Londra, Fabian Publications, 1942; M.I. Coİe> The Story of Fabian Socialismy Londra, Heincmann, 1961; A.M. McBriar, Fabian Socialism and Engiish Folitics 1884-1918, Cambridgc University Press, 1962) Ayrıca Trotskiy’de uDie fabisdıe, Theorie des Sozialismus”, Wohin triebt Engiandfy Berlin, Neuer Deutscher Verîag, 1926 içinde, s.56-65. 7. Kastedilen, göstermelik Moskova davalarının Zinovyev, Karnenyev, I.N, Smimov ve başkalarına karşı açılan birincisidir (19 ila 23 Ağusros 1936).

BÖLÜM 1

GERÇEKLEŞTİRİLENLER

1. SlNAİ BÜYÜMENİN ÎE M E L GÖSTERGELERİ

Rus burjuvazisinin yetersizliğinden dolayı geri bir ülke olan Rusya’da demokratik görevler—monarşinin ve köylünün yarı feodal köleliğinin ortadan kaldırılması gibi— ancak proletarya diktatörlüğü aracılığıyla gerçekleştirilebilirdi. Bununla birlikte, köylü yığınlarının başında iktidarı ele geçiren proletarya bu de­ mokratik kazammlarla yetinemezdi. Burjuva devrimi, sosyalist devrimin ilk aşamaları ile iç içe geçmişti. Bu olgu rastlantısal de­ ğildi. Yakın onyılların tarihi çok açık bir biçimde göstemektedir ki kapitalizmin gerileme koşullan altında geri kalmjş ülkeler, es­ ki kapitalist merkezlerin ulaşmış oldukları düzeye ulaşmaktan acizdirler. Kendileri bir çıkmaza girmiş olan, yüksek uygarlık düzeyine ulaşmış uluslar, uygarlaşma sürecinde olanların yollarını keserler. Rusya’nın proleter devrim yoluna girmiş ol­ ması, ekonomisinin sosyalist dönüşüm için ilk olgunlaşan eko­ nomi olmasından değil, kapitalist bir temelde daha fazla gelişmeşine olanak bulunmamasındandır. Üretim araçlarının top­ lumsallaştırılması, ülkeyi barbarlıktan kurtarmak için zorunlu bir koşul haline gelmişti. Geri ülkeler için bileşik gelişme yasası budur. Sosyalist devrime “kapitalist zincirin en zayıf halkası” (Lenin) olarak adım atan eski çarlık imparatorluğu şimdi, dev­ 7

8

BÖLÜM 1

rimden on dokuz yıl sonra bile Avrupa ve Amerika’ya “yetişmek ve onları geçmek” {yani ilk önce onlara yetişmek) gibi bir görev­ le karşı karşıyadır. Başka bir deyişle ileri ülkelerde kapitalizm tarafından çoktan çözülmüş bulunan teknoloji ve verimlilik so­ runlarını kendisi çözmek zorundadır* Başka türlü olmasına zaten olanak var mıydı? Eski hâkim sı­ nıfların devrilmesi, gündemdeki görevi yerine getirmemiş, ancak bütünüyle açığa çıkarmıştı: Bu görev, barbarlıktan uygarlığa yükselmekti. Öte yandan devrim; üretim araçlarını devletin elin­ de yoğunlaştırarak, yeni ve eşi görülmemiş derecede daha etkin sınai yöntemlerin uygulanmasına olanak verdi. Yalnızca planlı yönetim sayesindedir ki emperyalist savaşlarla iç savaşların yık­ tığını yeniden yapmak, devasa yeni işletmeler inşa etmek, yeni üretim türleri getirmek ve yeni sanayi dalları kurmak bu denli kısa bir süre içinde olanak kazandı*1 Bolşevik Parti önderlerinin, yardımlarına en kısa zamanda koşacağına inandıkları uluslararası devrimin gelişmesindeki ola­ ğanüstü gecikme,2 Sovyetler Birliği için çok büyük zorluklar ya­ ratmakla birlikte bir yandan da ülkenin kendi gücünü ve kay­ naklarını ortaya çıkardı* Bununla birlikte ulaşılan sonuçlar— ba­ şarının görkemi kadar yetersizliklerini de görerek—ancak ulus­ lararası bir terazi kullanılarak doğru biçimde değerlendirilebilir* Bu kitap, sürecin tarihsel ve sosyolojik bir yorumu olacaktır; amacımız istatistiksel örneklemelerin üst üste yığılması değildir* Ancak gene de daha ilerideki tartışmaya yardımcı olmak üzere bazı önemli rakamları çıkış noktası olarak alma zorunluluğu vardır. Neredeyse tüm kapitalist dünyaya yayılan durgunluk ve geri­ lemeye karşılık Sovyetler Birliğinde sanayileşmenin dev boyutla­ rı aşağıdaki kaba rakamlarla, reddedilemez bir biçimde ortaya çıkıyor* Almanya’da sınai üretim, o da yalnızca hummalı savaş hazırlıkları sayesinde, şu sıralar 1929’daki düzeyine dönüyor*3 Korumacılığın eteklerine tutunan Büyük Britanya'nın üretimi ise bu altı yıl içinde yüzde 3 veya 4’lük bir artış gösterdi*4 ABD’dc

GERÇEKLEŞTİRİLENLER

9

ise sınai üretim yaklaşık yüzde 25 geriledi; Fransa’da bu rakam yüzde 30’un üstünde. Kapitalist ülkeler arasında birinci sırayı çılgınca silahlanmakta ve komşularını talan etmekte olan Japon­ ya işgal ediyor. Bu ülkenin üretimi neredeyse yüzde 40 artmış­ tır! Ama bu istisnai rakam bile Sovyetler Birliğinin gelişme dina­ miği karşısında sönük kalır. Ülkenin snıai üretimi, bu süre içinde aşağı yukarı üç buçuk katma çıkmış, yani yüzde 250 artmış­ tır. 1925 ile 1935 arasındaki on yıl zarfında, ağır sanayi üretimi on kattan fazla artmıştır. Birinci Beş Yıllık Planın birinci yılında {1928-29) sermaye yatırımlarının tutarı beş milyar dört yüz milyon rubleydi; 1936 yılında ise otuz iki milyar rublelik bir ya­ tırım öngörülüyor. Rublenin bir ölçü birimi olarak istikrarsızlığını göz önüne alarak parasal büyüklükleri bir yana bırakacak olursak, sorgu­ lanma olanağı kesinlikle bulunmayan bir başka birime varırız. 1913 Aralığında Don Havzası’nda üretilen kömür 2.275.000 tondu; 1935 Aralığında ise bu miktar 7.125.000 tondu. Son üç yıl içinde demir üretimi iki katına çıkmıştır. Çelik ve haddehane üretimi hemen hemen iki buçuk kat artmıştır. Petrol, demir ve kömür üretimi savaş öncesi rakamlarına göre üç ila üç buçuk kat artmıştır. 1920 yılında ilk defa elektriğe geçme planı yapıl­ dığında5 ülkede on bölge enerji istasyonu ve bunların toplam 253.000 kilovathk bir enerji üretimi vardı. 1935 yılında ise bu istasyonların sayısı doksan beşe> toplam enerji üretimleri 4.345.000 kilovata ulaştı. 1925 yılında Sovyetler Birliği, elektrik enerjisi üretimi açısından on birinci sıradaydı; 1935 yılına ise önünde yalnızca Almanya ve ABD bulunuyordu. Kömür üreti­ minde Sovyetler Birliği onuncu sıradan dördüncü sıraya yüksel­ di; çelikte* altmcılıktan üçüncülüğe; traktör üretiminde birinci sıraya yükseldi. Sovyetler Birliği şeker üretiminde de birinci sıra­ dadır. Sanayide elde edilen dev başarılar, tarımda çok büyük şeyler vaat eden adımlar, eski sanayi kentlerinin olağanüstü büyüyüşü6 ve bunlara yenilerinin eklenmesi, işçi sayısının hızla artması,7

10

BÖLÜM 1

kültür düzeyinin ve kültürel taleplerin yükselmesi; işte Ekim Devriminin kuşku duyulamayacak sonuçları, eski dünya kâhin­ lerinin insan uygarlığının mezarı olarak görmeye çalıştıkları devrimin sonuçlan bunlardır. Artık burjuva iktisatçılarıyla tar­ tışacağımız bir şey kalmadı. Sosyalizm zaferi hak ettiğini göster­ miştir ve bu Kapital'in sayfalarında değil, yeryüzünün altıda bi­ rini oluşturan bir sınai arenada yapılmıştır; kullandığı dil diya­ lektiğin dili değil, çeliğin, çimentonun, elektriğin dili olmuştur. İç zorluklar, dış darbeler ve önderlik kadrosunun hataları sonu­ cu Sovyetler Birliği çökecck olsa bile—ki bunun olmamasını kuvvetle ümit ediyoruz—hiçbir şeyin yok edemeyeceği şu olgu, geleceğin güvencesi olarak kalacaktır: Geri kalmış bir ülke, on yıldan kısa bir süre içinde tarihte eşine rastlanmayan başarıları, yalnızca proletarya devrimi sayesinde gerçekleştirmiştir. Bu aynı zamanda işçi hareketi içindeki reformistlerle yapılan tartışmalara da son veriyor. Onların farelerinkilcre benzeyen ci­ yaklamasıyla, devrimin yeni bir yaşam arzusuyla doldurduğu bu halkın gerçekleştirdiği insanüstü başarıyı bir aıı için bile olsa karşılaştırabilir miyiz? 1918 yılında Alman Sosyal Demokratla­ rı, işçilerin kendilerine verdiği gücü kapitalizmi kurtarmak için değil,8 sosyalist devrim uğruna kullanmış olsalardı, bugün Orta ve Doğu Avrupa ile Asya'nın hatırı sayılır bir bölümünde bir sosyalist blokun ne denli yenilmez bir ekonomik güce sahip ola­ cağını Rusya tecrübesine bakarak kestirmek kolaydır. Dünya halkları, reformizmin tarihsel cürmünün bedelini yeni savaşlar ve devrimlerle ödeyecektir. 2 , BAŞARILARIN KARŞILAŞTIRMALI DEĞERİ*

Sovyet sanayiinin büyüme oranlarının eşi görülmemiştir. Ama sorunların çözümünde belirleyici olmaktan çok uzaktır bunlar. Sovyetler Birliği kendisini korkunç düşük bir düzeyden yukarı yükseltiyor, oysa kapitalist ülkeler çok yüksek bir düzeyden aşa­ ğı kayıyorlar. Belli bir anda güçler arasındaki ilişkiler, büyüme

GERÇEKLEŞTIRİLENLER

11

hızıyla değil, iki kampın bütün gücünün karşılaştırılmasıyla be­ lirlenir* Bu da ifadesini, maddi birikimlerde, teknikte, kültürde ve hepsinin ötesinde insan emeğinin verimliliğinde bulur. Konu­ ya bu istatistiksel bakış açısıyla yaklaştığımızda durum derhal ve Sovyetler Birliğinin son derece aleyhine olarak değişir, Lenin’in formüle ettiği “Kim kazanacak?” sorusu, bir yanda Sovyetler Birliği ve dünya devrimci proletaryasının, öteki yanda uluslararası sermaye ve Sovyetler Birliği içindeki düşman güçler arasındaki güçler ilişkisine dairdir. Sovyetler Birliğinin ekono­ mik başarıları, ona kendisini tahkim etme, ilerleme, silahlanma vc gerektiği zaman geri çekilip bekleme, tek kelimeyle dayanma olanağı verir. Ama özünde “Kim kazanacak?” sorusu yalnızca askeri değil, daha da büyük ölçüde ekonomik bir soru olarak Sovyetler Birliğinin karşısına dünya ölçeğinde çıkıyor. Askeri müdahale bir tehlikedir. Kapitalist bir ordunun yük vagonların­ da gelecek ucuz malların müdahalesi, bununla karşılaştırılama­ yacak kadar daha büyük bir tehlikedir. Batı ülkelerinin birinde proletaryanın muzaffer olması elbette güç ilişkilerini derhal vc kökten değiştirecektir. Ancak Sovyetler Birliği tek başına kaldığj sürece, daha da kötüsü Avrupa proletaryası yenilgilere maruz kalıp gerilemeye devam ettiği sürece, Sovyetleriıı yapısının daya­ nıklılığı son çözümlemede emek verimliliğiyle ölçülür. Bu da bir piyasa ekonomisinin çerçevesi içinde ifadesini, üretim maliyetle­ ri ve fiyatlarda bulur. Iç fiyatlar ile dünya pazarındaki fiyatlar arasındaki fark, bu güçler ilişkisini ölçmenin başlıca araçların­ dan biridir. Oysa Sovyet istatistikçilerinin bu soruya eğilmeleri bile yasaklanmıştır. Bunun nedeni, durgunluk ve çürüme koşul­ larına karşın kapitalizmin teknik, organizasyon ve nitelikli emek açısından hâlâ çok önde olmasıdır. Sovyetler Birliğinde tarımın geleneksel geriliği yeterince bili­ niyor. Tarımın hiçbir dalında, sanayideki ilerlemeyle uzaktan yakından bir karşılaştırmayı bile mümkün kılacak bir ilerleme gerçekleştirilmemiştir. Örneğin Molotov, 1935 sonunda, “Pancar üretimimiz, kapi­

12

BÖLÜM 1

talist üikelerinkiyle karşılaştırıldığında hâlâ çok düşük,” diye şi­ kâyet ediyor, “ 1934 yılında bir hektar topraktan sekiz bin iki yüz libre* ürün aldık; 1935 yılında Ukrayna'da olağanüstü bir mahsûlle bu rakam on üç bin yüz libreye çıktı. Çekoslovakya ve Almanya'da aşağı yukarı yirmi beş bin, Fransa'da hektar başına otuz bin libre ürün alınıyor.” Molotov'un şikâyeti tarımın her dalına genişletilebilir— tahıl, tekstil* özellikle de hayvancılık gibi dallara. Ürünlerin uygun ro­ tasyonu, tohum seçimi, gübreleme, traktörler, kombinalar, da­ mızlık hayvan çiftlikleri, bunların hepsi toplumsallaşmış tarım­ da gerçek anlamıyla dev bir devrimi hazırlıyor. Ama devrimin tam da bu en tutucu alanda vakte ihtiyacı var. Bu arada, kolek­ tifleştirmeye karşın, sorun hâlâ kapitalist Batı’nııı, küçük çiftlik sistemi kamburuna rağmen daha üstün olan modellerine yaklaş­ maktır. Sanayide emek verimliliğini artırma çabası iki kanaldan yü­ rür: ileri bir teknolojinin10 benimsenmesi ve emek gücünün da­ ha iyi kullanılması. Birkaç yıllık bir süre içinde en modern tür­ den dev fabrikaların kurulmasını olanaklı kılan, bir yanda Batı’da gelişkin bir kapitalist teknolojinin varlığı, öte yanda içeri­ deki planlı ekonomi rejimidir. Bu alanda Sovyetler, başka ülke­ lerin başarılarım özümseme sürecini yaşıyor. Sovyet sanayiinin ve onunla birlikte Kızıl Ordunun donatılmasının yüksek bir tempoyla gelişmiş olmasının çok büyük potansiyel avantajları vardır. Sanayi dalları, Ingiltere ve Fransa’da olduğu gibi Nuh Ncbi’den kalma uygulamaları sürdürmek zorunda kalmadılar, Ordu, modası geçmiş bir teçhizatı taşımaya mahkûm edilmedi. Ancak aynı hummalı büyümenin bir de olumsuz yanı oldu. Sa­ nayinin değişik öğeleri arasında bir karşılıklılık yok; insanlar teknolojinin gerisinde; önderlik, yapılacak iş karşısında yetersiz. * 8.200 libre (82 hundıedvveight). Amerikan ölçü sistemine göre 82 x 100 libre; İngiliz sistemine göre 82 x 112 libre. 100 Amerikan libresi 45,36 kilogramdır— ç.n>

GERÇEKLEŞTİRİLENLER

13

Bütünsel olarak bu olgu, ifadesini aşırı yüksek üretim maliyetle­ rinde ve düşük üretim kalitesinde bulmaktadır. Petrol sanayiinin başındaki yönetici, “Tesislerimiz, Amerikan tesislerinde bulunan malzemeyle donatılmıştır/’ diye yazı­ yor, “Ama petrol çıkarma işleminin organizasyonu geriden geli­ yor; adamlarımız yeterince vasıflı değil.” Sık sık ortaya çıkan arızalan, “dikkatsizlik, vasıfsızlık vc teknik denetim yetersizliği­ nin sonuçları'’ olarak açıklıyor, Molotov ise şöyle yakınıyor: “İnşaat sanayiinin örgütlenme­ sinde son derece geriyiz,,, işler çoğunlukla eski biçimlerde yürü­ tül üyor, araçlar ve makinalar berbat bir biçimde kullanılıyor.” Böyle itiraflara Sovyet basınında sık sık rastlanıyor. Yeni teknoloji hâlâ kapitalist anavatanında ürettiği sonuçlan vermekten çok uzaktır. Ağır sanayi dallarının toptan başarısı devasa bir kazanımdır. Yalnızca bu temel üzerinde bile bir şeyleri inşa etme olanağı var­ dır, Ancak modern sanayinin gerçek sınavı, heın teknik hem ge­ nel kültür gerektiren hassas gereçlerin üretimine bağlıdır- Bu alanda Sovyetler Birliği haİa son derece geridir. Hiç kuşkusuz hem ıııtel hem nicel anlamda en önemli başarı­ lar, savaş sanayilerinde elde edilmiştir, Ordu ve donanma hem en çok sözü geçen, hem de en titiz müşterilerdir. Gene de ka­ muoyu önünde yaptıkları konuşmaların bazılarında Savaş Ba­ kanlığı iieri gelenleri, özellikle de Voroşilov, durmadan şikayet ediyor: “Kızıl Ordu için bize verdiğiniz malların kalitesinden her zaman tanı anlamıyla memnun olmuyoruz,” Bu ihtiyatlı sözlerin gizlediği endişeyi hissetmek zor değil. Ağır sanayi dallarının yöneticisi, resmi bir raporunda imal edilen makina parçalarının “kalitesinin iyi olması gerektiğini, ama maalesef iyi olmadığını,” söylüyor vc şöyle devam ediyor: "Bizdeki makinalar pahalı,”11 Bunları söyleyen kişi, her zaman­ ki gibi dünya üretimiyle mukayeseli kesin bilgileri vermekten ka­ çınıyor. Traktör, Sovyet sanayiinin gururudur. Ancak traktörlerin et­

14

BÖLÜM 1

kin kullanım oram çok düşüktür. Geçtiğimiz ekonomik yıl için­ de traktörlerin yüzde 8 Tini esaslı bir tamirden geçirmek gerek­ miştir. Dahası traktörlerin hanrı sayılır bir miktarı ram çift sür­ me döneminde tekrar bozulmuştur. Yapılan bazı hesaplara göre makiııa ve traktör istasyonları ancak hektar başına iki bin ila iki bin iki yüz libre mahsul ile masraflarını karşılayabilecektir. Or­ talama mahsulün bu rakamın yarısının altında olduğu şu sırada devlet, açığı kapatmak için milyarlar harcamaktadır. Kara taşımacılığı konusunda işler daha da kötüdür. Ameri­ ka’da bir kamyon yılda altmış, seksen, hatta yüz bin kilometre kateder; Sovyetler Birliğinde bu rakam yalnızca yirmi bin, yani ABD’dekiniıı üçte bir, dörtte bir oranında. Her yüz araçtan an­ cak elli beşi çalışır haldedir; geri kalanlar ya onarılmakta ya da onarım beklemektedir. Onarımların maliyeti, yeni imal edilen rüııı araçların maliyetinin iki katıdır. Halk Kontrol Dairesinin12 şu raporunda şaşılacak bir yan yok: “Motorlu taşımacılık, üre­ tim maliyetlerinin üzerine binen ağır bir yükten başka bir şey de­ ğildir.” Halk Komiserleri Konseyi Başkanına13 göre demiryollarında taşıma gücünün artışı “sayısız arıza ve kazalarla” el ele gidiyor. Temel neden aynı: Geçmişten devralınan düşük vasıflı emek. Te­ lefon santrallerini çalışır halde tutma çabası kendine özgü bir kahramanlığa dönüşüyor, üstün başarılı santralci kızlar KremlinMe yüksek iktidar çevrelerine bu konuda raporlar sunuyorlar. Gemi taşımacılığı, son yıllardaki ilerlemelere karşın demiryolu taşımacılığının çok gerisinde. Gazeteler belli aralıklarla “deniz taşımacılığının berbat işleyişine”, “geıııi onaranlarının son dere­ ce düşük kalitesine” vb ilişkin haberler veriyorlar. Hafif sanayide durum ağır sanayide olduğundan da kötü. Sovyet sanayiine özgü bir yasa şöyle formüle edilebilir: Genel bir kural olarak metalar tüketici kitleye ne denli yakınsa o denli ka­ litesizdir. Ptavda'ya göre tekstil sanayiinde “defolu malların yüzdesi utanç verecek kadar yüksek, çeşit kıt, düşük kaliteli mal­ lar egemendir.” Yaygın tüketim mallarının kötü kalitesi hakkın­

GERÇEKLEŞTİRİLENLER

15

da şikâyetler basında sık sık çıkıyor: “Kaba mutfak eşyası”, “kötü yapıştırılmış, baştan savma cilalanmış çirkin mobilyalar”, “doğru dürüst düğme bulmaya imkân yok”, ‘‘toplumsal gıda ar­ zı için kurulan sistem tamamen yetersiz çalışmakta” gibi ifade­ lerle bolca karşılaşılıyor. Bu liste sonsuza dek uzatılabilir. Sanayideki ilerlemeyi niteliği hesaba katmaksızın yalnızca ni­ cel göstergelerle betimlemek, hemen hemen bir insanın bedenini yalnızca boy ölçüsüyle, göğüs çevresine bakmaksızın betimle­ mek gibi bir şeydir- Dahası Sovyet sanayiinin dinamiği hakkın­ da doğru bir hüküm verebilmek için bu niteliğe ilişkin kayıtların yanı sıra, bir de bazı dallardaki hızlı ilerlemenin diğer bazı dal­ lardaki gerilikle birlikte yürüdüğünü hep akılda tutma gereği vardır. Dev otomobil fabrikalarının kuruluşunun bedeli kara­ yollarının azlığı ve bakımsızlığıyla ödenmektedir. “Yollarımız­ daki tahribat olağanüstü. Moskova-Yaroslav14 arasındaki en önemli ka rayolumuzda otomobiller saatte ancak on kilometre hızla gidebiliyor.” (Izvestiya)15 Devlet Planlama Komisyonu başkanı,16 ülkenin “eski dönemlerin yo) yokluğu geleneğini” hâ­ lâ sürdürmekte olduğunu söylüyor. Kent ekonomileri de benzer koşullar içinde. Kısacık süreler içinde yeni sanayi kentleri doğuyor; aynı zamanda düzinelerle eski kent, tohuma kaçıyor. Başkentler vc sanayi kentleri büyü’ yor, serpiliyor; pahalı tiyatrolar ve kulüpler ülkenin çeşitli ke­ simlerinde yerden bitiyor; ama konut kıtlığı dayanılır gibi değil. Konut olarak kullanılan binaların bakımsızlığı sürüyor. “İnşaat­ larımız hem kötü hem de çok pahalı. Konutlarımız eskiyor ve yenilenmiyor. Az onarıyoruz, onu da kötü yapıyoruz.” (İzvesî'tya) Tüm Sovyet ekonomisi böyle oransızlıklardan oluşuyor. Bel­ li sınırlar içerisinde bunlar kaçınılmazdır, çünkü ilerlemeye en önemli dallardan başlama gereği vardı, hâlâ da var. Bununla bir­ likte bazı dallardaki gerilik, ötekilerinin yararlı işleyişini büyük Ölçüde sekteye uğratır, ki bu ayrı ayrı dallarda azami büyüme hızını değil, ekonominin bütününde optimal sonuçları elde et­

16

BÖLÜM 1

meye yönelik olacaktır, ideal bir planlama tasarısı açısından, büyüme hızı ilk dönemde daha düşük olur, ancak bir bütün ola­ rak ekonomi ve özellikle tüketici bundan kazançlı çıkar. Uzun vadede, genel sınai büyüme de kazançlı çıkar. Resmi istatistiklerde, otomobil üretim ve onarımı toplam sı­ nai üretimin içine katılıyor. Ekonomik verimlilik açısından uy­ gun olan işlem, toplama değil, çıkarma yapmaktır. Bu gözlem, sanayinin birçok başka dah için de geçerli. Bu nedenle ruble cin­ sinden verilen tüm toplam rakamların yalnızca göreli bir değeri var. Bir rublenin nc olduğu kesin değildir. Arkasında neyin sak­ lı olduğu her zaman açık değildir: Bir makinanın imal edilmesi mi yoksa olmadık zamanda bozulması mı? Eğer, “sabit” ruble­ lerle verilen rakamlara göre büyük sanayideki toplam üretim sa­ vaş öncesi üretimin altı katına çıkmışsa, petrol, kömür ve demi­ rin ton cinsinden üretimi üç, üç buçuk kat artmış olacaktır. Bu endeksler arasındaki farkın başlıca nedeni, Sovyet sanayiinin çarlık Rusya’sınca bilinmeyen bir dizi yeni sanayi dalı yaratmış olmasıdır; ancak ek bir neden de rakamlarla kasti olarak oynan­ masıdır.17 Gayet iyi bilinir ki her bürokrasinin, olguları allayıp pullamaya organik bir gereksinimi vardır*18

3 . KİŞİ BAŞINA ÜRETİM

Sovyetler Birliğinde ortalama bireysel emek verimliliği hala çok düşüktür. En iyi dökümhanede işçi başına düşen demir ve çelik üretimi, kendi müdürünün kabul ettiği miktarlara bakılırsa, Amerikan dökümhanelerinin ortalama üretiminin üçte biri ka­ dardır. İki ülkedeki ortalama rakamların karşılaştırılması her­ halde bire beş gibi ya da daha feci bir oran ortaya kovacaktır. Bu koşullarda Sovyetler Birliğinde yüksek fırınların, kapitalist ülkelerde kullanıldığından “daha iyi” kullanıldığını ilan etmek anlamsız kalıyor. Teknolojinin işlevi insan emeğinden tasarruf etmektir, başka bir şey değil. Kereste ve inşaat sanayilerinde iş­

GERÇEKLEŞTİRİLENLER

17

ler, metal sanayiinde olduğundan daha kötüdür. ABD’de taş ocaklarında üretim, işçi başına yılda beş bin tonken, Sovyetler Birliğinde bu rakam beş yüz tondur, yani onda bir oranında* Böylesinc çarpıcı farklar yalnızca vasıflı işçi yokluğuyla değil, daha da büyük ölçüde işin kötü örgütlenmesiyle açıklanabilir. Bürokrasi bürün gücüyle işçileri mahmıızluyor, ama emek gücü­ nü doğru kullanmaktan âcizdir. Tabii tarımda işler* sanayide ol­ duğundan daha kötüdür. Düşük emek verimliliğine tekabül eden şey düşük ulusal gelir, dolayısıyla halk yığınları için düşük bir yaşam düzeyidir. Sovyetler Birliğinin 1936’da sınai üretim hacminde Avru­ pa’da ilk sırayı işgal edeceği söylendiğinde—ki bu ilerleme keııdi içinde ele alındığında dev boyutlardadır!—yalnızca mallanıl kalite ve üretim maliyetlerini göz ardı etmekle kalmayıp ülke nü­ fusu da hesaba katılmıyor. Ama bir ülkenin genel gelişmişlik dü­ zeyi ve özellikle kitlelerin yaşam düzeyi, hiç değilse kaba rakam­ larla, ancak üretilen ürünlerin tüketici sayısına bölünmesiyle be­ lirlenebilir. Gelin bu basit aritmetik işlemini yapmaya çalışalım. Demiryolu taşımacılığının ekonomik, kültürel ve askeri amaçlar için önemi, açıklamaya ihtiyaç göstermeyecek biçimde ortadadır. Sovyetler Birliğinin seksen iiç bin kilometre uzunlu­ ğundaki demiryoluna karşılık Almanya'nın elli sekiz bin, Fran­ sa’nın altmış üç bin, ABD’nin dört yüz on yedi bin kilometre de­ miryolu vardır. Bunun anlamı her on bin kişiye Almanya'da 8,9, Fransa’da 15,2, ABD’dc 33,1 ve Sovyetler Birliğinde 5 kilomet­ re demiryolu düştüğüdür.1^ Böylelikle demiryolu endekslerine göre Sovyetler Birliğinin uygar dünyada en düşük sıralardan bi­ rini işgal etmeye devam ettiği görülüyor. Son beş yılda üç katı­ na çıkan ticaret filosu, şu anda aşağı yukarı Danimarka ve İs­ panya’nıııkine eşit durumdadır.-0 Bu olgulara hâlâ son derece düşük rakamlarla ifade edilebilen kaplanmış karayollarını ekle­ mek zorundayız. Sovyetler Birliğinde bin kişi başına 0,6 otomo­ bil üretilmiştir; Büyük Biritanya'da (1934’te) yaklaşık 8, Fran­ sa’da yaklaşık 4,5, ABD’de 23 (1923’te üretilen 36,5 otomobile

18

BÖLÜM 1

karşılık).21 Ayın zamanda at sayılarının oranı konusunda yapı­ lacak bir karşılaştırmada (her on veya on bir yurttaş için yakla­ şık bir at) Sovyetler Birliği, demiryolu* kara ve gemi taşımacılı­ ğının son derece geri olmasına karşın ne Fransa'nın nc de ABD’nin önüne geçebilmekte, bu arada hayvanlarının kalitesi açısından onların çok gerisinde kalmaktadır. En çarpıcı başarıların elde edildiği ağır sanayi alanında kar­ şılaştırmalı endeksler hâlâ olumsuz bir tablo çiziyor. 1935 yılın­ da Sovyetler Birliğinde kömür üretimi kişi başına yaklaşık yedi yüz kilogramdı; Büyük Britanya’da bu rakam aşağı yukarı beş ton; ABD’de hemen hemen üç ton (1913’tc ise 5,4 ton);22 Al­ manya’da yaklaşık iki tondu. Çeliğe gclince: Sovyetler Birliğinde kişi başına yaklaşık altmış yedi kilogram* ABD’de iki yüz elli kilogram düşüyordu. Pik ve haddelenmiş demirde hemen hemen aynı oranlar söz konusudur.23 Sovyetler Birliğinde 1935 yılında kişi başına elektrik üretimi yüz elli üç kilovat; Büyük Britan­ ya’da (1934’te) dört yüz kırk üç, Fransa’da üç yüz altmış üç, Al­ manya’da dört yüz yetmiş iki kilovattı.*4 Hafif sanayilerde genel kural olarak kişi başına endeksler da­ ha da düşüktür. 1935 yılında yünlü dokuma kişi başına yarım metreden az, yani ABD veya Büyük Britanya’daki rakamın sekiz ya da onda biriydi. Yünlü kumaş ancak ayrıcalıklı Sovyet vatan­ daşlarının ulaşabileceği bir şeydir. Kitleler kışlık giyim için bile hâla pamuklu basma kullanmak zorundadır; bu ise kişi başına yılda 16 metre dolayında imal edilmektedir. Sovyetler Birliğinde ayakkabı üretimi şu anda adam başına yarım çift kadardır, Al­ manya’da bir çiftten fazla, Fransa’da bir buçuk çift ve ABD’de yaklaşık üç çifttir. Şu ana kadar kalite endeksini tamamen bir yana bıraktık; ki bu hesaba katılırsa karşılaştırmalı rakamları daha da düşürecektir. Burjuva ülkelerinde birkaç çift ayakkabı­ sı olan insanların yüzdesinin* Sovyetler Birliğindekinin çok üs­ tünde olduğunu kesin kabul edebiliriz. Ne yazık ki Sovyetler Bir­ liği yalınayak dolaşan insanların yüzdesi açısından da hâlâ ilk sı­ ralarda yer alıyor.

GERÇEKlEŞTİRİLCNLt'R

19

Gıda ürünleri alanında da, son yıllardaki tartışılmaz haşarı­ lara rağmen, aşağı yukarı aynı oranlar (kısmen daha da kötü ol­ mak üzere) hüküm sürüyor. Pasta vc şekerleme şöyle dursun, konserve, sosis, peynir gibi yiyccckler nüfusun büyük çoğunluğu için tamamen ulaşılmaz şeylerdir. Süt mamulleri konusunda bi­ le durum iyi değildir. Fransa ve ABD’de yaklaşık beş kişiye bir inek düşmektedir, Almanya’da altıya bir* Sovyetler Birliğinde se­ kize bir. Ama verdikleri süte gelince, iki Sovyet ineğine yaklaşık tek bir inek gözüyle b a k ılm a lıd ır.^ Yalnızca tahıl üretiminde, özellikle çavdarda vc ayrıca patateste Sovyetler Birliği, nüfusa oranlandığında, Avrupa ülkelerinin çoğunluğunu ve ABD’yi epeyce gerilerde bırakmaktadır. Öte yandan çavdar ekmeği ve patatesin nüfusun teme) yiyecck maddesi olması* tam da yoksul­ luğun klasik simgesidir. Kâğıt tüketimi* kültürün başlıca göstergelerinden biridir. 1935 yılında Sovyetler Birliği kişi başına dört kilogramdan az kâğıt üretmiştir, ABD otuz dörr kilogramdan fazla (bu sayı 1928’de kırk sekiz idi), Almanya ise kırk yedi kilogram üretti.26 Buna karşılık, ABD’de yılda kişi başına on iki kurşunkalem tü­ ketilirken, Sovyetler Birliğinde bu rakam yalnızca dörttür; üste­ lik bunların kalitesi öylesine düşüktür ki ancak tek bir kalemin, bilemediniz iki kalemin yapacağı işi yapabilir. Gazeteler sık sık ilk okuma kitapları, kâğıt ve kalem yokluğunun okullarda çalış­ maları felce uğrattığından şikâyet ediyor. Bu durumda, ülkenin, Ekim Devriminin onuncu yıldönümü için öngörülmüş olan, yüz­ de yüz okur yazarlık hedefine ulaşmış olmaktan hâlâ çok uzak bulunmasında şaşılacak bir şey yoktur. Aynı soruna, daha genel bir çerçeveden hareketle de ışık tutu­ labilir. Sovyetler Birliğinde kişi başına düşen ulusal gelir Batı’da olduğundan hatırı sayılır ölçüde düşüktür. Yatırımlar ulusal geli­ rin yaklaşık yüzde 25 ila 30*unu alıp götürdüğüne göre (bu oran başka herhangi bir ülkeyle karşılaştırılmayacak kadar yüksektir)* halk yığınları tarafından tüketilen ürün miktarının gelişmiş kapi­ talist ülkelerde tüketilenin çok altında olması kaçınılmazdır.

20

BÖLÜM 1

Elbette Sovyetler Birliğinde, halk yığınlarının gerekenin altın­ da tüketimini savurganlıkla dengeleyen mülk sahibi sınıflar yok­ tur, Bununla birlikte, bu sınıfların olmamasının etkisi ilk bakış­ ta görünebileceği kadar büyük değildir. Mülk sahibi sınıfların savurganlığı, kendi içinde ne derece tiksindirici olursa olsun, ka­ pitalist sistemin temel kusuru değildir; sistemin temel kusuru, burjuvanın savurganlık hakkını sağlama almak için üretim araç­ larında özel mülkiyeti sürdürmesi ve böylece sistemi anarşi vc çürümeye mahkûm etmesidir. Lüks maddelerin tüketimi alanın­ da kuşkusuz burjuvazinin tekeli vardır. Ama temel ihtiyaç mad­ deleri söz konusu olduğunda çalışan yığınlar, tüketicilerin ezici çoğunluğunu oluştururlar. Dahası, ileride göreceğimiz gibi, her ne kadar Sovyetler Birliğinde kelimenin gerçek anlamıyla mülk sahibi sınıflar yoksa da, gayet ayrıcalıklı bir yönetici katman vardır ve bu katman tüketimde aslan payını almaktadır. Dolayı­ sıyla, Sovyetler Birliğinde temel ihtiyaç maddelerinin kişi başına düşen üretimi gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğundan düşükse, bunun anlamı Sovyet kitlelerinin yaşam düzeyinin kapitalist ülkelcrinkindcıı düşük olduğudur. Bu durumun tarihsel sorumluluğu elbette Rusya'nın karanlık ve hantal geçmişinde* bize bırakmış olduğu sefalet ve cehalet do­ lu mirasta yatar. İlerleme yolunda yürüyebilmek için kapitalizmi devirmekten başka çare yoktu. Kendinizi buna inandırmak için, bir zamanlar Çar’ın imparatorluğunun en gelişkin bölgeleri olan, şimdi ise bataklıktan başını kaldıramayan Baltık ülkeleri­ ne ve Polonya’ya bir göz atmanız yeterli olacaktır.^7 Sovyet re­ jiminin unutulmaz hizmeti, Rusya'nın bin yıllık geriliğine karşı verdiği yoğun ve başarılı savaşta yatıyor. Ama daha ileriye git­ menin ilk koşulu, başarılmış olanın doğru saptanmasıdır. Sovyet rejimi bir baztrltk aşamasından geçmekte, Batı'nın teknik ve kültürel kazanımlar mı ithal etmekte, ödünç almakta, özümsemektedir. Karşılaştırmalı üretim ve tüketim göstergeleri, bu hazırlık aşamasının henüz tamamlanmış olmaktan çok uzak olduğunu gösteriyor. Kapitalizmin mutlak bir durgunluğu tü­

GERÇEKLEŞTIRİLENLER

21

ründen muhtemel olmayan koşullarda bile, bu aşamanın bütün bir tarihsel dönem boyunca sürmesi gereklidir. Vardığımız bu ilk sonuç büyük bir önem taşıyor; incelememiz boyunca bit so­ nuca yeniden dönmek zorunda kalacağız.

22

BÖLÜM 1

NOTLAR: BÖLÜM 1 1. Özellikle kimya sanayii, ayrıca traktör, biçerdöver, otomobil* uçak, takım tezgâhı, gaz türbini ve jeneratör üretimi örnek gösterilebilir. 1. Sözgelimi Lenin 1919’da şöyle diyordu: “Çok açık bir gerçek ki, ke­ sin zafer, ancak dünyanın tüm ileri ülkelerindeki proletarya tarafından ka­ zamla bilir. Biz Ruslar* Ingiliz, Fransız ya da Alman proletaryasının sağ­ lamlaştıracağı bir işe başlıyoruz/’ (“Doğu Halkları Komünist Örgütlerinin İkinci Tüm-Rusya Kongresinde Söylev” (22 Kasım I919|, Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol, 1979, s. 360-74, burada s. 373) 3. "Daha 1937-38’de reel nıiİJi hasıla, 1928-29’un bunalım öncesi dü­ zeyini yüzde 19 oranında aşmış, hatta 1932’deki en düşük düzeye göre iki katran fazİa artmıştı. ‘Milli hasılada1 silahlanma harcamalarının payı i935-38*dc yüzde 16 iken bu pay, 1928-29’da yiizde birden azdı.” (D. Petzina, “Grundrifi der deutschen Wirtschaftsgeschichte 1918-1945", Deutsche Gescbichte scit dem Ersien Wellkricgy c. 2, Snıttgart, DVA, 1973 içinde, s. 663-784; burada s. 743, 745) 4. “Korumacılık1’ “ulusal ekonomi”nin ithal gümrükleri, döviz kontrolü, itlıalat kısıtlamaları vc yasaklan yoluyla yabancı rekabetine karşı devletçe korunmasıdır. MacDonaJd hükümeti 1932'de İngiliz lirasının değerini düşürdü, altın standardından vazgeçti ve ithal gümrüklerini yükseltti. Bir Comnmnu»calth konferansı (Büyük Bıiraııya ile sömürgeleri, ayrıca Kanada ile Avustralya), Ingiliz sanayime güvenli satış piyasaları sağlamak için, üye olmayan devletlere karşı ticari kısıtlamalar uygulanmasını kararlaştırdı. 5. 1920 Şubatında Rusya’nın Elektrifikasyonu için Devlet Komisyonu (GOELRO), Krjijauovskiy’in yönetimindeki yüz seksen uzmandan oluşan bir kadroyla kuruldu. Bu örgüt, 1920 Aralığında toplanan VIN. Sovyet Kongresine, otuz büyük elektrik santrali, yirmi bin ila otuz bin kiJomerrelik demiryolu hattının elekrriklcndirilmesi vc sanayi üretiminin 1913 yı­ lına kıyasla iki katma çıkarılmasını öngören uzıın dönemli bir elektrifi­ kasyon planı sundu. 1921 Şubatında GOlıLRO Devlet Plan Komisyonu­ nun içine alındı. (Kış, II. Haııınann, Bcginn der Plamvirtschaft, Elektrifizierıuıg, Wirtschaftsplanüiıg und gesellsclıaftliche Entwickhıng Sowjetrulslands 1917-1921* Düsscldorf, Bertelsmann, 1974J 6. Yeni oluşturulmuş bir sanayi kentinin örneği Güney UralJar'daki Magııitogorsk idi. Kent, 1929 ile 1931 arasında Koııısomol tugaylarınca, imara yeni açılan bir sanayi bölgesinin (demir cevheri madenciliği ve işle­ mesi yapılan) merkezi olarak kuruldu. 7. Daha 1913're İki buçuk milyon kadar sanayi işçisi vardı; bu düze­ ye ancak 1926’da yeniden ulaşıldı. 1928 ile 1932 arasında sanayi işçileri-

NOTLAR

23

ntn sayısı, 3,8’den 8 milyona, inşaatçılık ve taşımacılıkta çalışan işçilerinki 2,1'den 4,5 milyona çıktı. (Krş. R. Lorenz, Sozialgeschicbte der $owjetunion 1, 1917-1945, Frankfurt, Suhrkamp, 1976, s. 128, 237 ve 356) 8. Arthur Rosenberg şöyle yazıyor: “Burjuva sağ partilerinin parçala­ nışı ve burjuva merkezinin geri çekilişiyle sosyal demokrasi tek başına du­ ruma hâkim oldu. Ondan beklenen» kızıl asker ve işçilere dayanarak, Al­ man cumhuriyetinin yeniden kuruluşunu ramamlamasıydı. Ne var ki bu, Alman sosyal demokrasisinin hiç hazırlıklı olmadığı bir görevdi/* (Gescbiehte der Weimarer Republik> Frankfurt, EVA, 1961, Bölüm 1, “Nadı dem 9. November”, s. 11) 9. Böyle bir karşılaştırmayı Trotskiy daha önce de defalarca yapmış­ tı. Krş. L. Trotzki, Kapitalismus oder Soziali$mus?y Eine Betrachtung der Sowjct-Wirtschaft und ihrer Entvvicklungsceııdenzen, Berlin, Neuer Deutseher Verlag, 1925 (“Wir und die kapicalistische Welt” ve “ Die Vergleichskoeffizienten der Volkswirtschaft'\ s. 40-50). 10. Krş, A,C. Sutton, Westem Technology and Soviet Economic Developmenty 1917-1965, 3 cilt, Stanford (Hoover) 1968-73; W. Spohn, uDie teehnologisehe Abhângigkeit der Sowjetunion vom We!tmarkt (Berıcht und Kommentar zu einer empirisehen Studie von A>C. Sutton)”, Probleme des Klassenkampfes, sayı 19-21, Ekim 1975 içinde, s, 225-59. 11. “Die Aufgaben der Schwerindustrie im Zusammenhang mit der Stachanowbeweguııg, Referat des Genossen S. Ordschonikidse auf dem Plenum des ZK der KPdSU(B) vom 21. Dezember 1935”, Rundschau, sa­ yı 1 içinde, 2 Ocak 1936, s. 17-24, burada s. 22vd. 12. Kastedilen, “Sovyet Denetimi Komisyonundur. 1918'dc kurulan Devlet Denetimi Halk Komiserliğinin içinden 1920 Şubatında, emekçile­ rin haklarını devlet aygıtına karşı koruması öngörülen İşçi ve Köylü Tef­ rişi (“Rabkrin” ) doğdu. Lenin’in bir önerisine (“işçi ve Köylü Denetleme Kurulunu Yeniden Nasıl Örgütlemeli?” [23 Ocak 1923), Ekim Devrimi Dosyası, V.L Lenin, Sol, 1999, s. 468-73) uygun olarak bu Örgüt, parti­ nin Merkez Kontrol Komisyonuyla birleştirildi. 1934’te her iki kurum ye­ niden ayrıldı. Devlet düzleminde “Sovyet Denetimi Komisyonu” oluştu­ ruldu. Bu örgüc, artık yalnız, hükümet kararlarının doğru uygulanıp uy­ gulanmadığını denetlcyecekci, 1940'ta Merkez Komite, bu komisyonun adını “Sovyet Denetimi Halk Komiserliği” olarak değiştirmeye karar ver­ di. 1945’ten bu yana bu kuruluşun işlevleri, işletme toplantılarında her seferinde iki yıl için seçilen “halk denetimi” organlarınca yerine getirili­ yor. 1983’te, bunlarda çalışan insan sayısı 10,4 milyondu. Görevleri ve örgütlenişleri, “ 19 Aralık 1968 Günlü SSCB1de Halk Denetimi Organla-

24

BÖLÜM 1

n Yönetmeliği”nc göre düzenlenmekteydi. (G. Mey er |haz.|, Das politische und gesellschaftlicbe System der UdSSR, Ein Quellenband, Kölıı, PahlRugenstein, 2. basım, 1980, s. 100-11) “Halk denetimi” organları, "par­ ti ve devlet organlarına, parti ve hükümet yönergelerinin fiili uygulanışa nııı sistemli olarak denetlenmesinde..., yönetimin daha da mükemmelleş­ tirilmesinde..., ekonominin mümkün olduğu kadar geliştirilmesi, devlet disiplininin ve sosyalist yasaJlığın sağlamlaştırılması mücadelesinde yar­ dımcı ... olacaktı/’ (s. 101) 13. Başbakanlığa denk düşen bu mevkide 1930 ile 1941 arasında Mo* lotov bulundu. 14. Yaroslav (1933’tc nüfusu yaklaşık 167.300, 1983’te yaklaşık 584.000), Yukarı Volga kıyısında sanayi, liman ve ticaret kenti, Orta Rusya’nın kuzeyinin manevi merkezi. XVII. yüzyılda Moskova devletinin ikinci en büyük kentiydi. 15. Günlük tzvestiya (Haberler) gazetesi, 28 Şubat (13 Mart) 1917’den beri yayımlanmakta olan Petrograd îşçi Vekilleri Sovyctinden Haberlere dayanır. Daha 1905 devrimi sırasında o zamanki Petcrsbıırg Sovyetince yayımlanmış olan Izvestiydnın geleneğiyle bağ kuruyordu. Gazete, çoğunluk ilişkilerine uygun olarak önce, ağırlıklı olarak Menşevikler ve Sosyalist-Devrinıcilcr tarafından yayıma hazırlandı; 1917 Ağus­ tosundan başlayarak Sovyctlcrin tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi­ nin organı haline geldi. Ekim Devriminin ardından Bolşevikler gazetenin yönetimini devraldılar- Başkent 1918 Martında Moskova'ya taşınınca îzvestiya da merkezini değiştirdi. 1934 Şubatından 1936 Ağustosuna kadar (resmen 1937 Ocağına kadar) gazete, ona bu evrede bile— Partinin mer­ kez organı olan Pravda'yz kıyasla— belirli bir canlılık kazandıran Buharin tarafından yayıma hazırlandı. 1932 ile 1956 arasında baskı sayısı 1,65 milyon nüshaydı. Bugün lzvestiya, aşağı yukarı sekiz milyon nüshahk bir baskı sayısıyla, Yüksek Sovyet Pıczidyumunun organı olarak (1960’tan bu yana, Pravda ile rekabet etmemek için, akşam gazetesi olarak) yayım­ lanıyor (1980). 16. Devlet Planlama Komisyonunun (Gosplan) başkanı 1934’teıı 1937 sonuna kadar V.I. Mejlauk idi. 17. Belirli veriler— örneğin 1932'den sonra sanayi işçilerinin reel üc­ retleri, 1936'dan sonra yeni konut inşaatı ya da 1930 ile 1939 arasında doğum ve ölüm rakamları— hiç yayımlanmaz oldu. Temel alman fiyatla­ rın yüksekliğine karşılık endeks sayıları çoğu kez abartılıydı. Tarım ista­ tistiğinde ambar ürünü göz önünde tutuldu. Resmi verilere göre tarımsal üretim, 1930 ile 1934 arasında yüzde 4 artmıştı. 1959’da yayımlanan ger­ çekçi bir düzeltme, aynı dönem için yüzde 9luk bir gerilemeyi ortaya çı-

NOTLAR

25

kardı. (Krş. R. Wageııführ, “Dic sowjctische Statistik”, Osteuropa-Handbuch, c. Sowjetunion, bol, Das VVirtsehaftssystem, s. 126vd, s. 135) 18. Marx, daha gençken Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi'nde bu* rokrasiden “burjuva-sivil toplumun devlet biçimciliği” diye söz eder: uBü­ rokrasinin hiyerarşisi, bilginin hiyerarşisi durumuna geliyor- Tepe, ayrıntı­ yı bilme işini aşağı halkalara havale ediyor, aşağı halkalar geneli bilme işinde tepeye güveniyor ve boylece birbirlerini karşdıklı olarak aldatıyor­ lar/’ (IC Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Sol, 1997, s. 70-1) 19* 198 Tdc toplanı demiryolu uzunluğu SSCB’de 142*800, ABD’dc 288*073, Federal Almanya'da 28.417 kilometreydi- Boylece seksenli yıl­ ların başında on bin insana SSCB’de 5,2, ABD’de 12,3, Federal Alman­ ya’da ise 4,6 kilometre demiryolu hattı düşmüş oluyordu. Mutlak taşıma­ cılık hacmi (kişiler ve mallar) söz konusu olduğunda farklı bir manzara ortaya çıkıyor; burada SSCB, dünya sıralamasında, ABD’yi büyük farkla geçerek birinci, Federal Almanya ise onuncu sırada yer alıyor. 20. SSCB, 1983 itibariyle ticaret gemisi yapımında Japonya (6,67 mil­ yon brüt tonaj), Güney Kore (1,539), Federal Almanya (0,798), Ispanya (0,501), Biiyük Britanya (0,497) Danimarka (0,444) ve ABD’nin (0,381) arkasında 0,353 milyon brüt tonajla sekizinci sırada yer alıyordu* Buna karşılık SSCB, denize dayanıklı gemilerin (300 brüt tonaj üstü) sayısı ba­ kımından 1 Ocak 1984 tarihinde 3030 birimle Japonya (4163) ile Pana­ ma'nın (3694) arkasında üçüncü sırada yer alıyordu* Ticaret gemisi tona­ jı bakımından 1984 yılında yaklaşık 18,6 milyon brüt tonaj ile Liberya, Japonya, Yunanistan ve Panama’nın gerisinde beşinci sırada yer alıyordu. 21* 1983’te dünya otomobil mevcudunun üç yüz otuz milyonu, yani yüzde 75 kadarı, Kuzey Amerika ile Avrupa’nın, yalnız yüzde 6’sı Sovyet­ ler Birliği ile Doğu Avrupa'nın payına düşiiyorduMotorlu Taşıt Üretimi ve Mevcudu (1982) Ülke

Üretim 1000 kişi başına binek arabasf

100 kişi başına ticari araç

1000 kişi başına binek arabası mevcudu

SSCB

4,8

3,2

34

Federal Almanya

61f6

4,2

385

8,2

349

32,9

209

Fransa

56r7

Ispanya

'54,1

ABD

537

26

BÖLÜM 1

22. SSCB’de, 1982 yılında nüfus başına 1,8 ton taşkömürü çıkarılı­ yordu; bu rakam» ABD'de 3, Federal Almanya’da 1,6, Fransa'da 0,3, Bü­ yük Britanya’da 2,2, Japonya’da 0,1 tondu. Kömür çıkarımı, günümüz­ de, bir ulusal ekonominin enerji potansiyelinin değerlendirilmesinde anahtar büyüklük olmaktan çıkmıştır; bu büyüklüğü, kullanılabilir pet­ rolle ve atom enerjisi üretimiyle bağlantılı olarak ele almak gerekir. 23. SSCB’de, 1983 yılında nüfus başına 555 kilogram ham çelik üre­ tiliyordu; bu rakam, ABD'de 327, Federal Almanya’da 582, Demokratik Almanya’da 449, Fransa’da 323, Japonya’da ise 676 kilogramdı. 1982 yılında, SSCB’de ham demir (yüksek fırın alaşımları dahil) üre­ timi kişi başına 391 kilogram kadardı; bu rakam ABD’de 167, Federal Al­ manya’da 452, Demokratik Almanya’da 146, Fransa’da 276, Japonya'da ise 676 idi. 24. Elektrik üretimi 1982 yılında, SSCB'de nüfus başına 4993, ABD’de 9848, Federal Almanya'da 5985, Demokratik Almanya’da 6161, Fransa’da 4816, Japonya’da ise 4960 kilovat saatti. 25. 1983’te bin kişi başına düşen büyükbaş hayvan sayısı SSCB'de 428, ABDMe 492, Federal Almanya’da 246, Demokratik Almanya’da 340, Fransa'da ise 237 idi, İnek başına ortalama süt verimi 1983 yılında İsrail’de 7200, ABD'de 5727, Hollanda'da 5333, Büyük Britanya'da 5188, Federal Almanya'da 4956, Demokratik Almanya'da 4017, Fransa*da ise 3413 kilogramdı. SSCB 2192 kilogram ile Avusturya, Avustral­ ya ve Güney Afrika’nın bile gerisindeydi, inek başına süt veriminde dün­ ya ortalaması 1998 kilogramdı. 26. 1982’de nüfus başına kâğıt ve mukavva üretimi, SSCB’de 32,4 ki­ lograma, ABD'de 254,7 kilograma, Federal Almanya’da 123,2 kilogra­ ma, Demokratik Almanya’da 72,2 kilograma, Fransa’da 93,8 kilograma, Japonya’da ise 152,6 kilograma ulaşıyordu. 27. XVIII. yüzyılda Rusya, Baltık bölgesi ile Polonya'nın (1814-15’tc Napotyon'a karşı kazanılan zaferin ardından daha da büyüyen) bir par­ çasını ilhak etti. Bu bölgelerde XIX. yüzyılda önemli, tamamen Rus piya­ sasına yönelik bir sanayi doğdu: Lodz, Bialystok ve Narva’da tekstil fab­ rikaları; Riga ve Tallin’de metal fabrikaları ve limanlar gibi. (Kış. R. Luxemburg, Die industrielle Enttvickiung Poiens J1898J, ayııı yazar, Gesammelte Werkey c. 1.1, s. 113-216) Polonya, Litvanya, Lctonya ve Estonya 1918’de bağımsızlıklarını kazanınca bu sanayiler en önemli satış piyasalarını kaybetti; iktisadi gelişme durgunluğa girdi. Örneğin Polon­ ya'da savaş öncesi dönemin üretim düzeyine bir daha ulaşılamadı (krş. J.H. Hoensch, Gescbicbte Potcns, Srutrgart-Ulm, Ulmer-UTB, 1983, s. 269); Estonya’da, yirmiden fazla işçi çalıştıran işletmelerin sayısı savaş

NOTLAR

27

öncesi düzeyin altına indi (1913; 44,600, 1930: 32.000, 1935: 39,100; krş, G. von Rauch, Gescbichte der baitiscben Staaten> Münih, DTV> 1977, s> 122).

BÖLÜM 2

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

1. "S a v a ş K o m ü n İz m İ" , " Y e n İ E k o n o m İ P o l It Ik a s i " VE KULAKLARA YAKLAŞIM

Sovyet ekonomisinin gelişim çizgisi, kesintisiz ve düzenli biçim­ de yükselen bir eğri olmaktan çok uzaktır. Yeni rejimin on sekiz yıllık tarihinde şiddetli krizlerin damgasını vurduğu birkaç aşa­ ma açık seçik ayırt edilebilir. Sovyetler Birliğinin ekonomik tari­ hinin ana hatlarının, hükümetin politikasıyla da ilişkisi içinde kısaca özetlenmesi*1 gerek teşhis gerekse geleceğe yönelik tahminler açısından gereklidir. Devrimden sonraki ilk üç yıl, herkesin gözü önünde yapılan acımasız bir iç savaş dönemiydi. Ekonomik yaşam tamamıyla cephenin gereksinmelerine tabiydi. Maddi olanakların olağanüs­ tü kıtlığında kültürel yaşam, ikinci plana düşmüştü; ama yaratı­ cı düşünce, en başta da Lenin’in kişisel düşüncesi cesur bir geli­ şim gösteriyordu.2 Bu dönem, kapitalist ülkelerin “savaş sosya­ lizm ine3 kahramanca bir paralel oluşturan “savaş komünizmi” dönemiydi (1918-21). O yıllarda Sovyet hükümetinin ekonomik sorunları temelde savaş sanayilerini desteklemek, geçmişten dev­ ralınan kıt kaynakları askeri amaçlar için kullanmak ve kentle­ 29

30

BÖLÜM 2

rin nüfusunu açlıktan kurtarmak çabası etrafında yoğunlaşıyor­ du. Özünde savaş komünizmi, kuşatma altındaki bir kalede tü­ ketimin sistematik olarak düzenlenmesiydi. Bununla birlikte, savaş komünizminin başlangıçta kavranıldığı biçimiyle çok daha geniş amaçlar peşinde olduğunu kabul etmek gereklidir. Sovyet hükümeti, bu düzenleme yöntemlerini, üretimin yanı sıra bölüşümün de doğrudan planlandığı bir ekonomik sisteme dönüştürme umudu ve çabası içindeydi. Bir baş­ ka deyişle “savaş komünizminden sistemi değiştirmeden yavaş yavaş hakiki komünizme varmayı umuyordu. 1919 Mart ayın­ da kabul edilen Bolşevik Parti programı şöyle diyordu: “Bölü­ şüm alanında Sovyet iktidar:, ticaretin yerine bütünsel bir plan temelinde ulusal ölçekte ürünlerin örgütlü biçimde bölüşümünü geçirmek için yılmadan çalışır.”4 Ama “savaş komünizmi” programı gerçekliğe gitgide daha fazla aykırı düşüyordu. Üretim sürekli olarak düşüyordu; bunun nedeni yalnızca savaşın yıkımı değil, aynı zamanda üreticilerin kişisel çıkarlarına dayalı özendirilmesinin eksikliğiydi. Kentler kırsal kesimlerden tahıl ve hammadde talep ediyor, karşılığında ise eski alışkanlıklarla adına hâlâ para denen renkli kâğıt parçalarmdan başka bir şey vermiyordu. Mujik5 de fazla ürününü toprağa gömüyordu. Hükümet tahıla el koymak için silahlı işçi birlikleri gönderiyordu.6 Mujik de daha az ekim yapıyordu. Iç savaşın ardından gelen ilk yıl olan 1921’de sınai üretimi, savaş öncesi rakamlarının en çok beşte birine ulaşıyordu. Çelik üreti­ mi dört milyon iki yüz bin tondan yüz seksen iiç bin tona—ya­ ni eski rakamın yirmi üçte birine—düşmüştü. Toplam tahıl ha­ sadı seksen milyar yüz milyon libreden 1922 yılında beş yüz üç milyara gerilemişti. O yıl korkunç bir açlık yılıydı!7 Aynı dö­ nemde dış ticaret iki milyar dokuz yüz milyon rubleden otuz milyona düşmüştü. Üretici güçlerdeki yıkım, tarihin tanık oldu­ ğu tüm örneklerin ötesine geçiyordu. Ülke ve onunla birlikte ik­ tidar, uçurumun tam kenarına gelmişti. Savaş komünizmi döneminin ütopik umutlan, daha sonra

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

31

acımasız ve birçok bakımdan haklı eleştirilerle karşılaştık Ne var ki, iktidar partisinin teorik hatası, o zamanki hesapların ta­ mamının Batı’da devrimin erken zafer beklentisine dayandırıldı­ ğı unutulursa hiçbir şekilde anlaşılamaz. Muzaffer Alman prole­ taryasının, Sovyet Rusya'ya gelccekte gıda ürünü ve hammadde cinsinden karşılığı ödenmek üzere, yalnızca makina ve mamul madde değil, aynı zamanda on binlerce nitelikli işçi, mühendis ve örgütleyici göndereceğine kesin gözüyle bakılıyordu* Ve hiç kuşku yoktur ki, eğer proleter devrimi Almanya’da zafere ulaş­ mış olsaydı (bunu engelleyen de sadece ve tek başına sosyal de­ mokrasi olmuştur), Almanya’nın olduğu kadar Sovyetler Birliğinin de ekonomisi, bugünkü Avrupa'nın ve dünyanın kade­ rini şimdiki durumla karşılaştırılamayacak kadar olumlu etkile­ yecek dev adımlarla ilerlerdi. Gene de hiç yanılmaksızın denebi­ lir ki, o mutlu olay gerçekleşseydi bile, ürünlerin doğrudan dev­ let eliyle dağıtılmasından vazgeçmek ve ticari yöntemlere dön­ mek gerekli olacaktı. Lenin, piyasanın yeniden işler hale getirilmesi gereğini, birbi­ rinden yalıtık milyonlarca köylü işletmesinin bulunduğu bir ül­ kede, bunların dış dünyayla olan ekonomik ilişkilerini ticaret yoluyla tanımlamaya alışık olmalarına dayandırmıştı. Ticari do­ laşım, o zamanlar dendiği gibi, köylü ile kamulaştırılan sanayi arasındaki “bağ” olacaktı.9 Bu “bağcın temelindeki teorik for­ mül gayet basittir: Sanayi, kırsal kesimlere gerekli malları öyle­ sine fiyatlarla versin ki, devletin, tarımsal ürünlere zorla el koy­ masına gerek kalmasın. Kırsal kesimle ekonomik İlişkileri düzeltmek, Yeni Ekonomi Politikasının (NEP) hiç kuşkusuz en kritik ve acil işiydi. Bunun­ la birlikte kısa bir deneyim gösterdi ki, sanayinin kendisi bile toplumsallaştırılmış olmasına karşın, kapitalizmin geliştirdiği parasal muhasebe yöntemlerine muhtaçtı. Planlı ekonomi sade­ ce zihinsel verilere dayandırılamaz. Arz-talep mekanizması> uzun bir süre boyunca planın kendisi için gerekli maddi bir te­ mel ve vazgeçilmez düzeltici olarak kalır.

32

BÖLÜM 2

NEP’in yasallaştırdığı piyasa, çeki düzen verilen bir para bi­ riminin yardımıyla kendisine düşeni yapmaya başladı. Daha 1923 yılında, kırsal kesimlerden gelen ilk itilim sayesinde sana­ yi canlanmaya başlamış, kısa süre içinde de yüksek bir tempoya ulaşmıştı. Üretimin 1922 ve 1923 yıllarında iki katma çıktığını ve 1926 yılında savaş öncesi düzeyine ulaştığım, yani 192Te gö­ re beş kattan fazla arttığını söylemek yeterlidir. Çok daha alçak­ gönüllü bir hızla da olsa, tarımsal ürün miktarı da artmaktaydı. Kritik 1923 yılından itibaren, iktidar partisi içinde sanayiyle tarım arasındaki ilişki konusunda daha önce de gözlenen anlaş­ mazlıklar keskinleşmeye başladı. Stoklarını vc rezervlerini tama­ men tüketmiş bir ülkede sanayinin köylüden tahıl ve hammadde Ödünç almak dışında herhangi bir yolla gelişmesi mümkün değil­ dir. Ancak fazlaca ağır “zorunlu tasarruf” yöntemleri, çalışma it­ kisini yok eder. Gelecekte refaha ulaşılacağına inanmayan köylü, kentin tahıla el koymasına bir ekim greviyle karşılık verecektir. Öte yandan asgaride tutulan tahıl toplama, sanayiyi durma nok­ tasına getirmeyle tehdit edecektir. Sanayi malları edinemeyen köy­ lü de kendi gereksinmelerini karşılamak üzere eski el sanatlarını canlandıracaktır. Parti içindeki anlaşmazlıklar, iki kesim arasın­ daki dinamik dengeyi bir an önce sağlamak üzere köyden sanayi­ ye ne kadar aktarım yapılacağı sorusu etrafında başladı.10 Bunun hemen ardından, köyün kendisinin toplumsal yapısına ilişkin so­ runlar, anlaşmazlığı daha karmaşık hale getirdi. 1923 yılı ilkbaharında bir parti kongresinde, “Sol Muhale­ fetsin—o zamanlar daha bu adla bilinmiyordu— bir temsilcisi, sınai ve tarımsal fiyatların arasının açılmasını kaygı verici bir diyagram aracılığıyla sergilemişti.11 Bu fenomene ilk kez o zaman “makas” adı verildi; terim daha sonra uluslararası terminoloji­ ye girdi. Konuşmacı şöyle diyordu: Eğer sanayinin geri kalması devam eder ve böylece makasın uçları daha da açılırsa, kentle kır arasında bir kopuş kaçınılmazdır. Köylüler, Bolşevik Partinin gerçekleştirdiği demokratik ta­ rımsal devrim12 ile sosyalizmin temellerini atmaya yönelik poli-

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

33

rikası arasında kesin bir ayrım yaptılar,13 Büyük malikanelere ve devlerin arazisine el konması, köylülere yılda yarım milyar al­ tın rubleden fazla bir kazanç getirmişti. Ancak devletleştirilmiş sanayinin yüksek fiyatları yüzünden köylüler çok daha yüksek bir tutarı yitiriyorlardı, iki devrimin, yani Ekim düğümüyle sım­ sıkı kenetlenmiş demokratik ve sosyalist devrimlerin net bilan­ çosu köylü açısından yüz milyonlarca ruble zarar olduğu sürece, iki sınıfın ittifakı şüpheli kalıyordu. Köylü ekonomisinin geçmişten devralınan parçalanmışlığı14 Ekim Devriminin sonuçlan tarafından körüklendi. Devrimi izle­ yen on yıl içinde bağımsız aile işletmesi sayısı on altı milyondan yirmi beş milyona çıktı, bu da doğal olarak köylü girişimlerinin kendine yeterli birimler olma eğilimini güçlendirdi. Tarımsal ürün yokluğunun nedenlerinden biri buydu. Küçük meta ekonomisi kaçınılmaz olarak ortaya sömürücü­ ler çıkarır. Köylerin toparlanmalarıyla orantılı olarak köylii kit­ leleri arasındaki farklılaşma da büyümeye başladı. Eski alışılmış yollar yeniden tutuluyordu. Kulakların* semirmesi, tarımdaki genel gelişmeyi çok gerilerde bırakıyordu. Hükümetin “kıra dönmek”15 sloganıyla özetlenen politikası aslında yüzünü kıılak’a dönmekten ibaretti. Tarımsal vergiler, varlıklılara göre yoksullar üzerinde daha ağır bir yük teşkil ediyordu, üstelik de varlıklıiar devlet kredilerinin de kaymağını alıyorlardı. Çoğun­ lukla en zengin köylülerin elinde bulunan tahıl fazlası, yoksulla­ rı köleleştirmek için kullanılıyor ve kentlerin küçük burjuvazisi­ ne spekülatif fiyatlardan satılıyordu. O zamanlar iktidarda olan hizbin16 kuramcısı Buharin, köylülere şu ünlü sloganını savurmuştu: “Zenginleşin!”17 Teori dilinde bunun anlamı, kulakla­ rın sözde giderek sosyalizmin parçası haline gelmeleri oluyordu. Pratikteki anlamı ise azınlığın ezici çoğunluk pahasına zenginleşmesiydi.

* Mali durumu iyi olan, altlarında işçi çalıştıran köylüler—ç.n.

34

BÖLÜM 2

Kendi politikasının esiri olan hükümet, kırsal küçük burjuva­ zinin talepleri karşısında adım adım gerilemek zorunda kaldı. 1925 yılında tarımda ücretli emek istihdamı ve toprağın kiraya verilmesi yasallaştırıldı,18 Köylü, bir yanda küçük kapitalist, öte yanda ırgat olmak üzere kutuplaşıyordu. Aynı zamanda, sınai metalardan yoksun olan devlet de kırsal pazarın dışına atıldı. Kulak ile küçük zanaatçı arasında, adeta yerden bitercesine, ara­ cılar ortaya çıkmıştı. Hammadde arayan devlet işletmeleri bile giderek artan ölçüde özel tüccarla iş yapmak zorunda kalıyordu. Kapitalizmin yükselen dalgası her yerde görünür hale gelmişti. Biraz kafasını yoran herkes açıkça görüyordu ki, mülkiyet biçi­ minde yapılan bir devrim sosyalizm sorununu çözmeye değil sa­ dece onu gündeme getirmeye yaramıştı, 1925 yılında kulak lehine politika bütün hızıyla sürerken Stalin, toprağın özelleştirilmesi için hazırlıklara girişti. Kendi tavsiyesi üzerine bir Sovyet gazetecinin sorduğu, “Her köylüye kendi ekip biçtiği toprağı on yıl süreyle vermek, tarımın çıkarla­ rı açısından yararlı olmaz mı?” sorusuna Stalin’in verdiği cevap, “Evet olur, ve hatta kırk yıl süreyle verilmeli/* oluyordu. Stalin’in kişisel direktifiyle harekete geçen Gürcistan Bölgesi Tarım Halk Komiseri, toprağı özelleştirmeye yönelik bir yasa tasarısı hazırladı* Amaç çiftçiye, kendi geleceğinden emin olma duygusu vermekti. Bütün bunlar olup biterken 1926 ilkbaharında, paza­ ra çıkan tahılın hemen hemen yüzde 60’ı, mülk sahibi köylüle­ rin yüzde 6'sının elinde toplanmıştı! Devlet yalnızca dış ticaret için gerekli olan değil, iç gereksinimini bile karşılayacak tahıl­ dan yoksundu. Düşük seviyedeki ihraç, mamul madde ithalatın­ dan vazgeçilmesini ve makina ve hammadde ithalatının asgariye indirilmesini zorunlu hale getirdi. Sanayiyi köstekleyen ve köylülerin büyük çoğunluğuna zarar veren bu zengin çiftçiye yatırım yapma politikası 1924-26 ara­ sındaki iki yıl içinde siyasal sonuçlarını gözler önüne serdi. Bu politika kent ve köy küçük burjuvazisinde olağanüstü bir özgü­ ven geliştirerek yerel Sovyetlerin birçoğunu ellerine geçirmeleri­

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

35

ne yol açtı; bürokrasinin güç ve özgüveninin artmasına, işçiler üzerinde artan bir basınca ve parti ve Sovyet demokrasisinin ta­ mamen ezilmesine neden oldu. Kulak’Iann güçlenmesi, yönetici grubun iki seçkin üyesi olan Zinovyev ve Kamenyev’i telaşlan­ dırdı. Bu ikisinin proletaryanın iki büyük merkezi olan Lenin­ grad ve Moskova Sovyetlerinin başkanı olmaları hiç de rastlan­ tı değildir. Ancak taşra ve taşradan da öte bürokrasi, kesinlikle Stalin’in yanındaydı. Zengin çiftçiye yönelik politika ağır bastı. 1926 yılında Zinovyev ve Kamenyev, taraftarlarıyla birlikte 1923 Muhalefetine (yani “Trotskistler^e) katıldılar. Elbette iktidardaki hizip, tarımın kolektifleştirilmesini uilke olarak” o dönemde bile reddetmiyordu. Yalnızca bu işi birkaç kuşak ertelemek gerekiyordu onlara göre. Geleceğin Tarım Halk Komiseri Yakovlev, 1927 yılında, her ne kadar köyün sosyalist anlamda yeniden inşası ancak kolektiflcşmeyle gcrçekleşebilirse de, gene de “bunun bir, iki veya üç yılda, hatta on yılda bile başarılabilmesine imkân olmadığı açıktır,” diye yazıyordu.19 “Ko­ lektif çiftlikler ve komünler... şimdi oldukları gibi uzun bir süre için ileride de hiç kuşkusuz bireysel köylü mülkleri denizi içinde küçük adacıklar olarak kalacaklardır,” diye devam ediyordu sözlerine. Ve gerçekte de o dönemde köylü ailelerinin ancak yüz­ de 8'i kolektif çiftliklerde yer alıyordu. “Genel çizgi" olarak anılan ve parti içinde 1923 yılında su yüzüne çıkan çatışma, 1926 yılında özellikle yoğunlaştı ve alev­ lendi. Ekonominin ve politikanın tüm sorunlarını ele alan geniş kapsamlı platformunda Sol Muhalefet şöyle diyordu: “Parti, proletarya diktatörlüğünün temel direklerinden biri olan topra­ ğın kamulaştırılmasını ortadan kaldıracak veya zayıflatacak tüm eğilimlere karşı direnmeli ve bunları mahkum etmelidir.”20 Muhalefet o sırada bu konuda başarılı oldu; kamulaştırmaya karşı doğrudan girişimlerden vazgeçildi. Ama sorun tabii ki yal­ nızca toprakta mülkiyet biçimlerine ilişkin değildi. “Ülkede bireysel çiftçiliğin yayılmasına karşı kolektif çiftçili­ ğin daha hızlı biçimde gelişmesini gözetmeliyiz. Sistematik ola­

36

BÖLÜM 2

rak her yıl, kolektif çiftliklerde örgütlenmiş yoksul köylülere yardımcı olmak üzere kayda değer tutarlar ayırmak gereklidir.21 Kooperatiflerin bütün çalışmalarında küçük ölçekli üretimi ge­ niş çaplı kolektif üretime dönüştürme amacı hâkim olmalı­ dır/'22 Ama bu tür bir geniş kolektifleştirme programı, yakın gele­ cek için inatla ütopik olarak kabul ediliyordu. Görevi Sol Muhalefeti partiden atmak olan XV. Parti Kongresi hazırlıkları sı­ rasında, gelecekte Halk Komiserleri Konseyinin Başkanı olacak olan Molotov tekrar tekrar şöyle diyordu: “Bizler geniş köylü kitlelerinin kolektifleştirilmesi konusunda yoksul köylü yanılsa­ malarına düşnıcmeliyiz(!) içinde bulunduğumuz koşullarda buna artık olanak yoktur/'23 Takvimler 1927 yılının sonunu gös­ teriyordu. İktidar hizbi o zaman, köylülere karşı ileride kendisi­ nin güdeceği politikayı hayal bile etmekten bu denli uzaktı! Aynı yıllar (1923-28) Staliıı, Molotov, Rıkov, Tomskiy ve Buharin’deıı oluşan iktidardaki koalisyonun (Zinovyev ve Kamenycv 1926 yılı başında Muhalefete katılmıştı) plana daya­ lı “süper sanayileşme”24 savunucularına karşı verdikleri müca­ deleyle geçti. Tarihçiler ileride, sosyalist devletin hükümetinin cesur ekonomik girişimleri hor görme ve reddetme yönünde sap­ landığı haleti ruhiyeyi gün ışığına çıkarırken çok şaşıracaklardır. Bu arada sanayileşme temposu dışsal etkiler altında ampirik ola­ rak hızlanıyordu; tüm hesaplar daha hazırlanırken yaz boz tah­ tasına çevriliyor, sabit masrafların olağanüstü artışı buna eşlik ediyordu. 1923 yılında Muhalefet beş yıllık bir plan önerdiğin­ de, bu öneri tam “bilinmeyene doğru sıçrama” karşısında deh­ şete düşen küçük burjuva ruhuna yaraşır biçimde küçümsenmiş­ ti. 1927 yılının Nisan ayına gelindiğinde bile Stalin, Merkez Ko­ mitenin tam katılımlı bir toplantısında, bizim için Dnyepcrstroy hidroelektrik santralini kurmanın, bir mujik için inek yerine gra­ mofon satın almakla eş anlamlı olacağını öne sürüyordu.25 Bu muhteşem aforizma bütün bir programı özetliyordu. O yıllarda tüm dünyanın burjuva basınının ve onu izleyerek sosyal demok­

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

37

rat basının, “Sol Muhalefetle sınai romantizm atfeden resmi gö­ rüşü, sempatiyle tekrarladığını kaydetmekte de yarar var. Partideki hararetli tartışmalar süredursun, köylüler, sınai mal kıtlığına gittikçe daha inatçı grevlerle cevap veriyorlardı. Tahıllarını pazara götürmüyor, daha çok ekmeye dc razı olmu­ yorlardı. O dönemin havasını belirleyen Rıkov, Tomskiy ve Buharin’in temsil ettiği sağ kanat, sanayide temponun yavaşlaması pahasına bile olsa, tahıl fiyatlarını yükselterek köyde kapitalist eğilimlere daha geniş bir alan tanınmasını talep ediyordu.26 Böyle bir politikayla tek çözüm, ihraç edilecek tarımsal ham­ maddelere karşılık mamut maddeler ithalatına gitmek olabilirdi. Ancak bunun anlamı, köylü ekonomisi ile sosyalist sanayiler arasında değil, kulak ile dünya kapitalizmi arasında bir “bağ” kurmak olacaktı. Bunun için dc Ekim Dcvrimini yapmaya değ­ mezdi. 1926 Parti Konferansında27 Muhalefet temsilcisinin cevabı şöyleydi: “Sanayileşmenin, özellikle kulakların daha fazla vergi ödemeleri aracılığıyla hızlandırılması sonucu çok miktarda mal üretilecek, boylece malların perakende fiyatları düşecek, bu da hem işçilerin hem de köylülüğün büyük bir kısmının yararına olacaktır... Yüzümüzü köye çevirmek sanayiye sırt çevirmek an­ lamım taşımaz; sanayiyi köye çevirmek anlamını taşır. Çünkü devletin "yüzü’ sanayiden yoksunsa, köyün devletin yüzüne bak­ ması için hiçbir neden yoktur.”2** Karşılık olarak Stalin Muhalefetin “fantezi dolu planları­ na *na gürleyerek cevap veriyordu: “Sanayi, tarımdan koparak, ülkemizdeki birikim hızını bir yana bırakarak, hızla ileriye atıl­ mamalı. ”2^ Parti kararları, zengin çiftçilere edilgin bir uyum gösteren bu şiarları tekrarlamaya devam ediyordu. Aralık 1927'de “süper sanayileşmecileri” nihai olarak ezmek üzere toplanan XV. Parti Kongresi, “devlet sermayesinin büyük yatı­ rımlara fazlaca bulaşmasının getireceği tehlike” konusunda uya­ rıda bulunuyordu.*0 Yönetimdeki hizip o sıralar hala herhangi başka bir tehlike görmeyi reddediyordu.

38

BÖLÜM 2

1927-28 ekonomik yılında, sanayinin büyük ölçüde devrim Öncesi makinalarla ve tarımın eski araçlarla yapıldığı, adına ye­ niden inşa dönemi denen süre artık sona eriyordu. Daha fazla ilerleyebilmek için, büyük ölçekli sanayinin inşa edilmesine ge­ rek vardı. El yordamıyla ve plansız olarak daha ilerilere gitmeye olanak yoktu. Sosyalist sanayileşmenin belirli varsayımlar altında ne tür olanaklar vaat ettiği daha 1923-25 yıllarında Muhalefet tarafından çözümlenmişti. Muhalefetin ulaştığı genel sonuç, burjuvazi­ den devralınan teçhizatı tükettikten sonra Sovyet sanayiinin, sosyalist birikim temelinde kapitalizm altında tümüyle olanaksız olan bir büyüme hızına ulaşabileceğiydi. İktidardaki hizbin li­ derleri, yüzde 15 ile yüzde 18 arasındaki temkinli büyüme hızı önerileriyle açıkça alay ettiler, bilinmeyen bir geleceğe ait haya­ li türküler söylediğimizi ileri sürdüler. O zamanlar “Trotskizm”e karşı savaşın Özünü bu oluşturuyordu. Sonunda Beş Yıllık Planın 1927 yılında hazırlanan ilk resmi taslağı, gülünç bir cimrilik sergiliyordu. Sınai üretimde öngörü­ len büyüme hızı yıllar üzerinden azalarak yılda yüzde 9*dan yüz­ de 4’e kadar düşürülüyordu. Kişi başına düşen tüketim, bütün bu beş yıllık süre içinde yüzde 12 artacaktı! Bu ilk plandaki ina­ nılmaz ürkeklik beş yılın sonunda devlet bütçesinin toplamının ulusal gelirin yalnızca yüzde 16*sına ulaşmasıyla açıkça ortaya çıktı. Oysa sosyalist bir toplum yaratmak gibi bir niyeti olmadı­ ğı belli olan Çarlık Rusya’sında bütçe, gelirin yüzde 18’ini yutu­ yordu! Belki de eklemekte yarar vardır: Bu planı hazırlayan ik­ tisatçılar ve mühendisler birkaç yıl sonra dış güçlerin yönetimi altında hareket eden bilinçli sabotajcılar olmakla suçlanmış ve ağır cezalara mahkûm edilmişlerdir. Suçlananlar kendilerinde o cesareti bulsalardı, hazırladıkları planın o zamanki Politbiiro “genel çizgi”sine tamamen uyum gösterdiği ve onun emirleri al­ tında gerçekleştirildiği biçiminde cevap verebilirlerdi. Eğilimlerin savaşı artık aritmetik diline dökülmüştü. "Ekim Devriminin onuncu yıldönümünde böylesine çapsız, böylesine

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

39

karamsar bir plan sunmak/1 diyordu Muhalefet platformu, “gerçekte sosyalizme karşı çalışmak anlamını taşır/'31 Bir yıl sonra Politbiîro yeni bir Beş Yıllık Plan benimseyerek ortalama yıllık üretim artışını yüzde 9 olarak kabul etti. Gelişmedeki ger­ çek yönelim, “süper sanayileşmeciler”in büyüme hızlarına yakla­ şan inatçı bir eğilimi ortaya koyuyordu. Bir yıl daha geçtikten ve hükümet politikası köklü bir biçimde değiştikten sonra Devlet Planlama Komisyonu bir Üçüncü Beş Yıllık Plan hazırladı: Bura­ daki büyüme hızı, 1925 yılında Muhalefet tarafından varsayım­ sal olarak yapılan saptamaya şaşırtıcı derecede yaklaşmıştı. Sovyetler Birliğinin ekonomik politikasının gerçek tarihi, boylece gördüğümüz gibi, resmi efsanelerden çok farklıdır. Ma­ alesef Webb’ler gibi, saygıda hiç kusur göstermeyen araştırmacı­ lar buna hiç mi hiç değinmiyorlar. 2 . T o r n is t a n : " D ö r t Y il d a B eş Y illik P l a n " VE " T a m KOLEKTİFLEŞTİRME"

Bireysel köylü işletmeleri konusunda yalpalama, kapsamlı plan­ lara karşı güvensizlik, “rölantimde bir büyümenin savunulması, uluslararası sorunların küçümsenmesi, işte bütün bunlar, Stalin tarafından ilk kez 1924 sonbaharında Almanya’da proletarya­ nın yenilgisinden sonra ileri sürülen “tek ülkede sosyalizm” te­ orisinin Öğelerini oluşturuyor Sanayileşmede acele etmemek, mujik’le kavgaya girişmemek, dünya devrimine bel bağlamamak ve hepsinin ötesinde parti bürokrasisinin iktidarım eleştiriden korumak! Köylülüğün farklılaşması, Muhalefetin bir icadı ola­ rak mahkûm ediliyordu. Yukarıda sözü edilen Yakovlev, kayıt­ larında kulak'lara otoritelerce uygun görülenden fazla yer ayı­ ran Merkezi istatistik Bürosunu azletti.32 Önderler, sükûnet içinde, mal kıtlığının aşılmakta olduğunu, “ekonomik gelişmede barışçıl bir tempoya girildiğini/' tahıl toplamalarının ileride da­ ha “düzgün” bir biçimde yapılacağını vb öne sürüyordu. Ama bu arada gücüne güç katan kulak, orta köylüyü de beraberinde

40

BÖLÜM 2

sürükleyerek kentleri bir tahıl ambargosuyla karşı karşıya bıra­ kıyordu. Ocak 1928’de işçi sınıfı yaklaşan bir kıtlık tehlikesiyle karşılaştı. Tarih bazen acımasız şakalar yapmayı bilir. Tam da kulakların devrimin boğazına yapıştığı ay içinde Sol Muhalefe­ tin temsilcileri, kulak hayaleti konusunda “felaket tellallığı” yaptıkları iddiasıyla hapishanelere tıkılıyor ya da Sibirya’da çe­ şitli yerlere sürülüyordu. Hükümet, tahıl grevinin nedenini salt kulak’ın {nereden çık­ mıştı bu adam?) sosyalist devlete karşı salt düşmanlığıymış gibi sunmaya, yani sorunu çok genel anlamda siyasal dürtülere bağ­ lamaya çalışıyordu. Oysa kulak’ın bu tür “idealizmce pek mey­ li yoktur. Onun tahılını saklamasının nedeni, kendisine sunulan satış koşullarının kârlı olmayışıydı. Yine aynı nedenledir ki köy­ lünün geniş bir kesimini kendi etkisi altına almayı başarabilmiş­ ti. Kulak sabotajlarına karşı daha fazla baskıya yönelmek açık­ ça yetersizdi. Gerekli olan, politikanın değiştirilmesiydi. Ama hâlâ tereddütlerle vakit harcanıyordu. O zamanlar hükümet başkanı olan Rıkov 1928 Temmuzun­ da şu beyanatı verdi. “Bireysel çiftlikleri geliştirmek... partinin başlıca görevidir/'33 Stalin de ona arka çıkıyordu: “Bireysel çift­ liklerin gününü doldurduğunu, bunları desteklemememiz gerek­ tiğini düşünen insanlar var... Bu insanların parti çizgimizle or­ tak hiçbir şeyleri yoktur.”34 Henüz bir yıl geçmeden parti çizgisinin bu sözlerle ortak hiç­ bir şeyi kalmamıştı. 'Tam kolektifleştirmedin şafağı ufukta sökmek üzereydi. Aynen daha önce olduğu gibi, yeni yönelişe de ampirik ola­ rak ve hükümet bloku içinde verilen gizli mücadelelerle gelin­ mişti. “Sağ ve merkez hizipleri, Muhalefete karşı ortak bir düş­ manlık birleştiriyor, Muhalefetin tasfiyesi kaçınılmaz olarak bu iki kesim arasında bir çatışmaya hız verecektir.”35 Muhalefet platformu daha bir yıl öncesinden bu uyarıyı yapıyordu. Söylendiği gibi de oldu. Tabii, ayrışan blokun liderleri sol ka­ nadın bu öngörüsünün, birçok öteki öngörüleri gibi, doğru çık­

EKONOMİK GEUŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

41

tığını hiçbir biçimde kabul etmeyeceklerdi. 19 Ekim 1928’e ge­ lindiğinde bile Stalin kamuya açık bir beyanatında şöyle diyor­ du: “Bir sağ sapmanın varlığı ve Merkez Komitemizin Politbürosunda buna karşı bir uzlaşmacı tavır olduğu yolundaki dedi­ kodulara bir son vermek zamanı gelmiştir/'36 O sırada her iki grup da parti aygıtını yoklamakla meşguldü. Baskı altındaki parti, kafa karıştırıcı söylentiler ve spekülasyon­ larla yaşıyordu. Ama henüz birkaç ay geçmişti ki resmi basın alı­ şılmış yüzsüzlüğüyle hükümet başkanı Rıkov’un “Sovyet iktida­ rının ekonomik zorlukları üzerine spekülasyon yaptığını/’ Ko­ münist Enternasyonalin başkam Buharin’in “burjuva-liberal et­ kilerin taşıyıcısı” olduğunu, Tüm Rusya Merkezi Sendikalar Konseyinin Başkanı Tonıskiy’in sefil bir trade-umonisttcn*7 baş­ ka bir şey olmadığım ilan ediyordu. Rıkov, Buharin ve Toınskiy, her üçü de Politbüro üyeleriydi* Sol Muhalefete karşı bir önceki savaş tüm silahlarım sağ gruplardan edinirken şimdi Buharın, gerçeğe uygun biçimde, Stalin'i, Sağ ile olan savaşında lanetle­ miş Sol Muhalefet platformunun bir kısmını kullanmakla suçla­ yabiliyordu.38 Şöyle ya da böyle değişiklik gerçekleşti. “Zenginleşinslo­ ganıyla birlikte kulak’ın sarsıntısız biçimde sosyalizmle kaynaş­ ması teorisi gecikmeli ama o denli de sert bir biçimde lanetlen­ di* Sanayileşme gündeme yerleşti* Memnun mesut bir tevekkü­ lün yerini taşkın bir telaş aldı. Lenin’in yan unutulmuş “yetiş­ mek ve geçmek” sloganının ardına “en kısa zamanda” sözcük­ leri takıldı.39 Parti Kongresi tarafından ilke olarak onaylanmış bulunan mininıalist Beş Yıllık Plan, yerini, temel öğeleri olduğu gibi, daha dün yenilgiye uğratılan Sol Muhalefet platformundan alınan yeni bir plana bıraktı. Daha dün bir gramofona benzeti­ len Dnycperstroy, bugün tüm dikkatleri üzerinde topluyordu,40 ilk başarılardan sonra yeni bir slogan geliştirildi: “Beş Yıllık Plana dört yılda ulaşmak.” Şaşkın ampiristler şimdi her şeyin mümkün olduğuna inanıyorlardı. Tarihte sık sık rastlandığı gibi oportünizm kendi karşıtına, maceracılığa dönüşmüştü* 1923-28

42

BÖLÜM 2

yılları arasında41 Buharin’in “kaplumbağa yürüyüşü” felsefesini benimsemeye hazır olan Politbüro, şimdi büyük bir çeviklikle yıllık yüzde 20’den yüzde 30 büyüme hızına sıçrıyor, her kısmi ve geçici kazanımı bir norm haline dönüştürmeye çalışıyor ve değişik sanayi kollarının karşılıklı ilişkilerini gözden kaybedi­ yordu. Plandaki parasal gedikler basılan kâğıt parayla dolduru­ luyordu. İlk plan döneminde, dolaşımdaki kâğıt para bir milyar yedi yüz milyondan beş buçuk milyara çıktı; ikinci Beş Yıllık Planın daha başında bu rakam sekiz milyar dört yüz milyon rub­ leye ulaştı. Bürokrasi kendini sadece bu zorlanmış sanayileşmenin dayanılmaz bir yük altında bıraktığı yığınların siyasal dene­ timinden kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda şcrvonetz tara­ fından gerçekleştirilen otomatik denetimden de kurtulmuştu* NEP’in başlarında sağlam bir temele oturtulmuş olan parasal sistem şimdi yeniden kökünden sallanıyordu. Ama asıl tehlike, plan için olduğu kadar rejimin kendisi açı­ sından da köylülerden geliyordu. 15 Şubat 1928Jde Pravda'da çıkan bir başyazı ile bütün ülke köylerdeki durumun hiç de o zamana kadar yetkililerce anlatıl­ dığı gibi olmadığını, tam tersine ihraç edilen Sol Muhalefetin sunduğu tabloya çok benzer olduğunu şaşkınlıkla öğrendi.42 Daha dün kulak’lann varlığını inkâr eden basın, yukardan aldı­ ğı bir işaretle bugün bu adamları yalnızca köylerde değil, parti­ nin içinde de bulup çıkarıyordu. Partinin hücreleri birçok yerde, gelişkin tarımsal araçlara sahip, ücretli emek kullanan, hükü­ metten, yüzlerce, binlerce pud■tahıl gizleyen ve “Trotskist” po­ litikaya uzlaşmaz biçimde muhalefet ettiğini ifade eden zengin köylülerin yönetimine geçmiş olduğu sergileniyordu. Gazeteler, yerel komite sekreterliklerini ellerinde tutan kulakların nasıl yoksul köylülerin ve tarım işçilerinin partiye girmesine engel ol­ • On ruble karşılığı altın para. 1923 ve 1925 yıllarında basılmış, daha sonra toplanıp eritilmiş. 1975-82 ortasında tekrar basılmış— ç.n. * Eski Rus ölçü birimi. 1 pud, 16,4 kilograma eşittir—ç.n.

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

43

dukları konusunda sansasyonel açıklamalar basmakta birbirleriyle yarış ediyordu. Eski ölçülerin hepsi tersine döndürülmüştü; artılarla eksiler yer değiştirmişti. Kentleri beslemek için günlük ekmeği kuİak'ın elinden acilen almak gerekiyordu. Bu ancak zor kullanılarak yapılabilirdi* Yal­ nız kulak’ın değil, orta köylünün de elindeki tahıl stoklarına el konmasına resmi dilde “olağanüstü önlemler” deniyordu.43 Bu deyimin anlamı, yarın her şeyin eski mecrasına döneceğiydi. Ama köylüler bu güzel sözcüklere inanmadılar ve inanmamakta haklıydılar. Tahıla zorla el konması zengin köylülerde daha çok ekme itkisini yok etti. Ücretli emekçiler ve yoksul köylüler işsiz kaldılar. Tarım bir kez daha çıkmaza girmiş, devleti de berabe­ rinde sürüklemişti. Her ne pahasına olursa olsun “genel çizgimde değişiklik gerekliydi. Önceliği bireysel çiftçiliğe vermeye hâlâ devam eden Stalin ve Molotov, sovhozların [devlet çiftlikleri] ve kolhozların [kolektif çiftlikler] daha hızla geliştirilmesi gereğini vurgulamaya başladı­ lar. Ama yiyeceğe duyulan acil gereksinim kırsal kesime askeri seferler düzenlemekten vazgeçilmesine olanak tanımadığı için, bireysel çiftlikleri destekleme programı havada asılı kaldı. Ko­ lektifleştirmeye “kaymak” gerekli olmuştu. Tahıl toplamak için ileri sürülen geçici “olağanüstü önlemler” beklenmedik biçimde “kulakların bir sınıf olarak tasfiyesi” programına dönüştü. Yi­ yecek karnelerinden çok daha mebzul miktarda yağan çelişkili emirlere bakılırsa, hükümetin köylü sorununa ilişkin değil beş yıllık, beş aylık bile bir programı olmadığı belli oluyordu. Gıda teminindeki bunalımın mahmuzlan altında hazırlanan yeni plana göre, kolektif tarım beş yılın sonunda köylü aileleri­ nin yaklaşık yüzde 20’sini kapsayacaktı. Önccki on yılda kolek­ tifleştirmenin köylü ailelerinin yüzde birinden azını etkilediği düşünülünce ne denli geniş çaplı olduğu anlaşılabilecek olan bu program, beş yıllık dönemin ortalarına gelindiğinde çok geriler­ de bırakılmıştı. 1929 Kasım ayında yalpalamalarını bir yana bı­ rakan Stalin, bireysel çiftçiliğin sona erdiğini ilan etti. Dediğine

44

BÖLÜM 2

göre köylüler, ‘‘bütün köyler, ilçeler ve hatta vilayetler” çapında kolektif çiftliklere katılıyorlardı.44 İki yıl önce kolhozların daha uzun yıllar yalnızca “köylü mülkleri denizinde adacıklar” olarak kalacağında ısrar eden Yakovlev şimdi, Tarım Halk Ko­ miseri olarak “kulakları bir sınıf olarak tasfiye etme”45 ve "‘mümkün olan en kısa zamanda” tam kolektifleştirmeyi sağla­ ma misyonunu üstleniyordu. 1929 yılında kolektif çiftliklerin oram yüzde 1,7’den yüzde 3,9'a çıktı* 1930 yılında bu oran yüz­ de 23,6'ya, 193!’de 52,7’ye, 1932’de 61,5’e yükseldi. Şu anda sanırım hiç kimse kolektifleştirmenin bütünüyle ka­ ba kuvvet sayesinde gerçekleştirildiğini söyleyen liberallerin ge­ vezeliklerini tekrarlayacak kadar budala olamaz. Tarihin önce­ ki çağlarında toprak uğruna kavga eden köylüler bazen toprak ağalarına karşı ayaklanmış, bazen ekilip biçilmeyen bölgelere yerleşmiş, bazen de dünya üzerindeki daracık yerine karşılık mujik’i cennetteki münhal yerlerle ödüllendirmeyi vaat eden çe­ şitli mezheplere46 doluşmuşlardır. Şimdiyse büyük malikânelere el konduktan ve toprağın aşın bölünmesinden sonra, bu parça­ ların birleştirilmesi ve büyük topraklar haline getirilmesi, köylü­ ler için, tarım için ve bütün toplum için bir ölüm kalım sorunu­ na dönüşmüştü. Ancak bu genel tarihsel gözlemleri yapmakla sorunun çö­ zümlenmiş olacağını düşünmek olanaksızdır. Kolektifleştirme­ nin gerçek olanakları ne köylerdeki çıkmazın derinliğiyle, ne de hükümetin idari enerjisiyle tanımlanabilir. Bu olanaklar her şey­ den önce var olan üretken kaynaklarca yani sanayinin geniş çap­ ta tarıma gerekli makinaları sağlayabilmesiyle belirlenir. İşte bu maddi koşullar mevcut değildi. Kolektif çiftlikler esas itibariyle ancak küçük çapta tarım için uygun malzemelerle kurulmuştu. Bu koşullar altında abartılmış bir kolektifleştirme hızı bir eko­ nomik macera niteliğine büründü. Kendi politikasındaki dönüşün aşırılığına gafil avlanan hü­ kümet, yeni yöneliş için ilkel bile olsa bir siyasal hazırlık yapma­ dı, yapamazdı. Yalnızca köylü kitlesi değil, yerel iktidar organ­

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

45

ları bile kendilerinden ne istendiği konusunda tümüyle bilgisiz­ di. Köylüler, hayvanlarına ve mallarına devlet tarafından el ko­ nacağı yolundaki söylentilerden dolayı hiddet içindeydi. Aslın­ da, kısa süre içinde görüleceği gibi, bu söylentiler gerçekten pek de uzak değildi. Görüşlerini gülünç göstermek amacıyla Sol Mu­ halefete atfedilmiş olan hedef gerçekleşiyordu: Bürokrasi “köy­ leri yağmalıyordu.” Kolektifleştirmenin köylü açısından bürün­ düğü biçim, tüm varlığına el konmasıydı. Yalnızca atı, sığırı, ko­ yunu, domuzları değil, yeni doğmuş civcivleri bile kolektifleşti­ riliyordu. Yabancı bir gözlemcinin yazdığı gibi, “kulakların mallarına el konması, küçük çocukların ayaklarından sökülüp alınan pabuçlara kadar vardırıldı.” Sonuç olarak köylüler hay­ vanlarını yok pahasına satmaya ya da etinden, derisinden yarar­ lanmak üzere kesmeye başladılar. 1930 yılı Ocak ayında Moskova’da yapılan bir kongrede47 Merkez Komitesi üyelerinden Andreyev40 kolektifleştirmenin iki yönlü bir tablosunu çiziyordu: Bir yandan, tüm ülkede güçlü bi­ çimde gelişmekte olan kolektifleştirme hareketinin “yolunun üzerine çıkacak her engeli ortadan kaldıracağım” öne sürüyor­ du; öte yandan, köylülerin kolektiflere girmeden tarımsal araç­ larını, hayvanlarını ve hatta tohumlarını çirkin bir kazanç düş­ künlüğüyle satmaları "felaket ölçülerine ulaşıyor”du. Bu iki önerme ne denli çelişkili olursa olsun, umutsuz bir du­ rumdan doğan kolektifleştirmenin salgın niteliği taşıdığını iki karşıt açıdan doğru olarak göstermektedir. Demin sözünü etti­ ğimiz yabana görgü tanığı, uTam kolektifleştirme ekonomiyi, eşine hemen hemen hiç rastlanmayan bir çöküntü içerisine sü­ rükledi; sanki ülke üç yıllık bir savaştan geçmişti,” diyor* Dün tarımın yegâne itici gücünü oluşturan—kendi topal eşe­ ği kadar z^yıi olan ama gene de bir itici güç oluşturan-—yirmi beş milyon yalıtılmış ve bencil köylü ailesinin yerine bürokrasi, tek bir hareketle, teknik malzemeden, tarımsal bilgiden ve bizzat köylülerin desteğinden yoksun iki bin kolektif çiftlik idari büro­ sunun buyruklarını getirmeye çalışn. Bu maceracılığın feci so­

46

BÖLÜM 2

nuçları kendilerini göstermekte gecikmedi ve yıllar boyu da sür­ dü. 1935 yılında sekiz yüz otuz beş milyar libreye yükselmiş bu­ lunan toplam tahıl ürünü* bunu izleyen bir iki yıl içinde yedi yüz milyarın altına düştü. Bu fark kendi başına felaket gibi görün­ müyor; ama yitirilen bu miktar* kentleri ancak alışkın oldukla­ rı açlık düzeyinde idame ettirebilmek için gereken miktardı* Sı­ nai bitkilerde sonuçlar daha da kötüydü. Kolektifleştirmenin hemen öncesinde şeker ürerimi yaklaşık yüz dokuz milyon pud’a çıkmıştı; iki yıl geçtikten sonra kolektifleştirmenin zirve­ sine gelindiğinde, pancar yokluğu nedeniyle, kırk sekiz milyon pud’a—yani eski rakamın yarısına—düştü. Ama kasırganın bü­ yüğü hayvanlar krallığını kasıp kavurdu. Atların sayısı yüzde 55 azaldı, yani 1929’da otuz dört milyon altı yüz binden 1934'te on beş milyon altı yüz bine düştü. Boynuzlu sığır sayısı otuz mil­ yon yedi yüz binden, on dokuz milyon beş yüz bine—yani yüz­ de 40—düştü. Domuz sayısı yüzde 55, koyun sayısı yüzde 66 azaldı.49 Açlık, soğuk, salgın hastalık ve baskı Önlemleri yüzün­ den yitirilen insanların sayısı,50 katledilen hayvanlarınkine göre maalesef daha dikkatsiz bir şekilde kayıtlara geçmiştir ama bu da milyonlarla ölçülebilir. Bu kurbanların günahı kolektifleştir­ menin değil, kolektifleşmenin gerçekleştirildiği gözü kapalı, zor­ baca ve kumarbazca yöntemlerin boynunadır. Bürokrasi hiçbir şeyi önceden planlamadı. Köylülerin kişisel çıkarlarıyla çiftliğin kolektif çıkarlarını birleştirmek yolunda bir çaba gösteren ko­ lektif tüzükleri51 bile, bahtsız köyler böyle acımasızca heder edildikten sonra yayımlandı. Yeni yönelişin böyle panik içinde uygulamaya konuşu, 192328 arasında izlenen politikanın sonuçlarından kaçma gereklili­ ğinden doğdu. Ama öyle bile olsa kolektifleştirme, daha makul bir tempoda ve daha iyi düşünülmüş biçimlerde gerçekleştirilebi­ lirdi, gerçekleştirilmeliydi. Gerek iktidarı gerek sanayileri elinde tutan bürokrasi, ulusu felaketin eşiğine sürüklemeden bu süreci düzenleyebilirdi. Ülkenin maddi ve manevi kaynaklarına daha iyi uyarlanmış tempolar benimsenebilirdi, benimsenmeliydi.

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

47

“Sol Muhalefetsin sürgündeki organı 1930 yılında şöyle ya­ zıyordu: “Uygun iç ve dış koşullar altında, tarımdaki maddi-teknik durum on, on beş yıl gibi bir süre içinde tepeden tırnağa dö­ nüştürülerek kolektifleşmeııin üretici temeli oluşturulabilir. An­ cak aradaki bu zaman zarfında, Sovyet iktidarının birkaç kez devrilmesi mümkündür*..”52 Bu uyarıda abartma yoktu. Ekim Devrimi hiçbir zaman ölü­ mün soluğunu tam kolektifleştirme yıllarında duyduğu gibi en­ sesinde duymamıştı. Huzursuzluk, güvensizlik, hoşgörüsüzlük ülkeyi yiyip bitiriyordu. Altüst olmuş bir parasal sistem; devlet tarafından saptanmış azami fiyatların, yani “geleneksel” fiyatla­ rın ve serbest piyasa fiyatlarının karman çorman olması; devlet­ le köylü arasında ticarete benzeyen bir ilişkiden tahıl, et ve süt vergilerine geçiş; kolektif mülkün geniş çaplı talanı ve bu talanın büyük ölçüde gizlenmesine karşı ölüm kalım savaşı (kulak’ların bir sınıf olarak “ortadan kaldırılmasından sonra); kulak sabo­ tajlarına karşı verilecek savaş için partinin salt askeri planda se­ ferberliği; bununla birlikte gıda karneleri, kıtlık vesikaları ve ni­ hayet pasaport sistemine dönülmesi, bütün bu önlemler baştan başa tüm ülkede çoktan biten iç savaş atmosferini canlandırdı. Fabrikalara sunulan gıda ve hammadde miktarı bir mevsim­ den ötekine azalıyordu. Dayanılmaz iş koşulları işçilerin sürekli iş değiştirmesine, devamsızlığa, işin ihmaline, makinaların tahri­ bine, yüksek oranda fireye ve düşük kaliteli üretime yol açıyor­ du. Emeğin ortalama verimliliği 1931 yılında yüzde 11,7 düştü. Molotov’un ağzından kaçırdığı, tüm Sovyet basınında yer alan bir itirafa göre, sınai üretim 1932 yılında, planda belirlenen yüz­ de 36 yerine yalnızca yüzde 8,5 arttı. Bundan hemen sonra tüm dünyaya, Beş Yıllık Planın dört yıl üç ayda gerçekleştirildiği ha­ beri verildi. Bunun tek anlamı, bürokrasinin istatistikleri ve ka­ muoyunu istediği gibi manipüle etmekteki yüzsüzlüğünün sınır tanımadığıdır. Ancak asıl önemli olan bu değildir. Burada sınav­ dan geçmekte olan, Beş Yıllık Planın kaderi değil, rejimin kade­ riydi.

48

BÖLÜM 2

Rejim fırtınayı atlatmayı bildi* Ama bu, halk toprağında de­ rin kökler salmış bulunan rejimin kendi meziyetidir. İşin hiç de aşağı kalmayan bir başka yönü de olumlu dış koşullardır. Köy­ lerdeki o ekonomik kargaşa ve iç savaş yıllarında, Sovyetler Bir­ liği dış düşmanlan karşısında felce uğramış durumdaydı. Köylü­ nün hoşnutsuzluğu orduyu sarmıştı.53 Güvensizlik ve istikrarsız­ lık bürokrasi aygıtını ve ordunun üst kadrolarını moralsiz bırak­ mıştı. O süre içinde bandan ya da doğudan gelecek bir darbenin ölümcül sonuçları olabilirdi. Neyse ki, ticari ve sınai yaşamdaki bunalımın ilk yılları tüm kapitalist dünyada şaşkınlıkla karışık bir bekleyiş psikolojisi ya­ ratmıştı. Hiç kimse savaşa hazır değildi; hiç kimse böyle bir risk almaya cesaret edemiyordu. Dahası, düşman ülkelerin hiçbirin' de, ugenel çizgi”nin şerefine resmi koronun haykırdığı türkünün gerisinde Sovyet topraklarını titreten bu toplumsal kaynaşmala­ rın şiddeti hakkında yeterli bilgi yoktu. $

#

#

Umuyoruz ki verdiğimiz tarihsel özet, kısa olmasına rağmen, Sov­ yet gelişmesini aralıksız, sürekli bir başarılar zinciriymişçesine anlatan pembe masalın, işçi devletinin gerçek gelişmesinden ne denli uzak olduğunu ortaya koymuştur. Daha ileride, bunalımlar­ la dolu bu geçmişten, gelecek için önemli dersler çıkartacağız. Ama bunun yanı sıra, Sovyet hükümetinin ekonomik politikası ve zikzaklarına tarihsel bir bakışın, başarının gerçek ya da uydurma nedenlerini devrimin yarattığı toplumsallaştırılmış mülkiyet ko­ şullarında değil de önderliğin olağanüstü niteliğinde bulan bireyci fetişizmi yıkmak için gerekli olduğunu düşünüyoruz. Yem toplumsal rejimin nesnel üstünlüğü elbette kendini önder­ lerinin yöntemleriyle de ortaya koyar. Ancak bu yöntemler aynı zamanda ve eşit derecede ülkenin ekonomik ve kültürel geriliğini ve iktidar kadrolarının içinde yetiştiği taşra küçük burjuva orta­ mını yansıtır.

EKONOMİK GELİŞME VE ÖNDERLİĞİN YALPALAMALARI

49

Bürün bunlardan Sovyet önderlerinin politikalarının üçüncü derecede önem taşıdığı anlamım çıkarmak, yapılabilecek yanlışla­ rın en kabası olurdu. Dünya üzerinde bir başka hükümet yoktur ki tüm ülkenin kaderini böylesine yoğun bir biçimde elinde tutu­ yor olsun. Tekil kapitalistin başarıları ve başarısızlıkları, bütünüy­ le olmasa bile hatırı sayılır, hatta bazen belirleyici bir ölçüde ken­ di kişisel niteliklerine bağlıdır. Sovyet hükümetinin tüm ekonomik sistemle ilişkili olarak işgal ettiği koııum>mutatis muîandis bir ka­ pitalistin tek bir işletmeyle olan ilişkisine benzer. Ekonominin merkezileştirilmesi, devlet iktidarını son derece önemli bir etken haline getirir. Ama işte tam da bu nedenle hükümet politikası, üs­ tünkörü değerlendirmelerle, çıplak istatistik verileriyle değil, ula­ şılan sonuçlarda bilinçli öngörünün ve planlı yönetimin oynadığı özgül rol temelinde yargılanmalıdır. Hükümetin izlediği çizgideki zikzaklar yalnızca durumun nes­ nel çelişkilerini değil, aynı zamanda önderliğin bu çelişkileri kav­ ramakta ve bunlara karşı önceden önlem almakta yetersizliğini de yansıtmaktadır. Önderliğin yanlışlarını muhasebeci ölçüleriyle an­ latmak kolay değil, ama bu zikzakların tarihi üzerine yaptığımız şematik açıklama bile bu yanlışların Sovyet ekonomisine korkunç bir bedele mal olduğu sonucunun çıkarılmasına izin verir. Düşünceler açısından en yoksul olan ve en çok yanlışı sırtında taşıyan hizbin nasıl ve neden bütün öteki grupları yenilgiye uğra­ tarak elinde sınırsız bir iktidarı topladığı elbette kolay kolay anla­ şılamaz—hele hele insan tarihe rasyonalist bir gözle bakıyorsa, ilerideki çözümlememiz bize bu sorunu anlamak açısından bir anahtar sağlayacaktır. Aynı zamanda mutlakiyetçi yönetimin bü­ rokratik yöntemlerinin, ekonominin ve kültürün ihtiyaçlarıyla na­ sıl giderek artan ölçüde çelişkiye düştüğünü ve bu çelişkinin Sovyetler Birliğinin gelişmesinde yeni bunalım ve çalkantıları na­ sıl kaçınılmaz hale getirdiğini de göreceğiz. Ancak “sosyalist” bürokrasinin ikili rolüne eğilmeden önce şu

50

BÖLÜM 2

soruyu yanıtlamak zorundayız: Bugüne kadarki başarıların net bi­ lançosu nedir? Sovyetler Birliğinde sosyalizme gerçekten ulaşılmış mıdır? Ya da daha temkinli olarak şunu soralım: Geçmişte burju­ va toplumu, gelişmesinin belli bir aşamasında kendi başarılarıyla, serflik ve feodalizmin restorasyonuna karşı güvenceye kavuşmuş­ tu; Sovyetler Birliğinin şu ana kadar elde etmiş olduğu ekonomik ve kültürel kazanımlar, kapitalist restorasyon tehlikesine karşı bir garanti oluşturuyor mu?

NOTLAR

51

NOTLAR: BÖLÜM 2 1. Krş. M. Dobb, 1917*den Bu Yana Sovyet Ekonomisinin Gelişimi, İstanbul (y.y.) 1968; A. Nove, An Economic History of the U SS.R .yHarmondsvvorth, Penguin, 1984; H. Haumann, “Sozialismus als Ziel: Prob­ leme beim Aufbau eİner neuen Gescllschaffsordnung (1918-1928/29)”, Handbueb der Gesehicbte Rufiland$yc. 3/1, Stuttgart, Hiersemann, 1983, s. 623-780. 2. Krş. R. Lorenz (haz,), Proietarische Kulturrevolution in Sotvjetrufiland (1917-1921) y Münih, DTV, 1969; P. Görsen, E. Knödler-Bunte, Proletkult 1, System einer proletarisehen Kuitur, belgeler, Stuttgart, Frommann-Holzboog, 1974; aynı yazarlar, Proletkult 2. Zur Praxis und Theorie einer proletarisehen Kulturrevolution in Sowjetruflland 19J71925, Stuttgart, Frommann-Holzboog, 1975; E. Knödler-Bunte-GernotErler, Kuttur und Kulturrevolution in der Sowjetuniony Berlin-Kronberg i Ts., Âsthetik u, Kommunikation/Scriptor, 1978. 3. “Savaş sosyalizmi" ifadesini ilk kez Almanya Sosyal Demokrat Par­ tisinden (SPD) Reicbstag (İmparatorluk Meclisi) milletvekili Paul Lensch (1873-1926) kullandı. 1914'ten önce SPD’nin sol kanadına mensup olan Lensch, dünya savaş* padak verince sosyal-yurcsever bir tutum takındı. “Bugünkü Almanya ... tarihî olarak ileri bir topluımal ilkeyi temsil edi­ yor. Bu» toplumsal örgütleniş İlkesidir.n “Dışarıdaki savaş alanlarında ve­ rilen muazzam iktidar mücadelelerinde sosyalizmin sözü edilmeyedursun, o, içeride değişik yollardan, iktisadi hayatın örgütleyid ilkesi olarak ken­ dine bir yol açıyor. Vaktiyle ... bu sistem için savaş sosyalizmi sözünü or­ taya atmıştım. Bu ara kendine uluslararası yurttaşlık hakkı kazanan bir tanımlama oldu bu. Bununla ifade edilmek istenen, en iyi ekmek karne­ siyle nitelenen bu sistemle, iktisadi hayatımızın baştan aşağı Örgütlenme­ si yolunda bugüne kadarki en büyük bilinçli adımın atılmış olacağıdır/ (P. Lensch, Die Sozialdemokratie, ibr Ende und ibr Glücky Lcipzig, S. Hirzel, 1916, s. £/, viiy 188. Eleştirel yaklaşımlar için: F. Mehring, “Wieder einer”, İlk yayımlandığı yer: Leipziger Volkszeitung, 11 ve 12 Tem­ muz 1916, Gesammelte Schriften, c 15, Berlin, Dietz, 1966, s. 681-8; H. Lübbc, Politische Phiiosopbie in Deut$chland> Studien zu ihrer Geschichte, Basel, Schwabe, 1963, “Die philosophisehen Idcen von 1914” bölü­ mü, s. 173-238, özellikle 208vd. Ayrıca L,N, Kritzman, Die heroisehe Periode der grofien russisehen Revolution [1924J, Viyana-Berlin, Verlag für Literatür und Politik, 1929, H. Haumann’ın bir giriş yazısıyla tıpkıbasım, Frankfurt, Neue Kritik, 1971, 4. Bölüm, “‘savaş sosyalizminin ve ‘savaş komünizminin özü” üzerine alt bölüm, s. 113-23) 4. B. Meissner (haz.), Das Parteiprogramm der KPdSU î 903-1961>

52

BÖLÜM 2

Köln, Wissenschaft und Politik, 1987, s. 137. 5. Rus köylüsü için kullanılan, hafifçe küçümseyici niteleme. 6. “Bolşevik önderlik* tahıl tedariki sorununu zorlayıcı araçlarla çöz­ meyi kararlaştırıp 1918 Martında bir gıda diktatörlüğü kurdu ... Büyük işletmelerin işçilerinden, gıda maddesi tedarik birlikleri kurup, köylülerdeki tahıl fazlasına bizzat el koymalarını istedi. Çok geçmeden kırsal alan—Özellikle Orta Rusya ve Volga bölgesi— bütün bir gıda maddesi te­ darik ordusunun harekatına sahne oldu. Kentli birlikler, eylemlerinde gö­ rece yoksul köylülere dayanmaya, onları, müsadere edilen tahılın lıer se­ ferinde dörtte birini kendilerine vererek yanlarına çekmeye çalıştı.'Yoksul köylüleri, bütüıı açların toklara karşı ittifakını kendileriyle kurmaya ça­ ğırdılar. Bu, sonuç olarak kırsal alanda iç savaş demekti.’’ (Lorenz, Sozia(ge$chicbtey s. 196vd.) 7. “ 1921 yılı, korkunç bir kuraklık ile Rusya'nın otuz yıldır görmedi­ ği bir kötü ürünü beraberinde getirdi. Bundan özellikle Volga bölgesinde, Güney Ukrayna'da, Kırım'da ve Kuzey Kafkasya’da geniş alanlar etkilen­ di. Sonuç, toplam otuz milyon insanın yaşadığı otuzu aşkın ili kapsayan müthiş bir açlık oldu ... Resmi istatistiklerin eksik verilerine göre 1922 ilkbaharına kadar, kuraklık felaketine uğrayan bölgelerde bir milyondan fazla insan açlıktan olda. Kitle halinde kesimler hayvan mevcuduna çok ağır kayıp verdirdi.” (Lorenz, Sozialgcsehichte> s. 125vd) (Krş. L. Trotzki, 41Die Hungcrsnot in Rufiland und die Weltlage 130 Ağustos 1921 günü Moskova Merkez ve Çevre ilçeleri İşçi ve Köylü Ve­ killeri Şurasında yapılan konuşma]”, Russichc Kcrrespondcnz* sayı 1011, Kasım 1921, s. 896-908, risale olarak: Das hungernde Rufsland und das “satte” Europa, Berlin, Malik, 1921.) 8. Trotskiy daha 1920 başında “savaş komünizmi "nin yöntemlerini sorguya çekti. Bu siyasetin sürdürülmesi “tarımın çökmesi ve sanayi pro­ letaryasının dağılmasına neden olacaktı” ve “ülkenin iktisadi bayatını ni­ hai olarak yok edecek” gibi görünüyordu. (L Trotzki, Der neue Kursy |1924|, Berlin, Vcrlag Neuer Kurs, 1972, s. 72. Ayrıca krş. s. 79vd. “Die Grundlagen der Ernâhrungs-und Agrarpolitik |Merkez Komitesine 1920 Nisanında sunulmuş bir öneril” ve Lev Troçki, Hayatımy 2. basım, Ya­ zın, 1999, s. 488-91.) Trotskiy, yaptığı önerilerle, ancak ertesi yıl karar­ laştırılacak NEP yönelişini öncelemiş olsa da 1920 Şubatındaki Merkez Komitesinde on bire karşı dört oyla yenilgiye uğradı. X, Parti Kongresin­ de (8-16 Mart 1921), herhangi bir itirazla karşılaşmadan şunları söyledi; “Şunu söylemek zorundayım ki Sovyet hükümetinin yürütmekte oldu­ ğu iktisadi inşanın bütün pratik sorunlarıyla daha yakından temas kurdu­ ğum, bir siîrü şeyi de yerel görevlilerden öğrendiğim Urallar’da bir buçıık

NOTLAR

53

ay kadar çalıştıktan sonra geçen yılın şubat ayında Merkez Komitesine yazılı bir önerge sundum* Parti Kongresinin bütün üyelerine dağıtabilece­ ğim bu önerge, zorunlu teshinin yerine bir gıda maddesi vergisi konması önerisiyle neredeyse kelimesi kelimesine uyuşmaktadır ,** Bir yıl geçtikten sonra bu önerinin haklılığı anlaşıldı." (“Rede von L Trotzki”, Russische KorrespondenZy sayı 5 içinde, Mayıs 1921, s* 310-5, burada s* 310vd) 9. “Ticaret .** milyonlarca küçük tarımcı ile büyük sanayi arasındaki tek olanaklı iktisadi bağlantıyı oluşturuyor/' {Lenin, “Altmın Bugünkü ve Sosyalizmin Tam Zaferinden Sonraki işlevi Üzerine”, (5 Kasım 1921 j, Ekim Devrimi, s. 597) 10. NEP'ten en çok, ötekilerden dalıa çok sanayi malı satın alabilen zengin köylüler yararlandılar. Ama ağır sanayi üretimi, yeni iktisat siya­ seti çerçevesi içinde dahi ancak yavaş yavaş arttı. Parti içinde bu durum eleştiriler doğurdu- Örneğin Şlyapnikov, XI. Parti Kongresinde, NEP’in işçilerin sırtından köylüleri kayırdığını dile getirdi* Preobrajenskiy, 1922 Martında yapılan Parti Kongresine hazırlık tezlerinde, köy burjuvazisinin güçlenmesi tehlikesine Merkez Komitesinin dikkatini çekti* (Krş* Carr, A History .*., c. 2, s* 292) Trotskiy, daha IX* Parti Kongresinden (Mart 1920) başlayarak “bir­ leştirilmiş bir iktisadi plan” talebini ileri sürdü. Leııin— elektrifikasyon planından farklı olarak— başlangıçta bu talebe kuşkuyla yaklaştı. 1922 Aralıkta görüşünü değiştirerek Trotskiy'in, Devlet Planlama Komisyonu­ nun (Gosplan) yasama yetkileriyle donatılması yolundaki önerisine katıl­ dı. (Krş* 27-29 Aralık 1922 tarihli dikte edilmiş notları, Lcnin, Son Yazı­ lar Son Mektuplar: 23 Aralık, 1912-2 Mart 1923t 3* basım, Ekim, t*y., s. 17-23) Trotskiy tarafından savunulduğu üzere, sosyalist bîr ekonominin temeli olarak ağır sanayinin Özendirilmesi ve Gosplan’ın güçlendirilmesi XII* Parti Kongresinde oybirliğiyle ve fazla bir tartışmaya yol açmadan kabul edildi; ancak karar pratik sonuçlar vermedi* 1923 yaz sonundaki iktisadi bunalım, İktisat siyaseti konusunda yeni bir tartışma başlattı* Bu tartışmada ekonomi yönetiminin etkisizliğine yönelik eleştiri, partinin “iç rejim ^ inden duyulan hoşnutsuzlukla birleşti. (Krş. Trotskiy'in MK'ye ve MDK'yc 8 Ekim 1923 tarihli mektubu, ayrıca 15 Ekim 1923 tarihli “461ar Platformu” 1923 Muhalefet Belgeleriy Pencere, 1991, s* 8-17) 1923 Kasımından başlayarak açıktan yürütülen tartışma, 1924 Ocağında toplanan XIII. Parti Konferansının Sol Muhalefetin “hizipçi davranışlını ve “küçük burjuva sapmazsım mahkûm etmesiyle sonuçlandı. Ülkenin planlı sanayileşmesi tasarısı beş yıl geciktirilmiş oldu* 11. Sol Muhalefet, ancak 1923 Ekimindeki “461ar Platformu” ile parti kamuoyunun karşısına çıktı*

54

BÖLÜM 2

12. Batı Avrupa'da feodal toprak mülkiyeti, hemen her yerde burjuva devrimleriyle kaldırılmıştı. Rusya’da durum farklıydı: Ancak “Bolşevik devrimin zaferi ... biiyük toprak mülkiyetinin büsbütün ortadan kaldı­ rılması anlamına geliyordu. Biz burjuva devrimini sonuna değin götür­ dük.” (Vj, Lenin* Proleter Devrim ve Dönek Kautsky [Ekim/Kasım 1918], 7- basım, Bilim ve Sosyalizm, 1997, s. 85) Toprak sahiplerinin mülkiyetini, tazminatsız olarak kaldıran toprak kararnamesi* 8 Kasım 1917 günü IL Tüm Rusya Sovyet Kongresince çıkarıldı. “[Bolşeviklerin] tarım politikası, toprak kararnamesine, ayrıca, 1917 Mayısında toplanan I, Tüm Rusya Köylü Vekilleri Kongresine sunulmuş olan iki yüz kırk iki yerel meclis kararının birleştirilmesiyle oluşturulan Toprak Sorunu Üzeri­ ne Köylü Emredici Vekâletine dayanıyordu. Bu hükümler, 1918 Ocağın­ da, toprağın toplumsallaştırılması temel yasasıyla genişletildi. Ardından taşınmaz mallar üzerindeki bütün özel mülkiyec kaldırıldı; toprağı kullan­ ma hakkı yalnız, toprağı bizzat işleyenlere ait oldu.” (Lorenz, Sozialgeschichte, s. 81vd; kararname ve emredici vekâlet şu kaynaklarda belgelenmiştir; Lenin, Ekim Devrimi Dosyası s. 427-30) 13. Krş. “Köylülüğün tümüyle birlikte burjuva demokratik devrimi tamamladıktan sonra, köylülüğü bölümlere ayırma, kırsal proleterler ile yarı-proleterleri kendisine çekme, kulaklara ve, köylü burjuvazi de için­ de, burjuvaziye karşı onları bir araya getirme başarısını gösteren Rusya proletaryası, kesinlikle sosyalist devrime geçti. ... Eğer bolşevik proletar­ ya, Ekim-Kasım 1917'de, kırda sınıfların ayrışmasını beklemeyi bilme­ den, bu ayrışmayı hazırlayıp gerçekleştirmeyi bilmeden, kırda birden iç savaş 'ilan etme’ye ya da kıra ‘sosyalizmi sokma'ya girişseydi, eğer orta köylüye vb. ödün vermeksizin, tüm köylülük ile geçici birleşmeden (bağ­ laşmadan) vazgeçmeye gırişseydi, bu, Marksizmi biankist biçimde boz­ mak olurdu; iradesini çoğunluğa zorla kabul ettirmek için bir azınlık gi­ rişimi olurdu; teorik düzeyde bir saçmalık olurdu; köylülüğün tümünün devriminin henüz bir burjuva devrim olduğunu ve, bir dizi geçişler, geçi­ ci evreler olmaksızın, geri bir ülkede bu devrimi sosyalist devrime dönüş­ türmenin olanaksızlığını anlamamak olurdu.n (Lenin, Proleter Devrim... (n. 12), s. 87vd) 14. Ekim Devriminden sonra, kırsal alanda yaşayan herkes, topraktan yararlanma hakkı kazandı. İç Savaş (1918-21) sırasında açlık kentten ka­ çışa yol açtı; küçük köylüler ordusu büyüdü. 1917 ile 1929 arasında do­ kuz milyon yeni köylü işletmesi oluştu. Bunların verimsiz oluşunun tek nedeni, parsellerinin yeterince büyük olmayışı değildi, iyi ve kötü toprak­ ların adil dağıtılması, eşitsiz nakliye güzergâhlarından ise, mümkün oldu­ ğunca kaçınılması gerektiğinden çiftlik sahiplerinin tarlaları aşırı dağınık

NOTLAR

55

bir halde bulunuyordu* Örneğin 1925Jte, Rusya’nın kuzeybatısında, ikti­ sadi ortaklıkların beşte dördünün işlettiği emlak ve arazi yirmi ila yüz farklı yere dağıtmıştı. 15. Bu slogan, Zİnovyev tarafından Pravda'nın ve Leningradskaya Pravda'mn 30 Temmuz 1924 günlü bir makalesinde ortaya atıldı. (Ayrı­ ca krş. kendisi tarafından 17 ila 20 Ocak 1925 tarihli Merkez Komite Bir­ leşik Oturumunun hazırlığı için yazılmış katkj “Proletariat und Bauernschaft, Dİe Bedcutuııg der Losung ‘Das Gesicht dem Dorfe zuî*”, Pravda 13 Ocak 1925 içinde.) 16. Buharin’in en etkili olduğu donem 1925*ten 1927 sonuna kadar­ dı. “5ağ”ın ve “merkez”in egemenliği, Stalİn-Buharin ikili yönetiminin önderliğindeki Politbüro ve Merkez Komire içerisinde teorik beyin oydu* Buharin, bu dönemde Trotskiy ve “TrotskİzırT'e karşı bir dizi kalem kav­ gası, “sosyalizme giden yoİ” konusundaki kavrayışlarını sergilediği çeşit­ li yazılar vc Rosa Luxeml>urg5un birikim teorisinin bir eleştirisini yayım­ ladı. (A.G. Lowy> Die Weltgeschichte İst das WeltgericbtyBucharin: Vision des Kommunismus, Viyana, Europa, 1969, s* 219-342; S.F. Cohen, Buharin ve Bolşevik Devrimi, c. 2, Kavram, 1992, bolüm 6 vc 7, s. 7-105) 17. Buharin, 17 Nisan 1925 günü, XIV, Parti Konferansından (27-29 Nisan) az önce, partinin Moskova Bolşoy Tiyatrosunda düzenlediği bir kitlesel toplantıda şöyle konuşur: “Kırsal alandaki çeşitli tabakalara bak­ tığımızda ne görüyoruz? Kulak bizden memnun değildir; çünkü onun bi­ rikim yapmasını engelliyoruz. Atı ve aleti olmayan yoksul köylü, biz­ den memnun değildir; çünkü kulak'ııı yanında ‘ekmeğini kazanmasını’ engelliyoruz, ... Köylülere, bütün köylülere, şunu söylemek zorundayız: Zenginleşiniz, çiftliklerinizi geliştiriniz ve size zorlayıcı Önlemler dayata­ cağımızdan korkmayınız.—Ne denli aykırı görünürse görünsün, varlıklı çiftlikleri geliştirmek zorundayız ki yoksul köylüye vc orta köylüye yar­ dım edebilelim* (uNeue Avıfgaben in unserer Politik gegenüber den Bauern” \ 17 Nisan 1925), Pravda 24 Nisan 1925 içinde; burada Carr, A History c. 5, s. 259vd’daki alıntı.) Sol Muhalefetin Buhurin’e hücum etmesinin ardından Stalin de, XIV, Parti Kongresinde Buharin’iıı bir “hatalından söz etti; ancak onu aynı zamanda koruma altına aldı. (Krş. Stalin, “Merkez Komitesinin Siyasi Fa­ aliyet Raporunu Kapayış Konuşması” (23 Aralık 19251, Eserleryc, 7, Iıv rer, 1991, s. 282-313) Merkez Komire, Bulıarin'den “Zenginleşmiz1’ slo­ ganını geri almasını istedi. Buharin'in kendisi, '‘azıcık edebiyat cilvesi yaptığını” ve “yanlış anlaşılabilir, yani yanlış bir formül kullandığını” iti­ raf ettiyse de özde hiçbir şeyi geri almadı. (Kış- Buharin* Antu>ort an $o-

56

BÖLÜM 2

ziatdemokratiscbe Arbeiîer [10 Ağustos 1926 günü Moskova’da 2. Al­ man işçi temsilcileri heyetiyle yapılan konuşma], Berlin, VIVA, 1926, s. 227) Buharin’in “edebiyat cilvesi,” Bolşevik bir kuramcı olarak— burjuva tarihçisi, (otoriter ve cumhuriyetçi rejimler arasındaki) “Juste milieu”nün temsilcisi, bir seçim yasası reformunu kabul etmeyişi 1848 Şubat Devri' mine neden olan “yurttaş kral” Loııis Philippe’in dışişleri bakanı (ve dc facto hükümet başkanı)—Guizot'ııun (1787-1874) ünlü sloganım benim­ semiş olmasında yatıyordu. 18. 1922 Mayıs tarihli “Toprağın Emekçilerce Kullanılışı Üzerine Te­ mel Yasalda ve 1922 Aralık tarihli “Tarım Kodeksinde, doğal felaket­ ler ya da çalışabilir mensuplarını kaybetmeleri dolayısıyla “bir süre zayıf düşmüş” köylü ailelerinin topraklarının bir bölümünü iki ürün dönemi boyunca kiraya verebileceği öngörülmüştü. Bunlar, aile üyeleri “işe alın­ mış işçilerle eşit koşullarda" çalıştıkları sürece yabancı işgücü de istihdam edebiliyordu. 1925’te toprak kirasıyla ilgili kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırıldı. 1926’da üç bııçuk milyonu aşkın yoksul köylü, artık sürekli ya da za­ man zaman, ücretli işçi olarak çalışıyordu. 21 Nisan 1925 günü Merkez Yürütme Komisyonu Prezidyumu, “Tarım Kodeksi”nde bir değişiklik ya­ pılmasını kabul etti. Toprak, bundan böyle alet ya da işgücü yokluğu ha­ linde (süresiz) kiraya verilebilecekti. Bu kararname, ancak XIV. Parti Konferansından (27-29 Nisan 1925) sonra 1 Mayıs günü tzvestiya*da ya­ yımlandı. Varlıklı köylülere ödünler verme siyaseti, o sırada parti önder­ liği içinde tartışmasız kabul görmekteydi. (Kış. Buhariıı tarafından kale­ me alman 30 Nisan 1925 günlü “Partinin Köyün İktisadi İhtiyaçlarıyla Bağlantılı iktisat Siyasetinin Bundan Sonraki Görevleri* üzerine Merkez Komite karar tasarısı, 1925 “Tarım Kodeksi” 1925’c kadar yürürlülere kaldı. Özet olarak, Carr, A History c. 5 içinde, s. 266vd) 19. Ayrıca krş. “Kolektifleştirme 'dört beş yılda bitecek iş değildir’ de­ niyordu 1928 rarihli tarım perspektif planında. 'Şu noktadan hareket et­ mek gerekir ki, bu tür bir yeniden inşanın gerçekleştirilmesi uzun zaman alacaktır/” (Lorctız, Sozialgescbicbte, s. 154) 20. U* Wolter (haz.), Dic linke Opposıtion in der Soıvjetunion 19231928, c. 5, Berlin, Olle & Wolrer, 197(5-1977, s* 368* 21. agy, s. 366. 22. agy, s. 368. 23. Molotov XV. Parti Kongresinde (2-19 Aralık 1927) benzer bir ifa­ de kullandı: uGcniş alan ekimine geçerken, köylülerle ilgili olarak hiçbir yanılsamayı, hiçbir zorlamayı göze alamayız*” (Carr, A History ..., c, 9, s. 41)

NOTLAR

57

24. Kış. Pravda'ııın 3 Kasını 1926 tarihli başyazısı: (“Warum ist dıc Abweichung der Opposirion eine sofcialdemokratİsche Abwcichung?"): “Muhalefetin aşırı sınai, ‘aşırı proleter' programı, köylülerin sırtından ve köylülere karşı sanayileşme programı, sosyal demokrat yanılsamaların ütopik bir üstyapısından ..., şimdiki muhalefet platformunun sağa karak­ terini örtmeye yarayacağı umulan lafazan bir maskaralıkraıı ... başka bir şey değildir,” 25. Stalin bu tuhaf karşılaştırmayı 1926 Nisanındaki bir Merkez Komite oturumu sırasında yapn. 26. “ Beklenebileceği gibi Buhar in ile Rıkov, misilleme ve zorunlu ta­ hıl teslimine dayalı bir siyasete karşı uyarılarda bulundular (.,.), Ve ... köylü üretiminin ve tasarrufun artırılmasında parasal teşviklerin Önemi­ ni» ayrıca tarımda daha geniş yatırım yardımlarının zorunluluğunu vurgu­ ladılar ... Bu genel çerçeve içerisinde, tahıl fiyAtının artırılması ya da (bu­ nun etkisiz kaldığının ortaya çıkması halinde) tercihen kredili olarak, an­ cak gerektiğinde, kıt dövizlerin sermaye malları ithalatından çekilmesi pa­ hasına tahıf ithalatı gibi, telafi edici vc doğrudan önlemlerden yana görü­ nüyorlardı.” (Erlich, Industrialisierungsdcbatte^ s. 160) 27. XV. Parti Konferansından (26 Ekim-3 Kasım 1926) altı ay önce kurulan Birleşik Muhalefet, “sosyal demokrat sapma” olarak mahkûm edildi. Parti Konferansından az önce Trotskiy ve muhalefetin önde gelen­ lerinden beşi bir açıklama yaptı. Bu açıklamada, görüşlerinde ısrar etmek­ le birlikte llXIV. Parti Kongresinden sonraki bir dizi olayda parti disiplini­ ne aykırı adımlar attıklarım” kabul ediyorlardı. (*Eıklarung der Opposition” |16 Ekim 1926|, lnprckarr, sayı 126 içinde, 19 Ekim 1926, s. 2161; yeniden basılışı: |haz.| WoIter, Die Linke Oppositionyc. 4, s. 185-7) Muhalifler için o sırada önemli olan, her şeyden önce, parti içinde gö­ rüşlerinin propagandasını yapabilmek için zaman kazanmaktı. O yüzden uluslararası durum üzerine Buhariıı'in, (iktisadi durum üzerine) Rıkov\ın ve (sendikaların faaliyetleri ve görevleri üzerine) Tomskiy’in raporlarının tartışılmasına katılmadılar. Stalin 1 Kasım günü “Muhalefet Bloku ve Parti İçi Durum Üzerine” raporunda muhalefetin sönüm ona “ilkesel ha­ talarıyla kapsamlı bir hesaplaşmaya kalkışınca Kamenyev, Trotskiy vc Zinovyev ona cevap verdiler. (Krş. Konuşmalar, agy, s. 248-78; Stalin, Z i­ novyev ve Troçki, Tek Ülkede Sosyalizm mit Dünya Devrimi mif (İ926XV'i fici SBKP Kongresi (yazıldığı gibi] Tartışmaları). Sovyet Toplum to­ nun Bugünkü Durumu (1990-1997), Göçebe, 1998, s. 53-92, s. 22-52) 28. “Troçki’nin Konuşması” (1 Kasım 1926), Stalin, Zinovyev vc Troçki, Tek Ülkede Sosyalizm m if, s. 65-298, Ancak burada, Trotskiy ta­ rafından alıntılanan cümlelerden yalnızca birincisi yer alıyor- Alıntılanan

58

BÖLÜM 2

cümlelerden İkincisiyle içeıik açısından aynı, formüle ediliş açısından ben­ zer bir ifade, daha önce Trotskiy’in “Sloganların ve Farklılıkların Tahli­ li” (14 Aralık 1925) başlıklı notunda yer alıyor: “Bundan şu sonuç çıkar ki ‘yüzümüzü kırsal alana çevirmek’ her şeyden önce ‘yüzümüzü sanayi* ye çevirmek' demektir.” (L. Trorsky, The Challenge of the Left Opposition (1923-1929)y[haz.] N. Ailen ve G. Saunders, New York, Pathfinder, 1975-1981, s. 390-3, burada s. 392) 29. Stalin, “Sovyetler Birliğinin Ekonomik Durumu ve Parti Politika­ sı Üzerine, SBKP Die VPeltgeschichte İst dcıs Wcltgericht, Bticharin; Vision des Kommunismus, Wicn, Europa, 1969, s* 355) Pravda'nm 21 Mart 1929 tarihli “Sağ Sapma Nereye Götürür?” başlıklı bir yazısında şöyle deniyordu: “Ama sınıfların barış içinde sosyalizme açılmasının kuramcıları, sosyalizme yavaş tempoyla erişilebileceği kanıanıdadırlar. Bumın için, güya partinin güttüğü aşırı sanayileşme temposu­ na karşı bağırıp çağırıyorlar. Sermaye yatırımlarını durdurma yolundaki önerileri, partinin yarı Trotskist bir parti olduğu yolundaki suçlamaları bu yüzdendir” |Inprckorr, sayı 28, 27 Mart 1929, s. 635-6, burada s. 636) 39. “Sosyalist yurdumuzun alt edilmesini vc bağımsızlığın] yitirmesi­ ni isrer misiniz? Ama eğer bunıı istemiyorsanız, onun gecikmişliğini en kı­ sa sürede ortadan kaldırmalısınız ve onun sosyalist ekonomisinin kurulu­ şunda gerçekten Bolşevik bir tempoyu geliştirmelisiniz... İleri kapitalist ülkelere göre biz, elli* hatta yüz yıl geç kalmış durumdayız. Biz, bu arayı 011 yılda kapatmalıyız.” (Stalin, Sanayinin Yöneticilerinin Ödevleri, SSCB Sosyalist Sanayi Kadrolarının I. Konferansına Sunulan Söylev”, 4 Şubat 1931, Leninizm'in Sorunlar^ s. 401-11, burada s. 409) 40. “Dııcprogres” (“Dnyeprostroy”, “Dinyepcr İnşa Projesinin Rus­ ça kısaltmasıdır) enerji santralini inşa çalışmaları I9271dc başladı. 1929 yazında ilk barajların kurulmasına başlandı, 3932 Mayısında ilk ünite iş­ letmeye açılarak aynı yılın 10 Ekim günü ıcsmi açılış töreni yapıldı. “Dnyeprostroy^ Sovyet sanayileşmesinin ilk döneminin en dikkate değer münferit icraatı olarak kaldı/1(Carr, A History, c. 10, s. 912, krş. aynı s. 898-915) 41. 1923 Nisanındaki XII. Kongreden sonra Merkez Komitenin seçti­ ği Politbüro üyeleri Kamenyev, Lenin, Rıkov, Zinoviyev, Stalin, Tomskiy ve Trotskiy'd i; 1924’te Lcnin^in ölümünden sonra, bunlara Buharın katıl­ dı. 1925 Aralığındaki XJV. Kongreden sonra Kamenyev Politbüronun aday üyesi, Kalinin, Molotov vc Voroşilov ise asil üyeleri oldular. Zinoviev ile Trotskiy’in ihracından sonra 1927 Aralığındaki XV. Kongrenin ardından Kuibişev İle Rdzurak, onların yerini aldr. 42. Stalin’e atfedilen başyazıda şöyle deniyordu: “Köylülerin gelirle­ rindeki artış... sanayi ürünleri arzındaki göreli gerilikle birlcşincc, genel olarak köylülere, özel olarak da kulak’lara, fiyatları tırmandırma amacıy­ la tahıl ürünlerini alıkoyma olanağını verdi.” (Pravda, 15 Şubat 1928; Carr, A History, c. 9, s. 52'deki alıntı.)

NOTLAR

61

43, Talııl grevine karşılık olarak parti önderliği, 1928 Ocağında “ola­ ğanüstü önlemlerde başvurdu. Köylüler, tehdit altında ve zor kullanıla­ rak, tahıl fazlalarım, devletçe saptanmış fiyarlar üzerinden teslim etmek zorunda kaldılar, “Gerçi zorunlu toplamaların şeklen yalnız kulaklara yönelik olmasına karşın bütün köylüler—ama cn başta, topluca tahılın çoğuna tasarruf eden orta kesim köylüler— bunlardan fiilen zarar gördü­ ler,,. Ne var ki başlangıçtaki kimi başarıların ardından tedarik sonuçlan yeniden geriledi; Öyle ki yükselen talep karşılanamaz oldu. Bunun üzeri­ ne yetkililer daha da büyük çapta zorlayıcı önlemler uyguladılar,.. Ancak ilkbaharda köylülerin büyük çoğunluğunun elinde—kış aylarından farklı olarak—pek de büyük stoklar bulunmadığından ve 1921 açlık felaketini hatırlayarak ellerindeki son fazlalardan da olmak istemediklerinden, ye­ niden zor kullanmak çok fazla başarılı olmadı.,, Sovyet vc parti örgütle­ rinin bu imdat eylemini ilk başlarda destekleyen köy yoksulları artık git­ gide daha çok husumet göstermeye başladılar; çünkü müsaderelerden kendileri de dolaylı olarak zarar görüyorlardı: Stoklara el konduktan» ye­ rel pazarlar ortadan kaldırıldıktan sonra, üst köylü tabakalarının, her za­ manki gibi ihtiyatları ilkbaharda tükenmeye yüz tutan daha yoksul köy­ lülere tahıl satacak halleri pek kalmıyordu, Boylece bütün kırsal katman­ lar arasında, devlet iktidarına karşı bir çıkar ortaklığı oluşmuş oldu.1' (Lorenz, Sozialgescbicbtc, s. 172n,; krş, Carr, A Historyy c. 9, s, 48-66) 44, “Büyük Dönüş Yılı, Ekim Devriminin XII, Yıldönümünde’’ (3 Ka­ sım 1929), Leninizmin Sorunları ys. 331-43, burada s. 340, 45, “Parri olarak, Sovycr iktidarı olarak, geçen yıl içindeki çalışmala­ rımızın belirleyici özelliği şunlardır: a) Tarım bölgelerinde, kapitalist un­ surlara karşı bütün cephe boyunca mücadeleye giriştik vc b) bilindiği gi­ bi bu mücadele, elle tutulur olumlu sonuçlar vermiştir ve hala vermektedir- Yani biz, kulak’ın sömürücü eğilimlerini sınırlama politikasından, kulak'ı sınıf olarak ortadan kaldırma politikasına geçmiş bulunuyoruz.’’ (Sralin, “Sovyetler Birliğinde Tarım Politikasının Sorunları. Tarım Uz­ manları Konferansında Verilen Söylev” [27 Aralık 1929|, Leninizm 'in $orunlarty s, 344-65, burada s, 361) 46* Rus Ortodoks Kilisesi, 1656’da dini törenlerin usulü ve sırasına ilişkin bazı kilise mensuplarınca kesinkes reddedilen reformlar yapılması konusunda bölünmüştü. Resmi kilisenin raskolniki (bölücüler, dinin as­ lından ayrılmışlar) adını verdiği “eski inançlılar”, yenilikleri ve reformla­ rı devlet zorunun—sürgünler, zindanlar, görevden almalar— yardımıyla uygulatmaya kalkışan patriği zındık olarak nitelediler. Rashol açısından bakıldığında, çar da doğru inançtan sapmış olduğu için ona itaatten vaz­ geçmek de akla yakındı. XVII. yüzyılın sonunda Büyük Petro döneminde

62

BÖLÜM 2

binlerce insan, angaryalardan* askere almalardan, vergi toplamalardan ve “Şeytani” hükümet makamlarından ormanlara kaçjp özellikle Kuzey Rus­ ya’nın zor ulaşılır bölgelerinde yerleşim yerleri kurdu. Sonraları çeşitli mezheplere ayrılan raskol hareketi, günümüzde dc varlığını sürdürmekte­ dir. Tutucu tarihçi JVLP, Pogodin'in (1800-75) düşüncesine göre devlet zorlaması olmasaydı köylülerin yarısı ayrılıkçılara katılırdı. “Bilim adam­ ları/1resmi kiliseden ayrılanlarm sayısını '‘XIX, yüzyılın altmışlı yılların­ da dokuz iia on milyon, seksenli yılları için on iki ila on beş, 1917 için dc on dokuz milyonu eski inançlı, altı milyonu ise tarikat yanlısı olmak üze­ re yaklaşık yirmi beş milyon olarak tahmin ediyorlar." (R. Pipcs, Rufiland vor der Revolution, 1974, Münih, DTV, 1984* s. 246) 47. Andreycv* 9 Ocak 1930 günü Don Irmağı üzerinde bulunan Rostov kentinde Kuzey Kafkasya'daki topyekCın kolektifleştirme üzerine ko­ nuştu. (Krş. 10 Ocak 1930 tarihli Praı/da) Kolektifleştirmeyi ancak 1931’de değil* 1930 yılının sonuna kalmadan tamamlama çağrısını yap­ tığı konuşması, 15 Ocak 1930 tarihli Pravda'da yayımlandı. (Krş. Trots­ kiy’in bu konudaki ilk yorumu: “Resmi Yalan ve Hakikat”, 1930 Mayıs, Jng. L. Trotskiy* VVritîngs of Leon Trotskiy Supplement 1929-40, der. N. Ailen, G. Breitmaıı ve S. Lovcll, New York* Path/inder içinde, s. 40-2) 48. Andrci Andreyevıç Andreyev (1895-1971), parti ve devlet görev­ lisi; 1914'ten itibaren parti üyesi; 1920’deki IX. Kongrede seçildiği Mer­ kez Komitede 1960'a dek üye olarak kaldı; 1927 ile 1930 arasında, zor­ la kolektifleştirmeyi yönettiği Kuzey Kafkasya’da Parti Sekreteri; 1932’den 1952'ye dek Politbüro üyesi; 1939’dan 1952’ye dek partinin Denetleme Komisyonu Başkanı; 1943 ile 1946 arasında Tarım Halk Ko­ miseri; 1946'dan 1953'e değin Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcısı; 1953’te Yüce Sovyet Üyesi; Staliıı'in ölümünden sonra yejovşçina sırasın­ daki temizlikler üzerine bir inceleme komisyonu yönettiyse de kendisi u 1937-38 yıllarındaki tedhiş kampanyalarının çoğunda faal bir rol” oy­ nadı. (R. Medvedev, Ali Stalin’s Mcn> Oxford, Blackwell, 1983, s. 41) Trotskiy’in yeteneksiz gördüğü bir kişiydi. Onun gibiler* “eski Bolşevik sıfatıyla Vişinski, Beriya, Potemkin gibi düzenbazlara belli bir kamuflaj sağladığı için ... Politbüroda tutuluyorlar.” (Leo Trotzki* “Das Zeııtralkomitee* seİne Zusammensetzung und die Geschichte des bolschewismus,” aynı yazar, Scbriften> c. 1.2, Hamburg, Rasch und Röhring, 1988, s. 1203) 49. Aceleci kolektifleştirmenin uzun dönemli sonuçlar* şu rakamlar­ dan anlaşılabilir: “ 1930’dan 1955'e kadar nüfus başına tarımsal üretim (sınai bitkilere yönelik yapılan üretim hariç) ve hayvan mevcudu...

NOTLAR

63

1916’daki seviyelerinin altındaydı. Koyun ve inek yönünden ele alınırsa ne 1913’teki, ne de 1928'deki seviye bugüne kadar aşılmıştır. Hububat üretimi fert başma 1913’te 503 kilogram iken 1965’te 528 kilograma yükselmiştir, yani elli yıl içinde yüzde 5’lik bir ‘artış' sağlanmıştır.” (E. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabı, c. 3, Suda, 1975, s. 208) “Gayri sa­ fi tarımsal üretim değeri, (1958 fiyatlarıyla) 1924-28’de yirmi iki milyar rubleyken 1936-40’ta yirmi üç buçuk milyar rubleye çıktı. Rekor ürün yıllan olan 1937 ile 1940’ta gayri safi tarımsal üretim, 1928 düzeyinin sı­ rasıyla yüzde 8 ve 6 üstünde, 1938 ile 1939 yıllarrında ise 1928 ile aşağı yukarı aynı düzeydeydi. Demek ki kitlesel kolektifleştirmeden on yıl son­ ra büyük bir teknik ve idari aygıtın yardımıyla başarılan, NEP döneminin dağınık küçük köylü tarımının ürerim düzeyine yeniden ulaşmak ya da onu biraz geçmek oluyordu. Tarımsal üretimin gelişimi, zorlayıcı kolek­ tifleştirme sonunda adeta on yıllık bir kesintiye uğratılmıştı/' (Loreıız, Sozialgesehicbte, s. 214vd) 50. Kurbanların sayısı hiçbir zaman tam olarak saptanamadı. 1932*dcn sonra nüfus rakamları bir daha yayımlanmadı. Kolektifleştirme öncesinde resmi rakamlara göre 6.800*000 kulak vardı. OGPU, Stalin için hazırlanan bir raporda kurbanların sayısını 3.300.000 ila 3.500.000 olarak tahmin eder. (Heller-Nekrich, Geschichtc der Soıvjetunion, c. 1, s, 230vd) Stalinizm dönemindeki can kaybını hesaplamaya çalışmış olan Conquest, “Kolektifleştirmenin kendisi esnasında telef olan 3.500.000 in­ sana ek olarak kamplara sürülüp de sonraki yıllarda neredeyse hepsi ölen— bunlar da asgari tahminlerdir—bir o kadar insan”dan söz ediyor. (Büyük Tedhiş, Durum, 1969, s. 178) 51. 2 Mart 1930’da yayımlanan, herkesi bağlayıcı bir örnek tüzük, köylülere ait bütün toprak paylarının tek bir arazi halinde birleştirilmesi­ ni ve tarla sınırlarının ortadan kaldırılmasını öngörüyordu. Bütün koşum hayvanları ile tohumluk tahıl ve tarım aletlerinin en önemlileri artel işletmeşine ait olacak; buna karşılık süt veren hayvanlarla küçükbaş hayvan­ ların bir bölümü, ayrıca kümes hayvanlan, kişisel mülkiyette kalacak, Öy­ lece bireysel işletme, hiç değilse kısmen sürdürülebilecekti. Bu tavizle köy­ lüler, sonradan olsa da kolektifleştirme politikasına kazandırılmak isten­ mişti.” (Lorenz, Sozialgescbicbte, s. 196) {Örnek tüzük şurada basılmıştır: G- Brunner-K. Westen, Die soıvjctisebe Koîchosordnungy Stuttgart, Kohlhammer, 1970, s. 124) 52. Trotzki, “Kurs auf Kapitalismu$ oder Sozialismus?” (25 Nisan 1930), aynı yazar, Sehriftert, c. 1.1, s, 184. 53. 1930 başlarında Moskova’da dolaşan bir söylentiye göre Savaş Komiseri Voloşilov, Kızıl Ordu saflarında huzursuzluk ve hoşnutsuzluğa

64

BOLÜM 2

yol açtığı gerekçesiyle, zorla kolektifleştirmenin hemen durdurul masını talep etmişti. Bu söylenti çeşitli diplomatik raporlarda ele alındı. Italyan büyük elçisi, 22 Mart 1930 tarihli raporunda parti yönetiminin (Merkez Komite ya da genişletilmiş Poîitbüro) bir oturumu üzerine bilgi verir: Kı­ zı! Ordunun siyasal merkezî yönetiminin başında bulunan Gamarnik, bir konuşma yaparak, “kulakların tasfiyesi ve ne pahasına olursa olsun ko­ lektifleştirme politikasinm Kızıl Ordu içinde doğurduğu ^telafisi müm­ kün olmayan hoşnutsuzluğa” işaret etmiştir. Çoğunluğu köylü çocuğu olan askerler, “Sovyet hükümetine karşı duydukları hıncı gizlemektedir­ ler,” Bu gelişme, Kızıl Ordunun güvenirliğini tehdit etmektedir. Gamarnik’in talebi, zamanın Halk Aydınlatma Komiseri olan selefi tarafından desteklenmiştir- Bundan sonra yapılan bir Polirbüro oturumundaki bir oylamada, o güne dek izlenen zorla kolektifleştirme politikasına karşı ye­ di oy çıkmış; yalnız Stalin ile Molotov, o zamana kadarki çizgiyi savun­ muşlardır Oylamadaki bu yenilgi ve Kızıl Ordu içindeki hoşnutsuzluğun büyümesi, Stalin’i 2 Mart 1930 günlü makalesini yazmaya itmiştir, (uBa­ şarı Sarhoşluğu”, Lenin izmin Sorunları, s. 371-8) (Krş. J. Hasla m, Snviet l:orcign Policy 1930-33 The Impact of Dcpression, Londra, MacMillan, 1983, s* 121vd)

,

BÖLÜM 3

SOSYALİZM VE DEVLET

1. GEÇİŞ REJİMİ

Resmi otoritelerin öne sürdüğü gibi Sovyetler Birliğinde sosya­ lizm şimdiden gerçekleştirilmiş inidir? Eğer gerçekleştirilmemiş­ se, elde edilen başarılar, dünyanın geri kalan bölümlerindeki ge­ lişmelerden bağımsız olarak, sosyalizmin hiç değilse ulusal sınır­ lar içinde gerçekleşmesini güvence altına almış mıdır? Sovyet ekonomisinin temel göstergelerinin biraz önce yapılan eleştirel değerlendirmesi, bizlere bu soruya doğru bir cevap arayışında çı­ kış noktasını oluşturmalıdır. Ancak belirli teorik temellere de gereksinmemiz olacak. Marksizm, ilerlemenin temel kaynağı olarak tekniğin geliş­ mesinden yola çıkar ve komünist programı üretici güçlerin di­ namiği üzerine inşa eder.1 Eğer bir kozmik felaketin yakın za­ manda gezegenimizi yok edeceği görüşündeyseniz, o zaman el­ bette komünizm perspektifinden ve daha bir sürü şeyden vaz­ geçmek zorundasınız. Şimdilik yalnızca varsayımsal olaıı bu tehlikeyi bir kenara bırakırsak, teknik, ürerken ve kültürel ola­ naklarımıza önceden herhangi bir sınır koymak için en ufak bir bilimsel temel yoktur. Marksizm, ilerleme iyimserliğiyle dolu­ dur vc sırası gelmişken söyleyelim, sırf bu yüzden dinin uzlaş­ maz karşıtıdır. 65

66

BÖLÜM 3

Komünizmin maddi öncülü, insanın iktisadi potansiyelinin öylesine yüksek bir gelişmesi olmalıdır ki artık bir yük olmaktan çıkan ürctici emek için herhangi bir üvendireye gerek kalmasın;2 böyle bir durumda, hep bol miktarda mevcut olan tüketim mal­ larının dağıtımı—hali vakti yerinde ailelerde ya da “zengin” bir pansiyonda bugün olduğu gibi—eğitim, alışkanlık ve kamuoyu dışında başka hiçbir denetim gerektirmez* Açıkçası, bu kadar al­ çakgönüllü bir perspektife “ütopyaci* sıfatını yakıştırmak için insanın dar kafalı olması gerekir. Kapitalizm, toplumsal bir devrimin koşullarını ve güçlerini hazırlamıştır: teknoloji, bilim ve proletarya. Ama komünist ya­ pı burjuva toplumunuıı yerini derhal alamaz. Geçmişin maddi vc kültürel mirası bunun için tümüyle yetersizdir* İşçi devleti he­ nüz ilk adımlarını atarken herkesin “yeteneklerine göre”—yani çalışabileceği ve çalışmak istediği kadar—çalışmasını sağlayama­ yacağı gibi herkesi, yaptığı işten bağımsız olarak, “ihtiyaçlarına göre” ödüllendiremez. Üretici güçleri geliştirmek için alışılmış iş­ çi ücreti normlarına, yani tüketim mallarının bireysel emeğin ni­ celiğine ve niteliğine göre bölüşümüne başvurmak gerekir. Marx yeni toplumun bu ilk aşamasına “komünizmin alt aşa­ ması”^ adını vermişti; bu aşama, yokluğun son hayaletleriyle birlikte maddi eşitsizliğin ortadan kalkacağı üst aşamadan kesin çizgilerle ayrılıyordu.4 Günümüzün resmi Sovyet doktrini, “El­ bette henüz tam komünizme ulaşmadık, ama sosyalizme, yani komünizmin alt aşamasına ulaşmış bulunuyoruz,” diyor.5 Bu­ nun kanıtı olarak da, devlet şirketlerinin sanayideki hâkimiyeti­ ni, tarımdaki kolektif çiftlikleri, ticarette devlet ve kooperatif işletmelcrini gösteriyor.6 ilk bakışta bu durum Marx>ın a priori— ve dolayısıyla hipotetik—şemasıyla tam bir tekabüliyet gösteri­ yor. Ama tam da Marksist bir açıdan bu sorun, ulaşılan emek verimliliği düzeyinden bağımsız olarak salt mülkiyet biçimleri temelinde çözülemez. Komünizmin alt aşamasından Marx’m kastettiği, daha başından itibaren ekonomik gelişim bakımından en gelişkin kapitalist toplumdan üstün bir toplumdu. Teorik

SOSYALİZM VE DEVLET

67

olarak böyle bir kavrayış kusursuzdur: Çünkü dünya ölçeğinde düşünüldüğünde, ilk doğuş aşamasında bile komünist toplum, burjuva toplumundan daha yüksek bir gelişim düzeyinde olma­ lıdır. Üstelik Marx, toplumsal devrimi Fransızların başlatacağı­ nı, Almanların sürdüreceğini, Ingilizlerin de tamamlayacağını düşünüyordu. Ruslara gelince Marx, onları ta gerilerde bir yer­ de görüyordu. Ama bu kavramsal sıralama, olgular tarafından altüst edildi. Bugün, her kim M a ^ ın evrensel tarihsel anlayışı­ nı, gelişiminin bu özgül aşamasında Sovyetler Birliğine mekanik olarak uygulamaya çalışırsa, derhal umutsuz çelişkiler içine yu­ varlanır. Rusya kapitalizm zincirinde en güçlü değil cn zayıf halkaydı. Günümüz Sovyetler Birliği dünya ekonomisinin ortalamasının üzerinde değildir, sadece kapitalist ülkelere yetişmeye çalışmak­ tadır. Eğer Marx kendi döneminin en gelişkin kapitalizminin üretici güçlerinin toplumsallaştırılmasının temelinde kurulacak topluma komünizmin alt aşaması adını veriyor idiyse, açıktır ki bu niteleme bugün hâlâ teknoloji, kültür ve dünya nimetleri ba­ kımından kapitalist ülkelerden çok daha yoksul olan Sovyetler Birliğine uygun değildir. Dolayısıyla, günümüzün çelişkiler için­ deki Sovyet rejimini bir sosyalist rejim olarak değil kapitalizm­ den sosyalizme geçiş halinde olan bir hazırlık rejimi olarak ad­ landırmak daha doğru olur.7 Terminoloji üzerindeki bu hassasiyette bir nebze olsun uka­ lalık yoktur. Değişik rejimlerin gücünü ve istikrarını uzun dö­ nemde belirleyen, emek verimliliklerinin göreli durumudur. Ka­ pitalizmden daha yüksek bir teknolojiye sahip olan bir sosyalist ekonomi, sosyalist gelişimini—deyim yerindeyse otomatik ola­ rak—güvencc altına almış demektir; ne yazık ki aynı şeyi Sovyet ekonomisi için söylemek hâlâ tümüyle olanaksızdır. Sovyetler Birliğinin olduğu gibi savunusunu kaba biçimde yapanların çoğunluğu şöyle düşünmeye yatkındır: Günümüz Sovyet rejiminin henüz sosyalist olmadığı kabul edilse bile, üre­ tici güçlerin şimdiki temellerden hareketle gelişimi er ya da geç

68

BÖLÜM 3

sosyalizmin zaferini yaratacaktır. Dolayısıyla kesin olmayan sa­ dece zaman etmenidir* Bunun için bu kadar gürültü yapmaya değer mi? İlk bakışta ne kadar etkileyici görünürse görünsün, böyle bir iddia aşırı derecede yüzeyseldir* Tarihsel süreçler söz konusu olduğunda, zaman hiç de ikincil bir etmen değildir. Şimdiki zamanla gelecek zamanı birbirlerine karıştırmak, poli­ tikada dilbilgisinde olduğundan çok daha tehlikelidir* Webb tü­ ründen kaba evrimcilerin sandığının tersine evrim, hiç de sar­ sıntısız birikiminden ve sürekli “ilerlemesinden” ibaret değildir. Niceliğin niteliğe dönüştüğü, bunalımların, sıçramaların ve ge­ riye düşüşlerin yaşandjğı bir süreçtir* Tam da Sovyetler Birliği dengeli bir üretim ve bölüşüm sistemi olarak sosyalizmin ilk aşamasına ulaşmaktan henüz uzak olduğu içindir ki, gelişimi uyum içinde değil, çelişkilerle doludur. Ekonomik çelişkiler toplumsal antagonizmalar yaratır;8 bunlar da üretici güçlerin gelişimini beklemeksizin kendi mantıklarını yaratırlar. Biraz önce bu gerçeğin, sosyalizme evrimci biçimde “dönüşmeyi” is­ temeyen ve bürokrasi ile ideologlarının şaşkuı bakışları altında yeni ve ek bir devrim talep eden kulaklın durumunda ne denli doğru olduğunu gördük*9 Ellerinde iktidar ve serveti toplayan bürokrasinin kendisi sosyalizme barışçı biçimde dönüşmek iste­ yecek midir? Bundan kuşkulanmak için çok neden var. Her du­ rumda, bürokrasinin kendi sözlerine inanmak tedbirsizlik olur* Sovyet toplumunun ekonomik çelişkilerinin ve toplumsal anatagonizmalarının önümüzdeki üç, beş ya da on yıl içinde ne yönde gelişeceği sorusunu kesin ve tartışmasız biçimde cevap­ landırmak şimdilik olanaksızdır. Sonuç, canlı toplumsal güçle­ rin mücadelesine bağlıdır, hem de sadece ulusal ölçekte değil, uluslararası ölçekte* Dolayısıyla, her yeni aşamada, var olan iliş­ kilerin vc eğilimlerin birbirleriyle bağıntıları vc sürekli etkileşim­ leri içinde somut bir tahlili gereklidir. Şimdi böyle bir tahlilin devlet açısından ne kadar önemli olduğunu göreceğiz.

SOSYALİZM VE DEVLET

69

2 . P r o g r a m v e G erçeklik

Lenin» Marx’ı ve Engels’i izleyerek proleter devriminin ilk ayırt edici yönünü, sömürücüleri mülksüzleştirdiktcıı sonra toplumun üzerinde yükselmiş bir bürokratik aygıtı—hepsinden önemlisi polisi ve profesyonel orduyu—ilga etmesi olarak görüyordu.10 “Proletaryanın bir devlete ihtiyacı vardır, bunu bütün oportü­ nistler söyleyebilir,” diyordu Lenin 1917’de, iktidarın ele geçi­ rilmesinden iki ay önce, “ama oportünistler şunu eklemeyi unu­ turlar: Proletaryanın sadece sönümlenmekte olan bir devlete ih­ tiyacı vardır; bu öyle kurulmuş bir devlettir ki derhal sönümlenmeye başlar, bundan başka çaresi yoktur/’ (Devlet vc Devrim)11 Bu eleştiri o dönemde Rus Menşevikleri, İngiliz Fabianlan gibi reformist sosyalistlere yöneltilmişti. Şimdi, “sönümlenmeye” en ufak bir niyeti olmayan bir bürokratik devlete tapınan Sovyet putperestlerine daha da güçlü bir saldırı niteliği taşıyor. Bürokrasiye olan toplumsal i h t i y a ç , ^ güçlü antagonizmaiarı “yumuşatmak”, “ayarlamak”, “düzenlemek” gereken her du­ rumda ortaya çıkar (elbette bu her zaman ayrıcalıklıların, mülk sahiplerinin çıkarları lehinde ve her zaman bürokrasiye avantaj­ lar sağlayacak biçimde olur)* Dolayısıyla, 11e kadar demokratik olursa olsun bütün burjuva devrimlcrinde bürokratik aygıt güç­ lendirilmiş ve mükemmelleştirÜmiştir. “Bürokrasi ve daimi or­ du,” diye yazar Lenin, “burjuva toplumun un gövdesi üzerinde bir ‘parazit’, bu toplumu kıvrandjran iç çelişkilerin yarattığı bir parazit, ama yine dc yaşam gözeneklerini tıkayan bir parazit­ tir.”1^ 1917'den, yani iktidarın fethinin partinin karşısına pratik bir sorun olarak çıktığı andan itibaren, Lenin bu uparazit”in tasfi­ yesiyle sürekli olarak meşgul oldu.14 Devlet ve Dcvrim’in her bölümünde, proletaryanın, sömürücü sınıfların devrilmesinden sonra, eski bürokratik aygıtı parçalayacağını ve işçiler ile me­ murlardan oluşan kendi aygıtını yaratacağını tekrar tekrar belir­

70

BÖLÜM 3

tir. Üstelik proletarya bu yeni görevlilerin bürokratlara dönüş­ memesi için önlemler de alacaktır: “Marx ve Engels tarafından ayrıntılı olarak incelenmiş önlemler şunlardır: (1) Sadece seçim­ le gelme zorunluluğu değil, her an görevden alınma ihtimali; (2) Bir işçinin ücretinden yüksek olmayan maaş; (3) Herkesin kon­ trol ve denetim işlevlerini yerine getireceği ve böylece herkesin bir süre boyunca ‘bürokrat7olacağı, yani hiç kimsenin bürokrat haline gelemeyeceği bir rejime derhal geçiş/'15 Lenin’in on yıl sonranın sorunları hakkında konuştuğu sanılma malı. Hayır bu, “proleter devrimini gerçekleştirince başlangıç noktası olarak al­ mamız gereken” ilk adımdı.16 Proleter diktatörlükte17 devlet konusundaki bu cesur görüş, iktidarın fethinden bir buçuk yıl sonra Bolşevik Partinin progra­ mında (orduya ilişkin bölümü de dahil) ifadesini buldu.18 Man­ darinleri olmayan güçlü bir devlet; samurayları olmayan silahlı kuvvetler!19 Asker ve sivil bürokrasi, savunmanın ihtiyaçların­ dan değil, sınıflara bölünmüş toplumun savunmanın örgütlen­ mesine kaydırılmasından kaynaklanır. Ordu, toplumsal ilişkile­ rin bir ürünüdür, o kadar. Yabancı tehdide karşı mücadcle, kuşkuşuz başka devletlerde olduğu gibi işçi devletinde de uzmanlaş­ mış, askerî teknik anlamında örgütlenmeyi gerekli kılar; ama ay­ rıcalıklı bir subay kastını, hayır. Parti programı daimi ordunun yerine silahlanmış halkın geçmesini öneriyordu,20 Proletarya diktatörlüğü rejimi böylece daha başından, sözcü­ ğün eski anlamıyla bir “devlet” olmaktan, yani halkın çoğunlu­ ğunu hakimiyet altında tutmaya yarayan özel bir aygıt olmak­ tan çıkar. Silahlarla birlikte maddi iktidar doğrudan doğruya ve derhal Sovyetler gibi işçi örgütlerinin eline geçer.21 Bir bürokra­ tik aygıt olarak devlet proletarya diktatörlüğünün ilk gününden sönümlenmeye başlar.22 Bugüne kadar değiştirilmemiş olan par­ ti programının sesi böyle diyor. Ne tuhaf, sanki bir hayaletin anıtmezarından gelen sesidir bul23 Bugünkü Sovyet devletinin doğasını nasıl yorumlarsanız yo­ rumlayın, bir şeyden kuşku duymak olanaksızdır: Varlığının

SOSYALİZM VE DEVLET

71

ikinci onyıhnın sonunda, henüz sönümlenmemek bir yana, “sönümlenmeye* başlamamıştır bile. Daha da kötüsü* bugüne kadar görülmemiş bir zor aygıtı haline gelmiştir Bürokrasi sa­ dece yerini kitlelere bırakarak ortadan kalknıamakla kalmamış, kitlelerin tepesinde kontrol edilemez bir güç haline gelmiştir. Ordu sadece yerini halka bırakmamakla kalmamış, en tepesine mareşallerin yerleştiği ayrıcalıklı bir subay kastı üretmiştir; bu­ na karşılık, “diktatörlüğün silahlı taşıyıcıları”24 olması gereken halkın Sovyetler Birliğinde patlayıcı olmayan silahları bile taşı­ ması yasaktır bugün.25 İnsan hayal gücünü ne kadar zorlarsa zorlasın, Marx, Engels ve Lcnin’in işçi devleti hakkındaki tasa­ rımı ile bugün Stalin'in yönetimindeki somut devlet arasında var olandan daha çarpıcı bir karşıtlığı düşleyemez, Lenin’in yapıtla­ rını (tabii sansürcünün seçimiyle ve çarpıtmalarıyla) hâlâ yayım­ lamakla birlikte, Sovyetler Birliğinin bugünkü önderleri ve onla­ rın ideolojik temsilcileri, program ile gerçeklik arasında böylesi­ ne çarpıcı bir kopuşun doğmasının nedenlerine ilişkin soru bile sormuyorlar. Biz onlar adına bunu yapmaya çalışalım. 3 . İŞÇİ DEVLETİNİN İKİLİ KARAKTERİ

Proletarya diktatörlüğü» burjuva tophımuyla sosyalist toplum arasında bir köprüdür. Dolayısıyla özünde geçici bir karakter taşır; yani diktatörlüğü gerçekleştiren devletin yan ama asli gö­ revlerinden biri kendinin ortadan kalkışını hazırlamaktır. Bu “yan’’ görevin gerçekleştirilmesindeki başarı, bir dereceye kadar ana görevinin, yani sınıfsız ve maddi çelişkileri olmayan bir top­ lumun inşasının başarısının bir ölçüsüdür. Bürokrasi ile toplum­ sal uyıım arasında ters orantı vardır. Dühring’e26 karşı ünlü polemiğinde Engels şöyle yazar: “Sı­ nıf hâkimiyeti ve üretimin halihazırda içinde bulunduğu anarşi­ nin yarattığı bireysel varoluş mücadelesi ile birlikte bu mücade­ leden doğan çatışmalar ve aşırılıklar sona erdiğinde, o andan iti­ baren bastırılacak bir şey, dolayısıyla da özel bir baskı aracına, yani devlete ihtiyaç kalmayacaktır.”27

72

BÖLÜM 3

Sığ kafalılar jandarmayı ebedi bir kurum olarak görürler. Gerçekte, jandarma insan soyunu, insan soyu doğayı bütünüyle dizginlediği güne kadar dizginleyecektir sadcce. Devletin orta­ dan kalkması için, “sınıf hâkimiyeti vc bireysel varoluş mücade­ lesi” ortadan kalkmalıdır. Engels bu iki koşulu birlikte anar, çünkü toplumsal rejimleri değiştirmek söz konusu olduğunda birkaç on yıl hiçbir şey değildir. Ama işler, bir devrimin yükünü omuzlayan kuşaklara değişik görünür. Doğrudur, kapitalist anarşi her bir insanın bütün insanlara karşı mücadelesini doğu­ rur, ama sorun şudur: Üretim araçlarının toplumsallaştınlmasıyla “bireysel varoluş mücadelesi” henüz otomatik olarak orta­ dan kalkmaz. İşte sorunun püf noktası budur! Amerika gibi en gelişkin kapitalizm örneklerinden biri teme­ linde bile, sosyalist bir devlet herkese ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlayamazdı, dolayısıyla da herkesi mümkün olduğu kadar çok üretmeye zorlamak durumunda kalırdı.28 Böyle durumlarda uyarıcı rolü doğal olarak devlete düşer; devletin dc, belirli deği­ şiklik ve yumuşatmalarla da olsa, kapitalizmin yerleştirdiği eme­ ği ödüllendirme yöntemine başvurmaktan başka çaresi yoktur. Marx’ın 1875’te yazdığı şu satırlar bu anlamı taşıyordu: “Bur­ juva hukuku... komünist toplumun, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumun içinden çıktığı biçimiyle ilk aşamasın­ da kaçınılmazdır. Hukuk hiçbir zaman, toplumun ekonomik ya­ pısından ve bu yap mm koşullandırdığı kültürel düzeyden üstü?ı olamaz."19 Bu çok önemli satırları açıklarken Lenin şunu ekler: “Tüke­ tim mallarının bölüşümüne ilişkin olarak burjuva hukuku doğal ve kaçınılmaz olarak bir burjuva devletin i varsayar, çünkü ku­ rallarının uygulanmasını zorlama kapasitesine sahip bir aygıt ol­ maksızın hukuk hiçbir işe yaramaz. Bundan dolayı komünizm altında sadece burjuva hukuku değil, burjuvazisiz bir burjuva devleti bile bir süre varlığım sürdürecektir!”^0 Günümüzün resmi teorisycnlerince görmezlikten gelinen bu çok anlamlı sonuç, Sovyet devletinin doğasının anlaşılması açı­

SOSYALİZM VE DEVLET

73

sından, daha doğrusu böyle bir kavrayışa bir ilk yaklaşım açısın­ dan büyük önem taşır. Sosyalist dönüşüm görevini üstlenen devlet, eşitsizliği, yani bir azınlığın ayrıcalıklarını zor yoluyla savun­ maya itildiği ölçüde, bir burjuvazisi olmasa bile bir “burjuva” devleti olarak kalır. Bu sözler ne övgüdür ne de sövgü; sadece şeyleri gerçek adlarıyla anmaktır. Burjuva bölüşüm normları maddi gücün büyümesini hızlan­ dıracak sosyalist amaçlara hizmet ediyor olmalıdır, ama sadece son tahlilde. Devler daha baştan dolaysız biçimde ikili bir karak­ ter taşır: Üretim araçlarında toplumsal mülkiyeti savunduğu öl­ çüde sosyalisttir; tüketim maddelerinin bölüşümü,51 kapitalist bir değer ölçüsüne ve bundan doğan bütün sonuçlara uygun bi­ çimde yapıldığı ölçüde burjuvadır. Böylesine çelişik bir niteleme, dogmatik ve skolastik kafaları dehşete düşürebilir; onlara sade­ ce üzüntülerini paylaştığımızı söylemekle yetineceğiz» Sonunda işçi devletinin fizyonomisi burjuva ve sosyalist eği­ limler arasındaki değişen ilişkiler tarafından belirlenecektir. Bu İkincisinin zaferi ipso facto [fiilen—ç.n.J jandarmanın nihai tas­ fiyesi anlamına gelecektir: Yani devletin kendi kendini yöneten bir toplumun içinde erimesi anlamına. Sadece bu bile Sovyet bürokratizminin hem kendi içinde, hem de bir sistem olarak nasıl devasa bir önem taşıdığını göstermeye yeterlidirî Lenin>tümüyle entelektüel mizacına uygun biçimde Marx*m anlayışına aşırı ölçüde keskinleştirilmiş bir biçimde ifade kazan­ dırdığı içindir ki, kendi tahlilini sonuna kadar götürmeyi başa­ ramadığı lıalde, kendisinin ki de dahil olmak üzere gelecekteki güçlüklerin de kaynağını ortaya koymuş oldu. “Burjuvazisiz bir burjuva devleti” gerçek Sovyet demokrasisiyle tutarlı olamadı. Bunun devletin ikili işlevinin yapısını etkilememesi olanaksızdı* Teorinin berrak biçimde göremediğini deneyim ortaya çıkardı. Toplumsallaştırılmış mülkiyetin burjuva karşıdevrimine karşı savunulması için “silahlanmış işçilerin devleti” tümüyle yeterliydi, ama tüketim alanında eşitsizlikleri düzenlemek çok farklı bir meseleydi. Mülkiyetten yoksun olanlar, onu yaratmaya ve sa­

74

BÖLÜM 3

vunmaya eğilim duymazlar. Çoğunluk, azınlığın çıkarlarının ko­ runmasını kendine dert edinemez. “Burjuva hukuku”nu savu­ nmak için işçi devleti “burjuva” tipte bir araç yaratmak zorun­ da kaldı; bu, eski jandarmaydı, ama yeni bir üniforma içinde. Böylccc Bolşevik programı ile Sovyet gerçekliği arasındaki te­ mel çelişkiyi kavrama yolunda ilk adımı atmış oluyoruz. Eğer devlet sönümlenmek yerine gittikçe daha despotik oluyorsa, eğer işçi sınıfının görevlendirdiği temsilciler bürokratlaşıyor ve bürokrasi yeni toplumun üzerinde yükseliyorsa, bu, geçmişin psikolojik kalıntıları vb türünden birtakım ikincil nedenlerden ileri gelmez; gerçek eşitliği güvence altına almak olanaksız ol­ dukça, ayrıcalıklı bir azınlığın yaratılması ve desteklenmesi yo­ lunda çelikten bir zorunluluğun bir sonucudur. Kapitalist ülkelerde işçi hareketini boğan bürokratizm eği­ limleri, bir proleter devriminden sonra, her yerde ortaya çıka­ caktır. Ama çok açıktır ki devrimden çıkan toplum ne kadar yoksulsa, bu “yasa”nm ifadesi o kadar daha katı ve çıplak, bürokratizmin aldığı biçimler o kadar daha kaba, sosyalist gelişme için yaratacağı tehlike de o kadar daha büyük olacaktır. Sovyet devletinin sönümlenmek bir yana bürokratik parazitten kurtul­ masına bile engel olan, Stalin'in çıplak polis doktrinin ilan etti­ ği gibi geçmişin hâkim sınıflarının “kalıntıları” değildir;^ bu kalıntılar kendi başlarına güçsüzdürler. Engel bununla karşılaş­ tırılamaz derecede güçlü etmenlerden; örneğin maddi yokluk­ tan, kültürel gerilikten ve bütün bunların sonucu olarak her in­ sanın en dolaysız olarak, çok etkili biçimde sonuçlarını yaşadığı alanda, yani kişisel varoluşunu sürdürme uğraşında “burjuva hukuku”nun hâkimiyetinden kaynaklanmaktadır. 4 . "GENELLEŞMİŞ «İT L İK " VE JANDARMA

Komünist Manifesto9dan iki yıl önce genç Marx şöyle yazıyor­ du: “Üretici güçlerin gelişmesi (komünizmin] mutlak anlamda gerekli olan pratik öncülüdür, çünkü bu olmaksızın yoksulluk

SOSYALİZM VE DEVLET

75

genelleşir, yoksullukla birlikte gerekli maddeler için mücadele yeniden başlar, bu da bütün eski pisliğin yeniden canlanması de­ mektir. 33 Bu düşünceyi Marx hiçbir zaman doğrudan geliştir­ medi. Bu da bir rastlantı değildi, çünkü Marx hiçbir zaman geri bir ülkede bir proleter devrimini öngörmedi. Lenin de bu konu­ nun üzerinde durmadı. Bu da bîr kaza değildi, çünkü Lenin Sov­ yet devletinin bu kadar uzun bir süre yalıtık kalacağını öngör­ memişti. Buna rağmen, Marx’ta olmayana ergi yoluyla oluştu­ rulmuş soyut bir önerme de olsa, söz konusu alıntı Sovyet dev­ letinin tümüyle somut güçlüklerini ve hastalıklarını anlayabil­ mek için vazgeçilmez bir teorik anahtar sağlar bize. Tarihsel mi­ rasın yarattığı, emperyalist vc iç savaşların yoğunlaştırdığı yok­ sulluğun zemininde “bireysel varoluş mücadelesi1' burjuvazinin devrilmesinden sonra kaybolmak ya da daha sonraki yıllarda azalmak bir yana, tersine daha önce görülmemiş derecede azgın­ laştı. Ülkenin belirli bölgelerinin iki kez yamyamlığa kadar itil­ diğini hatırlatmamız gerekiyor rnu?^ Çarlık Rusya'sını Batı’dan ayıran mesafe ancak şimdi kavra­ nabilir. En olumlu koşullarda, yani iç karışıklıkların ve dış fela­ ketlerin yokluğunda, Sovyetler Birliğinin, kapitalist uygarlığın en erken doğmuş uluslarının, üzerinde yüzyıllar harcamış oldu­ ğu ekonomik ve eğitimsel başarıları sindirebilmesi için birkaç beş yıllık dönemin daha geçmesi gereklidir. Sosyalizm öncesi so­ runların çözümü için sosyalist yöntemlerin uygulanması, işte Sovyetler Birliğinde günümüzdeki ekonomik ve kültürel çatış­ manın özü tam da budur. Kuşkusuz, Sovyetler Birliği bugün bile Marx’ın döneminin en ileri ülkelerinin üretici güçlerinin ötesine geçmiştir. Ama birinci­ si, iki rejimin tarihsel rekabetinde önemli olan mutlak değil gö­ reli düzeylerdir; Sovyet ekonomisi Hitler, Baldwiıı ve Roosevelfin^ kapitalizmiyle karşı karşıyadır, Bismarck, Palmerstone36 ya da Abralıam Lincoln’un37 değil. İkincisi, dünya tekno­ lojisindeki gelişmeyle birlikte insanı taleplerin kapsamı köklü bi­ çimde değişir. Marx’ın çağdaşları otomobilden, radyodan, sine­

76

BÖLÜM 3

madan* uçaktan bihaberdiler. Oysa sosyalist bir toplum, bıı mallardan özgürce yararlanma olmaksızın düşünülemez. Marx’ın terimini kullanırsak* “komünizmin alt aşaması” en gelişkin kapitalizmin yaklaşmış olduğu düzeyde başlar. Önü­ müzdeki Sovyet Beş Yıllık Planının gerçek programı ise “Avru­ pa vc Amerika'ya yetişmektir. Sovyeder Birliğinin uçsuz bu­ caksız topraklarında asfalt bir otoyol ağı kurmak, Amerika'dan otomobil fabrikalarını olduğu gibi buraya aktarmaktan, hatta bu fabrikaların teknolojisini özümsemekten çok daha fazla vak­ te vc maddi kaynağa ihtiyaç gösterecektir. Her Sovyet vatanda­ şının arabasına atlayıp canının istediği yere gidcceği, yolda ben­ zinini kolayca doldurabileceği güne kadar kaç yıl geçmek zorun­ dadır?38 Barbar roplumlarda atlılar ve yayalar iki farkh smıf oluştururdu* Otomobil de toplumu, en az atın eyeri kadar fark­ lılaştırır. Alçakgönüllü bir “Ford”39 marka araba bile bir azın­ lığın ayrıcalığı olarak kaldıkça, burjuva toplumuna özgü bütün ilişkiler ve gelenekler sürer gider, Vc onlarla birlikte eşitsizliğin muhafızı devlet de varlığını sürdürür. Gördüğümüz gibi, tümüyle Marksist proletarya diktatörlüğü teorisinden yola çıkan Lenin, 11e bu soruna hasredilmiş ana ya­ pıtında, yani Devlet ve Devrim’de, ne de parti programında, ül­ kenin ekonomik geriliğinin ve yalıtılmışhğının devletin karakte­ ri açısından sonuçlarını çıkarmak bakımından başarılı olamadı* Bürokratizmin canlanışını, kitlelerin yönetime katılmaya yaban­ cı oluşuyla ve savaşın yarattığı Özel güçlüklerle açıklayan prog­ ram, “bürokratik çarpılmalar” konusunda sadece politik ön­ lemler öngörür: Bütün temsilcilerin seçimle gelmesi ve istendiği her an görevden alınması; maddi ayrıcalıkların ilgası; kitlelcrce aktif bir denetim uygulanması gibi önlemler,40 Bu yoldan yü­ ründüğü takdirde bürokratın patron olmaktan çıkıp basit vc üs­ telik geçici bir teknik uygulayıcı haline geleceği, devletin de ya­ vaş yavaş, fark ettirmeden sahneden çekileceği varsayılıyordu. Yakın tehlikelerin böyle bariz biçimde azımsamşı, programın tümüyle uluslararası bir perspektif üzerine yerleşmiş oluşuyla

SOSYALİZM VE DEVLET

77

açıklanabilir: “Ekim Devrimi Rusya’da proletarya diktatörlüğü­ nü gerçekleştirmiştir... Dünya proleter komünist devriminin ça­ ğı başlamıştır.M1 Programın ilk satırları bunlardı. Yazarları “tek bir ülkede sosyalizmdi kurma amacım benimsememek bir yana— bu düşünce o dönemde kimsenin kafasında yoktu, tabii Stalin’in de— ileri kapitalizmin çok eskiden çözmüş olduğu eko­ nomik ve kültürel sorunları yalıtılmış halde iki onyıl boyunca çözmek zorunda kaldığı takdirde Sovyet devletinin nasıl bir ka­ rakter kazanacağı sorusuna bile değinmemişlerdi. Savaş sonrası devrimci bunalım Avrupa’da sosyalizmin zafe­ riyle sonuçlanmadı. Sosyal demokrasi, burjuvazinin yardımına koştu. Lenin ve çalışma arkadaşlarına kısa bir “soluklanma anı”42 gibi görünen o dönem, bütün bir tarihsel çağı kapsaya­ cak şekilde uzadı. Sovyetler Birliğinin çelişkili toplumsal yapısı ve devletinin ultra-bürokratik karakteri, aynı zamanda kapita­ list ülkelerde faşizme43 ya da faşizm öncesi gericiliğe yol açan bu özel vc “öngörülmemiş” tarihsel duraklamanın doğrudan so­ nuçlarıdır. Bürokratizmdcn arınmış bir devlet yaratma yolundaki ilk ça­ ba, başlangıçta kitlelerin özyönetime yabancı olmaları, kendini sosyalizme adamış nitelikli işçilerin yokluğu gibi etmenler dolayı­ sıyla başarısızlığa uğradıysa, bu ilk güçlüklerden hemen sonra çok daha derin sorunlarla karşılaştı. Parti programında öngörül­ düğü gibi, devletin işlevlerinin “muhasebe ve denetimce44 indir­ genmesi, baskı işlevinin giderek daralması hiç olmazsa göreli ola­ rak genel bir memnuniyetin varlığını varsayıyordu. Tam da bu gerekli koşul eksikti. Batı’daıı hiçbir yardım gelmedi. Günün gö­ revi, varlıkları savunma, sanayi, teknoloji ve bilim için gerekli olan ayrıcalıklı grupları ikna etmek olunca, demokratik Sovyctlerin iktidarı, engelleyici, hatta dayanılmaz hale geldi. On kişiden alıp birine vermek anlamına gelen bu “sosyalizm” ile hiçbir iliş­ kisi olmayan operasyon esnasında, bölüşüm alanında güçlü bir uzmanlar kastı billurlaştı ve gelişti. Ama şu soruyu sormak gerekiyor: Son dönemin45 muazzam

78

BÖLÜM 3

ekonomik başarıları nasıl ve neden eşirsizliklerin yumuşamasına değil, tam tersine keskinleşmesine ve bürokratizmin, bir “çar­ pıklık” olmaktan çıkarak bir yönetim sistemi haline gelecek ka­ dar büyümesine yol açtı? Bu soruya cevap vermeden önce* Sov­ yet bürokrasisinin yetkili Önderlerinin kendi rejimlerini nasıl gördüğüne baka hm* 5 . " So s y a l iz m in B ü t ü n s e l Z a f e r !" v e "DİKTATÖRLÜĞÜN GÜÇLENDİRİLMESİ"

Sovyetler Birliğinde sosyalizmin “bütünsel zaferi”nin gerçekleş­ tiği* son yıllarda birkaç kez ilan edildi. Özellikle “kulakların bir sınıf olarak tasfiyesi” ile ilişkili olarak bu önerme kategorik bi­ çimler aldı* 30 Ocak 1931’de Pravda> Stalin’in bir konuşmasını yorumlarken şöyle diyordu: “ikinci Beş Yıllık Plan döneminde ekonomimizdeki kapitalist unsurların son kalımdan tasfiye edi­ lecektir.” (Vurgu bizim.} Bu açıdan bakıldığında* söz konusu dönemde devletin de nihai olarak sönümlenmesi, çünkü kapita­ lizmin “son kalıntılarının tasfiye edildiği bir durumda devletin hiçbir işi kalmaz. Bolşevik Partinin programı bu konuda şöyle der: “Sovyet iktidarı, toplumun sınıflara bölünmesi ve bununla birlikte tüm devlet iktidarı ortadan kalkmadıkça, her devletin sı­ nıf karakterinin kaçınılmazlığını açıkça kabul eder.”46 Ne var ki* bazı ihtiyatsız Moskova teorisyenleri* kapitalizmin bu “son kalıntılarının tasfiyesine inanıp bundan devletin sönümlenme­ sini çıkarsadıklarında bürokrasi böyle teorileri derhal “karşıdevrimci” ilan etti. Bürokrasinin teorik yanılgısı nerede yatıyor* temel öncülün­ de mi yoksa vardığı sonuçta mı? Her ikisinde de. “Bütünsel za­ fer” ilk ilan edildiğinde Sol Muhalefet şöyle cevap vermişti: Ken­ dinizi olgunlaşmamış* çelişik* tarımda hâla istikrarsız olan toplumsal-hukuksal ilişki biçimleriyle sınırlamaınalı* esas ölçütten, yani üretici güçlerin düzeyinden soyutlamamalısınız. Hukuksal biçimlerin kendileri* teknolojik düzeyin yüksekliğine bağlı ola­

SOSYALİZM VE DEVLET

79

rak özde farklı toplumsal bir içeriğe sahip olur. “Hukuk hiçbir zamaıı ekonomik yapıdan vc onun koşullandırdığı kültürel dü­ zeyden üstün olamaz/' (Marx)47 Ekonomik yaşamın bütün dal­ larına Amerikan teknolojisinin en modern başarılarının aşılan­ ması temelinde Sovyet mülkiyet biçimleri—işte bu gerçekten sosyalizmin ilk aşaması olurdu. Düşük bir emek verimliliğiyle birlikte Sovyet biçimleri sadcce, tarihin kaderini henüz tartma­ mış olduğu bir geçiş rejimi anlamına gelir. 1932 Martında şöyle yazmıştık: “Gaddar bir durum değil mi bu? Ülke bir ıııal yoksunluğundan kurtulamıyor. Mal arzının her aşamasında engeller van Çocuklara verecek süt yok. Ama resmi kâhinler şöyle buyuruyorlar: "Ülke sosyalizm dönemine girmiş­ tir.* Sosyalizm adını bundan daha kötü niyetli bir biçimde kara­ lamak olanaklı mıdır?” Şimdilerde Sovyet yönetici çevreleri adı­ na önde gelen propagandacılardan biri olan Kari Radck/ Berîiner Tageblatt adlı bir liberal Alman gazetesinin Sovyetler Birliğine ayrılmış Mayıs 1932 tarihli özel sayısında bu gözlemle­ ri, ölümsüzlüğü hak edeıı şu sözlerle savuşturuyordu: “Süt, sos­ yalizmin değil ineklerin ürünüdür. Bir ülkenin bir süre boyunca halk kitlelerinin maddi durumunda hiçbir harırı sayılır iyileşme olmadan daha yüksek bir gelişim düzeyine yükselebileceğini an­ lamaması için insanın sosyalizmi nehirlerinden süt akan bir ülke imgesiyle karıştırıyor olması gerekir.”48 Bu satırlar, ülkede kor­ kunç bir kıtlığın kol gezdiği sırada yazılmıştı. Sosyalizm, insan ihtiyaçlarını en iyi biçimde karşılamak ama­ cıyla planlanmış bir üretim yapısıdır; aksi takdirde sosyalizm adını hak edemez. Eğer inekler toplumsallaştırılımşsa ama ülke­ de çok az sayıda inek varsa ya da çok az siıt veriyorlarsa, o za­ man yetersiz süt arzı dolayısıyla çatışmalar doğar—kent ile kır arasında, kolektiflerle bireysel çiftçiler arasında, proletaryanın farklı katmanları arasında, bütün emekçi kitlelerle bürokrasi Kail Radek’in 1936 Ağustosunda, Sovyet önderlere karşı terörist bir saldın düzenleme suçlamasıyla Tutuklanmasından önce kaleme alınmış bir yazıdan— ç.n.

80

BÖLÜM 3

arasında. Aslında ineklerin köylüler tarafından kitlesel biçimde imha edilmelerine yol açan şey toplumsallaştırmalarıydı. Yok­ luğun yarattığı toplumsal çatışmaların ta kendisi “bütün eski pisliğin * yeniden doğmasına yo! açabilir* Cevabımız özünde buydu* Komünist Enternasyonalin VII. Kongresi, 20 Ağustos 1935 tarihli bir kararında kamulaştırılmış sanayilerin toplam başarı­ larıyla, kolektifleştirmenin eriştiği noktayla, kapitalist unsurla­ rın ortadan kaldırılmasıyla vc kulakların bir sınıf olarak tasfi­ yesiyle, “Sovyetler Birliğinde sosyalizmin nihai vc geri çevrile­ mez zaferinin vc proletarya diktatörlüğü devletinin çokyanlı güçlendirilmesinin tamamlandığını” resmi olarak ilan etti.49 Ke­ sinlik dolu tonuna karşılık* Komünist Enternasyonalin bu tanık­ lığı kendi içinde tümüyle çelişiktir* Eğer sosyalizm bir ilke ola­ rak değil yaşayan bir toplumsal rejim olarak “nihai vc geri çev­ rilemez” bir zafere ulaştıysa, o zaman diktatörlüğün “güçlendi­ rilmesi” açıkça saçmalıktır* Ve tersinden söylersek, eğer dikta­ törlüğün güçlendirilmesi rejimin gerçek gereksinimlerinden kay­ naklanıyorsa, bu, sosyalizmin zaferinin hatâ çok uzak olduğu anlamına gelir. Sadece bir Marksist değil* herhangi bir gerçekçi siyasal düşünür, diktatörlüğü, yani devlet baskısını “güçlendir­ me*" gerekliliğinin kendisinin sınıfsız bir uyuııı değil yeni top­ lumsal çelişkilerin büyümesinin kanıtı olduğunu anlayabilir. Bü­ tün bunların temelinde ne yatar? Düşük emek verimliliğinden doğan tüketim araçları yokluğu. Lenin bir seferinde sosyalizmi “Sovyet iktidarı artı elektrik dağıtımı’5 olarak nitelemişti.50 7‘ekyanlılığı o anm propaganda amaçlarından kaynaklanan bu özlü söz hiç olmazsa asgari bir başlangıç noktası olarak kapitalist ülkelerin elektrik dağıtım dü­ zeyini varsayıyordu. Günümüzde Sovyetler Birliğinde kişi başı­ na ileri ülkelerin üçte biri kadar elektrik enerjisi üretiliyor*^1 Bu arada Sovyetlerin de yerini kitlelerden bağmışız bir politik aygı­ ta bıraktığını göz önüne alırsanız, Komünist Enternasyonalin yapabileceği tek şey sosyalizmi bürokratik iktidar artı kapitaliz­

SOSYALİZM VE DEVLET

81

min elektrik üretiminin üçte biri olarak tanımlamaktır* Böyle bir tanım bir fotoğraf olarak doğru olurdu ama sosyalizm için tü­ müyle yetersizdir! 1935 Kasımında Stahaııovculara hitaben yaptığı bir konuşmada Stalin, konferansın ampirik amaçlarına bo­ yun eğerek hiç beklenmedik biçimde şunu ilan etti: “Sosyalizm kapitalist ekonomi sistemini neden alt edebiliry etmelidir ve zo­ runlu olarak edcccktir} Çünkü sosyalizm*., daha yüksek bir emek verimliliğini sağlayabilir* Komünist Enternasyonalin üç ay önce kabul edilmiş olan kararını ve kendisinin sık sık tekrar­ lanmış açıklamalarını boylece reddeden Stalin, burada sosyaliz­ min “zaferinden, gelccek zamanda olacak bir şey gibi söz edi­ yor. Sosyalizm, diyor, kapitalizmi onun emek verimliliğinin üzerine çıktığı zaman alt edecektir*52 Görüyoruz ki, sadece fiil­ lerin zamanları değil toplumsal ölçütler de bir anda değişiyor, Sovyet vatandaşı için “genel çizgi”ye uygun davranmak hiç de kolay değil. Nihayet, 1 Mart 1936’da, Roy Howard ile bir görüşmesinde Stalin, Sovyet rejiminin yeni bir tanımını verdi: “Yarattığımız toplumsal örgütlenme, bir Sovyet sosyalist örgütlenme olarak adlandırılabilir; henüz tamamlanmamış bir örgütlenme, ama kö­ künde sosyalist bir toplum örgütlenmesi.”53 Bu kasıtlı olarak belirsiz bırakılan tanımda hemen hemen sözcük sayısı kadar çelişki vardır. Toplumsal Örgütlenme “Sov­ yet sosyalist” bir örgütlenme olarak adlandırılıyor; oysa, Sov­ yetler bir devlet biçimidir, sosyalizm ise bir toplumsal rejim. Bu terimler özdeş olmak bir yana, incelediğimiz konu açısından bir­ birine karşıttır. Toplumsal örgütlenme sosyalist hale geldiği öl­ çüde, bir binanın tamamlanmasından sonra iskelelerin kaldırıl­ ması gibi ortadan kalkmalıdır, Stalin bir düzeltme yapıyor: Sos­ yalizm “henüz tümüyle tamamlanmadı.” Burada “tümüyle” ne demek? Yüzde 5 mi eksik, yüzde 75 mi? Bu belirtilmiyor; ne de “kökünde sosyalist” olan bir toplumsal örgütlenmenin ne anla­ ma geldiği belirtiliyor* Tanımın bulanıklığı tam da 1931-35 dö­ neminin karşılaştırılmaz derecede daha kesin olan formülünden

82

BÖLÜM 3

bir geri adımı temsil ediyor* Aynı yolda bir adım daha geri atıl­ ması, her toplumsal örgütlenmenin “kökünde” üretici güçlerin yattığının ve Sovyet “kökü”nün tam da sosyalist gövde ve bu gövdenin yapraklan olan insan refahını kaldıracak kadar güçlü olmadığının kabul edilmesi olurdu*

NOTLAR

83

NOTLAR: BÖLÜM 3 1, “Üretici güçler”den Marx, insanın üretken güçlerinin tümünü an­ lar: Emek güçlerini, doğadan hayati ihtiyaçlarım karşılayacak araçları el* de etmekte yararlandıkları bilgilerini ve üretim araçlarını. Üretim süreci, insanın doğayla teknık-araçsal bir ilişkisi olduğu kadar insanların (sınıf­ lar) kendi aralarındaki tarihî-toplumsal bir ilişkidir de. * Emeğin üretici gücü pek çeşitli şeylerin etkisiyle belirlenir; diğer şeyler yanındA işçinin ortalama hüner derecesi, bilimin gelişme düzeyi ve teknikteki uygulanma derecesi, üretim sürecinin ulaştığı toplumsal örgütlenme düzeyi, üretim araçlarının miktar vc üretim etkinliği yönünden durumu ve doğal şartlar başta sayılabilir.” {Marx, Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisit c. 1.1, Odak, 1974, s. 86} Kapitalist üretim tarzının zembereği sermayenin ara­ lıksız değerlenmesi yönündeki zorlamadır ve bunu rekabet dolaylandım; bu haliyle bu üretim tarzı, teknik temelini durmadan devrimcileşriren ve insan emeğinin verimliliğini sürekli olarak yükselten ilk üretim tarzıdır. (Krş, MEW 4, s. 465; Marx, KapitalyEkonomi Politiğin Eleştirisi, c. 1.2, Odak, 1974) Üretici güçlerin gelişmesiyle kapitalist üretim tarzı, toplu­ mun sınıflara bölünmesinin ve aşılmasının nesnel ön koşulunu yaratır; “burjuva üretim ilişkileri toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir... burjuva toplumu mm bağrında gelişen üretici güçler... bıı karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddî koşulları yaratır­ lar.’' (Marx vc Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, Sol, 1976, s. 610) Üretici güç­ ler ile ilkin bunların “gelişmesinin biçimleri” olarak işlev gören, ama son­ radan onların “engelleri” haline gelen (krş. Marx ve Engels, Seçme Yapıt­ ları, c. 1, s. 609), o sıradaki ürerim ilişkileri (sınıf ilişkileri) arasındaki ça­ tışma, aynı zamanda, uhüküm süren toplumsal kuruluşlar” ile bütün üre­ tici güçlerin en önemlisi, devrimci sınıf, arasındaki bir çatışmadır. “Bütün üretim aletleri içinde en büyük üretici güç, devrimci sınıfın kendisidir.” (Marx, Felsefenin Sefaleti, Sol, 1975, s. 182) “Û ana dek elde edilmiş üre­ tici güçlerle varolan toplumsal kuruluşların artık yan yana varolmadıklar r (aynı) bir aşamada Özel mülkiyetin egemenliğinin sürdürülmesi üreti­ ci güçleri yıkıcı güçlere dönüştürür; kapitalist ürerim tarzının ayrılmaz bir parçası olan yıkıcı eğilimler (“bundan dolayı, kapitalist üretim tekniği ve üretim süreçleri arasında meydana gelen toplumsal birleşmeyi ancak, bü­ tün zenginliğin kendilerinden fışkırdığı iki kaynağı, toprağı ve işçiyi ku­ rutarak geliştirir.” [Kapital, c. 2.2, s. 211-2|) sonunda, emek verimliliği­ nin daha da yükseltilmesinin yararına ağır basar. “Toplumsal üretici güç­ lerin artan oranda gelişmesi, proletaryanın eylemi haline gelir. Öyle bir eylem ki olağan ve zorunlu evresi olarak mevcut toplumun bir toplumsal devrimle toptan altüst edilişini içerir.” (K. Korsch, Kari Marx |İ938J,

84

BOLUM 3

Frankfurt, EVA, 1967, s. 175vd) “Büyük bir toplumsal devrim, burjuva çağının sonuçlarına, dünya pazarına ve modern üretici güçlere egemen duruma gelince ve bunları en ileri halkların ortak denetimine bağımlı kıÎıncadîr ki, insanoğlunun ilerleyişi, hayat suyunu yalnızca boğazlanmış insanların kafatasından İçen o korkunç putunkine benzemekten çıkacak­ tır.” (Marx ve Engcls, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 603) 2. “Emeğin köle emeği, angarya, ücretli emek gibi tarihi biçimlerinde emek, daima irinli olarak, daima dışsal çalışına yükümlülüğü olarak ken­ dini ortaya koyar...” (Grundrisse, MEW 42, s. 505) ^Gerçekte özgürlük alemi, yalnızca zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlenen emeğin sona erdiği yerde başlamış olur; demek ki bu âlem, eşyanın doğası gereği, fiilî maddi üretim alanının ötesinde bulunur.” (Marx, Kapital, c. 3, Sol, 1978, s. 858) Komünist bir toplumda, üretici güçlerin gelişmesi sayesinde müm­ kün hale gelmiş olan “toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgen­ mesine, herkes için serbest bırakılmış olan zamanla ve yaratılmış olan araçlarla, bireylerin sanatsal, bilimsel vb eğitim vc gelişimi” tekabül ede­ cektir. (Marx, Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, Birikim, 1979, s. 653) (Krş. H. Marcuse, “Über dic philosophisehen Grımdlagen des vvirrschafts-vvissenchafflichen Arbeltsbegriffs*, 11933J, Kuttur und Gcscltschafty c. 2 içinde, Frankfurt, Suhrkamp, 1965, s, 7-48; E. Mandel, Marx*m İktisadî Düşüncesinin Oluşumu, Köz, 1978, s. 107-24) 3. “Uzun vc sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinin’1 ayırıcı niteliği ola­ rak Marx, “üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu top­ lumcun, burjuva bölüşüm normlarının sîirup gitmesiyle birlikte olan çe­ lişik birleşimini belirtir» Tüketim mallarının bölüşümü için geçerli “ilke, eşdeğer meraların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değinilmek­ tedir.” Bireysel üretici “toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve, bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit tutarı kadar bir miktar alır.” (Marx ve Eııgels, Seçme Yapıt­ lar, c. 3, Gotha Programının Eleştirisi, 1875, Sol, 1979, s. 21vd) “Kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumun; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bürün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bîr toplumun* bu evresinde tüketim mallarının bölüşümünü, bireyse! olarak harcanmış emek-mikrara bağla­ yan eşit hak “hâîâ— ilke olarak—burjuva haktır.” (agy) 4. Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde» bireylerin işböUi-

NOTLAR

85

mime kölccc boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden son­ ra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerinin dc art­ ması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasın­ dan sonra-—ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle adılmış olacak ve topİtım, bayraklarının üzerine şunu yakabilecektir: Her­ kesten yeteneğine göre, herkese gerekssinmesme göre.” (Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, Gotba Programının Eleştirisi, $. 23) (Krş. V,I. Lenin, Devlet ve Devrim, Aydınlık, 1978, özellikle s. 122-2) 5* “Sosyalizm ile komünizm arasındaki tek bilimsel ayrım, birinci te­ rim, kapitalizmin içinden çıkan yeni toplumun ilk aşaması anlamına ge­ lirken* İkincisi, daha sonraki vc daha yüksek aşama anlamına gelir/' (Leııin, “ Büyük Bir Başlangıç” 128 Haziran 19191, aynı yazar, Marx-EngelsMarksizm, Sol, 1976, s. 469-87) 6. Stalin, 1934 Ocağında Sovyetler Birliği Komünist Partisinin XVII. Kongresinde şu açıklamayı yaptı: “Ülkemizin deneyimi kanıtladı ki, sos­ yalizmin tek başına bir tek ülkede zafere ulaşması olanağı vardır.” (Sta­ lin, “Sovyetler Birliği Komünist Partisi |Bolşevik) XVII. Kongresinde Su­ nulan Merkez Komitesi Çalışma Raporu” (26 Ocak 19341, aynı yazar, Lcninizmin Sorunları, Sol, 1977, s. 521-95, burada s. 571) Gösterdiği “tanıt’’, “sosyalist ekonomi sisteminin sanayideki payının bugün için yüz­ de 99, tarımda ise, tahıl tarlaları hesaba katılırsa, yüzde 84,5 olduğudur.*’ (agy, s. 542) Bununla “sosyalist biçimlenme, tek başına egemen olmuş: Ulusal ekonominin tümünde komutayı elinde turan tek güç bu biçimlen­ me'1 (agy) haline gelmiştir. 1961 tarihli parti programının, Sovyetler Birliği Komünist Parti XXVII. Kongresince (25 Şubat-6 Mart 1986) kararlaştırılan yeni versiyo­ nu bu teze bağlı kalıyor: Sovyetler Birliği tarihi çeşitli dönemlere ayrılıyor. Bunların ilkinde “sosyalist toplum, esas koşullarıyla kurulmuşça” (“Ek: VI. Sovyetler Birliği Komünist Parti Programı Yenilenmiş Basımı”, A.B. Kafaoğlu, Dünyada Neler Oluyor, Gorbachcv ve Sosyalizmde Yeni Yol­ lar Reagan, Terör ve trangate, Broy, 1987 içinde, s. 178-257, burada s, 184), Sovyetler Birliğinin ikinci Dünya Savaşındaki askerî zaferini izleyen İkincisinde “sosyalizmin zaferi kesin vc tamamdı” (agy, s. 177), üçüncü* sünde, 1956’daki XX. Kongreden bu yana ise SSCB, “gelişmiş sosyalizm aşamasını başlatan yeni bir tarihî düzeye” (agy, s. 185) erişmişti. 7. Sosyalizmin, komünist toplumun birinci evresinin, oııdan önce ge­ len geçiş toplumundan ayırt edilişine Marx ile Lenin’de de rastlanır. Krş. “Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine dev-

86

BÖLÜM 3

rimcı dönüşüm donemi yer alın Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül, eder ki, burada, devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (Marx, Gotha Programının Eleştirisi 11875], Seçme Ya­ pıtlar, c. 3, s. 31-2) Lenin 1919’da şöyle yazıyordu: “Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması demektir. Proletarya diktatörlüğü, sınıfları ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır. Ama sınıflar bir fiskede kaldırı­ lamaz. Ve proletarya diktatörlüğü döneminde sınıflar hâlâ durmaktadır, ve duracaktır. Sınıflar yok olunca diktatörlük gereksiz hale gelecektir. Proletarya diktatörlüğü olmaksızın sınıflar yok ol mayaca kcır.” (“Prole­ tarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi ve Politika” |30 Ekim 1919), V.L Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sol, 1977, s. 204-16, burada s. 213; ayrıca krş. LW 32, s. 278) (Ayrıca krş. E. Mandel, “Geçiş Dönemi Ekonomisi”, 21. Tez, sayı 8 içinde.) 8. Sovyet önderliği, “Özünde, sosyalizmin gerçekleştirilmiş” olduğu­ nu, dolayısıyla artık toplumsal çıkar karşıtlıklarının bulunmadığını iddin etmekteydi. “Yeni anayasa tasarısı, toplumda artık birbirlerine karşıt sı­ nıfların bulunmadığı; Toplumun iki dost sınıftan, işçilerle köylülerden meydana geldiği... gerçeğinden hareket eder”; “bunların çıkarları birbir­ lerine düşman olmak şöyle dursun, tam tersine, dostluğa dayanır." (“SSCB Anayasa Tasarısı üzerine” ]25 Kasım 1936), Stalin, Leninizmin Sorunları içinde, s. 619-50, burada s. 627-8, 629-30, 638) Bu, resmi öğ­ reti olarak kaldı: “Her sosyo-ekonomik kuruluşta olduğu gibi, sosyalizm­ de ve komünizmde de, toplumsal hareket ve gelişme, çelişkilerin gelişme­ si ve çözülmesi yoluyla gerçekleşir. Sosyal içerikleri bakımından uzlaşmaz-olmayan bu çelişkiler, sınıfsal yapısı, çeşitli sınıf ve tabakaların temel çıkarlarının ortak oluşuyla belirlenmiş bir toplumda, bireyler ile kolektif­ ler arasında ortaya çıkar ve gelişirler. Sosyalist toplumun uzlaşır çelişki­ leri, yönetici organlar tarafından çoğunlukla Önceden fark edilir ve plan­ lı bir şekilde çözüme ulaştırılır.” (M,B.A. Kosing, Marksçı-Leninci Felse­ fe Sözlüğü, Konuk, 1976, s. 62) 9. “Leııin’in ölümünden beş yıl sonra, yani 1929’da Sovyet Rusya’da ikinci bir ihtilal başlamıştı ve bu ihtilal sadece Stalin tarafından yönetil­ mişti. Edindiği hedefler ve etkileri bakımından, bu ihtilal, birincisinden çok daha köklü ve altüst ediciydi. Rusya'nın süratle sanayileşmesi sonu­ cunu doğurmuştu bu ihtilal. Yüz milyondan fazla köylüyü, ufak ve ilkel mülklerinden ayrılmak ve kolekrif çiftlikler kurmak zorunda bırakmıştı; karasabanı mujiklerin elinden çekip almış ve onun yerine, aynı mujikle­ rin eline traktörün direksiyonunu vermişti; milyonlarca insanı okula gön­ dermiş ve okuyup yazma öğrenmelerini sağlamıştı.” (I. Deutscher, Stalin,

NOTLAR

87

c. 2, Ağaoğlu, 1969^ s* 8) 10. 12 Nisan 1871’de Marx Kugelmanıı’a şöyle yazmıştı: “ 18 Brıımaire'imin son bölümünde, eğer yeniden okursan göreceğin gibi, Fran­ sa’daki gelecck devrim girişiminin, şimdiye değin olduğu gibi, artık bü­ rokratik ve askerî makineyi başka ellere geçirtmeye değil, ama onu yık­ maya dayanacağını belirtiyorum. Kıça üzerindeki gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu.” (Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c. 2, Sol, 1977, s. 502) I. Enternasyonal Genel Konseyinin verdiği görevle Paris Ko­ münü üzerine kaleme aldığı ayrıntılı inceleme ve değerlendirmede Marx şöyle yazıyordu: “Ama işçi sınıfı mevcut devlet makinesini olduğu gibi al­ mak ve onu kendi amaçlan için kullanmakla yetinemez. Sürekli ordu, po­ lis, bürokrasi, din adamları vc yargıçlar gibi, sistemli ve aşamalı bir işbö­ lümü planına göre biçimlendirilmiş, her yerde varolan organları ile mer­ kezileşmiş dcvlec iktidarı, doğmakta olan burjuva topluma, feodalizme karşı mücadelelerinde güçlü bir silah hizmeti gördüğü mutlak krallık ça­ ğma değin çıkar ... Modern Sanayinin ilerlemesi geliştikçe, sermaye ile emek arasındaki sınıf karşıtlığı da genişliyor, yoğunlaşıyor, devlet iktida­ rı gitgide emeği ezmeye yönelik bir kamu iktidarı, bir sınıf egemenliği ay­ gıtı niteliği kazanıyordu.” (Yransa'da îçSavaş 11871 Nisan-Mayıs|, Marx vc Engels, Seçme Yapıtlar, c. 2, s. 213-93, burada s, 260-1) 11. Lenin, Devlet vc Devrim, s, 35. 12. Max Wcber, bürokrasiyi “biçimci kişilik-dışıJığın egemenliği” di­ ye adlandırır: İşbölümü içindeki eylemleri ‘kişilere göre değişmeyen’ bir biçimde, önceden verilmiş, hesaplanabilir kurallara uyan (ve yönetim ve tedarik araçlarına tasarruf etmeyen), uzmanlık öğretiminden geçmiş, ay­ rıcalıklı meslekten memurların oluşturduğu, hiyerarşik olarak yapılaşmış bir yönetim kurmayının (resmi daireler, parti ve dernek örgütleri ve işlet­ melerde) yardımıyla yürütülen yasal egemenlik. Bürokratik yönetimin üs­ tünlüğü, ona bir “ vazgeçilmezlik” görüntüsü verir; yönetim “nesne­ ler "inin kendiliğinden (iktisadi ve siyasal) inisiyatiflerini denetim altına alma ve olanaklar elveriyorsa boğma eğilimi gösterir. (M. Weber, Wirtscbaft und Gesellscbaft, Tiibingen, Mohr, 19564; aynı yazar, Gesammelte Politisehe Schriften, Tübingen, Mohr-Siebeck, 1971^ Ernest Mandel, İşçi Sınıfı Hareketi ve Bürokrasi, Köz, 1976.) Marx’a göre bürokrasi, (kapitalizmde) devlet ile toplumun ayrılması­ nın sonucudur (krş. Hegei'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi [Mart-Ağustos 1843], Sol, 1997, s.68): “Toplumun gerçek sınıfları yanında” var olan vc mevcut rejimin savunulması kendisi için “bir peynir ekmek sorunu” olan “yapma bir kast.” (Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, On Sekiz Brumaıre, c. 1, s. 581)

88

BÖLÜM 3

13, Lenin, Devlet ve Devrim, s. 41. 14, 1917*de kaleme alınmış * Nisan Tezlerinde Lenin> “polisin, or­ dunun vc memurların kaldırılması”nı talep eder. Bir dipnotta talebe açık­ lık getirir: “Yani, sürekli ordunun yerini almak üzere burun halkın silah­ lanması.1* (“Bugünkü Devrimde Proletaryanın Görevleri” (4-5 (17-18) Nisan 1917]* V.î, Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Sol, 1989» s. 915, burada s. 12) 15, Lenin, Devlet ve Devrim, s. 141-2; krş. Marx, Fransa'da İç Savaş, Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c, 2, s. 263-5. 16. Lenin, Devlet ve Devrim, s, 66. 17. “Komüncülerden, devrimci gözü pekliğin ne demek olduğunu öğ­ renelim; onların pratik önlemlerinde, ivedilikle uygulanabilir ve hemen gerçekleştirilebilir önlemlerin ana hatlarını görelim; işte o zaman, bu yo­ lu izleyerek, bürokrasinin tümüyle ortadan kalkmasını sağlarız. Bürokra­ sinin ortadan kaldırılabilmesini güvence altma alan olgu şudur: Sosya­ lizm, işgününü kısaltacak, kitleleri yeni bir hayat düzeyine yükseltecek, halkın çoğunluğunu için istisnasız herkesin 'devlet görevleri*ni yerine ge­ tirebileceği koşulları yaratacak ve bu da genel olarak devletin her tiirlü bi­ çiminin tamamen yok olup gitmesine yol açacaktır.” (Lenin, Devlet ve Devrim, s, 152) 18. “Program der Kommunisticrichen Partei RuSlands (Bolschevvisten), angenommen vom V1IL Partei kon grefi 1919% der, Meissner, Parteiprogramm içinde, s. 121-41; askeri görevlerle ilgili bölüm s. 129vd\1a yer alıyor, 19. Çin ve Japonya Doğu despotluklarındaki memur ve savaşçı kast­ ları İma ediliyor, (Mandarinlik üzerine krş. M. Weber, “Çin Litcratisi,” Sosyoloji Yazdan, Hürriyet Vakfı, 1987, s, 346-72) 20, “Bütün proleter ve yarı proleterler, kapsamlı bir askerî eğitimden geçirilmeli» buna uygun uzmanlık dcslcri okullara sokulmalıdır,”, der. Meissner, Parteiprogramm, s. 129*daki alma, 21. Ekim Devrininim zaferinden üç gım sonra Iç işleri Halk Komiseri Rıkov tarafından imzalanan bir kararnamede şöyle deniyordu: “ 1. Bütün işçi vc asker vekilleri Şuraları işçi milisleri kuracaktır, 2. İşçi milisi, tama­ men ve yalnız İşçi ve Asker Vekilleri Şurasının emrindedir,” (“Ubcr die Arbeirermiliz, Vcrordnung des Volkskommissariats des Inııcrcn, 10 Ka­ sım 1917”» der, H. Altrichtcr, Die Soıvjetunion, Von der Oktoberrevolution bis zu Stalins Tod, c. 1: Stat und Partei, Müncheıı, DTV, 1986 için­ de, s. 97vd) 22, Yeni bir parti programı, ancak, 1961 Ekiminde toplanan Sovyerler Birliği Komünist Parti XXII, Kongresince çıkarıldı, (Krş, Sovyetler Bir-

NOTLAR

89

ligi Komünist Partisinin Programı, 1961.) (1986 Şubat-Martındaki XXVII. Kongrede onaylanan program 1961 programının gözden geçiril­ miş bir versiyonudur.) 1919 tarihli Bolşevik programının "devler zorunun ortadan kaldırılması”m hedef edinmiş olmasına karşılık Sovyetler Birliği Komünist Partisinin bugün geçerli programı “parti politikasmda Sovyet sosyalist devletini geliştirip güçlendirme ve ... yaratıcı ve yapıcı rolü orta­ ya çıkarmanın, anahtar olacak derccede önem taşıdığı” görüşündedir. (Kafaoglu, Dünyada Neler Oluyor, s. 223) 23. Leniıı'in nazmın korunması için Moskova'da inşa edilen vc yapı­ mı parti önderliği içinde anlaşmazlıklar doğuran anıtmezar ima ediliyor “Stalin Kalinin vc Rıkov’uıı desteğiyle, na’şın tahnit edilerek 4Rus’ usu­ lünce toprağa verilmesini savunduğunda Lenin henüz ölmemişti. Trots­ kiy, bunun ardında, yeni 'mukaddes emanetler' yaratma niyeti yattığın­ dan buna karşı çıktı ve na'şın yakılmasını İstedi; bu konuda Buharın ile Kamenyev’den destek gördü. Lcnin'in ölümünden sonra Stalin, na’şın saklanmast yolundaki talebini, aynı eleştiriciler grubundan gelen protes­ tolara karşın kabul ettirdi.” (R.V. Daniels, Das Gewissen der Revolution, Kommunistiscbe Opposition in Soıvjetrujiland, Köln-Berlin, Kiepenhcuer Witsch, 1962, s. 549vd, orada N. Volsky, Memoir$y yayımlanmamış el yazması, s. 147-52’yc yapılan gönderme.) (Nadejda Krupskaya da, parti içinde yaygın olarak dolaşan bir söylentiye bakılırsa bu karan protesto er­ miştir.) 26 Ocak 1924'te Sovyetler İkinci Tüm Birlik Kongresi, Leniıı1in na’şınm tahnit edilerek, Kremlin duvarında özel olarak inşa edilen bir anıtmezarda sergilenmesine, oya başvurmaya gerek kalmaksızın alkışlar­ la karar verdi. 24. Kızıl Ordunun ilk on sekiz yılı boyunca hizmet dcreccleri ve rüt­ beler yoktu; yalnızca farklı askeri işlevler vardı. Subaylar yoktu; yalnızca farklı emir yetkilerine sahip kumandanlar vardı, Örneğin tabur ya da tü­ men kumandanı gibi. 22 Eylül 1935’te Merkez Yürütme Komitesi ve Halk Komiserleri Şurasının bir kararnamesiyle kişisel hizmet dereceleri uygulamasına geçildi vc geleneksel askeri hiyerarşi yeniden kuruldu. 20 Kasım 1935’te beş yüksek rütbeli subay (Blühcr, Budyeııniy, Yegorov, Tuhaçcvskiy ve Voroşilov), “Sovyeder Birliği mareşallikleri”ne atandılar. 25. u30 Mart |1935| tarihli bir kararnameyle, izinsiz bıçak taşımaya beş yıl hapis cezası getirildi.v (Robert Coııquest, Am Anfang starb Genossc Kirovv, Sauberungen unter Stalin 11968], Dîisseldorf, Droste, 1970, s. 110) u 1936’da parti yoldaşlarının silah taşıma haklan ellerinden alındı, çünkü şimdi partiye karşı kitle tedhişini hazırlamakta olan Stalin, faal di­ renişle karşılaşacağından korkuyordu.” (R>A. Medwedew, Die VVabrbcit İst unsere Starkc, Gescbichte und Folgen des Stalinismus |1971], Frank­

90

BÖLÜM 3

furt, Fischer, 1973, s, 189) 26. Kari Eugen Dühring (1833-1921) 186 3’cen 1877*ye değin Berlin Üniversitesinde» Privardozent olarak felsefe, sonraları ayrıca iktisat okur­ cu; 1877’de, meslektaşlarıyla giriştiği hesaplaşmaların ve çağdaş akade­ mik işleyişe yönelttiği saldırıların ardından öğretim izni elinden alındı. Bundan sonra Dühring, serbest yazar olarak yaşadı. Auguste Comtek da­ yanan, iyimser bir pozitivizmi savundu, Hıristiyan ve Yahudi dinini eleş­ tirdi ve Sache, Leben, Feindc (Karlsrubey Reuther, 1882) başlıklı otobiyografisinde kendini, “antisemitizniin asıl kurucusu olarak niteledi. Friedrich Engels, “sosyal demokrasinin tam da zihnen canlı unsurla­ rı... Dülıring’in Öğretisinin çekiciliğine fazla kapıldıklari (F. Mehring, Geschicte der deutschen sozialdemokratie, 2. bölüm, Berlin, Dietz, 1960, s. 480) için kendini, Dühring ile İlkesel bir hesaplaşmaya girme zorunda hissetti (Bay Eu^en Dühring Bilimi Altüst Ediyor Ant i-Dühring” \ (1876-1878], Sol, 1975). Engelsen kalem tartışması, birçok dile çevrile­ rek, tarihi maddeciliğin popüleri eşmesi ne belirleyici bir katkıda bulundu. (Yazılar: Natürliche Dia!ektiky Berlin, Mittler u. Sohn, 1865; Der Werih des Leben$yBreslau, Trevvendt, 1865; Kritische Geschicte der philosophie von ihren Anfangen bis zur Gegemvart, Berlin, Heimann, 1869; Kritische Geschicbte der Naiionalökonomie ıtnd des Sozialismus, Berlin, Grieben, 1871; Kritische Geschicbte der allgemeinen Principien der Mechanik, Berlin, Grieben, 1872; Der Ersatz der Religion dıtrcb Vollkommeneres und die Ausscheidung alles judenthums durch den modernen Völkcrgeisty Karisi uhe, Reuther, 1883; Die Gröfîen der modernen Literatür, Lcipzig, Naumanıı, 1893. G. Aİbredir, Eugen Dühring^ 1927.) 27. Engels, Anti-Diihringys. 417. 28. Krş. Trotzki, “Wcnıı Amerika konunu nistisch vvürde” (17 Ağus­ tos 1934), aynı yazar, Denkzettel içinde, s. 244-54. 29. Marx, Gotha Programmm Eleştirisi (1875), Marx ve Engels, Seç­ me Yapıtlar, c. 3, s. 11-36, burada s. 23. 30. Lenin, Devlet ve Devrim (1917 Ağustos-Eylül), s. 127-8. 31. “Komünist toplumun birinci evresinde, bireysel olarak harcanmış emek-miktara bağlanan tukerim malları bölüşümü, hâlâ meta mübadele­ si ilkesine tekabül etmektedir; “bir biçimdeki belli bir miktar emek, baş­ ka bir biçimdeki eşit miktar emekle değinilmektedir.” (Marx vc Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, s. 22) 32. Krş. Stalin’in Sovyetler Birliği Komünist Partisinin (Bolşevik) 7 Ocak 1933 günü yapılan Merkez Komitesi ve Merkez Denetleme Kurulu ortak genel toplantısındaki beyanatı: “Sınıfların kaldırılması, sınıf müca­ delesinin sönüp girmesi ile değil, daha şiddetlendirilmesi ile gerçekleşebi­

NOTLAR

91

lir. Devletin giderek son bulması, devlet iktidarının zayıflaması ile değil, tersine son derece kuvvetlenmesi İle olacaktır, can çekişen sınıfların artık­ larım temizlemek vc henüz yıkılacak durumda olmaktan uzak bulunan ve öyle pek yakın zamanda da bu duruma gelmeyecek olan kapitalizmin ku­ şatmasına karşı savunmayı örgütlendirmek içîn devlet iktidarının kuvvet­ lenmesi vazgeçilmez, zorunlu bir şeydir.” (Stalin* ‘‘Birinci Beş Yıllık Plamn Bilançosu, 7 Ocak 1933 tarihli raporu”, Leninizmin Sorunları, s. 449-90, burada s* 487) 33. Marx vç Engels, Atman İdeolojisi (1845-46), aynı yazarlar, Seçme Yapıtlar, c. 1, s* 15-97, burada s. 42* 34, Milyonlarca kişinin hayatına mal olan 1921-22 ve 1932-33 kıtlık­ larından en başta Ukrayna, Volga Bölgesi, Kuzey Kafkasya ve Kırım gibi, geleneksel olarak tarımsal mal fazlası çıkaran bölgeler etkilenmiş, kimi bölgelerde yamyamlık olayları görüldüğü bildirilmişti* (Krş. M. Heller, A. Nekrich, Gcsckichte der Sowjetunion♦c. 1, Königstein, Athenaum, 1981 ve 1982, s. 110, 226vd) 35* Franklin Delaııo Roosevelt (1882-1945), ABD’nin otuz ikinci baş­ kam, hukukçu, 1910’da Demokrat Partiden Ne w York senatosuna seçil­ di; 1928’den başlayarak Ncvv York eyaletinin valisiyken 1932’dcki baş­ kanlık seçimlerinde Hcrbert Hoover’ı yenilgiye uğrattı ve 1936, 1940 vc 1944’te bu makama yeniden seçildi, İktisadî bunalıma, devlet müdahale­ ciliğine dayalı bir reform programıyla, “New Dcal” ile, çare bulmaya ça^ lıştı* Roosevelt, 194t’de Ingiliz başbakanı Winston Churchill ile birlikte “Atlantik Şartı ”ııda müttefiklerin savaş ve savaş sonrası politikasının he­ deflerini ilan etti, “Üç Büyüklerdin Tahran (1943) ve Yalta’daki (1945) zirve konferanslarında Churchill vc Stalin ile, dünyanın nüfuz alanları ha­ linde paylaşılmasını kararlaştırdı; bu paylaşımın savaş sonrası siyaseti açısından belirleyici önemi oldu* (C. Mackcnzic, Franklin Delano Roosevelt, Zürih, Büchcrgilde, 1946? E*E, Robinsoıı, The Roosevelt The Roosevelt Leadership 1933-45, 11955], NY, Da Capo Press, 1972) 36* John Hcnry Templc Palnıerston (Vikont) (1784-1865); ilkin M u­ hafazakar (Tory), 1830’dan sonra Liberal (Whig), 1809-2 8*dc savaş ba­ kanı, 1830-55’te kısa aralıklarla dışişleri ve içişleri bakanı, 1855-58 ve 1859-65’te başbakan* Palmerston, İngiliz şovenizminin cisimleşmesi ola­ rak tanınır; Britanya İmparatorluğu onun himayesi altında genişledi* (Aden ile Hongkong’un, 1841, Lagos’un, 1861, fethi), Marx, bir risalede, İngiliz oligarşisinin temsileisi olduğu gerekçesiyle kendisine saldırdı* (“Lord Palmerston”, 11853 Ekiminden Aralığına|, MEW 9, s* 353-418) H.L. Buhver, The Life of John Hcnry Tentple, Viscount Palmerstone,

92

BÖLÜM 3

with Selections from His Diaries and Correspondence, Londra, Be111ley, 1870-74; C. Ashley, The Life of Henry John Temple, Viscount Palmers­ tone, 1846-65, Continuation of Buhver*s Life of Palmerstone, Londra, Bendey St Son, 1876» 37. Abra ham Lincoln (1809-65), ABD’ııin on altnıcj başkanı, avukat. 1834 ile 1842 arasında Illinois parlamentosunda, 1847Tde Waslıingtoıı’da Kongre üyesi, 1856*da, yeni kurulan Cumhuriyetçi Partinin üyesi, 1860'ta ABD başkanı» ABD iç savaşında (1861-65) Lincoln, kuzey eya­ letlerinin (Birlik) ayrılıkçı güney eyaletleri (Amerika Konfedere Devletle­ ri) karşisındaki politikasını yönetti» 1863’tc köleliğin kaldırıldığım ilan ederek Birlikçilerin iç savaşta zaferini kolaylaştırmış oldu. Savaşın bitme­ sinin hemen ardından beyaz bir ırkçı tarafından öldürüldü. Marx, Lincolıı’ün “düşünsel parlaklıktan yoksun, özel karakter yüce­ liğinden yoksun, istisnai Önemden yoksun bir “pleb” olduğunu, "gene de Amerika Birleşik Devletleri ve insanlık tarihinde Washington’ın hemen arkasında yer alacağını” yazmıştı» (R,P» Basİer |der»|, The Collccted Works of Abrahant Lincoln^ 8 cilt ve dizin, New Bronsvvick, Rutger* 1953-55; D.E» Fehrenbacbcr, Abraham Lincoln, A Documentary, Portrait Tbrough His Speeches and Writings, Stanford Lfniversity Press, 1977») 38» Sovyetler Birliğinde yol ağı, 1940’ta 1913 yılındakinİn dört katıy­ dı; 1940-66’da üç kat büyüyerek 1968\le 456.000 kilometreye çıktı. 1964’te, sanayileşmiş ve gelişmekte olan kapitalist ülkelerde, oturulan toprağın her 100 kilometresine 30 kilometre, Sovyetler Birliğinde 9,6 ki­ lometre yol düşmekteydi. Sovyetler Birliğinin motorlu araç ürerimi, 1928’de 50 binek otomobi­ li ile 790 kamyon ve otobüse, 1984’te 1,300.000 binek otomobili ile 900»000 kamyona ulaştı. ABD'de 1984'te 7.700.000 binek otomobili ile 3.200»000 kamyon üretildi» 39. Ford Motor Company’nin T modeli (“Tin Lizzy” ), seri halinde sı­ nai üretimde (seri fabrikasyon tezgahında) üretilen otomobilin protipi ol­ du; 1908 ile 1927 arasında yapılan bu modelden oto sayısı on beş milyo­ nu aştı» 40. "Geniş kitlelerin kültür düzeyinin yeterince yüksek olmayışı, kit­ leler tarafından sorumlu mevkilere getirilen görevlilerin gerekli yönetim tecrübesinden yoksun oluşları, zor koşullar altında eski ekolden uzman­ ları bir an önce görevlendirme zorunluluğu ve kent işçilerinin en gelişmiş katmanının askeri çalışmayla uğraşması, Sovyet düzeni içerisinde bürok­ rasinin kısmen yeniden canlanmasına yol açmıştır. Rus Komünist Parti­ si... btı kötülüğün bütünüyle alt edilmesi için aşağıdaki ön/emleri savu­

NOTLAR

93

nur: (1) Her Sovyet üyesinin, devlet yönetiminde belirli bir işi yerine ge­ tirmek üzere zorunlu olarak görevlendirilmesi; (2) Zamanla bütün yöne­ tim daİlaruu kapsamalarım sağlamak amacıyla bu işlerin münavebeyle görülmesine özen gösterilmesi; (3) istinasız bütün emekçi nüfusun, devlet yönetimine katılmak üzere kademe kademe göreve çağrılması.” (Meissner ]der.|, Parteiprogramm, s. 127) 41. agy, s. 12L 42* Lenin, bir “soluk alma fırsatı/’ yani Almanya’da beklenmekte olan sosyalist devrime dek zaman kazanmak için, toprak vermek gerekti­ ği gerekçesiyle Brest-Litovsk Barış Antlaşmasının bağıtlanmasından yana tavır almıştı. (Krş. Kendisi tarafından formüle edilen “Stelltıngnalıme des ZK der SDAPR |Bolschewik] Zor Frage des amıcxionİstischen “Separatfriedens” |24 Şubat 1918), LW 27, s. 42-5) Sonradan, 1921 Temmuzun­ da, geçmişe bakarak şu açıklamayı yaptı: “Devrim öncesinde ve hatta sonrasında şöyle düşünüyorduk: Ya devrim diğer ülkelerde de hemen, hiç değilse çok çabuk patlak verir ya da mahvoluruz. Bu inancımıza rağmen Sovyet sistemini her ne pahasına olursa olsun bütün koşullar altında ko­ rumak için elimizden geleni yaptık, çünkü sadece kendimiz için değil fa­ kat aynı zamanda uluslararası devrim için dc çalıştığımızı biliyorduk, ... Gerçi olaylar bizim beklediğimiz gibi dümdüz bir gelişme göstermediler.11 (Lenin, “Rus Komünist Parrisiııin Taktikleri Üzerine Rapor” [5 Temmuz 1921], Jf/- Enternasyonal Konuşmaları, Pencere Yay., 1989, s. 124-44, burada s. 126) 43. uFaşizm, asla sosyalizmin 'yerine1gelmiş değildir. Faşizm kapita­ lizmin devamıdır; kapitalizmin, varlığını cn vahşi, en korkunç yöntemler­ le sürdürme çabasıdır. Sırf proletarya sosyalist devrimi zamanında ger­ çekleştiremediği için kapitalizm faşizme başvurma fırsatını elde ermiştir. Proletarya bu görevi yerine getirirken oportünist partiler tarafından felce uğratılmıştır. Söylenebilecek tek şey, proletaryanın devrimci gelişmesinin yoluna, bilimsel sosyalizmin kurucularının öngördüğünden daha fazla en­ gellerin, daha büyük zorlukların, daha fa2İa aşamaların çıktığıdır.” (Trotskiy'in son yazısı (20 Ağustos 1940U L. Troçki, Faşizme Karşı M ücadde, Koz, 1977 içinde, s. 465-74, burada s. 472) 44, “Hükümetin [actİon gouvcrnementaîe) yerine yönetimin (actioıı administrativej geçirilmesi Saint-Simon’un büyük talebiMidi (T. Ra mm, Die grofien Sozialisten als Recht$-und Sozialpbilosophcn>Stuttgart, Fisc­ her, 1955, s, 272)— Engels, kendisinde “dâhice bir görüş genişliği” oldu­ ğuna, o sayede, “devletin ortadan kaldırılması” dahil, “daha sonraki sos­ yalistlerin tam anlamıyla ekonomik olmayan düşüncelerinin aşağı yukarı hepsinin, onda embriyon halinde bulunduğu”na (Marx ve Engels, Seçme

94

BÖLÜM 3

Yapıtlaryc. 3, s. 147) tanıklık etmişti. “BabcuPün, toplumun devletin içi­ ne sokulmasını istemesine karşılık Saint-Simon, devlet işlevlerinden geri­ ye kalan küçük bolümü toplumun ele geçirmesini talep eder/' diye yazan Ramın (s. 287), bu büyük ilk sosyalistten şu alıntıyı yapar: “Günümüzde toplum düzeninin tek, dolaysız vc sürekli hedefi insanın şeyler üzerindeki yönetimi olm alıda” (L’Organi$ateury 11819], (Evres de $.$. et d'Enfantin%Paris 1865-78, c. 20, s. 144 ve 134; Rumm, s. 272) Engels daha sonra şöyle der: “Siyasal devletin, ve onun birlikte siya­ sal otoritenin dc önümüzdeki toplumsal devrimin sonucu olarak yok ola­ cağı, yani kamu işlevlerinin siyasal niteliklerini yitirecekleri ve toplumun çıkarlarını gözeten basit yönetsel işlevler haline gelecekleri düşüncesini bütün sosyalistler paylaşmaktadırlar/ (“Otorite Üzerine” 11872/73], Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c. 2, s. 448-52, burada s. 451) "Devle­ tin gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylem, üre­ tim araçlarına toplum adına el konulması, aynı zamanda onun devlet ola­ rak son bağımsız eylemidir de. Bir devlet iktidarının toplumsal ilişkilere müdahalesi, bir alandan sonra bir başkasından gereksiz hale gelir, ve o zaman kendiliğinden uykuya dalar. Kişiler üzerindeki hükümet [gouvernementh yerini, şeylerin idaresi Jadministration) ve üretim süreçlerinin yönetimine (direetion) bırakın” (Anti-Dübring 1878, Sol, 1975, s. 417-8) Nihayet Lenin şöyle yazar: ''Muhasebe ve denetim: Komünist toplu­ mun ilk et/resinin düzgün işlemesini, aksamadan çalışmasını ‘düzenlemek* için asıl gerekli olan budur. Burada, biitüıı yurttaşlar, silahlı işçilerin oluş­ turdukları devletin ücretli memurlarına dönüşürler.” [Derlet ve Devrim, s. 130) 45. 1932-33 yıllarındaki korkunç kıtlığı 1934-37’de, sınai üretimin hızla arttığı bir iktisadi büyüme evresi izledi. 46. Meissner (der)» Parteiprogramm, s. 125. 47. Marx, Gotha Programının Eleştirisiy Marx ve Engels, Seçme Ya­ pıtlar, c. 3, s. 23. 48. Bu konuda ayrıca krş. Trotskiy'İn Radek’e cevabı: utDas Fundament des Sozİalismus*, Ein nicht ernstzunehmender Mensch über cine enişte tragc”, aynı yazar, Schriften, c. 1.1 içinde, s. 348-52. 49. "Der Sieg des Sozialismus in der Sowjctunioıı und seİne wc!tgeschiclırİiche Bedeutung (Resolution zum Bericht des Genossen Manuliski, angcnoınmcn am 20 Ağustos 1935)”, Rundschuau, sayı 45, 10 Eylül 1935, s* 2038-40, burada s. 2038. 50- Rus Komünist Partisi Moskova II Konferansında yaptığı bir konuş­ mada Lenin 21 Kasım 1920 gününde diyordu ki: "Rusya’ya farklı, eski­ sinden yüksek bir teknik vermezsek, ekonominin yeniden kurulmasından

NOTLAR

95

da, komünizmden de söz edilemez. Komünizm Sovyet iktidarı artı bütün ülkenin elektrik lendirilmesidir, çünkü elektriklendirme olmadan, sanayii ilerletmek olanaksızdır... Komünizm, siyasal organ olarak* ezilenlerin bü­ yük çoğunluğuna her şeyi bizzat kararlaştırma olanağını veren Sovyet ik­ tidarını öngerektirir.” (Lenin, “Unsere amGan-und Innen politischc Lage und die Aufgabeıı der Partein, LW 31, s. 402-22, burada s. 414vd) 51. 1936’yı izleyen onyıllarda Sovyet enerji üretimi farkı kaparmış, ama kapitalizme yetişememiştir. 1983*re Sovyetler ABD’nin kişi başına aşağı yukarı yarısı kadar, ABD’deki 2383 milyar kilovat saatine karşılık toplam 1396 milyar kilovat saat elektrik üretti. Sovyetler Birliği Komü­ nist Parti XXVII. Kongresinde (25 Şubat-6 Mart 1986) kararlaştırılan u1986 ile 1990 Arası Yıllar ve 2000 Yılma Kadarki Süre için SSCB’nin İktisadi vç Toplumsal Gelişmesinin Temel Doğrultulanında 1990 yılı için saptanan plan hedefi 1840 ila 1880 milyar kilovat saattir. Bu hedefe ulaşmanın yollarından biri, nükleer santraller aracılığıyla üretilen elektrik enerjisinin beş ila yedi kat artırılması olacaktır* 52* “SSCB Stahanovcıılan Birinci Konferansında Yapılan Konuşma” (17 Kasım 1935), Lertinizmin Sorunlar^ s* 603-18, burada s. 604. 53, “Die Underredung des Genossen Stalin mit Roy Howard”, Rundschau, sayı 11, 5 Mart 1936 içinde^ s. 409-12, burada s. 411.

BÖLÜM 4

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

1 . Pa r a ve P l a n Sovyet rejimini devletin bir kesiti olarak incelemeye çalıştık. Benzer bir incelemeyi ulusal paranın bir kesitinde dc yapabiliriz. Bu iki sorunun, yani devler ile paranın, ortak birtakım yönleri vardır; her ikisi de son tahlilde sorunların sorununa, yani eınek verimliliğine indirgenebilir, Devlet zorlaması gibi para zorlama­ sı da, insanın insanla ilişkisini dinse! ya da laik fetişler dışında tanımlayamayan, bunların savunulması için de, dişlerinin ara­ sında kocaman bir bıçak tutan, fetişlerin1en tehlikelisi olan dev­ leti atayan sınıflı toplumun bir mirasıdır* Komünist bir toplum­ da devlet ve para ortadan kalkacaktır. Öyleyse yavaş yavaş sönümlenmeleri sosyalizm altında başlamalıdır* Gerçek sosya­ lizmden ancak devletin bir yarı devlete dönüştüğü ve paranın si­ hirli gücünü yitirmeye başladığı tarihsel anda söz edebileceğiz» Bu da, kapitalist fetişlerden kendini kurtaran sosyalizmin insan­ lar arasında daha berrak, özgür ve insanlığa yaraşır ilişkiler kurmaya başladığı anlamına gelecek. Anarşistlerin,2 paranın k7-7,9 milyar (1935). 1924’te resmi kurda on üç franka eşit olan ruble, 1935 Kasımında üç franka, yani değerinin dört­ te birinin altına diişmüş ya da Fransız frankının savaş sonucun­ da yitirdiği kadar değer yitirmişti* Gerek eski gerekse yeni kur, nitelik olarak son derecede koşullara bağlıdır: Dünya fiyatları cinsinden rublenin satın alına gücü bugün olsa olsa bir buçuk franka eşittir* Yine de devalüasyonun boyutları Sovyet para bi­ riminin değerinin 1934'ten bu yana nasıl baş döndürücü bir bi­ çimde düşmekte olduğunu gösteriyor, Ekonomik maceracılığının doruklarında uçarken Stalin NEP’iıı (yani piyasa ilişkilerinin) “canını cehenneme” yollayaca­ ğını vaat etmişti* Bütün basın aynen 1918’deki gibi, dış belirtisi gıda vesikası^ olan “dolaysız sosyalist dağıtımcın, ticari satışla­ rın yerini nihai olarak aldığını yazıyordu. Buna paralel olarak enflasyon, Sovyet sistemiyle tutarsız bir olgu olarak görülüp ke­ sin olarak yadsınıyordu* “Sovyet parasının istikrarı/' diyordu Stalin 1933’tc “esas olarak devletin elinde olan vc istikrarlı fi­ yatlardan dolaşıma sokulan muazzam meta miktarının güvence­ si altındadır.”7 Daha sonra ne geliştirildiği ne de açıklığa kavıışturulduğu (kısmen bundan dolayı) halde bu muamma dolu aforizma, Sovyet para teorisinin— daha doğrusu yadsıdığı enflasyo­ nun—temel bir yasası haline geldi, O andan itibaren şervonctz'ln bir evrensel eşdeğer değil, “muazzam” bir meta miktarı­ nın evrensel bir gölgesi olduğu ortaya çıktı. Tabii bütün gölge­ ler gibi kendini kısaltmaya ve uzatmaya hakkı vardı. Eğer bu te­

102

BÖLÜM 4

selli doktrini herhangi bir anlam taşıyacaksa, o da şudur: Sovyet parası para olmaktan çıkmıştır; artık bir değer ölçüsü olarak iş görmemektedir; “istikrarlı fiyatlar” devlet tarafından saptan­ maktadır; şervonetZy planlı ekonominin genel kabul gören bir etiketi, yani evrensel bir tayııı karnesidir. Tek kelimeyle sosya­ lizm, “nihai ve geri çevrilemez biçimde” zafere ulaşmıştır. Savaş komünizmi döneminin en ütopik görüşleri böylece ye­ ni bir ekonomik temel üzerinde yeniden doğuyordu;8 bu yeni te­ mel kuşkusuz biraz daha yüksekti ama, ne yazık ki, parasal dolaşımın tasfiyesi için hâlâ yetersizdi* Yönetici çevreler, planlı bir ekonomide enflasyondan korkacak bir şey olmadığı düşüncesiy­ le büyülenmişlerdi» Bu, elinizde bir pusula varsa su alan bir geillide korkacak bir şey olmadığım söylemeye benzer* Gerçekte parasal enflasyon, kaçınılmaz olarak yaratacağı bir kredi enflas­ yonu ile birlikte hayali büyüklükleri gerçek büyüklüklerin yeri­ ne geçirerek planlı ekonomiyi içinden çürütür. Enflasyonun emekçi kitleler üzerinde korkunç bir vergi anla­ mına geldiğini belirtmeye bile gerek yok. Sosyalizmin enflasyon sayesinde elde ettiği avantajlara gelince, bunlar hakkında kuşku­ lu sözcüğünü kullanmak bile azdır. Kuşkusuz sanayi hızlı geliş­ mesini sürdürdü, ama bu göz kamaştırıcı inşa süreci ekonomik terimlerle değil istatistik terimlerle ölçülüyordu. Rubleyi kendi enirine sokarak, yani para birimine nüfusun farklı katmanları ve ekonominin farklı kesimleri için farklı keyfi satın alma güçleri atfederek, bürokrasi kendisini, kendi başarı ve başarısızlıklarını ölçmek için gerekli nesnel araçtan yoksun kıldı. Kâğıt üzerinde “konvansiyonel ruble”nin çeşitli bileşimleriyle gizlense de, doğ­ ru bir muhasebenin yokluğu gerçekte kişisel çıkara dayalı ilginin gerilemesine, düşük bir emek verimliliğine vc daha da düşük mal kalitesine yol açtı. Birinci Beş Yıllık Plan sürecinde bu kötü durum tehdit edici boyutlar kazandı. 1931 Temmuzunda Stalin, esas amacı sınai malların üretim maliyetlerini düşürmek olan ünlü “altı koşu­ lu” yla ortaya çıktı. Bu ‘"koşullar” (bireysel emek verimliliğine gö­

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

103

re ödeme, üretim maliyet muhasebesi vb) hiç de yeni bir şey ge­ tirmiyordu. “Burjuva hukuku normları” NEP’in şafağında ileri sürülmüş ve partinin 1923 başındaki XII, Kongresinde geliştiril­ mişti. Stalin bunları ancak 1931’de, sermaye yatırımlarının geri­ leyen etkinliğinin etkisi altında fark etti. Bunu izleyen iki yıl bo­ yunca Sovyet basınında çıkan hemen her makale bu ‘'koşullardın kurtarıcı gücüne mutlaka değiniyordu. Bu arada enflasyon sür­ düğü için, neden olduğu hastalıklar doğal olarak iyileştirilemiyordu, Yıkıcılara ve sabotörlere uygulanan sert baskı tedbirleri de işleri düzeltmek açısından aynı derecede yararsız kalıyordu. Bürokrasinin “kişisel olmayan” her şeye ve (anonim bir “or­ talama” emek ve benzer biçimde herkes için “ortalama” bir üc­ ret anlamında) “eşitlenmeye” karşı bir mücadele açarken, aynı anda, emek gücü dahil bütün malların parasal olarak değerlen­ dirilmesi anlamına gelen NEP’i “cehcnneme” yollaması bugün inanılmaz görünüyor. Bir elleriyle “burjuva normlan”m yeniden yerleştirirken, ötekiyle bu normlar altında işe yarayabilecek bi­ ricik aracı da imha ediyorlardı. Ticaretin yerini “kapalı dağı­ tım”9 ağının almasıyla ve fiyatlardaki kargaşayla birlikte, birey­ sel emek ve bireysel iicretlcr arasında her türden karşılıklılık zo­ runlu olarak ortadan kalkıyor ve buna bağlı olarak işçinin işe kişisel çıkara dayalı ilgisi de yok oluyordu. Ekonomik muhasebe, kalite, üretim maliyeti vc üretkenlik konularındaki en katı talimatlar dahi havada asılı kalıyordu. Bu, önderlerin bütün ekonomik güçlüklerin, Stalin’in altı önerisinin kötü niyetle yerine getirilmemesine bağlamalarına engel olmu­ yordu. Enflasyon konusunda en temkinli ima bile bir devlet su­ çuna benzemeye başlamıştı. Otoriteler benzer bir titizliği, zaman zaman öğretmenleri okulda sağlık kurallarını ihlal etmekle suç­ larken aynı zamanda sabun yokluğundan söz etmeyi yasaklaya­ rak göstermişlerdir. Şervotıetz’m kaderi konusu Komünist Parti içindeki hizip mücadelesinde önde gelen bir yer tutmuştur. Muhalefetin plat­ formu 1927 yılında 4ipara biriminin istikrarının her koşul altın­

104

BÖLÜM 4

da güvenceye alınmasını” talep ediyordu. 1927’yi izleyen yıllar­ da bu talep bir laytmotif haline geldi. Muhalefetin sürgündeki organı 1932’de^ “enflasyonun” gerekirse "'sermaye yatırımla­ rında cesur bir kısıntıyı” da göze alarak “demir yumrukla dur­ durulmasını ve para biriminin istikrarının yeniden sağlanması­ nı" istiyordu* “Kaplumbağa hızf’nın savunucularıyla süper-saııayileşmcciler sanki geçici olarak yer değiştirmişlerdi. Piyasanın “cchcnneme yollanacağı” övünmesine karşı Muhalefet, Devlet Planlama Komisyonunun bürolarına şu şiarın asılmasını öneri­ yordu: “Enflasyon planlı ekonominin frengisidir.” * # # Enflasyon, tarım alanında da aynı derecede ağır sonuçlar doğur­ du. Köylü politikasının hâla varlıklı çiftçilere dönük olduğu dö­ nemde, tarımdaki sosyalist dönüşümün NEP temelinden yola çı­ kılarak kooperatifler aracılığıyla onyıllar sürecek bir süreç için­ de gerçekleştirilebileceği varsayılıyordu. Sırasıyla satın alma, satma ve kredi işlevlerini üstlenecek olan kooperatiflerin uzun dönemde üretimin kendisini de toplumsallaştıracağı düşünülü­ yordu, Bütün bunlar bir arada “Leııin’in kooperatif planı” 11 olarak anılıyordu. Şimdi biliyoruz ki, gerçek dünyadaki gelişme tümüyle farklı ve neredeyse bu bakışla karşıt bir yol izledi: Şid­ dete dayalı kulak’sızlaştırma vc tam kolektifleştirme. Değişik ekonomik işlevlerin, toplumsallaştırmanın maddi ve kültürel koşullarının hazırlanışına paralel olarak zamana yayılmış biçim­ de toplumsallaştırtmasından artık söz edilmez olmuştu. Kolek­ tifleştirme sanki tarımda komünist rejimin derhal gerçekleştiril­ mesiymiş gibi uygulanıyordu. Bunun dolaysız sonucu sadece canlı hayvan stokunun yarı­ sından fazlasının imhası değildi; daha da önemlisi kolektif çift­ liklerin üyelerinin toplumsallaştırılmış mülkiyete ve kendi emek­ lerinin sonuçlarına bütünüyle kayıtsız kalmalarıydı. Hükümet düzensiz bir ricat uygulamak zorunda kaldı. Köylülere yeniden

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

105

tavuk, domuz, koyun vc sığır, özel mülkiyet olarak verildi. On­ lara çiftliklerin bitişiğinde özel topraklar verildi. Kolektifleştir­ me filmi geriye doğru oynatılmaya başlandık Devlet, böylecc küçük bireysel mülkiyeti yemden tesis ederek köylünün bireyci eğilimlerini deyim yerindeyse satın almaya ça­ lışıyor, bir uzlaşma arıyordu. Ama kolektif çiftlikler muhafaza ediliyordu; dolayısıyla ilk bakışta söz konusu ricat ikincil bir öneme sahip gibi görünebilirdi. Gerçekte, bunun önemi ne den­ li vurgulansa yeridir. Kolhoz aristokrasisini13 bir kenara bırakır­ sak, ortalama köylünün günlük ihtiyaçları halâ kolektife katılı­ mından daha büyük ölçüde “kendi” toprağından sağlanmakta­ dır. Özellikle ileri teknoloji gerektiren faaliyet alanlarında, örne­ ğin bağcılıkta ya da hayvancılıkta, köylünün bireysel işletmesin­ den elde ettiği gelir çoğu zaman aynı köylünün kolektif ekono­ mi çerçevesinde elde ettiği gelirin üç katıdır.14 Sovyet basınının kendisinin tanıklık ettiği bu olgu, on milyonlarca insanın, özellik­ le kadınların gücünün cüce işletmelerde barbarca israf edildiğini, bir yandan da kolektif çiftliklerde emek verimliliğinin halâ aşın derecede düşük olduğunu gösterir. Geniş ölçekli kolektif tarımda standartları yükseltebilmek için köylüyle yeniden onun anlayacağı dilden konuşmak, yani piyasayı diriltmek ve ayni vergiden ticarete dönmek gerekiyor­ du. Kısacası, henüz koşullan olgunlaşmamışken uşcytan”a ha­ vale edilen NEP'i şeytandan geri istemek gerekiyordu. Boylece, az çok istikrarlı bir parasal muhasebeye geçiş, tarımın daha ile­ ri gitmesi açısından gerekli bir koşul haline geliyordu. 3 . R u b l e n in R e h a b il it a s y o n u

Bilgelik baykuşunun günbatımından sonra uçtuğu iyi bilinir.15 Benzer şekilde, “sosyalist” para ve fiyat sistemi teorisi de an­ cak enflasyonist düşlerin alacakaranlığından sonra keşfedilebildi. İtaatkâr profesörler, Stalin'in yukarıda değindiğimiz mu­ ammalı sözlerinden koskoca bir teori yaratmayı başardılar.

1 06

BÖLÜM 4

Buna göre, piyasa fiyatına karşıt olarak, Sovyctlerdeki fiyatlar yalnızca planlamaya ya da talimatlara dönük bir nitelik taşır. Yani bu fiyatlar ekonomik değil idari kategorilerdir; halkın ge­ lirinin sosyalizmin çıkarlarına uygun olarak yeniden dağılımı­ na böylece daha iyi hizmet ederler. Profesörler bir küçük ay­ rıntıyı açıklamayı unutmuşlardı: Gerçek maliyetler bilinmeden bir fiyat nasıl “yönlendirilir”? Bütün fiyatlar harcanan top­ lumsal olarak gerekli emeğin miktarını değil de bürokrasinin iradesini ifade edecekse gerçek maliyetler nasıl hesaplanabilir? Gerçekte halkın gelirinin yeniden dağılımını sağlamak açısın­ dan hükümetin elinde vergiler, devlet bütçesi ve kredi sistemi gibi son derece güçlü kaldıraçlar mevcuttur. 1936 harcamalar bütçesine göre, ekonominin değişik dallarını finanse etmek için otuz yedi milyar altı yüz milyon ruble doğrudan, milyarlarca ruble ise dolaylı olarak tahsis edilmiştir. Bütçe ve kredi meka­ nizması ulusal gelirin planlı bir yeniden dağılımı için tümüyle yeterlidir. Fiyatlara gelince, günümüzün gerçek ekonomik iliş­ kilerini ne denli dürüst biçimde yansıtırlarsa sosyalizm davası­ na o denli hizmet edeceklerdir. Tecrübe bu konuda belirleyici son sözü söylemiştir. “Tali­ mat” fiyatları gerçek hayatta profesörlerin kitaplarında oldu­ ğundan çok daha az hayranlık vericidir. Tek bir meta için de­ ğişik fiyat kategorileri saptanmıştı. Bu kategorilerin arasında­ ki geniş çatlaklarda da spekülasyon, kayırma, asalaklık ve benzeri sayısız kötülük yaşam alanı buldu. Üstelik bu, istisna değil kuraldı. Aynı zamanda, istikrarlı fiyatların sağlam gölge­ si olması gereken şernovetz gerçekte sadece kendi kendinin gölgesi haline gelmişti. Gene keskin bir dönüş yapmak gerekiyordu: Bu kez de eko­ nomik başarıların sonucu olarak ortaya çıkan güçlükler dola­ yısıyla. 1935 ekmek karnelerinin iptaliyle açıldı. Ekim ayma ulaşıldığında öteki gıda maddelerinin karneleri de tasfiye edil­ di. 1936 Ocak ayma gelindiğinde halk tarafından tüketilen sı­ nai ürünlerinde karne kaldırılmıştı. Şehrin ve kırsalın, devletle

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

107

ve birbirleriyle ekonomik ilişkileri, paranın diline tercüme edil­ mişti. Ruble,16 en başta tüketim maddelerinin miktarı ve kali­ tesi olmak üzere, kitlenin ekonomik planlar üzerindeki etkisi­ nin aracıdır. Sovyet ekonomisini başka hiçbir biçimde rasyonalize etmek olanaklı değildir, 1936 Aralık ayında Devlet Planlama Komisyonu Başkanı şunları söylüyordu:17 “Bankalar ile sanayi arasında günümüzde var olan karşılıklı ilişkiler sistemi gözden geçirilmelidir; banka­ lar ruble aracılığıyla denetimi ciddi biçimde gerçekleştirmelidir.” Boylece, idari plan hurafesi ve idari fiyatlar düşü parampar­ ça oluyordu. Eğer sosyalizme yaklaşma, mali alanda rublenin bir tayın karnesine yaklaşması olarak düşünülürse, 1935 re­ formlarının sosyalizm yolundan ayrılış gibi görülmesi gerekirdi. Oysa gerçekte böyle bir değerlendirme kaba bir yanılgı olurdu. Karnenin yerini rublenin alması sadece efsanelerin reddi ve sos­ yalizmin öncüllerinin yaratılması için burjuva bölüşüm yöntem­ lerine dönüşün gerekliliğinin açıkça kabulü anlamına gelir. Merkezi Yürütme Komitesinin 1936 Ocak ayındaki bir otu­ rumunda Maliye Halk Komiseri şöyle diyordu: “Sovyet rublesi dünyada başka hiçbir para biriminin olmadığı kadar istikrarlı­ dır.”18 Bu açıklamayı basit bir övünme gibi görmek yanlış olur. Sovyetler Birliğinin devlet bütçesi dengededir; her yıl gelirler harcamaları gittikçe daha çok geçmektedir. Dış ticaret kuşkusuz önemsiz boyutlardadır ama fazla vermektedir. Devlet Bankası­ nın, 1926’da yüz altmış dört milyon ruble olan altın rezervi bu­ gün bir milyarın üzerine çıkmıştır. Ülkenin altın üretimi hızla yükseliyor, 1936 yılında bu sanayi dalında üretimde dünyada birinci sıraya geçeceği hesaplanıyor. Yeniden istikrara kavuştu­ rulan piyasada meta dolaşımının büyüme hızı çok yüksektir, Kâ~ ğıt para enflasyona 1934’te durdurulmuştur. Rublenin belirli bir istikrara kavuşmasının unsurları mevcuttur. Yine de Maliye Halk Komiserinin açıklaması büyük ölçüde bir iyimserlik enflas­ yonunun ürünüdür. Evet, Sovyet rublesi sanayinin genel gelişimi tarafından güçlü biçimde desteklenmektedir ama rublenin Ak-

1 08

BÖLÜM 4

hilleus topuğu, tahammül edilmez derecedeki yüksek üretim ma­ liyetleridir. Ruble ancak Sovyet emek verimliliği, dünyanın geri kalan bölümündeki verimliliğin üzerine çıktığında en istikrarlı ulusal para haline gelecektir. O zaman da tam da bu nedenle ruble, kendisinin son saati üzerine tefekküre dalmış olacaktır. Teknik bir mali bakış açısından ise rublenin üstünlük iddiası daha da az olmak zorundadır* Bir milyarın üzerindeki bir altın rezervine karşılık, ülkede sekiz milyar dolayında banknot dola­ şımdadır. Yani karşılık oranı sadece yüzde 12,5'tir. Devlet Ban­ kasındaki altın halâ büyük ölçüde bir ulusal paranm temeli ol­ maktan çok savunma amaçları için dokunulamaz bir rezerv ni­ teliğini taşımaktadır. Elbette Sovyetlerin, gelişmenin daha üst bir aşamasında, içeride ekonomik planları hassas hale getirmek vc yabancı ülkelerle ekonomik ilişkileri basitleştirmek amacıyla bir altın döviz sistemine başvurması teorik olarak dışlanamaz. Böylece, hayaleti terk etmeden önce Sovyet parası bir kez daha altının parıltısıyla alevlenebilir. Ama her durumda bu, yakın ge­ leceğin bir sorunu değildir* Önümüzdeki dönemde altın standardına geçmenin sözü bile edilemez. Ancak hükümet, altın rezervini artırarak tümüyle teo­ rik bir karşılık oranını yükseltmeye çalıştığı ölçüde, kâğıt para emisyonunun sınırları bürokrasinin iradesine bağımlı olmadığı, nesnel olarak belirlendiği ölçüde, Sovyet rublesi hiç olmazsa gö­ reli bir istikrara kavuşabilir. Yalnız bu bile muazzam yarar sağ­ layacaktır. Gelecekte enflasyonun kararlı biçimde reddedilmesi halinde, altın standardının avantajlarından yoksun olsa bile pa­ ra birimi geçmiş yılların bürokratik öznelliğinin ekonomide aç­ tığı birçok derin yaranın tedavisine hiç kuşku yok büyük yar­ dımda bulunabilir. 4 . St a h a n o v H a r e k e t i

“Her tür ekonomi” demişti Marx (ve bununla uygarlığın bütün aşamalarında insanın doğayla mücadelesini kastediyordu) "kson tahlilde vakit tasarrufuna indirgenebilir."19 En basit temeline in­

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

109

dirgendiğinde tarih, çalışma zamanından tasarruf için verilen bir mücadeleden başka bir şey değildir. Sosyalizm sadece sömürü­ nün ilgasına dayanılarak haklı gösterilemez; topluma, kapitaliz­ min sağladığından daha büyük bir zaman tasarrufunu garanti edebilmelidir* Bu koşul gerçekleşmeksizin yalnızca sömürünün ortadan kaldırılması, gelcceği olmayan çarpıcı bir olay olmaktan öteye geçemezdi. Sosyalist yöntemlerin uygulanmasındaki ilk ta­ rihsel deneyim, bu yöntemlerin barındırdığı büyük olanakları açığa çıkarmıştır. Ama Sovyet ekonomisi, o kültürün en değerli hammaddesi olan zamanı kullanmayı Öğrenmekten halâ çok uzaktır. Zaman tasarrufunun baş aracı olan ithal edilmiş teknik­ ler, Sovyet toprağında halâ kapitalist anayurdunda normal olan sonuçları doğuramıyor. Her tür uygarlık için belirleyici olan bu anlamda sosyalizm henüz zafere ulaşmamıştır. Aksine her tür id­ dia, cehaletin ve şarlatanlığın ürünüdür. Öteki Sovyet Önderlerine göre ritüel söylevlerden zaman za­ man biraz daha bağımsız olan {hakkını yemeyelim) Molotov, Merkez Yürütme Komitesinin 1936 Oeak ayındaki bir oturu­ munda şöyle diyor: "Ortalama emek verimliliğimiz... hâlâ Ame­ rika vc Avrupa’nınkinden hatırı sayılır derecede düşüktür/’20 Bu sözleri belirginleştirmek ve emek verimliliğimizin Avrupa ya da Amerika "makilerden üç, beş hatta on kez daha düşük ol­ duğunu kaydetmek gerekir Üretim maliyetlerimiz de buna bağlı olarak o derecede yüksektir. Aynı konuşmada Molotov daha ge­ nel bir itirafta da bulunuyor: "İşçilerimizin ortalama kültür dü­ zeyi, birçok kapitalist ülkenin işçilerininkinin hâlâ altındadır."’ Buna ortalama yaşam standardı da eklenmeli. Laf arasında söylenmiş bu duru cümlelerin sayısız resmi otoritenin övünç do­ lu açıklamalarım ve yabancı “dostların” şeker kaplı terennümle­ rini nasıl acımasızca çürüttüğünü burada anlatmanın gereği yok! Emek verimliliğini artırma mücadelesi, savunma alanındaki kaygılarla birlikte, Sovyet yönetiminin faaliyetlerinin teme! bo­ yutlarından biridir. Sovyetler Birliğinin evriminin farklı evrele­ rinde bu mücadele farklı bir nitelik taşımıştır. Birinci Beş Yıllık

110

BÖLÜM 4

Plan döneminde ve İkincisinin başında uygulanan ve “şok tugaycılığı” olarak adlandırılabilecek olan yöntemler ajitasyona, kişi­ sel örnek olmaya, idari basınca ve gruplara yönelik her türlü özendirme ve ayrıcalığa dayanıyordu. 193Tin “altı koşulu” te­ melinde bir tür parça başı ödeme sistemine geçiş çabası* para bi­ riminin hayaletimsi niteliği ve fiyatların çeşitliliği karşısında tuz­ la buz oldu. Ürünlerin devlet eliyle dağıtımı sistemi emeğin “prim sistemi”21 adı verilen bir yöntemle esnek ve farklılaştırıl­ mış biçimde değerlendirilmesinin yerini almıştı. Bu da öz olarak bürokrasinin kaprisinin sistem haline gelişi demekti. Göz ka­ maştırıcı ayrıcalıklar için verilen mücadelede şok tugaylarının içinden ortaya, artan sayıda özel marifet sahibi sahtekâr çıktı. Uzun dönemde bütün sistem kendi amaçlarıyla tam anlamıyla çelişkiye girdi. Ancak karne sisteminin ilgası, istikrarın başlaması ve fiyatla­ rın tekleştirilmesi parça başı ödemenin uygulanabilmesinin koşullarını yarattı. Bu temelde, şok tugaycılığınm yerini Stahanov hareketi olarak anılan hareket aldı. Şimdi çok gerçek bir anlam ifade etmeye başlayan rubleleri kazanmak isteyen işçiler makinalarına daha çok ilgi göstermeye ve zamanlarını daha dikkatli kullanmaya yöneldiler. Stahanov hareketi bir ölçüde emeğin yo­ ğunlaşmasından, hatta işgününün uzatılmasından ibarettir. Söz­ de “çalışılmayan” zaman sırasında Stahanovcular tezgâhlarını ve gereçlerini roplar, hammaddelerini düzene koyarlar, tugayın yö­ neticisi tugaya talimat verir vb. Yedi saatlik işgününden22 bu du­ rumda geriye adından başka bir şey kalmaz. Parça başı ücretin sırrım keşfeden Sovyet idarecileri değildir. Gözle görülebilir dış baskı olmaksızın sinirleri son haddine ka­ dar geren bu sistemi Marx “kapitalist üretim yöntemlerine en uygun"23 sistem olarak görüyordu. İşçiler bu yeniliğe sempati duymak bir yana, düşmanca karşıladılar. Başka bir şey bekle­ mek de işin doğasına aykırı olurdu. Stahanov hareketine gerçek bir sosyalizm heyecanıyla katılanların varlığı yadsınamaz. Özel­ likle idari alanda bunların sayısının kariyeristlerden ya da sahte­

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

111

kârlardan daha fazla olup olmadığını bilmek güç. Ama işçilerin büyük bir kesimi yeni ödeme tarzına rublenin bakış açısından yaklaşıyor. Çoğu zaman da rublenin gittikçe daha kısıldığını görmek zorunda kalıyor* “Sosyalizmin nihai ve geri çevrilemez zaferinden sonra, Sovyet hükümetinin parça başı ücrete dönüşü, ilk bakışta kapi­ talist ilişkilere doğru bir ricat gibi görünebilirse de, gerçekre yu­ karıda rublenin rehabilitasyonu konusunda söylenenleri burada tekrarlamak gerekir: Burada söz konusu olan, sosyalizmden vazgeçilmesi değil, kaba yanılsamaların terk edilmesidir. Ücret ödeme biçimi ülkenin kaynaklarıyla daha iyi bir uyum içine so­ kulmaktadır, o kadar. “Hukuk hiçbir zaman ekonomik yapıdan üstün olamaz/*24 Ne var ki, Sovyetler Birliğinin yönetici katmam henüz top­ lumsal bir maske takmadan var olamaz* Ocak 1936’da Merkez Yürütme Komitesine verdiği bir raporda Devlet Planlama Ko­ misyonunun başkanı Mejlauk şöyle diyor: “Ruble, emeğin ödül­ lendirilmesinde sosyalist (!) ilkenin gerçekleştirilmesinin tek ger­ çek aracı haline geliyor.”25 Çarlık döneminde, umumi helalar dahil her şey “kraliyet” damgasını taşırdı ama bu, işçi devletin­ de her şey otomatik olarak sosyalist hale gelir demek değildin Ruble, emeğin ödüllendirilmesinde kapitalist ilkenin “tek gerçek aracidır, sosyalist mülkiyet biçimleri temelinde olsa bile* Bu çe­ lişkiyi artık iyi tanıyoruz* “Sosyalist” bir parça başına ücret ef­ sanesinin temellerini atarken Mejlauk şunu da ekliyor: “Sosya­ lizmin temel ilkesi, herkesin yeteneğine göre çalışması, harcadı­ ğı emeğe göre ücret almasıdır.” Hiç kuşku yok, bu baylar teoriyi manipule etmekte hiç de çe­ kingen değiller! Emeğin ritmi, rublenin peşinden koşması tara­ fından belirlenince insanlar “yeteneklerine göre” (yani sinirleri­ nin ve kaslarının durumuna göre) değil, kendilerini harcayarak çalışıyorlar demektir* Bu yöntem ancak belirli koşullar altında, çıplak gerçeğe dayanarak savunulabilir* Bunu “sosyalizmin te­ mel ilkesi” ilan etmek, yeni ve daha üstün bir kültür düşüncesi­

112

BÖLÜM 4

ni kapitalizmin tanıdık pisliğinin içinde yüzü kızarmadan ayak­ lar altına almak demektir. Stalin bu yolda bir adım daha atarak Stalıanov hareketini "sosyalizmden komünizme geçişin koşullarının hazırlanması” olarak sunmuştur,26 Okuyucu, Sovyetler Birliğinde idari uygu­ lamalara kolaylık sağlayacak biçimde kullanılan kavramların bilimsel birer tanımının verilmesinin önemini şimdi iyice görebi­ lir. Sosyalizm, yani komünizmin alt aşaması, elbette emek mik­ tarı vc tüketim miktarı üzerinde kesin bir denetim gerektirir, ama herhalde sermayenin sömürücü dehasının icat ettiklerinden çok daha insani olan denetim biçimlerinin varlığını varsayar. Oysa günümüzde Sovyetler Birliğinde olan, vasıfsız insan malze­ mesinin kapitalizmden ödünç alınmış teknolojinin içine acıma­ sızca sert bir biçimde yerleştirilmesidir* Avrupa ve Amerikan standartlarına erişme mücadelesinde, parça başuıa ücret27 türü klasik sömürü yöntemleri öylesine çıplak ve kaba biçimlerde uy­ gulanmaktadır ki bu yöntemlere burjuva ülkelerdeki reformist sendikalar dahi izin vermez, Sovyetler Birliğinde işçilerin “ken­ dileri için” çalıştığı düşüncesi ancak tarihsel bir açıdan ve sadecc tek bir koşulda doğrudur (burada biraz ileride söyleyeceğimiz şeylere giriyoruz): işçilerin ancak otokratik bir bürokrasinin se~ merini taşımaya razı olmamaları koşulunda. Her halli kârda, üretim araçları üzerinde devlet mülkiyeti gübreyi altına dönüş­ türmez; ne dc bütün üretici güçlerin en büyüğü olan insanı yiyip bitiren, merdivenaltı ürerim koşullarını28 bir kutsallık halesiyle sarmalayabilir* “Sosyalizmden komünizme geçişlin hazırlanma­ sına gelince, bu geçiş tam karşıt yönde başlayacaktır: Parça ba­ şına iıcrcr sistemine geçiş yoluyla değil, bu sistemin barbarlığın bir kalıntısı olarak ilgası yoluyla. * # ❖ Srahanov hareketinin bilançosunu çıkartmak için vakit henüz ukrndıı\ ama sadece hareketin değil bir bütün olarak rejimin

EMEK VERİMLİLİĞİ İÇİN MÜCADELE

113

ayırt edici bazı yönlerini şimdiden fark etmek olanaklıdır. Tekil işçilerin bazı başarıları* yalnızca sosyalizme açık olan bazı ola­ nakların kanıtları olarak kuşkusuz son dcreccde ilginçtir. Ne var ki, bu olanaklardan bunların bütün ülke çapında gerçekleşmesi­ ne kadar uzanan yol uzundur. Bir üretim sürccinin diğerlerine karşı sıkı bağımlılığı göz önüne alınırsa* sürekli yüksek üretim düzeylerinin sadece kişisel çabanın bir ürünü olamayacağı anla­ şılır. Ortalama verimliliği yükseltmek* hem fabrika içinde, hem de işletmeler arasındaki ilişkilerde üretimin yeniden örgütlenme­ si olmaksızın gerçekleştirilemez. Üstelik, milyonlarca işçinin az da olsa bir teknik beceriye kavuşturulması* birkaç bin şampiyo­ nu özendirmekten hayaJ edilemeyecek kadar daha güçtür. Önderlerin kendisi* daha önce gördüğümüz gibi, zaman za­ man Sovyet işçilerinin vasifsızlığından şikâyet ediyorlar. Oysa bu* hakikatin sadece yarısıdır* hatta daha küçük olan yarısı. Rııs işçisi girişken* yaratıcı ve yeteneklidir. Yüz Sovyet işçisini rastgele alın, diyelim Amerikan sanayii koşullarında bir yere yerleş­ tirin* büyük bir olasılıkla birkaç ay, hatta birkaç hafta sonra benzer bir Amerikan işçi grubunun gerisinde kalmayacaklardır. Sorun emeğin genel örgütlenişinde yatmaktadır. Sovyet idari personeli* genel bir kural olarak, yeni üretim görevleri açısından Sovyet işçisinden çok daha az yeterlidir. Yeni teknolojilerle, parça başına ücret şimdiki çok düşük emek verimliliğinde kaçınılmaz olarak sistematik bir yükselişe yol açmak zorundadjr. Ama bunun için gerekli en temel koşul­ ların yaratılması* atölyedeki ustabaşından Kremlin önderlerine kadar idari düzeyin kendisinin yükseltilmesini gerektirir. Staha­ nov hareketi bu gerekliliğe ancak çok küçük bir ölçekte cevap verebilmektedir. Bürokrasi aşamadığı engellerin üzerinden ölümcül sıçramalarla geçmek istiyor. Parça başı ücret kendisin­ den beklenen mucizeleri kendiliğinden sağlayamadığından, bir yanda primler vc gürültülü bir propaganda* öte yanda cezalan­ dırma olmak üzere dehşetli bir idari basınç bu sistemin yardımı­ na koşuyor.

114

BÖLÜM 4

Hareketin ilk adımları, direnişle* sabotajla ve bazı durumlar­ da Stahanovcuları öldürmekle dahi suçlanan teknik personele vc işçilere karşı uygulanan kitle baskısıyla birlikte gelişti. Baskının sertliği direnişin güçlülüğünün kanıtıdır Patronlar bu sözde “sa­ botaj”!29 bir politik muhalefet olarak nitelediler. Gerçekte bun­ ların kökeni çoğu zaman, hatırı sayılır bir bölümü bürokrasinin kendisinden kaynaklanan, teknik, ekonomik vc kültürel sorun­ larda yatıyordu. Görünüşe bakılırsa “sabotaj” kısa sürede kırıl­ dı* Memnuniyetsizler korkutulmuş, akıllılar susturulmuştu* Gö­ rülmemiş başarılar hakkında telgraflar uçuşuyordu ortalıkta* Gerçekte de, söz konusu olan bireysel öncüler olduğu ölçüde, yu­ karıdan gelen emirlere uyan yerel idareler, madende ya da fabri­ kalardaki öteki işçilerin aleyhine olmakla birlikte, bu öncülerin çalışmasını olağanüstü bir planlamayla düzenliyorlardı* Ama yüzlerce vc binlerce işçi “Stahanovcular” arasında sayıldığı za­ man idare tam bir kargaşaya düşer* Üretim rejimini bu kadar kı­ sa bir zaman içinde nasıl düzene sokacağını bilemediği ve bunu yapması zaten nesnel olarak olanaksız olduğu için idare, hem emek gücüne hem de teknolojiye zarar verecek uygulamalara gi­ rişir. Dişliler yavaşlamaya başladığında, bir çiviyle sürati artır­ maya çalışır. “Stahanovcu” çalışma günlerinin ya da on günlük dönemlerinin sonucunda birçok işletme tam bir kargaşaya düş­ müştür. Bu, ilk bakışta şaşırtıcı gelebilecek bir olguyu açıklığa kavuşturur: Stahaııovcuların sayısında bir artış, birçok durumda, işletmenin genel verimliliğinde artışa değil düşüşe yol açar. Günümüzde, hareketin “kahramanlık” günleri belli ki geride kaldı. Günlük rutin geri dönüyor. Bundan ders çıkarmak gere­ kir. Özellikle başkalarına ders verenlerin ders almaya çok ihti­ yacı var* Ama öğrenmeyi en az isteyenler de onlardır* Sovyet ekonomisinin bütün dallarını geri bıraktıran ve felce uğratan toplumsal loncanın adı, bürokrasidir*

NOTLAR

115

NOTLAR: BÖLÜM 4 1. Portekizli kaşifler, Batı Afrikah kabilelerin putlarım “fetiş” (“feitico”; Yapay, sahte, trika, büyü) diye adlandırırlardı. Bunlar, Tahtadan, midye kabuğundan vb yaptlmt^ şeytansı ifadeli, kendilerine insan üstü, büyülü yetenekler atfedilen ve fetiş tapınmasına bağlananların kurbanlar sunarak etkilemeye çalıştıkları insan ve hayvan figürleridir* Ludwig Feuerbach, fetişizmde, yani insani vc insan üstü yeteneklerin “tanrılarda yansıtılmasında ve putları üretenlerin, putlara, şimdi kendileri üzerinde uyguladıkları gücü onlara başta verenlerin kendileri olduğunu unuttukla­ rı Ölçüde içine düştükleri bağımlılıktan her türlü dinin özünü görmüştü. Daha Kant, Fichte, Schclling ve Hegel’de özne ile töz ilişkisi; nesnelleşme, yabancılaşma (şeyleşme) ve yeniden mülk edinme diyalektiği, burjuva toplu mu ııun merkezî sorunu olarak açılıp geliştirilmiştir. Toplumsallaş­ mış bireylerin, kendilerincc yaratılmış ve kurumlar halinde donmuş ilişki­ lerin egemenliği altına girmeleri vc bunları doğayla karıştırmaları, fetişiz­ min büründüğü güncel biçimdir. Bu ideolojinin eleştirisi* *üretim süreci­ nin insanlara hâkim olduğu henüz insanların üretim sürecine hâkim ol­ madıkları” (Marx, Kapitalyc. 1.1, s. 142) Marx, bir toplumsal kuruluşun kıyamet gününü niteler. “Malların Fetiş Karakterleri ve Bunun Sırrı” üze­ rine olan bölüm, ekonomi politiğin eleştirisinin teorik çekirdeğini oluştu­ rur. (C. de Brosses, Du eulte des dicux fetiches, ou parallcle d Pancicnne religion de l'Egypte avcc la religion actuelle de Nigritie, Paris, 1970; Marx, Kapital, Böl. 1.4, s, 128-45) 2. XIX. yüzyılda oluşmuş olan anarşist öğreti ve hareketler, insanlar üzerindeki her türlü devlet egemenliğinin soyut olarak olumsuzlanma sında (aslında burjuva ulusal devletinin ve onun zor kullanma tekelinin oJumsıızJanmasıııda) birleşir; egemenlikten arınmış hayat biçimlerine, öz­ gür insanların kendi kendine düzenlenen, ademi merkeziyetçi birlikteliği­ ne hemen geçiş daima mümkünmüş gibi görünür, Dcvrimci partiler için­ de örgütlenmiş proletaryanın devleti fethetmek, yeniden yapılandırmak, sınıf hasımla rina karşı savunma için harekete geçirmek ve yeni toplumun örgütlendirilmcsinde kullanmak zorunda olduğunu, bu proleter smıf dik­ tatörlüğü devletinin (“komün-devlet”) ancak, toplumsal eşitsizlik, toplu­ mun sınıfsal yapısı yok olduğu Ölçüde “körelebileceğiııi* söyleyen Mark­ sist teoriyi anarşistler devlet fetişi olarak görürler. İlk anarşist Öğretilerin bazıları, özel mülkiyeti olıımlayıp kendilerini liberalizmin uç varyantları olarak kabul eder; siyasal önemi daha büyük olanlar işçi hareketi içerisindeki anarşist akım, koJekrivist anarşizm ya da “özgürlükçü sosyalizm” ol­ du, En önemli anarşist kuramcılar W, Godwin (1756-1836), M, Stirner (1806-56), P.J. Proudhon (1809-65), M. Bakunin (1814-76) ve P. Kro-

1 16

BÖLÜM 4

pockiıı (1842-1921) idiler- Marx ile Engels, teorik açıdan özellikle Stirner, Proudboıı ve Bakunin ile hesaplaşmalardır. Anarşist devrim tasarım­ larına cn çok yaklaşan, 1871 Paris Komününün, başarısızlığa uğrayan, büyüleyici tecrübesi oldu. Kııru ajitasyon ve propagandanın yanı sıra va~ kiesiz ayaklanma denemelerinin başarısızlığı, duyumsamazlık içindeki ezi­ lenler kitlesini baskı devletinin temsilcilerine karşı bireysel tedhiş yoluyla sarsarak uyandırma, “eylem propagandası” yoluyla onlara örnek olma düşüncesini doğurdu* 801i ve 90’h yıllarda bir anarşise suikastlar dalgası görüldü. Bu tedhişçi stratejinin sonııçsuzluğu üzerine yüzyıl sonunda özellikle Güney Avrupa’da anarşistlerin bir bölümü, sendikalar içinde sis­ temli bir çalışmaya yöneldi. Boylece ortaya çıkan anarko-sendikalizm, Is­ panya’da 1910’da kurulup 1936 iç savaşının başına değin üye sayısı bir milyonu aşan Confedcraciön Nacional del Trabajo (CNT) ile etkisinin üst sınırına ulaştı* Bu örgütün iç savaş sırasındaki başarısızlığı, Paris Komü­ nünün kaderini yeniden üretmiş oldu. Gerçi bu hareketin önderliği altın­ da özellikle Katalonya’da, çok geçmeden sosyalist emek ve hayat biçimle­ ri örgütlendi. Ama Ispanyol anarşistleri, anti-politik yönelişleri dolayısıy­ la burjuva devler aygıtını ayakta tuttular ve hatta sonunda hükümete bi­ le girdilerse de burada burjuva ve Stalinci ortaklan tarafından kısa süre­ de oyuna getirildiler. Kendi kalelerinde uğradıkları bu yenilgiye karşın uluslararası çapta anarşist örgütler varlıklarını sürdürmektedir. Bunlar, genellikle siyasetin kenarında yer alsalar da Fransa’daki *68 Mayısı gibi toplumsal bunalım zamanlarında yeniden daha büyük bir yankı bulabil­ miştir. (W. Godvvin* An Enqniry Coneerning Political justice, Londra 1793; M, Stirııer, Der Einzige und sein Eigentum 11845], |der.| H.G. Helms, Münih, Hanser, 1969; P.J. Prodhon, (Euvres completes> |der.| C. Boııgle ve H. Moysset, 19 cih, Paris, Riviere, 1923-59; M. Bakunin, CEuvres completes, |der.[ A. Lclıııing, Paris, Lebovic, 1973vd; H. Grossman, N> C. Grünberg, Anarchismus, Bolschetvismus, Sozialismus, Atıfsdtze au$ dem "VVörtcrbucb der Volk$wirtschaft”, [der,] C. Pozzoli, Frankfurt, EVA, 1971, ‘‘Anarchismus” maddesi, s. 13-55; D.E. Apter, J. Jolİ, Anarchism Today, Londra, Mocmillan, 1971; M. Bakunin, Devlet ve Anarşi> çev. Murat Uyurkulak, Öreki Yay., 2000; aynı yazar, Tanrı ve Devlet, çev. Remzi Çaybaşı, Belge Yay., 1998; P.A, Kropotkin, Anarşi, Felsefesi, ideali, çev. Işık Ergüden, Kaos Yay., 2001; aynı yazar, Anarşist Etik, çev. Işık Ergüdcn, Doruk Yay., 1999.) 3. Meta mübadelesi genelleştiği ölçüde (ilkin midye kabuklan, deriler, küçükbaş hayvanlar, aletler ya da süs eşyası bu işlevi görmüşken) genel bir mübadele aracına, olabildiğince değişmez, istenildiği kadar bölünebi­

NOTLAR

117

lir, kolayca taşınabilir ve tanınabilir olaıı ve salt mübadele değeri olarak geçerli olabilecek bir metaya olan ihtiyaç, tarihi olarak oluştu- Değerli madenden para basmanın M Ö VII. yüzyjldii antik Yunan'da icat edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Marx, bireylerin toplumsallaşmasının* mübadele ilişkisi aracılığıyla (piyasada) gerçekleşen modern çağa özgü, dolaylı biçi­ mini, “para bağlantısı” ya da “para ilişkisi” olarak adlandırmıştır. Artan toplumsal zenginlik sonunda kapitalizm sonrası toplumda değer yasasımn toplumsal hayamı düzenleyicisi olarak işlev görmesi sona erdiği ölçü­ de para da, mübadele aracı olarak anlamını yitirecektir. (Marx, Grutb drisse der Kritik der politischert Ökonomie, MEW 42, s. 53-148; |Grundrisse'nin bu sayfalarının atlanarak yapılmış bir çevirisi, yapıtın Türkçe baskısının 197 ile 253* sayfalarında yer alıyor—ç,n.) |Marx, Kapital, c, t . 1J “Mallar vc Para” kısmı, s. 79-225; R. Luxenıburg, Sermaye Biriki­ mi, “Para Dolaşımı” bölümü, Ahin, 1986, s, 70-80; E. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabı, c. 1 vc 2, Suda, 1974; E, Mandel, Der Spatkapitaiismus, Bölüm 8, “Die perma nente lnflatioıı’\s, 373-6) 4. Altın, yaklaşık olarak altı bin yıldan beri süs eşyası olarak, ayrıca beş bini aşkın yıldan beri (birinci Mısır hanedanından beri) de külçe biçi­ minde para olarak kullanılmaktadır. İlk akın paralar, M Ö 670'tc Lİdya'da kesilmiştir, Altm para sistemi, XIX, yüzyılda bütün kapitalist ülke­ lerde hâkim olmuştur. Altının değeri, uiçerdiği, toplumsal olarak gerekli emek m iktarina göre ölçülür. (Mandel, Spatkapitalismus, s. 375) 5. Devletleştirilmiş sanayinin ve kolektifleştirilmiş tarımın ürettiği me­ talar devletin elinde bulunuyordu. Devlet toptancılığı ve perakende tica­ reti ile dış ticaret rekeli sayesinde dağıtım da denetlenmiş oluyordu. Ban­ kalar, daha 14 Aralık 1917’de “Bankaların Millileştirilmesi vc Ulusal Bankalarının Kurulmasıyla tlgili Kararname” uyarınca devletleştirilmişti. Programlarına uygun olarak Bolşeviklcr, “banka aygıtının... kesin bir bi­ çim değişikliğiyle bir istatistiksel denetim vc genel muhasebe aygıtı haline dönüştürülmesi”ni amaçlıyorlardı. (“Programın der Kommunistischen Partei RulSİands |Bolschewiki|, angenommen auf dem VIII. Parteikongrefi”, (der.) Mcissner, Parteiprogramm, s. 121-41, burada s. 138J Halk Komiserleri Şurasının 12 Ekim 1921 tarihli bir kararnamesiyle “RSFSC (Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti) Devlet Bankası” kuruldu. Banka banknot bastı, ödeme işlemlerini düzenledi ve kredi da­ ğı m. (Krş. Carr, A îiistory, c. 2, s. 144-6, 246-56, 261-8 ve c. 4, s. 27-36, 99-104, 131-5) 6. Bir iç savaş rejimi olan savaş komünizmi döneminde gıda maddele­ ri tayına bağlanmıştı. Yeni İktisat Siyaseti evresinde bundan vazgeçmek

1 18

BÖLÜM 4

mümkün oldu. Derken Birinci Beş Yıllık Plana geçiş sırasındaki tahıl bu­ nalımı, yiyecek karneleri uygulamasını bir kez daha gerekli kıldı. (Carr, A History, c. 10, s. 697-702) 7. Stalin, * Birinci Beş Yıllık Planın Bilançosu, Sovyetler Birliği Komü­ nist Partisi (Bolşevik) Merkez Komitesi ve Merkez Denecim Kurulunun Genişletilmiş Of tak Toplantısına Sunulan Rapor, 7 Ocak 1933”, Leni­ nizm'in Sorunları, s. 483. 8. Krş. Zamanın maliye Halk Komiseri Krestinskiy’in yazdıklarından karakteristik bir parça: “Son olarak para hareketine gelince, kâğıt para­ mızın değerinin düşmesi olgusu bizi rahatsız etmiyordu,.. Bir gün para sisteminden tamamen vazgeçip parayı geçersiz sayabiliriz de. Yeter ki gı­ da maddeleri vererek işçilere tam olarak bakabilelim. Bundan olsa olsa, para srok etmiş olan zarar görür. Oysa biz, ekonomimizde yeni bir döne­ mi, parasız ekonomi dönemini, başlatabiliriz.” (N.N, Krestinskiy, Maliye Politikamız |Rus.), Petrograd, Devlet Yayınevi, 1921, s. 19vd; Elster, Vont Rubel zum TscberıvonjeZy s. 209vdaki alıntı,) 9* Karneyle yiyccek ve içecek maddeleri, özel perakende mağazaların­ da elde ediliyordu. Gıda maddelerinin kalitesi lıızla düştü. Nitekim buğ­ day ekmeğinin yerini arpa-mısır ekmeği aldı. 1928 Ekiminde Lenin­ grad’da çavdar payı yüzde 40 olan ekmek, “beyaz ekmek* diye satılıyor­ du, 1929 ilk baharında Nijniy-Novgorod’da ekmeğe kurutulmuş ot bile katılıyordu. (Krş, Carr, A History, c. 10, s. 701vd) 10. Trotzku Soıvjetıvirtschaft in Gcfahry Berlin, Greylcwicz, 1932, s. 27. (Rus, BO 31 |Kasım 1932], s. 2-13, burada s, 12) 11. Lenin tarafından formüle edilen 1919 tarihli parti programında, “toprağın ortaklaşa işlenmesi için birlik ve kooperatiflerin desteklenme­ si” talep edilmekteydi, (Meissner (der.), Parteiprogrammy s. 135) “Ama NEP aracılığıyla nüfusun istisnasız tümünün kooperatiflere katılmasını sağlayabilmek için, koskoca bir tarihî dönem gerekecektir. En elverişli koşullarda, bu dönemi, on ya da yirmi yılda aşabiliriz,” (Lenin, “Koope­ ratifçilik Üzerine” |Ocak 1923|, işçi ve Köylü ittifakı, Sol, 1975, s. 256) 12. Stalin’in 2 Mart 1930 günlü “Başarı Sarhoşluğu” (Leninizmin So­ runlar/, s. 371-8) yazısında, zorla kolektifleştirmeden uzaklaşır görünme­ sinin ardından, köylülerin, henüz oluşturulmuş olan kollıozlardan kitle halinde ayrılmalarına tanık olundu. Daha 10 Mart 1930'da yüzde elli se­ kiz olan, kolektifleştirilmiş köylü işletmeleri oranı, 1930 Ağustosunda yalnız yüzde 21,4 idi (krş. Lorenz, Soziaigescbicbte, s, 194-6); tek başına 1930 Martı ile Nisanında sekiz milyon aile kolhozları terk etmişti. (Robert William Davies, “The Soviet Collective Farm, 1929-30”, The Industrialisation o f Soviet Russia 2 içinde, Londra, Macmillan, 1980, s, 107)

NOTLAR

119

{Krş. J,F, Karcz, “From Sralin to Brezhnev: Soviet Agricultura! Polİcy in Hıstorical Perspective”, [der.] James R. Millar, The Soviet Rural Community, A Symposium içinde, University of Illinois Press, 1971, s. 36-70, burada s* 47vd) 13. “Kolhoz aristokrasisi” kavramı, “işçi aristokrasisi” kavramına öykünerek, kolhozların ayrıcalıklı yönetim personelini, ayrıca, görcce iyi kazanan tarım işçileri tabakasını nitelemek üzere Trotskiy tarafından or­ taya atıldı (kolhoz yöneticileri, işçi ekiplerinin şefleri, ekonomi yönetici­ leri, muhasipler, ambar memurları, sekreterler, Stahanov işçileri ve traktörcüler), (Krş. Lorenz, Sozialge$cbicte3 s, 202; Karcz, “From Stalin to Brezhnev”, [der.J Millar, The Soviet Kural Community içinde, s, 56vd ve Alexander Vucinicb, “The Peasants as a Social Class”, aynı kitabın için­ de, s, 307-24, burada s, 319vd) 14. Kolhoz üyelerinin yıida altmış ila yüz gün kolhozlar için çalışma­ ları gerekiyordu. Bu normun çoğu kez altında kalınıyordu* 1938’de düzen­ lenen istatiksel bir soruşturma, kolhoz köylülerinin yüzde 6,5’inin hiçbir gün kolhoz için çalışmadığını, yüzde 16’sının çalıştıkları sürenin ise elli günden az olduğunu onaya koydu. 2 Mart 1930 tarihli kolhoz örnek tü­ züğü uyarınca köylüler, özel olarak hayvan besleyebiliyor, 1935 tarihli tü­ zükten sonra ise çeyrek hektar ile bir hektar arasında toprağı bireysel ola­ rak işletebiliyorlardı. 1938*de küçücük çiftlikler, işlenen tarımsal alanın yüzde 3,3’ünü oluşturuyordu; ama bu özel topraklar, kolhoz köylülerinin yalnız besinini sağlamakla kalmıyordu, aynı zamanda onların en önemli gelir kaynağıydı. Resmî verilere göre 1940’ta kolhoz köylülerinin gelirleri­ nin yüzde 39,7’si ücretlerinden, yüzde 48,3'üyse özel yan işletmelerinden kaynaklanıyordu. 1977’ye değin bu pay, yüzde 24,9’a düştüyse dc önemi­ ni korudu. Halkın meyve ve sebze, et ve Öteki hayvani ürünler ihtiyacının büyük bölümü, bugüne dek ancak Özel yan işletmelerin ürünleriyle karşı­ lanabilmektedir. 15. Yunan mitolojisinde Athena (Latincesi: Mİnerva) bilimin koruyu­ cu tanrıçasıydı. Bunun, Atına paralarının da üstünde gözüken bir baykuş olduğunu ekleyelim. Sonraki yüzyıllarda baykuş, bilgeliğin simgesi sayılır oldu, “Felsefe kendinin kurşunî bir tablosunu çizdiğinde hayatın bir biçi­ mi yaşlanmış demektir. Kurşunî bir felsefe gençleştirilemez, ancak anlaşı­ labilir. Minerva’nın baykuşu, ancak akşamın alacakaranlığında uçmaya başlar,” (G,W,F, Hegel, Grundlinien der Philosophie des Kecbts oder Njturrecbt ımd StaatsuHssenschaft im Gruttdrisse'ye “Ön Söz”, yıldönümü baskısı, Glockner, Stuttgard-Bad Cannstatt, Frommann, 1964, s, 36vd) 16. İlk kez Novgorod’da basılan ruble, XVI. yüzyılda Rus ulusal pa­ rası olarak kendini kabul ettirdi. XIX, yüzyılın seksenli yıllarına Ruble,

120

BÖLÜM 4

gümüş esasına, 1897'de altın esasına dayandırıldı. Altın standardı Birinci Dünya Savaşında terk edildi. 17. V.I. Mejİauk (1893-1938), Ukraynalı Bolşevik. 1917’de Harkov Sovyecinde üye, iç savaşta komutan, 192Tde Milli İktisat Yüksek Konse­ yi üyesi, 1926'da aynı kurulun başkan vekili. 1927’de Merkez Komite adayı, 1930’da Merkez Komite üyesi, 1934’te Devlet Planlama Örgütü­ nün yöneticisi, 1937’de Ağır Sanayi Halk Komiseri olarak Ordjonikidze’nin halefi. 1937’de, Buharin tarafından kurulmuş bir muhalefet “ye­ dek şebekelinin başı olduğu suçlamasıyla tutuklanan Mejlauk, 29 Tem* muz 1938’da başka Scalinci görevliler (Rudzutak, Zaronskiy, Unşîiht) ve yüksek rütbeli subaylarla (Orlov, Dıbeııko, Vatseris) birlikte kurşuna di­ zildi. 18. uDie Tagung des Zentralexekutivkomitees der Sowjetunion, Die Staatsfinaıızen der Sowjetunion, Bericht des Genossen Grinko” Runds­ chau, sayı 4 içinde, 23 Ocak 1936, s. 145-7, burada s. 145. 19. Marx, Grundri$seyEkonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, s. 252. 20. “Der Plan und unsere Aufgabetı, von M .W. Molotow, Bericht des Vorsitzenden des Rates der Volkskommissare, erstattet auf der II. Session des Zentralexekutivkomitees der Sowjetunion”> Rundschau, sayı 3 için­ de, 16 Ocak 1936, s. 83-91, burada s. 84. 21. 1919 tarihli parti programında Bolşevikler, bir geçiş evresi için primleri kabul etmişlerdi: “Her işe eşit ücret Ödenmesini ... şimdiki du­ rumda ... bu eşitliğin hemen gerçekleştirilmesini, önüne görev olarak ko­ yamaz. ... Çok başarılı işe prim sisteminden vazgeçilemez." (Meissner [der.], Parteiprogramm, s, 135) Stahanov kampanyası çerçevesi içinde prim sistemi genişletildi; İkinci Dünya Savaşından önce primler, sanayi iş­ çilerinin ücret tutarını yüzde 4,5'ini, tekniker aylıklarının da yüzde 11,5’ini oluşcurmakraydı. Savaş sırasında ve savaş sonrası dönemde Sov­ yet bürokrasisi, primlere daha da artan ölçüde bel bağladı. Altmışlı yılla­ rın başında işçilerin yüzde 60*ı prim alıyordu; özel tazminatlar, toplam ücret tutarının yüzde 15*ini (kimi alanlarda yüzde 30 kadarını) oluşturu­ yordu. 22. 24 Kasım 1917’de çalışma süresi, bir kararnameyle günde sekiz saatle sınırlandı; on sekiz yaşından küçük gençlerin, maden işçilerinin ça­ lışma süresi ile özel sağlık risklerinin bulunduğu alanlardaki çalışma sü­ resi altı saat olarak saptandı. Aynı çalışma süresi sınırlaması, 1919 tarih­ li Bolşevik parti programında yer alır. (Meissner [der.], Parteiprogramm, s. 139) 1927 tarihli Birleşik Muhalefet Platformu, sekiz saatlik işgününün aşılması yönündeki bütün eğilimlere enerjik biçimde karşı durulma tale­

NOTLAR

121

bini kapsıyordu* (Krş, U. Woltcr |der,l, L>ie Linke Opposition 1923-28, c. 5, Berlin, Olle Waltcr, 1977, s. 354) Muhalefetin bu tutulan talebini dayanaksız bırakmak için parti Önderliği, Ekim Devriminin onuncu yıldö­ nümü dolayısıyla 1927’de yedi saatlik işgiinüne geçildiğini ilan etti, İki yıl sonra, yalnız yedi saat çalışanlar işçilerin ancak üçte i kişiydi. Çok geçme­ den otuzlu yıllarda gene haftanın altı günü sekiz saat çalışılır oldu- Der­ ken 26 Haziran 1940 tarihli Çalışma Süresi Yasasında “yedi saatlik İşgününün ve beş günlük çalışma haftasının devletin hızlandırılmış iktisadı bi­ rikim programıyla bağdaşmazlığı” kayıt altına alındı. (Krş, Hofmann, Arbeitsverfassung, s. 189-204) SSCB’de ortalama çalışma haftası, 1955Tte 47,8 saati, 1978Tde 40,6 saati buluyordu, 23. Marx, Kapital, c, 1,2, s, 283. 24. Marx, “Gotha Programının Eleştirisi” (1875), Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c, 3, s, 11-36, burada 5. 23, 25. Krş. Konuşmanın Özeti; “Die Tagung des Zeııtralexekutİvkomicees der Sovvjctunion, Das vierte Jahr des zweiten Fünfjahrplanes, Der Bericht des Genosscn Mesclauk”, Rundschau, sayı 3 içinde, 16 Ocak 1936, s, 128vd. 26. Stalin, “SSCB Srahanovcuları Birinci Konferansında Yapılan Ko­ nuşma”, Leniniztnin Sorunları içinde, s. 605, 27. Yirmili yıllarda, parça başına ödenen ücret, yavaş yavaş saat üc­ retinin yerine geçti. 1924 Martında işçilerin yüzde 46’sıııa parça başına ücret ödeniyordu; 1927 Marrında bu oran, sanayideki bütün kadınların yüzde 77’siyie bütün erkeklerin yüzde 58,ine ulaştı, (R. Rabinovvitz, Arbeitszeit und Arbeitslobnpolitik in der $owjetru$sischen Industrie, Rostock, Hinsorff, 1931, s, 82) 28. “işin kalitesi ve yoğunluğu” parça başına işçilik ücretinde “bizzat ücretin şekli ile kontrol edildikleri için, bu ücret şekli işe nezaret edilme­ sini büyiik ölçüde lüzumsuz kılar,,. Parça başına ücret... kapitalist ile iş­ çi arasına asalak durumundaki üçüncü kişilerin girmelerini kolaylaştırır, buna emeğin devren kiraya verilmesi denir...” Aracıların kazancı, işçi üc­ retinden yapılan kesintilerden oluşur. “Bu sisteme Ingiltere'de kSweatingSystcm’ [terleme-sistemi] gibi karakteristik bir isim verilmiştir,” (Marx, Kapital, c. 1.2, s. 279-80) 29. Sabotaj deyimi, dokuma tezgâhlarını tahta kunduralarının [sabots] yardımıyla engelleyen Fransız dokumacılarının bir mücadele tekni­ ğine atjfta bulunur. 1926 tarihli Sovyet Ceza Yasasının 58/14'üncü mad­ desi uyarınca, “devlet iktidarını ve hükümet aygıtının faaliyetini açıkça hedefleyerek, belirli ödevlerin bilinçli olarak yerine getirilmemesi ya da yerine getirilmesinde bilinçli olarak ihmalkâr davramlması” suçtu. Sonra-

122

BÖLÜM 4

lan her türlü istenmeyen davranış, “sabotaj” olarak damgalandı; ilgili ce­ za hukuku maddesi, gözdağı vermenin ve zapturapt altına sokmanın baş­ lıca araçlarından biri durumuna geldi» (RSFSC Ceza Yasası (Ugolfnı Ko­ deks], Hofmann, Arbeitsverfassung, s, 249’daki alıntı.)

BÖLÜM 5

SOVYET TERMÎDORU

1. St a l In N eden K a z a n d i ?

Sovyetler Birliği tarihini araştıran bir tarihçi, yönctici bürokra­ sinin büyük sorunlar karşısındaki politikasının bir dizi çelişkili zikzaktan oluştuğu sonucuna varmazlık edemez* Bu zikzakların “koşulların değişimi” ile açıklamasının veya haklı gösterilmesi­ nin kesinlikle iler tutar bir yanı yoktur. Yönetmek, hiç olmazsa bir yönüyle öngörmeyi gerektirir* Stalin hizbi, kendisini birçok kez bunaltmış olan gelişmelerin kaçınılmaz sonuçlarını hiçbir zaman görememiş, bir önceki gün ne vaaz etmiş olduğuna aldırınaksızın çark edişlerinin teorisini iş işten geçtikten sonra ürete­ rek, salt idari reflekslerle davranmıştır. İtiraz götürmez olgular ve belgeler, tarih araştırmacısının, ülkede halen seyretmekte olan gelişmelerin çok daha doğru bir tahlilini ve bunların sonra­ ki seyirlerini, “Sol Muhalefetsin çok daha iyi öngörmüş olduğu sonucuna varmasını zorunlu kılacaktır. Bu iddia, öngörüde en yeteneksiz parti hizbinin kendisinden daha basiretli grubu yenilgiden yenilgiye uğratarak ona karşı sü­ rekli zaferler kazanması gibi basit bir olguyla ilk bakışta çelişir­ miş gibi bir izlenim uyandırabilir* Akla kendiliğinden gelen böy­ le bir itiraz, ancak ussal düşünceyi politikaya uygulayan ve po­ litikayı mantıksal bir tartışma veya bir satranç partisi olarak gö­ 123

124

BÖLÜM 5

ren kişi için inandırıcı olabilir. Oysa politik mücadele, özünde bir çıkarlar ve güçler mücadelesidir, us yürütme mücadelesi de­ ğil. Önderlerin nitelikleri, çatışmaların selameti açısından hiç önemsiz olmamakla birlikte, ne tek ne de son tahlilde tayin edi­ ci etmendir. Üstelik çatışan tarafların her biri, kendisine uygun önderleri ortaya çıkarır. Şubat Devriminin1 Kcreııskiy ile Tsereteli’yi2 iktidara taşı­ ması, onların iktidardaki çar yanlısı kliğin “daha zeki” veya “daha becerikli” olmalarından değil, eski rejime karşı ayaklan­ mış devrimci halk kitlelerini en azından geçici bir süre için tem­ sil ediyor olmalarmdandı. Kerenskiy'in, Lcnin’i illegalitede kal­ maya mecbur etmesi ve diğer Bolşevik önderleri hapse atabilme­ si, onun kişisel niteliklerinin Lenin ve Bolşeviklerinkindcn üstün olmasından değil, o günlerde henüz işçilerin ve askerlerin çoğun­ luğunun yurtsever küçük burjuvazinin peşinden gitmeye devam etmelerindendi. Esas olarak Kerenskiy’in kişisel ‘"üstünlüğü”— eğer bu bağlamda bu sözcüğü kullanmak saptırıcı değilse— bü­ yük çoğunluğun görebildiğinden daha öteyi görememesinde ya­ tıyordu. Bolşeviklerin, sıra kendilerine geldiğinde, küçük burju­ va demokratlan yenilgiye uğratmaları, önderlerinin bilgelikleri sayesinde olmadı. Proletaryanın sonunda hoşnutsuz köylülüğü burjuvaziye karşı sürüklemeyi başarmasıyla toplumsal güçlerin yeniden kümelenmesi sayesinde oldu bu. Fransız Devriminin yükseliş vc alçalış dönemlerinde birbirle­ rini peş peşe izleyen aşamaları,3 “önderlerin” ve “kahramanla­ rın” gücünün her şeyden önce kendilerini destekleyen sınıflar ve toplumsal tabakaların nitelikleriyle örtüşmelerine dayandığım ikna edici bir biçimde gösterir. Esasen mutlak iistünlüklerdense tek başına bu örtüşmeııin kendisi, “önderler*" ile “kahramanla­ ra ” tarihin belirli anlarına kişisel damgalarını vurma olanağını sunmuştur, Mirabeau'larm,4 Brissot'larm,5 Robespicrre’lerin, Barras’ların6 ve Bonapartc’ların birbirini izleyen iktidara yükse­ lişlerinde, bu tarihsel başoyuncuların bizzat kişisel özelliklerin­ den ziyade, çok daha güçlü bir nesnel meşruiyet rol oynamıştır.

SOVYET TERMİDORÜ

125

Bugüne kadar gerçekleşmiş bulunan tüm devrim lerin, ardından gericiliklere ve hatta karşıdevrimlere yol açtığı yeterince iyi bilinir.7 Ve her ne kadar bu gericilikler vc karşıdevrimler, ulusu başlangıç noktasına geri götürememişse de, elde ettiği kazanımlarm aslan payın* da yutmuştur. Genel kural olarak, devrimin ilk döneminde kendilerini kitlelerin başında buluveren öncüler, ilk adımları atanlar ve sürükleyiciler ilk gericilik dalgasının kur­ banları olurken, devrimin dünkü düşmanlarıyla birleşen ikinci plandaki kişilerin ön saflara çıkmaya başladıkları görülür. Poli­ tika sahnesinde “koro şefliğine” soyunanların dramatik düello­ ları, sınıflar arası ilişkilerdeki kaymaları gizlediği gibi, en az bu­ nun kadar önemli bir diğer sonuca yol açar: Yakın zamana ka­ dar devrimciliklerini koruyan kitlelerin psikolojisinde derin de­ ğişikliklerin doğmaya başlamasına.8 Bolşevik Partinin vc işçi sınıfının devrimci inisiyatiften ve halkçı gururdan oluşan faaliyetine ne olduğunu, bunca olumlu niteliğin yerini nasıl olup da bunca iğrençliğin, bayağılın, ödlekligin vc ikbal avcılığının aldığını şaşkınlıkla soran birçok yolda­ şı yanıtlayan Rakovskiy,9 XVIII. yüzyıi Fransız Devriminin hi­ kâyesine ve Babcuf10 örneğine gönderme yaparak şöyle diyordu: Abbaye Hapishanesinden çıkan Babeuf de şaşkınlığını gizleyemeyerek Paris varoşlarının kahraman halkına ne olduğunu sor­ muştuk* Bireysel ve kolektif enerjileri yutan koca bir canavar­ dır devrim. Onun karşısında sinirler dayanamaz, bilinçler sarsı­ lır, kişilikler yıpranır. Olaylar, kayıpların yerini yeni güçlerin alabilmesine izin vermeyecek kadar hızlı gelişir. Açlık, işsizlik, devrimci kadroların yitip gitmesi, kitlelerin yönetici mevkilerden uzaklaştırılmaları, bütün bunlar Paris varoşlarında öyle bir fi­ ziksel ve ahlaki kan kaybına yol açtı ki, insanların yeniden aya­ ğa kalka bilmeleri için otuz yıldan fazla zaman gerek ri.12 Hiçbir kanıt ileri sürmeksizin burjuva devrimlcrinin yasaları­ nın proleter devrimine “uygulanamayacağım” belirten Sovyet li­ teratürünün bu iddiası herhangi bir bilimsel içerikten yoksun­ dur. Ekim Devriminin proleter doğası, ülkedeki belirli bir güçler

126

BOLUM 5

ilişkisinin ve dünya konjonktürünün bir sonucuydu. Ama Rus­ ya'daki sınıflar bizzat geri bir kapitalizmin ve çarlık barbarlığı­ nın bağrında oluşmuşlardı ve biç de sosyalist devrimin istekleri­ ni karşılamak üzere çağrılmamalardı. Tam tersine, işte tam da bu nedenle, yani birçok yönden hâlâ geriliğini koruyan Rus pro­ letaryasının, birkaç ay içinde yarı feodal bir monarşiden sosya­ list diktatörlüğe tarihte benzeri bulunmayan bir sıçrama yapmış olması nedeniyle, gericilik biz2 at bu proletaryanın safları içinde kendi haklarını kaçınılmaz olarak dayatabilme imkânını elde edebilmiştir. Bu gericilik daha sonra gelişen çatışmalarda sürek­ li büyümüştür. Dış koşullar ve olaylar onun serpilip gelişmesine bereketli bir zemin sunmuşlardır. Bir müdahaleyi bir diğeri izle­ miştir.13 Devrim Batı’dan hiçbir doğrudan destek alamadı. Bek­ lenen refahın yerine ülke uzun bir süre, yerleşen sefalete tanık oldu, işçi sınıfının en parlak temsilcileri ya iç savaşta öldüler ya da bir miktar daha yükselerek kitlelerden kopuverdiler. İşte boylelikle>çok büyük güçler, umutlar, düşler dönemi, yerini uzun bir yorgunluk, çöküntü ve devrimin sonuçlarına karşı duyulan bir düş kırıklığı dönemine terk etti. “Halkçı gururdun geri çekil­ mesinin ardından bir ikbal avcılığı ve korkaklık seli etrafı kap­ ladı. Bu dalga ise yeni bir yöneticiler tabakasını iktidara taşıdı. Beş milyon kişilik Kızıl Ordunun terhis edilmesi,14 bürokra­ sinin oluşumunda hissedilir bir yoî oynayacaktı. Muzaffer ko­ mutanlar, yerel Sovyetlerde, ekonomide, okullarda kilit mevki­ lere gelirken, aynı zamanda ısrarla toplumun her alanına, ken­ dilerine iç savaşı kazandırmış olan rejimi taşıdılar. Böylelikle ya­ vaş yavaş kitleler her yerde iktidara fiili katılım imkânlarından uzaklaştırıldı. Proletaryanın bağrında gerçekleşen bu gericilik olgusu, NEP’le yeni bir yaşama özendirilen ve giderek cesurlaşan kent ve kır küçük burjuvazisinde büyük umutların ve güvenin doğması­ na neden oldu. Başlangıçta proletaryaya hizmet için oluşmuş olan genç bürokrasi kendini sınıflar arasındaki bir hakem gibi hissetmeye başladı. Özerkliği aydan aya arttı.

SOVYET TERMİDORU

127

Uluslararası durum da şiddetle aynı yönde ilerliyordu. Dün­ ya işçi sınıfı ağır yenilgilere uğradıkça Sovyet bürokrasinin ken­ dine olan güveni o ölçüde artıyordu. Bu iki olgu arasında sade­ ce kronolojik değil, aynı zamanda nedensel ve karşılıklı bir iliş­ ki de vardı, şöyle ki: Hareketin bürokratik önderliği proletarya­ nın yenilgilerine katkıda bulunuyor, yenilgiler ise bürokrasiyi güçlendiriyordu. 1923’teki Bulgar ayaklanmasının yenilgiye uğ­ raması; Alman işçilerinin zafersiz geri çekilişleri; 1924'te Estonya’da patlak veren başkaldırının başarısızlığa uğraması; 1926’da Ingiltere’deki genel grevin haince tasfiyesi; Polonyalı komünistlerin General Pilsudskiy'in güç gösterisi karşısındaki tiksinti uyandırıcı boyun eğişleri; 1927 Çin Devriminin korkunç yenilgisi; sonra sırasıyla Almanya ve Avusturya’da meydana ge­ len daha da ağır yenilgiler, işte bütün bu tarihsel felaketler, kit­ lelerin dünya devrimine olan güvenlerini yıktığı gibi, Sovyet bü­ rokrasisine de, tek kurtuluş yolunu gösteren bir fener gibi gide­ rek daha fazla yükselme imkânı sundu. Son on üç yıl içinde dünya proletaryasının aldığı yenilgilerin nedenlerine gelince, yazar bu noktada, Kremlin’iıı kitlelerden uzak, tutucu yöneticilerinin tüm ülkelerdeki devrimci hareket üzerinde oynadıkları yıkıcı rolü gözler önüne sermeye çalıştığı daha önceki çalışmalarına atıfta bulunma ihtiyacını hissediyor. Burada bizi Özellikle ilgilendiren ve ders çıkarmamız gereken tartışmasız olgu şudur; Avrupa ve Asya devrimlerinin uğradığı sürekli yenilgiler her ne kadar Sovyetler Birliğinin uluslararası konumunu zayıflatmışsa da, Sovyet bürokrasisini olağanüstü bir tarzda güçlendirmiştir. Bu tarihsel süreçte özellikle anılması ge­ reken iki an vardır. Bunlardan birincisi 1923 yılının ikinci yarı­ sına denk düşer. Bu tarihte Sovyet işçilerinin tüm dikkati, prole­ taryanın iktidara elini uzatmış gibi gözüktüğü Almanya’ya çev­ rilidir.15 Alman Komünist Partisinin bu dönemde uyguladığı pa­ nik halinde geri çekilme politikası Sovyetler Birliğinin işçi kitle­ leri açısından acı bir düş kırıklığı oldu. Tam bunun üzerine Sov­ yet bürokrasisi “sürekli devrimde karşı kampanya açarak Sol

1 28

BÖLÜM S

Muhalefete ilk sert yenilgisini tattırdı. 1926-27’de Sovyetler Bir­ liği toplumu yeni bir umur seline kapıldı. Bu kez bütün gözler Çin Devrimi dramının yaşanmakta olduğu doğuya çevriliydi,1^ Sol Muhalefet yediği ilk darbenin etkisinden sıyrılarak yeni mi­ litanları saflarına kazanmaya başlamıştı* 1927 yılı sonunda Çin Devrimi, Komünist Enternasyonal yöneticilerinin Çinli işçi ve köylüleri tamamıyla eline teslim ettiği cellat Çan Kay Şek tarafındaıı ezildi. Bir anda dondurucu bir hayal kırıklığı dalgası Sov­ yetler Birliği kitlelerinin üzerinden geçiverdi. Toplantılarla ve basın aracılığıyla yürütülen çılgınca bir kampanyadan sonra bü­ rokrasi, muhalifleri kitlesel olarak tutuklamaya başladı, (1928) Gerçekten de on binlerce devrimci militan, Bolşevık-Leninistleriıı bayrağı altında bir araya gelmişti, işçiler, Muhalefete mut­ lak bir sempatiyle bakıyorlardı. Ancak bu sempati edilgin kalı­ yordu, çünkü hiç kimse mevcut durumun yeni bir mücadeleyle değiştirilebileceğine inanmıyordu. Oysa bürokrasi aynı anda kitlelere şöyle sesleniyordu: “Muhalefet bizleri, uluslararası dev­ rim için devrimci bir savaşa sürüklemeye hazırlanıyor. Bunca kargaşa yetti artık! Biraz dinlenmeye hak kazandık. Sosyalist toplumu kendi topraklarımızda inşa edeceğiz. Bize, önderlerini­ ze güvenin!” Memurlarla askerler blok unu birbirlerine sıkıca kenetleyen bu dinlenme propagandası hiç kuşkusuz yorgun işçi­ ler ve onlardan daha fazla köylü kitleleri üzerinde etkisini gös­ termeye başladı. Muhalefetin Sovyetler Birliğinin çıkarlarını “sürekli devrimde feda etmeye ha zırlanmak ta olup olmadığı so­ rulur olmaya başladı. Aslında fiilen Sovyetler Birliğinin yaşam­ sal çıkarlarıydı söz konusu olan. Komünist Enternasyonalin ha­ talı politikasının on yıl içinde Almanya'da Hitlcr'in zaferini per­ çinlemesi, batıda ciddi bir savaş tehlikesi yaratmıştı. Bundan hiç de daha az hatalı olmayan Çin’de yürütülen politika da, doğuda aynı ciddi tehlikeyi Japon emperyalizmini güçlendirecek bir tarzda sürdürülüyordu. Ama gericilik dönemleri özellikle ente­ lektüel cesaret eksikliğiyle belirlenir. Muhalefet tecrit edilmişti. Bürokrasi, demiri tavındayken

SOVYET TERMİOORU

129

dövdü, İşçilerin şaşkınlık ve edilginliğini sömürüp, onların en gerilerini en ilerilerinin karşısına dikip ve giderek artan ölçüde kulak’a ve genel olarak küçük burjuva müttefike yaslanarak bir­ kaç yıl içinde proletaryanın devrimci öncüsü karşısında zafer ka­ zanmayı başardı-17 Kitleler tarafından hiç tanınmayan Stalin’in18 kulislerden sahneye önceden ayrıntılı olarak hazırlanmış stratejik bir planla donanmış bir halde birdenbire çıktığını sanmak safdillik olurdu. Hayır, tabii ki böyle olmadı. O henüz kendi yolunu çizmeden önce bürokrasi tarafından seçilmişti. Stalin bürokrasiye arzula­ dığı her türlü garantiyi veriyordu: Eski bir Bolşeviğin prestiji, iradesi güçlü bir kişilik* gelişkin olmayan bir düşünce sistemi vc kişisel etkinliğinin yegâne kaynağı olarak siyasal mekanizmayla koparılmaz bağlar. Elde ettiği başarılar başlangıçta kendisi için bile şaşırtıcı oldu. Kendi iç meselelerinde güvenilir bir hakeme gereksinim duyan ve kitle gibi benzeri eski ilkelerden kurtulma­ nın yollarım arayan yeni bir yönetici tabakanın toplu onayıydı ona sunulan. Devrim ve kitleler nezdinde ikinci planda bir kişi­ lik olan Stalin, diğerleri arasından en öne fırlayarak Termidorcu bürokrasinin tartışmasız önderi konumuna yükseliverdi.19 Çok geçmeden yeni yönetici tabakanın kendi anlayışları, duyguları ve hepsinden önemlisi kendi özel çıkarları olduğu or­ taya çıktı. Şimdiki bürokrasinin eski kuşak mensuplarının ezici çoğunluğu, Ekim Devrimi sırasında karşıdevrimin safındaydı (sadece Sovyet diplomatlarının durumundan kalkarak örnekle­ yecek olursak Troyaııovskiy, Maiskiy, Potemkin, Suritz, Kinçuk vb böyledir) veya en iyi durumda mücadelenin dışındaydılar. Günümüz bürokratlarının Ekim Devrimi günlerinde Bolşeviklerle beraber olanlarıysa çoğunlukla önemsiz rollere soyunanlardı. Genç bürokratlara gelince, bunlar, eski bürokratlar tarafından seçilip yetiştirilmiş olup büyük ölçüde de onların kendi çocukla­ rı arasından devşirildiler. Bu insanlar Ekim Devrimini başara­ mazlardı, ama onu sömürmek için biçilmiş kaftandılar. Birbirini izleyen bu tarihsel dönemlerde kişisel etmenlerin

1 30

BÖLÜM 5

önemi kuşkusuz yadsınamaz. Nitekim Lenin’in hastalığı ve ölü­ mü bu sürecin gelişimini olumsuz yönde etkiledi* Eğer Lenin da­ ha ıızun süre yaşamış olsaydı en azından bürokrasinin gücünün ilk yıllardaki artışı daha yavaş seyredebilirdi. Ama daha 1926 yılında Krupskaya, Sol Muhalefetin üyelerine şöyle diyordu: “Eğer İliç hayatta olsaydı kesinlikle hapiste olurdu/’ Lenin’in kaygılan ve uyarıcı kehanetleri henüz bu sıralar Krupskaya’nın belleğinde tazeliklerini koruyor olduğundan, tarihin akışına ters düşen rüzgâr ve akıntılara karşı onun ne müthiş bir direnç gös­ tereceğinden emin gözüküyordu. Bürokrasi sadece Sol Muhalefeti yenilgiye uğratmakla kal­ madı, aynı zamanda Bolşevik Partiyi de fethetti. Bürokrasi, baş­ lıca tehlikeyi devlet organlarını, “toplumun hizmetkârlarından toplumun efendilerine” dönüşmesinde gören Lenin’in programı­ nı20 yenilgiye uğrattı. Tüm hasımlarmı, yani Muhalefeti ve Le­ nin’in partisini, fikirler ve sağlam iddialar aracılığıyla değil top­ lumsal ağırlığıyla ezdi. Bürokrasinin gerideki zırhlı vagonu baş­ taki devrim vagonuna baskın çıktı, işte Sovyet Termidoru’nun sırrı budur. 2 . B o l ş e v ik P a r t In İ n Y o z l a ş m a s i

Ekim’in hazırlanmasını ve kazanılmasını sağlayan Bolşevik Par­ tiydi. Sovyet devletinin inşasına sağlam bir temel sunan da gene oydu. Partinin yozlaşması, devletin bürokratikleşmesinin hem nedeni hem sonucu oldu. Bunun nasıl gerçekleştiğini kısaca gör­ mekte yarar var. Bolşevik Partinin iç rejimi demokratik merkeziyetçilik yönte­ miyle belirlenmişti. Demokrasi ve merkeziyetçilik kavramlarının bir arada kullanılması hiçbir çelişki taşımaz. Parti kendi dışındakilerle arasındaki sınırları çizmeye azami dikkati gösterirken, kendi bünyesine dahil olanların da parti politikasının belirlen­ mesinde gerçek bir hakka sahip olmalarına özel önem veriyor­ du. Eleştiri özgürlüğü ile fikir mücadeleleri parti içi demokrasi-

SOVYET TERMİDORU

131

nin dokunulmaz özünü oluşturuyordu. Bolşevizmin hiziplerin varlığıyla uzlaşmazlığını ileri süren mevcut doktrin,21 fiiliyatın yadsınmasıdır. Bu bir çöküş dönemi efsanesidir. Bolşevizmin ta­ rihi gerçekte bir hizip mücadeleleri tarihidir. Ve gerçekten de, kendi önüne dünyayı altüst etme, bayrağı altında en yürekli put kırıcıları, savaşçıları ve isyancıları toplama hedefini koymuş olan hakiki bir devrimci örgüt, ideolojik çatışmalar, gruplaşma­ lar ve geçici hizip oluşumları olmaksızın nasıl yaşayıp gelişebi­ lirdi? Parti yönetiminin açık görüşlülüğü çoğu kez çatışmaları yumuşatmaya ve hizip mücadelelerinin süresini kısaltmaya ola­ nak verdi, ama daha fazlasını yapamadı. Merkez Komite bu coş­ kulu demokratik kaynağa dayanıyor, karar alma ve emir verme cüretini bu kaynağın suyundan alıyordu. Bütün kritik aşamalar­ daki yönelişlerinin doğruluğu, önderliğe, merkeziyetçiliğin paha biçilmez moral sermayesi olan yüksek bir otorite sağlıyordu. Bolşevik Partinin özellikle iktidara gelmeden önceki iç reji­ miyle—yukarıdan hiyerarşik olarak atanan “şefleri” ve bunların mutlak buyruklarıyla politikanın tümüyle değiştirilmesi, tabana karşı tavırlarında kurumlu, Kremlin’e karşı tavırlarında boynu bükük ve denetim dışı mekanizmalara sahip olması ile—Komü­ nist Enternasyonalin şimdiki iç rejimi tam bir tezat oluşturur.22 Partinin bürokratik anlamda çürümeye başladığı iktidarın alın­ masını izleyen ilk yıllarında, Stalin dahil her Bolşevik, kendisine bir ekran üzerinde partinin on ya da on beş yıl sonrasının görün­ tüsünü gösterecek birini aşağılık bir iftiracı olarak suçlardı. Lenin ve arkadaşlarının hiç değişmeyen temel kaygıları* Bol­ şevik Partinin saflarını iktidardakilerin kötülüklerinden koru­ maktı.23 Ancak partinin devlet aygıtı ile yakınlığı vc zaman za­ man kendi organlarının bu aygıtla kaynaşması,24 iktidarın ele geçirildiği ilk yıllardan itibaren parti içi rejimin özgürlüğüne ve esnekliğine belirli bir zarar vermeye başlamıştı. Güçlükler arttı­ ğı ölçüde demokrasi de daralmaya başlamıştı. Parti başlangıçta politik mücadele özgürlüğünün Sovyetler çerçevesinde korun­ masını arzuladı ve umdu. Iç savaş bu umuda ciddi bir darbe in­

132

BÖLÜM 5

dirdi* Muhalefet partileri peş peşe yasaklandı. Bolşevik önderler Sovyet demokrasisinin ruhu ile çelişen bıı önlemleri ilkesel ka­ rarlar olarak değil kaçınılmaz savunma zorunlulukları olarak görüyorlardı* Karşı karşıya kaldığı görevlerin yeniliği ve muazzamlığı yö­ netici partinin hızla büyümesine yol açarken kaçınılmaz olarak farklı görüşlerin boy vermesine de neden oluyordu. Ülkedeki gizli muhalefet akımları, çeşitli yollardan tek yasal parti üzerin­ de uyguladıkları basınçlarla hizip mücadelelerini keskinleştirdi­ ler* İç savaşın sonlarına doğru bu mücadeleler öyle biçimlere bü­ ründüler ki, iktidarın kendisi tehdit altına girdi* 1921 yılının Mart ayında> yani Kronştad Ayaklanması sırasında— ki bu ayaklanma, hiç de az sayıda olmayan Bolşeviği kendine çekmiş­ ti—yapılan X. Parti Kongresi, parti içi hiziplerin yasaklanması yoluna gitti; diğer bir deyişle devletin politik rejimini, yönetici partinin iç yaşamına da uygulama yoluna başvuruldu. Bu arada yineleyelim, hiziplerin yasaklanması var olan durumda meyda­ na gelebilecek ilk ciddi düzelmeyle birlikte vazgeçilecek istisnai bir önlem olarak görülüyordu.25 Öte yandan Merkez Komite bu yeni yasayı uygulamakta son derece temkinli davranıyor, her şeyden önce partinin iç yaşamını soluksuz kılmasından kaygıla­ nıyordu* Ancak ilk tasarlandığında, yalnızca zor şartlar karşısında ödenmesi gerek bir diyet olarak gözüken şeyin* aslında parti iç yaşamını kolay yönetme zevkini tadan bürokrasinin ağzına layık bir lokma olduğu kanıtlandı* Daha 1922 yılında sağlığında mey­ dana gelen geçici bir düzelme anında bürokratikleşmenin tehdit edici büyümesi karşısında dehşete kapılan Lenin, devlet aygıtını ele geçirmezden önce parti aygıtının elebaşı haline gelmiş bulu­ nan Stalin hizbine karşı yürütülecek bir saldırının hazırlıklarına başlamıştı* Ancak ikinci bir inme ve ardından gelen ölüm, oııa> gericiliğin güçleriyle kendi güçleri arasında bir hesaplaşmaya gi­ rişebilme fırsatım vermedi. O sıralar Zinovyev ve Kamenyev'le birlikte hareket eden Sta-

SOVYET TERMİDORU

133

lin’in tüm çabaları, bundan böyle parti aygıtını üyelerin deneti­ minden kurtarmak yönünde gelişti* Stalin Merkez Komitenin “istikrarı” adına yürütülen bu mücadelede mürrefikJerinden daha kararlı ve daha sert davrandı. Uluslararası sorulara sırtını çe­ virme gereğini duymadı* çünkü zaten onlarla hiç ilgilenmemişti* Yeni yönetici tabakanın küçük burjuva düşünce tarzı, bizzat Stalin’in kendi tarzıydı. Sosyalizmin inşası hareketinin, doğası gereği ulusal ve idari bir nitelik taşıdığına canu gönülden inanı­ yordu. O, Komünist Enternasyonali katlanılması zorunlu bir kötülük olarak görüyor26 ve Enternasyonali olabildiğince Sov­ yet devletinin dış politikası için kullanmak istiyordu* Onun gö­ zünde parti, siyasal mekanizmalara itaat ettiği ölçüde değerliydi* Tek ülkede sosyalizm teorisiyle eşanlı olarak bir diğer teori daha piyasaya sürüldü* Buna göre Bolşevizm için Merkez Komi­ te her şey, partiyse hiçbir şeydi* Kuşkusuz bu ikinci teori birin­ cisine kıyasla daha başarılı bir şekilde uygulandı* Bürokrasi Lcnin’iıı ölümünden yararlanıp adına “Lenin seferberliği’’ dediği bir kampanya başlatarak partiye yeni üye kaydına girişti* O za­ mana kadar titizlikle korunan parti kapıları ardına kadar açıldı* İşçiler, memurlar ve çeşitli görevliler partiye kitleler halinde ka­ tıldılar* Politik olarak bu, devrimci öncüleri, deneyimden ve ki­ şilikten yoksun ama buna karşılık otoritelere boyun eğme alış­ kanlığına sahip bir insan malzemesi içinde eritmek amacını taşı­ yordu* Bu girişim başarılı oldu. Bürokrasiyi proleter öncünün denetiminden kurtaran “Lenin seferberliği” Lenin’iıı partisine ölümcül bir darbe indirdi* Bürokratik mekanizma, ihtiyaç duy­ duğu bağımsızlığa kavuşmuştu* Demokratik merkeziyetçilik ye­ rini bürokratik merkeziyetçiliğe bıraktı. Parti görevlileri yukarı­ dan aşağıya hemen hemen tümüyle değiştirildi* Bir Bolşeviğin başlıca erdemi itaat olarak belirlendi. Muhalefete karşı mücade­ le bayrağı altında devrimcilerin yerine görevli memurlar yerleş­ tirilmeye başlandı, Bolşevik Partinin tarihi* onun büyük bir hız­ la yozlaşmasının tarihine dönüştü. Çoğu kimse için* her üç eğilimin* yani sağın, merkezin ve so­

134

BÖLÜM 5

lun yöneticilerinin aynı genelkurmayın, yani Kremlin’deki Politbüronun içinde bulunmaları, gelişen mücadelenin siyasal anla­ mını muğlaklaştırıyordu. Yüzeysel bir zekâya sahip olanlar açı­ sından olay, Lenin’den “boşalan yeri doldurma” mücadelesi ve­ ya kişisel rekabet olarak algılanıyorduk7 Oysa çok sert bir dik­ tatörlük altında toplumsal uzlaşmazlıklar, başlangıçta ancak yö­ netici partinin kurumlarında boy verebilirdi. Bonaparte'm da ilk yıllarında üyelerinden biri olduğu jakobeıı partiden hatırı sayılır sayıda Termidorcu çıkmıştı.2# Nitekim daha sonra Fransızların imparatoru olacak olan I. Konsül’ün en sadık hizmetkârları da eski jakobenlerden çıktı. Zaman değiştikçe jakobenler de değiş­ ti. Ve tabii zamanla birlikte XX. yüzyıl jakobenleri de. Lenin dönemi Politbürosundan geriye yalnız Stalin kaldı. O dönemin Politbürosunun sürgün yıllarında Lenin’le en sıkı işbir­ liği içinde bulunan iki üyesi Zinovyev ile Kamenyev, şu satırları yazmakta olduğum sırada işlemedikleri bir suçtan dolayı on yıl hapis cezasına çarptırılmış durumdalar;2i) diğer üçü, yani Rıkov, Buharin ve Tomskiy politik teslimiyetleri nedeniyle ikincil gö­ revlere verilerek mükâfatlandırılmış olmakla birlikte iktidardan tümüyle uzaklaştırıldılar;30 nihayet bu satırların yazarı ise sür­ gündedir/ Lenin’iıı dul eşi Krupskaya,31 kendini Termidora uyarlamayı tüm çabalarına rağmen beceremediğinden hâlâ şüp­ heli bir kişi olarak görülüyor, Poütbüronun şimdiki üyeleri32 Bolşevik Partinin tarihinde hep ikincil mevkilerde yer almışlardı. Devrimin ilk yıllarında bi­ risi onlara ileride böyle yükselecekleri kehanetinde bulunsaydı, buna kuşkusuz kendileri bile şaşırırlardı. Ama işte tam da bu kendine güveni olmayan yeni yöneticiler yüzünden PolitbüroZinovyev ile Kaıncnycv, 1936 Ağustosunda Stalin’e karşı “korkunç bir komplo” kurmak suçlamasıyla idam edildi; Tomskiy, aym olay bağla­ mında intihar etti ya da vuruldu; Rıkov da aynı olay çerçevesinde gö­ revinden alındı; o yıllarda şüphe altında olsa da Buharin hâlâ özgür­ dü—ç.ıı.

SOVYET TERMİDORU

135

nun her zaman haklı olduğu ve kimsenin de Politbüro karşısın­ da haklı olamayacağı kuralı her zamankinden daha katı bir tarz­ da işletiliyor* Ama aynı Politbüro, hiç yanılmayan, dolayısıyla da kendine karşı haklı olma imkânı bulunmayan Stalin’e karşı haklı olamaz.33 Parti içi demokrasiye geri dönülmesi talebi, zamanında tüm muhalefet gruplarının en fazla ısrarla iJeri sürdükleri ama aynı zamanda en umutsuz olan talepti, 1927 Sol Muhalefet Platfor­ mu, Ceza Yasasına “bir işçinin eleştiri yapma suçlamasıyla do­ laylı ya da dolaysız baskı altına alınmasının, devlete karşı işlen* miş en ağır suç olarak cezalandırılması gerektiği” şeklindeki bir maddeyi dahil etmek istemişti,34 Bunun yerine bir süre sonra ay­ nı Ceza Yasasına bizzat Sol Muhalefete karşı uygulamak üzere bir madde eklendi!^ Parti içi demokrasiden geriye kalan artık sadece yaşlı kuşağın hafızasındaki anılardı* Bu demokrasinin ortadan kalkmasıyla birlikte Sovyetler demokrasisi de, sendika, kooperatif, kültür ve spor örgütleri demokrasileri de yitip gitti* Parti sekreterleri hiye­ rarşisi her şeyi ve herkesi egemenliği altına aldı. Literatürümüze çok sonraları, Almanya’dan gelen “totaliter”36 teriminin girme­ sinden yıllar önce rejim, totaliter bir nitelik kazanmıştı bile. “Düşünen komünistleri birer otomata dönüştüren, insan onurunu, insan iradesini ve insan kişiliğini öldüren moral yıkıcı yöntemler aracılığıyla,” diye yazıyordu 1928’de Rakovskiy, “yönetici klik, azledilmesi ve dokunulması imkânsız bir oligar­ şiye dönüşmeye başlayarak hem sınıfı hem partiyi ikame etti.” Bu satırlar kaleme alındığında yozlaşma muazzam bir geliş­ me kaydetmiş bulunuyordu. GPU* partinin iç yaşamını belirle­ yen en önemli etmen haline gelmiş durumda* Eğer Molotov 1936 yılının Mart ayında, bir Fransız gazetecisine iftiharla, yö­ netici parti içinde artık hizip mücadelelerine tanık olunmadığını GosucJarstvennoe Polkiçeskoe Upravlenİe (Devlet Siyasal Yönetimi), başka bir deyişle devletin istihbarat örgütü—ç.n.

1 36

BÖLÜM 5

söyleyebilmekteyse,37 bu sadece, görüş farklılıklarının üstesin­ den bundan böyle siyasi polisin doğrudan müdahaleleriyle gelin­ diği anlamına gelir. Yaşlı Bolşevik Parti ölmüştür vc hiçbir güç onu yeniden canlandıramaz. # # * Partinin politik yozlaşmasıyla birlikte her türlü denetimden kur­ tulan bürokrasinin çürümesi de hızlandı. Ayrıcalıklı üst düzey görevlileri tanımlamak için kullanılan “sovbur” [Sovyet burju­ vası] sözcüğü kısa zamanda işçilerin lügatıııa giriverdi* NEP'le beraber burjuva eğilimler daha elverişli bir zeminden beslenme­ ye başladı. Lenin 1922 yılının Mart ayındaki XI. Parti Kongre­ sinde yönetici çevrelerdeki çürümeye dikkat çekmişti. Tarihte, diyordu Lenin, birden çok kez görülmüştür ki, kazananlar eğer kendilerininkinden üstün bir uygarlığı yenilgiye uğratmışlarsa, sonuçta o uygarlığı benimsemişlerdir. Hiç şüphesiz Rus burjuva­ zisinin ve eski kuşak bürokratların kültürü zavallıydı. Ama hey­ hat, yeni yönetici tabakalar bu kültür karşısında boyun eğiyor­ lar.38 “Moskova'daki hükümet aygıtını dört bin yedi yüz komü­ nist sorumlu yönetiyor. Yöneten kini? Yönetilen kim? Yöneten­ lerin komünistler olduğunu söylemek konusunda çok kuşkulu­ yum...1>3^ Lenin bundan sonra partinin hiçbir Kongresinde söz alamadı, ama yaşamının son aylarındaki tüm düşünceleri, işçile­ rin, bürokratik baskıya, keyfiliğe ve çürümeye karşı uyarılıp silahlandırılmalarınm zorunluluğuna yönelikti. Kısa yaşamı, bü­ rokratik hastalığın sadece ilk belirtilerini görme imkânını sunabildi ona. Daha sonra Sovyetler Birliğinin Londra ve Paris büyükelçili­ ği görevlerinde bulunmuş olan eski Ukrayna Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Christian Rakovskiy, yukarıda bazı satırlarına atıfta bulunduğumuz, 1928 yılında sürgündeyken arkadaşlarına gönderdiği ve halen bu konuda yazılmış bulunanların en iyisi ol­ maya devam eden, bürokrasi üzerine kısa bir incelemesinde şöy­

SOVYET TERMİDORU

137

le diyordu: “Gerek Lenin’in gerekse hepimizin kafasında parti önderliğinin görevi, özellikle partiyi ve işçi sınıfını, iktidarda olmanın yarattığı çıkarlar, avantajlar ve ayrıcalıkların yıkıcı etki­ sinden korumaktı. Gene parti ile işçi sınıfı, eski aristokratlarla eski küçük burjuvaziden arta kalanlar, NEP’in moral bozucu et­ kisi, burjuvazinin çekici gelenekleri ve ideolojileriyle her türlü yakınlaşmadan korunmalıdır... Açık yüreklilikle, kesin bir bi­ çimde ve yüksek sesle söylemek gerekir ki, bu görev, parti şube­ leri tarafından kesinlikle yerine getirilememiştir. Şubeler, çifte yükümlülüklerinde, yani koruyucu ve eğitici rollerinde tamamen yetersiz olduklarını gösterdiler, görevlerini başaramadılar, iflas ettiler...” Bürokratik baskıya en son teslim olanlardan biridir yaşlı Rakovskiy.40 Ve bu baskılar sonucunda yıkılarak yukarıda andığı­ mız eleştirilerini geri almıştır. Ama Kutsal Engizisyonun41 kıska­ cı karşısında yetmişlik Galile42 dc Kopernik sistemine inanma­ dığını söylemek zorunda kalırken dünya dönmeye devam edi­ yordu. Altmışlık Rakovskiy’in inançlarından vazgeçtiğine inan­ mıyoruz, çünkü kendisi birçok kez bu tür dönüşlerin acımasız tahlilini yapmıştı 43 Gene dc onun politik eleştirisi nesnel olgu­ lar düzeyinde kendi öznel yürekliliğinden çok daha güvenilir bir temel buldu. iktidarın fethi sadece proletaryanın diğer sınıflara karşı tav­ rını değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda onun iç yapısını da de­ ğiştirir. iktidarın kullanımı belirli bir toplumsal grubun özelliği haline gelir ve bu grup da kendi misyonunun 11e denli yüce oldu­ ğuna kanaat getirirse, o denli kendi “toplumsal sorununu” bir an önce çözmek gibi bir sabırsızlığa düşer: “Yönetici partinin üyelerine kapitalist birikim hakkının tanınmadığı proleter dev­ lette farklılaşma, önce işlevsel olarak başlar daha sonra toplum­ sallaşır. Bu bir sınıf farklılaşması değil toplumsal bir farklılaşma olur../’ diyor Rakovskiy ve şöyle devam ediyor: “Emrinde bir otomobil, iyi bir konut bulunan, düzenli tatil hakkına sahip ve partinin öngördüğü en yüksek maaşı44 alan bir komünistin top­

1 38

BÖLÜM 5

lumsal konumu ile kömür ocaklarında ayda elli altmış rubleye çalışan komünistin toplumsal konumu farklılaşır/* Rakovskiy, iktidardaki jakobenlerin, zenginleşme, devlet im­ kânlarından yararlanma gibi biçimler altında başlayan yozlaş­ malarının nedenlerini sıralarken, bu evrimlerinde Babeuf’ün il­ ginç bir gözlemine parmak basar: Jakobenlerin gözdesi olan aristokrat kadınların oynamış olduğu rol. “Ne yapıyorsunuz aşağılık plebler?” diye isyan eder Babeuf, “onlar bugün sizi ku­ caklıyorlar, oysa yarın gırtlağınıza sarılacaklar/’45 Bugün Sovyetler Birliğindeki yöneticilerin eşlerinin toplumsal kökenle­ rini araştırırsanız benzer bir tabloyla karşılaşırsınız* Tanınmış Sovyet gazetecisi Sosnovskiy, bürokrasinin oluşum sürecinde “otomobil-garaj etmeni”nin oynadığı rol üzerinde duruyordu. Kuşkusuz bugün, Sosnovskiy46 de Rakovskiy gibi bu eleştirileri­ ni geri alarak Sibirya’dan dönme imkânını elde etti. Ama bürok­ rasinin ahlakı düzelmedi. Tam tersine Sosnovskiy gibilerin geri adım atmak zorunda kalışları, ahlaki çöküşün nasıl geliştiğinin kanıtıdır. Sosnovskiy*in elyazmaları biçiminde elden ele dolaştırılan es­ ki makaleleri yeni yöneticilerin yaşamından sunduğu unutulmaz kesitlerle, kazananların ne büyük ölçüde kaybedenlerin ahlakını özümsemiş bulunduklarını gösteren örneklerle doludur. Ancak geçmiş yıllara yeniden geri dönmemek—Sosnovskiy 1934'te elinde tutmakta olduğu eleştiri kırbacını bir lir ile değiştirdiğine göre—ve aşırı “kötü” örneklere bağlanmamak için bugün ka­ muoyunda resmen onaylanan ve Sovyet basınında aktüel olarak kullanılan sıradan olgulardan örnekler sunmakla yetinelim. Moskova’daki bir fabrikanın yöneticisi olan tanınmış bir ko­ münist yönettiği işletmedeki kültürel gelişmeyle ilgili olarak ba­ kın Pravda'dz nasıl da Övünüyor. Bir teknisyen kendisine telefon ediyor ve diyor ki: “Makineyi durdurmamı mı, yoksa çalıştırma­ ya devam etmemi mi emredersiniz?” Şöyle cevap veriyor yöneti­ ci: “Bekle, az sonra cevap vereceğim/’ Teknisyen yöneticiye say­ gılı bir üslupla hitap ederken, o, ikinci tekil şahıs ile konuşuyor.

SOVYET TERMİDORU

139

Ve herhangi uygarlaşmış bir kapitalist ülkede imkânsız olan bu türden onur kırıcı bir diyalog çok normal bir şeymiş gibi anlatı­ lıyor yöneticinin ağzından! Pravda’nm editörü itiraz etmiyor, çünkü farkında değil; okuyucular bu durumu protesto etmiyor­ lar, çünkü zaten kanıksamışlar. Biz de şaşırmıyoruz, çünkü Kremlin'deki ciddi toplantılarda “şefler’’ ve halk komiserleri kendi astlarına, madalya almak için özel olarak davet edilen fab­ rika yöneticilerine, kolhoz başkanlarına, ustabaşılara ve toplan­ tının dekorunun bir parçası olan kadın işçilere hep ikinci tekil şahısla hitap ederler* Nasıl oluyor da, çarlık rejimi sırasında halk arasında en fazla ilgi gören devrimci sloganlardan birinin, şeflerin astlarına “sen” diye hitap etmelerine son verilmesi tale­ bi olduğu unutuluyor.47 Kremlin yöneticilerinin “halk”la kurdukları bu derebeyi utanmazlığındaki diyalogların şaşırtıcıhğı, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde, Ekim Devrimine, üretim araçlarınm kamulaştırılmasına, kolektifleştirmeye ve “kulakların bir sınıf olarak tasfiyesine” rağmen, insanlar arası ilişkileri ve bu ilişkile­ rin Sovyet piramidinin en tepesinde yer alanlarını birçok bakım­ dan hâlâ gelişkin bir kapitalizmin düzeyinin gerisinde tuttuğu­ nun bir göstergesidir. Son yıllarda bu çok önemli alanda geriye doğru büyük adımlar atılmıştır. Ve gerçek Rus barbarlığının bu yeniden canlanışının kaynağı hiç kuşkusuz, kültürden pek az na­ sibini almış bir bürokrasiye tam bağımsızlık ve her türlü dene­ timden kurtulma, kitlelere ise ünlü itaat ve sorumluluk öğüdünü veren Sovyet Termidorudur. Diktatörlük soyutlamasını demokrasi soyutlaması ile karşı karşıya getirip, bunların karşılıklı iyi niteliklerini, saf akıl tera­ zisinde tartmaya hiç niyetimiz yok. Sadece değişikliğin süreklili­ ğini koruduğu bu dünyada, her şey görelidir. Tarihte Bolşevik Partinin diktatörlüğü, ilerlemenin en muazzam araçlarından bi­ ri olmuştur. Ama burada, şairin dediği gibi, “Vernunft Wird Unsinn, Wohltat Plage”48 oluyor. Muhalefet partilerinin yasaklan­ ması, ardından hiziplerin yasaklanmasını getirdi. Hiziplerin ya­

140

BÖLÜM 5

saklanması, hiç yanılmayan şeften farklı düşünmenin yasaklan­ ması sonucunu verdi. Partinin polisiye önlemlerle sağlanan monolitizmi> önce bürokrasinin dokunulmazlık kazanmasına yol açtı. Bu ise ahlaki çöküntünün ve çürümenin her türlü biçimini beraberinde getirdi. 3 . T e r m Id o r u n T o p l u m s a l K ö k l e r İ

Sovyet Termidorunu bürokrasinin kitlelere karşı bir zaferi ola­ rak tanımladık. Bu zaferin tarihsel koşullarım irdelemeye çalış­ tık. Proletaryanın devrimci öncüsü, kısmen devlet hizmetlerinde yutulmuş ve giderek demoralize olmuş, kısmen iç savaş sırasın­ da imha olmuş ve kısmen de safdışı bırakılarak ezilmiştik Yor­ gun ve hayal kırıklığına uğramış kitleler yönetici çevrelerde olup bitenlere artık kayıtsız kalıyordu. Ancak kendi başlarına ne ka­ dar önemli olurlarsa olsunlar, tüm bu koşullar, bürokrasinin na­ sıl olup da toplumun üzerinde yükselmeyi başararak, onun ka­ derini uzun bir süreliğine eline alabildiğini açıklamada tamamen yetersiz kalır. Tek başına bürokrasinin bu yöndeki iradesi hiçbir durumda yeterli olamazdı. Yeni bir yönetici tabakanın oluşumu­ nun daha derin toplumsal nedenleri olmalıydı. XVIII. yüzyılda Termidorcuların jakobenlere karşı elde ettik­ leri zafere de kitlelerin yorgunluğu ve kadroların moral bozuk­ luğu katkıda bulunmuştu. Ama gerçekte ikincil bir nitelik taşı­ yan bu nedenlerin ardında çok daha derinlerde yatan organik bir süreç yaşanıyordu. Jakobenler, muazzam bir devrimci dalga ile ayağa kalkan küçük burjuvazinin alt tabakalarının desteğini aldılar; oysa üretici güçlerin gelişimine cevap veren bu XVIII. yüzyıl devrimi, uzun vadede iktidara büyük burjuvaziyi getirme­ den edemezdi. Termidor, bu kaçınılmaz evrimin aşamalarından biriydi yalnızca. O halde Sovyet Termidorunda ifadesini bulan hangi toplumsal zorunluluktur? Daha önceki bir bölümde jan­ darmanın zafere nasıl ulaştığına bir ilk açıklama yapma girişi­ minde bulunmuştuk. Şimdiyse, kapitalizmden sosyalizme geçiş

SOVYET TERMİDORU

141

koşullarının tahliliyle, bu noktada devletin oynadığı rolün tahli­ lini derinleştirmek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Teorik ön­ görüyle somut gerçekliği bir kez daha karşılaştıralım. İktidarın fethini izleyen dönemi irdelerken, “burjuvaziyi bastırmak hâlâ bir zorunluluktur'’ diye yazıyordu Lenin 19175deTAma şunu da eklemeyi unutmadan, “ancak baskı organı, bugüne kadar hep gerçekleşmiş olan durumun tersine daha şimdiden bir azınlık de­ ğil, nüfusun çoğunluğudur... Bu anlamda, devlet sönümlenmeye başlar" 50 Bu sönümlenme, ifadesini nede bulur? Öncelikle “ay­ rıcalıklı azınlığa ait özel kuramların'’ (yani ayrıcalıklı görevlile­ rin, daimi ordunun komuta kademesinin) yerini, baskı işlevleri­ ni bizzat üstlenebilecek çoğunluğun almasında.51 Lenin tartış­ masız kabullenilmesi gereken aksiyomatik bir formül ileri sürer: “İktidarın işlevleri halka ne kadar daha fazla yaygınlaştırılırsa, o iktidara duyulan ihtiyaç da o kadar gereksizleşir.”52 Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, tari­ hin yarattığı devletin temel görevini, yani azınlığın mülksel ayrı­ ca lıklanmn ezici çoğunluğa karşı savunulması görevini ortadan kaldırır. Öyleyse Lenin’e göre devletin sönümlenmesi, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmelerinden hemen sonra başlar, yani yeni rejini henüz ekonomik ve kültürel görevlerine bile el atmaz­ dan önce. Bu görevlerin tamamlanmasında elde edilen her başa­ rı, devletin sosyalist toplum içinde çözülüşünün yeni bir aşama­ sı anlamına gelir. Bu çözülüşün derecesi sosyalist kuruluşun de­ rinliğinin ve yetkinleşmesinin en mükemmel ölçütünü sunar. Bu durumda şu sosyolojik teoremi formüle etmek mümkündür: Bir işçi devletinde kitleler tarafından uygulanan baskı, kapitalist restorasyona veya sömürüye yönelik eğilimlerle doğru orantılı, toplumsal dayanışma ve yeni rejime ortak özveride bulunma eği­ limleriyle ters orantılı olarak işlemek durumundadır. Boylece bürokrasi, bir diğer deyişle, “ayrıcalıklı görevliler ve daimi or­ dunun komuta kademesi” kitlelerin uygulayamadığı veya uygu­ lamak istemediği özel bir baskı biçimini, şu veya bu biçimde biz­ zat onlara uygulamış oluyor.

1 42

BÖLÜM 5

Eğer demokratik Sovyetler günümüze kadar güçlerini ve ba­ ğımsızlıklarım, devrimin ilk yıllarındaki düzeyde bir baskı ve şiddete başvurarak koruyor olsaydılar, bu bile bizi yeterince cid­ di bir biçimde kaygılandırmalıydı. Kitlesel Sovyetlerin sahneden tamamen silindiği ve baskıcı işlevlerini Stalin, Yagoda ve şüre­ kasına terk ettiği günümüzde kaygılarımızın derecesinin çok da­ ha ciddi olması kaçınılmazlaşıyor. Üstelik bu kişilerin ellerine terk edilen baskıcı işlevlerin boyutu göz önünde bulundurulursa durumun vahameti daha da belirginleşir. Ve bu baskının biçim­ leri de! En başta kendimize şu soruyu soralım: Devletin bu ayak direyen hayatiyetinin ve her şeyin üstündeki jandarmalaşmasının toplumsal nedeni nedir? Bu soru kendi başına önemlidir. Ve­ receğimiz cevaba bağlı kalarak ya genel olarak sosyalist toplu­ ma ilişkin görüşlerimizi köklü biçimde yeniden gözden geçirece­ ğiz ya da aynı köktenlikle Sovyetler Birliğine ilişkin rcsıııi yakla­ şımları reddedeceğiz. Moskova gazetelerinden birinin son sayısından mevcut Sov~ yet rejiminin üstünkörü bir tanımına, her gün tüm ülkede tek­ rarlanıp duran ve okul çocuklarına ezberlettirilen bir tanıma ba­ kalım: ‘"Sovyetler Birliğinde asalak kapitalistler, büyük toprak sahipleri ve zengin köylüler tamamen tasfiye edilmiş olup, insa­ nın insan tarafından sömürülmesine ebediyen son verilmiştir. Tüm ulusal ekonomi sosyalist olmuştur, büyüyen Stahanov ha­ reketi sosyalizmden komünizme geçiş koşullarını hazırlamakta­ dır." [Fravda, 4 Nisan 1936) Komünist Enternasyonalin dünya basınının da farklı bir şey söylediği sanılmasın. O da Pravda'nın nakaratını tekrarlayıp du­ ruyor. Ama eğer sömürüye “ebediyen” son verilmişse, ülke ger­ çekten komünizm yoluna, yani son aşamaya girmişse, toplumun önünde, sonuç olarak devletin deli gömleğini çıkarıp atmaktan başka ihtiyaç kalmamış demektir. Oysa Sovyet devleti— ki bu anlaşılması oldukça zor bir tezattır—giderek daha bürokratik ve totaliter bir biçim alıyor. Aynr ölıirncül çelişki, partinin kaderiyle de örneklenebilir. Bu

SOVYET TERMIDORU

143

alanda sorun aşağı yukarı şöyle formüle edilebilir: Neden 191721 yılları arasında, yani eski hâkim sımflar elde silah direnirler­ ken, dünyanın bütün emperyalistleri onları fiilen desteklerken, silahlanmış kulak’lar ülke savunmasını sabote edip yiyecekleri imha ederlerken politikanın en yakıcı sorunları parti içinde öz­ gürce ve korkusuzca tartışılabiliyordu? Neden şimdi, bu müda­ haleler sona erdikten, sömürücü sınıflar yenilgiye uğratıldıktan sonra, sanayileşmenin kazandığı tartışılmaz başarıyla birlikte köylülüğün ezici çoğunluğu kolektifleştirme sürecine katılmış­ ken, azledilmez yöneticilere yönelik en küçük eleştiride dahi bu­ lunmak yasak? Neden parti tüzüğüne uygun olarak yeni bir kongre toplanması talebinde bulunabilecek her Bolşevik kendi­ ni kapının önünde bulma tehdidi altında tutuluyor? Neden Stalin’in yanılmazlığı konusunda kuşkularını yüksek sesle dile geti­ ren her yurttaşa derhal komplocu terörist muamelesi yapılıyor? Baskının ve polis aygıtının bu korkunç, canavarca ve hoşgörü­ süz gücü nereden kaynaklanıyor? Teori, karşılığını istediğimizde derhal paraya çevirebileceği­ miz bir çek değildir. Eğer hataları varsa, hemen gözden geçiril­ meli ve mümkünse boşlukları doldurulmalıdır. Geleneksel Marksizm ile Sovyet gerçekliği arasındaki çelişkinin doğmasına neden olan gerçek toplumsal güçleri ortaya çıkaralım. Ne olur­ sa olsun karanlıklarda gezinmekten vazgeçmeli; belki şeflerin prestijim korumak açısından yararlan olan ancak yaşanan ger­ çeğin şamarlarının yüzümüzde patlamasını engelleyemeyen tö­ rensel cümleleri tekrarlamaktan vazgeçmeliyiz. Şimdi bunun ne anlama geldiğini inandırıcı bir örnek ile göreceğiz. Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Molotov, 1936 yılı Ocak ayındaki Merkez Yürütme Komitesi toplantısında şöyle diyor: “Ulusal ekonomi sosyalist oldu {alkışlar). Bu bağlamda [?], sı­ nıfların tasfiye edilmesi sorununu çözmüş bulunuyoruz (alkış­ lar) ” Ancak eski hâkim sınıflardan arta kalan ‘"bize tamamen düşman öğeler” geçmişin bize bıraktığı bir mirastır* Öte yandan kolhoz emekçileri, devlet görevlileri vc hatta bazen işçiler arasın­

144

BÖLÜM 5

dan “minik spekülatörler”, “devler ve kolhoz mallarını har vu­ rup harman savuranlar”, “antisovyetik dedikodu yayıcılar” vs çıkmaktadır,53 “Bu da diktatörlüğün daha da güçlendirilmesi ihtiyacına yol açar* Engelsen beklentisinin tersine, işçi devleti, giderek ‘uykuya yatan'54 bir devlet değil, tam tersine artan ölçü­ de uyanık bir devlet olmalıdır*” Sovyet devletinin şefinin çizdiği bu tablo eğer kendi içinde ölümcül bir çelişki taşımasaydı son derece güven verici olabilir­ di. Sosyalizm ülkeye tamamen yerleşmiştir: “Bu bağlamda” sı­ nıflar ortadan kalkmıştır (eğer bu bağlamda ortadan kalkmışlar­ sa, her bağlamda ortadan kalkmışlardır). Herhalde toplumsal ahenk şurada burada geçmişin kalıntı ve döküntüleri yüzünden bozuluyor* Ama gene de, kapitalizmi restore etme hayaliyle ya­ nıp tutuşan, ancak ellerinin altındaki iktidarı ve mülkiyeti yitir­ miş darmadağınık durumdaki kişilerin spekülatörcükler'Mc (ya­ ni gerçek anlamda spekülatör bile olamamışlarla!), “dedikodu­ lar "Ma sınıfsız toplumu yıkmaları herhalde düşünülemez. Görül­ düğü gibi, anlatılanlara bakılırsa her şey yolunda ve işler iyi gi­ diyor* İyi de, o halde bürokrasinin çelikten diktatörlüğü niye? O gerici hayalperestler yavaş yavaş yok olacaklar* Buna inanmamız lazım* Bu pek demokratik Sovyetler “minik speküla­ tör ”ler ve “dedikoduculara gülüp geçebilir, onlarla pekâla baş edebilir* “Ütopyacı değiliz” diye cevap veriyordu Leııin 1917' yı­ lında bürokratik devletin burjuva ve reformist teorisyenleriııe, *tek tek bireylerin taşkınlıklar inin mümkün ve kaçınılmaz oldu­ ğunu da, bu türden taşkınlıkları bastırma gereğini de hiçbir şe­ kilde reddetmiyoruz. Ama*.* böyle bir hedefe varmak için özel bir baskı aygıtına gerek yoktur. Silahlanmış halk, bu işi, birbirleriyle dövüşen insanların kavgasını durdurmayı veya bir kadına hakaret edilmesini uygar bir topluluk nasıl engellerse ayın rahat­ lık ve kolaylıkla engelleyebilir.”55 Lenin bu sözleri, kendinden sonra devletin başına geçmiş bu adamın değerlendirmelerini çü­ rütmek için sanki kasıtlı olarak kaleme almış* Sovyetler Birliğindeki okullarda öğrencilere Lenin okutulur, ama açıkça

SOVYET TERMİDORU

145

görülüyor ki Halk Komiserleri Konseyinde okutulmuyor. Eğer okutulsaydı, Lenin’in bu kadar silahını bileyerek saldırdığı gö­ rüşleri Molotov’un hiç düşünmeksizin kullanması izah edile­ mezdi. Kurucular ile çömezler arasındaki üstü örtülemeyecek bir çelişkiyle karşı karşıyayız! Lenin, bürokratik aygıta gerek kal­ maksızın sömürücüler sınıfının tasfiyesinin mümkün olabileceği­ ni hesaplarken, Molotov’un, bürokratik aygıtın her türlü halk inisiyatifini, üstelik sömürücü sınıfların tasfiyesinden so?ıra bile boğmasını haklı göstermeye çalışırken ileri sürdüğü mazeret, tasfiye edilmiş sınıfların “kalıntıları” oluyor! Ancak bu “kalıntılar”la beslenmeye devam etmek giderek zorlaşıyor çünkü, bürokrasinin yetkili temsilcilerinin itirafına göre, dünkü sınıf düşmanları günümüz Sovyet toplumu tarafın­ dan başarıyla asimile ediliyorlar. Merkez Komite sekreterlerin­ den biri olan Postışev,56 Komünist Gençlik Örgütünün 1936 yı­ lı Nisan ayında yapılan kongresinde şöyle diyordu: “Çok sayıda sabotajcı içtenlikle nedamet getirerek,.. Sovyet halkının safları­ na katılmıştır../’ Kolektifleştirmenin başarıları göz önüne alın­ dığında, “kulak’ların çocukları anne babalarının davranışların­ dan sorumlu tutulmamalıdır.” Daha bitmedi, Postışev şunları da söylüyor: “Köydeki sömürücü konumuna yeniden kavuşabilece­ ğine artık kulak’ın kendisi bile inanmıyor.”57 Demek ki, hükü­ metin, toplumsal kökenlerden kaynaklanan yasal sınırlamaları yıkmaya başlaması sebepsiz değildi! Ancak eğer Postışev’in M o­ lotov tarafından da tamamıyla kabul gören açıklamalarının bir anlamı varsa, o da sadece şudur: Bürokrasi canavarca bir anak­ ronizm haline gelmiştir ve Sovyet toprakları üzerinde devlet bas­ kısının uygulanacağı bir hedef de kalmamıştır. Ama ne Molotov ne Postışev bu tamamıyla mantıki sonuca varmayı kabul eder. Kendileriyle çelişme pahasına iktidarlarını korumayı tercih eder­ ler. Gerçekte, iktidarı terk etmeleri tabii ki mümkün de değildir. Daha nesnel terimlerle ifade etmek gerekirse, şöyle denilmelidir: Mevcut Sovyet toplumu, devletten ve hatta—belirli sınırlar da­

146

BÖLÜM 5

hilinde—bürokrasiden vazgeçemez. Ancak bu durumun yaratıcısı geçmişin zavallı kalıntıları değil, günümüzün güçlü eğilimle­ ridir. Bir baskı aygıtı olarak telakki edilen Sovyet devletinin varlığı haklılık taşır. Çünkü mevcut geçiş dönemi hâlâ sayısız top­ lumsal çelişkiyi içinde barındırıyor. Ve bu toplumsal çelişkiler tüketim—herkesin daha fazla duyarlı olduğu ve en sık kullanı­ lan bir terimdir bu—alanında son derece vahim bir niteliğe bü­ rünmüş olup, her an üretim alanına sıçrama tehlikesini taşıyor. Dolayısıyla sosyalizmin ne nihai ne de kalıcı zaferinden söz et­ mek mümkündür. Bürokratik iktidarın temeli, tüketim maddelerinin yetersizli­ ği ve bu yetersizlikte kaynağını bulan her şeye karşı mücadele­ dir. Mağazada bol miktarda mal bulunduğunda alıcılar canları istediği zaman alışveriş yapmaya gelebilirler. Mal kıt olduğun­ daysa kapıda kuyruk oluşturmak zorunda kalırlar. Kuyruk ye­ terince uzadığında düzeni tesis etmek için bir polis memuru ge­ rekir. işte Sovyet bürokrasisinin gücünün başlangıç noktası budur. Malı kime vereceğini, kimi bekleteceğini o “bilir/* Maddi ve kültürel durumun iyileşmesi, ilk bakışta, ayrıcalık­ ların gerekliliğini azaltmalı, “burjuva hukuku”nun alanını daraltmalı ve buradan hareketle bu hakların bekçiliğini yapan bü­ rokrasinin ayağının altındaki zemini kaydırmalıydı. Oysa bunun tam tersi oldu. Üretici güçlerin büyümesiyle birlikte ayrıcalıkla­ rın, eşitsizliğin ve avantajların her türlü biçim altında aşırı geli­ şimine tanık olundu şimdiye kadar. Bu ise, bürokrasinin de ay­ nı ölçüde gelişimini sağladı. Ve hiç de tesadüfen olmadı bu. Sovyet rejiminin ilk dönemindeki niteliğinin, günümüzdekiyle kıyaslandığında çok daha eşitlikçi ve çok daha az bürokratik olduğu tartışma götürmez bir olgudur. Ama bu eşitlik ortak se­ falette eşitlikti. Ülkenin kaynakları o kadar sınırlıydı ki, kitlele­ rin içinden küçük de olsa ayrıcalıklı çevrelerin çıkmasına olanak yoktu. Bireysel uyarıcıyı ortadan kaldıran “eşitlikçi” ücret, üre­ tici güçlerin gelişiminin önünde engel oluşturmaya başladı. Sov­ yet ekonomisi, esaslı ayrıcalıklar birikme imkânı bulmadan ön­

SOVYET TERMİDORU

14 7

ce yoksulluktan kurtulmalıydı. Üretimin mevcut durumu herke­ sin ihtiyaçlarını karşılamaktan henüz çok uzaktır* Gene de, da­ ha şimdiden, bir azınlığa önemli avantajlar sağlamakta ve yarat­ tığı bu eşitsizlikle çoğunluğun üzerinde baskı kurmaktadır* Şu ana kadarki üretim artışının) devletin sosyalist damarından ziya­ de burjuva damarını güçlendirmesinin ilk nedeni budıır. Ama bu tek neden değildir. Kapitalist Ödeme yöntemlerine başvurulan mevcut evreye damgasını vuran ekonomik etmenin yanı sıra, bir de bürokrasinin kendi şahsında cisimleşen politik bir etmen vardır. Bürokrasi doğası gereği ayrıcalıkları hem ya­ ratmakta hem de savunmaktadır. Bürokrasi başlangıçta işçi dev­ letinin bir burjuva organı olarak ortaya çıkmıştır. Bir azınlığın ayrıcalıklarını yerleştirip korurken doğal olarak aslan payını da kendine ayırmaktadır* Malların dağıtımım yapanın bu işten kendine bir fayda elde etmeden çıktığı şimdiye kadar görülme­ miştir* Böylelikle toplumun ihtiyacından öyle bir organ doğmuş­ tur ki, gerekli toplumsal işlevinin çok ötesine taşarak özerk bir etkene dönüşmüş ve aynı zamanda tüm toplumsal organizmayı ciddi bir tarzda tehdit eden bir kaynak haline gelmiştir* Sovyet Termidorunun anlamı artık gözümüzde daha belir­ ginleşiyor* Kitlelerin yoksulluğu ile kültürel geriliği* elinde koca bir sopa tutan şefin tehditkâr görünümünde yeniden somutluk kazanıyor* Toplumun hizmetkârı olması gereken, geçmişin la­ netlenmiş ve kovulmuş bürokrasisi yeniden toplumun efendisi haline geliyor* Bu süreçte toplumsal ve ahlaksal yönden kitlele­ rin o kadar uzağına düşüyor ki, eylemleri ve kazançları üzerin­ de hiçbir denetimi kabullenmiyor* Bürokrasinin, “minik spekülatörler, utanmaz kişiler ve dedi­ koduculardın varlığı karşısında kapıldığı, ilk bakışta mistik gibi gözüken korku boylece tamamen doğal olan izahına kavuşuyor. Toplumun en temel ihtiyaçlarını karşılamanın henüz uzağında­ ki Sovyet ekonomisi, attığı her adımda rüşvet ve spekülasyon eğilimlerinin gelişimine zemin hazırlıyor. Öte yandan yeni aris­ tokrasinin ayrıcalıkları halk kitlelerinde antisovyet “dedikodu­

148

BÖLÜM 5

lara” kulak verme eğilimi uyandırıyor, yani halk fısıltı halinde bile olsa açgözlü ve kaprisli patronları eleştiren herkesi dinliyor. Dolayısıyla sorun geçmişin hayaletleriyle* artık var olmayan şey­ lerin kalıntılarıyla, kısacası geçen yıl yağan karlarla ilgili değil* yeni, güçlü ve sürekli olarak yeniden doğan kişisel birikim eği­ limleriyle ilgilidir* Ülkedeki hâlâ çok mütevazı kalan refah belir­ tileri, sadece mütevazı oluşları nedeniyle, bu merkezkaç eğilim­ leri zayıflatmamış* tersine kuvvetlendirilmiştir. Öte yandan tüm bunlarla eşzamanlı olarak ayrıcalıksız olanlar arasında* yeni seç­ kinlerin iştahına gem vurma arzusu gelişmiştir. Toplumsal mü­ cadele yine keskinleşmektedir. Bürokrasinin iktidar kaynakları işte bunlardır. Ancak ayııı kaynaklar, bürokrasinin iktidarı kar­ şısında bir tehdit de oluşturmaktadır.

NOTLAR

149

NOTLAR: BÖLÜM 5 1. Çarlık ordusunun yenilgileri ile hammadde ve gıda maddesi tedari­ kinin çöküşü, savaş boyunca çarhk rejimini gözden düşürdü. Uluslarara­ sı kadınlar günü dolayısıyla 23 Şubat {8 Mart) 1917 günü PctrogradMa kadın dokuma işçilerinin kendiliğinden grevleri, kadınların açlığa karşı gösterileri ve fırınların yağmalanması olayları görüldü. Bu hareketin için­ den iki gün sonra bir genel grev doğdu. Grevcilerin üzerine sürülen gar­ nizon kuvvetleri, emirleri dinlemeyerek isyancıların yanma geçtiler. 27 Şubat (12 Mart) günü Işçİ vc Asker Vekilleri Şurası kuruldu. Gerçek ikti­ dar hemen onun eline geçti; Şura (devrimci işçiler ile askerlerin) smıf ör­ gütü olarak Prens Lvov’un Geçici Hükümetinin karşısında yer aldı. Bu hükümet, çar tarafından dağıtılmış bulunan Duma’dan çıkmıştı vc içinde­ ki tek sosyalist—Trııdovik’lerin temsilcisi olarak değil, kişi olarak— Kerenskiy’di. Geçici hükümetlerin, liberal ve muhafazakâr burjuvazi ile top* rak sahiplerinin temsilcilerinin güttükleri hedef, işçi şuralarını ortadan kaldırmak, işçileri yeniden fabrika disiplinine tabi kılmak ve bir toprak devrimini önlemekti; çarlığın savaş hedeflerini her şeye karşın gerçekleş­ tirme umuduyla savaşı sürdürüyorlardı. Altı ay sonra ikili iktidar, o ara­ da Bolşeviklerin içinde çoğunluğu ele geçirmiş oldukları İşçi ve Asker Şu­ ralar* lehine ortadan kaldırıldı. (Krş. Trotzkı, Geschichte der russichen Revolution, Schrifren, c, 10,} 2. Iraklı Georgiycviç Tseretclli (1881-1959), Gürcü Menşeviği, ikinci DumaNJa sosyal demokrat parti grubu yoncricisi (1907); Şubat Devrimi’ nin ardından, sürgünde bulunduğu Sibirya'dan dönerek, uyalnız Menşeviklerin değil, o zamanın Sovyet çoğunluğunun tümünün başı” (L. Trorzki, Geschichte der russisehen Revolution* c. 1, Februarrevolution, Berlin, Fischer, 1931, s. 225), savaşın “devrimci yurt savunması” olarak sürdü­ rülmesinden vc burjuvaziyle ittifaktan vana oldu; 1917 Mayısında, libe­ raller ile ılımlı sosyalistlerin oluşturdukları ilk koalisyon hükümetinde posta ve telekomünikasyon bakanı, ikinci koalisyon kabinesinde (temmuz-eylül) içişleri bakanı. Ekim Devriminin ardından, 1921 Şubatında Kızıl Ordunun girişi üzerine devrilen Gürcistan Menşevik hükümetinde üye. Fransa’ya sığman Tseretclli, II. Enternasyonalde sık sık, Menşeviklerin delegesi olarak ortaya çıktı. 1929’da siyasal hayattan çekildi. Trots­ kiy, kendisi için söyle yazdı: “TseretcUi’nin başı, öbürlerinin hepsinin üs­ tündeydi, açıkça belli oluyordu bu„. Kendi gibi düşünenlerin Ön sahna geçiyordu. Hasım lanınız arasında ciddiye alınabilecek bir tek o vardı.” (L, Troçki, Hayatım, c. 2, Köz, 1970, s. 344; Erinnerungen an die Fcbruarrevolutiofi, Rus., 2 c., Paris-Den Haag, Mouton, 1963)) 3. 5 Mayıs 1789’da Versailles’da toplanan uetajenero”da soylular ve

150

BÖLÜM 5

ruhbanın altı yüz temsilcisi ile “üçüncü sınıflın alt! yüz temsilcisi birbir­ lerinin karşısında yer almıştı. 17 Haziran 1789 günü bunlar, kendilerini Kurucu Milli Meclis [Constituante] olarak ilan ettiler. 14 Temmuz 1789’daki Bastille baskının arkasından varlıklı burjuvazi, kendine ait bir silahlı gücü, yani Milli Muhafızları kurdu. 4 Ağustos 1789’da, toprak devrimini durdurmak için bütün feodal ayrıcalıklar kaldırıldı. Kilise mülklerine cl konarak genel insan hakları ilan edildi. 1791 anayasası, meşruti bir monarşiyi öngörüyordu, Prusya-Avusturya ordularının müda­ halesinin önünü almak için Milli Meclisteki ılımlı burjuva Gırondm ço­ ğunluğu, her iki devlete savaş ilan etti. Müdahale ordularının ileri yürü­ yüşü, Parisli aşağı tabakaların, sanseulotte’ların, 10 Ağustos 1792 tari­ hinde Paris’te ayaklanmasına yol açtı. Sansculolte’lara dayanan Paris Be­ lediye Mcdisi, “komün,” yani Milli Meclisin karşıtı haline geldi; Meclis de, 1792 Eylülünde yerini, genel seçimler sonunda oluşan Konvansiyona bıraktı. Konvansiyonda ılımlı Girondin 1er ile jakoben Dağ Partisinin yandaşları, Montagnard>\zxykarşı karşıyaydılar; krallık kaldırıldı vc cum­ huriyet ilan edildi (22 Eylül 1792). Yeni askeri gerilemeler, Girondin'lerin Konvansiyondan kovulmasına ve 1793 Temmuzunda jakobcnlcrin azınlık diktatörlüğünün kurulmasına yol açtı (Kamu Selameti Encümeni). Jakobenler, iktidarın merkezileştirilmesi, ekonomiye devlet müdahaleleri ve gerçek ve sözde devrimcilere karşı tedhiş yoluyla devrimin kazanımla rım ve Fransız topraklarını müdahalelere ve karşıdevrimci kalkışmalara karşı savundular. Carnot tarafından kurulan kütlesel ordunun elde ettiği askeri başarıların ardından 9Termidor (27 Temmuz 1794) günü Robespîerre grubunun tedhişine son verildi. Jakoben kulübü kapatıldı, hayatta kalmış GirondtrCler geri çağrıldı; Konvansiyon çoğunluğunu yeniden ılımlı cumhuriyetçiler oluşturdu. Kralcı bir ayaklanmanın 1795 Ekiminde Barras ve Napolyoıı tarafından bastırıhşından sonra yürürlüğe giren yeni Direktuvar anayasası (başka şeyler yanında vergiye bağlı oy hakkına dö­ nüş), burjuva sınıf egemenliğinin pekişmesini beraberinde getirdi. Direk­ tuvar, Vendee’deki iç savaşı sona erdirdiyse de ne devletin iflas ermesini ne de kıtlıkları önleyebildi. Direktuvara karşı BabeuPıin komünist-jakoben komplosu ile kralcı kalkışma girişimleri görüldü. Direktuvar üyesi Barras’nın 4 Eylül 1797 tarihli hükümet darbesiyse, cumhuriyetçilere Di­ rektuvar içinde diktatörce bir egemenlik sağladı. 1797-99 yıllarındaki as­ keri ve iç politik başansızlıkların ardından Direktuvar, Mısır’dan dön­ mekte olan Napolyon’un 18 Brumaire (9 Kasım 1799) günü gerçekleştir­ diği yeni bir hükümet darbesiyle devrildi; Napolyon’un askeri diktatörlü­ ğü di'vıimin mirasçısı oldu. 4, l louorc Gabrie) Riquetf Mirabeau Kontu (1749-91), konuşmacı ve

NOTLAR

151

yazar olarak Fransız Devriminin ilk evresinin en nüfuzlu önderlerinden biri, aydınlanmış* içinden geldiği sınıfa ters düşmüş soyluların ilk örneği. Mirabeau* feodal ayrıcalıkların kaldırılmasından ve Ingiliz örneğine uy­ gun bir meşruti monarşi kurulmasından yana tutum aldı* 1790’dan beri sarayla gizlice ittifak kuran Mirabeau, 1791 Şubatında Milli Meclis Baş­ kanlığına seçildi. (Giutres, |der,] M. Merilhou* 9 c., 1825-27) 5. Jacques Pierre Brissot de Warville (1754-93) 1784’re, Fransız kra­ liçesine karşı yazılmış bir risalenin kendisine yüklenmesinden dolayı BastiUe'dc hapsedildi. Köleliğin kaldırılmasını savunan insansever “Societe des amis des Noirs”m kurucusu; 1789-93’te Le Patriot français gazetesi* ni çıkardı. 179Tde Ulusal Meclise seçilince Girondin*knn (“Bnsso/ms”) en Önemli önderlerinden biri haline geldi ve 1792-93’te, Robespierre’in muhalifi olarak cumhuriyetin dış siyasetini belirledi; bu siyaset savaşla so­ nuçlandı. 1792 Ekiminde “Fransa'daki Bütün Cumhuriyetçilere Çağn; Paris'teki Jakoben Kulübü Üzerine ”de Dağ Partisinin yandaşlarını, “her şeyi* mülkiyeti, refahı, gıda maddesi fiyatlarını ve toplum için yapılması gereken hizmetleri* eşitlemek isteyen yıkıcılar” olarak niteleyerek “anarşi ejderhasının Tehlikelerine dikkati çekti. 2 Haziran 1793 tarihli sanseuİotte ayaklanmasının ardından tutuklanıp idam edildi. (Memoires de Brissot de Warville sur ses contemporams et la revolu­ tion françai$ey Paris, L’advocat, 1830-32, 4 cilt.) 6. Paul François Jean Nicolas Vicomte de Barras (1755-1829), 1771’den beri subay, I792’den beri jakoben* sonradan Termidorcu; Kon* vansiyonda kralın idamı için oy verdi ve Güney Fransa’daki (Toulon, kralcı ayaklanmayı bastırdı. 1794’te, Paris’teki kıtaların komutanı ola­ rak, Robespierre’in devrilmesinde belirleyici bir payı oldu ve 1795 Eki­ mindeki krala bir ayaklanmanın bastırılmasından sonra Direktuvarın beş üyesinden biri oldu. Barras, Napolyon’a İtalya’daki Fransız kuvvetlerinin başkomutanlığını üsdenmiş olsa da onun 1799 Kasımında yaptığı hükü­ met darbesinin ardından görevinden ayrılmak (hatta 1801-05 yılları ara­ sında Brüksel'de sürgünde yaşamak) zorunda kaldı. (Memoires de Paul Comte de Barras, Paris, Hachctte, 1895*96, 4 cilt.) 7. Krş. Stalin-Buharin bloğuna karşı mücadele sırasında* kendi düşün­ celerini açıklığa kavuşturmak için kaleme alınmış “Thescn über Revoluti­ on und Konterrevolution” (26 Kasım 1926)* Denkzettel içinde, s. 163-7. 8. “Tarihte başka hiçbir devrim yoktur ki halk kitlelerinde* özellikle proleter kitlelerde Ekim Devriminin uyandırdıkları kadar büyük umutlar ve tutkular uyandırmış olsun. 1917-21 yıllarının muazzam acılarından sonra proleter kitleler, durumlarını bir hayli düzelttiler. Bu düzelmenin değerini biliyor, durumlarının daha da düzelmesini umuyorlar. Aynı za­

152

BÖLÜM 5

manda tecrübe onlara şunu da öğretti: Onları ancak savaş önccsi döne­ min yabanı düzeyine getirmiş olan bu düzelme, son derece yavaş meyda^ na gelmiştir. Bu tecrübcnin kitleler için, özellikle yaşlı kuşak için önemi, ne deııli vurgulansa azdır, Kitleler daha ihtiyatlı, daha kuşkucu, devrimci parolalara, kapsamlı teorilere karşı daha az duyarlı oldular. Iç savaşın çe­ tin sınavlarından ve iktisadi yeniden inşanın başarılarından sonra gelişmiş olan bu duygular parti ha yarının arka planını oluşturuyor. Bürokratiznıin ‘asayiş’ ve ‘sükun1 payandaları bunlardır. Muhalefetin, partinin Önüne yeni sorunlar çıkarına çabası tam da bu duygulara karşı cephe almış ol­ du.” (Trotzki, DcnkzcttcU s. 165) 9. Krş. G. Rakowski, “Die Ursachen der Entartung van Patrei-und Staatsapparac”, 6 Ağustos 1928. 10. François Noel (‘‘Gracchus* denir) Babeuf (1760-97), çileci-eşitçi bir komünizmin, ezilen halk kitleleri adına iktidarın şiddet kullanılarak ele geçirilmesinin ve devrimci diktatörlüğün savunucusu; Blanqurııin öncüsü. Kadastro ve tapu sicil memuru olarak çalışırken feodal hukukun kararlı bir karşıtı haline geldi; toprağın millileştirilmesi ve tedhiş sorunlarında jakoben konvansiyona muhalefet etti. 1789’dan beri gazeteci olarak çalışan Babeuf, 1794 Eylülünden başlayarak (1794 Ekiminden sonra Lc Tribün du Peuple adını alan) Journal de la Libcrte de la presse'i çıkardı. Artık Babcııf, yoksullar ile zenginler arasındaki fark yok edilmediği sürece devri­ min bitmeyeceğini yazıyordu. Birçok kez tutuklandıktan sonra, 1795 Ka­ sımında, Direktuvarı devirmek üzere u Eşitler Cemiyeti” adındaki gizli ce­ miyeti örgütledi. Komplocuların programı, devrim sonrası toplum için rarım-zaııaat üretim kooperatifleri ve devlet mağazalarına dayatı bir iaşe dü­ zeni öngörüyordu. Ayaklanma planlan ele verilen gizli cemiyetin yönetici­ leri, 10 Mayıs 1796yda tutuklandı. Babeuf, yargılanması (20 Şubat-27 Ma­ yıs 1797) sırasında “mülkiyet ilişkilerinde genel altüst oiuşnu “kaçınıl­ maz” olarak nitelendirdi, Babeuf ile bir başka komplocu idam edildi; öte­ ki sanıklar ağır hapts cezalarına çarptırıldılar. Babeuf Hin yoldaşlarından Filippo Buonarroti tarafından l#28T de yayımlanan tlisioire dc la conspiration de Babeuf adlı kitap fikirlerinin anısını canlı tuttu. {V. Daline, A. Saitta, A. Soboul [der.J, (E«nr> dc Babeuf, c. 1, Babeu f avant la revolution, Paris, Bibliotheque Natjonale, 1977; (dcr,| Vedat Günyol, Devrim Yazılarıt Babeuf Dosyası, Sosyal, 1974; R.B Rose, Graechus Babeuf, The First Revaluttonary Communist, Londra, Edward Arnold Publishers, 1978; J. Bruhar» Gracchus Babeuf et les Egauxt Paris, Librairic Academique, 1978} 11. 1792 Ağustosunda Somme Departmanı yöneticiliğine atanan Ba­ beuf, mültecilere ve yardakçılarına karşı mücadele etti. Departman yöne-

NOTLAR

153

ftın kuruluyla uyuşmazlığa düştükten sonra görevinden ayrılarak Mont Didicr ilçesi direktuvar yöneciciliğine seçildi. Amirinin sözlü emriyle bir devlet taşınmazının satın alma sözleşmesinde alıcının adını değiştir di, kendisine işten el çektirildi, tutuklandı ve Paris’e kaçtı. Olay* kendisinden kurtulmak için bir fırsattı ve Amiens mahkemesi* Babeufü yedi ay sonra gıyabında yirmi yıl ağır hapse mahkum etti. Babeuf, Paris’te 1793 Kası­ mında yeniden tutuklandı* kısa bir süre için yeniden serbest kaldı, sonra da arka arkaya Abbayc cezaevinde, Saintc Pelagie cezacvindc* son olarak da Laon’daki Sainte Geııevİeve cezaevinde yattı. Bu yoldan jakoben ted­ hişinden de, anti-jakoben Tcrmidorcularca kovuşturul maktan da kurtul­ du. 18 Temmuz 1794’te serbest kaldığında, ‘‘siyaset oyununun en ön sı­ rasında yer almış olan büyük kişilikler ortalıktan silinmiş, yeni bir durum doğmuştu. Babeuf, siyasal hayata yeniden dönerken bu durumla hesap­ laşmak zorundaydı.” (Ramnı* Die groficn Soziniistcn^ s. 152} uBüyük ço­ ğunlukta siyasal tutkulara çok az rastlanıyordu; kralcılık, önceleri iyice yılgındır* jakobenizme zayıf düşmüştür korktuğu için rchditkârdjr. Bu azınlıkların her ikisi, kitlelerin genel eylemsizliğinden belirli bir yarar el­ de etmektedir.” (Julcs Michelct, Geschichte der Französiscken Revoluti­ on, c. 9-10, s, 209) 1 Ekim 1794 günü yayımlanan bir yazısında Babeuf, Marat'mn 1789-90 yıllarındaki zaferlerini kendisinin başarısızlıklarıyla karşı/aştırarak kendini* çölde bîr vaiz olarak nitelendirdi. Dört hafta son­ ra “Club Electoral” üyelerinin yetersiz faaliyeti üzerine şöyle yazdı; Paris şubelerinin siyasal denetimi için mücadele edenler* yalnızca çeşitli siyasal gruplardan bir avuç eylemciydi; kitler ise uzak ve kayıtsız kalıyordu. (Krş, Rose, Graechus Babeuf, s. 167vd) 12. Yeni ayaklanma: 1830 Temmuz Devrimi. Napolyon’un askeri ye­ nilgisi, 1814’te Bourbon hanedanının (XVIII. Louis, 1824’ten sonra X. Charles) restorasyonuna yol açmıştı. 1827 seçimlerinde büyük burjuva muhalefeti mecliste çoğunluğu elde etti. Bunların artan baskısın* X. Char­ les, önce Cezayir’in istilasıyla savuşturmaya, ardından da 26 Temmuz 1830 tarihli hükümet darbesiyle karşılamaya (basın özgürlüğünün orta­ dan kaldırılması, oy verme hakkında değişiklik, meclisin dağıtılması) ça­ lıştı, Paris’te üç günlük bir halk ayaklanması (matbaacılar* Öğrenciler* za­ naatçılar), kralı tahttan feragate zorlayarak, liberal burjuvazinin* o güne kadar soyluluk tarafından işgal edilmiş olan iktidar konumlarını ele ge­ çirmesini mümkün kıldı. Yeni “yurttaş-kral” Louis Philippe’in yönetimin­ de Fransız büyük burjuvazisi için bir tür altın çağ başladı. “Louis-Philippe’in hükümdarlığı sırasında egemen olan Fransız burjuvazisi değil, sade­ ce onun bir kesimi idi: ... mali aristokrasi denilen kesim. Bu kesim* tahta yerleşmiş, meclise yasalar çıkarttırıyor, bakanlıklardan tütün bürolarına

154

BÖLÜM 5

kadar kamu hizmetlerini ona buna dağıtıyordu. Asıl sanayi burjuvazisi, resini muhalefetin bir bölümünü oluşturuyordu, yani meclislerde ancak azınhk olarak temsil edilmekteydi. Mali aristokrasinin istibdadı, mutlakla$tıkça ve kana boğulan 1832, 1834 ve 1839 ayaklanmalarından sonra, işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin daha güven altına alınmış olduğuna inandıkça» sanayi burjuvazisinin muhalefeti de gitgide daha kararlı oldu.” (Marx, Fransa da Sınıf Savaşımları 1848-1850 [1850], Marx ve Engels, Seçme Yazıları, c. 1, s. 250) 13. Askeri baskj altında zorla kabul ettirilen Brest-Litovsk Barış Ant­ laşmasının (3 Mart 1918) ardından 1918 İlkbaharında bir milyon kadar Alman ve Avusturya askeri Baltık ülkelerini, Beyaz Rusya’yı, Ukrayna’yı vc Transkafkasya’yı işgal etti. 9 Mart 1918 günü Ingiliz kuvvetleri Murmansk’a, 5 Nisan 1918 günü de Müttefikler (Japoıılar, Ingilizler, Fransızlar ve ABD askerleri) Vladivostok’a çıktılar 25 Mayıs 1918’de Avusrurya-Macaristan’a karşı savaşmak isteyip de Bolşeviklcr tarafından Alınan­ lara teslim edileceklerinden korkan esirlerin oluşturduğu Çekoslovak Lej­ yonu ayaklanarak Sibirya, Urallar ve Volga Bölgesinde önemli merkezle­ ri işgal etti* Haziran ayında ABD kuvvetleri Murmansk’a çıktı; ağustos başında İngiliz kuvvetleri Bakû ile Arhangelsk'i işgal ederken Türk kuv­ vetleri Ermenistan*! fethetti. 1918 Kasımının sonundan başlayarak Fran­ sız, çok geçmeden de Ingiliz ve İtalyan deniz kuvvetleri, Karadeniz’de ha­ rekâtta bulunarak Güney Rusya'nın ve Transkafkasya’nııı bazı bölümle­ rini işgal etti. Bunlar, Rumen, Sibirya ve Yunaıı birliklerince destekleni­ yordu. Müttefik müdahalesinin en yüksek noktasına ulaştığı 1919 orta­ sında bir milyon kadar yabancı asker Rusya’da bulunuyordu. Kızıl Ordunun başarıları, müdahale kuvvetlerinin siyasal güvenirliği­ nin gitgide azalması vc kendi ülkelerindeki ıç muhalefet karşısında ABD, Büyük Britanya, Fransa, İtalya vc Japonya hükümetlerinin temsilcileri, 16 Aralık 1919 tarihli Londra Konferansında, müdahale kuvvetlerini çekme­ yi ve eski çar imparatorluğu topraklarındaki anti-Bolşevik grup ve hükü­ metlere desteği durdurmayı kararlaştırdılar. 16 Ocak 1920’de iktisadi boykot da kaldırıldı. 25 Nisan 1920 tarihinde Pilsudskiy Polonya'sı, Sov­ yet cumhuriyetine saldırarak Ukrayna’da geniş bölgeleri ele geçirdi; Sovyetlerin bir karşı saldırısıyla istilacılar püskürtüldü, 14. Kızıl Ordunun terhisi, 1921 yılının ikinci yarısında başladı; 1923 Eylülüne değin Kızıl Ordunun gücü 5.300.000 kişiden 516.000 kişiye İn­ dirildi. 15. “Bir Alman devrimine ilişkin bekleyişleri dolayısıyla Bolşevik ön­ derlerini sarmış olan coşku, Rus halkına da yayıldı. Bütün ülkedeki tek tek işletmelerde Rus işçi örgütleri ve işçiler tarafından toplantılar düzen­

NOTLAR

155

leniyor, bunlarda* Almanya’da yaklaşmakta olan olayların anlamı üzerin­ de tartışılıyor, Batı’nın kardeş proleterlerinin desteklenmesi için karar ta­ sarıları kabul ediliyordu. Bununla birlikte bu tür tasarıları, kesinlikle bi­ rer formaliteden ibaret değildi. Hükümet, Rus işçilerinden* Alman devrımİniıı çıkarlar* uğruna gerçek özverilerde bulunmalarını bekliyordu. Ko­ münist Enternasyonal Yürütme Komitesi raporlarına göre “Rusya'nın ça­ lışan kitleleri. Alman devriminin çıkarları gerektirecek olursa, ücret artış­ larından geçici olarak vazgeçmeye, hatta ücret indirimlerine katlanmaya razıydılar.’ İşçilere* Alman proletaryasının yenilgisinin Rus işçilerinin de yenilgisi demek olacağı söyleniyordu. Kadınlar, halka açık toplantıların­ da* nişan yüzükleri ile öreki değerli eşyalarını Alman davası için bağışla^ maya çağrılıyorlardı. Ticaret komiserliğinin dağıttırdığı genelgelerin met­ ni aynen şöyleydi: ‘Yaklaşan Alman devrimi* Ticaret Komiserliğini bir di­ zi yepyeni sorunla karşı karşıya bırakmıştır; günümüzdeki ticaret uygula­ masının muzaffer Alman proletaryasının çıkarları için, iki Alman rezervi­ nin— yani altın ve cahilin eklenmesiyle tamamlanması gerekmektedir; vc Komiserliğimizin çeşitli dairelerine, toplam altmış milyon pud tahılın Rusya’nın batı sınırına sevk edilmesi talimatı verilmiştir. ... Bunu ekim ayında devrimci şiarların ortaya atılması izlemiştir: ‘Almanya işçileri ve bizim işçi ve Köylü Birliğimiz barışın ve proletaryanın kalesidir,’ ya da: *Alman islim çekiçleri ile Sovyet ekmeği beraberce dünyayı fethedecektir.' Ve Rus gazeteleri şöyle yazıyordu: Alman işçileri zafer kazanırsa yeni Al­ man hükümeti Sovyet Rusya ile birlik olur ve böylece 'Avrupa’da iki yüz milyon insan, öyle muazzam bir güç halinde birleşir ki artık onunla hiç­ bir Avrupa savaşı boy ölçüşemez.., çünkü hiç kimse, böyle bir gücün kar­ şısına çıkacak halde olmaz.’” (W.T. Angress, Die Kampfzeit der KPD 1921-23, Düsseldorf, Droste, 1973, s. 432vd) Stalin 1925’te şunları söy­ lüyordu: “Bilindiği gibi 1923 yılında, Alman devriminin arifesinde Öğren­ ci gençliğimizin bir bölümünün, *bir devrimcinin, Rusya'da yapacak hiç­ bir şeyi yok artık, kitapları atmalı* Almanya’ya gidip orada devrim yap­ malı7 diyerek, kitaplarını atmalarına ve Almanya’ya gitmelerine ramak kalmıştı.” (Stalin, “Fragen und Antworten” [9 Haziran 1925U SW 7, s. 135-82, burada s. 143) 16- “Çin Devrimi hepimizi elektriklendirdi. Bana öyle geliyordu ki Sovyet iktidarı, hiç değilse bu dünyanın düşünen unsurları gerçek bir coş­ ku dalgasının üzerinde yükselmişti. Ülke, kızıl bir Çin’in SSCB’nin kurtu­ luşu demek olabileceğini belli belirsiz hissediyordu.” (Victor Serge, Beruf: Revolutionar, Erinncrangen 1901-1917-1941 (1951], Frankfurt* Fischer, 1967, s. 243) 17. Sovyet sol muhaliflerinin akıbeti* Pierre Broue, “Lcs trotskystes en

156

BÖLÜM 5

Union Sovietique (1929-38)”, Cahiers Leon Trotsky, sayı 6 içinde 1980, s. 565’rc özet halinde anlatılmaktadır* 18. Stalin, 3 Nisan 1922 günü genel sekreter olduğunda “Politbüronun cn az seçkin üyesi” (Mcdwcdcw>Die Wabrheit>>.%s. 29) idi. Ayrıca krş, XX* Kongrede Kruşçev: “Burada hazır bulunanların Stalin’in adını 1924’ccn öncc hiç duymadıklarını söyleyecek olursam, herhalde hakikate karşı günah işlemiş sayılmam.” [Kruşçev'in Anılan, c. 2, Milliyet, 1971, s. 398) 19. Trotskiy, 1925 yılında Sklyanskiy’le yaptığı bir konuşmada Stalin’i partinin “cn parlak sıradadığı” diye nitelendirmişti, Sklyanskiy’in: “Son dönemde cn çok göze çarpan şey, her alanda altın ortanın, kendini beğenmiş orra karar adamların meydana çıkışıdır. En başta da Stalin. Ne­ den böyle oldu bu?11 şeklindeki sorusuna Trotskiy şu cevabı verir: “Bu, devrimin İlk yıllarındaki büyük sosya! ve psikolojik gerilimden sonra baş­ layan tepkidir. Başarılı karşıdevrim de kendi büyük adamlarını bulur. Ama onun ilk aşaması olan Termidor, burnunun ucundan ötesini göre­ meyen sıradan adamlar ister. Güçlerini politik körlüklerinden alırlar, hep olduğu yerde döndüğü halde yol gidiyorum sanan dolap beygiri gibi. Gö­ zü bağlı olmayan beygire bu işi gördüremezsiniz,” (Hayatım, c. 2ys. 595) 20. Devlet ve Devrim*dc Lenin, “devlet vc devlet organlarının toplu­ mun hizmetkârları olmaktan çıkıp toplumun efendilerine dönüşmeleri­ ne— önccki butun devletlerdeki kaçınılmaz dönüşüme—karşı” Paris Ko­ mününün kararlaştırmış olduğu ve Engels1in anlattığı Önlemlerden onay­ layarak söz eder: Bütün memurların her zaman görevlerinden alına bilirli­ ğinden ve bunlara yapılan ödemenin ortalama işçi ücreti kadar olmasın­ dan. (Devlet ve Devrim> s. lOOvd; krş. Engels, “Kari Marx’m Fransa'da Iç Savafm a Giriş |1891|”, Marx ve Engcis, Seçme Yazılar, c. 2, s. 21326, burada s. 225) 21. 1924’tc Svcrdlov Üniversitesinde verdiği konferansların 8. Bölüm, 5. Maddesinde (“Hiziplerin Varlığıyla Bağdaşmayan Bir İrade Birliği Ola­ rak Parti”) Staiin şöyle der: “Hiziplerin varlığı parti birliğiyle, demir di­ sipliniyle bağdaşamaz. Kanıtlamaya gerek yoktur ku hiziplerin varlığı, birçok merkezin ortaya çıkmasına yol açar; birçok merkezin varolması ise partide ortak bir merkezin yokluğu, irade birliğinin parçalanması, disip­ linin gevşemesi ve dağılması, diktatörlüğün zayıflayıp dağılması demek­ tir.” (“Leninizmin Temelleri Üzerine”, SW 6, s. 62-166, burada s. 161) 22. Komintern şubelerinin bürokratik yozlaşması üzerine, krş. H. Wcber, Die VVandlung des deutschen Kommuni$mu$t Die Stalinisierung der KPD in der Weimarer Republik, Frankfurt, Europaische Vcrlagsanstalt, 1969; Jederman, La “bolekevisation" du Parti communiste français

NOTLAR

157

( î923-28), Paris, Maspero, 1971; P. Robrieux, Historie intcricure du Par­ ti communiste> c. 1, (1920*45), Paris, Fayard, 1980; F. Ormea, he oriği­ ni dello stalinismo net PCI, Storla delta “svolta” comunista dcgli anni trenta, Milano, Feltrinelli, 1978. 23. “ (Komünistlerin de çok yüksek bir yüzdesi, idareimaslahatçılığa, bürokratizme karşı vc rüşvetçilik gibi tam Rusya’ya has bir olaya karşı mücadelede Sovyet yasalarından yararlanmayı bilmiyor. ... Komünistleri­ mizin en az yarısı, mücadele etmesini bilmiyor; mücadeleyi köstekleyen­ lerden ise hiç bahsetmeyelim. ... Partiye sızmış olan ve idareimaslahatçı­ lık ile rüşvetçiliğe karşı savaşmayı bilmemekle kalmayıp bir de bununla savaşı engelleyen yüz bin ile iki yiiz bin arası komünisti partimizden kapı dışarı edersek çok iyi olur.” (Lenin, “Die Neue Ökonomische Politik und die Aufgahen der Ausschüsse für politisch-kulturelle Aufklarung” (17 Ekim 1921), LW 33, s, 40-60, burada s. 56) X. Kongrede 1921 Martın­ da kararlaştırılan parti temizliği çerçevesi İçinde yüz altmış bin üye, gay­ ri faal ya da mevki düşkünü, “komiser leşmiş” veya “bürokratlarmış” (Lenin) oldukları gerekçesiyle ihraç edildi. 24. Devlet ve ekonomi yönetiminin kadroları da, parti görevlilerinden çıkmaktadır. Şeklen parti ve devlet aygıtı, birbirine koşut olarak düzen­ lenmiştir; fiilen inisiyatif ve denetim, parti aygıtının zirvesine aittir. Dev­ rimin ilk yıllarında Bolşeviklerin sorunun nc denli bilincinde olduklarını göstermek bakımından, Zinovycv'in XI, Kongreye (27 Mart-2 Nisan 1922) “Parti vc Devlet Aygıtlarının Sınırı” konusunda sunduğu rapor ka­ rakteristiktir. Zinovycv, VIII. Kongrenin (18-23 Mart 1919), “parti ko­ lektiflerinin işlevlerinin devlet organlarının ve birer devlet organı olan Sovyetierin işlevleriyle karıştırılmasının” caiz of madiğim ilan eden bir ka­ rarını hatırlatarak şöyle devam eder: “Geriye dönüp geçmiş beş yılın tari­ hine bakacak olursanız başlangıçta, bütün güçlerin Sovyetlerc yöneltilmiş olduğu bir dönemin yaşandığını hatırlarsınız; muhalefette bulunduğumuz sürece en iyi güçlerimizi Sovyetlere gönderdik. Sonra bir atılımla düşma­ nın duvarını yardık, Sovyetierin içine girdik ve yönetici çoğunluk haline geldik. Partimizin yönetici bölümü, orada kalarak devleti kabaca tahkim etmeye koyuldu. Sonra bürokratizmin ilk belirtileri meydana çıktı, bun­ lar üzerine konuşmaya başladık, aşağı yukarı 1919 yılında da: 'Partiye dönüş!' parolasını attık... Sovyet iktidarının hastalıklı belirtilerine karşı parti başlı başına mücadele olanağını elde etsin diye.” (G. Sinowjew, “Die Abgrenzung der Partei-und Sowjetapparate, Referat, gehaltcn auf dem XI. Kongre/? der Kommunistischcn Partei Rufslands, Moskau, Marz 1922”, Russische Korrcspondenz, sayı 4-5, Nisan-Mayıs 1922, s. 485-93, burada s. 485) Zinovyev, bu bağlamda, tek parti egemenliğinin doğurdu­

1 58

BÖLÜM 5

ğu sorunlara da eğilir: “ Ülkede olup biten her şeyi yansıtan moleküler bir sürecin parti içinde yer aldığı iddiasında bir hakikat payı vardır. Partimiz tekelci karakterde bir partidir ve kamu hayatında tek başına faal oldu­ ğundan, başka koşullar altında başka partilerde olacak kimi unsurların parti içine doldukları görülmektedir/' (s, 492) 25. 1920 güzünde iç savaş sona erince Bolşevik parti içi demokrasisi (sendikaların konumu üzerine tartışmada ve Lenin grubunun Trotskiy’İn ılımlı solu ile ultra-sol karşısında üstünlük sağladığı platform delege se­ çimlerinde) en yüksek noktasına ulaştı. “Ne daha önce ne de daha sonra komünistler, kendi safları içinde çok partili bir sistemin yasallaştırılması­ na bu denli yaklaşmışlardır,” diye yazar Daniels. (R.V, Daniels, Das Geıvtssen der Revolution, Kommunistische Opposiîion in Sou'jetrufiland, Köln-Berlin, Kİepenheuer Witsch, 1962, s. 171) Daha sonraki X- Kongre (8-16 Mart 1921) anti-Bolşevik Kronştadt isyanının ve iktisat siyasetinin NEP doğrultusunda geçirdiği değişimin etkisi altında toplandı. Bu buna­ lım durumu içinde parti Önderliği, sürekli örgütlenmiş hiziplere ilişkin olarak (geçici bir zorunlu önlem olarak anlaşılan ve “ultra-sollar”a, Özel­ likle “işçi muhalefeti1*ne (Şlyapnikov, Kollonra yönelik) bir yasağı kabul ettirdi. (Bu konuda krş. Lenin» Lenin-Stalin, Örgütlenme Üzerine, Tüzük­ ler içinde, Inter, s. 119-23 ve s. 140-4) “Bolşcviklerin örgüt teorisi vc pra­ tiğini İşin en başında nitelemiş olan kesinlikli merkeziyetçilik ve dokunul­ maz birlik ruhu, partinin, dolayısıyla Rusya’daki bütün siyasal hayatın yasası haline getirilmiş oldu»” (Daniels, Das Gewi$*cn. ^ s. 180) uBöyle­ ce devrim, zaferden sonra totaliterliğe sığındı,” (I. Dcutscher, Troçki> c. 1, Ağa oğlu, 1969, s. 593) Trotskiy grubunun yandaşlarının yeni Merkez Komitesindeki, Örgütlenme Bürosundaki ve (Kresrinsiy, Preobrajenskiy ve Serebryakov’un yerlerini Molotov, Yaroslavskiy ve V.M. Mihailov’un aldığı) Parti Sekreterliğindeki nüfuzları bir hayli azaldı. Stalin’in parti ay­ gıtı içindeki konumu, o günden başlayarak itiraz kabul etmez hale geldi. Hizip yasağı konusundaki tartışma sırasında Lenin, söyle diyordu: “Temci bir sorunda görüş ayrılıkları çıktığında, partiye başvurma hakkı­ nı partinin ve Merkez Komite üyelerinin elinden alamayız... Ama şartlar temele ilişkin görüş ayrılıkları doğurursa, bunların tüm partinin yargısına sunulması yasaklanabilir mi? Bu yapılamaz. Bu, yerine getirilemeyecek ve reddedilmesini tavsiye ettiğim abartıl» bir istektir.** (“Parti Birliği Üzerine Karara İlişkin Riyazanov Yoldaşın Verdiği Değişiklik Önerisi ile İlgili Dü­ şünceler” 116 Mart 19211, Lenin ve Stalin, Örgütlenme, s. 140-1) O za­ man alınan kararla Merkez Komitesine, “disiplini bozma” ya da hizip oluşturma suçu işleyen üyeleri partiden çıkarma yetkisi verilmesi karşısın­ da şunları söyledi: uParti Kongresi tarafından seçilmiş bir Merkez Komi-

NOTLAR

159

resinin birisini Merkez Komiteden atma hakkı olmasına hiçbir demokra­ si, hiçbir merkeziyetçilik izin vermez*.. Ve Merkez Komitenin üyesine karşı böyle bir hakkı olmasına; böyle bir şeye partimiz asla ve hiçbir yer­ de izin vermedi. Bu, şu anki tehlikenin bilincinde en aşırı durum için alın­ mış bir önlemdir.” (Lenin ve Stalin, Örgütlenme, s. 135-6) Hizip yasağı, bir kez kurumlaştırılınca, parti aygıtını denetlemekte oiaıı Stalin hizbince yirmili yıllarda parti ve Komintern içinde önce Sol, sonra Sağ Muhalefete karşı mücadelede silah olarak kullanıldı. Bir za­ manların zorunlu önlemi, bu kadar yararlan görülünce Stalincİ parti ha­ yatının tunçtan bir yasası olup çıktı. Dönemin Sovyetler Birliği Komünist Parti Genel Sekreteri Çernenko bile 1983’te şöyle diyordu: *X. Kongre­ nin*., kabul ettiği Lenin'in karar tasarısı**. Trotskİstlcrc.** ayrıca... mu­ halefete karşı mücadelede güçlü btr silah olarak hizmet gördü*” (K*U* Tschernenko, ¥ragen der Arbeit des Partei-und Staatsapparatcs> Mosko­ va, Progress, Berlin, DAC, Staatsverlag, 1983, s* 212) 1986 tarihli XXVII. Kongrede onaylanan Sovyetler Birliği Komünist Parti tüzüğünün 26.b maddesinde şöyle deniyor: “Geniş bir tartışma.,* hizip kümeleşmeleri oluşturma yolundaki çabaları... olanaksız kılacak şekilde *** yürütülmeli­ dir. * (“Sratut der Kommunİstischen Partei der Sowjetumon’\Soıujctunion zu nenen Ufernf, Dokumente und Materialiett mit einer Emleitung von Dr. Gert Mcyer>Düsseldorf, Brücken, |1986| içinde, s. 271-300, bu­ rada s. 284) 26. Stalin’in “Komintern ve yabancı komünistler karşısındaki coşku eksikliği herkesçe bilinmekteydi* İlk dörr dünya kongresinde hazır bulun­ mayışı, göze çarpmamıştı bile* İktidarını kurmaya çalıştığı bir sıraya rast­ layan 1924 rarihli V. Kongrede kuliste faaliyet gösterip birkaç komisyon­ da konuştaysa da genel kurul toplantılarında gözükmedi. Buharin’in dü­ şüşünün başladığı 1928 tarihli VI* Kongre sırasında, sahneye koyanın o |Stalin) olduğunun besbelli olmasına karşın görünüşte tatildeydi* VII* Kongrede*-, hiç ortaya çıkmadan şiddetli alkışlar topladı,” (E*H. Carr, The Tuniight of the Comintern, 1930-35, Londra, Macmillan, 1982, s. 403vd) 27. Heinz Bralım da, 1923*26 yıllarında Sol Muhalefet ile Staliııcilcr arasındaki hesaplaşmayı ele alan incelemesine Trotzkijs Kamp um die Nachfolge }.emns {Trotskiy’in Lcniıı’in Yerine Geçme Mücadelesi) (Köln, Wissenschaft und Politik, 1964) başlığını koydu. Deutscher şöyle yazıyor: “Basît insanlar, kargaşayı, büyük adamlar arasındaki, kendilerini hiç ilgilendirmeyen bir çekişme olarak görüyorlar­ dı*” Nihayet Heller ve Nekrih şöyle diyor: “Trotskiy ile Stalin birçok ba­ kımdan ikiz kardeşti”; “lıasımlar arasında ilkesel anlaşmazlıklar yoktu*”

160

BÖLÜM 5

(Gcschiebte der Sotvjctunion, c. 1, s. 175 vc s. 174) 28. Genç Napolyon Volraire ve Rousseau okumuş, ilk yazılarında monarşiye ve eşitsizliğe karşı çıkmıştı. 1971 Nisanında, Valence garnizo­ nunda teğmenken oranın jakoben kulübüne girip başkam oldu. 1793 ya­ zında Le Souper Beaucairc başlıklı jakoben yanlısı bir propaganda broşü­ rü yayımladı. Savaş ününü {kralcılar tarafından İngiliz kuvvetlerinin des­ teğiyle savunulmakta olan) Toulon'un kuşatılması sırasında kazanan vc Robespicrre'İn gözdesi sayılan Bonaparte, 9 Termidordan sonra kuman­ da görevinden alınarak kısa bir süre hapsedildi. 29. Ziııovycv ile Kamcııyev, 1935 Ocağında, hayali bir “yasadışı karşıdevrimci Moskova merkezi"ııe mensup oldukları ve Kirov cinayetinden sözümona ortaklaşa sorumlu oldukları gerekçesiyle mahkum edilmişler­ di; Ziııovycv on yıl, Kamcnyev önce beş, temmuz ayındaki yeni bir dava­ da da beş yıl daba bapis cezasına çarptırılmıştı. 30. Rıkov, Halk Komiserleri Konseyi Başkanlığından (1924-30) ayrıl­ dıktan sonra İ931 Martında posta vc telgraf işleri halk komiserliğine aranmıştı. Buharin 1933’ten beri îzve$iiya% \ \ ın başyazarıydı; Tonıskty, 2 Haziran 1929’da sendika önderliğinden uzaklaştırılışından sonra kısa bir süre devlet yayınevinin yöneticisi olmuştu. 31. “ 1936’da kitlesel tutuklamalar başlayınca Bayan Krupskaya, ta­ nıdığı birçok parti yöneticisini korumaya çalıştı ... Ama Stalin ile NKVD (iç İşleri Halk Komiserliği), K rupskay a’nm protestolarına, çok geçmeden hiç aldırmaz oldular ... O kadar çok işler başardığı halk eğitimi alanında bile Bayan Krupskaya, hiç mi hiç hesaba katılmaz duruma geldi. “Ölü­ münden sonra Eğitim Komiserliğine gönderilen yönergede: 'Bayan Krupskaya üzerine tek kelime basılmayacak1deniyordu. Yazıları çeşitli bahane­ lerle kütüphanelerden kaybolduğu gibi, Ukra*ya ayrılmış bir sergide deT Krupskaya’nın gazete için yapmış olduğu çalışmalardan tek bir ız yoktu.” (Mcdwedew, Die Wahrbeity s. 222vd) 32. 1934 Şubatında yapılan XVII. Kongrenin ardından seçilen Politbüroda Andreycv, Kagaııoviç, Kalinin, Kirov, Kosior, Kuibışev, Molotov^ Ordjonikidze, Stalin ve Voroşilov, üye olarak yer alıyordu; Politbüro adayları Mikoyan, Pctrovskiy, Postışev, Rudzııtek ve Çubar idi. 33. “Staliıı’in parti ve Merkez Komiteye karşı söz dinlemeyen tutumu, 1934'te toplanan XVII. Kongreden sonra iyice su üstüne çıkmıştır... Olayların ispatladığı gibi, Stalin sınırsız iktidarından yararlanarak, birçok kereler bunu kötiiyc kullanmış, Merkez Komite adına hareket ederken, komite üyelerinin, hatta Merkez Komite Siyasî Büro üyelerinin bile fikir­ lerini sormamıştır; çok defa en önemli parti ve hükümet sorunlarında bi­ le aldığı kişisel kararlardan üyelere hiçbir şekilde bilgi vermemiştir.”

NOTLAR

161

(“Kruşçev'in Gizli Söylevi”, Kruşçcv'in Anılan, c. 2, s. 279-418, burada s. 311 ve s* 306) 34, “Die Plattform der Vereinigtcıı Opposition”, der- Woiter, Die Linke Opposition^ c, 5, s, 328-466, burada s. 358. 35, Sovyet Ceza Yasasının “Karşıdevrimci Suçlardı düzenleyen 58. ve “Yönetim Düzenine Karşı Özellikle Tehlikeli Suçlarnı düzenleyen 59. Maddeleri devlet aleyhine işlenen suçlarla ilgili olarak, Merkez Yürütme Komitesinin 25 Şubat 1927 tarihinde çıkardığı bir kararnameden kay­ naklanmaktaydı. 58, Madde “işçi ve köylü şuralarının egemenliğinin ve bu şuralarca,., seçilmiş idarelerin devrilmesine, sarsılmasına ya da zayıflatılmasına.,, veya SSCB'nin dış güvenliğinin vc proleter devriminin temel iktisadi, siyasi ve milli kazanmalarının sarsılmasına ya da zayıflatılmasın# yönelik olan her türlü eylemi” “karşıdevrimci” olarak tanımlamaktaydı. (22 Kasım 1926 tarihli Strafgesetzbuch der Russischen Sozialistischcn Föderatiuetı Sou*jetrepublikt çev. W. Gallas, Berlin, de Gruyter, 1953, s. 16; ayrıca krş, |dcr.| Altrichter, Die Soıvjetunion >s, 215-20) Ancak 1958 Aralığında yürürlükten kaldırılan 58. madde “NKVD'nin ‘baskı yapmak’ istediği herkese uygulanabilecek... kadar kapsamlı” idi. Temyiz Mahkemesinin 2 Ocak 1928 tarihli bağlayıcı yo­ rumuna göre, “suç işleyen kişi bununla doğrudan doğruya karşıdevrimci bir amaç gütmemiş olsa dahi, böyle bir amacın gerçekleşme olanağım bi­ lerek dışlamamışsa ya da kişinin bu eylemlerin sonuçlarının toplumsal açıdan tehlikeli nitelikte olduğunu önceden görmesi gerekiyor idiyse” (Conquest, Am Anfnng ..., s. 378) söz konusu suç karşıdevrimci sayılı­ yordu, 36, “Totalitarizm” terimi, ilk kez 1923'te liberal demokrat İtalyan politikacısı Giovanni Amcndola (1882-1926) tarafından kullanıldı. Onun “sisrema totalitario”dan anladığı, aykırı görüşlerin faşist devlet eliyle bü­ tünüyle bastırılmayıydı. Deyim, sonradan Mussolini tarafından benimse­ nip olumlu anlamda kullanıldı: 1925 tarihli bir yazısında Mussolini “la nostra feroce volonta rota (ita ria”dan (amansız totaliter irademizden) söz etti. Terim, faşist diktatörlüğün yasama alanında güvenceye alındığı (1924-29), (karşıdevrim kampında) başka siyasal güçlerle olan uzlaşma­ ların sona erdiği ve Partito Nazionale Fasdsta’nm devlet aygırına tabi kı­ lındığı evrenin ürünüydü, Almanya'da Cari Schmitt vc Ernest Forsthoff gibi muhafazakâr-otoriter, faşizm yanlısı kamu hukukçuları tarafından, Hitlcr'in iktidarı ele geçirişiyle bağlantılı olarak “total devlet” kavramı ortaya anldı. “Soğuk Savaş”m başlamasından sonra terim, anti-Marksist, burjuva-liberal yazarlar tarafından, “Hür Dünya”yi Stalincilik ve faşizm­ den ayırt etmek üzere kullanıldı. “Totalitarizm” sayılan, artık “mevcut

162

BÖLÜM 5

düzeni bir ideolojiye göre temelinden değiştirme niyeti ”ydi. (R. Aron, De­ mokrasi ve Totalitarizm (1965], Kültür Bakanlığı, 1976, s. 287) Trotskiy, terimi, içinden çıktıkları toplum karşısında bağımsızlaşan siyasal rejimler arasındaki akrabalığa işaret etmek için kullanmış; bunu yaparken aynı zamanda bu tür rejimlerin, bunlarla siyasal mücadele açı­ sından önemli olan toplumsabiktisadi temel ve işleyiş farklılıklarım vur­ gulamıştı. (F. Neumann, Bebemoth [1942|, Frankfurt, EVA, 1977, Bölüm 1, Kı­ sım 1; H. Arendt, Elemente und Ursprünge totaler Herrscbaft |1951J, Frankfurt, EVA 1955; B. Seider, S. Jenker |der.], Wege der Totalitartsmu$-Forscbung, Darmstadt, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968; H, Arendt, Totalitarizmin Kaynaklarty çev. Bahadır Sina Şener, Ilerişjm Yay., 1998.) 37. “Genosse Molotow über die Poiirik der Sovvjctunion in der gegenwartigcn Lage, Eine Unterredung mit dem Chefredakteur des Temps'”, KandsbaUy sayı 14 içinde, 26 Mart 1936, s. 591. 38. “Bazen bir halk bir diğerini fetheder, fetheden halk galiptir, yenil­ miş halk fethedilmiştir.,, eğer fetheden halk yenik halktan daha kültürlüyse, kendi kültürünü ona zorla kabul ettirir; ama tersi olursa, yenik halk fetheden halka kendi kültürünü dayatır. RSFSC başkentinde buna benzer bir şey olmamış mıdır? Dört bin yedi yüz komünist (hemen hemen bütün bir ordu tümeni ve hepsi de cn iyileri) bir yabancı kültürün altında ezilmemiş midir? Aslında yenik düşenin yüksek bir kültür düzeyine sahip olduğu düşünülebilir. Oysa durum hiç de böyle değil. Onların kültürü se­ fil ve değersizdir, fakat yine de bizimkinden yüksek bir düzey de.” (Lenin, R«s Komünist Partisi {Bolşevik) Merkez Komitesi Politik Raporu 127 Mart I922|, aynı yazar, Partileşme Süreci, Proletarya Partisinin Örgüt­ lenme ilkeleri Üzerine içinde, Yar, 1988, s. 323-5, burada s. 324) 39. Partileşme, s, 324. 40. Polit büronun, Sol Muhalefetin önde gelen üyelerinin sürgüne gön­ derilmesine ilişkin 3 Ocak 1928 günlü kararı uyarınca Rakovskiy, Astrahan’a, birkaç ay sonra da Saratov’a sürüldü. Bu dönemde Sovyetler Birli­ ğindeki Sol Muhalefetin en Önemli sözcüsü ve siyasal önderi haline geldi. (Trotskiy 1929 Ocağında SSCB yurttaşlığından çıkarılmıştı.) Stalin hizbi­ nin, tarımın kolektifleştirilmesi yönündeki dönüşünü tahlil ederek Sol M u­ halefeti, kendi saflarından çıkan teslimiyetçilere karşı savundu. Radck’jn, Sıml^.('nm ve Preobajenskiy’in 1929 Temmuzundaki teslimiyetlerinden sonu pııii Merkez Komiteye gönderdiği açıklamada bir durum değerlendil mm ı \.)parak, parti demokrasisinin yeniden kurulmasını ve ihraç edilım-, Mmlı ıMferin, tüzükten kaynaklanan bürün hakları korunarak partiye

NOTLAR

163

yeniden alınmalarım talep etti. (Krş. "1929 Ağustos Bildirisi” |22 Ağustos 1929|, Ing. Rakovsky, Selected Writings içinde, s. 137-44; Fra. Cahiers Lrnn Trotsky, sayı 6 içinde, 1980, s. 78-86) Bu açıklama, eylül ortasına kadar doksan beş değişik sürgün yeri, esir kolonisi ve cezaevinden yakla­ şık beş yüz muhalif Tarafından imzalandı. Açıklamanın yayımlanışımn ar­ dından Rakovskiy, Sibirya’da Barnaul’a sürüldü. Orada "XVI. Kongre Özerine Açıklama” (12 Nisan 1930; Ing* Selected Writings içinde, s. 16679; Fra. Cahiers Leon Trotsky> sayı 6 içinde, 1980, s. 90-103) ile bir ikti­ sadi inceleme olan “Kongrede ve Ülkede”yi (27 Temmuz-7 Ağustos 1930; Fra. Cahiers Leon Trotsky, sayı 18 içinde, 1984, s. 96-123) kaleme aldı; bunlar, Rakovskiy’in son çalışmaları olarak Muhalefet Bülteni*nde yayım­ landı. 1932 sonunda Trotskiy, Rakovskiy'i Sovyetler Birliğinden kaçırma yolunda bir girişimin başarısızlığa uğradığını haber aldı; 1933 Martında Rakovskiy’in Yakutsk’a sürüldüğü öğrenildi. 23 Şubat 1934’te îzvestiya, Rakovskiy in 7 Şubat günü parti Merkez Komitesine gönderdiği bir telgrafı yayımladı. Bunda şöyle deniyordu: “Son tahlilde Ekim Devrimine yönelik olan uluslararası gericiliğin yükse­ lişi karşısında, partiyle olan eski görüş ayrılıklarım anlamını yitirmiştir. Partinin genel çizgisine tamamen ve tereddütsüz tabi olmayı Bolşevik-komünistlerin ödevi saymaktayım.” {Selected Writings, s. 58. Ayrıca krş. “Trotskizmin temel direği” olarak nitelendiği "Rakovvski brichc mit dem Trotzkismus” başlıklı kısa haber, Rundschau, sayı 19 içinde, 1 Marc 1934, s. 697, ve bunu iki ay arayla izleyen "Erklarung von Rakowski, An das ZK der KPSU”, Rundschau, sayı 28 içinde, 3 Mayıs 1934, s, 1061-4) Trotskiy, bu teslimiyet açıklamasını şu sözlerle yorumladı: "Zerre kadar abartmadan diyebiliriz ki Stalin, Rakovskiy’i Hitler’in yardımıyla yanına çekmiştir-” (TWr 1933-34, s. 277. Krş. “Rakovski’nin Açıklamasının Gerçek Anlamı” |21 Şubat 1934|, Ing, Özeti TWr 1933-34, s. 245, Fra. TCE c. 3, s. 237-8; “Rakovski’nin Teslimiyeti Ne Anlama G e liy o r| 3 1 Mart 19341, Ing. TWr 1933-34 içinde, s. 273-8, TtEc. 3, s, 303-10; "Rakovski’nin Teslimiyetinin Arkasında Yatanlar” 119 Nisan 1934J, Ing. TWr 1933-34 içinde, s. 285, Fra. TCE c. 3 içinde, s. 326-7) 41. Engizisyon (Latince inqui$itios yani “adli soruşturma ”dan) Kato­ lik kilisesinin, uTanrıtanımazların izini arayıp bulan ve cezalandıran bir kuruluşuydu. XII. yüzyılda Katharosçular ile Valdoculara karşı mücade­ le sırasında oluşturulan engizisyon, 1478T de Ispanya'da bir devlet kurulu­ şu haline bile geldi. Almanya'da ancak XV, yüzyılda cadılara karşı açılan ceza davalarından sonra etkili oldu. Kilisenin “dünyevi” konumunu yitir­ mesiyle birlikte engizisyonun önemi azaldı- Ama Vatikan’daki "Latin vc Dünyevi Engizisyon Kongrcgasyonu”nun Ömrü yüzyıllarca sürmüş, an­

164

BÖLÜM 5

cak 1965’te, günümüzde halâ kilise içi sapkınların yola getirilme işini gö­ ren “inanç Kongrcgasyonu^na dönüştürülmüştür. Sözde ya da gerçek Tanrıtanımazları bulup ortaya çıkarmak için sık sık (çoğu kez isimsiz) ihbar çağrılan yapılırdı. Soruşturma yöntemleri (iş­ kenceyle elde edilmiş) ikrarlara dayanırdı. Kilise cezalarının yanı sıra mal­ lara el koyma, hapis ve diri diri ateşe açılıp yakılmak üzere dünyevi ikti­ dara iade gibi cezaların verildiği de olurdu. 42. Galiİco Galilci (1564-1642), Italyan matematikçi vc gök bilimci; matematik ile mekaniği birleştirdi, serbest düşme yasasını formüle etti ve (Ay kraterlerini, Güneş lekelerini, Merkür evrelerini ve Jüpiter aylarını keşfetmekte yararlandığı) bir gök dürbününü geliştirdi. Galilei Ynin doğa­ yı (öznelerden vc niteliklerden soyutlayarak) matematiksel bir evren ola­ rak yeniden yoıumlayışmın toplumsal ön koşulu para ekonomisinin genişlemesiydi. Bu yeniden yorumlayış, modern doğa biliminin sürekli geliş­ mesini mümkün kıldı. “Krallık, kentli burjuvaların da desteğiyle, feodal soyluluğun gücünü kırmış |tır |...” “ Bu, o zaman*» kadar insanlığın geçirdiği en büyük devrim­ di... O sıralarda doğa bilimi de, bu devrimin içinde gelişmiş ve bilimin kendisi de baştan başa devrimci bir bilim olmuştur... Modern felsefenin kendileriyle birlikte başladığı büyük İtalyanlarla el ele, doğa bilimi de, odun yığınlarında vc zindanlarda kendi şehitlerini vermiştir.,. Kopernik, iirkek de olsa, otuz altı yıllık zaman kaybından sonra doğa bilimi sorunlaımda, kilise boş inancına, deyim yerindeyse ölüm döşeğiııdeykcn ya­ yımlanan büyük yapıtıyla kafa tutmuş, bu hareket ile, Luthcr’in Papalık Buyruğunu yakması sanki yinelenmiştir.” (Engels, Doğanın Diyalektiği'ne Giriş 11873-86 J, Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, s. 50-1 vc 523) Galilci, 1610’da Kopernik’in günmerkezli öğretisine bağlanmıştı; “Sidcriııs Nııncius1’ adlı yazısı 1614’re yasaklandı. 1633’te Galilei, engizis­ yonca öğretilerini geri almaya zorlanarak ev hapsine mahkum edildi. (Le öpere di Gafilce Galilei, (1890-1906 baskısının yirmi cilt halinde yeni ba­ sımı), Floransa, Barbera, 1964-66) Galilci’nin engizisyonla olan çatışması, edebiyatta tekrar tekrar işlen­ miştir, Bcrtolt Brecht’în Galile'si {1938; İzlem, 1963; Mitos Boyut, 1997) için I. Deutscher şöyle yazmıştı: “ Piyesindeki Galile, tarihsel bir elbise giy­ miş Zinovîyev ya da Buharin ya da Rakovskiy idi.” (Troçki, c. 3, Ağaoğlu, 1974, s. 437) 43. Ra dek, Smilga ve Prcobrajcııskiy’in teslimiyetinden sonra Rakovs­ kiy şunları yazdı: “Muhalefet, kısmen bir parti kartı fetişizminin tutkunu­ dur. Bu fetişizm, partinin kendisine, onım İdeallerine vc tarihi görevine olan sadakate— yalnızca, partinin reformu için mücadeleyi sürdürmek is-

NOTLAR

165

teycnlerin gösterdiği bir sadakate—ters dü$iiyor... Teslimiyetçilerin tezle­ rinde boyuna karşımıza çıkan fikir şudur: 4Partiye dönmek zorundayız!' Ilıraç edilişimizin tarihçesini bilmeyenler, neredeyse, bizim partiyi kendi­ liğimizden terk edip gönüllü olarak sürgünde yaşadığımıza inanacaklar... Biz» sağ-merkezci önderliğin herhangi bir beş yıllık planın hazırlanması gerekliğini bile yadsıdığı, sessizce oturup 'kulağın sosyalizme uymasını teşvik ettiği bir zamanda dahi partinin içindeydik ve içinde kalmak isti­ yorduk, içinde (yalnızca kısmen olsa da) bir sola dönüş oluştuğu ve önün­ de büyük görevler bulunduğu ölçüde, partide olmayı bugün daha da çok İstiyoruz, Ama karşısında durduğumuz soru tamamen başkadır: Merkez­ ci oportünizmin hoşuna gideceğiz diye, Leninist çizgiden ayrılmaya hazır mıyız? Proletarya diktatörlüğünün en azgın düşmanı kendi anlayışları­ mızla ilkesiz bir ilişki içinde olmaktır. Parti önderliği, Katolik kilisesine öykünerek, can çekişen Tanrıtanımazları ölüm döşeğinde bile dönmeye zorlayacak, muhaliflerden hayali hataların itirafını ve kendi Leninist gö­ rüşlerinin inkârım zorla elde edecek olursa, kimseden saygı beklemeye hakkı kalmaz. Bir günde görüş değiştiren muhalifler olsa olsa derin bir küçümsemeyi hak ederler.” İIng. Selected Wriiings içinde, s. 152; Fra. Cahiers Leon Trotsky sayı 7/8 içinde, 1981, s, 69vd) 44. “ 1922 Ağustosunda toplanan bir parti konferansı, partili yoldaş­ lar için aylık düzenini saptayarak, gelirleri en yüksek dereceninkileri yüz­ de elliden fazla geçen lıer parti üyesinden bunun batin sayılır bir bölümü­ nün bir toplumsal yardım fonuna yatırılmasını talep etti.” (Medwedcw, Die Wahrbeit, s, 596; krş, Carr, /\History,, c, 2, s. 113) Komünistlerin, “ partmaks” diye adlandırılan en yüksek geliri Moskova’da 192 8'de 225, 193Tdc yaklaşık olarak üç yüz rubleydi, (Büyük sanayide çalışan bir iş­ çinin aynı yıllarda ortalama ücreti, yetmiş ila yüz ruble dolayındaydı.) uDolayısıyla yönetici mevkilerdcki parti üyelerinin maddi dunımu, hiç değilse kağıt üzerinde partisiz çalışma arkadaşlarından epey körüydü; ama 'sınıftan da dalıa az kopuktular/* Schröder, Industrialisierung und Parteibürokratic in der Soujetunion, Ein sozialgeschichtlteber Versuch üherdic Anfagspbase des ‘Stalinismus* |1928*34], müsvedde |ya­ yıma hazırlanıyor|, s. 396) Stalin'in eşitçiliğe karşı kampanyası ve ücret ve aylık farklılaşmasının artması çerçevesi içinde ‘"partmaks,” 8 Şubat 1932\)e Merkez Komitenin bir kararıyla yürürlükten kaldırıldı, (Krş. Mcdwedcw, Die \Vahrheit .,,, s. 597; Schröder, aynı, s, 396) 45. Le Tributı du Pcuple on le Dûfenseur des Droits de rHomme, sa­ yı 29, du 1 au 19 Nivöse, l’an 3 de la Republİque uııc et denıocratique (21 Aralık 1794-98 Ocak 1795), Journal de la Libcrte de la presse (Le tri-

166

BÖLÜM 5

bun du peuple ou le defenseur des droits de l’homme), Paris, Impr. Guffroy, 1794-96; ayrı basım: Paris, EDHIS, 1966, s. 276. “Laches piebeiens, qü’avez-vou$ fait? Vous ne voyez pas que ces patridennes dehontees, ces aventurieres de noble race, qui vous font aujourd’hui Phonneur de se prostituer dans vos bras routuriers, vous etoufferont des qu*avec vous el­ leş seronr parvenues â rctablir les chose sur Pancien pied.” (“Korkak pleber, ne yaptınız? Bugün, sizin soylu olmayan kollarınızda orospuluk etme onurunu size veren bu hayâsız kadınların, soylu kökenli bu maceraperest­ lerin, sizin yardımınızla işleri eski yoluna koyar koymaz sizi boğacakları­ nı görmüyorsunuz?” Ispanyol milyoneri, bankeri ve maliye bakanı Cabarrus’un jakoben Jean Lambert Tallien ile evli kızı, Robespierre’in dev­ rilmesiyle başlayan dönüşün simgesi haline geldi. Hayranları kendisini “Notre-Danıe-de-Thermidor* dîye anıyorlardı. (Krş. A. Soboul, 1789, Franstz İnktlâbt Tarihi, Cem, 1969, s. 477; Michelec, Geschichte* c. 9-10, s. 233-46) 46. Lcv Semenoviç Sosnovskiy (1886-1937), Sovyet gazetecisi. 1904^0^1 beri Rus Sosyal Demokrat işçi Partisi üyesi, 1905 devrimine ka­ tıldı, daha sonra Baku, Moskova ve Taşkent’te sendika hareketi içinde ça­ lıştı. 1912’de Prat/da'da gazetecilik yaptı, 1913*te tutuklanıp sürüldü. Şu­ bat Devriminin ardından Yekacerinburg Sovyetleri Yürütme Komitesinde, Harkov Eyaleti Parti Komitesinde, zaman zaman da Merkez Yürütme Ko­ mitesinde yer aldı. Ekim Devriminden sonra Sosnovskiy, devrimci gazete­ cilerin en sevilenlerinden biri ve Merkez Komite Ajitasyon ve Propaganda Bölümü yöneticisi oldu. 1923’te Sol Muhalefette yer aldı. Bolşevik Bednota'y\ çıkardı; Sovyet bürokratları ile NEP1çilerden yayım yoluyla hesap sordu. 1927'de partiden ihraç edilip BarnauPa sürülüşünden sonra Tomsk ve Çclyabinsk kamplarında hapis yattı; buralarda, tutuklu sol muhalifler tarafından çıkarılan Parmaklıklar Arkasındaki Pravda'yı yayıma hazırla­ dı- 1928-29'da muhalefet içindeki teslimiyetçilere karşı şiddetle cephe al­ efu Sürgünde “Merkezciliğin Tarım Politikası” üzerine yazdığı bir incele­ me kayıptır. Muhalefet Bülteni, 1929 Eylülünde, Sosnovskiy’in Barnauludaki sürgün yerinden yazdığı dört mektubu yayımladı. (Krş, BO, sayı 34, Eylül 1929, s. 16-29) 1930’dan sonra Sosnovskiy’Jc ilgili haberler dış dünyaya ulaşmaz oldu. 1934*te Rakovskiy’in peşinden teslim oldu; bu ko­ rtvıdaki açıklaması 27 Şubat 1934'te îzvestiya'da çıktı. (Ayrıca krş. Runds­ chau*mm “Karşıdevrimci Trotskizme Karşı” sütununda çıkan “Brief L. Sosnovvskis an das ZK der KPSIT, Rundschau, sayı 21 içinde, 15 Mart 1934, s, 789-90, ve sayı 22 içinde, 22 Mart 1934, s. 835-6) Î935’te Sos­ novskiy yeniden partiye alındı ve tzvcstiya'dâ yazmasına izin verildi; 1936’da bir kez daha ihraç edilip tutuklandı, 1937'de idam edildi.

NOTLAR

167

47. Üstlerin askerlere sen diye seslenmeleri çarlık ordusunda alışılmış bir şeydi. Buna karşılık askerler, subay vc astsubaylara siz diye seslenmek zorundaydılar. Petrograd Jşçî ve Asker Vekilleri Sovyetinin 1 M an 1917 tarihli 1 sayılı Emri şöy leydi: “Her tiirlü askerî rütbenin askerlere kaba davranması, özellikle: diye seslenmesi yasaklanmıştır.” (R* Lorenz [der,|, Die russisehe Revolution 1917, Der Aufstand der Arbeiter, Bauern und Soidaten, Münih> Nymhenburger, 1981, s* 250) 48. Mefisto’dan öğrenciye; Goethc, Faust, Tragedyanın Birinci Kısmı (1808)* [Okuma Odası II, çev, Sadi Irmak> 1960; Faust, çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Sosyal Yay., 2001; Faust, çev. Nihat Ülııer, Devin kitap, 2004.) 49. Daha 1917 Şubat Devrimiııden Önce Lcnin’iıı örgütünde yer almış olan 24.000 kadar parti üyesi, “Eski Bolşevikler” olarak anılırdı. 1917 Ekiminde Bolşevik Partinin aşağı yukarı 240*000 üyesi vardı* Parti üyele­ rinin yüzde altmışa varan bölümü, iç savaş cephelerinde çarpışıyordu; bunların 150*000 kadarı, hayatını kaybetti. Zinovyev’e göre 1922Tde “Eski Bolşevikler,” (o aralık sayılan 500.0007i geçmiş olan) parti üyeleri­ nin artık yalnızca yüzde 2'sini oluşturmaktaydılar. (Krş* Jcan Elleinstein, Geschichte des “StaHnismus*', Hamburg, VS A, 1977, s* 30) 1925 Kası­ mında topu topu 8*500 “ Eski Bolşevik” kalmıştı, (Krş. R*C* Tucker, Sialin as Rcvoiutionary 1879~î929> A Sttıdy in History and Personality, New York, Norton, 1973, s, 322) Sovyetler Birliği Komünist Partisinin sosyolojisi üzerine krş, L. Schapiro, Die Gc$cbicbte der Kommunistiscben Partei der Sousjetutıion, Frankfurt, Fischer, 1962, Bölüm 13 ve 17; Altrichtcr, Sou’jetunion, s* 342-5* 50* Lenin, Devlet ve Devrim, Ağustos-Eylül 1917, s. 57-8. 51. agy, s* 58. 52. agy. 53, “Der Plan und unsere Aufgabcıı, von W*M* MoIotow Bericht des Vorsitzcnden des Rates der Volkskommissare, erstattet auf der 11. Session des Zentralexekutivkonıitees der Sowjetünion” Rundschau, sayı 3 içinde, 16 Ocak 1936, s* 83-91, burada s. 85. (Spekulyantiki, Rundschau'âz “çe­ şitli spekülatörler” diye çevrilmişti.) 54, Engels, Anti-Dühring> c* 2, s. 186 J410J* 55. Lenin, Devlet ve Devrim, s. 117. 56, Pavel Pctroviç Postişev (1887-1940?), Bolşevik parti görevlisi; Ivonovlu bir dokuma işçisi ailenin çocuğu, 1904’te RSDİP üyesi ve muh­ temelen bu tarihten beri Bolşevik. 1908’de tutuklanıp dört yıl tutuklu kal­ dıktan sonra Sibirya’ya sürüldü. 1917'de Irkutsk Sovyetinin üyesi ve ye-

1 68

BÖLÜM 5

reî metalürji işçileri sendikasının yöneticisi. 1923’ten beri Stalin hizbinin yanında yer alarak parti emriyle Ukrayna'ya gönderildi; 1925’te Ukrayna Merkez Komitenin, 1926’da da bu kurulun Politbürosunun üyesi* 1927'de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komite> 1930’da Ör­ gütlenme Bürosu ve Merkez Komite Sekreterliği üyesi* 1933 Ocağından sonra, yeniden gittiği Ukrayna'da, Ukrayna partisinin Merkez Komite ikinci Sekreteri sıfatıyla, parti İçinde yapılan aama$*z “temizlikler”in so­ rumlusu. 1934-37*dc Politbüro adayıyken 1937'de, Merkez Komitenin şubat-mart genel toplantısında, özellikle kendi en yakın çevresindeki ba­ zı tutuklamaların haklılığı konusunda kuşkularını belirtince gözden düş­ tü, Medvedev’e göre, Ukrayna'yı Stalin’in emriyle temizledikten sonra “kadroların kökünü kurutma" ile suçlanıp idam edildi- Kruşçev tarafın­ dan XX. Kongrede “seçkin parti ve devlet görevlisi" olarak nitelendirilen Postjşev’in saygınlığa 1956’da geri verildi* 57. "Es wâchst eine lıerrliche Generation des Sozialismus lıeran, Aus der Rede des Genossen P. Postyschevv auf dem 9. KongreR des KJV der Ukraine, am 5. April 1936", Rundschau, sayı 17 içinde, 16 Nisan 1936, s* 659-99, burada s* 696,

BÖLÜM 6

EŞİTSİZLİĞİN VE TOPLUMSAL UYUŞMAZLIKLARIN ARTMASI

1. S efalet , L üks

ve

S pe k ü la sy o n

“Sosyalist bölüşüm” fikriyle yola çıkan Sovyet iktidarı, 1921 yı­ lında piyasaya dömnek zorunda kaldı. Beş Ytlhk Plan dönemin’ de kaynakların aşırı dereccdc kıt oluşu yeniden devlet eliyle bö­ lüşüm, yani işçi konutlarının yapımında gözlenen aşırı ve değişmez bir geriliktir* Devlet navlununu demiryoluyla taşıma konusunda gerçek bir ilerleme kaydedilmiştir. Ama sıradan Sovyet vatandaşı bundan pek bir şey kazanmamıştır. Yol ve Taşımacılık Bölümü şeflerin­ den gelen sayısız bildiride, vagonların ve yolcu istasyonlarının sağlıksız koşullarından, yolculara sunulan hizmetin yetersizliği gibi hoş görülemeyecek bir olgudan, “tren biletleriyle ilgili çok sayıda suiistimal, hırsızlık ve aldatma olayından... boş yerlerin gizlenerek bunlar üzerine spekülasyon yapılmasından, rüşvet­ ten... istasyonlarda ve yolculuk sırasında bagajların çalınmasın­ dan"’ yakınılıyor. Böylesine olgular “sosyalist taşımacılığın yüzkarası”dır! Aslına bakılacak olursa, bunlar kapitalist taşımacı­ lıkta suçtur. Belagatli idarecimizin tekrar tekrar gündeme gelen bu yakınmaları, taşıma araçlarının halkın kullanımı için son de­ rece yetersiz olduğuna, taşman malların kıtlığına ve nihayet tüm öteki yetkililer gibi demiryolu yetkilileri tarafından da basit kaza ölümlerinin köpeksi bir alay konusu olduklarına, kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde tanıklık etmektedir. Emrindeki çok sayıda özel yataklı vagon, özel tren ve özel gemiden (ki bunların yerini de giderek en konforlu otomobil ve uçaklar almaktadır) anladığımız kadarıyla bürokrasi kendisine karada, denizde ve havada hizmet ettirmeyi çok güzel beceriyor. Leningrad Merkez Komitesi Başkanı Jdanov, Sovyet sanayii­ nin başarılarını anlatırken, bunlardan doğrudan çıkarları olan dinleyicilerine alkışlar arasında şu vaatte bulundu: “Önümüzde­ ki yıl aktivistlcrimiz bu konferansa şimdiki mütevazı Fordlarıyla değil, limuzinlerle gelecekler.” Sovyet teknolojisi yüzünü in­ sanlığa çevirdikçe* çabalarını öncelikle ayrıcalıklı bir azınlığın yüksek düzeydeki taleplerini karşılamaya yöneltiyor.5 Öte yan­

172

BÖLÜM 6

dan tramvaylar (tabii eğer varsa), her zaman olduğu gibi gene tı­ ka basa doludur. Gıda Sanayii Halk Komiseri Mikoyan, düşük kaliteli şekerle­ melerin yerini hızla en iyilerinin almakta olduğunu ve “kadınla­ rımızın iyi parfüm istediklerini söyleyerek övünüyorsa,6 bunun tek anlamı ticarete geri dönüşle birlikte, sanayinin daha kalifiye tüketiciye göre uyarlanmakta olduğudur. Bu, piyasa yasasıdır ve bu yasaya göre üst tabakanın “hanımlarının talepleri hiçbir şe­ kilde en alt sırada yer almaz. Buna karşılık 1935 yılında Ukray­ na'da yapılan bir araştırmaya göre, toplam doksan beş koopera­ tif dükkânından altmış sekizinde hiç şekerli mamül yok ve genel olarak tatlı talebinin ancak yüzde 15 ila 20’si^ o da çok düşük ka­ liteli mallarla karşılanabiliyor. îzvestiya ise şöyle yakınıyor: uFabrikalar tüketici taleplerini göz önüne almadan üretim yapı­ yorlar/1Tüketicinin kendi hakkına sahip çıkmadığı bir durumda böyle olması da doğaldır. Soruna organik kimya açısından yaklaşan Profesör Bah,7 “ekmeğimizin bazen dayanılmaz derecede kötü” olduğundan yakınıyor. Her ne kadar maya ve fermantasyon bilgisine aşina değilseler de kadın vc erkek emekçiler de tıpatıp böyle düşünü­ yorlar. Ancak saygıdeğer profesörden farklı olarak onlar, tak­ dirlerini basm yoluyla ifade etme olanağı bulamıyorlar. Moskova’daki giyim tröstü, özel “moda evi” tarafından çi­ zilmiş çeşitli ipekli modellerinin reklamım yapıyor. Taşrada vc hatta büyük sanayi kentlerinde bile, işçiler eskiden olduğu gibi şimdi de, sırada beklemeden ve başka sıkıntılara boyun eğme­ den bir basma gömlek bile edinemiyorlar. Bu tür mallar bugün de kıt! Çoğunluğun gereksinimlerini karşılamak, birkaç kişinin lüksünü sağlamaktan çok daha zordur. Bütün tarih bunu doğ­ rular. Mikoyan başarılarını sıralarken “Margarin sanayii yeni­ dir/’8 diyerek bizi aydınlatıyor. Bu sanayi dalının eski rejim sı­ rasında var olmadığı doğrudur. Aceleyle, dıırııımın çarlık zama­ nından daha kötü olduğu sonucuna varmamalıyız. Halk o gün­

EŞİTSİZLİĞİN VE TOPLUMSAL UYUŞMAZLIKLARIN ARTMASI

173

lerde de tereyağı yüzü görmüyordu. Ama ne olursa olsun, bir ikame maddesinin ortaya çıkması Sovyetler Birliğinde iki tüketi­ ci sınıfının var olduğu anlamına gelir:9 Biri tereyağı tercih er­ mekte, öteki margarinle idare etmektedir. “Gereksinmesi olan herkese makhorka sağlıyoruz/’ diye övünüyor yine aynı Mikoyan. Ama ne Avrupa’da ne de Amerika’da mahorka gibi düşük kaliteli bir tütünün adının bile bilinmediğini eklemeyi unutu­ yor.™ Eşitsizliğin, haydi kışkırtıcı demeyelim ama çarpıcı görünüm­ lerinden biri, Moskova’da ve öteki büyük kentlerde açılan ve yüksek kaliteli mal satan özel mağazalardır. Bu mağazalar pek Rusça olmamakla birlikte, oldukça anlamlı bir biçimde “Lüks'' sözcüğüyle adlandırılıyor* Aynı zamanda Moskova vc taşrada yiyecek mağazalarının kitle soygunlarına maruz kalmaları ile il­ gili bitmez tükenmez yakınmalar, herkesin yiyecek bir şeyler bulmak istemesine karşın, yiyecek stoklarının yalnızca bir azın­ lık için ulaşılabilir olduğuna işarer ediyor. Çalışan ananın toplumsal rejim hakkında kendisine ait bir görüşü vardır vc görevlinin (sırası gelmişken belirtelim, bu görevli kendi tüketimi konusunda son derece hassastır) küçümse­ yici bir biçimde ifade ettiği gibi, ananın “tüketim” kriteri rejime ilişkin görüşü konusunda, son çözümlemede belirleyicidir. Çalı­ şan kadın ile bürokrasi arasındaki çatışmada başarılarını abar­ tan, çelişkileri bulandıran ve eleştirmesin diye çalışan kadının gırtlağına çöken bürokratın değil, Marx ve Lcnin’le birlikte çalışan kadının yanında yer alırız. Margarin ve makhorkmun bugün için talihsiz ihtiyaçlar ol­ duğunu kabul edelim. Yine de gerçekleri abartmanın ve süsleme­ nin yararı yoktur. “Aktivistler” için limuzinler, “kadınlarımız” için güzel parfümler, işçiler için margarin, ayrıcalıklılar için “lüks” mağazalar, plebler için mağaza vitrinlerindeki güzel yiye­ cekleri seyretmek; böyle bir sosyalizmin kitlelere, kapitalizmin yüz değiştirmiş halinden başka bir şey gibi görünmemesi doğal­ dır vc yanıldıkları da söylenemez. "‘Genelleşmiş sefalet” teınrli

174

BÖLÜM 6

üzerinde, teme! geçim araçları için verilen mücadele “geçmişin tüm pisliklerini” canlandırma tehdidini taşımakta ve kısmen de her adımda bunu bizzat canlandırmaktadır. #

#

#

Şimdiki piyasa ilişkileri 1921-28 yıllarını kapsayan NEP sırasındakilerden değişiktir. Bugünkü ilişkilerin devlet kooperatifleri ve kolhozlar ile vatandaş arasında aracı ve özel ticaret olmaksı­ zın dolaysız gelişmeleri bekleniyor Ancak bu yalnızca ilke düze­ yinde böyledir. Gerek devletin, gerek kooperatiflerin hızla büyü­ yen perakende ticaret filosu, söylendiğine göre 1936 yılında yüz milyar rubleyi bulacaktır. 1935 yılında kolhozların on altı mil­ yarı bulan ciroları bu yıl hatırı sayılır ölçüde artacaktır. Bu ciro içinde ve bunun yanı sıra yasadışı ve yarı yasal aracının ne ka­ dar yer tutacağını (ne olursa olsun bunun önemsiz bir yer olma­ yacağı kesin) belirlemek zordur. Yalnızca tek tek köylüler değil, aynı zamanda kolektifler ve özellikle kolektiflerin tek tek (iyele­ ri, aracıya başvurma konusunda fazlaca eğilim gösteriyorlar. Zanaatkarlar, kooperatifler ve köylülerle iş yapan yere! sanayi­ ler de aynı yola başvuruyorlar. Zaman zaman ve aniden kosko­ ca bir bölgede et, tereyağı ya da yumurta ticaretinin “speküla­ törlerdin eline geçtiği ortaya çıkıyor. Tuz, kibrit, un, gazyağı gi­ bi devlet depolarında çok miktarda bulunan en zorunlu kulla­ nım maddeleri bile bazen bürokratlaşmış taşra kooperatiflerinde haftalarca, aylarca bulunamıyor. Köylülerin gereksinimlerini başka yollardan karşıladıkları açıktır. Sovyet basını, sıradan bir olay gibi sık sık suiistimalcilerden söz ediyor. Özel girişim ve birikimin başka biçimleri, anlaşıldığı kadarıy­ la daha önemsiz bir rol oynuyor. Bağmışız taksi şoförleri, han­ cılar, tek başına çalışan zanaatkarlar, tıpkı bağımsız köylüler gi­ bi kısmen hoşgörülen meslek sahipleridir.11 Moskova’da hatırı sayılır miktarda küçük özel işletme sahibi ve tamirci vardır. Bunlar görmezlikten geliniyor çünkü ekonominin önemli gedik­

EŞİTSİZLİĞİN VE TOPLUMSAL UYUŞMAZLIKLARIN ARTMASI

175

lerini kapatıyorlar. Karşılaştırılamayacak kadar büyük sayıda özel girişimci ise artel12 ya da kooperatif gibi sahte etiketler al­ tında çalışıyor ya da kolhoz çatısı altına saklanıyor* planlı eko­ nomideki yarıkları özel olarak vurgularcasma. Moskova’daki zabıta ise evde örülmüş bereleri, dikilmiş basma gömlekleri so­ kakta satan aç kadınları kötü niyetli spekülatör niyetine sık sık tutukluyor. “Ülkemizde spekülasyonun temeli imha edilmiştir,” diye ilan etti Stalin 1935 sonbaharında “ve eğer buna karşın hâlâ spekülatörler varsa* bu aııcak bir olguyla açıklanabilir: Sınıfın uyanık davranmaması ve Sovyet aygıtının çeşitli düzeylerinde spekülatörlere karşı liberal bir tutumun yaşaması.” işte bürok­ ratik düşünceye has, saf bir örnek! Spekülasyonun ekonomik temeli imha ıııı edilmiş? Ama o zaman uyanıklığa hiç gerek yok ki. Örneğin devlet halka yeterli sayıda, mütevazı bere sağlayabilscydi, o balrsız sokak satıcılarını tutuklamaya gerek kalmaz­ dı. Aslında böyle bir gereğin mevcut durumda da var olduğu kuşkuludur* Yukarıda sözü edilen özel satıcı ve işyerlerinin sayısı kendi başına endişe vcrici değildir. Kamyon şoförlerinin, bere satıcıla­ rının* saat imalatçılarının ve yumurta alıcılarının devlet mülki­ yetinin kalesine saldırmasından gerçekten korkuluyor olamaz. Ama sorun yine de salt aritmetik oranlarla çözülemez, İnsanın ateşinin birden yükselmesi gibi, en küçük bir idari zayıflık işare­ tiyle su yüzüne çıkan çok sayıda ve çeşitli spekülatör, küçük burjuva eğilimlerin sürekli baskısını kanıtlar. Spekülasyon mik­ robunun, sosyalizmin geleceği için ne kadar tehlike arz ettiği ta­ mamen ülkenin ekonomik ve siyasal organizmasının genel di­ renme gücüne bağlı olarak belirlenir. Sıradan işçilerin ve kolhoz emekçilerinin* yani nüfusun yak­ laşık yüzde 90’ının ruh hali ve davranışı esas olarak kendi ger­ çek ücretlerindeki değişikliklerle belirlenir, ama kendi gelirleri ile daha iyi konumdakilerin gelirleri arasındaki oran da en az bu kadar önemlidir, izafiyet yasası en dolaysız ifadesini, insanların

176

BÖLÜM 6

tüketim düzeyinde bulur! Tüm toplumsal ilişkilerin para diline çevrilmesi^ en alttakilere, değişik tabakaların ulusal gelirlerden aldıkları gerçek paylan gösterecektir. Uzun bir süre için eşitsiz­ liğin tarihsel zorunluluğunu anlasak bile, bunun kabul edilebilir sınırlarına ve her somut durumda toplumsal olarak uygunluğu­ na ilişkin sorular cevapsız kalmaktadır Ulusal gelirden alınacak pay için yürütülecek kaçınılmaz mücadele, zorunlu olarak siya­ sal bir mücadeleye dönüşür. Şimdiki yapının sosyalist olup ol­ madığı sorusu bürokrasinin safsatalarıyla değil, kitlelerin, yani sanayi işçilerinin ve kolhozlardaki köylülerin ona karşı alacak­ ları tavırla karara bağlanacaktır» 2 . PROLETARYANIN FARKLILAŞMASI

Bir işçi devletinde gerçek ücretlere ilişkin rakamların özel bir ti­ tizlikle incelenmesi, hatta nüfusun tüm kategorilerine göre gelir istatistiklerinin tam bir netlik içinde ve herkes tarafından ulaşı­ labilir olması gerektiği düşünülür. Gerçekteyse, çalışanların en hayati çıkarlarına dokunan bu sorunun üzerine karanlık bir per­ de çekilmiştir. Her ne kadar inanılmaz olsa da Sovyetler Birliğinde bir işçi ailesinin bütçesi, araştırmacı açısından herhan­ gi bir kapitalist ülkedekiyle karşılaştırılamayacak kadar esraren­ gizdir, İkinci Beş Yıllık Plan dönemi için bile işçi sınıfının deği­ şik kategorilerinin gerçek ücretlerini yansıtan bir eğriyi çizmeye boş yere çalıştık. Kaynakların ve yetkililerin bu konudaki inatçı suskunlukları, Övündükleri toplam rakamlar kadar abartılı ve anlamsızdır. Ağır Sanayi Komiseri Ordjonikidzc'nin raporuna göre, 1925'tcıı 1935’e kadar geçen on yıl içinde bir inçinin aylık üre­ timi 3,2 katına, ücretinin sayısal değeri ise 4,5 katma çıkmıştır. Çok etkileyici görünen bu son rakamın ne kadarının işçi sınıfı­ nın üst katmanlarındaki uzmanlar ve kalifiye isçiler ıa rafından yutulduğu ve en az bunun kadar önemli olmak üzere, bu sayısal ücretin gerçek değerinin neye karşılık düştiiğii konusunda ne bu

EŞİTSİZLİĞİN VE TOPLUMSAL UYUŞMAZLIKLARIN ARTMASI

177

raporda ne de basındaki yorumlarda bir şey bulabiliyoruz. Ni­ san 1936’da düzenlenen bir Sovyet Gençlik Kongresinde Komsomol Sekreteri Kossarev,13 şöyle diyordu: uOcak 1931’den, Aralık 1935’e kadar geçen süre zarfında gençlerin ücreti yüzde 340 oranında yükselmiştir!”14 Ama Kossarev, seslenmekte ol­ duğu titizlikle seçilmiş madalyalı gençlerden bile {ki alkışlarında cömerttirler) bu böbürlenmeye karşılık tek bir alkış alamadı. Konuşmacı gibi dinleyiciler de gayet iyi biliyorlardı ki piyasa fi­ yatlarına ani dönüş, işçi kitlesinin büyük çoğunluğunun maddi durumunu daha da kötüye götürmüştü. Tröst yöneticisi ile temizlikçi kadını bir torbaya koyacak olursanız kişi başına “ortalama” ücret, 1935 yılında yaklaşık iki bin üç yüz ruble idi vc 1936 yılında yaklaşık iki bin beş yüz ruble olması bekleniyordu, yani sayısal olarak yedi bin beş yüz Fransız frangı, gerçek atım gücü düşünüldüğündeyse ancak üç bin beş yüz ila dört bin frank. Eğer 1936 yılındaki ücret artışının, tüketim mallarındaki koruyucu fiyatların ve bir dizi ücret­ siz hizmetin kaldırılmasını ancak kısmen karşılayabildiğim he­ saba katacak olursanız, zaten mütevazı olan bu rakam daha da düşer. Ama esas önemli olan, bu, yılhk iki bin beş yüz ya da ay­ lık iki yüz sekiz rublenin daha öııcc de belirttiğimiz gibi ortala­ ma ücret, yani işlevi emek karşılığı yapılan ödemedeki gerçek vc acımasız eşitsizliği maskelemek olan aritmetik bir masal olması­ dır. işçilerin üst tabakalarının, özellikle Stahanovcu olarak ad­ landırılanlarının durumunda son yıl içinde hatırı sayılır bir iyi­ leşme olduğu şüphe götürmez. Basında yer alan ve şu ya da bu madalyalı işçinin kendisine aldığı elbiseleri, ayakkabıları, gra­ mofonları, bisikletleri ya da sıra sıra konserveleri kapsayan lis­ teler büsbütün dayanaksız değildir. Bu arada, bu malların sıra­ dan bir işçi için ne kadar ulaşılmaz olduğu da ortaya çıkmakta­ dır, Stahanov hareketinin motive edici etkilerinden söz ederken Stalin şöyle diyordu: “Yaşam kolaylaşmış, şenlcıımiştir ve mut­ lu olunduğu zaman da işler hızlı yürür/'15 Parça başı sisteminin

1 78

BÖLÜM 6

yönetimdekilere özgü bu iyimser yorumunda bir doğruluk payı vardır: Bir işçi aristokrasisi yaratılması ancak ülkenin öteki eko­ nomik başarıları sayesinde mümkün olmuştur. Fakat Stahanovcuların itici gücü, “mutlu" bir ruh hali değil, daha fazla para ka­ zanma arzusudur, Molotov, Staliıı’in söylediklerini şöyle değiş­ tirir: “Stahanovcuların yüksek verimliliğe yönelebilmeleri, ka­ zançlarını artırmak gibi basit bir istekten doğmaktadır/1Doğru­ dur. Birkaç ay içerisinde aylık kazançları bin rublenin üzerine çıktığı için binlik adam” diye çağrılan kocaman bir işçi tabaka­ sı ortaya çıkmıştır. Ayda iki bin rubleden bile fazla kazananlar vardır ve bu arada daha alt kategorideki işçiler çoğu örnekte yüz rubleden az almaktadır. ^ Tek başına ücretlerdeki bu farkın bile “zengin” ve “zengin olmayan” işçiler arasında yeterli bir ayrım yaptığı düşünülebi­ lir. Ancak bürokrasi için bu yeterli değildir. Kelimenin tam an­ lamıyla Stahanovcular ayrıcalık yağmuruna tutuluyor Onlara yeni apartman daireleri veriliyor ya da eski evleri onarılıyor. Sı­ raları gelmediği halde dinlenme evlerine ve sanatoryumlara gönderiliyorlar. Evlerine ücretsiz öğretmen ve doktor gönderili­ yor. Sinemalara ücretsiz bilet alıyorlar. Bazı yerlerde sıranın önüne geçip ücretsiz tıraş oluyorlar- Bu ayrıcalıkların birçoğu adeta ortalama işçiyi kırmak, ona hakaret etmek için özellikle düşünülmüş. Yetkililer tarafından gösterilen bu inatçı iyi niye­ tin nedeni, kariyerizme ek olarak, vicdan rahatsızlığıdır. Yerel iktidar grupları işçi aristokrasisinin, kendi ayrıcalıklarına katılmalarına izin vererek karşılarına çıkan bu tecritten kurtulma fırsatına şevkle sarılıyorlar. Sonuç olarak Stahanovcularm ger­ çek kazançları, alt kategorilerdeki işçilerin kazançlarını çoğu kez yirmi, otuz kat geçiyor. Ayrıcalıklı uzmanlara gelince, bun­ ların ücretleri çoğu kez, seksen, yüz vasıfsız işçinin emeğinin karşılığını hiç zorlanmadan ödeyebilecek kadardır. Emek karşı­ lığı yapılan ödemedeki eşitsizlik konusunda Sovyetler Birliği, kapitalist ülkelere yetişmek bir yana, onları çok gerilerde bırak­ mıştır!

EŞİTSİZLİĞİN VE TOPLUMSAL UYUŞMAZLIKLARIN ARTMASI

179

Stahanovcularııı, gerçekten sosyalist itkilere sahip olan en iyileri ayrıcalıklarından, mutluluk bir yana, hoşnutsuzluk duyu­ yorlar* Ve bunda şaşılacak bir şey yoktur. Genelleşmiş kıtlık ko­ şullarında her tür maddi olanaktan bireysel olarak faydalanma­ ları, onları bir kıskançlık ve kötü niyet çemberiyle çevreliyor, ya­ şamlarını zehir ediyor. Bu tür ilişkiler, sömürüye karşı mücade­ lede birleşmiş olan kapitalist fabrika işçileri arasındaki ilişkilere göre sosyalist ahlaktan çok uzaktır. Bütün bunlara karşın günlük yaşam, vasıflı işçi için bile, özel­ likle taşrada kolay değildir. Yedi saatlik iş gününün yüksek ve­ rimlilik uğruna giderek daha çok feda edilmesinin yanında, hiç de az olmayan miktarda saat, yaşamı sürdürebilmek için fazlıı çalışmaya harcanmaktadır. Sovhozlardaki iyi halli işçilerin, traktör sürücülerinin, kombine araçları kullananların vb—ki bunlar zaten açıkça bir aristokrasi oluşturuyorlar— kendi inek ve domuzlarına sahip olmaları bir refah işareti olarak gösterili­ yor. Sütsüz sosyalizmin, sosyalizmsiz sütten daha iyi olduğuna ilişkin teori terk edildi. Şimdi, ne inek ne de domuz eksik olmaz­ mış gibi gösterilen devlet tarım işletmelerindeki işçilerin yaşam­ larını güvence altına almak için kendi küçük ekonomilerini yaratmak zorunda kaldıkları kabul ediliyor. Harkov’da17 doksan altı bin işçinin kendi bahçesine sahip olduğu yolundaki muzaf­ fer edalı bildiri de daha az çarpıcı değildir; bu arada bildiride, öteki kentler Harkov ile yarışa davet ediliyor.^ Bu ukeııdi ine­ ği”, “kendi bahçesi” sözcükleri insan gücünün müthiş bir israfı, işçinin ve hatta karısının ve çocuklarının ortaçağa özgü yöntem­ lerle gübre vc çamur içinde debelenmek zorunda bırakılması an­ lamım taşıyor! İşçilerin çoğunluğuna gclince, doğal olarak bunların ne inek­ leri ne bahçeleri, hatta ne de evleri vardır* Vasıfsız işçilerin yıllık ücretleri bin iki yüz ile bin beş yüz ruble arasında, hatta daha da azdır, ki Sovyet fiyatlarıyla karşılaştırılınca bunun anlamı sefa­ lettir* Maddi ve kültürel düzeyin en güvenilir göstergesi olan ba­ rınma koşulları son derece kötü, çoğunlukla dayanılmazdır* Iş-

180

BÖLÜM 6

çilerin ezici çoğunluğa malzeme ve bakım açısından barakalar­ dan çok daha kötü olan ortak barınaklara tıkılıyor* Sanayideki başarısızlıkları, işe devamsızlık olaylarını ve süprüntü ürünleri haklı gösterme gereği doğunca, idarenin kendisi gazetecileri ara­ cılığıyla barınma koşulları hakkında şöyle bir tablo çizebiliyor: “Yataklar tahtakurularıyla dolu olduğu için işçiler yerlerde uyu­ yor. İskemleler kırık; su içecek maşrapa yok”; “İki aile bir oda­ da yaşıyor. Çatı akıyor. Yağmur yağdığı zaman odada biriken suyu kovalarla boşaltıyorlar”; “Tuvaletler iğrenç durumda.” Ül­ kenin değişik kesimlerine ilişkin bu betimlemeleri istediğiniz ka­ dar çoğaltabilirsiniz. Örneğin petrol sanayiindeki yöneticilerden biri, bu dayanılmaz koşulların sonucu olarak, “Emeğin akışkan­ lığı çok yüksek bir noktaya erişmiştir... işçi yokluğundan, çok sayıda kuyu tamamen terk edilmiştir,” diye yazıyor. Özellikle koşulları kötü olan bazı bölgelerde, ancak başka yerlerde disip­ linsizlik nedeniyle ceza almış ya da atılmış olanlardan başka kimse çalışmaya razı olmuyor. Böylelikle proletaryanın en aşağı rabakasında hiçbir hakka sahip olmayan ama yine de petrol üre­ timi gibi önemli bir sanayi kolunun istihdam etmek zorunda kal­ dığı, istenmeyen Sovyet paryaları, ayrı bir kategori oluşturuyor. Keyfi ayrıcalıklarla katmcrlcneıı bu çarpıcı ücret farklılıkla­ rının sonucu olarak bürokrasi, proletarya içinde keskin uzlaş­ mazlıklar yaratmayı başarmıştır. Stahanov kampanyasının za­ man zaman sunduğu görüntü küçük bir iç savaşı andırıyor. Ör­ neğin sendikaların yayın organı, ‘"Makinelere yönelik saldırılar vc sabotajlar, Stahanov hareketine karşı mücadelede en çok tu­ tulan (!) yöntemdir,” diye yazıyor. “Sınıf mücadelesi kendisini her adımda belli ediyor,” diyor. Bu sınıf mücadelesinde, bir yan­ da işçiler, öte yanda sendikalar yer alıyor. Stalin direnenlerin “boylarının ölçüsünü” alacaklarım kamuoyuna açıkça bildirdi. Merkez Komitenin başka üyeleri de birçok kez “küstah düşma­ nı” yeryüzünden kazıma tehdidini savurdular. Stahanov hareke­ ti deneyimi, yetkililerle proletarya arasındaki derin yabancılaş­ mayı vin ya­ şam düzeyine ancak 1953’te yeniden ulaşıldı. (Lorenz, Sozialgcscbichte, s. 227 ve 243) İşçiler, kolhoz köylüleriyle birlikte alt tüketici sınıfını oluşturuyorlardı. Üst sınıfa mensup olanlar parti vc devlet aygırının baş memur­ lar u işletme vc kolhozlardaki yönetici personel, bir de ayrıcalıklı işçi gruplarıydı (Öncü işçiler, Stahanovcular). (Krş. agy, s. 243; A. Berssoıı, The Structure of Sovict Wages, Cambridge, Harvard Univcrsity Press, 1944, s. 203) 10. Mahorka, 1772Tdeıı beri Rusya'da yetiştirilen, nikotin oranı yük­ sek, sert bir sigara ya da pipo tütününün üretilmesinde kullanılan bir tü­ tün çeşididir. Yirmili yıllarda Sovyet işçi ailelerinde on sekiz yaşından bü­ yük erkeklerin yüzde 73,4’ü, on sekiz yaşından büyük kadınların ise yüz­ de 3,2’si tütün içerdi. (Krş. G. Mcyer, uAlltagsleben sovvjetischer Industriearbeiter Mitte der zwanziger Jahrc”, (der.| P. Brokmeier, R> Rilling, Beitrage zur Sozialismusanalysc, c. 2, Köln, Pahl-Rugenstein, 1979, s. 244-92, burada s. 248) 11. Özel esnaflığın kapsamıyla ilgili bilgiler pek azdır. Resmi verilere göre 1977*de dahi bütün kolhoz üyelerinin gelirlerinin dörtte biri “kişisel yan işletmeler”den kaynaklanmaktaydı. Kentlere belli tüketim mallarının (meyve, sebze, kümes hayvanları) sağlanması işinin büyük bölümünü bu özel üretim gerçekleştirmekteydi. Bu kesimde sağlanan meta ve hizmetle­

196

BÖLÜM 6

rin fiyatları, resmi piyasa fiyatlarının birkaç kat üstündedir; ayııı şekilde, bu alanda ücretler, ortalama ücretleri yedi kat aşabilmektedir. “Kaçak iş” etkili olmakta; özellikle kırsal alanda konut ve “daça” (hafta sonu evi) yaptıranlar, kendi başlarının çaresine bakmaktadırlar. 12. Devrim öncesi Rusya’sında bağmışız zanaatçılar, hesapların ortak tutulduğu arteller, yani çalışma gruplan altında birleşirlerdi* Bugünkü dilde artel “kolhoz” ile eş anlamlıdır. (Krş. Karl-Eugen Wadekın, The Private Sector in Soviet Agriculture, Berkeley, liniversity of California Press, 1973, s. 3) 13* Aleksandr Vasilyeviç Kossarev (1903-39); 1919’dan beri parti üyesi» 1929\Ja Komsoınol genel sekreteri. Komsomol’dald temizlikleri protesto ettiğinden 1937’de tutuklanıp 1939Tda Öldürüldü. Hruşçev, StaÜnsizleştirme konuşmasında, uydurma suçlan itiraf etmemekte direnen ve bu yüzden gizlice kurşuna dizilen komünistlere örnek olarak Kossarev’m adını verdi. Kossarev'in karısı ile kızı, ellili yılların ortalarına dek bir zo­ runlu çalışma kampında tutuldular* 14* *Die Tatigkeit des KJV der Sovvjetunion in den letzten Jahren, Bericht des Gcnossen Kossarcwn> Rundschau, sayı 17 içinde, 16 Nisan 1936, s. 693-5, burada s. 693. 15. Stalin, “SSCB Stahaııovistleri Birinci Konferansında Yapılan Ko­ nuşma” (17 Kasım 1935), Leninizmin Sorunları içinde, s. 603-8, burada s. 610, 16, Stahanov hareketi üzerine yazdığı yazıda Lev Sedov aşağıdaki ra­ kamları verir: Sovyet ekonomisinin İki sınai dalında Stahanov kampanyalarına katılanlar ile katılmayanların ücretleri (1935 düzeyi). (Veriler ruble cinsinden, krş. Sedov, "Stahanov Hareketi. ..." s. 110, n. 5) Stahanovcular

Stahanovcu olmayanlar

Kazmacılar

1.600

400-500

At sürücüler

400

170

Madencilik

Dokuma sanayi Kadın işçiler

500........

— 150.........

17. 1939’da Harkov’uıı nüfusu 840.000 idi. 18. 1929’da sanayi işçilerinin aşağı yukarı beşte birinin bîr parça top­ rağı, hatta onda birinin koşum hayvanı vardı* (Meyer, “Alltagsleben .**” s* 248, n* 10) Otuzlu yıüarda desteklenen özel ek gelir tarımı, ikinci Dün­

NOTLAR

197

ya Savaşında da Özellikle büyütüldü, 1945’tc 18.600,000 küçük bahçıvan vardı, (Lorenz, Sozitılgeschicte, s. 367) “ 1953’te kent nüfusunun elinde 18,000,000 küçük bahçe vardı; bunlar, aile başına ortalama 570 kilog­ ramlık bir kırlık patates ve sebze stoku sağlıyordu.” (Hofmann, Arbeiîsverfassungy s. 213, n, 63) 19, “Divide et impera” (böl ve yönet] formülüyle Önce Romalıların kendi fetih siyasetlerini* sonra da Fransa Kralı XI. Louis’nin (“korkunç” lakaplı) (1426-83), soyluluğu bölüp kent burjuvazisine ayrıcalık vermeye dönük stratejisini nitelendirdikleri söylenir, 20, “Sosyalist yarışmamda rakip iş kolektifleri, verimi artırmayı yü­ kümlenir, 5 Mart 1929’da Fravday Leningrad’daki Krasmy Vıborsek (Kı­ zıl Vıborglu) fabrikasının bütün Sovyet işletmelerinin personeline yaptığı, "sosyalist yarışma”ya kauJma çağrısını yayımladı, 7 Nisanda sonuçlandı­ rılan “58.000’lerin sözleşmesi*yle değişik illerden dokuma sanayii çalışanları, katılma yükümlülüğünde bulundular, Sovyetler Birliği Ko­ münist Partisi XVI. Konferansı, 1929 Nisanında bütün Sovyet emekçile­ rine bir "sosyalist yarışmayı geliştirme” çağrısı yayımladı, (Krş, Maria Hackenberg, Die Entwicklung der Di$ztplinar-und Strafmaftnabmen im soıvjetiscben Arbeitsrecbt im Zusammenbang mit der forciertert İndustrialisierung 1925-35, Berlin, Osteuropa Instİtut, 1978, s. 26) * Sosyalist yarışmanın.., üstün*., aşaması” (Stalin, “SSCB Stahanovistleri ...” s. 603, n. 15) olarak 1935’te Stahanov hareketi hayata geçi­ rildi Sovyetler Birliği Komünist Partisi XXVII. Kongresince 1986’da ka­ ra rlaşnnlan, parti programının yeni versiyonunda dahi “sosyalist biçim­ de yarışma”nın daha da geliştirilmesine üretkenlik artışı bakımından bü­ yük önem veriliyor. (Krş. Kafa oğlu, Dünyada Neler Oluyor, s. 215) 21, Sovyet sanayi tröstleri, “savaş komünizmi” döneminde, değişik dallarda millileştirilmiş işletmelerin roplulaştırılmasıyla ortaya çıktı, 1919 sonunda bu türden doksan devlet tröstü vardı. (Krş, Carr, A History c, 2, s. 176) 22, uBir artele ait topraklar (SSCB’deki toprakların tümü gibi) bütün halkın devlet mülkiyetindedir, İşçi ve köylü devletinin yasaları uyarınca bu topraklar, vadesiz yararlanma hakkıyla, yani sonsuza değin artele dev­ redilmiştir ve nc satın alınabilir ya da satılabilir, ne de artele kiralanabi­ lir,” (“Musterstatut des landwirtschaflichen Artels, angenommen vom Zweîten Allunioııskongrel? der Kolchos-Stafiarbeiter, bestatigt vom Rat der Volkskommissare der Union der SSR und dem ZentıaJkomıtec der VKP(B) am 17. Februar 1935”, Brunner ve Wcsten, Die sotvjetisebe Kolchosordnung içinde, s. 129-40, burada s. 130) 1935 tarihli örnek tüzükle kabul edilen esas 1936 anayasasının metnine dahil edildi. Bu esas, hâlâ

1 98

BÖLÜM 6

geçerli olan, 1969 yılından kalma kolhoz örnek tüzüğünde korundu. 23. 7 Ağustos 1932 tarihli “Sosyalist Mülkiyeti Koruma Yasası” kır­ sal nüfusa karşı bir dizi olağanüstü haller yasasının temeli oldu. Kolhoz malımıı çalınması ölüm cezasının, cezayı azaltan nedenler varsa, on yıl­ dan aşağı olmamak üzere özgürlüğü bağlayıcı ceza ve mal haczinin tehdi­ di altındaydı- (Krş. Hofmann, Arbeitsverfassung, s. 239} 24. Marx, “Gotha Programının Eleştirisi”, Marx ve Engels, Seçme Yazılar, c. 3, s* 23. 25. 1935 tarihli kolhoz tüzüğünün 2. maddesinin 1-3. fıkraları uya­ rınca toprak sarışı ve kiraya verilmesi yasaklanıyordu* (Krş. Brunner ve Westen, Die $owjeti$che Kolehosordnung, s. 16vd) Otuzlu yıllarda kol­ hoz başkanlarının yolsuzlukları sıklaştı. Sovyetler Birliğinin kimi illerden mahkemeler, kolektif işletmelerin başkanlarının dörtte birini» hatta yarı­ sının kovuşturmaktaydı. (Krş. W .D. Conııor, Deviance in Soviet Society, Grime, Delinquency and Alcoholtsm, Ncw York-Londra, Columbia University Press, 1972, s. 25vd) "Sovyetler Birliğinde toprak, Özel kullanım­ dan çıkarılmıştır, meta değildir, değeri yoktur ve kelimenin olağan, bur­ juva yasalarına uygun düşen anlamında mülkiyet altında bulunan bir mal olarak görülemez ... Toprak, tek mülk sahibi olarak Sovyet Hükümetinin mülkiyeti altında kahr ... Toprak... toprak dağıtımına ilişkin ve ilgili devlet organlarınca yerine getirilen özel yasama işlemlerine dayalı olarak ... parseller halinde kullanılmak üzere edinilebilir.” (M.l. Kosır, “Yeni Kol­ hoz Örnek Tüzüğü Nasıl Olmalıdır”» Rus* Sovyetskaya Yustitsiya içinde, 1966, Wadckin, The Private Sectory s. 4’teki alıntı. Kolhoz başkanmın toplumsal tipi üzerine» krş. Jerry F. Hough, “The Changing Nature of the Kolhoz Chairman’\|der.) Milar, The Soviet Rural Commanity içinde, s. 103-20) 26. Marx diferansiyel rant üzerine şunları yazar: ‘‘Değişmez bir bi­ çimde bir yanda tekel altına alınmış doğal güce egemen olan tikel bir ser­ mayenin, bireysel üretim-fiyatı ile, öte yanda söz konusu üretim alanına yatırılan toplam sermayenin genel iiretim-fiyatı arasındaki farktan do­ ğar/' (Marx, “Farklılık Rantı T , Kapital, c. 3, s. 675-785, burada s, 681; krş. Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabi, c. 2, Suda, 1974, s, 64-7) 27. "Die Plattform der Vcreinigren OppositiorT, der. Wolter, Die Linke Oppo$ition, c. 5 içinde, s. 335. 28. Vasıfsız kolhoz işçileri, ortalama ücretin dörtte birini, buna karşı­ lık traktörcüler ile biçerdöver sürücüleri dört katını alıyorlardı. (Krş. A. No ve, Die soıvjetische WirtsehaftyWiesbaden, Rheınische Verlagsanstalt, s. 52, 137) 29. Voslenskiy de, unomenklatür”ü 19707te 400.000 kişi olarak tah­

NOTLAR

199

min etmiştir; bunların 250.000’i, fiilen "siyasal egemenlik” uygulamakta­ dır. (M. Voslensky, Nomenklatura, Die herrsehende Klasse der Soıvjetunion7Viyana, Molden, 1980, s. 184-7) 30. 1970’te sanayi ve tarımda» Voslensky’ye bakılırsa, 112,000’i sovhoz müdürleri ve kolhoz balkanları olmak üzere 301.000 işletme yöneti­ cisi vardj. (Voslensky, Nomenklatura, s, 187) 31. O sırada işletme yönetimi, müdür, sekreter ve sendika grubu yö­ neticisinden oluşmaktaydı. 32. Parti jargonunda "aktifken anlaşılan, üyelerin aktif azınlığıdır. Parti dışında örgütlenmiş “partisizler aktifi ”ni, partiye sempatizan olan ve ontın siyasetini savunan vasıflı ve toplumsal bakımdan aktif kişiler oluştururlar, “Partisizler aktifi” içinde yeni üyeler kazanır, 33. Sovyet ideolojisi ile gerçekliği arasındaki büyüyen uçurum, Lcnin’in ölümünden sonra işbaşına gelen siyasal önderliklerin her birinin çevresinde bir putperestliğe yol açtı. “Bir zamanlar Hıristiyanlık.,, putaraparlığın inançlarını ve törenlerini nasıl benimsemişse,,. Marksizm de şimdi,,. Bizans geleneğinin,,, unsurlarını aynı şekilde benimseyip içine alı­ yordu,” (Krş. I. Deutscher, Stalin, c, 1, Ağaoğlu, 1969, s. 389) Otuzlu yıllardan sonra, ölmüş devlet kurucusu Lenin çevresinde geliş­ tirilmiş olan tapınma, yaşayan halef Stalin’in üzerine aktarılıp genişletil­ di. "Yaşayan bir tanrı” imişçesine tapınılan Stalin, devrim sonrası toplumundaki iktidarın ve ona kumanda eden bürokrasinin cisim bulması gibi görünüyordu. On binlerce fabrika, kolhoz ve kente onun ve en sadık adamlarının (en başta da öldürülen Kirov’un) adı verildi, Elbruz Da­ ğındaki Stalin Anıtı şu yazıtı taşımaklaydı: “Gelmiş Geçmiş En Büyük Adama.” (Ellenstein, Geschichte des “Stalinismus”, Hamburg, VSA, 1977, s. 147) 34. Wolter (der,), Die Linke Oppositionyc. 5, s. 345 ve s. 333, 35. Krş, H, Rakovskiy, V, Kosior, N, Muralov, V. Kasparova, “ 1930 Nisanındaki Açıklama”, Ing< C, Rakovski, Seiected Writings on Opposition in the USSK, Î923-30 içinde, (der.) Gus Fagan, Londra, Altison Busby 1980, s. 166-79, burada s* 173. Fra. Cahiers Leon Trot$kyysayı 6 içinde* 1980, s. 90-103, burada s* 97vd. 36. agy. 37. Krş, “Das SchluGwort des Genossen Grinko” yazısı, Rundschau, sayı 4 içinde, 23 Ocak 1936, s, 146,

BÖLÜM 7

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

1. AİLEDE ÎERMİDOR Ekim Devrimi kadınlara verdiği sözleri dürüstlükle yerine getir­ miştir. Genç hükümet yalnızca erkeklere tanınan siyasal ve yasal hakların tümünü kadınlara da tanımakla kalmamış,* daha da önemlisi, kadınların ekonomi ve kültürün her alanına girme­ sini sağlamak için elinden geleni, en azından başka bir hükümet­ le karşılaştırılamayacak kadar fazlasıyla yapmıştır. Ne var ki “her şeye kadir” Britanya parlamentosunun yaptığı kadar, cüretJi bir devrimin bile, bir kadını bir erkeğe dönüştürecek, daha doğrusu gebelik>doğum, emzirme ve çocuk bakımı yüklerini er­ kekle kadın arasında eşit olarak paylaştıracak gücü yoktur. ‘'Ai­ le yuvası”2 denen vc emekçi sınıfların kadınlarına, çocukluktan başlayıp ölünccye kadar forsalık ettiren şu köhnemiş, bayat ku­ rumu yıkmak için kahramanca bir çaba göstermiştir devrim.3 Kendi içine kapalı küçük bir işletme olarak görülen ailenin yeri­ ni, doğumevleri, kreşler, yuvalar, okullar, toplu yemekhane ve çamaşırhaneler, ilkyardım merkezleri, hastaneler, sanatoryum­ lar, spor tesisleri, sinema salonları, tiyatrolardan vb oluşan ge­ lişkin bir sosyal bakım vc hizmetler sistemi alacaktı. Ailenin ekonomik işlevlerinin tümüyle sosyalist toplumun kurumlan ta­ rafından üstlenilmesi, farklı kuşakları dayanışma ve karşılıklı 201

202

BÖLÜM 7

yardımlaşma içinde birleştirerek, kadının, dolayısıyla çiftin, bin­ lerce yıllık zincirlerinden kurtulmasını sağlayacaktı. Bu devasa sorun bugüne dek çözülememiştir ve çözülemediği sürece de kırk milyon Sovyet ailesi, büyük çoğunluğuyla, ortaçağ gelenek­ lerinin sürdüğü, kadınların köleleştirilip histeriye boğulduğu, çocukların günbegün aşağılandığı, kadınca ve çocukça batıl inançların kol gezdiği yerler olmaya devam edecektir. Bu konu­ da hiçbir yanılsamaya kapılmamak gerekir. Tam da bu nedenle Sovyetler Birliğinde ailenin statüsünde birbirinin peşi sıra yapı­ lan değişiklikler, Sovyet toplumunun gerçek doğasım ve yöneti­ ci tabakaların evrimini her şeyden iyi ortaya koymaktadır. Eski aileyi bir çırpıda yıkmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştır* Bunun nedeni, ne iyi niyet eksikliğidir ne de ailenin in­ sanların yüreğine kazınmış olması. Tersine, hükümete ve onun kreşlerine, yuvalarına ve benzer kurumlarına karşı duyulan kısa bir güvensizlik döneminden sonra işçi kadınlar ve onların ardın­ dan görece ileri köylü kadınlar, çocukların kolektif bakımının ve aile ekonomisinin toplumsallaşmasının sağladığı muazzam ya­ rarları takdir etmişlerdir. Ama ne yazık ki toplumun fazlasıyla yoksul ve uygarlıktan uzak olduğu ortaya çıkmıştır* Devletin mevcut kaynakları Komünist Partinin planlarına ve amaçlarına denk düşmüyordu* Aileyi “yıkmak” mümkün değildir; onun ye­ rine başka bir şey koymak gerekir. “Genelleşmiş sefalet” teme­ linde kadınların gerçek kurtuluşunu sağlamak olanaksızdır. Ya­ şananlar, Marx*ın seksen yıl önce dile getirdiği bu acı hakikati doğrulamıştır. Kıtlık yıllarında işçiler yemeklerini olanakların elverdiği öl­ çüde, hatta bazı durumlarda aileyle birlikte fabriknhırda ya da başka toplu yemekhanelerde yiyorlardı.4 Bu durum resmi mer­ cilerce sosyalist bir yaşam tarzına geçiş olarak görülüyordu. Bu­ rada savaş komünizmi, Yeni Ekonomi Plolitiknsı (NEP) vc Bi­ rinci Beş Yıllık Plan gibi farklı dönemlerin özgüllükleri üzerinde durmak gereksiz. Önemli olan, 1935'te ekmek karnesi uygula­ masının kaldırılmasıyla birlikte, görece iyi durumdaki işçilerin

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

203

aile sofrasına dönmeye başlamalarıdır. Bu yuvaya dönüşü zaten uygulanamamış olan sosyalist sistemin mahkûm edilmesi olarak görmek yanlış olur. Ama işçilerin ve eşlerinin, bürokrasi tarafın­ dan örgütlenen “sosyal beslenme ”ye ilişkin yargıları da oldukça acımasızdı. Aynı şey, çamaşırların yıkanmaktan çok yırtılıp ça­ lındığı toplu çamaşırhaneler için de geçerliydi. Aile yuvasına ge­ ri dönüş! Sovyet hatiplerinin ve Sovyet gazetecilerinin şimdiler­ de biraz utanarak da olsa övdükleri ev yemeği ve evde yıkanmış çamaşır, aslında işçilerin karılarının tencere ve tavalarına, yani eski köleliklerine dönüşleri anlamına gelir. Komünist Enternas­ yonalin, “Sovyetler Birliğinde sosyalizmin tam ve geri dönülmez zaferi”ne5 ilişkin kararlarının, işçi mahallelerinde yaşayan ev kadınları için ne kadar ikna edici olduğu kuşku götürür! Yalnız ev ekonomisine değil tarıma da bağlı olan kırsal aile, kentli aileden çok daha istikrarlı ve tutucudur, ilk dönemde, ge­ nel kural olarak, yalnızca küçük tarım komünlerinde toplu ye­ mekhaneler ve kreşler kurulmuştu. Kolektifleştirmenin ailede köklü bir dönüşümü başlatacağı ileri sürülüyordu. Öküzlerin yanı sıra köylülerin tavuklarına da el konması boşuna değildi! Ne olursa olsun kırsal kesimde toplu yemekhanelerin muzaffer ilerleyişinin ilanında kusur edilmedi. Ama geriye dönüş başladı­ ğında bu böbürlenmenin ardındaki gerçek birden bire bütün çıp­ laklığıyla ortaya çıktı. Genellikle kolhoz, köylüye sadece kendi tüketimine yctccek kadar ekmek ve hayvanları için yem verir. Kolhoz üyeleri et, süt ürünleri ve sebze gereksinimlerini hemen hemen tümüyle kendi kişisel mülkünden karşılarlar. Bir kez en önemli besin maddeleri aile emeğiyle sağlanmaya başladığında da artık kolektif beslenmeden söz edilemez. Böylelikle aile yuva­ sı için yeni bir temel oluşturmaya başlayan cüce çiftlikler kadı­ nın, çifte yük altında ezilmesine yol açmış olur. 1932 yılında, kreşlerin sürekli yatak kapasitesi altı yüz bin, toprakta çalışma süresi boyunca mevsimlik yatak kapasitesi dört milyona yakındı. 1935 yılında yatak sayısı beş milyon altı yüz bine ulaştı, ama daha önce de olduğu gibi sürekli yatak sa­

204

BÖLÜM 7

yısı çok daha azdı. Üstelik mevcut kreşler, Moskova, Leningrad ve başka büyük merkezlerde bile, eıı alçakgönüllü beklentileri karşılamaktan yine de uzaktır. Önde gelen Sovyet gazetelerin­ den biri, “Çocukların kendi evlerinde olduğundan daha mutsuz oldukları kreşler, kreş değil, kötü yetimhanelerdir,” diye yakını­ yor. Durumları görece iyi olan işçi ailelerinin kreşlere itibar et­ memelerine şaşmamak gerekir. Ama emekçilerin çok büyük bir bölümünün gereksinimlerini karşılamak için bu ukötü yetimha­ neler”in bile sayısı yetersizdir. Çok kısa bir süre önce Merkez Yürütme Komitesi kimsesiz ve yetim çocukların özel kişi vc ai­ lelere teslim edilmesi yolunda bir karar çıkardı. Bürokratik hü­ kümet boylece en önemli sosyalist görevlerinden birini yerine ge­ tiremediğini en yetkili organının ağzından kabul etmiş oldu* 1930-35 arasındaki beş yıllık dönemde yuvalardaki çocuk sayı­ sı üç yüz yetmiş binden bir milyon yiiz seksen bir biııe yükseldi. 1930 yılına ait rakamların düşüklüğü çarpıcıdır, ama Sovyet ai­ lelerinin toplam sayısı düşünüldüğünde 1935 yılına ait rakam halâ çok düşüktür. Kuşkusuz daha ayrıntılı bir inceleme, bu yu­ vaların esas olarak ya da en azından büyük bir bölümüyle yöne­ ticilerin, teknik personelin, Stahaııovcuların vb ailelerine ayrıl­ mış olduğunu ortaya koyacaktır. Aynı Merkez Yürütme Komitesi daha geçenlerde ‘‘kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukların bu durumlarına son verilmesi yo­ lundaki kararın uygulanmasında çok yetersiz kaldığım açıkça itiraf etmek zorunda kalmıştır.6 Bu soğukkanlı itirafın ardında saklı olan nedir acaba? Arada rastladığımız, küçük puntolarla basılmış kısa gazete haberlerinden öğreniyoruz ki, Moskova’da binden fazla çocuk “olağanüstü güç aile koşullarında yaşıyor; başkentte, çocuk bakımevleri denilen yerlerde, giderek hiçbir ye­ ri olmayan, sokaklara bırakılmış bin beş yüz kadar çocuk var; 1935 sonbaharında Moskova vc Leningrad'da “yedi bin beş yüz ana baba, çocuklarını terk ettikleri için mahkemeye çıkartılmış­ lardır.” Onları mahkemeye çıkartmak neye yaradı acaba? Kaç bin ana baba mahkemeye çıkartılmaktan kurtulmuştur? “Ola­

AİLE GENÇUK KÜlTÜR

205

ğanüstü güç koşullarda yaşayıp da kayıtlara geçmeyen çocuk sayısı nedir? Olağanüstü güç koşullan, olağanüstü olmayan güç koşullardan ayıran nedir? Bunlar hep cevapsız kalan sorulardır, ister açık ve ortada olsun, ister gizli, çocukların kimsesiz kalma­ sı doğrudan doğruya büyük bir toplumsal bunalıma bağlı bir fe­ lakettir: Bu bunalım sürecinde eski aile, onun yerini alabilecek kurumların ortaya çıktığından çok daha hızlı bir biçimde çözül­ meye devam etmektedir. Yine gazetelerdeki bu rastlantısal haberlerden ve suç kayıtla­ rından, okuyucu Sovyetler Birliğinde fuhuşun—yani parasını ödeyebilen erkeğin çıkarları için kadının aşağılanmasının en aşırı biçiminin— varlığından haberdar olabilir.7 Örneğin geçen yıl sonbaharda Izvestiya'da birdenbire “proleter başkentinin so­ kaklarında kendilerini gizlice satan bin kadar kadının” tutuk­ landığına ilişkin bir haber çıkıverdi. Tutuklananlar arasında yüz yetmiş yedi işçi, doksan iki memur, beş üniversite öğrencisi vb olduğu bildiriliyordu. Bu kadınları sokaklara iten nedir? Yeter­ siz ücretler, sefalet, “ayakkabı, elbise alacak birkaç kuruş”a du­ yulan ihtiyaç. Bu toplumsal hastalığın yaklaşık boyutlarını sap­ tamaya çalışmak boşunadır* Temkinli bürokrasi, istatistikçilere suskun kalmalarını buyuruyor. Ama bu zorunlu suskunluğun kendisi, Sovyet fahişeler “sınıflanın büyük sayılara ulaştığını ya­ nılgıya yer bırakmayacak biçimde kanıtlıyor* Bu konuda kesin­ likle ‘‘geçmişin kalıntılarından söz edilemez, çünkü fahişeler genç kadınlar arasından çıkar. Elbette aklı başında hiç kimse, uygarlık kadar eski olan bu yaranın suçunu özel olarak Sovyet rejimine yüklemeyi aklından bile geçirmez. Ancak fuhuş varlığı­ nı koruduğu sürece sosyalizmin zaferinden söz edilmesi de ba­ ğışlanamaz. Bu nazik konuya değinmelerine izin verildiği ölçüde gazeteler elbette “fuhuşun azaldığım” ileri sürüyorlar; kıtlık ve kargaşa yılları (1931-33) ile karşılaştırıldığında bu doğru olabi­ lir. Ama para ilişkilerine geri dönüş kaçınılmaz olarak fuhuşun vc kimsesiz çocukların yeniden artmasına yol açar. Ayrıcalıkla­ rın olduğu yerde paryalar da vardır!

206

BÖLÜM 7

Terk edilmiş çocuk sayısının bu kadar yüksek olması hiç kuş­ kusuz annelerin içinde bulundukları güç durumun en acıklı ve en tartışılmaz göstergesidir, iyimser Pravda bile bu konuda za­ man zaman acı itiraflarda bulunmak zorunda kalıyor* “Her ye­ ni bebeğin doğumu birçok kadın için ciddi bir tehdit oluşturu­ yor,,,” Bu konuda hadımlar ve evde kalmış kızlarla erkekler ne derse desin, ailenin sefaleti ve baskısı sürdükçe kadınların mede­ ni, siyasal ve kültürel haklarının en önemlilerinden biri olmaya devam edecek olan kürtaj hakkını8 devrim iktidarı tam da bu nedenle tanımıştır. Ancak kendi başına yeterince acıklı olan bu hak da toplumsal eşitsizlik koşullarında bir ayrıcalığa dönüşür* Kürtajın uygulanışıyla ilgili olarak basına sızan haber kırıntıla­ rı, kelimenin tam anlamıyla tüyler ürperticidir: Urallar Bölge­ sindeki bir köy hastanesine 1935 yılında, “ebeler tarafından sa­ katlanmış olan 195 kadın” gelmiştir; bunların 33’ü işçi, 28>i me­ mur, 65’i kolhozlarda çalışan köylü, 58’i ev kadınıdır. Bu bölge­ nin özerk bölgelerden tek farkı, hakkında basına haber ulaşmış olmasıdır, Sovyetler Birliği çapında acaba her gün kaç kadın yanlış yapılan kürtajlar sonucunda sakat kalıyor? Devlet, kürtaja başvurmak zorunda kalan kadınlara gerekli tıbbi yardımı ve sağlık koşullarına uygun tesisleri sunmaktan âciz olduğu ortaya çıkınca, birden rotasını değiştirip yasak koy­ ma yoluna gitmektedir,9 Tıpkı başka durumlarda da olduğu gi­ bi bürokrasi, yoksulluğu fazilet olarak sunuyor* Evlilikle ilgili sorunlarda uzmanlaşmış bir Yüksek Sovyet Mahkemesi üyesi olan Solts,i0 gündemdeki kürtaj yasağını haklı göstermek için sosyalist toplumda işsizliğin olmadığından vb dem vurarak ka­ dınların “annelik hazzı”ndan vazgeçmeye haklan olmadığını söylüyor* Papaz felsefesinin yardımına jandarma gücünün ko­ şulması! Az önce partinin merkez organında ne dendiğini gör­ dük: Her yeni bebeğin doğumu birçok kadın için bir “tehdit” oluşturuyordu; aslında pek çok kadın için demek daha doğru olurdu. Yine az önce yüksek bir Sovyet yetkilisinin kesinlikle kimsesiz çocukların sayısında artış olduğu anlamına gelen sap-

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

207

tamasım gördük: “Kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukların bu durumlarına son verilmesi yolundaki kararın uygulanmasında çok yetersiz’' kalınıyordu. Ve şimdi yüksek bir yargıç bize “ha­ yatın güzel olduğunu” bu ülkede kürtajın hapisle cezalandırıl­ ması gerektiğini söylüyor, tıpkı yaşamın kasvet dolu olduğu ka­ pitalist ülkelerde olduğu gibi. Batı'da olduğu gibi Sovyetler Birliğinde de gardiyanların pençesine düşenlerin, günahlarını gizlemekte güçlük çeken işçi kadınlaş köylü kadınlar, hizmetçi­ ler olacağı daha şimdiden görülüyor. Pahalı parfümleri ve ben­ zer lüksleri talep eden “hanımlarımızda gelince, onlar gayretkeş hukukçuların burunlarının dibinde canlarının istediklerini yap­ maya devam ediyorlar. Solts, kimsesiz çocuklar soruııununa gözlerini kapayarak “Daha çok nüfusa ihtiyacımız var,” diye ekliyor. Bürokrasi, ağızlarını mühürlemiş olmasaydı, milyonlar­ ca işçi kadın “O zaman buyrun siz çocuk yapın!” diye cevap ve­ rebilirdi Solts’a. Bu beyler sosyalizmin kadınlara zorla “annelik hazzı”m tattırmak için özel yaşamlarına aşağılık bir biçimde po­ lisi sokmak yerine, onları kürtaja iten nedenleri ortadan kaldır­ ması gerektiğini tümüyle unutmuşa benziyorlar. Kürtajla ilgili yasa tasarısı halkın tartışmasına açılmıştı.11 Acı yakınmaların ve bastırılan protestoların kamuya ulaşmasını Sovyet basınının ince süzgcci bile engelleyemedi. Tartışma, baş­ latıldığı hızla kesildi. Merkez Yürütme Komitesi, 27 Haziran 1936 günü o utanç verici tasarıyı katbekat daha utanç verici bir yasa haline getirdi. Bürokrasinin gedikli avukatları bile bu du­ rumdan rahatsızlık duydular. Louis Fischer yeni yasanın kötü bir yanlış anlamalar ürünü olduğunu yazıyordu.12 Aslında ka~ dınların karşısında olan, ama hanımefendiler için bir ayrıcalık­ lar düzeni oluşturan bıı yasa Termidorun gericiliğinin doğal bir meyvesidir. Ailenin, ruble ile aym zamanda—ne kutsal bir rastlantı!— görkemli bir biçimde yeniden saygınlığına kavuşturulması13 devletin maddi ve kültürel yoksunluğuna bağlıdır. Açıkça, “İn­ sanlar arasında sosyalist ilişkilerin kurulmasını sağlayamayacak

208

BÖLÜM 7

kadar yoksul ve kültürsüzüz; ama bunu çocuklarımız ve torun­ larımız gerçekleştirecek,'1demek yerine rejimin şefleri halkı, ai­ lenin çatlayan kabuğunu onarmaya ve sert cezaların tehdidi al­ tında ailenin, muzaffer sosyalizmin kutsal temeli olduğu yolun­ daki dogmayı benimsemeye zorluyorlar* Bu geriye dönüşün bo­ yutlarını kestirmek gerçekten güç! Edebiyatçısı da, yasa koyucusu da, yargıcı da, milisi de, ba­ sında, eğitimde herkes ve her şey bu yeni rotanın içine çekilmek­ tedir* Saf ve dürüst bir genç komünist, gazetesinde, “Kadını ai­ lenin pençesinden kurtarmak için ne yapmak gerekir? Çabaları­ nızı bu sorunu çözmek için harcasanız daha iyi edersiniz,” diye yazma cüretini gösterecek olsa temiz bir dayak yer ve susar. Ko­ münizmin Alfabesi “sol abartma” olarak niteleniyor. Yeni ahlak adı altında kültürsüz orta sınıfların aptalca ve katı önyargıları hortluyor. Peki ya bu uçsuz bucaksız ülkenin iicra köşelerinde günlük yaşamda neler oluyor? Basın, aile alanında Termidorcu gericiliğin hangi boyutlara vardığını ancak çok sınırlı bir biçim­ de yansıtıyor* Soylu Hıristiyanlık aşkı, günahlar büyüdükçe şiddetlendiğin­ den Hıristiyanlığın yedinci emri de yönetici tabakalar arasında giderek popülerleşiyor* Sovyet ahlakçılarının, ifadeyi biraz de­ ğiştirmeleri yeterli. Kolay ve sık boşanmaya karşı bir kampan­ ya açıldı* Yasa koyucunun yaratıcı dehası daha şimdiden “sos­ yalist” bir önlem keşfetmiş: Boşanma kayıtlan için ücret ödeni­ yor; ikinci boşanma söz konusu olduğunda bu ücret dc artı­ yor*14 Yukarıda rublenin eğitici rolünün yeniden ortaya çıkışıy­ la ailenin dirilişinin birlikte yürüdüğüne dikkati çekmekte hak­ sız değilmişiz* Bu harç, muhakkak ki ödeme güçlüğü çekenlerin boşanmalarım zorlaştıracaktır* Yönetici kesimlerin bu ücreti ödemesiyse herhalde pek güç olmaz* Güzel daireleri, otomobil­ leri ve başka lüksleri olan kişiler özel işlerini, kamuya yansıtma­ ya gerek kalmadan, dolayısıyla kayıt falan ettirmeden halleder­ ler. Fuhuş, sadece Sovyet toplumunun aşağı kesimlerinde acılı ve aşağılatıcı bir şeydir* Toplumun tepesinde, iktidarın konfor­

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

209

la birleştiği yerde, zarif bir ikramlaşma, hatta “sosyalist aile”nin bir özelliği biçimine bürünür. Sosnovskiy sayesinde artık yöneticilerin yozlaşmasında “otomobilli harem olgusu”nun önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Sovyetler Birliğinin duygulu, akademisyen vc bilimum diğer “dostları” bakar kördür. Ekim Devriminin getirdiği evlilik ve ai­ le yasaları, zamanında devrim için haklı bir övünç kaynağıyken, şimdi burjuva ülkelerinin hukuk kitaplarından ödünç alınan ya­ salarla dönüştürülmüş ve şekilsizJeştiribilişlerdir* ihanete bir de gülünçlük katmak istercesine bir zamanlar sınırsız kürtaj ve bo­ şanma özgürlüğünün savunulması için başvurulan, “kadınların kurtuluşu”, “kişi haklarının korunması”, “annelerin korunma­ sı”15 gibi ilkeler bugün kürtajı ve boşanmayı sınırlandırmak ya da yasaklamak için kullanılmaktadır. Geriye dönüş kendini tiksindirici bir ikiyüzlülük biçiminde ortaya koymakta ve ekonomik zorunluluğun katı gereklerinin de ötesine geçmektedir* Çocuk için nafaka ödenmesi türünden burjuva normlarına dönüşü gerekli kılan nesnel nedenlere bir de yönetici kesimlerin burjuva hukukunun kök salmasından sağla­ yacakları toplumsal çıkar eklenmektedir* Bugünkü aile kültü­ nün ardında yatan en önemli saik hiç kuşkusuz, bürokrasinin is­ tikrarlı bir ilişkiler hiyerarşisine ve otoriteyle iktidarın dayanak­ larım oluşturan kırk milyon ailenin disiplin altında tuttuğu bir gençliğe duyduğu gereksinimdir, Genç kuşakların eğitiminin devlete teslim edilebileceği umu­ dunun henüz yaşadığı sırada, “yaşlılardın özellikle de anne ba­ banın otoritesini desteklemek bir yana iktidar, tersine çocukları geleneklerden sakınmak için ailelerinden koparmaya çaba göste­ riyordu. Daha kısa bir süre önce, Birinci Beş Yıllık Plan döne­ minde okullarda ve Komünist Gençlik Örgütünde çocuklar, ay­ yaş babalarını ya da dindar annelerini teşhir etmeye, onları kı­ namaya, “yeniden eğitmeye” çağırılıyordu.16 Bunun ne denli ba­ şarılı olduğu ayrı konu. Ama ne olursa otsun bu, aile otoritesini temellerinden sarsan bir yöntemdi. Bu alanda da önemi azımsa-

210

BÖLÜM 7

namayacak kadar köklü bir geriye dönüş oldu* Yedinci emirle birlikte beşinci emir de yeniden işlerlik kazandı; kuşkusuz henüz Tanrının adı anılmadan yapılıyor bunlar, ama bu iş Fransız okullarında da böyle yapılır ve kafalar yine de geleneklerle, tu­ tuculukla yoğrulur. Yaşlıların otoritesini kovma kaygısı daha şimdiden dinle ilgi­ li bir politika değişikliği yapmaya kadar vardı* Tanrının, onun desteğinin ve mucizelerinin inkârı devrim iktidarının çocuklarla ana babaları arasında açtığı en derin uçurumdu. Ne var ki kili­ seye karşı Yaroslavskiy gibilerinin önderliğinde yürütülen müca­ dele, kültürel ilerleme, ciddi propaganda ve bilimsel eğitim ilke­ lerini terk ederek çoğu kez soytarılık ve rezalete dönüştü. Ailey­ le birlikte böylece kutsallığın yerle bir edilmesine de son verildi. Saygınlık peşinde koşan bürokrasi, “tanrıtanımaz’' gençlere si­ lahlarını bırakıp kitaplarının başına oturmayı buyurdu, Bu şim­ dilik yalnızca bir başlangıçtır. Yavaş yavaş dine karşı umursa­ maz bir tarafsızlık yerleşmektedir.17 Bu, işin ilk aşamasıdır. Olayların akışı yalnızca mevcut otoritelerin rotasına bağlı olsay­ dı, ikinci ve üçüncü aşamaları kestirmek de güç olmazdı. Toplumdaki uzlaşmaz çelişkiler egemen kanaatin ikiyüzlülü­ ğünü her zaman ve her yerde geometrik olarak ikiye, üçe katlar: Düşüncelerin gelişimine ilişkin tarihsel yasa, matematiksel te­ rimlerle aşağı yukarı böyle ifade edilebilir. Sosyalizm eğer adına layık olacaksa, insanlar arasında çıkara dayalı olmayan ilişkiler, kıskançlık ve dalavereden uzak dostluklar, aşağılık hesapların yapılmadığı sevgiler demektir. Resmi doktrin, bu ideal normla­ rın artık gerçekleşmiş olduğunu iddia ededursun, gerçekler bu tür iddiaları giderek daha çok yalanlıyor; böyle oldukça da res­ mi doktrin iddiasındaki otoriter eda giderek artıyor. Komünist Gençliğin Nisan 1936’da benimsenen yeni programında şöyle deniyor: “Kadın ile erkek arasındaki gerçek eşitlik temeli üzerin­ de yeni bir aile oluşmaktadır. Sovyet devletinin hedefi, bu oluşu­ mu geliştirmektir.”18 Resmi bir yorumcu da şunu ekliyor: “Gençlerimiz hayat arkadaşlarını seçerken tek bir saik güdüyor­

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

211

lar, o da sevgi. Çıkara dayalı burjuva evliliği, yetişen kuşakları­ mız açısından tümüyle geçerliliğini yitirdi.” {Pravday 4 Nisan 1936) Genç işçi kadın ve erkekler açısından bu oldukça doğru­ dur. Ancak çıkara dayalı evliliğin kapitalist ülkelerin işçileri ara­ sında da pek yaygın olduğu söylenemez. Oysa Sovyet toplumunda orta ve üst tabakalarda durum tümüyle farklıdır. Yeni top­ lumsal gruplaşmalar kişisel ilişkiler alanına otomatikman kendi damgalarım vuruyorlar. Sanki bu konuda Batı burjuvazisiyle ya­ rışırmışçasına, Sovyet bürokrasisi içinde iktidara ve paraya da­ yalı cinsel ilişkiler filizleniyor. Yukarıda Pravda’dan yaptığımız alıntıdaki iddiayla mutlak olarak çelişen bir biçimde “mantık evliliği” yeniden gelişiyor; Sovyet basını da ya mecbur kaldığından ya da birden üstüne bir dürüstlük gelmiş olacak ki bunu kabul ediyor, insanların mes­ lekleri, aldıkları ücret, çalıştıkları iş, taşıdıkları madalyaların sa­ yısı giderek daha büyük bir önem taşıyor, çünkü ayakkabı, kürk, konut, banyo ve—nihai düş olan—otomobil, hep bunlara bağlı. Tek bir oda yüzünden Moskova'da her yıl çok sayıda in­ san evlenip boşanıyor. Akrabalıklar olağanüstü bir önem kazan­ dı. Kayınpederin subay ya da nüfuz sahibi bir komünist olması, kayınvalidenin büyük bir şahsiyetin kız kardeşi olması hep ter­ cih edilen şeyler. Bunda şaşılacak ne var? Başka türlüsü olabilir miydi? Sovyet ailelerinin parçalanışı ve yıkılışı Sovyet tarihinin en dramatik bölümlerinden birini oluşturacak: Parti üyesi, aktif sendika üyesi, subay ya da idareci olan koca kendini geliştirir, yeni zevkler edinirken, ailenin baskısı altında ezilen kadın eski düzeyinin ötesine geçemez. Sovyet bürokrasisinin ilk kuşağı ge­ ri bıraktırılmış ve terk edilmiş kadınların trajedileriyle örülü bir yoldan geçmiştir. Aynı olayı bugün genç kuşaklar arasında da gözlemliyoruz. Kabalığın ve gaddarlığın en büyüğüne hiç kuşku­ suz, bürokrasinin üst kademelerinde rastlanacaktır: Buralarda her şeye hakları olduğunu düşünen, kültürsüz sonradan görme­ ler yüksek bir çoğunluğu oluşturuyorlar. Bir gün arşivler ve anı­

212

BÖLÜM 7

lar, aile ahlakını ve zorunlu “annelik hazları,,ııı vaaz edenlerin eski eşlerine ve genel olarak kadınlara karşı işledikleri bütün suçlan ortaya çıkaracaktır. Bugün bu suçluların dokunulmazlığı vardır. Hayır, Sovyet kadını henüz özgür değildir Yasalar karşısın­ da tam eşitlik halen bürokratik, teknik, pedagojik işlerde çatışan yani genel olarak kafa emeğiyle geçinen yüksek tabaka kadınla­ rına; işçi kadınlara ve özellikle köylü kadınlara sağladığından gözle görülür derccedc daha fazla yarar sağlamaktadır. Toplum, ailenin maddi yüklerini üstlenecek duruma gelmediği sürece an­ neler toplumsal görevlerini ancak dadılar, hizmetçiler, aşçılar ya da beyaz ırktan gelme başka köleler kullanmak koşuluyla yeri­ ne getirebilirler. Sovyet toplumunu oluşturan kırk milyon aile­ den yüzde J ’i ve belki de 10’u “yuvalarını” ev kölelerinin eme­ ğinden doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanarak kurmuştu. Sovyet kadınlarının durumunu sosyalist açıdan değerlendirebil­ mek için Sovyetler Birliğindeki hizmetçilerin tam sayısını bil­ mek,19 ne kadar ilerici olursa olsun Sovyet yasalarını bilmek ka­ dar yararlıdır. Ne var ki istatistikler tam da bu nedenle hizmet­ çileri “kadın işçiler” ya da “başkaları” kategorilerinin ardında gizlerler! Saygı duyulan bir komünist olup, bir hizmetçisi, bak­ kala sipariş vermek için bir telefonu, oraya buraya gitmek için otomobili vb olan bir aile annesinin durumuyla bir dükkândan öbürüne koşturan, eve gelip yemeğini hazırlayan çocuklarını— şayet bir yuva bulabilmişse— yuvadan eve kendisi getirmek zo­ runda olan bir işçi kadının durumu arasında çok fark vardır. Hiçbir sosyalist etiket, herhangi bir Batı ülkesindeki burjuva ha­ nımefendisiyle proleter kadın arasındaki karşıtlıktan daha az çarpıcı olmayan bu toplumsal karşıtlığı örtemez. Toplumun, insanı aşağılayan, ağır gündelik yüklerden kur­ tardığı gerçek sosyalist aile hiçbir düzenlemeye gerek bırakmaz. Kürtaj ve boşanmaya ilişkin yasaların düşüncesi bile, burada fu­ huş yuvalarının ve kurban edilen insanların anısından daha olumlu bir çağrışım yapmayacaktır. Ekim Devriminin koyduğu

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

213

yasalar böyle bir aile yönünde atılmış yürekli birer adımdı. Ama ülkenin ekonomik ve kültürel geriliği acımasız bir biçimde geri tepti. Termidor yasaları burjuva modellerine geri dönüyor ve bu geriye gidiş “yeni* ailenin kutsallığına ilişkin yalanlarla örtbas edilmeye uğraşılıyor. “Sosyalist” tutarsızlık burada ikiyüzlü bir saygınlığın ardında gizlenmeye çalışılıyor. içtenlikli gözlemciler, özellikle de çocuklar konusunda, yük­ sek ilkelerle acı gerçek arasında ortaya çıkan karşıtlık karşısın­ da sarsılıyorlar. Çocukların terk edilmesi durumunda uygulanan aşırı katı cezai önlemler, kadınlar ve çocukların lehine olan sos­ yalist yasaların bir ikiyüzlülükten öteye gitmediği düşüncesini uyandırabilir. Karşıt uçta yer alan gözlemcilerse, yasalar ve ida­ ri organlar biçimine bürünmüş olan bu kapsamlı vc yüce top­ lumsal projenin büyüsüne kapılıyorlar; sefalete terk edilmiş an­ neleri, fahişeleri ve çocukları gördüklerinde bu iyimser insanlar kendilerini, maddi kaynakların artmasıyla yavaş yavaş sosyalist yasaların ete kemiğe bürüneceğine ikna ediyorlar. Bu iki ayrı dü­ şünce tarzından hangisinin daha yanlış ve zararlı olduğunu kes­ tirmek kolay değildir. Bu toplumsal projenin çapını ve yüreklili­ ğini, gelişimindeki ilk aşamaların önemini ve bu gelişimin yarat­ tığı muazzam olanakları görmemek için tarihsel körlüğe kapıl­ mış olmak gerekir. Ama öte yandan da toplumsal çelişkilerin büyümesine gözlerini kapayan ve anahatlarını saygıyla bürokra­ siye emanet edeceklcri bir gelecek perspektifiyle avunanların pa­ sif ve aslında ilgisiz iyimserliklerine bakıp da öfkelenmemek el­ de değil. Sanki kadın-erkek eşitliği o aynı bürokrasinin nezdinde her tür haktan yoksun bırakılma eşitliğine dönüşmemiş gibi! Ve sanki Sovyet bürokrasinin, özgürlük yerine yeni bir boyun­ duruğu yerleştiremeyeceği, Tanrı kelamıymış gibi. Tarih bize erkeğin kadını, sömürücülerin de ikisini birden nasıl köleleştirdiğini ve emekçilerin canlan pahasına bu boyun­ duruğu kaldırıp atmaya çalışırken nasıl bir zincirden kurtulup başka zincire vurulduklarım anlatır. Aslında başka bir şey de an­ latmaz tarih. Peki çocukları, kadınları, insanları kurtarmak ger­

214

8ÖLÜM7

çekte nasıl mümkün olacak? İşte bu konuda önümüzde olumlu örnekler yoktur. Geçmişin bütün deneyimleri olumsuzdur ve en başta emekçilerin ayrıcalıklı ve denetlenmeyen hamilere güven duymamaları gerektiğini gösterir. 2 . GENÇLİĞE KARŞI MÜCADELE

Her devrimci parti başlıca desteğini yükselmekte olan sınıfın genç kuşaklarında bulur. Siyasal çürümenin işareti, gençliği pe­ şinden sürükleme yeteneğinin yitirilmesidir. Siyasal sahneden si­ linmiş olan burjuva demokrasisinin has partileri, gençliği ya devrime ya faşizme terk etmek zorunda kalırlar. Yeraltında ol­ duğu sürece Bolşevik Parti daima genç işçilerin partisi olmuş­ tur.20 Menşevikler işçi sınıfının üst tabakalarına ve görece yaşlı kesimlerine dayanıyor ve bundan bir tür gurur duyup Bolşeviklere tepeden bakıyorlardı. Olaylar acımasız bir biçimde onların yanıldığım göstermiştir: Belirleyici an geldiğinde genç işçiler, or­ ta yaşın üstündeki ve hatta yaşlı işçileri peşlerinden sürüklediler. Devrim sırasındaki altüst oluş, genç Sovyet kuşaklarına mu­ azzam bir itilim verdi. Onları bir darbeyle tutucu geleneklerin­ den kopardı ve onlara büyük sırrı—diyalektiğin ilk sırrını—aç­ tı: Yeryüzünde ebedi olan hiçbir şey yoktur ve toplumu oluştu­ ran malzeme plastiktir.21 Çağımızın deneyimleri ışığında, değiş­ mez ırklar kuramı ne kadar da budalaca bir şeydir! Sovyetler Birliği, içinde onlarca ulusun birbirine karıştığı koskoca bir eri­ me potasıdır. “Slav ruhu>>22 söylencesi tıpkı cüruf gibi bir kena­ ra atılmıştır. Ne var ki genç kuşakların aldığı itilim henüz ona tekabül eden bir tarihsel yapıtta ifadesini bulamamıştır. Gençliğin eko­ nomi alanında çok faal olduğu doğrudur. Sovyetler Birliğinde yaşı yirmi üçün altında olan yedi milyon işçi vardır; bunların üç milyon yüz kırk bini sanayide, yedi yüz bini demiryollarında, ye­ di yüz bini de inşaat kesiminde çalışmaktadır. Yeni dev fabrika­ larda genç işçiler toplam emek gücünün neredeyse yarısını oluş­

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

215

turmaktadır. Günümüzde kolhozlardaki genç komünisderin sa­ yısı bir milyon iki yüz bindir» Son yıllarda yüz binlcrce genç ko­ münist inşaatlarda, kömür ocaklarında, kerestecilik işlerinde, kuzeyde, Sahalin Bölgesinde ya da Komsomolsk23 [Komünist Gençlik Kenti—ç.n.| adlı yeni bir kentin kurulmakta olduğu Amur Nehri üzerindeki altın madenlerinde seferber edilmiştir. Yeni kuşaktan şok tugayları, seçkin işçiler, Stalıanovcular, ustabaşılar ve alt kademeden idareciler çıkmaktadır. Gençler oku­ makta ve bunların önemJi bir bölümü bu işi kendilerini adaya­ rak yapmaktadır. Spor alanında özellikle de paraşütçülük gibi en çok yürek isteyen ya da nişancılık gibi en savaşkan dallarda gençler bir o kadar faaldirler. Atılgan ve gözüpek olanlar çeşit çeşit tehlikeli keşif yolculuğuna çıkıyorlar. Tanınmış kutup kâşifi Şmidt,24 bundan kısa bir süre önce şöyle diyordu: ‘"Gençlerimizin büyük çoğunluğu güç işlere atıl­ maya hevesli.” Bu, hiç kuşkusuz doğrudur. Ancak devrim son­ rası kuşak hâlâ her alanda velayet altındadır. Neyi nasıl yapa­ cakları, kendilerine yukarıdan söylenmektedir. Emir-komutanın en üst biçimi olan politika, tümüyle "‘eski tüfek” denen kişilerin elindedir. Gençlere çok saygılı ve çok kez övgü dolu bir söylem­ le hitap etmelerine karşın yaşlılar bu tekellerini kıskançlıkla ko­ ruyorlar. Devletin “sönümlenmediği” yani bütün polis kurumlanılın yerlerini üreticilerin ve tüketicilerin özyönetimine bırakmadığı bir toplumu sosyalist bir toplum olarak görmeyen Engels, bu görevin tamamlanmasını, “özgürlüğün yeni koşullarında yetişe­ cek ve devletçiliğin bütün eski pisliklerini kaldırıp atacak bir ko­ numa sahip olan”25 genç kuşağa teslim ediyordu. Lenin de ken­ di adına şunu ekler: "‘Demokratik cumhuriyet de dahil olmak üzere her tür devletçilikten...”26 Kısacası Engels ve Lenin, sos­ yalist toplumun kuruluşunu şöyle tasarlamışlardı: İktidarı fet­ hetmiş olan kuşak, yani “eski tüfekler,” devlerin ortadan kaldı­ rılması sürecini başlatacak, onu izleyen kuşak da bu işi tamam­ layacaktı.

216

BÖLÜM 7

Peki gerçek durum nedir? Sovyetler Birliğinin toplam nüfusu­ nun yüzde 43*ü devrimden sonra doğmuştur. Yirmi üç yaşını iki kuşak arasındaki sınır olarak alacak olursak, Sovyet insanları­ nın yüzde 50’sinden fazlası henüz bu sınıra ulaşmamıştır» Dola­ yısıyla nüfusun yarısından fazlası Sovyet rejiminden başka bir rejimi yaşamamıştır. Ancak taın da bu genç kuşaklar Engels’in düşündüğü gibi “Özgürlük koşulları altında” değil, tersine resmi kurguya göre, Ekim Devrimini gerçekleştiren yönetici tabakanın dayanılmaz boyunduruğu altında yetişmektedirler. Fabrikalar­ da, kolhozlarda, kışlalarda, üniversitelerde, okullarda ve hatta belki de kreşlerde, insanlığın başlıca erdemleri olarak şefe bağlı­ lık ve kayıtsız itaat fikri işleniyor.27 Son dönemin birçok peda­ gojik özdeyişinin Goebbels’ten kopya edildiği düşünülebilirdi— tabii Goebbels bunları büyük ölçüde Stalin’in işbirlikçilerinden ödünç almış olmasaydı. Öğrencilerin eğitimi ve sosyal yaşamı, şekilcilik ve ikiyüzlü­ lüğe boğulmuş durumdadır. Çocuklar sıkıntıdan patladıkları toplantılara katılmaya ve bunların kaçınılmaz onur başkanlarına, sevgili önderlerine düzülen şarkılara ve tümüyle büyükleri­ nin yaptığı gibi düşünülenlerle söylenenlerin birbirini tutmadığı, önceden hazmedilmiş, danışıklı dövüşe dayalı tartışmalara alış­ tılar. Öğrencilerin bu çölde vahalar yaratmaya çalışan en safla­ rı, acımasız baskı önlemlerine maruz kalıyorlar. GPU ajanları sözümona “sosyalist okullara,” ihbar ve ihanet yoluyla korkunç bir çürümüşlüğü sokuyorlar. Eğitimcilerin ve çocuk kitapları ya­ zarlarının, kafaları daha bir çalışanları resmi iyimserliklerine karşın, okulları mahveden bu baskı, ikiyüzlülük ve can sıkıntısı karşısında kapıldıkları dehşeti yer yer ifade ediyorlar. Sınıf mü­ cadelesi ve devrim deneyiminden geçmemiş olan bu genç kuşak­ lar toplumsal yaşama, bire bir katılım yönünde ancak bir Sovyet demokrasisi içinde, geçmişin deneylerini ve bugünün derslerini inceleyerek hazırlanabilirler. Eleştiri olmaksızın bağımsız düşün­ ce ve bağımsız kişilik gelişemez. Oysa Sovyet gençliği, düşünce alışverişi, yanılma» hem kendilerinin hem başkalarının yanlışla­

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

217

rını sınama ve düzeltme olanaklarının her türlüsünden yoksun bırakılmıştır. Kendisini doğrudan ilgilendirenler de dahil olmak üzere bütün sorunlar ona danışılmadan çözülmektedir. Bu genç­ lere düşen yalnızca kararları uygulamak ve bu kararları alanlar için maniler düzmektir, Bürokrasi her tür eleştiriyi, ağzını aça­ nın boynunu vurarak cevaplandırmaktadır. Gençlik içindeki her tür yetenek ve karşı koyma belirtisi bastırılmakta, yok edilmek­ te ya da fiziksel olarak ortadan kaldırılmaktadır. Komünist Gençliğin milyonlarca üyesi içinden tek bir kayda değer kişinin yetişmemiş olması ancak böyle açıklanabilir» Gençler kendilerini, tekniğe, bilimlere, edebiyata, spora, sat­ ranca vermekle en önemli faaliyet alanlarında yetiştikleri sanısı­ nı uyandırıyorlar. Bütün bu alanlarda, iyi hazırlanmamış olan eski kuşakla yarışıyor, ona yetişiyor ve bazen onu geçiyor genç kuşak. Ancak siyasete her el atışında elini yakıyor. Dolayısıyla Sovyet gençliğinin önünde üç seçenek vardır; Bürokrasiyle bütünleşmek ve yükselmek; ses çıkarmadan boyun eğmek ve ken­ dini ekonomik-bilimsel çalışmaya vermek ya da kendi küçük özel alanına çekilmek; yeraltına inip mücadele etmeyi ve kendi­ ni geleceğe hazırlamayı öğrenmek. Bürokratik kariyer yolu an­ cak küçük bir azınlığa açıktır; öteki uçta küçük bir azınlık mu­ halefete katılır. Aradaki grup kendi içinde çok heterojendir. Bu grup içinde demir cendere altında Sovyetler Birliğinin geleceğini çok büyük ölçüde belirleyecek olan gizli fakat önemli süreçler gelişmektedir, Iç savaş döneminin çileci eğilimlerinin yerini NEP dönemin­ de daha Epikurosçu, hatta hazcı ruh durumları aldı. Birinci Beş Yıllık Plan dönemi de seçilmemiş bir çilecilik haline geldi, ama bu kez yalnızca kitleler ve gençlik için; yöneticiler, kişisel refah­ larını sağlayacak konumlara yerleşmeyi başarmışlardı, îkiııci Beş Yıllık Plan dönemi hiç kuşkusuz çileciliğe karşı bir tepkinin damgasını taşır. Kişisel çıkar kaygısı bu dönemde halkın tümü­ ne ve özellikle de gençlere bulaşmıştır. Ancak Sovyetler Birliğin­ de genç kuşak içinden kitlelerin üstüne çıkmayı başaran küçük

218

BOLÜM 7

bir azınlık için yöneticiler kesimine katılma olanağı vardır* Bü­ rokrasi kendi memurlarım vc fırsatçılarını kendi yetiştirir, bun­ ları bilinçli olarak seçer. Komünist Gençlik Örgütünün Nisan 1936’daki kongresin­ de28 baş konuşmacı şöyle diyordu: “Sovyet gençliği kazanç hır­ sını, küçük hesapçılığı, bayağı bencilliği tanımaz/’ Bu sözler bu­ günün hâkim sloganı haline gelen “refah dolu iyi bir yaşam’Ma, parça başı ücretle, ayrıcalıklarla ve madalyalarla pek uyuşmu­ yor. Sosyalizm çilecilik değildir; tersine Hıristiyan çileciliğine kökten karşıdır* O bu dünyaya ait bir düşüncedir ve bu niteli­ ğiyle bütün dinlerin çileciliklerine karşıdır Ancak dünyevi de­ ğerler arasında sosyalizmin de gözettiği bir hiyerarşi vardır. Sos­ yalizm için insan kişiliği iyi bir yaşam kaygısıyla birlikte değil, bu kaygının ortadan kalktığı noktada başlar. Ancak hiçbir ku­ şak kendini aşan şeyleri başaramaz. Şu an için Stahanov hareke­ tinin tümü “bayağı bencillik” üzerine kuruludur. Bu hareketin tek ölçütü olan, emek karşılığı kazanılmış pantolon ve kravat sa­ yısı, tam da “küçük hesapçıhk”tır. Bu tarihsel evrenin zorunlu olduğunu kabul edelim; ama o zaman bu evreyi olduğu gibi gör­ mek gerekir. Piyasa ilişkilerinin yeniden yerleştirilmesi, tartışma­ sız bir biçimde kişisel refahın artması olanağını yaratıyor. Sov­ yet gençlerinin büyük bir çoğunluğu mühendis olmak istiyorsa bunun nedeni, sosyalizmin kuruluşunda rol oynamanın çekicili­ ği değil, mühendislerin doktorlar ya da öğretmenlerden daha yüksek ücrct alıyor olmalarıdır.29 Bu tarz eğilimler entelektüel baskı vc ideolojik gericilik ortamında ortaya çıktıklarında, bir yandan yöneticiler de bilinçli olarak meydanı fırsatçılık güdüle­ rine bırakırken, “sosyalist kültür”ün oluşması, her düzeyde cn aııtisosyal bencilliğin yayılmasından başka bir anlam taşımaz. Yine de Sovyet gençliğini tamamen ya da ağırlıklı olarak ki­ şisel çıkarlar tarafından yönlendiriliyormuş gibi sunmak kaba bir iftira olacaktır. Hayır, bu gençler genel olarak eli açık, sezgi­ leri güçlü, girişken insanlardır. Fırsatçılık yalnızca dış cilalarıdır onların. Kişiliklerinin derinliklerinde, işe yarar duruma gelmeyi

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

219

bekleyen» kahramanlık da dahil olmak üzere çeşitli eğilimler ya­ şar* Yeni Sovyet yurtseverliği kısmen bu yönelimlerden besleni­ yor*30 Bu duygu hiç kuşkusuz çok derin, içren ve dinamik bir duygudur* Ama bu yurtseverlik de, gençlerle yaşlıları ayıran bir uçurum barındırıyor. Genç, sağlıklı ciğerler Termidorun, yani hâla devrim kılığına bürünmek zorunda olan gericiliğin ayrılmaz parçası olan ikiyüz­ lülük havasını solumakta güçlük çekiyorlar. Sosyalizm afişleriy­ le yaşayan gerçek arasındaki çarpıcı karşıtlık, resmi kurallara karşı duyulan güveni sarsıyor. Gençlerin birçoğu politikaya kar­ şı küçümseyici bir tutum içinde vc davranışlarıyla özellikle kaba ve sefahat düşkünüymüş izlenimini vermeye çalışıyor. Birçok durumda vc belki de çoğunlukla bu kayıtsızlık ve alaycılık, hoş­ nutsuzluğun vc kendi bildiği yolda girmenin ilk biçimleridir. Bir yandan yüz binlerce genç “beyaz muhafızdın ve “oportünistlin, öte yandan binlerce uBolşevik-Leninist”in Komünist Gençlikten ve Partiden atılması ve sonra tutuklanması ya da sürgüne gön­ derilmesi, gerek sağda gerek solda bilinçli siyasal muhalefet kay­ naklarının tükenmemiş olduğunun kanıtıdır. Tersine son iki üç yıldır bu kaynaklar taze bir güçle yeniden köpürmektedir. Son olarak, daha sabırsız ve ateşli olanlar, daha dengesiz olanlar, duyguları ve çıkarları zarar görmüş olanlar öç almak üzere terö­ re yöneliyorlar. Sovyet gençliğinin bugünkü siyasal ruh hali işte böyle bir yelpaze sergilemektedir. Sovyetler Birliğinde bireysel terörün tarihi, genel olarak ülke­ nin evriminde yaşanan farklı evreleri açık bir biçimde ortaya ko­ yar. Sovyet iktidarının başlangıcında, iç savaş atmosferi içinde, “beyazalar ve Devrimci Sosyalistler terör eylemlerine girişiyor­ lardı. Eski mülk sahibi sınıflar restorasyona ilişkin tüm umutla­ rını yitirdiklerinde terörizm son buldu. Yakın zamanlara kadar süren kulak terörü yerel bir nitelik taşıyordu; kulak saldırıları, rejime karşı gerilla savaşının son aşamasıydı. Son dönemde or­ taya çıkan terör ise ne eski yönetici sınıflardan ne de kulaklar­ dan destek alıyor. Yeni kuşak teröristler, tümüyle Sovyet gençli­

220

BÖLÜM 7

ği içinden, Komünist Gençlik ve Parti saflarından, hatta birçok durumda da yöneticilerin çocukları arasından çıkıyor* Bireysel terör her ne kadar üzerine gittiği sorunları çözmekten âciz olsa da çok önemli bir belirti niteliği taşır: Bürokrasi ile geniş halk kitleleri, özellikle de gençlik arasındaki çelişkinin şiddetinin gös­ tergesidir bıı. Kumar, paraşütçülük, kutup seferleri, kayıtsızlık gösterileri, “serserilik romantizmi/’ terörist zihniyet ve yer yer bireysel te­ rör eylemleri, bütün bunlar birlikte ele alındığında yaşlıların da­ yanılmaz velayeti karşısında gençlerin duyduğu hoşnutsuzluğun bir patlamayla sonuçlanacağının ön habcrcisi oluyorlar. Kuşku­ suz savaş, biriken hoşnutsuzluk karşısında bir emniyet supabı iş­ levi görebilir» Ama bunun etkisi çok sürmez. Savaşla birlikte gençlik, çok geçmeden savaşçı ruh haline girebilir ve bugün bu­ lamadığı otoriteye kavuşabilir. Aynı zamanda “yaşlılardın çoğu­ nun itibarı da onarılmaz bir biçimde zedelenecektir* En iyi ola­ sılıkla savaş, bürokrasinin borçlarını ertelemesine fırsat verebi­ lir; ardından gelen siyasal çatışma ise çok daha sert olun Sovyetler Birliğinin sorunlarını kuşak sorununa indirgemek elbette tekyanlı bir yaklaşım olurdu. Nasıl yaşlılar arasında bü­ rokrasinin açık ya da gizli birçok düşmanı varsa, gençler arasın­ da da yüz binlcrce bürokrat kafalı insan vardır* Bununla birlik­ te yönetici tabakalara yönelik, ister sağdan ister soldan gelsin herhangi bir saldırıda saldırganlar esas güçlerini siyasal hakla­ rından yoksun bırakılmış, hoşnutsuz, bunalımlı gençlik arasın­ dan toparlayacaklardır. Bürokrasi bunu çok iyi biliyor; kendisi­ ne karşı tehdit oluşturan her şeye karşı aşırı bir duyarlılığa sa­ hip. Doğal olarak durumunu önceden sağlama almaya çalışıyor ve başlıca siperlerini genç kuşağa karşı kazıyor, beton barikatla­ rını ona karşı dikiyor. Komünist Gençliğin 1936 Nisanında Kremlin’de yapılan X* Kongresine daha önce değinmiştik* Doğal olarak hiç kimse, ne­ den bu kongrenin kendi tüzüğüne aykırı bir biçimde bütün bir beş yılljk dönem boyunca toplanmadığını açıklamak zahmetin­

AİLE GENÇLİK KÜLTÜR

221

de bulunmadı. Dahası çok geçmeden, bu titizlikle elemeden ge­ çirilmiş kongrenin, gençliği siyasal anlamda mülksüzleştirmek üzere toplanmış olduğu açığa çıktı: Yeni tüzüğü uyarınca Komsomol—yani Komünist Gençlik—toplumsal yaşama katılma haklarını hukuksal olarak bile yitiriyordu.31 Bundan böyle Ko­ münist Gençlik artık yalnızca öğretim ve eğitim alanlarında fa­ aliyet gösterebilecekti. Komünist Gençlik Genel Sekreteri yuka­ rıdan aldığı emir altmda şu açıklamayı yaptı: “Sanayi ve mali plan konusunda, gelirlerin düşüklüğü, mali dengeler konuların­ da, ekilecek ürünler konusunda ve hükümetin başka bütün gö­ revleri üzerine gevezelik etmeye son vermemiz gerekir, sanki ka­ rar veren bizmişizgibi...” “Sanki karar verecek olan bizmişiz gi­ bi” sözlerini pekâlâ bütün ülke birden tekrarlayabiliri Sovyet yasalarının siyasal kanlım yaşını on sekiz olarak belirlediğini, o yaştaki bütün erkek ve kadınların oy hakkı olduğunu, buna kar­ şılık Komünist Gençlik Örgütüne üye olmak için yaş sınırının es­ ki tüzüğe göre yirmi üç olduğunu ve örgüt üyelerinin on aşağı üçte birinin bu yaşın da üstünde olduğunu hatırlayacak olursak, olağanüstü bir itaat sergileyen bu kongre tarafından bile hiç de heyecanla benimsenmeyen o küstah “gevezeliklere son verin” azarı, büsbütün çarpıcı hale gelir. Kongrede aynı anda iki re­ form birden benimsendi: Yirmi iiç yaşının üstünde olanların üyeliği meşrıı hale getirildi ve böylece seçmenler arasındaki Ko­ münist Gençlik üyelerinin sayısı artırılmış oldu. Ayrıca örgüt yalnızca genel politika alanına değil (bu zaten söz konusu ola­ maz!) güncel ekonomik sorunlar alanına da katılma hakkından yoksun bırakıldı. Yaş sınırının kaldırılması, Komsomordaıı oto­ matik olarak Partiye geçmenin giderek daha güç hale gelmiş ol­ ması nedeniyle zorunluydu. Siyasal hakların, hatta bunların salt görüntülerinin bile son kalıntılarının geçersiz kılınmasının ııedeni, Komünist Gençliği tamamen vc nihai olarak iyice temizlemiş olan Partiye tabi kılma kararıdır. Birbiriyle açıkça çelişen bu iki Önlemin temelinde yatan neden yine aynıdır: Genç kuşağın bü­ rokraside uyandırdığı korku!

222

BÖLÜM 7

Kendi ifadelerine göre Staİin'in onlara verdiği acil görevleri yerine getirmekte olan—ve bu uyarıyla herhangi bir tartışma olasılığını ortadan kaldıran—konuşmacılar reformun amacını şaşırtıcı bir dürüstlükle şöyle açıkladılar: 4 anlamsız hayallere kapılmış kimselerin seslermi yükselttiklerini biliyorum. Herkes bilsin ki ben, kendimi halkın iyiliğine adayacak, ama mutlakıyet ilkesini de, unutulmaz pederimin yaptığı gibi kararldık ve inatla yüksek tutacağım'' (11. Nikolay, zifiert nach Gitermamı, Geschicbte Rufslands, e. 3, s. 340’ta ki alıntı.) 38. Şu belgeler kastediliyor: Lenin, “Lenin^ıı Düşünceleri ve SSCB’nin

246

BÖLÜM 7

Kurulması Hakkında ki Tasarısı, LB. Kamenev’e Mektup, Rus Komünist Partisi Merkez Komite Politik Büro Üyeleri için* (26 Eylül 1922), Moshe Lewİn, Lenin3in Son Mücadelesi içinde, Yücel, 1976, s. 177-9 (Rusça da ilk yayımlamşı: 1959); Aynı yazar, “Milliyetler ya da ‘Otonomizasyon’ Sorunu” (30 Aralık 1922), Son Yazılar içinde, 5, 23-31 {Rusçada ilk yayımlanırı: 1956); aynı yazar, “Ağır Basan Ulusa) Şovenizmle Savaş Ko­ nusunda Siyasal Büroya Not* (6 Ekim 1922), Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları içinde, Sol, 1979, s- 445 (Rusça da ilk yayımla nişe 1937), (Krş* Moshe Lewin, Lenin'in Son Mücadelesi, s. 63-84, 85-96 vc 97-111) 39. 1. Pctro, “Büyük” (1672-1725): Türkiye (1695-96) İsveç (170021) ile savaşlarda Rusya’ya Avrupalı bir büyük devlet payesini kazandır­ dı, “Avrupa'ya bir penecre açmak” için başkenti Moskova’dan Petersburg’a taşıdı* İçte soylulara sözünü geçirerek devlet yönetimini, orduyu ve hayat biçimlerini Batı Avrupa örneğine uygun olarak modernleştirdi. “Moskof İmparatorluğu, Moğol köleliğinin korkunç ve alçak okulun­ da semirip yetişti. Kuvvet kazanması, sırf, kölecilik sanatında virtüöz ha­ line geldiği için oldu. Özgürlüğünü kazandıktan sonra bile, efendi haline gelmiş kölenin geleneksel rolünü oynamaya devam etti. Sonunda, bu Mo­ ğol kölesinin siyaset esnafını, Cengiz Hanın vasiyetinde dünyayı fethetme görevini verdiği Moğol hükümdarının mağrur ihtirasıyla birleştiren, Bü­ yük Petro oldu.” "Yeni bölgelere esas olarak Tatar hanlarının yardımıy­ la giren Moskof çarları Moskova'yı Tatariaşt ırmak zorunda kalmışlarsa Büyük Petro da, Batı nüfuzunun aracılığıyla çalışma kararıyla Rusya'yı uygarlaştırmak zorunda kaldı-” “Petersburg, imparatorluğun bu dtş mer­ kezli merkezi, aynı zamanda, henüz çizilmesi gereken sınırlara işaret edi­ yordu*” (Marx, Enthülhmgen zur Geschicte der Diplomatie im İS. Jlı., K.A. Wittfogel, Frankfurt, Suhrkamp, 1981, s, 126, 132 ve 130.) 40. "Devrimler, tarihin lokomotifleridir.” (Marx, "Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850” [1850J, Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, 226-362, burada s. 336) 41. Oy rarlar, Batı Sibirya’daki Dağlık Altay Özerk Bölgesinde yaşar­ lar, Dilleri Türk dilleri grubuna giren Altayca olup bu dilde ancak 1917’den sonra kendilerine ait bir edebiyat geliştirebilmişlerdir, Altayca, 1938’den beri Kiril alfabesiyle yazılır. 1 Haziran 19227de kurulup, 1948’de adı Dağlık Bölgesi olarak değiştirilen Oy rotlar Özerk Bölgesinin (başkenti Gornoakaysk) nüfusu 1976’da yaklaşık olarak 169,000 idi, RSFSCnin Altay Bölgesinde yer alır ve güneyde Çin Halk Cumhuriyeti vc Moğolistan ile sınırdaştır. 42. Marx, tarih sürecini, bireylerin cemaatlere vc bunlar tarafından iş-

NOTLAR

247

leııen Toprağa bağlılıklarından yavaş yavaş kurtuldukları bir süreç olarak yorumlar. Bu süreçte Önemli bir ilerleme sınıflı toplumların ilk aşaması­ nın kişisel egemenlik biçimlerinden (kölelik* serflik) ikinci, kapitalist ge­ lişme aşamasının kişilik dışı, nesnel olarak (piyasa aracılığıyla) dolaylandınlınış egemenlik biçimlerine geçişrir. Burjuva-kentsel toplum, “kader” olarak yaşadıkları sınıfsal konumlarına ve piyasa ilişkilerine bağımlı olsa­ lar da, kendi kendilerini geçindirdikleri sürecc özerk olan, şeklen özgür, “yalıtılmış bireyler”den oluşan bir toplumdur. Ancak sınıfsız toplumda gerçekten “özgür roplumsa! bireyler” gelişebilir* (Marx, Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma 11857-581, Birikim, 1979-80, s. 141; M* Wcbcr> Wirt$chaftsgcscbichtey Münih, Dunker Humblot, 1924; A. Gramsci, “Alcuni problemi per lo studio dello svolgimento della filosofia deİla praxis”, Quaderni del Careere, 3 cilt, Torino, Einaudi, 1977, s. 1854-64; H. Marcuse, Mantık ve İhtilâl 119411Kitaş, 1971, Kısım 2, Bölüm 1.5; M* Horkheimer, A h i Tu­ tulması (1947], çev. Orhan Koçak, Metis Yay., 1998, Kısım 1, Bölüm 4.) 43* “Stalİn’in putloştırıhnası, akla gülebilecek her türlü fırsatta, en çok da davalarla bağlantılı olarak..., ayrıca 1936 yılında Stalinci anaya­ sanın ilanı dolayısıyla ifade ediliyordu... Bu Stalin tapınması, edebiyatta da yansımasını buluyordu. Prokofyev'in ve otuzlu yıllarda isim yapmış daha birçoklarının şiirlerinde StaJin’e boyuna yaltaklanılır. Daha eski ya­ zarlar da, hastalığın bulaşmasından kendilerini koruyamadılar.” (G. Struve, Geschichtc der Soıvjet literatür, Münih, Goldmaıın, 1957, s. 346vd) Kremlin’de düzenlenen bir kabul resminde Azcrbaycanlı şair Sanıet Vur­ gun'un Genel Sekreterin onuruna aşağıdaki dizeleri okuduğunu anlatır: “Ülkemin evladıdır o, bir baba gibi gülümseyerek ısıtır halkları/ elini sı­ kanın mutluluk kaplar içini,../ Ve yükseklerden bizi izleyen göğün kan ağlar içi kıskançlıktan.” (Antonov ve Ovseyenko, Stalin, Portrat einer Tyrannei, (1980], Münih, Piper, 1983, s. 281) 44. Bağımsız bir proleter kültürü (prolctkult) programı, özellikle A. A. Bogdanov (Malinovskiy) tarafından devrimci-sendikalist fikirlerin etkisi altında geliştirildi: Parti ve sendika, proletaryanın siyasal ve iktisadi faali­ yetini koordine etmeyeceklerdi; sınıfın kültürel faaliyetleri için ise özerk bir kültür örgütlenmesine ihtiyaç vardı. Rus devriminin ilk yıllarında “Proletkult,” işçiler için çok sayıda edebi-saııatsal stüdyo ve/eğitim mer­ kezi kurdu. “Proletkult”tan yazarlar [Moskova’da “Demirciler” grubu; Petrograd*da “ Kozmist” grubu) romantik bir dcvrimci kahramanlık üslu­ buyla kolektivizm ve fabrika çalışması üzerine yazdılar (otuzlu yılların Stalinci “sosyalist gerçekçilik” öğretisi bunun uzantısıdır). “Proletkult” çevresindeki hesaplaşmalarda, başta gelen sorun, grubun propagandasını

248

BÖLÜM 7

yaptığı, geçmişin sanatsal geleneğinden kopuş vc grulnm, yalnız kendi öğ­ retilerinin ve sanatsal üretimlerinin gerçekten 41proleter” ulduğıı yolunda­ ki iddiasıydı. Lunaçarskiy, Trotskiy’in Edebiyat ve D ^ n m ’inin VL Bölü­ münde eleştirel olarak hesaplaştığı Proletkult grubuna duygudaşa. (Lenin, “Proleter Kültür Üzerine* |8 Ekim 1920U Kültür ve Kül Hır İhtilâli Üzerine içinde, Ser, 1969, s, 112vd; L. Troçki, Edebiyat ve Dev­ rim, Köz, 1976, Kabalcı, 1989; S, Fitzpatrik, The Commissariat of Enligbtenment, Soviet Organization of Education and t he Arts under Lunacharskyt Cambridgc Uııiversity Press, 1970; R.C. Williams, “Collectivç Immortality: The Syndicalist Origins of Prolecarian Culture, 1905-10”, Slavic Revietı\ sayı 3 içinde, 1980, s, 389-402; J.C. McClelland, “Utopianisın versus Revolutionary Heroism in the Bolshevik Policy: The Proletariaıı Culture Debatc”, Slavic Revietv, sayı 3 içinde, 1980, s. 403-25) 45, Troçki, Edebiyat ve Devrim, s. 11. 46, agy, s. 7. 47, “Trotskizm açısından kültür devrimi bütün sınıfların kültürel işbirliği yolundaki gerid fikirden başka bir şey değildir. O, kültürel inşa­ da proletaryanın görevlerini, görülmedik ölçüde daraltıyor. Bu, proletar­ yanın güçlerine inanmayışla, kü/türel mirası eleştirel biçimde dönüştürme zorunluluğunu yanlış değerlendirişiyle bağlantılıdır../1 (“Die Kulturrevolution und die zeitgenössische Literatür |Resolutioıı des Ersten Allunionskongresses der p roleta risehen Schriftsteller İm AnschluK an den Vortrag von L. Averbachp |Temmuz 1928], fder» | K, Einıermacher, Dokumente zur sotvjctischen Literatürpolitik 1917-32 içinde, Stuttgard, Kohlhammer, 1972 , s. 362-71, burada s. 366) 48- Buharin 1926-29 yıllarında Pravda*nm başyazarıydı, “Proletkult” gruplarını destekleyen tek Politbüro üyesi oydu. Bolşevik önderlerin dev­ rim sonrası edebiyat karşısmdaki konumunu, Trotskiy’in 10 Mayıs 1924 günü yaptığı konuşmadan alınma şu parça aydınlatıyor: “Pletncv Yoldaş (“Proletkult” başkam) bir proleter kültürüne ilişkin soyut tasarımlarını ve bunun temel bileşenini, proleter edebiyatım, burada savunurken bana karşı Lenin’i zikretti.-. Bu yöntem, şimdilerde pek moda,.. Gelgeldim çok iyi biliyorsunuz Plctncv Yoldaş, sorunun ne olduğunu siz çok iyi bi­ liyorsunuz. Çünkü, proletkult'j büsbütün son vermeye koyulduğuna inandığınız Lenin7in gazabından kurtulmak için bana kendiniz gelmişti­ niz. Ben de size, proletkult1un varlığını belli sebeplerden ötürü savunaca­ ğımız, ama Bogdanov'un proleter kültürü üzerine soyutlamaları konusun­ da sizinle ve koruyucunuz Buharin ile bütünüyle farklı görüşte olduğum, Leııin’e ise tamamen katıldığım sözünü vermişti m.” (Trotzk i, “Rede vor dem ZK der RKP auf emer konferanz über Literatür anı 10. Ma i 1924”,

NOTLAR

249

|der, |H .C Buch, Parteiİichkeit der Literatür oder Parteiliteratiir? Materalien zıt einer undogmatisehen marxistischen Âsthetik içinde, Rcinbek, Rowohlt, 1972, s. 124-38, burada s. 130. Krş. “Rede von N. Buclıarin”, der, Eimermacher, Literaturpolitik içinde, s. 207-9) 49. “Proletarya parrisinin görevi, sömürücülerin direnişinin bastırıl­ masını ısrarla sürdürmek, medeni hak ve özgürlüklerin mutlak karakteri konusundaki kökleşmiş önyargılara karşı ideolojik olarak savaşmak, ay­ nı zamanda da, siyasal hakların kaldırılışının vc her türlü özgürlük sınır­ lamasının sırf sömürücülerin, ayrıcalıklarını korumak ya da geri getirmek yolundaki girişimlerine karşı alınmış geçici birer savaş önlemi olarak zo­ runlu olduğunu açıklığa kavuşturmaktır, insanın insan rarafından sömü­ rülmesi ııin nesnel olanağı ortadan kalktığı ölçüde bu geçici önlemin zo­ runluluğu da ortadan kalkacak vc parti, Önlemin sınırlanmasını ve tama­ men kaldırılmasını lıedefleyecektir.” (“Program der Komımmistischen Par­ tei Rutflands |Bolschewisten|, angenommen auf dem VIII. Parteikongrel? 1919”, fder. ] Meissner, Farteiprogramm içinde, s. 121-41, burada s. 126) 50. Clara Zerkin, Lenin ile sanat üzerine yaptığı bir konuşmayı anla­ tır: “Biz iyi inkılapçılarız, ama bilmem neden, kendimizi, ‘modern kültür­ le boy ölçüşecek1halde olduğumuzu ispata borçlu sayıyoruz. Bana gelin­ ce, ben 'barbar1olduğumu söylemek cesaretini gösteriyorum. Ekspresyo­ nizme, fütürizme, kübizme ve daha başka ‘izm’lere sanatçı dehasının en yüksek ifadesi gözü ile bakmak bir türlü içimden gelmiyor- Bu okulları anlamıyorum- Bunların hiçbiri bana zevk vermiyor.” (C. Zctkin, “Sanat Halkın Malıdır”, V.l. Lenin, Sanat ve Edebiyat içinde, Payel, 1968, s. 216-23, burada s. 218) 51. Anatoliy Vasilyeviç Luııaçarskiy (1875-1933), Bolşevik aydm; Poltava’da (Ukrayna), bir noterin oğlu olarak dünyaya geldi, 1894’te Zıirih’te felsefe okudu, 1896’da Moskova’ya döndü, Rusya Sosyal Demok­ rat işçi Partisine üye oldu, birçok kez mahkûm olup sürüldü, 1903’te Bol­ şevik oldu, sığındığı İsviçre’de Lenin ile birlikte Vpered [Herif ve Proletar îyi (Proleter] çıkardı. 1905’re Petersburg’a dönerek Maksim Gorki ile birlikte Kovaya Jizn (Yeni Hayat) dergisini yayımladı. 1906’dan başlaya­ rak göçmen bulunduğu sırada Bogdanov ile birlikte “Proletkult”un kuru­ cuları arasında yer aldı. Lenin, her ikisinin felsefi teorilerini Materyalizm re Ampiryokritisizmy Gerici Bir Felsefe Üzerine Eleştirel Notlar'dû (Sol, 1976; krş. özellikic s. 384-7) eleştirdi. Sonraları Lunaçarskiy Trotskiy ile birlikte çalıştı, 1915’te Paris’te onunla vc başkalarıyla birlikte Naşe Sioro’yu |Bizim Sözüîiıüz| çıkardı ve 1917 Temmuzunda Trotskiy’in çevre­ sindeki grup (“Mejrayoııka”) ile birlikte Bolşevik Partisine girdi- Luna­ çarskiy, eğitim vc öğretim halk komiseriyken (1917-29) kültürel hayatı

250

BÖLÜM 7

devlet vesayetinden uzak tuttu, halk eğitimini destekledi; o arada kendisi de, birçok denemenin yaııı sıra oyunlar ve film senaryoları yazdı* Bolşe­ vik Partisi içindeki hizip mücadelelerine 1923’ten sonra katılmadı» Profi­ le der Revolution (1923-24) adlı kitabında Stalin’e ayrılmış yazı yoktur, “Bu ihma! hükümdara karşı hakaret demekti. Böylece kitap, çok geçme­ den satıştan kaldırıldı— kuk yıl süreyle yasaklı kaldı. {Ancak 1956’da, ti­ tizlikle seçilip sansürden geçirilmiş birkaç bölüm yayunlandı.)” (L Deutseher, “ Einleitung”, Lunatscharski, Profile İçinde* s. 5-21, burada s. 18) 1927’den sonra Halk Komiserliğini ancak ismen yönetmeye başlayan Lu­ naçarskiy, 1933’e kadar Araştırma Kurumlan ve Okullar Komitesine baş­ kanlık etti. Sovyet büyük elçisi olarak Madrid’e atandı; 1933 sonunda, oraya yaptığı yolculuk sırasında Menton’da (Güney Fransa) öldü, (Krş. A. W. Lunatscharski, Profile der Revolution, Frankfurt, EVA, 1968; aynı yazar, Faust und die Stadt, Ein Lesedranuı, Mit Essays zur Faııstproblematik, Frankfurt, Röderberg, 1973; aynı yazar, Die Revolution und die Kunst, Essays, Reden, Notizen, Drcsden, Vcrlag der Kunst, 1974, A. W. Lunatscharskij überden Film, |der>) K. Eiselt, Potsdam, Bnbelsberg, Hosclıschule für Film ıınd Rernsclıen der DDR, 1975; A, Lunatscharskij, Musik und Revolution, Schriften zur Musik, Leipzig, Reclam, 1985, Trotskiy’iıı anma makalesi: “Anatoliy VasilyeviçLunaçarskiy” |1Ocak 1934], Ing. TWr 1933-34 içinde, s. 181-5; Lunaçarski,Sosyalizm ve Edebiyat, çev. Asım Bezirci, Evrensel, 1998; Devrim ve Sanat, çec.: Siiheyla Kaya, Saliha Kaya, Inter Yay., 2000 ) 52. Troçki, Edebiyat ve Devrimys, 11. 53, “Almancaya da çevrilmiş on üç düzyazı türünde başyapıt saymak gerekirse, 1930’a dek yayımlananlar şunlardır: Uya Ehrenburg, Julio Jurenito (1922, yurtdışında), Viktor ŞkJovskiy, Duygusal Yolculuk (1923), Aleksandr Neverov, Taşkent, Ekmeği Bol Kent (1923), Vsevolod lvaııov, Buddbafmn Dönüşü (1923), îsaak Babel, Kızıl Süvariler, Nikolay Nikitin, Uçuş, Leonid Leonov, Porsuklar (Von Köylüleri, 1925), Yuriy Oleşa, Kıskançlık (1927), Yevgeniy Zamyatin, Biz (yazılışı 1921, yayımlanısı 1927’de yurtdışmda), Anaroliy Mariyengof, Köpeksıler (1929), Boris Pilnyak, Mahoganıy (1929'da yurtdışında).” (Sander, Marxistische Ideologie, s. 18. Krş. Gleb Struve, Gescbİcte der Sourjethtcratur, s. 49) I. Ehreııburg, Dipten Gelen Dalga, çev. Mazlum Beyhan, Evrensel, 2002; Fırtınat çev. Aydın Emeç, Evrensel, 2002; V. Şklovskiy, Hayvanat Bahçesi, Aşkla Hiç İlgisi Olmayan Mektuplar ya da UçuncarHeloise, çev, Olcay Kunal, YKY> 2004; L Babel, Çocukluğumdan Öyküleryçev. Ragıp ZarakoğUı, Belge Yay., 1981; Y. Zamyatin, Biz, çev. Füsun Tiilek, Ayrıntı Yay., 1996.

NOTLAR

251

54* Bolşevik önderler» yeni kitle iletişim aracı sinemanın öneminin bilincindeydiler. Halk Komiserleri Konseyinin, Lenin tarafından formüle edilmiş bir kararnamesi, sinema ve fotoğraf sanayiinin Öğretim ve Eğitim işleri Halk Komiserliğinin (Lunaçarskiy) himayesi altmda devletleştiril­ mesini mümkün kılıyordu, (Krş. Lenin, “Das Fi İm-Dek ret”, Laıvrenjew içinde, s, 18) Yirmili yılların en ünlü yönetmenleri Sergcy Ayzenştayn (1898-1948), Potemkin Zırhlısı (1925), Ekim (1927), Vsevold Pudovkin (1893-1953), Ana (1926), Petersburgyun Sonu (1927), Asya’da Fırtına (1928) ve Dziga Vertov (1896-1954), Sinema-Gerçek, Bir Dergi-Fitm (1922-25), Kameralı Adam (1929). (Krş. S. Eisenstein, Schriften, 4 cilt, Münih, Hanser, 1973-84; B. Lawrenjew, Der ru$$i$cbe Revolutionsfilm, Eine Bildchronik mit Texten von Einsentein, FudowkinyDowjenko> Zürih, Sanssouci, 1960; J. Lcyda, Kinot A History of the Russian and Soviet Film, Londra, Ailen Unwin, 1960.) 55. 1929’da Lunaçarskiy, Öğretim ve Eğitim İşleri Halk Komiserliğin­ deki yerini, 1923*ten beri Stalin hizbine mensup bulunan ve Kızıl Ordu­ nun merkezi siyasal yönetiminden gelmekte olan A.S. Bubnov’a bıraktıBubnov, basın ve kültür işlerini askerileştirmeye çalıştı. Politikası, zorla kolektifleştirme ve sanayileşme çerçevesi içinde kitlesel okumaz yazmazlığı yenmeye vc sanatsal Özerkliğin bütün biçimlerini yok etmeye yönelik­ ti. (Krş. O, Aııweilcr, K,H. Ruffmann, Kulturpolitik der Sou>jetunion, Stuttgart, Kroner, 1973, s. 47-9; R.A. Medwedew, Die Wahrbeit İst unsere Starke, Gescbichte und Folgen des Stalinismus içinde, Frankfurt, Fischer, 1973 “Wirkung des Stalinismııs aııf Kunst und Wissenschaft” bölümü, s. 551-90, ayrıca “Das Leben İst fröhlicher gevvordcn’% M. Hol­ ler, A. Nekrich, Gescbichte der Sowjetunion, c. 1 içinde, Königsteİn, Aîhenaum, 1981 vc 1982, s. 245-62) 56. 192Tde Moskova’da kurulan “Kızıl Profesörler Enstitüsü,” Mark­ sist bir öğretimden geçmiş yüksek okul öğretmenlerinin eğitilmesine hiz­ met etti. Burada M.N, Pokrovskiy’in (1868-1932) yönetimi alrında yirmi­ li yıllarda önce iktisat, tarih ve felsefe, 1928'den sonra da parti tarihi, do­ ğa bilimleri ve edebiyat dersleri verildi. Enstitünün doçentleri arasında Bubnov, Deborin, Yaroslavskiy, Lunaçarskiy ve Varga vardı; M,A. Susîov ile B.N. Ponomaryev en seçkin öğrenciler arasında yer almaktaydılar. Otuzlu yıllarda enstitü dağılarak görevleri yüksek okullara devredildi. 57. Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesinin bir kararıy­ la 23 Nisan 1932 günü Proleter Yazarları Derneği (VOAPP, RAPP) fes­ hedilerek birleşik bir Sovyet yazarlar birliği kuruldu. Komünist önderlik, boylece, sanatçı ve yazarların oluşturdukları Proletkult gruplarının hege­

252

BÖLÜM 7

monya çabalarına son vermiş oluyordu* Gorki, sonradan 1934 Ağusto­ sundaki yazarlar kongresinde propagandası yapılacak olan yeni, her türİti sanatsal iiretim için bağlayıcı “sosyalist gerçekçilik" öğretisinin hami’ si oldu. (“Übcr die Umbifdung der Literatur-und Kunstorganisationen JVerordnııng des ZK der VKP [B| Vom 23 April 1932),!”, |der.| Eimermaeher, Dokumente zur sowjeti$eben Literaturpolitik içinde* s, 433vd) 58. Afeksandr Serafimoviç (Popov) (1863-1949), Don Kazakları kö­ kenlidir, Petersburg’da öğrenim gördii ve 131. Aleksandr’a karşı suikast pjanj (1887) ile bağlantılı görülerek sürgüne gönderildi. Sonraları Mak­ sim Gorki çevresindeki yazarlar grubu İçinde yer aldı, Bolşevik rejimini yazı ve risaleleriyle destekledi, lzvestiya'mn tefrika bölümünü yönetrtu edebiyat dergisi Ekim'i çıkardı, İç savaş (partizan) romanı Demir Irmak (1924) kalabalık sahneleriyle ün kazandı, 59. Yoksul bir köylü ailesinden gelen Fyodor Vazilyevjç Gladkov (1883-1958), edebiyatta kendisine Gorki’yi örnek aldı, 1905 Devrimine katılıp üç yıl süreyle Sibirya’ya sürgün edildi, 1917’ye dek Kuban Bölge­ sinde koy okulu Öğretmeni, 1920’den başlayarak Bolşevik Partisi üyesi, 1922'den sonra “ Dökümhane” ve Öteki yazar örgütlerinde üye. 1925’te başyapıtı olan Çimento romanı yayımlanır {Türkçe çevirisi, İstanbul’daki Gün Yayınlarfııdan 1968*de çıktı.) Romanda, iç savaştan evine dönen bir çimento işçisi, bütün direnmelere karşı Karadeniz limanı Novorossisk’te­ ki bir çimento fabrikasını yeniden işletmeye çalışır, İlginç olan, romanın başkişilerinin iç çelişikliğidir; daha sonraki bir uyarlamada yazar, farklı üslupların karmaşıklığını biraz yumuşatmaya çalışmıştır. Gladkov, Stalinci rejimce birçok kez ödüllendirildi, 1958’de Moskova’da toplu yapıt­ ları, sekiz cilt halinde yayımlandı, 60. “Kaybedenler* işte bizim kuşağımız. Şimdi yaşları otuz ile kırk beş arasında olanlar sözgelimi... Gumilcv’in (1886-1921) kurşuna dizilişi* Blok’un (1880-1921) sürekli zihni can çekişmesi, dayanılmaz ruhi acılan ve nihayet sonu, Hlebnİkov’un (1885-1922) uğradığı acımasız yoksun­ luklar vc insanlık dışı eziyetlerin sonunda gelen ölümü, Yesenin (18951925) ve Mayakovskiy’in (1893-1930) intiharları. Bir kuşağın esin kay­ nakları on yıl içinde böyle yok oldu.n (R. Jakobson, “Von eiııer Generation, die ihre Dichter vergeudct hat” (19301, aynı yazar, Poetik, Ausgeıoahlte Aufsatze 1921-71, Frankfurt, Suhrkamp, 1979* s. 159vd; krş, Troçki, “Sergey Yessenin’in Anısına (19 Ocak 1926|’\ vc “Mayakovski’nin İntiharı [Mayıs 19301”* Türkçesi aynı yazar, Edebiyat ve Devrim içinde* s, 215-9 ve 220-3) 61. Deneysel (fütürist) lirik ile dil bilimi arasındaki gerilim alanında 1915V doğru ortaya çıkan eleştirmenleri tarafından “biçimci okul” diye

NOTLAR

253

nitelendirilen) “biçimsel okul,” günümüzde XX- yüzyıl başlarının en etki­ li edebiyat teorisi sayılmaktadır. Grubun kuramcıları arasında Viktor Şklovskiy’in yanı sıra Roman Jakobson, Boris M, Eyhenbaum ve Yuriy Tınyanov yer almaktaydı; Velimir Hlcbnikov ile Andrey Belıy grubun şa­ irler arasındaki muhataplarmdandı. Biçimsel okulun şair vc kuramcıları, şiirsel dilin gündelik dili yabancılaştırıp yoğunlaştırdığı; sanatın devrimci potansiyelinin* gerçekliği aşkınlamada yararlandığı biçime bağlı olduğu yolundaki tezi radikalleştirmişlerdir. Şklovskiy, sanat yapıtını, bir dizi “hile” sonunda meydana gelen bir *sözcük birleşimi” şeklinde yorumlar. Trotskiy, “Biçimsel Okul” ile Edebiyat ve Devrim"in 5. Bölümünde he­ sapla şmıştır. 62. Vladimir Mayakovskiy (1893-1930), henüz okul yjllarmda Rus sosyal demokratlarının Bolşevik kanadına katıldı ve 1912’den itibaren Rus fütürisrlcri gnıbu içinde yer aldı. 1917’den sonra fütürist lirik Öncü ile devrim arasındaki irtifakı cisim leştirdi; Velimir Hlebnikov’un dil oyunları ile dil deneylerini popülerleştirdi. “Mısraları, inşat edilmek için­ dir. Rus nazmı» simgecilerin ona katmaya çalıştıkları uyumu Mayakovskiy’in ellerinde yitirdiyse de bir insaniyet ve ritmik güç kazandı,” (G. Struve, Geschicbte der Sou/jetliteratur, s. 32) Trotskiy, Edebiyat ve Dev­ rim7dc (Bölüm 4, s. 126) Mayakovskiy ve Rus fütürizmini ayrıntılı olarak ele alır: “Mayakovskiy, sadece konuşması gereken yerlerde bağırır çoğu zaman; ama bu yüzden de bağırması gereken yerlerde sesi kısılır. Şairin dokunaklılığı, bağırma ve ses kısıklığı yüzünden yok olup gider.” Efim Etkind (Russische Lyrik von der Oktoberrevoluiion bis zur Gegentvart, VertHch einer Darsteilung, Münih, Beck, 1984), Mayakovskiy’in, devri­ mi lirik açıdan uygun bir şekilde canlandırmanın yolunu bulamadığını, ardından da NEP Rusya’sındaki devrim sonrası duruma katlanamadığını yazar; “sonraları işler çok daha beter oldu, çünkü YIS’in yerine, bürok­ rasi cehennemini yaratan Stalin geldi. Yeni devletin Mayakovskiy’e İhti­ yacı yoktu, şairlerin hiçbirine ihtiyacı yoktu, hele avangartlara hiç— nc şi­ irde, ne resimde, ne dc tiyatroda.,,” (s. 50vd) Tarihin cilvesine bir örnek* yaşadığı sürece hep tartışma konusu olagelen Mayakovskiy'in 1936’da hem de Stalin tarafından, Sovyet şairi olarak azizler mertebesine yüksel­ tilmiş olmasıdır: “Mayakovskiy, içinde yaşadığımız Sovyet çağının en İyi, en yetenekli şairiydi, halâ da öyledir. Anısı ve yapıtı önünde aldırışsız dur­ mak cinayettir” (Hugo Huppert, W!adimir Majakotvski in Selbstzeugnissen und Bilddokumentcn, Rcinbek, Rovvohlt, 1965, s. 160^3ki alıntı.) (V. Mayakovski, Şiirler, çev. Sait Maden, Çekirdek Yay, 1997; Vladimir Mayakovski, Yaşamı Şiirleri, çev, Abdullah Rıza Evrgüven, Berfiıı Yay,, 2002; Mayakovski, çev, Azer Yaran, Gcndaş Kültür, 2002.)

254

BÖLÜM 7

63. “28 Ocak 1936 günü , son Prat/da'yı almak için istasyona gittik. Gazeteyi karıştırıyorum, üçüncü sayfada ‘Müzik Yerine Kargaşa' yazısını buluyorum... Altında imza yoktu, demek ki yazı kuruluna aitti. Yani par­ tinin görüşünü ilan ediyordu. Aslında Stalin’inkini, ve bunun ağırlığı çok daha fazlaydı.” (S. Volkov [der. 1, Zcugenaıtssage, Die Memoiren des Dmitrij Schostakoıvitsch, Frankfurt, Ullstein, 1981, s. 157) Fravda*nın saldırısı, §ostakoviç’in, ilk kez 22 Ocak 1934 günü Leningrad’da oyna­ nıp, iki gün sonra Katcrina îsmadova adıyla Moskova’da yeniden sahne­ lenen Mtsersk’in Lady Macbeth operasına yönelikti. 1936 başına dek opera, Leningrad’da seksen üç, Moskova’da doksan yedi kez oynamıştı. Pravda'\\ın yazısı üzerine bir gccede tiyatro sahnelerinden silinip gitti. Parti gazetesindeki polemik, her şeyden önce, Şostakoviç’in yapıtında caz öğelerinin kullanılmış olmasını ve çiftleşmenin müzikle canlandırılmasını hedef alıyordu. “Aşk sahnelerini olabildiğince doğal bir şekilde canlandır­ mak için müzik ıkınıp sıkınıyor, soluk soluğa gelip nefesi kesiliyor... Bel­ li ki besteci, Sovyet opera izleyicilerinin müzikten bekleyip onda aradık­ ların şeyin ne olduğuna kulak asmayı görev edinmemiş. Sanki müziğini bilinçli olarak şifrelemiş, içindeki bütün tonları karmakarışık ermiş ki on­ dan yalnız, sağlıklı zevklerini yitirmiş estetler ile biçimciler tat alabilsin­ ler.” (“Müzik Yerine Keşmekeş”, ?ravday 28 Ocak 1936, Bernd Feuchtner, Dmitri Schostakoıvitsch, Kiinstlcriscbe Identitat und staatliche Kepression, Frankfurt, Sendler, 1986, s. 61) Bu polemik, mimarlık, bale ve sa­ nat konusunda daha bir dizi benzer Pravda makalesinin yalnızca başlangıçı oldu. (Krş. N. Kay, Shostakovicb, Londra, Oxford University Press, 1971; B, Scwarz, Music and Musical Life in Soviet Russia, 1917-70, Lon­ dra, Barrie 6c Jenkins, 1972, s. 110-74.) 64. Gelişigüzel metinlerin içine Stalin alıntılarının sokulmasıyla başla­ yan, Staliıı'in yazma ve konuşma tarzının tam tamına taklidiyle sonuçlan­ dı. Sovyet yayınlarında * katkı ve bezdirici tekrarlarla; sözde bilimsellik iddialarıyla yan yana yer alan avam kabalığıyla; gramer ve mantık bakı­ mından tutarsızlıklarla yüklü” bir kuş dili egemen oldu. (Dcutscher, Statinyc, 2, s. 107) 65. Narodnikleriıı edebiyat teorisi, 1865’te, Çernişcvskiy’le Dobrolyubov, Belinskiy gibi yazarları eleştiren Dimirri lvanoviç Pisarev (184068) tarafından alabildiğine özlü bir biçimde formüle edildi. uEstetiğin Yı­ kılışı” başlıklı bir incelemede, “sonsuz güzel” öğretisinin, ayrıcalıklıların halkı aldatmak için giriştikleri bir manevradan başka bir şey olmadığını yazdı. *Müzik havaiyat diye yabana atıldı. Beethoven ve Raffaello ile alay edildi. Resim ve mimarlık, para babası mcsenlerin anlamsız zevkler peşin­ de koşmalarının ya da aşağılık para uğruna şehvani ihtiraslarına kapılan

NOTLAR

255

ödlek ressam, dekoratör ve mimarların yumuşak başlılığının sonucu gibi gösterildi.” Edebiyatın Pİsarev için ancak uhalka gerçek, elle tutulur ya­ rar getirebilecek” durumdaysa anlamı vardı, (A. S. Peterseıı, Gescbichte der russisehen Literatür, c. 2, Münih, Beck, 1957» s. 358) Trotskiy, Pisarev ve arkadaşlarının “ iktisadi ilişkilerden çok hayatın abuk sabukluklarına, gericiliğine ve Asyabbğma karşı’’ mücadele ettiklerini; kendilerine yof gösteren imgenin bîr “yeni insan”, “hayatım aklın yasalarına uygıın olarak kurmak isteyen...* bir *gerçekçi” ve “yararcı” olduğunu yazar. (Troçki, Sosyalizmin Güncel Meşeleri, s. 30; krş. E.J. Brown, LtPisarev and the Transformation of Two Russian Novels”, |der.| W.M. Todd 111, Literatüre and Society in İmpertal Kussia jl800-1914| içinde, Stanford Univcrsity Press, 1978, s. 151-72)

BÖLÜM 8

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

1. " D

ünya

D evr Im İ " n d e n "S t a t ü k o " y a

Dış politika her zaman ve her yerde iç politikanın bir devamıdır, çünkü aynı egemen sınıf tarafından yürütütür ve aynı tarihsel hedefler peşinde koşar* Sovyetler Birliğindeki yönetici tabakanın yozlaşması, zorunlu olarak Sovyet diplomasisinde de buna denk düşen amaç vc yöntem değişiklikleri getirecekti, İlk kez 1924 sonbaharında ilan edilen tek ülkede sosyalizm “teorisi” daha o dönemde bile Sovyet dış politikasını, uluslararası devrim prog­ ramının yükümlülüklerinden kurtarma çabasını simgeliyordu. Ancak, bürokrasinin böylelikle Komünist Enternasyonal ile olan bağını tasfiye etmek gibi bir niyeti yoktu. Bunu yapsaydı Komünist Enternasyonal dünya ölçeğinde bir muhalefet örgütü­ ne dönüşür, bu da Sovyetler Birliğindeki güçler dengesinde olumsuz sonuçlar doğururdu* Tersine, Kremlin’in politikasında eski enternasyonalizmden ne denli az eser kaldıysa, iktidar gru­ bu da Komünist Enternasyonalin dümenine o denli sıkı sarıldı. Kominrcrn eski isim altında artık yeni amaçlara hizmet cdccekti. Ama yeni amaçlar için dc yeni insanlara gereksinim vardı, 1923 sonbaharından başlamak üzere Komünist Enternasyona­ lin tarihi, Moskova kurmayının ve tüm ulusal seksiyonların kur­ maylarının bir dizi saray darbesi, yukarıdan temizlik, tasfiye vb 257

258

BOLÜM 8

yöntemlerle tamamen yenilenmesinin tarihidir.1 Şu anda Komü­ nist Enternasyonal, Sovyet dış politikasının hizmetinde, her an her türlü zikzak için hazır durumda bekleyen uysal bir cihazdan ibarettir. Bürokrasi geçmişten yalnız kopmakla kalmamış* aynı za­ manda kendini o geçmişin cn önemli derslerini anlama yetene­ ğinden de yoksun bırakmıştır. Bu derslerin en başta geleni, ulus­ lararası ve özellikle Avrupa proletaryasının doğrudan yardımı ve sömürge halkları arasında devrimci bir hareket olmaksızın Sovyet iktidarının on iki ay dayanamayacağıydık Avusturya-AIıııanya askeri güçlerinin Sovyet Rusya'ya karşı saldırılarım so­ nuna dek götürmemelerindeki rek neden, devrimin sıcak soluğu­ nu enselerinde duymalarıydı. Dokuz ay gibi bir süre içinde Al­ manya ve Avusturya-Macaristan’daki isyanlar, Brest-Litovsk Anlaşmasını geçersiz kıldı.3 1919 Nisan ayında Karadeniz’deki Fransız denizcilerinin isyanı, Üçüncü Cumhuriyet hükümetini Sovyetlerin güneyindeki askeri operasyondan vazgeçmeye zorla­ dı,4 1919 Eylül ayında Britanya hükümeti, Sovyetlerin kuzeyin­ deki seferi kuvvetlerini, kendi işçilerinden gelen dolaysız baskı altında geri çekti,5 1920’de Kızıl Ordunun Varşova dolayların­ dan geri çekilmesinden sonra, itilaf devletlerinin Polonya’nın yardımına koşup Sovyetleri ezmelerini önleyen tek şey güçlü bir devrimci protesto dalgasıydı^ 1923 yılında tehditkâr ültimato­ munu Moskova'ya verdiği zaman Lord Curzoıı’un7 eli kolu tam en kritik anda Ingiliz işçi örgütlerinin direnişiyle bağlanmıştı,8 Bu olayların tuhaf bir yanı yoktur* Bunlar Sovyetlerin varoluşu­ nun ilk ve en zor dönemini anlatmaktadır* Her ne kadar devrim Rusya sınırlarının dışında hiçbir yerde zafere ulaşmadıysa da, zafer umutları verimsiz olmaktan çok uzaktı, O yıllarda Sovyet hükümeti burjuva hükümetleriyle bir dizi anlaşma yaptı: Mart 1918’de Brest-Litovsk Barışı; 1920’de Estonya ile anlaşma;9 Ekim 1920’dc Polonya ile Riga Barışı;10 Ni­ san 1922’de Almanya ile Rapallo Anlaşması;11 vc önemi daha az olan başka diplomatik anlaşmalar. Ancak bir bütün olarak Sov­

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

259

yet hükümetinin ya da onun herhangi bir üyesinin aklının köşe­ sinden bile geçmeyecek olan şey, bu anlaşmalara katılan burjuva temsilcilerini “barış dostları” olarak göstermek; hele hele Alman­ ya, Polonya ya da Estonya komünist partilerini, bu anlaşmaları imzalayan burjuva hükümetlerini, oylarıyla desteklemeye çağır­ maktı. Kitlelerin dcvrimci eğitimleri açısından belirleyici olan şey dc tam bu sorundur. Nasıl yorgun düşmüş grevciler kapitalistin empoze ettiği en acımasız sözleşme koşullarına iıııza koymazlık edemezlerse, Sovyetler de Brest-Litovsk Anlaşmasını imzalamaz** hk edemezdi. Ama Alman Sosyal Demokratlar mm “çekimserlik” gibi ikiyüzlü bir formüle sığınarak bu anlaşmaya verdikleri kabul oyu,12 Bolşevikler tarafından eşkıyalık ve eşkıyalara destek ola­ rak nitelendirilip lanetlendi. Her ne kadar dört yıl sonra Demok­ ratik Almanya ile her iki taraf için resmen “eşit haklar” temeline dayalı Rapallo Anlaşması imzalandıysa da> eğer o zaman Alman Komünist Partisi bunu ülke diplomasisine güven beyan etmek için bir bahane haline getirseydi, derhal Enternasyonalden atılır­ dı.13 Sovyctlcrin uluslararası politikasındaki temel çizgi, Sovyet hükümetinin emperyalistlerle yapacağı herhangi bir zorunlu tica­ ri, diplomatik ya da askeri pazarlığın, hiçbir şekilde o kapitalist ülkelerdeki proletaryanın mücadelesini kısıtlamaması ya da za­ yıflatmaması gereğine dayanıyordu, çünkü son çözümlemede iş­ çi devletinin kendi güvenliği dc, ancak dünya devriminin yükse­ lişiyle garanti edilebilirdi. Çiçerin,*4 Cenevre Konferansı15 hazır­ lıkları sırasında Amerikan “kamuoyu”nu yatıştırmak için Sovyet Anayasasında belli “demokratik” değişiklikler yapılmasını öner­ diği zaman, Lenin, 23 Ocak 1922 günlü resmi bir yazıyla Çiçerin’in derhal bir sanatoryuma gönderilmesini tavsiye etmişti.16 O günlerde herhangi birisi çıkıp da, diyelim yalan vc boş Kellogg Paktına17 sadık kalmak ya da Komünist Enternasyonalin politi­ kasını zayıflatmak yoluyla “demokratik” emperyalizmin iyi niye­ tini satın almamızı teklife cesaret etseydi, Lenin hiç kuşkusuz bu buluş sahibinin tımarhaneye gönderilmesini teklif eder, Politbürodan da herhangi bir muhalefetle karşılaşmazdı.

260

BÖLÜM 8

O günlerin önderleri her türden pasifist yanılsamalara— Milletler Cemiyeti* kolektif güvenlik, uluslararası hakemlik mahkemeleri, silahsızlanma vb—karşı özellikle amansızdı; bun­ ları yalnızca, yeni bir savaş patlak verdiğinde emekçi yığınlarım gafil avlamak için bir uyuşturma yöntemi olarak görüyorlardı. Lenin tarafından hazırlanan ve 1919 Kongresinde parti tarafın­ dan benimsenen parti programında, bu konu hakkında şu kesin ifadeyi görüyoruz: “Proletaryanın gelişen baskısı ve özellikle tek tek ülkelerdeki zaferleri, sömürenlerin direncini güçleııdirmekte ve onları kapitalistlerin yeni uluslararası biçimlerde (Milletler Cemiyeti vb) konsolide edilmesine gitmeye zorlamaktadır ki bunlar, tüm dünya halklarının sistematik sömürüsünü dünya ça­ pında örgütleyerek, ilk çabalarını tüm ülkelerdeki proletaryanın devrimci hareketini derhal bastırmaya yöneltmektedirler. Bütün bunlar, tek tek ülkelerdeki iç savaşların, devrimci savaşlarla, hem kendilerini savunan proleter ülkelerin hem de emperyalist boyunduruğa karşı koyan ezilen halkların devrimci savaşlarıyla birleşmesine yol açmaktadır. Bu koşullarda, kapitalizmin çerçe­ vesi içinde uluslararası silahsızlanma ve hakemlik mahkemeleri gibi sloganlar sadece gerici ütopyalar olarak kalmaz, aynı za­ manda proletaryayı silahsızlandırmaya vc onu, sömürücüleri si­ lahsızlandırmaktan alıkoymaya yönelik bir aldatmaca haline ge­ lir.” ** Bolşevik programından alınan bu satırlar, bugünkü Sovyet dış politikasını ve dünyanın her bucağındaki pasifist “dostlarıy­ la” birlikte komitenin politikasını sanki önccdcıı görür ve daha o zamandan bu politikayı çürütür. Müdahale ve abluka dönemi bittikten sonra, kapitalist dün­ yanın Sovyetler Birliği üzerindeki ekonomik vc askeri baskısı, korkulduğu kadar büyük olmadı kuşkusuz. Avrupa hâlâ gele­ cekteki değil, geçmişteki savaşı düşünmekle meşguldü. Ardından o müthiş dünya ekonomik bunalımı geldi ve tüııı dünyada­ ki egemen sınıfları mecalsiz bıraktı, işte Sovyetler Birliğinin bir kez daha bir iç savaş, kıtlık ve salgın hastalık arenasına döndü­

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

261

ğü bir dönemde, ülkenin. Birinci Beş Yıllık Plamn tehlikeli dö­ nemeçlerinden geçmesini mümkün kılan da buydu. Şimdi, iç ko­ şullarda apaçık bir düzelme getiren İkinci Beş Yıllık Planın ilk yılları,19 kapitalist dünyada bir ekonomik canlanmanın başlan­ gıcıyla ve yeni bir umut, iştah, arzu ve savaş hazırlığı dalgasıyla aynı döneme rastlamıştır. Sovyetler Birliğine karşı birleşik bir saldırı tehlikesi bize yine somut bir olasılık olarak görünüyor, çünkü Sovyet ülkesi hâla tecrit edilmiş durumdadır, çünkü “yer­ yüzünün altıda birini oluşturan bu bölgesinde hâlâ gerilik, ilkel bir gerilik hüküm sürüyor, çünkü üretim araçlarının devletleşti­ rilmesine karşın emek verimliliği hâlâ kapitalist ülkelerin çok al­ tındadır ve nihayet—şu anda en Önemlisi de budur—dünya pro­ letaryasının başlıca müfrezeleri dağılmış durumdadır, özgüven­ den vc güvenilir bir önderlikten yoksundur, Böylece, kendi ön­ derlerince dünya devriminin başlangıcı olarak değerlendirilen ama olayların gelişimi içinde geçici bir bağımsız önem kazanan Ekim Devrimi, bu yeni tarihsel aşamada, dünya ölçüsündeki ge­ lişmelere ne kadar derin bir şekilde bağımlı olduğunu gözler Önüne seriyor* Bir kez daha açığa çıkmaktadır ki, şu tarihsel so­ ruya, yani Kim kazanacak? sorusuna, ulusal sınırlar içinde kesin bir cevap verilemez; içteki başarılar ve başarısızlıklar, bu soru­ nun dünya Ölçüsünde çözülmesi için olumlu ya da olumsuz ko­ şulları hazırlar, o kadar* Sovyet bürokrasisi— ki bu konuda hakkını vermeliyiz— halk kitlelerini yönlendirme, ninnilerle uyutma, bölme ve zayıflatma ya da üzerlerinde sınırsız bir egemenlik kurmak için düpedüz al­ datma konularında engin bir deneyim kazanmıştır. Aıııa işte tam bu nedenle de, kitlelere devrimci bir eğitim verme yeteneği­ ni tümüyle yitirmiştir* Ülkedeki halk kitlelerinin inisiyatifini yok ettiğinden, dünya sahnesinde de eleştirel düşünceyi ve devrimci cesareti kışkırtma olanağına sahip değildir* Üstelik, ayrıcalıklı bir yönetici katman olarak, sıradan işçilerle arasında toplumsal bir uçurum vardır ve Batı’da işçilerin desteğinden çok, toplum­ sal tip olarak kendisine yakın olanların— burjuva radikaller, re­

262

BÖLÜM 8

formist parlamenterler, sendika bürokratları—yardım ve dostlu­ ğuna önem vermektedir. Üçüncü Enternasyonalin gerileme ve yozlaşma tarihinin yeri burası değildir; yazarın bu konuda uygar dünya dillerinin hemen hepsinde yayımlanmış bir dizi bağımsız incelemesi bulunmaktadır. Burada şunıı belirtmek yeterlidir: Ba­ kış açısı ulusal bir çerçeveyle sınırlanmış, tutucu, cahil ve sorum­ suz Sovyet bürokrasisi, Komünist Enternasyonalin önderi ola­ rak, dünya işçi hareketine sadece zarar vermiştir* Sanki tarihsel bir hakkm yerini bulması gibi, Sovyetler Birliğinin şimdiki ulus­ lararası konumu da, tecrit olmuş bir sosyalist inşanın başarıla­ rından çok daha büyük ölçüde dünya proletaryasının yaşadığı yenilginin sonuçlarıyla belirlenmektedir. Doğuda Japon milita­ rizminin gemi azıya almasına20 yol açan 1925-27 Çin Devrimi yenilgisi ve Hitler’in zaferiyle Alman militarizminin çılgınca ge­ lişmesine neden olan Alman proletaryasının ezilmesi olaylarının ikisinin de Komünist Enternasyonal politikasının ürünleri oldu­ ğunu anımsamak yeterlidir. Dünya devrimiııe ihanet eden ama kendini hâlâ ona bağlı his­ seden Termidor bürokrasisi, asıl çabasını burjuvaziyi “tarafsız­ laştırmaya” yöneltmiştir. Bunun için, ılımlı, saygın bir görüntü kazanması, gerçek bir düzen kalesi olarak görünmesi gerekiyor­ du. Ama bir görüntüyü uzun bir süre koruyabilmek, ancak ger­ çekten öyle olmakla mümkündür. Yönetici katmanın organik evrimi dc işte bunu sağlamıştır. Boylece, kendi hatalarının so­ nuçları karşısında adım adım gerileyen bürokrasi, Sovyetler Bir­ liğinin dokunulmazlığını sağlamanın tek yolunun onu Asya-Avrupa statüko sistemine sokmak olduğu düşüncesine varmıştır. Öyle ya, devrimci teori ve pratik bir yana, sosyalizm ile kapita­ lizm arasında ebedi bir saldırmazlık paktından daha güzel bir şey düşünülebilir miydi? Sovyet diplomasisinin kendi mesleğinin alışılmış diliyle konuşması bir ölçüde anlaşılabilir bir şeydir; ama sadece Sovyet diplomasisince değil, devrimin dilini konuşu­ yor olması gereken Komünist Enternasyonalce de yaygın reklam yapılan bugünkü resmi dış politika formülü aynen şöyledir: “Bir

DIŞ POLtTİKA VE ORDU

263

milim yabancı toprak istemiyoruz, ama kendi toprağımızdan da bir milim vermeyeceğiz/’21 Sanki sorun iki uzlaşmaz toplumsal sistemin dünya ölçeğindeki mücadelesi değil de, bir parça top­ rakla ilgili basit bir tartışmaymış gibi! Sovyetler Birliği, Doğu Çin Demiryolunu Japonya'ya teslim etmeyi daha makul bir adım olarak gördüğünde, Çin Devrimi­ nin yenilgisinin ürünü olan bu çaresizlik eylemi, kendine güve­ nen bir iktidarın barışa hizmet eden davranışı olarak alkışlan­ mıştı.22 Ama aslında Sovyet hükümeti, çok Önemli bir anayolu düşmana teslim etmekle, Japonya’nın Kuzey Çin’deki istilasını sürdürmesine vc bugün de Moğolistan’a saldırmasına zemin ha­ zırladı. Bu zorunlu, zorlanmış fedakârlık, tehlikenin “tarafsız­ laştırtması” anlamına gelmedi, olsa olsa kısa bir soluklanma fır­ satı yarattı, ama aynı zamanda da Tokyo'daki egemen askeri kliğin iştahının daha da artmasına yol açtı, Moğolistan sorunu daha şimdiden, Sovyetler Birliğine karşı gelecekteki bir savaşta Japonya'nın işgal edeceği stratejik top­ raklarla ilgili bir sorun haline gelmiştir. Bu son olayda Sovyetler Birliği, Japon birliklerinin Moğolistan'a girme çabalarına savaş­ la karşılık vercccğini açıkça ilan etmek zorunda hissetti.23 Ama şimdi sorun doğrudan doğruya “kendi toprağımızın” savunul­ ması sorunu değildir: Moğolistan bağımsız bir devlettir,24 Sovyet sınırı hiçbir ciddi tehditle karşı karşıya değilken, bu sınırın pasif bir savunması yeterli görünüyordu. Ama Sovyetler Birliğini savunmanın geçerli yöntemi, emperyalizmin mevzileri­ ni zayıflatmak ve tüm dünyada proletaryanın ve sömürge halk­ larının mevzilerini giiçlendirmektir. Olumsuz bir güçler dengesi, bizi bir değil yüz binlerce "milim” toprağı karşı tarafa teslim et­ mek zorunda bırakabilir; Brest-Litovsk'ta, Riga Barışında ve Doğu Çin Demiryolunun bırakılmasında olan buydu. Ama aynı zamanda, daha olumlu bir güçler dengesi için mücadele de, işçi devletine, öteki ülkelerdeki kurtuluş hareketlerinin sürekli yar­ dımına koşma yükümlülüğünü getirir. Ama işte bu temel görev ile o tutucu statüko politikası arasında mutlak bir çelişki vardır.

264

BÖLÜM 8

2 . MİLLETLER CEMİYETİ VE KOMÜNİST ENTERNASYONAL

Statükonun başlıca savunusu anlamına gelen, Fransa ile yakınlaşma~s ve arkasından gelen açık askeri anlaşma— ki bu politi­ ka, Alman Nasyonal Sosyalizminin zaferinin sonuçlarından bi­ riydi—Sovyetlerden çok daha fazla Fransa’nın yararınadır, Sov­ yetlerin askeri destek yükümlülüğü; anlaşmaya göre kayıtsız şartsızdır; Fransız yardımıysa, tersine, önceden İngiltere vc İtal­ ya ile anlaşma yapılması koşuluna bağlıdır ki, bu da Sovyetler Birliğine karşı düşmanca tertipler için uçsuz bucaksız bir alan açar. Ren Bölgesine ilişkin olaylar göstermiştir ki, durumun da­ ha gerçekçi bir değerlendirmesiyle vc biraz daha serinkanlı dav­ ranmakla, Moskova'nın Fransa'dan daha iyi garantiler alabil­ mesi söz konusu olabilirdi2*—eğer gerçekten, şu yaşadığımız keskin durum değişiklikleri, sürekli diplomatik krizler, yakınlaş­ malar ve kopmalar çağında anlaşmalara, “garantiler” gözüyle bakılabilirse. Ama Sovyet bürokrasisinin ilerici işçilere karşı mü­ cadelesinde, burjuva diplomatlarıyla yaptığı görüşmelerde oldu­ ğundan çok daha inatçı olduğu ilk kez ortaya çıkan bir durum değildir. Almanya ile ortak sınırı olmadığı gerekçesiyle Sovyetler Birliğinden gelecek yardımın pek işe yaramayacağı argümanını ciddiye almamak gerekir* Eğer Almanya Sovyetler Birliğine sal­ dıracak olursa, açıktır ki ortak sınır, saldıran tarafça tespit edilecektir.27 Almanya’nın Avusturya, Çekoslovakya ve Fran­ sa'ya saldırması halinde Polonya bir gün bile tarafsız kalamaz. Eğer Fransa’nın müttefiki olarak yükümlülüklerini kabul edecek olursa,23 kaçınılmaz olarak Kızıl Ordunun yolunu açacaktır; ve eğer ittifak anlaşmasını bozacak olursa anında Almanya’nın yardımcısı durumuna gelecektir. Bu sonuncu şıkta da Sovyetler Birliğinin “ortak sınırı’7 bulması hiç zor olmayacaktır. Dahası, gelecekte vuku bulacak bir savaşta deniz ve hava “sınırları” da en az karadakiler kadar önemli rol oynayacaktır. Sovyetler Birliğinin Milletler Cemiyetine girmesi—ki bu Go-

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

265

ebbels’e yaraşır bir sahne rejisörlüğü numarasıyla Rusya nüfusu­ na, sosyalizmin zaferi ve dünya proletaryasının “baskısı” sonu­ cu olarak sunulan bir olaydır29—gerçekte burjuvazi açısından yalnızca devrimci tehlikenin son derece zayıflamış olması sonu­ cunda kabul edilebilir bir şeydi. Bu Sovyetler Birliğinin bir zafe­ ri değil, Bolşevik programının yukarıda alıntılanan sözîerine gö­ re “gelecekte çabasını devrimci hareketleri bastırmaya yönelte­ cek olan” bu Cenevre kurumuna30 Termidor bürokrasinin çare­ sizce teslimiyetidir. Bolşevizmin Magna Karta'sı31 günlerinden bu yana o denli radikal değişikliğe uğrayan nedir? Milletler Ce­ miyetinin niteliği mi> kapitalist toplumda pasifizmiıı işlevi ini, yoksa Sovyctlerin politikası mı? Soruyu sormak, onu yanıtla­ maktır. Deneyle hemen kanıtlandı ki, Milletler Cemiyetine katılmak, bir yandan ayrı ayrı, burjuva devletleriyle yapılacak anlaşmalar­ la sağlanabileceklerin ötesinde hiçbir ek pratik avantaj getirmez­ ken, öte yandan da ciddi kısıtlamalar vc yükümlülükler empoze etmektedir. Sovyetler Birliği de bunları en kitabi tarzda bir sada­ katle yerine getirmektedir ki hâlâ ahşılamayaıı tutucu prestijine halel gelmesin. Cemiyet içinde yalnız Fransa’ya değil aynı za­ manda onuıı müttefiklerine dc uyum gösterme gereği, Sovyet diplomasisini Italya-Habeşistan çatışmasında aşırı derecede tu­ tarsız iki yanlı bir tavır almaya zorladı. Cenevre’de LavaPin32 gölgesinden başka bir şey olmayan Litvinov, Fransız ve Ingiliz diplomatlara “barış adına" gösterdikleri çabalar için şükranları­ nı belirtirken (ki bu çabalar Habeşistan’ın gayet uygun bir bi­ çimde imha edilmesi sonucunu verdi)33 aynı anda Kafkasya pet­ rolü de İtalyan donanmasını beslemeye devam ediyordu. Mos­ kova hükümetinin bir ticaret anlaşmasını açıkça bozmakta te­ reddüt etmesi anlaşılabilirse de> işçi sendikalarının Dış Ticaret Komiserliğinin yükümlülüklerini dikkate almaları gerekmezdi. Sovyet sendikalarının bir kararıyla İtalya’ya dışsatımın fiilen durdurulması eylemi, aslında Mussolini ile fikir birliği eden dip­ lomatların ve hukukçuların aldığı önlemlerden başka bir şey ol­

266

BÖLÜM 8

mayan haince “yaptırım lar”34 ile karşılaştırılamayacak kadar sahici bir dünya boykot hareketini başlatabilirdi. 1926 yılında yaptıkları İngiliz kömür grevine destek için açıkça milyonlarca ruble toplamak gibi bir eylemin tersine Sovyet sendikaları bu kez kıllarını kıpırdatmadıysalar, bunun tek nedeni, Fransa’nın gözüne girmeye çalışan iktidardaki bürokrasinin böyle bir inisi­ yatifi yasaklamış olmasıydı* Gelgelelim, yaklaşmakta olan dün­ ya savaşında hiçbir askeri müttefik, Sovyetler Birliğine sömürge halklarının ve genel olarak emekçi yığınların yitirdikleri güveni için tazminat veremez. Kremlin’in bütün bunları anlamaması mümkün mü? “Alman faşizminin temel amacı,” diye yanıtlıyor resmi Sovyet gazetesi, “Sovyetler Birliğini tecrit etmektir.*. Evet, ne olmuş yani? Sovyetler Birliğinin bugün dünyada her zamankinden daha çok dostu vardır.” (tzvestiya> 17 Eylül 1935) İtalyan proletaryası fa­ şizmin zincirleri altındadır; Çin Devrimi parçalanmış, Japonya Çin’de patron rolüne soyunmuştur; Alman proletaryası öylesine ezilmiştir ki Hitlcr’in referandumu hiçbir direnmeyle karşılaş­ mamaktadır;35 Avusturya proletaryasının eli ayağı bağlanmıştır; Balkanlardaki devrimci partiler ayaklar altında çiğnenmekte­ dir;36 Fransa’da, Ispanya’da işçiler, radikal burjuvazinin kuyru­ ğunda uygun adım yürümektedir. Bütün bunlara karşın Sovyet hükümeti, Milletler Cemiyetine girdiğinden bu yana “dünyada her zamankinden daha çok dosta” sahiptir! İlk bakışta o denli inanılmaz görülen bu böbürlenmenin, onu işçi devletine değil de iktidar grubuna uygulayacak olursanız gayet gerçek bir anlamı vardır. Gerçekten Sovyet bürokrasisinin içeride iktidarı gasp et­ mesine ve kapitalist ülkelerde az ya da çok olumlu bir “kamuo­ yu’* kazanmasına izin veren şey, dünya proletaryasının acıma­ sızca aldığı yenilgiler değil miydi? Komünist Enternasyonal, ser­ mayenin mevzilerini tehdit etmekte ne denli yetersiz kalırsa, Fransız, Çekoslovak ve başka burjuvaziler gözünde Krcmlin’in kredisi de o denli artar. Dolayısıyla gerek ülkede, gerek ulusla­ rarası planda bürokrasinin gücü, bir sosyalist devlet ve proleter

DIŞ POLtTlKA VE ORDU

267

devrimin savaşma zemini olarak Sovyetler Birliğinin gücüyle ters orantılıdır. Ancak bu, madalyonun yalnızca bir yüzüdür» Bir başka yüz daha var* Yaptığı sansasyonel çıkışlarda çoğu kez bir kurnazlık pırıltı­ sı bulunan Lloyd George, Kasım 1934’te Avam Kamarasını, fa­ şist Almanya’yı laııetlemeye karşı uyardı. Ona göre Alman­ ya’nın kaderi, Avrupa'da komünizme karşı cn güvenilir kale ol­ maktı, “Onu hâlâ dostumuz gibi karşılayacağız.”37 Son derece önemli sözler! Dünya burjuvazisinin Kremlin’e yönelttiği yarı buyurucu, yarı müstehzi övgü, kendi başına bir barış garantisi ya da hatta savaş tehlikesinin hafifletilmesi bile değildir, Son çö­ zümlemede, Sovyet bürokrasisinin evrimi dünya burjuvazisi için mülkiyet biçimlerindeki olası değişiklikler açısından ilgi çekici­ dir. Jakoben geleneklerini kökünden terk edip, tacı giydikten ve Katolik dininin itibarını iade ettikten sonra L Napolyon yine ik­ tidardaki yarı feodal Avrupa’nın nefretini çeken kişi olarak kal­ mışta çünkü devrimin yarattığı yeni mülkiyet sistemini koruma­ ya devam ediyordu. Dış ticaret tekeli kırılınca ya ve sermaye hak­ ları iade edilinceye dek Sovyetler Birliği, yönetici tabakanın tüm hizmetlerine karşın dünya burjuvazisinin gözünde uzlaşmaz bir düşman olarak kalacak, oysa Alman Nasyonal Sosyalizmi, bu­ gün değilse bile en azından yarın dost olacaktır. Barthou38 ve Laval’in Moskova ile görüşmeleri sırasında bile, Hitler’in yö­ nelttiği tehdide ve Fransız Komünist Partisinin birdenbire yurt­ severliğe dönmesine karşın39 Fransız büyük burjuvazisi, oyunu­ nu Sovyet kartına40 bağlamayı ısrarla reddetti. Sovyetler Birliği ile anlaşma imzaladığı zaman Lava!, solcular tarafından, Berlin'i Moskova ile korkutmakla suçlanmıştı, gerçekte ise Moskova’ya karşı Berlin ve Roma ile yakmlaşma peşindeydi. Belki de bu yar­ gı biraz erkeııdi ama hiçbir zaman olayların doğal gelişmesiyle çatışmıyordu.41 Fransız-Sovyet paktının yarar ya da zararlarını insan nasıl yargılarsa yargılasın, hiçbir ciddi devrimci devlet adamı, Sovyet devletinin, şu ya da bu emperyalizm ile geçici anlaşmalar yoluy­

268

BOLUM S

la, dokunulmazlığına ck destekler sağlama hakkını inkâr ede­ mez, Yapılması gereken şey, bu kısmi ve taktik anlaşmaların ta­ rihsel kuvvetlerin genel sistemi içindeki yerini açık seçik olarak kitlelere göstermektir. Özellikle Fransa ile Almanya arasındaki çatışmadan yararlanmak için burjuva müttefiki ya da geçici ola­ rak Milletler Cemiyeti perdesi altında gizlenmekte olan o emper­ yalist bileşimi idealize etmenin hiç gereği yoktur Oysa yalnız Sovyet diplomasisi değil onu adını adım izleyen Komünist Enter­ nasyonal de Moskova’nın epizodik müttefiklerini sistematik olarak “barış dostları” olarak sunmakta, “kolektif güvenlik” ve “silahsızlanma” gibi sloganlarla işçileri aldatmakta ve böylelik­ le gerçekte emekçi sınıflar içinde emperyalistlerin polirik ajanı haline gelmektedir. 1 Mart 1935 günü Scripps-Hotvard gazeteleri Yönetim Ku­ rulu Başkanı Roy Hovvard’ın Stalin ile yaptığı dillere destan gö­ rüşme, dünya siyasetindeki büyük sorunlar karşısındaki bürok­ ratik körlüğün ve Sovyetler Birliği önderleriyle dünya işçi hare­ keti arasında kurulmuş olan yanlış ilişkinin ana hatlarını çizme­ si açısından değerli bir belgedir. "'Savaş kaçınılmaz mıdır?” so­ rusuna Stalin şöyle yanıt verir: “Bence barış dostlarının konumu güçlenmektedir; barış dostları açık çalışabilirler, kamuoyunun kuvvetine güvenirler, ellerinde, örneğin Milletler Cemiyeti gibi araçlar vardır.”42 Bu sözlerde en ufak bir gerçekçilik pırıltısı bile yoktur. Bur­ juva devletleri kendilerini barışın “dostları” ve “düşmanlan” olarak ikiye ayırmazlar, özellikle “barış” diye bir şey ortada yoksa* Her emperyalist ülke kendi barışını korumakla ilgilidir vc bu ilgi ne denli şiddetliyse, bu barış da düşmanları için o denli gereksizleşebiiir Stalin, Baldwiıı> Leon Blum vc ötekilerinin pay­ laştıkları “eğer Cemiyetteki tüm devletler onu korumak içiıı birleşirse barış gerçekten garanti altına alınır” formülünün anla­ mı, barışın* onu ihlal etmek için hiçbir neden yoksa garanti altı­ na alınabileceğinden ibarettir. Düşünce doğrudur, ama pek bir ağırlığı yoktur. Cemiyet’c üye olmayan Birleşik Devletler gibi

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

269

büyük güçler,43 açıktır ki ellerini serbest tutmayı bir “barış” so­ yutlamasına göre daha değerli bulmaktadır. Bu serbest ellerin tam nerede kullanılacağı, elbet zamanı geldiğinde görülecektir. Japonya ve Almanya gibi Cemiyetken çekilen44 ya da İtalya gi­ bi “izin” alan45 devletlerin de bu davranışları için yeterli maddi nedenleri vardır, Ccmiyet’ten kopmaları, var olan uzlaşmazlık­ ların yalnızca diplomatik biçimini değiştirmektedir, yoksa onla­ rın ya da Cemiyet’in niteliğini değil. Cemiyet’e ebedi sadakat ye­ minleri veren o faziletli uluslar, onu kendi barışlarını destekleme işine koşmak için daha da kararlı bir biçimde kendilerini zorlu­ yorlar. Ama gene de bir anlaşma yoktur, İngiltere barış dönemi­ ni uzatmaya hazırdır, Fransa’nın Avrupa ya da Afrika'daki çı­ karları pahasına. Fransa da kendi hesabına Ingiliz denizyolları­ nın güvenliğini feda etmeye hazırdır, İtalya'yı desteklemek için. Ama kendi çıkarlarını savunmak için her ikisi de savaşa başvur­ maya hazırdır; söylemeye bile gerek yok, savaşların en haklısı­ na. Ve nihayet daha iyi bir şey olmadığı için Cemiyet'in gölge­ sinde sığınak arayan küçük devletler, uzun vadede “barışsın de­ ğil, savaşta en kuvvetli bileşimin yanında yer alacaklardır. Statükoyu koruyan Cemiyet bir “barış" örgütü değil, emper­ yalist azınlığın, insanlığın ezici çoğunluğu üzerindeki şiddetinin örgütlenmesidir. Bu “düzen" ancak irili ufaklı sürekli savaşların yardımıyla korunabilir; bugün sömürgelerde, yarın başülkeler arasında. Emperyalistlerin statükoya bağlılıkları daima koşuüu, geçici vc sınırlı bir karakter taşır. Dün İtalya Avrupa’da statüko­ yu savunuyordu, ama Afrika’da değil. Avrupa'daki politikasının yarın ne olacağını hiç kimse bilmiyor. Ama Afrika'da sınırların değişmesi Avrupa'da yankılarını bulmaya başladı. Hitler’in as­ kerlerini Ren Bölgesine sürme cüretini göstermesi, Mussolini'nin Habeşistan'ı istila etmesindendir. İtalya'yı barışın “dostları” arasında saymak zordur. Bununla birlikte Fransa, İtalya ile olan dostluğuna, Sovyetler Birliği ile olan dostluğuyla karşılaştırıla­ mayacak kadar fazla değer vermektedir. Ingiltere kendi hesabı­ na Almanya ile dostluk peşindedir.46 Gruplaşmalar değişir, iş­

270

BÖLÜM 8

tahlar ise baki kalır. Adına statüko denilen şeyin taraflarının işi, özünde, Cemiyet içinde en uygun kuvvetler bileşimini ve ileride­ ki bir savaş hazırlığı için en olumlu kılıfı bulmaktır. Birisi bu işi başlatmak zorundadır, çünkü statüko, bir mahzen dolusu patla­ yıcı maddeden ibarettir. Emperyalist uzlaşmazlıklar var olduğu sürece bir “silahsızlanma” programı, yalanların en büyüğü olur. Genel anlaşma yoluyla bu gerçekleştirilebilscydi bile—ki bu, açıkça hayali bir varsayımdır!— kesinlikle yeni bir savaşı önleyemezdi. Emperya­ listler silah olduğu zaman savaşa gitmezler; tersine savaşma ge­ reksinimi duydukları zaman silah imal ederler. Yeni ve üstelik çok hızlı bir silahsızlanma olanağını yaratan şey, çağdaş tekno­ lojidir. Hangi anlaşma, kısıtlama ve “silahsızlanma” adına olur­ sa olsun, silah depoları, askeri fabrikalar, laboratuvarlar, bütü­ nüyle kapitalist sanayilerin gücünü korumak içindir. Dolayısıy­ la kendisini fethedenler tarafından en titiz bir denetim altında silahsızlandırılan Almanya47 (yeri gelmişken belirtelim, “silah­ sızlandırmadın tek gerçek biçimi budur!) güçlü sanayileri saye­ sinde bir kez daha Avrupa militarizminin kalesi haline gelmek­ tedir. O da kendi hesabına belli komşularını “silahsızlandır­ m aca niyetleniyor. “Kademeli silahsızlandırma” denen şey yal­ nızca barış sırasında aşırı askeri harcamaları kısma çabasından ibarettir. Sorun fonlarla ilgilidir, barış aşkıyla değil. Ama bu ça­ ba dahi gerçekleşmeden kalmaktadır. Coğrafi konum, ekono­ mik güç ve sömürge yoğunluğu farklılıklarının sonucu olarak herhangi bir silahsızlanma standardı, kaçınılmaz olarak güçler dengesini bazılarının yararına, bazılarının da zararına olmak üzere değiştirecektir. Cenevre’deki çabaların verimsizliği de bun­ dandır. Silahsızlanma üzerine neredeyse yirmi yıl süreyle yapılan görüşmeler ve konuşmalar, yalnızca şimdiye kadar vuku bulmuş olan durumların hepsini gerilerde bırakan yeni bir silahlanma dalgasına yol açmıştır. Proletaryanın devrimci politikasını bir si­ lahsızlanma programı üzerine inşa etmek, onu kum üzerine bile değil, militarizmin sis perdesi üzerine inşa etmek anlamım taşır.

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

271

Emperyalist katliamın engelsiz ilerlemesine hizmet etmek üzere sınıf mücadelesinin boğazlanması, ancak işçi kitle örgütleri önderlerinin aracılığıyla garanti altına alınır, 1914 yılında bu işi gören “Son savaş”, “Prusya militarizmine karşı savaş”, “De­ mokrasi için savaş” gibi sloganlar son yirmi yıllık tarih tarafın­ dan fazlasıyla itibarsızlaştırılmıştır. Şimdi “kolektif güvenlik” ve "genel silahsızlanma” bunların yerini almıştır. Milletler Cemiye­ tini destekleme kisvesi altında Avrupa işçi örgüt önderleri, union sacree4S yeni bir baskısını hazırlamaktadır; bu da savaş için en az tanklar, uçaklar ve “yasak” zehirli gazlar kadar gereklidir. Üçüncü Enternasyonal, sosyal yurtseverliğe karşı öfke dolu bir protestodan doğmuştu. Aına Ekim Devriminin ona sağladığı devrimci enerji çoktan tüketilmiştir. Komünist Enternasyonal şimdi tıpkı İkinci Enternasyonal gibi Milletler Cemiyeti bayrağı altında yer almaktadır, ama daha taze bir ikiyüzlülükle müceh­ hez olarak* İngiliz sosyalist Sir Stafford Cripps,49 Milletler Ce­ miyetini uluslararası bir eşkıya çetesi50 olarak adlandırdığı za­ man—ki bu adlandırma, kibar değil ama haklıydı— Londra’da yayımlanan Times gazetesi acı acı şu soruyu soruyordu: “O za­ man Sovyetler Birliğinin Milletler Cemiyetine girmesi nasıl açık­ lanabilir?” Yanıt vermek kolay değil. Böylelikle Ekim Devrimi­ nin ezici bir darbe indirdiği o sosyal yurtseverliğe, bugün Mos­ kova bürokrasisi güçlü desteğini sunuyor. Roy Howard bu noktada da biraz aydınlanmaya çalışıyor* “Dünya devrimine ilişkin olarak plan ve niyetler ne merkezde­ dir?” diye sorar Stalin’e* “Hiçbir zaman böyle bir plan ya da ni­ yetimiz olmadı*” Ama*.* “Bu bir anlaşmazlık sonucudur,” der Stalin. Howard da şöyle devam eder: ‘Trajik bir anlaşmazlık mı?” Stalin: “Hayır, komik, ya da izin verirsiniz, trajikomik*” Ahntı kelimesi kelimesine doğrudur. Stalin şöyle bir soruyla de­ vam eder: “Çevredeki devletler istikrarlarını korudukları sürece Sovyet halkının fikirlerinde ne gibi bir tehlike görebilirler?” “Evet ama,” diye sorar mülakatçı, “ya o denli istikrarlı değiller­ se?” Stalin sakinleştirici bir sav daha ileri sürer delil olarak:

272

BÖLÜM 8

“Devrim ihraç etme fikri saçmalıktır. Devrim isteyen her ülke kendi devrimini yaratır vc eğer istemiyorsa, devrim olmaz. Örneğin bizim ülkemiz devrim yapmak istemiş ve yapmıştır*..”51 Bu alıntılar da yine kelimesi kelimesine doğrudur. Tek ülke­ de sosyalizm teorisinden, tek ülkede devrim teorisine geçiş do­ ğaldır. uO zaman Enternasyonalin varoluş amacı nedir?” diye sorabilirdi mülakatçı. Ama anlaşılan, meşru merakın sınırlarını iyi biliyordu. Yalnızca kapitalistler tarafından değil aynı zaman­ da işçiler tarafından da okunan Stalin’in güven verici sözleri boş­ luklarla doludur, “Ülkemiz” devrim yapmayj istemeden önce biz öteki ülkelerden Marksizm düşüncesini ithal ettik ve yabancı devrim deneyimlerinden yararlandık. Onlarca yıl boyunca göç­ menlerimiz yabancı ülkelerden Rusya’daki mücadeleye rehberlik etti, Avrupa ve Amerika'daki işçi Örgütlerinden maddi ve mane­ vi yardım gördük. Zaferimizden sonra 1919 yılında Komünist Enternasyonali örgütledik. Birçok kez, devrimin başarılı olduğu ülkelerdeki proletaryanın ezilen vc ayaklanan sınıflara aktif ola­ rak yardım etmekle yükümlü olduğunu ilan ettik* hem de yalnız­ ca fikirlerle değil* mümkünse silahlarla. Kendimizi bunu ilan et­ mekle de sınırlamadık. Zamanında silahlı kuvvetlerle Finlandi­ ya*52 Letonya,53 Estonya54 ve Gürcistan işçilerine yardım ettik. Kızıl Ordunun Varşova’ya karşı bir kampanyası sonucu ayakla­ nan Polonya proletaryasına yardımcı olmaya çalıştık. Çinlilere devrimde yardımcı olmak için örgütleyicilcr ve komutanlar gön­ derdik.55 1926 yılında İngiliz grevcilerine yardımcı olmak üzere milyonlarca ruble topladık. Oysa şimdi bunların hepsi bir anlaş­ mazlık olarak görülüyor. Trajik bir anlaşmazlık mıdır bu? Ha­ yır, komiktir. Stalin’iıı Sovyetler Birliğinde yaşamın “şen” hale geldiğini bildirmesinde şaşılacak bir şey yok. Komünist Enter­ nasyonal bile ciddi bir şahsiyetken komik birisine dönüşmüştür, Stalin* geçmişe iftira edeceği yerde, Termidor politikasının Ekim politikasından farklılığını açıkça ortaya koysaydı* mülakatçısı üzerinde daha inandırıcı bir izlenim bırakırdı. Diyebilir­ di ki, “Lenintn gözünde Milletler Cemiyeti, yeni bir emperyalist

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

273

savaş hazırlığı için bir makineydi. Biz onu bir barış aracı olarak görüyoruz. Lenin devrimci savaşların kaçınılmazlığından söz ediyordu.56 Biz devrimi ihraç erme fikrini saçma buluyoruz, Le­ nin proletaryanın emperyalist burjuvaziyle birleşmesini ihanet olarak görüp lanetliyordu. Biz bütün gücümüzlc uluslararası proletaryayı bu yola zorluyoruz* Lenin kapitalizm altında silah­ sızlanma sloganını, işçilerin aldatılması diye yorumlayıp şiddet­ le eleştiriyordu.57 Biz bütün politikamızı bu slogan üzerine ku­ ruyoruz* Sizin trajikomik yanlış anlayışınız,” diye devam edebi­ lirdi Stalin, “gerçekten Bolşevizmin mezarını kazan bizleri, onun sürdürücüleri olarak görmenizde yatıyor.” 3. K izil O rd u

ve

D o k trin İ

Kırsal “sükûnetin” ataerkil koşullarında yetişmiş olan eski Rus askeri, sürü güdüsüyle davrandı. İL Katcrina ve Pavlov’ıın göz­ de generali Suvorov, feodal köleler ordusunun eşi bulunmaz efendisiydi. Büyük Fransız Devrimi, eski Avrupa'nın vc çarlık Rusya'sının askerlik sanatını ebediyen rafa kaldırdı, imparator­ luk kuşkusuz geniş toprak parçalarım fethetmeye devam etti ama uygar ulusların ordularına karşı hiçbir zafer kazanamadı. Ulusa! karakterin başkalaşıma uğraması için bir dizi dış yenilgi ve iç kaynaşmaya gerek vardı. Kızıl Ordu ancak yeni bir top­ lumsal ve psikolojik temel üzerinde kurulabilirdi. Cefakar sürü güdüsü ve doğaya boyun eğme eğiliminin yerini genç kuşaklar­ da cüretkar bir ruh ve teknolojiye tapınma aldı. Bireyselliğin uyanışıyla birlikte, kültürel düzeyde de hızlı bir yükseliş görül­ dü. Kızıl Ordu hiç kimseyi okuma yazma öğrenmeden terhis et­ memeye başladı, Ordu içinde vc çevresindeki insanlar arasında sporun her türüne olan ilgi hızla gelişti. İşçiler, memurlar ve öğ­ renciler arasında usta nişancılık yarışmaları popülerleşti. Kış ay­ larında kayak, birliklere o zamana dek görülmemiş bir hareket­ lilik kazandırdı. Paraşütle atlama, planörle uçma ve havacılık alanlarında şaşırtıcı başarılar elde edildi. Kutuplara58 vestratos-

274

BÖLÜM 8

fere yapılan hava seferleri herkesçe bilinir. Bunlar, art arda ba­ şarılardan oluşan bir gelişmeye verilebilccck sadece birkaç ör­ nektir. İç savaş yıllarında, Kızıl Ordunun örgütlenme vc harekât standartlarını idealize etmeye gerek yok. Yine de genç komuta kurmayı, o yıllarda rüştünü ispat etti. Çarlık ordusunun sıradan erleri, düşük rütbeli subayları ve onbaşıları, organizatörlerin ve askeri önderlerin yeteneklerinin kanıtlanmasını sağladılar ve dev boyutlu bir mücadclede kendi iradelerini çelikleştirdiler. Kendi kendilerini yetiştiren bu insanlar birçok kez yenilgiye uğradı, ama uzun dönemde kazanan onlar oldu. İçlerinde gelişmeye da­ ha yatkın olanlar derslerini iyi çalıştılar, tç savaş okulunu başa­ rıyla bitirmiş olan şimdiki üst rütbeliler arasında ezici bir çoğun­ luk, aynı zamanda akademilerden ve özel kurslardan da mezun oldu. Üst rütbeli subayların hemen hemen yarısı yüksek askeri eğitim gördü; geriye kalanlar ortalama bit askerî eğitimden geç­ ti. Askeri teori onlara gereken düşünme disiplinini verdi ama iç savaşın dramatik işleyişinin uyandırdığı atılganlığı yok etmedi. Bu kuşak şimdi kırk, elli yaşlarındadır ki bu yaş, fiziksel ve ruh­ sal kuvvetlerin dengelendiği, cüretli inisiyatifin deneyime dayan­ dığı, ama deneyim tarafından henüz körletilmediği yaştır. Sosyalist misyonlarını nasıl yerine getiriyor olursa olsunlar, Parti, Komünist Gençlik, sendikalar; ekonomik misyonlarını na­ sıl yerine getiriyor olursa olsunlar, kamulaştırılmış sanayilerin, kolhozlarla sovhozların yönetim kadroları, insan ve meta yığın­ larıyla çalışmaya ve kendilerini devletle özdeşleştirmeye alışık, sayısız genç yönetici kadrosu yetiştiriyorlar. Bunlar, kumanda kurmayının doğal rezervini oluşturuyorlar. Öğrencilerin hizmet öncesi hazırlığı bir başka rezerv daha yaratıyor. Öğrenciler Özel eğitim taburlarında toplanıyor ve bunlar da seferberlik halinde genel kurmayın acil okullarına dönüşebilecek duruma geliyor. Bu kaynağın kapsamım ölçmek için, yüksek eğitim kuruluların­ dan mezun olanların sayısının yılda seksen bini bulduğunu, ko­ lej ve üniversite öğrencilerinin sayısının yarım milyonu aştığını

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

275

ve tüm eğitim kur umlarında ki genel öğrenci sayısının yirmi se­ kiz milyona yaklaşmakta olduğunu belirtmek yeterlidir. Ekonomi ve özellikle sanayi alanında toplumsal devrimin ulusal savunma projesine yaptığı katkı eski Rusya’nın hayal bi­ le cdcmcyeceği kadar büyüktür. Planlama yöntemleri, özünde sanayinin sürekli olarak hükümetin denetimi altında seferber edilmesi demektir ve bu da yeni fabrikaların kurulması ve dona­ tılmasında bile savunma çıkarlarının gözetilmesine olanak verir. Kızıl Ordudaki canlı ve mekanik kuvvetler dengesi, kabaca Batı’nın en iyi ordularınınkilerle aynı düzeydedir. Topçunun yeni­ den donatımı konusunda, daha Birinci Beş Yıllık Plan süresinde dahi kesin başarılar elde edilmiştir. Kamyon ve zırhlı araçların, tank vc uçaklann üretimine büyük kaynaklar ayrılmaktadır. Şu anda ülkede aşağı yukarı yarım milyon traktör vardır. 1936 yı­ lında toplam sekiz buçuk milyon beygir gücünde yüz altmış bin tane üretilecektir. Tank yapımı da koşut hızda ilerlemektedir. Kızıl Ordunun seferberlik planları, aktif cephelcrdc kilometre başına otuz ila kırk beş tank olmasını gerektiriyor.59 Büyük savaşın sonucu olarak donanmanın 1917 yılında beş yüz kırk sekiz bin olan tonajı, 1928 yılında seksen iki bine düş­ müştü, Bu konuda hemen hemen sıfırdan başlamak zorunday­ dık. Ocak 1936’da Merkez Yürütme Komitesinin bir toplantı­ sında Tuhnçevskiy şöyle diyordu: “Güçlü bir donanma yaratıyo­ ruz. Kuvvetlerimizi öncelikle bir denizaltı filosu geliştirmekte yoğunlaşıyoruz.”60 Japon donanma kurmayının bu alandaki ba­ şarıları çok iyi bildiğini varsayabiliriz.61 Şimdi gözler Baltık De­ nizine çevrilmiştir. Gene de önümüzdeki yıllarda donanma, kı­ yı ccphcsinde ancak yardımcı bir rol oynayabilir. Ama hava filosu büyük bir ilerleme kaydetmiştir, İki yılı aş­ kın bir süre önce basın, bir Fransız hava mühendisleri heyetinin “bu alandaki başarılara şaşırdığını, çok sevindiğini” öne sür­ müştü. Özellikle Kızıl Ordunun bin iki yüz ila bin beş yüz kilo­ metrelik bir yarıçap içinde savaşacak ağır bombardıman uçakla­ rından artan sayıda üretmekte olduğunu görmüşlerdi. Uzakdo-

276

BÖLÜM 8

ğıTda çıkacak bir savaş durumunda, Japonya’nın siyasal ve as­ keri merkezleri Sovyet kıyılarından saldırıya uğrayacaklardı. Ba­ sında yer alan rakamlara göre, Beş Yıllık Planda 1935 yılı için Kızıl Orduda, aynı anda beş bin uçağı savaşa sokabilecek altmış iki hava alayı düşünülmüştü. Planın hedefine ulaşılmış olduğu konusunda pek kuşku yoktur> hatta aşılmıştır bile. Havacılık, Çarlık Rusya'sından neredeyse esamesi okunma­ yan, ama son zamanlarda hızla gelişen bir sanayi koluyla yakın­ dan bağlantılıdır: Kimya. Sovyet hükümetinin—ve bu arada dünyadaki öteki hükümetlerin—sık sık tekrarlanan zehirli gaz kullanma “yasağına” kesinlikle inanmadığı biliniyor. Habeşis­ tan'daki Italyan uygarlaştırdılar bir kez daha uluslararası eşkı­ yalığın bu insancıl kısıtlamalarının neye yaradığını» yaptıkları iş­ lerle açıkça göstermişlerdir. Askeri kimya vc askeri bakteriyolo­ ji alanının kötü bir sürprizine karşı, bu esrarengiz ve mcşıım iş­ lerde Kızıl Ordunun da Batı orduları kadar hazırlıklı olduğunu varsayabiliriz. Askeri malzeme imalatının kalitesine gelince, burada haklı bir kuşku olabilir. Ancak daha önce değindiğimiz gibi Sovyetler Birliğinde üretim araçları, genel tüketim maddelerinden daha iyi imal ediliyor. Alıcıların iktidar bürokrasisinin etkin grupları ol­ ması durumunda, ürünün çok düşük olan kalitesi ortalama dü­ zeyin çok üstüne çıkıyor. En etkin müşteri de Savaş Bakanlığı­ dır. Eğer tahrip makineleri yalnızca tüketim maddelerinden de­ ğil, üretim araçlarından da kaliteliyse bunda şaşacak bir şey yoktur. Ancak askeri sanayi yine de tüm sanayinin bir parçası­ dır ve daha az ölçüde de olsa, onun yetersizliklerini yansıtır. Voroşilov ve Tuhaçevskiy sanayicilere şunu açıkça hatırlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar: “Kızıl Orduya vermekte olduğunuz ürünlerin kalitesinden her zaman yüzde yüz memnun değiliz.” Özel toplantılarda askeri önderlerin daha kategorik bir ifade kullandıklarını varsayabiliriz. Genel olarak levazım, cepheye gö­ re daha düşük kalitededir. Ayakkabı, makinalı tüfekten daha kötüdür. Ama uçak motoru da, tartışmasız ilerlemelere karşın,

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

277

Batılı tiplerin çok gerilerindedir. Tümüyle askeri donatım konu­ sunda, eski görev hâla geçerlidir, şöyle ki: Mümkün olan en kı­ sa zamanda gelecekteki düşmanın standartlarına ulaşmak. Tarmıda durum daha da kötüdür. Moskova'da sık sık söyle­ nen şudur: Sanayi gelirleri artık tarım gelirlerini geçmiş olduğu­ na göre Sovyetler Birliği de fiilen bir tarım-sanayi ülkesi olmak­ tan çıkmış, sanayi-tarım ülkesi olmuştur. Gerçekte, yeni gelirler dengesini belirleyen, ne kadar Önemli olsa da sanayideki büyü­ me değil, tarımdaki olağanüstü düşük düzeydir. Sovyet diplo­ masisinin birkaç yıldır Japonya’ya gösterdiği alışılmamış hoşgö­ rünün bir n e d e n i ,62 ciddi yiyecek sıkıntılarıdır. Ancak son üç yıl içinde büyük ölçüde soluklanılmış ve özellikle Uzakdoğu’da cid­ di askeri yiyecek depoları yaratılabilmiştir. Paradoks gibi görünse de, ordunun en zayıf noktası attır* Ko­ lektifleştirilin en hızlı döneminde ülkedeki atların yüzde 55’i öl­ dürülmüştü. Dahası, Napolyon zamanında olduğu gibi şimdi de, tüm motorizasyona karşın ordunun her üç asker için bir ata ge~ reksinimi vardır.63 Ancak son yıl içinde bu konuda olumlu ge­ lişmeler kaydedilmiş, ülkede at sayısı yeniden artmaya başlamış­ tır. Ne olursa olsun gclecek aylarda savaş patlak verecek olsa bi­ le yüz yetmiş milyon nüfuslu bir devlet, cephe için gerekli yiye­ cek vc atı seferber etmeyi daima başarabilir, kuşkusuz nüfusun geri kalan kesimi pahasına. Ama savaş halinde bütün ülkelerde­ ki halk yığınları geııel olarak açlık, zehirli gaz ve salgın hastalık­ tan başka bir şey bekleyemez zaten. *

£

#

Büyük Fransız Devrimi, ordusunu, yeni düzenin güçleriyle kra­ liyet birliklerini kaynaştırarak yarattı. Ekim Devrimi ise çarlık ordusunu tamamen darmaduman etti. Kızıl Ordu ilk tuğlasın­ dan başlamak üzere tamamen yeniden kuruldu. Sovyet rejiminin ikiziydi, onun kaderini küçük ve büyük şeylerde hep paylaştı. Çarlık ordusuna göre karşılaştırmasız üstünlüğünü tamamen

278

BÖLÜM 8

büyük toplumsal devrime borçluydu. Ancak o da, Sovyet rejimi­ nin yozlaşma sürecinin dışmda kalmadı. Tersine, bu süreç en keskin ifadelerini orduda buldu. Kızıl Ordunun gelecekteki as­ keri bir yıkımda oynayacağı olası rolü betimlemeden önce, onıın yönlendirici fikirleri ve yapısı üzerinde kısaca durmak gerekir. Düzenli silahlı kuvvetlerin temelini atan Halk Komiserleri Sovyetinin 12 Ocak 1918 tarihli kararnamesi, amaçlarını şu söz­ lerle tanımlıyordu: “Emekçi ve ezilen sınıfların iktidarı ele geçir­ meleriyle birlikte Sovyet gücünün kalesi olarak yeni bir ordu ya­ ratma gereği doğmuştur... bu ordu Avrupa'da yaklaşan sosya­ list devrimlerin destekçisi olarak da hizmet edecektir/'64 1918’den beri korunmakta olan “Sosyalist Andı" 1 Mayısta tek­ rarlayan genç Ktzıl Ordu askeri, kendisini “Rusya'nın ve tüm dünyanın emekçi sınıfları önünde, sosyalizm ve ulusların kar­ deşliği davası uğruna” mücadelede “kuvvetini, ya da bizzat ya­ şamını esirgemeyeceğine” yemin eder.65 Bugüıı Stalin, devrimin uluslararası karakterini “komik bir yanlış anlama” ve “saçma­ lık" olarak betimlemekle, her şeyin ötesinde Sovyet iktidarının henüz iptal edilmemiş olan temel kararlarına saygısızlık etmek­ tedir.66 Doğal olarak ordu da parti ve devletin beslendiği fikirlerle besleniyordu. Onun basılı yasaları, haberciliği, sözlü ajitasyonu da pratik bir görev olarak uluslararası devrimden ilham alıyor­ du, Savaş Bakanlığının duvarları arasında devrimci enternasyo­ nalizm oldukça abartılı bir karakter kazanmıştı. Bir zamanlar ordudaki siyasal yönetimin başı, sonra da Stalin'in yakın mütte­ fiki olan müteveffa S. Gussev,67 1921 yılında resmi askeri dergi­ de şöyle yazıyordu: “Proletaryanın sınıf ordusunu hazırlıyo­ ruz,,. yalnız burjuva-toprak ağası karşı devrimine karşı savun­ ma için değil, aynı zamanda emperyalist güçlere karşı yapılacak (hem saldırı hem savunma nitelikli) devrimci savaşlar için.” Da­ hası Gussev o zamanki savaş bakanını,68 doğrudan doğruya, Kı­ zıl Orduyu uluslararası görevine iyi hazırlamamakla suçlamıştı. Gussev’e basında yanıt veren bu satırların yazarı, onun dikkati­

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

279

ni, devrimci bir süreçte yabancı askeri güçlerin temel değil, yar­ dımcı bir rol oynadıkları olgusuna çekmişti. Onlar ancak olum­ lu koşullarda sonucu hızlandırıp, zaferi çabuklaştıra bilirler. “Askeri müdahale, tıpkı doktorun elindeki forseps gibidir. Za­ manında kullanılırsa doğum sancılarını azaltabilir; zamanından önce operasyona sokulursa sadece düşük yapılmasına neden olur.” (5 Aralık 1921 )69 Hiç de önemsiz olmayan bu sorunun tarihine ne yazık ki burada yeterince eğilemeyeceğiz. Yalnız be­ lirtmek istiyoruz ki şimdi mareşal olmuş olan Tuhaçevskiy, 1921 yılında Komünist Enternasyonale bir yazı sunarak kendi başkanlığı altında bir “uluslararası genelkurmay” yaratmayı önermişti.70 Sonra bu ilginç yazı Tuhaçevskiy’in derlediği kendi makalelerinden oluşan ve “Sınıf Savaşları” gibi anlamlı bir ad taşıyan bir kitapta basılmıştı.71 Yetenekli ancak biraz fazlaca coşkulu olan bu kumandan, basılan açıklamalardan anlamalıy­ dı ki “Uluslararası bir genelkurmay ancak birçok proleter dev­ letin ulusal kurmayları temeli üzerine kurulabilirdi; bu olanak dışı olduğu sürece, bir uluslararası kurmay kaçınılmaz olarak karikatüre dönüşürdü.”72 Genellikle ilke sorunlarında, özellikle de yeni olanlarında kesin bir tavır almaktan kaçman Stalin de­ ğilse bile, en azından yakın arkadaşlarından birçoğu o zamanlar parti ve ordu önderliğinin usoP* kanadında yer alıyordu* Bu eki­ bin savunduğu fikirlerde, azımsanmayacak ölçüde safdil abart­ ma ya da “komik yanlış anlama” vardı. Ama böyle şeyler olma­ dan büyük bir devrim gerçekleştirilebilir mi? Biz, daha silahları­ mızı “tek ülkede sosyalizm” karikatürüne çevirmeden çok önce, enternasyonalizmin bu sol “karikatürleri” ile mücadele ediyor­ duk. Sonradan sunulan resmi tablonun tersine, Bolşevizmin dü­ şünsel yaşamı, iç savaşın en ağır döneminde bile canlılığından hiçbir şey kaybetmemişti. Ordu da dahil olmak üzere devlet ve parti aygıtının bütün kanallarında her konuda ve özellikle :ıskr ri sorunlar üzerinde tartışmalar sürüyordu. Önderinııı poliıik:ı sı, özgürce ve çoğu zaman da şiddetle eleştiriliyordu. Asken kn

280

BÖLÜM 8

nularda aşırıya kaçan bazı sansür uygulamalarına ilişkin olarak o dönemin savaş bakanı cn önde gelen askeri dergide şöyle yaz­ mıştı: “Sansürün yığınla hata yapmış olduğunu kabul ediyor ve bu saygın şahsiyete çok daha mütevazı bir yer verilmesini gerek­ li görüyorum. Sansürün görevi askeri sırları korumaktır*** ve başka bir şeye de bLirnunu sokmamalıdır.rt(23 Şubat 1919)73 Uluslararası bir genelkurmayın oluşturulmasıyla ilgili tartış­ ma, daha kapsamlı bir düşünsel mücadelenin içinde sınırlı bir evreydi sadece. Bu daha geniş miicadeleyse, eylemin gerektirdi­ ği disiplinle sıııırlansa bile, ordu içinde, hiç değilse üst kademe­ lerde, bir tür muhalefet hizbinin oluşmasına yol açmıştı* Takip­ çileri arasında Frunze,74 Tııhaçevskiy, Voroşilov vc Gussev gibi askeri önderlerin bulunduğu bir “proleter askeri doktrin” orta­ ya çıkmıştı ve bu grup, görüşlerini, Kızıl Ordunun sadece siya­ sal amaçlarında değil, yapısı, stratejisi ve taktiğinde de kapita­ list ülkelerin ulusal ordularıyla hiçbir ortak yanı olamayacağı gi­ bi bir a priori inançtan yola çıkarak geliştiriyordu. Yeni egemen sınıfın her bakımdan farklı bir askeri sistemi olmalıydı; bize sa­ dece bu sistemi yaratmak kalıyordu. Şüphesiz, iç savaş devanı ederken tartışma, “generallerin," yani çarlık ordusunun eski su­ baylarının hizmete geri alınmasına yöneltilen ilkesel itirazlarla ve yüksek komuta kademesinin mahalli iaşeler vc bazı disiplin ihlalleri konusunda aldığı tedbirlere gösterilen tepkilerle sınırlıy­ dı. Yeni doktrinin cn aşırı havarileri, “saldırı” ve “manevra sa­ vaşı” ilkelerini uç noktalarına götürerek, ordunun merkezi ör­ gütlenmesine bile karşı çıkıyor, bu örgütlenmenin gelecekte uluslararası savaş alanlarında devrimci inisiyatifi boğacağını ile­ ri sürüyorlardı. Özünde bıı, iç savaşın ilk dönemlerindeki geril­ la yöntemlerini kahcı ve evrensel bir sisteme dönüştürme çaba­ sıydı» Devrimci komutanların önemli bir bölümü bu yeni doktri­ ni canla başla savunuyorlardı, çünkü eskisini inceleme zorluğu­ na kadana iniyorlardı. Bu atmosfer, cn belirgin olarak, Budyeııııiy, Voroşilov ve daha sonra da Stalin’in askeri çalışmalarına başladığı Tsarıtsin’de75 (şimdi Stalirıgrad) görülüyordu.

DIŞ POLİTİKA V£ ORDU

281

Bu yeni buluşları tamamlanmış bir doktrin haline getirme yö­ nünde sistemli çabalar ancak savaşın bitmesinden sonra başladı. Süreci başlatan, iç savaşın önde gelen komutanlarından, eski kü­ rek mahkûmu müteveffa Frunze idi. Onu Voroşilov ve bir ölçü­ de de Tuhaçevskiy destekliyordu. Proleter askeri doktrini özün­ de, “proleter kültürü” doktrininden70 farksızdı; bu doktrinin metafizik şenıatizmiııi aynen benimsemişti. Bu eğilimin ürünü olan bazı eserlerde/7 üstelik hiç de yeni olmayan şu ya da bu pratik önermeye* proletaryanın uluslararası ve saldırgan bir sı­ nıf olarak standart özelliklerinden hareketle tümdengelim yo­ luyla varıldığı görülür, yani zamana ve mekâna bağlı gerçek ko­ şulların analizi yoluyla değil, birtakım statik psikolojik soyutla­ malardan hareketle. Marksizm, her satırda savunulsa bile, aslın­ da yerini saf idealizme bırakmıştır. Bu başıboş düşünce gezinti­ lerinin içtenliğine karşın, bütün bu çabalarda şunu görmemek mümkün değildir: Özel bir hazırlığa, hatta maddi koşullara ge­ rek duymadan her alanda tarihsel mucizeler yaratabileceğine inanmak vc herkesi de buna inandırmak isteyen bir bürokrasi­ nin hızla gelişen kendini beğenmişliğinin tohumları atılmıştı. O dönemin savaş bakanı, basında Frunze’yi şöyle yanıtlamış­ tı: “Ben de inanıyorum ki eğer gelişmiş bir sosyalist ekonomiye sahip bir ülke, bir burjuva ülkesiyle savaşa itilirse, sosyalist ül­ kenin stratejisi tümüyle farklı olacaktır. Ama bu, bugün bir “proleter strateji” icat etmemizi gerektirmez... Sosyalist ekono­ miyi geliştirerek, kitlelerin kültürel düzeyini yükselterek.,, as­ kerlik sanatını yeni yöntemlerle zenginleştireceğiz.Ama bu­ nun için, ileri kapitalist ülkelerin deneylerini dikkatle incelemek, onlardan öğrenmek ve “proletaryanın devrimci karakterinden spekülatif yöntemlerle yeni bir strateji çıkarsamaya” kalkışma­ mak gerekir (1 Nisan 1922). Arkhimedes,79 kendisine bir destek nokrası verilse dünyayı yerinden oyna tabileceğini söylüyordu. Güzel bir söz. Ama böyle bir nokta bulunup kendisine verilsey­ di bile, dünyayı kımıldatmak için gerekli olan kaldıraca ve güce sahip olmadığını görecekti. Devrimin zaferi bize yeni bir destek

282

BÖLÜM 8

noktası sağladı, ama dünyayı yerinden oynatmak için hâlâ kaldıraçlan üretmek zorundayız, “Proleter askeri doktrin" de tıpkı kendinden önceki “proleter kültür doktrini” gibi parti tarafından reddedildi.80 Ama so­ nuçta bu iki doktrinin kaderlerinin birbirinden ayrıldığını gör­ dük. “Tek ülkede sosyalizm” sloganının ortaya atılmasıyla bü­ tün sınıfların ortadan kalktığının ilan edilmesi arasında geçen yedi yıllık (1924-31) süre içinde Stalin ve Buharin “proleter kültürü"nü bayraklaştırdılar, şüphesiz gözle görülür bir sonuç elde etmeden. “Proleter askeri doktrin" ise, tam tersine, eski savunu­ cularının kısa sürede devletin en üst kademelerine çıkmalarına karşın hiçbir zaman yeniden canlanmadı. Birbirine çok yakın bu iki doktrinin kaderlerindeki bu dışsal farklılık, Sovyet toplumunun evrimi açısından çok anlamlıdır. “Proleter kültürü" maddi sorunlarla ilgili bir tartışma değildi ve bürokrasi de proletaryayı iktidardan yoksun bıraktığı ölçüde ona bu manevi tazminatı ödemekte sakınca görmüyordu. Askeri doktrinse maddi çıkarlarla ilgilidir, hem sadece savunma çıkarlarıyla değil, yönetici katmanın çıkarlarıyla. Bu alanda ideolojik pohpohlamalara yer yoktu. Bir zamanlar “generallerin" hizmete çağrılmasına karşı çıkanlar, şimdi kendileri “general" olmuşlardı. Uluslararası bir genelkurmayın peygamberleri, “tek ülke" genelkurmayının sa­ çakları altında sükûnet bulmuşlardı. “Sınıf savaşı"nm yerini “kolektif güvenlik" doktrini almıştı. Dünya devrimi perspektifi, yerini statükonun tanrılaştırtmasına bırakmıştı. Şimdi, muhte­ mel müttefiklere güven vermek ve düşmanları da fazla tedirgin etmemek için, ne pahasına olursa olsun kapitalist ordulara ben­ zemek gerekiyordu» Bu doktrin ve makyajın ardında, tarihsel önemi olan toplumsal süreçler varlığını sürdürüyordu. 1935 yı­ lı, ordu açısından, bir tür ikili darbe yılı oldu: Milis sistemine ilişkin bir darbe ile komuta kademesine ilişkin bir darbe.

DİŞ POLİTİKA VE ORDU

283

4 . MİLİSLERİN KALDIRILMASI VE SUBAY RÜTBELERİNİN G eri D ö n ü ş ü

Varlığının yirminci yılının sonunda Sovyet silahlı kuvvetleri, Bolşevik Partinin savunduğu ordu modeline ne derece uyuyor? Programa göre proletarya diktatörlüğü ordusunun “açıkça bir sınıf karakteri olması,” yani yalnızca proletaryadan ve ona yakın olan yarı proleter köylü katmanlarından oluşması gereki­ yordu. “Ancak sınıfların ortadan kalkmasına bağlı olarak böyle bir sınıf ordusu, kendini bütün halkın sosyalist milisine dönüş­ türebiliredir81 Her ne kadar ordunun bütün halkm temsilcisi vasfını gelecek bir döneme erteliyorsa da, parti hiçbir şekilde mi­ lis sistemini reddetmiyordu. Tersine, VIII. Kongrenin Mart 1919 tarihli şöyle bir kararı vardı: “Milisi smıf temeline geçirerek onu sosyalist milislere dön üştür üyoruz.” Askeri çalışmaların amacı, ordunun ilerleyen bir süreç içinde ‘'olanaklar ölçüsünde kışlasız, yani işçi sınıfının çalışma koşullarına yaklaşan bir çerçeve için­ de1’ yaratılması olarak tanımlanmıştı. Uzun dönemde ordunun bütün birlikleri* “yerel komuta kurmayı* silah ve tüm levazım için yerel depolarıyla” bölgesel olarak fabrikalar, madenler, köyler* tarımsal komünler ve başka organik gruplarla çakışa­ caktı. Gençliğin bölgesel, akademik* sınai ve atletik birliği* kışlanın getirdiği korporatif ruhun fazlasıyla yerini tutacak ve pro­ fesyonel bir subay zümresinin ordunun üzerinde yer almasına izin verilmeksizin bilinçli disiplin aşılayacaktı. Ancak milis* sosyalist toplumun niteliğine ne denli uygun dü­ şerse düşsün, gelişkin bir ekonomik temel ister* Kışla düzeninde­ ki bir ordu için yapay koşullar oluşturulur. Dolayısıyla seferber edilebilir yedekler sınıfı barındıran bir ordu, çok daha dolaysız olarak ülkenin gerçek koşullarını yansıtır. Kültür düzeyi ne den­ li düşük, kır ile kent arasındaki ayrım ne denli keskinse, milis de o denli kusurlu ve heterojen olur. Demiryollarından, anayollar­ dan, suyollarından yoksunluk* otoyol yokluğu ve otomobil kıt­ lığıyla birleşince, seferber edilebilir yedekler sınıfı barındıran bir

284

BÖLÜM 8

ordu, savaşın ilk kritik hafta ve aylarında son derece ağır hare­ ket etmeye mahkûm olur. Seferberlik, stratejik transfer vc yo­ ğunlaşmalar sırasında, sınırların savunmasını garanti altına ala­ bilmek içiıı, seferber edilebilir yedekler ordusu birliklerinin ya­ nında düzenli ordulara da gerek vardır. Kızıl Ordu, ta başlangıç­ ta iki sistem arasında gerekli bir uzlaşma olarak ve düzenli ordu tipine ağırlık verilerek yaratılmıştı. 1924 yılında o zamanki savaş bakanı şöyle yazıyordu: “iki durumu her an göz önünde bulundurmalıyız: Milis sistemine ge­ çiş olasılığı ilk kez Sovyet yapısının kurulmasıyla yaratılmış olsa da, geçişin temposu ülke kültürünün genel koşullarına bağımlı olarak belirlenmektedir, yani teknoloji, iletişim araçları, okurya­ zarlık vb ile. Milis için gerekli siyasal Önkoşullar bizce kesinlikle sağlanmıştır, ancak ekonomik ve kültürel koşullar son derece ge­ ridir/'82 Gerekli maddi koşullar sağlandığı takdirde seferber edi­ lebilir yedekler ordusu, düzenli ordudan aşağı kalmak bir yana, onu fersah fersah gcçecektir. Sovyetler Birliği, savunmasının be­ delini ağır ödemek zorundadır, çünkü daha ucuz olan milis siste­ mine geçmek için yeterince zengin değildir. Burada şaşılacak hiç­ bir şey yok. Tam da yoksulluğu nedeniyle Sovyet toplumu çok pahalı bürokrasi gerdanlığını boynuna asmıştır* Hep aynı sorun, şu ekonomik temel ile toplumsal üstyapı ara­ sındaki oransızlık meselesi, toplumsal yaşamın her alanında, fab­ rikada, kolhozda, ailede, okulda, edebiyatta ve orduda mutlaka ve şaşılacak bir düzenlilikle karşımıza çıkıyor. Tüııı ilişkilerin te­ melinde, kapitalist açıdan bile düşük olan üretici güçler düzeyiy­ le prensipte sosyalist olan mülkiyet biçimleri arasındaki karşıtlık yatıyor. Yeni toplumsal ilişkiler kültür düzeyini yükseltiyor. Ama ye­ tersiz kültür, toplumsal formları aşağılara çekiyor. Sovyet gerçe­ ği bu iki eğilim arasında bir dengedir. Yapısındaki aşırı kesinlik dolayısıyla bunun ordudaki tezahürü, yeterince doğru rakamlar­ la ölçülebiliyor. Düzenli ordu ile milis arasındaki denge, sosya­ lizme doğru fiili hareketin iyi bir göstergesi olabilir.83

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

285

Doğa vc tarih, Sovyet devletine, aralarında on bin kilometre mesafede bulunan* seyrek nüfuslu ve birbirine kötü durumda olan yollarla bağlı* açık sınırlar sunmuştur. 15 Ekim 1924’te, o zamanlar son ayını doldurmakta olan eski askeri önderlik, şu­ nun unutulmamasmda ısrar etmişti: ‘‘Önümüzdeki birkaç yıl içinde bir milis yaratılması, zorunlu olarak bir hazırlık niteliğin­ de olacaktır. İzleyen her adım, önceki adımların dikkatle doğru­ lanmış başarılarının ardından gitmelidir.”84 Ama 1925’te yeni bir dönem başladı. Önccleri proleter askeri doktrinini savunan­ lar iktidara geldiler. Bu ekolün kariyerindeki ilk adım olan “sal­ dırı” vc “manevra savaşı” idealiyle seferber edilebilir yedekler ordusu arasında mutlak bir çelişki vardı. Bir yandan da artık dünya devrimini unutmaya başlamışlardı. Yeni önderlik, burju­ vaziyi “nötralize” etmek yoluyla savaştan kaçınmayı umuyordu. İzleyen beş yıllık süre içinde ordunun yüzde 74’ü milis sistemi temelinde yeniden örgütlendi! Almanya silahsız vc dahası “dost” kaldığı sürece, batı sınır­ ları konusunda Moskova genelkurmayının hesapları, Romanya, Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya vc Finlandiya gibi komşu ülkelerin askeri kuvvetlerine vc en güçlü düşmanların cn başta da Fransa’nın olası maddi desteğine dayanıyordu. Çok gerilerde kalan o dönemde {ki 1933’te sona ermişti) Fransa, tanrının gön­ derdiği bir “barış dostu” olarak görülmüyordu. Çevreleyen devJetlerin topluca savaşa gönderebilecekleri, aşağı yukarı yüz yir­ mi topçu tümeni vc takriben üç buçuk milyon askeri vardı. Kı­ zıl Ordunun seferberlik planlan batı sınırında aynı sayıda birin­ ci sınıf bir ordu yaratılmasına dayanıyordu. Savaş sahnesinin koşulları altında Uzakdoğu’daki sorun ise milyonlarla değil yal­ nızca yüz binlerle ifade edilebilirdi. Bir yıl içinde kayıpların ye­ rini almak üzere her yüz savaşçıya karşılık yaklaşık yetmiş beş insan gerekir. Hastaneden aktif hizmete dönenler bir yana bıra­ kılacak olursa iki yıllık bir savaş, ülkenin aşağı yukarı on, on iki milyon adamını yiyecektir. 1935 yılına kadar Kızıl Ordunun sa­ yısı toplam beş yüz altmış iki bin—GPU birlikleriyle bu sayı ab

286

BÖLÜM 8

tı yüz yirmi bin—idi ve bunların kırk bini subaydı* Dahası, de­ diğimiz gibi 1935 yılı başında, bunun yüzde 74’ü yedek tümenlerinde ve yalnız yüzde 26’sı düzenli ordudaydı. Sosyalist mili­ sin—yüzde 100 değilse bile en azından yüzde 74’ü ve herhalde “nihai ve dönüşsüz” olarak—zaferi kazandığını gösteren daha iyi bir kanıt isteyebilir miydiniz? Ne var ki, kendi başlarına bile yığınla koşula bağlı olan bu hesaplar, Hıtler’in iktidara gelmesiyle havada kaldı. Almanya, öncelikle Sovyetler Birliğine karşı çılgınca silahlanmaya başladı. Kapitalizmle barış içinde birlikte yaşama umudu bir anda sönü­ verdi. Hızla yaklaşan askeri tehlike, Sovyet hükümetini, silahlı kuvvetlerin sayısını bir milyon üç yüz bine çıkarmaktan baş­ ka,**5 Kızıl Ordunun yapısını da kökten değiştirmeye zorladı. Şu anda ordu, yüzde 77 oranında düzenli ya da denildiği gibi "kadrovy" tümeniyle ancak yüzde 23 oranında yedek tümenden oluşmaktadır! Yedek tümenlerin böyle dağıtılması milis siste­ minden vazgeçildiğini düşündürüyor bize, eğer ordunun barış zamanı için değil de esas olarak askeri tehlike anları için gerek­ li olduğunu unutmayacak olursak, Böylece tarihsel deney, o hiç şaka kaldırmayan alandan başlayarak, ancak toplumun üretici temelinin izin verdiği kadarının “nihai vc geri dönüşsüz" olarak garanti altına alınabildiğini acımasızca gösterdi. Yine de yüzde 74’ten yüzde 23’e iniş biraz fazla görünüyor. Bu adımın, Fransız genelkurmayının “dostça” baskısı olmadan atıldığını v a rs a y a b iliriz :* ^ Bürokrasinin, büyük ölçüde siyasal kaygılar tarafından zorunlu kılınan bu adımı atmak için şu ya da bu bahaneyi kendi yararına kullanmış olması daha büyük bir olasılıktır. Milis tümenleri, yapıları gereği, nüfusa dolaysız bir bağımlılık içindedir. Sosyalist bakış açısından sistemin başlıca avantajı da budur. Ama Kremlin'iıı bakış açısından tehlikeli olan da budur. Zaten ordunun halka olan bu istenmeyen yakın­ lığı yüzündendir ki, milis sisteminin teknik açıdan mümkün ol­ duğu kapitalist ülkelerde askeri otoriteler bu sistemi reddediyor­ lar. Birinci Beş Yıllık Plan sırasında Kızıl Ordu içinde görülen

DIŞ POLİTİKA VE OROU

287

şiddetli hoşnutsuzluk>hiç şüphesiz, daha sonra yedek tümenle­ rinin kaldırılması için önemli bir neden yaratmıştır» Kızıl Ordunun reform Öncesi ve sonrasına ait hatasız bir res­ mi, önerimizi doğrulayacaktır* Ancak elimizde bu tür bilgiler yok ve eğer olsaydı da> bunları herkesin önünde kullanmak iste­ mezdik. Ama herkesin ulaşabileceği bir olgu var ki iki tür yo­ rumlanmasına olanak yok: Sovyet hükümeti bir yandan ordu içinde milis kuvvetlerinin göreli ağırlığını yüzde 5Te düşürür­ ken, bir yandan da çarlık ordusundaki tek milis formasyonu olan Kazak birliklerini yeniden oluşturdu!**7 Süvari birlikleri her zaman bir ordunun ayrıcalıklı ve en tutucu kesimidir Kazaklar ise her zaman süvarinin cn tutucu kesimi olmuştur* Savaş vc devrim sırasında bir polis kuvveti olarak hizmet etmişlerdir; ön­ ce çara, sonra da Kerenskiy’e; Sovyet iktidarı altında da daima Vertdee^ [kralcı anlamında—ç*n*] kaldılar* Kolektifleştirme de— ki Kazaklar arasında özel şiddet önlemleriyle uygunlanmıştı—kuşkusuz henüz onların geleneklerini ve tabiatlarını değiştir­ memiştir. Dahası, istisnai bir yasa olarak Kazaklara kendi atla­ rına sahip olma hakkı geri verilmiştir* Elbette başka tür hoşgö­ rüler dc eksik değildir. Steplerin süvarilerinin bir kez daha ezi­ lenlere karşı ayrıcalıklıların yanında yer aldıklarından kuşku duymaya olanak var mıdır?89 İşçi gençlik arasındaki muhalefet eğilimlerine karşı ardı arkası kesilmez baskılar sahnesinde Ka­ zak sırma ve perçemlerinin geri getirilmiş olması hiç kuşkusuz Termidorun en açık ifadelerinden biridir! #

*

#

Ekim Devrimine daha da Ölümcül bir darbe, tüm burjuva ihtişa­ mıyla subaylığı geri getiren kararnameyle indirildi. Kızıl Ordu­ nun komuta kurmayı, tüm yetersizlikleri ama aynı zamanda tüm paha biçilmez meziyetleriyle devrim ve iç savaşın içinden doğ­ muştu.90 Bağımsız siyasal eylemin kendilerine yasaklandığı gençlik kuşkusuz Kızıl Ordu içinde çok sayıda becerikli temsil­

283

8ÖLÜM 8

ciye sahiptir. Öte yandan, devlet aygıtının giderek yozlaşmasının da geniş komuta heyeti çevreleri içinde paraleller bulmamasına olanak yoktu. Kamuya açık konferansların birinde, komutanla­ rın astlarına model olma görevi konusunda malumu ilam eden savlar geliştiren Voroşilov, tam o konuda şöyle bir itirafta bu­ lunmayı gerekli görmüştü: “Maalesef pek övünmeme olanak yoktur... Komuta kadroları genelde geri kalırken, aşağı saflar gelişmektedir.,. Komutanlar sık sık (yeni sorulara vb) uygun bir biçimde yanıt verememektedirler.”91 Ordunun— hiç değilse resmen— en sorumlu önderinin ağzın­ dan acı bir itiraftır bu; öyle bir itiraf ki şaşkınlık değil, kaygı uyandırabilir. Voroşilov’un komutanlar için söyledikleri, tüm bürokratlar için geçerlidir. Elbette konuşmacı, iktidardaki üst düzey çevrelerin de bu “geri kalanlar” arasında sayılmaları ge­ rektiğini düşünmüyor. Her zaman her yerde herkese bağırıp çağrılması, tepinerek emirler verilmesi boşuna değildir. Basit gerçek şudur ki Voroşilov’un kendisinin dc aralarında bulunduğu “ön­ derler,” geriliğin, sıradaıılığın ve daha bir sürü şeyin başlıca ne­ denidir. Ordu, toplumun bir suretidir ve onun tııııı hastalıklarına ma­ ruz kalır, genellikle de daha yüksek ateşle. Savaş mesleği hikâye­ lerle, yapmacıklıkla siird ütülemeyecek kadar haşindir. Ordu­ nun, eleştirinin temiz havasına gereksinimi vardır. Komuta kur­ mayının demokratik denetime gereksinimi vardır. Kızıl Orduyu örgütleyenler başından beri bunun farkındaydılar ve komuta kurmayının seçilmesi gibi bir önlemin hazırlığını yapmayı gerek­ li görüyorlardı. Askeri sorunlarda partinin temel kararı şudur: ‘'Birlikler içinde dayanışmanın artması, askerde kendisine ve ko­ mutanlarına karşı eleştirel bir tavrın gelişmesi... komuta perso­ nelinin seçilirliği ilkesinin giderek artan bir uygulama kazanabi­ leceği olumlu koşulları yaratacaktır,”92 Bu kararın alınmasından on beş yıl sonra—ki bu, iç dayanış­ ma vc özeleştirinin olgunlaşması için yeterince uzun sayılabilecek bir dönemdir—iktidar çevreleri tam tersi bir görüşe yöneldiler.

DIŞ POLİTİKA V£ ORDU

289

1935 yılı Eylülünde dostlar ve düşmanlar şaşkınlıkla öğren­ diler ki Kızıl Ordu artık teğmenle başlayıp mareşalle biten bir subaylık hiyerarşisiyle taçlanıyordu* Savaş Bakanlığının fiili baş­ kanı olan Tuhaçevskiy’e93 göre, “Hükümetin getirdiği askeri rütbe uygulanması, komuta ve teknik kadrolarının gelişmesi için daha istikrarlı bir zemin yaratacaktır.”94 Bu açıklama bilinçli olarak belirsiz bırakılmış gibidir. Komu­ ta kurmaylarının güçlenmesi her şeyden önce askerin güveniyle olur. Kızıl Ordunun işe subaylığı kaldırmakla başlaması da tam bu nedenleydi.95 Hiyerarşik kastın yeniden canlandırılması ke­ sinlikle askeri koşullar nedeniyle değildir. Önemli olan komuta* nın rütbesi değil, komuta pozisyonudur. Mühendislerin ve dok­ torların rütbesi yoktur ama toplum bu kişileri gerekli gördüğü yere yerleştirmenin yolunu bulur* Bir komuta konumunu hak et­ mek için çalışmaya, yeteneğe, karakter ve deneyime gerek vardır, ki bunların da sürekli olarak vc tek tek değerlendirilmesi la­ zımdır. Binbaşılık rütbesi bir batarya komutanına hiçbir katkı­ da bulunmaz. Kızıl Ordunun beş büyük komutanının mareşallik mertebesine yükseltilmeleri onlara ne bir yetenek ne dc ek bir güç verir.96 Böylelikle gerçekte “istikrarlı zemini” kazanan ordu değil, ordudan uzaklaşma pahasına, subay kesimidir. Reformun saf politik bir amacı vardır: Subaylara yeni bir toplumsal ağırlık kazandırmak. Molotov kararnamenin anlamını özünde şöyle ta­ nımlamıştır: 4in şansına göre çok daha azdır* An­

296

BÖLÜM 8

cak zamanında yapılacak bir devrim, Almanya’yı savaştan kur­ tarmak yoluyla yenilgiden de kurtarabilir. Dünya basını Japon subaylarının bakanlara karşı yaptığı kanlı saldırıyı,109 fazlaca ateşli yurtseverliğin düşüncesizce bir ifadesi olarak nitelendirdi» Gerçekte bu saldırılar, ideoloji fark­ lılıklarına karşın, Rus nihilistlerin çarlık bürokrasisine karşı at­ tığı bombalarla aynı tarihsel özelliği taşırlar* Japon halkı, Asya tarımcılığı ile ultramodern kapitalizmin bileşik boyunduruğu al­ tında soluksuz kalmıştır.110 Askeri kerpetenlerin ilk gevşemesin­ de Kore, Mançurya vc Çin, Japon zulmüne karşı ayaklanacak­ tır. Savaş, Mikado imparatorluğuna toplumsal felaketlerin en büyüğünü getirecektir. Polonya’daki durum da daha iyi değildir. Rejimlerin en ve­ rimsizi olan Pilsudskiy rejimi, köylünün topraktaki köleliğini bi­ le hafifletmekten âciz kalmıştır. Batı Ukrayna (Galiçya) ağır bir ulusal baskı altında yaşıyor.111 işçiler sürekli isyan ve grevlerle ülkeyi sarsıyorlar. Fransa ile bir birleşme ve Almanya ile bir dost­ luk yoluyla kendisini güvenceye almaya çalışan Polonya burjuva­ zisi, manevralarıyla savaşı çabuklaştırmaktan ve savaşta daha ke­ sin bir ölüm yolu bulmaktan başka bir şeye muktedir değildir. Sovyetler Birliği için savaş vc yenilgi tehlikesi gerçektir, ama devrim de bir gerçektin Eğer devrim savaşı önleyemezse, o za­ man savaş devrime yardımcı olacaktır, ikinci doğumlar genellik­ le birincilerden kolaydır. Yeni savaşta, ilk ayaklanma için kosko­ ca bir iki buçıık yıl beklemeye gerek olmayacaktır.112 Dahası, bir kez başlayınca devrim bu defa yarı yolda durmayacaktır. Uzun vadede Sovyetler Birliğinin kaderi, genelkurmayların haritaları üzerinde değil, sınıf mücadelesinin haritası üzerinde karara bağ­ lanacaktır. Yalnızca, kendi burjuvazilerine ve onlarla aynı kamp­ ta yer alan ubarış dostları”na amansızca karşı koyan Avrupa proletaryası Sovyetler Birliğini mahvolmaktan ya da sırtına “müttefik” hançeri yemekten kurtarabilir. Öteki ülkelerde prole­ taryanın muzaffer olması durumunda Sovyetler Birliğinin askerî yenilgisi bile geçici bir an olacaktır. Ancak öte yandan, eğer em­

DIŞ POLİTİKA VE ORDU

297

peryalizm dünyanın geri kalan kısmında dayanacak ol ursa , hiç­ bir askeri zafer Ekim Devriminin mirasını koruyamaz. Sovyet bürokrasisinin sadık uşakları, tıpkı tek ülkede sosya­ list inşanın olanaklı olduğunu “reddettiğimizi” söyledikleri gibi, Sovyetler Birliğinin içgüdülerini, Kızıl Orduyu vb de “azımsadı­ ğımızı” söylüyorlar Bu savların düzeyi öylesine düşüktür ki ve­ rimli bir fikir alışverişine dahi izin vermiyor. Kızıl Ordu olma­ saydı Sovyetler Birliği de Çin gibi ezilir, parçalanırdı.113 Yalnız­ ca onun gelecekteki kapitalist düşmana karşı inatçı ve kahraman direnişi emperyalist kampta sınıf mücadelesinin gelişmesi için olumlu koşulları yaratabilir. Dolayısıyla Kızıl Ordu son derece büyük öneme sahip bir etmendir Ama bu demek değildir ki tek tarihsel etmendir. Onun devrime güçlü bir itki verebilmesi yeterlidir Esas görevi başaracak olan tek şey devrimdir; fakat bu iş için tek başına Kızıl Ordu yetersizdir. Hiç kimse Sovyet hükümetinden uluslararası maceralar, mantıksız eylemler, düııya olaylarının akışını şiddet yoluyla de­ ğiştirme girişimleri gibi şeyler talep etmiyor. Tam tersine, böylesi girişimlerin bürokrasi tarafından yapıldığı geçmiş örneklerde (Bulgaristan, Estonya, Kanton vb), hep gericiliğin ekmeğine yağ sürdükleri görülmüş vc bunlar, Sol Muhalefet tarafından da za­ manında lanetlenmiştir Sorun Sovyet devletinin genel yönelimi sorunudur Onun dış politikası ile dünya proletaryası ve sömür­ ge halklarının çıkarları arasındaki çelişki, en mahvedici ifadesi­ ni Komünist Enternasyonalin, yeni eylemsizlik dini ile tutucu bürokrasiye tabi tutulmasında bulmaktadır. Avrupa işçileri ve sömürge halkları, emperyalizme ve kaçınıl­ maz olarak patlamak ve statükoyu devirmek zorunda olan o sa­ vaşa karşı, statüko bayrağı altında ayaklanamazlar Bu statüko, gelişmiş bir bebeğin en az hamilelik statükosunu yıkması kadar kaçınılmaz şekilde yıkılır. Emekçilerin, özellikle dc Avrupa’da, mevcut sınırları savunmada en ufak bir çıkarları yoktur— ister kendi burjuvazilerinin emri altında, ister onlara karşı yapılacak devrimci bir ayaklanmayla olsun. Avrupa’nın düşüşünün nede­

298

BÖLÜM 8

ni, yaklaşık kırk tane sözde ulus-devlete ekonomik anlamda bö­ lünmüş olmasında yatar; bu ulus-devletler, gümrük kapıları, pa­ saportları, parasal sistemleri ve ulusal çıkarların savunmasına koşulmuş devasa ordularıyla, insanoğlunun ekonomik ve külürel gelişimine giden yolda dev bir engel oluşturuyorlar. Avrupa proletaryasının görevi, sınırların devamını sağlamak değil, tam tersine onları devrimci bir şekilde yerle bir etmektir; statükoyu devam ettirmek değil, Avrupa Birleşik Sosyalist Dev­ letlerini kurmaktır!114

NOTLAR

299

NOTLAR: BÖLÜM 8 1. Sovyet parti önderliği içinde egemen olan blok, her seferinde Komintern şubelerinin de siyasetini belirliyor, bu şubelerin önderlikleri, ro­ ta değişiklikleri sırasında sık sık yeniliyordu. “Komünist Enternasyonalin 1924-25’te ‘Bolşevikleştirilmesi’ çerçevesi içinde Zinovyev (...) Trots­ kiy’in yandaşlarım şubelerin yönetici konumlarından uzaklaştırmıştı. (Po~ lonya’da Warski ile Waleckı>Çekoslavakya’da Smeral ile Kreibich, yöne­ timden uzaklaştırılmış, Fransa'da Souvarine ihraç edilmişti.) Zinovyev’in yandaşlan olan sol şube Önderlerinin devre dışı bırakılması, 1925 güzün­ de Almanya Komünist Partisine ‘Açık Mektup’ ile başladı. 1926-27*de yalnız Alman sollan değil, uç soldaki Polonya parti önderliği (Domski, Ossiııskaya), Çekoslavakya’daki (Michalec, Pollac vb), Belçika (Overstraeten), Hollanda (Sneevliet), hatta Japonya’daki sollar da ihraç edildi­ ler. Fransa’daki ‘Zinovyevci’ parti Önderliği (Treinc, Girault) görevden alınıp 1928’de İhraç edilirken İtalya’da da (Bordiga’nın çevresindeki) uç sol güçsüz bırakıldı. 1928-29’da ‘sağ’ komünistlerin ihracı ile ‘uzlaşmacı­ ların görevden almışı da benzer şekilde oldu. Çekoslavakya’da Halis çevresindeki sağcılar, Neurath, Jilek vb çevresindeki ‘uzlaşmacılar’ ihraç edil­ diler. Çekosloavakya Komünist Partisi, 1928 Kasımında aynı şekilde Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesinin ‘sağ tehlike’ üzerine bir ‘Açık Mektup7una muhatap oldu. İsveç Komünist Partisi bölündü ve yönetici­ leri Kilbom ile birlikte isveçli üyelerin büyük çoğunluğu Komintern’i terk etti. ABD Komünist Partisi Genel Sekreteri Lovestone, Ingiltere’de eski parti yöneticisi Murphy,. İtalya’da parti yöneticileri Sera (Tasça), San tini, Pasquine, Güney Afrika'da Bunting ihraç edildiler.” (H. Wcber, Die Wandiung des deutschen Kommunismus, Die Stalinisierung der KPD in der Weimarer Republik, Frankfurt, EV A, 1969, c. 1, s, 302vd. Ayrıca krş. Trorzki, Wer leitet heute die Kontmunisttisehe Internationale?, Berlin, Aktion, 1930) 2. Bu konuda krş. Carr, Sovyet Rusya Tarihi, c, 3> Bölüm 25 (“ Devrim: Avrupa Üzerinde”), s. 159-216 vc Bölüm 26 (“Devrim: Asya Özerinde”) s. 217-54, çev. Tuncay Birkan, Metis Yay., 2004. 3. Yabancı gönüllülerin iç savaş sırasında Sovyet iktidarının askeri sa­ vunmasına katılışları “doğrudan yardımcın bir parçasıydı. 1918 Şubatın­ da Petrograd’da Kızıl Ordunun ilk uluslararası müfrezesi kuruldu. 1918 Nisanında dört yüz delege, Moskova’da I. En ternasyonalist Savaş Esirle­ ri Bütün Rusya Kongresi için bir araya gelerek, Rusya’da bulunan iki mil­ yonu aşkın Alman, Avusturya-Macar, Türk, Bulgar vb savaş esirini “uluslararası sosyalist devrimin öncüleri” olmak üzere Kızıl Orduya ka­ tılmaya çağırdı. Bu çağrıya uyan yabancıların toplam sayısı, İki yüz elli

300

BÖLÜM 8

bin ile üç yüz bin kişi arasında kestirilmektedir. Kızıl Ordunun, iç savaş sırasında “internatsionalistı” tarafından kurulan (bölük, rabur vc alay kuvvetinde) iki yüz elli uluslararası müfrezesinin harekatları, 1918 Hazi­ ranından sonra Savaş Komiserliğinin özel bir komisyonunca eşgüdümler di. Angloamerikanlar, Bulgarlar, Almanlar vc Avusturyalılar, Macar Ur, lralyanlar, Rumenler ve Güney Slavları Rus Komünist Partisi içinde ken­ di ulusal gruplarını kurdular, bunlar “Rus Komünist Partisi Yabancı Gruplan Merkez Federasyonu” içinde birleşmişti. Karşıdevrimci müda­ hale kuvvetlerinin askerleri arasındaki ajirasyonu bunlar üstlendi; çoğu kez ilgili resmi dilde ilk komünist dergi ve gazeteleri çıkarıp Kml Orduya geçme propagandası yapanlar bunlar oldu» İç savaşın bitiminden sonra Merkez Federasyonu, eski savaş esirlerinin ülkelerine geri gönderilmesine yardıma oldu; Kızıl Ordunun uluslararası müfrezeleri dağıtıldı. Bazı internatsionaiistt, yurda dönüşlerinden sonra komünist partilerinin kurulu­ şunda Öncü roller oynadılar; Sovyetler Birliğinde kalanların çoğu-» sonra­ ları Stalinçi temizliklerin kurbanı oldıı. Müttefikler ile Alman imparatorluğu arasında ateşkes antlaşmasının imzalanmasından ve Almanya’da kasını devriminin patlak vermesinden sonra Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi, 13 Kasım 1918 günü BrestLitovsk Barış Antlaşmasını geçersiz saydı, savaş vergileri ödemelerini dur­ durdu ve işgal kuvvetlerine karşı mücadele çağrısı yaptı. “Barış antlaşma­ sının feshine ilişkin Sovyet açıklamasında, başk aldıran Alman işçileri ile askerlerinin yaşa nidalarıyla Sovyet Büyükelçiliği önüne yürüdükleri, do­ layısıyla Brest-Litovsk zorbalık ve yağma antlaşmasının Alman vc Rus proleter devriminin birleşik devriminin birleşik çabalarıyla sonuçsuz bıra­ kıldığının en büyük gururla söylenebileceği belirtiliyordu/' (W.H. Clıamberlin, Die russisebe Revolution» Frankfurt, EVA* 1958, c. 2, s. 115; krş. Merkez Yürütme Komitesi kararnamesinin metni, [der.] J. Degras, Sovict Documents on Foreign Policy, c. 1 içinde, 1917-24, Londra, Oxford University Press, 1951, s. 124vd) 4. Odcssa’da Jcanne Labourbe (1877-1919) yönetimindeki Rus Ko­ münist Partisi Fransız grubu tarafından yürütülen ajitasyonuıı etkisi altın­ da Şubat 1919 başından sonra, Sovyet Cumhuriyetinin güneyine çıkarıl­ mış Fransız müdahale kuvvetleri arasında, emirlere karşı gelme ve kardeşleşme olayları arttı. Nihayet, bu hareketin bir sonucu olarak 19 Nisan gü­ nü Karadeniz filosunda açık bir isyan patlak verdi, İsyan, Fransız başkomutanlığınu Odcssa ile Sivastopol’ü alelacele boşaltmaya (nisan ortası), ayrıca toplam kırk bin kişilik seferi kuvveti geri çekmeye (nisan sonu) sevk erti. (Fransız müdahale kuvvetlen arasındaki isyanların kapsamlı an­ latımı, bir torpidobotta çarkçı olarak görev yaparken isyanların clebaşla-

NOTLAR

301

n arasında yer alıp, 1919 Temmuzunda divanıharp tarafından yirmi yıl prangaya mahkum edilen Andre Marty’deıı kaynaklanır. Marty, .sonra­ dan Fransız Komünist Partisinin cn tanınmış ve en çok tutulan önderle­ rinden biri oldu. La revolte de la tner Noire 11927-28), Paris, Maspero, 1970 İayrı basım] adlı kitabı, 1952 yılında partiden ihraç edilişine değin birçok kez basıldı. Ayrıca krş- P. Durand, Les sans-cuhttes du bout du monde 1917-21, Contre-rcvolution et intcrı>ention etrangere en Russic, Moskova, Progres, 1977, s. 156-63) 5. Kuzey Rusya’da otuz yedi bin, Güney Rusya’da vc Kafkasya’da yüz kırk bin kişilik İngiliz kuvveti bulunuyordu; bir başka kontenjan Uzakdo­ ğu’daydı. Muhalefetteki işçi Partisi kongresi, 1919 Haziran sonunda mü­ dahaleye karşı bir karar tasarısını kabul ecri. Kuzey Rusya’ya çıkarılmış Ingiliz kuvvetleri arasında meydana gelen tek tük isyanlar, Büyük Britan­ ya'da müdahaleye karşı gösteri ve grevlerin çoğalması, ayrıca karşıdev­ rime! orduların askeri gerilemeleri, Ingiliz hükümetini 1919 Eylülünde, arrık müdahaleye katılmamaya zorladı. (Krş. R.H. Ullman, Britaitt and ihc Russian Cit'il War> Novcmber 1918-b'ebruary 1920, Princeton University Press, 1968, s. 171-203.) 6. Sovyet-Polonya savaşında Kızıl Ordunun başlangıçta kazandığı ba­ şarıların ardından Ingiliz hükümeti, Varşova üzerine Sovyet ileri hareketi­ nin durdurulmasını ültimatom şeklinde talep ederek Fransız hükümetiyle birlikte askeri müdahale tehdidinde bulundu. Bunun üzerine İngiltere’de “Hands off Russia!” sloganı altında bir protesto toplantı lan vc gösteriler dalgası yükseldi. TUC ve İşçi Partisi temsilcilerinin ortak bir konferansı, 9 Ağustos günü hükümete “Örgütlü işçilerin bütün sınai kudretinin, itilaf devletleri ile Sovyet Rusya arasında savaşın engellenmesi için kullanılaca­ ğı” uyarısını yöneltti. (G.D.H, Gole, A History of the Labour Party from 1914 11948|, Londra, Routledge & Kegan, 1969, s. 105’teki alıntı.) O za­ manki İngiliz savaş bakanı Winston Clıurchill, protestolar üzerinde sonra­ dan şunları yazdı: “Fransa vc İngiltere kamuoyu, tümüyle gevşemişti... In­ giliz tşçi Partisi, Polonya'ya yapılabilecek her rürlü Ingiliz yardımına karşı şiddetli bir ajirasyomı sahneye koymuş, Büyük Britanya’nın bazı yerlerin­ de komünistlerin etki ve yönetimi alcında işletme şuraları kurulmaktaydı. Kamuoyunda, Polonya’nın çöküşünün doğurabileceği tehlikeler konusun­ da en ufak bir anlayıştan eser yoktu. Bu baskı altında Mr. Lloyd, Polonya hükümetine... ‘İngiliz hükümetinin... Rusya’ya karşı hiçbir eyleme girişemeyeceğini7 anlatmaktan başka çare bulamadı.” (W.S. Churehill, Nacb dem Kriegc, Ziirih, Amalthea-Verlag, 1930, s. 257vd) 7. George Narhaııiel Curzon (1859-1925), Oxford\bki öğreniminin ardından 1886’da Avam Kamarası muhafazakâr milletvekili, 18915de de

302

8ÖLÜM 8

Ingiliz sömürge egemenliği altında bulanan Hindistan’dan sorumlu müs­ teşar oldu. 1887 ile 1894 arasında Rusya, Çin, Japonya, Hindistan ve İran'a yolculuklar yaptı. 1898 ile 1905 arasında Hindistan kral naipliği vc genel valiliğinde bulundu; 1908'den sonra Ingiliz Lortlar Kamarasında yer aldı. l917’de sandalyesiz bakan olan Curzon, 1918'de Lloyd George yönetiminde (Medis-i Has başkanı ve Lortlar Kamarası lideri sıfatıyla) savaş kabinesi üyesi oldu. 1919 ile 1924 arasında, dışişleri bakanı olarak, Birinci Dünya Savaşından sonraki Avrupa sınırlarının yeniden düzenlen­ mesiyle İlgili görüşmelere katıldı. Poloııya-Sovyet savaşı sırasında Cur­ zon, 1920 Temmuzunda, Müttefiklerce daha 1919 sonunda, yeni kurul­ muş Polonya devletinin doğu sınırı olarak önerilmiş olan bir hattı ateşkes hattı olarak önerdi, Polonya’nın Mart 1921 tarihli banş antlaşmasında saptanan doğu sınırı ise çok daha doğudan geçiyordu, ikinci Diiııya Sa­ vaşı başladıktan sonra Kızıl Ordu (1939 tarihli Alman-Sovyet saldırmazlık antlaşmasındaki mutabakatlar uyarınca) Curzon hattına kadar ilerle­ di; 1945 Şubatındaki Yalta Konferansında Sovyet hükümeti, Polonya ile Sovyetler Birliği arasındaki sınır olarak Curzon hattını bir kez daha tanı­ madı; sonradan 1945 Ağustos tarihli bir Sovyet-Polonya antlaşması, Cıırzon hattını, kesin olarak Polonya'nın doğu sınırı haline getirdi, (Curzon, Russia in Central Asia in 1889 and the Anglo-Russian Question, Londra, Longmans, Grceıı Sc Co., 1889; Persia and Persian Question, Londra, Longmans, Green dc Co., 1892, 2 cilt; British Govern­ ment in İndia, Londra, Cassel Sc Co., 1925, 2 cilt; War Poems and Other Translations, Londra-New York, John Lane, 1915; H.G. Nicolson, Curzon, The Last Pbase 1919-1925, A Study in Post-War Diphmacy, Londra, Consrable 5c Co., 1934; L.O. Mosley, Curzon, The End of an Epoch, Londra, Longmans, 1960.) S, 8 Mayıs 1923 günü Moskova'daki Britanya maslahatgüzarı, başın­ da Lord Curzon’ın bulunduğu Dışişleri Bakanlığı adına Sovyet hüküme­ tine bir muhtıra verdi. Muhtırada talep edilenler arasında, İngiliz sömür­ gelerinde Komin tem propagandasının durdurulması, İngiliz aleyhtarı fa­ aliyetlerden sorumlu kılınmış Sovyet büyük elçilerinin Afganistan ve İran'dan geri çağrılması ve Sovyetler Birliğinde mahkûm edilmiş iki Ingi­ liz ajanı için tazminat ödenmesi bulunuyordu, "Curzon ültimatomu” di­ ye tanınan muhtırada, bu taleplerin yerine getirilmesi için on günlük bir süre konmuştu; yaptırım olarak, ancak 1921 Martında kurulmuş olan ti­ cari ilişkilerin kesileceği vc Ingiliz elçisinin geri çağrılacağı tehdidi ileri sü­ rülüyordu. Ültimatom, Fransız mareşali Foch’un Polonya ordusuna yap­ tığı manevra ziyaretleriyle vc Sovyet elçisi Vorovskiy’in İsviçre’de bir be­ yaz mülteci tarafından öldürülmesiyle aynı zamana rastlıyordu. Yeni as­

NOTLAR

303

keri çatışmalardan çekindiğinden, Ödün vermeye hazır gözüken Sovyet hükümeti, cevap notasında “tngilizlerin sahte gururu”nu dikkate alıyor, “burjuva hükümetlerinin küçük saygınlık hesaplarının üstünde bulundu­ ğunu” kanıtlıyordu, (“SovvjetRuSlands Antvvortnote an England”, Irtprekorr, sayı 81 içinde, 15 Mayıs 1923, s. 679-82) Ingiliz sendikaları ve işçi Partisi, Curzon ültimatomunu protesto etti. Bunalım sonradan çözüldü, {Krş. Carr, A History, c. 4, s. 165-73; W.G. Truchanowski, Neueste Gescbichte Ettglands 1917-51, Bertin, DAC, Rütten Loening> 1962, s. 111-3) 9. RSFSC, 2 Şubat 1920 günü Estonya Cumhuriyetiyle yaptığı barış antlaşmasıyla Estonya’nm bağımsızlığını tanıdı. Estonya da, buna karşı­ lık, gelecekte anti-Sovyet eylemlerden vazgeçme sözü verdi. Lenin Dorpar Antlaşması için şunları yazdı: uBu barış, Avrupa’ya açılan bir penceredir. Bize, Batı ülkeleriyle mal mübadelesine girme olanağını açıyor... itilafın ellerinde oyuncak olan küçük milliyetler Sovyet Rusya ile barışa yatkın gözüküyorlarsa bu, onların emperyalistlerce nasıl aldatıldıklarını ve Rus proletaryasının onlara barış elini uzatmaktan ne denli hoşlanacağını pra­ tikte kanıtlamış olmamızla açıklanabilir.” (“Rede auf der Konferenz der Eİsenbahııer des Moskauer Eisenbahnknotenpunkts” |5 Şubat 1920j, LW 30, s. 336vd) 10. Polonya ile 12 Ekim 1920 günü yapılan ön barış antlaşmasında bir ateşkes ve barış antlaşması için görüşmelere başlanması konusunda anlaşmaya varıldıktan sonra 18 Mart 1921 tarihinde RSFSC, Ukrayna SSC ve Polonya arasındaki barış antlaşması sonuçlandırıldı. Sovyetlerin batı bölgeleri, o arada Galiçya Polonya’ya bırakıldı. Rİga Antlaşmasında kararlaştırılan Polonya sınırı, “Curzon hattı”nın iki yüz kilometreyi aşkın bir mesafeyle doğusundan geçiyordu. Böylece dört milyon Ukraynah ile bir milyon dört yüz bin Beyaz Rus, Polonya egemenliği altına girdi. 11. 16 Nisan 1922 günü Alman İmparatorluğu Dışişleri Bakanı Rarhenau ile Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin, Cenova Dünya Ekonomi Kon­ feransı çerçevesinde İtalyan Riviera’sındaki Rapallo plajında bir antlaşma imzaladılar. Antlaşma, diplomatik ilişkilerin kurulmasını, tazminat talep­ lerinden vazgeçilmesini ve iktisadi ve ticari ilişkilerde en ziyade müsaade­ ye mazhar kılmayı öngörüyordu. Sovyetler Merkez Yürütme Komitesi, “Rapallo’da bağıtlanan Rus-Alman antlaşmasını zorluklardan, kargaşa­ dan ve savaş tehlikelerinden tek doğru çıkış yolu olarak selamhyor(du)”; “yalnız bu tip antlaşmaların RSFSCnin kapitalist devletlerle olan ilişkile­ ri için olağan” olduğu belirtiliyordu. (Merkez Yürütme Komitesinin 19 Mayıs 1922 tarihli kararı, Carr, Sovyet Rusya Tarihi, c. 3.) Rapallo Ant­ laşması, Weimar Cumhuriyeti ile Sovyet Cumhuriyeti çevresindeki ulus­

304

BÖLÜM 8

lararası tccridi sona erdirdi; Almanya'da şiddetli tartışma konusu olan antlaşma, 1933*c kadar Sovyetler Birliği karşısındaki Alrnan siyasetinin temeli olmaya devam etti, (Krş, Antlaşma metni, |der.| H. Stoecker, Handbuch der Vertrdgc 1871-1964 içinde3 Berlin/D AC, Dt, Verlag der Wissenschaften, 1968, s, 227-9.) 12. Almanya Sosyal Demokrat Partisi milletvekillerinin oylamaya ka­ tılmayışlarının gerekçesini sözcükleri Philipp Scheidemann, 22 Mart 1918 günü Rcichsrag'da şöyle açıkladı: “Bu antlaşmanın, Rcidıstag’ı dışlayan oluşma tarzını ve içeriğinin özsel bölümlerini içimize sindirenıiyorıız. Ama bu antlaşmayla doğudaki savaş d ur umu fiilen sona erdirilmiş oldu­ ğu içiıı» antlaşmayı reddetmek de istemiyoruz,” (“Erklarung Scheidemamıs ım Namen der SPD-Fraktion zum Fricdcnsvertrag von Brcst-Lirovvsk in der Reicbstagssirzung vom 22, Marz 1918*% Dokumcnte und Materialien zur Gcschichte der deutschett Arbeiterbeıuegung, Keihe lî: 1914-45, c, 2, Kasım 1917-Arabk 1918, Berlin/DAC, Dietz, 1957, s. 125) 13. Alman Komünist Parti önderliğinin tutumu, o zamanki genelgesinden belli oluyor::t s. 226) Çiçerin’in hizmetleri, ancak 1956’dan bu yana res­ men yeniden tanınıyor. (R,K. Debo, UG, Chicherin: Soviet Russia’s Second Forcign Commissar,” lUniversity of Nebraska’ya sunulmuş doktora tezi) 1964; Stanislav V. Zamitski, Ana rol iy N. Scrgeyev, Çiçerin, Rus,, Moskova, Molodaya gvardiya, 1966-72,) 15. Avrupa'da iktisadi ilişkiler ve tamirat ödemelerini görüşmek üze­ re 1922 baharında Cenevre’de bir konferans toplandı (10 Nisan-19 Ma­ yıs), Konferansa» aralarında ilk kez Sovyetler Birliğinin de yer aldığı yir­ mi sekiz devlet katılırken ABD katılmadı. Batılı devletler, Sovyetler Birli' ğini, Alman İmparatorluğundan tazminat talep etmesi ve bu tazminatlar­ dan yararlanarak çarlığın savaş Öncesi borçlarım ödemesi için sıkıştırdı. Sovyet delegeleri, genel silahsızlanmayı ve bürün savaş borçlarının geçer­ siz sayılmasını savundular. Konferans ertelendi; 1922 Haziran ve Tem­ muzunda Lahey\l t bir kez daha toplandıysa da gene sonuçsuz kaldu (Krş, Tschitsehcrin, “Rede in der Eröffnungssitzung der Konferenz in Genua am 10. April 1922”, Russiscbc Korrespondenz, sayı 4/5, 1922, s. 230-2; “Memorandum der russisehen Delegarion an die Konferenz von Genua”, ayııı* s* 232-45; C, Fink, Tbe G cjjoü Conferencc: Europcan Diplomacy 192î-2Zy University of North Carolina Press, 1984.) 16. Çiçerin, Leniıı’e 20 Ocak 1922 tarihli bir mektupta şunları yazar: “ ...Amerikalılar temsili kurumlar talebiyle bizi fazla sık boğaz edecek olurlarsa, uygun bir ödün karşılığında anayasamızda küçük bir değişiklik yapmak mümkün olmaz mı dersiniz ,..?” (Lenin, Briefey|der.l Institut für

306

BÖLÜM 8

Marxismus Leninsmus beim ZK der SED, c. 9, Berlin/DAC, Dierz, 196776, s. 467’deki alıntı.) Lenin, bunun üzerine 23 ve 24 Ocak günleri Polİtbüro adına Molotov’a şöyle yazar; “Çiçerin'in bu önerisi, kanımca onu ... hemen sanatoryuma göndermek gerektiğini gösteriyor ...” “Çiçerin’in bu ve bundan sonraki mektubu, hasta, hem de ağır hasta olduğunu açık­ ça gösteriyor. Onu hemen, gerekiyorsa zorla sanatoryuma göndermezsek deliyiz demektir.” (agy, s. 139vd) Çiçerİnyin sağlık durumu daha öncc de Politbüroda irdelenmişti (krş. agy, s. 121, s. 462); Çiçerin, gene de Cenova’daki görüşmeleri sonuna kadar sürdürür17. Kellogg Paktı (Briand-Kellogg Paktı diye de bilinir), 27 Ağustos 1928 günü Paris’te imzalanan ve arka planında Fransız Dışişleri Bakanı Arıstide Briand ile Birleşik Amerikalı meslektaşı Frank Billings Kellogg’un Önerileri yatan bir antlaşmaya dayanır. Antlaşmada ‘‘savaşın uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak kullanılması” mahkûm edilir, imzacı devletler, “bütün uyuşmazlık ve çatışmaların düzene ve karara bağlanı İmasında” * barışçı olanlar dışındaki araçlara asla” başvurmaya çalışmayacakları konusunda anlaşmaya varmıştı, tik imzacılar Belçika, Almanya, Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Polonya, Çekoslovak­ ya ve ABD idi. Sovyetler Birliği, pakta 6 Eylül 1928'de katıldı. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği sırada altmış üç devlet pakça katılmıştı. (Krş. Antlaşma metni, |der.| Stoecker, Handbueh der Vertrage içinde, s. 253vd) 18. Meissner (der,), Parteiprogrammys. 123vd. 19. ikinci Beş Yıllık Plan, 1933 ile 1937 arası yılları kapsıyordu. 20. 1931’de Japon kuvvetleri Mançurya’yt işgal ettiler; 1932’dc Maııçurya kukla devleti kuruldu. Bununla Japonya, 1937’de başlayan, Çin’de­ ki fetih savaşı için yığınak bölgesi yaratmış oluyordu. 21. Stalin, Kapitalizmin Büyük Bunalımı (5 Yılltk Plan Üzerine Söy­ lev)y Yeni Aşama, 1976, s. 67. 22. 23 Mart 1935’te Sovyetler Birliği ile Japonya arasında yapılan bir antlaşma uyarınca SSCB, Doğu Çin Demiryolunu yüz kırk milyon yen karşılığında Japon kukla devleti Mançurya hükümetine terk etti. (uEin ııeııer Erfolg der Friedenspolirik der Sowjetunion” başlığı altında Runds­ chau' da, sayı 15, 28 Mart 1935, s. 770) Bu konuda şunlar söyleniyordu: “Son olarak, Doğu Çin Demiryolunun Sovyetler Birliğiııce Mançurya7ya satışı konusunda 23 Mart günü Tokyo’da imza edilen belgelerin anlamı­ nı vurgulamak gerekiyor. Bununla Uzakdoğu’daki çekişmeli sorunlardan biri ortadan kaldırılmış oldu. Sovyetler Birliğinin barış siyaseti yeni bir başarı elde ediyor. Japonya’nın ise şimdi, dünyanın bu bölümünde ger­ çekten barışı korumaya yatkın olduğunu göstermesi gerekecek. Japonya,

NOTLAR

307

Sovyetler Bİrliğince Önerilen saldırmazlık antlaşmasını kabul etmemekte direndiği sürece, bundan kuşkulanmak kaçınılmaz olacaktır/’ 23. Amerikalı gazeteci Roy Howard ile yaptığı görüşmede Stalin, “Ja­ ponya’nın Moğol Halk Cumhuriyeti üzerine ciddi bir saldırıya karar ver­ mesi durumunda Sovyetler Birliğinin tutumu ne olacaktır?"sorusuna 1 Mart 1936 günü şu cevabı verir: “Japonya Moğol Halk Cumhuriyetini is­ tila etmeye ve bağımsızlığına kastetmeye karar verirse tıpkı 1921 yılında yaptığımız gibi, Moğol Halk Cumhuriyetine gene yardım etmek zorunda kalırız/* (aDie Unterredung des Genosseıı Stalin mit Roy Hovvard”, Rundschau, sayı 11 içinde, 5 Mart 1936, $. 409) {1921 ’de Kızıl Ordu birlikleri, Moğolistan’ı karşıdevrimci Rus kuvvetlerinden kurtararak ege­ menliğini yeniden kurmuşlardı.) 24. Yüzyıllar süren Çın egemenliğinin ardından Dış Moğolistan 191 Tde bağımsızlığını İlan etti: En yüksek Lamaist din adamı olan Cebdzun-damba-hutuhta devlet başkanı oldu. 1918-19’da Çin, 1920’de Gene­ ral fon Ungern-Şternberg’in yönetimindeki karşıdevrimci Rus kuvvetleri ülkeyi işgal ettiler. Bunları 1921’de yenügiyc uğratan Kızıl Ordu, Moğo­ listan’ın egemenliğini geri verdi. Cebdzun-damba-hutulıta’nın 1924 M a­ yısındaki ölümünün ardından 26 Kasım günü Moğol Halk Cumhuriyeti kuruldu. 1932 Martında Mançurya’nın kuruluşu ve Japonların Çin’in kuzeydoğusundaki askeri ilerleyişi dolayısıyla cumhuriyetin bağımsızlığı, geçiçi olarak tehlikeye girdi. (Krş. T.E. Ewing, Between the Hammer and the Anvil? Chinese and Russian Policies in Outer Mongolla 1911-21, Bîoomington, İndiana Uni­ versity, 1980; R. Rupen, How Mongolia is Really Ruled, A Politicai His­ tory of the Mongolian People’s Rchublic 1900-78, Hoovcr Institution Press, 1979.) 25. 2 Mayıs 1935’te Moskova’da Sovyetler Birliği ile Fransa arasında bir yardımlaşma paktı bağıtlandı; pakt beş yıl süreyle geçerli olacaktı. Sa­ vaş hali için vaat edilen askeri yardımın ancak Milletler Cemiyeti Konse­ yine (1935’te kurulan daimi üyeleri arasında Fransa ile Sovyetler Birliği­ nin yanı sıra Büyük Britanya ile İtalya da vardı) danışıldıktan sonra sağ­ lanması gerektiği yolundaki Özel hükmü Fransa kabul ettirmişti. (Krş, J. Hasla m, The Soviet İnion and the Struggle for Colleetive Security in Europe 1933-39, Londra, Macmillan, 1984, s. 27-51) 26* Versailles Antlaşmasının (Madde 42-44) bağıtlamasından beri as­ kerden arındırılmış olan Renanya’nın 7 Mart 1936 günü Alman kuvvet­ lerince işgali, Fransa’daki parlamenter sağın, Sovyetler Birliğiyle yardım­ laşma paktının onaylanmasını engelleme yolundaki çabalarını sona erdir­ di. 12 Mart 1936 günü Senato, antlaşmayı büyük çoğunlukla onayladı.

308

BÖLÜM 8

“Sovyetler Birliğiyle ittifaka açıktan karşı olanların bile, doğuda Fran­ sa'nın gerisini güvenlik akına alacak olan bir antlaşma aramayı artık da­ ha akıllıca buldukları anlaşılıyordu/’ (Haslam, The Sovieî Union and the Struggle for Collective Security, s. 98) 27. Bu ortak sınır, 1939 Eylülünde Polonya’nın (Alman-Sovyet saldır­ mazlık antlaşmasının gizli hükümlerinde öngörüldüğü üzere) Alman ve Sovyet kuvvetlerince işbölümü içinde İşgal edilmesi sonunda oluştu. 1914’dc Sovyetler Birliğine yönelik Alman saldırısı—ikinci Dünya Sava­ şından sonra Polonya’nın doğıı sımrı haline gelen— bu sınır çizgisinden başladı. 28. Polonya ile Fransa, 16 Ekim 1925 tarihli garanci antlaşmasıyla, “halihazırda kendileri ile Almanya arasında genel barışın muhafazası için altına girilmiş yükümlülüklere ademi riayetten Polonya ya da Fransa’nın zarar görmesi olasılığına karşı, bu ademi riayete, silah zorunun, kışkırtıl­ madan kullanışı eşlik edecek olursa,” derhal karşılıklı yardım ve destek tekte bulunmayı taahhüt etmişlerdi. (Stoecker |der,|, Handbueh der Vertrdge, s. 249) (Aynı gün Belçika> Almanya, Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Polonya ve Çekoslavakya hükümetleri arasında, Locarno Paktı di­ ye bilinen antlaşma yapılmıştı. Paktmcn önemli hükümleri, Almanya-Bel­ çika ve Alman-Belçika ve Alman-Fransız sınırlarının zorla değiştirilmesin­ den, karşılıklı olarak vazgeçilmesine ilişkindi; Alman-Polonya ve AlmanÇekoslavak sınırı için, benzer bir güvenceyeyse burada yer verilmişti. (Krş. |der.} Stoecker, Handbueh der Vcrtragc, s. 243-9. Garanti antlaş­ ması uyarınca, Almanya’nın 1 Eylül 1939*da Polonya’ya saldırmasının arkasından 3 Eylül 1939 günü Fransa savaş ilan etti-) 29. Sovyetler Birliğinin 1934 Eylülünde Milletler Cemiyetine katılma­ sa resmen şöyle yorumlandı: “Tam silahsızlanma için cn geniş kapsamlı planı Sovyetler Birliği Önerdi; ne var ki öneri kabuî edilmedi. Yalnız silah­ sızlanma konferanslarındaki varlığı etkisiz kalmadı* SSCB, bununla, ger­ çekten tutaıh bir biçimde barış davasını savunan tek devlet olduğunu ka­ nıtladı. Sovyetler Birliğinin bu barış siyaseti, düşmanlarının çoğunu bile* Sovyet hükümetinin barış çabalarının içtenliğini tanımaya zorladı. Şaş­ maz barış siyasetiyle Sovyetler Birliğinin fethettiği konumun sonucu, Mil­ letler Cemiyeti üyelerinin çoğunluğunun, onu Milletler Cemiyetine girme­ ye çağırmaları oldu.” (“ Die lswe$tija über die Einladung an die Sowjetunion, dem Völkerbund beizutreten”, Rundschau, sayı 51, 20 Eyliii 1934, s. 2162vd) 30. Milletler Cemiyetinin Cemiyet Genel Kurulu, Milletler Cemiyeti Konseyi ve Sekreterliği gibi organlarının merkezi Cenevre’deydi. 31. 1919’da VIII. Kongrede kabuî edilen Rusya Komünist Partisi

NOTLAR

309

(Bolşevik) Programı, Mcissner (der.)* Parteîprogramm içinde* s. 121-41, 32. Pierrc Laval (1883-1945)* avukat, Fransız politikacı. 1914’ten 1919’a kadar sosyalist milletvekili, önce savaş karşın, sonra Clemenceau yandaşı, 1920’de Sosyalist Partiden ayrıldı* ardından Aubervilliers beledi­ ye başkanı, bağımsa milletvekili, birçok kez bakan, 1931-32’de de baş­ bakan oldu. 1934 Ekiminde Barthou’nun öldürülmesinden soııra dışişle­ ri bakanı olarak onun yerine geçti. 1935 Haziranından 1936 Ocağına ka­ dar yeniden başbakan olarak Fıansız-Sovyet yardımlaşma paktını bağıt­ ladı. Almanya’nın Fransa'yı işgalinden sonra Laval başbakan vekili, 1942 Nisanından başlayarak da* Petain yönetimindeki nasyonal sosyalist işbir­ likçi Viclıy hükümetinde başbakan oldu. Laval* Bolşevizmc karşı bir kale olarak gördüğü uÜçüncü Rcich’ııı zaferini destekledi, Fransa'nın kurtulu­ şundan sonra 1945 Ekiminde ölüm cezasına çarptırılıp idam edildi. (H. Colc, Picrre Laval, Paris, Fayard, 1964; G. Jacqueınin, La Vie publiqne de Laval 18S3-1945, Paris, Plon, 1973; F. Kupferman* Picrre Laval, Paris, Mason, 1976) 33. Habeşistan’a (Etiyopya) Italyan saldırısı, 2 Ekim 1935 günü baş­ ladı. 7 Ekim 1935’te ttalya, Milletler Cemiyetinin bir alt komitesince sal­ dırgan olarak nitelendi; 11 Ekim günü* Milletler Cemiyetince atanan bir eşgüdüm komitesi, silah, cephane ve savaş malzemesi için ihracat ambar­ gosu tavsiye etti. İngiliz ve Fransız hükümetlerinin “her ikisinin de, Mııssofini’nin Etiyopya’da istediğini yapmasına bir diyecekleri yoktu — 1935 Temmuzunda bakanlıklar arası bir Ingiliz encümeni 'Ingiltere’nin Habe­ şistan ya da komşu ülkelerde, İtalya’nın Habeşistan'ı fethetmesine karşı Ingiltere’nin direnmesini gerektirecek hayati çıkarları’ bulunmadığı sonu­ cuna vardı. Zorluk* Mussolini’nin, Etiyopya’ya karşı bir saldırıya giriş­ mekle Milletler Cemiyeti tüzüğüne aykırı hareket ermiş bulunmasından ileri geliyordu... Bu nedenle İngiliz hükümeti, İtalya ile Milletler Cemiye­ ti arasında bir çatışmadan, ne pahasına olursa olsun kaçınmaya, gerekir­ se, gayri resmi olarak Mussolini ile bir uzlaşma aradığı halde kamuoyun­ da, Milletler Cemiyetini desteklemekte olduğu izlenimini uyandırmaya çalıştı... Laval, dışarıya karşı Ingiltere’yi, dolayısıyla Milletler Cemiyetini desteklerken İtalya ile de arasım iyi tutmak zorunda kaldı. Yani hem Fransa hem de Ingiltere, sorunları şu ya da bu şekilde Milletler Cemiyeti ilkeleri çerçevesi içinde yoluna koymayı istiyordu. Bu ülkelerin hatırı sa­ yılır bir üstünlükleri de vardı, Milletler Cemiyetinin faaliyetini nasıl yolu­ na koyacaklarını kendi aralarında kararlaştırabiliyorlardı.” (R,A.C. Par­ ker, Das Zıvanz'tgste Jabrbundert Is 19/8-45. Frankfurt* Fisclıer* 1967, s. 271vd) 34. İtalya’ya karşı yaptırımlar uygulanırken, İtalya’nın İrhal ermeye

310

BÖLÜM 8

muhtaç olduğu petrol, kömür, demir vc çelik gibi savaş açısından önemli ürünler ayrı tutuldu. İtalya’ya petrol ihraç eden ülkeler arasında yer alan Sovyetler Birliği, bütün ihracatçı ülkeler aynı şekilde davranırsa kendi tes­ limatlar mı durdurmaya hazır olduğunu ilan etti. ABD, bu koşulu yerine getirmedi; 1935 Aralığında, ltalya^ya olan petrol ihracatım üç katma çı­ kardı. Sovyetler Birliğinden devam eden petrol teslimatı, Milletler Cemi­ yetinin biçimsel kararıyla çelişmiyordu. “Aıııa Sovyetler Birliğinin yaptı­ rımlar sırasında ticari çıkarlarım feda etmediği de bir gerçekti.” (L.R. TiU lett, “The Soviet Role in League Sanctions against Italy, 1935-36”, The American Slavie and Ea$t European Rcvietu, sayı 1, Şubat 1956, s. 11-6, burada s. 16} İtalya'nın Etiyopya’yı fethetmesinden sonra Milletler Cemi­ yeti, kendisince kararlaştırılmış yaptırımları 4 Temmuz 1936’da tekrar yürürlükten kaldırdı; Örgütün daha önce Mançurya’ya Japon saldırısı sı­ rasında olduğu gibi, saldırı savaşlarını engellemekte işe yaramadığını an­ laşıldı. 35. Plebisitler yoluyla faşist devlet (Klasik Bonopartçı rejimler gibi) kendini “meşrulaştırmaya” çalışmaktaydı. Propaganda kampanyaları, kitle yürüyüşleri, bağımlılık yeminlerinin yanı sıra, ortalıkta görünen her türlü muhalefete, hatta oy kullanmayanlara karşı tedhiş önlemleri, 14 Temmuz 1933 tarihli Halk Oylamaları Yasasının hukuki temelini sağla­ dığı bu plebisitlerin çerçevesini oluşturmaktaydı. 14 Ekim 1933 günü Milletler Cemiyetinden çıkıldığının ilan edilmesinin ardından 12 Kasım 1933 günü şu soru oya sunuldu: “Sen, Alman erkeği, ve sen, Alman ka­ dım, Reich hükümetinin bu siyasetini onaylıyor musun ve bu siyaseti ken­ di anlayışının ve kendi iradenin ifadesi olarak ilan etmeye ve ona taraftar olduğunu resmen vc alenen beyan etmeye hazır mısın?” Yüzde 95, uevct” oyu verdi. Aynı zamanda, ilk kez bir “Führer listesi”nin tek başına oya sunulmakta olduğu Rcichstag seçimleri yapıldı; liste oyların yüzde 92’sİni topladı. 2 Ağustos 1934 tarihli bir yasaya dayanarak Hitler, Reich Baş­ kanı Hindenburg’un ölümünün ardından onun görevini üstlendi; artık “Führer vc Rcich Şansölyesi” sıfatıyla görev başındaydı. 19 Ağustos 1934 günü, makamların bu şekilde birleştirilmesi dc (yüzde 96lık bir seçime katılma oranıyla) oy verenlerin yüzde 9(Vı tarafından onaylandı. 29 Mart 1936 günlü Reichstag seçimlerinde birlik listesi, yüzde 99 oy aldı. 36. Komünist Balkan Federasyonu (1920-32) içinde bir araya gelen Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya vc Romanya komünist partileri, Komiııtern’in ultra-sol siyaseti yü2 ünden ağır gerilemelere katlanmak zo­ runda kaldı, Yugoslav Komünist Partisinin 1929 Şubatında kalkıştığı (sonradan Tito tarafından “akılsız” ve “sorumsuz” olarak nitelendirile­ cek olan) bir silahtı ayaklanma girişimi, felaketle sonuçlandı. Polis takibi,

NOTLAR

311

Komünist Partiyi neredeyse yok olma noktasına getirdi; yönetim kadrosunun büyük bölümünü kaybeden partinin 1932'de yalnız iki yüz üyesi kalmıştı, 1931’dc (kendi verdiği bilgilere göre) otuz bin üyesiyle Balkan­ ların en büyük komünist partisi olan Bulgar Komünist Partisi, 19 Mayıs 1934 günlü askerî darbe sonunda iiiegaliiğe zorlandı. Parti Merkez Komi­ tesinin bir açıklaması, 1935 Ocağında partinin darbe sırasındaki pasifli­ ğinden söz ediyor, bundan parti önderliğinin “ağır siyasal ve taktik yan­ lışlardım sorumlu tutuyordu, 37, Lloyd George, 23 Kasım 1934'te İngiliz Avam Kamarasındaki dış siyaset tartışması sırasında, “İngiltere'deki muhafazakâr unsurların belki de kısa bir süre içinde Almanya’yı komünizme karşı kale olarak görmeye başlayacağını* açıkladi, (Kcesings Arcbiv der Gegemvart, 28 Kasım 1934, s, 1746) 38, Louis Barthou (1862-1934), avukat, Fransız polirikaası, 1889’da, burjuva merkezin temsilcisi olarak milletvekili seçildi; 1894-19]4’te bir­ çok kez bakan, 1912 Aralığından sonra başbakan oldu; 1913'tc askerlik süresinin üç yıla çıkarılmasının sorumluluğunu üstlendi, Fransız Tamirat Komisyonunun başkanı olarak (1922-26) Alman İmparatorluğu karşısın­ da, yumuşamaz bir rotayı savundu. Doumergue kabinesinin dışişleri ba­ kanı olarak 1934’te Avrupa'da ortaklaşa güvenlik düşüncesini savundu, Sovyetler Birliğinin Milletler Cemiyetine katılmasını destekledi ve 1935 Mayısında Fransız-Sovyet yardımlaşma paktının bağıtlanmasıyla sonuç­ lanan görüşmeleri başlangıçta yönetti, Barthou, 1934 Ekiminde Marsil­ ya'da, Yugoslav hükümdarı 1. Aleksandar’a düzenlenen suikasta kurban girti. 39, 1935 Mayısında Fransız hükümet başkanı Laval, Moskova'yı zi­ yaret ederek Sovyet önderleriyle görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin so­ nuçlarına ilişkin resmi bildiride, ulıcr iki ta raf”in “ barışın korunması da­ vasına içtenlikle bağlı” olduğu belirtiliyordu. Taraflar, “özellikle ulusal savunma olanaklarını zayıflat mamayı” taahhüt ediyorlardı. “Bu arada özellikle Stalin, Fransa’nın, silahlı kuvvetlerini* güvenlik ihtiyaçlarına uy­ gun düşccck bir düzeyde tutmak için izlemekte olduğu ulusal savunma si­ yaseti için tam anlayışı ve onayını dile” getirmişti. (“Commımi que zum Frgebnis der Bcsprechurıgcn Stalins, Molotows und Litwinows mit La­ val'’, Rundschau, sayı 22 içinde, 16 Mayıs 1935, s. 1097vd) Rundschau yazı dergisinin bir önsözünde şöyle deniyordu: “Resmi bildirinin, özellik­ le Stalin Yoldaşın zikredilen cümlesinin uluslararası proletaryanın savaşa ve faşizme karşı mücadelesinde muazzam bir anlamı var,.. Resmi bildiri, yalım savunmanın teknik önlemlerine yönelik olan vc Hitler'e karşı en iyi savunma diye, aslında her türlü savunmadan vazgeçmenin propagandası-

312

BÖLÜM 3

m yapan o pasifİst sahte barış mücadelesinin cn keskin reddidir.” (s. 1097} Bu tarihe kadar Fransız Komünist Partisi, ordu içinde, Kominternce örnek gösterilen bir anti-militarist çalışma yürütmüştü; şimdi ise kısa bir duraksamalım ardından yeni çizgiye ayak uydurmuş, ülkenin her ta­ rafında duvarlara, üzerinde “Stalin haklı!” yazan ilanlar astırıyordu. Anti-milirarist çalışma ve halk tarafından sevilmeyen iki yıllık askerlik hiz­ metine karşı ajitasyon durduruldu* Komünist milletvekilleri de, askeri bütçeye oy verdiler. (Krş. J.-M. G iran İt* “Le P.C.F., Parmee et la d efense nationale en France avant et a pres le pacte franco-sovietique”, Cahiers Lcon Trotsky, sayı 27, Eylül 1986, s. 68-91) Picrrc Frank Komintern tarihinde şu hükmü verir: “O zamana dek devrimci birer parti olan Komünist Enternasyonal şubelerinin reformcu partiler olmaya geçişlerinin kesin tarihi Laval-Stalin ortak açıklamasıdır” (P. Frank, Geschichte der Kommıtnistiscben Internationale (1919-43), 2 d ir, Frankfurt, 1981, s* 6 13) (Bu konuda ayrıca krş. Trorskiy, “Stalin İM. Enternasyonalin Ölüm Fermanını İmzaladı” |25 Mayıs 1935vte yayımlandı|; Ing. TWr 1934-35 içinde, s, 291-300; Fra.: TCE 5, s. 301-13) 40. 2 Mayıs 1935 günü imzalanan Fransız-Sovyet yardımlaşma paktı Fransa’da ateşli bir anlaşmazlık konusu oldu. Siyasal sağ, antlaşmaya kaışı kışkırtmalarla, onaylanmasını engellemeye çalıştı. Paktın imza la mşmdan ancak neredeyse bir yıl sonra 27 Mart 1936’da onay belgeleri tea­ ti edildi. 41. “Laval için Fransız-Sovyet ittifakının anlamı, olsa olsa, bir Al­ man- Fransız antlaşması için görüşmelerde yararlanılacak bir pazarlık un­ suru olmasıydı.” (R.A.C. Parker, Dtf5 Zıvanzigstc Jabrbundert, s. 265) 42. “Die Unterredung des Geııossen Stalin mit Roy Hovvard”, Runds­ chau, sayı 11 içinde, 5 Mart 1936, s. 410. 43. Milletler Cemiyetinin kuruluşunun ABD Başkanı Woodrovv Wilsoıı’ııı (İ 856-1924) 8 Ocak 1918 tarihli 14 nokta programının bileşeni olmasına karşın 1919'da yalnızcılık savunucuları, senatoda üstünlükleri­ ni korumuşlar ve AliD’nin kan İmasını reddetmişlerdi. 44. Japonya, Japonların Mançurya’yı ilhakının Milletler Ccmiyeriııce mahkûm edilmesinden sonra 27 Mart 1933’ce örgütten ayrıldığını açıkla­ dı. Onu 14 Ekim 1933'te Almanya izledi; ileri sürdüğü gerekçe, Alman­ ya’nın yeniden silahlanmasının resmen onaylanmasından kaçınılma siydi. 45. Italyan delegesi Baron Aloisi, 11 Mayıs 1936 günü, bir Etiyopya temsilcisinin hazır bulunuşunu protesto amacıyla Milletler Cemiyeti Kon­ seyi oturumunu terk etri. “Sözümona Habeşistan temsilcilerinin konsey masasında oturmasına göz yumamayacağını, çünkü Habeşistan’da ınev-

NOTLAR

313

cut tek egemenliğin ita iyininki olduğunu vc ülke içinde başka bir devlet örgütünün bulunmadığını belirtti.” (Keesings Archiv der Gegenwarty 11 Mayıs 1936, s. 2549) 12 Mayısta Mussolmi, Milletler Cemiyetindeki Ital­ yan heyetine, Cenevre’yi terk etmeleri talimatını verdi; 28 Mayısta, Daily Tclegraph ile yaptığı bir görüşmede, “yaptırımların sürdürülecek olması halinde, Milletler Cemiyetinde kaima sorununun daha ivedi bir biçim ala­ cağım” söyler, (agy, 1 Haziran 1936, s. 2578) 46. Britanya'nın Almanya ile uyuşmaktaki çıkarı, 18 Haziran 1935 günü kararlaştırılan ve 1919 tarihli Versailles Banş Antlaşmasının hü­ kümlerini çiğneyen bir deniz antlaşmasında ifadesini buluyordu. Bu ant­ laşmada Almanya'ya tanınan donanma gücünün, Versailles Antlaşmasıy­ la konmuş sınırları fazlasıyla aşmasına karşm Büyük Britanya, öteki im­ zan devletlere danışmamıştu (Krş. “Flottenabkommen zwischen Grofîbritannien mıd Deutschland”, (der.J Stoecker, Handbncb der Vertrâge için­ de, s. 276-8) “ Ingilizlerin hareket tarzı, Fransa ve İtalya’da büyük kızgınhk doğurdu/' Berlin’de artık “Almanya'nın hak eşitliğinin şeklen tanındı­ ğı" söylendi. Histoire des guerres de la Vendee et des Chouans* Deptıis Vanttee 1792 jnsqu'en IS IS, 3 cilt, Paris 1819, tıpkıbasım Cenevre, Megariotis, 1979; F.P. du Page, G. Gondinct, Histoire des Vendeen$t Paris, Nathan, 1982.) 89. Kazak birlikleri, Almanların Sovyetler Birliğine saldırmasından sonra, gönüllü olarak Alman tarafında savaştı. Kazaklar, Slav halklarının ualt insann derecesine düşürülmesinden müstesna tutuldular; 10 Kasım 1943 günü hak ve ayrıcalıkları, açıkça güvence altına alındı. Adı en çok kötüye çıkmış Alman Kazak birlikleri arasında otuz ila otuz beş bin kişi­ lik, Waffen-SS’e bağlı ve Alman generali von Panmvitz’in komutasındaki XV. Kazak Süvari Ordusu vardı. Kazaklar, özellikle Yugoslavya ve Ku~

NOTLAR

323

zey İtalya’da partizanlarla savaşta kullanıldılar. Alman ordusunun çekilmeşine yetmiş bin Kazak savaşçısı katıldı. (G. Reitiinger, Ein Haus auf Sartd gebaut, Hitlers Geıvaitpoiitik in Rufiland 1941-44, Hamburg, Rütten Sc Loening, 1962.) 90. “Über die Einführung persönlicher Dienscgrade bei den Führungsstaben der Arbeiter-und Bauernarmee, Verordnung des Zentralen Exekutivkomitees und des Rates der Volkskommissare der UdSSR, 22. September 1935”, (der,) Altrichter, Die Sowjetunion içinde, s. 196-9. 91. “Rede des Genosscn K.E .Woroschilow am 17. November in der 1. Unionsberatung der Stachanow Arbcirer und Arbeiterinnen”, Deutsche Zentralzettung, sayı 266 içinde, 20 Kasım 1935, s. 3. 92. “Unsere Politik in der Frage der Armeebildung, Thesen, angenommen auf dem VIII. Parteitag der KPR im Marz 1919”, L Trotzki, Die Ge~ hurt derRoten Armee, Reden, Befehley Aufrufe und Thesen aus dem Gründungsjahr der Roten Armee içinde, Viyana, Vcrlag für Literatür und Polink, 1924, s. 171. 93. Savaş Komiseri Voroşilov’un askeri yeterliği konusunda (Kızıl Or­ du komutanları arasında dahi) kısmen hatırı sayılır kuşkular bulunması­ na karşılık, 1933’den beri onun resmi vekili olan Tuhaçevskiy, Kızıl Or­ dunun tartışmasız en yetenekli kafası sayılmaktaydı. (Krş. Deutscher, Trotsky, c. 2» s. 365; R. Medvedev, AU Stalin’s Men, Oxford, Blackwell, 1983, s. 12vd) 94. *Die Grcnzen des sozialistischen Vaterlandes sind unbezwingbar, Worclaut der Rede des Gcnossen Tuchatschewski auf der 11. Session des Zentralexekutivkomitees der Sowjctunion”, Rundschau, sayı 4 içinde, 23 Ocak 1936, s. 133-6, burada s. 135. 95. Halk Komiserleri Konseyinin 29 Aralık 1917 tarihli “Bütün Aske­ ri Kişilerin Haklarının Eşitlenmesi Üzerine” kararnamesiyle “onbaşıdan generale kadar bütün derece ve rütbeler kaldırılmış”, 41dışsal ayırma işa­ retleri dahil, eski dcrcce ve rütbelere bağlı bürün ayrıcalıklar”, “bürün un­ vanlar”, “bütün madalya ve hizmet işaretleri ... lağvedilmiş” ve “subay rütbelerinin kaldırılmasıyla birlikte.,, bürün özel subay örgütleri de kal­ dırılmıştı,” (Altricbter |der.|, Die Sotvjetunion, s. lOlvd) Kızıl Ordunun ilk yıllarında “subay” nitelemesi ayıp sayılır, “askeri uzman” demek yeğ­ lenirdi. 96. 20 Kasım 1935 günü Blyuher, Budyenniy, Yegorov, Tuhaçevskiy ve Voroşilov, Merkez Yürütme Komitesinin bir kararnamesiyle “Sovyet­ ler Birliği mareşalleri” olarak atandı, içlerinden en yetenekli üçü, temiz­ liklerin kurbanı oldular: Tuhaçevskiy 1937 Haziranında, Blyuher 1938 Kasımında, Yegorov 1939 Şubatında.

324

BÖLÜM 8

97, “Der Plan und unsere Aufgaben, Von W.M. Molotovv, Bericht des Vorsitzenden des Rates der Volkskommissare, erstartet auf der H. Session des ZentraJexekutivkomitees der Sowjet ıımon”, Rundschau, sayı 3 için­ de, 16 Ocak 1936* s. 81-91, burada s. 90. 98* Ancak “7 Mayıs 1940 günü Pravdayşimdiye dek ayıp sayılan ge­ neral rütbelerinin Kızıl İşçi ve Köylü Ordusuna yeniden sokulduğu yolun­ daki şaşıma haberi verdi. Bundan böyle kara kuvvetlerinde yeniden tüm­ generaller, korgeneraller» orgeneraller» deniz harp kuvvetlerinde de tüma­ miraller* koramiraller, oramiraller olacaktı." (Gosztony, Die Rote Armee, s* 187) 99, “URSS Le retablissement des grades dans Tarnıee et dans la marine”, Le Temps içinde, 25 Eylül 1935, s. 2* 100. Bela Kun (1886-1939), Macar Komünist Partisinin kurucusu ve 1919’da kısa Ömürlü şuralar cumhuriyetinin önderi, 1914 öncesinde çe­ şitli sosyal demokrat gazetelerde çalıştı. 1914‘te silah altına alındı; iki yıl sonra Ruslara esir düştü* Devrimle özgürlüğüne kavuşunca Kari Radek’in yönetiminde Dışişleri Halk Komiserliği Propaganda Dairesinde çalıştı, 1918 Martında Rus Komünist Partisi (Bolşevik) Macar Grubunun dört kurucu üyesinden biri oldu; sekiz ay sonra Macar Komünist Partisi bu ör­ gütün içinden oluşturuldu. 1918 Kasımında Budapeşte'ye dönüşünün ar­ dından Kun* Karolyi hükümetin istifası vc şuralar cumhuriyetinin ilanın­ dan sonra öğürlüğüne kavuştu. Kun devrim hükümetinin dışişleri komi­ seri ve başkanı oldu. Şuralar cumhuriyetinin 1919 Ağustosunda yenilmesinden sonra Avusturya'ya kaçarak 1920'de Sovyetler Birliğine döndü. 1920 güzünde Kırım’da karşıdevrimci Vrangcl ordusuna karşı savaşlara karıldı. (Beyaz tutsaklara karşı zorbalığı Bolşcviklcr arasında protestolar doğurunca Türkistan'a gönderildi.) 1921 Şubat sonunda Komünist Enter­ nasyonal Yürütme Komitesi Prezidiyumuna alınan Kun, özel temsilci ola­ rak Almanya’ya gönderildi. Orada “ma-t eylemi”nin (Orta Almanya’nın Mansfekl-Eisleben maden ocağı bölgesinde silahlı mücadeleler) esin kay­ naklarından biri oldu. Koınintcrn’in IIL Dünya Kongresinde Kun, Lenin ile Trorskiv’in mücadele ettikleri aşırı solun sözcüsüydü. Yirmili yılların hizip mücadeleleri sırasında Stalin hizbinin Trotskiy'e karşı kampanyası­ na faal bir biçimde katıldı. 1928’de VI. Dünya Kongresinde Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesine seçildi. 1937’dc tutuklanıp iki yıl sonra* 1939 Kasımında (Hitler-Stalin paktı zamanında) idam edildi, 21 Şubat 1956 günlü Pravda'da UY. Varga” imzalı bir yazıyla saygınlığı ia­ de edildi. 10Î. Kont Mihaly Karolyi’nin burjuva hükümeti çekildikten sonra, birleşik bir parti içinde bir araya gelmiş sosyal demokratlar ile komünist­

NOTLAR

325

ler, 21 Mart 1919’da şuralar cumhuriyetinin kuruluşunu resmen ilan et­ tiler. Cumhuriyetin ömrii yalnız yüz otuz üç gün sürdü; 1 Ağustos günü karşıdevrimci Rumen ve Çek itilaf kuvvetleri önünde geri çekilmek zo­ runda kaldı. “Macar önderleri, iktidarı mücadelcsiz elde ettikten sonra, onu elde tutmaktan tamamen âciz olduklarını gösterdiler. Onların siyase­ ti bir yanlışlıklar zinciriydi: (1) Kendilerine toprak vermeyerek köylüleri unuttular; (2) gönül ferahlığıyla genç komünist partisini, iktidara sokulur sokulmaz sol sosyal demokrasiyle birleştirdiler. Boylece onlar—en başta da Bela Kun— Rus devriminin deneyimlerinden, köylü sorununu da, dev­ rimde partinin rolü sorununu da anlamalarını sağlayacak dersleri çıkar­ mamış olduklarını göstermiş oldular/' (Trotzki, Wer leitet heute die Kommunistische Internationale?, s. 9) {T, Hajdu, The Hungarian Soviet Republic, Budapeşte, Akademia Kiado, 1979; P. Pastor, Hungary Between WtIson and Lenin: The Hun­ garian Revolution 1918-1919 and the Big Three, Columbia University Press, 1976; R.L. Tokes, Bela Kun and the Hungarian Soviet Republic, The Origins and Roİc of the Communist Pariy of Hungary in the Revotutions of 1918-1919, Ne w York, Pracger, 1967.) 102. Hicler’in doğudaki hedefleri utoprak kazancı" ve “sınır tanımaz Cermenleştirme” idi. SSCB’nin Avrupa’daki bölümü bir tarım sömürgesi­ ne dönüştürülecek, “o arada özünde çarlık Rusya’sının iktisadi yapıları ye­ niden kurutacaktı.” (Lorenz, Sozialgeschicte, s. 277} Alman işgal rejimi al­ tında, kolektif tarımın parçalanıp dağıtılmasına ve millileştirilmiş üretim araçlarının özel girişime devredilmesine geçildi; Sovyet hammadde varlık­ larının işletilmesini Alman sermayesi üstlenecekti. {Krş. A. Dallin, Deuts­ che Herrschaft in Rufiland Î941-1945> Eine Studic über Bcsatzungspolitiky Dıısseldorf, Droste, 1958*) 103. Alman şansölyesi Thcobald von Bethmann Hollvveg (18561921), 4 Ağustos 1914 günü Britanya Büyükelçisi Sir Edward Goschen’a^ “sırf, savaş zamanlarında o kadar sık hiçe sayılan ‘yansızlık1kelimesi uğ­ runa— sırf bir kâğıt parçası uğruna Büyük Britanya, kendisiyle dost ol­ maktan başka bir istemeyen akraba bir ulusa savaş açmak istiyor,” de­ mişti. (C.H.D. Howard (der.], The Dîary of Edtvard Goschen 19001914, Londra, Royal Hİsrorical Society, 1980, s. 51; krş. agy, s. 298-302) Berthmanıı HolKveg’in bıı bağlamda “kâğıt parçası” diye nitelediği, Bel­ çika’nın Alman kuvvetlerinin girişiyle çiğnenen yansızlığım güvence altı­ na alan 1831 ve 1839 antlaşmalarıdır. 104. Batfdaki Rus göçmenleri arasında, otuzlu yılların ortasından başlayarak Sovyetler Birliğindeki Teımidorcu dönüşüm noktasının etkisi altında bir “yurda dönüş” hareketi olmuştu. Almanya'da nasyonal sos­

326

BÖLÜM 8

yalistlerin zaferinden sonra büyüyen savaş tehlikesi, göçmenleri kutuplaş­ tırmış, “yurda dönenler” hareketinin gördüğü rağbeti artırmıştı. (Krş. H. Nekrich, Geschicte der SowjetHnion> c. 1, s. 302-4) 105. Die Vierte Internationale und der Krieg, Thesen angenommen vom Internationalen Sekretarist derLiga der Komnıunisten-Intcrnationalisten (Bolschewisten-Leninisten)y Brüksel, G. Vereeckeıı, 1934, s. 24. 106. 1933 ile 1939 arası yıllarda Özellikle İngiliz hükümetince izlenen Hirier ile uyuşma siyaseti Münih Antlaşmasına (29-30 Eyliil 1938) yol aç­ tı. Antlaşma uyarınca Çekoslovakya, Almanlarla meskûn sınır bölglerini, Sücîeder’i, Hitler Almanya'sına bırakmak zorundaydı. Böylece “kolektif güvenlik konusundaki bütün konuşmalar dayanaksız bir hale girmiş; Mil­ letler Cemiyeti vc Rusya’nın da arrık daimi üye bulunduğu bu cemiyetin konseyi görmezlikten gelinmiş vc önemsenmemiş; Sovyet hükümeti İngi­ liz hükümetince düpedüz atlanmıştı. Bu kadarına belki katlanılabilirdi. Çünkü iki hükümet arasında bağlayıcı yükümlülükler yoktu. Fransa ile olan durum farklıydı. Fransız hükümetinin (1935 tarihli) ittifak antlaş­ masını bütün dünyanın gözü Önünde yırttığı izlenimine kapılmak kaçınıl­ maz değil miydi? ... Fransız hükümeti, müttefiki Rusya'nın menfaatlerini hiçe sayıyor... onun yerine Hitler'e—müstakbel düşmanına— neredeyse müttefiki, lafzi müttefiki Rusya’ya da neredeyse düşmanı gibi davran­ maktaydı.” (Deutschcr, Stalin, c. 2, s. 192, krş. Haslaın, The Sovict Uni­ on and the Struggie for Collective Security, s. 195-200) Derken Sovyetler Birliği, 1941 Haziranında yeniden bir “müttefikimin “sadakatsizliğinin” kurbanı oldu. Bu kez Hitler’in... 107. Yirmili yıllardan beri etkili askeri yazarlar» kitlesel orduların es­ kimiş olduğu ya da siyasal açıdan uygun olmadıkları tezini geliştirdiler, iyi eğitilmiş vc görece küçük meslekten ordular, modern silah tekniğinin yardımıyla savaşı kısa sürede kendi lehlerine sonuçlandırabilecekti. Ital­ yan generali Giıılio Douhet (1869*1930), savaşı hava sınıfının belirlediği görüşündeydi. Kara kuvvetleri artık yalnız savunma rolü oynayabilirdi. Sivil halkın maneviyatı, kentlere yapılacak hava akınlarıyla bozulmalı, zafer, art bölgenin çökertilmesiyle kazamlmalıydı. (Krş. G. Douhet, II donıinio dcil'nria, probabfli aspetti delc gucrra future, Verona, 1932.) Dönemin Fransız albayı Charles de Gauİle (1890-1970), yalnız yüz bin kişilik bir meslekten ordu istiyordu. Sürekli harekete hazır olacak olan bu ordu, güçlü tank birlikleriyle, topçu ve hava sınıfı yardımıyla ve motorize piyadesiyle savaşın ilk günlerinde sonuca ulaşacaktı. (Krş. C. de Gaulle, Vcrs Varmce de metier> Paris, Berger-Levraıılt, 1934.) İngiliz generali Fuller, savaşın iç savaşa dönüşmesinden kaçınmak için, askeri örgütlenişte niceliğin yerini niteliğin almasını istiyordu. Savaş

NOTLAR

327

sevk vc idaresi bilimsel bir biçimde yürütülmeli* sivil halka saidırılmalıydı. (Krş- J.F.C. Fuller, Warand Western Civitization, 1832-1932, Londra, Duckvvorth* 1932, s* 252-5) 108* 17 Mayıs 1933 günü Reichstag’da yaptığı dış politika açıklama­ sında Hitler, Versailles Antlaşmasının gözden geçirilmesini vc Alman­ ya'nın silahlanmasının “hak eşitliği”, “self determinasyon” ve wadil ba­ rış” adına uluslararası düzeyde onaylanmasını talep etti* (Bu konuda krş. Trotzki, “Hitler und die Abrüstung”, 2 Haziran 1932, ve “Pazifist Hit­ ler”, 23 Kasım 1933* Schriften über Deutschland, c. 2 içinde, |der.| H, Dahmcr, Frankfurt, EVA, 1971, s* 553-66 ve s. 635-8) Barış nutukları, Almanya'nın yeniden silahlanmasını örtbas edecekti. 21 Mayıs 1935’te Hitler şöyle diyordu: “Nasyonal sosyalist Almanya, barışı, içinin derinlik­ lerinden gelen dünya-görüşse! bir inanışla istiyor ... Huzur ve barıştan başka ne isteyebilirim? Almanya'nın barışa ihtiyacı var ve barışı istiyor!” (Waltcr Hofer [der*], Der Nationalsozialismus, Dokumente 1933-1945, Frankfurt* Fischer* 1957, s* 179) ikinci Dünya Savaşının başına dek Hit­ ler* “Denenmiş bir taktik kullanarak, bozulan antlaşmaların arkasından ‘değişmez' kararları yeni vaatler ve barış yeminlerine sarıp sarmalamışfır.” (K.D. Bracher, Die dcutseke Diktatur, Entstehung, Struktur, Eotgcn des Nationalsozialismus, Koln* Kiepcnheucr 6c Witsch, 1972* s. 325) 109. 26 Şubat 1936 günü Tokyo'da bir grup milliyetçi subay darbe yaptı* Binden fazla kişiyle kent merkezini işgal ederek Başbakan Okada'nın konutuna saldırdılar; çok sayıda hükümet üyesi öldürüldü. İsyan ancak üç gün sonra bastırıldı. (Krş. W.G. Beasley, The Modern History of Japan, New York* St. Martin's Press* 1981* s* 241vd, 250) 110. Az sayıda büyük konzernin üstünlüğü ve çalışan nüfusun yarı­ dan çoğunun istihdam edildiği geri bir tarım* yirmili ve otuzlu yılların Ja­ pon ekonomisini niteliyordu. Dünya iktisadi bunalımı dolayısıyla ihracat­ ta meydana gelen büyük gerilemenin özellikle ham ipek üreticileri, Japon köylülerinin aşağı yukarı yansı (özellikle yancılar) üzerindeki olumsuz et­ kisi ağır oldu. 1932\le Kuzey Japonya’da kıtlıklar görüldü. (Krş. Beasley, The Modern History of Japan, s. 230) 111* 1920 tarihli Polonya-Rus savaşının ardından Batı Ukrayna Po­ lonya'nın payına düştü. Polonya hükümeti, bu bölgede bir Polonyah(aş­ tırma siyaseti uyguladı. (Krş. “Westem Ukraine under Poland”, |der.| V. Kubijoviç, Ukrainey A Cotıcise Encylopedia içinde, Toronto University Press, 1963* s. 833-50) Trotskiy, 1939 Nisanında birleşik* Özgür ve (Po­ lonya ve Rus egemenliğinden) bağımsız bir Sovyet Ukrayna’sı talep etti. 112* Birinci Dünya Savaşının patlak verişinden (1914 Ağustosu) iki buçuk yıl sonra 1917 Şubatında Rus Devrimi başladı.

328

BÖLÜM 8

113. 1916 ile 1926 arası yıllarda Çin Cumhuriyeti, “warlord”larm (savaş ağaları) egemenliği altında bulunan çok sayıda eyalet ve bölgeye ayrıldı; merkezî hükümet ötekiler gibi bir hükümeti yalnızca. Rakip savaş ağalan arasında vc burjuva-milliyetçi Kuomintaııg ile komünistler arasın­ daki iç savaşlar, 1937’de Japon istilasıyla çakıştı; Japonlar, daha 1932’de Çin'in kuzeydoğu eyaletlerinde Mançurya kukla devletini kurmuşlardı. 114. “Avrupa Birleşik Devletleri” şiarı, hem Trotskiy hem de Lenin tarafından, Birinci Dünya Savaşının patlak vermesinden sonra ortaya atıl­ dı. (Krş. Deutscher, Trotzki, c. 1, s. 283-5; Lenin, “Die Aufgaben der revoltioııaren Sozialdemokratie im eııropâischen Krieg”, Ağustos 1914, LW 21, s. 1-5, özellikle s. 4vd; “ Der Krieg und die russisehe Sozialdemokratıe”, Eylül 1914, LW 21, s. 13-21, özellikle s. 19} Ne var ki 19İ5Tte Le­ nin, kapitalizmde “gerçekleştirilemez” ya da “gerici bir şiar” olduğu ve “bizim sosyalizme bağladığımız şey(in), ulusların hürriyet ve birliğinin polirik biçimi olan (Avrupa değil) Dünya Birleşik Devletleri” oiduğu şek­ linde çekinceler ileri sürdü. “Über die Losungger Vereİnigteıı Staaten von Europe”, Ağustos 1915, LW 21, s. 342*7, burada s. 347, "Avrupa Birle­ şik Devletleri Parolası Üzerine1*, Ağustos 1915, Seçme Yazılar, Gerçek, 1966, s. 80-4, burada s. 83-4) 1923 yılı bunalımı (Fransızların Ruhr’u İş­ gali, “Alman ekim inin hazırlığı) sırasında Komintern,Trotskiy’in öneri­ siyle “Avrupa Birleşik Sovyet Devletleri” şiarını benimsedi. (Krş. Trots­ kiy, “\Avrupa Birleşik Devletleri’ Şiarı için Zaman Olgunlaşmış mıdır?”, Rus. Pravda, 30 Haziran 1923 içinde, sonradan kendisi tarafından Europa und Amerika, Berlin, Neuer Dcucschcr Vcrlag, 1926, s. 92-9» kitabına alınmıştır. Ayrıca krş. aynı yazar, Die internationaie Rcvolution und dic Kommunistiscbe lttternatîonahy Berlin, Laub, 1929, s. 19-25; Carr, A History, c. 7, s. 493) 1926'ya kadar savunulmuş olan şiar, sonraları Staliıı-Buharin önderiiğince, “Trotskizmin” başlıca noktalarından biri ve “tek ülkede sosyalizm” ile bağdaşmaz olduğu gerekçesiyle reddedildi. (Krş. Carr, A History, c, 7, s. 504-7)

BÖLÜM 9

SSCB NEDİR?

Sovyet sanayiinde devletin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti neredeyse sınırsızdır. Tarımdaysa bit dıırum sadece ve sadcce, ekili toprağın yüzde onu kadarım oluşturan sovhozlarda geçerlidir. Kolhozlardaysa kooperatif veya birlik mülkiyet biçimleri, devlet ve özel mülkiyet biçimleriyle çeşitli oranlarda bir arada bulunabiliyor. Toprak her ne kadar yasal olarak devlete aitse de, “daimi” kullanım için kolektiflere devredilmiş durumda, bunun da birlik mülkiyet biçiminden pek farkı yoktur. Traktörlerle da­ ha karmaşık araçlar devlete aittir, daha küçük aletlerse kolektif­ lere. Dahası her kolhoz çiftçisi bir yandan da bireysel tarım işi yapıyor. Son olarak, köylülerin yüzde onundan fazlası bireysel çiftçi olarak nitelendirilebilir. 1934 sayımına göre nüfusun yüzde 28,1‘iııj devlet işletmele­ ri ile kurumlarında çalışan işçiler ile memurlar oluşturuyordu. 1935 yılına gelindiğinde sanayi ve inşaat işlerinde çalışan işçile­ rin sayısı yedi buçuk milyona varmıştı; bıı rakama aileleri dahil değildir. Kolhozlar ile kooperatif çatısı altında çalışan zanaat­ karlar, 1934 sayımında nüfusun yüzde 45,9’uııu oluşturuyordu. Öğrenciler* Kızıl Ordu mensupları* emekliler vc benzeri doğru­ dan devlete bağımlı kişilerse yüzde 3,4’ü oluşturuyordu. Nüfu­ sun toplam yüzde 74’ü “sosyalist sektör” altında sınıflandırıl329

330

BÖLÜM 9

mışrı; ülkenin temel sermayesinin yüzde 95,8’i işte bu yüzde 74’ün payına düşüyordu. 1934 yılında bireysel köylüler ile za­ naatkarlar halâ nüfusun yüzde 22,5’ini oluşturuyordu, halbuki bu kesimin, ulusal sermayeden aldığı pay yüzde 4’ten biraz faz­ laydı! 1934'ten bugüne başka sayım yapılmadı; önümüzdeki ilk sayım 1937’de yapılacak* Ama tabii geçtiğimiz iki yılda, özel sektörün, “sosyalist'' sektör lehine biraz daha daraldığına şüphe yok. Resmi iktisatçıların hesaplarına bakılırsa, bireysel köylüler ile zanaatkarlar bugün nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturu­ yor, yani on yedi milyon kadarlar* Ekonomik önemleriyse, sayı­ larından çok daha büyük bir azalma gösterdi. Merkez Komite Sekreteri Andreyev 1936 Nisanında şöyle konuştu: “Ülkemizde sosyalist üretimin göreli ağırlığının 1936'da yüzde 98,5'e ulaşa­ cağı öngörülüyor. Yani hâla sosyalist olmayan sektörlere ait, yüzde 1,5 gibi önemsiz bir oran kalabilir.” Bu iyimser rakamlar, ilk bakışta sosyalizmin ‘"nihai ve geri dönülemez” zaferinin tar­ tışma götürmez bir kanıtı gibi görünün Fakat aritmetiğin ardın­ da yatan toplumsal gerçekliği göremeyenlere yazıklar olsun! Bu rakamlara bile bir miktar çekiştirmeyle ulaşılmıştır: Kolhozların yanındaki özel toprakların da ‘"sosyalist” sektör kate­ gorisine konduğuna dikkat çekmek yeterlidir. Ancak sorunun can alıcı noktası bu değildir. Devletin ve ekonominin kolektif bi­ çimlerinin istatistik alanındaki tartışmasız muazzam üstünlükle­ ri, gelecek açısından önemli olmaya önemlidir, fakat bu, daha az önemli olmayan şu meseleyi bertaraf etmez: “Sosyalist” sektö­ rün kendi içindeki burjuva eğilimler meselesini, ki bu eğilimler sadece tarımda değil sanayide de mevcuttur. Halihazırda elde edilmiş olan maddi düzey, herkesin taleplerini daha da artırma­ ya yetecek kadar yüksek, herkesi tatmin etmekten ise tamamen uzaktır. Dolayısıyla ekonomik gelişmenin tam da kendi dinami­ ği, küçük burjuva iştahını kabartmak gibi bir nitelik barındırır; sadece köylüler ile “kafa” emeğinin temsilcileri arasında değil, proletaryanın üst kesimleri arasında da. Özel mülk sahipleri ile kolhoz çiftçileri; özel işletmesi olan zanaatkarlarla devlet mülki­

SSCB NEDİR?

331

yetindeki sanayi dallarında çalışanlar arasında kabaca bir anti­ tez ilişkisi kurmak, ülke ekonomisinin tamamına yayılan bu ka­ barık iştahların taşıdığı patlayıcı güç hakkında cn ufak fikir ver­ mez; genel anlamda söylersek bu iştahlar kendilerini “her biri­ miz topluma olabildiğince az verip ondan olabildiğince çok ala­ lım” şeklindeki arzuda ifade ederler. Bugün tüketim ve edinim sorunlarının çözümüne harcanan enerji vc zihinsel güç, kelimenin tam anlamıyla sosyalist inşa için harcananın gerisinde kalmıyor. Toplumsal emeğin son derece düşük olan verimliliği de kısmen bundan kaynaklanıyor. Devlet bir yandan kendini bu merkezkaç güçlerin moleküler harekeliy­ le sürekli mücadele halinde bulurken, hâkim grubun kendisi de yasal vc yasadışı kişisel birikimin cn bellibaşlı havuzunu oluşturuyor. Yeni hukuki normlar maskesi arkasında gizlenen küçük burjuva eğilimler elbette basitçe istatistiksel olarak belirlenemezler. Fakat iktisadi hayatta edindikleri gerçek üstünlüğü cn başta ‘‘sosyalist” bürokrasi, o rezil contradictio in adjecto * o sürekli büyüyen, kendisi de toplumdaki habis urların kaynağı olan top­ lumsal ucube kanıtlıyor. İleride göreceğimiz gibi tamamen bürokrasiyle devletin, dev­ letle halkın özdeşleştirilmesine dayanan yeni anayasada şöyle bir ifade var: "... devlet mülkiyeti, yani tüm halkın malları/’1Bu öz* deşleştirme, resmi doktrinin temel safsatasıdır. E11 başta Marx,m kendisinin, sonra Marksistlerin, işçi devleti bağlamında devlet mülkiyeti ile ulusal ve sosyalist mülkiyetleri basitçe eşan­ lamlı kullandıkları tamamen doğrudur- Geniş bir tarihsel ölçek­ te bakıldığında bu ifadeler özel bir uygunsuzluk taşımaz. Ancak bu özdeşleştirme, yeni bir toplumun—üstelik de tüm dünyadan yalıtılmış vc ekonomik anlamda kapitalist ülkelerin gerisinde kalmış bir toplumun—gelişmesindeki henüz kendini ispatlama­ mış ilk aşamalara uygulandığında, son derece kaba hataların kaynağı, adam kandırmanın daniskası olur. * Çelişik sıfat. Örneğin, yuvarlak üçgen—ç.n.

332

BÖLÜM 9

Özel mülkiyet toplumsal mülkiyet haline gelmek için kaçınılnıaz olarak devlet mülkiyeti aşamasından geçmek zorundadır, tıpkı bir tırtılın kelebek olmak için larva aşamasından geçmek zorunda olması gibi. Fakat larva, kelebek değildir. Milyonlarca larva asla kelebek olamadan ölür gider. Devlet mülkiyeti, ancak toplumsal ayrıcalık ve farklılaşmanın yok olduğu, dolayısıyla da devletin gerekliliğinin ortadan kalktığı noktada “tüm halkın*' mülkiyeti haline gelir. Başka bir deyişle devlet mülkiyeti, devlet mülkiyeti olmaktan çıktığı ölçüde sosyalist mülkiyete dönüşür. Bunun tam tersi dc doğrudur: Sovyet devleti halkın üzerinde ne kadar yükselirse ve kendini mülkiyetin bekçisi görüp, mülkü çarçur ediyor diye düşündüğü halk ile kendini ne kadar karşı karşıya koyarsa, devlet mülkiyetinin karakterinin sosyalist ol­ madığına o denli bariz bir şekilde tanıklık etmiş olur. “Sınıfların tamamen ortadan kaldırılmasından halâ çok uza­ ğız,"1 diye itiraf ediyor resmi basın, bunu derken de kentle kır, kafa emeğiyle kol emeği arasında halâ var olan farklılığı ima ediyor. Bu salt akademik kabulün, bürokrasinin gelirini, “kafa” emeği gibi onurlu bir paye ardında gizlemek gibi bir avantajı vat. Eflatun’u hakikatten daha değerli2 bulan şu “dostlar” da kendilerini o eski zamanlardaki eşitsizliğin kalıntılarını akade­ mik olarak kabul etmekle sınırlıyorlar. Gerçekteyse şu kendile­ rine sıkça başvurulan ‘"kalıntılar” Sovyet gerçekliğini açıkla­ makta tamamen yetersiz kalıyor. Kentle kır arasındaki farklar bazı açılardan azaldıysa, kentlerin ve kent kültürünün baş dön­ dürücü gelişmesinden—yani belirli bir kentli azınlığın konforu­ nun artmasından—dolayı, başka açılardan ciddi ölçüde derin­ leşmiştir. Kafa ile kol emeği arasındaki toplumsal mesafe, aşağı­ dan gelen gençlerin akademik kadroları doldurmalarına rağmen son yıllarda azalmamış, bilakis artmıştır. İncelmiş kentliyle ka­ ba saba mujik’in, bilim sihirbazı ile vasıfsız işçinin hayatını be­ lirleyen bin yıllık kast engelleri, biraz yumuşatılmış da olsa ya­ kın geçmişten günümüze korunmakla kalmamış, büyük ölçüde bu engellerin yenileri ortaya çıkmıştır ve bunlar da her geçen

SSCB NEDİR?

333

gün daha küstah bir niteliğe bürünmektedir. “Her şeye kadrolar karar verir” şeklindeki dillere destan slo­ gan, Sovyet toplum unun doğasını, Stalin’in arzu etmiş olabilece­ ğinden kat kat daha aslına uygun bir şekilde niteliyor.Kadro­ lar Özünde, tahakküm ve emir organlarıdır* Bir “kadrolar’’ kül­ tü her şeyin ötesinde, bir bürokrasi, bir resmiyet, bir teknoloji aristokrasisi kültüdür.4 Diğer meselelerde olduğu gibi kadrola­ rın kurulması ve geliştirilmesi meselesinde de Sovyet rejimi, tüm dünyada ileri burjuvazinin kendi ülkelerinde çok önceleri çöz­ müş olduğu sorunları çözmekle yükümlü hissediyor kendini. Ancak Sovyet kadroları sosyalist bir bayrak altında öne çıktık­ ları için, neredeyse ulvi bir hürmet ve düzenli artan bir maaş ta­ lep ediyorlar kendileri için, Böylece “sosyalist” kadroların geli­ şimine burjuva eşitsizliğinin yeniden doğumu eşlik ediyor. Üretim araçları mülkiyeti açısından bakıldığında bir mareşal ile bir hizmetçi kız; bir devlet tekeli yöneticisiyle bir vasıfsız işçi; bir halk komiserinin oğluyla bir sokak çocuğu arasında bir fark yok gibi görünür. Halbuki birinciler aristokratlara layık daire­ lerde oturur, ülkenin çeşitli yerlerindeki yazlık evlerin keyfini sü­ rer, kendilerine tahsis edilen en iyi otomobilleri kullanırlar vc ayakkabılarım boyamayı unutalı çok olmuştur. İkincilerse, ge­ nelde odası bile olmayan ahşap barakalarda oturur, yarı aç yarı tok dolaşır vc ayakkabılarını boyamazlar, zira yalınayak gezer­ ler. Bürokratın gözünde bu farklılık dikkate değer bir şey değil­ dir, Vasıfsız işçinin gözündeyse çok önemli bir farklılıktır bu, nedensiz de değildir. Yüzeyse] “tcorisyenler” elbette kendilerini, refahın bölüşümünün, üretiminden sonra geldiğini söyleyerek rahatlatabilirler. Halbuki burada etkileşim diyalektiği5 tüm gücünü gösterir. Dev­ letin mülkiyeti altındaki üretim araçlarının kaderi, bu kişisel va­ roluş biçimlerinin şu ya da bu yönde gitmesine bağlı olarak uzun vadede belirlenecektir. Şayet bir gemi, kolektif mülk ilan edilmiş ancak yolcular hâlâ birinci, ikinci, üçüncü mevki diye ayrılıyorlarsa, üçüncü mevki yolcuları açısından hayat koşulları arasında­

334

BÖLÜM 9

ki farklar, mülkiyet biçimlerine dair yasal değişikliklerden kat kat büyük önem taşıyacaktır. Öte yandan birinci mevki yolcula­ rı, ellerinde kahveleriyle, purolarıyla, kolektif mülkiyet biçimleri­ nin en önemli şey olduğu, rahat bir kamaranınsa hiçbir önemi ol­ madığı şeklindeki düşünceyi arz edeceklerdir. Buradan çıkacak husumet, istikrarsız kolektifi pekâlâ havaya uçurabilir* Sovyet basım, Moskova Hayvanat Bahçesini ziyaret eden kü­ çük bir oğlanın, “Şu fil kimin?'* sorusuna nasıl, “Devletin/' ce­ vabını verdiğini aktarıyor kendinden pek memnun bir şekilde. Oğlan, hemen ardından, “Yani biraz benim de/’ diyor. Halbu­ ki o fil gerçekten bölünseydi, kıymetli dişler bazı seçilmişlere gi­ der, birkaç kişi kendine fil butlarıyla ziyafet çeker, geri kalan büyük çoğunluksa tırnaklarla ve iç organlarla yetinmek zorun­ da kalırdı» Kendilerine düşen payı aldıktan sonra aynı çocuklar herhalde devlet mülkiyetiyle kendi mülkiyetlerini özdeşleştir­ mekte biraz güçlük çekerlerdi. Evsizler sadece devletten çaldık­ larını “kendilerinin” görür* Hayvanat bahçesindeki minik “sos­ yalist/’ büyük ihtimalle, L'etat—cye$t moi [“Devlet benim!’*]6 formülünden kendine pay çıkarmayı âdet edinmiş olan üst dü­ zey bir memurun oğluydu. Gözümüzde canlandırmak için toplumsal ilişkileri borsa dili­ ne tercüme edersek, vatandaşı, ülkenin tüm zenginliklerine sahip olan bir şirketin hissedarına benzetebiliriz. Mülkiyet tüm halka ait olsaydı, bu, tüm “hisselerin eşit dağıtılması, dolayısıyla her bir “hissedardın aynı temettüye hak kazandığı anlamına gelirdi. Halbuki vatandaşlar bu ulusal şirkete sadece “hissedar” olarak değil, ürctici olarak da karılır. Sosyalizm diye adlandırma konu­ sunda anlaşmış olduğumuz, komünizmin alt aşamasında emek karşılığı yapılan ödemeler hâlâ burjuva normlarıyla yapılıyor, yani vasfa, iş yoğunluğuna vb bakılarak. Boylece her vatandaşın geliri teorik olarak iki parçadan oluşur: a +b, yani temettü +üc­ ret. Sanayide kullanılan teknikler ne kadar ileriyse ve örgütlen­ me ne kadar mükemmele yakınsa, a’nın, b’yle karşılaştırmalı olarak yeri o denli yüksek olur ve eıııek açısından bireysel fark­

SSCB NEDİR?

335

ların hayat standardı üzerindeki etkisi de o denli az olur. Sovyet­ ler Birliğinde ücret farklarının kapitalist ülkelerdekinden az de­ ğil çok olduğu gerçeğinden hareketle, hisselerin Sovyet vatan­ daşları arasında eşit dağılmamış olduğu ve gelirleri içinde ücret­ ler kadar temettülerin de eşit olmadığı sonucuna varabiliriz. Va­ sıfsız bir işçinin yalnızca b kadar ücret almasına, bunun benzer koşullar altında kapitalist bir işletmede de alabileceği asgari üc­ ret olmasına karşılık Stahanovcu ya da bürokrat, 2a + b ya da 3a + b vb alır, bu arada b de 2b, 3b vb olabilir. Başka bir deyiş­ le, gelirdeki farklar sadece bireysel üretkenlikler arasındaki fark­ larla değil, ayııı zamanda üstü örtülü yollarla başkalarının eme­ ğinin ürünlerine el koymayla da belirlenir. Ayrıcalıklı bir hisse­ darlar azınlığı, aldatılmış çoğunluğun sırtından yaşıyor. Vasıfsız Sovyet işçisinin, teknik anlamda ve kültürel olarak benzer koşullarda olan kapitalist bir işletmede alacağından da­ ha yüksek bir ücret aldığını— yani gerçekten bir küçük hissedar olduğunu—varsayarsanız ücretinin a+b olduğunu kabul etmek zorundasınız. Bıı durumda daha üst düzey çalışanların ücretleri­ ni şu gibi formüllerle hesaplayacaksınız: 3a+2b, 10a+15b vb. Bu da vasıfsız işçinin bir hissesi, Stahanovcunun üç, uzmanın on hissesi olduğu anlamına gelir* Dahası, kelimenin tam anlamıyla bu kimselerin ücretleri arasında şöyle bir oran vardır: 1:2:15, Bu koşullar altında şu kutsal sosyalist mülkiyet ilahileri, idareciye veya Stahanovcuya, alt tabaka işçilere veya kolhoz köylüsüne nazaran kat kat daha fazla ikna cdicj gelir. Halbuki bu işçiler toplumun ezici çoğunluğunu oluşturur. Sosyalizm için önemli otan ise, yeni aristokrasi değil onlardı. “Ülkemizde işçi ücretli köle değildir, emek gücü denen metayı satan bir kimse dc değildir. O, özgür bir emekçidir,” {Pravda) İçinde bulunduğumuz dönem için bu yağcı formül, kabul edile­ mez bir palavradır. Fabrikaların devlete geçmesi işçinin duru­ munu sadece yasal anlamda değiştirmiştir. Gerçekteyse halâ yokluk içinde yaşamaya, belirli bir ücret karşılığı belirli saatler arasında çalışmaya zorlanıyor, İşçi, önceleri partiye ve sendika­

336

BÖLÜM 9

lara bağladığı ümitlerini, devrimden sonra kendi yarattığı devle­ te bağladı. Fakat bu aygıtın işe yarar bir şekilde işlemesinin, teknik ve kültürün düzeyiyle sınırlı olduğu anlaşılmıştır. Bu düzeyi yükseltmek için yeni devlet, işçilerin kasları vc sinirleri üzerinde o eski baskı yöntemlerine başvurmuştur. Böylcce bir köle güdücülcr müfrezesi yeşermiştir. Sanayinin yönetimi aşırı bürokratikleşmiştir. İşçiler fabrikanın yönetiminde herhangi bir etkiye sa­ hip değiller artık. Parça başına ücret, maddi varoluş koşullarının kötülüğü, özgür hareket edememe7 gibi şeylerin yanı sıra her fabrikaya sızmış olan korkunç polis baskısından dolayı bir işçi­ nin kendini “özgür bir emekçi” gibi hissetmesi gerçekten de zor­ dur. Onun bürokrasiye baktığında gördüğü şey yönetici, devle­ te baktığında gördüğüyse işverenidir. Özgür eıııek, bürokratik bir devletin varlığıyla bağdaşmaz. Yukarıda söylenenleri bazı değişikliklerle tüm ülke için söy­ leyebiliriz. Resmi teoriye göre kolhoz mülkiyeti, sosyalist mülki­ yet biçiminin özel bir türüdür. Pravtia*da çıkan bir yazıda şöyle deniyor: “Kolhozlar özünde zaten devlet işletmeleriyle aynı tür­ dendir, dolayısıyla da sosyalisttir.” Fakat bunun hemen ardın­ dan, tarımın sosyalist gelişiminin garanti altına alınmasının, “kolhozları Bolşevik Partinin yönetmesi” koşulunda yattığı söy­ leniyor. Yani Pravda bizi ekonomi alanından alıp siyaset alanı­ na getiriyor. Bu da özünde sosyalist ilişkilerin henüz kişiler ara­ sındaki gerçek ilişkilerde değil, otoritelerin alicenap yüreklerin­ de cisim bulduğu anlamına geliyor, işçiler o yüreğe güvenmez­ lerse çok iyi ederler. Gerçekte kolhozlar bireysel ekonomiyle devlet ekonomisi arasındaki yolda ortalarda bir yerde durur; bu­ ralardaki küçük burjuva eğilimler, son dcrece hızla artan özel toprak işletmeciliği ve ya da kolhoz mensuplarının yürüttükleri kişisel ekonomik faaliyetlerle alabildiğine besleniyor. Bireysel olarak işlenen topraklar, yüz sekiz milyon hektar ko­ lektif toprağa karşılık sadece dört milyon hektar olsa da—yani toprakların yüzde 4’üııden azını oluştursa da—toprağı özellikle sebze yetiştiriciliğinde yoğun yöntemlerle işlemenin getirdiği

SSCB NEDİR?

337

avantajlar sayesinde oraları işleyen köylü ailesini en önemli tü­ ketim mallarıyla donatır. Boynuzlu hayvanlar, koyun, domuz gibi çiftlik hayvanlannın Önemli bir bölümü, kolektiflerin değil kolhoz çiftçilerinin malıdır* Köylüler genelde kendi yan işletme­ lerini asıl işletme haline getiriyor, rantabl olmayan kolhozlan ikinci plana atıyorlar. Öte yandan yüksek ücretler ödeyen bu kolektifler, daha yüksek bir toplumsal düzeye geliyor, böylece hali vakti yerinde bir köylüler kategorisi oluşturuyor. Merkez­ kaç güçler henüz sönümlenmiyor, tanı tersi her geçen gün palazlamyor. Öyle veya böyle, kolektifler bugüne kadar kırsal alan­ daki ekonomik ilişkilerin sadece yasal biçimlerini, özellikle geli­ ri bölüştürme yöntemlerini dönüştürmeyi başardı; şu eski usul bostancılığa, hayvancılığa, mujik’in sırtındaki ağır işlerin ritmi­ ne neredeyse hiç dokunmadı. Kolektifler, devlete karşı eski tutu­ mu da değiştirmemiştir. Devlet ise artık kesinlikle toprak ağası veya burjuvaziye hizmet etmiyor, fakat köylerden fazlasıyla alıp kentlere veriyor vc çok sayıda, fazlasıyla açgözlü bürokratı ken­ dinde barındırıyor. 6 Ocak 1937 günü yapılacak Sovyet nüfus sayımı için şöyle bir toplumsal kategoriler listesi yapılmış: işçiler, memurlar, ko­ lektif çiftçiler, bireysel çiftçiler, bireysel zanaatkarlar, serbest meslek sahibi kişiler, din adamları vc çalışmayan öteki unsurlar. Resmi yoruma göre bu sayım listesinin başka toplumsal unsur­ ları içermemesinin tek nedeni Sovyetler Birliğinde sınıfların ol­ maması. Gerçekteyse bu listeyi oluşturmanın ardında yatan asıl niyet, ayrıcalıklı üst katmanlar ile en büyük yoksunluk içinde olan alt kesimleri gizlemek. Dürüst bir sayım sayesinde kolayca ortaya konabileceği ve konması gerektiği gibi Sovyet toplumunun gerçek katmanları şu şekildedir: burjuva koşullarında yaşa­ yan yüksek bürokratlar, uzmanlar vb; küçük burjuva yaşam dü­ zeyini tutturan orta ve alt kesimler; işçi vc kolhoz aristokrasisi— ki bunlar da bir öncekilerle yaklaşık olarak aynı düzeyi tutturur­ lar; orta kesim işçi kitlesi; kolhoz çiftçilerinin orta katmanları; bircyscljtöylü ve küçük esnaf; kısmen lümpen proletaryaya ör-

338

BÖLÜM 9

tüşen, alt katmanlarda yer alan işçi ve köylüler; sokak çocukla rı, fahişeler vb. Yeni anayasa Sovyetler Birliğinde "insanın insan tarafındaı sömürüsünün kaldırıldığını* ilan ederken,5 doğru söylemiyor Yeni toplumsal farklılaşma, insanın insanı sömürmesinin er barbar biçiminin geri gelişinin koşullarını yaratmıştır: İnsanı ki­ şisel hizmet için köle olarak satın almak* Yeni sayım listelerinde özel hizmetçilerden eser yok. Besbelli genel “işçi” kategoris. içinde kaynayacaklar. Öte yandan burada insanın aklına bir do­ lu soru geliyor: Sosyalist vatandaşın hizmetçileri var mıdır, var­ sa bunlar kaç kişidir (oda hizmetçisi, aşçı, özel bakıcı, dadı, şo­ för)? Kişisel kullanımına verilmiş bir otomobil var mıdır? Kaç oda işgal ediyor? vb. Bu kimselerin kazançlarının kadeıııclendirilmesine dair tek kelime bulamazsınız bu listelerde! Başkasının emek gücünü sömürmenin sonucunun, siyasi hakların yitirilme­ si olmasını öngören yasa yeniden yürürlüğe sokulacak olsa, ege­ men tabakanın seçkinlerinin Sovyet anayasasının dışına çıktıkla­ rı ortaya çıkıverirdi.9 Bereket versin, haklar konusunda dört ba­ şı mamur bir eşitlik kurdular... hem hizmetçi hem efendi için! Sovyet rejiminin derinliklerinden iki zıt eğilim çıkmakta. Re­ jim, çürümek te olan bir kapitalizmin aksine, üretici güçleri ge­ liştirdiği ölçüde, sosyalizmin ekonomik temelini hazırlıyor; cn tepedeki katmanın yararına, burjuva bölüşüm normlarının her geçen gün daha aşırılaşan ifadelerini ortaya çıkardıkça, bir ka­ pitalist restorasyonun hazırlığını yapıyor. Mülkiyet biçimleri ile bölüşüm normları arasındaki zıtlık, sınırsızca artamaz. Ya bur­ juva normları, şu veya bu biçimde üretim araçlarına nüfuz et­ mek zorundadır ya da bölüşüm normları, sosyalist mülkiyet sis­ temine uygun hale getirilmelidir. Bürokrasi, bu alternatifin ortaya konması karşısında dehşete düşüyor. Her yerde, basında, verilen söylevlerde, istatistiklerde, edebiyatçılarının yazdıkları romanlarda, şairlerinin dizelerinde ve son olarak yeni anayasa metninin kendisinde, bürokrasi kent­ te ve kırdaki gerçek ilişkileri, sosyalist lügatten aldığı soyutlama­

SSCB NEDİR?

339

larla, özenle gizlemeye çalışıyor. Resmi ideolojinin böylesine cansız, yeteneksiz ve sahte oluşunun nedeni işte budur. 1. D evlet K a p It a l Iz m I Mi?

Bize yabancı olan fenomenler karşısında çoğu kez aşina olduğu­ muz kavramlara sığınırız. Sovyet rejimi muammasını, bu rejimi “devlet kapitalizmi” *0 diye adlandırarak gizlemeye girişenler ol­ du. Bu terimin, tam olarak ne anlama geldiğini kimsenin bilme­ mesi gibi bir avantajı vardır. “Devlet kapitalizmi” terimi ilk ola­ rak, bir burjuva devletin, ulaşım araçlarının veya sanayi girişim­ lerinin doğrudan işletmesini üstlendiği durumlarda ortaya çıkan fenomenleri nitelemek için ortaya atılmıştı. Bu önlemlerin tam da gerekliliği, üretici güçlerin kapitalizmin boyunu aştığına ve pratikte onu bir tür kısmi kendini inkâra zorladığına dair işaret­ lerden biridir. Ancak bu aşınmış sistem, kendini inkâr unsurla­ rıyla beraber, yine bir kapitalist sistem olarak var olmaya devam eder. Teorik olarak burjuvazinin bütün olarak bir anonim şirket olduğu ve devleti aracılığıyla tüm ulusal ekonomiyi idare ettiği bir durum hayal etmek pekâla mümkündür. Böyle bir rejimin ekonomi yasalarının herhangi gizemli bir yönü yoktur, iyi bilin­ diği gibi tek bir kapitalist, artık değerin, kendi işletmesindeki iş­ çilerin doğrudan ürettikleri parçasını değil, tüm ülkede üretilen toplam artık değerden, koyduğu sermayeyle orantılı olarak ken­ dine düşen payı kâr biçiminde alır. Eksiksiz bir “devlet kapita­ lizmi” altında, bu eşit kâr oranı yasası—farklı sermayeler ara­ sında rekabet gibi—dolambaçlı yollardan değil, doğrudan dev­ let muhasebesi tarafından hiç dolambaçsız, doğrudan uygulana­ bilir. Öte yandan böyle bir rejim asla var olmadı ve mülk sahip­ lerinin kendileri arasındaki derin çelişkilerden dolayı, asla var olmayacaktır da; özellikle de devlet, kapitalist mülkiyetin genel temsilcisi olarak toplumsal devrim için fazlasıyla cazip bir nesne olacağı için.

340

BÖLÜM 9

Savaş sırasında, özellikle faşist ekonomi deneyleri sırasında “devlet kapitalizmi” terimi, pek çok durumda devletin müdaha­ leci ve düzenleyici olduğu bir sistem olarak anlaşıldı. Fransızlar bunun için çok daha uygun bir terim kullanırlar: Etatism [Dev­ letçilik—ç.n.]. Devlet kapitalizmiyle "devletçilik” arasında şüp­ hesiz temas noktaları vardır, fakat bir sistem olarak ele alındık­ larında bu ikisi özdeş olmaktan çok karşıttır. Devlet kapitaliz­ mi, özel mülkiyet yerine devlet mülkiyetinin konmasıdır ve tam da bu nedenle bir istisna olarak kalır. Devletçilik, ister Mussolini İtalya’sında olsun,11 ister Hitler Almanya'sında,12 ister Roosevelt Amerika'sında,13 ister Leon Blum Fransa’sında,14 özel mülkiyet temelinde devlet müdahaleciliği anlamına gelir, amacı onu kurtarmaktır. Hükümet programları ne olursa olsun, çürümekte olan sistemin hasarlarını, kaçınılmaz olarak güçlü omuzlardan zayıflara yüklemeye yönelir. Küçük mülk sahibini tamamen mahvolmaktan, sadece varlığı* büyük mülk sahipliği­ nin korunması için gerekli olmaya devam ettiği sürcce “kurta­ rır.” Devletçiliğin planlı önlemleri, üretici güçlerin gelişiminin gerekleri tarafından değil, Özel mülkiyete karşı başka İdıran üre­ tici güçler pahasına özel mülkiyetin korunması kaygısı tarafın­ dan belirlenir. Devletçilik, tekniğin gelişimini frenlemek; verim­ siz işletmeleri desteklemek, asalak toplumsal katmanları yaşat­ mak demektir. Tek kelimeyle devletçilik, tamamen gerici bir ka­ raktere sahiptir15 Mussolini'nin şu sözleri kelimenin doğrudan anlamıyla alın­ mamalıdır: “Italyan ekonomisinin, gerek sınai gerek tarımsal ayaklarının dörtte üçü devletin elindedir.” {26 Mayıs 1934)16 Faşist devlet, işletmelerin sahibi değil, ancak bunların sahipleri arasında bir aracıdır. Bu iki şey aynı değildir. Bu konuda Popolo dTtalia şöyle diyor: “Korporatif devlet17 ekonomiyi yönlen­ dirir ve birleştirir, ama onu işletmez (diriğe e porta alla imita Veconomia, ma non fa l'economia, non gestisce), ki üretim teke­ liyle birlikte bu, kolektivizmden başka bir şey olmaz.” 18 {11 Ha­ ziran 1936) Köylülere ve genel olarak küçük mülk sahiplerine

SSCB NEDİR?

341

karşı faşist bürokrasi, tehditkâr bir ağa ve efendi tavrı takınır. Kapitalist dev kuruluşlara karşıysa bu tavır, birinci dercceden büyükelçi tavrına dönüşür. “Korporatif devlet/’ diye yazar Marksist Feroci,19 “tekelci sermayenin tezgâhtarından başka bir şey değildir,,. Mussolini işletmelerin tüm rizikolarını devletin üzerine almakta, sanayicilere yalnızca sömürünün kânnı bırakmaktadır,”20 bu söylediklerinde dc haklıdır. Bu konuda Hitler de Mussolini’yi takip eder. Planlama ilkesinin sınırlan gibi onun gerçek içeriği de faşist devletin sınıfsal bağımlılığıyla belirlenir. Sorun toplum yararına doğa üzerinde insan egemenliğini artır­ maya ilişkin değil, birkaç kişinin yararına toplumu sömürmeye ilişkindir. Mussolini şöyle böbürlenir: “Eğer İtalya’da devlet ka­ pitalizmi ya da devlet sosyalizmi kurmayı arzu etseydim—ki bu gerçekte olmamıştır—bugün elimde tüm gerekli ve yeterli nesnel koşullar bulunurdu.”21 Biri dışında tümü: Kapitalist sınıftn mülksüzleştirilmesi. Bu koşulu gerçekleştirmek için faşizmin, barikatların öteki yanma geçmesi gerekirdi—“ki bu gerçekte ol­ mamıştır,” Mussolini’nin telaşla eklediği gibi ve kuşkusuz olma­ yacaktır da. Kapitalistleri mülksüzleştirmek başka kuvvetlere, başka kadrolara ve başka önderlere gereksinme duyar. Üretim güçlerinin devler elinde ilk defa yoğunlaştırılması ta­ rihte proletarya tarafından, toplumsal devrim yöntemiyle başa­ rılmıştır, kapitalistler tarafından devletin tröstleştirılmesi yönte­ miyle değil. Kısa çözümlememiz, kapitalist devletçilikle Sovyet sistemini özdeşleştirme çabalarının nc denli saçma olduğunu göstermeye yeterlidir. Birincisi gerici, İkincisi ilericidir. 2 . B ü r o k r a s i H â k im Sin if m id ir ?

Sınıflar, ekonominin toplumsal sistemi içindeki konumlarıyla ve özellikle üretim araçlarıyla olan ilişkileriyle nitelenir. Uygar toplumlarda mülkiyet ilişkileri yasalarla geçerli kılınır. Toprağın, sanayide üretim araçlarının, nakliye ve değiştokuşun kamulaştı­ rılması, dış ticaretteki tekel ile birlikte Sovyet toplumsal yapısı-

342

BÖLÜM 9

nın temelini oluşturur* işte proleter devriminin bu kazanımı, bizim gözümüzde SSCB’yi bir proleter devleti olarak tanımlar* Aracılık ve düzenleyicilik işlevlerinde* toplumsal katmanları koruma kaygısında ve kişisel amaçlar için devlet aygıtını sömür­ mesinde Sovyet bürokrasisi, tüm öteki bürokrasilere, özellikle de faşist bürokrasiye benzer*22 Ancak aynı zamanda onlardan birçok yönden farklıdır. Bir bürokrasi başka hiçbir rejimde hâ­ kim sınıftan bu denli bir bağımsızlık kazanmamıştır. Burjuva toplumunda bürokrasi) varlıklı ve eğitimli, elinde işlerin günlük denetimi için sayısız araç bulunduran bir sınıfın çıkarlarını tem­ sil eder. Sovyet bürokrasisi, umutsuzluk ve karanlıktan pek kurtulamayan> hâkimiyet ve komuta konusunda hiçbir geleneğe sa­ hip olmayan bir sınıfın üzerinde yükselmiştir. Kendilerini ikti­ darda buldukları zaman faşistler, ortak çıkar, dostluk, evlilik vb bağlarla büyük burjuvaziyle birleşirken2^ Sovyet bürokrasisi, yanında ulusal bir burjuvazi olmaksızın burjuva âdetlerini be­ nimsiyor. Bu anlamda onun bürokrasiden biraz fazlaca bir şey olduğunu yadsıyamayız. Kelimenin tanı anlamıyla o, Sovyet toplumundaki tek ayrıcalıklı ve buyurucu tabakadır. Bir başka fark da en az o denli önemlidir. Sovyet bürokrasi­ si kendi yöntemleriyle toplumsal kazanımlarım korumak için proletaryayı politik olarak mülksüzleştirmiştir. Ama başlıca üre­ tim güçlerinin devlet elinde toplandığı bir ülkede bizzat siyasal iktidara el koyması olgusu, bürokrasi ile ulusun zenginlikleri arasında yepyeni vc şimdiye dek hiç bilinmeyen bir ilişki yaratıyor. Üretim araçları devlete aittir. Ama devlet sözün gelişi, bü­ rokrasiye “ait”tir. Şimdiki halde tümüyle yeni olan bu ilişkiler işçilerden gelecek bir direnç olsun ya da olmasın katılaşacak, standartlaşacak ve meşrulaşacak olursa, uzun vadede proleter devrimin toplumsal kazanımlarının tümden tasfiyesine yol aça­ caklardır- Ama şu anda bu olaydan söz etmek içiıı en azından vakit erken. Proletarya henüz son sözünü söylememiştir. Bürok­ rasi henüz farklı mülkiyet koşulları altında kendi hâkimiyeti için gerekli toplumsal temelleri yaratmamıştır. Kendi iktidarının vc

SSCB NEDİR?

343

gelirinin kaynağı olarak devlet mülkiyetini korumak zorunda­ dır, Eyleminin bu yönüyle o hâlâ proletarya diktatörlüğünün bir aleti olarak kalmaktadır. Sovyet bürokrasisini bir “devlet kapitalistleri” sınıfı olarak görme çabası açıktır ki eleştiriye direnemez. Bürokrasinin ne his­ se senetleri ne tahvilleri var. Kendine özgü farklı bir mülkiyet ilişkisinden bağımsız olarak bir idari hiyerarşi biçiminde devşirilmek te, desteklenmekte ve yenilenmektedir. Birey olarak bü­ rokrat, devlet aygıtının sömürü haklarını mirasçılarına devrede* mez. Bürokrasinin, ayrıcalıklarından yararlanması, iktidarı kö­ tüye kullanma biçimindedir* Gelirini saklar; omda özel bir top­ lumsal grup yokmuş gibi bile davranır. Ulusal gelirin dev bir parçasına el koyması toplumsal asalaklık niteliğindedir* Eksiksiz gücüne ve onu gizleyen yağcılık biçimindeki sis perdesine karşın bütün bunlar, buyurucu Sovyet tabakasının konumunu en üst derecede çelişkili, ikircikli ve saygınlıktan yoksun bir hale geti­ rir.24 Tarihin akışı içinde burjuva toplumu, toplumsal temellerini değiştirmeden birçok siyasal rejimi ve bürokratik kastı yerinden etmiştir. Üretim yöntemlerinin üstünlüğü ile feodal ve lonca iliş­ kilerinin restorasyonuna karşı kendini korumuştur* Devlet gücü kapitalist gelişmeyle ya işbirliği etmeyi ya da ona karşı frenler koymayı başarabilmiştir. Ama genel olarak üretici güçler, özel mülkiyet ve rekabet temeli üzerindeki kendi kaderlerini yarat­ makla meşgul olmuşlardır* Bunun karşıtı olarak sosyalist dev­ rimle ortaya çıkan mülkiyet ilişkileri, bunların ambarlandığı ye­ ni devletle ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir* Sosyalist eğilim­ lerin küçük burjuva eğilimlere egemen olması, ekonomide oto­ matikleşmeyle değil—ki bundan hâlâ çok uzaklardayız—dikta­ törlük tarafından alınan siyasal Önlemlerle garanti altına alın­ maktadır* Dolayısıyla tüm ekonominin karakteri, devletin ka­ rakterine bağımlıdır* Sovyet rejiminin çöküşü kaçınılmaz olarak planlı ekonomi­ nin çöküşüne ve böylelikle dc devlet mülkiyetinin ortadan kalk­

344

BÖLÜM 9

masına yol açacaktır. Devlet tekelleri ve onların içinde yer alan fabrikalar arasındaki zorunlu bağ yok olacaktır. İçlerinde daha başarılı olan işletmeler, bağımsızlık yoluna girmeyi becerecekler­ dir. Bunlar kendilerini anonim şirketlere dönüştürebilirler ya da bir başka geçici mülkiyet biçimi bulabilirler; örneğin bunlardan bir tanesi işçilerin kârdan pay aldıkları bir sistem olabilir. Aynı zamanda kolhozlar da parçalanırlar* hem dc çok daha kolay bir şekilde. Yeni bir sosyalist iktidarın onun yerini almaması halin­ de şimdiki bürokratik diktatörlüğün devrilmesi, böylelikle kapi­ talist ilişkilere geri dönüş vc onunla birlikte dc sanayi vc kültür­ de feci bir gerileme anlamını taşıyacaktır. Ama eğer bir sosyalist hükümet, planlı ekonominin korun­ ması ve gelişmesi için hâlâ mutlak anlamda gerekliyse, şimdiki Sovyet hükümetinin kimlere dayandığı ve politikasının sosyalist karakterinin ne dereceye kadar güvence altında olduğu sorusu büsbütün önem kazanıyor* 1922 yılının Mart ayında, XI. Parti Kongresinde pratikte partiye veda niteliğinde olan konuşmasın­ da Lenin, yönetici çevrelere şöyle hitap ediyordu: “Tarih her tür­ den dönüşümlere tanıklık etmiştir, inanca, fedakârlığa ve başka fevkalade manevi özelliklere güvenmek; bu, siyasette ciddiye alı­ nacak bir şey değildir.”25 Maddi koşullar, bilinci belirler. Son on beş yıl içinde hükümet, toplumsal bileşimini fikirlerinden bi­ le daha radikal bir şekilde değiştirmiştir. Sovyet toplumundaki tüm tabakalar içinde kendi toplumsal sorununu en iyi çözen ve şu anki durumundan olabildiğince memnun olan tabaka bürokrasi olduğuna göre, politikasının sosyalist yörıü için herhangi bir öznel garanti sunmaktan bütünüyle uzaktır. Devlet mülkiyetini korumayı sürdürmesi ancak proletaryaya karşı duyduğu korku ölçüsündedir. Bu kurtarıcı korku, Termidor bürokrasisinin do­ lup taştığı burjuva gericiliğinin karşıtı olan sosyalist eğilimlerin en bilinçli ifadesi, illegal Bolşcvik-Lcninist Parti26 tarafından beslenmekte vc desteklenmektedir. Bilinçli bir siyasal güç olarak bürokrasi, devrime ihanet etmiştir. Ama Allahtan muzaffer bir devrim yalnızca bir program ve bir bayrak değil, yalnızca siya­

SSCB NEDİR?

345

sal kurumlar değil, aynı zamanda bir toplumsal iJişkiler sistemi­ dir Ona ihanet etmek yeterli değildir. Onu devirmek gereklidir. Ekim Devrimi, iktidar tabakası tarafından ihanete uğramıştır ama henüz devrilmemiştir, Onun büyük bir direnme gücü vardır ve bu, kurulu mülkiyet ilişkileriyle, proletaryanın yaşayan kuv­ vetiyle, onun en iyi unsurlarının bilinciyle, dünya kapitalizminin çıkmazıyla ve dünya devriminin kaçınılmazlığıyla örtüşür. 3.

SSCB'nIn T o p lu m s a l

K a r a k te r i S o ru n u H e n ü z

T a RİH TARAFINDAN KARARA BAĞLANMAMIŞTIR Şimdiki Sovyetler Birliğinin karakterini daha iyi anlayabilmek için geleceği hakkında değişik iki varsayımda bulunalım: Önce Sovyet bürokrasisinin, eski Bolşevizmin tüm özelliklerine sahip, dahası son dönemde biriken dünya deneyimiyle de zenginleşmiş bir devrimci parti tarafından devrildiğini varsayalım. Böyle bir parti işe, sendikalara ve Sovyetlere demokrasiyi geri getirmekle başlayacaktır, Sovyet partilerinin özgürlüğünü de geri getirebile­ cek, aslında zorunlu olarak bunu yapacaktır. Kitlelerle birlikte ve onların başında, devlet aygıtında acımasız bir temizliğe girişe­ cektir. Rütbe ve nişanları, her türlü ayrıcalığı kaldıracak ve emeğin karşılığını ödemede eşitsizliği, ekonominin ve devlet aygıtı­ nın yaşam zorunluluklarıyla sınırlayacaktır. Gençliğe bağımsız düşünmesi, öğrenmesi, eleştirmesi ve büyümesi için özgürlük ve fırsat verecektir, İşçi vc köylü yığınlarının çıkar vc isteklerine uy­ gun olarak ulusal gelirin dağılımında köklü değişiklikler getire­ cektir. Ama mülkiyet konusunda devrimci önlemlere başvurması gerekmeyecektir. Planlı ekonomi deneyini koruyacak ve onu da­ ha da geliştirecektir. Politik devrimden—yani bürokrasinin ye­ rinden edilmesinden—sonra proletarya ekonomiye bir dizi çok önemli reform getirmek zorunda kalacaktır, ama yeni bir top­ lumsal devrim değil. ikinci varsayım da şu olsun: Bir burjuva partisi şu anda ikti­ darda olan Sovyet kastını devirmiş olsun; bu durumda şimdiki

346

BÖLÜM 9

bürokratlar, yöneticiler, teknisyenler, parti sekreterleri ve genel olarak ayrıcalıklı üst düzey çevreler arasında çok sayıda hazır uşak bulacaktır. Devlet aygıtında bir temizlik, doğal olarak bu durumda da gerekli olacaktır. Ama bir burjuva restorasyonunun bir devrimci partiye göre daha az sayıda insan temizlemesi ola­ sıdır. Yeni iktidarın başlıca işi üretim araçlarında öze] mülkiye­ ti geri getirmek olacaktır. Her şeyden önce, zayıf kolektif çiftlik­ lerden güçlü çiftçiler yetiştirmenin ve güçlü kolektifleri burjuva tipi üretici kooperatiflerine—yani tarımsal anonim şirketlere— dönüştürmenin koşullarını yaratmak gerekli olacaktır. Sanayi alanında kamulaştırmanın çözülüşü, önce hafif sanayi ve gıda sanayiiyle başlayacaktır. Geçiş dönemi için planlama ilkesi dev­ let gücüyle tek tek “korporasyonlar”—yani Sovyet sanayi bal­ kanları arasında olası mal sahipleri, sürgündeki eski mal sahip­ leri ve yabancı kapitalistler—arasında bir dizi uzlaşmaya dönüş­ türülecektir. Sovyet bürokrasisinin burjuva restorasyonunu ha­ zırlamak yolunda epeyce mesafe katetmiş olmasına karşı yeni rejim, mülkiyet biçimleri ve sanayi yöntemleri konusunda bir re­ form değil, toplumsal bir devrim yapmak zorunda kalacaktır. Bir de üçüncü bir şık varsayalım: Ne devrimci ne de karşıdevrimci bir parti iktidarı ele geçirmiş olsun. Bürokrasi, devletin ba­ şında işine devam eder. Bu koşullar altında bile toplumsal ilişki­ lerin evrimi sürecektir. Bürokrasinin barışçıl olarak ve kendi is­ teğiyle toplumsal eşitlik adına kendisinden vazgeçmesine güvenemeyiz. Eğer böylesi bir işlemin fazlasıyla açık olan tüm rahat­ sızlıklarına karşın, şu anda rütbeleri ve nişanlan getirmeyi ola­ naklı bulduysa, kaçınılmaz olarak ilerideki aşamalarda da ken­ disine mülkiyet ilişkilerinde destek arayacaktır. Denebilir ki, ona gerekli geliri sağladığı sürece büyük bürokrat, hâkim mül­ kiyet biçimlerinin ne olduğuna pek aldırış etmez. Böyle bir sav yalnızca bürokratın kendi haklarının istikrarsızlığını değil, ço­ cuklarının hakları ne olacak sorusunu da göz ardı eder. Yeni ai­ le tapınması gökten zembille inmemiştir. Ayrıcalıklar eğer insan­ ların çocuğuna aktarılamıyorsa kıymetlerinin ancak yarısı kadar

SSCB NEDİR?

347

ederler. Vasiyet hakkı, mülkiyet hakkının ayrılmaz parçasıdır. Bir devlet tekelinin müdürü olmak yeterli değildir; aynı zaman­ da hissedar da olmak gereklidir. Belirleyici özelliğe sahip bu alanda bürokrasinin zaferi, onun yeni bir varlıklı sınıfa dönüş­ mesi anlamını taşıyacaktır. Öte yandan proletaryanın bürokra­ siye karşı zaferi, sosyalist devrimin yeniden canlanmasını garan­ tileyecektir. Üçüncü şık dolayısıyla bizi ilk ikisine getirir ki za­ ten onları daha açık ve anlaşılır olmak için zikretmiştik. #

#

*

Sovyet rejimini geçici ya da ara rejim olarak tanımlamak, kapi­ talizm (ve onunla birlikte “devlet kapitalizmi”) ve aynı zaman­ da da sosyalizm gibi ucu kapalı toplumsal kategorileri terk et­ mek anlamını taşır. Ama kendi başına tamamıyla yetersiz ol­ maktan başka böyle bir tanımlama aynı zamanda* şimdiki Sov­ yet rejiminden yalnızca sosyalizme geçişin olanaklı olduğu gibi yanlış bir fikrin de çıkmasına yol açabilir. Gerçekteyse kapitaliz­ me bir geri dönüş tümüyle olanaklıdır. Daha eksiksiz bir tanım­ lama zorunlu olarak karmaşık ve hantal olacaktır. Sovyetler Birliği kapitalizm ile sosyalizm arasında yarı yolda bulunan çelişkili bir toplumdur ki burada: (a) Üretici güçler dev­ let mülkiyetine sosyalist bir karakter verebilmek için hâlâ yeter­ li olmaktan çok uzaktır; (b) Kıtlığın yarattığı ilkel birikim eğili­ mi, planlı ekonominin sayısız gediklerinden sızıyor; (c) Burjuva karakterini koruyan bölüşüm normları, yeni toplumsal farklılaş­ manın temelinde yatıyor; (d) Bir yandan yavaş yavaş emekçile­ rin durumunu düzeltmekte olan ekonomik büyüme, aynı za­ manda ayrıcalıklı bir tabakanın hızla oluşmasını körüklüyor; (e) Toplumsal uzlaşmazlıkları sömüren bürokrasi, kendini sosyaliz­ me yabancı, denetimsiz bir kasta dönüştürmüştür; (f) İktidar partisince ihanete uğratılan toplumsal devrim, hâlâ mülkiyet ilişkilerinde ve emekçi kitlelerin bilincinde varlığını sürdürüyor; (g) Biriken çelişkilerin daha da gelişmesi, sosyalizme olduğu gi-

348

BÖLÜM 9

bt, geriye dönüp kapitalizme de yol açabilir; (h) Karşıdevrim ka­ pitalizme doğru aldığı yolda, işçilerin direncini kırmak zorunda kalacaktır; (i) işçiler sosyalizme doğru aldıkları yolda bürokra­ siyi devirmek zorunda kalacaklardır. Son çözümlemede soru> yaşayan toplumsal güçlerin, hem ulusal düzeyde hem tüm dün­ yadaki mücadelesiyle karara bağlanacaktır* Doktrinciler kuşkusuz bu varsayımsal tanımlamayla tatmin olmayacaklardır. Onlar kategorik formüller isteyeceklerdir: Evet-evet; hayır-hayır.27 Toplumsal olguların her zaman ucu ka­ palı bir karakteri olsaydı sosyolojik problemler kuşkusuz daha basit oturdu. Ancak mantıksal bütünlük uğruna bugün sizin şe­ manızı bozan ve yarın onu tümüyle tersine çevirebilecek olan öğeleri gerçeğin dışına atmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur. Çözümlememizde biz, daha önce görülmeyen ve benzer örnekle­ ri bulunmayan dinamik toplumsal formasyonlara haksızlık et­ mekten özellikle kaçındık. Siyasal olduğu gibi bilimsel görev de ucu açık bir sürece ucu kapalı bir tanım getirmek değil, onun tüm aşamalarım izlemek, içindeki ilerici eğilimlerle gerici olan­ ları birbirinden ayırmak, bunların karşılıklı ilişkilerini sergile­ mek, çeşitli gelişme ihtimallerini öngörmek ve bıı öngörüde ey­ lem için bir zemin bulmaktır.

NOTLAR

349

NOTLAR: BÖLÜM 9 1. “Sovyetler Birliğinde sosyalist mülkiyet, ya devlet mülkiyeti (genel halk mülkiyeti) biçimine ya da kooperatif-kolektif işletme mülkiyeti (tek tek kolektif işletmelerin mülkiyeti, kooperatif birliklerinin mülkiyeti) bi­ çimine sahiptir.” (“ Enrvvurf der Vcrfassung der Union der Sozialistischen Sovvjetrepuhliken vorgelegt von der Verfassungskommissıon des ZEK der UdSSR und vom Prasidium des ZEK der UdSSR gebilligt zur Einreichung zwecks Behandlung durch den Unionskongrefi der Sovvjets”, Rıtndscbau, sayı 28 içinde, 18 Haziran 1936, s. 1093-100, burada s* 1093) 2. “Eflatun'un arkadaşıyım ama daha çok gerçeğin dostuyum” (Ahu­ cu* Plato, sed magis omica veritas) sözü, Eflatuncun PfarfT/on’ıındaki bir ifadeye dayanır* Sokrates burada şöyle der: “Size gelince, inanın bana. Sokrates’e pek bakmayın, daha çok hakikatle ilgilenin.” {Pbaidon, Bölüm 49, 91) Bu deyişe, arasözü kabilinden İskenderiyeli filozof Ammonios Hermeio {y. MS 385) ile tngiliz ilahiyatçısı Roger BacoıVda (y. 1219-92)* Sokratcs’in adının yerine Eflanin’ıınkinin konması Martin Luther ile baş­ lamışsa da ünlü sözün nihai versiyonunun Migucl Cervantcs de Saavcdra’ya (1547-1616) dayandığı anlaşılmaktadır* Trotskiy'e goıc “Sovyetler Birliği dostlan” için Stalin (ya da bürokrasi) hakikatten daha değerliydi* 3. “Eğer birinci sınıf işletmelerimizde ve fabrikalarımızda, sovbozları­ mızda vc kol bozlarımızda-* Kızıl Ordumuzda, yeterli sayıda, bıı tekniğe egemen olacak yetenekte kadrolar olsaydı, ülkemiz bugün elde ettiğinden üç dört kat daha büyük bir sonuç ekle ederdi, işte bu nedenle, en büyük çabamız, tekniğe hükmetmesini bilen insanlara, kadrolara, emekçilere yö­ nelmelidir. İşte bu yiizden, ülkemizde teknik kitliğin, ortalığı kırıp geçir­ diği, aıtık günü geçmiş bir dönemi yansıtan, eski, ‘teknik her şeyi belirler’ sloganının yerini şimdi yeni bir sloganın, ‘kadrolar her şeyi belirler’ slo­ ganın alması gerekir. Bugün için esas olan budur*” (Stalin, “ Kızıl Ordu Akademisi Öğrencilerinin Okulu Bitirişleri Dola­ yısıyla Kremlin Sarayında Yapılan Konuşma, 4 Mayıs 1935”, Lenin izmin Sorunları içinde, s* 595vd, burada s. 600) 4. Kadro (Fransızca cadrc, çerçeve): Bir ordunun çekirdeği (çoğunluk­ la sııbay ve astsubaylar); Sta linçi kuş dilinde, kitleleri harekete geçiren, vasıflı ve siyasal açıdan eğitilmiş görevli, yönetici ve örnek işçilerden olu­ şan bir katman* Büyük Sovyet Ansiklopedisi, Rus-, 3. b., c* 11, s. 132vd, şu ramını veriyor: “İşletmeler, kurumlar, parti ve kamu Örgütlerindeki de­ neyimli, vasıflı emekçilerden oluşan ve birkaç çalışma alanında iş yapan asıl (sürekli) kurmay* Geniş anlamda bir kurmayın bütün sürekli üyeleri.” 5* “Bunlardan çıkardığımız sonuç ürerim, bölüşüm, mübadele ve tü­ ketimin hep aynı şey oldukları değil, bir bütünlüğün yapısal parçacıkları­

350

BÖLÜM 9

nı, bir birlik dahilindeki ayırımları oluşturduklarıdır. Üretim hem antitetik belirlenmesinde, kendine, hem de aynı zamanda öbür öğelere egemen­ dir. Süreç yeni baştan başlayabilmek için daima üretime döner. Egemen öğenin mübadele ya da tüketim olamayacağı ortadadır. Ürünlerin bölü­ şümü anlamında bölüşüm de aynı; öte yandan üretim etmenlerinin bölü­ şümü anlamında bölüşüm ise üretimin bir öğesidir (...) Farklı öğeler ara­ sında karşılıklı etkileşim vuku bulur. Her organik bütünlükte bu böyledin” (Marx, Grundrisse, s, 165-6) 6. Fransa’nın mutlakıyetçi “Güneş KraJT XIV, Louis’nin (16381715) şiarı. “Üçüncü zümrenin omuzları üzerinde yükselen burjuvazi feo­ dal soyluluğun güçleri karşısında dengeyi koruyabildiği zaman mutlakı­ yet en yüksek kudretine ulaştı. Egemen sınıfların siyasal olarak denkleşti­ ği böyle bir durum, devlet örgütünün sahip olabileceği en büyük bağım­ sızlığı sağlıyordu. XIV. Louis şöyle derdi. L'etat c’est mol [Devlet benım].” (L* Trotzki, Die russssehe Revolution î90Sy Berlin, Vereiııigung Internationaler Verlagsanstalten, 1923, s. 18) 7. 1931 Haziranında Stalin, işçi dalgalanmasının “üretim için işletme­ lerimizi bozan bir afet haiine geldiğini” açıkladı, (“iktisadi Kuruluşta Ye­ ni Durum, Yeni Görevler” [23 Haziran 1931), Leninizm'in Sorunları, s. 416) 27 Aralik 1932’de çarlığın polis devletinin denetim Önlemlerine dö­ nülerek ülke içi pasaport uygulamasına geçildi; tıpkı “işçi karnesi” gibi bu uygulama da, işçilerin ve kolhoz köylülerinin, istedikleri yerde oturma hakkını pratikte ortadan kaldırdı. 8. “Entwurf der Verfassung Madde 4, s. 1093, n. 1. 9. Nitekim daha sonra SSCB’de anti-bürokratik devrim programında şöyle denildi: “Bir zamanlar burjuvazi ve kulakların Sovyetlere girişinin yasaklandığı gibi şimdi de bürokrasi ve yeni aristokrasiyi Sovyederdeıı armak gereklidir.” (Troçki, "Geçiş Programı” |1938], M. Yenice, Devrim­ ci Marksizm'de " Geçiş Programı" Anlayışı içinde, Eleştiri, 1980, s. 206) 10. Devrimin ilk yıllarında “devlet kapitalizmi”nden anlaşılan, işçi devletinin denetimi altındaki belirli iktisadi kesimlerde özel mülkiyetin varlığını sürdürmesiydi. “Sol Komünistler” (Buharin, Ossinskiy, Radek, V. Smirnov), 1918'de Lenin’in sanayi siyasetine, “devlet kapitalizmi” ol­ duğu gerekçesiyle saldırdılar. Çeşitli aşırı sol akımlar (“Demokratik Mer­ keziyetçiler”; Hugo Urbahııs çevresindeki grup, krş. L. Troçki, “Sovyet Devletinin Sınıf Karakteri”, Smtf Bilinci, sayı 2, Ekim 1988, s. 87-114), Sovyetler Birliğini ekonomi politiğini, “devlet kapitalisti” olarak nitelen­ dirmişlerdir. Menşevik kuramcılar, sözgelimi Fedor Dan, “demokratik bir devletin değil, tedhişçi bir diktatörlüğün devlet kapitalizminden söz ederler. (“Das dritte, entscheidende Jahr”, RSDy Mitte ilungsblatt der

NOTLAR

351

Russischen Soziai-Demokratie, sayı 50 içinde, 30 Aralık 31, s* 1) Nitekim 1932’de Solomon Şvarts, uRus iktisadi sisteminde devlet kapitalisti Özel­ liklerin ağır basmasına (S* Wollin, “The Menshevviks under the NEP and in Emigration”, Jder,l L.H. Haimson, The Mensheviks, From the Revolution of 1917 to the Second World War içinde, University of Chicago Press, 1974, s. 327'deki alıntı) değiniyordu. (Sovyetler Birliğinin “devlet kapitalisti” ülke olduğu konusunda daha yeni kimi yorumlar için krş. P. Mattick, “Marxismus und die Unzulânglichkeiren der Arbeiterbewegung, Über den Zusammenhang von kapitalistiseher Entwicklung und sozialer Revalution”, |der.] C. Pozzoli, Jahrbuch Arbeiterbeıvegung, c, 1 içinde, Über Kari Korsch, Frankfurt, Fischer, 1973, s. 189-216; T. Cliff, Rusya’da Devlet Kapitalizmi, çev, Ali Saffet, Tarık Kaya, Metis Yay., 1990*) 11* Kapitalist ülkelerin hükümetleri, 1929’dan başlayarak, iktisadi bunalımın sonuçlarına devlet müdahaleleri yoluyla set çekmeye çalıştı, İtalya'da ilkin, çöküş tehdidi altında bulunan üç büyük banka destekle­ nip Sınai Kalkındırma Enstitüsüne devredildi, Boylece, bankalarca denet* lenen ekonomi kesimleri devlet gözetimi altına girmiş oldu. Bunlar, ma­ den kömürü ocaklarını, geriye kalan madencilik kesimi ile çelik dalının üçte ikisini» telefon sanayinin yüzde 43,9’u ile nakîiye işlerinin yüzde 36,8'ini kapsıyordu. (Krş, K, Priester, Der italienisebe Fascbismu$y Ökonomisehe und ideologisebe Grundiagen, Koln, Pahl Rugenstein, 1972, s. 264vd) 12, Almanya'da devletin müdahalesi kamu siparişleri, hammadde, fi­ yat ve kazanç denetimleri aracılığıyla oldu. “Totaliter tekel ekonomisi” (Neuroann) çerçevesinde, Alman Nasyonal Sosyalist Işçİ Partisi tarafın­ dan denetlenen, planlamadan sorumlu makamlar ile sanayiciler, emper­ yalist savaşın hazırlığında ve yürütülmesinde işbirliği ettiler, (Krş. F. Neumann, Üehemoth, Struktur und Fraxis des Nationalsoziallismus 1933-44, Frankfurt, EVA, 1977, Bölüm 2 ve Ek; C* Bettelheim, Nazizm Dönemin­ de Alman Ekonomisi, Savaş, 1982.) 13, 1929’da İngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes’in» bir devlet mü­ dahalesi siyasetini savunan başyapıtı yayımlandıktan sonra ilk Keynesçi iktisadi denetim çabalarına 1933-38'de ABD’de girişildi, Iş sağlama için yapılan programlar» sanayi işçileri, kiracı köylüler ve tarım işçileri için alı­ nan sosyal devlet yardım önlemleri aracılığıyla iktisadi bunalıma set çe­ kilmek istendi. Finansman, açık bütçe siyasetiyle sağlandı, “New Deal,” iktisat siyaseti açısından bir başarısızlık oldu; işsizlik, ABDMe de ancak silahlanma konjonktürü ve ikinci Dünya Savaşı sayesinde giderildi* (Krş* A. A* Ekirch, İdeologtes and Utopias, The împact of the Netv Deal on

352

BÖLÜM 9

American Tbougbt, 3 cilt, Quadrangle Books, 1971} 14. Fransız “ Halk Cephesi'' içinde bir araya gelmiş partilerin programı, savaş sanayiinin ve az sayıda başka girişimin devletleştirilmesiyle sı­ nırlıydı; sonunda fiilen on silahlanma girişimi, yüksek tazminatlar ödene­ rek millileştirildi, Fransa Bankası özci ellerde kaldı; artık yalnız iki yüz büyiik hissedarın karşısında dört bin kiiçük hissedarın, patron sendikala­ rının, sendikaların vc kooperatiflerin temsilcileri dc yönetim kurulunda yer almaktaydılar. (G. Lefranc, Le Front Populairc 11934-38], Paris, Prcsscs Univcrsitaires, 1974, s. 79; J. Kergoat, La France du Front Populairey Paris, La Decouvertc, 1986, s. 343-6) 15. Teknik ilerlemenin siparişler, sübvansiyonlar ve iştirakler yoluyla devletçe sistemli şekilde reşviki İkinci Dünya Savaşıyla başlar. Kamu ola­ naklarıyla yürütülen özel araştırma ve devlet araştır inala nmn asıl alanı başta silahlanma kesimi (uçak, roket, atom enerjisi, elektronik bilgiişlem) oldu. Ama yavaş yavaş devlet finansmanı, genel olarak ulusal ekonomile­ rin dolabil imsel-teknik kapasitesini, dolayısıyla dünya pazarındaki reka­ bet güçlerini artırmanın vazgeçilmez bir kaldıracı haline geldi. (Krş. E. Mandel, Der Spatkapitali$musy Vcrsach einer marxisti$chcn lirkfarung, Frankfurt, Suhrkamp, 1972, Bölüm 7.) 16. Benito Mussolini, “La situazione econonnca (Discorse protumdato alla Camcra dei Deputati nella seconda torna ta del 26 ıııaggio 1934)”, ayııı yazar, Opera Omnia, c. 26 içinde, s. 233-59, burada s. 256> 17. “Korporatif devlet” (4 Paris, Presscs modernes, 1939; F. Neumann, Behemotb; A. Cari o, Sovyetler Birliği'nitt SosyoEkonomik Karakteri, Sosyalist mi, Kapitalist mi, Bürokratik Kollektivist mi?yKaynak, 1985.) 23. Krş- “ Die herrsehende Klasse” bölümü, Neumann, Bcbemoth içinde, s. 425-63. 24. Bürokrasi, efendtsiz bir ekonominin efendisi olmuş; ulusun üze­ rinde politik ve kültürel bir vesayet kurmuştur. “Bürokrasinin, parti hiye­ rarşisinin, askeri personelin ve işletme yöneticisi grupların üst tabakaları­ nın” herhangi bir sömürücü sınıfla ortak olan yönleri ... gelirlerinin, hiç değilse kısmen, işçilerce üretilen 'artık değer’den gelmesidir. Bunun da ötesinde, Sovyet toplumuııa, politik ve kültürel açıdan egemen durumdadırlar. Ne var kİ, bu sözde yeni sınıfta mülkiyet eksiktir. Ne üretim ara­ cına ne de toprağa sahiptirler. Maddi ayrıcalıkları, tüketim alanıyla sınırlıdır Çocuklarına ve Torunlarına servet bırakamazlar; kısaca, kendile­ rini bir sınıf olarak devamlı kılamazlar, sürdüremezler.” (I. Deutscher, Bitmemiş Devrim ]1967], Yol, 1977, s. 61 ve 58vd) 25. Krş. Lenin, “Rus Komünist Partisi (Bolşevik) Merkez Komitesinin XI. Kongreye Siyasal Raporundan*\ (27 Mart 1922), Aydın Kesimi Üs­ tüne içinde, Başak, 1988 , s. 212. 26. Krş. Trotskiy, “Dördüncü Enternasyonalin Sovyet Şubesi Üzeri­ ne" (11 Ocak 1936), Ing. TWr 1935-36 içinde, s. 235-41; P. Broue, “Les trotskystes en Union sovietique (1929-38), Cabiers Leon Trotsky, sayı 6 içinde (1980), s. 5-66, 27. “Metafizikçi için, şeyler ve onların zihinsel yansımaları, idealar, ayrıklanmıştır, onların birbiri ardına ve birbirinden ayrı olarak incelen­ mesi gerekir, ve onlar, her zaman için, durağan, kaskatı, belirli inceleınc

NOTLAR

355

konularıdır. O, kesinlikle uzlaşmaz antitezlerle düşünür* Sözleri ‘evet, evet, hayır, hayır’dır; bunun dışında olan her şey, kötüdür. ‘Ona göre, bîr şey, ya vardır ya da yoktur; bir şey aynı zamanda, hem kendisi hem de kendisinden başka bir şey olamaz.” (Engels, “Ütopik Sosyalizm ve Bilim­ sel Sosyalizm” 11880), Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar>c* 3, s* 139-81, burada s. 154. Ayrıca krş* Troçki, “Diyalektik Materyalizmin Alfabesi” (1939); aynı yazar, Sosyalizmin Güncel Meseleleri, s. 413-8)

BÖLÜM 10

YENİ ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB 1

1. " Y eteneğe G ö r e " İş

ve

KI ş İsel M O lk İye t

11 Haziran 1936 günü Merkez Yürütme Komitesi yeııi Sovyet Anayasasının taslağını onayladı; basının hep bir ağızdan her gün tekrarladığı Stalin’in beyanına göre bu anayasa “tüm dünya üzetindeki eıı demokratik anayasa” olacaktık Halbuki bu anayasa­ nın hazırlanma biçimi bu konuda kuşku uyanması için başlı ba­ şına yeterlidir. Ne basında ne de herhangi bir toplantıda bu bü­ yük reform hakkında tek söz dahi edilmemiştir. Üstelik daha 1 Mart 1936’da Stalin, Amerikalı gazeteci Roy Howard’a şöyle diyordu: “Hiç kuşkusuz yeni anayasamızı bu yılın sonunda ka­ bul etmiş olacağız,”'* Yani Stalin, o sırada halkın hiç haberdar olmadığı bu yeni anayasanın ne zaman kabul edilcceğıni kesin bir şekilde biliyordu. “Dünya üzerindeki en demokratik anayasa^nın pek de kusursuz demokratik bir şekilde hazırlanmış ve geçirilmiş olmadığı sonucuna varmamak olanaklı değildir. Kuş­ kusuz haziran ayında taslak, Sovyetler Birliği halkının “düşün­ cesi”ne sunulmuştur,4 Ancak yeryüzünün bu altıda birinin tü­ münde Merkez Komitesinin yarattığı şeyi eleştirmeye cesaret edecek tek bir komünist ya da iktidar partisinden gelen bir öne­ riyi reddedecek parti dışı tek bir vatandaş aramak beyhudedir. Bu tartışma “mutlu yaşam” için Stalin’e şükran dolu kutlamalar 357

358

BÖLÜM 10

göndermeye indirgendi. Bu kutlama mesajlarının içerik ve üs­ lupları, eski anayasa ile alabildiğine belirlenmiştir. “Toplumsal Yapı” adlı ilk bölüm şu sözlerle biter: “Sovyetler Birliğinde sosyalizm ilkesi gerçekleştirilmiştir: Herkesten yetene­ ğine göre, herkese işine göre.”$ İster inanın ister inanmayın bu, haydi anlamsız demeyelim, kendi içinde çelişkili formül, söylev ve gazete makalelerinden, temel devlet yasasının titizlikle hazır­ lanmış metnine geçirilmiştir. Yalnızca yasa yapanların düşük teorik düzeylerine değil, aynı zamanda iktidar tabakasının bir aynası olan yeni anayasanın içine işlemiş yalana da tanıklık eder bu ifade. Yeni “ilke”nin kökenini tahmin etmek zor değildir. Komünist toplumun karakterine ilişkin olarak Marx şu ünlü formülü kullanmıştı: “Herkesten yeteneğine göre, herkese ge­ reksinimlerine göre.”6 Bu formülün iki parçası birbirinden ayrı­ lamaz. “Herkesten yeteneğine göre” sözü kapitalist değil komü­ nist anlamda şu demektir: Çalışma artık bir yükümlülük olmak­ tan çıkmış, bireysel bir gereksinim olmuştur;7 toplumun artık herhangi bir zorlamaya gereksinimi yoktur. Yalnızca hasta ve anormal insanlar çalışmayı reddedeceklerdir. “Yeteneklerine gö­ re” çalışan—yani kendilerine karşı herhangi bir ihlal söz konu­ su olmaksızın, kendi fiziksel ve ruhsal güçlerine uygun olarak çalışan—komün üyeleri, yüksek teknoloji sayesinde toplumun depolarını yetcrince doldurabilecek, dolayısıyla toplum her biri­ ne ve hepsine alçaltıcı bir denetim olmaksızın “gereksinimlerine göre” olanı cömertçe dağıtabilecektir. Komünizm bu iki yanlı ama bölünmez olan formülü böylelikle bolluğu, eşitliği, kişiliğin çokyanlı gelişimini ve yüksek bir kültürel disiplini varsayar. Sovyet devleti tüm ilişkilerinde, komünizmden çok, geri bir kapitalizme yakındır. Henüz herkese “gereksinimlerine göre” dağıtmayı düşünemez bile. Ama tam da bu nedenle vatandaşla­ rının “yeteneklerine göre” çalışmasına da izin veremez. Parça başı ödeme sistemini yürürlükte tutmak zorunda bulur kendini ki bu sistemin ilkesi şöyle ifade edilebilir: “Her insandan alabil­ diğin kadar çok al ve karşılığında mümkün olduğu kadar az

YENİ ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB

359

ver.” Kuşkusuz Sovyetler Birliğinde hiç kimse, kelimenin mutlak anlamıyla, kendi “yeteneklerinin üzerinde çalışmamaktadır— yani kendi fiziksel ve ruhsal potansiyelinin üzerinde. Ama bu, kapitalizm için de doğrudur. En vahşileri gibi en ince sömürü yöntemleri de doğanın koyduğu sınırlara gelir dayanır. Kamçı altındaki katır bile “yeteneğine göre” çalışır ama bundan çıkarı­ lacak sonuç, kamçının katırlar için toplumsal bir ilke olduğu de­ ğildir. Sovyet rejimi altında bile ücretli emek* köleliğin alçaltıcı etkilerini taşımaktan kurtulamaz, “işe göre” ödeme—gerçekte fiziksel ve özellikle vasıfsız iş zararına “entelektüel” iş yararına ödeme—çoğunluk için haksızlığın, baskı ve zorlamanın, birkaç kişi içinse ayrıcalıkların ve “mutlu yaşamin kaynağıdır. Sovyetler Birliğinde burjuva emek ve bölüşüm normlarının hâlâ hüküm sürmekte olduğunu açık sözlülükle kabul etmek ye­ rine anayasanın yazarları, bir bütün olan bu komünist ilkeyi iki­ ye bölmüş, ikinci yarısını belirsiz bir geleceğe kadar ertelemiş, birinci yarısının zaten gerçekleştirilmiş olduğunu ilan etmiş, ka­ pitalist parça başı ödeme biçimini mekanik olarak buna yama­ mış, hepsine birden “Sosyalizm ilkesi” adını vermiş ve bu tahri­ fat üzerine anayasalarının yapısını dikmişlerdir! Ekonomik alanda kuşkusuz en fazia pratik önem taşıyan hü­ küm 10. Maddededir. Öteki maddelerin tersine bu madde, va­ tandaşların ev ekonomisi, tüketim, konfor ve günlük yaşam alanlarındaki kişisel mülkiyetlerini bürokrasinin saldırısına kar­ şı garanti altına almak işini açıkça yüklenmektedir.8 “Ev ekono­ misi” dışarıda kalmak koşuluyla ve ona yapışan açgözlülük ve kıskançlık psikolojisinden temizlenmiş olarak bu tür mülkiyet, komünizm altında yalnız korunmakla kalmayacak, aynı zaman­ da duyulmadık bir gelişme gösterecektir. Kültürlü bir insanın kendisine lüksten oluşan bir çöp yığınını yüklemek isteyip iste­ meyeceği elbette tartışılabilir. Ama konfor açısından elde edil­ miş olan hiçbir şeyden de vazgeçmeyecektir. Komünizmin yapa­ cağı ilk iş, yaşam konforlarını herkes için güvenceye almaktır. Ancak Sovyetler Birliğinde kişisel mülkiyet hâlâ komünist değil*

360

BÖLÜM 10

küçük burjuva bir veçheye sahiptir. Köylülerin vc hali vakti ye­ rinde olmayan kentlilerin kişisel mülkleri, bürokrasi tarafından rczilcc keyfi davranışların hedefi olmaktadır; bürokrasi alt kade­ melerinde kendi göreli konforunu sık sık böyle yöntemlerle sağ­ lamaktadır. Ülke refahındaki artış artık kişisel mülkiyete böyle el konulmasından vazgeçilmesine olanak vermekte ve hatta hü­ kümeti, emeğin verimliliğini artıracak bir itki olarak kişisel biri­ kimi korumaya zorlamaktadır. Aynı zamanda da—ki bunun önemi hiç dc az değildir—köylünün, işçinin ya da büro işçisinin kulübesinin, ineğinin ya da ev eşyalarının yasalarla korunması, bürokratın da kentteki villasını, yazlık evini, otomobilini ve tüm öteki “kişisel tüketim vc konfor nesnelerini” meşrulaştırmakta­ dır ki bütün bunlar bürokrat tarafından “sosyalist” ilke temeli üzerinde edinilmektedir, “Herkesten yeteneğine göre, herkese işine göre.” Yeni anayasayla bürokratın otomobili elbette köy­ lünün arabasına göre daha etkin bir biçimde korunacaktır. 2 . So v y e t l e r v e D e m o k r a s i

Siyasal alanda yeni anayasanın eskisinden ayrıldığı nokta, Sov­ yet tarzı sınıf ve üretim kümelerine göre seçimden burjuva de­ mokrasisinin dayandığı sisteme, yani parçalanmış nüfusun güya “evrensel, eşit ve dolaysız” denilen oylamasına dönüşüdür. Kı­ saca belirtmek gerekirse bu, proletarya diktatörlüğünün hukuk­ sal olarak tasfiye edilmesidir. Kapitalistlerin olmadığı yerde pro­ letarya da yoktur—diyor yeni anayasanın yaratıcıları—dolayı­ sıyla da proleter olan devletin kendisi bir halk devleti oluyor.9 Tüm yapay kandırmacalığına karşın bu sav, ya on dokuz yıl geç kalmıştır ya da zamanının çok ilerisindedir. Kapitalistleri mülksiizlcştirirken proletarya, fiilen bir sınıf olarak kendi tasfiyesini de başlatmıştır. Ancak yeni devlet, kapitalizmin sıradan işlerini ne denli yerine getirmek zorunda kalırsa ilkece tasfiyeden top­ lum içinde fiili erimeye giden yol da o denli uzayacaktır. Sovyet proletaryası hâlâ köylüden, teknik entelijensiyadan ve bürokra­

YENl ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB

361

siden apayrı olarak varlığını sürdürüyor— ve dahası, sonuna dek sosyalizmin zaferinden çıkarı olan tek sınıf olarak. Yeni anaya­ sa, toplumun içinde ekonomik olarak eriyişinden çok öncc bu sı­ nıfı “ulus” içinde politik olarak eritmek istiyor. Kuşkusuz reformcular bir miktar tereddütten sonra devlete eskiden olduğu gibi Sovyet adını vermeye karar vermişlerdir* Ama bu yalnızca kaba bir siyasal dalaveredir ki Napolyon’uıı imparatorluğu da aynı kaygılarla cumhuriyet adını taşımaya de­ vam etmiştir. Sovyetler özünde sınıf hâkimiyetinin organlarıdır ve başka hiçbir şey de olamazlar. Yerel özyönetimin demokratik olarak seçilen kurumlan belediyeler, dumaMar, zemstvo’lar, ca­ nınız ne istiyorsa onlar olabilir, ama Sovyetler olamaz. Demok­ ratik formüller temelinde oluşmuş genel bir devler Yasama Mec­ lisi, gccikmiş bir parlamentodur (ya da daha doğrusu bunun bir karikatürüdür), ama hiçbir şekilde Sovyetlerin en yüksek organı değil. Kendilerini Sovyet sisteminin tarihsel otoritesiyle emniye­ te almaya çalışırken reformcular, yalnızca devlet yaşamına getir­ dikleri temelde yepyeni yönetimin, henüz kendi adı altında orta­ ya çıkmaya cesaret edemediğini göstermektedirler» Eğer proletaryanın ülke üzerindeki etkisi ekonomi ve kültü­ rün genel durumuyla yeterince garantilenmiş olsaydı, işçilerle köylülerin siyasal haklarının eşitlenmesi kendi başına devletin toplumsal doğasını yok etmeyebilirdi. Sosyalizmin gelişmesi kuş­ kusuz o yönde ilerlemelidir. Ama azınlık olmaya devam eden proletarya eğer gerçekten toplumsal yaşamda sosyalist bir yol iz­ lenmesini garantilemek için siyasal üstünlüğe gereksinim göster­ memeye başladıysa10 bunun anlanıp devlet baskısına duyulan ge­ reksinimin ta kendisinin hiçe indirgendiği ve yerini kültürel disip­ line bıraktığıdır. O zaman seçime ilişkin eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasından önce devletin zorlayıcı işlevlerinde kesin ve açık bir azalma olması gerekirdi- Ancak bu konuda ne yeni anayasa­ da* nc de daha önemlisi* yaşamın kendisinde tek söz edilmiyor. Kuşkusuz yeni belge vatandaşlara konuşma, basın, toplanma ve sokak gösterileri “özgürlükleri” denen şeyleri "garanti” edi­

362

BÖLÜM 10

yor.11 Ama bu garantilerin her biri ya ağza vurulan bir gem ya da ele, ayağa dolanan köstek biçimindedir Basın özgürlüğü, zin­ cirleri hiç kimsenin seçmediği bir Merkez Komitesi Sekretaryasının elinde bulunan şiddetli önsansürün12 sürmesi demektir. Böy­ lelikle Bizansvari yaltaklanma elbette alabildiğine “garanti’' al­ tına alınmaktadır. Bu arada Lenin’in “vasiyeti” ile biten sayısız makalesi, söylevi ve mektubu, yeni anayasa altında kilitli kalma­ ya devam edecektir, çünkü bunlar yeni önderlerin damarlarına basmaktadır. Eğer Lenin için böyle bir durum söz konusuysa öteki yazarlardan söz etmeğe gerek dahi yoktur. Bilimde, edebi­ yatta ve sanatta kaba ve cahil komuta tümüyle korunacaktır. “Toplanma özgürlüğü” eskiden olduğu gibi gene nüfusun belli gruplarının, yetkililer tarafından ve önceden hazırlanan kararla­ rın benimsenmesi için çağırılan toplantılarda bulunma yüküm­ lülüğü anlamını taşıyacaktır. Eski anayasa altında olduğu gibi yenisinde de Sovyetlere “sığınma hakkına” inanan yüzlerce ya­ bancı komünist, yanılmazlık dogmasına karşı işledikleri suçlar­ dan ötürü hapishanelerde ve toplama kamplarında kalacaklar­ dır.1* “Özgürlük” konusunda her şey eskisi gibi kalacaktır. Sov­ yet basını bile bu konuda herhangi bir hayal kurulmamasına gayret ediyor» Tersine yeni anayasal reformun başlıca hedefi “diktatörlüğün daha da pekiştirilmesi”14 olarak beyan edilmek­ tedir. Kimin diktatörlüğü ve kimin üzerinde? Duyduğumuz gibi siyasal eşitliğin zemini, sınıf çelişkilerinin ortadan kalkmasıyla hazırlanmıştı. Bundan böyle sınıf değil, “halk” diktatörlüğü olacaktı. Ama diktatörlüğün taşıyıcısı sınıf çelişkilerinden kurtulmuş halk olduğu zaman, bunun tek anlamı diktatörlüğün sosyalist toplum içinde erimesi—ve her şeyden önce bürokrasinin tasfiye edilmiş olması olabilir. Marx’ın öğre­ tisi böyle der. Belki de yanılmıştır? Ama çok temkinle de olsa bizzat anayasanın yazarları Lenin tarafından yazılan parti prog­ ramına gönderme yapar. Programda söylenenlerin aslı şöyledir: “...Siyasal haklardan yoksunluk ve ne olursa olsun her türlü öz­ gürlük kısıtlaması yalnızca geçici önlemler biçiminde gerekli­

YEN! ANAYASAMIN AYNASINDAN SSCB

363

dir... insanın insan tarafından sömürülmesinin nesnel koşulları ortadan kalktığı oranda bu geçici önlemlerin gereği de ortadan kalkacaktır/’15 “Siyasal haklardan yoksunluksun terk edilmesi, böylelikle “ne olursa olsun her türlü özgürlük kısıtlamasının ortadan kaldırılmasıyla ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Sosyalist topluma varılmış olduğu yalnızca köylülerin işçilerle eşit kılın­ ması ve burjuva kökenli küçük bir vatandaş grubuna siyasal haklarının geri verilmesi olgusuyla değil, hepsinin ötesinde nü­ fusun yüzde yüzü için gerçek özgürlüğün yerleşmiş olmasıyla an­ laşılır Sınıfların tasfiyesiyle, yalnızca bürokrasi ortadan kalk­ maz, diktatörlük de, devletin kendisi de ortadan kalkar. Ama kendini bilmez biri bu konuda en ufak bir imada bulunacak ol­ sun, GPU onu sayısız toplama kamplarından birine yollamak için yeni anayasada yeterli dayanak bulacaktır. Sınıflar ortadan kal­ dırılmıştır. Sovyetlerin sadece adı kalmıştır. Ama bürokrasi oldu­ ğu yerde durmaktadır, işçiler ve köylüler için eşit hak gerçekte, her ikisinin de bürokrasi karşısında eşit hak yoksunluğudur. Gizli oylamanın getirilmesi de daha az anlamlı değildir. Yeni siyasal eşitliğin ulaşılan bir toplumsal eşitliğe tekabül ettiğine inanacak olursanız şöyle bir bilmece ortaya çıkar: O zaman ne­ den bundan böyle oylar gizlenerek korunmak zorundadır? Sos­ yalist ülke nüfusunun korktuğu tam olarak kimdir ve kimin ça­ balarına karşı korunması gerekmektedir? Eski Sovyet anayasası açık oyda, seçim haklarının kısıtlanmasında da olduğu gibi, dev­ rimci sınıfın burjuva ve küçük burjuva düşmanlarına karşı bir si­ lahını görüyordu. Şimdi gizli oyun karşıdevrimci bir azınlığın ra­ hatlığı için getirilmekte olduğunu varsayamayız. Görüldüğü ka­ darıyla sorun, halkın haklarını korumaya ilişkindir. Ama yakın zamanlarda bir çarı, bir aristokrasiyi ve bir burjuvaziyi devirmiş olan sosyalist bir halk kimden korkar? Dalkavuklar bu soruyu akıllarına bile getirmiyorlar. Ama bu soruda Barbusse’lerin, Louis FischerMerin, Duranty’lerin, Webb’lcrin ve benzerlerinin tüm yazılarında olduğundan çok şey vardır. Kapitalist bir toplumda gizli oy, sömürülenleri sömürenlerin

364

BÖLÜM 10

teröründen korumak için konmuştur.^ Eğer burjuvazi açıkça kitlelerin baskısı altında sonunda böyle bir reformu benimsediyse bunun tek nedeni devletini, en azınden kendisinin getirdiği moral çöküntüden kısmen korumaya duyduğu ilgidendir. Ama sosyalist toplumda göründüğü kadarıyla sömürenlerin terörün­ den söz edilemez. Sovyet vatandaşım kimden korumak gereki­ yor ki? Yanıt açıktır: Bürokrasiden. Stalin bunu kabul ettiği za­ man yeterince açıksözlüydü. Gizli oy neden gerekli? sorusuna kelimesi kelimesine şöyle yanıt verir: “Çünkü biz Sovyet halkı­ na her kimi seçmek istiyorsa ona oy verme konusunda tam öz­ gürlük vermek niyetindeyiz/'17 Böylelikle insanlık yetkili bir ağızdan bugün “Sovyet halkının” henüz seçmek istediği kişilere oy veremediğini öğrenir. Bundan yeni anayasanın gclccckte onlara bu fırsatı vereceği sonucunu çıkarmak biraz acelecilik olur. Ancak şu anda biz bu sorunun bir başka yanıyla uğraşıyoruz. Halka özgür oy hakkını verebilecek ya da verıııcyccek olan bu “biz” tam olarak kimdir? Bu5Stalin’in adına konuştuğu ve ha­ reket ettiği bürokrasinin ra kendisidir. Kendini bu sergileyişi devlet için olduğu gibi aynen iktidar partisi için de geçerhdir, çünkü Stalin’iıı kendisi, üyelerin kendi istediklerini seçmelerine izin vermeyen bir sistemin yardımıyla Parti Gene] Sekreterliği makamını işgal etmektedir. “Biz Sovyet halkına” oy verme Öz­ gürlüğü “vermek niyetindeyiz” sözcükleri eski vc yeni anayasa­ nın ikisinin toplamından çok daha önemlidir, çünkü bu tekinsiz sözlerde, kâğıt üzerinde tasarlandığı biçimiyle değil, yaşayan güçlerin mücadelesiyle hazırlanan Sovyetler Birliğinin fiili ana­ yasası yatar. 3 , DEMOKRASİ VE PARTİ

Sovyet halkına “seçmek istedikleri kişilere oy verme” özgürlü­ ğünü tanıma vaadi siyasal bir formülden çok şiirsel bir deyiştir. Sovyet halkı “temsilcileriniv ancak merkezi ve yerci Önderlerin parti bayrağı altında kendilerine sunacakları adaylar arasından

YENİ ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB

365

seçme hakkına sahip olacaktır* Kuşkusuz Sovyet çağının ilk dö­ neminde Bolşevik Partinin de tekeli söz konusuydu. Ama bu iki fenomeni özdeşleştirmek, görüntüyü gerçeklik olarak kabul et­ mek olur. Muhalefet partilerinin yasaklanması, iç savaş, abluka* müdahale ve kıtlık koşulları tarafından zorunlu kılınan geçici bir Önlemdi. O dönemde proleter öncünün gerçek bir örgütünü temsil eden iktidar partisi* kanh caııh bir iç yaşam sürüyordu. Gruplar ve hizipler arasındaki mücadele belli bir ölçüye kadar partiler arası mücadelenin yerini tutuyordu. Sosyalizmin “nihai ve dönüşsüz” zafere ulaştığı şimdilerde ise hizip oluşturmanın sonu ya toplama kampı ya da ölüm mangasıdır. Öteki partilerin yasaklanması geçici bir belayken bir ilke haline getirilmiştir* Si­ yasa! sorunlarla uğraşma hakkı Komünist Gençliğin bile elinden alınmıştır* hem de tam yeni anayasanın ilan edildiği sırada. Da­ hası kadın ve erkek vatandaşlar oy verme hakkına on sekiz ya­ şında sahip oluyor; ancak 1936 yılına kadar var olan Komünist Gençliğe girme yaş sınırı olan yirmi üç de tamamen kaldırılıyor* Siyaset böylelikle denetimsiz bir bürokrasinin tekeline verilip kestirilip atılıyor. Yeni anayasada partinin rolüne ilişkin olarak Amerikalı bir gazetecinin sorusuna Stalin şöyle yanıt verir: “Bir kez sınıflar ol­ mayınca, bir kez sınıflar arasındaki engeller ortadan kalkmakta olunca [“sınıflar olmayınca—olmayan sınıflar arasındaki engel­ ler kalkmakta olunca!”— L* Trotskiy] geriye kalan, yalnızca sos­ yalist toplumun çeşitli küçük tabakaları arasında hiç de temel ol­ mayan farklılıklara benzer bir şeylerdir. Kendi aralarında müca­ dele eden partilerin yaratılmasına elverişli bir toprak olamaz bu­ rada. Birden fazla sınıfın olmadığı bir yerde birden fazla parti dc olamaz, çünkü parti, sınıfın bir parçasıdır/’18 Bu ifadedeki her sözcük bir yanlıştır, bazısı da iki! Buradan anlaşılan şey sınıfların türdeş olduğu* sınıfları ayırt eden çizgilerin kesinlikle ve değişmez bir şekilde çizildiği, bir sınıfın bilincinin onun toplum içindeki ye­ riyle bire bir çakıştığıdır* Partinin smıf özelliği konusundaki Marksist Öğreti böylelikle maskaraya çevrilmektedir. Siyasal bi­

366

BÖLÜM 10

linç dinamiği, idari düzenin çıkarları için tarihsel sürecin dışında bırakılmaktadır. Gerçekteyse sınıflar türdeş değildir; iç uzlaşmaz­ lıklarla kaynarlar ve ortak sorunlarında çözüme varmaları, eği­ limler, gruplar, partiler arasındaki iç mücadeleden başka bir yol­ la olmaz. Belli kayıtlar düşerek “partinin sınıfın bir parçası” ol­ duğunu teslim etmek olanaklıdır. Ama sınıfın birçok “parçası”— kimi geriye bakan, kimi ileriye—olduğuna göre, gene aynı sınıf birden fazla parti yaratabilir. Aynı nedenle bir parti değişik sınıf­ ların parçalarına da dayanabilir. Bir sınıfa tekabül eden bir parti diye bir şey, siyasal tarihin tamamında yoktur—kuşkusuz polis görüntüsünü gerçeklik olarak kabul edecek olmazsanız. Toplumsal yapısında proletarya, kapitalist toplumun en tür­ deş sınıfıdır. Bununla birlikte işçi aristokrasisi ve işçi bürokrasi­ si gibi “küçük tabakaların” varlığı, fırsatçı partilerin ortaya çık­ ması için yeterlidir; bunlar da olayların akışında burjuva hâki­ miyetinin silahlarından birine dönüşürler. Stalinist sosyoloji açı­ sından işçi aristokrasisi ile proleter kitle arasındaki ayrımın “te­ mel” ya da yalnızca “benzer bir şeyler” olması hiç fark etmez. Zamanında sosyal demokrasiden kopma ve Üçüncü Enternasyo­ nali yaratma gereğini ortaya çıkaran bu ayrımdı. Eğer Sovyet toplumunda “sınıflar yoksa” bile bu toplum en azından kapitalist ülkelerin proletaryasından çok daha hetero­ jen ve karmaşıktır, dolayısıyla da birden fazla partinin beslene­ bileceği elverişlilikteki toprağı sağlayabilir* Teori alanında böy­ le ihtiyatsız bir gezinti yapmakla Stalin istediğinden epeyce faz­ lasını kanıtlamıştır. Onun mantığıyla varılacak yer Sovyetler Birliğinde yalnızca değişik partilerin olamayacağı değil, bir tek partinin bile olamayacağıdır. Çünkü sınıfların olmadığı yerde genellikle siyasete dc yer yoktur. Bununla birlikte Stalin bu ya­ sadan kendisinin Genel Sekreteri olduğu parti yararına “sosyo­ lojik” bir sonuç çıkarmaktadır. Buharin soruna bir başka açıdan yaklaşmaya çalışır. Sovyetler Birliğinde nereye gidileceği sorusu—yani kapitalizme geri mi, yoksa sosyalizme ileri ini sorusu—artık tartışma konusu değildir

YENİ ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB

367

ona göre. Dolayısıyla “Tasfiye edilmiş düşman sınıfların partiler içinde örgütlenmiş partizanlarına izin verilemez.” ^ Haydi sosya­ lizmin muzaffer olduğu bir ülkede kapitalizm partizanlarının, parti yaratmaktan âciz gülünç Don Kişot'lardan başka bir şey olamayacağını bir yana bırakalım, var olan siyasi farklılıklar da sosyalizm veya kapitalizm alternatiflerinde içerilmekten çok uzaktır. Sorulacak başka sorular var: Sosyalizme nasıl gidilecek? Hangi tempoyla? vb sorular. Yolun seçilmesi de hedefin seçilme­ sinden daha önemsiz değildir.20 Yolu kim seçecektir? Eğer siya­ sal partiler için elverişli toprak gerçekten ortadan kalktıysa, o za­ man bunları yasaklamak için bir neden yoktur. Tersine parti programına uygun olarak “ne olursa olsun tüm özgürlük kısıtla­ malarını^ kaldırmanın sırası gelmiştir. Amerikalı mülakatçısının doğal kuşkularını dağıtmaya çalı­ şan Stalin, şöyle yeni bir düşünce öne sürer: “Aday listeleri yalnızca Komünist Parti tarafından değil, aynı zamanda her türlü parti dışı toplumsal örgüt tarafından da sunulacaktır. Ve bunlar­ dan yüzlerce vardır..* [Sovyet toplumunun] her küçük tabakası­ nın kendi özel çıkarları olabilir ve bunları var olan sayısız top­ lumsal örgüt aracılığıyla yansıtabilirler*"'21 Bu safsatanın da öte­ kilerden aşağı kalır yanı yoktur* Sendika, kooperatif, kültürel vb Sovyet “toplumsaP örgütleri en ufak bir ölçüde bile değişik “kü­ çük tabakalardın çıkarlarını temsil etmezler, çünkü hepsi tıpatıp aym hiyerarşik yapıya sahiptir* Sendika ve kooperatiflerde oldu­ ğu gibi görünüşte kitle örgütlerini temsil ettikleri hallerde bile bunlardaki aktif rol yalnız ve yalnız üst ayrıcalıklı gruplar tara­ fından oynanır ve son söz “parti”nin— yani bürokrasinin— olur. Anayasa, seçmeni, Pontius’tan PilatusV göndermekle yetinmek­ tedir. Bu işin mekanik yanı anayasa metninin ta kendisinde en ince ayrıntısına kadar ifade edilir. Siyasal bir sistem olarak anayasaPontius Pilatus, M Ö 26*dan 36*ya kadar Roma adına Yahudiye Valisi. Hiçbir suçu olmadığını vicdanen kabul etse dc belki bir isyandan

korkarak Isa Peygamberi yargıçîara teslim etmişti— ç.n.

368

BÖLÜM 10

nın ekseni olan 126. Madde, tüm erkek ve kadın vatandaşların sendikalarda, kooperatiflerde, gençlik, spor, savunma, kültürel, teknik ve bilimsel örgütlerde gruplaşma “hakkını garanti etmek­ tedir.” Partiye, yani iktidarın yoğunlaşmasına gelince sorun her­ kesin hakkına ilişkin değil, azınlığın ayrıcalığına ilişkindir. “...İşçi sınıfı safları ve emekçi kitlelerin öteki tabakaları arasın­ da en aktif ve bilinçli vatandaşlar [yani yukarıdakiler tarafından öyle oldukları düşünülenler—LTrotskiy] Komünist Partide bir­ leşirler... [Parti] gerek toplumsal, gerek hükümete ait tüm örgüt­ lerin kılavuz çekirdeğini oluştururdu gu şaşırtıcı dcreccde açık formülasyon, ki anayasa metninde yer alır, o utoplumsal örgüt­ lerin” siyasal rollerinin tüm uydurma lığını ortaya koyar; bunlar bürokratik şirketin alt şubeleridir. Ama eğer partiler arası mücadelc olmayacaksa bile belki ay­ nı parti içinde değişik hizipler kendilerini bu demokratik seçim­ lerde ortaya koyabilirler, değil mi? İktidar partisindeki gruplaş­ malara ilişkin olarak bir Fransız gazetecinin sorusuna Molotov şöyle cevap veriyordu: “Parti içinde... özel hizipler yaratmak için girişimlerde bulunulmuştur... ama bu konuda durum zaten yıllar önce temelden değişmiştir ve bugün Komünist Parti fiilen bir birliktir/’23 Bunun cn iyi kanıtı sürekli temizlik ve toplama kamplarıdır Molotov’un gözleminden sonra demokrasinin me­ kanik yanları tamamen açıklığa kavuşmuştur, Victor Serge şöy­ le sorar: “Eğer bir talepte bulunmaya ya da eleştirel bir yargı ifa­ de etmeye cesaret eden her işçi hapse anlıyorsa Ekim Devriminden geriye kalan nedir? Ah tabii, ondan sonra canınız ne kadar isterse o kadar gizli oylama yapabilirsiniz!”24 Doğrudur. Hitler bile gizli oya dokunmamıştı. Sınıflar vc partiler arasındaki ilişkilere ait teorik savları* re­ formcular paçavraya çevirmiştir. Sorun sosyolojiye değil maddi çıkarlara ilişkindir. Sovyetler Birliğinde tekelci durumda olan ik­ tidar partisi, gerçekte kaybedecek şeyleri bulunan ama artık ka­ zanacak bir şeyi olmayan bürokrasinin siyasal nıakinasıdır. “Bereketli topraklan” yalnız kendisine saklamak istemektedir.

YENİ ANAYASANIN AYNASINDAN SSCB

369

$ * $

Devrim lavlarının henüz sönmemiş olduğu bir ülkede ayrıcalık­ lar, onları ellerinde tutanları, altın bir saatin amatör bir hırsızı yaktığı gibi yakmaktadır. Sovyet iktidar tabakası kitlelerden ku­ sursuz bir burjuva korkusuyla korkmayı öğrenmiştir, Stalin, Ko­ münist Enternasyonalin yardımıyla üst çevrelerin artan özel ay­ rıcalıklarına bir “teorik” haklılık kazandırmakta, Sovyet aris­ tokrasisini yaygın hoşnutsuzluktan toplama kampları yardımıyla korumaktadır. Bu mekanizmanın işlemeye devam etmesini sağlamak için Stalin zaman zaman bürokrasiye karşı “halk” m tarafını tutmaya zorlanıyor—kuşkusuz onun zımni onayıyla. En azından devlet aygıtını onu kemirmekte olan bozukluklardan kısmen temizlemek için gizli oya başvurmayı yararlı buluyor. Daha 1928 yılında su yüzüne çıkmakta olan bir sürü bürok­ ratik gangsterlik olayını tartışan Rakovskiy şöyle yazıyordu: “Bu yayılan skandallar dalgasının en belirgin ve en tehlikeli ya­ nı, kitlelerin pasifliğidir, özellikle de parti dışı olanlardan çok komünist kitlelcrinkû.. Ya iktidardakilerden korktuklarından ya da sırf siyasal ilgisizlik yüzünden bütün bunları ya hiç protesto etmeden geçiştirmiş ya da homurdanmakla yetinmişlerdir.”25 O günden bugüne geçen sekiz yıl içinde durum karşılaştırılamaya­ cak kadar kötülemiştir. Siyasal mekanizmanın her adımda ken­ disini gösteren çürümesi, devletin bizzat varlığını tehdit etmeye başlamıştır—devlet artık toplumun sosyalist dönüşümü için bir araç değil, iktidar tabakası için bir güç, gelir ve ayrıcalık kayna­ ğıdır. Stalin, reformların nedeni hakkında bir açıklamada bulun­ maya mecbur kalmıştır. “Kötiî çalışan kumullarımızın sayısı az değildir...” diyordu Roy Hovvard’a, “Sovyetler Birliğinde gizli oy, kötü çalışan iktidar organlarına karşı nüfusun elinde bir kamçı olacaktır,”26 Şaşılacak bir itiraf! Bürokrasi kendi elleriy­ le sosyalist toplumu yarattıktan sonra, neye gereksinim duy­ maktadır? Bir kamçıya! Anayasal reformun nedenlerinden birisi budur. Daha az önemli olmayan bir tane daha vardır.

370

BÖLÜM 10

Sovyetleri ortadan kaldırmak yoluyla yeni anayasa, işçileri genel nüfus kitlesi içinde eritmektedir. Kuşkusuz Sovyetler, siya­ sal anlamda önemlerini çoktan yitirmişlerdir Ama yeni toplum­ sal uzlaşmazlıkların artması ve yeni bir kuşağın uyanmasıyla ye­ niden canlanabilirler. Elbette her şeyden çok, taze ve talepkâr komünist gençliğin artan katılımıyla kent Sovyetleriııden korku­ lacaktır. Kentlerde yoksulluk ile lüks arasındaki karşıtlık fazla­ ca göze çarpmaktadır. Sovyet aristokrasisinin ilk kaygısı, işçi ve Kızıl Ordu Sovyetlerinden kurtulmaktır. Dağınık kırsal kesimin hoşnutsuzluğuyla baş etmek çok daha kolaydır. Kolektifleştiril­ miş köylüler bir ölçüde başarıyla kentli işçilere karşı bile kulla­ nılabilirler. Bürokratik gericiliğin, kente karşı kıra dayanması ilk kez görülmüyor. Yeni anayasada ilkeli ve Önemli ne varsa ve gerçekten onu burjuva ülkelerinin en demokratik anayasalarının çok üstüne çı­ karan ne varsa, bunlar yalnızca Ekim Devriminin temel belgele­ rinin sulandırılmış yeniden formülasyonlarıdır. Ekonomik kazanımları saptamaya ilişkin ne varsa, yanlış bir perspektif ve bö­ bürlenmeyle gerçeği çarpıtmaktadır. Ve nihayet özgürlük ve de­ mokrasiye ilişkin ne varsa hepsi için için istihza ve gasp ile do­ lup taşmaktadır. Sosyalist ilkelerden burjuva ilkelere devasa bir geri adımı temsil eden yeni anayasa, iktidar grubunun üstüne göre biçilip dikilmiş olup, Milletler Cemiyeti, burjuva ailesinin restorasyo­ nu, milisin yerini düzenli ordunun alması, rürbe ve nişanların ge­ ri getirilmesi ve eşitsizliğin artması yararına dünya devrimini terk etmiş olan tarihsel yolu izlemektedir. Hukuksal olarak “sı­ nıflar üstü’* bürokrasinin mutlakıyetini pekiştirmek suretiyle ye­ ni anayasa, yeni bir varlıklı sınıfın doğuşu için gereken siyasal zemini yaratmaktadır.

NOTLAR

371

NOTLAR: BÖLÜM 10 1* Krş. anayasa metinleri ilEntwurf der Verfassung..,* (Bölüm 9, n. 1); “Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği Esas Teşkilat Kanunu (5 Kanu­ nuevvel 1936)”, F.R, Dareste ve P. Dareste, Avrupa-Amerika-Afrika Asya-Okyanusya Devletlerinin Esas Teşkilat Kanunları, c. 3 içinde* Hukuk ilmini Yayma Kurumu, 1940, s. 264-88; “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetle­ ri Birliği Anayasası”, Türkkaya Ataöv, Soıyetler Birliği Devlet idaresi içinde, Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayın­ lan, 1961, s, 79-103. 2* “Yeni Sovyet anayasamız kanımca dünyada mevcut bütün anaya­ salar arasında en demokratik anayasa olacaktır/' (“Die Unterredung des Genossen Stalin mit Roy Howard”, Rundschau, sayı 11 içinde, 5 Mart 1936, s* 409-12> burada s. 412) 3, agy, s. 411. 4. 1935 Şubat ayı başında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşe­ vik) Merkez Komitesi, “seçim sistemini daha da demokratikleştirmek ve anayasanın toplumsaİ-iktisadi temellerini yeni sınıfsal yapıyla bağdaştır­ mak* için> anayasanın gözden geçirilmesi kararlaştırıldı. (Geschichte der Kommunistischen Partei der SowjetunionyJder-1Sovyetler Birliği Ko­ münist Partisi Merkez Komitesine bağlı Marksizm-Leninizm Enstitüsü, c. 4.2, Moskova, Progress, 1973, s. 541) Sralin’in başkanlığında, Molotov, Kaliııin, Kaganoviç, Yenukidze vb kişilerin de olduğu otuz bir kişilim bir Anayasa Komisyonu, 1935 Temmuzu ile 1936 Martı arasında yepyeni bir anayasanın ön tasarısını hazırladı. Daha sonra aldığı adla “Stalin Anayasasrnın tasarısının asıl yazarı Mihail Buharin idi. Boris Nikolayeviskiy, Buharin iîe 1936 ilkbaharında Paris’te yaptığı bir söyleşiyi anlatırken, Bu­ harının kendisine dolmakalemini göstererek şöyle dediğini aktarır. “Ye­ ni Sovyet Anayasasının tümü bununla yazıldı, ilk kelimesinden son keli­ mesine kadar. Ve buııu tek başıma yaptım; yalnız Kari [Radck j biraz yar­ dım etti.” (Boris Nikolaycvskiy ile görüşme, 1964, B.L Nicolayevsky, Poıver and the Souiet Elife, “The Letter o f an O ld Boishevik * and Other E$$ays içinde, University of Michigan Press, 1975, s. 22) Anayasa tasarısı, 1936 Haziranında altmış milyonu aşkın sayıda basılarak yüz binlerce toplantıda milyonlarca insan tarafından irdelendi. Victor Serge şöyle ya­ zıyor; “Sovyetler Birliğinde yurttaşlar, Stalin'in tasarısını tartışmaya çağırıldılar. Tasarıyı, insan dehasının en büyük yapıtlarıyla ve Beethoven'in 9* Senfonisiyle karşılaştıranlar çıktı. Eleştiri getirecek kadar safdil olanlar da. Bu safdiller şu anda hapisteler. Anayasa tasarısı tartışma kampanya­ sı, insanları konuşturup sonunda deliğe tıkmak İçin bir provokasyondan başka bir şey değildi.” (Victor Serge, uLe cauchemar stalinien”, la Revo-

372

BÖLÜM 10

Uttion proletarienne, sayı 229 içinde, 25 Ağustos 1936, s. 5) Anayasa rarnemasının sonunda “yaklaşık iki milyon düzeltme ve ekleme önergesi ve düşiınce’' verildi. (Gescbichte der Kommunistischen Partei der Sowjetimion, c. 4*2, s, 542) Olağanüstü VIII. Sovyet Kongresinin, iki yüz yirmi ki­ şiden oluşan bir redaksiyon kuruluna, değişiklik önerilerini taslağa ekle* mek için üç gün yetti; ardından taslak, 5 Aralık 1936 günü Sovyetyer Bir* liginin yeni anayasası olarak ilaıı edildi, (s. 543) (Yeni anayasa çıkarılır ve kutlanırken Stalin ile GPU, göstermelik Moskova davalarının İkincisi (Pyakov, Radek'e vb karşj olanı] için hazır­ lıklar yapıyordu. Dava 1937 Ocak sonunda görüldü ve kidesel tedhişin yolunu açtı,) 5. “Entwurf der Verfassung...” (Bölüm 9, ıı. 1), s. 1093; krş. Madde 12, Fıkra 2, “Sovyet Sosyalist Cumlıurİyetler Birliği Anayasası” (Bölüm 10, n. 1), s* 80; “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde ‘herkesten ye­ teneğine göre, herkese çalışmasına göre1şeklindeki sosyalist ilke gerçekle­ şir.” 6. Marx, “Gotha Programının Eleştirisi ”, Marx ve Engcîs, Seçme Ya­ pıtlar, c. 3, s. 23. 7. “Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölü­ müne kölece boyun eğmesinin, onunla birlikte de kafa emeğiyle kol eme­ ği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra emeğin, yalnızca ya­ şam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra (,.*), ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yaza bilecektir: 'Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!’” (agy) 8. “Yurttaşların emek gelirleri ve tasarrufları, konudan ve yardımcı ev ekonomileri, ev ekonomisi ve yönetimine ilişkin eşya, kişisel ihtiyaç ve konfor eşyası üzerinde kişisel mülkiyet haklarıyla yurttaşların kişisel mül­ kiyet üzerinde miras haklan yasayla korunur.” (“Entwurf der Verfassung„.” |Bölüm 9, n, İ|, s. 27) 9. Birleşik Aîman sosyal demokrasisinin 1875 tarihli pragmatiğine gö­ re sınıf devletinin yerini bir “ halk devleti” alacaktı. Marx ile Engels, bu­ nun karşısına “proletaryanın devrimci diktatörlüğü” şiarını çıkardılar. (Marx, “Gotha Programının Eleştirisi”, Marx ve Engels, Seçme Yapıtlar> c. 3, s. 30vd) Engels, eleştiriyi, BebePe yazdığı Mart 1875 tarihli bir mek­ tupta şöyle yorumladı: “ Devlet, savaşımda, devrimde, devrim düşmanla­ rım bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür halk devletinden söz etmek saçma­ dır: Proletaryanın devlete gereksinmesi olduğu sürece o, bunu özgü dük için değil, basımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve Özgürlükten söz et­

NOTLAR

373

menin olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkmış olacak­ tır. Onun için biz, devlet sözcüğünün yerine* her yerde, topluluk (Gemeimvesen) gibi, Fransızca komünün karşılığı olan mükemmel bir eski Al­ ınan sözcüğü kullanılmasını öneriyoruz. (Marx ve Engels* Seçme Yapıt­ lar, c. 3* s* 37-45* burada s. 42) Sovyetler Birliği Komünist Parti XXII. Kongresinde N.S. Kıuşçev, sosyal demokrat ya da Stalinci formülü yeni programa aldırdı: “Proletarya diktatörlüğü olarak doğan devlet, yani bugünkü aşamasında tüm halkın devleti, bir bütün olarak halkın çıkar ve is­ teklerini ifade eden bir organ haline g e lm iş tir “Sovyetler Birliği Komü­ nist Partisi Programı, Sovyetler Birliği Komünist Parti XXII. Kongresi ta­ rafından kabul edilmiştir, 31 Ekim 1961.” (Sovyetler Birliği, XX/V, ve XXV. Kongre Raporları ile Parti Programı içinde, Kızılırmak, 1976, s. 257-397, burada s. 356) 10. “Birinci Dünya Savaşmdan önceki yıllarda sınai bir işgücünün ku­ ruluş halinde olmasına karşın Rus imparatorluğunun nüfusu, 1917’de halâ ağırlıklı olarak tarımda çalışmaktaydı. Savaş komünizmi ve NEP dö­ neminde, birçoğu mevsimlik gczici işçi olarak çalıştırılmış olan sanayi iş­ çileri, bölük bölük köylere dönünce bu görüntü belirginleşti. 1925Tte da­ hi işgücünün yüzde 85’i hâlâ tarımda çalışmaktaydı. Tarımdan kaçış ha­ reketi, sonraki yıllarda çok hızlandı. Sonuç olarak tarımsal istihdamda dolaysız bir mutlak düşüş görüldü. Bu* sanayileşme yolundaki ülkelerin çoğunun sunduğu görüntünün* yani başlangıçtaki göreli düşüşü mutlak düşüşün ancak sonradan izlemesinin tamamen tersiydi, 1928 ile 1940 arasında tarımsal istihdamın toplam iş gücü içindeki payı yüzde 7Fdeıı yüzde 54'e düştü/' (“Occupational Structııre”, The Cambridge Encylopedia o f Russia and the Soı/iet Union içinde, Cambridge University Press* 1984, s. 374-6, burada s. 374) İL Anayasa tasarısının 125* Maddesi, SSCB yurttaşlarına şu güven­ ceyi sağlıyordu: a) Söz özgürlüğü; b) Basın özgürlüğü; c) Kapalı vc açık mekânlarda toplanma özgürlüğü; d) Gösteri yürüyüşü ve gösteri Özgürlü­ ğü. (“Eııtwurf der Verfassung...” |BöUim 9* n. 1|* s> 1099) 12. 1922 Haziranından sonra basın sansürü, Öğretim ve Eğitim İşleri Halk Komiserliği emrindeki * Edebiyat ve Yay m Başmüdürlüğü” Tarafın­ dan uygulandı. 1923 Şubatında ayrıca bir “Repertuar Denetimi Başkomitesin kuruldu. 6 Haziran 1931 tarihli yeni bir ana tüzükle sansür kurulu­ nun yetkileri genişletildi. Resmi denetimden daha korkulu olan, Stalinkin ve onun Parti Sekreterliğinden cn yakın çalışma arkadaşlarının tamamen keyfi müdahaleleriydi. (Krş. “Ccnsorship”* The Cambridge Encylopedia o f Russia and the Soviet Union içinde, Cambridge University Press, 1984, s. 409-11)

374

BÖLÜM 10

13. Birçok yabancı komünist otuzlu yılların ikinci yansındaki tedhi­ şin kurbanı oldu. Hayatta kalma şansı olanlar, Sralin*in kovuşturulma la rina ya da kaybedilmelerine karşı yükselebilecek protestoları hesaba kat­ mak zorunda olduğu* yasal komünist partilerinin üyeleri, İskandinavyalI­ lar, IngiJizler ve Fransjzlar idi. Rus oJmayan kurbanların en seçkinleri ara­ sında Ztmmerwald solunun birçok mensubu (Bronski, Warszawski, Horwitz, Fürstenberg, Stein-Krajewski, Lewinson, Platten, Koritshener, Her­ sin), Polonya Komünist Partisi yönetici kadrosunun tümü (Lesczcyhinski, Proçnik, Stein, Heryng, Bortnowski, Lauer, Amsterdam, Da bal, Lahcucki, Ciszewskı, Wroblewski, Bobinski, Sochacki-Czeszejko), Bela Kun ile Macar Devriminin önderlerinden» 1919 tarihli Şuralar Cumhuriyeti Halk Komiserlerinden, kampta geçen tutukluluklarının sonunda yalnız ikisi ha­ yatta kalan on iki kişi daha vardı. “Stalin'in temizliklerine kurban giden Alman komünistlerinin listesi kabarıktır. Partinin en üst organına yani Politbüroya bakıldığında Sralin'in baskısının burada Hitler'in tedhişinden daha çok kurban aldığı görülür,” (H. Weber, Kommunismus m Deuischlattd 1918-45, Darmstat, Wiss. Buchgesellschaft, 1983, s. 159) 1933’ten 1945’e dek Almanya'da dört Politbüro üyesi katledilmişti. Otuzlu yıllar­ da SSCB’de Alman Komünist Partisi Politbürosıınun dört üyesi ile iki adayı, Stalinciiiğe kurban gitti: Hugo Eberlein, Leo Flieg, Hermann Remmele, Hermann Schubert, Fritz Schulre ve Heinz Neumann ile onlara ek olarak Heinrich Sübkind. Komünist Gençlik Birliği yöneticisi Gerte Wilde, zorunlu çalışma kampında öldü. Max Hölz ve Max Levien, kurban­ lar arasında bulunan başka iki Alman devrimcisiydi. (Krş. H. Weber, Kommunismus in Dcutscbland 1918-45>s. 159vd; “Yabancı Elemanlar”, Büyük Tedhiş içinde, s. 117-20; B. Lazitch, “Staliıı’s Massacre of the Forcign Communist Leaders”, (der.) M* Drachkovİrch, B. Lazirch, The Comintern, Historical Higbligbts, EssaysyRecollections, Documents içinde, New York, Praeger, 1966, s. 139-83) 14. “Nedir bu proletarya diktatörlüğünün ta kendisinden, dahası pro­ letarya diktatörlüğünün sağlamlaştırılmasından başka,..” {“Um die Staatsverfassung des Sozialismus, Eine kritisehe Presseschau”, Rundschau, sayı 31,9 Temmuz 1936 içinde, s. 1250-3, burada s. 1251) 15. “Programm der Kommunistischen Partei RuKlands (Bolschewiki) angenommen auf dem VIII. Partei kongre!? 1919”, (der,) Meissner, Parteiprogramm içinde, s. 125vd. 16. Almanya’da ilk kez, Kuzey Alman Reichstag’ınm toplandığı 1867’de gizli oy kullanıldı. Oy verme hakkının genelleştirilmesi (“one man-one vote” [adam başı bir oyl) çerçevesi içinde gizli oyun yurttaşlara yaptırım korkusu ve grup sadakatinden bağımsız bir siyasal irade beyanı

NO T U R

375

olanağı vereceği öngörülüyordu. Gizli oy, İngiltere'de 1884 yılında yürür­ lüğe girdi. Gizli oy itkin Avustralya ve ABD'ııin bazı eyaletlerinde özel oy verme hücresi ya da kabini uygulamasıyla birlikte başladığı »da güvence altına alındı. 17. kapitalizmin çöküş

"TEK ÜLKEDE SOSYALİZM"

405

çağı olarak değerlendirmiş olmakla21 baştan sona yanıldığımızı kabul etmemiz gerekirdi. O zaman Sovyetler Cumhuriyeti, Paris Komününden sonra gelen* ondan daha geniş ve daha olgun bir ikinci proletarya diktatörlüğü deneyi olurdu sadece, ama işte o kadar,.. Ancak uluslararası devrimin bir halkası olarak gördüğümüz Ekim Devriminin anlamını ve içinde bulunduğumuz ça­ ğın değerlerini bu kadar kararlı bir biçimde yeniden gözden ge­ çirebileceğimiz derecede ciddi nedenlere sahip miyiz acaba? Ha­ yır! (...) Yeniden inşa dönemlerini (savaştan sonra] büyük öl­ çüde tamamlamış bulunan kapitalist ülkeler, tüm eski ulusal ve uluslararası çelişkileriyle, üstelik daha genişlemiş ve çok daha şiddetlenmiş biçimlerde yüz yüze gelmiş bulunuyorlar. Ve işte proleter devriminin temeli dc budur. Sosyalizmi inşa etmekte ol­ duğumuz bir gerçektir. Bütün, parçadan daha büyük olduğuna göre, devrimin Avrupa'da ve dünyada hazırlanınakta olduğu da, daha kesin bir gerçektir. Parça ancak bütün’le birlikte kazanabi­ lir (...) Avrupa proletaryasının iktidarı fethetmesi için gerek duy­ duğu süre, Avrupa ve Amerika'yı teknik açıdan geçmemiz için bize gereken süreden daha kısadır.,. Biz bu arada gelişmiş kapi­ talist ülkelerle kendi ülkemiz arasında mevcut olan emek verim­ liliği farkını sistematik bir biçimde azaltmaya çalışmalıyız. Ne denli ilerlersek, düşük fiyatlar yoluyla müdahalelerin, dolayısıy­ la da askeri bir müdahalenin tehlikesinden o denli korunmuş oluruz... İşçilerin ve köylülerin yaşam koşullarını ne ölçüde yük­ seltirsek, Avrupa’da proleter devriminin hızlanmasını o ölçüde kolaylaştırırız. Ve bu devrim bizi, dünya teknolojisiyle daha ça­ buk zenginleştireceğinden, Avrupa ve dünya sosyalizminin bir unsuru olan sosyalist inşamız daha da gelişecek ve sağlanılaşacaktır. ” Eğer partiden ihraçları ve tutuklamaları bir yanıt olarak nitelemeyeceksek, bu belgemiz de, diğer tüm belgeler gibi yanıtsız kaldı. Kaplumbağa hızıyla inşa düşünccsi terk edilince, bununla bağlantılı olarak kulak'ların sosyalizm tarafından asimile edil­

406

EK 1

mesi düşüncesinden de vazgeçmek gerekli oldu. Bu arada zengin köylülüğün idari önlemlerle yenilgiye uğratılması tek ülkede sos­ yalizm teorisine şöyle bir yeni gıda sağladı: Sınıflar “tamamen” ortadan kaldırıldığına göre, sosyalizm de wtamamen” gerçekleş­ tirilmiştir (1931). Buysa, “sefalet temelinde” bir sosyalist top­ lum düşüncesine geri dönüş demekti. Bir defasında* resmi bir ga­ zetecinin bize* Sovyetler Birliğinde çocukların ihtiyaç duydukla­ rı süt miktarının yetersizliğini sosyalist sistemin aksaklıklarına değil, ülkedeki inek sayısının yetersizliğine bağlayan bir açıkla­ ma yaptığını hatırlatmadan edemeyeceğim.22 Ancak emek verimliliği sorununun yol açtığı kaygı, topyekûıı kolektifleştirmenin yarattığı tahribata maruz kalanlara ahlaki bir tazminat ödenmesine yönelik 1931 yılının güvence veren for­ müllerinin ayakta kalmasına izin vermedi. Stalin, Stahanov ha­ reketi münasebetiyle ansızın şöyle bir açıklamada bulunuverdi: “Bazıları, sosyalizmin bir çeşit yoksullukta eşitlik olarak gelişe­ bileceğini sanıyorlar. Bu yanlıştır... Gerçekte sosyalizm ancak kapitalizmde olduğundan daha yüksek bir emek verimliliği te­ meli üzerinde kazanabilir.”23 Tamamen doğru! Öte yandan politik haklarının son kırıntılarından da kendini yoksun kıldığı 1936 yılı Nisan ayında yapılan Komünist Genç­ lik Kongresinde onaylanan yeni programında Komünist Gençlik Örgütü,24 Sovyet rejimini kesin bir biçimde şöyle tanımlıyor: “Ulusal ekonomi sosyalist olmuştur.”25 Kimse bu çelişkili kav­ ramların kabul edilmesinden kaygı duymuyor. Çünkü bu kav­ ramların hepsi de anlık ihtiyaçlara yanıt verebilmek için devre­ ye sokulmuştur. Ne olursa olsun, kimse bunlara en ufak bir eleş­ tiride dahi bulunmaya cesaret edemez. Komünist Gençlerin yeni programının gerekliliği, bizzat Kongre raportörü tarafından şu ifadelerle haklı gösterilmeye ça­ lışılmıştır: “Eski program, Rusya’nın "sosyalizme ancak dünya devrimi yoluyla varabileceği’ şeklindeki son derece büyük bir yanılgı içindeki anti-Leninist bir iddiayı içeriyor. Programın bu noktası köklü bir biçimde yanlıştır ve Trotskist düşünceleri yan­

"TEK ÜLKEDE SOSYALİZM"

407

sıtıyor/'26 Oysa 1924 yılı Nisan ayına kadar bizzat Stalin tara­ fından da savunulan düşüncelerdir bunlar! Geriye sadece şunun açıklanması kalıyor: Nasıl oluyor da, 1921 yılında Buhariıı tarafından yazılmış, Lcnin’in dc katılımıy­ la Politbüro tarafından titizlikle incelenmiş bir program,27 ara­ dan on beş yıl geçtikten sonra “Trotskist” olmakla suçlanarak taban tabana zıt bir revizyona konu olabiliyor! Ancak çıkarların söz konusu olduğu yerde mantıksal kanıtların güçsüzlüğü orta­ dadır. Elbette kendi ülkesinin proletaryasının denetiminden kur­ tulan bürokrasinin, Sovyetler Birliğinin dünya proletaryasına olan bağımlılığını kabullenmesi kuşkusuz beklenemezdi* Eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak, teknoloji ile kapitalizmin mülkiyet ilişkileri arasındaki çelişki, kapitalist zincirin dünyada­ ki cn zayıf halkasından kopmasına yol açtı* Dünya kapitalizmi­ nin yetersizliklerinin kefaretini ilk ödeyen geri Rus kapitalizmi oldu. Eşitsiz gelişme yasası tarih boyunca bileşik gelişme yasa­ sıyla bütünleşir. Rusya'da burjuvazinin çöküşü proletarya dikta­ törlüğünü getirdi, yani gelişmiş ülkelere kıyasla geri bir ülkenin ileriye sıçraması. Geri bir ülkede sosyalist mülkiyet biçimlerinin yerleşmesi son derece zayıf bir teknolojik ve kültürel düzeyle karşı karşıya geldi. Bizzat yüksek düzeyde gelişmiş dünya üreti­ ci güçleriyle kapitalist mülkiyet arasındaki çelişkilerden doğan Ekim Devriminin kendisi de, çok yetersiz kalan ulusal üretici güçlerle sosyalist mülkiyet arasındaki çelişkilerden nasibini aldı* Gene de Sovyetler Birliğinin yalıtılmışlığı korkulabilecek teh­ likeli sonuçlara hemen varmadı. Kapitalist dünya Sovyetler Birliğine karşı tüm potansiyel gücünü harekete gcçiremeyecek derccedc dağılmış ve felce uğramış durumdaydı. Eleştirel iyimserligin ıımut edebi İeceğinden daha uzun süreli oldu “ateşkes”. Ancak yalıtılmıştık vc kapitalist temellerde bile olsa dünya paza­ rından yararlanmanın olanaksızlığı—dış ticaret 1913’tcki düze­ yinin dörte birine, hatta beşte birine düşmüştü2**—muazzam ulusal savunma harcamalarının29 yanı sıra, üretici güçlerin en elverişsiz bir biçimde dağılımım vc kitlelerin yaşam koşullarının

408

EK 1

çok yavaş bir yükselişini beraberinde getirdi. Bu arada bürokra­ si belası, yalıtılmışlığın en uğursuz ürünü oldu. Devrimin koyduğu politik ve hukuksal ilkeler, bir yandan ge­ ri bir ekonomi üzerinde olumlu etkide bulunurken, Öte yandan geri kalmışlığın felç edici etkisini hissettiler. Sovyetler Birliği ne kadar uzun süre kapitalist kuşatma altında kalırsa, toplumsal dokularının yozlaşması da o ölçüde derinlere nüfuz edecektir. Belirsiz bir yahtılmışlık süreci, ulusal bir komünizmin yerleşme­ sine değil, kaçınılmaz olarak kapitalist restorasyona götürecek­ tir. Nasıl burjuvazi sosyalist demokrasi tarafından barışçıl ola­ rak asiınile edilmeyi kabulleıımeyecekse, sosyalist devlet de dün­ ya kapitalist sistemince asimde edilmeyi uysal bir şekilde kabul etmeyecektir. “Tek bir ülkenin’' barışçıl sosyalist gelişmesi tari­ hin gündeminde değildir. Dünya çapında bir dizi sarsıntı gün­ demdedir: Savaşlar ve devrimler. Sovyetler Birliğinin iç yaşamın­ da da fırtınaların kopması kaçınılmazdır. Bürokrasi nasıl ki planlı ekonomi mücadelesinde kulak’ı mülksüzleştirmek zorun­ da kaldıysa* işçi sınıfı da sosyalizm mücadelesinde bürokrasiyi mülksüzleştirmek zorunda kalacaktır. Sonra da da bürokrasinin mezar taşının üzerinde şöyle yaza­ caktır: 4
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF