ISSN: 1308-5398
TARİH OKULU SONBAHAR 2008
I
İZMİR
TARİH OKULU
ISSN 1308-5398
Sonbahar 2008, Sayı I Yerel Süreli Yayın İletişim Bilgileri Yazışma Adresi: Ergene Mah. 454 Sok. Bozkent Apt. No: 10 Kat: 1 Daire: 1 Bornova İzmir Telefon: 0232 3428665 Elektronik Posta:
[email protected] Tarih Okulu, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Derginin tamamı veya bir kısmı kopyalanamaz, dağıtılamaz. Dergide yayınlanan çalışmalar, kaynak gösterilmek koşuluyla kullanılabilir. Yayınlanmasını istediğiniz çalışmalarınızı
[email protected] adresine gönderebilirsiniz.
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Mustafa ALİCAN Sorumlu Müdür ve Dergi Editörü Gökhan KAĞNICI Yazı İşleri Sorumlusu Aytunç ÜLKER Yayın Kurulu Arş. Gör. Cihan ÖZGÜN Arş. Gör. Murat TOZAN M. Fatih ÇALIŞIR, M.A. Yenal ÜNAL, M.A. Aytunç ÜLKER Gökhan KAĞNICI Mustafa ALİCAN Onur ERYEŞİL
İÇİNDEKİLER
MAKALELER Cihan ÖZGÜN, Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış (XVIII-XIX. Yüzyıllar)
5-17
Yenal ÜNAL, Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
19-47
Mustafa ALİCAN, Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
49-91
ÇEVİRİLER P. B. ADAMSON, Eski Mezopotamya’da Cerrahi Surgery in Ancient Mesopotamia (Çeviren: Gökhan KAĞNICI) Thomas A. BRYSON, Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol Admiral Mark L. Bristol, An Open-Door Diplomat In Turkey (Çeviren: Aytunç ÜLKER)
93-104
105-128
YENİ YAYINLAR Lionel CASSON, Antik Çağ’da Seyahat (Çeviren: Nalan ÖZSOY) İnceleyen: Murat TOZAN
129-136
Başlarken… Fransız tarihçiler Lucien Febvre ile Marc Bloch, 15 Ocak 1929’da, Annales d’histoire economique et sociale (Ekonomik ve Toplumsal Tarih Yıllıkları) ismini verdikleri tarih dergisinin ilk sayısını yayınladıkları zaman tam olarak ne yaptıklarının bilincindeydiler. Yeni bir tarih anlayışı yaratmak için yola çıkan Febvre ile Bloch, sosyal bilimlerin tarihe uyarlanması metodunun kullanılmasıyla disiplinler arası bir tarih biliminin gelişeceği inancını taşıyorlardı. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi,
antropoloji
vb
sosyal
bilimsel
disiplinlerin
verilerini
kullanmayı temel alan farklı bir metodoloji ile siyasi ve diplomatik tarihin ötesine geçerek tarihin kökenlerine ulaşmak amacındaydılar. Nitekim Strasbourg Üniversitesi’nde ders verdikleri dönemde kurmuş oldukları bu dergi, tarih disiplinin gelişimi açısından bir devrim işlevi görerek yeni bir vizyonun yaratılmasına öncülük etti. Sayısız tarihçi, bu derginin büyüleyici etkisine kapıldı ve tarihin tarihi yeni bir dönemece girdi. Febvre ile Bloch’un öncülüğünde bilim tarihinin sahnesine çıkan Yeni Tarih Anlayışı, derginin isminden hareketle Annales Okulu olarak ün yaptı. Türkiye’deki en önemli öncü ve temsilcisini ünlü tarihçimiz Ömer Lütfi Barkan’ın şahsında bulan Annales Okulu, başta efsanevi tarihçi Fernand Braudel olmak üzere bir çok tarihçinin metodoloji anlayışını şekillendirerek dünya tarih yazımına ölümsüz eserler kazandırdı.
Bugün modern dünyada mevcut olan tarih anlayışı çok değişti. Annales
Okulu’nun
kurucularının
1920’li
yıllarda
hayal
bile
edemeyecekleri metodolojik aygıtlar tarih disiplinine olağanüstü katkılar sağlıyor. Fakat onların, sonsuzluğa uzanan bir yolun ilk adımını atan cesur tarihçileri olduğunu tarih hiçbir zaman görmezden gelmeyecek. Her zaman modern tarihçiliğin babaları olarak anılmaya devam edecekler. Çıkardıkları dergi ile temellerini attıkları modern tarih, onları hep hayranlıkla yâd edecek. *** Elinizde ilk sayısını tutmakta olduğunuz Tarih Okulu, tarihe gönül vermiş genç araştırmacıların mesleğe doğru attıkları ilk adım, ilk emekleme deneyimidir. Onlar, tarihe yeni bakış açısı getirme iddiası gibi bir hadlerini bilmezlik içinde değiller. Hayalini kurdukları tek şey, hocaları tarafından kendilerine açılan tarihsel gerçeklik kapısından içeri girmek ve o büyülü dünyada kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilmektir. Tarih Okulu’nun amacı, akademik tarihçiliğe âşık olmuş genç tarihçilere
çalışma
kazandırmaktır.
disiplini
Özgün
ve
tarihsel
süreğen metinler
bir
mesleki kaleme
heyecan almalarını
sağlayabilecek güçlü bir retorik geliştirebilecekleri platform olmak ve kendileri ile aynı heyecanı paylaşan başkalarıyla birlikte yapacakları verimli
çalışmalarla,
kendilerini
geliştirebilmelerine
olumlu
etki
yapabilecek bir bilgi dağarcığı yaratmaktır. Bunun yanında elbette ki uzun soluklu olmaktır. 2
*** Tarih Okulu mensupları, derginin hazırlanma ve yayınlanma evrelerinde kendilerinden ufuk açıcı deneyimlerini esirgemeyen Tarih İncelemeleri Dergisi editörü Doç. Dr. Süleyman Özkan’a, ilk sayıda yayınlanan çalışmalara (kendi alanları ile ilgili olarak) danışmanlık yapan değerli hocalarımız Prof. Dr. Mehmet Ersan’a, ve Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert’e sonsuz teşekkür ve minnettarlıklarını sunmaktan kıvanç duyarlar. Tarih Okulu
3
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 5-17.
OSMANLI EKONOMİ POLİTİĞİNE KISA BİR BAKIŞ (XVIII- XIX. Yüzyıllar)
Cihan Özgün∗ Özet Osmanlı İmparatorluğu coğrafi konumundan dolayı hareketli ve canlı bir ekonomik yaşam ve ortama sahip olmuştur. Osmanlı imparatorluğu dünya ekonomisine eklenme sürecinde tarım, ticaret, sanayi, ekonomik kurumlar, ulaşım, ekonomik ilişkiler ve hizmetlerde büyük değişiklikler yaşanmıştır. Bu çalışmada 18. yüzyıl Osmanlı’sından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçirdiği ekonomi politiği incelenmiştir. Anahtar kelimeler: Ekonomik Değişim, Ekonomik İlişkiler ve Düzen, Tarım, Ticaret, Sanayi. Abstract Ottoman Empire, due to its geographic condition has a animated and lively economic life and environment. Especially, while Ottoman Empire was relating to world’s economy, there were great changes in agriculture, trade, industry, economical companies, communication and service areas. In this work, are examined, political economy from XVIII. century to the establihsment of Turkish Republic. Key words: Economic Transformation, Economic Relations and Order, Agriculture, Trade, Industry.
∗
Arş. Gör. Cihan Özgün, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı. E- Mail:
[email protected]
Cihan Özgün
XV- XVI. yüzyıllarda en parlak çağını yaşayan Osmanlı Devleti’nin bu yüzyıldaki pek çok savaşları ticaret yolları üzerinde denetim kurma çabasının cüretkâr birer sonucuydu. Osmanlı Devleti’nin bu ihtişamlı çağında Osmanlılar lehinde ekonomik döngüler, siyasi karar ve dengeleri çok rahatlıkla belirleyebilirken1 bu ihtişamlı çağları takip eden yüzyıllarda; Osmanlılar aleyhine siyasi döngüler, ekonomik dengelerini yavaş yavaş belirlemeye başladı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun genişlemekte olan kapitalist dünya ekonomisi içindeki iş bölümüne, gelişme merkezlerinden sanayi ürünleri satın alan ve onlara hammaddeler satan bir çevre alanı olarak katılması XVII. ve XVIII. yüzyıllarda iyice belirginleşmişti.2 Osmanlı-Avrupa ticaretinde XVII. yüzyıl boyunca İngilizler egemen oldu. Osmanlı ülkelerinde genellikle ham ipek, tiftik, pamuk ve meyan kökü gibi ham maddeler alıp, yünlü kumaşlar ve madeni eşyalar gibi mamul maddeler satan Levant Company tüccarlarının büyük karları, İngiltere’deki sermaye birikimine ve İngiliz merkantilizminin gelişmesine önemli katkılarda bulundu. Osmanlı ekonomisi için “arzı kıt talebi bol bir ekonomidir; bu nedenle elde tutmalıyız” diyen Colbert’in iktisat politikasıyla önemli atılımlar yapan Fransızlar ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’yla olan ticaretinde XVIII. yüzyılda önem kazandı. Fransızlar da Osmanlılara daha çok sanayi malları satıyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndan yaptıkları ithalat arasında, XVIII. yüzyılın sonlarında bile bazı düşük kaliteli pamuklu dokumalar, pamuk ve tiftik ipliği bulunması, Osmanlı ekonomisinin mutlak bir ham madde ihracatçısı haline gelecek kadar kendi artizan sanayilerini henüz yitirmediğini göstermesi bakımından ilginçtir.3 Avrupa devletleri’ne tanınan ticaret 1
Osmanlı Devleti’nin ticaret ve ekonomisinin canlandırılması için uyguladığı politikalardan en önemlisi, büyük şehirler etrafında bir yol sistemi meydana getirmek ve fetihlerle belirli ticaret yollarının denetimini ele geçirmekti. Zira onlar, ticaret yollarının kendi memleketlerinden geçmesinin getireceği maddi faydaları tamamıyla kavramışlardı. Barthold (1984), 226-227. 2 Osmanlıların bu tip bir çevre alanı haline getirilmesi için hazırlıklar XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ülkesi ticaret bileşimi ve rejiminde değişiklikler yapılarak başlandı. Daha önceleri Venedik bandırası altında ticaret yapan Fransızlar 1569’da Osmanlılardan kapitüler ayrıcalıklar aldı. 1581 yılında İngiltere’de Osmanlı İmparatorluğuyla yapılacak ticareti konu alan Turkey Company kuruldu. Daha sonraları Levant Company adını alan bu tekelci şirket aracılığıyla İngilizler de 1583 yılında Fransızlarınkine benzer ayrıcalıklar elde etti. Hollandalılar 1612’de, Avusturyalılar 1615’de, İsveçliler 1737’de, iki Sicilya Krallığı 1740’da, Danimarkalılar 1746’da, Prusyalılar 1761’de, İspanyollar 1782’de ve Ruslar da 1783’de Osmanlı Hükümetinden kapitülasyon diye bilinen ticaret ve yargı ayrıcalıklarını aldılar. Tezel (1982), 60-61. 3 Tezel (1982), 60-61.
6
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
kolaylıklardaki denge, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı aleyhine bozulmuştu. Söz konusu dönemde Avrupa’da kol gücü yerine buhar gücünün geçmeye başlamasıyla üretimde büyük artış sağlanmıştı. Bunun doğal sonucu olarak, Osmanlı pazarını elde etmek için Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletler kıyasıya bir yarışın içine girmişlerdi.4 Bunun ardından gelen manifakturel başarı ve uygulanan merkantalist politikalar Osmanlı ekonomik düzenini alt üst etmişti.5 1774’den sonra kapitülasyonları delme arzusu içinde bulunan Osmanlı Rumları için konsolos olmak veya konsolosluklara hizmetli olarak girerek yabancı tüccarlar gibi davranmak yolu açılmıştı. Ayrıca ticaret, tarım, faizcilikle para kazanan ve çoğu yerli olan konsolosların resmi sıfatları hükümetle ilişkilerinde onlara avantajlı bir durum sağlamaktaydı6. Bu değişimleri de göz önünde tutarak şunu söyleyebiliriz ki; Osmanlıların XVIII. yüzyıldaki ülke ekonomisi üzerindeki kontrolü XVI. yüzyıldakine nazaran epeyce zayıflamıştı. Bunun en önemli nedeni Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarında konsolos, kaptan ve tüccarlarıyla, ayrıca para ve istihdam olanaklarıyla var olmalarıydı. Ayrıca Hıristiyan tüccarlar, yabancı tüccar ve konsoloslara yanaşmaya ağırlık vererek, vergi yüklerini hafifletmek için sık sık bir tercüman olarak –kağıt üzerinde- bir konsolosluğun hizmetine girmişlerdi. Osmanlı padişahları elçiler nezdinde bu durumu protesto ettikleri halde kalıcı bir başarı sağlayamamışlardı.7 XIX. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin yol açtığı üretim patlaması, teknolojik gelişmeler, hızlı ulaşım araçları gibi faktörler nedeniyle, dünya uluslarının birbirleriyle ekonomik ilişkilerini üst düzeylere tırmandırdıkları bir süreç oldu.8 Sermaye birikimi her şeyden önce batının gerçekleştirdiği tarihi bir olguydu. Yani batıda iç ve dış sömürü olmasaydı belki sermaye birikimi ve bunun sonucu olarak Sanayi Devrimi görülmeyecekti. Oysa Osmanlılar geleneksel olarak sermayenin belli ellerde toplanmasını engelleyerek ve gerektiğinde müsadere yöntemini kullanarak böyle bir iç oluşuma imkan tanımak istememişti.9 Öyle ki XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren buharlı gemilerin yapılmasıyla ticaret 4
Çadırcı (1991), 6. Ekinci (1997), 27. 6 Çadırcı (1991), 5- 6. 7 Bu konu hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Faroqhi (1997), 203-204. 8 Martal (1999), 73. 9 Tabakoğlu (1986), 445. 5
7
Cihan Özgün
yollarının kısalması, Asya-Avrupa ticaretinde Osmanlıların topraklarından geçen kervan yollarına büyük darbe indirmiş, Osmanlılar ticari açıdan sadece atıl bir duruma düşmekle kalmamışlar, ayrıca giderek sanayi devrimini tamamlamış büyük devletlerin iyi bir müşterisi olma yoluna da girmişlerdi. Önemle belirtmeliyiz ki, 1750-1815 arasında hiçbir mal Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeteri kadar uzun bir süre içinde ve belirli bir miktarın üstünde düzenli olarak ihraç edilmemişti. Ayrıca 1838’e gelinceye kadar Osmanlı Devleti ekonomik politikasını tek başına belirleyebiliyordu. Uygulanan politikanın temeli ithalata kolaylık sağlamak, ihracata sınırlamalar koymaktı. Böylece dışa kapalı olmamakla birlikte kendi kendine yeten, ürettiğini tüketen bir toplum düzeni yerleşmişti.10 Dolayısıyla şehirlerde ve kırsal bölgelerdeki üretim faaliyetleri dünya ekonomisindeki değişikliklerden pek etkilenmiyordu. Bu durumda da yerel halkın dış pazarlara veya merkez bölge ekonomilerine bağımlı olduğunu söylememiz oldukça zordur.11 Geleneksel Osmanlı ihraç politikası provizyonist bir yapıdaydı. İçerde halkın ihtiyacı karşılandıktan sonra ancak artan kısım ihraç edilebilirdi. Ayrıca devlet yed-i vahit (tekel) usulü ile ürünün alım ve satımı üzerine tekelini koyabiliyordu. Tanzimat’a kadar dış ticaret devletin provizyonist ve fiskalist kaygılarıyla ve kapitülasyonların belirlediği ilkeler ışığında yürütülüyordu. Bu genel konjonktür içinde, Osmanlılar aleyhine siyasi döngülerin, ekonomik dengelerini yavaş yavaş belirlemeye başladığına dair yaptığımız tespitin en canlı ve temel örneğini 1838 Ticaret Anlaşması oluşturmaktadır.12 Kapitülasyonların önemli bir aşaması olan 1838 Türk-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Devleti’nin maliyesinin çıkmaza girmesinin ve Osmanlılarda varolan ticaret ortamının radikal bir şekilde değişmesinin en temel etmenidir. 1838- 1846 arasında ticaret muahedesi yapılan diğer Avrupa devletleri de İngilizlerinkiyle aynı imtiyazlara sahip oluyorlardı. Bununla 10
Martal (1999), 73. Kasaba, (1993), 37. 12 Anlaşmanın getirdiği en önemli değişiklik, ihraç yasağı, yed-i vahit ve satın alınan malların nakli için gerekli tezkere yönteminin kaldırılmasıydı. Ayrıca 1826’dan beri çeşitli adlarla alınmakta olan bütün dahili resimler kaldırılmakta ve yerine dahili gümrük resmi olarak %9 oranında bir resim konulmaktaydı. İthal mallarında ise yabancı tüccarın getirdiği malı memleket içine götürmesi halinde ödeyeceği resim sadece %2 idi. Harici gümrük resmi aynen %3 olarak muhafaza edilmekteydi. Bu resimleri ödeyen tüccar, başka herhangi bir engelle karşılaşmaksızın Osmanlı topraklarında perakende ticaret de dahil olmak üzere her türlü ticareti serbestçe yapabilecek duruma gelmiş bulunuyordu. Kütükoğlu (1992), 94. 11
8
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
birlikte 1846 Rus ticaret muahedesinde Osmanlı Devleti lehine olmak üzere bazı değişiklikler yer aldı. Rus tüccarı, harp alet ve malzemesi, müskirat, enfiye gibi maddeler de dahil olmak üzere perakende ticaret yapamayacak; şap, sülük, tuz ve tütün alım ve satımları bazı şartlara tabi olacaktı.13 İlki Fransızlarla 29 Nisan 1861’de yapılan, onu diğer devletlerle yapılanların takip ettiği Kanlıca Ticaret muahedelerinde, Balta Limanı muahedeleriyle yabancılara tanınan imtiyazlar aynen muhafaza edilmekle beraber bazı maddelerin ticaretine 1846 Rus muahedesindeki gibi sınırlamalar getiriliyordu. Fransa ile yapılan 1861 antlaşmasından sonra aynı yıl İtalya, İngiltere ve Belçika, 1862 yılında Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İspanya, Danimarka, Prusya, Hollanda ve Avusturya; 1866 yılında Meksika, 1868 yılında Portekiz devletleri de yapılan anlaşmalarla belirtilen bu ayrıcalıklara kavuşmuşlardı.14 Avrupa’nın Osmanlı hammaddelerine öteden beri rağbeti fazla idi. Bir kısmının Avrupa’da yetişmemesi, bir kısmının kalite üstünlüğü ve hemen hepsinin ucuz oluşu rağbeti artıran sebeplerdendi. Ticaret konusu olan bu malların çoğu önce miri ihtiyaçlar için satın alındığından devletin ödediği fiyat rayicinin altında kalıyor ve üretici imkan bulduğu takdirde malını, daha yüksek fiyat ödeyen yabancı tüccara satmayı tercih ediyordu. Bunun içindir ki yasaklara rağmen kaçak olarak hammaddenin dışarı kaçışı tam manasıyla önlenemiyordu. 1838’den sonra söz konusu durum değişmeye başladı. Yabancı tüccar her türlü malın alım ve satımında yerli tüccarla aynı haklara sahip olmuştu. Fiyatları kolaylıkla yükseltebildiklerinden Osmanlı tebası olan tüccar ve esnafı yavaş yavaş devreden çıkarmaya başlamışlardı.15 Önceki dönemde liman kentlerinde toplanan yabancı koloni tüccarları, sadece Osmanlı tüccarlarından hammadde alıp mamullerini satmakla uğraşır, ülke içindeki üretim, tüketim ve ticaretle doğrudan ilgilenmezken, yeni dönemde ilgi alanları arttı ve iç üretim, ulaştırma ve haberleşme işleriyle doğrudan ilgilenmeye başladılar. Bu ilgide, Avrupa’da ortaya çıkan sermaye birikiminin yanında, Osmanlı pazarının da karlı görünmesinin de payı vardı. Yerli sermayesinin, 13
Kütükoğlu (1992), 94-95. Tuz ve tütünün Osmanlı ülkelerine ithali yasaklanıyor, ancak isteyen yabancı tüccar yerli tüccar statüsünde sadece ihraç edeceği miktarı bildirmek şartıyla ülke dışına göndermek hakkına sahip kılınıyordu14. Dış satım resmi %12’den %8’e indiriliyordu. Her yıl yapılacak %1 indirimlerle resim oranının 7 yıl sonra %1’de sabit kalması hükme bağlanıyordu. Silah, top, tüfek ve her türlü savaş araç ve gereçlerinin Osmanlı topraklarına sokulması yasaklanıyordu. Duru-TuranÖngeoğlu (1982), 100. 15 Kütükoğlu (1992), 95. 14
9
Cihan Özgün
teknik bilgi ve becerinin, girişimcilerin olmayışı bunların işlerini kolaylaştırıyordu.16 Öncelikle, XIX. yüzyıl ticaret sözleşmeleri Osmanlı tarımının geçimlik yapısını çözmüştü. Provizyonist klasik Osmanlı ekonomik düzeni parasallaşmış, pazar göstergeleri ve piyasa güdüleri toplumda iktisadî rasyonaliteyi egemen kılmıştı. Kendi yağıyla kavrulan kapalı Osmanlı “ekonomileri”ni dış pazara açmış, üreticiye tevekkül yerine kazanç özlemini aşılamıştı. Öte yandan ekonomik bütünlük ve türdeşliğe doğru önemli bir açılım sağlamıştı.17 Osmanlı Devleti bu süreçte, bir yandan geleneksel yapısındaki çözülmelere karşı yeni değerler ortaya koymak, öte yandan değişime ayak uydurmak çabaları içindeydi. Ancak ticaret sözleşmeleri, gümrük sisteminde yapılan düzenlemeler, ulaşım ve haberleşme alanındaki gelişmeler, yabancı sermaye yatırımları, verilen imtiyazlar vb. olaylar devletin, dünya kapitalist düzeniyle hızla bütünleştiğini gösteriyordu.18 Ancak bununla birlikte, XIX. yüzyılın sonlarında, Osmanlı aydınları arasında artık serbest mübadele kapısını kapatmak gerekliliğini, yoksa sanayi ve iç ticareti canlandırmanın katiyen mümkün olamayacağını belirten fikirler yoğunluk kazanmıştı.19 Osmanlı Devleti’nde bu tür tartışmalar süredursun, merkantalist engellerin kaldırılması, 16
Çadırcı (1991), 335. Toprak (1982), 234. 18 Martal (1999), 73. 19 Örneğin Ahmet Mithat Efendi, bir iktisatçı olmamasına rağmen ülkenin gelişmişlik düzeyini gerçekçi biçimde tespit ederek yapılması gerekeni görmesi sonucu “kapitalistleşme için himaye” politikasının temellerini atmıştır. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Çavdar (1981), 173. Kirkor Zohrap Efendi de, Osmanlı üreticisinin yabancı rekabetine karşı pek güçsüz olduğunu belirtiyor, ilkel düzeyde olan Osmanlı sanayini ve ülkenin tek zenginlik kaynağı olan toprak ürünlerini korumak için ılımlı himayeciliği kabul etmenin zorunluluğuna değiniyordu. Bu tür bir dış ticaret politikası benimsenmezse, ülkenin sınırlı servetinin yok olacağına, “ecnebi kapitalistlerin; yabancı sermayecilerin tahakkümünün doğacağına” dikkat çekiyordu. Bkz. Toprak (1982), 112. Mizancı Murat, “Usul-ü Himaye ve Serbest-i Mübadelat” başlıklı yazısında, serbest dış ticaret politikasının sanayi’i ve ticareti gelişmiş yabancı ülke sanayi’i ve ticaretiyle rekabet edebilecek güçte ülkeler için uygun düşeceğini Osmanlı Devleti gibi geri kalmış bir ülkede “ancak usul-ü himayenin” diğer bir deyişle koruyucu bir dış ticaret politikasının ulusal çıkarlarla bağdaşacağını belirtiyordu. Bu konu hakkında bkz. Toprak (1982), 106. Hiç kuşkusuz bu usulü himaye fikri, başta dönemin devlet adamları olmak üzere bir kısım kitle tarafından karşı çıkılıyordu. Serbest ticaret politikasından yana olanların, himayeci politikalara karşı itirazları; himaye politikasının uluslar arası iş bölümünün gelişmesini engelleyeceğine, malların daha da pahalılaşmasına neden olup ürün kalitesinin düşeceğine, biriken sermayenin himaye edilen dallarda kullanılmasına ve belki de en önemlisi, usulü himayenin merkantilizm gibi çağ dışı olarak nitelendirilmesine dayanılarak eleştiriliyordu. Geniş bilgi için bkz., Çavdar (1981), 176. 17
10
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
yeni altın kaynaklarının keşfi, iletişim ve ulaşım ağının genişlemesi, yaygın bir savaş çıkmaması, XIX. yüzyılın ikinci yarısında mal, insan ve sermaye akımının genişlemesi ve dünya ekonomisinin derinleşip büyümesi için elverişli bir ortamın ortaya çıkmasında etkili oldu.20 Bu tip ekonomik dönüşümlerin etkisinin en dramatik şekilde yaşandığı yıllarda, 1908 hareketi sonucu İttihat ve Terakki Partisi iktidara geldi. II. Meşrutiyet yıllarında giderek güçlenen milliyetçilik, Osmanlı aydınının iktisadî düşünüşünü de etkilemekte gecikmemişti. Alman romantizminden kaynaklanan millî iktisat politikası benimsenmiş, serbest dış ticaret politikasından bir an önce vazgeçilerek koruyucu bir dış ticaret politikasının uygulamaya sokulması özlenmişti.21 1908’den sonra sayıları önemli ölçüde artan gazete ve dergilerde ticaretin önemini vurgulayan yazılar yoğunluk kazanmıştı. İkinci Meşrutiyetle birlikte Müslüman- Türk unsur ticarette daha çok yer almaya başlamıştı.22 İttihatçılar milli iktisat politikasıyla hem dünya kapitalizminin Osmanlı Ekonomisi üzerindeki etkilerini giderebileceklerini hem de ülke içinde giderek palazlanan azınlık tüccarlarına karşı bir milli burjuvazi yaratabileceklerini düşünüyorlardı.23 Ancak Türk Müslüman tüccar yaratma çabalarının sonucu milli mücadeleden önce alınamamıştı.24 II. Meşrutiyet döneminde ülke ekonomisine egemen olan azınlık burjuvazisine karşı Türk unsurlardan Milli burjuva yaratma politikası izleyen İttihat ve Terakki’nin çabaları yoğunlaşmış; azınlık burjuvazisine karşı yaratılmak istenen Türk burjuvazisi I. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik sıkıntılardan da yararlanarak ve hükümetten de destek görerek gittikçe güçlenmişti.25 Bir yandan Müslümanlara ait birikimlerle bankalar kurulurken diğer yandan Rum ve Ermeni azınlıkların ekonomik yaşamdan dışlanmasına çalışılmış, yabancı unsurlara karşı boykot hareketlerine girişilmişti.26 I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı devleti kapitalist dünya ekonomisiyle tamamen bütünleşmiş uydu ülke konumunu andırmaktaydı.27 Osmanlı Devleti’nde 20
Kasaba (1993), 42. Toprak (1982), 225. 22 Toprak (1982), 50- 52. 23 Martal (1993), 18. 24 Kıray (1998), 87- 88. 25 Çetin-Uyar (1993), 395. 26 Yaman (1998), 47. 27 Kuramsal olarak tekelci kapitalizmin (=emperyalizm) en belirgin ekonomik özelliği belli bir düzeye erişmiş kâr oranını korumak veya daha yükseltmek için fazla sermayesini sermayenin 21
11
Cihan Özgün
iktisadi dengelerin devamlı Avrupalıların aleyhinde gelişmesine neden olan kapitülasyonlar, savaş sırasında bir oldubitti ile kaldırıldı. Avrupalılar savaş ortamında kendileri için bir sömürü aracı olan kapitülasyonların, 1914’ de kaldırılmasını nasıl olsa bu hastanın mirasını savaş sonrası parçalayıp sömüreceklerini düşünerek -ama Anadolu’yu sömürge durumuna getirilmesi yolundaki çabalarına karşı olası bir mücadelenin çıkmasını akıllarına getirmeden- karşı çıkma girişimlerinde ısrarcı davranmadılar. İttihat ve Terakki bu ortamı değerlendirerek, yabancı işletmelere Türk personel kullanma ve bunları iş yaşamına hazırlama yükümlülüğü getirmiş, iç pazarı Türklere açmak ve ticari yaşamda etkinliklerini sağlamak amacı izlemişti. Nitekim I. Dünya Savaşı öncesi iç sermaye hareketini savaş oldukça hızlandırmıştı.28 Savaş başlar başlamaz deniz ticaret yolları kapandığı için ithalat aksamış, büyük şehirlerin yiyecek gereksinimlerinin karşılanması için, Anadolu’nun üretim kaynaklarından yararlanmak düşünülmüştü.29 İttihat ve Terakki’nin taşra örgütleri, kredi ve satış kooperatifleri kurarak üretici ve Müslüman tüccarı örgütlemiş; böylece piyasayı denetimleri altında bulunduran alıcı sendikaların karşısına tek satıcı olarak çıkmışlardı. İttihat ve Terakki ulusal bankacılığa yönelmiş, Osmanlı Bankası’nın yerini alacak bir devlet bankasının temellerini atmış, taşrada Müslüman- Türk eşrafını “Milli Bankalar” kurmaya özendirmişti. Nitekim savaş koşulları bu şekilde otarşik bir çözümü zorunlu kılmış ise de sonuçta “milli iktisat”a ortam hazırlamıştı. Ancak ülke ekonomisi savaş sırasında büyük darbe yemiş, savaş öncesi ortalama 15 milyonu besin maddesi, 30 milyonu sınaî mal olmak üzere yılda toplam 45 milyon Osmanlı liralık ithalatı olan Osmanlı devleti, 1915 yılında bu miktarın %3’ünü bile yakalayamamıştı. Bu nedenle ülke olanaklarıyla yetinmek zorunda kalınmış, kendi yağıyla kavrulan bir Osmanlı ekonomisi oluşturulmak istenmişti.30 Ülke ekonomisinde düzenleyici bir rol oynamayı deneyen İttihat ve Terakki kendi iktidarına bağlı çevrelere zorunlu kıt, kâr oranının yüksek olduğu alanlara yöneltmektir. Sermaye ihracı önce devlet borçları şeklinde olup daha sonra hammadde kaynakları üzerinde yoğunlaşır. Berber, (1993), 11. 28 Yaman (1998), 47. Babıâli ad velorem (değere göre) tarifeden spesifik (miktara göre) tarifeye geçmiş; böylelikle seçici bir gümrük politikası izleyerek, gümrüklerini yabancı devletlerin onayını almaksızın dilediğince yükseltebilme imkanı kazanmıştı. Kapitülasyonların kaldırılışı ve yeni gümrük tarifesi “ekonomik bağımsızlık” doğrultusunda atılmış önemli adımlardı. Geniş bilgi için bkz. Toprak (1982), 225. 29 Yaman (1998), 47. 30 Toprak (1982), 21, 25–26.
12
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
gereksinim maddelerinin imalat ve satış tekelini verdi. Gerekçe “…Her savaşta Türk olmayan unsurlar servet sahibi oluyor, vatandaşlar insanca kayıp verdikten başka, geçim sıkıntısına düşüyorlardı; bu itibarla vatandaşları ticarete teşvik etmek ve kendilerine kolaylık göstermek…”, “… bu sefer Türkler zenginleşsin…” idi.31 Bu yıllarda serbest piyasa mekanizması savaş nedeniyle alt üst olmuş, devlet doğrudan iktisadi yaşama müdahale etmek gereği duymuştu. Öte yandan “milli iktisat” ve “iktisadi uyanış” adı altında Müslüman Türk unsur girişimciliğe özendirilmiş, sermaye birikimini hızlandıran spekülatif kazançlara göz yumulmuştu. Osmanlı toplumunda güçlü bir ahlak anlayışının zaaf içine girmiş olması, tüccarın aşırı fiyatlarla mal satışının, memurun yasa dışı yollarla ticarete atılışının, ticarette spekülatif girişimler ve istifçiliğin rağbet görmesinin en temel nedenleri olarak gösterilebilir.32 Savaş yıllarında toplam ithalatın % 90’nını Almanya ve AvusturyaMacaristan’dan gerçekleştiren Osmanlı devletinin bu ticareti kesintiye uğramış33 savaşa girmeden önce elinde bulunan 110.000 tonluk küçük ticaret filosunun üçte ikisini kaybetmişti.34 Ancak Kurtuluş savaşı sırasında, (Müslüman- Türk) tüccarın dış ticarette aracı rolü oynaması ihracat ve ithalat güçlüğü doğurmuş, sermayeli az sayıdaki (Müslüman- Türk) tüccarlar dış ticareti bilmediklerinden sık sık yanılgıya düşmüşler, dış ticaret boşlukları doğmuş, dış bağlantıların kapanmasına neden olmuştu. Ulusal savaş boyunca dış ticaret açık vermişti.35 Savaşta, Anadolu’nun ekonomik yaşamı büyük 31
Yaman (1998), 48. Toprak (1982), 34 ve 57. Nitekim tüccar savaş durumundan yararlanıp, karaborsayla özellikle şehir halkının sırtından kolay kazanç sağlama yollarını bulmuştu. Örneğin 1914 Temmuz ile 1918 Eylül arasında, şeker 3 kuruştan 250’ye, zeytinyağı 12 kuruştan 280’e, pirinç 3 kuruştan 90’a fırlamıştı. Buğdayın çuval fiyatı 0.99 lira iken 51 liraya erişmişti. Ordu orta kalite buğdayı 28 ile 32 liraya almıştı. Bu fiyatlar arasındaki oransal farklılıklara dayanarak spekülatif kazançların ne dereceye vardığını görebildiğimiz gibi, savaş sonrası ülkede niçin “Harp zenginlerinin” türediğini de hiç tartışmasız anlayabiliyoruz. Dolayısıyla, yönetimin oynadığı rolü göz önünde tutacak olursak ulusal bir ekonomi kurma yolundaki çabalar, yarı sömürge koşullarının ortadan kaldırılmaması ve girişimcilerin kolay kazanç sağlama yollarını seçmeleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kabul etmek gerekir ki yarı sömürge koşullarının yarattığı toplumsal yapı içindeki ticari geleneğin değişmeden kalışı ulusal ekonomiyi kurma girişimlerine ket vurmuştu. Lütfen bkz. Yaman (1998), 48 33 Toprak (1982), 120; Yaman (1998), 49. 34 Darkot (1963), 218. 35 1921 yılında ihracat Antalya, Trabzon, Samsun ve Erzurum’dan gerçekleştirilmiş on aylık süre içinde 9.317.822 liralık ihracat yapılmış, 2 milyon lira açık verilmişti. Yaman (1998), 50–51. 32
13
Cihan Özgün
ölçüde TBMM Hükümetinin denetimindeydi ve ordunun gereksinimlerinin karşılanması en büyük iktisadi girişim olarak görünmekteydi.36 Nitekim Tekâlif-i Milliye emirleri ulusal yükümlülük çerçevesinde, halk ve tüccarın bazı ham madde, yarı mamul ve mamul malların %40’ını devlete verecek ve bunun bedelini ilerde tahsil edecekti.37 Görülüyor ki, alıcı ulusal devletti ve siyasi ortamın belirsizliği tüccarın parasını alıp alamayacağına da kesin bir teminat vermemekteydi. Bununla birlikte Anadolu hareketi her türlü üretim kaynaklarına el atarak siyasal olduğu kadar bu ekonomik savaşımından da galip çıkmıştır. II. Meşrutiyet döneminde izlenen milli iktisat politikaları sonrasında yaratılmak istenen Türk burjuvazisi, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra azınlıkların göç etmesiyle rakipsiz bir konuma gelmiştir. Sonuç olarak; Kurtuluş savaşı öncesinde Osmanlı Devleti siyasal, ekonomik ve mali bakımdan tam bir çöküntü içinde, kapitülasyonlar zinciriyle dışa bağımlı durumdaydı. Dış borçlar giderek artmaktayken, yabancı sermaye ülkenin önemli bütün ekonomik girişim alanlarını ele geçirmiş durumdaydı; daha açık bir deyişle Osmanlı Ülkesi kapitalist ülkelerin hammadde ambarı, mamul madde pazarı konumuna gelmişti. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı mali kaynak bulma –veya yaratma- çabalarıyla geçmiş, Osmanlı Devleti’nin yıkıntılarından farklı bir iktisadi anlayışa sahip yeni bir Türk Devleti ortaya çıkmıştır.
36 37
Yaman (1998), 52. Çavdar (1981), 249; Avcıoğlu (1971), 207.
14
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
BİBLİYOGRAFYA
AVCIOĞLU (1971)
Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni I, Bilgi Yayınları, Ankara 1971.
BARTHOLD (1984)
W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, (Haz. Fuat Köprülü), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984.
BERBER (1993)
Engin Berber, Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı, Doktora Tezi, İzmir 1993.
ÇADIRCI (1991)
Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.
ÇAVDAR (1981)
Tevfik Çavdar, Türkiye’de Liberalizmin Doğuşu, Uygarlık Yayınları, Ankara 1981.
ÇETİN-UYAR (1993)
Türkan Çetin- Hakkı Uyar, “Tariş ve Siyasal İktidarlar, Tariş Tarihi, İzmir 1993.
DARKOT (1963)
Besim Darkot, Türkiye Coğrafyası, İstanbul 1963.
İktisadi
DURU-ÖNGEOĞLU-TURAN (1982)
15
Cihan Özgün
Cihan DuruKemal TuranAbdurrahman Öngeoğlu, Atatürk Dönemi Maliye Politikası, 1. Kitap, TİSA Yayınları, Ankara 1982.
16
EKİNCİ (1997)
Necdet Ekinci, Sanayi ve Uluslaşma Sürecinde Toprak Reformundan Köy Enstitülerine, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997.
FAROQHI (1997)
Suraiya Faroqhi, “İktisat Tarihi -17 ve 18. Yüzyıllar”, (Haz. Sina Akşin), Türkiye Tarihi, III, Cem Yayınları, İstanbul 1997.
KASABA (1993)
Reşat Kasaba, Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi, Belge Yayınları, İstanbul 1993.
KIRAY (1998)
Mübeccel B. Kıray, Örgütleşemeyen Kent: İzmir, 2. baskı, İstanbul 1998.
KÜTÜKOĞLU (1992)
Mübahat Kütükoğlu, “Tanzimat Devrinde Yabancıların İktisadi Faaliyetleri”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992.
MARTAL (1993)
Abdullah Martal, “Osmanlı Ekonomisi ve Batı Anadolu’da Kooperatifçiliğe Yol Açan Ekonomik Gelişmeler”, Tariş Tarihi, İzmir 1993.
Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış
MARTAL (1999)
Abdullah Martal, Değişim Sürecinde İzmir’de Sanayileşme, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 1999.
TABAKOĞLU (1986)
Ahmet Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul 1986.
TEZEL (1982)
Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (19231950), Yurt Yayınları, Ankara 1982.
TOPRAK (1982)
Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat (1908-1918), Ankara 1982.
YAMAN (1998)
Ahmet Emin Yaman, Kurtuluş Savaşında Anadolu Ekonomisi, Betik Yayınları, Ankara 1998.
17
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 19-47.
AHMET FERİT TEK’İN HAYATI VE SİYASİ FAALİYETLERİ (7 MART 1878 – 25 KASIM 1971)
Yenal ÜNAL∗
Özet Ahmet Ferit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin en seçkin siyasi simalarından biriydi. 1912 tarihinde Milli Meşrutiyet Fırkası’nı, 1919’da Milli Türk Fırkası’nı kurdu. 30 Mayıs 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. Vekiller Heyeti’nin 26 Ekim 1921 tarihli kararıyla, Paris temsilciliğine atandı, daha sonra Lozan görüşmelerine katıldı. 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet Paşa’nın ilk Cumhuriyet Kabine’sinde, ilk Dâhiliye Vekili oldu. 6 Mayıs 1925–1932 tarihleri arasında Londra, 1932–1939 tarihleri arasında Varşova, 1939–1943 tarihleri arasında Tokyo Büyükelçiliği görevlerinde bulundu. 25 Kasım 1971’de vefat etti. Anahtar Kelimeler: Ahmet Ferit Tek, Biyografi, Siyasi Hayat, Tarih, 20. Yüzyıl. Abstract Ahmet Ferit Tek, one of the most distinguished characters during the Second Constitution and Republican era. He founded the “National Constitution Party” in 1912 and “National Turkish Party” in 1919. He attended “Turkish Grand National Assembly” on May 30th, 1920. By the decision of government on October 26th, 1921, he assigned to Paris representation office and then attended “Lausanne Conference”. He performed as “Ministry of Interior” in the ∗
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi. E-Mail:
[email protected]
Yenal Ünal
Ismet Pasha’s the first republican cabinet which established on October 30th, 1923. He worked as an ambassador in London between 1925 and 1932, in Warshowa between 1932 and 1939, in Tokyo between 1939 and 1943. He passes away November 25th, 1971. Key Words: Ahmet Ferit Tek, Biography, Political Life, History, 20th Century. Giriş Siyasi faaliyetleri ile 20. yüzyıl Türk tarihinde çok önemli bir yer edinen Ahmet Ferit Tek, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin en seçkin simalarından biriydi.1 7 Mart 1878 tarihinde, Bursa’da, İnanç Sokağı’ndaki 14 numaralı evde doğan Ahmet Ferit,2 İstanbullu bir aileye mensuptu. Babası maliye muhasebecilerinden Mustafa Reşid Bey, büyük babası Kadı Asım Efendi, dedesi yeniçeri efendilerinden Sadık Efendi idi. Annesi Uludağ’ın güneyinde bulunan Adırnas köyünden şehit İbrahim Ağa’nın kızı Hanife Hanım idi. Hanife Hanım, Kadı Asım Efendi’nin evine evlatlık olarak gelip, orada Leyla adını almış ve evin oğlu ile evlenmişti. Reşid Bey ile Leyla Hanımın iki evladı oldu: Ahmet Ferit ve İbrahim Refet (merhum Dr. Refet Tek). Reşid Bey muhtelif Osmanlı vilayetlerinde muhasebecilik ile görevli iken, çocuklarını, kışın İstanbul’da ve yazın Bursa’da “Hanım nineleri” (baba-anne) Merkez Efendizade Ümmü Gülsün Hanım büyüttü.3 Küçük yaşında İstanbul’a gelen Ahmet Ferit, ilk tahsilini Darü’l-Feyz mektebi ile Gülhane Rüşdiyesi’nde tamamladı.4 İlk ve rüşdiye tahsilini İstanbul’da yaptıktan sonra asker olmak hevesiyle girdiği Kuleli Askeri İdadisi’nden sonra 28 Nisan 1894’te Harbiye Mektebi’ne devam etti. 17 Ağustos 1896’da buradan piyade asteğmen rütbesiyle mezuniyetini takiben Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne kabul edildi.5 Genç zabit bir sene Erkan-ı Harbiye sınıfında çalıştı.6 Bu esnada İstanbul’da bulunan, Mülkiye, 1
Akder (1971), 116. Nevsal-i Milli (1914), 185; Akder (1971), 116; Birinci (2001), 196. 3 Esin (1971), 137–138. 4 Nevsal-i Milli (1914), 185; Akder (1971), 116. 5 Birinci (2001), 196; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339. 6 Nevsal-i Milli (1914), 185. 2
20
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
Harbiye, Tıbbiye ve Hukuk talebeleri tarafından 1889 baharında Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti kurulmuş ve yurt dışına kaçan Jön Türklerin faaliyetleri hız kazanmış, talebeler arasında meşrutiyet taraftarı cereyanlar başlamıştı. 1897 kışında siyasi faaliyette bulundukları suçlamasıyla tevkif edilen 78 Harbiye, Tıbbiye ve Mühendishane talebesi, topçu, piyade, bahriye zabiti ve tabip arasında Ahmet Ferit de bulunuyordu.7 O, politika ile iştigal töhmetiyle Taşkışla Harp Divanı’na sevk olunmuş ve bu divanın hükmüne dayanılarak zabitlikten atılarak, müebbeden ikamet cezasıyla Trablusgarp’a sürgün edildi.8 Aslında talebeler arasında gelişen bu siyasi cereyanlarla Ahmet Ferit’in ilgisi yoktu. Meşrutiyetçi öğrencilere karşı 1897 ve 1898 yıllarında takibat başlatılınca, arkadaşı Yusuf Akçura’yı (1876–1935) korumak isterken Ahmet Ferit de tutuklandı. Arkadaşları ile beraber olmadığını söylemek onlara sadakatsizlik gibi görüneceğinden kendini savunmadı.9 Taşkışla’da 102 günlük bir mahkûmiyetten sonra içlerinde Ahmet Ferit’in de bulunduğu 77’si “Şeref” isimli vapurla, 8 Eylül 1897’de İstanbul’dan Trablusgarp’a sürüldüler ve 15 Eylül’de sürgün yerine vasıl oldular.10 Siyasetle iştigal töhmetiyle yargılanıp Trablusgarp’a sürülen Ahmet Ferit, Yusuf Akçura ve diğer sürgünler, burada bir yıl zindanda kaldılar. Fakat sonradan 1898 senesi Ağustosu’nda arkadaşlarıyla birlikte affedildi ve rütbesi iade edilerek Trablusgarp Fırkası Erkan-ı Harbiyesi’ne 9 Temmuz 1898’de memur oldu.11 Ferit Bey, Erkan-ı Harbiye’de iki yıl hizmet etti ve bu zamanda bilhassa otuzuncu piyade livasının muallimliği vazifesini ifa eyledi. Askeri vazifesi ile beraber siyasetle ilgilendi. Recep Paşa seryaveri merhum Şevket Bey’in başkanlığında bulunan İttihad ve Terakki yedinci şube azalığında bulundu.12 O dönemde Trablusgarp ekseri, meşrutiyet taraftarı kimselerin sürgün edildikleri, çoklukla bulundukları bir vilayet idi. Fırka kumandanı, Recep Paşa ve onun seryaveri Mahzar Paşazade Şevket Bey de Meşrutiyetçilerden idiler. Şevket Bey Trablusgarp’ta, İttihad ve Terakki 7
Birinci (2001), 196. Nevsal-i Milli (1914), 185. 9 Esin (1982), XXXI, 28. 10 Birinci (2001), 196. 11 Nevsal-i Milli (1914), 185; Birinci (2001), 196; Çankaya (1968–1969), II, 929; “Ahmet Ferit Tek”, (1998), VIII, 294. 12 Nevsal-i Milli (1914), 185. 8
21
Yenal Ünal
Fırkası’nın yedinci şubesini kurmuş bulunuyordu. Bu muhitte, Ahmet Ferit ve Kuleli yıllarından beri en yakın arkadaşı olan Yusuf Akçura, yardım gördüler. Şevket Bey, Ahmet Ferit’i henüz çocuk olan kızı Müfide (1892–1971) ile nişanladı. Ahmet Ferit ve Yusuf Akçura gibi iki istidadlı gencin Avrupa’da tahsil görmesi istendi. İki arkadaş, 1900 yılında Trablusgarp kıyılarından bir kayığa binerek Tunus’a ve oradan da Paris’e kaçtılar. Fransa’daki Faaliyetleri Ahmet Ferit, Fransa’da bir taraftan siyasi faaliyetlere devam ederken diğer taraftan Paris Siyasi İlimler Mektebi’ne (Ecole Libre des Sciences Politiques) devam ederek, 29 Haziran 1903’te okulu yedinci ve “Mansion Honorable” ile bitirerek diploma aldı.13 Ahmet Ferit’in hocaları arasında ünlü tarihçi Albert Sorel ile İngiltere hakkındaki kitaplarıyla tanınan Emile Boutmy ve Ch. Dubois de bulunuyordu. Ferit Bey, Ecole Libre des Sciences Politiques Mektebi hocalarından, Avrupa ve Rusya’nın siyasi metotlarını, yüzyıllardan beri takip ettikleri gayeleri, Türkiye’ye karşı tutumlarını yakından öğrendi. Osmanlı Devleti’nin maruz olduğu hücumların, bazen onu parçalamak ve mirasına konmak için bir vesileden ibaret bulunduğunu da anladı.14 Bu arada Osmanlı Devleti’nde pek çok yeni siyasi gelişmeler yaşanıyordu. Padişah II. Abdülhamid Kanun-u Esasi’yi ilan edeceğine söz vermiş, tahta çıktıktan sonra sözünü tutmuşsa da, araya giren 93 (1877–1878) Harbi’ni bahane ederek Meclis’i süresiz olarak tatil etmiş ve anayasal sistemin mimarı Mithad Paşa’yı da Taif’e sürgüne göndermişti. Fakat bu gelişmeleri yakından takip eden siyasi gruplar duruma müdahale etmek istediler. 1865’de kurulan Genç Osmanlı Cemiyeti’nin yerini 1880’lerden başlamak üzere, özellikle 1890’lı yıllarda başka cemiyetler almaya başladı. Abdülhamid’in hükümdarlığı boyunca devlet içinde ve dışında çeşitli protesto grupları oluşturan liberaller, Avrupa’da Genç Türkler adı altında birleştiler.15 Genç Türkler de Genç Osmanlılar gibi Osmanlı Devleti’nin kötü gidişinin nedenlerini araştırıp, birçok siyasi faaliyete girişmişlerdi. Onlar devletin meşruti yönetimle idare edilmesi halinde, bulunduğu vahim durumdan kurtulabileceğine 13
Esin (1971), 138; Nevsal-i Milli (1914), 185; Birinci (2001), 196; Çankaya (1968-1969), 929. Esin (1971), 138. 15 Shaw ve E. K. Shaw (1982), II, 310. 14
22
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
inanıyorlardı ve bu nedenle başlangıçta umut bağladıkları Padişah ile giderek sürtüşmeye başladılar. II. Abdülhamid, ülkeyi kendi kurduğu sistemle, hiç kimseye bağlı olmadan yönetmek istiyordu. Genç Türkler (Jön Türkler) ise anayasal sistemle yönetime ortak olmak istiyorlardı. Bütün bu gelişmeler Genç Türkler ile Padişah’ı karşı karşıya getirdi ve resmen devlet içinde barınamayan Jön Türkler, Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde faaliyet göstermeye başladılar. Jön Türklerin ülke içinde faaliyet gösterebilen gizli bir kolu vardı ki, bu grup ilerde devlet yönetimini ele geçirecek ve 20. yüzyıl başlarında onun mukadderatını tayin edecekti. 1889’da İstanbul’daki Askeri Tıp Okulu’ndan (Mekteb-i Tıbbiye-yi Askeriye) bir grup öğrenci Abdülhamid’in tahttan indirilmesi amacını güden inkılâpçı bir örgüt kurdular. Bu grubun ilk çekirdeği dört kişiden oluşmaktaydı.16 Bunlar İbrahim Temo (Ohrili) (1865–1939), Abdullah Cevdet (Diyarbakırlı) (1869–1932), Mehmed Reşid (Kafkasyalı), Hüsayinzade Ali (Bakülü) (1864–1942), İshak Sükuti (Arapkirli) (1868–1902)’dir. Örgütün ilk adı “Cemiyet-i Osmaniye İttihad ve Terakki” iken kısa bir müddet sonra “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi.17 Cemiyet, öğrenci çevrelerinde hızla üye kazandı ve İtalyan Carbonari örgütü örnek alınarak dört kişilik küçük, özerk hücreler halinde örgütlendi. Bu dört kişiden her biri de yine dörder kişilik yeni bir hücre kurmakla yükümlüydü. Örgüt, Askeri Tıbbiye’nin çevresini çabucak aştı; Harbiye, Baytariye, Mülkiye, Bahriye, Topçu ve Mühendishane gibi o günün bütün yüksekokullarına sızdı.18 Kısa sürede çok büyük bir taraftar kitlesi oluşturdu ve zamanla önce Selanik ve çevresinde, sonra İstanbul’da yayıldı. Bunu gören Padişah, onları takibata uğrattı ve bunlardan bazıları da faaliyetlerini Avrupa’da devam ettirdiler. Avrupa’da siyasi faaliyetlere devam eden birbirinden farklı Jön Türk grupları vardı. Bunlar genel anlamda Şura-yı Ümmet grubu, Prens Sabahattin (1877–1948) grubu, Abdullah Cevdet ve İçtihad Dergisi grubu, Murad Bey ve Mizan Gazetesi grubu, Ahmet Rıza Bey (1858–1930) ve Meşveret Gazetesi grubuydu.19 Bu gruplardan, Prens Sabahattin Bey, Paris’e geldikten sonra bütün çabasını bir “Jön Türk” Kongresi akdine hasretmiş ve bu konuda bin bir çareye 16
Yerasimos (1980), 567. Karal (1996), IV, 514. 18 Yerasimos (1980), 567–568. 19 Çavdar (1991), 18. 17
23
Yenal Ünal
başvurmuştu. Kongrenin akdi çeşitli memleketlerde bulunan bütün hürriyetperverlerin bir araya toplanmasına bağlıydı.20 Prens Sabahattin ve Lütfullah Beylerin bir bildirisiyle yapılan çağrı üzerine, I. Jön Türk Kongresi 4 Şubat 1902 tarihinde toplandı. Kongre ayan üyelerinden olan, Türk muhibbi ve hürriyet dostu Mösyö Lafeuvre Contalis’in özel ikametgâhında toplanmıştı.21 Kongreye iştirak eden ve meşrutiyet hareketlerine karışmış olan başlıca şahsiyetler şunlardı: Prens Sabahattin, Ahmet Rıza, İsmail Kemal, İsmail Hakkı Paşa, Hoca Kadri, Halil Ganem, Mahir Said, Yusuf Akçura, Ahmet Ferit Bey, Ali Haydar, Hüseyin Siret, İbrahim Temo, Doktor Nazım, Doktor Refik Nevzat ile Ermeni ve Rumların ileri gelenleri.22 Ahmet Ferit Bey, Paris’teki tahsili esnasında bu kongreye davet edilmişti. Bu durum onun Genç Türkler açısından ne kadar değerli biri olduğunu göstermektedir. Mezkûr kongrede, Osmanlı unsurlarını oluşturan bütün milletler hemen hemen temsil edilmekteydi. 60–70 kişiye varan bu kongreciler “Jön Türk” âleminin ve Padişah II. Abdülhamid muhaliflerinin en tanınmış simaları arasından seçilmişti.23 Kongre Prens Sabahattin Bey’in güzel bir konuşmasıyla açıldı. Müzakere esnasında şu iki nokta üzerinde duruldu: —Yalnız propaganda ve neşriyat ile inkılâp yapılmaz. Buna mebni askeri kuvvetlerin de ihtilal harekâtına iştiraklerini temine çalışmalı. —Ecnebi hükümetlerin müdahalesini davet suretiyle memlekette ıslahat icrasına tevessül edilmeli. Birinci noktayı İsmail Kemal Bey ortaya atmıştı. İddiasına göre kendisi mühim bir askeri kuvveti temsilen kongreye iştirak etmişti. Bu meselenin umumi celsede müzakeresi makul olamayacağından, eğer heyeti umumiye tasvip ederse, intihapla gelmiş bir komiteye bu hususta izahat verebileceğini söylüyordu. İkinci teklif Ermenilerden gelmişti. Onlar, II. Abdülhamid’in vaat ettiği ıslahatın şimdiye kadar yapılmadığını, bundan böyle de yapılmayacağını, memlekette hakiki inkılâbın ecnebi müdahalesiyle kabil olabileceğini iddia ediyorlardı. Hatta Berlin Muahedesinin 61. maddesinin ve 11 Mayıs 1895 tarihli muhtıranın tatbikini istiyorlardı.
20
Kuran (2000), (2.bs), 189. Akşin (1987), 43; Kuran (2000), (2.bs), 189. 22 Karal (1996), IV, 531. 23 Kuran (2000), (2.bs), 189. 21
24
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
Bu vadide söz uzadığından kongre azaları arasında anlaşma sağlanamadı. Bu arada Prens Sabahaddin Bey’in müdahalesi, meseleyi, tarafların memnuniyetine mucip bir duruma sokmuştu. Prens Sabahaddin Bey, ecnebi müdahalesinin memlekete daima zarar verdiğini ve bu defa da zarar vermesi melhuz bulunduğunu ve böyle bir talepte bulunmanın aklı selim karı olmadığını söyledikten sonra, ancak ecnebi müdahalesine de ihtiyaç bulunduğunu ve bunu memleket lehine çevirmek lazım geldiğini anlatmış ve düşüncesini şu suretle hülasa etmişti: “Biz memleketimizde bir ihtilal yapmak maksadıyla toplanmış bulunuyoruz. Lakin dâhilde ihtilal çıkarmağa muvaffak olduğu takdirde bu hareketin hüsnü suretle neticeleneceği muhakkak değildir. Kargaşalık esnasında herhangi ecnebi bir hükümetin kendi menfaati namına, içişlerimize müdahale etmesi muhtemeldir. İşte biz bu müdahaleyi önlemek için menfaati menfaatimize uygun bir hükümetle daha evvelden anlaşmış olmalıyız. Yani dâhilde bir hareket vücuda getirdiğimiz vakit, bundan istifade etmek emeline düşecek hükümetlerin müdahalesini bertaraf edecek, hür ve demokrat hükümetlerle şimdiden uyuşmalıyız ve bundan sonra ihtilal hareketine geçmeliyiz.” Müzakere salonu bir müddet bu münakaşalarla çalkalandıktan sonra şu yolda yeni bir nokta-yı nazar hâsıl olmuştu: “Müdahaleci Olmayan” ve o zamanın diliyle “Âdemi Müdahaleci” Prens Sabahaddin Bey’in izah ettiği şekilde müdahaleye taraftar olanlar ekseriyeti teşkil ediyordu. Bu hizbi İsmail Kemal Bey temsil etmekteydi.24 Diğer taraftan bu görüşe şiddetle itiraz eden başka bir görüş hâsıl olmuştu. Bu grubun başını da Ahmet Ferit Bey çekiyordu. Ahmet Ferit Bey, genç yaşı ve mütevazı mevkiine rağmen, Prens Sabahaddin’in ileri sürdüğü teklife itiraz etti. Ahmet Ferit Bey’in itirazı şu anlamda idi: “Ecnebilerin müdahalesi işgal ve felaket getirir. Ancak ecnebilere menfaat temin eder. Bu sebepten, ecnebi müdahalesini istemek vatana ihanettir.” Ahmet Ferit’in bu sözleri üzerine, Meşveret Gazetesi naşiri ve müstakbel Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey ve Boşnak Hoca Kadri Efendi de onu desteklediler. Türklerin bu tutumu üzerine, Ermeniler işbirliğinden vazgeçtiklerini ifade ettiler ve kongre dağıldı.25 Böylece Ahmet Ferit, Ahmet Rıza Bey’in de dâhil olduğu 24 25
Kuran (1956), 321–322. Esin (1971), 138–139.
25
Yenal Ünal
bir ekalliyet teşkiline sebep olmuş ve sonra o, ekalliyet ile beraber “Şura-yı Ümmet”i tesis ederek, mezkûr gazeteye muharrirlik etmeye başlamıştı.26 Fransa’daki faaliyetlerini müteakip, sürgün ve firari olması hasebiyle Türkiye’ye dönemeyen Ahmet Ferit Bey, 1903 ile 1908 arasında Kazan’da Yusuf Akçura’yı ziyaret etti. Daha sonra, Türk asıllı birkaç ailenin servetlerini idare eden daire müdürü sıfatı Mısır’a yerleşti. Kahire’de intişâr eden Türk gazetesinde bu sırada Osmanlı siyaseti hakkında bir münakaşa açıldı. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi ile başlayan münakaşada tasavvur edilen üç siyaset tarzı Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük idi. Akçura, Türkçülüğü terviç ediyordu. Ali Kemal din ve millet farkı gözetmeden Osmanlılığı istiyordu. Ahmet Ferit ise icaba göre uyularak realist siyasetleri öne sürmekteydi. Daha sonraki ifadesi ile “Kayı Han Türklerinin… Muazzam ve muhteşem eseri” olan Türk devletinin korunması Ahmet Ferit’in önde gelen kaygısıydı. Şevket Bey’in 1905’de Trablusgarp’ta vefatından iki yıl sonra, kızı Müfide Hanım, annesi ve kardeşleriyle birlikte Malta’ya giderek Ferit Bey’e mülaki oldu. Müfide Hanım ve Ferit Bey 1907 yılında İskenderiye’de evlendiler.27 II. Meşrutiyet’in İlanı ve Yurda Dönüşü II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilanı üzerine tam on bir sene önce ayrıldığı İstanbul’a geri dönen Ahmet Ferit, önce Şura-yı Ümmet’te başmakaleler yazdı, sonrada Ahmet Rıza Bey’in teklifine uyarak 1909’da Meclis-i Mebusan başkâtipliğine kabul edildi.28 Ancak II. Meşrutiyet devrinde aldığı ilk resmi vazife, Mekteb-i Mülkiye 18. asır siyasi tarih muallimliğidir. 1908 yılında başladığı bu göreve Mahmud Şevket Paşa’nın katli bahane edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmasına (1913) kadar devam etti.29 Kütahya mebusu Saffet Paşa’nın istifası üzerine mebus seçilerek 18 Kasım 1909’dan itibaren meclis çalışmalarına da katıldı.30
26
Nevsal-i Milli (1914), 185. Esin (1971), 139. 28 Birinci (2001), 197; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339. 29 Çankaya (1968–1969), II, 929; Birinci (2001), 197. 30 Birinci (2001), 197; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339. 27
26
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
Ahmet Ferit’in o günlerde en çok uğraştığı meseleler maliye ve hariciye konularına aitti. İlk hazırladığı proje, Ziraat Bankası’nın sermayesini arttırarak muamelelerinin genişletilmesini hedefleyen teklifti. Fakat proje reddedildi. Ferit Bey umumi siyaset ve bütçe müzakerelerinde devamlı bir faaliyet sarf etti. Umumi siyasette taşkınlıktan kaçınılması ve bütçe işlerinde dengeyi koruması ihtiyacını savundu. Aşarın tedrici süratte arazi vergisine çevrilmesini, gümrüklerde %4 zamdan vazgeçilerek tarife usulünün tatbik olunmasını istedi. Dış siyasette evvelce devlet politikasını temellendiren esaslara dikkati çekti. İngiliz ve Rus İmparatorlarının Reval’deki mülakatında beliren tehlikelere karşı uyanık davranılmak ihtiyacını savundu.31 Bu arada Ferit Bey’in düşünceleri gittikçe Osmanlıcılıktan uzaklaşmakta ve milliyetçi bir inkişaf takip etmekteydi. Münekkit zekâsı ile İttihad ve Terakki Fırkası’nın tecrübesizlikten doğan hatalarını da görüyor, cesaret ve samimiyet ile onu açıkça tenkit ediyordu. 1910’da Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinin Maliye Nazırı Cavid Bey’in bir kararı ile Fırat üzerinde seyr-i sefer hakkının İngiliz Lynch Şirketi’ne verilmesine mecliste itiraz etti. Ferit Bey’in ithamı üzerine Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmek isteyince, İttihad ve Terakki Fırkası, Ferit Bey’in sözlerini geri almasını teklif etti. Ferit Bey’in reddetmesi üzerine, kendisi fırkadan tard edildi. Buna rağmen, Ferit Bey’e kıymet veren Talat Paşa (1874–1921), onu Dâhiliye Encümeni’ne tayin ettirdi. Böylece Ferit Bey, “İdare-yi Umumiye-yi Vilayet” ve “İdare-yi Hususiye-yi Vilayet” kanunlarını kaleme aldı. Meclis’te İttihad ve Terakki’yi açıkça tenkid etmesi üzerine 1909’da fırkadan çıkarılan Ahmet Ferit Bey, 1912 seçimlerinde ise meclis dışında bırakılan muhalifler arasındaydı. Fakat politikadan uzaklaşmayan Ahmet Ferit Bey; Yusuf Akçura, Müderris Zühdü Bey, Mehmed Ali ve Cami Beylerle birlikte 5 Temmuz 1912 tarihinde “Milli Meşrutiyet Fırkası”nı kurdu. Aynı yıl partinin yayın organı olarak 22 Eylül 1912’de “İfham” Gazetesini yayınlamaya ve “İfham Kütüphanesi” adı altında bir dizi kitap basmaya başladı. İfham Gazetesi yazarları arasında Mustafa Suphi (1883–1921), Ethem Nejat ve Sadrettin Celal de bulunuyordu. Ferit Bey’in kurduğu bu partinin genel siyaset temeli açıkça milliyetçilik umdesini ifade ediyor ve Osmanlı Devleti’ni, ancak milliyetçilik umdesi ile birbirine bağlı, fakat bir derecede muhtar üç kısımdan ibaret bir camia olarak tarif ediyordu. Türkler, parti programında şu şekilde ifade edilmekteydi: 31
Akder (1971), 118.
27
Yenal Ünal
“Türkler, yüzyıllardır devletin hudutlarında çarpıştı, kendi illerini ihmal etmek zorunda kaldılar; Türk illerinin kalbi Anadolu bakımsızdır. Türklerin de milli kaderlerini düşünmesi saati çalmıştır.”32 Bu arada aynı yıl, 12 Mart 1912 tarihinde Türk Ocakları kuruldu. Teşebbüs, Tıbbiye Mektebi talebelerinden geldi. Tıbbiyelilerin murahhası Dr. Sabit Bey idi. Şair Mehmed Emin (1869–1944), Dr. Akil Muhtar, Ağaoğlu Ahmet (1869–1939), Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit’ten oluşan yedi kişilik bir idare heyeti kurulup Ferit Bey reis seçildi. Bu örgüt, bu tarihten başlamak üzere çeşitli dönemlerde, çok önemli görevler üstlenecekti. O, bu siyasi faaliyetlere devam ederken bilindiği üzere 1911 yılında Trablusgarp ve 1912 yılında Balkan savaşları çıktı. Ferit Bey, Balkan Harbi’nde İhtiyat Erkan-ı Harbiye yüzbaşılığıyla Çatalca’da Karargâh-ı Umumi Erkan-ı Harbiye Birinci Şubesi’nde bir müddet bulundu ve 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Antlaşması’nı müteakip yine gazetesinin başına geçti.33 Gazetesinde son gelişmeler hakkında İttihad ve Terakki’yi çok ağır ölçülerde tenkid etti. O esnada İttihad ve Terakki Hükümeti’nin maliye nazırı Cavid Bey serbest-i ticaret (liberalizm); Ahmet Ferit Bey ise bilakis himaye (karma ekonomi) taraftarı idi. Milli faydayı, sanayinin teessüsünde görüyordu. Bilhassa un, pamuk ve şekeri Osmanlı memleketlerinin kendilerinin üretmesini istiyordu. Bu fikirlerin propagandası için “Üç Beyazlar” tabirini bulmuştu. Gazetesinde bu fikri yayıyordu. İttihad ve Terakki ise bu hareketi kendi siyasetine taarruz telakki etti.34 İttihad ve Terakki siyasetini tenkid ettiği için Ahmet Ferit, Talat Paşa’nın dostluğunu muhafaza etmekle beraber Cemal Paşa’nın (1872–1922) husumetini çekmişti. Bunun işareti, kısa bir süre için Bursa’ya nefyedilmesi oldu. Mahmud Şevket Paşa’nın katli hakkında “İfham” da çıkan bir haber vesilesi ile de gazetesi 13 Haziran 1913’te kapatıldı.35 24 Haziran 1913’te önce Sinop’a ve müteakip olarak 1915’te Bilecik’e gönderildi. Sürgün yıllarında en yakın arkadaşı ünlü hikâye yazarı ve edip Refik Halid Karay (1888–1965) idi.36 Sinop ve Bilecik’te geçen sürgün yıllarında I. Dünya Harbi çıktı. Eski Erkan-ı Harb Zabiti olan Ahmet Ferit’in orduya iltihak isteği reddedildi. Ahmet Ferit’in 32
Esin (1971), 139.
33
Nevsal-i Milli (1914), 187. Çankaya (1968–1969), II, 929. 35 Esin (1982), XXXI, 29. 36 Karay (1992), (2.bs), 43-149; Birinci (2001), 197. 34
28
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
“Tekin” takma adı altında yazdığı “Turan” adlı eseri, işte bu menfa yıllarında kaleme alınmıştır ki, kitap 1330 (1914–1915)’da İstanbul’da basıldı. Ahmet Ferit, turan mefkûresini siyasi bakımdan tahlil ile Avrasya’nın muhtelif yerlerindeki Türk kollarının ayrı devletler kurabilecekleri ümidini ifade etmekteydi. Bu arada I. Dünya Harbi’nin Türkiye aleyhine dönmesi üzerine, 1917 yılında bir hükümet değişikliği tasarlayan Talat Paşa, Ahmet Ferit’i Bilecik’ten çağırıp bir siyasi parti kurmasını teklif etti. Böyle bir teşebbüste Türkiye için fayda olmadığını düşünen Ahmet Ferit, Bilecik’ten ne zaman ayrıldığı belli olmamakla beraber, 15 Temmuz 1918’de, o zaman istiklalini yeni elde eden Ukrayna’nın merkezi Kiev’e başkonsolos olarak tayin edildi. Bolşeviklerin Ukrayna’yı işgali üzerine vazifeden ayrılarak 1919 yılında İstanbul’a döndü.37 Ahmet Ferit Bey, Kiev’den döndüğünde 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. Ülke içinde meydana gelen büyük siyasi olaylardan II. Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart Vakası, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaş’ının akıbetinde Osmanlı Devleti, parçalanma döneminin son safhasını yaşıyordu. Ferit Bey, 1902 yılında yapılan Jön Türk Kongresi’nde ileri sürdüğü görüşlerinde haklı çıkmıştı. Yabancı müdahalesi ile devlet parçalanmış ve Türk insanı bin bir çeşit acıya boğulmuştu. Bu koşullar altında bile olsa Ahmet Ferit Bey, yine vazife alarak vatanına hizmet etmekten geri durmadı. Ahmet Ferit Bey, ülkenin düşman işgali altında bulunmasını bir türlü sindiremiyordu. Nitekim 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, 19 Mayıs 1919 tarihinde Fatih Mitingi’nin toplanmasını sağladı. İstanbul’da, milliyetçi gruba katılan Ahmet Ferit, onların temsilcisi olarak Damad Ferit Paşa’nın (1853–1923) II. Kabinesinde, 21 Mayıs 1919–20 Temmuz 1919 tarihleri arasında Nafıa Nazırı olarak bulundu ve bir müddet Maliye Nezaretine (Mayıs-Temmuz 1919) vekâlet etti.38 Ahmet Ferit Bey, Damad Ferit Paşa kabinesinin siyasetine intibak edememişti. Türkiye’yi işgal eden devletlerin mümessillerine karşı güdülen tutum Ahmet Ferit Bey’in ağrına gidiyordu. Sevr Antlaşmasının müzakerelerine hazırlanılması keyfiyeti Ahmet Ferit Bey’in istifasına sebebiyet verdi.39 37
Esin (1982), XXXI, 29; Çoker, III, 495; Emekli Sandığı Maliye Devir Emeklileri Servisi. Bıyıklıoğlu (1981), (2.bs), 66; Türkgeldi (1951), (2.bs), 213; Birinci (2001), 197; Esin (1971), 140; Emekli Sandığı Maliye Devir Emeklileri Servisi; Karay (1992), 167-169. 39 Esin (1971), 140. 38
29
Yenal Ünal
Son gelişmeler karşısında boş durmak istemeyen Ahmet Ferit, 9 Aralık 1919’da Mehmed Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Bey, (1870–1927) Zühtü İnhan, Yusuf Akçura, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Mehmed Emin Erişirgil ile birlikte Milli Türk Fırkası’nı kurdu. Parti, mütarekenin işgalci ve kozmopolitik iklimi içinde Türkçülüğü sürdürmek amacındaydı.40 Bu partinin yayın organı olarak 23 Temmuz 1919 tarihinden itibaren İfham Gazetesini yeniden çıkarmaya başlamıştır. Birinci yayın devresinde bu faaliyete Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Sadrettin Celal katıldı. O yüzden gazeteyi komünistlikle suçlamaya kalkışanlar çıktı. Fakat Ferit Bey’in değişmez şiarı, milliyetçiliği, fikir hürriyeti kadar yüksek hamiyetine toz kondurulamadı. Kendisinin fikir ve mefkûre tesanütünde milliyet şuuruna ne derece sahip olduğunu takdir edenler etrafında toplanmakta gecikmediler. Başta aziz eşi Müfide Ferit Tek olmak üzere Mehmed Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi (1885–1966), Ömer Seyfettin (1884–1920), Hüseyin Ragıp (1890–1955), Haşim Nihat, onun davasını hararetle desteklediler. Bu davanın temeli o zamanki manda propagandasına mukavemet azmiydi. Ahmet Ferit Bey, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak, yer yer belirmiş Milli Mücadele teşebbüslerini teşkilatlandırmaya koyulan, Erzurum ve Sivas kongreleriyle millet iradesini bir merkezde toplamaya çabalayan Atatürk’ü, hiç bir şeyden çekinmeksizin destekledi. Onun Kuva-yı Milliye adına yayınladığı beyannameyi 9 Ekim 1919’da gazetesine aldığı gibi, 19 Ekim 1919 tarihli bildirisini, 20 Ekim 1919’da basarak halkı uyardı. Ayrıca katıldığı Milli Türk Fırkası’nın beyannamesini 22 Ekim günü ilan etti. İstanbul adaylarını, aralarında kendisinin de bulunduğu Mehmed Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Adnan Adıvar (1882–1955), Mustafa Zühtü ve İsmail Hakkı’dan mürekkep bir heyet halinde tanıttı. 18 Ağustos 1919 tarihinde yayınlamaya koyulduğu haftalık edebi ilavede Ömer Seyfettin, Mehmed Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi, Orhan Seyfi Orhon, Ruşen Eşref, Halid Fahri Ozansoy, Şukufe Nihal Başar, Feyzullah Sacid, Ahmed Refik Altınay, Ali Ekrem Bolayır, İbrahim Alaattin Gövsa, Fazıl Ahmed Aykaç, Falih Rıfkı Atay (1894–1971) imzaları da onun faaliyetlerine taze güç kattı.41 Bu arada, 12 Ocak 1920’de toplanacak Meclis-i Mebusan için Kütahya mebusluğuna tekrar adaylığını koyan Ahmet Ferit, İttihad ve Terakki’nin eski 40 41
Tunaya (1986), II, 531. Akder (1971), 119–120.
30
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
mensuplarının desteklediği Kara Kemal Bey’e karşı seçimi kaybetti. Ferit Bey kendine has açık gönlü ile yenilgisini ve İttihatçı galebesini “Fikrin Zaferi” adlı makale ile İfham Gazetesi’nde tebcil edince, İttihatçılar bu sefer onu desteklediler ve 15 Ocak 1920’de İstanbul mebusu seçildi.42 Ferit Bey, İstanbul mebusu iken, 16 Mart 1920 tarihinde işgalci kuvvetler Osmanlı Meclisi’ni basmış ve mebusların bazılarını tevkif ederek Malta’ya sürmüştü. Tesadüfen o gün mecliste bulunmayan Ferit Bey de aranmakta idi. İfham Gazetesi’nde ateşin üslubu ile milliyetçi tutumu yayan ve Kuva-yı Milliye’nin beyannamelerini çekinmeden neşreden Ferit Bey, “Aznavur Mahkemesi” tarafından mahkûm edildi. Ferit Bey ilk önce dost ve akraba evlerinde, sonra kendi evinin çatı arasında saklandı. Kalamış’taki bu ev Osmanlı polisi tarafından basıldı. Fakat Müfide Hanım’ın sitemkâr sözlerine muhatap olan polisler Ferit Bey’i bulamadılar veya bulmadılar. Ankara’ya Gelişi ve Siyasi Faaliyetleri O arada Kuva-yı Milliye ile Fransızlar arasında bir anlaşma yapıldı. Bazı Fransız esirlerine karşılık, diğer iki vatanperver ile Ferit Bey, Boğaziçi’nde bir dost yalısından alınarak, bir Fransız muhribine getirildiler ve Mudanya’ya götürüldüler.43 Ahmet Ferit Tek, çok sonradan, başından geçen bu önemli olayı şu şekilde mütalaa etmiştir: “Ankara Hükümeti teessüs ettiği zaman, ben İttihad ve Terakki İstanbul Mebusu olarak İstanbul’daydım. İşgal Hükümeti, İstanbul’da bulunan bütün mebusları tevkif edip Malta’ya sürüyordu. Bu yüzden ben de gizli ve saklıydım. Bu arada Ankara’dan haber geldi. Sizi biz İstanbul’dan, Ankara’ya naklettireceğiz, diye. Ankara Hükümeti, o zaman birkaç Fransız zabitini yakalamış. Onları iade ediyorlarmış. Fransızlara şart koşmuşlar. İstanbul’da üç kişimiz var, bunları alıp gelir misiniz, diye. Fransızlar bunu kabul etmişler ve mukavele olmuş. O üç kişinin arasında ben de vardım. O zaman Fransızlar bize müracaat ettiler. Sizi alıp götüreceğiz, diye, biz de kabul ettik. Çengelköyü’nde bir dostumuzun yalısında bekledik. Fransızlar bir sandal gönderdiler, beni oradan aldılar. Götürdüler küçük bir Fransız gemisine. 42 43
Birinci (2001), 197. Esin (1971), 140.
31
Yenal Ünal
Kabataş’ın önünde duruyordu, koydular ve onunla bizi Mudanya’ya götürdüler. Mudanya’ya gittiğimiz zaman, tabii Anadolu Hükümeti’nin himayesine, muhafazasına geçtik. Binaenaleyh Hükümet beni oradan aldırdı, Ankara’ya götürdü. Arabayla gittik. Atatürk, daha evvel bize mektup göndererek, çağırmıştı. Onun nutkunda vardır. İki-üç kişiyi İstanbul’dan çağırıyordu. Onun içinde ben de vardım. Fakat burada esaret altında olduğumuz için, tabii o zaman gidememiştim Ankara’ya. Bu defa gittik ve mülaki oldum. Mebus olduğum için, İstanbul Mebusu olarak iştirak ettim Meclis’e. Bu suretle vaki oldu Ankara’ya gidişim.”44 Yine bu konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa 15. Kolordu Kumandanlığına şu telgrafı çekmişti: “İstanbul’dan Anadolu’ya Kaçan Mebus ve Gazeteciler45 (26.III.1920) 15. K. Kumandanlığına gönderilen şifre Ankara: 26.3.1336 15. Kolordu Kumandanlığına Bugün Gebze’nin Kuşçu mevkiinden hareket eden Trabzon Mebusu Hüsrev Bey’den alınan şifre ile malûmat hulasasına nazaran İstanbul’dan birçok münevveran ve zabitan Anadolu’ya hareket ediyor. Ahmet Emin, Yunus Nadi, Celal Nuri, Ahmet Ferit, Rıza ve Nuri Beylerin firarları…… edilmiştir. Veliaht hazretlerinin de Anadolu’ya geçmek istediği anlaşılmıştır. İstanbul’dan, Gebze’ye kadar menzil yolu…… Daha şark aksamında köylü vesaitinden istifade için mühimce bir paraya ihtiyaç vardır. Parasızlık bu babda müşkülat ihdas ediyor. Bu malumat sureti mahremanede arz edilmiştir. Heyet-i Temsiliye Namına M. Kemal” Ferit Bey, 30 Mayıs 1920 tarihinde Ankara’ya gelerek, bu meşakkatli yolculuğun sonunda Büyük Millet Meclisi’nde İstanbul Mebusu olarak yerini aldı.46 Ferit Bey sahip olduğu derin siyaset bilgisi ve kültürü ile kısa zamanda 44
Seçkin (1970), 29–30. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (1964), IV, 273. 46 Aydoğan (2004), (2.bs), II, 908. 45
32
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
burada da kendini kabul ettirdi. 18 Temmuz 1920 tarihinde Maliye Vekilliği uhdesine verildi.47 Bilindiği üzere bu yıllar sömürgeci devletlere karşı Milli Mücadele’nin verildiği yıllardı. Anadolu coğrafyası, Fransız, İngiliz, Yunan ve İtalyan askerleri tarafından işgal altına alınmıştı. Ülkede çok büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Ancak eşsiz devlet adamı Mustafa Kemal Paşa’nın büyük cesaretiyle bu devletlere karşı amansız bir mücadele örneği verilmekteydi. Anadolu’yu düşmandan temizlemek ve yeni bir devlet kurmak amacıyla girişilen Milli Mücadele boyunca, Türk insanı çok büyük sıkıntılara göğüs geriyordu. Ahmet Ferit Bey bu ortamda Maliye Vekâleti gibi o dönem için hemen hemen en önemli vekâletlerden birini idare edecekti. Ankara Hükümeti’nde başladığı bu görevinden istifa edeceği 16 Mayıs 1921 tarihine kadar çok verimli çalıştı. İç ve dış kaynaklardan elde ettiği tüm gelirle devletin mali durumunu yeteri konuma getirmek için çabaladı. Ferit Bey, ağır mali işlerle uğraşırken diğer taraftan meclis içi ve meclis dışındaki kişilerle mali sorunlar nedeniyle hararetli tartışmalara da girmek zorunda da kalmıştı. Bu tartışmaların birinde Ferit Bey, Çerkez Ethem’le (1885–1948) muhatap olmak zorunda kaldı. Bilindiği gibi Çerkez Ethem, düzenli orduya geçilmeden önce Türkiye’nin sahip olduğu Kuva-yı Milliye birlikleri içerisinde en büyük askeri gruba sahip olan kişiydi. 1920 yılında çıkan pek çok isyanı bastırmış, ancak Büyük Millet Meclisi’nin emri altına girmek istememesinden dolayı düşman tarafına geçerek, ulusal birliklerle çarpışmıştı. Ferit Bey, Çerkez Ethem’le aralarında geçenleri şöyle anlatmaktadır: “Çerkez Ethem, devlet gelirlerine el koyuyordu. Mesela bir yerde tütün bulsa hemen alıyor ve paraya çeviriyordu. Ben ondan evvel davranıp tütünleri kaldırtmaya başladım. Bir gün bana bir telgraf çekti: (Sen orada bülbül gibi öterken, biz canımızı ortaya koymuş, çarpışıyoruz. Ankara’ya gelince bunun hesabını sorarım) diyordu. Hakikaten bir süre sonra Ethem Ankara’ya geldi. Bir akşam Vekâlet’ten fayton ile evime gidiyordum. Şimdiki Ulus meydanında Ethem’in adamları arabayı durdurdular, beni indirmek istediler. Ben direndim. Maliye vekiliyim, devlet adamıyım nasıl indirirsiniz, diyordum. Onlar da Ethem’in istasyonda beni istediğini, böyle emir aldıklarını söylüyorlardı. Neyse ki o sırada bir iki polis göründü, birkaç kişi peyda oldu. Onların müdahalesiyle kurtuldum.”48 Bu gibi sert tartışmalarla
47 48
Esin (1971), 140; Oran (2003), (8.bs), I, 97-98. Selek (2000), I, 140.
33
Yenal Ünal
karşılaşan Ahmet Ferit Bey’in, Maliye Vekilliği döneminde yaptığı en önemli icraat Kuva-yı Milliye hükümetinin ilk bütçesini tanzim etmesi olmuştur.49 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilk bütçe müzakereleri Ocak 1920’de Meclis açıldıktan 8,5 ay sonra başlamıştı. Hala maliyede para yoktu. Subay ve memurların bir aylık maaş tutarı olan 1,5 milyon lira bulunup verilemediği gibi ordunun zaruri ihtiyaçları için verilmesi icap eden 1.400.000 lira bile temin edilemiyordu. Bütçe müzakereleri başlarken sadece ordunun aylık masrafı (maaş, iaşe, ibate ve esliha masrafları) 4; yıllık masrafı 48 milyon lira tutuyor ve 46 milyon liradan ibaret devlet gelirlerini geçiyordu. Bütçe müzakereleri başlayınca Maliye Vekili Ferit Bey, bütçeyi sunuş konuşmasında: “Arkadaşlar, Türkiye’nin gelirleri 46, giderleri 60 milyon lira olup 14 milyon açığımız var. Düşmanımız Yunanistan’ın ise 115 milyon geliri, 42 milyon gideri vardır. Yunanistan sadece ordu masrafları için 55 milyon ayırmıştır. Bizim ordumuzun yıllık masrafı 48 milyon olmakla beraber, 30 milyon ayırabilsek, çok ayırdık diyebiliriz. Bu para ise bütçemizde yoktur. Fevkalade zamanlara has tedbirlere tevessül etmezsek, lazım olan parayı da bulacağımızı sanmıyorum,” diyerek ekonomik durumu bütün çıplaklığıyla izah etmişti. Bunun üzerine Vergi Kanunları değiştirilerek, mevcut vergiler arttırıldığı gibi yeniden bazı vergiler tarhedildi. Sınırımız belli olmadığı halde, gümrük vergisi konuldu, şimdilik dış borçları ve Düyun-u Umumiye faizlerini vermemek, bunları bütçeye gelir kaydetmek esası kabul edildi. Dışarıdan yardım (Rusya’dan) ve teberru (Hindistan’dan) şeklinde gelen paraların gelir kaydedilmesi yolu tutuldu. İcabında halktan toplanacak olan “ayni ve nakdi” yardımların da bütçeye gelir kaydedilmesi esası kabul edildi. Buna rağmen Maliye Vekâleti hiçbir zaman para sıkıntısı çekmekten kurtulamadı. Bilhassa Büyük Taarruz hazırlıklar devresinde maliyedeki para sıkıntısı had safhaya yükselmiş bulunuyordu. Sık sık tahsilât isteniyor, maliye kasasına gelen paralar, hemen harcanıyordu.50 Maliye Vekilliği gibi o dönem için çok önemli olan bir görevi üstlenen Ahmet Ferit Bey, Mayıs ayındaki bütçe görüşmelerinde çıkan anlaşmazlık sonucunda ise diğer vekillerle birlikte 16 Mayıs 1921 tarihinde istifa etti. Bu tarihten itibaren bir süre herhangi bir görev almadı. Bu arada Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasını müteakip Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile 49 50
Esin (1982), XXXI, 29. Ünal (1972), 961–962.
34
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
Fransızlar arasında sulh müzakerelerini yürütmek üzere Franklin Bouillon, Ankara’ya gelmişti. Ekim 1921’deki bir gizli celsede, Türk murahhasları, varılan anlaşma hakkında meclise bilgi verdiler. Fransız matbuatını yakından takip eden Ferit Bey, Fransız Başvekili Briand’ın beyanatından Fransızların bizim murahhasların sandığından daha fazla Türkiye lehinde şartlara razı olacaklarını bilmekte idi ve Briand’ın beyanatını Meclise okudu. Türk murahhasları çekilmek isteyince, Mustafa Kemal Paşa müzakereleri şahsen idare edeceğini beyan etti. Böylece cenup hududumuzun bazı illeri Türkiye dâhilinde kalmış oldu.51 Ferit Bey, Maliye Vekilliği’nden sonra, Milli Mücadele devam ederken yine çok önemli bir vazife üstlenerek, İcra Vekilleri Heyeti’nin 26 Ekim 1921 tarihli kararıyla, Paris temsilciliğine atandı ve milletvekilliğini koruyarak izinli sayıldı.52 Ferit Bey başkâtip olarak Hüseyin Ragıp Baydur’u da yanına alıp Ankara’dan yola çıktı. İstanbul’u İngilizler tutmuştu. Bu nedenle AnkaraMersin-Beyrut-Marsilya yoluyla Paris’e gitti. Toroslar’ı ve Çukurova’yı geçerken, Ermeni çetelerine karşı konması için yanına bir manga asker verilmişti. Manganın başında Numan Çavuş vardı. Ferit Bey pek beğendiği bu çavuşu da yanında götürdü. Ferit Bey, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun sonunda Paris’e vasıl oldu. Burada İstanbul Hükümeti’nin temsilcileriyle karşılaştı. İstanbul Hükümeti, Paris’te çok daha önceden bir murahhaslık ihdas etmişti. Murahhaslığın başında meslekten diplomat olan Mehmed Nabi Bey vardı. Nabi Bey, Atina, Sofya, Roma’da elçilik ve 1916 yılında kısa bir süre Hariciye Nazırlığı da yapmıştı. Ferit Bey, Paris’e varışının ertesi günü, başkâtip Hüseyin Ragıp Bey’i, İstanbul temsilcisi Nabi Bey’e gönderdi ve çalışma arkadaşlarıyla birlikte sefaret binasında oturmak istediklerini bildirdi. Nabi Bey bu gelişmeyi İstanbul’a telgrafla bildirdi. Ancak İstanbul Hükümeti bunu kesinlikle reddetti. Babıâli’nin bu kesin tavrı karşısında, Türkiye’nin Fransa’da iki başlı temsili dönemi başladı. Ferit Bey, Nabi Bey’in oturduğu sefaret binasına yerleşemeyince o binanın hemen yakınında bir bina kiraladı. Kiraladığı bina Victor Hugo Caddesi üzerindeydi. Osmanlı temsilciliği de Victor Hugo caddesine çıkan Villejuste sokağındaydı. İki temsilcilik arasında 200 metre kadar bir uzaklık vardı. Ahmet Ferit Bey’in, Osmanlı murahhaslığına çok yakın 51 52
Esin (1971), 140–141. Çoker III, 495; Şimşir (1981), I, 10; BCABKKK, 30.18.1.1/3.34.2
35
Yenal Ünal
bir yerde ikamet etmek istemesinin iki nedeni vardı. Birinci neden, Osmanlı temsilciliğinin kolaylıkla gözlenebilmesiydi. Nabi Bey’in başkâtibi Mehmed Ali Bey, gizlice Ankara hesabına çalışıyordu ve Ferit Bey’e sürekli haber ulaştırıyordu. İstanbul’dan Nabi Bey’e ne gibi telgraflar gelmişti, bunlara ne gibi cevaplar verilmişti? Nabi Bey, Paris’te kimlerle görüşüyor, neler konuşuyordu? Ferit Bey bunları çabucak öğreniyordu. İki binanın yakınlığı bu haber akışını kolaylaştırıyordu. İkinci neden de şuydu: Nabi Bey’in oturduğu bina, Devlet-i Aliyye’nin sefaret binasıydı ve her şeye rağmen, tam bir büyükelçilik gibi donanımlıydı. Ferit Bey’in kiraladığı bina ise donanımsızdı. Hemen her türlü araç gereçten yoksundu. Ferit Bey ihtiyaç duyduğunda, Nabi Bey’in başkâtibi Mehmed Ali Bey vasıtasıyla her türlü araç gereci Osmanlı sefaretinden getirtiyordu. İki binanın pek yakın olması bu işleri de kolaylaştırıyordu. Paris’te Türkiye’nin iki başlı temsili, 1922 yılı boyunca sürdü. Her iki Türk temsilciliği birbirinden ayrı olarak görevlerini sürdürdüler.53 Ahmet Ferit Bey’in, Fransa’da çalışmaya başlaması Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal Paşa’ya büyük yararlar sağladı. Ferit Bey, o dönem için adeta Mustafa Kemal Paşa’nın dünyaya açılan penceresiydi. Ülke içinde Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış, fakat düşman yurttan tamamen atılamamıştı. Batı Anadolu halen Yunan işgali altındaydı. Askeri ve ekonomik sıkıntılar had safhadaydı. Ferit Bey, bu sıkıntılı dönemde çok önemli iki vazife üstlenmişti. O, Mustafa Kemal Paşa’nın bütün mesajlarını Batılı devletlere iletiyor; bu devletlerde meydana gelen siyasi gelişmeleri takip edip düzenli olarak bu gelişmeleri Ankara’ya telgraf ile bildiriyordu. Ahmet Ferit Bey’in üstlendiği ikinci pek mühim görev ise şuydu: Bilindiği üzere Milli Mücadele yıllarında, Türkiye dışındaki Türk ve Müslümanlar ellerinden geldiği ölçüde toplayabildikleri paraları kullanılması için Türkiye’ye gönderiyorlardı. Fakat bu paraları direk Ankara’ya göndermeleri mümkün olmuyor, bu nedenle bu paralar önce Paris’e aktarılıyordu. Burada Osmanlı Bankası’nda toplanan paralar daha sonra Ankara’daki Osmanlı Bankası şubesine aktarılıyordu. Çeşitli yerlerden gelen bu paraların toplanması ve Ankara’ya ulaştırılması vazifesini de Ahmet Ferit Bey deruhte etmiştir ki, bu paralar, Büyük Taarruz’a hazırlanan Türk ordusu için çok önemli bir kaynak vazifesi gördü. Ferit Bey’in bu ikinci vazifesi askeri zaferin sonuna kadar devam etmiştir ki, bilindiği üzere Sakarya Savaşı’ndan sonra uzun süre Büyük Taarruz’a hazırlanan Türk ordusu 26 53
Şimşir (1996), 137–140.
36
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
Ağustos 1922’de harekete geçti ve büyük kahramanlık örnekleri göstererek 9 Eylül tarihinde İzmir’e ulaştı. Oldukça kısa sürede alınan bu büyük zafer tüm mazlum milletlerin büyük sevinç yaşamasına vesile oldu. Büyük Zafer’in kazanılması, Atatürk’le yazışmaları birdenbire hızlandırdı. Muzaffer Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya dünyanın dört bucağından telgraf yağmaya başladı. Ezilen Asya ve Afrika sanki birden elektriklenmişti. Coşku içinde Türk’ün Büyük Zaferini alkışlamaktaydılar. Türk askerinin kesin zaferi için Allah’a dua ediyorlardı. Atatürk, “Bağımsızlık Lideri”, ”Adalet Şampiyonu”, “İslam Kurtarıcısı”, “Doğu’nun Kahramanı” olarak yüceltildi. Fas’tan, Tunus’tan, Cezayir’den, Mısır’dan, Filistin’den, Hindistan’ın her köşesinden, Seylan adasından, Afganistan’dan, bütün Orta Asya Türklerinden, Sibirya’dan, Mançurya’dan, Japonya’dan, Güney Afrika’dan telgraflar, mektuplar geldi Atatürk’e. Büyük Zafer, Asya ve Afrika’nın kurtuluş umutlarını alevlendirmişti. Kitleleri sarsıp uyandırmıştı. Gerçekten tarihe çığır açan bir zafer olmuştu. Mustafa Kemal Atatürk gerçekten sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı ilk savaşın öncüsü olmuştur.54 5 Eylülde, Hindistan Merkez Hilafet Komitesi Başkanı Chotani imzasıyla Türkiye’nin Paris Mümessili Ferit Bey’e şu telgraf çekiliyordu: “Yunan ordularına karşı kazandıkları parlak ve şanlı zaferden dolayı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle muzaffer ordusuna Hindistan Hilafet Komitesi’nin, bütün Hindistan’ın özellikle Müslümanların en içten tebriklerini iletmenizi dilerim.” Eylülün sekizine rastlayan Cuma günü bütün Hindistan’da bir ibadet günü sayıldı ve Ankara Hükümeti’nin tam zafer kazanması ve tüm insan haklarını ayaklar altına alarak savunmasız Türk halkına korkunç zulümler yapmış olan Yunanlıları toptan kovması için dua ettiler. Bu tarihten itibaren yukarıdaki gibi telgraflar birbirini kovaladı. Bunlar yalnız Hindistan’ın belli yörelerinden veya Bombay, Delhi, Karaçi gibi kentlerden çekilmemişlerdi. Birbirinden çok uzak bölgelerden ve kentlerden yollanmıştı.55 Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin 30 Ağustos Zaferi’nden sonra Paris Mümessili Ferit Bey de Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya 3 Eylül 1922 tarihinde şu telgrafı çekti:
54 55
Şimşir (1981), I, 11–12. Şimşir (1999), 209–211.
37
Yenal Ünal
“Türkiye’nin büyük çocuğu! Azmin, vatanı esaretten kurtardı. Sürur ve heyecandan gözleri yaşla dolan naçiz bir Türk’ün minnet ve şükranını kabul et. Nusreti ilahiye senin ve fedakâr ordumuzun üzerinden eksik olmasın.”56 Bu arada muzaffer Türk orduları İzmir’e girmiş, fakat Çanakkale henüz ecnebi işgalinden kurtarılamamıştı. Bu sırada Fransız başvekili Poincare ile İngiltere Başbakanı Lloyd George arasındaki siyasi rekabet ve ihtilafı bilen Ferit Bey bundan Türkiye lehine fayda ummaktaydı. Bu şekilde talimat almadan, açıkça söylemediği halde, Ankara’dan böyle bir talimat almış gibi görünerek, müttefikler Çanakkale’den çekilmediği takdirde, ilerleyen Türk ordusu ile çatışma olabileceği hissini Fransız Hariciyesi’nde uyandırdı. Bu diplomatik teşebbüsün muvaffakiyetini 18 Eylül 1922 tarihli telgrafı ile Ankara’ya şöyle bildiriyordu: “Laroche ile görüştüm. İstanbul fevkalade komiseri, alelacele çekiliyor görünmemek üzere, Çanakkale’yi tahliye etmek ve bizim kıtaatımız karşısında katiyen Fransız kıtaatı bulundurmamak emrini almıştır.” Fransızlar çekilince, yalnız başlarına Çanakkale’de yeniden bir muharebeye başlamak istemeyen İngilizler de çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Türklere karşı bu muvaffakiyetsizlik neticesinde, 19 Ekim 1922’de Lloyd George Başbakanlıktan istifa etti.57 Büyük Zafer’in kazanılmasını müteakip düşman devletlerle 4–11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Anadolu’daki Türk varlığının askeri bir zaferle kendini kanıtlaması üzerine, Cihan Harbi’nin galipleri yeni bir barış antlaşmasının gerekliliğine inanmaya başlamışlardı. Osmanlı Devleti’nin meselelerinin 1922’deki durumun ışığı altında çözülmesi gerekiyordu. Bunun için İstanbul ve Ankara barış görüşmelerine çağrılmış ise de TBMM, 1 Kasım’da İstanbul Hükümeti’ni kaldırdığı için Lozan’a sadece Ankara’nın temsilcileri gitti. Lozan’da barış görüşmelerine 13 Kasım’da başlanacaktı. Türk tarafı barışı arzuluyordu ve bunun için de bir kısım askeri birliklerini terhis edip iyi niyetini göstermişti. TBMM Hükümeti, Lozan Konferansı için 26 Ekim’de Hariciye Vekili olan İsmet Paşa’yı (1884–1973) baş murahhas seçti. Öteki iki delege Dr. Rıza Nur (1879–1942) ile Hasan Saka Beyler (1885–1960) idi. Ayrıca çeşitli sahalarda kalabalık bir uzman heyeti de çalışmalarda yardımcı olacaktı. Konferans daha geç bir tarihte, 20 Kasım’da 56 57
Şimşir (1981), I, 236. Esin (1971), 141.
38
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
çalışmalarına başladı. Lozan’da 600 yıllık Osmanlı Devleti’nin mirası söz konusu olduğundan taraflar arasındaki münakaşalar hayli sert geçiyordu. Özellikle mali ve iktisadi konularda müzakereler çetin bir hal almıştı. Düyun-u Umumiye ve kapitülasyonlar hususunda Türk tarafı taviz vermek istemiyordu. Fakat Hasan Saka Bey ve görüşleri alınmak için Lozan’a davet edilen Cavid Bey, milli çıkarlarla hiç de bağdaşmayacak teklifleri kabul etmek istiyorlardı. Bu gelişmeler üzerine İsmet Paşa, Ahmet Ferit Bey’i Paris’ten getirterek, ona sermaye taksimi üzerine bir proje yaptırtmak istedi.58 Ferit Bey Ocak 1923’te Lozan’a geldi ve derhal İsmet Paşa ile görüştü. Ferit Bey, Poincare ile görüştükten sonra buraya gelmişti. Söyleyeceği şeyler çok önemliydi. İsmet Paşa’yla görüştükten sonra gazetecilere şöyle bir demeç verdi: “Durum, eğer yararlanmayı bilirsek gayet iyidir. En çok dikkat edilecek şey, İstanbul’un durumudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk defa hâkimiyetinin teessüs ettiği bir yerde fırsatlara, bahanelere sebep teşkil edecek en ufak bir olaya meydan vermemeliyiz. Barış konferansına gelince, öyle sanıyorum ki, en esaslı isteklerimizi almakta güçlük çekmeyeceğiz. Halli müşkül zannedilen kapitülasyonlar bile halledilecektir. Artık kapitülasyonların eskisi gibi kalmasını kimse teklif edemez. Boğazlar meselesinde aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Biz de Boğazların hakiki serbestîsine taraftarız.” Ferit Bey bunlardan başka Düyun-u Umumiye meselesinin de önemli görüşmelere konu olacağını zannetmediğini, çünkü Fransızlara olan borcumuzun hükümete değil, esham hamili eşhasa ait olduğunu söyledi.59 Bu arada Ferit Bey, İsmet Paşa’nın istediği projeyi verilen esaslar dairesinde yapmış, fakat müzakere sırasında Fransız delegeleri ile kavga etmiş, bu nedenle geri dönmek zorunda kalmıştı.60 Fransızların ifadesine göre Ahmet Ferit Bey, aşırı milliyetçi tutumu ile bir elçiden beklenen arabuluculuk vasfını Lozan’da ihlal ediyordu.61 Ferit Bey’in, Lozan’da Fransızlarla tartışması çok geçmeden o dönem hükümet reisi Rauf Bey (1881–1964) ile İsmet Paşa arasında bir kavgaya dönüştü. Ankara’daki Fransız temsilcisi Albay Mougin, Rauf Bey’e gelmiş ve Ferit Bey hakkında şikâyette bulunmuştu. Bunu üzerine Rauf Bey, 58
Nur ve Grew (2003), 201; Nur 1991, 155. Karacan (1993), (3.bs), 58-59. 60 Nur (1991), 155. 61 Esin (1971), 141. 59
39
Yenal Ünal
Ferit Bey’in Paris’teki görevine son vermeye karar verdi. Lozan Konferansı’nın kesildiği 4 Şubat 1923 günü, Rauf Bey Ferit Bey’in görevden alınmasını istedi. Paris’ten alındıktan sonra onun başka bir elçiliğe atanmasına da kesinlikle karşıydı. Başka bir göreve atanmak istenirse, Rauf Bey buna mecliste de karşı çıkacak, karşı çıkmayı bir görev sayacaktı. Rauf Bey ve Ferit Bey arasında eskiye dayanan bir husumet bulunmaktaydı. Nitekim 6 Şubat 1923 günü hükümetin bir kararıyla Ferit Bey’in, Paris Mümessilliği görevine son verildi.62 Ancak Rauf Bey’in çabaları yetersiz kaldı, çünkü büyük bir devlet adamı olduğunu Meclis’e ve Mustafa Kemal Paşa’ya kanıtlayan Ahmet Ferit Bey, 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet Paşa’nın ilk Cumhuriyet Kabinesi’nde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kütahya Mebusu olarak ilk Dâhiliye Vekili olma şerefini kazanmış ve 6 Mart 1924’teki İkinci Kabine’de de bu göreve devam etti.63 Cumhuriyet döneminin ilk Dâhiliye Vekili olan Ahmet Ferit Bey, Osmanlı devrinde kaleme aldığı “İdare-yi Hususiye-yi Vilayet ve İdare-yi Umumiye-yi Vilayet” kanunlarından faydalanarak Cumhuriyet tarihimizin ilk köy kanununu oluşturdu. O zaman Anadolu’da yaygın olan eşkıyaya karşı mücadeleye girerek asayişi temin etti.64 Ahmet Ferit Bey’in, Dâhiliye Vekilliği sırasında gerçekleştirdiği diğer önemli icraatı ise 150’likler listesini hazırlamış olmasıdır. Başından beri Milli Mücadele’ye muhalif olan, onun başarısızlığa uğraması için elinden geleni yapan kimselerle hesaplaşma zamanı gelmişti. Vatan hainliğine kadar uzanan olaylar zincirinde, bu olaylara karışanlar cezalandırılacaktı. Ancak Lozan Barışına göre en fazla 150 kişi cezalandırılıp yurt dışına çıkarılabilecekti. Bu 150 kişilik listeyi hazırlama görevi Ahmet Ferit Bey’e aitti. Buna göre hazırlanan taslak meclis kürsüsünde okunuyor, hararetli tartışmalar yapılıyor ve üzerinde mutabık olunan kesin isimler listeye geçiriliyordu. Ancak Dâhiliye Vekili Ferit Bey, 21 Mayıs 1924 tarihinde, yani 150’likler listesini sonuçlandıramadan vekillikten istifa etmek zorunda kaldı. İlginç olan istifanın gerekçesi, Ahmet Ferit Bey’in, 1919 yılında, Damat Ferit Paşa kabinesinde Nafıa Nazırı iken, 8 Temmuz 1919 tarihinde Damat Ferit Hükümeti adına Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetindeki Miralay Refet Bey’e (1881–1963)
62
Şimşir (1996), 159–160. Çoker, III, 577. 64 Esin (1971), 141. 63
40
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
çektiği telgrafta Mustafa Kemal’i şiddetle eleştirmesiydi. Bu telgrafta Ahmet Ferit Bey şöyle demekteydi: “…Paşa meselesine gelince, bu mesele de had ve müzmin bir şekil aldı. Paşa’nın camilerde halka aleni telkinlerde bulunmasından dolayı İngilizler geri çağrılmasını istediler. Camilerde telkinlerde bulunmak, siz de takdir edersiniz ki zaten isabetsiz bir harekettir. Bu sebeple kendini geri çağırdık. Gelmiyor, fena ediyor. Çünkü İngilizler her şeyi bıraktılar, bu noktada ısrar ediyorlar. Maksat memlekete hizmet etmek ise, orduda çok şükür kendisinden başka kumandan yok değil. Madem ki dönüş lüzumu bir dış meselesi halini aldı, başkasını vekil bırakıp dönmeliydi. Bilhassa İngilizler de dönüşte kendisine bir şey yapmayacaklarını resmen vaadettiler.” 20 Nisan 1924’te İstanbul gazetelerinden Vatan’da yayınlanan “Günün meselesi “Ferit Bey” isimli Ahmet Emin Yalman imzalı yazı Dâhiliye Vekili Ahmet Ferit Bey’i çok zor durumda bıraktı. Ferit Bey telgrafın aslında bir parola olduğunu iddia ederek, Refet Paşa’yı da kendisine tanık göstermek istedi.65 Ancak her zaman aksini iddia ettiği halde Ankara Hükümeti’ni zor duruma düşürmekten zevk alan Refet Bele de bu yazıyı onayladı. Böylece Ferit Bey istifa etmek zorunda kaldı. Ne var ki bu, muhalefet için felaketli bir zafer olmuştu, çünkü yeni Dâhiliye Vekili Recep Peker (1889–1950), Mustafa Kemal’in en otoriter destekleyicilerinden biriydi.66 Dâhiliye Vekâleti’nden istifa eden Ahmet Ferit Bey, 1925 yılından sonra tamamen Hariciye’nin hizmetine girdi. 6 Mayıs 1925 tarihinde Londra’ya Büyükelçi olarak atandı. Ahmet Ferit Bey, Paris Mümessilliği döneminde olduğu gibi Londra’da da Türkiye’yi en şekilde temsil etti. Türk Hükümeti’nin, İngiliz Wickers-Armstrong şirketinden eski bir alacağı vardı. Bu meselenin halli, Maliye Vekâleti’nin vereceği direktif dairesinde halledilmek üzere Londra Büyükelçisi Ferit Bey’e salahiyet itası hakkında Maliye Vekâleti’nin 17.10.1929 tarihli içtimaında tasvip ve kabul edildi.67 Ferit Bey de adeta batmış gibi görülen bu parayı kurtardı. Şirket Türkiye’ye 150 bin İngiliz lirası kadar bir para ödemeyi kabul etti. Bunun üzerine Maliye Vekili Şaraçoğlu Şükrü (1887– 1953) 11 Aralık 1929 günü Ahmet Ferit Bey’e şu telgrafı çekti: 65
Soysal (1988), 94–95. Mango (2000), 394. 67 BCABKKK, 030.18.01.02.6.51.7 66
41
Yenal Ünal
“Telgrafınızı aldım ve Heyeti Vekileye ilettim. Nakden tasfiyesi takarrür eden 150 bin sterlinin alınarak Maliye Vekâletine gönderilmesi şıkkı Heyeti Vekilece tercih edilmiştir. Mezkûr meblağın hazineye irsali. Telgrafınız Heyeti Vekilede okundu. Muvaffakiyet-i devletleri için resmen teşekkür etmek kararı alındı. Şahsen ben de tebrik ederim efendim.”68 Ahmet Ferit Bey bu başarısından dolayı Heyeti Vekiliye tarafından 10.000 lira ile ödüllendirildi.69 Ferit Bey, Londra Büyükelçisi iken ayrıca 23 Mayıs 1932 tarihinde Londra’da toplanacak olan beynelmilel şehirler ve mahalli idareler kongresine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti namına mümessil olarak iştirak etti.70 Bu arada 1925 yılında başladığı Londra Büyükelçiliği vazifesini 1932 yılında tamamlayarak 26 Mayıs 1932’de Varşova Büyükelçiliğine atandı.71 Bu görevine de aralıksız yedi yıl devam etti. 17.07.1939 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla merkeze çekildi.72 Bu arada Ahmet Ferit Bey, 1934 yılında çıkan soyadı kanunu gereğince “Tek” soyadını aldı. Ahmet Ferit Tek Bey, bu yoğun, uzun diplomat ve memuriyet hayatının son safhasını ise Tokyo Büyükelçiliği vazifesi ile tamamladı. Ferit Tek, 5 Aralık 1939 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Tokyo Büyükelçiliğine atandı.73 Bu arada İkinci Dünya Savaşı patlamış, uluslararası ulaşım çok zorlaşmıştı. Tokyo’ya varınca 5 Aralık 1939 günü Ankara’ya şu kapalı telgrafı çekti: “Bin müşkülatla üç ayda muvasalat kabil oldu. Teahhurum, beyannamede arz olunduğu üzere harbin vesait-i nakliyeyi tevkif ve intizamını tagyir etmesinde tevellüt eylemiştir. Navlun dahi tezyit olunmuştur. Harcırah yetişmedi. Muzayakadayım. Telgrafla dört bin dolarlık daha gönderilmesi hürmetle mercudur.”74 Ferit Bey, burada üç yıl görev yapacaktı, ancak 1938 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Reisicumhur olan İsmet İnönü’nün, onun iktidar ve ihtisasından istifade etmek istemesi hasebiyle görevi
68
Şimşir (1996), 161. BCABKKK, 030.18.01.02.7.63.2 70 BCABKKK, 030.18.01.02.25.8.8 71 BCABKKK, 030.18.01.02.29.42.12 72 BCABKKK, 030.18.01.02.87.70.5 73 BCABKKK, 030.18.01.02.88.76.11 74 Şimşir (1996), 161–162. 69
42
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
bir yıl uzatıldı.75 Nitekim çok uzun bir memuriyet hayatının sonunda 13 Kasım 1943 tarihinde emekliye ayrıldı.76 1943 yılından 1970’e kadar bu şekilde bir emeklilik devresi geçirdi. 1970 yılında TBMM ellinci yılını kutlarken, İlk Meclis’ten kimlerin hayatta kaldığı araştırılmış ve 14 kişinin hayatta olduğu tespit edilmişti. Bu 14 eski mebusun kıdemlisi ve en yaşlısı Ahmet Ferit Tek idi. O tarihte kendisi 94 yaşındaydı ve İstanbul’da yaşamaktaydı. 23 Nisan’ın ellinci yıldönümü dolayısıyla kendisinden bir mesaj alındı. Ferit Bey, bu mesajında şöyle demekteydi: “Aziz vatandaşlarım! Bugün, müthiş bir yıkılıştan, mesut bir yükselişe gidişimizin muvaffakiyet devrini kutluyoruz. Milli hayatımız için ne korkunç, ne karanlık günler idi o günler! Birinci harbin ertesi günleri! Asırlarca Asya, Afrika ve Avrupa’da fermanferma büyük Osmanlı Devleti, en büyük Türk Devleti uzun müddet zaaf, atalet ve harabe içinde yaşadıktan, devlet değil adeta bir müstemleke hayatı sürdürdükten sonra gümbür gümbür çöküyor, parçalanıyordu! Galip düşman memleketimizi paylaşma kavgasına girmişti. Bütün saltanatımız esnasında kendilerine kardeş muamelesi yaptığımız muhtelif unsurlar bizi arkamızdan vurmak için silahlanmış düşman bayraklarını kaldırmışlardı. Bir kıyamet günü yaşıyorduk. Ne oluyorduk, ne olacaktık? Bütün Türkler hayret ve dehşet içinde idik, o kadar ki, o esnada bazı kalbi veya aklı zayıf kimseler ecnebi himayesine girmeyi bile düşünebildiler. İşte o aradadır ki, bir mucize belirdi, bir ziya, bir nur parladı. Bir genç zabitimiz Mustafa Kemal meydana çıktı. Ne oluyorsunuz dedi, korkmayın hiç ümidinizi kesmeyin bu millet elan berhayat ve zindedir. Canlıdır. Hürriyetini ve istiklalini kurtaracaktır. Korkmayın hiç korkmayın! Bu halaskarı tazim ile analım! Mustafa Kemal yalnız asker değil idarecilerin siyasilerin en büyüğü, en akıllısı ve en uzak göreni idi. O, bilirdi ki dünyada yalnız ileri medeniyetli milletlere hakk-ı hayat vardır. O, bilirdi ki millet çalışıp tekâmüle ermek için uzun ve devamlı huzur ve sükûna muhtaçtır. Medeniyet bir sulh mahsulüdür. O, öğrenmişti ki bir milletin devam ve bekası için etrafında, dünya muhitinde sulh ve salah hüküm sürmelidir. Yurtta sulh, cihanda sulh. Yine o, bilir ve damarlarındaki asil Türk kanı ile hissederdi ki, tenazu beka âleminde, bir milletin idame-yi hayat etmesi, milli vahdetine sahip, hürriyet ve istiklaline malik olmakla kaimdir. Hâkimiyet bila kayd ve şart milletindir. Hür bir devlette, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin ve 75 76
Emekli Sandığı Maliye Devir Emeklileri Servisi; BCABKKK, 030.18.01.02.97.127.3 Çoker, III, 495.
43
Yenal Ünal
onun intihab edeceği Meclis ve Hükümetindir. Her yaşayanın tabi olarak karşılaşacağı bazı arızalara rağmen, ilk 23 Nisan’dan beri, bu hakiki siyaset düsturlarının temin ettiği hürriyet, istiklal ve inkişaf içinde yaşıyoruz. Terakki, tekâmül, medeniyet yolunda çalışmamız, hızla ve parlak muvaffakiyet ile devam ediyor. Henüz, muasır medeniyete erişmemiz uzak olmakla beraber, bütün arzu ve şevkimiz ile onun yolunda yürüyoruz. Çok şükür, köylerimiz uyanmış, kasabalarımız imar görmüş, çocuklarımız mekteplere yerleşmiştir. Dört tarafta üniversiteler, âli mektepler açılmış, bentler kurulmuş, fabrika bacaları yükselmiştir. Yazık çok yazık ki, Atatürk bunları göremedi. Fakat ne çare! Vatanperver Gazi’nin candan arzusu, gaye-yi hayatı bir medeni, kuvvetli Türkiye’nin kurulması ve huzur, saadet içinde, hür ve müstakil yaşaması değil mi idi? İşte bugün o gayeye varılmış, Türkiye, bir faaliyet nuru içinde bu yolda kurulmuş ve yükselmiştir. İlelebet payidar olsun…!”77 Ahmet Ferit Tek, Fransızca ve İngilizce bilmekteydi. İstiklal Madalyası ile Lehistan Devleti Beyaz Kartal Nişanı’nın Büyük Kordonu’nu hamildi.78 1907 yılında İskenderiye’de Müfide Ferit ile evlenmişti. Bu evlilikten ünlü sanat tarihçisi Emel Esin dünyaya geldi. Yusuf Akçura, Mülkiyeli Mustafa Zühdü İnhan ve A. Vahit Moran ile bacanak idi. 25 Kasım 1971’de vefat etti. Şura-yı Ümmet, Türk ve İfham gazetelerinde çeşitli tarihlerde yazıları yayımlanan Ahmet Ferit Tek’in, Mekteb-i Mülkiye’de muallimliği esnasında okuttuğu takrirleri “Tarih-i Siyasi” (Mekteb-i Mülkiye 1. sınıf için, 1327/1911, 276 s. taşbaskı), “Tarih-i Medeniyet” (Mekteb-i Mülkiye 3. sınıf için, 856 s. taşbaskı) adı altında basılmıştı. Her ikisi de sahalarında yazılmış ilk kitaplar arasındaydı ve ders teksiri olduklarından çok az sayıda basılmışlardı.79 Sinop’ta sürgün olarak bulunduğu sırada yazıp İstanbul’da neşrettirdiği “Turan” (1330/1914) isimli bir de kitabı vardır. Bunların dışında 1912 tarihinde “Kuvvet ve Siyaset Muharebesi” ile “Kanun-u Esasi-yi Vilayet” isimli iki mühim makalesi, Türk Ocakları yayın organı olan Türk Yurdu Dergisi’nde çıkmıştır. “Türk Ocağı” adlı makalesi 1914 tarihli Nevsal-i Milli’de yayımlanmıştır. Türk Edebiyatı Dergisi’nin 1973 Ekim sayısında ise “1972 Başında Dünya Umumi Siyaseti ve Türkiye” isimli yarım kalmış bir makalesi kızı Emel Esin tarafından neşredilmiştir. 77
Şimşir (1996), 162–163; Seçkin (1970), 32–34; Gülekli ve Onaran (1973); Türk Kültürü Dergisi (1970), 441–442. 78 Çankaya (1968–1969), II, 929. 79 Birinci (2001), 198.
44
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
BİBLİYOGRAFYA
AHMET FERİT TEK (1998) AKDER (1971)
AKŞİN (1987) ATATÜRK (1964)
AYDOĞAN (2004)
BAŞBAKANLIK
BIYIKLIOĞLU (1981)
BİRİNCİ (2001)
ÇANKAYA (1968–1969)
ÇAVDAR (1981) ÇOKER
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, 8, İstanbul 1998. Necati Akder, “Seçkin Vatansever, Büyük Milliyetçi, Değerli Fikir ve Mefkûre Adamı Ahmet Ferit Üful Etti”, Türk Kültürü, sayı: 110, 1971, 116– 128. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitabevi, İstanbul 1987. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri 1917–1938, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 4, Ankara 1964. Metin Aydoğan, Yönetim Gelenekleri ve Türkler, 2. bs. Umay Yayınları, 2, İzmir 2004. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Bakanlar Kurulu Kararlar Kataloğu (BKKK). Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da 1919–1921, 2. bs. Kent Yayınları, Ankara 1981. Ali Birinci, Tarihin Gölgesinde Meşahir-i Meçhuleden Birkaç Zat, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001. Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler 1859–1968, Mars Yayınları, 2, Ankara 1968–1969. Tevfik Çavdar, İttihat ve Terakki, İletişim Yayınları, İstanbul 1981. Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve T.B.M.M. I. Dönem
45
Yenal Ünal
1919–1923, Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, 1–3, Ankara. EMEKLİ SANDIĞI
Emekli Sandığı Arşivi, Maliye Devir Emeklileri Servisi Tahsis Dosyası Sicil No: M0061565, Vatan Hizmet Tertibinden Bağlanan Emekli Sandığı Sicil No: (vh) 000339, Müddet Hizmet Cetveli.
ESİN (1971)
Emel Esin, “Ahmet Ferit Tek”, Türk Kültürü, 110, 1971, 137–142. Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı, 31, Ankara 1982. Nurettin Gülekli- Rıza Onaran, Türkiye Büyük Millet Meclisi 50. Yıl Dönümü 1920–1970, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, İstanbul 1973. Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, 3. bs. Bilgi Yayınevi, İstanbul 1993. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 4, Ankara 1996. Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, 2. bs. İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1992. Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, 2. bs. Kaynak Yayınları, İstanbul 2000. Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğu’nda İnkılâp Hareketleri, Baha Yayınları, İstanbul 1956. Andrew Mango, Atatürk, çev. Füsun Doruker, Sabah Yayınları, İstanbul 2000. Nevsal-i Milli, Dersaadet, 1330/1914. Rıza Nur- Joseph C Grew, Lozan Barış Konferansı’nın Perde Arkası 1922– 1923, Orgun Yayınevi, İstanbul 2003.
ESİN (1982) GÜLEKLİ (1973)
KARACAN (1993)
KARAL (1996) KARAY (1992)
KURAN (2000)
KURAN (1956)
MANGO (2000)
NEVSAL-İ MİLLİ (1914) NUR (2003)
46
Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri
NUR (1991) ORAN (2003)
SEÇKİN SELEK (2000) SHAW (1982)
SOYSAL (1988) ŞİMŞİR (1981)
ŞİMŞİR (1996) ŞİMŞİR (1999) TUNAYA (1986)
TÜRKGELDİ (1951)
Rıza Nur, Lozan Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1991. Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası (1919–1980), 8. bs. İletişim Yayınları, 1, İstanbul 2003. Nalân Seçkin, İlk Meclis’ten Kalanlar 1920–1970. Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınevi, 1, İstanbul 2000. Stanford Shaw- Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E Yayınları, 2, 1982. İlhami Soysal, 150’likler, Gür Yayınları, İstanbul 1988. Bilal N. Şimşir, Atatürk ile Yazışmalar 1920–1923, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1, Ankara 1981. Bilal N. Şimşir, Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1996. Bilal N. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1999. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Mütareke Dönemi 1918–1922, Hürriyet Yayınları, 2, İstanbul 1986. Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, 2. bs. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1951.
TÜRK KÜLTÜRÜ (1970)
Türk Kültürü Dergisi, 91, Mayıs 1970, 441–442.
ÜNAL (1972)
Tahsin Ünal, “Milli Mücadele’de Ekonomik Durum”, Tük Kültürü, 118, 1972, 952–988. Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, çev. Babür Kuzucu, 3. bs. Gözlem Yayınları, İstanbul 1980.
YERASİMOS (1980)
47
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 49-91.
TÂCUDDEVLE TUTUŞ: BİR SELÇUKLU MELİKİ’NİN SİYASİ BİYOGRAFİSİ
Mustafa ALİCAN∗
Özet Tâcuddevle Tutuş, Selçuklu tarihinin en önemli karakterlerinden biridir. Sultan Melikşah tarafından melik olarak Suriye’ye tayin edilmiş, onun ölümünden sonra da sultanlığını ilan etmiştir. Ancak yeğeni Berkyaruk ile girdiği sultanlık mücadelesini kazanamamış, ayrıca bu mücadele sırasında hayatını da kaybetmiştir. Anahtar Kelimeler: Tâcuddevle Tutuş, Selçuklular, Melikşah, Suriye Abstract Tâjaddawla Tutush is one of the most important characters of the Saljuq history. He was assigned to Syria by Sultan Melikshah. Upon the death of the Sultan, he asserted his sultanate. However he couldn’t win the struggle of sultanate against his nephew, Berkyaruq and lost his life. Key Words: Tajaddawla Tutush, Saljuqs, Melikshah, Syria Giriş 1040 yılında kurulan Büyük Selçuklu Devleti’nin Suriye ve Filistin bölgesindeki faaliyetlerini yürüten isimlerin başında kuşkusuz Atsız Bey gelir. ∗
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi. EMail:
[email protected]
Mustafa Alican
Atsız Bey, Büyük Selçukluların hâkimiyet alanını Filistin ve Doğu Akdeniz’e yayarak Mısır sınırlarına ulaştıran kişidir. Ancak onun gün geçtikte güçlenmesi ve sahip olduğu bağımsızlık eğilimleri merkezin kuşkusunu uyandırmış ve bir süre sonra onun yerine Sultan’ın kardeşi Tâcuddevle Tutuş tayin edilmiştir. Çalışmamızda anlamaya ve anlatmaya çalışacağımız karmaşık bir sürecin ardından Suriye hâkimi olan Tutuş, Atsız’ın rolünü devralarak Selçukluların bölgedeki etkinliğini sürdürmüş, ancak ağabeyi Sultan Melikşah’ın talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesinden sonra giriştiği saltanat mücadelesinde hayatını kaybetmiştir. Çalışmamızda, XI. yüzyıl Suriye’sinde –tıpkı öncesinde ve sonrasında olduğu gibi- yaşanan karmaşanın tam ortasında bulunan ve bölgedeki siyasi dalgalanmaları yönlendiren bu önemli figürden, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kardeşi Tâcuddevle Tutuş’tan söz edeceğiz. Bölgeye tayin edilmesinden başlayarak Suriye’deki siyasi faaliyetlerini ve sonrasındaki saltanat mücadelesini inceleyecek, özelde onun, genelde ise bütün bölgenin –ve tabi ki Selçukluların- söz konusu tarihsel bağlamdaki varoluşlarını anlamaya çalışacağız. Tutuş İle İlgili İlk Bilgiler Tâcuddevle Tutuş1 ile ilgili ilk tarihsel bilgi, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ölümü münasebetiyle kaynaklara düşülen kayıtlar bağlamındadır. Bu kayıtlarda Tutuş’un ismi, Sultan Alparslan’ın ardında bıraktığı çocuklar listesinde geçer.2 Aynî’nin, Ikdu’l-Cumân adlı eserinden hareketle 1062 (H. 454) yılında doğduğu kabul edilen3 Tutuş’un, çocukluk ve ilk gençlik dönemi ile ilgili bilgi yoktur. Kaynakların bu konuda sessiz kalması Selçuklu tarihi açısından bir talihsizlik olsa da, Tutuş’un, kardeşi olan Sultan Melikşah tarafından genç yaşta Suriye’ye tayin edilmesinden sonraki hayatını ve faaliyetlerini öğrenebileceğimiz kayıtlar mevcuttur. Sözünü ettiğimiz kayıtlar, Tutuş’un, insani yönünü anlamamız açısından pek tatmin edici olmamakla beraber, Selçuklu siyasi tarihinin önemli bir aktörü olarak oynadığı rolü kavramamız için yeterli sayılabilir.
1
Tutuş ismi, Ebu’l-Fidâ tarihinde Teneş ( )ﺗﻨﺶimlası ile yazılmıştır. El-Hüseynî, 38; İbnü’l-Esîr, 1480; Al-Bondârî, 48; Ahmed b. Mahmud, I, 115. 3 Sevim (1997), 134. 2
50
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Tutuş ile ilgili ilk tatminkâr bilgiler, onun, Suriye’ye tayin edildiği dönem ve sonrasına, yani siyaset sahnesine çıkmasından sonraki döneme aittir. Kaynaklarda, 1077/1078 (H. 470) yılında gerçekleşen bu tayinden sonra faaliyetlerini adım adım takip edebildiğimiz Tutuş’un, bu tarihe kadar Azerbaycan, Berdea’da bulunduğu kaydedilmiştir. Daha sonraki yıllarda Suriye’de fetih hareketlerinde bulunup burada bulunan Türkmen beyi Atsız’ı4 öldürerek bölgenin tek hâkimi olacak olan Tutuş’un, Suriye’ye hareket etmesinden önceki yaşamına ait olan bilgi bu kadarla sınırlıdır. Suriye’ye Tayin Edilmesi Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, 1071 (H. 463) yılında giriştiği fetih hareketlerinin sonunda Kudüs, Dımaşk, Remle, Taberiyye, Trablus, Sur, Akka, Humus ve Rafeniyye gibi şehir ve bölgeleri ele geçirerek Merkezi ve Güney Suriye’yi bütünüyle hâkimiyet altına almış olan ve Mısır’ı fethetmeyi planlayan Atsız Bey’i görevinden azlederek bir anlamda onu tasfiye etmek ve yerine, kardeşi Tâcuddevle Tutuş’u tayin etmek istiyordu.5 Sultan’ın bu niyeti Selçuknâme’de şu şekilde anlatılır: “Atsız Harezmî, Guzların (Oğuzların) reisi ve hâkimi idi. Sultan Melikşah, o yıl (1075/468) kardeşi Tâcuddevle Tutuş’u Atsız ile savaşması için Suriye’ye göndermeye niyet etti. Ancak bu iş Nizâmülmülk’ün görüşüne uygun değildi. Atsız da Melikşah’ın bu niyetinden haberdar olarak, Melikşah’a mektup yazdı, saygı gösterdikten sonra çok yalvarıp yakardı ve ‘Ben senin işini kendi isteğimle yapan hizmetkârın ve sana tabi kulunum. Ben kendi elim ile size zahmet vermeden ve sizden asker gelmeden fethettiğim bu ülkelerde sizin tarafınızdan vekil ve hâkimim. Sizin için bu vilâyetlerde bulunuyorum. Bu ülkelerde askerden artan serveti mümkün oldukça size gönderirim. Şimdi Tâcuddevle Tutuş’u benim üzerime savaş için göndermek istemişsiniz. Beni düşmanlarınızdan sayıp, hizmetinizden uzaklaştırmayı ve böyle yapmayı ne gerektirdi?’ dedi. Atsız’ın mektubu ve elçisi Melikşah’a vâsıl olduğu zaman, Nizâmülmülk, Sultan’ı bu işten vazgeçirdi. Sonra Atsız’a Sultan tarafından, ipekli hil’at, atlar, kılıç, kalkan ve tâc gönderip yüceltti.”6 4
Atsız ismi, İbnu’l-Esîr tarafından Aksîs ( )اﻗﺴﻴﺲimlası ile yazılmıştır. Sevim (1965), 49,52; Atsız’ın fetihleri ve Mısır’ı fethetme niyeti ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Sevim (1989), 34-42. 6 Ahmed b. Mahmud, I, 131-132. 5
51
Mustafa Alican
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, görüldüğü gibi, Atsız’ı tasfiye etme düşüncesindeydi. Büyük vezir Nizâmülmülk’ün karşı çıktığı anlaşılan bu düşüncenin nedeni konusunda kaynaklarda aydınlatıcı bilgiler mevcut değildir. Ancak ortada bir otorite sorunu olduğu kesindir. Selçuklu Sultanı, uzun yıllar boyunca Sünni İslam âlemi için büyük bir tehlike olma işlevi gören Mısır’daki Fâtımî Halifeliği’nin, ileride kendisi ve devleti için sorun oluşturma potansiyeline sahip olan güçlü bir bey tarafından değil de, Aynî’nin kaydına göre henüz dokuz-on yaşlarında olan kendi kardeşi tarafından dize getirilmesini arzulamaktaydı.7 Büyük Selçuklu tarihçisi Osman Turan’ın önemle vurgulamış olduğu gibi, Selçukluların da ataları olan Kınık boyuna mensup Atsız Bey tarafından kurulan Türkmen Kınık Devleti’nin itaat altına alınması gerekiyordu.8 Kontrolsüz olarak büyüyebilecek herhangi bir oluşum, özellikle de hanedan üyeleri ile aynı boydan geliyorsa, durdurulmalıydı. Nitekim Suriye Selçukluları ile ilgili önemli bir monografi kaleme almış olan Ali Sevim’in düşüncesi de, Sultan’ın, Atsız Bey’in, bağımsızlığını elde etmek için bir başkaldırı hareketinde bulunabileceği endişesini taşımakta olduğu yönündedir.9 Anlaşılan o ki, Sultan Melikşah’ın kaygıları, Atsız Bey’in mektubu ve vezirinin telkinleri tarafından ‘geçici olarak’ giderildi. “Geçici olarak,” diyorum, çünkü aşağıda da açıkça göreceğimiz gibi, Sultan Melikşah, Atsız’ın etkisizleştirilmesi ile ilgili düşüncesinden vazgeçmeyecek, şartların oluşmasıyla birlikte Tutuş’un Suriye’ye tayin fermanını imzalayacaktı. Selçuklu Sultanı’nın, kardeşini Suriye Melikliği’ne tayin ederek Atsız Bey’i etkisizleştirmeye yönelik ikinci girişimi, Atsız’ın, korkunç bir mağlubiyetle sonuçlanan Mısır seferinden sonra gerçekleşti. Suriye Meliki Atsız’ın sefer sırasında öldüğü yönündeki söylentiler üzerine, Sultan Melikşah, Tutuş’a mektup göndererek Suriye’yi kendisine iktâ ettiğini ve hemen harekete geçerek bölgeyi kontrol altına almasını emretti.10 Ayrıca Bekçioğlu Afşin, Sunduk et-Türkî, Dilmaçoğlu Mehmed, Duduoğlu, Tarankoğlu ve Türkmân etTürkî gibi Türkmen beyleri ile Musul Emiri Şerefuddevle Müslim ve Benû 7
El-Hüseynî, 49; Al-Bondârî, 69. Turan (2003), 200. 9 Sevim (1965), 49; Bu düşünce Salim Koca tarafından da paylaşılmaktadır. Bakınız: Koca (2007), 14. 10 İbnu’l-Esîr, 1489; İbn Al-Adîm, 69; Ebu’l-Fidâ, II, 5; İbnu’l-Verdî, I, 367; Ahmed b. Mahmud, I, 134; Sevim (1965), 59, 66; Sevim (1989), 43; Alptekin (1992), 133; Sevim (1997), 134; Turan (2003), 201; Koca (2007), 25. 8
52
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Kilâb kabilesine11 talimatlar göndererek Tutuş’un birliklerine katılmalarını bildirdi. Sultan’ın mektubu üzerine harekete geçen Tutuş, Sultan Melikşah’ın yanında bulunan Halep Mirdâsî Emirliği tahtı iddiacısı Vessâb ve Hâmid b. Zugayb ile birlikte sözü edilen beylerin ve Memlûk emirlerinden Hâcib Aytigin es-Süleymânî’nin kendisine iltihak ettiği Diyarbakır’a geldiği zaman12 söylentilerin asılsız olduğunu öğrendi. Atsız ölmemişti. Mısır seferinin kötü sonucundan dolayı itaatten çıkarak kendisine başkaldıran Suriye şehirlerini yeniden fethetmekle meşguldü. Daha önce hâkim olduğu bütün şehirler, Atsız’ın zafiyetini fırsat bilerek başkaldırmışlar, eskisi gibi Fâtımî Halifeliğine bağlanarak Şiî hutbesi okutmaya başlamışlardı.13 Atsız Bey başta Kudüs ve Gazze olmak üzere Doğu Akdeniz’deki şehirleri yeniden fethettikten sonra Dımaşk’a döndü. Kardeşinin öldüğü14 Mısır seferinin mağlubiyetle sonuçlanmış olmasının psikolojik tahribatını [bir kardeşi öldürülmüş, bir diğerinin de kolu kesilmişti15] atlatamamış olan Atsız, çok sert bir politika izliyordu. Yeniden kontrol altına aldığı şehirlerde büyük kıyımlar icra ediyor, halka çok zalim davranıyordu.16 Her tarafta anarşi ve karışıklık vardı. Bölge, bir yandan şiddetli bir kıtlıkla, diğer yandan siyasi otorite boşluğunun yarattığı belirsizlikle boğuşmaktaydı.17 Dımaşk, bu zorlukları en yoğun yaşayan yerlerden biriydi. Ahmed b. Mahmud’un ifadeleriyle: “Şam’da [Dımaşk] daha önce beş yüz bin kişi oturmakta iken, şimdi ancak üç bin insan kalmıştı. Şam’da [Dımaşk] daha önce iki yüz kırk ekmekçi vardı, onun zamanında [Atsız] halk azaldığından iki ekmekçi kalmıştı. Çarşılar insan ile dolu iken, onun zamanında çok tenhalaşmıştı. Kıymeti üç bin dinar 11
İbnu’l-Kalânisî, 112. İbn Al-Adîm, 69; Sevim (1965), 66-67; Sevim (1989), 50; Turan (2003), 201. 13 Sevim (1989), 42. 14 Azîmî, 22. 15 İbnu’l-Kalânisî, 111. 16 Ahmed b. Mahmud, I, 134; Sevim (1965), 57-58: Koca, el-Makrizî ve İbnu’l-Müyesser’e dayandırdığı kayıtlardan hareketle, Atsız Bey’in, Rîf’in ele geçirilmesi sırasında, ordusundaki askerlerin, Türk devlet geleneği ve insanlık anlayışı ile bağdaşmayan zalimce faaliyetlerine göz yumduğunun altını çizer. Ancak Koca, makalesinin bir başka yerinde de, Atsız’ın dini ve insani duygularının çok kuvvetli olduğu belirterek Kudüs halkını kurtuluş akçesi karşılığında bağışladığını vurgular. Bakınız: Koca (2007), 19, 23. Buradan hareketle denilebilir ki: Tıpkı bütün tarihsel karakterlerde olduğu gibi, Atsız Bey’i salt bir despotizm ile suçlamak ya da salt erdemlilikle kutsamak doğru değildir. O, koşulların gerektirdiğine inandığı şekilde davranmıştır. 17 Dımaşk’taki kıtlık ve ekonomik çöküntünün boyutları ile ilgili olarak bakınız: Azimî, 21; İbn Tağrîberdî, V, 103; Sevim (1965), 58. 12
53
Mustafa Alican
olan bir evi satmak için bağırdıkları zaman on dinara satın alacak kimse bulunmazdı. Bin dinarlık bir dükkânı bir dinara alacak insan yoktu. Zayıf ve güçsüz insanlar kıymetli evleri ateşe verirler ve ateşten ısınır dururlardı. Yiyecek azlığından ve açlığın üstün gelmesinden köpek ve kedileri yerlerdi. Bu durumu kimse hiçbir tarihte Şam’da [Dımaşk] görmüş değildir, derlerdi. Bir kadının dörder yüz dinarlık iki evi vardı. O evin birisini ön dört kırat altına satıp, o altınla bir kedi satın alıp birkaç gün yemişti.”18 Diyarbakır’da Atsız’ın durumu ile ilgili bilgi alan Tutuş, Sultan Melikşah’a haber göndererek Suriye’nin içinde bulunduğu koşulların ne kadar kötüleştiğini, Atsız’ın olumsuz rolüne vurgu yaparak bildirdi.19 Burada önemli olan nokta, Tutuş’un, Suriye’nin içinde bulunduğu sefaletten Atsız’ı sorumlu tutması ve Sultan’a, onun, bölge halkını öldürerek bölgeyi harabeye çevirdiğinden söz etmesidir. Anlaşılan o ki, Tutuş, Sultan’ın Atsız’ı tasfiye etme niyetinden haberdardı ve Sultan’ın bir an önce gereken adımı atması için Atsız’ın kötülüklerine vurgu yapıyordu. Nitekim Sultan’a gönderdiği mektupta, “Atsız yaşadığı müddetçe, kendi emri altında bulunan askerlerin sayıca az olacağını ve yanında bulunan askerlerin sayısının az olmasından dolayı Atsız ile savaşmaktan çekindiğini,” bildirerek yardım istemesi20 de dikkate değer bir noktadır. Tutuş’un, Atsız’ın durumunu Sultan’a haber verdiği söz konusu mektupta, Atsız hayatta olduğu sürece yanında bulunan askerlerin sayıca az olduğunu ifade etmesi, planlanan Mısır seferi ile alakalı bir durum olsa gerektir. Muhtemelen Tutuş, yanında bulunan askerlerle Mısır’ı fethetmenin mümkün olamayacağını, Atsız’ın hâkimiyet sahasında görev yapan askerlerin kendisine katılması için de Atsız’ın ortadan kaldırılması gerektiğini ima ediyor, bu gerekliliğin yerine getirilmesi için de Sultan’ın kendisine askeri yardım göndermesini istiyordu. Atsız’ın, olanlardan haberdar olması fazla zaman almadı. Daha önce Sultan’a bağlılık bildirerek görevden alınmaktan, belki de öldürülmekten kurtulmuştu. Ancak bu sefer durum daha ciddiydi. Kendisiyle ilgili şikâyetler ve dedikodular ülkenin her tarafına yayılmıştı. Daha önce sahip olduğu adil ve doğru yönetici imajı kaybolmaya yüz tutmuş, yaptığı zulümler ile ilgili söylentiler Sultan’ın kulağına kadar gitmişti. Öyle ki, Tutuş gibi bazı kimseler tarafından Suriye’deki yıkımın sorumlusu olarak görülüyor ve gösterilmek 18
Ahmed b. Mahmud, I, 135-136. Ahmed b. Mahmud, I, 134. 20 Ahmed b. Mahmud, I, 134; Koca (2007), 25. 19
54
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
isteniyordu. Sultan’a, birçok değerli hediye ve mal ile birlikte bir mektup daha gönderdi. Oldukça dokunaklı ve sitemkâr olan bu mektupta şöyle diyordu: “Tutuş’u benim üzerime göndermeye sebep nedir? Bende sizin emrinize asla muhalefet yoktur. Ben Sultan’a boyun eğen ve işini kendi isteği ile yapan kuluyum. Bu ülkelerden ne kadar servet ele geçerse, hepsi Sultan’ın hazinesine ulaşır. Bundan sonra her yıl otuz bin dinar göndereyim.”21 Atsız’ın mektubu üzerine, Sultan Melikşah onu tasfiye etme düşüncesinden bir kez daha vazgeçti. Her yıl otuz bin dinar ödeme yapma teklifinde bulunan Atsız,22 kaderini bir kez daha yönlendirmiş, Tutuş’un üzerine gönderilmesini engellemişti. Sultan, kardeşi Tutuş’a bir mektup göndererek Suriye’ye saldırmamasını, Atsız’ı zor duruma sokabilecek herhangi bir davranışta bulunmamasını, Halep ve civarında yapacağı fetihlerle yetinmesini emretti.23 Bu şekilde Tutuş’a iktâ edilen bölge Kuzey Suriye ile sınırlandırılmış oldu. Tutuş, Sultan’ın, Atsız’ın hâkimiyet alanına girmemesini emreden mektubunu aldıktan sonra rotasını Kuzey Suriye’ye çevirdi. Dımaşk’ın Fethi, Atsız’ın Öldürülmesi ve Suriye Selçuklu Melikliği’nin Kuruluşu Sultan Melikşah’ın, kendisine iktâ ettiği bölgeleri Atsız’ın hâkimiyet alanına kadar olan coğrafya ile sınırladığı mektubunu alan Tutuş, Sultan’ın kendisine yardım etmekle görevlendirmiş olduğu Türkmen beyleri ile birlikte harekete geçti ve Atsız’ın hâkimiyeti altında bulunan topraklara girmemeye özen göstererek Kuzey Suriye seferine çıktı. Fırat Nehri’ni geçerek Membiç üzerine yürüdü ve Mirdasîler tarafından Bizanslılardan alınmış olan kaleyi bir süre kuşattıktan sonra ele geçirdi.24 Hama, Maarratünnûman ve Humus’u zapt ederek bu şehirlere kendi adamlarını yerleştirdi.25 Yanında Musul Emiri Müslim ve Arap Benû Kilâb kabilesine mensup olan askeri birlikler olduğu halde Halep 21
Ahmed b. Mahmud, I, 134. Burada, Osman Turan’ın, Atsız’ın yıllık otuz bin dinar vergi karşılığında [Turan (2003), 201] Sultan ile anlaştığını, Ali Sevim’in ise, Atsız’ın, Sultan’a gönderdiği mektupta “her yıl otuz bin dinar ödemekte olduğunu” [Sevim (1965), 59] vurguladıkları belirtilmesi gereken bir husustur. 23 Ahmed b. Mahmud, I, 134; Sevim (1965), Sevim (1989), 43; 59; Sevim (1997), 134; Turan (2003), 201; Koca (2007), 25. 24 Sevim (1965), 67; Sevim (1989), 50. 25 Ahmed b. Mahmud, I, 134-135. 22
55
Mustafa Alican
üzerine yürüdü ve 1078 [470] yılında şehri kuşatma altına aldı. Ancak Mirdâsî Emiri Sâbık’ın idaresi altında bulunan şehir, üç buçuk ay devam eden kuşatmaya rağmen ele geçirilemedi.26 Bunun nedeni, Arap birliği kurma amacı güden27 Müslim’in el altından yürütmekte olduğu gizli faaliyetlerdi. O, Tutuş’un komutası altında olmasına rağmen Halep’in düşmemesi için elinden geleni yapıyordu. Halep’te bulunanlarla gizlice görüşüyor, direnmelerini salık veriyordu. Ayrıca Tutuş’ın ordusundaki Arap kökenli askerleri kışkırtıyor ve Tutuş’un şehri ele geçirmesi halinde bölgedeki Arap hâkimiyetinin sona ereceğini söyleyerek Selçuklu idaresinden çıkmalarını öğütlüyordu. Bunun yanında yokluk içinde kıvranmakta olan Halep’e lojistik destek sağlıyor, şehirde bulunanların direnme güçlerini takviye ediyordu.28 Bu durum Tutuş tarafından fark edildiyse de artık çok geç kalınmıştı. Ordu içinde önemli bir kısmı oluşturan Arap kabilelerine mensup birlikler Tutuş’a başkaldırarak Halep kuşatmasını terk ettiler. Müslim’in Arap milliyetçiliğine dayalı propagandaları işe yaramış, Tutuş ciddi oranda güç kaybına uğramıştı. Bunun yanında Tutuş’a yardım etmek üzere Halep’e gelmekte olan Türkmen Beyi Türkmân et-Türkî komutasındaki Türkmen birliğinin Halep’in batısında bulunan Vâdi-i Bozâa yakınlarında Arap Benû Kilâb, Benû Numeyr, Benû Kuşeyr ve Benû Ukayl kabilelerine mensup askerler tarafından etkisiz hale getirilmesi,29 Halep’in alınması yönündeki umutların bütünüyle tükenmesine neden oldu. Tutuş Halep kuşatmasını kaldırarak Diyarbakır bölgesine geri döndü.30 Sultan Melikşah’ı olanlar konusunda bilgilendirerek yardım gönderilmesini talep eden Tutuş, Mervânî emirlerinin kontrolü altında bulunan bölgelere bazı akınlar düzenledi.31 Kış mevsimini Diyarbakır bölgesinde geçiren Tutuş, baharın gelmesiyle birlikte ikinci Kuzey Suriye seferine çıktı. El-Fâyâ, Deyr, Bozâa, Bîre, Tubbel, Azâz32 ve Cibrin Kûrastâ33 kalelerini ele geçirip buralara kendi adamlarını
26
İbnu’l-Kalânisî, 112. İbn Al-Adîm, 69. 28 Sevim (1965), 67-68; Sevim (1989), 51; Sevim (1997), 134. 29 İbn Al-Adîm, 69; Sevim (1965), 69. 30 Azîmî, 22; Sevim (1989), 51. 31 Sevim (1965), 70. 32 Azîmî, 22. 33 Sevim (1965), 70. 27
56
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
yerleştirdikten sonra Halep üzerine yürüdü.34 Şehir ikinci kez kuşatma altına alındı. Bu kuşatma sırasında Tutuş’a, Atsız’ın yardım talebi ulaştı.35 Dımaşk’ta bulunan Atsız Nasruddevle el-Cuyûşî komutasındaki Mısır birlikleri tarafından kuşatılmıştı36 ve oldukça zor durumda olmalıydı ki, Tutuş’tan, şehri kendisine teslim ederek hizmetine girme teklifi ile yardım istiyordu.37 Bu teklif Tutuş için bulunmaz bir fırsattı. Yıllardır Atsız’ı saf dışı bırakmanın yollarını arıyor, bölgenin tek hâkimi olmak için fırsat kolluyordu. Fırsat ayağına kadar gelmişti işte. Hemen Halep kuşatmasını kaldırdı ve Türkmen Beyi Afşin ile birlikte Dımaşk’a yürüdü.38 Öte yandan Tutuş Dımaşk üzerine yürümekte iken Mısır askerleri hezimete uğrayarak Mısır’a geri döndüler.39 Dımaşk’a gelen Tutuş, şehri aldıktan sonra Atsız’ın tüm af dilemelerine rağmen onu ve kardeşini40 yayın kirişi ile boğdurarak öldürttü.41 Tutuş’un Atsız’ı neden öldürdüğü konusunda tam bir uzlaşma yoktur. Kaynakların bu konuda söyledikleri, tatminkârlık bir 34
Târih-i Dımaşk’ta, Tutuş’un bu seferi Dımaşk’ın ele geçirilmesi ve Atsız’ın öldürülmesinden hemen sonra gelişen olaylar bağlamında anlatılır. Bakınız: İbnu’l-Kalânisî, 113. Ancak sözü edilen sefer Dımaşk’ın fethinden sonra yapılmamış, bilakis bu sefer sırasında Atsız Tutuş’tan yardım talebinde bulunmuştur. 35 İbnu’l-Esîr, 1489; Ebu’l-Fidâ, II, 6; İbnu’l-Verdî, I, 367; Ahmed b. Mahmud, I, 135; Alptekin (1992), 133. Azîmî tarihinde Halep kuşatması sırasında gelen Atsız’ın yardım talebinden söz edilmemekte, Mısırlıların Şam’ı kuşatması üzerine Tutuş’un derhal Atsız’ın yardımına koştuğu ifade edilmektedir. Bakınız: Azîmî, 22. 36 Azîmî, 22; İbnu’l-Esîr, 1489. 37 İbnu’l-Kalânisî, 112; Ahmed b. Mahmud, I, 135; Sevim (1965), 71; Sevim (1989), 44; Turan (2003), 201; Koca (2007), 27. 38 Sevim (1965), 71; Sevim (1989), 51-52. 39 İbnu’l-Kalânisî, 112; İbnu’l-Esîr, 1490; Ebu’l-Fidâ, II, 6; İbnu’l-Verdî, I, 367. Azîmî tarihinde ve Selçuknâme’de Mısırlıların hezimetinden söz edilmez. Tutuş’un yardıma gelmesi üzerine kuşatmanın kaldırıldığı anlatılır. Bakınız: Azîmî, 22; Ahmed b. Mahmud, I, 135. 40 Sevim (1965), 60; Alptekin (1992), 133. 41 İbnu’l-Kalânisî, 112; El-Huseynî, 49; İbnu’l-Esîr, 1490; İbn-i Kesîr, VI, 90; Sevim (1965), 71; Turan (2003), 201. Al-Bondârî, diğer kaynaklardan son derece farklı bir şekilde Atsız’ın öldürülmesi olayını şu şekilde satırlara döker: “471’de Eliksis (Atsız) Alparslan’ın oğlu Tâcuddevle Tutuş’a inanarak ve ona muhalefeti terk ederek onu Dımışk’a çağırdı ve onu selamlamak ve hükmüne inkıyat etmek için onu karşılamaya Dımışk’tan çıktı. Tutuş kılıçla bunun boynunu vurdu, gadr edip çıplak olduğu halde sahrada bıraktı, müstakil olarak şehre gitti, bu suretle devlet yenileşti.” Al-Bondârî, 72-73. Görüldüğü üzere buradaki ölüm sahnesi diğerlerinden oldukça farklı ve ilgi çekicidir. Kayıtta Atsız’ın kılıç ile başının kesildiğinin belirtilmesi, hanedan mensuplarının kanının akıtılmaması prensibine aykırı olması münasebetiyle zikredilmeye değerdir.
57
Mustafa Alican
tarafa, okuyucuyu daha da kuşkuya sürükleyen cinsten kayıtlardır. Kimisinde, Tutuş’un, Atsız’ın kendisini şehir dışında değil de surlarda karşılamasına kızdığı ve bundan dolayı onu öldürdüğü42 kayıtlıyken, kimisinde kendisini karşılamakta geç kaldığı için,43 kimisinde de bölge halkına zulmettiği ve Dımaşklıları sefalete sürüklediği için44 ortadan kaldırıldığından söz edilir.45 Sözü edilen nedenler akla uygun olmasa da, bunların, Atsız’ı başından beri öldürmek isteyen Tutuş’un asıl nedenini perdeleyen ikincil nedenler olarak görülmeleri mümkündür. Tutuş Dımaşk’ı kontrol altına aldıktan sonra sefalet içinde yaşayan halkın durumunu düzeltmek için çalışmalarda bulundu. Şehrin güvenliğini sağladı ve imar faaliyetlerine girişti. Onun girişimleri ile çökme noktasına gelen tarımsal ve ticari ekonomi yeniden canlandı ve refah düzeyi yükseldi. Adil bir yönetim sergileyen Tutuş, halk tarafından çok sevildi.46 Dımaşk’taki düzeni sağladıktan sonra Filistin bölgesine yönelen Tutuş,47 Atsız’ın adamlarının kontrolü altında bulunan Kudüs’ü ele geçirdi ve bu şekilde Dımaşk merkez olmak üzere Suriye Selçuklu Melikliği kurulmuş oldu. Suriye Selçuklu Melikliği’nin ilk meliki olan Tutuş, Sultan Melikşah hayatta olduğu sürece melik unvanını kullanacak ve 1085 yılında kendisini Sultan olarak tanımayı ve Mısır Fâtımî Halifeliği’ne bağlanarak Sünnî Selçuklu bloğa karşı Şiî Selçuklu bloğunu oluşturmayı teklif eden Artuk Bey ile Musul Emiri Şerefuddevle Müslim’in önerilerine sıcak baksa da fiili olarak herhangi bir başkaldırı girişiminde bulunmayacaktı.48
42
İbnu’l-Esîr, 1490. Ebu’l-Fidâ, II, 6; İbnu’l-Verdî, I, 367. 44 Selçuknâme’de, Tutuş’un Şam’a girdikten sonra şehrin viranlığını ve halkın perişanlığını görerek ağladığı ve Atsız’ı halka zulmetmekle suçlayarak yay kirişi ile boğdurduğu, Atsız’ın öldürülmesinin herkesi çok memnun ettiği anlatılır. Ahmed b. Mahmud, I, 135-136. 45 İbn-i Kesîr’deki bilgi hepsinden daha ilginçtir. Ünlü tarihçi, Atsız’ın, Tutuş’u karşılamaya çıkmadığını ve bunun için öldürüldüğünü kaydeder. Bakınız: İbn-i Kesîr, VI, 90; Ali Sevim’in konu ile ilgili düşüncesi, Atsız’ın şehri Tutuş’a bırakmamak için birtakım faaliyetlere giriştiği, bunun ortaya çıkması üzerine de öldürüldüğü yönündedir. Bakınız: Sevim (1989), 44. 46 İbnu’l-Esîr, 1490; Ebu’l-Fidâ, II, 6; İbnu’l-Verdî, I, 367; Ahmed b. Mahmud, I, 136; Sevim (1965), 72; Sevim (1989), 44, 52. 47 İbnu’l-Kalânisî, 112. 48 Sevim (1965), 72; Sevim (1989), 52. 43
58
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Şerefuddevle Müslim ve Süleymanşah İle Mücadelesi Tutuş’un Atsız’a yardım etmek üzere Dımaşk’a gitmesinden sonra Tutuş’un yıpratıcı kuşatmasından bıkmış olan Halepliler Müslim’e haber göndererek şehri kendisine teslim etmek üzere onu yanlarına davet ettiler. Müslim, Sultan Melikşah’tan izin alarak davete icabet etti ve Halep’i güç kullanmadan ele geçirdi.49 Gün geçtikte gücü çoğalan Müslim Halep civarındaki kaleleri birer birer ele geçirerek buralarda bulunan Tutuş’un adamlarını tasfiye etti.50 Bir yandan da ele geçirdiği her kale ile ilgili olarak Sultan’ı bilgilendiriyor, onun izni ve görevlendirmesi ile hareket ettiği izlenimi yaratıyordu. Ancak farklı niyetleri vardı. Suriye’deki Türkmen unsuru etkisizleştirmek ve Arap etnisitesini güçlendirmek istiyordu. Bu amaca yönelik olarak kalabalık Türkmen topluluklarını farklı yerlere sürüyor,51 yerel Arap beylerini Türk idaresine karşı kışkırtıyordu.52 Nitekim onlardan elde ettiği yardımlarla oldukça geniş bir Arap beyliğinin lideri haline gelmişti. Hükmettiği topraklar Büyük Selçuklu Devleti ile Tutuş’un başında bulunduğu Suriye Melikliği’nin arasına bıçak gibi girmiş ve merkez ile Tutuş arasındaki bağlantı kesilmişti.53 Müslim’in altın çağı çok uzun sürmedi. Gücü ile doğru orantılı olarak artan despotça tutumunu, kendisine itaat eden Arap emirlerinin topraklarına el koymaya kadar götürdü. Bunun üzerine Arap beyleri Müslim’in idaresinden ayrılarak Tutuş’un yanına gittiler. Suriye’nin sahil şeridinde bulunan Antartus,54 Banyas ve başka kaleleri ele geçirdikten sonra55 Dımaşk’a dönmüş olan Tutuş’un emrine girerek onu Halep’e saldırmaya teşvik ettiler. Kendisine sığınan Arap emirlerin etkisiyle harekete geçen Tutuş, Halep üzerine yürüyerek şehir civarına akınlar düzenledi. Cezîre’de bulunan Müslim’in Halep savunması için gönderdiği birliklerin saf dışı bırakıldığı bu başarılı akınlar pek uzun sürmedi. Sultan Melikşah kardeşi Tutuş’a bir mektup göndererek derhal Halep 49
İbnu’l-Kalânisî, 113; İbnu’l-Esîr, 1490; Al-Bondârî, 72; Ahmed b. Mahmud, I, 136-137; Sevim (1989), 53-54; Koca (2007), 30. 50 Azîmî, 23. 51 Sevim (1997), 134. 52 Sevim (1965), 72-76. 53 Sevim (1989), 54. 54 Azîmî, 24; İbn-i Kesîr, VI, 92. 55 İbnu’l-Esîr, 1492; İbn Tağrîberdî, V, 113.
59
Mustafa Alican
kuşatmasını kaldırmasını ve Dımaşk’a geri dönmesini,56 yanında bulunan Artuk Bey’in de saltanat karargâhına gelmesini emretti. Sultan’ın mektubu üzerine kuşatmayı kaldırarak Dımaşk’a gelen Tutuş57 burada uzun süre kalmayarak Baalbek’e yürüdü ve burayı Fâtımîler adına idare eden İbn Saykal’ın elinden aldıktan sonra Antakya bölgesine yönelerek bu bölgede akınlarına devam etti.58 Kurmuş olduğu siyasi yapı ile Kuzey Suriye ve Mezopotamya’yı kontrolü altına almayı başarmış olan Müslim, Tutuş’un Antakya seferinde olmasını fırsat bilerek Dımaşk’ı ele geçirmek amacıyla harekete geçti. Arap asıllı Benû Kilâb, Benû Ukayl, Tayy, Uleym ve Benû Numeyr kabileleri ile Kürtlerden ve Şeybanoğullarına mensup birliklerden büyük bir ordu hazırladı. Ayrıca Fâtımî Halifesi Mustansır Billâh’a mektup yazarak ondan da “yardım vaadi” aldı. Bu sırada mevcut durumu öğrenen Tutuş Antakya civarında sürdürdüğü akınlara son vererek Dımaşk’a geri döndü. Harekât, 1083 yılının Mayıs ayında (H. 476 Muharrem) Dımaşk’ı kuşatan Müslim’in planladığı gibi gitmedi ve şiddetli çarpışmaların yaşandığı kuşatma sırasında Müslim oldukça zor duruma düştü. Mısır’dan vaat edilen yardımın gelmemesi ve Müslim’in hâkimiyet alanı içinde bulunan Harran’da isyan çıkması kuşatmanın sonunu getirdi. Müslim kuşatmayı kaldırarak Harran isyanını bastırmak üzere Halep’ten ayrıldı. Böylece, Müslim’in büyük umutlarla çıkmış olduğu Dımaşk seferi tam bir başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.59 Tutuş ve Müslim arasında Suriye’ye hâkim olma mücadelesi devam ederken Anadolu’da bir başka Selçuklu hanedan mensubu, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymanşah 1084/1085 (H. 477) Antakya ve civarında bulunan kaleleri ele geçirerek üçüncü bir güç odağı olarak ortaya çıktı.60 968/969 (H. 358) yılından beri Hıristiyanların elinde olan Antakya’nın ele geçirilmesi ile Süleymanşah ile Müslim sınırdaş oldular. İlk etapta bir 56
Sevim (1989), 55; Sevim (1997), 134; Turan (2003), 201. İbn-i Kesîr 475 yılı olaylarını anlatırken, (İbn-i Kesîr, VI, 93.) bu sene Sultan’ın, kardeşi Tutuş ile savaştığı, onu yenerek esir aldığı, ancak daha sonra Dımaşk’taki konumunu ona geri iade ettiği şeklinde bir bilgi verir ki, yanlış olsa gerektir. Çünkü bu sene Sultan Tutuş’a sadece mektup göndererek Halep kuşatmasını kaldırmasını emretmiştir. Burada yazar, muhtemelen 479 (1086) yılında Halep’e gelen Melikşah’ın, kardeşi Tutuş’un, iktâlarında kalmaya devam etmesine izin vermesi ile ilgili olaya yönelik olarak anakronik bir hataya düşmektedir. 58 Azîmî, 24; İbn Tağrîberdî, V, 115; Sevim (1989), 55; Sevim (1997), 134. 59 İbnu’l-Kalânisî, 114-115; Azîmî, 24; İbnu’l-Esîr, 1493; İbn Tağrîberdî, V, 114; Sevim (1965), 78-79; Sevim (1989), 55-56; Sevim (1997), 134-135; Alptekin (1992), 134; Turan (2003), 202. 60 İbnu’l-Kalânisî, 117; Azîmî, 24; İbnu’l-Esîr, 1496; Aksarâyî, 14; Sevim (1989), 57. 57
60
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
saldırmazlık paktı imzalayarak birbirlerine zarar vermeme konusunda anlaştılarsa da, bir süre sonra, Müslim’in, daha önce Antakya’dan aldığı vergiyi Süleymanşah’tan da talep etmesi iplerin kopmasına yol açtı.61 Süleymanşah haklı olarak bu duruma öfkelenmişti. Daha önce idarecisi Müslüman olmayan şehirden vergi almak normaldi, fakat şimdi Antakya’nın sahibi kendisiydi. Müslümandı. Kendisinden, bir kâfirden vergi istenir gibi vergi istenmesi, İslam hukukuna aykırı olması bir yana inciticiydi. Süleymanşah ile Müslim arasında mektuplaşmalar ve Antakya ile Halep civarında yapılan yağma eylemlerini içeren gözdağı verme girişimleri oldu.62 Artık Süleymanşah’ın gücünü iyice tartmış olan Müslim ona karşı yalnız başına mücadele edemeyeceğinin farkındaydı. Tutuş’un hizmetinde bulunan Artuk Bey ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre, Müslim de tıpkı Artuk gibi Sultan Melikşah’ın hizmetinden ayrılacak, Tutuş büyük sultan olarak kabul edilecek ve Abbâsî Halifeliği ile olan bütün bağlar koparılarak Mısır Fâtımî Halifeliği tanınacaktı. Yapılan anlaşmadan sonra Süleymanşah ile Amik Ovası’nda bulunan Sefîn Nehri civarındaki Kurzâhil’de savaşa giren Müslim, çok ağır bir mağlubiyetin ardından öldürüldü.63 Onun öldürülmesi ile kurmuş olduğu büyük ve güçlü Arap beyliği yıkılmış oldu ve Suriye bölgesi Süleymanşah’ın akınlarına açık hale geldi. Ayrıca Artuk Bey ile yapmış olduğu anlaşma da bundan dolayı hükümsüz kaldı ve hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Suriye hâkimiyeti davası güden iki kişi kalmıştı: Süleymanşah ile Tutuş. İktidarın baştan çıkarıcı çekiciliği bir süre sonra bu iki Selçuklu hanedan mensubunu da karşı karşıya getirecekti. Kurzâhil Savaşı’nda Müslim’i saf dışı bırakan Süleymanşah, 1085 yılı yazında (H. 478) Halep şehrini kuşattı. Müslim’in cesedini bir peştamala sararak katır ile gönderdiği şehrin [bir süre sonra kendi mezarının da Müslim’in mezarının yanına kazılacağını ve sonsuz uykusunu onun yanında uyuyacağını muhtemelen bilmiyordu] teslim edilmesini istedi. Halep, Müslim’in amcasının oğlu olan Şerif Ebû Ali Hasen b. el-Huteytî’nin64 idaresi altındaydı.65 30 61
Aksarâyî, 14-15; İbnu’l-Verdî, I, 370; Sevim (1989), 59. İbnu’l-Esîr, 1496; Sevim (1997), 135. 63 İbnu’l-Kalânisî, 118; Azîmî, 25; İbn-i Kesîr, VI, 95; Bar Hebraeus, I, 332; Aksarâyî, 15; İbn Tağrîberdî, V, 118; Sevim (1965), 81-89; Sevim (1989), 60; Sevim (1997), 135. 64 Bu isim, Ebu’l-Fidâ tarihinde ( )ﺣﺒﻴﺒﻰimlası ile yazılıştır ki, bu durumda el-Habîbî ya da elHubeybî şeklinde okunması mümkündür. 65 Ebu’l-Fidâ, II, 11. 62
61
Mustafa Alican
Temmuz’a kadar şehri kuşatma altında tutan Süleymanşah, İbn el-Huteytî ile bir anlaşma yaptıktan sonra kuşatmayı kaldırdı.66 Bu anlaşmaya göre şehir bir süre daha el-Huteytî’nin kontrolü altında olmaya devam edecek, Sultan’ın onayı alındıktan sonra Süleymanşah’a teslim edilecekti. Halep kuşatmasını kaldıran Süleymanşah, şehrin güneyinde bulunan bazı bölgeleri ele geçirdikten sonra Antakya’ya geri döndü.67 Kış mevsimini Antakya’da geçiren Süleymanşah, 1086 yılının baharında (H. 479) İbn el-Huteytî’ye haber göndererek yaptıkları anlaşma gereği şehri kendisine teslim etmesini talep etti.68 El-Huteytî şehri Süleymanşah’a teslim etmek istemiyordu. Sultan Melikşah’a durumu bildirerek gelmesini istemiş, ancak Sultan’dan henüz bir haber alınamamıştı. Şehir yeni bir kuşatma ve saldırı karşısında direnemeyebilirdi. El-Huteytî, daha önce Halep’i almaya çalışan, ancak başarılı olamayan Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’a haber göndererek onu şehre davet etti ve geldiği takdirde şehrin kendisine teslim edileceğini bildirdi.69 Tutuş için bu durum bulunmaz bir fırsat niteliğindeydi. Daveti memnuniyetle kabul etti ve 1086 yılının Nisan ayında (H. 479) derhal harekete geçerek Halep’e doğru yürüyüşe geçti.70 Kınnesrîn Kalesi’ni bir süre kuşatma altında tuttuktan sonra Halep’in güneydoğusunda bulunan Nâûra’ya yöneldi. Bu sırada Benû Kilâb kabilesine mensup bir grup askerin emrine girmesiyle iyice güçlenen Tutuş, el-Huteytî’nin şehri kendisine teslim etmeme ihtimalini göz önünde bulundurarak şehre saldırma planları geliştiriyordu.71 Tutuş’un yanında, Sultan Melikşah’ı etkileyerek Anadolu’nun fethedilmesi görevinin kendisinden alınmasına neden olduğuna inandığı için Süleymanşah’a büyük öfke duyan Artuk Bey de vardı.72 Tutuş ile Artuk Bey’in hızla Halep yönüne doğru ilerledikleri sırada şehir civarında karargâh kurmuş olan Süleymanşah Tutuş’u karşılamak üzere ordusuna hareket emri verdi. Süleymanşah ile amcasının oğlu Tutuş Halep’e üç mil uzaklıkta bulunan Aynü Seylem73 mevkiinde bir Haziran sabahı karşı karşıya geldiler.74 Oldukça hızlı 66
Azîmî, 25. Sevim (1965), 89-90; Sevim (1989), 61. 68 Azîmî, 25; İbnu’l-Verdî, I, 371; Sevim (1989), 61. 69 Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371; Sevim (1997), 135; Sevim (1989), 61. 70 İbnu’l-Esîr, 1498. 71 Sevim (19965), 90. 72 Ebu’l-Fidâ, II, 11; Sevim (1989), 61. 73 Bu isim, el-Kalânisî’nin Târih-i Dımaşk’ında ( )ﻋﻴﻦ ﺳﻠﻢimlası ile yazılmış olup Ayn Sellem şeklinde okunması mümkündür. 67
62
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
hareket ettiği için dağınık bir durumda olan Süleymanşah’ın ordusu toparlanmaya fırsat bulamadan Tutuş’un saldırısına uğradı. Saldırının şokunu henüz üzerinden atamamış olan Süleymanşah’ın ordusundaki bazı beyler Tutuş’un tarafına geçtiler. Bundan dolayı iyice zor duruma düşen Süleymanşah, çok şiddetli ve kanlı bir savaşın ardından kesin bir mağlubiyete uğradı. Zaferin elde edilmesinde Artuk Bey büyük rol oynamıştı. Anadolu’nun fethi sırasında yürüttüğü başarılı harekâtlarla adeta bir efsane haline gelmiş olan Süleymanşah, daha önce yenilgi yüzü görmemiş olduğu için psikolojik anlamda yoğun bir bunalıma sürüklendi. Savaş alanından kaçarak geldiği ıssız bir bölgede acı içindeyken yanına gelen ve onu Tutuş’un yanına götürmek isteyen Tutuş’un askerlerine teslim olmayı reddederek yanına taşıdığı bıçağı kalbine saplamak suretiyle intihar etti.75 Suriye Selçuklu Meliki Tutuş, Süleymanşah’ı bertaraf ettikten sonra İbn el-Huteytî’den şehri teslim almak üzere Halep’e yürüdü. Daha önce tıpkı Süleymanşah’ın Müslim’e yapmış olduğu gibi, amcasının oğlunun cesedini bir peştamala sararak şehrin kendisine teslim edilmesi için bir katır ile Halep’e gönderdi.76 Süleymanşah’ın cesedi, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi Müslim’in yanına defnedildi. Öte yandan Tutuş’a daha önce şehri kendisine teslim etme sözü vermiş olan el-Huteytî sözünde durmadı. Sultan Melikşah’ın kendisine mektup yazdığını ve Halep’e gelmekte olduğunu söyleyerek Tutuş’u oyalama yoluna gitti.77 Bu duruma çok öfkelenen Tutuş, Halep civarına akınlar 74
İbnu’l-Kalânisî, 119; Azîmî, 25; Sevim (1997), 135; Sevim (1989), 61. İbnu’l-Esîr, 1498-1499; Bar Hebraeus, I, 333; Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371; İbn-i Kesîr, VI, 99; Sevim (1997), 135; Sevim (1989), 62. Müsâmeretü’l-Ahbâr’da intihar vakasının gerçekliği kabul edilir, ancak ayrıntı verilmez. Bakınız: Aksarâyî, 15. Bunun yanında, Süleymanşah’ın savaş meydanında öldürüldüğünü belirten kayıtlar da vardır. Bakınız: İbnu’lKalânisî, 119; İbnu’l-Esîr, 1498-1499; Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371. Abu’l-Farac, savaşın, Artuk Bey ile Süleymanşah arasında olduğundan ve savaşın sonunda Süleymanşah’ın cesedinin kalbine bıçak saplı olarak bulunduğundan söz ederek bunun, onun intihar ettiği anlamına geldiğini söyler. Bakınız: Bar Hebraeus, I, 333. Selçuknâme’de, diğer kaynaklarda mevcut olan ifadelerden farklı olarak, Tutuş’un huzuruna getirilen Süleymanşah’ın, onun öfkesini bildiğinden dolayı, kendisine işkence yapılmasından korkarak göğsünü hançer ile parçalamak suretiyle intihar ettiği ifade edilmektedir. Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 145. 76 İbnu’l-Esîr, 1499; İbn Tağrîberdî, V, 122. Ali Sevim, İbnu’l-Adîm’e dayandırdığı bir kayıttan hareketle, Tutuş’un, Süleymanşah’ın cesedini en iyi kefenlere sardırarak Halep’e gönderdiğini ve Müslim’in de mezarının bulunduğu Halep Kapısı’na defnettirdiğini belirtmektedir. Bakınız: Sevim (1989), 63. 77 İbnu’l-Esîr, 1499; Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371; Alptekin (1992), 136. 75
63
Mustafa Alican
düzenleyerek bölgedeki toprakları askerlerine iktâ ettikten sonra şehrin kuzeyinde bulunan Mercü Dâbık’a çekildi. Burada birkaç gün kaldıktan sonra Halep’i kuşatma altına alarak şehirdekilere baskı uygulamaya başladı.78 11 Temmuz 1086 günü (26 Rabiülevvel 479) tellallar şehrin Tutuş’un kontrolüne geçtiğini ilan ettiler. Artuk Bey’in himayesine sığınmış olan elHuteytî, Tutuş tarafından affedildi. Halka çok iyi muamele edildi ve Halepli askerlere hil’atlar giydirilerek gönülleri alındı. Fakat iç kaleyi elinde tutmakta olan Sâlim b. Mâlik, kendisini bu göreve tayin eden Müslim’in “şehri Sultan Melikşah’tan başka kimseye teslim etmemesi” yönündeki emrini yerine getirerek direnmeye devam etti. 17 gün boyunca iç kaleyi kuşatma altında tutan Tutuş, Sâlim’in direnişini kırmayı başaramadı.79 Öte yandan Sultan Melikşah, Süleymanşah’ın Tutuş ile yaptığı savaşın ardından öldüğünü haber aldığı zaman büyük bir üzüntüye kapıldı ve Tutuş’a sert bir mektup göndererek onu azarladıktan80 sonra, 1086 yılının sonbaharında (H. 479 Cemâziyelâhir) İsfahan’dan Halep’e hareket etti. İç kaleyi kuşatmaya devam eden Tutuş, Sultan’ın gelmekte olduğunu haber alınca kuşatmayı kaldırarak Dımaşk’a döndü.81 Müslim’in Arap idaresini yıkarak onu öldüren Süleymanşah’ı saf dışı bırakmış olan Tutuş’un karşısında, kendisi ile mücadele edebilecek herhangi bir kuvvet kalmamış ve Büyük Selçuklu Sultanı’nın küçük kardeşi Suriye’nin rakipsiz hâkimi durumuna gelmişti. Büyük bir gücü, sayısız askeri vardı. Ancak bu durumda bile ağabeyine başkaldırmayı düşünmedi. Sultan Melikşah ile arası bozuk olan Artuk Bey’in, Dımaşk yolunda kendisine yaptığı “Sultan ile savaşma ve onun yorgun ordusunu mağlup ederek Büyük Sultan olma” teklifini tereddütsüz bir şekilde reddederek büyük bir vefakârlık örneği sergiledi.82
78
İbnu’l-Esîr, 1499; Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371. İbnu’l-Esîr, 1499; Ebu’l-Fidâ, II, 11; Sevim (1965), 93-94; Sevim (1997), 135. 80 Aksarâyî, 15. Selçuknâme’de, Sultan’ın kardeşine darıldığı belirtilir (Ahmed b. Mahmud, II, 146) ki, bu oldukça hafif bir ifadedir. 81 Azîmî, 25; İbnu’l-Esîr, 1499; Ebu’l-Fidâ, II, 11; İbnu’l-Verdî, I, 371; Sevim (1965), 94; Sevim (1989), 63; Sevim (1997), 135. 82 İbnu’l-Esîr, 1499; Sevim (1965), 94; Sevim (1989), 63-64. 79
64
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Sultan Melikşah’ın Suriye Seferi ve Tutuş’un Doğu Akdeniz Harekâtı Tutuş Dımaşk yolundayken Sultan Melikşah büyük bir ordu ile Suriye’ye gelmek üzereydi. Yanında ünlü komutanları Porsuk, Bozan ve Kâsımuddevle Aksungur vardı. Büyük Selçuklu ordusu Fırat Nehri’ni geçmiş ve Membiç’i ele geçirmişti.83 Bu sırada Halep’in kale kumandanı Sâlim b. Mâlik Sultan’ın yanına gelerek itaatini sundu.84 Sefere devam eden Selçuklular, 3 Aralık 1086’da (23 Şaban 479) Halep’e girdiler. Müslim’in, Süleymanşah’ın ve Tutuş’un mücadelesi sırasında oldukça zor günler geçirmiş olan şehirde uzun zamandır beklenen Büyük Selçuklu Sultanı nihayet gelmiş ve kontrolü eline geçirmişti. Büyük bir memnuniyetle karşılanan Sultan, ünlü veziri Nizâmülmülk’ün tavsiyesine uygun hareket ederek Kâsımuddevle Aksungur’u Halep şahneliğine,85 Nûhu’t-Türkî’yi de kale kumandanlığına tayin ederken, eski kale kumandanı Sâlim’e de Câber Kalesi’ni vererek gönlünü almayı ihmal etmedi.86 Sultan Halep’te bölgenin Arap emirlerinin bağlılıkları kabul ederken, onun geliş haberi üzerine şehirden ayrılarak Dımaşk’a giden kardeşi Tutuş’un itaatini bildiren elçiler de Sultan’ın huzuruna geldiler. Sonunda Süleymanşah’ın hayatını kaybettiği mücadeleden dolayı kardeşine kızgın olan Sultan, onun bir af dileme niteliğindeki “iktâlarında kalmaya devam etme ya da kendisi için uygun görülen bir yere gitme” teklifinden memnun kalarak iktâlarında
83
İbnu’l-Esîr, 1499. İbn Al-Adîm, 83; Sevim (1965), 95; Sevim (1989), 64. 85 İbnu’l-Esîr, 1503; İbn Al-Adîm, 73; Bar Hebraeus, I, 334; İbnu’l-Verdî, II, 3; İbn-i Kesîr, VI, 99, 112. 86 Azîmî, 26; İbnu’l-Esîr, 1499; İbn Al-Adîm, 83; Sevim (1965), 96; Sevim (1989), 64. 84
65
Mustafa Alican
kalmasına izin verdi. Bu şekilde Sultan ile kardeşi arasındaki soğukluk sona erdi.87 Tutuş’u affederek aralarındaki gerginliği sona erdirmesine rağmen Sultan’ın kardeşi ile ilgili kuşkuları vardı. Müslim ile Süleymanşah’ın saf dışı kalmış olmasından dolayı Suriye’de ortaya çıkan otorite boşluğunu onun doldurabileceğinden ve zamanla saltanat davası güdebileceğinden endişelenmekteydi. Nitekim Sultan’ın vefatının hemen ardından Tutuş’un saltanatını ilan etmiş olması, onun bu endişelerinin yersiz olmadığını gösterir. Bundan dolayı Sultan, kardeşi ile arasındaki buzları eritse de bölgede yaptığı idari düzenlemelerde endişeleri doğrultusunda tedbir almayı ihmal etmedi. Halep’i büyük kumandanı Aksungur’un, Urfa’yı Bozan’ın,88 Antakya’yı Yağısıyan’ın89 ve Musul’u Çökürmüş’ün90 kontrolüne vererek idari anlamda bölgenin merkezle olan bağlarını güçlendirdi.91 Ayrıca itaatini sunan Humus emiri Halef İbn-i Mülâib’e, askerlerini, daha önce yaptığı gibi Tutuş’un emrine vermemesi talimatını verdi.92 Bu durum, Sultan’ın artık kardeşine eskisi kadar güven duymadığının en açık göstergesidir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Halep’te yaptığı düzenlemelerin ardından Antakya’ya giderek şehri, Süleymanşah’ın veziri olan Hasan b. Tâhir’den teslim aldı.93 Burada da birtakım idari düzenlemelerde bulunduktan sonra Süveydiye’ye giderek Süleymanşah’ın eşi ile çocuklarını yanına aldı ve 87
Sevim (1965), 96; Sevim (1989), 64. Burada ilginç bir noktayı aktarmadan geçmek eksiklik olacaktır: Tarihsel anlamda Tutuş’un Bağdat yolunda iken Sultan’ın ölüm haberini alarak saltanatını ilan ettiği kabul edilir. Ancak Ebu’l-Fidâ ile İbnu’l-Verdî’nin kayıtlarında, Tutuş’un diğer emirlerle Bağdat’a gittiği ve şairlerin buradaki görkemli kutlamalardan söz ettiği vurgulanır. Sözünü ettiğimiz bu vurguların, Tutuş’un diğer emirlerle birlikte Doğu Akdeniz seferine çıkmasından önceki dönemin tasvirlerinde yer alması da ayrı bir ilginçliktir. Bu kayıtlar, Sultan’ın Halep’te olduğu sırada kendisine beylerin, bu arada da Tutuş’un itaat sunmasını konu alan olayları işaret ediyor olsa gerektir. Muhtemelen, büyük beyler ile çıkılan seferden sonraki Bağdat’a gitme girişimi ile karıştırılmaktadır. Bakınız: Ebu’l-Fidâ, II, 16; İbnu’l-Verdî, II, 5. 88 Bar Hebraeus, I, 334. 89 İbn Al-Adîm, 73; Bosworth (1968), 68; Turan (2003), 255; Yağısıyan ismi İbnu’l-Esîr ve Ebu’l-Fidâ tarihlerinde ( )ﺑﺎﻏىﺼﻴﺎنBağısıyan, İbnu’l-Verdî de çok daha farklı bir biçimde ( )ﻳﺎﻏىﺴﻨﺎنYağı Sinan şeklinde geçmektedir. 90 Râvendî, I, 127. 91 Sevim (1965), 98; Sevim (1989), 65; Sevim (1997), 135; Bosworth (2000), 756. 92 Sevim (1965), 97. 93 Azîmî, 26; İbn Al-Adîm, 70; Sevim (1965), 97; Sevim (1989), 64-65.
66
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Halep’e döndü. Ramazan bayramını burada geçirdikten sonra94 Bağdat’a gitmek üzere şehirden ayrıldı.95 Öte yandan Dımaşk’ta bulunan Tutuş, 1087 yılının yazında (480 Rabîulevvel) Suriye’nin sahil bölgelerine akınlar düzenleyerek Fâtımîlerin kontrolü altından bulunan Sayda ve Beyrut’u ele geçirmiş,96 gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra da Dımaşk’a geri dönmüştü. 1089 yılında, Atsız’ı Dımaşk’ta kuşatıp Tutuş’un gelmesi üzerine başarısız oldukları seferden on yıl sonra, Mısırlılar bölgeye yönelik yeni bir harekâta giriştiler. Mısırlı vezir Bedrulcemâlî, daha önce düzenlediği seferlerde kesin hâkimiyet kuramadığı Suriye bölgesini artık nihai olarak ele geçirmek istiyordu. Nasruddevle el-Cuyûşî komutasındaki büyük bir orduyu bölgeye sevk etti. Suriye’nin sahil bölgelerine yönelen Mısırlılar, iki yıl önce Tutuş tarafından ele geçirilmiş olan Sayda ile Tutuş’un hâkimiyeti altında bulunan Sur, Beyrut, Akkâ ve Cübeyl’i ele geçirdiler.97 Baalbek idaresini yürüten İbn Mülâib, Nasr el-Cuyûşî’ye itaatini sunarak şehirde Fâtımî Halifesi adına hutbe okutmaya başladı. Bu şekilde Suriye’nin sahile yakın bölgelerinde bulunan bazı şehir ve kaleler Fâtımîlerin eline geçmiş oldu. El-Cuyûşî, işgal etmiş olduğu şehir ve kalelerde bulunan Tutuş’un değerli eşyalarına ve zahirelerine el koyarak buralara yeni idareciler tayin ettikten sonra Mısır’a geri döndü.98 Fâtımî ordusunun Doğu Akdeniz’deki bazı yerleri işgal ederek pervasızca tavırlar sergilemeleri, Dımaşk’ta bulunan Tutuş üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. El-Cuyûşî kendi hâkimiyeti altında bulunan şehirlere el koymuş, mallarını yağma etmekten çekinmemişti. Bu durumda bir misilleme seferi gerçekleştirmesi ve kendisine ait olanları geri alması gerekiyordu. Ancak yeterli güce sahip değildi. Sultan Melikşah Suriye’yi adeta eyaletlere bölerek merkeze bağlamış ve buralarda bulunan komutanlara, askerlerini Tutuş’un emrine vermemeleri talimatını vermişti. Bu durumda tek bir seçeneği kalıyordu: Büyük Sultan’dan yardım istemek. O da bunu yaptı. Sultan Melikşah’a haber gönderip durumun nezaketinden söz ederek Halep, Urfa ve Antakya’da bulunan Aksungur, Bozan ve Yağısıyan’ın kendisine yardıma gelmelerini talep etti. Bu
94
İbnu’l-Kalânisî, 119; Azîmî, 26. Sevim (1965), 98; Sevim (1989), 65; İbnu’l-Kalânisî, Sultan’ın, Ramazan bayramını Halep’te geçirdikten sonra Urfa’ya gittiğini kaydeder. Bakınız: İbnu’l-Kalânisî, 119. 96 Azîmî, 26; Sevim (1965), 100; Sevim (1989), 66. 97 İbnu’l-Kalânisî, 120; Sevim (1989), 66. 98 İbnu’l-Esîr, 1506; İbn Tağrîberdî, V, 126; Sevim (1965), 100. 95
67
Mustafa Alican
talebe olumlu bir karşılık veren Sultan, sözü edilen şehirlerde bulunan komutanlarına mektuplar göndererek kardeşinin yardımına gitmelerini emretti.99 1090 yılında (H. 483) kendisine yardıma gelen Sultan’ın emirleriyle birlikte harekete geçen Tutuş, Fâtımîlerin kontrolüne girmiş olan Humus’a yürüyerek şehri yeniden ele geçirdi100 ve şehir idarecisi olan Halef b. Mülâib ile iki oğlunu tutuklattı.101 Merkezden alınan talimat doğrultusunda İbn Mülâib’i demir kafes ile birlikte Sultan’a gönderdi.102 Aman ile ele geçirilen Humus’un kontrolünü eline alan Aksungur, Sultan’ın, şehrin Tutuş’a bırakılması yönündeki emrini içeren mektubu gelinceye kadar idareyi Tutuş’a bırakmadı.103 Burada ilginç bir durum vardır. Aksungur’un tavrı, hiç de Tutuş’un emrine girmiş sadık bir komutanın tavrına benzememektedir. Anlaşılan o ki, emirlerin Tutuş’a kayıtsız-şartsız bir bağlılıkları yoktu ve daha da önemlisi, onlar da Tutuş’a çok fazla güvenmemekteydiler. Aksi halde, zaten Sultan’ın emriyle Suriye Meliki’nin emrine girmiş olan bir askeri bürokratın şehri amirine teslim etmek için Sultan’dan ikinci bir haber beklemesi mantıklı değildir. Bu durumda, tepesinde Sultan’ın bulunduğu bir yönetim piramidinin alt kademelerinde yer alan idareci unsurların arasında mevcut olan bağların kayıtsız bir otorite temeline dayanmadığını söylemek mümkün olabilir. Humus’u yeniden ele geçirdikten sonra yönünü Trablus’un güneydoğusunda bulunan Irka Kalesi’ne çeviren ve söz konusu kaleyi ele geçiren Tutuş, ardından Mısırlıların kontrolüne girmiş olan Efâmiye’yi aman ile teslim aldı104 ve daha sonra da Trablus’u kuşattı. Aksungur, Bozan ve Yağısıyan da Tutuş ile birlikteydiler. Etrafına mancınıklar yerleştirilerek yoğun bir baskı ortamına sokulan şehrin idaresinden sorumlu olan Kadı Celâlülmülk b. Ammar kuşatmacılara Sultan’dan almış olduğu atanma menşurunu göstererek kuşatmanın yasadışı olduğunu, kendisinin Sultan tarafından şehrin idaresiyle görevlendirilmiş olduğunu bildirdi.105 Trablus zaten Sultan’a tabi bir şehirdi ve 99
İbnu’l-Esîr, 1513; Ebu’l-Fidâ, II, 16; İbn Tağrîberdî, V, 123, 126; Sevim (1965), 101; Sevim (1989), 67; Sevim (1997), 135. 100 İbnu’l-Kalânisî, 120; Azîmî, 27; İbnu’l-Verdî, II, 5; İbn-i Kesîr, VI, 106; İbn Tağrîberdî, V, 128; Ahmed b. Mahmud, I, 160; Sevim (1989), 67; Sevim (1997), 135. 101 İbnu’l-Esîr, 1513; Ebu’l-Fidâ, II, 16. 102 İbn Al-Adîm, 77. 103 Sevim (1965), 101. 104 İbnu’l-Esîr, 1513; Ebu’l-Fidâ, II, 17; İbnu’l-Verdî, II, 5; İbn-i Kesîr, VI, 106; İbn Tağrîberdî, V, 128; Sevim (1965), 102. 105 İbn Tağrîberdî, V, 130; Ahmed b. Mahmud, I, 162-163; Sevim (1965), 102.
68
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
kuşatılarak ele geçirilmesine gerek yoktu. Böyle bir savaş Sultan’a karşı gelmek anlamına gelirdi ve onun izni ile buraya gelmiş olan ordunun doğal amaçlarına uygun değildi. İbnu’l-Esîr’in anlatımına bakılırsa, Celâlülmülk şehrin kuşatmacılar tarafından ele geçirileceğini anlayarak hile yapmıştı. Önce Tutuş’un yanında bulunan emirlere haberler göndererek onlara rüşvet teklif etmiş, istediğini elde edemeyince Aksungur’un veziri Zerrin Kemer’i satın alarak efendisi ile arasında arabuluculuk yapmasını teklif etmişti. Vezirin yürüttüğü lobi faaliyetlerinin sonucunda Aksungur ile bağlantı kuran Celâlülmülk, ona 30 bin dinar ve birçok değerli hediye takdim ederek Sultan’ın menşurunun geçerliliğini onaylamasını istemişti. Bunun üzerine Aksungur vezirin teklifini kabul ederek Tutuş’a kuşatmanın kaldırılması gerektiğini, Celâlülmülk’ün elinde böyle bir menşur varken onunla savaşmanın Sultan’a karşı gelmek olacağını söyledi. Fakat Tutuş beklenilen tepkiyi göstermedi. Çok öfkelenmişti. Aksungur’a, emirlerini uygulamak zorunda olduğunu, Sultan tarafından kendi emrine verildiğini unutmamasını hatırlattı.106 Büyük emirin bu konuda söyleyebileceği bir şey yoktu. Kuşkusuz Sultan tarafından kardeşine yardım etmekle görevlendirilmişti. Ancak kardeşi bile olsa, Sultan’ın otoritesinden daha üstün kimse yoktu ve onun talimatları ile çeliştiği anda kim olursa olsun yetkisi geçersiz olurdu. “Ben,” dedi Tutuş’a, “sana, Sultan’a asi olmadığın sürece tabiyim.” Bunun üzerine Tutuş ile büyük emir arasında anlaşmazlık ortaya çıktı ve Aksungur ertesi gün askerleri ile birlikte kuşatmadan ayrılarak Halep’e döndü. Aksungur’un bu tutumu Bozan tarafından da destek bulmuştu. Aksungur’un gidişinin ardından o da aynı şekilde davranarak kontrolü altındaki birliklerle birlikte Urfa’ya döndü.107 Tutuş, emri altında bulunan askerlerin önemli bir bölümünün bu şekilde gitmelerinden sonra iyice zayıf duruma düşmüştü. Bu durumda kuşatmayı tamamlayabilmesi ve Trablus’u ele geçirebilmesi zordu. 1091 yılının sonlarına (H. 484) Trablus kuşatmasını kaldırarak Dımaşk’a döndü.108 Bu şekilde, Tutuş’un Fâtımîler tarafından işgal edilmiş olan Suriye’nin sahil bölgelerini yeniden ele geçirerek 106
Burada sözünü ettiğimiz diyalogun başlangıç cümlesi İbnu’l-Esir’de “Sen bana tabi değil misin?” şeklindeki bir soru cümlesini içerirken, İbn Tağrîberdî’de, daha farklı bir biçimde olup “Sen bana tabisin, nasıl muhalefet edersin?” şeklindedir ve öncekine göre daha dayatmacı ve muhatabın üzerinde baskı kurmayı amaçlayan bir cümledir. Bakınız: İbnul-Esîr, 1413; İbn Tağrîberdî, V, 130. 107 İbnu’l-Esîr, 1513; Ahmed b. Mahmud, I, 163; Sevim (1965), 103; Sevim (1997), 135. 108 İbn Tağrîberdî, V, 130; Ahmed b. Mahmud, I, 163; Sevim (1965), 103; Sevim (1197), 135.
69
Mustafa Alican
buralardaki Fâtımî etkisini yok etmeyi amaçladığı Doğu Akdeniz harekâtı amacına ulaşamamış oldu. Aşağıda da göreceğimiz gibi, daha sonra meydana gelen taht kavgaları esnasında bölge neredeyse unutulmaya terk edilecek ve Selçuklular, bir süre bölgenin kontrolünde etkili olamayacaklardı. Anlaşıldığı kadarıyla Tutuş’un emirler üzerindeki otoritesinin garantisi Sultan’dı. Onun talimatı olmadan yerel emirler ya da güç olarak kendisine karşı koyma cesaretine sahip olanlar için Tutuş’a itaat etmenin meşru bir tarafı bulunmuyordu. Nitekim Aksungur’un, Humus’un ele geçirilmesinden sonra takındığı tavır ve Trablus kuşatması sırasındaki tutumu bunu açık bir şekilde ortaya koyar. Bunun yanında, Aksungur’un da, Sultan’ın, daha önce sözünü etmiş olduğumuz endişelerini paylaştığı anlaşılıyor. Müslim ve Süleymanşah ile olan mücadeleleri sırasında ölçüsüz bir güç kullanmış olan Tutuş’un Sultan tarafından kontrol alınmaya çalışılmasının bir sonucu olarak büyük emirlerin, bölgenin büyük şehirlerine atanmış olmasının yalnızca bir idari tedbir olmadığı, Tutuş’un, bölgenin tek hâkimi olmasını engellemenin yanında sahip olduğu gücü de sınırlamayı amaçladığı anlaşılıyor. Bu noktadan bakıldığında, Aksungur’un Tutuş’a yönelik güvensiz tavırlarını ve onun, en küçük bir başına buyruk girişimine bile karşı tavır koymasının nedenleri anlaşılır oluyor. Tutuş’un Saltanatını İlan Etmesi ve Suriye’deki Faaliyetleri Başarısız Trablus kuşatmasından sonra Dımaşk’a geri dönen Tutuş, Sultan’ın büyük emirleri ile ters düşmüş olmanın bir anlamda Sultan ile ters düşmüş olmak anlamına geleceğinin farkındaydı. Bundan dolayı durumu toparlamalı, Sultan’ın ve emirlerin güvenini kazanmanın yollarını bulmalıydı. Çok geçmeden, 1092 yılının sonlarına doğru Sultan’ın Bağdat’a ikinci ziyaretini yapması, ona beklediği fırsatı sundu.109 Sultan’ın gittiği yerlerde, yerel hâkimlerin huzura gelerek itaatlerini sunmaları gelenekti. Bundan dolayı Sultan Bağdat’ta iken bölgedeki emirler ve yerel yöneticiler onun yanına giderek bağlılıklarını sunacaklardı. Bu bağlılık sunma seremonisi bir anlamda yöneticilerin yürütmekte oldukları görevlerle ilgili raporlar sunmaları ve uygun görüldüğü takdirde görevlerine devam etmeleri için görev sürelerinin uzatılması anlamına gelmekteydi. Tutuş da bu amaçla Sultan’ın yanına gitmeyi ve ona bağlılığını sunarak üzerinde toplanmış olan yersiz kuşkulardan kurtulmayı 109
İbn Tağrîberdî, V, 131; Sevim (1965), 104.
70
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
planladı. Dımaşk’tan hareket ederek Bağdat’a gitmek üzere yola çıktı.110 Fakat Fırat Nehri’nin üzerinde bulunan Hît111 kasabasına ulaştığı zaman Sultan’ın ölüm haberini aldı.112 Sultan’ın vefat etmesi Tutuş için büyük bir sürprizdi. Büyük emirler tarafından terk edilerek Sultan’ın talimatlarını uygulamadığı suçlamaları ile yalnız bırakılmış olan Tutuş, ağabeyinin erken ölümünün kendisi için siyasi bir fırsat olduğunun farkındaydı. Sultan Melikşah’ın çocukları henüz sultan olamayacak ya da sultanlığı sürdüremeyecek kadar küçük ve tecrübesizdiler. Hanedan üyeleri içinde en güçlü, etkili ve tecrübeli olan kendisiydi. Sultanlığını ilan etmesi durumunda, en güçlü aday kendisi olduğu için emirlerin kendisine itaat etmesi kolaydı. Bu her zaman böyle olmuştu. Güçlü olan taht adayı rakiplerini saf dışı bırakır, diğer emirler ve bürokratlar “kral öldü, yaşasın yeni kral,” ilkesinden hareketle yeni yönetimi benimserlerdi. Yaşları küçük olan yeğenlerine gelince: istediği başarıyı elde ettiği takdirde onları saf dışı etmek zor olmayacaktı. Sultan Melikşah’ın kardeşi ve Suriye Meliki Tutuş, Sultan’ın ölüm haberini alır almaz saltanatını ilan etti113 ve Bağdat’a gitmekten vazgeçip Hît’i ele geçirdikten sonra rotasını Rahbe’ye çevirerek burayı kuşattı. Ancak sefere çıkış amacı Bağdat’a giderek Sultan’a bağlılık bildirmek olduğundan olsa gerek kuşatmanın başarılı olmasını sağlayacak kadar güce sahip değildi. Asker sayısı azdı. Lojistik kaynak ve mühimmat açısından eksikleri vardı. Sonuçta kuşatma başarıya ulaşmadı ve Tutuş, saltanatı fiilen ele geçirmek için hazırlıklarını tamamlamak üzere Dımaşk’a geri döndü.114 Öte yandan Trablus kuşatması sırasında yaşananlardan dolayı Tutuş ile arası pek iyi olmayan Aksungur, Bağdat yolunda Sultan’ın ölüm haberini alır almaz Halep’e geri dönmüş ve Sultan’ın küçük oğlu Mahmud adına hutbe okutmaya başlamıştı. Muhtemelen, Sultan tarafından Berkyaruk’un veliaht ilan edilmesine rağmen, yaşı küçük olan kendi oğlu Mahmud’un veliaht yapılması 110
İbn Tağrîberdî, eserinin, 485 (1092-1093) yılına ait olayları anlattığı bölümünde, “Bu sene” Tutuş’un Sultan Melikşah’ın yanına giderek Aksungur’u şikayet ettiğini, Sultan’ın onun şikayetini pek ciddiye almadığını ve daha sonra Tutuş’un, oğlunu Sultan’ın yanına bırakarak geri döndüğünü anlatır. Bakınız: İbn Tağrîberdî, V, 131. 111 Bu isim İbnu’l-Esîr’in eserinde Heyt ( )هﻴﺖimlası ile yazılmıştır. 112 İbnu’l-Esîr, 1518; Sevim (1965), 104; Sevim (1989), 68; Sevim (1997), 135. 113 Ebu’l-Fidâ, II, 18; İbnu’l-Verdî, II, 6; İbn-i Kesîr, VI, 110; İbn Tağrîberdî, V, 135; Sevim (1989), 68. 114 İbnu’l-Kalânisî, 122; İbnu’l-Esîr, 1518; Sevim (1965), 104-105; Sevim (1989), 68.
71
Mustafa Alican
için Sultan’a baskı yaptığını bildiğimiz, eşinin ölümünün hemen ardından da oğlunun sultan olması için olağanüstü çaba harcayan Terken Hatun’un girişimleri sonucu okutulmaya başlanan bu hutbe, daha sonra değiştirilerek Tutuş adına okunmaya başlanacaktı.115 Saltanatını ilan etmiş olan Tutuş, Dımaşk’ta ordusunu düzenleyip gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra harekete geçerek Halep’e yöneldi. Bu sırada Aksungur, Bozan ve Yağısıyan’a haberler göndererek, ağabeyinin ölmüş olmasından dolayı artık kendisine itaat etmelerini ve Sultan’ın hâkim olduğu toprakları ele geçirmesi için kendisine yardım etmelerini istedi. Halep Emiri Aksungur, Tutuş’un isteğine olumlu yanıt vermenin yanında Bozan ile Yağısıyan’a mektuplar göndererek, Sultan’dan sonra en güçlü hanedan mensubunun Tutuş olduğunu, bundan dolayı ona itaat etmelerini tavsiye etti.116 Anlaşılan o ki, Aksungur, Tutuş’un yeğenlerini bertaraf ederek saltanatın tek sahibi olacağına inanıyordu ve aralarında geçmiş olan olumsuzlukların izlerini yok ederek yeni Sultan’ın güvenini kazanmak için oldukça istekliydi. Hâkim oldukları şehirlerde hutbeleri Tutuş adına okutmaya başlayan Aksungur ile Yağısıyan, ona itaat ederek askeri birlikleri ile emrine girdiler.117 Bu şekilde Kuzey Suriye’deki Selçuklu topraklarını kontrol altına almış alan Tutuş, daha önce ele geçirmeyi başaramadığı Kureyşoğullarının hâkimiyeti altında bulunan Rahbe’ye118 yönelerek burayı aman ile teslim aldıktan sonra Rakka ile Habur bölgelerini de aynı şekilde ele geçirdi. Savaşmadan, aman ile aldığı bu yerlerde halka çok iyi davranan ve kendi adamlarından muhafızlar tayin ederek yeni idari düzenlemelerde bulunan Tutuş Nusaybin’e yöneldi. Öte yandan Urfa Emiri Bozan da askerleri ile birlikte kendisine katılmış, Tutuş’un gücü iyice artmıştı.119 Bu sırada Nusaybin hâkimi Tutuş’un yanına gelerek itaatini sundu. Ancak babası Müslim’in öldürülmesinin ardından kaybedilen Musul’u yeniden ele geçirmiş olan İbrahim’in120 şehirde bulunan adamları 115
Sevim (1965), 105. Sevim (1965), 105; Sevim (1989), 68-69. İbnu’l-Esîr, Aksungur’un, Sultan Melikşah’ın oğulları (oğlu Mahmud’un annesi Terken Hatun ile Berkyaruk) arasında devam eden kardeş kavgasından dolayı daha güçlü ve tecrübeli olan Tutuş’a destek verdiğini kaydeder. Bakınız: İbnu’l-Esîr, 1518. 117 İbnu’l-Kalânisî, 122; İbnu’l-Esîr, 1518; İbnu’l-Verdî, II, 6; Sevim (1965), 105; Sevim (1989), 69; Alptekin (1992), 144. 118 İbnu’l-Kalânisî, 122; İbnu’l-Esîr, 1518; İbn-i Kesîr, VI, 110; Sevim (1989), 69. 119 İbnu’l-Kalânisî, 122. 120 İbnu’l-Kalânisî, 122; Ebu’l-Fidâ, II, 18. 116
72
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Nusaybin’i Tutuş’a teslim etmeyi reddettiler. Bu duruma sinirlenmiş olan Tutuş şehrin kuşatma altına alınması emrini verdi. Şiddetli mücadelelerin ardından kuşatmanın başarılı olmasıyla Tutuş’un askerleri şehre girdiler. Şehirdekilerin aman dileyerek teslim olmamış olmalarının öfkesini henüz atamamış olan Tutuş’un emriyle çok sayıda büyük Arap emiri ve sayısız sivil kılıçtan geçirildi. Kadınlara ve kızlara tecavüz edildi. Tutuş’un birlikleri, “Kâfirlerin bile helal görmediği işleri Müslümanlara işlediler.”121 Baştanbaşa yağmaya tutulan şehirdeki cami ve medreseler didik didik edildi ve buralara sığınanlar dahi öldürülmekten kurtulamadılar. 1093 yılının Şubat ayında (Muharrem 486) Rahbe başta olmak üzere Suriye’nin birçok bölgesindeki hutbelerde Tutuş’un adı okunuyordu.122 Tutuş Nusaybin’i ele geçirdikten sonra Musul’da bulunan İbrahim’e haber göndererek saltanatını tanımasını ve hutbeleri kendi adına okutmasını emretti. Ancak İbrahim bu isteği reddederek onunla savaşmak üzere hazırlık yapmaya başladı. Tutuş Nusaybin’den ayrılarak Musul’a hareket ettiği sırada İbrahim de hazırlıklarını tamamlayarak onu karşılamak üzere şehirden ayrılmıştı. İki ordu, 1093 yılının Nisan ayında (486 Rabîulevvel) Musul civarında bulunan Hermas Nehri ( )هﺮﻣﺎسyakınındaki123 Mudayyi’ adlı yerde karşı karşıya geldiler. Tutuş ordusunun sağ kanadı Aksungur’un, sol kanadı da Emir Bozan’ın komutası altındaydı. İlk saldırıların ardından Bozan’ın komutası altındaki sol kanada şiddetli bir saldırı düzenleyen Araplar başarısız olarak geri çekildiler.124 İki tarafın askerleri arasındaki çarpışmalar çok kanlı ve şiddetliydi. Selçuknâme’ye bakılırsa, her iki taraftan toplam on iki bin insan hayatını kaybetmişti.125 Askerler birbirine karışmış, hangi askerin hangi tarafa mensup olduğu anlaşılmaz olmuştu. Gereksiz zayiatın önlenmesi adına iki taraf da çatışmalara ara vererek geri çekildiler.126 İbrahim’in askerleri karargâhlarına çekilerek ganimet malları ile ilgilenmeye başladılar. Piyadelerin çoğu çadırlarına çekilmişti. Çok şiddetli ve kanlı olan savaşın ilk bölümünün ardından Arap askerleri dinlenmeye çekilmişlerdi. Tutuş ordusunun da aynen kendileri gibi geri çekildiğini bildikleri 121
Ahmed b. Mahmud, II, 32. İbnu’l-Kalânisî, 122; İbnu’l-Esîr, 1518; Sevim (1965), 105-106. 123 İbnu’l-Kalânisî, 123. 124 İbnu’l-Esîr, 1518. 125 Ahmed b. Mahmud, II, 32. 126 Sevim (1965), 106-107. 122
73
Mustafa Alican
için kendilerini güvende hissediyorlardı. Fakat yanılıyorlardı. Savaş konusunda son derece tecrübeli olan Sultan Melikşah’ın ünlü kumandanı Aksungur yanına bir grup asker alarak gizlice Arap karargâhına yaklaşmıştı. Araplar, kapılmış oldukları rehavetin tadını çıkarırken ansızın Aksungur’un saldırısına uğradılar. Gafil avlanmışlardı. Baskıncılara karşı ciddi bir direniş gösterme fırsatı dahi bulamayan Arap ordusunun büyük bir bölümü kılıçtan geçirildi. Çarpışmaların sonunda kadınlar, çocuklar ve askerlerden oluşan kalabalık bir Arap topluluğu esir alındı. Arap kadınlarının çoğu korkularından kendilerini hançerleyerek intihar ettiler.127 Esirler arasında, başına isabet eden bir ok ile ağır bir şekilde yaralanmış olan İbrahim ile birçok Arap emiri de vardı. Tutuş, başta bu savaşın yapılmasına ve her iki taraftan da sayısız insanın ölmesine neden olan İbrahim olmak üzere birçok büyük Arap Ukaylî emirini derhal idam ettirdi.128 Arapların karargâhını yağmalayan Tutuş’un askerleri ölçüsüz ganimet topladılar.129 Mudayyi’ Savaşı’nda elde edilen zaferin ardından hiçbir direnişle karşılaşmadan Musul’a hâkim olan Tutuş, şehirde kendi adına hutbe okuttuktan sonra Müslim’in diğer oğlu Ali ile onların annesi, kendisinin de halası olan Safiye130 Hatun’u Musul’un ve buraya bağlı olan diğer yerlerin nâibliğine tayin etti.131 Musul’u da ele geçirerek Doğu Akdeniz’deki bazı kıyı şehirlerinin dışında Suriye’nin tamamını kontrolü altına almış olan Tutuş, sultanlık konusunda artık kendine daha çok güveniyordu. Sultan’ın en büyük emirleri kendi emrine girmişlerdi ve Suriye’deki Arap etkinliğini kırmıştı. Bölgenin camilerindeki minberlerden kendi adı yükseliyordu. Sultan olma hakkının kendisine ait olduğu düşüncesini tamamıyla içselleştirmiş durumdaydı. Bağdat’taki Abbâsî Halifesi Muktedir Biemrillah’a elçiler göndererek bundan böyle hutbelerin kendi adına okunmasını istedi.132 Bağdat şahnesi Sâduddevle Gevherâyin tarafından son derece olumlu karşılanan bu istek, Halife tarafından aynı tepkiyi görmedi. O, Tutuş’un talebini kesin bir dille reddetmemekle 127
İbnu’l-Kalânisî, 123; Ahmed b. Mahmud, II, 32. İbn-i Kesîr, VI, 110; İbn Tağrîberdî, V, 135; Ahmed b. Mahmud, II, 32; Alptekin (1992), 144. 129 İbnu’l-Kalânisî, 123; İbnu’l-Esîr, 1518; Sevim (1965), 107. 130 İbnu’l-Verdi’nin kayıtlarında, bu isim Safiye şeklinde değil de Dayfeh ( )ﺿﻴﻔﺔşeklinde bir imla ile yazılmıştır. Bakınız: İbnu’l-Verdî, II, 6. 131 İbnu’l-Esîr, 1518; Ebu’l-Fidâ, II, 19; İbnu’l-Verdî, II, 6; Sevim (1965), 108. 132 İbnu’l-Esîr, 1518; Ebu’l-Fidâ ile İbnu’l-Verdî, Tutuş’un hutbelerin kendi adına okunması yönündeki talebinin kabul edildiğini ve derhal uygulandığını kaydederler. Ebu’l-Fidâ, II, 18; İbnu’l-Verdî, II, 6. 128
74
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
beraber, hutbelerde isminin okunması için öncelikle Horasan ve Doğu’da hâkim olarak “dünyanın” [İslam dünyası] kontrolünü tamamıyla ele geçirmesi, saltanat davasına kalkışarak kendisine başkaldırabilecek hiçbir yeğeninin kalmaması ve İsfahan’da bulunan Selçuklu hazinelerine sahip olması133 gerektiğini düşünüyordu. Halife’nin, Tutuş’un isminin hutbelerde okunması için gerekli gördüğü şartları ve teamüllerin dışına çıkarak kendisine karşı olan tutumunda ölçülü olmadığı takdirde kendisiyle savaşacağını bildiren tehdidini içeren mektubu Tutuş’a ulaştıran elçiler,134 Bağdat şahnesinden de ilginç bir mesaj getirdiler. Şahne, gönderdiği mesajda, “Biz, askerlerden oluşan bir elçilik heyetini bekliyoruz,”135 diyerek Bağdat’ın işgal edilmesi gerektiği ima ediliyordu. Daha sonra gelişen olaylardan anladığımız kadarıyla Tutuş ne Halife’nin tehdidine ne de Sâduddevle’nin teklifine karşılık hiçbir girişimde bulunmadı. Muhtemelen, henüz doğru zamanın gelmediğini düşünmeye başlamıştı. Diyarbakır Seferi ve Emirlerin Taraf Değiştirmesi Tutuş, Musul’u ele geçirdikten sonra o sıralarda idari bir karmaşa içinde bulunan Diyarbakır bölgesine yöneldi.136 Stratejik anlamda oldukça önemli olup servet ve asker açısından oldukça zengin olan Diyarbakır’ı ele geçirmeden bölgedeki hâkimiyeti eksik kalırdı. Bunun ötesinde oradan ordusuna katılacak olan askerlere ve elde edeceği servete ihtiyacı vardı. Selçukluların tek hâkimi, Büyük Sultan olma amacı güdüyordu ve işine yaraması muhtemel olan herhangi bir şeyi göz ardı edemezdi. Ebu’l-Hasan b. el-Kâfî’nin idaresi altında bulunan El-Cezîre’yi kontrol altına aldıktan sonra oradan, Sultan Melikşah döneminde (1085 yılında) Selçuklu topraklarına katılan Kürt asıllı Mervânîlerin hâkimiyetindeki Diyarbakır bölgesine geldi.137 Diyarbakırlılar Sultan’ın ölümü üzerine oğlu Berkyaruk’a haber göndererek gelip şehri teslim almasını ya da bir temsilci göndermesini istemişler, ondan bir cevap gelmemesi üzerine aynı teklifi Tutuş’a yapmışlar ve 133
İbn Tağrîberdî, V, 135; Sevim (1965), 108; Sevim (1989), 69-70; Alptekin (1992), 145; Sevim (1997), 136. 134 Sevim (1965), 108-109; Sevim (1989), 70. 135 İbnu’l-Esîr, 1518. 136 İbnu’l-Esîr, 1518; Ebu’l-Fidâ, II, 19; İbnu’l-Verdî, II, 6; Alptekin (1992), 145. 137 Sevim (1965), 109; Sevim (1997), 136.
75
Mustafa Alican
ondan olumlu cevap almışlardı. Bu sırada bazı kimselerin daveti üzerine Irak’taki Harbî kasabasında sürgün hayatı yaşamakta olan son Mervânî Emiri Mansur bölgeye gelerek Meyyâfârikin’i kontrol altına almış, atalarının devletini yeniden ihya etme çalışmalarına girişmişti.138 İlk olarak Amîd’i ele geçiren Tutuş, Mansur’un kontrolü altında bulunan Meyyâfârikin üzerine yürüdü. Mansur şehri Tutuş’a teslim etme konusunda isteksiz olsa da, onun, Nusaybin’in fethi sırasında gerçekleşen kanlı olayları hatırlatarak tehditlerde bulunması üzerine, muhtemelen yanındakilerin baskısının da etkisiyle şehri Tutuş’a bırakmak zorunda kaldı. Tutuş hiçbir direnişle karşılaşmadan şehre girdiği sırada Mansur da Hevve Kapısı’ndan çıkarak Meyyâfârikin’i terk etti. Şehri kontrolü altına alan Selçuklu Meliki burada idari düzenlemelerde bulunup Musul’a daha önce tayin etmiş olduğu halası ile kuzeninin yerine yeni yöneticiler gönderdikten sonra şehirden ayrılarak Azerbaycan tarafına doğru ilerlemeye başladı.139 Sefer güzergâhı üzerinde bulunan bütün kale ve şehirler Tutuş’a bağlılıklarını sunuyor, buralarda bulunan yöneticiler onun saltanatını tanıyarak hizmetine girmeye hazır olduklarını bildiriyorlardı.140 Bu sırada Tutuş’un eline yeğeni Berkyaruk’un mektubu ulaştı. Bu mektubunda Berkyaruk, amcasına, Musul hâkimleri olan Ukayloğullarının akrabaları olduğunu, onlara iyi davranmamasının gereksiz ve kötü bir tavır olduğunu bildiriyordu. Tutuş tarafından Musul nâibliğinden azledilmiş olan Safiye Hatun ile oğlu Berkyaruk’a sığınarak amcasını şikâyet etmişler, o da bundan dolayı amcasına böyle bir mektup göndermek gerekliliğini hissetmişti.141 Fakat Tutuş, yeğeninin mektubuna herhangi bir cevap verme girişiminde bulunmadı. Bu hareketi ile onu önemsemediğini ve sultanlığını tanımadığını gösteriyordu.142 Öte yandan amcasının faaliyetlerinden haberdar olan Berkyaruk, yasal hakkı olan Selçuklu saltanatını ona kaptırmama çabası içindeydi. Bir yandan bölgedeki şehirleri kontrol altına almaya çalışıyor, bir yandan da amcası ile yapması muhtemel olan bir savaşın hazırlıklarını yapıyordu. Başta Rey ve Hemedan olmak üzere birçok bölgede tam anlamıyla bir hâkimiyet kurmayı
138
İbn Al-Adîm, 75; Sevim (1965), 109-110. İbnu’l-Esîr, 1518; Ebu’l-Fidâ, II, 19; İbnul-Verdî, II, 6; Sevim (1965), 110. 140 İbnu’l-Kalânisî, 134; Sevim (1989), 70-71; Alptekin (1992), 145; Sevim (1997), 136. 141 İbn Tağrîberdî, V, 135. 142 Sevim (1965), 110. 139
76
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
başarmıştı.143 Otoritesini sağlamlaştırma ve gücünü arttırma çalışmalarını sürdürdüğü sırada amcasının Tebriz’e varmış olduğunu öğrendi. Bunun üzerine harekete geçerek onu karşılamak ve durdurmak üzere Rey civarına geldi. Tahtın yasal varisi olan Berkyaruk’un toparlanmaya ve amcası ile savaşmaya hazırlanmaya başladığı öğrenen Aksungur, aralarının henüz tam olarak düzelmemiş olduğu anlaşılan Tutuş’un ordusundan ayrılarak emrindeki askerlerle birlikte Berkyaruk’un tarafına geçti.144 Aksungur bu şekilde hareket ederken yalnız değildi. Sultan’ın yasal varisi dururken kardeşine itaat etmenin doğru bir davranış olmadığına ikna etmeyi başardığı Bozan da onunla birlikteydi.145 “Biz,” diyordu, “Sultan Melikşah’ın evladından kıyam edecek kimse olmadığı için Tutuş’a itaat ettik. Ancak Sultan’ın oğlu Berkyaruk sultanlık makamı için harekete geçtiyse, ondan başkasının yanında olamayız.”146 Aksungur ile Bozan’ın bir gece vakti ordunun önemli bir bölümünü oluşturan emirleri altındaki askerlerle birlikte Tutuş’un karargâhından ayrılarak savaşmak amacıyla geldikleri Berkyaruk’un tarafına geçmeleri ve onun hizmetine girmeleri Suriye Meliki’ni çok zor duruma soktu. Ordusunun önemli bir bölümü emirlerle birlikte karşı tarafa geçmişti ve bu durumda Berkyaruk ile girişeceği herhangi bir mücadeleyi kazanması mümkün değildi. Yapması en mantıklı olan şeyi yaptı: Dımaşk’a gitmek üzere geri döndü.147 Kendisini terk etmemiş olan Yağısıyan ile birlikte önce Diyarbakır bölgesine, oradan da sadık emirinin idaresi altında bulunan Antakya’ya geldi. 1093 yılının Aralık ayında (486 Zilkâde) yanındaki Arap emirleri ve onların askerleri ile Dımaşk’a
143
İbnu’l-Esîr, 1518; Sevim (1965), 111; Sevim (1989), 71; Alptekin (1992), 145. Sevim (1965), 111; Sevim (1989), 71; Sevim (1997), 136. Selçuknâme’nin yazarı, Aksungur’un Tutuş’tan ayrılma nedenini, Tutuş’un Müslümanlara kılıç çekmesi ve çok fazla zulüm yapması, adalet konusunda çok hassas olan Aksungur’un da bu duruma tahammül edemeyerek ondan ayrıldığı şeklinde açıklar. Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 32-33. 145 İbnu’l-Kalânisî, 124; İbnu’l-Esîr, 1518; İbn-i Kesîr, VI, 110. Abû’l-Farac Tarihi’nde mevcut olan bir kayıtta, Tutuş ile Berkyaruk’un Tebriz yakınlarındaki bir köy olan Saidâbad’da bir araya gelerek müzakerelerde bulundukları, ardından Tutuş’un Şam’a döndüğü ve Aksungur ile Bozan’ın da Berkyaruk’un hizmetine girmek için Tutuş’tan ayrıldıkları anlatılır ki, bu kayda göre amca ile yeğen arasında bir sorun yok gibidir. Bakınız: Bar Hebraeus, I, 335. 146 Ebu’l-Fidâ, II, 19; İbnu’l-Esîr’in el-Kâmil’inde bu diyalog şu şekilde yer almaktadır: “Biz, efendimizin oğullarını beklemek amacıyla itaat ettik. Şimdi onun oğlu [sultanlığı almak için] ortaya çıktı. Onunla birlikte olmak istiyoruz.” Bakınız: İbnu’l-Esîr, 1418. 147 İbnu’l-Esîr, 1518; Ebu’l-Fidâ, II, 19; İbnu’l-Verdî, II, 6. 144
77
Mustafa Alican
döndüğünde, en kısa zamanda yeni ve güçlü bir ordu toplayıp hazırlıklarını tamamlayarak yarım bıraktığı işi bitirme planları yapıyordu.148 Tutuş’un Toparlanışı ve Aksungur ile Bozan’ın Sonu Tutuş’un emrinden çıkarak Berkyaruk’un hizmetine girmiş olan Aksungur ve Bozan, yasal veliaht ile mevcut durumun bir değerlendirmesini yaptıktan sonra hâkim oldukları bölgelere geri döndüler. Berkyaruk ile yaptıkları görüşmede, ona, kontrolleri altında bulunan Halep ile Urfa’da merkez ile Tutuş arasında tampon bir bölge oluşturma garantisi vermişlerdi.149 Öte yandan Suriye Selçuklu Melikliği’nin merkezinde hummalı bir şekilde hazırlıklar sürdürülüyordu. Uğramış olduğu ihanetin acısını hâlâ yüreğinde hisseden Tutuş, asker topluyor,150 erzak ve mühimmat depoluyor, amacına ulaşacağını umduğu büyük seferin planlarını yapıyordu. Büyük bir hırsla yaralarını sarmak ve toparlanmakla meşgul olduğu sırada Aksungur ile Bozan’ın görev yerlerine döndükleri haberini aldı. Urfa ve Halep’te hutbelerden kendi adı kaldırılmış, Berkyaruk’un adı okunmaya başlamıştı.151 Saltanatını ilan ettikten sonra Büyük Selçuklu tahtını tamamıyla ele geçirmeye yönelik ilk girişimi büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmış olan Tutuş, ikinci kez harekete geçti. Öncelikle kendisine ihanet etmiş olan Aksungur ile Bozan’ı saf dışı bırakmalıydı. Bu iki güçlü emirin ortadan kalkmasından sonra Berkyaruk ile mücadele etmek görece daha kolay olacaktı. 1094 yılının Mart ayında (487 Rabîulevvel) yeni hazırlamış olduğu güçlü ordusuyla Dımaşk’tan hareket eden Tutuş, Hama yakınlarında Antakya hâkimi Yağısıyan’ın da kendisine katılmasıyla artık iyice güçlenmiş ve kendine olan güveni tazelenmişti. Nisan ayında Âsî Irmağı’nı geçerek Maarratünnûmân yakınlarında bulunan Tell-i Mennes’de karargâhını kurdu.152 Bu sırada Halep hâkimi Aksungur, Tutuş’un harekete geçmiş olduğunu öğrenerek Bağdat’ta bulunan Berkyaruk’tan yardım istemiş, bunun üzerine Berkyaruk, Urfa Emiri Bozan’a ve maiyetinde bulunan emirlerden Kürboğa153 ile Abakoğlu Yusuf’a 148
Sevim (1965), 111; Sevim (1997), 136. Sevim (1965), 112; Sevim (1989), 71. 150 İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; Ahmed b. Mahmud, II, 33. 151 Sevim (1965), 112-113; Sevim (1997), 136. 152 Sevim (1965), 113. 153 İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7. 149
78
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Aksungur’a yardıma gitmelerini emretmiş,154 sözü edilen emirler de kalabalık askerleriyle Halep’te toplanmışlardı. Ayrıca Deylemli ve Horasanlı askerlerin de katılımıyla Aksungur’un Halep’teki ordusunda bulunan asker sayısı altı bini geçmişti. Öte yandan Tutuş’un emri altındaki askerlerin sayısı da aşağı yukarı aynıydı. Tek fark, Aksungur’un ordusunun aksine askerlerinin çoğunu Türkler değil Araplar oluşturmaktaydı.155 Aksungur’un faaliyetlerini adım adım takip eden ve şehre yardım geldiğini öğrenerek Tell-i Mennes’deki karargâhından hareket eden Tutuş, Halep’e altı fersah uzaklıkta bulunan Seb’în Nehri’ne ulaştığı zaman, Aksungur da onunla savaşmak üzere buraya ulaşmış bulunuyordu.156 Tutuş’un ordusunu görür görmez askerlerini savaş düzenine sokarak derhal saldırıya geçti. Emir Bozan ile Kürboğa saldırıya katılmayarak geride kalmayı tercih etmişler,157 ayrıca Abakoğlu Yusuf, çarpışmaların tüm şiddetiyle devam ettiği bir anda askerleri ile birlikte Tutuş’un tarafına geçmişti.158 Halep Emiri’nin yanında çok az asker kalmıştı ve psikolojik olarak tamamen çökmüş durumdaydı. Aksungur’un içinde bulunduğu durumu gören Tutuş, düşmanını içinde bulunduğu zafiyeti affetmedi. Ani ve şiddetli bir saldırı düzenleyerek Halep’in, neredeyse sadece Arapların kalmış olduğu zayıf ordusunu darmadağın etti. Ordusu, Tutuş’un ansızın gelen saldırısına direnemeyerek dağılmış olan Aksungur, büyük bir cesaretle savaşmayı sürdürse de kısa sürede esir düşerek Tutuş’un huzuruna getirildi. Uzun süredir Melik ile aralarında sorunlar bulunan Aksungur, mevcut durumun tersi olması durumunda nasıl bir tavır sergileyeceğini soran muhatabına, ona duyduğu öfke ve nefreti gizlemeden “Seni öldürürdüm,” cevabını verince, “Ben de sana, benim için vermek istediğin hükmü veriyorum,” karşılığına muhatap olarak cellada teslim edildi.159 Tutuş’un öfkesi dinecek gibi değildi. Öyle ki, boynu vurularak başı Halep’te ve
154
İbnu’l-Kalânisî, 126; Sevim (1989), 71-72; Alptekin (1992), 146. Sevim (1965), 113-114. 156 İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7. Buğyâ’da, Tutuş ile Aksungur arasında yapılan savaşın, Benû Esed obasındaki Kâris’te yapıldığı ve Aksungur’un burada öldürüldüğü belirtilmektedir. Bakınız: İbn Al-Adîm, 52. 157 İbnu’l-Kalânisî, 126; Sevim (1965), 114; Alptekin (1992), 146-147. 158 İbn Al-Adîm, 74; Sevim (1965), 114; Sevim (1989), 72; Sevim (1997), 136. 159 İbnu’l-Esîr, 1521; İbn Al-Adîm, 75; Ebu’l-Fidâ, II, 20; Ahmed b. Mahmud, II, 33; Sevim (1989), 72-73. 155
79
Mustafa Alican
Dımaşk’ta halka teşhir edilen Aksungur ile birlikte ön dört emir ve kumandan da idam edilmekten kurtulamadılar.160 Aksungur’un birliklerinin darmadağın olmasından sonra Tutuş’un saldırıları karşısında fazla dayanamayan Emir Bozan ile Kürboğa Halep’e çekilerek savunma konumu aldılar. Her ne pahasına olursa olsun şehri Tutuş’a teslim etmemeye karar vermelerinin yanında Berkyaruk’a haber gönderip durumun vahametini bildirerek acilen yardım talebinde bulundular. Berkyaruk’un, yardımcı birliklerin Musul’da olduğu ve Halep’e varmak üzere olduğunu bildiren cevabından sonra psikolojik anlamda son derece rahatladılar. Moralleri yükselmiş, şehri kuşatma altına almış olan düşmanın saldırıları karşısında cesaretlenmişlerdi. Ancak onlar gibi düşünmeyenler, şehrin Tutuş’a teslim edilmesi gerektiğini savunanlar da vardı. Bir grup yerel muhafız askeri Halep’in Antakya kapısını açarak kuşatmacıları içeri aldılar. Bir yandan da, şehrin Tutuş’un hâkimiyetine girdiğini halka ilan ediyorlardı. 30 Mayıs’ta (11 Cemâziyelûlâ 487) Halep’i ve buraya bağlı birçok kaleyi teslim alan Tutuş, Emir Bozan’ı derhal idam ettirdi. Kürboğa’ya gelince, Emir Öner’in ricası ile hayatı bağışlansa da Humus’a gönderilerek gözetim altına alınmakla cezalandırıldı.161 Ahbâruddevleti’s-Selçûkiyye adlı eserde Aksungur ile Bozan’ın Tutuş tarafından mağlup edilerek öldürülmelerinin sorumluluğu Sultan Berkyaruk’a yüklenir. Kayıt şu şekildedir: “Babasının köleleri olan Ruha sahibi Bozan ve Halep hâkimi Kâsımuddevle Aksungur Sultan Berkyaruk’a yazdılar; amcası Tâcuddevle Tutuş’a karşı kendisinden yardım istediler. Sultan şarap içmekle, atabeği de Sultan’ın annesi Zübeyde Hatun’un aşkı ile meşgul olmaktan bunların bu istimdadına [yardım talebine] hiç aldırış etmediler.” Eserde, biraz da öfkeli bir üslupla dile getirilmiş olan bu ağır suçlamaların ardından Sadr İmâduddîn adlı bir şaire162 gönderme yapılarak onun, “Biz şarap ve mestlik içinde o kadar müstağrak idik ki, Aksungur ve Bozan’ın vaziyetlerini düşünmeye vaktimiz olmadı. Biz şatranc’da beydak ile muzaffer olmadık. Fakat iki tane ruh 160
Sevim (1965), 115. İbnu’l-Kalânisî, 126-127; İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7; Sevim (1965), 115-116; Sevim (1989), 73. 162 Al Bondârî’de, farklı olarak, asrın faziletli kimselerinden birisi olarak vasıflanan ve Ebû Mansurîni’l-Abî olarak kaydedilen şairin, söz konusu beyitlerinin Farsça olduğu ve şu şekilde söylendiği belirtilir: “İçkiye ve sarhoşluğa öyle daldık ki, Sunkur ve Buzan hakkında düşünmeye vakit bulamadık. Oyunda beyzekul ferdi kazanamadık, lakin iki ruhu verdik.” Bakınız: Al Bondârî, 85-86. 161
80
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
teslim olundu,”163 şeklindeki pişmanlık dolu iki beyti alıntılanmış ve Tutuş tarafından katledilen beylerin hatırası dramatik edebi metinlerle ebedileştirilmiştir. Seb’în Savaşı’nı ezici bir üstünlükle kazanan ve Halep’i ele geçiren Tutuş, açıkça görüldüğü gibi, kendini toparlayarak eski gücünü yeniden elde etmiş, saltanatı ele geçirmeye yönelik ilk girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan emirleri ortadan kaldırıp kendisine hizmet etmekten vazgeçmeyerek her zaman yanında olan Yağısıyan’a Lazkiye ve Maarratünnûmân’ı vererek onu ödüllendirmiş,164 tabiri caizse dostlarına güven vermiş, düşmanlarına da korku salmıştı. Ayrıca Urfa’ya gidip ucuna Bozan’ın başını geçirdiği bir mızrağı göstererek şehri teslim almış,165 daha sonra elCezîre üzerinden Diyarbakır’a geçmişti.166 Artık hem siyasi anlamda hem de psikolojik anlamda sultan olmaya hazırdı. Son hazırlıklarını yaptıktan sonra, sonunda Selçukluların tek büyük sultanı olacağına inandığı büyük İsfahan seferine çıktı. Son Perde: Mağlubiyet ve Ölüm İsfahan seferine çıkmadan önce, Bağdat’ta giderek burada bulunan Berkyaruk’u mağlup etme planları yapan Tutuş, oğlu Mahmud’un sultan olmasını isteyen merhum Sultan Melikşah’ın hırslı eşi Terken Hatun’un
163
El-Huseynî, 52-53; Burada sözünü ettiğimiz suçlamanın bir benzeri de Selçuknâme’de ortaya konulmaktadır. Eserde, Atabeg Gümüştegin Candar’ın çok fazla alkol alarak zulümlerde bulunduğu, Sultan’ın annesi ile gayri meşru bir ilişkiyi sürdürdüğü ve Sultan tarafından oldukça sevilmekte olup birlikte şarap içtikleri kaydedilmekte, Aksungur ile Bozan’ın yardım talebinin önemsenmediği belirtilmektedir. Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 33; Benzer bir kayıt Al Bondârî’de de vardır. Burada fazla olarak Sultan’ın “oyunla ve birçok sabîlerle işret” etmekle meşgul olduğu vurgulanmaktadır. Bakınız: Al Bondârî, 85. 164 Sevim (1965), 116. 165 İbn-i Kesîr, VI, 110; Selçuknâme’deki kayıt biraz daha farklıdır: “Tutuş (…) Halep’i aldı. Sonra Fırat’ı geçip Urfa’ya geldi. Urfa halkı isyan ve muhalefet ettiler. Bunun üzerine Bozan’ı öldürerek başını hisara attılar. Hisar halkı bu durumu görerek hisarı teslim etti.” Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 33. 166 İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7; Sevim (1965), 116.
81
Mustafa Alican
evlenme ve ülkeyi birlikte yönetme teklifini167 uygun bulup planlarında değişiklik yaparak doğrudan İsfahan’a gitmek üzere Diyarbakır’dan hareket etti. Diyarbekr-i Ahlat’ı kontrol altında alıp buradan Azerbaycan’a girerek bölgeyi bütünüyle hâkimiyetine aldıktan sonra Hemedan’a yöneldi.168 Bu sırada Terken Hatun astronomik ücretlerle kendi tarafına çektiği emirlerle İsfahan’da bulunan devlet hazinesini ele geçirmiş, buradaki askerlerle anlaşarak henüz dört yaşında olan oğlu Mahmud adına hutbe okutmuş169 ve Hemedan yakınlarında olduğunu öğrendiği Tutuş ile buluşmak üzere harekete geçmişti. Fakat Hemedan’a ulaşmadan yolda şiddetli bir hastalığa yakalandı ve 1094 yılının sonbaharında (Ramazan 487), geri dönmek zorunda kaldığı İsfahan’da hayatını kaybetti.170 Hizmetinde bulunan askerlerin büyük bir kısmı Tutuş’un hizmetine girerken kalanları da Berkyaruk’un tarafına geçtiler.171 Ordusuna katılan yeni askerlerle daha da güçlenen Tutuş, Selçuklu tahtına çok yaklaştığını hissedebiliyordu. Saltanatı ele geçirmesi an meselesiydi ve arzusunun gerçekleşeceğine dair hiçbir kuşku duymuyordu. Yanında bulunan Türkmen emirlerinden Abakoğlu Yusuf’u bir miktar Türkmen askeri ile birlikte kendi adına hutbe okutması için172 Bağdat’a şahne olarak gönderirken,173 her ihtimale karşı, Dımaşk’ta bıraktığı oğlu Rıdvan’a da mektup yazarak Suriye’de bulunan kuvvetlerle birlikte kendisine katılması talimatını verdi.174 Öte yandan Nusaybin civarında bulunan Berkyaruk olanları öğrenmiş ve yanındaki bin kişilik kuvvetle harekete geçerek Hemedan yakınlarında bulunan 167
İbnu’l-Kalânisî, 127; Sevim (1989), 74; Terken Hatun bu teklifi daha önce Azerbaycan Emiri ve Sultan Melikşah’ın amcasının oğlu olan İsmâil b. Yâkûtî’ye yapmış, teklifi kabul eden Yâkûtî, yeğeni Berkyaruk ile girdiği mücadelenin sonunda hayatını kaybetmişti. Bakınız: Râvendî, I, 138; İbnu’l-Esîr, 1519; Bosworth (1968), 105; Alptekin (1992), 143; Turan (2003), 226; 168 İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7; Sevim (1965), 116-117; Sevim (1989), 74; Sevim (1997), 136. 169 Râvendî, I, 138; İbnu’l-Esîr, 1416-1417; Al Bondârî, 84; Ebu’l-Fidâ, II, 18; İbnu’l-Verdî, II, 6; Ahmed b. Mahmud, II, 30-31; Bosworth (1968), 103; Alptekin (1992), 143. 170 İbnu’l-Esîr, 1523; Ebu’l-Fidâ, II, 21; İbnu’l-Verdî, II, 7; Sevim (1989), 74; Sevim (1997), 136; Terken Hatun’un bir suikast sonucu öldürüldüğü yönünde kayıtlar da vardır. Bakınız: Alptekin (1992), 147; Turan (2003), 226; Turan (2003), 226. 171 İbnu’l-Kalânisî, 127; Sevim (1965), 117; Sevim (1989), 74; Alptekin (1992), 147; Sevim (1997), 136. 172 Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7; İbn-i Kesîr, VI, 113. 173 İbnu’l-Esîr, 1524; Sevim (1965), 117; Sevim (1989), 74. 174 İbnu’l-Kalânisî, 127; İbn Al-Adîm, 78; Sevim (1965), 118; Sevim (1989), 74.
82
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Tutuş’un ordusuna yakın olacağı bir yere, Erbil’e gelmişti.175 Bunun üzerine 50 bin kişilik bir kuvvetin başında bulunan Tutuş,176 yanında oldukça az adam bulunan Berkyaruk’un İsfahan’a ulaşmadan bertaraf edilmesinin daha kolay olacağını düşünerek Abakoğlu Yakup’u yeğeninin üzerine gönderdi. Berkyaruk’un ağır bir mağlubiyet aldığı savaşın sonunda, tahtın yasal varisi askerlerinin çoğu tarafından terk edilerek yalnız bırakılmıştı. Bütün malları yağmalanmış, yanında Porsuk, Gümüştegin el-Candar ve Yaruk adlı emirlerden başka kimse kalmamıştı. Maddi ve manevi olarak korkunç bir çöküş içine sürüklenmiş olan Berkyaruk, umutlarını tüketmiş olarak İsfahan’a yöneldi.177 Tutuş’un Berkyaruk’u mağlup etmesi ülkenin her yanında büyük yankılar meydana getirdi. Bağdat Halifesi el-Mustazhir artık ondan umudunu keserek, hutbelerde Tutuş’un adını okutmaya başladı.178 Anlaşıldığı kadarıyla, artık Tutuş’un saltanatına kesin gözüyle bakılıyordu. Yanındaki az sayıda sadık adamı ile birlikte İsfahan’a gitmiş olan Berkyaruk kötü bir sürprizle karşılaşmıştı: şehirde bulunan ve Mahmud yanlısı olan Öner ve Bilge beylerin başını çektiği emirler onu içeri almak istemiyorlardı. Ancak aralarında yaptıkları durum değerlendirmesinden sonra, en mantıklı yolun onu şehre alarak hapsetmek ve gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bırakmak olduğuna karar verdiler. İsfahan dışındaki birkaç günlük çaresiz bekleyişin ardından şehre alınan Berkyaruk, kardeşi Mahmud tarafından son derece sıcak karşılanmış olsa da, sözü edilen emirlerce tutuklanarak hapsedildi. Emirler bir an önce Berkyaruk’un gözlerine mil çekmek istemelerine rağmen bu sırada Mahmud’un ağır bir çiçek hastalığına yakalanması üzerine planlarını ertelemek zorunda kaldılar. Çünkü doktorların düşüncesi, Mahmud’un bu hastalıktan kurtulamayacağı yönündeydi. Nitekim zaman onların öngörülerini doğruladı ve Mahmud yakalandığı hastalığın
175
İbnu’l-Esîr, 1521; Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7. Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7. 177 İbnu’l-Esîr, 1521; Sevim (1965), 118; Sevim (1989), 74-75; Alptekin (1992), 147; Sevim (1997), 136. 178 Ebu’l-Fidâ, II, 20; İbnu’l-Verdî, II, 7; Sevim (1965), 118; Sevim (1989), 75; Alptekin (1992), 147; Sevim (1997), 136. 176
83
Mustafa Alican
pençesinden kurtulamayarak hayatını kaybetti.179 Emirler Berkyaruk’u tahta çıkardılar.180 Fakat yaşaması gereken talihsizlikler sona ermemişti. Kardeşinin ölümünden sonra o da aynı hastalığa yakalandı.181 Gözlerine mil çekilmesini beklerken kardeşinin zamansız ölümü ile tahta çıkarılmış olan Berkyaruk’un çok geçmeden kardeşi ile aynı hastalığa yakalanması sultanın kim olacağı problemini daha da karmaşıklaştırmıştı. İsfahan’daki emirler panik içindeydiler. Öte yandan Hemedan’ı aman ile teslim almış olup Cerbâzakan’ı yağmalayarak Rey’i de işgal etmiş olan Tutuş182 Beryaruk’un hastalığını haber almış ve emirlere gönderdiği haberle kendisine itaat etmelerini istemişti.183 1095 yılının (488 Muharrem) kış mevsimiydi. Emirler Tutuş’un isteğine ne şekilde karşılık vereceklerini şaşırmışlardı. Bir ara onu sultan olarak tanıma düşüncesine kapıldıysalar da184 yapılan durum değerlendirmesinin ardından Tutuş’a haber gönderip kendisine itaat edeceklerini bildirerek zaman kazanmaya çalışırken bir yandan da Berkyaruk’un iyileşmesini beklemeye başladılar.185 Bir süre sonra Berkyaruk’un yakalandığı hastalıktan kurtulması emirlere derin bir nefes aldırdı. Otoriter bir sultan olması muhtemel olan Tutuş’un değil de kendileri üzerinde çok fazla baskı kuramayacağını düşündükleri genç ve tecrübesiz Berkyaruk’un sultan olmasını istedikleri için onun iyileşmesine çok sevindiler. Kendilerinden cevap beklemekte olan Tutuş’a haber göndererek yeni sultanın Berkyaruk olduğunu, tahtı gasp etmeye çalışan kendisi ile aralarında “kılıçtan başka bir şey” olamayacağını bildirdiler.186 Bu sırada Berkyaruk’un 179
Bu mesele ile ilgili olarak Selçuknâme’de mevcut olan kayıtlar ilginçtir. Ahmed b. Mahmud, diğer kaynakların aksine, Mahmud’un kardeşi Berkyaruk’u çok iyi karşılayarak [burada kaynaklar müttefiktir] onun lehine tahttan feragat ettiğini, Mahmud’un birkaç gün sonra hayatını kaybettiğini kaydeder. Ona göre, Mahmud’un ölüm nedeni, bir rivayete göre ölümüne hummâ (ateşli hastalık, sıtma), diğer bir rivayete göre ise Berkyaruk’un gözüne mil çektirmesidir. Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 32. 180 Sevim (1965), 119; Abû’l-Farac, Mahmud’un yakalanmış olduğu hastalığın “şiddetli bir humma” olduğunu ve vefat ettiğinde yedi yaşında olduğunu kaydeder. Bakınız: Bar Hebraeus, I, 335. 181 Râvendî, I, 139-140; İbnu’l-Esîr, 1522; Ebu’l-Fidâ, II, 21; Bosworth (1968), 106-107; Sevim (1989), 75. 182 İbnu’l-Kalânisî, 128; Ebu’l-Fidâ, II, 22. 183 Sevim (1997), 137; Sevim (1989), 76. 184 Ebu’l-Fidâ, II, 21. 185 Sevim (1965), 120; Sevim (1989), 75; Alptekin (1992), 148. 186 İbnu’l-Esîr, 1524; Sevim (1965), 120; Sevim (1989), 75.
84
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
vezirliğini yapmakta olan Müeyyedülmülk b. Nizâmülmülk Horasan ve Irak’ta bulunan bütün emirlere mektuplar göndererek tahtın yasal varisi olan Berkyaruk’un safında olmalarını istemiş,187 emirlerin itaat bildirmesi üzerine de Tutuş’un durumu iyice sarsılmıştı. Ali Sevim’in ifadeleri ile söylersek, “Tutulmuş olduğu hastalıkla birlikte ters dönmüş karanlık talihini de yenmiş olan Berkyaruk,”188 amcası Tutuş ile savaşmak ve kendi hakkı olan Selçuklu tahtına oturmak için hazır duruma gelmişti. Kendisini sultan olarak tanıyan İsfahan emirleriyle birlikte, amcası ile savaşmak amacıyla harekete geçerek, onun karargâhının bulunduğu Rey şehrine yürüdü.189 Kendine olan güveni yerine gelmiş olan ve amcasını artık kesin olarak mağlup edeceğine inanan Berkyaruk Tutuş’un ordusu tarafından yağmalanmış olan Cerbâzakan’a geldiği zaman, vezirinin mektup gönderdiği emirlerden gelen askerlerin de katılımıyla hatırı sayılır bir askeri güce ulaşmıştı. Ordusundaki asker sayısı 30 bine yaklaşmıştı.190 Öte yandan yeğeninin üzerine gelmekte olduğunu öğrenen Tutuş, savaş sırasında Rey halkının kendisine ihanet edebileceği endişesiyle karargâhını şehrin birkaç fersah uzağında bulunan bir yere taşıdı.191 Çok geçmeden bölgeye gelen Berkyaruk, Tutuş’un askeri karargâhının tam karşısında mevzilenerek savaş için hazırlıklara başladı. İki tarafın öncü kuvvetleri arasında meydana gelen ufak tefek çarpışmalardan sonra 20 Şubat 1095 günü (17 Safer 488) büyük savaş başladı. Çok kanlı ve şiddetli bir şekilde devam eden savaş sırasında Berkyaruk’un ordusunda Sultan Melikşah’ın sancağının açılması,192 mücadelenin dengelerini tamamıyla Berkyaruk’un lehine çevirerek Tutuş’un sonunu kaçınılmaz kılan süreci başlattı. Sultan Melikşah’ın sancağını gören Tutuş’un ordusundaki askerlerin büyük bir 187
Sevim (1965), 120; Sevim (1989), 75. Sevim (1965), 120. 189 Ebu’l-Fidâ, II, 22. 190 İbnu’l-Esîr, 1524; Sevim (1965), 120; Sevim (1989), 77. 191 İbnu’l-Kalânisî, 129. Ahbâruddevleti’s-Selçûkiyye’de, savaşın, Rey şehrinden on iki fersah uzaklıkta bulunan Dâşîlû’da [Taşlı, Bakınız: Sevim (1989), 77; Alptekin (1992), 148.] meydana geldiği belirtilir. Bakınız: El-Huseynî, 53; Selçuknâme’de, Berkyaruk’un şarap içmekten fırsat bulup da Tutuş ile mücadele etmek konusunda hiçbir çaba göstermediği, bunun üzerine veziri Mueyyedülmülk’ün, onun adına Dâşîlû’da Tutuş ile savaşarak onu mağlup ettiği belirtilmektedir. Bakınız: Ahmed b. Mahmud, II, 34; Al Bondârî de benzer bir kayıt ile savaşın kazanılmasında vezirin etkisini ön plana çıkarmaktadır. Bakınız: Al Bondârî, 86. 192 Sevim (1965), 121; Sevim (1989), 77; Sevim (1997), 137; Alptekin (1992), 148; Turan (2003), 227. 188
85
Mustafa Alican
bölümü Berkyaruk’un tarafına geçtiler. Sancak Tutuş’un askerleri üzerinde o kadar etki yapmıştı ki, o güne kadar her koşulda kendisine sadık kalan Yağısıyan bile planlanmış olan pusudan çıkmayarak savaştan çekilme gereği duydu.193 Bu durumu öngörmemiş olan Tutuş, mücadeleyi kaybettiğini anlamıştı. Ancak yapacağı pek fazla şey yoktu. Yanında bulunan az sayıda askerle birlikte büyük bir cesaretle savaşmaya devam etti. Bir süre sonra yanında kalmış son askerler de saf dışı kalınca, kendisini Berkyaruk’un askerlerinin arasında buldu. Etrafını kuşatmış olan düşman askerlerinden biri, daha önce oğlunu gözlerinin önünde öldürtmüş olduğu Bekçur tarafından atı yaralanan Tutuş, yere yuvarlandı. Etrafını çevirmiş olan ve şaşkınlık içinde ona bakan askerler donmuş gibiydiler. Selçuklu topraklarının önemli bir bölümünü ele geçirerek sultanlık tahtını elde etmek için her yolu denemiş olan bir gün öncesinin güçlü ve hırslı Suriye Meliki önlerindeydi ama kimse üzerine atılmaya cesaret edemiyordu. Nihayet Tutuş’a büyük nefret besleyen Sungurca adlı bir emir kılıcını çekip başını gövdesinden ayırarak saltanat hırsının kurbanı olan Melik’in trajedisine son noktayı koydu.194 Tutuş’a duyulan öfke onun hanedan mensubu olduğunu bile unutturtmuş, asırlardır devam eden hanedan mensuplarının kanını akıtmama geleneği ihlal edilmişti. Sultan Berkyaruk’a getirilen Melik’in kesik başı askerler arasında teşhir edildikten sonra Bağdat’ta bulunan Hazâinu’r-Ruûs’a [başlar hazinesi] gönderildi.195 Cesedi ise babası Alparslan’ın Merv’deki türbesi ne defnedildi.196 Tutuş’un Rey Savaşı’nda hayatını kaybetmesinin ardından Berkyaruk, Selçuklu saltanatının tek adayı olarak babasının tahtına çıktı. Amcasının asker ve emirlerinin serbest bırakılmasını ve kendilerine aman verilmesini emretti.197 Eşine az rastlanabilecek bir başarının mimarı olarak tahta çıktığı zaman, artık kendisine muhalefet edebilecek kimse kalmamıştı. 193
Sevim (1965), 121; Sevim (1989), 77; Alptekin (1992), 148. İbn Tağrîberdî, V, 154; Sevim (1989), 77. İbnu’l-Esîr’de bulunan bir kayıtta, Tutuş’un, Aksungur’un arkadaşları tarafından öldürüldüğüne yönelik birtakım söylentilerden söz edilir. Bakınız: İbnu’l-Esîr, 1524. İbnu’l-Kalânisî’de bulunan bir kayıt, İbnu’l-Esîr’de sözü edilen söylentileri doğrular. Bakınız: İbnu’l-Kalânisî, 130. Ayrıca, ünlü İran tarihi uzmanı Bosworth, XI ve XII. yüzyıl İran’ını anlattığı ünlü makalesi “The Political and Dynastic History of the Iranian World (1000-1217)”’de Tutuş’un, Aksungur’un arkadaşları tarafından intikam için öldürüldüğünü kabul eder. Bakınız: Bosworth (1968), 107. 195 İbnu’l-Kalânisî, 130; Sevim (1965), 121-122; Sevim (1989), 77; Sevim (1997), 137. 196 Sevim (1989), 77; Alptekin (1992), 148. 197 Sevim (1965), 122; Sevim (1989), 77. 194
86
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
Sonuç ve Değerlendirme Ülkenin büyük bir bölümünü kontrol altına almayı başarmasına ve güçlü bir ordunun başında olmasına rağmen yeğeni ile yaptığı saltanat mücadelesini kaybeden Suriye Meliki Tutuş, Selçuklu tarihinin en önemli karakterlerinden biriydi. Atsız’dan sonra Selçuklu hâkimiyetinin Suriye ve Filistin bölgelerinde kökleşmesini sağlamış, Şiî Fâtımî Halifeliği’nin Sünni karakterli bölgeye yayılmasının önlenmesinde önemli bir rol üstlenmişti. Özellikle merkezi otoritenin çok güçlü olmadığı Suriye’nin sahil şeridinde yürüttüğü faaliyetlerle Fâtımîlerin kutsal toprakları Şiîleştirme girişimlerine set olmuş, Mısır’ın, en güçlü olduğu dönemlerde bile buralardaki etkisinin yetersiz kalmasını sağlamayı başarmıştı. Bu açıdan yaklaşıldığı zaman, Sünni İslam dünyasının Tutuş’a teşekkür borçlu olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz. Üç yıl sürdürdüğü saltanat mücadelesi sırasında hedefine ulaşamayarak trajik bir yenilginin ardından öfkeli bir emirin kılıcı ile hayatını kaybeden Tutuş, otoriter bir karakter yapısına sahip olmakla birlikte son derece duygusaldı. Ağabeyi Sultan Melikşah’a olan bağlılığına; Aksungur, Bozan ve Yağısıyan ile olan ilişkilerinde sergilediği tavırlara bakıldığı zaman bu durum açıkça görülür. Aksungur ile Bozan’ın ihanetlerine karşı onlara beslediği kin derecesindeki hisler ve Yağısıyan’ın sadakatine duyduğu minnettarlık hep bu duygusal ruh halinin ürünüydü. Yine Sultan Melikşah’ın hayatta olduğu dönem boyunca itaatte kusur etmemesini bu noktadan değerlendirmek yararlı olabilir. Nitekim Artuk Bey’in Melikşah ile savaşma teklifini reddederken takındığı asil tavır, Sultan ile kendisi arasındaki ilişkinin hiyerarşik bir yetkeye dayanmaktan ziyade sevgi ve şefkat temelli olduğunun göstergesi gibidir. Öte yandan Tutuş’un karakterinde sert bir tarafın var olduğu da inkâr edilemez. Nusaybin’in kuşatılması ve ele geçirilmesi sırasında gerçekleşen talihsiz olaylar, merhum Sultan’ın veliaht ilan ettiği Berkyaruk’a karşı takındığı umursamaz tavır ve rakipleri ile ortak bir zeminde anlaşma konusunda gösterdiği isteksizlik bu sertliğin yansımalarıydı. Güce olan tutkusu ve otoriteye olan eğilimi ile paralel olarak kendini gösteren söz konusu sertlik, çok defa ihanete uğramasına ve sonunda da saltanat mücadelesinde başarılı olamayarak hayatını kaybetmesinde önemli bir paya sahipti. Sonuç olarak denebilir ki, Tutuş’un genç yaşlarda tanıştığı ve avuçlarının arasından bir türlü bırakmak istemediği güç, daha güçlü olma isteğini
87
Mustafa Alican
kamçıladı. Sahip olduğu bu istek Suriye bölgesindeki yararlı faaliyetlerinde itici bir faktör olarak öne çıkmışsa da, Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra kontrolden çıktı ve sultan olma tutkusuna evrilerek Tutuş’un sonunu hazırladı.
BİBLİYOGRAFYA
AHMED B. MAHMUD
AKSARÂYÎ
AL-BONDÂRÎ
ALPTEKİN (1992)
AZİMÎ
88
Ahmed b. Mahmud, Selçuknâme III, Hazırlayan: Erdoğan Merçil, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977. Kerîmuddin Mahmud-i Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, Çeviren: Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000. Al-Bondârî, Zubdat al-Nusra va Nuhbat al-Usra, M. Th. Houtsma tarafından 1889 yılında Leiden’de neşredilen metinden Türkçeye çeviren: Kıvameddin Burslan, Maarif Matbaası, İstanbul 1943. Coşkun Alptekin, “Büyük Selçuklular,” Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, VII, İlmi müşâvir ve redaktör: Hakkı Dursun Yıldız, Yayınlayanlar: Kenan Seyithanoğlu, Ahmet Rüştü Çelebi, Ahmet Hurşitoğlu, Vehbi Vakkasoğlu, Ahmet Taşgetiren, Çağ Yayınları, İstanbul 1992. Azimî, Azimî Tarihi, (Selçuklular Dönemiyle İlgili Bölümler H. 430538), Metin, çeviri, notlar ve
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
BAR HEBRAEUS
BOSWORTH (1968)
BOSWORTH (2000)
EBU’L-FİDÂ
EL-HÜSEYNÎ
açıklamalar: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988. Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, I-II, Süryaniceden İngilizceye çeviren: Ernest A. Wallis Budge, Türkçeye çeviren: Ömer Riza Doğrul, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999. C. E. Bosworth, “The Political and Dynastic History of the Iranian World (A. D. 1000-1217),” The Cambridge History of Iran, V, The Saljuq and Mongol Periods, Editör: J. A. Boyle, Cambridge Üniversitesi Yayınları, 1968, s. 1-202. C. E. Bosworth, “Tutush,” The Encyclopedia of Islam, X, Leiden 2000, s. 756-757. El-Melikü’l-Müeyyed İmâdeddîn Ebî’l-Fidâ İsmâil b. Ali b. Mahmûd İbn Ömer b. Şâhinşâh b. Eyyûb, Târîh Ebî’l-Fidâ el-Müsemmâ elMuhtasar Fî Ahbâri’l-Beşer I-II, Notlarla yayına hazırlayan: Mahmûd Deyyûb, Yayınlayan: Muhammed Ali Beydûn, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1997. Sadruddîn Ebu’l-Hasan Ali İbn Nâsır İbn Ali el-Hüseynî, Ahbâru’dDevleti’s-Selçûkiyye, Muhammed İkbal’in 1933 yılında Lahor’da neşrettiği metinden tercüme eden: 89
Mustafa Alican
ER-RÂVENDÎ
İBN TAĞRÎBERDÎ
İBN-İ KESÎR
İBNU’L-ESÎR
90
Necati Lügal, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1943. Muhammed b. Ali b. Süleyman erRâvendî, Râhat-üs-Sudûr ve Âyetüs-Sürûr (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alameti), I-II, Muhammed İkbal’in 1921’de G.M.S., II’de bastırdığı Farsça metinden Türkçeye çeviren: Ahmed Ateş, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999. Cemâleddîn Ebî’l-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî el-Atâbekî, enNücûmu’z-Zâhira Fî Mülûk-i Mısr ve’l-Kâhira, I-XVI, Takdim: Muhammed Hüseyn Şemseddîn, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1992. İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-VII, Tahkik edenler: Cûde Muhammed Cûde-Muhammed Hüsnî Şa’râvî, Dâr-u İbni’l-Heysem, Kâhire 2006. El-İmâmü’l-Allâmetü’lMuhaddisü’n-Nessâbe İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Abdülkerim elCezerî eş-Şeybânî eş-Şehîr bi İbni’lEsîr, el-Kâmil Fî’t-Târîh, Târîh İbn el-Esîr, Yayına hazırlayan: Ebû Sahîb el-Keramî, Beyt el-Efkâr edDevliyye, Riyad, Tarihsiz.
Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin Siyasi Biyografisi
İBNU’L-KALÂNİSÎ
İBNÜ’L-VERDÎ
İBN AL-ADÎM
KOCA (2007)
SEVİM (1965)
SEVİM (1989)
SEVİM (1997)
TURAN (2003)
İbnu’l-Kalânisî, Târih-u Dımaşk, Düzenleyen ve Yayınlayan: H. F. Amedroz, Leyden 1908. Zeynüddîn Ömer b. Muzaffer eşŞehîr bi İbni’l-Verdî, Târîh-u İbnü’l-Verdî, I-II, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1996. Kamâl al-Dîn İbn Al-Adîm, Buğyat at-Talab Fî Târîh Halab, Selçuklularla İlgili Haltercümeleri, Yayınlayan: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1976. Salim Koca, “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın Suriye, Filistin, Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız,” Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 22, Konya 2007, s. 1-37. Ali Sevim, Suriye Selçukluları I, (Fetihten Tutuş’un Ölümüne Kadar), Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1965. Ali Sevim, Suriye-Filistin Selçuklu Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 19889. Ali Sevim, “Tutuş,” MEB İslam Ansiklopedisi, XII/II, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi 1997, s. 134-137. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınları, Ankara 2003.
91
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 93-104
ESKİ MEZOPOTAMYA’DA CERRAHİ∗
P. B. ADAMSON∗∗ Çeviren: Gökhan KAĞNICI∗∗∗
Eski Mezopotamya yerleşim birimlerinde birçok tıbbi ve terapâtik çiviyazılı metin bulunmasına rağmen şimdiye kadar cerrahiyle ilgili herhangi bir tablete rastlanmamıştır. Oldukça düşük bir ihtimal olmakla birlikte, gelecekte bu tarz tabletlerin bulunma olasılığı vardır. Hiç kuşkusuz, bu metinlerin yokluğu eski Mezopotamyalılarda cerrahi uygulamaların bulunmadığını göstermez. Cerrahi tekniklerin, sözlü ve fiili olarak yayılmış olması muhtemeldir.1 Bazı uzmanlık alanları, Asur ve Babil ordularının yanında savaşa katılan ordu doktorlarının savaş alanlarındaki deneyimlerden edinilmiş ∗
Adamson. B. P., “Surgery in Ancient Mesopotamia”, Medical History 35, 1991, 428-435. P. B. ADAMSON, West view Lodge, 6 Crag Lane, Knaresborough, North Yorks. HG5 8EE. KISALTMALAR: AHw: W. Von Soden, Akkadisches Handwörterbuch, Wiesbaden, Harrassowitz, 1951-81. AMT: R .C Thompson, Assyrian medical texts, London, Trustees of the British Museum, 1923. BAM: F. Köcher, Die babylonisch-assyrische Medizin in Texten und Untersuchungen, 6 vols, Berlin, De Gruyter, 1963-80. BBSt: L. W. King, Babylonian Boundary stones and memorial tablets in the British Museum, London, Trustees of the British Museum, 1912. BWL: W. G. Lambert, Baylonian wisdom literature, Oxford, Clarendon Pres, 1960. CAD: The Assyrian dictionary of the Oriental Institute of the University of Chicago, Chicago, Oriental Institute, 1956-. CH: Codex Hammurabi in G. R. Driver and J. C. Miles, Babylonian laws, 2 vols, Oxford, Clarendon Pres, 1955-56, vol. 2 (1955). CT: Cuneiform texts from Babylonian tablets in the British Museum, London, 1896-. KADP: F. Köcher, Keilschrifttexte zur assyrischbabylonischen Drogen- und Planzenkunde, Berlin, Akademie Verlag, 1955. KUB: Keilschrifturkenden aus Boghazköi, Berlin, 1926ff. MSL: Materialien zum sumerischen Lexikon, Rome, 1937-. STT: O. R. Gurney and J. J. Finkelstein, The Sultantepe tablets I, London, 1957. ∗∗∗ Bu makale İngilizce aslından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi Gökhan Kağnıcı tarafından Türkçeye çevrilmiştir. E-Mail:
[email protected] 1 R. Labat, “À propos de la chirurgie babylonienne”, J. Asiat., 1954, 242: 207-18, bk s. 207. G. Majno, The healing hand, Cambridge, Mass., Harvard Üniversitesi Yayınları, 1975, 40. ∗∗
Gökhan Kağnıcı
olmalıdır. Hammurabi kanunnamesinde doktorun hastayı tedavi ederken (A.ZU, asū) bıçak kullandığı bazı cerrahi operasyonlardan söz edilmektedir.2 Derin olmayan yaranın tedavisi basitti. Anlaşıldığı kadarıyla ameliyatlar seyrekti.3 Çok ciddi yaralanmalar dikkatli bir şekilde tedavi edilirdi. Kırıklar genellikle yerine oturtulmaz, hekim tarafından hareketsiz hale getirilirdi.4 İlgili yer pansuman yapılıp bandajla sarılırdı. Trepanasyon (kafatası delgi ameliyatları), eskiçağda zaman zaman uygulanılan bir yöntemdi. Büyük bir ihtimalle hastanın ameliyat sonrası yaşamını devam ettirmiş olduğu; II. Demir çağına (yaklaşık M.Ö 1100-800) ait delik bir çocuk kafatası İran’ın kuzeybatısında bulunmuştur.5 Fakat trepanasyon örneğine Mezopotamya mezarlarında rastlanılmamıştır. Karaciğerdeki bir amip apsesine ciddi cerrahi müdahale uygulanmış olma ihtimali varsa da,6 apselerin çoğu basit bir şekilde tedavi edilirdi.7 Asurluların esir aldıkları genç erkekleri hadım ederken (malas/šu, koparmak) tıbbi önlemler aldıkları bilinmektedir. Aynı zamanda Asur kanunlarında bir ceza yöntemi olan8 hadım uygulamasından kaynaklanan ölüm oranları, oldukça yüksek olmalıdır. Hadımlar Asurlular tarafından önemli mevkilere yerleştirilmiştir, ancak onlar saraydaki görevlerine başlamadan önce saray doktorlarınca hadım edilmelerinin
2
CH, 215-219. paragraf. Majno, birinci dipnotta adı geçen eser, s. 46. R. C. Thompson, “Assyrian prescriptions for treating bruises and swellings”, The American Journal of Semitic Languages and Literatures, 1930, 47 (1): 1-25., bk 221,224,225 numaralı reçeteler. 4 CH, 221-223, 206. paragraflar. G. R. Driver ve J. C. Miles, Assyrian laws, Oxford, Clarendon Yayıncılık, 1975, s. 384, MA 8.81: testis rahatsızlıkları. C. -F. Jean, Archives royales de Mari II, Paris, Impr. Nationale, 1950, s. 127, 1. 7-8: waspum taşından kaynaklanan yara. CT 22. 114. 11-13 muhtemelen açıkça anlaşılamayan testislerle ilgili bir hastalığa işaret eder. 5 R. Mallin and T. A. Rathbun, “A trephined skull from Iran”, Bull. NY Acad. Med., 1976, 52 (7): 782-7, s. 782, 786. Ayrıca 18. hanedanlık döneminde Lakiş (M. Ö. 1580-1350) için: P. Thomson, “Expedition to Lachish 1935-6”, Arch. Orientforsch., 1936/37, 11: 273-4. 6 R. C. Thompson, “Assyrian prescriptions for diseases of chest and lungs”, Rév. Archéol., 1934, 31: 1-27, bk: no. 130 ve Labat’ın tesbitleri, birinci dipnotta adı geçen eser, s. 216-17. 7 A. Finet, “Les médecins au royaume de Mari”, L’ Annuaire de I’Institut de Philologie et d’ Historie Orientales et Slaves, vol, 14 (1954-1957), Brüksel, 1957, s. 123-44, bk: s. 132: metin A 140 1.6-8, kulağın üst kısmından setum (?irin) akar. R. C. Thompson, “Assyrian prescriptions for diseases of the feet”, J.Roy. Asiat. Soc., 1937, ikinci versiyon, s. 413-32, bk no. 202. 1. 4351. adı geçen yazar, “Assyrian prescriptions for disease of the ears” aynı yer., 1931, birinci versiyon, 1-15, bk no: 80 sütun III, 1.9-14. 8 Driver ve Miles, 4. dipnotta adı geçen eser, s. 390, MA 18. 80: 19.92; 20.97: s. 388, MA 15.54. 3
94
Eski Mezopotamya’da Cerrahi / P.B. Adamson
sonucunu tespit için muayene edilirlerdi.9 Babilliler de hadımları görevlendirmiş, üstelik haremlerinde kraliyet esirlerini de aynı şekilde kullanmıştır.10 Hekimlerin kullandığı çeşitli aletlerin çoğu evde kullanılanlarla büyük benzerlik göstermekteydi.11 Bundan dolayı bir cerrahın kullandığı aletler ile bir ailenin kullandıklarını ayırt etmek oldukça zordu.12 Ev veya mutfak gereçlerinden yapılmış olup belirgin bir özelliği olmayan aletler arasında değişik kalbur türleri de vardı (nappū, nappītu, mahhaltu). Saz ya da kamışlardan yapılmış olup farklı boyutları ve farklı gözerleri13 olan bu kalburların tıbbi reçeteler hazırlanırken kullanıldığı kesindir.14 Havan ve havan tokmakları (abuttu, bukannu, mazuktu) muhtemelen taştan ya da ağaçtan yapılmaktaydı Elle kullanılan bu aletler, hububat ve tohumları bir dereceye kadar istenilen küçüklükte ezebilirdi. Reçetelerde, bilhassa ufak miktarlarda farklı maddelerin çoğu zaman ince bir un (ZİD) derecesine kadar çekildikleri belirtilmiştir.15 Nahba/usu muhtemelen merhem için kullanılan taş bir kaptı. Namad/ndu hacmi bilinmemekle birlikte, katı maddeleri ölçmek için kullanılan bir ölçü kabıydı.16 Bu kap kraliyet ailesi tarafından kullanılmaktaydı ve büyük bir ihtimalle pahalı ya da nadir bulunan
9
A. K. Grayson, Royal inscriptions, vol. 1. From the beginning to Ashur-resha-işhi I, Wiesbaden, Harrassowitz, 1972, s. 132 paragraf 859: I. Tukulti-Ninurta’nın emirleri (M. Ö. 1244-1208). 10 2 Kral. 20: 18. 11 J. R. Kirkup, “The history and evolution of surgical instruments I. Giriş kısmı”, Ann. Roy. Coll. Surg. Engl., 1981, 63 (4): 279-85, bk s. 281. 12 A. Castiglioni, A History of medicine, New York, Knopf, 1958, s. 43, figür 13: Ninive’den bronz tıp aletleri. 13 Ç. N. :Gözer, eleklerin iç kısmında kalan ipten veya telden yapılmış, iç içe geçmiş örümcek ağını andıran bir oluşumdur. 14 D. Goltz, “Studien zur altorientalischen und griechischen Heilkunde. Therapie-ArzneibereitungRezeptstruktur”, Sudhoffs Arch., Beiheft, 1974, 16: 1-345 bk s. 37: SIM, napū=Sieben (elekler). AMT 53.1, sütun III, 1.9: nap-pi-i….(kırık metin). 15 Goltz, 14. dipnotta adı geçen eser, s. 33: s/zāku, SUD= (zer)stossen, s. 35: GAZ, hašālu=zerstossen: ayrıca pāsu ve dakāku. AMT 3.5.9: Toz haline gelmiş bakla ile bezelye ve papatyayı ezmelisin. AMT 8.1.12: zid (na4) suluppi TUR (ar)…..Hurma çekirdeklerini toz haline getirmelisin. 16 MSL 7 Hh X. 196: namandu, yiyecek için bir ölçü kabı.
95
Gökhan Kağnıcı
maddeler içindi.17 Daha düşük sosyal statüdeki insanların ilaçları için, bu kabı elde etmesi olanak dışıydı. Özel cerrahi aletler şimdi bahsedeceğim eşyalardan oluşmaktaydı.Metalden veya tahtadan yapılan kaşık ya da spatulalar (GIŠ.DÍLIM, (giš) LIŠ, itgurtu, itgūru) farklı kullanımlar için değişik ebatlarda olabilmekteydi. Bu kelime aynı zamanda doktor tarafından sürülen merhem için de kullanılıyordu.18 Bir spatula (GIŠ.DÍLIM.Í.ŠĖŠ, napšal/štu) gerekli uzvu yağlamada kullanıldığı gibi, aynı zamanda kelime merhemin kendisini de ifade etmekteydi.19 İçi oyuk kamış (MUD, MUD.Á, uppu) pipet olarak kullanılıyordu. Bu pipet gümüşten de yapılmış olabilirdi (MUD.Á.BÁR, uppu abaru).20 Ancak doktorlar tarafından tercih edileni bronz veya bakırdan yapılmış ince bir boruydu.21 Bu ince boru idrar yolu ve dış kulak kanalından içeri girebilecek ya da göz damlalarını damlatabilecek kadar küçük çapta olmak zorundaydı. Zirīqu’nun da ilaçların kullanımı için farklı bir pipet ya da boru türü olması mümkündür.22 Aletler kilden ya da tahtadan yapılmış olabilir. Büyük bir ihtimalle bronz veya bakır, kurşundan daha sağlam, dayanıklı ve dövülgen oldukları için tercih edilmiştir. Diğer bir pipet türü veya içi oyuk kamış
17
CAD, 1980, vol. 11 (1), 134, R. Borger’den alıntılar, Die Inschriften Asarhaddons, Konigs von Assyrien, no. 8, paragraf 5, 1.2: prensler için yağla dolu taş kaplar. Ayrıca BM 93088, Sennaherib’in oğluna verdiği hediyeyi kastederek, ”oğluma bu taş kapı verdim”. 18 BAM 435 sütun V, 1. 9-10: O, ağaçtan yapılmış bir kaşıktan büyü için hazırlanan bira ya da şarap içindeki ilaçları 32 ilacı içecek BAM 124 sütun II, 1. 50: ağrıyan yerin üstünü temizleyecek ve buraya itquru-merhemi süreceksin. B. Parker, “Administrative tablets from the N-W palace at Nimrud” Iraq, 1961, 23: 15-67, s. 33 (ND 2490 ve ND 2609) 1. 26: 2 DİLIM.MEŠ= 2 (bronz) kaşık. 19 B. Landsberger, “Texts from the series HAR. ra= hubullu” Arch. Orientforsch., 1937, 12: 13541, bk: s. 138, 1. 12. P. A. Deimel, Šumerisches Lexikon II (2), Roma, Pontif. Inst. Bibl., 1930, s. 337, 1. 14. BAM 159 sütun VI, 1. 49: Bir merhem için yedi ilaç. BAM 388 sütun 1, I. II: kis libbi için on dört ilaç, merhem. 20 BAM 240 arka yüz 1.46: gümüşten bir boruyla vücuduna (bu ilacı) üfler. BAM 516 sütun 11, 1. 11: gümüşten bir kaşıkla 7 kere bunu sür ve sonra dokunma. 21 AMT 58. 6.6: bakır bir boruyla ağzınla cinsel organına (erkek) bu ilacı üflemelisin. BAM 111 sütun II, 1. 25-26: yağla bunu ezeceksin ve bir bakır boruyla bunu cinsel organına (erkek) süreceksin. BAM 510 sütun II, 1. 25: nane ve günlük ağacını bronzdan bir boruyla gözlerinin içine üfle. 22 CAD, 1961, vol. 21, s. 134 RA metininden tek bilgi (15. 76) arka yüz 1. 7: İlacını zirīqu ile sol burun deliğine akıt.
96
Eski Mezopotamya’da Cerrahi / P.B. Adamson
(GI.SAG.TAR, takkussu) gözlere ilaç damlatma gibi oldukça hassas bir iş için uygundu.23 Eskiçağda metal cımbızlar biliniyordu.24 Bunlar vücuttaki kılları temizlemek için kadınlarca güzellik amaçlı kullanılmaktaydı. Genelde hayvanları kırpmada kullanılan kaba metal aletler olan makaslar (si/erpu)da bilinmekteydi.25 Makas ve bıçaklar bileği taşında keskin hale getiriliyordu (NA4.MAŠ.DÁ.A, mešēltu). Bilenen bıçaklar; metal, taş, çakmaktaşı hatta obsidyenden bile olabiliyordu. Obsidyen (şurru) ve çakmaktaşı kolayca keskinleştirilebilir ve harika bir cerrahi alet haline getirilebilir. İnsan tırnağına benzeyen cerrahi bir keski (UMBIN, imţū), ucu sivriltilmiş çakmaktaşından yapılmış bir aleti akla getirmektedir.26 Başka tür cerrahi bıçaklar da bilinirdi, fakat bunların biçim ve yapılarındaki farklar tam olarak anlaşılmamıştır. Örneğin, Quppū, göz tedavisinde kullanılan küçük bir bıçaktı.27 Bir berberin usturası (GĺR.ŠU.I, naglabu) da hekimlerin kullandığı bir bıçak türüydü. Bu, bakırdan yapılmış oldukça büyük bir bıçaktı ve kılıca benzemekteydi.28 Epeyce ağır ve biçimsizdi. Obsidyen bir bıçak gibi bilenmesi o kadar da kolay değildi, fakat karzillu cerrahi kesikler için kullanılan çok hassas ve daha küçük bir bıçaktı.29 Muhtemelen bronz ya da bakırdan yapılmış ve doğrusu hastanın ölmesine sebep olabilecek30 kadar çok derin kesiklere yol açabilen bir bıçaktı.31 Adı geçen bıçak Ninive cerrahının yaprak biçimli ağza 23
BAM 3 sütun I, 1.39: arıtılmış yağı bir pipetle burun deliğine akıtacaksın. BAM 42 arka yüzü 1.56: bir pipetle çeker (ilacı). BAM 503 sütun I, 1, 57 ve 515 sütun II, 1. 43: gözlerinin içine bir pipetle üfleyeceksin. 24 CAD, 1956, vol. 6, s. 128, KAV(metinden alıntılar) 205 1. 20, 27, 35: iki adet berber bıçağı için (bakır ve kalay bir demirciye verilir) ve (bir cımbız) kılları almak için. AHw, s. 329: hasāpu, çekmek için. 25 CT 55.252. 1-2: 40: kesmek/kırpmak için (metal) makaslar. 26 CT 11.31 sütün IV, 1. 40: UMBIN, parmak tırnağı; imtū, obsidyen bir bıçak. AHw s. 379-80, imtū AOTU metinden 2 alıntı, 1. 309 1. 19 ( benzer olarak; (giš) UMBIN): bir imtū (obsidyen) bıçak ile seni tedavi edecek. CAD, 1956, vol, 5, s. 138: gurgurru 1g2, Lugale XII’den alıntılar, 1. 41: “obsidyen….zanaatkar …keski ile parçalayacaksın”. 27 MSL 9.207d ve MSL 6 Hg B IIIk: quppū, A.ZU, bir doktorun bıçağı. BBSt no. 6 sütun II, 1. 54: boynu için bir kama ve gözü için bir bıçak (quppū). 28 CT 12.13 sütun IV, 1. 6: kılıç (patru), ustura (naglabu). CT 19.32 (K5+) sütun III, 1. 36: ağrıyan yeri bu usturayla (naglabu) tedavi et. Jean, 4. dipnotta belirtilen eser, s. 139, arka yüz, 1. 18: bir mina ağırlığında ustura (naglabu). 29 MSL 7 Hh XII 48; MSL 7 Hg A sütun II 233: bir doktor bıçağı. 30 Bakınız: CH paragraflar: 215 1. 57, 61: 218 1. 76, 80; 219 1. 86; 220 1. 90. 31 CH paragraflar: 218 1. 78; 219 1. 87.
97
Gökhan Kağnıcı
sahip bıçağı olabilir.32 Aynı alet grubunda, iri dişli testere ve sonda ya da kanül33 de yer almaktaydı. Keskin olmayan ve farklı madenlerden yapılmış olup34 uca doğru genişleyen bir çeşit sopayı andıran alet (GIŠ. TUKUL, kakku –bu kelime aynı zamanda diken anlamına da gelir)35 doğumlarda kullanılırdı.36 Fetusun çıkarılması için kullanılan alet, üstünde muhtemelen bir kanca ya da çıkıntı olan ve günümüzde kullanılan kaşıklara benzer bir cerrahi aletin ilkel şeklini akla getirmektedir. Metinlerde farklı diğer aletlerden söz edilmesine rağmen bunların özellikleri tam olarak belirlenememiştir. Bir ağacın ya da bitkinin dikeni (şu/ illū) uygun biçime sokulduktan sonra doktor tarafından yaraları dikmede kullanılmış olabilir.37 Bu yaraları dikme şekli çok eski zamanlardan beri hem Mezopotamya hem de Mısır da bilinmekteydi38 (ancak kan damarlarını bağlama Celsus’den önce bilinmiyordu- yaklaşık olarak M.S 50);39 hatta şillū bir çeşit iğne olarak da kullanılmaktaydı.40 Dikenlerin yaralarla teması hiç kuşkusuz büyük acıya sebebiyet verebilir. Ağaç, bronz, bakır ve hayvan boynuzundan yapılan Šukurru,41 katātu,42 dalū,43 ve gub/pru44 da tedavide kullanılan şillū’ya 32
Castiglioni, 12. dipnotta adı geçen eser. Ç.N. Kanül, tıbbi tedavilerde kullanılan vücuttan su çekmeye veya vücuda ilaç vermeye yarayan bir çeşit tüp veya borudur. Sonda ise tedavi altında bulunan vücuda araştırma ya da sıvı nakletmek amacıyla sokulan borudur. 34 J. Bottero, Archives royales de Mari VIII, Paris, Impr. Nationale, 1957, 305. mektup. 35 KADP 5 sütun II, 1. 28: kamıştan bir diken. 36 J. V. Kinnier Wilson, “Childbirth and congential disorders”, şurada, Diseases in Antiquity (ed. D. Brothwell ve A. T. Sandison), Springfield, III., Charles C. Thomas, 1967, s. 203-6 ve özellikle s. 203. 37 BAM 515 sütun II, 1 33: bir diken iğneyle onların gözlerini dikmelisin. AMT 73.2.7: dikeni kavisli bir hale getir. 38 J. H. Breasted, Edwin Smith surgical papyrus, 2 vols, Chicago Üniversitesi Yayını, 1930, bk 10, 14, 23, 26, 28, 47. vakalara. 39 Majno, 1.dipnotta adı geçen eser, s. 328. 40 CAD, 1962, vol. 16, s. 193-4: şillū kelimesinin geçtiği yer; Bab 4. yer 4 no. 2 1. 21: “bir kadının şillū-iğnesi iyi görünümlü bir adama tesir etmedi”. 41 MSL 6 Hh VI 234-235: şil-lu-u/šu-kur-ru, diken/iğneye benzeyen. 42 BWL, 44 1. 100’deki açıklama: şil-la-tum//ka-ta-a-tum, bir iğne. 43 CAD, 1959, vol. 3, s. 56: dalū Diri II 155-155a’dan: şi-lu-u/da-lu-u, iğne. Diri VI sütun III ya da IV 1.69: da-al-la URUDU.IGI.DU; şil-lu-u, bakır bir iğne. 44 CAD, 1956, vol. 5, s. 118: gub/pru B Diri VI E 66’dan: šu-kur URUDU.IGI.DU: gub-rum, bakır iğne. 33
98
Eski Mezopotamya’da Cerrahi / P.B. Adamson
benzer iğnelerdi.45 İnce ağ (sapāru) imal edebilen eski Mezopotamyalılarca bilinen bir ipliğin de yaraları dikmede kullanılmış olması muhtemeldir.46 Ancak tıbbi metinlerde şiddetli kan kaybının tedavi edilebildiğine dair bilgi yoktur. Bandajlar, kırıklar da dahil, yaygın bir şekilde tedavide kullanılmıştır. Metinlerde birçok bandaj türünden bahsedilmekle birlikte aralarındaki farkı tespit etmek zordur. Riksu ve ulāpu ketenden değil, genelde yünden dokunmaktaydılar; tapšu ise özel bir mahiyet taşımamaktaydı.47 Bu bandajlar vücudun gerekli yerine sağlam bir şekilde bağlanırdı (rakāsu). Ulāpu, kirlenmiş ya da kullanılmış bir tıbbi sargı olabilir.48 Diğer taraftan ešu ve eşanlamlısının, sağlam bir sargıya gerek duyulan bacağın üstünü bağlamayı tanımladığı anlaşılmaktadır.49 Tedavi için hastalıklı bölge üzerine defalarca sarılan ilaçlı50 t/ţurru51 ise daha inceydi, ancak şim/ndu52 doktorun aletlerini koyduğu bir çantaya benzeyen özel bir sargıydı.53 Šuhattu, kolun kırılması gibi durumlarda kullanılan tıbbi bir askıydı.54 Šiš/rtu kötü şekilde zarar görmüş ve yırtılmış keten bir sargıyı ifade ederdi.55 Napdū, niglallu, maksū, makraku, zappu ve naš/Itiptu
45
BAM 482 sütun I, 1.64: bir adamın şakakları ağrıyorsa; yük hayvanın boynuzunu bir, iki ya da üç kere şakaklara bastır. AMT 61. 5 önyüz 1. 5: bir adam testisleri mungu hastalığı sebebiyle ağrıyorsa, burayı iğnelerle tedavi edeceksin. 46 G. Dossin, Archives royales de Mari X, Paris, Geuthner, 1978, 80.mektup 1. 14-15: dokuduğu ağda. 47 CT 18.14 (K 169) arka yüz sütun III, 1. 47-52: tapšu- tašapšu-riksu-alapu-tamutu-adapuemutin, bir sargı-sargı-bandaj-bandaj-dokunmuş madde-püsküllü elbise- bir bant. 48 AMT 20.1. 34: bir şeritte (kirli) bir bandaj. BAM 506 önyüz 1. 5: kulaklarının iltihabı için (kirli) bir sargıyı üzerine bağlayacaksın. CT 18.14 (K 169) arka yüz sütun III, 1. 53-54: enišuqarnu, bir bandaj-kirli bandaj. 49 CT 18.13 arka yüz sütun III, 1.6-7: riksu-ešū, bandaj-ayak bandajı. CT 18.19 (K 4377) arka yüz 1.6: ešū:mazahu, bir bant. 50 AMT 66.4 sütun I, 2/4: bandajlamak için altı defa/yedi ilaç. 51 CT 41.26. 30: bir bandaj üzerine bağla. 52 AMT 102, 1.35: merhem (napšaltu) ve bandaj (şindu) ile. AMT 102, 1. 40: bandaj için yedi ilaç. 53 CT 18.24 (K 10053) sütun II, 1. 5 ve CT 18. 13d: şindu ša asi, doktorun bandajı. Aynı yer, 1. 7, aynı yer, 1. f: bişru: MIN MIN, doktorun çantası: doktorun bandajı. 54 AHw 1261: šuhattu SpTU metininden 36 1. 15 “bağırsakların bulunduğu bölge bir bandajla sarıldı”. 55 CT 2.2. 12: keten sargı (šišţu). MSL 10 s. 133, madde 204: yırtık bandaj (širţu).
99
Gökhan Kağnıcı
aralarındaki farkların bilinmediği diğer bandaj türleriydi.56 Çoğu zaman ketenden değil de yünden yapılan la/ippu ise ve ilaçlı olma olasılığı olan ve birçok yere uygulanan kullanışlı bir tampondu.57 Mēlu boyna uygulanan lapa tedavisinde kullanılan özel bir sargıydı.58 Nēbhu ve eşanlamlıları banda benzeyen ve muhtemelen askı olarak kullanılan bandajı tanımlamaktaydı.59 Çoklu ilaç kullanımı yaygındı, hastaya uygulanmadan önce tıbbi sargılar ve bandajlara sürülen birtakım ilaçlar ihtiyaç duyulduğunda değiştirilirdi.60 İlaç tedavisi hastalara ancak gerekli kontrol ve tahlillerden sonra uygulanırdı.61 Eski Mezopotamya’da yün kolayca elde edilir ve toplumun bütün kesimi tarafından geniş bir alanda kullanılırdı. Tampon, tıpa ve sargılar (la/ippu, itqu) yünden ve hatta at kılından (zappu) bile yapılmış olabilir. Bununla birlikte ketenden yapılma sargılar da bilinmekteydi.62 Pamuk bitkisinden (Gossypium arboreum L.) elde edilen ham pamuk, Asur’da kral Sennaherib (yaklaşık olarak M.Ö 700) zamanından beri bilinmekteydi.63 Bıçakları ince keskin bir uca sahip olması amacıyla odsidyen kullanılsa 64 da madenler daha önemliydi. Fakat metalden makaslar ancak aşağı yukarı
56
AHw 737: napdū, Verstäkungsband. CT 18. 24 (K 10053) sütun II, 1. 4-6, 8; ve CT 18. 13c-e, g: niglallum-maksū-makraku-zappu, değişik tıbbi sargılar. MSL 13 s. 115,1. 18 naštiptu: hastaya yardımcı olan bir şey=bandaj. 57 BAM 240 arka yüz 1. 49: dölyoluna birazcık yağla tampon uygulamalısın. BAM 3 sütun IV, 1.21: yedi ilacı ez, sargıyı kulaklarına sar. BAM 503 sütun I, 1.23: bir tampon olarak kulaklarına uygula. CT 23.3 önyüz., 1.17: ayak bileği ve bacağına tampon olarak uygula. BAM 3 sütun IV, I. 19: qāt eţemmi hastalığı için bir tamponda on beş ilacı sedir ağacı yağıyla karıştır ve bunu kulaklarına koy. 58 STT 58, 1. 21: boyunlarına (erkeğin) lapalarını - mēlu - koy. 59 CT 18.13 (K 169) arka yüz sütun III, 1. 41-45: nēbhu, bir çeşit kayış ya da bağ. 60 AMT 79. 1, 1. 30: sekiz faklı yara lapası. BAM 161 sütun II, 1. 11: hastalıklı anüse bir bandaj tedavisi uygulayacaksın. 61 BAM 3 sütun IV, 1.22: bunlar bilinen tamponlardır. BAM 161 sütun II, 1. 10: kullanım için uygun ve denenmiş. BAM 303, 1. 24: bir uzmanın bilinen tedavisi. BAM 410 önyüz 1.7: bunlar bilinen tamponlardır. AMT 40.2. 9: denenmiş bir lapa, büyücünün bir sırrı. AMT 105.1. 21: bilinen ve denenmiş merhemler ve seçilmiş bandajları. 62 BAM 543 sütun II, 1. 13: yağlı bir keten parçasını kullan (ilaç olarak). BAM 580 sütun I, 1. 8: onu keten bir bandajla sar; iyi olacak. 63 D. D. Luckenbill, The Annals of Sennacherib, Chicago Üniversitesi Yayını, 1924, s. 111, 1. 55, 56: Kalde’de ve dağlardaki ağaçlar gibi pamuk ağaçları birlikte büyür. Aynı yer, s. 116, 1. 64: pamukları kırpar ve yünü giysi gibi dokur. 64 R. J. Forbes, Studies in Ancient Technology VII, Leiden, Brill, 1966, 123-4.
100
Eski Mezopotamya’da Cerrahi / P.B. Adamson
M.Ö 1000 yılından itibaren hayvancılıkta kullanılmaktaydı.65 Bakır aletler doktorlarca titiz ve hassas olmayı gerektiren durumlarda kullanılıyordu.66 Ayrıca ilaçlarını hazırlayacakları bakır leğenler de kullanmaktaydılar.67 Eski Mezopotamyalılar büyük olasılıkla ilaçları hazırlamada geçirgen ve ilaçların kurumasına ve emilimine neden olan tahta ya da taş kapların tersine; ilaçların niteliklerini kaybetmesini engelleyen metal kapların avantajlarını biliyorlardı. Mezopotamya cerrahisinin oldukça sade olmasına rağmen bazen büyük cerrahi uygulamalar da olmaktaydı, fakat ulaştıkları en son noktayı bilmiyoruz.68 Ameliyatlarla ilgili hiçbir metinde anesteziden bahsedilmemiştir. Bu beklenilmeyen bir durumdur, çünkü eski Mezopotamyalılar bazı kimyasal madde ve mineraller de kullanmanın yanı sıra temelde bitkilere dayanan oldukça ileri düzeyde eczacılık bilgisine sahipti. Genel muayeneden önce hastalara şarap içirilmiş olması mümkündür. Tedavi maddeleri için bir araç vazifesi gördüğü kesin olan şarap, anestezide kullanılacak kadar yeterli nitelikte değildi.69 Bazen ağrıyı dindirmek için günlük (kanaktu) ve mürrüsafi (murru) eklenirdi.70 Salisilat71 içeren söğüt yaprağı ve kabuğu (şarbatu) bu özelliğinden dolayı ağrıyı kesmek için ağızdan alınırlardı.72 Doktorların bildiği daha güçlü ağrı kesici ve uyuşturucu ilaçlar hastalara ağız yoluyla veriliyordu. Mezopotamya’da uzun yüzyıllardan beri kullanılan bu ilaçlar kesinlikle M.Ö. ikinci binin başlarından itibaren bilinmekteydi. Adamotu (NAM.TAR, pilū) çoğu zaman tek başına kullanılmazdı, ancak diğer ilaçlarla 65
R. J. Forbes, Studies in Ancient Technology IV, Leiden, Brill, 1987 ed., 7-8. BAM 515 sütun II, 1. 7: bakır bir bıçakla yağı süreceksin. 67 BAM 124 sütun I, 1. 23: bakır bir kapta karıştır. (uruduŠEN.TUR) BAM 515 önyüz., sütun II, 1. 14, 22, 23: ilaçları bakır bir kapta hazırla. 68 Majno, 1.dipnotta adı geçen eser, s. 52. K. Haeger, History of surgery, London, Starke, 1989, 19. 69 S. J. Bermann, “Comments on F. Rosner’s notes about anaesthesia in Bible and Talmud”, Anaesth. Analg. Curr. Res., 1971, 50: 300-1. 70 AMT 66.7.17: günlük bitkisi ve yağ birlikte hastalık için kullanacaksın. O, üç gün bunu içecek ve iyileşecek. BAM 1. sütun I, 1. 22: idrar kanalının daralması için mürrüsafi bitkisi. BAM 503 sütun I, 1. 31: kulakları buharla tedavi etmek için sekiz ilaç arasında mürrüsafi…Mark 15.23’de ilacın olumlu sonuç vermesiyle ilgili bilgi için bakınız. 71 Ç.N.: Salisilat, birden fazla eklemin iltihaplanmasına ya da dejenere olmasına yol açan bir hastalık olan artrit’in belirtilerini hafifletmeye yararlı ve aralarında günümüzün aspirinin de bulunduğu ilaçlardır. 72 BAM 112 sütun I, 1. 5: idrar yolu hastalığı için alınan 37 ilaç arasında. BAM 548 sütun I, 1. 14 ve ayrıca 549 sütun I, 1. 10: ağızdan alınan aselbent bitkisi. 66
101
Gökhan Kağnıcı
birlikte verilirdi.73 Tıbbi reçetelerde bahsedilen hem dış hem de iç tedavi için kullanılan banotu (săkiru)74, doğu Akdeniz bölgesinde geniş bir alanda kullanılmaktaydı.75 Genelde tohum, çiçekler ya da yapraklarının özünün76 içilmesiyle hem keyif verici hem de acıyı dindirici olarak kullanılan kendir (azallū), eski Yakındoğu’da yetişmekteydi.77 Mezopotamya’da ekimi yapılan haşhaşın (irrū, ararū) özü reçetelerde, iç ve dış tedavilerde, sıklıkla geçerdi.78 Bu ağrı kesici ilaçlar ayrıca lokal de uygulanırdı. Özellikle derideki yaralar ve diş ağrısında ya da fitil olarak kullanılırdı.79 Eskiçağda ağrıyı dindirmenin yolu doktorlarca böyle sağlanırdı. Etkin bir cerrahi, muhtemelen uygun uyuşturucuların yoksunluğundan dolayı kısıtlı kalmıştır. Örneğin, böbrek taşı eski Mezopotamya’da bilinmekteydi, fakat bu ağrının nasıl bir cerrahi müdahaleyle sonlandırılacağını kimse bilmiyordu.80 Ayrıca basit göz lezyonları tedavisinin bile yetersiz olduğu ve hiçbir lokal anestezinin etkin bir katarakt ameliyatı için uygun olmadığı da söylenebilir.81
73
BAM 237 sütun IV, 1.5: jinekolojik hastalıklar için,mersin ve kebere tohumları ve adamotu kökü. BAM 461 sütun III, 1. 18: mide rahatsızlıkları için adamotu kökü ve hint sinirotu. AMT 59.1.30: idrar zorluğu için toz halde adamotununu ve yıldızlı devedikeniyle yut. 74 BAM 237 sütun IV, 1. 8:aybaşı (adet) için defne, devedikeni ve banotu tohumlarını yut. AMT 31. 1. 7: idrar zorluğu için birtakım ilaçlar arasında banotu. 75 R.C. Thompson, Dictionary of Assyrian botany, London, British Academy, 1949, 216. 76 BAM 1 sütun I, 1. 59: Yiyecek ve içecek olarak kullanılmayan akıl bozuklukları için bir ilaç: kendir, BAM 237 sütun IV, I. 1:aybaşı (adet) için kendir tohumu, safran. BAM 435 sütun IV, I. 15: Birada kendir ve diğer ilaçları ez. 77 Thompson, 71. dipnotta adı geçen eser, s. 222. Forbes, 63. dipnotta adı geçen eser, s. 59. 78 BAM 168, I. 43: Mide rahatsızlığı için haşhaş ile başka ilaçlar. BAM 168, 1.48: İdrar zorluğu için haşhaş. BAM 124 sütun II, 1. 39: Bakır bir kapta domuz yağı ve tereyağı ile haşhaş tohumları karıştır. 79 BAM 3 sütun II, 1. 47: Baş ağrısı için, banotu, kunduz yağı ve başka ilaçlar. CT 14.23 (K 259). II. 1/2: Adamotu/adamotu kökü: hastalıklı diş için bir ilaç, bunu dişin üstüne koy. AMT 43.1.34: haşhaş ve diğer ilaçları yağda karıştır ve fitil olarak uygula. AMT 94.2.78: Isırgan otu, haşhaş, çöpleme bitkisi, çam, terebentin bitkilerini yağda karıştır ve anüsüne koy. 80 BAM 396 sütun II, 1.22: İlaçları kullandıktan sonra mesane taşı düşecek. BAM 396 sütun II, 1.25: Bir adam böbrek taşından dolayı acı çekerse, ağrıyan bölgesine bu ilacı sür; o zaman ağrısı geçecektir. 81 BAM 510 sütun IV, 1. 40: gözlerden bir kıymık, saman çöpü ya da herhangi bir şeyi çıkartırken büyülü sözler. BAM 515 sütun II, 1. 49: Gözleri katarakt dolu (GISSU) (Kırık metin). BAM 515 sütun IV, 1. 3: Bir adam çift kataraktlı ise (ilaç tedavisi uygulanmalı).
102
Eski Mezopotamya’da Cerrahi / P.B. Adamson
Hekim insan anatomisi hakkında oldukça sınırlı bir bilgiye sahipti. Anatomi bilgisi kurban edilecek hayvanlarınkiyle sınırlı olmakla birlikte, insanın incelenmesi ve otopsi Mezopotamya’da yoktu. Doktor, Mısırlı meslektaşlarına oranla daha az bilgi sahibi olan ve halk tıbbını oldukça basit bir şekilde uygulayan kişiydi. Tıbbi metinlerden anladığımız kadarıyla bir cerrahi branşa sahip olan uzman yoktu. Genel olarak cerrahi müdahalelerin zorlu doğumlar ve jinekolojik durumların üstesinden gelemediği söylenebilir.82 Toplumda kadın ve çocukların erkeklerden daha düşük bir seviyede bulunmasından dolayı, eski Mezopotamya’da ayrı bir branş olarak çocuk doktorluğu gelişmemişti. Sünnet eski Mezopotamya’da yapılmıyordu. Doktorun insan ve hayvanlarlar üzerinde sanatını icra ettiği sanılmaktadır. Bununla birlikte gerçek veterinerlerden (muna’ išu) de haberdarız. İnsan ve hayvanlardan aynı bağlamda bahseden metinler bulunmaktadır.83 Hayvanların anatomisi hakkında daha fazla bilgi sahibi olunsa da, hayvanlarda uygulanan standart bir cerrahi prosedür insanlar üzerinde uygulananlardan daha sınırlıydı. Mısırlı doktorların da hayvan ve insan konusunda deneyimleri bulunmasına rağmen84 insan anatomisi konusunda Mezopotamyalı meslektaşlarından çok daha ileri düzeydeydiler. Mısırda silahların sebep olduğu da dahil, cerrahi vakaların tedavisinin olabilirliği düşünülmüş ve tedavi de edilmiştir.85 Mısırdaki cerrahi müdahaleler basit, ancak Mezopotamya’dakinden biraz daha ileri düzeydeydi. Yaraların dikilmekte86 ve koter (yaraları dağlayıcı madde) kullanılmaktaydı.87 Çok fazla
82
Sadece Kinnier Wilson’un 32. dipnotta belirtilen eserindeki bilgiler. W. Hausmann, “Veterinärhistorische Keilschrifttexte aus Mesopotamien” Hist. Med. Vet., 1976, 1(3): 82-6, s. 82. CT 14.41(Rm 362) 1., 4: BAM 159 sütun V, 1. 35-36’dakine benzer bir metin: Bir atın karnındaki ağrı için şarapta ilacı ez ve bunu karna sür. E. E. Knudsen, “An incantation tablet from Mimrud”, Iraq, 1959, 21: 54-61. Metin, ND 5577 önyüz, 1. 1-26: Sığır hastalığına ritüel. Aynı eser, 1. 27-43: ve önyüz 44 – arka yüz 48: İnsan hastalıklarına karşı büyüler. A. Goetze, “An incantation against diseases”, Journal of Cuneiform Studies, 1955, 9: 8-18. Metin UIOM 1059, 1. 11-12: koyun ve kuzularda ateşe yol açan hastalık, kadın doktorun gözetimindeki yavruları bitkin düşürdü. 84 G. Sacino, “La figura nel medico nell” antico Egitto”, Med. nei Sec., 1968, 5 (4): 3-8, bk s. 6-7. 85 Breasted, 36. dipnotta adı geçen eser, vol. 1, s. 46, 153. 86 Aynı eserdeki yerler; 10, 14, 23, 26, 28, 47. 87 Aynı eser, 39. B. Ebbell, The Papyrus Ebers, London, Milford, 1937, CVI ve CVIII’deki durumlar. 83
103
Gökhan Kağnıcı
cerrahi bıçak mevcuttu.88 Mısırlılar, eczacılık ve ilaçlar konusunda oldukça donanımlıydı, ama haşhaşı bilmekle birlikte ağrıyı dindirme ve anesteziden yoksundular.89 Mısır ve Mezopotamyalı hekimler farklı şekillerde yetişmişlerdi ve siyasi önemi bulunan hastalar üzerinde ara sıra yapılan istişareler dışında birbirleriyle ilişkileri oldukça sınırlıydı.
88
P. Ghalioungui, The house of life, Amsterdam, Israël, 1973, 90-91. Trapenasyon eski Mısırda oldukça nadirdi. Ebbell, 84. dipnotta adı geçen eser, LXXXVIII’deki yer: šndt’yi kesen ilaç: CIX’deki yer: ‘gwt istilası ameliyatla temizlendi. 89 H. E. Sigerist, History of medicine, vol. 1. Oxford Üniversitesi Yayıncılık, 1951, 336. Dio. Sic. Hist. 1. paragraf 82 1. 3. A.P. Leca, La medecine egyptienne, Paris, DaCosta, 1971, 436-7. S. Y. El-Gammal, “Ancient Egyptian pharmacy”, Hamdard, 1985, 28 (2): 41-53, bk s. 44-46.
104
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 105-128.
TÜRKİYE’DE BİR AÇIK KAPI DİPLOMATI: AMİRAL MARK L. BRİSTOL*
Thomas A. BRYSON** Çeviren: Aytunç ÜLKER***
Birleşik Devletler'deki diplomasi tarihçileri, eskiden beri Amerika’nın dış politikasına yön verenlerin, Açık Kapı prensibini, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yalnızca Ortadoğu’daki Amerikan haklarını müttefiklerin girişimlerinden korumak ve Türkiye ile eski Osmanlı Devleti toprakları üzerinde ekonomik üstünlük elde etmek için kullandıklarını savunmaktadır.1 Fakat - birkaç genç araştırmacının çalışmalarından yararlanan - William Appleman Williams, Woodrow Wilson’un, Açık Kapı prensibini kullanarak Amerika’nın ekonomik yayılma alanını genişletmek istediğini öne sürmüştür.2 *
Thomas A. Bryson, “Admiral Mark L. Bristol, An Open-Door Diplomat In Turkey”, International Journal Of Middle East Studies, Cilt V, No. 4, Eylül 1974, 450–467. ** Thomas A. Bryson, West Georgia Üniversitesi’nde tarih doçenti olarak görev yapmıştır. Bu makaleyi hazırlarken desteğini esirgemeyen üniversitesindeki fakülte araştırma komisyonunun yardımlarını kabul etmiştir. (Ç. N.: Thomas A. Bryson, West Georgia Üniversitesi’nde 1960’lı yılların sonlarından, ölmüş olduğu 1980 yılına kadar ders vermiştir. Kendisinin temel çalışma alanı Birleşik Devletler diplomasi tarihidir. ABD’nin Ortadoğu ile olan ilişkileri üzerine uzmandır. Türklerle olan ilişkiler üzerine de eserleri vardır.) *** Bu makale İngilizce aslından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Aytunç Ülker tarafından Türkçeye çevrilmiştir. E-Mail:
[email protected] 1 Bkz. Leland James Gordon, American Relations with Turkey, 1830–1930: An Economic Interpretation, (Philadelphia, 1930), 270–277; Harry N. Howard, The Partition of Turkey: A Diplomatic History, 1913–1923, (New York, 1966), 321–323 ve An American Inquiry in the Middle East: The King-Crane Commission, (Beyrut, 1963), 294; John A. DeNovo, American Interests and Policies in the Middle East, 1900–1939, (Minneapolis, 1963), 134; Lawrence Evans, United States Policy and the Partition of Turkey, 1914–1924, (Baltimore, 1965), 292. 2 Bkz. William Appleman Williams, The Tragedy of American Diplomacy, (New York, 1965), 37-50; N. Gordon Levin Jr., Woodrow Wilson and World Politics: America’s Responses to War
Aytunç Ülker
Williams, Açık Kapı’nın geçici [ad hoc] bir politika olmadığını, geleneksel tarihçilerin de belirttiği gibi, müttefiklerin savaş sonrası meydan okumalarına karşı koymak için tasarlandığını ifade etmiştir. Yirminci yüzyıl boyunca ara ara destek bulan idealist politika George F. Kennan’ın de dediği gibi, İngiliz kaynaklı değildi.3 Williams’a göre Açık Kapı politikası, yirminci yüzyılın ilk yarısında diplomatlar tarafından sürekli olarak kullanılan bir Amerikan taktiği, Amerika’nın kuracağı ekonomik imparatorlukla sağlanacak olan büyüme amacını tanımlayan bir tabir ve Amerikan politik ve ekonomik etkisiyle sonuçlanacak bir süreçti. Williams’ın tezinin eleştirileri, onun ortaya koyduğu bakış açısını desteklemeyen, kanıtı reddeden, ekonomik bir tarih anlayışına saplanıp kaldığını ortaya koymuştur.4 Aynı zamanda yorumlarının ‘oldukça genel’ ve yararlandığı belgelerin yetersiz olduğu söylenmektedir. Ekonomik determinizmin tek bir neden olarak kabul edilmesinin bir yanıltmaca olduğunun farkında olsak da, Williams’ın iddiaları araştırılmaya değerdir. Doğu Akdeniz’de Birleşik Devletler donanmasının komutanlığını yapan ve 1919– 1927 arasında Türkiye’de Amerika Yüksek Komisyon Üyesi olan Tuğamiral Mark L. Bristol’un kariyeri ile ilgili dikkatli bir çalışmanın bize, Williams’ın, Ortadoğu’daki Açık Kapı politikasının ekonomik amacıyla ilgili sıra dışı iddialarının uygulanabilirliğini sınamak için adil bir fırsat sunar. Bristol’un kariyerini üç bölümde inceleyeceğiz. İlk olarak Bristol’un, Williams’ın Ortadoğu’da bilinçli ve saldırgan bir şekilde Amerikan ekonomik imparatorluğunu yaratmak ve Amerikan politik ve ekonomik kontrolünü bu bölgeye yaymak olarak tanımladığı Açık Kapı politikasını kullanmadığını and Revolution, (New York, 1968), 237; ve Carl P. Parrini, Heir to Empire: United States Economic Diplomacy, 1916-1923, (Pittsburgh, 1969), 13. Aynı zamanda bkz. Robert Freeman Smith’in makalesi “American Foreign Relations, 1920-1942”, Towards a New Past: Dissenting Essays in American History ed. Barton J. Bernstein, (New York, 1968), 238. 3 George F. Kennan, American Diplomacy, 1900–1950, (New York, 1952), 36. 4 Bkz. Williams, a.g.e.; Foster Rhea Dulles, American Historical Review, C. LXIV, (Temmuz 1959), 1022; C. A. McClelland, American Political Science Review, C. LIII, (Aralık 1959), 1195; R. W. Tucker, The New Republic, C. CXL, (4 Mayıs 1959), 140; ayrıca Williams’ı eleştiren Irwin Unger’in makalesi “The ‘New Left’ and American History: Some Recent Trends in United States Historiography”, American Historical Review, C. LXXII, (Temmuz 1967), 1237-1263; Robert James Maddox, “Another Look at the Legend of Isolationism in the 1920’s”, Mid-America, C. LIII, (Ocak 1971), 35-43; Williams’dan farklı düşünen Dexter Perkins, The American Approach to Foreign Policy, (New York, 1968), Bölüm 2 ve 3; R. W. Van Alstyne, The Rising American Empire, (Chicago, 1965), 192-193.
106
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
göstereceğiz. İkinci olarak, Bristol’un tam anlamıyla bir milliyetçi gibi hareket ettiğini ve Açık Kapı politikasını geleneksel anlamda kullanarak Avrupalı güçlerin Türkiye üzerindeki politik ve ekonomik kontrolünü azaltmak istediğini ve bu şekilde Amerikalı tüccarlar, sanayiciler ve gemiciler için Türkiye’de yeni pazarlar bulmaya çalıştığını göstermeyi ümit ediyoruz.5 Üçüncü olarak, Bristol’un faaliyetlerinin Birleşik Devletler’e karşı Türkiye’de iyi niyet oluşumunu sağladığını göstereceğiz. –Onun faaliyetlerinin emperyal amaçlar güttüğüne dair iddialara meydan okuyan bu gerçek–, 1940’ların sonunda başlayan Soğuk Savaşın ilk günlerinde Türk-Amerikan dostluğunun ne kadar güçlü olduğunun göstergesidir. Devam etmeden önce bir problemi çözmek gerekiyor. Bazı tarihçiler, Bristol’un Amerika Dışişleri Bakanlığı’nı, Ortadoğu politikasının olmamasından dolayı suçladığını iddia etmektedir.6 Bristol’un Ortadoğu da cahilce uygulanacak herhangi bir genel Amerikan politikasına karşı hiddetlenerek yakındığı doğru olsa da,7 kendisine verilen talimatların Açık Kapı politikasını uygulamayı gerektirdiği kesinlikle söylenmelidir. Avrupa’daki Birleşik Devletler Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral William S. Sims, Bristol’u en kıdemli subay yapıp İstanbul’a gitmesini emretmişti (Bristol’a Ağustos 1919’a kadar Yüksek Komisyon üyeliği verilmedi). Ona, ‘Amerika’nın çıkarlarını etkileyebilecek tüm konular hususunda bilgi verilerek’, ‘her nerede ve ne zaman olursa olsun çıkarları korumak ve desteklemek için’ talimatlar verilmişti.8 Ayrıca Sims, Bristol’un Paris’e gidip Deniz Kuvvetleri Operasyon Şefi Amiral William S. Benson ile görüşmesi emrini vermiş ve Bristol da buna itaat etmişti. O, Paris’te Başkan Wilson, Dışişleri Bakanı Robert Lansing, 5
Peter Michael Buzanski, Admiral Mark L. Bristol and Turkish-American Relations, 1919–1922, yayınlanmamış doktora tezi, University of California, 1960, 211. Açık Kapı ya da serbest ticaret yayılımcısı, sömürgeci imparatorluğun ticaret ve yatırımla genişlemesini önceden sezdiği gibi, İngiltere’ye benzer bir şekilde politik ve idari alanlarda hâkimiyete engel olur. Onun en çok tercih ettiği yöntem kendi çıkarları için pazar sahasını genişletme arayışı içerisinde olmasıdır. O, Amerika’nın ekonomik gücünün ve teknik ilerlemesinin baskın olmasından dolayı dünyadaki tüm bölgeleri Amerika’nın ekonomik gücünün kontrolü altına almayı ummaktadır. 6 DeNovo, a.g.e., 134. 7 Bristol’dan Lewis Heck’e, 25 Şubat 1920, Kutu 37, Mark Lambert Bristol Belgeleri, Libary of Congress; Bristol’dan Dr. E. C. Moore’a, 29 Ağustos 1921, K. 42, adı geçen belge. 8 Sims’den Bristol’a, 6 Ocak 1919, K. 1, a.g.b.; Henry P. Beers, U.S. Naval Detachment in Turkish Waters, 1919–1924, (Navy Department, 1942), 2. Benim notum tırnak içerisinde belirtilmiştir.
107
Aytunç Ülker
Herbert Hoover (İaşe İdaresi’nin ve Amerika Yardım İdaresi’nin Müdürü) ve Birleşik Devletler Gemicilik Kurulu Üyesi Edward N. Hurley ile görüştü. Her ne kadar Bristol’un idari yöneticiler tarafından Ortadoğu politikasına şekil verme konusunda bilgilendirildiğini belgeler açıkça göstermese de, Peter Buzanski, idari yöneticilerin görevin tüm ayrıntılarını tartıştığını ileri sürmektedir.9 Bununla beraber Amiral Sims, Amerika’nın çıkarlarının korunması ve on dört Wilson İlkesinin üçüncü maddesinde ifade edildiği gibi, ‘bütün ekonomik engellerlerin kaldırılması ve ticari alanda eşitliğin sağlanması’ konusunda dikkat edilmesini emrederek, bu konuda Bristol’un kendi payına düşen yükümlülüklerine dair talimatlar verdi. Bristol, 1920–1923 yılları arasında Amerika’nın Yakındoğu’daki dış politikasında, Açık Kapı prensibini temel aldığı en az altı olayla karşı karşıya kaldığını öne sürmüş ve görevini özenle yerine getirmeye çalışmıştır.10 İleride gösterileceği üzere, Amiral bu prensibi sadece Türkiye veya Osmanlı Devleti üzerinde kontrol sağlama yolu arayan müttefiklere karşı değil, aynı zamanda Türklere, Amerikalı misyonerlere ve iş adamlarına karşı da uygulamıştır. Bristol, 1927 yılına kadar Birleşik Devletler’in diplomatik temsilcisi olarak hizmet edeceği İstanbul’a 28 Ocak 1919’da varmıştı. O, Amerika’nın refahı için elde edilmesi gereken en önemli sorumluluğun, ciddi bir şekilde çalışarak Amerikan ticaretini büyütmek olduğuna inanıyordu. Bu noktada Amiralin biyografi yazarı, ‘ticari çıkarları korumanın ve büyütmenin Bristol’un kuşkusuzca en beğendiği iş olduğunu ve herkesin kabul edeceği gibi, bunu en önemli görevi olarak addettiğini’ belirtmişti.11 ‘Toplumun genel huzurunun, ticaretteki maddi ihtiyaçların tatmin edici olmasıyla en iyi şekilde giderilmiş olacağı’ varsayımı üzerinde çalışan tarihçi Gabriel Kolko’nun ifadeleri de, Bristol’un ifadeleriyle aynıdır.12 Bu, Preble, Decatur ve Rogers gibi yedi denizi dolaşıp, sürekli büyüyen Amerikan endüstriyel ekonomik sistemi için yeni pazarlar arayan Deniz Kuvvetleri’nin aşırı geleneksel memurlarının biçimlendirmesiyle oluşmuş bir tutum olup, Bristol’un dünyaya bakış açısının 9
Buzanski, adı geçen tez, 29. Bristol’dan Admiral H. S. Knapp’a, 15 Ocak 1920, K. 37, a.g.b.; Bristol’dan Frank Polk’a, 15 Ocak 1920, a.g.b.; Bristol’dan Sir William Ramsey’e, 15 Ocak 1922, K. 41, a.g.b.; Bristol’dan G. Howland Shaw’a, 7 Aralık 1922, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan Allen Dulles’a, 29 Ocak 1923, K. 49, a.g.b. ve Bristol’dan W. W. Cumberland’a, 10 Kasım 1923, K. 48, a.g.b. 11 Buzanski, a.g.t., 211. 12 Gabriel Kolko, The Triumph of Conservatism: A Reinterpretation of American History, 1900– 1916, (Chicago, 1967), 2–3. 10
108
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
ayrılmaz bir parçasıydı. Gerçeği söylemek gerekirse, tarihçi Charles A. Beard, Bristol’un ekonomik büyüme felsefesi olarak Albay A. T. Mahan’ınkini örnek aldığını belirtmiştir.13 Bristol’dan kalan belgeler, Bristol’un şirket yöneticilerinin etkisi altında kaldığını ve kendi hükümetinin ticari amaçlarını temsil edercesine hareket ettiğini kesin olarak göstermektedir. O, Açık Kapı prensibini sadece müttefiklere karşı cephe oluşturmak için değil de, Amerika’nın ekonomik çıkarlarını olumlu yönde ve ciddi bir şekilde daha ileri götürmek için kullanmalıydı.14 Bristol’un fikir ve hareketleri bakanlıklar, deniz kuvvetleri ve maliye tarafından onaylanmış ve o, kaçınılmaz bir sonuç olarak Wilson ve Harding idaresinde talimatları açık bir şekilde takip ederek, her iki yönetim zamanında Amerikan ticaretinin büyümesi yönündeki faaliyetlerinin kabul edilmesini sağlamıştır.15 Çalışkan amiral ve diplomat Bristol, Amerika’nın gelecekteki ekonomik çıkarlarını gayretle temsil etmeyi istemesinin yanı sıra, Protestan misyonerlerin ve hayırseverlerin Birinci Dünya Savaşı boyunca Ortadoğu’daki Amerikan dış politikasına hâkim olduklarının tamamen farkındaydı. O, Amerikalı misyoner ve tüccarlar arasında amaçlardan doğan anlaşmazlığın bilincinde olmakla beraber, hükümetin ‘arabulucu’ gibi hareket ederek anlaşmazlıkları çözmesini ve yeni bir Ortadoğu politikasında, Amerikalı tüccarların ihtiyaçlarına öncelik tanınması gerektiğinin de farkındaydı. Bristol’un İstanbul’daki birçok faaliyetinin ana hedefi, bu amacın başarılmasına bağlıydı. Açık Kapı prensibi, onun asıl amacı olan ekonomik yayılmacılığı sağlamak için ana vasıtasıydı. Bu hedefe ulaşmak için Bristol, altı aşamalı bir politika izlemiştir. İlk olarak Türkiye’nin Amerika’ya karşı iyi niyetini arttırmak; ikinci olarak Türkiye’de 13
Charles A. Beard, The Idea of National Interest: An Analytical Study in American Foreign Policy, (Chicago, 1966), 226–227. 14 Bristol’un endüstri ve hükümet arasındaki ilişkilerde izlediği felsefe için bkz. Bristol’dan Albay Lyman Cotten’a, 28 Nisan 1919, K. 36, a.g.b.; Bristol’dan Martin Egan’a, 22 Ekim 1921, K. 42, a.g.b.; Bristol’dan L. I. Thomas’a, 13 Kasım 1920, K. 39, a.g.b.; Bristol’dan Allen Dulles’a, 21 Eylül 1922, K. 47, a.g.b.; Bristol’dan Bradley’e, 30 Ekim 1923, K. 48, a.g.b. 15 Bkz. E. G. Mears’dan Bristol’a, 15 Haziran 1920, K. 38, a.g.b., Başkan Wilson dönemi bakanlıkları, Deniz Kuvvetleri ve maliyenin Bristol’un yaptıklarından memnun olduklarını bildirmektedir; L. I. Thomas’dan Bristol’a, 8 Ekim 1920, K. 39, a.g.b., Colby dönemindeki Dışişleri Bakanlığı Bristol’un hizmetlerinden dolayı takdirini sunmaktadır; Charles Evans Hughes’dan Bristol’a, 15 Temmuz 1922, 19 Şubat 1923, K. 47 ve 49, a.g.b.; Deniz Kuvvetleri Sekreteri Edward Denby’den Bristol’a, 18 Mayıs 1921, K. 42, a.g.b.; Amiral A. T. Long’dan Bristol’a, 11 Aralık 1922 ve 16 Ağustos 1923, K. 48 ve 52, a.g.b.; Beers, a.g.e., 12.
109
Aytunç Ülker
ekonomik yayılmacılığa olanak sağlayacak hava yaratmak; üçüncü olarak Türk ticaretini tekeline almaya çalışan müttefiklerin çabalarını yok etmek; dördüncü olarak ekonomiye nüfuz etmeyi kolaylaştıracak Amerikan alt yapısını oluşturmak; beşinci olarak ekonomik yararı arttıracak şekilde Amerikan ekonomik sistemini şekillendirerek entegre etmek ve altıncı olarak Amerika’nın ticari şirketlerini Ortadoğu’da yeni pazarlar için ciddi bir rekabete teşvik etmek istemiştir. I Bristol, İstanbul’a vardığı zaman, Birleşik Devletler Türkiye’de yardımsever olarak ün salmıştı ve o, bu avantajla Amerika’nın gelecekteki ekonomik hedefleri için bastırmaktaydı. Amerikalı Protestan misyonerlerin yüz yıllık gayreti ve hayırseverlerin faaliyetleri, Türkiye’de iyi bir Amerika imajı yaratmıştı.16 Birleşik Devletler’in Türkiye’ye savaş ilan etmemesi ve müttefikler tarafından tasarlanmış olan ‘Avrupa’nın hasta adamını’ bölmeyi amaçlayan gizli anlaşmalara ortak olmaması, Amerika’nın Türkiye’deki iyi niyetine teminat niteliğindeydi. Buna karşın müttefikler ve diğerlerinden farklı olarak İngilizler, Türklerden pek memnun değillerdi. Tarihçi Robert L. Daniel, ‘Birleşik Devletler’e karşı iyi niyet oluşturulmasının çok önemli olduğunu’ ve ‘Amiral Bristol’un idari becerisini’ gözlemlemiştir.17 Bristol, dikkatli bir şekilde davranarak Amerika’nın Türkiye’deki imajına zarar verecek politika izlemekten kaçınmıştır. O, bir taraftan Türklerin kızmayacağı fakat Amerika’ya karşı iyi niyeti azaltacak olan Ermeni mandasına ilişkin politikayı takip ederken, diğer taraftan Amerikalı misyoner ve hayırseverlerin çıkarlarını başarılı bir şekilde kullanarak Amerika’nın emperyal isteklerine hizmet etmeye çabalamıştır. Başkan Wilson, sorumluluğu üstüne alarak, Mayıs 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Ermenistan’ın şartlı olarak Amerika’nın mandası altına girmesini kabul etmiş fakat Bristol buna tam anlamıyla muhalif olmuştu.18 Bu 16
Bu tür faaliyetleri içeren çalışmalar için bkz. Robert L. Daniel, American Philanthropy in the Near East, 1820-1960, (Athens, Ohio, 1970); James A. Field Jr., America and the Mediterranean World, 1776-1882, (Princeton, 1969); Joseph L. Grabill, Protestant Diplomacy and the Near East: Missionary Influence on American Policy, 1810-1927, (Minneapolis, 1971). 17 Robert L. Daniel, “The United States and the Turkish Republic Before World War II: The Cultural Dimension”, Middle East Journal, C. XXI, (Kış 1967), 52–63. 18 Bkz. Thomas A. Bryson, Mark Lambert Bristol, “U.S. Navy, Admiral-Diplomat: His Influence on the Armenian Mandate Question”, Armenian Review, C. XXI, (Kış 1968), 3–22.
110
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
görev kabul edilirse Türkiye’de Amerika’ya karşı olan iyi niyet muhtemelen azalacaktı. Bu durumun tam tersi yapıldığında ise, bu ülkede Amerika’ya karşı olan iyi niyet en üst seviyeye çıkacaktı. Ekonomi tarihçisi Leland Gordon’un gözlemlediğine göre, Ermeni mandasının kurulmaması, Türklerin zihnindeki Birleşik Devletler’in, herhangi bir milletin içişlerine müdahale etmeyeceği görüşünü sağlamlaştırdı.19 Bristol’un, Ermenistan’ı Amerikan mandasına almaya ilişkin muhalif hareketi, Sivas Kongresi’nde Anadolu’nun toprak bütünlüğünün korunacağını kabul eden Kemalistler tarafından sempati ile karşılanmıştı.20 Ermenilerin, Türk halkının çoğunlukta olduğu bölgelerde toprak peşinde olmasından beri bu prensip ihlal edilmişti. Bristol, Wilson’un düşüncesini kabullenerek, Ermeni mandasıyla Amerikan ticari yayılmacı hedeflerini uzlaştırmak zorunda kalmıştı, çünkü bu iki durum birbirine zıttı. O, Ermenistan’ın manda altına alınması arzusunun, ancak tüm devletin manda altına alınması halinde ‘ticari çıkarları işe yarar hale getireceğini’ ve Osmanlı Devletini ayrılmaz bir bütün olarak gördüğünü ifade etmiştir.21 Yeni yeni ortaya çıkan Türk milliyetçiliği için mandayı çözüm olarak kabul etmek mümkün değildi, fakat Amerika’nın ticari çıkarları devletin tümünün manda altına alınmasını takdir ile karşılamaktaydı, çünkü böylece kazanç elde etme olasılığı doğacaktı. Gerçeği söylemek gerekirse, Bristol’un ticari ataşesi Eliot Grinnell Mears, bu çözümün ‘Amerika’nın iş ve ticari çıkarları için önerildiği ve temelde Birleşik Devletler için kazançlı olacağı’ iddiasında bulunmuştur.22 Bristol’un, Ermenileri manda altına almaya dair muhalif düşünceleri kuşkulu bir şekilde İngiliz motiflerine bürünmüştü. Amerika, Ermenileri mandası altına almayı önerdiği sırada,23 onun 19
Gordon, a.g.e., 283. Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, (New York, 1968), 248–249. 21 Bristol’dan Paris’teki Amerikan komisyonuna, 24 Mart 1919, K. 27, a.g.b. 22 Eliot Grinnell Mears, Modern Turkey: A Politico-Economic Interpretation, 1908-1923, (New York, 1924), 515. Bu görüş Leland James Gordon tarafından doğrulanmıştır, a.g..e., 28. Aynı görüş Edward Hale Bierstadt tarafından da öne sürülmüştür, The Great Betrayal: A Survey of the Near East Problem, (New York, 1924), 101. Bu açıklama için ayrıca bkz. Herbert Hoover, The Ordeal of Woodrow Wilson, (New York, 1958), 228-229, ve Ralph Elliott Cook, The United States and the Armenian Question, 1884-1924, yayınlanmamış doktora tezi, The Fletcher School of Law and Diplomacy, 1957, 288. 23 Birleşik Devletler’e manda önerisinde bulunup harekete geçiren İngiliz Dışişleri Bakanlığı konusunda bkz. Thomas A. Bryson, “An American Mandate for Armenia: A Link in British Near Eastern Policy”, Armenian Review, C. XXI, (Yaz 1968), 23–41. 20
111
Aytunç Ülker
muhalefetinin ana temeli, Amerika’nın milli çıkarlarına ilişkin düşüncelerine dayanmaktaydı. Bristol’un Paris’teki Amerikan komisyonuna ve Dışişleri Bakanlığı’na çok sayıda rapor göndermesi, Ermenilere karşı mandanın kabul edilmesine dair politik gelişim sürecinde birçok kişinin aklında büyük bir endişeye sebep olmuştu.24 Daha sonra, o yıl içerisinde Başkan Wilson’un Ermeni-Türk sınırına ilişkin açıklamada bulunması, Türklerin tepkisine ve Amerika’nın ticari çıkarları aleyhinde gelişmelere sebep olacağından, Bristol’un muhalefetiyle karşı karşıya kalmıştı.25 Misyonerler, çıkarlarının Bristol tarafından tam olarak dikkate alınmadığını düşündüğünden ve onun Ermeni mandası konusunda son derece muhalif olmasından dolayı, 1921 yılı sonlarına doğru bu görevden uzaklaştırılmasına istediler.26 Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Dışişleri Bakanlığı’ndaki memurlar, Bristol’un Amerikan çıkarlarını korumak için gösterdiği çabayı görmüşler ve Ermeniler konusundaki tereddütlerini kabul etmişlerdi. Pek çok Amerikalı iş adamı mektup ve telefon aracılığıyla bakanlığa ulaşıp Bristol’u savunmuştu.27 Türkiye’de Amerika’ya karşı duyulan iyi niyetten ödün vermeden Ermeni olayı konusunda izlenen yola devam edilirken, Bristol, bu ülkedeki Amerikan ticari emelleri için misyoner ve hayırseverleri dikkatlice görevlendirmiştir. Bu, Amiral Bristol’un yalnızca Amerika’nın ekonomik büyümesini göz önüne aldığından dolayı motive olduğunu göstermek için söylenmemiştir. O, talihsiz Ortadoğu’nun ihtiyaçları konusunda duyarlıydı ve yardım kuruluşlarına, okul ve kolejlere, Amerikan hastanesine, Y.M.C.A. (Young Men’s Christian Association) ve Y.W.C.A.’ya (Young Woman’s Christian Association) (Bunlar İngiltere’ye bağlı yardım kuruluşlarıdır.) birçok yararlı hizmette bulunmuştu. Eğitim, misyoner ve yardım kuruluşlarının çoğu, insani hizmetlerinden dolayı ona teşekkür etmiştir.28 Robert Koleji Başkanı 24
Bkz. Bryson, “Mark Lambert Bristol, U.S. Navy, Admiral-Diplomat: His Influence on the Armenian Mandate Question”, Armenian Review, C. XXI, (Kış 1968), 7. 25 Bristol’dan Colby’ye, 24 Haziran 1920, a.g.b.; Cook, a.g.t., 269-270. 26 a.g.e., 312, ve Robert L. Daniel, “The Armenian Question and American-Turkish Relations, 1919–1924”, Mississippi Valley Historical Review, C. XLVI, (Eylül 1959), 252–275. 27 Buzanski, a.g.t., 212. 28 Örneğin bkz. Yakındoğu’ya Yardım Kuruluşu Genel Sekreteri Charles Vickrey’den Bristol’a, 7 Kasım 1922, K. 49, a.g.b. ve Amerika Yabancı Misyonlar Kurulu Üyesi (American Board of Commissioners for Foreign Missions) James L. Barton’dan Bristol’a, 2 Haziran 1923, K. 38, a.g.b.
112
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
Caleb Gates ve İstanbul Kız Koleji Başkanı Mary Mills Patrick’in hatıratları ve James L. Barton’un Yakındoğu’ya yardım konusunda anlattıkları, Bristol’un eğitim ve tıp kurumlarına yardımlarının takdir edildiğine dair kelimeler içermektedir.29 Ancak Amiral’in misyonerleri, eğitmenleri ve yardım görevlilerini, iş adamlarının hizmetçisi olarak kullandığı söylenmelidir. O, Amerika Milli Kızılhaç’ından Hugh S. Bird’e, hayırseverliğin yerliler üzerinde iyi bir Amerika imajı bıraktığını ve bu imajın ticari girişimin büyümesine kesinlikle zarar vermeyeceğini söylemiştir.30 Standard Oil’den L. I. Thomas’ın yazdığına göre, Bristol, ‘misyonerler, eğitimciler ve yardımseverleri görevlendirerek, çıkarlarının büyük bir kısmının Amerika’nın ticari çıkarlarına bağlı olduğunu görmüş ve böylece ‘başarı’ ile iyi bir anlaşma yapmış olduğunu’ söylemiştir.31 Amerika’nın Uzakdoğu’da Kızılhaç ile gerçekleştirdiği yardımsever faaliyetlerin Amerikan ticari çıkarlarını iyi yönde etkilemesi deneyiminden bir nebze örnek alınması,32 Bristol’un özenle çalışarak Yakındoğu’daki yardım kuruluşlarını da aynı şekilde yararlı hale getirmesine yol açmıştır.33 Ne yazık ki misyonerler ve yardım için gelen görevliler ara sıra iş toplulukları yararına ticari hareketlerde bulunmuyorlardı. Robert L. Daniel, Türklerin, görevlilerin faaliyetlerinin ardında politik emeller yattığından şüphelendiklerini açıklamıştır.34 Bristol misyoner ve yardım faaliyetlerinin Amerika’nın ticari çıkarlarını zararlı bir şekilde etkilediğini gözlemlemiştir.35 Misyoner ve yardım grupları her zaman ekonomik yayılmacılığı destekleyen politika izlememiştir. Bristol, lider gibi hareket ederek, hayırseverlerin ve tüccarların dizginlerini sıkı tutup, birlikte hareket etmelerini sağlayarak 29
Bkz. Caleb Frank Gates, Not to Me Only, (Princeton, 1940), 255–256; Mary Mills Patrick, A Bosporus Adventure: Istanbul (Constantinople) Women’s College, 1871–1924, (New York, 1929), 334; James L. Barton, Story of Near East Relief (1915–1930): An Interpretation, (New York, 1930), 155. 30 Bristol’dan Bird’e, 20 Mayıs 1921, K. 42, a.g.b. 31 Bristol’dan Thomas’a, 24 Temmuz 1922, K. 47, a.g.b. 32 Jerry Israel, “For God, For China and For Yale-The Open Door in Action”, American Historical Review, C. LXXV, (Şubat 1970), 894; Thomas J. McCormick, China Market: America’s Quest for Informal Empire, 1893–1901, (Chicago, 1967), 85. 33 Bristol’dan Benson’a, 23 Temmuz 1919, K. 36, a.g.b. 34 Robert L. Daniel, American Philanthropy in the Near East, 1820–1960, (Athens, Ohio, 1970), 172. 35 Bristol’un Günlüğü, 22 Haziran 1921, K. 18, a.g.b.
113
Aytunç Ülker
‘Amerika’nın çıkarları için çalışan bir birim yaratmak’ istemiştir.36 Şimdiye kadar Bristol ile ilgili belgelerin işaret ettiğine göre, ticari amaçlar ve Charles Beard’in de yazdığı gibi ‘milli çıkarları desteklemek için hizmet etmek’, misyoner ve yardımseverlerin amaçlarına göre daha öncelikliydi.37 Misyonerleri kontrol etmek zor bir görevdi ve Bristol, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Yakındoğu Tümen Komutanı Allen Dulles’a, zamanının üçte birini ‘yardım kuruluşlarının politikaya karışmasını engellemek ve Amerika’nın çıkarlarına zarar verecek hareketlerden uzak tutmak için harcadığını bildirmiştir. Bu durum tabi ki kamuya duyurulmamıştır’.38 Bristol, Açık Kapı prensibini algılayışına bağlı olarak misyoner ve hayırseverlerin yardım malzemelerini Hıristiyan ve Müslümanlara eşit bir şekilde dağıtmasını istemiştir. Ancak yardım personelinin tarafsızlığı bir kenara bırakıp, Hıristiyan olmayanlara karşı ayrımcılık yaptığı birçok durum vardı.39 Amiral, bu uygulamayı Açık Kapı prensibinin bir ihlali olarak göstererek, yardımlardan sorumlu müdürleri sık sık uyarmaktaydı. Örneğin, o, Yakındoğu’ya yardımından sorumlu Dr. W. W. Peet’e, teşkilatının ‘herkese dürüst bir muameleyle, ırk ve dine karşı saygısızlıkta bulunmadan’ yardım etmesi gerektiğini tavsiye etmiştir.40 ‘Dürüstlük’ ile Açık Kapı politikası, Bristol’un kelime haznesinde eşanlamlı kelimelerdi. Bristol, sonunda İstanbul’daki Amerikalı topluluğun, yani misyoner ve yardımsever kesimin desteğini başarıyla elde etmişti. Bu insanların çıkarlarının iş topluluklarınınkiyle aynı doğrultuda olduğuna ikna etmişti. Bunların büyük bir kısmı hayır işleri ile meşgul olmuş ve İstanbul’da Amerika’nın ticari çıkarlarını temsil edenler, 1923’te Lozan’da imzalanan Türk-Amerikan anlaşması lehinde kongreye bir dilekçe sunarak, Amerika’nın Türkiye ile olan
36
Bristol’dan Denby’ye, 22 Kasım 1923, K. 49, a.g.b. Bristol çoğunlukla ‘Amerikan çıkarları’ terimini ve bunun yerine ‘Amerikan ticari çıkarları’ terimlerini kullanmıştır. 37 Beard, a.g.e., 274; The Open Door at Home: A Trial Philosophy of National Interest, (New York, 1935), 140. 38 Bristol’dan Dulles’a, 26 Mart 1923, K. 49, a.g.b. 39 Ayrımcılığın ticari çıkarları etkilediğine dair doğrulayıcı açıklamalar için bkz. Bristol’un Günlüğü, 6 Kasım 1920, K. 39, a.g.b.; Bristol’dan Dr. Ed. C. Moore’a, 29 Ağustos 1921, K. 42, a.g.b. ve Bristol’un Günlüğü, 25 Temmuz 1921, K. 19, a.g.b. 40 Bristol’un Günlüğü, 25 Temmuz 1921, K. 19, a.g.b. Aynı zamanda bkz. Bristol’dan Dr. Ed. C. Moore’a, 3 Mayıs 1920, K. 37, a.g.b.
114
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
ticaretinin sürmesini ve Türkiye’de aralıksız devam eden Amerikan yardımının, eğitim ve misyoner kurumlarının korunmasını onaylamıştı.41 1919 yılında misyoner, yardım, eğitim ve iş toplulukları arasında çıkarlar konusunda var olan büyük uyuşmazlık göz önüne alındığında, Bristol’un, olaylar karşısında izlediği politikalar, yeteneğini başarı ile yansıtmakla beraber, sonraki hareketlerinin de Bismarck’ın dürüstlüğüne layık eylemler olacağını göstermiştir. Fakat Türkiye’de Amerika’ya karşı olan iyi niyeti korumak ve arttırmak Bristol’un birkaç amacından biriydi ve o, bunun Amerikan ekonomik nüfuzunu sağlamak için gerekli olduğunu kavramıştı. II Amiral Bristol, Türkiye’de Amerika’nın ekonomik faaliyetlerini arttırmaya olanak sağlayan bir hava yaratma girişiminde bulunmaktaydı. O, Türklerin bu sonuca ulaşmak için çok şey yapabileceklerine inanmaktaydı. Bristol, Amerikalı iş adamlarını Türkiye’de yatırım yapmaya teşvik etmek için ön koşul olarak, Türk hükümetinin istikrarı, hukuku, düzeni, insan hayatını ve malvarlığını yasalarla korumasını, taşımacılığı geliştirmesini ve iletişim için gerekli araç ve gereçleri sağlanmasının, Amerikan sermayesi bu ülkeye girmeden önce zorunlu olduğunu ifade etmiştir.42 Bristol, öncelikle istikrarlı bir ortamın sağlanmasıyla, Amerikalı iş adamlarının Türk pazarındaki kazançlarını arttırmak için rekabete girişeceklerinden ve beraberinde elde edilen kârın Türkiye’nin yeniden kalkınmasında faydalı olacağından emindi.43 O, doğru düşünerek, istikrarlı bir hükümet ve uygun bir ortamın sadece Mustafa Kemal’in milliyetçi rejimiyle sağlanabileceğinin farkındaydı. Bristol, Türk milliyetçiliğini teşvik ederek, devletin müttefiklerin hâkimiyeti altına girmeden Atatürk’ün himayesinde varlığını sürdürebilmesini umarak, Amerika’nın ekonomik nüfuzuna açılmasını ve yenilikçi-kapitalist Amerika Cumhuriyeti ile aynı çizgide gelişmesini desteklemiştir. O, Türk 41
Bkz. Teaty with Turkey: Statements, Resolutions and Reports in Favor of Ratification of the Treaty of Lausanne by the General Comittee of American Institutions and Associations in Favor of Ratification of the Treaty with Turkey in 1926. 42 Bristol’dan Bradley’e, 30 Ekim 1923, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan Basil Miles’a, 12 Mart 1923, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan Barnes’a, 30 Ekim 1923, K. 48, a.g.b. 43 Bristol’dan Basil Miles’a, 12 Mart 1923, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan W. H. Bradley’e, 30 Ekim 1923, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan L. I. Thomas’a, 13 Kasım 1920, K. 39, a.g.b. ve Bristol’dan W. W. Cumberland’a, 10 Kasım 1923, K. 48, a.g.b.
115
Aytunç Ülker
milliyetçiliğini teşvik etmekte o kadar başarılıydı ki, iyi tanınan Türk gazetecisi ve Mustafa Kemal’in destekçilerinden Ahmet Emin Yalman, Bristol’un ‘faaliyetlerinin, milli mevcudiyete ulaşmak için bağımsızlık mücadelemizin başından sonuna kadar Türkiye ve Birleşik Devletler arasında resmi olmayan bir ittifak olduğunu’ yazmıştır.44 Amerika’nın kapitalizmi ve Türk milliyetçiliğine ilişkin olarak tarihçi Roger Trask, Türkiye’deki Amerikalı memurların, dünya savaşları arasındaki dönemde Türk milliyetçiliğine çok iyi adapte olduklarını gözlemlemiştir. Trask, Amerikalı memurların ‘güçlü milliyetçi duygulara ve Atatürk’ün ülkesindeki politikalara karşı koyması halinde’ ekonomik faaliyetleri arttırmanın mümkün olmayacağını söylemiştir.45 Fakat tarihçi Jerry Israel, Açık Kapı politikasının bir yönünün ekonomik yayılmacılık olduğunu, diğer yönünün ise sosyal ve politik kurumların reformlarla geliştirilerek modernleştirilmesini teşkil ettiği sonucuna varmıştır.46 Albay A. T. Mahan’ın askeri geleneklerine göre eğitilmiş olan Amiral Mark Bristol, Deniz Kuvvetleri’nin birinci barış zamanındaki göreviyle, ekonomik yayılmacılığa yardımcı olmak ve milli güvenliği daha üst seviyeye çıkarmakla yükümlüydü. Az gelişmiş ülkelerde sosyal ve politik kurumların reformlarla geliştirilerek modernleştirilmesi, ekonomik faaliyetleri arttırır ve beraberinde kazancı da getirir. Amerika Ticaret Odası Başkanı Julius Barnes’in yazdığına göre, o, ‘dik başlı Amerikalı iş adamlarının’, reform ve gelişimi Türkiye’ye getirecekleri konusunda büyük güven duymaktaydı. 47 Bristol, Türklerin meselelerinde Amerika’ya bağlılıklarının artmasıyla ‘modern uygarlıkların nimetlerinden olan istikrarlı bir hükümet, dinsel inançlarda özgürlük, evrensel eğitim ve gelecekteki bir zamanda kendi geleceğini tayin etme hakkının sağlanacağına’ inanmaktaydı.48 III Bütün bunlara ek olarak Türk milliyetçiliğine yardımcı olunmuş ve barışçıl bir havayla ekonomik faaliyetleri arttırma girişimi desteklenmişti. 44
Ahmet Emin Yalman, Turkey in My Time, (Norman, 1956), 79. Roger R. Trask, “The United States and Turkish Nationalism: Investments and Technical Aid During the Ataturk Era”, Business History Review, C. XXXVIII, (İlkbahar, 1964), 60. 46 Israel, adı geçen makale, 807. 47 Bristol’dan Barnes’a, 14 Haziran 1923, K. 50, a.g.b. 48 Bristol’dan Lewis Heck’e, 25 Şubat 1920, K. 37, a.g.b. 45
116
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
Bristol, müttefiklerin Türkiye’deki kontrolünün, Amerika’nın ticari çıkarlarına ayak bağı olabileceğini düşünerek, etkisini yok etmeye çalışmıştır. Sultan’ın hükümeti müttefiklerin kuklası haline gelmişti. Bu gerçek, Bristol’un şiddetle Kemalistleri desteklemesini kesinlikle açıklamaktadır. Denizde sağlanan barış zamanında takip edilen hedef, müttefikler tarafından engellenen Amerikan ticaretini Türkiye ve Ortadoğu’da yaymaktı. Bristol, Dulles’a, ‘müttefiklerin Türkiye’de ayrıcalık elde etmeye çalıştıklarını ve aynı zamanda Türkiye’nin mali ve ticari faaliyetlerini kontrolde tutabilmek için komuta edebilecekleri bir pozisyon edinmeye çalıştıklarını’ yazmıştır.49 Bristol, özellikle Ortadoğu’da muazzam büyüklükte bir ekonomik imparatorluk inşa etmekte olan İngilizlerden şüphelenmekteydi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen olaylar o kadar uğursuzdu ki, denizde ve ekonomik alanda Birleşik Devletler ile İngiltere arasında artan çekişme ve Anglo-Amerikan ilişkilerinin zedelenmesi, Bristol’un ufukta belli belirsiz savaş bulutları görmesine neden olmuştur. O, tam olarak Wilson gibi savaştan kaçınarak uzlaşmaya varmak ve barışı sürdürerek her iki milletin de serbestçe, eşit bir ortam içerisinde ekonomik hedeflerini izlemesini istemişti.50 Müttefiklerin politikalarını oluşturanlar, Amerika’nın Yakındoğu’daki ticaretini üç yolla engellediler. İlk olarak, Amerika’nın Türkiye’ye ihracatına zararı veren ve Türkiye ile Birleşik Devletler’in arasında hazırlanan anlaşmaya ters olan tüketim vergisine maruz kaldılar. İkinci olarak, müttefikler Ticari Danışma Komitesi aracılığıyla, Türkiye’deki ticareti kontrol etmekteydi ve Birleşik Devletler’in de bu topluluğa katılması kabul edilmiyordu. Son olarak, müttefiklerin diplomasi memurları, manda sisteminden istifade ederek, Birleşik Devletler’in Mezopotamya’daki zengin petrol yataklarından adil bir pay elde etmesini engellemişti. Bristol’un var olan anlaşmalara güvenerek ve Açık Kapı prensibine dayanarak kuvvetli bir şekilde Amerika’nın haklarını savunduğu iyi bir şekilde bilinmektedir. O, gayretle takip ettiği politika sayesinde ayrıcalık yaratan tüketim vergilerinin kaldırılmasını sağladı ve Ticari Danışma Komitesi’nin, Açık Kapı prensibini ihlal ettiği gerekçesiyle Amerika’nın da bu
49 50
Bristol’dan Dulles’a, 29 Ocak 1923, K. 49, a.g.b. Bristol’dan Üsteğmen R. S. Dunn’a, 28 Aralık 1923, K. 53, a.g.b.; Bristol’dan Cecil Dorrian’a, 28 Mart 1921, K. 39, a.g.b.
117
Aytunç Ülker
topluluğa üye olması için ‘azimle’ çalıştı. Bristol sonunda başarılı olmuştu.51 Onun, Amerikalı petrol şirketlerinin de Ortadoğu petrollerinin araştırılmasına katılması için mücadelesi, iyi bilinmektedir ve hiçbir zaman unutulmayacaktır.52 Bristol, geleneksel diplomatik metotlara ek olarak, müttefiklerin Türkiye’deki kontrolünü etkisiz duruma getirmek için değişik yöntemlere başvurmuştu. O, Türklerin ekonomik taktikler aracılığıyla, bir parça finansal bağımsızlık elde etmek için müttefik bankerlerinden kurtulmalarını ummuş ve bankacılık sistemi geliştirmelerini tavsiye etmişti.53 Bristol, başarıyla geliştirilmiş bir Türk bankacılık sisteminin politik istikrarı sağlayacağı ve TürkAmerikan ticaretini arttıracağı sonucuna varmıştı. Onun benimsediği bir başka yaklaşım, Amerikalı iş adamlarını Türkiye’deki ticareti büyütmeye teşvik ederek, daha yüksek kazançlar sağlayan genişletilmiş ticari pazarlar elde etmek ve karşılıklı olarak müttefiklerin politik entrikalarını adilce azaltmaktı.54 Bristol, müttefiklerin kontrolünü eninde sonunda azaltmak için Amerika’nın özel sermayesini kullanabileceğinin farkındaydı. O, geçmişteki dolar diplomasisinden bir nebze örnek alarak, müttefiklerin finansal kontrolünü zayıflatma başarısıyla sonuçlanacak olan Garanti Yatırım Ortaklığı kredisini Türk hükümetiyle uygulamaya koymak için çalışmıştı.55 IV Müttefiklerin, Türkiye üzerindeki ekonomik ve politik kontrolünü zorunlu olarak azaltmak için etkili adımlar atılmaya başlandığında, Bristol, bu ülkede yavaş yavaş Amerikan ticari nüfuzunu sağlama amacını kolaylaştıracak altyapıyı oluşturmuştu. Amiral, Amerika Deniz Kuvvetleri ve diplomatik personeline, iş adamları ve ticaret odası memurlarına, yardım çalışanları ve misyonerlerin dışında çeşitli gazeteci gruplarına bel bağlayarak, ticari fırsatlara dair bilgi ve Türklerle müttefikler hakkında istihbarat sağlayıp, pozitif bir güç gibi hareket ederek, Türk hükümetinin yenilikçi doğrultuda gelişimini 51
Bristol’dan Knapp’a, 28 Ocak 1920, K. 37, a.g.b.; Buzanski, a.g.t., 222; Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı, Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1920, C. III, 757-765, ve 1921, C. II, 890-916. 52 Lawrence Evans, United States Policy and the Partition of Turkey, 1914-1924, (Baltimore, 1965), B. XI, ve DeNovo, a.g.e., B. VI. 53 Bristol’dan Cumberland’a, 10 Kasım 1921, K. 48, a.g.b. 54 Bristol’dan Barnes’a, 14 Haziran 1923, K. 50, a.g.b. 55 Bristol’un Günlüğü, 14 Ekim 1920, K. 17, a.g.b.
118
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
biçimlendirmekteydi. O, Dışişleri Bakanlığı memurlarına, işbirliği için uygun bilgiyi derhal elde edebilmekteydi. İşbirlikçi memurların Bristol’a, verdiği hizmet ve bilgilerden dolayı teşekkür ettikleri birçok mektup bulunmakta ve Dışişleri Bakanlığı, Amirali, Ortadoğu’daki ana bilgi kaynağı olarak dikkate almaktaydı.56 Altyapının büyük bir kısmının Amerikalıların oluşturduğu geniş bir ağ kuruldu. Bristol, geçmişte istihbarat görevlisi olan Üsteğmen R. S. Dull’a, ‘İstanbul’daki Amerikan topluluğunun neredeyse tamamının Amerika’nın ticari çıkarları için elbirliği ile çalıştığını’ yazmıştı.57 Bristol, istihbarat ağını Kudüs, Şam, Halep, Beyrut, Bağdat, İzmir ve Samsun gibi yerlerdeki Yüksek Komisyon Ofisi delegelerini ve konsolosluk memurlarını kullanarak genişletti.58 O, birçok harekât raporunu, bilgi kaynağı olan konsolosluk postalarından edinerek, müttefiklerin hareketlerini sık sık Dışişleri Bakanlığı’na bildirmekteydi. Bir ağın daha etkin ekonomik bilgi toplayabilmesi için, Doğu’nun Amerika Ticaret Odası Başkanı olarak hareket eden Standard Oil görevlisi Oscar Gunkel, Amiral tarafından sevk edilerek, Amerikalı iş adamları için her limanda alt komite şubeleri kurmuştu.59 Bristol, bu komitelerin yeni yayın organı olan Doğu Ticareti Dergisi aracılığıyla, Ortadoğu’da yayılmak için kurmuş olduğu Odalar Soruşturma Bürosu’na bilgi sağlayabileceği sonucuna varmıştı.60 Amiral, aynı zamanda kendi kumandası altındaki destroyer gemilerinin kaptanlarından bilgi toplayarak, Amerikalı iş adamlarına yardım sürecinde önemli bir bağlantı olarak kullanmıştı. Bu gemiler, yeni ticari fırsatlar arayıp bulmak isteyen Amerikalı tüccarları sıkça Akdeniz sularının bir yanından diğer yanına taşımaktaydı. Destroyerler tarafından sağlanan paha biçilmez iletişim hizmeti, Bristol’un çoğu kez politik ve ticari mesajlar göndermek için kullandığı telsizlerden dolayı kısmen önem arz etmekteydi. O, Deniz Kuvvetleri İstihbarat Şefi Tuğamiral A. P. Niblack’a, ‘iş adamlarının iletişim için Amerikalıların telsizlerine ve postayla iletişim için yine kendilerine bağlı olduklarını’ 56
Standard Oil’deki E. J. Sadler’dan Bristol’a, 30 Mart 1920, K. 37, a.g.b.; Tütün Ürünleri Anonim Şirketi’nden William A. Ferguson, 31 Ağustos 1921, K. 40, a.g.b.; Amerika Ticaret Odası’ndaki J. H. Barnes’dan Bristol’a, K. 50 a.g.b. 57 Bristol’dan Dunn’a, 28 Aralık 1923, K. 53, a.g.b. 58 Buzanski, a.g.t., 41-42. 59 Bristol’dan Gunkel’a, 7 Temmuz 1921, K. 43, a.g.b. 60 Bristol’un Günlüğü, 20 Mart 1920, K. 17 ve 15 Ekim 1920, a.g.b.
119
Aytunç Ülker
yazmıştı.61 Bu iş için ayrılan bütçenin azaltılması, Amerika’nın iletişim olanaklarını azaltır ve sonuç olarak ülkenin ticari görevinin etkinliğinde bir düşüşe sebep oldu. Bristol, Gemicilik Bürosu Şefi Tuğamiral Thomas Washington’u bilgilendirerek, bütçeyi kısıtlayacak bir adımın atılmaması gerektiğini, çünkü ‘yaptıkları ticari işin dünyanın bu kesiminde tamamıyla Amerika’nın gelecekteki çıkarlarını korumak ve ilerletmek için gerekli olduğunu’ söylemiştir.62 Bütün bunlara ek olarak Bristol, Amerikalı on iki dini ve hayırsever yardım grubundan yararlanmıştı. Onlar, kültürel emperyalizmin değerli unsurlarıydı, çünkü Bristol, yeni hükümetin gelişimini batılı bir çizgide şekillendirerek, gelecekteki liderlerin takdire şayan Batı metotlarıyla yetişmesinin önemli olduğunu görmüştü.63 Örneğin o, Amerika Yabancı Misyonlar Kurulu Üyesi James L. Barton’a, ‘şu anda dünyanın bu kesiminin ihtiyacı bizim misyonerlerimizin en büyük ve en kudretli çabalarıdır. Bu insanların yeni bir hükümet kurması, yenilikçi, ahlaki, ruhani ve ticari gelişim için desteklenmesinin tam zamanıdır’ diye yazmıştı. Amiral’in bildirdiğine göre, ‘biz onları [misyoner ve eğitimcileri] kendi misyonerlik işlerimizi sonuna kadar devam ettirerek, yeni Türk hükümetinin istikrarlı olabilmesi için kararlı bir destek sağlamak ve aynı zamanda yeniden inşa sürecinde Türkiye’ye yardım etmek için istiyoruz’ demişti.64 Bristol, bu misyoner, eğitim ve yardım kuruluşlarının çaba ve faaliyetlerini Amerika’nın ekonomik büyümesine neden olabilecek şekilde düzenlemişti. Onun, Deniz Kuvvetleri Sekreteri Edward Denby’ye yazdığına göre, ‘eğitimcilerin ve yardımseverlerin liderleri özel bir görevle bir araya toplanıp, Amerika’nın çıkarları için bir birim olarak çalışıncaya kadar görüşmeler yapmıştı. Böylece Amerikalılar görevleri ve yaptıkları konusunda öğütlenmiş, onlara akıl verilerek her türlü nasihat verilmişti’.65 Aynı zamanda gazeteciler de Bristol’un teşkilatlanmasında gönüllü olarak sadakatle hizmet etmekteydiler. O, Hıristiyan azınlıklara olumlu, 61
Bristol’dan Niblack’a, 25 Haziran 1920, K. 38, a.g.b. Bristol’dan Washington’a, 27 Eylül 1921, K. 43, a.g.b. 63 Bu gruplara Amerika Kızıl Haçı, İstanbul Olağanüstü Durum Yardım Komitesi, Amerika Deniz Kuvvetleri Yardım Grubu, Amerika Yabancı Misyonlar Kurulu, Yakındoğu Yardım Kuruluşu, YMCA, YWCA, Amerika Ortak Dağılım Komitesi, Mennonite Yardım Komitesi, Rus Mülteci Çocuklarına Yardım Komisyonu, Robert Koleji ve İstanbul Kız Koleji de dâhil edilebilinir. 64 Bristol’dan Barton’a, 12 Ekim 1922, K. 48, a.g.b. 65 Bristol’dan Denby’ye, 22 Kasım 1923, K. 49, a.g.b. 62
120
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
Türklere ise tarafsız bilgilerin yayını yapılmasını önlemek amacıyla haberleri dahi idare etmekteydi.66 Bristol’un Türk taraftarlığı daha ağır bastığından ve Ortadoğu’da gazetecilerin birçoğu güçlü bir şekilde Hıristiyanların lehinde olduğundan, o, haberleri idaresi altına alarak ortamı yatıştıran bir etkide bulunmak istemiştir. Bristol, Amerikalı şirket sahiplerine dahi, Ortadoğu’ya Amerikalılar tarafından ticari girişim götürülmesi gerektiğini, okul öğretmenleri, üniversite profesörleri ve misyonerlerin kültürel sömürgeciliğin ajanları olarak hizmet edebileceğini bildirmişti. Amerika’daki meslek okullarında ve üniversitelerde yetiştirilmiş kişiler, liberal ortaklık fikirlerini ortaya çıkararak, geleneksel Amerikan çizgisi doğrultusunda ticari çalışmalara olanak sağlayabilirdi. Bristol, Amerika’nın pazardaki adil ticaret anlayışını ve Ortadoğu’daki duruşunu, kendi yerine başkalarını düşünen modele ve Türklerin ekonomisiyle hükümetini yapılandırmasına yardım etmeye bağlamaktaydı. 67 Amiral, Birleşik Devletler ve Türkiye arasındaki resmi politik ilişkiler yeniden başlamadan önce, altyapısında değerli becerilere sahip çeşitli görevlilerin yardımını alarak, Kemalist hükümetle temaslarını devam ettiriyordu. Örneğin, Yakındoğu Yardım Kuruluşu’ndan misyoner olmayan Charles McDowell adlı görevli, Ankara’dan İstanbul’a döndüğünde, Bristol’a, Türklerin ekonomik kalkınma planları konusundaki görüşme teklifine iyi niyetle baktıklarını söylemiştir. O, aynı zamanda Ankara’nın Yakındoğu’daki yardım faaliyetlerinden bazılarının, Amerika’nın ticari çıkarlarına zararlı olduğunu ifade ettiklerini bildirmiştir.68 Bristol, altyapının birimlerini koordine etmekten başka, bilgi toplama sürecinde hayati bir bağlantı olarak hizmette bulunmuştur. Amerika’nın İstanbul’daki Birinci Deniz Kuvvetleri Diplomatı Tuğamiral David Porter, diplomatik vazifesi olmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerine gitmeyi reddetmiş, buna karşın Bristol ise ondan farklı olarak, sık sık Doğu Akdeniz’e ve Karadeniz’e giderek bilgi toplamıştı. Örneğin, 1920 yılında Bulgaristan’a yapılan bir seyahat, Bristol’a Amerikan ticari girişiminin yayılması için şahane bir fırsat yaratarak, buraya memur tahsis edilmesini
66
Bristol’dan W. S. Hiatt, Associated Press, 19 Şubat 1921, K. 40, a.g.b. Bristol’dan W. H. Bradley’ye, 30 Ekim 1923, K. 48, a.g.b.; Bristol’dan Julius Barnes’a, 14 Haziran 1923, K. 50, a.g.b. 68 Bristol’un Günlüğü, 22 Haziran 1921, K. 18, a.g.b. 67
121
Aytunç Ülker
sağlamıştır.69 Her ne kadar diplomatik ve ticari bilgi toplamak ve yaymak önemli olsa da, Bristol, kısa bir süre içinde sorun çıkarmadan işleyecek, müttefiklerin ekonomik sistemiyle rekabet edebilecek bir Amerikan ekonomik sistemi yaratma ihtiyacının farkına varmıştır. V Bristol, eskiden kurumların bireysel olarak hareket etmesine neden olan ve uzun zamandan beri Amerikalı tüccarlar tarafından kullanılan metotların yerine, onların ortak ticari girişim metotlarını kullanması gerektiği sonucuna varmıştı. Ondan kalan belgeler, ticari teşebbüsün modernleşmesini destekleyen ilk kişilerden Herbert Hoover’a takdirini açığa çıkarmakta, çünkü Hoover’ın Bristol’u bu doğrultuda düşünmesi için etkilediği tahmin edilmektedir. Amiral Bristol, bankacılığı, ticari kurumları, vapur hattı işletmelerini ve acenteleri, yani Amerikan endüstrisinin çeşitli aktör ve kuruluşlarını desteklemiştir.70 O, Howard Heinz’a, Amerikan kuruluşlarının, birbirini tamamlayarak müteşebbis müttefiklere karşı başarıyla rekabet etmesini sağlayacak şekilde, Amerikalı personelin yönetimi ve idaresi altında olması gerektiğini ileri sürmüştü.71 Bristol, bundan başka Ortadoğu’daki Birleşik Devletler’in ekonomik çabalarını modernleştirmek için çalışıyordu. Birleşik Devletler Gemicilik Kurulu’ndan Frank E. Ferris’in yazdığına göre, Bristol, ‘ben şirketlerin yabancılarla ticaret yapabilme girişimini Webb-Pomerene kanunu kapsamında üstleniyorum. Bu suretle herhangi bir malın üreticisi, üretici ayırt etmeksizin yabancılarla ticaret yapabilmek için organize olabilir’ demiştir.72 Amiral Bristol, düzenli bir ekonomik sistem vasıtasıyla modernleşmeyi başarmak için çeşitli faktörleri yakından takip etmekteydi. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde, gemicilik alanında Yakındoğu’da on yedi yeni hat hizmete açılınca, rekabeti karşılayabilmek için Birleşik Devletler Gemicilik Kurulu Temsilcisi Bristol, Amerika’dan Türkiye’ye kargoların yüzde altmışını 69
Bristol’dan Eliot Mears’a, 17 Temmuz 1920, K. 38, a.g.b.; Bristol’dan Amiral H. S. Knapp’a, 12 Haziran 1920, K. 38, a.g.b.; Bristol’un Günlüğü, 24 Temmuz 1920, K. 17, a.g.b. 70 Bristol’un Günlüğü, 23 Eylül 1920, K. 17, a.g.b. 71 Bristol’dan Heinz’a, 4 Mayıs 1921, K. 41, a.g.b. 72 Bristol’dan Ferris’e, 19 Ağustos 1921, K. 42, a.g.b. Webb-Pomerene kanunu, küçük şirketlere hammaddeyi işleyerek ihraç etme izninin yanı sıra büyük miktarlarda hammaddelerin alım satımıyla meşgul büyük Avrupalı şirketlere karşı rekabet edebilme olanağını veriyordu.
122
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
taşıyan bu kurulun gemilerini destekleyerek özenle çalışmıştı.73 O, çeşitli Ortadoğu limanlarında yeni oluşan ticarette söz sahibi olabilmek için Gemicilik Kurulu şubeleri açmıştı.74 Bristol, Amerikalı gemilere lojistik destek sağlamak amacıyla, Standard Oil’un İstanbul’da petrol depoları kurabilmesi için Türklerden izin almıştı.75 Tarihçi Leland Gordon’un ifade ettiğine göre ‘bu durum, Amerika Yüksek Komisyon Üyesi tarafından, sadece mevcut hareketliliği atlatıncaya kadar ülkesinin bu sahada etkili olabilmesi ve başarıyla rekabet edebilmesi için, gemicilik çıkarlarını korumak amacıyla uygulanmıştı.’76 Bristol, aynı zamanda sağlanabilecek krediler hakkında bilgi toplayabilmek için, İstanbul’da Doğu Akdeniz ülkelerinden sorumlu Amerika Ticaret Odası’nın himayesinde danışma bürosu kurmuştu.77 VI Deniz taşımacılığını, iletişim araç-gereçlerini ve büyük bir bilgi toplama organı tarafından desteklenen çok geniş bir ekonomik sistemi organize edebilmek, Bristol’un hedeflerinden biriydi. O, aynı zamanda Amerikalı şirket çalışanlarını savaştan sonra ortaya çıkan Türk pazarına girmeleri için teşvik etmekteydi. Bu yeni pazarlar Amerikan endüstrisindeki sermaye fazlasını alıp, savaş sonrası dönemde refah seviyesini yüksek düzeyde tutmayı sağlayacaktı.78 Bristol, iş topluluklarının şefi durumundaki hükümetin çıkarcı grupları temsil ettiğini hissetmekteydi. O, bu fikrini açık bir şekilde Standard Oil’den L. I. Thomas’a bildirerek, ‘bizim hükümetimiz, layık olduğu seviyeye gelmesini sağlayan iş adamlarını temsil etmektedir’ demişti.79 Bu felsefenin uygulaması olarak, Standard Oil’un Yakındoğu bölümünde hizmet eden eski Deniz Kuvvetleri Görevlisi E. J. Sadler’in, Ocak 1920’de Bristol’a, Dışişleri Bakanlığı’nın Amerikalı petrol şirketlerine Mezopotamya’daki petrol yataklarında eşit fırsatlar sağlanması gerektiğini yazması örnek verilebilir. 73
Gordon, a.g.e., 123 Levant Trade Review, C. XIII, (Temmuz 1924), 273–277 ve adı geçen dergi, C. X, (Ocak 1922), 3–6. 75 Bristol’dan Tuğamiral Philip Andrews’a, 18 Şubat 1920, K. 37, a.g.b. 76 Gordon, a.g.e., 123. 77 Bristol’dan Oscar Gunkel’e, 7 Temmuz 1921, K. 43, a.g.b.; Bristol’un Günlüğü, 20 Mart 1920, K. 17, a.g.b. 78 Bristol’dan Martin Egan’a, 22 Ekim 1921, K. 42, a.g.b. 79 Bristol’dan Thomas’a, 13 Kasım 1920, K. 39, a.g.b. 74
123
Aytunç Ülker
Bristol, bu bilgiyi derhal bakanlığa iletmiş ve gerekli hareketin yapılması için baskıda bulunmuştu.80 Amiral, 1919-1920’de Amerika’nın Türkiye’ye ihracatının yaklaşık 67 milyon doları bulmasından dolayı, Türkiye ile olan ticarette aslan payını almaya devam etmek istiyordu. Bu anormal durum, Avrupa’nın Türkiye’de tüketim mallarını karşılama konusunda yetersiz kalması, Türk halkının aşırı yoksulluğu, Amerikalı gemicilerin Yakındoğu civarında bulunması ve hayırsever kuruluşların Amerika’dan Türkiye’ye büyük miktarlarda yardımda bulunması sonucunda ortaya çıkmıştı.81 Fakat bu ticari yükseliş kısa süreli olmuş ve 1921 yılında hızlı bir düşüşe geçmişti.82 Bristol, bu düşüşün üstesinden gelmek ve Amerikan pazarını genişletmek amacıyla, zamanının büyük bir kısmını iş adamlarını Ortadoğu’da yeni arayışlar içerisine girmeye teşvik ederek harcamaktaydı.83 Onun, bizzat tüccar veya aracı gibi hareket ederek, alıcı ve satıcıları bir araya getirmeye ve ortak bir zeminde buluşturmaya çalıştığı birçok örnek durum mevcuttu.84 Bristol, ticareti desteklemek amacıyla çeşitli zamanlarda Amerikalı şirket çalışanları ve Ankara hükümeti mensupları arasında toplantılar düzenlemekteydi.85 O, Dışişleri Bakanı Hughes’a, kapısının iş adamlarına her zaman açık olduğunu yazmıştı.86 Fakat Amiral, kurallara bağlı ve Açık Kapı politikasının ruhuna uygun olarak, daima açık bir şekilde Amerikalı şirketlerin herhangi birine ayrıcalık vermeyeceğini ve herkesin eşitlik temeli üzerine kurulu bir muamele göreceğini bildirmişti.87
80
George Sweet Gibb ve Evelyn H. Knowlton, Resurgent Years, 1911–1927: History of the Standard Oil Company (New Jersey), (New York, 1956), 287–288. 81 Gordon, a.g.e., 59-61. 82 Amerika’nın ticari yükselişinin düşüşe geçmesine ilişkin olarak bkz. Gordon, a.g.e, 61; ve Robert W. Kerwin’in Türkiye’deki devletçiliğin yükselişe geçmesini anlatan makalesi “Private Enterprise in Turkish Industrial Development”, Middle East Journal, C. V, (Kış 1951), 1–38. 83 Bristol’dan Eliot Mears’a, 16 Eylül 1920, K. 38, a.g.b. 84 Örneğin Bristol, Tuğamiral N. A. McCully’ye Karadeniz ticaretiyle meşgul olan Amerikalı vapur firması için Rusya’dan birtakım gemiler satın almaya çalışmasını emretmişti. O, Bristol’a gemilerin görünümüne, boyutuna, şartlara ve fiyatına dair bilgi verecekti. Bristol’dan McCully’ye, 10 Haziran 1920, K. 38, a.g.b. 85 Örneğin Bristol, 1921 yılı yazında Ankara hükümeti görevlileri ve Amerikalı şirket çalışanları arasında bir toplantı düzenlemişti. Bkz. Bristol’un Günlüğü, 4 Mayıs 1921 ve 28 Temmuz 1921, K. 18, a.g.b. 86 Bristol’dan Hughes’a, 17 Mayıs 1922, K. 46, a.g.b. 87 Bristol’un Günlüğü, 5–6 Mayıs 1921, K. 18, a.g.b.
124
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
Böylece Bristol’un, Türkiye’yi Amerikan ekonomik topluluğunun içine almayı hedefleyen Williams’ın istediği gibi sömürgeci olmadığını ve temelde ekonomik genişlemeyi hedeflediği neticesini çıkarabiliriz. Amerika Dışişleri Bakanlığı görevlilerinin, savaş sonrası dönemde, Türkiye’de aralıksız devam eden bir ticari genişleme politikası takip etmedikleri söylenmelidir. 1930’lu yıllarda, bakanlık durgun olan Amerikan ekonomisini canlandıracak bir etkiye gerek duyduğundan, 1933–1936 yılları arasında Türkiye’de Amerika Büyükelçiliği yapan Robert P. Skinner’i, ticari yayılmacılığa yol açacak gelişmelere fiilen teşvik etmişti. Aslında bakanlık Skinner’i, ticari yayılmacılığı özel teşebbüsün elinde tutma konusunda uyarmıştı.88 Bristol’un ticari genişleme için baskı yapması ve agresif bir tutum takınması, Dışişleri Bakanlığı’nın izlediği politikadan dolayısıyla kaynaklanmaktaydı. O, faaliyetlerinin yoğunluğundan dolayı kendi iradesini dikkate alamamaktaydı. Bristol’un, sürekli olarak agresif bir ticari politika izlediğini inkâr etmek, 1920’lerde Açık Kapı prensibi olgunlaştığı sırada Amerikan dış politikası üzerindeki baskıyı anlayabilmeyi engellerdi. Bununla beraber, onun, Williams’ın istediği gibi Türkiye’de Amerika’nın politik ve ekonomik egemenliğini yaymakla sonuçlanacak sömürgecilik politikası izlemesi, Türkleri kızdırırdı. İmparatorluk güçlerinden İngiltere ve Fransa’nın da kesin hedefi Türkiye’yi sömürmekti. Fakat bu durum gerçekleşmemiş ve Atatürk’e yakın olan milliyetçi Türk gazeteci Ahmet Emin Yalman, ‘Tuğamiral Mark Lambert Bristol’un Yüksek Komisyon Üyesi olarak seçilmesinin, “Milli Mücadele”nin başındaki binlerce olumsuz dış etkene karşı sözü edilmesi gereken birkaç olumlu etkenden biri olduğunu’ yazmıştı. İstanbul’da Amerikalılar tarafından işletilen ve 1945 yılında Bristol’un adı verilen bir hastane olduğu dikkate alındığında, Yalman, ‘Türklerin belki bir gün Amiral Bristol’u Milli Mücadele’nin kahramanlarından biri olarak görüp, takdirlerini ifade etmek için adına yakışır bir anıt dikebilecekleri’ sonucunu çıkarmıştı.89 Bu kelimeler, Amerika’nın Türkiye’de politik ve ekonomik kontrolünü sağlama başarısını gösteren bir sömürgecinin faaliyetlerini ifade etmemektedir. Yani Bristol’dan övgüyle bahsedilmesi sömürgecilik yapmadığının göstergesidir. Ne yazık ki Amiral Bristol’un çabaları, Amerika’nın Türkiye ile olan ticaretinde artışa sebep olmamıştır. Amerika’nın ticarete dair istatistik ve 88
Roger R. Trask, The United States Response to Turkish Nationalism and Reform, 1914–1939, (Minneapolis, 1971), 99–102. 89 Yalman, a.g.e., 78-79.
125
Aytunç Ülker
raporlarında, 1920’den sonra belirgin bir düşüş görülmüş ve Bristol’un 1927 yılında son bulan Türkiye’deki görevinin bitimine kadar, ticarette fark edilecek derecede artış görülmemişti. 1920’lerde Türkiye’deki ekonomik hava, Amerika’nın yatırım yapmasını teşvik eder nitelikte değildi, çünkü ihtiyatlı davranan Türkler, gelecekte ortaya çıkabilecek yabancı kontrollü bir ekonomiden sakınarak, yabancı sermayeyi çekmek için garanti vermeyen devletçilik politikasını tercih etmişti. Takip eden on yıl boyunca Amerikalı yatırımcılar Türkiye’ye yatırım sahası olarak ilgi göstermişlerdi.90 Bristol’un, ekonomik yayılmacılığa dair mevcut olanakların farkında olmaması, bu konunun dışında tutulmalıdır. Şu anda soru işareti olan konular, onun ideolojisi, amilleri ve niyetidir. Bilgiler, Bristol’un görev hissiyatına sahip olduğuna, agresif bir tutumla Açık Kapı prensibini geleneksel biçimde kullanarak müttefiklerin engellemelerini kaldırdığına ve Amerikan ekonomik teşebbüsünü savunarak yaymak için yeni ticari yollar açtığına işaret etmekteydi. Son olarak, Bristol, 2. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler’in Sovyet Rusya’yı kontrol altında tutmasında önemli bir rol oynayacak olan modern Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler sağlama konusunda başarılıydı.91 Bunun da ötesinde günümüzde Türkiye Birleşik Devletler ile Ortadoğu’da yakın müttefik olan birkaç devletten biridir. Bristol, aynı zamanda ilerleyen dönemlerde de Amerikan ticari fırsatlarının Türkiye’deki yolunu çizerek tesis etmekte yardımcı olmuştur. Roger R. Trask, Birleşik Devletler’in, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ekonomik gelişmelerin doğasını belirleme konusundaki üstünlüğünün’, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başladığını ve bunun ‘iki dünya savaşı arasındaki dönemde’, Amerika’nın Türk iktisadi kalkınmasındaki rolünden kaynaklandığını gözlemlemiştir.92 Bristol’un, her şeyi iyi bir şekilde kavrayarak Ortadoğu meseleleri hususunda birikim sahibi olması, Türk milliyetçilik akımının yoğunluğu konusunda doğru değerlendirme yapabilmesine yol açmıştır. Amiral, bu önüne 90
Gordon, a.g.e., 60-61; Birleşik Devletler Ticaret Bakanlığı, Department of Commerce Reports, C. I, (Eylül 1921), 166-168; Roger R. Trask, The United States Response to Turkish Nationalism and Reform, 1914–1939, (Minneapolis, 1971), 129-130; Lewis V. Thomas ve Richard N. Frye, The United States and Turkey and Iran, (Hamden, Connecticut, 1971), 147. 91 Trask, a.g.e., 244. 92 Roger R. Trask, “The United States and Turkish Nationalism: Investments and Technical Aid During the Ataturk Era”, Business History Review, C. XXXVIII, (İlkbahar, 1964), 58.
126
Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı: Amiral Mark L. Bristol / Thomas A. Bryson
geçilemeyen gücün farkına varmasıyla, bu gücü kabul ederek, misyonerler ve bakanlık görevlilerinin de kabul etmesi için baskı yapmış ve savaş sonrası Türkiye’sindeki politikayı en iyi şekilde geliştirmeyi denemiştir. Milliyetçiliğin, Türkiye’nin kalkınmasında önemli bir rol oynayacağı fark edilince, Bristol, görev hissiyatıyla harekete geçerek, Türkiye’de Amerika’nın çizgisinde liberal reformlar yaptırmaya çalışmıştır. Şimdiye kadar Amerika’nın Doğu Akdeniz dünyasındaki dış politikası üzerinde kontrol sağlamak isteyen Amerikalı misyoner ve hayırseverlere karşı tetikte olan Amiral, onlarla beraber görevini başarıyla tamamlamıştı. Tarihçi Edward Mead Earle, ‘Yakındoğu’da Hıristiyanlara verilen görevler arasında bundan daha kapsamlı ve önemli Amerikan faaliyetinin olmadığını’ artık yazmayacaktı. Earle, Birleşik Devletler’in, misyonerleri ‘ekonomik genişleme için aracı’ olarak kullanmadığı sonucuna varamıyordu. Niyeti, petrolü kullanarak ekonomik yayılma politikası izlemek olan Dışişleri Bakanlığı görevlilerine Amiral Bristol’un de katılmasıyla, tüccarlar Amerika’nın Ortadoğu politikasını belirlemede rollerinin büyüdüğünü fark etmiş ve misyonerler politik konulara gitgide daha az hâkim olmaya başlamışlardı.93 Bristol da, görevinden uzaklaştırılmasını isteyen misyonerlerin çabalarına karşı koyup, savaş sonrası dönemde Ortadoğu politikasında düzeni temin ettikten sonra, tüccarların ihtiyaçlarına öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Misyoner ve hayırsever topluklarla ihtilaf halinde olunduğundan, onlar 1923’te yapılmak istenen Türk-Amerikan anlaşmasının kabul edilmesini geciktirip, ticari ilişkilerin eninde sonunda hezimetle sonuçlanmasına sebep olmuşlardı. Böylece, Amerika’nın Türkiye ile ticaret yapması riskli bir hal aldığından, Bristol, ustalıkla ticari ilişkileri güvenceye almak için Türklerle geçici bir uzlaşma [modus vivendi] yapmayı başarmıştı. O, aynı zamanda misyonerlere, Ermeniler üzerinde Amerikan mandası kurulması fikrine karşı olduğunu ifade ederek, bunun gerçekleştirilmesi halinde Bolşevik ve Kemalist rejimlerle ilişkilerin karışacağı ve Birleşik Devletler ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilere engel olacağını söylemişti. ‘Kilise’ ile olan çekişmeler sırasında Richard Washburn Child, misyoner ve hayırsever çıkar gruplarını karakterize etmişti. Savaş sonrası dönemde Birleşik Devletler’in Ortadoğu politikasına şekil verme hakkını elde etmek için, Bristol’un, halkın refahını garanti altına 93
Edward Mead Earle, American Missions in the Near East, Foreign Affairs, C. VII, (Nisan 1929), 398.
127
Aytunç Ülker
alarak, Amerikan pazarını genişletmesi ve halkının tamamını istihdam ederek, ihtiyaçlarını Amerika’nın milli çıkarları doğrultusunda açık bir şekilde belirlemesi gerektiği ifade edilmelidir. Ermenilerin manda altına alınmasının kabulünün ve ilga edilen Osmanlı Devleti’ndeki Hıristiyan azınlıkların haklarını müdafaa etmenin modern endüstriyel devletlerin dış politikasında yeri yoktu. Bristol, John Quincy Adams’ın Amerika’nın politikasına ilişkin olarak, milletlerin kendi geleceklerini kendilerinin tayin etmesine dair şu sözlerini oldukça önemsemiştir: Özgürlük ve bağımsızlık her nerede gerçekleşmiş ya da gözler önüne serilmişse, orada kalbi, duaları ve duacıları olacaktır. O, yok etmek için canavarlar aramaz. O, herkesin özgürlük ve bağımsızlığı için iyi dilekte bulunur. Sadece kendi hakkını savunur ve korur. O, yabancıların bağımsızlığı için bile olsa, başkalarının bayrağı bir kere bile kendisininkinden kayırıldığında, bu işe serbest bırakma gücünün de ötesinde, özgürlüğü gasp eden unsurları varsayarak, tüm savaşlardaki çıkarları ve entrikalarına, özgürlüğün unsurlarını gasp eden kişisel açgözlülük, kıskançlık ve ihtirasa karışır.94 Uzun sözün kısası, Amiral Bristol’un, Deniz Kuvvetleri mensupları tarafından uzun zamandan beri uygulanan diplomatik görevlerden ve ticari yayılımcılıktan haberi vardı. O, geleneksel tabirle ifade etmek gerekirse, başarılı bir Açık Kapı diplomatıydı. Amerikalı diplomasi tarihçileri, onun üstün ve etkileyici diplomatik performansının değerini tam anlamıyla bilmekteydi.
94
Niles Register, C. XX, (21 Temmuz 1821), 331.
128
Tarih Okulu Sonbahar 2008 Sayı I, 129-136.
Lionel Casson, Antik Çağda Seyahat, 320 Sayfa, 4 Harita, 20 Resim, Çeviren: Nalan Özsoy, MB Yayınevi, İstanbul 2008, ISBN-978-975-9191-17-7
Murat Tozan∗
Antikçağ’da denizcilik, denizciler ve gündelik hayat ile ilgili çeşitli eserleri bulunan New York Üniversitesi profesörlerinden Lionel Casson, bu kitabında antik dönemde seyahat ve turizm konusunu birçok boyutuyla ele almıştır. Süre olarak İ.Ö. 3000’lerden İ.S. 6. yüzyıla kadar olan geniş bir dönemi kapsayan kitap, üç bölüm ve on dokuz kısımdan oluşmaktadır. “Yakın Doğu ve Yunanistan” başlıklı birinci bölümde şu beş kısım bulunmaktadır: 1. Başlangıçta: MÖ 3000-1200 (s. 15-35); 2. Başlangıçta: MÖ 1200-500 (s. 36-48); 3. Ufkun Genişlemesi (s. 49-54); 4. Klasik Yunan Döneminde Ticaret ve Yolculuk (MÖ 500-300) (s. 55-82); 5. İlk Yolculuk Yazarı (s. 83-98). Birinci kısım İ.Ö. III. binyıldan İ.Ö. 1200 yılı civarındaki Deniz Kavimleri göçü ile başlayan Demir Çağlarına kadar Mısır, Mezopotamya ve Girit uygarlıklarında ulaşım ve seyahat konusunu ele almaktadır. Burada ilk olarak bu dönemde hem sudaki hem karadaki taşıma ve ulaşım araçları ile yolların durumundan söz edilir. Ardından yolculuk yapanlar ele alınır. Burada merkezi bir yönetime sahip Mısır’da en çok yolculuk yapanların devlet görevlileri olduğu, Mezopotamya’da ise özel teşebbüsün ön plana çıktığı görülür. Ancak bu seyahatlerin ortak bir ana nedeni olduğu görülmektedir: Ticaret. Fakat tek neden ticaret değildir. Özellikle Mısır’da festival dönemlerinde kutsal yerleri ziyaret etmek önemli bir seyahat nedeniydi. İ.Ö. II. binyılın ortalarında Mısır’da eski anıtsal eserleri görmek için turistik amaçlı
∗
Arş. Gör. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı. E-Mail:
[email protected].
Murat Tozan
seyahatlerin de yapıldığını görmekteyiz. Gezilen yerlere özgü ürünlerin alınıp dönüşte yakınlarına armağan etme alışkanlığı daha o dönemde başlamıştı. İkinci kısım İ.Ö. 1200-500 tarihlerini kapsamaktadır. Bu dönemin başları için ilk olarak Homeros’un Odysseia adlı eserinde anlatılan yolculuklar incelenir. Bu dönemin yükselen güçleri denizde Fenikeliler, karada ise Asurlular idi. Bu kısımda ele alınan dönemin sonlarına damgasını vuran topluluk ise Persler olmuştur. Tarihin bilinen ilk büyük imparatorluğunu kuran Persler böylesine büyük topraklara hükmedebilmenin yolunun güçlü bir iletişim ağından geçtiğinin farkındaydılar. Bu kısmın sonunda Herodotos’un hayranlıkla söz ettiği birer günlük mesafedeki menzillerden ve bakımlı yollardan oluşan Pers posta sistemine değinilmektedir. “Ufkun Genişlemesi” başlıklı üçüncü kısımda Yunan Klasik Çağı’nın başlarında bilinen dünyanın sınırları ve o zamanki dünyanın bilinmeyen yerlerine (= terra incognita) yapılan seyahatler anlatılmaktadır. Örneğin Herodotos’un bildiği en doğudaki bölge Hindistan’dı. Burası bilgilerinin çoğu da efsanevi ya da kulaktan dolmadır. Dolayısıyla Çin’in onun bilgisi dışında olduğu görülmektedir. Yine de bu dönemin insanı yeni yerler keşfetme arzusu içindeydi. Bu konuda dönemin en ileri topluluğu Fenikeliler’di. Herodotos’un anlattığına göre Mısır Firavunu II. Nekho’ya (İ.Ö. 610-595) bağlı ücretli Fenikeli denizciler Afrika kıtasının etrafını gemiyle dolaşmışlardı. Bundan başka Pers İmparatoru Dareios da adamlarına Basra Körfezi’nden Kızıl Deniz’e uzanan Arabistan Yarımadası’nın etrafının dolaşıldığı bir keşif gezisi yaptırmıştı. Bu keşif gezilerinin yanında Kartacalı Hanno tarafından İ.Ö. 500 yılı dolaylarında otuz bine yakın insanla Afrika’nın batı kıyılarına yapılan başarısız kolonizasyon hareketi de oldukça ilginçtir. Dördüncü kısım Klasik Yunan döneminde (İ.Ö. 500-300) ticaret ve yolculuk konusunda bilgi sunmaktadır. Bu dönemden itibaren Antik dünyanın ağırlık merkezinin Önasya’dan Ege dünyasına kaymasıyla birlikte ulaşım ve seyahatte temel güzergah Akdeniz olmuştur. Bu kısımda deniz ve kara yolculukları, yolların yapımı, bakımı ve güvenliği, para taşıma, para birimlerinin çeşitliliği ve yolculukta tercih edilen giysiler gibi konulara değinilir. Bu dönemde de yollardaki insanların büyük çoğunluğu tüccarlardı. Sportif ve sanatsal faaliyetlerin bulunduğu dini festivallere katılmak isteyenler, tanrı Asklepios’a adanmış sağlık merkezlerinde şifa arayanlar, kehanet merkezlerine gidenler ve -az da olsa- sadece turistik amaçlı seyahat edenler
130
Antik Çağ’da Seyahat / Lionel Casson
yollarda görülebilirdi. Yolcu gittiği yerde bir tanıdığında kalabilirdi. Önemli dinsel merkezlerde ve kentlerde misafirhaneler bulunurdu, bundan başka hanlar ve çeşitli eğlence olanaklarının bulunduğu içkili restoranlar yolcuların uğrak noktalarıydı. Birinci bölümün son alt başlığı olan beşinci kısım “İlk Yolculuk Yazarı” olarak tanımlanan Herodotos’a ayrılmıştır. Herodotos’un eserini yazmadaki asıl amacı Pers savaşlarını anlatmak olsa da eser Yunanlılar, Persler ve onların komşuları hakkında birçok bilgi sunar. Bu bilgilerin bazılarını çeşitli bölgelere yaptığı gezlerden edindiği tecrübelere dayanarak aktarır. Bu kısımda Herodotos’un bizzat gezdiği bölgelerin nereleri olduğu, aktardığı bilgilerin doğruluğu-yanlışlığı, gezi güzergahı, anlatımındaki kişisel önceliklerine değinilir. “Roma Döneminde Yolculuk” adlı ikinci bölümde numaralandırılmaları birinci bölümün devamı şeklinde yapılmış şu sekiz kısım bulunmaktadır: 6. Tek Dünya (s. 101-112); 7. Gezginler Grubu (s. 113-122); 8. Tatilde (s. 123-132); 9. Denizde (s. 133-145); 10. Roma Yolları (s. 146-157); 11. Yollarda (s. 158-177); 12. Hanlar ve Restoranlar (s. 178-198); 13. Posta (s. 199-205). “Tek Dünya” adlı altıcı kısmın başında Büyük İskender’in ardından Doğu Akdeniz’de ortak bir kültürel çevrenin oluşması ile iletişim ve seyahat olanaklarındaki gelişmeler ele alınmıştır. Hellenistik dönemdeki iki kaşife ve seyahatlerine (Pytheas ve Eudoxus) değinildikten sonra Roma’nın kendi içinde bir bütünlüğü olan Hellenistik Doğu’ya Batı Akdeniz’i katmasının ulaşım ve seyahate yaptığı katkı anlatılır. Artık bir gezgin Fırat’tan Britanya’ya kadar tek devletin çatısı altında, korsan ve eşkıya korkusu olmadan, bakımlı yollar üzerinden, tek bir para birimi taşıyarak ve yalnızca iki dil (Yunanca ve Latince) bilerek seyahat edebilirdi. Bilinen dünyanın sınırları da artmıştı Uzakdoğu ve Afrika artık daha iyi biliniyordu. Yedinci bölümde Roma döneminin “Gezginler Grubu” anlatılır. Bu dönemde Akdeniz’de limandan limana dolaşan, iç bölgelere de giren yine tüccarlar, gemi sahipleri, bankerler ve iş adamlarıydı. Sağlık için seyahat yine ön plandaydı. Bu dönemde sağlık konusunda özellikle üç yer öne çıkıyordu: Epidauros, Kos ve Pergamon’daki Asklepieion’lar. Bu dönemde de kehanet merkezleri ve çeşitli festivaller ilgi çekse de asıl ilgi odağı başkent Roma’da imparatorlar tarafından düzenlenen ihtişamlı oyunlar, araba yarışları, gladyatör dövüşleri gibi geniş halk kitlelerine hitap eden gösterilerdir.
131
Murat Tozan
“Romalılar seyahat etmek için bir neden daha bulmuştu: Tatile çıkmak, yani deniz kenarı ya da dağlara gitmek üzere şehirden kırsal alanlara yapılan yıllık yolculuklar.” Sekizinci kısmın sonundaki (s. 132) bu ifade bu kısmın içeriğini özetler. Romalı zenginler arasında günümüzde olduğu yazlık villa sahibi olma isteği doğmuştu. Bunun için en sevilen yer ise Napoli Körfezi ve civarıydı. “Denizde” başlıklı dokuzuncu kısımda tüm Akdeniz çevresindeki büyük limanlar arasındaki gemiler, bu gemilerin çeşitleri ve tanımları, mürettebat, yolcular ve yolculuk şartları esas olarak antik edebi kaynakların bu konularda anlattıklarına dayanılarak anlatılır. Romalıların en büyük başarılarından birisi sahip oldukları tüm toprakları düzenli bir yol ağı sistemiyle birbirine ve başkent Roma’ya bağlamalarıdır. Onuncu kısmın konusunu da Roma yolları oluşturmaktadır. Bu başlık altında önemli Roma yolları ve güzergahları, yol yapımında kullanılan teknikler ve malzemeler, güzergahların belirlenmesindeki etkenler, köprüler, tüneller ve mil taşları anlatılmaktadır. On birinci kısım Roma döneminde karada yapılan yolculuklara ayrılmıştır. Kara yolculuğu sırasında bir yolcunun yanında bulundurması gereken eşyalar ve kara taşıtlarının söz edilmesinin ardından Augustus tarafından kurulan cursus publicus anlatılmaktadır. Cursus publicus, ilk örneği Perslerde görülen devlete ait iletişim ve taşımacılık sistemiydi. Oldukça etkin bir şekilde işleyen bu sistemde sadece haberleşme sağlanmıyor, resmi görevlilerin ulaşımı ve konaklaması da sağlanıyor, ayrıca devlet adına bazı malzemelerin nakliyesi de sağlanıyordu. Bu kısmın sonunda Roma döneminde kara yolculuğunun nasıl bir şey olduğunu gözler önüne sermek için Mısırlı yönetici Theophanes’in, Anadolulu entelektüel Aristeides’in ve Romalı şair Horatius’un yaptığı yolculuklardan örnekler verilir. On ikinci kısım “Hanlar ve Restoranlar” başlığını taşımaktadır. Cursus publicus’tan yararlanamayan ve gittiği yerlerde kalacağı bir tanıdığı olamayan bir yolcu hanlarda kalırdı. Yolculuk esnasında gecelemek için kullanılan taşra hanlarının ardından daha geniş olanakları bulunan kentlerdeki hanların anlatımına geçilir. Daha eski dönemlerde olduğu gibi Roma döneminde de hancılık mesleğinin esas olarak kadınların elinde olduğu görülmektedir. Kentte barınan bir yolcu için hamamlar, genelevler, sadece yemek veren lokantalar,
132
Antik Çağ’da Seyahat / Lionel Casson
müzik ve dansın bulunduğu kumar da oynanabilen eğlence mekanları gibi seçenekler bulunuyordu. İkinci bölümün son kısmı posta konusuna ayrılmıştır. Antikçağda özel şahıslar için devlet tarafından sağlanan bir posta taşıma sistemi bulunmuyordu. Roma’da Cursus publicus’tan sadece devlet görevlileri ya da çok zengin ve nüfuzlu kimseler yararlanabiliyordu. Mektup yazanların büyük çoğunluğu mektuplarını gideceği yöne seyahat eden kişilere vererek ulaştırabiliyordu. Mektup yazım malzemeleri, mühürleme ve ulaşma sürelerinden söz edildikten sonra bölümün son kısmında o dönemde yazılmış çeşitli mektupların içeriklerinden örnekler sunulmaktadır. Kitabın üçüncü ve son bölümü “Roma Döneminde Turistler ve Turlar” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm de numaralandırılması önceki bölümlerden devam eden altı kısımdan oluşmaktadır: 14. Görülecek Yerler (s.209-216); 15. Müzeler (s. 217-231); 16. Gezi [Yolculuk] Programı (s. 232-240); 17. Çevreyi Dolaşma [Turistik Yerler] (s. 241-269); 18. Antik Dünyanın Baedeker’i (s. 270276); 19. Kutsal Topraklara (s. 277-304). Üçüncü bölümün “Görülecek Yerler” adlı ilk başlığı olan on beşinci kısım Roma dönemi insanının neleri görülmeye değer bulduğu konusunu ele almaktadır. Doğal güzelliklerden daha çok, insanın ürettiği eserler ilgi çekiyordu. Birçok tapınağın yanında efsanelere konu olan mekanların, mitolojik kahramanların ve eskiden yaşamış önemli şahsiyetlerden kalanların ve onların mezarlarının, önemli savaşların yapıldığı alanların ve ünlü sanat eserlerinin görülmeye değer bulunduğu görülmektedir. Müzelerin anlatılığı on beşinci bölümde Yunan-Roma döneminden çok daha önce Yakındoğu’da başlayan “müzecilik” olarak adlandırılabilecek ilk çalışmaların ardından Klasik döneme gelinmektedir. Birçok tapınak yapılan sunular dolayısıyla zengin eser koleksiyonlarına sahipti. Yine tapınaklarda mitolojik kahramanların kalıntıları sergileniyordu. Hellenistik dönem hanedanlarından özellikle Mısır’daki Ptolemaioslar ve Pergamon’daki Attaloslar sanat eseri koleksiyonları oluşturmuşlardı. Roma döneminde ise gerek kamusal yapılar için gerekse kişisel koleksiyonlar için Klasik çağın ünlü sanatçılarına ait eserleri toplamak ya da kopyalarını yaptırmak adeta bir moda haline gelmişti. On altıncı kısımda Roma dönemindeki gezi rotaları ele alınmaktadır. Bu dönemde eyaletliler başkent Roma’yı görmeye gelirken, Romalılar ise
133
Murat Tozan
kendilerinden eski uygarlıkların kalıntılarının bulunduğu Doğu’ya seyahat ediyorlardı. Doğu’ya giden bir Romalının ana güzergahı Yunanistan, Ege Adaları, Anadolu ve Mısır’dı. Bu kısımda sözü edilen bölgeler içindeki gezi rotalarından da söz edilmektedir. On yedinci kısımda antik dönem turistinin gittiği turistik yerdeki yaptıklarından söz edilir. Bu kısmın başında turistlerin gezi saatleri, tur rehberleri, turistlere ilgi çekmek için anlatılan olağanüstü hikayeler, turistler için yapılan yerel gösteriler anlatıldıktan sonra birçok turistin gittiği yerde bir iz bırakma arzusuna geçilir. Bu konuda kalıntıları günümüze kadar gelebilen en önemli örnek Yukarı Mısır’daki Teb kenti yakınlarındaki “Konuşan Memnon Heykeli” idi. Aslında XVIII. Hanedan firavunlarından III. Amenhotep’e (İ.Ö. 1390-1353) ait olan heykel kırılınca sabah saatleri heykelden çeşitli sesler çıkmaya başlamıştı. Yunan-Roma döneminde efsanevi kahraman Memnon’a ait olduğuna inanılan heykel sözü edilen özelliği dolayısıyla turist akınına uğruyordu. Buradan günümüze kalan kanıtlar dönemin turistlerinin heykelin kaidesine, ayaklarına ve yakınındaki Krallar Vadisi’nde bulunan, Memnon’un mezarı olduğuna inanılan yeraltı mezarına ve diğer mezarlara yazdıkları graffito’lardır. Yazar bu graffito’ların analizini yaparak ve bunlardan örnekler sunarak bölgeye gelen turist profilini çıkarmaya çalışmaktadır. Bölümün sonunda gezilen yerlerden alınan yöreye has hediyelik eşyalar ve eyaletler arasındaki gümrük istasyonlarından söz edilir. On sekizinci kısım antik dünyadan günümüze gelen tek gezi rehberinin yazarı Pausanias ve eserine ayrılmıştır. Bu kısımda XIX. yüzyılın ortalarında daha sonra standart haline gelecek olan gezi rehberlerinin yaratıcısı Karl Baedeker ile özdeşleştirilen Pausanias’ın yolculuklarının kapsamı, eserinin içeriği, yazış stili gibi konulara değinilir. Eserin ve üçüncü bölümün son kısmı olan on dokuzuncu kısım “Kutsal Topraklara” başlığını taşır. İ.S. IV. yüzyılın başlarında İmparator I. Constantinus’un Hıristiyanlığı serbest bırakmasının ardından Roma dünyası büyük bir değişim içine girerek hızla Hıristiyanlaşmıştır. Bunun sonucunda devlet örgütlenmesine paralel bir kilise hiyerarşisi ve bürokrasisi oluşmuştur. Bölümün başında Kilise mensuplarının yaptığı seyahatlerden söz edilir. Ardından bu dönemin turistik gezileri ele alınır. Bu dönem turistinin en uğrak yeri doğal olarak Filistin bölgesiydi. Çünkü Hıristiyanlıkla birlikte “hac” kavramı ortaya çıkmıştı. Kalan kısımda bölgeye yapılacak turun rotası, ziyaret
134
Antik Çağ’da Seyahat / Lionel Casson
edilen yerler, ulaşım araçları, güvenlik, barınma olanakları, hacıların bıraktıkları izler, anı olarak bölgeden alınan eşyalardan söz edilerek kitabın sonuna gelinir. Eserin Türkçeye çevirisinde bazı önemli yanlışlıklar bulunduğu görülmektedir. 87. sayfada “bugünkü Antep” olarak anılan Antiokheia, bugünkü Antakya’dır. Romalı erkeklerin resmi giysisi olan toga, 125. sayfada “plaj giysisi”, 128. sayfada ise “mayo” olarak adlandırılmıştır. Eserin orijinalinde “Pliny the Elder” olarak geçen antik dönem yazarı 133. ve 162. sayfalarda “Baba Pliny” olarak Türkçeye aktarılmıştır. Bu yazarın Büyük ya da Yaşlı Plinius olarak adlandırılması daha doğru olacaktır. Ayrıca Büyük Plinius, sonraki Genç Plinius’un babası değil amcasıdır. 179. sayfada üç ayrı satırda “Caro” olarak anılan kişinin Cato olarak düzeltilmesi gerekir. 188. sayfada Pompeii, “eyalet şehri” olarak tanımlanmıştır. Ancak Roma yönetiminde İtalya yarımadasının hiçbir zaman eyalet statüsünde yer almadığı bilinmektedir. Eserin orijinalinde geçen “provincial town” ifadesinin Türkçeye “taşra kenti” olarak aktarılması gerekir. 202. sayfada Mısır’da antik dönemden kalan özel mektuplardan söz edilirken “Son üç yüz yılı toprak altında geçiren bu mektupların…” yerine son üç yüz yıldır toprak altından çıkarılan mektuplar denmesi gerekir. 211. sayfada eserin orijinalinde “Vale of Tempe” olarak geçen yerin Kuzey Yunanistan’daki “Vale Tapınağı” olarak Türkçeye çevrildiği görülmektedir. Halbuki burası Kuzey Yunanistan’daki Tempe Vadisi’dir. Aynı yer 264. sayfada Türkçeye çevrilmemiş bu sefer de “Vale of Tepme” şeklinde yazılmıştır. 218. sayfada dilimize “Yukarı Mezopotamya hükümdarlarından Mari’nin heykeli” şeklinde aktarılan “a statue of a ruler of Mari in upper Mesopotamia” ifadesinin “Yukarı Mezopatamya’daki Mari’nin bir yöneticisinin heykeli” olarak aktarılması gerekmektedir. Roma döneminde yolculuk rotalarının anlatıldığı 16. kısmın 236. sayfasında Knidos, Ephesos ve Smyrna için kullanılan “flourishing” sözcüğü “yeni gelişen” olarak çevrilmiştir. Oysa Roma döneminde bu kentler Batı Anadolu’nun belli başlı kentleri arasındaydı. Bu ifadenin “gelişmiş” olarak çevrilmesi daha doğru olur. Eserin orijinalinde (s. 280-281) IV. Ramses’in mezarının Memnon’un mezarı olduğuna inanıldığı belirtilmektedir. Ancak Türkçe’ye çeviride (s. 258) farklı bir ifade bulunmaktadır. 277. sayfada I. Constantinus’un Maxentus ile yaptığı savaşın tarihi M.S. 312 yerine “MS 412” olarak verilmiştir. 283. sayfada “Abgar, the city’s ruler” yani “Kentin hükümdarı Abgar” ifadesi “şehrin kraliçesi Abgar” şeklinde çevrilmiştir.
135
Murat Tozan
Bunların yanında 11. sayfadaki “İçindekiler” bölümünde yazılan başlıklardan ikisinin adının kitabın içindeki bölüm başlığıyla birbirini tutmadığı görülmektedir. İçindekiler kısmında “Gezi programı” başlığını taşıyan 16. bölümün kitap içindeki başlığı “Yolculuk Programı” şeklindedir. Yine “İçindekiler” kısmında “Çevreyi dolaşma” başlığını taşıyan 17. bölümün kitap içindeki başlığının “Turistik Yerler” adını taşıdığı görülmektedir. Ayrıca kitabın orijinalinin sonunda bulunan, her bölüm için hazırlanmış kırk sayfalık (s. 334374) dipnotlar kısmının Türkçe çeviride olmaması da büyük bir eksikliktir.
136