Talat Turhan Özel Savaş Terör Ve Kontrgerilla

August 29, 2017 | Author: Mustapha Ader | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

tarih...

Description

TALAT TURHAN

ÖZEL SAVAŞ TERÖR

VE

KONTRGERİLLA

t ü m z a m a n l a r y a y ı n c ı l ı k

İçindekiler ÖNSÖZ......................................................................................................................... 9 SUNUŞ ........................................................................................................................ 11 Birinci Bölüm GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT VE ÖTESİ ............................................ 19 Bölüm İçi Ek: Türk Gladio’su Özel Harp Dairesi'dir ................................................. 21 İkinci Bölüm GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU ................................................. 43 Üçüncü Bölüm KARANLIKTAN AYDINLIĞA ................................................................................ 81 Dördüncü Bölüm GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR ........................................................................ 95 Beşinci Bölüm KONTRGERİLLA GERÇEĞİ .................................................................................... 111 Bölüm-İçi Ek: Ansiklopedik Bilgi .............................................................................. 120 Altıncı Bölüm POLİTİK ‘İSTİKRAR HAREKÂTI’ .......................................................................... 127 Yedinci Bölüm SONUCA DOĞRU ..................................................................................................... 145

ÖNSÖZ Soğuk Savaş bitti. Yaşanan olayı "Üçüncü Dünya Savaşının sonu" diye niteleyenler var. Batı ile Doğu blokları arasındaki duvarlar yıkıldı; nükleer çatışma korkusu aşıldı; Sovyetler Birliği artık yok. SSCB dağıldı. Komünist partilerinin tekelleri, yerini çok partili siyasal rejimlere bıraktı. MOSKOVA ile WASHINGTON tam bir işbirliği içindedir. Soğuk Savaş'ı kazanan ABD oldu. "Yeni Dünya Düzeni" kuruluyor. Nedir bu düzen? Tartışılıyor. "Zenginler Kulübü" yeni düzenin kurucusu ve egemenidir. Doruklardan gelen ideolojik esintiye göre ABD'nin liderliğinde "küresel bir sistem" söz konusudur. Sistemin iki ayağı var: Birincisi serbest piyasa ekonomisi, ikincisi demokrasi!.. Artık insan hakları ve temel özgürlüklere dayanan bir dünya görüşü gezegenimize egemen olacak; ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar Birleşmiş Milletler kapsamında barışçı yollardan çözümlenecek!. Silahlanmaya paydos boruları çalıyor. İnsanlık, uygarlığın ortak paydalarında buluşacak, ortak değerlerini paylaşacak. Düzenin bir yüzü bu !.. Ya öteki yüzü? Öteki yüzü, Doğu ve Batı bloklarının bütünleşmesinden sonra daha çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor; "Zengin Kuzey" ile "Yoksul Güney" çelişkisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Öyle görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri "Zenginler Kulübü" yoksullara bırakmaktadır. Evet, serbest piyasa ekonomisi olacak ama yeryüzündeki stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak; petrol kaynakları neredeyse Amerika da oradadır; SUUDİ ARABİSTAN'dadır, KUVEYT'tedir, TÜRKİYE'nin Güneydoğu'sundadır; "küresel" serbest piyasa ekonomisinin egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir. Bilimsel Teknolojik Devrimin olağanüstü gücünü de seferber eden kapitalizm, gezegenimizde yaşayan dört milyar yoksulun üstüne yeni düzenini cuk oturtmaya çabalamaktadır. Peki, yeni düzen yerli yerine oturacak mı? TÜRKİYE gibi, jeopolitik açıdan iki arada bir derede yaşayan toplumlar için "ikiyüzlü yeni düzenin" Anadolu'ya taşıyacağı olasılıklar nelerdir? Kafkasya kaynıyor; Balkanlar fokurduyor. Ortadoğu gezegenimizin en sıcak bölgesidir; ilan edilmiş ya da edilmemiş savaşlar sürüyor; Anadolu'nun Güneydoğu bölgesinde “Olağanüstü Hal” geçerlidir; büyük kentlerde terör, yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Silah seslerinin kulağımızın dibinde yoğunlaştığı bu süreçte, çok partili rejim evrensel demokrasinin gerçeklerini içeren sürekli bir hayat biçimine dönüşebilecek mi? Soru ve sorun bu noktada odaklaşıyor.

Demokrasi açıklık rejimidir; siyasal düzen saydamlaştıkça temel özgürlükler ve haklar hayata geçirilebilir. Karanlıklarda, kuytularda, gölgelerde kalan gizli güç odakları, demokrasiler için her zaman tehdit odakları oluştururlar. Hele devlet içinde devlet çekirdeği taşımak eğilimi gösteren örgütler gün ışığına çıkarılıp irdelenmeden; demokrasiye geçtik diyemeyiz. Yeryüzünün en sıcak bölgesinde, Amerika'nın elinin altındaki bir ülkede aydınların birincil görevlerinden biri de " devlet içindeki devlet" in" teşrih"ini yapmaktır. Çarpıcı örnekleriyle soralım: YUNANİSTAN'da Cunta Generalleri yargılanabiliyor. İTALYA'da NATO'nun gizli örgütü Gladio'nun ipliği pazara çıkarılabiliyor. TÜRKİYE'de her şey neden gizli kapaklı? Geçmişte yaşananların üzerine örülen karanlık şal kaldırılmadan, geleceğimizi aydınlık görmek olanakları ne ölçüde geçerlidir? Talat TURHAN, uzun bir süreden beri çok yakın geçmişin olayları üzerinden bir karanlık şalı kaldırmaya çalışıyor. Belgeli, örnekli, şemalı, planlı, olaylı, tarihli, somut kanıtlarla süregelen bu çabanın çok satışlı gazetelerimizde gerekli yankılan yarattığı söylenemez. Türk basını, olayların üstüne gitme cesaretini yeterince gösteremiyor; Batı'da olsa, bu konular hallaç pamuğu gibi atılır; gazeteler ve gazeteciler tarafından didik didik edilirdi. TÜRKİYE'de sis perdelerinin yarattığı karanlığın üstüne gidilmeden, evrensel demokrasinin güvencelerini sağlamak, düşsel bir özlem gibi kalacaktır. Dilerim ki Talat TURHAN'ın kitapları, yalnız bugünün tarihini yazacak olanlara birer kaynak niteliğinde kalmasın; güncel TÜRKİYE'de demokrasinin kurulması için gerekli çabayı göstermek isteyenlerin itici gücünü de oluştursun. İlhan SELÇUK

SUNUŞ Kamuoyunda 1973 yılından bu yana Kontrgerilla konusu tartışılmaktadır. Ancak bugüne kadar sorunun aydınlandığı söylenilemez. Örneğin, bu dönemde de milletvekili olan, Sayın Azimet KÖYLÜOĞLU’nun 1977 yılında TBMM'ye verdiği soru önergesinde Sayın DEMİREL'den Kontrgerilla konusunda doyurucu yanıt aldığını sanmıyorum (1).Oysa on beş yıl sonra bugün iktidar ortağı iki partide bulunuyorlar. Hala sorun askıda. Bir yıl sonra Sayın ECEVİT Başbakan olunca bu kez de Sayın DEMİREL, iktidarı köşeye sıkıştırma taktiğini yeğledi (2–3). Sorunun üzerine gidebilecek iktidar gücüne egemen olamayan Sayın ECEVİT, bu konuda 1973 yılından bu yana öne sürdüğü ve kendisini bağlayıcı savları unutmuş görünmeyi yeğledi ve "Kontrgerilla denilen bir resmi kuvvet yok (4) şeklinde konuşup geri çekildi. Örnekleri çoğaltmak olası ama gereksiz. 1990'lı yıllara kadar dondurulan bu sorun, İTALYA'da Gladio Skandalı patlak verince, tüm NATO ve hatta Avrupa ülkelerine yansıdı. Batı'da başlangıçta "Süper NATO" vb. kod adlarıyla anılan Gladio örgütünün ülkemizdeki koşutunun varlığı yeniden gündeme geldi. Bu evrede bir yıl süreyle yerli ve yabancı basın mensuplarına demeçler verdim. Bazı illerde söyleşiler yapıp gerçeğin aydınlanmasına katkıda bulunmaya çalıştan. Bu yapıt, çabalarımın daha derli toplu olarak, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşma özleminin yanında, TBMM'yi harekete geçirmek için kaleme alınmıştır. Nitekim 1990 yılında SHP ve DYP'liler tarafından desteklenen Kontrgerilla önergesi, ANAP'ın engellemesiyle 1991 yılı ARALIK ayına bırakılmıştı. Oysa önergeyi veren partiler bugün iktidardadırlar. Özellikle Güneydoğu Anadolu'daki kuşkulu eylemlerin, Kontrgerilla tarafından yönlendirildiğine ilişkin haberler basınımızda yer almaktadır. Gerçek demokrasiye yönelmemizin önkoşulunun, 1973 yılından bu yana, tüm istihbarat ve güvenlik örgütlerinin TBMM'ce denetlenebilir konuma getirilmesinden geçtiğini iddia ediyorum. Önerilerimi göz ardı eden politikacılar iktidarlarını yitirdiler, partilerinin kapatılmasını görmek gibi güç durumlara düştüler. YASSIADA'yı, HAMZAKOYU, ZİNCİRBOZAN, UZUNADA izledi. Ülkemizde yetkili kişiler zaman zaman "Devlet Üzerinde Devlet"in varlığından söz etmek gereksinimi duyarlar. Ama "Karanlık Güçler" bildikleri gibi eylemlerini sürdürmeye devam ederler ve gerektiğinde emperyalist devletlerin buyrukları doğrultusunda demokrasi askıya alındığında, boyun eğmeyi yeğlerler. Tanımımız doğru ise "Devlet Üzerinde Devlet" veya "Karanlık Güçler" gibi soyut kavramları somutlaştırmamız gerekecektir. Yapıtın bir amacı da böyle bir savın gerçekleşmesine katkıda bulunmaktır. TBMM denetimi dışında tutulan, denetimden kaçan, yasal yetkilerini kötüye kullanan legal, yarı legal, militer, paramiliter sivil her türlü istihbarat ve güvenlik örgütü "Karanlık Güçler" sayılmalıdır. Aslında tüm dünyada bu tür kuruluşların, örgütlenme biçimi, yapısı ve gelenekleri gereği, zaman zaman denetimden kaçıp Anayasa ve yasaları hiçe sayarak eylemlere giriştikleri bilinen bir gerçektir. Demokrasi geleneği oluşmuş ülkelerde böyle bir durum saptanıldığında, parlamenter denetim işletilip bu tür örgütlerden hesap sorulup yasal çizgiye alınmalarına karşın, bizde bu tür örgütler bugüne kadar denetlenebilmiş değildir. Dış bağıntıları bilindiği

halde. Kontrgerilla da anılan güçlerden biri olmasına karşın, Genelkurmay bu konudaki gerçeği yadsımaya devam etmektedir (5). Koalisyon hükümetinin Güneydoğu Bölgesi'ne şefkatle yaklaşma ilkesini benimsemesine karşın LİCE, HAZRO, SİLVAN ve KULP'ta güvenlik güçleri halkın üzerine ateş açmaktadırlar. Bu gerçeğin LİCE Kaymakamı Beyazıt TUNÇ tarafından "Askerler sivil otoriteyi tanımıyor, söz dinletemiyorum" şeklinde dile getirilmesi (6) anlayabilene öz bir mesajdır. SHP ADIYAMAN Milletvekili Sayın Mahmut KILIÇ'ın konuya ilişkin yorumu LİCE Kaymakamı'nı doğrulayıcı nitelikte görünmektedir: "Özel Harp Dairesi'nin adamları ANKARA'dan kalkıp DİYARBAKIR'da, ADIYAMAN'da bu işi yapmıyorlar. Jandarması yapıyor, polisi yapıyor, sivil giysili memuru yapıyor" (7). TBMM'ye bu konuda verilen beş raporda da varılan sonuç aynıdır: "Askeri otorite sivil otoriteyi dinlemiyor"(8). Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin Yerüstü Birlikleri'nin Komando birliklerinden oluştuğu talimnamelerde yazılıdır. Bunun yanında muvazzaf subay, astsubaylardan oluşan Özel Tim ile sivillerden Vatanseverlerden (!), oluşan yeraltı örgütünün varlığı, 3 ARALIK 1990 günü basın mensuplarına verilen Brifingle Genelkurmay yetkililerince açıklanmış bulunmaktadır.(9) Aslında bu konuda yalın gerçek de Genelkurmay Brifingiyle açıklanmıştı: "Özel Harp Güneydoğu'da bölücü eşkıyaya karşı devam eden iç güvenlik harekatında görev aldı "(10). Önümüzde tüm ağırlığıyla duran sorun ÖHD'nin görevlerini iktidarın programı doğrultusunda ve denetim içinde yapıp yapmadığının saptanılmasıdır. Ziverbey Köşkü'nden söz etmek durumundayım. Çünkü Genelkurmay Brifinginde Gn. Kur. Hrk. Bşk. Sayın Korg. Doğan BAYAZIT, "Ö.H.D'nin Ziverbey Köşkünde kullanılmadığını büyük bir ferahlıkla söylüyoruz" (11) demiştir. Sayın Generalle ne yazık ki aynı kariyerden geliyoruz ve işkence gören bizleriz. Devlet 1973 yılından bu yana öne sürdüğümüz savları hasıraltı etmeseydi bu konudaki gerçek aydınlanabilirdi. Oysa bugün bu şekilde konuşanlar Faik TÜRÜN'lerle koşut duruma düşerler(12). Yıllardan beri tüm yazı ve yapıtlarımla Savunmamda yinelediğim gibi, Kontrgerilla Örgütü deyimi, ilk kez 12 MART sonrasında Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri tarafından kullanılmıştır. İşkenceciler, kurbanlarına, kendilerinin böyle bir örgütün üyesi olduklarını söylüyorlardı. Bu konudaki gerçeğin açıklığa çıkarılması için yaptığım tüm yasal başvurular ve girişimler bugüne kadar yanıtsız bırakıldı. Bu nedenle sorumluları şimdiden tarihin sanık sandalyesine oturttuğuma inanıyorum. Yargılama süreci dışında da Ziverbey Köşkü'nde düzenlenen aşağılık tertiplerin açığa çıkarılması için girişimlerde bulundum (13 -16). Yazılarımla Ziverbey Köşkü'nün işkencelerinin baş sorumluları olarak gördüğüm, dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik TÜRÜN ile Köşk yöneticisi Memduh ÜNLÜTÜRK'ü basın önünde açık tartışmaya çağırdım. Her ikisi de tartışmadan kaçıp tarih önünde suçlamalarımın altında kaldılar.

Yıllar sonra Sayın Korgeneral Doğan BAYAZIT, ÖHD'yi savunayım derken, Ziverbey Köşkü'nden söz etmek gibi bir yanlışlığa düşmüştür. Umarım ilerde bu hatasını düzeltir. Bugünlerde "12 EYLÜL cuntacılarından hesap sorulacağı"ndansıkça söz edilmektedir. 12 MART, 12 EYLÜL'ün anasıdır. Bu anlayışla askeri darbecilerden hesap sorulacaksa, bunun başlangıç tarihinin 12 MART olmasının kesin zorunluluk olduğuna inanıyorum. Oysa 12 MART sonrası işkence ve tertiplerinin baş sorumlusu olmakla kamuoyu tarafından suçlanılan Faik TÜRÜN'ün ardındaki politik güç AP'dir. Sayın DEMİREL o dönemde ona açık destek vermiştir. TÜRÜN bu destekle TBMM'ye alınmış ve Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. 20 yıl sonra iktidara yeniden gelen Sayın DEMİREL, TÜRÜN'den nasıl hesap sorabilecektir? Gerçekçi yanıtı biz verelim: Bu hesabı tarih soracaktır. İşkencecilerin soyundan gelecek kuşakların onların soyadlarını taşımaktan utanç duyup, değiştireceklerine inanıyorum. Başlangıçta Ziverbey Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla tartışması zaman içinde şekil değiştirdi. Sorumlu kişilerin ECEVİT ve EVREN gibi açıklamaları, bu konudaki tartışmaları ve kuşkulan Özel Harp Dairesi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu anlamda doğal olarak ÖHDZiverbey Köşkü ilişkisinden söz edilemez. Gladio tartışmasının sürdüğü bir dönemde bu konudaki kanımı, "Türk Gladio'su Özel Harp Dairesi'dir" (17) şeklinde açıkladım. Elinizdeki yapıtla, günümüze kadar süregelen kavram kargaşasına son vereceğimi, terim cambazlığına sığınarak tartışmadan kaçanları susturacağımı ve sorunu TBMM gündemine yeniden getirerek, demokrasiye katkıda bulunacağımı umuyorum. Bunu başarabilirsem demokrasinin geleceği adına umutlu olacağım. Özel Savaş Dairesi'nin, Vatansever (!) sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü'nü kamuoyu "Kontrgerilla Örgütü" olarak adlandırmaktadır. Aslında Kontrgerilla, Gayrinizamî Harp'in bir bölümü olup, bir yöntemi tanımlamaktadır. İlgililer bu nedenle kavram kargaşasının ardına sığınıp gerçekleri yadsıma yolunu seçmektedirler. Bu yapıtta, alaturka kurnazlıklara başvurarak gerçekleri soyut suçlamalarla örtbas etmek kolaycılığını seçenlerin maskelerini düşürmek için, bundan sonra Özel Harp Dairesi'nin köylere kadar örgütlenmiş, gizli silah depolan bulunan; istihbarat, sabotaj ve tedhiş ajanlarından oluşan Yeraltı Örgütü'ne "X Örgütü" diyeceğiz. Okuyucularım yapıtlarımdaki tekrarlar nedeniyle beni eleştirmektedir. Kuşkusuz haklıdırlar. Ancak belleğin kurallarından birinin tekrar olduğunu bildiğim için, bu yola başvurmayı yeğliyorum. Aynı konuda değişik söyleşileri içeren bir yapıtta tekrarların biraz daha fazla olması doğal olmasına karşın, tekrarlan elimden geldiğince önlemeye çalıştım. Beni bağışlayacağınızı umut ederek saygılar sunuyorum. Talat TURHAN 26 OCAK 1992

GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT ve ÖTESİ İtalya'da kuşkulu tüm terör ve cinayet olaylarının ardındaki gücün CIA tarafından örgütlenmiş Gladio kod adlı Yeraltı Örgütü olduğu savcı Felice Casson tarafından ortaya çıkarılınca, skandala dönüşen olay tüm NATO ülkeleri ile bazı Avrupa ülkelerine yansıdı. Bu nedenle 1990 yılının Kasım ve Aralık aylarında manşetlerde kaldı. NATO ülkelerini kapsayan yeraltı örgütlenmesinin Türkiye'de de uzantısı aranmaya başlandı. Ülkemizde yıllardan beri işkence, terör, toplumsal kışkırtıcılık, provokasyon, sahte ve gerçek operasyonların ardındaki gücün Kontrgerilla Örgütü olduğuna kamuoyu inanıyordu. Buna karşın anılan örgütü ve eylemlerini aydınlığa çıkarmak için TBMM'de sürdürülen girişimler hep sonuçsuz kalıyor, tartışmalar vardır ya da yoktur şeklinde kısır bir çekişmeye dönüşüyordu. Gladio olayı Türkiye'ye yansıyınca, 1973 yılından beri bu konuda sürdürdüğüm çabaların ayrımında olan iç ve dış basın ve yayın organlarınca kaynak kişi seçildim. 1990 yılı Kasım ayında gazete ve dergilerde söyleşilerim yayınlandı (1–7). Gerçekte 1990 yılında, henüz Gladio olayı patlak vermeden bir kaç ay önce de, Özel Harp Dairesi’ne ilişkin görüşlerim yayınlanmıştı. Geçen zaman beni doğruluyordu. Sayın Tahir Aka yazılarında bu gerçeği vurguluyordu (8). Aynı dönemde basın organları ve köşe yazarları alıntılar yaparak görüşlerimin yayılmasına katkıda bulundular. Milletvekili Sayın Mahmut Almak, bana gönderme yaparak TBMM'ye soru önergesi verdi. Sorunu başlangıcından bu yana Demokrasi Savaşımı olarak algıladığım için, bu değerli katkı sahiplerine teşekkür ediyorum. Bu arada yabancı basın ve yayın organlarından gelen istemleri kabul ederek demeçler verdim, söyleşiler yaptım. BBC tele röportaj yaparak yayınladı. İsveç televizyonu evimde çekim ve söyleşi yapıp, yayınladı. Batı Alman VDR radyosu yaptığı söyleşiyi "Kritiches Tagebuch" programında yayınladı. Batı Alman Tageszeitung - Taz gazetesi söyleşimi yayınladı. Spiegel dergisi 26 Kasım 1990 günlü sayısında bana gönderme yaptı. Sayın Yavuz Baydar, İsveç'ten tele röportaj yaptı ve yayınladı.

Cumhuriyet Gazetesi ve Sayın İlhan Selçuk Almanya basımında adımdan söz etti. İç ve dış basından gelen istekleri karşılayamayacak duruma gelince: 27 Kasım 1990 günü İstanbul'da bir basın toplantısı düzenledim (9). Daha sonraki günlerde de çağrılı olarak söyleşi ve açık oturumlara katıldım: Mülkiyeliler Birliği -Ankara, 5 Aralık 1990 (Söyleşi); HEP İstanbul İl Örgütünün düzenlediği Açık Oturum, 22 Aralık 1990; İHD Adana Şubesi Konferansı, 16 Aralık 1990; Kaleiçi Sanat evi-Antalya, 23 Kasım 1991 (Söyleşi) Bu dönemde bir gazete "Yerli Gladio Kontrgerilla"(10) başlıklı bir haber yayınladı. Aynı gazetede ertesi gün benimle yapılan söyleşi yayınlandı. Konuya açıklık getirmek için, Rafet Ballı'nın yaptığı ve 16 Kasıml990 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan söyleşiyi Bölüm - İçi Ek olarak bütünüyle yineliyorum. Rafet Ballı'nın yaptığı röportajda Gladio ve Kontrgerilla konularında, kamuoyunda tartışılan birçok soruna açıklık getirdim. "TÜRK GLADIO'SU, ÖZEL HARP DAİRESİDİR" Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan İtalya 'da Gladio adıyla ortaya çıkarılan gizli NATO örgütünün Türkiye'deki adının "Özel Harp Dairesi" olduğunu ileri sürdü. Talat Turhan'a göre, örgüt Türkiye'nin NATO'ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan resmi talimnamesine göre sabotajdan adam öldürmeye kadar her türlü kanunsuz iş yapma "hakkı" tanınan örgütün, bu faaliyetlerinden dolayı kanunlara bağlı olmadığını iddia etti. Emekli Kurmay Yarbay Turhan, gerçeklerin ortaya çıkması için MİT ve Özel Harp Dairesi'nin bir parlamento komisyonu tarafından denetlenmesini de istedi. Talat Turhan, sorularımızı şöyle cevapladı: Soru: "Türkiye'de de İtalya'daki gibi gizli bir NATO örgütü var mı?" Turhan: "Benim kanıma göre ki yaklaşık 20 yıldan beri iddiam da budur tüm NATO ülkelerinde ve tabii Türkiye'de bu örgüt vardır. Her ülkede adı farklıdır, işte İtalya’da Gladio'dur, Fransa'da Rüzgâr Gülü'dür, falan. Tabii bunlar maske adlardır. Türkiye'de ise Özel Harp Dairesi'dir." 12 Mart'ta Öne Çıktı. Soru: "Özel Harp Dairesi'nin gerçekte Kontrgerilla olduğu hep söylenegelmiştir. Siz ne diyorsunuz?" Turhan: "Türkiye'de Kontrgerilla lafı ilk kez, 22 Mart'tan sonra İstanbul Erenköy 'deki köşkte, baskı görenlere karşı kullanıldı." Soru: "Meşhur Ziverbey Köşkü'nden siz de geçtiniz. Siz de bu sözü duydunuz mu?"

Turhan: "Evet. Standart, herkese olduğu gibi bana da söylendi. 'Burası Kontrgerilla örgütü. Biz uyumuyoruz. Şu andan itibaren bizim esirimizsiniz.' Evet, 'esir' dediler. Çünkü bu örgütün talimnamesinde 'esir' tabiri kullanılır. 'Burada Anayasa, kanun, nizam geçmez. Ne söylersek, onu yapacaksınız; Aynen böyle. Görevliler bunu boşa kullanmadılar. O dönemde söz konusu ilerici örgütler, 'ikinci Kurtuluş Savaşı veriyoruz' diyorlardı ya görevlilerin mantığına göre, Kurtuluş Savaşı verenler gerilla idi. Kendilerine de, bunları bastıran güç saydıkları için, Kontrgerilla dediler. Gerçekte eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu, bugünkü adı Özel Harp Dairesi olan kuruluşun kullandığı yöntemin adıdır Kontrgerilla, Örgüt'ün değil, yöntemin adıdır. Onun mantığı, 'Gerilla hiçbir kanun, nizam dinlemiyor. Her türlü yönteme başvuruyor. Öyleyse, ben de onu bastırmak için her türlü yönteme başvurmalıyım' şeklindeydi. Onun için her türlü sorgulamayı meşru görüyorlardı." Soru: "Yani siz, Kontrgerilla'nın adresi Özel Harp Dairesi'dir mi diyorsunuz?" Turhan: "Şimdi bakınız, Kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkarttığını söyledim. Onlar gerçekten Özel Harp Dairesi'nin adamları mıydı? Bu sorunun kesin yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız, eskiden beri bir iddiam var: Bir örgüt, eğer kendini temize çıkarmak isterse, adına yasadışı kirli iş yapanlardan hesap sorar. Bakıyoruz, Erenköy görevlileri hâlâ etkinliğini sürdürüyor. Devletin ya da Özel Harp Dairesi'nin, kendi adına iş yapmamışlarsa, bunlardan hesap sorması gerekirdi." Amacı Neydi? Soru: "Özel Harp Dairesi'nin kuruluş amacı ne idi?" Turhan: "Özel Harp Dairesi bir düşman istilasına karşı memleketi korumak ve milli direnişi örgütlemek, yardımcı olmak amacıyla kuruldu. Bir örgütün kuruluş amacı kutsal olabilir. Ama devlet adına yeraltı örgütü kurarsanız, o sizin elinizden kayar ve yeraltı’nın her türlü pisliğine bulaşır. Türkiye'de 20 yıldan beri olan karanlık ve herkesin kafasını bulandıran bu olayları kim yaptı? Şimdi Türkiye'nin gündeminde bu soru var." Soru: "Özel Harp Dairesi ne zaman kuruldu?" Turhan: "Kesin tarihini bilemiyorum. Türkiye 1947'den itibaren ikili Antlaşmalarla ABD'nin etkisi altına girmeye başladı. Ardından Türkiye, NATO'ya üye oldu. ABD'nin etkisi daha da arttı. ABD, komünizme karşı bir antikomünist cephe yaratma çabası içindeydi. Her ülkede antikomünizmi örgütledi. Bunu açık da yaptı, gizli de. NATO'ya girmemizden sonra önce Seferberlik Tetkik Kurulu olarak kuruldu bu teşkilat. Ardından kuruluşun adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi." Soru:"12 Mart'tan önce Özel Harp Dairesi'ni biliyor muydunuz?" Turhan: "Tabii biliyordum." Soru: "Her subay bilir miydi böyle bir kuruluş olduğunu?"

Turhan: "Bilirdi ama mahiyeti hakkında çok sınırlı bilgi vardı, işte, bu yeraltı teşkilatı, memleket işgal edildiğinde işgale karşı direnişi organize edecek diye bilinirdi. Yani Kurtuluş Savaşımızda çetelerin, efelerin yaptığını organize olarak yapacak diye. Kutsal bir işlevi yerine getirmek amacıyla kurulmuş bir örgüt." Soru: "Size teklif gelseydi, siz de çalışırdınız demek ki?" Turhan: "Tabii, böyle bir teşkilatta çalışanlar kendisini çok kutsal bir işte zanneder." Talimnameler Ne Diyor? Soru: Siz, 'Savunma-1' adlı kitabınızda, Özel Harp Dairesi'ne ait resmi talimnameden bazı bölümleri yayınladınız. Yayınlanan bölümlerde bu örgütün, adam öldürme de dahil her türlü kanunsuz işi yapabileceği belirtiliyor. Nasıl olur bu?" Turhan: "Bizim ordu talimnameleri Amerikan talimnamelerinin tercümesidir. Amerika'da Kontrgerilla örgütünün talimname numarası FM-31'dir. Yani Field Manuel31. Bize ST-31 olarak tercüme edildi. Yani Sahra Talimnamesi–31. Bu talimnameye göre, 'Gayrinizamî harp unsurları' iki gruptan oluşur: Bir yeraltı grubu, bir de yerüstü % grubu. Yeraltı grubu, işte bu bahsedilen ve bütün NATO ülkelerinde ortaya çıkarılmaya başlanan örgütün kendisidir. Baktığınız zaman bu Örgütün içinde ne var? Köye kadar inmiş bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet birimleri var. Bakınız faaliyetleri arasında neler var? Resmi talimnameden aynen okuyorum. 'Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj.' Ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle bir ayrıcalık var; Yine resmi talimnameden aktarıyorum: 'Bir gayrinizamî kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir. 'Soru: "Nasıl olur? Resmi bir kuruluş kanuna nasıl tabi olamaz?" Turhan: "Ben bunları 17 senedir söylüyor ve yazıyorum. Bugüne kadar kimse çıkıp da, bu söylediklerin yanlıştır diyemedi. Diyemez, çünkü bunları devletin resmi yayınlarından aktardım." Soru: "Türkiye'de bu talimnameyi kim yayınladı?" Turhan: "Söz konusu ettiğim ST–31–15 nolu Kontrgerilla talimnamesini Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali Keskiner'in imzası var. Anayasal bir ülkede, resmi bir gizli örgüt cinayet işler diye yazarsanız, suçlusunuzdur. Adamı mezardan çıkarıp asarlar. Sadece Kara Kuvvetleri sorumlu olmaz. Devrin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da, devrin Başbakanı Süleyman Demirel de bundan sorumludur. Bugün 'vardır-yoktur' diye lafı gevelemekle olmaz bu iş. Olay bu boyutta." Soru: "Siz o günden beri hep bu görüş ve iddiaları dile getirip durdunuz. Hiçbir savcı iddialarınızı ihbar kabul edip sizi ifadeye çağırdı mı?" Turhan: "Nerede? İtalya’daki Felice Casson gibi yürekli bir savcıya rastlayamadığım için çok üzgünüm."

Önce Terör, Sonra Darbe Soru: "Bazı emekli paşalar, 'Türkiye zaten NATO ve ABD kampında, NATO bağlantılı bir örgüt Türkiye'de neden karışıklık çıkarsın? Bu rakip kampın, Sovyetlerin işine yarardı' diyorlar. Turhan: "Onların destabilizasyon kuralından haberleri yok. Tüm ülkelerde darbe öncesinde anarşinin tırmandığını görüyoruz. Tırmanan anarşiyi darbe izliyor. Darbe de ABD'ye hizmet ediyor. Bu mekanizmayı Türkiye'de artık çocuklar bile biliyor. 12 Mart öncesinde de, 12 Eylül öncesinde de böyle oldu. Olay şudur. Eğer bir ülkede terörün tüm varyasyonları meydana geliyor ve faili meçhul kalıyorsa, suçlu, o ülkenin istihbarat Örgütüdür. Genel kural budur." Soru: "Her faili meçhul cinayeti istihbarat örgütüne yüklemek mümkün mü?" Turhan: "Hepsi değil, genellikle diyorum." Soru:"Somut örnek verebilir misiniz?" Turhan: "12 Mart'ta İstanbul Dev-Genç davasının zabıtlarına bakmanız lazım. Üniversite bahçesindeki Beyazıt Kulesi'ne kızıl bayrağı hangi MIT ajanının astığını söyledim. Ajanın ismini zapta geçmediler." Soru: "Şimdi de söyleyiniz?" Turhan: "Yok, geçti artık. Şahıs önemli değil. O şahsın MIT ajanı olması anlamlı." Soru: "Taylan Özgür'ün öldürülmesi, 1977 Taksim'deki 1 Mayıs katliamı, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker'in Samsun'da otel odasında ölmesi, 1977'deki Sirkeci Garı ve Yeşilköy Havaalanı'na bomba konulması gibi olaylardan hep şüphe ile bahsedilir. Sizin de bu konularda bilgi sahibi olduğunuz ileri sürülür. Açıklama yapmak ister misiniz?" Turhan: "Ben bu konularda bütün söyleyeceklerimi zamanında söyledim. Ayrıca size gerek Türkiye, gerekse diğer ülkelerdeki siyasi cinayetlere ışık tutacak bir done verdim. ST–31–15 talimnamesinde bir yeraltı örgütü var. O yeraltı örgütünün yapacağı işler arasında adam öldürme de var. Öldürülenin sağcı, solcu olması fark etmez. Yeter ki cinayet bu örgütün amacına hizmet etsin. Şimdi, devlet içindeki bir örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede siyasi cinayetler işleniyorsa, kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur. " CHP Hükümeti'ne Açıkladım Soru: "Şüpheli olaylarla ilgili kime açıklama yaptınız?" Turhan: "CHP Hükümeti zamanında, Başbakan Ecevit'e iletilmek üzere 10 sayfalık bir rapor hazırladım. Ayrıca olaylar hakkında etraflı bir şekilde Deniz Baykal ve Hasan Fehmi Güneş'e bilgi verdim." Soru: "Gereği yapıldı mı?"

Turhan: "Bu soruyu hana değil, kendilerine sorunuz." Soru: "Siz bu aşamada gerçeklerin ortaya çıkması için ne öneriyorsunuz?" Turhan: "Bakınız, MIT hakkında zaman zaman çeşitli ithamlar yapılıyor. Son MİT raporunda bu görüldü. Fakat MİT'e bugüne kadar bir parlamento komisyonu girmedi?" Soru: "Daha şimdiden, 'efendim gizlilik' itirazlarını duyar gibiyim." Turhan: "Parlamenter bir demokraside parlamentonun üzerinde, onun bilmeyeceği bir gizlilik olamaz. Varsa orada demokrasi yoktur. Amerika 'da CIA bile parlamentonun denetimi altındadır. Özel Harp Dairesi de dahil, bu tür örgütler hakkında parlamenter denetim arıyorum ben." Milliyet, 16 Kasım 1990, Rafet Ballı Milliyet'teki söyleşinin yayımlandığı Genelkurmay'ın açıklaması yer aldı:

tarihten

bir

gün

sonra

gazetelerde

"Gladio'nun Özel Harp Dairesiyle ilgisi yok" (11). Görüldüğü gibi, eski bir kurmay subay olarak Genelkurmayla bu konuda farklı düşündüğümüz böylece ortaya çıkmış bulunmaktadır. Elinizdeki yapıt bu konudaki gerçeği açıklığa çıkarma sayındadır. Hakem sizlersiniz. 1975 yılında idam istemiyle İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mah-kemesi'nde Bomba Davası'nda savunma yaparken, savlarımı destekleyen 90 yapıtı da mahkemeye verdim. Bu yapıtlardan 42. sırada olanı bir talimname idi: "ST 31–15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi-Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat" Bu talimnamenin 6'ncı sayfasında yer alan Yeraltı Teşkilatı'nın şemasını bir belge olarak sunuyorum. (12) (Şema:l) Savunmamda ve yayınlanan yazılarımda ST 31–15 Talimnamesi ayrıntılarıyla eleştirilmektedir. Ancak bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum: Talimnameler teorik bilgiler içeren yapıtlar olduğu kadar, uygulanmak için de yayınlanırlar. Nitekim ST 31–15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708–74–64- Mr. Ta. Krl. sayılı KKK emriyle ve Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla uygulamaya konulmuştur. Yani Şema 2'de bölümleri verilen örgüt kurulmuştur. Bugüne kadar yetkili kişiler, bu örgüt elemanlarının Vatansever (!) sivillerden oluştuğunu da açıklamışlardır. Saklanmak istenen Gladio'nun koşutu olan bu örgütün kod adıdır. Demokratik hukuk devletinde talimnamelerin yasalar ve anayasadan üstün olduğu düşünülemez. Oysaki aralan talimnamenin 9. maddesi: "Bir gayrinizamî kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir" diyor ve devam ediyor: "Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet üyelerini pek az ilgilendirdiğini ve bunların gayrinizami faaliyetlere katılma kararlarında pek az müessir olduğunu göstermekledir" (13).

Şema - 2'de Yeraltı Örgütü'nün hücre şeklinde düzenlendiği, köylere kadar gizli istihbarat, sabotaj ve tedhiş-terör yapacak timlerden oluştuğu görülmektedir. Sayın Ecevit geç kalsa da sormak gereksinimi duyuyor: "Genelkurmay’ın açıklaması var 'Özel Harp Dairesi hiç bir terör olayına karışmamıştır' diye. Fakat zamanın Genelkurmay Başkanı Evren'de ' karışmışlardır ama ben buna son verdim' diyor. Hangisine inanacağız" (14). İlginç değil mi? Genelkurmay'ı yadsıyan kişi eski Genelkurmay Başkanı, Devlet Başkanı ve Cumhurbaşkanı. İlgili ve yetkili kişiler gerçekleri bildikleri halde sadece tartışıyorlar. İtalya'da Gladio kod adlı Yeraltı Örgütü'nün kuşkulu terör ve cinayet olaylarında parmağı olduğu ortaya çıktı. Bizde yıllardır kuşkulu terör olayları meydana geliyor ve siyasal cinayetler işleniyor. Failleri bulunamıyor. Anayasa ve yasalara bağlı olmadığı talimnamesinde açıkça yazılan 'Vatansever'lerden oluşan Yeraltı Örgütü'nün yapısının bu tür eylemleri profesyonelce yapmaya çok uygun olduğu görülmektedir. O halde iktidarlara düşen görev ya olayların gerçek faillerini yakalamak ya da bu Yeraltı Örgütü'nü diğer bazı NATO ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi lağvetmektir. Demokratik hukuk devleti olmanın ön koşulu budur. Kaldı ki 'Vatanseverlerin MHP bağlantısı hakkında ciddi kuşkular bulunduğu gibi, Özel Harp Dairesi'nin finansmanının ABD tarafından sağlandığı da yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır. Özel Harp kapsamı içinde İstikrar Harekâtı da bulunmaktadır. Darbeleri önlemenin önkoşulunun da, bu tür yöntemlerden vazgeçilmesine bağlı olduğunu vurgulamak isterim. 27 Kasım 1990 günü İstanbul'da Basın Toplantısı yaptığımı açıklamıştım. İlginç bir rastlantı olsa gerek bir hafta sonra 3 Aralık 1990 günü, Genelkurmay Başkanlığı'nda Özel Harp Dairesi konusunda basın mensuplarına bir Brifing verildi. Bu Brifing’de açıklanan Özel Harp Dairesi'nin kuruluş şemasını da, Sunuş bölümünde belge olarak sunuyorum (15). Şema' da gösterilen Yeraltı bölümünü büyüteç altına alınca, bu bölümde bilerek bir kelimenin yazılmadığı karasına varılabilir. Gerçekte 'Yeraltı' değil 'Yeraltı Örgütü' olarak gösterilmesi gerekirdi. Aslında Şemalarda ayrıntılarıyla gösterilen Yeraltı Örgütü ile Genelkurmay semasındaki Yeraltı bölümü birbirlerinin koşutudurlar. Gene bizim kanımıza göre Genelkurmay şemasında sivillerden oluştuğu açıklanan bu bölüm, "Savaşta Teşkil Edilecek Unsurlar" arasında gösterilerek, ikinci kez bazı gerçekler gizlenmeye çalışılmıştır. Eğer gerçek böyle ise, yıllardan bu yana yetkililerin açıkladığı ve Genelkurmay Öz sunuşunda da kabul edilen Vatanseveri sivillerin niçin şemada görünmediğini irdelememiz gerekecektir. Denilebilir ki Özel Harp Dairesi şemasında Özel Kuvvetler'e bağlı olarak gösterilen muvazzaf subay ve astsubaylardan oluşan Özel Tim, bu örgütlenme içinde asker

kanadın bir bölümünü oluşturmaktadır. Yeraltı şeklinde gösterilen bölümde ise Vatansever (!) siviller bulunmaktadır. Barış döneminde kilit personel sayılan bu kişiler, savaşta gizli silah depolarındaki silahlan, güvenilir, eğitilen personele dağıtarak kadrolarını genişleteceklerdir. Nitekim ST 31–15 talimnamesinin 5. maddesi bu konuya açıklık getirmektedir: "Büyük bir gayrinizamî kuvvet, kaide olarak biri açık faaliyet gösteren Gerilla unsuru (Komando birlikleri), diğeri gizli faaliyette bulunan Yeraltı unsuru olmak üzere iki müşekkel unsurdan terekküp eder". Talimnamede gerilla unsuru olan birliğin de kuruluş şeması açıklanmaktadır. Aslında 1977'de yayınladığım bir dizi yazıda, bu konudaki ayrıntılara yeterince yer verilmiştir (16). Sayın Korg. Doğan Bayazıt, Genelkurmay Brifing’de Sayın Ecevit ve beni ismen muhatap alarak sorunu kişisel bir baza oturtmak gibi bir yanılgıya da düşmüştür (17– 19). Tartışmalarda tez, antitez, sentez yolunu daha bilimsel bir yaklaşım olarak düşündüğüm için, kişisel sataşmalara yanıt vermeyi gereksiz görüyorum. Antalya söyleşimizden (23 Kasım 1991) sonra da konu gündemde kaldı, SHP Grup Başkanvekili Sayın Mahmut Almak bir gazeteye yaptığı açıklamada görüşlerimize sahip çıktı. Sayın Almak diyor ki: "Hükümetimizin demokratikleşme yolunda atacağı her olumlu adıma çelme atmak Kontrgerilla’nın tek ve asıl amacı olacaktır. Demokratikleşmeye ilişkin çalışmaları sekteye uğratmamak için Kontrgerilla psikolojik bir mücadeleye girişebileceği gibi, öte taraftan da adam kaçırmalardan tutun da cinayetlere kadar her türlü yönteme başvurarak şiddeti tırmandırmaya ve hükümetin önünü kapatmaya çalışacaktır. Bu nedenle ülkenin esenliğe çıkması ve demokratikleşme hedefinin gerçekleşmesi isteniliyor ise, öncelikle devlet içindeki bu karanlık gücün ortaya çıkarılarak dağıtılması gerekmektedir. Bu konuda en büyük görev de yeni TBMM'ye düşmektedir. TBMM kendi güvencesi, halkın güvencesi için vakit geçirmeden bu karanlık gücü ortaya çıkartmalı ve dağıtmalıdır. Aksi halde bütün iyi niyetli çabalar boşa çıkacaktır. Kontrgerilla'nın varlığı sürdüğü takdirde de, darbe tehlikesi de her zaman gündemde olacak, artarak devam edecektir. "(20) Sayın Almak, Antalya söyleşimizden haberdar olmadığı halde, yüzde yüz koşutluk içinde görüşlerimize sahip çıkmış ve soruna en gerçekçi tanıyı koymuş bulunmaktadır. Top TBMM'dedir. Güneydoğu Anadolu üzerinde hazırlanan raporlarda SHP Milletvekili Sayın Salman Kaya 'sivil demokrasi'nin kurulabilmesi için: "Bölgede terörün esas kaynağı MİT, Kontrgerilla ve çevik güçlerdir. "Yaşama hakkı güvence altına alınmalıdır. Kontrgerilla MİT dağıtılıp bunlardan hesap sorulmalıdır" derken; Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Barosu ve İnsan Hakları Derneği, Mimarlar Odası, Makine, İnşaat, Elektrik Mühendisleri ve Serbest Muhase-

beciler Derneği yöneticileri tarafından yayınlanan ortak açıklamada " 2992 yılı içerisinde 25 kişinin Kontrgerilla tarafından öldürüldüğü " belirtilmektedir (21). Aslında bu konu 8 Aralık 1991 – 29 Aralık 1991 tarihleri arasında yayınlanan 2000'e Doğru Dergisi'nde "işte Mardin Kontrgerillası " başlığı altında yeniden gündeme gelmiş bulunmaktadır. ANAP eski Muş Milletvekili Alaattin Fırat hükümete "Kontrgerilla'yı açığa çıkarsınlar"'derken SHP Milletvekili Ahmet Türk: "Kontrgerilla sergilenmedikçe, bu konu açıkça tartışılmadıkça, parlamentonun ve halkın iradesini her şeyin üzerine çıkarmadıkça bu sorunların Çözüleceğine, ciddi bir demokrasi olacağına inanmıyorum" şeklinde konuşmuştur. Sayın Ferit İlsever 2000'e Doğru'nun baş yazışma Acil Önlem Kontrgerilla'nın Tasfiyesi" başlığını atarken, bir gazete 12 Eylül'ün İçişleri Bakanı Orhan Eren'in, kontrol altına alamadıkları bir ekibin varlığından bahsettiğini yazmaktadır (22). Kuşkusuz bu tablo içinde "Egemenlik Ulusundur" sloganı anlamını yitirecektir. Genelkurmay Başkanlığı'nda basına verilen Brifingde Özel Harp Dairesi Başkam Tuğgeneral Kemal Yılmaz, "Özel Harp Dairesi'nin 27 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun 17/c sayılı kararıyla kurulduğunu.." (23) açıklamıştır. Bu karar TBMM'den geçmiş ve onanmış mıdır? Yasalara bağlı olmadığı talimnamesinde açıkça yazılı olan bu örgüte daha ne kadar katlanılacaktır? İzninizle dünyadan çok yeni bir örnek vermek istiyorum. El Salvador'da hükümetin orduyu küçültme planı, "gerillaya karşı kurulmuş özel ordu birimlerini tamamen kapatmayı" (24) da içermektedir. Burada sözü edilen "özel ordu biriminin" Gladio'nun koşutu olduğu anlaşılmaktadır. Türk demokrasisi El Salvador'dan her halde daha geride değildir. ÖHD'nin Yeraltı Örgütü'nün yasaların üstünde olduğunu açıklamıştım. Örgütler insanlardan oluşurlar. ÖHD'de üst düzeyde görev almış kişilerin gizli bir dokunulmazlığı olduğu anlaşılıyor. Üst rütbelere ulaşan generallerin çoğunun, Özel Savaş Dairesi'nde ya da MİT'te görev yapmaları bir rastlantı mıdır? Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri emekli orgeneral Kemal Yamak ile Cumhurbaşkanı Danışmanı emekli General Recai Engin ÖHD'nin eski başkanlarıdırlar. Bu kişilerin asıl görevleri dışında Çankaya'da işlevleri var mıdır? Emekli General Recai Engin, Kenan Evren zamanında da Köşkte görevliydi. Çankaya el değiştirdikten sonra üst düzeydekilerin çoğu ayrıldığı halde Recai Engin kutup yıldızı gibi neden yerinde durmaktadır? 12 Eylül döneminde bir bankadaki yönetim kurulu üyeliği nedeniyle hakkında soruşturma açılan Recai Engin'in, Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak emirle yargılanmasını engelleyen güç hangisidir? Sunay döneminde Çankaya'da görevlendirilen emekli General Rüştü Naipoğlu'nu başbakanlıkta sürekli danışmanlıkta tutan güç nedir? Ankara 'da sosyete terzisi olarak tanınan bu kişinin kızının ilişkileri değerlendirilmiş midir?

Adı 12 Mart döneminde işkenceye, 12 Eylül döneminde bir kooperatif yolsuzluğuna karışmış eski MİT görevlisi Bülent Öztürkmen'in, Özal'ın Başbakanlığı döneminde hayali ihracata destek verdiği savlan neden hasıraltı edilmekte ve bu kişi etkinliğini korumaktadır? Antalya söyleşisinde, 1 Mayıs 1977 toplu kıyımından ve o dönemde bir darbe olasılığından söz etmiştim (25). Anlayabildiğim kadarıyla bir dergi, bu savdan hareketle yapmış olduğu bir araştırmadan ilginç ve çok faydalı sonuçlar elde etmiş gibi gözüküyor. Dergi, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun Özel Harp Dairesiyle ilişkisi ve emekli generaller Recai Engin, Musa Öğün ve Rüştü Naipoğlu'yla birlikte Orgeneral Namık Kemal Ersun Cuntası içinde bulunduğunu ve bu cuntanın 1 Mayıs katliamının ve bir dizi başka provokasyonun sorumlusu olarak, bazı yerli ve yabancı basın organlarında isminden bahsettirdiğini ortaya koyuyor ve bu savlara karşın Sayın Orhan Kilercioğlu'nun görüşlerine başvuruyordu: -"Çeşitli gazete ve dergiler geçen yıla kadar sizden "1 Mayıs katliamının sorumlusu hatta tertipçisi şeklinde söz ediyorlardı. 12 yıl boyunca sürekli sizden bu şekilde bahsedilmesine ses çıkarmadınız. Kilercioğlu: Onlara bir yanıt vermeyi hiç bir zaman düşünmedim. Devletin her şeyi vardır. Mekanizmaları vardır. Hiç üzerinde durmadım. —1 Mayıs katliamıyla ilginiz olduğu bir Amerikan gazetesinden atıf yapılarak yayınlanmıştı. Ayrıca haftalık bir dergide sizin Kontrgerilla ile ilginiz olduğu yazılıyordu. Kilercioğlu- Devletin hukuku mahkemeleri var. Bir takım şeyler altında. Böyle bir şey olsa dururlar mıydı şimdiye kadar. Her şey yapılmıştır. — Peki, siz bu haberleri yayınlayan kuruluşlara hiç tekzip gönderdiniz mi? Kilercioğlu- Hatırlamıyorum." Görüldüğü gibi, Sayın Kilercioğlu sorulardan kaçmakta ve gargara yapmaktadır. General ve Bakan olmuş bir kişinin, haklarını korumak için, tekzip ya da yargı yoluna başvurmamışsa, bu konudaki savları güçlendireceğini bilmesi gerekirdi. Sayın Kilercioğlu bir başka soruya verdiği yanıtta ise: "Hayatta bulabileceğiniz en temiz, pırıl pırıl insanların en başında ben gelirim" diyor. Kendisini böyle tanımlayan bir kişiye konulacak tanıyı doktora bırakalım.. Sayın Kilercioğlu, emekli olduktan sonra 1989'da verdiği bir demeçte ise "Bilirsiniz orduda çarpışan ekipler vardı. Biz çarpıştık yenildik" (27) derken "ekip" üyesi olarak, bir anlamda cuntacılığını da teslim etmiş oluyor. Bu açıklamadan O'nun cuntacı olduğu sonucu çıkarılabileceği gibi, eğer sav gerçekse, Orgeneral Namık Kemal Ersun Cuntasının Demirel İktidarını alaşağı edeceği sonucu da çıkarılabilir. Bu durumda Sayın Demirel kendisini devirmeyi

hedefleyen bir cunta üyesini nasıl bakan atayabiliyor? Sayın Kilercioğlu, Sayın Demirel'in "günahlarından biri" olmasın? Sayın Demirel'in, tüm deneyimine karşın, vefa duygularıyla insan seçmede büyük günahları bulunmaktadır. Tüm kamuoyunun işkencecilikle suçladığı bir kişi olan Türün'ü milletvekili seçtirmiştir. O kadarı ile de yetinmeksizin Türün'ü partisinin Cumhurbaşkanı adayı göstermiştir. O dönemde Yassıada ve infazlar, AP politikasının temel öğelerinden olmasına karşın Sayın Demirel, Yassıada infazlarında olumsuz rol oynadığı bugün açığa çıkan Sunay'ı Cumhurbaşkanı seçtirmiştir. Sayın Demirel'in adam seçmedeki en büyük günahının 'aile boyu' olduğunu her halde kendileri de kabul ederler? ANAP dönemindeki ithal prensler, Demirel iktidarında yerli trilyoner prenslere dönüştü. Vefa ama bir yere kadar. Kilercioğlu'na dönelim. "Çarpışan taraflardan biri" olduğunu itiraf eden bu kişiye, emekli olur olmaz bir kısım basın organları, TRT ve bazı sermaye grupları sahip çıkmışlardır. Kuşkusuz bu onun "piri pırıl olmasından" kaynaklanmamaktır. Anlaşılan odur ki sermayenin çıkarlarını koruyan faşist kanatta olduğu için, emekli olduktan sonra sermayeye açık hizmet sunmuştur. Yaşar Holding'den bakanlık koltuğuna oturan bu kişi, başta hayali ihracat olmak üzere yolsuzluklarla nasıl mücadele edecektir doğrusu merak ediyorum. Sayın Demirel'in yakın çevresinde, geçmişi kuşkulu kişilerin bulunmasını sırf O'nun vefa duygusuna bağlamak bizleri yanıltabilir. Nitekim Sayın Kilercioğlu da bakan oluşunu bir vefa hikâyesine bağlamıştır. Uluslararası finans kuruluşları ve onların yerli işbirlikçisi örgütleriyle içli dışlı olan istihbarat örgütleri bir yolunu ve yöntemini bularak kendi adamlarının etkin görevlere atanmasını sağlamada başarılıdırlar. Bu nedenle iktidar sahipleri yakın çevresindekilerin biyografilerine beşikten son güne kadar, egemen olamazlarsa yanılgıya düşebilirler. Sayın Semih Sancar'ın Ankara Sıkıyönetim Komutanı olarak 12 Mart'ta oynadığı rol Kızıldere olayı dahil- karanlıktadır. Bu kişinin Genelkurmay Başkanlığı döneminde Sayın Demirel'in kendisinin Brüksel'deki oğlu ile ilgilendiğini herhalde anımsayacaklardır. Sayın Orhan Kilercioğlu, Bakanlıktan ayrıldıktan sonra J.J. Rousseau gibi açık kalple anılarını yazsa "Kenan Evren 'in Anılan" solda sıfır kalır. Bu işte iyi para da var, bizden söylemesi. Paradan söz açılmışken kendimden söz etmek istiyorum. Bu yapıtla yansıyan etkinlikler için ne basın mensuplarından ne de beni çağıran kuruluşlardan seyahat masrafı dahil bir kuruş almadım. Bu çabayı amatör bir ruhla kendi sınırlı bütçemden karşıladım. Yalnız BBC yayınladığı tele röportaj karşılığı telif hakkı olarak bana 37 sterlin gönderdi. 28 yıllık emeklilik yaşamımın ilk profesyonel işinden aldığım bu dövizi güzel bir anı olarak saklıyorum. Sayın Orhan Kilercioğlu cuntacılıktan özel sektöre oradan bakanlık koltuğuna "pırıl pırıl bir insan" olduğu için atlarken, cuntacılıkla suçlanılan ben, bu memleketin hapishanelerine konuk ediliyorum. İlginç bir çelişki değil mi? Önemli olan cuntacı

olmak değil. Cuntacı da olsanız sermayeden yana iseniz size bakanlık sunulur. Emekten yana iseniz bizim gibi hapishanelerden hapishanelere taşınmak zorunda kalmayı göze alacaksınız. Yanlış anlaşılmaktan korkarım. Şu anda Orhan Kilercioğlu'yla konumumu değiştirme önerisini alsam, öneriyi duraksamadan reddederim. 1965 yılında Ankara'da Emperyal Oteli'nde bir arkadaşımla birlikte kalıyordum. Gece 24.00'te kapım çalındı. Karşımdaki kişi Emniyet müfettişi Hakkı Kütük olarak kendisini takdim etti. İlk anda bizi almaya geldiğini düşündüm, ama gerçeğin öyle olmadığını hemen kavradım. Sayın Kütük, Bakanın benimle görüşmek isteğini bildiriyordu. Kendisini kırmamamı, hatta hemşeri olduğumuzu da anımsatarak daveti reddetmememi rica ediyordu. Zamanını sordum. 'Hemen' diye yanıt aldım. Gayet konforlu bir araba ile gecenin karanlığı ve sessizliğinde İçişleri Bakanlığı'na geldiğimde, Sayın Faruk Sükan beni bekliyordu. Kendisiyle saatlerce konuştuk. Bu konudaki ayrıntıyı açıklama zamanı geldiğine inanıyor ve bunu Sayın Sükan'dan bekliyorum. Ben, konuşmanın sadece bir bölümünü açıklamak istiyorum. O günlerde Orgeneral Cemal Tural, darbe hevesine kapılmış Genelkurmay Başkanı olarak, TRT, TMO gibi ilgili ilgisiz sivil kurumları teftiş etmeye başlamıştı. Herkesin sindiği bu dönemde Sayın Emekli Kur. Alb. Selçuk Atakan'la kendisine bir açık mektup yazmış ve tutuklanma olasılığına karşı da bavullarımızı alıp Ankara'ya gitmiştik. Bu çıkışımız Sayın Sükan'ın gözünden kaçmamıştı. Bundan önce de, Cemal Tural'ın peşime taktığı 7 polise emir vererek geri çekmişti. Sayın Sükan, hükümet olarak "Cemal Tural'ı emekli etmeye karar verdiklerini" açıkladıktan sonra, bu konuda benim görüşlerimi almak istedi. Kuşkusuz bu durumda TSK'nın tepkisini öğrenmek istiyordu. Kendisine Cemal Tural'ın ayrılmasıyla hiç bir şeyin değişmeyeceğini, önemli olanın TSK'daki darbe arzusunun, söyledikten sonra, Cemal Tural'ın imzasını taşıyan bir darbe planı bulunduğunu, bu plana katliam listeleri eklendiğini, bu nedenle Tural emekli edildikten sonra, hakkında TCK'nın 146.maddesi uyarınca dava açılması gerektiğini söyledim. O dönemde AP'nin gücü bu öneriye olumlu yanıt verecek durumda değildi. Ancak önerim kabul edilseydi ne 12 Mart ne de 12 Eylül darbesi yapılabilirdi. Çünkü Cemal Tural'ın mahkûmiyeti darbecilerin cesaretini kıracaktı. 12'li darbeler, Tural'dan kalan darbe planının geliştirilmiş şekline dayanılarak yapıldı. Bu anlamda bırakıyorum.

demokrasiye

yapmak

istediğim

katkıyı

okuyucuların

takdirine

Emperyalist A.B.D. komünizmle mücadele ediyordu. O dönemde CIA, tüm ülkelerde LYNX listelerini (28) yerli işbirlikçi istihbarat örgütleriyle hazırlamıştı. Darbe ile sıkıyönetim dönemlerinde sakıncalı sayılan kişiler, farklı düzeylerde etkisiz hale getirilecekti. Örneğin Endonezya'da bir katliam ile komünist sayılan kişilerin tümü öldürülmüştü. Bizim Mc Charty'cilerin iştahları kabarmıştı. Endonezya'dan daha mı geri idik? Onlar komünistleri öldürüyorlar, biz ise besliyorduk. Cemal Tural'ın darbe planı doğrusu dört dörtlüktü. Plana iliştirilen ek listelerle, başta komünistler olmak üzere, düzen karşıtlan -kim saptıyorsa-milliyetçi generalin emriyle ortadan kaldırılacaklardı. Bu sayede devlet kurtarılmış olacaktı. (!) Planın adı da işlevine uygundu: Dev-Kurt... O dönemde basının haberdar olduğu bu plan eleştirildi. Sonraki darbeciler, planlarının adını değiştirdiler ve uyguladılar. Ama dünyada ve ülkedeki

insan haklan normlarında ki değişim nedeniyle arzu ettikleri ölçüde düzen karşıtlarını (!) asamadılar, hapishanelerde beslemek zorunda kaldılar. Tural'ın yüreği darbe yapmaya yetseydi, bertaraf edilecek vatan hainlerini; başta Vatanseverler olmak üzere istihbarat ve güvenlik örgütleriyle, devlete yardımcı olarak seçilen milliyetçi gençleri antikomünist cephenin desteğiyle ortadan kaldıracaklardı.

Örgütleri emperyalist devlet açısından sıralamak gerekirse; — Birinci öncelik: X Örgütü (Yasadışı, ABD finansmanı) — İkinci öncelik: İstihbarat örgütü (Yasası var, ama denetim dışı) —Üçüncü öncelik: Güvenlik örgütleri (Yasalarla demokrasi donatılmıştır. Şefleri ABD’de özel eğitimden geçiriliyor.)

dışı

yetkilerle

Daha açık bir deyişle polis, MİT ve ÖHD'den korkmaktadır. Bu durumda yasadışı kurulmuş Yeraltı Örgütü denetlenememekte ve ülkemizde demokrasi bir türlü rayına oturamamaktadır. Sayın Mahmut Almak TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, Güneydoğu Anadolu bölgesinde kaybolan ya da öldürülmüş olarak bulunan kişilerin listesini açıklamıştır (29). Bu kişilerin faillerini yakalayabilmek için, önce istihbarat ve güvenlik örgütlerinden hesap soracaksınız. Sonra da bu güçleri halkın güveneceği bir konuma getireceksiniz. Demokratikleşme bu aşamaları izleyebilir. Sadece yolsuzlukların hesabını sormakla kangren olmuş bu yaraları temizleyemezsiniz. Yunanistan ve Arjantin, cuntacılardan hesap sordu, işkencecileri yargıladı. Kayıp ve ölüm olaylarının ardındaki istihbarat ve güvenlik örgütü mensupları yargılandı. Gene 1985 yılında Papandreou, Sheep Skin-Koyun Postu-kod adlı "X örgütü"nü lağvetti, Biz bu örgütleri bugün lağvetsek, bu anlamda Yunanistan demokrasisinin 7 yıl gerisinde kalacağız. Oysa bizde iktidarlar, istihbarat ve güvenlik örgütlerinin üzerine gitmek şöyle dursun, onları korumakta ve suçlarını örtbas etmektedirler. Neden? Polislerin işlediği suçların dökümünü yapıp, bunu diğer ülkelerle karşılaştırırsanız durumun korkunçluğunu saptayabilirsiniz. Uzun süre polis muhabirliği yapmış deneyimli gazeteci Sayın Halil Nebiler'in söylediklerini kulak ardı edemezsiniz. "kafa Koparmak (Kelleci): Açığını bulup bir kişiden para sızdırmak, bulunmazsa açık yaratmak suretiyle para almak. Torbacı: Sağdan soldan para toplayıp bunu gerekli yerlere dağıtan kişi. Sakalcı Trafik polisinde örneğin "At bir sakal demek 90 bin liralık cezanın 20 binini at kurtul" anlamına geliyor, iş Kazası: işkence esnasında ölen kişiye verilen isim." (30) Eğer bu argoyu örneklemek gerekirse belleğinizi yoklamanız yeterli. Bir yapıtımda İstanbul'un meşhur eski polis müdürüne ABD'nin neden "Green Card" verdiğini sormuştum. Bugüne kadar yanıt alamadım.

Bir başka yapıtımda, bir polise gönderme yaparak 12 Mart döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün kırtasiye giderlerini ABD Büyükelçiliği'nin sağladığını yazmıştım. O konuda da kimseden ses seda çıkmadı. Güvenlik ve istihbarat örgütlerini güvenilir hale getireceksiniz. Bunun için reform yetmez, devrim yapacaksınız. Bu örgütlerde devrim yapmanın ön koşulu örgütlerin ABD etkisinden kurtarılmasından geçer. İkincisi bu örgütlere halkın sempati duymasını sağlayacaksınız vb. gibi. Güvenlik ve istihbarat örgütlerini güvenilir hale getirdikten sonra, devletin güvenliğini bu güçlere emanet edeceksiniz. Devlete yardımcı olarak örgütlediğiniz gücün, denetimden çıktığını 12 Eylülde gördünüz. Hala aynı yollan denemekte yarar olduğunu sanmıyorum. PKK ile çatışmada şehit olan 4 erin cenaze töreninin Kayseri'de ülkücü gençlerce düzenlenmesinin Kürt-Türk çatışmasına neden olacağını bir dergi yazmaktadır. Kayseri SHP İl Başkanı Yüksel Müftahi: " burada çok kanlı bir Kürt-Türk çatışması yaşanabilir. Kim bilir belki birilerinin varmak istediği nokta budur", DYP İl Başkanı İrfan Aksoy "Önlem alınmazsa ufak bir kıvılcım birçok şeye neden olabilir ", MÇP İl Başkanı Aydın Çetin Kaya "Ülkemiz dış kaynaklı provokasyon ve tertiple bir ÜlkücüKürt çatışmasına sürüklenmek isteniyor" şeklinde konuşmuşlar ve aynı kanıda birleşmişlerdir. MÇP eski MYK üyesi Yaşar Yıldırım ise "Bazıları Kürt-Türk çatışmasından yarar umuyor olabilir. Ama biz ülkücü gençlerin yeniden Kontrgerillanın oyuncağı olmasını istemiyoruz" derken, Erciyes Üniversitesi Öğrenci Derneği Başkanı Şenol Uğurlu ise "1980 öncesinde, ülkücüler komünistlere karşı devletin yapması gereken şeyi yapmak zorunda kaldı. Ancak devletin çözemediği problem ister istemez halka inecektir. Güneydoğu 'da devletin çözemediği soruna artık gençler sahip çıkmaktadır" (32)şeklinde konuşarak kendi kendine bir misyon yüklenmeye kalkışmıştı. Bu anlayışın sakıncalarını yaşayarak gördük. Devlet, kendi örgütleriyle sorunların üstesinden gelecek şekilde örgütlenmeli ve bu tür 'yardımcılar' dışlanmalıdır. Ve bir ülkücünün bile kabul ettiği gibi, kimseyi Kontrgerilla’nın oyuncağı haline getirmemelidir. Bunun yolu bu örgütü lağvedip hesap sormaktan geçer. BİRİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI (1) Terörde CIA parmağı, Merdan Yanardağ- Talat Turhan Söyleşisi, Güneş, 15 Kasım 1990 (2) Türk Gladio'su, Özel Haber Dairesi'dir -Rafet Ballı- Talat Turhan söyleşisi-Milliyet, 16 Kasım 1990 (3) Bu Utanç Kuruluşu Denetlensin, Zaman,17 Kasım 1990 (4) Örtbas etmeyin, Yeni Asya, 17 Kasım 1990 (5) Susmayın Paşalar -Tahir Aka -Talat Turhan söyleşisi - Yeni Asya, 18 Kasım 1990 (6)Şimdi de islamı Düşman Seçtiler, Mustafa Ünal- Talat Turhan söyleşisi, Zaman, 19 Kasıml990 (7) Suçlular işbaşında, Tahir Aka-Talat Turhan söyleşisi, Yeni Asya-24Kasıml990 (8) Tahir Aka-Talat Turhan söyleşisi-Yeni Asya, 25 Eylül 1990

(9) y.n. Basın Toplanışı ve söyleşiler 3–3,5 saat sürdü. Bunun bir saati konferans diğer bölümü soru yanıtlardan oluştu. (10)Milliyet, 15 Kasım 1990 (11) Genelkurmay: Gladio'nun Özel Harp Dairesi'yle ilgisi Yok, Hürriyet, 17 Kasım 1990 (12)KKK. ST-31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat, 1965 (13) Bomba Davası'nda Savunma -10 Klasör, 4500 sayfa - Talat Turhan (çoğu yayınlanamadı) (14) Cumhuriyet: 18 Kasım 1990 (15) Şema 5 Aralık 1990 tarihli Güneş gazetesinde yayınlanmıştır. (16) iktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi, Talat Turhan- 7 Gün Dergisi: 3 Ağustos – 14 Aralık 1977 (17) Cumhuriyet, 4 Aralık 1990 (18) Güneş, 4 Aralık 1990 (19) Güneş, 5 Aralık 1990 (20) Kontrgerilla Korkusu, Halil Oral'ın Haberi- Milliyet, 15 Aralık 1991 (21) Önce Sivil Demokrasi, Faruk Bildirici'nin Haberi, Cumhuriyet, 23 Aralık 1991 (22) Kimin Parmağı, Yeni Asya, 27 Aralık 1991 (23) Güneş, 4 Aralık 1991 (24) El Salvador'da Savaşa Son, Milliyet, 20 Ocak 1992 (25) Talat Turhan Askeri Darbe 1977'de Olacaktı, Hikmet Yıldız'ın haberi, Milliyet, 25 Kasım 1991 (26-27)) Kilercioğlu Ne Kadar Şeffaf, Tülay Çetin Üleç, Aktüel, sayı: 22, 5-11 Aralık 1991 (28) CIA Günlüğü, Philippe Agee, 2 cilt, E yayınları -1975 (29) Almak'tan Kayıp Ve Ölüm Listesi, Milliyet, 24 Ocak 1992 (30) Poliste At izi li İzine Karıştı, Halil Nebiler, Aktüel, sayı: 22, 5–11 Aralık 1991 (31)Aktüel ,sayı: 22, 5-11 Aralık 1991 GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU Sevgili Antalyalılar, basınımızın değerli üyeleri ve seçkin konuklar, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlarken, beni dinlemek üzere geldiğiniz için hepinize teşekkürlerimi sunuyorum. Özellikle beni söyleşi yapmak üzere buraya çağıran, Gladio konusu üzerine yeniden eğilmeme neden olan Kaleiçi Sanat evi sorumluları Sayın Safai Özer ve Hatice Boztepe'ye de huzurlarınızda teşekkür etmeyi borç biliyorum. Bilindiği gibi söyleşinin konusu "Gladio'nun Türkiye'ye Yansıması "dır. Aslında, bundan 18 yıl önce bu konu, Kontrgerilla tartışması şeklinde, Ziverbey İşkence Köşkü'yle ilgili olarak Türkiye'nin gündemine tarafımdan sokulmuştu. Başbakanlar, bakanlar, parlamenterler, demokratik kitle örgütleri ve basın organları tarafından konu, o günden bu yana yeni yeni içerikler kazanarak tartışılmaktadır. Bütün bu çabalara karşın, alman mesafe bir arpa boyu olarak nitelendirilebilir. Sorunu, bir demokrasi kavgası olarak algıladığım için, çabalarımı belirli özveri içinde sürdürmeye çalışıyorum. Bu anlayışla, söyleşimizin bu salonla sınırlı kalmasını istemiyor, değerli basın mensuplarının katkıları ile sorunun yeniden gündeme

getirilmesini istiyorum. Kuşkum yok, sizler demokrasi savaşımında beni yalnız bırakmayacaksınız (1). Konuya açıklık getirmek için, önce teorik kavramlara yer vermek gerektiğine inanıyorum. Soğuk Savaş: İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşma sonucu, Batı ve Doğu blokları arasında süregelen gerginlikten doğan bir kavram olup, Gorbaçov'un Glastnost ve Perestroika politikalarının sonucunda, geçen yıl Paris'te imzalanan AGİK anlaşması ile sona erdirilmiştir. Bu antlaşmaya, 16'sı NATO devleti, 6'sı Varşova Paktı olmak üzere toplam 34 devlet imza koymuştur(2). Daha sonra katılanlar da olmuştur. Gerçekte Özel Savaş kavramı Soğuk Savaş'ın ürünüdür. Günümüzde Soğuk Savaş bittiğine göre, bu amaçla kurulmuş örgütlerin dağıtılması ve Özel Savaş yöntemlerinden vazgeçilmesi gerekmektedir. İleride açıklayacağım gibi, ne yazık ki Türkiye'de durum bütünüyle farklıdır. Oysa Gladio olayından sonra NATO ülkelerinin birçoğu bu tür örgütlerini ortadan kaldırmışlardır. Özel Savaş'a ilişkin yayımlanmış yapıt ve dizi yazılarımda ayrıntılı bilgiler bulunmasına karşın, çoğunlukla ÖHD'nin (Özel Harp Dairesi'nin) eski başkanlarından Em. Org. Sayın Sabri Yirmibeşoğlu'nun görüşlerini yansıtma yolunu tutacağım. "Nükleer çağda genel ve bölgesel savaşlar çok tehlikeli sonuçlara tırmanacağından, bunun yerine devrim, bağımsızlık, kurtuluş ve sömürüye karşı çıkma sloganları arkasında hedefe ulaşmak üzere yeni bir savaş türü uygulanmaktadır. Bu türe Özel Harp ya da Modern Savaş denilmektedir" (3). Khruschev, 1961 yılında yaptığı bir konuşmada tüm dünyadaki Kurtuluş Savaşları'na arka çıkmıştı. ABD bu konuşmadan sonra konu üzerine daha da eğilerek karşı yöntemleri geliştirmeye başlamıştır. Başkan Kennedy, 1962 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Bu savaş, gerillaların, yıkıcı unsurların, ayaklananların yaptığı bir savaştır. Çarpışma yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme yerine onu yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır. Bu savaşlar, ekonomik huzursuzluk ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç vardır." Kennedy'nin Özel Savaş'ı tanımlaması böyledir. O günden bugüne ülkemizdeki Amerikanlılaşmaya koşut yozlaşmanın bu anlayıştan kaynaklandığını düşünüyorum. "Özel Harp, Soğuk Harp 'in her şeklinde ve her uygulama alanında Psikolojik Harp ile başlamakta ve yıkıcı faaliyetlerle, tedhişe dönüşen eylemlerden sonra, Gayrinizamî Harp şekline dönüşmekte, iç savaşa yol açmakta ve böyle bir felaketi önleme veya bertaraf etme yöntemlerini kapsayan istikrar harekâtından oluşmaktadır." Yani hedef ülkeyi, ABD emperyalizminin amacına ulaşması için, ilk önce "tedhişe dönüşen eylemlerle" istikrarsız hale getireceksiniz (destabilisation) sonra İstikrar Harekâtı’nı (stabilisation) gündeme getireceksiniz. Türk halkı bu filmi 12'li darbelerle yaşadı. Darbe öncesinde terörün durdurulamamasının, darbe sonrasında ise hemen kesilmesinin nedeni işte bu stratejiden kaynaklanmaktadır. Onun için Sayın

Demirel'in, 12 Eylül darbesi öncesi akan kanların darbe gerekçesi yapıldığı şeklindeki kanısını, birkaç yıl önce yayımlanan yazı ve söyleşilerimde paylaşmıştım. Bir ülkede ayaklanma meydana geldiğinde buna Gayrinizamî Harp adı verilmekte ve askeri ve yarı askeri örgütlerin katkısı ile yürütülmektedir. Gerilla Harekâtı: "Gayrinizamî Harp'in en etkili uygulamasını, kırsal bölgelerde ve günümüzde kentlerde etkin olmaya başlayan, partizan ve çete harekatı, komitacılık, sivil savaş, küçük savaş deyimleri ile de ifade edilen Gerilla Harekatı oluşturmaktadır... Günümüz savaş kavramı içinde gerilla savaşı, gerçek ve sözde kurtuluş ve devrim savaşlarında yer almaktadır" (4). Mukavemet Harekâtı: "Bu harekat yeraltı harekatı olarak da isimlendirilmektedir. Mukavemet Harekâtı çoğunlukla kentlerde, var olan siyasi iktidara veya işgal kuvvetlerine karşı en basit direnişten şiddet kullanmaya kadar bir seri mukavemet faaliyetlerinden oluşmaktadır. Bu savaşın başlıca silahları: Uluslararası ve ulusların içindeki mücadelede yıkıcı faaliyetler, Örtülü tecavüzler, insanın düşünce düzeyine yerleştirilen psikolojik etkiler, dehşet, suikast, adam kaçırma, öldürme, uçak kaçırma, rehine alma, sabotaj ve kundakçılıktan oluşmaktadır "(4). Sayın Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun bu çok değerli açıklamalarına nokta koyduktan sonra, Amerikan kaynaklı olan ve FM–31–15 simgesi ile tüm NATO ülkelerinde uygulanan, Türkçeye ST–31–15 olarak tercüme edilen Gayrinizamî Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi'ne bir göz atalım: "Açık ve Sinsi Faaliyetler: adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hale getirme, adam kaçırma suretiyle tedhiş, olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj" (5-6). ABD dolarları ile beslenen bu kişiler, ayrıntılarıyla açıklanan eylemleri yapacak ve yasal statüye tabi olmayacak. Dün komünizme, bugün acaba hangi ideolojiye karşı? Nerede Anayasa, yasa, hukuk devleti ve demokrasi? Şimdi isterseniz sorunu biraz daha irdeleyerek geçen yıl, 3 Aralık 1990 günü yapılan Genelkurmay Başkanlığı Brifingi'nde açıklanan ÖHD'nin (Özel Harp Dairesi'nin) sivil bölümünde yer alan Yeraltı bölümünü görelim (Şema:2) ve buradan yine ST 31-15 talimnamesine dönerek Yeraltı Örgütü şemasına göz gezdirelim. (Şema:2) Örgütün hücre biçiminde çalıştığını algılayıp, yeniden Sayın Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun açıklamalarına dönelim. "Mukavemet teşkilatına mensup unsurlar arasında azami ölçüde gizlilik muhafaza edilmekte ve emniyet mülahazası ile personel birbirini tanımamaktadır. Harekâtın başlangıcında teşkilat unsurları meslekleri ile ilgili uğraşları içinde birbiri ile gizli haberleşme teknikleri kullanarak, istihbarat, Sabotaj, Pasif mukavemet ve Propaganda konularında görevlerini yerine getirmektedir. Harekâtın ileri safhalarında teşkilat unsurları arasında gizlilik kalkmakta ve faaliyetler şiddetlendikçe, daha açık bir mücadele, şehir gerillası harekatı ile sürdürülmektedir.

Günümüzün düzensiz bir şekilde büyüyen, gelişen sosyal ve ekonomik huzursuzlukları artan büyük şehirleri Mukavemet Harekâtına çok elverişli bir ortam hazırlamaktadır." Açıklamalardan kesinlikle anlaşılacağı gibi, gerçekte örgütlü olan devletlerdir. Yasadışı olarak kurulan paramiliter güçler, her türlü terörist faaliyetleri sürdürmek üzere şehir gerillası şeklinde de örgütlenmişlerdir. İstikrar Harekatı'na gelince: "Bu harekat askeri literatürde anayasal hükümetin, etkili bir şekilde çalışabilmesi için başka bir çare kalmadığı hallerde huzur ve nizamı iade ve tesis ederek, idamesini sağlamak maksadı ile silahlı kuvvetlerin meşru hükümete yardımcı olarak yürüttüğü iç güvenlik ve iç durumu iyileştirme harekatı" olarak tanımlanmaktır. 12'li askeri darbeler, bu harekâtın değişik bir yorumlanması sonucu hemen hemen aynı gerekçelerle sahneye konulmuştur. Psikolojik Harp: "Düşmanın, mahalli halkın, tarafsızların ve dost unsurların düşünce, duygu, tavır ve davranışlarını, milli amaç ve hedeflerin elde edilmesini destekleyecek şekilde etkilemek üzere, propaganda ve diğer araçların planlı olarak kullanılmasıdır" şeklinde tanımlanmaktadır. "Asıl hedefin insanların beyni olduğu kabul edilmekte ve beyinler etki altına alındıktan sonra, mücadelenin kazanılmasının kolay olacağına inanılmaktadır." Özetle, Özel Savaş kavramı içinde yer alan Mukavemet Harekatı'nı yürütmek üzere hücre tipi çalışan bir Yeraltı Örgütü bulun-maktadır.(Şema-l) Bu örgütü Türk kamuoyu, Kontrgerilla Örgütü diye adlandırmaktadır. Amaçlı davranan kişiler bazen ÖHD paravanasına sığınarak, bazen da Kontrgerilla deyiminin bir yöntem olduğunu ifade ederek ki gerçekten de öyledir, konuyu saptırmaktadırlar. Faik Türün ve Turgut Sunalp gibi ünlü (!) orgenerallerden ilki, böyle bir deyimin ansiklopedilerde dahi bulunmadığını, Talat Turhan'ın uydurduğunu ifade ederken, diğeri, es-piri olduğunu ileri sürmektedir (7–8). Çünkü Erenköy İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla Örgütü'yle ilişkilerinin açığa çıkmasından korkmaktadırlar. Oysa gerek Genelkurmay Başkanlığı'nca basılan askeri terimler sözlüğünde, gerek Encyclopedia Americana'da Kontrgerilla Savaşı'na yer verilmektedir. Biz bu tür kavram kargaşalıklarını önlemek için istihbaratçı, provokatör, tedhişçi ve sabotörlerden oluşan bu yeraltı örgütüne bundan sonra "X Örgütü" diyeceğiz. X örgütünün İtalya'daki koşutu Gladio'dur. Gladio kılıç anlamına gelen Gladyatör'den türetilmiştir. Bu örgütün hünerleri İtalya'da ortaya çıktığı zaman istihbaratçılar "Süper NATO" "Paralel NATO" ve benzeri tanımlamalarla CIA'yı maskelemek istediler. Ama daha sonra yapılan açıklamalardan örgütün CIA'nın destek ve denetiminde olduğu ortaya çıktı (9-13). 3 Mayıs 1988 günü üç carabinieri-İtalyan Jandarması-Kuzey Sagrola yakınlarında Peteano köyünde, kuşkulandıkları bir araçta arama yapmak için bagajı açtıklarında, arabada meydana gelen patlama sonucu ölmüşlerdi. Bu olaydan sonra, Kuzey İtalya'da bir dizi operasyon sonunda, kırsal alanlarda toprağa gömülü 127 silah, tahrip kalıbı ve patlayıcı madde deposu ortaya çıkarılmıştı.

Venedikli Savcı Felice Casson, bulunan silah ve patlayıcı madde depolarının İtalyan gizli servisi Sismi'nin denetiminde olduğunu saptadı. Jandarmaları öldüren üç neofaşisti ömür boyu hapse mahkûm ettirdi. Ancak, bir generalle bir yarbayın soruşturmayı saptırmaya çalıştıklarının farkına varınca, tıpkı Yunanistan'da Lambrakis'in öldürülmesi olayında olduğu gibi, İtalya Başbakanı Andreotti'ye gizli servis arşivlerini incelemek için başvuruda bulundu ve başvuru belgesinin bir kopyasını da parlamento Güvenlik Komisyonu'na gönderdi (14). Ocak 1990'da yaptığı başvuruya uzun süre yanıt alamayan Casson, işin peşini bırakmadı. Sonuçta, 20 Temmuz 1990'da Andreotti ile görüşerek İtalyan İstihbarat Servisi'nin arşivine girmeyi başardı. Yaptığı araştırma sonucunda Gladio'nun 1956 Kasım ayında İtalyan ve Amerikan gizli servisleri tarafından Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'ndan gelecek bir istila olasılığına karşı, bir direniş örgütü çekirdeği oluşturmak için kurulduğunu saptadı. İtalyan Anayasası'na göre uluslararası anlaşmaların meclisler tarafından onaylanması zorunlu olduğu halde, 26 Kasım 1956'da CIA ile Sifar (15) aracılığıyla, üsler ve silah depolan oluşturulması, antikomünist ölçütlerle yüzlerce kişinin Kontrgerilla savaşı için eğitilmesi amacı ile gizli ve yasadışı bir örgüt kuruluyordu. 1956 yılında asker-sivil karışımından oluşan örgütün eğitim kampları ve üsleri Sardunya adasında kurulmuştu. Savcı Casson'un incelemelerinden kuşkulanan Sismi Başkanı, Amiral Martini, değişik yollan deneyerek Casson'un çalışmasını engelliyordu. Bunun üzerine Casson, Parlamento Terör Komisyonu'na yazdığı bir mektupla Amiral Martini'yi şikâyet etti ve çalışmalarını sürdürdü. Köşeye sıkışan Andreotti gizli örgütü açıklamak durumunda kaldı ve böylelikle tüm Avrupa ülkelerini kapsayan Gladio Skandalı patlak verdi. Bu arada savcı Casson, İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'yı da, işe bulaşmış gördüğü için tanık olarak dinlemek üzere soruşturma kapsamına aldı. İtalya yasalarına göre cumhurbaşkanlarının sorgulanması mümkün olmasına karşın, Cossiga ifade vermekten kaçındı. Çünkü yıllardan bu yana Hıristiyan Demokrat Parti, CIA dolarları ile beslenmektedir. Aldo Moro'nun katledilmesine kadar uzanan tertiplerin içinde bulunma olasılığı bulunan kişilerin, söyleyecekleri sözleri bulunmamaktadır kuşkusuz. İtalya'da da gerek Gladio gerekse Sismi ve hatta P–2 Mason Locası CIA'den maddi destek görmüş ve CIA ile iç içe çalışmışlardır. Örneğin neofaşistlerce gerçekleştirilen Bologna istasyonunun bombalanması olayında 80 kişi ölmüştür. Bu olayın soruşturmasını saptırmaya çalışan Sismi Başkan Yardımcısı General Musumici mahkûm olmuştur. CIA görevlisi Richard Erenneke, Lucio Gelli başkanlığındaki P–2 Mason Locası'na, bazen ayda on milyon dolara kadar ulaşan maddi yardım yapıldığını açıklamıştır. Günümüzde P–2 Locası'nın yasadışı faaliyetleri ortaya çıkmış bulunmaktadır. Örnekleri çoğaltmak olası, ama sanırım durum yeterince aydınlandı. İtalya'da Gladio olayı dalgalanmaya terk edildi. Bir yıl sonra İtalya Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, "son yirmi yılda meydana gelen, suçluları bulunmayan 18 davanın rafa kaldırılmasını" istedi. Savcı Casson şimdi bazı çevrelerce "Terbiyesiz Savcı" diye adlandırılmaktadır (16).

Geçen yıl Sayın Demirel, Kontrgerilla tartışmalarının yapıldığı bir dönemde "bu memleketin savcıları ne güne duruyor" (17) diye soruyordu. Sorma sırası şimdi bize geldi. Bu memlekette Felice Casson gibi bir savcı ne zaman çıkacak? Böyle bir savcı eğer ortaya çıkarsa ona hangi güçler karşı geleceklerdir? Suçlusu bulunmayan olayların failleri ne zaman yakalanacaklardır? 20 Ekimi 991 seçimleri, ülkemize ılıman bir demokrasi atmosferi getirmiş bulunmaktadır. Bu ortamın, Türkiye genelinde demokrasinin geleceği adına iyimserlik yarattığı gözlemlenmektedir. Biz bu genel kanıya peşinen angaje olmaksızın, umudumuzu koruyarak seçim öncesi vaatlerin, koalisyon protokolü ve hükümet programında yer alanların gerçekleşmesini bekleyeceğiz. Gerçekte, ülkemizde ve dünyadaki değişimler yeni bir Anayasa yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bugüne kadar yetkili kişilerin söylediklerine bakılırsa, bir anlamda 1961 Anayasası'na geri dönüleceği gözlemlenmektedir. "Bu Anayasa ile memleket idare edilmez" diyenlerin bu noktaya gelmiş olmalarını kıvançla karşılıyorum. Bunun yanında demokrasi tarihimizde kapkara bir leke olarak gördüğüm 1982 Anayasası'nın ortadan kaldırılması vaadini de olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. 1975 Helsinki Senedi'ndeki yükümlülükler, 1982 Anayasası'na yansıtılmamıştır. Bunun yanında Avrupa Konseyi, AT, İnsan hak-tarıyla ilgili uluslararası kuruluşların (Amnesty International ve Helsinki Watch Comitee gibi) baskıları süregelmektedir. En önemlisi AGİK süreci içinde 1990 yılında imza koyduğumuz Paris Yasası ilkelerinin de Anayasa'ya yansıması gerekmektedir(18). Yaşam sürecim içinde 1921 Anayasası dışında tüm anayasaları tanıdım ve Anayasa değişikliklerinin tanığı oldum. Ne yazık ki Anayasaların değişmesiyle hiçbir şeyin değişmediğini de gördüm. Ülkemizde tıpkı Gladio örneğinde olduğu gibi, yirmi yıldan bu yana kuşkulu terör eylemleri, sahte ya da gerçek operasyonlar düzenlenmekte, cinayetler işlenmekte ve dökülen kanlar hep yerde kalmaktadır. Bu konudaki kuşkular, legal görünümlü illegal devlet istihbarat ve güvenlik örgütleri üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Geçen yıl Kasım ve Aralık aylarında Gladio olaylarının Türkiye'ye yansıması sonucu, Kontrgerilla konusu TBMM gündemine girmiştir. SHP, DYP ve HEP'in girişimleri ANAP'ın tutumuyla engellenmiş ve Meclis Araştırma Önergesi 1991 Aralık ayına kalmıştır (19). Ancak erken gelen seçim sonucunda bu önergeler kadük hale gelmiştir. Bu nedenle yeni iktidarın gündemine alması gereken yaşamsal ve öncelikli sorun Kontrgerilla konusunda bir Meclis Araştırması'nın yolunu açmaktır. DYP, SHP ve HEP bu konuya geçen yıl angaje olmuşlardır ve bugün bu partiler iktidardadırlar. Sayın Ecevit, Başbakan olarak 1974 yılında Genelkurmay Başkanı'nın örtülü ödenekten para istemesi üzerine, Özel Harp Dairesi'nin varlığından haberdar olduğunu sürekli yineliyor. Ancak 1973 yılında yayımlanan CHP'nin Akgünler Seçim Bildirgesi'nde "sıkıyönetim kanadı altında faaliyet gösterdiği anlaşılan Kontrgerilla diye bir örgütün faaliyeti bütün dünyada duyulduğu halde resmi makamlarca üzerinde bile durulmamıştır"(20) denilmektedir. Yani Sayın Ecevit 1974'te değil 1973 yılı sonbaharında Kontrgerilla örgütünden haberdardır. Çünkü Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi'nde yatarken Haziran 1973 yılında Sıkıyönetim Mahkemesi'ne verdiğim dilekçe sonucunda bu husus resmiyete dökülmüş ve o dönemde işkence, gören eski Milli Birlik Komitesi Üyesi Sayın Numan Esin mahkemede ayağını çıkarınca konu Sayın Suphi Karaman tarafından ilk kez parlamentoya getirilmiştir (20). Kaldı ki,

Sayın Ecevit 26 Eylül 1973 günü Ordu ve Giresun'da yaptığı konuşmalarda "Kontrgerilla'nın örtüsü kaldırılmalı, karanlık tertiplere girenlerin hiç olmazsa yetkileri ellerinden alınmalı" (21) şeklinde konuşmuştur. Başbakan olunca da "işkence, Kontrgerilla iddialarını ispat etmek için devlet arşivlerini karıştırmaya gerek yok" (22) diyerek konuya o günden bu yana angaje olmuştur. Sayın Ecevit'in buraya kadar sözünü ettiği örgüt Ziverbey İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla savıdır. Ve bu tavrını geçen yıla kadar sürdürmüştür. Nitekim bir gazetede geçen yıl yer alan açıklamasında "bazı terör olaylarında Özel Harp Dairesi'nin sivil ve gizli uzantısının rol oynadığından kuşkularım var" (23) demektedir. Sayın Ecevit'in açıklamalarının en ilginç yönü, sözünü etiği terör olayları içinde kişiliğine yönelik suikast girişiminin bulunmasıdır. 29 Mayıs 1977 İzmir'de meydana gelen olayı Başbakan olarak ortaya çıkaramadığını itiraf eden Sayın Ecevit "bir noktadan sonra izlerin kaybolduğunu" ve "bu olayın kendisinde Özel Harp Dairesi'ni çağrıştırdığım" açıklamaktadır. Sayın Ecevit açıklamasının sonunda "bazı NATO ülkelerinde buna benzer örgütlenmeler bulunduğu artık resmen açıklandığına ve bu açıklık rejimi olan demokrasiye yaraşır şekilde tartışma konusu olduğuna göre, Türkiye'de de bu konu ciddiyetle tartışılmalıdır" şeklinde konuşmuştur. Tüm bunları Sayın Ecevit'i eleştirmek için söylemiyorum. Bu açıklamalardan sonra DSP'nin de DYP artı SHP artı HEP gibi Kontrgerilla konusunda Meclis Araştırması'na kesinlikle katılacağını savunabiliriz. Sayın Ecevit yine geçen yıl bir başka gazeteye yaptığı açıklamada "devletin içinde devlet var" (24) demiştir. Sayın Ecevit bu kez de Özel Harp Dairesi'nden söz etmektedir. İktidara sahip olanların devlet içindeki devletin üzerine gidemezlerse, demokrasinin yaşama şansı bulunmadığını yaşayarak algıladık. Onun için tüm iktidar ve parti yetkililerini, yalnız Kontrgerilla değil, tüm istihbarat ve güvenlik örgütlerini kapsayan bir Meclis Araştırması'na başvurarak Gerçek Demokrasi önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çağırıyorum. Ancak bu koşulda geçmişin kuşkulu terör ve cinayet olayları aydınlanır ve olası benzer gelişmeler engellenebilir. Gazete arşivlerine baktığımızda, Sayın Ecevit'le Sayın Demirel Kontrgerilla konusunda da sürekli bir zıtlaşma olduğunu görüyoruz. Sayın Ecevit "vardır" derken, Sayın Demirel sürekli Sayın Ecevit'i yadsımayı yeğlemiştir. Nitekim Ecevit'in olayın üzerine gidecek kadar iktidar erkine sahip olmadığını bilmektedir. Ancak, bu tartışmalardan bugüne kadar olumlu bir sonuç da çıkmış değildir. Gladio tartışmasının ülkemize yansıması ve geçen yıl Sayın Evren'in Sayın Demirel'i muhatap alan açıklamaları, O'nda bir tavır değişikliğine neden olmuş görünmektedir. Nitekim Kontrgerilla konusunda ANAP iktidarını suçlarken kendisinin bu konuyu tartışmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Demirel anılan açıklamasında : "Benim devrimde bilgim dahilinde böyle bir şey olmazdı. Bilgim haricinde de bir şey varsa bunun altına yatmaya hazırım. Bunu Meclis'e getireceğiz" (25) diye konuşarak olaya angaje olmuştur. Bunun yanında o dönemde yapılan açıklamalarda, bu konudaki Evren-Demirel çelişkisi de ortaya çıkmış bulunmaktadır. Sayın Demirel, o dönemde, bu konudaki duyarlılığını sürekli yinelemiştir:. "Hükümeti göreve çağırıyorum. Türkiye'de böyle bir teşkilat olup olmadığı konusunda açıklama yapsın"(26). "Hukuk devletinde bu tür örgütlere yer yoktur. Parlamento'nun bu toplumsal tehlikeye, hukuk dışıhğa ve devlet içindeki bu gizli örgütlenmeye karşı çıkması bir görev haline gelmiştir. Çünkü en başta TBMM altına girmiştir. "TC devleti cinayet işleyen bir devlet imajı ile Türk halkının önünde duramaz. Savcılar ne güne duruyor? Devlet dahil hiç kimseye cinayet işleme imtiyazı verilmemiştir. Devlet esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayet işletmiştir diyen varsa ben dahil

herkesin yakasına yapışılsın. Benim bu çağrımdan sonra hiçbir şey yapmazlarsa bütün bu töhmetleri, bütün bu kötülemeleri hiç bir şey yapmayanların üstüne bırakırım" (27–28). Sayın Demirel, geçen yıl bu biçimde konuşmuş ve DYP Grup Başkan Vekili Sayın Vefa Tanır, SHP'nin öncelik önergesini destekleyeceklerini belirttikten sonra "Bu yönergeyi 1992 yılına kadar gündemde tutmaya vicdanlarınız nasıl razı olur! Devleti koruması gereken iktidar, bu önergeyi nasıl bir yıl,: gündemde tutabilir?" (29) biçiminde TBMM Genel Kurulunda konuşmuştur. Bu durumda, Demirel iktidarı TBMM'yi töhmet altından kurtarmak gibi öncelikli bir görev ile karşı karşıyadır. Bu konuda iktidar ortağı SHP tarafından geçen yıl verilmiş Meclis Araştırma Önergesi bulunduğunu ve Sayın Ecevit'in ve DSP'nin soruna sıcak yaklaşmak yükümlülüğünde bulunduğunu vurgulamak için bu açıklamayı yaptım. Konuyu biraz daha açmak için Sayın İnönü'nün durumunu belirttikten sonra, RP ve ANAP'ın tavrını açıklamaya çalışacağım. Sayın İnönü 26 Kasım 1990 günü yapılan Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrasında yayımlanan bildiriyi bir basın toplantısı ile açıklamış ve "Kontrgerilla konusunda çözüm bekliyoruz ama biz şimdi iktidar değiliz" (30–33) şeklinde konuşmuştur. Evet, Sayın İnönü şimdi iktidardasınız. Ulus çözümü sizden bekliyor. RP'nin bu sorunun çözümünde iktidarın yanında olması gerekmektedir. Çünkü Sayın Erbakan da geçen yıl bağlayıcı açıklamalarda bulunmuştur. Sayın Erbakan "Gizli Amerikan ordusu için Meclis soruşturması açılmalıdır" derken (34) RP Genel Sekreteri Oğuzhan Asiltürk de "gizli örgütün faaliyet gösterdiğini" ileri sürmüştür. ANAP'a gelince, 30 Kasım 1990 günü SHP'nin isteği üzerine toplanan Meclis Danışma Kurul toplantısında, ANAP adına toplantıya katılan Grup Başkan Vekili Onural Şeref Bozkurt "Biz Sayın Başbakan ile görüştük, konunun özel gündemle görüşülmesine gerek yoktur. Gündemde yerini alır, sırası geldiğinde görüşülür." demiştir (35–36). Görüldüğü gibi, ANAP Araştırma Önergesinin sadece öncelikli görüşülmesine karşı çıkmıştır. Bunun yanında, dönemin Milli Savunma Bakara Sayın Hüsnü Doğan "Kontrgerilla konusunda Meclis Araştırması istenirse karşı çıkmam" biçiminde konuşmuştur (37). Geçen yıl bu konuya farklı bakan tek kişi MÇP Genel Başkanı Sayın Türkeş olmuştur. Bu durumda kesinlikle diyebiliriz ki, bugün TBMM'de Kontrgerilla konusunda ya da yukarıda önerdiğimiz gibi tüm güvenlik ve istihbarat örgütleri konusunda bir Meclis Araştırması yapılması için bütün partilerde anlayış ve görüş birliği bulunmaktadır. Türk halkının bu görevi yerine getirmesini iktidardan ve TBMM 'den beklediğini söylersem, sanırım yanılmış olmam. Şimdi "devlet cinayet işler mi?" sorusuna yanıt arama durumundayız. Tarihe baktığımızda devletin cinayet işlediğim sayısız örnekleriyle görmemiz olası. Konuyla ilgili olarak en olumsuz örnekleri Hitler Almanya’sından ve Mussolini İtalya’sından ve SSCB'de Stalin döneminden verebiliriz. Ancak bize göre en belirgin ipucunu Gestapo örgütü vermektedir(3S). Kuşkusuz Gestapo örgütünden boşuna söz etmiyorum. Gestapo'yu Nazizm'den soyutlayarak incelediğinizde, onun dünyanın en organize istihbarat örgütü olduğunu anlayabilirsiniz. Bu gerçeğin ilk kez farkına varan ABD'liler, İkinci Dünya-Savaş'ından sonra OSS simgeli istihbarat örgütlerini CIA'ye dönüştürdüler. Bunu yaparken de, Gestapo örneğinden ve işbirlikçi Alman istihbaratçılarından geniş ölçüde yararlandılar. CIA şeması içinde, Kirli işler (Dirty Action) bölümü, doğrudan ya da işbirliği halindeki ülkelerin yerli istihbarat örgütlerini kullanarak, bugüne kadar sayısız

cinayet işlemiştir. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim mahkemesinde idam istemiyle yargılanırken yaptığım Savunmada "Geri kalmış ülkelerde ve Türkiye'de tüm olayları CIA yönlendirmektedir. CIA her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de Amerikan çıkarlarını korumak için şantaj, komplo, faili meçhul cinayetler işlemektedir. Buna iktidar partileri de alet olmaktadır"(39) demiştim. Kuşkusuz bu savı boşuna öne sürmüyordum. Bir kere savın teorideki kanıtlarını savunmama almıştım. Uygulamalara ilişkin de bazı ipuçlarına sahiptim. Nitekim CIA ile ilgili savımı öne sürdüğüm tarihten üç yıl sonra 15 CHP'li milletvekili "CIA"nın Türkiye'de cinayet işlediğini" (40) öne sürerek görüşüme katılmışlardır. CIA'den Albay John Stockwell, Londra'da yayımlanan New African dergisine yaptığı açıklamada "CIA 'hin operasyonlarında 40 yılda üç milyon kişinin öldüğünü" (41) itiraf etmektedir. Kuşkusuz herkes tarafından bilinen Phoneix planı uyarınca katledilen 20.000 Vietnamlı da bu rakama dahildir. Eski CIA Başkanı William Colby geçen yıl yaptığı açıklamada "NATO üyesi olması dolayısı ile Türkiye'de de benzeri bir kurumun (Gladio'yu kastediyor) varlığı ihtimalinin bulunduğunu" ve "Türkiye'nin komünistlerin eline düşmemesi için CIA'nın antikomünist kuruluşlara destek vermiş olması ihtimali bulunduğunu" söylemiştir (42). Colby, ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci ile yaptığı söyleşilerde İtalya’daki seçimleri ABD çıkarları doğrultusunda etkilemek için Hıristiyan Demokrat Parti'ye, CIA dolarları aktarıldığını itiraf etmiştir (43). Bu olgular yanında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD antikomünizmi örgütlemiş, bu düşünceyi milliyetçilik diye tüm ülkelere ihraç etmiş' ve bu amaçla Neonazist ve Neofaşist partileri CIA dolarları ile beslemiş, çıkarma ters gelen parti, örgüt ve kişileri maşalar kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Fransa'da yayımlanan ve Patrice Chairoff tarafından kaleme alman yapıtta MHP, Avrupa faşist partileri arasında sayılmış ve "MHP ve Ülkü Ocakları'nın CIA'dan önemli ölçüde yardım aldığı" (44) açıklanmıştır. Anılan yapıtı incelediğimizde dünyadaki bütün neonazist ve Neofaşist partilerin isimlerinin içinde "Movement" yani "Hareket" sözcüğünün bulunduğunu hayretle görmekteyiz. Sırası gelmişken Emekli Amiral Sezai Orkunt'un görüşlerini aktarmak istiyorum. Sayın Orkunt uzun süre Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı yapmış bir kişidir. Gerçekleri en iyi bilecek görevlerde bulunmuştur. Milletvekilliği yapmış bir entelektüeldir. Savının ağırlığı büyüktür. Orkunt diyor ki:"... Silahlı Kuvvetler, sağdan çok soldan korkar. Çünkü o zamana göre sağ organize değildi. Organizasyon MHP ile olmuştur. Türkeş'e verilmiştir bazı imkânlar" (45). Tam sırası gelmişken Sayın Ecevit'in bu konuda söylediklerini anımsayalım: "1978-79'daki Başbakanlığım sırasında, bir Doğu ilini ziyaret ederken oradaki askeri birliğin komutanı olan generalle görüşürken, 'bu ilçedeki MHP başkanı, Özel Harp Dairesi 'nin sivil uzantısı, gizli elemanlardan biri olamaz mı?' dedim, General 'evet öyledir' yanıtını verdi" (46). Vatanseverlerden söz açılmışken Sayın Cevdet Sunay'ın sağcı militanlar için "onlar vatansever çocuklardır", Sayın Türkeş'in "bizimkiler devleti koruyor" ve Sayın Dernirel'in ise "bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" dediklerini de anımsayalım ve Emekli Kurmay Albay Mehmet Alanyuva'dan söz edelim.' Alanyuva MHP davasının sanıkları arasındadır. Mahkemede "Sovyet işgaline ya da yerli komünist gruplara karşı gayrinizamî harp" yürütmek için hazırladığı bir şemayı Türkeş'e verdiğini kabul etmiştir. Bu belge yapıtlarımda sıkça söz edilen, ST 31–15 kodlu Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi'nden esinlenerek hazırlanmıştır. ST 31-15'de yer alan Yeraltı Teşkilatı adlı örgüt Özel Savaş Dairesi Çatısı altındadır

ve bu konuda yetkili kişilerin açıklamaları doğrultusunda onun askeri bir işleve sahip olmadığını varsayalım. Sayın Alanyuva, demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayılan siyasi partilerden biri olan MHP'nin başkanına, içinde sabotaj ve tedhiş hücreleri bulunan böyle bir şemayı neden vermiştir?(47/) Burada bir hususun altını kaim çizgilerle çizmek istiyorum: ABD tarafından empoze edilen ideolojiye göre düşman komünizmdir. İç düşman ile dış düşman arasında ayrım yapılmayacak şekilde tüm istihbarat ve güvenlik örgütü mensuplarının beyinleri yıkanmakta, bu amaçla legal, illegal paramiliter örgütler kurulmakta ve bu anlayışla cinayetler işlenmektedir. Düşman kavramında yanılgıya itilen ve dolarla finanse edilen örgütler kendi halkına düşman edilmektedir. Sağ-sol çatışması ortamı hazırlanarak ABD çıkartan emniyet altına alınmaktadır. Gladio türü örgütlerin en tehlikeli ve korkunç yönü de budur. 1966 yılında Dağ ve Komando Okul Komutanlığı'nca yayımlanan "Komando ve Özel Harp Muhtırası" adlı yapıtın "Psikolojik Hazırlık" bölümünde "Ayaklanmalara karşı koyma kuvvetlerinin" ne amaçla yetiştirildikleri açıklanmaktadır: "Tek eri kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlar" (48). Kendi vatandaşına karşı savaşacak erin eğitilmesi nasıl yapılacaktır? Kuşkusuz antikomünist bir koşullandırma ile beyni yıkanacak, kendisine komünist diye tanıtılan vatandaşıyla bu koşullandırmayla savaşacaktır. Bu sakat mantığı bizim anlamamız olanaksız. Aynı anlayışla, özellikle Latin Amerika ülkelerinde paramiliter güçlerden oluşturulan AAA simgeli faşist yeraltı örgütleri, düşman saydığı kendi vatandaşlarım öldürmektedir (49). AAA simgeli Ölüm Mangalarının içyüzü, Doruk Operasyonu adlı yapıtımda yeterince açıklanmıştır. İzninizle Kontrgerilla konusuna yeniden dönmek istiyorum. Çünkü bu konuda yetkili ve sorumlu kişiler gerçekleri saptırarak kavram kargaşası içinde havanda su dövmektedirler. 3/4 Mayıs 1972 gecesi 35 kişilik bir güruh, yasalarımızda yer alan tüm yükümlülükleri göz ardı ederek, evimi bastı ve beni gözlerim bağlı, ellerim kelepçeli olarak bilinmeyen bir yere götürdü. Sonradan Ziverbey Köşkü olarak ünlenen, aslında Zihni Paşa Köşkü olan bu yerde akim ve havsalanın alamayacağı ölçüde bir ay süreyle aşağılık ve iğrenç işkencelere tabi tutuldum. Bu konulardaki tüm ayrıntı Bomba Davası Savunma 2 (işkence) adlı yapıtımda verilmektedir. İşkenceciler bu yerin ve kendilerinin gizli kalacağını sanıyorlar ve pervasız davranıyorlardı. îşkenceli sorgulamalar sonucu sorguladıkları kişilere "burası Kontrgerilla Örgütü" diyorlardı (50). İşkenceden sonra Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi'ne alındım. Yaklaşık bir yıl sorgusuz sualsiz yattıktan sonra, mahkeme önüne çıkartıldım. Sorgu sırası bana gelir gelmez, 8 Haziran 1973 günü mahkemeye bir dilekçe vererek, Kontrgerilla Örgütü'nden Türkiye'de ilk kez söz ettim ve Köşk'te bilirkişi oluşturularak keşif yapılmasını istedim. Dilekçeme Köşk'ün planını da ekledim. Mahkeme dilekçemi işleme koymadı. Bir sonraki duruşmada, 12 Haziran 1973'te bu kez Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na birer dilekçe vererek, Kontrgerilla Örgütü olarak adlandırılan bu işkence, tertip ve provokasyon karargahındaki, yasadışı gizli örgüt çalışmalarının, bir parlamento komisyonu kurularak incelenmesini istedim. Bugün, 18 yıl sonra Türkiye'nin gündeminde öncelikli sırada olmasını istediğimiz sorun Ziverbey Köşkü'nden kaynaklanmaktadır. Geçen yıl yapılan tartışmalar ise, ÖHD'ye bağlı sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü üzerindeki kuşkuları artırmış bulunmaktadır. Türk kamuoyu bu Yeraltı Örgütü'nü Kontrgerilla Örgütü diye tanımlamaktadır. Ziverbey Köşkü'nün tertiplerine karışmış bazı kişiler, bu kavram kargaşalığından yararlanmaktadır (51).

ÖHD'ye bağlı vatanseverlerden oluşan Yeraltı Örgütü'nü "X Örgütü" olarak tanımlamıştım. Aslında NATO istihbarat çevrelerinde tüm NATO ülkelerine ilaveten Avusturya, İsviçre, İsveç gibi ülkelerin örgütlerinin tek tek kod isimleri sayılmaktansa, bu örgütlere, İtalya'nın, Yunanistan'ın, Türkiye'nin "x" örgütü denilmektedir. İtalya, Yunanistan ve Türkiye'yi gelişigüzel sıralamadım. Bu üç ülkede de "X Örgütü" bulunmaktadır. Bunlardan İtalya'dakinin adı Gladio'dur. İtalya'da yıllardan beri süregelen kuşkulu terör olayları ile ilgisi saptandığı için, Gladio olayı geçen yıl tüm Avrupa'yı sarsan bir skandala dönüşmüştü. Yunanistan, özellikle cunta döneminde olmak üzere, kuşkulu terör ve cinayet olaylarına sahne olmuştur. Orada Gladio benzeri yeraltı örgütünün kod adı Sheep Skin'dir, yani Koyun Postu. Papandreou gerçi 1985 yılında iktidara geldiğinde bu örgütü lağvetmiştir ama 17 Kasım adlı terör örgütünün üstlendiği terör ve cinayet olaylarının hiçbirisi şimdiye kadar aydınlanmamıştır. Canavar yaratmak kolay, onu ortadan kaldırmak güçtür. Türkiye'ye gelince "X Örgütü"nden en fazla kuşku duyan kişi Sayın Bülent Ecevit'tir. O'nun bu kuşkusu örgütün ideolojik anlayışı ile, faşist anlayış arasındaki koşutluktan kaynaklanmaktır. Daha açıkçası Sayın Ecevit, 'Vatanseverlerdin MHP'li olmasından endişe duymaktadır. Bir general de, Başbakanlığı sırasında bu endişesini doğrulayıcı itirafta bulunmuştur. Gerçekte Gladio türü örgütlerin hepsi, resmi talimnamesi olan FM 31–15 kod adlı talimnameye göre düzenlendiği için birbirinin benzeridir. Bu örgütlerin bize göre sakıncası örgütlenme biçiminden kaynaklanmaktadır. Çünkü hücre tipinde örgütlenen X Örgütleri, ülkenin düşman işgaline uğraması durumunda istihbarat görevi yanında tedhiş ve sobataj da yapacaktır. Biraz önce belirttiğim gibi, Gayrinizami Savaş Doktrini'nde iç ve dış düşman birbirinden farksız sayıldığına göre, X Örgütleri'nin içe yönelik kullanılma olasılığı bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye'de sözüne en çok güveneceğimiz tanık Sayın Kenan Evren'dir. Çünkü kendisi Genelkurmay Başkanı olarak bu örgüte kumanda etmiş, Devlet Başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak da örgüt faaliyetlerinden kuşkusuz yararlanmıştır. Açıklamalarında ÖHD'nin içe dönük olarak Kızıldere Olayı'nda kullanıldığını kabul etmekte ve "Genelkurmay Başkanlığım sırasında hu teşkilat, görevi dışında kullanılmadı. Ama belki bana intikal ettirilmeden bazı yerlerde gayri resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem" (52–53) demektedir. Sayın Evren emir ve denetimi içinde bulunması gereken örgütün denetim dışına çıkabildiğini açıkça itiraf etme gereksinimini duymaktadır. Bir orgeneral olarak talimnamelerimize göre/bir komutanın yaptığı ve yapamadığı her işten sorumlu olduğunu, kuşkusuz biliyordur. İlginç bir rastlantı olarak Sayın Kenan Evren'in itirafta bulunduğu gün çıkan Almanya'nın ünlü Der Spie-gel dergisi "12 Eylül'ü Gladio yapmış olabilir" diye yazmakta idi(54,). Yeniden Ziverbey Köşkü’nde kaynaklanan Kontrgerilla Örgütü savına dönmek istiyorum. 12 Haziran 1973 günü Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekçe yanıtsız kaldı. Yani bu makamlarda bulunan kişiler, suçu örtbas etmek suçunu işlediler. Güçleri mi yoktu, işkencecilerle ortak mı çalışıyorlardı? Bunu, ancak isteğimiz doğrultusunda bir parlamento araştırması açıklığa kavuşturabilir. Başvurumdan yaklaşık bir yıl sonra Sayın Ecevit Başbakan oldu. İşkencecilere karşı çıkıyor ve Kontrgerilla'nın üzerine gideceği izlenimini veriyordu. Kendisine Selimiye Ceza ve Tutukevi'nden bir telgraf göndererek, Başbakan Naim Talu'ya yolladığım dilekçeden haberdar ettim (55). Çünkü Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri sorgulama sırasında CHP ve Sayın Ecevit'e küfrediyorlardı. Bu durumu kendisine iletmeyi insani bir görev olarak algılamıştım. Bu arada Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne 6 Aralık 1973 tarihinde bir başka dilekçe vererek, Ziverbey'deki Kontrgerilla Örgütü'ne açıklık getirmeye çalıştım.

"Kontrgerilla, görünürde anarşizmle ve Marksizm-Leninizm'le mücadele etmek amacıyla kurulmuş, gerçekte bir ucunun nerelere kadar uzandığını muhtelif vesilelerle açıkladığım ve herkes tarafından bilinen İstanbul Mafyasının (Duruşma Tutanağına, İstanbul Mafyasının ucu Sunay Çankaya’sına gider şeklindeki savımı yazdırmıştım) ve hu çeteyle bütünleşmiş egemen çevrelerin çıkarlarını koruyan, birkaç muhterisin iktidar hırslarına hizmet için kurulmuş işkence ve provokasyon örgütüdür. Bu gizli örgüt STK (ÖHD 'yi gizlemek için Seferberlik Tetkik Kurulu olarak yazılmıştır) MU, Emniyet Teşkilatı ve diğer güvenlik kuvvetlerinden iktidar içinde iktidar olmak isteyen şebeke elemanlarından seçilmiş, (..) yasadışı yöntemler uygulamıştır. Bugüne kadar kendi suçsuzluğumun ispatı çabası içinde olmaksızın Türk Devleti'ne, Türk Milleti'ne saygımın bir sonucu olarak Kontrgerilla Örgütü’nün devlete olan ihanetlerinin ortaya çıkarılması çabasında bulundum. Eylemleri ile şaibe altına sokan bu gizli örgüt elemanlarının ve onları koruyanların tertipleri meydana çıkarıldığında, devletin sağlam güçleri şaibeden kurtulacak, "tır (56). Bu konudaki iddiamı terk etmiş değilim. Çünkü ülkemizdeki ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda başlatılan örgütlü işkencenin kaynağı Ziverbey Köşkü'dür. Bugün Türkiye Batı'da insan haklarını en çok ihlal eden ülkeler arasında sayılmakta, suçlanmakta ve dışlanmaktadır. Bunun sorumluları ortaya çıkarılırsa, olaylar çorap söküğü gibi aydınlanmaya başlayacaktır. Bu nedenle geçen yıl İstanbul'da 27 Kasım 1990 tarihinde yaptığım Basın Toplantısında, Türün'ün yakın hiyerarşisinde bulunan tüm kişilerin Meclis Araştırması kapsamına alınmasını önerdim. Ziverbey Köşkü işkencecilerinin CHP'yi suçlamak için özel bir çaba içinde olduklarını algılamam, sorunun daha da üzerine gitmeye zorladı beni. Bu nedenle 12 Mart döneminin onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını araştırdım. Özet bir sonuca vardım ve bunu 1975 yılında savunmamla birlikte Sıkıyönetim Mahkemesi'nde açıkladım. Kanıma göre ABD emperyalizmini 12 Mart yan askeri darbesi tatmin etmemişti. İlerde bir dönem gelecek; 27 Mayıs tam tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin radikal kesimi tam tasfiye edilecek, CHP kapatılacak, Atatürkçü demokratik sol görüş tasfiye edilecek ve faşist bir düzen kurulacaktı. Nitekim beş yıl sonra 1980 askeri darbesi tahminimi bütünüyle doğruladı. Neden CHP düşman seçilmişti? Çünkü antikomünist görüşle beyinleri yıkananlar için, sosyalizm ile sosyal demokrasi koşuttu. Bu nedenle Sayın Ecevit ve CHP'nin üzerine gidiliyordu. Nitekim ÖHD'de görev yapmış emekli Yarbay Hüseyin Yakış bir gazeteye yaptığı açıklamada "ÖHD Türk toplumunun ÖHD'si olma vasfını kaybetti. Çünkü kuruluşunda sağcı bir temel üzerine kuruldu. (Emekli Amiral Sezai Orkunt'un silahlı kuvvetler sağdan çok soldan korkar dediğini anımsayalım) Mukavemet personeline dersler verilirken bazı sözler söylenmiştir. Örneğin, komünist mihraklar vardır, bunlar dernekler, sendikalar, siyasi partilerdir, hatta bunlar içinde Atatürk'ün kurduğu parti de var. Böylece belirli bir siyasi görüşün ideolojisine sahip çıkmış görünmektedir" (57). Sayın Yakış örgütün içinden gelen çok önemli bir tanıktır-CHP'yi suçlayıcı dersler verildiğini açıklamaktadır. Buna karşı örgüt elemanlarına benimsetilmeye çalışılan ideoloji faşizm bağdaştırılabilir. Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde, faşist anlayışla yetiştirilen örgütlere yer verilmesi nasıl açıklanabilir? Bu anlayışın benimsetildiği paramiliter örgütler, partiler ve militanlar CHP'yi ve CHP'lileri Gayrinizami Savaş kapsamında "iç Komünistler" olarak kabul etmiş ve onlarla mücadele etmeyi vatanseverlik" saymışlardır. AP'nin de bu anlayışa, o dönemde, destek verdiğini görüyoruz. Emekli olduktan sonra AP tarafından İstanbul'dan Senatör adayı gösterilen Türün seçilemeyince, daha sonra Manisa

milletvekili adayı gösterildi. Bu kişi yaptığı seçim konuşmasında CHP'yi "komünizm ve anarşinin destekçisi ve teşvikçisi olmak"a (58) suçladı. Türün'ün açıklaması, 1975 yılında öne sürdüğüm "CHP kapatılacak" savımın iki yıl sonra doğrulanması anlamına geldiği gibi, Ziverbey İşkence Köşkü'nün ne amaçla kurulduğunu gösterecek bir denek taşı kabul edilmelidir. Kuşkusuz bu görüşte Türün yalnız değildi. Nitekim Sayın Demirel de aynı dönemde "Cumhuriyet Halk Partisi'ni anarşi ve komünizmi sessizce teşvik etmekle" (59) suçlamakta ve Türün'ü savunmaktadır: "Halk Partisi Genel Başkam devletin verdiği görevi şerefle yapan İstanbul eski Sıkıyönetim Komutanını faşist ilan ediyor, böylece Halk Partisi Genel Başkanı'nın maskesi bir defa daha düşmüştür. Faşist dediği general ne yapmıştır? Ülkeyi rahatsız edenleri, görev gereği tesirsiz hale getirmek için kanunların verdiği yetkiyi kullanarak hizmet yapmıştır" (59). Sayın Demirel bu sözleriyle sırf Türün'e arka çıkmıyor, dahası onun üzerinde yoğunlaşan Ziverbey İşkence Köşkü uygulamalarına dolaylı da olsa arka çıkıyor. Aynı anlayışın bir uzantısı olarak AP milletvekili Müfit Bayraktar "Komünistlere karşı Türk devletini korumak için mücadele unsuru olan bir kuruluş ise Kontrgerilla teşkilatı suçlamasına mubahtır"(60) diye açıklama yapıyordu. Ziverbey İşkence Köşkü'ndeki Kontrgerillacıların katkısı ile CHP'nin kapatılmasına çalışanlar, günün birinde kendi partilerinin de kapatıldığını gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdir. Ama iş işten geçmiştir. Bugün geçmişin bu olumsuz tavırlarından ders alınmış olduğu görülüyor. Demokrasi adına bu gelişmeyi saygı ile Aşılıyoruz. AP ile CHP arasında her konuda olduğu gibi Kontrgerilla konusunda da kısır çekişmelerin sürdüğü bir dönemde Ankara'ya giderek Sayın Ecevit ile görüşüp bilgilendirmek istedim. Bu amaçla ilk önce özel kalem müdürü Sayın Galip Uzun ile görüştüm. Kendisine Özel Savaş, Gayrinizami Savaş ve Kontrgerilla Harekatı'na ilişkin bazı resmi ABD ve Türk belge ve yapıtlarını gösterdim. Bana yanıt olarak, Sayın Ecevit'in ertesi gün akşam Libya'ya gideceğini (61), bütün gününün dolu olduğunu, bu nedenle Libya dönüşünü bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu. Dönmek zorunda olduğumu söyledim. Bu kez, ertesi gün Sayın Ecevit'e göstermek üzere belgeleri benden istedi. Memnuniyetle verdim. Ertesi akşam buluştuğumuzda benden özür dileyerek, fotokopi çektiklerini söyledi. İlaveten, Sayın Ecevit adına Sayın Deniz Baykal ile görüşüp görüşemeyeceğimi sorunca kuşkusuz kabul ettim. Sayın Ecevit'in önerisi üzerine Sayın Baykal ile Sayın Baykal'ın önerisi ile de Sayın Süleyman Genç ile birkaç saat görüşerek, bu konuda bildiğim gerçekleri kendilerine aktardım. Bir kopyası Sayın Ecevit'e sunulmak üzere benden yazılı bir rapor istediler. İsteklerini yerine getirdim (62). Sayın Ecevit Libya dönüşünde Cumhurbaşkanı Sayın Korutürk'ü ziyaret etti. O günkü radyo ve TV haberlerinde Sayın Ecevit'in Sayın Korutürk'e 'özel istihbarat' verdiğinden söz ediliyordu. Sayın Ecevit bugüne kadar yaptığı açıklamalarda benim ismimi özenle gizlemeye çalışmıştır. Bu nedenle özel istihbaratın benim belgelerimin fotokopisi olup olmadığını bilmiyorum. Gerçi Sayın Ecevit'e 1974 yılında ÖHD konusunda bir brifing verilmişti ama bu brifingde kendisine ÖHD'nin sivil uzantısı' vatanseverlerden oluşan örgütün şemasının gösterilmiş olduğunu sanmıyorum. Benim özel kalem müdürüne verdiğim belgeler arasında ST 31–15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi de bulunuyordu. Anılan talimnamede Yeraltı Örgütü'nün şeması gösteriliyor, (şema–1) ve bu örgütün "yasalara bağımlı olmadığı" da açıklanıyordu. CHP'ye sunduğum raporun bir kopyasını da Sayın Uğur Mumcu'ya vermiştim. Mumcu ve İlhan Selçuk geçen yıl yazdıkları makalelerde anılan rapordan söz ettiler (63–64).

1976 yılında CHP'ye sunduğum bu raporun bir bölümünü yineliyorum: "Türkiye'nin bugün içine itilmek istendiği siyasal cinayetler dönemi, dünyanın diğer ülkelerinde de yaşanmaktadır. Genellikle böyle bir döneme itilen ülkeyi Amerikan yanlısı bir düzen değişikliği izlemektedir. Sağ terörist örgütlenme ve buna bağlı siyasal cinayetlerin, ABD açısından başka alternatifler kalmadığı ülkelerde, düzen değişikliğinin ön hazırlıkları olduğu bilinmektedir. Doğal olarak ABD bir yandan Yunan Cuntası deneyinden, bir yandan da 12 Mart sonrası uygulamalardan yararlanmak suretiyle iktidara aday gözüken CHP'nin iktidar olmasını önlemeye çalışmaktadır." 1976 yılında, 1980 yılında olacakları bu şekilde dile getirmiştim, ama sözümüzü dinletemedik. Kuşkusuz kâhin olduğumuzu iddia etmiyoruz. Yazdıklarım Özel Savaş kapsamı içinde yer alan kavramlarla, ülkemizde yaşanan olayların sentezi niteliğinde idi. Terörden yararlanılarak Türkiye istikrarsız duruma getirilmek isteniyordu. Bu planın bir parçası olarak, 5 Haziran 1977 seçimleri öncesinde, mahiyeti hala aydınlanamayan olaylara tanık olduk. Kuşkusuz bu olaylar içinde en iğrenç ve aşağılık olanı Taksim Meydanı’nda Kurulu kanlı tuzaktı. 1 Mayıs 1977'de orada 34 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bizim istihbaratımıza göre 34 yerine, örneğin 300 kişi ölseydi, 1980 darbesi üç yıl önce 1977de gerçekleşecekti. Ama bu plan sökmedi. Türkiye seçimlere gitti. Bu arada KKK Org. Namık Kemal Ersun emekliye ayrıldı. Nedeni bugüne kadar aydınlanmış değildir. 1980 yılından sonra Sayın Kenan Evren tarafından bu kişinin, en çok para getiren bir kuruluşun yönetim kurulu üyeliğine getirilmesi herhalde boşuna değildi (65). O dönemde 1 Mayıs olaylarının soruşturmasını yapan yetkili bir kişiye rastladım. Yürekli çıkışlar yapıyordu. Kendisine Intercontinental (şimdiki adı The Marmara) otelinin şu no'lu odalarından, güvenlik güçlerince Taksim Alanının gün boyunca filme çekildiğinden söz ettim. Bu filmi isteyerek gerçekleri aydınlatmasını rica ettim. Yanıt olarak "Talat Bey, oda numarasını yanlış biliyorsunuz., no'lu odalardan film çekildi. Ama filmi bana vermeyeceklerini siz benden iyi bilirsiniz" dedi. Gerçekleri bilmemek bazen daha mı iyi diye düşünmüşümdür. Ama ot gibi yaşamaktansa ilklerin aydınlanması için kavga vermenin daha onurlu bir davranış olduğuna inanıyorum. Kendisinden söz ettiğim sayın kişi uzun süre büyük bir gazetede çalışmıştır. Bildiklerini açıklayabilseydi ne kadar iyi olurdu. 1 Mayıs 1977 olaylarından sonra bir darbe ihbarı almıştım. Kamuoyunu aydınlatmayı görev bildiğim için, Ankara'da yayınlanan 7 Gün dergisine "işkence, Terörizm, Siyasi Cinayetler ve Güvenlik Örgütleri" başlıklı bir dizi yazı hazırladım. Bu yazım 11 Mayıs 1977'den itibaren bir ay süreyle yayımlandı. Bu dizilerden sonra aynı dergide "iktidarların Çeteleşmesi" başlığını taşıyan aylarca devam eden bir dizi yazı ile Soğuk Savaş, Özel Savaş, Gayrinizami Harp Kontrgerilla Harekatı, Yeraltı Örgütleri, İstihbarat ve Güvenlik Örgütleri ile bunların ABD ile ilgilerini 390 kaynak tarayarak açıklamaya çalıştım. Şimdi anılan diziden bir bölümü aktarmak istiyorum: "Kontrgerilla örgütleri, ABD'nin denetimi altında ve dolar desteği ile azgelişmiş ülkelerde, sosyal, ekonomik, politik, kültürel yapıya ve halkın bilinç düzeyine göre, asıl amacı dışında çeşitli işlevleri yürütmektedir. —Ulusal kurtuluş savaşlarının önlenmesi, —Sosyal uyanışı ve bilinçlenmeyi geciktirici önlemlerin alınması, —Yerli işbirlikçi ağının yaygınlaştırılması ve bunlara dayanarak istihbarat yapılması ve gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle anarşiyi araç olarak kullanarak ortam hazırlanması ve bu durumdan yararlanarak faşist askeri darbeler getirilmesi ve bu

suretle azgelişmiş ülke düzenlerinin emperyalist çıkarlara uyarlı şekle dönüştürülmesi..." 1977'de yazdığım bu senaryo 12 Eylül 1980'de beş general tarafından sahneye konuldu, zamanın ABD Büyükelçisi bu cuntacılara "Our Boys" diyordu. Yani bizim çocuklar. Yani Amerikan çocukları. Atatürkçü Amerikan çocukları (!)• Türkiye karanlığı itildi. Binlerce kişi çağdışı işkencelerden geçirip cezaevlerine dolduruldu. İran’daki infaz uygulamalarına özenen Milli Güvenlik Konseyi'nin zorlamasıyla gençlerimiz olağanüstü mahkeme kararlarıyla idam edildiler. Türkiye on yılını yitirdi. Yunanistan'da ve Arjantin'de olduğu gibi cuntacılardan hesap sorulmalıdır. Demokrasinin geleceği bu hesabın sorulmasından geçer. O zaman Evren'in bilgisi dışında ÖHD'nin bazı olaylara karışıp karışmadığı öğrenilebilir ve gerçekler yazdıklarım doğrultusunda aydınlanabilir. Özetle: 1- 1975 yılındaki Savunmam ile faşist bir darbe yapılacağını söylüyorum. 2- 1976'da CHP'ye verdiğim raporda bir düzen değişikliğine gidileceğini açıklıyorum ve 3- 1977'de yazdıklarımla da bir faşist darbenin geleceğini belgelere ve olaylara dayanarak yazıyorum. Herkes kös dinliyor. 1980 darbesi geliyor. On yıl suskunluktan sonra İtalya'da Gladio olayı patlıyor ve tüm Avrupa'ya yansıyor. Bu arada Türkiye'de de sorun yeniden gündeme giriyor. Bu konudaki 17 yıllık çabalarımın farkında olan değerli basın mensuplarının çoğu bana başvuruyor. Bir gazete, 16 Kasım 1990 günü benimle yaptığı söyleşiyi yayımlıyor. Bu söyleşide Türk Gladiosu'nun, Özel Harp Dairesi olduğunu açıklıyordum: Açıklamadan bir gün sonra Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yapma gereği duydu. "Özel Harp Dairesinin görevi, savaş zamanında işgal edilen vatan topraklarında emir ve komuta zincirleri içinde ve savunma planlarında belirtildiği şekilde, işgal kuvvetlerine karşı mücadele olup, başka hiçbir harekâtı kapsamaz. Özel Harp Dairesi terör olaylarının hiçbirinde yer almamıştır. Alması da söz konusu olamaz. Dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana geldikçe Özel Harp Dairesinin görevlen de gözden geçirilecektir "(66–67). Bu son cümledeki "Strateji değişikliği"ne ilişkin ibarenin altını çiziyorum. Zamanı gelince üzerinde durmamız gerekecek. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklaması kamuoyunu tatmin etmemişti. Sayın Ecevit "Evren'e mi, Genelkurmay'a mı inanalım" derken (68) gazeteler ilginç başlıklar atmışlardı (69–70). 1965 yılından bu yana fırsat buldukça yazıyorum. Bugüne kadar beni ne kimse tekzip etti, ne yalanladı, ne de mahkemeye verdi. Savlarımı çürütme yerine işin kolayına kaçarak, sadece ilkel bir tarzda suçlama yoluna yeğleyenler oldu. Bununla şunu vurgulamak istiyorum: Gerçekleri yazıyor ve savunuyorum. Kanıtlan ve belgeleri konuşturuyorum. Demokrasimize hizmet etmeye çalışıyorum. Bir beklentim yok. Beni dikkatli dinleyiniz. Bu yasal ve onurlu kavgaya siz de katılınız ki 12'li kâbusları ulusça bir daha yaşamayalım. Gerçekçi olabilmek için bir yazıma açıklama gönderildiğini söylemek zorundayım. 1970 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir açık mektup yazarak kendisini ağır bir dille eleştirmiştim. Bu mektupta DP iktidarının Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun'un, 1958 yılında, İzmir NATO Karargahında (SIX-ATAF) ABD generallerine hitaben "bu memleket bizim değil sizindir" dediğini yazmıştım (71). Gerçekte DP’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Türkiye’yi "Küçük Amerika yapma" özleminde olduğuna göre, Genelkurmay başkanlarının da bu şekilde teslimiyet içinde olması doğaldı. ' Sayın Erdelhun bir açıklama gönderdi.

"Hava savunma babında bu memleket sizindir yolunda bir ifade de bulunduğumu hatırlamaktayım" (72). 1958'li yıllarda Türkiye'nin Hava Savunması ABD'lilere peşkeş çekilmişti, ama 1990 yılında, Körfez Savaşı sırasında Hava Savunması açısından büyük bir noksanlık içinde bulunduğumuz en yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır. NATO ittifakı içinde 32 yıl sonra varılan nokta budur. Sayın Demirel'in politikaya atıldığı ve ilk kez Başbakan olduğu dönemin gazete arşivlerini karıştıranlar O'nun hakkında Amerikancılık, Morrisonculuk, Eisenhower Exchange Fellowship üyeliği ve masonluk suçlamalarına rastlayabilirler. Ama geçmişin deneyleri Sayın Demirel'i sosyal demokrat bir çizgiye getirmiş görünüyor. Amerikancılıkla suçlanan Sayın Demirel bakınız ne diyor: "Türkiye'nin dış politikası ABD'nin dümen suyuna girmek olarak vasıflandırılmıştır. Çankaya'yı Beyaz Saray idare ediyor, etmeyi bırak, rüzgarı bile yetiyor" (73) şeklinde konuşmuştur. Şimdi Demirel iktidarından, ABD vesayetinden bizi kurtarmak için girişimlerde bulunmasını istemek hakkımızdır. Bunun yolunun ABD istihbarat ve güvenlik örgütleriyle kurulmuş tüm bağların koparılmasından geçtiği kanısında olduğumu yineliyorum. 3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı'nda ÖHD hakkında gazetecilere bir brifing verildi (74). Bu brifingde Daire'nin askersel işlevi öne çıkarıldı. Buna karşın örgüt şemasında (Şema:2) sivil personelin bulunduğu ve bunların savaş durumunda yeraltı çalışmaları yapacakları açıklandı (75). ST 31-15 talimnamesine bakıldığında, Yeraltı Örgütü’nde görev alacak 'vatanseverlerin istihbarat, tedhiş ve sabotaj yapacakları anlaşılmaktadır. Türkiye'de yıllardan bu yana faili bilinmeyen kuşkulu terör olayları ve cinayetler işlenmektedir. Bu örgütün yapısı bu tür eylemleri yapmaya uygundur. Daha da tehlikeli olan, eri kendi vatandaşı ile savaşacak tarzda eğitime tabi tutan, ABD'den kaynaklanan eğitim tarzıdır. Bütün bunlara ek olarak örgütü ABD beslemektedir. Onurlu ve değerli devlet adamımız eski Milli Savunma Bakara Hasan Esat Işık Özel Harp Dairesi hakkında bakın ne diyor: "Fikir planında geçerli ve doğru. Yalnız, (1) Fikri ABD vermiş, (2) Finanse etmiş, (3) Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu sızmalar, Pentagon 'dan başlar, CIA sızmasına kadar sürer. Bir yabancı ülkenin Türkiye'deki hareketlenmeleri izlemesini anlarım, ama o ülkedeki hareketleri yöneltmeye, kanalize etmeye başlamasını anlamak mümkün değil" Finansmanla ilgili bir soruya verdiği yanıtta ise: "ABD yardımından bir 'fasılla' yolunu bulmuş olmalılar. Geçmiş zaman 50–100 milyon dolar uzun zamandan beri sürüp gidiyordu" (76) diye belirtiyor. Amerikan dolarlarıyla beslenenler vatansever ise, sizin, benim, tüm ulus bireylerinin sıfatı ne, öğrenmek hakkımız değil mi? ÖHD'nin özellikle sivillerden oluşan, bize göre Gladio'nun koşutu olan, adını "X örgütü" olarak tanımlamaya başladığımız Yeraltı Örgütü üzerinde kuşkuların yoğunlaşması için haklı nedenler bulunmaktadır. Kuşkusuz destabilisation uygulamaları için kullanılan tek örgüt "X örgütleri" değildir. Dünya genelinde, konuşmamın başında da belirttiğim gibi, başta CIA olmak üzere tüm istihbarat ve güvenlik örgütleri cinayet işlerler ya da o ülkedeki işbirlikçi örgütleri kullanarak bunu yaparlar. ABD, örgütlediği antikomünist kuruluşların yanında neonazist ve Neofaşist partilerin yan kuruluşlarını kullanarak ya da bunlarla aspolisi ve jandarmayı karıştırarak karma paramiliter güçler oluşturarak cinayet, terör kışkırtıcılık ve

provokasyon yaparlar. Bu nedenle kuşkuların tümünün ÖHD üzerinde yoğunlaşması gerçekçi değildir. Tüm legal örgütleri kuşkudan arındırmanın birinci yolu CIA bağlantılarının kesilmesinden geçer Ondan sonra Meclis Araştırması ile gerçekler ortaya belki çıkarılabilir. Asıl korkunç olanı ÖHD'ye egemen olan anlayıştır. Bu anlayışa en belirgin örneği bu Dairenin eski başkanlarından aynı zamanda eski MİT görevlisi emekli Tümg. Sayın Cihat Akyol, Silahlı Kuvvetler Dergisi'ne 1971 yılında yazdığı bir yazıyla, vermektedir: "Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen Gayrinizami Kuvvetlerin bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışılır." Ve devam ediyor: "Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri tarafından yapılıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir" (77). Demokratik hukuk devletinde halka zulüm yapılması hangi yasadan alman yetkiye dayanmaktadır? Türkiye'deki kuşkulu operasyonların hangisi sahte, hangisi gerçektir? Bunların ne kadarını hangi örgüt gerçekleştirmiştir? Yani zulüm yapacaksınız, bu amaca yönelik operasyonlar düzenleyeceksiniz ve bunu ayaklanma kuvvetlerine mal ederek halkı yanınıza çekeceksiniz. Doğrusu insan aklına sığması çok zor bir mantık. Bereket ki ulusal değil, ithal edilmiş bir mantık, "Made in USA" damgalı. Bu mantıkla komünizm ve komünistlerle mücadele edilecekti. Komünizm tehlike olmaktan çıktığına göre, bu amaçla savaşacak örgütlerin iç düşmanı hangi ideoloji olacaktır? Gerçekte Özel Savaş, Soğuk Savaş'ın ürünü olduğuna göre, Özel Savaş anlayışının da terk edilmesi gerekmektedir. Paris'te 19-21 Kasım 1990 tarihinde yapılan AGİK toplantısında Soğuk Savaş'ın bittiği açıklanmıştır (78). Bush pek yakın bir tarihte CIA Başkanı'nın göreve başladığı gün yapılan törende, "CIA'nın hedefi, Soğuk Savaş kavramlarından sıyrılarak 21.yüzyılın karmaşık sorunlarına doğru adım atmaktır" diye konuşarak ABD'nin bu konudaki eğilimini dile getirmiştir (79). Bu anlayış sonucu, özellikle Gladio skandalından sonra bazı Avrupa ülkeleri "X örgütlerini" lağvetmişlerdir. Peki Türkiye ne yapacaktır? Genelkurmay açıklamasında: "Dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana geldikçe ÖHD'nin görevleri de gözden geçirilecektir" (80) denilmektedir. Yeni ulusal strateji yerine dünyadaki gelişmeler beklenilecektir. Gerçekte ilginç bir rastlantı olarak bu açıklamanın yapıldığı tarihten (16 Kasım 1990) bir kaç gün sonra yapılan ve AGİK toplantısından önce imzalanan AKKA Anlaşmasında, anlaşmaya imza koyan tüm ülkeler, konvansiyonel silahlarda belirli bir oranda indirimi kabul ederken, Mersin Limanı dahil 39. paralelin güneyini antlaşma kapsamı dışında bırakmışlardı. Yani Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi, başta emperyalist ABD olmak üzere diğer NATO devletlerine savaş alanı olarak peşkeş çekilmişti. Gerçekte ABD, Körfez Savaşı'nda Türkiye'yi kullanmak ve bu bölgedeki üs ve tesislerden kolaylıkla yararlanmak için, bu bölgeyi savaş alanı ilan etmişti. Buna gereksinimi de vardı. İran İslam Devrimi'nden tedirgindi. Saddam'ı yenmek için hem sadık müttefike, hem, bir kaç cephede savaşı sürdürme gibi stratejik üstünlüğe de gerek duyuyordu. Daha da önemlisi gelişen İslam radikalizmine karşı bir İslam ülkesini kullanmak İslam alemi içindeki çelişkileri artırmak için bulunmaz fırsattı. Brzezinski gibi ABD'li stratejisiler çoktan İslam'ı düşman ilan etmişlerdi. ABD'nin yeni düşmanı İslam radikalizmi idi. Peki ABD'nin sadık dost ve müttefiki olan Türkiye nasıl İslam'ın düşmanı olabilirdi? Bu memleketin %99'u İslam değil miydi? Bunun bir yolunu bulmak lazımdı. Yoksa

ABD, dolarları kesebilirdi. Bizim 'vatanseverler(l)' aç kalırdı. Laik - Anti-laik çelişkisi ile inananlarla inanmayanlar çelişkisini abartmak onların işine gelebilirdi. Bunu kanıtlamak için bir kaç kişinin teröre kurban seçilmesinin önemi mi olurdu? Peki, böyle bir durumda ülke çapında meydana gelebilecek hoşnutsuzluk ve ayaklanma gibi olaylar olursa ne yapılacaktı? AKKA'da onun da çaresi bulundu. Tüm ülke sathında paramiliter güçler, yani "X örgütü", ÖHD'nin sivil uzantısı indirim kapsamı dışında tutuldu. Bütün dünya silahsızlanmaya giderken ve Soğuk Savaş kavramını terk ederken, ülkemiz paramiliter güçlerin cenneti haline dönüştürülüyordu. Güneydoğu hem konvansiyonel silahlar için kapsam dışı idi, hem de paramiliter güçler açısından. O halde "değişen Strateji" belli idi. ÖHD, Türkiye sathında vatanseverlerin miktarını artıracak, komünistlerin yerine içte ve dışta Müslüman'ı düşman olarak kabul edecekti. ABD'nin finansman desteği her halde bu koşula bağlı bulunacaktı. Bizim Amerikanofillere göre hava hoştu. Nasıl olsa, bu konuyu, Amerikalılardan daha iyi bilmemize olanak yoku. Hele ekonomimizi IMF, Dünya Bankası, Uluslararası Finans Kuruluşları, ÇUŞ ve ÇUH'ların yönetimde ABD güdümüne terk ettikten sonra... İslam Radikalizmi'nin düşman seçildiğine dair kanımı, iki-üç yıldan beri açıklamakta olduğumu sırası gelmişken belirtmek isterim (81–82). 3 Aralık 1990 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'nda Korgeneral Doğan Bayazıt gazetecilerin sorularını yanıtlamaktadır. ÖHD'nin antikomünist bir kuruluş olup olmadığına dair soruya verdiği yanıtın bir bölümü, bizim yıllardır öne sürdüğümüz tezi doğrulayıcı niteliktedir: "Bizim ülkemiz sadece komünist istilaya uğrayacak tek bir komşuya sahip olsaydı, o zaman komünist işgale karşı işgal sahasında mücadele verecek bir teşkilat yeterli olabilirdi. Fakat bizim ülkemiz din ihracından tutun, diğer bütün, Saddam 'in durumu, öbür tarafta Bulgaristan, Yunanistan, tabii Rusya dahil çeşitli tehditlere tabidir. Dolayısıyla antikomünist değildir. Din devrimine karşı da kullanılacaktır" (83). Sayın General'e teşekkür ederiz. Özel Savaş, (Kuraldışı Savaş, Gayrinizami Savaş), Gerilla ve Kontrgerilla Harekatı, Ayaklanmalara Karşı Koyma v.b. gibi konulan kapsayan ve ÖHD ile yakinen ilişkisi olan yerli ve yabancı, resmi ve yan resmi tüm yapıtlara göre, bu tür örgütler komünizme karşı kurulmuş antikomünist örgütlerdir. Gladio skandalı da bu gerçek, Avrupa'da en yetkili ağızlar tarafından açıklandı. ÖHD'nin dünyadaki değişime ayak uydurduğu anlaşılıyor. Her halde Din Devrimi'nden dış düşman olarak İran kabul ediliyor. Gayrinizami savaş anlayışına göre iç ve dış düşman koşut sayılmaktadır (84). Ülke içindeki komünistle dışarıdaki komünistin pek farkı yoktur. Savaşın hedefi ideolojidir. Bu anlayışla iç Müslüman’la dış Müslüman'ın farkı yoktur noktasına gelindiğinde, sınır hangi yasal makamların onayından geçmiştir. Daha da önemlisi dün komüniste, dini tanımadığı için düşman edilen faşist ye sağ tandanslı 'vatanseverler' (!) nasıl yüz seksen derece çark ettirilerek kendi dininin mensuplarına düşman edilecektir? Eğer bunun yanıtı dolarlarla ise, söyleyecek sözümüz yoktur. Ulusal savunma konseptimizin tümüyle gözden geçirilmesinin, ülkemizin en öncelikli gereksinimlerinden biri olduğuna bugün daha fazla inanıyorum. Bu nedenle sırası gelmişken ABD'nin bakış açısını yansıtmak için birkaç örnek vermek istiyorum: "Askeri yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini, ABD ideolojisine göre yetiştirmek ve onlardan gelecekte, gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır." "Daha kesin olarak belirtmek gerekirse, Latin Amerika 'ya yaptığımız yardımlarda güttüğümüz temel amaç, gerekli olduğu yerlerde, polis ve diğer güvenlik kuvvetleriyle

birlikte, gereksinilen iç güvenliği sağlayacak yetenekte askeri ve yarı- askeri güçlerin yetiştirilmesine yardımcı olmaktır" (85). "Dış yardımları eleştiren herkesin karşısına, Brezilya Silahlı Kuvvetleri'nin Goulart Hükümeti'ni (86) devirmesi ve bu güçlerin demokrasi ilkeleri ve ABD taraftarı olma yönünde koşullandırılmasında, ABD yardımının temel öğe olduğu gerçeği dikilmektedir. Bu subayların birçoğu AID programı çerçevesinde Birleşik Devletlerde eğitilmişlerdir" (87). Brezilya'da Amerikanofillerin devirdiği Goulart Hükümeti ulusal çıkarlarını ABD çıkarlarından önce gözetiyordu. AID'ye gelince, askeri darbelerde rol alan ABD'nin çok yönlü casusluk örgütüdür. Yapıt ve yazılanında bu örgütten sıkça bahsediyorum. Ve nihayet ABD çıkarlarına ters düşen Allende'yi deviren faşist general Pinochet bu amaçla Panama'da bulunan Kontrgerilla okullarında yetiştirilmiş bir kişidir (88). Bu koşullarda Türk halkı, Atatürk'ün Ulusal Kurtuluşçuluk ve tam bağımsızlık anlayışıyla, Amerikan Mandacılığı arasında bir yeğleme yapma durumunda bulunmaktadır. Demokrasimizin sağlıklı yaşamasının ülkemizin olabildiğince dış etkilerden arınmasına bağlı olduğunu tekrar eder, saygılar sunarım.

İKİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI (1) Yn: Söyleşinin basına yeterince yansımaması bu yapıtın yayınlanmasında etken olmuştur. (2) Yeni bir Avrupa için Paris Yasası, Gaye Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Ankara, Aralık 1990 (3) Modern Savaş Uygulaması, Cephesiz Savaş ve Cephe Gerisinde Savaş, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Mart -1976, Sayı: 257, Tuğg. Sabri Yirmibeşoğlu (4) Yn: Mukavemet harekatının yeraltı harekatıyla özdeş olduğu gerçeğinin altını, Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun açıklamalarına dayanarak kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Çünkü kamuoyunun Kontrgerilla Örgütü adını verdiği Yeraltı Örgütü'nün, sivil vatanseverlerden oluştuğu yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır. (5) Yn: 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No'lu Askeri Mahkemesi'ne verdiğim 4500 sayfalık ve 10 klasörden oluşan Savunmamda ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi ayrıntılı bir şekilde eleştirilmiştir. Daha sonra, 1986 yılında bu savunmamın iki klasörlük bölümünün özeti yayınlanmıştır. (6) Bomba Davası Savunma 1, Talat Turhan, Kastaş Yayınevi, 1986 basımı Bomba Davası Savunma 2 (işkence), Talat Turhan, Kastaş Yayınevi, 1986 basımı (7) işkence Olayı Nasıl Doğdu, Cüneyt Arcayürek'in Orgeneral Faik Türün İle Söyleşisi, Hürriyet, 8 Şubat 1974 (8) Günaydın, 22 Kasım 1990 (9) Gladio, Devlet. Çetesi, Roma'dan izzet Yalçın'in haberi, Milliyet, 18 Kasım 1990 (lO)NATO'daki Skandal Büyüyor, Roma'dan Nilgün Cerrahoğlu'nun, Atina'dan Stelyo Berberakis'in haberleri, Cumhuriyet, 4 Kasım 1990

(11) NATO'dan Gizli Servis itirafı, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 8 Kasım 1990 (12) Süper NATO Takipte, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 10 Kasım 1990(13) İtalya’da 'Süper NATO' Skandalına ilişkin itiraflar Sürüyor, CIA Seçimlere Karıştı, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 11 Kasım 1990 (14) Yn: İtalya, NATO'ya Türkiye'den önce girmiş, Gladio'yu bir kaç yıl sonra kurabilmiştir. Oysa Türkiye'de benzeri olan örgüt NATO'ya girişimizden bir kaç ay sonra kurulmuştur. Çünkü dönemin iktidarı Küçük Amerika olmak aymazlığıyla A.B.D'nin her isteğine boyun eğmeyi ilke edinmişti. (15) Sifar: O dönemdeki İtalyan istihbarat örgütünün simgesi (16) Gladio Yaşıyor, Roma'dan Mehmet Demir el'in haberi-Hürriyet, 14 Kasım 1991 (17) Süleyman Demirel, Kontrgerilla Konusunda Çağrıda Bulundu: Devleti Bu Şüpheden Kurtarın, Zaman, 24 Kasım 1990 (18) Yn: Daha sonra iktidar yetkililerince yapılan açıklamaların görüşlerime koşut olduğunu gördüm. (19) SHP'nin Verdiği Önergenin Öncelikli Görüşme isteği Meclis Genel Kurulu'nda Reddedildi, Kontrgerilla 91 Aralığına kaldı, Cumhuriyet, 5 Aralık 1990 (20) Akgünlere Seçim Bildirgesi, s: 173-174 (21) 27 Eylül 1973 tarihli gazeteler (22-23) Hürriyet, 6 Şubat 1974 (24) Yeni Asya, 4 Aralık 1990 (25) Özal Gelsin 60 Gün içinde Seçime Gidelim, Kontrgerilla’yı Tartışmaya Hazırım, Demirel'den Hodri meydan, Yeni Asya, 28 Kasım 1990 (26) Cumhuriyet, 16 Kasım 1990 i (27) Yeni Asya, 17 Kasım 1990 (28) Bkz. Dipnot: 17 (29) Bkz. Dipnot: 19 (30) inönü: Esrar Perdesi Kalkmalı, Kontrgerilla Meclise gelmeli, Yeni Asya, 22 Kasım 1990 (31) SHP, Kontrgerilla'yı Yakın Takibe Aldı, Güneş, 22 Kasım 1990 (32) SHP: Süper NATO veya Gladio Benzeri Örgüt Türkiye'de Varsa iddialara Açıklık Getirilmeli Zaman; 22 Kasım 1990 (33) Kontrgerilla'ya Karşı SHP Çağrısı, Hürriyet, 22 Kasım 1990 (34) Milli Gazete, 16 Kasım 1990 (35) SHP, DYP ve HEP Konunun TBMM'de Görüşülmesi içi Girişimlerde Bulunuyor. Kontrgerilla'ya Meclis Yolu, Cumhuriyet, 30 Kasım 1990 (36) Kontrgerilla Sırasını Bekleyecek, Güneş, 1 Aralık 1990 (37) Savunma Bakanı Hüsnü Doğan: Kontrgerilla Araştırmasına Karşı Çıkmam, Günaydın, Cumhuriyet, 21 Kasım 1990 (38) Gestapo, Jacaues Delarue, Ararat Yayınevi, 1969 (39) Bomba Davasında Savunma Başladı, Talat Turhan, CIA Türkiye'de Cinayetler Düzenliyor. Hürriyet, 4 Kasım 1975 (40) DİSK’İN Basın Toplantısına Katılan 15 CHP'li CIA'nın Türkiye'de Cinayet işlediğini iddia Etti, Hürriyet, 30 Nisan 1978 (41) AB&'li Eski Haber alma Şefi Stockwell: CIA'nın Operasyonlarında 40 yılda üç milyon kişi öldü, Cumhuriyet, 30 Ocak 1986 (42) CIA Türkiye'ye Karışmış Olabilir, Ufuk Güldemir'in haberi, Cumhuriyet, 21 Kasım 1990 (43) Cumhuriyet, 6 Mayıs 1976 (44) Fransa'da Yayımlanan Yeni Nazizm Dosyası isimli Kitaba Göre MHP'li Komandolar, Kontrgerilla Tarafından Eğitilip Silahlandırılıyor, Politika, 2 Şubat 1978

(45) Bu Telaş Niye Oktay Ekşi, Hürriyet; 19 Kasım 1990 (46) Demokrasinin Sonbaharı 1977–1978, Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 14 Ekim 1985 (47) Gözler MHP Bağlantısında, Merdan Yanardağ ve Halil Nebiler'in haberi, Güneş, 17 Kasım 1990 Roma Kılıcı MHP'nin Kınında, Merdan Yanardağın haberi-Güneş; 22 Kasım 1990 (48) GNH, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 18 Kasım 1990 (49) Arjantin 'de Rejim için Yıkıcı Olarak Nitelenenler Kontrgerilla Tarafından Öldürülüyor, Cumhuriyet, 1 Şubat 1978(50) Memduh Ünlütürk: Elimde Kâğıt Var, Görev Verildi, Yerine Getirdim. Yeni Gündem, 15–28 Kasım 1985 sayı: 34 (51) Talat Turhan'ın Bomba Davasındaki Savunması 7'nci Klasör, Dilekçelerin Eleştirisi (52-53) Evren, Ben İzin Vermedim Ama Haberim Olmadan Belki Bazı Olaylarda Yer Almıştır, Hürriyet, 26 Kasım 1990 (54) Frankfurt'tan Ahmet Vural'ın haberi, Hürriyet- 27 Kasım 1990 (55) Bkz. Dipnot: 51 (56) Bkz. Dipnot: 51 (57) Yerli Gladio Kontrgerilla, Milliyet, 15 Kasım 1990 (58) Türün AP Milletin Son Çaresidir dedi. Milliyet, 21 Mayıs 1977 (59) Demirel: Ecevit'in Faşist Dediği Türün Yasaların Verdiği Yetkiyi Kullanarak Görev Yaptı, Cumhuriyet, 31 Mayıs 1977 (60) AP'li Bayraktar: Kontrgerilla Komünistlere karşıysa mubahtır, Milliyet, Şubat 1978 (61) Ecevit'in Libya Seyahati: 16 Mart 1976 (62) Talat Turhan'ın CHP Yetkililerine Verdiği Rapor (10 Sayfa), 1 Mayıs 1976 (63) Uğur Mumcu, Cumhuriyet - 6 Kasım 1991 (64) İlhan Selçuk: "Talat Turhan 12 Mart döneminde işkence tezgahından geçmiş emekli kurmay yarbaydır. Terörü kapsayan kitaplarında şimdi Batı'da Süper NATO diye anılan örgütün incelemesi de var. 1970'lerde Talat Turhan Türkiye'deki Gladio'yu zamanın CHP hükümetine bir yazıyla iletmişti, Ecevit bu örgütün üzerine gidemedi, gücü yetmedi; ama sonuçta Türkiye 12 Eylül'e gitti. Eğer devletin içinde yan-resmi bir terör örgütü yaşıyorsa, ülkede her şey soru işaretidir." Cumhuriyet-Hafta (Almanya Baskısı) ,23–29 Kasım 1990 (65) Yn: 12 Eylül cuntasının ikinci adamı Orgeneral Nurettin Ersin, 12 Mart döneminde MİT Müsteşarlığı görevinde bulunmuştur. Bu nedenle o dönemin hala karanlıkta olan sahte ve gerçek operasyonlarıyla toplumsal provokasyon olaylarının en azından tarihsel sorumluluğu altındadır. Gerçi tüm bu tertipleri düzenleyenler 1974 affı ile kendilerini kurtardıklarını sanıyorlarsa da, gerçek bir hesaplaşmada bu hesap tutmayabilir. 12 Mart'ın deneylerini 12 Eylül'e taşıyan Nurettin Ersin'in tarihsel sorumluluğu, kanımıza göre, kendisi gölgede kalmayı yeğlemesine karşın, tüm cunta üyelerinden fazladır. Bu nedenle 12 Mart'ın hesabı görülmeden 12 Eylül'den hesap sorulamayacağını vurgulamak istiyorum. (66) Terör Konusunda Uzman Emekli Kurmay Yarbay Turhan'dan İddia: Türk Gladio'su Özel Harp Dairesi'dir. Milliyet, 16 Kasım 1990 (Rafet Ballı ile Söyleşi) (67) 17 Kasım 1990 tarihli gazeteler (68)Cumhuriyet, 18 Kasım 1990 (69)Beklenen Açıklamada Özel Harp Dairesi ve Gizli NATO'ya İlişkin Pekçok Soru Yanıtsız Kaldı, Genelkurmay Açıklamadı Güneş, 17 Kasım 1990 (70) Kafalar karıştı, Sabah, 9 Kasım 1990

(71) Devrim Gazetesi, 20 Ocak 1970 (Bomba Davası - Savunma 1- Talat Turhan 1986 s. 237–244) (72) Devrim Gazetesi, 16 Şubat 1970 (Bomba Davası, Savunma 1- Talat Turhan s. 245-246) (73) Bkz. Dipnot 26 (74) Özel Harp Savunmada, Güneş ,4 Aralık 1990 (75) Önceki Gün Düzenlenen Brifing Zihinlerdeki Pek çok Soruyu Açıklığa Kavuşturmadı, Özel Harp Bulanık, Güneş- 5 Aralık 1990 (76) Bkz. Dipnot: 46 (77) Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Mart, 1971 (78) Bkz. Dipnot: 2 (79) CIA Değişiyor, Hürriyet, 14 Kasım 1991 (80) Bkz. Dipnot: 67 (81) Zaman, 19. Kasım 1990 (82) Kızılın Yerini Yeşil Almış, Yeni Asya, 3 Mart 1991 (83) Cumhuriyet, 4 Aralık 1990. (84) Mümtaz Soysal İşkence ihracı Ve Devletin Sonu Milliyet, 1.Şubat1978 (85) Emperyalizm Çağı, H. Magdoff, s. 148 (86) Cevdet San, Komünist Darbeler ve Karşı Tedbirler, s:105' bakınız. (87) Talat Turhan, Çok Yönlü ABD Casusluk Örgütü: AID - 7 Gün Dergisi; 18 Mayıs 1977, (88) Panama'daki Amerikan Kontrgerilla, Okulunun Mezunları Arasında Şilili Faşist Lider Gibi Ünlüler de Var, Cumhuriyet 9 Şubat 1978

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İstanbul Çağdaş Gazeteciler Derneği Lokali'nde 27 Kasım 1990 tarihinde 'Kontrgerilla' konulu 3,5 saat süren bir Basın Toplantısı düzenledim. Kitabın bu bölümü, Basın Toplantısı'nın yazılı metninden oluşuyor. Basın Toplantısı'nda ayrıca konuya ilişkin olarak, isimlerinin alfabetik sırasına göre, Adnan Akfırat (Yüzyıl), Hale Kıyıcı (Taylan Özgür'ün kardeşi), Halil Nebiler (Güneş), Kenan Aksoy (Sabah), Musa Ağacık (Milliyet), Mustafa Aydın(Yeni Asya), Mustafa Ünal (Zaman), Nazım Alpman (Milliyet), Nebil Özgentürk (Günaydın), Rafet Ballı (Milliyet), Sinan Gökçen (Cumhuriyet), Tahir Aka (Yeni Asya), Yusuf Uşak (Güneş) tarafından sorulan soruları yanıtladım. KARANLIKTAN AYDINLIĞA Çok değerli basın mensupları! Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Basın Toplantısı'na ayrılan zaman dilimi içinde çoğunlukla sorularınıza yanıt vermeyi yeğleyen bir tavır içinde bulunacağım. Çünkü bilindiği gibi, üzerinde tartışmayı düşündüğümüz konu, bir aydan beri tüm Avrupa basın ve yayın organları ile Türk basınının gündemini ağırlıklı olarak işgal etmektedir. Sorun, Batı'dan Doğu'ya yansıdıkça her geçen gün güncelliğini ve önemini korudu ve kamuoyuna mal oldu. Gerçekte, Türk kamuoyu ve hatta Parlamento Kontrgerilla tartışmasının yabancısı değildir. Basın arşivlerine ve TBMM Tutanak Dergileri'ne göz atılırsa, bu durum tüm boyutlarıyla saptanılabilir. Ve gene tanık olunduğu gibi, bu konu ülkenin gündemine geldiğinde, basın ve kamuoyunda yoğun tartışmalar başlar. Ancak bir Gizli ya da Karanlık Güç hemen devreye girip sorunu buzdolabına koyup dondurur... Ancak bu kez durumun farklı bir özelliği var. Çünkü, İtalya'da ortaya çıkartılan ABD denetimindeki yeraltı örgütü Gladio Örgütü'nün karıştığı iddia edilen terör olayları ve devlet kışkırtıcılığıyla gerçekleşen toplumsal dalgalanmalar ülkemizde de yaşanmış, askeri darbelerin hedefi olmamıza karşın, karanlıkta kalmıştı. İtalya örneğinin Türkiye'de yaşanan olaylara koşut görünmesi, tartışmaya yeni boyutlar kazandırdı. Bu bağlamda, geçmişte önemli görevlerde bulunan asker ve sivil kişilerin yapılan açıklamalar, 20 hatta 30 yıldan bu yana öne sürdüğümüz savlan doğruladı. Bu nedenle ilgi odağı olarak seçildim. Diğer yandan Kontrgerilla'yı yadsıyanlar içerisinde, ANAP'lı Metin Gürdere gibi, "bu konunun cahili olduğunu" söyleyebilmek yürekliliğini gösterenler çıktığı gibi, bildikleri gerçeklere karşın, yadsımayı sürdürenlere rastlandı. Bu arada, özellikle olay açıklık kazandıkça suçluluk psikolojisi içine giren ve geçmişte önemli görevler üstlenmiş sivil ve asker kişilerin 'tevilen ikrar' yolunu seçtiklerine tanık olduk. Bu tabloya bakarak denilebilir ki, Kontrgerilla tartışmasına katılan ABD emperyalizminin yerli işbirlikçilerini, CIA'nın dostlarını saptamak olanaklı hale geldi.

NATO devletleriyle bazı Avrupa ülkelerini kapsamı içine alan, bu tür Yeraltı Örgütleri'nin varlığını yadsıyan iktidar yetkililerini, bürokrasinin her iki kanadındaki üst düzey görevlileri, basın ve yayın organlarını satılmışlıkla suçlarsanız yanılmış olmazsınız. Konuyu denek taşı ya da turnusol kağıdı olarak görebilirsiniz. Bu fırsattan yararlanarak kimlerin hangi safta ve konumda olduğunu saptayınız. Mesleğiniz gereği her zaman size gerekli olabilir... Ancak denilebilir ki iktidarda, muhalefette, devlet aygıtında ve toplumun tüm katmanlarındaki antikomünistler, bu tür örgütlerin yandaşı; Ulusal Kurtuluşçular, Tam Bağımsızlıkçılar, antiemperyalistler ve antikapitalistler karşıtıdırlar... Şimdi izninizle SAVUNMA–1 adlı yapıtımdan bir bölümü okumak istiyorum: "Bozuk düzende, genellikle şerefli ve yurtsever kişiler, sanık sandalyelerini, hainler iktidar koltuklarım işgal ederler. Tıpkı dünkü gibi, bir yanda Ulusal Kurtuluşçular, diğer yanda Damat Ferit'ler..." Bu anlayışla, ABD yanlısı iktidarlarla onları yaşatan güçlerden bu soruna açıklık getirmelerini beklemek, kanıma göre, havanda su dövmek gibi boş bir çabadır. Ancak konunun günümüzdeki boyutlarıyla tartışılır hale gelmesi bile, bir kazanım ve gerçek demokrasi savaşımında bir başlangıç noktası sayılabilir. Bize gelince; 17 yıldan bu yana Ziverbey İşkence Köşkü'nün izbe dehlizlerinde duyumsadığımız ABD yanlısı Yeraltı Örgütü ve yandaşlarının, Anayasa ve yasadışı tertiplerini açığa çıkarmak çabası içinde bulunduk. Benimsediğiz bu yaklaşımda, olabildiğince duygusallık ve kişisel kaygılan göz ardı ederek, soruna demokrasi kavgası olarak yaklaştık. Bugün de aynı tavrı sürdürmeye çalışıyoruz. Gerçi bu tartışma da kapatılmaya çalışılacaktır. Ama başta basın yayın organlarının ve muhalefet partilerinin, konunun sürekli izleyicisi olmaları gereğini de vurgulamak isterim. ABD hegemonyasından bir ölçüde kurtulabilmek için, günümüzde elverişli bir ortam oluşmuştur. Bilindiği gibi sosyalistler ABD emperyalizmine karşıdırlar. Kanımızca sosyal demokratlar da benzer bir tavır benimsemek durumundadır. Çünkü işine gelmeyen iktidarları deviren ve CHP'nin kapatılmasını isteyen yabancı istihbarat örgütleri ve onların uzantıları, kelimenin tam anlamıyla emperyalist uydusu partilerin iktidar olmasını istemekte ve bu istem doğrultusunda eyleme geçmektedirler. Ülkemizde sosyal demokrasinin yaşam şansı, ABD emperyalizmine karşı çıkmaya koşut gibi görünüyor... Dün antikomünist cephede yer alarak dinine diyanetine sahip olacağını uman dinci kesim, Irak'taki fiili durumun oluşturduğu ortam yanında, ABD patentli ve USA damgalı olası yeni bir askeri darbenin bu kez İslam Radikalizmi'ni hedef alacağı bilincine varmış ve bu anlayış sonucu antiemperyalist saflarda yer almaya başlamıştır. Bu durumu demokrasi adına umut verici bir kazanım olarak algılamak istiyorum. Günümüze değin bu konuda yapılan tartışmalar bile, ABD emperyalizminin değirmenine su taşıyan işbirlikçilerin sarılmışlığını sergileyici niteliktedir. Bu kişilerin ipliklerini pazara çıkartmak bile, geleceğin demokrasi savaşımının kilometre taşlarını oluşturabilir. Şu hususu öncelikle vurgulamak gereksinimi duyuyorum: İçinden çıktığım ve eski bir mensubu olmaktan övünç duyduğum Türk Silahlı Kuvvetlerini ve devletin güvenlik ve istihbarat örgütlerini yıpratmak gibi bir tavır içinde olmadığımı belirtmek isterim. O halde biz neye karşıyız? Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, tüm istihbarat, güvenlik örgütlerinin, yasadışı kullanılmasına ve bu kuruluşların Anayasa ve yasalar üstünde bir tutum benimsemelerine karşıyız. Sanırım tüm demokrasi yanlıları da bu konuda benimle aynı fikirdedir.

Bu tavrımın kuramsal olmadığını da belirtmek durumundayım. 30 yıldan beri yasadışı uygulamaların muhatabı olmuş, Temmuz - İ972'de bir ay süreyle Zihni Paşa-Ziverbey -Köşkü'nün misafirleri arasında bulunmuş, akıl almaz işkencelere maruz bırakılmış, Ağustos 1972'de de yasaları hiçe sayan bir anlayış sonucu, Selimiye Askeri Cezaevi'nin bodrumunda bulunan akrep ve çıyanların kol gezdiği hücrelere kapatılmış, iki yıl süreyle aralan cezaevinde güneş ve havaya çıkarılmadan tutulmuş, baskı ve zulümlere hedef olmuş, idam cezasıyla yargılanmış ve en sonunda yargılanması yüz üstü bırakılmış bir kişinin hak aramasından daha doğal bir tavır benimsemesi düşünülemez. Bu hak aramayı tüm kapılan zorlayarak sürekli denedim. Ne yazık ki karşımda devleti bulamadım. Çünkü tüm yasal başvurularım yanıtsız bırakıldı. Çünkü tüm yasadışı uygulamaları yapanlar düzene egemen idiler... Günümüzde gerek Batı'da ve gerekse Türkiye'de Yeraltı Örgütleri'ne ilişkin yapıla gelen tartışmalar ve bu konuda öne sürülen özlem ve istemler, bana göre, 17 yıllık gecikme ile de olsa çok olumlu bir gelişmenin başlangıçlarını oluşturuyor. Sorunu demokrasinin var olması ya da yok olması boyutunda algıladığım için, bu konuda gerek sizlerden ve gerekse Avrupa ülkelerinin basın ve yayın organlarından gelen istemlerin tümünü kabul ettim. Yapılan tartışmalar, demokrasiye az da olsa katkıda bulunacak bir sonuçla noktalanabilirse tartışmaların bu aşamadaki işlevini yerine getirdiğini varsayabiliriz. Bu anlayışla beni kaynak kişi haline getirenlere teşekkür ediyorum. Bilindiği gibi bugüne kadarki açıklamalarla savlarımız doğrultusunda üç gerçek aydınlanmış bulunmaktadır: 1. Kural dışı savaş (Gayrinizami Savaş), çağımızın bir gerçeğidir. Bu amaçla kurulan Özel Harp Dairesi'nin denetiminde Yeraltı ve Yerüstü-Komando-Birlik ve Örgütleri kurulmuştur. Bu aşamada Yeraltı Örgütü'nün- Paramiliter- adından çok, varlığının ilgililerince kabul edilmesi önemlidir. Anılan örgütün kuruluş amacına uygun olarak ulusal bütçe olanaklarıyla yasal bir çerçeve içinde kullanıldığı durumlarda, kutsal bir işlevi olabilir. Yeraltı Örgütü'nün asker kişilerin kontrolünde vatanseverleri, Yerüstü Örgütü'nün ise asker kişilerden oluşan Komando Birlikleri olduğu, yetkili kişiler tarafından kabul edilmiştir. 2. Özel Harp Dairesi görevi dışında kullanılabilir. Eski Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in "Türkiye'de Kontrgerilla yok. Özel Harp Dairesi var. Genelkurmay Başkanlığım sırasında bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama bana intikal ettirmeden bazı kişiler olaylara bulaşmış olabilir. Bunu bilemem" (1) şeklindeki açıklaması, açık bir itiraf olarak gerçek durumu açıklığa kavuşturucu niteliktedir. 3. CIA ile kucak kucağa yaşadığımızı Turgut Sunalp bile kabul etti. Sunalp, Zaman gazetesinde Mustafa Ünal ile yaptığı söyleşide: "Türkiye'de CIA'nın adamları yok değil ki, dünyanın her tarafında var. Birincisi CIA'nın burada olması mesele değil, ikincisi CIA'nın pekâlâ bizim istihbarat teşkilatları ile ilişkisi olabilir. Yani CIA mensupları affedersiniz.... Çocuğu demek değildir. Memleketine istihbarat elde eden kişilerdir." (2) şeklinde konuşmuştur. Orgenerallik yapmış ve bazı güçler tarafından 12 Eylülden sonra iktidara getirilmek için çaba sarf edilmiş bir kişinin, CIA konusundaki açıklaması karşısında doğrusu dehşete kapıldım. Anlaşılıyor ki başbakan olabilseydi Özal'a rahmet okutturacaktı. Şimdi bazı saptamalar yapmak durumundayız: Kendilerine Kontrgerilla Örgütü adını veren Ziverbey Köşkü işkencecilerinin, onları yüreklendirenlerin ve bu kişilerin yakın hiyerarşisinde bulunanların, 12 Mart öncesi ve sonrasında Elrom'un öldürülmesinden Kızıldere Olayı'na kadar uzanan toplumsal kışkırtıcılık olaylarındaki ve Sahte Operasyonlardaki rolleri nedir?

Aynı soruyu 12 Eylül öncesi ve sonrası için de sormak durumundayız. 1 Mayıs 1977 Taksim katliamının gerçek sorumluları neden ortaya çıkarılmamıştır? Kuşkusuz Kenan Evren'in itirafları, bazı karanlıkları aydınlatıcı niteliktedir. Unutmamamız gereken bir gerçeği anımsatmak istiyorum: Bir komutanın elindeki birlik ve örgütlerin amacı dışında kullanılmasından kuşku duyması, O'nun sorumluluğunu değiştirmez. Olası bir Meclis araştırmasında ilmiğin ucunu yakalayabilmek için, Ziverbey Köşkü'nden başlanılmalıdır. Kuşkusuz bu görev yapılırken 12 Mart öncesi terör göz ardı edilmemelidir. Somut konuşursak: Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri ile oranın kurucusu Orgeneral (emekli) Faik Türün, yöneticisi Tümgeneral (emekli) Memduh Ünlütürk, sorgulamada bulunduğunu ikrar eden Orgeneral (emekli) Turgut Sunalp ile o dönemin başbakanları içinde halen hayatta bulunan Naim Talu ve Faik Türün'ün yakın hiyerarşisinde bulunan ve onun yasadışı tüm uygulamalarına katkıda bulunan: — Korgeneral (emekli) Fikret Köknar, — Orgeneral (ölü) Selahattin Demircioğlu, — Korgeneral (emekli) Rüştü Naiboğlu, — General (emekli) Şahap Yardımcıoğlu, (İstanbul Merkez K.) — General (emekli) Fevzi Aysun, (İstanbul Merkez K.) — General (emekli) Bayram Aslan, — General (emekli) Abdullah Tırtıl, — Orgeneral (emekli) Nurettin Ersin, (MİT Müsteşarı) — Turan Deniz, (İstanbul MİT Bölge Başkanı) — Başta Şükrü Balcı olmak üzere, dönemin Emniyet Müdürü, yardımcıları ve siyasi şube müdürleri — İstanbul Valisi, — Jandarma komutanları, — Kadıköy Emniyet Amiri, ( Amirlik, işkenceye gidenlerin ilk uğradığı yerdir.) — Kadıköy İnzibat Bölge Komutam, Tank Albay (emekli) Naci Göktuğ (Bölge Komutanlığı işkenceye gönderilenleri aktarma görevi için kullanılmıştır.) — Ceza ve Tutuk Evi Müdürleri, — Sahte raporlarla işkencecilerin suçunu örtmeye çalışan doktorlar v.b. gibi kişilerin soruşturmaya dahil edilmesi gerekecektir. Bu liste, daha alt kademelere doğru soruşturmanın seyrine uygun olarak indirilebilir. Kuşkusuz hukuk bilimini kötüye kullanarak Türün'e müşavirlik yaptığı iddia edilen ve o dönemde Tuzla Piyade Okulu'nda öğrenci olan Prof. Ayhan Önder ile başta Hakim Turgut Akan olmak üzere, işkencecilerle birlikte, çalışan askeri savalardan çok değerli bilgiler alınabilir. Böyle bir soruşturmada iki önemli tanık mutlaka dinlenilmelidir: Birincisi Oramiral (emekli) Kemal Kayacan, ikincisi Orgeneral (emekli) Muhsin Batur. Çünkü Kemal Kayacan'ın dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün yardımcısı olmasına karşın, bu köşkte aleyhinde ifadeler alınmıştır. Ziverbey Köşkü'nün korumasını yapan ve hatta işkence seanslarına fiilen katılan erlerin, Gölcük Donanma Komutanlığı'na bağlı birliklerden, 51. ve 52. tertip kişilerden seçildiğini saptamış bulunuyorum. Ziverbey Köşkü'ndeki görevli erlerin çoğunun en üst düzeydeki komutanı Kemal Kayacan'dır. Gerek O'nun ve gerekse erlerin bilgilerine başvurulmalıdır. Muhsin Batur'a gelince; yapıtında Ziverbey Köşkü'nde görevli bir hava kurmay yarbaydan söz etmesine karşın, ismini vermekten çekinmektedir. O kişi, şu anda aramızda bulunan Necdet Düvencioğlu'dur. Size bazı açıklamalarda bulunacaktır. Batur, bildiklerini açıklamakta yarar görmediğini de yazmaktadır. Oysa gizli bir örgütün, düzenli işkence seansları ile itiraflar alıp, bunları kullanarak iktidarı

yönlendirmeye kalkması suçtur. Bilindiği gibi suçu ve suçluyu gizlemek de suçtur. Günümüzün değişen koşulları içinde Muhsin Batur konuşabilir, konuşturulabilir. Bu görev sizlere düşmektedir. — Görüldüğü gibi, bir sağ cuntaya iktidar yolunu açmak için çeteleşen bir gurubun, aşağılık ve iğrenç planlarını uygulamaya koymak için başlattıkları sistematik işkence olaylarını, bir kaç generalle birlikte sınırlandırmak bizleri yanılgılara sürükleyebilir ve suçluları yüreklendirebilir. Kaldı ki işkenceciler ve onların destekçilerinin isimlerinin basma yansımasından bile ürkmekte olduklarını bilmeli, gelecekte benzeri olaylarla karşılaşmamak için Meclis Soruşturması beklenilmeden demokratik eleştiri kurumu çalıştırılarak bu adamların sürekli üzerlerine gidilmelidir. Bu yapılırken, bu şebekenin aynı zamanda ABD emperyalizmi ve onun ideolojisiyle olan bağları da ortaya konulmalıdır diye düşünüyorum. Eğer bugün Faik Türün'ün İstanbul Mafyası ile bağlantısını sağlayan Özel Harpçi Tank Albayı yaşasaydı ve de bildiklerini açıklasaydı, Kenan Evren'in Anılan solda sıfır kalırdı. Olayın bir de tarikat ilişkisi var ki içinden çıkılacak gibi değil. Yeniden vurgulamak gerekir: Bu bağlamda dönemin başbakanları Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu'nun siyasal sorumlulukları yadsınamaz... Ölenler tarihin yargısına bırakılmalı. Ama Naim Talu mutlaka konuşturulmalıdır. Örneğin sırf Faik Türün'le özel bir görüşme yapmak için 15 Haziran 1973 tarihinde Ankara'dan İstanbul'a gelmek gereksinimini neden duymuştur?.. Hiç kimse merak etmese ben ediyorum. Çünkü anılan ziyaret, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na, Faik Türün'ü işkencecilikle suçlamak amacıyla gönderdiğim dilekçe tarihinden üç gün sonra gerçekleşiyor. Bu dilekçede öne sürdüğüm iddiaları suç ihbarı sayıp soruşturma açmayan ve açtırmayan herkes suçludur, doğal olarak da bu suçluluğun en büyük payı Naim Talu'ya düşmektedir. Meclis Araştırması bu boyutta tutulursa, Ziverbey Köşkü'nde kendilerini Kontrgerilla Örgütü olarak adlandıran işkenceci provokatörlerle Özel Harp Dairesi ilişkisinin varlığı ya da yokluğu ortaya çıkabilir. Bu arada dönemin kuşkulu eylemlerinin failleri bulunabilir, hala gizini koruyan siyasal cinayetler aydınlanabilir. Kuşkusuz bu görev yapılırken, MİT'in eylem tutkunu Masonik ekibini teşkil eden kişilerin göz ardı edilmemesi gerekir. Bu bağlamda İtalyan P-2 Mason Locası'nın marifetleri ve Gladio arasındaki ilişkilerle ülkemizdeki benzerleri arasında koşutluk saptanılabilir. Elrom olayı ve Kızıldere ile ondan sonraki hapishaneden kuşkulu kaçırma eylemleri, 1 Mayıs 1977 katliamı vb. gibi karanlık olaylar mutlaka aydınlığa kavuşturulmalıdır. İstihbarat örgütlerinin CIA ile kucak kucağa yaşamasını ve "onların memleketlerine (ABD'ye) istihbarat elde etmeleri" hakkında Turgut Sunalp'ın yaptığı açıklamayı anımsayalım. Sunalp'ın gözünden kaçan çok önemli bir gerçek var: İstihbaratçılık ve casusluk ister dost, ister düşman hesabına olsun, gizli yürütülen bir faaliyettir. Bu nedenle, CIA'nın içimizde at koşturmasına göz yuman anlayış sahipleri Ulusallıktan söz edemezler. Ama Amerikan Mandacılığı anlayışının günümüzdeki uzantıları olduklarını kabul ederlerse, onlardan her türlü yasal olanağı kullanarak hesap sorar, değerlendirmeyi kamuoyuna bırakırız. Turgut Sunalp, aynı zamanda bir cinayet örgütü gibi çalışan CIA ile ilişkiyi doğal karşılayabilmektedir... CIA'nın Ev Sahibi Ülke (Host Country) diye tanımladığı ve ilişki ve işbirliğine geçtiği ülkelerin güvenlik ve istihbarat örgütlerinden, hangi yöntemlerle işbirlikçi ajan devşirdiğini merak ederseniz FM 30-31 simgeli "Kararlılık Operasyonları, istihbarat ve Özel Ajanlar" adlı çok gizli Amerikan talimnamesinin B Ekine bakmanız gerekecektir. Çok gizli bu eki nereden bulacağız diye telaşlanmayın. Bu eki bir yıl önce yayınladığım "Doruk Operasyonu " adlı yapıtımda bulabilirsiniz. Bu belgeyi

incelendiğinizde, sanırım tüyleriniz diken diken olacak ve ABD çıkarlarına sürekli hizmet vermek için, özel yöntemlerle seçilen, sadakatleri denenen bu aşağılık ve satılmış CIA işbirlikçisi yerli ajanların kimler olduğunu daha iyi anlayacaksınız. Ve bazılarını da saptayabilmeniz mümkün olabilecektir. CIA'ya angaje edilen "özel ajanları" saptamak gibi, Türkiye'nin gündemine getirilmesi gereken yaşamsal bir sorunla karşı karşıya gelmiş bulunduğumuzu herhalde kabul edersiniz. Bu bağlamda "Our Boys-Bizim Çocuklar" tanımlamasının, yeniden gözden geçirilmesi de gerekecektir. CIA'nın yanında, AID'nin marifetlerini de göz ardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Özel Savaş'ın bir bölümü olan ve ABD tarafından kuramlaştırılan İstikrar Harekatı tanımlaması içerisinde, AID'yi kullanarak ABD'dan yana olan iktidarları yaşatmak için, ya seçimler çeşitli yöntemlerle yönlendirilmekte, ya da askeri darbeler düzenlenmektedir. Darbe öncesi senaryosu içinde teröre gereksinim duyulmaktadır. Tüm bu yöntemler Kontrgerilla Harekatı kapsamı içinde bulunmaktadır). ABD yanlısı bir askeri darbede CIA ve AID'nin rolü ve bunlarla ilgili şemalar yapıtlarımda resmi belgelere dayanılarak açıklanmıştır. Kaldı ki Kenan Evren, Özel Savaş Dairesi'nin kontrol dışına çıkabileceğini ikrar etmiştir. Örgütün, faaliyetleri arasında istihbarat, sabotaj, provokasyon, işkence ve cinayet vb. gibi eylemler bulunmaktadır. Ülkemizde de bu tür eylemlerin suçlusu ya da suçluları bir türlü yakalanamamaktadır. O halde gerçeklerin ortaya çıkarılması ve kuşkulardan arınmak için Vatanseverler Örgütünün darbe öncesinde uygun bir ortamı yaratmak amacıyla, terör olaylarına karışıp karışmadığı da saptanmalıdır. Bu amaçla Özel Harp Dairesi'nin gelmiş ve geçmiş tüm komutanlarının ve onların amirlerinin, Meclis Araştırma Komisyonu tarafından, eğer yapılabilirse, sorgulanması da gerekecektir. ;
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF