Sedat Veyis Örnek - 100 Soruda-İlkellerde Din,Büyü,Sanat,Efsane - Gerçek Yay-1995

April 14, 2017 | Author: Emre Aygün | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Sedat Veyis Örnek - 100 Soruda-İlkellerde Din,Büyü,Sanat,Efsane - Gerçek Yay-1995...

Description

İLKELLERDE DİN, BÜYÜ, SANAT, EFSANE

GERÇEK

YAYINEVİ

100 SORUDA İLKELLERDE DİN, BÜYÜ, SANAT, EFSANE Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek

100 SORUDA DİZİSİ: 25 Birinci Basla: 1971 / İkinci Baskı: 1988 / Üçüncü Basla: 1995 Kapalc Sait Maden Kapak Baskısı: Reyo Basımevi İç Baskı: Ozal M atbaası Cilt: Esra Mücelithanesi 95.34.Y.0091.50

ISBN 975 - 7551-13 - 9

PROF. DR. SEDAT VEYİS ÖRNEK

100 SORUDA İLKELLERDE DİN, BÜYÜ, SANAT, EFSANE

GERÇEK SI YAYINEVİ / istiklâl Caddesi, Koçtuğ Han, No. 386, Kat 5 80050 Beyoğlu - İstanbul

ÖN SÖZ

İlkellerin düşünüş, duyuş ve davranışlarıyım çoğu man bizimkinden farklı oluşu, onların inanç dünyaların, biçim lendirm ektedir. İlkel insan doğa karşısındaki sava­ şında, tekn ik yetersizliğini ve çaresizliğini din, büyü ve dinin buyruğundaki sanatla giderm ek istem iş; evrenin oluşum sırlarını da bir çeşit «bilim öncesi bilim» olan efsane ile açıklam aya çalışm ıştır. Bunun içindir ki, kitapda. büyü, sanat ve efsane, dinsel alanı tamamlayıcı bölümler olarak ele alınmıştır. İlkellerin toplum sal ve p olitik örgütlerini, ekonom i­ lerini, maddi kültürlerini, âdetlerini, geleneklerini; kısa­ ca günlük hayatlarını, temelinden kavrayabilm ek ve doğ­ ru bir biçimde yorum layabilm ek için, inanç dünyalarını iyi bilmek gerekm ektedir. Çünkü, ilkellerin toplumsal ku ­ ru m lan içerisinde en ağır basanı dinsel olanıdır. B u kitap, ilkel diye nitelenen halkların inanç dün­ yalarını, büyülerini, sanatlarını ve efsanelerini bir bütün içinde ele alıp, sistem li bir biçimde açıklamaya çalışan dilim izdeki ilk denemedir. Yine de, sosyal ve manevî bi­ limlerin çeşitli dallarında öğr* nim yapanlarla, konuya ilgi duyan okuyucuya yararlı olacağına inanıyorum. Ankara,

Ocak 1971

Sedat Veyis Örnek 5

G İR İŞ A.

Soru 1

G EN EL AÇIKLAMALAR

İlkel diye kimler nitelenir? İlkellerin baş­ lıca özellikleri nelerdir?

Eskiden ilkeller için kullanılan haksız birtakım de­ yim ler bugün artık kullanılm am aktadır. A ntik Çağ’da, Yunanca’dan başka dil konuşanlara «Barbar» denilmek­ teydi. Bu deyim, O rta Ç ağ’da da kullanılm ıştır. O rta Çağ’da, Batılılar, yerlileri başsız, yılan ayaklı, tek gözlü, ağızsız, taşlara ve şeytana tapan garip m asal y aratık ları gibi kabul ediyorlardı. Zam anın bilim adam ları da ilkelle­ re karşı anlayış gösterm em işler, yerlilerin hayvanlar dün­ yasında hangi yeri alacağı hakkında ta rtışm alara g iriş­ mişlerdir. Kilise de uzun süre ilkellerin insan olmadığı fikrini savunm uştur. Bu görüşler, Papa III. P a u Z’un, 1512 yılında A m erika yerlilerinin de Âdem’den geldikle­ rini resmen bildirmesine kad ar siirüp gitm iştir. «Barbar» deyimi zam anla yerini «vahşi» deyimine terketm iş, bu deyimin çeşitlem eleri olarak «alçak vahşi­ ler», «putlara tapan vahşiler» kullanılm aya başlanm ıştır. Daha sonraları, E tnoloji’nin gelişmesiyle, ilkeller için «kültürsüzler», «kültür yoksullan» gibi deyimlerin kul7

¡anıldığını görüyoruz. A slında bu deyimler, yukardakilerine bakarak daha insaflıysa da, yerinde değildir. Çünkü yeryüzünde kültürsüz hiç b ir halk, hiç bir topluluk yok­ tur. Ancak kültürün gelişme basam ağı ve derecesi söz konusu edilebilir. Yüksek kültürlerin dışında y aşayanlar için en çok kullanılan deyim, ilkel «Primitive» deyimidir. Bununla be­ raber, bu deyim de, yerini, bugün artık daha yumuşak ve doğru deyimlere bırakm akta, etnolojik literatürde «ya­ zıyı bilmeyenler, yazıyı kullanm ayanlar» ( Schriftlosenvölker), «doğal halklar» (N aturvölker, Naive pcuple, N ative peoble) diye geçmektedir. Bu deyimlerin henüz ülkemizde yaygınlaşmam ış olması nedeniyle, bu. k itap ta şimdilik ilkel deyimini kullanacağız. B ir topluluğu ya da halkı ilkel olarak niteleyen baş­ lıca özellikler şunlardır: a) b)

Doğaya sıkı sıkıya bağlılık, Doğaya egemen olmak için kullanılan araç-gereçlerin ve tekniğin ilkelliği ve yetersizliği, c) Yazının bilinmemesi, d ) Terbiye ve eğitimde geleneğin önemli rol oyna­ ması, e) Politik örgütlenmenin akrabalığa dayanm ası, f) Kollektif düşünce tarzı. Genel olarak, Kuzey ve Güney A m erika yerlilerine, Eskim olara, A frika zencilerine, O kyanusya adalarında yaşayanlara, Kuzey Asya etnilerinin kim ilerine ilkel di­ yoruz. 17. ve 18. yüzyılda Batılı ülkelerle ilişki kuran ilkellerin bir bölümü tekniğe ve modern yaşam a biçimine ayak uyduram adıkları için ortadan yokolup gitm işlerdir (Örneğin Tasm anya adasında yaşayan yerliler gibi. Son Tasm anya’lı 1876 yılında ölm üştür). 8

İlkel diye nitelenen halkların ve toplulukların büyük b ir bölümü ise bugün artık eski durum larından uzakla­ şarak uygarbğa ayak uydurm aya çalışm aktadırlar. Çok ilkel basam akta olan ve geleneksel hayatlarını h âlâ sü r­ dürenlere örnek olarak A frik a’da yaşayan Pigmeleri, Buşm anlan, A vusturalya yerlilerini, Filipinlerde yaşayan A etaları, Malaka adasında yaşayan Semangları, Kuzey K utbunun iç kısım larındaki Eskim oları, A teş topraklıları ve Güney A m erika yerlilerinden kim ilerini gösterebiliriz. •

Soru 2

İlkellerde din, büyü, sanat ve mitolojiyi konu edinen Etnoloji nasıl bir bilimdir?

Etnoloji sözcüğünün kökü Yunanca e t n o s — (halk) ve l o g i a — (bilim) ’dan gelm ektedir. Etnoloji, özellikle il­ kel diye nitelediğimiz halkları ve bu halkların kültürle­ rini inceler. Ancak otuz, kırk yıldan beri, Etnoloji, hiç bir zaman ilkel diyemiyeceğimiz halkları da incelemeye başlam ıştır. Bu bilim, kendi içerisinde Etnoloji ve Tasvirî E tn o ­ loji diye başlıca iki kısm a ayrılır. Birincisi, etnoğrafik malzemeden y ararlanarak maddî ve manevî k ü ltü r öğele­ rinin sistem atik açıklam asına yönelir; değişik kültürler arasında karşılaştırm alar yap ar; insanlığın k ü ltü r ta ri­ hini aydınlatm aya çalışır; kültürel göçleri ve kültürün genel gelişme kanunlarını araştırır. E tn o ğ rafy a da deni­ len Tasvirî Etnoloji ise, çeşitli halkların yaşam a ta rz la­ rını, düşüncelerini, araç - gereçlerini, evlerini, b arınakla­ rını, silâhlarını, san at eserlerini, özetle maddî ve manevî k ültür öğelerini sistem li bir biçimde «tasvir» ederek, E t­ nolojiye malzeme hazırlar. Etnoloji kimi ülkelerde değişik adlarla görülm ekte­ dir. Almanya, A vusturya ve İsviçre’de «V ölkerkunde, 9

Ethnologie», İngiltere’de *Social Anthropology», Ameri­ k a’da «Cultural A nthropology» ad lan altında okutulm ak­ tadır. Ingiltere’de gelişen Sosyal A ntropoloji daha çok toplum sal yapıya ağırlık vererek, ilkellerin toplumsal kurum lannı ve örgütlerini inceler; b u n lan n sistem atik ve karşılaştırm alı araştırm alan n ı yapar, birbirleri arasın ­ daki fonksiyonel ilişkilerini inceler. A m erika’da gelişen K ültürel Antropoloji ise, kültürü ve k ü ltü r malzemesini inceler ve kimi durum larda prehistoryayı, arkeolojiyi, fizikî antropolojiyi, paleantropolojiyi ve etnolojiyi de içi­ ne alır. E tnoloji’nin yararlandığı başlıca bilim d allan şun­ lard ır: P rehistorya, A rkeoloji, Fizikî Antropoloji, Sos­ yoloji, Psikoloji, Tarih, Coğrafya, Biyoloji, Lengüistik, Folklor ile Din, Hukuk, S anat ve Müzik E tnolojisi’dir. Ülkemizde E tnoloji bilimi A nkara (Etnoloji ve E t­ nografya), İstanbul (Etnoloji ve Sosyal Antropoloji) ve H acettepe (Sosyal A ntropoloji) Ü niversitelerinde okutul­ m aktadır. içlerinde en eskisi A nkara Ü niversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesindeki «Etnoloji ve Etnoğrafya» kürsüsüdür.

Soru 3

Etnolojik çalışm alar ne zam an başlam ıştır? Gelişmesine başlıca kim ler katkıda bulun­ m uştur?

E tnoloji’nin tarih i A ntik Çağ’a k ad ar uzanm aktadır. Ünlü tarihçi H e r e d o t (M.Ö. 480-424) etnologların ba­ bası sayılır. H e r e d o t , gezip gördüğü yerlerdeki halk­ ların âdetlerini an latarak Y unanistan ile karşılaştırm a­ lar yapm ıştır. B ir başka A ntik Çağ y azan olan P o s e i d o n i o s (Doğ. M.Ö. 135), İtaly a’ya ve Ispanya’ya yap­ tığı birçok gezide coğrafî ve etnoğrafik gözlemlerini sis­ 10

tem li bir biçimde tesp it ederek, bunları b ir eserinde an­ latm ıştır. Bu iki yazara aynı çağda yaşam ış olan T u k i t i d e s ' i (M.Ö. 460-400), P l i n u s ’u (24-79) ve T a c i t i t u s ’u (55-116) da ekleyebiliriz. O rta Çağ, etnolojik araştırm alar bakım ından bir d u r­ gunluk çağıdır. Bu çağda, her şeyin Incil'de açıklandığı kabul edilerek, her çeşit kültürel a raştırm a dinsel inanç­ ta n uzaklaşm a olarak görülm üştür. M a r c o P o l o (1254-1323) uzun yıllar A sya’da k alarak, B atılılara o ra­ d ak i halkların yaşayışları ve âdetleri hakkında bilgiler verm iştir. Antik Çağ’ın zenginliğinin kaybolup gitm esi­ ni önleyen, Eski Y unan’ın ve B izans’ın m irasını koruyan Islâm bilginleridir. İslâm dininin çok geniş b ir alana y a­ yılm ış olması, tek bir kültür dili konuşulması Islâm bil­ ginlerinin uzak yerleri araştırm alarını ve bu araştırm a­ lardan zengin etnoğrafik malzeme toplam alarını kolay­ laştırm ıştır. Arap bilginleri içinde özellikle 1 b n u H a l d u n (1332 -1406), eserleriyle etnoğrafyaya önemli k atk ıda bulunmuştur. Diaz’ı n (1450 - 1500) V a s c o d e G a m a ’nın (1469-1524) ve K. K o l o m b ’un (1451-1506) keşif ge­ rile ri etnolojiyi önemi) bir dönüm noktasına getirm iştir. A m erika yerlileri arasında bulunan F ransız misyo­ neri J. F. L a f i t a iı (1681 - 1740), onların sadece k a ­ rakterlerini, âdetlerini, inanm alarını incelemekle yetinm e­ miş, aynı zamanda bu âdet ve inanm aların E ski Çağ’daki izlerini aram ış, bunları A sya’daki halkların âdet ve inan­ m alarıyla karşılaştırm ıştır. Böyle bir çalışma Etnoloji ta ­ rihinde «K arşılaştırarak Açıklama» yöntem inin ilk dene­ mesidir. Etnoloji ile ilgilenen bir başka yazar da M o n t e s ­ q u i e u ^dür (1689 - 1755). M o n t e s q u i e u , kültürü e t­ kileyen faktörlerin başında iklimi kabul etm iştir Coğrafî çevreden gelen ve fizikî yapıyı etkileyen faktörler ruhsal 11

yapıyı d a etkilem ektedir. M o n t e s q u i e u , «çevre teo­ risi» nin babası sayılm aktadır. J . J . R o u s s e a u (1 7 12-1778), O kyanusya adaların­ d a yaşayan yerlilerin h ay atın d an etkilenerek, o n lan n y a­ şam alarım alabildiğine övmüş, «Doğaya Dönüş» diye b ir Bİogan o rtay a atm ıştır. R o u s s e a u , y erlilerin hayatım b ir cennet hayatı olarak kabul etm iştir. İngiliz K raliyet donanm ası kaptanı olan J. C o o 1c (1728-1779), P asifik adalarına yaptığı geziler sırasında, oralarda yaşayan yerliler hakkında geniş bilgiler topla­ mış, yanında getirdiği etnoğrafik malzemeyle k ıt’alar e t­ nolojisine önemli k atkıd a bulunm uştur. A lm an a ra ş tırı­ cıları baba - oğul F o r s t e r ’ler ( J . R. F o r s t e r [1729 1789], G. F o r s t e r [1754-1794] ) gezip gördükleri yerler hakkında tu ttu k la rı n o tlarla etnolojiye ve etnog­ rafy aya yararlı olm uşlardır. İlk Etnoloji dem ekleri, 1832 -1842 yılları arasında Londra, P aris ve A m erika’da kurulm uştur. Gerçek anlam ­ da ilk etnoloji müzesi ise A. B a s t i a n ’ın çabasıyla 1868 yılında Berlin’de kurulm uştur. C. D a r w i n ’in (1809-1882) araştırm aları etnoloji­ yi de etkileyerek etnolojide evrimci okul’u g eliştirm iştir. Isviçre’li J. J. B a c h of e n (1815-1887), A m erika’lı L. M o r g a n (1818 - 1881), İngiliz E. B. T y l o r (1832-1917) J.G . F r a s e r (1854-1917), A .C . H a d d o n (18851940), Alman A. B a s ti a n (1826-1905') ve F in ’li E. W e s t e r m a r c k (1862-1939) dinin, büyünün, ailenin, devletin, sanatın kökenini ve gelişm esini evrim ci açıdan ele alarak işlemişlerdir. Alm an coğrafyacısı F. R a t z e l (1844 -1904) ile öğrencisi L. F r o b e n i u s (1873 -1938) ile daha sonraları onları izleyen F. G r a e b n e r (18771934), W. S c h m i d t (1868-1954) ve W. K o p p e r s (1886-1961) evrimci okul’a karşı çıkarak, kü ltü rlerin göçler aracılığıyla tem asa geldiklerini ve b iribirlerini et12

İnlediklerini ileri sürm üşler; yeryüzünün çeşitli yerlerin­ de k ü ltü r çevreleri te sp it etm işlerdir. In g iltere’de A. R. R a d c l i f f e - B r o t e n (1881 1955) ve B. M a l i n o w s k i (1884-1942) gerek evrimci, gerekse tarihsel okula karşı çıkarak fonksiyonalist okulu kurm uşlardır. A m erik alı R. B e n e d i c t (1887-1942) ile Alman R. T h u r n w a i d (1869 -1954) fonksiyonalist okula bağlı iki önemli etnologdur. S ora 4 : E tn o lo jin in başlıca k onulan nelerdir? Genel E tnoloji’nin başlıca beş önemli araştırm a alanı v a rd ır: a) Maddî k ü ltü r ve teknoloji, b) Ekonomi, c) Top­ lum sal örgüt, d) Din, büyü, mitoloji, e) Sanat, oyun ve müzik. Maddî kü ltü r ve teknoloji alanına besin elde etmek için gerekli olan h er tü rlü a ra ç - gereç, konut yapımı ve tipleri, kab - kacak yapım ı, iş yerleri, ta ş ıt araçları, si­ lâhlar, av araçları ve teknikleri, giyim - kuşam, süs eş­ yası vb. girm ektedir. İlkel ekonomi çoğu zaman maddî k ü ltü r ve teknoloji ile yanyana ele alınm aktadır. Oysa ilkel ekonomiyi mad­ dî k ü ltü r ve, teknolojiden a y n gözetmek gerekm ektedir. Bu alana ekonomi ve coğrafî çevre; çevrenin ekonomiye, ekonominin çevreye etk isi; ekonomi ve toplum; üretim , doğal iş bölümü, teknik iş bölümü, toplu çşlışm a, elişi ( z a n a a t); tüketim , paylaşm a, değiş - tokuş, ticaret; malmülk, serm aye, pazarlar; üretim , üretim araçları, bu araçların kullanışı; ekonomi ve m anevî kü ltü r; ekonomi­ nin m anevî kültüre, m anevî kültürün ekonomiye etkisi ile çobanlık, avcılık, toplayıcılık vb. gibi ekonomi şekil­ leri girer. Toplumsal örgütün kapsam ına, temelinde belirli ve karşılıklı birtakım görevlerin yattığ ı insancıl ilişkiler gir­ m ektedir. B unlar gelenek, görenek, örf, âdet; sosyal alış­ kanlıklar, kanunlar, aile tipleri, akrabalık gruplan, yaşlı­ 13

la r grubu ile toplumsal sınıflar, politik, Bosyal, ekonomik ve dinsel kurum lardır. Din, büyü ve mitoloji alanına doğaüstü güçler, bu güçlerin nitelikleri, etki alanları; yüce varlık kavram ı; büyücüler, şam anlar, rah ip ler ve kutsal kişiler ile bunla­ rın toplumun diğer üyeleriyle ilişkileri; dinle büyü a ra ­ sındaki benzerlikler ve ayrılıklar; dinin ve büyünün top­ lumun diğer kuram larına etkisi; dinsel ve m ajik ritlerin tasv iri ve tanım lanm ası; ilkellerin m itik dünyası, m itle­ rin, ayinler ve törenler sırasındaki önemi vb. girer. Beşinci araştırm a alanı plastik sanatları, edebiyatı, şiiri, dram ı, ritüel ve profan oyunları içine alır. Öteki bilimlerde olduğu gibi, E tnoloji’de de, belli alanlar için uzm anlaşma söz konusudur. Soru 5

Din Etnolojisi nedir, neleri konu edinir, ne­ lerden yararlanır?

Genel E tnoloji’nin b ir dalı olan Din Etnolojisi, ilkel­ lerin inanç dünyalarım aydınlatm aya çalışır. Dinler T a­ rihi ve Dinbilim ise yüksek dinleri (İslâmlık, H ıristiyan­ lık, Budizm, Hinduluk, Y ahudilik ve Çin dinleri) ara ştırır ve k arşılaştırır. Gerçi Din Etnolojisi zaman zaman yük­ sek dinleri de ele alarak, özellikle bu dinlerin esaslarım , ilkellerin dinsel hayatların a etkilerini incelemekteyse de, Din E tnolojisi’nin esas uğraşısı ilkellerin dinsel dünya­ sıdır. Din E tnolojisi’ne kaynaklık eden malzemenin önem­ lilerini şöyle sıralayabiliriz: a) Saha araştırıcılarının, misyonerlerin, gezgincile­ rin, çeşitli görevlerle ilkeller arasında yaşam ış olanların n otlan , m onografileri, yazıları, anıları; b) Yerlilerin söyledikleri; c) Ses alma araçlarına, plaklara kaydedilmiş dinsel 14

metinler, ibadet ve törenlerle ilgili İlâhiler, şa r­ kılar, türküler, şiirler; d) İbadet ve her tü rlü kült için kullanılan yapılar, tapınaklar, gizli dernek evleri, m ağaralar, me­ zarlıklar ; e) Dinsel ve toplum sal törenlere, geçiş ritlerine, bayram lara, kült dram larına a it filmler, fotoğ­ raflar, resim ler, eskizler; f) ibadetlerde, törenlerde kullanılan h er tü rlü k u t­ sal araç - gereç. Din etnologunun ya da yukarda saydığımız malze­ menin tespitiyle uğraşan kimsenin araştırm a yaptığı y er­ deki yerli dilini iyice bilmesi, araştırm a yerinde uzun süre kalarak yerlilerle aynı hayatı yaşam ası, araştırm a yöntem lerini çok iyi bilmesi gerekm ektedir. B ir başka önemli nokta da, araştırıcının rehberini ve kılavuzunu se­ çerken çok dikkatli olmasıdır. R ehberin konuşulanları, soruların cevaplarını, herhangi bir tören y a da kült aracı hakkındaki açıklam aları kendinden b ir şey katm aksızın, söylendiği ve anlatıldığı gibi aktarm ası gerekm ektedir (Haekel, 1953, s. 40-41)., Soru 6 : Din Etnölojisi’nin yararlandığı yöntemler nelerdir? Din Etnolojisi’nde malzemenin değerlendirilmesi de­ ğişik görüşlere dayandırılarak çeşitli yöntem lere göre ya­ pılır. Bunların başlıcalannı şöyle özetleyebiliriz: Fenomenolojik yöntem : Dinsel yaşantının belirtilerini sezgiye dayanan bir yönden araştırıp, karşılaştırm alı çö­ zümlemeler yaparak inanç hayatında o rtak olan önemli n o k talan kavram ayı amaç edinir. Önemli temsilcileri ı? a n d e r L e e u w , R. O t t o , S ö d e r b l o m , M. E l i a d e, Ad. E. J e n s e n ’dİT. 15

Sosyolojik yöntem : İnanç h ayatıyla toplum arasın­ daki karşılıklı etkileri; elinle büyünün toplum u ne derece geliştirdiğini y a da engellediğini araştırır, önem li tem ­ silcileri J. W a c h ve W. O o o d e ’dur. Psikolojik yöntem: İnanç hayatım n etkenlerini ve psiko - m ental koşullarım ; bu hayatın düşünce, duygu ve işlem üzerindeki etkilerini; bilinç dışı ve bilinçaltı durum ­ ların rollerini; bunlara bağlı olarak rüya, vizyon, ken­ dinden geçme, mistisizm gibi fenomenlerle alışılmışın dı­ şındaki ruhsal güçleri araştırır, önem li tem silcileri C.G. J u n g , K. K e r e n y i , L. L i v y - B r u h l , R. T h u m ­ ut a l d, W. W u n d'tur. Filolojik yöntem: Belli sözcüklerin arkasında kalan inanç içeriğini kavram ak am acıyla çözümlemeler yapar. K utsal term inolojinin öğrenim i ve incelenmesi bu yönte­ min önemli b ir kısmım teşkil eder. Başlıca temsilcisi W. H a v e r s ’dir. Fonksiyonel yöntem : A y n a y n kültürlerdeki inanç hayatım n form larının hangi ilkelere göre yöneldiğini ve bütünlük kazandığım, biribirleriyle ilişkilerini ve bunla­ rın kültürün tüm ü içindeki rollerini ara ştırır, önem li tem silcileri B. M a l i n o w s k i ve R. B e n e d i c t ’tir. Tarihsel yöntem: K ültür tiplerini gözönünde bulun­ d urarak inanç şekilleri arasındaki benzerlikleri tarihsel yönden a ra ştırır ve bunların tarihlerini Din Etnolojisi açısından yaklaşık ve göreli yaşlarına bağlam aya çalışır. Önemli tem sücileri W. 8 c h m i d t , W. K o p p e r s , V. V a n B l u c k , P i n a r d d e l a B o u l l a y e, H. B a n ­ m a n , K. Ş i r k e t - S m i t h v b. Genel olarak, Din E tnolojisi’ni ilgilendiren konular­ da en iyi sonuçlar sadece tek b ir yönteme ve görüş açı­ sına bağlanarak değil de, çeşitli yöntem lerin eleştirisi ya­ pıldıktan ve ortak b ir görüş açısına v arıldıktan sonra alı­ n ır (Haekel, 1953, s. 41-42).

16

B.

İLK EL DÜŞÜNCE TARZI VE İL K E L ZİHNİYET

Soru 7

L. Levy - Brulıl’e ve E. Durkheim’a göre ilkel düşünce ta ra ne gibi özellikler taşır?

İlkellerde dini, dinsel yaşantıları, büyüyü temelinden kavrayabilm ek için, ilkel denilen düşünce tarzının ve zih­ niyetinin m ahiyetini, işleyişini ve özelliklerini bilmekte y a ra r vardır. ilkel düşünce tarzı ve ilkel zihniyet üzerinde F ra n ­ sız sosyologları durm uştur. E. D u r k h e i m (18581917), ilkel düşünce tarzını kollektif olarak nitelem iştir. D u r k h e i m ve arkadaşları m antığın ilk şeklini ilkel toplum larda yaşayan insan zihninde görm üşler ve m an­ tıklı düşüncenin toplum lann gelişmesine bağlı olduğunu ileri sürm üşlerdir. Özellikle L. L e v y - B r u h l , ilkel­ lerin düşünce tarzı hakkında ilginç görüşler ortay a a ta ­ rak , bu konuda D u r k h e i m ’dan da daha ileriye g it­ m iştir. Ona göre, ilkellerin düşünce tarzı sadece kollektif olmayıp, aynı zam anda prelojik (m antık - öncesi) dir. L e v y - B r u h i , prelojik’in açıklam asını şöyle yap­ m ak tad ır: «Prelojik zihniyetin işlediği şa rtla r tam am iyle başkadır. Şüphesiz prelojik zihniyette dil ve kavram lar toplum sal olarak iletilir. Onda da, önceden yapılmış işlem­ ler, b ir kuşaktan ötekine geçen k alıtlar vardır. Ama bu 17

kavram lar, bizimkilerden farklı olup, bundan dolayı işlem­ ler de farklıdır. Prelojik zihniyet, esas olarak bileşiktir. (...) B aşka bir deyişle, tasarım ların bağlayıcı ilişkileri, kural olarak tasarım ların kendileriyle birlikte verilir. Bu­ rad a da bireşim ler ilkel olup (. . ) hemen hemen ayrışm aya tabi tutulam azlar. Bu da, ilkel zihniyetin niçin birçok du­ rum larda yaşantıdan etkilenmediğini ve çelişmeye karşı duyarlı olmadığını açıklar. Kollektif tasarım lar, ilkelin zihnini ayrı ayrı etkilem ezler; ilkel zihin, bunları çözümle­ yip m antıksal sıraya göre düzenlemez; h er zaman ön algı­ larla, ön ilişkilerle bağlıdırlar ve böylece, ilkel zihin mis­ tik oluşundan dolayıdır ki, aynı zam anda prelojiktir.» (L év y -B ru h l, 1926, s. 106-107). İlkel zihniyetin birinci k arakterini prelojik olarak tespit eden L é v y - B r u h l , ikinci k arak teri olarak da iştirak kanununu (loi de participation) öne sürm üştür. Bu kanuna göre: «İlkel düşünce içinde objeler, varlıklar, olaylar aynı zam anda kendileri ve kendilerinden başka tü rlü olabilirler. Bizim için güç olan bu durum, iştirak kanunu ile idare edilen zihniyet için güçlük göstermez. Örneğin, Trum ailer kendilerini suda yaşayan hayvan ad­ dederler; B ororolar kırmızı papağan olm akla övünürler. B urada kastedilen herhangi bir akrabalık değildir; bir özdeşlik bahis konusudur» (Öner, s. 43-44). L é v y - B r u h l , ilkel zihniyetin üçüncü karakteri olarak, m istik yaşantı özelliğini gösterm ektedir, «ilkel­ lerin zihni bizim yaşantı ve olayların doğal düzeni dedi­ ğimiz şeyden etkilenmeye hazır değildir. Tersine, zihin­ leri, önceden bir sürü kollektif tasarım larla doludur; bun­ dan dolayı, canlı varlıklar, cansız v arlık lar ya da insan yapısı şeyler onlara daim a m istik özelliklerle dolu görü­ nür. Bunun sonucu olarak da, zihinleri sık sık objektif ilişkilere ilgisiz kaldığı halde, “zımnî,, ya da “fiilî,, mis­ tik bağlantılara çok önem verilir. Bu önceden edinilmiş 18

bağlantılar, şimdiki zamanın yaşantılarından çıkarılm ış olmayıp, yaşantı bunların karşısında güçsüzdür» (LevyBruhl, 1926, s. 75-76). Demek oluyor ki, nedenler her za­ m an m istik bir karakterde olup, nedenle sonuç arasında bir iletken yoktur. L e v y - B t u h l , ilkellerin nedensellik ilkesi üzerin­ de de durmuş, bu konuda birçok örnek vererek ilkeller için raslantı diye bir şeyin söz konusu olmadığını, za­ man ve mekânın da nedensellikte rol oynamadığını b elirt­ m iştir. Bu konudaki görüşünü desteklemek için, kitabın­ da, çeşitli örnek olaylar gösterm iştir. Bunlardan biri L. P e c h u e l L o e s c h e'den aldığı örnektir: «Katolik misyonerler geldikten sonra yağm urlar azaldı, kuraklık başladı. Yerliler buna, din adam larının, özellikle bunların giydikleri uzun cüppelerin sebep olduğuna inandılar. Çün­ kü daha önce hiç böyle cüppe görmemişlerdi» (Levy Bruhl, 1926, s. 71). B ir başka örnek olay F. S a g a r d’ m Kuzey Amerika yerlileri hakkında anlattığıdır: «Bir akşam , ülkenin hayvanlan hakkında konuşulurken, F ra n ­ s a ’da tavşanlarla yavru tavşanların bulunduğunu an lat­ mak için, ateşin ışığında duvara gölgelerini düşürerek onlara göstermek istedim. E rtesi sabah salt bir raslantı sonucu her zamankinden daha çok balık tu ttular. Buna duvarda yaptığım gölge resim lerin sebep olduğuna inan­ dılar ve her akşam aynı şeyi yapayım diye yalvardılar. Bu saçmalığa uymayı kabul etmeyince de, gölgelerin n a ­ sıl yapıldığını onlara öğretmemi istediler.» (L ev y -B ru h l, 1926, s. 73). Böylece L e v y - B r u h l , ilkel zihniyetin özellikle­ rini başlıca üç noktada toplam ış oluyor: a) b)

îlkel zihniyet prelojiktir. ilkel zihniyet iştirak kanununda temellenmek­ tedir. 19

c)

Nedensellik, zaman ve mekân anlayışları fark lı­ dır ve m istik bir görüşe bağlanm aktadır.

Soru 8

Etnologların Levy - Bruhl’e yönelttikleri eleştiriler hangi noktalarda toplanmakta­ dır?

L e v y - B r u h Z’ün, ilkellerin düşünce tarzı ve zihni­ yeti hakkındaki görüşlerini güçlendirmek ve doğrulam ak için yararlandığı kitapların yazarlarının pek çoğu, etno­ lojiyle ilgisi olmayan kimselerdir. Çeşitli nedenlerle y er­ liler arasında yaşayan yazarların —bunların çoğu m is­ yonerlerdir— verdikleri bilgilerin çoğu eksik, tu tarsız ve tek yönlüydü. Bugünkü modern alan araştırm aları, söz konusu yazarların yerliler hakkında verdikleri bilgilerin ve yargıların yetersizliğini, yüzeyde oluşunu gösterm iş­ tir. Gerek D u r k h c i m , gerekse L e v y - B r u h l , söz konusu ettikleri tribüler içinde yaşam am ışlar, sadece b aş­ kalarının kitaplarından yararlanm ışlardır. D anim arka’lı etnolog K. B i r k e t - S m i t h, L e v y - B r u h l’ü şöyle eleştiriyor: « L e v y - B r u h l, ilkellerin bizim dünyamızdan birçok noktalarda ayrılan bir dünya­ da düşünüp, duyup, harek et edip yaşadıklarını ileri sü r­ mektedir. İlkellerin düşünce düzeni bizim m antığımızın sırasını izlemez, aksine duygusal hayatı ile çözülmez bir biçimde bağlıdır, diye iddia ediyor. Bu nedenle ilkeller için zıtlıklar önemli olmayıp, tersine, toplum a bağlılığın ifadesidir. Böylece, ayı klanına dahil olan bir kimse aynı zam anda insan ve ayı «olabiliyor». Bu, bildiğimiz iştirak kanunudur; L e v y - B r u h l , bu kanuna göre ilkel dü­ şünce tarzının esaslarını kurm aktadır. Gerçi bu, F r e u d ­ un havada kalan iddialarının aksine gerçekten «içinde bir şey olan» dır, bunu kimse inkâr edemez; ancak mesele 20

L e v y - B r u h Fde tepe noktasına çıkarılm aktadır. İl­ kellerle bizim düşüncemiz arasında esasta b ir fark ke­ sinlikle söz konusu değildir» (Birket-Sm ith, 1946, s. 3536). ' A vusturya’b etnolog J. H a e k e l , L e v y - B r u h T ün prelojik kavram ına değinerek, modern alan a ra ştır­ m alarının prelojik görüşünü reddettiğini belirttikten son­ ra, uygar insanla ilkel dediğimiz insam n ru h ve zihniye­ tinde önemli bir fa rk bulunduğuna, am a bunun esasta ol­ mayıp derecede olduğuna işaret ediyor (Haekel, 1958, s. 43). Esasen, L e v y - B r u h l de sonradan m antık konu­ sunda yanıldığını kabul etm iştir: «M antığın yapısı bü­ tün insanlarda aynıdır. Ve ilkeller tıpkı bizim gibi, eğer çelişmenin farkına v arırlarsa, reddederler. F ak at doğaüs­ tünün geniş alanında çelişmeyi farkedemezler» demekte­ dir (Levy-Bruhl, 1949, s. 73).

Soru 9

Etnologlara, folklorculara ve psikologlara göre ilkel ya da gelişmemiş düşüncenin özellikleri nelerdir?

İlkel düşünce ile ğelişmiş düşünce arasındaki fa rk ­ lardan ilki, ilkel düşüncenin genellikle k ritikten yoksun olmasıdır. Duygusal ve saf olan bu düşünce, tıpkı çocu­ ğun düşüncesine benzem ektedir (Haekel, 1958, s. 43). De­ mek oluyor ki, ilkel insan —yani doğaya bağlı insan— «aptal» bir insan değildir; tıpkı çocuğun düşüncesi gibi eğitilmemiş bir düşünceye sahiptir. Çocuklarla ilkellerin düşünce tarzının b ir özelliği de, ana mesele ile ikinci planda kalan mesele arasındaki ayrılık üzerinde durm a­ mak, ya da gereğinden az du rm ak tır (Bach, s. 475). İl­ kel düşünce doğa olaylarının arkasında belli bir yaratık 21

aram akta, dolayısıyla som utlam aya, kişileştirm eye daya­ nan bir düşünce tarzıy la belirm ektedir. K ritik ve dik­ k atten yoksundur. R aslantı zaman ve y er bakımından biribirine bağlı olan, ark a ark ay a ya da yanyana ortaya çıkan iki belirti, nedensiz bir beraberlikle biribirine bağ­ lanır ve bu bağlantı gelecek için de kabul edilir. îlkel düşüncede çağrışım sadece benzerlik ilkesine dayanmayıp, aynı zam anda zıtlık ilkesine de dayânm aktadır. C o n t r a r i a c o n t r a r i s ilkesine göre, bir şey zıddınının çağrışım ına yol açar. Bu nedenle insan m utlulu­ ğunu övmemeli, aksine kötülem elidir; yoksa mutluluk mutsuzluğu g etirir (Bach, s. 475, 483, 484). îlkel ya da gelişmemiş düşüncenin b ir başka özelliği de, çözümleme yeteneğinden yoksun oluşu, olayları bir bütün olarak ele alışıdır. Böylece, nedensel düşüncenin temel ilkesi onlar tarafın d an «benzer nedenler, benzer so­ nuçlar doğurur» (Spranger, s. 119) şeklinde bilinmekte ve yorum lanm aktadır. îlkel insan çevresini ve bu çevreyi dolduran şeyleri ya arzuladığı ya korktuğu ya da gelenek­ sel y ararların a göre algılar (Zucker, s. 15). Böylece öz­ nel b ir düşünceyi tem sil eder. F H c m p l e r , eğitilmemiş halk düşüncesinin eksik yanını, büyük ölçüde, halkın olayları biribirine bağlayıp sonuca varm a tarzında bulm aktadır. H c m p 1c r'e gö re: «Eğitilmemiş, ham muhakeme ve sonuç bizim düşünce­ mizden kuvvetli bir şekilde ayrılm aktadır. Algılamak, görmek ve farkına varabilm ek için halkın kavrayıcı man­ tıksal düşüncesi eksiktir. (...) K ategoriler gelişmemiştir. A olayının sonucu B olduğu gibi, aynı olay B ’nin nede­ nidir; bazen de hem nedeni, hem sonucudur. Kısaca, halk inanm ası; koşul, neden yerine sadece karışık, dalgalı bir çağrışımı tanıyıp bilmektedir» (s. 65). Gelişmemiş düşüncede dışa ait şeyler önemli rol oy­ nar: Renk, koku, alışılmışın dışındaki biçimler, sesler vb. 22

Göze çarpan şeyler üzerinde d u ru lu r; eşya ve olaylar dışa ait no k talara göre sınıflanır ve sıralanır. Kuvvet ve mad­ de, ilkel düşünceye göre, biribirinden ayrılm az bir b irlik­ tir. îlkel insan, yediği şeyin içinde v a r olan «kuvveti» de kazanm ış olabileceğine inanır. Keskin bir gözlem yete­ neği, p ratik bir yatkınlık ve çoğu kez iyi b ir bellek ilkel­ lerin düşünce faaliyetlerinin olumlu yanlarım teşkil e t­ m ektedir (Örnek, 196Ö, s. 13-14). îlkel ya da az gelişmiş düşüncenin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: a) b) c) d) e) f)

Genellikle kritikten yoksundur. B ir meselenin ayrıntıları üzerinde gereği kadar durmaz. Somutlama ve kişileştirm e eğilimindedir. Neden ve sonuç bağlantısı çoğu kez çağrışım a dayanır. Özneldir. Maddeyi ve özü ayırmaz.

Şunu da eklemek gerekir ki, bu düşünce tarzında, söz konusu toplumun ya da halkın çevreden, coğrafyadan, dinden, ırktan, toplumsal kurum lardan, kısaca temsil e t­ tiği kültürden1ve bu kültürün seviyesinden ileri gelen b ir­ takım kaym alar, sapm alar ve dereceler vardır. Ancak, bu nüansların ve kaym aların dışında, ana çizgi hep aynıdır (Örnek, 1966, s. 14).

23

Birinci Bölüm D İN A.

DİNSEL TEM EL KAVRAMLAR I.

Soru 10

Animizm

Animizm kuramını kim ortaya atmıştır? Bu kuram dinin başlangıcını nasıl açıkla­ maktadır?

E tnoloji’de dinin başlangıcım açıklam aya çalışan çe­ şitli kuram lar vardır. Bu kuram ların başlı çalarını ilerde söz konusu edeceğiz. Bunlardan birisi de anim izm ’dir. Bu teori İngiliz etnologu Edw ard B. T y l o r (1832-1917) tarafından ortaya atılm ıştır. İki ciltlik «Prim itive Culture, 1917» (İlkel K ültür) adb eserinde teorisini enine boyuna tartışm ıştır. T y l o r ’a göre, insanlık, ru h inancına rüya aracılığıyla varm ıştır: İnsan rüyasında çeşitli olaylan yaşam akta, uzak ve değişik yerlere gitm ekte, tanım adığı kimselerle karşılaşm akta, bunlarla birlikte avlanm akta, dostluk kurm akta ya da savaşm aktadır. Oysa rüyayı gö­ ren kimse, bütün bunlar olup biterken kulübesinde y a t­ m aktadır. O halde, uyuyan kimseyi, kendi başına buy­ ruk, istediği gibi hareket edebilen bir «şey» terketm ektedir. Bu ise, uyuyanın biraz uçucu, biraz flu olan benze­ 24

rinden başka bir şey değildir; yani ruhudur. Aym durum ölüm için de söz konusudur, ö len birinin hiç bir yaşam a belirtisi gösterm eden yatm asının nedeni, o kimseye can­ lılık veren «şey» in, yani ruhunun bedeni terketm esidir. Ancak ruh, rüyada, inşam belli b ir süre, ölümde ise ta ­ mamen terketm ektedir. ilkel insan, rü y a ve ölümün dı­ şında vizyon, kendinden geçme, ateşli hastalık lar gibi ru h sal ve fizyolojik yaşan tılarla da ru h kavram ına v ar­ mış, bunu bedenden ay rı ve canlı bir ilke olarak tasan m lam ıştır. T y l o r , insanların, yukardaki yaşantılardan sonra çevresindeki şeyleri de canlıymış gibi görmeye başladık­ ların a değinerek, anim istik dünya görüşünün giderek anim a tistik dünya görüşüne dönüştüğünü ileri sürm üştür. A nim istik tasarım la, anim atistik ta sarım arasındaki ayı­ rım , birincinin, ruhun varlığına inanm asına; İkincinin ise, insanın tıpkı bir çocuk gibi çevresini ve doğayı dolduran şeyleri «canlandırma» sına, «canlı» görm esine dayanm a­ sıdır. ölenlerin, öldükten sonra da, ru h ları aracılığıyla h a­ y atlarım sürdürm eleri inancı a ta la r ve ölüler ibadetini (manizm) doğurm uş; bu inançtan cin, peri, dev inancına geçilm iş; birtakım iyi ya da kötü, b aşka b ir söyleyişle y ararlı ve zararlı ru hların belli yerleri, ağaçları, kovuk­ ları ve nesneleri tu ttu k la rın a inanılarak fetişizme varıl­ m ıştır. Doğal öğelerin (su, deniz, ay, güneş, yıldız, or­ m an vb.) y u k ard îk i basam akları aşarak önem kazanm a­ ları politeizm ’i (Çok Tanrıcılık) doğurm uş, bu dönemden de giderek animizmin son durağı olan monoteizm’e (Tek T anrıcılık) varılm ıştır. Böylece, T y l o r , dinin başlan­ gıç ve gelişimini açıklam aya çalışan kuramım, şırasıyla: Animizm, ta b iat inancı, manizm, fetişizm ...„politeizm ve monoteizm dönemlerinden geçirmiş oluyor. Animizm kuram ı bugün artık geçerli değildir. Bazı 25

yanları, haklı olarak eleştirilm iştir. Etnolojik alanda ya­ pılan çeşitli araştırm alar, ru h kavram ı ve inancından yok­ sun, fak at «Yüce Varlık», «Tek Tanrı» inanç ve tasarım ı­ n a sahip ilkel toplum ların varlığını gösterm iştir. Evrimci bir k arak ter taşıyan bu kuram ın geçerli yanı, ilkel insa­ nın ruh kavram ına varışını çok güzel açıklam asıdır.

Soru 11

İlkellerde ruh tasannu nasıldır ve kaç çe­ şit ruh vardır?

ilkeller genellikle ölümden sonra hayatın sürdüğüne inanm aktadırlar. Onların inançlarına göre, ölümden son­ raki hayatı sürdüren cevher ru h tu r. Başlıca iki çeşit ruh ta sa n n u vardır: Beden ru h u ve bedene bağlı olmayan serbest ruh. Beden ruhuna, etnolojik literatü rd e «organ ruhu», «nefes ruhu», «hayat ruhu» da denm ektedir. Bu ruh, beden içindeki herhangi b ir organda bulunm akta, sahibine yaşam a gücü vermekte., hastalık ve ölüm sıra ­ sında sahibini terketm ektedir. Beden ya da organ ruhu, bedenin çeşitli yerlerinde bulunm akla beraber, en çok kalpte, kanda, ciğerlerde, başın içinde, nefes yollarında eğleşmekte ve bulunduğu organın fonksiyonel gücünü sembollemektedir. Örneğin Kuzey A m erika’daki Algonkinlerde ruhun yeri kalptir. Bunun yanı sıra kanda eğ­ leşen başka bir ruh da vardır. Kalpteki ruh ölümden 12 gün sonra güney - batıdaki m utlu b ir ülkeye gitmekte, kandaki ise hayalet olarak yeryüzünde dolaşıp durm ak­ ta d ır (Müller, s. 198). Güney A m erika’da b ir Tupi boyu olan Shipayalarda beden ru h u nefesde eğleşm ekte ve ne­ fes aracılığıyla ağızdan çık arak ölüler âlemine gitmekte^ dir (Zerris, s. 344). A ynularda (Kuzey - Doğu A sya’da! beden ruhu om urganın içindedir ye insan ölünce onunla birlikte m ezara gitm ektedir (Paulson, s. 125). Yukagir26

lerde (Kuzey Asya) insanı yaşatan beden ruhu kalptedir (Paulson, s. 122). A frik a’daki S othalarda m o e a denilen beden ruhunun yeri y a kalp ya da başdır (Dam mann, s. 10). G ilyaklar (Kuzey Asya) bir küçük, bir de büyük r u ­ h a inanm aktadırlar; küçük ruh başta, beyin içinde, bü­ yük ru h ise bedende bulunm aktadır. Serbest ruh ya da gölge ruh, beden ruhunun tersine özgürdür ve ölümden sonra başka b ir varlık şeklinde kal­ m aktadır. K am erun’daki Ekoiler gölge ru h hakkında şöy­ le düşünürler: «Gölge ruh insan hayatında varolduğu sü ­ rece küçücük bir şeydir ve göğüste eğleşmektedir. F ak at bir kez özgürlüklerini seçtiler mi, hangi insanın içine gi­ rerlerse girsinler, o insanın beden büyüklüğünü ve biçi­ mini andırarak büyümekte ve incelmektedirler» (Hermann, s. 17). Eski EndonezyalIlar, gölge ruhun ölümden sonra tepelerin üstünde, küçük adalarda ya da uzak yerlerde yaşadığına inanm aktadırlar. Bu ru h lar yaşayanlarla h er zaman ilişki kurabilirler (Tischner, s. 83). Melanezyalılar, bedeni terkeden gölge ruhun yılanın, farenin ve kuşun içi­ ne girdiğine inanm aktadırlar. Bu ruh, insan uyurken de bedeni terketm ekte, sonra geri dönmektedir. Samoalarda, bir ölünün gölge ruhunun bir hayvana gideceğine inanıl­ m aktadır. Maoriler (Yeni Zelanda’da) b ir beden ruhuna, bir de gölge ruhuna inanm aktadırlar. Gölge ruh, sahibi bayıldığı ya da uyuduğu zaman, onu terkedebilm ektedir (Nevermann, s. 13, 79-80). O styaklarda, W ogullarda (A s­ ya) serbest ruh ya da gölge ruh ölümden sonra yer al­ tındaki ölüler dünyasına gitm ekte ve orada sahibini ay­ nen tem sil etm ektedir. Aynı durum Tunguzlar için de söz konusudur (Paulson, s. 115, 121). Gölge ruh tasarım ına yüksek kültürlerde de raslanılm aktadır. Bazı m asallarda gölge ru h m otifi görülm ek­ ted ir: CJıamisso’nun «Gölgesiz Adam»ı, H. von H offm annsta h l’m «Gölgesiz Kadın»ı gibi... Iran lılar arasında, «Göl­ 27

gen eksilmesin!» şeklinde söylenen selâm d a gölge ruhun önemini belirtm ektedir (B irket - Smith, 1946, 3. 380). Bazı ilkeller insanın ikiden fazla ru h u olduğuna ina­ n ırlar. Örneğin K araib Taulipangları insanın beş ruhu ol­ duğunu iddia etm ektedirler. Bu ru h lar insanın aynıdır, fa k a t görünmezler; tıpkı gölge ¡gibidirler. B unlardan üçü ölümden sonra kargaya dönüşmektedir. Dördüncüsü yer­ yüzünde kalm akta, beşincisiyse sam anyoluna gitm ekte­ dir. K araib adalarındaki yerliler de birçok ruhun varlı­ ğına inanm aktadırlar. B u h lan n en önemlisi kalpte bulu­ n u r ve ölümden sonra öte dünyaya gider. Ö tekiler bir sü­ re deniz kıyısında eğleşerek gemilerin parçalanm asına se­ bep olurlar. B ir bölümü de orm anlara giderek kötü cin­ lere dönüşürler (Zerris, s. 345). Endonezya’da yedi sekiz, Laos tribülerinde ise otuza yakın ruhun varlığına inanıl­ m aktadır.

II.

Soru 12

Dinamizm

Dinamizm kavram ından ne anlıyoruz? Dinam ist dünya görüşü nasıl bir görüştür?

İnsanlar çevreleriyle h er zaman ilgilenmişlerdir. İn­ sanın içinde bulunduğu çevre, çevre içinde olup bitenler, çeVrede bulunan bitki örtüsü, hayvan çeşitleri, taş, kaya, orman, su vb. gibi doğal öğeler o çevrede yaşayanların her zaman için ilgisini çekm iştir. İlkeller çevrelerinde olu­ şan olayları gözleyerek birtakım bilgiler elde etmişlerdir. Örneğin bitkilerin insanları besleyen, tü rü n e göre insan­ ları zehirleyen, ya da tersine bazı hastalık ları iyi eden bir öze sahip olduklarına gözlem yolu ile varm ışlardır. 28

Kimi hayvanların uçabilme, yüzebilme, derinlere dalabilme; çabukluk, ağırlık, sessizlik vb. gibi yetenekleriyle in­ sanlardan üstün olma niteliklerinin fark ın a da gözlem­ leri sonucu varm ışlardır. İnsanlar, hayvanlarda, bitkiler­ de, doğal öğelerdeki bu üstünlükleri kendi cinsleri a ra ­ sın d a da farketm işlerdir. Örneğin ilkel toplum lardaki ba­ zı kim selerin, şeflerin, yaşlıların, şam anlann, büyücüle­ rin, savaşçıların, avcıların toplum un diğer üyelerine ba­ k arak iyi konuşma, fizik yapı, cesaret, parapsişik, m ajik, hiptonik vb. gibi yetenek ve özelliklerle sivrilmeleri, bun­ ların çevrelerinde sadece korku ve saygı uyandırm aları sonucunu doğurmam ış, aynı zam anda bu gibi kimselerde başkalarında olm ayan birtakım «olağanüstü» kuvvetlerin varolduğu görüşünü ve tasarım ını da doğurm uştur. Bu görüşte niteliklerin, etkilerin ve kuvvetlerin an­ lamı çok yüksek olarak değerlendirilm iştir. Canlı varlık­ la ra Özgü olduğu sanılan bu çeşit nitelik, etki ve kuvvet­ ler giderek doğayı ve doğayı dolduran öğeleri de içine alm ıştır. Böylece «doğal» kuvvetlerden «doğaüstü» kuv­ vetlere geçilmiştir. E ğ er yetenekli b ir avcı bir hayvanı avlayam az ya da öldüremezse, birçok ilkel toplumda raslanıldığı gibi söz konusu hayvanın söz konusu avcıdan d ah a üstün ve güçlü blduğu fikrine varılm ıştır (Hermann, s. 31). Bu «kuvvet» tasarım ın a her yerde raslam ak müm­ kündür. E ğer bir insan, b ir hayvan, b ir bitki ya da baş­ ka b ir doğa öğesi yetenek, nitelik, biçim vb. ile alışılm ı­ şın dışında kalıyorsa, bu, ancak onun dinamik ve m istik b ir «kuvvet»e sahip olm asından ileri gelmektedir, insana, etkili, dinamik, yaratıcı ve yetkin görünen her şey hep bu «kuvvet» ile yüklüdür ve bu «kuvvet» in eseridir. Doğada varolduğuna inanılan; özellikle belli nesne­ lerde, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda daha belir­ gin olan, dinamik ve m istik kuvvetle yüklü bulunma inaıı29

cına d i n a m i z m denm ektedir. Bu terim in aslı Yunan­ ca d y n a m i s = (kuvvet)'den gelmektedir. Dinamizm terim i ilkin, 1907 yılında F ransız folklorcusu A. van G e n n e p (1853-1957) tarafın d an kullanılm ıştır. Bazı bilginler dinin başlangıcını dinam ist dünya gö­ rüşünde aram ışlardır. Örneğin R. R. M a r e t, dinamiz­ min insanları ilkin büyüsel ritlere sev k ettiğ in i; bu ritlerden de dinin geliştiğini ve büyüse! sözlerden de duamn meydana geldiğini ileri sürm üştür. K. D i t t m e r ise, dinin başlangıç ve gelişmesinde dinam ist dünya görüşü­ nün yerinin önde olduğunu belirttikten sonra, büyünün dinam ist dünya görüşünde temellendiğini ileri sürerek, gelişmenin öteki dönemlerine geçm ektedir (D ittm er, s. 77). Ancak böyle bir gelişim çizgisi tarih sel açıdan tanıtlanam am aktadır. Gerçi dinam ist dünya görüşünün dinin gelişmesine etkisi olm uştur. Ancak bunun yanı sıra baş­ ka dinsel tasarım lara da y er vermek gerekm ektedir.

Soru 13

Dinamizmin yerli mana inancı nasıl kel toplum lardaki nın elde edilişi ve

dilindeki karşılığı olan bir inançtır? Çeşitli il­ ad lan nelerdir? M ana­ kaybedilişi nasıldır?

Bazı insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa un­ surlarında alışılmışın dışında birtakım belirti ve fonksi­ yonlarla kendini gösteren doğaüstü kuvvetin Melanezya dilindeki karşılığı m a n oMır. Mana kelimesi, ilkin 1889 yılında R. H. C o d r i n ğ t o n tarafın d an bilim diline sokulm uştur. Mana inancının en yaygın olduğu yer Polinezya ada­ larıdır. Mana, tanrıların , insanların, hayvanların, b itki­ lerin, h a ttâ cansız nesnelerin içlerinde bulunabilir. Örne­ ğin «başarılı denizciler ve savaşçılar, tehlikeli köpek ba­ 30

lık lan ya da yaban domuzlan, şifalı bitkiler, uçlarına bol­ ca balık takılan oltalar ya da hedefine isabet eden silâhlar hep mana ile yüklüdürler» (Nevermann, s. 12). M ana’mn yoğunluğu, gücü ve etkisi içinde bulun­ duğu insana, bitkiye ya da nesneye göre değişmektedir. Aynı durum ta n rılar için de söz konusudur. Örneğin Polinezya’da «bir zelzele ya da sel tanrısı büyük bir m ana gücü ve etkisi ile yüklüyken; yıldız, güneş ya da ay ta n ­ rılarında bu güç daha azdır. Polinezyalılar güneş ta n rı­ sındaki manayı çok aşağı derecede değerlendirirler. Çün­ kü, onlara göre, güneş sadece günlük doğuş ve batışını yerine getirm ektedir» (Nevermann, s. 12). Mana, kapsadığı anlam bakımından çok az ayırım lar gözönünde bulundurulmazsa, başka ilkel toplumlarda da görülmektedir. Irakualarda (Kuzey Am erika) bu kuvvet kavram ının karşılığı «Orenda» dır; Algonkinler buna «Manitu» ya da «M anito» dem ektedir; İtiru - Pigmelerinde (A frika’da, îtiru nehrinin kıyısında) «Megbe» dir; Kon­ golular «EZima» dem ektedirler; Eskim olarda «Sila», Sioauxlarda (Kuzey Am erika) «W akonda» dır. Mana ya kuşaktan kuşağa geçer ya da çeşitli dinsel ve büyüsel pratiklerle sonradan elde edilir. Polinezyalılarda soylu, sınıfın şefleri, tan rıların kuşağından gelen kim seler olarak kabul edildikleri için, bunların çoğu za­ man büyük ve özel bir mana ile yüklü olduklarına ina­ nılm aktadır. E. A m i n g «Havvai’li şefler, ölmeden ön­ ce kemiklerini dostlarına ve hizmetçilerine vasiyet etm ek­ teydiler. Böylece, onlar bu kemiklerden yaptıkları olta ve zokalarla bolca balık avlayabileceklerdi» di­ ye yazm aktadır (Arning, s. 50). Maorilerin (Yeni Zelanda’da) inanışlarına göre, soylu kişilerde bu­ lunan mana babadan oğula geçmektedir. B aşkala­ rı ise bu «kuvvet» i belli birtakım ritlerle elde eder­ ler. M aoriler, başın ve saçların mana ile dolu olduğunu 31

kabul ederler. Mana sahibi, birinin başını ısırm akla, m a­ nanın ıs ın lana geçeceğine inanılır. M ana’yı elde etmenin b ir başka yolu da m ana ile yüklü olduğu bilinen bir şe­ fin ya d a bir din adam ının soluğunu içine çekm ektir (Hermann, s. 36). O kyanusya’daki kelle avcılığının tem e­ linde de m ana tasarım ı yatm aktadır. A vlanan kelle, av­ cının atalarının k afatasların ın bulunduğu yerlere konarak, onların m analarım artırm ak amacı güdülür (Tischner, s. 287). Kanibalizm (insan eti yemek) âdeti de m aha ta ­ sarım ım içerm ektedir; eti yenilen kim senin belli organ­ larında varolduğu, sanılan m ana’mn yiyene y a da yiyen­ lere geçeceğine inanılm aktadır. A yrıca bu m istik, m ajik ve dinsel gücün kanda, menide, nefeste bulunduğu inancı da oldukça yaygındır. îtu ri Pigmelerinde €Megbe» denilen m ana, b ir etnik grubun en yaşlı üyesinde bulunm aktadır ; bu kimse, megbe'yı tecrübelerine dayanarak totem hayvanlarından her zaman elde edebilir ve büyüsel işlemlerle başkalarına ile­ tebilir. Kimi zaman da m ana’nın öte dünyadaki y a da uzak ülkelerdeki nesnelerden geldiğine inanılm aktadır. Örne­ ğin Polinezyalılar «bir balta çok güzel keser ve p arçalar­ sa ya da bir kayık denizde çok güzel yüzer, dalgalara da­ yanırsa öte dünyada ya da uzak ülkelerde bunlara ben­ zer bir balta ve kayık vardır, mana da onlardan gelmek­ tedir» diye düşünürler (Nevermann, s. 27). H er başarı m ana’ya sahip olmakla açıklanırken, her başarısızlık da m ana kaybının bir sonucu gibi yorum lan­ m aktadır. E ğer ünlü b ir avcı artık avdan eli dolu dönmü­ yorsa, bu durum, avcının m ana’sını kaybetm iş olmasıyla açıklanır. M ananın olumlu, insan ve toplum y ararın a beliren yanlan olduğu gibi bunun tersi de söz konusudur; yani tehlikeli yanları da vardır. Bu b ir yanı ile olumlu bir 32

yanı ile olumsuz olan alışılmışın dışındaki «kuvvet»e sa ­ hip olmak, ondan yararlanm ak ya da onun zararından kurtulm ak için birtakım kaçınm alara dikkat etmek, b ir­ takım işlem ve uygulam aları yerine getirm ek gerekm ek­ tedir.

Soru 14

Mana inancına bağlı olarak ortaya çıkan tabu ne demektir? Niçin bazı yasaklara ve kaçınmalara uyulmaktadır?

Y ukarda m ana inancının iki yanlı özelliği gereği b ir­ takım kaçınm aları, yasakları da beraberinde getirdiğini gördük. M ana’nın olumsuz yanı tabuları meydana g e tir­ m ektedir. Ama hemen belirtm ek gerekir ki, aşağıda açık­ layacağımız ve örnekleyeceğimiz kaçınm a ve yasakların tüm ünün kökünü m ana tasarım ına bağlam ak doğru olmaz. G erek dinsel, gerekse profan h a y a tta uygulanan k a ­ çınm aları anlatan Tabu kelimesinin aslı Polinezyaca T a p u ’dan gelmektedir. Bu kelimeyi, ilkin ünlü İngiliz kaptanı J. C o o k, 1777 yılında Tonga adasında sap ta­ m ıştır; daha sonraları da tabu bilimsel b ir terim olarak kullanılm aya başlam ıştır. Tapu kelimesini oluşturan t a ve p u hecelerinin Polinezya dilindeki anlam ı: T a — (işaretlem ek, nişan koymak) ve p u — (olağanüstü, şaşırtan, dikkati çeken) demektir. Şu halde, kelimekarşılığını serbest b ir çeviriyle «Olağanüstü olanı, şaşılanı b ir belirtiyle, b ir nişanla işaretleme» diye vere­ biliriz. Tabu’nun pratikteki anlamı ise dokunulması, yen­ mesi, konuşulması, içine girilmesi, yani yapılması yasak olan şeydir. T abu’nun temelinde başlıca iki duygu yatm aktadır: K orku ve saygı. B unlara b ir şeyin «pis» olmasını ya da 33

«pis» olarak kabul edilmesi düşüncesini de katm ak ge­ rekm ektedir. Belli kimseler, nesneler, yerler m ana ile yüklü kabul edildikleri için bunlarla konuşmak, bunlara dokunmak ya da b u ralara bazı ritüel işlemleri yerine getirmeden g ir­ mek insana zarar getirir. Y a bu tü r eylemlerden kaçın­ mak ya da belli birtakım ritüel kuralları yerine getirdik­ ten sonra söz konusu kimseler, nesneler ve yerlerle ilişki kurm ak gerekm ektedir. Dinsel alandaki tabuların başlıcalannm içine din adam ları, büyücüler, çeşitli dinsel araçgereçler, ata heykelleri, maskeler, erginlik törenleri, gizli dem ekler, tapınaklar, ayinlerin yapıldığı koruluklar, ır ­ mak kıyıları, tepeler, m ezarlıklar vb. girm ektedir. T abular ya süreklidir ya da belli bir süre için geçerlidir. Sürekli tabular daha çok k rallar ve kutsal kişi­ lerle bunların adlan, yiyecekleri, bazı sırlar, adalar, or­ m anlar vb.’dir. Kimi şeylerse başlangıçta tabudur, gide­ rek tabuluğunu yitirirler. Örneğin M adagaskar’a ilk ge­ tirilen atla r yerli halk tarafından tabu olarak kabul edil­ miş, fa k a t atla n n nasıl birer hayvan oldukları anlaşıl­ dıktan sonra tabulukları kalkm ıştır. Aynı şekilde bir mis­ yoner tarafından adaya sokulan tavşanlar, yeni yiyecek­ ler, ilâçlar vb. başlangıçta tabu olarak kabul edilmişler­ dir (Eliade, 1954, s. 38). Tabu kurallarının en yaygın oldukları yerler Polinezya adalanydı. Polinezyalılar krallarım , ’büyük şeflerini tan rıların soylarına bağladıkları için, onları çeşitli tabu­ larla çevirmişlerdi. Örneğin Tonga adasında kutsal kıralların evinde kimse yemek yiyemez, uyuyamaz, bir şey içe­ mezdi. E ğer kral bir yabancının evinde yatarsa, o ev sürekli olarak tabulaşırdı. Kral, cinsel ilişkide bulundu­ ğu kadınlan da tab u laştm rd ı (Hermann, s. 37). Polinezyalılann büyük ve kutsal kralları o derece «kuvvet» ile yüklü olarak kabul edilirlerdi ki, gölgelerinin düştüğü 34

yerler bile tabulaşırdı. M aorilerin şefleri, yiyeceklere ve içeceklere elleriyle dokunam azlardı (Tischner, s. 295); onları hizmetçileri doyururdu. K rallara mahsus tabu hakkında şöyle bir efsane v a r­ d ır: cKila adlı genç bir prens, bir zam anlar Tahiti ada­ sında hüküm sürdükten sonra Hawai adasına göç eder. Kila, bir gün yeniden T ah iti’ye dönüp babasının düşm an­ larıyla çarpışm ayı aklına koyarak yola çık ar ve babası zam ânında tabu olarak bilinen bir limanın yakınına gelir. Ve prensin kayığı lim ana doğru yaklaştığı zaman ada halkı kıyıdan “Bakın! Bakın! Herde b ir kayık var. Yak­ laşıyor işte... K rabn tabusundan hiç b ir korkusu yok” diye bağırm aya başlar. “E ğ er kayıktakiler gerçekten' bü­ yük bir kudrete sahipseler, tabuyu çiğnemekle başlarına gelecek olan felâketten de k u rtu lab ilirler...” Prens, tu ­ fanla ve med-cezirle uzun b ir mücadeleye giriştikten, bu arad a iki yiğit ve gözüpek adamını da kaybettikten scnra adaya çıkar. Böylece iki kişiyi kaybetmek pahasına lima­ nın tabusunu bozmuş olur» (Hermann, s. 38). K ralların, kutsal kişiler olarak başkalarına tabu ol­ m alarına sadece ilkellerde değil, yüksek k ültür ve dinler­ de de raslanılm aktadır. Örneğin 1874 yılında Kamboçya kralı arabasından yere düşüp bayıldığı zaman, korkudan ve saygıdan hiç kimse k rala yardım edememiştir. 1800 yılında, Kore kralının sırtın d an çıkan b ir çıbana aynı ne­ denle kimse dokunmaya cesaret edememiş ve kral bu çı­ bandan ölm üştür (B irket - Smith, 1946, s. 406). B ir za­ m anlar, Japon krallarının «güneşin oğlu» olarak kabul edilmeleri onları birtakım tabu kurallarıyla sıkı sıkıya bağlamıştı.

Soru 15 : Cinsiyet ayırımına dayanan tabular neler­ dir? Yiyecekle ilgili tabular var mıdır? 35

Bir şeyin pis kabul edilmesi o şeyi tabu1aştırır mı? Yüksek dinlerde de görülen tabuların temelinde hangi duygular yat­ maktadır? 'Adın da tabulaşüğı olur mu? Dinselin yanısıra toplumsal, cinsel, ekonomik ve hijye­ nik ta b u lar da vardır. Toplumsal h ay atta cinsiyet ayırı­ m ına dayanan tabular büyük önem taşım aktadırlar. Bu­ nun tipik örneklerini Polinezyalılarda görmekteyiz. Örne­ ğin «Hawai’de kadınlar erkeklerle birlikte yemek yemek şöyle dursun, h a tta erkeklerin yemeklerini pişirdikleri ateşte ve kap-kacâkta kendi yemeklerini pişiremezlerdi. Ayrıca, özellikle bazı yemekler kadınlar için yasaktı. B ir başka yasak da, kadınların, kayıkların içine girmeleriydi. Bu tabu oldukça yaygındır. Aynı şekilde, Maorilerde ka­ dınlar yeni bir yapının yanına gelemezler. Gelirlerse, evi yapanların güçlerinin tükeneceğine ve böylece yapımının tam am lanam ayacağm a inanılır.» (Hermann, s. 37). Yemeklerle, yemek cinsleriyle, bitkilerle ilgili tabular da çok yaygındır. Bu tü r tabularda yenecek şeyin cinsi, yiyenin özel durumu rol oynam aktadır. K anada’nın A rktik bölgesindeki Eskim olar deniz hayvanlan ile rengeyiği eti­ ni aynı günde yemekten kaçınırlar (Birket-Sm ith, 1948, s. 406). A frika’da, avlanan bir hayvanın etinden tatm ak ay h ali’ndeki kızlara yasaktır. Öte yandan, belli bir cins kaplumbağanın etini yemek evlenmemiş genç kızlara ve erkeklere yasaktır. Kap’taki B uşm anlarda çocuklar çaka­ lın kalbini, devekuşunun belli yerlerini ve yaban keçisi­ nin kuyruğunu yiyemezlerdi (Dammann, s. 95). Yine A frika’da, sığırcılıkla geçinen Fulbeler, M asaylar eti ve sütü aynı günde yememeye dikkat ederler (B irket - Smith, 1946, s. 406). Polinezyalılarda bitkilerle ve ürünlerle il­ gili bir sürü yasağa raslanılm aktadır. Polinezyalılarda ekili patateslere dokunmak yasaktır. B ostanlar ekilirken 36

birçok kurallara dikkat etmek gerekm ektedir. Bu k u ral­ lar temizliği ve orucu içine alm aktadır. Bahçe ve bostanlarla günlük uğraşıdan sonra tabu'yu bozmak için elleri yıkam ak ve ateş üstüne tutm ak gerekm ektedir. Ancak* bu işlemlerden sonra yemek yenilebilir (Hermann, s. 39). Totemizmin görüldüğü yerlerde, totem hayvanının ya da bitkisinin— bazı özel durum ların dışında— yenilmesi ke­ sin bir şekilde yasaktır. Kimi tabular da pislik düşüncesinde temellenmekte­ dir. Ay hali’ndeki kadınlar çoğu zaman başkalarıyla ye­ mek yemezler, belli birtakım yiyeceklere dokunmaktan kaçınırlar; sığırlardan, av hayvanlarından uzak durm a­ ya çalışır ve günlük işlerini tek başlarına görmeye çalı­ şırlar. Ayrıca kızlar ve kadınlar ay hali’ndeyken özel ku­ lübelerde kalırlar ve erkeklerle cinsel ilişkilerde buluna­ mazlar. Ay başı kulübesinin bulunmadığı yerlerde, evin ya da odanın bir kısmı hasır örtülerle bölünerek bu iş için kullanılır. Burada kalan kız, yukarıda gösterdiğimiz kaçınm aların yanı sıra sık sık yıkanır, tütsülenir ve be­ denini boyar. H astalar, lohusalar, cesetler de tabu kural­ larıyla çevrilmişlerdir. Seksüel tabuların temellerinde, er­ keğin önemli bir işe başlam adan önce —ava çıkmak, sa­ vaşa gitmek vb.— gücünü yitirmemesi endişesiyle, pislen­ me korkusu yatm aktadır. Yüksek dinlerde raslanılan kimi tabuların temelinde de korku-saygı ve pislik düşüncesi görülmektedir. Örne­ ğin, H indular ineğin kutsallığına inandıkları için, etini yem ekten kaçındıkları gibi ona dokunmaya bile cesaret edemezler. Öte yandan, inancı bütün bir müslüman do­ muz yemekten kesinlikle kaçınır. Çünkü domuz müslümanlarca pis bir hayvan olarak kabul edilmektedir. A yrıca adlarla ilgili tabular da vardır. Adın, kişiliği oluşturan, nesneleri niteleyen önemli bir özellik olduğu, sahibindeki mistik ve m ajik kudreti sembollediği düşünü­ 37

lürse, adla ilgili kaçınm aların nedeni anlaşılır. Örneğin, Zulular korktukları ya da saydı k la n b ir kimsenin, bir olayın ya da bir nesnenin adını açık açık söyleyemez, onun yerine başka bir şey söylerler (Dammann, s. 95).

III. Totemizm

Soru 16

Totemizm nasıl bir tasarım dır? Kelimenin aslı hangi dilden gelm ektedir? özellikleri nelerdir? Totemizm konusunda çalışan bilginler kim lerdir?

Genellikle totemizmden, b ir grubun ya da bir klanın, bir hayvan, bir bitki türüne ya da bir nesneye m istik, majik ve akrabalık duyguları ile bağlanışı; bu bağlanıştan doğan görevler, kaçınm alar, ritle r ve törenler anlaşılm ak­ tadır. Totemizm terim i t o t a m kelimesinden tü retilm iş­ tir. Kelimenin aslı Kuzey A m erika’daki Algonkinlerin konuştukları dilden gelm ektedir; bu dildeki sövlenişi t ot a m , o t o t e m a n , t o d a i m ’div. T o t-a -m ,b \ı dilde akrabalık, aile işareti anlamına geldiği gibi, bir kimsenin koruyucu ruhu da dem ektir, ilkin, 1791 yılında John L o n g adlı bir Ingiliz tarafından kullanılmış, daha sonra da bilim diline geçmiştir. Totemizmin başlıca özellikleri şöyle sıralanabilir: a) Totem ile grup arasındaki duygusal akrabalık b ağ ı; başka bir söyleyişle aynı atadan gelmiş olma inancı; b) totem in adını, işaretini taşım a; c) aynı totem çevre­ sinde toplananların biribirleriyle evlenme yasağı (dıştan evlenm e); d) totem hayvanını ya da bitkisini yeme yasa­ ğı ; e) totem in grup üyelerine yardımcı olduğu, onları çe­ şitli tehlikelerden koruduğu inancı. 38

Totem ler daha çok hayvanlardan olur. Kimi zaman d a söz konusu hayvan yerine onun bir parçası (kuyruğu, dili, pençesi, tüyü vb.) totem yerine geçer. Hayvan to ­ tem leri en çok avcılıkla geçinen ilkel toplum larda görü­ lür. H ayvanlardan sonra ikinci sırayı bitki totem leri al­ m aktadır. D aha seyrek raslanılm akla beraber çeşitli nes­ neler ile fırtına, ebem kuşağı vb. gibi meteorolojik olaylar d a totem olurlar. A yrıca çeşitli nesnelerden de totem ler vardır. Totemizm hakkında çeşitli bilginler a ra ştırm a la r yap­ m ışlardır. Bunların başında J. G. F r a z e r gelmektedir. F r a z e r , dört ciltlik «Totem ism and E xogam y, 1910» adlı eserinde konuyu bütün boyutları ile ele alm ıştır. A. L a n g, B. A n k e r m a n n , R. T h u r n w a 1 d, TV. S c h m i d t , A. R a d c 1 i f f e - B r o w n, A. G o l d e n w e i s e t , F. G r a c b n e r, TV. W u n d t, J. H a e k e l vb. gibi etnolog ve sosyal antropologlar da totemizmin çeşitli yanlarını araştırm ışlardır. E. D u r k h e i m , J. F. Mac L e n n a n , R. S m i t h dinin başlangıcını totemizmde a ra ­ mayı denemişlerdir. Öte yandan totemizmin dinsel ve to p ­ lum sal yanları hakkında da durulmuş, bu konuda farklı görüşler ortaya atılm ıştır. Çok yönlü ve oldukça karışık olan totemizm tasarımı/ başlıca üç şekilde görünür: Grup y a da klan totemizmi, birey totemizmi ve cinse bağlı to ­ temizm.

Soru 17

Grup totemizmi ne dem ektir? Grubun to ­ temi ile ilişkileri nasıldır ? Grup totemizmi­ nin dinsel yanı mı, toplumsal yanı mı ağır basar?

G rup totemciliği lokal bir grubun, bir klanın ya da aile gibi daha küçük bir ünitenin b ir hayvan ya da bitki 39

türiine duygusal bir akrabalık ve dinsel - büyüsel b ir inançla bağlanışıdır. Bu çeşit totem ciliğin k arak teristik yanı söz konusu klanın üyesi ile totem inin o rtak bir a ta ­ dan geldikleri inancında görülm ektedir. Bu ata, m itik bir atadır. Böylece totem leri aynı olan kim seler birbirle­ rine akraba gözüyle bakarlar. Grup totem ciliğinin tipik özellikleri en çok klanlarda görülür. Klan, aynı toteme sa ­ hip olan kimselerin oluşturdukları bir topluluktur. B ir kla­ nın üyelerinin ritleri aynı m itik gelenekler ile biçimlen­ m ektedir. Klan ile totem i arasındaki sıkı ilişki ve bağ­ la n sembolleyen özellik, kendini ilkin adda gösterir. Klan, adını toteminden alır. Çünkü, totem in adının, totemde gerçekte varolan ya da varolduğu sanılan her çeşit y ete­ nek ve Özelliği de içerdiğine, bunu klanın üyelerine geçir­ diğine inanılm aktadır. Bu bakımdan totem in adı ve biçi­ mi çeşitli araçlara işlenir. Totem figürleri b ir amblem, bir işaret olarak gerek kültik, gerekse prof an törenlerde t a ­ şınır. Totemi ya da klan atasını; bunlar ile ilgili sembolle­ ri ve efsaneleri canlandıran oymalı büyük direklerin y a­ pılması ve yerlerine dikilmesi ritüel törenleri gerektirir. Bu totem direklerine en çok A m erika’nın kuzey - batı kıyı­ larında yaşayan yerliler ile Okyanusya adalarındaki y er­ lilerde raslanılm aktadır. Evlerin ve tapınakların önlerine dikilen totem direklerinin üstüne klanın arm ası ve özel işaretleri de oyulur. Klan üyeleri totem hayvanlarının pençesini, tüylerini, kem iklerini vb. üzerlerinde taşır, totem lerinin seslerini, hareketlerini ve yeteneklerini ta k lit etm eğe çalışırlar. A vustralya’daki kanguru klanlarının, kangurunun h are­ ketlerini canlandıran dansları çok ünlüdür. Totemi k u rt olan bir klanın üyeleri de törenlerde k u rt postuna b ürü­ nerek hayvanın ulumasını ve hareketlerini ta k lit ederler. Genellikle totem hayvanını öldürmek ve yemek yasak olduğu için, hayvanın tüyü, pençesi, gözü, kemiği, postu 40

vb., totem i başka hayvan olan bir klandan tem in edilir. Klan üyeleri, klanın totemi olan hayvana ya da bitkiye k arşı çok saygılı davranırlar, onu öldürm ek ve yemekten kaçınırlar. Ancak, ritüel am açlarla totem hayvanının ya da bitkisinin yenildiği de olur. Grup totemciliğinde, grup üyelerinin birbirleri ile ak­ rab a oldukları inancı, aynı atadan (totem den) geldiklerine ve totem in m ajik gücünü taşıdıklarına dayanır. Bu güç klanin ya da grubun en yaşlı üyesinde bulunur. Totemcili­ ğin görüldüğü yerlerde yaşlıların söz sahibi olm alarının bir nedeni de budur. Klanı kuran kimse totemin m istik ve m ajik gücünü ondan alarak ötekilere, iletm iştir. Grup totemciliğinde totem ve totem ile ilgili her çeşit inanış geleneksel olarak babadan oğula geçer. Grup totemciliğinin b ir-başka özelliği de, aynı klan üyelerinin birbirleri ile evlenme yasağıdır. Aynı atadan geldiklerine inanan klan üyeleri birbirleri ile akraba sa­ yıldıkları için, kendi aralarında evlenemezler. Dıştan ev­ lenme (ekzogam i) denilen bu kural, totemciliğin tipik özelliklerinden biridir. Grup totemciliğinin dinsel ya da toplumsal yanının ağır basm ası çeşitli bölgelere göre değişmektedir. Örneğin A vusturalya ve Melanezya’da totemcilikle iligili olarak, ibadet ve âyinler de gelişmiş, bir çeşit kült - totemizmi doğm uştur; totem ataları için düzenlenen törenlerde efsa­ neler anlatılır, kutsal şarkılar söylenir. Bu işler, için k u t­ sal yerleri, kült araçları, kaya resim leri, ilk totem leri can­ landıran dram atik oyunları vardır. Ayrıca, totem lerin büyüsel gücünü arttırm ak için çeşitli törenler de düzenle­ nir. Bununla beraber grup totemciliğinin daha çok to p ­ lum sal yanı gelişmiştir. Etnolojide grup totemciliğine kol^ lektif totemcilik de denmektedir. 41

Sora 18

Birey totemciliğinin özellikleri nelerdir?

Totemizmin ikinci biçimi birey totem ciliğidir. Bu tür totem cilikte bir grup insan yerine tek bir insan söz konu­ sudur. B ir insan ile bir hayvan ya da çok seyrek olmakla beraber bir bitki arasındaki yakınlık, dostluk ve m istik bağ birey totemciliğinin temelini oluşturm aktadır. İnsan ile to ­ temi arasındaki ilişki b ir yazgı birliğine k ad ar v arm akta­ dır. Öyle ki, insan y aralan ırsa totem i olan hayvanın da ay­ nı acıyı çekeceğine inanılm aktadır; aynı durum ölüm için de söz konusudur. Totem hayvanı ölürse, onunla yazgı bir­ liği etm iş olan insanın da öleceği inancı birey totem ciliği­ nin ana çizgisidir. İspanyol kronistleri, İspanyolların yer­ liler ile savaşları sırasında, yerlilerin büyük şefinin ko­ ruyucusu olan kocaman yeşil bir kuşun öldürülmesi sonu­ cu şefin de düşüp öldüğünü yazm aktadırlar (Ankermann, s. 172). Birey totemciliğinde hayvan çoğu zam an kişinin y ar­ dımcısı olarak görülür. Özellikle geçimlerini avcılıktan sağlayan yerlilerde kişisel totem hayvanının koruyuculu­ ğundan ve yardım ından çok şey umulur. İnsan çoğu zaman grup totemciliğinde olduğu gibi, kendi totem inden majik güçler ve birtakım yetenekler elde etmeği de denemekte­ dir. Bunların da ancak totem in çeşitli yerlerinden yapılan amuletlerin taşınm ası ile elde edileceğine inanılır. Onun için zaman zaman totem hayvanı öldürülür. Eskim olarda hayvanların çeşitli yerlerinden yapılmış' am uletler kişinin koruyucusu olarak taşın ır ve aynı am uletleri taşıyanlar biribirleri ile evlenmezler (Birket - Smith, 1948, s. 213). A frika’da, Liberya’daki Kpellelerde kişinin koruyucu fili, sahibinin başka filleri avlamasında ona yardım cı olur. Aynı şekilde leoparın da sahibinin tarlalarını hırsızlardan ve yabanıl hayvanlardan koruduğuna, h a ttâ kendi gücü­ nü sahibine geçirdiğine inanılm aktadır (Dammann, s. 48). 42

Birey "10161111 erginlik çağında edinilir. Bunda, grup totem ciliğinde olduğu gibi, totem ile grup arasındaki ak­ rabalık söz konusu değlidir. Birey totem ciliğinde totem ; o kim senin koruyucusu ye yardım cısıdır. Kişi, totem ini babadan oğula geçen b ir m iras gibi bulmaz, onu çeşitli yol­ la r ile kazanm aya çalışır.

Soru 19. : Alfcer ego, Nagualizm ve Tonalizm ramlarından ne anlıyoruz?

kav­

Birey totem ciliğinin özel bir biçimi olan «Alter ego» inancı ise genel çizgileri ile bir insanla b ir hayvan arasın­ daki sıkı yazgı bağını anlatır. Latince «öteki ben, başka ben» anlam ına gelen A lter ego tasarım ında, hayvanın ya d a insanın başına gelecek her hangi bir olayın karşılıklı olarak biribirlerini etkileyeceğine inanılm aktadır. Öyle ki, bu tasarım da hayvan doğrudan doğruya «öteki ben» ol­ m uştur. B ir Bantu boyu olan Rongalarda (Güney A fri­ ka) ilginç bir hikâye vardır: «Genç bir kız evlendikten sonra kocasının yanına gidip yerleşir. Giderken yanında, kendi grubunda koruyucu hayvan olarak bilinen ve se­ vilen bir boğayı da beraberinde g ö tü rü r F ak at boğayı kocasından saklar. Ancak kadın kendisine çok bağlı olan hayvanın yiyeceğini açıkça sağlayamadığı için, boğa, ge­ celeri bahçe ve bostanlara girerek sebzeleri yemeye baş­ lar. Bahçe sahipleri bu işe kızarlar; genç güvey gecele­ yin pusuya yatar, hayvanı bulur ve öldürür. Bunun üze­ rine genç kadın hastalanır, fak at bütün gücünü toplaya­ rak k alk ar ve ailesinin bulunduğu yere gider, boğanın ölümünü haber verir. Kendi grubunun adam ları, kızı, ya­ şam alarının bağlı olduğu boğayı evlenirken birlikte gö­ tü rd ü diye azarlar ve bu durum a çok kızarlar. Durumu bilmediği için, yaptığı işten çok şaşıran kocayı da katil 43

olarak kabul ederler: ‘Sen bizim hepimizi öldürdün!’ Ve sonunda başta evli kadın olmak üzere ana - babası, k a r­ deşleri ve grubun öteki üyeleri kendilerini keserler. H at­ ta küçük çocuklar bile öldürülür» (H erm ann, s. 54). Kuzey A m erika yerlilerinde hayvan alter ego’su çeşitü yollarla elde edilmektedir. Kendine koruyucu bir hay­ van kazanm ak isteyen kimse uzun günler oruç tu ta r; bu süre içinde rüyasında gördüğü hayvan onun alter ego’su olur. Eskiden, A m erika’daki yüksek kültürlerde bir ço­ cuğun burcuna bakılarak, koruyucu hayvanını saptam ak için bir büyücü çağırılırdı. Ayrıca çocuğun doğduğu yere kül, kum serpilir, bunlar üzerinde hangi hayvanın ayak izi görülürse o hayvan alter ego olarak kabul edilirdi. Çoğu zam an da çocuğun doğumu sırasında y a da doğu­ mundan sonra görülen hayvan, alter ego olurdu. A lter ego pratiğinde hemen her zaman bir hayvan söz konu­ sudur. A lter epo’nun bir bitki olduğu seyrek durum larda ise en çok h ay at ağacı ile bağlantılı tasarım lara raslanılır. Örneğin bir çocuğun doğumu sırasında bir ağaç dikilir; bu ağaca özenle bakılır; ağacın boy atm ası, gelişmesi ve büyümesi dikkatle izlenir; çünkü ağaçla çocuk arasında sıkı bir bağ olduğu kabul edilmektedir. Ağacın yaralan ­ ması, kesilmesi, kurum ası çocuğun sağlığını ve yazgısını da etkileyecek diye korkulur (Hermann, s. 57). Din etnolojisinde alter ego yerine «N agualizm » te ­ rimi de kullanılm aktadır. ’N agualizm Aztekçe n a u a i l i = (gizli, örtülü, kapalı bir şe y )’den gelmektedir. Tıpkı alter ego gibi, bir insanla bir hayvan arasındaki yazgı bağını anlatm aktadır. V iyana’lı etnolog J. H a e k e l nagualizm yerine «Tonalizm » terim ini önermektedir. Terim in aslı da Aztekçe’den gelmekte, «birinin ruhu», «birinin yazgısı» anla­ mını karşılam aktadır (Haekel, 1953, s. 33-49). 44

E n çok O rta A m erika yüksek kültürlerinde, Kuzey A m erika yerlilerinde, Güney A sya’mn bazı ilkelleri ile Endonezya yerlilerinde görülen birey totemciliğini kimi bilginler grup totemciliğinin ilk basam ağı olarak kabul ederken, kimileri de bunun grup totemciliğinin bozulma­ sından doğmuş oluduğunu ileri sürm ektedirler.

Soru 20

Cinse bağlı totemciliğin temelinde hangi düşünce yatmaktadır? Cinsler arasındaki ilişkiler nasıldır?

Cinse bağlı totem cilik daha çok Doğu ve Güney-Doğu A vusturalya’da görülür. Cins totem ciliğinin özelliği aynı g ru p taki ya da örgütteki erkek ve kadınların ayrı ayrı totem lere sahip olm alarıdır. H er iki cins de totem hay­ vanlarını yememeye, öldürmemeye d ik k at ederler. A n­ cak erkeklerin kadınların totem lerini, kadınların da erkeklerinkini yaraladıkları ya da öldürdükleri görülm ek­ tedir. Cinse bağlı totem cilik erkek ve kadın cinsinin k a r­ şıtlığından doğmuştur. Bu bakımdan, bu tü r totem cilikte cins ayrılığı kesin b ir biçimde belirm iştir. Öyle ki, bu karşıtlık kimi A vustralya yerlilerinde pek önemsenmektedir. Örneğin Güney - Doğu A vusturalya’daki Kurnaylarda totem hayvanlarının önemli rol oynadığı inisiyasyon törenlerinde eğer b ir kadının gölgesi’bir erkeğin üs­ tüne düşerse bu olay çok tehlikeli b ir durum olarak k a­ bul edilir (Hermann, s. 58). Cins totemciliğinde totem hayvanı olarak küçük kuş cinsleri seçilir: A ğaçkakan, çalıkuşu, yarasa vb. Bir cin­ sin üyeleri kendi totem lerini korur, onları öldürmez ve yemezken, karşı cinsin totem lerini şak a olsun diye öl­ dürürler. Bu tü r şakaları da daha çok erkekler yaparlar. 45

IV.

Soru 21

Fetişizm

Fetişizm nedir? Fetişlerin etkileri değişik midir? Fetişlere niçin çivi çakdır?

içinde m ajik gücün ya da cinin bulunduğuna inanı­ lan taş, boynuz, pençe, post, deri, bez parçası, figür vb. gibi objelerden y a ra r ummak amacı ile yapılan çeşitli pratiklere fetişizm, söz konusu objelere de fetiş denir. Kelimenin aslı Portekizce f e i t i ç o ’dan gelm ektedir; an­ lamı da «yapma şey; büyü, etkileyici güc» demektir. Fetişizm, başlangıçta Batı A frika zencilerinin din­ leri olarak kabul edilm iştir. Oysa fetişizm, A frik a’da gö­ rülen dinam ist dünya görüşünün ileri derecedeki bir ge­ lişmesinden başka bir şey değildir. Batı A frik a’b zenci­ ler dinsel dünyalarını, içlerinde etkileyici güc olduğu sa­ nılan birtakım objelere yaslandırm aktan çok, gelişmiş bir «yüce varlık» inancı ile atalar ibadetinde temellendirmek tedirler. Fetişler hiç b ir zaman kendilerine tapınılan bi­ rer put ya da ilâh olmamışlar, tersine am ulet ve uğurluk olarak kullanılm ışlardır. Fetişler cemaatın y ararın a kul­ lanıldığı gibi tek bir kişinin y ararına da kullanılır. Fetiş, içerisinde cinin, ruhun ya da m ajik bir gücün saklı bulunduğuna inanılan bir objedir. F etişin etki de­ recesi içindeki gücün m iktarına bağlıdır. E ğ er bu gücün etkisi zam anla azalırsa, fetişe kan, yemek vb. sunularak ya da çivi çakılarak etkili gücü canlandırm a yoluna baş­ vurulur. Buna karşın fetiş etkili görülmezse, artık onun gücünü kaybettiğine ya da içindeki cinin uzaklaştığına inanılarak bir kıyıya atılır. Fetişlerin etkileri değişik niteliktedir: Örneğin A f­ rik a’da Mogango - fetişleri hastaların iyileşmesine yardım ederler; Mbula - figürleri köyün şefini büyüden korurlar; 46

buna karşılık Khonde ve Mpezo - fetişleri kötülük geti­ rirler. En ünlü fetişler çivili fetişlerdir; değişik malzeme­ den yapılan bir figürün her yanm a çivi çakılır. Fetişle­ rin üzerine çivi çakılması değişik biçimlerde açıklanmakta d ır: H astanın neresi ağrıyorsa, fetişin o kısm ına çivi çakarak analoji büyüsü uygulam a; çivilerle fetişi güzel­ leştirme amacının güdülmesi; fetiş içindeki cine ondan is­ tenileni hatırlatm a... Çiviler b ir büyücü tarafından çakı­ lır, istek yerine geldikten sonra da çıkarılır (Van Baaren, s. 123-124). Görülüyor ki, fetişizm dinsel bir k arak ­ terden çok büyüse] bir k arak ter taşım aktadır. H erkes fetiş yapamaz. Bu iş, toplum içinde dinsel büyüsel yeri olan ya da m ana gücüyle yüklü bulunduğuna inanılan kimseler tarafından yapıbr. B atı A frika’nın dı­ şında fetişizm en çok Kuzey A sya’da görülmektedir.

V

Soru 22

Şamanizm

Şaman kelimesinin etimolojisi nedir? Şa­ manizm ne demektir? En çok yeryüzünün hangi belgelerinde görülür?

Şam an kelimesi Mançu - Tunguz dilinden gelmekte­ dir. Tunguzca ş a m a n , s a m a n; Mançu dilinde s am a ’dır. Bu dilden R usça’ya, R usça’dan da bilim term ino­ lojisine geçmiştir. Bununla beraber kelimenin kökeni hak­ kında bilim adam ları b ir fikir birliğine varam am akta­ dırlar. B ir bölümü kelimeyi Mançu - Tunguz diline bağ­ larken, bir bölümü de Sanskritçe s r a m a n a, Palice samana (dilenci, keşiş) kelimeleriyle bağlantılı bul­ m aktadır. H attâ kelimenin Çince’de § a - m e n diye k a r­ 47

şılığı bulunm aktadır. Gerçekten de E sk i H indistan’da, Çin’de, İra n ’da ve Skilerde (H indistan’da b ir ta rik a t) şamanizmin izlerine raslanılm aktadır (Paulson, s. 125-126). Türk kavimlerinde şam anlara «kam» denilmektedir. A bdulkadir i n a n , şam an’a eski Türkçe’de «kam» de­ nildiğini; «şaman» ve «bakşı» terim lerinin yabancı dil­ lerden geldiğini işaret etm ektedir. Ona göre, K ırg ız -K a ­ zakların bakşı ya da baksı’sı da Buda dini aracılığıyla gelmiş olan yabancı bir kelimedir (inan, s. 75). Şamanizm, tran s durum una geçebilme yeteneğindeki kim selerin, yani şam anların, doğaüstü varlıklarla ilişki­ ler k u rarak onların güçlerine sahip olm alarından; bun­ ları toplum adına kullanm alarından ve bu amaçla yapı­ lan dinsel - büyüsel p ratik ve törenlerden ibarettir. Şa­ manizm ne kendine özgü b ir din, ne de m ajinin bir biçi­ m idir; her iki alanı da ilgilendiren yan lan bulunan, çe­ şitli din ve dünya görüşlerini birleştiren b ir inanç ve tek ­ n ik tir (Örnek, 1971, Şamanizm maddesi). Şamanizm hakkındaki çalışm alarıyla isim yapan A. O h l m a r k s , Şamanizm i kutup bölgesine özgü k arak ­ te ristik bir belirti olarak kabul etm ektedir. Ona göre; karanlık kış günleri, aydınlık yaz geceleri, şiddetli soğuk, sessizlik, arazinin monotonluğu, seyrek yerleşim, yetersiz ve tek yanlı beslenme, sık sık yaşanılan açlık kuzeydeki kutup bölgesinin ve kutup altının tipik özellikleridir. Bu ortam içindeki yaşam a zorlukları insanda sık sık is­ te rik tepkiler meydana getirm ektedir. O h l m a r k s bu­ nun adına «Kutup isterisi» dem ektedir (Ohlmarks, s. 81, 82). Ne v ar ki, şamanizm, O h l m a r k s ’tn iddia ettiği gibi sadece kutup ve kutup altı bölgesine özgü dinsel m ajik bir fenomen değildir. Kuzey Asya, O rta Asya ve Doğu A sya; Kuzey ve Güney Am erika ile E skim olann yaşadığı bölgeler şamanizmin yayıldığı başlıca yerlerdir. Daha değişik biçimlerde O rta ve Yakın Doğu’da ve daha 48

d a r anlam da da yeryüzünün çeşitli bölgelerinde şamanizme raslanı lm aktadır.

Soru 23

Şaman olabilmek için gerekli önbelirtiler nelerdir?

Genellikle bir kim senin şaman olup olamıyacağı ço­ cukluğundaki birtakım ruhsal belirtilerden anlaşılm akta­ dır. Bu belirtiler şam anlık üzerine çalışan çeşitli bilginler tarafından tespit edilm iştir. N i o r a d z e , şam anlık için gerekli belirtilerin, ço­ cukluktan erginliğe geçiş sırasında kendini gösterdiğin­ den söz ederek, bunları şöyle anlatm aktadır; «Cin, peri, dev görme, sık sık gelen baş dönmeleri, bayılm alar, gele­ cekten haber verme yeteneği (...) Şam an olacak kim se­ ler, şam anlık mesleğini alana kadar ruhsal ve bedensel acılar içinde kıvranırlar. Çoğu zaman yemeden içmeden kesilirler; insanlar arasın a katılm azlar; dış görünüşleriy­ le sinirlidirler; evlerinden orm anlara ve k ırlara kaçarak, dışarda, k arlar üzerinde y atarlar; tek başlarına yaşadık­ ları yerlerde ruhlarla ve cinlerle konuşurlar» (Nioradze, s. 5 4 ).^ F i n d e i s e n ise 1D y r e n k o v a adlı araştırıcıya dayanarak bu durum u şöyle açıklıyor: İnsanlardan çe­ kinme ve korku, içe dönük bir ruhsal yapı, sıkıntı ve dü­ şüncenin ağır basm ası şam anlık için önbeîirtilerdir. Bu durum karşısında o çocuğun yakınları ve akrabaları, ata ruhu tarafından seçilmiş olan çocuğu bu ağ ır görevden alıkoym ak için her tü rlü çareye başvururlar. Ancak bü­ tü n bu çarelerin bir işe yaram adığı anlaşılırsa genç Altaylı öğrenim ve eğitim için bir şamanın yanına verilir (...) Örneğin K ırgızlarda b ir kimsenin şaman olması yak­ laşık olarak yukardaki belirtilere uygun düşm ektedir: 49

T anrılardan ve cinlerden acıklı şark ılarla yardım dileyen, kendisine sataşan cinlerin ve kötü ruhların acı vermeme­ lerini, rah atsız etmemelerini istiyenler ru h sal yapı bakı­ mından şam anlığa elverişli kimseler olup, b ir onulmaz derde düşmüşlerdir. Bunlar geceleri korkunç düşler gör­ mekte, gündüzleri kendilerini izliyecek olan cinlerin biribirleriyle konuştuklarını duym aktadırlar. Böylece uzun bir süre oradan oraya dolaşan kimse, sonunda tanınm ış bir bakşa’ya (şam ana) giderek ondan ilerde uygulayaca­ ğı mesleğinin sırlarını öğrenmeye başlar (Findeisen, s. 35-36). E l i a d e de bu durumu «hayaller görmek, uykuda şark ılar söylemek, tenha yerlerde dolaşmak, bağırıp ça­ ğırm ak, acaip sesler çıkarm ak» şeklinde tanım lam akta­ dır (Eliade, 1957, s. 25). A ltaylarda, şaman adayını geçmiş k a m - atalarının ruhundan biri, kam olm aya zorlar. Bu durum a A ltaylılar «ruh basıyor» derler. A ta ruhu basan kimse bundan k u r­ tulm ağa çalışır; şamanlığı kabul etmemekte ıs ra r ederse, deli olur. Şam anların hepsi sinirli, melankolik kim seler­ dir (İnan, s. 76). İ n a n , tan rılar tarafın d an seçildiğine ve em rinde ruhların bulunduğuna inanan ka m ’ı, «hayali geniş, m istik ve yaradılıştan zeki bir adam» olarak ta ­ nımlıyor. «Tabiattaki bazı sırlara da vakıftır. Kam (şa­ man) olacak adam küçüklüğünden beri çok düşünceli olur; vakit vakit canı sıkılır; ta b ’an şairdir, irticalen şiirler, İlâhiler söyler» (İnan, s. 79). Bu konuda, bütün araştırıcılar hemen hemen aym noktalarda birleşm ektedirler. «Şaman hastalığı» denilen bu psiko - patolojik durum genellikle bulûğ çağında ken­ dini gösterm ektedir: hastalığa yakalananlar acı çekmek­ te, kuşkulu ve tedirgin davranışlarda bulunm akta ve sık sık bayılm aktadırlar. Bu durum, çoğu zaman birkaç yıl sürmektedir. 50

Soru 24 : Mistik parçalanma ne demektir? Şam an hastalığının en yüksek noktasını m istik p a r­ çalanm a dönemi teşkil etm ektedir. Şam an adaylarının öğ­ renim sırasında ve tem rin m ahiyetinde olan tran s (ken­ dinden geçme) durum larındaki bu ruhsal y aşantılar çok ilginçtir ve m istik bir k arak ter taşım aktadır. Mistik p a r­ çalanm a çoğu ilkellerde uygulanan inisiyasyon törenlerin­ de (ergin yaşa gelen çocukların toplum un gerçek üyeleri olabilmeleri için geçirm eleri gereken çeşitli sınavlardan, pratiklerden, dinsel ve geleneksel öğretilerden vb. den iba­ re t törenler) adayların geçirdikleri ritü el ölüp dirilme olayının b ir benzeridir. A. F r i d r i c h ile C. B u d r u s s ’un R usça’dan A lm anca’ya çevirdikleri «Scfıamancngeschichtetı aus Sibirien, 1955» (Sibirya’dan şam an hikâyeleri) adlı eserde konuyla ilgili birçok hikâye anlatılm aktadır. Bunlardan birkaç örnek verelim: «Şaman olmak özelliğini içinde ta ­ şıyan birisi daha çocukluğundan başlayarak iki, üç, kimi zaman da altı yıl boyunca ruhen hasta olur. Şaman olma­ dan önce, bir düş görür: A rtık kötü cinlere dönüşmüş olan ölmüş şam anlarm ruhları yeraltından ve gökyüzün­ den gelerek, adayın vücudunu parça parça, dilim dilim keserler. Bu sırada şam an adayı hiç kıpırdam adan bir ölü gibi yatm aktadır» (s. 140-141). «Şaman olması gereken bir insan, üç ile dört yıl bo­ yunca ruhsal b ir h astalığ a yakalanır. Yani bu şu demek­ tir : A day bir yerde y a ta r ve bedeni p arça parça kesilir. A n lattıklarına göre kesilen beden parçaları ve akan kan tıpkı bir kurban eti ve kam gibi hastalık ve ölüm getiren yerlere a tılır ve serpilir (...) Bedenin kesilişi sırasında şapıanlar yattıkları yerden kıpırdam azlar ve yaralanm ış görünmezler» (s. 141-142). Mctrane adlı bir şam an kadın da şunları anlatm ış­ 51

tır: «Onlar ilkin başımı kesip, y u r t’un (daha çok O rta A sya’da kullanılan bir çadır tipi) kereveti üstüne koy­ dular. Sonra kemik sırasın a göre, bedenimi p arçalara ayırdılar. Kesip aldıkları h er e t parçasını dokuz kazık üstüne gerdiler. Sonra hepsi b ir aray a gelip etleri ye­ meye başladılar. Derken danalara h astalık getiren cüce bir cin ahırın o rta direğinden çıktı ve öteki cinlerin ye­ diklerinden a rta kalan kem ikleri toplayarak az önce so­ yulmuş taze kayın ağacı kabuklarının üstüne koydu. Bun­ dan sonra canım yeniden bedenimin içine girdi, beh de ayağa kalktım » (s. 142). Şam anlar genellikle bu safhayı şöyle an latm ak tad ır­ lar: «Cinler ilkin başı keserler; sonra kesik başı bir so­ paya geçirirler Böylece baş kendi gözleriyle çevresinde olup bitenleri görebilir. Öyle ki, biz onların bedenimizi nasıl kesip biçtiklerini görebiliriz. Sonra bedenimizden kestikleri parçaları ölüm ve hastalık getiren yolların a ra ­ sına pay pay ederler .» (s. 153). Bütün bunlar olup biterken şam an adayı baygınlığa benzeyen bir durum da tenha b ir yerde y atm ak ta ve do­ ğaüstü yaratıkların bedende giriştikleri operasyonu duy­ m akta ve gözleyebilmektedir. Mistik parçalanm a ritüel inisiyasyonun en önemli basamağı olan «ölüp dirilme» m otifini sembolize etm ektedir. Bu «ölüp dirilme» m otifi kimi zam anda hayvanlarla ilintili olarak görülm ektedir. Örneğin Doğu G rönland’da, u sta bir şamanın yanında eğitim gören şam an adayı tran s durum una geçince, denizden çıkan b ir ayı tarafından ye­ nip yutulm akta ve geriye şamanın sadece iskeleti kalm ak­ tadır. F a k a t şaman adayı hemen dirilm ekte ve yeniden etine bürünm ektedir (H ultkranz, s. 357).

52

Soru 25 : Şaman adayı bir eğitim ve öğrenimden geçer mi? Şam an adayının bir ustanın yam nda öğrenim görüp görmemesi çeşitli bölgelere göre değişiklik gösterir. Şamanizmin babadan oğula geçtiği yerlerde, genellikle, aday u sta bir şam anın yanında öğrenim görür. Şaman olabil­ mek için gerekli önbelirtileri gösteren, m istik parçalan­ ma-evresinden geçen adaylar gelecekteki mesleklerini uy­ gulayabilm ek için, teorik ve p ratik birçok şey öğrenmek zorundadırlar. Bu öğrenim ve eğitim genellikle yaşlı ve bilgili bir şam anın yanında uzun süre kalarak ondan mes­ leğin sırlarını, tran s durum una geçme tekniklerini, çe­ şitli pratikleri, duaları, İlâhileri, büyüsel formülleri öğ­ renmeyi kapsam aktadır. A ltaylılar, başlangıçta şaman için gerekli önbelirti-. leri gösteren birini bundan vazgeçirmeye çalışırlar. F a­ kat aday şam an olm akta direnirse, o zaman onu yaşlı ve bilgili bir şamanın yanına verirler. U stası onu gele­ cekteki mesleğine hazırlar; ruhların adlarım , okunacak duaları, silsilesindeki büyük kam ların ve tanrıların şece­ relerini, âyin ve törenlere ait kuralları öğretir. Bunlar­ dan sonra adayın yakınlarının da bulunduğu bir âyinle eline asâsı verilir ve böylece onun şamanlık görevi res­ men başlam ış olur (inan, s. 76). Öğrenim ve eğitim süresi değişiktir. Bu süre daha çok adayın durumu, üyesi bulunduğu toplumun gelenek­ leri, ustasının yeteneği vb. ile ilgilidir. Bu süre o rtala­ ma olarak üç, dört yıldır. Bazen öğrenim süresinin beş on yılı bulduğu da olur. Örneğin «Doğu Grönland’daki E skim olarda aday hemen her yıl başka b ir usta şaman bularak ondan yeni yeni bilgiler ile değişik tipteki ko­ ruyucu ruhları elde etmenin yoluna b ak ar; böylece ko­ ruyucu ve yardımcı cinlerini çoğaltmış olur. Çırak u sta­ 53

sından cinlerin çeşitlerini, dillerini, tra n sa geçebilme ye­ teneğini, düşm anların kötülüklerini uzaklaştıracak büyü­ leri, davulun ve öteki ritüel araçların kullanılışını öğre­ nir. A yrıca cinlerle buluştuğu zaman söyleyeceği şarkıları ve büyülü sözleri de öğrenir» (H ultkranz, s. 400). U sta şam anlar çıraklarına yukarıda saydıklarımızın y anısıra özellikle tran s durum una geçmeyi sağlayan çok çetin alıştırm alar yaptırırlar. Böylece aday tran sa geçe­ bilme yeteneğini elde eder. Gittikçe arta n ve zamanla sıklaştırılan bu tü r alıştırm alarla geleceğin şamanı ya­ vaş yavaş amacına ulaşm ış olur. A dayın şam an oluşu çoğu zaman bir törenle kutlam r; bu törende ona en önem­ li iki aracı, «şaman davulu» ve «şaman giysisi» verilir. Şaman, şam anistik işlerde çok gerekli olan «trans durum una geçebilme» yi öğreniciliği sırasında elde ettiği alışkanlıkla sağlayabildiği gibi, gerekirse bir an önce «vecd» e gelebilmek için çeşitli narkotik maddeler de kul­ lanabilir. U sta şaman çırağına her şeyi öğretm ekle beraber, adayın asıl ustası, onun koruyucu cinidir.

Soru 26

Şaman, h astaları nasıl sağ altır?

Şam anların başlıca iki çeşit görevi v ard ır: H astalan sağaltm ak ve ölenlerin ru h lan n ın öte -dünyaya gidişle­ rine eşlik etmek. Bunlardan başka büyü yapmak, yağ­ m ur yağdırm ak, bitki ve hayvanların çoğalımını sağla­ mak, fala bakm ak vb. gibi büyüsel işler de uğraşı alan­ larının içine girer. Bu tü r işlerin dışında şaman da öteki insanlar gibi toplum içinde gündelik hayatını yaşar. Şam anın bir doktor gibi iş görmesinin gerekçesi, h as­ talık nedeni olarak devlerin, cinlerin ya da kötü ru h la­ rın hastanın ruhunu alıp götürdüğü inancında yatm ak­ 54

ta d ır. Bunun yanısıra, birtakım cinlerin insanların içine g irerek onları h asta ettiği inancını d a belirtm ek gerekir. Şam an ise, yukardan beri anlattığım ız gibi gerek değişik ruhsal yapısı, gerek öğrenimi ve gerekse bu iş için ta n ­ rıla r y a da ulu ru h la r tarafından seçilmiş olması nede­ niyle h e r zaman için iyi ve kötü cinlerle ilişkilidir. Şaman, zararlı cinlerin etkisiyle bedeni belli b ir süre için terkeden ruhu bularak onu yeniden hastanın bedeni­ ne koym aya uğraşır ya da h astah ğ a sebep olan cini h as­ tad an uzaklaştırm aya çabalar; bu işleri yapm ak için tra n s durum una geçer ve böylece doğaüstü varlıklarla ilişkiler kurar. Tunguzlarda şam anın kendinden geçerek hastayı sa ­ ğaltm ası şu evreleri izlemektedir: 1. Şaman ilkin kendi koruyucu cinine başvurur. Bu cin onun içindedir. 2. Bu koruyucu cinin yardım ıyla hastalığın asıl ne­ denini öğrendiği gibi, h astalık nedeniyle h a sta ­ nın bedeninden uzaklaşan ruh u n eğleştiği yeri de bulur. 3. Şaman, buyruğundaki çeşitli cinleri çağırarak hastanın kaçan ruhunu yakalar. 4. Başıha topladığı cinlerin aracılığıyla h astay a so­ kulmuş olan cini kovalar. 5. H astanın uzaklaşm ış olan ruhunu yeniden h a sta ­ nın bedenine sokar. 6. Cinlere yardım larından dolayı teşekkür eder (Findeisen, s. 131). Törenle hastay a çağrılan şam an, kendine m ajik ve m istik güc sağlayacak olan giysisini sırtın a geçirdikten sonra, yardım cı cinlerine başvurur. H astanın yam na yak­ laşan şam an, tekdüze şark ılar söylemeye başlar. Aynı za­ m anda da elindeki davulunu çalm akta ve oynam aktadır. Ş am an giderek kendinden geçer ve tam bir tran s duru­ 55

muna düşer. Bu durum da iken insanı şaşırtan , korku­ tan çeşitli şeyler yapm akta, gerek h astayı, gerekse orada bulunan başkalarım etkilem ektedir. Bu evreleri daha ayrıntılı biçimde gözönüne sermek için, O h l m a r k s’ın S e r o ş e v s k i j ’den aldığı b ir şa ­ man seansını kısaltarak verelim: «H asta için çağrılan şam an en iyi yere buyur edilir. Şaman saçlarını çözüp dağ ıtır ve hıçkırm aya başlar; giy­ silerini giyip, süslerini ta k a r... Çubuğuna doldurduğu tü ­ tünden çekmeye b aşlar... Gittikçe s a ra rır; titrem esi ve hıçkırığı gittikçe a rta r; y u rt’un o rtasın a b ir a t postu se­ rilir. Şam an biraz su içtikten sonra, çadırın ortasına gi­ dip, d ö rt rüzgâr yönüne doğru eğilip, ağzındaki suyu dört b ir yana serper. Bu sırada hiç kimseden ses çık­ m am aktadır. Ocağa beyaz a t kılları a tılır ve ateş sön­ dürülür... Güneye yönelen şaman, davulunu bir kalkan gibi tu ta r... B ir şeyler m ırıldanır ve hıçkırır. Kesin bir sessizliğin egemen olduğu sırada g ürültülü bir biçimde geğirir. Y u rt’un bir yerinden ya b ir atm aca ya da bir m artı çığlıklar atm aya başlar. Derken o rtalığ a yine bir sessizlik çöker. Sonra şaman usuldan usuldan davulunu çalm aya başlar, tıpkı bir sivrisinek gibi sesler çık artır; giderek davulun sesi güçlenmeye başlar, b ir gökgürültüsü hâlini alır... Buna uygun olarak kuşlar, atm acalar bağırm aya başlarlar.. Davulun vuruşları iyice artar, zil ve çan sesleri biribirine karışır, âdeta ses tonlarından b ir su çağlayanı hâlini alır. Birden her şey susar. Yeniden davuldan sivri sinek vızıltısına benzer sesler çıkar ve gürültü gittikçe a rta r; bu biçimde sürüp giden gürültü sırasında şaman büyüsel şark ılar söyler, «yerin kudretli öküzünü», «stepin beyaz atını», «ateş cinini» vb. çağı­ rır. Şam an şarkı söyleyerek yardımcı ciniyle diğer ko­ ruyucu cinlerin yanm a gelmelerini rica eder ve onlardan yardım ister; onlara birtakım sorular so rar ve karşılık­ 56

lar alır. Sorduğu soruları da kendisi cevaplandırır. Böylece çağrılan cinler gelmiş olurlar. Öyle ki onların birden o rtay a çıkışından, korkunç bakışlarından korkan ve ç a r­ pılan şam an yere düşer Kendi koruyucu cini şamanın içine girdiği zaman, şam an yeniden kendine gelip, doğ­ ru lu r ve başlar oynamaya, sıçram aya... H areketleri g it­ tikçe çabuklaşır. O kad ar ki, onu tu tm ak isteyenler bü­ yük çaba harcarlar. Şaman bir deli gibi oynar da oynar Sonra sakinleşerek yum uşak bir İlâhî çalar ve söyler Sonunda ne bilmek istemişse, hepsini bilmiş olur: H as­ talığın nedeni nedir ya da kim dir? Sonra da cinlerden, hastalığı sağaltm ası için kendine yardım edeceklerine d air söz aldığını söyler. Ve birden canhıraş bir fery at yükselir böylece hastalığın nedeni olan cini uzaklaş­ tırm ış olur. H astanın ağrıyan, sızlayan yerini emmeye başlar. Bu arada kutsal cinler için nasıl bir kurban veri­ leceğini de öğrenir. H astalığın nedeni uzaklaşmış, k u r­ ban kabul edilmiş, dua duyulm uştur» (Ohlmarks, 185187). Şam anların sağaltm a seansları ve uyguladıkları yön­ tem ler iklim koşullarından ekonomik ve ekolojik etken­ lerden gelen bazı çeşitlemelerin dışında ana çizgileriyle aynıdır. Alman etnologu Th. K o c h-G r ü n b e r g , Güney A m erika'm n kuzey-batısındaki Taulipanglardaki b ir has­ tanın sağaltılm asm ı ve şamanın bu sırad a geçirdiği de­ ğişiklikleri, başvurduğu cinlerin özelliklerini şöyle anlat­ m aktadır: «Sağaltılacak olan hasta karanlık b ir kulübede y a t­ m aktadır. Hayvan biçiminde yapılmış b ir iskemlenin üs­ tüne oturm uş olan şam an, h astay a yakın bir yerde bu­ lunm aktadır. Şamanın sol elinde yeşil dallardan yapılmış b ir dem et vardır. Elindeki dal dem etini kulübenin tab a­ nına v u rarak tekdüze bir biçimde söylediği şarkıya usul tu tm aktadır. Uzun b ir sigaradan çektiği kuvvetli dum an­ 57

ları hastanın bedenimde şikâyet ettiğ i yerlere doğru lif­ lemektedir. Tütün suyu önemli bir n arkotik yerine geç­ tiği için, bu sudan g arg ara yaparcasına yudum lam akta, böylece ruhunun bedeninden ayrılıp yükseklere çıkm ası­ nı sağlam aya çalışm aktadır. Şaman bir dağ başında top­ lanmış cinler âlemine gitm ekte, oradan çoğunlukla ölmüş bir şam anın kendisine yardım edecek cinini alıp gelmek­ tedir. Bundan sonra şam an, sesinde insanın kolay kolay inanamıyacağı çeşitlem eler meydana getirm ekte, vantrlog (karnından konuşan) gibi orada bulunanlara cinler dün­ yasından bilgiler verm ektedir; yukardan indirilen cin, şa ­ man aracılığıyla boğuk bir sesle konuşm aktadır. Şaman cinin köpeğini de birlikte g etirtm iştir; çünkü odanın için­ de görünmez bir köpeğin hırladığı işitilm ektedir. Giderek bir sürü cin odaya toplanm akta ve k aran lık ta konuş­ m aktadırlar. Bu cinlerin içinde «H ayvanların efendisi» olan cinle, «Su anası» cini de hazır bulunm aktadır. Cin­ ler sadece şamanla değil, biribirleriyle ve odadakilerle de konuşm akta, sorulara cevap vermekte, gelecek hakkında bilgiler verm ektedirler» (Jensen, s. 258). Şam anlar, sağaltm a sırasında ve ölü ruhuna eşlik ettikleri zaman gökyüzüne ya da yeraltına yaptıkları yol­ culukları kurban hayvanının üstüne binerek yaparlar. Ki­ mi zaman da canlı hayvan yerine, onu sembolleyen bir hayvan figürü kullanılır. Şaman, bu yolculuklar sırasın ­ da belli yerlerde mola v erir; oyunun kesilmesiyle mola verildiği anlaşılır. O ynarken bir süre- duran şam an, ye­ niden oyununa başlar. Bu molanın bitm iş olduğunu ve yolculuğun sürdüğünü gösterir. E ğer oyun sırasında yere düşüp kalırsa, bu da yolculuğun yeraltına yöneldiğini gös­ te rir (Ohlmarks, s. 185-188).

Soru 27

Şam anlann h astalan sağaltırken okuduk58

lan türkü, İlâhi ve dualar nasıl bir öz ta­ şırlar? Birkaç örnek verebilir iniyiz? B unlar genellikle şam anların sağ altm a törenlerinde yaptıkları yolculukları; yolculukları sırasında k arşılaş­ tık ları engelleri ve tehlikeleri; bunları koruyucu .cinleri aracılığıyla nasıl ortadan k ald ırdıklarını; tanrıların, şa ­ man atalarının ve koruyucu cinlerin adlarını, olağanüstü durum larını, niteliklerini vb. içerm ektedirler. F i n d e i s e w’in Yenisey yakınlarında bir şamaridan derlediği türkü: tşte yukarda, küçük ördek gibi bir cin. işte orada, biribirleriyle konuşuyorlar. Bakın kendi aralarında bir şeyi ötüşerek konuşuyorlar. Şim di, evin bacasından bir Künç cinine bakıyorum. Gökyüzünde ördek büyüklüğünde cinler ve bulut büyüklüğünde başka başka cinler var. Yukarda, gökyüzünde taşlı kıyının söyledikleri duyulm aktadır. Size hep o duyduklarım ı söyleyebilirim. Sanki sağır olmuşum. Y eryüzündeki insanlara yardım edeceğim, Şim di cinin söylediği şarkı bir köpek havlamasına benziyor. Ben daha önceleri size çok az şarkı söyledim. Hep aynı şarkıları dinlediniz benden. ¡şte şim di rengeyiklerinin cininin boyunlarını görüyorum. Boşuboşuna şarkı söylüyorum diye korkuyorum . Sanki karanlık bir yerdeyim de söylenenlerin çok azını anlıyorum. Şim di Es gökyüzünden ağrı bana bakıyor. 59

İşte tekdüze şarkım b itti benim. E s sîzlere ileteceklerimi bana söyledi işte. Onun bana söylediği, benim halkım a söyleyeceğimdir. Ulgukin-cinleridir bunlar, k i bana eşlik ederler. Şam an yolunda her şey adım adım ilerler. Y eryüzüne baktığım zaman neden öyle titriyorum . ki ? B u lu t büyüklüğünde bir Ulgukin-cini yaklaşıyor bana. K ızaklara binmiş kadınların ormanı görmesi gibi görüyorum şimdi. Yeniscy kıyısında dursunlar. Ve güneş yukardan ağrı ışınlarını göndersin size Işısın ortalık her zaman fecir gibi. A z m ıdır bütün bunlar sizin için ? Şim diye dek yardım ettim size hep, Benim erkek adamlarım ve dostlarım. Tanrı sözü itibar görür ve yaşar böylece! Şim di yukarda, dünyada Şim di yukarı dünyada durup, aşağılara bakıyorum. K am a dağındaki Künç cininin evinden çıkan duman görünmektedir. Bulunduğum yerde düşünm eye başladım artık. B aşlan karla örtülü bir sıra dağ görünmektedir. K üçük bir çocuk, beşiğe belenmiş, yukarıya, bana bakıyor. Benim bulunduğum yeri düşünüyor da düşünüyor. Bana gel çocuğum, yanıma gel. Ben size yardım edecek olanım. T a n n sözü yardım edecek nasıl olsa sana! (Findesien, s. 128-130). A ltay şaman dualarından bir örnek: Bu dua soydaş ruhları çağırırken, okunm aktadır: 60

A y ve güneşim (ola n ) Şulm us’lar, bulut gözlü Buğra H akan! Buz ayaklı bey kişi! bulut gözlü tay Buğra! Mukaddes ve hepsi biribirine m üsavi (olan) üç yelbis! ölen adam (bulunan) eve girm eyen, ayaz sem a­ ya şekil veren, üç basamaklı bay K arşıt! A ltın k e ­ narlı A k Y ayıg’m ! üç boynuzlu kara kaya A ltayım ! Süt-Göl’ün kara boğrası! ağaran gökte yıldız. A k 'atamdan dökülm ektedir. Ala şahin tam önümde bağırsak, boz kartal iki omuzumda bağırsın, boz kar­ tal ik i omuzumda seslensin! Yezim ( dağından) uza­ nan Çuyuk (k a m ) Ebege ve Kadil büyüklü küçüklü iki hemşire (ka m la r)! Alaş (dağı) ile Kem dik (d a ­ ğına) dayanmışlar. Ebedi göklerin kenarlarında kış­ larını geçirmişler / Am cam kam Sanızak’a/ «m avi ayaz» adı verilm iş, tanrılı (İlâhi ka m ) denilmiş, ata burkan denilmiş. Abu-kan (dağına) dayanmış, altın gölde yıkanm ış amcam Sangızak! Y ezim (dağına) basmış, Süm er dağına yas­ lanmış, ak ülbürek (çaput) yelpaze edinmiş, ak yalaga’sı (külahındaki kuş tü y leri) dökülmüş, ay ve güneşe dua etm iş benim m übarek dayım Seryey (Sem enek)! Dolaştığını bu yu rt rahat olsun! Hiç bir za­ man fena (ruhları) yaklaştırm a, iyi olsun! Hem ben tanrısına ibadet ederek (ham layarak) dua ettim . (B öylece) kendi obama döneyim diye düşünü­ yorum. Yerüstünde (yüzünde) ne kadar halk varsa o kadar iyilik versin. Şimdi (obam a) dönüyorum. (Bu dua A.V. A nohin tarafından tesp it edilmiş ve A. inan tarafından türkçeleştirilm iştir. İnan, s. 132). Son örnek olarak bir Kazak şam anm ın (baksa) sa61

ğaltm a sırasında kendine yardım edecek olan ruhları ve cinleri nasıl çağırdığını görelim: önce Tanrı cin yaratm ış Biribirinden bol yaratm ış Cinin ilk atası K ent Buga Cin atası Sarı Azban Avare kılm a sen Azban! Cin A ta sı Berdi-Bay; Cin parolası: E kev, ekev! G ökteki binbeş pirim , K ırk bıçak saldırıp, Bana kırk iğne batırıp, Tepeme saç bıraktırıp, Cine boyun eğdirip, A rzu etmediğim i yaptırıp K urum uş ağaca yalvarttırıp A k sakaldan fatiha (dua) aldırıp, A k sarı başlı koyun kestirip, Beş çocuk beş azılı tay Eve sokturdu, İnat ettiği yere hastalık koym uş, Cin olup bağlanmış, Başağrısı olup dolanmış, (Radloff tarafından derlenmiş ve A. Tem ir ta ra fın ­ dan Türkçeye çevrilmiştir. Radloff, Sibirya’dan, s. 71-72).

Soru 28

Şaman ölü ruhunun öte dünyaya gidişine nasıl eşlik eder?

Şam anlarm ikinci önemli görevi ölenlerin ruhlarının öte dünyaya gidişine eşlik etmek, başka b ir söyleyişle ruhun önüne düşerek onu tehlikelere uğratm adan öte 62

diinyaya götürm ektir. Çünkü inanışa göre, öte dünyaya giden yol çeşitli engeller ve tehlikelerle doludur. Ölünün ruhu bu tehlikeleri tek başm a atlatam ıyacağı için, b ir şam anın ona eşlik etmesi, yol gösterm esi gerekm ektedir. Çünkü şam an hem öte dünyadaki (öte dünya çoğu za­ man yeraltında ya da gökyüzünde tasarım lanm aktadır) doğaüstü varlıklarla ilişkilidir, hem de öte dünyaya g i­ diş için gerekli olan törenin nasıl düzenleneceğini bil­ m ektedir. Kim ölüsünün evinin çevresinde uzun boylu dolaşıp durm asını istem iyorsa, hemen b ir şam an çağıra­ rak ondan ölünün ruhunu öte dünyaya götürm esine y a r­ dımcı olmasını ister. Şaman bu hizmetine karşılık ölü sahibinden çeşitli hediyelerle ölünün geride bıraktığı eş­ yasından birçoğunu alır. F i n d e i s e wJin Ş i m k e v i ç ’e dayanarak an lattı­ ğı bir töreni özetleyelim: «Şaman, ölen birinin ruhunu, Buni denilen ölüler dün­ yasına götürm ek için, b ir kayığa binerek gelmek zorun­ dadır. Şenlikle çağrılan şam an, giysilerini giyip, kendi­ sini çağıranlarla birlikte b ir kayığa binerek törenin y a­ pılacağı eve doğru harek et eder. K ıyıya yaklaşıp kayık­ tan indiği zaman, ölü sahipleri, şamanı, dizlerine kapa­ narak k arşılarlar ve pirinç rakısı sunarlar. Eve giren şa ­ man, ölünün giysilerinden yapılmış bir modelini bulur. Bu modelin yanına da ölenin koruyucu cininin ağaçtan yapılm ış bir figürü konur. Ailenin büyüğü, herkese bir küçük çanak içinde içki sunar; onlar da ölüye duyduk­ ları saygıyı gösterm ek için, içkileri yere dökerler. Bunun üzerine şam anın eline ısıtılan, ısıtıldığı için de iyice ge­ rilen davulu verilir. Aynı zam anda evin ortasındaki oca­ ğın içine, ortalığa gayet güzel kokular salan kurumuş yap rak lar atılır. Şaman, konukları selâm lam ak için ağ ır­ dan ağırdan bir türküye b aşlar... K adınların evi terketmeleri için verilen bir aradan sonra esas tören için bir 63

çadır hazırlanır. Bu çadırın bir çıkış yeri, b ir de giriş yeri vardır. Giriş yeri bu dünyayı, çıkış yeri de öteki dün­ yayı sembolize etm ektedir. Şaman, çadırın önüne gelerek, çadırın giriş yerine dokuz kez v urur ve böylece zararlı cinleri ürkütm üş olur. B ir sıra küçük küçük başka seremoniden sonra, şa­ man ölenin ruhunun nerede bulunduğunu ân lar ve çadı­ rın önüne gelerek, ölü sahiplerine, ölünün ruhunda bul­ duğu özelliklerin ölüye benzeyip benzemediklerini sorar. Onlar da «evet» anlam ına başlarını sallarlar. Yine araya giren bir sıra seremoniden sonra, şam an, b ir ucundan ken­ dinin, öbür ucundan da ölü sahiplerinin ve törende hazır bulunanların tu ttu ğ u ölünün giysisine bağlı ipi k o p an r; böylece ölenin ruhu iyi dileklerle öte dünyaya gönderil­ miş olur. Bu törenler sırasında şam an, aşağı yukarı on sekiz durak yeri geçerek ölenin ruhunu, öte dünyada oturaca­ ğı yerine ulaştırm ış olur. Yol boyunca raslanılan güç­ lükler sırasında, bir nehrin üstünden geçmek, gerek şa­ man gerekse eşlik ettiği ruh için çok önemlidir» (Findeisen, s. 122-127).

Soru 29 : Şaman giysisinin ne gibi dinsel ve büyiisel özellikleri vardır? Şam anlar sanatlarını uyguladıkları zam an özel bir giysi giym ektedirler. Özellikle Kuzey A sya’da şam an giy­ silerinin belli bir amacı v ard ır; giysi b ir k ü lt aracı gibi kullanılm aktadır. Genellikle üzerlerinde çeşitli şekiller ve resim ler bulunan bu giysilerin, şam anistik işlerde çok önemli rol oynadıklarına inanılm aktadır. Örneğin bir şa­ man giysisinin üzerinde kuş resm inin bulunm ası, şam a­ 64

nın, bu kuş resminin yardım ıyla öte dünyaya uçabile­ ceği şeklinde yorum lanm aktadır. N i o r a d z e bu konuyla ilgili olarak şunları yaz­ m ak tad ır: «Şaman giysisinin neyi sembolize ettiği soru­ nu söz konusu olduğunda, şam anların giydikleri h ırk a­ ların bütünü itibariyle koruyucu bir cini sembolize ettiği fikrini ileri süren araştırıcılarla aynı fikirdeyiz. Şaman, hırkasını giyer giymez, hırkanın üstündeki cin resim le­ rinin kuvvet ve kudretlerinin etkisi altında kalm aktadır. Şaman giysisisinin üstüne iliştirilen ya da eteklerine ası­ lan insan ve hayvan kemikleri, kuş kanatları ve tüyleri, çeşitli araştırıcıları, giysinin sembolize ettiği koruyucu ruhun ya da cinin insan ve kuş olduğu fikrine g ö tü r­ m üştür» (s. 84). Şam an giysilerindeki bu resim lerin kökeni hakkındaki görüşler değişiktir. Kimi araştırıcılar bu resimleri totem izm e bağlarken, kim ileri de giysinin bir zamanlar insanları korkutm ak için bir maske gibi kullanıldığını, fa k a t zam anla giysiye dönüştüğünü ileri sürm ektedirler. Şam an giysisi de diğer kült araçları gibi kutsaldır; birtakım yasaklarla çevrilm iştir. Bu bakımdan herkesin görebileceği ya da eli altında bulundurabileceği yerlere konmaz, çadırın ya da ^ulübenin yüksekçe bir yerinde saklanır. Örneğin Tunguzlar, büyüsel araç - gereçlerinin, çeşitli maddelerden yapılm ış olan cin figürlerinin yanı sıra şam an giysisini de günlük işlerde kullanılmayan bir rengeyiğine yükleyerek korum aktadırlar. Gerek şaman giysileri, gerek şam an davulu, gerekse cin figürleriyle cin resim leri kirlenmesin diye (kadınlar, küçük çocuklar bunlara dokunursa onların kutsallıklarına zarar gelece­ ğine inanılm aktadır) özenle korunm aktadırlar. Aksi hal­ de bunların güçlerini kaybedeceklerine inanılır (Paulson, s. 132). E ğer b ir şaman şu ya da bu nedenle mesleğini ter65

ketm işse ya da ölmüşse, giysisi, davulu ve diğer kült araçları ya ormandaki b ir ağacın üzerine asıb r ya da di­ ğer eşyasıyla birlikte m ezara konur. Şaman giysilerinin gerek biçimlerinin, gerekse üzer­ lerindeki resim ler ve öte - berilerin bilinen bir hayvanı sembolize ettiği anlaşılm aktadır. Bu hayvan yaşayan ve gerçek bir hayvan olduğu gibi, bir masal, b ir m it hay­ vanı da olm aktadır; ve şam anın koruyucu hayvanı ola­ rak kabul edilmektedir. Şam an giysileri en çok kuş, rengeyiğini, daha seyrek olarak da ayıyı sembollemektedir. Kuş biçimini andıran şam an giysilerine Y akutlarda, Tunguzlarda ve Güney Sibirya’da raslam lm aktadır. Giysi han­ gi hayvanı sembolize ediyorsa giysiye o hayvanın tüyle­ ri ve kemikleri takılır. Tunguzlarda bir şam an giysisi hırka, göğüslük, başörtüsü ve eldivenden oluşur. Çukçilerde, K oryaklarda ve Samoyetlerdeki şam an giysileri Tunguzlarınkine bakarak daha b asittir (Paulson, s. 132133).

Soru 30

Şaman davulunun ne gibi bir fonksiyonu vardır?

Şaman davulu, şam an giysisine bakarak belki de da­ ha eskidir ve şaman giysisinin artık görülmediği, kay­ bolduğu yerlerde bile halen kullanılm aktadır. Davulun şam anistik faaliyetlerde önemli bir yeri vardır. Şaman davulları genellikle ta h ta bir kasnağa geçi­ rilen b ir deriden ibarettir. Davulların bir yüzü deriyle kaplanm ıştır; öteki yüzü boştur. Bu tip davullar daha çok merkezî Sibirya’da görülür. Çukçilerin ve Eskimolan n davulları daha küçüktür. N asıl şaman giysisi birtakım doğaüstü varlıkların, yani koruyucu cinlerin göze görünür temsilcisiyse, şaman 66

davuluna da doğaüstü kudretlerin, cinlerin bulundukları ve eğleştikleri canlı bir araç gözüyle bakılm aktadır. Bazı bölgelerde şam anlar davullarını bir binek h ay ­ vanı olarak kullanm akta; y eraltın a ya da gökyüzüne yap­ tık ları yolculukları davullarının üstüne binerek yapm ak­ tadırlar. Bu tasarım a uygun olarak davulun derisinin üze­ rinde birtakım kozmik resim ler bulunm aktadır ki, bun­ la ra bir çeşit m itik «dünya haritası» gözüyle bakm ak ge­ rekm ektedir. Davulların üzerlerini süsleyen bu mitik-kozmik resim lerin hepsinin dinsel ve büyüsel anlamları v a r­ dır. D avulların üzerlerindeki ağaç m otifleri «dünya ağ a­ cı» nı sembolize etm ekte, merdiven resm i gökyüzüne t ı r ­ m anm ak için kolaylık sağlam akta; a tla r uzun mesafeleri alm ak için kullanılm akta; eciş-bücüş biçimdeki cinler çe­ şitli işler görmektedir. Böylece davul, şam anın, işini y a ­ parken elinde bulundurduğu en önemli araç niteliğini k a ­ zanm aktadır. Şam anlar, davul tokm aklarını davullarını çalarken, kimi zam anda falcılıkta, yitikleri bulm akta kul­ lanm aktadırlar.

Soru 31

Şamanlara basit birer hasta gözüyle ba­ kabilir miyiz?

S ibirya’da görülen şamanizmi kimi araştırıcılar psiko-patolojik belirtiler olarak açıklam aya çalışmışlar, şa ­ m ardan da saraya yakalanm ış kim seler diye kabul etm iş­ lerdir. Kimileri de şamanizmi Kutup Bölgesine özgü bir h astalık, bir isteri diye nitelem işlerdir. Rus araştırıcılarının çoğuna göre, ilk şam anlar bi­ linçli olarak h astalan n cinlerini kendilerine geçirmek is­ 67

teyen sin ir hastalarıydı (Findeisen, s. 162). B aşka b irta ­ kım araştırıcılara göre de bunlar şizofrenik hastalardı. E 1 i a d e, şam anların basit birer h a sta olmadıkla­ rını ileri sürm ektedir. Ona göre, şam an, h er şeyden önce kendi kendini sağaltan bir hastadır. Gerçi şam anlar b ir­ takım psiko-patolojik belirtiler gösterirlerse de, bu belir­ tileri, onların normalin üstündeki sin ir yapılarının gücü­ nü saptam ak için giriştikleri birtakım denemeler olarak kabul etmek gerekm ektedir. Onlar, bir şey üzerine, sıra ­ dan herhangi bir kimsenin hiç bir zaman başaram ayacağı derecede konsantre olabilme yeteneğine sah ip tirler (Eliade, (a) 1957, s. 38). E l i a d e, şamanlığm sadece b ir ekstaz (kendinden geçm ek) olayından ibaret olmadığına değinerek, şamanla n n nörotik yapıdaki bir kimse için dayanılm ası çok zor olan teorik ve p ratik bir eğitim den geçmek zorunda ol­ duklarını da söylüyor. «Şamanlar, büyücüler, bütün ‘medizinmaıın’ler gerçekten epileptik ve isterik durum lara düşmüş kim seler olsun ya da olm asınlar; biz bunlara hiç bir zaman basit birer hasta gözüyle bakam ayız; çünkü bu psiko-patolojik yaşantının içinde teorik bir içerik sak ­ lıdır» (Eliade, (a) 1957, s. 41). Şam anların basit birer hasta olm adıkları, normal bir kimsenin kolay kolay ezberleyemeyeceği binlerce dizeyi ezberlemelerinden; üyesi bulundukları tribülerin kültik törenlerinin tüm inceliklerini akıllarında tu tu p uygula­ m alarından da anlaşılm aktadır. A yrıca şam anlar dinselm ajik uğraşılarının yanı sıra yaşam alarını sürdürm ek için gerekli olan her şeylerini de kendileri sağlam ak zo­ rundadırlar. Böylece tribünün öteki üyelerine bakarak d a­ ha güçlü ve daha yetenekli kim seler olmaları gerekm ek­ tedir. Şam anlar bazan toplum larınm politik şefliğini de üzerlerine alm aktadırlar. 68

Gerçek şam anlar —çünkü seyrek de olsa bu işin şa r­ latanlığım yapan kim selere de raslanılm ıştır— insanlarla ve toplumla sıkı bir ilişki içindedirler. Şaman, bazı n ite ­ liklerinden yararlanılarak, sinirsel-ruhsal yeteneklerini kendi kendini ipnotize edecek b ir durum a getirm ek için, sıkı bir eğitimden geçirilen ve toplum için yararlı olarak y etiştirilen kimsedir. Çünkü toplumun şam ana ihtiyacı v ard ır (Langen, s. 31).

69

B. YÜCE VARLIK TASARIMI

Soru 32

Yüce Varlık tasarımından ne anlaşılmak­ tadır? Yüce Varlık'la Tek Tann arasındadaki ayırım nedir?

Yüce Varlık, bütün yaratıklardan üstü n ; dünyayı ve insanları yaratan, hep varolan, ölümsüz; sonsuz kudret­ leri bulunan; ölümün ve hayatın m utlak hâkim i; iyilikler­ le dolu, fak at sırasında insanları ve dünyayı cezalandı­ ran; törelerin ve âdetlerin yaratıcısı olarak düşünülen bir kudrettir. Yüce V arlık inancı çeşitli kültür basam aklarındaki ilkel toplum larda birtakım değişiklikler gösterm ekle be­ raber, ana çizgileri bakımından aynıdır. Avcılık ve to p ­ layıcılıkla geçinen ilkellerde (Pigmeler, Zenciler, Ateş Topraklılar, Güney-Doğu A vustralya Y erlileri vb. ) Yüce Varlık inancı öteki kutsal varlık tasarım ların a bakarak daha belirgindir. Hayvan besleyen ve tarım la uğraşan­ larda bu inanç daha da önem kazanm ıştır. B ir toplumun Yüce V arlık inancının doğru bir değerlendirimi, ancak o toplumun dinsel yaşantıları, dinsel dünya görüşü, mitolojisi; söz konusu toplumun üyelerinin günlük hayatları, dinsel özlü belli olaylar karşısındaki tutum ve davranışları incelenerek yapılabilir. 70

Yüce V arhk’a Yüce Tanrı da denm ektedir. Yüce V ar­ lık inancını Tek Tanrı inancıyla karıştırm am ak gerekir. Çünkü en kısa tanım ıyla m onoteizm : «Dünyayı yaratan ve yöneten tek bir tanrı» inancıdır. Böyle tek bir tanrı inancına ilkellerin pek azında raslanılır. İlkellerde görülen Yüce V arlık kavram ını, teolojik ve hiyerarşik olarak ör­ gütlenm iş dinlerdeki ta n rı kavram ından ayrı düşünmemiz gerekm ektedir. Bu dinlerde tan rı kavram ı gerek dogma­ tik, gerekse lojik yönden iyice işlenerek, belirgin bir du­ rum a getirilm iştir; ilkellerdeyse aynı durum söz konusu değildir. Onlarda tanrı kavram ı akıcı, oynak ve değişken olup, daha çok duygusaldır (Hermann, s. 97). Yüce V arlık inancı İlkellerin daha çok mitlerinde gö­ rülür. Duada ve kurban sunm adaki rolü oldukça sınırlı­ dır. Yüce Varlık tasarım ının yanısıra başka tanrılar, mitik atalar, kahram anlar vb. vardır. Kimi zaman bu ikincil kudretler, Yüce V arlık’ın görevini üzerlerine almış görün­ m ektedirler.

Soru 33

Yüce Varlık nasıl tasarımlanır? Ona in­ sancıl çizgiler ve nitelikler verilir mi? , Göksel olaylarla bağlantısı var mıdır?

Yüce V arlık’ı insan gibi tasarım lam a, onu insanlara özgü tutum ve davranışlarla niteleme eğilimi oldukça yay­ gındır. Bu antropom orfik özellik en çok da efsanelerde görülm ektedir: Yüce V arlıkların ya da Yüce Tanrıların kudretleri, nitelikleri, işleri insanlarınkine baksrak ab ar­ tılm aktadır. Andaman adalarındaki N egritolar Yüce V arlık’ın kardeşi, karısı ve çocukları olduğuna inanırlar. A vustral­ ya yerlilerinin çoğuna göre, Yüce V arlık oğlunu yeryü­ züne, kızını da gökyüzüne gönderm iştir. Bambuti Pigme­ 71

leri (A frika’da) Yüce Tanrı'm n da yeryüzündeki hayata benzer b ir hayat sürdüğüne inanırlar. Öyle ki, onun da or­ manı, av hayvanlan, bir ya da birden çok karısı vardır. Kimi zam anda bu varlık insan gibi düşünülm ekte­ dir. Örneğin Yeniseyliler Gök Tanrısı E s’i yaşlı bir adam olarak tasarlam aktadırlar. Öyle ki, Tanrı Es de kendileri gibi giyinm ekte, bir de k ara sakal bırakm aktadır. Öte yandan bir araştırıcı da Gök Tanrısı E sün görüıımezliğine değinerek «Hiç bir kimse E s ’i görm em iştir; Es görülmez, eğer onu gören olursa, gördüğü yerde kör olur» demek­ tedir (Paulson, s. 41 - 42). Evreni, insanları, hayvanlan y aratan ; genellikle ölü­ mün ve hayatın m utlak egemeni olan Yüce T anrı; cinaye­ ti, hırsızlığı, gereksiz yere hayvanları öldürmeyi, bitki­ leri yoketm eyi yasaklam ış (Andaman adalarındaki Negr ito la rd a ) ; örf ve âdetleri geçerli k u rallara bağlam ıştır (Assom'daki K onjag-N ogolarda). Yüce V arlık genellikle iyilikle doludur; insanlara yiyeceklerini gönderir (Ateş Toprağında yaşayan Y am an alard a); kötü de olabilir: Ga­ na'daki Aşantilerde, Sudan’daki Şilluklarda ve Rodezya’­ daki Lam bolarda iyi olduğu kadar kötüdür de; insanları çeşitli hastalık ve felâketlerle cezalandırır. Yüce Varlık çoğu zaman gök, güneş, ay ve yıldızla bağlantılı olarak düşünülür; fırtına, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, ebemkuşağı, bulut ve yağm ur gibi atm osfer olaylarıyla da kendini gösterir, isteklerini bildirir. Ö rne­ ğin Güney Andaman adalarındaki N egritolarda kendini rüzgârla, şimşekle ve yıldırım la belli eder; Kuzey K alifor­ niya’daki Eski Yukilerde ebemkuşağı ve yıldırım la sıkı bir ilişkisi vardır; P reri yerlilerinden olan Pavnelerde ku­ tup yıldızı ile bağlantılıdır; aynı durum Çukçilerde de (Kuzey-Doğu A sya’da) görülmektedir. Gök gürlemesinin Yüce T anrı’nın öfkesinin bir be­ lirtisi olduğu inancı da yaygındır. M alaya’daki Semang72

larda Yüce V arlık’la gök gürültüsü aynı adı taşım ak ta­ d ırlar; her ikisine de K aray denmektedir. Ve gök gürle­ diği zaman, insanların ta n rı buyruklarından birini çiğne­ diklerine, tanrının da gürleyerek onları cezalandırdığına inanılm aktadır (Hermann, s. 6 6 ). Gök gürültüsü gibi, atmosfere ilişkin diğer belirti ve olaylar da aynı şekilde anlam landınlm aktadır. Gök g ürül­ tüsünü, Yüce V arlıkları Paluga’mn sesi olarak kabul eden A ndam anlılara göre, rü zg âr da onun nefesidir. Paluga Şimşek çaktırarak buyruğunu çiğneyen kim seleri ceza­ landırır. Klim ancaro’nun yakınında yaşayan C aggalar da şimşeğe Yüce T a n n ’nın baltası gözüyle bakm aktadırlar. Y ağm ur ve ebemkuşağı da Yüce T anrı'nın belirtileri ola­ rak kabul edilmektedir. H otantolarda Yüce T an rı’ya yağ­ m ur anlam ına gelen Tusip de denmektedir. İlkellerin ço­ ğu yağm ur yağdığı zam an ‘O yağıyor’ (Yani Tanrı) ya da «Tanrı yağdırıyor» demektedirler. Ebem kuşağı kimi zaman Yüce V arlık’ın yayı, kimi zaman da kendisidir. Ö r­ neğin Kuzey-Doğu Rodezya’da konuşulan b ir lehçede Yü­ ce Tanrı hem şimşek, hem de ebemkuşağı diye geçm ekte­ dir (Hermann, s. 67). Gökyüzü ve bulutlar da Yüce V arlık’m eğleştiği y er­ lerdir. Tunguzlar, onun bulutlar üzerinde, çok uzaklarda oturduğuna inanırlar, f’apulara (Yeni B ritanya A dasın­ da) göre de, Yüce V arlık, bulutların üzerinde o turm akta­ dır. Yüce Varlık ayrıca güneş, ay, kuş hayvan vb. ile bağlantılı olarak da düşünülmektedir.

Soru 34

Yüce V arlık hangi adlarla nitelenir? Yüce V arlık’a nasıl seslenilir?

Yüce Varlık inancının görüldüğü yerlerde ilkeller bu 73

kavram ı değişik biçimde adlandırm akta, onu çeşitli özel­ liklerine göre nitelendirm ektedirler. Ölümsüzlüğü, kud­ reti, yaratıcılığı, ölüm ve h ay at üzerindeki egemenliği, bulunduğu yer vb. onun nitelenişinde başlıca rol oynayan etkenlerdir. Bazı örnekler verelim: «E m eski», «ölümsüz», «Kâdir», «Yücelerin Yücesi», «Babamız», «G ökteki öldü­ rücü» (Güney A m erika’daki Y am an alar); «Her zaman orada olan» (Yeni Zelanda’daki M aoriler); «Gökyüzünde eğleşen», «Gökteki», «ölüm süz», «Her şeyi bilen», «Kud­ retli», «Yaradan» (Ateş Adasındaki S elknam lar); «Yara­ dan», «İnsanı balta ile yontarak yaratan» (A frika’daki K am bolarda); «Yapan» (H erorolarda); «Bölüştüren» (A frika’daki Z ib alard a); «Yağmur» (A frik a’daki Massa y la rd a ); «T a n n tanrıdır» (Merkezî A frik a’daki BanyaR u an d alar); «Eski baba» (Eveler, A frik a 'd a ); «Kendi kendine olan», «Göğün sahibi» (Y o ru b alar); «Büyük m a­ nevi yaratık», «Büyük yaratık», «Yaratıcım ız», «Yapıcı­ mız» (Kuzey A m erika’daki P enebescotlar); «Yukardaki», «Yüksekliğin ustası» (Kuzey Asya’daki K oryaklar), «Dün­ yanın tanrısal yaradanı», «Gök» (Aynular, Uzak Doğu’d a ) ; «Yücelerin Yücesi», «Kudretli», «Her zaman varo­ lan», «Her şeyi bilen» (Baykal T unguzları); «Dünya», «Akıl» (Eskim olar). A yrıca Yüce V arlık’a, ondan yardım istenirken çe­ şitli biçimlerde seslenilir. Bu durum daha çok kuraklık, hastalık ve büyük felâketler sırasında söz konusu olmak­ tadır. Öteki tanrılardan, tanrıçalardan, m ltik atalardan artık yardım gelmeyeceğine inanıldığı zam an son çare olarak ona başvurulur ve çeşitli y akarışlarla yum uşatıl­ maya çalışılır. Bu yakarış ve seslenişlere de birkaç örnek verelim: «iyilikle dolu babam, acı bana bugün», «Yukardaki, güç­ lendir yüreğim i», «Şükür baha acıdı bize, ben «babam» dan m em nunum» (Y am alar); «Ey gökyüzüne egemen 74

olan babamız!», «Ey benim babam, ey benim anam!», «Se­ nin kudretine hiç bir kudret benzemez», «Verse de, tüken­ m eyenim» (Gallalar, Kuşî Habeş h alk ın d an ); «Sen ey yukardaki! Alma çocuğumu, o daha küçüktür» (Selknamla r); «Ey! şükür borçlu olduğumuz gök! K uraklık bü­ yük. Y ağm ur yağdır, toprağı tazele, ta rlala rı verimli kıl!» (Ew eler).

Soru 35

Dinsel hayatta Yüce Varlık inancı ve1ta­ sannu ön planda mıdır? Onun yerini za­ manla başka kudretler almış mıdır?

B aşka kutsal varlıkların da söz konusu olduğu bir h i­ yerarşide en yüksek yeri alan Yüce V arlık, a ra ara ak tif bir tanrılığın çizgilerini taşım akla beraber, kimi tutum ­ larıyla insanlardan uzaklaşmış, yeryüzü olayları k arşı­ sında pasif bir ta v ır takınm ış görünm ektedir. Mitlerin çoğunda Yüce Varlık ya da Yüce T anrı dünyayı, insan­ ları, hayvanları, bitkileri vb. y arattık tan sonra yeryüzün­ den uzaklaşmış, insanları âdeta yazgılarıyla başbaşa bı­ rakm ıştır. Aslında Yüce V arlık’la insanlar arasın a birçok başka tan rı, tanrıça, ata, manevî y aratık girm ektedir. Kimi dinsel tasarım larda, Yüce V arlık’ın evreni y a­ ra ttık ta n sonra, eksikleri tam am lam ak için, çocuklarını ya da kendinden daha aşağı derecedeki tan rıları da görevlen­ dirdiği görülm ektedir. Örneğin A vustralya’daki Kulinlerde Yüce Varlık evreni, insanları, ağaçları y arattık tan sonra oğlunu yeryüzüne, kızını gökyüzüne bırakarak ken­ disi geri çekilm iştir; elindeki büyük kılıçla bulutların üze­ rinde oturm aktadır. Tunguzlar, Yüce T an rı’nın çok uzak­ lard a bulutların üzerinde oturduğuna inanm aktadırlar. O, artık yeryüzü sorunlarıyla u ğ raşm am ak tad ır; ona an­ cak başka manevî yaratık ların aracılığıyla başvurulabilir. 75

Yeni Gine’nin iç kısım larında yaşayan ve bir Papua boyu olan K ailarda Yüce Tanrı dünyayı ve ilk varlıkları y a ra t­ tık tan sonra insanlardan uzaklaşmış, dünyayı yazgısıyla başbaşa bırakm ış, yeryüzünün kıyısına g itm iştir; oradan, dünyanın sonu geldiği zam an yeryüzünü yok edecektir (Konig, s. 367-368). Selknam larda Yüce V arlık yıldız­ lara çekilmeden önce dünyayı yaratm ış, ancak m itik a ta ­ lar bu yaratılışı tam am lam ışlardır. Bu tan rı, onlara göre, şimdi öteki atalardan pek farklı bir şey değildir. Ne hey­ keli, ne resmi, ne de adına iş görecek bir din adamı, v ar­ dır. Sadece hastalık sırasında ona dua edilir (Eliade, 1957, s. 72). M elanezya’da Yüce Varlık tasarım ı ç o k a z geliş­ m iştir. B u tasarım ın görüldüğü yerde onun dünyayı ya­ ra ttık ta n sonra, görevinin sona erdiği kabul edilir. Ken­ disine ibadet edilmez; sadece kimi d ualarda adı geçer (Nevermann, s. 89). A frika yerlilerinin çoğunda da aynı durum söz ko­ nusudur. Yüce Varlık dinsel h ay atta önemsiz b ir rol oy­ nam aktadır. Ona; sadece zorda kalındığı zam an seslenilir. Örneğin Y orubaların Yüce V arlık’ı sadece dünyanın y a­ ratılışına başlam akla yetinm iş, gerisini aşağı basam ak­ taki başka ta n rılar tam am lam ışlardır. Bu varlık, dünya­ dan ve dünya işlerinden elini çekm iştir; ne tapınağı, ne heykeli, ne de adına iş gören din adam ları v ard ır (Eliade, 1957, s. 72). H ereroların Yüce Tanrıları da insanlardan uzaklaş­ mış ve insanlığı ikinci, üçüncü derecedeki ilâhlara b ırak­ m ıştır. Y erliler «N iye ona kurban verecekm işiz? Bizim ondan korkum uz yok ki...» diyerek bu pasif ta n rıy a karşı tutum larım açıklam aktadırlar. Eweler sadece kuraklık zam anlarında Yüce Taıırı’dan yardım isterler. B antular Yüce V arh k ’ın insanlardan uzaklaşmasını ve pasifliğini şöyle dile getirm ektedirler: «Tanrı insanı yarattıktan sonra, bir daha onunla uğraşmadı.» Aynı şekilde Negril 76

halklar: «T ann bizden uzaklaştı» dem ektedirler. E kvato­ ral bölgede yaşayan avcı halklarda şöyle b ir şarkı v a r­ dır: «Tanrı yukarda, insansa aşağıda, Tanrı tanrıdır, insan da insan, Herkes kendi kendine, herkes kendi evinde» (Eliade, 1954, s. 73) Bu saydıklarım ızın ve bunlara ekleyeceğimiz başka yerlilerin dinsel hayatlarında Yüce V arlık aktüalitesini kaybetm iş görünm ektedir. O, ancak, bütün olanaklar de­ nendikten, her çareye başvurulup da b ir sonuç alınam adı­ ğı zaman yardım ı istenilen bir kudret niteliğini taşım ak­ tadır. Onun çevresinde ya da yam başında kümelenen, onun panteonunu bütünleyen öteki tanrılar, ta n rıçalar, k a h ra ­ m anlar, atalar, kutsal sayılan ölüler, doğaüstü kudretler, insanlara yardım etmeye yetmezse, son çare olarak ona seslenilm ektedir: «Biz hepsini ve her şeyi denedik, ama ybıc de senden yardım bekliyoruz» (Eliade, 1957, s. 72 73).

77

C. İBADET

Soru 36

İbadet deyince ne anlaşılır? İbadeti oluş­ turan önemli öğeler nelerdir? İbadet neleri gerektirir?

B ireylerin ve cem aatin tanrılara, yüce kudretlere, atalara, ölülere karşı yerine getirm eleri gereken dinsel buyrukların tümüne ibadet denir. Bundan da insanın bir­ takım kudretlerle bağını sağlayan işlemler ve pratikler anlaşılm aktadır (Ankermann, s. 183). İbadet, belli işlem­ ler aracılığıyla insanın yüce kudretlerle bağını sağlam a ve sürdürm e, onları etkileme ve kendi y ararın a yöneltme amacım gütm ektedir (D ittm er, s. 108). Dinsel alanı ilgi­ lendiren işlem ve eylemlerin belirgin özellikleriyse, insa­ nın, yüce varlıklara ve kudretlere kendini vermesi, onlara karşı korku ve saygıyla karışık bir biçimde davranm ası­ dır. Tapınılan, korku ve saygı duyulan, yardım ı istenilen kudretler, söz konusu ilkel toplum lann dinsel ve kültürel yapılarına göre değişmektedir. Bireyin ya da cem aatin yö­ neldiği bu kudret, Yüce V arlık ya da Yüce Tanrı olduğu gibi, ikincil tanrı ve tan rıçalar; efsane kahram anları, a ta ­ lar, ölüler, belli hayvan ve bitki tü rleri; güneş, ay, yıidız, gökyüzü; su, ağaç, taş, ateş gibi doğal öğeler de olabilir. 78

İbadeti oluşturan ana fikrin çevresinde kümelenen asal öğeler dua, kurban, âyin, tören, dinsel içerikli dram, oyun ve müziktir. A yrıca ibadet; tapınakları, «toplantı ev­ leri» ni, «gizli dem ek»leri, kutsal olarak bilinen alanları, tepeleri, m ağaraları, nehirleri; belli zam anları (ekin ve ürün alm a mevsimleri, yılbaşı, kutsal kişilerin doğum ve ölüm günleri, yağm ur mevsimi, kuraklık zam anlan, felâ­ ket günleri, güneşin doğuşu ve batışı, v b ) ; ibadet araçla­ rını (çurunga, maske, a ta heykeli, totem heykeli; idol, kutsal taş, dua tekerleği vb) ve bir cem aati, ve cem aati yönetecek dinsel bir lideri de gerektirm ektedir.

Soru 37

Nerelerde ibadet edilir? B uralar ibadet yeri olarak seçilmiştir?

neden

ilkellerde ibadet yerleri olarak, yüksek kültürlerde gördüğüm üz görkemli tapm aklara pek raslanılmaz. Ge­ nellikle kutsal olarak bilinen kudretlerin eğleştikleri y er­ ler; dinsel törenlerin yapıldığı alanlar, köy meydanları, m ezarlıklar, belli kayalıklar, tepeler, m ağaralar, koru­ luklar, su kaynaklan, nehirler; ateşin yakıldığı ve korun­ duğu yerler, evlerin kutsal bilinen köşeleri; «erkekler evi», «toplantı evleri»; m eğalitlerin, kafataslarının, ata hey­ kellerinin, totem heykelleri ve direklerinin bulunduğu y er­ ler; erginleme törenlerinin düzenlendiği koruluklar ve alanlar ibadet yerleri olarak kullanılm aktadır. ib ad et yerlerinin seçimi, biçimi ve donatımı dinsel görüşlere bağlıdır. Kimi zaman kutsal b ir kaynak, bir ır ­ mak ibadet yeri olmak için yeterlidir. Yine kutsal bir koruluk, bir toprak parçası, bir orm an da ibadet yeri olarak seçilebilir (Hermann, s. 191). Tanrısal kudretlerin, ataların bulunduklarına ya da kendilerini herhangi bir biçimde gösterdiklerine inanılan 79

kayalıklar, tepeler ibadet yeri olarak kullanılır. Örneğin Doğu A frik a ’daki Bondeiler, Mlinga dağını a ta ruhlarının bulunduğu yer diye kabul ederler (Dammann, s. 134). A vustralya yerlilerinin m itik konulan canlandıran resim ­ lerle süsledikleri kayalıklar, aynı zam anda ibadet yerle­ ridir. M ezarlar, özellikle şeflerin, din adam lannın, ünlü savaşçıların mezarları da ibadet için kullanılm aktadır. Ör­ neğin Tongo’da (Pasifik Okyanusu) şeflerin mezarları aynı zam anda ibadet yeriydi. Polinezyalılarm taştan ya­ pılma, üzerlerinde taştan ya da ağaçtan ahu denilen idollerinin bulunduğu ibadet yerlerine aynı zam anda şefler de gömülmekteydi. Megalit kültünün görüldüğü yerlerde köy mezarlığı hem dinsel, hem de toplumsal h ay atın m erke­ zini teşkil etm ektedir. B uşm anlar ve B ergdam alar (Güney A frika) k utsal ateşin etrafını çevirerek, burasını ibadet alanı yapm aktadırlar. A ta figürlerinin, idollerin, ibadet araçlarının, m as­ kelerin korunduğu özel kulübeler; evlerde ocağın ve ate­ şin bulunduğu yerler de kutsal sayılm aktadır (Kuzey ve O rta A sya etnilerinde). Irak u alar ünlü «uzun ev» lerinden ibadet yeri olarak da yararlanm aktaydılar. Pueblo yerlilerinin Kiva denilen, yuvarlak y a da d ö rt köşeli ola­ rak yeraltına yaptıkları ibadet odalarında aynı zamanda erginleme törenleri de yapılırdı.

Soru 38

İbadet ve âyinleri kimler yönetir? Büyü­ cüyle din adamı kesinlikle birbirinden ay­ rılır mı? Şefler aynı zamanda dinsel lider olabilirler mi? Dinsel liderin kendisi kültobjesi olabilir mi?

İbadeti ve âyinleri 3'öneten kim selerin başında din adam ları gelmektedir. Bunların görevleri tan rılarla in­ 80

sa n la r arasında aracılık yapm aktır. Ancak ilkellerde ço­ ğu zam an din adam ıyla büyücünün iş alanı birbirine g ir­ m ektedir. B aşka b ir söyleyişle, din adamı aynı zamanda büyücü, falcı, doktor vb. olabilmektedir. Bu işleri yürü­ ten kimselere E tnoloji’de «M edizinmann» (hekim ) ya da şam an denmektedir. Bu gibi kimselerin seçimleri, dinselbüyüsel işleri yönetme için görevlendirilmeleri, gelişigü­ zel olmaz. İbadeti ve âyinleri yönetenler, bu mesleği ya dinsel-büyüsel güçlere sahip oldukları için, ya da bu am aç­ la bir eğitim ve öğrenimden geçtikten sonra elde ederler. Bunun en tipik örneği şamanizmde görülür. Şaman ola­ bilmek için hem doğaüstü kudretler tarafın d an «seçilmiş» olmak, hem de sıkı bir eğitimden geçmek gerekm ektedir. «M edizinmann» ın cem aat içinde önemli b ir yeri vardır; din adamlığını, büyücülüğü, doktorluğu kişiliğinde topla­ m ıştır. Bu durumu, onu, toplumsal düzenin korunması hakkında da söz sahibi yapm aktadır. Çoğu zaman atalar, ölüler ve tan rılarla ilgili ibadetleri düzenlemek, duaları okum ak, kurban ve- adakları sunmak, bayram ve tören zam anlarını bildirmek klan şefine düşer. Asal kült cema­ ati olan klanda, klan yaşlıları, cem aat üyeleriyle yüce k udretler arasında aracılık yaparlar; çünkü ataların din­ sel ve büyüsel güçlerinin klanın en yaşlı üyesine geçtiğine inanılm aktadır. En küçük ibadet topluluğu olan ailede ise, ibadeti, baba ya da büyükbaba yönetir. Klan, fra tri ve trib ü gibi sınırlı toplymsal kuruluş­ ların dışında büyük toplum larda çoğu zaman dünya iş­ lerini yöneten liderin yanında bir de dinsel işleri yöneten lider bulunm aktadır. Örneğin eskiden Kongo’da kralın yanı sıra dinsel bir şef vardı. Bu şef çeşitli dinsel işlerle birlikte atalar ibadetini yöneten kimseydi. Polinezya’da da, özellikle Hawai adasında, tan rılarla insanlar arasında aracılık yapan ve Tohunga denilen din adam ları büyük k u d ret ve prestij sahibiydiler. 81

Kimi zaman da dinsel ve siyasal kudretleri kişiliğin­ de toplam ış olanların kendileri kült objesi olm uşlardır. Bu durum özellikle yüksek kültürlerde görülm ektedir: «Kut­ sal Prensler», «Kutsal K rallar» ya da «Tanrı-Krallar». Eski M ısır’da, A frika’da, O rta ve Güney A m erika’nın yüksek kültürleriyle, Polinezya'da, kutsal krallara, şefle­ re ve prenslere ya tanrının oğlu, ya yeryüzündeki tem sil­ cisi ya da tanrının kendisi gözüyle bakılmış, bunlar ta n ­ rısal kudretlere özgü birtakım yeteneklerle nitelenmiş­ lerdir.

Soru 39 : İbadetin koşullan nelerdir? İbadetin eksiksiz olarak yerine getirilm iş olması için birtakım koşullar vardır. Duruma göre, bunlardan b iri­ nin ya da birkaçının eksikliği ibadetin bütünlüğünü bo­ zar. Bunların önemlileri şöyle sıralanabilir: a) İbadeti ya da âyini yönetecek bir din adamının (klan yaşlısı, şaman, medizinmann) bulunması gerekir. b) İbadeti y a da âyini yönetecek olanla katılanların belli bir ön hazırlığı yerine getirm eleri gerekir (yıkan­ mak, oruç tutm ak, bedeni ve yüzü boyamak, törensel giy­ siler giymek vb.). c) İbadet ve âyin sırasında belli şeyleri yapmak ya da yapm amak, ritüel kaçınm alara dikkat etmek gerekir (susmak, gülmemek, yüksek sesle konuşm am ak vb.). d) Belli yerlerde ibadet etmek, âyin ve tören düzen­ lemek gerekir (tapınaklar, kurban yerleri, m ezarlıklar, köy alanı, «erkekler evi», koruluklar, resim li kayalıklar, m ağaralar vb.). e) Belli zam anlarda ibadet etmek gerekir (bayram ve törenlerde, kuraklık, savaş zam anlarında vb.). f)’ İbadet, kurbanı adağı, hediyeyi gerektirir. 82

g) ibadetle kurbanın ve duanın yanısıra dans, mü­ zik ve ritüel içerikli oyunların da bulunması gerekir. h) Özel kült araçlarının bulunması ve kullanılması gerekir (idoller, maskeler, çurungalar, müzik aletleri vb.). i) ibadetin bölümlerinden olan ritlerin belli kural­ lara bağlanarak, dondurulması ve kapalı bir sistem içeri­ sinde işlemesi gerekm ektedir.

Soru 40

Dua nedir? Ne zaman dua edilir? Kaç çe­ şit dua vardır? Bunlara örnekler verir mi­ siniz?

İbadetin en önemli öğelerinden biri olan dua, yalın haliyle yüce kudretlerin yardımını ve acımasını sağlamak, onları harekete geçirmek için, insanın içinde bulunduğu durum a göre o anki seslenişidir. Bu niteliğiyle bireysel bir k a ra k te r taşıyan dua; dinsel şefler tarafından yöne­ tilen ibadetlerde kurallara bağlı olarak, belli bir düzen içerisinde, toplumsal bir k arak ter kazanır. Duaları genellikle üç g rupta toplayabiliriz: İstek du­ aları, şükran duaları ve yakınm a duaları. D ualar seşsizce okunduğu gibi, yüksek sesle m ırıl­ danarak ya da belli bir uyum içerisinde şarkı gibi de okı> nur. Dua edilirken belli birtakım jestler, mimikler de ya­ pılır. Genellikle yola çıkarken, ava gitmeden önce, savaşa başlarken, ekin ekerken, ürün alırken, hastalık, kuraklık, doğum, düğün, ölüm, vb. durum larda dua edilir. Ayrıca, güneş doğarken ve batarken, yatarken, yemekten önce ve sonra da dua edilir. istekle ilgili dualar, yaşam aları çevre koşullarına sı­ kı sıkıya bağlı ilkellerde daha çok ava ve yağm ura yönel­ m iştir. örneğin Buşm anlar, kendilerine yiyecek gönder­ mesi için güneşe ya da yıldızlara şöyle y ak arırlar: 83

«Ey oradaki yıldız, Bana bir yabankeçisi göster! E y oradaki yıldız, E lindeki şu değnekle Karınca yuvası kazdır bana. E y oradaki yıldız, Yüreğim i sana sunuyorum , Sen de bana sun! E y oradaki yıldız, Yarın bir toprak kurdu görm ek istiyorum , Öldür köpeği de Doyur beni. Karrhmı doyur ki, Y atıp ııyuyabileyim» (Dammann, s. 118). Ewelerde (A frika), ava çıkan avcı da aya y ak arır «Ey yeni ay! Avlanmama yardım e t de, korulukta avla­ nabileyim. Y alvarırım sana!» (Dammann, s. 118). K uraklık zamanında yapılan yağm ur duaları ya yalın bir duadan ib arettir ya da dua ile birlikte kurbanı da ge­ rek tirir. Birinci durumu B onapart K örfezi’ndeki A vustral­ y a yerlilerinin bir duasıyla örnekleyebiliriz: «Yosun ta ­ bakası! Su yolla bize! Yosun tabakası! Suyunu boşalt!» (W orm s-Petri, s. 194). B uradaki yosun tabakası yağm ur bulutunu sembollem ektedir. Çevre koşullarına bağlı olarak yaşayan Namalar (A frika’da) Tsui-Goab denen kudrete şöyle y alv arır­ lar: «Sen, Tsui-Goab’ım benim, Bulutları yağdır ki, 84

Sıkıntısız yaşayalım. Tarlalardaki ürünleri büyüt ki, Sokanlarımız olsun» (Dammann, s. 119). Kimi zam anda bu tü r dualar: «Erob, Erob, Erob! Susuzluktan ölüyoruz, Su ver bize!» gibi yalın, fak at çarpıcı bir an ­ latım kazanm ıştır. K urban da gerektiren yağm ur duası için, A frik a’da­ ki Nyamwezlerden aşağıdaki örneği verelim : Y ağm ur yağm adığı zam an biraz un, biraz ham ur, b ir keçi ve ko­ yun hazırlanır.- Davul çalınarak şeflerin m ezarlarına gidi­ lir. E ğ er bu m ezarlar yıkılm ışsa onarılır y a da yeniden yapılır. H er şey hazır olduktan sonra, duayı yöneten şef, kurban kulübesine girer ve atalara seslenir: «Ey beni dünyada bırakan şef, Kurban sunm aya geliyorum sana. Çoktandır yağm ur düşmez oldu toprağımıza, Yağm ur ver bize!». Bundan sonra keçiye ve koyuna ham ur süren şef, atalara ait bir kabın içine boşalttığı içkiyi t mezarın ¡üstüne dökerek: «İşte suyun burada senin! Bana yağm ur ver! Yağm ur yağsın! N iye terkedersin beni? Efendim sin benim! R ütbem i senden aldım. Çaldırmadım da O ysa sen yüzüstü bıraktın beni! Beni yüzüstü bırakır da, Yağdırmazsan toprağıma yağm uru, Başka yere gidecekler bizimkiler! B ak, işte keçin, işte koyunun burada!» Bundan sonra kurban kesilir ve kurban yemeği yeni­ 85

lir. K urban yemeğine şefin dışında herkes katılır (Dammann, s. 124). Fin halklarının önemli gruplarından olan W otyaklar, orman tanrısı için ağaç dalına bir parça ekmek koyarak şöyle dua etm ekteydiler: «Orman tanrısı! Bana orman hayvanları, sincap, tilki, ayı ver. A rı da ver, onları arı kovanım a sok. Sen bunları yaparsan, ben de sana sunuda bulunurum (Paulson, s. 176). Ateş toprağında yaşayan Selknam lar (Güney A m erika), çokça k ar yağdığı zaman, bir kadın bir parça odun kömürü alarak havaya a ta r ve şöyle der: «A ttığım şey senin olsun, bize acı da, güzel bir hava ver!» (Hirschberg, s. 324). Buradaki kömür parça­ sı, tan rın ın gönlünü hoş etmek için, b ir kurban yerine geçmektedir. Şükran duaları, istenilen şey elde edildikten sonra yapılır. Örneğin Buşm anlar yağm urdan sonra: «.Tanrı, Tanrı, T ann! Yağm ur yağdı, yağm ur yağdı! Yağmur, su, yağm ur, su. A rtık su içebiliriz, yağdı yağmur. Tanrı! T ann! Tanrı! A rtık su içebiliriz!» (Dammann, s. 121) diyerek şükranlarını bildirirler. Tanrılardan ya da yüce kudretlerden istenilen şeyler olmazsa, o zaman duaların yerini kınam alar alm akta, in­ sanlar öfkeyle tan rılara karşı çıkm aktadırlar. Örneğin A frika’daki Pongaların istekleri yerine gelmezse ta n rı­ lara şöyle seslenirler: «tşe yaramaz tanrılar sizi! Keder verdiniz bize. Kurban sunduk size, ama sesimize kulak vermediniz. Soyulup sovana çevrildik. Kinle dolu içimiz! Bizi varlıklı kılmıyorsunuz.» Aynı şekilde Zulu’lu bir şef de, yardım dilediği atalarından yakınarak kendilerine, bol yiyecek yerine hastalık verdikleri için, onları hiç çekin­ meden kınam aktadır (Dammann, s. 121). 86

Akşam yapılan dualar genellikle hem şükranı, hem de ertesi güne sağ-esen çıkmayı dile getirm ektedirler. A m erika yerlilerinin dualarından biri şöyledir: «E y dağ­ ların ve vadilerin tanrısı, ey ağaçların tanrısı, ey sarm a­ şıkların tanrısı, senin ayaklarının dibinde, ellerinin altın­ da uyuyacağım ... Gün doğacak ya n n , güneş yeniden par­ layacak... Nerede olacağım bilmiyorum. A nam da, babam da sensin. Beni görüyorsun, beni tüm karanlıklardan, en­ gellerden koru, yolum u açarsın... E y tanrı, Tanrım , dağ­ ların ve vadilerin Tanrısı...» (Heiler, 1919, s. 93). H abe­ şis ta n ’daki Gallaların akşam duaları da iyi geçen bir güne şü k ran duyulduğunu ve gecenin de iyi geçmesini dilemek­ te d ir: «Ey T ann, günüm ü iyi geçirttin, gecemi de iyi ge­ çirt, ey yücelerin yücesi Tann!» (Heiler, 1919, s. 93). Tah iti’li bir aile başkanı da yatm adan önce tan rısın a şöyle y ak arm ak tad ır: «Koru beni, koru beni. B u tanrıların ge­ cesidir. Yakınım da ol da, gözet beni, T a n n m ! Beni kara büyüden, birdenbire ölm ekten, kötü davranıştan, iftira a t­ m aktan ya da iftiraya uğram aktan, hileden ve sınır ka v­ galarından koru! Bize iyilik bağışla! İnsanın görünce, saçlarının dim dik olduğu öfkeli savaşçının öfkesinden ko ­ ru beni! Beni ve ruhum u yaşat, bu gecemi iyilikle doldur, Tanrım!» (Nevermann, s. 12).

Soru 41

İbadetin önemli öğelerinden olan kurban hangi amaçlara yönelmiştir? Kurbanlar kaç kısma ayrılır? tik ürün, ilk av kim­ lere sunulur?

İbadetin önemli bir bölümünü teşkil eden kurban, do­ ğaüstü alana giren kudretlerle barışıklığı sağlamak, onla­ rın verdiklerine teşekkür etmek ve onlardan bir şeyler is­ tem ek için sunulur. Yönelmiş olduğu am açlara göre, kur87

bam d ö rt g ru p ta toplayabiliriz: a) İstenilen şeyi elde et­ mek için sunulan kurbanlar; b) elde edilen şeye teşekkür için sunulan ku rb an lar; c) bir günahı, bir kusuru bağışlat­ mak için sunulan kurbanlar; d) ük üründen, ilk avdan vb. Yüce V arlık’a sunulan hak kurbanları. K urbanlar, kanlı ve kansız olmak üzere başlıca iki bö­ lüme ayrılır. Kanlı kurbanlara h er çeşit hayvan girdiği gibi insam n bedeninin bir yerinden çıkardığı kan da girer. Örneğin M alakka’daki Semanglar, fırtınalı havalarda y a­ ratıcı Yüce Tanrılarını yatıştırm ak için, baldırlarını kes­ kin bir şeyle birazcık keserek birkaç dam la kan çıkartır, kam b ir saz parçasının içindeki suyla k a rıştıra ra k to p ra­ ğa dökerler. Buna «kan kurbanı» denir (Hirschberg, s. 324). Kuzey A m erika’daki Preri yerlileri koruyucu kud­ retin onuruna bedenlerinin bir yerinden kan çıkarırlar. Ke­ silerek sunulan kurbanların başında koyun, keçi, at, do­ muz, rengeyiği, ayı, horoz, tavuk vb. gelir. Kansız sunu­ larsa, her tü rlü yiyecek, içecek ve değerli eşyadır. K urbam sunma biçimleri de, sunulanın niteliğine gö­ re değişmektedir. Genellikle hayvanlan ritüel biçimde kes­ mek kuraldandır. Yiyecek, içecek gibi şeyler m ezarlara, sunaklara ya da kutsal bilinen yerlere bırakılır. Gök ta u n ­ larına verilecek kurbanlar için, yüksek yerler seçilirken, yer ta n n la n için toprağın ü stü ya da içi yağlanır. Deniz tanrısı içinse en uygun yer denizdir. İlginç bir kurban şekli olan hak kurbam , hemen he­ men bütün ilkellerde görülm ektedir. Elde edilen ilk ürün, ilk av. onu insanlara gönderen Yüce V arlık’ın hakkıdır. Bir şeyin ilki, tanrılara, ata la ra ya da öteki doğaüstü kud­ retlere sunulduktan sonra, diğerleri insanlar tarafından yenilir. Bu da bir âyinle k utlanarak olur. A yrıca ilk elde edilen ürünü, önce, toplum da kral, şef, rah ip vb. önemli yerleri olan kimseler yerler. Örneğin A ngalarda yeni ta ­ hıldan yoğrulan ham uru ilkin din adamı yem ektedir (Van 88

s. 190 - 191). Avcı kavimlerde hayvanların ta n rı­ sına avlanan hayvanlardan bir parça sunm ak oldukça sık rastlanılan bir âdettir. Çoban halklarda yeni doğmuş h ay ­ van y a v ru la n ; süt ve sü tten yapılm a yiyecekler ta n n la ra sunulur. H abeşistan’daki G allalarda keçi ve koyun k u rb a­ nının yam sıra gök tanrısına yemek de sunulur. İlkeller, sunulan canh ve cansız kurbanların, yüce varlıklar, atalar ve manevî kudretler tarafın d an sadece özünün abndığım tasarım lam aktadırlar. Kimi zaman da değerli olan bir şeyin yerine geçmesi dileğiyle değersiz bir şey de sunulur. Örneğin M ısır Su­ danındaki Nuelerde öküz yerine bir h ıy ar sunulur. Bu­ rad a sembolik bir kurban ve iyi niyet söz konusudur. B ir öküz kurban edemeyecek kad ar yoksul olan N ue’li, ta n ­ rının, kendine sunulan sembolik kurbanı kabul edeceğine inanm aktadır (Van Baaren, s. 188). Ü rün alma sırasında düzenlenen şölenlerde çok say ı­ da sığır ve domuz kurban etme, asıl am acının dışında da, yani ta n rıları ve ataları hoşnut etm ekle beraber, şölen sahibinin öte dünyada iyi b ir yer kapm asına da yardım eder. K urban ve adak, «Ben sana veriyorum , sen de bana ver,» ilkesine dayanır. B aaren,

Soru 42

İbadette kullanılan araçların başlı çaları hangileridir? Bunların kutsallığı nereden gelmektedir?

İlkellerde görülen ibadet araçlarının genellikle hem araç, hem tapınılan ve kutsanan obje olarak ikili görev­ leri vardır. Çoğu zam anda bu görevleri kesinlikle biribirinden ayırm ak zordur. îb ad et araçlarının başında maskeler, a ta heykelleri, 89

totem heykelleri, kült direkleri, hayvan figürleri, amuletler, vm ıltılı ta h tala r, kaynana zırıltıları, çeşitli müzik aletleri, idoller, taşlar, am tta şla r (m egalit), dua değir­ menleri, dua değnekleri vb. gelmektedir. • Maskelerin, ölmüş ataları, m itik k ah ram an lan , demonları, ruhları tem sil ettiklerine inanılm aktadır. Mas­ keleri tak an lar da belli bir süre onlann kişiliğine dönüş­ mekle bu üstün yeteneklere kavuşm aktadırlar. Bu bakım ­ dan, m askeler hemen h er tü rlü ibadet ve âyinde, hem kutsanan obje, hem de araç olarak önemli ro l oynarlar. İçlerinde koruyucu bir gücü barındırdığına inanılan kü­ çük m askeler üstte ta şın ır ve taşıyanı zararlı dış etki­ lerden koruduğu sanılır. Erginlem e törenlerinde ve er­ kekler derneğine girm ek için düzenlenen ritlerde de m as­ keler büyük önem ta şırlar. Mitik olayların canlandırıldığı ve temelinde ibadetin yattığ ı kült dram larında da m as­ keler önemli bir araçtır. Aynı durum a ta ve totem heykelleri için de söz ko­ nusudur. A taları canlandıran bu taştan , ağaçtan, ya da başka malzemeden yapılm a heykeller, a ta la r ve ölüler ibadetinin kaçınılmaz araçlarındandır. Bu heykellerin içinde a ta ruhlarının eğleştikleri kabul edilir; onlara k u r­ banlar kesilir, adaklar sunulur ve dualar edilir. M askeler ve heykeller gibi, birtakım müzik araçları da ibadette önemli rol oynarlar. Üzerleri çeşitli şekil ve resim lerle süslenmiş kavalların, davulların, sazların, bo­ razanların vb. manevî y aratık ların seslerini sembolize e t­ tiklerine inanıldığı için, bunlara kültik araç lar gözüyle bakılır ve ibadetlerde kullanılır. B ir de vınıltılı ya da gürültülü ses çıkaran araç lar v ard ır ki, bunlar arasında kaynana zırıltılarını, özellikle A vustralya yerlilerinin kul­ landıkları çurunga’yı belirtm emiz gerekir. Pueblo yerlileriyle (Kuzey A m erika) bunların kom­ şuları olan Navaho ve Hopilerde üzerlerine dualar okun­ 90

duktan ve m ısır unu serpildikten sonra ta n rıla ra adak olarak sunulan çubuklar söz konusu yerlilerin bayram ­ larında maskelerle birlikte önemli rol oynarlar. Aynuların Inao’ları da dua çubukları gibi kullanılır. Üzerlerine dualar yazılmış ve bir el değirm enini an­ d ıran dua değirmenleri de özellikle Tibetlilerde gerek ki­ şisel, gerekse toplu ibadetlerde kullanılan önemli b ir araç­ tır. Üzerlerine «Om Mani Padme Hum» sözünün yazıldığı rulo k âğ ıtlar değirm enlerin içine y erleştirilir; bu değir­ menleri elle çeviren kimse duayı yüzlerce kez te k ra rla­ mış olur. Ayrıca bunların rüzgârla ve suyla çevrilenleri de vardır. Bu saydığımız ibadet araçları hiç bir zaman günlük araç - gereç işlemi görmez. Gizli yerlerde, tapınaklarda, erkekler evi’nde saklanır; erginleme ritlerinden geçmemiş çocuklara ve kadınlara gösterilmez, onların dokunmala­ rın a ve kullanm alarına izin verilmez.

Soru 43

Tipik bir kutsal araç olan çurunga en çok nerede kullanılır? Biçimsel özellikleri ne­ lerdir? Kimlere tabudur? I

K ültik am açlarla kullanılan düz, içbükey, dışbükey; oval y a da köşeli ta h ta la rın kutsallığı, ataların, m itik kahram anların, dem onlann vb. seslerini canlandırm asın­ dan ileri gelmektedir. B unlara aynı zam anda içlerinde m i­ tik y aratık ların bulunduğu kutsal araçlar gözüyle de ba­ kılm aktadır. Delik uçlarına takılan ipten ya da sırım dan tu tu lup hızla çevrildiği zaman vmlıyan bu ta h tala r en çok A vustralya yerlileri arasında kullanılır. Ayrıca Af­ rik a ’nın çeşitli bölgelerinde, seyrek olarak Endonezya (Borneo ve Malaya A rşipelinde), Melanezya (Yeni Gine, Salomon Adaları) ve Kuzey, O rta ve Güney Am erika’da 91

kullanılm aktadır. Bu aracın E ski M ısır (hastalık tedavi­ sinde) ve E ski Y unanistan’da da kullanıldığı bilinm ekte­ dir. Erginlem e törenlerinde ve ritüel özlü bayram larda kullanılan bu kutsal araç kadınlara ve çocuklara tabudur. A vustralya yerlileri bu vınıltılı ses çıkaran ta h ta la ra çurunga dem ektedirler. Kelimenin aslı m erkezî A vustral­ y a ’daki A randaların dilinden gelmektedir. Sadçce ağaç­ ta n değil, taştan, sedeften, deniz hayvanlarının kabukla­ rından da yapılan ve biçimleri çok değişik olan çurungaların en yaygım dikdörtgen ya da oval olanıdır; bir yüzleri içbükey, öteki yüzleri dışbükeydir. H er iki yüzü düz olanlan da vardır. Uzunlukları birkaç santim etreden b ir iki m etreye kadar değişm ektedir. Ama uzunlukları altm ış santim kadar olanları çoğunluktadır! Üzerlerine değirm i, sarm al ya da köşeli şekiller işlendiği gibi stilize hayvan (kanguru, yılan, devekuşu vb. ) ve insan figürleri de oyulm uştur. Bu figürlerin hepsi sembolik anlam lar ta şırlar. Çurungaların saklandığı yerlere ancak kabilenin en yaşlısı eşliğinde girilir. Küçük çurungalar sahipleri ta r a ­ fından koltuk altlarında ya da saç içinde saklanır. Büyük boydakilerse ağaç kabuklarına, saçlara, devekuşu tü y ­ lerine sarılarak, yerleşim bölgesinin yakınındaki taşın, ağacın altına, ya da bir m ağaranın içine saklanır. îk i m etre uzunluğunda olanlarsa, erginleme ritlerinden geç­ memiş olanların girm elerinin yasak olduğu yerlerde ko­ ru n u rlar. Kimi zaman çurunga sayısı söz konusu kabi­ lenin üye sayısından da çok olur. B unlar doğaüstü alana giren çeşitli k u tsal varlıkların b irer sembolü, amblemi ve barınağı olarak yerliierin din­ sel h ayatlarında önemli rol oynarlar.

92

Soru 44

ölüler ibadeti nasıl bir düşünceden doğ­ muştur? Dinin başlangıcını ölüler ibadetin­ de arayabilir iniyiz?

ilkeller, genellikle, ölümle tam ve kesin b ir tükenişe inanm am akta, sadece ölenin «canlılık» durum unda b ir değişiklik olduğunu kabul etm ektedirler. B aşka b ir söy­ leyişle, ölen kimse yaşam asını herhangi b ir biçimde sü r­ dürm ekte, geride bıraktık larıy la ilişkiler kurm akta, h a t­ ta onların günlük yaşantılarını ve yazgılarını olumlu ya da olumsuz yönden etkileyebilm ektedir. Hem ölenin geri dönerek insanlara z a ra r verebilece­ ği korkusu, hem de anılmaya, yiyeceğe, giyeceğe vb. ih­ tiyacı olduğu inancı ölü kültünü oluşturan önemli etm en­ dir. Bu iki yanlı duygu, yani korku ve sevgi, ölüleri göm­ me biçimlerini de etkilem ektedir; kimi yerlerde ceset hemencecik gömüldüğü, ıssız yerlere bırakıldığı, h a tta vahşî hayvanların yemesine terkedildiği gibi, kimi yerler­ de de evin içine, avluya, köy meydanına göm ülür ve me­ zarına yiyecek, içecek, giyecek vb. bırakılır. B ir sürü kültik ve ritüel özlü işlemin ve pratiğin uygulam asını da gerektiren ölü kültü çeşitli bölgelerde yerel özellikler gösterm ekle beraber, ana çizgisi bakı­ mından aynıdır. Din Etnolojisinde önemli bir yer tu ta n bu tü r işlem ve pratiklerin başlıcaları cesetle, gömülpneyle, mezarla, ölü yemeğiyle, ölünün ölüler dünyasına gitmesiyle, ge­ ride bıraktığı eşyasıyla, yasla, ağıtla vb. ilgili olanlarıdır. Bunların bir bölümü 53. soruda söz konusu edilecektir. Ölü kültünün, baba hukukuna göre düzenlenmiş kül­ türlerde sadece erkekleri içine alıp, k adınlan ve çocuk­ ları bu kapsam ın dışında bıraktığı; buna karşılık ana hukukuna göre düzenlenmiş kültürlerdeyse sadece kadın­ la n kapsadığı görülm ektedir. Ölü kültü cem aatın her 93

üyesine yönelmiş olmakla beraber, toplum sal ve dinsel rütbeleri bakımından sivrilm iş kimselerin bu konuda da­ ha çok önem kazandıkları görülmektedir. Kabile şefleri, ünlü savaşçılar ya da şam anlar öldükten sonra da büyük saygı görürler. Bu nokta atalar ibadetine geçiş köprü­ sünü de teşkil etm ektedir (Konig, s. 520). Ölüler ibadetiyle a ta la r ibadeti çoğu zaman iç içe girm iş görünmekle beraber; ölüler ibadetinin, yeni ölmüş kimselere yönelmesi, a talar ibadetinden ayrıldığı başlıca noktadır. Oysa atalar ibadetinde, adından da anlaşılacağı gibi çok eskiden ölmüş bulunan atalar söz konusudur. H. Spencer dinin kökeninin manizm (ölüler ve atalar ibadeti) inancında yattığını ileri sürmüş, sosyologlar bu görüşe katılm ışlardır. Etnologlar ve din tarihçileri bu görüşü paylaşm am aktadırlar. Çünkü alçak k ültür basa­ m aklarında bulunan ilkellerde manizm az gelişm iştir.

Soru 45

A talar ibadeti hangi düşünceden doğmuş­ tu r?

Ölüler ibadeti gibi, atalar ibadeti de ölenlerin, ölüm­ den sonra da hayatlarını sürdürdükleri inancına ve bağlı bulundukları cem aatla ilişkilerini koparm adıkları düşün­ cesine dayanm aktadır. A talar ibadetinin görüldüğü y er­ lerdeki halkların inancına göre, insan, ölümle bedenini kaybetm ektedir; fakat benliği, daha doğrusu manevî v ar­ lığı yeryüzünde kalm akta, geride bıraktığı kim selerin h a­ yatlarını etkileyebilmektedir. Onlara göre, ölüm hayatın bitişi değildir. Böyle bir inançtan çıkış noktası bulan ata la r ibade­ tinde, ancak belli kişiler; özellikle kabile atası, ünlü sa­ vaşçılar, din adamları vb. tapmılmaya, kurbana ve dua­ ya hak kazanm aktadır. Çünkü bunlar sağlıklarında da 94

toplum ları için büyük ve önemli işler görm üşlerdir. On­ ları ötekilerden ayıran insanüstü yetenekleri ölümlerin­ den sonra da kaybolm am aktadır. B irtakım m istik güçlerle dolu bulunan bu gibi kim selerin gönüllerini hoş tutm ak, anılarını tazelemek, kurban ve adaklarla anmak yoluyla bitkilerin, hayvanların çoğalmasını sağlam ak müm kün­ dür. Bu am açla ataların figürleri ve m askeleri yapılm ak­ ta, adlarına bayram ve törenler düzenlenmektedir. Özel­ likle m askeler; ataların, erginleme törenlerinde ve kültik özlü oyunlarda insanların arasına katılm alarını sağlam ak­ tad ırlar. A talar ibadeti kafatası kültünü de doğurm uştur. H ay at gücünün kafatası içinde bulunduğu inancı, ölen­ lerin kafataslarının k utsal yerlerde saklanm ası âdetini de yaygınlaştırm ıştı^ Özellikle M elanezyalılarda iyice ge­ lişm iş bir kafatası kültü görülm ektedir. A talar, dinsel ve toplum sal buyrukların, gelenek ve âdetlerin koruyucuları olarak kabul edilirler. Bunların yerine getirilm esi onları hoşnut ettiği gibi, tersi de öf­ kelendirm ekte, klanın ya da tribünün başına birtakım felâketlerin gelmesin'e sebep olm aktadır. Kabilenin, boyun ilk kurucusu ata sayılır ve olağan­ ü stü yeteneklerle nitelenir, doğaüstü varlık larla bağlan­ tılı görülür. Kimi zam anda gerçek anlam da bir kabile atası yerini m itik b ir ataya terketm ektedir. Örneğin A vustralya yerlilerinin çoğu her çeşit k ü ltü r zenginliğini, k u rum lan, bilgileri, yiyecek ve içecekleri m itik k arak ­ terdeki klan ataların a borçlu olduklarına inanırlar. A talar ibadetinin görüldüğü toplum larda Yüce V ar­ lık inancı ya ikinci plana düşmüş ya da tümden önemini yitirm iştir. E n çok A frika’nın, O kyanusya’nın, Güney ve Doğu A sy a’nın tarım la uğraşan yerlileri ile, Güney A m erika’­ nın Amazon bölgesinde görülen ata la r ibadeti, yüksek 95

kültürlerde de (Çin, E ski Roma ve Y unanistan) bilin­ mektedir.

Soru 46

Hayvan kültii en çok hangi halklarda gö­ rülür? En çok hangi hayvanlar kutsanır? Hayvan kültü totemizm alanına girer mi ?

En çok avcı halklarda görülen hayvan kültü, hay­ vanla insan arasındaki dinsel ve büyüsel b ir ilişkinin' çev­ resinde toplanm ıştır. Geçimlerini avcılıktan, balıkçılık­ tan ya da hayvan beslemekten sağlayan h alk lard a hay­ vanlar büyük b ir önem kazanmış, bu önem giderek k u t­ sal bir niteliğe dönüşmüştür. Avcılığı kutsal bir uğraşı olarak kabul eden avcı halklarda, av hayvanı da kutsal kabul edilm ektedir. Bu nedenle avcı, avcılık mesleğini öğrenirken, ava hazırla­ nırken, av sırasında ve hayvanın öldürülüşünde birtakım büyüsel yollara başvurur, m askeler tak m ak ; hayvan di­ şinden, pençesinden, tüylerinden yapılm ış am uletler ta ­ şımak; kayalara, kum lara av hayvanlarının ve av sah ­ nelerinin resim lerini yapm ak (Buşm anlarda, A vustralya y erlilerinde); hayvanların belli yerlerini yemek, kanla­ rım içmek; avdan önce ritüel tem izlik; avlanan hayvan­ dan bir parçayı «av tanrısı» na kurban olarak sunm ak; av hayvanlarını etkilemek amacıyla d anslar yapm ak vb. hayvan kültünün avcılıkla ilgili alanına giren kültik ve büyüsel işlemlerin bir bölümünü teşkil etm ektedir. Sığırcılıkla geçinen halklarda hayvanla insan arasın­ da sıkı bir ilişki görülm ektedir. Doğu A frik a’da ve Su­ dan’da sığır besleyen halklarda sığırın önemli bir yeri vardır. Örneğin Doğu A frik a’daki Sukların dilinde, sığ ır­ la ilişkili her şeyin, özel bir adı vardır. K utsal inekler satılm azlar; ancak çok gerekli bir zam anda kurban edi­ 96

lirler; bu a ta ruhlarına seslenmenin en son şeklidir (Van B aaren, s. 88-89). Güney H indistan’da, N ilgiri dağların­ da yaşayan Todolann dinsel tasarım lan sığ ır çevresinde toplanm ıştır. Köylerdeki kutsal sü t evlerinde m andalar özel âyinlerle sağılır. Çoğu ilkellerin mitlerinde, dinsel inançlannda karga, k arta l, horoz, atmaca, ağaçkakan vb. k uşlar; bukalemun, kertenkele, yılan gibi sürüngenler ateşi yeryüzüne geti­ ren,, insanları kurtaran, dünyayı y aratan ya da dünyanın yaratılm asına yardım eden hayvanlar olarak rol oyna­ m ak ta ve kutsanm aktadır. Örneğin kartal Kuzey Ame­ rik a yerlilerinin çoğunca, N ijery a’daki îbibiolarca, Buryatlarca, Yenisey O stiyaklannca, A m erika’nın eski yük-r sek kültürlerince doğaüstü kudretlerle nitelenen bir kuş­ tur. Mitolojide, inançlarda, san atta gökyüzünün temsilci­ si olarak büyük b ir rol oynayan k artala aynı zamanda gelecekten haber veren, ruhları öte dünyaya götüren, gökle yer arasında aracılık yapan kutsal bir kuş gözüyle bakılm aktadır. Sürüngen hayvanların içerisinde, özellikle yılanın büyük bir önemi vardır. Deri değiştirmesinden dolayı ölmezlik düşüncesini sembolleyen yılanın mitolo­ jide, ibadette, büyücülükte ve san atta oynadığı rol ev­ renseldir. Özellikle A frik a’da korku ve saygıyla karışık, gelişmiş bir yılan kültü/görülür. O rta A m erika’nın eski kültürlerinde yılan çoğu zaman yüce varlıklarla aynı tu tulm uştur. A m erika yerlileri yeraltı kudretlerini yılan biçiminde tasarım larlar. Yılan; ölümsüzlüğü, gücü ve dünyanın yaratılışım sembolleyen b ir m otif olarak da ilkellerin sanatında çok sık yer alm aktadır. H ayvan kültünün tipik örneklerinden biri de kuşku­ suz totemizmde görülür. Totem hayvanı ile klan üyeleri arasındaki bağ hem akrabalık, hem de m istik bir ilişkiyi içerm ekte ve bu ilişkiden b ir kült doğm aktadır. Hayvan­ da insan arasındaki sıkı ilişkinin bir kader birliğine, mis­ 97

tik ve m ajik bir bağlantıya dönüşmüş olması totemizmin değişik b ir biçimi olan birey totemizminde ya da öbür adıyla «öteki ben» inancında çok açık seçik görülm ekte­ dir (Bkz.: Soru 18). Bu konuyu totemizmle ilgili soru­ larda açıkladığımız için, burada üzerinde durmayacağız. A yrıca at, bizon ve ayı çevresinde oluşmuş kültler de vardır. At, daha çok O rta Asya’da kutsanan b ir hayvan­ dır. . Bizon, P reri yerlilerinin (Kuzey A m erika) dinsel dünyalarım büyük çapta etkilem iştir; âyinlerde, m itlerde önemli b ir yer alan hayvanın adına dinsel törenler dü­ zenlendiği gibi, onu çoğaltmak amacıyla da büyüsel p ra ­ tik ler yapılm ıştır. Ayı ise başlıbaşına b ir kültü oluştur­ m uştur.

Soru 47

Ayı kültünün temelinde hangi düşünce yatmaktadır? Ayı kültü en çok kimlerde görülür? Bu konuda ilginç bir örnek veri­ lebilir mi?

H ayvanlara dönük ibadetin tipik örneklerinden biri ayıyla ilgili olanıdır. Ayının içinde kutsal bir yaratığın, daha doğrusu ta n rı’mn bulunduğu inancı ayı kültünün doğmasına sebep olmuştur. Ayıyı öldürmekle k u tsal v a r­ lığın özgürlüğüne kavuşacağına inanılm aktadır. Böylece dünyasal kılığından kurtulan varlık, kejıdini k u rtara n la­ ra m utluluk getirecektir. Ayı kültünün kökü, onun, in­ sanlara benzeyen bir atadan geldiği tasarım ın d a y a t­ m aktadır. Ayı törenleri ta ş devrine kad ar gitm ektedir. En çok Kuzey A sya etnilerinde, Kuzey A m erika y er­ lilerinde ve Amur bölgesindeki G ilyaklarda görülen ve günlerce süren ayı kültü; ayının yakalanm ası, b ir süre çok iyi yedirilip içirilmesi, bir konuk gibi ağırlanm ası, özür dilenerek öldürülmesi, öldürme sırasında törene ka98

tıla n la n n ağlaşması, etinin paylaştırılm ası, kem iklerinin büyüsel işlemlerle gömülmesi gibi evrelerden ibarettir. O stiyaklar ve Vogullar öldürülmüş ayının çevresinde onun h areketlerini ta k lit ederek oynarlar. A ynular ve Gilyaklar, ibadet amacıyla yakaladıkları genç ayıları bir yere k ap atarak özenle beslerler. Birkaç gün süren tören ve şenliklerden sonra ayı öldürülür. Ancak ayının ruhunun kendilerinden öç alacağı korkusuyla ondan özür dilenir; bu arad a kadınlar ağlaşırlar. E tinin yenm esi için köy halkı çağrılır. Ayının yüzülmüş postu ve kellesi şölenin verildiği odaya asılır; böylece ayının da şölene katılm a­ sının sağlanm ış olacağına inanılır. Ayı kültünün görüldüğü kimi h alklarda da ayı tü r ­ lü oyunlarla ipinden çıkartılıp öldürüldükten sonra, tö ­ renin ve bayram ın yapılacağı yere getirilir. Ancak, ayı­ nın uyurken öldürülmesi hiç iyi sayılmaz. Onun için ayı uyandırılır ve ininden dışarı çıkması beklenir. Evenklerde (Tunguzlar) ayının yakalanm asından, onun yenilmesine, kem iklerinin gömülmesine kadar uza­ yan süre ana çizgileriyle aşağıdaki gibidir: Ayının bulunduğu ini keşfeden avcı, ini ve dönüş yo­ lunu iyice aklında tutm ay a çalışarak barındığı yere döner. O raya yaklaşırken k arg a gibi bağırm aya başlar. Bunu duyan yaşlı ve tecrübeli avcılar kulübelerinden dışarı fırlay arak aynı şekilde bağırırlar, in i bulan avcı k a r­ ganın hareketlerini ta k lit ederek, taygada bulduğu avı haber v erir; ötekiler buna aynı hareketlerle karşılık ve­ rirler, böylece bir pandomim başlam ış olur. Bundan son­ ra ayıyı bulan avcının barınağında toplanılarak iş bö­ lümü yapılır. E rtesi gün sabahleyin «avlarını gagala­ mak için taygaya doğru uçarak» yerlerini terk ederler. O nlar orm anın içinde iyice kaybolmadan, arkalarından bakılmaz. Geride kalanlar birtakım büyüsel kaçınm alara 99

dikkat etm ek zorundadırlar: Saçlarım taram azlar, elle­ rini yıkam azlar, ellerine keskin bir şey almazlar. M ağaradaki ayının öldürülmesi çok ince bir tekniği gerektirm ektedir. En yaşlı avcı, ine yaklaşıp ayıyı dı­ şarıya çıkartm ak için görevlendirilir; bu avcı ayıya yal­ varır, onu komik jestlerle güldürerek d ışarıy a çıkarm a­ ya çalışır. Ayı, inin deliğinden başını gösterdiği zaman, avcılar hep birden «yavaş yavaş dedecik, ninecik!» diye bağırırlar. Ayı öldürüldükten ve ininden dışarıya sürük­ lendikten sonra da, pandomim sürer. K arga sesiyle çığ­ rışan avcılar kurtların, tilkilerin, kunduzların lezzetli ayı etinden tatm ak için töplanacaklannı, böylece ayının ru ­ hunun da kendini bu hayvanların öldürdüğüne inanarak avcılardan öç almayacağını sanırlar. Pandomimden son­ ra yaşlı avcı ayının ağızını açarak, boğazına on santim uzunluğunda bir değnek sokar ve «dedecik, esnesene!» der. Böylece hayvanın ruhu bedenini terketm iş ve derisi yüzülürken ruhu zedelenmemiş olur. H ayvanın derisi yü­ züldükten sonra, ayıya nerede yaşadığı, ne yediği, ki­ minle cinsel ilişkide bulunduğu vb. hakkında sorular so­ rulur. Bu soruları avcılardan biri cevaplandırır. Bun­ dan sonra, avının dağdan yuvarlanarak öldüğü söylenir; avcılar yüzünden değil de, kendi dikkatsizliği sonucu başına bu işin geldiği hakkında kandırılm aya çalışılır. Eğer ayı bunlara inanmazsa, o zaman kendini öldüren­ lerin onlar olmadığı söylenir. Bu konuşm alar sırasında belli kurallara göre hayvanın kam ı yarılır; karın derisi iki yana açılır. Ava katılm ış her avcı, sıray a girerek, küçük bir âyin yayıyla ayının iki yana açılmış derisine oklar atar. Şölen üç gün sürer, ilk gün gece yarısına kadar dans edilir; ikinci gün gülüp eğlenerek yenir içi­ lir ve ayının gözleri gömülür; üçüncü gün ayının başı ormana gömülerek tören sona erdirilir (Rudy, s. 79-81). 100

Soru 48

Taş, ağaç ve su kültü ne gibi özellikleri içermektedir?

İbadetle ilgili inanma, uygulama ve pratiklerde ta ş ­ ların önemli bir yeri vardır. Gerek y ap ılan , gerekse bi­ çimleri bakımından ilgiyi çeken ta şlar ve kay alar b irta­ kım doğaüstü kudretlerle nitelenmiş, içlerinde tanrıların, ataların ve cinlerin eğleştiğine inanılm ıştır. T aşlar ve k ayalar ya kült araçları ya da doğrudan doğruya ibadet edilen, kurban sunulan, yardım dilenilen birer kutsal ob­ je olm uşlardır. B unlann dışında amulet, uğurluk, fetiş vb. olarak da geniş bir uygulama alanı bulm uşlardır. M egalit kültürde görülen anıttaşlar, ta ş m asalar, ta ş me­ zarlar, ibadet yerleri olarak büyük rol oynam aktadırlar. Göktaşları da doğurganlığın ve bolluğun birer belir­ tisi ve amblemi sayılm ışlardır. Örneğin B u ry atlard a «gök­ ten düşmüş» belli taşların yağm ur getireceğine inanılır, kuraklık zam anlarında onlara adaklar sunulur (H arva, s. 153). B irtakım kutsal taşların doğumla ilgili âdetlerde, k ı­ sır kadınlara doğurganlık gücü verdiği inancı pek yay­ gındır. Örneğin Güney H indistan’da k ısır kadınlar, iç­ lerinde ataların eğleştiklerine inandıkları dolmenlere adak­ lar sunduktan sonra, ellerini sürerler. Kuzey K aliforniya’­ daki kısır kadınlar, gebe kadınlara benzeyen kayalara dokunurlar; Güney Yeni Gine’deki Kai -adasında çocuk isteyen kadınlar ta şla ra yağ sürerler (Eliade, 1954, s. 252). Yeni Gine’de Rossel adasında «kutsal taşlar» bü­ yücülükte önemli rol oynarlar. Yerlilerin yaba dedikleri kutsal alanlarda bir ta ş bulunur. Taşın ve alanın temiz tutulm ası gerekir. Böylece bolluk, yağm ur ve sağlık elde edilir. Taşın ve alanın pis bırakılm ası ise kuraklığı ve hastalığı g etirir (Schlesier, s. 234). Taş, bitkilerin, insan­ ların, hayvanların çoğalmasıyla ilgili âyinlerde de önemli 101

rol oynam aktadır. M elanezyalıların çoğalma ile ilgili ritlerinde belli ta şla r kullanılm aktadır (Schlesier, s. 225226). A vustralya yerlileri döllenmede ve çocukların do­ ğum unda içlerinde çocuk ruhlarının bulunduğuna inan­ dıkları taşlard an hem korkar, hem de onları sayarlar. Örneğin çocuk istemeyen kadınlar, delikli ta şla n n yanın­ dan geçerken «bana gelme, ben yaşlı kadının biriyim», ya da ta şın önüne oturarak içindeki çocuk cinine «bir sürü genç kadın var, hadi onların içine gir!» derler. Kimi zaman bu çocuk cinlerinden k ara dilekler için de yardım istenm ektedir. Örneğin A randa’lı (A vustralya) b ir erkek «karım beni terkedip, başka bir erkekle ald attı; hemen git, içine gir, onu lohusa döşeğinde öldür!» dem ektedir (Worms - P etri, s. 206). Taş, yüksek kültürlerde de önemli b ir rol oynam ak­ ta, çoğu zaman ibadet yerini teşkil etm ektedir. Örneğin Eski Y unanistan’daki Hermclcr, Rom alıların sınır taşları; Islâm iyetteki «Haccr-i Esved» (K arataş); Yahudilerde Y a kub’un taşı gibi. T aşlarla ilgili kült ve inançlardan bir sürü örnek vermeye yerimiz elverişli olmadığı için, bu konuya ilgi duyanlara H ikm et Tanyu'nun «Türklerde Taşla İlgili İnançlar, İlâh iy at Fakültesi Y ayınları, A nka­ ra 196S» adlı araştırm asını salık veririz. Taş kadar olm amakla beraber, ağaç da, ilkellerin dinsel ve büyüsel hayatlarında önemli b ir rol oynam ak­ tadır. Ağacın yeşillenmesi, meyve vermesi, kurum ası, ölüp dirilmenin sembolü olarak görülmüş, dinsel özlü tö ­ renlerde kült ağacı olarak kullanılm asına yol açm ıştır. Ağaç, dünyanın yaratılışıyla ilgili ilkel efsanelerde çok kullanılan bir m otif olarak görülür (Dünya ağacı m otifi). Aynı şekilde hayat ağacı motifi de yaygındır. Efsane ve m asalların dışında, h a y a tta da, ağaçla ilgili m istik ta s a ­ rım lara yer verilm ektedir. Bunun tipik örneği, yeni doğan çocuklar için dikilen ağaçlardır. Öyle ki, bu âdet çocukla 102

ağaç arasında bir yazgı birliğini sembollemekte, çocu­ ğun başına gelenin ağacın; ya da tersinin, yani ağacın başına gelenin çocuğun da başına geleceği inancını pe­ kiştirm ektedir. Bu durum alter ego (öteki ben) inancının bitkisel alandaki bir çeşitidir. Belli taşlard a olduğu gibi, belli ağaçlarda da mana gücünün, ataların, cin ve perilerin eğleştiği inancı, gide­ rek korulukları ve orm anları da kapsam ış, özellikle o r­ manlık bölgelerde yaşayan yerlilerin dinsel hayatlarında görülen birçok «orman tanrısı» nın temel düşüncesini oluşturm uştur. Özellikle yaşlı ve büyük ağaçlar; tek ağaçlar, içle­ rinde kovuk bulunan ağaçlar ötekilerine bakarak daha çok dikkati çektiği için, ilkeller bu çeşit ağaçlara değişik b ir gözle bakm aktadırlar. Ayrıca hurma, incir, ekmckağacı gibi kimi ağaç türleri de özellikle kutsal olarak kabul edilmektedirler. Ağaç, A frikalı zenci sanatçı için sıradan bir malze­ me değil, tersine canlı b ir varlıktır. O, ağacı keserken, yontarken ve işlerken ağacın ruhundan özür diler (Leuzinger, s. 29). A ğaçtan, büyücülükte de amulet olarak y ararlanılır. Örneğin A frik a’da, K am erun’un ornıaıı böl­ gesinde «amulet ağacı»1denilen bir ağaç v ard ır; bu ağaç­ ta n am ulet yapmak için kabuk alınacağı zaman ona dua edilir ve kara bir köpek kurban edilerek kanı ağacın kö­ küne sürülür (Dammann, s. 51). Ağaç A vustralya yer­ lilerinin efsanelerinde ve ibadetlerinde de önemli bir yer alm aktadır. Örneğin Ganai yerlilerinin erkekieri kutsal ağaçları sırtlarında ta şırlar; yeni inisiye olmuş çocuklar d a kutsal ağaçların üzerine binerek oynarlar, böylece ağacın içinde v ar olduğuna inanılan kutsal gücü kendi­ lerine geçirm iş olurlar (Worms - P etri, s. 167) Taşın ve ağacın yanı sıra su da ibadette önemli bir y er alm aktadır. Suyun arıtıcı niteliği, bollukla ilişkisi, 103

taşm ası vb. su kültünün doğuşunda rol oynayan önemli etkenlerdir. Denizleri, gölleri, ırm akları, kaynakları, çeş­ meleri ve yağm uru da içine alan su kültünde; su, kimi zam an kendisine ibadet edilen bir obje, kim i zaman da kült aracıdır. Burada sayam ayacağım ız k ad ar çok sayı­ daki dinsel ve büyüsel pratiklerde, âdet ve inanm alarda su önemli bir araç olarak görülm ektedir. Küçük derelerin, ırm akların, kaynakların yanı sıra, k u tsal sayılan birçok da büyük nehir vardır. Nil, F ırat, Dicle, G anj vb. gerek efsanelerde, gerekse gerçek ha­ y a tta dinsel düşünüşün, duyuşun ve ibadetin vazgeçilmez öğeleri olarak görülm ektedirler.

104

D.

Soru 49

İBADETİN SOSYAL YANI

Geçiş ritleri niçin yapılır? Hayatın en çok hangi dönemlerini kapsar? Erkek lohusalığı nedir ?

İnsan hayatında gerek biyolojik, gerekse toplumsal birtakım önemli geçiş dönemleri vardır. İnsan, hayatı bo­ yunca bir durumdan başka bir durum a geçmektedir. B aş­ ka b ir söyleyişle bireysel h ay at doğum, çocukluk, ergin­ lik, evlenme, analık, babalık, sınıflaşm a, uğraştığı işte uzm anlaşma, ölüm gibi biribirini izleyen geçişlerden oluş­ m aktadır. İçlerinden doğum, erginlik, evlenme ve ölüm gibi geçiş dönem lerinin'daha çok önem kazandığı bu du­ ru m lara bir sürü âdet, rit ve tören eşlik etm ektedir. Bun­ ların hepsinin amacı da bireyi bir durum dan başka bir durum a geçerken tehlikelerden ve zararlı etkilerden ko­ rum ak, ve bu geçişleri kutsam aktır. Çünkü, b ir durum ­ dan başka bir durum a geçiş tehlikelerle doludur ve insan bu durum larda zararlı dış etkilere karşı açık ve güçsüzdür. H ayatın üç önemli döneminden birisi olan doğuma b ir sürü rit, büyüsel kaçınma vb. eşlik etm ektedir. Gebe kadın, doğacak çocuğunu birtakım zararlardan korumak ve ona istediği nitelikleri kazandırm ak için daha gebelik sırasında birçok yasağa, birçok dinsel ve büyüsel özlü 105

işleme uymak zorundadır. Doğum ve lohusalık sayısız âde­ tin, inancın, büyüsel pratiğin hücumuna uğram ıştır. Ko­ numuzu sınırladığımız için, örneklerimizi ilkellerden ve­ receğiz. (Ülkemizde doğumla ilgili âdet ve inanm alarla, bunların başka ülkelerdeki benzerleri için Orhan Acıpaya m lı’nın «Türkiye’de Doğumla îlgili  det ve İnanm ala­ rın E tnolojik Etüdü, Erzurum Ü niversitesi yayınlan, 1961» ile Sedat Veyis Örnek'in «Sivas ve Çevresinde H a­ y atın Çeşitli S afhalanyla İlgili B âtıl İnançların ve Bü­ yüsel İşlem lerin Etnolojik Tetkiki, Dil ve T arih - Coğraf­ ya Fakültesi Y ayınlan, 1966» adlı araştırm aların a bakı­ labilir). Doğum ve lohusalıkla ilgili tipik örneklerden biri «.erkek lohusalığı» denilen âdettir. Kuzey ve Güney Ame­ rik a ’da, O kyanusya’da, Güney H indistan’da görülen bu âdete göre; koca, doğum öncesi, doğum sırası ya da do­ ğum dan sonra çocuğu doğuran kendisiymiş gibi dav ra­ nır ve lohusanm yerini alır. Örneğin H indistan’ın kimi yerlerinde, kadını doğum sancılan tu ttu ğ u zaman, kocası kadın giysisi giyerek karanlık b ir odada y atar, sızlan­ m aya ve bağırm aya başlar. Doğumdan sonra da çocuğun yatağından çıkmaz. Kimi yerlerde erkek y a oruç tu tarak ya da belli şeyleri yem ekten kaçınarak, doğumun yapıl­ dığı evde ya da yakım nda bulunarak bu görevi yerine getirm eye çalışır. Erkeğin bu davranışının temelinde, ço­ cuğa ve anneye sataşm ak isteyen kötü ruhları ve cinleri yanıltm ak çabasıyla çocukla baba arasındaki ilişkiyi pe­ kiştirm e isteği yatm aktadır. Anneyi ve çocuğu zararlı dış etkilerden korum ak, ço­ cuğu erginlik dönemine kad ar sağ-esen getirebilm ek için, doğum öncesi, doğum sırası ve doğumdan sonra uygula­ nan büyüsel - dinsel nitelikteki pratikler, yapılan âyin­ lerle ilgili binlerce örnek vardır. Çocuğun erginlik döne­ mine girişi de önemli bir geçit durum udur ve erginleme 106

törenleriyle kutlanır. Bu töreni, bundan sonraki soruda açıklayacağız. H ayatın ikinci önemli dönemi olan evlenme de ge­ rek kız, gerekse erkek için birer geçit sayıldığından, ev­ lenmenin evreleri olan nişanklık, düğün ve zifaf ayrı ayrı olarak değişik tören ve âyinlerle kutlanır. Çünkü gelini ve güveyi özellikle «geçiş» sırasında çok tehlikeli olan zararlı güçlerin kötülüklerinden korum ak gerekm ektedir. Bu inançladır ki, her evliliğe bir sürü dinsel, büyüsel p ratik, âyin ve tören eşlik etm ektedir. (Ülkemizde ev­ lenmeyle ilgili geçit ritle ri ve törenleri için, Nerm in Erdentuğ’un «Türkiye’nin K aradeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri ve Törenleri, A ntropoloji Dergisi, A nkara 1969, s. 27-58» adlı m akalesiyle Sedat V eyis ö rn e k 'in «Sivas ve Çevresinde H ayatın Çeşitli S afhalarıyla ilgili B âtıl inançların ve Büyüsel işlem lerin Etnolojik Tetkiki, D.T.C.F. Y ayınları, 1967 A nkara» adlı araştırm asın a ba­ kılabilir). Ölenin bu dünya ile öte dünya arasındaki ilişkilerini düzenlemek, öte dünyaya geçişini kolaylaştırm ak, ce­ setle, gömmeyle, ölü yemeğiyle ilgili bir sürü pratik uy­ gulam ak ölü ritlerinih başlıcalarm dandır. Çoğu toplumlarda ancak cesedin geleneklere uygun olarak gömülme­ sinden sonra söz konusu kim senin ölümü toplum ta ra fın ­ dan kabul edilir. Ölümün hayatın sonu olmadığı inancı, ölenlerin öte dünyaya «geçiş» lerini kolaylaştırm ak, on­ ları çeşitli tehlikelerden korum ak için âyinler ve törenler düzenlemeyi gerektirm ektedir. Yüksek kültürlerde de görülen geçiş ritleri, doğumun, evlenmenin ve ölümün dışında, meslek seçiminde, dernek­ lere girişde, özellikle çocukların erginlik durum una ge­ çişlerinde kümelenmektedir. Öte yandan bir avdan başka aya, b ir mevsimden b aş­ k a mevsime ve bir yıldan ötekine geçişler de âyin ve tö ­ 107

renlerle kutlanır: Yeniay, gün dönümü ve yılbaşında ol­ duğu gibi (Van Gennep, s. 375-376).

Sara 50

Erginleme törenleri ve ritleri hangi amaçla yapılır? Bir erginleme töreni genel çizgi­ leriyle hangi bölümlerden oluşur? Kızların erginlenmesi daha basit midir?

Etnolojide inisiyasyon ritleri diye bilinen erginleme ritleri ve pratikleri ve bu am açla düzenlenen törenler he­ men hemen bütün ilkellerde görülm ektedir. Bu ritle r ay­ rın tılarda çeşitlemeler gösterirlerse de, esasda aynıdırlar. Erginlem e ritleri, ergin yaşa giren çocukları toplum a k a­ zandırm ak, onları dinsel ve dünyasal bilgilerle eğitmek am acıyla yapılır. Bu ritle r genellikle üç g ru p ta toplana­ bilir: 1) Bedensel gelişmeyle ilgili olanlar; 2) b ir dem eğe girmeyle ilgili olanlar; 3) şam an, büyücü vb. olmakla il­ gili bulunanlar. H er üç g ru p ta da asıl olan bir durum değişikliğini kutsam ak ve onaylam aktır. Dinsel, büyüsel, m itik ve toplumsal h ay atın en önemli parçasını oluşturan erginleme ritleri h aftalarca, aylarca, kimi durum larda da bölüm bölüm birkaç yıl sürer. Bu törenlerde kutsal olanla, kutsal dışı olanı çoğu zaman biribirinden kesinlikle ayırm ak güçtür. Değişik ilkel toplum larda görülen erginlem e ritlerinin ve törenlerinin çeşitlemelerini bir yana b ırak arak , ana çizgisini şöyle verebiliriz: Çocuklar, ritlerin, pratiklerin ve törenlerin yapılaca­ ğı yerlerde toplanırlar. Tören yerleri y a bu am açla h a ­ zırlanm ış alanlar ya da klanın, tribünün yakınında bu­ lunan kutsal bir koruluk olabilir. Yaşlı erkekler, avcılar, büyücüler, çocuklara çeşitli konularda bilgiler verirler, onları eğitmeye çalışırlar. B ir çeşit ön okul niteliğinde 108

olan bu eğitim ve öğretim ; yaşlılara saygı, cem aat h a ­ yatına uym a, hediye alıp vermenin kuralları, tabular, avlanma teknikleri vb. gibi konulan içerir. Dinsel h a ­ yatla, efsanelerle, ibadet araçlan y la ilgili açıklam aların ve bilgilerin yanısıra, çocuklar cinsel konularda da ay­ dınlatılırlar. Bu arad a çocukların saçları kesilir y a da yolunur; burun k a n a tla n delinir, dişler törpülenir ya da kırılır; bedende y aralar açılır ve sünnet edilir. Çocukları hem bedenen, hem de ruhen güçlendirmek, aym zam anda onların yürekliliğini ve gözüpekliğini denemek için çeşitli sınavlar düzenlenir: Açık havada çınlçıplak uyumak, sa ­ bahın erken saatm da buz gibi suda yüzmek, oruç tu t­ mak, tek başına kalm ak, ateş üzerinden atlam ak, sus­ mak, uyanık kalmak, ağaçlara tırm anm ak, sıçram ak, a t­ lamak vb. Bütün bunlar yapılırken, adayın sızlanmaması, ağlamaması gerekm ektedir. Tam anlam ıyla ergin bir de­ likanlı olabilmesi için, onun hem bedensel, hem de ruhsal acılara katlanm ayı öğrenmesi gerekm ektedir. Dinsel özlü erginlemenin en önemli evresi, ölüp dirilme ile ilgili ola­ nıdır. A day ya da adaylar sembolik olarak ölüp dirildik­ ten sonradır ki, yeniden doğmuş bir insan sayılırlar. Bu pratik y a tören atası, ya da m itik b ir hayvan ta ra fın ­ dan yenip, yutulm ak biçiminde olur. Eğer, mi­ tik hayvan bir tim sah ya da b ir yılansa, çocuk, bu hayvanın, bu iş için ağaçtan, ottan yapılmış olan büyük bir benzerinin ağzından içeri g irer ve çı­ kar. Bu sırada törende bulunanlar bağrışırlar, ellerindeki müzik araç lan y la ürkütücü sesler çıkarırlar. Kimi za­ man da bu iş tören alanındaki çukurların, m ezarların içi­ ne girip çıkm akla yerine getirilir. Eski adını bırakıp, ye­ ni bir ad alan çocuk böylece yeniden dünyaya gelişini ta ­ m amlamış olur. Aynı dönemde erginlenen çocuklar bir yaş grubunu oluştururlar. Aynı yaş grubunda olanlar yaşam ları bo­ 109

yunca biribirleriyle sıkı b ir biçimde arkadaşlıklarını sü r­ dürürler. E rkek çocukların erginlenmelerine bakarak kızların­ ki daha sadedir. Kızlar, evlerinden alınarak yaşlı, gör­ müş geçirm iş kadınların yanm a verilir. Çoğu zaman bu işler için özel olarak yapılm ış kulübeler vardır. B uralar­ da onlara cinsel konularda bilgiler verilir, ev kadınlığı, çocuk bakımı vb. hakkında açıklam alar yapılır; sünnet pratiğinin uygulandığı yerlerde de sünnet edilirler. Bun­ lardan sonra kızlar artık evlenebilecek durum a gelmiş sayılırlar. Törenler boyunca şark ılar söylenir, şiirler okunur, oyunlar oynanır. İnisiyasyon evreleri derece derece ço­ cukluk, delikanlılık, olgun erkeklik dönemlerini de içine alm aktadır. Erginlem e ritleri, çocuğu, anasının çevresinden ko­ parıp, ona yeni bir benlik kazandırarak «topluma katm a» amacını gütm ektedir. Bedensel ve ruhsal değişimlerden geçirilen, geleneksel, dinsel ve toplumsal bilgilerle dona­ tılan, kutsanan kimse artık cem aatın geçerli bir üyesidir; evlenebilir, savaşa ve avlara katılabilir. «E rkekler der­ neği» ne, «gizli dernek»lere girmek için de birtakım ritler gerekmektedir. Bugün artık erginleme törenleri çok seyrek olarak yapılm aktadır.

Soru 51

Erkekler derneği ile kadınlar derneği’nin özellikleri nelerdir?

Toplumsal kurum ların yanı sıra ibadet hayatında çeşitli dem ekler de büyük rol oynam aktadır. Bu dernek­ lerin başlıcaları erkekler demeği, kadınlar derneği ve giz­ li derneklerdir. 110

B ir cem aatın yetişkin erkeklerinin kültik am açlarla oluşturdukları erkekler dem eği daha çok ana hukuku toplum düzenine karşı çıkan b ir grup niteliğini taşır. Bu birliğin üyeleri toplantı ve ritlerine kadınların ve çocuk­ ların katılm alarına izin vermezler. R itler düzenlemek, iba­ det araçlarını korumak, toplum düzeniyle ilgili tedbirler almak, bu tedbirleri uygulam ak dem eğin görevlerinden­ dir. Oldukça yaygın bulunan bu derneklere Güney Asya ile Endonezya’nın Kuzey ve O rta A sya’nın bazı bölgele­ rinde raslanılm az. E rkekler derneği, «toplantı evleri» y,a da «erkekler evi» denilen yerlerde faaliyet gösterir. İçin­ de çeşitli toplumsal ve ritüel toplantıların yapıldığı, bay­ ram ların kutlandığı, konukların ağırlandığı, kutsal araç­ ların saklandığı, erginleme törenlerinin düzenlendiği, önemli kişilerin gömüldüğü «erkekler evine kadınlar ve çocuklar giremez. Yeryüzünün değişik bölgelerinde çeşitli adlar altında (bekârlar evi, dans ve ibadet evi vb.) gö­ rülen «erkekler eın» O rta ve Kuzey A sya’nın, H indistan’­ ın, Kuzey ve Güney A m erika'nın kimi yerleri ayrı tu ­ tu lu rsa, yeryüzünün a rta kalan öteki bölgelerinde, ama en çok O kyanusya adalarında görülür. E rkekler dem eği­ ne girm ek için belli birtakım ritlerden ve sınavlardan geçmek gerekm ektedir. E rkekler derneği’ne bakarak çok daha seyrek görü­ len kadınlar derneği, gizli erkekler dem eğinin b ir ta k ­ lidi olarak görülm ektedir. Batı A frik a’daki Bundu B ir­ liği (S ierra Leone’de) A frik a’daki en güçlü ve en büyük derneklerden biridir. A yrıca Njem.be B irliğ i’ne on iki y a­ şındaki kızlar girebilm ektedir. Birliğin koruluktaki tören kulübelerinde dernek üyelerine çeşitli büyüsel sırlar öğ­ retilir. Gizli kadın dem eklerinin özel kulübeleri dışında, ev­ lenmemiş kızların yatıp kalktıkları evler de vardır. Kö­ yün dullan ve yaşlı kadınlannın gözetimi altında bulunan 111

kızlar buralarda dinsel ve toplum sal konuların yanı sıra cinsel konular hakkında da aydınlanırlar. Bu çeşit ev­ lere Dravidlerde, O kyanusya A dalarında, Filipinlerde, Çin Hindi’nde ve Doğu A frik a’da raslam lır.

Soru 52

Erkekler sında ne dernekler görevleri

birliği ile gizli dernekler ara­ gibi farklar vardır? Ünlü gizli hangileridir? Bunların ne gibi vardır?

E rkekler birliği’ne erginleme ritlerinden geçmiş h er­ kes girebilirken, gizli derneklere sadece belli kimseler üye olabilmektedir. Toplumsal ve kültik toplantılar dü­ zenlemek ve bunları yönetmek için kurulan bu dernek­ lerin başkanları büyük b ir otoriteye sahiptir. Oysa e r­ kekler birliği’ni yaşlılar yönetirler. E rk ek ler birliği’ndeki üyeler arasındaki eşitlik ilkesi, gizli dem ekler için ge­ çerli değildir. Gizli dernek üyeleri arasında çeşitli rütbe farkı vardır. Rütbe dağılım ında yaş hiyerarşisi gözetil­ mez. E rkekler birliği’ne girm ek için erkek olmak ve ge­ leneksel törenlerle erginlenm iş olmak yeterken, gizli der­ neğe girm ek için ya soylu ailelerden gelmek, ya da belli bir giriş alıntısı ödemek gerekm ektedir. Gizli dernekler kadınlara, çocuklara ve dem ek üyesi olm ayan erkeklere kapalıdır. A ristokrat b ir k arak ter taşıy an ve üyelerinin çeşitli rütbeleri bulunan gizli dem eklerde en çok kulla­ nılan araç maskedir. E ğer derneğin dinsel yanı ağır ba­ sıyorsa, maskeler, ataları, yüce kudretleri ve cinleri can­ landırm ak için kullanılır. Dinsel yanını yitirip, profan bir niteliğe dönüşen derneklerde ise, m askeler gizlenmek, saklanm ak ve kadınları, çocukları, üye olm ayan erkekleri k o rkutarak onlardan para ve yiyecek sızdırm ak için kul­ lanılır. 112

B aşlangıçta dinsel b ir gizli kuruluş olan ve toplum ­ s a l düzeni koruyan, olumlu am açlara yönelen Dıık-Duk B irliğ i (Yeni İrlanda ve Gazelle Y anm adası’nda) zam an­ la bu görevinden sap arak yıldırıcı bir nitelik kazanm ış­ tır. B irlik üyeleri kırm ızı renkli ve külaha benzer m as­ keler takm aktaydılar. Yine Gazelle yarım adasının kıyı bölgelerinde yaşayan Melanezya yerlilerinin bir başka gizli birliği de lniet - Birliği'yöi. Dinsel ve büyüsel işlerle uğ raşan birliğin üyeleri yanlarında m aske yerine taşdan, çam urdan insan y a da hayvan heykelcikleri bulundurur­ lardı. Bu figürlerin içinde birliğin ölmüş üyelerinin ru h ­ larının eğleştiklerine inanılm aktaydı. B irliğin malı olan bu heykeller gizli yerlerde saklanır, başkalarının görme­ lerine ve dokunm alarına izin verilmezdi. Büyüsel bilgileri ve p ratik leri tekellerinde tu tan birlik üyeleri, gençlerin erginlem e törenlerini de düzenlerlerdi. Kuzey A m erika’nın kuzey-batı kıyılarında yaşayan K vakiutların H amatsa denilen gizli birliği kanibalist bir nitelik taşım aktaydı. B irliğin üyeleri m askeler tak arak dansederler; bu danslar sonucu kendilerinden geçerek işi ansan eti yemeye k ad ar vardırırlardı. Hopi ve Zunilerin (Pueblo yerlileri) Kaçina denilen gizli birliğinin oyuncuları dinsel bayram larda ataları can­ landıran m askeler ta k arlar, böylece onların da törene ka­ tılm alarını sağladıklarına inanırlardı. B irlik üyeleri ço­ cukların dinsel eğitim ini de üzerlerine almışlardı. Kuzey A m erika’nın Doğusunda yaşayan Algonkinlerin geleneksel gizli birliklerinin adı Didewiwin'dir. Din­ sel nitelikteki birliğin değişik önemde basam akları v a r­ d ır; bu dereceler ya önemli ödemeler karşılığı ya da çe­ şitli inisiyasyon ritleriyle elde edilir. Birlik üyesi sem­ bolik olarak «ölüp dirilm ek» zorundadır. 113

A frik a’da, Gabun’daki Bapincilerin B w iti denilen giz­ li birliği hemen hemen cem aatın bütün erkeklerini içine alm aktadır. Erkekler birlikte yemek yemek, olaylar hak­ kında görüşm ek ve ata la r ibadetini düzenlemek için Bvoiti evine çekilirler. Sierra - Leone çevresindeki Poro derneği dinsel ve büyüsel karakterin in yanı sıra toplumsal ve po­ litik yanının da ağır basm asıyla dikkati çekmektedir. Derneğe giren üyenin, yürekli ve korkusuz olması gerekm ektedir. Üye, dem eğe alınmadan önce bu konuda çeşitli denemelerden ve sınavlardan geçirilir. Sonunda dem eğe alm an üyeye dem eğin sırla n açıklanır, üye bu sırları kendine saklam ak zorundadır; saklam azsa ölece­ ğini bilir.

114

E.

ÖTE DÜNYA İLE İLGÎLÎ TASARIMLAR

Soru 53

Ölünün öte dünyaya gidişiyle ilgili işlem­ ler hangi duyguların etkisi altında yapı­ lır? Cesedin öte dünyaya uğurlanış biçimi nasıldır?

Cesetle ilgili işlemler başlıca iki duyguda toplanm ak­ ta d ır: Korku ile sev g i-say g ı. Bu iki yanlı duygu ölüyle ilgili bir sürü âdete damgasını vurm uştur. Ölenin her zaman geri dönebileceği ve geride b ırak ­ tıklarına zarar verebileceği korkusu cesetle ilgili çeşitli işlemlerin ve davranışların biçimlenmesinde ve yorum ­ lanm asında önemli rol oynam aktadır. Ölüden korkm anın egemen olduğu yerlerdi cesedin gömüldüğü ya da bıra­ kıldığı yerden hemen kaçılır; ölenin geri dönüşünü ön­ lemek için, cesedin kemikleri kırılır, eklem yerleri p ar­ çalanır; bırakıldığı ya da gömüldüğü yer taşlarla çevrilir; ceset sıkı sıkıya bağlanır; zaman zaman da vahşi hayvan­ ların parçalam asına terkedilir ya da yakılır. Kimi y er­ lerde cesedi günlük kapıdan çıkarm ayıp, arka kapıdan gö türürler, sonra da bu kapıyı ya örerler ya da tan ın ­ maz hâle getirirler. Bu âdetin temelinde de ölünün her an geri dönebileceği korkusu yatm aktadır; kapının bu­ lunduğu yeri örmek, ölünün eve giriş yerini bulamaması 115

am acım gütm ektedir. Ehil kadın da aynı düşünceyle ha­ reket etm ektedir: Yüzünü boyar, çam urlar ya da peçe ta k a r; böylece, kocasının geri dönüşünde kendisini ta n ı­ m ayacağına inamr. Ölüye gösterilen sevgi, saygı ve bağlılık duygusu so­ nucu da ş ü işlemler yapılır: Ceset yıkanır, süslenir. Bo­ yanır, m um yalanır; öte dünyaya gidişini kolaylaştırm ak ve oradaki yaşantısını güzelleştirmek için mezarına yi­ yecek, içecek, süs eşyası, silâh, av araçları, para, min­ y a tü r kayık (ölüler ırm ağını geçmek için) ve m inyatür m erdiven (gökyüzüne tırm anm ak için) konur. Kimi yer­ de de (Melanezya’da) ölülere bağlılığın bir belirtisi ola­ rak k afatasları saklanm akta ve onlardan özel yardım lar beklenmektedir. Ölünün geride bıraktıklarıyla ilgili işlemler de v a r­ dır. B unlar ölenin eşyaları, hayvanları, karısı, çocukları, hizmetçileri ve kölelerini içine alm aktadır. Ölü göm ülür­ ken kişisel eşyası da m ezara bırakılır y a da yakılır, kı­ rılır, çok seyrek olarak da suya atılır ve yüksek b ir yere asılır; hayvanları mezarının üzerinde kurban edilir; kö­ leleri öldürülür, karısı kendiyle birlikte yakılır (Acıpayamlı, 1963, s. 245-247). Ölünün toprağa gömüldüğü yerlerde ceset ya tabuta konur ya da toprakla ilişkisini önleyecek b ir şeye sarılır. Gömülmeden önce ceset boyanır, süslenir, giydirilir ya da olduğu gibi bırakılır. Kimi halklarda da öte dünya tasarım ları su akıntılarıyla bağlantılıdır; ölenin öte dün­ yaya gidebilmesi için bir kayığa ihtiyacı vardır. Bu amaç­ la ceset bir kayığa konarak açık denizlere bırakılır. Bu durum da kayık aynı zam anda ta b u t yerine geçmektedir. Seyrek görülen bu âdet Okyanusya adalarının çoğunda, Çukçilerde ve Kuzey A m erika’nın Kuzey - Batı kıyıları yerlilerinde uygulanm aktadır. Cesedin doğrudan doğruya suya atıldığı da olur. Ancak bu iş için gelişigüzel yerler 116

kullanılmaz. Özel yerler seçilir. Ceset örtüye ya da bir hayvan derisine sarıldığı gibi, çıplak olarak da suya atı­ lır. Cesedi yüksek tepelerin, ağaçların üzerine, platform ­ lara bırakm ak da oldukça yaygın bir âdettir. Bu durum ­ da da ölü ya tabut içine konur ya da bir şeye sarılır. Ölüyü evin içine ya da yakınına (avluya, bahçeye) göm­ mekse, ona gösterilen yakınlığın ve saygının bir belirti­ sidir. Kimi yerlerde de ceset küçük bir dam altına, bir kulübeye ya da bir evç gömülür. Bu çeşit gömülmede ya cesedin bütünü ya da sadece kemikleri söz konusudur. Yeryüzünün çok sınırlı kimi yerlerinde de, özel­ likle H indistan’da, ceset yakılır, külleri ya gömülür ya da havaya savrulur. Küllerin özel kaplar içinde ibadet yerlerinde saklandığı da olur. Ölenin karısının da kendi­ siyle birlikte yakılması âdeti bugün artık uygulanm am ak­ tadır. Ölü gömme biçimlerinden biri de, ölenin iki kez gömülmesidir. Bu ilginç âdete göre, ceset gömüldükten bir süre sonra, kem ikler çıkarılır, a rta kalan etlerinden iyice temizlenerek ikinci ve son kez ya gömülür ya da yüksekçe bir yere bırakılır. Kemiklerin yanısıra k afata­ sının saklandığı da olur. Bu âdet, ruhun kemiklerde, özel­ likle kafatasında yaşam asını sürdürdüğü inancına dayan­ m aktadır.

Soru 54

Öte dünya nerelerde düşünülür? Kaç çe­ şit öte dünya vardır? Bunların özellikleri nelerdir?

Ölümden sonra da hayatın sürdüğü inancı, ölenlerin «yaşadıkları» bir dünyanın olacağı inancını da doğurmuş­ tur. Ölülerin eğleştikleri yerler olarak ilkin gömüldükleri yerler, yani m ezarlıklar düşünülm üştür; böylece yeraltındaki ölüler dünyası tasarım ı doğmuş; ruh inancının 117

gelişmesiyle de, giderek, ruhların gökyüzünde eğleştikleri inancı oluşm uştur. Öte dünya genellikle yeraltında, yeryüzünde ve gök­ yüzünde canlandırılm aktadır. Denizlerin dibini, dağların tepesini, üzerinde yaşanılan toprağın sınırlarım , batı yö­ nünü (güneşin batm asıyla ilgili), orm anları, kayalıkları, bataklıkları, m ağaraları ve adalan ölülerin eğleştikleri yerler olarak sayabiliriz. Eskim olar genellikle iki öte dünya tasarım lam ak ta­ dırlar; bunlardan biri gökyüzünde, öbürü de yeryüzündedir. A laska’da, Bering Boğazında yaşayan Eskim olara göre, ölüler ya yeme içmenin çok bol olduğu gökyüzündeki aydınlık bir dünyaya ya da ölü sahiplerinin m ezar­ lara koydukları yiyeceklerle karınlarım doyurdukları yer­ altı dünyasına gitm ektedirler. Eskim olar yeraltı dünya­ sını sıcak bir yer olarak tasarlam ak tad ırlar (Hultzkranz, 1962, s. 408). Eskim oların inancına göre, üstünde yaşadıkları dün­ yanın altında sıcak ve hoş bir yeraltı dünyası vardır; ölenlerin çoğu bu yeraltı dünyasına gitm ekte ve burada hayatı andıran bir biçimde yaşam aktadırlar. Kimi E ski­ molar da ölüler ülkesinin gökyüzünde olduğuna inan­ m aktadırlar. Gökyüzündeki ölüler ülkesi kimi tribülere göre çok güzel bir yer olarak kabul edilirken, kimilerine göre de bunun tersidir. Batı G rönlandlılarda burası so­ ğuk ve ıssız bir yerdir. Netsilik Eskim olşrıysa, bu iki dünyadan başka, yer kabuğunun hemen altında üçüncü bir dünya daha olduğuna inanm aktadırlar. Y enisey’le Ob nehri arasındaki Selkuplar (Ostiyak S am oyatları), insanın ölümünden sonra özgür kalan ru ­ hunun yeryüzündekine benzer bir h ay at sürm ek için, y er­ altı dünyasına gittiğine inanırlar. T undra Y ukagirlerine göre, ölenin bedenden ayrılan ruhu, yeraltındaki ölüler dünyasına gider; buna karşılık aynı insanın nefes ruhu 118

d a gökyüzüne çıkar. Tavgi Sam oyatlarının inanışına gö­ re, ölenin ruhu, doğan b ir çocukla yeniden dünyaya dö­ ner; beden ise öte dünyadaki varlıkların yaşadıkları «so­ ğuk ve karanlık» b ir yeraltı dünyasında k alır (Paulson, s. 115, 117, 121). Kuzey A m erika yerlilerinden V ailakiler, ölülerin gök­ yüzünde eğleştiklerine inanırlar. Çiçeklerle bezenmiş bu dünyada ru h lar ekmek ve palam ut çorbasıyla karınlarını doyurm aktadırlar. A lgonkinler ve P atv in ler (Kuzey Ame­ rik a) öte dünyayı B atıda bir yerde düşünm ektedirler. F o x lara göre de ölülerin dünyası B atıda, yerin altında­ dır. Aynı şekilde Yuki gruplarının çoğu ölülerin eğleş­ tik leri yeri yeraltında tasarım lam aktadırlar. Güney Siy am ’da, ölnlerin ruhlarının ilkin B atıya iderek gökyüzüne çıktığına, sonra da yeryüzüne inerek ölüler adasına g it­ tiklerine inanılm aktadır (Schmidt, V., s. 96, 145, 642). M aoriler (Yeni Zelanda’da) birisi öldüğü zaman, ru ­ hunun ölüler dünyasına gideceğine inanm aktadırlar. F a ­ k at bu dünya hakkında açık seçik b ir tasarım ları yok­ tu r. Endonezya’da ve Filipinler’de yaşayan yerlilerin bir bölümünce ölülerin eğleştikleri yer yeryüzünün üstünde ya da altında kabul edilirken, bir bölümünce de bir adada ya da yüksek bir dağın tepesinde düşünülmektedir. Ö r­ neğin Kuzey Borneo’da, oranın en yüksek dağı olan Kinabalu’nun tepesi ölülerin eğleştiği y erd ir (Stöhr, s. 189).

Soru 55

ö te dünyaya gidiş nasıl olur? Öte dünya­ ya giden yollar tehlikelerle dolu mudur?

Yüksek dinlerde olduğu gibi, ilkellerin dinlerinde de, ölenlerin ruhları öte dünyaya gidiş sırasında birçok engel ve tehlikelerle karşılaşırlar. Ölüler dünyasına gi­ 119

den yol, çoğunlukla çetin ve tehlikelerle dolu olarak can­ landırılm aktadır. Ruhun öte dünyaya gidebilmesi için, bir nehirden ya da bir köprüden geçmek zorunda kalm ası yaygın bir inançtır. Örneğin Algonkinler ölüler ülkesine giden yo­ lun bir nehir olduğuna inanm aktadırlar. Bu nehrin üze­ rinde insanın güvenemeyeceği çürük ağaç kökünden y a ­ pılmış bir köprü bulunm aktadır. Yine Kuzey Amerika yerlilerinden olan O jibvalar ve Foxlar ölenlerin ru h ları­ nın bir nehir boyunca bir köprüden geçerek ölüler ülke­ sine gideceğine inanm aktadırlar (Schmidt, V., s. 761). Endonezya’daki K açinler ve D ayaklarda da aynı motif görülm ektedir. Öte dünyaya gitm ek için, üzerinden ge­ çilmesi gereken bir köprü vardır. Bu köprü eğri bir ağaç kütüğünden, ince bir sazdan, b ir yılandan ya da keskin bir kılıçtandır. Bu dünyada yerine getirilm esi gereken tören ve ritleri yapm ış olanlar köprüden rah atlık la ge­ çip, öte dünyaya gidebilm ektedirler. Ancak kötüler köp­ rüden geçerken içi kaynar suyla dolu b ir kazana ya da kaynar bir göle düşm ektedirler. Bu tü r tasarım ların yüksek kültürlerden (Hint ve İslâm) etkilendikleri an­ laşılm aktadır. Eskim olar, öte dünyaya gitmek için bazen buzdan bir köprüden geçmek zoruııluğu olduğuna inanırlar. Bu köprünün her iki ucunda saldırgan bir köpek beklemek­ tedir. Ölenin ölüler ülkesine gitmeden önce b ir sınavdan geçeceği inancı da yaygındır. Endonezya ve Filipin yerlileri öte dünyaya gidişlerinde birtakım engelleri aşmak ve bazı sınavları vermek zorundadırlar. Bu sınavların kazanılm asında, ölenin sağlığında tem iz b ir lıay at sü r­ müş olmasının büyük bir payı v ard ır (Stöhr, s. 189). Ay­ rıca yapılması gereken belli törenler, ritler, p ratikler; yüce kudretlere sunulan kurbanlar da bu sınavda rol oy­ 120

narlar. Örneğin. Bomeo adasındaki K ayanlar dövmelerini göstererek iyi bir kelle avcısı olduklarını ta n ıtla rla r (Jensen, s. 332). H er şeyden önce, öte dünyanın kapısında bekleyen ve genellikle insan ya da hayvan biçiminde düşünülen nöbetçileri geçmek gerekm ektedir. Bu nöbetçileri kandırabilm ek için, ruhların öte dünyaya girmeye hak k a­ zandıklarını tanıtlam aları gerekm ektedir. Bu da çoğu za­ man onlara örneğin sedefler, inciler, yiyecekler vermekle olabilmektedir. Onun için ölenlerin m ezarlarına çeşitli şeyler konur. Ölünün ruhunun hemencecik ölüler ülkesine gitm e­ diği inancına da sıkça raslanır. Ruh bir süre evinin çev­ resinde dolaşmakta, cenaze töreninden sonra da öte dün­ yanın yolunu tutm aktadır.

Soru 56

ö te dünyadaki hayat nasıl tasarımlanır?

Öte dünya’daki hayat, aşağı yukarı bu dünyadaki gibi düşünülmektedir. O rada da bu dünyadakine benzer koşullar altında hayatın sürüp gittiğine inanılm aktadır. R uhlar tıpkı hayatta* olduğu gibi akrabalarıyla, dostla­ rıy la oturm akta, ekip biçmekte, sığ ır gütm ekte ve av­ lanm aktadırlar. Buna, ölenin, yaşarken yokluğunu duy­ duğu birçok güzel şeye kavuşacağı umudu da eklenmek­ tedir. Örneğin, avcılar Öte dünya’da av hayvanlarının bolluğunu; balıkçılar, içinde balıkların kaynaştığı suları, ekiciler bol ürün veren toprakları düşlem ektedirler. Kimi ilkeller ölüler ülkesini «kötülük olmayan yer» diye adlandırm aktadırlar. Bunların gözünde öte dünya b ir cennet, akla gelebilen her türlü isteğin gerçekleştirilebi­ leceği bir ülkedir. Polinezyalılar öte dünyayı bu dünyaya b ak arak çok daha iyi olarak canlandırm aktadırlar. Ku­ 121

zey A m erika yerlilerinde de aynı durum söz konusudur. O nlara göre, öte dünya, her an avlanabilecekleri bir yer­ dir (Ankermann, s. 143). N agadju - D ayaklan öte dünyayı içinde ırm ağı bu­ lunan güzel bir k ara parçası gibi düşünürler; tarlalard a kötü ürüne raslanılm az; suları balıklarla, orm anları av hayvanlarıyla doludur. H er şey bu dünyadakinden daha güzel ve daha tasasızdır; cinayet işlenmez, hırsızlık y a­ pılmaz. Bu dünyada bulunan her şey orada da vardır. A n­ cak bunlar tersinedir. Örneğin sağ, sol; yukarı, aşağı; ak, karadır. H attâ ölü ruhlarının dilleri de te rs anlam ­ lıdır (Stöhr, s. 188). Kuzey A m erika’daki Selishler ba­ tıda, yerin altında tasarlad ık ları çiçeklerle donanmış, has­ talığın ve ölümün bulunmadığı, sıcak bir ülkede gülüp oynayarak, şarkı söyleyerek yaşayacaklarına inanm ak­ ta d ırlar (Schmidt, II., s. 352). Kimi tasarım larda öte dünyadaki h a y a t o kadar bu dünyadakine benzemektedir ki, ölüler de evlerde y aşa­ m akta, tarlalarını ekmekte, geleneksel b a b a m la rın ı k u t­ lam akta, evlenmekte, çocuk sahibi olm akta, yaşlanm ak­ ta, h a tta ölerek bir başka ölüler dünyasına gitm ektedir­ ler (Jensen, s. 331) Kuzey A m erika’da K aliforniya’daki K atolar insan­ ların öldükten sonra yabancılaştıklarına ya da cinlere, demonlara dönüştüklerine inanm aktadırlar. Bu ölüler dağ­ larda yaşam akta, gündüzleri uyuyup geceleri de çalışm ak­ ta d ırlar (Schmidt, V., s. 35-36). A nular ölüler dünyasını cennet ve cehennem olarak düşündükleri gibi sade bir dünya olarak da düşünmektedirler. Onlara göre de, ölen­ ler buradakine benzer bir h ay at sürm ektedirler. Orada da buradaki gibi doğanlar, evlenenler ve ölenler vardır (Paulson, s. 125). Öte dünyadaki hay atın bu dünyadakine benzerliği Amusunda örnekler istenildiği kad ar çoğaltılabilir. Öte 122

yandan ilkellerin ölüler ülkesi hakkındaki düşüncelerinin her zam an olumlu, aydınlık ve ra h a t olmadığı da bir gerçektir. Kimi tasarım lard a da öte dünya bu dünyaya bak arak daha çetin, sıkıntılı ve birtakım güçlüklerle do­ ludur. Öyle ki, ru h lar a ra ara bu dünyayı özlemekte ve geri dönmek istem ektedirler. Onun için, ruhların, geride bıraktıklarına karşı duydukları özlemi, daha doğrusu k ıs­ kançlığı gidermek am acıyla onlara k u rbanlar sunulm ak­ tadır.

Soru 57

Ölüm biçimi, ölünün öte dünyadaki yerini etkiler mi?

Ölen birinin öte dünyadaki yaşayışını: gökyüzü ya da yeraltm daki dünyalardan birine gitm esini, mutlu ya da m utsuz bir hayat sürmesiDH etkileyen faktörler a ra ­ sında ölüm biçiminin yeri büyüktür. Ölüm biçimine b a­ karak, o insanın iyi ya da kötü b ir ölü olduğu hakkındaki inanışlar topium lara göre değişm ektedir. Kimi ilkel toplum larda zorla öldürülen, b ir cinayete kurban giden kim selerden özel yardım lar beklenirken, kimi toplum lar­ da da bunların öte dünyada hem kendilerinin acı çeke­ ceklerine, hem de geride b ıraktıklarına zarar verecek­ lerine inanftoıaktadır. A ztekler yıldırım çarpm asından ölenlerin, stma boğulanların, felç ve cüzzamdan hayata gözlerini yum anların her tü rlü şeyin bol bol bulunduğu Sanılan yüksek tepelerdeki ölüler ülkesine gideceklerine inanırlardı. Öte yandan savaşta ölenlerin, kurban edilen­ lerin, çocuk doğururken ölen kadınların, yolculukta h a ­ y atlarım kaybeden tüccarların ve şeflerin tan rılaşarak «Güneş Evi» ne gidecekleri kabul edilmekteydi. Henüz kundaktayken ölen bebelerin de çiçeklerin ve meyvelerin bulunduğu «Çiçekler Ülkesi» ne giderek, m utlu bir h a ­ 123

y a t süreceklerine inanılırdı (Rerm ann, s. 24). İnanışa göre, doğal b ir ölümle ölmeyenler, ya öte dünyada kötü bir yere gitm ekte ya da bu dünyada kal­ m aktadırlar. Örneğin Endonezya ve Filipinlerin bütün eski h alk lan kâza sonucu, kellesini başkasına vu rd u ra­ rak, zorla, in tih ar ederek, lohüsa döşeğindeykcn ölenle­ rin genellikle bu dünyada kalarak kötü cinlere dönüştük­ lerini kabul etm ektedirler. Onun için bu gibi kimselere özel ölü âyinleri yapılır (Stöhr, s. 189). Merkezî Borneo’daki Kenya - K ajan B ahauıar, o tu r­ dukları yerde, akrabalarının yanında ölmeyen; ölürken yanında din adamı bulunm ayan kimseleri «kötü cesetler» olarak nitelerler (Stöhr, s. 189). Doğu Endonezya’daki yerliler sav aşta ölenlerin ru h ların a özellikle saygı du­ y arlar; çünkü, inanışa göre, bu ruhlar, ölüler dünyasına gitmeyip, yeryüzünde kalm aktadırlar. E skim olar açlık­ tan ölenlerle, lohusa döşeğinde ölenlerin, ra h a t bir biçim­ de ölenlerin gittikleri dünyadan ayrı bir dünyaya gide­ ceklerine inanırlar. Suda boğulanlarsa ya ilk gruba, ya da b ir başka özel gruba girerler (H ultkranz, s. 408). Gü­ ney A sya’da zor ya da alışılmışın dışındaki bir ölümle hayatı terkedenlerin ruhlarının çoğunca, hastalık sonucu ölen kim selerin ruhlarının gittiği yerden avrı bir yere gi­ deceğine ya da kötü cinlere dönüşerek yeryüzünde ora­ dan oraya dolaşacaklarına inanılm aktadır. Çocuk doğu­ rurken ölen kadınlar, boğulanlar, yıldırım çarpanlar, bir felâket sonucu ölenlerle vahşî bir hayvan tarafın d an p ar­ çalananların ruhları kötü cinler olarak yeryüzünde dola­ şıp dururlar. Onun için, y u k ard a belirttiğim iz biçimde ölenlerin akrabaları uzun ve çetin temizlik âyinleri ya­ parlar. Uzakdoğu’daki G ilyaklarda boğulan kim selerin du­ rum u çok önemlidir, inan ışa göre, boğulanların beden­ lerinin ve bedenlerinde eğleşen ruhlarının (G ilyaklar in­ sanın ikili bir ruhu olduğuna inanırlar) sulardan korun­ 124

m aları ve her ikisinin birlikte toprağa gömülmeleri gerek­ m ektedir. Yoksa ölünün rah at edemeyeceğine ve geride bıraktıklarına tehlikeler getireceğine inanılm aktadır (Paulson, s. 125).

Soru 58

Toplumsal yer ve sınıf öte dünyamdaki du­ nunu etkiler mi? İlkellerin öte dünya ile ilgili tasanmlannı hangi noktalarda top­ layabiliriz?

Ölenin öte dünyadaki yerini belirleyen etkenlerden biri de bu dünyadaki toplumsal yeridir. İnsanın bu dûn­ daki toplumsal yeri, mesleği ve sınıfı, ölüler ülkesinde de rol oynam akta; h a y a tta iken toplumsal yerleri bakı­ m ından iyi durum da olanlar genellikle öte dünyada da iyi yerler alabilm ektedirler. Örneğin Polinezya’da, M ar­ kiz ve Tongo adalarında yaşayan yerliler sadece prensle­ rin ve soylu kişilerin ruhlarının ölümsüz olduklarına; bu­ na karşılık başka kimselerin ruhlarının, daha ceset me­ zara indirilir jndirilmez, ruh yiyici lota kuşu tarafından yenileceğine inanm aktadırlar (Ankermann, s. 142). İlkellerin çoğunda, genellikle kabile şeflerinin, soy­ lularının, din1 adam larinın, zenginlerin, kahram an savaş­ çıların vb. öte dünyaya giden yollardaki engelleri kolay­ lıkla aşacakları ve orada, da iyi bir h ay at sürecekleri inancı yaygındır. Öte yandan, toplumsal yerin, sınıfın, soyluluğun y a­ nı sıra ölenin sağlığında dinsel ve etik törenleri eksiksiz olarak yapmış olm ası; tanrılara, atalara kurban ve adak­ larda bulunması öte dünyadaki yerinin belirlenmesinde önemli rol oynam aktadır. Ayrıca bir ölünün, ölüler ül­ kesinde iyi bir yere gidebilmesi akraba ve dostlarının, onun ardından düzenledikleri törenlere ve ölü yemekle­ 125

rine de bağlıdır. Geleneğe uygun gömülme töreni de ölü­ nün öteki dünyada iyi b ir yere gitmesi bakım ından bü­ yük kolaylık sağlayabilm ektedir. insanın sağlığında yapm ası gereken ritleri önemse­ memesi, tabuları çiğnemesi, kaçınm alara özen göster­ memesi, onun öte dünyadaki hayatını olumsuz b ir biçim­ de etkilem ektedir. Örneğin Netsilik Eskim oları ritüel ya­ sak lara uym ayan kim selerin açlık çekecekleri ve şüphe içinde kıvranacaklan bir dünyaya gideceklerine inanm ak­ tadırlar. ilkellerin öte dünya ile ilgili tasarım larını şu nokta­ larda toplayabiliriz: Öte dünyadaki hay at çok az ayırım larla tıpkı bu dünyadakine benzemektedir. Ölenin öte dünyadaki yaz­ gısı, bu dünyadaki tutum , davranış ve toplumsal yeriyle belirlenmektedir. Ölüm biçimi, gömme törenleri, ritüel ya­ saklar vb. ölenin yazgısı üstünde önemli rol oynam akta­ dırlar. Yüksek dinlerin eskatolojilerinde (öte dünya, ah­ ret) görülen kimi katı ve ağır cezalara ilkellerin ta s a ­ rım larında genellikle raslanılm am akta; buna karşılık yük­ sek dinlerden alman kimi m otiflerin (sırat köprüsü) kul­ lanıldığı görülm ektedir. Ayrıca m isyonerlerin ilkeller a ra ­ sında uzun yıllar kalm aları da, onların öte dünya ile ilgili inanç ve tasarım larında değişiklikler yapm alarına yol aç­ mıştır.

126

F

Sonı 5i)

DİNİN BAŞLANGIÇ KURAMLARI VE D İNLERİN DAĞILIMI

Diuin herkes için geçerli bir tanımı yapı­ labilir mi? Diııiıı başlangıcını ve gelişim evrelerini açıklamaya çalışan etnolojik kuram ların başlıcaları nelerdir?

H erkes tarafından kabul edilecek geçerli bir din ta ­ nımı yapm anın güçlüğü ortadadır. Şimdiye dek yüzü aş­ kın din tanım ı yapılm ıştır. Bunların hepsi de en doğru tanım olmak iddiasındadır. H ayatın çok geniş bir alanını kapsayan dinin ve dinsel yaşantının ana öğelerini göz önünde bulundurarak bir tanım yapm ak gerekirse: «İn­ sanın, duygusal ya da bilinçli olarak bağlı bulunduğu birtakım doğaüstü kudretlere ya da varlık lara inanm a­ sına ve bunlara ibadet etmesine din» denir. Dinin başlangıcını ve gelişme basam aklarını açıkla­ m aya çalışan etnolojik kuram ların başlıcaları animizm, dinamizm ve ur-monotcizm'dir. Animizm (ruhçuluk) kavram ına göre, ilkel insan düş. birsam , ateşli hastalık, bayılma, ölüm vb. gibi psikolojik ve fizyolojik yaşantılar sonucu bedeni terkeden bir ruh kavram ına varm ıştır. Bedenden ayrı tasarım lanan bu can­ lılık ilkesinin zam anla hayvanlara, bitkilere, nesnelere de 127

uygulanması sonucu anim atizm (doğacılık y a da doğayı canlandırm a) inancı doğmuş; giderek m onizm 'e (ölüler ve atalar ibadeti), fetişim z'e, politeizm ’e (çok tanrıcılık) ve en sonunda da m onoteizm 'e (tek tan rıcılık) geçilmiş­ tir (A yrıntılı bilgi için 10. Soru’ya bkz.). Bu kuram, evrimci İngiliz Etnologu E. B. T y l o r tarafın d an or­ tay a atılm ıştır. Bu kuram bugün artık geçerli sayılm a­ m aktadır. Dinin başlangıcını açıklam ayı deneyen ikinci önemli kuram dinam izm 'dir. Bu kuram a göre, dinin başlangıcı sırlı, kişisel olmayan b ir «güc» tasarım ın d a saklıdır. Preanimizm (ruhçuluk öncesi) de denilen bu kuram ın üze­ rinde durduğu «güc» inancı zam anla nesneleştirilmiş ve kişileştirilm iştir. Kuramı o rtay a atan R. R. M a r e t ’e göre, dinamizm inancı insanları ilkin büyüsel pratikleri uygulam aya götürm üş; bu pratiklerden din gelişmiş, bü­ yülü sözlerden de dualar doğm uştur. B unlara ters düşen üçüncü etnolojik kuram ur-monoteizm ’dir (en eski tek tanrıcılık). Bu kuram a göre, dinin gerçek kaynağı animizm ve dinamizm inancında yatm ayıp, bugün de kimi ilkellerde görülen b ir «ilk y a ­ ratıcı» inancından doğm uştur. P. W. S c h m i d t , bu fikri geçerli kılmak için durup dinlenmeksizin çalışmış, «Tanrı Fikrinin Kökeni» adlı 12 ciltlik b ir yapıt yayım ­ lam ıştır. S c h m i d t ’e göre, «tek bir tan rı »ya inanma di­ nin başlangıcıdır. Fakat bu inanç zamanla bozulmuş ve ye­ rini büyüsel pratikler ve politeizm alm ıştır. Bu durum / . s a ’nın ortaya çıkışına kad ar sürm üştür. S c h m i d.t, bugün çok aşağı kültür basam aklarında bulunan Pigm e­ ler, Buşm anlar, Güney-Doğu A vustralya ve A teş Toprağı yerlileri gibi «en eski» halklarda görülen «tek bir tanrı» inancı ile gelişmiş dinlerin kutsal kitaplarındaki kimi sözleri görüşüne dayanak yapm aktadır. Bu kuram da b ir­ çok yanlarıyla eleştiriye uğram ıştır. 128

Dinin başlangıcını açıklam a denemesine, yukandakilerden başka bilginler de girişm işlerdir. Önemlilerini şöy­ le sıralayabiliriz: A. J.

H.

C o m t e,

1830

L u b b o c k, 1870

Spencer,

R. S m i t h ,

1876

1885

J. G. F r a z e r , 1890 A.

L a n g,

1898, 1909

129

Fetişizm - Politeizm - Monoteizm. Ateizm (dinsizlik) Fetişizm T ote­ mizm Şamanizm Antropomorfizm Y aratıcı Tek Tanrı İnancı. Manizm (Ölüler ve ata la r ibadeti) - F e­ tişizm - H ayvanlara, bitkilere ve doğaya tapm a İlâhlara inanma. Dinin ilk biçimi to ­ tem ciliktir. Bütün dinlerin k ay ­ nağı büyüdür. B aşlangıçta T y l o r ' un anim islik k u ra­ m ının ateşli bir s a ­ vunucusu olan Lang, sonradan kendi a ra ş­ tırm aların a dayana­ rak şu evreleri öne sürm üştür: A ni­ mizmden önceki «Ya­ ratıcı Tanrı Baba» inancı - Animizm ve bozulmuş diğer din biçimleri.

K. B e t h, 1914

N.

Söderblom,

1916

R.

Pett ezoni,

1922

R.

Thurnvoald,

1951

Büyü ve din öncesi dönem - Kişisel ol­ mayan bir kudrete inanma - Din ve bü­ yü. Mana inancı - Ani­ mizm - Yüce Tanrı. Mitik öncesi dönem Politeizm Monote­ izm. Therionizm (Hayvan inancı) - Totemizm Animizm, dev inancı ve tan rılaştırm a Yüce Tanrı inancı Politeizm Dinsel gerçeklerin felsefî açıdan algılanması.

Dinin başlangıcı sorunu bugüne dek henüz herkesin kabulleneceği bir çözüme kavuşturulam am ıştır.

Soru 60

İlkel dinlere bağlı olanların diğer dinlere bağlı olanlara göre sayılan ne kadardır? Dinler niteliklerine göre birtakım grup­ lara aynlabilir mi?

1951 yılında yapılan bir istatistiğe göre, çeşitli din­ lere bağlı olein kimselerin dağıhmı şöyledir: H ır is t iy a n lık

M üslümanhk Hinduluk Konfüçyizm

835.564.521 420.606.698 322.337.286 300.290.500 130

Budizm İlkel Dinler Taoizm Şintoizm Yahudilik

150.310.000 121.150.000 50.000.000 30.000.000 11.000.000

A yrıca daha küçük din cem aatlarından olanlarla, dinsizlerin ve hangi dine bağlı oldukları bilinmeyenlerin sayıları da 402.450.900’dür. İlkel dinlere bağlı olanların k ıt’alara göre yayılışı da aşağıdaki gibidir: A frika A sya Güney A m erika Kuzey A m erika O kyanusya

75.000.000 45.000.000 1.000.000 50.000 100.000

Dinleri, kendilerine bağlı olanların yeryüzündeki da­ ğılışlarına, ta n n kavram larına, kurucularına vb. göre b ir­ takım gruplara ayırm a denemeleri de yapılmıştır. Bunlar­ dan b ir bölümü şunlardır:

1) a) b) c)

Kabile dinleri:, (ilkellerin dinleri). Halk y a da ulus dinleri: (E ski Mısır, Yunan, Roma, Cermen dinleri; Yahudilik, Şintoizm vb.). Dünya dinleri: (Müslümanlık, H ıristiyanlık, Bu­ dizm, Çin dinleri vb.).

2) a) b)

Çok tanrılı dinler: (Daha çok A ntik Çağ’daki dinler). Tek tanrılı dinler: (Müslümanlık, H ıristiyanlık, Y ahudilik).

3) a)

Doğa dinleri: (ilkellerin dinleri). 131

b) c) d) a) b) c) a) b)

Ayinsel - K urum sal dinler: (Eski Hint, ve Eski A m erika dinleri). K anun dinleri: (Yahudilik). V ahiy dinleri: (Müslümanlık, H ıristiyanlık). Moral dinleri: (Konfüçyizm, Taoizm). Peygam berli dinler: (Budizm, M üslümanlık, Hı­ ristiyanlık, Y ahudilik). M itik dinler: (ilkel dinler). K itabı olan dinler: (ilkel dinlerin dışında kalan dinlerin çoğu). K itabı olmayan dinler: (ilkel dinler).

132

İkinci Bölüm BÜYÜ A. BÜYÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR

Soru 61

Büyü neleri konu edinir? Tanrısal olanla ve öte dünya ile ilgilenir mi? Büyü te­ rimleri arasında ne gibi ince ayırımlar vardır? Büyüyü nasıl tanımları/?

Büyü genellikle bu dünya ile ilgili sorunları içine alm aktadır; yani insancıldır; «Başlıca insancıl durum ve eylemleri söz konusu etm ektedir; av avlama, bahçeye bakma, balık-tutm a, ticaret, aşk, hastalık, sağlık» gibi (Malinowski, s. 61). Doğaya yönelmekten daha çok, insa­ nın doğa ile olan bağına ve bunu etkileyen insancıl ey­ lemlere yönelmektedir (İbid, s. 52). Büyü tanrısal olanla ve öte dünya ile çok az ilgile­ nir. T anrı’ya yaklaşm a, tanrı gerçeğini tanıma, günah lardan sıyrılm a gibi dinsel istekler büj'ü yoluyla k arşı­ lanamaz. Büyünün çabası çocuğa, mala-mülke, iyi ürün almaya, zararlı etkileri uzaklaştırm aya, insanlara iyilik ya da kötülük etmeye, yani dünyasal şeylere yöneliktir (Negelein, s. 63); uyguladığı teknik, bilimsel doğruluğu 133

tanıtlanm ış, güvenilir teknik bilginin sınırlarım aşm ak­ tad ır (Lehmann, s. 11). F r a z e r ’in de belirttiği gibi: «...doğa yasalarının gerçek dışı bir sistem idir; yanlış bir bilim ve verimsiz bir sanattır» (s. 15-17). Zorlayıcıdır; nesneleri ve doğayı öznel b ir görüş açısından yorum lar, kendi çıkarı için kullanır. Bencildir. Çıkış noktası olarak insanı alır. O rta bir yolu yoktur; olumlu uçla olumsuz uç, akla k a ra arasında iş görür. Dilimizde; büyü, sih ir ve tılsım kelimeleri çoğunca eş anlam da kullanılm aktadır. A rapça’dan gelen sihr, bü­ yü karşılığında kullanılan isim dir (Özön, s. 64). Osman­ lIca Türkçe Sözlük’e göre, sih r’in ikinci anlamı «büyü kadar etkili şey, fettanlık» tır. Üçüncü anlamı da «şiir ve güzel söz söyleme gibi insanı bağlayan sanat» tır. (s. 644). Tılsım kelimesi de A rapça’dır: «Çare, olağanüstü etki» anlam ına gelm ektedir (s. 729). Osmanlı Tarih De­ yimleri ve Terimleri Sözlük’üne göre de tılsım : «Sihir nevilerinden biri yerinde kullanılır bir tâbirdir. Sârî h as­ talıkların sirayetini önlemek maksadıyla olduğu gibi in­ sanlarla hayvanların âfetlerden korunm ası için yapılırdı, (Pakalın, cilt III., 494). Ayrıca afsunculuk, üfürükçülük ve bakıcılık terim leri de çoğu zaman büyücülüğü k a rşı­ lam aktadır. T ürkçe’de olduğu gibi Batı dillerinde de büyü içir, değişik terim ler vardır. Örneğin Alman dilinde büyü için. Magie ve Zaubcr terim leri kullanılır. Ancak B atı’lı a ra ş­ tırıcılar Magie ile Zauber arasında fenomenolojik yönden bir derece farkına işaret etm ektedirler. Şöyle ki, Magie, dar anlamda, olayları ve doğanın «gidişatını» etkilemek ve yönetmek, aynı zam anda törenler aracılığıyla yüce kudretleri —yağm ur duasında olduğu gibi— toplumun y ararın a zorlam aktır. Zauberei, yani büyücülük ise daha çok bireysel olan, elden geldiğince gizli yapılan, kişisel am açlara yönelik uygulam alardır (Haekel. s. 57). 134

Bilinen yollarla sağlanam ayan şeyleri elde etmek, birine zarar vermek ya da zarardan korum ak için b ir­ takım gizli «güçleri» kullanarak doğayı ve doğa y asa­ larını zorla etkileme amacım güden işlemlerin tümüne büyü denir.

Soru 62

Büyünün temelinde vatan dinsel dünya görüşü ve psikolojik nedenler nedir?

İlkel insanın görüş ve düşünüşüne göre, kimi öğe­ lerin ve varlıkların ötekilerden değişik b ir durum da bu­ lunm aları onların doğaüstü bir «güc» ile yüklü bulunma­ larından ileri gelmektedir. İlkellere göre, bu güc «gözle görülm ese bile vardır; gizlidir; aküm ülatörün içinde elek­ triğin yığılması gibidir. H arekete geçirilirse, büyüse] bir etkiyle kendini gösterir» (Bach, s. 289). Belli nesnelerde, hayvanlarda ve insanlarda, özellik­ le büyücülerde, şam anlarda. sanatçılarda, şeflerde, ünlü avcılarda varolduğuna inanılan bu «güc»ün olumlu ya da olumsuz yanları vardır. B ir başka söyleyişle, kullanılı­ şına göre, iyilikle kötülük arasında değişir. İşte bu alı­ şılm ışın dışındaki «güc»e ya da «kudret»e sahip olmak ya da onun zararından korunm ak için birtakım kaçınm a­ lara dikkat etmek ve birçok kurala uymak gerekm ekte­ dir. Şu halde büyünün temelinde yatan görüşlerden birisi dinam ist dünya görüşüdür (Soru 12'ye bkz.). Dinamixt dünya görüşü tabu'yu doğurm uştur. Mana tasarım ının olumsuz yanını vurgulayan tabu, «güc»le dolu bulunan her şeyin tehlikeli ve çarpıcı olduğunu anlatm aktadır. B ir kim se ya da nesne tabu olarak geçerliyse, o kimse ya da o nesneye dokunmak insana zara r getirir. Çünkü tabu olanın içi dinsel ve büyüsel bir «güc»le doludur. Tabulaşan insan, hayvan ve nesnelerin zararından korun­ 135

m ak için, alınan tedbirler insanı büyüsel pratiklere gö­ tü rm üştür. A nim ist ve animatist dinsel dünya görüşü sonucu, insanlar, canlı ve cansız varlıkları ikili b ir tutum la «iyi» ve «kötü» ya da «zararlı» ve «zararsız» diye ayırm aya başlam ıştır. îlkel insan, b ir yandan doğaüstü «güçlerin» zararlı etkilerinden korunm aya çalışırken, öte yandan da bu «güçleri» kendi buyruğunda kullanm ak için zorlamış; belli bir tekniği uygulayarak bunları kendi yararına ve başkalarının zararına çevirmeye çalışm ıştır (Stoll, s. 13). A nim ist görüşe bağlı olarak gelişen cin, peri, dev vb. inancı da büyüyü hazırlajmn düşüncenin önemli bir y a­ nını oluşturm uştur. Bu dinsel dünya görüşlerinin yanı sıra birtakım psi­ kolojik nedenler ve psikomental olaylar- da büyünün o r­ ta y a çıkışında ve yaygınlaşm asında rol oynam ıştır. Ge­ çerli bir bilimden ve modern b ir teknikten yoksun olan ilkelin doğal olaylarla felâketler karşısındaki şaşkınlığı­ nı ve çaresizliğini giderecek tek yol; bu felâketlerin ne­ deni olarak kabullendiği doğaüstü «güc»leri yum uşatm a, onların gönlünü alma yoludur. Bu da çoğunca büyüsel işlemlere başvurm akla gerçekleştirilm eye çalışılır. H a t­ ta kimi durum larda tek yol büyüdür. İlkel düşüncede, çoğu zaman, istekle gerçeğin ay ırt edilememesi, «insanı salt istekle bir başkasına zarar v er­ meye» ya da «istediği şeyin benzerinin gerçekte de ola­ cağına» (Bach, s. 303) inandırm ıştır. «İlkel insanın iç ve dış dünyası, düşünmeyi ve istemeyi a y ırt edemeyecek k ad ar beraberdir. H a tta denilebilir ki, bu istek ve dü­ şünce gerçeğin kendisidir» (Hempler, s. 15). Öte yandan «evvelce bir raslantı sonucu bir araya gelmiş olan kimi olaylar ve benzerlikler», «çağrışımlar», «analojik sonuçlara varm a» gibi psiko-m ental y aşan tılar­ la (Örnek, 1966, s. 24-25), «doğayı ve doğa yasaların: 136

bilmeme» ile «batıl inançların kuramsal durumlardan uy­ gulamaya geçişi» (Thurnwald, s. 11-12) gibi nedenler de büyü inancını ve uygulamalarım oluşturan etmenler ara­ sında sayıbr.

Soru 63

Büyü ile din arasındaki noktalar nelerdir?

benzer ve ayrı

Bilginler arasında büyünün mü dinden, yoksa dinin mi büyüden çıktığı hususu tartışm a konusu olmuştur. K i­ mi bilginler dinin büyüden çıktığını ileri sürerken, kim i­ leri de bunun tersini ortay a atm ışlardır. K. Th. P r e u s s ’z. göre, dinsel biçimdeki bütün ilkel belirtiler ilkel bir büyü inancından ortay a çıkm aktadır. J. G. F r a z c r’c göre de, ancak büyünün başarısızlığı sonucudur ki, insanlar T a n n ’yı kutsayan din yoluna dönmüşlerdir. Bu iki bil­ ginden başka W H e l f a c h , Ed. S p r a n g c r, S.H. R a s e h o w vb. de aynı görüşü savunm aktadırlar. Bü­ yünün dinden çıktığını söyleyenlerse L o i s y, A 1 l i e r, D u r k h e i m (Kösemihal, s. 122), P W S c h m i - d t , R. M a r c t h , J. H. K i n g , A. L a n g vb. (Hackel, s. 66). M a u s s , H u b e r t ve L e x ' y - B r u h l de, büyü ve dini ortak bir kökten çıkan iki kol olarak sav ­ m ak tad ırlar (Kösemihal, s. 122-123). Büyü ile din arasındaki başlıca benzerlikler' ve ay­ rılık lar şu noktalarda toplanm aktadır: a) Benzerlikler: 1. H er ikisi de doğaüstü alana g irer (Malinowski, s. 62). 2. İkisi de doğaüstü alanda iş görür (Goldonweiser. 216-217). 3. Büyücü de, din adamı da p ratik olan belli am açlar güderler (İbid., s. 217). Jf. Büyü de din de tamamiyle m itolojik geleneğe dayanm aktadır. 5. İkisi de tabularla, kurallarla çevrilm işlerdir (Malinowski, s. 62). 137

b) A yrılıklar: 1. Büyü edimleri bilindiği gibi ta n rıla r üstüne z layıcı bir etki yapabilmek çabasındadır. Oysa ibadet edi­ mi ta n rıları yum uşatarak, onları memnun etmek amacını gütm ektedir (Lehmann, s. 11). 2. P ratik büyü sanatının sınırlı ve belli bir tekniği vardır: Büyüsel sözler, tören ve büyücünün durumu, büyünün daima bilinen üçlüsünü teşkil eder. Dininse karışık yönleri ve am açları ile böyle basit bir tekniği yok tu r (Malinowski, 62). 3. Büyü­ nün cem aatı yoktur. Din h er şeyden önce cem aat ister (Kösemihal, s. 113). Jf. Din yasakları bozulunca günah işlenmiş olur; oysa büyü bozulunca bir günah işlenmiş oimaz (Ibid., s. 133). 5. Din herkese açıktır, büyü k a ­ palıdır (İbid., s. 144). 6. Dinde boyun eğme, bağlanma vardır. Büyüde ise self-determ ination ve kontrol vardır (Goldonweiser, s. 217). 7. Büyünün, teknik uzm anlar ya da bu işi meslek edinmiş kişiler yetiştirm e eğilimine k a r­ şılık, din, rahiplere ve dinsel önderlere rağmen, herkes için ve herkese açıktır (İbid., s. 217). 8. Din yakarır, büyü çoğu kez zorlar. 9. Din genellikle büyüyü ve büyü­ sel işlemleri reddeder. Oysa büyü, amacına varm ak için gerektiğinde dine, onun kutsal kitabına, peygamberlerine ve azizlerine başvurur, onların yardımını sağlam aya ça­ lışır.

Soru 64

Büyü ile bilim arasındaki ayrılıklar n e­ lerdir?

«The Golden Bough» (Altın Dal) adlı ünlü a ra ş tır­ m asında büyüyü bilimle bağıntısı yönünden de inceleyen J. G. F r a z e r , bilimin büyü ile olan yakın bağıntısı üzerinde durarak; büyünün bir çeşit ilkel bilim olduğu­ nu, bilimin doğmasına kaynaklık ettiğini; büyü m ekaniz­ 13S

m alarının ve edimlerinin aynı biçimde işleyip, aynı so­ nuçlar doğurduğunu ileri sürerek: «Büyünün dayandığı esaslar modern biliminkinin aynıdır; büyücü aynı neden­ lerin aynı sonuçları doğuracağına inanm aktadır» demek­ ted ir (s. 48). Büyü ile bilim arasındaki ilişki üzerinde duran G o l d e n w e i s e r, F r a z e r ’in büyü ile bilim benze­ tim ini uygun gördüğünü söyledikten sonra, onu şöyle eleştirm ektedir: «Bu tanım büyünün özü olanı, yani, bü­ yüse] edimin akıl-dışı ya da doğaüstü gücünü ve büyüsel edimi kontrol eden iradeyi, yani büyücünün iradesini kap­ samıyor. Üstelik, herhangi bir büyüsel edimin başarısız­ lığa uğram ası, büyüye, h a tta başarısızlığa uğrayan bü­ yüsel edimin etkisine olan inancı etkilem iyor. B aşarı­ sızlık, bir başkasının yaptığı, ilk edimin etkisini yok eden daha güçlü b ir büyü ile açıklanıyor. B aşka bir söy­ leyişle, büyüsel edim, deneylerin öğrettiklerinden etk i­ lenmez ve başarısızlık sonucunda herhangi bir değişikli­ ğe uğramaz. Durum böyle olunca, büyü ile bilim arasın ­ daki analoji de ortadan kalkar. Bilimsel deneylerde, bi­ lim adamı, zıt deneylerden yararlanm aya, tam bir b aşa­ rısızlık, ya da eksik bir başarının ışığı altında tutum unu değiştirm eye hazırdır, Böylece, sonunda istenen sonuca ulaşır. Demek ki, büyü ile bilim arasında, her ikisinin de kesinliği bakım ından bir benzerlik vardır. Ama bu ben­ zerlik gerçekte olm aktan çok görünürdedir. Büyücünün kesinliği, büyü reçetesi, kutsallaştırılm ış b ir rutinden başka bir şey değildir. Oysa, bilim adamının kesinliği doğruluğu, ölçmeyi amaç edinmiştir. Sonra, büyücü, y a­ şantının etkilemediği, hiç değişmeyen bir araç kullandığı halde, bilim adamının kullandığı araç —varsayım ya da deneyim— esnektir; yaşantının gerektirdiği yerde değiş­ meye hazırdır.:- (s. 216). 139

Şu halde, «bilim, sistem atik olarak düzenlenmiş, doğ­ ruluğu belgelenebilen iddiaların bütünüdür; bu ididaların p ratik kullanılışına da teknik denir» (Lehmann, s. 4-'5). Oysa büyü, tekniğini doğru gözlemlere dayam adığı gibi, başarısızlıkları sonunda bu tekniği değiştirm eyi de kabul etmeyip, y a başarısızhk nedenini başka şeylerde arar, ya da biçim yönünden çeşitlemelere başvurur.

140

B.

BÜYÜ ÇEŞİTLERİ VE ARAÇLARI

Soru 65

Kaç çeşit büyü vardır? Sempatik büyü­ den ne anlaşılır? Taklit büyüsü hangi il­ keye dayanır?

Büyü, temelinde yatan düşüncelere, psikolojik du­ rum lara, bir de büyüsel işlemlerin bünye ve am açlarına göre kollara ayrılm aktadır. Bunların başlıcaları: Taklit büyüsü, temas büyüsü, ak büyü, kara büyü, a ktif büyü, pasif büyü, av büyüsü vb. Bunlardan ta k lit ve tem as bü­ yüsü sempatik büyü adı altında toplanır. Büyüler uygu­ lanışlarına göre de üç bölüme ay rılırlar: a) Uzaklaştırıcı uygulam alar;’ b) Hücum uygulam aları; c) istekle ilgili uygulam alar. 1 Büyü hakkındaki araştırm alarıyla ün yapan J. G. F r a z e r , diğer etkenleri hesaba katm adan büyünün da­ yandığı esas düşünceleri ikiye ayırm aktadır: Bunlardan birincisi «benzer benzeri meydana getirir» ilkesi; İkinci­ siyse, biribirileriyle bağlantılı ve ilişkili şeylerin, fizik­ sel «temas» ortadan kalktıktan sonra da, uzaktan biribirlerini etkileyecekleri ilkesidir. Yani, «bir şeyde bulu­ nan güc»ün, o şeyin başka nesnelerle teması dolayısıyle b ir dereceye kadar onlara bulaşması ve geçmesi; ve bir kez biribirleriyle tem as etmiş olan şeylerin her zaman 141

için biribirlerine* sem patik kalm alarıdır. Birinciye homeopatik y a da ta k lit büyüsü, İkinciye de kontajiyöz ya da temas büyüsü denm ektedir (s. 15). Analoji büyüsü de denilen ta k lit büyüsünün esası, adından da anlaşılacağı gibi taklide dayanm aktadır. He­ men hemen bütün toplum larda raslanılan bu yaygın bü­ yü çeşidi «taklit yoluyla istenilen sonucu m eydana ge­ tirm e; benzer işlemlerle istenilen şeyi ya da olayı öne alma, böylece o olayın yakın bir gelecekte gerçekleşme­ sini zorlama» denemesidir. Bunu yaparken «benzer ben­ zeri y aratır» ilkesinden hareket edilmiş olur. «Benzer olarak da göze görünür dış benzerlikler, tutum ve dav­ ranış benzerlikleri ya da düşüncenin çağrışım zincirle­ rinden çıkan büyüsel özellikler geçerlidir» (D ittm er, s.81). Taklit büyüsü işlemlerinde en çok görülen pratik yakma, kesme ve parçalam ayla ilgili olanlardır. Bu bü­ yü çeşidinde en çok kullanılan malzeme de zararı ya da ölümü istenilen kimsenin resmi, ağaçtan, çam urdan, balmumundan vb. yapılmış figürüdür. Örneğin P eru yerlile­ ri hoşlanm adıkları y a da korktukları birinin yağ ve t a ­ hıl karışım ı bir maddeden yaptıkları resmini, söz konusu kimsenin geçeceği yolun üstünde y ak arlar; buna da onun ruhunun yanm ası derler. M alaya’da, ta k lit esasına daya­ nan bir büyü de şöyledir: Düşmanın bedensel yapısını ve kişiliğini temsil etmeye yetecek kadar tırn ak , saç, k ir­ pik, kaş vb. alınır. Bunlar balmumu üstüne yapıştırılır. Bu figür yedi gece lam ba üstüne tu tu larak «Yaktığım şey mum değil; ciğerini, kalbini ve tükürüğünü yaktığım filancadır» denilerek yavaş yavaş yakılır. Yedinci gecede balmumu figür tam am en erir ve yanar; böylece o kişi­ nin öleceğine inanılır (Frazer, s. 18-19). A m erika yerli­ lerinin kimi boylan bir insan ya da b ir hayvana zarar vermek istiyorlarsa, onun resmini ya da figürünü yapa­ 142

rak, kalbin bulunduğu yeri keskin b ir araçla çizerler (Negelein, s. 165). T aklit yâ da analoji büyüsünün uygulandığı belli başlı alanlardan biri de avcılıktır. A vlanacak hayvanın yaralanm ış ya da vurulm uş biçimde resm ini yaparak onu büyülemek inancı çok yaygındır. Geçimlerini avcılıktan sağlayan topluluklarda kaya ve m ağara resim lerinin ço­ ğu, av sahnelerini konu edinmekte ve büyüsel b ir amaç gütm ektedirler. Av büyüsü, kimi zam anda, avdan önce belli kaçınm aları ve kuralları yerine getirm eyi g erek tir­ m ektedir. Avdan eli dolu dönmek için başvurulan bu p ra­ tiklerin çoğu büyüsel am aca yöneliktir. Örneğin Kame­ ru n ’un orman bölgesinde yaşayan yerliler ava çıkmadan önce yıkanır, şırınga vurdurur, büyüsel ilâçları kabından taşıracak kadar kaynatır, bedenlerini b oyatır ve saçları­ nı özel b ir biçimde kestirirler (H irschberg, s. 204). T aklit büyüsündeki yanlış çıkış noktası, «esas» ile «benzer»i biribirinden ayırm akta çoğu zaman güçlük çe­ ken ilkel düşüncede yatm aktadır.

Soru 66

Temas büyüsü hangi ilkeye dayanır? Uy­ gulanışında nelerden yararlandır? Taklit büyüsünden kesin olarak aynlır mı?

Sempatik büyünün ikinci kolu, tem as ilkesine daya­ nan, tem as büyüsüdür. F r a z e r, bu büyünün çıkış nok­ ta sı olan düşünceyi şöyle açıklam aktadır: «Bir zam anlar biribirlerine bağlı olan parçaların —h a tta sonradan b i r ­ birlerinden tam am en ayrılm ış olsalar bile-— birindeki de­ ğişiklik, ötekini de etkileyen sempatik b ir bağlantı için­ dedir» (s. 54). «Parça bütüne aittir» ilkesi, parçaya sahip olanın, bütüne de sahip olacağı düşüncesini doğurur. Buna göre, 143

birinin saçına sahip olan ya da tırnak, kirpik, elbise p a r­ çası, diş, pislik, id rar vb. gibi şeylerini elde eden kimse, söz konusu olanın üzerinde olumlu ya da olumsuz büyüsel b ir etki gücüne sahip dem ektir. Temas büyüsünün en çok bilinen ve en yaygın olan örneği b ir insanla, o in­ sandan ayrılm ış olan parçanın, örneğin saçının ya da tırn ağının arasındaki büyüsel sem pati uygulam asıdır. B unlar bir zam anlar bir arada bulundukları, biribirleriyle tem as durum unda oldukları için, biribirlerine sempatiyle b ağlıdırlar ve bu sem patiyi biribirlerinden ayrıisalar iıile sürdürürler. Temas büyüsünde saç, tırnak, kirpik, diş vb. fizyolojik öğelerin yanı sıra, insanın giyim kuşamı ve günlük hayatı için kullandığı şeylerin de etkiyi ve «güc»ü iletici niteliğe sahip oldukları kabul edilmektedir. Bir in­ sanda varlığı tasarım lanan m ajik güc; menisinde ve k a­ nında da bulunm aktadır. B unlardan biri üstüne yapılacak k ara büyü, sahibini de etkiler. Öte yandan m ajik güc ile dolu bulunduğuna inanılan b ir şeyin yenmesi, yakıl­ ması ya da içilmesi etkileyici bir rol oynar. Gelişmiş kültürlerde de görülen bu pratiklerde büyüsel sözler «okunmuş» maddelerin yenilmesi ya da üzerleri yazılı küçük tabletlerin, kâğıt parçalarının yutulm ası, obje ile büyüsel gücü tem asa getiren bir işlem biçimidir. Z ararlı bir hayvanın zararından korunm ak için, o hayvana ait herhangi b ir şeyi taşım ak çok eskiden beri uygulanan sempatik bir büyü şeklidir. Y erliler özellikle hayvanlardan gelecek tehlikeleri uzaklaştırm ak için, çe­ kindikleri hayvanların boynuz, diş, pençe vb. şeylerini on­ la ra karşı birer korunma, birer sem patik büyü aracı ola­ rak kullanırlar. Örneğin bir Zulu’lu, tim sahlarla dolu bir nehri geçeceği zaman bir parça tim sah pisliği çiğner ve üeLÜne serper (Webster, s. 67). Gerek ı-aklit, gerek tem as büyüsü p ratik te çoğu kez biribirlerine karışrn^H adu Temas büyüsü, ta k lit ilkesini 144

gerektirdiği gibi, taklit büyüsü de temas ilkesini gerek­ tirmektedir.

Soru 67

Ak ve kara büyünün özellikleri nelerdir?

Büyü, kendi alanında amacına, elde etmek istediği sonuca göre, ak ve k ara büyü diye ikiye ayrılm aktadır. Ak büyü toplumun ve bireyin iyiliğine yönelmektedir. H astalık, yaralanm a, ölüm vb. gibi insancıl felâketlerle; sel, kuraklık vb. gibi doğal felâketleri önlemeye; evi barkı, malı - mülkü, hayvanlan, «geçiş» durum undaki ço­ cukları, lohusaları, zararlı dış etkilerden korum aya yörielmektedir. Ak büyü, çoğunlukla dinden ve dinin kutsal bildiği şeylerden yararlanır. Genellikle din alam nda ve din adamlarıyle iş görür; duaya ve kurbana başvurur (König. s. 507-508). Bu büyü, yararlı, göze görülebilen «güc»leri, h a tta doğa düzenini kendi alanına çekmeye çabalar. İnsanın hayatına, sağlığına, malına - mülküne, evine barkına, hayvanlarına zarar vermeye yönelen büyüye de kara büyü denmektedir. Sevişenleri, evlileri biı'ibirinden soğutm ak ve ayırm ak; cinsel kudreti, konuşma yetene­ ğini, uykuyu «bağlamak» yoluyla bozmak; düşmanı h a s ­ ta etmek, sakatlam ak, öldürmek gibi eylemler kara büy ü ’nün iş alanına girm ektedir. Nasıl ak büyü amacına varm ak için dinden ve dinsel kudretlerden ç>lumiu yönde yararlanıyorsa, kara büyü de olumsuz yönde y ararlan ­ m aktadır. Dinin yasakladığı şeyleri yapm aktan çekinme­ diği gibi, dinin kutsal bildiği şeyleri de saygısızca kul­ lanm akta sakınca görmez. Kısacası dinin karşısındadır; bu yüzden de kara büyücülükle uğraşanlara günahkâr gözüyle bakılır. Ak büyü ile kara büyü biribirinin karşıtıd ır; birinin 145

yaptığını öteki bozmaya uğraşır. H er iki büyü de taklit ve tem as ilkelerine göre işlemektedir.

Soru 68

Aktif ve pasif büyünün özellikleri neler­ dir? Allopatik büyü ne demektir?

Doğa olaylarını etkileyerek iradesi altına alm aya yö­ nelen ve saldırgan bir özellik taşıyan büyüye ak tif büyü denm ektedir. Örneğin Zululular fırtınayı ve kötü havayı uzaklaştırm ak için şöyle bir pratik uygularlar: Ocaktaki kızgın köm ür parçalan b ir kap içine konur. Kap, kulü­ benin girişine bırakılır ve kulübenin kapısı biraz açık bırakılır. Kokusu kuvvetli bodur ağaçların dallarından, dikenli sarm aşıklardan; tim sah, yunus balığı, koyun, maymun, tavşan, dağ faresi vb. gibi büyüsel güc taşıdık­ larına inanılan hayvanların öte berisinden yapılan «ilâç» kızgın kömürün üstüne dökülerek tütsü len ir ve böylece fırtınanın uzaklaştırılacağına inanılır (Dammann, s. 100). Z ararlı ve kötü dış etkileri uzaklaştırm aya, bunların zararlarından kaçınmaya ve bunlara karşı savunm aya da pasif büyü denmektedir. Bu büyünün esası, büyüsel güç­ le yüklü bulunduğuna inanılan uğursuz yerlerden, nesne­ lerden ve insanlardan kaçınm aktır. Örneğin gebe kadın­ ların kimi yiyecekleri yememeleri; lohusaların zararlı etkilere karşı, yanlarında, kutsal yazı, bıçak, iğne, makas, mavi boncuk, nazarlık vb. bulundurm aları; ay hâli’indeki kadınlara yaklaşılmaması gibi. P asif büyüde am uletler (m uskalar) önemli rol oy­ narlar. B ir başka büyü biçimi de allopatik büyüdür. B ir şeyi k arşıtıyla etkilemeye allopatik büyü denm ektedir. Örne­ ğin sıcağı soğukla, donu ateşle, yılanı ya da solucanı 146

bütün sürüngenleri yakalayıp yiyen leylekle etkilemek gibi.

Soru 69

Ad, sayı ve renkle ilgili büyülerin özellik­ leri nelerdir?

Adlar, sayılar ve renkler de büyücülükte önemli rol oynam akta ve çeşitli pratiklerde birer araç olarak kul­ lanılm aktadır. Kişiliği oluşturan özelliklerden biri olan ad, sadece sosyal bir kişiliği anlatm az, aynı zam anda majik anlam ­ da bir gücü de anlatır. Onun için çocuğa gelişi güzel bir ad verilmeyip, çoğu kez m ajik bir değer taşıyan nesne­ lerden birinin adı konur. Konan adın çocuğun k arak te­ rini, geleceğini, toplum içindeki yerini ve başarısını dam ­ galayacak, biçimlendirecek sembolik b ir «öz-> taşım asına dikkat edilir. Çünkü, adın ifade ettiği anlamı ve niteliği sahibine geçirdiğine inanılm aktadır. Örneğin çocuğa ka­ ya adı koymanın temelinde çocuğun kaya gibi dayanıklı ve sağlam olacağı inancı yatm aktadır. Ad, insanın bir «parçası» olduğuna göre: ad üstüne yapılacak ak ya da kaya büyü, «parçanın başına gelenin bütünün de başına geleceği» ilkesi gereği, sahibini de etKİleyecek demektir. İlkel düşünceye göre, birinin adııı: bilen, onu büyüsel yönden etkileyecek gücü elde etmiş sayılm aktadır. Onun için, yerlilerin çoğu tanım adıkları kim selere adlarım söylemekten çekinirler. Büyücülükte sayıların da rolü büyüktür. Öyle ki, bü­ yüsel bir. p ratik te belli bir sayı adedinin yerine getiril­ memesi başarısızlığın nedeni olarak ileri sürülür. Hemen hemen h er bâtıl inancın ve büyüsel pratiğin bünyesinde yer alan değişik değerde sayılar v ard ır: Örneğir. «üç kere tükürm ek», «dört yol ağzına gömmek», «yedi evden iplik 147

toplamak», «kırk gün yıkanmak» gibi... Genellikle 3, 7, 9j JfO, Jfl, 99 gibi rakam larda büyüsel ve m istik bir güc olduğuna inanılm aktadır. Bunlardan 3 ve 7’ye olan inanç çok yaygındır. Tıpkı ad ve sayı gibi kimi renklerin de büyüsel «güc»le yüklü olduklarına inanılır. Bu inançta renklerin parlaklığı, çarpıcılığı, göz alıcılığı ya da tersine donuk­ luğu rol oynam aktadır. Öte yandan büyüsel «güc» ile dolu olduğuna inanılan kimi maddelerin; bu gücü, parça ile bütün, özle biçim arasındaki sem patik tem as yoluyla rengine de geçireceği düşünülmektedir. Özellikle mavi, kırmızı, siyah ve s a n büyücülükte çok kullanılır. M ısır’­ da, İra n ’da, H indistan’da ve Pencap’da kötülüğü ve «na­ zar»! uzaklaştırm ak için en çok kullanılan m ajik renk m avidir (Seligmann, s. 247). Mavi rengin ülkemizdeki bü­ yüsel gücü herkes tarafın d an bilinmektedir. Mavinin yanı sıra kırmızı da önem taşım aktadır. Mavi ve kırmızı çok eskiden beri kullanılan m ajik renklerdir; şimşeğin, gü­ neşin ve kanın renginin bu inanmada rolü olduğu söy­ lenm ektedir (İbid., 247-248). Kırmızı ise Çin’de, H indis­ ta n ’da ve A vrupa’da «nazar»a ve kötü ru h lara karşı kul­ lanılm aktadır.

Soru 70

Amulet ve uğurlukların ortaya çıkışları nasıl açıklanır? Bunlar hangi 'amaçlarla kullanılmaktadır?

Dinam ist dünya görüşü sonucu, objelerin pozitif ve negatif bir «güc» ile yüklü bulunduklarına inanma, in­ sanoğlunu zararlı ve tehlikeli kabul edilen objelerden k a­ çınm aya ya da savunm aya yöneltm iştir. Aynı görüş, ya­ rarlı olarak kabul edilen objelerin de sağlık, mutluluk ve başarı için kullanılabileceğini fikrini doğurm uştur. 148

Doğayı dolduran canlı ve cansız nesnelerin parlaklık, sağlam lık, kuvvet vb. gibi çarpıcı nitelikleri karşısında kimi zaman şaşıran, kimi zaman da korkan ilkel insan, felâketinin ya da m utluluğunun bunların içinde saklı ol­ duğuna inanarak onlarla «barışık» olmayı ve onları kendi hizmetinde kullanmayı düşünm üştür. V ahşî hayvanların kuvvetinden yılan ilkel, örneğin arslanın pençesini, kap­ lanın tüylerini, yılanın dişlerini üzerinde bulundurm akla hem bu hayvanların niteliklerini kendine geçirme, hem de onlarla büyüsel yönden bir yakınlaşm a amacını g ü t­ m üştür. Am uletler (m uskalar) fonksiyonlarına göre iki ana gruba ayrılırlar: Z ararlı dış etkileri ve tehlikeleri uzakla ştıran la r ile iyilik getirenler. Bir şeyin amulet olabil­ mesi için, ilkin onun özü ve biçimi gözönünde bulundu­ ru lu r: Garip biçimdeki ta şla r; hayvan kemikleri, pençe­ leri, dişleri, gözleri, derileri; taştan, ağaçtan, madenden yapılan şeyler; yüzükler, bilezikler, kolyeler; meyve ve bitki tohum ları; kâğıt, deri, kemik vb. üstüne çizilmiş büyüsel şekiller, yazılmış kutsal sözler Amuletin, sah i­ bini kötülükten, hastalıktan, felâketten, nazardan koru­ duğuna inanıldığı gibi; onu, bedensel ve ruhsal bakımdan güçlendirip, yetenek vp becerisini de artırdığına inanıl­ m aktadır. Amuletlerin koruyucu, tehlikeyi uzaklaştırıcı gücü ve niteliği, hayvanlar, ev-bark, mal-mülk vb. için de geçerlidir. E n yaygın am uletler el ve göz biçiminde olanlardır. Müslümanlığın ve H ıristiyanlığın yayıldığı bölgelerde «Fadime A na’nın Eli», «Meryem Ana Eli», «Abbas’ın Eli» ad lan altında kullanılan am uletler çoğunca dinsel kay­ naklıdır. Göz biçimindeki am uletler «kuvvete karşı kuv­ vet» ilkesince kötü göze karşı kullanılm aktadır. Ülkemiz­ de gerek el, gerek göz, gerekse başka biçimlerdeki amuletlere genellikle «nazarlık» denilmektedir. 149

Am ulet olarak kullanılan yapma nesnelere korku ve saygıyla karışık bir ta v ır takınma, onları fetiş durumuna dönüştürür. Taşıyıcısına iyilik, talih açıklığı ve uğur getiren nes­ nelere de uğurluk denir. Uğurluğun am uletten farkı, za­ rarlı etkileri uzaklaştırm aktan çok, taşıyıcısına m utlu­ luk ve başarı getirecek bir «uğur» eşyası olmasıdır. B ir nesnenin uğurluk olarak kullanılması çoğu kez bir raslantıya bağlıdır. Örneğin ilkel bir balıkçı sabahleyin ır­ mak kıyısına gidip de suyun içinde gerek rengi, gerekse biçimi bakımından ötekilerden farklı bir ta ş görüp, bi­ rine hediye etmek için sudan alır, sonra da he.-günkünden çok balık tutarsa, bu sevindirici olayı ta şa bağlar ve taşı uğurluk diye saklar (Zucker, s. 61 j. U ğurlukların çoğu —kimi amulet çeşitlerinde olduğu gibi— süs eşya­ sına dönüşmüştür. Zaten birçok araştırıcı süs eşhasının başlangıcını amulet düşüncesine bağlam akla, uğurlukları «estetik anlamdaki m ajik öz» diye tanımlamak! d ır (Negelein, s. 169). Gerek amuletler, gerekse uğurluklar pasif büyü ala­ nına girm ekte ve pratrk kullanışlarında çoğu zm ıan biribirinden ayırt edilememektedirler.

150

Üçüncü Bölüm

SANAT A.

ÎLKEL SANATA İLİŞKİN GENEL AÇIKLAMALAR

Soru 71

İlkellerin sanatını konu edinen sanat et­ nolojisinin alanı ve görevleri nelerdir? Sa­ nat etnolojisi hangi disiplinlerle iş birliği yapmak zorundadır?

S anat etnolojisi tıpkı din etnolojisi gibi genel etno­ lojinin bir dalıdır, en çok da ilkellerin plastik sanatlarıyla u ğ raşır. Müziğin, tiyatronun, dansın ve şiirin sanat e t­ nolojisi içine girm esini kimi etnologlar kabul etnıemektededirler. Nitekim etnoloji el kitaplarının çoğunda son saydıklarım ız ayrı konular olarak ele alınmaktadır-. S anat etnolojisinin araştırm a alanını genel san at e t­ nolojisi, bölgesel sanat etnolojisi ve tarih sel san at etno­ lojisi diye üç bölüme ayırabiliriz. İlkellerin sanat faaliyet­ lerinin genel ilkelerini çözümlemek genel san at etnoloji­ sinin; kültürel ve coğrafi bölgeler gözönünde bulunduru­ la ra k b ir tribünün, bir etnik grubun sanatım n üslubunu ve özelliklerini araştırm ak bölgesel san at etnolojisinin; el altındaki kaynakların meydana çıkışını, gelişimini ve 151

yokoluşunu araştırm ak da tarihsel san at etnolojisinin gö­ revi içine girm ektedir (Haselberger, s. 9). S anat etnolojisinin araştırm a alanlarının kesin sınır­ larım çizmek oldukça zordur. Başka disiplinlerde olduğu gibi, san at etnolojisinde de birtakım yan dalların araş­ tırm a alanlarına girişim ler olm aktadır. Bunların başlıcaları san at tarihi, prehistorya, san at felsefesi, estetik, san at psikolojisi ve din etnolojisidir. S anat etnolojisi, -is­ te r istemez bu saydığımız dallardan yararlanm ak zorun­ dadır. Özellikle din etnolojisi, san at etnolojisinin en çok yararlandığı bir daldır. İlkellerin toplum sal yapısının din­ sel k arak teri gözönünde bulundurulursa, bu iş birliğinin kaçınılmaz gerekliliği kendiliğinden o rtay a çıkar. İlkel toplum larda sanat eserlerinin birer süs, birer estetik eş­ ya olm aktan çok, belli fonksiyonları karşılam aları; bu fonksiyonların da dinsel nitelik taşım aları, din etnolojisi­ ni san at etnolojisinin en önemli yardımcı disiplini haline getirm ektedir. Ayrıca sanatçının geleneksel toplum dü­ zeni içindeki yeri, sanat ürünü ile toplum düzeni a ra ­ sındaki bağlantılar da öteki etnoloji dallarına bakarak en çok etno-sosyolojiyi ilgilendirmektedir. Bütün bunlar, sanat etnologunun, etnolojinin öteki dallarıyla sıkı iliş­ kiler kurm asının kaçınılmazlığını gösterm ektedir. Son olarak bir noktaya daha değinmek gerekm ekte­ dir: İlkeller yeryüzünde tek başlarına, başka kültürlere kapalı olarak yaşam am ışlar, aksine zaman zaman yük­ sek kültürlerden etkilenmişlerdir. Bugüp ilkel sanat eser­ lerinde görülen birçok m otifin ve formun yüksea k ü ltü r­ lerden alındığı ispat edilmiş durumdadır. Bu bakımdan, çevresinde yüksek kültürlerin bulunduğu birtakım ilkel halkların sanatının tam bir değerlendirmesini yapabilmek için, san at etnologlarının söz konusu yüksek kültürleri de iyi bilmeleri gerekm ektedir. 152

Sora 72

tikel sanatın araştırılmasına ne zaman başlanmıştır? Bu konuya katkıları olan etnologlar kimlerdir?

15. ve 16. Yüzyılda ilkel halklarla tem asa gelen Ba­ tık la r bu halkların sanatına karşı hemen hemen hiç ilgi duym am ışlardır. Bunların çoğunun gezip gördükleri yer­ ler hakkında verdikleri bilgiler öznel yargılardan öteye geçmiyordu. Hemen hepsi de serüven peşinde koşan, üs­ tü n tekniklerin verdiği olanaklarla g ittikleri yerlerde kan döken, altın arayan, ticaret yapan dünya gezgincileriydi­ ler. Y erliler bunların gözlerinde acaip yaratık lard an baş­ ka bir şey değillerdi. O zamanın bilim adam ları da yerlilerin insan olup olmadığı konusunda gülünç ta rtışm alara girişmişlerdi. 1512 yılına kadar, kilise de, bu «garip y aratık larsın in­ san olmadığı fikrini savunm uştur (M üensterberger, s. 10). 18. Yüzyılın yarısından sonra, bu yabancı halklar hakkm daki görüşler yavaş yavaş değişmeye; denizaşırı bölgelerdeki kültürlerin tanınm asıyla «vahşilersin doğal ve özgür hayatlarına karşı duyfılan ilgi artm ay a başladı. Ünlü denizci J. C o o k , 1769 yılında O kyanusya’da, M aorilerin yaşadığı bir adaya çıktı. B uradan topladığı bir sürü eşya ile geri döndü. (Bunların çoğu şimdi British Museum’de bulunm akta ve Maori sanatının önemli eser­ lerini teşkil etm ektedir). CooTi , 1788 yılında Kuzey A m erika’nın kuzey-batı kıyılarına g itti ve yine birçok san at eseriyle geri döndü. 18. Yüzyıldan sonra, yeni keşfedilmiş ülkelere den misyonerler, ilkellerin sanatına karşı anlayışsız d av ­ ran dılar; onların gözünde ağaç ve taş heykeller ilkel ve boş b ir inancın belgeleri olan putlardan başka bir şey değildi. Böylece gerek misyonerlerin, gerekse misyoner­ ler tarafından H ıristiyanlığa kazandırılan yerlilerin yık­ 153

tığı, yaktığı ve yokettiği san at eserleri büyük b ir yekûn tutm aktadır. Bununla beraber, m isyonerlerin fark ın a varm adan ilkel sanatın hepten yokolup gitmesini önleyen birtakım olumlu davranışları da vardır. Şurası bir gerçektir ki, misyonerler, buralara ilk gelen serüvencilere bakarak, yerlilere daha insanca davranm ışlardır. O nların tek am a­ cı yerlileri kendi dinlerine çekmek olm uştur. Y erliler H ı­ ristiyan olduktan sonra, öte berilerine pek dokunulm a­ mış; h a tta onların yontm a işlerini, aptallığa ve saçm a­ lığa karşı kazanm ış oldukları manevî savaşın bir sembolü, bir anısı olarak saklam ışlar ve beraberlerinde getirm iş­ lerdir. Böylece birçok san at eseri yok olm aktan k u rta ­ rılm ıştır. 19. Yüzyılın ilk yarısında toplanm ış olan p ar­ çalar, denizcilerin h a tıra eşya diye getirdikleriyle b ir­ likte, ilkellerin sanatı hakkında bilgi veren en eski ve en güzel parçaları teşkil etm ektedirler (D. Frazer, s. 11). 19. Yüzyılda etnologlar henüz kaybolmamış çeşi etnografik malzemeyi toplam aya girişirken, ilkel sanatla pek ilgilenmediler; çünkü onlara göre ilkel sa n a t eserleri, ilkel kültürü daha iyi değerlendirm ek için henüz geçerli birer araç olarak kabul edilmiyordu. Bununla beraber kimi etnologlar tek yanlı da olsa bu konuya eğildiler. F R a t z e l , 1891 yılında çeşitli maskeleri sınıflandırm aya girişti. Öğrencisi L. F r o b e n i u s da, 1898 yılında, A frik a’daki m askeler ve gizli dernekler hakkında resim li b ir eser yayımladı. İlkellerin sanatına karşı duyulan ilgi giderek artm ış, h a tta bu eserlerin üniversite öğreniminde kullanılm ak için el altında bulundurulm asına başlanm ış, bu sanatın mahiyeti ve amacı hakkında da çeşitli görüşler ortaya atılm ıştır. Evrimciler, ilkellerin sanatına evrim in ilk ba­ samağı gözüyle bakm ışlardır. Öte yandan, F. B o a s, m imar ve sanat kuram cısı G. S e m p e r ’in görüşlerine 154

dayanarak özellikle malzemenin, icra ve yöntemin, bir de sanatçı tarafından gözetilen amacın üzerinde durmuş, oöylece bu etkenlerin formu, ornem antal nakış ve desen­ leri, h a tta estetik bütünü meydana getirdiğini ileri sü r­ m üştür. 20. Yüzyılın başlangıcından sonra ilkel san at hakk da çeşitli eserler yayım lanm aya başlam ıştır. W o e r ıv a n n, E.v. S y d o w, A. S p r i n g e r , H. W e i g e r t , A. B a s t i a n , R e a d , D a l t o n , F.v. L ıt s c h.a n, A. C. H a d d o n vb. ilkel sanatı gerek bölgesel özellik­ leri. gerekse genel ilkeleriyle konu edinen kitaplar’ y a­ yım lam ışlardır.

Soru 73

İlkel sanata ilgi duyan modern sanatçılar kimlerdir? İlkel sanatın Batı’da tanınma­ sı nasıl olmuştur?

İlkel sanatın estetik değeri üzerinde —birkaç etno­ logun dışında— daha çok sanatçılar durm uşlardır. O za­ m anlar yeryüzünün çeşitli bölgelerinde araştırm alar ya­ pan etnologlar ilkellerin sanatına ikinci, üçüncü plânda yer verirken, A vrupa’pın büyük kentlerindeki kimi sa ­ natçılar ve sanat severler ilkel maskelerle figürlerin e t­ kisinde kalarak bunlardan esinlenmeye başlam ışlardır. A vrupa’daki toplumsal değişmeler ister istemez sa ­ natı da etkilemeye başlam ış; V a n G o g h (1853-1890), Toulouse-Lautrec (1864-1901) ve G a ıt g u i n Q848-1903) gibi sanatçılar bu etkilenişin öncüleri olmuş­ lardır. B irtakım sanatçılar yeni konular ve yem bir ü s­ lup aram aya girişm işlerdir. Bağlı bulunduğu sanat çev­ resinin baskısından ilk kurtulan sanatçı G a u g u i n ’dir. J. J. R o u s s e a «’nun da etkisinde kalarak ilkin Martin ik ’e, sonra da T ahiti’ye giden G a u g u i rı’i zamanla baş­ 155

ka sanatçılar da izlemiş; bunlar esinlenmelerini yeni kül­ tü r bölgelerinde aram aya başlam ışlardır. Bununla beraber, ilkel san ata karşı duyulan ilgi baş­ langıçta, yani Yirminci Yüzyılın başlam asından önce, yü­ zeyde ve duygusal bir planda kalm ıştır. Ancak modern sanatın gelişmesinden sonradır ki, bu ilgi artm ış; V İ a m i n c k (1876-1958), P i c a s s o (1881- ), D e r a i n (1880-1954), B r a q u e (1882-1963), M a t i s s e (18691954), M o d i g l i a n i (1884-1920), K i r c h n e r (18801938), N o i d e (1867-1956) vb. gibi san atçılar ilkel sa­ natı âdeta yeniden «keşfetmişlerdir». îlkel sanatı büyük bir coşkunlukla öven bu sanatçılar, kendi estetik eğilim­ lerini ilkellerin yontm a eserleriyle doğrulam aya çalışmış­ lar; A frik a’nın maske ve heykelciliğindeki anlatım gücün­ den kendi sanat yaratm alarında esinlenmişler, h a tta bun­ ları bilinçli olarak ta k lit etmeye başlam ışlardır (Haselberger, s. 18; D. Frazer, s. 13). E stetik değeri üzerinde hiç durulm adan öteki etnografik malzeme ile birlikte etnoloji müzelerinde gelişigüzel sergilenen ilkel sanat eserlerine karşı ilgi artm aya başla­ yınca sanatçılar, sanat eleştirm enleri ve özel koleksiyon­ cular işe girişerek, müzelerde sadece ilkel san at eserle­ rini içine alan özel sergiler düzenleyip, değerlerini ortaya çıkarm aya çalışm ışlardır. Bu durum çoğu zaman müze­ lerdeki bilim adam larıyla sanatçılar arasında tartışm a konusu olmuştur. 1919 yılında, P a ris’te, A frika ve O kyanusya yerlile­ rinin sanat, eserlerini tam am en estetik açıdan ele alan b ir sergi açılmış ve büyük ilgi görm üştür. ilkel sanat eserleri o zam anlar kişisel kolleksiyonlarda bulunuyordu. İsviçre’de, Alm anya’da, Belçika’da, Ingiltere’de ve A m erika'daki özel kolleksiyoncv.lar, ilkel sanat eserlerini çeşitli yollardan toplam ışlardı. Bunların çoğu, sonradan ya sahiplerinin bağışı ya da p ara k arşı­ 156

lığı satın alınarak etnoloji müzelerinde toplanm ıştır. îlkel san ata karşı duyulan ilgi kolleksiyonculuğu da geliştirm iş, koleksiyonculuk giderek m oda olmuş ve P a ­ ris, Londra, New York, Berlin vb. gibi dünyanın büyük sa ­ n a t merkezlerinde bu eserlerin alım -satım ının yapıldığı antikacı dükkânları ve pazarları o rtay a çıkm ıştır. Daha F r o b e n i u s ’un, A frik a’daki gizli dernekler ve m aske­ ler üstüne yazılmış resim li kitabının yayım ından bir yıl önce, yani 1897’de İngiltere’de bir antikacı kalalogunda b ir sürü ilkel san at eşyası zikredilm ekteydi (Müensterberger, s. 10). 1910 yılında, Berlin’de A. F l e c h t h e i m modern san at eserleriyle Okyanusya yerlilerinin sanat eserlerini birlikte sergilediği bir galeri açm ıştır. Aynı şekilde L ondra’da ve P a ris ’de büyük açık artırm a salon­ ları ilkel san at eserlerini de satm ışlar ve bu işte san attan anlayan uzm anlar kullanm ışlardır (H aselberger, s. 19). Bugün de dünyanın çeşitli büyük kentleriyle A fri­ k a ’da, Okyanusya adalarında ve A m erika yerlilerinin ya­ şadıkları bölgelerde ilkel san at eserleri tu ristik am açlar­ la satılm aktadır. Ancak bunlar eskilerin birer taklidin­ den öteye gidememektedir.

Soru 74

tikellerde sanatçının durum u nasıldır? Kimler sanatçı olabilir? Sanatçı olabilmek için nasıl bir eğitimden geçmek gerekir?

İlkellerde sanatçının yeri, sanatçıya verilen değer toplum dan topluma değişmektedir. Kimi tribülerde sa­ natçıyı toplumun öteki üyelerinden ayırm ak, özel bir ye­ re koymak pek söz konusu değildir. Kimi tribülerdeyse tribünün her üyesi bir eserin ortay a çıkışında derece derece pay sahibidir; yani eserin yapım ına ve ortaya çı­ kışına herhangi bir şekilde katkıda bulunm aktadır. Bu 157

durum daha çok cem aat çalışmasını gerektiren «Toplantı Evleri» nin ve savaş kayıklarının yapımında görülür. Eser yapım ında sanatçı özel b ir yer almış olsa bile, ona her zaman meslekten biri ya da bu iş için ustalaşm ış kimse denemez; çünkü o da bu işin dışında geçimini sağlam ak için günlük işlerle uğraşm ak zorundadır. Modern san at­ çının tersine, ilkel sanatçı yaptığı şeylerden pek az ya­ rarlanır. A frika’daki kimi tribülerde sanatçılık, çiftçili­ ğin yanı sıra uğraşılan işden başka b ir şey değildir. Yağm ur yağmadığı, tarla, bağ-bahçe işleri durduğu za­ m anlar, sanatçı çeşitli eşyalar yaparak, buniarı başka şeylerle değiştirir. Bazen de sanatçının bakımını, üyesi bulunduğu cem aat üzerine alır; böylece sanatçı da ken­ dini bütünüyle işine verme olanağını bulmuş olur. Sanatçının önemsendiği toplumlar da vardır. A fri­ k a’da heykellerin değeri büyüktür. Baluba’lı heykelciler onur belirtisi olarak başlarında bir işaret taşırlardı. Bel­ çika Kongosu’ndaki Buschongolarda sanatçının yeri şef­ ten sonra gelmektedir. Sanatçının toplum içindeki verini belli eden özel bir işaret ve rütbe taşıdığı birçok tribii vardır (M üensterberger, s. 39). A frik a’da demircilerin durumu ilginçtir. Demircinin ateşle uğraşm ası, onun büyüsel güc sahibi olduğu inan­ cını pekiştirm iştir. Bundan dolayı demirci çoğu zaman «medizin mann», şef, büyülü figürlerin yapıcısı vb. gibi iş görm ektedir. Demircinin karısı da çanak-çömlek işle­ rini yönetir. Batı A frika zencilerinde ve E k v a to r’un gü­ neyindeki B antularda demirciye büyük saygı gösterilir Buna karşılık Batı Sudan’ın kimi bölgeleriyle Senagal’de demircilşr küçümsenmekte, h atta bunlar bir kasd içeri­ sinde izole edilmektedir (Leuzinger, s. 25). Kimi sanatçılar da sadece belli işleri yaparlar. Örne­ ğin A frik a’da belli bir işin tamamen bir ailenin yakın­ larının tekelinde olduğu görülmektedir. Bundan dolayı­

dır ki, çocuklar ailelerinin yaptıkları işi öğrenmekle y ü ­ küm lüdürler (D. Frazer, s. 21). Yeni G ine’nin Papua k ö r­ fezi bölgesinde m askelerin yapımı, ellerinde babadan oğula geçen geleneksel maske örneklerini bulunduran kimse­ lere a ittir (M üensterberger, s. 39). Aynı şekilde, gizli derneklerin kültik am açlarla kullanılan objeleri sadece dernek üyeleri tarafından yapılır. Sanatçının eğitim i ve yetiştirilm esi de bağlı bulun­ duğu toplum a göre değişm ektedir. Genellikle sanatçılar, sanatçı ailelerin çocuklarından olm aktadırlar. Baba, sa ­ natçı, işini sürdürm esi için, oğlunu ya da yeğenini seçer; ona, araçların kullanılışını ve sanatının sırlarını öğretir. Böylece sanatının sırlarının başkaları tarafın d an öğren­ miş olmasını önlemiş olur. Çırak, ustasından, eli altında bulunduracağı araç-gerecin yapımını, bunların kullanılı­ şını ve daha önce yapılm ış eserleri ta k lit etmeyi öğren­ meye çalışır. E ğer bir delikanlı 'yontm a işinde yetenek gösterirse, öğrenim için, tanınm ış ve olgun bir sanatçının yanına verilir. B urada da eğitim in esasını çeşitli tem rinler ile değişik tipteki eserlerin taklitlerini yapm ak teşkil eder. Çırak, tek başına çalışacak durum a geldiği zaman bile, birkaç yıl ustası adına çalışır. Kimi zaman da sanatçı olarak seçilen ve bu amaçla yetiştirilen kimselerin daha küçükken, h a tta doğarken birtakım büyüsel özellikler gösterm iş olmasına dikkat edilir. Örneğin Yeni Gine’deki M undugumorlarda göbek bağları boyunlarına dolanmış olarak doğan çocukların sanatçı olacağına inanılır ve bu çocukların tüm tehlike­ lere karşı bağışıklı oldukları kabul edilir (D. Frazer, s. 21). Sanatçıların gerek eğitim leri, gerekse eğitimlerinden sonra sa n a t eşyası yaptıkları sırada birtakım ritüel ku­ rallara, kaçınm alara dikkat etmeleri gerekm ektedir. Çün­ 159

kü onların yaptıkları iş sıradan bir şey olmayıp, tersine, dinsel, büytisel ve geleneksel b ir «öz» taşım aktadır. Sa­ natçı hem yaptığı şeyin zararlı etkisinden korunmak, hem de onun dinsel ve büyüsel gücünü artırm ak için çeşitli yasak ve kaçınm alara dikkat etm ek zorundadır; ritüel temizlik, başka insanlardan uzak durm ak, kendini bütünüyle işine vermek, tan rıları ve ataları gücendirecek eylemlerden kaçınmak vb. bunlar arasındadır. ilkel sanatçı toplumun em rindedir ve geleneksel ola­ nı sürdürm ek durum undadır. Kendine sipariş edilen eser­ leri, daha öncekilere benzeterek yapmak, yani onları bü­ yük ölçüde ta k lit etmek başlıca görevidir. Bununla be­ rab er sanatçı, eğer kişisel yeteneği elverişliyse, eserlerine esası bozmayan bir incelik, bir estetik görünüş de ka­ zandırm aya çalışır. H er ne kad ar ilkel sanatçı gelenekseli bozmak, değiştirm ek özgürlüğüne sahip değilse de, yine de isterse geleneksel olana kendinden, sanatçı yanından bir şeyler katabilir, ilkel sanatçının, üyesi bulunduğu toplu­ mun değerlerine başkaldırm ası düşünülemez, ilkel sanat­ çıdan değişik ya da toplumun geleneksel yapısına ters dü­ şen eserler istenemez. Böyle bir durum ancak gelişmiş ülkelerin sanatçılarına vergidir. Soru 75

tikel sanatçıyı etkileyen başlıca faktörler nelerdir?

İlkel sanatçı ilkin toplumsal çevrenin, sonra da coğ­ rafi çevrenin etkisi altındadır. Toplumsal çevre, sanatçının toplum sal fonksiyonu­ nun sınırlarını çizmektedir. Sanatçı üyesi bulunduğu ce­ m aatın düşünce tarzının dışına çıkamaz. Bu durum onun bir sanatçı olarak zevkini de tayin etm ektedir, ilkel sa­ natçının bağlı bulunduğu düşünce tarzı geleneksel, eski­ ye bağlı ve tutucudur. Sanatçı, «akrabalık ve evlilik bağ­ 160

larıyla sıkı bir biçimde örülmüş olan b ir cemaat» içeri­ sinde yaşadığı, kollektif bir düşünceyi paylaştığı için, kendini ister istemez toplum sal çevresinin isteklerine uy­ durm ak zorundadır. Bu ortam içerisinde, sanatçının bi­ reysel zevki ya da toplum a karşı çıkışı söz konusu ola­ maz. O, kendinden isteneni, bilinene sadık kalarak ver­ meye çalışır. Coğrafî çevre sanatçıyı dolaylı yoldan etkiler. Bu e t­ ki de kendini malzemede gösterir. Sanatçının eserinde kullanacağı hammaddenin şu ya da bu oluşu coğrafî ko­ şullara bağlıdır. Ancak, malzemenin cinsi sanatçının y a ­ ratm a ve canlandırm a gücünü, daha doğrusu eserinin m ahiyetini etkileyemez. Taşın yontulması ağaca bakarak elbetki daha zordur. F a k a t bu durum bile, çoğu zaman form u ve üslubu değiştirmez. Örneğin, Tibet’te bütün heykeller ağaç, m etal ya da Yak yağından yapılmış ol­ m alarına rağmen, aynı üslup ve aynı ifadeyi taşırlar. Aslında sanatçının y arattığ ı eserin m ahiyetini malzeme değil, sanatçının canlandırm a gücü ve yeteneği belirle­ m ektedir. Öte yandan coğrafî çevre ile san at arasındaki bağ­ lantı ve ilişkileri yeryüzünün çeşitli bölgelerindeki y er­ lilerin sanatlarında görm ek mümkündür. Örneğin Mikronezya’lı sanatçıya çevresindeki dünya — atollerin biçimi sonucu— çizgili ve uzunca görünür; bundan dolayı da bu adalarda yaşayanların sanatı çoğunlukla bu belirti ve özellikleri ta şırlar (D. Frazer, s. 17).

Soru 76

ilkel sanatın başlıca niteliği nedir?

İlkel sanatın başlıca niteliği onun estetik amaca de­ ğil, ritüel ya da toplum sal amaca yönelmiş olmasıdır. Bu durum ister istemez sanatçıyı da etkilem iştir, öyle ki, 161

ilkel sanatçının amacıyla toplumun amacı aynıdır; san at­ çının kendi isteğine göre san at yapması pek söz konusu değildir. Sanatçıya sipariş verenler de aile reisi, kabile şefi, din adamı ya da gizli dernek üyeleri gibi toplum içinde belli bir görevi yüklenmiş kişilerdir. Bu da gös­ teriyor ki, ilkel sanat kişisel am açlardan önce, kurumsal ve toplum sal am açlara hizmet etmektedir. ilkeller m itik ataların, ölülerin, kutsal hayvan ve b it­ kilerin, olağanüstü güçlerin ve doğaüstü varlıkların in­ sanların hayatlarım olumlu ya da olumsuz yönden etki­ lediklerine inanm aktadırlar. Örneğin ürünün bol oluşu, bir savaşın kazanılması y a da kıtlık oluşu, savaşın kaybedilişi çoğu zaman insanların yukarda saydığımız kud­ retlerle barışık olup olm am alarıyla açıklanm aktadır. Sı­ rasında iyiük gönderen, sırasında kötülük yağdıran bu kudretleri hoşnut etmenin, onlarla barışık olmanın çe­ şitli yollan, uygulam alan vardır. Kurbanın, duanın dı­ şında, onlar adına törenler düzenlemek ve anılarını canlı tutm ak ilk akla gelen çarelerdir. Bu da ataların heykel­ lerini, maskelerini, büstlerini yapmak, onları kutsam ak şeklinde kendini gösterir. Sanatçı, ataların, tanrıların, totem hayvanlarının vb. amblemlerini, sembollerini, fi­ gür ve m askelerini yaparak onlarla barışıklığı sağlam aya yardım eder; böylece üyesi bulunduğu cem aatın maddî ve manevî işlerinin düzenli gitmesine önemli bir katkıda bulunmuş olur.

Soru 77

İlkel sanat hakkında etnologların ve sa­ natçıların görüşleri nelerdir? İlkel sanata hangi açıdan bakm ak gerekir?

ilkel san ata duyulan ilgi, zam anla bu sanatın anlam ve alanının ne olacağı şeklinde bir tartışm ay a dönüşmüş. 162

bu konuda etnologlarla sanatçılar arasında görüş ayrılığı doğm uştur. Etnologlar, yerlilerin san at eserlerini, onların bağlı bulundukları kültürün bütünü içinde ele alm akta ve de­ ğerlendirm ektedirler. E tnologlara göre, san at da tıpkı öteki kültür unsurları gibi ilkel toplum un yapısına k a t­ kıda bulunm aktadır. Bu bakımdan herhangi bir san at eserini bağlı bulunduğu kültürün dışında bir başına ele almak ve değerlendirmek doğru olmaz. Söz konusu sanat eseri ya da eserleri ancak bağlı bulunduğu kültürün tipi, özelliği vb. gözönünde bulundurularak değerlendirilirse doğru bir iş yapılmış olur. Etnolog, h er şeyden önce bir san at eserinin nasıl ve hangi am açla yapıldığını; kim tarafından sipariş edildiğini ve kültürün bütünü içinde ne gibi b ir fonksiyonu bulunduğunu, anlam aya çalışm ak­ tadır. Çünkü ilkeller için, başka bir söyleyişle yazıyı bil­ meyenler için san at en doğal bir ifade aracıdır; yani her­ kesin anlayabileceği o rtak bir dildir; bir tribünün geç­ mişini, efsanelerini, atalarını, mitik kahram anlarını can­ landırır ve anlatır. Ritüel bir am aca yöneliktir; dirile, âdetle, gelenekle beslenmektedir. Bu nitelikleri bakımın­ dan da. gerek günlük hayatta, gerekse kutsal h ayatta önemli bir fonksiyonu vardır. Şu halde etnolog, söz konu­ su bir san at eserinde estetik bir değer aram aktan çok, onun kültür içinde oynadığı fonksiyonel rolü saptam ak ve açıklam ak zorundadır. Buna karşılık sanatçılar ve sanatseverler, ilkel bir sanat eserinde güzeli, estetik değeri aram ışlardır. Sanat­ severi herhangi bir sanat eserinin hangi am açla yapıldığı, nasıl ve nerede kullanıldığı, kısaca fonksiyonunun ne ol­ duğu değil de, o eserin san at kalitesi ilgilendirmektedir. Böylece, sanatçı ya da sanatsever ilkel san at karşısın­ daki tutum unu «sanat san at içindir» ilkesine bağlamış oluyor. Şu halde ilkel san at ile yüksek kültürlerin sanatı 163

arasındaki fark, birincinin h er zaman p ratik bir amaca yönelmiş olmasından ve hiç b ir zaman «sanat sanat için­ dir» ilkesinden hareket etmemesinden ibarettir. Bu durum da ilkel san ata hangi açıdan bakmamız ge­ rekm ektedir? Bu sorunun karşılığını M ü e n s t e r b e r g e r haklı olarak şöyle verm ektedir: «ilkel sanatın doğ­ ru bir değerlendirmesini yapabilmek için, alışkanlıkları­ mızı bir yana bırakıp, ilkel sanatçının çevresine, bu çev­ renin m ahiyetine anlayışla bakıp, sanatçının yararlan ­ mak için eli altında bulundurduğu' malzemeyi ölçüleri­ mizde değişiklik yaparak anlam aya çalışmalıyız. E ğer yerli k ü ltü r ve sanatını kavram ak istiyorsak, sanat eser­ lerini, bulunduğu ve yaratıldığı çevre içerisinde müşahade etmemiz ve değerlendirmemiz gerekm ektedir. Güzel­ lik ve estetik hakkındaki yargılarım ızı da —örneğin sa ­ nat san at içindir ilkesini— bir yana bırakm ak zorunda­ yız ya da başka bir söyleyişle çıkış noktam ız yapm am a­ lıyız. Gerçi bir ilkel sanatçının eseri kendi kabilesindekiler için estetik bir duygu da uyandırabilir; am a ilkel bir san at eserinde genellikle estetik daha az rol oyna­ m aktadır. İlkel sanatın değerlendirilmesinde estetik gü­ zelliği değil, aksine o san at eserinin yaratıldığı çevredeki önem ve fonksiyonunu ölçü olarak alm ak zorundayız» (s. 19).

Soru 78

İlkel sanat eserlerinin bulunduğu belli baş­ lı müzeler hangileridir?

İlkel sanatla ilgili malzemenin gittikçe artm ası daha yirm inci yüzyılın başlangıcında bu malzemenin korunm a­ sı sorununu doğurmuş; bunun doğal sonucu olarak da müzeler kurulm aya başlam ıştır. Ancak müzelerin çok azı san at eserlerini derli toplu ve bir sistem içerisinde ser164

gileyeeek nitelikteydi. Bu eserlerin estetik değer açısın­ dan sergilenişi daha çok özel şekilde toplanm ış koleksi­ yonlarda görülmekteydi. Bugün artık durum değişmiştir. Tam amen ilkel sa­ nat eserlerine ayrılan ve bunları estetik görüş açısından değerlendiren müzelerin yanısıra, bazı bölümlerini ilkel san at eserlerine ayıran müzeler de vardır. Ayrıca ilkel sanatın çeşitli dallarını ve konularını içeren oldukça zen­ gin bir literatü r etnoloji kitaplıklarının raflarını doldur­ m aktadır. Gerek galerilerinin tüm ünü, gerekse bir kısmını ilkel san at eserlerine ayıran müzelerin başlıcaları şunlardır: A m erika: «Museum of Primitive A r t » (New Y ork’ta ), «Museum of African Art» (W ashington’d a ) , «A rt Insti­ tute» (Chicago), «Department of Primitive A r t Museum» (New Y ork), «Museum of the American Indian» (New York) ile «Field Museum of Natural History» (Chicago) müzelerinin yerli san at eserlerini sergileyen bölümleri vardır. ;aşağı inmekte, y a da to p rak tan , göllerden, ağaçlardan, kayalıklardan o rtay a çıkm aktadırlar, ö rn e ­ ğin A frik a’da anlatılan b ir öyküye göre, yeryüzünün ilk kralı zam anında, -henüz inek yokken, tan rı, gökyüzünden yeryüzündeki bir göle birkaç inek düşürm üştür. Bir baş­ ka efsaneye göre de, hayvanların dünyaya gelişleri belli bir sırayı izlemektedir: ilkin leopar, ardından kartal, da­ ha sonra tim sah, derken küçük bir balık, kaplumbağa, k ara leopar, tepeli beyaz balıkçıl, gübre böceği, keçi... (Hermann, s. 144). H ayvanlarla ilgili efsanelerde, yaratıcının, insanlara kızdığı zaman, yaratm ış olduğu hay v an lan onların elle­ rinden geri aldığı m otifine de sıkça raslam lm aktadır.

Soru 96

İnsanlar başlangıçta ölümsüz müydü? «Yılan» ve «yanlış anlama» motifleri ne dem ektir? Tanrıların buyrukları dinlenseydi insanlar hep ölümsüz mü kalacak­ lardı ? ölüm ün o rtay a çıkışının başka açık­ lamaları da v ar m ıdır?

Efsanelerin çoğuna göre, başlangıçta ölümsüzlük v a r­ dı. İnsanlar b a n ş içinde yaşayıp gidiyorlardı. Yiyecek, içecek, giyecek boldu. Sıkıntı nedir bilinmiyordu. Bu du­ rum, insanların tanrının buyruklarına k arşı gelmelerine dek sürm üştür. T anrılara başkaldırm a ve günah işleme ölümü getirm iştir. Bu m otife dayalı Âdem ve Havva ef­ sanesi daha değişik biçimlerde ilkel efsanelerde de gö­ rülür. Âdem ve H avva’yı yanıltan yılan, ilkellerin efsa­ nesinde kabuğunu değiştirip genç kalabilen b ir hayvan olarak önemli rol oynar. Celebes adalarındaki Balontoklarda, gök tanrısının, insanların önüne kabuklarını değiş­ tiren hayvanlar koyduğunu, fak at insanların karides ye­ 200

rine muzu yemelerinden dolayı ölmek zorunda kaldıkla­ rı hakkında bir efsane vardır. Aynı şekilde N iaslan n bir efsanesinde de, ilk insanın önündeki b ir karidesin yılan tarafın d an yutulm ası sonucu muz yemek zorunda kaldığı anlatılm aktadır (Hermann, s. 140). Ölümün gelişi, kim i zamanda, insanların, tanrının söylediklerini yanlış anlam alarına ve h ataların a bağlana­ rak açıklanm aktadır. M elanezyaklar insanların başlangıç­ ta ölümsüz olduklarına inanm aktadırlar. Ölüm, tan rı adı­ na b ir elçinin «ay batsın ve bir daha doğmasın» diyeceği yerde, «insanlar ölsün ve bir daha doğmasın» demesine bağlandığı gibi; günün birinde insanların yılanlar gibi k a­ buk değiştirip hep genç kalabilme yeteneklerini yitirm e­ lerine, bu yeteneklerinin ellerinden alınm asına ya da ilk y a ra tık la r arasında işlenen bir cinayete de bağlanm ak­ ta d ır (Nevermann, s. 90-93). Güney A m erika’daki yer­ lilerin çoğu da insanların ölümlü oluşlarını ya kendile­ rine seslenen elçileri yanlış anlam aları ya da kutsal buy­ rukları yerine getirm em iş olm alarıyla açıklıyorlar. Örne­ ğin C ashinaw alara göre: Bir k ültür kahram anı gökyü­ züne çıkıp ta oradan oğluna «derinizi değiştirin, derinizi değiştirin!» diye seslendiği zaman, sözlerine iyi kulak verm elerini sıkı sıkıydı tembih etm işti. Yine de oğlu bu­ nu yanlış anlam ıştır. Bu da insanların yılanlar gibi de: rilerini değiştirerek gençleşmelerini önlem iştir (Grimal, s. 210). Efsanelerde, insanları ölümlü kılan ntotifler arasın ­ da, tu tk u y a da yer verilmektedir. İnsanlar, h a tta hay­ v an lar tutkularından ve isteklerinden vazgeçmesini bil­ selerdi, ölümsüzlüğe kavuşacaklardı. A frik a’da, Nupeler arasında şöyle bir efsane anlatılır: Tanrı ilkin kaplum ­ bağaları, sonra insanları, en sonra da ta şla n yaratm ış­ tır. K aplum bağa tanrıdan bir çocuk isterse de, tan rı bu isteği yerine getirmez. Kaplumbağa isteğini bir kez daha 201

yeniler. O zaman ta n rı: «Çocukla birlikte ölümü de ve­ ririm » der. Kaplumbağa da: «Yeterki siz bana bir çocuk verin, ben ölmeye razıyım» der. Tanrı bu a ra d a insanlara da çocuk isteyip istemediklerini sorar; insanlar da çocuk isterler. Aynı soruyu tan rı bir de ta şla ra so rar: Taşlar çocuk istemezler. Ve böylece kaplum bağalarla insanlar çocuk uğruna ölümsüzlüklerini yitirirlerken, taşlar da ölümsüzlüğe kavuşmuş olurlar (H erm arn, s. 140). Kimi zamanda insanların söylenenin tersini yapm a­ ları ya da yanılmaları ölümlü hayatın kucağına düşme­ leri için yeterli sayılm aktadır. Güney A m erika’da, bu m otifi işleyen ilginç bir efsane vardır: Eüyük b ir büyücü, insanlara, eğer ölümsüzlüğe kavuşmak istiyorlarsa, ken­ dilerini ziyaret edecek olan bir yabancıyı dostça selâm­ lam alarını ve karşılam alarını söyler. F ak at yerliler, için­ de kokmuş et bulunan b ir sepetle gelen adam a yüz ver­ mezler de, güleç, neşeli bir delikanlıyı sevinçle k arşılar­ lar. Oysa ölümdür bu gelen güleç bir delikanlı kılığına bürünüp... işte o gün, bu gündür insanlar ölümlüdür (Grimal, s. 209). B ir bölüm efsanede de ölüm, iki kudretli varlığın ya da hayvanın biribirleriyle çatışm aları sonucu yeryüzüne gelir olm uştur. Patw inler (Kuzey A m erika Yerlileri) Katit ve Coyoto’nun ilk varlık lar olduklarına inanırlar. Katit, insanlara iyilik yapm ak istiyordu: in san lar yaşlan­ dıkları zaman yüzebilsinler ve böylece bedenlerini yenileyebilsinlerdi. Kötü huylu Coyoto buna karşı çıkarak: «Ha­ yır» dedi, «olmaz böyle şey. Sonra dünya insanla dolup taşar». K atit de «peki» dedi. Sonradan Coyoto, oğlu ölün­ ce, K a tit’in önerisini kabul etmek istedi ama, bu kez de K atit karşı koydu onun isteğine (Schmidt, V., s. 174) Yine Kuzey Amerika yerlilerinden olan Kıyı Y ukulannda buna benzer efsane de şöyledir: P anterin oğlu ölm üştür Ama panter oğlunun yeniden yaşamasını ister. F ak at 202

Coyoto buna Karşı çıkar: «Bir kişi ölürse, artık hep ölü kalmalıdır» der. Gün gelir, Coyoto’nun oğlu da ölür. Acı­ dan bunalan Coyoto, oğlunu h ay ata dönmüş olarak g ö r­ mek ister. Nedir ki, p an ter bu isteğe karşı çıkarak öcü­ nü almış olur (Ibid., s. 43). Kimi zaman da, ölüm, ölümsüzlüğü elde etm ek için bir serüvene atılan kahram anın yenik düşmesi sonucu in­ sanları v urur olm uştur. Polinezyalılar, Maui’nin yaşlanan anasından ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek istediğini Epılatırlar. A nlatıya göre, anası, M aui’ye: «Miğdeni deniz canavarı B ori’nin miğdesiyle değiştirebilirsen, ölümsüz­ lüğün sırrını elde etm iş olursun» der. Maui bu işe g iri­ şirse de, başaram az. Böylece ölüm, insanlar için kaçınıl­ maz olur. Bu efsanenin M aorilerdeki vary an tı da şöyledir: Maui, bir canavarın ağzına girerek ölümsüzlüğün ça­ resini bulmak ister. F a k a t küçük bir kuşun aptalca gü­ lüşü canavarı uyandırır, canavar da M aui’yi y u ta r (Neverm ann, s. 29). Ölümün bir raslantı sonucu yeryüzüne geldiğini ko­ nu edinen m itler olduğu gibi, geceleyin, kimseye görün­ meden sinsice yaklaştığını an latanlar da vardır. Ö rne­ ğin Nyamwezilere (A frik a’da) göre ölüm, geceleyin h er­ kesin uyuduğu bir sıla d a gelmiştir. E ğ er gündüz gözüy­ le gelseydi, insknlar onu tanıyacak ve ölüme karşı bir çaıe bulacaklardı (Dammann, s. 91-92).

Soru 97

Ateş nasıl elde edilm iştir? Ateşin elde edil­ mesinde hayvanlar da aracılık yapm ışlar m ıdır?

A teşin bulunuşu, elde edilişi ve kullanışıyla ilgili ef­ sanelerde ateşin getirildiği y a da çıktığı yer genellikle gökyüzü ya da yerin altıdır. A teş ya ta n rıla r ta r a ­ 203

fından insanlara verilmiş, ya çeşitli hayvanlar aracılığıy­ la elde edilmiş ya da kahram anlar tarafın d an başka kül­ tü r öğeleriyle birlikte insanlara öğretilm iştir. A teşin gök­ ten indiği, birisi tarafından getirildiği, ilk insana veril­ diği tasarım ı birçok efsanenin ana konusunu oluşturm ak­ tadır. A teşin yerin altından g etirild iğ in i'açık lay an efsane­ ler daha çok ekip biçme ve toplayıcılıkla uğraşan toplu­ luklarda anlatılır. A teşin y er altından .getirildiği görü­ şünde m anistik tasarım ların büyük rolü vardır. Bu ko­ nuda tipik örneğe Fernando Po adasında yaşayan Bubi­ lerin bir efsanesinde Taslamaktayız: Bubiler henüz ateşi bilmez ve yiyeceklerini güneş ışınlarından y ararlan arak pişirirken, günün birinde b ir adam, çubukla tü tü n içen b ir ruha raslar. Ruh, adamı alarak köyüne götürür. Adam b ak ar ki, ru h lar büyük bir ateşin çevresinde toplanm ış ısınıyorlar. Adam biraz ateş edinmek ister, onlar da «pe­ ki» derler. Ancak buna karşı ondan kardeşiyle birlikte b ir de kadın isterler. Adam ruhların isteklerini yerine getirir, ateşi alır ve köyüne döner. Alevler parlayıp yük­ selmeye başladığı zaman, ateşin çevresinde toplanan in­ sanlar korkup kaçışırlar. F a k a t bir süre so n ra dayana­ mayıp geri dönerler. Adam onlara ateş sa ta ra k zengin olur. O nlar da adamı başlarına şef seçerler (Tesmanıı, s, 89-90). Buna benzer bir başka efsane de Doğu A frik a’daki K ikuyular arasında anlatılm aktadır: Avcımn biri m ızra­ ğıyla yaraladığı domuzun peşine düşer. Domuz yerin al­ tın a girer, avcı da ardından... B ir de b ak ar ki, birtakım insanlar ateşin çevresine oturm uş ısınıyorlar. Avcı bir parça ateş ister, onlar da verirler. Adam ateşi alarak yeryüzüne döner (Hermann, s. 159). H er zam an ateşi yerin altından alıp gelmek o kadar kolay olm am aktadır. Örneğin Yeni Zelanda’da ateş, Maui tarafın d an , yeraltına 204

egemen olan ataların ellerinden zorla alınarak insanlara verilm iştir (Grimal, s. 222). A teşin, zıt güçlerin çarpışm ası sonucu elde edildiğini anlatan efsaneler de vardır. M adagaskar’da ateşin ortay a çıkışı ve insanların ondan yararlanm ası şöyle öykülenm ektedir: Zamanın birinde güneş, yeryüzünü korum ak için alevlerini gönderir. F a k a t o sıralard a gökgürültüsü egem endir yeryüzünde. Alevle gökgürültüsü kavgaya tu ­ tu şu rlar. G ökgürültüsü alevleri yenmek için, eski dostu olan bulutları çağırır yardım ına. B ulutlar yağm urlarını b o şaltırlar ve alevler yenilirler. Alevlerin b ir bölüğü dağ­ ların içine saklanırlar, arada bir de dışarı çıkarlar. îş te bundandır volkanların oluşu.. Bir bölüğü de taşların ve ağaçların içine saklanır, iş te bundandır insanların çak­ mak taşlarını çakarak ya da ta h tala rı biribirlerine s ü r­ terek ateş elde etm eleri... (Grimal, s. 280). insanların ateşi hayvanlar aracılığıyla ele geçiriş­ lerini anlatan efsaneler çok yaygındır. Akbaba, k artal, karg a vb. kuşlar; tilki, tavşan, kurt, kaplan vb. hayvan­ lar ya bedensel özellikleri ya da kurnazlıkları sayesinde ateşin bulunm asında; gökyüzünden, yeraltından çalınm a­ sında; insanlara getirilm esinde önemli rol oynam aktadır­ lar. Örneğin Güney A ıyerika yerlilerinin anlatılarında a k ­ baba yoluk, kırm ızım trak başı, sinek kuşu ışıldayan k a ­ natları, tavşan k ara lekeli boynu, A m erikan kaplanı de­ risinin rengiyle ateşin elde edilmesinde rol oynayan önem­ li m otifleri oluşturm aktadırlar (Grimal, s. 208-209). K u­ zey A m erika yerlilerinin efsanelerinde de ateşin hayvan­ larla ilişkisine sık sık değinilmektedir. Örneğin Coyoto dünyayı ve insanları y arattık tan sonra ateşin olmasını is­ tem iş, bunun için de sinek kuşunu görevlendirm iştir. O da gidip ateşi alıp gelm iştir (Schmidt, V., s. 252). Kimi zaman da ateş yukarda sözünü ettiğim iz hayvanların te ­ kelindedir. Ancak kahram anın biri ateşi onlardan çala­ 205

rak insanlara verir. Kuzey A m erika yerlilerinin çoğu ef­ sanelerinde, ateşi, insanlara hayvanların öğrettiği de söz konusu edilmektedir. Yüce V arük ateşin nasıl elde edile­ ceğini ilkin hayvanlara öğretm iş, onlar da iki değneği biribirine sürterek ya da iki taşı biribirine v u rarak ateşi elde etm enin yolunu insanlara gösterm işlerdir (tbid., V., s. 683). Ateşin elde edilişinin seks sorunuyla açıklandığı ef­ sanelere de raslanılır. B unlarda ateşin o rtay a çıkışı cin­ sel birleşme m otifine dayandırılm aktadır. Örneğin Yeni Gine’deki bir efsaneye göre, Aramemb adlı b ir yaratık, Uaba adındaki kutsal b ir totem derneğine katılm ak is­ temiş ve orada bir kadın bulmuştur. K adınla sevişmek isteyen Aramemb, kadını oradan uzaklaştırm ak için sars­ mış, bir o yana bir bu yan a çevirmiştir. Ve birdenbire, ortalığı b ir duman bürüm üş, alevler çıkmaya başlam ıştır. Böylece de ateş ortaya çıkm ıştır (Hermann, s. 149). Soru 98

Yeryüzünü yokeden tufanın nedeni nasıl açıklanmak tadır? Bu tufan, bildiğimiz tu­ fan efsanesinden etkilenmiş midir?

İlkel efsanelerin büyük bir bölümünde yeryüzünün bir zam anlar büyük bir felâkete uğradığı söz konusu edil­ mektedir. Ancak bir iki canlının kurtulduğu bu felâket, tufandır. Birçok ilkel efsanenin ortak motifi olan «büyük su taşm ası», aşağı yukarı T ev rat’ta anlatılana benzemek­ tedir. Y aratıcının, buyruğunu dinlemeyen insanları ceza­ landırm ak için gökyüzünden günlerce süren sağanak yağ­ m urlar indirdiğini, suların kabararak yeryüzünü sele boğ1 duğunu ve canlıları silip süpürdüğünü an latan bu efsa­ nelerin hemen hepsinde genellikle bir çift insan k u rtu l­ makta, bunlar zamanla insan soyunun yeni b aştan çoğal­ masını sağlam aktadırlar. 206

Örneğin Filipinlerde yaşayan yerlilerin tu fan efsane­ si şöyledir: Yeryüzü y aratıld ık tan sonra, W igon, insan­ ların atası olsunlar diye oğlunu ve kızını yeryüzüne gön­ derdi. Bunlar evlendiler ve çocukları oldu. Onların ço­ cuklarının çocukları da giderek yeryüzünü doldurdular. Zam anla yeryüzünde artık yaşayacak y er kalmadı. Bu­ nun üzerine Wigon bir tufan y arattı. Bu tufandan ancak kendilerine sal yapabilen iki kişi k u rtu larak bir dağın tepesine çıkıp orada yeryüzünün kurum asını beklediler. Sonra da dağın tepesinden inip çoğalm aya başladılar (Stöhr, s. 111). Kuzey A sya halklarının efsanelerinde de tufan mo­ tifi görülm ektedir. Ancak bu halklar, bu m otifi başka kültürlerden alm ışlardır. Sam oyatlardaki tu fan efsanesi şöyledir: Yedi kişi bir kayığa binerek tufandan kurtulur. F ak at tufanın ardından görülen korkunç b ir kuraklık so­ nucu bu yedi kişiden beşi ölür. A rta kalan ikisi, bir kızla bir oğlan, fare yiyerek ölmekten k u rtulurlar. Böylece bu iki kişiyle insan soyu yeniden başlam ış olur. Aynı bölge­ de anlatılan bir başka tu fan öyküsüne göre de: Yedi gün, yedi gece sürekli olarak yükselen sularla oradan oraya savrulan insanlar ve hayvanlar sularda Tasladıkları bir ağaç parçasına tu tu n arak boğulm aktan k u rtu lu rlar; son­ ra da kuzeyden esen liir rüzgârla çeşitli yerlere dağılır­ lar. Böylece çeşitli diller ve halklar oluşur (Paulsbıı, s. 36). Güney Am erika yerlilerinin tu fan la ilgili efsanele­ rinde yüce varlığın yerini ara ara k ü ltü r kahram anları­ nın aldığı görülmektedir. P eru ’daki b ir efsaneye göre, k ültür kahram anları insanlardan hoşnut olmayınca öfke­ lenmekte, derken denizler, taşm ak ta ya da büyük yağ­ m urlar sonucu sular yükselerek insanlan yoketmektedir (Grimal, s. 213). Tufan efsanelerinin kökenini araştıran kimi bilgin­ 207

ler bunları Babil'e dayarken, kim ileri de o rtak b ir kay­ nak yerine, yerel kaynaklar aram anın daha doğru olaca­ ğı görüşünü ileri sürm üşlerdir. Bugün bilinen bir şey varsa, o da, Kuzey A sya’da, A frik a’da, Endonezya’da, Melanezya’da ve A m erika’da anlatılan tu fan efsaneleri­ nin çoğunun bildiğimiz Nuh T ufanı’nın etkisi altında kal­ mış olm alarıdır. Söz konusu halkların tu fan efsanelerinin oluşm asında H ıristiyanlığın ve M üslümanlığın etki pay­ ları büyüktür. Öte yandan, etnolojik malzeme, yeryüzünü yokeden tu fan m otifine başka m otiflerin de eklenmesi gerektiğini gösterm iştir. Bunlardan biri de yangındır.

Soru 99

Suyun yanı sıra dünyayı yok eden yangın motifi nasıl işlenmektedir?

Dünyanın yok olm asıyla ilgili efsanelerde dünyayı yok eden afetler arasında yangın motifi de sıkça görül­ m ektedir. Özellikle O rta ve Güney A m erika’daki «güneş yangınlarıyla yağm urların zıtlığı, bu zıtlığın bitki ö rtü ­ sü üstündeki etkisi» bura efsanelerine dam gasını v u r­ m uştur. Güney Am erika efsanelerine göre, dünya d ö rt kez felâkete uğ ram akta ve hemen hemen bütün canlılar yok olm aktadır. Apapocuva - Guarani yerlileri ilk zam anlar­ da görülen felâketin, yaratıcının, yeryüzünün dayanağını çekmesiyle dünyayı yeni baştan sarsacağına inanm akta­ dırlar. îşte o zaman yeryüzü yanacak ve dünya bitip tü ­ kenmez bir geceyle kaplanacaktır. Sonra da yaratıcının ortaya salıverdiği mavi ja g u ar insanları y u tacak tır (Grima.l, s. 212). ilk zam anlardaki büyük yangında yeryüzü çölleşmiş, fa k a t bir m ağaraya sığınarak yangından k u r­ tulan bir çift insan sayesinde insanlar yokolup gitm ek­ 208

te n kurtulm uşlardır. Bu «Büyük Ateş»den sonra «Uzun Gece» gelm iştir. İnsanlar evlerinden çıkam am ış, çoğu aç­ lıktan ölm üştür. A rauklan n anlattık ların a göre, iki mitik y aratık güneşi çalıp b ir toprak kap içerisine sakla­ dıkları için dünya karanlığa gömülmüştür. Yiyecek bula­ m ayan kuşlar, güneşi sakladığı yerden salıverm eleri için bu iki efsane yaratığına kadın vermeyi istem işlerse de istekleri kabul edilmemiştir. Neyse ki, b ir dişi keklik to p ­ rak kabı kırm ış da, güneşi dışarı çıkarm ış (İbid., s. 213). A rikenalar, yüce varlıkları P ttra’mn buyruklarına karşı gelindiği için bir büyük yangının çıktığını anlatırlar. F a­ k at insanların bir bölümü bu yangından k u rtu lu rlar (Zerries, s. 285). T anrıların buyruğunu çiğneme sonucu insanların ce­ zalandırılması m otifi de çok yaygındır. Örneğin Kurnailarda (A vustralya) kimi erkeklerin, erkekler derneğinin sırlarını kadınlara açm alarına ta n rıla r ve ata la r kızmış­ lar, onları ateş yağm uruyla yoketm işlerdir. Kuzey Ame­ rik a ’daki Penobscotlann efsanelerinde, günün birinde kül­ tü r kahram anlarının dünyayı yakacakları belirtilm ekte­ dir (Müller, s. 78). A sya etnilerinde tufanla kıyam etin kopacağını anla­ tan efsanelerin yanı sıra yangınlara da yer verilm ekte­ dir. ö rn eğ in Baykal Tunguzlarm da bu konuyla ilgili bir efsaneye göre, yedi yıl sürecek bir yangın ortalığı kavu­ rup yeryüzünü bir deniz haline getirecektir. Bu felâket sırasında bir kartala tu tu n an bir kızla bir oğlan göğe doğru uçarak ölümden kurtulacaklar. K artalla bir süre gökyüzünde dolaştıktan sonra yeryüzüne inecekler; der­ ken bu iki kişiden insanlık- soyu türeyecektir (Paulson, s. 37). Y urak-Sam oyatlan arasında da şöyle bir öykü v ar­ d ır: K utsal bir yerde yedi dallı b ir akkayın ağacı yetiş­ miş. K urban kesmek için herkes oraya göçmüş. Günler­ 209

den bir gün ağacın kökleri (yedi köklüymüş ağaç) çürümeye başlam ış ve sonunda ağaç devrilmiş. 'O zam an ağa­ cın kökünden kan akm aya başlam ış; am a bu kan değil de bir ateşmiş. Bu ateş giderek kutsal bir suya dönüş­ m üş... Ve kutsal su tüm ırm akları taşırm ış... Felâketten kurtulm ak için, insanlar b ir sal yaparak, içine de her çeşitten birer hayvan alm ışlar (İbid., s. 37). Bu efsanede su ile ateş motifi biribirine karıştığı gibi, T ev rat’daki tu ­ fan efsanesiyle de paralellik gösterm ektedir.

Soru 100 : Âdetlerin, kurumlann, törenlerin, mas­ kelerin, teknik bilgilerin kökenleri de ef­ sanelerle mi açıklanır? Efsaneler sadece dünyanın, insanın, bitkilerin, hay­ vanların yaratılışını değil, aynı zamanda âdetlerin, kurum ların, törenlerin de ilkin nasıl ortaya çıktıklarım ko­ nu edinirler. Daha önemlisi bu âdetlerin, kurum lann, ritlerin kutsallığını, kutsal sayılan ilk zam anlara bağlaya­ rak genlenekseli destekler ve güçlendirirler. B aşka bir söyleyişle; kurum lann, geleneklerin, törenlerin ve ayin­ lerin toplum için kutsal sayılm aları, ancak efsanelerin doğrulam alarıyla mümkündür. Efsaneler aynı zam anda insanın yaşam ası için ge­ rekli olan temel bilgilerin, tekniklerin ve değerlerin de ilk zam anlarda ta n rılar ve kahram anlar tarafın d an insan­ lara verildiğini ya da öğretildiğini açıklarlar. Örneğin Karolin ve Palau adalarında yaşayan yçrliler, atalarının, dövmeciliği, saç tuvaletini, hindistancevizinden y ararlan ­ mayı tanrılardan ve kültür kahram anlarından öğrenmiş olduklarım anlatırlar. Aynı şekilde marangozluk, kayık yapm a vb. ilkin tanrıoğullan tarafından insanlara göste210

rihniştir. Kimi zaman tanrının, tan n o ğ lu n u n yerini bir kahram an alm aktadır. Yerle gök arasında gidip gelebilen bu kahram an, insanların arasın a karışm akta, onlarla dans etmekte, şarkı söylemekte, bu arad a da onlara ateşi elde etmenin sırrın ı öğretm ektedir (Grimal, s. 241). Sünnet âdetinin, gizli dernekçiliğin, maskeciliğin, dövmeciliğin, erginleme törenlerinin vb. görüldüğü ve uy­ gulandığı yerlerde bunların kökenlerini açıklayan ve bun­ ları toplum için geçerli kılan çeşitli efsaneler vardır.

211

KÜÇÜK SÖZLÜK (*) Â det: Bir topluluğun yapm aya ve uym aya alışageldiği ve topluluk tarafından yapılması gerekli görünen dav­ ranış kalıbı. Aile: Erkeğin ve kadının çocuklarıyla oluşturdukları, iş bölümüne dayanan toplumsal ve ekonomik temel bir­ lik. Aile, küçük ve büyük aile ya da d ar ve geniş aile diye ikiye ayrılır. Alan araştırm ası: Olayları sistemli bir biçimde yerinde gözleme ve saptam a. Birçok bilimin uyguladığı bu a raştırm a yöntemi, en çok etnoloji, sosyal antropoloji ve sosyolojide uygulanır. Etnolojik malzemenin top­ lanm asında uygulanan bu yöntemde gözlemin rolü büyüktür. Ayrıca anket, mülakat, rehber kullanma gibi araştırm a teknikleri alan araştırm asını bütünlem ektedir. Ana hukuku: Soy-zincirinin, mirasın, babalık görevinin ana soyuna göre hesaplandığı ve kadınlara büyük ay­ rıcalıkların tanındığı toplum düzeni. A na hukuku’nun görüldüğü toplumlarda, babanın çocuklarıyla ilgili gö­ revlerini çoğu zaman dayılar üzerlerine alm aktadır­ lar. (* )

B u r a d a m e t i n iç in d e g e ç e n k im i te r im le r in v e s ö z c ü k le rin k ı s a

a ç ı k l a m a l a r ı v e r ilm iş tir . B u k o n u d a g e n iş b ilg i a r a y a n l a r y a z a r ın ♦ E T N O L O Jİ SÖ ZLÜ Ğ Ü »

(D .T .C .F . Y a y ın la r ı, A n k a r a 1971)

k i t a b ı n a b a k a b ilir le r .

213

a d lı

Antropomorfizm: Yüce varlıkları ve tanrıları insan şek­ linde düşünme; beşeri yetenek, tutum ve davranışlar­ la niteleme. A ta figürü: Özellikle tarım la uğraşan ilkellerde ataların anılarını canlı tu ta n ve atalar ibadetiyle ölüler iba­ detinde kullanılan; ağaç, taş ya da başka malzeme­ den yapılan heykel. Ölmüş atalarla yaşayanlar a ra ­ sındaki duygusal bağ ata figürleriyle sembolize edilir. Atol: O rtasında bir deniz-kulağı bulunan mercan adası. Bu deniz kulağı, darca deniz yollarıyla Okyanusa bağ­ lıdır. Baba hukuku: Soy-zincirinin, mirasın, babalık görevinin baba soyuna göre hesaplandığı ve erkeğe büyük ay­ rıcalıkların tanındığı toplum düzeni. Baba hukuku dü­ zeninin egemen olduğu yerlerdş erkek çocukların k a­ rıları, kocalarının büyük ailesine katılm akta, kendi ailelerim terketm ektedirler. B âtıl in a n ç: Korku, çaresizlik, çağrışım gibi psikolojik ne­ denlerle beliren; geleceği bilme isteğiyle kimi raslantısal benzerlikleri iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren; bilimin ve geçerli bir dinin red­ dettiği birtakım doğaüstü güçlerin varlığını kabul eden, kuşaktan kuşağa geçen yanlış ve boş inanmalar. Bizon: Amerikan mandası. Kuzey A m erika’daki yerlilerin ekonomik hayatında önemli yeri olan bizon, onların dinsel dünyalarını da büyük çapta etkilem iştir. Cem aat: Düşüncede, duyguda, uğraşıda ortaklık gösteren, belli bir coğrafî bölgede yaşayan, aralarında a k ra ­ balık bağları bulunan insanların oluşturdukları grup. Dolmen: Kelimenin aslı Keltçe’dir ve «taş masa» demek­ tir. D ört beş dikleme taşın üzerine konan bir-iki taş kapaktan ibaret mezar. Ekoloji: Canlıların yaşadıkları çevreyle ilişkilerini ince­ leyen bilim. 214

E kzogam i: ’ D ıştan evlenme. Evlenecek kimsenin, eşini, üyesi bulunduğu grubun dışından seçmesi kuralım esas alan evliük düzeni. Bu tü r evlilik daha çok to ­ tem inancına sahip klanlarda görülür. E ndogam i: İçten evlenme. Evlenecek kimsenin, eşini üyesi bulunduğu grubun içinden seçmesi kuralını esas alan evlilik düzeni. Endokanibalizm : Ölmüş akrabaların, yakın dostların ve kabile üyelerinin etini yeme âdeti. Bu âdetin tem e­ linde, ölenin etini yemek suretiyle onda varolduğu sanılan özel güçlerin yiyene geçeceği inancı yatm ak­ tadır. E tnik birlik: Aynı dili konuşan ve aynı kültüre sahip olan insan grubu. F ra tri: Kapalı bir yerleşim alanındaki klanların birleşe rek oluşturdukları toplumsal birlik. Gelenek: B ir toplulukta kuşaktan kuşağa geçen kültür m irasları, alışkanlıklar, bügiler, töreler ve davranış­ lar. Yazılı ve sözlü olmak üzere iki bölüme ayrılır. Gelenekler çoğu zam an toplumun gelişmesini engel­ leyici niteliktedir ve çok ağır değişirler. Irk : K alıtsal karakterleri bir birlik gösteren insanların oluşturduğu doğal gruplar. tdol: Çeşitli malzemeden, daha çok ta ştan yapılan, insana benzer hatları bulunan tasvir, put, ibadet eşyası. Kanibalizm: İnsan eti yeme âdeti. E ti yenilen kimsenin bedeninin çeşitli yerlerinde varolduğu sanılan güçle­ rin yiyene geçeceğine inanılır. Kızılderili: Amerikan yerlilerine yanlış olarak verilen ad. Y erüler derilerini kızıla boyadıkları için, kızılderili olarak adlandırılmışlardır. Yerlilerin derileri aslında kahverenginin değişik tonlarını taşır. Klan: O rtak bir atadan geldiklerine inanan, kendi arala­ rında evlenmeyen, biribirleriyle ak rab a birkaç büyük 215

ailenin’ bir aray a gelmesi sonucu oluşan toplumsal' birlik. K ült: Yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara, nesnelere karşı gösterilen saygı, onlara tapınış. K ültür: B ir halkın ya da bir toplumun maddî ve manevî alanlarda oluşturduğu ürünlerin tüm ü; yiyecek, gi­ yecek, barınak, korunak gibi temel ihtiyaçların elde edilmesi için kullanılan h er tü rlü araç - gereç, uygu­ lanan teknik; fikirler, bilgiler, inançlar; geleneksel, dinsel, toplumsal, politik düzen ve kurum lar; düşünce, duyuş, tutum ve davranış biçimleri; yaşam a tarzı. K ültür bölgesi: içinde, az ya da çok biribirine benzer kültürlerin bulunduğu coğrafî bölge. K ültür öğesi: Belli bir k ü ltü r içinde bulunan, tanım lana­ bilen ve çözümlenebilen en küçük birim. Maske: Yüze takılan, kimi zam anda tüm bedeni kaplayan; ataları, tanrıları, doğaüstü yaratıkları, ölüleri ve hay­ vanları canlandıran; şaşırtıcı ve etkileyici yüzkalıbı. Megalit: A nıttaş. Etnolojik anlamda, toplum içinde önem­ li yeri olan kimselerin adına dikilen taş. M egalit çev­ resinde gelişmiş kültler de vardır. Menhir: Önemli bir olay ya da önemli bir kişinin anısı için dikilmiş taş. Menhirler kültik am açlar için kul­ lanılır. N azar: Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke h a tta cansız nesnelere de zara r veren, bakışlardan fırlayan çarpıcı ve öldürücü güç. R it: Din, tapınm a, büyü ya da erginleme ve geçiş dö­ nemleriyle ilgili geleneksel işlem. Ruh göçü: Ölen birinin ruhunun başka bir insana göç­ tüğü ve onda yaşam aya devam ettiği inancı. Tayga: Sovyetler birliğinin kuzeyinde, özellikle Sibirya’216

da geniş alanlar kaplayan ve çam, köknar, meles ça­ mı gibi iğne yapraklı ağaçlardan ib aret orm anlar. T undra: K utba yakın bölgelerde, seyrek ve cılız bitkili, sadece yosunlarla bodur çalıların bulunduğu bitki örtüsü. Toplumsal yapı: Bir topluluk ya da grup içerisindeki çe­ şitli toplumsal ihtiyaçları ve ilişkileri yoluna koyan; bu ilişkilere göre kurulan temel düzen, yapı. Tören: Birçok ritin herhangi bir vesileyle bir araya gel­ mesi sonucu kurallara uygun bir biçimde, dinsel ya da toplumsal am açlar için düzenlenen toplantı. Tribü: Aynı dili konuşan, aym kurum lara, geleneklere, göreneklere sahip, o rtak bir yerleşme alanı olan ve ortak bir kökten gelen birkaç klanın özerk bir top­ rak üzerinde oluşturdukları etnik birlik. Y ak: Uzun tüylü bir sığır cinsi. Çin mandası ya da öküzü denilen yak’ın ekonomik değeri büyüktür. Yük hay­ vanı olarak da kullanılır. Y u rt: O rta A sya’da göçebe h ay at süren toplumların ke­ çeden çadırları.

217

KAYNAKLAR A c ıp a y a m k , O.

A n k e ı m a n n , B.

A r n in g . E . B ach, A. B t-r th o le t, A. B i r k e t - S m i th , K . B i r k e t - S m i th , K. B u d r u s s , G. Ü a m ın a n n . E . D i t tm e r . K.

E liad e , M. E lia d e . M. E lia d e ( a ) , M. F in d e ia e n , H . F r a s e r , D. G o ld e n w e is e r , A. G r im a l, P . H a e k e l, J . H a l m a n , T .S .

İ p t id a i le r d e Ö lü G ö m m e İ le İlg ili B a z ı P r a ­ t i k l e r v e İ z a h l a n , D T C F . D e rg is i, A n k a r a 1963 D ie R e lig io n d e r N a t u r v ö lk e r , « L e h rb u c h d e r R e lig lo n s g e s c h ic h te » iç in d e , T ü b in g e n 1925 E t h n o g r a p h i s c h e N o tiz e n a u s H a w a ii, 188386, H a m b u r g 1931 D e u ts c h e V o lk s k u n d e . H e id e lb e r g 1960 W ö r te r b u c h d e r R e lig io n e n , S t u t t g a r t 1952 G e s c h ic h te d e r K u l t u r , Z ü ric h 1946 D ie E s k im o s , Z ü r ic h 194S S c h a m a n e n g e s c h ic h te n a u s S ib irie n , M ü n ­ c h e n 1955 D ie R e lig io n e n A f r i k a s , S t u t t g a r t 1963 A llg e m e in e V ö lk e r k u n d e . B r a u n s c h w e ig 1954 Dye R e lig io n e n u n d d a s H e ilig e , S a lz b u r g 1954 S c h a m a n is m u s u n d a r c h a is c h e E k s ta s e ­ te c h n ik , Z ü ric h u n d S t u t t g a r t 1957 D a s H e ilig e u n d P r o f a n e , 1957 S c h a m a n e n tu m , S t u t t g a r t 1957 D ie K u n s t d e r N a t u r v ö lk e r . M ü n c h e n - Z ü ­ r ic h A n tr o p o lo g y , L o n d o n 1937 M y th e n d e r V ö lk e r, I I I ., F r a n k f u r t a.M . 1967 R e lig io n , « L e h r b u c h d e r V ö lk e rk u n d e » iç in d e , 3. A u fl. S t u t t g a r t 1958 E s k im o Ş iirle r i, I s t a n b u l 1969

219

H e ile r, F . ’ H e ile r, F . H e m p le r, F . H e rm an n , F. H ir s c h b e r g , W . H u l t k a r a n z , A.

I n a n , A .K . Je n se n , A d. K ö n ig , F . K ö s e m ih a l, N .§ . L ehm ann, A. L e u z in g e r , E . L £ v y - B r u h l, L e v y - B r u h l, L A v y -B ru h l, M a lin o w s k i,

L. L. L. B.

M o r g a n , A. M u e n s te r b e r g e r , W . M ü lle r, W .

N e g e le in , J . N e v e rm a n n , H.

N io r a d z e , G. N ö lle, W .

D a s G e b e t, M ü n c h e n 1918 E r s c h e i n u n g s f o r m e n u n d W e s e n d e r R e li­ g io n , S t u t t g a r t 1B61 P s y c h o lo g ie d e s V o lk s g la u b e n s , K ö n ig s b e r g 1930 S y m b o lik in d e n R e lig io n e n d e r N a t u r v ö l ­ k e r , S t u t t g a r t 1961 W ö r te r b u c h d e r V ö lk e rk u n d e , S tu ttg a rt 1965 D ie R e lig io n e n d e r a m e r ik a n is c h e n A r k t i s , « D ie R e lig io n e n N o r d e u r a s ie n s u n d d e r a m e r ik a n i s c h e n A r k t i s » iç in d e , S t u t t g a r t 1962 T a r i h t e v e B u g ü n Ş a m a n iz m , A n k a r a 1954 M y h to s u n d K u l t b e i N a t u r v ö lk e r n , W ie s ­ b a d e n 1960 R e lig io n s w is s e n s c h a f tlic h e s W ö r te r b u c h , F r e i b u r g 1960 D in v e B ü y ü P r o b le m in in B u g ü n k ü D u r u ­ m u , S o s y o lo ji d e rg is i, İ s t a n b u l 1952 A b e r g la u b e u n d Z a u b e re i, S t u t t g a r t 1908 D ie K u n s t d e r N a t u r v ö lk e r , B a d e n - B a d e n 1965 P r i m it i v e M e n ta lity , N e w Y o r k 1923 H o w N a t iv e s T h in k , L o n d o n 1926 L e s C a r n e t , P a r i s 1949 B ü y ü , B ilim v e D in ( Ç e v .: E . G ü r o l) , İ s ­ t a n b u l 1964 İ l k e l E f s a n e l e r , İ s t a n b u l 1961 P r i m i t i v e K u n s t, M ü n c h e n 1955 D ie R e lig io e n e n d e r I n d i a n e r V ö lk e r, N o r ­ d a m e r ik a s , « D ie R e lig io e n e n d e s A lte n A m e r ik a » iç in d e , S t u t t g a r t 1961 W e l t g e s i c h te d e s A b e r g la u b e n s , B a d H a m ­ b u r g 1948 D ie R e l i g i o n e n d e r S ü d s e e , « D ie R e lig io n e n d e r S ü d s e e u n d A u s tr a l ie n s » iç in d e , S t u t t ­ g a r t 1968 D e r S c h a m a n is m u s b e i d e n s ib ir is c h e n V ö l­ k e r n , S t u t t g a r t 1959 V ö lk e r k u n d lic h e s L e x ik o n , M ü n c h e n 1959

220

N ö lle , W . N ö lle, W . O h lm a r k s , A . ö n e r, N. Ö r n e k , S.V . ö r n e k , S.V .

Ö r n e k , S.V . Ö zön, M .N . P a k a lm , M .Z. P a ııls o n , I.

P o i g n a n t, R . R a d lo ff, W . R u d y , Z. S e h le is e r, E . S c h im m e l, A . S c h m id t, W . C c h m itz , C .A . S e lig m a n n , S. S p ra n g e r, E. S to ll, O.

S tö h r , W .

T an y u , H.

D ie I n d i a n e r N o r d a m e r i k a s , S t u t t g a r t 1959 W ö r te r b u c h d e r R e lig io n e n , M ü n c h e n 1960 S t u d i e n z u m P r o b le m d e s S c h a m a n is m u s , L u n d 1939 F r a n s ı z S o s y o lo ji O k u lu n a G ö r e M a n tığ ın M e n ş e i P ro b le m i, A n k a r a 1965 İ lk e lle r d e D in se l T e m e l K a v r a m l a r a G e n e l B i r B a k ış , D T C F . D e rg ia i, A n k a r a 1962 S iv a s v e Ç e v re s in d e H a y a t ı n Ç e ş itli S a f ­ h a l a r ı y l a İ lg ili B â tı l İ n a n ç l a r ı n v e B tiy ü s e l İ ş le m le r in E tn o lo jik T e t k i k i, A n k a r a 1966 E tn o l o j i S ö z lü ğ ü , A n k a r a 1971 O s m a n lıc a - T ü r k ç e S ö z lü k , İ s t a n b u l 1959 O s m a n lı T a r i h D e y im le ri v e T e r im le r i S ö z ­ lü ğ ü , İ s t a n b u l 1954 D ie R e lig io n e n d e r d e r N o r d a s i a t i s c h e n ( s i­ b ir is c h e n ) V ö lk e r, « D ie R e lig io n e n N o r ­ d e u r a s i e n s u n d d e r A m e r in a s ic h e n A r k t i s » iç in d e , S t u t t g a r t 1962 O z e a n is c h e M y h to lo g ie , W ie s b a d e n S i b i r y a 'd a n , I I . (Ç e v .: A . T e m i r ) , I s t a n b u l 1958 E th n o s o z io lo g le s o w j e t i s c h e r V ö lk e r, B e rn u n d M ü n c h e n 1962 D ie m e la n e s ic h e n G e h e im k u lte , G ö ttin g e n 1958 D in le r T a r ih i, A n k a r a 1955 D e r U r s p r u n g d e r G o tte s id e e , V., M ü n s te r 1934 R e lig io n s e th n o lo g ie , F r a n k f u r t a.M . 1964 D e r b ö se B lic k u n d V e r w a n d te s . B e r lin 1919 D ie M a g ie d e r S e e le , T ü b in g e n 1949 Z u r K e n tn is s d e s Z a u b e r g la u b e n s der V o lk s m a g ie und V o lk s m e d iz in in der S c h w e iz , Z ü r ic h 1909 D ie R e lig io n e n d e r A l t v ö lk e r In d o n e s ie n s u n d d e r P h ilip p in e n , « D ie R e lig io n e n I n ­ d o n e s ie n s » iç in d e , S t u t t g a r t 1965 T ü r k le r d e T a ş la i lg i l i i n a n ç l a r , A n k a ra 1968

221

T a p la m a c io g lu , M . T e s m a n n , G. T h u r n w a ld , R .

T is c h n e r , H . T is c h n e r, H . V an B a a re n , T h. V an G ennep, A. W e b s te r , H . W o rm s , E .- P e t r i , H .

Z e rr ie s , O.

Z u c k e r, K .

D in S o s y o lo jis i D ie B u b i a u f F e r n a n d o P o o , D a r m s t a d t 1923 G e iste s v e rfa ssu n g d e r N a tu r v ö lk e r , « L e h r­ b u c h d e r V ö lk e rk u n d e » iç ln d e , S t u t t g a r t 1958 V ö lk e r k u n d e , F r a n k f u r t a .M . 1959 K u n s t d e r S tld se e, H a m b u r g M a n s c h e n w ie W ir, G u te r s lo c h 1964 D ie Ü b e r g a n g s r it e n , « B e lig io n s e th n o lo g ie » iç in d e , F r a n k f u r t a.M . 1964 L a M a g ie d a n s le s S o c ié té s P r i m it i v e s , P a ­ r i s 1952 A u s tr a l is c h e E in g e b o r e n e n - R e lig io n e n , « D ie R e lig io n e n d e r S iid s e c u n d A u s tr a l ie n s » •içinde, S t u t t g a r t 1968 D ie R e lig io n e n d e r N a t u r v ö l k e r S ü d a m e r i­ k a s u n d W e s tin d ie n s , « D ie R e lig io n e n d e s a lt e n A m e r ik a » iç in d e , S t u t t g a r t 1961 P s y c h o lo g ie d e s A b e r g la u b e n s , H e id e lb e rg 1948

222

İÇ İ N D E K İ L E R S a y fa ÖN SÖ Z

b

GİRİŞ A. G EN EL AÇIKLAMALAR SO RU

1

SO RU SO RU

SO RU SO RU

4 5

SO RU

6

i l k e l d iy e k i m l e r n i te l e n i r ? i lk e l le r in b a ş lıc a ö z e llik le r i n e le r d ir ? i l k e l le r d e din , b ü y ü , s a n a t v e m ito lo jiy i k o n u e d in e n E tn o l o j i n a s ı l b i r b ilim d ir ? E tn o l o j ik ç a l ı ş m a l a r n e z a m a n b a ş l a m ı ş t ı r ? G e liş m e s in e b a ş l ıc a k i m l e r k a t k ı d a b u lu n ­ m u ş tu r? E tn o l o j i'n i n b a ş l ıç a k o n u l a r ı n e l e r d i r ? D in E tn o lo jis i n e d ir, n e le r i k o n u e d in ir , n e ­ le r d e n y a r a r l a n i r ? D in E tn o l o j is i'n i n y a r a r l a n d ı ğ ı y ö n t e m l e r n e ­ le rd ir

7 9

10 13 14 15

B. İL K E L DÜŞÜNCE TARZI VE İLK EL ZİHNİYET SO RU

7

SO RU

8

SO RU

9

L . L â v y - B r u h l ’e v e E . D u r k h e im ’â g ö r e ilk e l d ü ş ü n c e t a r z ı n e g ib i ö z e llik le r t a ş ı r ? E t n o l o g l a r ı n Lfevy. - B r u h l'e y ö n e lt t ik l e r i e le ş ­ tir ile r h a n g i n o k ta la rd a to p la n m a k ta d ır ? ... E tn o l o g l a r a , f o l k lo r c u l a r a v e p s i k o l o g la r a g ö re ilk e l y a d a g e liş m e m iş d ü ş ü n c e n in ö z e llik le ri n e le r d ir ?

223

17 20

21

Birinci Bölüm DÎN A. DÎNSEL TEM EL KAVRAMLAR I. A n im iz m S a y fa S O R U 10

A n im iz m k u r a m ı n ı k im o r t a y a a t m ı ş t ı r ?

S O R U 11

k u r a m d in in b a ş l a n g ı c ı n ı n a s ıl a ç ı k l a m a k t a d ı r ? İlk e lle r d e r u h t a s a r ı m ı n a s ıld ır v e k a ç ç e ş it ru h v a rd ır ?

Bu 24 26

I I . D in a m iz m S O R U 12 S O R U 13

S O R U 14

S O R U 15

D in a m iz m k a v r a m ın d a n n e a n lı y o r u z ? D in a m ıs t d ü n y a g ö r ü ş ü n a s ıl b i r g ö r ü ş t ü r ? D in a m iz m in y e r li d ilin d e k i k a r ş ı lı ğ ı o la n m a n a in a n c ı n a s ıl b ir i n a n ç t ı r ? Ç e ş itli ilk e l to p lu m l a r d a k i a d la r ı n e l e r d i r ? M a n a n ın e ld e e d iliş i ve k a y b e d iliş i n a s ı ld ı r ? M a n a in a n c ın a b a ğ lı o l a r a k o r t a y a ç ı k a n t a b u n e d e m e k t ir ? N iç in b a z ı y a s a k l a r a v e k a ç ı n ­ m a la ra u y u lm a k ta d ır? C in s iy e t a y ır ı m ın a d a y a n a n t a b u l a r n e le r d ir ? Y iy e c e k le ilg ili t a b u l a r v a r m ıd ı r ? B i r ş e y in p i s k a b u l e d ilm e s i o ş e y i t a b u l a ş t ı r ı r m ı ? Y ü k ­ s e k d in le rd e d e g ö r ü le n t a b u l a r ı n te m e lin d e h a n g i d u y g u l a r y a t m a k t a d ı r ? A d ın d a t a b u l a ş t ı ğ ı o lu r m u ?

28

30

33

35

m . T o te m iz m S O R U 16

S O R U 17

S O R U 18

T o te m iz m n a s ıl b i r t a s a r ı m d ı r ? K e lim e n in a s lı h a n g i d ild e n g e lm e k te d ir ? ö z e l l ik l e r i n e le r ­ d i r ? T o te m iz m k o n u s u n d a ç a l ı ş r n b ilg in le r k i m l e r d ir ? G r u p to te m iz m i n e d e m e k t ir ? G r u b u n t o te m i ile iliş k ile r i n a s ı l d ı r ? G r u p t o te m iz m in in d in ­ sel y a n ı m ı, t o p lu m s a l y a n ı m ı a ğ ı r b a s a r ? B ir e y to te m c iliğ in in ö z e llik le r i n e l e r d i r ?

224

38

39 42

Sayfa S O R U 19

A'lt e r ego, N a g rıa lîz m v e T o n a liz m k a v r a m ­ la r ın d a n n e a n lı y o r u z ? S O R U 20 * C in se b a ğ lı t o te m c iliğ in te m e lin d e h a n g i d ü ­ ş ü n c e y a t m a k t a d ı r ? C in s le r a r a s ı n d a iliş k ile r n a s ü d ır ?

43

45

IV . F e tiş iz m S O R U 21

F e tiş iz m n e d ir ? F e tiş le rin - e tk ile r i d e ğ iş ik m i­ d i r ? F e t iş le r e n iş in çiv i ç a k ı l ı r ?

46

V . Ş a m a n iz m S O R U 22

S R D U 23 S O R U 24 S O R U 25 S O R U 26 S O R U 27

S O R U 28 S O R U 29 S O R U 30 S O R U 31

Ş a m a n k e lim e s in in e tim o lo jis i n e d ir ? Ş a m a ­ n iz m n e d e m e k t ir ? E n ç o k y e r y ü z ü ç ü n h a n g i b ö lg e le rin d e g ö r ü l ü r ? Ş a m a n o la b ilm e k iç in g e r e k li ö n b e ll r t ll e r n e le r d ir M is tik p a r ç a l a n m a n e d e m e k t ir ? Ş a m a n a d a y ı b i r e ğ itim v e ö ğ re n im d e n g e ç e r mi ? Ş a m a n , h a s t a l a n n a s ıl s a ğ a l t ı r ? Ş a m a n la r m h a s t a l a r ı s a ğ a l t ı r k e n o k u d u k la r ı t ü r k ü , İlâ h i v e d u a la r n a s ıl b i r öz t a ş ı r l a r ? B ir k a ç ö r n e k v e r e b ilir m iy iz ? Ş a m a n ö lü r u h u n u n ö te d ü n y a y a g id iş in e n a ­ sıl e ş lik e d e r ? Ş a m a n g iy s is in in n e g ib i d in s e l -ve b ü y ü se l ö z e llik le ri v a r d ı r ? Ş a m a n d a v u lu n u n n e g ib i b i r fo n k s iy o n u v a r ­ d ır ? Ş a m a n l a r a b a s i t b ir e r h a s t a g ö z ü y le b a k a b ilir m iy iz ?

47 49 51 53 54

58 62 64 66 67

B. YÜCE VARLIK KAVRAMI S O R U 32

S O R U 33

Y ü c e V a r lık t a s a r ı m ı n d a n n e a n l a ş ı l m a k t a d ı r ? Y ü c e V a r l ık ’l a T e k T a n r ı a r a s ı n d a k i a y ırım n e d ir ? Y ü c e V a r lık n a s ı l t a s a r ı m l a n ı r ? O n a in s a n c ıl ç iz g ile r v e n i te l ik l e r v e r ilir m i ? G ö k se l o la y ­ l a r l a b a ğ la n t ıs ı v a r m ıd ı r ?

225

70

71

Y ü c e V a r lık h a n g i a d la r la n i te l e n i r ? Y ü c e V a r l ı k ’a n a s ıl s e s le n ilir ? D in s e l h a y a t t a Y ü c e V a r lık in a n c ı v e t a s a r ı m ı ö n p la n d a m ıd ı r ? O n u n y e r in i z a m a n la b a ş k a k u d r e t l e r a lm ış m ıd ı r ?

73

75

C. İBADET İ b a d e t d e y in c e n e a n l a ş ı l ı r ? İ b a d e t i o l u ş t u r a n ö n e m li ö ğ e le r n e le r d ir ? İ b a d e t n e le r i g e r e k ­ tirir? N e r e le r d e i b a d e t e d il i r ? B u r a l a r n e d e n i b a d e t y e r i o l a r a k s e ç il m iş ti r ? İ b a d e t v e â y in le r i k im le r y ö n e ti r ? B ü y ü c ü y le d in a d a m ı k e s in lik le b ir b ir in d e n a y r ı l ı r m ı? Ş e f le r a y n ı z a m a n d a d in se l lid e r o la b ilir le r m i? D in s e l lid e r in k e n d is i k ü l t o b je s i o la b ilir m i? İ b a d e t in k o ş u lla r ı n e le r d ir ? D u a n e d ir ? N e z a m a n d u a e d ilir ? K a ç ç e ş it d u a v a r d ı r ? B u n l a r a ö r n e k le r v e r ir m is in iz ? İ b a d e t in ö n e m li ö ğ e le rin d e n o la n k u r b a n h a n g i a m a ç l a r a y ö n e lm iş tir ? K u r b a n l a r k a ç k ıs m a a y r ı l ı r ? İ l k ü rü n , ilk a v k im le re, s u n u l u r ? İ b a d e t t e k u lla n ıla n a r a ç la r ı n b a ş l ıc a l a r ı h a n ­ g i le r i d ir ? B u n la r ın k u t s a ll ı ğ ı n e re d e n g e l­ m e k t e d ir ? T ip ik b i r k u t s a l a r a ç o la n ç u r u n g a e n ç o k n e re d e k u l la n ı lı r ? B iç im se l ö z e llik le ri n e le r ­ d i r ? K im le re t a b u d u r ? Ö lü le r ib a d e ti n a s ıl b ir d ü ş ü n c e d e n d o ğ m u ş ­ t u r ? D in in b a ş la n g ıc ın ı ö lü le r İ b a d e tin d e a r a y a b ilir m iy iz ? A t a l a r ib a d e ti h a n g i d ü ş ü n c e d e n ' d o ğ m u ş t u r ? H a y v a n k ü l tü e n ç o k h a n g i h a lk l a r d a g ö r ü l ü r ? E n çok h a n g i h a y v a n la r k u ts a n ır ? H a y v a n k ü l tü to te m iz m a la n ı n a g i r e r m İ ? ....................... A y ı k ü ltü n ü n te m e lin d e h a n g i d ü ş ü n c e y a t-

226

78 79

80 82 83

87

89

91 93 94

96

Sayfa

S O R U 48

m a k t a d ı r ? A y ı k ü l tü e n ç o k k im le r d e g ö r ü l ü r ? B u k o n u d a ilg in ç b i r ö r n e k v e r il e b i l ir m i? T a ş , a ğ a ç v e s u k ü l t ü n e g ib i ö z e llik le r i i ç e r ­ m e k te d ir ?

d S O R U 49

S O R U 50

S O R U 51 S O R U 52

98

101

. İb a d e t in s o s y a l y a n i

G e ç iş r ı t l e r i n iç in y a p ı l ı r ? H a y a t ı n e n ç o k h a n g i d ö n e m le rin i k a p s a r ? E r k e k lo h u s a lığ ı n e d ir ? E r g in le m e t ö r e n l e r i v e r i t l e r i h a n g i a m a ç la y a p ıl ı r ? B i r e r g in le m e tö r e n i g e n e l ç iz g ile ­ r iy le h a n g i b ö lü m le r d e n o l u ş u r ? K ız la r ın e r ­ g in le n m e s i d a h a b a s i t m id i r ? E r k e k l e r d e r n e ğ i ile k a d ın l a r d e rn e ğ in in ö z e llik le ri n e l e r d i r ? E r k e k l e r b i r li ğ i ile g iz li d e r n e k l e r a r a s ı n d a n e g ib i f a r k l a r v a r d ı r ? Ü n lü g iz li d e r n e k l e r h a n ­ g i le r i d ir ? B u n l a r ı n n e g ib i g ö r e v le r i v a r d ı r ?

105

108

U0

112

E. ÖTE DÜNYA İL E İLGİLİ TASARIMLAR S O R U 53

S O R U 54 S O R U 55 S O R U 56 S O R U 57 S O R U 58

Ö lü n ü n ö te d ü n y a y a g id iş iy le ilg ili iş le m le r h a n g i d u y g u l a r ı n e tk is i a lt ı n d a y a p ı l ı r ? C e se ­ d in ö te d ü n y a y a u ğ u r l a n ı ş b iç im i n a s ı ld ı r ? ö t e d ü n y a n e p e le rd e d ü ş ü n ü lü r ? K a ç ç e ş it ö te d ü n y a v a r d ı r ? B u n la r ın ö z e llik le r i n e le r d ir ? Ö te d ü n y a y a ğ i d iş n a s ıl o l u r ? ö t e d ü n y a y a g i ­ d e n y o lla r t e h lik e le r le d o lu m u d ıı r ? ö t e d ü n y a d a k i h a y a t n a s ıl t a s a r ı m l a n ı r ? Ö lü m b içim i, ö lü n ü n ö te d ü n y a d a k i y e r in i e t k i ­ l e r m i? T o p lu m s a l y e r v e s ın ıf ö te d ü n y a 'd a k i d u ru m u e tk i l e r m i? i lk e l le r in ö te d ü n y a ile ilg ili t a s a ­ r ı m l a r ın ı h a n g i n o k t a l a r d a t o p la y a b il i r i z ?

315 117 119

121 123

125

F. DİNİN BAŞLANGIÇ KURAMLARI VE DİNLERİN DAĞILIMI S O R U 59

D in in h e r k e s iç in g e ç e rli b i r ta n ım ı y a p ıla b ilir m i? D in in b a ş la n g ıc ın ı v e g e liş im e v r e le rin i

227

S a y fa

S O R U 60

a ç ı k l a m a y a ç a lış a n e tn o lo jik k u r a m l a r ı n b a ş ­ lı ç a l a r ı n e le r d ir ? .............................................................. İ lk e l d in le re b a ğ lı o l a n l a r ı n d iğ e r d in le r e b a ğ ­ lı o l a n l a r a g ö r e s a y ı la r ı n e k a d a r d ı r ? D in le r n ite lik le rin e g ö r e b i r t a k ı m g r u p l a r a a y r ıl a b i l ir mi ?

127

130

İkinci Bölüm BÜYÜ A. BÜYÜ İLE İLG İLİ AÇIKLAMALAR S O R U 61

S O R U 62 S O R U 63 S O R U 64

B ü y ü n e le ri k o n u e d in i r ? T a n r ı s a l o la n la ve ö te d ü n y a ile i lg ile n ir m İ? B ü y ü te r i m le r i a r a s ı n d a n e g ib i in c e a y ı r ı m l a r v a r d ı r ? B ü ­ y ü y ü n a s ıl t a n ı m l a r ı z ? B ü y ü n ü n te m e lin d e y a t a n d in s e l d ü n y a g ö r ü ş ü ve p s ik o lo jik n e d e n le r n e d ir ? B ü y ü ile din a r a s ı n d a k i b e n z e r v e a y r ı n o k ­ t a l a r n e le r d ir ? B ü y ü ile b ilim a r a s ı n d a k i a y r ı l ı k l a r n e le r d ir ?

133 135 137 138

B. BÜYÜ ÇEŞİTLERİ VE ARAÇLARI SO RU

SO RU

SO R U SORU SO R U SO RU

65 K a ç ç e ş it b ü y ü v a r d ı r ? S e m p a t i k b ü y ü d e n n e a n la ş ı l ır ? T a k l i t b ü y ü s ü h a n g i ilk e y e d a ­ y a n ır? 66 T e m a s b ü y ü s ü h a n g i ilk e y e d a y a n ı r ? U y g u l a ­ n ış ın d a n e le rd e n y a r a r l a n ı l ı r ? T a k lit b ü y ü ­ s ü n d e n k e s in o l a r a k a y r ıl ı r m ı? 67 A k v e k a r a b ü y ü n ü n ö z e llik le ri n e le r d ir ? 68 A k t i f v e p a s i f b ü y ü n ü n ö z e llik le ri n e le r d ir ? A llo p a tik b ü y ü n e d e m e k t ir ? 69 A d , s a y ı v e r e n k le ilg ili b ü y ü le r in ö z e llik le ri n e le r d ir ? 70 A m u le t ve u ğ u r l u k la r ı n o r t a y a ç ık ış la r ı n a sıl a ç ı k l a n ı r ? B u n l a r h a n g i a m a ç l a r l a k u l la n ı l ­ m a k ta d ır?

228

141

143 145 146 147

148

Üçüncü Bölüm SANAT A. İLK EL SANATA İLİŞKİN GENEL AÇIKLAMALAR S a y fa S O K U 71

S O R U 72

S O R U 73

S O R U 74

S O R U 75 S O R U 76 S O R U 77

S O R U 78

İ lk e lle r in s a n a tı n ı k o n u e d in e n s a n a t e tn o lo ­ jis in in a la n ı v e g ö r e v le r i n e le r d ir ? S a n a t e t ­ n o lo jisi h a n g i d is ip lin le r le iş b irliğ i y a p m a k z o ­ r u n d a d ır ? İl k e l s a n a tı n a r a ş t ı r ı l m a s ı n a n e z a m a n b a ş ­ l a n m ı ş t ı r ? B u k o n u y a k a t k ı l a r ı o la n e tn o lo g ­ l a r k i m l e r d ir ? İlk e l s a n a t a ilg i d u y a n m o d e rn s a n a t ç ı l a r k im ­ l e r d i r ? İ lk e l s a n a t ı n B a tı ’d a t a n ı n m a s ı n a s ıl o l m u ş tu r ? İ lk e lle r d e s a n a tç ın ı n d u r u m u n a s ı ld ı r ? K im le r s a n a tç ı o la b ilir ? S a n a tç ı o la b ilm e k iç in n a s ıl b ir e ğ itim d e n g e ç m e k g e r e k i r ? İlk e l s a n a tç ıy ı e tk ile y e n b a ş lıc a f a k t ö r l e r n e ­ le rd ir? İlk e l s a n a t ı n b a ş l ıc a n ite liğ i n e d ir ? İlk e l s a n a t h a k k ın d a e tn o lo g la r ın Ve s a n a t ç ı ­ la r ı n g ö r ü ş le r i n e le r d ir ? İ lk e l s a n a t a lıa n g i a ç ıd a n b a k m a k 'g e re k ir? * İlkel,, s a n a t e s e f le r in in b u lu n d u ğ u b e lli b a şlı m ü z e le r h a n g il e r i d i r ?

151

153

155

157 160 161

162 161

B. Y ERLİ SANATININ BÖLGESEL ÖZELLİKLERİ S O R U 79

SO R U SO RU SO RU SO RU

80 81 82 83

O k y a n u s y a y e r lile r in in s a n a t e s e ıle r i hangi a m a c a y ö n e li k t ir ? P o lin e z y a s a n a tı n ı n b a ş ­ lıc a ö z e llik le ri n e le r d ir ? M e la n e z y a y e rli s a n a tı n ı n ö z e llik le ri n e le r d ir ? M lk r o n e z y a y e rli s a n a tı n ı n ö z e llik le ri n e le r d ir ? A v u s tr a l y a y e r li s a n a tı n ı n ö z e llik le ri n e le r d ir ? B u ş m a n k a y a r e s im le ri h a n g i a m a ç l a y a p ıl­ m ı ş t ı r ? B u r e s im le r in b e n z e rle r i b a ş k a y e r ­ le r d e de g ö r ü l ü r m ü ?

229

168 170 171 172

173

Sayfa S O R U 84 S O R U 85 S O R U 86 S O R U 87

K u z e y A m e r ik a y e r il s a n a tı n ı n ö z e llik le r i n e ­ le rd ir ? G ü n e y A m e r ik a y e r li s a n a tın ın tl‘ö z e llik le r i n e ­ le rd ir? A f r i k a z e n c i ^ . n a t ı h a n g i m a lz e m e le ri k u l la ­ n ı r ? ö z e l l ik l e r i n e le r d ir ? Z en c i h e y k e l v e m a s k e le r in d e k i « y ü r e k b iç im i y ü z » ü s lu b u h a n g i b ö lg e le rd e g ö r ü l ü r ? B u ü s ­ lu b u n t a ş d e v r i s a n a tı y l a iliş k is i o la b ile c e ğ i d ü ş ü n ü lü r m ü ?

174 176 177

179

C. DANS, MÜZİK,.DRAM, ŞİİR S O R U S8

S O R U 8!)

İ lk e lle r in d a n s ı d in s e l v e b ü y ü se ] k a r a k t e r d e m id i r ? E n ç o k h a r^ ri o la y la ra - b a ğ lı o la r a k d a n s e d ilir ? M ü z ik de d a n s g ib i d in s e l b ir k a ra k te r ta ş ır m ı ? İ lk e lle r in d r a m v e ş iirin in n ite liğ i n e d i r ? B ir ­ k a ç ş iir ö rn e ğ i v e r e b ilir m iy iz ?

İS İ

183

D. SÜSLENME VE TEKNİKLERİ S O R U 90 S O R U 91

S ü s le n m e n in te m e lin d e h a n g i n e d e n le r y a t m a k ­ t a d ı r ? D ö v m e , b e d en y a ra la m lı n rısıl y a p ıl ı r ? B e d e n s a k a tl a m a , b o y a m a , d iş le ri k ı r m a ve k a f a t a s ın ı n b iç im in i değiştirin*, p ı u t . k l c r i n i ­ çin y a p ılır ?

187

188

Dördüncü Bölüm EFSA NE S O R U 9 2 : E f s a n e le r in b a ş lıc a k o n u la n n e le r d ir E fsa ­ n e le rin a n la t ım ı n d a v e c a n la n d ır ılm a s ın d a n e ­ le re u y m a k g e r e k i r ? S O R U 93 D ü n y a n ın y a r a t ı l ı ş ı s a d e c e t a n r ı l a r ı n işi m i­ m id i r ? Y a r a t ı lı ş e f s a n e le rin d e su m o tif in in ro lü b ü y ü k m ü d ü r ? « D ü n y a y u m u ıt a s ı » ne

230

190

Sayfa

S O R U 94

S O R U 95

S O R U 96

S O R U 97

S O R U 98

S O R U 9!> S O R U 1(1::

KÜÇÜK

d e m e k t ir ? D ü n y a n ın h e p v a r o la b ild iğ in e i n a ­ n a n ilk e lle r d e v a r m ıd ı r ? ................................. İn s a n la rı sad ece ta n r ıla r m ı y a r a tm ış tır ? İn ­ s a n ın y a r a t ı l ı ş ı n d a e n ş o k h a n g i m a lz e m e k u l ­ la n ılm ış tır? İ n s a n l a r b i tk i l e r i n a s ıl e ld e e tm i ş l e r d i r ? B u e ld e e d iş te « ç a lm a » v e « a c ım a » m o tif le r in in r o lü b ü y ü k m ü d ü r ? H a y v a n l a r ın y a r a t ı l m a s ı n a s ıl o l m u ş tu r ? İ n s a n l a r b a ş l a n g ı ç t a ö lü m s ü z m ü y d ü ? « Y ılan » v e « y a n lış a n la m a » m o tif le r i n e d e m e k tir? T a n r ı l a r ı n b u y r u k l a r ı d ln le n s e y d i i n s a n l a r h e p ö lü m s ü z m ü k a l a c a k l a r d ı ? ö lü m ü n o rta y a ç ık ış ın ın b a ş k a a ç ı k l a m a l a r ı d a v a r m ıd ır ? A t e ş n a s ıl e ld e e d il m iş ti r ? .A te ş in e ld e e d il­ m e s in d e h a y v a n l a r d a a r a c ıl ı k y a p m ı ş l a r m ı­ d ır ? Y e r y ü z ü n ü y o k e d e n t u f a n ı n n e d e n i n a s ı l a ç ık l a n m a k t a d ı r ? B u tu f a n , b ild iğ im iz t u f a n e f ­ s a n e s in d e n e tk i l e n m i ş m id i r ? S u y u n y a iıı s ı r a d ü n y a y ı y o k e d e n y a n g ın m o ­ tif i n a s ıl iş l e n m e k te d ir ? Â d e tle r in , k u r u m l a n n , t ö r e n le r in , t e k n i k b ilg i­ le r in k ö k e n le ri ide e f s a n e le r le m i a ç ı k l a n ı r ?

SÖ ZLÜK

. . . . a ...........

KAYNAKLAR

192

195

197

200

203

206 208 210 213 219

231

1 9 2 9 y ılın d a Z a r a ’d a d o ğ a n S e d a t V e y is Ö r n e k , 1 9 4 9 ’d a S iv a s L is e s i’ni, 1 9 5 3 ’te A n k a r a Ü n iv e rs ite s i İlâ h iy a t F a k ü lte s i’ ni b itird i. A lm a n y a 'd a , T ü b in g d n Ü n iv e rs ite s i’n d e , d in le r ta rih i v e e t n o lo ji a la n ın d a d o k t o r a y a p tı. A lm a n y a d ö n ü ş ü A n k a r a Ü n iv e rs ite s i D il v e T a rih C o ğ r a fy a F a k ü l­ t e s in d e E tn o lo ji a s is ta n ı (1 9 6 1 ), d o ç e n t i (1 9 6 6 ) v e p r o fe s ö r ü (1 971 ) o ld u . B ilim ­ se l ç a lış m a la r ı d ış ın d a e d e b iy a t d e r g ile r in ­ d e h ik â y e le ri, o y u n la rı, ç e v irile ri y a y ım la n ­ dı. D e v le t T iy a tr o la r ı’n d a s a h n e le n e n S u r D i b i n d e (1 9 6 2 ) a d lı o y u n u T. D o rs t'ta n , P o l i s l e r (1 9 6 4 ) a d lı o y u n u S. M ro z c h 'ta n

d ilim iz e ç e v ird i. K u r t (1 9 6 4 -1 9 6 5 ), P i ­ rin ç ler

Y eşerecek

(1 9 6 8 ) v e M a n d a

G ö z ü (1 9 6 9 ) a d lı o y u n la r ı A n k a r a D e v let T iy a tr o la r ı n d a , İs ta n b u l Ş e h ir T iy a tr o la r ı’n d a o y n a n d ı

B a ş lıc a b ilim s e l y a p ıtla

rı S i v a s v e Ç e v r e s i n d e H a y a t ı n Ç e ş i t ­ li S a f h a l a r ı y l a İ lg il i B â t ı l İ n a n ç l a r ı n v e H ü y ü se l İş le m le r in E tn o lo jik T et­ k i k i (Iölı(>). I t ı ı o l o | i S ö z l ü ğ ü

llö/l)

A n a d o lu

(1 ‘>V 1).

lö lk lo r ıın d a

Ö liin ı

B u d ı m b i l i m T e r i m l e r i S ö z l ü ğ ü ( 1 0 / i), Türk H a lk b ilim i

(1977), G e l e n e k s e l (1979) / 1971'

K ü ltü r ü m ü z d e Ç o c u k

d e y a y ım la d ığ ım ız İ l k e l l e r d e D i n , B ü ­ y ü , S a n a t , E f s a n e n in ı k ı ı ı ıı b a s k ısın ı ya

y a n la r k e n .

G e rçe k

Y a y ın e v i,

1.5 K .ıs ın ı

1 9 8 0 ’d e kayb ettiğ im iz, d e ğ e rli b ilim a d a m ı P ro f.

Dr

S e d a t V e y is Ö r n e k 'i s a y g ıy la

anar

DV dahil

ISBN 9 7 5 - 7 5 5 1 - 1 3 - 9

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF