Robert Ludlum - Gizli Devlet

April 2, 2017 | Author: Tuba Güler | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Robert Ludlum - Gizli Devlet...

Description

Copyright: © 1973 by J o n a t h a n Ryder introduction Copyright © 1989 by Robert L u d l u m K e s i m A j a n s ı a r a c ı l ı ğ ı ile © Türkiye'de yayın hakkı: İNKILÂP KİTABEVİ Y a y ı n S a n a y i v e T i c . A.Ş. A n k a r a Cad. No: 95-İSTANBUL T e l : 5 2 2 2 8 51 - 5 2 6 8 6 4 1

Kapak Şahin

resmi: KARAKOÇ

Düzelti: Faruk KIRKAN

Bu

kitabın

her

türlü

yayın

hakları

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi Tic. A.Ş.'ye aittir.

ISBN 975-10-0265-6 90-34-Y-0051-0125

Dizgi - Baskı ANKA OFSET AŞ. Cemalnadir Sokak. 24 Cağaloğlu Tel: 5274165 ISTANBUL -1991

ve

Robert Ludlum

İ

GİZLİ DEVLET (Trevayne)

ROMAN

Türkçesi:

Mehmet

İl

Harmancı



İNKILÂP KİTABEVİ

YAYIN SANAYİ VE TİCARET AŞ Ankara Cad 95 • 34410 İSTANBUL

BİRİNCİ BÖLÜM

ı

D

Ü M D Ü Z olan asfalt aniden toprak yola dönüşmüştü. Küçük ya­ rımadanın bu noktasında kasaba sorumluluğu sona eriyor, özel mülkiyet bölgesi başlıyordu. A m e r i k a Birleşik Devletleri Posta 1daresi'ne göre Connecticut eyaletinin Güney Greenvvich'i olan bu bölge posta dağıtım haritalarında Kuzeydoğu K ı y ı Yolu olarak geçerse de, posta kamyonu sürücüleri burasını H i g h Barnegat ya da sadece Barnegat diye adlandırmaktaydılar. Posta arabaları haftada üç dört kere oraya özel ulak mektuplar ve iadeli taahhütlü büyük san zarflar taşırlardı. Her gittiklerinde bir dolar bahşiş aldıkları için fazladan yaptıkları bu yoldan hiç yakındıkları yok­ tu. High Barnegat. K ı y ı y a yarım m i l cephesi olan sekiz dönümlük arazinin büyük bir kısmına el sürülmemiş, vahşi gelişmesine terkedilmişti. Bu du­ rumla çelişkili olan şey, kıyıdan yetmiş metre içerde olan ev ve eve kadar olan kısımdı; Çağdaş görünümlü, enine doğru uzanan ahşap evde denize bakan gayet geniş pencereler vardı. Ç i m e n l i k yemyeşil ve b a k ı m l ı y d ı , üzerinde eve kadar uzanan geniş taşlardan b i r y o l , kayık­ hanenin hemen üstünde de geniş bir teras bulunuyordu. Ağustos ayının bu son günleri High Barnegat'ta yaz mevsiminin en güzel günleriydi. Deniz sımsıcaktı, körfezden esen rüzgar, yelkenci­ l i ğ i kullananın zevkine göre daha heyecanlı ya da tehlikeli bir spor ya­ pardı. Ortalık da alabildiğine yeşildi. Ağustos sonlarında hareketli geçen yaz haftaları yerini bir sakinliğe bırakırdı. Mevsim neredeyse so­ na erecekti. Erkekler yine beş günlük işlerini ve normal haftasonlan-

n ı , kadınlar ise y e n i o k u l y ı l ı n ı n başlangıcını belirten alışveriş sıkın­ tılarını düşünürlerdi. Zihinler ve nedenler ağır ağır b i r değişime giriyorlardı. Neşelilik yavaş yavaş geriliyordu; şimdi düşünecek daha ciddi şeyler vardı. Ve H i g h Barnegat'ta sürekli gelip giden konuklar da azalmaya başlamıştı. Phyllis Trevayne saat dört buçukta terasta bir şezlonga uzanmış, vücudunu sıcacık güneşe vermişti. K ı z ı n ı n mayosunun, üstüne tam gelmiş olmasının sevinci içindeydi. Kendisi k ı r k i k i , k ı z ı ise on yedi yaşındayıdı, bu konuda daha uzun b o y l u düşünüyor olsaydı duyduğu tatmin küçük bir zafere dönüşebilirdi. Ancak aklı dönüp dolaşıp kocası Andrew'a, N e w York'tan gelen telefona takıldığından bu düşüncenin zevkini çıkaramıyordu. A ş ç ı kadın çocuklarla kasabaya inmiş, kocası da hâlâ ufukta beyaz bir yelken olduğu için telefona terastan kendisi ce­ vap vermişti. Aslında hiç açmayacaktı ama H i g h Barnegat numarasını yalnızca çok i y i dostları ve çok önemli -kocası buna "gerekli" derdi- iş arkadaşları bilirdi. Hattın öteki ucunda k a l ı n bir ses, " A l o , Bayan Trevayne i l e mi konuşuyorum," demişti. "Evet, siz kimsiniz?" "Ben Frank B a l d w i n . Nasılsın, Phyllis!" "Çok i y i y i m , Bay B a l d w i n . Siz nasılsınız?" Phyllis Trevayne Franklyn Baldwin'i yıllardır tanımasına rağmen yaşlı adama hâlâ i l k adıyla hitap edemezdi. B a l d w i n , türünün en son örneklerinden b i r i y d i . N e w York bankacılığının i l k devlerinden b i r i . "Kocanın neden telefonlarıma cevap vermediğini öğrenirsem daha i y i olacağım. Kendisi i y i mi? D o ğ r u , ben o kadar önemli değilim ama o hasta falan değil ya?" "Hayır, gayet i y i aslında. B i r haftadır işten uzak kaldı. O yüzden telefona falan ç ı k m ı y o r . Doğrusunu isterseniz kabahat b e n i m , ben d i n ­ lenmesi için ısrar ettim." "Küçük hanım, karım da benim kusurlarımı böyle örterdi. Güdü­ sel olarak. Hemen ortaya çıkar ve her seferinde de lafı gediğine oturtur­ du." Phyllis Trevayne, adamın komplimanını farkederek güldü. " A m a

6

gerçeği söylüyorum, Bay B a l d w i n . Şu anda çalışmadığını b i l i y o r u m çünkü kıyıdan bir m i l açıkta katamaranının yelkenini görebiliyorum." "Katamaran m ı ! A m a n T a n r ı m ! Ne kadar genç olduğunuzu unu­ tuyorum doğrusu. B e n i m zamanımda sizin kadar gençlerin bu kadar zengin olmaları olanaksızdı. Hele kendi başlarına asla." " B i z i m talihimiz vardı. B u n u da hiç unutmuyoruz." Phyllis Trevayne'in sesi gerçeği yansıtıyordu. " B u n u söylemeniz çok i y i b i r şey, küçük hanım." F r a n k l y n B a l d w i n de gerçeği söylüyordu ve kadının bunu bilmesini istiyordu. "Eh, kaptanımız k ı y ı y a çıkınca lütfen beni aramasını söyler misiniz? Çok acil bir şey var da.'" "Elbette söylerim." " i y i günler, yavrum." "İyi günler, Bay Baldwin." Ancak kocası bürosu ile her gün konuşmuştu. Franklyn Baldwin'den çok daha az önemli kişilerin telefonlarına cevap vermişti. Üs­ telik Andrew Baldwin'i severdi, kaç kere söylemişti bunu. Uluslararası para piyasasının karmaşık ağlarında kendisine yol göstermesi için pek çok kere Baldwin'e başvurmuştu. Kocası, bankacıya çok şey borçluydu ve şimdi de yaşlı adamın kendisine ihtiyacı vardı. Andrew telefonlarına neden karşılık vermemiş­ ti? Bu hiç de Andrew'a yakışmayan bir davranıştı.

*** Park ve Madison Caddeleri arasında Otuz Sekizinci Sokak'taki lokanta ancak k ı r k k i ş i alabilen küçük bir yerdi. Müşteriler genellikle hayatlarında kazanmadıkları kadar para kazanmış ve^enç görünümleri­ ne sahip olmak için içlerinde b i r istek, hatta bir ihtiyaç taşıyan orta yaşa merdiven dayamış yöneticilerdi. Yemekler orta kalite, fiyatlar yüksek, içkiler pahalıydı. A n c a k bara aynlan bölüm genişti ve ahşap kaplama duvarlar yumuşak bir ışıkla aydınlatılmıştı. Sonuçta burada demlenenler e l l i l i yıllarda kolejlerde okurken büyük bir keyifle devam ettikleri o yerleri hatırlarlardı. Zaten bar da bu nokta düşünülerek kurulmuştu.

7

Lokantanın müdürü hep bunu düşündüğünden altmış yaşlarını geride bırakmış i y i g i y i m l i , kısa boylu bir adamın duraksayarak içeri girdiğini görünce biraz şaşırmadı değil. A d a m loş ışığa gözlerini uy­ durmaya çalışarak çevresine bakındı. Müdür kendisine doğru yürüdü. "Masa mı istiyordunuz, efendim?" "Hayır.... Evet, b i r i ile buluşacaktım.. Rahatsız olmayın, teşek­ kür ederim. İşte orada." î y i g i y i m l i adam aradığı k i ş i y i arkalarda b i r masada görmüştü. M ü d ü r ü n yanından hemen ayrılıp sıkışık yerleştirilmiş iskemleler ara­ sından oraya doğru yürüdü. Lokanta müdürü arkadaki masaya oturmakta ısrar eden adamı ha­ tırlamıştı. Yaşlı adam otururken, "Lokanta değil de başka bir yerde buluş­ mak daha i y i olurdu," dedi. "Merak etmeyin, Bay A i l e n . Tanıdıklarınızdan hiçbiri buraya gel­ mez." "Haklı olduğunuzu umarım." Yanlarına gelen garsona içkilerini ısmarladılar. Genç olanı, "Sizin k a y g ı l a n m a n ı z ı pek a n l a m ı y o r u m , " dedi. "Bence rizikoyu göze alan b e n i m , siz değilsiniz." "Sizin için gereken yapılacaktır, bunu biliyorsunuz. Boşa zaman harcamayalım. Durum nedir?" "Komisyon, Andrew Trevayne'i ittifakla onayladı." "Kabul etmeyecektir." "Kabul edeceği sanılıyor. T e k l i f i Baldwin yapacak, hatta şu anda yapmış olabilir bile." "Eğer yapmışsa o zaman geç kaldınız." Yaşlı adam gözlerini k ı r ­ pıştırarak masa örtüsüne baktı." Bazı söylentiler duyduk; ama bunların şaşırtmaca olduğunu tahmin ettik. Size güveniyoruz." Başını k a l d ı r ı p Webster'e baktı. "Son adımı atmadan önce sizin k i m l i ğ i doğrulayaca­ ğınızı düşünmüştük." "Benim kontrolumda değildi. Beyaz Saray'da kimse de yapamazdı bunu. Komisyon tabu sanki. A d ı öğrenebilmem bile büyük bir şans." "Oraya geleceğiz. Trevayne'm kabul edeceğini nereden biliyorlar? Neden etsin ki? Onun Danforth V a k f ı , Ford ya da Rockefeller'inki k a ­ dar büyük. Neden oradan ayrılsın ki?"

8

"Ayrılmayacaktır herhalde. Sadece bir süre için izin alır bence." "Danforth boyutunda bir v a k ı f böyle uzun süreli bir izin isteğini kabul etmez. Hele bunun gibi bir iş için. Hepsinin başı dertte zaten." "Pek anlayamadım..." A i l e n adamın sözünü kesti. "Onların bağışıklığa sahip oldukla­ r ı n ı sanıyorsunuz? Sizin kentte dostlara ihtiyaçları var. Düşmanlara değil... Bunun yolu nedir? B a l d w i n t e k l i f i n i yapmışsa. Trevayne bunu kabul ederse?" Garson içkileri getirince i k i s i de sustular. Garson gidince Webs­ ter soruyu yanıtladı. "Komisyonun seçeceği kişi Başkanın onayını almak ve Senatoda tarafsız bir komisyonun kapalı oturumunda sorulan yanıtlamak zorun­ dadır." "Taman, anladım." Ailen kadehini kaldınp büyük bir yudum al­ d ı . "Pekala, buradan devam edelim. Bu noktada bir şey yapabiliriz. Ko­ misyon toplantısında onun yetersiz olduğunu söyleriz." Genç adam şaşırmıştı. "Neden ama? Bunun ne anlamı var? Na­ sılsa biri o alt komisyona başkanlık edecek değil mi? Bu Trevayne'in mantıklı bir insan olduğunu duydum." "Duydunuz m u ! "Ailen bir yudumda bitirdi içkisini. "Ne duymuş olabilirsiniz ki? Trevayne hakkında ne biliyorsunuz ki?" "Okuduğum şeyleri. Ben araştırmamı yaptım. O ve kayınbiraderi -ki elektrik mühendisidir- e l l i l i y ı l l a n n ortasında New Haven'de uzay sanayii araştırmaları ve üretimi ile uğraşan küçük bir şirket kurmuşlar. Yedi sekiz y ı l sonra turnayı gözünden vurdular. Otuz beş yaşına gel­ diklerinde ikisi de milyonerdi. Kayınbirader üretiyor. Trevayne de satı­ yordu. İ l k N A S A ihalelerinin yansını ele geçirip Atlantik kıyısında bir sürü yan şirket kurdu. Trevayne otuz yedi yaşında şirketten a y n l d ı ve Dışişleri Bakanlığında bir görev aldı. Dışişlerinde 8e çok büyük işler başardı." Webster kadehinin üzerinden Allen'e baktı. Genç adam top­ ladığı bu bilgiler için takdir edilmeyi bekliyordu. Oysa A i l e n anlattıklarını önemsemedi bile. "Palavra. Time der­ gisinin kullanacağı malzeme bunlar. Önemli olan Trevayne'in özgün bir k i ş i olması... İşbirliğine yanaşmaz. Bunu i y i biliyoruz; yıllar önce yaklaşmaya çalıştık kendisine."

9



"Öyle m i ? " Webster kadehini masaya b ı r a k t ı . " B i l m i y o r u m . . . Tanrım... B i l i y o r o halde?" "Çok değil, belki de yeteri kadar. Bundan emin değiliz. A m a siz hâlâ esas noktayı göremediniz, Bay Webster. Bana kalırsa daha i l k baştan beri yanlış yoldasınız... B i z onun, o lanet alt k o m i s y o n u n başkanlığına getirilmesini istemiyoruz. Ne onu istiyoruz, ne de ona benzeyen bir başkasını! Böyle bir seçim düşünülemez bile." "Peki bunun i ç i n ne yapabilirsiniz?" "Onu zorlayabiliriz... eğer gerçekten kabul edilirse. Önemli olan Senato soruşturması. Onun reddedilmesini sağlarız." "Diyelim ki başarılı oldunuz, bu durumda ne olacak? "Kendi adamımızı aday göstereceğiz. î l k başta yapılması gereken şey yani." A i l e n boşalan kadehleri gösterdi. "Bay A i l e n , neden durdurmuyorsunuz onu? Bunu yapabilecek du­ rumda iseniz, neden yapmadınız bunu? Trevayne hakkında söylentiler olduğunu duyduğunuzu söylediniz; duruma el k o y m a zamanı o za­ mandı" A i l e n bakışlarını kaçırdı. Kadehindeki erimiş buzun suyunu i ç t i , konuştuğunda sesi otoritesini sürdürebilmek i ç i n kendini zorlayan bir insanın sesiydi. "Frank B a l d w i n ile o bunak H i l l yüzünden." "Büyükelçi mi?" "Beyaz Saray'daki lanet elçiliği ile lanet Büyükelçi... K o c a B i l l y H i l l ! B a l d w i n ve H i l l ; bu kepazeliğin arkasındaki kalıntılar i k i s i de. H i l l son i k i üç y ı l d ı r bir atmaca g i b i dolanıp duruyor. B a l d w i n ' i Sa­ vunma Komisyonu'na girmesi için kandırdı. İ k i s i birleşip Trevayne'i seçtiler... B a l d w i n onun adını gündeme getirdi; buna k i m karşı koyabi­ l i r d i ki?... A m a siz bize onun kesin olduğunu b i l d i r m e l i y d i n i z . E m i n olsaydık önleyebilirdik." Webster dikkâtle izliyordu karşısındaki adamı. Konuşmaya baş­ ladığında sesinde daha önce göstermediği bir sertlik vardı. "Ve ben se­ nin yalan söylediğini sanıyorum. B i r i işi yüzüne gözüne bulaştırdı; sen ya da başka b i r i sözümona uzman, i l k başta bu soruşturmanın daha başında kapatılacağını, komisyonda hasıraltı edileceğini sandın... Yanılıyordun. Sonra da artık geç kalınmıştı. Trevayne öne ç ı k t ı ve sen bunu önleyemedin. Onu şimdi bile durdurabileceğinden emin değilsin.

10

O yüzden benimle görüşmek istedin... Bu nedenle benim gecikmiş olduğum için esas noktayı gözden k a ç ı r d ı ğ ı m palavrasını bırakalım artık, tamam mı? "Sözlerine d i k k a t et, genç adam. B e n i m k i m i temsil e t t i ğ i m i hatırla." "Sen de A m e r i k a Birleşik Devletler Başkanı'nın özel olarak ata­ d ı ğ ı bir kimseyle konuştuğunu unutma. Bundan hoşlanmayabilirsin ama bu yüzden bana geldin. Şimdi söyle bakalım ne istiyorsun?" A i l e n öfkesinden kurtulmak istermiş gibi derin bir soluk bıraktı. "İçimizde bazıları diğerlerinden daha çok telaşa kapılmış durumda..." "Sen de onlardan birisin," dedi Webster sakin bir sesle. "Evet... Trevayne pek karmaşık b i r insan. K ı s m e n sanayinin çocuk dehası -ki bu yönetim kurullarında yolunu yordamını bilmesi demek; kısmen de kuşkucu- belirli bazı gerçekleri kabul etmiyor." "Bence bunlar birbirlerini tamamlayan şeyler." "Bir insan güçlü ise, öyle" "Sadede gel. Trevayne'in gücü nerede?" "Hiç yardıma ihtiyacı olmadı diyelim." "Yardımı reddetti diyelim." "Pekala. Geçerli bir neden." "Ona erişmeye çalıştığını söylemiştin." "Evet. B e n şeyle birlikte... Önemi y o k , boş ver. A l t m ı ş l ı y ı l ­ ların başıydı, o zaman güçbirliği yapıyorduk ve onun bizim... toplulu­ ğumuza... değerli bir katkı olacağını düşünmüştük. N A S A ihalelerini bile garanti ettik." "Vay canına! Ve sizi reddetti ha!" " B i z i bir süre oyaladı, sonra biz olmadan da ihaleleri alacağını farketti. Bunu öğrendiği an da bize cehenneme kadar yolumuz olduğu­ nu söyledi. Aslında daha da ileri gitti ya. Bana adamlarımı uzay prog­ ramından ve devlet parasından geri çekmemi söyledi. Adalet Bakan­ lığına gitmekle tehdit etti bizi." Bobby Webster çatalını alıp dalgın dalgın örtüyü çizmeye başla­ d ı . "Peki, ya bunun aksi olsaydı? D i y e l i m ki size ihtiyacı vardı... O zaman topluluğunuza katılır mıydı?" "işte bilemediğimiz de bu zaten. Bazıları böyle düşünüyor. A m a

11

onunla konuşmadı h i ç b i r i ; ben k o n u ş t u m . A r a c ı b e n d i m . Onun... şey... y a p t ı ğ ı b e n d i m . H i ç ad v e r m e d i m , ardımda k i m l e r olduğunu söylemedim." " A m a seninle b i r l i k t e başkalarının olduğunu bilmenin onun için yeterli olduğunu düşünüyorsun, değil mi?" "İşte yanıtlanamayan soru. B i z i tehdit etti; kendisinden, o lanet kayınbiraderinden ve N e w Haven'deki şirketinden başka kimseye i h ­ tiyacı olmadığından emindi. Şimdi bu riski göze alamayız. Onun o alt komisyona başkanlık etmesine izin veremeyiz... Ne yapacağı belli o l ­ mayan bir insandır o." "Peki ben ne yapabilirim?" v "Trevayne'a yaklaşmak i ç i n akla yatkın olan her r i s k i göze al. Senin i ç i n en yüksek nokta onun Beyaz Saray bağlantısı olmandır. Buna olanak var mı?" Bobby Webster bir an durakladı, sonra kesin bir yanıt verdi. "Evet. Başkan alt k o m i s y o n i ç i n y a p t ı ğ ı toplantıya b e n i de çağırmıştı. G i z l i bir toplantıydı b u ; ne not alındı, ne de konuşmalar banta kaydedildi. B i r başka yardımcısı daha vardı sadece; bir rekabet sözkonusu değildi yani. B i r çaresini bulurum." "Bunun gerekli olmayabileceğini akıldan çıkarma ama. Bazı ön­ leyici tedbirler alınacaktır. Bunlar etkili olursa Trevayne sorun olmak­ tan çıkar." "Size orada yardımcı olabilirim." < "Nasıl?" "Mario de Spadante." "Olmaz! Kesinlikle hayır! Sana daha önce de söyledik, onunla hiçbir ilişki istemiyoruz." " A m a o sizlere y a r d ı m c ı olmuştur. Hem de akıl edemeyeceğiniz kadar. Ya da bilmek istemeyeceğiniz kadar diyelim." "Hayır." " K ü ç ü k bir dostluk kurmanın bir zararı olmaz. Bu seni rahatsız ediyorsa, Senatoyu düşün." Allen'in çatılan kaşları düzeldi. Başkan yardımcısına neredeyse takdirle bakacaktı. "Ne demek istediğini anlıyorum." "Tabii bu benim ücretimi önemli bir miktarda arttıracaktır."

12

"Ben senin yaptığına inandığını sanıyordum". "Ben k e n d i m i korumaya inanırım. En i y i korunma da sizin para ödemenizi sağlamaktır." "Çok berbat bir insansın." "Aynı zamanda çok da yetenekliyim."

2 A n d r e w Trevayne katamaranın ç i f t gövdesini rüzgarın önüne katmış, akıntının da yardımıyla hızla k ı y ı y a doğru y o l alıyordu. Uzun bacaklarını, i k i gövdeyi birleştiren kirişe dayayıp ağırlığını dümene vererek ardındaki dümen suyunu biraz daha kabarttı. B i r gerçeği yoktu bunun, b i r hareket, sadece anlamsız b i r hareket. Su ı l ı k t ı ; eli ı l ı k , kay­ gan bir sıvıda yönlendiriliyordu sanki. T ı p k ı kendi seçimi olmayan b i r bilinmeyene yönlendirilmekte olduğu g i b i . Yine de son karar kendisinindi ve bunun ne olacağını b i ­ liyordu. En sinir bozucu yanı da buydu zaten; kendini yönlendiren güçleri b i l i y o r ve onlara boyun eğmeyi düşündüğü için bile kendinden nefret ediyordu. Onları çok gerilerde bırakmıştı. Uzun bir süre önce. Tekne Connecticut k ı y ı l a r ı n a yüz metre yaklaşmıştı k i , rüzgar birden yön değiştirdi -açık denizden karaya vuran rüzgarların hep yap­ t ı ğ ı g i b i . Trevayne bacaklarını sancak tarafındaki tekneye atıp yelkeni gevşetti ve tekne sağa kayıp dosdoğrı r ı h t ı m a yanaştı. Trevayne i r i y a n bir erkekti. Dev gibi değil, ama yine de çoğu in­ sandan daha i r i y d i ve vücudunun pek düşünmek bile istemediği aşırı canlı geçen bir gençliği gösteren bir yapısı vardı. Netisweek'de eskiden ne ünlü bir futbolcu olduğu hakkındaki yazılanları hatırlıyordu. Bu tür yazılarda hep olduğu gibi büyük ölçüde abartma vardı bunda da. İ y i bir f u t b o l c u y d u , evet, ama o kadar da d e ğ i l . Olduğundan daha i y i b i r göründüğü duygusunu taşırdı hep, ya da çabalan eksikliklerini örterdi. A m a i y i bir denizci olduğunu biliyordu. Belki iyiden de öte hat­ ta.

13

Gerisi anlamsızdı kendisi i ç i n . Rekabet anları dışında hep de öyle olmuştu. Şimdi karşısında katlanılmaz bir rekabet olmayacaktı. Eğer kara­ r ı n ı verirse. Herhangi b i r kural kitabında y a z ı l ı olmayan stratejileri içeren acımasız bir rekabet. Kendisi o stratejilerin ustasıydı. A m a bun­ ları yapmış olduğu için değil; önemli olan kendisi için ölçüsüz dere­ cede önemli olan da buydu. Andrew dümenin yanındaki çelik levhaya bir not defteri ile bir zincire bağlı bir tükenmez kalem iliştirmişti. B u n u rüzgar h ı z ı , dalga yönü g i b i şeyleri kaydetmek için kullandığını söylerdi. Aslında kalem ile defter aklına gelen düşünceleri not etmek içinde. Bazı 'şeyler' k i m i zaman su üstündeyken çok daha açık seçik olurdu kendisi için. îşte şimdi deftere bakarkan o yüzden canı s ı k ı l m ı ş t ı . B i r tek sözcük yazmıştı. Bilinçsiz olarak, düşünmeden yazmıştı. Boston. Sayfayı koparttı, gereğinden fazla b i r sertlikle elinde buruşturup suya fırlattı. Lanet olsun! Lanet olsun! diye düşündü. Hayır! Katamaran n h t ı m a yanaşmıştı. Trevayne uzanıp sağ eliyle iske­ l e y i tuttu. Sol eliyle boşaltma i p i n i çekti, yelken gevşeyerek d ö k ü l ü r g i b i k a y d ı aşağı. T e k n e y i emniyete aldıktan sonra y e l k e n i mizana direğine sardı. D ö r t dakikada dümeni sökmüş, yelkeni sarmış, tekneyi dört köşesinden sıkıca bağlamıştı. Terasın taş duvarı ötesinde tepeden f ı ş k ı r ı r g i b i uzanan cam ve ahşaptan yapıya b a k t ı sonra. M a d d i m ü l k i y e t ö n e m l i d e ğ i l d i artık. A m a ev Phyl ile planladıkları g i b i olmuştu sonunda. E v i birlikte yapmışlardı; bu gerçek çok ö n e m l i y d i . B e l k i başka şeyleri örtemezdi. Daha acı olan şeyleri. A m a yardımcı oluyordu. Trevayne kayıkhanenin yanındaki taş yoldan geçip terasa uzanan yokuşu çıkmaya başladı. Yokuşun ortasına vardığında ne durumda o l ­ duğunu hemen anlardı. Soluk soluğa kalmışsa ya da bacakları ağnmışsa daha az yeyip daha çok idman yapacağına yemin ederdi. Şimdi pek rahatsızlık daymamış olmasına sevinmişti. Ya da kafası yorgun­ luğunu hissedemeyecek kadar meşguldü.

14

Hayır, k e n d i m i gayet i y i hissediyorum, diye düşündü. İşten bir hafta uzak kalmak, sürekli tuzlu havayı solumak, yaz sonu aylarının o hoş enerjik bitimi... çok i y i hissediyordu kendini. Sonra birden not defterini ve bilinçsizce -bilinçaltında- yazdığı sözcüğü hatırladı. Boston. Hiç de i y i hissetmiyordu kendini. Taş terasın son basamaklarını da çıkınca karısının şezlongta yat­ t ı ğ ı n ı gördü. Gözleri açıktı, denize bakıyor ve kendisinin göremeye­ ceği şeyleri görüyordu. Onu bu durumda gördüğünde h a f i f b i r sızı duyardı içinde. A c ı , üzüntü veren anıların sızısı. Boston yüzünden, lanet olsun. Lastik ayakkabılarının ayak sesini örttüğünü f a r k e t t i , karısını korkutmak istemiyordu. Yavaşça, "Selam," dedi. "Oh?" Phyllis gözlerini k ı r p ı ş t ı r d ı . " İ y i bir gün geçirdin m i , sev­ gilim?" "Evet. Sen i y i uyudun mu?" Trevayne karısının yanına "gidip al­ nına bir öpücük kondurdu. "Uyuduğum sürece i y i y d i . A m a kesintiye uğradı." "Öyle mi? Çocukların L i l l i a n ' l a kasabaya i n d i k l e r i n i sanıyor­ dum." "Çocuklar değildi. Lillian da." " K ö t ü b i r haber verecek gibisin." Trevayne kenarda duran buz kabından bir kutu bira aldı. "Kötü değil, ama meraklandım." "Neden söz ediyorsun sen, kuzum?" Biranın kapağını açıp içti. "Franklyn Baldwin telefon etti.... Onu neden aramadın?" Trevayne karısına b a k t ı . "O m a y o y u başkasının üstünde gör­ memiş miydim?" , "Evet ve bilmeyerek yapmış olsan da komplimanına teşekkür ederim. A m a yine de onu neden aramadığını öğrenmek istiyorum." "Onunla konuşmaktan kaçınmaya çalışıyordum." "Onu sevdiğini sanıyordum?" "Severim, hem de pek çok. Kaçınmak için bir neden daha işte. Benden bir şey isteyecek ve ben de onu reddedeceğim. Yani, isteyeceği­ ni sanıyorum ve isteğini reddetmek istiyorum." 15

"Ne isteyecek ki?" Trevayne terası çevreleyen taş duvara yürüdü, bira kutusunu ke­ nara b ı r a k t ı . " B a l d w i n beni yanına çekmek istiyor. Ortalıkta dolaşan söylenti b u ; sanırım buna 'deneme balonu 1 diyorlar. Savunma harca­ maları komisyonunun başkanıdır B a l d w i n . Kibarca Pentagon ilişkile­ rinin 'derinlemesine incelenmesi' diye adlandırılan bir alt komisyon k u ­ ruyorlar." "O da ne demek oluyor?" "Savunma bütçesinin yüzde yetmiş küsurunu dört beş şirket -da­ ha doğrusu holding- kullanıyor. Şöyle ya da böyle. A r t ı k etkin b i r de­ netimden söz edilemez o l d u . Bu k o m i s y o n da Savunma K o m i s y o n u ­ nun soruşturma k o l u olacak. B i r başkan arıyorlar." "Ve o da sen misin?" "Ben 'o' olmak istemiyorum. Ben olduğum yerden memnunum. Şu anda o l u m l u bir iş y a p ı y o r u m ; o komisyonun başına geçmek akla gelebilecek en olumsuz hareket olur. O görevi alacak kimse ulusal par­ ya olacak... üstelik yapması gerekenlerin sadece yansını yapsa bile." "Neden?" "Pentagon bir pislik yuvası çünkü. G i z l i b i r şey değil b u , gaze­ teleri okumak yeterli. A r t ı k üstü kapalı yazmak zahmetine bile kat­ lanmıyorlar." "O zaman oraya düzen vermeye çalışan b i r i neden parya olsun? Düşman edinmeyi anlanm, ama ulusal parya o l m a y ı aklım kesmiyor." Trevayne birasını alıp k a n s ı n ı n yanındaki k o l t u ğ a otururken güldü. "Sana o N e w England basitliğin i ç i n b a y ı l ı y o r u m . M a y o n için de." "Sen gereğinden fazla düşünüyorsun eğrisini doğrusunu." "Hayır hiç de öyle değil, aynca ilgilenmiyorum da." "O zaman sorumu yanıüa. Neden ulusal parya olacakmış?" "Çünkü pislik yapının içine geçmiş artık. Çok da yaygınlaşmış. O alt komisyon etkili olabilmek i ç i n pek çok insanı hedef göstermek zorunda. Temelinde bir korku yaratması gerek yani. Tekellerden söz et­ meye başlandığında sadece hisse senetleriyle oynayan birtakım etkin insanlardan söz ediyor değilsindir. Binlerce çalışanın işini tehdit ediyor­ sun. Herhangi bir tekelin gerçek gücü de buradadır. Yaptığın gerekli

16

bir şey olabilir, ama pek çok acıya da neden olursun." "Tanrım!" Phyllis doğruldu. "Epey düşünmüşsün bu konuda." "Düşündüm, evet. A m a bir şey yapmadım. "Andrew koltuktan k a l k t ı , masaya yürüdü, sigarasını küllüğe bastırdı. "Doğrusu istersen f i k r i n bu kadar i l e r i gitmesine şaşırmadım değil. Bu işler -derinleme­ sine incelemeler, soruşturmalar, her ne ad verirsen ver- genellikle yük­ sek sesle ortaya atılır ve sonra sessizce hasır altı edilirler. Senato k u l i ­ sinde ya da Temsilciler M e c l i s i yemek salonunda. Bu kere d u r u m değişik. Ve buna akıl erdiremiyorum işte." "Frank Baldwin'e sor." "Sormamam daha i y i . " "Sorman gerek. Ona bu kadarcık borcun var, A n d y . Seni neden seçti sence?" Trevayne duvara yürüyüp L o n g Island Körfezi'ne baktı. " B u iş için gerekli niteliklerim var, Frank bunu biliyor. O hükümet ihaleleri­ ni dağıtanlarla geçmişim var, anlaşmaların açıkta kalan noktalan konu­ sunda gazetelerde eleştirilerim ç ı k ü . Onu da biliyor. Biraz geçmişte o l ­ sa bile k ı z d ı ğ ı m da oldu... A m a sanınm esas olarak, dalaverecilerden ne kadar nefret e t t i ğ i m i b i l i y o r . Pek çok i y i adamın sonu oldular, özellikle de b i r i n i n . Hatırladın mı?" Trevayne dönüp karısına baktı. "Bana dokunamazlar artık. Zamandan başka kaybedecek hiçbir şeyim yok." "Kendini bu konuda inandırdın sanınm." Trevayne i k i n c i sigarasını yakıp taş korkuluğa yaslandı. Hâlâ kansına bakıyordu. " B i l i y o r u m . O yüzden Frank Baldwin'den kaçıyo­ r u m işte."

Trevayne omletini iştahsızca tabağında oradan oraya itip duruyor­ d u . Bankanın müdürü yemek salonununda Franklyn Baldwin'le karşı karşıya oturmuşlardı. Yaşlı adam kendini konuşmasına kaptırmıştı. "Bu iş nasıl olsa yapılacak, bunu biliyorsun, Andrew. Kimse bu­ na engel olmayacak. Ben başa en i y i insanın geçmesini istiyorum. K o ­ misyonun karannın ittifakla olduğunu da belirtmek isterim."

Gizli Devlet - F. 2

17

" B u işin sonunun geleceğine nasıl inanırsın? Ben hiç inanmı­ y o r u m . Senato hep b i r yaygara koparır e k o n o m i hakkında; bu esaslı b i r konudur ve hep öyle kalacaktır. Yani bir yerlerde otoyol projesi ya da bir uçak fabrikası kapanana kadar. Ondan sonra bağırıp çağırma bir­ den sona erer." "Bu kere öyle olmayacak. Kuşkuculuğu gerilerde bıraktık. A k s i takdirde ben işe karışmazdım." "Sen b i r f i k i r belirtiyorsun. Daha başka b i r şeyler de olması ge­ rek, Frank." B a l d w i n çelik çerçeveli gözlüğünü çıkartıp tabağının yanına b ı ­ r a k t ı . Birkaç kere gözlerini kırpıştırdıktan sonra, i r i burnunun i k i ya­ n ı n ı ovuşturdu. Yarı acı bir gülümseme b e l i r d i yüzünde. "Var. Çok i l e r i görüşlüsün... Bu cennet vatanımızda yaşamlarının ve kuşaklar bo­ yunca ailelerinin yaşamlarının üretken olduğu i k i yaşlı adamın mirası diyebilirsin buna. Biz katkıda bulunduk ama ödüllerimiz katkılarımız­ dan da üstünde oldu. Bunu en i y i böyle dile getirebilirim." "Korkarım bir şey anlamadım." "Elbette anlamadım. A ç ı k l a y a y ı m . W i l l i a m H i l l ile ben b i r b i r i ­ m i z i çocukluğumuzdan beri tanırız." "Büyükelçi H i l l ile mi?" "Evet... Seni i l i ş k i m i z i n ayrıntıları ile sıkmayacağım -en azın­ dan bugün. Daha uzun yıllar yaşamayacağımızı söylemek yeterli, zaten bunu ben de istemezdim ya... Bu Savunma K o m i s y o n u , bu alt komis­ yon -bunlar b i z i m f i k i r l e r i m i z d i r . Onları işlerliğe kavuşmuş görmek isteriz. Bu kadarını garanti edebiliriz; i k i m i z kendi çeşidi yollarımızla bunu sağlayacak güçteyiz. Ve o korkunç t e r i m i kullanmak gerekirse, i k i m i z de yeteri kadar saygınız." "Ne kazanmayı umuyorsunuz?" "Gerçeği. Bu ülkenin bunu bilmek, ne kadar acı verirse versin, hakkıdır. B i r hastalığı iyileştirmek i ç i n doğru teşhis yapılmalıdır. Tat­ m i n olmamış kişilerin savurdukları suçlamalar ya da kendinden baş­ kasını doğru görmeyen bağnazların b e l l i belirsiz etiketleri değil. Ger­ çekler, Andrew. Sadece gerçekler. Bu armağan benim ve Billy'nin ola­ cak. B e l k i de sonuncumuz." Trevayne hareket etmek istedi, hareket halinde olmak. Karşısın-

18

daki yaşlı adam tahmin ettiğini yapıyordu. Duvarlar üstüne kapanıyor, koridor belirleniyordu. "Bu alt komisyon dediklerini neden yapabilsin?" diye sordu. " D i ­ ğerleri de buna kalkıştılar ve başarısızlığa uğradılar." "Çünkü senin varlığın nedeniyle hem politika dışı olacak hem de kendi çıkarlarını düşünmeyecek." Baldwin gözlüğünü burnunun üstüne yerleştirdi, yaşlı gözlerinin camlar ardında i r i i r i görünmesi Trevayne'ı ipnotize etmişti sanki. "Bunlar gerekli şeyler. Sen ne Cumhuriyetçisin ne de Demokrat, ne liberal ne de muhafazakar. Her i k i parti de seni saf­ larına katmaya çalıştı, ikisini de reddettin. Bu seçkin zümreler çağında bir çelişkisin. Kazanacak ve kaybedecek bir şeyin yok. Sana inanıla­ caktır. En önemli olan da bu... Biz kutuplaşmış insanlarız, uzlaşmaz ve çatışan durumlarda yerimizi almışız. Objektif gerçeğe bir kere daha inanmak ihtiyacındayız." "Kabul edersem, Pentagon ve Pentagonla i l i ş k i l i herkes dağa ç ı ­ kar -ya da halkla ilişkiler bölümlerindeki teksir makinelerinin başına koşarlar. Genellikle yaptıkları budur. Bunu nasıl önleyeceksin?" "Başkan. Bize güvence verdi; i y i bir insandır o, Andrew." "Ve ben kimseye karşı sorumlu olmayacağım?" "Bana karşı bile. Sadece kendine." "Kendi kadromu kendim kuracağım; personel konusunda dışardan karışanım olmayacak." "İstediklerinin listesini ver bana. Ben hallederim." "Bulduğumu açıklayacağım. Gerekli işbirliği sağlanacak." Trevayne bu son ikisini soru olarak sormamışsa da, yanıt bekliyordu. "Tam olarak. Bunu ben garanti ediyorum. Söz veriyorum sana." "Bu işi istemiyorum." " A m a kabul edeceksin." "Phyllis'e söylemiştim. İ k n a gücü var sende, í r a n k . O yüzden senden kaçıyordum." " B i r insan yapması gereken görevden kaçamaz. Bu anda da onu yapması gerekiyor. Bunu nereden aldım biliyor musun?" "İbranice gibi geldi." "Hayır... ama pek uzak da saydmaz. Marcus Aurelius. Aurelius'u okumuş kaç banker tanıyorsun?" "Yüzlerce. Onu bir tür ortak fon sanıyorlar."

19

Steven Trevayne tüvit ceketler ve grinin çeşitli tonlarında panto­ lonlar giymiş yüzleri bomboş ifadeli mankenlere bakıyordu. College Shoppe'nin loş aydınlatılmış mekanı Greenwich sakinlerinin aradıkları gösterişsiz zenginlik i m a j ı için çok uygundu. Stevan bir de kendi b l u ­ cinine, pis spor ayakkabılarına b a k t ı , eski kadife ceketinin düğmele­ rinden birinin kopmak üzere olduğunu gördü. Saatine bakınca canı s ı k ı l d ı . Kızkardeşine onu ve arkadaşlarını Bamegat'a götüreceğine söz vermişti ama saat sekiz buçukta buluşma­ larında da ısrar etmişti. Saat dokuzu çeyrek geçe Cos Cob'dan kız arka­ daşını almalıydı. Şimdi geç kalacaktı oysa. Kızkardeşi evde kızlar toplantısı yapacak başka bir gün seçseydi, ya da herkesi arabayla götürmeye söz vermeseydi. Kızkardeşinin gece­ leri araba sürmesi yasaktı -ki bu da Steven'e göre saçmaydı, k ı z on yedisindeydi çünkü- o yüzden bu gibi durumlarda iş başa düşüyordu. Bunu reddedecek olursa babası bütün arabaların kullanılmakta olduğunu öğrenir, kendisi de yaya kalırdı. Steven on dokuzuna yaklaşıyordu. Üç hafta sonra koleje başla­ yacaktı. Ve o zaman da arabasız kalacaktı. Babası i l k yılında araba al­ masını yasaklamıştı. Genç Trevayne güldü. Babası haklıydı. Araba sahibi olması için hiçbir neden yoktu. Karşıdaki eczaneye gidip randevulaştığı k ı z a telefon edecekti k i , bir polis arabası önünde durdu. Camin yanındaki memur, "Sen Steven Trevayne misin?" diye sordu. "Evet, efendim." D e l i k a n l ı ürkmüştü; polis pek sert konuşmuş­ tu. "Gir içeri." "Neden? Ne oldu? Ben burada durmuş..." "Pamela adında bir kızkardeşin var mı?" "Evet. Burada onu bekliyorum." "Gelemeyecek. İnan bana. A t l a haydi."

20

"Ne oldu?" " B a k evlat, ailenle temas kuramıyoruz; N e w York'taymıslar. Kızkardeşin burada olduğunu söyledi, biz de almaya geldik. İkinize de bir i y i l i k yapıyoruz. A ü a , haydi!" Steven arka kapıyı açıp arabaya girdi. "Kaza mı oldu? Pamela'nın bir şeyi yok ya?" Direksiyondaki polis, "Hep kazadır, değil mi?" dedi. Steven Trevayne ön koltuğun sırtını kavradı. İyice korkmuştu artık. "Lütfen ne olduğunu söyleyin bana." "Kızkardeşinle bir i k i arkadaşı bir esrar partisindeymişler," dedi i l k konuşan. "Swanson'lann evinde. Swansonlar Maine'deler.... B i r sa­ at önce bir ihbar aldık. Oraya gittiğimizde durumun biraz karışık oldu­ ğunu gördük." "Ne demek istiyorsunuz?" "Kaza oydu işte, delikanlı," dedi direksiyondaki. "Esrar. Kaza da bizim bulmamız." Stevan Trevayne donakalmıştı. Kızkardeşi arada sırada bir şey içerdi - k i m içmezdi ki?- ama eroin g i b i k u v v e t l i şeyler değil. Ola­ naksızdı b u . "Size inanmıyorum," dedi. "Kendi gözünle görürsün öyleyse." Devriye arabası köşeyi döndü. Karakol yolu değildi burası. "Karakolda değiller mi?" "Daha gözaltına alınmaddar." "Anlamıyorum." "Duyulmasını istemiyoruz. Gözaltına alınca iş bizden çıkar. Hâlâ Swansonlardalar. "Ana-babalara haber verildi mi?" • "Söyledik ya, hiçbirini bulamadık daha. Swansonlar, Maine'de­ ler, sizinkiler de kente inmişler." "Başkaları olduğunu söylemiştiniz. K ı z arkadaşları." "Onlar bu eyaletten değiller. Yatılı okuldan arkadaşları. Önce bu­ rada yaşayan ana-babaları b u l m a m ı z gerek. Herkes i ç i n daha i y i böylesi. İ k i paket saf eroin bulduk. Piyasa değeri yaklaşık çeyrek m i l ­ yon."

21

Greenwich karakolunun arka kapısının beton basamaklarını ç ı ­ karken Andrew Trevayne karısının kolunu tuttu. O kapıdan girmele­ rini kararlaştırmışlardı. Trevayne'lar D e d e k t i f Fowler'in odasına alındılar. Pencere ya­ nında duran oğullan onlan görünce konuşmaya başladı. "Anne! Baba!... palavra bunlar!" "Sakin o l , Steve," dedi babası sert b i r sesle. "Pam i y i mi?" "Evet, anne. İ y i . Hâlâ Swanson'lann evindeler. Pam şaşkın. Hepsi şaşkın aslında ve o n l a n kesinlikle suçlamıyorum." "Sakin ol dedim sana!" " S a k i n i m , baba. K ı z g ı n ı m sadece. O çocuklar saf eroinin ne olduğunu bilmezler, nerede kalmış kime nasıl satacaklannı bilsinler!" "Sen b i l i r misin?" diye sordu dedektif Fowler. "Burada sözkonusu olan ben değilim, polis efendi." "Steve, sana son kere söylüyorum, sakin ol ve çeneni kapat!" "Hayır! Susmayacağım işte! Özür d i l e r i m , baba, ama susamam. Bunlar Swansonlara b i r göz atmak i ç i n b i r telefon almışlar. Sonra da..." " B i r dakika, delikanlı! Sözlerine dikkat etmeni salık v e r i r i m sa­ na." " M e m u r bey haklı," dedi Trevayne. "Bay Fowler'in bize olanlan açıklayacağına eminim. Bu telefon ne demek oluyor, Bay Fowler. K o ­ nuştuğumuzda böyle b i r şeyden söz etmemiştiniz." "Baba! Sana bir şey söylemeyecek!" " B i l m i y o r u m . . . ve bu da gerçek, Bay Trevayne. Bu akşam saat yediyi on geçe nöbetçi memura Swanson'larda uyuşturucu olduğu i h b a n geldi. Bu k o n u y a eğilmemiz gerektiği, ç o k daha başka şeyler olduğu söylendi. Telefon eden erkekti ve... ve düzgün b i r konuşması vardı. A d ı belirtilen sadece kızınız oldu. İ h b a n değerlendirdik... D ö r t çocuk ç ı k t ı karşımıza. Son b i r i k i saat içinde b i r tek sigarayı pay­ laştıklarım itiraf ettiler. Esrar partisi falan y a p ı l m ı y o r d u . Devriye me­ muru konuyu kapatmamızı söyledi. Ancak telsizle durumu b i l d i r d i k l e -

22

rinde b i r telefon konuşması daha almıştık. A y n ı ses. A y n ı adam. Swanson'lann konukevinin önündeki süt kutusuna bakmamız söy­ lendi. Orada i k i paket saf eroin bulduk. İ k i yüz i k i yüz e l l i bin lira değerinde olarak tahmin ediyoruz. Bu da çok büyük bir iş tabii." " A y n ı zamanda da, duyduğum en uydurma, en sudan ve en belir­ g i n bir suç yükleme çabası. İnanılmaz bir şey bu." Trevayne saatine baktı. "Avukatım yarım saate kadar burada olur. Ben oturup bekleye­ c e ğ i m , ama sanırım k a r ı m Swanson'lara gitmek isteyecektir. Bunun sizce bir sakıncası var mı?" Dedektif derin bir nefes aldı. "Yok." "Oğluma ihtiyacınız var mı? Annesini o götürebilir mi?" "Elbette." Phyllis Trevayne heyecanla; "Onları b i z i m eve götürebilir m i ­ yim?" diye sordu. "Şey bazı formaliteler var..." "Boş ver, Phyl. Sen Swansonlara git Walter buraya gelir gelmez sana telefon ederiz. Lütfen, endişelenme." "Baba, ben burada kalsam daha i y i olmaz mı? Walter'e..." "Senin annenle gitmeni i s t i y o r u m . Anahtar arabanın üstünde. G i d i n şimdi, haydi." K a p ı kapanınca Trevayne cebinden sigara paketini çıkartıp bir ta­ ne polis memuruna uzattı. Polis reddetti. "Teşekkür ederim. Ben bugünlerde sigara yerine fıstık yiyorum." "Çok da i y i ediyorsunuz. Şimdi bana neler olduğunu anlatacak mısınız? Siz de benim g i b i kızlarla eroin arasında bir ilişki olmadığını biliyorsunuz nasıl olsa." "Nereden bilebilirim ki? Çok pahalı bir ilişki bu." "Eğer buna inanmış olsaydınız onları buraya getirir gözaltına alırdınız. Ç o k pahalı olduğu i ç i n . Siz bu olaya pek alışılmadık bir biçimde yaklaşıyorsunuz oysa." "Doğru." Fowler masasının ardına geçti, oturdu. "Haklısınız, bir bağlantı olduğuna inanmıyorum. Diğer yandan, görmezlikten de gele­ m e m . D i n a m i t g i b i bir şey b u . Size söylemem gereksiz, biliyorum." "Ne yapacaksınız?" " B e l k i sizi şaşırtacağım ama, avukatınızın göstereceği yolu be- . nimseyebilirim."

23

"Bu da benim görüşümü destekliyor." "Evet, öyle. Karşıt taraflarda olduğumuzu sanmıyorum ama be­ n i m de sorunlarım var. Elimde kanıt var, bunu görmezlikten gelemem. Diğer yandan kanıtı ele geçirme b i ç i m i m i z de a y n bir sorun. Yasal ola­ rak çocukları tutamam- bütün olanları düşünerek..." "Sizi yanlış tutuklamadan mahkemeye verirdim." dedi Trevayne. "İşte o pahalı olurdu." "Haydi haydi, Bay Trevayne, tehdit etmeyelim. Yasal olarak o kızlar marihuana k u l l a n d ı k l a r ı n ı itiraf ettiler. Suçtur bu. A m a k ü ç ü k bir suç olduğu için üstünde durmayacağız. A m a diğeri bundan çok fark­ lı bir şey. Greenwich'in bu tür reklama ihtiyacı yoktur ve çeyrek m i l ­ yonluk saf eroin epey büyük bir reklamdır." Trevayne, Fowler'in içtenlikli olduğunu görüyordu. B i r sorundu gerçekten. A y n ı zamanda ç ı l g ı n l ı k t ı da. B ö y l e büyük bir parayı sokağa atmak pahasına dört genç k ı z ı suçlamak k i m i n işine gelirdi? Olağan­ dışı bir davranıştı bu.

Phyllis Trevayne merdivenlerden inip salona yürüdü. Kocası kör­ feze bakan büyük pencerenin önündeydi. Saat geceyansını çoktan geç­ m i ş t i , suların üstünde Ağustos mehtabı parıl parıldı. "Kızları misafir odalarına a l d ı m , sabaha kadar konuşurlar artık, korkudan akıllarım kaçıracaklardı neredeyse. Sen bir i ç k i ister miydin?" "İyi olur, buna i k i m i z i n de ihtiyacı var." Phyllis pencerenin solundaki gömme bara y ü r ü d ü . "Ne olacak dersin?" "Fowler ile Walter b i r çözüme vardılar. Fowler eroin pakeüerini bulduğunu ve bunun b i r telefon ihbarı sonucu olduğunu açıklayacak. B u n u yapmak zorunda. A m a soruşturmanın devam ettiğini söyleyerek bulunduğu yer konusunda b i l g i vermeyecek. Üstüne gelirlerse masum insanları suçlamaya hakkı olmadığını söyleyecek. K ı z l a r kendisine işe yarar bir bilgi vermediler." "Swanson'larla konuştun mu?" "Evet. Paniğe kapılddar. Walter onları sakinleştirdi. Onlara Jean'

24

in bizde kalacağını, yarın ya da öbür gün yanlarına gideceğini söy­ ledim. Diğerleri yarın sabah evlerine gidecekler." Phyllis kocasının kadehini uzattı. "Sen bu işten b i r şey anladın mı?" "Hayır. Telefondaki ses, Fowler'e ve nöbetçi memura göre, zen­ gin bir insan sesiymiş. Binlerce k i ş i olabilir b u , ama Swanson'lann bahçelerindeki konukevini bildiğine göre birkaç b i n kişiyle de sınırla­ nabilir. Demek istediğim, adam 'konukevi' demiş, orasını başka bir b i ­ na falan diye tarif etmemiş." "Peki, nedeni ne ama?" " B i l m i y o r u m . B e l k i de b i r i n i n Swansonlardan alınacak bir i n t i ­ k a m ı vardır. Çeyrek m i l y o n dolarlık bir intikam hem de. Ya da..." " A m a , Andy," diye kadın kocasının sözünü kesti. "Telefon eden adam Pam'ın adını vermiş. Jean Swanson'un değil." "Öyle. A m a eroin Swansonlann evi önüne bırakıldı." "Anlıyorum." "Ben de anlamıyorum." Trevayne kadehini dudaklarına götürdü. "Hepsi tahmin bunların. Walter haklı sanırım. Bunu yapan her kimse i k i iş arasında kalıp paniğe kapıldı. Kızlar geldiler o sırada; zengin, şı­ marık ve kolayca suçlanabilir...." "Ben öyle düşünemem." "Ben de. Walter'in f i k r i n i söylüyorum.'" Evin önündeki araba yolunda bir otomobil sesi duyuldu. "Steve o l m a l ı , " dedi Phyllis. "Çok geç kalmamasını söylemiş­ tim." "Ve buna rağmen geç kaldı," diyen Trevayne saate baktı. " A m a bu gece ağzımı açıp bir şey söyleyecek durumda değilim. Bu akşamki davranışından m e m n u m k a l d ı m . Biraz ağzı bozuktu ama kesinlikle korkmamıştı. Oysa ürkebilirdi." "Onunla gurur duydum. Tam babasının oğluydu." K a p ı açıldı, Steven Trevayne içeri girip k a p ı y ı arkasından sıkıca kapattı. Huzursuz görünüyordu. Phyllis Trevayne oğluna doğru yürüdü. "Bir dakika, anne. Yanıma gelmeden önce sana bir şey söylemek istiyorum... Swansonlardan saat onbire çeyrek kala ç ı k t ı m . Polis ara-

25

bamı almam için kente bıraktı beni. Ginny'yi aldıktan sonra Cos Cob Kulübüne g i t t i k . Saat on bir buçukta vardık oraya. Üç şişe bira i ç t i m , ağzıma da uyuşturucu falan almış değilim." "Bunları bize neden anlatıyorsun?" diye sordu Phyllis. U z u n boylu delikanlı kendinden pek emin değilmişcesine keke­ lemeye başladı. " B i r saat kadar önce oradan ç ı k ı p arabaya döndük. Ön k o l t u k berbat bir haldeydi; k o l t u k örtüleri parçalanmıştı, b i r i viski mi şarap mı her neyse boşaltmıştı koltuklara, k ü l tablaları yere saçılmıştı. Bunun pis bir şaka olduğunu düşündük... Ginny'yi evine bırakıp eve dönmek üzere yola ç ı k t ı m . Kasaba sınırına gelirken bir polis arabası durdurdu beni. Hız falan yapmıyordum, zaten arkamdan falan gelen de yoktu. Devriye arabası yolun kenarına çekmemi işaret etti. Arabasının bozulmuş falan o l d u ğ u n u sandım... Polis gelip e h l i y e t i m i ve r u h ­ satımı sordu. Sonra içerdeki k o k u y u duyunca dışarı ç ı k m a m ı söyledi. Anlatmaya çalıştım ama beni dinlemedi bile." "Greenwich'ten m i y d i polis?" " B i l m i y o r u m , baba. Hâlâ Cos Cob'daydım." "Devam et" "Polis benim üstümü aradı, diğeri de sanki esrar taşıyormuşum g i b i didik d i d i k etti arabanın i ç i n i . Beni karakola götüreceklerini san­ d ı m . Aslında götürmelerini istiyordum da; sarhoş falan değildim çün­ k ü . A m a götürmediler. Bambaşka b i r şey yaptılar. K o l l a r ı m ı arabaya dayatıp Polaroid makineyle fotoğrafımı çektiler. B i r i n c i polis nereden geldiğimi sordu. Söyledim. Devriye arabasına gidip b i r i n i aradı telsiz­ le. Sonra yanıma dönüp on m i l kadar geride yaşlı bir adama çarpıp çarpmadığımı sordu. Çarpmadığımı söyledim. O zaman bana adamın hastaneye ağır yaralı olarak kaldırıldığını söyledi..." "Hangi hastaneye? A d ı neymiş?" "Söylemedi." "Sen sormadın mı?" "Hayır, baba! Ç o k korkmuştum. Ben kimseye çarpmadım. Y o l d a yürüyen b i r i n i bile g ö r m e d i m . Sadece b i r i k i araba geçti yanımdan, hepsi o kadar." "Aman T a n r ı m ! " Phyllis Trevayne kocasına baktı. "Sonra ne oldu?"

26

" ö t e k i polis arabanın ve benim f o t o ğ r a f l a r ı m ı çekti. Gözlerim hâlâ kamaşıyor flaşından... Ç o k korkmuştum... Sonra da bana gidebi­ leceğimi söylediler." Çocuğun omuzları çökmüştü, gözlerindeki ürkek şaşkınlık görülüyordu. "Bana her şeyi anlattın mı?" diye sordu Trevayne. "Evet, efendim." Korkudan sesi b e l l i belirsiz çıkmıştı. Andrew kanapenin yanındaki sehpanın üstünde duran telefonu aç­ t ı , santrali çevirip Cos Cob Karakolunun numarasını istedi. Phyllis oğlunu alıp oturma odasına götürdü. " A d ı m Trevayne. Andrew Trevayne. Devriye arabalarınızdan b i r i oğlumu durdurmuş.... Neredeydi, Steve?" "Junction Road kavşağında. Tren istasyonundan çeyrek m i l kadar önce." "... Junction Road'da, istasyon yakınlarında, yarım saat önce. Lütfen bana raporda yazılanları okur musunuz? Evet, bekliyorum." A n d r e w k o l t u k t a oturan oğluna b a k t ı . Phyllis oğlanın yanın­ daydı. Çocuk titriyor, derin derin soluyordu. H i ç b i r şey anlamayarak, korkuyla bakıyordu babasına. "Evet," dedi Trevayne. "Junction Road, Cos Cob tarafı... Elbette e m i n i m . O ğ l u m yanıbaşımda şu anda!... Evet... Evet... H a y ı r , emi­ nim... B i r dakika." Andrew oğluna b a k t ı . "Polis arabasında Cos Cob yazısını gördün mü?" "Ben... ben bakmadım. Araba kenarda duruyordu. Hayır, görme­ dim" " G ö r m e m i ş , ama sizinkilerden b i r i o l a b i l i r ancak, değil mi? Efendim?.. A n l ı y o r u m . B i r k o n t r o l eder m i y d i n i z acaba? Sizin kasa­ banızda durdurulmuştu ne de olsa... Efendim? Peki. A n l ı y o r u m . Hiç hoşlanmadım ama ne demek istediğinizi anlıyorum. Teşekkür ederim?" Trevayne telefonu kapatıp cebinden sigara paketini çıkardı. "Ne oldu, baba? Onlar değil miymiş?" "Hayır. İ k i devriye arabaları varmış ve i k i s i de son i k i saattir Junction Road yakınlarına gitmemişler." "Neyi 'anladın' ama 'hoşlanmadın'?" diye sordu Phyllis. "Öteki kasabaların arabalarını soramıyorlar. Bunun için resmi bir istekte bulunmaları gerekiyormuş ve bu da kayda geçermiş. Bunu yap-

27

mak istemiyorlar. Polis arabaları b i r i n i kovalarken belediye sınırlarını geçip de yakalayabilsinler diye." " A m a bunu pğrenmen gerek! Fotoğrafını çekmişler. Steve'in bir­ birine çarptığını söylemişler!" "Biliyorum... Ben... Steve, git bir duş al. Sekizinci Cadde barları g i b i kokuyorsun. Ve sakin o l . Yanlış bir şey yapmadın." Trevayne telefonun başına oturdu. Westport. Darien. W i l t o n . N e w Canaan. Southport. Boşuna. "Baba, ben hayal g ö r m e d i m ! " diye bağırdı bornozlu Steve Tre­ vayne. "Bundan e m i n i m . Aramaya devam edeceğiz. N e w Y o r k karakol­ larını arayacağım şimdi de." Port Chester. Rye. Harrison. White Plains. Mamaronecek. Oğlunun k o l l a n i k i yana açılmış alkole bulanmış otomobile yas­ lanması, karanlık bir sokakta belirsiz b i r devriye arabasından çıkan po­ lislerce sorgulanması -fotoğraflar, suçlamalar. B i r anlamı yoktu bun­ l a r ı n ; inanılmazlığın soyut n i t e l i ğ i . K ı z ı , arkadaşlan ve i k i yüz e l l i bin dolarlık saf eroin kadar inanılmaz. Çılgınlık. A m a yine de hepsi olmuştu. Odaya giren P h y l l i s , "Kızlar sonunda uyumuşlar," dedi. Saat dörttü. "Bir şey var mı?" "Hayır." Trevayne b ü y ü k pencerenin önünde oturan oğluna dön­ d ü . Çocuk dışarı b a k ı y o r d u , korkusu şaşkınlığa dönüşmüştü artık. "Hatırlamaya çalış, Steve. D e v r i y e arabası siyahtan başka bir renk miydi? Lacivert ya da yeşil örneğin?" N " K o y u renkliydi. Lacivert veya yeşil olabilirdi. Beyaz değildi." "Peki üzerinde çizgi, herhangi bir işaret falan var mıydı?" "Hayır... B e l k i de vardı. Bakmadım k i . Ben..." oğlan elini alnına dayadı' hemen açtı. "Alo!... E v e t Burası. Ben babasıyım." Steven Trevayne yerinden f ı r l a y ı p kanapenin arkasına geçti. Phyllis hareket etmekten korkarak pencerenin önünde kalmıştı. "Ben de Connecticut ile N e w York'ta aramadık yer bırakmadım!

28

Çocuk reşit değil, araba benim adımadır! Derhal beni aramanız gerekir­ d i . Bunun açıklanmasını rica edeceğim." Trevayne bundan sonra birkaç dakika hiç konuşmadan dinlendi. Sonunda, "Teşekkür ederim, bekliyorum," deyip kapattı telefonu. "Andy? Ne olmuş?" " B i r şey yok... H i g h p o r t K a r a k o l u y d u . Cos Cob'un onbeş m i l kuzeyinde küçük bir k ö y . D e v r i y e arabaları bir arabayı izliyormuş. Telsizde bir soygun ihbarı almışlar. Briarcliff Caddesi'nde kaybetmişler arabayı, o sırada da başka bir arabanın b i r adama çarptığını görmüşler. Telsizle cankurtaran çağırmışlar, Cos Cob polisine haber vermişler ve Highport'a dönmek üzere yola çıkmışlar. Junction'da seni görüp kav­ şakta da durdurmuşlar. Cos Cob ile konuştukları anda seni bırakmaları gerekirdi, kazayı yapan, karakola gidip teslim olmuş. A m a arabanın içindeki k o k u y u görünce seni biraz korkutmak istemişler. Fotoğrafları gönderiyorlar." Korkunç gece sona ermişti.

*** Steven Trevayne yatağına uzanmış, gözlerini tavana d i k m i ş t i . Radyo o sabaha kadar konuşan gürültülü bir istasyondaydı. Çocuk gürültünün kendisini uyutacağını umuyordu. A m a bir türlü uyuyamıyordu. B i r şey söylemesi gerektiğini b i l i y o r d u ; hiçbir şey söylememek aptallıktı. A m a u y k u gibi sözcükler de gelmiyordu bir türlü. Rahatla­ ması o kadar tam olmuştu, buna o kadar ihtiyacı vardı k i , içinde kuş­ kunun yeşermesine izin vermemişti. Babası bilmeden sözcükleri dile getirmişti. Hatırlamaya çalış, Steve... Devriye arabası sfyahtan başka bir renk miydi.... B e l k i . B e l k i lacivert ya da yeşil. A m a koyu r e n k l i y d i . Babası 'Highport' dediği zaman hatırlamalıydı. Highport-on-the-Ocean K ı y ı Yolunda bir tabelaydı. H i g h p o r t küçücük b i r k ö y d ü ; hepsi de özel olan i k i üç büyük plajı vardı. Sıcak

29

yaz günlerinde b i r i k i arkadaşıyla K ı y ı Yolunun bir i k i yüz metre ilersinde arabalarını park edip başkasının arazisine girerek yüzmeye git­ mişlerdi. Çok d i k k a t l i o l m a l a r ı gerekiyordu: Sarıkuş i ç i n gözlerini d ö r t açarlardı. Sarıkuş derlerdi ona. Highport köyünün tek devriye arabası Parlak sarıydı rengi.

4 Andrew Trevayne John F. Kennedy Havaalanı'ndan Washington'a gitmek üzere b i r 707 jete b i n d i . Uçak havalanıp u y a n ı ş ı k l a n söndükten sonra hemen emniyet kemerini çözdü. Saat üçü çeyrek geçiyordu ve Başkanın yardımcılanndan Robert Webster ile randevusuna geç kalacaktı. Dantfort'taki büro­ suna Webster'i Beyaz Saray'da arayıp gecikeceğini bildirmelerini söyle­ mişti. Eğer Webster bundan dolayı randevu yerini değiştirmek isterse kendisi için Dulles Havaalanı'na haber bırakacaktı. Trevayne i ç i n önemli değildi b u , gece Washington'da k a l m a y ı kabullenmişti nasıl olsa. Yanından geçen güzel hostesin tepsisinden b i r votka martini aldı. B i r yudum aldıktan sonra kadehi önündeki sehpaya k o y d u , koltuğu b i ­ raz geri yaslayıp uçağa binerken aldığı New York dergisini açtı. Birden yanındaki yolcunun kendisine bakmakta olduğunu farkett i . Adamın yüzüne bakınca tanıdığı b i r i olduğunu gördü. İ r i kafalı, es­ mer b i r i y d i . E l l i yaşlannda vardı, kalın camlı gözlük takıyordu. Önce adam konuştu. "Bay Trevayne'sınız değil mi?" Sesi yumuşak ama kalındı. "Evet. Sizi bir yerden tanıyorum, ama kusura b a k m a y ı n , ç ı k a ­ ramadım..." "De Spadante. Mario de Spadante." "Tamam, hatırladım." M a r i o de Spadante N e w Haven günlerinden, en az dokuz y ı l öncesinden bir yüzdü. Trevayne ile kayınbiraderinin yaptırdıklan bazı

30

binalar i ç i n t e k l i f verin bir şirketin temsilcisiydi. Trevayne t e k l i f i red­ detmişti inşaatçıların yeterli b i r geçmişleri y o k t u . A n c a k M a r i o de Spadante o dokuz y ı l önceki günlerinden bu yana çok y o l almıştı. Ga­ zetelere inanılırsa yani. Yeraltı dünyasımn büyük b i r gücü olduğu söy­ leniyordu. 'Kürek Mario' deniyordu kendisine esmerliğine ve düşman­ larının çoğunu gömmüş olması yüzünden. Ancak bu sonuncudan do­ layı hiç hüküm giymiş değildi. "Dokuz on y ı l o l d u sanırım," diye gülümsedi. De Spadante. "Hatırladınız mı? B i r ihale işinde beni geri çevirmiştiniz. Ve bunda da haklıydınız, Bay Trevayne. Şirketimizin o işin gerektirdiği deneyimr yoktu. Evet, siz de haklıydınız." " K ı r g ı n l ı k duymadığınıza sevindim." "Kesinlikle hayır. Doğrusunu isterseniz, hiç k ı r ı l m a m ı ş t ı m . " De Spadante göz kırparak güldü. "Şirket benim değildi. B i r yeğenimindi... Ben ona k ı r ı l d ı m , size değil. Beni işlerinde koşturuyordu. A m a her şey zamanla yoluna girer. Ben onun işini kendisinden i y i öğrendim sonun­ da. Şirket şimdi benim artık... Okumanıza engel o l d u m , özür dilerim. Benim de bazı raporları gözden geçirmem gerek -New Haven Ortaokulu'nda öğrendiklerimi çok aşan rakamlarla dolu paragraflar. B i r yere takılırsam yardımınızı rica ederim, böylece on y ı l önce beni reddetmenizi de ödeşmiş oluruz. Tamam mı?" Trevayne gülerek kadehini aldı, De Spadante'ye doğru kaldırdı. "En azından bunu yapayım." Yaptı da. Dulles Havaalanı'na inmeden onbeş dakika önce De Spadante epey karmaşık birparagrafı açıklamasını istedi. Yazı o kadar karışıktı k i , Trevayne ancak birkaç kere okuduktan sonra adama bunu kabul etmeden önce daha sade bir dille yazdırmasını önerdi,. "Bundan anladığım kadarıyla sizin küçük kalemlerden önce bü­ yükleri hesap etmenizi istiyor," dedi. "Bunda yeni bir şey y o k k i . Ben zaten metrekare başına bir fiyat veririm." "Evet" "Müteahhit işin aşamalar halinde yapılmasını istiyor. Yani be­ n i m bundan çıkardığım anlam bu." "Yani kendisine yarım kapı ya da sadece kapı kasası yapacağım, gerisini de başkasından mı alacak?" 31

"Herhalde yanlış anladım, bunu açaklatsanız i y i olur bence." " B e l k i de hiç o y o l a g i t m e m . Bu haliyle ona i k i misline m a l olur. K i m s e başkasının başladığı işin devamını yapmak istemez... E h , on y ı l önceki borcunuzu ödediniz artık. Size bir i ç k i ısmarlayayım." De Spadante Trevayne'dan k a ğ ı d a n alıp hostese işaret etti. K a ­ ğıtları büyük bir zarfa yerleştirdi, içkileri ısmarladı. Trevayne sigarasını yakarken uçağın inişe geçtiğini farketti. De Spadante pencereden bakıyordu. Trevayne adamın kucağındaki zarfın üstündeki yazıyı okudu: Askeri Satmalına Başkanlığı Ordudonaüm Dairesi Trevayne gülümsedi. Kullanılan d i l i n o kadar karışık olmasına şaşmamalıydı. Pentagon satınalmacıların üstüne Washington'da insanı fıttırtacak başka kimse y o k g i b i y d i . Kendisi i y i b i l i r d i bunu.

*** Rezervasyon masasındaki mesajda sadece Robert Webster'in adı ile b i r telefon numarası k a y ı t l ı y d ı . Trevayne telefonu açınca bunun Webster'in Beyaz Saray'daki özel numarası olduğunu öğrenince şaşırdı. Saat dörtbuçuğu geçiyordu henüz; Beyaz Saray'ın santralini de arayabi­ l i r d i . Trevayne'm hükümetle iş yaptığı günlerde başkanlık danışman­ ları özel numaralarını vermezlerdi. "Ne zaman geleceğinizi b i l m i y o r d u m , rötarlar başını aldı yürü­ dü," oldu Webster'in açıklaması. Trevayne şaşırmıştı. Bu dile getirilmeyecek kadar önemsiz b i r noktaydı, ama bir kere ikirciklenmişti artık. Beyaz Saray santrali belir­ li bir saatte kapanmazdı k i . Webster yemekten sonra Trevayne'm otelinin barında buluşma­ larını önerdi. "Böylece yarından önce bir i k i şeyin üstünden geçeriz," dedi. "Başkan saat onbuçuk on bir civarında sizinle birlikte çalışmak istiyor. Kesin randevu saatini b i r i k i saate kadar saptayacağım." Trevayne telefon kulübesinden ç ı k ı p havaalanının b ü y ü k çıkış kapısına doğru yürüdü. Çantasında sadece yedek bir gömlek, k ü l o t ve

32

çorap vardı; Beyaz Saray'a gidecekse otelin temizlenmesi ve ütüleme servisinin acele servis verip v e r m e d i ğ i n i öğrenmesi gerekecekti. Başkanın kendisini neden görmek istediğini anlamamıştı. Görevi kabul ettiğinin formaliteleri henüz tamamlanmadığından bu biraz zamansız g i b i gelmişti. B e l k i de Başkan, Franklyn Baldwin'in bu öne-rilen alt komisyonun ardında ülkenin en büyük amirinin olduğu beya-nını özel olarak belirtmek istiyordu. Eğer böyleyse, bu çok anlamlı bir jestti. "Hey! Bay Trevayne!" diye seslendi kaldırım kenarında duran De Spadante." Sizi kente götürebilir m i y i m ? " "Size rahatsızlık vermek istemem. B i r taksiye binerim." "Ne rahatsızlığı, canım. Arabam burada zaten." De Spadante bir­ kaç metre beride park etmiş olan uzun lacivert Cadillac'ı gösterdi. . ' "Teşekkür ederim, memnun olurum." De Spadante'nin sürücüsü arka k a p ı y ı açtı, i k i adam arabaya gir­ diler. "Nerede kalıyorsunuz?" "Hilton'da. J l "Çok i y i , sokağm hemen altında zaten. Ben Sheraton'dayım." Trevayne arabada telefon, minyatür bir bar, televizyon ve stereo teyp bulunduğunu gördü. M a r i o de Spadante New Haven günlerinden bu yana epey y o l katetmiş o l m a l ı y d ı . "Esaslı araba." "Düğmeye bastınız mı dansöz kızlar da çıkar. Doğrusunu isterse­ niz bana göre biraz fazla gösterişli. B e n i m arabam dedim ama aslında benim değil, yeğenimindir." "Epey yeğeniniz var galiba." "Büyük aile... A m a n sakın bunu mafya ailesi anlamına almayın. Ben sadece zengin olan b i r N e w Haven'li bir inşaatçıyım." De Spa­ dante h a f i f hafif güldü. " A i l e ! Neler yazıyorlar hakkımda! Neredeyse f i l m yapacaklar. Ben mafya y o k demiyorum, o kadar da aptal değilim. A m a mafyadan birine sokakta çarpıp düşsem tanımam bile." "Eh, gazetelerin de satması gerek." Trevayne söyleyecek başka b i r şey bulamamıştı. "Doğru. Benim bir kardeşim var, hemen hemen sizin yaşınızda. •

Gizli Devlet - F. 3

33

O bile. 'Ne diyorsun, Mario? Gerçek mi?' diye sorar. Neden söz edi­ yorsun sen d e r i m . 'Beni b i l i r s i n , A u g i e . K ı r k i k i y ı l d ı r tanıyorsun beni. Ben öyle kolay kolay mı para sahibi oldum? Günde on saat çalışmam, masrafları k ı s m a m , paramı zamanında almaya uğraşmam hep yalan mı yani?' derim ona da. H a h ! Ben dedikleri adam olsaydım telefonu açü-ğım gibi ödlerini patlatırdım! Oysa şimdi kuyruğumu ba­ caklarımın arasına sıkıştırıp bankalardan para dileniyorum." "Yine de i y i yaşıyor gibisiniz." M a r i o de Spadante bir kahkaha daha attı, uçakta yaptığı gibi m u ­ zipçe gözlerini k ı r p t ı . "Haklısınız, Bay Trevayne. Yaşıyorum. A m a havadan değil, çalışarak ve Tanrının yardımıyla... Washington'a vak­ fınızın bir işi için mi geldiniz?" "Hayır, başka bir konu için geldim, bazı insanlarla görüşmelerim var." "Washington dedikleri budur işte. B a t ı yarıküresinip en b ü y ü k randevu yeri. B i l i y o r musunuz, b i r i size 'bazı insanlarla görüşeceğim' dedi m i , bu genellikle k i m i n l e görüşeceğinin sorulmasını istemiyor­ dun" Andrew Trevayne gülümsemekle yetindi. "Hâlâ Connecticut'ta mı oturuyorsunuz?" d i y e sordu De Spa­ dante. "Evet, Greenwich'in hemen dışında." "Güzel yer. Ben de orada bazı inşaaüar yapıyorum. Körfez yakın­ larında." "Ben de körfezde oturuyorum. Güney kıyısında." " B e l k i bir gün görüşürüz yine. B e l k i de evinize bir ek yaparım, k i m bilir." "Deneyebilirsiniz." dedi Trevayne.

Trevayne otel lobisinin kemerli kapısından girerken rahat koltuk­ larda ve alçak sedirde oturan insanlara baktı. S m o k i n giymiş b i r şef garson belirdi yanıbaşında. "Size yardımcı olabilir m i y i m , efendim?"

34

"Evet. Burada Bay Webster adında b i r i ile buluşacaktım. Rezer­ vasyon yaptırıp yaptırmadığını bilemiyorum." "A, evet, Siz Bay Trevayne'smız değil mi?" "Evet." "Bay Webster telefon edip birkaç dakika gecikeceğini b i l d i r d i . Ben size masanızı göstereyim." "Teşekkür ederim." Şef garson Trevayne'ı salonun pek kalabalık olmayan uzak b i r köşesine götürdü. A y r ı l a n yer sanki görünmeyen bir kordonla çevrili g i b i y d i . Webster böyle bir masa istemişti ve bulunduğu mevki bunu kendisine sağlardı. Trevayne b i r i ç k i ısmarlayıp Dışişleri Bakanlığı günlerini düşündü. Ş i r k e t l e r i n i n i l k günlerinde olduğu g i b i heyecanlı, capcanlı günlerdi onlar. Özellikle de kendisine verilen görevi başaracağına pek az kimsenin inanması yüzünden. Bazı doğu uydu ülkelerle ticari an­ laşmalar yapacak, her ülkenin iş sektörüne en uygun koşulları sağ­ layacak ve bunu yaparken de p o l i t i k dengeyi bozmayacaktı. Pek bir güçlük ç ı k m a m ı ş t ı . Daha i l k konferansta, işadamları bir odada an­ laşmaya çalışırken, A B D Dışişleri Bakanlığı ile K o m ü n i s t karşıtının yan odada uluslararası bir basın toplantısı düzenleyerek b i r b i r i n i n sa­ vunduğu her şeyi reddetmelerini önererek, i k i tarafın da silahlarını elin­ den aldığını hatırlatıyordu. Bu şaka etkisini göstermiş, herkes içtenlikle kahkahayı basmış ve böylece gelecek toplantıların havası yerleştirilmişti. Pazarlık sert­ leştiği zamanlar b i r i karşıt tarafa yerinin 'yan odada' propagandacıların yanında olduğunu söyler ve hava hemen yumuşardı. Trevayne Washington günlerini zevkle hatırlıyordu. Gerçek güç koridorlarına yakın olduğunu, büyük dava adamlarının fikirlerini dinle­ diklerini bilmenin a y n bir heyecanı vardı. Ve bunlar da kişisel p o l i t i k bağlılıkları ne olursa olsun, gerçek dava insanlarıydı. "Bay Trevayne?" "Bay Webster?" Trevayne ayağa k a l k ı p başkanlık danışmanının elini sıktı. Webster kendi yaşındaydı, hatta belki bir i k i yaş daha genç, hoş yüzlü bir insandı. "Geç k a l d ı ğ ı m için özür d i l e r i m . Yarınki randevular konusunda

35

bir karışıklık vardı. Başkan dördümüzün odaya kapanmasını ve işleri sokana kadar çıkmamamızı emretti." "Bu i$i başardınız öyleyse." Trevayne ile Webster aynı anda otur­ dular. " B i l e m i y o r u m . "Webster gülerken garsona işaret etti. "Sizi on bir onbeşe aldım ve ötekilere de öğleden sonrasını düzeltmeyi bırak­ t ı m . " Webster siparişini verip arksına yaslandı. "Benim gibi Ohio'lu bir ç i f t ç i çocuğunun ne işi var buralarda, bilmem k i . " "Büyük bir sıçrama yapmışsınız derim." "Öyle. A d l a n kanştırdılar sanırım. K a r ı m Akron'da Webster diye b i r i n i n sokaklarda dolaşıp harcadığı bütün o kampanya parasının nere­ ye gittiğini merak ettiğini söyler her zaman." Webster'in atanmasının b i r yanlışlık sonucu olmadığını i y i bilen Trevayne, "Mümkündür," dedi. Webster Ohio Eyalet M e c l i s i p o l i t i k a sahnesinde hızla yükselen ve valiliği Başkanın partisine sağlayan genç politikacıydı. Franklyn B a l d w i n kendisine Webster'in dikkatle izlenmezi gereken b i r kişi olduğunu söylemişti. "Uçuşunuz rahat geçti mi?" "Teşekkür ederim, gayet i y i y d i . Sizin öğleden sonranızdan çok daha rahat diyebilirim." "Bundan hiç k u ş k u m yok." Garson Webster'in i ç k i s i n i getirdi. İ k i adam o gidene kadar konuşmadılar. "Baldwin'den başkasıyla konuştunuz mu?" diye sordu Webster. "Hayır. Frank konuşmamamı önermişti." "Dantforth grubunun bir f i k r i y o k mu yani?" " B i r anlamı y o k t u bunun. Frank beni uyarmasaydı b i l e , ortada kesin olan bir şey yoktu." "Bizce kesinleşti bile. Başkan çok memnun oldu. B u n u size ken­ disi söyleyecek." "Daha Senato soruşturması var. Onlar daha değişik bir düşüncede olabilirler." "Neye dayanarak? Sizin aleyhinize ileri sürecekleri tek şey, Sov­ yet basınında hakkınızda o l u m l u şeyler çıkmış olması olabilir." "Ne gibi?" "Tass'takiler sizi seviyorlar."

36

"Bunun farkında değildim doğrusu." ' "Önemi yok. Henry Ford'u da severler. Ve siz zaten Senato'nun işini yapıyordunuz." " K e n d i m i böyle bir şeye karşı savunmaya hiç niyetim yok." "Önemi y o k zaten dedim ya." "Umarım öyledir... Ancak, benim görüş açımdan, b i r nokta var. Belirli... b i l m e m nasıl desem, anlayış g ö r m e l i y i m . Bunlar açık seçik olmalı." "Ne demek istiyorsunuz?" "Temelde i k i şey. Bunları Baldwin'e de söyledim, i ş b i r l i ğ i ve müdahale edilmemesi. Her ikisi de aynı derecede önemli benim için. Bunlar olmadan işi yapamam. Hatta bunlarla bile yapabileceğim kuş­ k u l u ama bunlar olmadan, olanaksız." "O konuda b i r sıkıntınız olmayacak. Herkesin i l e r i süreceği bir koşul b u . " " K o ş u l i l e r i sürülür ama yürütülmesi güç o l a b i l i r . Bu kentte çalıştığımı unutmayın." "Sizi anlayamadım. K i m nasıl müdahale edebilir size?" " 'Gizli' sözcüğüyle başlayalım. Sonra 'sınırlı'ya geçelim. Ve bunların yamsırâ da, 'çok gizli' ve hatta 'öncelikli'." " i y i ama bunlar sizin için geçerli değil k i . " "Bunu daha i l k başta açık seçik yazılı isterim. Hatta bunda ısrar ederim." "O zaman isteyin bunu. Alacaklısınız... Eğer herkesi kandırmayı başarmış değilseniz, dosyanız bir saygınlık örneği. K ü ç ü k kara kutuyu bile taşımanıza izin verirler sanırım." "Teşekkür ederim, istemem. O yerinde kalsın daha i y i . " "Kalacak da... Şimdi, ben size yarın olacaklan»kısaca anlatayım." Robert Webster Beyaz Saray'a kabul edilme sürecini anlatırken Trevayne geçmişten bü yana ne kadar az şey değiştiğini düşündü. Oval Salona alınmadan yarım saat ile k ı r k beş dakika önce gelmiş olmak; kullanılacak b e l i r l i kapı; üzerinde bir anahtarlıktan büyük madeni bir şey bulunmaması; görüşmenin şu kadar dakika ile sınırlı olduğu ama daha önce de kesilebileceği -kısacası Başkan istediğini söyleyene ya da duymak istediğini duyana kadar-. Zaman tasarrufu yapılabilirse yapıl­ malıydı. 37

Trevayne başını sallayarak anlayıp kabul ettiğini b i l d i r d i . İşleri aşağı yukarı bitmişken Webster i k i n c i ve son i ç k i l e r i n i ısmarladı. "Size telefonda açıklamada bulunmaya söz vermiştim; beni bu konuda sıkıştırmamanızı takdir ediyorum." "Önemli değildi ve Başkan'ın benim a k l ı m ı en fazla kurcalayan soruyu yarın yanıtlayacağını tahmin ettim." "Sizi yarın neden görmek istediğini mi?" "Evet." "Hepsi birbirine bağlıdır. O yüzden benim özel numaram var siz­ de ve o yüzden beni gece gündüz, nerede olursam olayım bulabilmeniz için sizinle bir anlaşma yapacağız." " B u gerekli mi?" " B i l e m e m . A m a Başkan böyle istiyor. O n u n l a tartışacak deği­ lim." "Bende." "Başkan, bu alt k o m i s y o n için desteğini ve sizi onun başında görmeyi istediğini belirtmek istiyor. Birincisi b u . B i r başka nokta da­ ha var bunu da kendime göre söyleyeceğim, onun sözcükleriyle değil, yanlış bir şey söylersem bu benim yanlışım olacak, onun değil." Trevayne dikkatle izliyordu Webster'i. " İ y i ama, bana söyleyece­ ğiniz şeyi onunla konuşmuş olduğunuz i ç i n , ortada ancak pek küçük b i r ' f a r k l ı l ı k olabilir." "Kuşkusuz. Bu kadar tasalanmayın ama; sizin i y i l i ğ i n i z i ç i n bu... Başkan çok p o l i t i k savaş görmüştür, Trevayne. Kurnaz t i l k i n i n biridir. Eyalet mekanizması, Temsilciler M e c l i s i , Senato -hareket nere­ deyse, o orada olmuştur ve sizin neyle karşılaşacağınızı çok i y i b i l i ­ yor. Pek çok dost sahibi olmuştur ve aynı sayıda düşman kazandığına da e m i n i m . Kuşkusuz, bulunduğu m e v k i onu bu savaşlardan uzak tu­ tuyor ş i m d i , ama aynı zamanda kendisine belirli kolaylıklar, baskı ola­ nakları sağlıyor. Bunların hizmetinde olduğunu b i l m e n i z i istiyor." "Bunu takdir ediyorum." " A m a bir nokta var. Onu doğrudan doğruya aramaya kalkışmaya­ caksınız. Sizin tek bağlantınız, ona erişecek köprünüz ben olacağım." "Onu özel olarak aramak, aklıma bile gelmeyecekti zaten." "Başkanlığın resmi ağırlığının da en pratik yoldan ardınızda ola-

38

cağı da aklınıza gelmemiştir sanırım. K i , şu anda buna ihtiyacınız ola­ bilir." " D o ğ r u , o da gelmemişti aklıma. Ben şirket insanıyım, yapılara alışkınımda - . Ne demek istediğinizi anlıyorum. Ve bunu takdir ediyo­ rum." "Ancak kendisinden hiç söz edilmeyecek, bunu anladınız sanı­ r ı m . " Webster'in sesinden bu konuda bir yanlış anlaşılma olmamasını istediği belliydi. "Anlıyorum." "Güzel. Yarın bu konuyu dile getirirse, her şeyi aramızda konuş­ tuğumuzu söyleyin. Dile getirmezse b i l e , siz t e k l i f i n i n bilincinde olduğunuzu belirtebilirsiniz; minnettarım dersiniz, ya da nasıl konuş­ mak istiyorsanız öyle konuşursunuz." Webster içkisini bitirip ayağa kalktı. "Vay canına, saat daha onbuçuk bile olmamış! On birden önce evde olacağım; karım da göz­ lerine inanmayacak. Yarın görüşmek üzere." Webster Trevayne'm elini sıkmak için öne uzandı. "İyi geceler." Trevayne adamın koltuklar arasından hızla geçerek kemerli ka­ pıya doğru uzaklaşmasını seyretti. Webster işinden aldığı o özel ener­ j i y l e doluydu. Bunun kentiydi burası; başka hiçbir yerde bu biçimine rasüanılmazdı. Sanatta, reklamcılıkta bunu andıran şeyler vardı, ancak orada başanzlık oranı da çok yüksek olduğundan, hep bir korku duygu­ su bulunurdu. Washington'da değil ama. Ya içerdeyken ya dışarıda. İçerdeysen en yukardaydın. Beyaz Saray'da isen, dorukta dururdun. Seçmenler ödedikleri para karşılığında büyük yeteneklere sahip oluyorlar, diye düşünmüştü Trevayne uzun yıllar önce. Saatine baktı; uyumaya çalışmayacak kadar erkendi, canı okumak istemiyordu. Odasına çıkıp Phyllis'e telefon edecek, gazeteye şöyle bir göz atacaktı. Belki de televizyonda bir f i l m bile bulabilirlerdi. Hesabı imzalayıp çıkarken anahtarın yerinde olup olmadığını an­ lamak için cebini yokladı. Kemerden geçip asansörlere doğru yürüdü. Gazetecinin önünden geçerken, temiz ütülü elbiseli i k i adamın kendi­ sine baktıklarını farketti. Adamlar yürümeye başladılar, kendisi asansör kapısının önüne geldiğinde yanma geldiler.

39

Sağdaki adam cebinden bir k i m l i k çıkardı. Diğeri de. "Bay Trevayne?" "Evet?" "Gizli Servis, Beyaz Saray ekibi," dedi ajan. "Sizinle şurada ko­ nuşabilir m i y i z , efendim?" Başıyla asansörlerin berisindeki a ç ı k l ı ğ ı gösterdi. "Elbette." İ k i n c i adam k i m l i ğ i n i uzattı. "Lütfen k o n t r o l eder misiniz, Bay Trevayne? Ben bir dakikalık dışarı çıkacağım." Trevayne k i m l i k t e k i fotoğrafla adamın yüzünü karşılaştırdı, ba­ şını salladı. Ajan dönüp yürüdü. "Bu ne demek oluyor?" "Arkadaşım dönene kadar beklemek isterim, Bay Trevayne. O d ı ­ şarıyı kontrola g i t t i . B i r sigara yakar mıydınız?" "Teşekkür ederim, istemem. A m a neler olduğunuzu öğrenmek is­ tiyorum." "Başkan sizi bu gece görmek istiyor, efendim."

5 G i z l i Servisin kahverengi arabası otelin yan kapısının önünde park etmişti. Sürücü arka k a p ı y ı açık tutarken i k i ajan hızla indirdiler Trevayne'ı merdivenlerden. Sonra araba hemen hareket e t t i , sokağın altında Nebraska Caddesi'ne saptılar. "Beyaz Saray'a gitmiyoruz Bay Trevayne. Başkan Georgetown'da. Programı gereği böylesi daha uygun." Araba birkaç dakika sonra kentin daracık taş döşeli yollarına gir­ mişti. Trevayne büyük, beş katlı evlerin bulunduğu kesime doğru git­ t i k l e r i n i gördü. Çok b ü y ü k b i r e v i n önünde durdular. Sürücünün yanında oturan ajan arabadan ç ı k t ı , Trevayne'a da çıkması için işaret etti. Kapının önünde i k i sivil m e m u r daha v a r d ı , bunlar meslektaş­ larını tanıyınca birbirlerine başlarını sallayıp ellerini ceplerinden çıkar­ dılar. Otelde i l k konuşan ajan, Trevayne'ı koridordan geçirip uçtaki da­ racık asansöre soktu, sonra demir p a r m a k l ı k l ı k a p ı y ı çekip dördüncü kat düğmesine bastı.

40

"Epey sıkışık," dedi Trevayne. "Büyükelçi torunlarının ziyaretine geldiklerinde saatlerce burada oynadıklarını söylüyor. Sanırım aslında çocuk asansörüymüş." "Büyükelçi mi?" " B ü y ü k e l ç i H i l l . W i l l i a m H i l l . Burası onun evi." Trevayne adamı gözlerinin önüne getirdi. W i l l i a m H i l l yetmişini aşmıştı şimdi. Zengin bir sanayici, Başkanların dostu, elçi, savaş kah­ ramanı. T i m e dergisi bu i y i konuşan adama saygısızca bir ad takmıştı: Koca Billy Hill. Asansör durunca i k i adam çıktılar. B i r koridor ve başka b i r ka­ pının önünde b i r sivil memur daha vardı. Trevayne ile ajan yaklaşırken adam cebinden b i r sigara paketinden az büyükçe bir şey çıkartıp Trevayne'm üstüne doğru tutup ileri geri salladı. A j a n , "Kutsanmak g i b i , değil mi?" dedi. " K e n d i n i z i kutsanmış sayabilirsiniz." "Nedir o?" "Tarayıcı. N o r m a l işlemdir, sakın alınmayın. B u y r u n . " K ü ç ü k aletli adam geçmeleri için kapıyı açtı. B ü y ü k bir çalışma odasına girmişlerdi. Kitap dolapları yerden ta­ vana kadar uzanıyordu, yerler kalın D o ğ u haklarıyla k a p l ı , mobilyalar ağır ve erkeksiydi. Oda beş altı abajurla aydınlatılmıştı. Birkaç tane meşin k o l t u k ve üzerinde çalışıldığı belli olan büyük b i r maun masa vardı. Masanın ardında Büyükelçi H i l l oturuyordu. Sağındaki koltukta da, A m e r i k a Birleşik Devletler Başkanı. "Sayın Başkan. Sayın Büyükelçi Bay Trevayne." Ajan dö­ nüp dışarı ç ı k t ı , k a p ı y ı arkasından kapattı. Trevayne yürürken H i l l ile Başkan kalktılar. Trevayne, Başkanın uzattığı elini s ı k t ı . "Sayın Başkanım." "Bay Trevayne, gelmenize memnun o l d u m . U m a r ı m size b i r ra­ hatsızlık vermemişimdir." "Ne münasebet, efendim." "Bay Hill'le tanışıyor musunuz?" Trevayne ile Büyükelçi tokalaştılar. "Memnun o l d u m , efendim," " B u saatte hiç sanmam." H i l l masanın önüne geçerken güldü. "Sana bir i ç k i vereyim, Trevayne. Anayasada saat altıdan sonra yapılan

41

toplantılarda içki içmenin yasak olduğu hakkında bir madde yoktur." "Saat altıdan önce kısıtlama olduğunu ben b i l m i y o r d u m , " dedi Başkan. "On sekizinci yüzyıldan k a l ı p da o anlama çekilebilecek b i r şeyler olduğundan eminim. Ne içerdin, Travayne?" Trevayne istediğini söyledi; i k i adamın kendisini rahatlatmaya çalıştıklarının farkındaydı. Başkan oturmasını işaret etti, H i l l kadehini getirdi. "Daha önce bir kere karşılaşmıştık, Bay Trevayne, ama hatırla­ yacağını pek sanmıyorum." "Elbette hatırlıyorum, Sayın Başkan. D ö r t y ı l önceydi sanırım." "Doğru. Ben Senato'daydım, siz de Dışişleri Bakanlığı için esaslı bir iş yapmıştınız. Ticaret konferansında açış konuşmanızı da duydum. O zamanın Dışişleri Bakanının size çok kızdığını biliyor musunuz?" "Bazı söylentiler d u y m u ş t u m . A m a kendisi bana b i r şey söy­ lemedi." "Nasıl söyleyebilirdi?" diye H i l l söze karıştı. "İşi başırmıştın. O kendi kendini köşeye sıkıştırmıştı." "Zaten durumu k o m i k yapan da oydu," dedi. Başkan. "O sırada durumu yumuşatacak tek yol da oydu." Trevayne. "İyi işti. Çok i y i . " Başkan arkasına yaslanarak Trevayne'a baktı. "Bu akşam sizi rahatsız e t t i ğ i m i söylerken c i d d i y d i m . Sabaha gö­ rüşeceğimizi b i l i y o r u m , ama bu gecenin önemli olacağını düşündüm. Boş konuşmayacağım, otelinize dönmek istediğinizden eminim." "Hiçbir acelem yok, efendim." "Çok naziksiniz." Başkan gülümsedi. "Bobby Webster ile görüş­ tüğünüzü b i l i y o r u m . Konuşma nasıl geçti." "Çok i y i , efendim. Her şeyi anladım sanırım; yardım t e k l i f i n i z i gerçekten takdir ediyorum." "Buna ihtiyacınız olacak. Bu gece buraya gelmenizi isteyeceği­ mizden pek emin değildik. Webster'e bağlıydı bu... Sizden ayrıldığı an buraya telefon etti. Benim talimatım üzerine. O zaman sizi buraya ge­ tirtmenin gerekli olduğunu anladık." "Öyle mi? Neden?" "Webster'e alt k o m i s y o n konusunda Frank Baldwin'den başka­ sıyla konuşmadığını söylemişsiniz. Doğru mu bu?"

42

"Evet, efendim. Frank kimseyle konuşmamam gerekliliğini vur­ guladı. Zaten ortada kesin bir şey o l m a d ı ğ ı i ç i n kimseyle konuşmak için bir nedenim de yoktu." Başkan, W i l l i a m Hill'e b a k t ı . H i l l ise gözlerini Trevayne'dan ayırmamıştı. Başkana dönüp baktıktan sonra dikkatini yine Trevayne'a verdi. "Bundan kesinlikle emin misiniz?" diye sordu H i l l . '-'Elbette." "Karınıza bundan söz ettiniz mi? O bir şey söylemiş olabilir mi?" "Karıma söyledim ama o kimseye b i r şey söylemez. Bundan emi­ n i m . Neden soruyorsunuz?" "Sizin bu göreve getirilmeniz düşünüldüğü hakkında söylentiler yaydığımızı biliyorsunuzdur," dedi Başkan. "Kulağıma gelmişti, efendim." "Kulağınıza gitmesi amaçlanmıştı. Savunma K o m i s y o n u ' n u n dokuz üyeden oluştuğunu ve bunların alanlarında lider olduklarını ve ülkenin en saygın kişileri arasında bulunduklarını da b i l i y o r musu­ nuz?" "Frank B a l d w i n bunu belirtmişti." "Size onların herhangi bir k a r a n , kaydettikleri ilerlemeleri, hatta herhangi bir somut b i l g i y i açıklamamakta sözbirliği etmiş o l d u k l a n n ı da söylemiş miydi?" "Hayır, ama bunu anlayabilirim." "Güzel. Şimdi size söylemem gereken bir şey var. B i r hafta önce b i r söylenti daha yaydık. K o m i s y o n tarafından doğrulanmış bir söy­ lenti: sizin görevi kesin olarak reddettiğiniz hakkında. Durumunuzda kuşkuya yer bırakacak bir şey olmadığını söyledik. Siz bir kavram ola­ rak buna şiddetle karşı çıkmıştınız ve bunu tehlikeli Bir müdahale ola­ rak görüyordunuz. Hatta yönetimi devlet-polisi taktikleri kullanmakla suçlamıştınız. " "Ve?" Trevayne sıkıldığını saklamadı. Başkanın bile kendisinin ağzından böyle bir şey söylemeye hakkı yoktu. "Bize sizin görevi reddetmediğiniz, aksine kabul ettiğiniz haberi geldi. S i v i l ve askeri haberalma kaynaklan bunun belirli güçlü sek-

43

törler de böyle b i l i n d i ğ i n i bildirdiler. B i z i m i n k a r ı m ı z ı kimse dikkate almadı." Başkan ve B ü y ü k e l ç i , sözlerinin Trevayne'ı etkilemesini isterce­ sine sustular. Trevayne şaşırmıştı, ne tepki göstereceğini bilemiyordu. "Demek 'reddetmeme' inanılmadı. Buna şaşırdım diyemem. Beni tanıyanlar -en azından dile getiriliş biçiminden kuşkulanmalardır." W i l l i a m H i l l , "Bu Başkan tarafından seçilmiş birkaç ziyaretçisine söylenmiş olsa bile mi?" diye sordu. "Sadece ben değil, Bay Trevayne," diye atıldı Başkan, "Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık makamı." Travayne i k i adama da baktı. A n l a m a y a başlamıştı ama tabloyu hâlâ açık seçik göremiyordu. "Şey... bu k a r ı ş ı k l ı ğ ı yaratmak gerekli m i y d i ? " diye sordu. "İşi benim ya da b i r başkasının alması bu kadar önemli mi?" "Göründüğü kadarıyla önemli, Bay Trevayne," dedi H i l l . "Kurul­ ması düşünülen alt komisyonun dikkatle izlendiğini biliyorduk, zaten anlaşılır b i r şey bu. A m a bu i l g i n i n yoğunluğunu bilemiyorduk. Sizin adınızı ortaya atıp sonra da görevi kabul ettiğinizi şiddetle inkar ettik. B u , meraklıları başka adaylar üstünde düşünmeye gönderecek bir adım­ d ı . A m a başarılı olmadı. Gerçeği öğrenene kadar işin içyüzünü araştır­ makta kararlıydılar." "Büyükelçinin demek istediği -özür d i l e r i m , B i l i - şu: sizin alt komisyonun başına gelmeniz o kadar çok insan için ürkütücü bir şeydi k i , durumunuzu öğrenmek için aşın b i r çabaya giriştiler. Sizin için işinde olmadığınızdan kesinlikle emin olmak istiyorlardı. A m a gerçe­ ğ i n bunun aksi olduğunu öğrendiler ve bu haberi hemen yaydılar. Hazırlık yapılabilmesi için kuşkusuz." "Sayın Başkan, eğer düzenli bir şekilde çalıştığı takdirde bu alt komisyonun pek çok k i m s e y i ilgilendireceğini b i l i y o r u m . Kuşkusuz durumu çok dikkatle izleyeceklerdir. Bunu bekliyordum." W i l l i a m H i l l masasına doğru eğildi. "İzlemek mi?... Şimdiye ka­ dar gördüklerimiz bence 'izleme'yi çoktan aştı. B ü y ü k paraların el değiştirdiğinden, eski borçlann ödenmesi istendiğinden, hatta bazı teh­ ditler yapıldığından emin olabilirsiniz. B ü t ü n bunlar olmuş o l m a l ı , y yoksa da başka bir sonuca varılırdı."

44

Başkan, "Bizim amacımız sizi durumdan haberdar etmek, sizi uyar­ maktır," dedi. "Burası korkmuş b i r kenttir, Bay Trevayne. Sizden kor­ kuyorlar." , Andrew kadehini koltuğun yanındaki sehpaya bıraktı. "Yarti bana görevi bir kere daha düşünmemi mi söylemek istiyorsunuz, Sayın Baş­ kan." "Kesinlikle hayır. Frank Baldwin'in sözünü inanılırsa, siz böyle şeylerden yılacak b i r insan değilsiniz. A m a durumu saygın b i r üyesi­ nin bir hükümet görevine getirilmesi değildir. B i z -ben- bunun sonuç vermesini istiyoruz. Bu yolda da epey fazla miktarda ç i r k i n şeyler ola­ cağı kuşkusuzdur." "Buna hazırlıklı olduğumu sanıyorum." "Acaba?" H i l l yeniden arkasına yaslandı." Bu çok önemlidir, Bay Trevayne." " H a z ı r l ı k l ı o l d u ğ u m a i n a n ı y o r u m . B u n u düşündüm, k a r ı m l a uzun uzadıya konuştum... ağzı çok sıkı olan karımla. Bunun popüler bir görev olduğu konusunda hayale kapılmış değilim." "Güzel. Başkan'ın dediği g i b i bunu anlamanız çok önemliydi." H i l l masası üstündeki sumenin altından epey kalın bir dosya çıkardı. "Bir an başka b i r konuya geçelim şimdi." "Nasıl isterseniz." Trevayne konuşurken Hill'e b a k m ı ş t ı ama Başkan'ın da kendisine bakmakta olduğunu hissediyordu. Ona doğru dönünce Başkan bakışlarını Büyükelçiye kaydırdı. Epey sıkıntılı bir an yaşadılar. H i l l dosyayı elinde tartarmış gibi kaldırarak, "Bu sizin dosyanız, Bay Traveyne" dedi. "Biraz fazlaca ağır, değil mi?" "Gördüğüm birkaç taneye kıyasla öyle. Pek ilginç olduğunu san­ mam ama." Başkan gülümseyerek, "Neden?" diye sordu. * . " B i l m e m k i . . . . Yaşamım heyecanlı bir roman oluşturacak olay­ larla dolu değildir." "Kırkından önce sizin gibi bir servete sahip olan herkesin yaşamı okunacak b i r romandır," dedi H i l l . " B u dosyanın bu kadar kabarık o l ­ masının nedeni sürekli ek b i l g i istememdir. Çok ilginç bir belge ç ı k t ı

45

ortaya. Gerekli bulduğum bir i k i ve pek açık bulamadığım birçok nok­ ta üzerinde durabilir m i y i m ? " "Elbette." "Yale Üniversitesi H u k u k Fakültesinden diplomanızı almaya altı ay kala ayrıldınız. Öğreniminizi tamamlamak ya da hukuk mesleğine girmek için bir çabanız o l m a d ı . Üniversite yetkilileri öğreniminizi ta­ mamlamanız için ısrar ettiler ama bir yere varamadılar. Bu bana biraz garip geldi." "Oysa hiç de öyle bir garipliği yok. Kayınbiraderimle i l k şirketi­ m i z i kurmuştum. Connecticut'ta, Meriden' de. Başka bir işe ayıracak zamanım yoktu." "Hukuk Fakültesi aileniz i ç i n de bir y ü k değil miydi?" "Burs teklif edilmişti. Sanırım dosyada bundan söz ediliyordur." "Yani parasal yardım demek istiyorum." "Aa... şimdi anladım nereye varmak istediğinizi. Sayın B ü y ü k ­ elçi, sanırım buna gereğinden fazla önem veriyorsunuz... Evet. Babam bin dokuz yüz elli ikide iflas etmişti." "O durum biraz k a r ı ş ı k t ı galiba. B u n u açıklamak sizi rahatsız eder mi?" diye sordu Başkan. Trevayne i k i adama da b a k t ı . "Hayır. Babam Massachusets'de Hancoc'ta orta çaplı b i r y ü n l ü kumaş fabrikası kurmak için otuz y ı l ı n ı harcadı. Kaliteli mal üretiyordu ve b i r N e w York şirketi onun adının peşindeydi. Hancock yönetiminde ölene kadar kalacağı inancıyla -ba­ bamın inancıydı bu- babam fabrikayı onlara sattı. Ancak onlar ürünün adını aldılar, fabrikayı kapattılar ve daha ucuz işgücü bulabilecekleri güneye gittiler. Babam fabrikayı yeniden açmayı denedi, eski adını ya­ sadışı olarak kullandı ve battı. Hancock da bir fabrika kasabası olarak istatistiklere geçti." "Talihsiz bir hikaye," dedi Başkan. "Babanız dava açmadı mı? Şirketin verdiği sözü tutmasını istemedi mi?" "Böyle bir şey söz konusu değildi. Babam i k i yana çekilebilecek bir maddeyi öyle yorumlamıştı. Ve verilen sözleri. Yasal olarak hiçbir dayanağı yoktu." " A n l ı y o r u m . A i l e n i z i ç i n feci bir darbe olmuştur sanırım." "Ve de kasabaya," dedi H i l l . "İstatistiklere göre."

46

"Çok öfkeli günlerdi. Geçti ama. "Andrew o ö f k e y i , o çaresizliği çok i y i hatırlıyordu. Şaşkın babasının kükremesi karşısında sadece gü­ lümseyip yazılı metinleri ve imzalan gösteren sessiz adamlar. " B u k ı z g ı n l ı k yüzünden m i f a k ü l t e y i terkettiniz?" diye sordu H i l l . "Zamanlar çakışıyor; diplomanızı almak i ç i n sadece altı ayınız k a l m ı ş t ı , burs t e k l i f edilmişti." Trevayne elinde olmayan b i r saygıyla baktı yaşlı adama. Soru­ ların nereye g i t t i ğ i açıkça görülüyordu. "Kısmen öyle sanınm," dedi. "Başka şeyler de vardı. Çok gençtim ve daha önemli ve öncelikli şeyler olduğunu düşünüyordum." "Bir tek öncelik, bir tek amaç y o k muydu, Bay Trevayne?" "Sayın B ü y ü k e l ç i , neden istediğinizi açıkça söylemiyorsunuz? İ k i m i z de Başkanın zamanını boşa harcıyor olmuyor muyuz böyle?" Başkan b i r şey demedi, bir doktorun hastasını incelediği g i b i bakıyordu Trevayne'a. "Pekala." H i l l kapattığı dosyaya yaşlı parmaklanyla vurdu. " B u dosya bir aya yakın bir süredir bende. B e l k i y i r m i kere okumuşumdur baştan sona. Size söylediğim g i b i , sürekli olarak ek b i l g i istedim. İ l k başlarda Trevayne adındaki başarılı genç adam hakkında başka şeyler öğrenmek için. Frank B a l d w i n o alt komisyon başkanlığını ancak si­ zin yapabileceğinizi söylediği i ç i n . A m a zamanla durum değişti. K o ­ misyon başkanı adayı olarak adınız her dile getirildiğinde neden bu ka­ dar düşmanca t e p k i y l e k a r ş ı l a ş t ı ğ ı m ı z ı öğrenmek g e r e k i y o r d u . Düşmanca ve sessizce desem daha doğru. Bunun yanıtının burada o l ­ ması gerekiyordu ama ben bunu bulamıyordum. A m a sonra daha fazla malzeme gelip de tarih sırasına göre düzenleyince aradığımı buldum. Ancak anlamak için 1952 martına dönmem gerekti. Mantıksız görünen i l k güdüsel davranışınız. Bunu özetle..." W i l l i a m H i l l tekdüze b i r sesle vardığı sonuçları tek tek özet­ lerken, Andrew onun gerçekten anlayıp anlamadığını düşündü. O kadar eskilerdeydi k i , ama yine de dün g i b i . B i r tek öncelik, b i r tek amaç vardı. Ç o k para kazanmak; babasının o Boston mahkeme salonunda çektiklerini, uzaktan yakından asla yaşamamak için çok büyük paralar kazanmak. Sadece öfkeden değildi bu -evet, öfke de v a r d ı - ama bir

47

boşuna yaşamışlık, b i r israf duygusu vardı k i , en büyük k ö t ü l ü k buy­ du Babasının üretkenliğinin sınırlandığını, ç a r p ı t ı l d ı ğ ı n ı , sonunda ani bir yoksullukla sona erdirildiğini görmüştü. Hayal gerçek, intikam b i r saplantı olmuştu. Sonunda hayalgücü tüm denetimi elinden kaçır­ mış, bir zamanlar gururlu -orta karar gururlu, orta karar başarılı- olan adam bir kabuğa dönüşmüştü. İçi bomboş, kendine acıyan, gününü nefreüerine dayanarak geçiren bir insan. A y a k t a kalacak parası olmadığı i ç i n insan sevgisi ile dolu bir in­ san, gülünç bir yabancıya dönüşmüştü. 1952 martında Boston mahke­ me salonunda yargıcın tokmağı inmiş ve A n d r e w Treyvayne'ın baba­ sına artık kendi meslektaşlarının toplumunda çalışmasına izin v e r i l ­ meyeceği söylenmişti. Ü l k e n i n mahkemeleri düzenbazları tutuyordu. Büyük-çabalar, gayretler ondan dolayı ile bundan böyleler bir yaşamboyu süren çalış­ m a y ı gömmüştü. Ve oğlu da artık hukuka karşı bir i l g i duymuyordu. Pek çok maddi başarı hikayesinde olduğu g i b i , rastlantı, zaman­ lama b ü y ü k r o l oynamıştı. Ancak Andrew Trevayne ne zaman bu basit açıklamayı yapsa kimseyi inandıramıyordu. Herkes daha derin, daha üçkağıtçı nedenler arıyordu. Ya da kendi durumunda, nefrete dayalı duygusal bir neden.' Saçma. Zamanlamayı sağlayan da karısı olacak k ı z ı n ağabeyi olmuştu. Phyllis Pace'in ağabeyi. Douglas Pece, Hartford'da Pratt ve Whintney şirketinde çalışan çok parlak ama içine dönük b i r elektronik mühendisiydi. Laboratuv a n n ı n yalnızlığında en m u t l u anlarını yaşayan utangaç bir insan; ama aynı zamanda kendisinin h a k l ı , karşısındakinin haksız olduğunu bile­ bilecek bir insan. Karşı taraf, küresel disklerinin geliştirilmesi için f o n ayırmayı reddeden Pratt ve Whitney yöneticileriydi. Douglas Pace ise bunların yeni yüksek irtifa tekniklerinin en can alıcı parçası olduğuna inanıyordu. Zamanından ilerideydi -ama sadece otuz bir ay kadar. İ l k 'fabrika'ları Meriden'de k u l l a n ı l m a y a n b i r depo binasının küçük bir bölmeşiydi. İ l k makineleri de kapanan b i r kalıp atölyesinden

48

aldıkları elden düşme bir B u l l a r d , i l k işleri de Pentagon müteahhit­ lerine ( k i Pratt ve Whitney de bunların arasındaydı) basit j e t motoru diskleri yapımı i d i . Masrafları çok az, işleri çok hassas olduğu için askeri ihalelerden b i r dizi taşeronluk işleri alarak i k i n c i ve üçüncü Bullard'larını satın alıp deponunu tümünü işgal ettiler. İ k i y ı l sonra havayolu şirketleri t i ­ cari bir karar aldılar: ticari gelecek j e t uçaklarındaydı. E l l i l i yılların so­ nunda jet y o l c u uçaklarının hizmete girmesi için planlar yapılmaya başladı ve askeri jetlerin geliştirilmesinde elde edilen b i l g i l e r i n sivil ihtiyaçlarına uydurulması gereksinimi ortaya çıktı. Douglas Pace'in küresel disklerdeki ileri teknolojisi bu yak­ laşımla tam bir uyum içindeydi. U y u m l u ve büyük üretici şirketlerden kat kat ilerde. Gelişmeleri çok hızlı oldu. Ellerindeki siparişlerle on fabrikayı günde üç postadan beş y ı l çalıştırabilirlerdi. Andrew de bu arada kendisinde bilmediği şeyler keşfetmişti. Çok usta bir satıcı olduğu söyleniyordu, ancak aranan bir malda pazar payı kapmak için büyük bir satıcılığa gerek y o k t u . Başka nitelikleri de or­ taya çıkmaya başlamıştı. Olağanüstü bir yöneticiydi ve bunun o da farkındaydı. Yeteneği görüp kontrata bağlaması birkaç saat içinde ta­ mamlanıyordu. Yetenekli insanlar kendisine inanıyorlar, inanmak is­ tiyorlardı; o da onların o andaki durumlarının zayıf noktalarını hemen görebiliyor, kabul edilebilir seçenekler sunuyordu. Yaratıcı ve yönetici personel onun yanında rahat çalışabilecekleri bir ortam buluyorlar, kendilerine sunulan özendirici primler yapabildiklerinin en iyisini or­ taya çıkarmalarına neden oluyordu. A n d r e w işçi sendikalarıyla da i y i bir diyalog içindeydi. Onların anlayabileceği bir dille konuşuyordu. Yüksek ücret düzeni rekabeti bertaraf etmesine rağmçn kesinlikle so­ nuçla bağlantısız değildi. Andrew'a 'ilerici' deniyordu ama bu terimin yanlış ve basit olduğu kanısındaydı. Andrew'un sahip olduğunu farkettiği en şaşırtıcı şey hiç beklen­ medik, hatta açıklaması olanaksız bir şeydi. En karmaşık işleri bile kontratlara, noüara bakmadan aklında tutabiliyordu. Bunu belleğinin olağanüstülüğüne verecekti ki Phyllis, b i r doğumgününü bile hatırla­ yamadığını belirtti. Andrew onun açıklamasının gerçeğe daha yakın

Gizli Devlet-F. 4

49

olduğunu kabul etti sonunda. Phyllis onun hiçbir görüşmeye k o n u y u çok i y i bilmeden girmediğini söylemişti. Bunun babasının yaşadığı de­ neye tanık olmasından olacağını da hafifçe i m a etti. H a v a y o l l a r ı , genişleme, A t l a n t i k k ı y ı s ı boyunca y a y ı l m a y a başlayan üretim ağı yeterli o l m a l ı y d ı artık. Umduklarının çok fazlasını elde ettikleri düşünülebilirdi, ancak bir anda son yine çok uzaklaşmıştı kendilerinden. 4 E k i m 1957'de insanlığı şaşkına çeviren bir haber alındı. Moskova Sputnik l'i uzaya göndermişti. B u n u n üzerine heyecan yeniden başladı. U l u s a l ve sınai önceliklerde büyük değişimler olacaktı. A m e r i k a Birleşik Devletleri ikinci duruma düşmüştü ve yeryüzünün en yaratıcı seçmenlerinin guru­ ru incinmiş, halkı şaşkına dönmüştü. B i r i n c i l i ğ i n yeniden ele geçi­ rilmesi isteniyordu, bunun için yapılacak masraf önemli değildi. Stupnik haberinin alındığı günün akşamı Douglas Pace Andy'nin East Haven'deki evine gelmiş ve Phyllis kahveyi sabah dörde kadar sıcak tutmuştu. Vardıkları kararın sonunda Pace-Trevayne Şirketi Uzay İdaresinin en b ü y ü k bağımsız küresel disk üreticisi olacaktı. Karar bütün çalışmalarını uzay üzerinde yoğunlaştırmaktı. Havayolları sipa­ rişlerini karşılamayı sürdürecekler, ancak uzay amaçlı makinelere öncelik vereceklerdi. A l t m ı ş l ı yılların sonunda daha büyük uçaklarda da bu tür uygulamaların başlayacağını hesaplayarak sorunları tek tek el­ den geçirmişlerdi. Büyük bir k u m a r d ı b u , ama Pace ve Trevayne'ın birleşik yete­ nekleri buna hazırdı. "Bu... çok ilginç belgede çok ilginç bir döneme geldik, Bay Trevayne. Bu doğrudan doğruya bizi -beni ve Sayın Başkanı- ilgilendiren alan. Kuşkusuz elli i k i martıyla da yakından i l g i l i . " Tanrım, Phyllis. Onu da buldular! 'Oyun' demiştin buna. Beni 'kirlettiği' için nefret ettiğin oyun. orospu

O eşcinseller gibi giyinen, o pis

çocuğu ile başlamıştı. Ailenle...

"Şirketiniz cüretkar bir atılım yaptı," diye K o c a B i l l y H i l l devam etti. "Belirli olmayan b i r pazara u y u m sağlamak için fabrikalarınızın yüzde yetmişini ve laboratuvarlarınızın hemen hemen hepsini yeni bir

50

yapıya soktunuz, elinizde hiçbir garanti olmadan. Herhangi bir ger­ çekçi talep açısından pazar tümüyle belirsizdi oysa." " B i z i m pazardan hiçbir zaman kuşkumuz olmamıştı. Aslında ta­ lebin genişliğini bile tam olarak görememiştik." " B e l l i oluyor. Ve h a k l ı ç ı k t ı n ı z . Herkes daha taslak ç i z i m i y l e uğraşırken siz üretime başlamıştınız." " B u o kadar kolay olmadı, Sayın Büyükelçi. Bu konudaki ulusal kararlılık i k i y ı l sürece parasal değil, sadece sözdeydi. B i r altı ay daha geçmiş olsaydı elimizdeki tüm kaynaklar tükenecekti. Az terlemedik biz de." " N A S A ihalelerine ihtiyacınız vardı," dedi Başkan. "O ihaleler olmasaydı durumunuz çok t e h l i k e l i o l u r d u ; eski üretim b i ç i m i n e ^dönemeyecek kadar değişiklik yapmıştınız." "Çok doğru. Zamanlamamıza, h a z ı r l ı k l ı olmamıza güveniyor­ duk. Bizimle kimse rekabet edemezdi, buna güveniyorduk." " A m a üretim b i ç i m değişikliği sanayi dalınız içinde biliniyordu, değil mi?" diye sordu H i l l . "Bu kaçınılmazdı." "Peki riskler?" dedi H i l l . "Bir dereceye kadar. Özel bir şirkettik; bilançolarımızı açıklamı­ yorduk." " A m a bu tahmin edilebilirdi." "Evet, öyle." H i l l dosyadan bir kağıt çıkartıp Andrew'a gösterdi." Bu mektubu hatırlıyor musunuz? Savunma Bakanlığına yazılmış, birer kopya da Senato Tahsis K o m i s y o n u ile Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komisyona gönderilmişti. 14 Nisan 1959 tarihinde." "Evet. Çok k ı z m ı ş t ı m . " "Mektubunuzda Pace-Trevayne'ın başka şirket ve şirketlerle her­ hangi bir ilişkisi olmadığını belirtiyordunuz." "Evet." "Özel olarak size sorulduğunda, N A S A ihalelerini alabilmek için kendi y a r d ı m l a r ı n ı n g e r e k l i olabileceğini i m a eden başka çıkar çevrelerinin size yaklaşımda bulunduklarını söylediniz."

51

"Evet. Çok k ı z m ı ş t ı m . B i z kendimiz gerekli niteliklere sahip­ tik." B ü y ü k e l ç i arkasına yaslanarak gülümsedi. " B u mektup gayet stratejik bir araçtı öyleyse, değil mi? Pek çok k i m s e y i korkuttunuz. Bu da size iş gelmesini garantiledi." "Bu olaslığı ben de düşünmüştüm." "Ancak ilan ettiğiniz bu bağımsızlığına karşın, Pace-Trevayne'ın alanında lider olduğu ilerki yıllarda, dış bağlantılar aradınız..." "Hatırlıyor musunuz, Phyl? lamıyordunuz."

Doug ve sen çok kızmıştınız. An­

"Kazanacak bazı avantajlar vardı." "Böyle olduğundan eminim, eğer kararınızda ciddi olsaydınız." "Yani ciddi olmadığımı mı i m a ediyorsunuz?" "Tanrım, ben ciddiydim, Phyl! Genç ve öfkeliydim." "Bay Trevayne, ben bu sonuca v a r d ı m . Başkalarının da benim g i b i düşündüklerine eminim... Siz b i r birleşme amacıyla ön konuş­ malara hazır olduğunuz haberini yaydınız. Üç y ı l l ı k bir sürede tam onyedi savunma sanayii müteahhidi ile b i r b i r i ardından görüşmeler yap­ tınız. Bunların bir k ı s m ı gazetelere de geçti." H i l l karıştırdığı dosyadan bir tomar kesik çıkardı. "Doğrusu epey etkileyici bir hevesli listesine sahiptiniz." "Sunabileceğimiz pek çok şey vardı." Sadece 'sunmak', Phyl. Başka bir şey değil; asla başka bir şey değil. "Bunlardan birkaçıyla bir anlaşma aşamasına kadar geldiniz. New York borsasında epey şaşırtıcı bazı dalgalanmalar oldu." "Muhasebecilerim size benim hisselerimin o sırada borsada k a ­ y ı t l ı olmadığını söyleyeceklerdir. "Bir nedenle mi?" diye sordu Başkan. "Evet." " A m a o ön konuşmalardan, o anlaşma çabalarının hiçbirinden bir sonuç alınmadı." "Karşımıza çıkan engeller aşılacak gibi değildi." insanlar aşılacak gibi değildi.

52

Üçkağıtçılar.

"Bay Trevayne, zaten kesin b i r anlaşmaya varmak niyetinde o l ­ madığınızı söyleyebilir m i y i m ? " "Söyleyebilirsiniz, Sayın Büyükelçi." "Ve bu arada onyedi büyük savunma müteahhidi şirketin parasal operasyonları hakkında epey a y r ı n t ı l ı bilgiye sahip olduğunuzu söy­ lemek yanlış olur mu?" "Yanlış olmaz. Ancak yerinizde olsam geçmiş zamanı vurgu­ lardım. On y ı l önceydi bunlar." "Şirket politikasından söz edilirken kısa bir süre," dedi Başkan. "Yönetici kadronun bu arada aynı kaldığını tahmin ederim." "Herhalde öyledir." W i l l i a m H i l l yerinden kalkıp maun masaya doğru yürüdü. Sakin b i r sesle konuşurken Trevayne'a bakıyordu. "Şeytan avcılığı yapıyor­ dunuz, değil mi?" Andrew yaşlı adamın gözlerine bakarken elinde olmadan, belirli bir yenilgiyi kabullenerek gülümsedi. "Evet." "Babanızın mahvına neden olanlara benzeyen insanları ceza­ landırıyordunuz..." "Çocukça bir şeydi. Pek zayıf bir i n t i k a m ; onlar sorumlu değil­ lerdi." Hatırlıyor musun, Phil? Sen söylemiştin; 'Kendin ol. Bu, sen değilsin, Andy. Yeter artık! " A m a tatmin edici olduğunu sanırım." H i l l yine masanın ar­ kasına geçti. "Güçlü pek çok kimseye taviz verdirttiniz, zaman har­ cattınız, savunmaya geçmelerine neden oldunuz. Bütün bunlar da otuz yaşını yeni bitirmiş bir gencin önlerinde i r i bir havuç sallamasından o l d u . B e n i m anlamadığım, bunu neden böyle birdenbire kestiğiniz. Eğer aldığım bilgiler doğruysa, çok güçlü bir durumdaydınız. Bu işten dünyanın en zengin insanlarından b i r i olarak çıkmanız b ü y ü k bir olasılıktı. Düşman gördüklerinizin çoğunu da zamanla yıkabilecektiniz hatta. Özellikle o piyasada." "Dine döndüm diyebilirim." "Bunun daha önce de olduğunu söylemişlerdi," dedi Başkan. "O zaman öyle diyelim... K a r ı m ı n da yardımıyla kendimi o kadar ç i r k i n gördüğüm bir duruma soktuğumu anladım... E l l i i k i martındaki

53

günlerde olan durum... Ben ş i m d i karşı taraftaydım ama y i n e bir boşunalık vardı.... Bu konuda söyleyecebileceklerim bu kadar. U m a r ı m kabul edilebilir bulursunuz." Trevayne gülümsedi, samimiydi çünkü. "Tümüyle." H i l l başını sallarken Başkan içkisini alıp koltuğuna döndü. "Sorularımız yanıtlandı, Sayın B ü y ü k e l ç i n i n de dediği g i b i , merak ediyorduk, bunu bilmemiz gerekiyordu." " H i ç b i r şey vermeyen b i r Dışişleri görevini almak i ç i n kendi şirketini terkeden ve yardımsever bir kuruluşun baş ağrılarını yüklenen bir insan mali çevrelerin acımasız Sezar'ı olamaz." "Teşekkür ederim." Başkan öne eğilip Andrew'un gözlerinin içine b a k t ı . " B u işin yapılması çok önemlidir, Bay Trevayne. Parasal ve p o l i t i k çarpışma çok ç i r k i n bir görüntü verir; hele bir şeylerin gözden saklanmak iste­ d i ğ i sanılırsa daha da beter olur. Kısacası, bu işe kendinizi verdiniz m i , verdiniz demektir. Bunun geri dönüşü yoktur." Andrew Başkanın kendisine son bir düşünme payı verdiğini anla­ dı. A m a söylentileri i l k duyduğunda kararını vermişti bir kere. Bu işi yapacak insan olduğunu biliyordu. Yapmak istiyordu. Pek çok nedenle. Bu nedenlerin arasında b i r i de bir Boston mahkeme salonunun anısıydı. "Görevi istiyorum, Sayın Başkan. Y a n d a bırakıp terketmeyeceğim." "Size güveniyorum."

6 Phyllis Trevayne kocasına pek kızmazdı. Kocası dikkatsizdi, ama o bunu onun ilgisizliğine değil de, o anda üzerinde uğraştığı işe kendi­ sini yoğun olarak vermesine bağlardı. Andrew işten başını ayırabildiği zamanlarda hoş bir insandı ama hoş olmak için de çaba harcamazdı. İlişkilerinde saygılı ama sertti. K i m i zaman kendisine karşı sert olsa da, kansını düşünür, gözetirdi. Ve Phyllis ona en çok ihtiyaç duyduğu anda kocasını yanıbaşında bulmuştu. O korkunç yıllarda.

54

A m a bu akşam kızmıştı işte. A n d r e w kentte buluşmalarını söylemişti. Plaza Oteli'nin Palm Court'unda. Saat yedibuçuğu özellikle vurguladığı için gecikmesi için hiçbir neden yoktu. Saat sekizi çeyrek geçiyordu ve gecikmesini açıklayacak bir ha­ ber bile gelmemişti. Phyllis acıkmıştı bir kere. A y r ı c a , o gece için kendisinin p l a n l a n vardı. Çocuklann ikisi de hafta içinde okullarına döneceklerdi; Pamela Bayan Poner'e, Steve de Haverford'a. Kocalar bu­ nun için bir hazırlık yapılması gerekliliğini hiç anlamazlardı; pek çok iş anlaşmasında olduğu gibi çocukları üç ay süreyle uzağa yollamak bir takım l o j i s t i k kararlann alınması demekti. Kendisi de bu akşam evde oturup o kararlarından birkaçını almak istiyordu, arabaya atlayıp New York'a gelmeyi değil. Üstelik b i r de hazırlayacağı konferans vardı. Eh, o biraz bekleye­ b i l i r d i ya. Andy'den bir sürücü tutmasını isteyecekti. Lanet Lincoln'dan nef­ ret ediyordu. B i r sürücü fikrinden de nefret ediyordu ama Lincoln'a olan nefreti onu bastırmaktaydı. A n d y N e w York'a küçük arabayla gelmesi­ ni istemezdi. Phyllis bu kararına karşı ç ı k t ı ğ ı zaman da otoyolda küçük arabalann yaptıklan kazalar hakkında bir d i z i istatistik çıkar­ mıştı önüne. Lanet olsun! Nerede kalmıştı bu adam? Saat sekizi y i r m i geçiyordu. Umursamazlık giderek kabalığa dönüşüyordu. İkinci vermutu bitirecekti neredeyse. Aslında bu zararsız, kadınca i ç k i y i pek sevmezdi ama beklerken yudumlanacak en i y i şey de buydu. Masasının yanından geçen birkaç erkeğin kendisine dikkatli bakmalan hoşuna gitmişti. K ı r k i k i -hatta yakında k ı r k üç- yaşında ve i k i yetiş­ k i n çocuğu olan b i r kadın için hiç de kötü değil. AncTy'ye bundan söz etmeyi unutmamalıydı. Kocası gülecek ve ne sandın yani, benim yü­ züme bakılmayacak biriyle evlendiğim gibi bir şeyler söyleyecekti. İ y i bir seks yaşantım var, diye düşündü Phyllis. A n d y tutkulu, meraklı bir erkekti. Her ikisi de zevk alırlardı yataktan. Tennessee W i l ­ liams ne demişti? Williams m ı y d ı o? Evet, herhalde... İtalyanlar hak-

55

kında eski bir oyununda... Sicilyalıların b i r deyişi.... Yatak iyi ise, ev­ lilik de iyidir!... Onun g i b i b i r şey işte. Phyllis Trevayne W i l l i a m s ' i severdi. O y u n yazarı olduğu kadar şairdi de. Belki de şairliği daha ağır basardı. Phyllis Trevayne birden çok hasta hissetti kendini. Gözleri kayı­ y o r d u , Palm Court salonu dönmeye başlamıştı sanki. Sonra başının üstünde sesler duydu. "Hanımefendi! Hasta mısınız? Hanımefendi! Hey, garson! Gar­ son! Çabuk amonyak getir!" Başka sesler, gürültüler, karmakarışık sözcükler... H i ç b i r şeyin anlamı y o k t u , h i ç b i r i gerçek d e ğ i l d i . Yüzüne sert bir şey değiyordu, bunun yerin mermeri olduğunu hayal meyal farketti. Ortalık kapkara kesildi. Sonra bir ses duydu. "Ben bakarım! K a r ı m o! Yukarda b i r dairemiz var! V e r e l i n i ! Tamam tamam, bir şey yok." A m a bu kocasının sesi değildi.

*** A n d r e w Trevayne öfkeden ç ı l g ı n a d ö n m ü ş t ü . D a n t f o r t h ' t a k i bürosundan çıkınca bindiği taksi b i r Şevroleye çarpmış ve trafik polisi tüm ifadeler alınana kadar olaya yerinde kalmasında ısrar etmişti. Sonu gelmeyen b i r bekleme olmuştu. Acelesi olduğunu söyleyince polis, Şevroledeki yolcu yattığı yerde cankurtaranı bekleyebiliyorsa, onun da hiç olmazsa ifadelerin alınmasını beklemesi gerektiğini söylemişti. Trevayne i k i kere köşedeki telefon kulübesinden Plaza'yı aramış, ancak ikisinde de karısını bulamamışlardı. T r a f i k berbat o l m a l ı y d ı , Phyllis otele geç gelip de kendisini bulamayınca çok kızacaktı. Lenet olsun! Sonunda sekizi y i r m i geçe, ifadesini verdikten sonra olay yerini terketmesine izin verilmişti. B i r taksi çevirirken Plaza'ya i k i n c i telefonunda resepsiyon me­ murunun sesini tanımış g i b i davrandığını hatırladı. Ya da karısının anons edilmesini istemesiyle orada olmadığının b i l d i r i l m e s i arasındaki

56

süre daha kısaydı sanki. Ancak ö f k e l i olduğu zamanlar sabırsızlığının da arttığını b i l i r d i . B e l k i o yüzden öyle gelmişti kendisine. Öyle olsa bile, neden süre daha uzun gelmemişti peki? Daha kısa geleceği yerde.

"Evet efendim! Hanımın tanımı b u ! Orada oturuyordu!" "Peki şimdi nerede?" "Kocası, efendim! Kocası alıp yukarı odasına götürdü." "Sersem herif, kocası benim onun! Şimdi bir daha anlat baka­ y ı m ! " Trevayne garsonun boğazına sarılmıştı. "Rica ederim, efendim!" Garson bağırdıkça, salondakiler keman seslerini bastıran bu gürültüye dönüyorlardı. İ k i otel dedektifi, garsonu Trevayne'ın elinden kurtardılar. "Yukarda dairesi olduğunu söyledi ya!" Trevayne kendisini tutan ellerden k u r t u l u p resepsiyona koştu. Dedektiflerden b i r i arkasından gelince yapabileceğini sanmadığı bir şey yaptı. Y u m r u ğ u n u adamın boynuna indirdi. Dedektif sut üstü devrilirken öteki tabancasını çekti. Resepsiyon memuru korkuyla haykırdı. "İşte, Bay Trevayne! Bayan A. Trevayne. Beş H ve İ daireleri! Rezervasyon bu öğleden sonra yapıldı!" Trevayne arkasındaki adama bakmadı bile. 'Merdivenler' yazılı kapıyı açtığı g i b i yukarı koştu. Dedektifin ardından geldiğini biliyor­ du; arkasından durması için sesleniyordu. Durmadı ama. Ö n e m l i olan Plaza Oteli'nin kapısında Beş H ve İ yazan dairesine varmaktı. Trevayne önüne çıkan kapıyı açtı ve çok daha i y i günler görmüş ince bir halıyla kaplı koridora ç ı k t ı . Önündeki kapıda 'Beş A' yazıyor­ du, sonra 'Beş B', onun yanında 'Beş C ve D'. Trçvayne köşeyi dö­ nünce harflerle yüzyüze geldi. "Hveİ' K a p ı k i l i d i y d i , olanca gücüyle abandı. K a p ı çok hafifçe oynadı. Trevayne bir i k i adım gerileyip kilide bir tekme savurdu. K a p ı çatırdadı ama açılmadı. Bu arada orta yaşlı otel dedektifi soluk soluğa gelmişti yanına.

57

"Ulan orospu çocuğu!" diye bağırdı dedektif. "Beynini dağıtacak­ t ı m az daha! Şimdi, oradan çekil yoksa kurşunu yersin!" "Bir şey yapamazsın! K a r ı m içerde!" .Trevayne'm sesindeki emredici ton etkili olmuştu. D e d e k t i f de onunla birlikte tekmeledi k a p ı y ı . K a p ı menteşelerinden kopup k ü ç ü k hole devrildi. Trevayne ile dedektif içeri daldılar. Dedektif içeri bir göz atar atmaz başını çevirdi. Daha önce de ta­ n ı k olmuştu böyle sahnelere. Kapının dışında bekleyecek, bir k ö t ü l ü k yapmaması için gözlerini kocadan ayırmayacaktı. Phyllis Trevayne çırılçıplak yatıyordu. Örtü yatağın ucuna atılıy­ d ı . K o m o d i n i n üstünde bir şişe Drambuie ile i k i y a n dolu kadeh vardı. Phyllis Trevayne'm memelerinde dudak boyası izleri vardı. M e mebaşlarını işaret eden penis resimleri. Dedektif b i r i n i n gayet k e y i f l i saader geçirdiği i n a n a n d a y d ı . Her kimse adamın otelden çıkmış olmasını umuyordu. Kaçmamışsa büyük bir sersemlik ediyordu.

Phyllis Trevayne yatakta havlulara sarınmış olarak oturmuş kah­ ve i ç i y o r d u . Muayenesini bitiren doktor Trevayne'a yan odaya geç­ melerini işaret etti. "Çok güçlü bir sakinleştirici d i y e b i l i r i m , Bay Trevayne. Pek faz­ la bir yan etkisi olmayacak. Biraz başağnsı, kusma falan." "Tecavüz edilmiş mi?" "Daha a y r ı n t ı l ı b i r muayene yapmadan b i r şey söyleyemem. Edilmişse de bir mücadele olduğu kesin. Tecavüz girişiminde bulun­ muş ama tamamlandığını sanmıyorum." "Bu... bunun farkında değil mi?'" "Kusura bakmayın ama buna ancak kendisi bir yanıt verebilir." "Teşekkür ederim, doktor." Trevayne ön odaya geçip kansının yanında diz ç ö k t ü , elini tuttu. "Epey esaslı bir kadınsın sen." "Andy?" Phyllis Trevayne sakindi ama yüzünde A n d r e w ' u n o güne kadar görmediği bir k o r k u vardı. "O adam her kimse, ırzıma geç­ meye çalıştı. Bunu hatırlıyorum."

58

"Hatırladığına sevindim. Başaramadı." "Sanmıyorum.... A m a neden, A n d y ? " " B i l m i y o r u m , Phil. A m a öğreneceğim." "Sen neredeydin?" "Bir trafik kazasına bulaştım. Y a n i trafik kazası sanıyordum ama şimdi bundan o kadar emin değilim." "Ne yapacağız şimdi?" "Biz değil, Phil, ben. Washington'da b i r i n i aramam gerek. Onları istemiyorum artık." "Anlamadım." "Ben de. A m a arada bir bağlantı var sanırım."

*** "Başkan Camp David'de, Bay Trevayne. Özür dilerim ama şu an­ da kendisiyle görüşmeniz olanaksız. Ne vardı?" Trevayne, Robert Webster'e karısının başına gelenleri anlattı. Başkanın danışmanı d i l i n i yutmuş g i b i y d i . "Ne dediğimi duydunuz mu?" "Evet.... Evet, duydum. Korkunç bir şey bu." "Bütün söyleyeceğiniz bu mu? Başkanın ve H i l l ' i n , bana geçen hafta söylediklerini biliyor musunuz?" "Tahmin e d e b i l i r i m . Başkanla o k o n u y u konuştuk; bunu söy­ lemiştim." "Bunun onunla bir bağlantısı var mı? Bunu öğrenmek istiyorum! Bunu bilmek hakkım!" "Size bir yanıt veremem. O da veremez sanırım. Plaza'da mısı­ nız? Birkaç dakikaya kadar sizi ararım." Webster telefonu kapattı. Trevayne bağlantısı kesilmiş telefona b a k t ı . Hepsinin canı cehenneme! Senato toplantısı yarın saat i k i buçuktaydı, hepsine cehenneme kadar y o l l a n olduğunu söyleyecekti. Kendisinin ardına düşmeleri başka bir şeydi, onun gereğine bakabilirdi. A m a ailesinin değil. Y a n n ikibuçukta o orospu çocuklanna günlerini gösterecekti. Hemen sonra da bir basın toplantısı yapacaktı. Washing­ ton denilen kentte nasıl domuzlann yaşadığını tüm ülkeye duyuracaktı.

59

Onun işe ihtiyacı yoktu! Andrew Trevayne'dı o! Telefonu bıraktıktan sonra uyumakta olan Phyllis'in yanına git­ t i . B i r iskemleye oturup karısının saçlarını okşamaya başladı. K a d ı n hafifçe kıpırdandı, gözlerini açacakken birden kapattı. O kadar çok şey geçmişti ki başından. Şimdi de bu. Telefon çalınca korku ve öfkeyle kaldırdı başını, koştu. "Trevayne! Başkan konuşuyor. Şimdi duydum. Karın nasıl?" "Uyuyor, efendim." Trevayne kendine şaşıyordu. Bu kadar sıkın­ tının ortasında 'efendim' demeyi hatırlamıştı. "Söyleyecek söz b u l a m ı y o r u m , evladım! Ne söyleyebilirim ki r ; Senin için ne yapabilirim?" "Beni serbest bırakın, Sayın Başkan. A k s i halde yarın söyleyecek çok şeyim olacak. Senato toplantısında da, dışarda da." "Elbette, Andrew. "Amerika Birleşik Devletier Başkanı bir an du­ rakladıktan sonra devam etti. "Karın i y i mi?" "Evet, efendim... Bu bir.... sindirme taktiğiydi sanırım. Çirkin... ç i r k i n b i r şey." Trevayne sustu. Ağzından çıkabilecek sözlerden kor­ kuyordu. "Dinle beni, Trevayne. A n d r e w , dinle! Sana şimdi söyleyecek­ lerim için beni asla bağışlamayabilirsin. Eğer kendini yeterince güçlü hissediyorsan, sonuçlan kabul edeceğim ve yann en ciddi suçlamalannı bekleyeceğim. Seni yalanlamayacağım etmeyeceğim... A m a düşün şimdi. Kafanla düşün. Ben bunu yüzlerce kere yaptım -kabul, ş i m d i k i g i b i bir durumda değil- ama yine de, canım çok yandığı zamanlar... Ü l k e senin seçildiğini b i l i y o r . Toplantı sadece b i r formalite. Onlara görevi alıp kıçlarına sokmalarını söylersen, bunu k a n n a daha fazla acı çektirmeden nasıl yapacaksın?.. Görüyor musun? Bu tam onlann iste­ dikleri şey!" Trevayne derin bir soluk oldu. " K a n m ı daha fazla incitmeye ya da sizden b i r i n i n bize el sürmesine izin vermeye hiç niyetim yok. Be­ n i m size ihtiyacım yok, Sayın Başkan. B i l m e m anlatabildim m i ? " "Anlattın elbette. Seninle aynı düşüncedeyim ben de. A m a be­ n i m b i r sorunum var. B e n i m sana i h t i y a c ı m var. Sana bunun ç i r k i n olacağını söylemiştim..." Ç i r k i n ! Ç i r k i n ! O lanet sözcük!

60

"Evet, ç i r k i n ! " diye kükredi Trevayne telefona. Başkan sanki Trevayne bağırmamış gibi konuşmasını sürdürdü. "Olanları düşünmen gerektiği f i k r i n d e y i m ben... B ö y l e b i r şey senin başına gelebiliyorsa, ve sen de b i z i m gözümüzde en iyilerinden b i r i isen, başkalarına neler olacağını düşün... Geri çekilecek miyiz? Bunu mu yapmamız gerek?" "Kimse beni bir yere seçmiş değil! Ben kimseye borçlu değilim ve siz de bunu çok i y i biliyorsunuz! Ben bu işe bulaşmak istemiyo­ rum." " A m a bu işin seni ilgilendirdiğini biliyorsun. Bana şimdi bir ya­ nıt verme. Düşün... Lütfen karınla konuş. Toplantıyı hastalık mazere­ tiyle birkaç gün erteleyebilirim." " B i r işe yaramaz, Sayın Başkan. Ben aradan çekilmek istiyo­ rum." "Düşün. Bana birkaç saat tanımam istiyorum. Başkanlık makamı istiyor bunu senden. Başkanın olarak değil de bir insan olarak sana yal­ varıyorum. Cepheler belirlendi artık. Geri dönemeyiz. A m a bir insan olarak, çekilme "isteğini anlayabilirim... K a r m a sevgilerimi ve geçmiş olsun dileklerimi ilet... î y i geceler, Andrew." Ç ı t sesi duyulunca Trevayne da telefonu kapattı. Gömlek cebin­ den paketini çıkartıp bir sigara y a k t ı . Düşünecek bir şey yoktu. Çok inandırıcı bir Başkanın taktikleri sonunda f i k r i n i değiştirecek değildi. Andrew Trevayne'dı o. Arada sırada bunu hatırlamak zorundaydı. Kimseye ihtiyacı yoktu. A m e r i k a Birleşik Devletler Başkanına bile. "Andy?" Trevayne yatağa b a k t ı . K a r ı s ı n ı n başı yana düşmüştü, gözleri açıktı. "Efendim, sevgilim?" Andrew kalkıp yatağın )#nına g i t t i . Karısı tam uyanmış değildi. "Duydum. Söylediklerini duydum." "Sen üzülme, yavrum. Doktor sabaha gelecek, i l k iş olarak doğ­ ruca Barnegat'a gideceğiz. İyisin sen. U y u şimdi." "Andy?" "Efendim, sevgilim?" "Kalmanı istiyor, değil mi?"

61

"Onun ne istediği hiç önemli değil." " H a k l ı ama. G ö r ü y o r musun? Ş i m d i çekilirsen... bu y e n i l g i y i kabullenmek olur." Phyllis Trevayne gözlerini kapattı. Andrew onun b i t k i n yüzün­ deki acı ifadeye baktı. Birden karısının yüzünde acıdan başka şey de olduğunu farketti. Öfke. Nefret.

Walter Madison çalışma odasına girdikten sonra k a p ı y ı arka­ sından k i l i t l e d i . Trevayne telefon ettiğinde lokantadaydı, d u y d u ğ u paniğe rağmen A n d y ' n i n talimatını harfiyen uygulamıştı. Plaza'nın güvenlik bölümüne gitmiş ve polise rapor verilmemesini sağlamıştı. Trevayne bu saldın dolayısıyla kendisi ve ailesi hakkında basında tek satır yazı çıkmasını istemiyordu. Phyllis'in gerek saldırgan gerek olay hakkında pek yardımı olamamıştı, her şeyi bir perde arkasından hatır­ lıyordu ancak. Plaza güvenlik memuru Madison'un -güçlü avukatının- sözleri­ nin altında başka şeyler görmüş ve bu konuda yorum yapmaktan da çekinmemişti. Madison bir an adama para vermeyi düşündüyse de, avukatiık yanı ağır basıp bunu yapmadı. A l d ı k l a n emekli aylıklarını lüks otellerde dedektiflik yaparak daha da arttıran eski polis m e m u r l a n n ı n bu tür anlaşmaları enine boyuna çekme eğilimleri vardı. A d a m inanmak istediğine inansın daha i y i y d i . Otele bir zarar gel­ miş olmadıkça ortada bir suç da yoktu nasılsa. Madison masası başına oturunca ellerinin titrediğini gördü. Tann y a şükürler olsun ki kansı uyuyordu. U y u y o r ya da kendinden geçmiş sarhoş, ne farkederdi ki? D u r u m u anlamaya, her şeyi yerli yerine oturtmaya, b i r düzen vermeye çalışıyordu. Üç hafta önce, yaşamının en k â r l ı tekliflerinden birisiyle karşı­ laşmıştı. Sessizce el altından verilen bir avans. Sadece kendisine, şir­ keti ya da ortaklarıyla b i r ilgisi y o k . Kendisi daha önce böyle bir şey

62

yapmamışsa da, bu meslekte görülmedik b i r şey değil. Bu işler genel­ likle ne sıkıntısına değerdi -ne de gizliliğine. A m a bu anlaşma başkaydı. Y ı l d a yetmiş beş bin dolar. Vergisiz, kayıtsız. Paris'ten bir Z ü r i h hesabına aktarılacak. Kontrat süresi: k ı r k sekiz ay. Üç yüz bin dolar. Bu t e k l i f i n ardındaki nedeni saklamak için bir çaba gösterilme­ mişti. Andrew Trevayne. Kendisi, Walter Trevayne'ın avukatıydı; on yıldan beri. K o n u -şimdilik- küçüktü. Trevayne'ın avukatı olarak Andrew ve henüz kurulmamış alt komisyonla i l g i l i olağandışı ya da şaşırtıcı bir b i l g i elde ederse yeni müşterilerine bildirecekti. Andrew'un bu konuda avukaüna bir şey söyleyeceği de garanti değildi zaten. Bunu kabul ediyorlardı. Riziko tümüyle müvekkillerine aitti, bunu da biliyorlardı. Belki de bu süre içinde hiçbir b i l g i edinemeyecekti. Ortada böyle bir şey olsa bile, vereceği bilgiler başka kaynaklardan da elde edilebilir­ di zaten. K e n d i gelir düzeyiyle ise böyle üç yüz bin d o l a n bir araya koyması pek uzun bir süre alabilirdi. Yaptığı bu anlaşmada o akşam Plaza'da olanlara hiç yer yoktu. Hiç. Madison masasının üst çekmecesinden siyah deri kaplı bir notdefteri çıkardı. 'K' harfini bulup telefon numarasını önündeki bir kağıda yazdı. Telefonu açıp numarayı çevirdi.

*

"Senatör, siz misiniz? Ben Walter Madison..." Avukatın ellerinin titremesi bir süre sonra kesildi. Yeni müşterileriyle o akşam Plaza Oteli'nde olanlar arasında hiçbir i l i ş k i y o k t u . Senatör dehşete kapılmıştı. Ve de korkmuştu.

63

7 Senato'nun kapalı oturumunda çeşitli hiziplerden sekiz senatör ile aday Andrew Trevayne vardı. Trevayne, yanında Walter Madison olduğu halde yerine oturup biraz yüksekçe olan platforma baktı. Platformda uzun bir masa, gerek­ t i ğ i kadar k o l t u k , her k o l t u ğ u n önünde bir m i k r o f o n ve arkadaki d u ­ varın tam ortasında da A m e r i k a Birleşik Devletleri bayrağı vardı. Önde de üstünde bir steno makinesi duran küçük bir masa bulunuyordu. Ortalıkta gruplar halinde duran insanlar birbirleriyle konuşmak­ taydılar. Saat ikibuçuk olunca herkes dağılmaya başladı. Trevayne'm Nebraska -yoksa W y o m i n g m i y d i - senatörü olarak b i l d i ğ i yaşlı b i r adam platformun üç basamaklık merdiveni çıkıp ortadaki i k i koltuktan birine oturdu. A d a m ı n adı Gillette'ti. Tokmağa uzanıp hafifçe vurdu masaya. "Salonu boşaltalım lütfen." Oturumda işi olmayanların çıkması i ç i n işaretti b u . Trevayne pek çok bakışın odak noktası olduğunu görüyordu. C i d d i , k o y u renk elbiseli genç bir adam Trevayne'm önündeki masaya bir k ü l tablası b ı ­ raktı. B i r şey söylemek istercesine gülümsedi. Garip bir andı. Senatörler gelmeye başladı. Trevayne adamların b i r b i r l e r i n e gülümsemelerinin yapay ve çok kısa süreli olduğuna dikkat etti. Orta­ da sıkıntılı bir hava vardı. Daha sakin bir ortamda pek dikkati çekme­ yecek bir olay bunu daha da vurguladı. K ı r k k ı r k beş yaşlarında, düz kara saçları geniş alnından geriye doğru taranmış olan Senatör A l a n Knapp mikrofonunun düğmesine basıp içine doğru ü f l e d i . Hoparlör­ lerden yükselen ses senatörlerden bir k ı s m ı n ı n ters ters bakmalarına neden oldu. Meslektaşlarına belki de korkuyla bakıyorlardı. Knapp'ın hiç ödünsüz, hatta kabalıkla yürüttüğü soruşturmalardan gelen ünü bel­ ki de tepkileri bu kadar ciddileştiriyordu. Garip bir an daha yaşandı. Yaşlı Senatör Gillette -Wyoming değil, Nebraska, diye düşündü Trevayne- gerilimi farkedip hemen tokmağıyla hafifçe vurdu masaya. Boğazını temizledi ve başkanlığın ciddiliğini takındı. "Baylar. Sayın meslaktaşlanm, Sayın Müsteşar. Senatonun 641

64

sayılı soruşturma oturumu bugün saat i k i buçukta başlıyor; kayda geçirilebilir." Steno boşluğa bakarak hiç ses çıkarmayan tuşlara basarken Trevayne 'Sayın Müşteşar'ın kendisi olduğunu anladı. Zamanında 'Sayın Müsteşar'dı; pek çok müsteşardan bir tanesi. "Meslektaşlarım tarafından bu komisyonun başkanlığına seçil­ miş bulunduğundan oturumu toplanmamızın nedenini açıklayarak baş­ latıyorum. Bu kısa konuşmamın sonunda herhangi bir açıklama ya da eklemeyi kabul edeceğim. A m a c ı m ı z tarafsızlık olduğu için itiraz o l ­ mayacağını umut ederim." Birkaç k i ş i baş salladı, b i r i k i k i ş i neşesizce gülümsediler, bir i k i s i de derin soluklar alarak oturumun başladığını belirttiler. Gillette önündeki dosyayı açtı. Sesi bir savaş mahkemesi savcısının tekdüze­ l i ğ i n i almıştı. "Savunma sanayiinin durumunun ürkütücü boyutlara vardığı aklı başında her yurttaş tarafından bilinmektedir. Seçilmiş temsilciler ola­ rak bizim görevimiz Anayasının bize verdiği yetki ile bu tutarsızlıkları saptamak ve m ü m k ü n olduğu yerde düzeltmektir. Bunu yapabiliriz ve yapmalıyız da. Savunma Harcamaları Komisyonu'nun isteği ile bir soruşturma alt k o m i s y o n u k u r m a k a r a n almış bulunuyoruz. Bu ko­ misyonun görevi şu anda Savunma Bakanlığı ile savunma için iş ya­ pan şirketler arasında var olan ve onay için kongreye sunulmuş bulu­ nan büyük ihalelerin incelenmesidir. Soruşturma kapsamını sınırlamak için -zaman nedeniyle buna gerek vardır- alt komisyona birbuçuk m i l ­ yon dolarlık bir l i m i t önerilmiştir. Bu m i k t a n n üstünde olan bütün sa­ vunma ihaleleri alt komisyonun incelemesinden geçecektir. Ancak bu tür soruşturma kararlarından nihai karar alt komisyona ait olacaktır. "Bu günkü işimiz eski Dışişleri Müsteşarı olan Şay Andrew Trevayne'ın yukarda sözü edilen bu alt komisyonun başkanlığı adaylığını incelemek, bu konuda lehte ya da aleyhte bir karar vermektir. Bu ka­ palı bir oturumdur, zabıüar da kesin olmayan bir tarihe kadar gizli ka­ çaktır, o yüzden sayın meslektaşlanmın vicdanlannı iyice taramalannı ve kuşku duydukları noktalar varsa bunu açıkça dile getirmelerini rica ediyorum. Aynca..." "Sayın Başkan." Andrew Trevayne'm duraksayarak adamın sözü-.

Gizli Devlet - F. 5

65

nü kesmesi herkesi öylesine şaşırtmıştı k i , steno bile ilgisiz görünü­ münü bırakıp başkanın açış konuşmasını kesmeye cüret eden adama baktı. Walter Madison güdüsel bir harekede uzanıp Trevayne'ın kolunu tuttu. "Bay Trevayne? Sayın Müsteşar?" dedi şaşıran Gillette. "Özür dilerim... B e l k i de zamanı değildi; özür dilerim." "Ne oldu, efendim?" "Bir noktanın açıklığa kavuşturulmasını isteyecektim; bekleyebi­ lir ama. Yeniden özür dilerim." "Sayın Başkan!" Kartal burunlu Senatör Knapp'tı b u . "Müste­ şarın başkanlık makamına saygı eksikliği biraz fazla garip doğrusu. Açıklanmasını istediği bir şey varsa, bunun zamanını bekleyebilirdi herhalde." "Buradaki usulü b i l m i y o r u m , Senatör. A k l ı m a gelen şeyi unut­ m a y ı önlemekti amacım. Haklısınız." Trevayne bir not yazacakmış g i ­ bi kaleme uzandı. "Çok önemli bir şey o l m a l ı , Sayın Müsteşar." Bu kere konuşan N e w M e x i c o Senatörüydü. E l l i yaşlarında, saygın b i r k i ş i . A l a n Knapp'ın o ürkütücü itirazından hoşlanmadığı açıkça belli oluyordu. "Öyle, efendim." Trevayne bakışlarını önündeki kağıda i n d i r d i . Odada b i r anlık bir sessizlik oldu. "Pekala, Bay Trevayne," dedi Senatör Gillette. "Usul yönünden yanlışsa da h a k l ı olabilirsiniz. Ben başkanlığın sözlerinin kutsal o l ­ duğu kuramını benimsemem. Ben bile kendi sözümü kısa tutmak için kesmeyi düşünürüm zaman zaman. L ü t f e n . A ç ı k l a m a s ı n ı istediğiniz nokta nedir?" "Teşekkür ederim, efendim. Bu heyetin k u ş k u l u noktalan arama ve kuşkulannı dile getirme sorumluluğu... tam olarak söyleyemeyece­ ğ i m , bu konuda bir şey söylemiştiniz. Bu sorumluluğun bu masa ta­ rafından da paylaşıldığının bilinmesini isterim. Doğrusunu isterseniz, benim de kuşkularım oldu Sayın Başkan." "Kuşkular m ı , Bay Trevayne?" diye sordu y a r g ı l a n kadar zekası ile de ün yapan C a l i f o r n i y a senatörü M i t c h e l l Armbuster. "Hepimiz kuşku ile doğanz, en azından, bunlan tanımayı öğreniriz. Hangi kuş­ kulardan söz ediyorsunuz siz? Bu oturuma i l i ş k i n olarak yani."

66

"Bu alt komisyonun görevini yapabilmesi için gösterilecek işbir­ l i ğ i derecesi hakkında. Bu heyetin bu sorunun sonuçlarını dikkate ala­ cağını umut ederim." Knapp, "Bu daha çok b i r ültimatona benzedi, Bay Trevayne," de­ di. "Hiç de değil, Senatör. Böyle bir şey aklımdan geçmedi." "Yine de 'sonuçlar' dediğiniz şey bence hakarete girer. Burada A m e r i k a Birleşik Devletleri Senatosunu mu yargılamak niyetindesiniz?" "Bunun b i r mahkeme olduğunu b i l m i y o r d u m , " dedi Trevayne adamın sorusunu yanıtlamayarak. "Güzel bir nokta," dedi Armbuster. Gillette, "Pekala, Sayın Müsteşar," dedi. " A ç ı k l a m a n ı z zapta geçti ve bu heyet tarafından dikkate alınacaktır. Tatmin oldunuz mu?" "Evet ve bir kere daha teşekkür ederim, Sayın Başkan." "O zaman açış konuşmamı b i t i r e y i m de işimize başlayalım." Gillette birkaç dakika daha konuşarak sorulabilecek ve yanıtlana­ cak sorulan sıraladı. İ k i bölüme a y n l ı y o r d u bunlar. Düşünülen görev i ç i n Andrew Trevayne'ın n i t e l i k l e r i ve çıkabilecek çıkar çatışması faktörü. Başkan konuşmasının sonunda geleneksel sözünü söyledi. "Bay Trevayne'ın daha önceki beyanı dışında eklenmesi ya da açıklanması is­ tenen bir husus var mı?" "Sayın Başkan?" "Vermont Senatörü konuşabilir." A l t m ı ş yaşlarında, kısa k ı r saçlı James Norton Trevayne'a baktı. "Sayın Müsteşar. Sayın başkan kendine özgü açık konuşmasıyla bu soruşturmanın hadannı çizdi. Biz de elbette y e t e r l i l i k l e çatışma konu­ larını ele alacağız. A n c a k bence incelenmesi gereken üçüncü bir alan daha var. Felsefeniz, Sayın Müsteşar. Görüşleriniz. Bize bu ayncalığı tanır mıydınız?" "Hiçbir itirazım y o k , Senatör." Trevayne gülümsedi. "Hatta gö­ rüşlerimizi karşılıklı belirteceğimizi de u m a n m . Benim ve bu heyetin alt komisyon için gerekli görüşleri elbette."

67

" A d a y l ı ğ ı n ı n onaylanmasını bekleyen biz değiliz!" A l a n Knapp' ın sesi hoparlörde a n l a m ı ş t ı . Trevayne, "Sayın Senatörün önceki sözlerimi dikkate almasını öneririm," dedi. "Bay Başkan?" Walter Madison elini b i r kere daha Trevayne'm koluna dayadı, platforma baktı. " M ü v e k k i l i m l e konuşabilir m i y d i m ? " "Elbette, Bay... Madison." Senato heyeti, bu tür oturumlarda adet olduğu üzere aralarında konuşup önlerindeki kağıtları karıştırdılar. Ancak yine de çoğu bakış­ larını Trevayne ile Madison'dan ayırmamışlardı. "Ne yapıyorsun, Andy? Konuyu isteyerek mi karıştırmaya çalışı­ yorsun?" "Ben istediğimi söyledim..." "Orası kesin. Neden ama?" " B i r yanlış anlaşılma olmasını istemiyorum. Herkesi uyardığı­ m ı n zapta geçmesini i s t i y o r u m . Beni bu göreve layık görürlerse ken­ dilerinden ne beklediğimi bilerek yapsınlar bunu." " A m a sen soruşturmanın yönünü değiştiriyorsun. Sanki sen Se­ natoyu onaylıyormuşsun g i b i oluyor!" "Öyle sanırım." "Peki, amacın nedir? Ne yapmaya çalışıyorsun?" "Savaş alanını b e l i r t i y o r u m . Beni kabul ederlerse, bu beni iste­ dikleri için değil, buna zorunlu oldukları için olacak. Kendilerine mey­ dan okuduğum için." "Meydan okuma mı? Neden? Hangi konuda?" "Çünkü aramızda derin bir farklılık var." "Bu da ne demek oluyor şimdi?" "Doğal düşmanlar olduğumuz demek." Trevayne gülümsedi. "Ç'ldırmışsın sen!" "Çıldırmışsam özür d i l e r i m . B u i ş i b i t i r e l i m artık." Trevayne karşısındaki adamlara tek tek b a k t ı . "Sayın Başkan, avukatımla k o ­ nuşmamız b i t t i . " "Evet... Peki... Vermont Senatörü Sayın Müsteşarın... temel f e l ­ sefesine bir ek getirdi sanırım. Başkanlık bunu temel p o l i t i k inançla­ rına ilişkin olarak kabul e t t i , partizanca değil de, daha genel olarak.

68

Bunun dışındakiler bu toplantıyı ilgilendirmez." Gillette sözlerinin an­ l a m ı n ı kavradığından e m i n olmak i ç i n gözlüğünün üstünden baktı Norton'a. "Bunu kabul edilebilir buluyoruz, Sayın Başkan." Armbuster, "Ben de öyle olacağını umuyordum, Sayın Başkan," dedi. Armbuster ve N o r t o n sadece karşıt yönde oturmakla k a l m a y ı p parti politikalarında ve eyaleüerinin coğrafi k o n u m l a n kadar birbirle­ rinden ayrıydılar. Knapp başkanlıktan izin almadan konuşmayla başladı. "Yanılmı­ yorsam, Sayın Müsteşar meslektaşımızın düşüncesine kendisininkini ileri sürerek yanıt verdi. Bu heyetin üyeleri ile aynı sorunlan ortaya atma hakkını saklı tuttuğunu söyledi. Bu hakkın verilmesini kuşku ile baktığımı belirtmek isterim." "Böyle bir istekte bulunduğumu sanmıyorum, Sayın Senatör." Trevayne h a f i f bir sesle ama kesinlikte konuşmuştu önündeki mikrofo­ na. "Eğer böyle bir anlam çıkmışsa, özür d i l e r i m . Sizin kişisel inançl a n n ı z ı gündeme getirmeye ne hakkım var ne de böyle b i r amacım. Ben sadece bu heyetin bana bir taahhütte bulunulduğu duygusunu ver­ mesini istemiştim. Kolektif bit taahhüt." "Sayın Başkan!" B a t ı V i r g i n i a senatörü Talley b e l i r l i bir toplu­ l u k dışında pek tanınmayan ama zekası ve i y i huyluluğu ile toplulukta pek sevilen bir k i ş i y d i . " B u y r u n , Senatör Talley." "Bay Trevayfıc'a bu konuyu neden ortaya attığını sormak isterim. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz, aksi haiue uUTüda olmazdık. Doğrusunu isterseniz, ben bunun kayıdara geçmiş en kısa oturum olacağını sanı­ yordum. Kişisel olarak size büyük güvenim olduğunu söylemek iste­ rim. Bu güven k a r ş ı l ı k l ı değil mi yoksa? Kişisel olarak olmasa bile, sizin deyiminizle, kolektif olarak?" Trevayne başkana bakarak yanıt vermek için sessizce izin istedi. Senatör Gillette başını salladı. "Elbette öyle, senatör Talley. Ve büyük saygı duyuyorum. Siz­ lere olan g ü v e n i m ve saygım nedeniyle bu tutanakta b i r b i r i m i z i an­ ladığımızın belirtilmesini istiyorum. Savunma Komisyonu alt komis­ yonu sizler g i b i tarafsız ve etkin kişilerin sorumlu desteği olmadan •

69

hiçbir iş yapamaz." Trevayne susup yine tek tek senatörlere b a k t ı . "Eğer beni onaylarsanız, beyler ve böyle yapacağınızı u m u y o r u m , yardıma ihtiyacım olacaktır." Batı V i r g i n i a l ı meslektaşlarından bazılarının huzursuzluğunu farketmedi. "Öyleyse sözlerimi başka bir biçimde dile g e t i r e y i m , Sayın Müsteşar. Değişik fikirlerde de olsalar, i y i n i y e t l i insanların ortak bir davada birleşeceklerine inanacak kadar hem yaşlı, hem saf bir insanım ben. Bizde aradığınız güvencenin bu odada birbirlerimize söyledikle­ rimizle belgeleneceğini ummaktayım. Eğer ortada sizi tatmin etmeyen bir şey varsa bunu dile getirmeniz elbette ki hakkınızdır. Neden önce bunu öğrenmeye çalışmıyorsunuz?" "Bundan daha i y i bir öğüt olamazdı, Senatör Talley. İ l k baştaki huzursuzluğumun görüşümü bulandırdığını sanmıyorum. Bu k o n u y u bir daha ortaya atmamaya çalışacağım." B i r kere daha gözlüğünün üstünden bakan Gillette söze başla­ dığında s ı k ı n t ı l ı y d ı . "İstediğiniz konuyu dile getirebilirsiniz, efendim. Bu heyetin de yapacağı g i b i . " Önündeki kağıda baktı sonra. "Senatör N o r t o n . Bay Trevayne'ın genel felsefesi konusunu ortaya attınız. L ü t ­ fedip bunun üzerindeki f i k i r l e r i n i z i kısaca söylerseniz işimize devam edelim, efendim. K o n u ğ u m u z u n en azından ülkenin temel yasalarını kabul ettiği konusunda tatmin olmak istiyorsunuz sanırım." "Sayın Müsteşar." Norton'un ağdalı V e r m o n t şivesi gereğinden fazla vurgulanıyor g i b i y d i . Norton Yankee yaklaşımını nerede kullana­ cağını çok i y i b i l i r d i . Senato toplantılarında, hele de televizyon kame­ raları üzerine çevrilmişken, çok yararlanmıştı bundan. "Kısa konuşaca­ ğım... Bu ü İken in tabi olduğu p o l i t i k sistemi kabul edip etmediğinizi sormak istiyorum." "Elbette ediyorum." Trevayne sorunun bu safdilliğine şaşmıştı. Ancak bu şaşkınlığı uzun sürmedi. "Sayın Başkan..." A l a n Knapp sanki dürtülmüş g i b i konuşmaya başladı. "Sayın Müsteşarın p o l i t i k geçmişinin bir yönü beni gerçekten kaygılandırıyor. Sayın Müsteşar, siz... eğer yanılmıyorsam, bağımsız olarak tanımlanıyorsunuz." "Doğru." "Çok ilginç. Kuşkusuz bazı çevrelerde 'politik bağımsız' terimi-

70

nin saygı gördüğünün farkındayım. Kulağa hoş gelen bir deyim." "Böyle bir amacım yoktu, Sayın Senatör." "Ancak bu tutumun bir başka yanı daha var. Ben bunu özellikle bağımsız b u l m u y o r u m . Bay Trevayne, şirketlerinizin, özellikle uzay harcamalarının arttığı dönemde hükümet ihalelerinden büyük kârlar ettiği doğru değil mi?" "Doğru. Yaptığımız kârları haklı kılacak hizmetlerde ne bulun­ duk sanırım." "Öyle olduğunuzu umarım.... Ben sizin bu tarafsızlığınızın ideo­ lojik olanların dışında başka nedenlerle mi olduğunu merak ediyordum. Şu ya da bu taraftan olmamakla kendinizi p o l i t i k çatışmalardan kesin­ likle sıyırıyordunuz, değil mi?" "Yine böyle bir amacım yoktu." "Demek istediğim, görüşleriniz... bağımsız sınıflandırması altın­ da g ö m ü l ü olduğundan k i m s e size p o l i t i k b i r t a r a f l ı l ı k yükleye­ mezdi." "Bir dakika, sayın Senatör!" Epey sarsıldığı anlaşılan başkan sert bir sesle konuşmuştu. " B u konuda fikir...." '"Ben f i k r i m i söyledikten sonra, Bay Trevayne. Senatör Knapp bunun partilerüstü bir o t u r u m olduğunu söylemiştim sanırım. Söz­ lerinizi gereksiz hatta nahoş b u l u y o r u m . Şimdi devam edebilirsiniz, Sayın Müsteşar." "Sayın Senatöre benim p o l i t i k görüşlerimi istediği an bana sora­ rak öğrenebileceğini b i l d i r m e k isterim. Çekingen bir insan değilim. Diğer yandan, hükümet ihalelerinin p o l i t i k bağlılık temeline göre ve­ rildiğini de bilmiyordum." "Tam benim gibi düşünüyorsunuz, Bay Trevayne. "Knapp ma­ sanın ortasına döndü. "Sayın Başkan, Senatoda bulunduğum yedi y ı l içinde politikaları benden değişik olanları pek çok kere desteklediğim g i b i , kendi partimin üyelerine istedikleri desteği vermemişimdir. Bu durumlarda benim onaylamam ya da onaylamamam tümüyle ortadaki konu üzerinde olmuştur. Vicdan sahibi kişiler olarak hepimiz aynı ah­ lak anlayışına sahibiz. Beni rahatsız eden şey adayımızın kendisini 'partisiz' olarak tanımlamasıdır. Bu beni rahatsız ediyor. Bu tür insan-

71

lann yetki makamlarında bulunmalarından korkarım. Onların, bu sözde bağımsızlıklarına şaşıyorum. Bunun acaba güçlü esen rüzgardan yana olmak için seçilmiş bir y o l olup olmadığını düşünürüm." Odada b i r a n l ı k sessizlik o l d u . G i l l e t t e gözlüğünü ç ı k a r t ı p Knapp'a döndü. "İkiyüzlülük çok ciddi bir suçlamadır, Senatör." "Özür dilerim, Sayın Başkan. Bizden vicdanlarımızı araştırmamı­ zı istediniz... Yargıç Brandeis'ın söylemiş* olduğu g i b i , tek başına dürüsdük yeterli değildir." Trevayne kulaklarına inanamayarak, "Yani b i r partiye g i r m e m i mi öneriyorsunuz, Senatör?" diye sordu. " H i ç b i r şey öneriyor değilim. Ben kuşkularımı dile getiriyorum k i , bu da heyetin görevidir." Illinois Senatörü John M o r r i s otuz beş yaşlannda olup heyetin en genç üyesiydi ve parlak b i r avukatttı. P o l i t i k düzende hızla yük­ selmiş bir zenciydi. "Hiç de.... O h , Sayın Başkan?" "Devam edin, Senatör." " B i r kuşku falan dile getirmiş değilsiniz, Bay Knapp. B i r suç­ lamada bulundunuz. Seçmenlerin büyük b i r k ı s m ı n ı hilekarlıkla suç­ ladınız. Onlan... i k i n c i sınıf yurttaşlar mevkiine düşürdünüz. Kurnaz­ lığınızı anlıyorum, hatta bazı durumlarda bunlann geçerli olduğunu da kabul ederim, ama onların burada geçerli olduğunu hiç sanmıyorum." İspanyol asıllı olan N e w M e x i c o senatörü konuşurken öne eğilip Morris'e baktı. " İ k i n c i sınıf yurttaşın anlamını çok i y i anlayan i k i kişiyiz burada, Senatör. Bence bu konunun ortaya atılmış olması onu geçerli kılmaktadır. B i r insan her zaman o l u m l u ile olumsuzu birlikte arar; b i z i m düzenimizde vardır bu. Ancak, konu bir kere ortaya atıldı­ ğına göre, adaylığının onaylanmasını bekleyen kişiden alınacak kısa bir yanıtla bir kenara bırakabilir... Sayın Müsteşar, zapta geçirilmesi i ç i n soruyorum: öyle rüzgara kapılan b i r insan o l m a d ı ğ ı n ı z ı kabul edebilir miyiz? Kararlannız da p o l i t i k görüşünüz kadar bağımsız m ı ­ dır?" "Evet, efendim." "Ben de öyle düşünüyordum zaten. Bu konuda başka b i r sorum yok."

72

"Senatör?" "Evet, Bay Trevayne?" "Ya sizinkiler?" "Özür dilerim, anlayamadım." "Sizin kararlarınız -bu heyeti oluşturanların kararları- dış etkiler­ den bağımsız mıdır?" Birkaç senatör aynı anda öfkeyle başladılar mikrofonlarına k o ­ nuşmaya; California'lı Armbuster güldü, Maryland'ın senatörü Weeks usta bir terzinin elinden ç ı k m a ceketinden çıkardığı mendiliyle gülüm­ semesini saklamak için yüzünü örttü. Başkan tokmağa uzandı. Düzen sağlanırken Vermont'un Norton'u Senatör Knapp'ın k o l u ­ na dokundu. Gözleri birleşti, N o r t o n belli belirsiz başını salladı -me­ sajı almıştı. Knapp ö n ü n d e k i sumenin altından b i r dosya ç ı k a r d ı . Yerden çantasını aldı ve dosyayı içine koydu. Dosyanın üstünde bir ad vardı: 'Mario de Spadante'

8 Saat dördü çeyrek geçe oturuma ara verildi, yeniden saat beşte toplanılacaktı. K ı r k beş dakika içinde evlere telefon edilecek, randevular kaydırılacak, danışmanlarla konuşulacaktı. Andrew'un saygılı ama bomba g i b i padayan beklenmedik soru­ sundan sonra Gillette soruşturmayı hızla yürütmüş ve Trevayne'm n i ­ teliklerinde daha az soyut olan noktalara varmıştı. Andrew h a z ı r l ı k l ı y d ı ; yanıtlan çabuk, kısa ve kesindi. Olağan­ üstü müvekkiline seyrek olarak şaşan Walter Madison'u bile hayreder içinde bırakmıştı. Trevayne'm geçmişteki rakamlar ve tahminlerle dolu sayısız kağıda ve grafiğe ihtiyacı yoktu. Rakamlan ve gerçekleri o ka­ dar güvenle sıralıyordu k i , düşmanlıklannı sürdürmeye kararlı olanlar bile bunda güçlük çekmekteydiler. Andrew'un geçmişteki ekonomik ilişkileri üzerindeki hakimiyeti heyeti öylesine şaşırtmıştı k i , Senatör Gillette verilen aradan sonra

73

soruşturmayı o akşam saat yediye kadar tamamlayabileceklerini söyle­ mek gereğini duymuştu. M a d i s o n yerinden k a l k a r k e n gerinerek, "Doğrusu müthişsin, Andy," dedi. "Daha başlamadım bile. Sen beni i k i n c i perdede gör bakalım." "Lütfen aşırıya kaçma. Gayet i y i gidiyorsun. Saat altıda buradan çıkmış oluruz. Senin insan g i b i düşünen bir bilgisayar olduğuna ina­ nıyorlar; lütfen berbat etme b i r çuval inciri." "Bunu onlara söyle, Walter! Onlar berbat etmesinler!" " A n d y ! Sen ne yapmak...." "Çok etkileyeci bir gösteriydi, genç adam." Batı V i r g i n i a n sena­ tör, eski eyalet yargıcı yaşlı Talley, sözlerini kestiğinin farkında olma­ dan yanlarına gelmişti. "Teşekkür ederim, efendim. A v u k a t ı m , Walter Madison." İ k i adam tokalaştılar. "Kendinizi gereksiz hissediyor olmalısınız, Bay Madison. Sizin gibi güçlü N e w Y o r k avukatları buradan öyle kolay kolay kurtulmazlar aslında." "Ben onun yanında buna alışkınım, Senatör. Adalet tarihinde en hak edilmemiş avukadık ücretidir benimki." " B u sözünüz hiç de öyle olmadığının kanıtı, yoksa bunu dile ge­ tirmeye cesaret edemezdiniz. Ben y i r m i beş y ı l yargıçlık yaptım." A l a n Knapp yanlarına gelince Trevayne birden gerginleştiğini hissetti. Knapp'dan hoşlanmıyordu, sadece o gereksiz kabalığı için de­ ğ i l ama; Knapp'da bir engizitörün sağlıksız görünümü vardı. B ü y ü k ­ elçi H i l l ne demişti? B i z bir engizitör istemiyoruz." Ancak şimdi Trevayne'm önünde duran Knapp hiç de platformda o kadar soğuk duran Knapp'a benzemiyordu. Trevayne'm elini sıkarken neşeyle gülümsüyordu. "Çok i y i gidiyorsunuz! Gerçekten öyle. Başkanın basın toplan­ tısına hazırlandığı g i b i hazırlanmış olmalısınız bu güne.... Senatör? Bay Madison?" Yeniden el sıkışıldı, ortada beş dakika öncesinin tümüyle karşıtı bir hava vardı. Trevayne huzursuzdu, b i r yapaylık duygusu vardı ve bundan hoşlanmamıştı.

74

Knapp'a soğuk bir gülümsemeyle, "Benim i ş i m i kolaylaştırmıyorsunuz." dedi. " T a n r ı m , lütfen işi kişileştirmeyin, dostum. Ben kendi görevimi yaparım, siz de sizinkini. Ö y l e değil m i , Madison? D e ğ i l m i , Sena­ tör?" Batı V i r g i n i a l ı Talley, Madison kadar acelece değildi bu görüşü onaylamada. "Sanırım öyle, A l a n . Ben pek serdik yanlısı d e ğ i l i m . A m a bu sizlerin çoğunu pek etkilemiyor sanırım." "Hiç y o r m a kafanı..." "Bak bunu desteklerim işte!" Pipo dumanlan arasından C a l i f o m i a l ı Armbuster konuşmaya k a t ı l m ı ş t ı . "Esaslı gidiyorsun, Trevayne... Bakın size bir şey anlatayım. B i r zamanlar Knapp, Başkanın has adamlanndan b i r i n i tam anlamıyla çarmıha germişti. Oturumdan sonra bir de ne göreyim? B i r b i r l e r i n i yumruklayacaklan yerde konuşa konuşa taksiye bindiler. Eşleri bir lokantada kendilerini bekliyormuş. Çok t i p bir insansınız doğrusu, Senatör." Knapp güldü. "Başkanın o adamı, on beş y ı l önce benim düğü­ nümde teşrifatçılardan biriydi." "Sayın Müsteşar?" Trevayne bu unvanın kendisine yönetildiğini anlamamıştı i l k anda. Sonra bir el omuzunu kavradı. Vermontlu N o r ­ ton. "Sizinle bir dakika görüşebilir miydim?" Madison ile Knapp hukukun incelikleri üzerinde tartışır ve A r m ­ buster de Talley'e, yaklaşan sonbaharda Batı Virginia'daki av mevsimi hakkında bir şey sorarken Trevayne aralarından sıynldı. "Buyrun Senatör." "Herkesin size aynı şeyi söylediğinden eminim. Fırtınalı denizle­ ri aştınız ve l i m a n ufukta göründü artık. K ı s a bir süre sonra kurtula­ cağız buradan..." "Ben Bostonluyum, Senatör. Yelken sporunu severim, ama bali­ na avcısı değilim. Nedir istediğiniz?" "Pekala. K o m p l i m a n ı b ı r a k a l ı m öyleyse. Bunu hak etmiş olsa­ nız da. Birkaç meslektaşımla konuştum; daha doğrusu oturum başla­ madan önce uzun uzun konuştuk. B i z i m de Başkanla aynı duyguları paylaştığımızı bilmenizi isteriz. Bu iş için sizden iyisi olamaz."

75

" B u n u kabul yöntemlerinizi biraz garip b u l d u ğ u m u söylersem umarım danlmazsınız." N o r t o n bir Yânkee tüccarının gergin gülümsemesiyle b a k t ı kar­ şısındaki adama -şu anda da bir ticaret yapmakta olduğu kuşkusuzdu. "Hiç garip değil, Trevayne. Sadece gerekli. Bak, genç dostum, sıkışık bir durumdasın. İşler k ö t ü giderse - k i , söz aramızda, kimse k ö t ü g i ­ deceğini düşünmüyor- bu soruşturma, kayıtlara geçmiş olan en sağlam soruşturma olacak. B u n u anlamaya çalış, kişisel bir şey olarak üstüne alma." "Knapp da öyle dedi." " H a k l ı . . . A m a Tâlley'ın bunu anladığını sanmam. B a t ı V i r g i nia'da onun karşısına rakip bile çıkarmazlar. C i d d i olarak yani." "Öyleyse Talley konuştuğunuz meslektaşlarımızın arasında değil demek." "Doğrusunu isterseniz, hayır." "Ve hâlâ söylemek istediğinizi söylemediniz." " A ğ ı r o l , genç adam. Ben sana b i r yaklaşımı anlatmaya çalışı­ y o r u m . İş senindir.... yani b i z i muhalefet yapmaya zorlamazsan. B u n u hiçbirimiz istemeyiz." Trevayne dikkatle baktı Norton'a; böyle zayıf ve k ı r ı ş ı k yüzle­ rin ç i f t l i k çitlerinden uzaklara, ya da Marblehead'de denize bakışlarını çok görmüştü. O güngörmüş gözlerin ardında neler yattığım kimse b i ­ lemezdi. " B a k ı n , Senatör, ben bu heyetten alt k o m i s y o n u n bağımsız çalışması güvencesini istiyorum, hepsi bu. Bu çok b i r şey mi?" ' N o r t o n , mallarını parmaklarıyla sayan bir Yankee satıcısı g i b i konuştu. "Bağımsız, ha? Ehhh... Bak sana b i r şey söyleyeyim, evlat. B i r insan ille de bağımsız olmakta, hiçbir baskı kabul etmemekte ısrar ederse bazdan bundan huylanırlar. İnsan buna şaşmaktan kendini ala­ maz. İ y i baskılar da vardır, o kadar i y i olmayanlar da. K i m s e bu ikinci­ lerden hoşlanmaz, ama i y i baskılar, o bambaşka bir konudur. B i r i n ­ sanın Tanrıdan b i r başkasına karşı olduğunu b i l m e k rahadatıcı b i r duygudur. Öyle değil mi?" "Ben sorumlu olacağım elbette. Bunun başka türlüsünü düşün­ medim bile." " A m a bu sonradan akla gelmiş g i b i , değil mi?... Bu alt komis-

76

yonun b i r amacı b i r tek kişinin kişisel egosunu tatmin değildir, Trevayne. Herhangi bir insandan çok daha büyük olan bir görevi vardır. B u n u kabul edecek tabiatta olmayabilirsiniz. 'Amaç'la bunu belirtmek istedim. B i r Savonarola istemeyiz." N o r t o n , Trevayne'ın gözlerinin içine bakıyordu. Yankee sanki beygir etiymiş g i b i soyut şeylerin ticaretini yapmaktaydı. Trevayne da Norton'un sözlerinin ardındaki ikiyüzlülüğü çıkar­ mak istercesine baktı adama. A m a bu olası değildi. "Bu karan sizin vermeniz gerekecek, Senatör." "Avukatınızla konuşmamda sizin i ç i n bir sakınca var mı? A d ı neydi?" "Madison. Walter Madison. H i ç b i r sakıncı yok. A n c a k size be­ n i m felaket bir m ü v e k k i l olduğumu söyleyecektir. Dinlemem gerek­ t i ğ i yerde sözlerine hiç aldınş etmediğime inanmıştır." "Denemşkten zarar gelmez, genç adam. Sen inatçısın. A m a sen­ den hoşlandım." Norton, Madison ile Knapp'a doğru yürüdü. Trevayne saatine baktı. Y i r m i dakika sonra toplantıya devam edi­ lecekti. Bu arada otele telefon edip Phyllis'ın alışverişten dönüp dön­ mediğini öğrenebilirdi. Başkan onu da getirmesi için ısrar etmişti. Soruşturma toplantısından sonra onun da Trevayne ile Beyaz Saray'a gelmesini istiyordu. Başkanın Trevayne'ı onayladığının b i r fotoğrafı daha çekilecekti, -bu kere k a n s ı da yanında olacaktı. Phyllis durumu anlayışla karşılamıştı. James Norton, Madison'a elini uzatırken odada kendilerine dikkat edenler Senatörün kendisini tanıştırmakta olduğunu sanabilirlerdi. A m a durum hiç de öyle değildi. "Lanet olsun, Madison! N e d i r bu? B i r koku almış g i b i . Bize bu­ nu bildirmemiştin!" "Ben de b i l m i y o r u m ! Knapp'a da az önce söyledim, neler oldu­ ğundan haberim yoktu!" * "Öğrensen i y i olur," dedi A l a n Knapp buz gibi bir sesle.

Senatörlerden bir kısmı dışardaki işlerini bitiremediklerinden otu­ r u m beşi yedi geçe başladı. Bu süre Madison'un yanında oturan m ü ­ v e k k i l i ile konuşmasına fırsat vermişti. 77

"Norton benimle konuştu." " B i l i y o r u m , benden izin istedi." " A n d y , adamın söyledikleri m a n t ı k l ı . T ü m gücü elinde toplamak i ç i n ısrar edersen adaylığını kabul etmeyecekler. Onların yerinde o l ­ saydın sen de kabul etmezdin. Sanırım onlardan daha sert davranacağını biliyorsundur." "Doğru." "Peki, derdin ne öyleyse?" Trevayne d i m d i k ileri bakarak konuştu. " B u işi istediğimden pek o kadar emin değilim, Walter. Eğer kendi b i l d i ğ i m g i b i çalışmayacaksam kesinlikle de istemem. B u n u sana s ö y l e m i ş t i m ; Baldwin'e ve Robert Webster'e de söyledim." Trevayne avukatına döndü. "Geçmi­ şimde Savonarola suçlamasını gerektirecek hiçbir şey yoktur." "Neyi?" "Norton öyle dedi. Sen buna 'gücü elinde toplamak' dedin. Ben öyle değilim ve onlar da bunu biliyorlar.... Eğer kabul edilirsem, bu heyette bulunan senatörlerin bürolarına k o l u m u sallayarak girmek ve eğer yardıma ihtiyacım varsa, bunu tartışmadan elde etmek isterim. Bunu yapabilmeliyim... Bu heyet g i z l i bir seçimle gelmedi buraya. Bu adamlardan her b i r i Pentagon ihalelerine destek vermişlerdir; birkaçı diğerlerinden daha az ama onlar da azınlıklar -vitrin süslemesi sadece. Senato bunları bir araya getirirken ne yaptığını b i l i y o r d u . Ben alt k o ­ misyonun işlerine Senatonun müdahele etmemesini ancak bu insanları savunma durumuna sokmakla sağlayabilirim." "Ne?" "Bana kendilerini haklı çıkarsınlar.... tutanaklarda. Bu heyet alt k o m i s y o n u n gerekli bir unsuru olarak tutanağa geçecek. B i r tür or­ taklık." "Bunu asla yapmazlar! Burada toplanmanın nedeni senin aday­ l ı ğ ı n ı onaylamaktır, hepsi b u . Başka bir gereği yok." " A l t komisyonun Senatonun i ş b i r l i ğ i ve özellikle de bu heyetin faal k a t ı l ı m ı olmadan işlerlik kazanamayacağını açıkça belirtirsem bu gereklilik ortaya çıkacaktır. Onların katılımlarını sağlayamazsam de­ vam etmenin hiçbir anlamı yoktur."

78

M a d i s o n müvekkeline hayrede b a k t ı . "Peki, sen bundan ne ka­ zanacaksın?" "Onlar da.... engizisyonun işleyen bir parçası olacaklar. Her b i r i 'saygıdeğer meslektaşı'nın işe ne kadar bulaştığını bilmeden kendi ba­ şına bir engizisyon sorgucusu olacak... Serveti paylaşan, sorumluluğu da paylaşır." "Ve de rizikoları paylaşacak, öyle mi?" "Bunu sen söyledin, ben değil." "Ya seni kabul etmezlerse?" . Trevayne uzun masanın çevresinde toplanan senetörlere b a k t ı . Bakışları uzak, sesi sakin ve buz g i b i y d i . "O zaman yarın sabah ba­ basın toplantısı düzenleyip bu kenti darmadağın edeceğim." Walter Madison söylenecek başka şeyin kalmadığını anlamıştı.

Trevayne konunun soruşturma sırasında ortaya çıkacağını b i l i ­ yordu. M a n t ı k l ı bir biçimde, herhangi b i r zorlama olmadan, b i r gerek­ l i l i k olarak. İ l k sözü k i m i n söyleyip soruyu soracağını merak ediyor­ du. B u n u n Batı V i r g i n i a l ı eski yargıç Senatör Talley olmasına şaş­ m a d ı ; azınlık grubundan b i r i , v i t r i n süslemesi. Norton'un 'meslektaş'lanndan b i r i değil. Saat tam beş e l l i y d i . Talley dönüp başkana baktı, söz izni veri­ lince de adaya döndü. "Bay Trevayne, sizi öncelikle ilgilendiren şeyin bizlerden alabi­ leceğiniz pratik işbirliğinin derecesi olduğunu anladım. Bunu anlıyo­ r u m ; geçerliliği olan bir nokta bu... A n c a k Birleşik Devletler Senato­ sunun sadece b ü y ü k b i r müzakere topluluğu o l m a y ı p k e n d i l e r i n i adamış insanların topluluğu olduğunu bilmenizi isterim. Benim kendi b ü r o m u n size açık olacağını söylerken bunu hepimiz adına söyle­ diğimden hiç k u ş k u m yok. Batı Virginia'da pek çok devlet dairesi var­ dır; ben sizin benim büromun sağlayabileceği bilgilerden yararlanaca­ ğınızı umarım." T a n r ı m , ne kadar da içtenlikle söylüyor bunu, diye düşündü Tre­ vayne. Devlet daireleri!

79

"Teşekkür e d e r i m , Senatör Talley. Sadece teklifiniz i ç i n d e ğ i l , aynı zamanda bir noktayı aydınlattığınız i ç i n . Herkes adına konuştu­ ğunuzu ümit ederim, efendim." Armbuster gülümseyerek konuşmaya başladı. "Başka türlüsünün olacağını düşünmek için bir nedeniniz var mıydı?" "Kesinlikle hayır." C a l i f o r n i a l ı , " A m a bugünkü oturumda alt komisyonunuza yar­ d ı m yapılacağı konusunda ortak bir karar alınsa daha güvencede ola­ caksınız ve adaylığınızı onaylamamızı daha ç o k isteyeceksiniz sanı­ rım." "Evet, Senatör." Armbuster başkana döndü. "Sayın Başkan, bu istekte itiraz edile­ cek bir şey göremiyorum." Olmuştu işte. Senatörler birer birer görüşlerini bildirdiler. Trevayne arkasına yaslanıp hepsini de belleğine kaydedeceğini b i l d i ğ i i y i seçilmiş sözcüklerle dolu konuşmaları dinledi. Başarmıştı; heyeti karan kendiliklerinden almaya zorlamıştı. Sözlerine sadık kalacaklann sayısının pek az olacağı umurunda bile değildi. Ö n e m l i olan onlara sözlerini hatırlatabileceği i d i . Webster kendisine tutanağın b i r kopyasını vereceğini söylemişti. Bunun bazı bölümlerini basına sızdırmak işten bile değildi.

*** Gillette oturduğu başkanlık makamından Trevayne'a b a k t ı . Sesi ifadesiz, gözlük camlan ardında i r i i r i görünen gözleri soğuk ve düşmancaydı. "Adayın dışan çıkmadan önce söylemek istediği bir şey var mı?" Andrew de adamın gözlerinin içine baktı. "Evet efendim." "Kısa olacağını u m a r ı m , Sayın Müsteşar. Başkanın isteği üzeri­ ne bu heyet bugünkü işini bitirmek arzusundadır ve saat de geç oldu." "Kısa konuşacağım, Sayın Başkan." Trevayne önündeki yığından b i r kağıt çekip kenara ayırdı, senatörlere baktı. Gülümsüyordu, yüzün­ de bir duygu belirtisi de yoktu. "Benim bu göreve g e t i r i l m e m i k a b u l ya da r e d etmeden önce

80

yaptığım bazı ön çalışmaların sonuçlarım bilmenizi isterim, beyler. Eğer onaylanırsam bunlar benim -ve alt komisyonun- yaklaşım temeli olacaktır. Bu b i r g i z l i oturum olduğu i ç i n , burada söylediklerimin b u ­ rada kalacağından eminim... Son birkaç haftayı, Teftiş Dairesinin iz­ niyle aşağıdaki şirketlerin savunma ilişkilerini gözden geçirdim: Lock­ heed, I T T , General M o t o r , Ling-Tempco, L i t t o n ve Genesse Sanayi. Bunlardan birinin ya da i k i veya üçünün federal hükümetin karar verme sürecinde aşırı bir etkinlik gösterecek biçimde tek tek yada birleşik ola­ rak harekete geçtikleri inancındayım. Bu en aşırı biçiminde yolsuzluk­ tur. Yaptığım araştırmaya dayanarak şimdi bunlardan b i r i n i n bu y o l ­ suzluğa kesin olarak karıştığını saptamış bulunmaktayım. Bu suçla­ manın ağırlığının b i l i n c i n d e y i m ; bunu doğrulamak kararındayım ve bunu yapana kadar da bu şirkeün adını vermeyeceğim. Sözlerim bu ka­ dar, beyler." Odada çıt çıkmıyordu. Herkes Andrew Trevayne'a bakıyor, kimse konuşmuyor, kimse kıpırdamıyordu.

9 Trevayne taksiden otelin önünde indi. Hava ı l ı k , akşam rüzgarı h a f i f t i . Washington eylülü. Saat dokuzbuçuğa geliyordu ve karnı z i l çalmaktaydı. Phyllis yemeği odalarına getirteceğini söylemişti. Alış­ verişten yorgun düşmüştü ve tek istediği sakin bir yemekti. Sakin b i r yemek, koridorda y i r m i dört saat nöbet tutan -Beyaz Saray'ın efnriylei k i koruyucu ile. Lanet b i r otel koridorunda. Trevayne döner kapıya doğru ilerlerken ana g i r i ş i * önünde bekle­ yen bir şoför yanına geldi. "Bay Trevayne?" "Evet?" "Şuraya bakar mıydınız, efendim?" A d a m , resmi olduğu b e l l i olan k a l d ı r ı m kenarındaki siyah Ford arabayı gösterdi. Trevayne ara­ banın yanına gidince Senatör Gillette'm arka koltukta oturmakta oldu-

Gizü Devlet - F. 6

81

ğunu gördü. Cam, elektronik olarak açıldı, yaşlı adam öne eğildi. "Birkaç dakikanız var m ı , Sayın Müsteşar? Laurence b i z i şöyle bir dolaştırsın." "Elbette." Trevayne adamın yanına oturdu. "Herkes Washington'un en i y i mevsiminin ilkbahar olduğunu sa­ nır," dedi. Gillette araba hareket edince. "Bence hiç de öyle değil. Ben sonbaharı severim. A m a ben hep aksiyimdir zaten." " H i ç b i r i değil. B e l k i ben de sizin g i b i y i m . Benim için en i y i ay­ lar eylül ve ekimdir. Özellikle de N e w England'da." "Herkes öyle diyor. Bütün şairleriniz... Renklerden olacak herhal­ de." "Herhalde." Trevayne politikacıya b a k t ı , ne demek istediği y ü ­ zünden okunuyordu. " A m a ben sizi N e w England sonbaharından söz etmek i ç i n ça­ ğırmadım, değil mi?" "Sanmıyorum." "Elbette onun i ç i n değildi... E h , onaylandınız artık. M e m n u n musunuz?' "Doğal olarak." "Çok i y i . "Senatör camdan dışarı b a k t ı . "İnsan trafiğin hafifleye­ ceğini bekliyor, ama nerede? Lanet turistler; sokak ışıklarını söndür­ mekler. Bütün ışıkları." Gilllette Trevayne'a döndü. "Washington'da bulunduğum bunca y ı l içinde bu kadar tahammülsüz bir k i b i r l i l i k tak­ t i ğ i görmemiştim... B e l k i de pek i y i bir ünü olmayan Joe M c C a r t h y ' den çok daha yumuşaktınız ama varmak istediğiniz hedefler en az onunkiler kadar lanedenmesi gereken şeylerdi." "Sizinle aynı kanıda değilim." "Öyle mi?... E h , taktik değilse, güdüseldi. Bu daha da tehlikeli. Buna inansaydım heyeti yeniden toplar ve sizi reddettirmek için e l i m ­ den geleni yapardım." "O zaman duygularınızı bu öğleden sonra belirtseydiniz." "Ne? Ve size istediğinizi kurdelalara sarıp da teslim etmek i ç i n mi? Sayın Müsteşar, siz yaşlı Yargıç Talley ile konuşmuyorsunuz.

82

Hayır, efendim! Ben sizin yolunuzu tuttum. Herkese size karşı bir haç­ lı seferine katılmak üzere fırsat tanıdım. Bunun başka seçeneği yok ve siz de bunu çok i y i biliyorsunuz." "Yarın neden bir başka seçenek olsun öyleyse? Yani yeniden top­ lanıp onayınızı geri alırsanız." "Çünkü yaşamınızın her haftasını d i d i k didik etmek i ç i n on sekiz saatim olacak, genç adam. D i d i k didik edip bir kısmını yeniden birleş­ tirmek i ç i n . İşim bittiğinde Adalet B a k a n l ı ğ ı soruşturma listesinde olurdunuz." Camdan dışarı bakma sırası Trevayne'a gelmişti. Başkan söyle­ m i ş t i , bu işlerin kentiydi burası. Suçlamalar hep birince sayfada, tek­ zipler otuzuncu sayfada ve özür dilemeler de k ı r k sekizinci sayfada, ucuz mal ilanları arasında çıkardı. Bu kent böyleydi, bu kentte işler böyleydi. A m a Trevayne'ın kente ihtiyacı yoktu ve bunu bildirmenin za­ manı gelmişti artık. "O zaman neden bildiğiniz g i b i yapmıyorsunuz, efendim." B i r soru değildi bu. "Çünkü Frank Baldwin'e telefon ettim... Ve bu k i b i r l i l i ğ e neden engel olmuyorsunuz? Bu size hiç yakışmıyor, efendim." Baldwin'in adının ortaya çıkması Trevayne'ı şaşırtmıştı. "Bald­ w i n ne dedi?" diye sordu. "Sizi bir kışkırtan olmasa imiş öyle davranmayacağınızı söyledi. Çok k ı ş k ı r t ı l m ı ş olmalıymışsınız. Sizi on y ı l d ı r tanıdığını ve yanıl­ masının olanaksız olduğunu söyledi." " A n l ı y o r u m . " Trevayne cebinden paketini çıkartıp bir sigara yaktı. "Siz de bunu kabul ettiniz, öyle mi?" "Frank B a l d w i n bana bütün astronotların eşcin*sel o l d u k l a r ı n ı söyleseydi, ona da inanırdım... Sizden öğrenmek istediğim şu: ne o l ­ du?" "Hiç. H i ç b i r şey." "O heyetteki senatörlerin sizin suçlama imalarınıza karşılık ma­ sumluk itirazlarında bulunmaya zorlamanızın bir nedeni olmalı. Yaptı­ ğınız bu çünkü! Onaylama süreci ile alay ettiniz.... Ve ben de bundan hiç memnun kalmadın, efendim."

83

"Sizler böyle üstünlük taslayan havalara girdiğinizde sözünüzün sonuna hep bir 'efendim' mi yerleştirirsiniz." " 'Efendim' sözcüğünü söylemenin çeşidi yolları vardır. Sayın Müsteşar." "Sizin de bunda usta olduğunuzda hiç kuşkum yok, Sayın Baş­ kan." "Frank Baldwin haklı mıydı?... Gerçekten kışkırtılmış mıydınız? Ve k i m tarafından?" Trevayne sigarasını küllüğün kenarına vurdu. " B i r kışkırtma o l ­ duğunu düşünelim, ne yapardınız bu konuda?" "Önce bunun bir kışkırtma mı yoksa boyutlarından büyük gös­ terilen bir olay mı olduğuna bakardım. K ı ş k ı r t m a varsa, bundan so­ r u m l u olanları odama çağırır ve Washington'u kendilerine dar eder­ dim... Bu alt komisyon kimsenin oyuncağı değildir." "Dediklerinizi yapacakmış gibi konuşuyorsunuz." "Öyle, efendim. Bu işin başlama zamanı geldi de, geçti b i l e . Eğer bir müdahale olmuşsa, etkileme çabası olmuşsa bunu en sert ön­ lemlerle durdurmak isterim." " B u öğleden sonra bu yapıldı sanırım." "Yani orada size yasal olmayan yollardan yaklaşmaya çalışan se­ natörler mi vardı diyorsunuz?" "Bunu bilemem." "Ne söylemek istiyorsunuz o halde?" " B i r kışkırtma vardı, bu kadarını kabul edebilirim. Bunun nere­ den ç ı k t ı ğ ı n ı b i l m i y o r u m . A m a devam edecek olursa bunu öğrenece­ ğ i m . Ve yine bunu ortalığa yayma olanağım var. Ya da tümüyle dur' durma." "Bir uygunsuzluk varsa bunu rapor etmek görevinizdir." "Kime?" "Yetkili mercilere; bir sürü makam var bunun için." "Belki de bunu yaptım bile." "O zaman heyete bildirmek zorunluğunuz vardı." "Sayın Başkan, bu günkü soruşturma danışıklı dövüştü. O insan­ lardan çoğu, ekonomileri büyük bir ölçüde hükümet kuruluşlarına ve ihalelerine dayanan eyaletlerin temsilcileriydi."

84

"Hepimizi suçlu buluyorsunuz demek!" "Ben kimseyi yargdamadım. Ben bu durum altında uygun görü­ len önlemleri alıyorum sadece. Bu insanların beni rahatsız etmemeleri­ ni sağlayacak önlemler." "Haksızsınız, yanlış yorumluyorsunuz." Gillette arabanın köşeyi dönüp Trevayne'm oteline yaklaşmakta olduğunu gördü. Öne doğru eğildi. "Kenara çek, Laurence. Sadece bir i k i dakika... Trevayne, yar­ gılarında haksız buluyorum seni. Üstünkörü gözlemlerde bulunup yan­ lış sonuçlar çıkarıyorsun. Ateşli suçlamalarda bulunuyorsun ve bunları haklı kılacak nedenleri söylemeyi reddediyorsun. En kötüsü de, önemli ve anladığım kadarıyla olağandışı bilgilere sahipsin ve Senatoya ne söylenmesi gerektiği konusunda kendini tek yetkili olarak görüyorsun. Bana sorarsan, Frank Baldvrin ve komisyonu seni aday göstermekle büyük bir hata işlediler, Başkan da onların sözünü dinlemekle büyük bir yanlışlık yaptı... Yarın sabah heyeti toplayıp m a k a m ı m ı n bütün yetkilerini kullanarak size verilen görevi geri aldıracağım. Bu k i b i r l i ­ liğiniz halkın çıkarları ile hiç u y u m l u değil. Yarın yanıt verme fırsaünı bulursunuz artık, i y i geceler, efendim." Trevayne k a p ı y ı açıp kaldırıma indi. Kapıyı kapatmadan adama döndü. "Bundan sonraki on sekiz saatinizi... neydi o? H a , tamam. Ya­ şamımı didik didik etmekle harcayacaktınız." "Zamanımı harcamaya niyetim y o k , Sayın Müsteşar. Siz buna değmezsiniz. Budalanın birisiniz siz." Gillette uzanıp bir düğmeye bas­ t ı . Trevayne kapıyı kapatırken cam da kapandı.

*** "Tebrikler, sevgilim!" Phyllis kucağındaki dergileri yere atarak ayağa fırladı. "Saat yedi haberlerinde duydum."

*

Trevayne k a p ı y ı kapattı, karısının açık kollarına yürüyüp hafifçe dudaklarından öptü. " A m a hemen koşup ev tutmaya kalkışma. Daha bitmedi." "Ne diyorsun sen? Yerel b i r programı kestiler haberi vermek için. Öyle gururlandım k i . Özel b i r haber dediler."

85

" B i r flaş haberim daha var. Yarın gece de aynı şeyi yapabilirler. Görev yarın geri alınabilir." "Ne?" "Az önce oturumun sayın başkanı ile otelin çevresinde dönüp d u ­ ruyordum. Walter'e haber y o l l a d ı m . Onunla konuşmam gerek." "Tann aşkına ne diyorsun sen?" Trevayne telefonu açmıştı bile. Karısına konuşması bitene kadar sorularını saklamasını işaret etti. Phyllis buna a l ı ş k ı n d ı ; pencereye g i d i p kent ı ş ı k l a r ı n ı seyretmeye başladı. Trevayne önce Madison'un k a r ı s ı y l a konuştu. A k ş a m k a d ı n ı n söylediklerinden m e m n u n k a l ­ mamıştı -Bayan Madison akşamın saat yedisinden sonra pek güvenilir b i r insan değildi. Onun ardından La Guardia Havaalanı'nı açtı ve Was­ hington ring seferini yapan uçak şirketini istedi. "Bir saata kadar aramazsa yine evine açarım," diyerek kapattı te­ lefonu. "Uçağı saat onda falan iniyormuş." "Ne oldu?" Phyllis kocasının hem ö f k e l i hem de şaşkın o l d u ­ ğunu görüyordu. Ve şaşkınlığına pek alışkın değildi. "Beni şaşırttı. H e m de yanlış nedenlerle. B e n i m k i b i r l i l i ğ i m i n kamu yaran ile u y u m l u olmadığını söyledi. Ve de budala olduğumu." " K i m dedi bunu?" "Gillette." Trevayne ceketini çıkartıp b i r koltuğa f ı r l a t t ı . " K e n d i görüş açısından haklıdır herhalde. A m a diğer yandan, ben de benim haklı olduğumu çok i y i b i l i y o r u m . K o n g r e n i n en saygın insanı olabi­ l i r , herhalde öyledir de, ama bu ötekilerinin garantisi olamaz k i . O l ­ masını ister b e l k i , ama bu ötekilerinin garantisi olamaz k i . O l m a s ı n ı ister b e l k i , ama istemekle gerçek aynı şey değildir." Phyllis kocasını a n l ı y o r d u . O öğleden sonra ne yapmak istedi­ ğ i n i anlatmıştı kendisine. En azından amaçlarını söylemişti. "Arabada­ ki adam o muydu?" "Evet. Senatonun saygıdeğer Gillette'i. Y a n n heyeti toplayıp gö­ revi geri aldıracağını söyledi." "Bunu yapabilir mi? Yani bir kere seni onayladıktan sonra?" "Yapabilir sanınm. B i r şey uydurur nasd olsa." " A m a sen onlan seninle çalışmaya razı ettin, değil mi?" " B i r b a k ı m a e t t i m sayılır. E n azından tutanaklara ö y l e g e ç t i .

86

Webster tutanak kopyasını y a n n bana verecekti. A m a konu o değil." "Bu Gillette senin ne yapmak istediğini anladı mı?" "Hepsi anladılar!" diye güldü Trevayne. "Çoğu dillerini yutmuş gibi oldu karşımda... Buna pek sevineceklerdir! Benim b i l g i vermekten kaçınmış o l m a m bile yeterli onlar için." "Ne yapacaksın şimdi?" "Önce Danforth'daki işime geri dönüp dönemeyeceğimi araştıra­ cağım. Çok geç kalmış o l a b i l i r i m , ama denemeye değer: işi seviyor­ dum. Walter daha iyisini b i l i r ya... Sonra da öteki önemli nokta: Adelet Bakanlığından bir celp almadan yarın öğleden sonra ne kadar ileri gidebilirim?" "Andy, onlara neler olduğunu anlatmalısın bence." "Bunu yapamam." "Sen bu konuda benden daha duyarlı davranıyorsun. Sana kaç kere söyleyeceğim; utanmıyorum ben. Hiçbir şey olmadı!" "Çirkin bir şeydi ama." "Evet, çirkindi. Ve her gün ç i r k i n şeyler oluyor çevremizde. Sen beni koruduğunu sanıyorsun ama ben böyle korunma istemiyorum." Phyllis dergilerini bıraktığı masaya yürüdü. "Benim için en i y i korun­ manın tüm olup biteni gazete manşederine geçirmek olacağını düşün­ dün mü hiç?" "Düşündüm ve bunu kafamdan silip attım. Bu yaklaşım insanlar­ da bazı fikirler oluşturur.... adam kaçırma gibi." Phyllis konuyu daha fazla sürdürmenin anlamı olmadığını b i l i ­ yordu. Kocası bunu konuşmak istemiyordu. "Pekala," dedi. Yann hep­ sine cehenneme kadar yollan olduğunu söyle." Trevayne karısının yüzünden k ı r ı l d ı ğ ı n ı görüyor ve mantıksız bir şekilde bundan kendini suçladığını biliyordu. Yanına^gidip k o l l a n ara­ sına aldı. "Zaten Washington'u pek sevmiyorduk i k i m i z de. Son bura­ da yaşadığımızda haftasonlannı nasıl iple çektiğimizi unutttun mu? Barnegat'a gitmek için mazeret üstüne mazeret uydururduk." "Tadı bir adamsın, Andrew. Sana yeni bir yelkenli almamı hatır­ lat bana, olmaz mı?" Aralarında eski bir şakacaydı bu. Yıllar önce şir­ ket yaşam savaşı verirken Trevayne bir gün ancak gidip fiyatına bak-

87

madan b i r y e l k e n l i alabildiği zaman k e n d i n i başarılı hissedeceğini söylemişti. Trevayne karısına bıraktı. "Ben yemek ısmarlayacağım." Oda ser­ visi mönüsünün durduğu sehpaya yürüdü. "Walter'le neden konuşmak istiyorsun? O ne yapabilir ki?" "Onun f i k i r ile durum değerlendirmesi arasındaki yasal tanımlan anlatmasını isteyeceğim. Birincisi bana kızmak için hak verir, ikincisi ise Adalet Bakanlığını davet eder." "Kızmış olman bu kadar önemli mi?" Trevayne mönüye bakıyordu ama a k l ı karısının sorusundaydı. "Evet, sanırım öyle," dedi. "Tatmin olmak için değil; buna ihtiyacım y o k aslında. A m a hepsi de kendilerini o kadar kutsal olarak görüyorlar k i . O alt komisyonun başkanlığına getirtilecek kişinin elde edebileceği tüm desteğe ihtiyacı olacak. O n l a n şimdi biraz sarsarsam, b e l k i gele­ cek adayın işi kolaylaşır." "Çok i y i l i k ç i s i n , Andy." Trevayne gülümseyerek mönüyü alıp telefona g i t t i . "Tümüyle değil. O kendini beğenmiş orospu çocuklannın kıvranmalannı görmek hoşuma gidecek; hele bir kaç tanesinin... Savunma endeksinden bazı rakamlar ve yüzdeler aldım. Yarın yapacağım en k ö t ü şey bunlan oku­ mak olacak. T ü m sekiz eyaletin rakamlan." Phyllis güldü. "Korkunç bir şey. A n d y , felaket bu." "Pek kötü sayılmaz. Başka hiçbir şey söyleyemesem bile bu ye­ ter... A m a n bırak şimdi b u n l a r ı , y o r g u n u m ve açlıktan ö l ü y o r u m . Daha fazla düşünmek de islemiyorum. Walter'i bulana kadar da bir şey yapamam." "Sakinleş biraz. B i r şeyler ye, biraz u y u . B i t k i n b i r görünüşün var." "Savaştan dönen yorgun savaşçılardan söz ederken..." " K i biz onlardan değiliz." "... sen de çok güzel görünüyorsun." "Yemeğini ısmarla... İstersen bir şişe de k ı r m ı z ı şarap söyle." "Öyle bir niyetim vardı; bana bir yelkenli borçlusun." Kocası telefonu açıp yemeği ısmarlarken Phyllis gülümsedi. Ya­ tak odasına gidip geceliğini g i y d i . Kocasının yemeğini yiyeceğini, şa-

88

rabı birlikte içeceklerini, sonra da sevişeceklerini biliyordu. Ve bunu çok istiyordu.

*** Yataktayddar. Trevayne kolunu karısının omzuna atmış, kadın da başını göğsüne dayamıştı. Her i k i s i de şarabın ve sevişmenin ı l ı k et­ kisi içindeydiler. Trevayne kolunu yavaşça çekip sigara paketine uzandı. "Uyumuyorum," dedi Phyllis. "Uyumaksın, filmlerde öyledir. Sigara ister misin?" "Hayır.... saat on b i r i çeyrek geçiyor." Phyllis doğrulup arkasına yaslandı, örtüyü çıplak vücudu üzerine çekerken saate baktı. "Walter'i bir daha arayacak mısın?" "Biraz daha geçsin. Uçaklardaki gecikmeler ve taksi k ı t l ı ğ ı ile eve varamamıştır daha. Bu saatte Ellen Madison'la konuşmak istemem doğrusu." "Çok kederli bir kadın, ona acıyorum aslında." "Yine de konuşmak istemiyorum. Walter, terminale b ı r a k t ı ğ ı m mesajı da almadı gakba." Phyllis kocasının omzuna dokundu, sonra ağır ağır kolunu okşa­ d ı . Bu bilinçsiz ama anlamlı bir sahiplik belirtisiydi. "Andy, Başkanla konuşacak mısın?" "Hayır. Ben sözümü t u t t u m . Pes etmedim. Ve sanırım ş i m d i kendisine koşmamdan hoşlanmayacaktır. Bu iş bitince kendisinden k a y g ı l ı bir telefon alacağım kuşkusuz. Yarın kendisinden söz etmeye­ ceğime göre belki de kahvaltıda." "Buna minnettar o l m a l ı . Olması gerekir. Tanrım, bir düşün hele! Sevdiğin bir işi kaybediyor olabilirsin; sana hakarefeediliyor; o kadar zamanın boşa..." "O kadar da acınacak durumda değilim," diye kocası sözünü kesti. "Uyarılmıştım. H e m de nasıl uyarılmıştım!" Telefon çaldı. Trevayne açtı. "Alo?" "Bay Trevayne?" "Evet."

89

"Telefonlarınız i ç i n 'rahatsız edilmesin' tabelası asılı olduğunu b i l i y o r u m , ama mesajlar b i r i k i y o r d u , ben de...." "Ne? Ne rahatsız etmeyini? Ben böyle bir talimat vermedim k i m ­ seye! Phyllis?" "Elbette ki hayır," diye karısı başını salladı. "Burada öyle kayıtlı ama efendim." "Yanlışlık olmuş öyleyse!" Trevayne yataktan ç ı k t ı . "Mesajlar nerede?" "Rahatsız edilmeme talimatı saat dokuz otuzbeşte verilmiş, efen­ dim." "Bana bak! Biz böyle b i r şey istemedik! Sana mesajları sordum!" Santral memuru bir an durakladı; ne yaptığını bilmeyen müşte­ rilerin hakarederini kabul edemezdi. " D i y o r u m k i , efendim, ille de si­ zinle görüşmek isteyen bir Bay Madison var telefonda. Çok acil oldu­ ğunu söylüyor." "Lütfen hemen bağlayın... A l o , Walter? Kusura bakma, santralde b i r aksilik...." " A n d y , korkunç bir şey b u ! Konuşmak isteyeceğini b i l i y o r d u m ; o yüzden ısarar ettim.," "Ne?" "Feci bir şey. Fecaat!" "Sen nereden biliyorsun? Kimden duydun?" "Duymak mı? Haberlerde başka bir şey yok k i . Televizyon, rad­ yo..." Trevayne bir an bekledikten sonra konuştu. Sesi sakindi. "Walter, neden söz ediyorsun sen?" "Senatör. Gillette. İ k i saat önce kazada öldü. Fairfax köprüsünün üstünden aşağı uçmuş... Ya sen neden söz ediyordun?"

10 Kazanın oluşu gerçek denilecek kadar garipti. Hastanede yatan şoför Laurence M i l l e r , Gillette'i kentten Senato'ya götürdüğünü an­ latmıştı. Otelden ve Trevayne'dan söz edilmemişti. Orada Senatör ken-

90

dişine i k i n c i k a t t a k i odasına ç ı k ı p unuttuğu çantayı almasını söyle­ mişti. M i l l e r çantayı aldıktan sonra Potomac Nehri'nden geçip V i r g i nia'ya girmişler, Senatör Fairfax 'taki evine arka yoldan gitmek için ıs­ rar etmişti. Şoför arka yolda onarım olduğu ve sokak ışıklan yanmadığı için itiraz edecek olmuşsa da yaşlı adam ısrar etmişti. Laurence M i l l e r onun bu ısrarının nedenini b i l m i y o r d u . Gillette'in arazisi Virginia ormanlarının arasında, Potomac nehri­ nin küçük kollarından birinin üzerindeydi. N e h r i geçen kısa madeni köprü hemen evin kapısının önündeydi. Senatörün arabası köprünün tam ortasına varmıştı k i , karşıdan uzun farlan yanaraktan son hızla ge­ len b i r o t o m o b i l göründü. Gillette'in şoförü bir çarpışmayı önlemek için daracık köprüde parmaklığa m ü m k ü n olduğu kadar yanaşmaktan başka bir şey yapamazdı. Gelen araba birden savrulunca şoförün gazı k ö k l e y i p kayan arabanın kenannda açılan boşluktan geçmeye çalış­ maktan başka b i r yapacağı k a l m a m ı ş t ı . Laurence M i l l e r manevrayı başarmış, tahta k a p l ı yola çıkınca da hemen dik yokuşa tırmanınca frene basmıştı. Gelen araba ise kısa ve d i k yokuştan aşağı yanyana kaymaya başlamıştı. Gillette sağ tarafa savrulmuş, başını madeni kapı çerçevesine öyle b i r şiddede çarpmıştı k i , doktor ö l ü m ü n ani oldu­ ğunu söylemişti. İ k i n c i o t o m o b i l hızla köprüye g i r m i ş ve olay yerinden uzak­ laşmıştı. Şoför gözleri ışıktan k ö r e l d i ğ i i ç i n ve o anda k u r t u l m a y a çalıştığından arabaya dikkat etmemişti. ' Kazanın 9:55'te olduğu saptanmıştı. A n d r e w otel odasında gazeteden okuyordu kaza haberini. Birkaç kere arka arkaya okuyarak bir değişiklik, gece haberlerde duyduklanndan bir f a r k l ı l ı k olup olmadığını araştınyordu. H i ç b i r tutarsızlık yoktu. Senatoya gidiş ve unutulan evrak çan­ tası dışında.

*

Gözleri hep kazanın olduğu tahmin edilen saate kayıyordu: 9:55. B i r i s i n i n k i m ? - otel telefonuna 'rahatsız edilmesin' tabelasını koymasından y i r m i dakika sonra. Neden yapılmışa bu? Hangi amaçla? Kazayı duymamasını sağlama bağlamak için yapılmış olamazdı.

91

O ya da Phyllis radyoyu ya da televizyonu açmış olabilirlerdi; ki ge­ nellikle radyoyu açardı. Neden o halde? Kendisinin 9:35'ten Madison'la konuştuğu l l : 1 5 ' e kadar devre dışı kalmasını k i m isteyebilirdi. Hemen hemen i k i saat. Eğer otel santralinde b i r yanlışlık olmadıysa; k i , bu da olasıydı. A m a Trevayne bir an bile inanmıyordu buna. Yatak odasından çıkan P h y l l i s , "Hâlâ i n a n a m ı y o r u m , " dedi. "Korkunç bir şey! Ne yapacaksın?" " B i l m i y o r u m . Webster'i arayıp konuştuklarımızı anlatmam gerek sanırım. Beni nasıl reddetmek istediğini falan." "Hayır! Neden?" "Çünkü aramızda böyle bir konuşma oldu. A y r ı c a , Gillette baş­ kalarına bunu söylemiş olabilir. Böyle bir k o n u ş m a y ı , i l k k e n d i m söylemeden, başkasının söylemesi üzerine doğrulamak zorunda k a l ­ mayı istemem." "Bence biraz beklemelisin.... Böyle çarmıha gerilmeyi hak etme­ din sen. H a k l ı olduğuna inanıyorsun; daha dün gece söyledin." Trevayne kahvesini yudumlayarak karısını yanıtlamadan bir i k i saniye zaman kazandı. K u ş k u l a r ı n ı onun farketmesini istemiyordu. Phyllis olayı 'korkunç' olarak nitelemiş ama bir kaza olduğuna inan­ mıştı. Başka bir şey düşünmesine gerek yoktu. Kendisi bunun böyle kalmasını istiyordu. "Webster de senin g i b i düşünüyor olabilir, hatta Başkan da. A m a ben yine de onların bunu benden duymalarını isterim."

Birleşik Devletler Başkanı gerçekten de Phyllis Trevayne g i b i düşünüyordu. Webster'e, konu başka çevrelerce ortaya atdmadıkça Trevayne'm öne çıkmamasını ve o zaman bile Beyaz Saray'la i l i ş k i kur­ madan Gillette ile konuştuklarını üstü kapalı geçmesi talimatını verdi. Webster Trevayne'a Büyükelçi H i l l ' i n Gülette'in kendisini sına­ makta olduğu kanısında olduğunu i l e t t i . K o c a B i l l y y ı l l a r d ı r tanırdı onu, özel bir taktiğiydi bu. H i l l Gülette'in komisyonu yeniden topla-

92

yacağından hiç de emin değildi. A d a y ı n ı biraz 'zorlayacak' ve Trevayne gerilemediği takdirde de komisyon başkanlığını yürürlüğe koyacaktı. Epey karmaşık bir mantıktı b u . Ve Trevayne da buna bir an bile inanmamıştı. Phyllis Smithsonian M ü z e s i n d e k i N A S A sergisine gitmek üzere Beyaz Saray korumacıları ile otelden ayrıldı. Aslında kocasının sürekli oiarak telefon konuşmaları yapacağını ve bu durumlarda yalnız kal­ mayı yeğlediğini b i l i r d i . Trevayne duşunu yaptı, g i y i n d i , dördüncü fincan kahvesini i ç t i . Saat onbuçuğa geliyordu ve Walter Madison'a öğleden önce telefon et­ meye söz vermişti. Ona ne diyeceğini bilemiyordu. Arabayla otelin çevresinde dolaşmalarını anlatacaktı. O n b i r saat önceki o g e r i l i m l i konuşmalarında bunu söyleyecekti ama her şey o kadar karışık, avukatı açıklaması olmayan bir telaş içindeydi k i , zaten karışık olan durumu daha da kanştırmamayı düşünmüştü. Madison'un o telaşını anlıyordu: Senato'da geçirilen o sıkıntılı öğleden sonrası, ayık tutamadığı karısına dönmek ve sonra da ormandaki bir köprüdeki kaza haberi. Parlak ve usta Manhattan avukatlarının bile katlanabilecekleri bir baskı noktası vardı. Öğle üzerine kadar bekleyecekti onu aramak için; o zamana kadar herkes kafasını toplamış olurdu. Oda "kapısı' vuruldu. Trevayne saatine baktı. Oda servisi gelmiş olmalıydı. K a p ı y ı açınca karşısında göğsünde üç sıra şerit olan bir binbaşı gördü. "Bay Trevayne?" "Evet?" "Savunma Bakanlığından Binbaşı Paul Bonnes Size haber veril­ miştir sanırım, sizinle tanıştığıma memnun oldum." Trevayne de ref­ leks bir harekede binbaşının uzattığı eli sıktı. "Hayır, binbaşım, haber falan verilmedi." "Oo... Berbat bir başlangıç öyleyse. Ben sizin sağ kolunuzum, en azından büronuz ve kadronuz belirlenene kadar." "Öyle mi? Buyrun. Ben işe başladığımın farkında değildim." Bonner emretmeye alışkın bir insanın güveniyle girdi içeri. K ı r k

93

yaşlarında vardı; kısa saçlı, açık havada dolaşan insanlar gibi yanık ten­ li. "İşe başladınız elbette. Sizin her istediğinizi sağlamak benim gö­ r e v i m . B ö y l e emir aldım." A d a m şapkasını bir yana atıp gülümsedi. " M u d u b i r evliliğiniz olduğunu, hatta daha da ötesi, karınızın burada olduğunu biliyorum... Böylece b i r k o n u adatılmış oldu. Sonra Krezüs kadar zenginsiz, sizi Potomac'ta yat gezintisine davet yararsız, çünkü b e l k i de nehrin sahibi sizsiniz... Sonra Devlet kardosunda çalıştınız, sizi başkent d e d i k o d u l a n y l a tavlayamam.... Ne k a l d ı geriye? Ben içerim, sizin de içtiğinizi tahmin ederim. Siz yelken kullanırsınız, ben kullanmaya çalışırım... Size bir büro b u l a l ı m ve kadroyu oluşturmaya başlayalım.' "Binbaşım, başımı döndürdünüz." Trevayne kapıyı kapatıp adama yaklaştı. "Güzel. Hedefin üstündeyim o halde." "Yazmadığım biyografimi okumuş gibisiniz." "Siz yazmadınız. 'Büyük Amca' yazdı. Okuduğuma da bahse gire­ bilirsiniz. Ç o k öncelikli bir malzemesiniz." "Sözlerinizden bunu pek onaylamadığınız ç ı k ı y o r , h a k l ı m ı ­ yım?" Bonner'in gülümsemesi kısacık b i r an için silindi. " H a k l ı olabi­ lirsiniz Bay Trevayne. A m a benim bunu söylemem doğru olmaz. H i ­ kayenin sadece bir yanını duydum çünkü." " A n l ı y o r u m . " Trevayne kahvaltı masasına bakıp kahveyi işaret etti. "Teşekkür ederim, ama içmek için çok erken." "Kahve güzel ama." Bonner, Trevayne'm doldurduğu fincanı aldı. Süt ve şeker k o y ­ mamıştı. " B u sert yaklaşmın nedeni nedir, binbaşım?" "Kişisel bir şey değil. Görevi istememiştim, hepsi bu." "Neden? Görevinizin ne olduğunu b i l m i y o r u m ; bunu hâlâ da an­ lamış değilim. B i r yerlere gitmekten alıkonulduğunuz bir savaş duru­ mu falan mı var yoksa?' "Ben televizyonda eğlence programı değilim."

94

"Ben de değilim." "Bir kere daha özür dilerim." "Nedeni her neyse, öfkeden padıyor gibisiniz." "Özür d i l e r i m . Üçüncü kere." Bonner kahvesini alıp b i r koltuğa oturdu. "Bay Trevayne, i k i gün önce bana dosyanızı verip size bağ­ landığımı söylediler. A y r ı c a sizin önemli k i ş i olduğunuz b e l i r t i l d i , si­ zin için yapabileceğim her şeyi yapacaktım... Sonra dün bir haber du­ y u l d u . B i z i , hem de i r i i r i çivilerle, çarmıha germeye hazırlanıyör­ müşsünüz. Ben bu gibi durumlarda pek başarılı bir aracı değilim." "Benim kimseyi çarmıha germeye niyetim yok." "O zaman işim kolaylaştı demek. Sizin bir kaçığa pek benzeme­ diğinizi de söylemek isterim. Kaçıkmış gibi de konuşmuyorsunuz." "Teşekkür ederim. A y n ı şeyi sizin için pek söyleyemeyeceğim." Bonner eskisinden daha rahat bir gülümsemeyle, "Özür dilerim," dedi. "Dört mü oldu beş mi?" "Sayısını ben de kaçırdım." "Doğrusunu isterseniz, küçük konuşmamı prova etmiştim. Size beni şikayet edecek b i r fırsat vermek istiyordum. Böylece görevden alınacaktım." / "Bu hâlâ m ü m k ü n . Bu 'çarmıha germek' de ne oluyor?" "Kısacası, siz şiddetli asker aleyhtarlarınızdan birisiniz. Pentagon'un çalışma b i ç i m i n i onaylamıyorsunuz; laf aramızda, Pentagon da bunu onaylamıyor ya. Savunma'nm, gereğinden trilyonlarca fazla har­ cama yaptığına inanıyorsunuz; Savunma da buna inanıyor. Ve bütün b u n l a n alt k o m i s y o n d a açıklayacaksınız ve kelleler yuvarlanmaya başlayacak. Bunlar doğru değil m i , Bay Trevayne?" " B e l k i . Ancak bu tür genellemelerde olduğu g i b i , pek doğru o l ­ mayan suçlamalarda da bulunuyorsunuz." Trevayne bir gece önce G i l lette'in de kendisine aşağı yukarı aynı şeyleri söylediğini 1 düşünerek du­ rakladı. Sentörün sözünü tekrarladı: "Bunların haklı olduğunu san­ mıyorum." "Eğer öyleyse, rahadadım artık. Bay Trevayne...." "Binbaşı," diye adamın sözünü kesti Trevayne. "Sizin rahatla­ manız umurumda bile değil. Eğer burada kalacaksanız bunu baştan an­ layalım. Tamam mı?"

95

Paul Bonner ceketinin cebinden çıkardığı zarftaki üç sayfayı Trevayne'a uzattı. B i r i n c i sayfada gezilebilecek k a m u binalarının listesi vardı. Liste bir emlakçının broşürünü andırıyordu. İ k i n c i sayfada A n drew'un i k i hafta önce -Plaza'daki o korkunç olaydan önce- Frank Baldwin'e verdiği adların b i r f o t o k o p i s i . Bunlar, A n d y ' n i n kadrosunun önemli mevkilerinde görmek istediği kadın ve erkeklerdi. On b i r k i ş i ; dört avukat, üç muhasebeci, b i r i asker b i r i s i v i l i k i mühendis ve i k i sekreter. Bu on bir k i ş i n i n beşinin adları yanına garip işaretler yapıl­ mıştı. Üçüncü sayfada da Trevayne'ın hiç tanımadığı insanların adlan vardı. Her birinin yanına tek sözcükle daha önce hükümette hangi gö­ revlerde bulunduklan yazılıydı. Trevayne, Binbaşı Bonner'e baktı. "Nedir bu?" "Hangisi?" Andrew sonuncu sayfayı uzattı. "Bu liste. Ben bu insanlardan hiçbirini tanımıyorum." "Onlann hepsi yüksek düzey güvenlik isteyen görevlere getirile­ bilecek insanlardır." "Ben de öyle tahmin etmiştim. Bu işaretler de...." Trevayne ken­ di listesinin olduğu i k i n c i sayfayı gösterdi. "Bunlar bu insanlann g ü ­ venlik soruşturmasını geçemediklerini mi gösteriyor?" "Hayır. Hepsi temize çıkmışlardır." " B u altısı değil ama, öyle mi?" "Evet." Andrew i l k i k i sayfayı sehpanın üzerine bıraktı. Sonuncu sayfayı aldı, dikkatle katladı ve sonra i k i y e ayırdı. Y ı r t ı k k a ğ ı d a n Bonner'e uzattı. Binbaşı istemeye istemeye yaklaşıp kağıtlan aldı. "Binbaşı Bonner, i l k işiniz bunu size her k i m verdiyse götürüp ona teslim etmektir. Ben kendi adamlarımı k e n d i m tutarım. O garip işaretleri diğer altı kişinin adlarının yanına koydurtun şimdi." Bonner konuşacaktı k i , Trevayne sayfalan sehpadan alıp koltuğa otururken duraksadı. Sonra derin bir soluk alıp söze başladı. " B a k ı n Bay Trevayne, işe k i m i aldığınıza k i m s e n i n k a r ı ş t ı ğ ı yok. A m a herkesin g ü v e n l i k kontrolünden geçmesi gerek. Bu yedek

96

liste sizin işinizi kolaylaştıracak." "Hiç kuşkum yok." Trevayne b i r i n c i sayfadaki daireleri işaretli­ yordu. "Presidium'un bordrosunda olan kimseyi işe almam... Potomac Towers'deki bu yer; orası apartman değil mi?" "Evet. Hükümetin k i r a kontratının bitmesine on dört ay var. Ge­ çen y ı l bir mühendislik bürosuna kiralanmıştı ama sonra bütçede k ı ­ sıntı yapılınca... Epey uzaktır ama, uygun olmayabilir." "Siz nereyi uygun görürdünüz?" "Nebraska ya da N e w York caddelerine yakın bir yer. Herhalde epey gelip gideniniz olacaktır." "Taksi paralarını öderim." "Öyle düşünmemiştim. Sizi ziyaret edeceklerini tahmin ediyor­ dum." "Pekala, binbaşım." Trevayne yerinden kalkıp subaya baktı. "Beş yer işaretledim. Bunlara bakıp bana f i k r i n i z i söyleyin." Bonner'in yanı­ na gidip kağıdı uzattı. "Benim bir i k i telefon etmem gerek, yatak oda­ sından ederim. Sonra da işe başlarız. B i r kahve daha alın." Trevayne yatak odasına g i r i p k a p ı y ı kapattı. Madison'u aramak için daha fazla beklemenin anlamı y o k t u . Bundan sonra ya bir sokak kulübesinden ya da resmi telefonlardan birinden arayabilirdi. Saat onbire çeyrek vardı, Madison sakinleşmiş olmalıydı artık. " A n d y , hâlâ heyecanlıyım," dedi avukat çok sakin bir sesle. "Fe­ c i şey." "Sana geri kalanım da anlatmalıyım. O da epey feci." Olanları dinleyince Walter Madison Trevayne'ın beklediği g i b i sersemlemişti. "Gillette sana ötekilerle konuştuğunu ima etti mi?" "Hayır, anladığım kadarıyla konuşmamıştı. Yanmsabah soruştur­ m a y ı yeniden başlatacağını söyledi." " B u kararına direnme olmuş olabilir... Andy bu kaza sence başka bir... şey m i y d i ? " " B u n u ben de düşündüm ama m a n t ı k l ı bir neden bulamadım. Kaza değilse ve soruşturmayı yeniden başlatacağı için öldürülmüşse, bu onların -her kimse bunlar- benim o alt komisyonun başkanlığına getirilmemi istediklerini gösterir. Beni işbaşında islememelerini an-

Gizli Devlet - F. 7

97

l a n m , ama başkan olarak k a l m a m ı neden sağlama bağlamak isterler, bunu anlamıyorum işte." "Ben de bu kadar aşırıya kaçılacağım k a b u l edemem, A n d y . Rüşvet, i k n a , hatta güç kullanmak... bunlar o l a b i l i r . A m a cinayet, hayır. Raporlardan anladığım kadarıyla bu olanaksızdı. Arabası nehre düşemezdi, parmaklık çok yüksekti. Tepetaklak da olmasına olanak yoktu. Sadece yana kaymış ve adam başını vurmuş... bu bir kazaydı, Andy. Korkunç, ama kaza." "Bence de öyle." "Bu konuda kimseyle konuştun mu?" Trevayne Madison'a Beyaz Saray'da Webster ile konuştuğunu söyleyecekken duraksadı. Walter'e güvensizliğinden değil, Başkan'a olan sorumluluğundan. Webster'den söz etmek Birleşik Devletler Baş­ kanını değilse de, başkanlık makamını işe karıştırmak demekti. "Hayır, kimseyle konuşmadım. Sadece Phyllis'le." "Bunu değiştirmek isteyebiliriz, ama ş i m d i l i k bana söylemen yeterli. Ben bir i k i telefon edeyim, sonra seni ararım." "Kime telefon edeceksin?" Walter Madison birkaç saniye yanıt veremeyince i k i adam da o anın sıkıntısını yaşadılar. "Daha b i l m i y o r u m . Düşünecek zamanım o l m a d ı . D ü n k ü top­ lantıda bulunanlardan bir ikisine b e l k i . Görevim b u , m ü v e k k i l i m bir beyanda bulunması gerekip gerekmediğini öğrenmek istiyor falan." "Tamam. Beni arayacaksın, değil mi?" "Elbette." "Akşama doğru olsun. Savunma Bakanlığı'ndan bir binbaşım var artık. Kuruluşta bana yardımcı olacakmış." "Vay Canına! Hiç vakit kaybetmiyorlar, değil mi? A d ı ne?" "Bonner. Paul galiba." Madison güldü. B u , tanıdık birine rasdamanın gülüşüydü ve hiç de hoş değildi. "Paul Bonner, ha? H i ç de kurnaz değilmişler." "Anlamıyorum. Bunda gülünecek ne var?" "Bonner Pentagon'un Genç Türklerinden biridir. Güneydoğu As­ ya'nın o k ö t ü çocuklarından. Birkaç y ı l öncesini hatırla. Düşman hat-

98

l a n gerisindeki faaliyetleri i ç i n Hindiçini'den sekiz on subay sınırdışı edilmişti. Hatırladın mı? "Evet. soruşturma kapatılmıştı sonra." "Tamam. Bu Bonner onların başıydı işte."

11 Trevayne ile Bonner saat ikiye kadar büro olarak kullanılabilecek beş bina gezmişlerdi. Bonner tarafsız bir görüntü vermeye çalışıyorsa da, çok dürüsttü. Trevayne onun pek çok bakımdan kendisine benze­ diğini farketmişti; adamın f i k r i n i saklaması pek güçtü. Bonner'in gezdikleri yerlerin hepsinin tatmin edici bulunduğu açıkça belli oluyordu. Trevayne'm kent merkezinden epey uzakta olan son i k i yeri de görmekte neden ısrarlı olduğunu anlamıyordu. N i ç i n ötekilerden birini seçmemişti? Trevayne ise i l k üç yeri ani karar vermiş görünmemesi için ada­ ma saygısından gezmişti. Bonner, Potomac Towers'deki dairenin nehre baktığını belirtmişti. Trevayne de zaten öyle olduğundan emindi ve bu da kararını vermesi için yetmişti. Bürosu Potomac Towers binasında olacaktı. Ancak bunun için nehirden başka bir neden bulmalıydı. Pentago­ nun Genç Türklerinden Binbaşı Paul Bonner'e patronun suya karşı bir saplantısı olduğunu söyletmeyecekti. Birkaç y ı l önce harekederiyle Sa­ vunma Bakanlığını korkutan adamın açıksözlü gözlemlerinden doğacak alaya fırsat tanıyamazdı. şım?"

"Yemek molası vermemizin bir sakıncası y o k , değil mi binba­ *

"Kesinlikle hayır. Raporumda yemek yediğimiz görünmezse ca­ nıma okurlar zaten. Aslında sizi böyle kapı kapı dolaştırdığım için de epey kızacaklar ya. Doğrusunu islerseniz bu işi bir başkasına bıraka­ cağınızı sanıyordum." "Kime?" "Ne b i l e y i m ben? Sizlerin böyle işlere yaptıracak adamlarınız yok mudur? Bina kiralama falan işleri için yani?"

99

" K i m i zaman vardır. A m a b i r büroda uzun süreler oturularak yapılacak bir iş için değil." "Unutmuştum. Okuduğum raporlarda sizin kendi kendini yetiş­ tirmiş bir milyoner olduğunuz yazılıydı." "Böylesi daha kolay olduğu i ç i n , binbaşım." Chesapeake House lokantasında Trevayne, Bonner'in içme kapa­ sitesine şaşmıştı. Binbaşı duble viskiler ısmarladı -üç tane yemekten önce, i k i tane yemekte, b i r de yemek sonrasında. Ancak Bonner'de hiç de bu kadar i ç k i içmiş bir insan hali yoktu. Kahvelerini içerken Trevayne sabah boyunca olduğundan daha dostça bir yaklaşımda bulunmaya karar verdi. "Bonner, bir şey demedim ama böyle nankör bir işi kabul etmeni gerçekten takdir e d i y o r u m . Bu işi neden sevmediğini a n l ı y o r u m şimdi." "Aslında pek önemi yok. Ş i m d i l i k . Özür d i l e r i m ama ben sizi kompüterize bir... ukala olarak düşünmüştüm. Hani yükünü tutmuş da, kendisinden başka herkesi değersiz gören o hasta tiplerinden biri." "Okuduğunuz raporlardan böyle mi çıkıyordu?" "Evet. Sanırım öyle. B i r i k i ay sonra onu size göstermemi hatır­ latın bana... eğer hâlâ konuşuyorsak yani." Bonner bir kahkaha atıp içkisini b i t i r d i . " Çılgınca bir şey ama bir tek fotoğrafınız bile y o k t u . Güvenlik soruşturması değilse, s i v i l l e r i n f o t o g r a f í a n hiç bulunmaz dosyalarda. Çılgınlık değil de nedir bu? Oysa bizim işte üç dört fotoğ­ raf yoksa o dosyaya bakmam bile. B i r fotoğraflı olanlan bile kabul et­ mem hatta." Trevayne bir an düşündü. Binbaşı haklıydı. Tek fotoğrafın yeterli olması için bir sürü neden sayılabilirdi. "Sizin.... askeri faaliyetlerinizi okumuştum," dedi. "Epey büyük bir etki.yaratmışsınız." " K o r k a r ı m bu tabu b i r k o n u . Bu konuda konuşamam, yani San Diego'nun batısına gitmiş olduğumu bile kabul edemem." "Bu da bence çok saçma bir şey." "Bence de... H i ç b i r anlamı olmayan programlanmış birkaç şey söylersem ne çıkar yani? Şimdi bunu ortaya atmanın ne anlamı var?" Trevayne adama bakınca içtenlikti olduğunu gördü. Kendisine ez-

100

Derletilen yanıtlan dile getirmek istemiyordu; ama yine de tartışmaya hazır olduğu bazı şeyler var gibiydi. Andrew bundan pek emin değildi, ama yine de denemeye değerdi. "Bir konyak içerim," dedi. "Siz?". "Ben viskiye devam edeyim." "Dublemi?" "Evet." Yeni içkiler yanlandığında Trevayne gözleminin doğru olduğunu gördü. " B u alt komisyon hikayesi nedir, Bây Trevayne? Neden herkes bu kadar sinirli bu konuda?" "Bunu daha bu sabah yanıdadmız, binbaşım. Savunma, gereğin­ den fazla 'trilyonlar' harcıyor." "Bunu a n l ı y o r u m , kimsenin bunu tartışacak hali yok. A m a ne­ den biz en üsttekiler? Binlerce kişi var bu işin içinde. Neden asıl hedef­ ler olarak biz gösteriliyoruz?" "Çünkü ihaleleri siz yapıyordunuz. Bu kadar basit." "Bizim ihalelerimizi kongre komisyonlan onaylar." "Bir genelleme yapmak istemiyorum ama bence Kongre genel­ l i k l e bir rakamı onaylar, sonra da bir ikincisini onaylamak zorunda kalır- ve i k i n c i rakam birincisinden çok yüksektir." "Biz ekonomiden sorumlu değiliz." Trevayne y a n dolu konyak kadehini elinde çevirdi. "Siz savaş alanında bu tür bir mantığı kabul eder miydiniz? Haberalma timlerini­ zin b e l i r l i b i r yanılma payı olacağını kabul edersiniz sanırım, ama yüzde yüzlük bir yanılmaya da göz yumar mıydınız?" " A y n ı şey değil bu." "Her ikisi de b i l g i , değil mi?" "İnsan yaşamını para ile eşdeğerde tutamam." * " B u yaklaşım görünüşle güzel ama gerçekte uygulanmaz olarak görürüm. Savaş alanında fazla kayıp verdiğinizde böyle düşünmez­ siniz." "Palavra! O bir savaş durumuydu." "Palavranın büyüğü bu da! Pek çok kimse sizin o durumunuzun gereksiz olduğu düşüncesindeydi."

101

"O zaman neden b i r şey yapmadılar? Ş i m d i ağlamanın yaran yok." "Hatırladığım kadanyla bir şeyler yapamaya çalıştılar," dedi Trevayne kadehine bakarak. "Ve başaramadılar. Ç ü n k ü sorunlannı tam olarak göremediler. Stratejileri hiç de profesyonelce değildi." " B u çok ilginç biz söz, binbaşım... K ı ş k ı r t ı c ı da. " " B a k ı n , ben o savaşın, benden çok akıllı kişilerin zaman zaman ortayla attıklan nedenlerle gerekli olduğuna inanıyordum. Bu nedenle­ rin bir kısmının reddedilmesini, ödenecek bedel yüzünden değiştirilebi­ leceğini de anlıyorum. O insanlar bunun üzerinde durmadılar işte. B u ­ nu vurgulamadılar." "Beni şaşırtıyorsunuz." Trevayne konyağını b i t i r d i . "O.... o i n ­ sanlar bunu nasıl yapabildiler?" "Görsel-taktik manevralan. Masraf ve coğrafya l o j i s t i ğ i n i bile tek tek sayabilirim." "Lütfen," diye Trevayne gülümseyerek baktı kendisine gülümse­ yen subaya. "Görsel: beşer b i n l i k partiler halinde üç partide on beş b i n tabut. Devlet işi -çam tahtasından. Maliyet, toplu alım halinde tanesi i k i yüz dolar. Coğrafya: N e w Y o r k , Chicago, Los Angeles- Beşinci Cadde, Michigan Caddesi, Sunset Bulvarı. Taktik: tabudan birer kanş arayla yanyana dizmek, her yüzüncü tabut açık ve i ç i n d e k i ceset gözler önünde. Mümkünse, parçalanmış. Personel ihtiyacı: tabut başına i k i k i ş i , polisi oyalamak ya da müdahaleyi önlemek için kent başına b i n kişilik bir kuvvet. Toplam asker ihtiyacı: otuz üç bin... ve yüz elli ce­ set... T ü m ü y l e felce uğrayan üç kent. Gerçek ve sembolik i k i m i l uzunluğunda bir ceset dizisi, tüm ana arterler tıkanmış... T o p l a m tep­ k i , iğrenme." "İnanılmaz bir şey b u . Ve bunun yararlı olacağını düşünüyorsu­ nuz, öyle mi?" " B i r köşede durup geçen bir cenaze arabasını seyreden sivillere rastladınız mı hiç? Benim az önce çizdiğim tablo olaya tanık olan on m i l y o n kişiyle bunu televizyonlardan izleyecek yüz m i l y o n k i ş i n i n midelerini bulandıracaktır. Toplu bir cenaze töreni."

102

"Böyle bir şey yapılamazdı. Engel olunurdu. Polis var, ulusal muhafızlar var..." "Yine l o j i s t i k , Bay Trevayne. Oyalama t a k t i k l e r i , şaşırtmaca, sessizlik. B i r Pazar ya da Pazartesi sabahı, polis faaliyetlerinin en az olduğu saatlerde personel ve teçhizatın sessizce toplanması. Manevra o kadar i y i planlanırdı k i , her kentte k ı r k beş dakikadan fazla sürmezdi.... Sadece otuz b i n kişi.... Siz Washington yürüyüşünde y a r ı m m i l y o n insanı sokağa dökmüştünüz." "Tüyler ürpertici bir şey." Trevayne gülümsemiyordu artık; ayrı­ ca Bonner'in i l k kez 'siz' sözcüğünü kullandığının da farkındaydı Trevayne'ın H i n d i c i n i konusunda tutumu belliydi ve asker bunu b i l d i ğ i n i anlatmak istemişti. "Amaç da bu zaten." "Sadece manevra değil, bunun düşünülmesi de." "Ben profesyonel bir askerim. Strateji benim isimdir. Ve bunu bir kere tasarlayınca da, karşı önlemlerini yaratmak." "Bunun için bir karşı önlem buldunuz mu?" "Elbette. Hoş değil ama kaçınılmaz. H ı z l ı bir misilleme; ani ve tam baskın. Askeri üstünlüğünü göstermek için üstün silahlarla ve güçle karşı koymak. T ü m haber iletişim araçlarının tatil edilmesi. Bir f i k r i n yerine diğerini koymak. Acele." "Ve bu arada epey de kan dökmek." "Kaçınılmaz." Bonner başını kaldırıp gülümsedi. " B u sadece bir oyun, Bay Trevayne." "Oynamamayı yeğlerim." Bonner saatine baktı. "Vay canına! Saat dört olmuş. Son i k i adrese de gidelim, Bay Trevayne, aksi halde kapalı bulabiliriz." Trevayne biraz donmuş bir halde kalktı iskemlesinden. Binbaşı Paul Bonner son birkaç dakikadır kendisine bir şeyler^öylemişti. Washington'da pek çok Paul Bonner olduğu acı gerçeğini. Kendilerine göre haklı olarak otoritelerinin ve etkilerinin yaygınlaşmasına kendilerini adamış insanlar. Rakipleri adına da düşünecek yetenekleri olduğu için onları düşünceleriyle aşmaya muktedir profesyonel askerler. Hoşgörü­ lüler de; sivil karşıtlarının bulanık düşünmelerini hoşgörüyle karşıla­ yan insanlar. Bu olası kıyamet çağında kararsızlara yer olmadığını bi-

103

lerek, kendilerine güvenen insanlar. Ü l k e n i n korunması, vurucu gücü­ nün büyüklüğüne ve etkinliğine bağlıydı. Bonner g i b i insanlar için bu hedefin önünde herhangi b i r i n i n durması a k ı l almaz b i r şeydi. B u n u hoşgörüyle karşılamazlardı. Ve Binbaşı Bonner'in,. 'Vay canına! Saat dört olmuş,' diye safça bir şey söylemesi de tutarsız görünüyordu. Ve epey de ürkütücü.

*** Potomac Towers binasının nehir manzarası ile i l i ş k i l i olmayan bir seçilme nedeni vardı. Bonner bunu hemen kabul etti. Gezdikleri diğer dairelerin hepsinin beş odası ile bir çalışma odası ve bir de bek­ leme odası vardı. Towers'de ise aynca bir mutfak ve bir çalışma odası. Çalışma odası sakin bir çalışma ya da toplantı yeri olarak, hatta geniş b i r deri kanepesiyle bazı geceler yatacak b i r yer olarak da k u l ­ l a n ı l a b i l i r d i . Potomac Towers, hükümet tarafından epey yoğun bir m ü h e n d i s l i k p r o g r a m ı i ç i n k i r a l a n m ı ş ve ona u y g u n olarak da döşenmişti. Trevayne'ın amaçlarına tam olarak uyuyordu. Bonner bu yer arama seferinin bitmiş olmasına sevinerek gerekli istekte bulundu. i k i adam Trevayne'ın oteline döndüler. Trevayne her iki kapısında da hemen hemen her yere park edilebi­ leceğini gösteren işareder olan askeri araçtan inerken, "Yukarı gelip bir içki içer miydiniz?" diye sordu. "Teşekkür ederim ama gidip raporumu versem daha doğru olur. Şu anda en az on i k i general tuvalete girip ç ı k ı p benim dönmemi dört gözle bekliyorlardır. "Bonner'in yüzü aydınlanmıştı, gözleri gülüyordu. Yarattığı tablo hoşuna gitmişti. Trevayne adamı anlıyordu. Genç T ü r k içinde bulunduğu durumdan hoşlanıyordu; hiç kuşkusuz kendisinin hoşuna gitmeyen nedenlerle yaratılan bu durumdan şimdi generallere karşı çıkmak için yararlanabilecekti. Trevayne bu nedenlerin ne olduğunu merak etti. "Eh, i y i eğlenceler öyleyse. Yarın sabah saat on i y i mi?" "Çok i y i . Güvenliğe haber vereceğim, o listenizin tümü güven­ l i k kontrolundan geçirilsin. B i r sorun çıkarsa ben bizzat sizi ararım. Ancak başkalarını da isteyeceksiniz. Ben görüşmeleri düzenlerim."

104

"Güzel. Teşekkür ederim." Trevayne askeri aracın harekete geçip Washington'un saat beşbuçuk trafiği içine girmesine baktı. Resepsiyonda Bayan Trevayne'ın saat tam beşi on geçe gelen me­ sajları aldığını bildirdiler. Asansör memuru elini şapkasına götürerek, " İ y i akşamlar, Bay Trevayne," dedi. Dokuzuncu katta asansörlerin önünde oturan b i r i n c i koruma görevlisi gülümsedi; kapısının birkaç metre dersinde koridorda ayakta duran ikincisi kendisini tanıdığını gösterir biçimde başını salladı. Trevayne aynalarla dolu bir salondan geçtiği ve görüntüsünün bin kere tekrarlandığı izlenimine k a p ı l d ı . A m a kendisi için değil, başkaları i ç i n . , "Selam, Phyl." Trevayne odaya girince karisinin yatak odasında telefonla konuştuğunu duymuştu. "Şimdi geliyorum." Trevayne ceketini çıkardı, kravatını gevşetti, bara g i d i p bir bar­ dak su doldurdu. Phyllis yatak odasından çıkınca Trevayne karısının gülümsemesinin ardında bir kaygı ifadesi farketti. "Kimdi?" diye sordu. "Lillian." L i l l i a n , H i g h Barnegat'taki aşçı va kahyalarıydı. "Bir elektrik arızası olmuş, ama kısa zamanda onanlacakmış. Tamirciler az sonra geleceklerini söylemişler." Her zamanki gibi öpüştülerse de, Trevayne bunun farkında bile olmadı. "Ne arızası?" "Evin yarı ışığı sönmüş. Kuzey yanı. L i l l i a n radyo susunca farketmiş." "Hemen gelmemiş mi peki?" "Sanmam. Önemli değil ama, tamirciler yola çıkmışlar:" "Phyl, yedek jenarötürümüz var b i z i m . Elektrik kesildiği anda otomatik olarak devreye girer." "Sevgilim, bizim de bunları bilmemizi bekleyemezsin ya. Tamir edeceklermiş işte... Senin günün nasıl geçti? Sahi, sen nereye gittin bugün?" Trevayne, Barnegat'ta b i r elektrik arızası olmuş olabilir, diye düşünüyordu, ama buna pek olasılık yoktu. Barnegat'ın tüm elektrik sistemi Phyllis'in kardeşi tarafından yapılmıştı. Daha sonra belki onu arayıp bir bakmasını'söylerdi.

105

"Nereye mi gittim? Gece uykusu kaçınca sadece Clausewitz'i okuyan sevimli bir gençle tüm kenti dolaştım." "Kim?" "Askerin üstünlüğü... yazan d i y e l i m . " "Pek yararlı bir gün geçirmişsinizdir öyleyse." "Daha çok 'aydınlatıcı' diyebiliriz. Büro yerinde karar k ı l d ı k . Ne­ resini tuttuğumuzu bir tahmin et. Nehre bakıyor." "Bunu nasıl becerdin?" "Ben bir şey yapmadım. Boştu." "O zaman bir şey duymadın öyleyse... soruşturma falan hakkında yani?" "Hayır. Şimdiye kadar yani. Aşağıdan mesajlan aldığını söyledi­ ler. Walter aradı mı?" "Hepsi masanın üstünde. Kusura bakma. L i l l i a n ' ı n notunu gö­ rünce gerisini unuttum." Trevayne notlan aldı. B i r k ı s m ı dostlanndan, şöyle böyle tanı­ dığı kişilerdendi. Madison'dan bir haber yoktu. A m a bir tanesi 'Bay de Spadante' dendi. "Bu garip işte. De Spadante aramış." "Adını gördüm ama k i m olduğunu çıkaramadım." "Uçakta karşılaştım. N e w Haven günlerinden kalan b i r i . İnşaat­ ç ı l ı k yapıyor." "Seni yemeğe çıkarmak isteyecektir öyleyse. Ne de olsa baş ha­ bersin bugünlerde." "Bu koşullar altında kendisini aramamam daha iyi.... Jansenler de aramışlar. İ k i yıldır görüşmüyorduk." " İ y i insanlardır. Boşsalar y a n n ya da Cumartesi yemeği çağıra­ lım." "Olur. Ben b i r duş alıp üstümü değişeceğim. Walter telefon ettiğinde içerdeysem bana haber ver, tamam mı?" "Peki." Phyllis kocasının b u z l u suyundan kalanını i ç t i . Sonra oturup mesajlan aldı. Arayanlardan bazılarını hiç d u y m a m ı ş t ı . Trevayne'ın iş arkadaşlanydılar herhalde. Jansenler, Fergusonlar ve Priorların dışında olanlan da hayal meyal hatırlıyordu. Dışişleri Bakanlığı günlerinden kalma eski dosdar.

106

Duş sesini duyunca Andy'nin işi bitince kendisinin de giyinmesi gerektiğini düşündü. Arlington'da bir yemek davetini kabul etmişlerdi. Görev gereği, demişti A n d y . Fransız Elçiliği'nde ataşe olan adam Çekoslovakya'daki toplantılarda kendisine yardımcı olmuştu. Washington dönmedolabı başladı, diye düşündü Phyllis. Nasıl da nefret ederdi bundan. O sırada telefon çaldı. Phyllis arayanın Walter olmasını umuyor­ du, belki de A n d y ile hemen görüşmesi gerektiğini söyler ve A r l i n g t o n yemeğini iptal ederlerdi. A m a bu daha da kötü olur, diye düşündü sonra. Washington'da böyle acele toplantılar hep kötü haber demekti. "Alo?" "Bay A n d r e w Trevayne ile konuşmak istiyordum." Ses biraz h ı r ı l t ı l ı ama kibardı. "Özür dilerim ama banyoda şu anda. K i m arıyor?" "Bayan Trevayne mısınız?" "Evet" "Sizinle tanışma şerefine erişemedim; adım De Spadante. M a r i o de Spadante. Kocanızı pek i y i de olmasa, yıllar öncesinden tanırım. Dün uçakta karşılaşmıştık." Phyllis, Andy'nin De Spadante'yi aramayacağını söylediğini ha­ tırladı. "Çok özür dilerim," dedi. "Programı çok aksamış durumda, Bay de Spadante. Sizi hemen arayabileceğini hiç sanmıyorum." "Size zahmet olmazsa bir telefon numarası bırakayım. Benimle konuşmak isteyebilir. Bakın Bayan Trevayne, ben de bu. akşam A r l i n g ­ ton'da Devereaux'lara davediyim. A i r France için bir i k i iş yapmıştım da. Kocanız benim b i r mazeret uydurup oraya gitmememi yeğleye­ bilir."

* "Neden?" "Gazetelerde bu alt k o m i s y o n konusunu okudum.... Kendisine

lütfen Dulles Havaalanina indiğimden beri izlenmekte olduğumu söy­ leyin. Beni izleyen her kimse havaalanından kente birlikte geldiğimizi biliyor."

107

"İzlenmiş de ne demek? Havaalanından onunla gelmenin ne sakıncası var?" Phyllis banyodan çıkan kocasını soru yağmuruna tu­ tuyordu. " H i ç b i r sakıncası olmaması gerek. B e n i kente kadar getirmeyi t e k l i f etti. İzlendiğini söylüyorsa, haklı olabilir. B u n a alışkındır da. Mafyada falan olduğu söylenir." "Air France'ta mı?" Trevayne güldü. "Hayır. İnşaatçıdır. Terminal yapımı işine falan karışmış olmalı. Telefon numarası nerede?" "Sumenin üstüne yazmıştım. Gidip getireyim." "Ben alırım." Trevayne üstünde sadece külotu ve fanilası olduğu halde salondaki beyaz masaya yürüdü. Karısının aceleyle yazdığı numa­ rayı çevirmeye başladı. Kadın içeri girerken, "Bu y a t i m i , yoksa dokuz mu?" diye sordu. "Yedi, numarada dokuz yoktu.... Ne diyeceksin adama?" "Durumu açıklığa kavuşturacağım. Benim yanıbaşımda oda tutsa bile umurumda değil. Ya da fotoğrafımı çekse de.... Ben o oyunları oy­ namam, beni öyle b i r i olarak düşünmesi münasebetsizlik... Bay de Spadante, lütfen." Trevayne sakin ama sinirli bir sesle De Spadante'ye duygularını söyledi ve adamın bitmek tükenmek bilmeyen özürlerini dinledi. K o ­ nuşma i k i dakika kadar sürmüştü ve Trevayne telefonu kapattığında M a r i o de Spadante'nin bu konuşmalarından çok memnun k a l d ı ğ ı duy­ gusuna kapılmıştı. Evet, gerçek de buydu.

**# Da Spadante'nin lacivert Cadillac arabası, Trevayne'ın otelinden i k i m i l ötede, Washington'un Kuzeybatı kesiminde, V i c t o r i a tipi eski bir evin önünde park etmişti. Ev de sokak g i b i daha i y i , daha zengin günler görmüştü. Ancak hâlâ b i r g ö r k e m l i l i ğ i vardı; b e l k i çürümeye yüz tutmuştu ama düşen değerine rağmen eski havasına s ı m s ı k ı

108

yapışmış gibiydi. Bu mahallenin sakinleri üç kategoriden birine girer­ lerdi: anılan ya da parasızlıklan başka yere taşınmalarını önleyen bir ayağı çukurdaki yaşlılar; genellikle devlet memuriyetinin i l k basamaklannda olan ve ucuz kiraya büyük.yer tutabilen genç çiftler ve son ola­ rak da, toplumsal çatışma içinde olan genç göçebelerin oluşturduğu gençlik gruplan. Uzak Doğu sitarlannın inlemeleri, H i n d u nefesli sazlannın titreşimleri sabahlara kadar devam ederdi; bu insanlar için ne gece vardı he de gündüz, sadece g r i bir karanlık ve çok kişisel yaşam çabasının iniltileri. Uyuşturucu. Satıcılar ve alıcılar. De Spadante'nin arabasının önünde durduğu ev de etkinliği Was­ hington Emniyet Müdürlüğü'nde epey hissedilen bir başka yeğeni ta­ rafından yakınlarda alınmıştı. Ev uyuşturucu dağıtımının küçük bir merkeziydi. De Spadante birkaç meslektaşıyla emlak y a t ı n m ı konusu­ nu konuşmaya gelmişti. A d a m penceresiz bir odadaydı, içerde kendisinden başka bir k i ş i vardı. Telefonu kapattıktan sonra pis b i r masanın ardındaki iskemle­ sinde geriye yaslandı. "Biraz sinirli, biraz sert ç ı k t ı . î y i yani." "Siz budalalar işleri kendi akışına bıraksaydınız çok daha i y i olurdu! Soruşturma yeniden açılır ve getirildiği görevden alınırdı. Trevayne'dan kurtulmuş olurduk." "Sen kafanı kullanmıyorsun, senin de sorunun bu. Kolay çözüm­ ler anyorsun k i , bu da aptalca bir şey. Hele de şimdi." "Yanılıyorsun, M a r i o ! " dedi Robert Webster. Tükürür g i b i ko­ nuşuyordu, boyun kasları gerilmişti. "Sen hiçbir şeyi çözümlemediğin g i b i başımıza da tehlikeli olabilecek b i r durum yarqtun. H e m de ka­ ba!" "Bana kabalıktan söz etme! Greenwich için yüz b i n , Plaza için de beş bin dolar saydım!" "O da kaba. Kaba ve gereksiz. Senin modası geçmiş zorba taktik­ lerin az daha suraümızm ortasında padayacaktı! Attığın adımlara dikkat et!" İtalyan yerinden fırladı. "Sakın bana bağırayım deme, Webster!

109

Bugünlerde hepiniz k ı ç ı m ı yalayacaksınız sizin hakkınızda bildiklerim yüzünden!" "Tanrı aşkına yavaş konuş. Ve benim a d ı m ı da ağzına alma. Yaptığımız en büyük yanlışlık seni bu işe bulaştırmaktı. A i l e n haklı. Hepsi haklı ya!" "Ben yaldızlı davetiye ç ı k a r m a d ı m size işi almak i ç i n , B o b b y . Sen de benim a d ı m ı telefon rehberinden b u l m a d ı n . Bana g e l d i n ! Yardıma ihtiyacın vardı, ben de-sana yardım ettim.... Uzun zamandır da yardım ediyorum. Onun için benimle öyle konuşma." Webster'in yüzünde, De Spadante'nin dediklerini istemiyor olsa da kabul ettiğini gösteren b i r ifade vardı. M a f y a gerçeken y a r d ı m c ı olmuştu kendilerine, hem de başkalarının cesaret edeceklerinden daha çok. Ve kendisi, Bobby Webster de ona herkesten çok başvurmuştu. M a r i o de Spadante'nin kolayca baştan atılabileceği günler çok geride kalmıştı artık. Şimdi sadece onu denetim altında tutabilmek düşünüle­ bilirdi. " A n l a m ı y o r musun? Trevayne'ın safdışı edilmesini istiyorduk. Yeniden toplanan soruşturma kurulu bunu başaracaktı." "Öyle mi sanıyorsun? Öyleyse yanılıyorsun, Bay Dantelli D o n . D ü n gece Madison'la konuştum, beni havaalanından aramasını söyle­ d i m , uçağa binmeden önce. Trevayne'ın ne yapmakta olduğunu hiç o l ­ mazsa onun bileceğini düşünmüştüm." Bu beklenmedik haber Webster'i düşmanlığını saklamaya zorladı, hatta düşmanlık yerine şimdi bir kaygı vardı yüzünde. "Madison ne dedi?" "Şimdi durum değişti, değil mi? Siz parlak zekalılar bunu düşünmedinizdi, ha?" "Ne dedi?" De Spadante yine oturdu. "Saygıdeğer avukat çok sinirliydi. E v i ­ ne gidip o ayyaş karısıyla birlikte içmeyi düşünüyordu sanırım." "Ne dedi?" "Trevayne o senatörler grubunun düzmece olduğunu anlamış. Bunu açıkça söylemiş. Madison, Trevayne'ın o orospu çocukları kendi­ sini reddetmeleri halinde kenti sessizce terketmek niyetinde olmadığını söylemiş. Gazetecileri, televizyoncuları toplayacakmış, onlara anlata-

110

cağı çok şey varmış. Madison anlatacaklarının i y i şeyler olmayacağı fikrindeydi." "Ne konuda konuşacakmış?" "Madison'un hiçbir bilgisi yok. Sadece epey ağır şeyler söyle­ yeceğini biliyor. Trevayne kentin altını üstüne getirecekmiş. Bunlar kendi sözleri: altını üstüne getirecekmiş." Robert Webster öfkesine hakim olmayı isteyerek derin soluklar alıyordu. E v i n içindeki kekremsi k o k u insanı rahatsız ediyordu. " B u ­ nun hiçbir anlamı yok," dedi. Bu hafta her gün konuştum kendisiyle. H i ç b i r anlamı y o k bunun." "Madison yalan söylemedi." Webster, De Spadante'ye döndü. "Biliyorum. A m a neden?" "Öğreneceğiz," dedi İtalyan kendine güvenen bir sesle. " B i r basın toplantısında çamaşırlarımızın ortaya dökülmesinden önce. Ve siz hanımlar oturup düşündüğünüz zaman benim haklı olduğumu görecek­ siniz. O toplantı yapılıp Trevayne safdışı edilseydi, hiçbir güç durdura­ mazdı kendisini. Ben onu ta eskilerden tanırım. Trevayne de yalan söylemez. Bu duruma h i ç b i r i m i z h a z ı r l ı k l ı değildik, moruğun da o yüzden ölmesi gerekiyordu." Webster pis iskemlede küstah b i r tavırla oturan i r i y a r ı adama Hakti. " A m a ne söyleyeceğini b i l m i y o r u z k i . O ilkel kafanda acaba onun Plaza Oteli'ndeki olayı anlatabileceği geçmedi mi hiç? Böyle bir şeyden kolaylıkla sıyınrdık kendimizi." De Spadante Beyaz Saray danışmanına bakmadı. Webster korku ile kendisine bakarken elini cebine soktu ve kalın çerçeveli bir gözlük ç ı k a r d ı . Gözlüğü burnuna yerleştirip önündeki kağıtları k a r ı ş t ı r d ı . "Beni k ı z d ı r m a k i ç i n çok çaba harcıyorsun, Bobby.... Yok 'olabilir' yok 'belki' y o k 'bilmemne'... ne demek oluyor bunlar? Gerçek şu k i , ne söyleyeceğini bilmiyoruz. Ve bunu saat yedi haberlerinde duymayı göze alamazdık. Bence sen artık gitsen i y i olur, Bobby." Webster başını sallayarak kapıya yürüdü. E l i n i k ı r ı k cam k a p ı koluna dayayıp son bir kere daha baktı îtalyana. "Mario, kendi iyiliğin i ç i n , bundan sonra kendi başına karar alma. Bize danış önce. Çok kar­ maşık günlerde yaşıyoruz." "Sen a k ı l l ı b i r oğlansın, B o b b y , ama henüz çok genç ve çok

111

acemisin. Biraz yaşlanınca hiç de ö y l e karmaşık o l m a d ı ğ ı n ı göre­ ceksin... K o y u n l a r çölde yaşayamazlar, y a ğ m u r l u b i r ormanda da kaktüs yetişmez. Bu Trevayne yanlış b i r çevrede bulunuyor, bu kadar basit işte."

12 Giriş kapısının üstündeki kullanışsız balkonun dört sütun üze­ rinde durduğu büyük beyaz ev, bahçe düzenlemesi yapılmış üç dönüm­ l ü k bir arazinin tam ortasındaydı. Araba yolu da balkon arkadan k u l ­ lanışsızdı; evin önündeki halı g i b i çimenliğin sağından dolanıyor ve sonra nedeni bilinmeyen bir şekilde yeniden sağa dönerek evden yarım daire ötede son buluyordu. E m l a k ç ı , Phyllis'e evin i l k sahibinin, araba yolunun sonunda bir garaj ve daire yaptırmayı planladığını ancak işi tamamlayamadan South Dakota'ya tayin edildiğini anlattı. Burası High Barnegat değildi kuşkusuz, ama bir adı vardı -hem de Phyllis'in silmeyi istediği bir ad. Kullanışsız balkonun altında beyaz taş üstünde kabartma harflerle. Monticcelino. Yapılan bir y ı l l ı k k i r a mukavelesi kendisine taşı kazımak izni vermediğinden Phyllis buna katlanmak zorundaydı. Maryland'ın T a w n i n g Sprinğs ilçesi aralarında benzerlikler o l ­ masına rağmen bir Greevvinch değüdi. Zengin, yüzde doksan sekiz be­ yaz, satın aldıkları yerin değerini bilen insanlarla meskun, hayallerin hemen hemen gerçekleştiği anlamına gelen b i r yer. Hayallerin tam gerçekleştiği yer ise daha güneydoğuda McLean veya Fairfax'tı. Hemen hemen gerçekleşen hayallerini satın alan insanlar ek bir bedel ödemeden kadanılmayacak kadar ağır sorunları da aldıklarını b i l ­ miyorlar, diye düşünüyordu Phyllis. Kendisi o sorunları yaşamıştı. Beş, hatta altı y ı l . Y a n cehennem­ de yaşanan altı y ı l . Kimsenin suçu yoktu bunda. A m a herkesin de var denilebilirdi. Yaşam böyleydi. B i r i bir zamanlar bir günün y i r m i dört saat olması gerektiğini söylemişti -otuz yedi, k ı r k dokuz ya da on altı değil- bu da böyleydi işte.

112

Çok kısaydı. Ya da çok uzun. Bakış açısına bağlı. Kuşkusuz, i l k başlarda zaman konusunda böyle f i l o z o f i k düşün­ celer y o k t u . A ş k , heyecan ve üçünün - A n d y , Douglas ve kendisiinanılmaz enerjilerinin şirket dedikleri o külüstürün depoda yoğunlaş­ tırılması. O sıralarda zaman konusunda düşündükleri sadece nereyegitti-onca-zaman olmuştu. Kendisi üç kişinin işini yapardı. A n d y ' y i düzene sokmak için çok gerekli sekreterdi; söylenmesi güç sözcükler ve inanılmaz derecede kar­ maşık rakamlarla defter defter üstüne dolduran muhasebeciydi. Ve son olarak da Andy'nin karısıydı. E v l i l i k l e r i , kardeşinin tam olarak b e l i r t t i ğ i g i b i , b i r Pratt ve Whitney mukavelesi ile Lockheed'e yapılacak gösterinin arasına sı­ kıştırılmıştı. A n d y ile Doug Kuzeybatıda geçirilecek üç haftalık bir ha­ layının ideal olduğuna karar vermişlerdi. Genç çift San Francisco'nun ışıklarını görecek, Washington ya da Vancouver'de biraz kayak yapa­ bileceklerdi. A n d y de fırsattan yararlanarak Palo Alto'ckJd Genessee Sa­ nayiini görebilecekti. Genessee çok büyük bir şirketti -trenden uçağa, prefabrik evlerden elektronik araştırmaya kadar. Phyllis o korkunç yılların ne zaman başladığını b i l i y o r d u . Hiç olmazsa geleceklerin çizgilerini görmeye başladığı günü. Vancouver'den döndükleri gün. Büroya gittiğinde kardeşinin onun yokluğunda tuttuğu orta yaşlı kadınla tanışmıştı. Her nasılsa bir amaçlılık duygusu veren bir kadın, kocasına ve çocuklarına koşmadan önce sekiz saate izin verdiğinden çok daha fazlasını sığdırmaya çalışan bir insan. Çalışmasına izin veril­ d i ğ i için minnet duyan ve kişiliğinde rekabet hırsının izi bile bulun­ mayan bir kadın. Aslında aldığı paraya da ihtiyacı yokto. Phyllis d e r k i yıllarda onu sık sık hatırlayacak ve anlayacaktı. Stevan doğduğunda A n d y sevinçten havalara uçmuştu. Pamela doğduğunda da öyle. Sevgi ve beceriksizlik dolu bir baba. Zamanı olduğunda. A n d r e w da sabırsızlığıyla kendi kendini yiyen bir tipti çünkü. Phyllis, Pace-Trevayne şirketinin çok hızlı büyüdüğü kanısındaydı. Astronomik finansmanın yanısıra birdenbire korkunç sorumluluklar da

Gizli Devlet - F. 8

113

başlamıştı. Genç kocasının bütün bunların altından kalkabileceğini sanmıyordu. Yanılıyordu ama. Kocası sadece yetenekle değil, aynı za­ manda değişen ve genişleyen baskdara uyumluydu da. Kendinden emin olmadığı ya da korktuğu zamanlar -ki bu sık sık olurdu- her şeyi bir anda bırakır ve çevresindekilere de bıraktırırdı. Karısına k o r k u ve ka­ rarsızlığının bilmemenin, anlamamanın sonuçlan olduğunu söylemiş­ t i . Bir ihaleyi kaybetmek, daha sonra kazandığı için pişmam olmaktan iyiydi. A n d r e w Boston'daki mahkeme salonunu asla unutmamıştı. A y n ı şey kendisinin başına gelmeyecekti. Kocası büyüyordu; ürünleri doldurmaya ihtiyacı olan bir boşluğu dolduruyordu ve kendisi de üstünlüğünden emin olana kadar aynntılan elden b ı r a k m ı y o r d u H a k l ı b i r üstünlük: A n d y için ö n e m l i y d i b u . i l l e de ahlaki değil, sadece önemli, diye düşünürdü Phyllis. A m a kendisi b ü y ü m ü y o r d u ; ç o c u k l a r ı y d ı b ü y ü y e n . K o n u ş u ­ yorlar, yürüyorlar, sayısız miktarda bez pisletiyorlar, ölçülmeyecek ka­ dar mama, süt ve muz yiyorlardı. Phyllis çocuklannı inanılmaz bir se­ vinçle seviyor ve onlann başlangıç y ı l l a r ı n ı yeni bir deneyin m u d u luğu ile karşılıyordu. Sonra birden hepsi ellerinin arasından kaymaya başladı. Pek çok k i ş i n i n başına geldiği g i b i , i l k başlarda ağır ağır. Kendisi bunu da anlıyordu. i l k şok okula başlangıç olmuştu. Önceleri hoş b i r şeydi hep bir şeyler isteyen tiz seslerin birdenbire kesilmesi. Sessizlik, huzur; o olağanüstü i l k yalnızlık. H i z m e t i ç i n i n , arasıra gelen bir tamircinin dışında tümüyle yalnız olmak. Birkaç yakın arkadaşı taşınmışlardı N e w Hartford çevresiyle pek az ilişkisi olan kendi hayalleri ve kocal a n y l a . B u l u n d u k l a n üst orta sınıf mahallesindeki komşuları b i r i k i saat için hoş insanlardı, ama sadece o kadar. Onlann kendi zorunlulukl a n vardı -şirket zorunlulukları. A r a d ı k l a n bölge East Haven'di. Ve East Haven kadınlannın b i r şeyleri daha vardı. Phyllis Trevayne'm kendilerindeki şirket özlemlerini takdir etmemesi ve buna ihtiyaç duy­ mamasına k ı n l ı y o r d u . Bu k ı r g ı n l ı k l a r -bütün k ı r g ı n l ı k l a r g i b i - sessiz ve genişleyen bir tecrite y o l açmıştı. Kendisi onlardan b i r i değildi. Ve onlara yardım edemezdi.

114

Phyllis garip ve huzursuzluk verici b i r boşluğa i t i l d i ğ i n i n far­ kındaydı. Andrew'e, Doug'a ve şirkete verdiği binlerce saat, yüzlerce hafta ve onlarca ay çocuklarının günlük ve sabahtan akşama kadar süregelen ihtiyaçları ile yer değiştirmişti. Kocası evden çok işindeydi; Phyllis bunun gerekli olduğunu da anlıyordu. Ancak bütün bunların bir araya gelmesiyle işlemekte olan kendi dünyası kaybolmuştu. Böylece bebek sıkıntılarının geride kaldığı gündelik ve düzenli i l k dışarı açılışları başlamıştı. Sabırsız hizmetçilere sabırla anlatılan şeyler yoktu artık; öğle i ç i n , i k i n d i i ç i n , akşam için hazırlıklar yoktu. Çocuklar özel okuldaydılar. Sabah sekizbuçukta alınıyorlar ve saat dörtbuçukta, yoğun trafiğe kalmadan yine eve bırakılıyorlardı. Eski, zengin ve beyaz özel okullara devam eden beyaz ve zengin çocuklarının diğer genç, beyaz ve zengin anneleri buna 'sekiz saatlik hürriyet' derlerdi. Phyllis onların dünyaları ile i l i ş k i kurmaya çalışmış, aralarında G o l f and Country olan uygun kulüplere girmişti. Andrew bu girişim­ lerini hevesle desteklediyse de, birine bile adımını atmazdı. Kulüpler g i b i üyeleri de kendisini d ü ş k ı r ı k l ı ğ ı n a uğratmıştı ama Phyllis bunu kabule yanaşmıyordu. Kusurun, yetersizliğin kendisinde olduğuna inan­ maya başlamıştı. B i r suç mu vardı? O zaman o da kendisinindi. Tanrı aşkına neydi istediği? B u n u kendi kendine soruyor ama yanıtını veremiyordu. A r t ı k depoculuktan ç ı k ı p modern binalardan oluşan şirkete dönmeye de çalışmıştı. Pace-Trevayne olağanüstü karmaşık bir yarışta çok hızlı b i r tempoda koşmaktaydı. Enerjik genç başkanın karısının bir masa başında karmaşık olmayan işler yapması pek rahadatıcı değil­ d i . Phyllis oradan ayrılınca Andrew'un rahat bir soluk, aldığım hisset­ mişti. A r a d ı ğ ı her neyse bir türlü erişemiyordu ona. A m a onun yerine erişebildiği b i r şey vardı. Başlangıçta bu bir kadeh Harvey B r i s t o l Cream içkisiydi. Sonra giderek b i r tek Manhattan, kısa bir süre sonra da bir duble Manhattan. Birkaç y ı l içinde, pek iz bırakmayan voktaya başlama. Tanrım! Ellen Madison'u anlıyordu! Zavallı şaşkın, zengin ve

115

şımartılmış Ellen! Sesi kısılmış Ellen! Sakın saat altıdan sonra telefon etme ona! B i r yağmurlu günün öğleden sonrasında Andy'nin kendisini bul-, masını acı veren bir berraklıkla hatırlıyordu. B i r kaza geçirmişti, c i d d i değil ama ürkütücü. Arabası ıslak yolda kaymış ve evlerinin yüz metre dersinde b i r ağaca toslamıştı. U z u n saatler devam eden b i r öğle yemeğinden dönüyordu. A b u k subuk konuşuyordu. Paniğe kapılmış, eve koşmuştu. E v i n kapısını içerden k i l i t l e ­ miş, odasına çıkmış, onu da k i l i t l e m i ş t i . B i r komşusu gelmiş, Phyllis'in hizmetçisi büroyu aramıştı. Andrew yatak odasının k i l i d i n i açması için ikna etmişti kendisi­ n i . Beş sözcükle tüm yaşantısı değişmişti Phyllis'in, o korkunç y ı l l a r sona ermişti. "Tanrı aşkına yardım et bana!"

"Anne!" Kullanışsız balkona açılan yeni yatak odasının sessiz­ liğinde çınlamıştı k ı z ı n ı n sesi. Phyllis Trevayne yerleşmiş sayılırdı, çocuklarının eski bir fotoğrafı kendisini geçmişi düşünmeye i t m i ş t i . "Bridgeport Üniversitesinden özel ulak bir mektup var sana. Bu sonba­ har konferans verecek misin?" Pam'ın transistorlu radyosu alt katı müziğe boğmuştu. Phyllis ile A n d y bir gece önce kızlarını Dulles Havaalaninda karşılamaya git­ tiklerinde katıla katıla gülmüşlerdi; Pam'ın radyosu daha yolcu çıkış kapısına gelmeden açılmıştı. "Sadece i k i haftada bir seminerlerde, yavrum. Y u k a r ı getir mek­ tubu." Bridgeport Üniversitesi. Mektupla düşünceleri tam b i r u y u m içindeydi doğrusu. Bridge­ port gibi bir yerden gelen mektup, kendi deyimiyle, 'çözümünün' kesin sonucuydu. A n d y karısının içmesinin sosyal b i r alışkanlıktan öte b i r şey olduğunu anlamışsa da, bunu b i r sorun olarak görmek istememişti. Zaten derdi başından aşkındı; karısının bu davranışını ev işlerininin geçici baskısı ve dışarı ile pek ilgilenememesinin sonucu olarak kabul

116

ediyordu. Duyulmamış bir şey değildi bu. Başka erkeklerin de bundan sözettiklerini işitmişti. Bundan söz ederken 'kümese t ı k ı l d ı ' deyimini kullanırlardı. Geçecekti nasıl olsa. A y r ı c a bunu kendisi de kanıtlamış­ t ı . Tatile çıktıklarında ya da birlikte b i r yere gittiklerinde böyle bir so­ run olmuyordu. Ancak o yağmurlu öğleden sonrasında bir sorun olduğunu ve bu­ nun altından birlikte kalkmaları gerektiğini biliyorlardı. Ç ö z ü m ü bulan A n d y ' i y d i , her ne kadar bunun karısının buluşu olduğunu inandırmaya çalışmışsa da. Belirli bir hedefe varmayı gözden kaçırmayarak kendini bir işe vermeliydi Phyllis. Bu çok zevk aldığı bir iş, zamanını ve harcayacağı enerjiyi değerli kılacak kadar önemli bir iş olmalıydı. Phyllis'in projeyi bulması güç olmamıştı; ortaçağ ve rönesans tarihini i l k okuduğu günden beri bu konulara hayrandı. Daniel, Holinshed, Froissart, V i l l a n i tarihleri Efsane ile gerçeğin, doğru ile hayalin inanılmaz, mistik ve şahane dünyası. Yale'deki kurslara i l k başlarda çekinerek devam ettikten sonra Andrew'un Pace-Trevayne şirkederinin genişlemesi karşısında duyduğu sabırsızlığı duymaya başlamıştı kendisi de. Bu capcanlı, r e n k l i tarih­ lere karşı gösterilen kupkuru akademik yaklaşımdan dehşete düşmüştü. Eski çağların şair r u h l u bu romancı -tarihçilerine- artık onun ta­ rihçileriydi bunlar- bu örümcek ağıyla kaplı yaklaşımdan k ı z m ı ş t ı . Paslı kapılan açmaya ve eski arşivlerin arasında yeni bir anlayış havası estirmeye söz vermişti. Andrew'un kendi tutkusu varsa, şimdi onun da bir tutkusu vardı. K e n d i n i işe verdikçe her şeyin birer birer düzenle yerli yerine otur­ duğunu görüyordu. Trevayne'lerin bir evi yine o eski enerjik, koşuş­ t u r m a l ı ev o l m u ş t u . P h y l l i s i k i yıldan kısa b i r sürede masterini yapmıştı. î k i b u ç u k y ı l sonra da, bir zamanlar gösterilen hedefe -ki şimdi sadece kabul edilen bir gereklilikti- erişilmişti. Phyllis İngiliz Edebiyatı D o k t o r u olmuştu. A n d r e w bunu kutlamak i ç i n büyük bir parti verdi- ve ondan sonra sakin sevişmelerinin ardında H i g h Barnegat'ı inşa ettireceğini söyledi. Her i k i s i de hak etmişlerdi bunu. "İşleri bitirmişsin bile," dedi yatak odasına giren Pamela Tre-

117

vayne. Annesine k ı r m ı z ı m ü h ü r l ü mektubu verip çevresine b a k ı n d ı . "Anne, işleri yoluna koymandaki hızına içerlemiyorum ama bu kadar düzenli olmana da gerek yok doğrusu." Kendini işe ne kadar verirse, her şeyin o kadar çok yerli yerine oturduğunu görüyordu. Kafası hâlâ eskilerde olarak, "Bu konuda çok deneyim olmuştur, Pam," dedi. "Hep böyle... düzenli değildi." "Ne?" "Hiç. Eşyaları yerleştirdim dedim." Phyllis dalgın b i r hareketle zarfı açarken k ı z m a b a k t ı . Pam uzun boylu olacaktı; k u m r a l saçları omuzlarına dökülüyor, genç sert hadannı çerçeveliyordu, i r i kahveren­ gi gözleri de o kadar canlıydı k i . O kadar hevesli. Pam'ın yüzü i y i bir yüzdü -ağabeyinin yüzünün çok dişisi.- Tam olarak güzel d e ğ i l , ama sevimliden de çok ötede. Pam çok çekici bir genç kız o l u y o r d u . Ve yüzeydeki coşkunluğun altında ince b i r zeka, tatmin edici olmayan yanıtlar karşısında sabırsız, meraklı bir zihin. B ü y ü m e çağının takıntıları ne olursa olsun -oğlanlar ve transis­ torlu radyolar bugünlerde a c ı k l ı f o l k şarkılarına, pop posterlerine, yürüyüşlere dönüşmüştü- Pam Trevayne o geniş 'şimdi'nin b i r parça­ sıydı. K ı z ı n ı n o kullanışsız balkonun perdesini açmasına bakan P h y l ­ lis, bu da herkes için en i y i s i diye düşündü. "Ne çılgınca bir yer burası, anne. Oraya bir açılır kapanır iskem­ le sokabilirsen talihlisin yani." Phylllis Bridgeport'tan gelen mektubu okurken güldü. "Eh, orada akşam yemeği vermeyi düşünmeyeceğiz sanırım... A m a n T a n n m , Cu­ maları ayırmışlar bana, Oysa ben bunu yapmamalarını söylemiştim." "Seminerler mi?" diye yine odaya dönen Pam sordu. "Evet. Pazartesi ile Perşembe arasında bir gün d e d i m , C u m a y ı vermişler. Ben ise Cumayı hafta sonlan için serbest bırakmak istiyor­ dum." "Bunu size hiç yakıştıramadım, Sayın Profesör." "Ailede işinden başka şey düşünmeyen b i r k i ş i yeter. Babanın hafta sonlanna ihtiyacı olacak -eğer k e n d i n i işinden koparabilirse. Neyse ben sonra telefon eder düzeltmeye çalışınm." "Bugün Cumartesi, anne."

118

"Doğru. Pazartesi ederim öyleyse." "Steve ne zaman geliyor?" "Baban Greenwich'e gelmesini oradan da arabayı almasını söyledi. Elinde kocaman bir liste var, L i l l i a n arabayı dolduracakmış yine." Pam h a f i f b i r çığlak attı. "Neden bana s ö y l e m e d i m sanki? Otobüsle eve gidip, oradan onunla gelirdim." "Burada sana ihtiyacım var. Ben Barnegat'tayken baban burada y a n döşenmiş b i r evde aç susuz oturuyordu. Biz kadınlar işleri yoluna koymalıyız. "Phyllis mektubu zarfına yerleştirip zarfı aynanın kena­ rına sıkıştırdı. "Ben senin yaklaşımına karşıyım," dedi Pam. "İlke olarak. K a ­ dınlar özgürdürler artık." "Karşı o l , özgür o l , ama g i t tabakları boşalt. A d a m l a r k u t u y u mutfağa bırakmıştı." Pam gidip yatağın kenarında oturdu; parmağını Levis blucinindeki hayali bir çizgi üzerinde dolaştırdı. "Şimdi yaparım... A n n e , L i l lian'ı neden getirmedin, o zaman işlerin kolaylaşırdı. Ya da başka b i r i ­ ni tutmadın?" " B e l k i daha sonra. Buradaki programımızın ne olacağını b i l m i y o ­ ruz henüz. Sık sık Connecticut'ta olacağız. Özellikle de hafta sonları; evi kapatmak istemedik. Senin bu kadar hizmetçi düşkünü olduğunu b i l m i y o r d u m . " Phyllis kızının bu tutumunu pek onaylamıyormuş gibi şakayla kaşını kaldırdı. "Öyleyim. Hizmetçilerimi karşımda görmeyince çok kızarım." "Neden sordun öyleyse?" Phyllis konsolun aynasından k ı z ı n a baktı. "Sunday Times'Avki y a z ı y ı o k u d u m . Babam kendisini on y ı l uğraştıracak b i r iş almış -hem de hafta sonlan da çalışarak- ve on y ı l dolduğunda işin ancak yarısı bitmiş olacakmış. Onun çok i y i bilinen yetenekleri bile olanaksızla karşı karşıyaymış bu sefer." "Olanaksız değil; 'inanılmaz'dı kullanılan sözcük. Ve Times da abartmaya kaçmakla tanınır." "Senin de Ortaçağlar üzerinde önde gelen b i r otorite olduğun yazılıydı."

119

"Her zaman da abartmazlar kuşkusuz." Phyllis gülerek bir iskem­ lenin üstündeki boş bavulu k a l d ı r d ı . "Senin neyin var, yavrum? Y ü ­ zünde bir -şey söylemek- istiyorum bakışın var yine." Pam başını yatağın sırtına dayadı. Phyllis kızın ayağında ayak­ kabılarının olmadığını görünce rahadadı. Yatak örtüsü ipekliydi. " 'Söylemek ' değil 'Sormak'. Gazeteleri o k u d u m , dergileri o k u ­ d u m , hatta Eric Sevareid'in televizyon programını seyrettim.... Babam neden aldı bu işi? Herkes bunun bir pislik olduğunu söylüyor." "Pislik olduğu i ç i n . Baban yetenekli bir insandır. Pek çok kimse onun bu k o n u d a başarılı olacağına inanıyor." Phyllis b a v u l u k a p ı önüne taşıdı. " A m a yapamaz, anne." Phyllis kızına baktı. Yapacağı b i n bir şeyi düşünürken yarım k u ­ lakla dinliyordu k ı z ı n ı . "Ne dedin." "Babam bir şey yapamaz." Phyllis ağır ağır yatağın ucuna yürüdü. " L ü t f e n b u n u açıklar mısın?" " B i r şeyi değiştiremeyecek. Ne komisyon, ne hükümet soruştur­ ması olayları değiştiremez." "Neden?" " Ç ü n k ü hükümet kendi kendini soruşturuyor o l u r . Z i m m e t i n e para geçiren bir insanın bankaya müfettişlik yapması g i b i b i r şey b u . Olamaz, anne." " B u hiç de senin fikrine benzemiyor, Pam." "Benim olmadığını kabul ederim; ama gerçek b u . B i z de bunları kendi aramızda konuşuruz." "Bundan hiç k u ş k u m y o k . Ü s t e l i k i y i b i r şey de. A m a b u , söylediğin durumu çok basite indirgemek bence. Ortada pis b i r durum olduğu konusunda genel bir kanı olduğuna göre, çözüm nedir? Eleş­ tiriyorsan bir başka seçeneğin de olmalı." Pam Trevayne öne eğildi, dirseklerini dizine dayadı. "Herkes öyle diyor ama biz bunun böyle olduğundan emin değiliz. B i r i n i n hasta olduğunu b i l i y o r s u n ve sen de doktor değilsen, ameliyat etmeye kalkışmamalısın." " B u da sana hiç uymadı...."

120

"Hayır, benim düşüncem bu." "Özür dilerim o halde." " A m a bir seçenek var. Bunun için de beklemek gerek; o zamana kadar ölüp gitmezsek... B ü y ü k b i r değişiklik. Tepeden tırnağa geniş bir değişim. B e l k i de gerçek bir üçüncü parti...." "İhtilal mi?" "Ne münasebet! Şiddet yanlılarının işi o. Onlar b i z i m k i l e r d e n daha i y i değildir, aptaldır hepsi. K a f a kırarak bir şey çözümlediklerini sanırlar." "Oh, i ç i m rahadadı neyse...." Phyllis k ı z ı n sorgu d o l u bakışları­ nı görünce de, "Seni küçümsüyor değilim, kızım," diye ekledi. "Bak anne, bütün kararlan veren insanlann yerine başka kararlar veren insanlar geçecek. Bunlarn gerçek sorunları dinleyecekler, kendi çıkarları için uydurma sorunlar yaratmayacaklar ya da küçük sorunlan abaratmayacaklar." " B e l k i de baban bu tür şeylere d i k k a t i çekebilir... Görüşlerini gerçeklerle desteklerse dinlemek zorunda kalacaklardır." "Dinleyeceklerine hiç k u ş k u m yok. Baişlannı sallayıp babamın büyük bir insan olduğunu söyleyeceklerdir. Sonra onun komisyonunu araştıracak başka komisyonlar ve ardından onları araştıracak bir ko­ misyon kurulacaktır. Bu hep böyle olagelmiştir ve şimdi de böyle ola­ caktır. Bu arada hiçbir değişiklik olacaktır. Bu arada hiçbir değişiklik olmayacaktır. Görmüyor musun, anne? Önce değişmesi gerekenler yukardaki insanlardır." Phyllis k ı z ı n heyecanlı ifadesine baktı. "Çok kuşkucusun." " B e l k i , ama seninle babamın da pek farklı düşünmediğinizi sanı­ yorum." "Ne?" "Ne b i l e y i m , burada her şey

sanki sürekli değilmiş g i b i . L i l -

lian gelmedi, bu ev babamın öyle rahat edeceği bir yer değil...." "Ev için i y i nedenlerimiz var; b i r kere kiralık ev bulmak kolay değil. Sonra baban otellerden nefret eder." Phyllis aceleyle, düşün­ meden konuşuyordu. A r k a bahçedeki küçük misafir bölmesinin ken­ dilerine verilen i k i G i z l i Servis ajanı için ideal olduğunu söylemedi.

121

Robert Webster'den gelen b i r yazıda bundan 1 6 0 0 Devriyesi' diye söz ediliyordu. "Sen söyledin evin tam döşeli olmadığını...." "Daha zaman bulamadık." " ve hâlâ Bridgeport'ta konferans veriyorsun." "Eve yakın olduğu için orasıyla anlaşmıştım." "Programından bile pek emin olmadığını söyledin." "Yavrum, sen tek tek söylenen şeyleri alıp bunları bir önyargıyı desteklemek için kullanıyorsun." "Haydi haydi, anne. B i r i n i n bir kitap hakkındaki yorumuna karşı savunma yapmıyorsun burada." "Yapabilirim de. Bunun kadar aldatıcı olan çok şey gördüm... ba­ ban kendisi için çok önemli olan b i r şey yapıyor. Çok güç bazı karar­ lar verdi; ve bunlar k o l a y o l m a d ı . Onun c i d d i olmadığı g i b i b i r şey duymak istemem senden. Ya da b i r yutturmacanın parçası o l d u ğ u gibi." "Aman aman! Neler söylüyormuşum ben?" Pam oturduğu yerden kalktı, annesini bu kadar üzdüğü için ne yapacağını bilemiyordu. "Ben b ö y l e b i r şey s ö y l e m e d i m , anne. Babam i ç i n asla b ö y l e b i r şey düşünmem. Senin için de. Siz dürüst insanlarsınız." "O zaman ben seni yanlış anlamış o l m a l ı y ı m . " P h y l l i s yine konsolun başına yürüdü. Kendisine k ı z m ı ş t ı , kızından çok daha b i l g i l i insanların Washington'un dört bir yanında söylediklerini söylüyor diye k ı z m a çatmaya gerek y o k t u . Yutturmaca değildi söylenen, boşuna ça­ balamaktı. Boşunalık. Andrew boşuna çalışmaktan nefret ederdi. Hiçbir şey değişmeyecekti. Söyledikleri buydu. Phyllis dönerek anlayışla baktı kızına. " H a k l ı olabilirsin.... bu­

seyi

değiştirmenin güç o l d u ğ u hakkında. A m a ona bunu yapabilme

fırsatını tanımalıyız, değil mi?" Annesinin gülümsemesiyle i ç i rahatlayan k ı z da gülümsedi. "Evet. Yani babam koca donanmayı b e l k i de değiştirip denizde seyre­ den bir donanma haline getirebilir." "Bunaen çok çevre korumacılar sevinir. H a y d i , g i t tabaklan çıkar şimdi. Steve aç gelecektir." 122

"O hep açtır zaten." Pam kapıya yürüdü. "Babandan söz etük ya, o nerede kuzum? Iş yapması gerekirken birden toz oluverir." "Arka tarafta. Oradaki o i r i bebekevi gibi yere bakıyordu."

Trevayne k ü ç ü k k o n u k evinin kapısını kapattı. 1600 Devriyesi­ nin araç gerecinin işler durumda olduğundan emindi artık. B ü y ü k evin salonunda halının altındaki düğmeye basınca evin salon ve holündeki sesleri alan i k i m i k r o f o n çalışmaya başlıyordu. Trevayne bunu az önce denemiş ve sokak kapısının a ç ı l d ı ğ ı n ı , k ı z ı ile postacının konuş­ malarım, sonra da Pam'ın annesine bağırarak özel ulak bir mektup gel­ diğini söylemesini duymuştu. A y r ı c a alt kattaki odada açık pencerenin pervazına bir kitap yerleştirmiş ve küçük eve girdiğinde üzerinde nu­ maralar olan bir panelin altındaki üçüncü bir hoparlörden b i r v ı z ı l t ı geldiğini duymuştu. Büyük evdeki her odanın bir numarası vardı ve bu da buradaki tabloda g ö r ü l ü y o r d u . Elektronik b i r tarayıcı harekete geçirmeden kimse herhangi bir pencereden içeri giremezdi. Çocuklar hafta sonunda geldiklerinde i k i ajana sokağa park ettik­ leri arabalarında beklemelerini rica etmişti. A n d y onların arabalarında Konuk evindeki aletlere bağlı olduğunu sanıyordu ama bu konuda b i r şey sormamıştı. Çocuklara ajanlardan söz etmenin bir yolunu araya­ caktı, ancak onlarin korkmalarını istemiyordu ve bu korunmanın neden gerekli olduğunu da asla bilmemeliydiler. İ k i ajan dönüşümlü olarak y< rlerine gelecek olanlarla bir program oluşturmuşlardı ve Trevayne'ı anlayışla karşılıyorlardı. Trevayne'ın Robert Webster'le -dolayısıyla da Başkanla- anlaş­ ması basitti. Karısına günde y i r m i dört saat güvenlik gözetimi verile­ cekti. 'Güvenlik gözetimi'nin 'koruma' demek olmadığını öğrenmişti. Birincisi daha 'geniş kapsamlıydı' ve Adalet Bakanlığınca daha çok ka­ bul edilebilen bir yöntemdi. İ k i çocuğuna ise federal istek üzerine yerel yetkililer tarafından günlük bir 'anında-gözetim' uygulanacaktı. Okulla­ ra bu 'normal' yöntem bildirilecek ve işbirliği yapmaları sağlanacaktı.

123

Trevayne'ın kendisine en az derecede 'güvenlik gözetemi' uygu­ lanması kararlaştırılmıştı. Şahsına karşı doğrudan doğruya b i r saldırı pek olası görülmüyordu ve kendisi de bir çıkar çatışmasının söz konu­ su olmaması için Adalet Bakanlığı ile resmen bir ilişkiye girmek iste­ m i y o r d u . Bobby Webster, Trevayne'ın Adalet Bakanlığının 'geniş kap­ samlı' tabirine itirazını söylediğinde Başkanın kahkahalarla güldüğünü bildirmişti. Eski Adalet Bakanlarından M i t c h e l l bu tür i k i anlamlı terimler üzerinde silinmez bir damgasını bırakmıştı. Trevayne bir korna sesi duyuncu başını kaldırıp b a k t ı . Oğlunun getirdiği araba kapıdan g i r m i ş , şimdi geri geri evin önüne doğru geli­ yordu. Arabanın arkası tavana kadar doluydu. Trevayne Steve'in dikiz aynasından bir şey görüp göremediğini merak etti. D e l i k a n l ı arabayı k a p ı y a yanaştırıp i n d i . A n d y o ğ l u n u n üzün saçlarının şimdi omuzlarından aşağı sarkmakta olduğuna gülerek ama esefle baktı. "Selam, baba!" Steve'in gömlek etekleri pantolonunun dışında d a l g a l a n ı y o r d u , o m u z l a n arabanın t a v a n ı n a ancak g e l i y o r d u . "İnanılmazın intikam tanrısı nasıl bakalım?" "Neyin nesi?" diye sordu A n d y oğlunun elini sıkarken. "Times' da öyle yazıyordu." "Onlar her şeyi abartırlar."

*** Ev A n d y ' n i n tahminlerinin aksine öğleden sonra iyice 'topar­ lanmıştı.' Oğluyla arabayı boşatmışlar sonra da m o b i l y a l a n sanki sat­ ranç taşlarıymış gibi oradan oraya taşıtan Phyllis'in emirlerini bekle­ mişlerdi. Her bir ağır m o b i l y a parçası yeniden eski yerine yerleş­ tirildiğinde Steve, Trevayne ve oğlu nakliye şirketinin ücretlerinin hızla arttığını söylüyordu. Phyllis saat beşbuçukta artık t a t m i n olunca, nakliyecilerin k u t u l a n ve bezleri evin arkasına taşınmış, mutfak düzene g i r m i ş t i . Pam da yukardan yataklann yapıldığını söyleyerek indi- Steve'in yatağının zev­ kine uygun yapıldığını umut ediyordu.

124

"Zeka derecen b i r sayı k ü ç ü k olsaydı b i t k i o l u r d u n , " o l d u Steve'in buna tek yanıtı. Monticellino'nun i l k sahibi mutfakta herkesin hoşuna giden bir şey yaptırmıştı: B i r k ö m ü r ocağı. Andrew'un Tawning Spring 'e gidip açık bir kasap bulması ve kocaman b i r biftek alıp gelmesi o y b i r l i ğ i y l e kararlaştırıldı. Trevayne bunun i y i b i r fikir olduğunu düşünüyordu; yolda 1600 Devriyesiyle konuşabilecekti. Konuştu da. Ve resmi arabanın ön tablosu altında b i r uzay aracı dışında görebileceği en karmaşık bir düğme dizisini görünce sevindi. K ö m ü r ocağının b i r kusuru vardı: evin alt k a t ı n ı duman kap­ lamıştı. Bunun sonunda b i r sürü pencerenin açılması gerekince Tre­ vayne birden konukevine bağlanan düğmeyi hatırladı ve hemen halının üstüne basarak -çocuklarını şaşırtacak bir şekilde- bağıra bağıra eve de, ızgarayı yaptırana da söylendi durdu. Steven Trevayne, sokak kapısını açıp kapatıp dumanları temiz­ lemeye çalışan babasına bakarak, "Anne, bence babamı hemen bir yel­ kenliye atmalısın," dedi. "Karada uzun süre kalınca beynine bir şeyler oluyor galiba." "Bence tıkabasa doyurmalısın onu," diye aüldı Pam. "Demin üç haftadır aç açına burada oturduğunu söylemiyor muydun?" Trevayne karısı ile çocuklarının güldüklerini görünce hareketleri­ nin k o m i k l i ğ i n i farketd. "Susun yoksa Çocuk Haftası dergisine abo­ nenizi iptal ettiririm," dedi. B i f t e k i y i y d i , ama o kadar. O kasap ile kömür ocağı konusunda başka kararlar da alındı. Steve ile A n d y tabaklan toplarken Pam ile Phyllis de kahveleri getirdiler. "Lillian ne yapıyor acaba?" dedi Pam. "Koca evde tek başına..." "O öylesini sever," dedi Steve. "Hiç olmazsa

bahçe bakım

servi­

sini iptal eder şimdi. Annemin onlara karşı çok yumuşak davrandığını söylüyordu." "Ne yumuşağım ne de sert. O n l a n görmem bile." " L i l l i a n daha yakından ilgilenmenin gerektiği fikrinde." Steve kızkardeşine döndü. "Geçen ay onu kasabaya indirirken bize bahçıvanl a n sürekli değiştirdiklerinden yakınmıştı. Her yeni adama ne isten-

125

diğini anlatarak vakit kaybedildiğini söylemişti. T a m b i r Ondördüncü Louis'dir L i l l i a n . " A n d r e w aniden ama d i k k a t i çekmeyecek şekilde oğluna baktı. Önemsiz bir şeydi ama ilgisini çekmişti. Bahçe b a k ı m servisi neden sık sık personel değiştiriyordu? Servis bir aile işletmesiydi, kalabalık b i r İtalyan ailesi tarafından yönetiliyordu ve eleman eksikliği çekmez­ d i . Zaman zaman hepsi birden çalışmışlardı Barnegat'ta. Bu k o n u üzerine eğilecek, A i e l l o Bahçecilik servisini araştıracaktı. İşlerine son verecekti. "Lillian insanları korur," dedi. "Kendisine minettar olmalıyız." "Öyleyiz," dedi Phyllis. "Sürekli olarak hem de." "Senin komisyon ne durumda, baba?" diye sordu Steve. " A l t k o m i s y o n , komisyon değil; aradaki fark da yalnız Washington'da önemlidir. Kadroyu hemen hemen tamamladık. B ü r o da yoluna giriyor." "Bombardıman ne zaman başlıyor?" "Bombardıman mı? Bunu da nereden çıkardın?" "Pazar sabahının karikatürlerinden," dedi Pam. "Soyguncuları Nader g i b i dümdüz etmeyecek misin?" Steve neşesizce gülümsedi. "Görevlerimiz farklıdır?" "Öyle mi? Nasıl f a r k l ı , baba?" "Ralph Nader genel tüketici sorunlarıyla ilgilenir. B i z ise hükü­ met ihalelerine ilişkin belirli yükümlülüklerle Ugileneceğiz. Arada çok büyük bir fark vardır." " A y n ı insanlar," dedi oğlu. "Mutiaka aynı insanlar olması gerekmez." "Çoğunlukla," dedi k ı z ı . "Pek değil." Steve gözlerini babasından ayırmadan kahvesini i ç t i . "Pek emin değilsin galiba." "Bunu öğrenecek zamanı olmamıştır daha, Steve," diye Phyllis söze karıştı. " E m i n değiliz elbette," dedi A n d y . "Nader'in ardında o l d u ğ u kişilerle bunların aynı kimseler olup olmadıkları değil sorun. Biz be-

126

l i r l i yolsuzluklar üzerinde duruyoruz." "Hepsi b ü y ü k bir resmin parçalan," dedi Steve. "Çıkar çevre­ leri." ' "Bir dakika." Trevayne bir fincan kahve daha aldı." 'Çıkar çevre­ leri ile ne kastettiğini b i l m i y o r u m ama 'iyi finanse edilmiş' demek is­ tiyorsun herhalde. Öyle mi?" "Evet." "Finansman epey i y i şey yaratmıştır. Öncelikle t ı b b i araştır­ maları sayabilirim, sonra t a r ı m , inşaat ve nakliyede i l e r i teknoloji. Büyük çapta finanse edilmiş projelerin sonuçlan herkes için yararlıdır. Sağlık, gıda ve bannma; çıkar çevrelerinin bu alanlarda büyük katkılan vardır. Doğru değil mi?"" " D o ğ r u elbette. Eğer katkıda bulunmanın bir ilgisi varsa ve bu katkı para kazanmanın bir yan ürünü değilse." "Sen olayı kâr amaçlı olarak görüyorsun demek?" "Kısmen öyle." " B u epey tutarlı oldu. Özellikle başka sistemlerle karşılaştırıl­ dığı zaman. Rekabet daha çok insana daha çok şey sağlar." "Beni yanlış anlama," dedi o ğ l u . "Kâra karşı olan yok. A m a tek amaç kâr olunca..." "Bunu anlanm," dedi Andrew. A y n ı şeyi de kendisi ta içinde his­ sederdi. "Bundan emin misin, baba?" "Anlayacağıma inanmıyor musun?" "Sana inanmak isterim. Gazetecilerin ve insanlann senin i ç i n söylediklerini okumak hoş b i r şey. Hoş b i r duygu bu, b i l i y o r mu­ sun?" "Öyleyse seni önleyen ne?" diye sordu Phyllis. "Tam olarak bilemiyorum. Babam k ı z g ı n olsaydı k e n d i m i daha i y i hissederdim belki. Ya da biraz daha kızgın." Andrew ile Phyllis bakıştılar. " K ı z g ı n l ı k bir çözüm değildir, yavrum," dedi Phyllis." Bu sadece zihinsel bir durumdur." "Bu pek yapıcı değil, Steve," dedi babası. " A m a bir başlangıç noktasıdır, baba! Yani demek istediğim, sen

127

b i r şey yapabilirsin. Gerçek b i r fırsat b u . A m a b e l i r l i yolsuzluklara takılır kalırsan kaçırırsın eline geçirdiğin bu fırsatı." "Neden? Onlar da gerçek başlangıç noktalandır" "Hayır, değildir. Bunlar kanallan tıkayan şeyler. Her küçük nokta üzerinde tartışmaya kalktığında kanalizasyonun içinde boğuldun de­ mektir. Boğazına kadar...." "Benzetmeyi tamamlamana gerek yok," diye Phyllis oğlunun sözünü kesti. " batarsın usta a v u k a t l ı k ş i r k e t l e r i n i n m a h k e m e l e r d e sürüncemeye soktuklan binlerce gereksiz olay içinde." "Seni anlıyorum sanınm," dedi Andrew. "Sen ç i v i l i b i r süpürge öneriyorsun. Bu tür bir tedavi hastalıktan daha k ö t ü olabilir. Tehlikeli­ dir." "Pekala. B e l k i biraz aşınya kaçtım." Steven Trevayne içtenlikle gülümsedi. " A m a 'yannın bekçileri'nin sözünü d i n l e , baba. Giderek sabırsızlanıyoruz artık."

Bornozunu giymiş Trevayne balkon kapısının önünde duruyordu. Saat sabahın b i r i y d i , Phyllis'le yatak odasındaki televizyonda eski b i r f i l m seyretmişlerdi. K ö t ü bir alışkanlıktı bu. A m a eğlenceliydi; eski filmlerin kendilerine göre sakinleştirici bir etkileri vardı. Phyllis yataktan, "Ne oldu?" diye sordu. "Hiç. Araba geçti; Webster'in adamlan." "Konukevini kullanmayacaklar mı?" "Kullanabileceklerini söyledim ama b i r i k i gün beklemelerinin daha i y i olacağını söylediler." "Çocuklann k e y f i n i kaçırmak istemiyorlardır s a n ı n m . A l t k o ­ misyon başkanlarına sıradan önlemler alındığını söylemek başka şey, evin çevresinde dolaşan yabancılan görmek başka." "Öyle sanınm. Steve epey açık sözlüydü, değil mi?" "Eh.." Phyllis yanıt vermeden yastığını düzeltti. "Sözlerine çok önem vermesen i y i olur bence. Genç daha. Arkadaşlan gibi genelleme­ ye düşkün. Karmaşık dunımlan kabul etmiyorlar, edemiyorlar belki de. 'Çivili süpürgeleri' yeğliyorlar."

128

"Birkaç y ı l a kadar onları kullanamayacaklar." "Kullanmak da istemeyeceHeıüir." "Buna pek güvenme. K i m i zaman bütün bunların

A r a b a yine

geçiyor işte."

Gizli Devlet - F. 9

129

İ K İ N C İ BÖLÜM

13

S

A A T a l t ı b u ç u ğ a g e l i y o r d u , m e m u r l a r ı n çoğu ç ı k a l ı b i r saati geçmişti. Trevayne masasının arkasındaydı, sağ ayağım koltuğun kenarına uzatmış, dirseğini dizine dayamıştı. Masanın çevresinde Paul Bonner'in Savunma Bakanlığındaki amirlerinin istemeye istemeye 'te­ miz' kabul ettikleri komisyonun dört üst düzey personeli ortaya yay­ dıkları büyük kağıtlara bakıyordu. Trevayne'ın hemen önünde Sam Vicarson adındaki genç bir avu­ kat vardı. Andrew bu enerjik ve sözünü sakınmayan avukada Dantforth V a k f ı soruşturması sırasında tanışmıştı. Vicarson yeniden yardım için başvuran b i r H a r l e m sanat örgütünün davasını savunuyordu. T ü m mantık kurallarına göre y a r d ı m ı n kesilmesi gerekirdi ancak Vicarson'un örgütün geçmişteki kabahatlan için bulduğu bahaneler o kadar inandırıcıydı k i , Dantforth V a k f ı yardımı yeniden başlatmaya karar ver­ mişti. Trevayne Sam Vicarson hakkında soruşturma yapmış, onun top­ l u m bilincine sahip yeni kuşak avukatlarından b i r i olduğunu öğren­ mişti. Vicarson gündüzleri büyük kârlı işlerini yaptıktan sonra geceleri de gettolarda çalışıyordu. Z e k i , kurnaz ve inanılmaz derecede yaratı­ cıydı. Vicorson'un sağında altı hafta öncesine kadar^Pace-Trevayne'ın N e w Haven fabrikalarının m u r a k ı b ı olan A l a n M a r t i n v a r d ı . M a r t i n orta yaşlı eski b i r

istatistik

analizcisiydi; çok d i k k a t l i b i r insandı,

ayrıntıları gözden kaçırmaz, b i r konuda karar verdi mi bunu kesinlikle değiştirmezdi. Vicarson'un solunda kocaman piposundan dumanlar çıkaran M i c ­ hael Ryan ile yanındaki John Larch mühendisti. Her i k i s i de havacılık

131

ve inşaat mühendisliği alanlarında uzmandılar. Ryan k ı r k ı n a y a k ı n , canlı, dost t a v ı r l ı , kolayca gülen ama b i r uçak planı ile karşılaştığında ölesiye ciddileşen b i r insandı. L a r c h ise hep düşünceli, aksi g ö r ü ­ nüşlü, z a y ı f yüzlü ve hep yorgun görünüşlüydü. Ancak zihni yorgun­ l u k nedir b i l m e z d i . Doğrusu ya, bu dört k a f a sürekli olarak ve pek yüksek hızlarda çalışırdı. Bu adamlar alt komisyonun çekirdeğini oluşturuyorlardı; Savun­ ma K o m i s y o n u n u n hedeflerine bunlar kadar uygun başka b i r kimse düşünülemezdi. "Pekala," dedi Trevayne. "Bunları defalarca k o n t r o l ettik." M a ­ sanın üstündeki kroküeri gösterdi. "Hepiniz bunları topladınız, b i r b i r i ­ nizden ayrı olarak tek tek incelediniz. Ş i m d i b u l d u k l a r ı m ı z ı ortaya dökelim bakalım." "Gerçekçilik anı mı geldi, Andrew?" A l a n M a r t i n ayağa k a l k t ı . "Öğleden sonrasında ölüm mü?" "Bok." Micheal Ryan piposunu ağzından çekip güldü. "Arenanın her tarafında hem de." Sam Vicarson, "Bence bunları toparlayıp en fazla parayı verene t e k l i f edelim," dedi. "Arjantin'de b o l l u k içinde b i r yaşantıya özlem duyâbUirim." "Soluğu Tierra del Fuego'da alırsın, Sam." John L a r c h , Ryan'ın dumanından biraz uzaklaştı. " K i m başlamak ister?" diye sordu Trevayne. D ö r d ü b i r ağızdan konuşmaya başladdar. Her ses otoriterdi, öte­ k i l e r i n i bastıracağından e m i n d i . E l i n i k a l d ı r m ı ş olan A l a n M a r t i n önceliği k a p t ı . " B e n i m görüşüme göre şimdiye kadar aldığımız yanıtlarda pek fazla d e l i k var. Ancak hesap kontrolleri genellikle taşeronları içeren projelere i l i ş k i n olduğundan bu beklenen b i r şeydir. Bundan sonraki kadro soruşturmaları genellikle tatmin edici. B i r istisna dışında. Ger­ çek b ü y ü k l ü k t e k i tüm olaylarda asgari rakamlar verilmiş. I T T buna yanaşmak istemediyse de sonunda 0 da yola geldi. Ancak burada da bir istisna var." "Tamam, A l a n . Orada dur. M i k e ve John. Siz birlikte çalıştınız, depmi?"

132

" K a r ş ı l ı k l ı kontrollarda bulunduk," dedi Ryan. "Epey sahtecilik var, Alan'ın dediği g i b i taşeron alanlarında. Sayıyorum: Lockheed ve I T T sonuna kadar yardımcı oldular. I T T bilgisayar düğmelerine basıyor ve hesaplar patır patır dökülüyor. Lockheed ise merkeziyetçi ve hâlâ bocalıyor..." " ö y l e olması gerek," diye Sam Vicarson sözünü kesti. " K u l ­ landıkları benim param...." "Sana teşekkür etmemi söyledüer." dedi A l a n M a r t i n . " G M ve Ling-Tempco'nun sorunları var," diye Ryan devam etti. " A m a dürüst olmak gerek, bu b ü g i kaçırmadan ç o k , k i m i n neden so­ r u m l u o l d u ğ u n u bulamamaktan. Adamlarımızdan b i r i General M o tors'da tam b i r gününü g e ç i r d i , b i r i y l e konuşup b i r b i r i m dizaynı başkanının k i m olduğunu öğrenene kadar. Sonunda başkanın konuş­ tuğu adam olduğu anlaşıldı..." John L a r c h y "Sonra beklenildiği gibi şirket k o r k u l a n var," dedi. "Özellikle GM'de. U y u m ve sonışturma uyuşan şeyler değüdir." "Yine de genel olarak istediğimizi elde ediyoruz. L i t t o n çılgın b i r yer. T i l k i kadar kurnaz. Sadece finansman yapıyorlar ki bu da o n l a n herhangi b i r pratik uygulamadan epey uzaklaştınyor. Onlardan hisse almayı düşünüyorum doğrusu. Şimdi de büyük bilmeceye geliyoruz." "Ona da sıra gelecek," dedi Trevayne. A y a ğ ı n ı koltuğun kena­ rından indirip sigarasını aldı. "Ya sen, Sam?" Vicarson Andrew'u şakayla eğilerek selamladı. " B u fırsattan ya­ rarlanarak tanrılara beni bu kadar ünlü hukuk şirkederiyle bir araya ge­ t i r d i k l e r i i ç i n teşekkür etmek isterim. Z a v a l l ı başım hâlâ dönüyor doğrusu." "Sözlerini çevirmeye kalkışırsak, defterlerini çalmış," dedi A l a n Martin. * "Ya da gümüş t a k ı m l a n n ı , " dedi piposundan nefesler çeken Ryan. "İkisine de hayır. A n c a k epey iş teklifi aldım diyebilirim... Ge­ nel olarak tatmin edici bir temele oturan şeyleri yinelemenin bir yaran y o k . M i k e g i b i düşünmüyorum ben; bence epey kaçamak y a p ı l d ı . John'la aynı f i k i r d e y i m ; şirket k o r k u l a n her yanda. A m a gerekli ısran gösterirseniz tatmin edici yanıt alabiliyorsunuz. B i r i dışında... B u

133

Alan'in 'iştisna'sı ve M i k e ' i n 'bilmecesi'. B e n i m i ç i n ise, mektepte öğretilmeyen hukuksal b i r karmaşa." "Tamam," diyerek oturdu Trevayne. "Genessee Sanayi." "Evet," dedi Sam. "Genessee." "Değişen h i ç b i r şey yok." A n d r e w i k i nefes a l d ı ğ ı sigarasını söndürdü. "O da ne demek? diye sordu Larch. "Yıllar önce, daha doğrusu tam y i r m i y ı l önce Genessee, D o u g Pace ile beni aylarca oyalamıştı. Gösteri ardından gösteri sunuyorduk. Ben yeni e v l e n m i ş t i m ; Phyl i l e sırf onlar i ç i n Palo A l t o ' y a g i t t i k . İstedikleri her şeyi verdik onlara. Sonunda bizi kapı dışarı ettiler, b i ­ z i m dizaynlarımızı geliştirip üretime başladılar." "Esaslı adamlarmış." dedi Vicarson. "Patent hırsızlığı davası aç­ madınız mı?" "Hayır. Bu oyuna gelmeyecek kadar ustaydılar, üstelik Bernoulli i l k e s i n i n patentini alamazsın. D e ğ i ş i k l i ğ i m e t a l u r j i k toleranslarda yapmışlardı." "Kurnazca ve kanıtlanamaz." M i c h a e l Ryan piposunu k ü l tab­ lasının kenarına vurdu. "Genessee'nin sekiz on ayrı eyalette laboratuvarlan ve bunun en az i k i katı kadar de deneme alanları var. Yaptıkları dümenlere gerçek y e m i n l i beyanlarla eski tarih verebilirler, mahkeme­ ler de ne olup b i t t i ğ i n i imkan y o k anlamazlardı. Sonunda kazanan on­ lar olurdu." "Çok doğru," dedi Andrew. A m a bu başka bir zamanın başka bir hikayesi, önümüzde yeteri kadar düşünecek zaman var şimdi. Nerede­ yiz? Ne yapıyoruz?" "Ben bir toparlayayım." A l a n M a r t i n , üzerinde 'Genessee Sanayi' yazan kartonu kaldırdı. Kartona üstünde başlıklar olan kareler çiziliydi. Her başlığın altına da alınan mühendislik ve inşaat ihaleleri, m a l i ope­ rasyonlar, hukuksal sorunlar belirtilmişti. Sık sık şu ya da bu dosyala­ ra göndermeler vardı. " M a l i tablonun avantajı bütün alanlara yayılmış olması.... Son haftalarda yüzlerce soru k a ğ ı d ı g ö n d e r d i k -bütün şirkedere. Bildiğiniz g i b i hepsi de gazetelerdeki reklam kuponları g i b i şifreliydi. Şifreler bize postalanma zaman ve yerlerini belirtiyordu. B u ­ nun ardından personelle görüşmelere başladık. Gennesee'de anormal bir

134

yer değiştirme olayına rastladık. B e l i r l i b ö l ü m ve yerlerden gönde­ rilmesini beklediğimiz yanıtlar başka yerlere transfer e d i l m i ş t i . M e ­ murlarımızın görüşmek üzere g i t t i k l e r i yönetici personel yerlerinde d e ğ i l l e r d i . Genessee b u n l a r ı başka b ö l ü m l e r e , yan k u r u l u ş l a r ı n a göndermişti; yüzlerce, hatta binlerce m i l öteye. B a z d a n denizaşırı bölümlere nakledilmişlerdi... Sendika liderleriyle toplantılar düzenle­ dik. Burada da pek o kadar ustaca olmasa da aynı hikaye ile karşılaştık. Ülkenin bir ucundan öteki ucuna haber yayılmıştı -yerel tartışmalar ya­ saktı. Hükümet müdahalesi konusunda ne yapılması gerektiği karara bağlanıyordu. Kısacası, Genessee Sanayii çok etkin ve b ü y ü k bir giz­ leme faaliyetine girişmişti." "Tam olarak etkin değil anlaşıldığı kadanyla,' dedi Trevayne. "Yeteri kadar etkin, Andrew," dedi Martin. "Genessee'nin i k i yüz binden fazla personeli var. Şu ya da bu ad altında on beş dakikada bir milyonlarca liralık ihale alıyor ve sahip olduğu gayrimenkul sayısı ise neredeyse İçişleri B a k a n l ı ğ ı n ı n k i n e eşit. Soru kâğıtları geri geldiği sürece, şirketin çeşitliliği de göz önüne alınınca, bu yer değiştirme dik­ kat çekmeyebilirdi." "Senin g i b i m a l i b i r dehaya yutturamadılar ama." Vicarson k o l ­ tuğun kenanna oturup Genessee krokisini Martin'den aldı. "O kadar da i y i olduklarını söylememiştim" "Benim d i k k a t i m i çeken," d i y e Sam devam etti. " K i , bu M i k e , John ve hatta Al için pek büyük şok olmamıştır sanınm, Genessee'nin b o y u d a n oldu. A l t y a p ı s ı gerçekten inanılmaz bir boyutta. Evet hepi­ miz yıllarca Genessee şöyle, Genessee böyle diye duymuşuzdur ama bu daha önce pek etkilememişti beni. Dergilerde görülen o tam sayfalık ilanlar g i b i , pekala b ü y ü k b i r şirketmişsiniz dersiniz. Ne güzel reklam vermişler, aferin, falan. A m a b u . Telefon rehberinden *Öaha çok ad var bunda." „ "Ve anti-tröst yasası çiğnenmiyor," dedi Andrew. "Gesco, Genucraft, SeeCon, Pal-Co, Cal-Gen, SeeCal... çılgınca b i r şey... "Sam Vicarson Genessee, k r o k i n i n 'Yan Kuruluşlar' başlı­ ğ ı n ı gösterdi. "Beni rahatsız eden nokta izini bulamadığımız daha düzünelerce şirketi olabileceği." "Olsun," dedi John Larch. "Elimde işe başlamak için yeteri kadar var." 135

14 Binbaşı Paul Bonner, Potomac Towers binasının nehir kenarında b i r boşluğa park etti arabasını. Camdan ağır ağır akan nehre baktı. Bu park yerine i l k geldiğinden bu yana tam yedi hafta olmuştu. Andrew Trevayne ile tanışalı yedi hafta. Bu işe hem görevine hem de adama karşı b i r k ı r g ı n l ı k duyarak başlamıştı. İşine karşı k ı r g ı n l ı ğ ı devam ediyor, hatta b e l k i de artıyordu; ancak adama karşı gerçek b i r nefreti sürdürmek de giderek güçleşmekteydi. Trevayne'ın lanet alt komisyonunu onaylıyor değildi; aksine hiç de onaylamıyordu. Palavraydı hepsi. Kongrenin gerekli olan şeyler içıu sorumluluğu üzerinden atmak i ç i n , en azından sulandırmak i ç i n b u l ­ duğu b i r y o l d u b u . Binbaşı Paul Bonner'i bu kadar düşman eden de buydu işte. Kimse bunun gerekli olmadığını söyleyemezdi. H i ç kimse! Ancak gerçekle yüzyüze gelindiğinde herkes dehşeüi b i r inanamazlık havasına bürünüveriyordu. En b ü y ü k düşman zamandı. İnsanlar değil. B u n u göremiyorlar mıydı? Uzay programında öğrenmemişler m i y d i bunu? 1971 Şubatında atılan A p o l l a 14 y i r m i m i l y o n dolara malolmuştu. 1972 y ı l ı n a göre programlanmış olsaydı on m i l y o n , altı ay sonrasında ise beş ila yedibuçuk m i l y o n a malolacaktı. S i v i l ekonomide en ö n e m l i faktör za­ mandı ve askerler de zaman hesaplarında olduklarından ekonomik-sivilcezalan kabul etmek zorundaydılar. Bu son haftalar boyunca Andrew Trevayne'a kendi teorisini anlat­ m a y a çalışmıştı. A m a Trevayne bunun faktörlerden biri olduğuna inanıyordu, tek faktör olduğuna değil. Trevayne, Bonner'in teorisinin basite indirgeme olduğuna inanıyordu ve Bonner bu terime kızınca da kahkahalarla gülmüştü. Binbaşı da gülmüştü buna- "basite indirgeme' kendisinin kullandığı sivil t e r i m i gibi 'aptallığın' başka b i r şifre adıy­ dı. Şah mat. A m a Trevayne zaman unsuru ortadan k a l k t ı ğ ı takdirde yolsuzluk oranının azalacağına inanıyordu. İnsanın dünya kadar zamanı olsaydı arkasına yaslanıp mantıklı fiyatların oluşmasını bekleyebilirdi. Bonner bunu kabul etmişti.

136

A m a bu yalnızca bir yüzü diye iddia ediyordu. Trevayne piyasayı b i l i r d i . Yolsuzluk, zamanı satın almaktan ötelere uzanıyordu. Bonner onun haklı olduğunu b i l i y o r d u . Şah mat... İ k i adam arasındaki temel fark, her b i r i n i n zaman unsuruna ver­ d i k l e r i ö n e m d i . Bonner i ç i n bu en ö n e m l i şeydi, Trevayne i ç i n ise değildi. Trevayne küresel bir felaketi önleyecek temel b i r uluslararası zeka olduğuna inanırdı. Binbaşı ise buna inanmazdı. Düşmanı görmüş, onunla çarpışmış, onu harekete geçiren bağnazlığa tanık o l m u ş t u . Başkenderin c i d d i salonlarından komutanlar aracılığıyla taburlara, ta­ burlardan y a r ı m yamalak g i y i m l i ve çoğunlukla da aç olan askerlere kadar inerdi b u . Ve de çok güçlüydü. Bonner düşmanı p o l i t i k bir yaf­ taya indirecek kadar basidikçi değildi; bunu Andy'ye açık açık söyle­ m i ş t i . Düşman b i r K o m ü n i s t , M a r k s i s t , M a o i s t y a d a L u m u m b a i s t değildi. Bunlar sadece elverişli adlardı. Düşman, devrim fikri ile cahillikten kurtulan dünyanın üçte i k i s i y d i ; yüzyıllar sonra kendi k i m l i ğ i n e sahip o l m a fikri. Ve b i r kere buna sahip olunca da, dünyanın geri kalan bölümüne damgasını zorla vuracaktı. Nedenler ne olursa olsun, hatta h a k l ı olsa b i l e . Düşman halktı. M i l y o n l a r ı denetim altında tutan b i r avuç insanı; ve yeni keşfedilmiş güç ve teknolojisiyle bu b i r avuç insan da insan z a y ı f l ı ğ ı ve kendi bağnazca inançlarına tabi i d i . D ü n y a n ı n geri kalan b ö l ü m ü bu düşmana karşı kesin, c i d d i ve güçlü b i r biçimde karşı k o y m a y a hazır o l m a l ı y d ı . Ona verilen ad Paul Bonner'in umurunda bile değildi. B ö y l e bir şeyin var olması yeterliydi. Ve bu da zaman d e m e k t i . F i y a t ı ne olursa olsun, üreticilerin ç e v i r d i k l e r i k ü ç ü k dolaplar ne olursa olsun, zamanın satın alınması gerekirdi. Bonner askeri araçtan ç ı k ı p binaya doğru yürümeye başladı. Ace­ lesi y o k t u , hiç yoktu hem de. M ü m k ü n olabilse orada olmamayı ister­ d i . Bugün. Ç ü n k ü bugün gerçek görevinin i l k günüydü. Z o r l a kendisine kâ-

137

b u l ettirilen görevinin. Bugün Savunma Bakanlığı'ndaki amirlerine ke­ sin bilgiler taşımaya başlayacaktı. B u n u ta başından beri b i l i y o r d u aslında. Trevayne'in bağlantısı olarak seçilmesinin nedeninin kendisinde varolan üstün nitelikler nede­ n i y l e o l m a d ı ğ ı n ı b i l i y o r d u . O t i p işler i ç i n h i ç b i r n i t e l i ğ i y o k t u . A y r ı c a , bugüne kadar karşılaştığı hafif ama sürekli sorgulamanın bun­ dan sonra geleceklerin sadece b i r habercisi olduğunun da farkındaydı. İşler nasıl? B ü r o rahat mı? K a d r o yeterli mi? Trevayne nasıl bir adam?... A m i r l e r i aslında bu tür sıradan şeylere gerçekten ilgilenmez­ lerdi. Albayların ve generallerin kafalarının içinde çok başka şeyler vardı. Bonner merdivenin başında durup y u k a n baktı. Üç Phantom 4 0 , arkalarında bembeyaz bir iz bırakarak çok yükseklerden batıya doğru uçmaktaydılar. H i ç ses y o k t u , sadece belli belirsiz görülen üç küçük üçgen. U f k u n hava k o r i d o r l a r ı n ı delip geçen minyatür gümüş ok başları. Vurucu güç -beş taburu y o k edecek bomba ve r o k e t uçuş manev­ ra yeteneği- sıfırdan 70000 fite kadar komple dinamik üstünlük; hızMach üç. Hepsi bu kadar işte. A m a o bunun böyle olmamasını isterdT.

*** Bonner sabahı, üç saat öncesini düşündü. Odasında oturmuş bir albayla Benning'deki yeni tesislerin değerlendirmesinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Rapor saçmaydı kuşkusuz, subay araç gereçten çok kendi gözlemlerinin egoistçe bir özetini yapmıştı. İstek yüzde sek­ senlik b i r değişim doğrultusundaydı; baştaki eski subayın eleştirilmesiydi. İkinci sınıf insanların oynadıkları bir Kara Kuvvetleri oyunu. Bonner kağıdın altına olumsuz kanısını yazarken dahili telefonu çaldı. Derhal beşinci kata gelmesi isteniyordu. Tuğgeneral Cooper'in yanına. Lester Cooper de, babası da West Point'in müdürlüğünü yap­ mışlardı. Sapına kadar bir K a r a c ı y d ı .

138

Tuğgeneral açık açık söylemişti her şeyi. Sadece ne yapacağım değil, bunu yapmak için neden onun seçildiğini de. Çoğu askeri strate­ j i l e r g i b i basit ve kesindi d u r u m . Askeriyenin gerekleri doğrultusunda bir muhbir olacaktı Paul Bonner. Herhangi b i r yolsuzluk iddiasında ye­ rinden alınabilecekti. Ancak Ordu kendisini kollayacaktı. Daha önce Güneydoğu Asya'­ da yaptığı g i b i . O zaman da kendisini korumuş ve minnetini göster­ mişti. Bütün sorun önceliklerdi; general bunu açıkça belirtmişti. "Bunu i y i anlamalısın, Binbaşı. Bu Trevayne'in çabalarını des­ tekliyoruz. Genelkurmay Başkanları her türlü işbirliğini göstermemizi istediler, biz de bunu yaptık. A m a onun yaşamsal önemi olan üretimi aksatmasına göz yummayız. B u n u en i y i sen bilirsin... Ş i m d i onunla bir dostluk da kurduğuna göre...." Bundan sonraki beş dakika boyunca Tuğgeneral Cooper az daha kaybediyordu m u h b i r i n i . Bonner ile Trevayne arasında Binbaşının ra­ porlarında belirtmediği ya da amirlerine iletmediği bazı buluşmalara atıfta bulunmuştu. B u n a gerek y o k t u aslında, bunlar Savunma B a ­ k a n l ı ğ ı ile hiç i l g i l i olmayan sosyal ziyaretlerdi. B i r keresinde Trevayne'larla Connecticut'ta H i g h Barnegat'ta b i r hafta sonu geçirmişti. B i r başkası da Bonner'in McLean'de oturan son metresiyle A n d y ve Phyllis'e verdiği b i r yemekte b i r araya gelmeleriydi. B i r başka sefer Maryland ormanlarında ada dolaşmak ve sonra da k ı r yemeği. Bunların hiçbirinin Trevayne'in alt k o m i s y o n u ya da Bonner'in göreviyle uzak­ tan yakından i l g i l i değildi. H i ç b i r i n i n parası devlet bütçesinden çıkma­ mıştı. Binbaşı sinirlenmişti. "Generalim, neden gözetim altında tutuluyorum?" "Sen değil, Trevayne'dır sürekli izlenen." n "Kendisi bunun farkında mı?" "Olabilir. M a l i y e B a k a n l ı ğ ı n ı n sürekli değişen devriyelerinin farkında. Beyaz Saray'ın emirleri. Onlara pek de i y i bakıyorlar üstelik." "Onlar izleyici gibi davranmıyorlar mı?" "Doğrusunu istersen, hayır." "Neden, efendim?" " B u sorunun' y a n ı t ı senin i l g i alanının dışında o l a b i l i r , B o n _

ner.

İt

139

'"Size karşı gelmek istemem, Generalim, ancak.... Trevayne'a çok yakın o l m a m emredildiği i ç i n bu gibi konularda b i l g i m olması ge­ r e k t i ğ i düşüncesindeydim. Beyaz Saray tarafından atanan kişilerin ko­ ruyucu önlemler için orada bulunduklarım sanıyordum. Bunlar izleme i ç i n ç o k i y i b i r d u r u m d a o l d u k l a r ı n a göre v e b u amaçla k u l ­ lanılmadıklarına -hiç değilse, b i z i m tarafımızdan- biz bu iş için daha fazla personel ayırıyoruz k i , ya aynı ise i k i m i s l i eleman a y n l ı y o r ya da amaçlarımız aynı değil.'' "Bundan da bu büroya vermediğin bilgileri elde etmiş olmama i t i ­ raz ettiğin anlamı çıkıyor." "Evet, efendim. O bilgilerin burası ile hiçbir ilgisi yoktu. B i r iz­ leme durumu var idiyse, benim bundan haberim o l m a l ı y d ı . Mantıksız b i r şekilde önyargdı olma durumuna sokuldum." "Çok inatçısınız, Binbaşı." "Olmasaydım bu göreve getmlmezdim sanırım." General koltuğundan k a l k ı p duvarın dibindeki masaya y ü r ü d ü , dönüp masaya yaslanarak Bonner'e baktı. "Pekala, ayrı amaçlan kabul ederim," dedi. " B u yönetimdeki herkesle sağlam b i r i ş b i r l i ğ i içinde olduğumuzu i d d i a edecek d e ğ i l i m . Başkanın çevresinde f i k i r l e r i n i olumsuz bulduğumuz insanlar o l m a d ı ğ ı n ı da söyleyecek d e ğ i l i m . H a y ı r , binbaşı, Beyaz Saray'ın b i z i m gözcülerimizi k o n t r o l etmesine ya da içine girmesine izin verecek değiliz." "Bunu anlıyorum, generalim. A m a yine de bana söylenmesi ge­ rekirdi görüşündeyim." "Gözden kaçırılmış b i r nokta, Bonner. Başka bir şey olmuş olsa da, bunu şimdi sana söylemem, bu nedeni ortadan k a l d ı n y o r , öyle değil mi?" İ k i subay kısa bir an gözgöze geldüer. Aralanndaki anlayış mut­ laktı -Bonner o anda Savunma Bakanlığı'nın en yüksek basamağına ka­ b u l edilmişti. "Anlaşıldı, generalim." U z u n b o y l u , beyaz saçlı Cooper uzun masaya dönüp i r i madeni halkalarla c i l t l i k a i m ve plastik k a p l ı bir not defterini aldı. "Buraya gel, binbaşı. K i t a p bu işte. Asıl kitap, asker."

140

Bonner baş sayfadaki daktiloyla y a z d ı harfleri o k u d u : G E N E S SEE S A N A Y İ

*** Bonner, Potomac Towers'in c a m l ı kapılarından g i r i p k a l ı n m a v i halı üzerinden asansörlere doğru y ü r ü d ü . Eğer her şeyi tam olarak zamanlamışsa, yaptığı telefon konuşmalarından doğru b i l g i almışsa, Trevayne'ın bürosuna Trevayne'dan y a r ı m saat önce varmış olacaku. Plan buydu; Trevayne'ın toplantıda bulunduğu Senota binasında da gözlerini saatten ayırmayan başkaları vardı. Bonner, Trevayne'ın odalarında görülmeye o kadar alışılmıştı k i , şimdi de tam b i r laubalilikle karşılandı. Bonner sivil kadronun kendisi­ ni bir anormal olarak gördüklerinin farkındaydı. İ t i c i askeri niteliklerin pek azına sahip profesyonel b i r asker; görünüşü, hatta h a f i f alaycı konuşması ile yumuşak tabiatlı b i r adam. Siviller üniformalı b i r i n i n -hele Pentagon'un günlük olarak b i l e gerektirdiği aşırı süslü ünifor­ m a l ı b i r i n i n - mesleğin k a b u l e d i l m i ş görünüşünün dışına ç ı k t ı ğ ı n ı görünce hemen ısınırlardı o insana. A l ı ş ı l m ı ş bir davranıştı b u . Trevayne'ın bürosunda beklemesi b i r sorun olmayacaktı. Ceketi­ ni çıkaracak, k a p ı önüne ç ı k ı p Trevayne'ın sekreteriye şakalaşacaktı. Sonra -kravatı gevşetilmiş, yakası çözülmüş bir halde- ö t e k i odalara uğrayıp oradakilerle havadan sudan konuşabilirdi. M i k e Ryan ya da John L a r c h g i b i insanlarla. B e l k i de o zeki genç avukat Sam Vicarson'la. Onlara adları çok duyulmuş b i r i k i ukala generali gülünç duru­ ma sokan birkaç hikaye de anlatabilirdi. Daha sonra kendilerini bu k a ­ dar rahatsız etmenin yeter olduğunu söyleyerek Trevayne'ın odasında sabah gazetelerini okuyacağını büdirecekti. Onlar rahatsız etmediğini söyleyeceklerdi ama kendisi gülecek ve b e l k i de işten^sonra b i r i k i tek atabileceklerini i m a edecekti. Bütün bunlar alü yetti dakikadan fazla sürmeyecekti. Sonra Trevayne'ın odasına girerken bir kere daha geçecekti sekre­ terin yanından. Bu kere kadının saçı ya da başka bir yanı hakkında bir k o m p l i m a n yapıp içeri gidecek ve pencerenin yanındaki koltuğa y ü r ü ­ yecekti.

141

Ancak ne koltukta oturacak ne de gazete okuyacaktı. Sağ duvarın önündeki dosya dolabına gidecek, G harfi dosyaların bulunduğu çekmeceyi açacaktı. ı Genessee Sanayii, Palo A l t o , C a l i f o m i a . Dosyayı alacak, çekmeceyi kapatacak ve koltuğa oturacaktı. Dos­ yayı yerine koymadan önce on beş dakika kadar not alma zamanı ola­ caktı. T ü m operasyon y i r m i beş dakika sürecekti ve bu süre içinde sa­ dece bir dakikalık bir riske girecekti. Dolabın açık olduğu zaman içinde sekreter ya da başka b i r i içeri girebilirdi. Bu durumda da dolabı açık bulduğunu söyleyecek ve davranışını 'merak' olarak niteleyecekti. Ancak dolap asla açık olmazdı; hep k i l i d i y d i . Her zaman. Binbaşı Paul Bonner dolabı Tuğgeneral Lester Cooper'in verdiği anahtarla açacaktı. Bu sadece bir öncelik sorunuydu; ve Bonner'in midesini bulandırıyordu.

15 Trevayne Capitol binasının merdivenlerini koşar adımlarla ç ı ­ karken izlendiğini b i l i y o r d u . Bürosundan ç ı k ı p kent merkezine gider­ ken beklenmedik i k i yerde durduğu i ç i n b i l i y o r d u bunu: trafiğin az yoğun olduğu Rhode Island Caddesinde bir kitapçıya uğramış, sonra da ani b i r kararla Georgetovvn'a dönüp B ü y ü k e l ç i H i ü ' i n evine gitmişti. Büyükelçi evinde değildi. Rhode Island Caddesi'nde g r i bir Pontiac'ın yarım b l o k gerisinde b i r park yerine ani girişini görmüş, arabanın tekerleklerinin k a l d ı r ı m ı sıyırdığını duymuştu. Y i r m i dakika sonra H i l l ' i n evinin ön kapısına yürürken mahalle­ nin üniformalı hizmetçilerinden çıngırağını çalarak iş almaya çalışan bıçak bileyicisinin kamyonetini görmüştü. Boston günlerindeki çocuk­ luğunu hatırlatmıştı bu kendisine. G r i Pontiac arabayı b i r kere daha görmüştü o sırada. A ğ ı r ağır 142

giden kamyonetin arkasındaydı; sürücünün canının s ı k ı l d ı ğ ı b e l l i y d i ; sokak dardı ve küçük kamyonet de y o l vermiyordu. Pontiac, kamyone­ ti geçemiyordu. Trevayne Capitol'un üst basamağına vardığında Beyaz Saray'da Webster'i arayacağını hatırladı. Gereksiz olmasına karşın belki de Web­ ster ayrı koruyucu salmıştı peşine.? Bu gereksizliğin nedeni kendisinin cesur olması d e ğ i l d i , artık i y i b i l i n e n b i r k i ş i y d i ve yalnız sokağa çıktığı pek azdı. Bu öğleden sonra b i r istisnaydı. Trevayne son basamakta durup arkasına b a k t ı . G r i Pontiac gö­ rünürlerde y o k t u , ancak k i m i park etmiş, k i m i ağır ağır seyreden bir sürü o t o m o b i l vardı sokakta. Herhangi b i r i telsizle Georgetown'dan emir almış olabilirdi. Binaya girince doğru enformasyon masasına yürüdü. Saat nere­ deyse dört oluyordu ve kendisini işgünü bitmeden önce Ulusal Bölge İstatistik Dairesi'nde bekliyorlardı. U B İ D bilgilerinden ne yarar sağla­ yacağını, hatta bir b i l g i alıp alamayacağını pek b i l m i y o r d u ama bu da bir y o l d u , birbirleriyle ilişkisiz görünen gerçekler arasında başka b i r bağlantı olabilirdi. U l u s a l Bölge İstatistik Dairesi mantıken maliye binasında o l ­ ması gereken kompüterize b i r laboratuvardı. Orada olmaması bu çelişkiler kentinin başka b i r tutarsızlığı işte, diye düşündü Trevayne. Ulusal Bölge İstatistik Dairesi'nde devlet projeleri ile doğrudan doğruya etkilenen bölgesel istihdam k a y ı d a n a y l ı k olarak tutulurdu. Başka te­ kiz on büronun işi burada tekrarlanıyorsa da bilgilerin genel olması an­ lamında b i r değişiklik var d e n i l e b i l i r d i ; 'projeler' kapsamında devlet otoyollarının k ı s m i ödenmesinden o k u l yapımına federal katkıya kadar her şey girerdi. Uçak fabrikalarından park alanlarının yenilenmesine ka­ dar. Kısacası, b u , vergilerin tahsisini açıklayacak genel bir terimdi ve bu yüzden v a r l ı k l a r ı n ı h a k l ı k ı l m a y a çalışan politikacılar tarafından sürekli k u l l a n ı l ı r d ı . İnşân istediği takdirde rakamları kategorilere de ayırabilirse de, bu pek sık yapılan b i r şey değildi. Toplamlar her za­ man kendilerini oluşturan parçalarden etkileyiciydi. Trevayne U B İ D kapısına yaklaşırken büronun Senato binasında

143

olmasının mantığını düşündü yine; ne de olsa U B İ D ' i n ona en çok i h ­ tiyacı olanlara yakın olması çok doğruydu. Kendisi de bunun için buradaydı.

***



Trevayne k a ğ ı t l a r ı masaya b ı r a k t ı . Saat beşi birkaç d a k i k a geçiyordu ve neredeyse b i r saatir küçük bölmeye kapanmış okumak­ taydı. Gözlerini ovuştururken küçük memurlardan birinin camdan bak­ makta olduğunu gördü; kapanma saaü geçmişti ve memur da büroyu kapatıp gitmekte acele ediyordu. Trevayne adama bu gecikmesi için on dolar bahşiş verecekti. K o m i k b i r karşılıktı b u . Kaba bir tahminle i k i yüz otuz m i l y o n dolarlık bir bilgiye karşı on dolar. A m a karşısındaydı işte -148 ve 82 m i l y o n l u k i k i a r t t ı n m . Her b i r i de savunma ihaleleri- 'Sİ' diye geçiriyordu- sonucuydu ve i k i s i de *beklenmedik'ti. i k i seçim bölgesi i ç i n beklenmedik bir para. California ve Maryland. Senatör Armbruster ve Senatör Weeks. Pipo içen kısa b o y l u Armbruster. Ve Maryland'ın D o ğ u Kıyısından kibar aristokrat A l t o n Weeks. Armbruster senatör seçiminde rakibi tarafından epey zorlanmıştı. Kuzey California'nın işsizlik oranı, geçici de olsa, yüksekti ve anketler r a k i b i n i n Armbruster'in eyalete hükümet yatırımları elde edemediği suçlamalarının seçmenler üzerinde e t k i l i olduğunu ortaya k o y m u ş t u . Armbruster kampanyasının son günlerde seçimin kendi lehine sonuç­ lanmasını sağlayan b e l l i belirsiz bir imada bulunmuştu. Yüz e l l i m i l ­ yon dolarlık b i r savunma y a t ı r ı m ı n ı n eyaletine yapılması i ş i n i ayar­ ladığı imasında bulunmuştu konuşmalarında. Eyalet ekonomisderi b i ­ le bu miktarın eyaletin kuzey kesimini canlandıracağını kabul etmiş­ lerdi. Weeks: o da yerini korumaya çalışıyordu, ancak rekabetten çok kampanya finansmanı sıkıntısı içindeydi. Maryland kasaları tamtakırdı ve tanınmış Weeks ailesi de tüm seçim masraflarının altına girmeye hevesli değildi. Baltimore Sun gazetesine göre A l t o n Weeks M a r y ­ land'ın i l e r i gelen iş adamlarından b i r k ı s m ı y l a görüşmüş ve onlara Washington'un kesenin ağzını açmaya başladığını söylemişti... Weeks'

144

in kampanyasının parasal kaynaklan birden bollanmıştı. Ancak her i k i senatör de eyaladere yapılan yatırımlardan altı ay önce seçilmişlerdi. Her i k i adamın da savunma y a t ı n m l a n y l a i ç l i d ı ş l ı olmaları mümkünse de, miktarlar konusunda bu kadar hatasız olmaları m a n t ı k l ı d e ğ i l d i . Eğer anlaşmalar daha önce yapılmamışsa; ve bu anlaşmalar da ulusal güvenlikten ç o k p o l i t i k a ile i l g i l i o l a b i l i r d i an­ cak. Ve her i k i senatör de aynı Savunma Bakanlığı müteahhidi i l e iş görmüşlerdi. Genessee Sanayii. Armbruster Genessee'nin y e n i N o r a d avcı uçaklarının geliştiril­ mesine kaynak sağlamıştı k i , bu proje daha en başından kuşkuluydu. Weeks de Genessee'nin Maryland'daki bir yan kuruluşuna yine aynı derecede kuşkulu bir proje i ç i n parasal destek sağlamıştı. Birkaç y ı l önce k ı y ı savunma alanına g i r m i ş olan i k i uçak nedeniyle h a k l ı görülen k ı y ı radar ağı projesi. Trevayne k a ğ ı t l a r ı n ı t o p l a y ı p k a l k t ı , camdan bakan m e m u r a işaret edip elini cebine soktu.

*** Sokağa çıkınca b i r an b i r paralı telefondan W i l l i a m H i l l ' i arama­ yı düşündü. H i l l ' i başka b i r 'proje' konusunda görmek istiyordu. Deniz k u v v e d e n haber alması üe i l g i l i ve Trevayne yüzünden b i r i k i günde, hatta bir i k i saatte su yüzüne çıkabilecek olan bir proje. Georgetown'a da o yüzden gitmişti biraz önce. Pek telefonda konuşulacak b i r k o n u değildi bu. Deniz Kuvvetierine, dört atom denizaltısına bulunabilecek en ile­ ri elektronik haberalma araçlan yerleştirilmesi i ç i n yetki verilmiş ve on i k i aylık bir süre tanınmıştı. K o n u l a n bu tarih çojctan aşılmış, işin ihale edildiği i k i elektronik firması iflaslannı istemişlerdi; dört deniz­ altı ise havuzdaydı. D ö r t denizaludan b i r i n i n kaptanı operasyonu açıkça eleştirmişti. Deniz subayının resmi b i r topluluk önünde yönelttiği eleştiriler Rode­ r i c k Bruce adında tuttuğunu koparan b i r Washington gazetecisi ta­ rafından öğrenilmişti ve gazeteci olayı açıklayacağım söylüyordu. C I A ve Deniz K u v vederi gerçek bir panik içindeydiler. Denizaltı elektronik

Gizli Devlet - F. 10

145

tesislerini kamuoyuna açıklamak başlıbaşına tehlikeliydi; bu olaydaki aksaklıkları kabul etmek de t e h l i k e y i kat kat a r t t ı r ı r d ı ; g e m i l e r i n işlemez durumda olmalarını kabul etmek Rus ve Ç i n l i l e r i sertliğe da­ vet etmek olurdu. D u r u m çok hassastı ve Treyayne'ın alt komisyonu, yapabileceği iyiliklerden çok daha büyük tehlikeler yaratmakla suçlanıyordu. Trevayne tehlikeli müdahale yaygarasının ergeç koparılacağını b d i y o r d u . Kendisini buna hazırlamış, 'gizli' yaftalarının altına becerik­ sizliği -ya da daha beterini- saklamaya karşı olduğunu daha baştan ilan etmişti. Bu tür yaftalar, içtenlikle varılmış da olsa, sadece yargılar ve tek tek tavırlardı. Başka yargılar, bunlara muhalif tavırlar da vardı. Ve kendisi o f i ­ kirler de aynı derecede titizlikle incelenmedikçe gerilemeyecekti. Bunu b i r kere yapsa, bir kere gerilese, altkomisyonu güçsüz k a l ı r d ı . B ö y l e bir örneğin oluşmasına göz yumamazdı. Ve bir de yan k o n u vardı -kanıdanamayan b i r söylenti sadece, ama öğrenmekte oldukları her şeyle uyum içinde. Yine Genessee Sanayii. Söylentilere göre Genessee denizaltılann elektronik donanımını üsdenmek için teklif hazırlamaktaydı. Yine dedikodulara göre şirket­ lerin iflası Genessee'nin eseriydi. Diğer i k i şirkete de öyle taşeron so­ runları çıkarmıştı k i , bunların da Deniz Kuvvederi ile anlaşmaları artık geçersiz sayılabilirdi. Trevayne bir eczaneye g i r d i , telefon kulübesine gidip H i l l ' i n n u ­ marasını çevirdi. Büyükelçi elbette hemen görüşebilirdi kendisiyle.

" B i r kere, C I A ' n ı n Rus ve Ç i n l i l e r i n durumdan haberdar o l ­ madıkları varsayımı sadece gülünçtür. O denizaltılar aylardır N e w L o n don'da havuzdalar, onları görmek bile durumlarını anlamaya yeterlidir." "Öyleyse konu üzerinde durmakta haklıyım, değil mi?" "Bence öyle," dedi maun çalışma masasmın ardındaki H i l l . " A n ­ cak bu gazeteci Bruce ile C I A ve Deniz Kuvvederinin konuşma i m -

146

kanını sağlamanı öneririm. B e l k i de adamı biraz yumuşatabilirsin. On­ ların korkulan kendileri için gerçektir, sadece kendilerini düşünüyor o l ­ salar büe." "Buna bir itirazım yok. Ben sadece kadromu b i r projeden çekiyor durumuna sokulmak istemiyorum." "Bunu yapmaman gerek bence.... yapmak zorunda kalacağını da sanmam." "Teşekkür ederim." W i l l i a m H i l l arkasına yaslandı, ö ğ ü d ü n ü v e r m i ş t i , biraz çene çalabilirdi ş i m d i . "Söyle b a k a l ı m , Trevayne, iki ay o l d u artık. Ne düşünüyorsun?" " Ç ı l g ı n l ı k . B u n u n anlamsız olduğunu b i l i y o r u m ama şu anda bundan daha iyi ifade eden b i r sözcük de b u l a m ı y o r u m . Dünyanın en b ü y ü k şirketinin ekonomisi çiîgJ.n.îar tarafından yönetiliyor.... Ya da, belki verilmek istenen görüntü bu." "Sanınm sen... tjunu-başkasmdan-kontrol-etmeniz-gerek y'o.'ÎI.'î" dan söz ediyorsun." "Çok doğru. Kimse karar vermeye...." "'Sorumluluk her ne pahasına olursa olsun kaçınılacak b i r şey­ dir," diye H i l l gülerek sözünü kesti. "Dış dünyadan pek f a r k l ı değil aslında. Herkesin kendi beceriksizlik düzeyi." "Bunu özel sektörde k a b u l ederim. B i r tür sağ k a l m a b i ç i m i d i r . A m a istendiğinde denetim altına alınabilen bir şeydir de. A m a o özel servettir, k a m u parası değil... Burada o teorinin geçerli olmaması ge­ rek. Bu devlet hizmeti... B e l i r l i b i r süre tanınırsa -karar verecek b i r mevkie gelene kadar d i y e l i m - b i r insanın güvencesi artık otomatikleşir. O y u n falan gerekli değildir. Ya da gerekli olmamalıdır." " D u r u m u çok basideştiriyorsun." " B i l i y o r u m , ama b u d a b i r başlangıç noktasıdır." Trevayne oğlunun sözlerini tekrarlandığını farkedince gülümsedi. " B u kentte insanlar üstünde çok büyük baskılar vardır. Bunun sonuçlan insanı genellikle toplum dışına itmek olur ki, bu da en güç­ lüler dışındakiler i ç i n güvence kadar önemlidir. Pentagon da içlerinde olan b i r sürü devlet dairesi ulusal yararlar adına fedakarlık isterler; üreticiler ihaleleri almak isterler ve bunun için kucak dolusu para

147

ö d e d i k l e r i l o b i c i l e r i gönderirler; işçi sendikaları hepsini b i r b i r i n e düşürürler ve grev ve oy vermeme tehdikleri sa vururlar. Son olarak da senatörler ve kongre üyeleri vardır- bunların seçim bölgeleri ekonomik çıkarlar isterler durmadan... B ö y l e b i r sistemin içinde bağımsız veya dürüst b i r insanı nasıl bulabilirsin?" Trevayne, H i l l ' i n duvara bakmakta olduğunu farketti. Kimsenin göremediği b i r şey g ö r ü y o r d u sanki. B ü y ü k e l ç i soruyu konuğuna değil, kendisine sormuştu. "Bunun y a n ı t ı , Sayın B ü y ü k e l ç i , b i z i m b i r h u k u k devleti o l ­ mamızla nisbeten özgür bir toplumun k o n t r o l l l e r i v e dengeleri arasında bir yerdedir." H i l l güldü. Hâlâ capcanlı, yaşlı b i r insanın yorgun kahkahasıydı bu. "Bunlar sadece k u r u s M ç r , Trevayne. Malthus'un ekonomik ya­ sasını da is>?, içine katarsan - k i , bu k i m i n i n daha az almasına karşılık d i m i s i n i n de daha çok istemesi insani durumu olarak özedenebilir- or­ tadaki para en büyük parayı i l e r i sürene.... ya da bankaya gider. Sov­ yetler B i r l i ğ i ' n d e k i d o s ü a n m ı z bunu öğrendiler artık; M a r x ve E n gels'in ana teorileri bu yüzden işe yaramıyor. İ n s a n i d u r u m u değiş­ tiremezsin." "Ben o fikirde değilim, Ruslar hakkında, insani durum hakkında. Bu sürekli değişen b i r şeydir. B i z b u n u , özellikle b u n a l ı m zaman­ larında sık sık gördük. " "Bunalımda, evet. O korkudur. K o l e k t i f k o r k u . İnsan kişisel is­ teklerini toplumun sağ kalabilmesine tabi tutar. B i z i m hemcinslerimi­ zin neden sürekli bir tehlike çağrısında olduklarını sanıyorsun? Bu k a ­ darını öğrendiler artık... Bunalımları sonsuza kadar uzatamayacaklarını da öğrendiler; o da insani duruma aykırıdır." "O zaman ben k o n t r o l l a r a ve dengelere... ve özgür t o p l u m a dönerim. Çünkü onun gerçekten işlediğine inanıyorum." H i l l öne eğilip dirseklerini masaya dayadı. Trevayne'a bakarken gözlerinde gülümseyen b i r ifade vardı. "Şimdi Frank Baldwin'in neden senden yana olduğunu anladım," dedi. "Ona çok benziyorsun." "Bunu b i r kompliman olarak kabul ederim, ama ben b i r benzer­ l i k olduğunu...

148

"Var ama. Ş i m d i seninle konuştuğumuz g i b i sık s ı k konuşuruz Frank B a l d w i n ' l e . Saatlerce. K u l ü p l e r i m i z d e ya da çalışma oda­ larımızda., çevremiz bunlarla s a n l ı o l d u ğ u halde otururuz." H i l l sağ elini biraz küçümseyerek tüm odayı içerecek biçimde salladı. "Kehanet­ lerde bulunan i k i yaşlı adam. Pahalı konyaklarımız önümüzde, uşaklar b i r şeye ihtiyacımız olup o l m a d ı ğ ı n ı anlamak i ç i n i k i d e b i r başlarını içeri uzatarak... ö y l e c e oturup gezegeni böler, her b i r i m i z diğerini dünyanın şu parçasının ne yapacağına bu parçasının ne yapmayacağına inandırmaya çalışınz... Sonunda olan budur işte. Çelişen ç ı k a r l a n önceden tahmin edebilmek; nedenler artık ö n e m l i d e ğ i l d i r . Sadece geçici anlaşmalar. Neler ve nasıllar, niçinler değil." "Sağ kalabilme çabası." "Tam olarak öyle... Ve Frank B a l d w i n , borç para verenlerin o en amansızı, b i r imzası k ü ç ü k devlederi iflasa sürükleyebilen o adam, şimdi senin g i b i bana bu ç ı l g ı n aldatmacanın -bu küresel yalancılığınaltında b i r çözüm yattığını söyler. Senin söylediğin g i b i . Ben de ona böyle bir şey o l m a d ı ğ ı n ı s ö y l e r i m ; onun kastettiği anlamda. Sürekli kalabilecek b i r yola girmenin olanaksız olduğunu söylerim." "Değişiklik daima olacaktır, kabul. A m a ben onunla aynı f i k i r ­ deyim; bir çözüm olmalı." "Trevayne, ç ö z ü m , sürekli çözüm aramadadır. Toparlanma ve gerileme kısır döngüleri. Çözüm bu işte." " A m a sizin bunun insan durumuna a y k ı n olduğunuzu söyledi­ ğinizi sanıyorum; uluslar bunalımlan sonsuza kadar uzatamazlar." "Tutarsız değil. Sürekli olarak bir ferahlama vardır. Gerilemededir b u . Gerileme dönemleri soluk alma süreleridir." " B u çok tehlikeli ama; bunun daha i y i bir y o l u olmalı." "Bu dünyada değil. B u n u çoktan aştık artık." , "Yine aynı f i k i r d e d e ğ i l i m . Bunun zorunlu olduğu f i k r i n e daha yeni vardık." "Pekala. Senin şimdi çalıştığın alam ele alalım. Yeteri kadar b i l ­ gilendin artık; k o n t r o l l a n n ı ve dengelerini nasıl yürürlüğe sokacaksın? Senin sorunların b i r b i r i y l e i l i ş k i n ülkelerin daha geniş olan alanından pek f a r k l ı değildir; p e k ç o k b a k ı m d a n da bunlara benzer. Nereden başlayacaksın?"

149

" B i r örnek bularak. D i ğ e r l e r i : ile ortak n o k t a l a n olacak b i r örnek." "Sayıştay yaptı bunu ve Savunma Tahsisat Komisyonu'nu kur­ duk. Birleşmiş M i l l e t i e r de aynı şeyi yaptı ve Güvenlik Konseyi k u ­ ruldu. Bunalımlar hâlâ var; hiçbir şeyde pek bir değişiklik olmadı." "Aramaya devam...." H i l l muzaffer b i r gülüşle Trevayne'ın sözünü kesti. "Çözüm ara­ m a l ı şu halde. Ne demek istediğimi anladın mı şimdi? A r a m a devam ettikçe soluk alabiliriz." Trevayne yumuşak maroken koltukta kıpırdandı. On hafta önce alelacele yapılan o toplantıda da bu koltukta oturmuştu. "Bunu kabul edemem, Sayın B ü y ü k e l ç i . Bu çok süreksiz, yanlış hesaplara çok yatkın b i r şey. Doğru olanı bulacağız." "Tekrar ediyorum: Nereden başlayacaksınız?" "Ben başladım bile... y a n i b i r örnek bulmak konusunda söyle­ diklerim... Çok büyük finansman gerektirecek büyüklükte tek b i r şir­ ket; yüzlerce müteahhit ve taşeronu gerektirecek kadar karmaşık b i r ya­ p ı . Parçalarını on beş y i r m i eyaletten toplayan bir proje... B u l d u m bu­ nu." W i l l i a m H i l l sağ elinin incecik parmaklarını çenesine götürdü. ' G ö z l e r i n i Trevayne'den a y ı r m a m ı ş t ı . " B i r örnek yaratmak i ç i n b i r şirket üzerinde mi durmak niyetindesin?" Sesindeki d ü ş k ı n k l ı ğ ı n ı farketmemek olanaksızdı. "Evet. Y a r d ı m c ı l a n m diğer işleri yürütecekler, b i r s ü r e k l i l i k k a y b ı olmayacak. A m a en üst düzey dört adamımla ben b i r tek şirket üzerinde çalışacağız." "Söylentileri duydum. B e l k i de düşmanını bulacaksın." Trevayne sigarasını y a k t ı , çakmağın alevinin gaz k a y b ı ile küçük san b i r topa dönüşmesini seyretti. "Sayın B ü y ü k e l ç i , y a r d ı m a i h t i "yacımız olacak." "Neden?" H i l l önündeki kağıda gelişigüzel bir şeyler çizmeye başlamıştı. Kaleminin hışırtısı sert ve ö f k e l i y d i . "Çünkü b i z i çok rahatsız eden bir model çıkıyor önümüze. B u n u şöyle ifade edeyim; model ne kadar açık olarak ortaya çıkarsa b e l i r l i bilgileri almak o derece güçleşiyor. T a m bir şeyi yakaladık sanıyoruz,

150

birden parmaklarımızın arasından sıyrılıp gidiyor. Açıklamalar sonun­ da... ne demiştiniz az önce? ' K u r u sözler', 'şunu k o n t r o l et', 'onu k o n ­ trol et', *başka yere bak'. Anlaşıldığı kadarıyla ne pahasına olursa olsun açık seçik olmaktan kaçınmalı." "Çok dallara ayrılmış geniş bir örgüde karşı karşıya olmalısın," dedi H i l l . "İnanılmaz bir yan kuruluş ağı var. B ü y ü k fabrikalar B a ü K ı y ı ­ sında toplanmış ama yönetimleri Chicago'dan yapılıyor. Dev b i r dik­ tatörlük...." "Yöneticilerinin listesi West Point Askeri Akademisi ile A n n a ­ polis Deniz A k a d e m i s i şeref listesi g i b i , " diye H i l l sözünü kesti. Gözlerindeki neşe kaybolmuştu şimdi. "Birkaç tane de yüksek düzeyde olan -ya da eskiden yüksek düzeyde olmuş olan- Washington sakinini de bunlara ekleyecektim, bir i k i eski senatör ve temsilciler meclisi üyesi, i k i üç eski bakan." W i l l i a m H i l l önündeki not defterini eline aldı, kalemini bıraktı. "Trevayne, bana kalırsa sen Pentagon'u, K o n g r e y i , yüz değişik sanayi k o l u n u , işçi sendikalarını ve birkaç eyalet hükümetini karşına alıyorsun." H i l l not defterini Trevayne'a uzattı. K a ğ ı d ı n üstünde yüzlerce k ü ç ü k ç i z g i birleşerek i k i sözcük oluşturmuştu: 'Genessee Sanayi.'

16 A d a m ı n adı Roderick Bruce'du ve bunun ses u y u m u da adamın kendisi kadar zekice hesaplanmıştı. Kulağa hoş gelen, sahneye uygun bir ad; l a f yapan bir ağız ve sert bakışlar gazeteci k i m l i ğ i n i n uzan­ tılarıydı. Yazılan ülkenin b i r başından öteki başına kadar 891 gazetede çıkardı, konferans başına üç b i n dolar alırdı ve bunu her zaman yardım kuruluşlanna bağışlardı. Ve en şaşırtıcı yam da meslektaşları tarafından sevilmesiydi.

151

Ancak basındaki popülerliği kolayca açıklanabilirdi. Washing­ ton-New York basın ekseninin Rod Bruce'u Pennsylvania'nın Erie ka­ sabasında Roger Brewster olarak doğduğunu asla unutmazdı ve gazeteci kardeşleri arasında kendi kendisiyle alay edecek kadar da alçakgönül­ lüydü. Kısacası iyi bir insandı Rod. Haber kaynaklan ve merakının şiddeti dışında ama. Kaynaklarını körükörüne korurdu ve merakında ise amansızdı. Andrew Trevayne'ın adam hakkında öğrendikleri bunlardı ve ken­ disiyle tanışmayı merakla bekliyordu. Gazeteci işlemeyen dört atom denizaltı konusunu tartışmaya hazırdı. Ancak hikayenin örtbas edilebil­ mesi için alt komisyon başkanın inanılmaz derecede güçlü kanıtlar ge­ tirmesi gerekeceğini de baştan açıkça belirtmişti. Haber üç gün sonra yayımlanacaktı. Ve Bruce, durum göze alındığında olağanüstü bir saygı göste­ risiyle Trevayne'ın Potomac Towers'deki bürosuna saat onda gelmeyi önermişti. Trevayne büronun dış kapısından giren gazeteciyi görünce şa­ şırdı. Yüzünü tanıyordu; yıllardır gazetelerdeki sütununun üstünde res­ mi çıkardı -sert hadar, çukura kaçmış gözler, daha moda olmadan önce bile uzun saçlar. Ama boyu çok sarsmıştı Trevayne'i. Roderick Bruce çok kısa boyluydu ve bu karakteristiği giydiği elbiselerle daha da vur­ gulanıyordu. Koyu renkli, muhafazakar ve aşın ütülü. Norman Rockwell'in kapaklarından birinde Pazar ayinine hazırlanan küçük bin çocuktu sanki. Uzun saçlan ellisini aşmış gazetecide, bağımsızlığı için küçük oğlana verilen bir ödün gibiydi. Bruce sekreterin ardından yürüyüp Trevayne'a elini uzattı. And­ rew ayağa kalkıp da masasının önüne geçerken neredeyse utanacaktı. Yalandan bakıldığında daha da kısaydı Bruce. Ancak Roderick Bruce profesyonel alanda ilk karşılaşmalarında hiç de amatör değildi. Tre­ vayne'ın elini sıkıca kavrarken gülümsedi. "Sakın boyuma aldanmayın, ayağımda yüksek ökçeli ayakkabılar var... Tanıştığımıza memnun oldum, Trevayne." Bruce bu kısacık konuşmasıyla iki konuyu açıklamış oluyordu. Boyunun pek dile getirilemeyen görünümünü espri ile geçiştiriyor ve

152

Trevayne'ın sadece soyadını kullanarak ona eşit olduklarını belirtiyor­ du. "Teşekkür ederim, lütfen buyrun, oturun." Trevayne dışarı çık­ makta olan sekreterine baktı. "Bana telefon bağlama, Marge. Ve lütfen kapıyı kapat" Roderick Brüce otururken o da masasının ardına geçti. "Burası da epey uzakmış doğrusu." "özür dilerim; umarım yol sizi rahatsız etmemiştir. Sizinle kent­ te buluşmaktan muduluk duyardım, o yüzden yemeğe çıkmamızı önermiştim." "Önemi yok. Burasını kendi gözümle bir göreyim dedim; o kadar çok sözü ediliyor k i . Çok garip ama, ortalıkta işkence aleti falan göre­ medim." "O tür şeyleri arka odada kilit altında tutarız. Böylece daha mer­ kezi bir kullanım sağlıyoruz," "Güzel bir yanıt bunu kullanacağım." Bruce sanki kendi boyut­ larına uygunmuş kadar küçük bir not defteri çıkartıp Trevayne gülerken bir şeyler yazdı. "Yerinde söylenmiş bir sözün ne zaman işe yarayacağı bilinmez doğrusu." "O kadar da iyi değildi canım." "Pekala, insanca öyleyse. Kennedy'nin sözlerinden çoğu zekice olmalarının yanısıra insancaydı da." "Hangi Kennedy'nin?" "Jack'ın. Bobby'ninküer uzun uzun düşünüldükten sonra söylen­ miş sözlerdi. Jack güdüsel olarak insancıydı." "İyi insanlara benzetiliyorum." "Hiç fena değil. Ama siz herhangi bir yere seçilme peşinde ol­ madığınıza göre, önemi yok, değil mi?" "Not defterini ben değil, siz çıkardınız." "Ve de yerine sokulmayacak, Bay Trevayne... Şimdi her biri yak­ laşık yüz seksen milyon dolar eden ve şu anda havuzda bulunan dört denizaltıdan söz edelim mi? Yedi yüz yirmi milyon değerinde bir hiç... Bunu ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Peki, bu parayı ödeyen insanlar neden bilmesinler?" "Belki onların da bilmeleri gerek." Bruce bu yanıtı beklemiyordu. Koltuğunda oturuşunu değiştirip

153

kısa bacaklarını b i r b i r i üstüne attı. A n d y bir an gazetecinin ayaklarının yere değip değmediğini düşündü. " B u d a çok güzel. A m a bunu unutmayacağım i ç i n yazmaya­ cağım." Bruce küçük not defterinin kapağını kapattı. "O zaman benim hikayeme bir itirazınız yok sanırım." "Sizinle açık konuşacağım; hiçbir itirazım yok. Başkalarının var, benim yok." "Öyleyse benimle görüşmeyi neden istediniz?" "Onların adına ricacı olmak için herhalde." "Ben onlarla görüşmeyi reddettim. A y n ı şeyi neden size de yap­ mayayım?" "Ben tarafsızım da ondan. Ben sizin çok pahalı b i r fiyaskoyu kamuoyuna açıklamak için sağlam nedenleriniz olduğuna inanıyorum; sizin yerinizde olsaydım hiç duraksamadan açıklardım herhalde. Diğer yandan, sizin kadar tecrübeli değilim. B i r beceriksizliği açıklamak ge­ r e k l i l i ğ i ile ulusal güvenlik alanına g i r m e k arasında ç i z g i y i nereye çekeceğimi bilemezdim. İşte ben bu noktaya ışık tutabilirim." "Haydi haydi, Trevayne." Roderick Bruce sıkılmışcasına bacak­ larını doğrulttu. "Bunu çok d u y d u m , yutmam bunu." "Bundan emin misiniz?" "Tahmin edebileceğinizden çok daha geçerli nedenlerle hem de." Trevayne sigara paketini çıkarırken, "Durum gerçekten böyleyse yemek davetimi kabul etmeliydiniz, Bay Bruce," dedi. "Yemeğin geri kalan süresinde tadı t a d ı konuşurduk o zaman. B e n i m sizin meraklı bir okuyucunuz olduğumu bilmezsiniz. Sigara alır mıydınız?" Roderick Bruce ağzı açık bir halde Trevayne'a bakıyordu. Sigara almak i ç i n uzanmayınca Trevayne kendi sigarasını yakıp arkasına yas­ landı. "Tanrım! Ciddisiniz!" dedi Bruce. "Elbette. Güvenlik alanları ile ilgilenmek i ç i n ne g i b i geçerli ne­ denleriniz olduğunu tahmin ediyorum. Eğer böyleyse, bugün olduğu­ nuz yere bu konularda yalan söyleyerek varmadığınızı ç o k i y i b i l i y o ­ rum." " A m a benim olayı açıklamam size pek yardımcı olmayacak, de­ ğ i l mi?"

154

"Hayır. Epey b ü y ü k b i r engel olacak doğrusunu isterseniz. A m a bu benim sorunum, sizin değil." Bruce hafifçe öne e ğ i l d i , minyatür vücudu b i r k o m i k duruyordu büyük koltukta. "Bir sorununuz olması gerekmez.... Odanın böceklerle dolu olması da umurumda değil." "Neyle?" Trevayne doğruldu. "Konuşmalarımızı banda alıyorlarsa aldırmam d e d i m ; ama an­ l a d ı ğ ı m k a d a r ı y l a böyle b i r şey y o k . Seninle b i r alışveriş y a p a l ı m , Trevayne... Benden sana engelleme y o k ; N e w L o n d o n rezaleti ile bir sorun yok. K ü ç ü k bir alışveriş. Hatta sana seçme hakkı da vereceğim?" "Siz neden söz ediyorsunuz?" "Dün ile başlayalım." Bruce not defterini ceketinin cebine soktu. B u n u sanki davranışı b i r güven sembolüymüş g i b i y a p m ı ş t ı . A l t ı n kalemini parmakları arasında çevirdi. "Dün Ulusal İstatistik Dairesi'nde bir saat y i r m i dakika geçirdiniz; saat dörtten kapanma saati sonrasına kadar. California ve Maryland'ın son on sekiz aylık cilderini istediniz. Zamanım olsa adamlarım aynı kitapları tek tek tarar ve ne aradığını bulurlardı. A m a açık k o n u ş a l ı m ; birkaç b i n sayfa ve b i r i k i yüz b i n dipnotu var orada. Beni ilgüendiren şey sizin bu taramayı kendin yap­ mış olmanız. Ne bir yardımcı, ne bir sekreter. Ne buldunuz orada?" Trevayne, Bruce'un sözlerinin ardındaki anlamı çözmeye çalışı­ yordu. "Gri Pontiac'tın sen. B e n i g r i bir Pontiac'la izledin." "Yanlış, ama i l g i n ç " "Rhode Island Caddesi'ndeydin, sonra da Georgetown'da. Bileyici kamyonetinin arkasında." "Özür d i l e r i m . Yine yanlış. Sizin izlenmenizi isteseydim, bunun asla farkına varmazdınız. Istatistik'ten sonra nereye gittiniz? Seçe­ neklerden b i r i b u . Eğer bir yanıt alırsam denizaltı hîkayesini unutumm. Trevayne'ın a k l ı hâlâ Pontiac arabadaydı. Bruce'tan kurtulur kur­ tulmaz Beyaz Saray'dan Webster'i arayacaktı... Pontiac'ı az daha unu­ tuyordu. "Anlaşma yok, Bruce," dedi. "Buna değmez hem de?" "Pekala. A d a m l a r ı m ı U . l . D kitaplarının başına oturtacağım de-

155

mek. Bulacağız... İkinci seçenek. Bu biraz daha güç. Altı hafta kadar önce, Senato soruşturma toplantısından çıktıktan sonra Fairfax'daki ka­ zadan birkaç saat önce Nebraska senatörü ile buluştuğunuz söyleniyor. Doğru mu bu ve onunla neler konuştunuz?" "Bu konuşmayı duyabilecek tek kişi Miller adında biriydi.... Laurence Miller. Sürücü. Ona sorun bunu. Bu kadarını söylediyse geri­ sini de söylesin." "Senatöre sadık biri o. Mirastan bir pay da almış. Bir şey söyle­ miyor, arka koltukta konuşulanları dinlemek huyu yokmuş." "Yine anlaşma yok. Arada karşılıklı saygıya dayanan bir uyuş­ mazlık vardı. Sizin yerinizde olsam Miller sana başka bir şey söyle­ meye kalkarsa pek inanmazdım." "Sen ben değilsin... Son bir seçenek, sonuncu Trevayne. Bundan da kaçarsan büyük bir engel olacağım önünde. Hatta konunun örtbas edilmesi için 'çaba' gösterdiğinden bile söz edebilirim. "İğrenç bir adamsın. Bundan sonra yazıların! okuyacağımı san­ mıyorum." "Bana Bonner'den söz et" "Paul Bonner mi?" Trevayne adamın son seçeneğinin şimdi kar­ şısında bulunmasının gerçek nedeni olduğunu huzursuzlukla hissedi­ yordu. Ök iki seçenek zararsız değildi, -ikisi de kabul edilemez şeylerdi aslında- ancak gazetecinin sesinde şimdi ilk iki sorusunda olmayan bir sertlik vardı; tehdidi daha doğrudan doğruyaydı. "Binbaşı Paul Bonner," diye devam etü Bruce. "Künye numarası 158-32188. özel Güçler, Haberalma Kısmı, halen Savunma Bakanlığı'nda. 1970'de askeri bir cezaevinde üç ay hücrede kaldıktan sonra -su­ bay bölümünde, yargılanmasını beklerken- Hindiçini'den geri alınmış. Görüşmeye izin yok, bilgi almak olanaksız. Bir generalin deyimi ile 'Saygonlu katil.' İşte bu Bonner'den söz ediyorum, Bay Trevayne. Dediğiniz gibi benim meraklı bir okurumsanız, çılgın Binbaşının so­ kaklarda serbest dolaşmasına izin verilmeyip Leavenvvgorth Cezaevine tıkılmasını önerdiğimi de bilirsiniz." "O günün gazetesini kaçırmış olmalıyım." "O günlerin. Bonner'in görevi nedir? Neden sizin yanınıza veril­ di? Onu daha önceden tanır mıyıdnız? Onu siz mi istediniz?"

156

"Çok hızlı konuşuyorsunuz." "Çok ilgileniyorum da ondan." "Sorularınızı sırasıyla yanıtlayayım; Bonner benimle Savunma Bakanlığı arasında bir bağlantı subayı sadece. Bir şeye ihtiyacım olursa bulup getiriyor; kendi sözleri bunlar. Gerçekten de çok becerikli bir in­ san. Bana neden verildiğini bilmiyorum; ayrıca bu görevden pek mem­ nun olmadığının da farkındayım. Onu daha önceden tanımadığım için ben istemiş olamam." "Peki." Bonner gözlerini Trevayne'dan ayırmadan konuşuyordu. Altın kalemi ile havaya bir iki darbe savurdu. Yine bir jestti bu, sinir bozucu bir jest "Bunlar uyumlu; her şey programlanmış. Şimdi.... buna inanıyor musunuz?" "Neye inanıyor muyum?" " 'Saygon katili'nin sadece bir kurye olduğuna Buna gerçekten inanıyor musunuz?" "Elbette inanıyorum. Çok yardımcı oldu bana Bu büronun bu­ lunması, ulaşım sorunları, ülkenin dört yanında yapılan rezervasyon­ lar. İnançları ne olursa olsun, onların buraya yaptıklarıyla hiçbir ilgisi yok." "Kadronuzdan söz etmiştiniz. Onların işe alınmasında da yardım­ cı oldu mu size?" "Elbette ki hayır." Trevayne sesinin yüksek çıktığını farketti. Paul Bonner'in ilk başka kendisine kadro konusunda yardım etmeye çalıştığı için şimdi kızmakta olduğunu anlıyordu." Sizden önce davra­ nayım; Binbaşı Bonner'in benimkilerle epey farklı inançları vardır. Bunu her ikimiz de anlıyoruz ve birbirimizi kendi yanımıza çekmeye çalışmıyoruz. Kendisine güveniyorum. Aslında bu terimi kullanmak için bir neden yok, çünkü kendisi bizim yaptıklarımızla ilgili değil­ dir." * "Bense onun çok ilgili olduğunu söylerdim. Ne yaptığınızı bile­ cek bir durumu var. Kiminle konuştuğunuzu, hangi şirkederi araştır­ dığınızı...." "Bu bilgüer pek gizli değildir, Bay Bruce," diye Trevayne adamın sözünü kesti. "Doğrusunu isterseniz nereye varmak istediğinizi anlaya­ madım."

157

"Çok açık oysa. B i r hırsız çetesini soruşturuyorsanız size yardım i ç i n kentin en büyük namussuzuna başvurmazsınız." Trevayne, Walter Madison'un Bonnert duyduğunda söylediklerini hatırlamıştı. Avukat, Savunma Bakanlığı'nın hiç de kurnazlık göster­ m e d i ğ i n i belirtmişti. "Sanırım b u konudaki k a y g ı n ı z ı g i d e r e b i l i r i m , Bay Bruce. Binbaşı Bonner burada verilen kararlardan kesinlikle sorum­ lu değildir. Ç o k genel olarak ve yanılmıyorsam biraz da alaycı o l ­ m a n ı n dışında kendisiyle buradaki gelişmelerimizi konuşmayız. O gündelik işlere bakar k i , bunun da i l k günlere kıyasla çok azaldığını söyleyebilirim. Onun sorumluluklarından büyük bir k ı s m ı n ı sekrete­ rim yüklenmiştir ve o da çok büyük bir sorunla karşılaşmadıkça B o n ner'i aramaz. Savunma B a k a n l ı ğ ı uçak rezervasyonu yapmada ya da ş i r k e t i n Pentago'ndan ihale a l d ı ğ ı b i r k i m s e y i b u l m a k t a ç o k usta doğrusu. Bonner'in çok yardımcı olduğunu tekrar belirtmek isterim." "Kendisinin burada bulunmasımn olağan olmadığını kabul eder­ siniz sanırım." "Askeri makamlar duyarlılıkları ile tanınmamışlardır, Bay Bruce. Bence belki de çok iyi.... Bakın, Savunma ekonomisi ile i l g i l i y i z , ara­ da bir bağlantıya ihtiyacımız var. Bu iş için neden Bonner'i atadıklarım bilemem. A m a bunu yaptılar ve adam da tatmin edici oldu. Kendisinin bizden pek hoşlandığım söyleyemem. Ancak i y i b i r asker. Kişisel duy­ guları ne olursa olsun verilen görevleri yapacağına eminim." "Güzel konuştunuz." "Bunu söylemenin başka b i r yolu yok." "Siz bana onun Pentagon görüşünü temsil etmeye çalışmadığını söylüyorsunuz, öyle mi?" " F i k r i n i sorduğum birkaç kere askeri görgüsü benimsediğini g ö r d ü m , aksi olsaydı k o r k a r d ı m zaten. Siz olsaydınız korkmaz m ı y ­ dınız?... Gizli bir işbirliğini açığa çıkarmaya çalışıyorsanız bunu bura­ da bulamayacaksınız. Sizin kendi mantığınızı kullanırsak, Bay Bruce, Bonner'in ününü biliyorduk, ya da bunu öğrendik. Doğal olarak telaş­ landık. Ancak bu telaşımızın gereksiz olduğunu gördük sonra." "Bana istediklerimi vermiyorsunuz, Trevayne." "Bence siz sütununuza Bonner'in alt komisyonun çalışmalarını engellediği gibi bir başlık arıyorsunuz. G i z l i bilgileri üstlerine iletmek

158

i ç i n buraya atandığı g i b i b i r şey. A m a b u gerçek d e ğ i l . D u r u m çok açık ve sanırım siz de bunu biliyorsunuz." "Fikirlerinden bazılarını söyleyebilir misiniz? B u n a razı o l a b i l i ­ rim. 'Askeri görüş açısını' belirtecek ne söyledi örneğin?" Trevayne dikkade bakıyordu ufak tefek gazeteciye. Sanki çok is­ tediği bir şeyi kaybetmek üzere olduğunu hissediyormuş g i b i sinirliy­ d i . A n d y Paul, Bonner'in varsayımsal barış yürüyüşüne karşı o tüyler ürperten karşı stratejisini - askerleri, ani baskını- hatırladı; Roderick Bruce'un buna benzer şeyler aradığını biliyordu. "Parayonaksınız siz. Bonner'i pisliğe bulaştıracak herhangi b i r şeye razısınız değil mi?" "Tam üstüne bastın, Trevayne. Ç ü n k ü p i s l i k t i r o. Üç y ı l önce öldürülmüş olması gereken kuduz b i r köpektir." "Pek sert bir suçlama b u . Eğer duygularınız böyle ise, dinleyici­ leriniz epey kalabalık zaten. A ç ı k l a y ı n bunları... eğer sözünüzü kanıt­ layabilirseniz." "O orospu çocuğunu k o r u y o r l a r . Hepsi k o r u y o r hem de. En üstten aşağılara kadar dokunulmazlığı var. Ondan nefret edenler bile aleyhinde b i r şey söylemiyorlar. Bu da canımı sıkıyor işte. Sanırım siz de sıkılırdınız bu duruma." "Ben sizin bilgilerinize sahip d e ğ i l i m . Y a r ı m gerçeklerden ya da yarım yalanlardan yenilerini yaratmayacak kadar sorunlarım var zaten. A m a doğrusunu isterseniz, Binbaşı Bonner ilgilendirmiyor beni." "Belki de ilgilenmeniz gerek." "Bunu düşünürüm." "Başka şeyler de düşünün. Size i k i gün süre vereceğim. Bonner'le konuştunuz; Connecticut'ta bir haftasonu geçirdi sizinle. Beni arayıp bundan söz edin. Sözleri size önemsiz gelmiş olabilir. A m a benim b i l ­ d i k l e r i m l e birleştirilince ö n e m l i o l a b i l i r . Kendinize v e vatanınıza önemli b i r hizmette bulunuyor olabilirsiniz." Trevayne yerinden kalkıp gazeteciye baktı. "Gestapo taktiklerini­ zi başka yerlerde kullanın, Bay Bruce. Burada geçmez bunlar." Roderick Bruce geçmiş deneylerinden ayağa kalkmanın avantajsızlığını b i l i r d i . A l t ı n k a l e m i y l e oynayarak oturmaya devam etti. "Beni düşmanınız yapmayın, Bay Trevayne. Aptallık olur bu. O deniz-

159

altı hikayesini o hale sokarım ki sizi bir paryaya dönüştürebilirim. İnsanlar sizi görünce kaçarlar ya da daha kötüsü, kahkahalarla gülerler size." "Sizi yaka paça dışarı atmadan çıkın gidin buradan." "Basını tehdit mi, Sayın Başkan? Benim boyumda bir adamı dövmekle mi tehdit ediyorsunuz?" "Nasd kabul ederseniz öyle olsun. Ama defolup gidin," dedi. Tre­ vayne sakin bir sesle. Roderick Bruce ağır ağır kalktı, altın kalemini göğüs cebine yerleştirdi. "Üci gün, Trevayne. Telefonunu bekleyeceğim. Şimdi kız­ gınsın ama düşününce sakinleşeceksin. Görürsün bak," Trevayne adamın kısa adımlarla kapıya doğru yürüyüşünü seyret­ ti. Bruce arkasına bakmadı, kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

*** Tuğgeneral Lester Cooper yumruğunu uzun masaya indirdi. Yüzü kızarmış, boynundaki damarlar kabarmıştı. "Cüce namussuz! Neyin peşinde bu herif?" "Henüz bilmiyoruz, her şey olabilir," dedi Robert Webster. "Bonner olduğunu tahmin ediyoruz; onu görevlendirdiğimizde böyle bir şey bekliyorduk." "Siz bekliyordunuz; biz bu işe bulaşmak istemedik." "Biz ne yaptığımızı biliyoruz." "Beni de inandırabilsen rahat edeceğim. Ben herkesin bozuk para gibi harcanabilir olmasından hiç hoşlanmıyorum." "Gülünç olma. Bonner'e eski dostu Bruce'un peşinde olabilece­ ğini ilet." Webster, Cooper'e yaklaşırken hafifçe gülümsüyordu. "Ama üstüne gitme. Onun gereğinden fazla dikkatli olmasını istemiyoruz. Sadece haberi ilet Trevayne'ın izlendiğini biliyor, bunu da başkasından duymasın." "Anlıyorum... Ama Bruce'u bu işten uzak tutmanın bir yolunu da bulun. Kesinlikle bu olaya yaklaşmamalı." "Zamanı gelince o da olur." "Zamanı şimdidir. Ne kadar çok beklerseniz tehlike o kadar artar. 160

Trevayne Genessee'nin peşinde." "Onun için ani b i r harekette bulunmuyoruz ya. Hele ş i m d i . Tre­ vayne bir yere varamayacak. A m a Roger Brewster varabüir."

Andrew Trevayne pencereden Potomac nehrine bakıyordu. Yap­ raklar sararmış, sular kararmıştı. Cumartesi öğleden sonraları f u t b o l maçları. Pazar günleri profesyonel maçlar. Kongre, gazete sütunlarım başarılardan çok palavra ile doldururdu; Washington'da sonbahar orta­ lan. Toplantı i y i geçmiş, çekirdek kadrosu Genessee Sanayiinin üst düzey yöneticilerinin karşısına çıkabilecekleri kadar b i l g i y i gizlice top­ lamıştı. Özellikle James Goddard'la yüzyüze gelebilecek kadar. Genessee Sanayide bütün yanıtlara sahip tek adam. San Francisco'da. İ l k duraklan orasıydı. A n d y ' n i n pek a l ı ş ı l m a d ı k yöntemleriyle daha da güçleşen bü hazırlıkta herkes elinden gelenin fazlasmı yapmıştı. Çalışmanın pek azı büroda, çoğu da Trevayne'ın Tawning Spring'de kiraladığı evin bod­ rumunda y a p ı l m ı ş t ı . Ve bu ise sadece A l a n M a r t i n , M i c h a e l Ryan, John Larch ve Sam Vicarson k a t ı l m ı ş t ı . Trevayne bu y ö n t e m l e r i , bu g i z l i l i ğ i i l k başlarda pek basit ne­ denlerle seçmişti. Ü l k e n i n dört yanındaki Genessee fabrikalarından ve taşeronlanndan gelen yanıdar çok b ü y ü k yer tutmuştu. Birkaç hafta içinde dolaplar dolusu dosya b i r i k m i ş t i . Sonra da bu raporlar yetersiz kalınca şirketten ek b i l g i l e r istenmişti. Trevayne, Genessee soruştur­ masının üzerinde çalıştıkları diğer işleri ezeceğini anlamıştı. Genessee Sanayimin taktikleri b i r saplantı olmuştu Andrew'de. Bu karmaşıklığı çözmenin tek y o l u uçlardan her b i r i n i karmaşık y u ­ mağın içinde ta kaynağına kadar izlemekti. K i , bu durumda bile yolda karşılaşılan y a n ı l t ı c ı b i l g i l e r i ve bunlardan k i m l e r i n sorumlu o l d u ­ ğunu da aynca izlemek gerekliydi. Bu dev işi bir yere taşıma mantıklı görünmüştü. Evde gece geç saadere kadar ve haftasonlan da çalışabüeceklerdi.

Gizli Devlet-F. 11

161

Bu basit mantığın ardından ortaya çıkan başka bir etken taşın­ m a y ı daha da haklı çıkarmıştı. Müdahale. Ryan ve Larch'a dolaylı y o l ­ dan ve aşın kurnazlıkla yaklaşılıp alt komisyonun Genessee soruştur­ ması hakkında sorular sorulmuştu. Üstü kapalı ödemelerden, Karay ip­ lerde tatillerden şaka y o l l u söz edilmişti. Ancak ortada şaka eden yoktu. Ryan ve Larch bunu anlamışlardı. Bu i k i y a n m yamalak i l i ş k i kurma çabasının ardından başka üç olayda Genessee yine dolaylı ve sadece ima edilerek ortaya çıkmış bu­ lunuyordu. Apartmanından b i r komşusu Sam Richardson'u Chevy Chase' deki kulübe davet etmişti. Uzaktan tanışlar arasında küçük bir kokteyl parti olarak başlayan şey kısa zamanda b i r sert i ç k i yarışmasına dönüşüvermişti. Uzak tanıdıklar birden yakın dostlar olmuş, dostlar bir anda düşmanlaşmıştı. A k ş a m alkolle elektriklendiği sırada Sam Vicarson kendini California'lı b i r kongre üyesinin k a n s ı y l a g o l f alanında b u l ­ muştu. Trevayne'a olayı anlatırken içkiden dolayı hatırlamadığı yerler de olduğunu söylemişti. Sam ve kadın bir g o l f arabasına binip birkaç yüz metre gitmişlerdi k i , arabanın aküsü bitmişti. Karlın korkmuş ve ber­ bat b i r sahne yaşanmıştı. Oysa kadın başta Şam'ı çekici bulduğunu söyleyerek olayı başlatmıştı. İ k i s i kulüp binasına doğru yürürlerken kongre üyesi ve bir dostu ç ı k m ı ş t ı karşılarına. Bundan sonra yaşanan çirkin olay kocanın son sözleriyle hiç unu­ tulmayacaktı. K o n g r e üyesi k e n d i n i bilemeyecek kadar sarhoştu; kansının suratına b i r tokat indirip Vicarson'a saldırmıştı. Sam geriye çekilerek kendini elinden geldiğince savunmaya çalışırken tanımadığı adam araya girmiş, kongre üyesinin kollarını tutup yere i t m i ş t i . Yabancı, yerde kıpırdamadan yatan adama sakin olmasını, kendi­ ni aptal yerine koymakta olduğunu söylüyordu. California'lı kongre üyesi b i r ara doğrulmak i ç i n çabalamış ve kendisini bastıran adama bağırmıştı. "Çek şu lanet Palo Alto'nu hayatımdan!" Kadın koşarak gitmişti arabalannı park ettikleri yere. Bilinmeyen adam kongre üyesinin ağzına elinin tersiyle b i r tokat atmış, sonra ayağa kaldırıp kansının arkasından itelemişti.

162

Sam Vicarson sarhoşluğu arasında planlanmış b i r o l d u b i t ü n i n garip ve açıklanamayan bir şekilde terkedüdiğini anlamıştı. Palo A l t o . Genessee Sanayii. Trevayne genç avukatın bundan sonra komşularından alacağı daveder hakkında daha dikkatli olacağını biliyordu. İ k i n c i olayı Trevayne'ın sekreteri anlatmışa. K ı z bozulmak üzere olan b i r nişanın son dönemlerindeydi. A y r ı l m a konusunda anlaşmala­ rına rağmen eski nişanlısı tekrar eve yerleşmek istemişti. Aralarındaki i l i ş k i tümüyle kesilmiş ve dostça ayrılmışlardı oysa; o yüzden k ı z bu­ nun nedenini anlayamamıştı. A d a m geri gelmek zorunda olduğunu söylemişti. Birkaç gün­ lüğüne. Göstermelik olarak. Ve k ı z a sordukları takdirde, onun kendisine pek çok şey sor­ duğunu söylemeliydi. A m a kendisi bir şey soracak değildi. Zaten hiçbir şey umurunda değildi. Washington'dan a y r ı l ı y o r d u nasd olsa, ama b i r i k i tavsiyeye ihtiyacı vardı. Ve k ı z ı n anlayışı sayesinde isteğine kavuşmuştu. "Patronuna Nebraska Caddesi'nde pek çok kimsenin GS ile Ugilendiklerini söyle. Ç o k kızgınlar kendisine." Sekreteri de söylemişti. GS, Genessee Sanayii. Travayne'ın haberdar olduğu üçüncü ve son olay da, bu görev için nabzını yoklamış olan N e w Y o r k l u banker Franklyn B a l d w i n tarafından iletilmişti. B a l d w i n torununun düğünü i ç i n gelmişti Washington'a. K ı z , İngiliz Büyükelçiliği'nde b i r ataşe olan b i r İngilizle evleniyordu. D ü ­ ğünde rastladığı eski b i r dostu Baldwin'e yaşlılıklarını bahane edip Virginia'nın i y i b i r yerinde b i r i k i kadeh içmelerini teklif etmişti. ö y e yapmışlardı da. Ortak dostları olan emekli bir amiralin evine gitmişlerdi ve B a l d w i n adamın kendilerini beklediğini görünce epey şaşmıştı. B a l d w i n i l k başlarda eski dostlarının bu şakasına bayılmıştı; san­ ki yeniden çocuk olmuşlar da sıkıcı görevlerden kaçıyorlarmış g i b i his­ setmişti kendini.

163

Ancak ziyaret uzadıkça bozuluyordu B a l d w i n . Hoş b i r arkadaş buluşması az sonra hiç de hoş olmamaya başlamıştı. A m i r a l , Roderick Bruce'un kızağa çekilmiş atom denizaltılan yazısından söz ederek baş­ latmıştı tatsızlığı. Buradan Trevayne'ın askeri -özellikle de Deniz K u v ­ vetleri- sorunlarını anlayışına atlamak k o l a y olmuştu. K e s i n l i k l e böyle bir anlayışı yoktu. B a l d w i n , Trevayne'a kendisini birden ateşli b i r tartışmanın or­ tasında buluverdiğini anlattı; ne de olsa Savunma Komisyonu kendisi­ nin sorumluluğuydu. Trevayne sadece komisyonda ittifakla seçilmekle kalmayıp Başkan ve Senato tarafından da seçilmişti. Bu onaylar çok kesindi ve askerler -Deniz Kuvvetieri de- bu gerçeği kabul etseler i y i olurdu. Ancak A m i r a l bunu kabule yanaşmıyordu. B a l d w i n ayrılırken adam dünkü onayın bugün nefrete dönüşebileceğini i m a etti. Hele Tre­ vayne ülke güvenliğinin büyük b i r ölçüde, bağlı olduğu en büyük k u ­ ruluşlardan -söze d i k k a t et, kuruluşlar- b i r i n i hırpalamaya devam ederse. Bu kuruluş Genessee Sanayii i d i . Andrew nehre bakarken bu beş olayın kendisinin haberdar olduğu olaylar olduğunu düşündü. B i l m e d i ğ i daha kaç tane vardı acaba? A l t komisyonun y i r m i bir çalışanından kaçına bu tür yaklaşımlarda b u l u ­ nulmuştu? B i r 'ekip toplantısı' y a p ı p bunu soramazdı. B u hem onun doğasına uymayan bir taktikti, hem de işe yaramazdı. Bu tür yaklaşıma maruz kalmış birisi bundan söz etmemişse şimdi de konuşmazdı. Bu gecikmiş o l m a kendi başına suçlayıcı olurdu o zaman. Ve, uzak b i r olasılıkla komisyonun içinde b i r muhbir varsa, bu kişinin dışarı taşıdığı b i l g i değersizdi. Çünkü bu öğleden sonrasına ka­ dar Genessee Sanayii h a k k ı n d a k i ö n e m l i belgeler hep T a w n i n g Springs'deki evde saklanmışa. Bürodaki Genessee dosyalarının önemli olanları üzerinde şunlar yazılıydı: 'Durum -Günümüz. T a m . Tatmin edici.' Genessee'nin küçük çaplı işlerini içeren bazılarında ise 'Durum-Günümüz. Beklemede.' ya­ zardı. Bunlar önemsizlerdi. 'Tatmin edici' şifresi kuşkudan doğmuş değildi; böylesi daha el-

164

verişliydi. Sadece Trevayne ile dört k i ş i bu dosyaları kullanacakların­ dan bunun ne anlama geldiğini büeceklerdi. Herhangi bir nedenle bir başkası dosyalan gördüğü takdirde fazla bir açıklamaya gerek kalmaya­ caktı. T a t m i n edici' yeterliydi. Andrew üstünde üç defterin durduğu masasına döndü. Genessee defterleri. A ğ ı n kısmen çözülmüş i p l i k l e r i . Çarpık aynalarla dolu bir labirentin içinde temizlenmiş küçük bir alan. Bütün bu izlerin nereye götüreceğini gerçekten merak ediyordu. Roderick Bruce, küçük canavar avcısı. A m a Trevayne'ı avlamış d e ğ i l d i . Savurduğu tehditiere karşın A n d y ' n i n denizaltı hikayesinde oynadığı r o l konusunda olağanüstü yumuşak davranmıştı. Bunun için bir neden belirtmemişti; kendisine bir neden de sorul­ muş değildi. Hatta bir tür bir kompliman bile vardı yazısında: A l t komisyonun sert başkanına haberalma dairelerinin pa­ niğe kaprlmış yüksek düzey personeli b i r t ü r l ü erişemi­ yorlar. Trevayne basın ilişkilerini başkalanna bırakmakta bu pek akıllıca bir şey olmayabilir, ama işinde de bu akıl­ l ı l ı k gerekli değil zaten. Ona yapabilecekleri tek şey göre­ vinden almaktır ve b ü y ü k b i r olasılıkla bunu da yapacak­ lardır. Acaba onun istediği de bu mu? Trevayne, Bruce'un kendisinin 'örtbas etme ricasını' neden açıkla­ madığını merak ediyordu. B i r önemi yoktu aslında Ne Roderick Bruce'a ne de okurlarına metelik verdiği y o k t u . Bruce'u ne koşul altında olursa olsun geri çağırmaya niyeti y o k t u . Paul Bonner n e y i temsil ediyor olursa olsun, gerçekçi b i r insandı, lnançlan değişime duyduğu k ö r ü körüne tepkilerden değil üzerinde uzun uzun düşünülmüş ilişkilerden doğmuştu. Bu dünyanın Bonnerleri ideolojik çatışmalarda kurban edile­ cek kişiler değil, inandırılması gereken insanlardı. İnandırılması. Trevayne en üstteki, kabında sağ üst köşesinde romen rakamıyla

165

I yazan defteri aldı. Bunda y o l programı vardı; i l k durak, San Francisco. Sıradan, ö n e m l i değil. Böyle düzenlenmişti. Böyle tanımlanmıştı. A l t komisyon başka­ nı Batı K ı y ı s ı şirkederinden b i r k ı s m ı n ı ziyaret ediyordu. Yöneticiler bu durumu doğrulamak isterlerse -ki bunu isteyecekleri kuşkusuzduAndrew Trevayne'ın on on beş şirketi gezeceğini öğreneceklerdi. Böy­ lesine bir programla hiçbir şeyin fazla derinine inilemezdi. Hatta alt komisyon başkanının -havalar elverişli olduğu takdirdebir g o l f oyununu ya da bir i k i set tenisi geri çevirmeyeceği de ağız yo­ luyla gerekli yerlere ulaştırılmıştı. Böylece yapacağı turun havası belirlenmiş oluyordu. A l t komis­ yonun zamanından erken dağılacağı söylentileri de vardı; Trevayne'ın bu uzun gezisi bir veda gezisiydi, olanaksız b i r işin sona erdiğinin sembolik bir göstergesi. Trevayne'ın istediği de buydu zaten. Roderick Bruce g i b i birisi Genessee defterlerini görebilseydi bu mümkün olamayacaktı. Tanrı korusun böyle b i r şeyden! Şu anda ne pahasına olursa o l ­ sun kaçınılması gereken şey üstü kapalı suçlamalardı. Olay basit so­ nuçlara varılamayacak kadar karmaşıklaşmıştı artık. Telefonun sesi düşüncelerini yarıda kesiverdi. Saat beşi geçmişti; herkesi erkenden yollamıştı bugün -Potomac Towers için saat beş erk­ en saydırdı. Büroda yalnızdı. "Alo?" "Andy? Paul Bonner." "Medyum musun nesin? Seni düşünüyordum şimdi." "İyi şeyler düşünüyordun umarım." "Pek değü. Nasdsın? İ k i haftadır görüşmedik." "Kent dışındaydım. Georgia'da. Her altı ayda b i r Benning'de ta­ lime gönderirler beni. Ya da kendileri öyle sanırlar." "İçindeki düşmanlığı y o k etmeye çalışıyorlardır, ya da Washing­ ton hanımlarına b i r soluk alma fırsatı tanımaya." "Soğuk duşlardan i y i ama. Bu gece ne yapıyorsun?" "Phyl ile akşam yemeği i ç i n L'Avion'da buluşacağız. Getir m i ­ sin?"

166

"Elbette, size engel olmayacaksam." "Ne münasebet K ı r k beş dakika sonra uygun mu?" " İ y i . Bu ç ı l g ı n yolculuğun konusunda konuşuruz biraz." "Ne?" "Senin kahyalığını yapacağım, patron. B i r şey istediğin zaman bir ıslık çalman ya da parmaklarını şaklatman yeterli." "BUmiyordum," dedi Trevayne duraksayarak. "Ben de az önce emir a l d ı m . G o l f tenis falan da oynayacakmışız galiba. Epey gevşedin doğrusu." " ö y l e görünüyor. L'Avion'da görüşürüz." Trevayne telefonu kapatırken elindeki Genessee defterine baktı. Savunma Bakanlığı'ndan herhangi b i r askeri y a r d ı m c ı istenme­ mişti. Daha da ötesi, Pentagon'a bu yolculuğun yapdacağı b i l d i r i l m i ş değildi. En azından kendi bürosu tarafından.

18 M a r i o de Spadante San Francisco Havaalanı'nda yürüyen merdi­ venden i k i n c i katta i n i p gözlem salonuna doğru y ü r ü d ü . Onun g i b i şişman b i r adama göre epey h ı z l ı adımlarla yürüyordu. Yolcuları ve memurları arkasında bırakıyordu yürürken, yolunu epey y ü k l ü bir ba­ gaj arabası ile kesen zenci b i r hamalla bir an atıştı bile. Salonun camlı kapısını açtı. Aradığı kişiler gelmişlerdi; köşe masada i k i k i ş i . "Kusura bakmayın ama Bay de Spadante, gereksiz yere telaşlı görüyorum sizi." "Kusurunuza b a k a r ı m , Bay Goddard. H e m de pek ç o k , çünkü bence siz bir budaladan başka b i r şey değilsiniz." De Spadante'nin sesi yumuşaktı. Modaya uygun g i y i n m i ş olan altmış yaşlarındaki diğer ada­ ma döndü. Allen'di adamın adı. "Webster sizinle ilişki kurdu mu?" " N e w York'tan beri onu ne gördüm ne de konuştum. A y l a r önce, Baldwin'in bu Trevayne'a yaklaşmasından önce. Olayı o zaman kapat­ malıydık." " T e k l i f i n sadece aptalca o l m a y ı p aynı zamanda umutsuz da

167

olduğundan büyük patronlar seni dinlemedüer bile. Ben başka önlemler aldım; her şey kontrol altındaydı. Şimdiye kadar." De Spadante yeniden Goddard'a döndü. Goddard'ın yüzü İtalyanın hakaretinden hâlâ kıpkır­ m ı z ı y d ı . Goddard orta yaşlı ve şişmancaydı. Baskı altındaki bir şirket yöneticisi -Genessee Sanayii'nin.- De Spadante bile bile konuşmadı. Öylece baktı Goddard'ın yüzüne. Konuşma sırası yöneticideydi. "Trevayne yarın sabah on buçuk sularında gelecek. Programda öğle yemeği var." "Şimdiden afiyet olsun." "Toplantının bize söylenenden değişik olacağını düşünmek i ç i n b i r neden y o k ; dostça bir toplantı. Yapılan bir sürü toplantıdan b i r i . B i r i k i yüz m i l l i k alanda sekiz on toplantısı var, hepsi de bir i k i güne sığdırılacak." "Beni gülmekten geberteceksiniz be... düşünmek için bir neden yok. Çok güzel! Gençlerin dediği gibi.... harika." Goddard mendilini çıkartıp çenesini kuruladı. "Hakaret ediyorsu­ nuz, Bay de Spadante." "Hakaretten söz etme bana. Bu dünyada aptallıktan büyük bir ha­ karet olamaz. B e l k i de kendini beğenmiş aptallığın dışında." De Spa­ dante gözlerini Goddard'dan ayırmadan Aden'le konuşmaya başladı. " B u hıyarı da nereden buldunuz?" "O aptal değildir, Mario. Goddard S'nin en i y i maliyet muhasebecisiydi. Son beş y ı l d ı r şirketin ekonomik politikasına b i ç i m veren odur." "Muhasebeci, ha! Çenesi terleyen boktan b i r muhasebeci demek! B u tipleri i y i b i l i r i m . " "Hakarederinize daha fazla dayanma niyetinde değilim." Goddard k a l k m a y a hazırlanarak koltuğunu geri i t t i . A n c a k M a r i o de Spadante'nin eli birden uzanıp sertliğe ve kaba yöntemlere yabancı olmayan b i r tutuşla koltuğun kolunu kavradı. "Otur yerine. Senin niyederinden büyük sorunulanmız var... Bay Muhasebeci." "Nasıl bu kadar emin olabüiyorsun?" diye sordu A i l e n . . "Söyleyeyim. B e l k i o zaman bu telaşımın nedenini anlarsın. Ö f k e m i n de... Haftalardır her şeyin yolunda g i t t i ğ i dışında bir şey duy-

168

rhuyoruz. Gerçek b i r sorun y o k ; sadece düzeltilmesi gereken b i r i k i şey, ki onların da gereğine bakılmış. Sonra b ü y ü k sorunların bile 'tat­ m i n edici' olarak işaredendiğini öğreniyoruz. Tamamlanmış, bitmiş... her şey yolunda, ben bile inandım buna. "De Spadante k o l t u ğ u b ı ­ r a k t ı . "New York'ta meraka kapılan b i r i k i k i ş i b i r k o n t r o l yapmaya kalkıştılar. Sorun çözmek i ç i n tutulduklarından huzursuzlanmışlardı. Ortada b i r sorun göremeyince sorun aramaya kalkışan tipler... Yanıt­ lanmış olan beş tane çok ö n e m l i soruyu ele aldılar- sadece beş tane. Beşinin de tatmin edici olarak kabul e d i l d i ğ i söylenmişti bize. Trevayne'm bürosuna bu konularda ek b i l g i gönderdüer. Sonuç ne o l d u , söyleyeyim mi?" M e n d i l i n i elinden bırakmamış olan Goddard yine çenesini sildi. Korkusu gözlerinden okunuyordu. "Karşdıklı çifte madde." " B u süslü laflar b ü r o d a k i dosyaların sahte o l d u ğ u demekse, haklısın, Bay Muhasebeci." Ailen öne eğildi. "Bunu mu demek istedin Goddard?" " E v e t İ k i n c i bir dosya grubu daha olmalı." "Çok i y i . B i z kalınkafaldar büe bu kadarını düşünmüştük." " A m a nerede?" diye sordu Ailen." Kendine güvenini biraz kaybet­ miş g i b i y d i . "Ne farkeder? İçindekileri değiştiremezsin k i . " " B i l m e k yararlı olurdu," diye devam etti Goddard. Düşmanlığı yerini b ü y ü k b i r korkuya bırakmışü artık. "Son birkaç aydır bunları düşünmeliydin, parmağını kıçına so­ k u p ne kadar a k ı l l ı olduğunu hesaplayacağın yerde. 'Dostça bir toplantı'ymış, hah!" "Bunun i ç i n bir neden yoktu...."

*

"Kes sesini! Çenen s ı r ı l s ı k l a m yine... Ç o k k i m s e n i n kellesi kopacak. A m a bazılarını kurtaracağız yine de. Elimizde hâlâ acil durum önlemlerimiz var. Biz üstümüze düşeni yaptık." M a r i o de Spadante yumruğunu sıktı birden. "Nedir o?" Ailen adındaki adam korkuyla baktı İtalyana.

169

"O orospu çocuğu Trevayne! Sayın Müsteşar!... O da pislik i ç i n ­ de yuvarlanan öteki domuzlardan farksızmış. Bunu düşünememiştim doğrusu."

*** Binbaşı Paul Bonner uçağın karşı tarafındaki yerinden Trevayne'i seyrediyordu. Bonner sağ tarafta pencere önünde oturuyordu. İ k i ya­ nında Alan M a r t i n ve Sam Vicarson olan Trevayne karşısındaydı. Ü ç ü de bir belgeye dalmışlardı. Kunduzlar, diye düşündü Bonner. Binlerce ağacı kemiren kunduz­ lar g i b i . Hepsini devirip suyun akışını kesecekler. Doğal ilerlemeyi durduracaklar. Trevayne buna ekolojik denge derdi herhalde. Palavra. Aşağıdaki tarlaların sulanması b i r i k i kunduzun sağ kalmasından çok daha önemliydi. Kunduzlar, sadece kunduzların b i l d i k l e r i neden­ lerle, toprağı susuz bırakmak, ürünü y o k etmek isterlerdi. Daha küçük hayvanların anlamadıkları başka ürkütücü nedenler de vardı. Bunları sa­ dece aslanlar anlardı; lider oldukları i ç i n . Liderler ormanlar ve cangıllarda avlanırlardı; k i m i n y ı r t ı c ı olduklarını onlar b i l i r d i . Kunduzlar bUmezlerdi. Paul Bonner de bu çengeli b i l i r d i ; kanayan k a r n ı üzerinde sürüklenmişti çamurlar içinde. Saf nefreün gözlerinin içine bakmıştı. Nefretin sahibini öldürmesi ya da gözlerini çıkartması gerekliliğini an­ lamıştı. Ya da kendisinin ölmesinin gerekeceğini. Onun düşmanı. Onların düşmanı. Kunduzlar ne bok bilirlerdi ki? Trevayne ile i k i yardımcısının kağıtlarını evrak çantalarına k o y ­ makta olduklarını gördü. Az sonra San Francisco'da olacaklardı; 'em­ niyet kemerlerinizi bağlayın' yazısı yanmıştı. Beş dakika daha. Ya sonra? A l d ı ğ ı emirler eskisine kıyasla çok belirsizdi. B u n a karşılık Sa­ vunma Bakanlığı'nda -Trevayne ile i l g i l i bölümde- hava çok gergindi. A n d y ve Phyllis ile yediği yemekten sonra General Cooper kendisini bir gerillaymış g i b i sıkı s ı k ı sorguya çekmişti. General ç ı l d ı r m ı ş t ı ne­ redeyse. Trevayne bu yolculuğu hakkında neden Savunmaya bilgi ver­ memişti? Programı tam olarak neydi? Neden bu kadar çok toplantı yapıyordu? Bir örtme hareketi miydi bu yoksa?

170

Bonner sonunda k ı z m ı ş t ı . Yanıtları b i l m i y o r d u , hatta aramamıştı bile. Generalin b e l i r l i bilgilere ihtiyacı varsa bunların ne olduğunu za­ manında kendisine söylemesi gerekirdi. Bonner Cooper'e kendisinin Potomac Towers'den e l l i a y n rapor g e t i r d i ğ i n i h a t ı r l a t m ı ş t ı . Trevayne'in özel dosyalarından çaldığı bilgiler. Bu harekederiyle kendisini zaten suçlu durumuna sokmuş bulunuyordu. N e d e n l e r i n i a n l ı y o r d u , tehlikelerle b i r l i k t e b u n l a r ı d a k a b u l etmişti ve üsderinin yargılarına güveniyordu. A m a lanet olsun, kâhin değildi kendisi. Generalin kendisinin bu patlamasına gösterdiği tepki Bonner'i şaşırtmıştı. Cooper duraksamış, kekelemişti. Bonner için Cooper g i b i göngörmüş b i r insanın kekelemesi a k ı l alacak şey değildi. Tuğgeneral, Cooper'in tümüyle yepyeni ve henüz değerlendirilmemiş b i l g i l e r l e karşı karşıya olduğu anlaşılıyordu. Ve de korkuyordu General. Bonner bunun nedenini merak e t t i . Bu k o r k u y u doğuran neydi acaba? Binbaşı Tovvers'den b i l g i getirenin bir tek kendisi o l m a d ı ğ ı n ı biliyordu. BUdiği i k i kişi daha vardı. B i r i kara saçlı bir stenoydu, Trevayne'm sekreterlerinin başı. Cooper'in masasında kadının f o t o ğ r a f l ı b i r özgeçmişiyle buna iliştirilmiş masraf listesini görmüştü. İkincisi Cornell Üniversitesi'nde doktora yapmış y i r m i beş otuz yaşlarında sansın b i r genç. Yanlış hatırlamıyorsa, Trevayne onu b i r dostuna i y i l i k olarak işe almıştı. Bonner binadan geç ç ı k t ı ğ ı b i r gece sansın genci binanın arka kapısından girerken görmüştü. A r k a asan­ sörler hep b e l i r l i b i r görevi olan muhbirler tarafından kullanılırdı. B a ­ şım k a l d ı n p bakmıştı; Cooper'in beşinci kattaki odalarının ı ş ı k l a n ya­ nıyordu. Cooper kaçamak bir yanıt veremeyecek kadar telaşlıydı. Bonner'e emirlerini vermişti: Trevayne ve i k i yardımcısının bütün konuşmala­ r ı n ı -bunlar ne kadar önemsiz görünse de- ezberleyecek ve Cooper'e özel telefonundan bildirecekti. Genessee Sanayimden herhangi biriyle yapdan toplantılarda neler konuşulduğunu öğrenecekti. Gerekli bütün harcamaları yapabilecek, istenen bağışıklıkları vaad edecek ama ger­ çekleri günışığına çıkaracaktı. T ü m gerçekleri.

171

B e l i r l i bir şey arayacak... Her şeyi! Bonner kendisinin de Cooper'in ateşine tutulduğunu farkediyordu. Başkasının öfkesi -ya da korkusuyla- heyecanlanmaktan nefret ederdi ama gerçek buydu. Trevayne'ın Genessee'nin işlerine karışmaya hakkı yoktu. H i ç olmazsa Cooper'i aşırı heyecana sokacak kadar. Genessee Sanayii b i r bakıma ülkenin savunmasının gerekli bir k o l u y d u . Yaban­ cı müttefiklerin herhangi birinden daha çok hem de. Ve daha da güve­ nilir. Havada uçanların hepsinden i y i olan avcı j e d e r i ; asker, araç ve si, lah taşıyanlarından kendisi g i b i insanları cangıllardan en uzak köşe­ lerine sessizce indiren hızlı 'ydan' lara kadar on dört çeşit helikopter; insanı napalm ateşinden korumak ve kurşunlardan koruyan z ı r h l a n hatta top-lar... Genessee kontrolunda olan fabrikalar yeryüzünün en i y i , en e t k i l i silahlarım üretirlerdi. Vurucu güç! Lanet olsun! Bunu anlayamıyorlar mıydı? Korunmaydı b u ! Onların korunması! Kunduzlar ne bok bilirlerdi ki? Trevayne ne b o k b i l i r d i ki?

19 James Goddard evinin arka bahçesine ç ı k t ı . Batmak üzere olan güneş L o s A l t o s tepelerini sarı ve turuncunun sisli tonlarına boya­ mıştı. Manzaranın Goddard üzerinde her zaman sakinleştirici b i r etkisi vardı. On i k i y ı l önce b i r kumar oynayıp L o s Altos'taki bu evi al­ masının başlıca nedeni de b u y d u . Ev o zaman kendisi i ç i n ç o k pa­ h a l ı y d ı , ama o öyle b i r noktaya gelmişti k i , Genessee'de kalarak ya böyle bir eve sahip olacaktı, ya da Genessee'de hiçbir geleceği olmaya­ caktı. Aslında pek kumar saydmazdı b u . On i k i y ı l önce Genesse Sa­ n a y i i n iç çevrelerinden birinde h ı z l ı yükselişine başlamıştı. İ ş i n i n özelliği, şirkette kalmasının, hatta köşe odalarından birine yerleşme­ sinin garantisiydi.

172

Sonunda üst noktaya varmıştı. San Francisco B ö l ü m ü M ü d ü r ü . Ancak zaman zaman baskılar da dayanacak gibi değildi. Şimdi de bunlardan birini yaşıyordu işte. Trevayne'la o öğleden sonraki toplantı insanın sinirlerini d i d i k didik ederdi. B i r kere, i l k başlarda amaç pek açık d e ğ ü d i . Biraz ondan biraz şundan. Sık sık 'anlaşıldı' anlamında baş sallamalar, zaman za­ man da baş sallamakla sonuçlanan sorgu d o l u bakışlar ya da sadece bomboş bakışlar. H i ç uygun olmayan anlarda alınan notlar; Trevayne'ın zararsız görünen yardımcılarının zararsız görünen sorulan. B i r i Yahudiydi; b e l l i y d i b u . Ötekisi de çok gençti k i , bu da kendisi için ha­ karet demekti. Toplantı gündemsizdi. Genessee'nin sözcüsü olarak Goddard bir düzen yerleştirmeye, soruşturmayı b i r programa sokmaya çalışmıştı. Ancak Trevayne kibarca raddetmişti bu g i r i ş i m i n i ; alt k o m i s y o n u n başkam pek de inandıncı olmayan yaşlı bir amca rolündeydi -her alana yeterli i l g i gösterilecekti. O sabah sadece genel sorumluluk alanlan saptanacaktı. Genel sorumluluk alanları. Bu sözler elektrik şoku g i b i çarpmıştı James Goddard'ın beynine. A m a karşısındaki üç adam g i b i o da sadece b a ş ı n ı sallayıp gülümsemekle yetinmişti. Törensel bir yutturmaca dansı, diye b i r ka­ rara varmıştı. Toplantı saat üçbuçuk sularında sona erdiğinde'toplantı odasından bürosuna d ö n m ü ş , sekreterine, başının çatlayacak g i b i a ğ r ı d ı ğ ı n ı söylemişti. D ı ş a n ç ı k ı p arabasına adayarak dolaşmak ve son ikibuçuk saattir konuşulanları düşünmek zorundaydı. Ç ü n k ü o b u l a n ı k yak­ laşıma karşın pek çok şey söylenmişti. Bütün sorun bunların rakamlar olarak söylenmemesindeydi. Rakamlardan anlardı. Çeşidi bölümlerin geçmiş yıllara ait bilançolarını ezberden söyleyebilirdi hatta. Birbiriyle ilgisiz rakamlar alır ve yüzde dörtlük bir yanılma p a y ı üe projeksiyon­ lar yapabüirdi. Piyasa analizleri ve istihdam istitastiklerinin doğruluğu ile o sözde ekonomisderi -çoğunluğu yahudi olan akademik teorisyenleri- şaşkına çevirirdi. California'nın Senatör Armbruster'i bile geçen y ı l kendisinden öğüt istemişti.

173

K a r ş ı l ı ğ ı n d a v e r i l m e k istenen parayı reddetmişti.; ne de olsa Armbruster'i seçenlerden b i r i de kendisiydi ve öğüt verdi diye Genessee b i r zarar görecek değildi. Ancak Senatörün b i r dostundan da b i r çam sakızı çoban armağanı türünden bir şeyi kabul etmişti sonunda. Trans Pacific Havayollarında on y ı l l ı k bir şirket pasosu. Karısı Hawaii'den pek hoşlanırdı, her ne kadar orada yedikleri arasında kedi eti olmadığı konusunda sık sık güvence vermesi gerekse de. Goddard bürosundan çıktıktan sonra neredeyse e l l i m i l yapmıştı arabasıyla. Okyanus kıyısından geçip Ravenswood'a, oradan da Fair Oaks'a. Trevayne neyin peşindeydi? Goddard yanlış hesaplanan b i r maliyetin nedenlerini her anlat­ maya çalıştığında -ki altkomisyonun görevinin r u h u bu açıklamalar değil miydi?- ayrıntılara girmesi istenmemişti. Onun yerine kalemlerin genel b i r tartışması; geçerlüikleri, işlerlikleri, operasyonal kapasitele­ ri, mühendisliği, ç i z i m l e r i , planları yapan insanlar, bu planları yürür­ lüğe koymaktan sorumlu olanlar üzerinde genel olarak konuşulmuştu. Soyudamalar ve orta -düzey personel. Böyle bir toplantının amacı ne olabUirdi ki? Ancak Goddard minyatür dağda, manzarası insanı sakinleştiren evinin yokuşuna g i r d i ğ i anda Trevayne'in toplantısının amacını tüm çıplaklığıyla görebildi. Adlar. Sadece adlar. Gereksiz zamanlarda acele tutulan notları, zararsız g ö r ü n ü m l ü yardımcıların zararsız sorularım açıklıyordu bu. Adlar. Bütün aradıkları buydu. Goddard'ın ekibi sık sık eski dosyalara başvurmak zorunda k a l ­ mışlardı. Mühendislik e k i b i başı ¿w, o çizim danışmanı, şu sendika l i ­ d e r i , o istatistik analisti. Hep önemsiz kararları altında g ö m ü l m ü ş kişiler. A m a bunlar rakam değildi! Sadece insanlardı.

174

Tanınmayan insanlar. Trevayne bunların ardındaydı işte. Ve M a r i o de Spadante pek çok kelle kopacağını söylemişti. İnsanlar. Tanınmayan insanlar. Kendisi de onlardan biri miydi? "Jimmy!... J i m m i i i i ! " Karısının sesinin üzerindeki etkisi hep aynıydı, pencereden ba­ ğırıyor olsa da, masada karşısında konuşsa da. Sinir bozucu. "Efendim?" " J i m , orada hayale dalıp duracaksan Tanrı aşkına telefonu dışarı al. Ben kendi hatlımda meşgulüm." " K i m arıyor?" "De Spad... bümemne adında biri... b ü m i y o r u m . İtalyan." James Goddard değerli manzarasına son bir kere daha baktıktan sonra eve yürüdü. B i r şey açık seçikti. M a r i o de Spadante'ye b i r muhasebecinin sağlayacağı en i y i hizmet verilecekti. Trevayne'ın soruşturma alanları­ nı rakam rakam sayacaktı; b i r muhasabeci bunun için suçlanamazdı. A n c a k M a r i o de Spadante 'muhasebecinin özel olarak v e r d i ğ i sonuçlan öğrenemeyecekti. Bu muhasebecinin, kellesinden olmaya hiç niyeü y o k t u .

Paul Bonner b o d r u m barına g i r d i . San Francisco'nun ruhsatlı b ü t ü n b o d r u m l a r ı g i b i burada d a k ü ç ü k orkesttpnın a m p l i f i k a ­ törlerinden yükselen k u l a k parçalayıcı gürültüsü insanın bütün duygu­ larını köreltiyordu ve çıplak göğüslü dansedenler bile k e y i f veremiyorBerbat bir yerdi. Üniformasını g i y m i ş olsaydı etkinin ne olacağını merak etti. Şu b i l e spor ceket ve blucinle k e n d i n i yabancı hissediyordu. K r a ­ vatını hemen çözüp cebine soktu.

175

Uyuşturucu ile kendinden geçmişti içerdekiler. Bonner barın ucuna g i t t i cebinden sigara paketini çıkardı -Fran­ sız, Gauloise- ve sol eline aldı. Bağırarak istediği viskisinin gerçekten i y i olduğunu görünce şaşırmıştı. Sakallı içkicilerin ve çıplak göğüslü garson kızların itelemele­ rine rağmen mümkün olduğu kadarıyla aynı yerde durmaya çalışıyordu. Birden aradığı kişiyi gördüğünü anladı. Üç metre kadar derde bluc i n l i , lastik ayakkabılı, üzerinde kışlık bir fanila olan b i r i . A m a saçları bir garip, diye düşündü Bonner. Omuzlarına kadar ve kabarık -ama başka bir şey daha var- bir temizlik, bir parıltı. A d a m ı n saçı takmaydı. Çok i y i kalite bir peruk ama adamın görüntüsüyle uyumsuz. Bonner Gauloise paketi i l e kadehini hafifçe k a l d ı r d ı selamlar gibi. Adam yanına geldi, eğilip kulağına, "Güzel yer, değil mi?" dedi. "Biraz... boğucu. A m a sen epey uyum sağlamış görünüyorsun? A r a d ı ğ ı m kişinin sen olduğundan emin misin? A r a c ı falan istemem; bunu açıkça belirtmiştim." "Bunlar benim sivil giysilerim, Binbaşım." "Çok uygun. Hadi gidelim buradan." "Yoo, hayır! Kalacağız. Burada da konuşacağız." "Olanaksız bu. Neden?" " B u gürültünün mikrofonlara neler yaptığını b ü i r i m de ondan." " M i k r o f o n , teyp falan yok. Haydi, mantıklı o l . B ö y l e şeylere ge­ rek yok zaten. Ben kendi başıma iş açarım öyle bir şey olsa." A d a m Bonner'e dikkatle baktı. " H a k l ı olabilirsin, ahbap. B u n u düşünmemiştim. Ç o k haklısın.... Parayı tosla bakalım." Bonner sigara paketini cebine yerleştirip cüzdanını ç ı k a r d ı . Cüzdanından aldığı üç tane yüz dolarlık banknotu adama uzattı. " A l bakalım." "Haydi haydi, binbaşım. B i r çek yaz daha i y i . " "Ne?" "Barmane ver de bozsun." "Bozmaz." "Dene hele." Bonner arkasına dönünce barmenin yakınlarında durup kendilerine

176

bakmakta olduğunu görünce şaşırdı. Barmen gülümseyerek elini uzattı. B i r dakika sonra Bonner'in elinde üç yüz dolarlık beşlik, onluk, y i r m i ­ l i k banknodar vardı. Hapsini adama verdi. "Tamam. Ş i m d i a y r ı l a l ı m . Kovboylar g i b i yürüyeceğiz sokakta. A m a nereye gideceğimizi ben söyleyeceğim, tamam mı? . "Tamam." İ k i adam 0*Leary Sokağı'nda yürümeye başladılar. K a l d ı r ı m l a r sokak sancılarıyla doluydu. "Pek beUi olan tedbirliliğinle benim için b i r şey yazmamışsındır herhalde." "Yazmadım elbette. A m a senin not almana engel olan yok. Ben her şeyi hatırlıyorum." "O toplantı üç saat sürdü." "Ben k ö t ü belleğimle Genessee Jim'in baş muhasebecisi olmuş değilim, Binbaşım. "Uzun saçlı adam b i r yan sokağı gösterdi. "Şuraya girelim. O kadar telaşlı davranmaya gerek yok." Ç o ğ u y ı r t ı k y a n pornografik posterlerle k a p l ı b i r tuğla duvara yaslandılar. O'Leary Sokağı'nın lambalarının ı ş ı ğ ı ancak y ü z l e r i n i aydınlatıyordu. Bonner adamı ışık yüzüne gelecek şekilde karşısına al­ d ı . Paul Bonner sorgulama y a p t ı ğ ı k i ş i n i n yüzünü g ö r m e l i y d i -San Francisco sokağında da, savaş alanında da. "Nereden başlamak istiyorsun bakalım?" "Boş l a f l a n b ı r a k da b ü y ü k konulardan başla; daha az önem­ lilerine sonra döneriz." "Pekala. Büyükten küçüğe... F-90 lann havalandırma madenle­ rinde değişimlerin Houston laboratuvarlannda yapılması. Bunlar i l k kez Rolls Royce'da ortaya a ü l m ı ş t ı , hatırlarsan." "Ee, ne olacakmış bunlardan?" "Ne olacak olur mu? Bu yendiğin bedeli birbuçuk m i l y o n dolar; işte o olacak." "Busırdeğüki." \ "Ben sır olduğunu söylemedim. Trevayne bunların tarihlerini b ü mek\istedi. B e l k i de sizlerin a k l ı n ı z a gelmeyen bir tarih f a r k l ı l ı ğ ı vardır.... B e n i m i ş i m değil b u . Ben b i l g i g e t i r i r i m , siz değerlendirirsiniz.j

Gizli Devlet - F. 12

177

"Devam e t " Bonner cebinden kenarı telli bir not defteri çıkartıp yazmaya başladı. "Ondan sonra. Güneyde, Pasadena... fabrikalar helikopter zırhlan i ç i n makine ve kalıp yapımında sekiz ay geç kaldılar. Bu kötü işte, ah­ bap. O kadar berbat ki kurtuluşu yok yani. İşçi sorunlan, çevre k i r l i ­ l i ğ i şikayederi, plan değişiklikleri. Armbruster o fabrikaları kurtarmak zorunda." "Trevayna bundan ne istiyordu?" "Orası garip işte. Anlayışlıydı. Dürüst yanlışlıklar, çevre koruma falan g i b i laflar. Para üstünde durmadı; daha çok sorunlan olan kişiler üstünde durdu gibi.... Sonra. B i z i m sevgili kuzeybatımız. Seattle'ın güneyi. B i l d i ğ i n g i b i burada biraz dallanma vardır; Genessee Bellstar Şirkederini devraldı ve onlan çalıştırmak için b ü y ü k bir vergi i n d i r i ­ minden yararlandı. A m a şimdilik durum boktan." "Onlar roket fabrikalanydı, değü mi?" "Roket, j e t y a k ı t ı , f ı r l a t m a rampaları... biz o kepazeliğe Pasif i ğ i n Peenemünde'si deriz." " A m a gerekli şeyler bunlar. Bu fabrikalann çalışması gerek..." Bonner birden sustu. " ö y l e m i , Bay M o t o L A m a n değerlendirmelerinle beni rahatsız etme, tamam mı?" "Tamam, hatırladım, sertin işin değil... Peki ne varmış o fabrika­ larda?" "Zarar edenlerin en başta gelenleri onlar, dostum. Ve Trevayne kuşkulanmakta da haksız değil. Genessee'nin kendi kendinden satın al­ maya hakkı yok." "Mahkeme bu davayı reddetmişti." "Değerlendirme sırası bana geldi." U z u n takma saçlı muhasebeci güldü. "Reddedilen dava değil mahkemeydi. Birkaç kişi başka değer­ lendirmeler yaptı diye... Trevayne,, Bellstar hakkında daha fazla b i l g i istiyor. A m a burada da, Pasadena ve Houston'da olduğu gibi personel dosyalannı kanştınyor yine. Doğrusunu istersen, ben pek bir şey anla­ madım. Dosyadan bir şey öğreneceği yok. Bence yanlış yola girdi." Bonner defterine bir şeyler daha yazdı. "Daha fazla aynntıya gir­ medi mi?"

178

"Nerdee? Olanaksız bu. Senin bu Bay Trevayne'ın ya mankafa ya da çok kurnaz." Kısacık sokağın öteki ucuna b i r sarhoş yalpa vurarak g i r d i . Cek e t i i , k r a v a d ı adamın turist o l d u ğ u b e l l i y d i . T u ğ l a duvara yaslandı, pantolonunun önünü açtı, işemeye başladı. Muhasebeci, Bonner'e dön­ dü. " H a y d i gidelim buradan. Bu mahalle de batü artık. Eğer bu seninkilerden biriyse, doğrusu hayalin genişmiş derim, Binbaşı." "Bana inanmayacaksın ama ben o profesyonel kahramanlardan nefret ederim." "Sana inandım, ahbap. Esaslı nefret eder bir halin var... B i r i k i sokak ötede esaslı bir bar b ü i y o r u m , orada tamamlarız, yürü haydi." "Tamamlamak m ı ! Daha başlamadık b i l e ! Bence daha i k i yüz doksan beş dolarlık lafın var Ahbapl" B i r saat on dakika sonra Bonner'in defteri dolmuştu artık. Üçyüz dolarının karşılığını alıyordu -en azından muhasebecinin hatırladıklar ı y l a . A d a m inanılır g i b i d e ğ i l d i - eğer sözüne inanılırsa- her şeyi olduğu g i b i , sözcüğü sözcüğüne hatırlıyordu. B ü t ü n bunların ne anlama g e l d i ğ i ise başkasının i ş i y d i . Bonner sadece Trevayne ile adamlarının pek çok alanı taradıklarını ama hiç­ birinde derine inmediklerini anlamıştı. A m a bu da kendisinin yanlış bir sonuca vardığı demek de olabilirdi. Başkaları daha i y i bilirlerdi bunu. Genessee memuru, "İşte bu kadar, Binbaşım," dedi. "Umarım bir ç i f t "kuş' tutarsın bu anlattıklarımla, eğer gerçekten askersen ve öteki inanç delilerinden değilsen." "Ya ikincisiysem ne olacak?" "O zaman Genessee'yi avlayacağım umarım." » "Pek de esnekmişsin." "Saf lastik. Benim amaçlarım bir leş kargasınınkinden farksızdır, irim davam beridir." Bu inançla yaşamak rahat olmalı." "Hem de nasıl... Ve bunun i ç i n sizlere minnetarım." "Ne?" "Öyle ya, ahbap! Birkaç y ı l öncesi gerçekten böyle g i y i n i r d i m

179

ben. Protestolar, barış yürüyüşleri, Ganj'ın kuruyor olması için konfe­ ranslar, herkes kardeşimdi -siyah, beyaz, sarı. D ü n y a y ı ben değiş­ tirecektim... Sonra siz beni Vietnam'a gönderdiniz. Berbat mı berbat, ahbap. M i d e m i n y a n s ı uçtu g i t t i . Ne için hem de? Palavracı b i r sürü plastik adam için." "Bence o tür bir deney dünyayı değiştirme enerjini yenilemeliy-

di." "Bazdan için b e l k i , ama benim için değil. Biraz fazla et kaybet­ t i m ben bunun i ç i n . Ben borcumu ödedim. Azizler pezevenktir ve İsa süperstar değildir. Berbat şeyler hepsi de. Ben benim olanı isterim." Bonner küçük ve pis bar masasına dayanıp k a l k t ı . "Bir haber sa­ layım, belki de seni Genessee Sanayiinin başkanı yaparlar." "Olmayacak şey değd... Ve asker, dediğimi unutma. Ben benim olanı isterim. Eğer Trevayne da piyasadaysa onun da b i r t e k l i f yap­ masını kabul ederim; bunu bdmeni isterim." "Senin için tehlikeli olabilir b u . M i d e n i n öteki yansını da ben uçurmak zorunda kalabilirim o zaman. Ve bunu yaparken de hiç durak­ samam." "Bundan hiç k u ş k u m yok... Ben bu tür şeylerde dürüstümdür. önceden seni arar teklifi sana da yaparım... eğer o piyasadaysa tabii." Bonner muhasebecinin esrarlı gülüşüne ve yüzündeki çılgın ifa­ deye b a k t ı . B i r an bu gecenin baştanbaşa yanlış o l u p o l m a d ı ğ ı n ı düşündü. Genessee'nin adamı kendisiyle pek sağlıksız bir şekilde oy­ nuyordu. Bonner öne eğildi, masanın kenarlarını sımsıkı kavradı. Sa­ k i n ama kesin bir sesle, "Senin yerinde olsaydım nehrin i k i yakasında avlanmaya kalkmadan bir kere düşünürdüm," dedi. "Yerliler pek dost olmayabilirler." "Sakin o l , Binbaşım. Senin dönmeni görmek istiyordum ve sen de tam bir topaç g i b i dönüyorsun. M i d e m i n kalan bölümünden mem­ nunum ben... Eyvallah." Paul doğruldu. Bu garip ve sağlıksız adamı b i r daha görmeye­ ceğini umuyordu. M u h b i r tipinin en kötüsüydü bu - ve de genellikle işini en i y i yapanı. Kanalizasyonda yaşayan ve güneşten korkan bir la­ ğ ı m faresi. Tek düşündüğü kendisiydi. A m a bunu da söylemişti zaten.

180

20 Genç avukat Sam Vicarson Fishermans W h a r f ı hiç görmemişti. Saçma b i r şeydi b e l k i ama görme fırsatını da kaçırmak istememişti. Şimdi saat beşbuçukta Trevayne'ın odasında toplanmalarına kadar i k i saati vardı. Trevayne bu i k i saati Genessee toplantısındaki aşırı i y i davranışı yüzünden verdiğini söylemişti. Taksi, önünde yosun dolu sepeder olan bir barın önünde durdu. " R ı h t ı m buradan başlar, b a y ı m . K ı y ı boyunca dosdoğru yürü­ yeceksin. G i t m e k istediğiniz özel b i r yer var mı? Di Maggio'nun yeri falan gibi?" "Teşekkür ederim; burası i y i . " Vicarson parasını verip taksiden i n d i . Birden ağır b i r balık k o k u ­ su duyunca şaşırmıştı - ortalık o kadar düzenlenmiş g i b i y d i k i , k o k u ­ nun da sonradan eklenip eklenmediğini düşündü. Hediyelik eşya satan dükkanlar ve 'hava veren' barlarla d o l u sokakta yürümeye başladı. K ı y ı y a b a ğ l ı b a l ı k ç ı k a y ı k l a r ı dalgalarla b i r l i k t e y ü k s e l i p alçalıyorlardı, her tarafa ağlar serilmişti. İşini i y i bilen b i r Ticaret Odasının hazırladığı yarım m i l l i k bir gezinti diye düşündü. Çok eğlenecekti, t k i saadik eğlence. B i r i k i dükkana g i r d i , hoşluk olsun diye b i r i k i dostuna bulabil­ diği en çirkin kardan gönderdi. Trevayne Ue A l a n Martin'e köpekbalığı biçiminde i k i fener aldı. B i r iskelenin ucuna kadar yürüyüp daha gerçek görünen balıkçı m o t o r l a r ı n a b a k t ı ; daha d o ğ r u s u b u m o t o r l a r ı n çevresindekiler geçimlerini turisderden değil de denizden sağlıyor gibi görünüyorlardı. G e r i dönerken y i r m i adımda b i r durup balıkçıların ağlarını boşaltm a l a n n ı seyretti. B a l ı k l a r ç o k şaşırtıcıydı doğrusu. Çeşidi biçimler, griler arasında renkler, o kadar i r i , o kadar ö l ü ama o kadar bilmiş gö­ rünen gözlen, Vicarson, saatine bakınca dördü çeyrek geçtiğini gördü. M a r k Hopkins'e taksiyle y i r m i dakikada gidebilirdi, toplantıdan önce bir de duş alacaktı. Rıhtım üzerindeki barlardan birinde bir i ç k i içecek onbeş dakikası vardı yank

181

R ı h t ı m gezisi onsuz olmazdı. Başını kaldırırken y i r m i metre kadar ilerde duran i k i adam gözüne çarptı. Kendisine bakıyorlardı. Adamlar o başını kaldırdığı anda dönüp birbirleriyle konuşmaya başladılar - pek çabuk, pek yapmacık bir hare­ kede. Vicarson o anda ne yapmış olduğunu f a r k e t t i . Güneş saatin camında parladığı için i k i n c i b i r kere gölgeye dönerek bakmıştı. Bu dönüşü de son anda yapmıştı. Adamlar bunu beklemiyorlardı. Yoksa Trevayne'ın sürekli uyarıları m ı y d ı kendisini böyle kuşku­ cu yapan? Yetişkin rehberlerin başlarını çektiği b i r grup i z c i k ı z iskelenin başına gelmişlerdi. Kahkahalar ve uyanlar arasında kendi bulunduğu yöne yürümek üzereydiler. Grup hareket edince turisder izcilere y o l vermek için yana çekildiler. Vicarson yüksek sesle özür dileyerek grubun içine daldı. Ye­ tişkinlerin sert bakışları altında son i k i sırayı da yardı ve sokağa birkaç metre kala aralanndan ç ı k t ı . Oradan da hemen k ı y ı d a akan insan tra­ f i ğ i n i n arasına girdi. İ k i sokak ötede üzerinde 'Körfeze karşı' yazan kalabalık bir kahve gördü. Hemen kapıdan içeri g i r d i . Bar at nalı b i ç i m i n d e y d i , açık yanı sokağa bakıyordu, bann kendisi ise suyun üstündeydi. Vicarson hem rıhtımı hem sokağı görecek b i r yere yerleşti, i ç k i ­ sini ısmarladı. İ k i adamı tekrar görüp görmeyeceğini merak ediyordu. Gördü de. Ancak bu kere yanlarında bir üçüncü adam vardı. E l l i yaşlannda i r i y a n , şişmanca bir adam. Sam Vicarson'un kadehi az daha parmaklan arasından kayıyordu. Üçüncü adamı daha önce görmüştü; ve gördüğü yer nedeniyle de kolay kolay unutacak değildi. Son gördüğünde -ilk ve sondu bu aslında- i r i y a n adam üç b i n mü ötede bir gece yansında b i r g o l f alanındaydı. Maryland'da Chevy Chase'de. Sarhoş senatörü kollanndan yakalayıp yere çarpan adamdı bu.

*** Trevayne otel odasının penceresi önünde durmuş Vicarson'u din­ l i y o r ama düşüncelerini kendine saklıyordu. Genç avukatın tanımını 182

verdiği k i ş i M a r i o de Spadante'ydi. Eğer De Spadante gerçekten San Francisco'da ise, o zaman Genessee Sanayii olayında hesaba katmadığı şeyler işe karışıyor o l m a l ı y d ı . M a r i o de Spadante'nin i y i c i incelenmesi gerekiyordu. T a n r ı n ı n yardımı ve bileğinin gücüyle bir şeyler yapan N e w Havenli 'genç' hem de çok yakından araştırılmalıydı. Trevayne daha önce böyle bir bağ kurmuş değildi. Böyle b i r şeyi aramak için b i r neden olmamıştı. "Yanılmıyorum, Bay Trevayne. A y n ı adamdı. K i m d i r o?" "Buna bir i k i telefon görüşmesi yaptıktan sonra yanıt verebili­ rim." "Sahi mi?" "Keşke ben... Neyse, bunu sonra konuşuruz. Ş i m d i bu öğleden sonra ne yapacağımıza bakalım." Trevayne koltuğa oturdu, A l a n Mar­ tin ile Sam da divana oturup kağıtlarını önlerindeki sehpaya serdiler. "Hepimiz düşünecek zaman bulduk artık. Senin f i k r i n nedir, Alan? Sen ne diyeceksin bakalım?" Orta yaşlı muhasebeci kağıdanna baktı, burnunu kaşıdı ve gözle­ ri kapalı bir halde konuşmaya başladı. "Goddard korkuyordu ama bunu saklamak i ç i n elinden geleni yaptı." M a r t i n gözlerini açtı. "Kafası epey k a r ı ş ı k t ı . Parmaklarını masaya bastırıyordu; damarlarının ka­ bardığı görülüyordu. B i r i k i not a l d ı m . " M a r t i n masanın üstünden bir kağıt a l d ı . "Onu şaşırtan Uk şeylerden b i r i Pasadena işyeri anlaşması o l d u . B u n u b e k l e d i ğ i n i s a n m ı y o r u m . Şam'ın adamlarını sendikaya aracılık eden kimsenin adı için sıkıştırınca k e y f i kaçtı." " A d ı neydi?" diye sordu Trevayne. " M a n o l o . Ernest Manolo," dedi Vicarson önündeki kağıdara ba­ karak. "Yerel koşullar açısından pek sert değildi ama bu anlaşma ulusal b i r örnek g i b i kullanılırsa kaymak g i b i bir iş olur." "Yani sendika bu tür yetki veriyor mu... bu... bu Manolo'ya." " M a n o l o orta karar b i r başlangıç gösterdi ama şimdi hızla yük­ seliyor. Kendisine pek y e t k i v e r i l d i ğ i yok. Y e t k i s i n i f i l a n sadece alıyor, pek ateşlkChayez g i b i . A m a öğrenim görmüş. N e w M e x i c o Üniversitesi E k o n o m i B ö l ü m ü . " "DevanVet., A l . " Trevayne cebinden bir zarf çıkardı. "Genessee'nin düşük fiyada aldığı bazı işleri sormaman Goddard'ı

183

iyice şaşırttı, sanırım. Pittsburgh Silindir Şirketi, Detroit Çelik, Hous­ ton Laboratuvarlan, N e w York'ta Green Reklamcılık ve daha b i r sürü yerin dosyasını hazırlamıştı. B i z i bombardımana tutacaktı... A m a d i ­ zayn b i r i m i başkanının adını a l d ı m . Houston'da. A d ı b i z i m dosyalara hiç geçmemişti. Ralph Jamison. Goddard buna b i r anlam veremedi; yüz beş m i l y o n dolarlık boktan bir işin başında boktan bir teknisyen... Ardından Bellstar projeksiyonlarını sorduğumuzda sinirinden neredeyse k e n d i n i yiyecekti. A n l a ş ı l ı r b i r şey b u ; Genessee'nin Belstar'la an­ titrust sorunları vardı." Sam Richardson sırıtarak, "Buradaki en parlak avukat olarak şunu söylerim k i , Bellstar karan yaşlı Yargıç Studebaker'den başka b i r i tarafından verilseydi aylar önce temyize giderdi." "Sam, bunu söylemenin nedeni ne? Daha önce de duymuştum bunu." "Bay Trevayne, işini bilen hangi avukata isterseniz sorun: Gennessee-Belstar layihası delik deşikti. A m a dava Yargıç Studebaker'a ve­ rildi. Yaşlı Josh pek az tanınan bir yargı geleneğidir, ama yine de gele­ nektir. Daha yükselebilirdi ama Seadle'da k a l m a y ı yeğliyor. Sakin, köleliğin ürünü bir hukuk pırlantasıdır. Zencidir, Bay Trevayne. Dayak yiyen çocuklardan, bölüşülen b i r tek patatesten söz ettiğinizde Josh'tan söz etmiş olursunuz. Gerçekten de yaşamıştır o günleri. Adalet Bakanı bile ona karşı çıkmak istemez." "Bunu b i l m i y o r d u m . " A l a n M a r t i n b u yeni öğrendiği bilgiden hoşlanmıştı." "Ben de," dedi Trevayne. "Şaşılacak bir şey değil. Studebaker ısrarla özel b i r k i ş i olarak kalmaya gayret eder. Gazetecilerle konuşmaz, kitap yazmaz. Yazılan karmaşık hukuk sorunlanna ilişkin olup ancak süper akademik hukuk dergilerinde çıkar. K ı r k y ı l ı n ı adli kararlan basite indirgeyerek ya da karmaşıklaştırarak geçirmiştir... B a z ı l a r ı son y ı l l a r d a biraz çaptan düştüğünü söylerlerse de, ben onların onu ancak anlamaya başladıktan fikrindeyim." l "Yani kesinlikle rüşvet yemez b i r i mi?" diye sordu Trevayne. i "Bir sürü nedenle hem de. Dahidir; zencidir; kendine göre eksan­ t r i k b i r tiptir; hukuksal soyutlamaları müthiş bir anlama yeteneği

184

vardır, zencidir. B i r tablo çizebildim m i , " "Zenci ve başarılı," dedi A l a n M a r t i n pes edercesine. "Sonuna kadar." Trevayne," "Çok önemli b i r şeyi söylemedin... karan,"dedi. " K a r a n neden mi verdi?" Sam Vicarson öne e ğ i l d i . " H u k u k u n karmaşık yanlanyla, soyut yanlanyla ü n l ü olduğunu söylemiştim. Genessee'nin görünür usulsüzlükleri i ç i n 'kitlesel insan çabası' d e y i m i n i kullandı. B a z ı kuşkulu e k o n o m i k i l i ş k i l e r i , geniş çaplı finansman ile 'uyumlu nedenler' gerekçesi ile haklı k ı l d ı . Son olarak da en öldürücü darbesini i n d i r d i : hükümet geçerli b i r rekabet g e r e k l i l i ğ i n i kanıtlamamıştı." "O da ne demek?" diye sordu A l a n Martin. Gözlerinden hiçbir şey anlamadığı okunuyordu. "Başka kimsenin parası yoktu." "Bunun da durumun yaşadığı i l e hiçbir ilgisi yoktur," dedi Tre­ vayne. "Sonuç mu?" Sam arkasına yaslandı. "Ya Josh bütün insani k u ­ surlarıyla gerçeğe vardı ya da ç o k daha başka b i r nedeni v a r d ı . Doğrusunu isterseniz ben başka b i r nedeni olduğuna i n a n m ı y o r u m . Yargıcın kendi sözleriyle 'uyumlu neden' yok. A y r ı c a kendisi ayaklı bir hukuk k i t a p l ı ğ ı d ı r . Pek çoğumuz karannda boşluklar olduğu k a nısındaysak da, o bunların her b i r i n i tek tek doldurabilir de." "Bellstar'ı bırakalım." Trevayne elindeki zarfın arkasına b i r şeyler yazdı. "Başka ne var, Alan?" " Armbruster konusuna değindiğinde Goddard çok k ı z d ı - gözlerini k ı r p ı y o r , gülümsüyor, tırnaklarını masaya sürtüp duruyordu. Senatör onun i ç i n tabudur. Senin nereye varmak istediğini b i l d i ğ i n i san­ m ı y o r u m . Doğrusunu istersen, bunu ben de anlamadım ya... A r m ­ bruster büyük şirketlerin ayağına batan dikendir, özeUikle de Genessee g i b i devlerin. Armbruster'e istihdam istatistikleri konusunda danışıl­ ması hakkındaki sorunu anlamadı." "Armbruster'e danışılmadı çünkü. Danışmayı o yapü." "Yine de anlamadım." "Liberal Senatör geçen seçimde pek de liberal olmayan bazı işler çevirdi."

185

"Şaka etmiyorsun y a ! " Vicarson'un gözleri irileşmişti. "Keşke ediyor olsaydım," dedi Trevayne. " N o t aldığım son nokta -hukuk konularını Şam'a b ı r a k m ı ş t ı m hepsinin ağız b i r l i ğ i etmiş g i b i uçak lobisi konusunda kaçamak yanıt­ lar vermeleri oldu. Bu konuda eğitilmişlerdi. K e n d i yüzdelerine göre lobinin finansmanının azami yüzde y i r m i i k i s i n i onlar yapmış. A n c a k l o b i n i n rakamlarına göre Genessee bizim b i l d i ğ i m i z kadarıyla yüzde y i r m i yedi finansman yapmış ve ayrıca gözden saklanan b i r yüzde on i k i daha olduğuna inanıyoruz. Yan kuruluşların gerçek b i r kontroluna girsem N e w York'taki Green Reklam Ajansı'nda da bir yüzde y i r m i bu­ lacağıma e m i n i m . Genessee'nin lobiye en az yedi m i l y o n dolar ver­ diğini b i l i y o r u m ama bunu kabul etmiyorlar." "Green'in başında k i m var?" "Aaron Green," dedi Sam Vicarson." Yardımsever, sanat hamisi, masraftan kendi cebinden ödeyerek şiir kitapları yayımlar. Pek sosye­ tik." " D i n kardeşim," dedi A l a n M a r t i n . "Benim aldığım nodar bu ka­ dar." "Sen neler söyleyeceksin?" diye Trevayne Sam Vicarson'a döndü. "Goddard'ın bu öğleden sonra bir avukatı vardı ama adam ne olup bittiğini b i l m i y o r d u . Kendiliğinden bir şey söyleyebilecek b i r durumu yoktu. O sadece kimse kendi aleyhine, kendi kendinle çelişkiye düşen b i r şey söylemesin diye oradaydı. Pek b i r şey bilmesine de i z i n veril­ memişti. Berbat bir d u r u m kısacası." "Hep aynı şeyi söylüyorum ben de," dedi A l a n M a r t i n . "Yine bir şey anlamadım." "Budala." Sam Vicarson boş bir sigara tablası f ı r l a t t ı Martin'e. M a r t i n tablayı havada yakaladı. "O göstermelikti sadece. Her i k i tarafı önyargılı bir hakem g i b i gözetieyen bir korkuluk. Sözcükler üzerinde duruyordu - anlam üzerinde değil. Anladın mı? Gelecekteki b i r tuta­ nağın temiz olmasına çalışıyordu. Ve, inan bana, bu öğleden sonra bir mahkemede kullanılabilecek bir tek şey söylenmiş değil." "Pekala öyle olsun, ama bu neden seni bu kadar rahatsız ediyor?" Trevayne tüm dikkatini verebilmek için genç avukata döndü. "Çok basit, sayın l i d e r i m . Korkudan donuna yapacak d u r u m a

186

gelmedikçe kimse b i r avukatı, özellikle de bir şirket avukatını o duru­ ma sokmaz. İnsan avukatına neler o l u p b i t t i ğ i n i anlatır. O adam ise hiçbir şey b i l m i y o r d u . İnanın b a n a Bay Trevayne, o adam bizden bile daha habersizdi olup bitenlerden." "Yargıç Studebaker'in t a k t i k l e r i n i uygulamaya başladın sen de, Sam. Birtakım soyutlamalar sadece." "Yok c a n ı m , b u daha b a ş l a n g ı ç t ı . " Vicarson odanın i ç i n d e dolaşmayı bırakıp yerine oturdu, sehpadan bir kağıt aldı." "Ben de bir i k i not a l d ı m . A l ' ı n k i l e r g i b i pek a y n n ı t ı l ı değil ama b i r i k i şey sap­ tayabildim... Başlangıç olarak danışıklı dövüşe ne dersiniz?" İ k i adam birbirlerine sonra da Vicarsona baktılar. " B u g ü n mahkemede k a n ı t o l a r a k k u l l a n ı l a b i l e c e k b i r şey söylendiğim sanmıyordum," dedi Trevayne sigarasını yakarken. "Tek başına değil - Başka bügilerle ve sürü araştırmaya birlikte ele alınınca bir olasılık var." "Neymiş bu?" diye sordu M a r t i n . "Goddard geçen y ı l M a r t ayında Başkanlık İthalat K o m i s y o n u ' nun saptadığı çelik kotalarının, resmi açıklanma tarihinden önce kendi­ sine -kendisi derken Genessee Sanayiini kasdediyordu- bildirilmediğini söyledi bir a r a Genessee'nin Japonya'da Tamishito külçe çeliğini ge­ milere y ü k l e t i l m i ş b e k l e t t i ğ i gerçeğini uygun piyasa koşullarına ve a k l ı başında b i r satın alma heyetine bağlıyordu. Tamam mı?" • Trevayne başmı salladı; M a r t i n Vicarson'un armağanı k o m i k fe­ neri de oynuyordu. "Ee?" diye sordu. "Ağustos ayında Genessee b i r tahvil ç ı k a r d ı . Yüz m i l y o n do­ larlık... B i z avukatlar b ö y l e işleri s ı k ı takip ederiz; hep i ş i alan şirketin ortaklarından o l m a y ı isteriz. İ y i para getiren b i r iştir... Neyse, konudan a y r ı l m a y a l ı m , tahvil pazarlama işini alan Chicago'lu b i r f i r ­ m a y d ı , Brandon ve S m i t h , çok b ü y ü k ve çok aristokrat. A m a neden Chicago? N e w York'ta da aynı derecede saygın sekiz on firma vardır." " H a y d i Sam, nereye varmak istiyorsun, söyle artık," dedi Tre­ vayne. " H i k a y e y i b ö y l e anlatmam gerek. T a b l o y u g ö r m e n i z i istiyo­ r u m . . . İ k i hafta önce Brandon ve Smith yeni bir b ü y ü k ortak aldılar. Ian H a m i l t o n , baronun pek saygın bir üyesi ve....'"

187

Elindeki zarfı sallayan Andrew avukatın sözünü kesti. "lan Ha­ m i l t o n Başkanlık İthalat Komisyonu'ndaydı." "Rapor Beyaz Saray'a verildikten sonra komisyon resmen dağıldı. Şubat'ta, dokuz ay önce. Başkanın önerileri kabul edeceğini kimse b i l ­ mediği halde komisyonun beş üyesinin bulgularını açıklamamaları ya­ sal bir zorunluktu." Trevayne arkasına yaslanıp zarfın arkasına bir not yazdı. "Pekala, Sam.... Bulunabilir bir iz b u . Başka?" "Gerisi ufak tefek şeyler. A m a sen bir şeyler bulabilirsin belki." Üç adam k ı r k beş dakika daha konuştular. Trevayne zarfın ar­ kasına başka bir şey yazmadı. Konuşma sürerken A n d y oda servisinden istediği içkileri karıştırarak birer martini hazırladı. Genessee toplantısının incelenmesi hemen hemen bitmişti. " B e y n i m i z i tükettiniz, Bay Trevayne," dedi Vicarson. "Siz ne düşünüyorsunuz peki?" Trevayne k a l k ı p zarfı gösterdi. Sonra i k i yardımcının yanına g i ­ dip zarfı sehpanın üstüne bıraktı. "Aradığımızı bulduk sanırım." Vicarson z a r f ı alıp M a r t i n ' i n göreceği şeldlde tuttu. Yazdanlan okudular. ERNEST M A N O L O - Pasadena . R A L P H JAMİSON-Kouston J O S H U A S T U D E B A K E R - Washington A A R O N GREEN-New Y o r k I A N H A M I L T O N - Chicago "Çok usta işi bir liste, Andrew," dedi M a r t i n . "Öyle. Her b i r i n i n olağandışı ve çok pahalı durumlar içeren bir Genessee operasyonuna s ı k ı bir bağı var. İlginç olan da bunun açık seçik ortada olması. M a n o l o , sendika anlaşması; Jamison, proje d i ­ zaynı, ü r e t i m ; A r m b r u s t e r , Senatonun ta içine g i r m i ş , bu alanda başkaları da var ama California'da Genessee ile doğrudan doğruya tema­ sa geçmiş değiller; A a r o n Green bir ulusal l o b i n i n paralarının büyük bir bölümünü dağıtan kişi.... l a n Hamilton? K i m b i l i r ? A m a başkan­ l ı k l a arasında bir bağ olan bir insan büyük bir Savunma müteahhidinin yüz m i l y o n d o l a r l ı k t a h v i l işine karışırsa pek rahat u y u y a m a m doğrusu."

188

" Ş i m d i ne yapmak niyetindesin?" M a r t i n zarfı Şam'ın elinden aldı. "Bence bunlardan her b i r i hakkında b i l g i toplamalıyız." "Fazla bir merak uyandırmadan bunu yapabilir miyiz?" "Sanırım ben yapabilirim," dedi Sam Vicarson. "Ben de öyle tahmin e t m i ş t i m zaten," diye gülümsedi A n d y . "Bunlardan her b i r i n i n enine b o y u n a araşünlmasım i s t i y o r u m . Ç o k çabuk hem de. Sonra M a n o l o , Jamison ve Studebaker ile konuşulup sırasıyla Pasadena'da işçi sendikası, Houston laborutuvarlannda dizayn değişikliği ve Seatde'da Bellstar mahkeme karan konularının soruştu­ rulmasını istiyorum. H i ç b i r şey elde edemeyebiliriz, bunların her b i r i başlı başına bir k o n u olabilir, ama böyle olduğunu sanmıyorum. So­ nunda Genessee'nin işlerini nasıl yürüttüğünün bir şeması çıkacaktır tahminime göre. Bunlar b i r b i r l e r i y l e i l g i l i olmasalar bile, Genessee' n i n yöntemleri konusunda epey f i k i r sahibi olacağız." "Ya son üç kişi?" diye sordu M a r t i n . "Senatör, Green ve H a m i l ­ ton?" "Ötekilerle konuşana kadar onlara dokunmayacağız. Ş i m d i önemli olan çabuk hareket etmek ve kimseye ne yaptığımız konusunda b i r ipucu vermemek. Bonapartça b i r deyim kullanırsak, bir sürpriz b i r kıskaç baskını; kimse b i r açıklama hazırlayacak zaman bulamasın... Ş i m d i l i k bir iş gezisindeyiz; San Francisco'dan Denver'e kadar çeşidi fabrikalara normal b i r ziyaret yapmakta olduğumuz b i l i n i y o r . B ö y l e bilinmeye devam edecek. B i z işimize devam edeceğiz. Yalnız bazı­ larımız heyette bulunmayacak. " B u da ne demek oluyor?" Sam Vicarson Andrew'un bu h ı z l ı değişimlerine hayran gibiydi. "Alan, sen Pasadena'ya gideceksin; Manolo'ya. Sendika işlerinde deneyimin vardır;

yular önce N e w England'da seninle ç o k kere pazarlık

masasına oturmuştuk. Manolo'nun sendika büyüklerine başvurmadan bunu nasd becerdiğini öğren. Ve nasıl oldu da bu kadar sessiz kalabil­ d i ; neden bu uzlaşma bir sendika k u r a l ı olarak ortaya atılmadı. Mano­ lo'nun başına bir taç geçirilip Washington'da merkeze alınması gerekir­ di oysa. Böyle bir şey olmadı ama." "Ne zaman gidiyorum?"

189

"Yarın sabah. Sam sana M a n o l o hakkında işine yarar yeterli b i l ­ gi verebüirse." Vicarson not alıyordu. "Uzun bir gece olacak ama sanırım bunu yapabilirim." " M i k e Ryan'ı b u l u r u m ben de. H a v a c ı l ı k mühendisidir; Jamison'un Houston'daki çalışmalarına yakın biridir. Onun Genessee laboratuvarlarına g i d i p Jamison'un yüz beş m i l y o n dolara malolan bu değişimi nasıl yaptığını öğrenmesini isterim. Bu tür sorumluluk nasıl b i r adama veriliyor bakalım... Sam, senin gece saatlerini uzatabilirsek Jamison hakkında da b i l g i bulabilir misin?" Vicarson kalemini elinden bıraktı. "Genessee laboratuvarlannda o mevkide çalışan b i r i n i n güvenlik soruşturmasından geçmesi gerekir, değü mi? "Kesinlikle," dedi A l a n M a r t i n . "FBI'da aradığını bulamamış b i r arkadaşım var. O k u l arka­ daşıydık. H i ç b i r zaman Hooverci olmadı ama Hooverciler bunun far­ kında değiller. Bize yardım eder o; kimsenin de ruhu bile duymaz." "Güzel. Sam, Bellstar kararı, Studebaker'in k a r a n hakkında ne kadar b i l g i bulabilirsen topla. Ezberleyene kadar o k u b u l d u k l a r ı n ı . A l a n döner dönmez senin Seattle'a gitmeni istiyorum. Senin görevin de Studebaker olacak." "Benim için bir zevktir," dedi Vicarson. "O adam bir devdir; bel­ ki bana da bir şeyler bulaşır bu arada." "Bulaşan kötü bir şey olmasın da," dedi Trevayne. "Andrew?" A l a n M a r t i n endişeli görünüyordu. "Bütün bunları kimsenin ruhu duymadan yapmamızı istiyorsun, gürültüsüz patırtısız. A m a güç olacak bu. Yokluğumuzu nasd açıklayacaksın?" "Birkaç y ı l önce Henry Kissinger Taiwan'dayken birden cam 'tu­ ristlik' yapmak istedi; ama otelinde değü de Pekin'deydi." "Tamam, orası kolay," dedi M a r t i n . " A m a onun pek özel ulaşım araçlan vardı. B i z i bir gözetleyen varsa -ki olduğunu çok i y i biliyoruzuçak rezervasyonlan kolaylıkla saptanabilir." "Güzel bir nokta," dedi Trevayne. "Bizim de özel ulaşım aracımız olacak öyleyse. N e w Haven'deki kayınbiraderim D o u g Pace'i araya­ cağım. O bize burada ve Washington'da özel uçak ayarlar. Ryan da iz-

190

leniyordur nasıl olsa." "Doğrusu ustalığını hiç kaybetmemişsin, Andrew." dedi M a r t i n . "Doug sinir krizleri geçirir ama dediğini de yapacaktır." "Seni elinden aldığım için beni hâlâ bağışlamadı." M a r t i n gülümsedi. "Beni yeniden işe almayacağından k o r k t u ğ u i ç i n karım ona tavuk çorbası taşıyıp duruyor." A n d r e w

kahkahalarla

güldü. "Bay Trevayne?" Sam Vicarson noüanna bakıyordu. "Efendim?" "Bir sorun var." "Sadece b i r tane m i ? " diye sordu M a r t i n . "Şimdi rahatladım iş­ te." "Büyük b i r sorun. Bu heriflerin -Manolo, Jamison ve Studebaker'in yani- b i z i gördükleri an paniğe kapılıp Genessee yönetimini ara­ mayacaklarım nasd bilebiliriz. " B u gerçekten bir sorun. Bence bunu çözümlemenin tek y o l u sağlam tehdider savurmak. Her b i r i n e kendisinin çok ama çok daha b ü y ü k b i r bütünün küçük b i r parçası olduğunu söylemeli. K o n u ş ­ malar gizli olacak; buna uyulmadığı takdirde bu bir dava konusu olabi­ lir. Savunma Bakanlığı da işin içinde olduğundan belki de M i l l i Gü­ venlik Yasasından yararlanabiliriz." "358.Cİ madde!" Vicarson k e n d i n i pek beğenmişti. " B u n u b i r tartışma sırasında Bonner'den öğrenmiştim." "Deneyeceğiz... İ k i n i z i n de işi var ş i m d i , ben de birkaç telefon etmeliyim. Paul akşam yemeğini b i z i m l e mi yiyecekti?" "Hayır," dedi Sam. "Biraz zamparalığa çıkacakmış. Domuz herif bana bir gelir misin büe demedi." * "Reşit olmayanları k ö t ü y o l a teşvik ettiği i ç i n savaş divanına verilirdi o zaman," diye M a r t i n güldü. "Teşekkürler, Ben Gurion Baba." " A y r ı l ı y o r u z şu halde," Trevayne uzanıp zarfı aldı. "Öbür gün İdaho'da Boise'deyiz, I T T yan kuruluşunda. B i z i orada bulmaya çalış, A l a n . Ben Doug'la konuştuktan sonra sana haber v e r i r i m . Şam, sen Boise'dan Seatde'a geçeceksin."

191

" A l t komisyona katıl ve dünyayı gez," dedi Sam Vicarson marti­ nisini bitirirken.

*** Trevayne yastığa yaslanıp ayaklarını yatağın üstüne kaldırdı. Te­ lefonlarını etmişti. Phyllis kendisini özlüyordu; Barnegat'a g i t m i ş t i . Yaşam olaysız sürüyordu. Pam ile Steve okullarındaydılar. Pam bu dönem kimyadan b i r ödül almıştı; bu yeteneğini kimden almıştı acaba? Phyllis Swansonlan yemeğe çağırmıştı. O eroin olayına hâlâ canlan s ı k ı l ı y o r d u . Emniyetten M e m u r Fowles herhangi b i r derleme kaydet­ memişti. Kayınbiraderi küçük uçak işini halledecekti. Carter ve uçuş plan­ l a n kendi adına yapılacak ve kullanılacak Uk alan Redwood City dışın­ daki k ü ç ü k özel havaalanı olacaktı. San Francisco International değil. Daha sonra o arayacaktı. Kayınbiraderi aynca sessiz ama dikkade Hart­ ford-New Haven bölgesini araştrnp M a r i o de Spadante'nin nerelerde o l ­ duğunu öğrenecekti. Bu pek güç olmasa gerekti; De Spadante şirketin­ de kimseye pek yetki vermezdi. Çıkanlacak veya uydurulacak birtakım sorunlar kendisinin ilgisini gerektirecekti. Trevayne Michael Ryan'ı Potomac Towers'de buldu. Ryan, Ralph Jamison'u tanıdığını söyleyerek sevindirdi Andrew'u. H e m de i y i tanır­ d ı . Lockheed'in SST projesine i k i s i de çağınlmışlardı -danışman uz­ manlar- olarak. "Kaçığın b i r i , A n d y . A m a metalürjide bundan başkasını bekle­ yemezsin. B i r dahi. Ve nasıl da yaşıyor, bir bilsen! O n u konuştur­ masını b i l i r i m ben." Ryan, N e w Haven'deki D o u g Pace tarafından çağınlacaktı; gizli­ l i k nedenlerini anlamıştı ve o konuda Jamison'u idare edebileceğinden e m i n d i . Ryan o işi b i t i r i p Boise'da onlarla buluşacaktı. O r a y a ye­ tişemezse bir sonraki durak Denver'e yetişirdi mutlaka. Andrew son olarak Washington'a telefon açtı. Robert Webster'e, Başkanlık danışmanının özel numarasına. Webster'i sonunda evinde b u l d u . M a r i o de Spadante konusunda öğrenebileceği her şeyi topla­ masını istedi. Webster isteneni yapacakü.

192

Trevayne e l i n d e k i zarfa b a k t ı . S ü r e k l i k a t l a n ı p a ç ı l m a k t a n buruşmuştu ama yazdıktan hâlâ okunuyordu; E R N E S T M A N O L O - Pasadena R A L P H JAMİSON-Kouston J O S H U A S T U D E B A K E R - Washington A A R O N GREEN-New Y o r k I A N H A M I L T O N - Chicago

21 Sam Vicarson Boise'un on m i l dışındaki A d a C o u n t y Havaalanı'nın k ü ç ü k terminaline g i r d i . Douglas Pace'in Lear j e t i kendisini Tacoma'dan geri getirmişti; Tacoma'dayken bir araba kiralayıp Seatde'a gitmişti. Yargıç Joshua Studebaker'i görmeye. Yaşamının sonuna kadar unutmayacağı bir karşılaşma olmuşta. Ve bunu sadece Andrew Trevayne'a anlatabilirdi. Ne A l a n M a r tin'e, ne de M i k e Ryan'a. B u , her nasılsa, Trevayne'dan başkasının duymaması gerektiği kadar özel ve feci i d i . Vicarson M i k e ' i n birkaç saat önce Houston'dan Boise'a dön­ düğünü b i l i y o r d u ; A l a n da M a n o l o ile görüşüp i k i gün önce dönmüş, Lear Jetinin Seatde'a gitmesi i ç i n serbest bırakmıştı. O gece Trevayne'm otel odasında buluşacaklardı. Hepsi orada h i ­ kayelerini anlatacaklardı. Sam Trevayne'ı toplantıdan önce bulmalıydı. Trevayne ne yapıl­ ması gerektiğini b i l i r d i . Vicarson kendini çok b i t k i n hissediyordu, canı da sıkılıyordu, bir bara uğrayıp bir i k i kadeh i ç m e y i düşündü. A m a bunu yapamayacağını biliyordu. K ö r k ü t ü k sarhoş o l u r d u sonra ve bunun da kimseye y a r a n o l ­ mazdı. , Özellikle de Joshua Studebaker'e.

A l a n M a r t i n arabanın camından dışan baktı. Yalnızdı; Andrew bir açıklama yapmadan I T T yan k u r u l u ile toplantıya g i t m i ş t i . Sam

Gizli Devlet - F. 13

193

Vicarson havaalanından telefon etmişti; işler karışmıştı galiba. Y o l kenarındaki levhada 'Boise, Idaho; Eyalet Başkenti; Nüfus 73000' yazıyordu. A l a n Martin'in Boise'ı düşünmesi, gerçek izlerini örtmek için ya­ pacakları gereksiz toplantıları düşünmesi çok güçtü. < Pasadena'yı düşünmekten kendini alamıyordu. Pasadena ve Ernest M a n o l o adındaki ufak tefek, ateşli adamı. İnanılmayacak kadar genç, ateşli bir adam. O gece hep bir araya gelene kadar Manolo'yu konuş­ mak istemememişti A n d r e w . M a n t ı k l ı y d ı b u ; bu b i l g i y i sakla, tekrar tekrar anlatarak ayrıntıları kaçırma. Andrew h a k l ı y d ı ; bir arada olduk­ larında birbirlerine unutulabilecek şeyleri hatırlatırlardı. Manolo da çok önemli değildi; Andrew burada da haklıydı. M a ­ nolo bir dişliydi, ürkütücü bir tekerleğin bir tek çubuğuydu. Koskoca güney California bölgesinin A F L - C I O işçi sendikasının temsilcisi Ernest Manolo'nun yabana atılmayacak bir k r a l l ı ğ ı vardı. Ü l k e çapında onun gibi daha kaç kişi vardı k i m b i l i r .

Michael Ryan otelin kahvesinde b i r bölmede oturuyordu. Canı sıkılmıştı. Bu kadar ortada bir yerde görünmesi hataydı; bir oda tutup Trevayne kendisini çağırana kadar orada beklemeliydi. Lanet olsun! Kafası çalışmıyordu bir türlü! Lanet kahvede karşısına çıkan i l k k i ş i Paul Bonner olmuştu! Bonner şaşırmıştı. A m a Ryan tutarlı b i r açıklama yapamayınca Bonner'in şaşkınlığı başka bir şeye dönüşmüştü. İşte oradaydı, askerin gözleri içinde. O başka şey. Lanet olsun! Ryan bu dikkatsizliğine eski arkadaşı Ralph Jamison'un sebep olduğunu biliyordu. Sersem, ç d g ı n , kaçık Jamison! Genessee Sanayie Savunma fonundan yüz beş m i l y o n alabilmek i ç i n sahte çizimler yap­ mak! Nasıl yapabilmişti bunu? Nasıl yapabilirdi? Genessee Sanayie satmıştı ruhunu. Üç eski k a r ı s ı , hangisinden

194

olduğu belirsiz dört çocuğu, beşinci s ı n ı f b i r porno f i l m i n d e n ç ı k m a orta yaş kaçamaklarıyla Jamison! Genessee, Ralph Jamison'u kollamıştı. Jamison kendisine bunun normal b i r şey olduğunu söylemişti. 'Gen Ana' yeteneklerini korumayı bilirdi. Zürih'te banka hesaplan! Çılgınlık!

*** Trevayne i l e alt k o m i s y o n y a r d ı m c ı l a r ı n ı n San Francisco'dan aynlmalanndan bu yana üç gün geçmişti ama James Goddard onlan bir türlü unutamıyordu. B i r yerde bir aksilik vardı. Son i k i toplantı sadece uzun süreli sıkıntı kaynağı olmuştu. Muhasebecisiz. Muhasebeci toplantılara katılmamıştı. Bu M a r t i n denilen adamın toplantıya katılmaması mantıksız bir şeydi. A l a n Mar­ t i n hesap a d a m ı y d ı ; t ı p k ı kendisi g i b i . M a r t i n olmayınca b i r sürü a y n n t ı gözden kaçırılmıştı; M a r t i n ise b u n l a n tek tek yakalayabilirdi. Trevayne yardımcısı hakkında şakalar yapmıştı. A l t komisyon başkanı gülmüş ve Martin'in otelde 'San Francisco suyu' hastalığıyla yattığını söylemişti. Son toplantıdan sonra Goddard b u n u soruşturmaya karar ver­ m i ş t i . Bunu rahatlıkla yapabilir, hatta merak etmiş bile görünebilirdi. Otele telefon açmıştı. A l a n M a r t i n i k i gün önce a y n l m ı ş t ı otelden. Trevayne neden yalan söylemişti? Öteki yardımcısı Vicarson ne­ den yalan söylemişti? M a r t i n nereye gitmişti? Toplantılar sırasında açıklanan b i r şey konusunda b i l g i topla­ maya mı gitmişti? * Kendisi tarafından açıklanan ; Genessee Sanayii San Francisco Bölümü Başkanı Jamis Goddard tarafından. Ne ama? Hangisi? Başka k i m s e y i telaşa v e r m e d e n b u n u n ne o l d u ğ u n u nasıl öğrenebilirdi? ö n e m l i y d i bu. M a r i o de Spadante yukardakUere zarar gelmemesi

195

için bazılarının kellelerinin kopabileceğini söylemişti. Goddard ken­ disinin önemli olarak k a b u l e d i l d i ğ i n i b i l i y o r d u , önemliydi elbette! Hesap adamıydı kendisi. Rakamları o düzene sokardı, kararların da­ yandığı projeksiyonları o hazırlardı. O kararları en sonda k i m i n ver­ diğim kendi de pek i y i bilmezdi ama o olmadan karar verilemezdi. O k i l i t taşıydı... k i l i t taşlarından b i r i . A m a kendisine gösterdikleri saygının altında bir miktar horgörü yarağını da bilirdi. Sadece öneren, asla karar vermeyen bir adama duyu­ lan horgörü. B i r muhasebeci. A m a bu muhasebeci kendini ateşe atacak değildi. Goddard bir taksi çağırdı, araba kaldırıma yanaşırken kararını ver­ mişti. Bürosuna gidecek ve ç o k g i z l i belgelerden bazılarını alacakü. Onları çantasının en alana koyacak ve evine götürecekti. Rakamlar. Onun rakamları. Genessee'nin rakamları. Adlar değil. Rakamlarla neler yapılabildiğini b i l i r d i kendisi. B i r insanın kendini koruması gerekirdi. B e l k i de adlara karşı.

Andrew Trevayne taksiden adayıp koşa koşa otel lobisine g i r d i . Sam Vicarson'a kendisiyle Vicarson'un odasında konuşacağını söyle­ mişti. Ancak daha önce Bonner'le konuşma zamanının geldiğini b i l i ­ yordu. Sam, Alan ve M i k e Ryan'dan öğrenecekleri ne olursa olsun o akşam Pace'in jetiyle Washington'a giüneliydi. Üç yardımcısının M a n o l o , Jamison ve Studebaker h a k k ı n d a öğrendiklerine göre de Washington'dan N e w Y o r k ve Chicago'ya git­ mesi gerekebilirdi. Mitchell Armburster. Aaron Green. Ian Hamilton. Her ne olursa olsun Paul Bonner'i kullanma saati gelmişti. Bonner kendisini k o k t e y l salonunda b e k l i y o r d u . K o n u ş m a l a r ı kısa sürecekti. Trevayne i k i l i düşünüyordu. Yapmakta olduğu şeyi yapması ge­ rektiğine inanıyordu; Paul Bonner'i kullanmasıyla da Washington'u alt

196

komisyonunu geçici olarak terketmesinin 'yaşarlığına' inandıracaktı. Ancak işin bir başka yam daha vardı. Açığa çıkarmak için görevlendirildiği şeyi yapıyordu kendisi de önceden tasarlanmış hile. Aradaki fark sonunda bir kâr olayı olmaması diye düşünüyordu ve b i r süre bu düşünceyi temelde haklı olarak kabul edebilirdi. A m a başka "kârlar', aynı derecede önemli ödüller de vardı. Paraya ihtiyacı yoktu... Peki ama başkalarının para kazanmak için har­ cadığı çabayı kendisi başka bir şeye erişmek için mi harcıyordu? Bunun üstünde daha fazla duramazdı; karar verilmişti. Yaşamının en güç dönemlerinden b i r i n i b i r kere daha yaşaya­ caktı. B u , zamana bir esneklik verecekti. Phyllis altı y ı l önce bir hastaneye yatmıştı. M e m e kanseri teşhis yöntemleri henüz geliştirilmemişti o sıralarda ve memelerinde y u m r u ­ lar oluşmuştu. Trevayne ne yapacağını bilemez bir haldeydi, dıştan önemli bir şey yokmuş g i b i davranıyor, çocukların kendi ıstırabını görerek kendilerine söylenenden daha ciddi b i r durumdan kuşkulan­ dıklarım biliyordu. Ş i m d i altı y ı l sonra Paul Bonner'e aynı olayı yeni olmuş g i b i anlatacaktı. K u ş k u ile belirsiz ve k o r k u ile dolu bir hikaye. Ve bir de istek: General Motors ve Lockheed'in i k i taşeronu ile yapılacak top­ lantıda Paul da bulunabilir m i y d i ? B i r i k i gün sonra Denver'de toplanılacaktı. Toplantılarda Bonner'in 'ağırlığı' çok önemliydi. Sam V i carson çok gençti. A l a n M a r t i n ise otoriter değildi. Yardımcıları kendi­ sine gereken b i l g i y i verirlerdi. Böylece kendisi de karısının yanma dönebilecekti. Phyllis Cuma öğleden sonra özel b i r hastaneye yatacaktı. Bundan Sam ile Alan'ın dışında kimsenin b i l g i s i yoktu. Gizli^servisin Barnegat'ta kalan i k i adamı Phyllis'in sadece kontrolden geçmek üzere hastanaye yattığını b i l i y o r l a r d ı . Trevayne ne yapıp edecek Pazartesi günü Denver'de olacakü. İ ç k i l e r i bittiğinde A n d y , Paul Bonner'le gözgöze gelmenin güçleştiğini farkediyordu. Binbaşı kendisi için öylesine telaşlanmıştı k i , elinden gelen her şeyi yapmaya, A n d y ' y i biraz olsun rahat ettirmeye hazırdı.

197

T a n r ı m ! , diye düşündü Trevayne. Bu adam benim düşmanım oysa. Ama bir de gözlerine bak! Korku içinde -benim için korkuyor.

Paul Bonner koridorda ağır ağır yürüdü odasına. K a p ı y ı açtı, içeri g i r d i ve ardından çarparak kapattı. Kapıyı öyle sert kapatmıştı k i , zevk­ siz Boise yönetiminin i k i zavallı reprodüksiyonu duvarda uzun uzun sallandı. Bonner masanın üstündeki şişeden koca b i r kadeh viski dol­ durdu. İ ç k i y i bir yudumda bitirip bir ikincisini doldurdu sonra. Günün geri kalan saatlerinde odasına kapanıp b i r şişe daha ısmarlayarak sarhoş olmam mümkün, diye düşündü. A m a o zaman oyun kurallarına göre oynanmamış olurdu. Sabah A l a n M a r t i n ile Sam Vicarson'la buluşup o n l a r ı n kendisine Denver'deki taşeronlar hakkında verecekleri b i l g i y i dinlemeyecek kadar başağrısı çekerdi o zaman. Palavra! Kunduzlar o kadar beceriksizdiler k i . Ve baş kunduz pis bir oyun oynuyordu -çok belirli bir su bendi yapma oyunu. Andrew Trevayne'ın bu tür pisliğe dalabileceğim sanmamıştı. N e f r e t sahibi insanlar kadınlarını silah kaçakçılığında, uyuşturucu kaçakçılığında kullanırlardı ama onları bu biçimde kullanmazlardı. Bu kadar a c ı k l ı mahrem şey­ lerin ticaretine girmezlerdi. Bunun onurlu bir yanı y o k t u . Bonner kadehini yatanına taşıdı, oturup telefonu açtı. Santral memuruna Tuğgeneral Lester Cooper'in Washington numarasını verdi. Binbaşı Bonner'in konuya girmesi i ç i n b i r dakika yetti de arttı bile. " örtmek i ç i n de k a n s ı n ı kullanıyor. O n u n yanında olmak için uçakla doğuya gidiyor. Karısı özel bir hastaneye yatacakmış: kan­ ser taraması için. Yalan." "Emin misin?" "Evet." Bonner içkisinin kalanını b i r yudumda b i t i r d i . "Neden ama?" " ö y l e olması gerek çünkü." Bonner a m i r i y l e ç o k sert konuşu­ yordu, elinde değildi bu. Trevayne'a duyduğu öfke çok kişisel bir şeydi.

198

" A l a n M a r t i n b i r b u ç u k gün ortalarda y o k t u . Vicarson d a i k i gün. H i ç b i r açıklama y o k ; alt komisyon işi içinmiş. Sonra bu öğleden son­ ra Boise'da k i m i n l e burun buruna g e l e y i m ! M i k e Ryan. B i r şeyler o l u ­ yor, Generalim. Kokusu insanın burnunun direğini k ı r ı y o r hem de." General Cooper karşılık vermeden bir an bekledi. K o r k u s u tele­ fondan hissediliyordu. "Yanılmaya tahammülümüz yok, Bonner." "Generalim, ben deneyimli b i r insanım. En ustalarını sorguya çekmişimdir. Trevayne öğreniyor ama henüz pek k ö t ü b i r yalancı. Gözlerime bakamadı." "Öteki üçünün nerelere gittiklerini öğrenmek zorundayız.... Ha­ vayollarını araştırırım. Bunu mutlaka bilmemiz gerek." "Bunu ben yapayım, Generalim." Bonner Pentagon amatörlerinin işe karışmalarını istemiyordu. "Buraya çalışan beş altı havayolu var sa­ dece. Nereden geldiklerini öğrenirim." " B i r şey öğrenir öğrenmez bana haber ver. Bu iş her şeyden önce gelir, Binbaşı. Bu arada ben de karısını izlettiririm. A d a m ı n gelmesi olasılığına karşılık." "Boşuna zaman harcayacaksınız, Generalim. K a r ı s ı kocasının sözünden çıkmaz. G i z l i Servis e k i b i hastaneye k o n t r o l a y a t t ı ğ ı n ı doğrulayacaktır. Trevayne kötü bir yalancı ama bu tür işlerde epey metodik olduğunu tahmin ederim. Yepyeni bir alanda çalışmaya başladı şimdi; yanlışlık yapmamaya çalışacaktır."

22 Trevayne bir koltuğa otururken Sam Vicarson da masaya dayan­ dı. "Pekala, avukat bey," dedi Trevayne." Bu özel görüşmenin amacı nedir? Ne oldu?" "Joshua Studebaker k ı r k y ı l önce yanlış bir şey yapmış. Şimdi bunu ödetiyorlar. Eğer şimdi bu ortaya atılırsa otuz y ı l l ı k adil kararın çöpe atılacağını düşünüyor. Kendi deyimiyle ülkenin bütün mahkeme­ lerinde kuşku ile karşılanacak verdiği kararlar." Trevayne b i r ı s l ı k ç a l d ı . "Ne yapmış peki? L i n c o l n ' u m u öldürmüş?" "Daha da k ö t ü . K o m ü n i s t m i ş . Gerçek komünist, parti üyesi,

199

hücre ö r g ü t l ü , dersini K r e m l i n ' d e n alan Marksist.... Ü l k e n i n R o c k y Dağlarının batısının i l k zenci yargıcı -yine kendi deyimiyle- beş y ı l loş odalarda çalışan meslektaşları için dava layihaları hazırlamış." "Çalışan meslektaştan mı?" "Missouri'de barodan atılmış. Eyalet Temyiz Mahkemesi'nde b i r dava kazanmış, ondan sonra da hoş karşılamamışlar kendisini. Ye­ raltında geçmiş, N e w York'a g i t m i ş ve hareketin bir parçası olmuş. Orada K ı z ı l l a r a kanşmış; beş yd boyunca her şeyin yanıtının onlarda olduğuna inanmış." "Bunun Genessee Sanayii ile ne ilgisi var? Bellstar davası ile?" Vicarson masanın yanındaki iskemleyi çekip oturdu, k o l l a n n ı is­ kemlesinin arkasına attı. "Genessee avukadan sinsice yaklaşmışlar kendisine. Örtülü ama kesin açıklama tehdideriyle." "Ve o da kendini sattı demek. Adaleti sattı." "O kadar basit d e ğ i l , Bay Trevayne. O yüzden sizinle yanlız konuşmak istedim... Ötekder olmadan. Studebaker hakkında rapor yaz­ mak istemiyorum." Andrew'in sesi buz g i b i y d i . "Bence bunu açıklaman gerek, Sam. Bu karan kendi basma veremezsin." Ve Sam Vicarson açıklamaya çalıştı. Joshua Studebaker yetmiş yaşını geçmişti. Joshua adında gezgin b i r pamuk toplayıcısının oğluydu. Theodore Roosevelt'in son r e f o r m programlarından birinde, 1907'de, genç Joshua okula gitme olanağını bulmuştu. Studebaker'in hükümetçe sağlanan eğitimi inanılmaz bir yedi y ı l sürmüştü: reform karşıdannın tahminlerinden altı y ı l fazla. Çocuk o yıllar boyunca daha önce bomboş olan kafasının içini olağanüstü b i l ­ g i y l e doldurmuştu. On altı yaşına gelince bu öğreniminin bu kadar olduğu, bunun i ç i n de minnet duyması söylenmişti. 1914'te Missou­ ri'de bundan fazlası düşünülemezdi bir zenci için. Ancak Joshua Studebaker artık sahip olduğu araçlarla gerisini kendisi tamamlayabilirdi. Öğrenime devam i ç i n yapamayacağı şey yoktu. Herkes oradan buraya iş peşinde koşarken o kendisini kabul ede­ bilecek okullann ardına düşmüştü. Sefalet içinde yaşamış, çoğunlukla

200

demiryolu depolarında, teneke d a m l ı kulübelerde yaşamış, ısınmak için topladığı çöpleri y a k m ı ş t ı . Y i r m i i k i yaşma gelince kendisini h u k u k İçin hazırlayacak k ü ç ü k b i r deneme k o l e j i bulmuştu. Y i r m i yedi ya­ şında Eyalet Temyiz Mahkemesinde başarıyla savunduğu b i r dava de Missouri barosunu şaşkma çevirmişti. Ancak Missouri'de istenmiyordu. Bu yüzden kısa b i r süre sonre teknik b i r bahaneyle barodan atılınca işsiz k a l m ı ş t ı . Güç yıllar başlamıştı bundan sonra - m ü m k ü n olduğu zamanlar geri kalmış bölgelerde öğretmenlik, çoğunlukla da işçilik yapmıştı. O kadar önem verdiği hukuk diploması değersizdi. 1920'lerde zenci avu­ katlar pek revaçta d e ğ i l d i ; barodan atılmış b i r zenci avukat ise b i r hiçti. Studebaker kuzeye, Chicago'ya gitmiş, son y ı l l a r ı n ı yazarak ve sosyalist entelektüeller arasında konferanslar vererek geçiren Eugen Debs'in taraftarları arasına karışmıştı. Debs'in çevresindeki aşın uçlar Joshua'nın yeteneklerini anlamışlar ve Joshua N e w York'a -Komünist Parti'nin sıcak merkezine- gönderilmişti. Yetişkin yaşamının bundan sonraki beş y ı l ı boyunca b i l i n m e ­ yen, sessiz bir hukukçu olarak çalışmış, manşedere geçen radikallerin işlerini o yapmıştı. Kendisini o kadar haksız yere dışlayan Cennetten intikamını alıyordu. O sırada Franklin Roosevelt Başkanlığa seçilmiş ve Marksistier paniğe kapdmışlardı. Roosevelt kapitalist sistemi t ı p k ı Leninciler g i b i sosyal reformlan cüretie gerçekleştirerek kurtarmak niyetindeydi. Marksistier Joshua Studebaker'in operasyonun başka bir evresine geçmesini istediler. Seçkinlerden oluşan bir hücre kuracaktı, görevleri hükümetin reform programını baltalayacak asi ekiplerin yetiştirilmesiydi. İşyerlerleri, iş b u l m a merkezleri, yiyecek dağıtım merkezlerine sabotajlar düzenlenecek, dosyalar çalınacak, hâlâ devam etmekte olan bunalımın ekonomik hastalığının tedavisini aksatmak ve geciktirmek için her yola başvurulacaktı. Joshua Studebaker Sam Vicarson'a, "Beni seçmeleri çok şa­ ş ı r t ı c ı y d ı , " demişti. " B e n i m g a y r e d e r i m i yanlış anlamışlardı... B i r düşünür olarak, b i r stratejist olarak b e l k i de şiddet ilkesini k a b u l

201

etmiştim. A m a a k t i f olarak katılmayı düşünemezdim. Hele sonuçlar tümüyle çaresizlere yönelik olduğu için bunu kabul edemezdim." N e w York'ta C C C kampında ölümle sonuçlanan bir yangını ga­ zetelerde okuyan Joshua Studebaker Adalet Bakanlığı'na gitmişti. Zaman, doğru yoldan çıkanları kucaklama zamanıydı. A y n ı za­ manda Roosevelt y ö n e t i m i n i n K ı z ı l fırçanın boyasını silmeye yar­ d ı m c ı olacakları ödüllendirdiği zamandı. Joschua her i k i kategoriye de giriyordu. Hükümet kendisini sessiz sedasız işe almış, bütün hukuksal haklan geri verilmişti. Joshua Studebaker yaşamında i l k kez kaçmıyor, kendisini kovalayan -gerçek ve gerçekdışı- dehşetlere karşı savaşmı­ yordu. Cennet, üretken ve yılansız bir bahçe olmuştu. Ve son olarak, sanki deneyim döngüsü tamamlanmış g i b i , Jos­ hua Studebaker'e Rocky Dağlarının batısının i l k zenci yargıçlığı veril­ mişti. Bu tehlikesiz bir deneydi- nüfusu mevsimlik oduncular ve Tacomack K ı z ı l d e r i l i l e r i n d e n oluşan bir seçim çevresi, ama yine de bir yargıçlık. V e talihin b i r cilvesi olarak Studebaker M c C a r t h y ç ı l g ı n l ı ğ ı döneminde Seatde'a 'terfi' etmişti. "Otuz y ı l ı n ı bağnazlıkla mücadele ederek geçirmiş, Bay Trevayne. Bunu size garanti ederim; hukuk kitaplanna, gettolarda binlerce avukatın k u l l a n ı l d ı ğ ı içtihat kararlarına bir bakın. Bunları i y i b i l i r i m , ben de oralardan geçtim, efendim. Studebaker çıkar gruplanna karşı tek k i ş i l i k b i r barikat oluşturmuştur. Geçmişini açıklarsak bütün bunlar tehlikeye atılmış olur." "NedenV Andrew'un canı sıkılmıştı. " K ı r k y ı l önce olan b i r şey için m i , Sam? Mantıksızsın." " D e ğ i l i m , e f e n d i m ! O hiçbir zaman pişman o l m a d ı , k a m u o y u önünde af dilemedi, bağışlanması için yaltaklanmadı.... Mahkeme ka­ rarlan ideolojik olarak ortanın solunda olarak yorumlanmıştır. Geçmişi ortaya dökülürse buna başka bir etiket yapıştınrlar şimdi." "Görmüyor musunuz?" diye devam etti Sam Vicarson. "Kendini düşündüğü yok. Bütün düşündüğü işi. Ve nedeni ne olursa olsun -hatta isterlerse haklı olsun- devleti yıkmaya çalışmıştı. V e r d i ğ i her büyük karar çok başka bir amaçla verilmiş olarak kabul edilebilir. B u n a 'şerefsiz kaynak' denir. Genellikle de her şeyin üstündedir bu."

202

"O yüzden mi raporu yazmak istemiyorsun?" "Evet, efendim. B u n u anlamak için onu görmelisiniz. Yaşlı -bir adam; bence büyük b i r adam. Kendisi için korkmuyor; geri kalan ö m r ü kendisi için önemli değil sanırım. A m a basanları önemli." " B i r şey unutmuyor musun, Sam?" "Ne?" "Bellstar k a r a n . K a r a n n delik deşik olduğunu söylemiştin. Genessee avukadannın bu k ö t ü harekederine göz mü yumacağız?" Vicarson acı acı g ü l d ü . " O n l a n n zamanlannı boşuna harcadıkl a n n ı düşünüyorum. Studebaker onlar olmasaydı da aynı karara varabi­ l i r d i belki. Bunu hiç bilemeyeceğiz ama doğrusu çok inandıncıydı." "Nasıl?" "Hofstader'in bir sözünü hatırlattı: anti-tröstcülük 'reformun sol­ muş bir tutkusudur.' Ve Galbraith: çağdaş teknoloji 'sanayileşmiş dev­ leti' ortaya çıkarmıştır. Rekabet artık garantili bir düzenleyici değildir. Teknolojimizin gerek duyduğu büyük ekonomik kaynaklar bir finans­ man b i r i k i m i yaratır... B u b i r kere k a b u l e d i l d i m i -ve h u k u k gerçeklere uymak zorundadır- üreticinin koruyucusu olmak devletin ve yasalann sorumluluğundadır. A ç ı k ç a söylemek gerekirse, ülkenin Bell­ star ürünlerine ihtiyacı vardı. Şirket batmak üzereydi, ortada sorumlu­ l u ğ u yüklenecek e k o n o m i k kaynaklara sahip Genessee Sanayiinden başka b i r i yoktu." "Bunlan mı söyledi sana?" " K e l i m e s i kelimesine. A m a karar b u kadar kesin d e ğ i l d i . E n azından b e n i m i ç i n . Bana, b e n i m t a n ı d ı ğ ı e n parlak öğrenci o l ­ madığımı söyledi." "Peki, buna inanıyorsa neden bunu açıkça söylemedi? Neden sana bu kadar şey anlattı?" * Sam Vicarson ayağa k a l k t ı ; yüzünde huzursuz b i r ifade vardı. " K o r k a n m buna onu ben zorladım. Bellstar karannın gerekçesini an­ lamıyorsam, bundan kuşkulanıyorsam, o zaman kendisinin kamuoyu önünde bir açıklama yapması gerekeceğini söyledim. Bunu kesin ola­ rak reddetti. Ç o k inatçıydı. Ben b u n l a n yutmayacağımı, kendisine celp yollayacağımı söyledim." "Senin yerinde olsam ben de aynı şeyi yapardım."

203

Vicarson pencerenin önüne gitmiş dışan bakıyordu. "Bunu bekle­ m i y o r d u ; b i z i m celp ç ı k a r m a y e t k i m i z o l d u ğ u n u f a r k e t m e m i ş t i sanırım." " A m a hiç kullanmadık." dedi Trevayne. Vicarson döndü. " B u onu çok sarstı, Bay Trevayne. Berbat b i r şeydi. Ve inanmalısınız, kendisi için korkuyor değildi." Trevayne de ayağa k a l k t ı , genç adamın karşısına d i k i l d i . Sakin ama kesin bir sesle konuştu. "Raporu yaz, Sam." "Lütfen...." "Dosyalama ama. Bana ver. Tek kopya. "Andrew kapıya yürüdü. "Saat sekizde görüşürüz. Benim odamda."

23 Sehpayı ortak masa olarak kullanan dört adamın raporları ve not­ l a n önlerindeki dosyalardaydı. Trevayne'ın odasındaki t o p l a n t ı A l a n M a r t i n i n Güney California Bölgesi Tornacılar Sendikası Başkanı ve A F L - C I O İşçi Sendikalan Federasyonumun tam y e t k i l i temsilcisi Ern­ est M a n o l o ' y u tanımlamasıyla başlamıştı. Martin'e göre M a n o l o on i k i yaşındaki b i r boğa güreşçisini andırmaktaydı. "Yanında pikadorlanyla sokağa ç ı k ı y o r ; i k i yanında dev g i b i i k i adam." "Koruyuculan mı?" diye sordu Trevayne. "Neden?" "Koruyucuları ve onlara ihtiyacı var. H ı z l ı Ernie'nin -oralarda öyle diyorlar ona- sendikasında kendisini sevmeyen pek çok kardeşi var." "Neden ama?" A n d r e w kanepede Sam Vicarson'un yanında otu­ ruyordu. "Esaslı bir toplu sözleşme imzaladı ya." Vicarson konuşmaya kalkışırken M a r t i n sözünü kesti. "Sam i y i bilir bunu, hazırladığı biyografide vardı." M a r t i n genç avukata döndü. "Sırası gelmişken söyleyeyim, çok i y i bir çalışmaydı o." "Teşekkür ederim. Pek güç olmamıştı. M a n o l o başkanlığa aday

204

olduğunda epey reklam yapmıştı." "O yüzden i k i dostunu yanından ayırmıyor işte," diye devam etti M a r t i n . " H ı z l ı Ernie y i r m i altı yaşında henüz. Başkanlığı almak için kendisinden k ı d e m l i çok k i ş i y i ezdi geçti. Ç o ğ u d a bunun i ç i n k u l ­ landığı yöntemlerden hoşnut değiller." "Ne yaptı?" diye sordu karşısında oturan M i k e Ryan. "İşçi kardeşlerinden çoğu k i r l i para kullandığı fikrindeler. Parası çok olduğu i ç i n k i r l i olduğunu düşünüyorlar. Sonra yanında yeni b i r sendikacı tipi getirdi. Genç, zeki ve kolej mezunu. Bunlar sendika top­ lantılarında bağırmak yerine k r o k i l e r i istatistikleriyle d u r u m raporları sunuyorlar. Eskiler de bundan hoşlanmıyor kuşkusuz." "Yine de i y i b i r sözleşme yaptı," dedi A n d r e w . " Ö n e m l i olan da bu." "Ernie'nin sorunu da b u . O sözleşme hem en i y i silahı, hem de ç o k k u ş k u d u y u l a n b i r yanı.... Genessee'nin i m z a l a d ı ğ ı e n h ı z l ı sözleşme o l d u . Ne kavga, ne gürültü ne de sabahlara kadar süren pa­ zarlıklar. Sözleşme imzalandığında da ne bir kutlama, ne sokaklarda dans etme. Meany ve İşçi Konseyi'ndeki ağır toplardan da b i r tek kutla­ ma gelmedi. En önemlisi, Güney California Bölgesi sözleşmesi başka yerlerde ö r n e k olarak kullanılmayacak. B i r tek yerle s ı n ı r l ı b i r sözleşme." M i k e R y a n öne e ğ i l d i . "Ben mühendisim, sendikacı d e ğ i l , b u olağandışı bir şey midir?" " H e m de nasıl. Her b ü y ü k t o p l u sözleşme gelecekteki iş pa­ zarlıkları i ç i n b i r temel oluşturur. A m a bu değü." "Nereden biliyorsun?" diye sordu Trevayne. " M a n o l o ' y u köşeye s ı k ı ş t ı r d ı m . H a k k ı olan saygıyı görmediği i ç i n şaşırdığımı söyledim. Washington'daki İş Konseyi'nde tanıdıkla­ r ı m v a r d ı , bu k o n u y u açacaktım.... M a n o l o y a r d ı m ı m ı istemedi. Hatta bunu söylememe ç o k da bozuldu d i y e b i l i r i m . Bölge koşullarını gös­ teren krokilerine, istihdam istatistiklerine döndü hemen. Eski kafalıla­ r ı n yeni bölgesel ekonomik teorileri anlamadıklarım birkaç kere anlat­ t ı . Güney California'da uygulanabilir olan bir şey baü Arkansas'ta uy­ gulanamazdı. A n l ı y o r musunuz?" "Genessee'nin adamı. B i r tek toplu sözleşmeyle satın almışlar."

205

"Bunu ülkenin dört yanında yapıyorlar. Genessee Sanayii kendi emek piyasasının denetimini e l i geçirmek üzere. B u g ü n Manolo'nun bölge örneğine dayanarak üstünkörü bir araştırma yaptım ve üstünkörü olmasına rağmen y i r m i dört eyaletteki Genessee şirket ve yankuruluşlannda benzerlikler buldum." "Tanrım," dedi M i k e Ryan. " M a n o l o ş i m d i Genessee'ye koşar mı?" diye sordu A n d r e w . Kaşları çatılmışu. " B u b i z i m i ç i n bir sorun olabilir." "Sanmıyorum. Garanti edemem ama bir süre ne olup b i t ü ğ i n i anlamaya çalışacaktır bence. Kendisine tatmin olduğumu söyledim ve buna inandı sanırım. A y r ı c a görüşmemizin i k i m i z arasında kalmasına memnun olacağını i m a e t t i m -aksi halde başkaları işe karıştığı tak­ dirde- özellikle de Genessee yönetimi- Pasadena'da daha uzun zaman kalmak zorunda kalabilirdim... Sesini çıkarmayacaktır sanırım." " M a n o l o konusu yeter. Houston'daki Jamison'dan ne haber, Mike?" Micheal Ryan, Douglas Pace adına kiralanmış bîr uçakla Houston'a indikten sonra Genessee laboratuvarlarını aramış ve metalürji uz­ m a n ı Ralph Jamison'un Galveston Körfezi'nde b i r yat k u l ü b ü n d e olduğunu öğrenmişti. Burası petrol zengini Teksaslılann devam ettik­ leri Güneybatının Rivierası olan Megans Point'deydi. Ryan'ın b e k l e n m e d i k karşılaşma hikayesini yutmuştu Ralph Jamison. İ k i adam Lockheed'de çalışırken arkadaş olmuşlardı; ikisi de dışa dönük, eğlenceyi ve içmeyi seven insanlardı. İkisi de çok zeki idüer. Öğleden sonra akşama, akşam sabahın i l k saaderine kadar.uzamıştı. Ryan Jamison'un Genessee'deki çalışmaları hakkındaki sorulara kaçamak yanıtlar v e r d i ğ i n i farketmişti. D o ğ a l d e ğ i l d i b u ; i k i s i d e güvenlik soruşturmasından geçmiş havacılık uzmanları arasında bu tür konuşmalar olağan, hatta özlemle beklenen bir şeydi. "O sırada aklıma b i r şey geldi, Andy," dedi M i k e Ryan. "Ralph'a iş t e k l i f ettim." "Nerede?" diye gülümsedi Trevayne. "Ne işi?" " K i m i n umurundaydı k i . İ k i m i z de zom olmuştuk... Sıkışık d u ­ rumda b i r şirkette olduğumu söyledim; ona ihtiyacımız vardı. A s l ı n d a

206

onu aramaya gelmiştim. Ona Genessee'de aldığını tahmin e t t i ğ i m pa­ ranın üç dört katını t e k l i f ettim." Yetkisi olmasaydı b ö y l e b i r t e k l i f t e bulunamayacak olan b i r kimsenin bu inanılmaz ve kesin t e k l i f i karşısında Ralph j anı i son'un bunu mantıksızca reddetmesini mazur gösterecek bir açıklama yapması gerekiyordu. Önceleri rahat konuşmuştu: sadakat, Genessee'de halen üzerinde çalıştığı projeler, laboratuvarda terkedemeyeceği sorunlar, yıllar ötesine uzanan sadakati. "Anlayamazsın bunları. Genessee b i z i bağlamıştır. H e p i m i z i . " "Bağlamak mı?" diye tekrarladı Trevayne M i k e Ryan'ın sözlerini. "Hepsini mi? K i m i ? Ne demek istedi?" "Bunu bölük pörçük anlattıklarından çıkardım. Doğrudan doğruya b i r itirafta bulunmadı.... b i r kere dışında. A m a durum açık, A n d y . B ü t ü n üst düzey b i l i m a d a m l a n n a açıktan ödeme y a p ı l ı y o r . H e m de şişirilmiş masraf dekontlarıyla değil. Y ü k l ü c e paralar, çoğunlukla da ülke dışında ödenmiş Z ü r i h ve B e r n bankalarına y a t ı r ı l ı y o r . Şifreli hesaplara." "Beyan edilmeyen gelir," dedi M a r t i n . "İzlenmesi olanaksız," dedi Sam Vicarson. "Şikayet eden y o k çünkü. İsviçre hiçbir devletin vergi yasalarını kabul etmez." " A n l a d ı ğ ı m kadarıyla bu iş erkenden başlıyor," diye devam etti Ryan. "İşlerine yarayacak yetenekli b i r i n i gözlerine kestiriyorlar. A d a m ı iyice inceliyorlar, zayıf noktalarını buluyorlar -Ralph bunu i t i ­ r a f e t t i , az sonra anlatacağım- ve sonra kah açık k a h g i z l i b i r ödüllendirme başlıyor. İnsanın on onbeş y ı l d a yüz yüz e ü i bin dolarlık bir parası oluyor bir köşede." "Ve sımsıkı bağlanıyor Genessee Sanayie," dedi Trevayne. "Genessee'nin sözünden dışarı ç ı k a m ı y o r . A k s i halde başı dertten k u r t u l mayabilir... M i k e , kaba b i r tahminle kaç tane Ralph Jamison var der­ sin?" * "Houston'daki g i b i y ü z tesisi olduğunu düşün. Her birinde sekiz on üst düzey adam olsa. Sekiz yüz i l a bin k i ş i eder." "Ve bu insanlar proje ve üretim kararlarım veriyorlar, öyle mi?" Trevayne bir kağıda nodar alıyordu. "Sonuçta, e v e t A m a sorumlu değiller."

207

"Böylece Genessee y ı l d a birkaç mUyona b ü i m çevresinin güçlü bir sektörünü emri altında tutuyor. Yüz proje tesisi bütün Genessee fab­ r i k a ve yan kuruluşlarındaki üretimi kararlaştırıyor. Sonuçta milyarlar­ ca d o l a r l ı k b i r üretim yapılıyor." "Evet, ve bu da her yd giderek büyüyor sanırım. Ralph Jamison aslında bu işin bir kurbanı, A n d y . Aslında çok i y i b i r insan. B ü y ü k bir sorunu var ama... Gerçek b i r dahidir. Metalürji araştırmalarında büyük katkısı olmuştur; o olmasaydı aya gidemezdik. A m a kendini çalışarak öldürüyor. Yetmiş i k i saat durmadan çalıştığı ç o k görülmüş. Laboratuvar dışında b i r yaşantısı yok gibi." "Sorunu bu mu?" diye sordu A n d y . "Evet. Kişisel bir bağı yok; olacak diye de ödü kopuyor, üç kere evlenip boşanmış, dört çocuğu olmuş. K a d ı n l a r nafaka d i y e k a n ı n ı emiyorlarmış. A m a çocukları için çıldırıyor. K e n d i n i i y i tanıdığından onlar için çok korkuyor. B u n u itiraf etti işte. Her Şubat Paris'e gider­ m i ş , orada Genessee'nin küçük b i r memuru kendisine y i r m i b i n dolar nakit para verirmiş o da bunu çocukları i ç i n Zürih'e götürüp bankaya yaünrmış," "Ve aya ayak basmamızı sağlayanlardan b i r i de b u , " dedi Sam Vicarson. Bunu söylerken Trevayne'a bakmıştı. Diğerleri onun başka b i r şeyden - başka birinden söz ettiğini anladılar. Ve Şam'ın Yargıç Joshua Studebakerle görüşme üzere Seatde'a g i t t i ğ i n i biliyorlardı. A n d r e w Vicarson'un d i l e getirilmeyen ricasını k a b u l ederek Ryan'a döndü. " A m a Jamison raporunu hasıraltı etmemizi istemiyor­ sun, değil mi?" "Asla. Onu güç duruma sokmaktan hoşnut d e ğ i l i m ama Genes­ see Sanayii hakkında öğrendiklerimden de k o r k t u m doğrusu. O laboratuvar ve atölyelerin neler ürettiğini çok i y i b ü i y o r u m . " "Teşekkürler, M i k e . " Vicarson öne eğilip dosyasını aldı. "Sanırım sıra bana geldi." "Bir dakika," diye Andrew sözünü kesti. "Ne?" diye şaşkın şaşkın Trevayne'a baktı Sam. "Sam bu akşam bana geldi. Studebaker raporu tamamlanmamış henüz. Genessee'nin kendisini tehdit ettiği konusunda b i r kuşku y o k ,

208

ancak bunun Bellstar konusundaki anti-tröst kararını ne derece etkile­ diğini bilemiyoruz. Yargıç etkilemediğini söylüyor ve kararını çağdaş tanımlamalar kullanarak hukuki ve felsefi terimlerle haklı göstermeye çalışıyor. Adalet bakanlığının da konu üzerinde durmadığını biliyoruz." " A m a tehdit edilmiş, öyle mi?" diye sordu A l a n M a r t i n . "Evet?" "Ne ile?" diye sordu Ryan. "Bunu yanıdamak için bana zaman tanımanızı isteyeceğim." "O kadar pis mi?" " B u n u n ö n e m l i olduğunu sanmıyorum, ama ö n e m l i olduğu or­ taya çıkarsa dosyaya girecektir." Ryan ile M a r t i n birbirlerine, 'sonra da Vicarson'a baktılar. " B u kadar y ı l sonra kararlarından kuşkulanmak aptallık olur, A n ­ drew," dedi Martin. "Başka ne var?" diye sordu Ryan. " B u gece Washington'a g i d i y o r u m . Paul Bonner Connecticut'a g i t t i ğ i m i sanıyor. Anlatayım... Genessee Sanayii bütün k o n t r o l ve dengeleri sıra ile altüst etme yoluna g i r d i . Senatör Armbruster ile k o ­ nuşma zamanı geldi artık."

24 Tuğgeneral Lester Cooper banliyödeki evin kapısına giden taş döşeli yolda yürüyordu. Çimenliğin kenarında yanan lambaya zincir­ lerle asılı madeni bir levhada: "Knapp A i l e s i ; Maple Sokak 37." yaz­ maktaydı. Senatör A l a n Knapp. Cooper merdivenleri çıkarken, içerde en az bir senatör daha ola­ cak diye düşündü. Evrak çantasını sol eline aktarıp zilli Çaldı. K a p ı y ı açan Knapp'ın s i n i r l i o l d u ğ u b e l l i y d i . "Tanrı aşkına, Cooper, saat neredeyse on olacak. Saat dokuzda demiştik!" "Yirmi dakika öncesine kadar b i r ş e y yoktu elimde." General sert bir sesle konuşmuştu. Knapp'ı sevmezdi; ona kadanmak zorundaydı, nazik olmak değil. "Bunu bir ziyaret olarak görmüyorum, Senatör."

Gizli Devlet - F. 14

209

Knapp gülüsemeye çalıştıysa da, bu çok güçtü kendisi i ç i n . "Pe­ kala, Generalim, ateşi keselim. İçeri buyrun.... Kusura bakmayın, b i ­ raz huzursuzuz da." "Hakkıyla," diyen General içeri girdi. Knapp önden yürüyerek oturma odasına g i r d i : Cooper Fransız mobilyaları, yumuşak beyaz halıları ve oraya buraya saçılmış süslü sa­ nat eserlerini görünce pahalı bir oda, diye düşündü. Knapp zengin bir aileden geliyordu. Vermon'un Senatör N o ı t o n ' u oturduğu koltuğa hiç uymamıştı. Bu tür mobilyalar N e w England'lı için yapılmış değildi. Ancak Cooper'in tanımadığı diğer adam ise kanepede pek rahat oturuyordu. Elbise­ si İngiliz malı olmalıydı; k o y u renk, ince çizgili ve daracık. Dördüncü adam ise Beyaz Saray'ın Robert Webster'iydi. "Norton ve Webster'i biliyorsunuz, Generalim. Walter M a d i son'la tanıştırayım sizi.... Madison, General Cooper." İ k i adam el sıkıştılar. K n a p p Coopeer'e oturması i ç i n b i r yer gösterirken, "Bay Madison Trevayne'in avukatıdır," dedi. "Ne?" General sorgu dolu bakışlarla baktı Senatöre. "Tamamdır, Cooper. "Norton konuşurken huzursuzca kıpırdandı. Başka bir şöy söyleme gereğini duymadı. Piyanonun yanında i ç k i kadehiyle duran Webster daha anlayış­ l ı y d ı . "Bay Madison sorumlarımızı biliyor, bizimle işbirliği yapmak­ tadır," dedi. Coooper çantasından daktiloyla yazılmış birkaç sayfa ç ı k a r d ı . Madison bacak bacak üstüne attı. "Andrew'den ne haber?" diye sordu. "Haftalardır bir haber alamadım kendisinden?" Cooper kağıtlardan başını kaldırdı. Madison'un sorusunu aptalca bulduğu belliydi. "Meşgul," dedi. "Neler öğrendiniz?" N o r t o n sabırsızdı. K a l k ı p kanapeye yürüdü Madison'un uzağına oturdu. Knapp gözlerini Cooper'den ayırmadan Generalin sağındaki koltuğa oturdu. "Binbaşı Borjner öğleden sonrası ile akşamın b ü y ü k b i r b ö l ü ­ münü alt komisyonun uçak rezervasyonlarını araştırmakla geçirdi. Hiç­ b i r ize rasüayamadı. Takma adlar kullandıklarını düşünerek son birkaç

210

gündür Boise'a giriş çıkış yapan bütün erkek yolcuları tek tek incelediyse de, orada da b i r sonuç alamadı. Özel havayollarında da aynı du­ rumla karşılaştı." Cooper hafifçe bekledi; politikacıların Savunma B a ­ kanlığı personelinin ne kadar işbilir olduklarını anlamalarını istiyordu. "Ondan sonra p i l o t l a r ı sorguya çekince ticari olmayan araçların k u l ­ landığı orta büyüklükte piste sahip başka b i r havaalanının olduğunu öğrendi. B i n beş yüz metre; küçük jeder için yeterli. Boise'ın öteki ta­ rafında, kasabadan sekiz on m i l uzakta. A d a İlçesi Havaalanı." "General?" Şimdi sabırsızlanan Knapp'tı. Askerler çözemedikleri bir sorun konusunda hep dolambaçlı yollara saparlardı. "Binbaşı B o n ner'in yetenekli b i r subay olduğundan hiç k u ş k u m y o k , ama sadede gelseniz artık." "Geleceğim, Senatör. A m a size bu b i l g i y i verdikten sonra. Bunu bilmeniz gerektiğine i n a n ı y o r u m . A l t k o m i s y o n u n t u t u m u ile i l g i l i olduğu i ç i n hepimizin bilmesi gerek bunu." "Özür dilerim, devam edin lütfen." " A d a ilçesinde pek çok şirket t r a f i ğ i oluyor. Uçuş planlarında genellikle pilotun ve şirketin adı, bazen de uçağı isteyen yetkilinin adı geçiyor. Y o l c u adlarına pek rasdanılmıyor. Bonner bunun çıkmaz bir sokak olduğunu düşünüyordu. Trevayne'm kendi uçakları olan şir­ ketlerde çok tanıdığı vardır; adamlarını yolcu olarak bunlara bindirebilirdi... Bonner sonunda aradığını buldu. Douglas Pace adına kiralanmış i k i Lear j e t i . " Walter Madison birden öne doğru eğildi. "Douglas Pace de k i m i n nesi?" diye sordu Norton. "Trevayne'm kayınbiraderi," dedi Walter Madison. Robert Webster piyononun yanından hafif bir ıslık çaldı. General Cooper Knapp'a döndü. "Trevayne sadece ticari havayollarından uzak kalmakla yetinmeyip pek adı i ş i t i l m e d i k b i r havaalanını kullanmış ve uçuş planlarını başkasının adına vermiş." Knapp Trevayne'm bu t e d b i r l i l i ğ i n i n Cooper'in a y r ı n t ı l ı açık­ laması gerektirdiğine inanmıyorsa da, adamın o anın zevkini yaşama­ sına ses çıkarmadı. "Uçaklar nereden gelmişler?" Cooper elindeki kağıtlara b a k t ı . "Uçuş Servisi istasyonlarının kayıtlarına göre b i r i n c i Lear San Francisco'dan gelmiş, oradaki Hava

211

T r a f i k Kontrolörlüğü de varış yerinin San Bernardino olduğunu doğ­ ruladı. A T K ' y e herhangi bir uçuş plan değişikliği verilmemiş." "Ne?" Senatör N o r t o n askerlerin kendisinin hiç duymadığı daire ya da bölümlerden böyle baş harflerle söz etmelerine sinir olurdu. Hâlâ piyanonun yanında duran Webster yine anlayışlıydı, bu kere N o r t o n adına. "Havalandıktan birkaç dakika sonra uçuş planları değiştirilebilir, Senatör. Bu b i l g i Uçuş Servisi istasyonuna değil de Hava Trafik Kontrolörlüğüne verilir. Uçuş Servisi b i l g i y i saader sonra alabilir. B u , izleyicüeri şaşırtmanın bir yoludur." N o r t o n kuşkucu bir saygıyla baktı omzu üzerinden Webster'e. Webster'in neden söz ettiğini anlamamıştı. "Uçak San Bernardino'dayken Trevayne San Francisco'daydı," diye Cooper devam etti. " A m a Alan Martin değildi." "O N e w Haven'de Pace-Trevayne'ın murakıbı değil mi?" diye sor­ du Knapp. "Evet," dedi Cooper. "Ve San Bernardino Pasadena'dan y i r m i da­ k i k a uzaklıktadır. Oradaki Genessee fabrikalarında epey sorun çıkmış­ tı." Knapp Norton'a baktı. "Devam edin, General." "Lear Perşembe sabahı İdaho'da Boise'a g i t t i . A d a üçesi havaa­ lanında sadece bir saat k a l ı p Washington'da Tacoma'ya hareket etti. Bonner bu sırada A l a n Martin'in ortaya ç ı k t ı ğ ı n ı ve genç avukat Sam Vicarson'un kaybolduğunu belirtiyor." "Tacoma mı?" diye Norton öfkeyle söylendi. "Tacoma'da ne var ki?" Robert Webster içkisini yudumladı; sarhoş oluyordu. N e w Englandlıya baktı. "Tacoma Washington eyaletindedir, Senatör N o r t o n . Arabayla bir saatlik mesafede Seattle diye bir kent vardır. Bu kentin dışında çevresi üç metrelik çide çevrili binalar bulunmaktadır. B i r rast­ lantı eseri burasının Genessee Sanayii ile bir ilgisi vardır. Kuruluşun adı Bellstar'dır." "Tanrım!" N o r t o n bu kere Beyaz Saray danışmanına bakmadı. General Cooper'e dönmüş olan Knapp'a bakıyordu. "Ya ikinci Jet? O konuda bir şeyler bulabildiniz mi?" "Hem de neler," dedi Cooper." Uçak Washington'dan kalkmış.

212

Potomac Towers'deki m u h b i r i m i z M i c h a e l Ryan adındaki havacılık mühendisinin bürodan kaybolduğunu b i l d i r d i . Bonner, Ryan'ın Boise'da ortaya çıktığını doğruluyor." "Şu halde Ryan Houston'daydı," dedi Alan Knapp." Genessee laboratuvarlarma g i t t i ğ i n i tahmin edebiliriz. Orada gelen ziyaretçileri kaydederler." Yerinden kalkıp üzerinde bir Fransız telefonunun durduğu süslü masaya g i t t i . " K i m i arayacağımı b i l i y o r u m . " "Zahmet etmeyin, Senatör. B i z aradık. Ryan laboratuvara gitme­ miş." Knapp Cooper'e döndü. " E m i n misiniz? Yani, nasıl emin olabi­ lirsiniz?" "Biz de k i m i arayacağımızı b i l i r i z . Ben k i m i arayacağımı b i l i ­ rim." İ k i adam birbirlerine baktılar. Şah mat denmişti. D a i m i asker bu seçimle gelen -ve geçici- sivile politikacıların b i l m e d i k l e r i kapıları askerlerin rahatlıkla açabileceklerini göstermişti. Knapp durumu anlı­ yordu. Böyle kapılar vardı. "Pekala, General. Ryan laboratuvannda değildi. Neredeydi peki? Houston'a neden gitti?" "Genessee laboratuvarda o l m a d ı ğ ı n ı öğreneli ancak bir i k i saat olduğu için bunu öğrenecek zaman bulamadım." "Öğrenebilir misiniz peki?" "Onun için de zaman gerek." "Zamanımız yok," dedi Norton oturduğu yerden. "Pekala. Ne düşünüyorsunuz, General?" Robert Webster piyanonun yanından ortaya yürüdü. "Trevayne üst düzey b i r adamım Pasadena'ya gönderiyor. K i m i görmeye? Ne için?.. En iyilerinden bir havacılık mühendisi Houstan'a gidiyor. Ryan laboratuvara girmemiş ama orasıyla i l g i l i b i r i n i görmeye g i t t i ğ i ke­ sin.... Bellstar'a da b i r avukat g i d i y o r ; tehlikeli b i r şey b u . H i ç hoş­ lanmadım." Webster içkisinden b i r yudum aldı. "Bence..." Walter Madison arkasına yaslandı. "Bence Andrew'un ufak tefek yolsuzluklardan başka b i r şey bulamayacağını bilmelisiniz. B u n u bulması da i y i b i r şey aslmda. İçindeki o doğruculuk huyu tat­ m i n olur böylece."

" B u pek üstünkörü b i r laf, Madison." K n a p p koltuğuna döndü. A v u k a t ı n aylar önce soruşturmada ne kadar şaşkın olduğunu hatırla­ mıştı. Ş i m d i k i sakinliğine de kendisi şaşıyordu. "Gerçek bu. Hukuki açıdan Genessee sağlam bir durumdadır. Ben kongre soruşturma komisyonunda sorulan sorulan haftalarca incele­ d i m . En i y i adamlanmı bu işe verdim. Biraz hırsızlık var elbette ve Andrew de bunu bulacaktır. A m a bunun dışında hiçbir şey bulamaz." "Sizin i y i bir insan olduğunuz söylenir," dedi N o r t o n . "Söy­ lendiği kadar i y i olduğunuzu umanm." "Sizi temin ederim ki i y i y i m , Senatör. A l d ı ğ ı m ücreder sizi bu­ na inandıracaktır. "Ben yine de Trevayne'ın neyin ardında olduğunu bilmek istiyo­ r u m . B u n u öğrebilir misiniz, Genaral?" diye sordu Senatör Knapp. " K ı r k sekiz saat içinde."

25 Washington'da C u m a sabahıydı ve k i m s e kendisinin kentte olduğunu b i l m i y o r d u . Lear j e t i saat yedibuçukta Dulles Havaalanı'na inmişti. Trevayne da saat sekizi on gece T a w n i n g Spring'deki k i r a l ı k evinden içeri g i r i y o r d u . Duş yapmış, elbisesini değiştirmiş, bir saat oturup kafasını dinlemiş, Boise'dan oraya kadar yaptığı yolculuğun ge­ rilimini üstünden atmıştı. G e r i l i m ve y o r g u n l u ğ u n b i r arada o l m a ­ masına gayret gösterdiği i ç i n gerilim altında rahat çalışırdı. Bu birkaç gün de çok dikkatli olması gerektiğini b i l i y o r d u . Kafasını endişelerle doldurduğu takdirde doğru dürüst düşünememe olasılığı vardı. Telefon edip çağırdığı taksiyle Senato Binasına g i t t i . Saat onu y i r m i beş geçiyordu. Senatör M i t c h e l l Armbruster az sonra odasına dönecekti. Partisinin istediği çoğunluğu sağlamak için Senato salonuna inmişti, o gün önemli başka bir işi y o k t u aşağıda. En geç saat onbuçukta bekleniyordu. Yardımcılanyla yaptığı olağan Cuma toplantısı için. A n d y Armbruster'in odasının önündeki k o r i d o r d a b e k l i y o r d u . Sırtını duvara yaslamış elindeki Washington Post gazetesini üstünkörü

214

bir gözden geçiriyordu. Başyazıda Temsüciler Meclisi kararsızlığı, Se­ nato da önemli konuları engellemesi nedeniyle eleştirilmekteydi. Washington'da Kasım sonlan; tümüyle normal. Trevayne Armbruster'in kendisini daha önce gördüğünü farketti. U f a k tefek Senatör yürürken birden durmuştu sanki; şaşkınlıktan bir anlık donmuş g i b i kımıldamadan duruyordu. Zaten Trevayne'm da ga­ zeteden başını kaldırmasına insan trafiğindeki bu ani kesilme neden olmuştu. Armbruster Trevayne'a yaklaşırken yine o sakin tavnna büründü. Gülümseyerek e l i n i uzattı. Sessizlik anı geçmişti, ama i k i adam da bunun farkında olmuşlardı. " B u ne hoş bir sürpriz, Bay Trevayne. Ben sizi benim eyaletimde Pasifığimizin şahane manzarasının zevkini çıkardığınızı sanıyordum." " Ö y l e y d i m , Senatör. Sonra İdaho'ya geçtim. A m a sonra kısa ve ani bir dönüş yapma gerekliliğini duydum.... Sizi görmek için." El sıkışmayı tamamlamış olan Armbruster'in yüzündeki g ü l ü m ­ seme yavaşça solarken soru dolu bakışlannı Trevayne'a çevirdi. "He­ men de k o n u y a giriyorsunuz doğrusu... A m a k o r k a n m bugün epey dolu bir günüm var. İsterseniz y a n n sabah; ya da saat beşbuçukta birer i ç k i içebiliriz. Akşam yemeği için sözüm var çünkü." " B u işin çok a c i l olduğunu belirtebilir m i y i m , Senatör? Sizin yardımınıza ve öğütlerinize ihtiyacım var. Kuzey California'da işgücü istatistikleri konusunda diyelim." Armbruster b i r an için soluk almayı unutmuş g i b i y d i . B i r i k i sa­ niye kadar konuşmadı, bakışlannı Trevayne'dan uzaklaştırdı. "Sizinle burada... b ü r o m d a konuşmasak ç o k daha i y i olur. B i r saat sonra buluşalım." "Nerede?" , "Rock Creek Parkı'nda. Dışardaki pavyonun önünde. Yerini b i l i ­ yor musunuz?" " B i l i r i m . B i r saat sonra... Ve b i r diyeceğim daha var, Senatör. K i m s e y l e temasa geçmeden b i r kere beni dinleyin önce. Ne söyle­ yeceğimi bilmiyorsunuz, efendim. En iyisi bu olacak." "Çok açık konuşuyorsunuz, Bay Trevayne... Ben kendi b i l d i ğ i m i y a p m a y ı y e ğ l e r i m ; ama a y n ı zamanda sizin şerefli bir insan oldu-

215

ğunuzu da düşünüyorum. A m a bunu da daha önce toplantıda söyle­ miştim." "Evet söyledinizdi. B i r saate kadar, efendim."

İ k i adam Rock Creek Parkı'nın ağaçlan arasında yürüyorlar, kısa boylu olanı sık sık durup piposunu kibride yakıyordu. Trevayne A r m bruster'in piposunun b i r tür p s i k o l o j i k k o l t u k değneği olduğunun f a r k ı n d a y d ı . Soruşturma sırasında Armbruster'in p i p o ile nasıl oy­ nadığını, i ç i n i nasıl sık sık temizleyip k ü l l e r i metodik b i r kesinlikle boşalttığını hatırlıyordu. Şimdi parkta yürürken pipoyu dişleri arasında öyle sıkı sıkı tutuyordu ki çene kasları ortaya çıkmıştı. "Demek benim kişisel çıkar i ç i n makamımdan yararlandığım sonucuna vardınız," dedi Armbruster dimdik karşıya bakarken. "Evet efendim. B u n u söylemenin başka b i r yolunu bilemiyorum. Genessee Sanayii'nin ne kadar para çıkarabileceğini hesapladınız; b u ­ nun işsizliği azaltacak kadar yeterli olmasını sağlama aldınız -en azın­ dan ekonomistlerin sizi desteklemelerini sağladınız, sonra da ihaleyi garantilediniz. H e m işveren hem işçi desteğini arkanıza almak zorundaydınız. Böylece de seçimi kazandınız." "Bu kötü bir şey m i ? " "Çok pahalıya malolan p o l i t i k b i r oyun. Ü l k e bunun bedelini çok uzun bir süre ödeyecek... Evet, kötüydü diyebilirim." "Siz zenginler kendinizi pek de yükseklerde görürsünüz. Ya temsü ettiğim binlerce aile? Bazı yörelerde işsizlik yüzde on i k i on üçe ç ı k m ı ş t ı . B i r seçim bölgesi önceliğiydi bu ve ben de yardım edebil­ d i ğ i m için gurur d u y u y o r u m . Genç adam, size C a l i f o r n i a eyaletinin k ı d e m l i Senatörü o l d u ğ u m u hatırlatmalı m ı y ı m yani?... Gerçeği is­ tiyorsan, Trevayne..." Armbruster susup Andy'ye b a k t ı , sevimli g ü lümsemesiyle kıs kıs güldü. "Çok komiksin." Trevayne adamın bu neşeli gülüşünü iade ederken Armbruster'in gözlerinin gülmediğini farketti. Senato binasının koridorunda olduğun­ dan daha çok sorgulayıcıydı bakışlan. "Kısacası, yaptığımızın i y i politikacdık ve sağlam ekonomicilik

216

olduğunu anlamadığım i ç i n k o m i k o l u y o r u m , öyle mi? A y n ı zamanda da savunma amaçları ile u y u m l u olduğunu." "Tam üstüne bastın, genç adam." " B u b i r öncelik sorunuydu demek? B i r seçim bölgesi.... önce­ liği?" "Şair g i b i konuşuyorsunuz adeta." "Her gün yapılan bir şeydir diyorsunuz." "Günde yüzlerce kere yapdan b i r şey. Ve bunu siz de benim k a ­ dar bilirsiniz. Temsilciler Meclisi'nde, Senato'da, Washington'daki her devlet dairesinde. Bu kentte ne işimiz var sanıyorsunuz?" "Bu kadar büyük paralarla mı?" "Bu insana göre değişen bir tanımdır." "Yüz milyonlarca d o l a r l ı k ihaleler değişebilecek b i r tanım m ı ­ dır?" "Sen nereye varmak istiyorsun, kuzum? On yaşında b i r çocuk g i b i konuşuyorsun." " B i r sorun daha var, Senatör. Genessee Sanayiinde bu p o l i t i k açı­ dan sağlam, ekonomik açıdan t u t a r l ı anlaşmalar ne kadar sık y a p ı l ­ maktadır? T ü m ülke genelinde?" M i t c h e l l Armbruster durdu. Rock Creek Parkı'nın pek çok deresi­ n i n b i r i n i n üstündeki küçük tahta köprüdeydiler. Armbruster piposunu ağzından çekip tahta korkuluğa vurdu. "O yüzden bu programsız sapmayı yaptın...." "Evet." "Anlamıştım.... Neden ben, Trevayne?" " Ç ü n k ü pratik v e k a n ı t l a n a b i l i r b i r bağlantı b u l m u ş t u m . B i r rastlantı olarak görüyorum b u n u . Doğrusu bunun b i r başkası olmasını isterdim ama zamanım kalmadı." % "Zaman bu kadar önemli m i ? " "Eğer olduğuna inandığım şeyler gerçekten olmuşsa, e v e t " "Ben küçük bir noktayım. P o l i t i k açıdan su yüzünde kalmak için çabaladığımdan artık giderek y o k olan b i r görüş açısı oluştururum. B u n u yapmam önemlidir benim için." "Bana bundan söz edin." Armbruster cebinden ç ı k a r d ı ğ ı tütün kesesinden piposunu ağır

217

ağır d o l d u r m a y a başladı. Birkaç kere Trevayne'a b a k t ı b i r şeyler araştınyormuş g i b i . Sonunda piposunu yakıp dirseklerini parmaklığa dayadı. "Anlatılacak ne var ki? B i r örgüte girersin, onun temel yasa­ larım, g i z l i kapaklı kurallarım öğrenirsin. Yolunda devam ederken bazı hedeflere varmak i ç i n bu yasaların çevresinden dolaşmak gerektiğini görürsün... A k s i halde i ş i n i yapamazsın. Eğer k e n d i n i işine, amaç­ larına gerçekten adamışsan, hayal k ı r ı k l ı ğ ı n a uğrarsın. Kendi yetenek­ lerinden, p o l i t i k canlılığından kuşkuya düşmeye başlarsın. K e n d i n i hadım g i b i görürsün... B i r süre sonra -ilk başlarda g i z l i kapaklı olarak o kocaman, şişko liberal ağzını kapatırsan bazı y o l l a r ı n olduğunu söylerler sana. O tumturaklı konuşmanla her şeyi altüst etmekten vaz­ geç hele... U y u m sağlamak kolaydır; buna erginlik süreci derler. Sen ise buna sonunda -bir şey- başarmak dersin. Yapmakta olduğun i y i şeyleri gözünle görürsün; çok az b i r şey verir. Karşılığında pek çok şey alırsın... Lanet olsun, yaptıklarına değer b u ! Yasalara, değişiklik tasarılarına senin adın verilir... Sadece i y i olanı görürsün... Armbruster yorulmuş g i b i y d i , hiç durmadan çalışan beyninde sürekli evirip çevirdiği düşüncelerden, kendi mantığından yorgun düş­ müş g i b i . Trevayne adamı sarsması, onu kendisine yanıt vermeye zor­ laması gerektiğini biliyordu. "Ya Genessee Sanayii?" diye sordu. "Lanet anahtar o işte! "Armbruster başım sertçe çevirip A n d y 'ye baktı. "Hani o... kabul edilmiş olan.... başka ne söyleyebilirim ki ? Sürekli doldurduğumuz b i r kuyu... hiç kurumaz. A n a , T a n r ı , Vatan, L i b e r a l , Muhafazakar, Demokrat... hepsi tekvücut olmuşlardır onda! Her p o l i t i k hayvanın rüyalarının gerçekleşmesidir.... Ve işin garip yanı da i y i bir iş yapmasıdır. Şaşırtıcı olan da budur işte." "Sizin bunlara razı olacağınızı sanmıyorum, Senatör," "Elbette razı d e ğ i l i m , genç adam... İ k i y ı l ı m daha k a l d ı ; b i r daha seçime katılmayacağım. A l t m ı ş dokuzumda olacağım k i , bu da yeter artık... Ondan sonra belki de arkama yaslanıp düşüneceğim. " B i r Genessee müdürlüğü ile ? " "Herhalde. Neden olmasın k i ? " Trevayne parmaklığa yaslanıp sigara paketini çıkardı. Armbruster

218

sigarayı yaktı. "Teşekkür eederim... B u n u bu görüş açısından görmeye çalışayım, Senatör. " "Daha da ileri git, Trevayne. Programından çıkar onu. Vurguncu­ ları kovala; senin ve komisyonunun yapması gereken de budur zaten. Genessee o s ı n ı f a girmez. Ç o k b ü y ü k olabilir, ama ortaya b i r şey çıkardığı da kesin. İncelemelere i y i dayanmıştır. " Gülme sırası Trevayne' a gelmişti. " Çok büyük o l d u ğ u i ç i n , i n ­ celenmeyecek kadar karmaşık o l d u ğ u i ç i n incelemelere dayanmıştır. Orada olup bitenleri benim kadar siz de biliyorsunuz... ne demiştiniz? Washington 'un bütün devlet dairelerinde... Genessee Sanayii, 'kuyu' e l l i b i r i n c i eyalet o l d u , Senatör. A r a d a k i fark, diğer e l l i eyaletin ona borçlu olması. Ç o k tehlikeli bir biçimde, hem de." " B u , durumu abartmaktır." "Olduğundan küçük göstermektir hatta. Genessee' n i n b i r anaya­ sası, i k i parti sistemi, k o n t r o l ü yoktur... Sizden öğrenmek istediğim şu, Senatör: Prensler kimlerdir? Bu kendine yeterli ve her an büyüyen^ imparatorluğun hükmedeni kim? Ve ben şirket yapısından söz ediyor değilim. "Ben... h ü k m e d e n b i r i n i b i l m i y o r u m . Y ö n e t i c i l e r d e n başka yani." "Hangi yönetim? Onlarla tanıştım; para musluğunun başındaki Goddard'la da. Buna inanmıyorum." "Yönetim k u r u l u . " "Çok basit b u . Onlar b i r yemek masasında tabakların önündeki kartlardır." "O zaman b i r yanıt veremeyeceğim - 'vermeyeceğim' değil, vere­ meyeceğim.' " "Yani bunun kendi kendine geliştiğini mi söylemek istiyorsu­ nuz?" * " B u sandığınızdan da daha doğru bir tanım olabilir." "Genessee adına Senato ile konuşan kimdir?" " B i r sürü insan. Genessee i l e ilgilenen on on beş komisyon var. Havacılık lobisinde en Önemli unsurlardan biridir." "Aaron Green mi?" "Green'le tanıştım kuşkusuz. A m a kendisini tanıdığımı söyleye­ mem"

219

"Gerçek hesap adamı olan o mu?" "Bir reklam acentesi sahibi, eğer sormak istediğiniz buysa. Onun yanıstra da y i r m i otuz şirketi var." "Şaka etmiyordum, Senatör. Benim sözünü ettiğim hesaplar, bir parçası olarak görülse bile, reklamcılığın çok ötesine gidiyor." "Ne demek istediğinizi anlamadım." "Aaron Green'in Washington bürokrasisini Genessee Sanayiin yurtseverliğinin geçerli olduğuna inandırmak için yılda yedi i l a on i k i m i l y o n dolar -belki daha da fazla- harcadığını...." "Hepsi de belgeli...." "Çoğu ö r t ü l ü . Bu tür m a l i sorumluluğu olan kimse bunun ge­ rektirdiği yetkiye de sahiptir genellikle." "Bu bir tahmin sadece." "Evet, öyle. İnanılmaz meblağlarda para. Y ı l l a r boyunca.... Diz­ ginler Green'in elinde mi?" " O ğ l u m , sen k ö t ü adam arıyorsun! 'Hesap adamları', 'hükme­ denler', 'krallıklar', 'dizginleri tutanlar'... 'Elli b i r i n c i eyalet!' " A r m bruster piposunu parmaklığa sertçe vurarak k ü l ü n ü boşalttı. Yanan tütünlerden bir k ı s m ı Senatörün sinirden titreyen eline boşaldı ama o e l i n i n yandığını hissetmedi. " İ y i dinle beni. T ü m p o l i t i k yaşantım boyunca kabadayılarla çarpışmışımdır. B i r kere bile çekinmedim bun­ dan. Seçim toplantılarında yaptığım konuşmaları o k u bir kere. Ben po­ l i t i k a y ı belirlemişimdir! Hatırlarsan elli kongresinde sağcılar çekip git­ mişlerdi salondan. A m a ben y d m a d ı m ; haklıydım çünkü!" "Hatırlıyorum! Ö n e m l i olan da bu.... A m a aynı zamanda yanılıy o r d u m da. B u n u söylememi beklemiyordun, değil mi? Sana nerede y a n ı l d ı ğ ı m ı söyleyeyim. A n l a m a y a çalışmamıştım; onların düşünce­ l e r i n i n , korkularının temeline inmek için yeterli çaba harcamamıştım. M a n t ı k gücünü kullanmayı denememiştim. Sadece suçlamıştım. K ö t ü adamlarımı bulmuş, ö f k e k ı l ı c ı m ı çekmiş ve hepsini önüme katmış­ tım.... O gün salondan çıkanlar arasında pek çok i y i insan vardı. Bir daha da dönmediler." "Bir paralellik mi kuruyorsunuz?" "Elbette, genç adam. Sen kendi k ö t ü a d a m ı n ı , kendi Şeytanın

220

temsilcisini bulduğunu sanıyorsun. Senin k ö t ü adamın b i r kavramdır -büyüklük-. Ve bunun herhangi b i r görünümünü kabul eden herkesi kendi öfke k ı l ı c ı n l a deşmeye hazırsın... Ve bu da feci bir yandgı olabi­ lir." "Neden?" "Çünkü Genessee Sanayii pek çok sosyal iyileşmenin yapılma­ sından sorumludur. Çok ilerici basanlar, ö r n e ğ i n , Genessee sayesinde California'nın en berbat getto bölgelerinde uyuşturucu k l i n i k l e r i , kreşler, gezici sağlık ekipleri olduğunu biliyor musun? Cape Mendocina'da örnek b i r rehabilitasyon operasyonu olarak kabul edilen eski mahkumlar için bir eğitim merkezi olduğunu ya da? Genessee'nin mali desteğiyle, Bay Trevayne. San Jose'de bir Armbruster Kanser Araştır­ ma K l i n i ğ i bile var. Evet, benim adımla, Trevayne; Genessee'yi, ara­ z i y i ve tıbbi araçların pek çoğunu bağışlaması için ben i k n a ettim... K ı l ı c ı n ı biraz indir, genç adam." Trevayne hafifçe yana döndü, M i t c h e l Armbruster'e bakmak zo­ runda kalmayacağı kadar. M i l y o n l a n n oy gücünü vergiden düşürülecek bilyalar için harcayan bir insana bakmamak için. "O zaman bütün bunları açığa çıkarmanın bir zaran olmaz. Ü l k e ne kadar t a l i h l i olduğunu anlasın. Genessee'nin üstün ü r ü n l e r i n i n yanısıra yardımseverliğinden de yararlandığını bilsin." , "Bunu yaparsan programlarını ağırlaştırırlar." "Neden? Kamuoyu önünde kendilerine teşekkür edildiği için mi?" "Sen de benim gibi bilirsin k i , iş dünyası bu projeleri üstlendiği zaman sadece kendisinin istediği bilgilerin açıklanması h a k k ı n ı saklı tutar. Yoksa b i r istek seli altında kalırlar." "Kendilerine kuşku ile bakılır." "Her neyse. Kaybedenler de gettolarda yaşayanlar olur. Bunun son ı m l u l u ğ u n u almak istiyor musun?" * "Tanrı aşkına, Senatör, ben birinin sorumlu olmasını istiyo­ rum." "Herkes senin kadar talihli değildir, Trevayne. Hepimiz yüksek­ lerde oturup altımızdaki mücadeleye küçümseyerek bakamayız. Çoğu­ muz bu mücadeleye katılır ve elimizden geleni yaparız. Kendimiz için olduğu kadar başkaları için de."

221

"Senatör, ben sizinle faydacı felsefeyi tartışacak değilim. Siz b i r tartışmacısınız, ben değilim. B e l k i de kavga edecek b i r şeyimiz de y o k aramızda. B i l e m i y o r u m . Siz senatörlüğünüzün i k i y ı l sonra sona ereceğini söylediniz; benim ise i k i ayım var. O zamana kadar rapor. l a n m ı z ı yazmış olacağız. Bence siz dürüst davrandınız; pek çok insana b ü y ü k b i r i y i l i k t e bulundunuz. Siz meleklerin yanındasınız, ben de Şeytanla anlaşma yapıyor o l a b i l i r i m . Belki." "Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yaparız." " B e l k i . Benim i k i ayıma müdahale etmeyin, ben sizin i k i y ı l ı n ı z için bir güçlük çıkarmamak için elimden gelen her şeyi yapayım. Basit bir anlaşma, Senatör."

*** Trevayne'ın uçağı hızla on üç b i n metreye tırmanıyordu. B i r saat sonra Westchester Havaalanı'na inecekti. Biraz dinlenmeye, karısının o neşesine, sağlam mantığına ihtiyacı vardı. Ve onun korkularını gider­ mek istiyordu. Karısı korkuyordu ama kendisine fazla b i r yük olmaya­ cak kadar da bencillikten uzaktı. Sonra yarın sabah veya öğleden sonra Aaron Green vardı. Dördü tamam, kaldı i k i . Aaron Green, N e w York. Ian Hamilton, Chicago.

26 Binbaşı Paul Bonner Tuğgenaral Lester Cooper'e gerçekten emir veriyor duruma g i r m i ş t i . Sadece en i y i C I D ajanlarını kullanarak Pa­ sadena, Houston ve Seattle'da neler olup bittiğini öğrenmesi i ç i n . San Francisco toplantısında görüşülen konularla i l g i l i olan Genessee ve Bellstar personeline erişebilmek için. Houston'da Ryan'ın laboratuvarlara gitmediği kesinleştiğine göre, ajanlar yüksek düzey N A S A per­ soneli ile görüşmeliydiler. Onların içinde nasıl olsa Ryan'ı tanıyan b i r i çıkacağı için bir ipucu elde edilebilirdi.

222

Bonner ajanların bu kişilere nasıl yaklaşabileceklerini de plan­ l a m ı ş t ı . Ajanlar alt k o m i s y o n u n tehdit edici telefon ve m e k t u p l a r aldığını söyleyeceklerdi. Bu kisve altında epey a y r ı n t ı l ı b i r konuşmaya g i r i l e b i l i r d i . Si­ viller, eğer b i r i n i koruduklarına inanırlarsa askerlere yardıma hevesli o l u r l a r d ı . Soruşturmanın kendileriyle bir ilgisi o l m a d ı ğ ı anlaşılınca çekingenlikleri hemen k ı r ı l ı r d ı . B i r şey çıkacaktı nasıl olsa. Ve bu durumda da Bonner, Generalden kendisiyle temas k u r m a ­ dan hiçbir harekete geçmemesini, kimseyle yüzleşmeye kalkışmama­ sını rica etmişti. Andrew Trevayne'ı Cooper'den, hatta Savunma B a ­ k a n l ı ğ ı n d a k i herkesten i y i tanırdı. General sorumluluklarını bu Genç Türkle paylaşmaktan kıvanç duyuyordu. Bonner'in amirinden son ricası da, Montana'da Billings'deki Hava Kuvvederi üssünden bir avcı j e t i gönderilmesiydi. Gerektiği takdirde Andrew Trevayne'ı izleyecekti. Trevayne'ın Washington'a kimi görmeye g i t t i ğ i n i bilseydi bu gerekli olacakü. Bonner onun Washington'a gittiğini b i l i y o r d u ; Lear j e t i n i n uçuş planı A d a havaalanına verilmişti. A m a k i m i görmeye gitmişti? Bunu bulmanın bir yolu o l a b i l i r d i , ancak onun için de sabaha k a ­ dar beklemek gerekliydi. Kahvaltıda A l a n ve Şam'la birlikte olacakü. M i k e Ryan da orada olacak m ı y d ı acaba? Kalvaltıdan sonra M a r t i n ve Vicarson'un Boise'da son b i r kısa t o p l a m d a n vardı; daha sonra havaa­ lanında buluşup öğle uçağıyla Denver'e hareket edeceklerdi. Binbaşı Paul Bonner bu b i r i k i saat içinde bir keşif harekatı ya­ pacaktı.

***

*

Paul Bonner, A l a n M a r t i n i l e Sam Vicarson'un son Boise toplantılanna gitmek üzere otelin yemek salonundan çıkışlarını izledi. Kapıdan çıkmalarından hemen s o m a kendisi de k a l k ı p arkalanndan lobiye g i r d i . Vicarson resepsiyona gitmiş, M a r t i n de gazeteci-

223

nin önünde durmuştu. Bonner 'Gece Eğlenceleri' listesini okuyormuş g i b i yapıp arkasını dönmüştü i k i adama. Otuz saniye sonra Vicarson Martin'in yanma g i t d , ikisi birlikte dışarı çıktılar. Bonner lobi pence­ resinden onların taksiye binmelerini izledi. Önce Vicarson'un odasını deneyecekti. Sam Trevayne'a daha yakın g i b i y d i -ya da Andy'nin daha çok yetki verdiği k i ş i y d i . Resep­ siyondan itiraz edecek olurlarsa Şam'ın önemli bazı k a ğ ı d a n n ı unut­ muş olduğunu söyleyecekti. Zaten resepsiyonda hep birlikte geldikleri zaman kendilerini kaydeden memur vardı. Adam güçlük çıkaracak olur­ s a B o n n e r o n u n ö d ü n ü patlatacak b i r k a ç p l a s t i k k i m l i k k a r t ı gösterebüirdi. A n c a k Bonner anahtarı istediğinde memur hiçbir şey sormadan çıkartıp verdi. Bonner Vicarson'un odasında aramaya konsol çekmecelerinden başladı. Çekmecelerin boş olduğunu görünce gülümsedi; Sam gençti ve bir bavul yeterdi kendisine. B a v u l buruşuk gömlekler, çoraplar ve iç çamaşrrlanyla doluydu. Vicarson sadece genç değil, derbederdi de. Bonner bavulu kapatıp yerine koydu. Yazı masasının üstteki tek çekmecesini a ç t ı . M e k t u p kağıtları k u l l a n ı l m ı ş , zarflara d o k u n u l ­ mamıştı. Çöp sepetinden i k i buruşturulmuş sayfa çıkardı. B i r i n i n üstünde dolar işaretli rakamlar vardı; Bonner bunun on­ ların sözünü ettikleri bir Lockheed taşeronuna ait bilgiler olduğunu an­ ladı. Öteki kağıtta da rakamlar vardı ama dolar işaretleri y o k t u . Saat­ ler. Ve birkaç no.: 7:30-8;00 Ds.; 10:00-11:30 S.A. Top.; Data - Grn. N.Y. Bonner kağıda baktı. 7:30 - 8:00 Trevayne'm geliş saatiydi; bunu A d a T r a f i k Kontrolörlüğünden öğrenmişti. Diğer yazıların bir anlamı yoktu kendisi i ç i n . K a l e m i n i çıkartıp yeni b i r kağıda k o p y a edip ce­ bine koydu. Kağıtları yine buruşturup sepete attı, kapağını kapattı. Vicarson'un dolabındaki pantolon ve ceket ceplerini karıştırmaya başladı. A r a d ı ğ ı n ı i k i n c i ceketin göğüs cebinde b u l d u . K a ğ ı t titizlikle katlanmış ve bagaj kuponları arasına yerleştirilmişti. B i l g i çok önemli

224

olduğu için zeki ama dikkatsiz b i r adamın unutmamak i ç i n yazacağı b i r nottu b u . Armbruster. $ 178 m i l . Sahte. Savunma istemi y o k . A l t ı ay gecikme. Ganatileri sağlayan J.G'nin baş mhsb. LR'a ödenen $ 300, LR Pasadena, Bellstar vb. ek b i l g i teklif. Fiyaü - 4 rakamlı." Bonner nota bakarken öfkelendiğini hissediyordu. Sam Vicarson L.R ile loş b i r San Francisco barında mı buluşmuştu? Orada da bar­ men büyük banknodan küçükleriyle değiştirmeye o kadar hevesli m i y ­ di? Sam sadece genç ve derbeder değü, aynı zamanda saf ve amatördü. B i r sürü yalan dinlemek i ç i n para ödemiş sonra da n o d a n n r i m h a et­ m e y i unutmuştu. Bonner kendi not defterini yakmıştı. U n u t m a k o k a ­ dar kolaydı ki -eğer insan beceriksiz bir kunduzsa.Şimdi Trevayne bulması gerekiyordu. Andrew lağım farelerinin yalan söylediklerini b i l m e l i y d i . Yalanlar ve yarım doğrulardı onların sattıkları mallar. M u h a l i f l e r i b u l ve b ö l ü k pörçük b i r şeyler, iştahla­ r ı n ı kabartacak bir i k i k ı r ı n t ı at önlerine. Hep çok daha ö n e m l i bügilerin arkadan geleceğini vaad ederek. En iyisi de muhalif yaratmaktı. Trevayne hasta karısının yanınde değildi -ne kadar ucuz ve bayağı b i r yalan; Washington'da C a l i f o r n i a Senatörü Armbruster i l e görü­ şüyordu. Armbruster i y i b i r insandı, Genessee'nin dostuydu, güçlü bir d o s t A m a senatördü. Senatörler çok kolay korkutul urlardı. Ö y l e değümiş g i b i görünürlerdi, ama öyleydiler. Bonner Vicarson'un notunu cebine sokup odadan ç ı k t ı . L o b i d e oda anahtarım bırakıp paralı b i r telefona g i t t i ; odasındaki telefonu k u l ­ lanamazdı -oteller telefon numaralarını kaydederlerdi. Havaalanını aradı. Billings'den gelen avcı j e t i hemen hazırlanmalıydı. Uçuş planı: doğruca Virginia'da Andrews Havaalanı. Savunma Bakanlığı önceliği. Bonner toplanıp oteli terketmek üzere asansöre doğru yürürken Trevayne'ı bulmak i ç i n i k i nedeni olduğunu düşünüyordu. B i r i mesle­ k i , diğeri kişisel. Trevayne, lanet alt k o m i s y o n u ile b i r cadı avı başlatmışa ve buna b i r son v e r i l m e l i y d i . A n l a m a d ı k l a r ı oyunları oynamaktaydılar. Kunduzlar hiç bilmezlerdi vahşi ormanları.

Gizli Devlet - F. 15

225

ö t e k i neden ise çok kişisel olan yalandı. Tiksindiriciydi b u .

27 Phyllis Trevayne k o l t u k t a oturmuş, hastane odasında b i r aşağı b i r y u k a r ı yürüyen kocasını dinliyordu. "Eyalet ve federal koruması olan olağanüstü bir tekel sanki." "Sadece koruma değil, Phyl. K a t ı l ı m da var. Yaşama ve yargının a k t i f k a t ı l ı m ı . Böylece tekelde fazla bir şey oluyor. T a n ı m ı olmayan dev bir kartel." "Nasıl olur?" " Ü l k e n i n en kalabalık eyaletinin k ı d e m l i senatörünün seçimi varılan sonuçlardan b i r i . Saygın b i r hukukçunun verdiği karar Adalet B a k a n l ı ğ i n ı n katılımıdır. O karar -sonunda temyiz edilip bozulsa bileo zamana kadar milyarlarca dolar demek." " B u son i k i kişiden ne öğreneceksin? Bu Green ve l a n H a m ü ton'dan?" "Herhalde yine bu tür şeyler. Başka düzeylerde. Armbruster "huni' d e y i m i n i kullandı. Bu terimin Aaron Green için de geçerli olduğuna i n a n ı y o r u m . Green lobilere dağıtılacak ç o k b ü y ü k paraların içine boşaltıldığı huni, paralan o dağıtıyor. Yıllardan beri... B e n i korkutan ise lan Hamilton. O da yıllardır başkanlık danışmanlığı yapıyor." Phyllis kocasının sesindeki k o r k u y u hissediyordu. Trevayne ya­ tağın yanındaki pencereye yaslanmış, yüzünü cama dayamıştı. Dışarda hava buluduydu; gece olmadan kar yağacaktı. "Varsayımlara girişmeden önce çok dikkatli olmalısın bence." A n d y kansına bakıp sevgiyle, bir iç rahadaması ile güldü. "Bunu kendime kaç kere hatırlattığımı bir bilsen; işin en güç yanı da bu za­ ten." "Bence de öyle." Sehpanın üstündeki telefon çalınca P h y l l i s k a l k ı p açtı. A n d y pencerenin yanında kalmıştı. K o r u m a m e m u r l a n üe doktor hastanede olduğunu büiyorlardı. Onlardan başka büen de yoktu.

226

"Elbette, Johnny," dedi P h y l l i s telefonu kocasına uzatırken. "John Sprague." D o k t o r John Sprague Boston'dan mahalle arkadaşıydı. O zaman olduğu gibi şimdi de i y i dosttular. A y n ı zamanda aile doktorlarıydı. "Evet, Johny." "Santraldan seni aradıklarını söylediler. Burada değilsen Phyl'in doktorunun bağlanmasını istemişler. İstersen ben gereğine bakarım, Andy." , "Kimmiş?" "Vicarson adında biri." "Vay canına, ne müthiş b i r i , değil mi?" "Olabilir. H e m de şehirlerarasından arayacak parası varmış." " B i l i y o r u m . Denver'den arıyor. Buraya bağlatabilir m i s i n yoksa santrala mı ineyim?" "Rica e d e r i m ! Hastaneye yaptığın yardımlarından sonra ortak­ larım beni kapı dışına koyarlar sonra. Sen k a p a t Ben hemen ararım." " B ü y ü k adamları tanımak esaslıymış doğrusu." "Parayı tanımak daha da iyidir. Haydi k a p a t Krezüs." Trevayne telefonu kapattıktan sonra Phyllis'e döndü. "Sam V i ­ carson arıyormuş. Ona buraya geleceğimi söylememiştim. Ben kendi­ sini daha sonra arayacaktım. Şimdi Denver'de. İşini bu kadar çabuk b i ­ tireceğini tahmin etmemiştim." Phyllis kocasının kesik kesik konuş­ masından canının sıkıldığını anlamıştı. Telefon çaldı yine. "Sam?" "Bay Trevayne, hastaneye gidebileceğinizi düşündüm; havaala­ nından uçağın Westchester'e gideceğini söylediler." " B i r şey m i oldu? G M v e Lockheed yan kuruluşlarıyla konuş­ malar nasıl gitti?" * "Kısaca söyleyeyim. Ya daha i y i maliyet hesaplan çıkanrlar ya da ceza ile tehdit ederiz. Onun i ç i n aramadım. Aramamın nedeni B o n ner." "Ne oldu?" "Gitmiş." "Ne?"

227

"Ortadan y o k olmuş. Toplanülara gelmedi. Bu sabah Boise'da otelden çıkışını yaptırmış, havaalanına da gelmedi. Ne bir haber bırak­ mış ne de bir mesaj. Bilmeniz gerekir diye düşündük." A n d y sımsıkı tutuyordu telefonu. B i r şeyler düşünmeye çalışı­ yordu; Vicarson'un talimat beklediğini biliyordu. "Onu en son ne zaman gördünüz?" "Bu sabah kahvaltıda. Boise'da." "Nasıldı?" " İ y i . Biraz sakin ama normal. Yorgundu sanırım, ya da i ç k i mah­ muru. Havaalanında bize katdacaktı. Gelmedi ama." "Konuşurken benden söz edildi mi?" "Evet karınız için kaygılarımız, sizin bu durumu nasıl metanetle karşdadığınız falan." '"Bu kadar mı?" " D ü n gece hangi uçakla g i t t i ğ i n i z i sordu; k ö t ü aktarmalar yapmış olduğunuzu düşünüyordu. Haberi olsaydı b i r Savunma B a ­ kanlığı j e t i ayarlayabileceğim...." "Buna nasıl yanıt verdin, Sam?" diye Trevayne adamın sözünü kesti. " B i l m e d i ğ i m i z i söyledik. Biraz güldük ve sizin tanıdıklarınız... ve paranızla bir havayolu şirketi bile alabileceğinizi söyledik. Bonner bir şey demedi." A n d y telefonu ö t e k i eline aktararak Phyllis'e b i r sigara yak­ masını işaret e t t i . Vicarsön'a sakin ama güven v e r i c i b i r sesle t a l i ­ matım verdi sonra. "Beni i y i dinle, Sam. Ne yapacağını söylüyorum. Bonner'in ami­ r i n e b i r telgraf çek... H a y ı r . B i r dakika; amirinin k i m olduğunu b i l ­ miyoruz. Personel subayına çek telgrafı. Savunma Bakanlığı. Bonner'e şu ya da bu nedenle izin verilmiş olduğunu tahmin ettiğini söyle. Eğer bir yardım gerekirse, Washington'da k i m i arayacağımızı sor. A m a san­ ki sonradan aklına gelmiş g i b i bir hava ver, bilmem anlatabildim mi?" " A n l a d ı m . Ortalıkta o l m a d ı ğ ı n ı henüz farketmiş g i b i . A k ş a m yemeğinde buluşacak olmasaydık bunun farkına varamayacağımız f a ­ lan."

228

"Çok i y i . Bizden bir tepki bekleyeceklerdir." "Onun burada olmadığını büiyorlarsa."

M a r i o de Spadante ceketsiz b i r halde mutfak masasının başında oturuyordu. Obur karısı tabakları toplamaktaydı; aynı derecede obur k ı z ı da babasının önüne bir şişe Strega k o y d u . Mario'nun küçük kar­ deşi karşısında oturmuş kahvesini içiyordu. M a r i o eliyle k a r ı s ı y l a k ı z ı n ı n odadan ç ı k m a l a r ı n ı işaret e t t i . Kardeşiyle yalnız kalınca san i ç k i y i bir konyak kadehine doldrurup başım kaldırdı. "Devam et. A m a açık konuş." "Anlatacak başka b i r şey y o k . Sorular sahteydi bence: Bay de Spadante nerede?... Sadece Bay De Spadante ile konuşabiliriz... Sanki b i r i senin nerede olduğunu öğrenmek istiyormuş g i b i . Sonra T o r r i n g ton Madencilik'ten g e l d i k l e r i n i öğrenince -Gino'nun kardeşinindir orası- biraz yüklendik üzerlerine. Trevayne'ın ortağı Pace'miş nerede olduğunu öğrenmek isteyen." "Ona Miami'de olduğumu söyledin sen de." "Otelin adını bile v e r d i m , hani sorulunca senin az önce orasını terkettiğini söyleyen otelin." "Güzel. Trevayne doğuda mı şimdi?" "Öyle diyorlar. K a r ı s ı n ı Darien'de bir hastanaye kaldırmışlar. Kanser testleri yapılacakmış." "Birkaç tane de kocasına yapsalar bari. Trevayne hasta; ve ne k a ­ dar hasta olduğunun farkında değil." "Şimdi ne yapmamı istiyorsun, Mario?" * "Onun Darien'de nerede olduğunu öğren. Ya da Greenvvich'de oturup arabayla mı gidip.geldiğini. B i r motelde ya da bir arkadaşının evinde kalıp kalmadığını... Darien onun gibilerle doludur zaten... Onu bulunca da, bana haber ver. Bulmadan arama beni. Çok y o r u l d u m artık. Augie." Augie de Spadante k a l k t ı . "Oraya ben kendim giderim. Seni... ya bu öğleden sonra bulursam onu? V e y a bu gece?"

229

"O zaman telefon edeceksin; söyledik ya." " A m a yorgunsun." "Hemen canlanırım o zaman... Çok uzadı bu iş; hep y e n i b i r seçenek palavrası. Trevayne'ı tutup sarsmak zamanı geldi artık. Bu anı b i r zevkle bekliyorum. Dokuz y ı l öncesinin intikamı olacak.... Küstah pezevenk! Kadife pezevenk!" M a r i o de Spadante kendi mutfak masasına bir tükürük salladı.

28 Hastane yemeği, Darien standartlarına göre bile sıradan b i r has­ tane yemeği değildi. John Sprague -sirenleri susturulmuş- bir cankurta­ ran göndermişti bölgenin en i y i lokantasına. Cankurtaran tepsi tepsi b i f t e k , ıstakoz ve i k i şişe Chateauneuf du P a p e l e g e l m i ş t i . D r . Sprague çocukluk arkadaşına Yeni Y ı l bağış kampanyasının da kısa bir süre başlayacağını hatırlatmıştı. Andrew'den bir haber bekliyordu. Phyllis kocasını alt komisyondan başka bir şeye konuşmaya zorladıysa da, olanaksızdı b u . Paul B o n n e r l n ortadan kayboluşu Tre­ vayne'ı hem şaşkına çevirmiş hem de kızdırmıştı. " B i r i k i gün tatil yapıyor olamaz mı? Zaten pek b i r iş yap­ madığını söylemiştin; belki de artık canına tak etti, s ı k ı l d ı . Paul'un bu sıkıntıyı hissedeceğini tahmin edebilirim." " B e n i m geçen gün anlattığım a c ı k l ı hikayeden sonra, hayır. Bütün Askeri Hastaneye el koymaya hazırdı, elinden gelen her şeyi ya­ pacaktı benim i ç i n . O i k i toplantı -kendi d e y i m i ile- hiç olmazsa yapabdeceği bir şeydi." "Sevgilim." Phyllis kadehini bırakıp ayaklarını altına a l d ı . A n drevv'un sözleri birden telaşlandırmıştı kendisini. "Ben Paul'dan hoşla­ n ı r ı m . B i l i y o r u m , f i k i r l e r i aşın ve ikiniz çok tartışırsınız, ama ondan neden hoşlandığımı da biliyorum... Onun öfkelendiğini hiç görmedim. Hep nazik, hep gülmeye ve eğlenmeye hazır. B i r düşünürsen bize karşı hep çok i y i davrandığını göreceksin." "Ne söylemek istiyorsun? Ben senin g i b i düşünmüyorum." "Yine de içinde çok büyük bir öfke o l m a l ı . Yaptıklarını yapmak

230

i ç i n , olduğu g i b i olmak i ç i n . " "Bunu sana garanti ederim. Başka." "Bana, ona b u kadar.... a c ı k l ı b i r hikaye a n l a t t ı ğ ı n ı söyle­ memiştin. O n a testler i ç i n hastaneye yatacağımı s ö y l e d i ğ i n i anlat­ mıştın." "Kendimle pek gurur duymadığım için ayrıntılara girmedim." "Ben de gurur d u y m u y o r u m kendimle... Yine Paul'a döneceğim. Eğer senin anlattığın hikayeyi yuttuğuna eminsen ve şimdi de kimseye b i r şey söylemeden ortadan y o k olmuşsa, o zaman sanırım gerçeği öğrendi ye seni bulmaya çalışıyordur." "Yüz seksen derece döndün birden." "Hiç değil. Paul'un sana güvendiğini sanıyorum -eskiden güven duyduğuna. Senin f i k i r l e r i n i kabul etmiyordu ama sana güveniyordu. Eğer içinde i k i m i z i n de i n a n d ı ğ ı m ı z g i b i öfke varsa, elden düşme açıklamalarla yetinmeyecektir. Ya da ertelenmiş açıklamalarla." Trevayne karısının mantığını anlamıştı. Paul Bonner g i b i bir i n ­ sanın ruhunu o k u m a k t ı b u . insanları gören, tanımlarının uyduğuna inanınca onları sınıflandıran -onlara etiketler yapıştıran- b i r kimse ken­ di yargılarıyla alay eden b i r i y l e karşılaştı m ı , onunla yüzleşmek i ç i n başkalarının a r a c ı l ı ğ ı m b e k l e m e z d i . A n c a k P h y l l i s ' i n v a r s a y ı m ı Paul'un kendisi hakkındaki gerçeği öğrenmiş olmasına dayanıyordu. Bu ise olanaksızdı. Yalnızca üç k i ş i b i l i y o r d u bunu. Sam Vicarson, A l a n M a r t i n ve M i k e Ryan. Olanaksız. "Olamaz," dedi Andy. "Bunu öğrenmesi olanaksız." "öğreniyorum ama. Bana inandı." Arkalarına yaslandılar, A n d y yedi haberlerini izlemek için tele­ vizyonu açtı. , " B i r de bakarsın Boise'dan k a ç ı p b i r yerde k ü ç ü k b i r savaş başlatmıştır," dedi Trevayne. "O buna oyalama taktiği der." "Yarın sabah Green'e nasıl gideceksin? Onun kentte olup o l ­ madığını b i l i y o r musun?" " B i l m i y o r u m . A m a o n u bulacağım. B i r i k i saat sonra Barnegat'a gideceğim; Vicarson saat onda telefonumu bekliyor. Green hakkında her şeyi öğrenmiş olacak, ondan sonra bir şey kararlaştırırız artık... P h y l , b i l i y o r musun, bu son b i r haftada yaşamın çok Uginç bir yanını öğrendim."

231

"Duymak için sabırsızlanıyorum." "Yoo, c i d d i y i m ben. " A n d y şarap kadehini k a l d ı r d ı . "Bu yeraltı çalışması -yok haberalma y o k bilmemne- denilen saçmalık çok basitmiş aslmda. Çocukça bir şey. B i r oyun g i b i . " Şarabını içip kadehi te­ kerlekli masaya bıraktı. Karısına -güzel ve anlayışlı karısına- baktı ve esefle, " A m a oyuncuları çocuk olsaydı keşke," dedi.

M a r i o de Spadante yatağında yatmış saat yedi haberlerini seyre­ d i y o r d u . Karısını i k i kez çağırmıştı yatak odasına. Birincisinde buz g i b i soğuk b i r kokakola getirmesi, ikincisinde de yatağının üstündeki altın haçın ekranda parlamasını önlemek için portatif televizyonu bir i k i karış sola çekmesi için. Sonra da karısına uyuyacağını söylemişti. K a d ı n ise buna sadece o m u z l a n silkmekle karşılık vermişti; M a r i o ile yıllardır a y n odalarda yalarlardı. A y n dünyalarda yaşıyorlardı hatta. Düğünler, cenazeler ve bebek torunlarının k e n d i l e r i n i ziyarete g e l d i ğ i zamanlar dışında konuşmazlardı bile. A m a kadının şimdi kocaman ve çok güzel bir evi vardı. B ü y ü k bir bahçesiyle büyük bir de mutfağı; hatta büyük bir ara­ bası ile kendisini istediği yere götürecek bir sürücüsü de. B ü y ü k mutfağına inip bir şeyler pişirir, bir yandan da kendi tele­ vizyonuna bakardı. B e l k i de mermer tezgahın üstündeki lüks Fransız telefonundan bir arkadaşını arardı. Haberlerin i l k üç dakikasında önemli b i r şey söylenmeyince M a ­ rio geri kalan y i r m i beş dakikanın reklamlar ve gereksiz haberlerle dol­ durulacağını anladı. Uzaktan kumanda aletine basıp televizyonu k a ­ pattı. Yorgundu, ama kardeşine söylediği nedenlerle değil. Las Vegas'a uğramıştı ancak pek kadın peşinde de koşmamıştı, bir orospuyla alela­ cele birkaç dakika geçirmiş, kıza telefon geleceğini söyleyerek pilisini pırtısını toplayıp hemen gitmesini söylemişti. Beklediği telefonlardan b i r i Beyaz Saray bağlantısı Webster'den o l d u ğ u i ç i n k u m a r oyna­ mamıştı. Vegas'tan gece yansı uçağı ile aynlmak zorunda kalmıştı. Washigton'a gitmek için. O serinkanlı Webster bile ne yaptığını bilmemeye başlamıştı.

232

M a r i o herkesin oturup plan yapmakta olduğunu farketmişti. Şu acil durum. Bu acil durum. Palavra! Konuşma zamanı başkaydı, iş becerme zamanı başka. Bamegat'ın elektrik sistemine mikrofonlar yerleştirme işi tamamlanmıştı. Trevayne artık biraz dürtüklenmeye hazırdı. Şimdi. Zamanı dolmuş bir alt komisyondan sakin b i r rapor daha. Rapo­ ru isteyenlerce sakince, saygıyla kabul edilmiş -sonra da gömülüp unu­ tulmuş. Böyle olacaktı işte. Telefon çalınca k ı z d ı De Spadante. A m a ışığı yanan düğmenin, ev telefonu değil de kendi özel hattı olduğunu görünce sakinleşti. Özel telefonun yalnız önemli işler i ç i n kullanıldığını herkes b i l i r d i . "Alo?" "Mario? Ben Augie." Kardeşiydi. "Burada." "Nerede?" "Hastanede." "Emin misin?" "Evet. Park yerinde Westchester Havaalanı işaretli kiralık b i r ara­ ba Vardı. Araştırdık. Bugün saat üçbuçukta kendi adına kiralanmış." "Nereden telefon ediyorsun?" De Spadante'nin kardeşi telefon ettiği yeri söyledi. "Joey, park yerini gözediyor." "Olduğun yerde k a l . Joey'e ç ı k t ı ğ ı takdirde izlemesini söyle. Joey'e oranın numarasını ver. Seninle hemen buluşacağız." "Dinle, M a r i o . Hastanede i k i k i ş i var. B i r i giriş kapısının dışın­ da, diğeri de içerde bir yerde. Arada sırada dışarı çıkıp...." " B i l i y o r u m . Onların k i m olduklarını da b i l i y f t r u m . Yarım saat sonra çıkacaklar oradan. Joey'i kendini göstermemesini söyle." De Spadante telefonu kapattıktan sonra Robert Webster'in Beyaz Saray'daki özel numarasını çevirdi. Webster evine gitmek üzereydi ve De Spadante'nin o numarayı aramasına kızmıştı. " M a r i o , sana kaç kere...." "Bundan sonra ben konuşuyorum artık. Eğer dosyalarında bir i k i

233

tane f a i l i meçhul olmayan ceset istemiyorsan. Ve De Spadante sözlerini gizlemeye gerek duymadan açık açık belirtti isteğini. B o b b y Webster'in nasıl yapacağı umurunda d e ğ i l d i , ama Beyaz Saray korumacılarının derhal kaldırılmasını istiyordu. M a r i o telefonu kapatıp yataktan k a l k t ı . Çabucak g i y i n d i , seyrek saçlarını taradı, konsolun çekmecesinden i k i şey çıkardı. B i r i 3 8 l i k b i r tabancaydı. Diğeri de bir demir çubuğun üstünde dört demir halkadan oluşan kötü görünümlü b i r muşta. S ı k ı l m ı ş b i r y u m r u k l a bu b i r insanın çenesini k ı r a r d ı . A ç ı k elle vurulacak bir darbeyle de insanın etini kemiğine kadar yarardı.

*** Andrews Hava K u v v e d e r i üssünde F-40 jetine iniş önceliği ta­ nınmıştı. Pistin ucunda uçak durup döndü. Binbaşı uçaktan i n d i , pilota el salladı ve hızlı adımlarla kendisini bekleyen cipe yürüdü. Paul Bonner sürücüye kendisini Harekat Dairesine götürmesini emretti. Sürücü bir şey söylemeden bastı gaza. Binbaşı sert birine ben­ ziyordu; bu tiplerle dostluk kurmaya çalışılmazdı. Bonner Harekat Dairesi'ne varınca on on beş dakika kadar kulla­ nacağı bir oda istedi. Az önce Savunma Bakanlığı'm arayıp 'Bu Bonner maskarasının ne g i b i önceliği olduğunu sormuş olan Harekat Dairesi nöbetçi subayı yarbay, Binbaşıya kendi odasını t e k l i f e t t i . Yarbaya, Binbaşı B o n n e r i n nasd bir önceliğe sahip olduğu söylenmişti. H e m de Tuğgenaral Lester Cooper'in yaveri tarafından. Paul odadan çıkan yarbaya teşekkür etti ve yalnız k a l ı r kalmaz hemen Cooper'in özel numarasını ç e v i r d i . Saatine b a k t ı : i k i y i k ı r k geçiyordu, doğu saatiyle de alüya y i r m i vardı öyleyse. Telefonu çenesi altına sıkıştırıp saatini ayar etmeye başlamıştı k i , Cooper'in sesi d u ­ yuldu. General burnundan soluyordu; Pentagon'un Genç Türkünün ken­ disini ü l k e n i n bir ucundan ö t e k i ucuna götürecek b i r karar almaya hakkı yoktu kendisine danışmadan. Hatta iznini almadan. "Binbaşı, sanırım b i r açıklama yapmamz gerekiyor." "Buna zamanımız olmadığını sanıyorum, Generalim, hem..."

234

"Zamanınız olduğuna eminim! Billings'den Andrews'e u ç m a isteğinizi kabul ettik. Ş i m d i açıklama yapmanız gerek... Benden b i l e bir açıklama beklenebileceği hiç aklınıza geldi mi?" "Gelmemişti," diye yalan söyledi Bonner. "Tartışmak istemiyo­ r u m , Generalim; ben yardım etmek i s t i y o r u m , hepimize yardım etmek i s t i y o r u m . Eğer Trevayne'ı b u l a b i l i r s e m bu y a r d ı m ı edebileceğime inanıyorum." "Neden? Ne oldu?" "Bilgilerini psikopatın birinden alıyor." "Ne? K i m ? " "Goddard'ın adamlarından b i r i . Bizimle işbirliği yapan." "Tanrım!" " B u da, ö ğ r e n d i ğ i m i z her şeyin yalan olabileceği demek... O kaçığın b i r i . Generalim. İstediği para değil; bizden o kadar az bir para istediğinde bunu anlamalıydım. Bize verdikleri doğruysa istediğinin üç katını isteyebilirdi ve biz de bunu göz kırpmadan verirdik." "Sana verdiğine karşılık, Bonner? Bize değil." Cooper'in bu sözü Bonner'i işkillendirdi i l k kez olarak. "Pekala, Genaralim. Bana verdiklerine karşılık... Ve onun verdiği her şeyi ben size i l e t t i m , siz de buna göre tutumunuzu belirlediniz. Be­ n i m o çevrelerde işim yoktur." Lester Cooper öfkesine h a k i m oldu. Genç T ü r k kendisini tehdit ediyordu. Ortalıkta pek çok tehdit dolaşıyordu ve General bunlardan b ı k m ı ş t ı artık. Bu sürekli g i z l i saldırılarla baş etmek onun işi değildi. "İtaatsizlik etmenize gerek y o k , Binbaşı. Ben sadece haberalma hatl a n n ı tanımıyorum. Bu işte birlikteyiz." "Ne bakımdan, Generalim?" "Ne bakımdan o l d u ğ u n u pekala b i l i y o r s u n ! A s k e r i e t k i n l i ğ i n yıpratılması; savunma i h t i y a ç l a r ı n ı n hızla azaltılması. B u ülkenin hazır durumda tutulması i ç i n para veriyorlar bize, çözülmesini seyret­ memiz için değil!" " A n l ı y o r u m , Generalim." Gerçekten de anlıyordu Bonner. Sadece birden a m i r i n i n b u d u r u m l a başa ç ı k a b i l m e yeteneği konusunda kuşkuya düşmüştü. Cooper, Pentagon'un k l i ş e l e ş m i ş , d e y i m l e r i n i kutsal k i t a p

235

açıklamalanymış gibi sıralıyordu. Kendine hakim değildi ve bu durum ise mutlak bir hakimiyeti gerektiriyordu. Bonner bu kuşku anında ver­ memesi gerektiğini b i l d i ğ i b i r karar verdi. Washington'a geliş neden­ lerinin ayrıntılarını Cooper'e anlatmayacaku. En azından Trevayne ile konuşana kadar. •' benimle f i k i r b i r l i ğ i n e varacak kadar a l ç a k g ö n ü l l ü l ü k gösterdiğinize göre, Binbaşı, sizi saat on dokuzda büromda bekleye­ ceğim. B i r saat on beş dakika sonra." Cooper'in bu arada söylediklerini Bonner dinlememişti bile. Bilinçaltında amirini önemsemiyordu artık. "Generalim, bu emirse, kuşkusuz yerine g e t i r i r i m . Ancak Trevayne'ı bulmaya çalışmakla harcamayacağım her dakikanın çok c i d d i sonuçlar doğurabileceğine dikkatinizi çekerim... O beni dinleyecektir." Hattın öteki ucunda b i r sessizlik olunca Bonner kazandığını an­ ladı. "Ona ne söyleyeceksiniz?" "Gerçeği -benim gördüğüm g i b i . Yanlış insanla konuşuyor o. U y u m s u z bir psikopatla. B e l k i de birden fazlasıyla. Daha önce gö­ rülmüş bir şey bu. Bu kaynak da konuştuğu diğerleri gibi hasta ise -ki herhalde öyledir, bunlar hep b i r b i r l e r i n i tanırlar- o zaman kendisine önyargılı bilgi aldığı söylenmelidir." "Şu anda nerede peki?" Bonner generalin sesindeki rahatlamayı seziyordu. " B i l d i ğ i m sadece Washington'da olduğu. O n u bulabileceğimi sanıyorum." Paul Cooper'in soluk aldığını duyuyordu. General a k ı l l ı , sağlam ve üzerinde düşünülmüş bir karar aldığı izlenimi vermeye çalışıyordu, oysa vereceği başka bir karar yoktu. "Saat y i r m i üçte bana telefonla b i r durum raporu vermenizi bekleyeceğim. Evde olacağım." Bonner bu emre karşı çıkmayı düşündü; Generale saat y i r m i üçte telefon etmeye niyeti y o k t u nasıl olsa. Başka b i r şey yapmadığı tak­ dirde. Bonner pek seyrek i ç t i ğ i sigaralardan b i r i n i yaktıktan sonra K a r a Kuvvetleri G-2'sinde on i k i sekiz nöbetinde olduğunu b i l d i ğ i bir arka­ daşını aradı. B i r dakika sonra Senatör M i t c h e l l Armbruster'in ev ve iş telefon numaralarını almıştı. Senatörü evinde buldu.

236

"Senatör, Andrew Trevayne'ı bulmam gerek." "Neden beni arıyorsunuz ki?" Aımbruster'in sesindeki ifadesizi ik kendini ele v e r m i ş t i . Bonner birden Sam Vicarson'un n o t l a n n d a k i 10:00 - 11:30 S.A. Top.'un anlamını buldu. Senatör Armbruster Senato toplantısındaydı; telefon bu saader arasında edilecekti ve Trevayne adamı yakalamak için bunu bilmek zo­ rundaydı. "Açıklayacak zamanım y o k , Senatör. Trevayne ile öğle saaderinde buluştuğunuzu tahmin ediyorum..." Bonner bir kabul ya da red bekleyerek durdu. A m a hiçbir şey gelmedi k i , bu da k a b u l demekti. "Onu b u l m a m çok önemli. Kısaca anlatayım, çok yanlış bilgiler veril­ di kendisine; pek çok k i ş i y i güç duruma düşürecek b i l g i l e r -ve siz de bunların arasındasınız." "Neden söz ettiğinizi a n l a m ı y o r u m , Binbaşı.... Bonner'di, değil mi?" "Senatör! Savunma Bakanlığı'nın uzun süreli b i r öncelikle ger­ çekleştireceği yüz yetmiş sekiz m ü y o n dolar var. Bu size bir fütir verir mi?" "Söyleyecek hiçbir şeyim yok..." "Trevayne'ı bulup da bu ülkenin düşmanlarıyla konuşmakta oldu­ ğunu kendisine söyleyemezsem, bir şeyler söylemek zorunda kalabilir­ siniz! Bunu bundan açık ortaya koyamam." Sessizlik. "Senatör Armbruster!" "Taksi sürücüsüne kendisini Dulles Havaalanı'na götürmesini söyledi." A y n ı ifadesiz ses. "Teşekkür ederdim, efendim." B o n n e r telefonu çarparak kapattı. Yarbayın k o l t u ğ u n a yas­ lanırken e l i n i alnına v u r d u . T a n r ı m , b u harekedilik ç a ğ ı ! Telefona uzanıp Dulles Havaalanı Trafik Kontrolörlüğünün numarasını çevirdi. Douglas Pace'in âdına olan Lear j e t i öğleden sonra i k i on yedide havaalanından k a l k m ı ş a . Hedef: N e w York, Westchester. Varış saati: Üç y i r m i dört. Trevayne eve g i t m i ş t i demek -ya da evinin yakınlarına. Öyleyse karısına uğrayacaktı! Gitmemesi düşünülemezdi. A n d y ' n i n o pek sey-

237

rak rastlanılan bir şeyi vardı- sevmekten de öte, hoşlandığı b i r karısı. Trevayne karısının yanında kısa b i r süre bile olabilmek i ç i n saatlerce sürecek b i r yolculuğa ç ı k a b i l i r d i . T a n ı d ı ğ ı e v l i erkeklerin çoğu ise karılarından kaçmak için saaderce uzağa giderlerdi. Paul k a l k ı p k a p ı y ı açtı. Yarbay epey karmaşık b i r gösterge tab­ losunun başında bir şeyler okuyordu. "Yarbayım, bana b i r p i l o t gerek. U ç a ğ ı m ı n y a k ı t ı n ı tamamlatıp hazırlatabilir misiniz?" "Bu sizin sorununuz bence." "Yarbayım, General Cooper'in özel telefon numarasını vermemi ister miydiniz? B u n u n benim sorunum olduğunu ona kendiniz söy­ lerdiniz. " Yarbay elindeki k a ğ ı d ı m d i r i p binbaşının yüzüne baktı. "Karşı haberalma örgütündensiniz, değü mi?" Bonner karşılık vermeden b i r an bekledi. "Bunu yanıdayamayacağımı biliyorsunuz." " B u da benim i ç i n bir yanıttır." "Generalin özel numarasını istiyor musunuz?" "Pilotunuzu alacaksınız... Saat kaçta uçmak istiyorsunuz?" Paul duvardaki sayısız göstergeye b a k t ı . D o ğ u saatiyle saat tam yediydi. "Bir saat önce, Yarbayım."

29 Bonner özel hastanenin numarasını Beyaz Saray güvenliğinden almıştı. Bundan sonra Andrews üssünden Westchester'e vardığında ken­ disini karşılayacak b i r araç istedi ve Yarbaya teşekkür ederek yanından aynldı. Westchester havaalanında B o n n e r ! bekleyen araç N e w York'un Nyack kasabasındaki bir üsten gelen askeri bir arabaydı. Arabayı süren onbaşı Binbaşının sürücülüğünü yapacağını sandığı i ç i n yanına para almamıştı; Bonner onbaşıya b i r y i r m i dolarlık vererek Nyack'a dön­ mesini söyledi. A y r ı c a bir daha birbuçuk gün kadar dönmesine gerek

238

olmadığım b i l d i r i p eline de bunu belirten yazılı bir kağıt verdi. Onbaşı bu işe pek sevinmişti. Bonner hastanenin önündeki araba yoluna girdiğinde saat dokuzu onbeş geçiyordu. İ k i ı ş ı k l ı b i r işaret binanın öteki tarafındaki park ye­ rini gösteriyordu. Bonner'in ortaya gitmeye niyeti y o k t u . Y o l u n sağ tarafına iyice yanaşıp arabayı çimenlerin üstüne çekti. K a r yağmaya başlamıştı. Bonner arabadan ç ı k a r k e n 1600 Devriyesini göreceğini sanıyordu. N e d e olsa askeri b i r araçtı k u l l a n d ı ğ ı . O n l a r a karşı h a z ı r l ı k l ı y d ı . Gerekirse, ki m u t l a k a gerekecekti, açıklamada buluna­ caktı. A m a görünürlerde kimseler yoktu. Bonner şaşırmıştı. 1600 D e v r i y e s i n i n kesin t a l i m a t ı n ı o k u ­ muştu, ö z e l hastane g i b i tek araç g i r i ş i olan ve üç kattan fazla olma­ yan binalardan b i r i içerde, b i r i dışarda ve sürekli olarak telsiz bağlantısı içinde olmalıydılar. 1600'ün adamları güvenlik konularında en uzman k i ş i l e r d i . A c i l b i r d u r u m o l m a d ı k ç a a l d ı k l a r ı talimatın dışına ç ı k ­ mazlardı. Bonner, adamların kendilerini göstermeden çevreyi gözedeme du­ r u m u n d a o l u p o l m a d ı k l a r ı n ı saptamak i ç i n arabasının çevresinde yürürken yüksek sesle konuşmaya başladı. "Bonner, Paul. Binbaşı. D.O.D. 1600, lütfen yanıt verin... Tek­ rar ediyorum. 1600, lütfen yanıt ver." H i ç b i r şey. Sadece gecenin sessizliği, sükunet içindeki binadan gelen boğuk bir homurtu. Paul Bonner belindeki 'sivil' tabancasını çıkardı. K ı s a namlulu, ağır 44'lük b i r insanı uçan bir cesede dönüştürebilirdi. Bonner özel hastanenin kapısından koşar adımlarla içeri g i r d i . İçerde neler o l u p b i t t i ğ i n i b i l e m e z d i . Sırtındaki ü n i f o r m a önleyici de o l a b i l i r d i , k ı ş k ı r t ı c ı da -ama b i r hedef olduğu kesindi. Tabancasını ce­ ketinin cebine soktu, parmağı ile emniyet düğmesini açarak ateşe hazır duruma getirdi. Kumaşın altından ateş edebilirdi artık. •Kabul masası ardında bir hemşire gazete okuyordu; ortada bir pa­ n i k havası y o k t u . Bonner kadına yaklaşıp sakin bir sesle. " A d ı m B o n ­ ner, bayan," dedi. "Bayan A n d r e w Trevayne'm burada yattığını b i l i y o ­ rum."

239

"Evet.... A l b a y ı m . " "Binbaşı demek yeterlidir." "Bu rütbelerden de hiç anlamam," diyen kadın ayağa kalkü. "Beni de denizci rütbeleri şaşırtır." Bonner çevresine bakarak 1600 devriyesini aradı. Kimseler yoktu. " E v e t , Bayan Trevayne hastamı/dır. Sizi bekliyor mu? Pek ziya­ ret saati değil de, Binbaşı." "Aslında ben Bay Trevayne'ı arıyordum. Kendisini burada bula­ cağımı söylediler." "Korkarım geç kaldınız, Bay Trevayne bir saat önce çıktı." "Öyle mi? Peki... Bayan Trevayne'ın sürücüsü ile konuşabilir m i y d i m acaba? Sanırım b i r sürücü ve bir sekreter için bir düzenleme yapılmıştı..." " A n l a d ı m , Binbaşı. "Hemşire güldü." K a y ı t defterimiz 'ünlü k i ş i ­ ler' le ve onların başkaları tarafından rahatsız edilmemelerini sağlayan kişilerle doludur. Sanırım siz Bayan Trevayne ile gelen i k i b e y i is­ tiyorsunuz. Hoş insanlardı doğrusu." "Neredeler şimdi?" " B u gece pek talihiniz y o k , Binbaşı. Onlar Bay Trevayne'dan da önce çıktılar." "Nereye gittiklerini söylediler mi? Kendileriyle konuşmam gere­ kiyordu." "Söylemediler... Bay Callahan'a, koridorda bekleyeni yani, saat yedi buçukta bir telefon geldi. Arkadaşı ile kendisine bu gece i ç i n izin verildiğini söyledi sadece. Bundan pek hoşlanmışü sanırım." "Telefonun nereden edildiğini b i l i y o r musunuz?" Bonner endişe­ sini saklamayı beceremiyordu. "Telefonu santral açtı." Hemşire, Paul'un gözlerindeki bakışı an­ lamıştı. "Kendisine hatırlayıp hatırlamadığını sorayım mı?" "Lütfen." K a d ı n arkasındaki beyaz b i r k a p ı y ı açtı. Bonner içerde küçük bir santral önünde oturan orta yaşlı bir kadın gördü. Özel hastanelerde sant­ ral bile gözlerden uzak yerdeydi. Öyle büyük camlar ardında fişleri so­ kan kişiliksiz robodar, ortalıkta mekanize faaliyeti bastıran sesleriyle k o l a l ı mankenler y o k t u . 240

Hemşire geri döndü. "Şehirler arasıymış. Washington'dan b i r santral aramış. Bay Callahan'la görüşmek istemiş." "Ve ondan sonra da ç ı k ı p g i t t i , öyle mi?" Paul'un endişesi şimdi somut bir k o r k u y a dönüşmüştü. B u n u n b i r açıklaması o l m a l ı y d ı ve kendisi de bunu bilmek zorundaydı. "Evet, efendim. Telefon etmek ister miydiniz?" Bonner hemşirenin anlayışı karşısında rahadadı. " E v e t Acaba..." Bekleme odası yerleri halılarla k a p l ı , zevkle döşenmiş bir salon­ du. Hastanelerde genellikle rasdanan plastik koltuklardan ve karma­ karışık dergilerin durduğu plastik masalardan apayn bir yer. Paul santrale Washington numarasını verdi ve daha b i r i n c i zilin çalması tamamlanmadan 1600 Güvenlik telefonu açtı. "Ben Binbaşı Bonner. Sizi tekrar arıyorum. Siz daha önce..." "Evet, Binbaşım. D ö r t on i k i nöbeti. Aradığınız yeri buldunuz mu?" "Evet, oradan arıyorum. Ne oldu?" "Nerede ne oldu?" "Burada. Darien'de. Adamları k i m gönderdi?" "Göndermek mi? Neden söz ediyorsunuz siz?" "Nöbetçilere izin verilmiş. Saat yedibuçuk sularında. Neden?" "Kimse kimseye izin vermedi, Bonner. Ne diyorsun sen?" "Adamlar burada değiller." "Çevrene iyice bak, Binbaşı. Oradadırlar. Orada olduklarını b i l ­ menizi istemiyor olabilirler, ama...." "Gitmişler diyorum sana. Callahan diye bir adamın var mıydı?" " B i r dakika. Nöbet çizelgesini alayım.... Evet, Callahan ve Ellis. Sabahın ikisine kadar nöbette olmaları gerek." " A m a değiller. Callahan'a Washington'dan telefon edilmiş. Saat yedi buçukta. Hemşireye arkadaşı ile kendisine bu gece izin verildiğini söylemiş." " Ç ı l g ı n l ı k b u ! İzin falan verilmedi kimseye. Verilseydi ben bilir­ d i m , çizelgeye işlenirdi. Bunu ben b ü d i r i r d i m onlara, Bonner." "Yani Callahan'ın yalan söylemesi için hiçbir neden yok. Diğer yandan buradan telefon edilmeden görevden aynlması da olanaksız..."

Gizli Devlet - F. 16

241

"Neden?" "Uygulama böyle... şifreler her y i r m i dört saatte bir değişir. Her­ hangi bir talimat almak için önce bir parolayı duyması gerek. Parolalar da burada k i l i t altındadır...." "O zaman b i r i parola defterini ele geçirdi, dostum çünkü adamlar gitmişler." " A m a çılgınlık b u ! " "Bak, seninle tartışmaya girmek istemiyorum; onlardan sonraki ekibi gönder hemen." " A m a onlar saat ikide..." "Şimdi dedim sana!" "Çok içerleyecekler ama; onları bulmakta güçlük..." "O zaman elindeki ekiplerden birini kullan! On beş dakika sonra burası güvenceye alınmış o l s u n ! İstersen Darien izcilerini k u l l a n , umurumda bile değil! Ve Callahan'ı k i m i n aradığını öğren!" "Sakin olun, Binbaşım. Bu büroyu yöneten siz değilsiniz." "Böyle bir kepazelik oluyorsa sen de daha uzun zaman yönetecek değilsin!" "Hey, bir dakika! Onlara k i m izin verebilirdi, biliyor musunuz?" "Kim?" "Trevayne." "Telefon geldiğinde Trevayne yukarda karısının yanındaydı." "Onlara daha önce söylemiş olabilir. Yani Callahan'a özel bir te­ lefon gelmiş olabilir. O insanların da k a r ı l a n , aileri vardır ne de olsa. Bu tür şeyler kimsenin aklına gelmez. A m a ben bunlan düşünmek zo­ rundayım." "Sen sana söylediklerimi yap, dostum. D O D Güvenliğine kont­ r o l ettireceğim orasını." Bonner telefonu kapattı. Sonra 1600'ün tah­ m i n i n i düşündü. Andy Devriyelerle konuşmuşsa, bu onlara izin verdiği değil de, başka b i r yere gönderdiği anlamına g e l e b i l i r d i . U z a k bir olasılık, ama yine de bir olasılık. Şu halde A n d y b i r yere acil bir du­ r u m bekliyordu. A k s i takdirde çok kısa bir süre i ç i n bile olsa k a n s ı n ı korumasız bırakmazdı. A m a Devriyeye o i z i n vermemişse, o zaman bunu başkası yapmış demekti. Hem de yetkisi olmadan.

242

Andrew Trevayne ya bir tuzak kuruyordu ya da bir tuzağa düşmek üzereydi. Paul yeniden hemşirenin yanma döndü. "Ne oldu? İşler yoluna girdi mi?" "Sanırım. Bana çok y a r d ı m c ı oldunuz, ancak size b i r zahmetim daha olacak.... B i z güvenlik elamanları tedbirli o l m a uğruna yanlışlık yapabiliriz her zaman. B i r gece- bekçisi falan g i b i bir kimse var mı b u ­ rada?" "Evet. İ k i bekçimiz var." Bonner adamlardan b i r i n i n Phyllis'in kapısı önüne, diğerinin de g i r i ş holüne yerleştirilmesini istedi. D i ğ e r nöbetçiler konusunda b i r program yanlışı yapıldığını ve bunların b i r formaliteyi yerine getirmek i ç i n şimdi dediği yerlerde bulunmaları gerektiğini anlattı. Onların yeri­ ni alacak ekip hemen gönderilecekti. Hemşire, Binbaşı kadar sakindi. "Anladım, Binbaşım," dedi. "212 numaralı oda demiştiniz. Sanırım i k i n c i katta olacak. B a ­ yan Trevayne ile görüşmem m ü m k ü n mü?" "Elbette. Merdivenden ç ı k ı n c a solda. K o r i d o r u n sonundaki oda. Telefon edip geleceğinizi büdireyim mi?" "Bunu yapmanız gerekirse, elbette. A m a ben habersiz g i t m e y i yeğlerdim." "Bildirmek zorunda değilim." "Teşekkür ederim.... Ç o k iyisiniz. A m a bunu demin de s ö y l e m i ş t i m , değil mi? B o n n e r k a d ı n ı n g ü v e n l i ve güzel yüzüne bakınca kendisi g i b i b i r profesyonel ile karşı karşıya bulunduğunu an­ lamıştı. Kadının da bunu hissettiğini farkediyordu. Bugünlerde o kadar seyrek olan b i r şeydi ki bu. "Ben yukarı gideyim artık," dedi. Bonner merdivenleri koşa koşa ç ı k ı p koridora girdi. Sonuna kadar koştu. 212 numaralı odanın kapısı k a p a l ı y d ı . K a p ı y ı v u r d u ve Phyl­ lis'in sesini duyduğu anda da açtı. * "Paul!" Kadın konukta oturmuş kitap okuyordu. " A n d y nerede, Phyllis?" , "Sakin ol önce, Paul?" Phyllis'in kocası için kaygılandığı belliy­ d i . Paul Bonner'in gözlerinde ç ı l g ı n b i r bakış v a r d ı . Daha önce görmediği bir bakış. "Biliyordum, ama sen anlamazsın şimdi. K a p ı y ı kapat da anlatayım."

243

"Anlamayan sensin, ve zamanım yok. Nereye gitti?" Binbaşı kadının kendisini oyalamak niyetinde olduğunu anlamıştı; kocası i ç i n oyalayacaktı. A m a kendisi de ona devriyenin çekildiğini söylemek iste­ m i y o r d u . K a p ı y ı kapatıp koltuğa yaklaştı. "Beni dinle Phyllis. A n d y ' ye yardım etmek istiyorum.... Bu hastane palavrası için kendisine çok i ç e r l e d i m , ama o b e k l e y e b ü i r ş i m d i . Şu anda onu b u l m a k zorun­ dayım!" " B i r şey oldu." Phyllissin k o r k u l a n başka b i r y ö n almıştı şimdi. "Başı dertte mi?" " B i l m i y o r u m , ama olabilir." "Emin olmasaydın Boise'dan ya da Denver'den buraya kadar izle­ mezdin onu. Ne oldu, söyle." "Lütfen, Phyl! Onun nerede olduğunu söyle." "Barnegat'a döndü " "Buralan b i l m e m , hangi yoldan gitti?" "Merrit Otoyolu. Hastaneden çıktıktan sonra y a n m m i l kadar git­ tikten sonra sola saparsın." "Otoyoldan nerede çıkar?" " B i r i n c i G r e e n w i c h paralı yolundan. Rampadan inince sağa dönüp K ı y ı Yoluna inersin. A l t ı m i l sonra bir sapak vardır, soldaki K ı y ı Yoludur..." "Toprak y o l , o mu?" "Bizim arazimizin sinindir... Paul ne oldu?" "Onunla... konuşmam gerek. İ y i geceler, Phyl." Bonner kapıyı açıp hemen kapattı arkasından. Phyllis'in kendisi­ nin koridorda koştuğunu görmesini istemiyordu.

*** B i r i n c i Greenwich paralı y o l hız s ı n ı n y i r m i beş m i l d i . Paul Bonner ise kırktan h ı z l ı gidiyordu. K ı y ı Yolunda geçtiği arabalann içine bakmaya çalışırken hızı da yetmişe kadar yaklaşmaya başlamıştı. Sapağa geldi, bir i k i m i l kadar sonra y o l toprağa dönüştü. H i g h Barnegat arazisine gelmişti. Arabanın hızını kesti, kar artık lapa lapa

244

y a ğ ı y o r d u , farların ı ş ı ğ ı n d a binlerce beyaz noktanın dans e t t i ğ i n i görüyordu. Trevayne'larda k a l d ı ğ ı haftasonunda buradan birkaç kere geçmişse de nereden sapması gerektiğinden pek emin değildi. Birden durmak zorunda k a l d ı . Yüz metre kadar ilerde bir elfeneri ışığı görmüştü. B i r adam arabaya d o ğ r u koşmaya başladı. Bonner'in camı açıktı. "Mario. Mario.... Ben Joey..." Ses pek yüksek değildi ama acele­ si vardı sanki. Bonner tabancasını kavramış olarak bekledi. Yabancı durdu. Bek­ lediği araba değildi b u . Gece, ıslak kar, farların parıltısı adamın olanı değil de, beklediğini görmesini sağlamıştı. M a t kahve boyası ile b i r askeri araç. A d a m ceketinin içine uzandı -silahını çekecek,- diye dü­ şündü Paul. " K ı p ı r d a m a ! O l d u ğ u n yerde k a l ! Kıpırdarsan kurşunu yersin!" Binbaşı kapısını açıp çömeldi. Yabancının karşdığı susturuculu b i r tabancadan çıkan dört kur­ şun oldu. Kurşunlardan üçü kapıya saplandı, dördüncüsü direksiyonun üstündeki ön camı parçaladı. Bonner adamın karla kaplı toprakta geri geri yürüdüğünü duydu. Başını kaldırdığı anda susturucudan boğuk bir ses daha duyuldu, bir kurşun başının üstünden ıslıklar çalarak geçti. Paul bir sıçrayışta arabanın arkasına geçip kendini yere attı. On i k i tekerleğin arasından, adamın gözlerini farların ışığından korumak için elini kaldırmış olarak geriye baka baka ormana doğru koştuğunu g ö r ü y o r d u . A d a m ağaçlığın önünde durdu, k ı r k metre kadar ötede gölgeler arasındaydı ş i m d i . Bonner onun arabaya dönüp sonuncu el ateşiyle kendisini vurup v u r m a d ı ğ ı n ı öğrenmek istediğinden e m i n d i . A m a k o r k u y o r d u . A n c a k y i n e de her nedense olay^ yerini terkedip kaçamıyordu. Adam o şuada ağaçların arasında kayboldu. Bonner birden anladı. A d a m beklediği bir arabayı durdurmak için çıkmıştı ortaya. Şimdi de -canlı ya da ö l ü sürücüsüyle- askeri aracın ar­ kasından dolanıp beklediği arabanın yolunu kesmesi gerekiyordu. B u d a demekti k i sık H i g h Barnegat ormanından batıya doğru yürüyerek Paul'un gerisinde bir yerde K ı y ı Yoluna çıkacaktı. Binbaşı Paul Bonner göğsünde b i r güven dalgasının kabardığını hissetti. Özel Kuvvederde dersini çok i y i öğrenmişti. Laos ve K a m -

245

boçya'da pek çok kere kendisinin ve t a k ı m ı m ı n hayatı düşman keşif k o l u n u n a n i ve sessizce öldürülmesine b a ğ l ı y d ı . Farların ışığından gözlerinin kamaşmasını önlemek için e l i n i gözüne siper eden e l i si­ lahlı adamın kendisi ayarında olmadığım anlamıştı. Paul adamın uzaklığını tahmin etti -ormana g i r d i ğ i yer ile kendi­ si arasında k ı r k elli metre ancak vardı. Bonner zamanı olduğunu b i l i ­ yordu. Eğer sessiz ve hızlı davranırsa. Arabadan ormana doğru koşarken ellerini öne kaldırmıştı dalların çarpmasını önlemek i ç i n . Y a n çömelmiş bir halde ilerliyor, ayaklarını dans edermiş g i b i dikkatle uzatıyordu öne. Karanlıkta ayağı sert b i r nesneye -bir taşa ya da bir kütüğe- değdiğinde vücudunun hareketi bir an bile kesilmeden ayağı sanki eğitilmiş bir duyargaymış g i b i o nesne­ nin üstünden ya da kenanndan geçiyordu. Bonner sık ormanın otuz k ı r k metre kadar içine girdikten sonra hafifçe sola dönüp K ı y ı Yolun­ dan akan trafiğin ışıklarına paralel olana kadar döndü. Geniş b i r ağaç güvdesi arkasında d o ğ r u l d u sonra. Ş i m d i ağaç i l e y o l d a k i ışıklar arasından geçecek bir kimsenin silueti açıkça görünürdü artık. Paul kendisi görünmeden adamı görebilecekti. Ustaydı bu işte. Ormanlan i y i tanırdı. Kunduzlar ne bilirlerdi ki? A d a m birden ortaya ç ı k t ı . Gözleri yolda, silahı hareket eden her şeye ateş etmeye hazır bir halde, dallan o m u z l a n y l a sıyırarak becerik­ siz hareketlerle yürüyordu. Paul'dan beş metre kadar Uerdeydi, tüm dik­ katini gölge gibi görünen askeri araca vermişti. Paul adamla kendisi arasında en az engebeli y o l u seçip zamanla­ m a s ı n ı hesapladı. B i r i k i saniye i ç i n adamın d i k k a t i n i başka yana çekecek, y o l l a n n ı n birleşeceği yerde durmasını sağlayacaktı. Yere eğilip bir taş aldı, doğrulup adamın adımlanm saymaya başladı. Taşı olanca gücüyle arabaya doğru f ı r l a t t ı . Taş arabanın kaputu­ na çarpınca adam birden dondu, tabancasını ataşledi. Susturucu beş kere öksürdü ve adam korunmak için çömeldiğinde Bonner üstüne atılmıştı artık. A d a m ı n saçları ile sağ bileğini aynı anda yakalarken d i z i n i de olanca gücüyle göğüs kafesine indirmişti. A d a m acıyla haykınrken ke­ m i k l e r i n k ı r ı l d ı ğ ı n ı duydu. Tabanca yere düştü, kopan b i r tutam saçla birlikte kanlı bir baş geriye savruldu.

246

On saniyede işi tamamdı. Tabancalı adam tüm vücudunu sarsan acıyla hareketsiz k a l m ı ş t ı , ancak Bonner'in hesapladığı gibi kendini kaybetmemişti. Bonner adamı sürükleyerek arabanın yanına getirdi ve ön kapıdan i ç e r i t ı k t ı . Sonra koşarak d i r e k s i y o n a geçip arabayı Trevayne'ın kapışma sürdü. Yaralı adam ağlıyor, yardım edümesi için yalvanyordu. Paul, Trevayne'ın evinin önündeki yoldan asıl binanın solundaki dört arabalık garaja gidildiğini b ü i y o r d u . Arabayı o tarafa sürüp kapısı açık garaja soktu. Sonra adamı ceketinden tutup doğrulttu ve çenesinin altına bayıltıcı bir y u m r u k i n d i r d i . B i r yandan da insanca bir davranış b u , diye düşünüyordu; k ı r ı k kaburga kadar acı veren başka bir şey olamazdı. Farları söndürüp araba­ dan indi sonra. Ön tarafa koşunca kapının açık olduğunu gördü. H i z m e t ç i kadın Lillian aydınlık kapının önündeydi. "Binbaşı Bonner! B i r araba sesi duyduğumu sanmıştım! Siz miy­ diniz? Nasılsınız, efendim?" " İ y i y i m , L i l l i a n . Bay Trevayne nerede?" "Aşağıda çalışma odasında, efendim. Geldiğinden beri telefondan kalkmadı. Telefon edip geldiğinizi haber vereyim." Paul, A n d y ' n i n denize bakan ses geçirmez odasını hatırlamıştı. Arabanın geldiğini duymuş olamazdı. H i ç b i r şey duyamazdı aslında. "Lillian seni korkutmak istemiyorum ama bütün ı ş ı k l a n söndürmemiz gerek. Ç o k çabuk hem de." "Özür d i l e r i m . " L i l l i a n çağdaş b i r hizmetçiydi ama eski göre­ neklere de sahipti. Talimatı patronundan alırdı, konuklarından değil. Bonner hole girerken, "Bay Trevayne'ın odasına bağlı telefon ne­ rede?" diye sordu. Lülian'ı sözlerine inandıracak zamanı yoktu. "Şurada, efendim." Kadın merdiven kenarındaki telefonu gösterdi. "Üçüncü düğme." "Paul! Ne işin var burada?" "Bunu daha sonra konuşuruz -hatta tartışırız- istersen. A m a şimdi L i l l i a n ' a kendisine s ö y l e d i k l e r i m i yapmasını söylemeni i s t i y o r u m . Bütün ışıkların söndürülmesini istiyorum... Çok ciddiyim, Andy." -

247

Trevayne hiç duraksamadı." Ver onu bana." LiUian'ın ağzından sadece üç sözcük ç ı k t ı . "Pekala, B a y Tre­ vayne." Bonner dışardan yukarda gördüğü üç dört ışığı hatırlarken acele ederse pek uzun sürmez, diye düşünüyordu. Kendisi ona yardım ede­ mezdi, Trevayne ile konuşması gerekiyordu. " L i l l i a n , işini bitirince aşağı, Bay Trevayne'm odasına gel. E n d i ­ şe edecek b i r şey yok. Ben sadece onun.... görmek istemediği b i r i ile karşılaşmasını önlemeye çalışıyorum. Her i k i s i i ç i n sıkıntılı olur bu." A ç ı k l a m a y e t e r l i y d i ; L i l l i a n gülümseyerek i ç i n i ç e k t i . Sakin­ leşirdi artık; Paul o i l k korkusunu gidermişti. Bonner sakin görün­ meye çalışarak aşağı inen merdivene doğru yürüdü. A m a merdivene ge­ lince basamakları üçer üçer indi. Trevayne, üstü san bir not defterinden koparılmış sayfalarla d o l u yazı masasının başındaydı. " T a m ı aşkına, neler oluyor? Burada ne işin var şenin?" "Yani Sam ya da A l l a n seni aramadı mı?" "Sam aradı. Alelacele gitmiş olduğunu söyledi. Bu beni sorguya çekebilmek için askeri b i r taktik mi yoksa?" "Bırak bunları! Beni buna zorladın aslında ya." Bonner odanın tek geniş penceresine doğru yürüdü. "Haklısın. Özür dilerim. Bunun gerekli olduğunu düşündüm." " B u pencerenin perdesi falan yok mu?" "Elektriklidir. Düğmeleri i k i yanda. D u r göstereyim...." "Sen olduğun yerde k a l ! "Bonner düğmeye basınca camın i k i ke­ narından perdeler çıkıp kapandı. "Vay canına! Elektronik perdeler." "Kayınbiraderimin işi. Bu tür şeylere bayılır. "Douglas Pace. İ k i Lear j e t i . San Francisco, H o u s t o n , Boise, Tacoma ve Dulles Havaalanları g i b i değişik yerler arasında seferler." Perde kapanınca Bonner dönüp Trevayne'a baktı. B i r süre i k i s i de k o ­ nuşmadılar. "O çok ünlü beceriklUiğini uygulamaya koydun demek, Paul?" "Pek güç olmadı." "Tahmin ederim. Ben de biraz düşman hattı gerisinde çalıştım." "Senin kadron yok.... A r d ı n d a ne izler bıraküğını bilemezsin...."

248

" B i r i senin peşinde, A n d y . B i r i k i m i l geride şu anda, o da eğer talihimiz varsa..." "Neden söz ediyorsun sen?" L i l i a n aşağı inmeden o l a n l a r ı ç o k kısaca anlattı Bonner. Trevayne hastanedeki olayı duyunca birden karısı için paniğe kapıldı. B o n ­ ner aldığı önlemleri sıraladı. Bamegat ormanındaki olayı da olduğundan basit göstererek yaralı adamın garajda baygın yattığım söyledi. " M a r i o adında b i r i n i tanıyor musun?" "De Spadante," dedi Trevayne hiç duraksamadan. " M a f y a babası mı?" "Evet. N e w Haven'de oturur. İ k i gün önce San Francisco'daydı. Adamları izini örtmeye çalıştılarsa da, o olduğuna eminim." "Şimdi buraya geliyor." "O zaman kendisini göreceğiz." "Tamam, ama b i z i m k o ş u l l a r ı m ı z d a Onun devriyeyi k a l d ı r m a y ı becerdiğini unutma. Washington'da çok güçlü biriyle bağlantısı olduğu anlamına gelir b u . A d a m ı beni öldürmeye kalkıştı." " A m a öyle anlatmamıştın," dedi Trevayne Paul'e inanmıyormuş g i b i bir sesle. " Ayrıntılara girmek çok zaman alır." Bönner cebinden b i r tabanca çıkartıp A n d y ' y e uzattı. " A l b u n u . Doludur." Trevayne'ın masasına gidip pantolon cebinden bir avuç kurşun çıkardı. On bir tane. "Bunlar da yedekleri. Tabancayı beline sok da L i l l i a n mıdır nedir korkmasın.... Buradan Ön kapıdan çıkmadan garaja gideceğim bir y o l var mı?" "Şuradan." Trevayne bir zamanlar bir geminin ambar kapağı olan k a p ı y ı gösterdi. "Buradan terasa çıkarsın. Sola doğru taşlıklı b i r y o l vardır...." "Garajın yan kapısına gider." Paul yolu hatırlamıştı. "Evet." Merdivende Lillian'ın ayak sesleri duyuldu. "Lülian kolayca korkar mı?" diye sordu Bonner. "Sanmıyorum. Haftalarca tek başına kalır burada. Ona b i r arkadaş b u l m a k istedik ama kabul etmedi. Kocası -ki ölmüştür- eski b i r N e w Y o r k polisiydi. Peki Phyllis ne durumda? Hastane. K o n t r o l edeceğini söylemiştin." Andrew dikkade bakıyordu Bonner'e.

249

"Şimdi." L i l l i a n k a p ı y ı açarken Bonner de telefonu kaldırdı. L i l lian k a p ı y ı kapatmadan elektrik düğmesini çevirdi, ışıklar söndü. B o n ­ ner 1600 Güvenliği üe konuşurken Trevayne k a d ı n ı b i r kenara çekip alçak sesle konuştu. Binbaşı 1600'ün sorunlarını sabırla dinledi; yedek ekibin hasta­ neye g i t m e k üzere y o l a çıkmalarına sevinmişti. B i r an hemşireyi d ü ­ şündü... Phyllis i y i ellerdeydi. Bonner telefonu kapattı. "Lillian'a gerçeği söyledim," dedi Trevayne. "Senin bana an­ lattığın kadarını." Paul dönüp k a d ı n a b a k t ı . Odada sadece masa üstündeki ı ş ı k y a n d ı ğ ı i ç i n gözlerini g ö r m e k güçtü. Gözlerdi ö n e m l i olan. A n c a k kadının orta yaşlı yüzünün sakin, başının d i k olduğunu gördü. "Güzel." Bonner kapıya yürüdü. "Ben garajdaki dostumuzu bura­ ya getireceğim şimdi. B i r şey duyar ya da görürsem, onunla ya da o o l ­ madan hemen dönerim." "Benim yardım etmemi ister misin?" diye sordu Trevayne. "Senin bu odadan ç ı k m a n ı istemiyorum! K a p ı y ı k i l i d e arkam­ dan!"

30 Joey adındaki adam askeri arabanın ön tarafında y ı ğ ı l m u ş ya­ t ı y o r d u , başından akan kanlar yer yer pıhulaşmıştı. Bonner adamı çe­ k i p dışarı çıkardı, omzuna attı. Garajın yan kapısına dönüp terasa yürüdü sonra. E v i n arkasındaki taşlı yola geldiğinde birden durdu. Karşıdaki yolda uzaklarda bir ışık görmüştü. Eğer yanılmıyorsa omzundaki adamın kendisini öldürmeye çalıştığı yerde. Aşağı yukarı hareket eden ışık yağan kar nedeniyle daha da b e l i r l i y d i . Toprak yolda derleyen bir arabadaydı b u . A ğ ı r ağır hare­ ket ediyor, sürücüsü belki de silahlı adamı arıyordu. Paul koşar adımlarla çalışma odasının arka kapışma g i t t i , k a p ı y ı vurdu. "Çabuk aç!" K a p ı açılınca koşarak içeri g i r d i , omzundaki adamı divanın üstü­ ne attı. 250

"Tanrım! Berbat durumdaymış," dedi Andy. "Ben olacağıma o olsun. Dinle şimdi. Yolda bir araba gördüm... Karan sana bırakacağım ama önce sana bildiklerimi anlatayım." "Çok askerce oldu bu! Beşinci Cadde mi burası? Sunset Bulvan mı? Tabudannı mı sıralayacaksın?" "Yeter, Andy!" "Bu gerekli miydi?" Trevayne öfkeyle yaralı adamı gösterdi. "Evet! Polisi çağırmak istiyor musun?" "Elbette ve hemen." Trevayne masaya doğru yürürken Bonner koşup telefonla arasına girdi. "Beni dinle, diyorum sana!" "Burası oyuncak bir savaş alanı değil, Binbaşı! Ne yapmak iste­ diğini bilmiyorum ama burada yapacak değilsin. Bu taktikler beni kor­ kutmuyor, asker!" "Tannm, sen beni anlamıyorsun." "Aksine, anlamayan/adım artık." "Dinle beni, Andy. Benim sana karşı olan bir şeyin parçası olduğumu sanıyorsun, belki de öyleyim, ama şu anda değil." "İnsanı izlemek için ilginç bir yeteneğin var. Doug Pace, Lear jederi...." "Pekala. Ama şimdi değil diyorum sana! O arabadaki her kimse 1600'e kadar nüfuz etti. Bu olamaz!" "Ama bunun nasıl olduğunu ikimiz de biliyoruz, değil mi, Bin­ başım? Genessee Sanayii!" "Hayır. Böyle değil. Mario bilmemne ile değil." "Sizler ne biçim...." "Bana bunu öğrenme fırsatı tanı. Lütfen! Polisi çağırırsan bunu asla öğrenemeyiz." "Neden?" "Polis mahkeme, avukat ve bir sürü palavra demek! On beş daki­ ka tanı bana." Trevayne Bonner'in yüzüne baktı. Binbaşı yalan söylemiyordu; yalan söylemeyecek kadar öfkeli ve şaşkındı. "On dakika." 251

Paul için yine Laos'tu. Heyecanının z a y ı f l ı k olduğunu anlıyor a m a b i r insanın e ğ i t i l d i ğ i şeyi uygulayamazsa h a k k ı n ı n elinden alınmış sayılacağını söyleyerek bunda b i r m a n t ı k l d ı k arıyordu. Ve hiç kimse de kendisi kadar eğitilmiş değildi. Terasın ucuna koşup aşağıda iskeleye ve kayıkhaneye inen taş basamaklara baktı. Her zaman çevreni tanı, belliğine kazı; kullanmak zorunda kalabilirsin. Sonra evin kıyısından ön tarafa kadar y ü r ü d ü . Şimdi ne uzakta ışık vardı, ne de yağan karın dışında bir ses. Arabada olan her kimse motoru kapatmış ve arabadan inip yürüyor o l m a l ı y d ı . İ y i . Kendisi bölgeyi b i l i y o r d u . İ y i değil b e l k i , ama gelenlerden daha çok. Karın tutmakta olduğunu da farketti; ceketini çıkardı. A ç ı k renkli gömlek k o y u ceketten daha az görünürdü beyazlıkta. K ü ç ü k b i r şey b e l k i , ama küçük diye bir şey olamazdı -korumacılar yetkisizce çekilip cinayete teşebbüs edilmişse. ' Bonner i k i dakika sonra araba yolunun başına gelmişti. Y o l u n yüz metre dersinde b i r i o t o m o b ü i n gölgesini gördü. Sonra da içinde bir sigara parıltısı. Birden yolun kendisinin olduğu yanına b i r fener doğrultuldu. Işık ormandan gelmişti. Sonra heyecanlı sesler duyuldu. Bonner bu heyecanı doğuran şeyin ne olduğunu anlamıştı. Fener­ li adam yaralıyı arabaya soktuğu noktadaydı. Karlar henüz yerdeki kan izlerini örtmemişti. Ve de ayak izlerini. Karşı taraftan i k i n c i b i r fener ışığı görüldü. Üç kişiydüer. Araba­ daki dışarı çıkıp sigarasını yere attı. Bonner sinirleri gergin bir halde, tüm refleksleri harekete geçmeye hazır olarak ileri doğru yürüdü. Aralarında otuz k ı r k metre kalmıştı ş i m d i , konuşulanlar anlaşı­ lıyordu. Otomobilden çıkan adam emirler yağdırıyordu. Sağındakine eve gidip telefon tellerini kesmesini söyledi. 'Augie' dediği ikincisi de arabanın arkasına geçip yoldan gelen var mi diye ba­ kacaktı. B i r i n i görürse bağırarak haber verecekti. Augie denen adam, "Tamam, M a r i o , " dedi. " A m a ne olduğunu anlamadım doğrusu." " A k l ı n ermez senin fratello!" Demek M a r i o de Spadante i k i kanadım korumaya alıyordu.

252

Güzel, diye düşündü Bonner. O da topçuyu saf dışı eder, kanadan açık bırakırdı. , B i r i n c i adam k o l a y d ı . Ne olduğunu anlamadı b i l e . Paul adamın da aynı şeyi yapacağını bilerek telefon tellerini izleyip karanlıkta bir ağacın arkasında bekledi. A d a m cebinden bıçağını çıkanrken de ense­ sine bir karete darbesi indiriverdi. A d a m düşerken üstüne basma işedi. Binbaşı adamın hareketsiz elinden bıçağı aldı. Paul çalışma odasına y a k ı n o l d u ğ u i ç i n hemen terasa k o ş t u , k a p ı y ı vurdu. Ortalığı sakinleştirmeliydi. K a l ı n kapının ardından A n d revv'un sesi duyuldu. "Sen misin, Paul?" " E v e t " K a p ı açıldı. "Her şey yolunda. Bu De Spadante denilen adam yalnız gelmiş. Arabasında oturuyor, arkadaşını bekliyor sanınm. Onunla konuşacağım." "Onu buraya getir, Paul. Israr ediyorum. Söyleyeceklerini ben de duymak istiyorum." "Söz veriyorum. A m a bu biraz uzun sürebilir. Arabasına arkadan yaklaşmak istiyorum. B i r sorun çıkmaması i ç i n . Sana haber vermek istedim. On on beş dakika sonra getiririm buraya." Bonner, Trevayne yanıt vermeden çekip gitmişti. Bonner'in, De Spadante'nin ormandaki arabasını geçmesi için beş dakika yetmişti. Arabaya paralel geldiği sırada i r i y a n İtalyanın moto­ r u n yanında durup bir sigara y a k t ı ğ ı n ı gördü. Avcunun içinde bir şeyi yoğuruyor g i b i y d i . Sigarayı sol eliyle ağzından çıkartıp garip bir şey yaptı o anda; sağ e l i n i kaputun üstüne k o y u p şöyle b i r çekti. B o n ­ ner'in anlayamadığı garip, sert b i r ses ç ı k m ı ş t ı . M a d e n i n madene sürtünmesi. A u g i e yolun kavşağında beyaza boyanmış i r i b i r taşın üstünde o t u r u y o r d u . Sol elinde sönük b i r fener, sağ elinde tabancası vardı. Soğuktan o m u z l a r ı n ı büzmüş, d i m d i k i l e r i b a k ı y o r d u . O da y o l u n karşı tarafındaydı. Bonner kendi kendine bir k ü f ü r savurarak geri döndü, görünme­ den karşıya geçti. Adamın bulunduğu yana geçince de aralarında üç dört metre kalana kadar sessizce yürüdü. A d a m yerinden kıpırdamamıştı, an­ cak Paul b i r sorunla karşı karşıya olduğunu görüyordu. A d a m ı n şaş-

253

k ı n l ı k içinde tetiğe basması işten bile değildi. Tabancası susturuculu bile olsa De Spadante sesi farkedecekti. Susturucusu yoksa sesi Trevayne d u y a b i l i r d i . Ses geçirmez odalar b i l e silah sesine garantili değildi. Trevayne polise telefon ederdi. Binbaşı, polis istemiyordu. Ş i m d i l i k . Bonner cinayet işlemek zorunda kalacağını biliyordu. Öteki adamdan aldığın bıçağı cebinden çıkarıp adım adım ilerle­ meye başladı. Bıçak keskin ve sivri uçluydu. Bıçağı bir insanın vücu­ dunun sağ altına sapladığı takdirde bunun spastik tepkisi olacağını b i ­ l i r d i : parmaklar kasılmak yerine açılır, boyun geriye atılır, ve nefes borusuna hava dolana kadar b i r anlık bir süre geçerdi. O sırada adamın bağırmasını önlemek i ç i n başını iyice geriye çekmek ve aynı anda ta­ bancayı elinden almak zorundaydı. Adamın hayatı üç şeye bağlıydı: bıçağın nereye kadar saplandığı iç kanama; şok ve soluğunun kesilmesi, ki ölüme götüren felce y o l açardı; ve bıçağın önemli organları parçalaması. Başka seçeneği y o k t u ; kendisine ateş edilmişti. Öldürmek üzere. Bu adam, M a r i o de Spadante'nın bu mafya uşağı ölseydi arkasından ağlamayacaktı. Bonner oturan adamın üstüne atladı. A d a m ı n vücudu gevşerken hafif b i r hava boşalması oldu içinden, o kadar. Binbaşı Paul Bonner yaptığı işin kusursuz olmamakla b i r l i k t e tamamlanmış olduğunu biliyordu. Augie adındaki adam ölmüştü. Cesedi ağaçların arasına çektikten sonra De Spadante'nin ara­ basına doğru yürümeye başladı. Arabaya paralel duruma geldi. A d a m arabada değildi. Bonner çömelip yolun kenarına doğru yürüdü. Kimseler yoktu. T a m o anda kardaki ayak izlerini gördü. De Spadante eve doğru gitmişti. Dikkatle bakınca i l k izlerin birer ikişer santim, sonrakilerin ikişer karış aralıklı olduğunu gördü. K o ş m a y a başlayan b i r adamın ayak izleri. De Spadante'nin eve doğru koşmasına neden olan b i r şey olmuştu. Bonner bunun nedenini düşündü. Telefon tellerinin yanındaki adam üç dört saat baygın kalacaktı; bunu garantilemişti. A d a m ı ağaçla­ r ı n altına çekmiş, k e m e r i n i söküp ayaklarını bağlamıştı. H i ç de hoş

254

olmamıştı bu iş. A d a m ı n kemerini çıkarmakta güçlük çekmişti, panto­ lonu sidik içindeydi; i ş i n i bitirince ellerini karla temizlemek zorunda kalmıştı. Peki De Spadante neden Trevayne'nin evine doğru koşma gere­ ğ i n i duymuştu. A m a bunu düşünecek zamanı y o k t u . Ö n e m l i olan Trevayne'in güvenliğiydi ve De Spadante evin yakınlanndaysa bu güvenlik tehli­ keye girmiş demekti. Ormanda da v a k i t kaybedemezdi. Bonner ayak izlerini gözden kaybetmeyerek yürümeye başladı. İzler araba yoluna gelince daha çok belirginleşmişti. E v i n önüne geldiğinde saklanması gerektiğini düşün­ d ü , çevreyi iyice taramadan açığa ç ı k m a m a l ı y d ı . Ancak Trevayne için duyduğu kaygı tedbirliliğinden de üstündü. A y a k izleri telefon tellerine doğru gidiyor, sonra sert bir dönüşle evin ön tarafına doğru uzanıyordu. De Spadante'nin telleri kesmeye gönderdiği adamı aramakta o l ­ duğu anlaşılıyordu. B i r mücadele olduğunu anlamış o l m a l ı artık, diye düşündü Paul. T e l e f o n tellerinin g i r d i ğ i kutunun çevresinde karlar çiğnenmişti. Bonner o anda tuzağa düşürüldüğünü -ya da dikkatli olmadığı tak­ dirde düşürüleceğini anladı. De Spadante yeni yağmış kar üstündeki iz­ l e r i , adamı ağaçlar arasına çekerken yaptığı izleri görmüştü. Ve avcılı­ ğa alışkın insanların yapacağını yapmıştı; avcıyı kandırmıştı. Olay ye­ rinden uzaklaşmış, ama sonra dönüp arkadan dolaşmışü. Ş i m d i b i r yerde kendisini bekliyor o l m a l ı y d ı ; hatta belki de gözetliyordu. Paul ayak izlerinin son bulduğu ön kapıya doğru koştu. Nerede? Nasıl? Sonra birden De Spadante'nin yaptığı şeyi anladı ve istemeye is­ temeye saygı duydu mafya babasına. Binanın yanında kardan korunmuş i k i karış toprak bir y o l uzanıyordu. Ta telefon kutusunun olduğu yere kadar. Bonner eğilince ıslak toprakta taze bir ayak izi gördü. De Spadante evin gölgesinden yararlanıp geldiği yere dönmüştü. Şimdi yapacağı şey gölgeler arasında kendisini beklemekti. De Spadante b e l k i de k e n d i s i n i n eve d o ğ r u koştuğunu b i l e görmüştü. Birkaç saniye önce. Peki şimdi neredeydi öyleyse?

255

Yine avcının mantığı -ya da avlananın: De Spadante ıslak kardaki izleri ormana doğru sürecekti. Binbaşı r a k i b i n i küçümseyemezdi. Ş i m d i i k i s i de avcı ve avla­ nandılar. Bonner hemen evin arkasından dolanıp garaja doğru g i t t i . Garaja yaklaşınca terasa giden taş yola saptı. Ancak terasa çıkacak yerde tuğla duvarın üstünden adayıp ardındaki kayalığa geçti, oradan da sürünerek Bamegat ormanının okyanus yanına vardı. İ l k adamı b ı r a k t ı ğ ı yere doğru sürünerek ilerliyordu şimdi. K a ­ ranlığa alışmak i ç i n gözlerini beşer saniye aralıklarla y u m d u birkaç kere. Cmnanın bir köşesinin on on beş metre içersinde adamı gördü. M a r i o de Spadante devrilmiş bir ağacın yanında çömelmişti. Si­ lahı elinde eve bakıyordu. Ö l ü yattığını b i l m e d i ğ i adamından uzakta mevzilenmişti. Adam kendisini uyaracak olursa aniden araba yoluna at­ lamaya hazırdı. Bonner ağır ağır ayağa k a l k t ı . 44'lüğünü çekip d i m d i k i l e r i uzattı. Geniş bir ağaç gövdesinin yanında duruyordu, i l k tehlike anında hemen arkasına sığınabilirdi. "Tam kafam nişanladım. Iskalamam ha!" De Spadante birden dondu olduğu yerde, başını çevirmeye yelten­ di. "Kıpırdama!" diye bağırdı Bonner. "Yoksa kafanı uçmuş b i l ! . . . Parmaklarını ileri uzatıp aç! Aç dedim sana!... Şimdi elini salla ve ta­ bancayı yere at!" İtalyan denileni yaptı. " K i m s i n sen!" "Hastanede elinden kaçırdığın b i r i , şişko orospu çocuğu!" "Ne hastanesi? Ben hastane falan bilmiyorum." "Bilmiyorsun elbette. Joey adında b i r i n i de tanımıyorsun; Joey adında b i r i Trevayne'ı izleyip senin eline teslim etmeye hazırlanmadı da" V De Spadante müthiş ö f k e l i y d i ve bunu saklayamıyordu. "Seni k i m gönderdi?" diye sordu h ı r ı l t ı l ı sesle. "Neredensin?" "Ayağa kalk! Yavaş yavaş!" De Spadante güçlükle doğruldu. "Tamam.... Tamam^Benden ne

256

istiyorsun? B e n i m k i m olduğumu b i l i y o r musun?" "Telefon tellerini kesmek i ç i n b i r i n i gönderdiğini b i l i y o r u m . B i ­ rini de ileri gözcü d i k t i n . Beklediğin b i r i mi vardı?" "Belki... Ben sana bir soru sordum." "Birkaç tane sordun. Y o l a doğru yürü şimdi. Ve çok d i k k a d i o l , De Spadante. Seni hiç düşünmeden öldürebilirim." "Beni tanıyorsurû" De Spadante döndü. "Yürümeye devam et," "Bana dokunursan bir ordu düşer peşine." "Öyle mi? Benim de onlara karşı koyacak b i r ordum olabilir." Şimdi Bonner'den birkaç adım önde olan De Spadante yürümeye devam ederken arkasına döndü. "Tamam... evet, o gömlek; o parlak toka. Gördüm. Askersin sen." "Seninkilerden değil ama. A i l e değil, sadece albaylar ve general­ ler. D ö n önüne. Yürümeye devam e t " "Bak, asker. B ü y ü k bir yanlışlık yapıyorsun. Ben sizinkiler i ç i n pek çok iş yaparım. Beni tanıyorsan bunu da büiyorsundur." "Bunları sonra anlatırsın. E v i n yanma doğru y ü r ü . D ü m d ü z . O terasa gir." "Demek ö burada... Joey domuzu nerede?" "Bana arabadan neden öyle aceleyle çıktığını söyle, ben de sana Joey'nin nerede olduğunu söyleyeyim." "O orospu çocuğuna telleri kesip feneriyle işaret vermesini söylemiştim. İ k i teli kesmek on dakika sürmezdi." "Doğru. Arkadaşın Joey içerde. Pek i y i değil." E ğ i m l i çimenlikten evin sağ tarafına yürüdüler. De Spadante te­ ras yolunun yansında durdu. "Yürü!" " B i r dakika. Konuş... Biraz konuşmanın ne zararı olur ki? İ k i dakikacık." " B i r zaman sorunum var diyelim." Bonner saatine baktı. Aslında Trevayne'ın polise telefon etmesine daha en az beş dakika vardı. De Spadante b e l k i kendisine Trevayne'ın önünde söylemeyeceği şeyleri söylerdi. "Nesin sen? Yüzbaşı b e l k i , ha? Çavuş falan olmayacak kadar

Gizli Devlet - F. 17

257

düzgün konuşuyorsun." "Rütbem vardır." "Güzel. Ç o k güzel. Rütbe. Ç o k askeri. B a k sana ne söyleye­ ceğim: o rütbeni bir derece, i k i derece y ü k ^ l t e b i l i r i m . Ne dersin, ha?" 'We yapacaksın?" "Dediğim g i b i yüzbaşısm belki de. Ondan sonra ne gelir? B i n ­ başı mı? Sonra da yarbay, değil mi? Pekala, binbaşıyı garanti ediyo­ r u m . A m a yarbaylığa da yükseltebilirim belki." "Palavra!" "Haydi haydi, asker. B i z i m aramızda b i r şey yok. K o y o silahı yerine. A y n ı taraftanız biz, aynı şeyler için mücadale veriyoruz." "Ben senin tarafında falan değilim." "Ne istiyorsun? K a n ı t mı? B i r telefona götür beni, sana istediğin k a m u göstereyim." Bonner şaşkına d ö n m ü ş t ü . De Spadante yalan s ö y l ü y o r d u kuşkusuz; ama küstahlığı inandırıcıydı. " K i m i arayacaksın?" "O benim bileceğim şey. Bölge k o d u i k i sıfır i k i . Bunu tanıdın m ı , asker?" "Washington." "Daha da ileri g i d e y i m . Santralin i l k i k i numarası seksen sekiz­ dir." Tanrım! Sekiz sekiz altı, diye düşündü Bonner. Savunma Ba­ kanlığı. "Yalan söylüyorsun," dedi. "Tekrar ediyorum. Beni bir telefona götür. Trevayne'ı görmeden önce. Pişman olmayacaksın, asker Asla" De Spadante Bonner'in yüzündeki şaşkınlığı görmüştü. A y r ı c a askerin inanmazlığının hiç hoşuna gitmeyen bir gerçeğe dönüştüğünü de. Kabul edilemez b i r gerçek. Ve bu kendisine herhangi bir seçenek bırakmıyordu. De Spadante'nin ayağı k a y d ı karla kaplı yokuşta. B i r kanş 1 Islak çimenlerin üstüne düşebileceğini anlamasına yetecek kad "Yoo, olmaz. Seninle konuşmak isterse bunu o kendi'söylesin. Beni telefona götürecek misin?" "Belki." De Spadante askerin yalan söylediğini b i l i y o r d u . Öteki ayağı da

258

kayınca, biraz doğruldu. "Buz g i b i olmuş yerler.... H a y d i , asker. A p tadık etme." De Spadante üçüncü keredir dengesini kaybediyordu. Ancak aniden, doğrulacağı yerde elini Bonner'in bileğine doğru uzattı. Sağ avcunu Bonner'in k o l u n a çarpıp s ı y ı r d ı . Bonner'in eti yarılmış, gömleği bir anda kan içinde kalmıştı. De Spadante elini B o n ­ ner'in boynuna savurdu; eti yine yarıldı Bonner'in. Paul kan içinde kaldığını, etinin parça parça olduğunu görüyordu. De Spadande elindeki tabancayı almaya çalışıyordu. D i z i n i İtalyanın k a ş ı k l a m a indirdi ama bunun bir etkisi olmadı. De Spadante Bonner'in kafasına vuruyor, her darbede kan içinde bırakıyordu. Paul adamın si­ lahının sağ avcu içinde ustura keskinliğinde b i r şey olduğunu anladı. Onu tutup kendisinden uzaklaştırmak zorundaydı. De Spadante altındaydı, sonra da üstünde. Islak karlar üstünde yu­ varlanıyorlardı. Ölümüne mücadeleye girişmiş i k i hayvan. De Spadante'nin inanılmaz derecede güçlü parmaklan Bonner'in elindeki taban­ canın namlusunu k a v r a m ı ş t ı . B o n n e r de ustura k e s k i n l i ğ i n d e k i muştayı yüzünden uzak tutmaya çalışıyordu. Bonner diziyle İtalyanın kasıklarına vuruyordu. Sonununda bu­ nun etkisi görülmeye başlamıştı. De Spatande'nin tabancayı tutan eli gevşedi. Pek az, ama z a y ı f l ı y o r d u işte. Bonner son kalan gücüyle bir darbe daha indirdi. K ı r k dörtlüğün sesi m ü t h i ş t i . Sakin, beyaz sessizlikte yankısı kaybolmadan Trevayne elinde ateş etmeye hazır tabancasıyla terasta be­ lirdi. Kanlar içindeki Bonner doğrulurken yalpa vuruyordu. M a r i o de Spadante elleriyle koca karnını kavramış yatıyordu karlar içinde. Paul'un t ü m d u y u l a r ı uyuşmuş g i b i y d i .

Gezlerinin

önündeki

şekiller titriyor, kulakları güçlükle duyuyordu. Üzerinde eller hissetti. B i r i yumuşak harekederle ederine dokunuyordu. Sonra Trevayne'ın sesini duydu. " B i r turnike yapmak gerek." Bonner karanlığa g ö m ü l d ü birden. Düşmekte olduğunu farketti. Trevayne g i b i bir insanın turnike hakkında ne bileceğini düşündü.

259

31 Paul Bonner gözlerini açmadan boynunda b i r ıslaklık hissetti. Sonra sakin bir sesle konuşan b i r adam duydu. Gerinmek istiyordu ama bunu denediğinde sağ kolunda korkunç bir acı duydu. Önce insan­ ları gördü, sonra odayı. Hastanedeydi. B i r doktor vardı yanında -beyaz önlüklü olduğuna göre doktor o l ­ m a l ı y d ı . A n d y ile Phyllis yatağın ayak uçundaydılar. "Hoşgeldiniz aramıza, Binbaşım," dedi doktor. "Epey harekedi bir gece geçirmişsiniz." • "Darien'de miyim?" "Evet," dedi Trevayne. "Nasılsın, Paul?" Phyllis'in gözleri Bonner'in sarılmış yaraları karşısında duyduğu kaygıyı saklayamıyordu. "Kaskatı." "Boynunda birkaç iz kalacak," dedi doktor. "Neyse ki yüzünüze isabet ettirememiş." " ö l d ü mü... De Spadante? "Paul güçlükle konuşuyordu. Konuş­ mak yoruyordu kendisini. "Şimdi ameliyatta. Greenwich'de. Yüzde elli yaşama şansı var." "Seni buraya getirdik, Paul. John Sprague b i z i m aile doktorumuzdur." Trevayne başını doktordan yana salladı. "Teşekkür ederim, doktor." "Pek b i r şey y a p m a d ı m ben. B i r i k i d i k i ş sadece. T a l i h i n i z varmış k i , A n d y , kanamayı b i r i k i yerde durdurabdmiş. Lillian da neredeyke k ı r k beş dakika buz kompresi yapmış boynunuza." "Onun aylığım arttır, Andy." Bonner hafifçe gülümsedi. / " A r t t ı bile," dedi Phyllis. / dan?"

"Burada ne kadar yatacağım böyle? Ne zaman çıkacağım /bura­ /

" B i r i k i gün daha. B e l k i b i r hafta. Bu size bağlı. Dikişlerin tut­ ması gerek. Sağ kolunuz ve boynunuz epey berbattı." \ "Onlar kontrol edilebilir alanlar, doktor." Bonner Sprague'e bak­ t ı . " H a f i f bir bez, havayı geçiren bir sargı...."

"Bana mı söylüyorsunuz?" Sprague güldü. "Fikir danışıyorum... Buradan gerçekten ç ı k m a m gerek. Kabalık etmek istemiyorum..." " B i r dakika." Phyllis Paul'un yanına geldi. " A n d y ' n i n hayatını kurtardın benim b i l d i ğ i m kadarıyla. O yüzden artık özel bir kişisiniz, Binbaşı Bönner. Size k e n d i n i z i n b i l e zarar vermesine izin veremem artık." "Şekerim, ama o da benim..." "Dinlenmen gerek, Paul," dedi Trevayne. "Sabaha konuşuruz. Er­ kenden gelirim." "Hayır, sabaha olmaz." Bonner Andy'ye baktı, gözlerinde bir yal­ varma vardı." "Birkaç dakika. Lütfen?" < "Ne diyorsun, John?" Trevayne doktorla konuşurken Bonner'in gözlerininin içine bakıyordu. Sprague i k i adam arasındaki oyunu izlemekteydi. "Birkaç dakika birkaç dakika demektir. İ k i d e n fazla, beşten az. Yalnız o l m a k iste­ yeceğinizi sanırım; Phyllis'i odasına götüreyim ben." Sprague Trevayne'ın karısına baktı. "Düşünceli kocan sana viski getirmeyi akıl ede­ b i l d i m i , yoksa yolda benim odama mı uğrayalım?" "Ben k e n d i m g e t i r d i m , " dedi Phyllis eğilip Paul'u yanağından öperken. "Sana imkanı y o k yeteri kadar teşekkür edemem. Çok cesur bir insansın. Çok da i y i . Senden özür diliyoruz." John Sprague Phyllis'in geçmesi için kapıyı tuttu. Phyllis dışarı çıkarken de Sprague Bonner'e döndü. "Haklıydınız, doktor. Boyun ve k o l k o n t r o l edilebüir bölgelerdir. Ancak tıbben bu k o n t r o l ü hastanın yapmasını isteriz." K a p ı kapandı, i k i adam başbaşa kaldılar. "Böyle b i r şey olacağı hiç aklıma gelmemişti," dedi Bonner. "En uzak b i r olasılığı b i l e düşünseydim sana engel o l u r d u m . Polise telefon ederdim. B i r insan öldürüldü, Paul." "Ben öldürdüm onu. Seni öldürmeye gelmişlerdi." "O zaman neden yalan söyledin bana?" "Bana inanır miydin?" " B i l m e m . Polise haber vermek için daha güçlü bir nedenim olur­ du. Onların bu kadar deri gideceklerini hayal bile etmezdim. İnanılmaz bir şey bu."

261

" 'Onla? dediğin biziz, değil mi?" "Sen değilsin, kuşkusuz. Ölebilirdin sen, az daha da ölüyordun... Genessee Sanayii." "Yanılıyorsun. B e n i m kanıtlamak istediğim de buydu. Gerçeği öğrenmen için o şişko orospu çocuğunu sana getiriyordum." Bonner konuşmakta güçlük çekiyordu. "Ona gerçeği söylet. Genessee değil o; bizimle değil o." "Buna inanıyor olamazsın, Paul. Bu geceden sonra hele." "İnanırım. San Francisco'da parayla aldığın b i l g i g i b i . Raporlu b i r psikopattan aldın o b i l g i y i . "L.R". B i l i y o r u m . Ben de ona para ver­ d i m . Üç yüz dolar... k o m i k , değil mi?" Trevayne elinde olmadan gülümsedi. " A s l ı n d a öyle... Ç o k çalışmışsın sen de. A m a şunu belirteyim: benim aldığım b i l g i değildi. Bazı şeylerin doğrulanmasıydı. Rakamları biliyorduk." "Armbruster mi?" "Evet" " İ y i bir insandır o. O da senin gibi düşünür." "Çok i y i bir insan hem de. Kederli de. Pek çok kederli insan var. Bu işin feci yanı da bu." "Houston'da mı? Pasadena'da mı? Tacoma ya da Seatde'da mı?" "Evet. Ve de Greenvvich'de. B i r ameliyat masası üstünde. A m a onu kederli değü de, sadece sefil olarak düşünüyorum. Seni öldürmeye çalıştı, Paul. O da bütünün b i r parçası." Bonner gözlerini kaçırdı. Aralarında geçen ciddi ve yarı c i d d i o kadar tartışmadan sonra A n d y i l k kez k u ş k u g ö r ü y o r d u Bonner'in yüzünde, "Bundan emin olamazsın." " O l u r u m . Biz San Francisco'dayken o da oradaydı. Birkaç hafta önce Maryland'da b i r kongre üyesini tartakladı. Kongre üyesi sar­ hoşken Genessee'nin adını ağzına alma hatasını işlemişti.... O da on­ ların bir parçası." Bonner yorulmuş, ağzından solumaya başlamıştı. Birkaç dakika­ nın dolduğunu büiyordu. Daha fazla dayanamayacaktı. Trevayne'ı inan­ dırmak için son bir çaba daha gösterdi. "Geri dur, Andy. Çözeceğinden çok sorun yaratacaksın. O pislik­ lerden kurtulacağız. Sen olayı gereksiz yere büyüteceksin."

262

"Bunları daha önce de d u y d u m , kabul edemem, Paul." "tikeler.... Bankadaki paranın sana satın aldığı o lanet ilkele­ rin..." "Onun g i b i b i r şey sanırım. Başta da söyledim: kazanacak ya da kaybedecek b i r şeyim yok. B u n u daha sonra da defalarca söyledim.... dinlemek isteyenlere." "Çok zarar vereceksin." "Ve gerçekten acıyacağım insanlar da olacak. Eğer seni rahadatacaksa, onlara yeniden yardım ederim." "Palavra! İnsanlar u m u r u m d a değil b e n i m ! B e n i m d e r d i m bu ülke... Gerileyemeyiz..." Bonner soluk soluğaydı artık. "Tamam, Paul. Tamam. Yarın görüşürüz." Bonner gözlerini kapattı. "Yarın... beni dinleyecek misin? K e n d i e v i m i z i k e n d i m i z i n temizlemesine izin verecek misin? Durduracak mısın? E v i m i z i kendimiz temizleyebiliriz." Bonner gözlerini açıp Andy'ye baktı. Trevayne b i r an Paul Bonner'i çarmıha germek isteyen Roderick Bruce'u düşündü. Gazetecinin tehdideri karşısında nasıl da yılmamıştı. Bonner bunu asla bilemeyecekti. "Sana saygı d u y u y o r u m , Paul. Öte­ k i l e r de senin g i b i olsalardı, bunu düşünebilirdim. A m a değiller ve yanıtım da hayırdır." "Öyleyse canın cehenneme... Yarın gelme, seni görmek istemi­ yorum." "Pekala." , Bonner uyukluyordu. Yaralı b i r insanın uykusu. "Seninle müca­ dele edeceğim Trevayne..." Gözleri kapandı ve A n d y de sessizce çıktı odadan.

Trevayne erkenden uyandı, saat yediden önce. Pencerenin dışında inanılmaz derecede sakin b i r sabah vardı. Kar on santimi bulmuştu; örtecek kadar, ama doğanın kusursuz biçimlerini çarpıtacak kadar değil. Camların ötesinde su durgundu, yalnızca kayalara çarpan dalgalar k i m -

263

İlklerini koruma savaşımı vermekteydiler. Ne de olsa denizdi b u ! A n d r e w kahvaltısını kendi hazırlamaya karar verdi. L i l l i a n ' ı çağırmak istemiyordu. Kadın o kadar sıkıntılı saader yaşamıştı k i . Çalışma odasından a l d ı ğ ı sarı sayfalan mutfak masası üstüne yaydı. Aceleden i r i harflerle yazılmıştı. Tamamlanmamış cümleler ve k ı s a nodar, k i ş i ve şirket adlan. Vicarson'un A a r o n Green hakkında topladığı bilgiler; çoğunu Kim Kimdir'den almıştı; bir k ı s m ı n ı Borsa broşürlerinden; kalanını da -özel h u y l a n g i b i - N e w Yörk'taki Green Reklam Ajansı yaratıcı müdüründen. Yaratıcı müdür Şam'ın Green hakkında b i r belgesel hazırlamayı düşünen b i r televizyon şirketinin temsilcisi olduğunu sanıyordu. Bu kadar basit.... O y u n . A m a çocuklar için değil. A l a n Martin'in dediği g i b i Green'in geçmişinde ünlü adlar, Seligman ve Manfried malikanelerine rahatça girmesini sağlayacak eski A l ­ man-Yahudi serveti y o k t u . Aaron Green Amerika'ya 1939'da k ı r k ya­ şında gelmiş olan Stuttgart'lı bir göçmendi. B ü y ü k b i r yayınevinin satış temsilcisi olduğu dışında Almanya'daki yaşamı hakkında hiçbir b i l g i yoktu. Y i r m i beş otuz yaşlannda evlendiği ama evliliğinin N a z i tekmesini yemeden az önce Almanya'yı terketmesinden önce Son b u l ­ duğu anlaşılıyordu. A a r o n Green'in başansı sessiz ama hızlı olmuştu. Birkaç göçmenle b i r l i k t e Manhattan'da küçük b i r matbaa kurmuştu. Schreibwaren'de -ki burası kısa bir süre sonra Goebbels'in basım mer­ kezi olacaktı- geliştirilen ileri teknikleri kullanan küçük şirketin kendi­ sinden büyük rakiplerini aşacağı hemen anlaşılmıştı. İ k i y ı l geçmeden şirket merkezini d ö r t k a t b ü y ü t m ü ş , şirket sözcüsü olan Green Schreibwaren yönteminin patentini kendi adına almıştı; gerisi artık matbaacılık-yaymcdık tarihiydi. Amerika'nın savaşa resmen girmesi ve kağıt ve mürekkebe geti­ rilen kısıtlama ile ancak çok becerikliler yaşayabiliyordu. Denemey a n ı l g ı israfı açısından ün yapmış b i r sanayide Green'in tekniğinin avantajı vardı. Schreibwaren yöntemi israfı inanılmaz ölçüde azaltıyor ve bunun sonucunda üretim rakiplerinin hayallerine sığmayacak b i r hız kazanıyordu. Aaron Green'in şirketine büyük devlet işleri veriliyordu. A a r o n Green bu sırada geleceğini garantileyen b i r d i z i karar

264

almıştı. Ortaklarının hisselerini satın almış, matbaasını Manhattan'dan güney N e w Jersey'de ucuz bir araziye taşımış, işçi olarak göçmenleri almış, ölmek üzere olan b i r kasabayı Avrupalılarla canlandırmıştı. N e w Jersey'de arazi ucuzdu ama hep öyle kalmayacaktı; bordrolardaki işçüeri patronlarına kurtarıcı gözüyle bakan kimselerdi ve bun­ lar i ç i n sendikacılık düşünülmeyecek b i r şeydi ve bölgeye dolan "bü­ tün' o YahudUer'in i l k şoku adatıldıktan ve bir sinagog inşa edildikten sonra A a r o n Green'in m i l y o n l a r ı sağlama b a ğ l a n m ı ş t ı artık. K â r ı arttıkça savaş sonrası büyümesi ve yayılması için yeni yeni araziler alıyordu. A a r o n Green savaştan sonra yeni i l g i alanları bulmuştu. H ı z l a gelişen televizyon sanayiinde b ü y ü k kârlar yattığını görebilmiş ve bu paralara reklamcılık yoluyla el atmayı uygun bulmuştu. Yazılı, sözlü ve görüntülü sözün yaratıcılığı. Savaş sonrası dönemi onun yeteneklerini bekliyordu sanki. A a ­ r o n Green, Green reklamcılık şirketini kurup bulabildiği en parlak ze­ k a l ı insanlara doldurdu. M i l y o n l a r ı piyasada en i y i elemanları kap­ masını sağlıyor; basımevi ise r a k i p l e r i n i n elinden müşterilerini al­ masına olanak Veriyordu. Hükümet çevreleriyle üişkisi anti-tröst dava­ larından yakasını k u r t a r ı y o r d u . Televizyon reklam p r o g r a m l a n baş­ ladığında Green'in dergi, gazete ve baskıda üstünlüğü Green Reklam Ajansı'nın N e w York'un en ç o k aranan reklam firması olması sonucu­ nu doğurmuştu. A a r o n Green'in özel yaşamı biraz sisliydi. Yeniden evlenmişti; i k i o ğ l u , b i r k ı z ı vardı; L o n g Island'da bahçesi Tuileries ile rekabet eden y i r m i odalı bir konakta oturmaktaydı. Pek çok yardım kuruluşuna b ü y ü k bağışlarda b u l u n u y o r d u . K â r amacı gütmeden k a l i t e l i edebi yayınlar basıyordu. Liberal davaların savunuşuydu. Politik kampanya­ lara partileri değil, sosyal r e f o r m l a n gözününde tutarak parasal katkı­ larda bulunuyordu. Ancak sonunda Amerikan Sivü özgürlükler Derne­ ği tarafından dava açılmasıyla sonuçlanan b i r özelliği vardı. A l m a n asıllı işçi almıyordu. Yahudi olmayan b i r A l m a n adı adayın reddedil­ mesi i ç i n yeterliydi. A a r o n Green verilen para cezasını ödedi ama bildiğinden de şaşmadı.

265

Trevayne kahvaltısını bitirirken A a r o n Green'i hayalinde can­ landırmaya çalıştı. İ Neden Genessee Sanayii? Neden kaçtığı ve anlaşıldığı kadarıyla hâlâ nefret ettiği tipten militarist amaçlı b i r şeyi gizlice destekleme? Yerlerinden atılmış insanlara kucak açan, liberal reformları savunan bir. insan Pentagon'un mantıklı bir savunucusu olamazdı.

*** Trevayne Westchester Havaalanı'nda kiralık arabasını geri verdi, o gün jetin daha geç saatte La Guardia Havaalanı'na götürülmesini ay­ arladıktan sonra L o n g Island'da Hampton Bays'e gitmek üzere bir heli­ kopter kiraladı. Hampton Bays'de yeni bir kiralık arabayla Aaron Green'in evinin bulunduğu Sail Harbor kasabasına g i t t i . Saat on birde k a p ı d a y d ı . Şaşkın b i r Green kendisini salona aldığında gözlerindeki bakış Trevayne'a yaşlı adamın uyarıldığını anlat­ maya yeterli olmuştu. Aaron Green'in y a k ı ş ı k l ı Sami ı r k ı hatları k ı n ş m ı ş t ı ; yüzünde hem acı vardı, hem de öfke. Otuz yıldan sonra hâlâ aksanlıydı sesi. "İbrani Sabatı bugün, Bay Trevayne. En azından bir telefon ede­ cek kadar düşünceli olacağınızı umardım. Bu evde din kurallarına riayet edilir." "Özür d i l e r i m ; b i l m i y o r d u m . V a k t i m çok sıkışık, buraya uğra­ maya da son anda karar verdim. Yakınlarda bir dostumu ziyaret edi­ yordum... isterseniz başka bir zaman...." "Suçunuzu arttırmayın. East Hampton Idaho'da Boise değildir. Terasa gelin." Green, Trevayne'ı arka bahçeye bakan çepeçevre cam k a p l ı terasa çıkardı. Her taraf bitkiyle sarılmıştı, koltuklar beyaz de­ mirdendi, üzerlerinde basma şilteler vardı. K ı ş ortasında b i r yaz bah­ çesi. "Bir kahve içer miydiniz? B i r i k i şekerli kurabiye?" "Teşekkür ederim, almayayım." "Haydi haydi, a k s i l i ğ i m i n sizi şahane kurabiyelerden yoksun bırakmasına izin vermeyin. Kahveye pek bir şey demem ama aşçımız

266

bir tanedir doğrusu." "Aksiliğinizi hak etmiştim. Konukseverliğinizi hak etmedim." "Güzel! O zaman bir i k i tane yersiniz... Doğrusunu istersiniz be­ nim de canım çekti ama evde buna izin vermiyorlar; ancak bir ziyaretçi olursa ben de yararlanıyorum işte." Green duvara dayalı cam kaplı ma­ sanın üstündeki beyaz dahili telefonun düğmesine bastı. "Shirley, sev­ g i l i m . Konuğumuz kahve ile senin o çok methettiğim kurabiyelerin­ den istiyor. İ k i k i ş i l i k getir ve bayan Green'e bir şey söyleme. Te­ şekkür ederim, sevgilim." A d a m Trevayne'ın karşısındaki koltuğa otur­ du "Çok iyisiniz." "Hayır. Sadece davranışımı değiştirdim -öfkeden sağduyuya. Beni iyi gösteren budur. Sakın aldanmayın.... Sizi bekliyordum. Ne zaman olduğunu b i l m i y o r d u m ama b i r gün gelecektiniz, yalnız bu kadar ça­ buk olacağım sanmıyordum doğrusu." "Savunma bakanlığının... biraz rahatsız olduğunu tahmin ede­ rim. Size haber vermişlerdir sanırım." "Kesinlikle. Daha başkaları da. Pek çok yerde heyecanlı tepkilere neden oluyorsunuz, Bay Trevayne. K o r k m a m a k için para alan kimse­ lerde k o r k u doğuruyorsunuz. Ç o k kimseye b i r daha benden zırnık ala­ m a y a c a k l a r ı n ı s ö y l e d i m . N e y a z ı k k i -bu sözcüğü b i l e r e k k u l ­ lanıyorum- benim yanımda çalışmıyorlar." " O zaman sadede gelmemek için bir nedenim yok, değil mi?" "Güzel! Çok acelecisiniz; sizden hoşlandım." "Ben de sizin bu kadar sadık insanlara sahip olmanızın nedenini anladım." "Yanıldınız ş i m d i , dostum. B e n i m sadık insanlarım -eğer böyle kişiler varsa- satın alınmış kişilerdir. İ k i m i z i n de parası var, Bay Tre­ vayne. Bu genç yaşınızda da olsa, herhalde paranın insanın ardında bir sürü insan yarattığını öğrenmişsinizdir. Para kendi başına yararsız b i r şeydir, bir yan üründür. A m a bir köprü olabilir. Doğru kullanılırsa bir f i k i r yayar. Fikir, Bay Trevayne. F i k i r bir tapınaktan daha büyük anıt­ tır... Elbette ardımdan gelenlerim var. A m a bundan da önemlisi onlar benim fikirlerimi taşıyıp yaymaktadırlar." K a p ı d a elinde gümüş b i r tepsi olan b i r hizmetçi kadın b e l i r d i .

267

Green Shirley'i tanıştırınca Trevayne ayağa k a l k t ı ve tepsiyi zarif de­ m i r sehpaya koymasına yardım etti. Bu hareketi Green'in takdirle kar­ şıladığı belli oluyordu. Shirley, Bay Trevayne'ın kurabiyeleri beğene­ ceğini umduğunu söyleyerek hemen çıkıp g i t t i . " B i r pırlanta! Gerçek bir pırlanta" dedi Green. "Onu Montreal Sergisi'nde Israü pavyonunda buldum. Amerikalıydı. Gelip bizimle ça­ lışması için Hayfa'ya b i r düzine portakal bahçesi bağışladım.... Kura­ biyeler. Ye!" Kurabiyeler gerçekten çok lezzetliydi. "Çok güzelmiş." "Sana söylemiştim. Bu odada konuşacaklarımız arasında yalanlar olabilir, ama kurabiye konusunda asla.... H a y d i , gel de k e y f i n i çıkara­ lım." Kurabiyeler bitene kadar i k i adam havadan sudan söz ettiler. Bir­ birlerini ölçüp biçmişlerdi gelecekteki maça hazırlanan çok i y i i k i te­ nisçi g i b i . Green kahve fincanını bırakıp içini çekti. "Kurabiye b i t t i . Şimdi konuşalım. Sizi kaygılandıran nedir A l t k o m i s y o n Başkanı? Bu ola­ ğandışı koşullar altına sizi buraya getiren nedir bakalım?" "Genessee Sanayii. Siz kısmen ajansınız aracılığıyla y ı l d a yedi m i l y o n dolar -ki biz bunun on i k i m i l y o n dolar, hatta daha fazla oldu­ ğunu tahmin ediyoruz- dağıtıyorsunuz ülkeyi Genessee'nin sağ kalma­ m ı z için gerekli olduğuna inandırmak için. Bunu on y ı l d ı r yaptığınızı biliyoruz. Bu da yetmiş üa yüz y i r m i m i l y o n dolar arası bir yekûn tu­ tar. Belki daha da fazla." "Ve bu rakamlar sizi korkutuyor, öyle mi?" "Böyle bir şey demedim. Demin söylediğinizde haklıydınız ama. Bu beni kaygılandırıyor." "Neden? Rakamlar arasındaki farkın bile hesabı verilebilir. Ve haklıydınız. Daha yüksek olan rakamdır." "Hesabı verilebilir b e l k i , ama haklı gösterilebilir mi?" " B u , k i m i n hakti göstermeye çalışacağına bağlı b i r şey... Evet, haklı gösterilebdir. Ben haklı buluyorum." "Nasd?" Green arkasına yaslandı. " B i r kere, bugünün satmalına gücüyle

268

bir m i l y o n dolar sıradan bir insanın sandığı kadar fazla değildir. Gene­ ral M o t o r s y ı l d a y i r m i i k i m i l y o n harcıyor reklama. Y e n i Postahane Servisi de on yedi m i l y o n . " "Ve bunlar yeryüzünün en b ü y ü k tüketiciye dönük şirketleridir. B i r daha deneyin bakalım." "Devlede kıyaslanınca sıfırdırlar. Devlet Genessee Sanayiin en b ü y ü k müşterisi olduğuna göre b e l i r l i bir mantık uygulanabilir bura­ da." " A m a d u r u m böyle değil. M ü ş t e r i kendi şirketi değilse. K e n d i kaynağı. B u n a ben bile inanmam." "Her görüşün belirli bir çerçevesi vardır, Bay Trevayne. B i r ağaca bakar ve yapraklarında yansıyan güneşi görürsünüz, ben aynı ağaca bakınca yapraklar arasından süzülen güneş ışınlarını g ö r ü r ü m . Eğer tanımlamaya kalkarsak, i k i ayrı ağacı anlatıyor oluruz, değil mi?" "Aradaki benzerliği göremedim." "Yoo, bunu görebilirsiniz, ama görmek istemiyorsunuz. Siz sa­ dece yansımayı görüyorsunuz, altındakini değü." "Bilmeceler rahatsız edici olabüir, Bay Green. B e n altında olanı gördüm ve o yüzden bu olağandışı koşullar altında burada bulunuyo­ rum." " A n l a d ı m . " Green başını salladı. "Sert bir insansınız. Ç o k sert hem de.... Cüretlisiniz de." "Ben bir şey satıyor değilim. Cürete de ihtiyacım yok." A a r o n Green birden avcunun içiyle koltuğun sert madenine vur­ du. Vuruş gürültülü ve ç i r k i n d i . "Satıyorsunuz elbette!" Yaşlı Yahudi b a ğ ı r ı r k e n ö f k e y l e b a k t ı Trevayne'a. " B i r insanın satabileceği en aşağılık m a l ı satıyorsunuz. K e n d i n i beğenmişliğin uyuturucusunu. Zayıflık!" " B e n i m suçum y o k ! B i r şey satıyorsam, b u , ülkenin parasının nasıl harcandığını bilmesi hakkıdır. O masraflar b i r gereklilik sonucu mudur, yoksa b i r sanayi canavarının ortaya çıkmış olduğu ve doymak bilmediğinden midir? M i l y o n l a r ı n nereye harcanacağına k e y f i karar ve­ ren küçük b i r grup insan tarafından yönetilen bir ş i r k e t " "Çocuk! Çocuksun sen... Pantolonuna işiyorsun... K e y f i ne de­ mek? K i m k e y f i karar veriyor? Denizden denize uzanan bu ülkede her

269

şeyi bilen b ü y ü k b i r zeka varmış g i b i konuşuyorsun. Söyle bana, 1 9 1 7 de neredeydi bu kidesel zeka? 1941'de neredeydi? Hatta 1950'de ve 1965'te? Ben söyleyeyim sana. Z a y ı f l ı ğ ı içinde, kendini beğen-mişl i ğ i içindeydi. Ve bu z a y ı f l ı ğ ı n , bu kendini beğenmişliğin bedeli öden­ d i . Yüz binlerce güzel gencin kanlarıyla." Green birden sesini alçaktı." Çırılçıplak, ölümün çimento duvarlarına yürüyen milyonlarca masum çocuğun ve ana ve babalarının hayadanyla. Bana keyfilikten söz etme; budalanın birisin sen." Trevayne adam sakinleşene kadar bekledi. "Bay Green, size saygı duyuyorum ama bence siz başka bir zamana ait olan sorunlara çözüm uygulamaya çalışıyorsunuz. Ş i m d i karşımızda değişik sorunlar var. Değişik öncelikler." "Laf ebeliği! Korkakların mantığı." "Termonükleer çağda kahramanlara pek yer yoktur." "Palavra!" Green horgörüyle güldü. E l l l e r i n i birleştirdi. "Söyle b a k a l ı m , Bay A l t k o m i s y o n Başkanı, benim suçum neymiş? B u n u açıklamadın daha." "Bunu siz de benim kadar biliyorsunuz. Fonları uygunsuz olarak kullanmak...." "Uygunsuz mu yoksa yasadışı mı?" Green ellerini avuçları ha­ vaya gelecek biçimde açü. Trevayne yanıt vermeden durakladı. Böylece hoşnutsuzluğunu açıkça dile getirmiş o l u y o r d u . "Buna, ellerine fırsat geçtiği zaman, mahkemeler karar verecektir.... Biz bulabildiğimizi bulup tavsiyelerde bulunuruz." "Bu paralar nasıl.... uygunsuz olarak kullanılmışlar?" " İ k n a a m a c ı y l a . Genessee S a n a y i i n i n a l d ı ğ ı işlere destek sağlamak ya da muhalefeti ortadan k a l d ı r m a k i ç i n b ü y ü k paralar dağıtıldığını tahmin e d i y o r u m . Sendikalara, yetenekli kişilere, K o n ­ greye bir örnek vermek gerekerse." "Tahmin ediyorsunuz demek? Ve tahminlerinize dayanarak suçlamalarda bulunuyorsunuz, öyle mi?" "Yeteri kadarını g ö r d ü m . Bu üçünü gördüklerime dayanarak seçtim." "Peki ne gördünüz bakalım? İnsanların kazanabileceklerinden çok

270

paralan mı olduğunu? Genessee Sanayiinin işe yaramaz projelere para v e r d i ğ i n i mi? H a y d i h a y d i , B a y A l t k o m i s y o n B a ş k a n ı , b u ahlak ç ö k k ü n l ü ğ ü neredeymiş bakalım? Böylesine ezilen, böylesine yoz­ laşmış olan kimlermiş bakalım?" Andrew adamın yüzündeki sakin ama hemen hemen muzaffer ifa­ deyi izliyordu. Ve Genessee'nin rüşvet k u l l a n ı m ı n ı n ardındaki saf dehayi anlıyordu artık. H i ç olmazsa en önemli işler için Green'in dağıt­ t ı ğ ı paralara ilişkin olanını. H u k u k e n , mantıken ya da duygusal açıdan h a k l ı görülmeyecek hiçbir şey ödenmemişti. Güney C a l i f o m i a ' n ı n çocuk baronu Ernest Manolo. Sendikalann giderek artan ulusal istekle­ rini sınırlamak için b e l i r l i coğrafi bölgelere sınırlı garantiler vermek­ ten m a n t ı k l ı ne o l a b i l i r d i ? Ve parlak b i l i m a d a m ı R a l p Jamison. Gerçek ya da hayali sorunlarla baş edemiyor diye böyle bir kafa çalış­ mamak mıydı? Ve M i t c h e l l Armbruster. Hepsinin en acısı da buydu b e l k i . A t e ş l i , liberal Senatör hizaya sokulmuştu. A m a Armbruster Kanser K l i n i ğ i ' n i n yararlannın aleyhinde k i m konuşabilirdi ki? Cali­ f o r n i a gettolannda dolaşan gezici sağlık b i r i m l e r i . B u k a t k ı l a n k i m rüşvet diye adlandırabilirdi? Yardımseverlik musluğunu kesinlikle ka­ patacak olan bu bağlantılan ortaya atan nasıl zalim b i r engizisyoncuydu? Engizisyon. Biz engizisyonca istemiyoruz. K o c a B i l l y H i l l . Geçmişteki kurtuluşlarını sürekli yapacak bir y o l arayan Joshua Studebaker vardı sonra. A m a A a r o n Green'in alanına g i r m e z d i o. Studebaker başka b i r yere a i t t i . A m a Sam Vicarson'un anlattıkları gerçekse, Studebaker ve Green birbirlerinin eşiydi. Pek çok bakımdan hem de; ikisi de zeki, karmaşık; i k i s i de yara almış dev g i b i . "Ee?" Green koltuğunda öne eğilmişti. "Bulduğunuz kidesel yoz­ laşma konusunda b e l i r l i şeyler söylemek güç geliybr galiba? H a y d i haydi, Bay A l t k o m i s y o n . B i r örnek hiç olmazsa." "İnanılmaz bir insansınız, değil mi?" "Ee?" Green Andrew'un bu beklenmedik sorusu karşısında şaşır­ mıştı. "İnandmaz olan ne?" " C i l d e r doldurmuş o l m a l ı s ı n ı z . Her masraf y e r l i yerinde, her

271

olayın ardında b i r hikaye. Şöyle b i r 'örnek' seçecek olsam hemen kita­ bı açıp hikayeyi okuyacaksınız." Green karşısındakinin ne dediğini anlamıştı. Gülümseyerek ar­ kasına yaslandı yine. "Seçin b a k a l ı m , Bay A l t k o m i s y o n . Bu kokuş­ muşluğun bir örneğini verin, hemen bir telefon edeyim. B i r i k i dakika içinde öğrenirsiniz gerçeği." "Sizin gerçeğinizi." "Ağaç, Bay Trevayne. A ğ a c ı hatırlayın. Hangi ağacı anlatıyor­ sunuz? Sizinkini m i , b e n i m k i n i mi?" Andrew hayalinde içinde binlerce defter olan çelik b i r kasa görür g i b i y d i , dev b i r y o l s u z l u k deposu. Kendisi i ç i n y o l s u z l u k ; A a r o n Green için haklılığın k a n ı d a n . B ö y l e b i r ansiklopediyi taramaya çalışmak -eğer bulabilirsey ı l l a r sürerdi. Her vaka k e n d i başına bir karmaşaydı. "Neden, Bay Green? Neden? "Aramızda kalacak mı bu konuştuklarımız?" " B u n a söz veremem. Diğer yandan, yaşamımın geri kalan kıs­ m ı n ı bu komisyonda geçirmeye niyetim yok. Sizi ve bu olağanüstü kaynağınızı ortaya atarsam sanınm ondan sonra i k i m i z de b i r daha Washington'dan kurtulamayız. Ben buna hazır d e ğ d i m ve sanınm siz de bunu biliyorsunuz." "Gelin benimle." Green yaşlı b i r adamın, y o r g u n b i r adamın tavnyla kalktı koltuktan. A r k a bahçeye açılan camlı b i r kapıya yürüdü. Kapının yanındaki askılıktan yünlü bir atkı alıp boynuna sardı. "Yaşlı b i r adamım ben. Atkısı/, edemem. Siz gençsiniz, soğuk hava canlan­ dırır sizi. Ayaklannızın altındaki kar i y i deriye zarar vermez. B u n u i y i b i l i r i m . Stutgart kışlarında çocukluğumda ayakkabılanm hep yapay de­ ridendi. Ayaklanm hep üşürdü." Green kapıyı açıp Trevayne'ı karla kaplı çimenlerin üstüne çıkar­ d ı . Bahçenin ucundaki kameriyenin yanındaki uzun Japon meşesinin yanından sağa döndüler. B i r yanda ağaç öteki yanda taflanlar v a r d ı . Geniş bir patikadaydılar şimdi. Trevayne o anda gördü titrek ışığı. Bu daracık k o r i d o r u n ucunde yerden b i r k a n ş kadar yüksekte bronz bir Davut Y ı l d ı z ı vardı. Yüksekliği i k i karıştan fazla değildi. İ k i

272

yanında k ü ç ü k b i r g i r i n t i içinde birer alev parlıyordu. Ateşle korunan bir sunak sanki. İ k i alev güçlü ve canlıydı. Ve de kederli. " A ğ l a m a k y o k , B a y Trevayne. E l l e r i n i o v u ş t u r m a k , acı acı h ı ç k ı r m a k y o k . Y a r ı m y ü z y ı l o l d u neredeyse; k i b u d a b i r avuntu aslında... Y a d a u y u m , V i y a n a l ı doktorların dediği g i b i . B u k a r ı m ı n anısınadır, Bay Trevayne. İ l k k a r ı m ı n ve i l k çocuğumun, Bay Tre­ vayne. K ü ç ü k k ı z ı m ı n . B i r b i r i m i z i son olarak bir parmaklığın arasın­ dan görmüştük. Parçalamaya çalışırken ellerimi kanatan ç i r k i n ve paslı b i r parmaklık..." A a r o n Green susup Trevayne'e b a k t ı . Ç o k s a k i n d i ş i m d i ; hatırlamak kendisine acı vermişse, bunu ta içine g ö m m ü ş g i b i y d i . A m a yaşadığı dehşet sesinde yankılanıyordu. "Bir daha asla, Bay Trevayne."

;

33

Paul B o n n e r madeni b o y u n l u ğ u b o y n u n u fazla acıtmayacak şekilde ayarladı. Westchester Havaalanı'ndan uçağın daracık arka k o l ­ tuğunda yaptığı y o l c u l u k madenin boynunu dalamasına neden olmuş­ tu. Pentagon'daki oda arkadaşlarına İdaho'daki kayak mevsimine yetiş­ tiğine pişman olduğunu söylemişti. Tuğgeneral Lester Cooper'e öyle söylemeyecekti ama. Cooper'e gerçeği anlatacaktı. Ve yanıt isteyecekti. Asansörden beşinci katta i n i p sola doğru yürüdü. K o r i d o r u n so­ nundaki oda. Tuğgeneral Lester Cooper, Paul'un sargılar içindeki k o l u n u ve boynunu görünce tepkisini k o n t r o l altına tutabilmek? i ç i n zorladı ken­ dini. İstediği en son şeydi şiddet. İstedikleri. Genç Türk -şiddete alışkın ve şiddetin peşinden koşan bu adam- yetkisi olmadan eyleme giriş­ mişti. Tanrı aşkına, ne yapmıştı? Kimleri işin içine karıştırmıştı? "Ne oldu sana?" diye sordu soğuk bir sesle. "Yaran ağır mı?"

Gizli Devlet - F. 18

273

" i y i y i m . . . Ne olduğuna gelince, yardımınıza ihtiyacım olacak, efendim." " A s i l i k etme, Binbaşı." "Özür dilerim. B o y n u m ağrıyor." "Nerede olduğunu bile b i l m i y o r u m . Sana nasıl yardım edebili­ rim?" " ö n c e Trevayne'ın koruyucularının, Trevayne'ın tuzağa düşürülebümesi i ç i n , neden görevden alındığını söyleyerek başlayabilirsiniz." Cooper oturduğu yerden top gibi f ı r l a d ı . Y ü z ü dehşetten bembe­ yaz kesilmişti. Önceleri söyleyecek söz bulamadı, kekelemeye başladı. Bonner bir kere daha şaşırtıcı buldu onun bu halini. "Ne dedin?" diye sordu sonunda. "Özür d i l e r i m , Generalim. Haberiniz olup olmadığını öğrenmek istemiştim... Yokmuş." "Cevap ver bana!" "Söyledim ya. Beyaz Saray'ın güvenlik ajanları. G i z l i kodlan b i ­ len b i r i onlan bulunduklan yerden uzaklaştırdı. Bundan sonra Trevayrie öldürülmek üzere izlendi. En azından amacın bu olduğunu sanıyorum." "Bunlan nereden biliyorsun?" "Ben oradaydım, Generalim." "Aman Tanrım!" Cooper yerine oturdu yine. Başını k a l d ı r d ı ğ ı n d a yüzünde üç savaştan zaferle çıkmış bir generalin değil, şaşkın bir onbaşmın bakışı vardı. Üç ay öncesine kadar Bonner'in büyük saygı duyduğu adam git­ mişti artık. B i r komutandı o zaman. A m a bu adam o değildi. Bu zayıf, çözülmeye yüz tutmuş bir i n ­ sandı. "Gerçek bu, Generalim." "Nasıl oldu? Hepsini anlat bana." Bonner anlattı. Her şeyi. Paul bir gece öncesinin olaylannı anlatırken Cooper sadece d u ­ vardaki bir tabloya bakıyordu. Yağlıboya resimde uzak dağlann önünde yenileştirilmiş bir on sekizinci y ü z y ı l ç i f t l i ğ i görülüyordu: Generalin Vermont'da Rudand'daki evi. Yakında orada olacak, diye düşündü B i n -

274

başı... hem de ömrünün sonuna kadar. Paul sözlerini bitirince Cooper, "Trevayne'ın hayatını kurtardığın kuşkusuz," dedi. "Bana ateş edilmesi beni buna inandırmıştı. Ancak onu öldürmek i ç i n orada bulunduklarından e m i n olamayız. De Spadante yaşarsa öğreniriz b e l k i de... B e n i m b i l m e k istediğim şu, Generalim: De Spadante'nin ne işi vardı orada? Trevayne ile ne ilgisi var?... V e de bizim­ le?" "Nereden b i l e y i m ben?" Cooper, dikkatini yine tabloya vermişti. " Y i r m i Soru oyunu değil b u , Generalim. G ö r e v i m bundan faz­ lasını hak ettirdi bana." "Sözlerine dikkat et, asker." Cooper Bonner'e b a k t ı " K i m s e sana o adamın ardından Connecticut'a gitmeni emretmedi. K e n d i başına ver­ din bu karan." "Uçağı alma yetkisini siz verdiniz. Yapmak istediğim şeye karşı çıkmayarak beni onayladığınızı gösterdiniz." "Ben sana saat dokuzda d u r u m raporu vermeni de emretmiştim. B u n u yapmadın. O raporun y o k l u ğ u n d a verdiğin kararlar sana aittir. B i r amire asünın yaptıklan konusunda b i l g i verilmezse..." "Palavra!" Tuğgeneral Lester Cooper b i r daha ayağa k a l k t ı ; bu kere şaşkın­ l ı k l a değil ama, öfkeyle. "Burası kışla değil, asker ve ben senin bölük çavuşun değilim. Derhal özür dileyeceksin. Seni itaatsizlikle suçlamad ı ğ ı m i ç i n kendini talihli sayabilirsin." "Hâlâ mücadele edebildiğinize sevindim, Generalim. Kaygılan­ maya başlamıştım... Söylediğim söz i ç i n özür d i l e r i m , efendim. A n ­ cak sorumu geri almayacağım, efendim! M a r i o de Şpadante'nin Tre­ vayne'ın b i z i soruşturmasıyla ne i l g i s i var? Ve b u n u siz bana söylemezsiniz, daha yukanlara ç ı k ı p öğrenirim, efendim!" "Kes artık!" Cooper soluk soluğa k a l m ı ş t ı , alnından terler boşanıyordu. Sesini hafifletti. Birden gevşemiş gibiydi. Omuzlan çök­ t ü , karnı sarktı. Bonner için a c ı k l ı b i r görüntüydü bu. "Kes artık, bin­ başı. Seni de aşar b u , beni de." " B u n u kabul edemem, Generalim. B u n u istemeyin benden. De Spadante p i s l i k t i r . A m a bana bu binaya b i r telefon ederek beni yar-

275

baylığa yükseltebileceğini söyledi. Bunu nasd söyleyebiliri K i m e tele­ fon edecekti? Nasd? Neden, Generalim?" Cooper yerine oturdu. "Sana kime telefon edeceğini söyleyeyim

mi?"

"Tanıtm." Bonner'jn rjjjrjggj bulanıyordîi. "Evet, Binbaşı. Bana telefon edecekti." "İnanmıyorum."

"İnanmak istemiyorsun yani.... Alelacele kararlara varma, asker. Telefona ben çıkacaktım; b u , istediğini yapacaktım anlamına gelmez." "Size erişebilmesi yeteri kadar kötü zaten." " ö y l e mi? Senin i l i ş k i kurduğun yüzlerce kişiden daha mı kötü b i r durum bu? Vientian'dan M e k o n g deltasına kadar.... ve sonuncusu da San Francisco'daydı sanırım. De Spadante senin i l i ş k i kurduğun 'pislik'lerden daha mı pis?" "O bambaşka bir şeydi. Genellikle düşman bölgesinde b i l g i top­ lama durumlarıydı onlar. Bunu bilirsiniz." "Satın alınıp parası ödenmiş bilgüer. Böyle b e l i r l i bir zamandaki hedeflerimize bizi yaklaştıran şeyler. Hiçbir farkı yok, Binbaşı. Bay de Spadante de bir amaca hizmet ediyor. Ve belki de farkına varmadın ama biz de düşman bölgesindeyiz." "Ne amacı?" "Sana tam bir yanıt veremem. Bütün gerçekleri ben de b i l m i y o ­ r u m ; bilseydim bile bunları öğrenmeye hakkın olacağından pek emin değilim. Sana De Spadante'nin pek çok önemli alanda b ü y ü k etkisi olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan b i r i de nakliye." "Ben onu inşaat işinde sanıyordum." "Bundan hiç kuşkum y o k . Nakliye ve n h t ı m işleri. Vapur acen­ teleri sözünü dinlerler. Nakliye firmaları ona öncelik tanırlar. Gerektiği zaman işbirliği sağlanır." Bonner kulaklarına inanamıyordu. "Ona ihtiyacımız varmış g i b i konuşuyorsunuz." "Elde edebileceğimiz herkese ve her şeye ihtiyacımız vardır, B i n ­ başı. Senatoya g i t de bak. İstediğimiz her tahsisat kısıla kısıla kuşa dönüyor. Politikacıların şamar oğlanı olduk; bizsiz yaşayamazlar ama bizimle de yaşamak istemiyorlar. B i z i destekleyenler sadece filmlerde

276

kaldı... Sorunlarımız var, Binbaşı Bonner." "Ve bunları katiller kullanarak çözümlüyoruz, öyle mi? M a f ­ yanın desteğini sağlıyoruz -yoksa bu t e r i m i kullanmak da yasak mı artık? "Her nasıl çözümleyebilirsek ö y l e çözümlüyoruz. Sana şaştım doğrusu, Bonner. Beni şaşırttın. Savaş alanında b i r i n i n geçimini sağ­ lama b i ç i m i senin onun kullanmanı önler mi?" "Önlemez herhalde. Ç ü n k ü onları benim k u l l a n d ı ğ ı m ı b i l i r i m . Seni onların k u l l a n d ı ğ ı n ı d e ğ i l . Ve benim y a p t ı k l a r ı m hep düşman hatları gerisinde olmuştur. Orada daha değişik yaşar insan. Ben sizlerin burada bizlerin orada olduğumuzdan daha i y i olduğunuzu sanarak y a n ı l m ı ş ı m . Evet, Generalim, dana iyi..." "Ve öyle olmadığımızı öğrenince de dehşete kapıldın... Düşman hatlarının gerisindeyken silahlarının nereden g e l d i ğ i n i sanıyordun, asker? "Evlatlarımızı destekleyelim' diye bağıran yaşlı kadınlardan mı? Onlar böyle bağırır bağırmaz jet y a k ı ü ve cephane dolu gemiler gökten mi iniyordu? Haydi haydi, Binbaşı! Testiler Vadisi'nde kullandığın si­ lahlar San Diego r ı h t ı m ı n d a n M a r i o de Spadante'nin sayesinde yük­ lenmiş olabilirdi. Haiphong'un on m i l güneyinden seni alan helikopter De Spadante'nin arkadaşlarının önledikleri bir grevden kurtarılan bir fa­ brikadan çıkmış olabilirdi. O kadar seçici olma, Bonner. 'Saygonlu katil'e hiç yakışmıyor b u . " Fabrikalarda, r ı h t ı m l a r d a anlaşmalar y a p ı l ı r d ı , Paul da b i l i r d i bunları. A m a bu başka bir şeydi. De Spadante ile silahşörleri dün gece rıhtımda ya da fabrikada değillerdi. Trevayne'in evindeydiler. General bunu göremiyor muydu? "Generalim. Ben on sekiz saat önce Başkan ve Senato tarafından atanmış b i r altkomisyon başkanının bahçesinde i k i k i r a l ı k katille yumruğunda b o y n u m u ve k o l u m u parçalayan demir ç i v i l i bir muşta taşıyan b i r M a f y a babasıyla karşılaştım. Benim i ç i n bu dosya aşır­ maktan ya da b i z i yerimizden etmeye çalışan bir kongre komisyonu­ nun işini bozmaya çalışmaktan bambaşka b i r şeydir." "Neden? K a v g a k a ğ ı t üstünde değil de y u m r u k y u m r u ğ a diye mi?" " B e l k i . . . B e l k i de bu kadar basittir. B e l k i de bundan sonraki

277

a d ı m ı n De Spadante'lerin Genelkurmay Başkanları olarak atanacak­ larından korkmamdır. Ya da Harp Akademisi öğretim üyeliklerine geti­ rileceklerinden.... Eğer bu i k i yere henüz gelmemişlerse."

*** Michigan Caddesi'nde telefon kulübesinde evrak çantasını dizleri­ nin arasına sıkıştırmış olan Rabort Webster, "Öldü mü?" diye sordu. "Hayır. Epey güçlüdür. Kurtulacak diyorlar," dedi Connecticut'ta Greenwich'de başka bir telefon kulübesindeki doktor. "Pek i y i b i r haber değil bu." "Üç saat sürdü ameliyat. On taneden fazla damarı d i k i l d i . Birkaç gün durumu k r i t i k ama atlatacağına inanıyorlar." "Bunu istemeyiz, doktor. B i z i m için kabul edilebilir bir şey değil bu... B i r yerde bir yanılma olmalı." " U n u t b u n u . B o b b y . Hastane silah deposu g i b i . K a p ı l a r , asansörler, hatta çatı bile. Hemşireler bile bizimkiler değil, onunkiler. Odasında dört papaz var. Onlar papazsa ben de Cabrini A n a y ı m ya." "Sana bir y o l bulunmalı diyorum." "O zaman sen b u l , ama burada değil. Ona şimdi b i r şey olacak olursa hastaneyle birlikte b i z i de d i r i d i r i yakarlar. Ve bu da benim için kabul edilebilir değildir." "Pekala, pekala. T ı b b i kaza yok." "Yok elbette... Neden ortadan kalkmasını istiyorsunuz?" "Çok şey istedi; aldı da. A r t ı k biri y ü k olmaya başladı." Doktor duraksadı. "Burada olmaz, Bobby." "Pekala. Başka bir şey düşünürüz." "Ha, sırası gelmişken söyleyeyim, terhis kağıtları geldi. Teşek­ kür ederim. Teşekkür mektubu olmasa da olurdu." "Ordudan atılmaktan iyidir. M i l y o n vurmuş olmalısın." "Vurdum bde." D o k t o r güldü. "Para bakımından sıkışırsan bana haber ver." "Görüşürüz." Webster telefonu kapatıp kulübeden ç ı k t ı . De Spadante konusuna ne yapacağına karar vermeliydi. D u r u m tehlikeli olabi­ l i r d i . B i r yolunu bulup Greenwich'deki doktoru k u l l a n m a l ı y d ı . Neden

278

olmasın ki? D o k t o r daha borcunu ödemiş sayılmazdı. D o k t o r görevli olduğu askeri hastaneleri bir kürtaj fabrikası haline getirmişti. Devlet malını kullanmış, hatta b i r l i k gazetelerinde neredeyse ilanlar vermişti. Doktor çıktığından i k i y ı l sonra milyoner olmuştu artık. Webster çevirdiği taksiye Beyaz Saray'a çekmesini söyleyecekken f i k r i n i değiştirdi. "Louisiana Caddesi, 1222." Burası Gallabretto İnşaat Şirketi'nin adresiydi. M a r i o de Spadante'nin Washington'daki şirketi.

*** Hemşire yavaşça açtı k a p ı y ı . Papaz elini ceketinin içinden çe­ kerken boynuna altın zincirle asılı haç tıngırdadı. Papaz oturduğu k o l ­ tuktan kalkıp ziyaretçiye, "Gözleri kapalı ama konuşulan her sözü d u ­ yuyor." dedi. " B i z i yalnız bırak," dedi yataktaki adam h ı r ı l t ı l ı b i r sesle." " W i l ­ liam gidince gelirsin, Rocco." "Tamam, patron." Papaz parmağını yakası ile derisi arasına sokup boynunu uzattı. K ü ç ü k kutsal kitabını alıp hafifçe sıkılmış bir halde dışarı çıktı... M a r i o de Spadante ile ziyaretçisi odada yalnız kaldılar. "Birkaç dakikadan fazla kalamam, M a r i o . Doktorlar izin vermi­ yorlar. İyileşeceğini söylediler miydi?" "Seni i y i g ö r d ü m , W i l l i a m . A r t ı k büyük bir Batı K ı y ı s ı avukatı oldun, ha? Ç o k da i y i giyiniyorsun. Seninle gurur d u y u y o r u m , kuze­ n i m . Gerçekten gurur duyuyorum." "Nefesini tüketme, M a r i o . Konuşacak bir i k i şeyimiz var, idraki­ nin yerinde olmasını isterim." "Şu sözcüklere bak. 'İdrak.' "De Spadante gülümsedi. Gülümsemek i ç i n güç g e r e k l i y d i ve kendisi ise çok b i t k i n d i . "Batı'dan seni gönderdiler, ha? Şu işe bak hele." "Bırak da ben konuşayım, Mario... Trevayne'm evine onu orada b u l m a y ı umarak g i t t i n . Rehberde yazılı olmayan telefon numarasını b i l m i y o r d u n , Greenwich'de b i r işin vardı ve k a r ı s ı n ı n hastaneye

279

y a t t ı ğ ı m duymuştun. O n u N e w Haven'den tanıyordun ve son olarak Washington'a giderken uçakta karşılaştınız. Ç o k merak etmiştin. Hep­ si bu kadar. B i r nezaket ziyareü. Senin bakımından belki biraz haddini aşmak ama bu da senin doğana aykırı değil." De Spadante başım salladı. " K ü ç ü k W i l l i e Gallabretto," dedi so­ l u k gülümsemesiyle. "Güzel konuşuyorsun, W i l l i a m . Gerçekten gurur duyuyorum seninle." De Spadante başını sallıyordu durmadan. "Çok güzel, çok seri konuşuyorsun, W i l l i a m . " "Teşekkür ederim." A v u k a t altın Rolex saatine bakarak devam e t t i . "Şimdi söyleyeceklerim çok ö n e m l i , M a r i o . Trevayne'ın evinde araban kara saplandı. K a r a ve çamura. Polis bunu onayladı zaten. Fowler adında birine bin dolar verdik bunun i ç i n , izler de silindi. A m a sen sakın kar ve çamuru unutma. Üzerine saldırılana kadar başka bir şey hatırlamıyorsun. A n l a d ı n mı?" "Evet, sayın consigliori, anladım." "Güzel... A r t ı k g i t m e l i y i m . L o s Angeles'teki meslektaşlarım sana i y i dileklerini gönderdiler. İyileşeceksin, M a r i o Amca." "Güzel.... güzel." De Spadante elini bir i k i santim kaldırdı A v u ­ kat durdu. "Sözün b i t t i m i ? " "Evet?" "Güzel. Şimdi o süslü püslü laflan bırak da beni dinle... İ y i d i n ­ le hem de. O askerin öldürülmesini emret. Hemen bu gece haber ilet." "Olmaz, Mario. Öldürmek olmaz. Asker o, federal." "Bana karşı mı geliyorsun? Babaların babasına karşı mı geliyor­ sun, ha! Öldürülecek dedim. On b i n dolar ödül. Hemen." " M a r i o Amca, Godfather günleri bitti artık." W i l l i a m Gallabretto akrabasıyla çok sakin, anlayışla konuşuyordu. "Daha i y i yollanınız var şimdi." "Daha i y i , ha! Tormento letto'dm daha i y i ha? Kardeşimi öldüren domuza yavaş bir ölümden daha i y i , ha? Sen mi bilirsin i y i s i n i , ben mi? Sırtına bir bıçak. Bu kadar." De Spadante derin soluklar alarak başım yastığa dayadı. "Dinle beni, M a r i o A m c a . Bu asker, bu Binbaşı Bonner tutukla­ nacak. Cinayetten yargılanacak. Savunulması olanaksız. Herhangi bir kışkırtma olmadan adam öldürdü. Daha önce de başı belaya girmişti..."

280

"Öldürülecek dedim!" "Hayır. Gereksiz b u . Bu Bonner'in gözden düşmesini isteyen pek çok k i ş i var. En yukarlara kadar... B i r gazeteci var hatta, ünlü b i r ga­ zeteci. Roderick Bruce. Bu Bonner psikopatın b i r i . Yaşamboyu hapse mahkum olacak. Sonra... cezaevinin birinde bıçağı yiyecek sırtına." "Hayır. Boş konuşuyorsun... M a h k e m e istemem. A v u k a t palav­ rası istemem. Sen dediğimi yap." W i l l i a m Galbretto yatağın yanından ç e k i l d i . "Pekala, M a r i o A m c a , " diye yalan söyledi. "Sen dinlen şimdi."

34 i : Trevayne otelde yatağın üstüne oturmuş önündeki sık yazılı say­ falan okumaya çalışırken gözlerini güçlükle açık tutabiliyordu. Sonun­ da bu mücadeleden galip çıkamayacağını anlayınca telefonu açıp sabah yedide uyandırdmasını söyledi. A a r o n Green'in yanından saat b i r d e n biraz sonra ç ı k m ı ş t ı , sandığından da erken. Green öğle y e m e ğ i n i b i r l i k t e y e m e y i t e k l i f etmişse de, kendisi bir iş i ç i n N e w York'a gitmek zorunda' olduğunu söyleyerek reddetmişü. Gerçek şuydu k i , Green'in yakınında olmaya kadanamıyordu. A d a m a söyleyecek b i r sözü yoktu. Yaşlı Yahudi ileri sürebileceği her şeyi b i r anda silip atmıştı. Green'in arka bahçesindeki o manzaraya karşı ne söyleyebilirdi, ya da k ı r k y ı l önce Auschwitz'de b i r parmaklığın yanında yaratılan nedeni neyle daha az geçersiz kıla­ bilirdi. A a r o n Green'in kuraldışı b i r yanı yoktu. Kendine göre çok da tu­ t a r l ı y d ı . Kendisine ününü veren bütün liberal reformlara inanıyordu; merhamedi bir insandı, talihsizlerin sıkıntılarını hafifletmeye yönelik davalara büyük paralar veren eli açık bir insandı. Ve bu yeni vatanının felsefesinin devamını sağlayacak i k l i m d e kalması i ç i n servetini son kuruşuna kadar harcayacaktı. B ö y l e b i r ülkenin dünyanın en güçlü ülkesi o l m a s ı g e r e k i r d i . Ü l k e n i n i ç i n i n yumuşak olması yüzünden sınırlan zayıflatılamazdı; kabuğun derinmez olması gerekirdi. Green, koruyuculara -kabuğa- daha mutlak güç verildikçe bun-

281

l a n n korunanların haklarını gasp edecekleri gerçeğini göremiyordu. Klasik bir olguydu bu ve Green bunu reddediyordu. Ve Trevayne'm yaşlı adamın düşüncesini değiştirebilmek i ç i n söyleyecek hiçbir sözü yoktu. Lear j e t i Chicago'nun O'Hare Havaalanı'na indiğinde Trevayne hemen Salt L a k e City'deki Sam Vicarson'a telefon etti. Vicarson lan Hamilton dosyasının kendisini otelinde beklemekte olduğunu b i l d i r d i . Iş ç o k k o l a y olmuştu. A m e r i k a n Baro B i r l i ğ i lan Hamilton'la gurur duyuyordu ve mesleki biyografisi çok genişti. Ek bilgileri de H a m i l ton'un o ğ l u sağlamıştı. H a m i l t o n ' u n genç o ğ l u 'günümüz' kuşağın­ dandı; ailenin geleneklerini k ı r m ı ş ü . K e n d i grubu olan bir f o l k şarkı­ c ı s ı y d ı . Babası hakkında konuşmaya çekindiği falan yoktu. O ğ u l ba­ basının 'kendi şeyini' hayalden çok zekayla yaptığına ama i y i yapüğma inanıyordu. Ç ü n k ü seçkinlerin, geri kalmışlara y o l göstermesi inan­ andaydı. Hamilton çok eski ve çok v a r l ı k l ı b i r aileden geliyordu ve ata­ larını Iskoçya'da Cambuskeith lordlarına kadar götürüyordu. lan H a m ü ton Harvard Hakuk Fakültesinden sınıfının en üst sıralarında mezun olmuştu. İngiltere'de Cambridge'de lisansüstü ö ğ r e n i m i n i yapması kendisine savaş yıllarını Londra'da Eisenhower'in Genelkurmayında hu­ k u k danışmanlığı ile geçirmenin kapılarını açmıştı. B i r İngiliz k ı z ı y l a evlenmiş, tek evladı olan oğlu da Surrey'de Deniz Hastanesinde dün­ yaya gelmişti. lan Hamilton savaştan sonra bir d i z i yüksek mevkide bulunduk­ tan sonra N e w York'un en saygın hukuk firmalarından birine ortak olmuştu. Eisenhower y ö n e t i m i ile başlayan savaş y ı l l a r ı ilişkileri ken­ disinin sık sık Washington'a gitmesi gereğini doğurmuş, sonunda f i r ­ ması Washington'da b i r şube açmıştı. B i r b i r i ardından gelen yöne­ timler sırasında Ian H a m i l t o n Washington sahnesinin ayrılmaz b i r parçası olmuştu. İsmen Cumhuriyetçi olsa da doktrinlere bağlı bir i n ­ san d e ğ i l d i . Demokrat Temsilciler M e c l i s i ve Senato ile sağlam b i r çalışması vardı. John Kennedy kendisine Londra büyükelçiliğini t e k l i f etmiş - k i , bu mantıklı ve p o l i t i k açıdan kurnazca bir karardı- ancak Ha­ m i l t o n mazur görülmesini istemişti. Onun yerine Washington h u k u k merdivenlerini tırmanmaya devam etmiş ve sonunda 'Başkanlar danış-

282

manı' olarak tanınmaya başlamıştı. D i k k a t l e r i çekecek kadar deneyim­ l i , ancak esnek olacak kadar da gençti -henüz e l l i beş altmış yaşlanndaydı. Arkadaşlığı bir insana değer kazandırırdı. Ve Ian H a m i l t o n i k i y ı l önce kendisinden hiç beklenmeyen bir şey yapmıştı. Şirketinden sessizce istifa etmiş ve dostlarına yine ses­ sizce, 'hak ettiğini umduğu uzun b i r tatile, çıkacağını söylemişti. Son­ ra da karısı ile birlikte y i r m i i k i haftalık bir dünya gezisine ç ı k m ı ş t ı . A l t ı ay önce yine gürültüsüzce ve basının ilgisinden kaçan bek­ lenilmedik b i r şey yapmıştı. Eski bir Chicago firması olan Brandon ve Smith'e ortak o l m u ş t u . Washington ve N e w Y o r k i l e bağlarını ko­ partıp M i c h i g a n G ö l ü k ı y ı s ı n d a k i Evanston'da bir malikhaneye taşın­ mıştı. Anlaşıldığı kadarıyla Ian H a m i l t o n daha az gürültülü b i r yaşamı seçmişti ve Evanston zenginlerinin kapalı toplumuna -yine sessizcekabul edilmişti. Genessee Sanayii'nin b i r tahvil ç ı k a r m a işi Brandon ve Smith firmasına v e r i l m i ş t i v e b u H a m i l t o n ' u n Başkanlık Ç e l i k İthalat K o ­ misyonu üyesi iken açıklamaması gereken sırlan açıklamasının sonu­ cunda olmuştu. Genessee Sanayii şimdi Ortabatının en saygın hukuk şirketi olan Brandon, Smith ve Hamilton'un hizmederine sahipti. Genessee A m e r i ­ ka'nın her i k i k ı y ı s ı n d a da en yüksek b i r şekilde temsil e d i l i y o r d u ; N e w York'ta Green; California'da fabrikalan ve Senator Aımbruster. Orta Amerika'da da bir etki merkezi kurmalan mantıklıydı. Eğer Trevayne ortaya ç ı k m a k t a olan bu tablo konusunda yandmıyorsa. lan Hamilton'la bu tablo devletin yürütme kolunun alanına doğru yayılmaktaydı. A m e r i k a Birleşik Devletleri Başkanı. Çünkü başkanlara danışmanlık eden H a m i l t o n sessiz ama müthiş bir güce sahip olarak ilerliyordu. % Trevayne sabahleyin Evanston'a giderek l a n Hamilton'u şaşırta­ c a k t ı , t ı p k ı Aaron Green"i şaşırttığı g i b i .

Robert Webster k a n s ı n a i y i geceler dileyerek öpüp telefona b i r

283

k ü f ü r savurdu. Akron'da yaşarlarken geceyanlannda evini terketmesi gereken telefonlar gelmezdi. Kuşkusuz A k r o n ' d a yaşarlarken terkedeceği bu kadar büyük eve asla sahip olamazlardı ya. Hem kaç A k ron'lu çocuğa Beyaz Saray'dan telefon gelirdi? H o ş , Tanrı b i l i r ya, bu telefon oradan değildi. * Webster arabasını garajdan çıkartıp gaza bastı. A l d ı ğ ı mesaja göre on dakika sonra -şimdi sekiz dakika kalmıştı? Nebraska Caddesi ile 2 1 . Sokağın kavşağında o l m a l ı y d ı . Beyaz Chevrolet'yi ve camdan dışarı uzanan k o l u gördü. Kesik kesik i k i kere bastı klaksona. Beyaz Chevrolet uzun bir klakson sesiyle karşılık verdi. Webster Nebraska Caddesi'nde yoluna devam ederken Chevrolet de park ettiği yerden ç ı k ı p arkasına düştü. İ k i araba Carter Baron Anfisi'nin otoparkına girip yanyana durdu­ lar. Robert Webster i n i p öteki arabaya y ü r ü d ü . " U m a r ı m değer b i r ' şey içindir. İ y i bir uykuya ihtiyacım vardı!" "Merak etme, değecek," dedi gölgeler içindeki adam." Askerin üzerine yürü. Herkes tedbirini aldı." " K i m dedi?" " W i l l i e Gallabretto dedi, k i m diyecek? Y o l u n a devam etmeni söylememi istediler. Onu kaldır ortadan. Kapat b i r yere." "Ya De Spadante ne olacak?" "O N e w Haven'e döner dönmez öldü sayılır." Robert Webster aynı anda hem i ç i n i çekti hem gülümsedi. "Değermiş," dedi dönüp arabasına yürürken.

*** Madeni plakanın üstünde kabartma bakır harflerle bir tek sözcük vardı: Lakeside' Trevayne arabayı k a r l a r ı temizlenmiş y o l a sokup eve giden yokuşa sürdü. Carolina'daki b i r ç i f d i k t e n alınıp getirilmiş g i b i duran b ü y ü k beyaz bir Georgia t i p i yapıydı ev. Her tarafta yüksek ağaçlar vardı. Evin ve ağaçların ötesinde de çoğu donmuş olan Michigan Gölü.

284

Trevayne arabasını üç arabaük b i r garajın önüne çekerken k a l ı n ceketli ve k ü r k şapkalı b i r adamın i r i bir köpeği gezdirmekte olduğunu g ö r d ü . O t o m o b i l i n sesini duyan adam dönerken Chesapeake avcı köpeği olan hayvan da havlamaya başladı. A n d r e w , l a n H a m i l t o n ' u t a n ı m ı ş t ı . Ü z e r i n d e k i kaba giysiler içinde büe zarif, ince ve uzun b o y l u . Trevayne ona balonca, başka b i r doğulu şirket avukatı olan Walter Madison'u hatırladı; ancak M a d i son'da -ne kadar i y i olsa bile- h a f i f bir ç ı t k ı r ı l d ı m l ı k havası vardı. Hamilton'da ise böyle bir şeyden eser yoktu. "Evet? Size yardımcı olabilir m i y i m ? " dedi H a m ü t o n köpeği tas­ masından tutup arabaya yaklaşırken. Trevayne camını indirmişti. "Bay Hamilton?" "Aman Tanrım. Trevayne'sınız siz. Andrew Trevayne. Burada ne işiniz var?" H a m i l t o n sanki duyularını b i r an kaybetmiş ama hemen bulacakmış g i b i y d i . Uyarılan b i r i daha, diye düşündü Trevayne. Talimatını almış b i r oyuncu daha. Yanılmak olanaksızdı. "Buralarda bazı dosdan ziyaret ediyordum da " Trevayne artık klişeleşmiş yalanını söyledi yine. İ l k anın huzur­ suzluğunu giderecek b i r i k i sözden başka b i r şey değildi bu ve öteki yalanlarından daha fazla inandırıcı değüdi. H a m i l t o n mazereti kabul edip Trevayne'ı eve aldı. Salondaki şöminede gürül gürül bir ateş yanı­ yordu. Pazar gazeteleri saçılmışa san kadife kaplı bir koltuğun çevresi­ ne. Göle bakan pencerenin önündeki masada gümüş b i r kahve t a k ı m ı ile bir k i ş i l i k kahvaltının k a l ı n t ı l a n vardı. H a m i l t o n , Trevayne'ın paltosunu alıp oturması i ç i n b i r yer gösterirken, " K a r ı m şimdi iner," dedi. " A r a m ı z d a ^ i r m i y ı l l ı k bir an­ laşma vardır. O Pazar günleri kahvaltısını yatakta eder, ben de kö­ pekleri dışan ç ı k a n n m . İ k i m i z de b i r i k i saadik bir yalnızlığı çok ya­ r a r l ı buluruz,... K o r k a n m biraz eski b i ç i m , ama..." Hamüton ceketi ile k ü r k l ü şapkasını çıkartıp Trevayne'ın paltosuyla birlikte hole götürdü. "Hiç de değil," dedi Ândy. "Aksine çok uygarca bir şey." Paltoyu asmaktan dönen H a m ü t o n Trevayne'a b a k ü . Üstündeki b o l y ü n l ü kazağa rağmen usta terzi elinden ç ı k m a bir görünümü var,

285

d i y e düşündü Trevayne. "Evet. Uygarcadır.... Aslında bu yöntem ben­ den ç ı k m ı ş t ı r . B i r bahane aslında telefona çıkmamak i ç i n , ya da r a ­ hatsız edilmeye..." "Dersimi aldım." " ö z ü r d i l e r i m . " H a m i l t o n pencere yanındaki masaya y ü r ü d ü . "Gereksiz yere kabalık e t t i m ; gerçekten özür d i l e r i m . Bugünlerde ya­ şantım yıllarca olmadığı g i b i gerilimsiz aslında. Yakınmaya h a k k ı m yok. Kahve alır mıydınız?" "Teşekkür ederim, içmeyeyim." "Yıllar..." H a m i l t o n kendi fincanını doldururken güldü." Yaşlı b i r insan g i b i konuştum. Yaşlı değilim aslında. Gelecek Nisan elli se­ k i z yaşında olacağım. Benim yaşındakilerin çoğu, şimdi sıkı bir yaşam kavgası içindeler... Walter Madison örneğin. Siz Madison'un müşterisisiniz, değil mi?" "Evet" "Walter'e selamlarımı iletin. Onu severim.... Ç o k hareketli ama tümüyle de törelere uyan b i r i . İ y i b i r avukatınız var, Bay Travayne." H a m i l t o n , Trevayne'ın karşısındaki k o l t u ğ a oturup kahve fincanını masif meşeden sehpaya koydu. " B ü i y o r u m . Sizden sık sık söz eder. Sizi çok esaslı bulur." "Neye kıyasla?... 'Esaslı' aldatıcı b i r sözcük. Günümüzde biraz fazlaca kullanılıyor. B i r layiha esaslıdır, b i r dansöz esaslıdır, bir kitap, b i r saç b i ç i m i , planlar, makineler... Geçen yaz sokağın ilersindeki komşularımdan b i r i bahçesine aldığı gübreyi 'esaslı' diye nitelemişti." "Walterin biraz daha seçici olduğunu tahmin ederim." "Öyledir elbette. Ve gereksiz yere de k o m p l i m a n a . . . Neyse be­ n i m h a k k ı m d a bu kadar konuşma yeter, aslında ben yarım e m e k l i s a y ı l ı r ı m artık, mektup başlıklarında bir ad sadece. O ğ l u m ünlüdür ama, ne dersiniz?" "Çok doğru. Geçen ay Life dergisinde hakkında i y i bir yazı var­ dı." "Gerçeği isterseniz biraz uydurmaydı." H a m i l t o n gülerek kahve­ sini yudumladı. "Aslında o yazı kötülemek i ç i n yazılmıştı. Boğazına kadar kadın özgürlüğüne batmış kadın bir gazeteci o ğ l u m u n t ü m kadınları birer seks nesnesi olarak gördüğüne inanıyordu. Bana söyle-

286

diklerine göre oğlum bunu öğrenmiş, zavalh kadıncağızı tavlamış ve yazı da i y i çıkmış." "Çok yetenekli bir insan." "Şimdi yaptıklarını bundan önce yaptıklarından daha çok beğeni­ y o r u m . Daha az ç ı l g ı n , daha düşünceye yer veren... A m a Bay Trevayne, sanırım siz Hamiltonlann çabalarını konuşma, gelmedinizdi?" A n d r e w avukatın b u ani d e ğ i ş i m i karşısında şaşırmıştı. A m a sonra durumu anladı. Hamilton havadan sudan söz ederek düşüncelerini toparlamış ve b e l k i de savunmalarını hazırlamıştı. Ş i m d i çok b i l g i l i b i r konuşmacı ifadesiyle arkasına yaslanıyordu. " H a m i l t o n çabalan." Trevayne sanki sözleri b i r başlıkmış g i b i d u r a k l a d ı . " D o ğ r u b i r sözcük aslında. Sizin çabalarınız hakkında konuşmayı gerekli bulduğum için g e l m i ş t i m , Bay H a m i l t o n . Genessee Sanayiine ilişkin olanlar için." "Bu gerekliliği neye dayandınyorsunuz acaba?" "Savunma Tahsisat Komisyonu'nun alt komisyonu başkanı ola­ rak." "Hakkında pek bir şey bilmiyorsam da, kısa süreli bir komisyon b u , sanınm." "Bize celp yetkisi de verilmiştir." "Böyle bir şeye kalkışıldığında hemen karşı k o y a n m . " "Şimdiye kadar böyle bir duruma gerek duyulmamıştır." H a m i l t o n bu nokta üzerinde d u r m a d ı . "Genessee Sanayi B i z i m şirketin b i r müşterisidir," dedi. "Önemli ve saygın bir müşteri. Avukat ile m ü v e k k i l i arasındaki kutsal i l i ş k i y i çiğnemeyi b i r an b i l e düşü­ nemem. Boş yere geldiniz Bay Trevayne." "Bay Hamilton, benim sizin Genessee Sanayii için gösterdiğiniz çabalara duyduğum ilgi avukat-müvekkü ilişkinden önceki zamana ait­ tir. Yaklaşık i k i y ı l l ı k bir süre. A l t k o m i s y o n bir... rhali senaryo ha­ zırlamaya çalışıyor. Bulunduğumuz yere nasd vardık? Pentagon belge­ lerinin zararsız bir benzeri." " İ k i y ı l önce Genessee Sanayii ile hiçbir i l g i m y o k t u . Herhangi b i r çaba yoktu." "Doğrudan doğruya değil b e l k i . A m a Söylentilere göre...." " N e doğrudan doğruya ne de dolaylı, Bay Trevayne."

287

"Başkanlık Çelik İthalat Komisyonu üyesiydiniz." "Evet" "Komisyonun çelik kotalarını kamuoyuna açıklamasından b i r i k i ay önce Genessee Sanayii Japonya'da Tamishito firmasından ö n e m l i bir çelik ithalatı yaparak büyük paralar kazandı. Bundan birkaç ay son­ ra Genessee'nin çıkardığı tahvillerin h u k u k i işlerini Brandon ve Smith a l d ı . Bundan üç ay sonra da siz Brandon ve Smith'e ortak oldunuz.... Sanırım tablo açıkça görülmektedir." lan Hamilton kaskatı kesilmiş bir halde oturuyordu, gözlerinden alevler fışkırmaktaydı. "Otuz beş y ı l l ı k meslek hayatımda gerçeğin bu kadar çarptırıldığına tanık olmamıştım. Anlamsız bir varsayım. Yanlış bir düşünce. Ve bunu siz de biliyorsunuz, Bay Trevayne." " B i l m i y o r u m . A l t k o m i s y o n u n pek çok üyesi de b i l m i y o r . " Hamilton hâlâ donmuş g i b i oturuyordu ama Trevayne 'altkomis­ y o n u n pek ç o k üyesi' sözü üzerine ağzının hafifçe t i t r e d i ğ i n i gör­ müştü. Manevra tutmuştu. Hamilton kamuoyundan korkuyordu. "Sizi... ve aşın yanlış bilgiye sahip dostlarınızı aydınlatmak i ç i n şu kadarını söyleyeyim... İ k i y ı l önce b i r çelik kotası getirileceğini, çelikle i l g i l i beş para etmez kimseler bile b i l i y o r d u . Japon, Çekos­ lovak... hatta Kanada y o l u i l e Ç i n fabrikaları A m e r i k a n siparişleri altına eziliyorlardı. Talepleri karşılayamazlardı.... Ü r e t i m i n temel k u ­ r a l ı tek bir alıcının b i r ç o k alıcıdan i y i olduğudur. B u , m a l ı daha da ucuzlaür, Bay Trevayne. Genessee Sanayiinin herhalde olanaklan ra­ kiplerinden fazlaydı ve böylece Tamishito'nin en b ü y ü k müşteri tem­ silcisi oldu.... Bunu kendilerine benim söylememe gerek yoktu." "Bunun bu tür e k o n o m i y l e uğraşanlar i ç i n m a n t ı k l ı olduğuna e m i n i m ; ama varsayım. A m e r i k a n yurttaşı dünyanın en t a l i h l i i n ­ sanıdır. Kendisini kollayan en i y i beyinlere sahiptir." "Ben de sizinle aynı f i k i r d e y i m bu konuda. Ancak ben "kendisini kollayan' yerine kendisi için çalışan deyimini yeğlerim. Ne de olsa bu insanlar bu iş için para alıyorlardır." "Gereksiz. Deyimler birbiri yerine geçebilir." "Umanm... Ama siz de pek uygun bir zamanda katıldınız Bran­ don ve Smith şirketine."

288

" B u kadarı yeter! Burada b i r danışıklı dövüş olduğunu i m a etme­ ye çalışıyorsunuz, umarım bu suçlamanızı destekleyecek kanıtlarınız vardır. Benim dürüstlüğüm kesindir, Bay Trevayne. Yerinizde olsam böyle adice bir saldırıya kalkmazdım." "Ününüzün f a r k ı n d a y ı m . Ve size duyulan saygının... O yüzden sizi uyarmaya geldim, yanıtlarınızı hazırlayacak zaman tanımak için." "Beni uyarmaya mı geldiniz?" Hamilton farkında olmadan öne eğildi, şaşkına dönmüştü. "Evet. B i r yolsuzluk olabileceği sorunu ortaya a t ı l d ı . Buna b i r yanıt vermeniz gerekecek." "Kime?" A v u k a t kulaklarına inanamıyordu. "Altkomisyona. A ç ı k oturumda." "Açık..." H a m i l t o n tam afallamıştı şimdi. "Bunu kastediyor ola­ mazsınız." " K o r k a r ı m k i öyle." "Sınırlı b i r komisyonun önünde canınızın istediğini sergilemeye hakkınız yoktur. Hem de açık oturumda!" "Tanıklar sergilenmeyecek, B a y H a m i l t o n , tanıklık gönüllü ola­ cak. B i z böylesini yeğleriz." "Yeğlersiniz demek? Siz a k l ı n ı z ı kaçırmışsınız. T e m e l hakları koruyan yasalarımız vardır, Trevayne. Taciz etmeyi uygun gördüğünüz insanların karakterlerini canınızın çektiği gibi lekeleyemezsiniz." " B i r taciz durumu söz konusu değil. Ne de olsa bu b i r yargılama değil...." "Ne demek istediğimi ç o k i y i anladığınıza eminim." "Yani ç a ğ r ı m ı z ı k a b u l etmeyeceğinizi mi söylemek istiyorsu­ nuz?" H a m i l t o n birden kaşlarını çatıp Trevayne'a b a k t ı . Tuzağı gör­ müştü ve düşmeye hiç n i y e t i y o k t u . "Brandon ve^Smith şirketi ile mesleki ilişkimle i l g i l i b i l g i y i size özel olarak verebdirim. B u , sözü­ nü ettiğiniz soruyu yanıtlar ve b e n i m de altkomisyonunuz önüne ç ı k m a gerekliliğimi ortadan kaldırır." "Nasıl?" H a m i l t o n s ı k ı ş t ı r ı l m a k t a n hoşlanmazdı. Düşmanına savunma konusunda fazla b i l g i vermenin tehlikelerini i y i b i l i r d i . A n c a k yanıt

Gizli Devlet - F. 19

289

vermemek de olmazdı. "Genessee tahvil işinden elde edilen kârlarla hiçbir i l g i m i n olmadığını gösteren belgeler sunacağım size. Ortaklık anlaşmamızdan önce yapılan b i r hukuksal çalışmaydı o. Bunda b i r hakkım olamazdı ve bunu iddia etmiş de değilim." " K i m i l e r i bu tür belgelerin yazılmasının k o l a y olduğunu söy­ leyebilirler. Daha sonraki tarihlerde kolaylıkla değiştirilebilir şeylerdir bunlar." "Şirket defterleri ve varolan anlaşmalar k a r ş ı l ı ğ ı alman paralar değiştirilemez. B i r ortaklığa, geçmiş defterler tam olarak incelenmeden girilmez." " A n l ı y o r u m . " Trevayne gülümsedi. "Şu halde belgeleri sunup suçlamayı reddetmeniz sizin için çok kolay olacak: i k i dakikalık b i r iş." "Belgeleri size gösterebileceğimi söyledim. Sorguya çekilmeyi kabul etmiş d e ğ i l i m . Bu tür uydurma suçlamalara geçerlilik tanıyam a m ; benim durumumda kimse yapmaz bunu." "Bana k o m p l i m a n yapıyorsunuz, Bay H a m i l t o n . Benim büyük j ü r i g i b i bir şey olduğumu sanıyorsunuz." " A l t k o m i s y o n u n u z u n t e m e l ç a l ı ş m a y ö n t e m l e r i n i siz saptıyorsunuz sanırım. Eğer kendinizi yanlış tanıtmıyorsanız." "Başka bir şekilde ifade edeyim: bu tür belgeler -hesaplar, defter­ ler, ya da ne ad verirseniz işte- beni pek etkilemiyor aslında. K o r k a r ı m sizin komisyon önüne çıkmanızda ısrar edeceğim." H a m d t o n , Trevayne'a saldırmamak i ç i n k e n d i n i güç tutuyordu. "Bay Trevayne, Washington'da y i r m i y ı l a y a k ı n b i r süre bulundum. Oradan gerektiği için değil de, kendi isteğimle a y r ı l d ı m . Yeteneklerime olan i l g i azalmış değildi. Orada hâlâ çok güçlü ilişkilerim vardır." "Beni tehdit mi ediyorsunuz?" "Sadece aydınlatmaya çalışıyorum. Herhangi bir altkomisyon sir­ k i n i n maskarası o l m a y ı istememek için kişisel nedenlerim var. Bunun sizin için izlenecek tek y o l olduğunu a n l ı y o r u m ; siz aç bir insan ola­ rak tanınmazsınız değilsiniz. A m a mahremiyederime saygı gösterilme­ sini istemek benim de hakkımdır." "Ne demek istediğinizi pek anlayamadım." H a m i l t o n arkasına yaslandı. "Benim sözüme güvenmeyi k a b u l

290

etmeyip de komisyonunuz önüne çıkardmamda ısrar ederseniz sizin, olduğunuzu sandığım k i ş i olarak damgalanmanız i ç i n A d a l e t B a kanlığı'ndakiler de içinde olmak üzere bütün e t k i n l i ğ i m i kullanacağım. Siz başkalarına i f t i r a ederek ün kazanmaya çalışan bir egomanyaksınız. Y a n ı l m ı y o r s a m b u talihsiz e ğ i l i m i n i z k o n u s u n d a b i r kere daha u y a r ı l m ı ş t ı n ı z . O zat sonra Fairfax'da b i r o t o m o b i l kazasında ö l ­ müştü... Bu noktada zihinlerde pek çok soru belirebilir." Ş i m d i oturduğu yerde öne eğilmek sırası Trevayne'a gelmişti, inanılmaz bir şeydi bu. l a n Hamilton'un öfkesi -korkusu, öfkesi ve paniği- avukatı aradığı i l i ş k i y i açıklamaya y ö n e l t m i ş t i . Gülünç bu­ seydi b u . A n d r e w , Hamilton'a bakarken h i ç b i r i n i n kendisine inan­ madıklarını düşündü. Hiçbiri. Kaybedecek -ya da kazanacak- bir şeyi olmadığını tekrar tekrar söylemesine rağmen inanmıyorlardı kendisine. "Bay Hamilton, i k i m i z i n de tehdit savurmaktan vazgeçme zama­ n ı n ı n geldiğine inanıyorum. Özellikle de sizin i y i l i ğ i n i z için... Söy­ leyin bana, bu etkinliğiniz arasında Genessee'nin California Senatörü M i t c h e l l Armbruster de var mı? Ya da Genessee'nin Seatüe'daki yargıcı Joshua Studebaker? Ü l k e n i n dört b i r yanında bölgesel uzlaşmalar ya­ pan M a n o l o adındaki sendika liderleri gibiler de var mı? Ve Genessee laboratuvarlanna sadakati parayla, şantajla satın a l ı n m ı ş Jamison adında b i r b i l i m a d a m ı , ya da onun g i b i yüzlercesi, hatta binlercesi? V e y a Aaron Green? Green hakkında k i m ne diyebilir ki? Hepiniz onu bir daha asla karısı ve çocuğu Auschwitz'de gaz odalarına gönderen ay­ nı askeri etkinlik i k l i m i n i yaratmak olduğuna inandırdınız. Ne diyorsu­ nuz bunlara, sayın avukat? Beni bunlarla, bu insanlarla mı tehdit et­ mek istiyorsunuz? Açıkçasını söyleyeyim, ben şimdiden ölesiye kor­ kuyorum." Ian H a m i l t o n zalim b i r idam sahnesi seyretmi| g i b i y d i . Birkaç dakika konuşamadı, Trevayne da sessizliği bozmadı. A v u k a t sonunda konuştuğunda sesi neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. "Ne yaptın sen?" Trevayne, Green'in sözlerini hatırladı. "Ev ö d e v i m i , Bay H a m i l ­ ton. K i t a p l a r ı m ı o k u d u m . A m a düşünmeye yeni başladığım bir f i k i r var aklımda. Tertemiz b i r i daha var, Maryland senatörü, doğrusu i y i iş­ ler becermiş. Sonra b i r de V e r m o n t senatörü var, o da pek k ö t ü değil

291

sanırım. Ardından daha az saygın kişiler geliyor -dış görünüşleriyle daha az saygın. M a r i o da Spadante ve i y i insanlardan kurulu örgütü var sonra, silah ve bıçak kullanmakta usta kişiler. Onlar da hallerinden memnunlar. Doğrusu önümde daha uzun bir y o l olduğundan hiç kuşkum yok. Ve siz de bana yardım edebilecek kişisiniz. Çünkü on­ ların etki alanları varken siz ise doğruca gücün sahibine ç ı k a b i l i ­ yorsunuz, değil mi?" "Siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz." " B i l i y o r u m . O yüzden sizi en sona b ı r a k t ı m . Listemdeki son k i ş i . Çünkü biz az da olsa birbirimize benziyoruz, Bay Hamilton. Her­ kesin bir kini ya da bir ihtiyacı var. Para konusunda istediği ya da ih­ tiyacı olan bir şey, ya da i n d k a m almak istediği b i r i . B i z i m ise böyle bir ihtiyacımız yok. Ya da ben bunun ne olabileceğini b i l e m i y o r u m . Siz k e n d i d e y i m i n i z l e ' y a r ı m e m e k l i ' o l d u n u z , Washington'dan çekildiniz... Benim yanıtlara i h t i y a c ı m var ve... bunları sizden ala­ c a ğ ı m , yoksa sizi o altkomisyonun önünde Güller Günü geçit töre­ ninin en büyük gösterisiymişsiniz gibi Sergilerim." "Yeter!" H a m i l t o n yerinden k a l k ı p Andrevv'un önüne d i k i l d i . "Yeter... Çok büyük zarar vereceksiniz, Bay Hamilton. Müdahalenizin bu ülke için ne kadar tehlikeli olabileceğini bilemezsiniz." ı Avukat ağır ağır pencereye doğru yürüdü. Trevayne adamın artık açık konuşmaya karar vermek üzere olduğunu anlamıştı. "Neden? Mantıksız b i r şey yapıyor değilim ki?" H a m i l t o n pencereden dışarı b a k t ı . " B u n u n d o ğ r u o l d u ğ u n u umarım. Kendilerini işlerine adamış insanların bürokrasiden ö n e m l i kararlar çıkarabilmek için kadanılmayacak durumlara girmelerini sey­ rettim yıllarca. Devlet dairelerinde sorumlu kişilerin açıkça ağladık­ larına, asüanna bağırdıklarına, hatta evliliklerini yıktıklarına tanık o l ­ dum... p o l i t i k labirente t ı k ı l ı p kaldıkları i ç i n , bir iş yapma yetenekle­ rinin kararsızlıklarla karşılaşıp boşa gittiği için. En acıklısı da, insan­ ların bir davranışı benimsemekten, sorumluluk alamayacak kadar seç­ menlerini düşündükleri i ç i n bu ülkenin felaketin eşiğine gelmesini çaresizlik içinde izledim." H a m i l t o n dönüp Andrevv'a baktı. "Devleti­ miz yönetilememe noktasına vardı, Bay Trevayne. Ve bu bir tek alanla s ı n ı r l ı değil, genelde böyle. Gülünç, hantal b i r deve dönüştük. H a -

292

berleşme kolaylıkları, karar verme sürecini i k i yüz m i l y o n bilgisiz ai­ lenin oturma odasına getirdi. Ve bu demokratikleşmede standartlarımızı gerekli olarak düşürdük. Sıradanlığa erişmek için çabaladık ve bunu elde ettik." " B u çok karamsar b i r tablo, Bay H a m i l t o n . Bunun doğru o l ­ madığına, en azından sizin çizdiğiniz boyutta olmadığına eminim." "Öyledir elbette ve siz de biliyorsunuz bunu?" "Bunu tekrar etmemenizi rica ederim. Bilmiyorum." "O zaman gözlem gücünüzü kaybetmişsiniz derim. Son y i r m i y ı l ı ele alın. B i r an için Güneydoğu Asya, Kore, Ortadoğu, Domuzlar K ö r f e z i , Berlin Duvarı, N A T O g i b i dış sorunları -ki bunların hepsi so­ r u m l u liderlerce çok daha a k ı l l ı c a çözümlenebilirdi- bir yana bırakıp kendi ülkemize bakalım. T ü m ü y l e güvenilmez bir e k o n o m i , enflas­ y o n , işsizlik. D e v r i m tehdidi yaratan ve silahlı devrimden söz ediyo­ r u m , Bay Trevayne, kentsel krizler. Ayaklanmalar; polisin ve Ulusal Muhafızların aşın harekeüeri; k o n t r o l edilemeyen grevler; haftalarca halkın hizmetsiz bırakılması, yeteneksiz ve yetersiz komutasıyla yoz­ laşmış bir askeri kanat. B u n l a r düzenli b i r toplumun ürünleri m i d i r sizce, Bay Trevayne?" "Bunlar kendini kuşkuyla incelemekte olan bir ülkenin sonucu­ dur. Değişik bakış açılarımız var. Bunların çoğu berbat... hatta acıklı şeyler; ama sağlıklı olan pek çok şey de var." "Saçma... Söyleyin bana, siz b i r iş kurdunuz; başanya ulaştınız. Eğer kararlan memurlarınız verseydi aynı başarıyı elde edebilir m i y d i ­ niz?" "Biz uzmanlardık. Karar vermek b i z i m işimizdi." "O zaman g ö r e m i y o r musunuz? Memurlar veriyor ulusal ve uluslararası kararlan!" , "Memurlar uzmanlan seçerler. Seçim sandığı...." "Seçim sandığı şrradanlığın duasının yanıtıdır!... Bu günlerde sınırlı olsa da." Trevayne Hamilton'u daha fazla konuşturmak için yüzüne baktı. "Nedenleriniz ne olursa o l s u n , alt komisyonun büyük bir yasalara a y k ı n l ı k olmadığına inanması gerekecektir. Biz... engizisyoncu deği­ liz; mantıklı insanlanz."

293

"Yasalara aykırı bir durum y o k , Bay Trevayne. Bizler bir katkıda bulunmaya çalışan p o l i t i k olmayan b i r grubuz. Kendimize b i r şeyler koparma amacımız yoktur." "Genessee Sanayii nasıl g i r i y o r bunun içine? Bunu b i l m e l i y i m . " "O bir araç sadece. Evet, kusurlu... ama bunu öğrendiniz zaten." Bundan sonra söylenenler Trevayne'ı sandığından da çok korkut­ muştu. A v u k a t ayrıntılara g i r m i y o r d u ama soyudamalarla tanımladığı şey içinde bulunduğu ülkeden çok daha güçlü bir devletti. Genessee Sanayii "bir araç'tan öte bir şeydi. B i r seçkinler konseyi i d i -ya da öyle olması isteniyordu.- Genessee politikalarını uygulamak ayrıcalığına sahip kişiler şirketin sonsuz kaynaklarını kullanarak u l u ­ sal sorunların k r i t i k olduğu yerlere koşacaklardı -bu sorunlar bir kaosa dönüşmeden. Bu olasılığa daha yıllar vardı ama Genessee daha küçük örneklerde kendini kanıtlamış, mimarlarının planlarını h a k l ı çıkar­ m ı ş t ı . Genessee tarafından felaketin eşiğinden döndürülmüş işsizlik bölgeleri vardı; onlarca g r e v l i fabrikada anlaşmazlıklar m a n t ı k l ı b i r çözüme kavuşturulmuştu; iflastan kurtarılan şirkeüer Genessee y ö ­ n e t i m i ile yeniden d i r i l t i l m i ş l e r d i . Bunlar temelde ekonomik sorun­ lardı; başka örnekler de vardı. B i l i m alanında, Genessee laboratuvarlan çevre kirlenmesi ve çevre koruma alanlarında paha biçilemeyecek kadar değerli araştırmalar üstünde çalışıyorlardı. Genessee sağlık üniteleri ile kent i ç i hastalık bunalımları aüatılmıştı ve sağlık araştırmaları şir­ ketin öncelikli işlerinden b i r i y d i . Ve de askeri alan. Genessee binlerce hayatın kurtulmasıyla sonuçlanan b e l i r l i silahların yapılmasını sağla­ mıştı. Askerler Genessee'ye şükran borçluydular. Bu böyle kala­ caktı. Bu başarıların anahtarı duruma hemen müdahale etmek ve ortaya büyük paralar koymaktı. Politik düşüncelerle engellemeyen paralar. A k ı l l ı insanlar, i y i insanlar, Amerika'nın geleceğine kendilerini adamış insanlardan oluşan seçkin b i r grubun kararıyla tahsis edilecek paralar. Herkes için A m e r i k a , birkaç k i ş i i ç i n değil. B i r yöntemdi bu kısacası. "Bu ülke bir cumhuriyet olarak kuruldu, Bay T r e v a y n a " dedi Ham i l t o n , Andrew'un karşısına otururken. "Demokrasi soyut b i r şeydir...

294

'Cumhuriyet'in b i r tanımı politikasına b i ç i m vermeye, seçmeye hakkı olanların yönettiği b i r devlettir, ö y l e herkesi kapsayan bir seçim siste­ mi değil. Kuşkusuz kimse bu tanımı uygulamayı düşünmemektedir ama ilke olarak bunu -geçici bir süre i ç i n - almak tarihsel önemi olan bir durumdur... Yaşadığımız bu çağ bunu gerektirmektedir." " A n l ı y o r u m . " Trevayne'm bundan sonraki soruyu sorması gere­ k i y o r d u , en azından Hamilton'un bundan nasıl kaçınacağını görmek i ç i n . " B u politikaya b i ç i m vermeye hakkı olan kişiler b i r risk taşımı­ yor mu? Nihai cüzümü aramak gibi?" "Asla. Çünkü buna neden yok. Kimsenin böyle karanlık emelleri yok... Daha önce beni etkileyen bir şey söyledin, Trevayne. Bana gel­ menizin nedeni benim de -sizin g i b i - parasal bir ihtiyacım ya da alacak b i r i n t i k a m ı m olmamasıydı... Kuşkusuz, başka insanların sorunlarını asla bilemeyiz, ama haklıydınız. Benim ihtiyaçlarım tatmin edilmiştir. İntikam alacağım şeyler de pek küçüktür. Siz ve ben p o l i t i k yıldızlar değiliz, piyasada kendimizi kanıtlamışızdır, bizden daha az talihli olan­ lar i ç i n i l g i duyabilecek, karar verebilecek insanlarız. C u m h u r i y e t i yönetmesi gereken soylularız biz. Kısa bir süre sonra ya bu sorumlu­ luğu üstleneceğiz ya da cumhuriyet diye bir şey kalmayacak." " İ y i y ü r e k l i krallık yönetimi." "Hayır, k r a l l ı k değil. Aristokrasi. Ve kanla elde edilmiş aristok­ rasi değil." "Başkanın bundan haberi var mı?" H a m i l t o n duraksadı. "Hayır, yok. Kendisi için çözümlediğimiz yüzlerce sorunun bile farkında değil.... B i z her zaman onun emrindeyiz. Ve en o l u m l u anlamda diye eklemeliyim." Trevyayne ayağa k a l k t ı . Gitme zamanı gelmişti. Düşünme za­ manı. " A ç ı k sözlüydünüz, bunu takdir ediyorum, Bay»Hamilton:" "Çok da genel konuştum. U m a r ı m bunu da takdir etmişsinizdir. Ne b i r ayrıntı, ne b i r ad, sadece ortak sorumluluğu örneklerle gösteren bir genelleme." " K i bu da, eğer bu konuşmadan söz edecek olursam...." "Hangi konuşma, Bay Trevayne?" " D o ğ r u , tabii." " İ y i y i görüyorsunuz, değil mi? Olağanüstü olanakları?"

295

" Ç o k şaşırtıcı. A m a başkasının sorunlarını asla bilemezsiniz. Öyle demiştiniz, değil mi?

*** Trevayne karla k a p l ı yollardan geçerek Evanston'dan ç ı k t ı . Ara­ b a y ı yavaş sürüyor, pek seyrek olan pazar trafiğinde geçilmeye a l d ı r m ı y o r d u . Ne h ı z ı n ı düşünüyordu ne de varacağı y e r i . Sadece öğrendiği inanılmaz şeyleri düşünüyordu. Seçkinler Konseyi. Genessee Sanayi Birleşik Devlederi.

296

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

35

R

O B E R T Webster, Beyaz Saray'ın doğu kapısından ç ı k ı p park ye­ rine doğru yürüdü. Basın toplantısı b r i f i n g i n d e n erken ç ı k m ı ş , tavsiyelerini -ki bunlar çoğunlukla beklenen sorulara verilecek yanıt­ lardı- yardımcılarından birine bırakmıştı. Kendisini başkanlığın sıradan işlerini ayarlamaya zamanı y o k t u , denetim altına alması gerek çok da­ ha önemli sorunlar vardı. Roderick Bruce'a sızdırılacak bir haber Senato, Temsilciler Mec­ lisi, Adalet ve Savunma Bakanlıklarında dolaşacak dedikodulardan son­ ra manşetlerde patlayacaktı. Bu tür manşetler herhangi bir altkomisy o n başkanının e t k i n l i ğ i n i s ı f ı r a i n d i r i r , k o m i s y o n u d a paçavraya çevirirdi. Webster kendisiyle gurur duyuyordu. M a r i o de Spadante çözümü doğruca Trevayne'ın y ı k ı l m a s ı n a y o l açmaktaydı. Şaşırtıcı bir ber­ r a k l ı k l a . Bunun için gereken tek ek ödül de Paul Bonner'i Roderick Bruce'un önüne atmaktı. Geri kalan yeteri kadar yoluna sokulmuştu bile. De Spadante ile Trevayne arasındaki yakınlık. A l t k o m i s y o n başkanının komisyon işi için bir yerlere gitmiş olması gerekirken gecenin geç b i r saatinde De Spadante ile buluşması. Trevayne'ın Washington'a i l k geldiğinde yanında De Spadante'nin bulunması. Dulles Havaalanı'ndan Hilton'a b i r l i k t e gelmeleri. Trevayne ile De Spadante'nin Fransız hükümetinin A m e r i k a n yeraltı dünyası ile i l i ş k i l e r i olduğu bilinen bir ataşesinin evinde birlikte olmaları. Gereken her şey vardı. Andrew Trevayne ile Mario de Spadante. De Spadante N e w Haven'de öldürülünce cinayet b i r Mafya-

297

savaşına atfedilecekti. A m a Trevayne'ın cinayetten bir hafta önce De Spadante'nin hastanadeki yatağınının başucunda olduğu hem gazete­ lerde yazılacaktı hem de televizyonda konuşulacaktı. Yolsuzluk. Webster Pennsylvania Caddesi'ne dönerken işler yoluna girecek, diye düşündü. De Spadante ortadan kaldırılacak ve Trevayne da Washington'dan kovulacaktı. Trevayne ve De Spadante'nin ne yapacakları önceden kestirilemez olmuştu. Trevayne'ın Başkana ancak kendisi aracılığıyla çıkacağı ga­ ranti edilemezdi artık. Trevayne'ın Houston'dan Seattle'e uzanan pek çok işe burnunu sokmuş, ancak De Spadante hakkında b i l g i almanın d ı ­ şında bir istekte bulunmamıştı. Başka hiçbir şey. Bu da tehlikeliydi. Gerekirse sonunda Trevayne de öldürülürdü ama bu sonradan kapsamlı bir soruşturma açılmasıda demek olurdu k i , henüz buna hazır değillerdi. Diğer yandan, De Spadante'nin öldürülmesi gerekiyordu. A r t ı k çok i l e r i gitmiş, içlerine ç o k girmişti. M a f y a şefini Genessee olayına i l k kez Webster sokmuştu -Mafyanın kontrolunda olan r ı h t ı m sorun­ l a r ı n ı çözmek i ç i n . A m a De Spadante yüksek federal makamlardaki güçlü adamlara yardım etmenin müthiş olanaklarını görmüştü ondan sonra. B i r daha ellerini yakalarından çekmemişti. A n c a k De Spadante'nin kendi cinsinden olanlarca ortadan kaldırılması gerekiyordu. K e n d i dünyasının dışından olanlarca değü; bu bir felaket olabüirdi. Başka De Spadante'ler öldürmeliydi onu. W i l l i e Galabretto d u r u m u anlıyordu. Galabretto'nun hem kan h ı s ı m ı hem de örgüt ailesi Connecticutlu akrabasının gövde göste­ rilerinden b ı k m ı ş t ı artık. Galabrettolar yeni bir kuşaktı;

ne

büyüklerinin Eski D ü n y a taktiklerinden ne de günümüz kuşağı uzun saçlı, şımarık okuldan k o v u l m a insanlarına ihtiyacı y o k t u bu yeni ve muhafazakar kolej mezunu gençlerin. Onlar tam araya düşüyorlardı, saygınlık sınırlan içine -hemen he­ men Orta A m e r i k a saygınlığına sahiptiler. A d l a n değişik olsaydı yüz bin şirket basamağı yüksekte olurlardı.

298

Webster 27. Sokak'tan sağa sapıp binaların numaralarına bakma­ ya başladı. 112 numarayı arıyordu. Roderick Bruce'un apartmanını.

Paul Bonner bir elindeki mektuba bakıyordu b i r de getiren A d l i Subaylık bürosunun Yüzbaşısına. Yüzbaşı kayıtsız bir ifadeyle B o n ner'in odasının kapısına yaslanmıştı. "Nedir b u , Yüzbaşı? Boktan bir şaka mı?" "Şaka d e ğ i l , Binbaşım. Yeni b i r emre kadar Arlington'da kala­ caksınız. Birinci derecede cinayetten yargılanacaksınız." "Ne?" "Connecticut eyaleti aleyhinize dava açtı. Savcılık gözaltına alınmanız sorumluluğunu bize b ı r a k t ı . Sizin için i y i bir şey b u . Karar ne olursa olsun ölü August de Spadante'nin ailesinin açacağı beş m i l ­ yon dolarlık davamn muhatabı O r d u olacak.... Anlaşacağız nasıl olsa; kimse beş m i l y o n dolar etmez." "Anlaşmak mı? Cinayet mi? O herifler Trevayne'i öldüreceklerdi, ne yapmalıydım yani? öldürmelerine mi göz yumaydım?" "Binbaşım, August de Spadante'nin oraya bir kimseyi zarar ver­ mek üzere gittiğine dair b i r tek tanıt var elinizde? Hatta k ö t ü b i r niyet beslediklerine bile... Eğer böyle bir şey varsa bunu bize hemen b i l d i ­ rin; çünkü biz bulamıyoruz." "Çok k o m i k s i n . Silahlıydı, ateş etmeye hazırdı." "Bunu siz söylüyorsunuz. O r t a l ı k karanlıktı; silah da buluna­ madı." "Çalınmıştır o halde." "Kanıüayın öyleyse." "Gizli Servisin i k i adamı emirlere aykırı olarak görev yerinden ç e k i l m i ş l e r d i . Darien'de. Hastanede. Barnegat arazisine g i r d i ğ i m d e üzerime ateş edildi. A d a m ı bayıltıp silahını aldım elinden." Yüzbaşı kapıdan ayrılıp Bonner'in masasına doğru yürüdü. "Bunu raporunuzda okuduk. Size ateş ettiğinizi iddia ettiğiniz adam silahı o l ­ madığınızı söylüyor. Siz üzerine atlamışsınız." "Ve de silahını a l d ı m . Bunu k a n ı t l a y a b i l i r i m ! Tabancayı Trevayne'a verdim." "Trevayne'a bir tabanca verdiniz. Üzerinde onun ve sizin parmakizinden başka bir iz bulunmayan ruhsatsız bir tabanca." 299

"Tabancayı hangi cehennemden aldım öyleyse?" "Güzel bir soru. Yaralı adam kendisinin olmadığını söylüyor. Si­ zin ise esaslı bir koleksiyonunuz olduğunu duydum." "Palavra!" "Ve Darien'den çekilen G i z l i Servis ajanları y o k , çünkü zaten orada olmamaları gerekiyordu." "Palavranın büyüğü! Nöbet listelerine bakın!" "Baktık. Trevayne ekibi başka bir göreve verilmek üzere Beyaz Saray'a çağırılmış. Onların görevleri Fairfield i l ç e Şerifliği aracılığıy­ la yerel yetkililere verilmiş." "Yalan! Ben onlara telefon ettim, Başkanlık santralinden." B o n ner yerinden kalktı. " B e l k i de Güvenlik Kontrolünün bir yanılgısı. Yalan değil. Be­ yaz Saray'da Rober Webster'le görüşün. Başkanlık Danışmanı Webster'le. O bürosunun Trevayne'ı bu değişiklikten haberder ettiğine emin olduğunu söyledi. Buna bir gerek olmamasına rağmen." "Pekala, yerel ekip neredeymiş peki?" "Park yerinde bir devriye arabasında." "Ben görmedim!" "Baktınız mıydı?" Bonner bir an düşündü. Hastanenin önünde arabaları arkadaki park yerine yönelten işaretleri hatırladı. "Hayır, bakmadım.... Eğer ora­ da iseler bile durdukları yer yanlıştı!" "Hiç kuşkum yok. Beceriksizlik. A m a onlar G i z l i Servis ajanları değildi ne de olsa." "Yani siz bana benim olup biten her şeyi yanlış y o r u m l a d ı ğ ı m ı mı söylüyorsunuz. D e v r i y e l e r , atılan silahlar. Tabancalı serseri... Yüzbaşı, bert böyle yanlışlar yapmam!" " S a v c ı l ı k da b ö y l e düşünüyor. Siz b ö y l e y a n l ı ş l ı k l a r yap­ mazsınız. Yalan söylersiniz." "Yerinizde olsam d i k k a ü i konuşurdum, Yüzbaşı. Bu sargı sizi yandtmasm." "Haydi haydi, Binbaşım! Ben sizi savunuyorum! Ve sizi savun­ manın bir güçlüğü de herhangi bir kışkırtma olmadan saldırma konu­ sundaki ününüz. Beni dövmekle kendinize b i r i y i l i k yapmış olmaya-

300

caksınız." Bonner derin b i r soluk aldı. "Trevayne beni destekleyecektir. O da oradaydı." "Sizin tehdit edildiğinizi duydu mu? Uzaktan da olsa, düşmanlık olarak kabul edilebilecek bir davranış gördü mü?" Bonner duraksadı. "Hayır." "Ya kahya kadın?" "Yine hayır... O sadece b r -ıumu yapıştırdı b e n i m ; Trevayne da k o l u m a turnike yaptı." "Yararsız. M a r i o de Spadantekendini savunduğunu i d d i a e d i y o r . Ona silah çekmişsiniz. Dediğine göre silahınızla başına vurmuşsu­ nuz." "O demir ç i v i l i muştayla beni paramparça ettikten sonra." "Muştayı kabul ediyor. E l l i dolarlık bir cezası var bunun... Diğer i k i s i , ölen adamla "bayılttığınız' ötekisi size bir saldın başlattılar mı?" Yüzbaşı dikkatle bakıyordu Bonner'e. " Hayır." "Böyle bir şey bulamayacağımızdan emin misiniz?" "Evet." " "Teşekkür ederim. Çizilen krokiler önünde yalan söylemek yarar­ sız o l u r d u . B i r i n c i adamla sımsıkı bağladılar b i z i . A n c a k arkadan bir saldın sırasında öyle yaralanmış olabilirmiş. B i r yalan sonunuz demek olurdu." "Ben yalan söylemiyorum." "Tamam tamam." ' "Cooper'le konuştunuz mu? General Cooper'le?" "İfadesi e l i m i z d e . Size uçakla Boise'a g i t m e i z n i v e r d i ğ i n i söylüyor, ama Connecticut'a gittiğinizden haberi yokmuş. Andrews' deki harekat subayı kendisine Cooper'den izin aldığınızı söylediğinizi söyledi. Burada b i r tutarsızlık var. Cooper telefonla durum raporu ver­ mediğinizi de iddia ediyor." "Tann aşkına, beni parçalıyorlardı o sırada." Yüzbaşı, Bonner'in masasından uzaklaştı, sırtı dönük olarak k o ­ nuştu. " B i n b a ş ı m , size bir soru soracağım, ancak sormadan önce i ş i ­ mize yararlı olmadığı takdirde yanıtınızı kullanmayacağımı bilmenizi

301

istiyorum. Yine de istediğiniz an sözümü kesebdirsiniz. Tamam mı?" "Sorun." Yüzbaşı dönüp Bonner'e baktı. "Trevayne ve De Spadante ile b i r anlaşmaya girmiş miydiniz? Para mı yediniz? Yaptığınızı kabul ede­ meyeceğiniz bir şeyi verdikten sonra sizi başlarından mı attdar?" "Çok yanılıyorsun, Yüzbaşı." "O halde De Spadante'nin orada ne işi vardıV " S ö y l e d i m ya. Trevayne'ı ö l d ü r m e y e g e l m i ş ü . B u k o n u d a yanılmıyorum." "Emin misiniz?.. Trevayne'm Denver'de toplantılarda olması ge­ rekiyordu. Burası kesin. K i m s e n i n , eğer haberdar edilmemişse, başka türlü düşünmesi için hiçbir neden yok. De Spadante ile buluşmak için değilse, Connecdcut'ta ne işi vardı?" "Hastanede yatan karısını görmeye gitmişti." "Şimdi yandan sizsiniz, Binbaşım. G i z l i bir soruşturma yaptık. Hastanedeki bütün teknisyenleri sorguya çektik. Bayan Trevayne'a hiç­ b i r test yapılmamış. Olay bir mizansenmiş." "Sizin fikriniz ne peki?" "Bence Trevayne De Spadante ile buluşmak için oraya g i t t i ve siz de meslek yaşantınızın en büyük hatasını işlediniz."

*** Washington'un bekçi k ö p e ğ i Roderick Bruce -Pennsylvania'nın Erie kasabasının Roger Brewester'i- yazı makinesinden kağıdı çıkartıp özel olarak yapdmış koltuğundan k a l k t ı . Gazetenin kuryesi mutfakta bekliyordu. Roderick Bruce sayfayı b i r dizi kağıdın en altına k o y d u ve ar­ kasına yaslanıp okumaya başladı. Araştırması sona ermişti. Binbaşı Paul Bonner hafta sonuna k a ­ dar dayanamazdı artık. Adaletti bu. Alex'in hesabına yaz b i r tane. Sevgili A l e x . İ y i Alex. Bruce sayfalan ağır ağır o k u y o r , bıçak g i b i sözcüklerin k e y f i n i çıkanyordu. Her gazetecinin hayalinde yatan bir hikayeydi b u ; önceden

302

tahmin ettiği korkunç olayları yazabilmek; bunları herkesten önce yaz­ mak ve karşı konulmaz kanıtlarla desteklemek. T a d ı A l e x . Yalnız A l e x . Sadece eski zamanların çok değerli an­ t i k kalıntılarını seven şaşkın A l e x . Ve kendisini seven. R o d Bruce'u seven Alex. Severdi. Kendisine R o d ya da Roderick d e ğ i l , Roger derdi hep. A l e x onu gerçek adıyla çağırmanın kendisini ona biraz daha yaklaştırdığını söy­ lerdi. 'Roger' güzel b i r ad derdi, yumuşak ve duygulu. Bruce yazdıklarının son sayfasına gelmişti: ve August de Spadante'nin geçmişi hakkında ileri sürülen varsayımlar -ki bunlar sadece varsayımdır- ne olur­ sa olsun o iyi bir eşti; bugün tabutu önünde hiçbir şey an­ lamayarak ağlayan beş masum çocuğun babasıydı. August de Spadante silahlı kuvvetlerde şerefle de hizmet etmiş bir insandı. Kore'de aldığı şarapnel yaralarını bugün mezarına götürmüştür. Trajedi şudur ki -bunun bundan başka deyimi olamazgenellikle August de Spadante gibi sivil askerler hırslı, rüt­ besinden başka bir şey düşünmeyen, yarı çılgın ve savaşla beslenen, savaş isteyen, bizleri kendi saplantıları için savaşa sürükleyen askeri kasapların yarattıkları kanlı savaş­ larda görev alırlar. İşte böyle bir insan, böyle bir kasap bir hayır işi için karanlıkta bekleyen August de Spadante'yi sırtından (dik­ katiniz çekerim, sırtından) bıçaklamıştır. Bu katil, bu Paul Bonner, keyfi cinayet konusunda bu sütunun okurlarının yabancısı değildir. Ama hep korun­ muştur; ve belki de başkalarını korumaktadır. Biz yurttaşlar olarak Birleşik Devletler Ordusunun kira­ lık katilleri korumasına göz yumacak mıyız? Kimin ölece­ ğine kimin yaşayacağına kendileri karar veren katillerin el­ lerini kollarını sallayarak aramada serbestçe dolaşmalarına göz yumacak mıyız?

303

Bruce kağıtları b i r b i r i n e tuttururken gülümsüyordu. K a l k ı p ge­ rindi sonra. Masasından b ü y ü k bir zarf alıp kağıdarı içine k o y d u . K a ­ pattıktan sonra altına ve üstüne lastik mührünü vurdu; Roderick Bruce - ö z e l : Yazı Müdürlüğü. T a m mutfağa gidiyordu ki gözü kitaplığındaki bir Çin kutusuna ilişti. O yana gidip zarfı b ı r a k t ı , cebinden anahtarlığını çıkardı. K u t u y u aldı, küçük anahtarı k i l i d i n e sokup kapağmı açtı. Alex'in mektupları. Hepsi de Roger Brewster'e yazılmış ve büyük Washington Posta­ nesinde bir posta kutusu numarasına gönderilmiş. Ç o k dikkatli o l m a l ı y d ı , i k i s i n i n de d i k k a ü i olması gerekirdi ama kendisi Alex'ten daha dikkatli olmalıydı. O ğ l u -ya da k ı z ı olacak kadar genç olan A l e x . Ancak ne k ı z ı ne de o ğ l u y d u , s e v g i l i s i y d i . T u t k u l u , anlayışlı, Roger Brewster'e b i r yaşam boyu bastırılan duygularını açığa vurmasını öğreten Alex. A l e x , Uzak D o ğ u d i l l e r i ve kültürlerindeki uzmanlığı kendisini b i r b i r i ardından burslar ve Chicago Üniversitesi'nde bir doktora tezi sağlayan genç bir dehaydı. Smithsonian Müzesi'ne bağışlanan D o ğ u sanat eserlerini değerlendirmek üzere bir bursla Washington'a gönde­ rilmişti. Ancak tecil süresi bitince askere alınmıştı. Ve Roderick müdahele etmeye cesaret edememişti -etme isteği kendini neredeyse çıldırtacaksa da. Ancak R o d Bruce'un bazı asker kişilere A l e x ' i n Pentagon'un Asya Bürosu'nda yararlı olacağını çıtiutması sonunda A l e x su­ bay y a p ı l m ı ş t ı . Yaşantılarının eskisi g i b i sakin ve sevgi dolu olarak devam edeceğini ummuşlardı. Ancak bir gün ansızın, daha önce bir şey söylemeden, bir uyanda bulunulmadan Alex'e işlerini ve eşyalarını to­ parlamak için sadece dört saati kaldığı söylenmişti. Ondan sonra A n d ­ rews Hava Kuvvederi üssüne gidecekti. Dünyanın öteki ucuna, Saygon'a gönderiliyordu. K i m s e bunun nedenini söylemiyordu kendisine. Kendisi ve sev­ g i l i s i i ç i n k o r k u y a kapılan Roderick Bruce k o r k u l a r ı n ı yenip neler olup b i t t i ğ i n i öğrenmeye çalışmıştı. Olay kendisine büe açıklanmayacak kadar gizliydi. O sırada A l e x ' i n m e k t u p l a r ı gelmeye başlamıştı. K u z e y d o ğ u

304

bölgelerine sızdırılacak b i r haberalma timinin çalışmalarına k a t ı l ı ­ yordu. A m e r i k a l ı b i r çevirmene ihtiyaç duyulduğu söylenmişti, özel­ likle de halkın dini adet ve geleneklerini bilen birine. Bilgisayarlardan onun adı ç ı k m ı ş t ı ; komutanı böyle anlatmıştı. B i r manyaktan başka b i r şey olmayan Paul Bonner adında bir binbaşı. A l e x , bu Bonner'in kendisinden nefret ettiğini b i l i y o r d u . Binbaşı, Alex'e sürekli hakaret ediyor, angaryalar veriyordu. Sonra birden kesilmişti mektuplar. Roderick Bruce haftalarca, k i m i hafta i k i kere gitmişti postaneye. A m a hiçbir şey yoktu. Sonra da korktuğu başına gelmişti. Alex'in adı b i r Pentagon kayıp listesindeydi. O haftaki otuz sekiz addan b i r i . A n a babasını tanıyor olma bahanesiyle yaptığı araştırmada Alex'in Tayland sının yakınında kuzey Kamboçya'da Chung-Kal'da esir düştüğünü öğrenmişti. Binbaşı Paul Bonner'in komutasındaki b i r ha­ beralma operasyonu sırasında. Bonner operasyonda sağ kalan altı kişi­ den b i r i y d i . Alex'in cesedini Kamboçyalı çiftçiler bulmuştu. Kurşuna dizilmişti. Bundan birkaç ay sonra, kamuoyuna açık bir soruşturmada Paul Bonner'in adı tekrar ortaya çıkınca Roderick Bruce sevgilisinin intika­ m ı n ı alma yolunu bulduğunu anlamıştı. Kendisine f i z i k zevk dünyası­ nı açan güzel, çalışkan ve nazik sevgilisi. Ş i m d i kendi meslektaşlan tarafından kendi başına yasa olmakla suçlanan küstah b i r binbaşı yü­ zünden ölen sevgilisi. Roderick Bruce Güneydoğu Asya hakkında bir yazı dizisini ha­ zırlamak istediğini söylemişti gazetesine. Savaş alanındaki askerler üstünde durularak hazırlanacak genel bir dizi. Vietnam'da bu tür bir yaklaşım bu güne kadar pek yapılmış değildi. Yazı işleri müdürleri bundan çok hoşlanmışlardı. Danang'dan, Son T o y ya da Mekong Deltası'ndan haberlar yağdıran Roderick Bruce' un yazılannda eski savaş röportajlanmn en iyilerinin tyr tadı vardı. Ga­ zetenin satışı artacak, gazetecinin pek büyük olan ünü biraz daha arta­ caktı. . R o d Bruce'un, savaş divanının suçlamaya yetkisi olup olmadı­ ğına karar verene kadar hücrede tutulmakta olan bir binbaşı hakkında i l k yazısını yazması i ç i n b i r aydan az bir süre yeterli olmuştu. Bunun

Gizli Devlet - F. 20

305"

ardından her b i r i bir öncekinden daha y ı k ı c ı olan başka makaleler geldi. Roderick Bruce Washinton'dan ayrıldıktan altı hafta sonra 'Saygonlu katil' deyimine rastlamıştı. Bunu acımasızca kullandı. Ancak savaş divanı kendisine kulak asmıyordu. Başka yerden emir almıştı ve Binbaşı Paul Bonner sessizce salıverilip Pentagon'da bir masabaşı görevi için Washington'a gönderildi. A m a askerler şimdi dinleyecekti kendisini. Alex'inin ölümünden üç y ı l dört ay sonra dinleyeceklerdi. Ve onun isteklerini yerine getire­ ceklerdi.

36 Walter Madison'un duraksaması Trevayne'ı rahatsız e t m i ş t i . Gözü önündeki katlanmış gazetede olduğu halde telefon kordonunu çeviriyordu parmakları arasında. Baş sayfanın sol alt köşesindeki üç sütunluk yazıya kayıyordu bakışları: Cinayet Sanığı Subay. A l t başlık bu kadar sade değildi: Üç y ı l Önce Hindiçi'deki Cina­ yetlerden Suçlanan Eski Özel Güçler Binbaşısı Bu Kere Connecticut'taki Vahşi Cinayetten Tutuklandı. Madison ise tedbirli o l m a konusunda h u k u k i b i r şeyler geveli­ yordu. "Walter, adam haksız yere suçlanıyor! İşin inceliğini bırak şimdi, haklı olduğumu göreceksin. Onu savunacağını söylemeni i s t i y o r u m . Onun sivil avukatı olacağını söyle." "Bu biraz güç, Andy. Üstesinden gelemeyeceğimiz bazı durumlar olabilir; bunu düşündün mü?" "Ne gibi?" " B i r kere b i z i m k e n d i s i n i savunmamızı i s t e m e y e b i l i r . V e doğrusunu istersen bunu ben de istemem. Ortaklarım buna şiddetle i t i ­ raz edeceklerdir." "Sen ne diyorsun öyle?" Andrew sinirlendiğini farketti; Madison isteğini reddedecekti. K e n d i rahatı için. "Sizlere masum bir insanı sa­ vunmaktan çok daha onur k ı r ı c ı olan yüzlerce iş davası getirdiğimde

306

pek öyle şiddetli b i r itiraz görmemiştim. A y r ı c a benim hayatımı kurta­ ran ve böylece benim sana para vermeye devam etmemi sağlayan bir insan. B i l m e m anlatabildim mi?" "Her zamanki açdcsözlülüğünle.... Sakin o l , A n d y . Sen olaya karıştın. Ben seni düşünüyorum. Ş i m d i birden savunmasını almak i ç i n harekete geçersek seni Bonner'e ve De Spadante'ye bağlamış oluruz. Bunun akıllıca bir şey olduğunu sanmıyorum. Beni bu tür kararlar ve­ rebilmem için tutuyorsun. Bunlardan her zaman hoşnut kalmayabilir­ sin ama..." "Umurumda bile değü," dedi Trevayne. "Ne demek istediğini an­ l ı y o r ve takdir ediyorum, ama önemli değil bu. Onun savunmanın en iyisine sahip olmasını istiyorum." "Roderick Bruce'un y a z ı l a r ı n ı o k u d u n mu? H i ç hoş d e ğ i l . Ş i m d i l i k seni kenarda bırakmış görünüyor ama bu daha uzun b i r süre devam edemez. Yine de senin söz konusu olduğun yerde onu tarafsız tutmak isterim. Bonner'in avukatlığını alırsak bunu başaramayız." "Tanrı aşkına, Bonner. Ne söyleyeyim istiyorsun? Onlar umu­ r u m d a değil b e n i m . B u n a inanmanı isterim. Bruce i ç i zehir d o l u bücürün b i r i . Bonner de kusursuz bir hedef oluşturuyor. Kimse sevmez onu." "Bunun belli b i r nedeni var işte. Kendinin epey şiddeüi çözümle­ rini uygulama adeti var g i b i . A n d y , bu sevip sevmemek sorunu değil. A d a m bir psikopat." "Doğru değü b u . Ç o k şiddedi durumlara itilmiş. Bunları o kendi yaratmadı... Bak, Walter, askeri bir haçlı seferi değil benim aradığım. K a m u o y u önünde bir beraat sağlayacağına inandığı i ç i n i ş i almak is­ teyen sağlam bir f i r m a arıyorum." "Bu da bizi dışarda bırakır." " "Kamuoyu' önünde d e d i m , kişisel olarak düşüncelerin beni zerre kadar ilgilendirmez. Gerçekleri öğrenince f i k r i n i değiştireceksin, bun­ dan hiç kuşkum yok." B i r duraklama oldu. Madison duyulur bir sesle soludu telefona. "Hangi gerçekler, A n d y ? Bonner'in k i m olduğunu ya da orada ne aradığını bilmeden adamı b ı ç a k l a d ı ğ ı suçlamasının yalan olduğunu kanıdayacak bir şey var mı sanıyorsun? Gazete haberlerini de, Bruce'un

307

yazılarını da okudum. Bonner suçlamaları kabul ediyor. Tek hafifletici neden seni korumakta olduğu iddiası. A m a neden koruyordu seni?" "Kendisine ateş e d i l d i ! Kapısında ve camında kurşun delikleri olan askeri bir araba var." "Öyİeyse sen Bruce'un yazılarını okumadın. Arabanın ön camın­ da bir, yan kapı camında üç delik vardı. Bunlar Bonner'in sahip olduğu bir tabancayla da pekala yapılabilirdi. A d a m tabancası olduğunu inkar ediyor." "Yalan b u ! " "Ben Bruce'un tutkunu değilim, ama ona yalancı demeden de b i ­ raz düşünürüm. Gerçekleri çok b e l i r g i n . Bonner'in k o r u m a c ı l a r ı n çekildiği konusundaki iddiasıyla alay ettiğini biliyorsun sanırım." "O da yalan... B i r dakika, Walter... Paul'un ifadesi, araba, devri­ yeler... bunlar aleni bilgiler mi?" "Ne demek istiyorsun?" "Kamuoyuna açıklanmış bir durum mu yani?" "Suçlamalardan ve savunma ifadelerinden k o l a y l ı k l a çıkarılacak şeyler. Deneyimli bir gazeteci için sorun değil. Hele Bruce g i b i birisi için." " A m a Paul'un askeri avukatı basın toplantısı yapmadı k i . " "Yapması gerekmez. Bruce'un buna ihtayacı yoktur." Trevayne b i r an i ç i n Walter Madison'la tartışmakta olduğunu unutmuştu. Roderick Bruce'la ilgileniyordu şimdi. U f a k tefek gazeteci­ nin daha önce üzerinde fazla kafa yormadığı bir yanıyla. Paul'un askeri faşizm sembolü olması nedeniyle Bruce'un sağcı p o l i t i k a y a i l i ş k i n hayali bir fesat teorisi yüzünden Bonner'in peşinde olduğunu düşün­ müştü. A m a Bruce bu saldırıyı sürdürmemişti. Onun yerine Bonner'i ayırmış, sadece Connecticut olayına ilişkin noktalar üstünde durmaya başlamıştı. Hindiçini'ye, savaş alanı cinayetlerine imalar v a r d ı , ama bunlar sadece i m a olarak kalıyordu Ne bir fesat, ne Pentagon'un suç­ luluğu, ne filozofça sonuçlar. Sadece Binbaşı Paul Bonner, Connecticut'a salıverilmiş olan 'Saygonlu katil'. Madison'un kendisinin konuşmasını beklediğini bileti Trevayne, mantıksızlık bu, diye düşünüyordu. Bruce'un elinde Paul Bonner g i b i ­ lere emirler veren Pentagon sertlik taraftarlarına saldıracak yeterli cep-

308

hane vardı. A m a bunu yapmamıştı; Bonner'in üsderi hakkında tek bir söz bile söylemiş değildi. Sadece Bonner. B u ustaca bir ihmaldi. A m a ihmaldi. "Walter, senin durumunu b i l i y o r u m ve ç i r k i n oyunlara girmeye­ ceğim. Tehdit falan yok.... " U m a r ı m ö y l e olur, A n d y . " Söz kesme sırası Madison'a gel­ mişti. "Seninle uzun ve v e r i m l i y ı l l a r a b i r l i k t e olduk, anladığım k a ­ darıyla sana pek ihtiyacı olmayan b i r askerin bunları silip atmayacağı kadar." "Haklısın." Trevayne b i r an telefona çevirdi bakışlarını. M a d i son'un sözleri kendisini şaşırtmıştı ama şimdi bunun üzerinde duracak zamanı yoktu. "Düşün biraz, ortaklarınla konuş. B i r i k i saate kadar bir yanıt ver bana. Yanıtın olumsuzsa, nedenlerini bilmek isterim. O l u m ­ lu ise de epey y ü k l ü bir fatura bekleyeceğim." "Seni bu öğleden sonra ya da akşama doğru ararım. Büroda mı olacaksın?" "Değilsem nerede o l d u ğ u m u Sam Vicarson b i l i r . Daha sonra evde olacağım, T a w m i n g Springs'de. Telefonunu bekleyeceğim." Trevayne telefonu kapatıp kararını verdi. Sam Vicarson yeni bir araştırmaya başlayacaktı.

Sam öğleden sonraya kalmadan Roderick Bruce'un içinde Paul Bonner'in adı geçen bütün yazılarını toplamıştı. Yazılardan Bruce'un, üç y ı l önce hükümetin g i z l i tutmaktaki ısrarıyla daha da tehlikeli hale gelen çok padayıcı bir hikaye yakaladığı anlaşılıyordu. Paul Bönner'e yönetilen olağanüstü küfürlerin ona mı yoksa Özel Güçler binbaşısını koruyanlara mı yönetildiğini söylemek kolay değildi. Yazılar bu noktadan dengeli üsluplarını koruyordu. A n ­ cak zaman zaman bu tutum b i r tek insana saldırmak için bir sıçrama tahtası olarak kullanılıyordu. Paul Bonner olan vahşet sembolüne. Saldırılar karakter karalamasını sağlayan çok ustaca yazılmış de­ nemelerdi. Bonner silahlı sömürü sisteminin hem yaratıcısı hem de

309

ürünüydü. H e m hor g ö r ü l m e l i , hem de kendisine a c ı m a l ı y d ı ; acıma sonradan akla gelen bir şeydi, ve b i r insanın, k ö t ü soydan geldikleri i ç i n çocukları öldüren b i r vahşiye acıması g i b i a c ı m a l ı y d ı . İ l k e l g ü ­ dülere acı ama önce vahşiyi yok et! Ve sonra da, Trevayne'm doğru olarak tahmin ettiği g i b i , son yazılar birden değişmişti. A r t ı k Bonner'i bir sisteme bağlama çabası yoktu. Şimdi ürün değil, sadece yaratıcı vardı. Taşıdığı üniformaya ihanet eden tek başına bir canavar. B i r değişim vardı. "Bu adam idam mangasından azıyla yetinmeyecek!" dedi Vicarson. "Bence de öyle ve bunun nedenini bilmek istiyorum." " B u açıkça görülüyor sanırım. Ismarlama elbiselerinin ve pahalı lokantaların altında Rod Bruce bence yeni solun iflas etmiş b i r temsil­ cisi." "öyleyse neden birden fazla idam peşinde değil?.... Bonner'i ne­ rede sakladıklarım öğren. Onunla konuşmalıyım."

*** Paul kendisini rahatsız eden boyunluğunu çıkartıp oturduğu asker yatağında sırtını duvara yasladı. Andrew ayaktaydı. Karşılaşmalarının i l k birkaç dakikası i k i s i i ç i n de sıkıntılı geçmişti. O d a çok k ü ç ü k t ü , koridorda bir asker nöbet bekliyordu. Trevayne, Bonner'in hava alma saaderi dışında odadan çıkmasının yasak olduğunu söylemesine çok şaşmıştı. "Yine de bir hücreden i y i herhalde," dedi. "Okadardadeğü." Trevayne çekinerek başladı sorularına. " B u olayları konuşmana i z i n o l m a d ı ğ ı n ı ya da konuşmak istemediğini b i l i y o r u m ama sana y a r d ı m etmek de i s t i y o r u m . U m a r ı m seni buna inandırmak zorunda kalmam." "Hayır. Sana inanıyorum. A m a yardıma ihtiyacım olacağım san­ mıyorum." "Kendinden çok emin görünüyorsun." "Cooper'in b i r i k i gün içinde dönmesi bekleniyor. Bu iş daha

310

önce de başımdan geçmişti, unuttun mu? Biraz bağrışma, bir sürü for­ malite, sonra her nasılsa ortalık yatışır ve ben sessizce başka b i r yere atanırım." "Buna inanıyor musun?" Bonner b i r an düşündü. "Evet, inanıyorum.... B i r k a ç nedenle. Cooper'in yerinde olsaydım -ya da o m z u kalabalıkların yerlerinde- şu anda yaptıklarını yapardım. Olayın yatışmasını beklerdim... Bunu çok düşündüm." Paul gülümsedi. "Askerlerin kendilerine özgü esrarengiz yöntemleri vardır." "Gazeteleri gördün mü?" "Elbette. Üç y ı l önce de görmüştüm. Saat yedi haberlerinde bana on dakika ayırdıkları zaman. Ş i m d i i k i saniyeyi bile bulmuyor... A m a ilgine teşekkür ederim. Hele son konuştuğumuzda sana cehenneme ka­ dar yolun olduğunu söylediğimi düşününce." "Bana oraya gidiş dönüş bileti vermeyeceksin ama, öyle mi?" "Veremem, A n d y . Ç o k zarar veriyorsun. Ben sadece küçük -ve geçici- b i r k a y ı b ı m . " " U m a r ı m kendini sahte bir güvenlik duygusuyla uyutmuyorsundur." "Sivilce b i r söz b u . Güvenlik bizler için başka bir anlama gelir. B e n i m konuşmayacağım ya da konuşmak istemediğim n e y i sormak is­ tiyorsun bana?" "Roderick Bruce neden seni bir parya olarak görüyor?" " B u n u ben de ç o k düşündüm. A s k e r i b i r r u h d o k t o r u bana Bruce'un olmak istemediği ama olamadığı her şey olduğunu söylemiş­ t i ; o kendi saldırganlığını yazı makinesinde çıkanyormuş." "Onunla hiç karşılaşmadın mı?" , "Hayır." "Hindiçini'den yazdığı hikayelerin hiçbirini tekzip etmedin ama." "Nasıl edebilirdim ki? H i ç b i r zaman o durumda değildim. Ve ben savaş alanındayken onun orada olduğunu sanmıyorum." "Doğru..." Trevayne küçük odadaki tek iskemleye oturdu." Say­ gon b ü y ü k e l ç i l i ğ i m i z aleyhine dava açılmasını istedikten sonra sana saldırıya başladı... Paul, lütfen yanıtla şu sorumu: İnan bana, bu k o n u ­ da b i l g i elde edebilirim. Bruce'un yazılarında üç ile beş k i ş i y i öldür-

311

m e k l e suçlanıyordun. C I A sana bu y e t k i y i v e r d i ğ i n i inkar etmiş. Bnıce'un h ü k ü m e t i n her kademesinde dostları var. C I A ' y ı işin içine karıştırarak Örgütün herhangi b i r i n i işten atmasına y o l açabilir m i y ­ din? Onun tanıdığı birini?" Bonner birkaç dakika hiç konuşmadan baktı Trevayne'm yüzüne. B o y n u n u n hassas derisine dokundu. "Pekala... sana olanları anlata­ cağım," dedi. " C I A ' n ı n yakasını senin elinden kurtarmak i ç i n , başlan yeteri kadar dertte zaten. Beş tane i k i l i ajan vardı. Beşini de öldürdüm. Üçünü ç a d ı n m ı sanp bir havaalanını uçuracak kadar ateş ettikleri için. B e n i uyaran C I A ajanlan nedeniyle çadrnmda değildim o sırada. Son i k i s i n i de Tayland sınınnda Kuzey Vietnam'a haber taşırken yakaladı­ ğımda öldürdüm. B i z i m yetiştirdiğimiz adamlann listelerini K u z e y l i ­ lere veriyorlardı. Doğrusunu istersen C I A beni sessizce çekmişti ordan. Kopan gürültü fazla ateşli askeri avukatlar yüzünden oldu; onlara ce­ henneme kadar y o l l a n olduğunu söylemiştim." "Peki o zaman neden dava açıldı?" "Saygon politikasını bilmezsin sen. Tarihte Saygon'daki yolsuz­ luğun bir eşi görülmemiştir. O i k i l i ajanların i k i tanesinin kabinede kardeşleri varmış.... Her neyse, C I A ' y ı defterden silebilirsin." Treayne cebinden ince b i r not defteri çıkartıp sayfalannı karıştır­ d ı . "Aleyhindeki suçlama kamuoyuna Şubat ayında açıklanmış. Bruce da 21 Mart'ta sana saldınlanna başlamış. Danang'dan M e k o n g Delta­ sına kadar seninle i l g i l i olabilecek herkesle konuşmuş." "Yanlış insanlarla konuştu. Ben genellikle Laos, Tayland ve K u ­ zey Kamboçya'da çalışırdım. Çoğunlukla altı ay i l a sekiz k i ş ü i k grup­ larla ve bunlar hemen hemen hep Asyalı sivillerdi." Trevayne başını k a l d ı r d ı . "Özel G ü ç l e r i n k e n d i g i r i ş i m l e r i olduğunu sanıyordum." "Bazdan öyledir. A m a geneUikle benim e k i b i m y o k t u . T h a i ve Laos d i l l e r i n i az ç o k b i l i r i m ama K a m b o ç y a dilinden hiç anlamam. Kamboçya'ya gittiğimde, güvenlik sorununu aşabilirsek yerel halktan b i r i n i a l ı r d ı m . A m a çoğunlukla bir güvenlik sorunu o l u r d u . B i r kere bizimkilerden b i r i n i alıp alelacele yetiştirmeye çalışmıştık." "Ne için?" "Sağ k a l a b i l m e l e r i i ç i n . A m a her zaman başarılı olamazdık.

312

Chung Kal'da öyle olmuştu...." Daha on beş dakika konuştular, Trevayne aradığım bulduğunu anlamıştı. Sam Vicarson parçalan bitiştirirdi artık.

*** Sam Vicarson Trevayne'in T a w m i n g Springs'deki evinin kapısı­ nı çaldı. K a p ı y ı Phyllis açtı. "Hastaneden çıktığınıza sevindim, Bayan Trevayne." " K o m i k o l m a y a çalışıyorsan i ç k i vermem, ha," Phyllis g ü l d ü . "Andy aşağıda, seni bekliyor." "Teşekkür ederim. A m a çıktığınıza gerçekten sevindim." "Hastaneye hiç yatmamalıydım aslında. Acele et, başkanın pek heyecanlı." Trevayne alt kattaki çalışma odasında telefon başındaydı, sabırsız b i r halde dinliyordu söylenenleri. Vicarson'u görünce sabırsızlığı daha da arttı. Kabalığa kaçan sözlerle konuşmayı sona erdirdi. "Walter Madison'du," dedi. "Dürüst davranacağıma söz vermesey­ d i m keşke. Ortaklan Bonner davasını almak istemiyc 1ar, müşteri ola­ rak beni kaybedecek olsalar da. Walter onlara böyle bir durumun sözkonusu olmayacağını söyledi de." "Fikir değiştirmek diye bir şey vardır." " B a k b u n u y a p a b i l i r i m işte. Y ü r ü t t ü k l e r i m a n t ı k ç o k "saçma. Savcılığa saygı duyuyorlar ama sanığa duymuyorlar." "Neden saçma olsun ki bu?" "Sanığın hikayesini b i l m i y o r l a r ve b i l m e k de^istemiyorlar, on­ dan işte. İşe bulaşmak istemiyorlar; korumaları gereken m ü v e k k i l e r i varmış, ben de onlardari b i r i y m i ş i m . " "Saçma... Neyse, istediğimiz takdirde isterik gazeteciyi k ö t ü ünlü Binbaşının en hevesli savunma tanığı yapabiliriz sanıyorum. En azmdan ağzını tıkayabiliriz." "Bruce'u mu?" "Hem de nasıl!" Vicarson araştırmasını epey rahat yapmıştı. A d a m ı n adı Alexan-

313

der Coffey'di. Pentagon'daki A s y a işleri Bürosu'nun başındaki subay Coffey'in geçmişine dikkatini çekenin Bruce olduğunu hatırlıyordu. Ve B ü r o da bu doktora yapmış genci büyük b i r zevkle ise almıştı. Uzak D o ğ u konusunda çalışma yapmış eleman sıkıntısı çekiyorlardı zaten. Subay Chung K a l operasyonu i ç i n üzüntü duyuyordu ama anlaşıldığı kadarıyla operasyonun hayırlı bir sonucu olmuştu. En azından, kendi­ sine öyle söylemişlerdi. B i r araştırma analizcisini bir savaş durumuna sokmak hep tehlikeliydi zaten... Subay Şam'a Coffey'in dosyasını ver­ mişti. Vicarson bundan sonra Smithsonian U z a k D o ğ u A r ş i v i n e git­ mişti. Baş arşivci, Coffey'i çok i y i hatırlıyordu. Genç adam pek parlak bir b i l i m adamıydı ama eşcinsel olduğu da açıkça b e l l i y d i . A r ş i v c i C o f f e y ' i n askerlikten k u r t u l m a k için bu sapıklığından yararlanma­ masına şaşırmıştı. A n c a k gencin geleceği hep v a k ı f bağışlarına b a ğ l ı olacağından ve vakıflar da muhafazakâr kuruluşlar olduğundan arşivci Coffey'in kendisini rahat b i r askeri işe verecek b i r i n i tanıdığından da emindi. Coffey'in Washington'a tayin olduğunu duyunca kuşkularında haklı olduğunu anlamıştı Coffey'in Chung Kal'da öldüğünü b i l m e d i ğ i anlaşılıyordu ve Vicarson da bunu söylemekten kaçınmıştı. A r ş i v c i Coffey'in k i m l i k kartını göstermişti. Kartta bir adres ve bir oda arka­ daşının adı verilmişti. Vicarson bunun eski bir oda arkadaşı olduğunu öğrenmişti. Oda arkadaşı Coffey'in yanına taşındığı zengin-orospu'yu A l e x ' in ölümünden sorumlu tutuyordu. Alex bunun k i m olduğunu söylememişti ama 'o korkunç aç adamdan kurtulmak i ç i n sık sık ziya­ rete gelirdi.' Alexander C o f f e y hep yeni elbiseler giyrhiş, yeni mücev­ herler takınmış olarak y e n i b i r arabayla gelirdi ziyarete. Koruyucusu­ nun kendisine askerde kışlada bir gün bile geçirmesini, hatta Washington'dan b i r gün bile ayrılmasını gerektirmeyecek b i r yer bulduğunu söylemişti. Gündüz için b i r elbise değişikliği yetecekti, üniforması da yumuşak kumaştan ısmarlama dikilecekti. Alex'e göre b u , mesleği i ç i n 'ideal çözüm'dü. B i r de subaylık vardı üstüne üstelik. Ondan sonra hangi v a k ı f reddedebilirdi kendisini? Sonra da 'kaçırılmıştı', 'zenginorospu' herhalde ihanet etmişti kendisine. Vicarson durumu yeterince anlamışa. B u n u n üzerine Paul B o n -

314

n e r l e konuşak üzere Arligton'a g i t t i . Bonner, C o f f e y ' i hatırlıyordu. Gence saygı duymuştu, hatta ken­ disinden hoşlanmıştı. Genç adamın Kuzey K a m b o ç y a kabileleri hak­ kında olağanüstü b i r bilgisi vardı ve i l k i l i ş k i k u r m a anında d i n i sem­ bollerin nasıl kullanılacağı hakkında ç o k işe yarar fikirler vermişti. Daha önce hiç düşünülmemiş cüretli bir operasyondu b u . Coffey'in hiç unutamadığı b i r yanı vardı. A d a m çok yumuşaktı, dağlık bölgede kendisinden istenecek şeylere çok yabancıydı. B e l k i eşcinseldi de. B u n u anlayan Bonner genci acımasızca çalıştırmıştı. A l t ı hafta bir yaşam boyunun yerine geçemezdi ama belki de sıkışık bir an­ da kendini kurtaracak kadar bir şeyler öğrenebilirdi. A m a bu yeterli olmamış ve C o f f e y bir 'çatışmada' esir alınmıştı. Bonner gence karşı daha sert davranmamış o l d u ğ u i ç i n k e n d i n i suçlamıştı ama b i r profesyonel o l d u ğ u i ç i n de üstünde fazla dur­ mamıştı. Bu işten b i r ders almıştı. B i r daha böyle bir adamın birliğine verilmesi d u r u m u i l e karşılaşırsa, eğitimde acımasız olacaktı. A d a m belki o zaman sağ kalmayı başarabilirdi. "İşte bu kadar, Bay Trevayne. Sevgilim-dönmedi-bana durumu." Trevayne yüzünü buruşturdu. "Çok acıklı b i r durum b u , Sam." "Öyle. A m a Bruce'u da olduğu yerden alaşağı etmeye yeterli. Ben Paul Bonner'i severim. O gazeteci umurumda bile değil.' "Pekala. Şimdi seçeneklerimizi bir gözden geçirelim." "Bay Trevayne, bu pisliğe g i r m e y i istemiyor olabüirsiniz, ama benim için hiçbir sakınca y o k . Yani demek istediğim, bu sizin gibi b i r insan için hoş b i r d u r u m d e ğ i l , ama ben hiçbir k ö k ü olmayan b i r hu­ k u k dehasıyım. A r k a m d a sadece kendilerine yaptığım katkıları unut­ mayacaklarım u m d u ğ u m etkin işverenlerim var... B ı r a k ı n da tekmeyi ben indireyim şuna. Bunu seve seve yaparım." " M ü t h i ş b i r insansın, Sam." "Karınız b i r kere bana size benzediğimi söylemişti. Yaşamım boyunca d u y d u ğ u m en i y i k o m p l i m a n d ı bu... B u n u siz yapmamalı­ sınız. B e n i m işim b u . " " K a r ı m enerjik gençler konusunda tedavi kabul etmeyen b i r ro­ mantiktir. Ve bu senin işin değil. Şu anda kimsenin işi değil." "Neden?"

315

"Roderick Bruce bu işte yalnız değil de ondan. B i r i l e r i onu bes­ l i y o r . Yardımcıları var; Bonner'in kendisinin destekleyicisi olduğunu sandığı kişilerin arasında hem de." Phyllis Trevayne odaya girerken Vicarson kadehini k a l d ı r d ı . "Tam zamanında!" "Sam, böyle davranmaya devam edersen Andy'nin evde olmadığı bir gece m u m ışığında yemeğe davet edilmeyeceksin." " K i o da yarın akşam," dedi Trevayne. "Webster, Başkanın yarın sabah De Spadante'nin Bonner hakkında söyleyeceklerini duymak is­ teyeceğini i m a etti. Bu da demek k i , yarın sabah Greenwich'e, De Spadante'yi görmeye gideceğim." "Öğleden sonra dönersiniz. B i z i m m u m ışığı altında yemeğimiz suya düştü, Bayan Trevayne." "Hiç de değil," dedi Andy." Alan ile senin saat beşbuçukta burada olmanızı istiyorum. M u m l a r ı yak, Phyl. İhtiyacımız olabilir."

37 M a r i o De Spadante hemşirenin sabah güneşinin girmesi için per­ deleri açmaktaki ısrarına k ı z m ı ş t ı . A m a i y i bir hemşireydi - kendisininkilerden b i r i değil, hastanenin hemşiresi- ve M a r i o yanında çalıştır­ madıklarına karşı saygılı b i r insandı. Perdelerin açık kalmasına ses et­ medi. Andrew Trevayne az önce gelmişti; aşağıda yan kapıdan karşıla­ nıyordu. İ k i dakika önce otoparka girmişti ve az sonra kapıda belirec e k ü . M a r i o odayı görünmesini istediği g i b i düzenletmişti. Yatakta m ü m k ü n olduğu kadar oturur bir duruma geçmiş, yanına alçak bir is­ kemle koydurmuştu. De Spadante yatağı yükseltmesini ve eşyaların yer değiştirmesini söylerken odada nöbet tutan i y i g i y i m l i genç gülümsedi. Genç adam W i l l i a m Gallobretto'nun C a l i f o r n i a l ı y a r d ı m c ı l a ­ rından b i r i y d i . De Spadante'nin her an odadan çıkmasını emredeceğini bildiğinden görevini yapmak için pek az vakti olacağım biliyordu. A d a m ı n ceketinin yakasındaki elmaslı b i r A m e r i k a n bayrağı ro-

316

zet, aslında minyatür bir fotoğraf makinesiydi. O b j e k t i f i açacak kordon da sol cebine kadar iniyordu. K a p ı açıldı v e Andrew Trevayne içeri g i r d i . K o r i d o r nöbetçisi üçüncü adamın içerde olduğundan emin olduktan sonra kapıyı kapattı. " B u y r u n oturun, Bay Trevayne." Andrew'un kendisine uzatılan eli sıkmaktan başka çaresi y o k t u . Duvar dibindeki genç adamın eli cebindeydi ve diğer i k i adam farkına varmadan küçük düğmeye birkaç kere bastırdı. Trevayne İtalya'nın elini m ü m k ü n olduğu kadar çabuk bırakıp is­ kemleye oturdu. " B u ziyaretten pek hoşlandığımı söyleyecek değilim, Bay de Spadante. B i r b i r i m i z e söyleyecek fazla b i r şeyimiz olduğunu sanmıyorum." Çok doğru, diye düşündü duvar dibindeki genç adam. Biraz daha yaklaş ve sanki düşünceli, hatta biraz da tetikteymiş gibi görün, Tre­ vayne. Korku gibi çıkar bu resimde. "Konuşacak pek çok şeyimiz var, amico. B e n i m sana karşı b i r k ı r g ı n l ı ğ ı m y o k . A m a o askere. O n a k ü ç ü k kardeşimin ö l ü m ü n ü b o r ç l u y u m . Sana değil." "O askerin üzerine saldırıldığını siz de biliyorsunuz. Kardeşiniz için üzgünüm ama o da silahlıydı ve benim- topraklarımda gizlice dola­ şıyordu. Onun orada olmasından sorumlu sizsiniz, kendinizde arayın suçu." "Ne demek oluyor bu? B i r komşumun tarlasına g i r d i m diye be­ n i m canımı mı alacak? Ne b i ç i m bir dünyada yaşıyoruz böyle?" " B u benzetme pek uymadı. Tarlaya girmekle geceleyin tabanca­ lar, bıçaklar ve neydi o.... parmaklarının çevresinde sivri demirlerle dolaşmak aynı şey değildir." Aferin, Trevayne, diye düşündü duvar dibindeki adam. Avuç için yukarı gelecek şekilde o jest. Tamam işte. Sen, 'babaların babasına' durumu açıklayan bir baba. "Ben k e n d i m i savunmayı öğrenerek y e t i ş t i m , amico. B e n i m o k u l l a r ı m sokaklar ve öğretmenlerim de İtalyan kafalarını bir yumruk­ ta dağıtmayı seven i r i y a n zencilerdi. E l i m i hep cebimde tutmak kötü b i r huy, kabul ederim, anlaşılır bir şey. A m a silah kullanmam, asla!"

317

"Göründüğü kadarıyla buna ihtiyacınız da yok." Trevayne sol eli cebinde duran adama baktı. " T ı p k ı bir karikatür gibi.' Sen de çok komiksin, Trevayne, diye düşündü duvar dibindeki adam. "Hey, sen! Dışarı!.. Kuzenlerimden b i r i n i n arkadaşı; genç insan­ lar, elimden ne gelir ki? Seviyorlar işte... Dışarı haydi! B i z i yalnız bırak!" "Elbette, Bay de Spadante. Nasd emrederseniz." Genç adam elini cebinden çıkardı, elinin içinde b i r k u t u şeker vardı. "Şeker alır m ı y ­ dınız, Bay Trevayne?" "Teşekkür ederim, istemem." "Çık dışan!... T a n r ı m , ceplerinde şeker taşıyor bunlar!" K a p ı kapanınca De Spadante iriyarı gövdesini yastıklara yasladı. "Şimdi biraz konuşalım, tamam mı?" "Onun i ç i n g e l d i m buraya. M ü m k ü n o l d u ğ u kadar kısaca söyleyeyim. Söyleyeceklerinizi duymak istiyorum; sizin de beni d i n ­ lemenizi istiyorum." " B u kadar g u r u r l u olmamalısın. Ç o k kimse senin i ç i n gururlu der ama ben onlara benim i y i dostum Trevayne'ın hiç de gururlu o l ­ madığını söylerim. O sadece pratik b i r insandır, boşuna konuşmayı sevmez derim." "Beni savunmanıza ihtiyacım..." " B i r şeye ihtiyacın var ama," diye De Spadante sözünü kesti. "Yardıma ihtiyacın var." "Ben buraya b i r tek şey i ç i n g e l d i m . Paul Bonner'i rahat b ı ­ rakman için. Kendi haydudannı kontrol edebilirsin, De Spadante; onla­ ra istediğin ifadeyi verdirebilirsin. A m a mahkemede sana yönelte­ ceğimiz soruların altından kalkamayacaksın... Evet haklısın, boşuna konuşmam ben. Chevy Chase'deki bir g o l f alanında b i r kongre üyesini tehdit edip tartaklarken görüldün. Olayı bana ve Binbaşı Bonner'e b i l ­ d i r d i buna tanık olan k i ş i . Bu bir şiddet hareketiydi ve bunu bilmek Bonner'in tedbirli olması için yeterliydi. Daha sonra 3500 m i l ötede San Francisco'da görüldün, beni izliyordun. Bu konuda da y e m i n l i bir ifade var elimizde. Binbaşı Bonner'in benim hayatımdan kaygı duyması i ç i n nedeni vardı.... Bu inkar edilemez gerçekler ve bunlara dayanan

318

mantıklı sonuçların dışında başka şeyler de var. Senin g i b i b i r adam bir Birleşik Devletler senatörüne hakaret eder de, bundan nasd yakasını sıyırır? B i r uçak şirketinden söz edecek cüreti olduğu i ç i n mi? Neden izledin beni California'ya kadar? B a l ı k ç ı Rıhtımında yardımcılarımdan b i r i n i kıstırmaya mı çalışıyordun? O n a da saldıracaktın? Neden? Genessee Sanayii ile ilişkin nedir, De Spadante? Mahkeme bütün bu so­ rular üzerinde duracaktır. Hepsini Paul Bonner'e saldırma bağlayacağım i ç i n bundan hiç kuşkun olmasın... Dulles'a aynı uçakta gittiğimizden bu yana çok şey öğrendim. Sonun geldi artık.... İstenmeyen kişisin." M a r i o de Spadante şişkin göz kapaklarının arasından nefrede bakıyordu Trevayne'a. Sesi sakindi ama. " B u sözcüğü pek seversin, değil mi? İstenmeyen kişiler.'" "Buna sosyolojik bir anlam vermeye kalkışma. Bunun i ç i n uy­ gun bir sözcü değilsin." De Spadante omuzlarını s i l k t i . "Hakarederin bile beni öfkelen­ d i r m i y o r , dostum. Neden b i l i y o r musun?.. Sen başı dertte b i r adam­ sın, başı dertte olan ağzı bozuk b i r adam. A m a yine de yardım ede­ ceğim sana." "Edebilirsin, ama bunu isteyerek yapacağından kuşkuluyum..." " A m a önce bu asker." İtalyan sanki Trevayne konuşmamış g i b i devam ediyordu. " B u askeri unut artık. Mahkeme falan olmayacak. Bu asker ölmüş sayılır artık, inan bana. Ş i m d i soluk alıp veriyor olabilir ama ölüdür artık. U n u t onu... Ş i m d i de i y i haberlere gelelim... De­ d i ğ i m g i b i başın dertte; ama dostun M a r i o kimsenin bu fırsattan yarar­ lanmaması için elinden geleni yapacaktır." "Ne diyorsun sen?" "Çok çalışıyorsun, Trevayne; evinden çok uzak kalıyorsun...." Andrew birden d i k i l d i iskemlesinde. "Hele ailemi tehdit et, ulan orospu çocuğu, b i r daha ömürünün sonuna kadar dışarsını göremezsin! B u n l a r ı düşünme b i l e , hayvan herif! Başkanın b i n a gerekli tam güvenceyi verdiği bir alan b u ! B i r telefon edersem bir daha kimse yü­ zünü bile göremez" "Başta! Hakkın yok buna! Sus!" De Spadante hem olanca sesiyle bağırıyor, hem de i k i eliyle k a m ı n a bastırıyordu. Sonra birden hafifle-

319"

di sesi. " B u odada böyle şeyler konuşulmaz. Ben bir insanın yuvasına saygılıyım... çocuklarına, kardeşlerine. O asker, hayvan olan o, ben değdim. De Spadante değil!" " K o n u y u açan sendin. Nerede olduğunu anlamana yardımcı o l ­ mak istedim. A i l e yasak ve Penssylvania Caddesi'nde oturan adam bu­ nu garanti etti. Seninle aşık atacak değil o, haydut!" M a r i o yutkundu. Öfkesini güçlükle saklıyordu. " A m a A u g i e de Spadante'ye bir şey garanti etmiyor, değil mi? Hayır. Augie istenme­ yen k i ş i çünkü..." Trevayne saatine baktı. "Söyleyecek bir şeyin varsa söyle artık." "Elbette. Söyleyeceğim tabii. Senin tek garantin benim aslında. D e d i ğ i m g i b i , evinden çok uzak kalıyorsun. B e l k i de sevdiklerine doğru yolu gösterecek zamanın olmuyor. Çok içen bir oğlun var. Son­ ra da arabasına atlayıp yayalara çarpıyor. Örneğin Cos Cob'da oğlunun çarpıp ağır yaraladığı yaşlı bir adam var." "Yalan." "Fotoğrafları var elimizde. O y a n ç ı l g ı n delikanlının arabasının yanında çekilmiş sekiz on fotoğrafı var elimizde. Araba da çocuk da berbat bir halde. Kazaya uğrayan bu yaşlı adama para verdik yanlışlıkla b i r şey yapmış olan gence bir zarar vermemesi i ç i n . Tahsil edilmiş çekler ve ifadesi elimde. A m a bu çok k ö t ü b i r şey sayılmaz; milyoner çocuklannın değerleri de değişik olur. K ı z ı n ı n işini halletmek o kadar kolay olmadı ama. O gerçekten kötüydü doğrusu; bir an i ç i n eli boş dönecektik. A m a dostun M a r i o k ı z ı n ı k o r u m a k i ç i n hiçbir masraftan kaçınmadı." Trevayne arkasına yaslandı; gözlerinde öfke yoktu artık, sadece tiksinti. "Eroin. Senin işindi demek...." "Ben mi? Senin k u l a k l a n n d u y m u y o r galiba... K ü ç ü k b i r k ı z , sıkılmış belki, biraz eğlenmek için bir torba en iyisinden...." "Bunu kanıtlayabileceğini mi sanıyorsun?" "En i y i maldan i k i yüz bin dolarlık alıyor. B e l k i de kendi küçük dağıüm örgütü var, k i m b i l i r . O lüks kız o k u l d a n bugünlerde kaynı­ y o r zaten. Bunu b i l i r s i n , değil mi? Birkaç ay önce bir diplomat k ı z ı yakalanmıştı, gazetelerde okumuş olmalısın. Onun senin dostun M a r i o g i b i bir dostu yoktu."

320

"Sana b i r soru sordum. Herhangi bir şey kanıdayacağına ina­ nıyor musun?" "Kanıtlayamam mı sanıyorsun? "De Spadante birden Trevayne'a dönüp tükürür g i b i konuştu. "O kadar da aptal o l m a . Aptalsın, Bay Küstah! K ü ç ü k k ı z ı n ı n b i r l i k t e görüldüğü herkesi tanıdığını mı sanı­ yorsun? Greenwich Emniyet Müdürlüğü'nden Teğmen Fowler'e bir ad ve yer listesi veremem mi sanıyorsun? On yedi yaş, günümüzde o k a ­ dar da genç sayılmaz, dostum. B e l k i de zenci çeteleriyle binaları havaya uçuran o zengin çocukları hakkında yazılanları okumuşsundur.... Senin çocuğunun onlardan b i r i olduğunu söylüyor d e ğ i l i m . A m a insanlar durup düşünürler. Her gün görüp okuyorlar bunları. Ve i k i yüz bin..." Trevayne sabrının sonuna gelmiş olarak ayağa f ı r l a d ı . "Zamanını boşuna harcıyorsun, De Spadante. Sandığımdan daha kaba ve aptalmışsın. Bana şantaj durumları yarattığını söylemeye çalışıyorsun; bun­ ların çok i y i hazırlanmış senaryolar olduğundan hiç kuşkum yok. A m a çok ciddi bir yanlışlık yaptın. İ k i tane. M o d a n geçmiş artık ve k o n u ­ l a r ı n ı i y i b i l m i y o r s u n . H a k l ı s ı n , on y e d i ve ondokuz yaşları günü­ müzde o kadar da genç sayılmıyor. Düşün biraz. Sen de çocukların artık katlanamadıklan şeylerin b i r parçasısın. Ş i m d i izin versem de vermesem de...." "Ya k ı r k iki?" "Ne?" " K ı r k i k i yaş çocuk sayılmaz. Güzel bir karın var. B o l parası olan ve belki de içinde b ü y ü k evinde tatmin edemeyeceği bir i k i açlık olan güzel ve a l ı m l ı bir kadın. Birkaç yd öncesine kadar bir i ç k i soru­ nu olan bir kadın...." "Çok tehlikeli yerlerde dolaşıyorsun, De Spadante." "İyi dinle beni!... Bu kibar kadınlardan bazdan kente indiklerinde D o ğ u Yakası'ndaki Fransız ya da İspanyol meyhanelerine giderler. B i r k ı s m ı da zengin eşcinsellerin devam ettikleri Vülage'daki sanatçı mey­ hanelerine giderler. Orada kolay para kazanmak için her i k i işi yapanlar da vardır. Sonra bir ikisi de Plaza g i b i otellere..." "Seni u y a n y o n ı m ! " "Daha önce rezervasyon yaptırdıklan Plaza gibi bir yere gitmeden bu hanımlar belirli bir numarayı ararlar. Gürültüsüz patırtısız, hiç kor-

Gizü Devlet - F. 21

321

k u l a n olmadan. Her şey çok gizlidir, tatmin garantilidir... Ve ne oyun­ lar oynarlar bir bilsen... Gözlerine inanamazsın, dostum!" Trevayne yerinden fırlayıp kapıya yürüdü. De Spadante'nin sesi durdurdu kendisini. "Çok saygın bir otel güvenlik memurunun y e m i n l i ifadesi var elimde. Ç o k uzun zamandır bu işte, görmediği şey k a l ­ mamış. Senin karını da uzaktan tanımış. Ç o k ç i r k i n bir ifade. A m a gerçek. Gördükleri." "Sen pisliksin, De Spadante." Trevayne söyleyecek başka bir şey bulamamıştı. Istenilmeyen'den daha çok beğendim bunu, dostum. Daha k u v v e t l i , daha olumlu... B i l m e m demek istediğimi anlatabildim mi?" " B i t t i mi?" "Hemen hemen. Bu özel sıkıntılarının aramızda kalacağını b i l ­ meni isterim. Sıkıntıların güvencededir bende. Ne gazete, ne televiz­ y o n , ne de radyo. Nedenini bümek ister misin?" "Tahmin edebilirim." "Edersin elbette... Çünkü Washington'a gidecek ve küçük altkomisyonunu kapatacaksın. Birkaç kişiyi azarla ve bir i k i kişinin k o v u l ­ masını -kimler olacağını biz sana söyleriz- sağla ve b i t i r işi. Anladın mı?" "Ya kabul etmezsem?" "Dostum, dostum. Sevdiğin insanlan bu pisliğe atacak mısın? Cos Cob'daki o yaşlı adamla sarhoş oğlunun fotografían. Gazetede çok ç i r k i n durur doğrusu. Sonra i k i yüz bin dolarlık saf eroin. Onu polis buldu büiyorsun. Bulmadık diyemezler. Sonra Plaza'daki sevgili karın. 'O otel dedektifi çok saygın bir eski polisti, sadece gördüklerini yazdı biliyorsun. Özel olarak bile görmek istemezsin yazdıklannı. Hanımın ayyaşlığı konulannı ortaya çıkarabilir. Çok ciddiydi durumu; kendisine yardım eden doktor da elimizde. İnsanlann nasıl düşündüklerini bilir­ sin. E s k i bir ayyaşa hiç güvenmezler. K a r ı n ı n ayyaşlığının geçmişte kalmış olmadığı olasılığı var. Ya da bir takıntıyı bırakıp bir başkasına saplanmıştır artık." "Söylediğin her şeyin yalan olduğu ortaya çıkacaktır." "İnkar edeceksin elbette!.. A m a bu şeylerin pek çoğu ç o k sağlam, Trevayne. Ç o k sağlam. Ne demek isteğimi anladın mı? B i r

322

kere bir yerde okumuştum: suçlamalar -hele hafif b i r temeli olup b i r i k i resimle de desteklenirse- hemen baş sayfalara geçerlermiş. Sonradan gelen tekzipler de e l l i n c i sayfaya -salam ilanları arasına.... A r t ı k seçimini sen yap, Bay Trevayne. A m a çok i y i düşün önce." Trevayne şişman Sicilyalının k ü ç ü c ü k gözlerindeki tatmin o l ­ muş nefrete baktı. "Sanırım bunu çok uzun b i r süre bekledin, De Spadante." "Bütün yaşamım boyunca seni kadife domuz! Ş i m d i defol bura­ dan ve sana dediklerimi yap. Senin de diğerlerinden hiçbir farkın yok­ muş."

38 Robert Webster Beyaz Saray'daki odasında telefonu açarken ortada acil bir durum olduğunu anlamıştı. Telefon eden kişi Aaron Green'den b i r mesaj getirdiğini ve yüzüne karşı söylenmesinin emredildiğini b i l ­ dirmişti. Aceleydi; Webster kendisiyle b i r saate kalmadan buluşmalıy­ d ı . Saat üçte. İ k i adam Georgetown'da V i l l a d'Esté lokantasında buluşmayı ka­ rarlaştırdılar; i k i n c i katta, k o k t e y l salonunda. Lokantada öğle saatle­ rinde sadece turistier bulunurdu. Washington'un önemli kişileri ise akşamın geç saatlerinde boy gösterirlerdi. Bu saaderde b i r turist, sena­ törün kartvizini göstermedikçe içeri adımını bile atamazdı. Webster önce gelmişti k i , bu da başlıbaşma k ö t ü bir başlangıçtı. Bobby asla bekleyen k i ş i olmamaya dikkat ederdi. Gecikmenin etkile­ y i c i açıklaması dinlenirken, insan k o n t r o l üstünlüğünü kaybedebilirdi. A a r o n Green'in adamı da on beş dakika geç olarak ortaya ç ı k t ı ­ ğında aynı şey oldu. A d a m kısa ve h ı z l ı cümlelerle gecikmesinin ne­ denlerini sıralarken kesin bir küçük görme havası içindeydi. Bitirecek başka işleri vardı; Aaron Green kendisinden bir güne sığmayacak kadar şey istemişti. Webster adama bakıp da onun kendine güvenli konuşmasını d i n ­ lerken birden duyduğu huzursuzluğun nedenini anladı. Green'in adamı b i r araçtı, t ı p k ı kendisi g i b i . K e n d i g i b i o da gençti. Kendisinin çeliş-

323

k i l i iktidar politikası dünyasında yükselmekte olduğu g i b i , o da şirket ekonomisi dünyasının labirentinde yükselmekteydi. Her i k i s i de i y i konuşuyorlardı, kendilerine güven duymaktaydılar, hem güçlüydüler hem de boyun eğilmesi gereken kişiler karşısında saygılı. A m a aralarında derin bir fark vardı ve bunu her i k i s i de biliyor­ lardı; bunun üzerinde durmaya gerek yoktu. Green'in adamı güçlü po­ zisyondan konuşuyordu; Robert Webster ise ne o durumdaydı ne de bu­ nu yapabilirdi. B i r şey olmuştu. Webster'in değerini, etkinliğini doğrudan doğru­ ya etkileyen bir şey. B i r yerlerde, bir toplanüda ya da çok özel b i r ye­ mekte bir karar a l ı n m ı ş t ı ve bu da kendisinin yaşantısını t ü m ü y l e değiştirecekti. Green'in adamı i l k u y a r ı y d ı ve B o b b y Webster'in derin k a y g ı duygusunun kaynağıydı. Webster artık çıkış yolunda olduğunun farkındaydı. Yapılması gerekenleri kontrol edememişti; şimdi umacağı en i y i şey gerilemek ve mümkün olduğu kadarını kurtarmaktı. "Bay Green çok k a y g ı l ı , Bobby. Kendisine danışılmadan çözüm­ lere karar verilmesini anlıyor. Her kararda kendisine danışılmasını bek­ lemiyor kuşkusuz, ancak Trevayne konusu pek duyarlı bir konudur." "Biz sadece gözden düşürtüyoruz onu. De Spadante ile i l i ş k i lendiriyoruz, hepsi bu kadar. Büyük bir şey değil bu." " B e l k i . A m a Bay Green bu Trevayne'ın sizin beklediğinizden başka b i r tepki gösterebileceğini düşünüyor. Bunu... b ü y ü k b i r olay haline getirebilir." "Şu halde Bay Green'e durum tam olarak yansıtılmamış," dedi Webster. "Trevayne'ın nasıl tepki göstereceği önemli değil, çünkü ken­ disine karşı b i r suçlama yapılmayacak. Sadece bazı varsayımlar. Ve hiçbirimiz işe karışmayacağız... Görebildiğimiz kadarıyla, beceriksiz­ l i k durumuna itilecek." "De Spadante ile ilişkilendirilerek mi?" "Bu sözlü bir ilişkiden öte bir şey olacak. Elimizde fotoğraflar ver. Greenwich'teki hastanede olduğu kanıtlanıyor. Gerçek fotoğraf­ lar... Roderick Bruce i k i güne kadar birincisini yayımlayacak." "De Spadante N e w Haven'e götürüldükten sonra mı?" Green'in

324

adamı Webster'in gözlerinin içine bakıyordu, sesi neredeyse hakaret edi­ ciydi ' "Evet." "De Spadante o zaman baş haber olacak, değil mi? B a y Green onun satranç tahtasından alınacağını duymuş." " B u karar k e n d i arkadaşlarından ç ı k t ı ; bunu gerekli görüyorlar. Bizimle hiçbir ilgisi y o k ; amaçlarımız için yarariı olacağı dışında." "Bay Green bu fikirde değil." "Bu bir yeraltı dünyası eylemi. İstesek bile engel olamayız buna. Ve o fotoğraflar ve b i r i k i Greenwich doktorunun ifadesiyle Trevayne boğazına kadar batacak pisliğin içine. Sonu geldi artık." "Bay Green bunun çok basideştirildiği fikrinde." " ö y l e bir d u r u m y o k , çünkü ortada bir şey i d d i a edecek kimse yok. Bunu göremiyor musunuz?" Webster şimdi sabırsız b i r açıklama yapıyor gibi ses tonuyla konuşuyordu. Hiçbir yaran yoktu ama. Konuşma törensel b i r danstan başka bir şey değildi. Webster'in en çok bekleyeceği Green'in adamının -kendini korumak i ç i n - strateji­ sinin tümünü Green'e anlatmasıydı. O yaşlı Yahudi bunun yarariı o l ­ duğunu görüp f i k r i n i değiştirebüirdi. "Ben sadece bir k u r y e y i m , Bobby." " A m a bunun yararlarını görüyorsun." B i r soru değildi b u . "Pek emin d e ğ i l i m . Bu Trevayne aklına koyduğunu yapan bir i n ­ san. Sonuçlan k o l a y l ı k l a kabul edip çekilecek b i r i değil bence...." "Sen Washington'da reddedilmiş bir insan gördün mü hiç? Berbat b i r manzaradır. İstediği kadar b a ğ ı n p çağırsın kimse dinlemek istemez kendisini. Cüzzamlının kendisine dokunmasını kimse istemez... Baş­ kan bile." "Başkanın durumu ne?" "Olayın en basit yanı o. Yardımcılarla bir toplantı yapacağım, Başkana Trevayne'den kolayca sıynlması i ç i n güçlü dayanaklar gös­ tereceğiz. B i z i dinleyecektir. Başında bir sürü dert var zaten. Ona bu iş­ ten kolayca ya da sertçe s ı y n l m a seçeneklerini tanıyacağız. K o l a y ı n ı seçecek tabii. On sekiz ay soma sonra seçim var. Bu işin mantığını görecektir." Green'in adamı sempatiyle baktı Webster'a. "Bobby, ben buraya

325

sana bütün hazırlıklarını iptal etmeni söylemeye geldim. Bay Green'in sözleri bunlar. 'Herşeyi iptal etmesini söyle ona.' De Spadante umu­ r u n d a değil onun zaten sen de onun senin kontrolunda o l m a d ı ğ ı n ı söylüyorsun. A m a Trevayne'a el sürülmeyecek... mesaj b u . Ve de ke­ sin." 'Yanlış ama. Ben b u n u er» küçük ayrıntısına kadar düşündüm. H e r şeyin yerli yerine oturması için haftalarca uğraştım. Kusursuz şimdi." "Yapılmayacak. Şimdi yepyeni durumlar var. Bay Green durumu a ç ı k l ı ğ a kavuşturmak i ç i n birkaç kişiyle görüşecek... Size de haber verileceğinden eminim." Webster adamın son cümlesinin anlamını çok i y i biliyordu. Ken­ disinden bir şey istemedikleri sürece hiçbir şey söyleyecek değillerdi. Bu yeni oluşan halkaya da kendisini zorla sokmazdı. İttifaklar değiş­ t i r i l i y o r , ya da daha b a ğ ı m l ı , daha sık bir hale g e t i r i l i y o r d u . Her ne olursa olsun, kendisi dışlanmaktaydı. Webster sağ kalabilmek için tutunacak dal arıyordu. "Politikada ö n e m l i b i r değişiklik olursa benim hemen haberim olsun. Söylemek istemiyorum ama, ne de olsa bunun başı Beyaz Saray'dır." "Evet., elbette." Green'in adamı saatine baktı. "Bana bazı sorular sorulacaktır. Epey geniş bir etkili insanlar top­ luluğu tarafından. Yanıtlarım olmalı." "Bay Green'e söylerim." "Bunu bilmesi gerek." Webster kendine d i k k a t etmeliydi; çok umutsuz görünmek de işine gelmezdi. "Bunu kendisine hatırlatacağım." Hiç de nazik olmayan bir biçimde dışlanıyorum, diye düşündü Webster. Beyaz Saray da dışlanıyordu. Küstahlık zamanı gelmişti. "Ona 'hatırlatmaktan' fazlasını y a p ı n . Burada ellerinde epey b ü y ü k sopalar olan birkaç kişi olduğumuzu söyle kendisine. Genessee Sanayii'nin bazı alanları konusunda herkesten çok b i l g i m i z var. B u n ­ ları sigorta poliçemiz olarak düşünürüz." Green'in adamı başını kaldırıp Webster'le göz göze geldi. "Bunun uygun bir terim olduğunu sanmıyorum, B o b b y . 'Sigorta p o l i ç e s i n i n

326

yani. Eğer ç i f t taraflı oynamayı düşünmüyorsan. Bu da sana çok pa­ halıya mal olur." Green'in adamı Beyaz Saray'ın Robert Webster'ine, kendisinin de satranç tahtasından alınabileceğini söylüyordu. Webster gerileme za­ manının geldiğini anlamıştı. " A ç ı k konuşalım," dedi. "Hep açık konuşulduğuna göre, biz de konuşabiliriz. B e n i m d u r u m u m sağlam. K e n d i m i düşündüğüm yok. Akron'a dönüp istediğim işi seçebilirim. K a r ı m da bundan çok hoşla­ nır. Ben de hiç umursamam. A m a başkaları istedikleri işleri bulamaya­ bilirler. Onların özgeçmişlerinde Beyaz Saray olmadığı için rahatsız ed i c i olabilirler." "Her şeyin yoluna gireceğinden hiç kuşkum yok. Hepiniz için. sizler deneyimli insanlarsınız." "Evet, ama o kadar da...." "Biliyoruz," diye A a r o n Green'in adamı sözünü kesti. "Benim gitmem gerek artık. Gün sona ermeden çok işim var daha." "Elbette. İçkilerin parasını ben öderim." "Çok teşekkür ederim." Green'in adamı kalktı. "Rod Bruce'dan o fotografían alacaksın, değil mi? Hikayeyi hasıraltı ettireceksin?" dedi. "Hoşuna gitmeyecek ama, evet." "Güzel. Görüşürüz... V e , Bobby. A k r o n hakkında. O özgeçmişi­ ni hazırlamaya başlasan i y i olur."

39 Uşaklar Aaron Green'in cam kaplı ve saksılarla dolu verandasında masa ı ş ı k l a n m yakmışlardı. Dışarda i k i sanmtırak ışıldak uzaktaki be­ yaz ağaçlığı aydınlatıyordu. C a m masanın üstüne gümüş bir tepsi için­ de gümüş kahve servisi konulmuştu. Birkaç metre ötedeki başka bir camlı masanın üstünde i ç k i şişeleri ve bir yanda kristal konyak kadeh­ leri duruyordu. Uşaklara çekilmeleri için izin verilmiş, Bayan Green yukardaki dikiş odasına ç ı k m ı ş t ı . E v i n önünde ve holdeki ışıkların dışında bütün ışıklar söndürülmüştü.

327

Aaron Green evinde bir toplantı düzenlemişti. Üç kişiden sadece b i r i yemeği çağrılıydı. Bay Ian Hamilton. Diğer i k i s i Sail Harbor'a birlikte geleceklerdi. Walter Madison Kennedy Havaalanı'na uğrayacak ve Washington'dan gelen Senatör A l a n Knapp'ı alacaktı. Saat on civarında geleceklerdi. Geldiler de. Saat tam onda. Onu altı geçe dört adam camla kaplı verandaya geçtiler. "Kahvelerinizi ben v e r i y o r u m , beyler. Konyaklar şurada. Bu yaşlı ellerimle küçücük kadehlere kolay kolay dolduramıyorum artık. Etikederi okumakta da güçlü çekiyorum. Sonuç: içmiyorum... İskem­ l e m i bulabildiğim için talihli sayılırım." "Aaron, tembellik dışında bir şeyin y o k senin," diye güldü lan Hamilton. "Pekala, içkileri ben veririm." Walter Madison k o n y a ğ ı n ı alıp Green'in soluna oturdu. H a m i l ­ ton Knapp'ın içkisini yuvarlak masada Green'in sağına getirdi. Senatör hemen yerine oturdu. Hamilton bundan sonra Green'in karşısına geçti. "Bir el briç oynayacakmışız gibi," dedi Madison. "Ya da epey sert bir el poker," dedi Knapp. "Sınırsız bakara daha uygun olabilirdi." Ian H a m i l t o n kadehini Green'e kaldırdı. "Sağlığınıza, Aaron... Sağlığımıza." "Bu da pek uygun, dostum," dedi Green alçak bir sesle. "Sağlığı gerektiren günlerde yaşıyoruz. V ü c u t ve k a f a sağlığı. Ö z e l l i k l e de kafa" İçtiler. Kadehini masaya i l k bırakan Knapp oldu. Sabırsızlanıyor­ d u , ama bir yandan da bu masada sabrın değerli bir şey olduğunu b i l i ­ yordu. Yine de, saygın b i r senatördü, bu masanın ihtiyacı olduğu k i ş i . Hissetmediği bir tavrı benimsiyormuş g i b i görünmesine gerek y o k t u . K i b a r l ı ğ ı y l a nam salmış b i r insan d e ğ i l d i ; k i b a r l ı k gereksiz bir şeydi kendisi için. "Bay Hamilton, Bay Green önce ben açayım kağıtlarımı," dedi. "Seni dışarda bırakmıyor değilim, Walter, ama senin buradaki durumun benimki gibi olduğu düşüncesindeyim. Hepimiz Andrew Trevayne'm... 'durumundan yararlanılamayacağı'nı duyduk. Walter ile ben arabada ge­ lirken konuştuk bunu. Bu gerçeği saklamanın anlamı yok. A ç ı k olmak gerekirse, hiçbir şey anlamadım bundan. Bence Bobby Webster'in stra­ tejisi çok esaslıydı." 328

Ian Hamilton Green'e b a k t ı , birkaç saniye sonra başım eğdi. Bel­ li belirsiz bir hareketti b u ; yaşlı Yahudiye konuşma izni veriyordu. "Bay Webster'in stratejisi ç o k güzeldi, Senatör," dedi Green. " B i r Generalin parlak b i r manevrası b i r çatışmayı kazandırırken düşmanın cephenin başka bir yanında başlatacağı bir y ı l d ı r ı m harekatı kendilerine savaşı kazandırabilir." "Yani Andrew'u tümüyle etkisiz duruma getirmek... yeterli değil mi diyorsunuz?" diye sordu Walter Madison. "Bizimle savaşan başka k i m var?" Konuşmaya l a n H a m ü t o n k a t ı l d ı . "Trevayne ilginç b i r durumda, Walter. Ne yaptığımızı ve bunu neden yaptığımızı tam olarak anlıyor. Somut kanıt e k s i k l i ğ i n i b i z i m b ü y ü k hedeflerimizi algılayarak ta­ mamlıyor." "Bunu anlamadım," dedi Knapp. "Bunu yanıdayayım," dedi Green, lan Hamilton'a bakıp g ü l ü m ­ seyerek. "Bizler avukat değiliz, Knapp. Olsaydık, sanırım Trevayne'ın doğrudan doğruya zarar verecek bölük pörçük bir şeylere sahip olduğu­ n u , ama genelde ç o k zarar verebileceğini söylerdik. D o ğ r u m u , Sayın Hamilton?" "Doğru, Aaron... Trevayne kimsenin beklemediği bir şeyi yaptı. H u k u k u b i r yana bıraktı. Sanırım bunu araştırmasının en başında yaptı hem de... Biz binlerce yasal d u r u m l u uğraşırken, on binlerce masraf ve tahsis kalemiyle boğuşurken, o bambaşka bir şeyin ardına düşmüştü. İnsanların. K i l i t o l d u k l a r ı n ı tahmin ettiği insanların. Onun kusursuz bir yönetici olduğunu u n u t m a y ı n ; kendisinden nefret edenler bile bu konuda hakkını verirler. B i r k o n t r o l mekanizması olması gerektiğini anlamıştı. Genesee g i b i b ü y ü k ve çok kapsamlı bir şirket böyle b i r mekanizma o l m a d ı ğ ı takdirde sadece yönetim k u r u l u düzeyinde iş göremez. Gariptir k i , bunu i l k gören M a r i o D e Spadante'nin grubu oldu. Çelişkili bilgiler gönderip bu konuda görüşlerinin alınması için kendilerine başvurulmasını beklediler. Böyle bir şey olmadı. Keşfettik­ leri bu şeyi ne yapacaklarını bilemiyorlardı. De Spadante kaba tehdider savurarak, üişkide olduğu herkesi rahatsız etmeye başladı De Spa­ dante işi bu kadar." "Özür d i l e r i m , Bay H a m i l t o n . " Knapp çiçekli basma yastıkh be-

329

yaz demirden koltuğunda öne eğildi. "Sözleriniz beni Bobby Webster'in çözümüne götürüyor... Trevayne'm şimdiye kadar uğrunda çalıştığımız her şeyi tehlikeye sokan b i l g i toplayabildiğini ima ediyorsunuz. Onu gözden düşürmek için bundan i y i zaman olamaz k i . Gözden düşürelim, kanıtlan da inanılmaz olur. En azından bizim kendi amaçlanınız için." "Neden öldürmeliyim onu?" Aaron Green'in sesi gürlemişri bir­ den. Madison ile Knapp'ı şaşkına çeviren ö f k e l i bir soruydu bu. Hamilton'da görünür bir tepki yaratmamıştı. "Sarsıldınız, değil mi? Ne­ den? D i l e getirilmeyen düşünce olduğu için belki de... Ben bu masada­ ki herkesten yakın o l d u m ölüme, o yüzden ben şaşırmıyorum. A m a bunun neden olamayacağını söyleyeyim, Webster'in çözümünün neden geçerli olamayacağını... Trevayne gibi insanlar ölümlerinde ve zorunlu e m e k l i l i k yaşamlannda b i l f i i l hayatta olacaklarından daha tehlikeli olurlar." "Neden?" diye sordu Walter Madison. "Çünkü onlar arkalarında bir miras bırakırlar," dedi Green." O n ­ lardan sonra bu davaya kendilerini adayacaklar i ç i n toplanma noktası olurlar. Şehiderdir, sembollerdir. Onlardan üreyecek tatmin olmamış fareler çoğalıp temellerimizi kemirmeye başlarlar. O n l a n n yuvalannı dağıtmaya harcayacak zamanımız olmayacaktır." Aaron Green öylesine öfkelenmişti ki yaşlı elleri titriyordu. lan Hamilton'un sesi sakin ama emrediciydi. "Heyecanlanma, Aaron. B i r şey çıkmayacak bundan... H a k l ı ama, b i l i y o r musunuz? Bu tür işlerle uğraşacak zamanımız yok. Bunlar bizi yolumuzdan alıkoymakla k a l ­ m a y ı p başansızlığa da mahkumdurlar. Trevayne g i b i insanlar a y n n t ı l ı kayıdar tutarlar... İnsan temel bir konuyla yüzyüze gelmelidir. Bundan ne kaçınabiliriz ne de bunu örtebiliriz. Kendi amaçlarımızı anlamalı ve kabul etmeliyiz... Özellikle Senatör ve Aaron'a hitap ediyorum. Sen sahneye çok geç girdin, Walter; katkılann, çok değerliyse de, pek uzun b i r geçmişe sahip değildir." "Bunu biliyorum," dedi Madison. "Bize iktidar komisyoncusu diyenler çıkabilir, haklıdırlar da. B i z p o l i t i k toplum içinde y e t k i y i d a ğ ı t ı r a . Bu egolanmızı tatmin eden bir şey olduğu halde, ego tatmini için buna girişmiş değiliz. Kuşkusuz kendimize inanınz bizler; ama amaçlarımıza varacak araçlar olarak.

330

Bunu -soyut olarak- Trevayne'a anlattım ve onun b i z i m içtenliğimize inandrrabileceğini sanıyorum." K n a p p masanın c a m ı n a bakarak d i n l i y o r d u . A n i d e n başını kaldırıp kulaklarına inanamayarak baktı Knapp'a. "Ne?" "Evet, Senatör, aramızda buna karar verdik." "Bence siz aklınızı kaçırmışsınız!" "Neden?" diye sordu A a r o n Green sert b i r sesle. "Utanç duya­ cağınız b i r şey mi yapünız. Senatör? K e n d i n i z i amaçlarınızdan çok mu düşünüyorsunuz? Bizden b i r i misiniz, yoksa başka b i r şey m i s i ­ niz?" Green öne eğilirken fincanı tutan eli titriyordu. " B u utanma sorunu değil. Sadece yanlış anlaşılma sorunu, Bay Green. Siz özel b i r k i ş i olarak hareket ediyorsunuz, ben ise seçilmiş bir temsilciyim. Benden hesap sorulmadan önce sonuçların elle tutu­ labilir olmasını isterim. Bu noktaya varmadık henüz." "Sandığınızdan da yakınız," dedi Hamilton. "Bunun kanıtlarını pek göremiyorum." "O zaman çevrene bakmamışsın," dedi Hamilton; konyak kadehi­ ni kaldırıp b i r i k i y u d u m i ç t i . "El sürdüğümüz her şey, yönettiğimiz her alan daha i y i y e g i t t i . B u n u inkar edemeyiz. Biz ülkenin tüm bö­ l ü m l e r i n i etkileyecek çok büyük m a l i b i r temel oluşturduk kısacası. Ve bu etkinin hissedildiği her yerde de statükoyu düzelttik. Azınlıklar ve de çoğunluklar- göz önüne almıyor artık; istihdam arttı; sosyal yar­ d ı m gerekliliği azaldı; üretim kesintisiz devam etti. Bunun sonucunda ulusal çıkar kesimleri bundan yararlandı. Askeri durumumuz kesin ola­ rak g ü ç l e n d i ; e k o n o m i n i n c o ğ r a f i bölgeleri yüksek düzey üretime ulaştı; konut, e ğ i t i m ve tıpta Genessee'nin damgasını yiyebilecek her yerde sosyal reformlar yapıldı... Sosyal dengeyi sağlayabileceğimizi gösterdik.... B u n u inkâr edebilir misiniz, Senatör? Bunun i ç i n çalıştık hepimiz." » * Knapp şaşırmıştı. Hamilton'un hızla sıraladığı noktalar kendi­ sinde bir şaşkınlık yaratmış, daha önce duymadığı bir güven duygusu vermişti. "Ben Washington mekanizmasına çok yakındım," dedi. Siz­ ler uzaktan daha i y i bir görüş açısına sahipmişsiniz." " K a b u l . Yine de soruyu yanıtlamanızı isterim. Bu öğrendikleri­ nize dayanarak., gerçekleri inkar eder misiniz?"

331

"Hayır, edemem sanıyorum." "Sanıyor musunuz?" "Edemem." "O zaman bunun doğal sonucunu göremiyor musunuz?... Neler yaptığımızı görmüyor musunuz?" "Basardan anlattınız; bunlan kabul ediyorum." "Yalnızca basanlar değil, Senatör. Size hükümetin yürütme k o ­ lunun liderlik görevlerini anlattım... Bizim yardımımızla. O yüzden, uzun bir düşünme, ama hızlı ve kapsamlı b i r analiz sonunda Andrew Trevayne'a Amerika Birleşik Devlederi Başkanlığını önereceğiz."

*** Birkaç dakika kimseden ses ç ı k m a d ı . Ian H a m i l t o n ile Aaron Green arkalarına yaslanmış yeni gelenlerin bu b i l g i y i hazmetmelerini b e k l i y o r l a r d ı . Sonunda k u l a k l a n n a inanamayan b i r sesle konuşan Knapp oldu. "Hayatımda duyduğum en a k ı l almaz şey b u . Şaka ediyorsunuz sanınm." "Ya sen, Walter?" H a m i l t o n kadehine bakmakta olan Madison'a döndü. "Senin tepkin nedir?" "Büemiyorum. hâlâ hazmetmeye çalışıyorum... Yıllardır çok ya­ k ı n oldum Andrew'e. Ç o k yetenekli b i r insan olduğunu biliyorum... A m a bu? Bilemiyorum." " A m a düşünüyorsun," dedi A a r o n Green Madison'a değil de Knapp'a bakarak. "Hayal gücünü kullanıyorsun. 'Seçümiş temsilcimiz' ise sadece 'akü almaz' diyebiliyor." "İyi ve yeterli nedenlerle!" dedi A l a n Knapp. "Politik deneyimi yoktur; i k i partiden birine k a y ı d i büe değüdir." "Eisenhower'in de deneyimi yoktu," dedi Green. " A m a i k i parti de kendisini aralanna almaya çalışmıştı." "Devlet adamlığı vasfı yok." "İlk başka Harry Truman'dan az devlet adamlığı vasfı kimsede yoktu." "Eisenhower'in dünya görüşü vardı, popülerdi. Truman kendisine

332

miras kalan bir işte yetişti. Gereksiz örnekler bunlar." "Dünya görüşü günümüzde b i r sorun d e ğ i l , Senatör," diye l a n Hamilton sakin bir sesle araya g i r d i "Ulusal parti kongrelerinde on üç ay, seçime onsekiz ay var. Bu süre içinde A n d r e w Trevayne'ın ola­ ğanüstü bir sonuçla pazarlanabileceğine! inanıyorum. En üstün sonuç­ l a n garanti edecek nitelikler var kendisinde... Burada anahtar politik de­ neyim veya bağlılık değildir -ki bunlann yokluğu bir avantaj bde ola­ b i l i r . Popülerlik denilen o soyuüama da değildir, Senatör. Seçmen oy­ l a n d ı r anahtar olan. Ve biz karar vereceğimiz parti kongresine girme­ mizden önce ve sonra. Ve Genessee Sanayii bu o y l a n sağlayacaktır." Knapp birkaç kere konuşmaya kalkıştıysa da, her seferinde yeni baştan düşünmeye k o y u l d u , ş a ş k ı n l ı ğ ı n ı dile getirecek sözcükler arandı. Sonunda cam masaya yaydı ellerini. "Neden? Neden bunu değil, yapmak, aklınıza bile getiriyorsunuz?" " Ş i m d i düşünmeye başladın 'seçilmiş temsilci'," dedi A a r o n Green. Uzanıp Knapp'ın sol elini okşadı. Senatör hızla çekti elini. "Senatör, B i z Trevayne'ın çok başanlı b i r Başkan olacağına ina­ nıyoruz. Hatta parlak b i r başkan. Bu y ü z y ı l ı n başkanlannın zaman b u lamadıklan şeyleri de yapabilir. Düşünecek zaman bulabilir, ülkemizin dış ilişkileri üstünde, anlaşmaları ve uzun vadeli p o l i t i k a l a n üstünde durabilir... Yeryüzündeki muhaliflerimizin b i z i sürekli kuşatmalannın nedenini düşündünüz mü hiç? Beyaz Saray'da oturan b i r tek adamdan çok fazla şey bekliyoruz çünkü. B i n parçaya a y r ı l ı y o r adam. Düşü­ necek zamanı kalmıyor. Bunu düe en i y i getiren sanınm on dokuzuncu y ü z y ı l d a Fransız Piene Larousse olmuştu. Hükümet şeklimiz mükem­ m e l , ama b i r tek kusuru var. Her dört y ı l d a bir T a n n y ı Başkan olarak seçmeliyiz." Walter Madison dikkatle bakıyordu Hamilton'a." lan, Trevayne'ın iç sorunlann çoğunun başkanlık karar alanı dışında ^çözümlenmesini kabul edeceğine inanıyor musun?" " K e s i n l i k l e i n a n m ı y o r u m . " H a m i l t o n gülümsedi. "Çünkü ço­ ğ u n l u k l a b i r sorun olmayacak. Başka bir şekilde söyleyeyim: b ü y ü k sorunlann şimdiye kadar olduğu ölçüde gelişmesine izin verilmeyecek. İç s ı k ı n t ı l a r sorunu zaten bambaşka b i r şeydir. Her Başkan b u n u başkalanna devreder ve sadece yatıştıncı beyanaüarla yetinir. Bunlar za­ man alıcı şeyler değildir."

333

"Bay H a m i l t o n , benim sorumu yanıtlamadınız ama." Knapp ye­ rinden kalkıp konyak şişelerinin durduğu masaya yürüdü. " B i r insanın Başkan olabileceğini söylemek başka b i r şey. İ y i , k ö t ü ya da parlak... Önce Başkan olması gerekir... Şu ya da bu k i ş i y i adayınız olarak seçmek da başka b i r şeydir. Bu seçimin idealist değerlerden başka şeyler de yansıtması gerekir. K e n d i başına b u y r u k olmakta bu kadar kararlı olan b i r i olarak hâlâ neden Trevayne diye soruyorum.... Evet, Bay Green, bunu a k ı l almaz bulmaktayım." "Çünkü Bay Seçilmiş Temsilci, bu tumturaklı laflar sona erince, başka bir seçeneğimiz y o k da ondan." Green dönüp Knapp'a b a k t ı . "Hırsızlık yaptığınız i ç i n senatodan atılmanız f i k r i daha mı akla yatkın sizce?" "Benim sicilim temizdir." " A m a meslektaşlannızınki pek o kadar d e ğ i l . İ n a n ı n bana." Green masaya dönerek titreyen elini soğumuş kahvesine uzattı. " B u tür konuşma anlamsız," dedi H a m i l t o n . İ l k kez ö f k e s i n i gösteriyordu. "Eğer ehil olduğundan emin olmasaydık Trevayne seçil­ mezdi. Bunu sen de biliyorsun, Aaron. Olağanüstü bir yönetici olduğu kesin; başkanlık makamının da buna ihtiyacı var işte." Aaron Green Hamilton'a bakıp konuşurken Knapp da masaya döndü. "Benim neye ihtiyacım olduğunu biliyorsun. Beni başka hiçbir şey i l g i l e n d i r m i y o r ve ilgilendirmeyecek de. B u n a da h i ç b i r şeyin müdahale etmesini istemiyorum. Güç. Hepsi bu." Walter Madison yaşlı adama bakarken anladığını düşündü. Green' in Yahudi Savunma B i r l i ğ i kamplarına sessizce mali destek sağladığını duymuştu. Şimdi bunun söylenti olmadığını anlıyordu. A m a Madison rahatsız olmuştu. Konuşmak üzere olan Knapp'ın sözünü keserek H a ­ milton'a döndü. "Anladığım kadarıyla Andrew'e b i r yaklaşımda bulunulmadı. K a ­ bul edeceğini nereden biliyorsunuz? Bence etmeyecektir." "Yetenekli ve k e n d i n i beğenen hiçbir insan başkanlığa sırt çeviremez. Trevayne da bunların ikisi var. Öyle de olması gerekir. Yete­ nek gerçekse, kendini beğenme de bunu izlemelidir. İ l k başlarda tepkisi Senatörünkinden değişik olmayacaktır. A k ı l almaz. Bunu bekliyoruz. A m a bir i k i gün içinde kendisine grafik olarak, yani profesyonel ola-

334

rak, bunun olabilir b i r kavram olduğu gösterilecektir, gerçekten elde edebileceği bir şey.... i ş ç i , işveren ve b i l i m alanlarından sözcüler geti­ rilecektir kendisine. Ü l k e n i n d ö r t yanından ileri gelen p o l i t i k kişiler kendisini arayacak ve a d a y l ı ğ ı konusuna i l g i d u y d u k l a r ı n ı söyle­ yeceklerdir. Bu ön yoklamalardan uygulanabilir bir kampanya stratejisi oluşturulacaktır. Sorumluluğu Aaron'un ajansı yüklenecektir." "Yüklendi bile," dedi Green. "En güvenilir adamlarımdan üçü sımsıkı kapılar ardında çalışmaya başladılar. Her biri alanlarının en i y i ­ si ve k ü ç ü k b i r sızıntı o l d u ğ u takdirde b i r daha b e l k i y o l i ş ç i l i ğ i dışında hiçbir yerde çalışamayacağını biliyor." Knapp'ın şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. "Yani bütün bunlara başladınız mı?" "Görevimiz yarının önünde bulunmaktır, Senatör," dedi H a m i l ­ ton. " i ş ç i , işveren ve p o l i t i k liderlerin bunu kabul edeceğini garanti edemezsiniz." "Edebiliriz ve konuştuklarımız ettiler bile. Bu konuda ağızlarını açmamaya yemin ettiler." " A m a bu... ama bu...." "Biliyoruz, a k ı l almaz b i r şey," diye Green Knapp'ın sözünü ta­ mamladı." "Genessee Sanayii'nin Washington'lu bürokrat tarafından yönetildiğini mi sanıyordunuz? Aptallar tarafından mı? Biz i k i üç yüz kişiden, bir i k i belediye başkanından, validen söz ediyoruz; bizden aylık alanların sayısı bunun birkaç b i n katıdır." "Ya Senato? Temsilciler Meclisi? Bunlar..." "Temsilciler M e c l i s i kontrolumuzda," dedi H a m i l t o n . "Senato mu?... Bu akşam bunun i ç i n buradasınız işte." "Ben mi?" Knapp ellerini b i r kere daha bastırdı camın üstüne. "Evet, Senatör" dedi H a m i l t o n . "Siz kulübün vefalı b i r üyesisi­ niz. Kuşkucu bir insan olarak da ünlüsünüz. Basında sizden 'Senatonun ne yapacağı bilinmez kuşkucusu' diye söz edildiğini hatırlıyorum. Siz bizim k i l i t adamımız olacaksınız." "Aksi halde, puf!" dedi Aaron Green bir el hareketiyle. Senatör Knaap konu üzerinde daha fazla durmadı.

335

Walter Madison gülümseyerek baktı yaşlı Yahudiye. Ancak ko­ nuşmaya başladığında gülümsemesi de silinmişti. "Her şeyin dediğiniz g i b i olduğunu varsayalım," dedi. "Peki ş i m d i k i Başkan ne olacak? Bana kalırsa o i k i n c i bir dönem için ha­ zırlanıyor." "Kesin değil b u . Karısı ve aüesi buna karşı. Genessee Saniyiinin birçok büyük sorunu onun elinden aldığını unutmayalım. Bunları ye­ niden yaratabiliriz. Bu da olmazsa, seçimden bir ay öne bu işi k ö k ü n ­ den çözümleyecek sağlık raporları var elimizde." "Bunlar gerçek mi?" H a m i l t o n gözlerini indirdi. "Kısmen. A m a sanırım önemsiz bu. Onların elimizde olması önemli olan." "İkinci b i r soru. Andrew seçilirse onu nasd denetim altında tuta­ caksınız? Hepinizi kapı dışarı etmemesini nasıl sağlayacaksınız?" "Başkanlık koltuğunda oturan herkes i l k olarak b ü y ü k bir ders öğrenir," dedi H a m i l t o n . "Bulabildiği her yardıma ihtiyacı olduğunu. B i z i atmak yerine yardımına gelmemiz için arkamızdan koşacak, emekl i l i k köşelerimizden çıkmamızı isteyecektir." "Emeklilik m i ? " Knapp iyice şaşırmıştı ama Walter Madison'un yüz ifadesinden onun durumu anladığı belli oluyordu. "Evet, e m e k l i l i k , Senatör. Walter bunu anladı. Bu işin inceliğini görmelisiniz. Trevâyne işin Genessee tarafından tezgahlandığından kuş­ kulanırsa t e k l i f i m i z i asla kabul etmez. A m a biz durumumuzu açıkça ortaya koyacağız, lstemezmişiz g i b i davranacağız ama sonunda tam desteğimize sahip olacak. Bizden biridir o da. Piyasanın bir ürünüdür. B i r kere seçüdikten sonra sahneden çekilip, hayatımızın sonunu kazan­ dıklarımızın bize sağladıktan ile getireceğiz. Onu buna inandıracağız... Bize ihtiyacı olursa orada olacağız ama ç a ğ n l m a m a y ı yeğleriz... As­ lında hiçbir yere a y n l m a y a niyetimiz y o k tabii." "Ve kendisi bunu öğrendiğinde de, iş işten geçmiş olacak," dedi Walter Madison. "Çok doğru," dedi Ian Hamilton. "Kapalı kapılar ardındaki adamlanm çok etkili bir kampanya slo­ ganı buldular.... 'Andrew Trevayne, M ü k e m m e l l i ğ i n Damgası.'" "Aaron, sanırım bunu bir yerden yürütmüşler," dedi Hamilton.

336

40 Trevayne gazete haberini okurken içinde bir rahatlama duydu. B i r insanın ölümüne, böyle vahşice öldürülmesine sevinç duyacağını tah­ m i n edemezdi. A m a öyleydi işte, içinde bir kurtuluş duygusu vardı. 'Yeraltı Dünyası Şefi N e w Haven'deki E v i Önünde Öldürüldü.' Cankurtarandan sedyeyle evine taşınmakta olan M a r i o De Spadante'ye evin i k i tarafında bekleyen altı kişi ateş açmıştı. Sedyecilerden ve olay yerinde bulunanlardan kimse yaralanmamıştı b i l e . Polis bu noktayı gözönüne alarak cinayetin De Spadante'nin Connecticut böl­ gesi dışını yayılmasından hoşlanmayan öteki *babalar' tarafından öldü­ rülmesine karar verildiği sonucunu çıkarıyordu. Kardeşi, Binbaşı Paul Bonner adında b i r i tarafından öldürülen De Spadante'nin devlet inşaat ihalelerine girerek öteki mafya liderlerinin hoşnutsuzluğunu kazandığı sır değildi. Yeraltı dünyası güçleri De Spadante'nin yetkisini aştığı ve Washington girişimleriyle yeraltı dünyası için yaygın b i r tehlike oluş­ turduğu konusunda f i k i r b i r l i ğ i içindeydiler. Bu güpegündüz işlenen cinayet Binbaşı Paul Bonner'in yukarda sözü edilenin kardeşi August de Spadante'yi kendisine saldırdığı için öldürdüğü iddiasına da epey inanılırlık kazandırmaktaydı. Arlington'da kendisiyle konuşulan Bonner'in askeri avukatı N e w Haven cinayetinin m ü v e k k i l i n i n bir yeraltı çete savaşı altında kaldığının kanıtı olduğunu söylemişti. Binbaşı Bonner, Andrew Trevayne'ı bir saldırıdan korumak i ç i n üzerine düşenden de fazlasını yapmıştı. Yazıda Bay Trevayne'ın Savunma Bakanlığı ile şirkederin arasındaki i l i ş k i y i soruşturan bir alt komisyonun başkanı olduğu; De Spadante'lerin pek çok Pentagon iha­ lesi aldıkları da belirtiliyordu. Bundan sonra M a r i o de Spadante'yi mesleğin/n çeşidi aşamala­ rında gösteren dört fotoğraf vardı. İkisi on beş y ı l arayla çekilmiş sabı­ ka k a y d ı fotoğrafları; b i r i e l l i l i yılların başında bir gece kulübünde; b i ­ ri de kardeşi August ile bir inşaat vincinin önünde. Ne kadar uygun, diye düşündü Trevayne. B i r hayatın söndürül­ mesi o kadar çok k ö t ü l ü ğ ü ortadan kaldırmıştı k i . De Spandante'nin

Gizli Devlet - F. 22

337

hastanedeki yatağının yanından ayrıldığından bu yana hiç uyumamıştı -ya da uyumuşsa, hiç de uyumuş gibi d e ğ i l d i . B ü t ü n bunlara değer olup olmadığını durmadan soruyordu kendi kendine. Ve aldığı yanıt giderek daha yüksek sesli bir olumsuzluktu. Sonunda De Spadante'nin kendisini ele geçirdiği, tarafsızlığından ayırdığı düşüncesine varmıştı. İtalyan, değerleri ölçüp biçmesini, feci bedeli düşünmesini sağlayarak başarılı olmuştu. Pislik, demişti De Spadante. Pislik karısını ve çocuklarını örtecek, kokusu uzun yıllarca çıkmayacaktı. Kendisi için bu bedele değmezdi bu çaba. İstemediği bir alt k o ­ misyon için, hiçbir şey borçlu olmadığı bir Başkan i ç i n , De Spadante g i b i insanların etkinliğini alıp satmalarına izin veren bir Kongre için bu bedeli ödemeyecekti. Neden ödesindi ki? Başkası ödesindi bunu. Şimdi de olayın o yönü b i t m i ş t i . De Spadante b i t m i ş t i . Chica­ go'dan ayrıldıktan sonra ki enerjisiyle yeniden alt komisyon raporuna dönebilirdi. lan Hamilton'un yeniden ayrıldıktan sonra olduğu g i b i . Üç gün önce hiçbir şey bu kadar gerekli, bu kadar önemli görün­ memişti. Paul Bonner'in cinayetle suçlanması a k l ı n ı karıştırmıştı, an­ cak onun dışında bir an bile raporu düşünmekten kendini alamamıştı. Üç gün önce yeryüzünün en önemli şeyinin zaman olduğunu düşünü­ y o r d u ; rapor tamamlanacak ve özeti m ü m k ü n olduğu kadar kısa b i r sürede devletin en üst düzey yetkililerine sunulacaktı. A m a şimdi katlanmış gazetenin yanında oturan Genessee not­ larına bakarken, üç gün önce b i r kenara b ı r a k t ı ğ ı işine dönmek için garip bir isteksizlik vardı içinde. Kendi cehennemine gidip gelmişti. Ş i m d i artık dinlenmek ihtiyacındaydı. Yerin altından ç ı k m a l ı y d ı b i r süre. , Ve Genessee Sanayii de yerin altıydı. Öyle m i y d i acaba? Y o k s a b u , mantık dışı zamanlarda m a n t ı k l ı bir sonuç arayan yolunu şaşırmış insanların harcadıkları büyük çaba mıydı?

338

Saat sabahın dokuzuydu ama Trevayne o gün dinlenmeye karar verdi. B e l k i Phyllis'le dertlerden uzak bir gündü ihtiyacı olan şey. Pilleri doldurmak i ç i n .

*** Roderick Bruce gazeteyi odanın öteki ucuna fırlatıp mavi kadife k a p l ı duvarlara b i r k ü f ü r savurdu. O orospu çocuğu kendisine ihanet etmişti! O k ö y l ü kasabı kendisiyle dansa k a l k m ı ş , sonra müzik kesi­ lince kasıklarına tekmeyi indirdiği g i b i Beyaz Saray'a koşmuştu! bu son cinayet... B i n b a ş ı Paul Bonner'in b i r mafya çatışması arasında k a l d ı ğ ı i d d i a l a r ı n d a ö n e m l i . . . b i r doğruluk kazanmıştır.... Bruce incecik k o l u n u savuranca kahvaltı tepsisi b i r şangırtıyla yere yuvarlandı. Bruce bir tekmede battaniyeyi üstünden atıp yataktan, -Alex'le paylaştıkları yataktan- f ı r l a d ı . Hizmetçi kadının ayak seslerini duyuyordu; kadın koridorda odaya doğru koşmaktaydı. "Sakın içeri girme, kara orospu!" Bruce, Alex'in armağanı olan ipekli geceliğini başından çıkarır­ ken yırttı.... L i m o n renkli halının üstünde ç ı r ı l ç ı p l a k t ı ş i m d i . A y a ğ ı , devrilmiş kahve fincanına çarpınca eğilip fincanı aldı ve sertçe mermer masanın üstüne koydu. Masasının başına geçip koltuğuna oturdu, sırtını d i m d i k arkaya yasladı. Kaslarını gerdi. K e n d i n i disiplin altında tutmak için başvur­ duğu yoldu bu. A ş ı n duygulannı denetim altına almak için. Bunu bir gece Alex'e göstermişti; kavga ettikleri o seyrek gece­ lerden birinde. Önemsiz b i r şey için... bir oda arkadaşı. Alex'in 21. Sokak'taki eski dairesindeki pasaklı oda arkadaşı yüzümde. Trene almayac a k l a n kadar çok bavulu olduğundan Alex'ten kendisini arabasıyla Baltimor'a götürmesini istemişti pis herif. O gece kavga etmişlerdi. A m a sonunda A l e x o pis oda arka­ daşının kendisini nasıl k u l l a n d ı ğ ı n ı anlamış ve telefon edip kesin ola­ rak hayır demişti. Telefondan sonra A l e x ' i n canı s ı k k ı n olduğundan kendisi ona yatak odası masası egzersizini göstermişti. Alex gülmeye başlamıştı bunun üzerine. M u d u b i r gülüştü bu. Roger'e bu disiplin

339

egzersizinin hemen hemen saf b i ç i m i y l e H i n d u Kantamani yöntemi olduğunu söylemişti. H i n d u rahipleri kendi k e n d i l e r i n i tatmin eden gençlere uygularlardı bu yöntemi. Bruce çıplak vücudunu daha sıkıca bastırdı kadife kaplı koltuğa. M a v i kadife döşemenin düğmelerinin ederini kestiğini hissediyordu. A m a işe yaramıştı işte; şimdi daha açık seçik düşünebiliyordu. B o b b y Webster Trevayne ile De Spadante'nin Greenwich'deki hastane odasında çekilmiş i k i fotoğrafını vermişti kendisine. Trevayne b i r i n c i resimde yatakta yatan gangstere bir şey anlatıyordu. İkincisinde ise Trevayne öfkeli gibiydi -sanki De Spadante'nin o anda söylediği bir şeye k ı z m ı ş t ı . Websbter fotoğrafları yetmiş i k i saat bekletmesini söylemişti. Önemliydi b u . Üç gün. Bruce'un anlayacağından emindi. Ondan sonra Webster dün öğleden sonra k ı r k yere telefon etmişti k e n d i s i n i b u l m a k i ç i n . Beyaz Saray danışmanı p a n i k i ç i n d e y d i . Fotoğrafları geri istemişti ve daha olumlu bir yanıt almadan Beyaz Sa­ ray misillemesiyle tehdide başlamıştı. Basında Trevayne'in De Spadante'yi ziyaret ettiği hakkında b i r imada bile bulunulursa yapmayacağı yoktu. Roderick Bruce vücudunu gevşetti. Trevayne'in, De Spadante'nin ya da fotoğrafların Paul Bonner'in cinayetle suçlanması üzerinde bir et­ k i s i olup o l m a d ı ğ ı n ı sorduğunda Beyaz Saray danışmanının verdiği yanıtı kelimesi kelimesine hatırlıyordu. "Kesinlikle yok. Herhangi bir bağlantı y o k aralarında; o durum apayrı bir şeydir. Onu her yönüyle kontrol altında bulunduruyoruz." A m a tutamamıştı işte. Bonner'i, savunmakta olan avukatı bile kontrol edememişti. H e m de Savunma Bakanlığı avukatıydı üstelik! * Bobby Webster yalan söylemiş değildi; e t k i n l i ğ i n i kaybetmişti. Çeresizdi. Sert tehditier savuruyordu ama bunları uygulayacak güçten yoksundu. Ve Roger Brewster'in kozmopolit Washington'da öğrendiği tek şey varsa, bu da çaresiz b i r insandan, özellikle gücünü kısa bir süre önce kaybetmiş bir insandan yararlanmaktı. Hele de bu insan çaresizse, e t k i n l i ğ i n i kaybetmişse hâlâ iktidara yakınsa ve paniğe k a p ı l m a k üzereyse. Böyle bir insanın ardında genellikle müthiş b i r haber olurdu. Ve

340

Bruce bunu nasıl elde edeceğini b i l i y o r d u . Fotoğrafların kopyalarını çıkartmıştı.

*** Tuğgeneral Lester Cooper, evrak çantalı adamın arabasına doğru yürümesine bakıyordu. V e r m o n t k a r ı epey k a l ı n d ı ve iyice temizlen­ memişti. A m a araba y o l u epey temizdi. K a r makinesi anayola kadar açmıştı. A d a m ı n arabası da kocaman kar lastikli ağır b i r arabaydı. B i r şey olmayacaktı. Bu tip insanlara asla bir şey olmazdı zaten. Aaron g i b i başka i n ­ sanlar hesabına gökdelenlerde çalışan insanlar. B u n l a r bulutlar düzeyindeki yumuşacık h a l ı l ı ve yumuşacık ı ş ı k l ı odalarda çalışırlar, telefonlarında sakin seslerle konuşurlar ve hep karmaşık ve yüzdeli ra­ kamlardan söz ederlerdi. Tuğgeneral Lester Cooper'in nefret ettiği düzenbazlıklarla meşgul olurlardı. Koca arabanın daracık park yerinde dönüp yola doğru ilerlemesine b a k t ı . A d a m e l i n i salladı ama gülümsemedi, herhangi b i r dostluk gösterisi yoktu. Habersiz gelmesine rağmen konukseverlikle karşdanmış olmasına bir teşekkür y o k t u harekeüerinde. Düzenbazlıklar. Ve Rudand'daki çifdiğe getirdiği haberlerde Lester Cooper'in asla anlayamayacağı bir düzenbazlık vardı. Ancak kendisinden anlamasını istemiyorlardı, sadece b i l s i n ve talimatları yerine getirsin, o kadar. Herkesin i y i l i ğ i i ç i n . Bundan en çok yararlı çıkacak olan Pentogan'du, bu kendisine garanti ediliyordu. Andrew Trevayne, A m e r i k a Birleşik Devleüer Başkam. İnanılmaz b i r şeydi bu. A k ı l almaz. A m a Aaron Green'den gelen adam bunun gerçekçi b i r varsayım olduğunu söylüyorsa A n d r e w Trevayne başkanlık yolunun y a n s ı n ı aşmış demekti. Lester Cooper dönüp eve yürüdü. Ancak kapıya varmadan f i k r i n i değiştirip sola saptı. Y u m u ş a k karda ayakları b i l e k l e r i n e kadar batmıştı. Ayağında çizmeleri y o k t u ama soğuk ıslaklıktan rahatsız da

341

olmuyordu. 1944 kışında tanklardan buz gibi çamurlara atladığı zaman da rahatsız olmamıştı. General Patton nasıl da bağırmıştı ama:" Coo­ per, ulan kafasız herif! Çabuk çizmelerini g i y . A l m a n kışındayız, sen ise Georgia'da baharmış g i b i davranıyorsun! Ö y l e pişmiş kelle g i b i de sırıtma!" George'a bağırmıştı o da, yüzündeki gülümsemeyi silmeden hem de. Çizmeyle tank süremiyordu. Ayakkabı yeterliydi. Patton. Bu iş onu da aşardı ya. Cooper tertemiz karla k a p l ı arka bahçesine geçti. Gökyüzü ka­ p a l ı y d ı , uzaktaki dağlar güçlükle seçiliyordu. A m a oradaydılar işte, i k i yüzlü değillerdi, çok kısa bir süre sonra ömrünün sonuna kadar seyred­ ecekti onları. Aaron Green'in stratejisinin kendisine -askerlere- düşen kısmının lojistiğini tamamladıktan sonra. Bu pek güç olmayacaktı. Silahlı Kuv­ vetler Genessee Sanayii'nin b ü y ü k katkılarını çok i y i b i l i r l e r d i . Genessee kendileri i ç i n gerçek sivil sözcü durumuna gelirse - k i , bunu hepsi istiyorlardı- geleceğin kendileri için tarihin en büyük askeri gücü o l m a y ı vaad ettiğinin de farkındaydılar. Ve A n d r e w Trevayne Genessee'nin adayı ise, önemli olan da sadece buydu. Haber dünyanın her yanındaki üsse, havaalanına, eğitim merke­ zine ve deniz üslerine iletilecekti. K i m l i k açıklanmayacaktı henüz, sa­ dece b i r durum b i l d i r i l m e s i . Yakında bir ad verileceği ve bu kişinin Genessee Sanayii ile Pentagon'un Başkan olarak g ö r m e k istediği kişinin adı olacağı söylenecekti. T ü m subaylar, kadın ve erkek erlerin doktrine edilmesi için kurslar açılacaktı. 'Güncel Olaylar' adı altında kuşkusuz. Yaklaşımlar f a r k l ı olacağı i ç i n muvazzaf ve yedekler i ç i n ayrı a y n kurslar. Yapılabilirdi. Silahlı Kuvvederde kimse Genessee Sanayii'nin askeri i k m a l yolunun b ü y ü k b i r k ı s m ı m yüklenmesinden önceki günlere dönmek istemezdi. Ve adın açıklanması emri gelince, dünyanın Amerikan askerleri­ nin bulunduğu her köşesindeki ve denizdeki bütün f o t o k o p i , teksir ve baskı makineleri günün y i r m i dört saati çalıştırılacaktı. N e w Jersey'de Fort Dix'ten Tayland'a Bangkok'a, Newport News'tan Cebelitank'a ka­ dar. 342

Silahlı kuvvetler dört m i l y o n oy demekti. Lester Cooper gerçekten b ö y l e mi olacak d i y e düşündü. Ger­ çekten Andrews Trevayne mı? Ve neden? Robert Webster'i arayıp neler b i l d i ğ i n i öğrenmek i y i olurdu; ama bu artık m ü m k ü n değildi Aaron Green'den gelen adam açıkça belirt­ mişti bunu. Webster dışlanmıştı. Kuşkusuz henüz kimseye bir şey söylenecek değildi. A m a Bobby Webster'le konuşulmayacaktı b i l e . Herhangi bir konuda. Cooper ne Webster'i arayacak ne de o ararsa telefona çıkacaktı. Webster'in yaptığı neydi acaba? A m a önemi y o k t u bunun. Doğrusu istenirse, merak bile e t m i ­ y o r d u . O sadece kendi görevinin sona ermesini istiyordu. Rutland'a dönüp huzur içinde yaşamak için. A r t ı k oyun falan yoktu. Umurunda bile değildi; Green'in istediğini yapacaktı -borcuydu b u . Genessee Sanayii'ne ve anılarına ve hırslarına borçluydu bunu. Hatta zavallı Paul Bonner'e de. Bonner bir kurbandı anladığı ka­ darıyla. Umacağı tek şey Başkanın a f f ı y d ı . Başkan Trevayne'in. Ne k o m i k t i ama? Pis oyunlar, lanet oyunlar....

"Bay Trevayne?" "Evet." "Ben Bob Webster. Nasılsınız?" " İ y i y i m . Ya siz?" "Biraz sarsılmış g i b i y i m . Sizi kötü bir duruma soktum sanırım." "Ne oldu?" 343

"Konuya girmeden b i r şeyi açıklamak isterim, hatta vurgula­ mak... Sorumlu olan benim. Başkası değil. A n l ı y o r musunuz?" "Evet... A n l a d ı ğ ı m ı sanıyorum." "Güzel. Bu çok önemli." "Şimdi buna eminim artık. Ne oldu?" "Greenwich'e gidişiniz. Geçen gün De Spadante'ye. Görülmüş­ sünüz." " ö y l e mi?.. B i r sorun mu bu?" "Dahası var, ama esas olarak bu." "Bunda ne var ki? B u n u reklam etmedik, doğru; ama diğer yan­ dan, saklamaya çalışmadık da." "Basına bundan söz etmediniz ama." "Buna gerek g ö r m e d i m . Bürodan b e n i m şiddetin h i ç b i r şeyi çözümleyemeyeceği konusunda b i r demecim yayınlandı. Gazeteler de bunu yazdılar. Sam Vicarson açıkladı bunu. Ben de onayladım. Sakla­ nacak bir şey yok yine de." "Belki i y i anlatamadım. De Spadante ile sizin g i z l i bir toplantı yaptığınız söyleniyor. Çekilmiş fotoğraflar var." "Ne? Nerede? Ben fotoğrafçı gördüğümü hatırlamıyorum. T a b i i , park yeri kalabalıkü...." "Park yerinde d e p . Odada." "Odada mı? Ne.... A m a n t a m ı m ! " "Ne oldu?" "Hiçbir şey.... Fotoğraflar nasıl?" "Berbat B i r kopyasım gördüm. Daha doğrusu, i k i tane. De Spa­ dante ile siz başbaşa konuşuyordunuz." "Konuşuyorduk elbette. Fotografían nerede gördünüz?" "RodBruce'ta." "Nereden bulmuş?" "Bilmiyoruz. K a y n a k l a n n ı açıklamaz; bunu daha önce de dene­ m i ş t i k . Y a n n basına açıklamaya hazırlanıyor. Sizinle De Spadante arasında bağ kurmakla tehdit etti bizi. Bu Bonner için de çok kötü." "Peki.... ne y a p m a m ı istiyorsunuz? B i r şeyler düşünmüş o l ­ malısınız." "Onun hikayesini söndürmenin tek y o l u önce sizin konuşmanız

344

bizce. De Spadante'nin sizi g ö r m e k istediği konusunda b i r b i l d i r i y a y ı m l a y ı n ; onu öldürülmeden i k i gün önce gördüğünüzü söyleyin. Binbaşı Bonner i ç i n b u b i l g i y i k a m u o y u n a açıklamak istediğinizi söyleyin... Konuşulanlar hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz. Odayı k o n t r o l ettirdik, g i z l i m i k r o f o n yokmuş." " A n l a d ı ğ ı m ı s a n m ı y o r u m . B r u c e ' u n amacı ne? Paul neden karışıyor bu işe?" "Size söyledim ya... pek berbat b i r sabah geçirdik burada... Bruce bunu Paul Bonner'in aleyhinde k u l l a n m a y ı umuyor. De Spadante ile siz hâlâ konuşuyorsunuz.... o zaman Bonner'in iddia ettiği g i b i bir haf­ ta önce sizi öldürmeye kalkışmış olamazdı." " A n l ı y o r u m . . . . Pekala, b i r b i l d i r i y a y ı n l a r ı m . Bruce'un d a gereğine bakarım ben." Trevayne telefonu kapattıktan sonra bir numara çevirdi. "Sam Vicarson, lütfen Bay Trevayne arıyor.... Sam, Bruce'un za­ manı geldi. Hayır, sen değil. Ben.... Nerede olduğunu öğren ve bana haber ver. Evdeyim... H a y ı r , e m i n i m . V a k i t geçirmeden ara. Onunla bu öğleden sonra görüşmek istiyorum." Trevayne yatağın yanındaki telefonu kapattıktan sonra sadece k ü lotuyla aynanın önünde m a k y a j i n i yapmakta olan karısına baktı. Phy­ llis aynadan kendisini izliyordu. "Aşağı yukarı anladım," dedi. "İçimden bir ses antikacılar arasın­ da dolaşacağımız bugünün ertelendiğini söylüyor." "Hayır. On beş y i r m i dakika sadece. Arabada bekleyebilirsin." Phyllis yatağın yanına gelip buruşuk çarşafı ve örtüyü gösterdi. "Bunu daha önce de d u y m u ş t u m . Sen tam b i r canavarsın, Bay Tre­ vayne -işten koşa koşa gelip yaşı pek belli olmayan bir kadının başını döndürüyorsun, ona sözler veriyorsun, sonra da şehvetin tatmin olduğu an dönüp uyuyorsun, telefonlara başlıyorsun...." Andrew k a d ı n ı kucağına ç e k t i , göğüslerini okşamaya başladı. Sonra yatağa devirdi. "Andy, olmaz." "Olur elbette. Şam'ın o i ş i yapması b i r saat sürer." A n d y ayağa k a l k ı p pantolonunu çıkarırken Phyllis de örtüyü çekip kendisine yer açü.

345

"Islah olmazsın sen. Ve ben de buna bayılıyorum.... K i m i n l e görüşeceksin?" "Roderick B r u c e adında pis b i r cüceyle." A n d y çoraplarını çıkartıp yatağa girdi. "Gazeteci mi?" "Bu yaptığımızdan hiç hoşlanmayacak b i r i . "

*** Bobby Webster masasının başında otururken k o l l a r ı n ı göğsüne kavuşturdu. Başını e ğ d i , gözlerini kapattı.... ağlamak üzere olduğunu b i l i y o r d u . Kimsenin içeri girmemesi i ç i n kapısını kilitlemişti. Neden ağlayamadığını merak ediyordu. Bilinçaltından yükselen karşılık o ka­ dar korkunçtu k i , bunu kabul edemezdi. A ğ l a m a yeteneğini kaybet­ mişti... Reductico ad manipulatem. Böyle b i r d e y i m var mıydı? O l m a l ı y d ı . Yıllarca süren i k i yüzlü­ lük, hilekarlık... yüzlerce, binlerce dalavere... Olacak mıydı? ö n e m l i olan b u y d u . İnsan faktörü X veya Y i d i . A l ı r yahut atardın. A m a bu kadarı da kuşkusuz, bir formülün parçasından fazla bir şey değil. Kendisi büe. Bobby Webster gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Ağlayacakü. Hüngür hüngür. Eve gitme zamanı gelmişti.

*** Trevayne t ü y l ü h a l ı k a p l ı koridordan geçerek beş basamaklı bir merdiveni çıkıp "Roderick Bruce' yazdı kapıya doğru yürüdü. Düğmeye basınca parlak bronz k a p l ı k u l p l u siyah k a p ı n ı n ardında sesler duydu. B i r i telaşlıydı. Roderick Bruce. K a p ı açddı. K ü ç ü k antrenin girişini k o l a l ı beyaz ö n l ü k l ü i r i y a n bir zenci kadın örtüyordu.

346

"Evet?" diye sordu kadın Karayiplerden gelen bir şive Ue. "Bay Bruce'la görüşmek istiyordum." "Sizi bekliyor mu?" "Beni görmek isteyecektir." " ö z ü r d i l e r i m . A d ı n ı z ı b ı r a k ı n lütfen, kendisi sizi arar." " A d ı m A n d r e w Trevayne ve Bay Bruce de görüşmeden bir yere gitmeyeceğim." K a d ı n k a p ı y ı kapatmaya başlarken Trevayne bağıracaktı k i , Roderick Bruce birden ortaya ç ı k t ı . İ k i metre ötedeki kapının ardından konuşmayı dinliyordu. "Taman, taman Julia!" İ r i y a n kadın Trevayne'e ters ters baktıktan sonra dönüp yürüdü g i t t i . "Haitilidir. A l t ı erkek kardeşi T o n T o n M a coute örgütündendirler. A i l e n i n böyle bir şiddet yanı vardır... Ne is­ tiyordun, Trevayne?" "Seninle konuşmak." "Buraya nasıl çıkabildin? Kapıcı haber vermedi." "Beni başka kata ç ı k t ı sanıyor. Araştırmaya k a l k ı ş m a , b ü r o m gerekeni yaptı. Ö t e k i katın kiracısı bir şey bilmiyor." "Son k o n u ş t u ğ u m u z d a , y a n l ı ş h a t ı r l a m ı y o r s a m , b e n i tehdit etmiştin," dedi Bruce. "Hem de senin büronda. Şimdi benim büroma geliyorsun, bana, ve o kadar tehlikeli b i r görünüşün yok. Buraya alış­ verişe g e l d i ğ i n i düşünebilir m i y i m ? A m a baştan i l g i l e n m e d i ğ i m i söyleyebilirim." "Öyle tehlike verecek b i r i Olarak hissetmiyorum k e n d i m i , aksine k e d e r l i y i m . A m a h a k l ı s ı n , b i r alışveriş yapmaya g e l d i m . . . Senin yaptığın türden bir alışveriş, Bruce." "Sende benim istediğim hiçbir şey olamaz, seni dinlemem i ç i n hiçbir neden yok." * Trevayne karşısındaki ufak tefek adamın küçücük gözlerine, ken­ dinden emin b i r tavırla büzülmüş küçücük ağzma baktı. A d ı söylerken midesi bulanıyordu. "Alexander Coffey." Roderick Bruce birden donup k a l m ı ş t ı olduğu yerde. K ü ç ü c ü k çenesi gevşemiş, dudakları aralanmıştı, yüzünde o küstahlıktan eser yoktu şimdi.

347

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

42 A k ı l almaz bir şey gibi görünüyordu. A k ı l almazdı da. Ve en akıl almaz yanı da kimse kendisinden b i r şey istemiyordu -kendini davasına adamasından başka. A ç ı k ç a belirtilmişti b u ; kimse alt komisyon raporunun bir tek kelimesini bile değiştirmesini istemi­ y o r d u . Raporu tamamlaması ve sonra da Başkana, Kongre'ye ve Sa­ v u n m a Tahsisat Komisyonu'na b i r e r k o p y a vermesi bekleniyordu. Minnettar b i r hükümet de kendisine teşekkür edecekti. H i ç b i r ödün vermeye-cekti, hiçbir noktasını değiştirmeyecekti. B i r sayfa kapanmıştı. Başka bir sayfa açılmak üzereydi. Raporun ilkelerinden ödün v e r m i y o r olması önemli görünmü­ y o r d u ; gerçekleri saklamış d e ğ i l d i . Hatta eleştirileri ne kadar şiddetli olursa buttun adaylığına daha fazla bir önem katacağı söylenmişti. Adaylık. Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığına aday. Akıl almaz. A m a o kadar da a k ı l almaz bir şey değil, diye ısrar etmişlerdi. Ü l k e n i n en büyük boyutlu ve karmaşık sorununu beş ayım harcayarak bağımsız b i r rapor halinde hazırlayan olağanüstü b» insan üzerinde varılan m a n t ı k l ı b i r karardı b u . P o l i t i k haremlerle i l g i s i olmayan olağanüstü b i r insanın başa geçme zamanı gelmişti; millet doktriner politikaların sert kalıplarından tümüyle uzak bir k i ş i istiyordu artık. M i l l e t i n b i r iyileştiriciye i h t i y a c ı v a r d ı ; hatta bundan da ötesine. B ü y ü k bir güçlük karşısında yılmayacak, a k ı l almaz sayıdaki sahte­ karlık arasından gerçekleri ayıklayabilecek yetenekte birisine.

349

Onun sicilinde bunların hepsi vardı demişlerdi. M i t c h e l l Armbruster'in aklını k a ç ı r d ı ğ ı n ı sanmıştı önce. K e n d i ­ sine öyle abartmalı iltifadarda bulunuyordu k i , sözleri amacını geçersiz k ı l ı y o r , diye düşünmüştü. A m a A r m b r u s t e r y ı l m a m ı ş t ı . Ulusal K o mite'nin asimi oluşturan çekirdek tarafından bu öneri ortaya atıldığında kendiside bunu gülünç bulduğunu itiraf etmişti. A m a sonra düşündük­ çe bunun -kendi p o l i t i k eğilimlerine sahip b i r insan için- olabilirliğini görmüştü. Karşı çıkmaktan çok desteklediği Başkan kendi partisinden değildi; Armbruster'in partisinin elle tutulur bir adayı da yoktu. Hepsi yorgun insanlardı, tanıdık insanlardı, kendisi gibi fırsatlarını kaçırmış kişilerdi. Ya da klasik orta kesime hoş gelemeyecek kadar acemi ve saygısız gençler. Andrew Traveyne sınırları aşabilir, boşlukları doldurabilirdi. B u ­ nun akıl almayacak b i r yanı yoktu; uygulanabilir b i r şeydi. Ulusal K o ­ mitenin f i k r i buydu. Sağlam dayanakları olan bir f i k i r d i . Peki ama rapor? A l t komisyonun bulguları ve vardığı yargılar halkın desteğini sağlamak üzere kaleme alınmış değildi. Ve herhangi b i r nedenle değişiklik de yapılmayacaktı; bu konuda ısrarlıydı. Armbruster beklenilmedik bir şey söyleyerek, öyle olması gerek­ t i ğ i n i belirtmişti. Savunma Tahsisatları alt komisyonunun raporuydu b u . B i r rapor. Senato ve Temsilciler M e c l i s i ' n i n gerekli k o m i s y o n ­ larına ve Başkana verilecekti. Yürütme ve yasama organları önerilerini değerlendirecekler, gerekli olan bilgiler Adalet Bakanlığı'na iletilecek, gerekli görünen yerlerde, belirtilen kişiler mahkemeye verileceklerdi. Ya Genessee Sanayii? A l t k o m i s y o n raporunun v a r d ı ğ ı başlıca sonuç şirketin k e n d i başına b i r devlet g i b i davrandığı ve b i r demokraside kabul edilemeye­ cek politik ve ekonomik güce sahip olduğu i d i . Peki bu yargı ne ola­ caktı? Sorumlu olan kişiler? Ya da Ian H a m i l t o n g i b i k o n t r o l edenler, ve Mitchell Armbruster g i b i bundan yararlananlar? California senatörü acı acı gülmüş ve haklarında dava açılması gereğinin görüldüğü kişilere bunun yapılacağı güvencesini vermişti bir kere daha. Kendisi yasadışı bir şey yaptığı fikrinde değildi. Biz hâlâ ya­ salara dayanan bir ülkedeydik, kanıtlanamayan varsayımlara değil. Genessee Sanayii'ne gelince, ne Senato ne M e c l i s ve ne de

350

Başkan tam b i r reformdan azına razı olacak değillerdi. Bunun gerekli olduğu açık seçik b e l l i y d i . Genessee Sanayii varlığını b ü y ü k ölçüde devlet ihalelerine borçluydu. Eğer şirket Trevayne'ın inandığı derecede bu ayrıcalığını kötüye kullanmışsa, o zaman reformlar gerçekleştirile­ ne kadar sıkı bir denedm altında tutulacaktı. Andrew bu konuyu düşünmeliydi; bir şey yapmamalı, kimseyle konuşmamalıydı. Bu tür varsayımlar genellikle p o l i t i k umutsuzluk­ larından çıkardı. Ancak senatör kendi adına konuşması gerekirse, bunu çok mantıklı buluyordu. Daha başka konuşmalar, daha başka toplantılar da olacaktı. Oldu da. Birincisi Georgetown'da V i l l a d'Este'de yapıldı. A l t ı n c ı katta özel bir odada. Senatör Alan Knapp dışında hepsi de aynı partiden olan yedi k i ş i toplanmıştı. Trevayne'ın Senato kapalı oturumundan hatırladığı blayzer ceketiyle Maryland Senatörü Alton Weeks toplantıya başkanlık ediyordu. "Bu sadece bir b i l g i edinme toplantısıdır, beyler. En azından be­ n i m epey aydınlanmaya i h t i y a c ı m var... Tarafsız r u h u ile aramıza katılan Senatör Knapp konuşmasına izin verilmesini, ondan sonra da toplantıyı terkedeceğini söyledi. Sözleri aramızda kalacak kuşkusuz." Knapp ziyafet sofrası kadar büyük masaya yaslanıp ellerini da­ yadı örtünün üzerine. "Teşekkür ederim, Senatör... Beyler, dostum ve meslektaşım M i t c h e l l Armbruster "-Knapp sözünün burasında yanında oturan Armbruster'e baktı- "bir sorum üzerine bana bu toplantıdan söz etti. Hepinizin b i l d i ğ i g i b i kulisler yakında ö n e m l i b i r açıklamanın yapılacağı s ö y l e n t i l e r i y l e k a y n ı y o r . B u a ç ı k l a m a n ı n m a h i y e t i n i öğrendiğim zaman size b i z i m tarafımızda yer alan küçük bir dramı b i l ­ dirmenin doğru olacağını düşündüm. Çünkü beyler, bu akşamki top­ lantınızı etkileyecek beklenmedik bir olay çıkmıştır ortaya. Bunu sa­ dece tarafsızlığımdan d e ğ i l , sizlerle birlikte bu ülkenin, özellikle de bugünlerde, g i d i ş i konusundaki k a y g ı y ı , paylaştığım i ç i n söylüyo­ rum... B ü y ü k bir olasılıkla Başkan i k i n c i bir dönem i ç i n seçilmek is­ temeyecektir." Masanın çevresine b i r sessizlik çökmüştü. Herkes b i l i n ç l i ola­ rak, ama bunu vurgulamayarak Andrew Trevayne'a baktı.

351

Bundan kısa b i r süre K n a p p g i t t i ve A n d r e w teşrih masasına yatırddı. Toplantı beş saate yatan sürdü. İ k i n c i toplantı daha k ı s a y d ı . Sadece b i r b u ç u k saat, ancak Trevayne'm için birincisinden daha ö n e m l i y d i . Aralarında bulunan orta yaşlı Connecticut senatörü istifa edip özel yaşamına döneceğini b i l ­ dirmeye gelmişti. Nedenleri parasaldı. B ü y ü k b i r sigorta şirketinin başkanlığı önerilmişti ve bunu reddetmek ailesine karşı haksızlık ola­ caktı. Connecticut Valisi -hemen partiye kaydolması koşuluyla- Sena­ törlük süresini tamamlamasını Trevayne'a t e k l i f etmeye hazırdı. 'He­ men' o ay içinde demekti. Ocağın on beşinden önce. İstifa eden senatörün yerini yeni seçime kadar dolduracak olan Trevayne böylece ulusal sahneye çıkmış olacaktı. P o l i t i k sıçrama tah­ tası sağlanmış oluyordu. Bu daha önce daha az ehil insanların da başına gelmiş bir olaydı. Olağanüstü b i r i bundan çok parlak bir şekilde yararlanabilirdi. Hazır b i r forum vardı ortada. T u t u m l a r tasa bir sürede ortaya k o n u l a b i l i r d i . Andrew Trevayne'm inançlarını açıkça belirtecek bildiriler yayınlayabüirdi. Andrew i l k kez somut gerçekle yüz yüze gelmişti. Olasaydı bu. Peki, ama inançları nelerdi? Bu kadar çok savunduğu k o n t r o l ve dengelere, bağımsız yargılara inanıyor muydu? Washington yetene­ ğinin üstün bir yetenek olduğuna, tek ihtiyacı olan şeyin Genessee Sanayii'ninki gibi etkilerden kurtulması olduğuna mı inanıyordu? Ve bu üstün yeteneğe liderlik edebüir miydi? Yeteri kadar güçlü müydü? Ç o k güç bir muhalifine k e n d i inançlarının güçlülüğünü k a b u l ettirebilir miydi? V i l l a d'Este toplantısında kendisinin D ı ş i ş l e r i B a k a n l ı ğ ı i ç i n yaptıkları üzerinde önemle durulmuştu. Amansız düşman olarak b i l i ­ nen kişileri bir araya getirebildiği o Çekoslovakya toplantıları. A m a A n d y , Çekoslavakya'nın bir sınav olmadığını b i l i y o r d u . Sınav, Genessee Sanayii i d i .

352

Kendisi -tek başına- şirketi dize getirebilir miydi? Kendisinin i h ­ tiyacı olan sınav buydu işte.

43 Tuğgeneral Lester Cooper odasına girerken Paul Bonner kalkıp hazırola geçti. Cooper elini yarı selam y a n yorgunlukla sallayarak Bonner'e oturmasını işaret etti. "Çok kalmayacağım, Binbaşı. Az sonra O M B ' d e olmam gerek; hep bir bütçe sıkıntısı vardır, değil mi?" "Hatırlayabildiğim kadarıyla, efendim." "Evet... Otur. Ben bütün gün oturduğum için ayakta duracağım. Ve bütün haftasonu. Rutiand'daki yerimizde. Kar yağdığı zaman bile güzel orası. B i r ara ziyaretimize gelmelisin." "Seve seve, efendim." "Evet.... Evet. Bayan Cooper de memnun olur buna." Paul çıplak çelik masanın önündeki iskemleye oturdu. Odanın tek k o l t u ğ u n u generala b ı r a k m ı ş t ı . A m a General oturmadı. Cooper heyecanlı ve telaşlıydı, kendinden pek emin görünmüyordu. "Sanırım pek iyi haberler getirmediniz, Generalim?" "Kusura bakma, Binbaşı. İ y i bir askersin sen ve senin için elden gelen her şey yapılacaktır. Cinayet suçlamasından aklanmanı bekliyoruz... "Bunda üzülecek bir şey yok," diye gülümsedi Bonner. "Gazeteler, özellikle de o Bruce cücesi kelleni istemekten vaz­ geçti artık." "Memnun oldum. Ne oldu?" " B i l m i y o r u z , kimse de sormak istemiyor. A m a ne yazık k i , b u ­ nun b i r yaran olmayacak.'' "Neye?" Cooper avluya bakan pencereye yürüdü. "Aklanman sivil mahke­ mede olacak... Ancak bu seni savaş divanına çıkanlmaktan kurtarma­ yacak. Yargınlanmadan hemen sonra askerlikten çıkarılman için karar verildi bile."

Gizli Devleı-F. 23

353

"Ne?" Bonner yerinden kalktı. B o y u n damarları şişince boğazındaki ince sargı da gerilmişti. "Neden? Beni i k i kere yargılayamazsınız. Aklanmışsam.... aklanmışım demektir." "Cinayet suçundan. Görevini ihmalden değil. Emirleri dinleme­ y i p olay yerine g i t t i n . " Cooper pencereden bakmaya devam ediyordu. "Trevayne ile kahyasının hayadanm tehlikeye sokabilirdin. Ve Silahlı Kuvvederi kendi alanı dışma çıkardın." " B u çok lastikli bir söz, her yana çeküebilir." " B u gerçeğin ta kendisi, asker!" Cooper odaya döndü. "Basit ve katıksız. Sana ateş edilmiş olabilir, böylece kendini savunmuş olduğu­ n u i l e r i sürebilirsin. B u n u kanıtlayacağımızı u m a r ı m . A m a senden başka kimseye de ateş edilmiş değil." "Askeri araç ellerinde. Bunu kanıdayabiliriz." "Askeri araç. B ü t ü n iş de orada! Trevayne'ın arabası değil.... Görmüyor musun, Bonner? Çok daha başka şeyler var ortada. Silahlı Kuvveder seni daha fazla koruyamaz." Paul generale bakıp yavaş sesle, "Pisliğe k i m elini daldıracak, Generalim?" diye sordu. "Siz mi? Sizi o durumda göremiyorum." "Bunu k e n d i açından söylemekte haklısın sanırım, Binbaşı.... Ancak bugün buraya gelme zorunluluğum olmadığını da unutma." Bonner, Cooper'in haklı olduğunu biliyordu. Kendisi dışında her­ kes için çok daha kolay olurdu Generalin'in gelip de bunları anlatma­ ması. "Bunu neden yaptınız peki?" "Yeteri kadar çektin çünkü; bundan daha fazlasını hak ettin sen, bunu b i l d i ğ i m i b i l m e n i istedim. Sonuç ne olursa olsun... yine de Rutland'a gelip emekli amirini ziyaret etmeni istiyorum." Demek general de aradan sıyrılıyor, diye düşündü Paul. Komutan k o m u t a etmiyordu artık, sadece son anlaşmalarını yapıyordu. " B u da beni hapse tıktırmayacağınız demek," dedi. "Sana bu konuda söz veriyorum. Bana da güvence verildi." " A m a üniformamı kaybediyorum." "Evet.... üzgünüm. Çok hassas b i r duruma yaklaşıyoruz.... K i t a ­ ba uymamız gerek. Sapma olamaz. Silahlı K u v v e d e r i n amaçlarının kuşkuyla karşılanmasını istemeyiz. B i r şeyleri hasıraltı ediyormuşuz gibi davranamayız."

354

"Yine lastikli sözlere başladınız, Generalim. Kusura bakmayın ama bunu pek beceremiyorsunuz." "Önemi yok, Binbaşı. Elimden geleni yaptığımı biliyorsun. Son yedi sekiz yılda k e n d i m i bu konuda yetiştirmeye çalıştım ama başara­ madım işte. B i z i m g i b i esküerin i y i huylarından b i r i olarak görürüm bu başarısızlığımı." "Siz bana ordunun beni sessizce b i r yere g ö m m e k istediğini söylemeye çalışıyorsunuz." Tuğgeneral Cooper k o l t u ğ a çöküp i k i ayağını i l e r i uzattı; çadı­ rında b i r subayın dinlenme pozisyonu. Pek çoğu atış alanında kötü bir günden sonra böyle uyurlardı. "Gözlerden ırak gönülden uzak, Binba­ şı... Mümkünse ülke dışında. Ki ben de savaş divanının hükmünden sonra sana bunu yapmanı salık veririm." "Tanrım! Her şey ayarlandı, öyle mi?" "Bir olasılık daha var, Bonner. Geçen gün arka bahçemde aklıma geldi.... karlar arasında.... komik..." "Nedir o?" "Başkan seni bağışlayabilir. Sanırım bugünlerde buna yönetim hakkı falan diyorlar." "Bu nasıl olabilir ki?" Tuğgeneral Cooper koltuktan k a l k ı p yine avluya bakan pence­ reye yürüdü. H a f i f bir sesle, "Andrew Trevayne," dedi.

*** Robert Webster Başkan ve Bayaz Saray genel sekreteri dışında kimse ayrıldığını bilmediği için kimseye veda etmemişti. Ne kadar çabuk olursa o kadar i y i . Basın bülteninde üç y ı l d ı r Başkanlık özel danışmanı olan Robert Webster'in sağlık nedenleriyle görevinden ayrıldığı bildirilecekti. Beyaz Saray istifasını üzülerek kabul etmişti. İlerici yaşantısında kendisine başarılar diliyordu. Başkanla görüşmesi tam sekiz dakika sürmüştü. L i n c o l n Odasın-'

355

dan çıkarken Başkanın bakışlarım ensesinde hissetmişti. A d a m tek sözüme bile inanmadı, diye düşündü Webster. Neden inansındı ki? Gerçek bile boş söz gibi geliyordu kulağa. Ağzından dö­ külen sözcükler hiçbir şeyi değilse bile gerçek olan yorgunluğu dile getiriyordu. A m a gerçek onu açıklamaya kalkışmasıyla arada k a y b o l ­ muştu. Başkan, " B e l k i de g e ç i c i b i r b i t k i n l i k t i r b u , Bobby," demişti. "Neden birkaç hafta i z i n almıyorsun? Baskılar insanı ezer, bunu b i l i ­ r i m ben." "Teşekkür ederim ama istemem, efendim. K a r a r ı m ı verdim. İ z i n verirseniz bunun kesin b i r k o p m a olmasını i s t i y o r u m . K a r ı m m u t l u değil burada. Ben de d e ğ i l i m aslında. B i r çocuğumuz olsun istiyoruz. A m a Washington'da d e ğ i l . . . . S a n ı r ı m m e m l e k e t i m d e n ç o k uzak k a l d ı m , Başkanım." " A n l ı y o r u m . . . D e m e k doğduğun yerlere d ö n m e k , ç o c u k l a r ı n ı yetiştirmek ve geceleri sokaklarda rahat dolaşmak istiyorsun. Ö y l e mi?" "Biraz köylüce g i b i , ama evet, öyle, efendim." "Hiç de köylüce değil. A m e r i k a n rüyası, Bobby. Sen yetenekle­ rinle milyonlarca k i ş i i ç i n m ü m k ü n k ı l d ı n bunu. Senin de r ü y a y ı pay­ laşmaman için hiçbir neden yok." "Çok iyisiniz, efendim." "Hayu. Sen çok fedakarlık yaptın. K ı r k ı n a varmış olmalısın...." " K ı r k bir." " K ı r k bir yaşındasın ve henüz çocuğun yok...." "Vakit yoktu, efendim." " D o ğ r u , v a k i t y o k t u . K e n d i n i işine adamıştın. V e güzel k a r ı n da." Webster o zaman Başkanın kendisiyle oyun oynamakta olduğunu anlamıştı; ama bunun nedenini b i l m i y o r d u . Başkan, karısından hoşlan­ mazdı. "Bana çok y a r d ı m c ı o l d u , efendim." Huysuz da olsa bu kadarını borçluydu karısına. "Talihin açık olsun, B o b b y . A m a talihe ihtiyacın olacağını san­ mam ya. Çok becerikli b i r insansın,"

356

"Burada çalışmak pek çok kapıyı açü, Başkanım. Bunun için size teşekkür borçluyum." " B u n a sevindim... H a , hatırıma gelmişken sorayım... antrede döner kapı var, değil mi?" "Efendim?" " ö n e m l i değil.... Yolun açık olsun, Bobby." Robert Webster kontroldan geçen son özel eşyasını da otoparkta­ ki arabasına taşıdı. Başkanın o son esrarlı sözü canını sıkmıştı ama artık bunun üzerinde durma gerekliliği olmamasına da seviniyordu. Umurunda bile değildi artık. Bundan sonra b i r sorunla karşılaştığında yüzlerce esrarlı sözü tek tek düşünmek zorunda kalmayacaktı. Bu rahat­ lamadan da başka şeydi; bir sevinç kaynağıydı. Kurtulmuştu. T a n r ı m , ne müthiş bir duygu! Arabasını kapıdaki nöbetçi kulübesinin önüne çekip nöbetçiye el salladı. Son kezdi bu da. Kapıya yarın sabah Robert Webster'in Beyaz Saray'dan a y r ı l d ı ğ ı , fotoğraflı plastik kartının artık geçerli olmadığı bildirilecekti. Nöbetçiler bile sorular soracaklardı. Beyaz Saray memur­ larına hep saygılı ve neşeli davranmışü. Geliş gidiş zamanlarında bir aksamanın ne zaman gerekli olacağını bilemezdi. Kendine birkaç daki­ ka ayırmak -on on beş dakika belki- fazladan b i r martini içmek ya da namussuzun b i r i n i görmemek i ç i n . K a p ı hep yardımcı olurdu kendi­ sine. B o b b y Webster g i b i birinin neden böyle mazeret söyleme gere­ ğ i n i duyduğunu anlamazlardı ama onun şu ya da bu münasebetsizden kaçması açıklamalarını dinlerlerdi. Ne de olsa kendileri de hiç isteme­ d i k l e r i halde k o n t r a d a n yapmaktaydılar, Webster'in de istemediği kişiler olabüirdi. Üstelik Webster kendilerine Başkanın imzalanm geti­ rirdi. Kaç kere çıkış saatinden sonra kalmışü Beyaz Saray'da? Kaç kere o çok değerli dakikalarda teleksten gelen şaşırtıcı bilgtleri öğrenmişti kullanabileceği ama o saatte orada olmadığını kanıtlamak için almadı­ ğ ı m iddia edeebüeceği bilgüer. Aracı. Hafifçe değiştirilen o kadar şey. Genessee Sanayii için. A m a artık değil. Aracı işten ayrılmıştı. Webster arkasından gelen g r i Pontiac arabayı farketmeden Pen-

357

sylvania Caddesi trafiğine karıştı. G r i Pontiac'taki sürücü, yanındaki adama döndü. "Çok hızlı gidiyor. Polise yakalanacak." "Kaybetme onu." "Neden? Farketmez k i . " "Gallabretto öyle dedi de ondan! O farkeder işte. Her dakika ne­ rede olduğunu, k i m i n l e konuştuğunu b i l m e m i z gerek." "Palavra bunların hepsi. Ohio'ya gidene kadar b i r şey yapdmayacak. Orada izini bulmak da kolaydır." "Willie Gallabretto izleyin dedi m i , izleriz. B e n Gallabretto'nun amcasmın yanında çalışırdım. A d a m ı n başına gelenleri biliyorsun."

*** B ü y ü k e l ç i H i l l çalışma odasının d u v a r ı n d a k i çerçeveli k a r i ­ katürün önünde durdu. 'Koca B i l l y ' bir kuklacı g i b i resmedilmişti, par­ mağına bağlı iplerin ucunda eski başkan ve dışişleri bakanlarının kuk­ laları vardı. K u k l a c ı k u k l a l a r ı n k e n d i ç a l d ı ğ ı havaya u y u p oyna­ malarına gülerek bakıyordu. H i l l ' i n başı üstündeki balonda da notalar vardı. " B ü i y o r musunuz, Sayın Başkan, bu karikatür ç ı k t ı k t a n ancak b i r y ı l sonra bu notaların 'Ring around Rosy' m e l o d i s i o l d u ğ u n u öğrendim." Başkan, B ü y ü k e l ç i y i ziyarete geldiğinde oturduğu meşin koltuk­ tan güldü. "Karikatürcü dostun bizlere karşı pek i y i davranmamış ama. Yanlış hatırlamıyorsam o şiirin son satın 've hepsi düşerler'dir." "Yıllar önceydi b u . Siz o zaman Senatoda bile değildiniz. Zaten sizi oraya koymaya cesaret edemezdi." H i l l g i d i p başkanın karşısına oturdu. "Ben yanlış hatırlamıyorsam en son buraya geldiğinde Trevayne bu koltukta oturmuştu. B e l k i de b i r telepati doğuverir." "Bu koltukta olmadığına emin misin? Ben y o k t u m o gün." "Hayır, çok i y i hatırlıyorum. B i z i m ve bu odada olan pek çok k i ­ şi g i b i o da o k o l t u ğ a oturmaktan k a ç ı n m ı ş t ı . K ü s t a h l ı k etmekten korktu sanınm." "Sıkılganlığını adatıyor olabilir...." H i l l ' i n masası üstünde çalan

358

telefon Başkanın sözünü kesti. "Pekala, Bay Smythe. Söylerim. Teşekkür ederim." "Jack Smythe mi?" diye sordu Başkan. "Evet Robert Webster ve karısı Clevland uçağı ile gitmişler." "Güzel." "Bunun ne demek olduğunu sorabilir m i y i m ? " "Elbette. Bobby'nin i k i gece önce Beyaz Saray'dan ayırıldığından b e r i izlendiğini b i l d i r d i G i z l i Servis. Kendisi i ç i n k a y g ı l a n m ı ş t ı m . Merak da ettim tabii." "Demek başkasıymış." "Herhalde aynı nedenledir. G i z l i Servis adamlardan b i r i n i küçük çaplı b i r haydut olarak niteledi, resimli romanlarda 'gölge' denilen tip­ lerden.... Bizimkiler gibi o d a rapor edecek bir şey bulamamıştır. Webs­ ter kimseyle buluşmadı, kimseyle görüşmedi." "Telefon?" "Havayollarına ve Clevland'da kardeşine. B i r de Çin lokantasına. Ki orası da pek matah bir yer değildir." "Çinlilerle doludur herhalde." H i l l koltuğuna dönerken güldü. "Trevayne olayı hakkında bir şey b i l m i y o r mu?" " B i l m e m . B ü d i ğ i m tek şey kaçmakta olduğu. B e l k i de söyledik­ leri gerçekti. Memleketinden çok uzak kaldığını, artık her şeyin fazla gelmekte olduğunu söylemişti." "İnanmıyorum. Ya Trevayne? Onunla konuşmak için buraya ge­ tirmemi ister misiniz? " B i l l y ! Sen ve kuklaların! Ben sana şöyle rahat b i r i ç k i içmek i ç i n geliyorum, sen ise hep iş konuşmaya çalışıyorsun." " A m a bu işin ö n e m l i o l d u ğ u n a i n a n ı y o r u m , Sayın başkan. Yaşamsal önemli hem de. Çağırayım mı?" "Hayır. Şimdi değil. Önce nereye kadar gideceğini b i r görelim hele, bakalım mikrobu ne kadar kaptı...."

44 "Sana ne zaman yanaştılar?" diye sordu Phyllis Trevayne, H i g h Bamegat'ta şömineye bir odun daha atarken.

359

"Üç hafta oldu" A n d y karısının gözlerinden k ı r ı l d ı ğ ı n ı anlıyordu. "Sana söylemem gerekirdi ama seni meraklandırmak istemedim. A r m bruster bunun... p o l i t i k b i r umutsuzluk olabileceğini söylemişti." "Onları ciddiye aldın mı?" " İ l k başta, hayır. Armbruster'i kapı dışarı atıyordum neredeyse, olur olmadık şeylerle suçladım kendisini. Ulusal K o m i t e n i n çoğun­ luğu adına konuştuğunu söyledi. Kendisi bu f i k r e karşıymış ve hâlâ ikna olmuş değil... ama a k l ı yatabilirmiş." Phyllis küreği yerine asıp kocasına döndü. "Çılgınca bir şey bu bence. Bunun altkomisyonla i l g i l i bir şey olduğuna e m i n i m , senin de bu kadar ileri gitmiş olmana şaştım doğrusu." " B u kadar ileri g i t m e m i n tek nedeni kimsenin raporu değiştirme­ mi i m a bile etmiş olmaması... Beni şaşırtan da bu oldu. İnanamadım d i y e b i l i r i m . B i r i n i n bu k o n u y u açmasını bekledim... canlarına okuya­ caktım hepsinin. A m a buna kalkışan olmadı." "Peki sen sözkonusu ettin mi raporu?" "Sürekli olarak. Senatör Weeks'e güç d u r u m a düşebileceğini söyledim. A l t k o m i s y o n u n soracağı her s o r u y u yanıtlamaya hazır olduğunu ama bunun başka bir konu olduğunu söyledi. Önümüzdeki işle i l g i l i değilmiş." "Cesur adam... A m a yine de, neden sen? Ve bu anda?" "Ortalıkta başka b i r i g ö r ü n m ü y o r m u ş . E h azından k a m u o y u araştırmaları bunu söylüyormuş. 'Politik u f u k t a elle tutulur b i r aday yok' olarak dile getiriyorlar bunu. Eskiler yıpranmış, gençler de pek hafif kalıyorlarmış. Ya da dar pantolon giyiyorlar, y o k zenci, y o k L a ­ t i n , y o k Yahudiymişler.... Demokrat seçim düzenimizce kabul edilir kişiler değilmişler yani.... Paul Bonner'in diyeceği g i b i , 'Palavra'." Phyllis kanapeye dönerken sehpadaki kutudan b i r sigara aldı. A n d y karisinin sigarasını y a k t ı . "Ne yazık k i , çok doğru." Phyllis kocasının yanına oturdu.

360

"Ne?" "Haklıydılar. K i m i düşündüklerini merak ediyordum." "Senin bu konuda otorite olduğunu b i l m i y o r d u m . " "Kendini aldatma Bay... ne demişti o korkunç adam senin için?... Bay Küstahlık... Yıllardır her seçimde sonucu b i l d i m ben." Trevayne güldü. "High Barnegat falcısı." "Aslında çok basit, ama işe de yarıyor. B i r adayın a d ı m alıp başına 'Başkan' eklersin. Ya kulağa uygun gelir ya da gelmez. Yalnız 1968'de bir kere yandmıştım." "Herkes yanıldı o y ı l . " "Öyle oldu. A m a bir de eski Başkan göreve devam etmek istiyor­ sa o zaman biraz güç oluyor işte. H a h , a k l ı m a gelmişken sorayım; Ş i m d i k i Başkan hiç fena b i r i değil.... Ondan hoşlandığını sanıyor­ dum." "Bir daha seçime girmeyecek o." Phyllis'in k o n t r o l alünda tuttuğu yüz ifadesi birden değişmişti. Kocasına bakıp telaşla, "Bunu bana söylememiştin," dedi. "Sana söylemediğim pek çok...." " A m a bunu söylemeliydin." Trevayne anlamıştı. O y u n b i r oyun değildi artık. "Kusura bak­ ma," dedi. "Olayları şuasına göre diziyordum." "Önem sırasına göre dizmeyi dene." "Peki." "Sen politikacı değilsin, iş adamısın." "İkisi de değdim aslında. İş ilişkilerim sağlamdır ama öncelikli değüdir. Son beş y ı l d ı r Dışişleri Bakanlığı ile dünyanın en büyük va­ kıflarından birinde çalışıyorum Beni sınıflandırmak istersen... sanırım 'kamu hizmeti' etiketi altına girerim." "Hayır! Sen bir bahane bulmaya çalışıyorsun." , "Hey, Phil... Konuşuyoruz biz, kavga etmiyoruz." "Konuşmak mı? H a y ı r . A n d y , sen konuşuyorsun. Haftalardır hem de; başkalarıyla, benimle değil." "Sana söyledim. U m u t l a n m a k , ya da kuşkulanmak i ç i n pek âz neden vardı ortada" "Ve şimdi öyle değü mi?"

361

" E m i n d e ğ i l i m . B u k o n u d a k o n u ş m a zamanımız g e l d i ğ i n e inanıyorum... S a n ı n m senin oyunu kaybettim şimdi." "Kesinlikle hem de." "Esaslı b i r haber olur. B e l k i de tarihte i l k kez." " A n d y , c i d d i o l ; Sen.... sen..." Phyllis kekelemeye başladı, duy­ gularından emindi ama ne söyleyeceğini bilemiyordu. "Başkan olacak insan değilim." "Onu demek istemedim. Sen... p o l i t i k b i r hayvan değilsin." "Bunun lehte b i r puan olduğunu söylüyorlar. Hâlâ da anlamını kestirebilmiş değilim ama." "Sen o tip b i r dışadönük insan değilsin. Sen kalabalık arasına karışıp el sıkan, günde sekiz on konuşma yapan, ya da tanımadığın halde senatörlere i l k adlarıyla hitab edebilen b i r i değilsin. Bu işleri ya­ parken rahat olamazsın ve adayların da yaptığı budur." "Bunları ben de düşündüm. Haklısın, hoşlanmıyorum bunlardan. B e l k i gerekli şeylerdir ama; b e l k i o n l a r ı yaparken yönetici karar­ larından ve d u r u m raporlarından başka b i r şey kanıtlıyorsundur. B i r dayanıklılık b i ç i m i d i r b u . Truman öyle demişti." " T a n r ı m ! " P h y l l i s korkusunu saklamak i ç i n h i ç b i r çaba har­ camıyordu. "Ciddisin sen." "Ben de sana bunu anlatmaya çalışıyorum... Pazartesi günü daha fazla şey öğreneceğim. Pazartesi Green ve Hamilton'la buluşacağım. O gün her şey suya düşebilir." "Onların desteğine ihtiyacın mı var senin? Bunu istiyor musun?" PhyUis hoşnutsuzluğunu saklamaya gerek duymadı. "Mao Tse T u n g ile girişeceğim b i r yarışta beni desteklemezler­ di... Hayır, Phyl, gerçekten ne kadar i y i olduğumu öğreneceğim." "Geçelim bunu şimdi... A n d y Trevayne'm neden böyle b i r ma­ k a m için yanşa girmiş olduğunu sandığını konuşalım." " K e l i m e y i söyleyemiyor musun, Phyl? Başkanlık derler bunun adına." "Hayır, söyleyemem. Korkutuyor bu beni." "Daha ileri g i t m e m i istemiyorsun o halde." " A n l a m ı y o r u m . Neden isteyeceksin ki?... Senin içinde o tür şeytanlar yoktur, A n d y . Paran var, ve para dalkavuk toplar insanın çev-

362

resine, ama sen fazla gerçekçisin. İnanamıyorum bir türlü." " K o n u y u dikkatle d i n l e d i ğ i m i i l k farkettiğimde ben de inana­ m a d ı m . " Trevayne gülerek a y a k l a r ı m sehpanın üstüne yerleştirdi. "Armbruster'i dinledim, toplantılara katıldım... bütün bu konuşmaların b i r n o k t a y a y ö n e l i k o l d u ğ u n u sanıyordum -rapora. V e müthiş ö f k e l i y d i m . Sonra durumun değişik olduğunu anladım. Bunlar prefosyonel insanlardı, elleri kasada yakalanmış korkak insanlar değil. Yete­ nek avcıları bunlar; buna itiraz edemem. Şirketlerim gelişirken aylarca hem burada hem başka ülkelerde bulabildiğim en i y i beyinlerin ardında koşmuştum. Bunu asla unutmam. İşime yarayacağını tahmin ettiğim birine rastlayınca hemen ağabeyine haber vermek i ç i n a k l ı m ı n bir köşesine yazarım... Bu adamlar da benim hâlâ yapmakta olduğum şeyi yapıyorlar. Sadece daha b ü y ü k çaplı olarak. Ve i l k bir i k i hafta ya da ayda bekledikleri insan çıkmazsam altımdan halıyı öyle bir çeki verirler ki ne olduğumu anlayamam. A m a o bir i k i aylık denemeyi yapmanın önemli olduğuna inanıyorum." "Hâlâ nedenini açıklamadın." Trevayne ayaklarım sehpadan indirip ayağa kalktı. Ellerini ceple­ rine sokup halımn desenlerine basarak yürüdü, bir kaldırımda çizgilere basmadan yürümeye çalışan k ü ç ü k bir oğlan g i b i . "Bunu gerçekten is­ tiyorsun, değil mi?" "Istememeli m i y d i m ? Seni seviyorum. Yaşadığımız hayatı, çocuklarımızın hayatını seviyorum. Hepsinin tehdit altında olduğunu hissediyor ve korkuyorum." A n d y sanki çok uzaklarda görüyormuş g i b i karısına b a k t ı . "Sanırım ben de.... Neden?... Pekâlâ, 'neden'... Çünkü gerçek şu k i , b e l k i de başarabilirim. K e n d i m i kandırıyor d e ğ i l i m , bir deha değilim ben. En azından k e n d i m i ö y l e hissetmiyorum -bir dehanın kendini nasıl hissettiğini de b i l m e m ya. A m a başkanlığın df ha gerektirdiğine i n a n m ı y o r u m . Çabuk algılamak, kesin hareket etmek- her zaman ta­ rafsız olmasa da -ve aşırı yüklere dayanabilmek gerekli bence başkanlık i ç i n . Ve b e l k i de hepsinden ç o k , dinleyebilmek. Gerçek y a r d ı m çağrılarıyla ikiyüzlülüğü ayırabilmek. Ben baskı dışında bunların hep­ sinin altından k a l k a b i l i r i m sanıyorum -ama baskıyı ve bunun gerekli o l m a derecesini b i l e m e m . Bu engeli -ve de b i r d i ğ e r i n i - aüayabi-

363

leceğimi kendime kanıtlarsam bu mücadeleye girmek istediğimi sanı­ y o r u m . Çünkü Genessee Sanayii gibi b i r şirketin varolmasına izin ve­ ren b i r ülkenin bulabileceği tüm yardıma ihtiyacı vardır. Frank B a l d ­ w i n bana i l k yaklaştığında alay ettiğim bir şey söylemişti. Yapma za­ manı geldiğinde bir insan yapması gereken şeyden kaçınamaz, demişti. Bunun ille de doğru olduğunu iddia edemem. A m a bir sürü rastlantı so­ nucu politik dolap boşalmaya yüz tutmuşsa ve i y i bir insan onu terkederek tamtakır bırakacaksa, o zaman bir seçeneğim y o k sanırım. Bizim bir seçeneğimiz y o k sanırım, Phyl." Phyllis Trevayne d i k k a d e , belki de soğuk b i r tavırla, bakıyordu kocasına. "Neden seçtin... hayır, doğru değil b u ; neden öteki partinin değil de, bu partinin seni seçmesine razı oldun? Başkan i k i n c i b i r dönem için aday olmayacaksa...." "Pratik nedenlerle." diye A n d y karısının sözünü kesti. " A r t ı k b i r insanin hangi bayrak altında yanşa katıldığının hiç önemi olmadığına inanıyorum. Her i k i parti de darmadağınık zaten. Ö n e m l i olan insan, Cumhuriyetçi ya da D e m o k r a t felsefe değil... bunlar anlamsız artık. Başkan çekildiğini ilan etmek için son dakikayı bekleyecek; Kongreden çıkmasını istediği pek ç o k yasa var. Benim de bu zamana ihtiyacım ola­ cak. İstenmediğimi öğrenmek için olsa bile." Phyllis d u y g u l a n n ı belli etmeden bakıyordu kocasına. "Kendini -ve b i z i - bunun boşuna olabileceğini bilerek o tür b i r ıstıraba atmaya hazırsın demek?" Trevayne b ü y ü k şöminenin yanındaki tuğla duvara yaslanıp k a nsına baktı. "Senin i z n i n i istiyorum... yaşamım boyunca i l k kez ola­ rak. İnandığın her şeyin b i r tehdit altında olduğunun farkındayım. B u ­ nun geçit törenleriyle, bayraklarla ve düşmanlarla i l g i s i yok. Bu i n ­ sanın seçeneğe sahip o l m a hakkının yavaş ama kesin b i r y ı k ı m ı b u . Bonner 'programlanmış' sözcüğünü çok sık kullanır. Bunun ne o l d u ­ ğ u n u , sonuçlarının ne o l d u ğ u n u pek b i l d i ğ i n i sanmıyorum... A m a olan bu işte, Phyl. Genessee Sanayii'nin arkasındaki insanlar seçmen­ lerden daha i y i bildiklerine inanarak ülkeyi yönetmek istiyorlar. Ve fi­ kirlerini sisteme iletecek güçleri var. Her tarafta şirket yönetim k u r u l lannda yüzlercesi var bunların. Ergeç bir araya gelecekler ve düzenin yasal bir parçası olmak yerine kendisi olacaklar... Ben bunu kabul ede-

364

mem. N e y i kabul edeceğimi daha pek b i l e m i y o r u m ama bunu kabul edemem. Kendi polis devletimizden sadece on adım uzaktayız şu anda ve halfan bunu bilmesini istiyorum." Trevayne yaslandığı duvardan ayrılıp koltuğa döndü. Utanmış g i b i bir gülümsemeyle karısına bakıp yanına oturdu. "Esaslı bir söylevdi," dedi Phyllis. "Kusura bakma... N i y e t i m söylev vermek değildi." Phyllis uzanıp kocasının e l i n i tuttu. "Korkunç b i r şey oldu şu anda." "Ne?" " A d ı n ı n başına o ürkütücü sözcüğü koydum ve hiç de gerçekdışı gelmedi." "Senin yerinde olsaydım D o ğ u Salonunu yeniden dekore etmeye başlardım.... İ l k Senato konuşmamda donup kalabilirim ve her şeyin sonu olur b u . " Phyllis şaşkın bir halde b ı r a k t ı kocasının elini... " T a n r ı m , sen neler yapmışsın öyle! A n l a t haydi. Yeni N o e l kartı falan mı ısmar­ lamam gerekecek yoksa? Ne Senatosu?"

45 James Goddard arabasını geri geri çıkararak yola i n d i . Pırıl p ı r ı l b i r pazar sabahıydı, hava soğuktu. Palo A l t o tepelerinden kopup gelen rüzgar önüne çıkan her yeri buza döndürüyordu. Tam karar verecek bu­ gündü ve Goddard da kararım vermişti. Şimdi buna son b i ç i m i n i verecek ve bir i k i saat içinde yürürlüğe koyacaktı. Aslında karar kendisi i ç i n v e r i l m i ş t i . Canına Okuyacaklardı ve James Goddard canına, o k u n m a y a n i y e t l i değildi. B ü t ü n vaadlerine, önerecekleri bütün garantilere rağmen. Buna izin vermeyecekti. Suçun kendisine atılarak kendi sorunlarını çözmelerine izin vermeyecekti. İsviçre'de şifreli bir banka hesabına para yatırılmasına karşılık sorum­ luluğu üsdenmeye hiç mi niyeti y o k t u . Bu çok kolay olurdu. Herhangi bir para konusu olmadan az daha kendisi aynı yanlışlığı

365

yapmak üzereydi. Genessee'nin geçmişine dalarak kendi rakamlarını, kendi ince hesaplarım kullandığım unutuyordu az daha. A m a başka bir y o l , daha i y i b i r y o l vardı. Başkasının rakamları. Kendisinin olmayan m a l i projeksiyonlar. A r a l ı ğ ı n 15'iydi. K ı r k a l t ı gün sonra 3 1 Ocak olacaktı. M a l i y ı l ı n son günü. Genessee Sanayii'nin bütün fabrikaları, bölümleri, dai­ releri, montaj k o n t r o l büroları o tarihe kadar y ı l sonu raporlarını gön­ dermek zorundaydılar. Kendi bölümüne. Bunlar aslında gerekli satmalına ve işçilik rakamlarını da içeren basit f o r m l a r d ı . Binlerce ve binlerce rakam bilgisayarlara yüklenir, çıkan bir tutarsızlık varsa sonradan düzeltilmek üzere not edilirdi. Sonra da bunlar b i r y ı l öncesinin bütçesinin bulunduğu ana dis- 1 ketle karşılaştırılırdı. E k o n o m i k stratosferin milyarlarına ulaşan basit aritmetik işlem­ leri. A n a disket A n a plan. A n a disket her y ı l San Francisco'daki denetim bürosuna g ö n ­ derilir ve Genessee kasalarında saklanırdı. A r a l ı k ayının i k i n c i haf­ tasına, Chicago'dan kalkan özel b i r uçakla. Ve şu ya da bu bölümün başkanı silahlı koruyucular eşliğinde. Her kompleks sanayii'nin bütün resmi y ü k ü m l ü l ü k l e r i için bütçe projeksiyonları v a r d ı . A n c a k Genessee'nin ana disketi bütün diğer şirkederin k o n t r o l veri disketierinden çok b ü y ü k b i r f a r k l ı l ı k gösterir­ lerdi. Diğer şirketlerin yükümlülükleri genelde kamuoyuna açık olduğu halde Genessee'nin ana disketinde binlerce açıklanmamış y ü k ü m l ü l ü k yer almaktaydı. Her A r a l ı k a y ı beş on ç i f t göz yepyeni sürprizlerle karşı karşıya k a l ı r d ı . B i r l e ş i k Devletlerin beş y ı l l ı k askeri silahlanma programının büyük b i r k ı s m ı burada bulunurdu. Ne Kongrenin ne de Başkanın haberdar o l m a d ı k l a r ı Pentagon bağlantıları. A n a disket beş y ı l l ı k b i l g i temeline dayandığından her A r a l ı k a y ı yeni b i r beş y ı l l ı k program getirirdi ve b i l g i her yd biraz daha artardı. Buradan hiçbir şey silinmez, sadece yeni eklemeler yapdırdı. Genessee Sanayiinin m a l i k i l i t taşı olarak Goddard'ın göreviydi

366

b u a ç ı k v e g i z l i b i l g i y i değişen piyasa k o ş u l l a r ı n a u y d u r m a k , bölümlere gerekli parasal desteği sağlamak ve alınan işleri fabrikalara dağıtmak. B u n u yaparken de yöresel istihdam istatistiklerini doldur­ maya yeterli tahsisat yapılır, ancak aşın iş vererek de işçi sendikalanm güçlendirmekten k a ç ı n d ı r d ı . Kapasitenin yüzde y e t m i ş i kâr amacı güdülmeden esnek tutulur, t ı p k ı uslu duran ya da yaramazlık eden çocuklara olduğu g i b i , verilirdi de geri alınabilirdi de. Ve James Goddard bu a k ı l almaz k ü t l e y i insanın elinde evirip çevirebileceği rakamlara dönüştüren şeyin bilgisayarlar değil de, kendi yeteneği olduğunu çok i y i b i l i r d i . Kendisi g i b i b i r k i ş i daha y o k t u . Rakamlarla oynayan bir sanatçıydı o. Rakamlar onun dostlanydı; ken­ disine ihanet etmezlerdi. Ve o onlara istediğini yaptırabilirdi. A m a insanlar ihanet ederlerdi. Bay James Goddard, San Francisco Bölümü Başkanı dikkatine: Sizi çok ilgilendireceğini inandığım bir konu var. L.R L.R. L o u i s Riggs. Genessee'nin b i r y ı l önce aldığı Vietnam ga­ zisi. A k ı l l ı , kafası i y i çalışan, karar verici. Sessiz b i r adamdı, ama duygusuz değüdi, sadakatsizlik etmezdi. Bunu Goddard'a kanıtlamıştı. Riggs askerlikte yaralanmıştı. İ y i b i r A m e r i k a l ı ve b i r kahra­ m a n d ı ; günümüzün çoğu tembel ve uyuşturucu düşkünü gençlerine benzemezdi. L o u Riggs kendisine b i l m e s i gereken b i r şeyler o l d u ğ u n u söylemişti. Trevayne'ın yardımcılanndan b i r i Riggs'e Genessee'ye -ve özellikle de San Francisco B ö l ü m ü Başkanı olarak kendisine- zarar verecek b i l g i karşılığında rüşvet teklif etmişti. Riggs doğal olarak red­ detmişti b u n u . Aradan birkaç gün geçtikten sonra kendini Savunma Bakanlığına bağlı b i r subay olarak tanıtan b i r i şirketin özellikle Bay Goddard'ı ilgilendiren g i z l i kayıtlarını açıklaması i ç i n Riggs'i tehdit etmişti. Kendisi bunu da reddetmişti. Ve Bay Goddard hatırlıyorsa, L o u Riggs kendisine daha önce görüşmeleri için bir not göndermişti. God­ dard bunu hatırlamıyordu; o kadar çok lanet not gelirdi ki önüne. A n ­ cak L o u Riggs gazetelerde Connecticut cinayetine kansan subayın ken­ disini tehdit eden adam olduğunu görünce Bay Goddard ile hiç vakit 367

kaybetmeden görüşmesi gerektiğini anlamıştı. Goddard neler olup bittiğini b i l m i y o r d u ama ortada b i r dalavere döndüğü kesindi. Hem de kendisine karşı. B e l k i de Trevayne ile Penta­ g o n arasında. Y o k s a Savunma B a k a n l ı ğ ı Trevayne'ın y a r d ı m c ı s ı ardından neden b i r i n i göndersindi? Ve neden a y n ı subay De Spadante'nin kardeşini öldürmüştü? M a r i o De Spadante neden öldürülmüştü? De Spadante'nin bir şeylerden kurtulmaya çalıştığı kesindi. Bazılarının asılması gerekir, başkalarının -yukardaküerin- asılmamalan için. B u n u De Spadante söylemişti. A m a belki de De Spadante k e n d i sandığı kadar 'yukarda' değildi. B e l k i de Pentagon onu bir risk olarak görmüştü- Tanrı b i l i r ya, pek tutulacak bir insan değildi zaten. Her neyse. 'Muhasebeci' James Goddard kararını vermişti. A r t ı k düşünme değil, harekete geçme zamanıydı. Kendisine sadece en çok zarar verdirecek b i l g i yeterliydi. Yaklaşık olarak yedi santime on beş santim boyunda on bir b i n kart olacaktı. Üzerlerinde garip delikler olan, bükülmemeleri, katlan­ mamaları ya da bir hasar verilmemeleri gereken kartlar. A y n ı boyuttaki kartların binlercesini ölçmüş ve on b i r bin kartın dört evrak çantasına sığacağım hesaplamıştı. Şimdi hepsi de arabasının bagajındaydı. Bilgisayar ise bambaşka b i r k o n u y d u . B i r kere çok b ü y ü k t ü ve ancak i k i kişi tarafından çalıştırabilirdi. Güvenlik nedeniyle bu i k i k i ş i odada birbirlerinden ayrı köşelerde bulunur ve bilgisayarı çalıştırmak i ç i n kendi şifrelerini yazarlardı. Şifreler her gün değişir ve her b i r i ayrı a y n odalarda saklanırdı. B ö l ü m başkanının ve denetmenin odalarında. Goddard'ın pazar sabahı başlayacak y i r m i dört saatlik dönem i ç i n olan i k i n c i şifreyi alması güç o l m a m ı ş t ı . Denetmenin odasına g i d i p saf bir tavırla yanlışlıkla aynı şifrenin verildiğini sandığını söylemişti. Denetmen de aynı saflıkla kasasından şifresini çıkarmış ve karşılaş­ tırmışlardı. Goddard'ın yanıldığı anlaşılıyordu; şifreler değişikti. Ancak Goddard bir anda Pazar şifresini belleğine kazımıştı artık. Rakamlar onun tek dostuydu. Yine de makinenin k u l l a n ı m ı sorunu v a r d ı . B o d r u m d a k i b i l g i ­ sayar odasında kendisiyle birlikte altı saat kalacak birine ihtiyacı vardı.

368

Güveneceği b i r i , yaptığının Genessee'nin, hatta belki de ülkenin yara­ rına olduğuna inanacak b i r i . Seçtiği adam parasal b i r istekte bulununca şaşırmıştı. A n c a k kendisi bunun b i r terfi, hem de gecikmiş bir terfi olabdeceğini belirt­ mişti. Goddard ne yaptığını anlamadan yılda on bin dolar zamla kendi­ sine yeni bir özel yardımcı tutuvermişti. A m a önemi yoktu bunun. Ö n e m l i olan bu günün işleri, bu gün verilen kararlardı. K a p ı y a yaklaşırken arabayı yavaşlattı. Önce arabayı, sonra da sürücüsünü tanıyan nöbetçi i k i parmağını kasketine k a l d ı r ı p selamını verdi. " İ y i günler, Bay Goddard. Yukardakiler için Pazar tatili yok, öyle değü m i , efendim?" Goddard adamın bu laubaliliğinden hoşlanmadı. Münasebetsiz­ l i k t i bu. Ancak azarlayacak zamanı da yoktu. "Hayır, yapacak işlerim var. Bu sabah Bay Riggs'e de gelmesini söylemiştim. Onu güvenlikten k o n t r o l etmeyegerek yok. Doğruca oda­ ma gelmesini söylersin." "Bay Riggs m i , efendim?" "Onu tanıyor o l m a l ı s ı n . Y u r d u i ç i n , bizleri savunurken yara­ lanmıştı efendi!" "Elbette, efendim. R i g g s , efendim." N ö b e t ç i elindeki deftere yazdı adamın adını." " K ü ç ü k b i r spor arabası vardı," dedi Goddard. "Gelir gelmez al içeri. Arabanın kapısında adınm başharfleri vardır. L.R."

46



Sam Vicarson kadife kanepenin küştüyü yastıklarına gömülünce dizleri omuzlarına çıkmıştı neredeyse. Andrew Trevayne servis masası önünde oturmuş üzerinde W a l d o r f Towers - N e w y o r k yazan Limoges porseleninden b i r fincanla kahvesini içiyor, bir yandan da çok kalın k ı r m ı z ı meşin kaplı bir not defterini okuyordu. "Tanrım!" dedi Vicarson.

Gizli Devlet - F. 24

369

"Ne oldu?" " B u odalarda o kadar sert toplantılar yapılmasına şaşmamak ge­ r e k . İnsan bir kere o t u r d u m u , b i r daha k a l k a m ı y o r ; o zaman da konuşmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor." Trevayne gülümseyerek okumasına devam etti. Sam bacaklarını uzatınca biraz daha rahatsız olduğunu farketti. Epey güçlükle yerinde doğrulup ayağa kalkıp dolaşmaya başladı, kadife kaplı duvarlardaki re­ simlere baktıktan sonra Park Avenue'nün otuz beş kat üstünde olan pencerenin önüne geldi. Trevayne bir kağıda bir not aldı, k ı r m ı z ı me­ şin kaplı defteri kapattı, saatine baktı. "Beş dakika geciktiler. Politikada bu i y i y e işaret m i d i r , bilemem doğrusu," dedi Andrew. "Hiç gelmeseler daha çok sevinirdim ben. Üstüme tur bindirilmiş g i b i hissediyorum k e n d i m i . T a n r ı m . Ian Hamilton. H u k u k u n kitabını yazan adam." "Satın almak için koşacağım bir kitap değil ama." "Almanıza gerek y o k sizin; siz hukuk hizmeti satıyor değilsiniz, Bay Trevayne. Bu adam bunu yapıyor işte. K r a l l a r l a birlikte yürür o, halktan ayrılan çok uzun bir süre oldu. Zaten halka pek ihtiyacı olmuş olacağını pek sanmam ya." "Çok doğru. Raporu Okudun mu?" " O k u m a m gerekmezdi. O ğ l u ne demişti? Babası y a p t ı ğ ı i ş i başkasının onu o kadar i y i yapamayacağına inandığı için yapıyormuş." Otel dairesinin antresinden zil sesi d u y u l d u . Sam Vicarson b i ­ linçsiz bir hareketle hep karışık olan saçlarını düzeltti., ceketini ilikle­ d i . " K a p ı y ı ben açarım. B e l k i de beni uşak sanırlar; bu da daha i y i olur." Trevayne, i l k on dakika bir on sekizinci y ü z y ı l dansından farksız, diye düşündü. A ğ ı r , zarif, g ü v e n l i . Sam Vicarson da çok i y i d i y e düşündü, genç avukatın Aaron Green'in meraklı sorularını karşılamak­ t a k i r a h a d ı ğ ı n ı görünce. Green Vicarson'un aralarında o l m a s ı n a k ı z m ı ş t ı ; Hamilton ise neredeyse genç avukat orada değilmiş g i b i dav­ ranıyordu. Hamilton i ç i n bu bir devler buluşması, diye düşündü Tre­ vayne; bir ast layık olduğu muameleyi görürdü ancak. Ian H a m i l t o n . "Trevayne, şunu b i l m e n i isterim k i , " diye söze

370

başladı. "Ulusal Komite'deki dosdan seçimlerini bize bildirdiklerinde çok büyük b i r düş k ı r ı k l ı ğ ı n a uğradık." " 'Şoka uğradık' demek daha doğru olur," diye Green o k a i m se­ siyle atıldı. "Evet, sizin tepkinizi tartışmak isterdim," dedi A n d y . "Merak e t t i ğ i m şeylerden b i r i d e b u d u r . A n c a k onlar b e n i m d o s t l a r ı m değiller... Doğrusunu isterseniz, ben onların sizin dostlarınız olduk­ larını düşünüyordum." H a m i l t o n gülümsedi. İngiliz t a v ı r l ı avukat bacak bacak üstüne atıp kollarını göğsünde kavuşturdu ve yumuşacık yastıklara gömüldü zarafet örneği. Aaron Green, Trevayne'ın yanındaki d i k arkalıklı k o l ­ tukta oturuyordu. Sam Vicarson üçgenin biraz dışında, Hamilton'un sağındaydı. Oturma biçimleri bile sanki düzenlenmiş g i b i geldi A n d y ' ye. A m a sonra bunu Şam'ın başardığını hatırladı. Adamlara oturmaları i ç i n Sam yer göstermişti. Sam sanırım sandığımdan daha becerikliymiş, diye düşündü Treyayne. H a m i l t o n , yüzünde hâlâ o i y i h u y l u gülümsemesiyle, "Eğer si­ zin b i z i m adayımız olduğunuzu sanıyorsanız bunu açıklayabilirim," dedi. "Nasıl?" "Çok basit. B i z Başkanı tutuyoruz. H e m m a l i hem de diğer katkılarımızı gözönüne getirmek bu gerçeği ortaya çıkaracaktır sanıtı

rım. " O zaman hangi koşullar altında olursa olsun, sizin desteğinize sahip olmayacağım demek bu." " A ç ı k söylemek gerekirse, öyle," dedi Hamilton. * Andrew birden oturduğu yerden kalkap Hamüton'a döndü. "O za­ man b i r yanılgıya düşmüşüm, beyler. Özür dilerim. Zamanınızı boşa harcıyorum." Trevayne'ın bu ani hareketi i k i adamı da, Sam Vicarson'u da şaşırtmıştı. K e n d i n i i l k toparlayan Hamilton oldu. " H a y d i h a y d i , Bay Trevayne, bırakalım bu oyunları. Yanlış hatırlamıyorsam, siz nefret edersiniz bunlardan... Koşullar sizinle buluşmamazı gerektiriyordu. Oturun lütfen." Andrew oturdu. "Neymiş bu koşullar?' 371

"Başkan i k i n c i b i r dönem seçilmek istemiyor," dedi A a r o n Green. "Fikrini değiştirebilir." "Değiştiremez," dedi Hamilton "İkinci bir dönemin sonuna kadar yaşamayacaktır. Bunu aramızda kalacağını umarak söylüyorum." Andrew şaşırmıştı. "Bunu b i l m i y o r d u m . Bu karan şahsi bir soru­ nu yüzünden verdiğini sanıyordum." "Bundan daha şahsi ne olabilir?" diye sordu Green. "Ne demek istediğimi anladınız sanınm... Korkunç b i r şey b u . " "Böylece... buluştuk," diye Green Başkanının sağlığı konusunu kapattı. "Koşullar öyle gerektirdi." Hamilton söze başladığında Trevayne hâlâ Beyaz Saray'daki hasta adamı düşünüyordu. "Dediğim g i b i , d ü ş k ı n k l ı ğ ı n a uğramıştık. Sizin adaylığınız f i k r i ­ n i n i y i tarafları y o k d e ğ i l ; bunu k a b u l ediyoruz. A n c a k her şeyi gözönüne aldığımızda, Başkanın partisini yeğliyoruz." "O zaman benim adaylığım sizi neden ilgüendirsin ki? K a r ş ı ta­ rafın da i y i adaylan var." "Orada Başkanın adanılan var," diye Green söze kanşü. "Anlamadım." "Başkan" - H a m i l t o n sözcüklerini d i k k a t l e seçiyordu- "tarihin yargılayacağı bir işi y a n m bırakmış herhangi b i r insan g i b i , programl a n n ı n sürdürülmesini ister. H a l e f i n i kendisi seçecektir bunun i ç i n . İsteklerini yerine getireceklerinden emin o l d u ğ u i k i kişiden b i r i n i seçecektir. Ya Başkan Yardımcısını ya da N e w Y o r k V a l i s i n i . V i c d a n sahibi insanlar olarak, i k i s i n i de destekleyemeyeceğiz. İkisinin de ken­ dilerine ait güçlü inançları yoktur, sadece Başkanın inançlannın uygulayıcısıdırlar. Kazanamazlar ve kazanmamalıdırlar." Green öne eğilip ellerini birleştirerek, "1968'de b i r ders alındı," dedi. "Hubert'in N i x o n karşısında yenilgiye uğramasının nedeni N i x on'dan daha aşağı k a l ı r b i r insan olması, para ya da inanç k o n u l a r ı değildi. Adaylığı açıklandıktan sonra televizyon önünde söylediği dört sözcük yüzünden kaybetti seçimi. 'Teşekkür ederim, Sayın Başkan. Bu dört sözcüğün verdiği zaran bir daha silemedi." Trevayne cebinden çıkardığı paketten bir sigara yakarken k i m s e

372

k o n u ş m a d ı . "Demek Başkanın k e n d i partisinin y e n i l g i s i n i garanti ettiği kararma vardınız." "Tam olarak öyle," dedi Hamilton." İçinde bulunduğumuz ikilem de bu işte. B i r insanın boş gururu. Muhalefet çekici b i r aday ortaya çıkarıp karakter sağlamlığı, bağımsızlığı üzerinde propagandaya başladı m ı , ulus çapında söylentiler gerisinin gereğine bakacaktır. Seçmenler kuklalardan hoşlanmazlar." "O zaman benim bir şansım olduğuna inanıyorsunuz, öyle mi?" "İstemeyerek," dedi Green. "Karşınızda pek rakip yok. K i m var ki? Senato'da partininin adamları ya benim g i b i titrek yaşlılar ya da altlarını kirleten ağzı kalabalık bebekler. Sadece Knapp'ın b i r şansı var ama o da o kadar i t i c i bir tip k i . Temsilciler M e c l i s i ise kişiliksiz in­ sanlarla dolu. B i r i k i büyük eyalet valisi biraz rakip olabilirler ama on­ ların sırtında da kent p i s l i k l e r i var... Evet, Bay A n d r e w Trevayne; Dışişlerinde Bay Müsteşar; Bay M i l y o n e r ; Bay V a k ı f Başkanı; Bay A l t k o m i s y o n Başkanı... Epey bir geçmişiniz var. Ulusal Komitedekiler sizin adınızı öne attıklarında ne yaptıklarını biliyorlardı. Onlar kay­ bedenleri sevmezler." "Biz de," diye Ian Hamilton diğerinin sözünü bağladı. "O yüzden, istesek de istemesek de, siz politik bir gerçeksiniz." Trevayne bir kere daha kalkıp üçgeni bozdu. Servis masasına g i ­ dip k ı r m ı z ı meşin kaplı kalın not defterini alarak döndü, koltuğunun bir i k i adım gerisinde durdu. "Değerlendirmenizin doğru olduğuna inanmıyorum, beyler, ancak bu söyleyeceklerim için yeterlidir sanırım... Bu altkomisyonun raporu­ dur. Savunma Bakanlığına, Başkana ve gerekli kongre komisyonlarına beş gün içinde teslim edilecektir. Rapor altı yüzelli sayfaya indirilmiş olup dört c i l t de belgesi vardır. Raporun üç yüz sayfadan çoğu Genessee Sanayiine ayrılmıştır. Ve de belgelerin de i k i cildi.... Şimdi sizin benim adaylığım konusundaki 'acı düş k ı r ı k l ı ğ ı n ı z ^ anlıyorum. Ben sizden hoşlanmıyorum; yaptıklarınızı onaylamıyorum ve sizi devre dışı bırakmaya k a r a r l ı y ı m . Tamam mı? A n l a ş ı l d ı mı? Bu dünyadan göçmüş bulunan bir meslektaşınızın diyeceği g i b i , capisce?" "O bizden değildi!" diye Aaron Green öfkeyle kesti sözünü. Hamilton, "Nereye varmak istiyorsunuz?" diye sordu. "Bir uzlaş-

373

m a kokusu almıyorum." " D o ğ r u . A m a sizin alıştığınız türden d e ğ i l ; siz bir şey elde et­ miyorsunuz; belki de sadece ömrünüzün sonuna kadar mahkemelerden ve de ülkeden uzak yaşayabileceğinizin huzuru dışında." "Ne?" Hamilton'un o rahatlığı yerini bir öfkeye bırakmıştı. "Gülünç bir insansınız, Bay A l t k o m i s y o n ! " dedi Green. " D e ğ i l i m aslında. A m a 'gülünç' i y i seçilmiş b i r sözcük; pek ye­ rinde kullanılmış değilse de." Trevayne beyaz örtülü masaya dönüp def­ teri üstüne attı. " M a n t ı k l ı konuşalım, Trevayne," dedi H a m i l t o n . "Raporun b ü ­ y ü k b i r zarar verebilir; bunu inkar etmeyeceğiz. Ancak i ç i tahminlerle, yetersiz yargılarla da d o l u o l m a l ı d ı r . B u n u n i ç i n h a z ı r l ı k l ı o l m a d ı ­ ğ ı m ı z ı m ı sanıyorsun?" "Hayır. H a z ı r l ı k l ı olduğunuza eminim." "Bize yapacağınız en fazla kötülüğün bazı suçlamalar olduğunu ve bunların şiddetle inkâr edileceğini biliyorsunuz. Mahkemelerde ay­ larca, yıllarca, belki de on y ı l sürecek b i r konu olur b u . " "Bu da olası." "O zaman sizi neden b i r tehdit olarak görelim? Siz b i z i m karşı saldırımıza hazırlıklı mısınız? İftira suçundan dolayı ydlarca mahkeme­ lerde kendinizi savunmaya hazır mısınız?" "Hayır, değilim." "O zaman i k i m i z de çıkmaz bir durumla karşı karşıyayız. Yapa­ bileceğimiz en i y i şey b i r b i r i m i z e yardım etmektir. Ne de olsa amaç­ larımız eş: Birleşik Devletlerin ç ı k a n " " A m a tanımlanınız değişik." "Bu olanaksız," dedi Green. "O yüzden birbirimizden farklıyız. Siz kendinizinkiler dışında bir gerçek kabul etmiyorsunuz." H a m i l t o n zarif b i r hareketle o m u z l a n n ı silkerken b i r uzlaşma ifadesiyle i k i elini k a l d ı r d ı . " B u tanımlan tartışmaya hazrnz..." "Ben d e ğ i l i m , " dedi hâlâ ayakta d u r a n A n d r e w . " B e n sizin t a n ı m l a r ı n ı z d a n , yapay s e ç k i n c i m a n t ı ğ ı n ı z d a n , sadece k e n d i amaçlannızı gerçekleştirmeye yarayan o sıkıcı sonuçlannızdan b ı k t ı m artık. Bu hakkınız y o k sizin; bunu çalıyorsunuz. Ve ben de durmadan

374

ve yüksek sesle, 'Hırsız var! diye bağınyorum." "Seni k i m dinler?" diye b a ğ ı r d ı Green. " Y i r m i y ı l l ı k b i r k i n i gütmekte olan bir insana k i m k u l a k asar?" "Ne dediniz?" "Yirmi yd önce sizi reddetti Genessee Sanayii! "Green parmağını Andrevv'dan yana salladı. " Y i r m i y ı l d ı r sızlayıp duruyorsun! Kanıdar var elimizde..." "iğreniyorum sizden?" diye kükredi Trevayne. "Sizler sizden o l ­ madığım iddia ettiğiniz adamdan zerre kadar farklı değilsiniz. A m a ken­ dinizi kandırıyorsunuz; siz ve bu dünyanın De Spadante'leri hep aynı soydansınız. 'Kanıdar var!' Yoksa siz de k ö r gazete müvezzilerinden koruma adı altında para mı alıyorsunuz?" "Bu benzetme haksızdı, Trevayne," dedi Hamilton. Green'e kendi­ sini onaylamayan bir bakışla bakmaktaydı." Aaron çabuk hiddedenir." "Haksız değildi," diye Trevayne koltuğun sırtını kavradı. "Sizler ç ı l g ı n b i r M o n o p o l oyunu oynayan modası geçmiş moruklarsınız. Şunu satın a l , bunu satın a l , -yüzlerce yan kuruluş kullan- vaatlerde b u l u n , rüşvet ver, şantaj yap. Binlerce özel dosya toplayıp, f ı t t ı r m ı ş yeralü cüceleri gibi incelersiniz. B i r i kendi fikirlerini anıdardan... kated-rallerden büyük olduğunu iddia eder! Tanrım, bu ne kendini beğen­ mişlik... Ötekisi. Evet. Öyle serbest ve kapsamlı bir seçim olmamalı. Sadece oy vermeye yetkili olanlar oy kullanabümeli. Bu sadece modası geçmiş bir şey değil, olmayacak b i r şey de!" "İtiraz ediyorum! İtiraz e d i y o r u m , ben böyle b i r şey söyleme­ d i m ! " Hamilton birden müthiş b i r korkuyla fırladı ayağa. "İstediğiniz kadar itiraz edin. A m a şunu da i y i b i l i n . Cumartesi günü Hartford'daydım; ve belgeleri imzaladım, Hamilton. Başka bir avu­ kat kullanmak için nedenlerim vardı. Bay Vicarson bana her şeyin ya­ salara uygun olduğunu söyledi. On beş Ocak'ta Connecticut Valisi geri alınması olanaksız bir açıklama yapacak. Ben şu anoVbir Birleşik Devleder senatörüyüm." „ "Ne?" Aaron Green suraümn ortasına b i r şamar yemiş gibiydi. "Evet öyle, Bay Green. Ve senatörlüğümün dokunulmazlığını ve bana verdiği yetkileri kullanarak sizi hırpalayacağım. Millete hep aynı şeyi b i r daha, bir daha anlatacağım. Her gün, her oturumda, her top-

375

lantıda; bir an bile susmayacağım. Gerekirse h a k k ı m ı kullanıp o rapo­ ru baştan sona kadar okuyacağım Senatoda. A l t ı yüz sayfasını da. Buna dayanamayacaksınız. Genessee Sanayii bunun altından kalkamaya­ cak." Aaron Green derin derin soluyordu, kişisel b i r nefretle doluydu sesi. "Auschwitz'den Babi Y a r a kadar. Ortalık yeteri kadar karışıkken senin gibi domuzlar daha da karıştırmışlardı." "Ve bunun çözümü de sizin g i b i l e r i n çözümleri değildir. Sizin çözümleriniz yeniden kamplara dönüştür. İdamlara. Bunu göremiyor musunuz?" "Ben sadece güçlülüğü görüyorum! En b ü y ü k caydıncı şey güç­ lülüktür." "Tanrı aşkına, Green, bunu k o l e k t i f b i r güçlülük yap. Sorumlu b i r güçlülük. A ç ı k o l a n , paylaşılan b i r g ü ç l ü l ü k . Seçkin b i r kaç kişinin sinsice uyguladığı bir şey değd. Burada yeri yok bunun." "Yine öğrenciliğine döndün. Bu açık, bu 'paylaşılmış' şey nedir? Sözcükler bunlar, k ı s ı r sözcükler. Kaosa, z a y ı f l ı ğ a götüren şeyler. Geçmişe bak." " B a k t ı m . U z u n uzun ve dikkatle. Sakat, kusurlu ve k ı s ı t l a y ı c ı . A m a lanet olsun, sizin önerdiğinizden başka b i r seçenek daha var... Düzenin işlerliği olmadığı b i r çağa giriyorsak bunu da bilmemiz ge­ rek. O zaman onu da değiştiririz. A m a açık seçik. İsteyerek. Fermanla değil, özellikle de sizin fermanlarınızla değil." "Pekala, Bay Trevayne." l a n H a m i l t o n sırtını dönerek y ü r ü d ü . "Güçlü bir savunma yaptınız. Şimdi ne yapmamızı öneriyorsunuz?" "Çıkın gidin buradan. Nereye isterseniz: İsviçre'ye, Akdeniz'e, Iskoçya'ya.... nereye isterseniz. H i ç ö n e m i y o k bunun. Sadece bu ülkeden çıkıp gidin. Ve b i r daha buraya dönmeyin." "Bizim mali sorumluluklarımız var ama?" diye H a m i l t o n sakin b i r sesle itiraz etti. "Dağıtın s o r u m l u l u k l a r ı n ı z ı . A m a Genessee Sanayii ile bütün bağlarınızı koparın." "Olanaksız! İnanılmaz!" A a r o n Green Hamilton'a baktı. "Sakin o l , dostum... Sizin dediğinizi yaparsak güvencemiz ne ola­ cak?"

376

Trevayne servis masasına yürüyüp k ı r m ı z ı meşin k a p l ı not defte­ rini gösterdi. " B u rapor " "Onu anladık," diye sözünü kesti Hamilton. " B i r başka rapor daha hazırladık. Genessee Sanayii'ne verilen önemi epey hafifleten bir rapor...." "Eee?" dedi Green yüzünü buruşturarak. " B i z i m öğrenci pek te­ miz değilmiş demek. B i r tek sözcüğünü bile değiştirmeyecekti. Tek bir sözcüğü bile." Trevayne yanıt vermeden durakladı. "Hâlâ da değiştirmeyebilirim. Bunu yaparsam bunun i ç i n Bonner adında b i r subaya teşekkür borç­ lusunuz. Ve sizin de denileni yapmak için göstereceğiniz istekliliğe... Binbaşı Bonner b i r kere hiç unutamadığım b i r şey söylemişti. B e l k i başka f i k i r l e r e daha yakındı ama b e l i r l i bir tablo ç i z i y o r d u . B e n i m y ı k ı c ı o l d u ğ u m u söylemişti; herhangi bir seçenek göstermeden y ı k ­ t ı ğ ı m ı söylemişti. İ y i y i kötüyü ayırt etmeden her şeyi y ı k t ı ğ ı m ı . . . pe­ kala, iyilerden b i r k ı s m ı m kurtarmaya çalışalım öyleyse." "Ayrıntıları bilmek isteriz," dedi Hamilton. "Pekala... Buradan gidin ve b i r daha dönmeyin. Ben de öteki ra­ poru sunarım ve Genessee Sanayide sessiz bir temizlik başlar. Herhan­ gi b i r k o m p l o sözü y o k ve istenmesi gerektiği halde sizin kelleleriniz istenmeyecek. Varolan mali derebeylikleri düzenleyecek bir grup kuru­ labilir. Ortadan kalkacakları i ç i n temel nedenlere inmeyiz. Siz de orta­ dan çekilmiş olacaksınız." "Bu çok sert ama." "Buraya bir anlaşma yapmaya geldin, Hamilton. İşte anlaşma bu. Sen p o l i t i k b i r gerçekçisin. Ben p o l i t i k bir gerçeğim -senin deyiminle. Kabul et bunu. Bundan daha i y i bir teklifle karşılaşmayacaksın." "Sen bizimle aşık atamazsın, öğrenci," dedi A a r o n Green. D u y ­ guları sözüne olan inancının aksini gösteriyordu. "Kendi başıma, hayır. A m a ben yalnızca bir aracım. A m a benim aracılığımda i k i yüz m i l y o n insan sizin ne olduğunuzu öğrenecektir. Ve sanırım sizin karşıtınız olarak onların bir karar verme yeteneğine sahip olduklarına içtenlikle inanıyorum." Dans sona ermişti. M ü z i k kesilmişti. Saygın yaşlılar yeni k u r u -

37-7

lan b u h ü k ü m d a r l ı k huzurundan m ü m k ü n olabildiğince onurlarıyla ayrıldılar. "İşe yarar mıydı?" diye sordu Sam Vicarson. " B i l e m i y o r u m , " dedi Trevayne." A m a b u k u m a n oynayamazlar­ dı." "Gerçekten gideceklerine inanıyor musunuz?" "Göreceğiz." ;

47

":•

' . ' . . . :.

l;.\..,.-v:

'

"Kusura b a k m a y ı n . S a n ı n m m e k t u b u m silahlı k u v v e d e r i n b u konudaki tavnnı açıkça ortaya koyuyor. Binbaşı Bonner'in kendisine avukat tutmanızı t a k d i r ettiğine e m i n i m . A n l a d ı ğ ı m k a d a n y l a s i v i l mahkemede aklanmasını beklemek için pek çok neden var." " A m a siz kendi suçlamalannızı sürdürüyorsunuz, General Coo­ per. Onu askerlikten atmak istiyorsunuz." "Başka seçeneğimiz y o k , Bay Trevayne. Bonner itaatsizliklerinde biraz aşınya kaçtı artık. Kendisi de b i l i y o r bunu. E m i r k o m u t a zinci­ rine itaat etmemeye karşı b i r savunma olamaz. O z i n c i r olmasaydı askerlik olmazdı, efendim." "Savaş divanında da kendisini kendi avukatlanmla savunmakta ısrar edaceğim." "Paranızı boş yere harcıyorsunuz, Bay Trevayne. Savcılığın iddi­ ası cinayette, hatta suç işleme karannda olmaya dayanmıyor. B i r Hava Kuvvederi subayına yalan söylemek; devlet tesislerine girebilmek i ç i n kendini emir almış g i b i göstermek, iddia makamının suçlamalan bun­ lar. B i r jet uçağı almak i ç i n . A y n c a üsderine yapmak istedikleri konu­ sunda bilgi vermemek. Bu tür davranışlara göz yumamayız. Ve Bonner bu tip suçlan tekrar tekrar işleyecek bir insandır." "Teşekkür ederim, General. Göreceğiz bakalım." Andrew telefonu kapatıp oturduğu yerden k a l k t ı . General Cooper'i aramazdan önce kapattığı kapıyı açıp sekreterine seslendi. "İkinci hattın ışığı yanmıştı, bana b i r şey mi var, Marge?" "Devlet Matbaası, B a y Trevayne. Ne diyeceğimi b i l e m e d i m . A l t k o m i s y o n raporunu ne zaman göndereceğinizi sordular. K o n g r e n i n

378

basım işleri artmış, size karşı yalancı çıkmak da istemiyorlarmış. O n ­ lara raporun tamamlandığını ve bu sabah gönderilmeye başlandığını söyleyecektim ama belki de farkında olmadığımız bir protokol sırası falan olduğunu düşünüp bir şey söylemedim." Trevayne g ü l d ü . " B i z e y a l a n c ı ç ı k m a k istemediklerine hiç kuşkum yok. Her tarafta gözleri var, değil mi? O n l a n ara ve bizden iş almak üzere beklediklerinden haberimiz olmadığını söyle. B i z vergi mükelleflerini koruyup baskı işini kendimiz yaptık. Beş kopyasını da. A m a önce bir taksi çağır bana. Arlington'a gidiyorum. Bonner'e." Trevayne, Potomac Towers'dan Arlington'a giderken Tuğgeneral Lester Cooper de arkasındaki dürüst öfkelileri anlamaya çalışıyordu. Kendisinin Bonner hakkında mektubuna Cooper'in verdiği karşılık askeri terimlerle doluydu. Y o k şu madde, y o k bu f ı k r a , yok sınırlı so­ r u m l u l u k durumunda yetki kullanılması. "Palavra," Paul Bonner'in gereğinden fazla kullandığı deyimle. Savaş divanı tehdidi ordunun Bonner'in davranışına duyduğu horgörüden kaynaklanmıyordu.; Bonner'in kendisini hor görmektendi bu. Prensip olarak davranışları ele alınsaydı, çok daha ağır suçlamalara k a l k ı ş ı l ı r d ı . Oysa ordu hafif b i r suçlamayla yetinmişti. Görevi kötüye kullanmak. N i y e t i n i açıklamamak. B i r intikam alınmazdı bu suçla­ malarla. İnsana istifadan başka seçenek kalmazdı; orduda artık kendi­ sine yer kalmıyordu. Ortada bir mücadele olmadığı için mücadeleyi kazanamayacaktı. Sadece bir karar bildirilmesiydi bu. Neden ama? Asker olacak b i r insan varsa, o da Paul Bonner'di. Böyle bir insana ihtiyacı olan b i r ordu varsa, bu da Birleşik Devlederin m o r a l olarak çökmüş ordusuydu. O n u suçlamak yerine Cooper ile diğer o m z u kalabalıklar' onu desteklemek için kampanya açmalıydılar. Askerler neden korkuyorlardı? Paul Bonner'i destekleyerek, onun katılımını kabullenerek, asker­ liğe b a ğ l ı l ı ğ ı n ı kabul ederek Silahlı Kuvvetier k e n d f z a y ı f noktalarını mı açıklamış olacaktı? Lester Cooper ile diğerleri sürpriz b i r saldırıdan mı korkuyor­ lardı? Kimden? M e r a k l ı kamuoyundan mı? Bu anlaşdır bir şeydi. Paul

379

Bonner b i l g i sahibi b i r suç ortağıydı. Yoksa Paul Bonner'den mi korkuyorlardı? O n u gözden düşürerek sonra da uzaklaştırarak herhangi bir suçlamadan mı kurtulacaklardı? B i r hiç. Sürgün. Trevayne taksinin parasını ödeyip üzerinde 'Bu Kapıdan Savaş Alanının En İ y i insanları Girer' yazılı çifte kapıya doğru yürüdü. Yazının altında binanın yapılış tarihi vardı. 'Nisan 1944.' T a r i h . Başka b i r çağ. B i r yaşamboyu önce. B u tür yazıların doğal, kahramanca kabul edildiği bir dönem. Gururlu şövalyeler çağı. \ Bunlardan eser yoktu artık. Hepsi şimdi aptalca görünüyordu. Bu da haksız, diye düşündü Trevayne. Paul Bonner'in odasının önünde bekleyen nöbetçi, kışla hapsinde olan subayın kapısını açtı. Bonner k ü ç ü k çelik b i r masanın önünde oturmuş b i r şeyler y a z ı y o r d u . Başını k a l d ı r ı p Trevayne'a b a k t ı . Ne ayağa kalktı ne de elini uzattı. "Şu paragrafı b i t i r e y i m hele," d e d i . " B e n i aptala f i l a n g i b i görüyor olmalılar. Bana tuttuğun o i k i avukat haürladığım her şeyi yazmamda ısrar ettiler. B i r insanın düşündüğü b i r şeyi karşısında gördüğü takdirde başka bir şey hatırlayacağını sanıyorlar." " M a n t ı k l ı . Düşünce sırası, yani. Devam et, aceleye gerek yok." Trevayne odadaki tek iskemleye oturup Bonner kalemi elinden bırakana kadar konuşmadı. Bonner sonra arkasına yaslanıp 'sivü' e baktı. B i r 'sivü'e baküğından kuşku y o k t u ; bakışındaki hakared sezme­ mek olası değildi. " Avukadık masraflarım ödeyeceğim. Bunda ısrar ediyorum." "Gerek yok; bu kadarını yapabilirdim ancak." " B u n u y ü k l e n m e n i i s t e m i y o r u m . A v u k a t l a r a faturalarım bana göndermelerini söyledim ama bu olanaksızmış. B e n de sana sonra öderim...." "Doğrusunu istersen ben askeri avukatlarımdan m e m n u n d u m ama... Sanırım senin de düşündüğün bir şey vardır." "Ek bir sigorta," dedi Trevayne. " K i m i n için?" Bonner Trevayne'a baktı.

380

"Senin i ç i n , Paul." "Elbette. Bunu sormamam gerekirdi... Ne istiyorsun?" "Belki de dışarı ç ı k ı p içeri yeni baştan girsem daha i y i olur," dedi Andrew sert bir sesle. " N e y i n var senin? B i z aynı taraftanız, unuttun mu?" " ö y l e m i y i z , Sayın Başkan?" Sözler kamçı g i b i saklamıştı Trevayne'ın yüzünde. O da B o n ner'in gözleri içine baktı ve i k i adam bir süre hiç konuşmadılar. "Bunu açıklaman gerekecek." Binbaşı Paul Bonner de açıkladı. Subay yakında emekliye ayrılacak Tuğgeneral Lester Cooper'le kısa ama olağanüstü konuşmayı iletirken Trevayne şaşkın şaşkın baktı yüzüne. "Böylece kimsenin a y r ı n t ı l ı hikayeler anlatmasına gerek kalma­ yacak. Bütün o karmaşık açıklamalara hiç gerek yok." Trevayne yerinden k a l k ı p konuşmadan küçük pencerenin önüne g i t t i . A v l u d a kırışık yüzlü b i r albayın ders verdiği bir asteğmen grubu vardı. Gençlerden bir k ı s m ı ayaklarını oynatıyor, bir k ı s m ı da A r l i n g ton'un aralık soğuğundan k u r t u l m a k i ç i n ellerine h o h l u y o r l a r d ı . Gömleğinin önü açık olan A l b a y ı n havaya aldırış ettiği yoktu. "Peki ya gerçek? Gerçek seni ilgilendirir m i , Binbaşı?" "Bana da bir hak tanı, politikacı. Gerçek ortada işte." Trevayne pencereden döndü. "Peki sana göre nedir gerçek?" "Cooper ordunun beni tutamayacağını söyledi. A n a gerçek beni senin istemediğin... Ben senin başkanlık yolunda taşıyamayacağın bir yüküm." Saçma!" , "Haydi haydi! M a h k e m e y i ayarlıyorsun, aklanıyorum - k i , zaten öyle olması gerekir- ve sen de temizsin artık. Kimse üzerine ateş edi­ len askeri terkettiğini söyleyemez. A m a yargınlanma k o n t r o l altında olacak. Olay dışı bir şey getirilmeyecek ortaya; sadece gerçekler. Aske­ ri avukat bile açık açık söyledi bunu. Sadece Connecticut'taki o C u ­ martesi gecesi. San Francisco y o k . Houston ve Seattle yok. Genessee Sanayii yok!... Ben u y d u r m a b i r mahkemede sessizce aklanıyorum, dünya dönmeye devam ediyor ve kimsenin artık çekinmesine gerek

381

y o k . B e n i kızdıran şey de h i ç b i r i n i z i n ortaya ç ı k ı p da bunu açıkça söylememeniz." "Söyleyemezdim, çünkü doğru değil." "Nasıl d e ğ i l m i ş ! H e r şey tertemiz paketlenmiş. Sen k e n d i n i satınca epey pahalıya satıyormuşsun, dostum. Sezar'm hakkı Sezar'a, doğrusu en iyisinden aşağısı idare etmezmiş seni." "Çok yanılıyorsun, Paul." "Palavra! Bana piyangoya katılmadığını mı söyleyeceksin yoksa? Senato'ya bile'gireceğini d u y d u m ! Her şey yolunda, kitabına u y g u n , değil mi?" "Cooper'in bunu nereden öğrendiğini bilmediğime yemin ederim sana." "Doğru mu?" Trevayne yine Bonner'e sırtını çevirip aşağıdaki asteğmen takı­ m ı n a b a k t ı . "Şey... böyle b i r f i k i r var." " B u çok güzel işte... B i r f i k i r var demek. Bundan sonra ne yapa­ caksın, ha? Bak A n d y , sana da Cooper'e söylediğimi söyleyeceğim. Bu yeni d u r u m u -bu yepyeni b i r i n c i takım değişimini- son birkaç aydır öğrendiğim pek çok şey g i b i sevmedim ben. D i y e l i m k i , operasyon yöntemlerinden hoşnut o l m a d ı ğ ı m ı söyleyecek kadar dürüst b i r i n ­ sanım. Burnuma k ö t ü b i r k o k u geliyor... Diğer yandan, bu kadar geç bir saatte ahlakçı olmaya başladığını iddia da i k i yüzlülük olur. Ben h a y a t ı m ı askeri amaçların k e n d i h a k l ı o l m a nedenlerini içlerinde taşıdığına inanarak g e ç i r d i m . A h l a k i değerli seçimle gelmiş siviller düşünsündü; b u b e n i m i ç i n hep uzak b i r alan olmuştu... A m a b u , büyük oyun planı, değil mi? B e n i m orada işim y o k . T a l i h i n açık o l ­ sun senin!" Avludaki asteğmenler dağıtıyorlardı; yakası açık Albay b i r sigara yakmaktaydı. Ders sona ermişti. Trevayne birden ç o k yorgun hissetti k e n d i n i , b i t k i n . H i ç b i r şey göründüğü g i b i değildi. H â l â hakaret eden tavrıyla masanın başında oturmakta olan Bonner'e döndü. "Oyun planıyla ne kastettin?" "Her an biraz daha komikleşiyorsun. Başkanlık a f f ı i ç i n bütün şanslarımı sıfıra indireceksin neredeyse."

382

"Maskaralığı kes. Senden açıklama bekliyorum, Binbaşı!" "Elbette, Sayın Başkan! Seni elde ettiler, başkasına ihtiyaçları y o k artık. Bağımsız, rüşvet yemez Bay Temiz. Vaftizci Yahya'yı d i r i l ­ tip başlarına geçirmek g i b i b i r şey b u . Pentagon'un k a y g ı l a n sona erdi artık." "Acaba kaygılarının y e n i yeni başlamakta olacağını düşündün mü hiç?" Bonner öne eğilerek gülmeye başladı -insanı çıldırtan b i r içtenlikle. "Hayatımda senin kadar k o m i k b i r i n i görmemiştim. A m a bana espri yapmana gerek y o k ; ben işine kanşmayacağım. B e n i m ye­ rim değil oralan." "Sana bir soru sordum. B e n i m satın alındığımı i m a ettin; bunu reddediyorum. A m a bana neden böyle düşündüğünü söylemelisin." " 'Omzu kalabalık'lan i y i tanırım da ondan. Senin başkanlığını garanti etmeye hazırlanddar. Ellerinde taş gibi sağlam garantileri olma­ saydı parmaklannı büe oynatamazlardı."

48 Trevayne taksiden Potomac Towers'e bir m i l kala i n d i . Yürü­ mek, düşünmek ve analiz etmek zamanıydı, mantıksızlık içinde man­ tık aramaya çalışmak zamanı. Böylesine tam olarak kullanılabilmek için o kadar saf, o kadar masum muydu? l a n H a m i l t o n ve A a r o n Green'le buluşması -onlar için- bir hoşgörü gösteresinden başka bir şey değil miydi? Yapmacık? Hayır, olamazdı. H a m i l t o n ve Green k o r k u içinde insanlardı. H a m i l t o n ile Green Genessee Sanayii. Genessee de Pentagon'u yönetiyordu* A eşitttir B. B eşittir C. A eşittir C. Kendisi Başkan olarak l a n Hamilton ile Aaron Green'i k o n t r o l edebelirse -onlara kendi isteklerini kabul ettirebilirse- o zaman Penta­ gon'u da k o n t r o l altında tutacağı m a n t ı k l ı y d ı . Bu kontrolün başanlması da Genessee Sanayiini parçalara ayırmaktı. Bunun başhca hedefi olduğunu söylemişti.

383

A m a Paul Bonner'e inanılacak olursa -ve neden inanılmasındı ki? Senaryoyu o yazmış olamazdı- Lester Cooper i l e Pentagon bütün ağırlıklarını kendisinin başkanlık adaylığına koymuşlardı. Onların askeri f i k i r l e r i Genessee Sanayiinin düşünme süreciyle belirlendiğinden o zaman bu destekleri lan H a m i l t o n ve Aaron Green tarafından yönetilmekte -ya da en azından desteklenmekteydi.A eşittir B. Neden peki? Neden Tuğgeneral Lester Cooper ile taraftarları ken­ di güçlerinin gömülmesine göz yummaktaydılar? Neden böyle emredil­ mişti

kendilerine? A eşittir C. Hamilton ile Green'in ortalıktan çekilmeleri başka şeydi -bu k o ­

nuda başka seçenekleri y o k t u - sonra da Pentagonu kendilerini mahve­ den kimsenin adaylığını desteklemeleri için emir vermeleri başka şey. A m a görüldüğü kadarıyla yaptıkları buydu. Eğer bu destek W a l d o r f taki buluşmadan önce emredilmemişse. W a l d o r f Towers Oteli'ndeki tehditleri o zarif dansı sona erdirme­ den önce emredilip yürürlüğe sokulmamışsa. Eğer böyle ise, o zaman A n d r e w k e n d i s i n i n olduğunu sandığı k i ş i değildi. İ y i politikacıların çevresinde toplandıkları insan, güçlü altarnatif değildi. Genessee Sanayii'nin adayıydı. lan H a m i l t o n ve A a r o n Green ta­ rafından özel olarak seçilmiş aday. Ve o acı d ü ş k ı n k l ı ğ ı h a k k ı n d a k i sözleri sadece bir dizi yalandı. T a n r ı m , nasıl b i r oyundu b u ! Nasıl b i r i k i y ü z l ü l ü k t ü ! Ve bundan çıkarılacak sonuç; t ü m maskaralığın en ü r k ü t ü c ü yanı. Başkanlık makamına k i m i n oturduğu hiç ö n e m l i değildi. Ö n e m l i olan tek şey Genessee gemisinin yüzdüğü sulan k i m s e n i n dalgalandırmamasıydı. Kendisi bunu sağlamıştı işte. D ö r t saat önce olağanüstü b i r rapor sunmuştu; raporu daha da olağanüstü yapan şey suçlayıcı kanıdann saklanmış olmasıydı. Ne yapmıştı böyle? Uzakta Potomac Towers'in çifte kulesi görünüyordu. Yarım m i l

384

kadar ötede. Andrew daha hızh yürümeye başladı. B i r taksi arandı ama görünürlerde tek b i r tane bile y o k t u . Şimdi artık bir an önce bürosuna gitmek istiyordu. Gerçeği öğrenmek zorundaydı. Bunu yapmanm b i r tek y o l u vardı. Tuğgeneral Lester Cooper.

Andrew asansörden koridora çıktığında Sam Vicarson'un kapının önünde bir aşağı bir yukarı yürümekte olduğunu gördü. " T a n r ı m , sizi gördüğüme nasıl sevindim bilemezsiniz! A r l i n g ton'a telefon e t t i m , k ı r k yere not bıraktım sizin için." "Ne oldu?" "İçeri girelim de oturun hele." " T a n r ı m ! Yoksa Phyllis " " H a y ı r , efendim. Özür d i l e r i m . . . yani sizi.... Bayan Trevayne dep." "İçeri girelim." Vicarson Trevayne'ın odasının kapısını kapattı ve A n d y paltosu­ nu çıkarana kadar bekledi. Sonra sanki ezberlediği şeyleri hatırlamaya çalışırmış g i b i ağır ağır konuştu. " K ı r k beş dakika önce Beyaz Saray genel sekreteri telefon etti. Bu sabah olan b i r şeyi Başkan sizin bilmenizde yarar görüyormuş yarım saat öncesine kadar basma verilmemiş bir haber.... Başkan yet­ kisini kullanarak altkomisyon raporuna el koydurmuş." "Ne?" "Dört yerde de -Savunma K o m i s y o n u , Adalet Bakanlığı, Senato ve Temsilcüer M e c l i s i k o m i s y o n l a r ı başkanlıklarında.... Y e t k ü i dört kişiyle kendisi görüşmüş ve açıklamasını kabul etmişler." "Olay nedir?" "Robert Webster! hatırlıyor musunuz... Hani Beyaz Saray...." "Hatırlıyorum." " B u sabah ölmüş. Yani öldürülmüş. Akron'daki otel odasında, . K o r i d o r d a bulunan bir kat hizmetçisi odadan çıkan i k i kişinin tanımını vermiş polise, oteldeki b i r i de Beyaz Saray'ı aramayı akıl erdirebUmiş.

Gizli Devlet - F. 25

385

Beyaz Saray işe k o y u l m u ş . Gazete ve televizyonu birkaç saatliğine susturabilmişler...." "Neden?" "Katillerin tanımı yüzünden. Beyaz Saray'ın izlediği i k i kişinin tanımlarına uyuyormuş... daha doğrusu, Beyaz Saray Webster'i izle­ tirken bu ikisinin de onu izlemekte olduğunu farketmişler." " A n l ı y o r u m , Sam." "O i k i k i ş i M a r i o de Spadante'nin örgütündenmiş. Dediğim g i b i Beyaz Saray güvenliği işe koyulmuş. Beyaz Saray'daki bütün telefon konuşmalarının, hatta m u t f a k t a k i l e r i n b i l e , o t o m a t i k olarak banda alınıp saklandığını ve her a l t ı ayda bir k o n t r o l edildikten sonra sak­ lanıp ya da atıldığını biliyor muydunuz?" "Hiç şaşmadım." "Webster bunu duysaydı şaşırırdı ama. Beyaz Saray'dan bunun pek bilinen bir şey olmadığını söylediler. A m a bize söylemek zorunda kalmışlar." "Nereye getiriyorsun sözü? Rapora neden el konuldu?" "Bobby Webster De Spadante ile i ş b i r l i ğ i halindeymiş. Ondan para alan b i r m u h b i r m i ş . Darien'deki adamları görevden çeken de oymuş. Konuşmalardan birinde sizin Webster'den De Spadante konu­ sunda b i l g i istediğiniz anlaşılıyor." " E v e t San Francisco'dayken; ama Webster istediğim b i l g i y i ver­ memişti." "Başkan, Webster'in, De Spadante'nin adamlarının kendisinin si­ zinle çalıştığını sandıklan i ç i n öldürüldüğünü düşünüyor. Korktuğunu ve size De Spadante'nin ö l ü m ü n ü sağlayan b i l g i y i verdiğini.... Bobb y ' y i yatak odasında s ı k ı ş t ı n p raporda o l a n l a n sorduklan ve b u n u söylemeyince ya da söyletemeyince öldürüldüğü tahmin eddiyor." "Ve raporda De Spadante'den söze ediliyorsa sıra bana gelecek, öyle mi?" "Evet, efendim. Başkan raporun a y n n t d a n sızdırıldığı takdirde si­ zin hedef olmanızdan k o r k t u . K i m s e sizi ürkütmek istemedi ama A r lington'da ardınıza bir güvenlik ekibi takddı." "Benim için bu koruyucu k a y g ı ne zamana kadar devam edecek­ miş?"

386

"Webster'i öldürenlerin yakalanmasına kadar sanırım. De Spadante'nin a d a m l a n ı n . " Trevayne masasının başına oturup b i r sigara y a k t ı . Kontrolden j ı k m ı ş bir arabanın direksiyonunda d i m d i k bir yokuştan aşağı iniyor gibiydi. Olası m ı y d ı bu? Z i h n i n i n karanlık koridorlarına ışık dolmasına izin verdiğinde, sonunda kendisinin haklı çıkması olası mıydı? "Paul Bonner'in diyeceği g i b i , Palavra!" dedi. "Neden? Bence bu kaygılarında haklılar, efendim." "Senin haklı olduğunu umarım. Senin haklı olman için dua ede­ rim. Çünkü eğer sen yaralıyorsan, Sam, o zaman ölüme yaklaşmış bir insan tarihteki yerini korumaya çalışıyordur." Vicarson, Trevayne'ın ne demek istediğini anlamıştı. Yüzündeki bakıştan bunun hayatının en ciddi anlayışı olduğu belliydi. "Başkan.... Başkan Genessee Sanayii'nden mi yani?" "General Cooper'i b u l bana."

49 Tuğgeneral Lester Cooper, Andrew Trevayne'ın masasının önünde oturuyordu. B i t k i n d i -başa ç ı k m a yeteneğinin sınırlarına varmış bir i n ­ sanın yorgunluğuyla. "Yaptığım her şeyin yapabilme yetkim içinde olmasını b i r şeref olarak görürüm, Saym K o m i s y o n Başkanı." " B u unvana gerek y o k , General. A d ı m A n d y ya da Andrew veya i l l e de ısrar ederseniz, Bay Trevayne. Daha az resmi olmanızı ben bir şeref olarak görürüm." "Çok naziksiniz, ama ben resmi o l m a y ı yeğlerini. Beni görevimi ihmalle, komploculukla ve y e m i n i m i çiğnemekle suçladınız..." " H a y ı r , General. Ben bu sözcükleri kullanmadım. K u l l a n m a m da... Sizin çok s ı k ı n t ı l ı b i r durumda çalıştığınızı düşünüyorum. Seç­ menler, bütçenizin her bir dolarını istemeyerek veriyorlar. B i r yanda kendisine özen gösterilmesini isteyen b i r silahlı kuvvetler var. Bu i k i aşırı ucu, ç o k i y i b i l d i ğ i m b i r alanda uzlaştırmak zorundasınız. İk­ mal!.. Ben size sadece benim de vereceğim aynı ödünleri verip verme-

387

d i ğ i n i z i sordum. Bu ne görevi ihmaldir ne de k o m p l o , General. Sağ­ duyudur bu! Bunu yapmadıysanız yemininizi çiğnemiş olursunuz." Trevayne acı b i r pişmanlıkla, işe yaradı, diye düşündü. General adeta yalvararak bakıyordu kendisine. "Evet... A s l ı n d a dönecek bir yer kalmadı. Ne demek istediğimi anladınız sanırım, çünkü ne de olsa herkesten çok siz...." "Neden ben?" "Eğer siz dedikleri k i ş i iseniz...." "Neymiş o?" "Ne demek i s t e d i ğ i m i anlıyorsunuz... A k s i halde ş i m d i o l d u ­ ğunuz yerde olmazdınız. B u n u hepimiz biliyoruz... Yani, demek iste­ d i ğ i m , bizim tam ve içten desteğimize sahipsiniz...." "Ne desteği?" "Lütfen, Bay Trevayne... Beni sınıyor musunuz? Bu gerekli mi?" "Belki. Belki yeteri kadar iyi değilsiniz!" " D o ğ r u d e ğ i l b u ! B ö y l e k o n u ş m a m a l ı s ı n ı z ! Ben her şeyi yaptım.." " K i m i n için? Benim i ç i n mi?' "Bana söylenen her şeyi y a p t ı m . L o j i s t i k raporlar g ö n d e r i l d i bile..." "Nereye?" "Her tarafa. Her limana, her üsse. Her havaalanına. Dünyada eriş­ mediğimiz nokta kalmadı!... Sadece bir ad eksiğiyle. B i r tek adm b i l d i ­ rilmesi kaldı." "Ve bu k i m i n adı olacak?" "Sizin... sizin adınız elbette! Tanrı aşkına, ne istiyorsunuz ben­ den?" "Size bu emirleri k i m verdi?" "Ne demek istiyorsunuz?" "Benim a d ı m ı y a y m a e m r i n i kim verdi size?" Trevayne elinin tersiyle masaya sertçe vurdu. "Ben... ben..." "Size k i m diye sordum?" "Şey... şeyden gelen adam... şey...." "Kimi"

388

"Green." "Greendekim?" "Bunu biliyorsunuz!... Genessee. Genessee Sanayii." General so­ luk soluğa çöktü oturduğu yerde. ' A m a Trevayne'm işi bitmemişti. Masanın üstünden eğildi. "Ne zaman? Programı tam zamanında uyguladınız m ı , General? Ne za­ man?" "Tanrım!... Nesiniz siz?" "Ne zaman?" " B i r i k i hafta, on gün önce... Kimsiniz siz?" "Senin en i y i dostun! İstediklerini sana sağlayan insan! Buna inan­ mak ister miydiniz?" "Neye inanacağımı bilemiyorum... Siz... Sizler beni tükettiniz." " B u n l a r ı dinlemek i s t e m i y o r u m , General... Size programı za­ manında uygulayıp uygalamadığınızı sordum." "Tanrım!" "öteki programlar neydi, General?" "Yeter! Yeter artık!" "Yanıt istiyorum." "Ne büeyim ben? Onlara sorun!" "Kime?" "Bilmiyorum!" "Green mi?" "Evet. Ona sorun!" "Hamilton?" "Elbette." "Ne garanti ediyorlar?" "Her şeyi! Bunu biliyorsunuz!" "Söyle diyorum sana! Seni kenef nöbetçisil" "Böyle konuşamazsınız! Buna hakkınız yok!" "Açık konuş!" "Her şey istediğiniz gibi olacak. Sendikalar. Yönetim... Ülkenin her yerinde psikolojik raporlar... askeri bilgisayarlarda hepsi... Hep birlikte hareket edeceğiz." "Başkan biliyor mu bunu?"

389

"Biliyorsa bizden duymamıştır." "Ve son beş gün içinde kimse bu emirleri iptal etmedi mi?" "Elbette ki hayır!" Trevayne arkasına yaslanırken sesini alçaktı. "Bundan emin m i ­ siniz, General?" "Evet!" Trevayne elleriyle yüzünü örtüp avuç içlerine ü f l e d i . O d i m d i k yokuştan aşağı dalgalı denize yuvarlanmış g i b i hissediyordu kendisini. Neden hep deniz vardı sanki? "Teşekkür ederim, General." dedi saygık b i r sesle. "Konuşmamız b i t t i sanırım." "Özür dilerim, anlamadım." "Size saygı duyuyorum. Paul Bonner olmasaydı bu saygıyı duya­ mayacaktım... Binbaşı Bonner'i biliyorsunuz, General. Onun hakkında konuştuğumuzu hatırlıyorum... Şimdi size bir tavsiyede bulunacağım. Çek git, Cooper. Hem de çabuk." Gözleri kan çanağına dönmüş Tuğgeneral Lester Cooper yüzünü ekeriyle örten sivile baktı. ı "Anlamıyorum." "Yakında e m e k l i l i ğ i n i z i isteyeceğinizi öğrendim... Size i s t i f a mektubunuzu hemen yarın sabah yazmanızı saygıyla salık verebilir miyim?" Cooper konuşmaya başlayacakken sustu. A n d r e w Trevayne elle­ rini yüzünden çekip Generalin yorgun gözlerine b a k t ı . Subay kontrolü ele geçirmek için askerce son b i r çaba harcadıysa da başaramadı. "Siz.... Siz... Ben özgür m ü y ü m yani?" "Evet... Tanrı bitir ya, bunu hak ettiniz." " U m a n m öyledir. Teşekkür ederim, Sayın K o m i s y o n Başkanı." 1

***

Sam Vicarson Trevayne'ın odasından çıkan Generale baktı. Saat altıbuçuğa geliyordu. A n d r e w Generalle toplantısını saat beşten son-

390

raya ayarlanmıştı; altkomisyon bürosunda üçünden başka kimse olma­ yacaktı ve Sam geç saatte gelebilecek ziyaretçileri ya da beklenümedik bir anda ortaya çıkan büro memurlarını önleyebilecekti. General, Vicarson'a baktı ama gözlerinde tanıdığını beUi eden b i r ifade y o k t u . Cooper birkaç saniye hareketsiz durup o düşmanca bakışlarını genç avukata çevirdi. Sonra garip -ve Sam için korkunç- bir şey yaptı. Hazırol durumuna geçti, sağ elini kasketinin kenarına kal­ d ı r ı p selama durdu. Sam Vicarson başını eğerek selamı kabul ettiğini belirtene kadar da öylece bekledi. General ancak ondan sonra elini indirip odadan ç ı k t ı . Sam hemen Trevayne'ın yanma g i r d i . Savunma Tahsisat K o m i s yonu'nun alt komisyon başkanı, az önce yanından çıkmış madalyalı ef­ sane kadar b i t k i n d i . A n d r e w döner koltuğuna y ı ğ ı l m ı ş o t u r u y o r d u , dirseği koltuğun kenarına dayalı, çenesi de avcumın içindeydi. Gözleri kapalıydı. "Müthiş bir şey oldu sanırım," dedi Sam. "Bir an bir cankurtaran ç a ğ ı r m a y ı bile düşündüm. Cooper'i dışarda görecektin. B i r tanka çarpmış gibiydi." "O kadar m u ü u olma," dedi Trevayne, gözleri hâlâ k a p a l ı y d ı . "Sevinecek bir şey y o k bunda.... Cooper'e çok şey borçlu olduğumuza inanıyorum... bütün Cooper'lere. Onlardan imkansızı yapmalarım is­ tiyoruz; onları eğitmeden -ne eğitmesi, hatta uyarmadan- p o l i t i k me­ şinlerle iş yapmaya zorluyoruz. Sonra bunu yapmaya çalıştıklarında da alay ediyoruz onlarla. "Trevayne gözlerini açıp Şam'a baktı. "Sence haksızlık değil mi bu?" " K o r k a r ı m d e ğ i l , e f e n d i m . Cooper g i b i l e r i -o kadar yükseğe çıkanlar- şikayetlerini dile getirmek için televizyonda da radyoda da epey zaman bulabilirler. En azından Genessee Sanayii'run dümen suyu­ na girmeden bunu yapmaya çalışabilirler." "Sam, Sam..." dedi Trevayne yorgun bir sesle. " A k ı l sağlığım ağzından çıkan b i r tek söze bağlı olsa bile inanmadığın bir şey i ç i n bana evet demezsin. Bu i y i bir şey sanırım." "Nasıl demem, öyle b i r d e r i m k i . Günün birinde ise ihtiyacım olabilir." "Hiç sanmam." Trevayne k a l k ı p masasına doğru yürüdü, kena- .

391

rina yaslandı. "Ne yaptıklarını görebiliyor musun, Sam? Benim aday­ l ı ğ ı m ı ö y l e ayarlamışlar k i , kazanmamın ancak k e n d i çabamla o l d u ­ ğuna inanabileceğim. Onların adayı olarak. Cooper bunun kanıtıydı." "Ne çıkar bundan? Bunu siz istemediniz k i . " " A m a kabul edecektim. Büerek, b i l i n ç l i olarak karşı olduğumu iddia ettiğim k o m p l o n u n esas parçalarından b i r i olacaktım... Görüyor musun, Sam? Seçilseydim -hatta kampanyanın yansına gelseydimsuçlu olduğum i ç i n Genessee Sanayii aleyhine konuşamayacaktım. Bunu seçimden önce yapsam kaybedeceğim garantiydi; seçimden sonra yaptığım takdirde de kamuoyunun bana olan güvenini kaybedecektim. B e n i sakadayacak silah var ellerinde: değiştirilmiş rapor. M ü t h i ş b i r strateji bu... Paul Bonner ve şaşkın bir generalin sayesinde iş işten geçmeden öğrenebildim gerçeği." "Neden yaptılar bunu? Neden sizi seçtiler?" "Çok basit bir nedenle, Sam. Y i r m i n c i y ü z y ı l hastalığı belirtisi. Başka seçenekleri y o k t u . A l t e r n a t i f l e r i yoktu... Genessee Sanayii'ni y o k etmek üzere yola ç ı k m ı ş ü m . Ve bunu yapabilirdim." Vicarson yere b a k t ı . " A n l a m a m ı ş t ı m bunu... Ş i m d i ne yapa­ caksınız?" Trevayne yaslandığı masadan uzaklaştı. "İlk başta yapmam gere­ keni. Genessee'yi paramparça edeceğim..." " A m a bu adaylığınızın sonu demek olur." "Kesinlikle." "Buna üzüldüm." A n d y koltuğuna dönerken durdu, Şam'a doğru baktı. A m a Şam'a d e ğ i l , onun ötesinde pencereden az sonra W a s h i n g t o n gecesine dönüşecek olan karanlığa b a k ı y o r d u . "Şaşılacak b i r şey ama, ben de üzüldüm. Gerçekten üzüldüm hem de. K e n d i m i z i ne de kolay k a n d ı n yonız... Ve daha ne kadar k o l a y l ı k l a da yanılabiliyoruz." Trevayne yine koltuğuna oturdu, not defterinden b i r yaprak k o ­ partıp kalemini aldı. Telefon çaldı o anda. "Ben bakarım," dedi Sam yerinden kalkarken. "Bay Trevayne'ın

392

bürosu... Evet, efendim. Öyle mi? Evet. A n l ı y o r u m . B i r dakika lüt­ fen." Vicarson bekleme düğmesine basıp Trevayne'a b a k ü . "James Goddard.... Washington'daymış."

50 Genessee Sanayii San Francisco B ö l ü m ü başkanı bir kenarda otu­ rurken Trevayne de Sam Vicarson da uzun toplantı masasının üzerine yaydıkları belgeleri ve bilgisayar kartlarını inceliyorlardı. Shoreham Oteli'nin dairesinin salonundaydılar. Trevayne de yardımcısı dört saat önce kapıdan girdiklerinde God­ dard çok kısa konuşmuştu. A ş ı n bir açıklamaya gerek olduğunu san­ m ı y o r d u . Rakamlar, raporlar, Genessee ana disketinin basılı sonuçlan yeterliydi. Rakamlar konuşsundu. İ k i adamı dikkatie izlemişti. Özenle dizilmiş kağıtlara korkuyla yaklaşmışlardı. İ l k başlarda kuşkuluydular. Sonra karşı karşıya bulun­ d u k t a n o l a y ı n çapı gerçekçilik d u y g u l a n m sarsmıştı. İnanmazlıklan kabullenmeye dönüşünce Trevayne b i r b i r i ardından sorular sormaya başlamıştı. Kendisi de b u n l a n -istediği zaman- en basit sözcüklerle yanıdamıştı. Rakamlar konuşsundu. A l t k o m i s y o n başkam bundan sonra Vicarson'a büroya gidip küçük bilgisayarlarını getirmesini söylemişti. A k s i halde bir sonuca varabilmek için bir hafta uğraşmak zorunda kalacaklardı. Bilgisayarın hesaplama kolaylığı ile sabaha kadar işlerini bitirebilirlerdi. James Goddard ise onların yapmak istediklerini i k i , bilemedin üç saatte b i t i r i r d i . * Şimdi dört saat olmuştu ve hâlâ işlerini bitirememişlerdi. Amatörler. Trevayne arasıra, sonra da giderek artan bir tempoda dönüp bir soru soruyor ve yanıtını hemen istiyordu. Goddard vereceği yanıtı düşünürken i ç i n i ç i n g ü l ü y o r d u . Trevayne artık işin sonuna yak­ laşmıştı ve adlan istiyordu. A n a disketin planlayıcılannı. Goddard bun-

393

l a n k o l a y l ı k l a söyleyebilirdi -Hamilton ve Hamilton'urı Chicago'daki b i l i n m e y e n 'yardımcılar' ordusu. D e r i n b i r g i z l i l i k perdesi ardında, kimselere görünmeden çalışan ve çok b ü y ü k ulusal ve uluslararası bağlantıları yapan insanlar. . Kendisinin o düzeye yükselmesine izin verilmemişti. Beş y d l ı k m a l i p r o g r a m l a n hepsinden daha doğru olarak yapabilme yeteneğini göstermesine fırsat tanımamışlardı. A n a diskette Genessee'nin b e l i r l i sektörlerinin üretiminde m a l i bunalımlara y o l açacak yanlışlıklan kaç kere bulup da kendi alanında b ü y ü k değişimler yapmıştı? Kendisinin sadece Genessee'nin maliyesinin kamuoyu önündeki tek adı o l m a k l a k a l m a y ı p ana disketin denetlenmesini başaracak tek k i ş i olduğunu gösteren kanıdan kaç kere göndermişti merkeze? Chicago'dan gelen yanıtlmar -ki bunlar asla y a z d ı o l m a y ı p , hep telefonda b i r sesti- hep a y n ı i d i . Kendisine teşekkür ediyorlar, k a t k ı l a n n ı takdir ediyorlar ve çok ö n e m l i olan San Francisco B ö l ü m ü n ü n Başkanı olarak eşi o l m a d ı ğ ı n ı söylüyorlardı. Kısacası sınınnın sonuna vardığını bildirmekteydiler. Son çözümde, harcanabilir b i r insandı. İ l k kırbaç şaklamasında asılmaya hazır bir sözde y e t k i l i . Ve bir asılma planlanmışsa kendisinin elinden ne gelebilirdi ki? H i ç b i r şey. Kesinlikle hiçbir şey. K a t k ı l a r ı ortadaydı. A n a disket olmadan 'kalkılan' bürosunun kapısı önünde kalıyordu. A m a bir çıkış y o l u vardı; kendisi için Genessee Sanayii'nden daha b ü y ü k tek kuruluşun yukarılarına tırmanmak. A m e r i k a Birleşik Devletleri hükümetinin. Bu tür anlaşmalar her gün birçok ad altında yapılmaktaydı; 'Da­ nışman', 'Uzman' falan f i l a n . B u , Palo Alto'daki evden ve. o güzelim tepelerden vazgeçmek de­ mek olacaktı. A m a diğer yandan karısından da vazgeçmek olacaka -o asla, asla razı gelmezdi buna- k i , bu da lehte b i r puandı. A m a en büyük kazancı kendi huzur duygusuydu. Bundan sonra 'katkıları' sadece olağanüstü olmakla kalmayıp vazgeçilmez olacaka.

394

Genessee Sanayii'nin ş i m d i k i yerine yükselmesi y i r m i yd almıştı. Bu olağanüstü mali karmaşayı çözmek b e l k i de on yd sürerdi. Ve kendisi, James Goddard, bunu başarabilecek ekonomik deha i d i . Y i r m i n c i y ü z y ı l Amerikasının aslında varolan b i r parçası olduğu i ç i n bunun yapılması gerekecekti. O da bunu tarih i ç i n yapacaktı. B i n ­ lerce y ı l sonra tarihçiler onun rakamlarını inceleyecekler, bilgisine saygı duyacaklardı. En yüksek karar verme organlarına kadar hükümet kendisini vaz­ geçilmez b i r i olarak görecekti. Şimdi yapabileceğini kimse yapamazdı. Bunun kabul edilmesiydi bütün istediği. Ian H a m i l t o n ile Chica­ go'daki adamları bunu anlayamıyorlar mıydı? Para değildi istediği; i k t i ­ dar da değildi. Saygı istiyordu o. Kendisini asılacaklar sınıfından çekip alan bir saygınlık. A r t ı k beş saat oluyordu. Trevayne ile çok konuşan yardımcısı i k i termos kahve bitirmişlerdi. Sigaralarım b i r b i r i ardından yakan başkan soru sormayı kesmişti şimdi. Yardımcısı Trevayne'ın önüne kardan ve k a ğ ı d a n uzatıyordu- sonunda kendisinin onlan sıralama düzenini kavrayabilmişlerdi. B u n u dile getirmemişlerdi ama portatif bilgisayarın temposuna uymaları bunu açıkça gösteriyordu. Az sonra gelecekti. Soru. Sonra da anlaşma. Her şey açık açık konuşulacaktı. H i ç b i r şey tahmine bırakılma­ y a c a k t ı . İnsan analiz e t t i ğ i n d e ç o k basitti aslında. Sadece taraf değiştiriyordu. A n d r e w Trevayne'ın k a l k ı p makineden b i r kağıt kopartmasına b a k ü . K o m i s y o n Başkanı kağıda b a k t ı , yardımcısının önüne sürdü ve gözlerini ovuşturmaya koyuldu. * " B i t t i mi?" " B i t t i mi?'" diye aynı soruyla yanıt verdi Trevayne. "Bunu daha i y i bilirsiniz siz. Daha yeni başladı." " D o ğ r u . Tabii... Yeni başladı daha. Daha incelenecek yıllar ve cüüer var. Bunun farkındayım... Ş i m d i konuşmalıyız artık." "Konuşmak mı? B i z mi?... H a y ı r , Bay Goddard. İş bitmemiş

395

olabilir ama benim i ş i m b i t t i . Siz başkalarıyla konuşun... eğer onları bulabilirseniz." "Ne demek oluyor bu?" "Sizin nedenlerinizi anlamaya çalıştığımı i d d i a edecek d e ğ i l i m , Goddard. Ya hayatımda gördüğüm en yürekli insansın.... ya da yolunu kaybedecek kadar suçluluk içinde kıvranıyorsun. Her i k i durumda da yardım edeceğim sana. B u n u hak ettin.... A m a kimsenin sana dokun­ mak b i l e isteyeceğini s a n m ı y o r u m . D o k u n m a s ı gerekenler yani.... Cüzzamın kendilerine bulaşacağından korkacaklardır... Ya da kendile­ rinde g i z l i bir cüzzam hastalığı olduğunu ve sana yaklaşırlarsa derileri­ nin dökülmeye başlayacağını sanacaklardır."

51 A n d r e w Trevayne içeri girerken A m e r i k a B i r l e ş i k Devletieri Başkanı masasının ardında ayağa k a l k t ı . Trevayne'm d i k k a t i n i çeken i l k şey W i l l i a m H i l l ' i n d e orada olması o l d u . H i l l balkon kapısı önünde durmuş içeri giren sert sabah güneşi ışığında elindeki kağıtları okuyordu. Andy'nin odada üçüncü b i r kişinin bulunmasına gösterdiği tepkiyi farkeden Başkan hemen söze girdi. "İyi günler, Bay Trevayne. Büyükelçi benim isteğim, hatta ısra­ r ı m üzerine burada bulunuyor." Trevayne masaya yaklaşıp kendisine uzanan eli sıktı. "İyi günler, Sayın Başkan." Sonra dönüp Hill'e doğru yürüdü. H i l l kendisini kapı ile masa arasında yan yolda karşıladı. "Sayın Büyükelçi." "Bay Trevayne." Trevayne, H i l l ' i n sesinin buz g i b i olduğunu farketti. B ü y ü k e l ç i çok öfkeliydi. Güzel, diye düşündü Andrew. Garip ama güzel. Kendisi de öfkeliydi. Kendisine yer gösteren Başkana döndü. "Teşekkür ederim." Trevayne oturdu. "Nasıldı o söz?" d i y e Başkan sordu." 'Üçümüz b i r daha nerede karşılaşacağız...' Öyle miydi?" H i U , "Yanılmıyorsam doğrusu şöyleydi," dedi. We zaman bir da­ ha karşılaşacağız üçümüz' Piyesteki söz konusu üç k i ş i bir hükümetin

396

devrilmesi kehanetinde b u l u n m u ş l a r d ı ve bundan sağ kurtulacak­ larından emin değillerdi." Başkan dikkatle baktı H d l ' e ; bakışında acıma ile s i n i r l i l i k arası b i r şey vardı. " B u , yoruma pek açık bence, B i l i . A k a d e m i k olarak pek kabul edilmeyecek bir taraflılık hatta bence." "Neyse k i , akademisyenler beni hiç i l g i l e n d i r m i y o r , Sayın Başkan." " l l g i l e n d i r m e l i oysa, Sayın B ü y ü k e l ç i . " Başkan, Trevayne'a döndü." Bay Trevayne, bu toplantıyı yönetim ayrıcalığımı kullandığım için istediniz sanırım. A l t k o m i s y o n raporunun d a ğ ı t ı m ı n ı durdurdum ve bir açıklama isteyeceksiniz sanırım. Tümüyle haklıydınız, göster­ diğim nedenler doğru değildi." Andrew şaşırmıştı. Bu nedenlerden kuşku d u y m a k aklına bile gelmemişti oysa. Kendisini korumak içindi. "Bunun farkında değildim, Sayın Başkan. İleri sürdüğünüz mazereti kabul etmiştim." " Ö y l e m i ? Çok şaşırdım şimdi. Oysa bunun sudan bir bahane ola­ rak göründüğüne e m i n d i m . En azından sizin ö y l e düşüneceğinizi sanmıştım... Robert Webster'in ö l ü m ü özel bir savaşın sonucuydu ve sizinle b i r ilgisi y o k t u . O insanları siz tanımazdınız ve teşhis edemez­ diniz. Oya Webster onları tanıyordu ve bu yüzden de susturulması ge­ rekiyordu. Yeryüzünde dokunmak isteyecekleri en son kişisiniz siz." Trevayne'ın yüzü kızarmıştı, hem kızgınlıktan hem de kendi toy­ luğundan. Elbette kendisi 'yeryüzünde dokunmak isteyecekleri en son k i ş i y d i . Kendisini öldürmek acımasız b i r soruşturma, katillerin bulun­ ması için yoğun b i r araştırma başlatırdı. Robert Webster için ise öyle değildi. Bobby Webster herkes için bir sıkıntı k a y n ı ğ ı y d ı , onun katil­ lerini bulmak i ç i n sıkı b i r araştırmaya gidilmezdi. O v a l Salonda ma­ sanın ardında oturan adam i ç i n bile bir sıkıntı kaynağıydı çünkü. " A n l ı y o r u m . Verdiğiniz ders için teşekkür ederim." " B u iş de zaten bundan ibarettir." "O zaman bir açıklama isteyeceğim, efendim." "Elbette," dedi W i l l i a m H i l l Trevayne'dan en uzaktaki koltuğa otururken. Başkan hemen söze k a r ı ş t ı . "Elbette, h a k k ı n ı z b u . A m a beni bağışlayın, önce başka b i r a y r ı c a l ı ğ ı m ı kullanmak i s t i y o r u m . B u n u

397

sizden yaşlı b i r adamın h a k k ı olarak kabul edin. Sonra da devam ede­ riz.... Merak ettiğim bir şey var. Bu toplantıyı neden bu kadar ö n e m l i olarak nitelediniz? Bana yanlış aksettirmedilerse randevu masasına si­ zinle görüşene kadar koridorda yatacağınızı söylemişsiniz neredeyse... Ç o k sıkışık bir sabah programma sizi sıkıştırmak zorunda kalmışlar... Rapor tamamlandı, veda formaliteleri bu kadar öncelik taşıyan şeyler değildir." "Raporu ne zaman açıklayacağınızı bilmiyordum." "Ve bu da sizi ilgilendiriyor, öyle mi?" "Evet, Sayın Başkan." "Neden?" diye sert bir sesle H i l l sordu." Başkanın raporu hasıraltı edeceğini mi sanıyordunuz?" "Hayır.... Rapor tamamlanmış değil." Başkanla B ü y ü k e l ç i birbirlerine bakarlarken birkaç saniyelik b i r sessizlik oldu. Başkan arkasına yaslandı. "Gece geç saaüere kadar o k u ­ dum o n u , Bay Trevayne. Bana tamamlanmış g i b i geldi." "Değildir." "Eksik olan ne?" diye sordu H i l l . "Ya da çıkarılan nedir diye so­ rayım." "Her ikisi de doğru, B a y HiU. Hem eksikleri var hem de çıkarılan yerleri Zamanında doğru karar verdiğime inanarak Genessee Sanayii konusunda ayrıntılı -ve suç teşkil eden- bilgileri çıkarmıştım." Başkan yerinde d o ğ r u l a r a k Trevayne'a b a k t ı . " B u n u neden yaptınız?" "Durumu daha az gürültü koparacak biçimde k o n t r o l altında tuta­ cağıma inanıyordum. Y a n ı l m ı ş ı m . D u r u m açıklanmalı. Tümüyle." Başkan parmaklarıyla hafifçe çenesine vurarak baktı Andrew'e. " İ l k yargılar genellikle geçerlidir. Hele sizin g i b i m a n t ı k l ı bir insan ta­ rafından deri sürülmüşse." "Genessee Sanayii konusundaki yargılarım hatalıydı. Temelsiz olduğu sonradan ortaya çıkan bir fikre kanmıştım." "Bunu lütfen açıklar mısınız?" dedi H i l l . "Elbette. Sorumlu k i ş i l e r i n oradan alınmaya zorlanmasıyla b i r çözüm getirebüeceğime inandırılmıştım -hayır doğru değil b u , k e n d i m i inandırmıştım. Onları oradan çekerek temel nedenler değiştirilebilirdi.

398

O zaman şirket -daha doğrusu sayısı yüzleri aşan şirketier- yeni bir düzenlemeye götürülebüirdi. Yönetimsel olarak yeniden biçimlendireb ü i r ve aynı işi yapan şirketierle aynı düzeye çekilebilirlerdi." " A n l a d ı m , " dedi Başkan. "Yolsuzluk yapanları temizlersen, ardından yolsuzluklar da sona erer ve kaos sona erer. Öyle mi?" "Evet efendim." " A m a sonuçta yolsuzluğa y o l açanlar temizlenmezdi," dedi H i l l Trevayne'la göz göze gelmekten kaçınarak. "Vardığım sonuç buydu." "Bu çözümünüzün Genessee Sanayiini dağıtmakla ortaya çıkacak karışıklığa göre daha i y i b i r y o l olduğunun farkındasınız. Genessee, ülkenin savunma programının başta gelen üreticilerindendir. Böyle bir kuruluşa güvenin kaybedilmesi ulus çapında b ü y ü k etkiler doğurur." Başkan arkasına yaslandı. "İlk düşüncem böyleydi." "Sağlam b i r f i k i r bence." " A m a artık geçerli değil, Sayın Başkan. Bay H i l l ' i n de az önce belirttiği gibi... yolsuzluğa y o l açanlar temizlenmemiş oluyordu." " A m a bunlar kullanılabilir mi?" "Sonuçta, hayır. Bu kişiler yerlerinde ne kadar sağlam otururlarsa denetimi de o derecede daha fazla ele geçirirler. Bunlar kendilerinin uy­ gun görecekleri kişilere, uygun görecekleri zaman devredecekleri b i r temel oluşturuyorlar. Ve kendi somut kavramlarına göre hareket edi­ yorlar. Sadece kendilerinin yerine geçecek bir seçkinler konseyi -akıl almaz e k o n o m i k kaynaklarla korunmuş. Tek çözüm bunların açığa çıkarılmalarıdır. Hemen." "Şu anda siz de kendi somut kavramlarınıza göre konuşmuyor musunuz, Sayın Komisyon Başkanü" Trevayne, H i l l ' i n bu unvanı kullanmasından yineyahatsız olmuş­ tu. "Ben sadece gerçeği söylüyorum," dedi. " K i m i n gerçeği?" diye sordu H i l l . "Gerçeği, Bay HiU." "Raporunuzu verdiğinizde gerçek değildi b u . Gerçek değişti şimdi. Yargınızı değiştirdiniz." " E v e t Çünkü gerçekler b ü i n m i y o r d u o zaman."

399

"Hangi gerçekler? Yoksa bir tek gerçek miydi? Boş bir vaad oldu­ ğunu anladığınız b i r şey i ç i n altkomisyonunuzu lekelediğiniz gerçeği mi? Birleşik Devletler Başkanlığı vaadi için." Andrew'un mide kasları gerilmişti. Başkana baktı. "Biliyordunuz." "Bilmeyeceğimi m i sanmıştınız?" "Gariptir ama bunu pek düşünmemiştim. Aptalca b i r şey olduğu­ nu kabul ediyorum." "Neden? Bana ihanet etmiş değilsiniz k i . Ben sizden b i r iş yap­ manızı istedim; p o l i t i k sadakat istemezdim k i . " " A m a dürüstlük istediniz, Sayın Başkan," dedi H i l l . " K i m i n dürüstlük tanımına göre, Sayın Büyükelçi?" diye Başkan hiç duraksamadan sordu. "Gerçekler ve somut şeyler hakkında sizin kendi sözlerinizi hatırlatmam mı gerekir?... H a y ı r , B a y Trevayne, i y i davranıyor değilim. Ben sadece sizin, kendi anlayışınıza göre, vicdan sahibi bir insan olarak hareket ettiğinize inanıyorum... Bu da i ş i m i k o ­ laylaştırıyor. Benim altkomisyon raporunun dağıtımını önlememin tek nedeni sizin bu ü l k e y i parçalamanıza engel olmak içindi... Genessee Sanayiini ekonominin b ü y ü k bir bölümünü gereksiz yere hırpalamak i ç i n araç olarak k u l l a n m a n ı z ı önlemek i ç i n . Y a z d ı k l a r ı n ı z ı o k u ­ duğumda nasıl bir şaşkınlığa düştüğümü tahmin edebüirsiniz." A n d r e w Trevayne başkanın gözlerinin içine b a k t ı . " B u ç o k alışılmamış bir açıklama, efendim." "Sizin raporunuzda bulduklarımdan daha fazla değil. Ve raporu ala­ cak kurumlara raporu ne zaman teslim edeceğini bildirmemeniz ger­ çeği. Devlet Basımevi ile anlaşma yapmadınız; alışılmış olduğu üzere rapora son şeklini vermeden önce A d a l e t Bakanlığı'na başvurma­ dınız...." " B u adetleri b i l m i y o r d u m ; bilseydim de uyacağım p e k kuşku­ luydu." " A k i m i z çok daha ö n e m l i şeylere takılmıştı sanırım," diye H i l l atddı. "Sayın B ü y ü k e l ç i , i ç e r i g i r d i ğ i m andan b e r i beni sıkıştırmaya çalışıyorsunuz. Bundan hiç hoşlanmıyorum! Ve şimdi de sizden bunu kesmenizi rica ediyorum."

400.

"Başkan benden başka türlüsünü istemedikçe istediğim g i b i konuşacağım, Bay Trevayne." "O zaman i s t i y o r u m , işte B i l i , " dedi Başkan." Bay H i l l selefle­ rimle de bu makama çok yakın b i r i olarak çalışmıştır, Bay Trevayne. Sizin davranışlarınıza benden daha sert olarak bakar." Başkan hafifçe gülümsedi. " B ü y ü k e l ç i p o l i t i k a c ı değildir ve asla da olmayacaktır. O sadece sizin, benim i k i n c i b i r dönem seçilmem i ç i n çalıştığınıza ina­ nıyor. Size şans d i l e r i m ; ama bunu başaracağınızı da sanmam." Trevayne söze başlamadan derin b i r soluk aldı. "Sizin yeniden seçilmek istediğinize bir an büe inansaydı m bunların h i ç b i r i olmaya­ c a k t ı , özür d ü e r i m , çok üzgünüm. Size sözle ifade edebileceğimden çok üzgünüm hem de." Başkanın gülümsemesi k a y b o l d u . H i l l konuşacakken e l i n i kaldırıp susturdu. "Bunu açıklayın, Bay Trevayne." "Bana sizin i k i n c i b i r dönem i ç i n seçime g i r m e y e c e ğ i n i z i söylediler... Bu kararınızdan caymanız söz konusu değdmiş." "Ve siz de buna inandınız." "Konuşmaya g i r i ş i m i n temelinde bu inanç vardı." "Bunun nedenini de söylettiler mi?" "Evet.. Ç o k üzgünüm." Başkan, Trevayne'ın yüzüne bakü. Andrew midesinin bulandığım hissediyordu. Bu i y i insanla göz göze gelmek istemiyordu, ama bun­ dan kaçınamayacağını da biliyordu. "Sağlığım m ı ? " diye sordu Başkan. "Evet" "Kanser mi?" "Ben öyle anladım. Üzgünüm.." * "Buna gerek yok. Yalan b u . " "Evet, Sayın Başkan." "Yalan olduğunu söyledim." "Peki, efendim." , % "Beni anlamıyorsunuz, Bay Trevayne. Yalan dedim. Politik are­ nada kullanılabilecek en basit, en kaba bir yalan." Trevayne masanın ardındaki adamın güçlü yüz hatlarına bakarken ağzı açık kalmıştı. Başkanın gözleri gerçeği söylediğini doğruluyordu. "O zaman aptalın b i r i y i m ben." "Kobalt tedavisinin giderek azalan yaran yerine aptal o l m a y ı yeğlerim ben de.... Partimin başında kampanyaya k a t ı l ı p bu makama

Gizli Devlet - F. 26

401

yeniden gelmektir niyetim. Anlaşıldı m ı ? " "Evet." "Bay Trevayne." H i l l ' i n sesi yumuşamıştı. " L ü t f e n bağışlayın beni. Bu odadaki tep aptal siz değilsiniz." Yaşlı adam gülümsemeye çalıştı. "Sonunculuk i ç i n k ı r a n kırana b i r yarıştayız... İ k i m i z de biraz gülünç olduk aslında." "Size benim ö l ü m i l a n ı m ı k i m okudu?" " İ k i kere okundu. Birincisi Georgetown'da V i l l a düste'de. Oraya kuşkular içinde g i t m i ş t i m - k o m i s y o n raporunu k i m i n satın almaya kalkışacağını merak e d i y o r d u m . A m a kimse böyle b i r şeye kalkışma­ yınca şaşırdım. Hatta beklentilerimin aksi bile o l d u ; oradan dörtte üç aday olarak çıktım." "Sorumu hâlâ...." "Özür d i l e r i m . Senatör A l a n Knapp. Sanırım kendi d e y i m i y l e 'gerçek tarafsız bir ruhla' ş i m d i k i döneminizin sonunda Başkanlıktan ayrılacağınızı b i l d i r d i . Ü l k e n i n yararını her şeyden önde tutuyormuşsunuz." Başkan, Hill'e yarım dönüp baktı. " B u işin arkasını kovalayacak m ı s ı n , Bili?" "Enerjik Senatör a y ı n sonundan önce istifa edecek. B u n u b i r N o e l armağanı olarak kabul edin, Sayın Başkan." "Devam edin, lütfen." "İkincisi N e w York'taydı. W a l d o r f ta. Kendime göre Aaron Green ve lan Hamilton'la açık k a r t oynuyordum... K a z a n d ı ğ ı m ı sandım. O yüzden rapor okuduğunuz biçimde yazıldı. Hamilton i k i n c i bir dönemi sürdürecek kadar yaşamayacağınızı söyledi. Yerinize ya başkan yardım­ cısını ya da New Y o r k V a l i s i n i seçtirecekmişsiniz. Onlar i k i s i n i de k a ­ b u l edemezlermiş." "Çok ileri gitmişler!" dedi H i l l . "Hep öyledir zaten. Onlara dokunma." "Anlıyorum." Trevayne i k i adam arasındaki kısa konuşmayı şaşkınlıkla izle­ mişti. "Sayın Başkan, ben anlamıyorum. B u n u nasıl söyleyebilirsiniz? O adamlar..."

402

"Ona da sıra gelecek, Bay Trevayne," diye Başkan Andrew'un sözünü kesd. "Son bir sorum daha var. Oyuna getirildiğinizi ne zaman öğrendiniz? Ş i m d i tabloyu görünce bu oyunun çok ustaca olduğunu gördüğümü de belirtmeliyim." "Paul Bonner." "Kim?" "Binbaşı Paul Bonner...." "Pentagon'dan," dedi Başkan. "Connecticut'ta evinizde o adamı öldüren mi?" "Evet, efendim. B e n i m hayatımı kurtardı; cinayet suçundan ak­ lanacak. Ondan sonra savaş divanına verilecek; askerlikten atılıyor." "Bunun haksız olduğunu mu düşünüyorsunuz?" " E v e t Binbaşıyla f i k i r l e r i m i z pek uyuşmaz ama..." "Ben durumu gözden geçireceğim," diyen Başkan bir kağıda not aldı. "Bu Bonner size ne söyledi?" Andrew bir an durakladı; söylenenleri eksiksiz dile getirmek is­ tiyordu. "Cooper adında bir tuğgeneral bir bunalım anında kendisine benim Pentagon'tin adayı olduğumu söylemiş. Binbaşının durumu...." Trevayne söyleyeceği sözlerden utanarak duraksadı. "Bonner'in savaş divanında yargılanması Başkanlık müdahalesi ile önlenebilirmiş.... Be­ n i m müdahalemle." "Aman Tanrım," dedi H i l l . "Ve?" "Bundan b i r anlam ç ı k a r a m a d ı m . H a m i l t o n ve Green'le top­ l a n t ı m ı b i r zafer olarak g ö r ü y o r d u m ; onlar yenik düşmüşlerdi. İ k i şeyden e m i n d i m . B i r i n c i s i , onların adayı d e ğ i l d i m ; i k i n c i s i , benim k o ş u l l a r ı m ı kabul ediyorlardı. Çekip gidiyorlardı.... Bonner'in haberi inandığım her şeyle çelişiyordu." * "Ve bunun üzerine Cooper'i çağırdınız," dedi başkan. " E v e t Ve sadece Pentagon'un -Genessee Sanayiinin- adayı o l ­ makla kalmayıp, daha i l k baştan beri bunun böyle olduğunu öğrendim. Silahlı kuvvederin bütün k a y n a k l a n benim seçilememi garantilemek i ç i n kullanılacaktı. İşverenler, işçi sendikalan, askeri seçmenler; Ge­ nessee blok halinde garanti ediyordu bunlan. N e w York'ta yenik düşen yoktu; bir yere gidiyor değillerde. Beni aralanndan atıyorlardı. Adaylığı

403

kazanırsam -ki Tanrı göstermesin hele Başkan seçilirsem- işim ta­ m a m d ı . Bağımsız o l m a k , o n l a r ı o noktada açığa çıkarmak, k e n d i m i açığa çıkarmak olacaktı." " B u noktada da adaylığınız suya düşecek -ya da Tanrı korusunyönetiminize ulusal ve uluslararası güven sıfıra inecekti." diye Başkan Trevayne'm sözünü tamamladı. "Büyük riskleri göze almışlar," dedi H i l l . " B u onların pek yap­ tıkları bir şey değildir." "Başka ne alternatifleri vardı k i , Bili? Satın alamıyorlardı. i k n a edemiyorlardı. Genç dostumuz onlara gitmeseydi, onlar onun ayağına geleceklerdi. Görünürde aynı çözüm olacaktı. E k o n o m i k kaos karşıtı olarak düzenli bir geri çekilme." "Onlar hakkında her şeyi biliyormuşsunuz g i b i konuşuyorsu­ nuz." "Çok şey b i l i y o r u m . A m a her şeyi değil. B i z i m farkında bile o l ­ madığımız konuşmalar geçmiştir aranızda. Sizden tam bir bri-fing rica edeceğiz. Gizli kalmak üzere kuşkusuz." "Gizli mi? Bu bügiler g i z l i olamaz, Sayın Başkan. Kamuoyuna açıklanmalı." "Yirmi dört saat önce öyle düşünmüyordunuz." "Koşullar aynı değildi." "Raporu okudum ve çok tatmin edici buldum." "Tatmin edici değil. D ü n gece Goddard adında bir adamla beş saat geçirdim " "Genessee. San Francisco B ö l ü m ü Başkanı," dedi H i l l masanın ardındaki adamın bakışları kendisine çevrilince. "San Francisco'dan Genessee'ye ait dört çanta dolusu belgeyle ayrılmış. Daha önce duymadığımız şeyler var içinde." " B u n l a r ı b r i f i n g d e anlatacağınızdan e m i n i m . Rapor v e r i l d i ğ i şekliyle kalacak." "Hayır! Olamaz! Bunu kabul edemem!" "Kabul edeceksiniz!" Başkanın sesi Trevayne'ınki kadar sert çıkmıştı. "Bu makamın kararı olduğu için kabul edeceksiniz!" "Bu karan zorla kabul ettiremezsiniz bana!" "Bundan o kadar emin olmayın. Raporu bu makama resmen ver­ diniz. A l t ı n d a imzanız var. Şu anda elimizde mühürleri bile sökülme-

404

miş dört kopya var. Bu bir tek raporun gerçek olmadığını- üzerinde oy­ nandığını- altkomisyon başkanının p o l i t i k h ı r s l a n y l a biçimlendiğini açıklayarak bunları geri istemek çok ciddi konuların ortaya atılmasına neden olur. Sizin bunları geri istemenize çok göz y u m m a k benim yönetimimi de kuşku altında bırakır. Düşmanlarımız değişiklikleri b i ­ z i m istediğimizi i d d i a ederler. B u n a izin veremem. Bu makamın her gün hem iç hem dış sorunları vardır; sizin emelleriniz saptırıldı diye b i z i m bu alanlardaki etkinliğimizi tehlikeye atamazsınız. Bu noktada her türlü kuşkudan uzak olmalıyız." Trevayne'm sesinden şaşkınlığı b e l l i o l u y o r d u . Sesi güçlükle duyuluyordu. " A m a bu tam onların söyleyeceği şeyler." "İşime yarayacaksa başkasının stratejisini çalmaktan hiç gocun­ mam." "Peki k a l k ı p da b u n u gerçek o l m a d ı ğ ı n ı , henüz tamamlan­ madığım söylersem?" "Bunun sizi ve ailenizi gülünç duruma düşürmesinden başka ne yararı o l a b i l i r , size k i m inanır?" dedi H i l l . " D ü n sabah o raporu gönderdiğinizde inanırlığınızı sattınız. Şimdi bunun yerine b i r ikincisi­ ni mi geçirmek istiyorsunuz? B e l k i bir üçüncüsü de olabilir -eğer b i r g r u p p o l i t i k a c ı sizi v a l i l i k i ç i n desteklerse. Hatta b i r dördüncüsü, beşincisi de olabilir... başka makamlar, başka mevkiler.... Esnek k o ­ misyon başkanımız nerede duracak? Acaba kaç tane rapor var elinde?" "Başka insanların fikirlerine aldırmam ben. Bunu daha i l k baştan beri söyledim. Benim ne kaybedecek ne de kazanacak bir şeyim yok." "İş gören, k a t k ı l a r ı olan b i r insanın etkinliğinden başka," dedi Başkan. "Bunsuz yaşayamazsınız, Bay Trevayne. Sizin yeteneklerinize sahip b i r i bu olmadan yaşayamaz. Ve bu da sizin elinizden alınacaktır; sizin g i b i insanların toplumundan tecrit edileceksiniz» B i r daha size hiç güvenümeyecek. Bu yaşantıya dayanacağınızı sanmıyorum. Hepimizin b i r şeye ihtiyacımız vardır; hiçbirimiz tam olarak kendi kendimize ye­ terli değdiz." Başkanın gözlerinden gözlerini ayırmamış olan Trevayne adamın sözlerindeki gerçeği anlamıştı. "Bunu yapar mısınız?" "Kesinlikle."

405

"Neden?" "Çünkü benim de önceliklerim vardır. Ç o k basit, Genessee Sa­ n a y i i n e ihtiyacım var." "Hayır!.. Hayır, bunu kastediyor olamazsınız. Onun ne olduğunu biliyorsunuz!" " B i r görevi yerine getirdiğini b i l i y o r u m . K o n t r o l edilebileceğini b i l i y o r u m . Bütün bilmem gereken de budur." "Bugün. B e l k i yarın. A m a birkaç y ı l a kadar değil. Genessee y ı k ı ­ ma hazırlanıyor." "Bunu başaramayacak." "Bunu garanti edemezsiniz." Başkan birden elini koltuğunun kenarına vurarak ayağa k a l k t ı . "Kimse hiçbir şeyi garanti edemez. Bu odaya her girdiğimde rizikolar vardır; her çıktığımda da tehlikeler... B e n i i y i dinle, Trevayne. Ben bu ülkenin kendi halkının ve insanlığın i y i duygularına hizmet edebilme yeteneğine içtenlikle i n a n ı r ı m . B u i y i l i ğ e hizmette genellikle i y i o l ­ mayan düzenlemeler olacağını bilecek kadar da pratik bir insanım.... Bu sizi şaşırttı mı? Şaşırtmamalı ama. B ü t ü n silahların sabana dön­ meyeceğini b i l i r s i n i z herhalde; K a b i l H a b ü ' i öldürecektir; ü l k e y i çekirge sürüleri saracaktır, ve ezilenler öteki dünyanın nimederini bek­ lemekten bıkacaklardır. Burada bir şeyler istiyor onlar! Ve sizin hoşu­ nuza gitse de gitmese de -benim hoşuma gitse de, gitmese de- Genes­ see Sanayii bu şeyler konusunda b i r şeyler yapmaktadır!.. Ben bunu b i r tehdit olarak g ö r m ü y o r u m . Denetim altına alınabilir ve alınacaktır da. Kullanüacaktır, Bay Trevayne. Kullanüacaktır." Trevayne'ın yüzündeki dehşeti gören H i l l , merhamede bir sesle, "Her an yeni bir çözüm aranmaktadır," dedi. "Size bunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? Çözüm aramadadır. Genessee Sanayii g i b i kuru­ luşlara bu sürekli olarak uygulanmaktadır. Başkan haklıdır." " H a k l ı değil," dedi A n d r e w , masanın ardında duran adama baka­ rak. " B u bir çözüm değil; teslim olmak b u . " "Kullanılabilir bir s t r a t e j i . " Başkan oturdu. " B i z i m sistemimize de çok uygun." "O zaman sistem yanlış demek." "Belki." Başkan önündeki kağıüara uzandı." Bu tür spekülasyon-

406

larla uğraşacak zamanım olmadı." "Bunu yapmanız gerektiğine inanıyor musunuz?" "Hayır." Başkan elindeki kağıttan başını kaldırdı. " Ü l k e y i yönet­ mem gerek." "Aman Tanrım..." " A h l a k i öfkenizi başka yerlere taşıyın, Bay Trevayne. Zaman. Benim işim zamanla. Raporunuz olduğu gibi kalacak." Başkan sonradan aklına gelmiş g i b i kağıdı b ı r a k ı p e l i n i uzattı Andrew ayağa kalkarken. Trevayna adamın gözleri g i b i kıpırtısız duran ele baktı. A m a sıkmadı.

52 Paul Bonner mahkeme salonunda Trevayne'ı aranıyordu. Salon çok kalabalıktı, herkes yüksek sesle konuşuyor, gazeteciler beyanat is­ tiyorlar, her yanda flaşlar sessisce patlıyordu. Sabah oturumunda A n d ­ r e w oradaydı. Paul onun j ü r i n i n erken bir karar verip vermeyeceğini beklememesine şaşmıştı. Jüri gerçekten de çabuk karar verdi. B i r saat beş dakikada. Beraat * Bonner zaten pek kaygılı değildi. Mahkeme devam ettikçe kendi askeri avukatının Trevayne'ın kibar ve taş kadar sert N e w Y o r k l u avu­ katlarının yardımı olmadan da işi kıvırabileceğim anlamıştı. Ancak avu­ katların oluşturduğu k o l e k t i f görüntüyü inkâr etmek de olanaksızdı. T a m bir saygınlık gösterisiydüer, De Spadante ya da yardımcılarından her söz edişlerinde seslerindeki tiksinti seziliyordu. O kadar başarı­ l ı y d ı l a r k i , yurdunun k u r u m l a r ı n ı korumak uğruna yıllarca vahşi or­ manlarda hayatım tehlikeye atmış profesyonel askerle para ve şeref için aynı kurumların kanını emenler arasında bir kıyaslama yaptıklarında j ü r i n i n pek çok ö n e m l i üyesi o l u m l u b i r tavırla başlarını sallamış­ lardı. Trevayne görünürlerde yoktu.

407

Paul Bonner kalabalığı yararak kapıya doğru yürüdü. Kendisine bağıranlara minnettar b i r gülümsemeyle bakıyor, sonra konuşacağını söylüyor ve hukuk düzenine olan inancım uygun sözcüklerle dile geti­ riyordu. Bomboş sözcükler, i ç i n d e k i k o r k u n ç b i l g i y l e tam b i r ç e l i ş k i oluşturuyordu. B i r aydan kısa bir sürede askeri uyuşmazlığın tüm öfke­ sini hissedecekti. O mücadaleyi kazanamazdı. Savaşın sonu şimdiden belirlenmişti. Mahkeme kapısında kendisini kışla hapsinde tutulduğu A r l i n g ton'a götürecek olan kahverengi araba ile ü n i f o r m a l ı nöbetçilerini arandı. Onlar da görünürlerde yoktu. Araba park edeceği söylenen yerde değildi. Onun yerine çakı g i b i b i r başçavuş yaklaştı yanına. "Lütfen beni i z l e y i n , Binbaşım." K a l d ı r ı m ı n kenarındaki o t o m o b i l önünde her b i r i bir tarafta o l ­ mak üzere i k i flama taşıyan kahverengi metalik b o y a l ı bir arabaydı. Flamalar aralık rüzgarında hafifçe dalgalanıyordu. K ı r m ı z ı zemin üs­ tünde dört alün yıldızı gösterecek kadar. Başçavuş arka sağ k a p ı y ı açarken gazeteciler ve foto muhabirleri de çevresini sarmışlardı. Paul arabadaki generalin k i m l i ğ i n i düşünmedi büe. Gazeteciler heyecanlı seslerle bağıra bağıra söylemişlerdi admı. Amerika Birleşik Devlederi Genelkurmay Başkanı. Bonner içeri girip yanına oturduğunda General hiçbir hareket yap­ m a d ı . Sürücüyü arkadaki, Ç o k Ö n e m l i Yolculardan, ayıran cam b ö l ­ meden ayıramamıştı gözlerini. Başçavuş kapıyı kapattıktan sonra arabanın önünde dolanıp direk­ siyona geçti. Araba yola k o y u l d u , sürücü y o l açmak için sürekli k o r n a çalıyordu. " B u küçük sahne emir üzerine düzenlendi, Binbaşı. U m a r ı m tak­ tir edersiniz." General sert b i r sesle, Bonner'e bakmadan konuşmuştu. "Bundan hoşnut değümişsiniz g i b i konuşuyorsunuz, efendim." General aniden Bonner'e b a k ü , sonra yine aynı hızla çevirdi başı­ n ı . Kapının içindeki cepten büyükçe b i r zarf ç ı k a r d ı . " A l d ı ğ ı m i k i n c i emir bunu size kendi elimle vermemdi. Bu da benim için aynı derecede hoşnutsuzluk verici bir şeydir."

408

Bonner zarfı şaşkın bir halde alırkan b e l l i belirsiz b i r teşekkür etti. Z a r f ı n üst köşesinden, içindekinin Genelkurmay Başkanlığından değil de Ordu Bakanlığindan geldiğini gösteriyordu. Zarfta Beyaz Sa­ ray'dan gelen bir mektubun kopyası vardı. Ordu Bakanına yazılmış ve Birleşik Devleder Başkam tarafından imzalanmış. Mektubun d i l i kesin ve aksiydi, yazarın öfkesinin hatta belki de düşmanlığının derecesi dışında yorumu gerektirmeyecek kadar. Başkan, Ordu Bakanına Binbaşı Paul Bonner aleyhinde yapılması düşünülen suçlamaların derhal düşürülmesini istiyordu. Sözü geçen Binbaşı Paul Bonner derhal albaylığa yükseltilecek ve b i r ay içinde yüksek düzey strateji e ğ i t i m i görmek üzere Harp A k a d e m i s i n e alına­ caktı. Harb Akadamesini de bitirince -ki bunun için altı ay öngürtilüyordu- A l b a y Boner Genelkurmay Başkanlığı bağlantı subaylığına ge­ tirilecekti. Paul Bonner mektubu zarfına k o y u p sessizce oturdu Generalin yanında Gözlerini kapatarak olayların garipliğini düşündü. A m a kendisi baştan beri hatalıydı. Önemli olan da buydu. Çalışmaya devam şimdi. Kunduzlar ne bilirlerdi ki? Y i n e de garip b i r sıkıntı y a r d ı içinde; nedenini bilemediği b i r sıkıntı. B e l k i de terlimden. B i r değil i k i rütbe. Buz tutmuş Connecti­ cut yamacında verilen, kan ve ölümle son bulan b i r söze insanı ra­ hatsız edecek kadar yakın. A m a bunun üstünde durmayacaktı. B i r profesyoneldi o. Gün profesyonellerin günüydü.

*** l a n H a m i l t o n köpeğinin ıslak tüylerini okşadı. İ r i köpek bir dal parçası ya da bir taş almak için karlar arasında koşuyor, sonra da sahi­ bine getiriyordu. Ç o k tatmin edici b i r Pazar sabahı, diye düşünüyordu Hamilton. On gün önce Pazar yürüyüşleri yapacağından hiç emin değüdi, en azın­ dan Michigan Gölü kıyılarında. / Hepsi değişmişti artık, k o r k u gitmişti, ve b ü y ü k başarıyla bir-

409

likte duyulan o sakin sevinç almıştı yerini. Ne garipti ama! K o r k t u ğ u tek k i ş i , kendilerini y o k etme gücüne sahip tek adam kendini satranç tahtasından kaldırıp atmıştı. Ya da k a l d ı r ı l ı p atılmıştı. Her i k i durumda da kendisinin doğru olduğunda ısrar ettiği hare­ ket y o l u kanıtlanmış o l u y o r d u . A a r o n Green neredeyse y ı k ı l a c a k t ı ; Armbruster erken emeklilikten söz etmeye başlamıştı; -zavallı, hayali dar Cooper- k o r k u teriyle sırılsıklam olmuş üniformasıyla Vermont te­ pelerine kaçmıştı. A m a kendisi, l a n H a m i l t o n , ataları Cambusquith l o r d l a n olan Hamilton, sapasağlam durmuştu olduğu yerde. Aslında kendini güvencede hissetmişti. Diğerlerinden daha fazla. A n d r e w Trevayne'm 'kısaltılmış' raporunun ortaya çıkmasını bekle­ mekten başka işleri o l m a d ı ğ ı n ı b i l i y o r d u ç ü n k ü . O iş bir kere oldu m u , raporun aslını sunma kararını k i m v e r d i r e b ü i r d i ona? Trevayne kendi verdiği ödünün tuzağına düşmüş olacaktı ve hükümetin dengeye olan ihtiyacının. W i l l i a m H i l l bu kadarını kabul etmiş sayılabilirdi. K o c a B i l l y . H a m i l t o n H i l l ' i n Genessee Sanayii'nin gelişmesinde -farkında olmadan elbette- oynadığı büyük r o l ü b i l i p b i l m e d i ğ i n i dü­ şündü. B i l s e y d i intihar ederdi hiç kuşkusuz. A m a gerçekti b u ; B ü ­ yükelçi W i l l i a m H i l l şirketin gelişmesinden b ü y ü k b i r ölçüde sorum­ l u y d u . H a m i l t o n Washington yıllarında çok yakından izlemişti K o c a B i l l y ' y i . Her i k i s i de başkanlara danışmanlık yapmışlardı. H i l l kendi­ sinden çok yaşlıydı. K o c a B i l l y ' n i n sözlerinin tutanaklardan silindiğine pek çok kere tanık o l m u ş t u . U-2 bunalımında H i l l ' i n Eisenhower'e tavsiyesi dikkate a l ı n m a d ı ğ ı i ç i n zirve toplantısından vazgeçilmişti. N c N a m a r a K e n n e d y ' y i H i l l ' i n B e r l i n konusundaki düşüncelerinin yanlış olduğuna inandırdığında H a m i l t o n acımıştı yaşlı adama. Hele W i l l i a m H i l l ' i n tüm itirazına rağmen Pentagon'un N i x o n ' u Kamboç­ ya'ya müdahalenin gerekliliğine inandırdığında H a m i l t o n , sanki sözü dinlenmeyen kendisiymiş g i b i i r k i l m i ş t i . Ve Ian H a m i l t o n , birkaç y ı l sonra y e r i n i alabileceği b i r insanı gözlemekte olduğunu anlamıştı. Kabul edüemez b i r şeydi bu.

410

Alternatifi ise Genessee Sanayii'nin gücü ve e t k i n l i ğ i y d i . Onun üzerinde yoğunlaştırmıştı çalışmasını. Herkesin i y i l i ğ i için. Köpek şimdi devrilmiş b i r kütükten b i r dal koparmaya çalışıyor­ du. Hamilton eğilip kopardı dalı. Bunun için epey güç gerekmişti ama soluk alması büe değişmiş değüdi. Koca B i l l y . K o c a B i l l y Chicago'ya gelmişti - A m e r i k a B i r l e ş i k D e v l e ü e r i Başkanının özel temsilcisi olarak. Palmer House'un b i r dairesinde başbaşa konuşmuşlardı. Tartışılacak ortak i l g i alanları vardı. Ortak i l g i . Başkan kendisini görmek istiyordu. Kendisiyle Washington'da görüşmek istiyordu. B i r anlaşmaya varılacaktı. Köpeği başka bir dal daha bulmuştu. A m a bu diğerlerinden deği­ ş i k t i ; kabuğun beyaz gövdeden a y r ı l d ı ğ ı yerde birkaç sivri uç vardı. Köpek inliyordu; lan Hamilton hayvanın ağzından kan sızdığım gördü.

*** Sam Vicarson doldurup kapattığı karton kutunun üstünde oturup boş odaya b a k t ı . A l t k o m i s y o n daireye yerleşirken orada olan divan dışında hiçbir şey kalmamıştı. Taşıyıcıların işleri bitmişti. İskemleler, k o l t u k l a r , dosya dolapları, masalar artık işlevlerini bitirince nereye kaldınlırlarsa oraya götürülmüşlerdi. Kendisini ilgilendiren karton kutulardı. Trevayne onların kapa­ t ı l ı p kamyona yüklenmesine nezaret etmesini söylemişti. K a m y o n l a Trevayne'ın Connecticut'taki evine götürüleceklerdi. Bunu neden istemişti acaba? * K i m isterdi onları? \, Şantajcılar belki de. A m a bunlar önemli dosyalar değüdi k i . Genessee dosyalan. Onlar çoktan T a w n i n g Springs'deki evin bodrumundan alınmış­ lar, tahta sandıklara yerleştirilip ve nöbetçi eşliğinde Beyaz Saray'ın yeraltı depolarına götürülmüşlerdi.

411

Oyunbozanlık. Trevayne oyunbozanlık etmişti; hepsi de etmişlerdi. Trevayne oyunbozanlık etmediğini söylemeye çalışmıştı; karar­ ların 'daha i y i ' alındığını söylemişti. Trevayne bu tür sözleri 'yirminci y ü z y d hastalığı belirtisi' olarak nitelediğini unutmuştu galiba. Oyunbozanlık. B i r ay önce inanmazdı buna. B ö y l e b i r şeyin m ü m k ü n olacağını düşünemezdi. Ve lanet olsun, b i r insan -genç bir insan- kendini gözetmek zo­ rundaydı. Elinde seçenekler v a r d ı ; hem de ne seçenekler! Trevayne N e w York'un en üst avukatlık bürolarından teklifler almasını sağlamıştı. Walter Madison'unki de bunların arasıydaydı. Ve W a l d o r f da kendisin­ den etkilenmiş gibi davranan Aaron Green reklam şirketinin hukuk b ü ­ rosunun başı olarak haftaya işe başlayabileceğini söylemişti. A m a hepsinden i y i s i burada, Washington'daydi. Smythe adında b i r i , Beyaz Saray kadrosunun başı. B i r açık kadro varmış. B i r insanın özgeçmişinde Beyaz Saray sözcüğünden daha i y i ne olabüirdi?

*** James Goddard k i r a l ı k odanın incecik şdteli sert yatağında o t u ­ ruyordu. İ l k e l bir teypten bir Uzakdoğu çalgısı -belki de sitar- sesi ge­ liyordu bir yerlerden. Çalanların uyuşturucu aldıklarını büiyordu. Goddard ayyaş d e ğ i l d i , ama sarhoş olmuştu. Çok sarhoş. Pis b i r barda, sabah erkenden pis işlerine gitmeden önce -eğer işleri varsa- o tek i ç k i y i içme gereğini duyan donuk g ö z l ü sefil ayyaşlar i ç i n açık olan yerde. Ç o k değerli dört evrak çantasıyla arkalarında b i r bölmede otur­ muş ve arka arkaya içmişti. Bardaki herkesten i y i y d i -hepsi görebilirlerdi bunu. Ve i y i olduğu için de pis barmen kendisine daha bir y a k ı n l ı k göstermişti. Sonra bar müşterilerinin b i r k ı s m ı da yanına gelip saygılı davranmışlardı k e n d i -

412

sine. O pis insanlara i ç k i ısmarlamıştı. A s l ı n d a seçeneği y o k t u ; bar­ men yüz d o l a n bozamayacağını söyleyince en doğal şey onunla bir şeyler almaktı. Pis barmene bir kadına karşı olmadığım söylemişti. Hayır, kadın değil, genç bir kız. Kocaman memeli, ince ve sert bacaklı bir kız. Sar­ k ı k m e m e l i , şişman bacaklı ve durmadan halinden yakınan bir kadın değil. Genç k ı z ı n i r i memeleri ve ince bacaklan olması ç o k önemliydi -bir de, eğer konuşacaksa, hoş d i l l i olmalıydı. Pis ö n l ü k l ü pis parmen birkaç genç k ı z b u l m u ş t u kendisine. Seçmesi için oturduğu bölmeye getirmişti. Goddard bluzunun düğme­ lerini açıp i r i ve sivri memelerini göstereni seçmişti. K ı z gerçekten de bluzunu açmış memelerini sutyeninin üstünden çıkarmış ve g ü l ü m semişti kendisine! Konuştuğu zaman da sesi yumuşacık, neredeyse şarkı okur gibiy­ di. Acele paraya ihtiyacı vardı; Goddard bunun nedenini bilmiyordu. K ı z eğer parası olursa sakinleşeceğini ve kendisine hayatında unuta­ mayacağı şeyler yapacağım söylemişti. Goddard kendisine para verirse onu Washington'un eski, sakin kesiminde eski bir eve götürecekti, Goddard orada istediği kadar kalabi­ l i r ve kimse bulamazdı onu orada. K ı z yanma oturmuş e l i n i bacaklarının arasına sokup organını tutmuştu. K a n s ı asla böyle b i r şey yapmış değildi. Ve k ı z ı n sesi yumuşa­ c ı k t ı ; son y i r m i beş yddır katlanmak zorunda kaldığı o acı düşmanlık­ tan eser yoktu. K a b u l etmiş, k ı z a parayı göstermişti, vermemiş, sadece göster­ mişti. Boşuna Genessee'nin "kilit taşı' dememişlerdi ona. Ancak genç ve i r i memeli k ı z l a çıkmadan önce pis barmenden saün alacağı bir şey daha vardı. Pis barmen önce duraksamıştı ama James Goddard i k i n c i bir yüz dolarlığı çıkardığında kaybolmuştu duraksaması. Eski V i c t o r i a tipi k ı z ı n da tam söylediği g i b i y d i . Kendisine bir oda vermişlerdi; çantalan kimseye vermemiş, kendisi taşımışü.

413

K ı z sakinleşince gelmişti odasına. Ve Goddard işini bitirdiğinde y i r m i beş yılda duymadığı b i r padamayla boşalmıştı. K ı z gidince d i n ­ lenmişti. Şimdi dinlenmesi de b i t m i ş t i . Yatağın -öyle anılan olan yatağınüstünde oturmuş pis masanm üstündeki dört evrak çantasına bakıyor­ d u . Dizlerine kadar uzanan çorapları dışında ç ı n l ç ı p l a k olarak kalkıp masaya yürüdü. Pis barmenden aldığı son şeyin hangisinde olduğunu çok i y i b i l i y o r d u . Üstten ikincisinde. Önce üstteki çantayı k a l d ı n p yere k o y d u . Sonra ikincisini açtı. K a r d a n n ve kağıdann üstünde bir tabanca vardı.

53 Başlamıştı sonunda. Bu kadersiz ü l k e , gezegenin bu M a h ş e r i , en b ü y ü k i y i n i n en büyük kötüye dönüştüğü dakikaya kadar açgözlülerin kendilerini yiye­ rek beslendikleri bu iktidar olmanın lanetine uğramış ada. Ve ç ı l g ı n l ı k , bir tek dehşet eylemiyle bir anda, insanı kahrederek kendini göstermişti. Andrew Trevayne denize bakan büyük pencerenin önündeki masa­ da otururken tir tir titriyordu. Okyanusun üzerinden insanı kör ederce­ sine parlak olarak yansıyan sabah güneşi sabahın görkemini değil, kor­ kunç bir kehaneti ilan eder g i b i y d i . Hiç sona ermeyecek bir cehennem gündüzü. Trevayne bakışlannı zorla gazeteye k a y d ı r d ı . N e w Y o k Times'in sayfasına boydan boya bir manşet atılmıştı: BAŞKAN ÖLDÜRÜLDÜ BÎR İ Ş A D A M I T A R A F I N D A N BEYAZ SARAY ÖNÜNDE VURULDU Başkanın saat 17:31'de öldüğü bildirildi. K a t i l intihar e t t i ; James Goddard'in Genessee S a n a y i i n i n San Francisco bölümü başkanı olduğu belirlendi.

414

Başkan Yardımcısı saat 19'da yemim ederek göreve başladı. Kabine Toplantıya Çağırıldı. Kongre Toplanıyor. Eylem gülünç deredece basitti. Başkan gazetecilere Beyaz Saray bahçesindeki N o e l süslemelerini gösteriyordu. T a m o sırada Beyaz Sa­ ray turunu bitirmiş olan turistleri görünce mevsimin ruhuna uygun ola­ rak yanlarına gidip selamlamıştı. Rehberler James Goddard'ın turisderin arasında olduğunu hatırlıyorlardı. Son birkaç gün içinde Goddard sık sık Beyaz Saray turunu yapmıştı. M u d u Noeller, Sayın Başkan. îç sayfalarda Goddar'ın biyografisi veriliyor ve bu vahşet konu­ sunda yorumlar deri sürülüyordu. Baş sayfanın sağ alt köşesindeki haberin iğrençliğini görünce Trevayne gözlerine inanamadı. GENESSEE'DEKİ

TEPKİ

San Francisço.18 Aralık- Ü l k e n i n her yanında bütün gece boyunca üst düzey Genessee yöneticileri özel uçaklarla kente gelmişlerdir. Yönetici Personel Washington'da dün yer alan trajik olayların ardındaki esrarı çözmek için sürekli toplantılar yapmaktadırlar. Bu toplantıların birinden çıkan önemli bir sonuç, şirketin merkezi olarak kabul edilen San Francisco B ö l ü m ü sözcülüğünü L o u i s Riggs'in üsdenmesi olmuştur. B i r Vietnam gazisi olan Riggs, Goddard'ın baş yardımcısı ve yüksek düzey muhasebecisi olan genç bir ekonomisttir. İ y i haber alan kaynakların belirttiğine göre Riggs haftalardır amirinin kararsız davranışları konusunda kaygılanmaktaydı. Genç adamın bu kaygılarım bir dizi giz­ li yazıyla üst düzey yöneticilerine aktardığı söylenmektedir. Riggs'in yeni yemin eden Başkanla görüşmek üzere Washington'a gideceği açıklanmıştır. Başlamıştı. Ve Andrew Trevayne bunun devamına izin veremezdi. Istıraplı

415

sesini yükseltmeden, millete bu durumu açıklamadan bu felaketin de vamına tanık olamazdı. A n c a k m i l l e t panik i ç i n d e y d i ; dünya panik içindeydi. K e n d i ıstırabıyla bu isteriyi daha da arturamazdı. Bu kadarını biliyordu. K a r ı s ı g i b i , çocukları g i b i b i r tepki gösteremeyeceğini de b i l i ­ yordu. Yarının kayıp ve şaşkın bekçileri.

*** Haberi i l k getiren k ı z ı olmuştu. Çocukların i k i s i de tatil nede­ n i y l e evdeydüer ve o sırada i k i s i de a y n ayrı dışarı çıkmışlardı. Pam N o e l alışverişi yapacaktı, Steve de kendi yaşıdanyla buluşacak, kolej­ deki i l k yıllarını konuşacaklardı. A n d y ile Phyllis aşağıdaki çalışma odasında Ocak ayında bir tatile çıkma planlan yapıyorlardı. Phyllis Karayiplere gitmek istiyordu; A n d y gününü sevgüi ok­ yanusu üstünde yelken açarak geçirir, ı l ı k rüzgarların öfkesini ve acı­ sını çekip almasını sağlardı. St. Martin'de bit ev tutarlar, herkesin d i ­ linde dolaşan servederinin bir kısmıyla yaralannı sararlardı. Oda kapısı aralıktı, evde sadece Lillian'ın b i r yerleri temizlediği elektirik süpürgesinin homurtusu duyuluyordu. Ön kapının şiddede açıldığım, hıçkırıklar arasında yardım çığlık­ larım duydular. Anne ve babaya çağn. B i r i s i için. Odadan bir anda fırladılar, merdivenleri üçer üçer atlayarak çıktılar ve k ı z l a n m holde hüngür hüngür ağlarken buldular. Gözleri k o r k u do­ luydu. "Pam! Tann aşkına! Ne oldu?" "Tanrım! Tanrım! Bilmiyor musunuz?" "Bümekmi?" "Radyoyu açın. Birine telefon edin. Öldürüldü!" "Kim?" "Başkan öldürüldü! Öldürüldü!" "Aman Tanrım!" Pamela Trevayne ç ı ğ d ı k çığlığa bağınyordu.

416

Andrew karısına uzandı. Sorular ıstırap ve kişisel k o r k u y l a dile getirilemeyecek kadar açıktı. "Neden? Neden? " Pamela Trevayne çığlık çığlığa bağırıyordu. Andrew karısını bıraktı, k ı z ı n ı n yanına gitmesini söyledi. Kendi­ si hızla oturma odasındaki telefona yürüdü. Korkunç olayı b i r kere daha anlatmak dışında kimsenin söyleye­ bileceği b i r şey y o k t u . Washington'da b i l d i ğ i bütün özel numaralar meşguldü. Meşgul olmayan birkaçının ise kendine ayıracak zamanlan yoktu. Birleşik Devleder hükümeti işlevini yerine getirmek, her ne pa­ hasına olursa olsun davamldığını garantiye almak zorundaydı. Televizyon ve radyo istasyonlan normal yayınlannı kesmişler, durmadan olayı tekrarlıyorlardı. Bazı haber spikerleri açıkça ağlarken, diğerleri geniş ve suskun izleyicilerini neredeyse suçlayacak bir öfkeyi dışa vuruyorlardı. B i r k ı s ı m i k i n c i sınıf politikacı, üçüncü sınıf gazete­ ci ve bir i k i ukala profesör rastlantı sonucu 'stüdyoda' ya da 'telefonun öteki ucunda bulunmaktaydılar. Bunlar kendilerini reklam etmek i ç i n , bu kanşıklık anında her şeye inanmaya hazır kamuoyuna anlamaz yorumlannı sunmaklaydılar. Trevayne evin çeşidi odalanndaki televizyonlann hepsinde en az sorumsuz olarak b i l d i ğ i b i r istasyonu açtı. Phylllis'i b u l m a y ı umarak Pam'ın odasına ç ı k t ı . A m a k a n s ı orada değildi. Pam Lillian'la k o n u ­ şuyordu; hizmetçi kadın ağlıyor, genç kız ise onu avuturken yavaş yavaş kendini toparlıyordu. Andrew k ı z ı n ı n oda kapısını kapatıp kendi odalanna g i t t i . K a n s ı pencere yanında denizden yansıyan ışıkta oturuyordu. Hava kararmaktaydı. Andrew gidip k i m s i n i n iskemlesi yanında diz çöktü. Phyllis k o ­ casına baktı. Trevayne o an, onun kendisinin ne yapacağını kendisin­ den önce bildiğini anladı. Ve kansı korkuyordu. ,

*** Steven Trevayne şöminenin yanındaydı, elleri külden kapkara kesdmişti. K i m s e ş ö m i n e y i y a k m a y ı düşünmemişti ve buna s ı k ı l m ı ş

Gizli Devlet - F. 27

417

görünüyordu. Y a n yanmış k ü t ü k l e r i n altına sürdüğü çıralan yakmak için uğraşıyordu. Odada yalnızdı. Arasıra sesi pek hafife i n d i r i l m i ş olan televizyo­ na bakıyordu. Birleşik Devletler Başkan Yardımcısı az önce e l i n i İncil'den kal­ dırmıştı. Şu anda dünyanın en güçlü insanıydı. Başkandı. Yaşlı bir adam. Hepsi yaşlıydılar. Y ı l l a n , doğum tarihleri ö n e m l i değüdi. Yaşlı insanlar, yorgun insanlar, üçkağıtçılar. "Ateşi yakmak i y i bir f i k i r d i , " dedi odaya giren Andrew. " ö y l e . " Çocuk başını k a l d ı r m a m ı ş , yüzünü alevlere çevirmişti. Sonra birden doğrulup koridora doğru yürüdü. "Nereye gidiyorsun?" "Dışan. Sence b i r sakıncası var mı?" "Elbette y o k . H i ç b i r şey yapmama zamanı ş i m d i . B e l k i de d ü ­ şünmenin dışında." "Lütfen şimdi buna başlama, baba." "Çocukluktan vazgeçersen başlamam. A k s i l i ğ i de bırak. Sembo­ l i k bile olsa tetiği ben çekmedim." Oğlan durup babasına b a k t ı . "Senin ç e k m e d i ğ i n i b i l i y o r u m . A m a belki de sen çekseydin daha i y i olurdu...." "Bunu çok ç i r k i n bir söz olarak kabul ediyorum." "... sembolik olsa büe.... T a n n aşkına, demek bir şey yapardın!" "Sen ne dediğini bümiyorsun." "Sen oradaydın, baba! A y l a r d ı r oradaydın. Ne yaptın, baba? Ne?.. A m a b i r i bir şeyler yapmayı düşündü. Berbat, lanet, pis b i r şey yaptı ve şimdi herkes bunun bedelini ödeyecek!" " B u eylemi onaylıyor musun?" diye bağırdı Trevayne. Kafası karmakarışıktı. O ğ l a n ı n odadan ç ı k m a s ı n ı i s t i y o r d u . Hemen. K o ş a koşa. "Bundan rahatsız olmuşsa, bu cinayetin senin alanında işlenmiş olmasındandır," dedi Steve. "Bir manyaktı o. Tek başına b i r olay b u . Haksızlık ediyorsun." "Düne kadar kimse ö y l e düşünmüyordu ama. K i m s e n i n onun hakkında dosyası yoktu; o kimsenin listesinde değüdi. Kimse onu dur-

418

durmamıştı; lanet mekanizmasını kurması i ç i n m i l y o n l a r üstüne m i l ­ yonlar verilmişti." "Saçma b u . Sen b i r ç ı l g ı n l ı k eyleminden b i r yafta çıkarmaya ça­ lışıyorsun. K a f a n ı k u l l a n , Steve." Çocuk sustu; sessizliği acı ve şaşkınlığının sessizliğiydi. "Belki de bu anda a n l a m l ı olan tek şey yaftalar, baba... Ve sen kaybettin, baba. Üzgünüm." "Neden? Neden kaybetmişim?" "Çünkü senin -ya da senin g i b i b i r i n i n - bunu durdurabileceğini aklımdan silip atamıyorum." "Doğru değü b u . " "O zaman artık geriye b i r şey kalmadı demek. Sen haklıysan." Steven Trevayne k ö m ü r karası ellerini blucinine sildi. " G i d i p e l i m i yıkayayım... Ü z g ü n ü m , baba; yani gerçekten üzgünüm. Ve korkuyo­ rum." Çocuk koşa koşa ç ı k ü odadan. Trevayne onun merdivenden inen ayak seslerini duydu. artık geriye bir şey kalmadı demek. •

•: •' :'!' ' '



:

'' : •

:

* * *

Hayır. Hayır, tepkisi bu olamazdı. Başkalarının umursamazlığına kendi­ sinde izin veremezdi. Ailesi içinde bile. Ş i m d i olmazdı.

v

Ş i m d i kendini ö n e m l i olan yerlerde hissettirmesi gerekiyordu. Süreklilik geri alınamaz bir biçimde kurulmadan. Onların hepsini sarsmalıydı. C i d d i olduğunu anlamalıydılar. On­ ları yerlerinden edecek silahlan elinde sımsıkı tuttuğunu unutmalarına izin verilmemeliydi.

"

Ve o silahlan kullanacaktı. Onların ülkeyi yönetmeye hakları yoktu. M i l l e t bundan fazlasını istiyordu. artık geriye b i r şey kalmadı demek." A m a bir şey vardı. B u n u kendisi sağlayacaktı.

419

Genessee Sanayiini kullanmak demek olsa da. A m a doğru dürüst kullanmak. Doğru dürüst. Ya kullan ya da toptan y o k et, bitsin. Telefonu açtı. Senatör M i t c h e l l Armbruster'i bulana kadar yerin­ den kalkmayacaktı.

420

BEŞİNCİ B Ö L Ü M

54

D

ümdüz olan asfalt y o l aniden toprak y o l a dönüşmüştü. K ü ç ü k yarımadanın bu noktasında kasaba sorumluluğu sona eriyor, özel mülkiyet bölgesi başlıyordu. Sadece şimdi burası federal hükümetin de i l g i alanına giriyordu; çevresinde nöbetçiler dolaşıyor, korunuyordu, on sekiz aydır olduğu gibi. High Barnegat. Connecticnt Beyaz Sarayı.

Beş arabalık d i z i Greenwich paralı y o l gişelerinde duraklamadan y o l a girdiler. G ö r e v l i memurlar selama durdular; i l k kulübedeki polis memuru dışarda duran b i r adamın işareti üzerine telefonu açtı. N o r m a l trafik akışı devam edebilirdi. Başkanlık k o n v o y u , yerel polisin y a n m ­ ada yolunu açtıklan Shore Road'a girmiş bulunuyordu, Polis memuru, Wastcehster karakoluna durumu b i l d i r d i , dışaraki adamı eliyle selam­ layıp kulübeden çıkarak bekleyen arabaya bindi.

Beyaz Saray güvenlik mernurlan ikişer kişilik ekipler halinde ara­ ziye yayılmışlardı. Callahan adındaki Gizli Servis ajanı arkadaşıyla bir­ likte kumsalı k o n t r o l etmiş, şimdi terasa doğru çıkarken profesyonel bakışlarla çevredeki koruluğu taramaktaydı. Callahan dört başkan korumuştu. K ı r k altı yaşındaydı, neredeyse 421

y i r m i y ı l l ı k hizmeti vardı. Beyaz Saray'ın hâlâ en i y i ajanıydı ve bunu kendisi de b ü i r d i . Üç yd önce Darien'deki olaydan sorumlu o değüdi; kendisini hastaneden çeken o telefondan. O iş öylesine karışıktı k i , na­ sıl olduğunu hiç öğrenememişti. Şifreleri b i r başkası nasıl elde edebil­ mişti. Sorumluluğu olmadığı ortaya çıkıp da suçlanmaktan kurtulduk­ tan sonra bunu araştırmış da değüdi. Suikast yapddığında da Beyaz Sa­ ray'da değildi. O nöbette olanların hepsi görevden alınmışlardı. Garip şey; o sırada yeniden Trevayne'ı koruyan ekibe verilmişti ve raporunda Trevayne'ın Başkanın öldürülmesinden bir hafta önce James Goddard'la buluştuğunu belirtmişti. Kimse önemsememişti bunu. kendisi de son­ radan üstünde durmamıştı. A m a başka b i r i n i n bunun üstünde durma­ ması da çok garipti doğrusu. İnsanlar -aile dostu olan küçük çevre- hep kendisine o sırada hiz­ met ettiği Başkanın nasıl b i r i olduğunu sorarlardı. Hep aynı yanıtı ve­ r i r d i ; sınırlı b i r heyecanla c i d d i b i r onaylama. T ü m ü y l e p o l i t i k a d ı ­ şında. En i y i yoldu bu. Tek y o l ; ne olacağı büinmezdi. A m a gerçeği söylemek gerekirse Callahan hiçbirini pek sevmez­ d i . B i r başkanı değerlendirmek i ç i n kendine göre b i r dereceleme geliştirmişti. Kendi gördüğü özel k i ş i ile kamuoyunun önündeki adam arasında bir denge. İkisi arasında her zaman farkhlıklar olacaktı, bunu anlıyordu, ama bazdan da çok deri gitmişlerdi doğrusu. Her şeyin bir r o l olduğu noktaya kadar. H a l k önünde anlamsız gülücükler, ardından müthiş bir özel öfke; kendisi olmayan k i ş i olabil­ mek için büyük bir çaba. B i r oyuncu. Güven duyulmaz. En kötüsü de, bunu alayla karşılaması. B e l k i de bu yüzden en i y i notu A n d r e w Trevayne a l ı y o r d u ; o dengeliliğe yakındı. Önemsiz görünen şu ya da bu şey için birden parlayıverdiği anlar yok değildi, ama özel bir k i ş i olarak genellikle öteki başkanlar kadar inkar e t m i y o r d u k a m u k i ş i l i ğ i n i . Kendinden emin görünüyordu, hakti olduğuna daha çok inanıyordu... ve o yüzden bunu çağıra çağıra ilan etmiyor, insanlan buna inandırmaya çalışıyordu. Callahan bu huyu için adamı daha çok beğeniyordu, ama yine de sevemiyordu. Beyaz Saray ortamında bu kadar uzun bir süre çalışmış

422

olan kimse O v a l B ü r o y a böylesine saldın düzenleyen b i r insanı seve­ mezdi.. Kampanya suikastten birkaç hafta sonra, Trevayne'ın boşalan Connecticut senatörlüğüne getirilmesinden birkaç g ü n sonra başla­ m ı ş t ı . Birdenbire yayımlanan durum raporlan, dramatik basın toplanıtılan ve b i r b i r i ardından televizyona çıkmayla sonuçlanan ülke çapında b i r gezi. Günün adamı olduğu i ç i n her şeye b i r yanıtı bulunuyordu. Destekleyicileri durmadan k u l l a n d ı k l a r ı b i r de slogan b u l m u ş l a r d ı ; 'Mükemmeliyetin Damgası.' Beyaz Saray'da çalışanlar böyle bir adamı sevemezlerdi. Oraya yerleşmek istediği çok belliydi. Trevayne'ın kurultay öncesi davranışlan hâlâ en beklenilmedik, istenmedik ve korkunç bir iktidar devri altında ezilen Beyaz Saray kad­ rosunu şaşkına çevirmişti. Connecticut'un bu otoriter, inatçı hatta k a rizmatik senatörünü nasıl durduracaklannı kimse bilemiyordu. Beyaz Saray güvenlik memuru A j a n Callahan bir ara aslında bu­ nu yapmayı kimsenin istemediğini de düşünmüştü.

K o n v o y evin önüne varmıştı. Arabalar daha durmadan birinci ve üçüncü arabanın k a p ı l a n a ç ı l d ı , içindekiler kapılara tutunarak dışan sarkıp en uygun anda ayaklarını yere basmaya hazırlandılar. Sam Vicarson merdiven korkuluğuna dayanmış duruyordu. Trevayne arabadan indiğinde ortalıkta o l m a k istiyordu. Başkan bunu bek­ l e r d i ; g i t t i ğ i herhangi b i r yerde kendisini bekleyenlerin başında o l ­ masını istiyordu. Kendisini karşılayanlar arasında en az bir kişinin is­ temese de ihtiyacı olan b i l g i y i verecek olmasının kendisinde bir rahat­ l ı k duygusu yarattığını söylemişti Şam'a. * Vicarson bunu anlıyordu. Beyaz Saray'da çalışmanın tatsız b u l ­ duğu yanlarından b i r i de buydu. K i m s e A d a m ı n k e y f i n i kaçamak iste­ m i y o r d u . Eğer bu hoş olmayan gerçeklerin hasıraltı edilmesi, ya da başkanlık yargısına uygun bir şekilde biçimlendirilmesi demek olsa da. Ve genellikle de yapılan buydu. Yardımcılan bu tür davranışa iten kor­ ku değüdi. Bu daha çok A d a m ı n üzerinde pek çok baskının olduğunu bilmekten ileri geliyordu. Bunlardan b i r k ı s m ı hafifletilebilirse neden yapdmasındı ki?

423

A f n a çoğunlukla da korkudandı. Sam bde bu tuzağa düşmüştü. Her i k i tuzağa da: hem k o r k u hem sempati. B i r ticaret raporunu, aslında karşı çıkmasına neden varken, Başkanın düşüncelerini doğrular biçimde sunmuştu. "Bunu bir daha yaparsan, bir daha buraya giremezsin, Sam!" Vicarson, Trevayne'm selefi zamanında da bunun böyle mi ola­ cağını merak ederdi arasıra. Lanet olsun, i y i b i r başkandı! Gerçekten i y i , diye düşündü A n drew'un arabadan i n i p Phyllis'in çıkması i ç i n k a p ı y ı tutmasına ve o arada da çevresindeki Gizli Servis ajanlanyla konuşmasını seyreden V i ­ carson. Herkes güveniyordu ona; ama herkes. Y a k ı n geçmiştekilerle kıyaslamalar yapılacaksa, bunu en i y i olarak N e w Y o r k Times'in bir yazan dile getirmişti: Eisonhower'in sakinleştirici tabiatı, Kennedy'nin zarafet ve ateşliliği, Johnson'un i t i c i gücü. Sam muhalefet partisine, partilerine acıyordu. M a k a m ı n a oturalı ancak on sekiz ay olan Trevayne bir hava, bir görüş yaratmıştı. B i r davranış yerleştirmişti. Y ı l l a r d ı r i l k kez olarak millette liderine karşı k o l e k t i f bir gururu vardı. Trevayne'dan önceki A d a m o düzeye yak­ laşmak üzereyken sağ ve soldaki saldınlar kendisini engellemişti. Ya genel b i r huzur arzusundan, ya da kendi kişiliğinin güçlülüğünden -ve dinleme yeteneğinden- Trevayne aşırdıkçılan sessiz soluksuz bırak­ mıştı. Trevayne doğru olan zamanın doğru olan adamıydı. Başka b i r i k i m i zaman fırtınalara göğüs germekten de güç olan sakinliği sağla­ mayı beceremeyebilirdi. Doğrusu ortada bir heyecan eksikliği de yok­ tu. Trevayne yönetimi b i r sürü alanda yürekti atılımlar yapmıştı, an­ cak bunlar icraattan çok kavram olarak daha çarpıcıydılar. Ve bunun ilanı sessizce olmuştu, arzulanan önceliklerin değişimi olarak sunul­ muştu, birer dönüm noktası olarak değil, ki b ö y l e y d i aslında. İskân, t ı p , eğitim, istihdam g i b i alanlarda uzun vadeli ulusal stratejiler geliş­ tirilmişti. Sam Vicarson Başkan Andrew Trevayne üe gerçekten gurur d u ­ yuyordu. Ve milletin de gurur duyduğunu hissediyordu. Sam başkanlık arabasının öteki kapısından çıkan yaşlı adamı

424

görünce şaşırdı. Franklyn B a l d w i n ' d i b u , Trevayne'ın N e w Y o r k l u eski bankacı dostu. B a l d w i n ç o k berbat görünüyor, d i y e düşündü. A m a anlaşılır bir şeydi b u ; B a l d w i n çocukluktan beri arkadaş olduğu W i l ­ l i a m HUl'in cenazesinden geliyordu. K o c a B i l l y H ü l g i t m i ş t i ; B a l d w i n kendi zamanının da çok uzakta olmadığını hissediyordu herhalde. H i ü ' i n cenazesine katılması Başkanın y ü k ü m l ü l ü k l e r i n i b i l m e duygusunun bir göstergesiydi. Hatta birkaç söz söylemekte ısrar bile etmişü. Yaşlı Frank B a l d w i n ! b i r l i k t e H i g h Barnegat'a getirmesi de i y i yürekliliğinin bir işaretiydi.

*** Phyllis, Frank B a l d w i n ' i n merdivenleri çıkmasına yardım eden kocasına bakıyordu. Sam Vicarson yardım i ç i n atılmış ama Andrew b e l l i belirsiz başını sallamıştı; genç avukatın anlayacağı kadar. Bay Baldwin'e Başkan yardım edecekti. A n d y böyle şeyler yaptığında, jesüere bir anlam katüğında sessiz b i r gurur duyardı Phylllis. Kocasını hep sevmişti; sevilecek b i r insandı Andrew. Şimdi ise ona neredeyse saygı duyduğunu hissediyor ve bu­ nun i y i v e s a ğ l ı k l ı b i r şey o l u p o l m a d ı ğ ı n ı k e s t i r e m i y o r d u . A m a elinde de d e ğ i l d i . M a k a m ı n b ü y ü k l ü ğ ü n ü n bu saygıya b i r k a t k ı s ı olduğunun bilincindeydi. A n c a k A n d r e w o en son yalnızlığın kendisi­ n i n olduğunu iddia etmiyor, kararların hiç de kolay olmadığı konusun­ da yakınmıyordu. Açıklamalarında kendini haklı çıkartacak o anlamsız r o l kesmelerden eser yoktu. A m a açıklamıştı. "Gezegenlere ulaşan b i r m i l l e t kendi ülkesini iyUeştirebilir. Top­ raktan bu kadar çok şey almış b i r millet bir bölümünü geri koyabilir. H a k l ı ya da haksız, sınırlarının ötesinde milyonların harcanmasını des­ teklemiş bir m i d e k kesinlikle iç yapısını güçlendirebilir...." Ve seçildikten sonra y a p t ı ğ ı i l k konuşmada y a n ı l t ı c ı derecede basit olan bu inançlarını gerçekleştirmeye koyulmuştu. Phyllis, kocası ile Frank B a l d w i n ' i n ardından askeri bir yaverin paltolarını aldığı hole g i r d i . Düşünceli b i r i n i n -herhalde Sam, diye ak-

425

lından geçirdi Phyllis- şömineyi y a k t ı ğ ı b ü y ü k salona girdiler. Phyl­ lis, B a l d w i n i ç i n k a y g ı l ı y d ı . W i l l i a m H i l l ' i n cenaze töreni uzun sür­ müştü ve kilisenin taş zemini soğuk, i ç i cereyanlıydı. Trevayne k o l t u k l a r d a n b i r i n i şömineye çevirerek, "Gel otur, Frank," dedi. "Rahat et. Sana b i r i ç k i getireyim. Hepimize. Hepimizin ihtiyacı var buna." "Teşekkür ederim, Sayın Başkan," diye B a l d w i n oturdu. Phyllis kanepeye doğru giderken Sam Vicarson'un i k i n c i bir k o l t u ğ u B a l d win'in karşısına çektiğini gördü. Sam bu işlerde çok ustaydı. "Skoç, değil m i , Frank? Sadece buzlu?" "Herkesin ne i ç t i ğ i n i hep hatırlarsın, sanınm bu yüzden Başkan oldun." B a l d w i n , Phyllis'e göz kırparak güldü. "Böylesi çok daha k o l a y , inan bana. Sam, i ç k i servisini yapar mısın? Bay Baldwin'e buzlu skoç; P h y l ile bana da her zamankinden." "Elbette, efendim." Vicarson odadan çıktı. Trevayne, Baldwin'in karşısına oturdu; Phyllis de kanepenin ona y a k ı n olan köşesine. T r e v a y n e uzanıp k a r ı s ı n ı n e l i n i t u t t u , yaşlı adamın kendilerine baktığım görünce de bıraktı. " B ı r a k m a . B i r insanın Başkan olmasına rağmen o r t a l ı k t a b i r kamera yokken karısının e l i n i tutuğunu b i l m e k i y i bir şey." "Frank, ben k a n ı n ı öperim de." B a l d w i n güldü. "Öyleyse bırakabilirsin ş i m d i . Sizin ne kadar genç olduğunuzu unutuyorum hep.... beni buraya davet etmeniz çok nazik b i r jestti, Saym Başkan. Ç o k makbule geçti." "Saçma. Senin yanımda olmanı istedim, hepsi b u ; aynca seni ra­ hatsız etmekten de korkuyordum." " B u da çok kibar b i r şey, ama gazetelerde bu tür niteliklere sahip olduğunuzu hep okuyorum. Ben ise bunlan daha baştan b ü i r d i m . " "Teşekkür ederim." B a l d w i n , Phyllis'e döndü. "Her şey ne kadar şaşırtıcı, değü mi? Buraya hiç g e l m e m i ş t i m . B i r i n e telefon ettiğim zaman hayalimde onun e v i n i , bürosunu, k u l ü b ü n ü c a n l a n d ı n n m . Hele bulunduğu yeri tanımıyorsam. Seninle konuşurken de denize bakan b i r pencere hayal ederdim... Andrew'un, Başkanın.... yelkenlide olduğunu hatırlıyorum. Birkatamaran."

426

"Ben de hatırlıyorum," diye gülümsedi Phyllis. "Terastaydım." "Ben de," dedi Trevayne. "Döndüğümde bana sorduğu i l k şey ne­ den telefonlarına karşılık v e r m e d i ğ i m olmuştu. Dürüst davranmıştım; senden kaçmakta olduğumu söylemiştim." "Evet, bankada b u n u söylediğini de h a t ı r l ı y o r u m . Yemekte... Yaşantım böyle tümden değiştirdiğim için bağışla beni." Yaşlı adamın gözlerinden gerçekten özür dilediği belli oluyordu. "Auretius, Frank."

"Kim?" "Marcus Auretius. O n u n b i r sözünü söylemiştin. *Hiç kimse..." "Evet. 'Yapması gerekenden kaçınamaz.' Sen ona ortak f o n demiştin." "Ne diye?" sordu Phyllis. "Beceriksizce bir espri, Phyllis. Sonradan öğrendiğime göre." Sam Vicarson üzerinde üç kadeh olan gümüş bir tepsiyle g i r d i i ç e r i . T e p s i y i önce Phyllis'e uzattı, k a d ı n başını eğerken de Trevayne'ın bakışım g ö r d ü . Phyüis'ten sonra adet Başkan'a servis yap­ m a k t ı , ancak kendisi i k i n c i olarak Baldwin'in içkisini verecekti. "Teşekkür ederim, genç adam." "Usta bir garson gibisin, Sam," dedi Phyllis. "Elçiliklerdeki o partiler yüzünden," diye güldü Trevayne kadehi­ ni alırken. "Sen de b i z i m l e b i r i ç k i alır m ı y d m , Sam?" "Teşekkür ederim, efendim, ama ben haberleşmeye gitsem daha i y i olacak." Phyllis, sözde k ı s ı k b i r sesle, " M u t f a ğ a bir k ı z almış olmalı,"

dedi. ''Fransız büyükelçiliğinden hem de," dedi Trevayne. B a l d w i n neşeyle bakarken üçü de güldüler? Sam yaşlı adama doğru eğildi. , "Tekrar görüştüğümüze memnun o l d u m , Bay Baldwin." B a l d w i n başını sallarken de odadan ç ı k t ı . \ "Ne demek istediklerini şimdi anladım," dedi yaşlı bankacı. "Ya da anladığımı sanıyorum." "Neymiş o?" diye sordu Phyllis. "Bugünlerde Beyaz Saray'ın havası hakkında söylenenler; durum

427

gergin b i l e olsa rahat ilişkiler. Gazeteciler sizi bu konuda çok taktir ediyorlar, Sayın Başkan." "Sam mı? Üç y ı l önce benim sağ, bazen de hem sağ hem sol k o ­ l u m olmuştu. Alfkomisyonda b i r l i k t e çalışmıştık." Phyllis kendini tutamadı. Andy'nin hak ettiği iltifadardan sürekli sıyrılmaya çalışmasından hiç hoşlanmıyordu. "Ben de size ve gazeteci­ lere k a t ı l ı y o r u m , Bay B a l d w i n . Andrew burasını formalitelerden uzak­ laştırmakla büyük bir iş yaptı." Phyllis adamın hafifçe gülmesiyle biraz rahadamıştı. Yaşlı Bald­ w i n günün sıkıntdannı, kederini unutuyordu. A m a sonra bunun m ü m k ü n olamayacağını anladı. B a l d w i n ' i n anılan öyle kolay yok olacak türden değildi. " B i l l y H i l l ile ben o altkomisyonun ülkeye i y i planlanmış b i r armağanımız olduğuna gerçekten inanıyorduk," dedi. "Armağanımızın ülkenin b i r sonraki Başkanı olacağını hayalimize bile getiremezdik. Bunu anladığımız zaman, k o r k t u k doğrusu." "Başta türlü olması için feda etmeyeceğim b i r şey yoktu." "Elbette. B i r insanın başkan o l m a y ı istemesi için olağanüstü ne­ denleri o l m a l ı , normal süreç içinde yani. Bu m a k a m ı istemek için ak­ l ı n ı kaçırmış olmalı bu koşul..." Frank B a l d w i n düşüncesizlik ettiğini anlayarak sustu. "Devam et, Frank. Önemi yok." "Özür dilerim, Sayın Başkan. D o ğ r u değildi bu ve..." "Açıklamana gerek yok. Ben de senin kadar şaşırmıştım. B ü y ü k ­ elçi de. En az sizin kadar korkmuştum ben de." "O zaman bunun nedenini sorabilir m i y i m ? " Phyllis dikkade bakıyordu kocasına. Bu soru kamuoyu önünde binlerce özel olarak onlarca kere sorulduğu halde yanıt -yanıtlar- kendi­ sini gerçekten tatmin etmiş d e ğ i l d i . Gördüğü, yakından izlediği ve dehşete düştüğü şeyler karşısında kendi yeteneklerini ölçen acı çekmiş zeki b i r insanın en i y i güdülerinin ötesinde b i r yanıt olduğuna emin değildi. Böyle bir insan iktidara gelir de -Andy'nin kendisine çok özel anlarda söylediği gibi- elinden gelenin en iyisine yakınını bile yaparsa,

428

bunun tanık olduğu şeylerden üstün olması gerekirdi. Bu basit gerçe­ ğin dışında başka yanıtlar varsa, kocası bunları dde getirmekten acizdi. Phyllis'i tatmin edecek kadar. "Dürüst konuşmak gerekirse, her i k i kampanya i ç i n sınırsız b i r kaynak sağladım. Kurultay öncesinde ve seçimde; partinin bulabileceği miktarların ötesinde. Çeşidi etikeder altında tabii. Bundan gurur d u y u ­ y o r d e ğ i l i m , ama bunu yaptım." " B u 'nasıl'ı. Sayın Başkan. 'Neden'i d e ğ i l . Sözlerinizden an­ ladığım kadarıyla" Phyllis şimdi yaşlı bankacıya bakıyordu. B a l d w i n yanıt bekliyor­ du; gözlerinde bir yakarış vardı. Ve B a l d w i n h a k l ı y d ı kuşkusuz. Nasıl olduğu önemsizdi. Ancak b i r ç ı l g ı n l ı k t ı bu T a n r ı m , diye düşündü Phyllis. Gece gündüz demeden kapılarına dayanan lüks arabalar, yerleştirilen fazladan telefonlar, sonu gelmeyen toplantılar- Barnegat, Washington, San Francisco, Houston. Andrew bir kasırganın tam ortasına düşmüştü. Yemek, uyumak ve din­ lenmek; tümüyle unutulmuş şeylerdi bunlar. Kendisi unutmuştu. Çocuklar unutmuştu. " B u n l a r ı n hepsini o k u d u n , Frank." K o c a s ı , P h y l l i s ' i n artık kuşkulanmaya başladığı o gülümsemesiyle b a k ı y o r d u Baldwin'e. "O konuşmalarımda söylediğim her şeye inanıyordum. Pek çok çatışan sesi birleştirecek yetenekte olduğumu hissediyordum. Gürültü düzeyi azaltıldığı takdirde temelde yatan nedenlere i n e b i l i r d i k . Çalışmaya başlayabilirdik." "Bunda b i r kusur b u l a m a m , Sayın Başkan. Başarılı oldunuz. Popüler bir insansınız. Beyaz Saray'ın uzun yıllardır en popüler i n ­ sanısınız h a t t a " "Bunun i ç i n minnettarım, ancak daha da önemlisi, işlerin y ü r ü ­ mekte olduğunu sanıyorum." „ " B ü y ü k e l ç i H i l l ve siz neden k o r k u y o r d u n u z ? " d i y e P h y l l i s düşünmeden s o r d u . " A n d y k a r ı s ı n a baleti. P h y l l i s onun k o n u y u deşmemesini yeğlediğini anladı. "Bundan pek e m i n d e ğ i l i m , y a v r u m . Yaşlandıkça herhangi b i r şey konusunda giderek daha az emin olduğumu farkediyorum. B d l y Ue bu konuda geçen hafta a y n ı f i k i r d e olduğumuzu konuştuk. Ve b i z i m

429

hep o l u m l u olduğumuzu... Neden korkuyorduk... Sanırım sorumluluk­ tandı b u . B i r altkomisyon başkanı önermiştik ve tutarlı b i r başkan adayı ortaya çıkardığımızı görmüştük. B ü y ü k bir sıçramaydı bu." " A m a tutarlı," dedi P h y l l i s . Yaşlı adamın sesinden kaygılan­ mıştı. "Evet." Bankacı Andrew'e b a k t ı . " B i z i k o r k u t a n sizin göster­ d i ğ i n i z o ani ve açıklaması o l m a y a n k a r a r l ı l ı k t ı . . . Sayın Başkan. Geçmişi düşünürseniz b e l k i de bunu anlarsınız." "Soruyu ben sormadım, Frank. Phyl sordu." "Doğru. Güç bir gün geçirdik; B i l l y ile o uzun konuşmalarımızı yapmayacağız artık. Kimse kazanmadı, bümem anlatabildim mi? Bana sık sık senin de benim g i b i düşündüğünü söylerdi. Andrew." B a l d w i n ' i n dudaklarına götürdüğü kadehi boşalmış g i b i y d i . Başkana i l k adıyla hitap etmişti ve burdan pişman olduğu açıkça görülüyordu. " B u çok büyük b i r iltifat, Frank." "Bunu sadece tarih doğrulayacak, Sayın Başkan. Eğer gerçekse." "Yine de çok m u d u o l d u m . " " A m a anlıyorsunuz, değil miT "Neyi?" "Kaygılarımızı. B i l l y ' n i n raporlarına göre Kennedy'nin mekaniz­ ması sizinkinin yanında i z c i o y m a ğ ı g i b i k a l ı y o r . B i l l y ' n i n sözleri bunlar." Andrew, dudaklanndaki yarım bir gülümsemeyle, "Buna dayana­ b i l i r i m , " dedi. "Siz rahatsız mı olmuştunuz?" "Anlayamıyorduk." "Politik bir boşluk vardı." "Siz b i r politikacı değildiniz..." "Yeteri kadar p o l i t i k a c ı görmüştüm. Boşluğun h ı z l a d o l d u r u l ­ ması gerekiyordu. B u n u ya ben dolduracaktım ya da b i r başkası. Çevreme bakınca benim buna daha h a z ı r l ı k l ı o l d u ğ u m u g ö r d ü m . Bu y a r g ı m ı değiştirecek b i r i çıkmış olsaydı, hemen çeküirdim." "Başka birine b i r şans tanındı m ı , Sayın Başkan?" "Başka birileri... b i r i . . . hiç çıkmadı ortaya." "Bence kocam serbest kalmaktan müthiş m u ü u o l u r d u , " dedi Phyllis. "Dediğiniz g i b i , temelde b i r politikacı değildir o."

430

"Yanılıyorsun, y a v r u m . O yeni p o l i t i k a d ı r , b ü t ü n bozulmamış görkemiyle. Şaşırtıcı olan şey bunun işlemekte olması! T ü m ü y l e . Bu sağda, solda ya da ortada herhangi b i r devrimcinin hayal büe edemeye­ ceği bir reformdur. B i l l y ile benim anlamadığım onun b u n u yapabi­ leceğini nasıl b ü d i ğ i y d i . " Ortaya çöken sessizlikte P h y l l i s b u n u y i n e ancak kocasının yanıtlayabileceğim düşündü. Andrew'a balonca yanıt vermeyeceğini an­ ladı. Düşünceleri, bu eski dostuna büe, kendisine o kadar şey veren bu adama bile açıklanamazdı. Ve belki de kendisine büe. "Sayın Başkan." Sam Vicarson h ı z l ı adımlarla g i r d i içeri. İfade­ sinde b i r acülik olmadığı görülüyor, ancak bu havasıyla acü bir durum olduğu mesajını iletiyordu. "Evet, Sam?" "İletişim araçlarındaki değişimin doğrulandığı haberi geldi. C h i ­ cago'dan. B i l m e k istersiniz diye düşündüm." " B u işin başındakiler! bulabilir misin?" "Uğraşıyorum, efendim." " B u l onları." "Üç hatta da bunun i ç i n çalışıyoruz. Telefon aşağıya bağlana­ cak." "Beni bağışla, Frank." Trevayne k a l k ı p kapıya doğru yürüdü. "Size bir i ç k i daha verebilir m i y i m , Bay Baldwin?" "Teşekkür ederim, genç adam. A m a Bayan Trevayne da..." "Teşekkür e d e r i m , Sam," dedi Phyllis kadehini uzatırken. Baş­ k a n l ı k danışmanına 'her zamankini' boş verip biraz v i s k i vermesini söyleyecekti ama söylemedi. Henüz akşam olmamıştı, öğleden sonra­ ları v i s k i içmeyeceğini b i l i y o r d u . Sam Vicarson'u dinleyen kocasına b a k t ı . Çenesi k a s ı l m ı ş t ı , gözleri b i r an için şaşılaşmış g i b i y d i . B i r an kaskatı kesilmişti sanki. İnsanlar bu kadar rahaüıkla ve güvenle adatılan ^anların b i r k i m ­ senin t ü m enerjisini tükettiğini anlayamazlardı. K o r k u anları; sürekli ve sonsuz. Yaptığı her şey g i b i kocası sıradan insanların dayanıklılığını aşa­ cak kadar zorlardı kendisini. Phyllis k i m i zaman bunun onu ağır ağır öldürmekte olduğunu düşünürdü.

431

Phyllis'e dikkatle bakan B a l d w i n , "Zamanı gelmiş olan eski b i r dostum i ç i n yas t u t u y o r u m , yavrum," dedi. " A m a senin yüzündeki ifade her nedense utandırıyor beni." "Özür dilerim." Phyllis koridora b a k ı y o r d u . Bankacıya döndü. "Ne demek istediğinizi tam olarak anlayamadım." •" " B i r dostumu kaybettim. Uzun yaşamının tam olarak doğal olan sonuna. B i r bakıma sen de kocanı kaybettin. B i r kavrama. Ve sizin . yaşamlarınızın sonuna daha çok uzun bir zaman var... Senin kaybının benimkinden büyük olduğunu sanıyorum." "Size hak v e r i y o r u m galiba." P h y l l i s gülümsemeye ç a l ı ş t ı , sözlerini hafifletmeye çalıştı ama başaramadı. "O büyük bir insandır." "Buna inanmak isterdim." "Kimsenin yapamayacağı b i r şeyi yaptı; bazılarımızın yapılma­ nın ötesinde olduğuna inandığı şeyleri. Parçalan birleştirdi, bizim ken­ d i m i z i olabileceğimiz g i b i görmemizi sağladı olduğumuz g i b i değil. Daha uzun bir y o l var önünde, ama gerekli olan şeyleri sağladı artık. Olduğumuzdan daha i y i o l m a arzusu; ve gerçekle yüzyüze gelme is­ teği." "Bunu söylemeniz çok hoş bir şey, Bay Baldwin."

*** Andrew çalışma odasının kapısını kapatan Sam Vicarson'a baktı. Odadada yalnızdılar "Ne kadar ilerleme kaydedildi?" "Anlaşıldığı kadanyla sonuna kadar, efendim. A l d ı ğ ı m ı z bilgiye göre kağıtlar birkaç saat önce imzalanmış." "Adalet Bakanlığı ne diyor?" " B i r değişiklik y o k . Hâlâ araştırma yapıyorlar, ama bir u m u t y o k . İ l k tezlerde ısrar edecekler. Satmalına -ya da birleşme- Genessee Sanayiine kadar geri izlenemeyecek." "Biz bunu yapük, Sam. H a k l ı olduğumuzu biliyoruz." "Bunu siz yaptınız, Sayın Başkan." Trevayne pencereye gidip dışan bakü. Terasa ve aşağıdaki denize. "Çünkü bu sahip olamadıktan tek şeydi. Onlardan sakladığımız tek

432

şey." " B i r şey söyleyebilir m i y i m , efendim?" " i k i yd önce bunu sormazdın sanırım. Söyle bakalım." " A ş ı r ı y a kaçıyor olmanız m ü m k ü n mü? Genessee sorumlulukla davrandı; siz.... onları k o n t r o l altında tuttunuz. Sizi destekliyorlar." "Beni desteklemiyorlar, Sam," Trevayne hâlâ denize bakıyordu. " B i r saldırmazlık paktı imazaladık. Y i r m i n c i y ü z y ı l hastalığı b e l i r t i siyle bir saldırmazlık paktı imzaladım ben. Alternatifi olmayan kutsal b i r ruhla." " A m a başarılı o l d u , Sayın Başkan." "Bunu hep geçmiş zaman olarak söylemek zorunda kalabilirsin, Sam." A n d r e w dönüp avukata b a k t ı . "Pakt b o z u l d u , Sam. Savunulur yam kalmadı. Y ı k ı l d ı . " "Ne yapacaksınız şimdi?" " B i l e m i y o r u m . Genessee'nin A m e r i k a n basınının b ü y ü k bir bö­ l ü m ü n ü kontroluna geçirmesini izin veremem. Ve b i r gazateler zinciri de budur aslında Buna katlanılmaz." Trevayne masasına yürüdü. "Ga­ zeteler... ardından dergiler, radyo, televizyon gelecek. Televizyon istas­ yonları. Buna sahip olamayacaklar." "Adalet B a k a n l ı ğ ı o n l a r ı durdurmanın y o l u n u b i l e m i y o r , efen­ dim." " B i r yolunu bulacağız b i z ; bulmak zorundayız." Telefon çaldı. Vicarson hemen koşup açü. "Başkan Trevayne'm bürosu." Birkaç saniye dinledi; "Ona olduğu yerde kalmasını söyle. A d a m toplantıda, kendisini sonra ararız. Bunun öncelikli olduğunu bildir. "Vicarson telefonu kapattı. "Siz hazır olana kadar, biraz sıkıntıdan padasın, efendim." A n d r e w başını sallarken Vicarson da telefonun yanından uzak­ laştı. Başkanın yalnız kalmak istediğini anlamıştı. O anlardan b i r i y d i b u . Trevayne masasının başına geçerken, "Ben haberleşmeye dönüyo­ r u m , " dedi. "Hayır, Sam., Sence b i r sakıncası yoksa Phy! ile Baldwin'in ya­ n m a git. Bu anın ikisi için de pek kolay olduğunu sanmıyorum." "Başüstüne, efendim." Genç danışman birkaç saniye baktı Birleşik Devletler Başkanı'nın

Gizli Devlet-F. 2*

433

I ;.;ı!lilllil

yüzüne. Sonra birden odadan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Andrew bir kalem alıp iri harflerle bir cümle yazdı önündeki kağıda. Tek çözüm sürekli çözüm aramaktır.' Koca Billy Hill. Sonra bir t sözcük daha yazdı: Palavra. Paul Bonrner Ardından da bir 'şey' ekledi. Telefonu açtı. "Chicago, lütfen." Bin beş yüz mil uzaktan lan Hamitton'un sesi duyuldu. "Sayın Başkan?" "O birleşmeyi yapmamanı istiyorum." "Belki akademik olacak ama bizim bu işle ilgili olduğumuza dair geçerli bir kanıt yok elinizde. Adalet Bakanlığınızın küçük adamları can sıkıntısı olmaktan başka bir şey yapamadılar." "Sen biliyorsun. Ben biliyorum. Çekil." "Makamınızın gerilimini hissetmeye başladığınızı sanıyorum, Sayın Başkan." "Senin ne düşündüğün umurumda değil benim. Sen beni anla, yeter." Bir duraklama oldu. "Önemli mi bu?" "Beni sıkıştırma, Hamilton?" "Siz de bizi." Trevayne pencereden körfezin hep kıpırtılı olan sularına baktı. "Senin de harcanabilir olacağın bir gün gelecektir. Bunu anlamalısın. Hepiniz anlamalısınız." "Olabilir, Sayın Başkan. Ama bu bizim günümüzde olmaya­ caktır."

BİTTİ

434

Z

EKİ, k o r k u s u z A n d r e w Trevayne otuzb e ş yaşında milyoner, e s k i müsteşar, ş i m d i ü l k e n i n e n g ö z d e vakıflarından b i ­ rinin başkam. Başkanın ö z e l i s t e ğ i üzerine "gizli h ü k ü m e f ' i n araştırmasını üstieniyor ve res­ m i i k t i d a r k o r i d o r l a r ı n ı n ötesine taşan b i r k o m p l o ve tehlike denizinde buluyor k e n d i m . . . M a f y a b a b a l a n ile milyarderle­ r i n kaynaştıktan... K o n g r e n i n hatta Baş­ k a n l ı ğ ı n b i l e a l ı n ı p s a t ü a b i l d i ğ i b i r kar­ maşa dünyası... Bu esrarlı, ihanet d o l u d ü n y a d a a i l e s i n i n ve k e n d i s i n i n yaşanY lanmn bir tetiğin çekilmesine bağlı oldu­ ğ u b u d ü n y a d a Trevayne g i b i b i r insan; k o r k u l a n b i r d ü ş m a n , aldatılan b i r p i y o n y a d a k r a l olabilir.

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF