Risalei Ehadiye_İbn Arabi

December 7, 2017 | Author: Tarkan Yılmaz | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Risalei Ehadiye...

Description

AKDEM

Yayınları:

I

S e flı-i! Ekber Mtthiddln-tbni İrobî u l ı

Nefsini Bilen Babbini BIliı . NHadisi Şerifini Şertıedeıı

Risale-i - Ehadiyesl Cemal Bardakçı

AKDEM Basın ve Yayın Ticaret Limidet Şirketi P.K. — 232 A N K A R A 1961

t?-* RkSİMLİ PCSTA MM'BAAST cj~ | Â i n r ^ R A — 1 9 8 1 =4

AKDEM YAYINEVİNİN

TAKDİMİ

1948 yılında miuhteremi Cemal Bardakçı tarafından yayınlanmış olan bu eser, çok kısa zamanda tamamen sa­ tılmıştır. İsteklilerin yazarına vaki sürekli müracaatlarını gözönünde bulunduran müessesemiz, bu eserin ikinci bas­ kısını yapmiağa muvaffak olmuştur. Eserin asıl müellifi Sultan-ül ârifin hazreti Muhyiddin’in hayat ve şahsiyeti ve eesrleri hakkında etraflı kısa blgi veren bir kısım da bu baskıya eklenmiştir. Kitab bugünkü konuşulan dille yazılmıştır. Herkesin anlıyacağı hale getirilmiştir. Bu kitab Nefsin ne demsek olduğunu, mahiyetini, bil­ dirmesi ve öğretmesi bakımından büyük önem1ve ciddi değer taşımaktadır. Bu itibarla ikinci defa yayınlanması­ nı yapmış olmaktan kıvanç duyarız. Akdem Basın ve Yayınevi

ALLAHIM SIRLARINI BİLEN, HAZRETİ PEYGAM­ BER SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM EFENDİMİ­ ZİN HALLERİNE VAKIÇ, EVLİYALARIN SONU ŞEYH MUHYİDDİN-İ ARABİ KADDESE SIRRIH-ÜL-ÂLA HAZ­ RETLERİNİN HAYATI VE ŞAHSİYETİ: 1 — Hayatı: 560 hiciri yılının Ramazan ayının 17 inci ve 1165 mila­ dî yılının Temmuz, ayının 28 inci günü İspanyada Endülüs vilâyetine bağlı Mürsiyye şehrinde doğan Muhyiddin-i arabînin asıl ismi Ebubekir Muhyiddin’dir. Lakabı çoktur. Şeyh-i Ekber, Sultan-ül arifin, Kutb-ül arifin, Hatem-ül evliya, Şeyh-i âzam, Rehber-i âlem, vesaire... gibi. Baba­ sının ism i; Aliy-ibni Muhammed-ibni - Abdullah-il Hateınîit-Taî dir. ' 8 yaşlannda (568 hicir yılında) Mürsiyyeden Sevil kasabasına geldi. Burada âlim ve fazıl Hadis ’bilgini Ebu Mühammed'den ve Büyük Fıkıh ve ilâhiyat âlimi Başküval’dan tefsir ve hâdis, felsefe, edebiyat dersleri aldı. Kurtubada kadı olan meşhur feylesof İbn-ür-rüşt ile gö­ rüştü. Çok sevdiği ve hoşlandığı feylesofu tekrar ziyaret etmek istedi. Fakat rüyasında aralarına perde çekilmiş gördü. Bu olayı aralarındaki meslek ve meşrep ayrılığına manevî işaret saydı. rGörüşmediler. Endülüste çağının en geniş kültürünü elde ettikten son­ ra 598 hicrî yılında hac için memleketinden ayrıldı. Mı­ sırdan hicaza geçti. Haccmı edadan sonra Mekkede kal­ dı. Bir müddet ders okuttu. Sonra Irak’ı dolaştı, Bağdadı ziyaret etti. Şam’a geldi. Konya'ya geçti. Konya'da Selçuk

Hükümdarı Kılmç Arslamn himayesini gördü. MeVlâna hu sıralarda 12 yaşlarında kadardı. Mogullann hücumun­ dan Konya'ya sığınmış olan Malatya hükümdarı, Yusufun dul zevcesi ile evlendi. Bu hanımın hükümdar Yusuf'dan olma oğlu Sadreddin'i kendisine evlât edindi. •Eyyubiler çağında şarkın en büyük ilim merkezi olan Şam’a 615 ve’j'A 616 yıllarında geldi ve yerleşti. Hicrî 638 ve milâdî 1240 senesi Ekim ayında Şam’da vefat etti. Cebel-i Kasyona def­ nedildi, Mehmet Sadeddin 617 - 656 ve Ebu Abdullah Muhammed İmadüddin 617 - 667 veya 668, adlarında iki oğlu ve bir de Zeynep adında kızı olup, bunların kabirleri Şeyh-i Ekberin makber-i mübarekleri yanındadır. Hazreti-i Şeyhin mezarı pek çok yıllar meçhurkalmış ve yine kendisinin ölümünden evvel söylediği remizli bir sözü tahakkuk ederek Yavuz Sultan Selim’in Şam’a giri­ şinde hazretin medfun bulunduğu yer bulunmuş ve üzeri­ ne bir türbe ve yanma bir camı ve bir dergâhın yapılması­ nı Yavuz Sultan Selim emretmiş ve yaptırmıştır. Türbenin giriş kapısı üzerinde Şeyhin şu sözleri yazılıdır : Her asır, yetiştirdiği büyük bir şahsiyetin ismine izafetle anılır. Ben de bundan sonraki asırların tek şahsiyeti olarak ka­ lacağım. Yavuz Sultan Selimin Mısır seferi süresince Zenbilli Ali Efendi Sultana, Hazreti Şeyh-i Ekberin büyük değer ve tefekkürü ve kişiliği hakkında geniş bilgi vermiş, türbe­ nin, camiin, dergâhın inşası hususunda büyük etkileri ol­ muştur. Hazret-i Şeyhin, bir vaiz esnasında sizin taptığınız be­ nim! ayaklarımın altındadır diye şeriata aykırı, sözler söy­ lediğinden dolayı, resmen şehadetine hükmedildiği hakkmdaki pek zaif söylentiler gerçeğe dayanmamaktadır. 6

Şeriata aykırı gibi görünen sözlerinden dolayı şer’an tecziyesi Mısırlılar tarafından istenilmiş ise de zamanın pek sayılı büyüklerinden olan Şeyh Ebul-Hasan-üI-Bücaî, hazretin sözlerindeki gerçekleri açıklıyarak bu sözlerin şer'a aykırı olmadığını ve tersine istinat ettiği noktaların Kur'anı âzimüşanın ayet-i çelilesi ile Peygamber Efendi­ mizin kutsal ve şerefli sözlerine uygun bulunduğunu isbatlamış ve böylece Hatem-ül evliyanın yüce değerine dokunulmasını önlemiştir. 2 — Şahsiyeti: Şarkın’ en büyük düşünürü Kutb-ul âirifin, Ha­ tem-ül evliya Şeyh Muhyiddin-i Arabi Kaddese sırrıh-lil âli hazretleri yalnız îslâm âlemine değil Garp âlemine de ışık tutmuş, nur saçmıştır. Hazret-i Muhyiddin küçük yaştan beri büyük zekâsı, hafızası, hüsnü ahlâkı ile muhitinde pek .yüksek bir hüviyet kazanmış ve aynı zamanda devrinin en büyük tefsir, hâdis, kelâm, felse­ fe, fıkıh, âlimlerinden daha ileri bir olgunluğa ve bilgiye sahip bulunması yerinde bir şöhrete erişmesine sebeb ol­ muştur. , Hazret-i Muhyiddin, diğer taarftan zamanının ilimle­ ri ve fenleri üzerine de büyük otorite olmuş ve Arapdili ve edebiyatı ve Belagatında derin bir hakimiyet göster­ miştir. Bütün ilim ve fenle donanmış bulunmasına rağ­ men, engin ve nurlu içi, kendisini ilahı aşka, hakikata yö­ neltmiş ve tasavvuf, kendisinin eri" yüce hüviyetinin nam ve nişanı olmuştur. Ömrünün en mütekâmil safhasını bu sahaya harcayan hazret-i Muhyiddinin, gönlü ilahı meliha­ lardan coşan, nehirlerin döküldüğü muazzam bir derya 'olmuş, hakikâtlan da vasıtasız olarak bu deryadan sunmuştur.:- : :

Hazret-i Muhyiddin'in inandığı ve yaydığı islâm ta­ savvufunun ve vahdet-i viicud Vücud Birliği ana yol­ larını destekliy en Kur'an âyetleri, Hâdis-i kudsîler, Hâdis-i Şerifler, apaçık dururken» bunları insaflı bir anlayış­ la incelemek zorluğuna katlanmadan, dünya fikir ve fel­ sefesinin gelişmesine m illim ışık tutmuş olan Vahdet-i Vücud izahlarını ve tasavvuf metinlerini, daima şüphe ile karşılamak elbetteki yerinde bir hareket olamaz. Bir ki­ şiyi red ve fikirlerini beğenmemek için onun, fikirlerini iyice anlamak ve incelemek gerekir. Bu fikre nüfuz etme­ den söylenecek sözler de o derece tesirsiz olur. İşte Haz­ ret-i Muhyiddin’in fikirlerine karşı gelmeler bundan ileri gelmektedir. Halbuki o fikirler asıl menba'dan gelmek­ tedir. Şeyh-i Ekber gerek Endülüste ve gerek gezdiği muh­ telif şehirlerde, kasabalarda 50 den fazla âlim ve üstad ile Büyük Velilerle tanışmış ve bu suretle muhitlerinde Veli­ likleri müsellem olan Tarikat silsilesi, Şeyh Abdülkadİr-i Ğeylâniye varan meşhur CemaJeddin Yunus Bini Yahya-ı Kaşşar ile Tiîmisanlı Ebu Medyen Salih’e intisab ederek onlardan büyük manevî feyz almış ve Hazreti Muhyiddin’e de Sultan-ül ârifin lâkabı verilmiştir. Hatta, Abdulksdiri Geylaninin : «Benden sonra Mağrib diyarında aziz bir zat zuhur edecek, bu hırkayı ona tes­ lim ediniz» diye vasiyeti üzerine Cübbesi, Hâzret-i Muhyiddine ve Hazretin göçmesinden sonra da bu hırka manevî oğlu Sadreddin-i Koneviye teslim edilmiştir. ‘ \ 3-— Hazretin mezhep ve m eşrebi: inanışının aslı vahdet-i vücud’dur. Bu inanışa; Ebu Yezid-i Bistami, Ebu medyen, Ebul Hasan-iş-şazelı, Cüneyd-i Bağdadî,- Ebu. Talibi Mekkî, ; Ebu Said-il-Harraz, Şemseddin-i Tebrizî, Ceîâlettiııi Rumî, İbn-i Farız, İmam-i ^ Gazali ve daha birçok ve en büyük ârifler katılmışlardır., 8

Bugünkü modern fizik ve atomun gerçekleşmesi, ne­ ticesinde, vahdet-i vücudu müsbet ilim alanı da tamamen tasdik ve kabul etmiş bulunmaktadır. ' Kendisi Allaha aşıktır. Aşka aşıktır. Bu uğurda her şey'ini yakmış, hem aşk ve hemde aşık olmuş, Âşık. M a­ şuk; talip, matlup un hakiki hüviyeti ve mahiyetini izaha çalışmış ve çok güzel izah etmiştir. Şam'da ikametleri esnasında,zamanın en büyük bil­ ginleri kendisine baş vurarak arz-ı tazimde ve hürmette bulunmuşlardır. Gerçeklerin üstadı olduğunu kabul ve tasdik etmişlerdir. Bilgilerinde birer otorite olan ve Vah- . det-i Vücudu benimseyen, Vahdet-i Vücuda inanan hayli zâtlar ve Allah ârifleri Hazret-i' Muhyiddinin etrafında toplanmışlar ve bir tarikat tesis etmişler, adma da Ekberiye namım vermişlerdir (1). Hafız Ebu Muhamtaıed Abd-iil mim’im bin-i Muhammed Raİhaı'zeci, Ebu Ca’fer ibn-i Musulî ve Sadreddin-i Konevi bu yüksek zatlar ara­ sındadır. O, bütün söylediklerini, Kur’an-i Kerimden, Hâdisi Şeriflerden, Allahtan, Peygamberden alarak ifade etmiş ve her sözünü bu gerçeklere dayanarak duyduğu ve gör­ düğü ve içine doğduğu şekilde beyan etmiştir. Hazreti Muhyiddin, tasavvuf, şiir ve gaybî ilimler sa­ halarında tam selâhiyetle bu âlemdeki zıd görünüşleri vahdette toplamış, İslâmî, İnsanî ruha» şuûra, düşünceye hitap etmiş, peşindeki milyonlarca insanları aydınlatmış ve onları hakikat nurlarına ve aşka kavuşturmuştur. (1) Âlim Şeyhlerden Harirîzade Seyyid Kemaleıddia Efendi­ nin Fatih Kütüphanesinde 'bulunan (Tibyan-il Hakayıfe fi Beyan-i SeMdUi. Taıîk) isimli 'Mtafaada daiha mufassal bilgi vardır. ■ 9

Exı büyük ilim ve irfan sahiplerinden Kamus Sahibi meşhur Mecdüddin Firuz Âbâdî, eşsiz bilginlerden Celâleddin-i Siyutî, Şeyh Afîfiddin-i Tilmisanî, Seyyid Şerif Cür■canî, Hace Muhamıraed Parsa, Mevlâna Cami, Abdülvehlıâp Şirâaî ve daha bir çokları ve bu arada Osmanlı impa­ ratorluğu bilginlerinden İbn-i Kemal, Zenbilli Âli Efendi, Bosna'îı Abdullah Efendi, San Abdullah Efendi, Ebussuud Efendi, Abdulganî Mablıs! Efendi. Gelenbevî Salahattin Uşşakl, Kâtip Çelebi, Kamus mütercimi Aşım Efendi, Mühanuned Nur-ul Arabî, Şeyh-til îslâm Musa Kâzım Efendi. Yakın zamanın değerli mutassavvıflarından İsmail Fennî, Profesör Ferid Kam, Ahmet Avni Konuk gibi şöhretlerine lâyık büyük zevat tarafından takdir edilrtıiş ve Şeyh-i Ek­ ber cümlesi tarafından doğru yol meş'alesi olarak tanın­ mıştır. ^ Hazret-i Şeyhin Fusus-ul hekimi Arabca, Frasca ve Türkçe olmak üzere, şimdiye kadar hiç kimseye nasip ol­ mamış bir şekilde, 43 zat tarafından şerh edilmiştir; bu­ na Garp dillerine çevrilmiş olanlarını da ilâve edersek Şeyh-i Ekberin haklı azameti daha kuvvetle ortaya çıka­ caktır. Bu arada Şeyhi red edenlerde olmuştur. Bunlar Za-. hiri ilme bağlı ve ilm-i lediinnîden habersiz zevattır. Abdülvahap Şaranî,. onun kelâmındaki fevkalâde inceliği, irfanındaki zengin ve engin ihatayı kavrayamayan bu züm­ renin şeriatın zahirine uygun görtnediîderi her şey’i red ve inkâr ettiklerini söyledikten sonra, Sofiye taifesinin anlaştıkları ayrı İstılahları ayrı lisanları olduğunu ve istilah lisanım bilmiyenlerin sofilerin eserlerinden bir şey anlamadıklarını izah ile, hazrete tevcih edilen bu aykırı­ lığım yerinde olmayışım belirtir. Filhakika şurası bir ger­ çektir ki, bazı zevatın Şeyh-i Ekberi tenkit ve red etme­ 10

leri, Futuhat-i Mekkiye ve Fusus.-ul hikeminde geçen ta­ savvuf! tabirlerin, ve sözlerin hususî manalarına vakıf ol­ mamalarından ileri gelmektedir. Bunları mazur görmek lâzımdır. Hazret-i Muhyiddin sınırsız irfanına» yüksek mazha­ riyetlerine rağmen, daima dervişane ve kanaatkârane bir hayat yaşamış, her türlü alayişten, gösterişten uzak kal­ mıştır- Konyada Selçuk Sultanının hediye ettiği çok kıy­ metli ve değerli evini kendisinden Allah rızası için sada­ ka isteyen b ir fakire terk etmiş, (Benim bundan başka bir şey'im yok. Al bu da senin olsun) demiş ve evden çık­ mıştır. Şam’da iken Dimişk Eyyubî Sultanı îkinci Seyfeddin Ebu Bekirin verdiği ihsanları da fakirlere dağıtmıştır. 4 — Kerametleri: Hazret-i Şeyh futuhat-i Mekkiyesinde bir kaç defa Hızır Aleyhisselâmı gördüğünü beyan buyurmuştur. Celâleddini Siyotinin Hazret için yazdığı bir eserde; Bir kişi, her namazın akebinde tbni Arahiye on kerre lânet ederdi. Hazret bu kişinin vefatında cenaze namazın­ da bulunmuş, avdetinde arkadaşlarının birisinin evinde oturmuşlar. Yemek gelmiş Şeyh Hazretleri yemekten ye­ memiş, teveccühte kalmış. Namazını kılmış, yine teveccüh­ te kalmış ve nihayet izhar-ı meserret ederek etrafına ba­ kınıp yemek istemiş, ,Sebebi sorulunca: (Bana lâ'net eden bu adam mağfiret edilinceye kadar bir şey yememek ve içmemek için Cenab-ı Allaha ahdetmiş idim, Bu hal üzere kaldım. Yetmiş bin Kelime-i Tevhid okudum ve şim­ di kendisini mağ'firet edilmiş gördüm; dediğini ve buna benzer daha bir kaç kerametlerini yazmaktadır. 11

Abdülvehhap Şarani, Tabakat-ül kübra adlı eserinde : Şeyh-i Ekberin kendisinden (200) sene sonra îstanbulun ne zaman ve ne suretle fethedileceğini hakikata uygun ola­ rak haber vermiş bulunduğunu bildirmektedir (1). Hak­ kında tasnif olunan menakipnamelerde kudsî harikalannı ve kerametlerini her zaman okumak mümkündür. 5 — Eserleri: Beşyüze yakın eserlerinden ikiyüz kadarı Mekke4 Mükerreme kitablıklarındâ bulunmakta ve muhafaza edil inektedir. 70 yıllık bir ömür içinde ilim ve irfanın zirvesi­ ne ulaşmış, bu derecede muazzam telifat bırakmış en yük­ sek fazilet mertebesine erişmiş bir ârif yoktur. Onun için Hazretin Hatemül evliya, Sultan-ül ârifin isimleri ile anıl­ ması çok yerinde ve haklı bir takdirdir. En son eseri Elcem-u vettafsil fî esrar-it,tenzil adını taşıyan büyük tef­ siri Sure-i Kehf'e kadar gelmiş ve ikmaline ömrü vefa et­ memiştir. (2) Hâsılı bu kitabcığın hacmi müsait olmadığından Haz­ ret hakkında ancak bu kadarcık bilgi verebildik.. Okuyu­ cularımızın müsamahasına sığınırız. ( 1) Fazla, bilgi almak isteyenler, Sâdxeddin_i Konayinin —Ki­ taba Caral-i, Keramıati— Evliya ile Kitato-üıl tecelldyat adlı eserle­ rini okusunlar.

{2) Eserlerinin isimlerini görmek istiyenler Ankara Genel kitaıblık 1531 sayıda kayıtlı Bursalı Mehmet; Tabir beyin, (Tercü­ meli (halı ve fezail-i ‘Şeyh, Eklber Mulhyiddin-i Arabî) risalesine bakmalıdırlar. (*)

12

M. Nuri Gençosman tarafından tercüme edilen ve Maarif Vekâletince yayınlanan Furus - ul - Hikem Ki­ tabının başında da Şeyh-i Ekber hakkında geniş ve. toplu bilgi vardır.

I I •I.- ' Iı I 1 I I I 1 I j II I I •

J ! î j [ | ! ! ı • ■r

!.

BİRKAÇ SÖZ X

Bu tercüme, Rahmetli Miralay «Recep Ferdi» nin tercümesi esas tutularak.ve Üniversite kütüphanesinde bulüttan daha eski zamanlarda muhtelif batlar tarafından yapilmiş tercümelerle karşılaştırılarak vücude getirilmiştir, Okuyanlann kendi zevklerine ve Tasavvuf sahasındaki bilgilerinin derecesine göre bir anlayışa varabilmeleri için «metin» değiştirilmemiş, olduğu gibi muhafaza edilmiştir. Yalnız bazı yerleri bugünkü şivemize ve dilimize uydurulmuştur. Bazı cümlelerin manalarının daha kolay anlaşılmasını sağlamak maksadile o cümlelerin sonuna tarafımdan kısa açılamalar eklenmiştir. ' ' . Cemal BARDAKÇI

I I I •I .

■■..I

I I I I I I I I t I

I I I I I I I I I t

.

.

Gir huzur - u - pâk - i - şeyhi ekbere vakti seher Evliya ervahı bir bir andan eylerler güzer Asfıyalar eşrefi, fazl - u - inayet menbaı İlm île Takvayı cennetmiş idi n i m i e l ■beşer Hikmet - ü - irfanının, eltafmın payanı yok Yazdı esran hakayıktan kitabı muteber Kimi anın evsafını hakkiyle Takdir eylemiş Mağz-ı-Kur’andır nazar eyle «Fusus» u serteser Öyle bir gavs-ı-mjuazzam kimi vücud-u nadiri Olmuş ilham-ı-ilâhiyle müzeyyen bir güher Eyledi «Cibril» istikbal ruh - u - pakini Emri Hakla eyledikte semti lâhuta sefer Hacetin var ise «Mekki» iltica kıl Hazrete Bir nigâhı re’feti dünya ve mafiha değer. Şam/ Naibi Sürurf Zade Mehmet Mekki 13 13

Bis-mil-lâhir-rahmanir-rahim «Bağışlayan yargılayan Tanrı adı ile» Nefsini bilen muhakkak Rabbini bildi. Hâdisi Şerif

Hamdetmek, birliğinin önünde ön olmıyan Tanrıya mahsustur. Biİki ön de O dur. Ve anın tekliğinin sonunda soiı yoktur. Bilki son da O dur. Allah vardır, onunla bera­ ber ön yoktur. Onunla beraber son da yoktur. Yakınlık da, u z a k lık da yoktur. Keyf de yoktur. İn. hin ve âvân da yok­ tur. Vakit, zaman, üst, alt ta yoktur. Kevn de yoktur, m e­ kân da yoktur. O, şimdiki halde de evvelce olduğu gibi­ dir. O, birliksiz bir'dir ve teklik olmaksızın tek'dir. İsimle müsemmadan mürekkeb de değildir. Zira anın ismi kendi, müsemması da kendidir. Şu halde isim anın gayri değil­ dir. O da isminin gayri değildir. İşte bunun için isim de, müisemma da odur. O, evveliyetsiz evvel, ahıriyetsiz ahir, zahiriyetsiz za­ hir, batmiyetsiz batındır. O, evvel harfinin vücudu ve sır­ rıdır. Ahir, zahir, batın harflerinin de vücudu ve sim o dur. Onun vücudunda bu harflerin ve bu harflerde onun vücudunun sereyanı olmaksızın evvel, ahir, zahir, batın ancak O dur. îmdi - Hululiye’nin galatına düşmemek için bunu iyi a n la ! O, bir şeyde değildir. Onda da bir şey yoktur. 0, bir şeyin içinde veya dışında da değildir. O'nu bu sıfatla bil­ mek gerektir, ilim ile kavi ile, fehm ve vehm ile değil. Za­ hir veya batın gözü ile de değil, idrâk ile de değil. 15

O'nu ancak O görür ve O'nu ancak O idrâk eder, an­ cak O bilir. _ Kendi zatını kendi zatı ile görür ve bilir. Onu, ken­ dinin gayri bir kimse görmez. Kendinin gayri bir kimse idrâk etmez. O'nun hicabı kendisini örten, gizliyen kendi birliği­ dir. O'nu kendinin gayri birşey hicâplamaz (perdelemez, örtmez). Onun hicabı kendi vücududur. Kendi vücudunu keyfiyetsiz olarak birliği ile örter, gizler. O’nu. kendinin gayri hiçbir kimse görmez. Peygam­ ber nebiyyi mürsel'de görmez. Ve ne kâmil bir veli, ne de yakini olan Melek, Meîeki Mukarreb o'nu bilmez- O'nun nebi'si kendidir, Resul'ü de kendidir, risaleti de ken­ didir, kelâmı da kendidir. Kendinin gayri sebep ve vasıta olmaksızın kendi za­ tını kendi zatı ile kendi zatından kendi zatına gönderdi. Mürsil (gönderen) ve (mürselün bih) kendisile gönderi­ len ve (mürselün ileyh) kendisine gönderilen arasında fark yoktur, (neb'e - haber) harflerinin ve (enbiya - ha­ berciler) harflerinin vücudu o'nun vücududur, onun gay­ ri değildir. Ve onun gayrinin vücudu yoktur. Onun (fena - yok oîmasıda yoktur. Ve onun ismi, müsemması da yok­ tur, Bunun.için (nebi) sallallâhü aleyhi vesselem: (Nef­ sini biîen Rabbini bildi buyurdu. Ve Rabbimi Rabbim ile bildim buyurdu. Peygamberimiz bu sözlerle işaret buyurdu ki muhak­ kak sen, sen değilsin. Ve sen, sen olmaksızın o sun. O, se­ nin içinde değildir, sende onun içinde değilsin. Ve Hak, se­ nin dışında değildir. Sende Hak'km dışında değilsin. Ve ben bu sözlerle senin zatının ve sıfatının mevcut olduğu­ nu muradetmem- Belki senin ebeden mevcut olmadığını muradederim. 16 î

Sen zatınla ve onunla ve onda ve onunla beraber mevcut olmazsın. Ve sen fani değilsin, nıevcudda değil­ sin. Ve bu illetlerden bir illet olmaksızın o, sen'dir. Şimdi vücudunu bu sıfat ile bildin ise muhakkak Allah'ı bildin. Aksi halde bilmedin.

NEFSİNİ ÖLDÜRMEKLE TANRI BİLİNMEZ

Ariflerin cümlesi Allahü Tealanın marifetini (Tanrıyı bilmekliği) vücudun fenasına insanın kendi varlığından soyunmasına, nefsini öldürmesine izafet eylediler, (bağlı bildiler). Şimdi bu mahzı galat ve açık sehivdir (yanlış, hata). Zira Tanrıyı bilmek ve vücudun fenasına ve ne de anın fenasının fenasına muhtaç olmaz. Çünkü eşyanın vü­ cudu yoktur. Vücudu olmıyan şeyin fenası da yoktur. Zi­ ra fena, vücut ispatından sonradır. Birşey önce var olma­ lı İki sonra yokolsıın. Şimdi sen zatım vücutsuz ve fenasız bildiğin vakit, muhakkak Tanrıyı bildin. Aksi halde bilme­ din. Tanrıyı bilmekliği vücudun fenasına, yokolmasma ve onun fenasının fenasına bağlı görmek şirk ishat etmek­ tir, Tanrıya ortak tanımaktır. Zira sen, Tanrıyı bilmeyi vücudun fani olmasına ve onun fenasının fenasına bağlı gördüğün vakit Allah’ın gayri için ve onun nakızı olarak vücut olduğunu, Tanrıdan başka ve ondan ayrı bir vücut tanımış, kabul etmiş oldun. Bu da açık şirktir. Zira Pey17

gâmberimiz, nefsini bilen muhakkak Rabbini bildi dedi. Nefsini ifna eden Rabbini bildi buyurmadı. Zira gayr ispat eylemek, anın fenasını mün’akızdır varlığı sabit olan şey yokolmaz. Ve sübutı caiz olmayan şeyin fenrsı da caiz ol­ maz. Tanrıdan gayri bir varlık isb&î caiz olmayınca öyle bir varlığın ifnası da caiz olmaz. Senin vücudun la şey'dir, hiçbir şey değildir. Ve la şey, fani olan ve; fani olmayan şeye muzaf olmaz, ka­ tılamaz, eklenemez. Şu halde senin vücudun mevcud da değildir.Madum - yok da değildir. Peygamberimiz an-ı ka­ dimde tekvin nüshasından evvel (k âin at‘yaratılmadan evvel) olduğun gibi halende senin madum - yok olduğuna işaret buyurdu.

TANRIMIN .ORTAĞI BENZERİ YOKTUR.

Şimdi muhakkak Tanrı, ezelin, ebedin, kıdemin ken­ di vücudları olmaksızın ezelin de, ebedin de, kidemin de vücududur.’Eğer böyle olmasaydı Vahdehu lâ şerikeleh o birdir, onun ortağı yoktur, olmazda. Halbuki onun Vah­ dehu îa şerike leh olması vaciptir. Şimdi muhakkak Tanrının şerikinin vücudu onun yani Tanrının vücudu ile değil, kendi zatı ile olur. Ve böy­ le olan kimsede ona muhtaç olmaz. Bu takdirde ikinci bir Rab olur. Bu ise muhaldir, olmıyacak iştir. Şu halcîe Tanrının ortağı yoktur, benzeri yoktur, zıddı ve akranı da yoktur. 18 :

'

: i

Kim ki Tanrı ile beraber, yahutta Tanrıdan veya, Tan­ rıda birşey gördü ve bu şeyi dahi rübubiyetle Allah’a muhtaç gördü, muhakkak o şeyi Allah'a rübubiyet ile muhtaç olarak şerik yaptı. Ve kim ki, kendi zatı ile kadim, olarak Allah ile be­ raber birşeyin olmasını, yahut onunla kiyammı, yahut o şeyin kendi'vücudundan fani olmasını, veyahut onun fe­ nasından fanî olmasını caiz gördü, o kimse nefsi bilmek kokusunu koklamadan uzak kaldı. Zira kimse Tanrı ile ve­ ya Tanrıdan kaim olarak Tanrının gayri bir mevcut olma­ sını tecvifc etti. Böyle olunca o şey fanî ve onun fenası da kendi fenasında fanî olur. Bu takdirde fena, fenada tesel­ sül eder. Bu ise şirki bait - uzak şirkdir. Nefsi bilme de­ ğildir Şimdi o kimse Allah’ı ve nefsini arif değil» müşrik­ tir.

NEFSİ VE ALLAH’I BİLMENİN YOLU NASILDIR

Şimdi biri çıkıpta nefsi ve Allah’ı bilmiye yol nasıl­ dır? Diye sorarsa, cevap budur ki: Nefsi ve Allah’ı bilmenin yolu; Hak, mevcutlardan evevl mevcut olup onunla beraber birşey bulunmadığı gibi şimdiki halde de- Hak mevcut olup onunla beraber birşey mevcut olmadığını, bilmektir. Şimdi eğer birisi; ben. nefsimi Allah’ın gayri gördüm ve nefsimi Allah görmem, derse, cevap budur ki:

Peygamberimiz nefs ile senin vücudünu ve hakikati­ ni irade buyurdu. Yoksa levvame, emmare ve mutmainne ile adlanmış olan nefs'i değil. Belki nefs ile Allah'ın masivasmın, gayrinin Kaffesine işaret buyurdu. Nitekim Pey­ gamberimiz, ey Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster buyurdu. Ben, eşya ile Allah'ın masivasını muradederim. Yani Peygamber ey Allah'ım, masivayı, bana bildir, bileyim v e ' eşyayı bana bildir, onlar ne şeydir? O eşya sen misin, ya­ hut onlar senin gayrlnmidir? Onlar kadim midir, baki mi­ dir veya hâdis midir? Deıriek istedi. Ve Allahü Teâlâ, masivanın vücudu olmayarak kendi niasivasmı ona kendi zatı olarak gösterdi. (Yani Allah'ın gayri sanılan bütün eşya­ nın Allah'ın vücudu olduğunu gördü). îmdi eşyayı olduğu gibi gördü. Yani eşyayı, nitelik­ siz, zamansız ve. isimsiz Allahü Teâlânm zatı olarak gör­ dü. Eşyanın, ismi eşyadan zat üzerine ve onun gayri üze­ rine vaki olur. Zira şey de nefsin vücudu ve eşyanın vücu­ du müsavidir. Şu halde eşyayı bilen nefsi bildi, ve nefsi bil­ diği vakitte de Rab'i bildi. Kendini Allah’ın gayri sanan kimse Allah'ın gayri değildir. Ve lâkin sen anı bilmezsin. Halbuki sen anı görürsün de bilmezsin. Ve bu sır sana ne vakit açılırsa muhakkak sen kendinin Allah'ın gayri ol­ madığını bilirsin. Ve senin maksudun sen, kendin olduğu­ nu ve muhakkak fena'ya (yokolmıya) muhtaç olmadığını ve vakit ve zaman devranı olmaksızın zail olmayıp daim olduğunu bilirsin. Bundan önce dediğimiz gibi, bütün sıfatlarının onun yani Tannrnn sıfatlan ve zahirinin onun zahiri, batınının onun batım, evvelinin onun evveli, ahirinin onun ahiri

olduğunu şeksiz, şüphesiz görürsün. Ve sen, anın sana sayrüreti ve senin ana sayruretin olmaksızın (o senin ha­ line ve sen onun haline girmeksizin) senin sıfatlarının onun sıfatları ve zatının da onun zatı olduğunu görürsün. Azalma, çoğalma olmaksızın her birşey hâliktir, helâk olur, yok olur. Ancak anın yani Tanrının veçhi, zahi­ ri ve batını hâlik değildir, helâk olmaz. Yani mevcut an­ cak odur. Ve onun gayri için vücut yoktur ki helâke muh­ taç olsun ve veçhi baki kalsın. Yani Tanrının zatının gay­ ri hiçbir şey yoktur. Nitekim muhakkak şey’i bilmeyip sonra Hak’kı bilen her bir kimsenin vücudu fanî olmadı, 'belki cehli fanî ol­ du. Olkimsenin vücudu başka vücuda değişmemiştir. Ol­ duğu gibi durmaktadır. Onun vücudu bilgi sebebiyle baş­ ka bir vücuda katılmaz, girmez. Sadece ortadan cehil bilgisizlik kalkar. Bunun için sen, muhakkak fenaya muhtaç olduğunu zannetme- Çünkü sen fenaya muhtaç olursan onun yâni Tanrının,hicabi perdesi olursun- Hicab Allah’ın gayridir. Böyle olunca o kimse üzerine gayrilik lâzımgelir. Gayriliğin galebesi efe *Tanrıyı görmeğe engel olur. Halbuki bu galattır, hatadır. (Yani sen Hak’ka hicap,-perde'olamazsın). Muhakkak Hak’km hicabı kendi birliği ve tekliği olduğunu, gayri olmadığını bundan önce söylemiştik. Ve işte bunun için hakikata vasıl olmuş, kavuşmuş kim­ se için enelhak - ben Tanrıyım demek ve Sübanî, maazami şanî - kendimi teşbih ederim, şanım ne büyüktür demek caiz oldu. Ancak böyle söylemesi caiz görülen kimse, kendi nef­ sini Allah’da fani veya Allah'da bakı gören ve evvelce mevcut iken sonra fani olduğunu sanan kimse değildir, 21

'

belki kendi zatı ve sıfatlan Allah'da dahil veya Allah’tan hariç olmaksızın, sıfatlarım Allah’ın sıfatları ve zatını Allah’ın zatı gören kimsedir. Böyle gören kimsenin nefsi ancak Allah’ın vücudu oldu. İşte böyle bir kimseye Al­ lah'a vasıl oldu denilir. Bundan ötürüdür ki Nebi (s. a.);' Dehre sövme­ yiniz, zira dehir Allah'tır) sözü ile Allah’ın vücudunun ortaktan, akrandan, benzerden münezzeh ve âlî olduğu­ na işaret buyurdu.

SENİN VÜCUDUN HAK'KIN VÜCUDUDUR.

Allahü Teâlâ Hazretlerinin : Ey kulumu, ben hasta öldüm, beni ziyaret etmedin. Senden istedim, vermedin buyurduğu rivayet olunur. Muhakkak Hak bununla, has­ tanın vücudu kendi vücudu, sailin, istiyenin vücudu da kendi vücudu olduğuna işaret buyurdu. Hastanın ve sailin vücutları. onun vücudu olmak caiz olunca senin vücudunun dahi onun vücudu ve bunun gibi ârazîardan ve cevherlerden olan bütün eşyanın vücutlarının da onun vücudu olması caiz olur. Tanrının sırrı zerrelerden bir zerre de zahir olduğu açığa çıktığı vakit zahir ve batın açık ve gizli bütün var­ lıklardan da zahir olur. Dareyn de (dünya ve ahirette) Allah’ın gayrini gör­ mezsin. Belki dünya ve ahiretin vücudu, isimleri, müsemmaları ve bunların vücutları da şeksiz şüphesiz Hak'22

kın zatıdır. Muhakkak sen, Allahü Teâlâyı ebeden bir şey halkeyledi görmezsin. Belki sen anı, keyfiyetsiz olarak sı­ fatlarını ve vücudunu açıklarken her an bir şe'n de gö­ rürsün. Yani yaratılmış sandığın her şey, gerçekte yaratılmış değildir; onlar .Tanrının her an bir başka şekil ve surette görünmesinden, kendi zatını ve sıfatlarını açığla vurmasından ileri gelmektedir. Zira evvel, ahir, zahir ve batın odur. Birliği ile zahir, tekliği ile batın oldu. O, zatı ile ve zatı ile kaim olması bakımından evvel’dir. Sonu olmaması bakımından da ahir’dir. Onun vücudu vacip olduğu gibi, onun gayrinin ol­ maması, kendisinden başka bir varlık bulunmaması da vaciptir.

(ÖLMEZDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ) NE DEMEKTİR.?

Şimdi kendisini Hak’km gayri sanan kimse muhak­ kak onun gayri değildir. Zira Tanrı, kendisinin gayri ol­ maktan, kendisinden başka bir Varlık bulunmasından münezzehtir. Belki zehirde ve batında onun vücudunda, onun vücudu ile beraber gayr'in gayriliği olmaksızın gayr dahi odur. Bu vasıfla vasıflanan kimse için hadsiz, sonsuz çok vasıflar vardır. Nitekim' suret ölümü ile ölen kimsenin iyi, kötü bütün vasıfları kesildiği gibi manevi ölüm ile ölen kimsenin dahi iyi, kötü vasıfları kesilir- kalmaz- On23

ların yerine bütün hallerde Allah, geçer kaim olur. Yani manevi ölüm ile ölen kimsenin zatı’nm yerine Allah’ın zatı, sıfatlarının yerine de Allah'ın sıfatlan kaim olur. İşte bunun için Peygamberimiz, ölmezden Önce ölünüz buyurdu. Ölmezden önce zatınızı biliniz, demektir. Peygamberimiz, Tann : Kulum bana, ben o kulumu sevinceye kadar, daima nevafil ile yaklaşır. Vaktaki ben o kulumu severim, onun işitmesi, görmesi, lisanı ve eli olurum, buyurdu dedi. Bu­ nunla nefsim bilen için bütün vücudunu muhakkak Allah’ın vücudu görür olduğuna ve zatında ve sıfatlannda değişiklik görmediğine ve esasen onun sıfatlarının de­ ğişikliğe muhtaç olmadığına işaret buyurdu. Zira o kimsenin zatının vücudu, o olmamış olsaydı, belki nefsini bilmezdi. Şu halde her ne zamanki nefsini bildin, ikilik kalktı. Ve sen, kendinin Allah’ın gayri olmadığım bildin.

NEFSİ BİLMENİN FAYDASI

Eğer müstakil bir vücut olaydı fena'ya ve nefsi bilmiye muhtaç olmazdı ve Hak kın gayri olurdu. Hak ise kendinden gayri Rab bulunmaktan münezzehtir. Şimdi nefsi bilme'nin faydası senin şunlar! bilmen ve tahkik eylemendir : 24

Senin vücudun mevcut değil, madum yok da değil­ dir. Ve sen şimdiki halde kâin var değilsin ve geçmişte de mevcut olmadın. Gelecekte de asla mevcut olmazsın. Sana, La ilâhe illallah’m manası ile şu açıklanmış olur k i : Allah’tan başka Allah yoktur. Onun gayri için vücut yoktur, onun gayri gayr yoktur. Hemen ancak ilâh odur Eğer biri çıkıp da, sen Hak’kın Rab'lığını tatil ettin, durdurdun, derse cevap budur ki: Onun Rab’lığı nasıl tatil olunur? Zira o daima Rab’dır, merbub = kul değildir. Daima Halik = yaratıcı'dır, mahlûk değildir Ve o şimdiki halde de evvelce olduğu gibidir. Haliklığı, Rab’lığı mahlûka ve merbuba muhtaç değildir. O, kâinat yaratılmadan önceî bütün vasıflarla vasıflı idi. Şimdiki halde de öyledir. îm di Vahdaniyette — birlikte, Hüösıs = sonradan meydana çıkış ile kidem = ■yaratılmamış, eskiden ,varolan arasında fark yokturHüdus Hakkın açığa çıkmasını, kıdem de onun batmlıhğmı, gizli kalmasını gerektirir. Anın zahiri batını, ba­ tım da zahiridir. Evveli ahiri, ahiri de evvelidir. Ve cüm­ lesi bird ir, bir de cümlesidir. Sözgelimi bir erik ağacı, kendisini meydana getiren çekirdeğin zahiridir. Çekir­ dekte ağacın batını'dır. Ağaç meydana gelince çekirdek onda gizlenmiştir. Çekirdek evevldir. Çünkü ağaç ondan çıkmıştır. Aynı zamanda ahir’dir.' Zira en sonunda ağa­ cın meyvesinde tekrar ortaya çıkar- Ağaç, dalları, yap­ rakları, hey etile çekirdektir. Çekirdek de tabiî ağaçtırTanrının sıfatı her anda bir Şee’n de, bir başka şekil ve surette olmaktır. Onun gayri hiçbir şey onunla bera­ ber olmadı. Halâ da öyledir. Ve şimdi şey mevcut olma­ yıp Hak her anda bir şee’n de olduğu, Bir başka şekil ve surette tecelli, ettiği gibi kıdem de şey mevcut olmayıp Hak her an da bir şee’n de idi. Ve kıdem1de şey ve yevm

mevcut olmayıp Hak o vakit her an de bir şeen de oldu­ ğu, gibi şimdi dahi şey ve yevm mevcut olmayarak Hak her anda bir şee’n'dedir. İmdi mevcutların varlıkları, yoklukları müsavidir. Yoksa Tarayan Tan olması - birşeyin birdenbire yoktan meydana çıkıvermesi ve Tanrının birliğinin olmaması lâzımgelir. Bu.ise noksanlıktır. Halbuki onun birliği bun­ dan celildir, büyüktür.

SENİN VÜCUDUN (HAK) KIN VÜCUDUDUR.

Her zamanki Tanrıya ortak, akran, benzer tanıma­ dan nefsini bu sıfatla bildinse muhakkak nefsini hakikatile bildin. Ve işte bunun için Peygamberimiz, nefsini bi­ len kimse muhakkak Rabbini bildi buyurdu. Nefsini ifna eden yokeden kimse muhakkak Rabbini bildi buyurmadı. Zira Peygamberimiz, muhakkak Hak’kın gayri şey olmadı­ ğım bildi ve gördü de sonra nefsi bilmenin Allah'ı bilmek olduğuna »işaret buyurdu, anı nefsini, yani vücudunu bil, muhakkak sen, sen değilsin. Lâkin bilmiyorsun!.. Bil ki senin vücudun, vücudunla değildir- Vücudunun gayri ile de değildir- Mevcut değildir. Madum - yok da de­ ğildir. Mevcudun gayri değildir, madumun gayri de de­ ğildir. Vücut ve âdem olmaksızın senin vücudun ve se­ nin âdemin Hak’kın vücududur. Zira muhakkak senin vücudunun aynı ve âdeminin aynı, Hak'kın vücududur. Ve zira muhakkak Hak'km vücudu senin vücudun ve âdemindir. 26

İmdi eşyayı vücudunun gayri olmıyarak Hak’km vü­ cudu gördüğün vakit ve Allah ile beraber ve Allah/da di­ ğer birşeyi görmiyerek Hak’km vücudunun aynını eşya­ da senin vücudun ve âdemin gördüğün vakit muhakkak ö eşya Hak’dır. îm di muhakkak nefsini bildin. Zira bu beyan olunan sıfatla nefsini bilmek, şeksiz ve şüphesiz kıdem ile beraber ve kadîm de ve kadime Hûdûstan bir­ şeyi katılmış olmaksızın, Allahü Teâlâ’yı bilmektir. «Şeyhin bu sözlerini daha kolay anlaşılabilir bir hale getirmek için şöyle bir misal ileri sürülebilir: Buz dedi­ ğimiz şey gerçekte müstakil bir varlık değildir. Su’yun donarak o şekilde görünmesidir.' Su, buz olmakla çoğal­ mamış ve değişmemiştir. Buz eriyince de değişmez ve eksilmez. Buzun vücudu su’yun vücududur, ademi - eri­ yip yok olunca da su'yun vücududur. Tersine suyun vü­ cudu da buzun vücudu ve âdemidir. Buz, sudan başka vasıfları olduğu için vardır. Fakat su çekilince ortada kalmıyacağı için ayni zamanda yok’dur. Buz,‘ suyun vücudunun gayri değildir, aynı da de­ ğildir- Buz, suyun zahir'idir, su’da buzun batım ’dır., Su, buz olunca gizlenmiş oluyor- Meydana çıkınca buz’dan eser kalmaz. Buz, kendini böylece tanıyabilirse nefsini ve dolayısiyle kendişini yaradanı yani su'yu hakkile bil­ miş olur. Yok eğer kendini böylece bilmezse müstakil bir varlık zannederse ne nefsini, ne de suyu bilmemiş olur. îşte şeyhin kanaatına ve gerçekte de öyle olduğuna göre, Tanrı ile onun gayri, masivası sandığımız bütün eşya arasındaki münasebet, su ile buz arasındaki müna­ sebetin aynidir. Mahlûk zannettiğimiz herşey Hak’km o şekilde görünmesinden başka birşey değildir. Şu halde o ar

şey mahluk değildir. İşte Hazreti şeyh, yukarıda gördü­ ğümüz gibi, Allah asla birşeyi halk etmemiştir, demekle bu noktayı anlatmak istemiştir. Hasılı bütün görülen eşya, sen, ben, biz ve onlar dediğimiz mevcutlar gerçekte mevcut değildir. Hak’km sonsuz suretlerinden birer suretidirler. Suyun buzda gizlendiği gibi, Hak onlardan gizlenmiştir. Önlarıri batını Hak'dır. Hepsi de Tanrı'mn vücudile vardırlar. Tanrı çekilince ne o eşya kalır, ne Sen ne ben, ne biz, ne de on lar! Hepsi de biran da yokolurFizik ilminin sön buluşları da şeyhin bu görüş ve kanaa­ tinin doğruluğunu isbat etmektedir» (1)

BİLEN LEBİLİNEN, KAVUŞANLA ^

KAVUŞULAN BİRDİR

îmdi biri çıkıpta : Hak’ka nasıl vasıl olunur. Varı­ lır? Çünkü sen Hak’km gayri gayr olmadığını isbat ettin. Böyle olunca birşeyi kendi nefsine vasıl olmaz, varmaz, diye soracak olursa, muhakkak gerçekte kavuşmak ve ayrılmak yoktur, diye cevap veririz. Zira kavuşmak iki eşit veya eşit olmayan şey arasında olur- Eğer eşit iseler onlar beraberdirler, eştirler- Ve eğer eşit değilseler birbi­ rine zıddırlar. Tanrı ise birşeyin kendisine zıd, benzer ve­ ya eş olmasından münezzehtir. tmdi Visal - kavuşmak, visalin gayrindedir. Yakınlık, yakınlığın gayrindedir. Uzaklık da uzaklığın gayrindedir. (1) c/b.

tmdi vasıl - kavuşma vasılsız, yakınlık yakınlıksız, uzaklık uzaklıksız olur. Ve eğer vasılsız, vaslı anladık fakat yakın lıksız yakınlık, uzaklıksız uzaklık ne demektir? Diye soru­ lursa ; ben bununla, senin, yakınlık ve uzaklık anlarında Hak’kın gayri birşey olmadığını muradederim, derimi. Ve lâkin sen nefsini bilici olmadın. Ve sen, sen olmayarak Hak olduğunu bilmedin.! İmdi her ne zamanki Hak’ka kavuştun, yani bilgi harflerinin vücudu olmaksızın nefsini bildin ise, sen Hak olduğunu bildin Buz eriyince yani'suya kavuşunca su ol­ duğunu bildiği gibi. Bundan önce sen, Hak olduğunu yahut Hak’km vü­ cudunun gayri olmayarak Hak’km sen olduğunu bilmemiştin. îmdi sana bilgi hasıl olduğu vakitte muhakkak sen Allah’ı yine Allah ile bildin» nefsin ile bilmedin. Bu­ zun suyu yine su ile bildiği gibi. Çünkü kendisi sudan başka bir şey değildir. Sen, adının Mahmud olduğunu bilmezdin. Muhammed sanırdın. Sonra öğrendin ki muhakkak sen Malımudsun. îmdi vücudun karar iledir yerinde duruyor. Yal­ nız Mühammed olmayıp Mahmud - olduğunu bilmenle senden Mühammed ismi, Mühammed müsemması kalk­ mış oldu. Âdının Mühammed olmadığını nefsinden fani ol­ makla anlamış olmadın- Zira fena - yokolma birşeyin vü­ cudunu isbattan sonra olur. Şu kimse ki Tanrının gayri bir vücut isbat etti, Allah’a şirk koştu ortak tanıdı. îmdi Mahmuddan birşey noksan olmadı ve Mühammed, Mahmüd’da fani olmadı. Onun içine girmedi, onun içinden de. çıkmadı. Şu halde Mühammed, kendi zatının Muhanv / med olmayıp Mahmud olduğunu bildikten sonra nefsini nefsi ile bildi Mühammed iken bilmedi. 'Zira Mühammed olmadı idi. :

İmdi mevcut olan birşey mevcut olmayan birşeyle nasıl bilinir? Böyle olunca bilen ile bilinen, kavuşan ile kavuşulan ve gören ile görülen birdir. îmdi bilen onun sıfâtidir. Bilinen zatı'dır. Kavuşan sıfatı, kavuşulan zatı’dır. "Ve sıfat ile mavsuf - vasıflanan birdir. İşte nefsini bilen Rabbini bilir sözünün manası budur. İmdi, bu sözü anlayan kimse kavuşma, ayrılmak ol­ madığım . bilir.. Anlaşıldı ki bilen O dur, bilinen O dur. Gören, görülen O dur. Kavuşan, kavuşulan; d a : O dur. Ona ondan gayri kavuşan yoktur. Ondan gayri ondan ay­ rılan yoktur- İşte bunu anlayan kimse şirk ipinden kur­ tuldu- Aksi halde şirkten kurtulm a kokusunu bile bul­ madı. Nefislerini ve Rabbini. bildiklerini ve vücut .illetin­ den kurtulduklarım sanan çoğu ârifier : Muhakkak ta­ rik, ancak fena ve fenanın fenası ile müyesser olur, de­ diler. Yolu bulmak, yani’Tanrıyı'bilm ek'ancak insanın kendi varlığım vücudunu yok etmesiîe mümkün olur de­ diler. ■ Onlar Peygamberinıiz’in sözünü. anlamadıkları için bu zanne düştüler. Muhakkak onlar, şirki yok eyler zannile bir kere vücudun fenasına, bir kere de fenanın fena­ sına,'bir kere vücudu mahva, bir kere de istilama işaret eylediler. Halbuki bu işaretlerin hepsi şirkin ta kendisi’ dir. Zira bir kimse ki Hak’km gayri birşey olmasının ye sonra o şey’in fenasını ve fena’smm -fenasını caiz gördü, muhakkak Hak'kın gayri bir şey isbat eyledi. îm di'H âk’km gayri bir şey isbat eden kimse o şeyi1 Hak'ka ortak yaptı'. ; . , Allahü Teâlâ onları ve bizi doğru yola koysun.

BİR KİMSENİN' NEFSİNİ BİLMESİ, TANRININ KENDİ NEFSİNİ •BİLMESİ DEMEKTİR

: - Eğör biri çıkıpta : Sen; nefsi bilmenin Tanrıyı bil­ mek, olduğunu söylersin, halbuki nefsini bilen Allah’ın gayridir. Allah’ın gayri olan Allah’ı nasıl bilir? Derse, biz de cevap olarak : Nefsini bilen Hak’kı bilir, deriz. Muhakkak o. kimsenin vücudu kendi vücudu ile veya vücudunun gayri ile mevcut değildir. Belki anın vücudu, .Allah’ın içinde veya dışında, Allah ile beraber veya Allah’da olmamak üzere Allah’ın vücududur. Belki anın vücudunu, evvelcede ol­ duğu gibi fena’sız, mahvsız olarak'hali ile görürsün. Zira birşeyin fena’sı, yokolması, evvelâ o şeyin’in kendi nefsile varolmasını yani Allah’ın kudretile, yaratmasile değil de kendi kendine varolmasını icap ettirir, Bu hal ise asla olmayacak birşeydir. îmdi meydana çıktı ki bir kimsenin nefsini bilmesi Allah’ın kendi nefsini bilmesidir. Zira o kimsenin nefsi ancak Hak’dır. Resül Aleyhisselâm nefs ile vücud* murad buyurdu- Ve bu makama ulaşan kimsenin vücudu, açık, gizli Allah’ın vücudu olmaksızın mevcut olmadı- Belki onun vücudu Allah’ın vücudu, sözü Allah’ın sözü Fiilî — İşi Allah’ın fiili - işidir. Ve onun nefsi bilme dâvası Al­ lah’ın kendi nefsini bilmesidir. Lâkîn sen dâvayı o kim­ seden işidir, fiili - işi de ondan görürsün. O söylüyor, o yapıyor samrsm. Nefsini .Allah’ın gayri gördüğün gibi o kimsenin vücudunu da Allah’ın gayri gürürsün. Zira mü’min, m üm inin aynasıdır. İmdi Hak, m ü’minin ■imanı T

olanm âyin - gözü yani nazarıdır. Çünkü m ü’minin gö­ zü, Allah’ın gözüdür. Yani nazarı Allah’ın nazarıdır. Key­ fiyet olmaksızın, ve Hak, senin âyn’ma yahut bilgine, ya­ hut vehmine veya batınına yahut da rüyetine - görmene girmiş olmaksızın. Belki Hak nazırın bakanm gözü, bil­ gisi ve görmesidir. Eğer bir kimse ben Allah’ım derse bunu gayriden o kimseden değil, ondan yani Tanrıdan dinle. Zira Allah , ben Allah’ım der. O kimse demez. Ve lâkin sen ona ula­ şan şeye ulaşmadın. Eğer sen ona ulaşan şeye ulaşmış olaydın onun söylediği şeyi anlar, onun söylediği şeyi söy­ ler ve gördüğü şeyi görürdün. Cümle eşyanın vücutları kendi vücudları değil onun yani Tanrının vücududur. îmdi şüpheye düşmeyesin ve bu işaretlerle Allah'ın mahlûk olduğunu vehmetmiyesinBil ki gören, görülen, birleyen, birlenen, bilen, bili­ nen, icadeden icadolunan ve idrak eden, idrak olunan birdirîdrak, görmek, bilmek keyfiyeti olmaksızın, idrak, görmek ve bilmek harflerinin vücudu dahi olmaksızın Tanrı kendi vücudunu kendi vücudu ile bilir- kendi vü­ cudunu kendi vücudu ile idrak eder. Nitekim muhakkak Hak'km vücudu, keyfiyetsiz, Hak’km nefsini görmesi ve idrak eylemesi de keyfiyetsizdir. ı «Şöyle bir misal ile şeyhin yukarıdaki sözlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak mümkündür, sanıyorum:

Bir, kimse aynaya bakınca onda kendi şuretini gö­ rür. O kimse de ne varsa suretinde de vardır. Onun her hareketini sureti aynen tekrar eder. O kimse suretini na­ sıl görüyorsa sureti de onu öylece görmektedir. Fakat sure­ tin gözü tabiî aynaya bakanın gözüdür. Şu hâlde suretin bakanı görmesi, bakanın'kendi gözü ile kendini görme-, sidir. Tutalım ki bakanın adı Ali’dir. Eğer suret ben Ali­ yim derse doğru söylemiş olur. Çünkü bu sözü söyleyen suret değildir, o suret Ali'nin kendisi oldüğu için o sözü de bizzat Ali söylemiş olur. îşte bunun için şeyhi ekber : Bir kişi, ben Allah'ım, derse bunu . gayriden değil ondan dinle. Yani bu sözü söyleyen o kişi değil, Allah dır, diyor. Çünkü o kişi, Tanrının, âdem aynasına akset­ miş sonsuz suretlerinden bir surettir, suret ise aslın ay­ nıdır. Böyle olunca suretin sözü aslın sözü olur.' Şeyh Mahmudu Şebüsteri Gülşeni Raz adlı meşhur kitabında şöyle söyler : • Yokluk aynadır, âlem de o aynadaki akis, suretİnsan’da o aksin, o suretin gözü gibidir. Ayna karşısın­ daki ise o göz içinde gilzenmiştirSen,, aynadaki aksin gözüsün-

1

> Tanrı, o gözün nuru, gözbebeği. Tanrı bu gözle o gözbebeği olan nuru, bu gözle kendi kendisini görür. Âlem İnsan olmuştur. İnsan’da âlem Bundan daha temiz, bundan daha güzel bir anlatış da olamaz. Bu işin aslına iyice bir bakarsan anlarsın ki gören de O’dur, göz’de O, görünen de O’dur. (1) (1) c. b.

"

; 33

BİZİM SÖZÜMÜZ BASİRETİ OLAN KİMSEYEDİR

Eğer birisi çıkıpta : Bütün sevilen, iğrenilen, iyi, kö­ tü şeylere ne gözle, bakalım? Bir cifeyi ve pisliği gördü­ ğümüz vakit ona Allah mı diyelim, derse biz deriz ki : Allah bu şeylerden birşey olmaktan mukaddes ve âlidir. Bizim:sözümüz pisliği pislik, cifeyi. cife görmeyen kimse­ yedir. Biziin sözümüz basireti olanlar ve ebkem, dilsiz ol­ mayan kimseyedir. Zira nefsini bilmeyen kimse dilsiz ve kördür. Dilsizlik ve körlük gitmeden önce bir kimse bu beyan olunan manaları anlayamaz. Sözleşme Allah ile .beraber olan kimseleredir. Allah'ın gayri olan ve ebkem olan kimseye değildir. îmdi muhakkak bu makama ula­ şan, hiç birşeyin Allali'ın gayri' olmadığını bilir. Bizim hi­ tabımız nefsini ve Tanrıyı bilmeği istemekte azim ve him­ meti olan, kalbinde irfan doğan, Tanrıyı candan ve gönül­ den isteyen arzulayan kimseyedir. Kasdı, maksudu olma­ yan kimseye değildir.

TANRIYI ANCAK KENDİSİ İDRAK EDER

Tanrı : Basarlar onu idrak edemez, o basarları id­ rak eder buyuruyor. Halbuki :'se^j3un.üıj\afe!^^ylüyor»' sun, bu söylediğin şeyin hakikati nedir? Diye soran olur­ sa şöyle cevap veririz: Hep söylediğimiz şey Tanrının «onu basarlar idrak etmez» sözünün manasıdır- Bu söz, onu idrak eder bir

kimse olmadı, yoktur, ve onu idrak eder onunla bera­ ber: bir kimse de olmaz demektir, Eğer vücutta Hak’ın gayri bir mevcut olması caiz olaydı elbette bu mevcudun Hak'kı idrak eylemesi caiz olurdu. Kendisinden başka mevcut yoktur ki onu görebilsin. Muhakkak Tanrı basarlar onu idrak etmez sözü ilf Hak’kın gayri gayr olmadığına, kendinden başka bir vü cüt bulunmadığına tenbih eyledi. Yani H ak’kı, Hak’kıh gayri idrak etmez. Belki Hak’kı Hak’km gayri olmaksızın kendi hüviyeti idrak eyler. İmdi Tanrı, gayr olmayarak kendi zatı ile kendi zatını idrak eyler. Zira basarlar gözler Hak’kı idrak eyleyemez. Göremez, anlayamaz. Çün­ kü gözler sonradan meydana gelmedir. Sonradan mey­ dana gelen ise kadim ve bakiyi anlayamaz, kavrayamaz. Bu manaya ulaşriıaayn kimse nefsini bilemez. Zira şey ye gözler yoktur, ancak Hak vardır. İmdi niteliksiz olarak Tanrı kendi vücudunu idrak eder.

GÖRÜLEN BU EŞYA NEDİR?

Biri çıkıpta bana:

v

Sen îıerşeyi nefyettin, Tanrıdan başka hiçbir şey yoktur, ancak ve yalnız Tanrı vardır, dedin. Peki, bu gör­ düğün eşya nedir? Derse, cevap olarak : Benim bu sözlerim hiçbir şeyi Allah’ın gayri görme­ yen kimseyedir. Birşeyi Allah’ın gayri gören kimse ile benim sual ve cevabımı yoktur.

Derim. Zira o kimse gördüğü şeyin gayrım görmezNefsini bilmiyen kimse de Allah’ı görmez- Her kap için­ de olan şeyi sızar. Biz bundan önce çok şerhe ttik. Daha ziyade şerhetsek, âçıklasak görmeyen kimse görmez, an­ lamaz, idrak etmez. Gören kimse görür, anlar, idrak eder. Vasıla, ulaşana işaret yeter. Ulaşandan başkası ne öğret­ me ile, ne anlatma ile ne yaklaştırma ile ne sözle, ne bil­ gi ile ne de akıl ile vasıl olmaz, ulaşmaz. Ancak ulaş­ mış bir şeyhe hizmet ile anlar. Anm nurile doğru yolu bu­ lur. Onun himmetile yola girip inşallah anın sebebile maksuduna ulaşır. • Allahü Teâlâ, sözden,'işten, bilgiden ve nurdan, doğ­ ru yoldan sevdiği ve razı olduğu şeyden , bizi ayırmasın.

SO N

' CEMAL- BARDAKÇININ DİĞER ESERLERİ: ;■ \

'

1 —- Anadolu isyanları

Tükenmiştir.

2 — Alevilik, Ahilik, Bektaşilik

»

3 — Devşirmeler Mütegallibelerden neler çektik

»

.

4 — Derebeylik Toprak dâvası 5 — Bizde siyasi partiler 6 — Risalei Ahadiye 2. Tabı 7 — Modem fizik ve tasavvufa göre Ruh ve ölüjcıi 8 —/ Geçmişte bir partinin yıkılışı ve ibret levhaları;

»

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF