Özlem Çelik - Kendi Hayatını Yaşa.pdf

May 1, 2017 | Author: yuceltr | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Özlem Çelik - Kendi Hayatını Yaşa.pdf...

Description

mmıt m MkAJk İa ti

H A S R E T K A R PEŞ e s - f c L f a f r t u ^

Keyifle okuyacağınız bir romantik komediye hazır mısınız? Şimdi dürüst ofma zam anı . .. Hangi kadın, “Muhteşem geri dönüşün" hayalini kurmadı? Ya da gerçek aşkı ararken komik durumlara düşmedi? Artılar ve eksiler listesi yapmadığınıza inanmıyorum. En az bir hayaliniz oldu gizlice kurduğunuz. Bir adam a âşık oldunuz. Size âşık oldular : Bir yolculuk planladınız, gidemeyeceğiniz... Geleceğinizi okumak y a d a geçmişinizi hatırlamak istemez misiniz?

(Vivi la tua vita) ~(oe/iÂ

ROMAN

Puslu Yayıncılık Eser Adı: Kendi Hayatını Yaşa! Yazarı: Özlem Çelik

«T Bu eserin tiim yayın hakları PUSLU YAYINCÎLIK'a aittir. Tanıtım yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izini alınmadan hiçbir şekilde kaynak gösterilmeden kopyalanamaz , elektronik ve mekanik yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. Yayıncı Sertifika No: 20831 Temmuz 2013 ISBN : 978-605-5099-02-2 Editör Erdoğan M ert

Sayfa Düzeni Adem Şenel Kapak Tasarımı Organik Tasarım

Kapak ve İç Baskı İnkılap Kitabevi Baskı Tesisleri Matbaa Sertifika No: 10614 Çobançeşme Mah. Altay Sk. No: 8 Yenibosna i Bahçelievler/İstanbul T : +90 212 496 11 11

Puslu Yayıncılık P ın a r M ah. Ç am lıbel C ad. No: 86 Sarıyer / İstan b u l T : +90 212 224 42 22 www.pushiyayincilik.com.tr

Ç^Cemcli Ö ¥ 6zya/A /n ı

< ğ/a4a /

(Vivi la tua vita)

^x/em '(oe/i/c H A SR E T K ARPEŞ

ROMAN

Yazar H akkında 1987 İstanbul doğumlu olan Özlem Çelik, Adnan Menderes Üniversitesi Tarımsal İşletmecilik bölümü mezunudur. İlkokul yılların d a yazmaya başlayan yazarımız, yazılarını ilk kez Kasım 2009 yılında oluşturduğu bloğu ile okuyucularının beğenisine sunmuştur. Kasım 2012 yılında Bloğum Dergisi’nde konuk ya­ zar olarak yazmaya başlayan yazarımız halen dergide yazmakta aynı zamanda derginin yazı işleri sorumlusu olarak görevine de­ vam etmektedir. Yazmanın nefes almak kadar önemli olduğuna inanan ya­ zarımızın “Kendi Hayatını Yaşa (Vivi la tua vita)” isimli romanı yayınlanan ilk romanıdır.

Yazıklarımın yayınlanmasını benden çok isteyen Anneme ve her zaman beni destekleyen biricik kuzenim Seda’ya ithafen...

Yazmak zorundayım. Bir iz kalmalı benden... Gökkuşağının bittiği yeri görmeliyim.. Tanıdık gelmeliyim binlerine. Yaralarını sarmalıyım. Yalnız olmadıklarını hissettirmeliyim. Yazmalıyım. Değişene dek dünya, lyileşene dek insanlığım... Özlem Çelik

BOLÜM 1: BAŞLANGIÇ

y (Bebek adımlarıyla başla!)

H ASRET KARDEŞ z ^ l c U v ^ o ^

0 2 / ab ah ın ilk ışıkları yüzüne vuruyordu. Şapkasının siper­ liğinden yüzüne v u ran gölge sıcak kahverengi gözlerini saklı­ yordu. K oluna taktığı ip o d ’dan uzanan kulaklığı her adım ında göğsüne çarpıp geri dönüyordu. A ltına giydiği gri bol eşofmanı o n u n kaslarını gizliyordu. O n u parkın etrafında koşarken gör­ dü ğ ü m d e sıradan biri gibi gelmişti. A m a üçüncü ve dördüncü görüşüm de o n u n sıradanlığının arkasına saklanm ış m ükem ­ mel gülüm sem esini fark ettim . Birisi kom ik bir şey anlatıyorm uşçasına gülüm süyordu koşarken. N efesinin sıcaklığım m et­ relerce öteden alabiliyordum . Giydiği spor ayakkabıların sert zem ine çarpışındaki h afif tok sesi iliklerim de hissedebiliyor­ dum . O n u n için sabah koşusu sıradan bir an tren m an d ı anla­ dığım kadarıyla. Ben ise kilo vermeye çalışan boyu ve kilosu orantısız bir şişm andım . Aslında şişm an dem ek kendim e hak­ sızlık olurdu. Evet, zayıf değildim ancak ben de güzeldim . Ela gözlerim kestane rengi kısa saçlarım ve güzel bir gülüm sem em u

vardı. T üm bunların ötesinde ben bir yetişkindim ve kilo ver­ meye çalışıyordum. D aha sağlıklı bir yaşam için her gün ko­ şuyor ve yıllarca yediğim fast food yiyeceklerin bana arm ağanı göbeğim ve kalın bacaklarım ı eritmeye çalışıyordum. İlkokul yıllarını saymazsam eğer, hayatım boyunca hiç çok zayıf ol­ m am ıştım . İstediğim elbiselerin vücudum a göre bedenleri ol­ m am asına artık dayanam ıyordum . H ep m uhteşem geri dönü­ şün hayalini kurm uştum . Bir gün kapı açılacak ve 36 beden halim le saçlarımı savura savura farkım ı insanların yüzüne vu­ racaktım . A m a geçen yıllar bana bun u n sadece hayal etm ekle olmayacağını, eğer bunun olm asını istiyorsam savaşmam ge­ rektiğini öğretti. Bunu anladığım da 25 yaşında, istediği hayatı yaşamayan, başarısız biriydim. K endim i o çok sevdiğim ro ­ m antik komedilerden biri olan Bridget Jones a benzetiyordum . A m a karşım a bir türlü o yakışıklı adam çıkm ıyordu. Bu bir kara m izah olmalıydı. H ayatım ı bu şekilde hayal etm em iştim . Ailem in yanında; salonda ki kanepede yaşlanacağım d ü şü n ­ cesi benim içimdeki o dürtü yü ateşledi ve koşmaya başladım . O n u da koşmaya karar verdiğim ilk gün fark ettim . G ittiğim diyetisyen bana sporun önem inden uzun uzun bahsetm iş ben de ona bahane olarak yoğun iş tem pom u anlatm ıştım . Ta ki o bana ona neden para ödediğim i hatırlatana kadar. Sonrasında kendim e güzel bir koşu ayakkabısı, eşofm an altı ve güzel bir atlet aldım ve koşmaya başladım. Başlarda koşm ak denemezdi. Kısa adım larla yürüyerek geri dönüşü hayal etmeye başladım . Bacaklarımın her kası ayrı bir ağrı içinde günlerce y ü rü d ü m , sonrasında kısa adım larla yavaşça koşmaya başladım . K endim i

“Sahil G üvenlik” dizisindeki gibi hissediyordum. Verdiğim 2 kilo kendime olan özgüvenimi yerine getirmişti. O nun arka­ sında koşacak kıvama gelmek için kendimi paralıyordum. Ada­ m ın o düzenli nefes alışverişinin arasına burnum dan hırıltılı nefesler verip, terden sırılsıklam olmuş kırmızı yanaklarımla girmek istemiyordum. Doğru zamanı beklemek ve beklerken onunla hayal dünyamı süslemek benim için gayet keyifliydi. Adını, yaşadığı yeri veya ne iş yaptığını bilmeden, onu tanı­ m adan, beyaz atın üstüne oturtmuş, yel değirmenlerine karşı dörtnala gittiğine dair bir fikre kapılmıştım. Yel değirmenleri benim fazla kilolarımdı. İlk ayın sonunda daha normal ne­ fes almaya ve kalp ritmimi normal tutmaya başlamış ve top­ lam da 5 kilo vermiştim. İstediğim kiloya ulaşmama yalnızca 25 kilo kalm ıştı Bu hızla gidersem 5 veya 6 ay sonunda ha­ yalimdeki gibi olabilecektim. Âşık olacak, bir adam tarafın­ dan sevilecek, sigarayı bırakacak, göz ameliyatı olarak lensle­ rim den kurtulacak ve 36 beden kıyafet alabilecektim. H atta belki Tanrı bu koşuşturma içinde bana milli piyangodan bir­ kaç milyon çıkmasını sağlardı ve ben tüm hayallerimi gerçek­ leştirmiş olurdum. R u tin olarak her Pazar koşuyordum. Sabahları yatak­ tan kendim i neşeyle atıyor ve eşofmanlarımı üzerime geçir­ dikten sonra doğruca parka gidiyordum. Park, evime 20 da­ kika yürüm e mesafesindeydi. Kimse evinden uzak bir yerde koşm az düşüncesiyle O n u n da benimle aynı çevrede o tu r­ duğu düşüncesine kapılmıştım. Bakkala giderken bile güzel giyinip makyaj yapıyordum artık. D oğduğum dan beri avnı

mahallede yaşadığım dan onun yeni biri olduğu hissine kapıl­ mıştım. Yaz geliyordu artık ve ben M a rt ayında başladığım diyet ve koşu program ının sonucu olarak H aziran başında 14 kilo verm iştim . Yeni koşu eşofm anları alm ış, yeni bir benliğe kavuşm uştum . Yeniden kilo alm am ak için m ak arn a ve h am ­ burgerden kendim i uzak tutm aya başlam ıştım . Yazın gelm e­ siyle gri eşofman yerini gri şorta bırakm ıştı. Ben de kendine gelen egomla şort giymeye başlam ıştım . O n u n kadar düzgün bacaklarım olm adığı için genlerim i suçlayarak koşuyordum . Nefesim ayların verdiği rahatlıkla artık ru tin bir hal alm ıştı. Sıra, onunla tanışm ak için kurd u ğ u m -bana göre h ain - pla­ nım a gelmişti. D aha önce hiç kim senin b u n u d ü şünm ediği gibi saçma bir fikre kapılm ıştım . Koşarken aniden önüne çı­ kacak, bana çarparak beni düşürm esini sağlayacaktım . Evet, biraz mazoşistçe olabilirdi am a eski T ü rk film lerinde bu işe yarıyordu. Benim hayatım da “Balıkçı Azize” kıvam ında ol­ duğ u ndan bende de işe yaram alıydı. Takip eden Pazar günü en sevdiğim yeşil şo rtu m u giy­ dim . B acaklarım ı tertem iz olduğuna ikna olana dek incele­ dim . Ü zerim e beyaz bir atlet ve ayağım a koşu ayakkabıla­ rımı giyerek parka doğru sakin adım larla gittim . O n u n her seferinde kullandığı yolun k uy tu bir kısm ında bir ağaç arka­ sına saklanarak bekledim . Yaklaşık bir saattir orada olm am a rağm en henüz gelm emişti. A klım a hasta olduğuna, daha da kötüsü koşuyu bıraktığına dair tu h a f bir fikir yerleşti. Son­ rasında köşeden döndüğü nü gördüm . D o ğ ru yer, doğru za­ man kuralını hatırladım . N e erken olm alıydı ne de geç. Sık

sık nefes alarak nefesimi birkaç km. koşmuşum gibi hızlı hale getirdim. Sonrasında geriye doğru birkaç adım attım . Ağa­ cın önüne doğru koşmam gerekirken kendimi ayağıma takı­ lan dal parçası yüzünden yerde yuvarlanırken buldum. Şor­ tum ve beyaz tişörtüm çamur içindeydi. H aziranın ortasında varlığına hayret ettiğim bu çamur da neyin nesiydi ve o ağa­ cın kökü neden o kadar dışarıdaydı? Ben bunları düşünürken birden onun bana yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Yavaşla­ mıştı. Ne doğru yer, ne doğru zaman, ne de doğru kıyafetti. Kendim i güçlükle ayağa kalkmaya çalışırken buldum. Dizle­ rim acıyordu ve biraz da kanamıştı. Yavaş yavaş nefesimi dü­ zene sokmaya ve gözlerime batan yaşları itelemeye çalıştım. İşte! Yeniden koşuyordum. Eğer yol ayrımına kadar sabredebilirsem o beni durdurmadan ortalıktan kaybolabilirdim. Dizle­ rimdeki acı yavaş yavaş baldırlarıma doğru çıkıyor ve mideme baskı yapıyordu. Gözümden bir damla yaşın, değdiği yeri ıs­ latarak geçtiğini ve boynumdan aşağı süzüldüğünü hissettim. Şimdi olmazdı. Şu an, buraca sinirlerim boşalamazdı. Diyetin verdiği vitamin eksikliği ve harap olmuş sinirlerim beni şu an ele geçirmemeliydi. Sakince nefes alıp vermeye çalışarak adım­ larımı hızlandırdım ve yol ayrımından döndüm, sonunda yal­ nızdım. Arkamdan gelen kimse olmadığından emin olduğum an yolun kenarındaki kaldırıma oturup dizime bakmaya başla­ dım . Kan biraz önceki hale nispeten kurumuş ve çirkin siyah bir leke oluşturmuştu. Kollarımda ki sıyrıklar fena görünm ü­ yordu ama dizlerim beni öldürüyordu. Kendime geldiğimi san­ dığım bir an yavaşça ayağa kalktım ve O nu gördüm. Ensesini

ö rten siyah gür saçları şapkasının altından hınzırca çıkmış, ter­ den ıslanm ıştı. G özlerini örten güneş gözlüklerini b u rn u nu n u c u n a indirerek bana baktı. Hayır, bu olm uyordu. Bu büyük geri dönüş değildi. Beyaz tişörtüm çam ur içindeydi ve bisik­ letten düşm üş bir çocuk gibi yara kaplıydı her yanım . O ise terden ıslanan tişörtün ün ucunu eline almış, terden sırılsıklam olan alnını kuruluyordu. Bana doğru birkaç uzun adım attık­ ta n sonra kulaklıklarını çıkardı. Boynundan aşağı sarkan k u ­ laklıkları göğsünün iniş ve çıkışlarıyla senkronize bir şekilde sallanıyordu. Gözlerim i göğsünden yukarı kaldırdığım an o m uhteşem gülümsemesiyle bana baktığını gördüm. “İyi misin? Ç ok kötü bir düşüş oldu ve ben seni m erak et­ tim .’' Beni m erak etmişti! Tanrım , düştüğüm için teşekkürler, sonunda beni fark etti! Kısa süreli bir şok dalgası tü m benli­ ğim i sardıktan sonra; “Aaa, şey o kadar da m ühim değil. K üçük birkaç sıyrık. H erkesin başına gelebilir” diyebildim. Hayır, aslında herkesin başına bu kadar aptalca bir şey gelmezdi. Bu ancak benim ta­ lihsizliğimin öngördüğü bir saçmalık olabilirdi. “H aklısın galiba. Yürüyebilecek misin?” “Yürüyebilirim.” Şimdi ismini söyleyecek ve ben ismimi söyleyeceğim sonra kahve içmek isteyecek. Tanrım , oldu bu iş! Yaşasın... “Biraz daha iyi görünüyorsun. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”

“Hayır, teşekkür ederim. Her şey için...” Eee ismini söyle­ mesi gerekmiyor muydu? Niye böyle oldu ki. “Peki, İyi pazarlar...” A dım larını hızlandırarak benden uzaklaşırken; “Sana d a ...” diyebildim sadece. Böyle olmamalıydı. Bu cümle beynimi yiyip bitirecekti. Bir daha aynı numarayı deneyemeyecek olmama ne demeli? Dizimdeki acı kendini hatır­ latınca tem kinli adımlarla parktan anayola çıkarak taksi ara­ maya başladım. Bir taksi beni ve utancımı eve götürmeliydi. Eve nasıl ulaştığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ce­ bim den çıkardığım buruşmuş paraları şoförün eline sıkıştırıp koşarcasına taksiden indim. Eve girdiğimde annem önce yü­ züme ve sonra dizlerime baktı. “N e oldu sana böyle?” “Ö nem li değil. D üştüm .” Aslında önemliydi. Anneme anlatmak için içimde derin bir istek duyuyordum ama bu kez olmazdı. Başarısız tanışma ey­ lemlerim ve platonik hallere bürünen aşklarım onun duymak istediği şeyler değildi. O benim evlenmek istediğimi ve ona to­ run vereceğimi duymak istiyordu bu kolaymış gibi. Bu devirde evlenebilecek kadar düzgün bir erkek bulmak ne kadar zordu bilmiyordu, anlatamıyordum. İçimden geçenleri duymuşçasına bana uzun uzun baktıktan sonra “Yeni biri mi yoksa?” dedi. Bu, her seferinde annemin torun isteğinin artmasına, bana yal­ varan gözlerle bakmasına ve sonunda gözlerini uzaklara dike­ rek içlenmesine sebep oluyordu. Belki onu düşündüğüm den

belki de kendim e olan güvensizliğim den ona sadece “H ayır” diyebildim. D evam ında gelecek ikinci tü r önem li soruları sa­ vuşturm ak için kendim i banyoya attım . Suyu açıp üzerimdekileri çıkardım aynaya baktım . G ö rü n tü m ü beğenm edim . H âlâ istediğim şekilde değildi ölçülerim. K endim e sabretm em ge­ rektiğiyle ilgili küçük bir brifing verdikten sonra duşa girdim . Suyu ılık hale getirdim . Su dizim e çarptıkça iğneler batıyormuşçasına canım yanıyordu. D erin bir nefes alıp sabunladı­ ğım lifi dizlerime sürdüm . T ü m banyo fram buaz k o km uştu bir anda. Sonrasında saçımı şam puanlayıp kendim i akan su­ yun dinginliğine bıraktım . C an ım ın acısı ince bir sızıya d ö n ­ m üştü. Nasılsa geçer diyerek kendim i avuttum ve d u rulanarak banyodan çıktım . Ayağım yere değdikçe bileğimde baskı hisse­ diyordum . Sendeleyerek bornozum u giydim ve odam a geçtim. Yeni evim izde ilk günlerim izdi. Babam benim duygu sö­ m ürülerime dayanamayarak benimle birlikte annem i ikna etm e yolunda önemli adım lar atmıştı. Ve doğduğum evi, sahip oldu­ ğum uz tek malvarlığını kiraya vererek mahallem ize yeni yapı­ lan üç odalı dairelerden birini tutm uştuk. Benim kendim e ait bir odam ve mobilyalarım vardı artık. Ev büyük ve ferahtı. Tek kötü yanı abim in odasının küçük olması ve aydınlığa bakm asıydı. A m a tabi ki bu benim heyecanla mobilyalar alm am ı en­ gelleyemedi. Hep hayalini kurduğum çift kişilik battal boy ya­ tağım ı alıp odam ı gönlüme göre düzenledim. Ve şimdi pem be pelüş halım ın üzerinden geçip kendim i H ülya Koçyiğit gibi yatağımın üzerine bırakm a zam anıydı. Yaşadıklarımı gözü­ m ün önüne getirip kritiğini yaptım yetm edi, kuzenim (aynı

zam anda en yakın arkadaşım) Sedayı aradım. Uzun zaman­ dır beraberce paylaştığımız ortak heyecan, O nunla tanışmaktı. H er zam anki neşeli ses tonuyla telefonu açtı. “O zzzz... Ç abuk anlat!” “U tanç köşesinde çömelmiş cezamın bitişini bekliyorum!” Bu bizim yıllar önce Ankara’da başımıza gelen saçma sapan bir olaydan sonra utandığım ızda kullandığım ız bir deyim ha­ line gelmişti. Bundan seneler seneler önceydi. Seda A nkara’da yaşadığı için ben de yıl içindeki rutin ziyaretlerimden birini O cak ayma denk getirmiş ve Ankara’nın eksi 14 derece soğu­ ğuyla yüz yüze gelmiştim. Olayın geçtiği gün ekmek alm ak için dışarı çıkm ıştık. Ben daha önce A nkara soğuğu görme­ diğim den converselerimle gitmiştim. Yerler diz boyu kar, her yer buz. K arşıdan gelen iki yakışıklı çocuğun bana bakm a­ sını sağlamak için kendimce seksi seksi yürümeye çalışırken biricik lastik ayakkabılarım buz üzerinde patinaj çekerek yere yapışm am a sebep oldu. Ağlamakla gülmek arasındaki o ince çizgide şaşkın şaşkın bakakaldım. Çocuklar yanım ızdan ge­ çip gitti ve ben Sedanın yardımıyla yerden zorla kalktım . Eve gittiğim izde Seda sadece; “şu köşeye git ve utan dedi. Ben de hak vererek kapının arkasına geçtim ve utandım . O olaydan sonra ne zam an utanç verici bir olay yaşasak bu deyimi kul­ lanmaya başladık ve ben şuan kapımın arkasında utanıyorum! “O kadar mı kötü?” D aha kötü ne olabilir diye düşündüm . rtO kadar kötü" diyebildim ve her şeyi sırasıyla anlattım . Scssizce dinleyip ı

(Prangalarından kurtul!) H A SR ET KARPEŞ

C J / a b a h işyerim e gidip olanları Merve’ye anlattım. Benden sevinçli sesiyle “sonunda oldu” diyordu. “Artık istediğimiz bu­ tiği açabileceğiz” dedim . Ben istifa ediyorum, sen de et, artık beraber çalışacağız. O gün Merve’yle beraber istifa dilekçele­ rim izi verdik. Herkes şaşırmıştı. Bizden böyle bir şey beklemi­ yorlardı. E şyalarım ızı toplayıp arabama yerleştirdik. Herkesle vedalaştık. Şirket hatlarım ızı ve diğer ekipmanları teslim ettik. Ç ık ış belgelerim izi aldık. En zoru vedalaşmaktı. İki senedir dişim izle tırn ağım ızla yükseldiğim iz şirketimizden ayrılm ak zordu ve tabi k i arkadaşlarım ızdan, Hatice, Gülgün ve Şeyma, beş k işilik grubum uzun diğer üyeleri. Her zaman görüşece­ ğim izi söyleyerek arabaya bindik. Onu eve bıraktım. Eve git­ tim . Herkes söylenileni yapmış işyerlerinden ayrılmıştı. Abime ne iş yap m ak istediğin i düşünmesini söyledim. Babam ve an­ nem a rtık çalışm ayacaktı. Ne istiyorlarsa onu yapacaklardı. Annem e bir de tam zam anlı hizmetçi tutacaktım. Hepimiz Ut

müthiş bir heyecana kapılm ıştık. Şirket hattım ı teslim ettik­ ten sonra eve gelirken yeni bir num ara alm ıştım . Her şey çok hızlı oluyordu. Ertesi gün M erve’yle güzel bir yer aradık. Ve diğer günler d e ... En sonunda K adıköy Bağdat C addesinde tek katlı, dev cam ekânları olan büyük, güzel bir yer bulduk. Hemen sözleşmeyi im zaladık. M erve’yle ortaktık. O nun te­ minata ihtiyacı vardı. Benim hacayam ayacağım kadar param. Her konuda M erveye rahatlıkla güvenebilirdim . M im arlarla görüşüp içerisini nasıl istediğim ize dair bilgiler vererek proje çizmelerini söyledik. Biz de artık tasarım larım ıza başlayabi­ lirdik. Gazeteye ilan verdik: “D ikiş dikebilecek yetenekli ele­ manlar alınacaktır.” Abim kendisine teknoloji marketi tadında bir yer açm ak istedi. M ekânı buldu, istediklerini aldı, işinin başına geçti. Annem kendisine bahçeli, iki katlı bir ev buldu. Evi satın aldık, içini dilediği gibi döşemesi için beraberce gün­ lerce alışverişe çıktık. Bir sabah sessizce önceki evimizden, doğ­ duğum uz büyüdüğüm üz mahalleden ayrıldık. Evin işleri ta­ m am landığında anneme bir de araba aldım . Hep bir arabası olsun isterdi. Herkesin gönlü olmuştu. Sedanın okul masraf­ ları için kullanabileceği bir hesap açıp ona kartını gönderdim. A rtık kendi işimle ilgilenebilirdim. M im arlar işlerini bitirmiş­ lerdi ve hayalim izde ki gibi bir yer olmuştu. Retro, modern ve elit. Tabelasını hazırlattık ikimizden de bir şey olsun istedik ve m arkam ızın ismi Ö z& M erw oldu. Dikiş atölyesine alına­ cak elemanları aldık. Bir yığın evrak işiyle uğraştık. İlk kre­ asyonumuz için bir sürü elbise hazırlandı.

ikram iyeyi kazanmamın üzerinden dört ay geçmişti. Tüm hayatım değişm işti artık. Sevgilim yoktu. Ama arkadaşla­ rım vardı. Şeym a iş çıkışlarında butiğimize geliyordu. Akşam onu eve bırakm ak için karşıya geçiyorduk. Ben her köprüden geçişimde karşı yakaya üstüme oturan öküzle dönüyordum. Rüzgâr’ı anımsıyordum, canım acıyordu. Unutmak için yeni çizimler yapıyorduk Merve’yle. Bir sürü elbise. Rengârenk... Onu hatırlam am am için çok uğraşıyordu Merve, benim can dostum. Ailesiyle iş yerine yakın yeni bir ev tutmuştu. Sık sık onlara gidiyorduk. O bize geliyordu. Artık açılış zamanı gel­ m işti. Ben açılışta rengârenk kıyafetim ve takılarımla gök­ kuşağı gibi olmuştum. Merve ise kendi asaletine siyahın asa­ letini katm ıştı. Açılışımız oldukça şaşaalı olmuştu. Bir sürü insan, bir sürü kalabalık. Sedada Ankara’dan gelmişti. Tüm gün şam panya ve kanepeyle açlığımızı bastırıp, akşam ma­ ğazam ızı kapatınca kutlama yemeğine gitmeye karar verdik. Arabaya atladığım ız gibi kar;;ya geçtik. Bebek balıkçısına git­ tik. İçeri girdiğim iz an ilgi odağı olmuştuk Kimsenin tanı­ m adığı üç güzel k ad ın ... Sanat camiasından değiller, sosyete güzelleri de değiller. Kim bunlar? Biz kasım kasım kasılarak bize gösterilen masaya oturduk. Alabalık, meze ve rakı söyle­ dik. Kadehlerimizi yeni hayatımıza ve tabi kendimizi teslim edemediğim iz tüm aşklara kaldırıyorduk. Balıklarımız daha yeni gelm işti, m utluluk sarhoşuyduk. Ta ki “şarkılar seni söy­ ler” çalana dek. Zihnim içimi yakan, beni parça parça bölen hir geceye döndü. Rüzgârla karşılıklı rakı içtiğimiz, birbiri­ mize sahip olduğumuz o anlarda kayboldum. Onu aklımdan

dü^ürcmediğim için gözyaşlarını peşi sıra yanaklarım a düştü. Seda vc Merve de oldukça hüzünlüydüler. İkisi de benim gibi denizin karanlıklarına dalmışlardı. Sonra bir an sessizliği Seda bozdu; “Gören de aşk acısı çekiyoruz zanneder yahu. Âşık de­ ğiliz, sevgilimizden ayrılmadık. Şu şarkının yaptığına bak, ızdırap doldum. Bunu bir sonraki aşk acımdan düşerim bak bi­ linsin” dedi. Bu bizi güldürmeye yetti. Aynı anda yüksek sesli kahkahalara dönmüştü hüznümüz. Rüzgâr aklım dan silin­ mişti. O akşam arabayla geldiğimizden ben tek kadehle yetin­ dim. Yemeğimiz bittikten sonra eve doğru yola çıktık. Önce M erveyi bıraktık sonra Sedayla eve gittik. Artık iyice bollaş­ mış tişörtlerimizle birlikte rengi solmuş ev pijamalarımızı giy­ dik. Seda “Şu İtalya fotoğraflarına bir bakalım ” dedi. Fotoğ­ raflara hiç bakmamıştım. Fotoğraf makinemin hafıza kartını çıkarıp yeni aldığım devasa televizyona taktım. Kumandasıyla fotoğrafları değiştiriyor bir yandan hangisinin nerede çekildi­ ğini anlatıyordum. Hatırladıkça İçim burkuluyordu. “Arkandaki kim?” Gerçekten arkamda biri var sanıp kısa süreli bir korku yaşadıktan ve damağımı çektikten sonra tele­ vizyonu gösterdi bana. Roma’da Collesium fotoğraflarımdan birinde arkamda bir adam duruyordu. Uzağımda. “Turisttir.” “Senin fotoğrafını çekiyor gib i...” “Yok canım manzarayı çekiyordun” “E bu fotoğrafta ki de aynı adam ...”

Fotoğraf Gelateria della Palma’dan aldığımız dondurma­ ları yerken çekilmişti. Hızla diğer fotoğraflara geçtim. Adam gölge gibi tüm fotoğraflarda çıkmıştı ama net bir fotoğrafı yoktu. Sonraki fotoğrafları Aslan Bey mail atmıştı bana. Gezi sırasında birkaç fotoğrafımı çekmiş, paylaşmak istemiş. Fo­ toğraflardan ilkin i açtım, Rüzgâr karşımdaydı. Ben hüzünlü bir şekilde dalmışken ressamın resmimi çizişini izliyor. Sonra pandomim sanatçısına karanfili veriyor uzaktan. Bir diğer fo­ toğrafta kahve içerken beni izliyor. Karşılaşmadan önceleri de benim etrafım daym ış. Son fotoğraf havaalanından, grupça İtalya’ya gitmeden fotoğraf çekiyoruz. Arkada Rüzgâr bana gülümsüyor. Meğer hep yanımdaymış. “Beni neden hiç aramadı Seda? Neden bulmaya çalışmadı. Dedektif tutup hayatımı araştırmayı biliyor ama. Beni bulmak çok mu zordu? Hiç mi sevmedi beni?” “Bilm iyorum Öz. Keşke bilsem. Ama düşünme onu artık. Belli, başka bir hayata başlamış. Üzülme onun için.” “Onu çok özlüyorum Sed. Arasam mı?” “Öz yapma.” “Sesini duyup kapatırım.” “Çocuk musun sen?” “Denemekten ne çıkar hadi ne olur arayalım, lütfen Sed.” “Peki ara, hoparlöre ver bari ben de duyayım sesini.”

“Tamam.” N um aram ı gizledikten sonra onu aradım . Te­ lefonu hoparlöre verdim. Defalarca çaldı açılm adı. Çaresizce telefonu kapattım . Biz de Sedayla uyuduk. Sabah erkenden kalkıp m ağazaya gitm ek için hazırlan­ dım. Havalar iyice bozmuştu. Bugün canım renkli giyinm ek istemiyordu. Rüzgârla yemeğe çıktığım ız günkü siyah elbi­ semi ve siyah uzun çizmelerimi giydim . Üzerime kırm ızı kabanım ı alıp evden çıktım . Annemler hâlâ uyuyordu. Arabaya binip mağazanın yolunu tuttum. Yoldan gazete, kahve ve mar­ meladı kruvasan aldım . Uzaktan kum andayla m ağazanın kepenklerini kaldırdım . İçeri girip ardımdan cam kapıyı kapat­ tım . Fanları sıcağa ayarlayıp içerinin ısınm asını sağladıktan sonra m ontumu çıkardım . Gazetemi açıp önemli haberlere göz gezdirip bir yandan da kahvaltım ı yapıyordum. M agazin sayfasına geldiğimde kendimi gördüm. “Ünlü modacılar Öz­ lem ve arkadaşı Merve bir kız arkadaşıyla Bebek balıkçısında eğlenirken görüntülendi. M ağazaları Ö z&M erw ’in açılışın­ dan çıkıp eğlenmeye gelen modacılarımız denizin tadını çı­ kardı. Soruları özel bir akşam diyerek reddeden ikili geceye erken saatlerde son verdi.” Ünlü? Modacılar? Bir de gülerken fotoğrafımızı çekmişler. Hemen Merve yi aradım “çabuk ma­ ğazaya gel Merve” diyebildim. Merve üstüne çarçabuk bir şey­ ler giyip dükkâna geldiğinde elimde gazeteyle volta atıyordum. Daha “ne oldu?” demeden eline gazeteyi verdim. “E ne var bunda Özlem? M ankenin birini alışveriş yapar­ ken çekmişler.”

“A şağıya bak.” Oha. Bu ne ya bu senin beğendiğin aktör değil mi? Yeni kız arkadaşı mı varmış.” “Merve daha aşağıya bakar mısın lütfen?” “Özlem?” “Evet.” “Bizim gazete de ne işimiz var?” “Ben biliyor muyum sence?” “Sen gazeteci gördün mü?” “Hayır. Sen?” “H ayır.” “E ne zam an çekildi bu fotoğraf?” “Bilm iyorum ama şimdi gazeteyi arayacağım.” “Ne diyeceksin?” “Bilm iyorum .” Gazetenin telefonunu tuşladım. Santralden magazin ser­ visine oradan da haberi yapan kişiye bağlanmak istedim. Ya­ rım saat kadar telefonda bekledikten sonra sekreter kim ol­ duğumu sordu. “Ben Ö z& M erw ‘in ortağı, ünlü modacı Özlem.” “Bir dakika bekleyin lütfen.” “Peki” “G ünaydın Özlem Hanım, erkencisiniz. Ben Yılmaz Sevigen, size nasıl yardım cı olabilirim?” u:

“G ünaydın Yılmaz Bey, ben gazetede çıkan haberiniz hak­ kında konuşmak istiyorum.” “Aa şu mesele. O akşam sizi rahatsız etmemek için yanı­ nıza gelemedik ama fotoğrafınız çok güzel çıkm ış değil mi?” “Şaka yapıyor olmalısınız!” “H angi konuda?” “Öncelikle ben ünlü bir modacı değilim, arkadaşım Merve’de. Basit bir dükkân açan iki arkadaşız ve sizin magazin sayfa­ nızda olmak gibi bir talebimiz yok. İkincisi sizinle herhangi bir söyleşi yapmadan bizim ağzımızdan cümleler yazm ak gibi bir hakkınız yok.” “Bence buna memnun olmalısınız.” “Neye memnun olmalıyım? Gazete sayfasından çıkacak sabun köpüğü şöhrete mi?” “M arkanız sayemizde gazetelere taşındı.” “Sizce bizim böyle bir talebimiz var m ıydı?” “Bence olmalı.” “Am a yok. Yılmaz Bey mesleğinize saygı duyuyorum ama ben böyle bir hayat istemiyorum. Lütfen bu haberlerin tek­ rarı olmasın ” “Söz veremem.” “Yılmaz Bey, bakın tekrar söylüyorum lütfen hayatımızı bu gibi şeylere bulaştırmayın.” “Peki öyle olsun.”

“Ç ok teşekkür ederim. İyi günler.” Telefonumu kapattığımda sabrımdan dolayı kendimi alkış­ layacak konum a gelmiştim. Sıradan ve basit bir iş günü geçi­ recek olm anın verdiği rahatlıkla kahvelerimizi içerken, elinde gazetelerle bir sürü insan doluştu içeriye. Merve’yle ne oldu­ ğunu anlam ıyorduk. Ne bulurlarsa deniyor, bir sürü sipariş veriyorlardı. “Kişiye özel tasarımlar” sloganımız için kendi hayalindeki elbiseyi çizdirenler vardı. Bütün günümüz böyle geçmişti. Öğleden sonra Seda da bize dâhil oldu. Kısaca ga­ zete haberini ve yaşadıklarımızı anlattıktan sonra o da ken­ dince yardım etmeye başladı. Akşam olduğunda yorgunluk­ tan ölüyorduk. Ben dükkânı kapatırken Sedanın canı waffle istedi, biz de waffle yemeye gittik. Waffle ve kahve keyfi ya­ parken birden flaşlar patladı. Başımızı çevirdiğimizde burnu­ muzun ucunda mikrofon vardı. “Özlem H anım günün yorgunluğunu hep böyle mi gide­ rirsiniz?” “Arkadaşlar lütfen.” “Merve H anım sizden bir yorum alabilir miyiz? “(Tövbe tövbe)” “Kötü bir gündü sanırım.” “Kızlar kalkalım mı?” “İyi geceler arkadaşlar size kolay gelsin. Abbas abi bizim waffle’lar paket olacak. Arkadaşlara da ikram et benden ol­ sun. Sonra hallederiz biz.” u*»

“O lur kızım . İyi geceler.” “Sağol abi.” Arabaya binince Merve ve Seda bana şaşkın şaşkın bakı­ yorlardı. “M edyayla kavga olmaz, bilmiyorsunuz sanki hep on­ lar kazanır. Yıllarca m illeti nasıl rezil ettiklerini okuduk ha­ berlerde. Yarın gazeteye gider Yılmaz Bey ile konuşurum. Bu işi yüz yüze halledeceğim .” Sabah uyanır uyanmaz elime gazeteyi aldım. Yine magazin sayfasındaydık. Üzerimi değiştirip gazeteye gittim . Daha önce önünden geçtiğim i hatırlıyordum, yerini kolayca buldum. Yol­ dan arayıp geleceğimi haber verdim. Yılmaz Bey ofisinde beni bekliyordu. Açıkçası beklediğim gibi değildi. Ben orta yaşlı, takım elbiseli birini beklerken Yılmaz Bey; oldukça yakışıklı, uzun boylu, geniş omuzlu ve rahat giyim li biriydi. “Hoş geldiniz.” “Hoş gelmeyi çok isterdim. Ama pek hoş geldiğim söyle­ nem ez” “H ayırdır?” “Yılmaz bey dün gece yine haber yapıldım. Rica ediyorum sizden bu saçma sapan itişmeyi bir kenara bırakalım .” “Arkadaşlara waffle ısmarlamışsınız, çocuklar sizi çok sev­ miş.” “E karşılarında yedikten sonra bırakıp gitse miydim? Ko­ numuz bu değil. Haber yapabileceğiniz bir sürü manken, şar­ kıcı, oyuncu falan var. Bizi rahat bırakın lütfen.” ISO

“Üzgünüm, buna siz karar veremezsiniz.” “Yılmaz bey lütfen!” “Ü zgün üm ... Başka bir şey?” “Yılmaz Bey?” “İyi günler Özlem Hanım.” “A m a ...” “Hoşça k alın .” Ç aresizce gazeteden ayrıldım . Canım iyice sıkılmıştı. M erveyi arayıp gecikeceğimi söyledim. Kalbim beni Rüzgârla tanıştığım ız yere götürdü. Arabamı park edip sahil kenarında uzun uzun oturdum . Soğuğa daha fazla dayanamayınca ye­ rimden k alktım . O sıra O nu gördüm, arabasıyla geçiyordu. Beni görmemesi için hemen arabama bindim. Beni O bula­ caktı eğer bulabilirse. Bulamazsa daha fazla sorgulamayacak­ tım. Eve dönüş yolunda kaza vardı, trafik sıkışmıştı. Ben de m üziğim i son ses açmış, Melis Danişmend’den Bin doz öf­ keyi tekrar tekrar dinliyordum. Etrafıma bakınırken Rüzgâr ın arabasını gördüm. Ön çaprazda duruyordu. Arabanın içinden güneş gözlüklerim i alıp taktım. Oysa bir damla güneş yoktu. Koltuğuma iyice sindim. Camımı tıklatan simitçiyi o sandım. Köprüden çıkınca bildiğim tüm ara sokakları kullanarak ma­ ğazaya gittim . M erve beni bekliyordu, çok yorgundu. Tüm gün onu yaln ız bırakm ıştım . Arabamı park edip dükkâna gi­ rerken O n un sesini duydum. İçime işleyen sesiyle arkamdavdı. Ne diyeceğim i ne yapacağım ı bilmiyordum. Yavaşça arkama

döndüm , gerçekten de oradaydı. İçimi koşup boynuna sarıl­ m ak gibi bir his kavuruyordu. Birbirimize uzun uzun baktık. Bana geliyordu artık, bulmuştu beni. D ükkânın merdivenle­ rinin yarısındaydım , yavaş yavaş aşağı doğru indim . Filmler­ deki gibi. O da bana yaklaştı. Sonunda karşı karşıyaydık. Ne kadar öyle sessiz kaldık bilmiyorum. “H ayırlı olsun!” “Efendim?” “İkram iyeyi kazanmışsın.” “H ı, evet.” “A rtık sen de zenginsin, kendinden de benden ettiğin ka­ dar nefret ediyor musun?” “Ben senden nefret etmedim. Yaptıklarından nefret ettim.” “Peki yaptıklarından nefret ediyor musun?” “Ben kötü bir şey yapmadım.” “Ben de yapmamıştım.” “Sen beni bıraktın Rüzgâr, sen bizden vazgeçtin. Daha kötü ne yapabilirdin?” “Telefonunu değiştirmişsin.” “Evet.” “İşten ayrılmışsın.” “Ayrıldım .” “O turduğun mahalleden taşınmışsın.” “Tacındım.”

“Beni hiç aram adın.” “A ram adım .” “Kim vazgeçti peki sence?” “Sen!” “Ben m i?” “Evet. O gün sana her şeyi anlattığımda bana gitme bile demedin, arkamdan gelmedin. Şimdi suçu bana atma Rüzgâr.” “Peki öyle olsun.”

Arabasına bindiğinde hâlâ arkasından bakıyordum, gidi­ yordu. Cadde boyu peşinden koşmak istiyordum. Onu durdur­ mak, filmlerde ki gibi arabasının üzerine atlamak... Aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Onların yerine dükkâna gittim. Montumu çıkardım ve çalışmaya başladım. Ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, her işe koşuyordum. Akşam olup dükkânı kapat­ tığımızda kendim i en yakın bara attım. Barmenden tekila iste­ dim. Bir şişe parası ödedikten sonra “dur diyene dek doldur!” dedim. Ne kadar süre içtim bilmiyorum. Ayağa kalkamaya­ cak haldeydim . Taksi çağırmalarını rica ettim, Merve’de ka­ lacaktım. M ervelerin evinin yolunu bulamadığımı fark ettim. Ben de dükkâna yakın bir yerde indim. Zorlukla kepenkleri açtım. K apının kilid in i açmak için yaklaşık yarım saat uğraş­ tıktan sonra içeri girdim. Kapıyı kilitledim, kepenkleri indir­ dim, fanı açtım , ışıkları yaktım . Üçlü koltuğa uzandım. Ce­ bimden telefonumu çıkardım . Son arananlardan Rüzgâr ın

num arasını bulup “ara” tuşuna bastım . Saat gecenin bir ya­ rısıydı. A çm adı. Bir daha aradım , sonra bir daha açana dek. “Sen, benim bu dünyada ta n ıd ığ ım ...” “Alo?” “Konuşma beni dinle. Sen beni durdur diye ne kadar uğ­ raştım ben. Ne kadar bekledim . H ayatım ın sonuna dek se­ ninle yaşam ak istiyordum .” “Özlem H an ım ?” “H an ım ?” “Ben Y ılm az.” “Ah! H a y ır... H adi bunu da yazın gazetenizde. Ü nlü mo­ dacı Ö zlem Ç . Gece yarısı sarhoş bir halde köşe yazarım ızı aradı. Ve ona tüm kirli sırlarını anlattı.” “Aşk, kirli bir sır değildir.” “Sana öyle geliyor. Aşk, kirli bir sırdır esasında. Ç ünkü âşık olduğun an kirlenirsin.” “İyi m isiniz?” “Ç ok iyiyim . İnanm ıyorsan m uhabirlerini gönder fotoğ­ raflarım ı çeksinler.” “ö z le m lütfen!” “Ooo Özlem oldum demek. Ne m utlu bana. Yarın sabır­ sızlıkla m akalenizi okuyacağım . Size m utlu geceler Yılmaz B ey... Temiz rü y alar.. “ö z le m ?n H A SR ET KARDEŞ

T an rım bravo bana! Rezil ettim kendimi. Başka bir ül­ keye taşınsam daha iyi artık. Her şeyi mahvettim. Her-şe-yi... Sabah kepenklerin açılma sesine uyandım. Merve beni gö­ rünce korktu ve beni de korkuttu. “Bu ne hal? Ne oldu sana?” “İçtim biraz.” “Biraz mı? Neden bize gelmedin?” “Yolu bulam adım .” “Aferin sana.” “Sağ ol.” “A l şu anahtarları bizde bir duş al, üstünü değiştir.” “Eve gideyim ben Merve. Yeni aldığımız kız da başlaya­ cak bugün.” “Tamam, am a dikkatli ol. Kendine gelince haber ver bana.” “Peki.” Araba kullanam ayacak haldeydim eve taksiyle gittim. Ken­ dim i hemen yatağa attım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum, uyandığım da telefonum çalıyordu. Arayan tanımadığım bir numaraydı. Rüzgâr olduğunu düşünerek hemen açtım. “Özlem H anım ?” “Evet.” “Ben Yılmaz.” “Buyurun.” “Eğer müsaitseniz sizinle konuşmak istiyorum.

“Ne h akkın da?” “Lütfen, çok önemli.” “Nerede?” “Bir saat sonra Beşiktaş uygun mu?” “U ygun.” “İyi günler.” “Size de.” Hemen yataktan kalkıp duş aldım . Sonra üzerime kalın bir şeyler geçirip evden çıktım . Üsküdar’a inip vapura bindim. Tam vaktinde Beşiktaş’taydım. Sözleştiğimiz gibi onu bekle­ meye başladım . Uzaktan geldiğini gördüm, beraber yakında ki bir kafeye oturduk. Kahve söyledikten sonra kısa bir ses­ sizlik oldu. “D ün gece sesiniz çok kötü geliyordu. Ben sizi çok merak ettim . Şimdi iyi misiniz?” “Dün akşam sizi özelime dâhil ettiğim için üzgünüm. Sizi tem in ederim ki bir daha tekrarı olmayacak.” “Ben senin yanında olmak istiyorum Özlem. Seninle ol­ m ak istiyorum.” “Efendim?” “Seni o ilk gördüğüm andan beri aklim dasın. Ne yaşadın ne kadar kırıldın kim bilir. Ama ben sana bunları unuttur­ m ak istiyorum. Beraber bunları unutabiliriz. Benim çok eğ­ lenceli bir hayatım var. Buna dâhil ol. Beraber eğlenelim. Bir

daha hiç ağlam ak zorunda kalmazsın. Beraber gezer eğleniriz. Bak mesela şu çapraz masada oturan çift var ya...” “Evet.” “O nlar muhtemelen sevgili değil. Kız çocuğa kur yapıyor ama çocuğun aklı başkasında.” “Eee.” “Kız onun dikkatini çekmek için ellerini göğüslerinin al­ tında bağlam ış. Göğüslerini öne itiyor.” “Bundan bana ne.” “İzle Özlem. Ben şimdi o masaya gidip kıza yaklaşaca­ ğım. Sen o sıra kaç.” “Ne yapayım ?” “Kaç.”

Ben çantam ı toparlarken Yılmaz masaya gidip elini kızın omzuna koydu. “Bugün çok güzelsin” dediğini duydum. Ço­ cuk Yılmaz’ı kovalamak için yerinden kalktığında Yılmaz elim­ den tutu, kaçtık. Çocuk gibiydik. Uzun zamandır ilk kez bu kadar eğleniyordum. El ele birkaç sokak koştuk. Durduğu­ muzda kalbim deli gibi atıyordu. “Ne söylemeye çalıştığım ı gör istedim.” “Ya çocuk seni dövseydi, o zaman ne olacaktı.” “Dövemedi am a.” Delisin sen.”

"Sen de." Elele olduğumuzu fark edip elim i çekm ek iste­ dim, bırakm adı. “M ahalle arkadaşınm ışım gibi tut elim i. Ç o­ cukmuşuz gibi. Yaramazlık yaptıktan sonra eve dönüyorm u­ şuz gibi.'1 “Peki, mahalle arkadaşım. Eee şim di ne yapıyoruz?” “Lunaparka ne dersin?” “Bu havada?” “Evet.” “Peki.” Beraber lunaparka gittik. Çarpışan arabalara, atlık arın ­ caya bindik. Sonra beni zorla dönme dolaba bindirdi. Korku­ dan aklım çıkıyordu az kalsın. Dönme dolap en tepede dur­ duğunda Yılmaz bana dönerek; “Biz seninle arkadaşız” dedi. “İleride birbirine âşık olacak ve çok güzel günler geçirecek arkadaşlarız. O zam ana dek bir­ birimize dokunmayacağız, öpüşmeyeceğiz, sevişmeyeceğiz. Sen de bana âşık olana dek. Sevişmek için beni kandırm aya çalı­ şırsan seni anlarım . Bunu unutma.” “Seninle sevişmek için sana âşık numarası yapm ayacağım .” “Evet, yapacaksın. Delireceksin beni öpmek için, türlü nu­ m aralar yapacaksın. Ama ben senin bana âşık olduğuna ina­ nana dek sana izin vermeyeceğim.” uO ne özgüven o ya? Ancak rüyanda görürsün.” “Bence sen beni rüyalarında göreceksin.” uSaçm alam a!”

m

“Ç ok ciddiyim .” “H ıh !” Dolap yeniden hareket edip dönmeye başladığında bera­ ber gökyüzünü izliyorduk. Yağmurun başlamasıyla sırılsıklam­ dık. Yeniden çocuktuk, ıslanmak çok da umurumuzda değildi. Dönme dolaptan inince havalı tüfekle oyuncak kazanılan, is­ m ini hiç öğrenemediğim bölüme gittik. Yılmaz üç kez ıska­ ladı. Tüfeği bana verdi, ona ayı kazandım. E anneden Kara­ denizliydim , nişancılığa yabancı değildik. Onun elinde ayı, benim elimde yağmurda eriyen pamuk şeker bizi oldukça ko­ m ik gösteriyordu. “Hadi pizza yiyelim” dedi. “Ben pizza sev­ mem” dedim. Yeniden kilo alma korkum beni tüm hamur iş­ lerinden uzak tutuyordu. “Peki, balık ekmek yiyelim” dedi, çaresizce boyun eğdim. Büfeden iki tane bira sardırdı gaze­ teye. B alık aldık ekmek arası. Banklara oturduk. Bol soğanlı, kılçığı alınm am ış balığımızı biramızla yedik. Uzun zaman­ dır bu kadar fütursuzca eğlenmemiştim. Biralarımız bittikten sonra ayrıldık. “Sabah bana rüyanı anlat” dedi. Güldüm. Va­ purdan ona el salladım. Eve dönerken Merveyle konuştum, yaşananları anlattım. Sonra Sedaya da anlattım. Sabah tuhaf bir şekilde uyandım. Rüyamda Yılmazı gör­ müştüm. Onunla sevişmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordum ama o bana dokunmuyordu, bu da beni çıldırtıyordu. Sürekli peşinden koşuyordum, “âşığım sana” diye bağırıyordum. Yal­ varıyordum ama bana elini sürmüyordu. Sürekli “beni inan­ dıramazsın” diyordu. Duşta sürekli rüyayı düşündüm. Belki

“Sen de.” Elele olduğumuzu fark edip elim i çekm ek iste­ dim, bırakmadı. “M ahalle arkadaşınm ışım gibi tut elim i. Ço­ cukmuşuz gibi. Yaramazlık yaptıktan sonra eve dönüyormu­ şuz gibi.” “Peki, mahalle arkadaşım. Eee şimdi ne yapıyoruz?” “Lunaparka ne dersin?” “Bu havada?” “Evet.” “Peki.” Beraber lunaparka gittik. Çarpışan arabalara, atlık arın ­ caya bindik. Sonra beni zorla dönme dolaba bindirdi. Korku­ dan aklım çıkıyordu az kalsın. Dönme dolap en tepede dur­ duğunda Yılmaz bana dönerek; “Biz seninle arkadaşız” dedi. “İleride birbirine âşık olacak ve çok güzel günler geçirecek arkadaşlarız. O zam ana dek bir­ birimize dokunmayacağız, öpüşmeyeceğiz, sevişmeyeceğiz. Sen de bana âşık olana dek. Sevişmek için beni kandırm aya çalı­ şırsan seni anlarım . Bunu unutma.” “Seninle sevişmek için sana âşık numarası yapmayacağım.” “Evet, yapacaksın. Delireceksin beni öpmek için, türlü nu­ m aralar yapacaksın. Ama ben senin bana âşık olduğuna ina­ nana dek sana izin vermeyeceğim.” “O ne özgüven o ya? Ancak rüyanda görürsün.” “Bence sen beni rüyalarında göreceksin.” “Saçmalama!”

“Çok ciddiyim.” “H ıh !” Dolap yeniden hareket edip dönmeye başladığında bera­ ber gökyüzünü izliyorduk. Yağmurun başlamasıyla sırılsıklam­ dık. Yeniden çocuktuk, ıslanmak çok da umurumuzda değildi. Dönme dolaptan inince havalı tüfekle oyuncak kazanılan, is­ m ini hiç öğrenemediğim bölüme gittik. Yılmaz üç kez ıska­ ladı. Tüfeği bana verdi, ona ayı kazandım. E anneden Kara­ denizliydim , nişancılığa yabancı değildik. Onun elinde ayı, benim elimde yağmurda eriyen pamuk şeker bizi oldukça ko­ m ik gösteriyordu. “Hadi pizza yiyelim” dedi. “Ben pizza sev­ mem” dedim. Yeniden kilo alma korkum beni tüm hamur iş­ lerinden uzak tutuyordu. “Peki, balık ekmek yiyelim” dedi, çaresizce boyun eğdim. Büfeden iki tane bira sardırdı gaze­ teye. B alık aldık ekmek arası. Banklara oturduk. Bol soğanlı, kılçığı alınm am ış balığımızı biramızla yedik. Uzun zaman­ dır bu kadar fütursuzca eğlenmemiştim. Biralarımız bittikten sonra ayrıldık. “Sabah bana rüyanı anlat” dedi. Güldüm. Va­ purdan ona el salladım. Eve dönerken Merve’yle konuştum, yaşananları anlattım . Sonra Sedaya da anlattım. Sabah tuh af bir şekilde uyandım. Rüyamda Yılmaz'ı gör­ müştüm. Onunla sevişmek için türlü şaklabanlıklar yapıyordum ama o bana dokunmuyordu, bu da beni çıldırtıyordu. Sürekli peşinden koşuyordum, “âşığım sana” diye bağırıyordum. Yal­ varıyordum am a bana elini sürmüyordu. Sürekli “benî inan dıramazsın” diyordu. Duşta sürekli rüyayı düşündüm. Belki ts*

de her şeyin bir anlamı olması gerektiğini düşündüğümden. Sonra sürekli aynı şeyi söylediği için bilinçaltıma yerleştiğini düşündüm. Ama bu benim işe giderken derin göğüs dekoltesi olan bir elbise giymemi engelleyemedi. Yüksek topuklu ayak­ kabılarım ve kırmızı rujumla kendimi çok ateşli buluyordum, tş yerine taksiyle gittim. Merve beni görünce çok şaşırmıştı. “Bu ne hal hayırdır? Nereye gidiyorsun?” uHiiç. Canım istedi.” “Rüyanda O’nu gördün dimi, doğruyu söyle bak. Biliyor­ dum ya, hemen etkilendin yine. Buluşacak mısınız?” “Bilmiyorum ya Merve çok seksiydi ama. O tur da anla­ tayım şu rüyayı hemen” diyerek rüyamı anlattım . Çok merak etti Merve Yılmaz’ı. O sıra Yılmaz elinde balonlarla “sürpriz!” diye bağırarak içeri girdi. Korkudan dam ağım ı çekmek zo­ runda kaldım. Sonra beni baştan aşağı süzdü; “Rüyanda beni görmüşsün.” “Hayır görmedim.” “Görmüşsün işte bak yanakların kıpkırm ızı oldu.” “A llığı fazla sürmüşümdür.” “Nasıldım? Çok mu seksiydim? Anlatsana azıcık.” uRüyamda seni falan görmedim ben. Neyse sen neden gel­ din?” “Sana balon getirdim.” “Delisin sen. İşin gücün yok mu senin?”

“Yoo haber yoktu ben de biraz gezeriz diye geldim. Ama sen bir yere gideceksin herhalde. Sonra gelirim ben.” “Yok başka bir yere falan gitmeyeceğim.” “E neden böyle giyindin?” “C anım istedi ya ne bu ısrar. Bekle şu üstümü değiştire­ yim de gidelim.” “Olur.” Raflardan yırtık bir kot ve sırt dekoltesi olan bir kazak al­ dım. D ükkânda her zaman bulundurduğum spor ayakkabı­ larım ı giydim ama rujumu silmedim. Neden böyle davrandı­ ğım ı bilmeden, dekoltem görünsün diye saçlarımı topladım. “Ben hazırım.” “Hadi gidelim. Görüşürüz Merve cim.” “M ervecim ?” “Sen giyinirken tanıştık çok tatlı kız ya.” “Ö yledir benim canım ya. Eee nereye gidiyoruz?” “Sürpriz.” Arabama baktım. “Uzaksa arabayla gidelim.” “Benim daha iyi bir fikrim var” derken yola park etmiş müthiş motoru gösteriyordu. Harikaydı. Kaskımı o taktı ba­ şıma. Sonra motora bindik. “Bana sarılman gerekecek küçük hanım” dedi. “Sen öyle san” dediğimde aniden hızlandı. Elle­ rimi beline dolayıp başımı sırtına gömdüm hemen. “Bak işte sana söylemiştim” dedi bağırarak. Arabaların arasından geçip »Ol

hızlıca ilerliyorduk. Gözlerimi kapatmıştım. Yer ve zaman kav­ ramımı yitiriyordum artık. “Yavaşlayayım ister misin” dedi? “Hayır” diye bağırdım. Ne kadar süre gittik bilmiyorum. Ya­ vaşladığımızda gözlerimi açtım. Şile’deydik. “Burada ne işimiz var?” “Kumdan kale yaparız diye düşündüm.” “Şaka yapıyorsun dim i?” “Evet. Deniz iyi gelir her zaman.” “İstanbul’un her yeri deniz ama sen beni deniz görmem için Şile’ye mi getirdin?” “Biraz aykırı olduğumu söylediğimi sanıyordum.” Sahile yakın bir yere motoru park etti, indik. Kaskımı çıkardığım da saçlarımı hacimlendirmek için başımı sağa sola salladım. “Beni böyle etkileyemezsin.” “Efendim?” “Yok bir şey.” Yine elimi tuttu, bir an irkildim. “E Özlem Hanım dokun­ mayacağız dedik diye elinizi tutmayacağız demedik k i” dedi, ikimiz de güldük. Sahildeki bir çay bahçesine oturup çay söy­ ledik. Masaya gazete de bıraktılar. O spor sayfasını aldı ben magazin sayfasını. Karşılıklı oturuyorduk. Ben ayağımı diğer sandalyeye uzatıp yan döndüm. O da aynısını yaptı. İkimiz de gazetelere gömülmüştük. Ben ara ara başımı gazeteden kaldı­ rıp gizlice onu izliyordum. Sonra yine gazeteye dönüyordum.

Sonunda bakarken yakaladı beni. Gazeteme saklandım ama çenesinden kurtulamıyordum. “Biliyorum, beni öpmek için deliriyorsun şu an.” “Hayır.” “Hadi ama. Saklamana gerek yok.” “Saklam ıyorum .” “Peki, o zaman şimdi seninle yarış yapacağız. Yarışı ka­ zanan diğerinin istediğini yapacak. Ama eğer kazanırsan se­ ninle sevişmemi istemeyeceksin.” “Sen nasıl böyle bir yargıya vardın bir anlasam. Tamam yarışalım . Sen de istemeyeceksin ama sevişmeyi.” “Ben istemiyorum zaten.” “Peki.” Hesabı ödeyip kalktık. Sahile gittik. Ayakkabıla­ rımızı çıkardık. “Şu ileriki direği görüyor musun?” “Evet” “Oraya kadar gidip buraya ilk dönen kazanır. Tamam mı? “Tam am .” “H ile yapm ak yok.” “Neden hile yapayım ya. Hadi konuşma da koşalım.’ Ben bir ik i esneme hareketi yaptım. Kaybetmeyi göze alamıyordum, gerindim. “Başla!” dediği an ok gibi fırladım. Aylarca koşuya gitmiştim, biraz hamlamış olsam da onu ye­ nebilirdim. Direğe ulaşıp geri döndüğümde o henüz yolun

yan sın d ayd ı. Son gücüm le koşuyordum. A yakkabılarım ızı çı­ k ard ığım yere geldim ve zafer dansı yapm aya başladım. Ya­ nım a gelip diz çöktü; “Emredin kraliçem , size nasıl hizmet edebilirim .” “Henüz düşünm edim . Am a bugün bitene dek az vakti­ m iz kaldı o da yolda geçecek. O yüzden çabuk bir şeyler bul­ m alıyım .” “İstersen burada kalabiliriz, bana sabaha dek işkence yapa­ bilirsin. Annemlerin yazlığı var, orada kalabiliriz.” “Olur.” Annemlere ve Merve ye haber verdim hemen. Nasılsa sevişm eyecektik, aynı evde kalm am ızın bir zararı olmazdı. İlk em rim bana yemek yapmasıydı. Eve giderken marketten alış­ veriş yaptık; Şarap, m akarna, mum, domates, kaşar falan. Eve gidince kapının önündeki saksıdan anahtarları aldı. Ev çok so­ ğuktu. Kömürlükten odun alıp şömineyi yaktı. Ev biraz ısı­ nınca ben de montumu çıkardım . O m akarnayı yapıyordu, ben de başında dikiliyordum . Sonra bir kadeh şarap alıp, si­ garam ı yakıp, mutfak tezgâhının bir köşesine oturdum. Haş­ lanan m akarnayı süzüyordu. Ben de kırm ızı ojeli çıplak ayak­ larım ı (eve gelir gelmez her zaman yaptığım gibi çoraplarımı çıkarm ıştım ) sallıyordum. Elimdeki sigaraya uzandı. Ellerim domatesli dokunm ayayım sen içirsene dedi. Ben de elimi du­ daklarına götürdüm. Saçlarım omuzlarına değiyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra yanımdan çekildi, “beni tahrik etmeye çalışm a” dedi. Güldüm. M akarnanın sosu hazırdı. Servislere

koyduktan sonra masaya gitti. Ben de kadehlerle arkasından gittim . M asaya oturduk, hemen mumları yaktı. Yemeğimiz bittiğinde elime kadehimi alıp, ayağımı onun sandalyesinin kenarına koydum. “Rahat değil misin sen?” “Bacaklarım ağrıdı.” “Uzat istersen” diyerek bacaklarımı bacaklarının üzerine uzattı. “Ayakların üşümüş.” “Yok, benim ayaklarım hep soğuktur.” “H adi şöminenin karşısına geçelim de ısın.” “Peki.” Kadehlerimizle şöminenin karşısına geçtik. Çorap verme tekliflerine karşı çıktım. Evde çorap giymeyi sevmezdim. El­ leriyle ayaklarım ı ısıtıyordu. “Başka neler isteyeceksiniz benden acaba hanımefendi.” “H ım , ayaklarım a masaj yapabilirsiniz bence.” “M em nuniyetle.” Elleri ayaklarım da, parmaklarımın arasında dolaşıyordu. İyice gerilm iştim . Kadehimi yeniden doldurdum. O masajına durmadan devam etti. Onu öpmek istiyordum. Masaj için te­ şekkür edip dizinin dibine kadar gittim ve ayaklarımı altıma alarak bağdaş kurdum. O da aynı şekilde oturdu. “Şimdi göz­ lerini kapat” dedim. “Sevişmek yok” dedi tekrar. “Seninle se­ vişmeyeceğim. Sadece bir şey deneyeceğim.” Gözlerini kapa­ tınca elimi yüzünde gezdirmeye başladım. Dizlerimin üzerinde

kalktım . Önce alnını sonra burnunu öptüm . K üçük öpücük­ lerle dudakları hariç yüzünün her yan ın ı öpm üştüm . O da dudaklarını aralam ıştı am a onunla öpüşm eyecektim , henüz değildi. O süngüsünü indirecekti. K ulağına eğilip en seksi se­ simle; “sakın gözlerini açma, şim di senin göm leğini çıkaraca­ ğım ” dedim. Gözlerini sıkıyordu. G öm leğinin ilk düğm esini açtım, boynunu öptüm. Sonra ikinci düğm esini açtım ve boy­ nunun biraz daha aşağısını öptüm. Diğer düğm eleri de sıra­ sıyla açtım. Sonra avuç içlerini öpüp bileklerindeki düğmeleri çözdüm. G ömleğini üzerinden sıyırıp yere bıraktım . Sürekli ona “sakın gözlerini açma” diyordum . Sesi fısıltı halindeydi. Belli belirsiz “tam am ” diyordu. Ellerim göğsünün üzerinde daireler çiziyordu. Üzerim deki kazağı ve sutyenim i çıkardım , üzerine eğildim . Göğüslerim çıplak bedenine değdiği an ürperdi. “Sakın gözlerini açma” dedim . K endini sık tığı o kadar belliydi ki. Üzerine doğru uzanm ıştım . Yüzüm yüzüne o ka­ dar yakındı ki onu öpeceğimi sandı. Nefesimi içine çekiyordu. Ellerini yum ruk yapm ış sıkıyordu. “Sarılabilirsin” dedim . Bü­ tün gücüyle sarıldı bana. “Ö pm ek yo k” dedim . O da kokum u içine çekiyordu. D irseklerim in üzerinde doğrularak ona bak­ tım . O na âşık değildim . A m a onu ölesiye istiyordum . O na biraz daha eğlence vermek için “bana dokunabilirsin” dedim . E llerinin göğüslerim e gideceğini düşünüyordum am a o saç­ larım ı okşam aya başladı. “Ö pebilir m iyim seni” dedi. “Öpe­ bilirsin am a dudaklar yasak bölge” dedim . Boynum dan öptü beni. Saçlarım dan. E lm acık kem iklerim den. Elleriyle kendine bastırıyordu beni.

“Şimdi seni dudağından öpeceğim ama bana karşılık ver­ meyeceksin, eğer karşılık verirsen bu öpüşmek olur ve kural­ lar bozulur.” “Özlem yapma!” “Şşş sessiz ol bakalım.” O sırtını koltuğa yaslamıştı, ben de onun kucağına otur­ dum. Elleri belimdeydi ve hâlâ yumruk halindeydi. Yüzünü avuçlarım ın içine aldım. Yüzümü dudaklarına yaklaştırdım, dudakları aralanmıştı. Dudaklarımı onun dudaklarının üze­ rine yerleştirdim ve dudaklarımı kapattım. İkimiz de nefesi­ mizi tutmuştuk. Bana karşılık vermesini ölesiye istiyordum. “Sadece bir defa” diye eğildim kulağına. “Bir defa öpüşebili­ riz.” O da benim kadar istiyordu. “Olmaz” diyordu “kural­ ları bozarız.” “Tüm kuralları sen koydun. Bir kural da ben­ den; Yarışma kazandığımızda tüm kurallar kalkacak.” Çaresiz kabul etti. Çünkü ikimiz de bunu o kadar istiyorduk ki. Bir an kollarıyla beni daha sıkı sarıp kendine çekti. Dudaklarımı parçalarcasına öpüyordu. Canım acıyordu ama umurumda de­ ğildi. Sakinleşemiyorduk. Sevişmeyecektik ama ikimizde tah­ rik olmuştuk. Beni kendisine bastırıp duruyordu. Öpücükleri­ nin şiddeti azaldığında “izin ver gözlerimi açayım” dedi. “Seni görmek istiyorum.” Ona yaptığım işkence yeterdi artık. Ben de “aç” dedim. Gözlerini açtığında yarı çıplak halimle beni gördü. Beraber şöminenin karşısına uzandık. Kolunun üzerine yattım, bana arkamdan sarıldı. Kendisine çekti iyice ve uyu­ duk. .. Sabah ondan önce kalktım. Üzerimi giyindim. Kahvaltı

hazırladım . Sese uyandı. Düğmelerini kapatm adan gömleğini üzerine geçirdi. Yanıma geldi, belime sarıldı. “Beni böyle tahrik edemezsin!” Bu kez sıra bendeydi. O benim yapabileceklerimi görmüştü ve beni istiyordu. A rtık ra­ hattım . Düşünmesi gereken oydu. “H aklısın.” Sırtım daki dekolteyi öptü ve belimden ayrıldı. Tüm tüy­ lerim diken diken olmuştu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra ev­ den çıktık. Anahtarı yine saksının altına sakladı. Motora bin­ dik, yine kaskımı o taktı, daha o söylemeden O ’na sarıldım. İstanbul’a döndük. Beni dükkânın önüne bıraktı ve “sürpriz­ lerim i bekle” diyerek ayrıldı. Merve geldikten sonra ona her şeyi anlattım . Sedanın İstanbul’da son günüydü, kız kıza bir gece geçirmeye karar verdik. Yeni açılan bir kulübün haberi gelmişti. Orada yer ayırttık, akşam dükkânı erkenden kapa­ tıp oraya gittik. Girişinde gazeteciler vardı. Benim daha önce haberimi yapan muhabirler de oradaydı. Yanlarından geçer­ ken selam verdim. Onlarda gülümsemeleriyle karşılık verdi­ ler. İçeri girdik. Deniz kenarında oldukça hoş bir yerdi. Çalan şarkılar ve içkinin etkisiyle deli gibi dans ediyorduk. İleride Arda ve kız arkadaşı vardı. Barışmışlar yine. Omuz silkip di­ ğer tarafa döndüm. Rüzgâr yalnız gelmişti ama artık içimi sız­ latmıyordu. Ben de dans etmeye devam ettim. İçkiler su gibi akıyordu. Rüzgâr ve Arda uzaktan beni izliyordu, egom ta­ van yapmıştı. Bir ara kızlardan ayrılıp tuvalete gittim, Arda kapıda beni bekliyordu.

“Seni çok aradım.” “Eminim aramışsındır.” “Beni dinler misin?” “Hayır.” “Özlem, ben, ben seni seviyorum.” “Ben de kendimi çok seviyorum.” “D alga geçme lütfen.” “Üzgünüm, sevgilin seni bekler. Hoşça kal.” “Özlem.”

K ızların yanına döndüğümde Yılmaz yanlarındaydı. “Bensiz eğlenebileceğini mi sandın küçük hanım?” “Senden kurtulm ak ne mümkün?” “H adi hanım lar sizi evlerinize bırakayım pek bir içmişsi­ niz bu gece.” “Ya sahi ne güzel olur.” Benim arabamı Yılmaz kullanıyordu. Ben önde oturuyor­ dum, kızlar arkada. Merve’yi eve bıraktık. Sonra bizim eve doğru devam ettik. Annemler evde değildi. “Bu saatten sonra gitme bizde kal istersen” dedim hemen kabul etti. Bahçe ka­ pısını açıp içeri girdik. Kapıyı açsın diye anahtarı ona verdim. Eve girdiğim izde o salonda bekledi. Ben Sedayı odasına çıka­ rıp yatırdım . Sonra üzerimdekileri çıkarıp komik desenli pija­ m alarım dan biriyle askılı bir badi giydim. Makyajımı sildim,

lenslerimi çıkarıp gözlüklerimi taktım , yanm a indim . Kah­ veyi arıyordu. O makineye su koyarken buzdolabından kah­ veyi çıkardım . H alim i yadırgamıyordu. Oysa evrim geçirmiş­ tim. Kahve yapılırken sırtımda bir türlü uzanamadığım noktayı kaşımaya çalışıyordum. “Gel buraya” dedi. Sandalyelerden bi­ rine oturmuştu, önünde ayakta duruyordum. Beni çekip ku­ cağına oturttu. Tişörtüm ü sıyırdı ve kaşınan yeri ilk seferde bulup kaşımaya başladı. “Burası mı?” “Evet. Biliyor musun? Kaşınan yeri bir defa da bulan in­ san seni çok seviyor demekmiş.” “Şimdi ben seni çok mu seviyorum?” “Bilmem. Seviyor musun?” “Kahve oldu galiba.” “Peki.” Kucağından kalktım, kahveleri fincanlara doldurdum. Kol­ tuğa geçmişti. Yanına oturdum. Bir türlü yerleşemiyordum, sürekli kıpırdanıyordum. “Dikkat et üstüne dökeceksin kah­ veyi7’ demeden üzerime döküverdim. Küçük bir çığlık attım. Yılmaz hemen tişörtümü çıkardı. Sonra beni kaldırdığı gibi banyoya götürdü. Duşun altına girdik, soğuk suyu açtı. Bir yandan da “canın acıyor mu?” diye soruyordu. O kadar çok yanm am ıştım ya da hissetmiyordum. O nun ıslanan gömleği vücuduna yapışmıştı, benim pijamam içimi gösteriyordu. Üs­ tüm çıplaktı. Sırtımı duvara yasladı, kollarımı yukarı kaldırdı.

Elleriyle sıkı sıkı ellerimi tutuyordu. Vücudunu vücuduma yasladı. Onu hissedebiliyordum. Öylece ne kadar durduk bil­ miyorum. Onu öpmek için dudaklarımı uzattığımda ellerimi bıraktı, duştan çıktık. Havluyla kurulandık. Ona abimin kı­ yafetlerinden verdim, kıyafetlerini kurutucuya attım. İki metre boyundaki abimin kıyafetlerinin içinde kaybolmuştu adeta. “Abinle tanışm ak istemem” dedi. “Eminim çok seversin çok iyidir abim” dedim. Beraber odama geçtik. Odanın içinde do­ laşmaya başladı. İtalya’da çekilmiş fotoğraflarım çerçeveyle du­ varlarda asılıydı. Odam evimizin en üst katındaydı. Çatı ka­ tını alm ıştım ben. Kitaplığımın önünde durdu, kitaplarıma baktı. Ben hâlâ havluyla duruyordum. Arkanı dön de giyine­ yim dedim. Gardırobumdan en seksi iç çamaşırlarımı çıkar­ dım. Sonra üzerime uzun bir tişört giydim. “Giyindin mi sen şimdi?” derken gülüyordu. Ben de hınzırca gülümsememin ar­ dına sığınarak “evet” dedim. Odamdaki turunu tamamladık­ tan sonra yatağa baktı. “Eğer kendine hâkim olmakta zorlanıyorsan kanepede ya­ tabilirsin dedi.” “Şaka yapıyorsun herhalde. Asıl sen kendine hâkim ola­ mayacaksan kanepede yatabilirsin.” “Göreceğiz.” Ben dolaptan ona yastık çıkardım, o da tişörtünü çıkardı, tişörtle yatam azm ış. Yatağa girdiğimizde ikimiz de tavana ba­ kıyorduk. O da çok sıcaktı. Yorgan fazla gelince ayakucumuza doğru iteledik. Ben “iyi geceler” diyerek arkamı döndüm, O da

arkasını döndü, ışıkları kapattık. Tam uykuya dalarken ellerini kalçamda hissettim. Elleri bacaklarımın arasında, kalçamda dolaşıyordu. Dokunuşları o kadar kırılgandı k i... İnatla uyu­ maya çalışıyordum. Elleri her yerdeydi, beni istiyordu, O nu istiyordum. Gözlerim kapalı O na doğru döndüm, yüz yü­ zeydik. Gözlerimi açmadan ona iyice yaslandım. O da beni kendine çekiyordu. Elleri tişörtümün altındaydı, çıldırmış bir haldeydik. Neyin inadını sürdürdüğümüzü bilmeden direni­ yor, içimizdeki şehvetle mücadele ediyorduk. Sonra ben tişör­ tümü, O da eşofmanını çıkardı. İkimiz de iç çamaşırlarımızla kaldık. “Eğer birbirimizi görürsek o kadar çok istemeyiz” de­ dim. “Yoksa birimizin koltukta yatması gerekecek.” Bana hak verdi ama bu da bizi sakinleştirememişti. Yüzüstü yatıp arkamı O n a döndüm yoksa saniyeler sonra onun üzerinde olacaktım. O da arkadan üzerime yattı, sıkı sıkı sarıldı. Ama şehvetle de­ ğil. Geçiyordu... Durdurabilmiştik kendimizi. Sabah Sedayı otobüsüne bindirdik. Sonra çay içmek için bir kafeye oturduk. Söze o başladı. “Yarım kalmışlıklar var içinde Özlem. Onları bitir ve ar­ tık bana gel.” “Yılmaz? Kimse yok içimde benim.” “Peki ya Rüzgâr?” “Sen onu nereden biliyorsun?” ‘ Bütün gece adını sayıkladın. O gece beni aradığında da aslında onu arayacaktın ” H A SR ET KARDEŞ

“O çok eskide kaldı artık.” “Belli ki kalmamış. Her ne yapacaksan yap, ya ona git ya bana gel. Ama karar ver Özlem.” “Ben kimseye gitmek istemiyorum.” “Bir süre görüşmeyelim. Kendini dinle.” “Am a ben seninle görüşmeyi kesmek istemiyorum.” “Sen beni sevmiyorsun, Sadece istiyorsun. Uzaklaşırsak bunu daha rahat anlayacaksın.” “Neden böyle bir şey yapmak zorundayız anlamıyorum.” “Ç ünkü ben senin benimle iken başkasını düşünmediğin­ den emin olmak istiyorum.” “Ben seninleyken başkasını düşünmüyorum, kimseyi ha­ yal etmiyorum.” “Ama net değilsin. Kararsızsın. Ben seninle bir ömür ge­ çirm eyi istiyorum. Ama içinde yalnızca ben olmak istiyo­ rum. Başka kimse olmadan. Bunun için görüşmememiz gerek. Rüzgârla konuş, vakit geçir. Kimi istediğine karar ver. Bir süre buralarda olmayacağım. Bir ay sonra bugün seni Şile’deki çay bahçesinde bekleyeceğim. Eğer gelmezsen anlarım.” “Yılmaz!” “Lütfen Özlem. Git şimdi.” “Hoşça kal mahalle arkadaşım.” “Hoşça kal mahalle arkadaşım.”

Yılmazın olgunluğunu takdir ediyordum. H aklıydı, içimde hâlâ Rüzgâr vardı am a Yılmaz da vardı. O nunla sahilde koş­ mayı, balonlarla işyerime gelmesini, bana bakarken yukarı kıv­ rılarak gülümsemesine yol açan dudağını seviyordum. Hayatım bu kadar karışık olduğu için kendime kızıyordum. D ükkâna gittiğim de aklım iyice karışm ıştı. Ben de kendim i işime ver­ dim . M erve yle defile yapm aya karar verm iştik. Yeni tasa­ rım lar hazırlam alıydık. Çizim lerim izin başından kalkm ıyor­ duk adeta. Rüzgârla karşılaşm ayı sürekli erteliyordum, belki O nunla konuştuğum da ne olacağını bilmediğim den. Bir hafta boyunca uğraşıp çizimleri tam am ladıktan ve dikilm esi için di­ kiş ekibim ize verdikten sonra konuşma zam anı gelm işti, önce kendim le yüzleşm eliydim . Neden bittiğini, neleri yanlış yap­ tığım ı, nerede hatam olduğunu düşündüm. Kendimi mazur görmeden, torpil yapmadan, gerçek bir iç hesaplaşmayla ha­ yatım a bakıyordum. Ardayla yaşananlar trajikom ikti. O nunla beraber olm ak, Onun yanm a yakışm ak için çok çabalam ış­ tım . Beraber çok eğleniyorduk am a o eski sevgilisine döndü. Rüzgâr beni Arda yüzünden bıraktı. Oysa bana “G ünışığım ” diyordu. Hiç kimse bana böyle seslenmemişti. H ayatım a bir anda girip tüm benliğiyle doldurmuştu. O nunla çok mutluy­ dum am a Yılmazla da mutluydum. Kimi seçeceğimi bilemez bir halde sürekli dönüp duruyordum. H ayatım da hiç kimse­ nin olmadığı zam anlardaki özgürlüğümü özlemiştim. Ne ka­ dar inkâr etmeye çalışsam da özgür değildim artık. Rüzgârı görmeye mi gitsem acaba? Yok, ben hiç kafamı bulandırm a­ yayım. Yılmaza görüştüm derim. Kapanmış yarayı deşmenin

anlam ı yok, en iyisi bu. Yılmaza yalan söylemeye karar ver­ dikten sonra dükkândan çıktım. Rüzgâr her zamanki şık ve zarif haliyle merdivenlerde beni bekliyordu. Merdivenlerden inip yan ın a oturdum . Birden bana sarılıp ağlamaya başladı. “Babam ı kaybettim Günışığım. Babam yok artık. Benim hayatta örnek aldığım , ailemden geriye kalan son insan. Ben şimdi ne yapacağım ? Günışığım ne yapacağım ben?” “Sakin ol Rüzgâr nasıl oldu? Ne zaman?” “Uzun süredir hastanedeydi. Bu sabah vefat etti. Yarın ce­ nazesi var. Onu nasıl bırakacağım ben? Nasıl koyacağım top­ rağın altına?” “Ç ok üzgünüm Rüzgâr. Çok üzgünüm. Şşş geçecek hepsi.” “B ırakm a beni lütfen. Bırakma beni çok korkuyorum Günışığım .” “Tam am , buradayım ben. Korkma sen. Yanındayım. Hadi gel seni eve bırakayım .” Rüzgâr taksiyle gelmiş. Biz de benim arabamı aldık. Ya­ nımda çocuk gibi iki büklüm oturuyordu. Kolay mı baba acısı? İçim sızlıyordu haline. Sessiz sakin süren yolculuğun sonunda evine vardığım ızda arabadan beraber indik, asansörle evine çıktık. Herşey bıraktığım gibiydi, Rüzgâr dışında. O güçlü, kendinden emin adam gitmiş yerine acıdan çökmüş biri gel­ mişti resmen. İçi ısınsın diye çay yaptım, sanki içini ısıtabilirmişim gibi. O da albümlerini çıkardı, büyük bir özenle di­ zine yerleştirdi. Yanına oturdum, albümün kapağını kaldırdı.

Bebek R üzgâr babasının kucağında. Tek çocukmuş, annesi o doğduktan üç y ıl sonra ölmüş. Babasıyla bir başlarına kalakal­ m ışlar. Babası ikram iye çıkana dek zorluklarla, dişinden tır­ n ağın dan arttırdığıyla büyütmüş onu. Hep büyüyüp babasına b akm ak istemiş. Aniden “iki işte çalışırdı babam” dedi. “Gün­ düzleri pazarlarda, akşam ları taksi de. Az uyurdu, az yerdi, az giyerdi. Hep benim için. Annemin akrabaları beni babamdan alm ak istemiş, babam ‘vermem oğlumu demiş. Ben bakar bü­ yü tü rü m . Annem i o kadar seviyormuş ki bir daha evlenme­ m iş. K ıyam am ış hatırasına. İkram iyeyi kazandığında kendi için değil güzel bir hayatım olacak diye benim için sevinmiş. Biz de hayatım ızı beraber kurduk. Hep önce beni düşündü. Hep benim iyi olmamı istedi. M utlu olmamı. Şimdi yok. Hiç gelmeyecek. Gözlüklerini burnunun üzerine indirip gazetesini okum ayacak. ‘Var mı kız arkadaşın?’ diye hınzır hınzır gül­ m eyecek. Evlendiğimi görmeyecek. Seninle tanıştı ramadım bile onu. Kim bilir seni ne çok severdi... “Yapma böyle Rüzgâr. M etin olman gerek. Baban seni böyle görse yıkılırdı.” “Ben bir daha baba diye çağıramayacağım onu Özlem. Ba­ bam diye sarılamayacağım. Kokusunu çekemeyeceğim içime. Anneme ne diyeceğim şimdi. Nasıl diyeceğim babama baka­ m adım. Senin yanına geldi diye nasıl diyeceğim Özlem. Na­ sıl koyacağım onu toprağın altına. Nasıl, nasıl?” “Derin bir nefes alacaksın. Annenin hasretine dayanama­ yıp yanına gittiğini düşüneceksin. Bir yanın eksik kalacak hep

ama yaşayacaksın. Hem de iyi yaşayacaksın. Öyle güzel yaşa­ yacaksın ki baban gurur duyacak seninle.” “D uyacak değil mi?” “D uyacak Rüzgâr. Hadi uyu artık.” “Gitme Özlem n’olur. Sen de gitme.” “Tamam, buradayım ben. Uyu hadi.” Dizlerimin üzerinde kendi hıçkırıklarına boğulan adam, ne kadar da masumdu. Acı çeken insanlara söyleyecek hiç sö­ züm olm am ıştı benim. Bu sebeple mezarlığa gidemez, cenaze­ lere katılam az, ölümü anlayamazdım. Şimdi nasıl onu bırakıp ta kendime yeni bir hayat kurarım ben? Ne yapacağım şimdi? “Özlem?” “Buradayım , uyu hadi sen. Yanındayım ben.” Sabahın ilk ışıklarıyla kalktık. Doğru dürüst uyuyama­ m ıştım am a um urumda değildi. Üzerimi düzelttim. Rüzgârı uyandırdım . Hastaneye cenazeyi almaya gittik. Oradan ca­ miye. Cenaze namazı kılındıktan sonra mezarlığa gittik. Her­ kes dağıldı. A ğrılı bir süreçti. Babasını annesinin yanına defnetmiştik. İki mezar arasına çökmüş sessizce ağlıyordu Rüzgâr. Bir süre onu yalnız bıraktıktan sonra yanma gidip onu kopar­ dım onlardan. İçim ezile ezile onu alıp gittim. Eve vardığı­ mızda yüzü bembeyazdı. En zor zamanlardı. Yemek yemeyi reddedecek, sürekli ağlayarak inkâr edecekti. Sonra ister is­ temez kabullenm e zamanı gelecekti. Sonra da tarkmda ol­ madan alışacaktı. Yalnız kalmamalıydı. İlk gün ağzına tek

lokma koymadı. Sonraki günler az biraz yemeye ve yavaş ya­ vaş konuşmaya da başladı. Am a üzerinde derin bir suskunluk vardı. Konuşamıyordum, içimden geçenleri anlatamıyordum . İlk hafta bittiğinde dükkâna uğram am gerektiğini söyleye­ rek ilk defa yanından ayrıldım . Bensiz vakit geçirmesini isti­ yordum. Hem annemleri özlemiştim. Önce annemlerle has­ ret giderdim sonra dükkâna gittim . M erve’yle hemen hemen her fırsatta konuşuyorduk am a yetmiyordu. Yaşananları an­ lattım. Çok yorgundum. “B ırakam ıyorum onu böyle iken. Yılm az’ın dönmesine daha iki hafta var. Toparlanır mı dersin?” “Bilm iyorum Özlem. Ama bu hiç sağlıklı değil. Sen par­ çalanıyorsun hep. Ne olacak böyle.” “Ne olacağını bir bilsem ... Yanından ayrıldığım dan beri belki on defa aradı. Birazdan dönmek için çıkm am lazım. Yılmaz’dan haber yok değil mi?” “Yok.” “Seni de buralarda bırakıyorum böyle yalnız am a...” “Saçmalama. Sen kendine iyi bak yeter. D ikkatli ol.” “Tamam. Seni seviyorum Merv.” “Ben de seni Öz.” “Hoşça kal.” “Sen de.”

Arabaya binip yeniden Sarıyer’e döndüm. Kendime bir­ kaç parça eşya da almıştım. Eve gittiğimde koltuklardan bi­ rine oturmuş boş gözlerle bana bakıyordu. “Neden açmadın telefonlarımı?” “Annemlerle beraberdim.” “Sonra da aramadın?” “M erve’nin yanına gittim.” “Arayabilirdin.” “Evet, ama arayamadım.” Gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Kolumu sıkıca kavra­ mış beni sarsıyor bir yandan da beni azarlıyordu; “Bir daha böyle bir şey yapma sakın.” “Kolumu acıtıyorsun Rüzgâr.” “Özür dilerim . Seni incitmek istemedim. Gelmeyeceksin diye çok korktum .” “Ben gitsem iyi olacak.” “Özlem dur lütfen. Söz veriyorum bir daha seni incitme­ yeceğim.” “Bir daha bana sakın dokunma!” “Peki. Gitme ama sen.”

O gece ve tüm hafta huzursuz bir halde geçti. Rüzgârdan korkuyordum artık. Ama gidemiyordum da. En sonunda ayrı­ lacaktık. Ben de Cum a günü sabahtan eşyalarımı toplamaya

karar verdim, valizimi hazırladım. Uyanmasını bekledim. Her şeyi konuşma vaktiydi, karşıma aldım . Ben söze başlayacak­ ken Rüzgâr cebinden bir kutu çıkardı, kutudan da bir yüzük çıktı. Dizlerinin üzerine çöktü. “Bunu Roma da yapmayı çok isterdim ama şartlar buna elvermedi maalesef. Ama söz Roma da tekrar edeceğim. Günışığım , varlığınla hayatımı onurlandırır mısın?” “Ne yapar m ıyım ?” “Varlığınla hayatımı onurlandırır mısın?” “Nasıl olacak o?” “Benimle evlenerek!” “Evlenerek?” “Evet.” O ana kadar o üzülmesin, aman kırılm asın diye sabretm iştim am a bu çok fazlaydı. Yalnız kalmasın diye onunla ev­ lenecek değildim. “Üzgünüm Rüzgâr ama şu an doğru kararlar veremiyorsun.” “Ben çok düşündüm bunu Özlem. Emin ol babamla bir alakası yok.” “Şu an böyle düşünüyor olabilirsin ama gerçek farklı. Biz seninle çok güzel şeyler yaşadık belki ama bitti. Arkadaşız artık. Ben sana destek vermek için geldim. Âşık olduğum için değil! “Böyle söyleme lütfen. Sana kötü davrandım, haksızlık et­ tim biliyorum ama hepsi bitti. Hadi uzat parmağını.”

“Rüzgâr, seni kırm ak istemiyorum. Lütfen telafisi olma­ yan sözler söylememe neden olma!” “Naz yapıyorsun, anlıyorum ama uzatma artık!” “Naz? Ben başkasına âşığım Rüzgâr.” “Başkası derken?” “Senden başka birine âşığım Rüzgâr. Başka birini sevi­ yorum. Başka biriyle birlikteyim. Onunla beraber olmayı se­ viyorum. Eğleniyoruz beraber. Gülüyoruz. Çocuk oluyoruz. Onunla m utluyum Rüzgâr. Özür dilerim.” “Yani kabul etmiyorsun!” “Evet” “Evet?” “Evet, kabul etmiyorum Rüzgâr. Ben artık gitmeliyim. Hoşça k a l...” “Hoşça kal Gün ışığı.”

B Ö L Ü M 6: YENİ BAŞLANGIÇLAR

(Yeniden başlamaktan korkma!)

H A SR ET KARPEŞ

0 2 / çim sızlayarak yanından ayrıldım. Çok üzgündüm ama

söylemek zorundaydım . Birini acısıyla baş başa bırakıp gitmek iğrençti. O n k atlı apartm anın teras katında cama yaslanmış siluetini görebiliyordum , oradaydı. Hayaletimi onunla bıra­ karak, h ızlı adım larla arabama doğru yürüdüm. Ağlamayı is­ tem iyordum am a ağlıyordum işte. Hava almak için camları açtım, sonra radyoyu açtım. Radyo dinlemeyi hep çok sev­ m iştim . D ü k k ân a vardığım da Merve beni bekliyordu. Peri­ şan haldeydim . “Özlem?” “M erve.” “A ğlam a geçti, bir şey mi yaptı sana?” “Evlenme tek lif etti.” “Sen ne yaptın?” “R eddettim .”

“İyi yapmışsın. Peki, ama neden hâlâ üzgünsün?” “Ç ünkü hayal ettiğim muhteşem geri dönüş bu değildi. İstediğim herşey oldu; Zayıfladım, saçlarımı uzattım, zengin oldum, işimden ayrıldım, işimi kurdum. Hayatıma bir sürü saçma sapan adam girdi ama hiçbiri beni iyi hissettiremedi. H ani kitap okurken daldığım için hep yanlış durakta inerdim ya, şimdi yolumu bulamıyorum. “Peki ya Yılmaz?” “Ya O gelmezse?” “Şimdi buna mı üzülüyorsun?” “Evet.” “Aradın, üzülecek bir şey bulamadın, üzülesin vardı sen de buna mı üzüldün yani?” “Ö yle oldu galiba.” “Saçma değil mi biraz?” “Saçma oldu dim i ya haklısın. Eee defileyi ne yapıyoruz?” “Kreasyon hazır, ilanlar basıldı, yer tutuldu. İki gün sonra her şey tam am .” “H arika ya. E mankenleri nasıl ayarladın?” “M ankenleri?” WE kıyafetler kendi kendilerine yürüyemez değil mi?” “Bir şeyin eksik olduğunun farkındaydım . E ne olacak şimdi?"

“Ne bileyim ben manken nereden bulunur ki? Ajanslara baksak?” “H aklısın.” Tam gaz ajansları arıyorduk. Toplamda 12 manken gere­ kiyordu. 11 tane bulduk, bir parçayı katalogdan çıkarmamız gerekti. Mankenlerle prova yapması için bir organizatör bul­ duk. Merve ve ben kızların yanında obez gibi duruyorduk, oysa ikim iz de 36 bedendik! Boydan kaybediyorduk galiba... Gazetecilere haber verdik. Yılmaz’ın gelmesine 5 gün kalmıştı. Defile akşamı Merve’yle ikimiz de kendi kreasyonlarımızdan birer elbise giydik. Müzikler için çağırdığımız D] harika şar­ kılar çalıyordu. Defile için kiraladığımız podyum tıklım tı­ kıştı. Gazeteciler gelmişti. Ünlüler vardı. Tuttuğumuz sunucu konuşmasını yapmak için sahneye çıktı. “Genç yetenekler Özlem ve Merve’nin ilk defilesine hoş geldiniz. Onlar yeni bir marka yaratma yolunda en büyük adım ları attılar. Gözlerinizi alamayacaksınız, ilk kreasyonları fütursuz’ca karşınızda...” Işıklar karartıldı ve ilk manken çıktı; üzerinde siyah deri bir tayt ve taşlarla süslü göbek dekolteli bir büstiyer vardı. Hepsi­ nin saçları hacimlendirilmiş ve dalga dalga bırakılmıştı. Ayak­ larında platform topuklar vardı. Turunu tamamlayınca ikinci manken geldi; onun üzerinde siyah mini bir elbise vardı. El­ bisenin sırtı ve göğsü komple kumaşlarla ağ gibi örülmüştü. Üçüncü mankenin üzerinde kırmızı dar paça bir pantolon, u*r rinde ise farklı uzunlukta taşların sarktığı bir büstiyer vardı.

D ördüncü m anken de kot m ini bir şort ve üzerinde vatkalı sarı bir kalıp büstiyer vardı. Beşinci M anken yine vatkalı, bal­ d ırla rı zorlukla örten, döküm lü tek parça uzun kollu payetli bir elbise taşıyordu. A ltıncı M anken deri bir büstiyer ve al­ tın d a tarlatan la kabartılm ış dantel siyah bir etek giyiyordu. Y edinci M an ken in üzerinde göbeği açıkta bırakan, açık ka­ lan yerlerde aynı kum aşla şeritler geçen, tek omuzlu beyaz bir elbise vardı. Sekizinci M anken zümrüt yeşili yırtm acı baldır­ lara kadar uzanan uzun kollu tek parça bir gece elbisesi giyi­ yordu. D okuzuncu M ankenin üzerinde yüksek bel siyah bir etek ve kolları uzun, balıkçı yaka göğüs bölgesi enlemesine olarak sırtına dek kesilmiş ince şeritler olarak kalm ış bir gece elbisesi giym işti. O nuncu M anken; kitap sayfası deseninde bir pareo, içinde Ö z& M erw yazan renkli bikiniyle geçtikten sonra sıra son parçaya gelmişti. Sonuncu parçayı Merve yle üze­ rinde çok çalışarak çıkarm ıştık. On birinci parça bizim gözdem izdi. M anken podyuma “Left outside alone” şarkısıyla çık­ tığında herkes nefesini tutmuştu. El bileklerinde biten beyaz dantel eldivenler, straplez kesim göğüs dekoltesiyle başlayan dar, beyaz uzun tulum . Tamamen Fransız gip ü rü ... Ayaklar çıplak. Elinde küçük kutu portföy çanta. Herkesin ayakta al­ kışlam asıyla rüyadan uyandık. Bizi çağırıyorlardı. M erveyle m utluluktan ağlayacak halde sahneye doğru ilerledik. M erdi­ venlerden çıkarken mankenler son yürüyüşlerini tam am lıyor­ lardı. Merve yle el eleydik. Yapabildiklerimizden gurur duyu­ yorduk. H ayatım da ilk defa bir şeyi başardığım ı hissettim. Merve yle mankenlerin arasında gururla yürüdük. M ankenler

de seyircilerle beraber bizi alkışladılar. Defile bittikten sonra kokteyl için yan salona geçtik. Gazeteciler başımıza üşüşmüşlerdi. Soruların ardı arkası kesilmiyordu.. Spekülasyona ma­ hal verecek konuşmalardan kaçarak hepsini tek tek yanıtladık. Gazetecilere teşekkür edip ayrıldığımızda ailelerimiz bizim ko­ nuşma yapm am ızı bekliyorlardı. Merve’yle elimize birer kadeh aldık. M erve konuşma yapmayı sevmezdi, konuşmayı benim yapm am ı istedi, “olur” dedim. “Biz M erve’yle işyerinin ilk gününde tanıştık. Hemen bir­ birim ize kanım ız kaynadı. Kendimizi diğerlerinden soyutla­ dık. Her şeyi beraber yapmaya başladık. Beraber gezdik, eğlen­ dik, dertleştik, neyimiz varsa paylaştık, birbirimize alınmadık, darılm adık. T anıdık birbirimizi. Kimsenin aramıza girmesine izin verm edik. Kötü gün dostu derler ya, Merve benim için öyledir. Bana hiç arkasını dönmedi. Ne yaptıysak beraber yap­ tık, beraber başardık. Aile bu dünyada bir insanın sahip ol­ duğu tek gerçektir ve Merve benim ailemdir. Kadehimi başa­ rım ıza kaldırıyorum .” “Ve kendini teslim edemediğin tüm aşklara!” “E vet...” Kokteylin sonunda evlere dağıldık. Ertesi sabah tüm ga­ zete ve dergileri alıp dükkâna gittim. Bugün çalışmayacaktık ama dükkânı kapatmak içime sinmemişti. Ben kepenkleri kal­ dırırken M erve’de geldi. Dükkânı kapatmak Onun da içine sinmemiş. Beraber içeri girdik. Kahve söyledikten sonra gazete haberlerine bakm aya başladık. Kötü bir haber yapan yoktu. us*

Sonra ben sosyal paylaşım sitelerinde ve arama motorunda kısa bir araştırm a yaptım. Kimse kötü bir şey söylememişti. Kah­ velerimizi başarmamızın şerefine içiyorduk. Yılmaz’ın dönüşü haricinde herşey yolundaydı. Biz defilenin kritiğini yaparken telefonum çaldı. Hastaneden arıyorlardı. Rüzgâr kaza geçir­ miş! Hastanenin adını öğrenip hemen fırladım. Arabayı nasıl kullandım , kaç tane kural ihlali yaptım, hastaneye nasıl var­ dım bilm iyorum. Hastaneye gittiğimde 309 numaralı odada kaldığını öğrendim. Odasına gittiğimde bir sürü kabloyla bir m akineye bağlandığını gördüm. Ağzında solunum tüpü, her yeri yara bere içinde. Baygın durumdaymış, henüz kendisine gelmemiş. Son aranan ben olduğum için beni aramışlar. Başka yakını yokmuş! Yakın? Ne kadar yakındık sahi biz? Acil du­ rum da ilk aranacak olabilecek kadar yakın m ıydık mesela? Neden beni aramışlardı, kaza nasıl olmuştu? Polisin anlattı­ ğına göre arabası ağaca çarpmış. Emniyet kemeri takılı değil­ m iş ama Rüzgâr emniyet kemerini takmadan araba kullan­ maz ki. En az benim kadar takıntılıdır kurallara. Hele ağaca çarpmak, Rüzgâr çok iyi bir şofördü. İmkânı yok! İçkiliymiş güya. Kimi kandırıyor bunlar. Resmen intihar diyor polisler. “Son zamanlarda travma yaşadı mı?” “Babasını kaybetti.” “Atlatamam ış belli. Yazık çok da genç!” “Genç tabii. Yeniden âşık olacak ve evlenecek kadar genç. Hem iyileşecek! İyileşmek zorunda. Beni bu vicdan azabıyla bırakıp girmeyecek kadar centilmendir O.”

“Bir zarf varmış arabasında, Günışığıma’ yazıyordu.” “Benim O! Onun günışığı benim! Bendim. Alabilir miyim?” “Tabi.” M ektubu elim e veren polis bana acıyan gözleriyle bak­ tıktan sonra arkasını dönüp gitti. Ellerim titriyordu. İntihar notu yazmış olmamalı. Belki başka bir şeydir. Postaya vermek için. Am a neden ‘Günışığım’ yazıyor? Ne olur Tanrım inti­ har notu olmasın. Ne olur, ne olur... Gözyaşlarını kendime gelmemi engelliyordu. Mektubu açmayı erteledim. Hatırla­ yabildiğim bilgilerle hastanenin verdiği formları doldurdum, saatlerce yanında oturdum. Doktoruyla ümitsiz bir konuşma yaptım. Z arf arka cebimde ağırlıktı tüm gün. Akşam mua­ yene sırasında sigara içmek için bahçeye çıktım. Otomattan kahve aldım . Banklardan birine oturdum. Hastane bahçele­ rinden, hastanelerden, hastalıklardan nefret ediyordum. Zarfı dikkatlice açtım . İçinden bir anahtar ve üç sayfalık bir mek­ tup çıktı. Temiz bir el yazısıyla inci gibi yazılmıştı. Dolmaka­ lem kullanılm ış belli. Okumaya kıyamıyorum ama okumam gerek. Yoksa bu merak beni benden alacak. Sigaramdan de­ rin bir nefes aldım . Gözyaşlarını mektubun üzerine düşme­ sin diye mektubu biraz uzağımda tutarak okumaya başladım.

Günışığıma Şu an muhtemelen ya hastane bahçesindesin ya da me­ zarlıkta. Hangisi duruma daha yakın bilmiyorum. Ama ken­ dini suçlayacağını hissediyorum. Duyduğun andan itibaren

bir sürü şey geçecek aklından. Bir sürü insan benim hakkımda değişik hikâyeler anlatacak sana. Ama sen kulaklarını tıka. Duyma onları. Çünkü sen birinci ağızdan hepsini duyacaksın birazdan. Ama öncesinde sana benim tarafımdan anlatacağım hikâyeyi. Daha uçağa binmeden fark etmiştim seni. Ben aslında Amerika'ya gidiyordum bir iş toplantısı için. Sen free shop'tan sigara alıyordun. Seni görmedim sandın. Hemen grubunun ya­ nına döndün. Nereye gittiğini anlamak için uçağa binene dek bekledim seni. Sonra ben de bilet aldım îtalyaya. Hiç hesapta yoktu aslında bu gezi. Orada ne yapacağımı, bana nasıl tepki vereceğini bilmeden uçağa bindim. Romaya iner inmez senin kafileni aradım sokak sokak. Sonra seni Piazza Novana da dolaşırken buldum. Herkesten farklı olduğun öyle belliydi ki. Sen farkında değildin ama herkesin gözü senin üzerindeydi. O ana dek neden peşinden geldiğimi bilmiyordum. Ama o an fark ettim. Sana âşıktım. Sana kendimi göstermeden peşinden yürüyordum. Şeker gibi kokuyordun. Her adımında saçların sağa sola gidip geliyordu. Her adımında kalbim yerinden çıka­ cak gibi çarpıyordu. Ressamı ve pandomim sanatçısını benim gönderdiğimi biliyorsun. Ama Collesium da da arkandaydım. Sonra elinde dondurman ile ara sokaklarda gezerken de. Gece yatağına yatmadan odanda volta atarken veya çok basit bir şeye bile inanılmaz bir mutluluk ile gözlerin parlayarak bakarken. Şarap tadarken de hep senin yakınlarındaydım. Ayrılamıyordum peşinden bir türlü. ilk kez öpüştüğümüz o akşam. Sanki içimde nehirler aktt sana doğru. Komik biliyorum ama kendimi durduramadım. Ellerin üzerimde iken, beni öperken sana dayanamadım. Her vn

öpücüğünde içimde keşfedilmemiş bir noktaya değiyordun sanki. Kendimi yeniden keşfettim seninle. Yapabileceklerimi, yaşayabi­ leceklerimi gördüm. Aşka ilk kez bu kadar yakın oldum. Sonra aşk çeşmesine beraber para atışımız. Senin mucizevi bir şekilde benimle yemek yemeye karar vermen! Üzerindeki siyah mini el­ bisenle rüya gibiydin. Bana doğru yürüyordun. Öyle güzeldin ki. Kelimelerle ifade edemiyorum bile. Beraber gittiğimiz o kü­ çük restoranda senin şarabı tadarken ki halin! Kadehini sağa sola çevirişin, ışıkta ki görüntüsünü izleyişin, dudaklarına gö­ türüp aldığın küçük yudum, beğendiğini belli eden gülümseyi­ şin! An be an hafızamda. Gittiğim her yerde benimle olacak. Dans ederken elini kalbimin üzerinden ayırmaman içime iş­ leyen bakışların. Nasıl unutabilirim ki? Sarhoşluğun, söyledi­ ğin şarkı Portofıno idi değil mi? Bana da söyle bir gün mut­ laka. Hangi şekilde olursa olsun. Nefes alırken veya almazken. Emin ol çok mutlu olurum. Birlikte olduğumuz gece, eksik parçamı bulmuş gibiydim. Güneşin teninde yarattığı harelerde kaybolmuştum. Şiir gibiy­ din. Şarkı gibiydin. Kendimi tanımıyordum seninleyken. Yeni bir Rüzgâr çıkmıştı sanki benliğimden. Tanımadığım, âşık bir adam. Veda etmekten nefret etmiştim sana. İstiyordum ki hiç ayrılmayalım. O an Roma'da birbirimize sarılıp uyuduğumuz o çıplaklığımızla kalalım. Sinemaya gidelim. Operaya gidelim veya konsere. Markete gidelim beraber. Sen alışveriş arabası ile çılgınca şeyleryap. Çıplak ayaklarınla gez dolaş evimde, içimde... Benimle kal istedim. Arda ile olanlar bir hataydı. Fazla tepki vermemin perişanlığı ve utancıydı sana gelmemi engelleyen. Gurur değil. Sana hiç kızmadım ben. Seni o kadar sevdim kt.

Babamı kaybettiğim zaman, yanımda olan tek insan. Seni ne kadar zorladım kim bilir. Oysa sen benim bu dünyada za­ rar vermek isteyebileceğim son insandın. Kırdım seni. Üzdüm çok. Kaybedeceğimifark ettiğimde yüzük ile çıktım karşına. Bi­ liyordum kabul etmeyeceğini. Gerçekten evlenmek istiyordum seninle ama böyle bir teklif değildi hayalimdeki. Seni aşk çeş­ mesine götürecektim ve orada teklif edecektim evlenmeyi. Ama hayat bizi istemediğimiz kararlar almaya zorluyor değil mi? Kazaya gelince. Evet, kaza değildi. Ama suçlu sen değil­ sin. Ben fazla içip direksiyon hâkimiyetimi kaybettim. Emni­ yet kemerimi takmak istemedi bugün canım. Kısa mesafeydi gi­ deceğim yer. Gittiğin günden itibaren yanımda saklıyorum bu zarf. Ola ki lazım olur. Başıma bir şey gelir. Bilmen gereken­ leri bil diye yazdım. Avukatımda vasiyetim var. Eğer istersen herşey senin olacak -k i istemeyeceğini biliyorum-, istemezsen de hayır kurumlarına bağışlanacak. Cenazem aile kabrista­ nına defnedilecek. Zarftaki anahtar evimin anahtarı. Eşyala­ rımı sen topla istedim. İkimizin resmini sen al. Albümü de be­ nimle beraber gömün. Onu verecek kimsem yok! Diğer eşyalar önemli değil. İstediğini yapabilirsin. Şimdi veda zamanı... Vedaları sevmediğini biliyorum. Se­ nin de bana öğrettiğin gibi önce inkar edeceksin, sonra kabulle­ neceksin, sonra da alışacaksın. Sakın hayatını mahvetme benim için. Aşığım demiştin, mutlu ol onunla. Seni üzerse sakın ya­ nında kalma. Sen en iyilerine layıksın. Görmediğin yerleri gör. Mesela İspanya'yı. Orayı da çok seveceğine eminim. İtalya'ya da yeniden git. Bir ressama gülerken bir resmim çizdir. Bir sokak müzisyeni ile şarkı söyle. Bir pandomim sanatçısı ile dans et.

Piazza Novanada bir kahve iç. insanları izle. Hep gül ama. Kimse seni üzemesin. Kimse seni yaralayamasın. Hep dimdik ol! Değişme. Cenazemde ağlama sakın. Sonrasında da. Kahro­ lurum. Kendine hep çok iyi bak. Beni unut. Sakın aklına ge­ tirme. Bir arkadaştan başka bir arkadaşa veda sadece. Yeni bir şehir görmeye gittiğimi farz et Günışığım. Vivi la tua vita... Rüzgâr

M ektup bittiğinde tüm bedenim titriyordu. Biliyordum bana hissettiklerini ama bu kadar güçlü şeyler olduğunu bilmi­ yordum. G özyaşlarım a boğulmuş halde orada ne kadar otur­ dum hatırlam ıyorum . Hastane odasına döndüğümde Rüzgâr hâlâ uyuyordu. Yaşadığımız herşey gözümün önünden geçi­ yordu. G ördüğüm tüm beyaz önlüklülere durumunu soruyor­ dum. Y atağının ayakucundaki dosyasını okumaya, anlamaya çalışıyordum. Uyansın istiyordum. Söylediklerini yapamazdım. Gerekirse gidip başka şehirde bir hayat kurar, kendimi unut­ tururdum. O yaşasın yeter! Sabah hasta yakınları için konu­ lan koltukta uyandım . Belim ve boynum tutulmuştu. Rüzgâr hâlâ uyuyordu. Merve dayanamamış, beni ve Rüzgârı gör­ meye hastaneye gelmişti. Kısa bir süreliğine beraber bahçeye Çıktık. O lanlara O da inanamıyordu; “İnanam ıyorum . Neden böyle bir şey yaptı? Niyeti ne bu Çocuğun? Uyanabilecek mi?”

“Bilm iyorum Merve. Ama ya uyanam azsa... O zam an ne yaparım ben?” “M ektupta yazdığı gibi zor olsa da hayatına devam edersin. Ben yanındayım . Her zaman olduğu gibi. A rtık beklemekten başka yapılacak bir şey yok. Üstünü değiştirmek istersen diye sana temiz kıyafetler getirdim.” “Teşekkür ederim.” “Özlem?” “Efendim.” “Yılmaz ne olacak?” “Bilmiyorum. Rüzgâr’ı bırakıp gidemem ki, kimsesi yok. İki gün kaldı. Sadece uyanmasını diliyorum .” “Ben Rüzgârın yanında kalırım sen Yılmaz’ın yanm a gi­ dersin olmaz mı?” “Bilmiyorum Merve. Şu durumda gerçekten düşünem i­ yorum.” “Haklısın. Bana ihtiyacın olursa haber ver yeter.” “Olur. Ben şimdi Rüzgârın yanma döneyim. Uyanırsa yal­ nız olduğunu hissetmesin.” “Özlem, uyanamayabilir.” “Ama O uyanacak. Çünkü O çok güçlü biliyorum.” “Peki, ama sen yine kendini en kötüsüne hazırla.” uBaşka çarem mi var zaten...” m

O daya döndüğümde hemşire beni bekliyordu, doktor bey beni görmek istemiş. İyi haber mi? sorularıma yanıt alama­ yıp mecburen doktorun odasına gittim. “Hoş geldiniz Özlem Hanım.” “Bir gelişme mi oldu?” “Üm itlenm enizi istemem am a.. “A m a ne?” “Rüzgâr B e y in hayati fonksiyonlarında bazı kıpırdanma­ lar oluyor. Bu herhangi bir sebeple de olabilir. O uyanmadan yaşadığı travm anın büyüklüğünü öğrenemeyiz maalesef. Tıb­ bın çaresiz kaldığı durumlardan biri de bu. Yakın geçmişi veya tüm hafızasını kaybedebilir. Her şeye hazırlıklı olmalısınız.” “U yanabilir yani.” “Evet uyanabilir.” O daya döndüğümde sevinçten yerimde duramıyordum, Rüzgâr uyanabilirdi. Hafızasını kaybetmesi önemli değildi. Yaşayacak olması yeterdi bana. Yanından bir an olsun ayrılamıyordum . Vicdan azabım beni adeta olduğum yere çivilemişti. R üzgâr’ın ellerinden tutup başımı onun yatağına yasla­ dıktan sonra uykuya daldım. Sabah uyandığımda hemşireler rutin kontroldeydi. Umutla bakan gözlerime cevaben aldığım üzücü yanıt, bir gelişme olmadığıydı. Olsun, doktor uyanabi­ lir demişti, Dünya gözümde değildi. Hayatta bir insanın ca­ nından kıym etli ne olabilirdi? Aşk! Yo, aşk bile bir insanın bir hastane odasında serumlara bağlı, yapayalnız, belirsizlik

içindeki halinden kıym etli olamazdı. Onu yalnız bırakam az­ dım . Yarın Yılmaz gelecekti. Onu arayacaktım , E-mail yolla­ yacaktım , mesaj atacaktım, gazeteye not bırakacaktım , sesli mesaj bırakacaktım . A rtık ne olacaksa... Am a O bunlardan herhangi birini görüp neden gidemediğimi anlayacaktı ve bir sorun olmayacaktı. Rüzgâr uyandıktan ve kendini topladık­ tan sonra da Yılmazla yeni hayatımıza başlayacaktık. Herşey çok güzel olacaktı. Bütün günlerim i önceki günler gibi R üzgârın başında ge­ çirdim . Annemlere arkadaşımın hastanede olduğunu ve kim ­ sesiz olduğunu anlatmıştım, yoksa bu kadar süre evden uzak kalam azdım . Rüzgârla aramızdaki bağa isim koyamıyordum. Arkadaş m ıydık sahi? Neler yaşıyordu acaba uyurken? D uyu­ yor m uydu beni? Portofino’yu söylememi istemişti benden, söylesem uyanır m ıydı acaba?

I found my love in Portoftno (Alkımı Portofino' da buldum) Perche nei sogni credo ancor (Çünkü hâlâ hayâllere inanıyorum) Lo strano gioco del destino (Kaderin garip oyunu) A Portofıno m’ha preso il cuor (Portoftno'da kalbimi aldı) Nel dölce incanto del mattino

(Sabahın tatlı büyüsünde) II mare ti ha portato a me (Deniz seni bana getirdi) Socchiudo gli occhi (Gözlerimi hafifçe kapatıyorum) E a me vicino (Ve yanımda) A Portofıno (Portofino’da) Rivedo te (Seni tekrar görüyorum)

S ab ah u y an d ığ ım d a Rüzgâr da herhangi bir değişiklik yo ktu. D oktorun neden “ümitlenmenizi istemem” dediğini yeni yen i anlıyordum . Umut, insanı yiyip bitirebiliyordu ve ben um u da teslim olmuştum. Nemli havlularla Rüzgâr'ı yeni doğm uş ço cuklar gibi silme deneyimini yaşadım. Serum yer­ leri değişti. Hemşireler bir süre iğneden morarmış kollarında dam ar aradı. Zorlukla bulduğu damara taktığı serumun damla dam la azalışını izledim. Yılmaz ı aradım, e-mail yolladım, sesli mesaj b ıraktım , sms gönderdim, gazeteye not bıraktım. Beni arayacağına inandım . Bekliyordum... Rüzgânn uyanmasını. Y ılm azın gelm esini... Mutlu olabilmeyi bekliyordum. Ama gelen giden yoktu. Hemşirelerin bana getirdiği yemeği yerken.

Merve nin getirdiği kıyafetlerle üzerimi değiştirirken, bahçeye çıkıp sigara içerken d e... Kimsecikler yoktu. Rüzgâr derin rü­ yalardaydı. Beni kendi iç hesaplaşmamla baş başa bırakarak bütün gün uyuyordu. Oysa ben yalnız kalm aktan hiç bu denli korkmamıştım. içimde her şeyin kötü gideceğine dair uğur­ suz bir his vardı. Akşamüstü kendimi elimde telefon, hasta­ nenin bahçesinde volta atarken buldum. Yılmaz çoktan ara­ m alıydı. Çoktan benim yanıma gelmeliydi. Ben de yeniden aradım. Telefonu üç defa çaldıktan sonra sesli mesaja düştü. Bende mesaj bıraktım; “Yılmaz, ben hastanedeyim. Rüzgâr çok kötü bir kaza ge­ çirdi. Lütfen mesajımı alınca beni a ra ...” Bir saat sonra yeni bir mesaj daha bıraktım . Sonra bir mesaj daha. Bir mesaj dah a... Arayan kimse yoktu. Gazeteyi aradım, kimse haber almamış. Mesaj attım. M ail attım. De­ falarca. Yılmaz beni aramıyordu. Ağzımda buruk bir tat bıra­ kan bir acı peyda oluvermişti. Bu en zoruydu. Kabullenmek... Gelmeyecekti. Aramayacaktı da. Rüzgâr’ı seçtiğimi düşüne­ rek beni unutmaya çalışacaktı, tabi sevdiyse. Sonra yeni birileri değecekti hayatına, başkalarına dokunacaktı. Beni unu­ tup benliğini başka birinin kollarına bırakacaktı. Başkalarını götürecekti Şile’deki aile yazlığına. Başkalarının adını yaza­ caktı kumsala. Başkalarının nefesiyle uyanacaktı. Başkalarıyla dans edecek, sarhoş olacaktı. Biz zaten âşık değildik. Aramız­ daki güçlü bir cinsel çekimdi. Belki çocukça bir oyun, iddia. Ama a$k değil. Onu bu yüzden hiç özlemeyeceğim. Her aşkın

ardından yaptığım gibi gözyaşı döküp yasını tutmayacağım. İnadına dik, inadına güçlü olup... Yılmaz! Ara nolur. N’olur bırakma beni. Canım çok acıyor. Ara beni Yılmaz ne olur! Yal­ varıyorum ara! Ara beni. Ara n’olur... “Özlem H anım , iyi misiniz?” “Evet. Teşekkür ederim.” “Doktor bey sizi görmek istiyor.” “Peki, geliyorum.” Doktorun odasına giden yol karanlık ve fazlasıyla beyazdı. Bu yoldaki her yürüyüşüm bana okulda yaramazlık yaptı­ ğım da m üdürün odasına götürülen küçük kız çocuğu halimi hatırlatıyordu. Ne olacağını bilmeme korkusuyla yine çaresiz­ liğimde kaybolm uştum ... Kapıyı açıp içeri girdiğimde doktor bey beni ayakta bekliyordu. “Size bazı haberlerim var Özlem Hanım. Oturun lütfen.” Gösterilen yere oturup gözlerimi yere diktikten sonra, konuş­ maya başladı. “Rüzgâr Bey’in durumu hakkında kısa bir bilgi vermek istedim. Kendisinin hayati fonksiyonlarında düzelmeler olduğunu daha önce sizinle paylaşmıştım. Fakat şuan herhangi bir gelişme yok. Eğer isterseniz kendisini evine götürebilirsiniz. “Nasıl yani? Onca kablo, hemşire olmadan mı? Ya ani bir atak geçirirse?” “Özlem H anım , sizinle açık konuşacağım. Kendisi çok genç fakat yorgun bir bedene sahip. Verdiğimiz uyarıcı ilaç­ lardan hiçbir sonuç alamadık. Ve...”

“Ve siz de onu ölüme terk etmeye m i karar verdiniz?” “Ben öyle demek istemedim, bakın yanlış anlıyorsunuz...” “Ben mi yanlış anlıyorum . Ben mi? Şaka yapıyorsunuz de­ ğil mi? Daha bir gün önce düzeliyor dediniz. Ç ocuk oyun­ cağı mı bu? O daha gencecik ve yaşayacak. Eğer Tanrı onu yanm a alm ak isteseydi bunu çoktan yapardı. Eğer ölecekse de her günü beş yıldızlı otelle eşdeğer olan bu hastanenin para­ sını ödediği müddetçe burada o odada kalacak. En iyi şekilde bakılacak. En güzel m uameleyi görecek. En iyi ilaçları kulla­ nacak ve ne siz ne bir başkası bir daha böyle tatsız bir konu hakkında beni bu lanet odaya çağırm ayacaksınız. Ben bu ko­ nuşma hiç yaşanm am ış gibi davranacağım . Lütfen sizde bu şekilde davranın. Aksi takdirde başka bir hastaneye şevki için gerekli müdahalelerde bulunabilirim .” “Özür dilerim Özlem H anım . Sizi temin ederim ki bu­ rada en iyi şekilde bakılacak. İyi akşamlar.” “Size d e ...” Odasına vardığım da Rüzgâr uyuyordu. Yine hiçbir kıpırtı yoktu. Koltuğuma yönelerek çizimlerime daldım . Sabaha ka­ dar uyan ıktım . Sabaha karşı koltuğum dan kalkıp bahçeye çıktım . Sigaram ı yaktığım an flaşlar patladı. Neye uğradı­ ğımı şaşırdım. Burnuma dayatılan mikrofonlar ve sorular ara­ sında şaşkındım. “Bir yakınınız mı Özlem H anım ?” “Sevgiliniz olduğu söyleniyor doğru mu acaba?”

“Sizin için intihar ettiğini duyduk.” “Özlem H anım ?” “Özlem H anım ?” T anrım . Nereden duyduklarını bile bilmiyordum. Bir şey­ ler söylemeliydim ama ne? Kendimde konuşabilecek gücü bile bulam ıyordum . Kendi adıma bile alışamamışken Rüzgâr ın adının m agazin haberlerinde boy göstereceği endişesi ne kor­ kunçtu. .. T üm sabrımı ve metanetimi toplayarak konuşmaya karar verdim. “M erhaba Arkadaşlar, hasta yakın bir arkadaşımdır. Ken­ disi talihsiz bir kaza geçirdi. Şu an maalesef kendinde değil.” “Biz tanıyor muyuz bu arkadaşı?” Derin bir nefes alarak; “Diğer arkadaşlarım ı tanımadığınız gibi şu an hasta olan arkadaşım ı da tanımıyorsunuz arkadaşlar. İlginiz için teşekkür ederim fakat söyleyebileceğim bir şey yok maalesef.” “A rkadaşınız intihar mı etti?” “Nereden çıkarıyorsunuz bunu arkadaşlar. Lütfen, hasta­ nede birçok hasta ve hasta yakını var.” “Bu arada defileniz çok görkemliydi. İkinci defileniz ne zaman?” M ünasebetsizin sorduğu soruya bak! İçimde yükselen öfke bulutlarını öteleyerek, “şu an arkadaşım için buradayım arka­ daşlar. İlginiz için tekrar teşekkürler' diyebildim. İçeri girdi­ ğimde burada olduğumuzu nasıl öğrendiklerine dair en utak bir fikrim yoktu. Hemen Rüzgârın aile dostu olan avukatlarını

aradım . Saat sabahın 5.00’iydi. R üzgâra bir şey olduğunu dü­ şündüğü için korkuyla konuşan Yavuz Bey’i sakinleştirm em zor olmuştu. R üzgârın iyi olduğunu am a gazetecilerin has­ tane önünde beklediklerini anlattıktan sonra gelmesini bek­ lemeye başladım. Kafeteryaya ulaştığında artık halim kalm a­ m ıştı. Günlerin uykusuzluğu ve yorgunluğunun üzerine bu yaşananlar! Rahatsız bir yerde uyuduğunda gördüğün o ra­ hatsızlık verici tatsız rüyalara benziyordu. Her şey sabahın 5’ inde takım elbisesi ve kravatıyla gelen Yavuz Bey kadar tra­ jikom ikti. Çantasını boş sandalyeye koyup ceketinin düşme­ lerini açtıktan sonra oturdu. “Anlat bakalım şim di” dedi. Bir an karşımda babam varmış gibi hissettim. Onun küçük kızı olabilmeyi, o güçlü ve sevecen kollarda uzun uzun ağlayabilmeyi istedim. “Her-şey tüm ya-şa-nan-lar.. Kekelemekten ve ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Söylediklerim boğuk hıçkırıklar ardında anlaşılmaz hallere bürünüyordu. Bir müddet hıçkırık­ lar ve gözyaşlarıyla boğuştuktan sonra biraz sakinleşebilmiştim. Güçlü olabilmek için fazlasıyla acı çekiyordum. Hırka­ mın kolunu iyice uzatıp avuç içlerimi örttükten sonra yeniden konuşmayı denedim. Yavuz Bey beni büyük bir dikkatle din­ liyordu. Ben olan her şeyi yeni bir ağlama krizine girmemek için hızlıca anlattıktan sonra sustum. Belli ki ölçüp tartıyordu söylediklerimi. Bir nevi muhasebe yapıyordu içinde. Bana sa­ atler gibi gelen suskunluğunun ardından konuşmaya başladı.

“Ö ncelikle sakin ol. Sen güçlü olmalısın. Şu an Rüzgârın sana ihtiyacı var. Gazetecileri bana bırak. Hastane yönetimiyle konuşup gazetecilerin içeri girmelerine izin vermeyeceğim. Ge­ rekirse mahkeme emri çıkartırım. Sen şimdi kendini düşün. Oldukça bitkin görünüyorsun. En son ne zaman uyudun?” “H atırlam ıyorum . Uykularım hep rahatsız, kâbus dolu. Yarı uyanık yarı uyur geçiyor burada geceler.” “Şim di beni iyi dinle küçük hanım. Şimdi eve gideceksin.” “A m a ben!” “Sözümü kesme. Güzel bir duş alacaksın, sonra güzelce uyuyacaksın. Yarın davam yok. Sen gelene dek ben burada bekleyeceğim .” “Am a gazeteciler?” “O nları düşünme. Arka kapıdan benim aracımla çıkacak­ sın. Seni evine götürecek. Yarın da seni alıp yeniden getirecek.” “Am a siz?” “Beni düşünme. Üzerinde çalıştığım dava dosyalarım ya­ nımda. Buradan çalışırım. Hem hastane yemeklerini de çok methediyorlar.” Çaresizce kabul ettim. Kendimi O nu yeniden terk ediyor­ muş gibi hissediyordum. Eşyalarımı toplayıp arka kapıya git­ tim. Yavuz Bey’in şoförü beni bekliyordu. Mercedes marka film cam lı arabasının arkasına bıraktım kendimi. Yorgunluk­ tan adeta çökmüştüm. Başımı cama yasladım. Gideceğimiz yeri kısaca tarif ettikten sonra camdan gökyüzünü izlemeve

başladım. Nasıl bu hale gelm işti her şey? Ne kadar anlam ­ sız şeylerdi yaşadıklarım . Ne kadar acı verici... Kaçamamak en kötüsiiydü. Eşyalarımı toplayıp farklı bir şehre farklı bir ülkeye kaçamamak! O nun yanında en az onun kadar sessiz, nefessiz beklemek. Uyandığında ne olacak? Ya beni küfürler içinde kovarsa? Ya bırakm ak istemezse? Ya umutlanırsa? Onu yeniden terk edebilecek gücüm var mı? Yok. Bu kez o ne isti­ yorsa öyle olur. Kendime Yılmaz olmadan bir hayat kurarım. Bir daha Rüzgâr’ı bırakam am , bunu O n a yapam am . Bir kez daha dener ve bu kez başarırsa... Yoo, bunu yapam am . Ya uyanamazsa, hiç uyanamazsa? Kalan ömrünü o yatakta bitir­ mesini izlemek zorunda kalırsam? Ya organlarını isterlerse? O zaman onun adına ben mi karar vermek zorundayım? Aileden bile değilim . O da benim gibi bağışçı mı? Ya organ bağışına karşıysa? Daha önce bu konuyu hiç konuşmadık çünkü bun­ ları konuşmak için çok gençtik, çok canlıydık. Kendi nefesi­ mizi alabilecek kadar canlı ve diriydik. Oysa şimdi O bir has­ tane yatağında makineler yardım ıyla nefes alıyor, ben O ölürse organlarını ne yapacağım ı düşünüyordum! T anrım yardımcı ol bana ne olur. Bu düşünceleri al aklım dan. Düşün memeyi istiyorum, her şeyi unutmayı. Kilo vermeye karar verdiğim o ana geri dönmek, spor yapmak için başka bir koru seçmek is­ tiyorum. Ardayla tanışm am ış olmak, Rüzgâr ve Yılm azla... Tüm bunları yaşam am ış olmak, piyangodan ikramiye kazan­ mamış olmak istiyorum. Keşke zamanda yolculuk mümkün o lsa... Keşke yeni bir hayat şansım daha olsa ve onu da bu

hayatıma yaptığım gibi bombok etmesem. Keşke kendi haya­ tımı yaşayabilseydim ! Evin önünde durduğum uzda çantamı zorlukla kaldırıp omuzuma taktım . Ayaklarım ı sürükleyerek kaldırımda iler­ ledim. Eve vardığım da babam gazete almaya çıkıyordu. Her sabah olduğu gibi erkenden uyanmıştı, eski alışkanlık işte. Babamla kısaca konuştuktan sonra beni uyandırmamasını is­ teyerek odam a gittim . Önce güzel bir duş aldım. Sonra odama gittim. Y atağım ... Benim bir sürü yatak içinden seçtiğim bat­ tal boy ferforje yatağım . Yılmazla birbirimizin çıplaklığına sı­ ğındığım ız yatağım . Nasıl yatarım üzerinde Onun kokusu d u ru rk en ... U yu yam am . Geceliğimi üzerime geçirip ıslak saçlarım la yastığım ı alıp kanepeye uzandım. Uykusuzluktan artık gözlerime dikenler batıyordu. Ama gözümü her kapat­ tığım da zihnim de Rüzgârın hiç görmediğim kazası canlanı­ yordu. Y astığım a iyice gömülüp gözlerimi sımsıkı kapatıp ko­ yun saymaya başladım . Bir koyun iki koyun... “Rüzgâr, dur! Lütfen daha yavaş kullan. Emniyet kemerini tak Rüzgâr lüt­ fen. Rüzgâr, R ü zgaaarr...” Gözümü açtığımda terden sırıl­ sıklam dım . Rüyam da, kaza anında Rüzgânn yanındaydım. Beni görmüyor, duym uyor gibi kullanıyordu arabayı, Onu durduram ıyordum . Annem çığlıklarım a koşmuştu. Dama­ ğımı çekip su içirdikten sonra yeniden uyumam için bıraktı beni. Yeniden uykuya daldım . Bu kez Yılmazla beraber git­ tiğimiz kır kahvesindeydim. Masalardan birinde beni bekli­ yordu. Yanına gidip masasına oturuyorum ama beni görmü­ yordu sanki. Sonra başımı yanım a çevirdiğimde Rüzgânn kan .hr

revan içinde bedenini görüyorum. Bana acı acı gülümsüyor. So n ra ikisi de yok oluyor. Sanki onlarla beraber tüm dünya yok oluveriyor. Deniz yok. Her yer alabildiğine kum. Kimse­ cikler yok. Bir tek ben, yapayalnız. Tüm dünya beni bırakıp gitm işçesine yalnız ve çaresiz. Uyandığım da dayak yemişçesine sersem gibiydim . En az yedi saat uyumuşum. Yeniden duş alıp kıyafetlerim i giyindikten sonra yanım a alacaklarım ı ha­ zırladım ; O kum ak için kitap, çizimler için defter, temiz çama­ ş ırla r Penguenim . Annemle vedalaşıp beni bekleyen arabaya gittim . Yeniden arabaya binip başımı gökyüzüne çevirdikten sonra araba hareket etti. Hastanenin önüne gelene dek sanki bir daha göremeyecekmişim gibi gözümü gökyüzünden ala­ m adım . Sanki hastaneye değil de hapishaneye gidiyormuşum gibi, sanki oradan hiç çıkamayacakmışım g ib i... Hastaneye vardığım ızda hiç gazeteci yoktu. Yavuz Bey söylediklerini yap­ m ış gibi. Tüm hastanelerde olan o tuhaf aspirinimsi kokunun tüm benliğim e işlediğini hissederek Rüzgârın odasına gittim. Yavuz Bey sessizce çalışıyordu. Rüzgârda hiçbir kıpırtı yoktu. Benim gelmemle hemen yerinden kalkıp bana yer verdi. Yap­ tıklarını kısaca anlattıktan sonra eşyalarını toplayıp gitti. Yine Rüzgârla baş başa kalmıştık. Hayatımda hiç olmadığım kadar sessizdim onun yanında. Çantamdan penguenimi alıp kane­ peye uzandım. Yerdeki döşemeleri sayıyordum. Rüzgâr uyu­ yordu, Yılmaz aramıyordu, içim acıyordu. Haftada bir eve gittiğim sürelerin dışında üç ay boyunca hastanede Rüzgâr ın, vicdan azabımın yanında kaldım. Doktor­ lardan iyi bir haber alabilmek, yeni bir gelişme için beklemekten m

başka biç bir şey yapamıyordum. Merve uğruyordu arada. Bana gelişmeleri anlatmak bahanesiyle iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. Seda gelip gitmişti. Yılmaz’ı gören ya da duyan yoktu. Nerede olduğunu bilen bir kişi bile yoktu. Te­ lefonu sürekli kapalıydı artık. Ona ulaşamamak zaten sınırda olan sinirlerimi harap ediyordu. Annemler bile gelmişti defa­ larca, kimsesiz(I) arkadaşımı ziyarete. Onun için üzülmüş, dua etmiş ve beni aynı soğuk hastane odasında istemeyerek bıra­ karak dönmüşlerdi. Ben bol kahve ve sigarayla yarı uyur yarı uyanık dolaşıyordum koridorlarda. Artık gazeteciler yoktu, kendilerine yeni haberler bulmuşlardı. Yavuz Bey ihtiyacım olduğunda mutlaka aramamı tembihleyen ziyaretler yapmıştı. Rüzgâr m şirketinden buketler gelmişti. Hemşirelerle arkadaş olmuştum. Farklı doktorlara Rüzgâr’ın hasta dosyasının kop­ yasını gönderip durumu hakkında farklı bilgiler almaya çalıştı­ ğım üç ay... Kendimden vazgeçip onun uyanmasını çaresizce, umutsuzca beklediğim üç ay... Onun derin uykudaki yorgun bedeni, hiç uyanmayacakmışçasına buz gibi yatışı... Ölü gibi ama aslında canlı. Biliyorum içinde bir yerlerde beni hissedi­ yor, uyanmasını beklediğimi biliyor, sadece uyanamıyor. Uy­ kusu ağır belki ama biliyorum uyanacak. Eminim uyanacak. Hep uyuyacak değil ya uyanacak elbet...

H A S R ET KA RD EŞ

BÖLÜM 7: VEDA (Gitmen gereken zamanı bil!)

Q 2 s v er gece yaptığım gibi Rüzgâr’ı kontrol ettikten sonra

sigara içm ek için bahçeye çıktım. Bankta bir süre oturduk­ tan sonra odaya döndüm. Işığı yakıp kanepeye yürürken bir­ den R üzgâr deli gibi titremeye başladı, tüm bedeni titriyordu. Hem en hem şireye seslenip onu sabit tutmaya çalıştım. Hem­ şire y an ın d a bir sürü doktor ve başka hemşirelerle geri döndü. Beni o dadan çıkardılar. Kapıyı kapatıp onu sakinleştirmeye başladılar. İçeri girm ek istiyordum. Orada olmak, eğer tüm çırpınışı son nefesini vermek içinse elini tutmak istiyordum. H astanede geçirdiğim tüm zaman Onun gidişini izlemek ben­ den um uda d air her şeyi alıp götürmüştü. Artık içimde sadece onunla vedalaşabilm e düşüncesi vardı. Bolca özür içeren, ger­ çek bir v e d a ... Hemşire yeniden kapıyı açtığında hemen içeriye atıldım . D oktorlar beni tutam adı. Boğazındaki kesikten solu­ num cihazın ı çıkarm ışlardı. Hemen yatağın başındaki oksijen m askesini çıkarıp ağzına götürdüm. Bir yandan da doktorlara

bağırıyordum “tüpleri geri takın kendi başına nefes alam az” diye. Lütfen, geri takın! Sesler siliniyordu. Kendi h ıçkırıkla­ rımdan ve çaresizliğimin maddeleşmiş halinden başka bir şey duymazken onu duydum: “Neden ağlıyorsunuz?” “Rüzgâr? Aman T anrım sen, sen uyandın!” Rüzgâr gözyaşları içindeki halim e anlam sızca bakarken doktorlar beni güçlükle dışarı çıkardılar. Daha önce kavga edip tehditler savuşturduğum, ismini çok sonra öğrendiğim Taner Bey beni bahçeye çıkardı. Her şeyi takdire şayan bir yavaşlık içerisinde yapıyordu. Bana cebinden çıkardığı sigarayı uzattı. Sigarayı güçlükle titreyen dudaklarım ın arasına yerleştirdim. İlk nefesimizi aldıktan sonra sabrımın kalm adığını anladı ve konuşmaya başladı. “Özlem Hanım, Rüzgâr Bey uyandı.” “Evet, farkındayım ve siz benim onun yanında kalm am a izin vermediniz.” “Veremezdik, çünkü bilmeniz gereken şeyler var. A rtık kendi başına nefes alabilecek ancak uyuduğu süre içerisinde beyninde tam ir edilemez bir hasar meydana geldiğini düşünüyoruz. Henüz tetkiklerim iz yeni başlasa da ilk etapta gör­ düğüm ve sizinle paylaşmak istediğim şey aslın d a...” “Evet, sizi dinliyorum .” “Rüzgâr Bey’de Dissosiyatif amnezi olabilir.” “Anlayabileceğim şekilde lütfen Taner Bey.”

“H aklısınız. Özür dilerim. Dissosiyatif amnezi bir çeşit ha­ fıza kaybıdır. Ancak yaygın türün dışında bu rahatsızlık; be­ lirli bir olayın hatırlanamaması, kişinin tüm yaşamını hatırla­ yamaması veya belirli bir zaman aralığını hatırlayamaması ya

da her şeyi unutması olarak bilinir. Genellikle stresli ve travm atik olaylardan sonra meydana gelir.” “Yani Rüzgâr’ın tüm hafızası silindi mi? Bir daha hatır­ lam ayacak m ı?” “Kesin konuşmak zor ancak ben tüm hafızasını kaybet­ tiğine inanm ıyorum . Çünkü kim olduğunu ve sorduğumuz tarihi birkaç bilgiyi doğru şekilde cevaplandırdı. Ancak...” “Ancak ne?” “Sizi gördüğünde hatırlayamamış olması ilginç. Yani bu hafızasının belirli bir zaman aralığını sildiği anlamına gele­ bilir. A m a söylediğim gibi farazi konuşuyorum şu an, yarın kendisi tam teşekküllü bir muayeneden geçecek. Sizde bu sü­ reçte kendinizi üzmemeye çalışın lütfen.” “Yani beni unuttuğunu mu söylüyorsunuz?” “Bu olabilir diyorum sadece. En kötüsüne kendinizi ha­ zırlam alısınız.” “Yeniden hatırlayabilir mi peki?” “Bu konuda net bir şey söylemek çok zor. Yeniden hatırla­ yabilir de hiçbir zaman hatırlamayabilir de. Bu anılarının yo­ ğunluğuna ve verdiği acıya bağlıdır. Beyin gizemli bir organdır

Özlem H anım . Kesin cümleler kurm anın imkânsız olduğu bir organ. Bu arada eğer isterseniz kendisini görebilirsiniz.” “Teşekkür ederim. Birazdan yanma gideceğim. İyi akşamlar.” “İyi ak şam lar...” Taner Bey yanım dan kalkıp hastaneye döndüğünde, gece­ nin karanlığında söyledikleri kulaklarım da çınlam aya başladı. Beni unutm uş olabilir. Bu m üm kün mü gerçekten? M üm kün olabilir mi? Tanrı ona böyle bir hediye vermiş olabilir mi? Peki, ben ne yapm alıyım ? Her şeyimi toplayıp çıkıp gitsem haya­ tından. Beni bir daha hatırlamazsa mutlu olur mu yeniden? Ya yeniden hatırlar da beni hayatında bulamazsa? Ne yapaca­ ğım ben şimdi? T anrım bir yol göster ne olur! Ben kendimle konuşurken R üzgârı gördüm. Pencere cam ına yaslanm ış, ol­ duğum yere bakıyordu. Aynı onu terk edip gittiğim gün gibi. Uzun uzun beni seyrediyordu. Bir anlam vermeye çalıştığı belliydi. Yeniden ona aynı acıları hatırlatabileceğim düşün­ cesi m idem in buruşmasına sebep oluyordu. Karar verilmişti artık. Rüzgâr’ın hayatından çıkacaktım . Hiç var olm am ışım gibi. Başını çevirdiği bir an içinde koşarak hastaneye girdim. Nefes nefese Taner Bey’in odasına ulaştığım da koltuğuna gö­ m ülm üş hasta dosyalarını okuyordu. Beni gördüğünde hemen telaşla ayağa kalktı. “Sizinle konuşm alıyım .” “Rüzgâr B eye bir şey mi oldu?” “H ayır. Ama anlatacaklarım oldukça önemli o yüzden sö­ zümü kesmeden beni dinleyin lü tfen ...”

“B uyurun oturun lütfen.” Bana gösterilen koltuğa oturup Rüzgârla yaşadıklarımızı özel anları içinden çıkarıp anlattım. Taner Bey bazı yerlerde şaşırıp bazı yerlerde beni kınarcasına bakıp hiç konuşmadan beni dinledi. Ben ise bazı yerlerde ağlayarak bazı yerlerde öf­ kelenerek bir çırpıda her şeyi anlattım. Anlattıklarımın bitti­ ğini gösteren derin bir nefes aldığımda Taner Bey şaşkındı. “Bütün bunları beni kendinize yakın gördüğünüz için an­ lattığınızı sanm ıyorum . Doğru değil mi?” “Evet. Rüzgâr benimleyken çok acı çekti ve ben onun ha­ yatında bir acı kaynağı olarak kalamam artık. O yüzden onun hayatından tam am en çıkmaya karar verdim. Tüm varlığımla hayatından çıkacağım . Sizden ricam lütfen ben hiç olmamı­ şım gibi davranın.” “A m a bu onun hayatına direkt bir müdahaledir.” “H ayır, kesinlikle değil. Beni hatırlamadığını söylediniz.” “Henüz kesin değil.” “A m a yarın kesinleşecek doğru değil mi?” “Evet.” “Yarın eğer bu durum kesinleştiğinde Rüzgâr hatırlarsa, bugün konuştuklarım ız bizim aramızda kalacak. Ama hatır­ lamazsa beni unutacaksınız, Rüzgâr gibi. Ben onun hayatında varlığım ı hatırlatacak her şeyi toplayıp gideceğim.” “Özlem H an ım yapm ak istediğiniz bu şeye ben dâhil ola­ mam.”

“Sizden herhangi bir şeye dâhil olm anızı istemiyorum. Sa­ dece benden bahsetmemenizi istiyorum ki bu zaten benim en doğal hakkım . Bu konuştuklarım ızın aram ızda kalacağına inanıyorum.” uPeki.” “Teşekkür ederim.” Verdiğim kararın etkisi Taner B eyin odasından çıktığım da hâlâ üzerimdeydi. Rüzgâr’ın odasının önüne gittiğim de uyu­ duğunu gördüm. Sessizce odaya girip tüm eşyalarım ı aldım . Yatağımı topladım. Kokumun sindiği her şeyi aldım . Topar­ lanm am bittikten sonra Rüzgâr’ın yanm a gittim . Filmlerde gördüğüm anlardan biriydi. Elim başının üzerinde ona değ­ meden saçlarını okşuyordu. Ona veda etm eyecektim çünkü biz tanışm ıyorduk U yanm asından korkarak odasından çık­ tım . Eşyalarımı arabamın bagajına koydum. Yavuz Bey’i ara­ dım. Kısaca telefonda anlatam ayacak kadar önemli olduğunu söyleyerek onu çağırdım. Her zam anki gibi takım elbisesinin aksine rahat bir pantolon kazak giym işti. Onu ilk defa sivil görüyordum. O da beni ilk kez bu kadar kararlı görüyordu. Gelirken yanında vasiyetini getirmesini istediğim için şaşkındı. Bu kez kafeterya yerine bahçedeki banklara oturduk. Rüzgârın uyandığını ve hafıza kaybının detaylarını anlattım . Bir dakika önce duyduğu haber karşısında çocukça sevinirken bir dakika sonra hafıza kaybını duyduğunda içine çöken acıyla kavruldu­ ğunu görebiliyordum. A nlatacaklarım henüz bitmemişti. Ta­ ner Bey e anlattıklarım ı ona da anlattım . Babacan bir tavırla

sonuna dek beni dinledi. Sonra dayanamayarak; Sen onun ai­ lesi gibisin kızım böyle bir şeyi yapma dedi. Haklıydı, ailesi gibiydim am a daha çok üvey bir anneydim belki. Canını ya­ kan, kan bağı olmayan bir yabancıydım aslında. Ona zarar veriyordum. Ve buna devam etmemekte kararlıydım. Karar­ lılığım karşısında Yılmaz Bey’in süngüsü yavaşça düşüyordu. Oysa benim söyleyeceklerim daha bitmemişti. “Beni vasiyetinden çıkarmanızı istiyorum!” “Bunu yapam am .” “Yapabilirsiniz. Yapabileceğinizi biliyorum. Babası onu size emanet etmiş. Ailesinden kalan tek kişi sizsiniz. Bunu birlikte yapacağız. R ü zgân n hayatından çıkmama yardım edeceksi­ niz. Benim le ilgili tek kelime, bir restoran fişi bile kalmaya­ cak geride. A rtık O nun acı çekmesini istemiyorum. Lütfen yardım edin bana.” “A m a ya hatırlarsa, o zaman ne olacak?” “Beni bulam ayacak.” “Özlem, kızım yapma lütfen.” “Yavuz Abi, seni ne kadar severim bilirsin. Ama ben ona çok acı verdim. C anını çok yaktım. O benim yüzümden ca­ nına kıydı. Bunun hesabını nasıl vereceğim ben? Yapamam. Ne olur unutalım birbirimizi. Bak bu şans herkesin başına gelmez. Düşünsene Rüzgâr yepyeni, acısız bir hayata başlaya­ cak. Yeniden birine âşık olacak. Sonra onunla evlenecek. Tüm

bunları benim hayaletim etrafında dolaşırken yapamaz. Yar­ dım et bana. Rüzgâr için. “Emin misin peki?” “Eminim. Hiç olmadığım kadar.” “Am a acele etme yarın herşey kesinleşsin. Sonra yeniden konuşacağız.” “Peki.” Yavuz Bey, Rüzgârı gördükten ve bana iyi geceler diledikten sonra gittiğinde tamamen yalnız kalm ıştım . M eğer Rüzgârın uyuyan bedeni bile beni nasıl yaln ızlık tan kurtarıyorm uş. Yalnız başıma bahçeyi turladıktan sonra banklardan birinde uyuya kaldım. Sabah her yerim ağrıyarak başladığım günden hiç umutlu değildim. Yine de lavaboya gidip elim i yüzüm ü yıkadıktan sonra hastane kafeteryasından bitiremeyeceğim bir poğaçayla çay alıp masalardan birine oturdum. Sessizce kahval­ tım ı ediyordum. Orada ne kadar olduğunu anımsayamadığım bir süre oturduktan sonra bahçeye çıktım . Öğlen güneşinden ağaçlardan birinin altına sığınarak kaçtım. Sırtım ı ağaca verip çimenlerde oturdum. Sigara üzerine sigara içiyordum. Güneş yerini aya bırakırken yorgunluktan bitkin bir halde yerimden kalktım . Ciğercinin önünde bekleyen bir kedi gibiydim. Ses­ sizce hastaneye girdim. Rüzgâr’ın odasının önünden geçtim, uyuyordu. Taner Bey'in odasına girdim. Yavuz Beyle birlikte beni bekliyorlardı. Geldiğini görmemiştim oysa ki. İçim geç­ miş olmalı. Yaptığı tetkikleri ve aldığı sonuçları önce bilimsel

ifadeler kullanarak anlattı. Hiçbir şey anlamadığımızı fark et­ mesi için yüzüne uzun süre boş boş bakmamız gerekti. “Sanırım daha açık konuşmalıyım.” “Lütfen.” Konuşan Yavuz Bey’di. O da en az benim kadar heyecan­ lıydı. Ellerini birbirine o kadar sıkı kenetlemişti ki parmakla­ rının kıvrım ları bembeyaz olmuştu. Biz; bir avukat, bir dok­ tor ve bir kadın bembeyaz duvarları olan bir oda da oturmuş Rüzgâr’ın hayatına nasıl devam edeceğine karar veren bir grup zavallıydık. “Rüzgâr Bey, oldukça uzun bir zaman uyudu ve bu süre boyunca herhangi bir kriz geçirmemesi için beynini dinlendi­ rici ilaçlar verdik. Geçirdiği travma ve aldığı ilaçlardan oldu­ ğunu düşündüğümüz bir hafıza kaybı yaşıyor. Hayatına dair hatırladığı son anı babasının kaybı”. “Ben? Beni de mi hatırlıyor yoksa?” “H ayır. Sanki sizinle yaşadığı tüm anılar silinmiş gibi. H ayatı hakkında konuşurken sürekli boşluklara yakalanıyor. Mesela babasının ölümünde çok acı çektiğini ama hiç yalnız olm adığını söylüyor. Ama yanında kim olduğunu sorduğu­ muzda yanıt veremiyor. Ya da İtalya’ya neden gittiğini hatır­ lamıyor. Bir turist grubu gördüğünü ve ilgisini çektiğini söy­ lüyor am a sizi gördüğünü hatırlamıyor. Kısacası hayatındaki tüm varlığınız uçup gitmiş gibi. Anılarından silinmişsiniz. “Hatırlam ası mümkün değil mi?”

“Bu, cevabı olan bir soru değil maalesef Yavuz Bey. Yarın da hatırlayabilir. Hayatının sonuna dek hatırlamayabilir de. Belki vüzünü hatırlar ama kim olduğunu hatırlayamaz. Belki kim olduğunu hatırlar ama simasını bir türlü gözünün önüne geti­ remez. Yani kısacası net konuşamayacağımız bir durumdayız.” “Peki o halde, dün konuştuğumuz konuda netleşelim. Ta­ ner Bey?” “Tamam. Hastanedeki çalışanlarla konuşup sizin h akkı­ nızda hiçbir şekilde konuşm amalarını sağlayacağım. Kayıtlar­ daki refakatçi bilgileriniz de kaldırılacak.” “Yavuz Bey?” “Özlem!” “Lütfen.” “Peki, nasıl istiyorsan öyle olsun. Vasiyeti yeniden düzen­ leyeceğim. Senin ismin hiçbir evrakta geçmeyecek.” “Ben de evine gidip, beraber aldığım ız her şeyi, bana dair sakladığı her şeyi alacağım . Beni hatırlatacak hiç bir şey kal­ mayacak. Sonra da ofisine bakarız olur mu Yavuz Bey?” “O lur kızım .” “Peki şimdi ben evine gidiyorum. İşim bitince anahtar­ ları veririm sana.” “Tam am .” Herkes kendisine verilen görevi istemsizce benimsemişti. Yapacak bir şey yoktu. Hastaneden çıkıp arabam a yürür­ ken ellerim titriyordu. Hayatından tamamen çıkm ak acımı

dindirem iyordu. Bir insan beyninin bunu nasıl yapabildiğini anlayam ıyordum . M üm kün olamayacak kadar ütopikti be­ nim için. M an tık lı yanım unutulmanın acısını bastırabilmek için güçlü bir savaş veriyordu içimde. Arabamı Avrupa yaka­ sına doğru sürdüm. Yaklaşık bir saat süren yolculuk sitenin kapısında son buldu. Her zamanki gibi sessizce içeri girdim. Kapıcı bile beni bir kez olsun görmemişti. Asansöre binip çatı katına çıktım . Anahtarı beceriksizce kapı deliğine sokup sağa sola çevirip kilitleri birer birer açmaya başladım. Kapı açıldı­ ğında uzun zam andır ziyaret edilmeyen ev, tüm havasızlığını dışarı bıraktı. İçeri girip önce ışığı sonra da tüm camları aç­ tım , m utfağı topladım. Sonra evde tedirgince gezmeye baş­ ladım . Önce yatak odasına gidip dolaptan anılarımızı topla­ dığı kutuyu çıkardım , içinde beraber yediğimiz yemeğin fişi bile vardı. İtalya da çektiği fotoğraflar, onun evinde unuttu­ ğumu o an fark ettiğim şirinler tişörtüm, çoraplarım... Kısa­ cık zam anda toplanmış bir kutu dolusu anı! Kutuyu mutfak­ tan aldığım bir torbanın içine boşalttım ve sonra yerine geri koydum. Dolabını açıp kalmış bir eşyam var mı onlara bak­ tım. Yatağın başucundaki fotoğrafımızı çerçevemizle birlikte aldım . Sonra banyoya geçip unuttuğum diş fırçamı ve duş jelim i aldım . Kirli sepetine baktım. Misafir odasına hiç girme­ miştim ama orayı da kontrol ettikten sonra salona döndüm. M utfağı dolanıp en sevdiğim kupamı, uğurlu olduğuna inan­ dığım buzdolabı süslerimi aldım. Dolabın üzerinde iz yapmış­ lardı. İzler silinene dek hırpalarcasına diledim. Dolabın içinde benim için alınm ış bir şey olmadığından emin olup tab ıu

döndüm. O an gelmişti. Sona bıraktığım, önünden geçerken göz göze gelmekten dahi korktuğum tablomuz. Yerinden in­ dirdiğim de duvarda yarattığı eskimiş izi fark ettim. Asalı iz bırakacak kadar çok zaman olmuş muydu? Yerine asacak bir şeyler aradım. Resmi çerçeveden çıkardım, poşete tıkıştırdım . Babasıyla fotoğrafları olan albümden bir fotoğraf aldım. En yakın fotoğrafçıya gittim. Çerçeveyle aynı boyuta getirmesini istedim. Yarım saat sonra fotoğrafı verdiler. Eve döndüm, fo­ toğrafı çerçeveye yerleştirdim, yerine astım. Küçük Rüzgâr ba­ basının kucağındaydı işte. Kanepenin üzerinde dağınık bir şe­ kilde duran battaniyeyi katladım. Yastıkları düzelttim. Benden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Camları kapattım, ışığı söndür­ düm. Anahtarım ı kapının deliğine yerleştirdim ve sağa sola çevirerek yeniden kapıyı kilitledim. Asansöre binip kimseye görünmeden arabama geçtim. Topladıklarımı bagaja yerleştir­ dikten sonra arabamı çalıştırıp hızla geldiğim yöne, hastaneye sürdüm. Rüzgâr her şeyden habersiz uyuyordu. Bense bir hır­ sız gibi onun hayatından anı çalıyordum. Uyurken onu izle­ menin verdiği huzurla uzun bir süre onu izledim. Sonra ara­ bama gidip uyudum. Sabah Yavuz Bey bana ofisten topladığı birkaç eşyayı getirdi. Getirdiklerinin arasında benim çerçeveli bir fotoğrafım vardı, masasında babasının fotoğrafının yanında duruyormuş. Benim ona hediye ettiğim şiir kitabı da vardı getirdiklerinin arasında. Babası öldüğünde O na hediye etti­ ğimi hatırlıyorum. O uyurken markete çıkmıştım, gözüm ki­ tapçıya takılm ıştı. Okuyacak bir şeyler almak için girdiğimde kitabı görmüştüm. En sevdiğim şairlerden biriydi Can Yücel.

“Bir siyasinin şiirleri” benim okuduğum ilk şiir kitabıydı. Ba­ şucu kitabım ı rafta gördüğümde kendime kitap almayı unu­ tacak kadar heyecanlanmıştım. Kasada ödemesini yaptıktan sonra yanında hediye verilen ayracı 31. Sayfanın arasına koy­ muştum. Bu şiiri okumalıydı. İlk sayfasına yazdıklarımı gö­ rünce bir an içim ezildi.

“Şiirin , sağı solu olmaz. Şiir vatansızdır. Yazana değil okuyana aittir. O yüzden bu kitabı hep kendine yakın yerlerde taşı. Emin ol, sana iyi gelecek. Yalnız olmadığını hatırlayacak­ sın her okuduğunda... ” Özlem

Kitabı kapatıp isteksizce poşetime koydum. Oysa ona iyi gelecekti, biliyordum. Yavuz Bey beni vasiyetten çıkardığını ve bana dair herhangi bir iz kalmadığını söyledi. İçim rahatlam alıydı am a ben acı çekiyordum. Acımı her zaman yaptı­ ğım gibi derinlere, gözyaşlarımı sakladığım yere iteledim. Bana verdiği eşyaları arabama yerleştirip Rüzgârın evinin anahta­ rını ona verdim. Bir süre birbirimize sarıldık. Gözyaşlarını kendisine akacak yer arıyordu. Metanetli görünmek için ne büyük mücadele vermiştim. Oysa Yavuz Abi’yi ne kadar öz­ leyecektim. Tavsiyelerine, sakinliğine, güçlü duruşuna, baba­ can tavrına ne kadar alışmıştım. Kendimi ondan kopararak kısa bir an arkam ı döndüm. Hızlıca birkaç damla gözyaşını yanaklarım a döktüm. Titreyen sesimle “Ona iyi bak” dedim.

"babasına baktığın kadar iyi b ak!” O na döndüğüm de daha iyiydim . Kısa süreli de olsa ağlam ak iyi gelm işti. G itm ek için yeniden döndüğüm de sesiyle irkildim . “V edalaşm ayacak m ısın?” “Efendim?” “Rüzgârla vedalaşm adan m ı gideceksin?” “Biz hiç karşılaşm adık ki. Nasıl vedalaşalım ?” Gözlerimden sicim gibi boşalan yaşlar ve h ıçk ırıklarım la arabam a atlayıp hastaneden ayrıldım . Bir daha onu görmeye­ cektim . A rtık kendi hayatım ı yaşayacaktım . Her şeyden uzak tek başım a. Yolda durup tüm topladıklarım ı çöpe attım . En çok şiir kitabı gücüm e gitti. A m a tek bir satırı bile eve götürseydim bir daha çıkaram azdım . Çöp kam yonu gelip alana dek başında bekledim an ılarım ızın . Sonra evime gittim , kendim i çöpe atam am am ın verdiği acı eşliğinde... U yu m ak öyle zorlu bir ihtiyaçtı ki. Gözlerim kapanıyordu am a uyuyam ıyordum . Yatağım , yastığım Yılm az kokuyordu. Yılmaz yoktu. Rüzgâr yapabileceği en harika şeyi yapıp beni öylece unutm uştu. Ar­ tık yeniden başlam am gerekiyordu. R üzgârın beni unuttuğu gibi ben de onu unutacaktım bu gece ve yarın onu tanım aya­ rak uyanıp hayatım a kaldığım yerden, Yılmaz’dan devam ede­ cektim . O nu bulup neler olduğunu anlayacaktım . Bana ver­ mesi gereken cevaplar vardı. Yarın ilk iş onu bulacağım . Biraz uyuduktan sonra...

B Ö LÜ M 8^D İRE N İŞ

(Asla Vazgeçme!)

HASRET K A R P E Ş

OC yandığım da herşey daha netti. Ilık bir duş aldım. Ai­ lemle beraber güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra üzerimi de­ ğiştirdim . Arabama binip gazeteye gittim. İçeri girmek için

büyük cam kapıyı geçtim. Güvenlik beni durdurduğunda şok içindeydim. İçeri girmem yasaktı! Kendimi tanıtm ak için ver­ diğim tüm mücadeleye rağmen içeri girmeme izin vermiyor­ lardı. Bir hışım dışarı çıktım. Yılmaz’m telefonu artık açıktı. Sürekli O’nu arıyordum, her sesli mesaja düştüğünde yeniden arıyordum. Sonra arabama binip oradan aramaya devam et­ tim . Her seferinde sonuna dek çalıyor ama telefon hiç açılm ı­ yordu. Bütün günü onu arayarak geçirdim. Telefonunu açmasa bile elbet evine gidecekti. Evinin yerini bilmediğimden ben de gazetenin kapısında onu beklemeye başladım. Kapı­ dan çıktığında saat 7.00 ye geliyordu. Hava kararm ıştı. M o­ torunu park ettiği kaldırım a gidişini izledim. T üm uzuvları yerindeydi. Korkunç bir kaza geçirmemişti, sakatlanm am ıştı,

iyi görünüyordu. Saklandığım arabamın içinde motora binip, motoru çalıştırışını izledim. Sonra caddeye çıkıp biraz ilerle­ dikten sonra arabamı çalıştırdım . Filmlerdeki gibi farlarım ı yakm adan peşine takıldım . Arabaların arasından adeta kaya­ rak ilerliyordu. Ben trafikle mücadele ederek onu bir süre ta­ kip ettim. Sonra sahilde park etti. Ben de yolun karşısına park edip onu beklemeye başladım. O motorundan inmiş bir köfte arabasından ekm ek arası köfte alıyordu. A cıktığım ı o an anla­ dım . A çlıktan karnım gurulduyordu. Sesi bastırm ak için m i­ demi ovuşturdum, bir sigara içtim. Arabada yiyecek bir şey olm am asından nefret ediyordum. Sigarayı atm ak için arala­ dığım cam dan içeriye köfte kokusu doldu. İyice acıkm ıştım . Karşısına şimdi çıkam azdım . Niyetini anlam adan olmazdı. Köftesini ve ayranını alıp kocaman vücudunu kaldırım daki küçük tabureye sığdırmaya çalışmasını izledim. Yanında ol­ m ak için neler vermezdim. Denize yüzümüzü dönüp sıcacık bir köfte ekmek yemeyi ne denli isterdim. Düşüncelerim yü ­ zünden karnım iyice guruldamaya başlamıştı. Geçerli bir se­ bebi olm alıydı. O an aklım a onu aramak geldi. C am ı kapatıp köfte kokusunun geçmesini bekledikten sonra numarasını tuşladım, telefonunu cebinden çıkardı, ekranına baktı ve masanın üzerine geri koydu. Beni görmezden geliyordu. Açlığım yüzün­ den doğru dürüst düşünemiyordum. Kararlı adım larla araba­ dan indim. Koşarak yolun karşısına geçtim, köfte arabası beni çağırıyordu. Cebimden çıkardığım paraları tezgâhına bıraka­ rak köfteciye siparişimi verdim, dönerken alacağım ı söyledim.

Hızlı adımlarla Yılmaz’ın oturduğu masaya yürüdüm. Bir süre yanında ayakta dikildim. “Köfte kokusuna dayanamayacağını biliyordum.” “Ne?” “iyi dayandın ama. Ben olsam senin kadar uzun süre o arabada kalamazdım. Sipariş vermemi ister misin?” “Şaka mı yapıyorsun sen?” “Beni izlediğini anlamayacak mıydım sandın? Ben gaze­ teciyim. Farlarını söndürmen plakasını ve markasını bildiğim arabanı tanımamı engelleyemez.” “Seni takip etmiyordum!” “Peki ne yapıyordun Özlem?” “Köfte almaya geldim ben.” “Köprüyü bu yüzden geçtin yani.” “Evet.” “Köfte için?” “Evet köfte için.” “Benimle konuşmak istemiyorsun yani?” “Hayır, köfteyle konuşmak istiyorum.” “Köfteyle mi?” “Evet, yani hayır. Sen ne budala ne kötü kalpli ne umur­ samaz bir adamsın ya!” “Biraz önce bağırıyordun, şimdi de hakaret ediyorsun bana farkındaysan.”

“Evet, farkındayım . Buraya lanet olası köfte arabası için gelm ed iğim i biliyorsun. Buraya bazı cevaplar almaya geldim ve sen bu gece bana o cevapları vereceksin.” “Bende senin sorularının cevapları yok!” “Yok m u?” Ş aşkın lık içerisinde yüzüne bakakalmıştım, söyleyecek sö­ züm yoktu. O da köftesine dönmüş, sakince yiyordu. Lokma­ sını insanı sinir eden bir yavaşlıkla, ağır ağır çiğniyordu. Beni görmezden geliyordu, rahattı. Her zamankinden daha rahat, sakin, huzurlu, cevapları olmayan bir adamın mutluluğuyla köftesini yiyordu. Bu huzuru bende bir şeyler devirme hissi uyandırıyordu. Sağım da solumda sadece minyatür tahta ma­ salar ve hasır tabureler vardı. Gözüme kestirdiğim bir tabu­ reye doğru tam hamle yapacakken elinde siparişlerimle köf­ teci geldi. Köftemi ve ayranım ı alıp ben de deniz kenarına gittim . Ayaklarım ı denize uzatacak şekilde oturup ayranımı çalkalam aya başladım. Sonra köftemden iştahla bir ısırık al­ dım . Izgaranın kokusu, baharatların tadı birbirine karışmıştı. Köfte neredeydi, hangi parçası ekmek hangi parçası gazete kâğıdıydı anlam adan ne bulduysam sinirle çiğneyip yutuyor­ dum . Üzerimde fırtınadan önce ortalığı kaplayan sessizlik­ lerden birisi vardı. Ona arkam dönüktü. Ne yaptığını merak ediyordum ama arkama bakmak yerine köftemi yedim. Son lokmam boğazımdan aşağıya kaydıktan sonra bir sigara yak­ tım . Köfteci çöpümü alıp, taze demlenmiş çay getirdiğinde göz ucuyla Yılmaza baktım. Hâlâ orada, bıraktığım yerdeydi.

Aynı yavaşlıkla sigarasını içiyordu. Ben de denize doğru dö­ nüp sigaramdan uzun nefesler çektim. Bu oluyordu işte. Ar­ dayla yaşadığım başarısız başlangıç, Rüzgârla yaşadığım saf aşk ve Yılmazla yaşadığım tutku. Hepsi beni terk ediyordu. Ama tutkum aynı noktada duruyordu. Bana söyledikleri adeta kulağımda çınlıyordu. Benimleyken hiç ağlaman gerekmeyecek. Hep çok eğleneceğiz seninle. Bir daha üzülmeyeceksin... Bu ka­ dar kaba bir pisliğe dönüşmüş olamazdı. Üzerine oturduğum taş yüzünden popom uyuşmuştu. Rahatsızca yerimde kıpır­ dandım. Ama ilk giden ben olmayacaktım. Gereksiz inadımın beni adrenalin salgılayarak ısıtmasını umarak oturduğum yere iyice sindim. Yılmaz halime acımış olmalı ki oturduğu yerde hiçbir kıpırdanma belirtisi göstermeden “çocuğun olmayacak!” diye bağırdı. Bana söylediği tek söz buydu. Çocuğun olma­ yacak! Çocuğum taşta oturduğum için değil gerçek bir erkek bulamadığımdan olmayacaktı. Taşa kusur bulmak batıl bir inançtan başka bir şey değildi. Belki tıbbi bir yanı vardı ama şu an o kısmı öfkemi yatıştırmaya yetmiyordu. Ben de ses­ sizce aynı yerde oturmaya devam ettim. Sonra bir tabureyi ya­ nıma bırakıp yerine geri döndüğünü gördüm. O tabureyi alıp denize fırlatmak için karşı konulamaz bir istek uyandı içimde ama ben onun yerine bir sigara daha yaktım. “Çok inatçısın!” Sesi kızgın geliyordu ama umurumda değildi. Varlığımı inkâr ettiği saatler boyunca kendimi onun yokluğuna hazır­ lıyordum. Birazdan kalkıp arabama binecektim. Mağazadaki

bütün işleri Merve ye bırakmıştım, Ona destek olacaktım. Ken­ dime bir maymun alıp adını milyon koyacaktım. Omuzumda gezdirecektim onu. Onunla uyuyacaktım . Piyano öğrenebilir­ dim aslında. Hep çalmayı istemiştim. Şimdi piyano alacak pa­ ram da vardı. Belki de keman. Hem keman hem piyano çal­ mayı öğrenebilirdim. Sinemaya gidebilirdim, hem vizyona yeni film ler gelmiştir. Ya da hayatımı yazabilirdim. Belki de resim kursuna giderdim. Ressam olmak için hâlâ gençtim. Keşfedil­ memiş bir yeteneğim olabilirdi. Yılmazla sevişebilirdim ... Ha­ yır, Yılmazla sevişmek yok, Yılmaz yok. Yılmazla sevişmek dı­ şında kalanların hepsini sırayla yapacağım. Şimdi kalkıp, onun yanından geçip arabama bineceğim. Yeni bir başlangıç, güzel olacak. Tabi kalkabilirsem ... Uzun süre oturduğum için ba­ caklarım uyuşmuştu. Ellerimle bacaklarımı ovaladıktan sonra kalkacaktım . Biraz daha ovalarsam düzelebilir ve kalkıp bu­ radan gidebilirdim. Zamanı gelmişti artık. Yerimden usulca kalktım . Başımı dik tutmaya çalışarak onun oturduğu yere baktım , boştu, gitmişti. Benden önce kalkıp gitm işti. Öfkem kendisini tazelemişti. Hızlı adım larla kaldırım dan ilerledim. A rabam a binmek için karşıdan karşıya geçtim. Arabamın ya­ nında duruyordu. Beni bekliyordu. Yanından geçip arabamın kapısını açtım . Tam kapatacakken kapıyı tuttu. “İn arabadan.” “İnmeyeceğim.” “Hayır, ineceksin ve benimle geleceksin.”

“Seninle hiçbir yere gelmeyeceğim ve o lanet motora bir daha binmeyeceğim.” “Peki, kay kenara.” “Hayır.” “Özlem beni kızdırma. Kay kenara dedim sana!” Ne yapacağımı bilemeden kenara kaydım. Sürücü koltu­ ğuna geçti. Benim arabamı kullanıyordu. Arabayı park ettiğim yerden çıkardı ve tek kelime etmeden sürmeye başladı. Şehir­ den çıkacağımızı fark ettiğimde arabayı durdurmasını söyle­ dim ama beni dinlemiyordu. Müziği açıp şarkı mırıldanmaya başladı. Kaçırılıyordum! “Annemler beni merak eder.” “Mesaj attım annene Merve’yle biraz uzaklaşacağınıza dair bir şeyler yazdım.” “Sen, ne zaman?” Telefonumu ararken elinde tuttuğunu fark ettim. Ne za­ man aldığını bile anlamamıştım. Korkuyla tutku arasında ince bir çizgideydim. Bu adamı ne kadar tanıyordum. Beni nereye götürüyordu? Delirecektim. “Durdur yoksa atlarım.” “Çok film izliyorsunuz küçük hanım.” “Yılmaz ben ciddiyim.” “Ben de. Kapılar kilitli ve sen yerinden bile kıpırdayamaz­ sın. Bu yüzden sakince yolun tadını çıkar.”

Şaka yapıyor olmalıydı. Kapıyı açmaya çalıştığımda onun şaka yapm adığını anladım. Tutkum yerini korkuya ve derin bir meraka bıraktı. Sessizce koltuğuma gömülüp yüzümü yola çevirdim. Benim sakinleşmem onun da sakinleşmesini sağla­ m ıştı. M üziğin sesini kıstı ama hâlâ konuşmuyordu. Ben de sustum . Yaklaşık 1,5 saat sonra durdu. Yarı neşeli bir sesle “işte geldik” dedi. Başımı kaldırdığım da yazlıklarında oldu­ ğum uzu gördüm. “A rtık arabadan inebilirsin.” “İnmeyeceğim.” “Çok inatçısın.” “İnatçı değilim . Beni gecenin bu saatinde buraya getir­ meye hakkın yok ve ben bir cevap almadan bir adım dahi at­ m ayacağım .” “Sen ve senin hiç bitmeyen cevap arayışın! Peki, sen de adım atmazsın.” Anahtarları alıp arabadan indi. Ne yaptığını anlamaya ça­ lışıyordum. Benim olduğum tarafa geçti, kapıyı açtı, emniyet kemerimi çözdü. Sonra beni omzuna aldı. Filmlerdeki kaçırma sahneleri gibiydi. Bu sahneyi her gördüğümde kadın karak­ terlerin ne kadar aptal olduğunu düşünür kurtulam adıklarına hayıflanırdım . Oysa şu an onun omzundaydım ve o diz ka­ paklarım ın arkasından beni o kadar sıkı kavramıştı ki kıpırdayamıyordum. Beni indirmeden kapıyı açıp içeri girmemizi sağladı. Artık ona direnmiyordum. Başından beri neden diren­ diğim i de anlayamıyordum zaten. Beni kanepeye bıraktığında

sessizdim. Ayakkabılarımı çıkarıp, bacaklarımı göğsüme kadar çekip oturdum. Şöminenin karşısındaydım, Onunla seviştiği­ miz yerin karşısında. O şömineyi yakarken, çay demlerken de gözlerimi bir an olsun şömineden alamadım. Neler olacağını düşünüyordum. Bana vereceği hangi cevap ona umutsuzca ulaşmaya çalıştığım zamanı telafi edebilirdi. Sessizce olacak­ ları beklerken o elinde çay dolu fincanlarla geri döndü. Hâlâ konuşmuyordu. Ben de uzattığı fincanı alıp masanın üzerine koydum ve yeniden sessizliğime gömüldüm. Uzunca bir süre sessizce oturduk. Sonrasında yorucu bir gece olduğunu ve din­ lenmemiz gerektiğini söyledi. Ben onun odasında uyuyabilir­ mişim. O da burada kanepede yatacakmış. Yani bu gece ko­ nuşulmayacaktı. “Burada kalmayacağım!” “Evet, burada kalacaksın.” “Konuşmamız gerek.” “Hayır, aksine uyumalıyız.” “Hayır uyumayacağız. Beni neden buraya getirdin?” “Bu gece sana verebileceğim herhangi bir cevap yok. Bü­ tün gece denesen de farklı tek bir kelime duymayacaksın ben­ den. Kapılar ve pencereler kilitli. Kaçmaya çalışma diye söy­ lüyorum.” “Telefonum nerede?” “Bende ve sana vermeyeceğim ” “Neden?” H ASR ET KA R P EŞ

“U yu artık.” “U yum ak istemiyorum.” “O zaman sen de beni uyurken izlersin.” “Seni izlemeyeceğim.” “H ıh ...” Bu da neyin nesiydi şimdi? Uyurken onu izlemeyecektim ve uyum ak ta istemiyordum. Duymam gereken cevaplar vardı. Am a o bana aldırış etmeden kanepeye yayıldı. Kalkmak zo­ runda kaldım . Battaniyenin altına girdi. Ben de şöminenin ya­ nındaki tekli koltuğa oturdum. O bir bebek gibi uyurken tüm bunların ne anlam a geldiğini düşünüyordum. Ama bir ceva­ bım yoktu. Şömine sönmeye başladığında üşüdüğümü hisset­ tim . Etrafıma bakınıp bir battaniye aradım. Bulamayınca gö­ nülsüzce üst kata çıktım . Burada büyük bir yatak odası, bir m isafir odası ve banyo vardı. Neden kanepede yatıyordu ki? Oysa fazladan yatak vardı. Tabi ya, ben kaçmaya çalışmayayım diye. Sanki kaçamazmışım gibi, ya da kaçmak istiyormuşum g ib i... M adem buraya kadar geldim konuşmadan gitmeyece­ ğim ve o bunu yaptığına pişman olacak! Şimdi uyuyup din­ lenm eliyim . Tabi önce pijama bulmalıyım. Dolapları kurca­ larken bir kadın geceliği buldum. Hemen üzerime geçirdim. Benim için çok büyük, uzun kollu, üzerinde gipürleri olan be­ yaz bir gecelikti. Annesinin olmalıydı. Yorganı kaldırıp yatağın içine girdim . Çabucak uykuya daldım. Yatak öyle sıcaktı k i... Sabah olduğunu Yılmaz’ın mutfakta çıkardığı seslerden an lad ım . Gün aydınlanm ıştı. Saat takm a alışkanlığım ve

telefonum olmadığından saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Ben de yataktan çabucak kalkıp yatağı düzelttim. Geceliği al­ dığım dolaptan geceliğin takımı olduğunu belli eden gipürlü bir sabahlık aldım. Ayağıma çoraplarımı geçirip saçımı top­ ladım. Aşağı kata indiğimde kahvaltı sofrası hazır, beni bek­ liyordu. Merdivenlerden inerken Yılmaz başını kaldırıp bana baktı ve gülmeye başladı. Delice kahkahalar atıyordu. Soran gözlerle ona baktığımı gördüğünde “annemin geceliği sana pek yakışmış” dedi. “Giyecek başka bir şeyim olmadığı için mecburen dolapları karıştırdım. Ben öyle günlük kıyafetlerle yatamam.” “Ben çıplak yatarsın diye düşünmüştüm.” “Rüyanda görürsün ancak.” “Görmediğimi nereden biliyorsun?” Tanrım, beni çıplak mı hayal ediyordu. Bu çok utanç veri­ ciydi. Yüzümün alevlendiğin: hissettim. Bu hem sinir bozucu hem tahrik ediciydi. Bozuntuya vermeden kahvaltı masasına oturdum. Kendime çay doldurdum. Okuduğu gazetenin ma­ gazin ekini aldım ve sessizce kahvaltımı etmeye başladım. En az onun kadar umursamaz göründüğümden emindim. Çayımı doldururken kendi bardağını uzattı. Ben de uzattığı bardağı doldurdum. Yeniden kahvaltıma ve gazeteme döndüm. Kah­ valtım bittikten sonra masayı topladım. O odun kırmak için dışarı çıktı. Mutfağı toplarken birden duyduğum balta sesiyle irkildim. Onu çıplak ve terli bir şekilde odun kırarken ha­ yal etmekten kendimi alamıyordum. Karın kaslarının baltayı

her kaldırışında gerilişi ve oduna vururken ki eğilişini gözü­ mün önünden silemiyordum. içimdeki dürtüye dayanamaya­ rak perdenin arkasından onu izlemeye başladım. Hava soğuk olduğu için üzerinde montu vardı ama yine de oldukça seksi görünüyordu. O kadar dalmışım ki bana el salladığında neye uğradığım ı şaşırdım. Hemen mutfağa döndüm. İşimi olabil­ diğince yavaşlatarak onun görüntüsünü gözümün önünden sil­ meye çalıştım. Yılmaz odunlarla içeri girdiğinde hâlâ kırmı­ zıydım. Ellerimi havluyla kuruladım. Derin bir nefes aldım. Ona döndüğümde odunları yerleştirmek için eğilmişti. Montunu çıkarmış yeşil oduncu gömleği yukarı sıyrılmıştı. Onun kalçalarına bakıyordum! Evet, yaptığım buydu. Onun kalça­ larını izliyordum. Bir an yaptığımdan derin bir utanç duya­ rak “benim duş almam gerek” dedim. “Banyonun yerini bili­ yorsun sanırım” diyerek yanıt verdi. Elbette banyonun yerini biliyordum. Bilmediğim temiz çamaşırlarımın yeriydi. Sonra aklım a arabanın bagajında duran kıyafetlerim geldi. Her za­ man arabamın bagajında temiz birkaç parça kıyafetim olurdu. “Arabamın bagajında kıyafetlerim var eğer alabilirsem duş alabilirim .” “Yani arabana gitmek istiyorsun.” “Evet.” “Rüyanda görürsün ancak.” “Tanrım ! Saçmalama lütfen annenin geceliğiyle kaçacak halim yok.” “Peki, ben getiririm o zaman.”

“Of. Tamam.” Arabama gidişini ve bagajımdan ilk yardım çantası olarak gördüğüm kıyafetlerimi getirişini izledim. Küçük valizimi bana verdikten sonra yeniden odunları yerleştirmeye devam etti. “Havlular banyo dolabının ikinci rafında.” “Kendim bulabilirim!” “Öyle olsun. Bir şeye ihtiyacın olursa beni çağırabilirsin.” “Ah tabi...” Banyoya girdiğimde havluları söylediği yerde buldum. Ka­ pıyı kilitledim. Musluğu açıp suyun ısınmasını beklerken so­ yundum. Su sıcak ve rahatlatıcıydı. Onun şampuanıyla saçımı ve tüm vücudumu yıkadım. Havluma sarınıp çıktığımda tüm gerginliklerimden kurtulmuştum. Küçük çantamın içinde te­ miz iç çamaşırları, pantolon, tişört ve kazakların yanı sıra ye­ dek çorap, diş fırçası ve tarak vardı. Saçlarımı tarayıp havluya sardıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Saçlarımı kurutmadan giyinmekten nefret ettiğimden kurutma makinesi aradım . Ama görünürlerde yoktu. Tüm dolapları kurcaladıktan sonra pes edip Yılmaz’ı çağırdım. “Bana ihtiyacın olacağını biliyor­ dum” diyerek banyoya geldi. “Pardon Bay Ukala! Saç kurutma makinesini bulamadım.” “Küçük ilk yardım çantanızda olacağını sanıyordum.” “Çamaşır makinesini koyduğumdan yer kalmayınca çıkar­ dım, bilseydim çıkarmazdım.” “Kim ukala acaba?”

“Saç kurutma makinen var mı?” “Evet.” “Verir misin lütfen?” “Sen böyle ıslak havluya sarılıyken mi?” “Döpiyes mi giymemi isterdin?” “Beni tahrik etmeye çalışm aktan hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?” “Seni tahrik etmeye çalışmıyorum. Ver şu lanet olasıca ku­ rutma m akinesini artık. Üşüdüm.” Lavabonun altındaki dolaba eğilip dolabı kurcaladıktan sonra bana kurutm a makinesini uzattı. Oraya bakm ak hiç ak­ lım a gelmemişti. Bir insan neden saç kurutm a makinesini de­ terjanların arkasına koyar ki zaten? Ayağa kalktığında daracık banyoda vücutlarım ız birbirine değiyordu. Onu hissediyor­ dum. Nefes alışlarım ız değişmişti. Banyo aynası şimdi bizim soluklarımız yüzünden buhar içindeydi. Ona dokunmamak için kendim i zor tutuyordum. Yine aynı şeyi yapıyordu bana. Gözlerinin şehvetle alevlendiğini gördüm. Yaşanan onca şey­ den sonra bunu yapmayacaktım. Düşüncelerimi duymuş gibi banyodan çıkm ak için arkasını döndü. “Beni tahrik etmek istiyorsan daha çok çalışmalısın kü­ çük hanım .” “U kala!” Kapıyı arkasından kapatıp nefesimi bıraktım. Bana ne ya­ pıyordu böyle? Saç kurutm a makinesini prize takıp saçlarımı

kuruttum. Sonra üzerimi giyindim. Havluyu kirli sepetine atıp eşyalarımı çantama geri koydum. Yatak odasına gidip ilkyar­ dım çantamı bıraktım. Aşağıya indiğimde şömine yanıyordu. Eline bir kitap almış okuyor gibi yapıyordu. Ama okumadı­ ğından emindim. Ben de kitaplığın olduğu bölüme gidip ki­ taplara göz attım. Tess Geritsen’ın daha önce okumadığım ki­ taplarından birini aldım. O’da en sevdiğim yazarı okuyordu. Kendimi gülümsemekten alamadım, kitapla beraber tekli kol­ tuğa gittim. Ayaklarımı altıma alıp büyük bir dikkatle ki­ tabı okumaya başladım. Geritsen, polisiye gerilim yazarıydı. Kitaplarında kan, dehşet ve korku olurdu. Ben kaçırılm ış­ tım ve şu an böyle bir kitap okumam oldukça ironikti. Zih­ nimi tamamen boşaltıp kitabın ilk sayfasını açtığımda artık Yılmaz yoktu, bu evde değildim, Geritsen’ın hayal diinyasındaydım. Her sayfa bir diğerini okumaya teşvik ediyordu. Ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Kitabı bitirdiğimde hava karar­ mıştı. Yılmaz bıraktığım gibi koltuğunda oturuyor ve şaşkın­ lıkla bana bakıyordu. Daha önce beni kitap okurken görme­ miş olmalıydı. Beni ne kadardır izlediğini merak etmiştim. Ama ona sormazdım çünkü benim cevaplarım onda değildi. Tabi onun söylediğine göre. Karnımın guruldamasıyla acık­ tığımı fark ettim. Bu ikimizi de güldiirmüştü. Beraber mut­ fağa gidip yiyecek bir şeyler hazırladık. Ben sofrayı kurarken o şarabı açtı. Sofraya oturduğumuzda herşey oldukça normal görünüyordu. Ama hiç bir şey normal değildi. Biraz daha ko­ nuşmazsak çıldıracaktım. O ise suskunluğundan memnun ye­ meğini yiyordu. Kadehim bitince şarabımı doldurdu. Yemek

bitince sofrayı topladı. Bulaşıkları yıkadık. Salona döndüğü­ m üzde televizyonu açtı. Salonda televizyon olduğundan habe­ rim bile yoktu. DVD’ye bir film taktı ve koltuğa geri döndü. Şim di de film izleyecektik! Koltuğu televizyonun olduğu ta­ rafa doğru kaydırdı. Yanındaki minderi göstererek beni ça­ ğırdı, yanm a oturdum. Battaniyeyi üzerimize çekti, film i baş­ lattı. Ne izleyeceğime dair merakım Ice Age 3’ün müziğiyle aydınlandı. En sevdiğim animasyon filmdi. Sid’e bayılırdım . B attaniyem in altında neşeyle filmi izlemeye başladım. O ka­ dar eğleniyordum ki Yılmaz benim halime bakıp gülüyordu. Şömineye odun atmak için kalktığında ben hâlâ gülüyordum. Yerine geldiğinde bana daha yakın oturdu. Bacaklarımız bir­ birine değiyordu. Tüm dikkatim dağılmıştı, artık filmi izleyem iyordum . Tek düşündüğüm vücudunun sıcaklığıydı. O da benim gibi düşünmüş olmalı ki hafifçe yerinde kıpırdandı. Am a hâlâ bana değiyordu. Son bir gayretle ve bunu yapabildi­ ğim için kendime şaşırarak bacaklarımı göğsüme çektim. Ye­ niden filme odaklanmıştım, içimden “sakın ona bakma” di­ yordum. “Sakın göz göze gelme, dirayetini kaybetmemelisin. Önce cevaplar...” Film bittiğinde hâlâ televizyona bakıyor­ dum. Görüntü yönetmeninin, seslendirenlerin isimleri de ek­ randan geçtikten sonra müzik bitti ve ekran karardı. Ekranda artık ikim izin de televizyona sabitlediğimiz gözlerimizi görü­ yordum. Alevler içinde yanan iki çift göz. Battaniyeyi kaldır­ mak için elimi uzattığımda elimi tuttu. Eli ne kadar sıcaktı, içimden ani bir elektrik akım ı geçti. Gözlerine bakm amak için son gücümle direniyordum.

“Bana bakm ak zorunda değilsin ama beni dinlemelisin” “D em ek sonunda konuşmaya karar verdin.” Sesim hiç beklemediğim kadar kararlı ve netti. Konuşacaktı. Artık za­ manı gelmiş olmalıydı. Uzun zamandır bunu bekliyordum, çok uzun zam andır... “Buluşacağımız gün buraya geldiğimde sen yoktun. Seni saatlerce bekledim. Sonra gelmeyeceğini anladım. Seni ara­ m ak istedim ama onu seçtiğini düşündüm. Ben de uzun bir süre burada kaldım .” “M esajlarımı, e-maillerimi, sesli mesajlarımı da mı görme­ din? Ya aramalarımı? Öfkeden delirmek üzereydim.” “M aillerini okumadım. Mesajlarını da. Verdiğin karar yü­ zünden pişm anlık duyduğunu sandım. Bu yüzden bana ulaş­ maya çalıştığını düşündüm. Ama bana acımanı istemedim.” “Gazeteye bıraktığım notlar?” “Sekreterim değişti. Hiç biri bana ulaşmadı.” “İş arkadaşlarına yaptığım aramalar? Hiç biri sana söyle­ medi m i?” “Söyledim ya ben bana acıdığını düşünüyordum.” “Bu, bu ne saçma bir bahane ya? Şimdi sen benim karşıma geçip bunlara inanmamı da beklersin.” “Bunlar doğru Özlem.” “Doğru demek. Ben sana ulaşamayınca neler yaşadım bi­ liyor musun? Delirdim meraktan. Rüzgânn kazasından sonra hastanede yaşadığım onca süre boyunca hep seni düşündüm

ve övle bir durumda seni düşündüğüm için kendimden utan­ dım. Sana ne kadar ihtiyacım vardı biliyor musun? Seni ne kadar özledim ben.” Sesim artık boğuk birer inilti halini al­ mıştı. Ağlıyordum. Bir erkeğin karşısında ilk ağlayışımdı bu. Gözyaşlarını, hıçkırıklarım birbirine karışmıştı. “İyi misin?” “İyi miyim? Harikayım Yılmaz. Senin müthiş açıklaman beni o kadar rahatlattı ki. Hiç olmadığım kadar rahatladım.” “Özlem?” “Tabi ki de iyi değilim pislik herif. Aylarca senden bir ha­ ber alm ak için delirdim ve şimdi sen karşıma geçmiş ne anla­ tıyorsun bana? Şaka mı bu? Daha inandırıcı bir bahane bula­ madın mı? Bir de gazeteci olacaksın.” “M aillerini okuyup neler olduğunu anladığımda uzun bir süre geçmişti. Hastaneye geldim. Seni Rüzgâr’ın baş ucunda ona şarkı söylerken gördüm. Yanma gelemedim.” “Seninle çok eğlenecektik biz! Bir daha ağlamayacaktım. Hep gülecektik. Beni üzmeyecektin. Senin de kahrolası bir erkek olduğunu, diğerlerinden bir farkın olmadığını nasıl an­ lamadım ben... Ah! Haklıymışsın Yılmaz, benim cevaplarım sende değilmiş.” Yerimden kalktığım da dizlerim titriyordu. Yürümek zo­ rundaydım. Yukarıya çıktım. Kapıyı ardımdan çarptım. Ya­ tağa uzandım ve yastığım ı hıçkırıklarıma boğdum. Bu ka­ dar saçma bir açıklam a gerçek olabilir miydi? Yaşadıklarım

gözümün önünden geçip giderken ağlayam adığım ı fark et­ tim. Hıçkırıklarım yerini derin iç çekişlere bırakmıştı. Ne ka­ dar yaralanmıştım. Kapı açıldığında hâlâ sarsılarak iç çekiyor­ dum. Yılmaz’ın kapıyı açmasıyla odaya hızlıca bir ışık demeti girip ardından kapandı. Yanıma uzandı, beni kendisine çe­ virdi. Gözyaşlarını geri gelmişti. Bir yandan bağırıp bir yan­ dan yumruk haline getirdiğim ellerimle göğsüne vuruyordum. “Neden? Neden? Neden?” “Affet beni ne olur...” “Sen aptalın tekisin.” “Sana âşık bir aptalım.” Bana âşık bir aptal. Yaşadığım acı ve öfke o kadar büyüktü ki sözlerini doğru dürüst duyamıyordum bile. Beni kendisine biraz daha çekti. Yüzümü boynuna gömdüm. Beni sıkıca sardı. Hareket edemiyordum, ama hâlâ titriyordum. Kokusu başımı döndürüyordu. Ona bu kadar kızgınken onu nasıl bu denli isteyebiliyordum? Boynu öyle davetkârdı ki. Boynuna dudak­ larımı gömüp uzun ve tutkulu bir öpücükle kokusunu içime çektim. Tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordum, yeniden öptüm. Neye uğradığını şaşırmıştı. Beni tutan kol­ ları gevşemişti. Ben de boynundan kulağının altına doğru kü­ çük birkaç öpücükle ilerledim. Bir milim bile kıpırdam am ıştı. Ne yapacağımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Hâlâ ağlıyordum. Yanağına ulaştığımda her öpücüğüm yanma bir kelime sıkış­ tırmıştım. Lanet - olasıca - ukala- ben - seni - seviyorum. Seni - çok - seviyorum. Öpücüklerim dudağının kenarına

geldiğinde dudağının gerginlikten ince bir çizgi halini aldığını fark ettim . D udaklarımı dudaklarına değdirip bastırdım. Di­ lim le dudaklarını aralamasını sağladım. İkinci öpücüğümde konuşmaya başladı. "Beni gerçekten seviyor musun?” “Zamanı geldiğinde bunu anlayacağını söylemiştin. Sence?” Öpücüğüme karşılık ondan daha tutkulu bir öpücük gel­ m işti. Dudaklarımı parçalarcasına öpüyordu. Boynumu, ya­ naklarım ı. Sanki susuz kalmış ve tek su kaynağı benmişim gibi. İçine çekerek kana kana öpüyordu beni. Birden beni al­ tına aldı. Gömleğini ve tişörtünü bir çırpıda çıkardı. Sonra benim kazağımı ve tişörtümü çıkardı. Pantolonumun düğme­ lerini çözerken dudaklarını bir an olsun benden ayırmıyordu. Göğüs boşluğum, göbeğim ... Öptüğü her noktam ateşe ve­ rilm iş gibi yanıyordu. Pantolonumu üzerimden sıyırıp attı­ ğında altında iç çamaşırlarımla kalmıştım. Yeniden üzerime eğildi. Öpücüğü bu sefer sadece tutkulu değil aynı zamanda aşk doluydu. Gözleri daha önce hiç görmediğim bir hale bü­ rünmüştü. Tüm vücudum alev almış gibiydi. Kendimi ona doğru ittirmekten başka bir çare göremiyordum. Ellerim pan­ tolonun düğmelerine gitti. Onu hissetim. Bu benim daha hızlı hareket etmemi sağladı. Düğmelerini açıp pantolonunu kalça­ larından indirdim. O da bana yardım etmek için paçalarını çekiştirdi. Sonra iç çamaşırlarımı çıkardı tek tek. Bir an ol­ sun bedenlerimiz ayrıldığında adeta alev alev yanıyorduk. İki­ mizde çıplak kaldığımızda şaşkındık. Kendimi hiç bu denli

özgiir hissetmemiştim. Onun kollarının arasında kendimden geçmiştim. Kulak mememi dişlerinin arasına aldı, inledim. El­ lerimiz her yerdeydi. Tüm ağırlığıyla üzerimdeydi. Birbirimi­ zin ritmine ayak uydurmuş, beraber hareket ediyorduk. Kar­ nımın karıncalandığını ve karıncaların ayaklarıma doğru yola çıktığını hissettim. Göz göze geldik, adımı sayıkladığını duy­ dum ve baş döndürücü bir karanlığa gömüldük. İkimiz de ha­ reketsiz yatıyorduk. İnanılmazdı. Daha önce bu kadar tutkulu, bu kadar baş döndürücü bir deneyim yaşamamıştım. Dudak­ larını yeniden dudaklarıma getirdiğinde ikimiz de bu gecenin bu kadar kolay bitmeyeceğini biliyorduk. Birbirimizi o kadar süre boyunca beklemenin verdiği şehvetle yorgunluktan uyuyakalana dek birbirimize sahip olduk. Sonra yatağımızda çırıl­ çıplak, birbirimize sarılarak uykuya çekildik. Uykusunun ara­ sında bir an gevşettiği kollarını bir sonraki an iyice sarıyordu bedenime. Saçlarımı öpüyor, kulağıma beni sevdiğini fısıldı­ yordu. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar mahkûm aynı zamanda bu kadar özgür hissetmemiştim. “Köfte yemek için Mahmut Abi’nin oraya mı gitsek?” “Köfte mi?” “Evet.” “Yılmaz iyi misin?” “Hiç olmadığım kadar” “Köfte yok sana. Mahmut Abi’de yok!”

“Neden am a çok güzel köfte yapar o?” “Sen hâlâ köfte m i diyorsun?” “Am a sen de sevm iştin.” “Yılmaz?” “A nladım . Köfte ve M ahm ut Abi yok. Peki, ne yapalım ben de seninle idare ederim artık.”

“Ne yapıyorsun sen?” “K arnım ı do yuruyorum ...”

...son...

H ASR ET KARDEŞ

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF