oktan keleş sırdaş yazı dizisi

February 5, 2017 | Author: adil berk | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download oktan keleş sırdaş yazı dizisi...

Description

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 1. Bölüm: Portsmouth Futbol Kulubünü II.Abdülhamid mi Kurdu? Yazı Dizisi bölümümüzde tarihimiz ile ilgili Ģimdiye kadar bilinmeyen farklı bilgileri gündeme getirmek istiyoruz. ĠĢte ilk yazımız SırdaĢ - 1 Bölüm- Oktan KeleĢ gündemi sarsacak romanı ile karĢınızda.... 24 ġubat 2009 22:31

SIRDAġ

1. Bölüm Yer Yıldız Saray‟ı. Saat gece biri gösteriyor. Saray‟ın koridor ve bir odası hariç, diğer her tarafı karanlık. Koridor ve tek odada yanan gaz lambaları ve mumlardan sızan ıĢık, zifiri karanlığı ve kasvetli havayı adeta deliyor. DıĢarıda hafif bir lodos var. Rüzgarın ıslığı bahçedeki ağaçların dallarını neĢelendiriyor. Her yerde sessizlik hüküm sürüyor. Çıt çıkmıyor… Bu derin sessizliği iki kiĢinin ayak sesleri bozuyor. Ayak sesleri ıĢığı yayan tek odaya doğru yöneliyor. Ve nihayet odanın kapısına bir el iki kere vuruyor: Tak!Tak! Ġçerinden ise kendinden emin ve gelenleri bekler bir tavırla, gür bir ses tonu yankılanıyor: “Gir!” Kapı hafifçe aralanıyor ve gelen iki kiĢiden biri olan Yaver Ali Rıza Efendi odaya giriyor. Diğer kiĢi kapı dıĢında bekliyor. “Gir” sesinin sahibi ise 2. Abdülhamid Han…Ali Rıza Efendi kısık bir ses tonuyla; “Hakanım, beklediğiniz DERVĠġ geldi” diyor. Abdülhamid Han bunun üzerine: “Bekletme hemen içeri al misafirimizi” karĢılığını veriyor. Yaver Ali Rıza, DerviĢ‟i içeri buyur ediyor. DerviĢ, “Destur Sultanım” diyerek sağ ayağını kapıdan içeri atarak odaya giriyor. “Selamünaleyküm geceniz hayır olsun Sultanım” diyor. Abdülhamid Han karĢılık veriyor: “ĠnĢallah „hayır‟ gecemize sizinle teĢrif etmiĢtir.” DerviĢ, “ĠnĢallah” diyerek sağ elini kalbine götürerek Mevlevi usulü baĢ kesiyor ( baĢ eğiyor)… Abdülhamid Han oturduğu yerden doğrulur gibi yapıp, DerviĢ‟e eliyle yanındaki koltuğu

1

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

oturmasını iĢaret ederek; “Buyurun” diyor. DerviĢ; 75-80 yaĢlarında, ak saçlı, kalın ak kaĢlı, pos bıyıklı ve seyrek bir parmak uzun ak sakallı, kırmızı yüzlü, bodur sayılabilecek orta boylu fiziksel özelliklere sahip bir Ģahsiyet. DerviĢ, Hakan‟ın iĢaret ettiği koltuğa, “Bismillah” diyerek oturuyor. Sultan Abdülhamid Han, Yaveri Ali Rıza Efendi‟ye sesleniyor: “SIRDAġ gelsin!” ve ekliyor; “Yaver, tez hazırlığını yap, yarın sabah Rumeli‟ye, Selanik‟e hareket edeceksin!” Yaver Ali Rıza tebessüm ve hüzünle karıĢık bir ses tonuyla: “Ferman Devletlimindir,” diyerek geri adımlarla büyük bir edep içerisinde dıĢarı çıkıyor… Kapı tekrar iki kere vuruluyor: “Tak!” “Tak!” Ġçeriden yine aynı sesin sahibi: “Gir!” diyor. Kapı açılıyor; uzun boylu, siyah uzun paltolu, 60 yaĢlarında, pala bıyıklı, bir dinç ihtiyar içeri giriyor…

* Yıl 1912. Yer Beylerbeyi Saray‟ı. Saat gece bir. Ulu Hakan, üç yılı biraz aĢkın bir zamandır kaldığı Selanik‟teki Alatini KöĢk‟ünden Ġstanbul‟a dönmüĢtü.Yıldız Sarayı‟ndaki buluĢma sanki tekrarlanıyordu. Yıldız Sarayı‟ndaki o gecenin tablosu, bir kez daha oradakilerin gözleri önünde canlandı. Ama aradan geçen zaman süresince bir çok farklılıklar da olmuĢtu. DerviĢ artık iyice yaĢlanmıĢtı. SırdaĢ‟ta; o 60 yaĢlarındaki uzun boylu, siyah uzun paltolu, pala bıyıklı, dinç ihtiyar değildi. Abdülhamid Han da belki o gür sesini kaybetmiĢti ama hüzünlü mağruriyetini hala muhafaza ediyordu. DerviĢ ve SırdaĢ, Sultan‟ın gösterdiği koltuklara oturmuĢlardı. Sultan Abdülhamid Han, SırdaĢ‟a dönerek; “Aç bakalım Kara Kaplı Defter‟i” dedi. SırdaĢ; “Ferman Sultanımındır‟ diye cevap verdi. Abdülhamid Han göz ucuyla DerviĢ‟e baktı. Bu bakıĢı fark eden DerviĢ‟te baĢ eğerek saygıyla; “Ferman PadiĢahımındır” diyerek elini kalbine götürdü. Abdülhamid Han, sanki bilerek göz ucuyla bakmıĢ gibi karĢılık verdi: “ Koca DerviĢ, yıllar önce bana ; „seni tahta padiĢah olarak oturtmuyoruz. Seni buraya yeni kurulacak Cihan Devleti‟nin temellerini atman, Osmanlı‟nın yıkılıĢını uzatman ve dünyayı oyalaman için Hakan olarak oturtuyoruz‟ demiĢtiniz.” ġimdi ise; „padiĢahım‟ diyorsunuz, diyerek sanki yıllar öncesinin içinde kalan ukdesini; biraz sitem biraz içine sindirmiĢ biraz da Koca DerviĢ‟in hafif edepli tebessümünden anlaĢılan; latifeli, bir anlamla Abdülhamid Han‟ın bu kelimeleri sarf ettiği gözlerden kaçmamıĢtı. Hakan kafasını sallayarak, SırdaĢ‟a : “Sıradaki nedir?” diye sordu. SırdaĢ elindeki siyah deriden yapılmıĢ, altın kaplama sırma ile Ay Yıldız‟lı iĢlemeli, kenarlarında dört adet yine sırma Hilal iĢlemeli, „Kara Kaplı‟ denilen defteri açtı. Bir çok kağıttan birini çekerek okumaya baĢladı:

2

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Kara kaplı…Ortadaki Büyük Osmanlı Ayyıldızı Osmanlı Devleti‟ni,dört hilal de dünyanın dört köĢesinin sembolü) “ Hakanım, 1890‟lar…Ġngiliz sinsiliğine karĢı taarruz planı…” Hakan‟ın “Oku!” talimatı üzerine, SırdaĢ devam etti: “Ġngilizlerin gizli teĢkilat grubu, Ġstanbul‟da Spor Fitbol Takımı kurup, fiili ( operasyonel) ve bilgi toplama istihbarat çalıĢmaları yaptıkları tespit edildi. Rum ve Ermeni gençlerden oluĢan bu takım; Ġstanbul ve Ali Osmaniye‟de bir çok zarara (karanlık olaya ve faaliyete) imza attılar.” Yüce Hakan emir buyurdu: “Derhal Ġngiltere‟de bir Fitbol Takımı kurulsun, „Gök Ordu‟ denile ismine. TeĢekkülü için masraflar Devlet-i Aliye‟nin hazinesinden icra edile.” Bu konuĢmadan üç gün sonra SırdaĢ; “ Takımın arması uygun mu Hakan‟ım?” diyerek avucunda; kırmızı düğmeye benzer, Hilal ve Yıldızdan oluĢan, kehribarımsı bir maddeden, küçük bir akçe büyüklüğünde parçaları göstermiĢ…”(aĢağıdaki resim)

3

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

4

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Hakan ise; “ Osmanlı Ayyıldızı‟na (biraz ek yapsanız, dört iklim,dört diyarı remzeden bir Ģekle soksanız), bu yıldızı 8 köĢeli yapsanız, daha iyi olmaz mı?” demiĢ, “Ferman Sultanımındır” denilerek çalıĢmalar baĢlatılmıĢtı… Yıl 2009… “Ġngiltere‟de araĢtırdım. Abdülhamid Han'ın kararını verdiği Futbol Kulübünü andıran takım vardı Ġngiltere'de... Arması ve renkleri tıpkı SırdaĢın kayıtlarındaki gibi… Tabi bu takım hakkında bir çok rivayetler bulunuyor. Ama anlaĢılan bu takım belki de hem Osmanlı‟nın (Ġngiltere'ye uzanan büyük hedeflerinin bir iĢareti) ama en önemlisi, Ulu Hakan‟ın (Ġngiliz istihbaratına) karĢı deklarasyon operasyonuydu,” düĢüncesi bende kuvvetli bir kanaate dönüĢtü. Ġngilizler, casuslarıyla Ġstanbul‟da „oyun‟ oynarken kendi anavatanlarında mukabele-i bilmisil faaliyeti ruhları bile duymamıĢtı. BaĢka bir deyiĢle, Ġngilizler, casuslarıyla Ġstanbul‟da „aĢık‟ atarken, kendi ülkesinde „kaĢık‟ atanları ıskalamıĢlardı. ġu anda Ġngiltere'de bulunan Futbol kulüplerinden birinin amblemi aĢağıda görülmektedir. 1. Ligde bulunan Portsmouth FC; Ay-yıldızlı amblemi ile dikkati çekmektedir…

SırdaĢ 2. Bölüm:Osmanlı Devlet Arması‟nın Sırrı

Oktan KeleĢ, tarihe farklı bir açıdan bakmamızı sağlayan SIRDAġ yazı dizisinin ikinci bölümünü veriyoruz. 24 Mart 2009 22:43

5

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SIRDAġ : 2.BÖLÜM Abdülhamid Han, SırdaĢ‟a devam etmesi anlamında baĢını hafifçe öne eğdi. SırdaĢ, Kara Kaplı Defter‟den bir sayfa daha çıkararak okumaya baĢladı: “ Yapılan istihbarat çalıĢmaları neticesinde; Osmanlı Toprakları‟nda -bilhassa Ġstanbul‟dagizli ayin ve toplantıların yapıldığı tespit edilmiĢtir. Bu toplantılara katılanların bir dinin ibadeti için bir araya gelmiĢ masum insanlar olmadığı çok açık. Bunların Siyonist Yahudiler olduğu tespit edilmiĢtir. Bu toplantıların birine katılan Yahudi asıllı zatın, faaliyetlerini sürdürdüğü gizli yeri belirlenmiĢ ve bu yerde yapılan araĢtırmada; birtakım materyaller ele geçirilmiĢtir. Bunların incelenmesi emir buyrulmuĢ, yapılan tahkikatta; Devlet-i âli aleyhinde bir faaliyet olduğu; bunun da ele geçen nesnelerin, zat-ı âlinizin emirleri doğrultusunda sırlarının çözülmesi ferman olunmuĢtur. Neticede, ele geçen iki nesneden biri „Osmanlı Devlet Arması‟ diye son günlerde ortalıkta gezinen resimlerin pirinçten dökülme sureti, ikincisi ise; Mısır piramitlerinden en büyüğünün, üzerinde GüneĢ sembolü, (hiyeroglif) yazılar ve Firavun resmine yer veren sarı pirinçten dökme arma.” * Sultan Abdulhamid Han ile SırdaĢ arasında o gün, yani olayın vaki olduğu tarihte, konuĢma Ģu minvalde sürdü: Sultan Abdülhamid Han SırdaĢ‟a sordu: “ Bunlar bahsedilen nesneler mi?” SırdaĢ: “Ele geçirilen nesnelerdir Sultanım” diyerek cevapladı. Sultan SırdaĢ‟a müteveccihen elini uzattı. SırdaĢ nesneleri Sultan‟ın avucuna bırakarak: “Buyurun Hakan‟ım” dedi. Sultan sarı pirinçten dökme piramidi eline alarak evirip çevirdi. SırdaĢ‟a sordu: “Bu ne demektir?” SırdaĢ cevap verdi: “Sultan‟ım; nesne üzerindeki güneĢ; kurmak istedikleri dünya hakimiyetini simgeler…” ve detaylarını anlatır…Sultan anlatılanları pür dikkat dinler ve diğer nesneyi incelemeyi sürdürürken SırdaĢ‟a sorar: “Bu ne menem bir mana barındırır malum mudur?” SırdaĢ baĢını hafifçe öne eğerek : “ Evet Hakan‟ım bizce malumdur” diye cevap verdi. Hakan‟ın “anlat” iĢaretine karĢılık, SırdaĢ; “Ferman Hakanımındır” diyerek anlatmayı sürdürdü: “Hakan‟ım bu armanın münderecatını araĢtırdık, altından Ġngiliz parmağı çıktı. Gizli Yahudi TeĢkilatı‟na Ġngiliz ajanları her türlü desteği vermekte olduğu malumu âlinizdir. Böyle bir arma içine bütün Yahudi emellerini sığdırmıĢlar. Semboller arasına Hilâl koyarak Sultan Mecid Efendi‟ye göndermiĢler, ki maksatları malûm, kabul edilmesini temin eylemek.” SırdaĢ ayrıntıları anlatmayı sürdürdü…

6

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

7

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

8

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

9

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Sultan Abdülhamid Han yerinden kalkıp çalıĢma masasına oturdu: Eline mürekkep hokkasındaki divit kalemi alıp kağıt üzerine yeni bir arma çizer. En üste tıpkı piramidin üzerindeki GüneĢ gibi ama daha büyüğünü çizerek DerviĢ Baba‟ya ve orada bulunan (sayılı hazırûna) gösterdi. DerviĢ Baba, cebinden çıkardığı küçük defterden birkaç Ģekil göstererek armaya eklemesini Sultan‟a arz etti. Bunun üzerine Hakan diviti tekrar eline aldı ve arz edilen Ģekilleri de buna ekledi. Eklenen sembollerden en dikkati çekeni terazidir. Sultan birkaç kalem darbesinden sonra oluĢturduğu son Ģekli Hazırûn‟a göstererek: “münasip midir?” diye sorunca Hazırûn: “Ferman Sultanımındır” diye cevap verdi. DerviĢ Baba, Sultan‟a dönerek: “Hakanım, onların sembollerindeki GüneĢ‟i neden biz armaya ekledik?” diye sordu. Sultan masanın üzerindeki pirinç piramidi eline alarak Ģunları söyledi: “Madem her halükarda bir güneĢ doğacak; O GÜNEġ BĠZ OLMALIYIZ. Madem ki, Nizam-ı Âlem‟e hakimiyet murad edenler var, bizler ne dururuz? Biz de murad ederiz. Yeni Nizam-ı Âlemden murat Türk Devlet‟ini kurmak değil midir?” diyerek, DerviĢ Baba‟nın sorusunu cevapladı: “Söyle Baba Erenler, bu Ģekl-i hususiye iĢaret eden bir delil var mıdır?” DerviĢ Baba sağ elini kalbine koydu ve Besmele ile Yasin Suresi‟nin Ģu ayetlerini okudu: “GüneĢ de, kendisi için tespit edilmiĢ bir yöne akıp gitmektedir. ĠĢte bu, güçlü ve her Ģeyi bilen Allah‟ın takdiridir. Aya gelince, biz onun içinde birtakım uğrak yerleri takdir ettik. Nihayet o eski bir hurma dalı gibi olmuĢtur. Ne güneĢin Aya (yetiĢip) çatması kendisine

10

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(çarpması) yaraĢır, ne de gece gündüzü geçer; her biri birer felekte (yörüngede) yüzerler…”( Yasin Suresi 38-40…) Ortaya çıkan tablo karĢısında tüm Hazırûn‟un gözleri yaĢarmıĢtı. Böylelikle o gün neden Ġslam‟ın Hilâli değil de GüneĢ konusuna ayetle açıklık getirilmiĢti.

Abdülhamid Han ve değerli Hazırûn aldıkları her kararda Yüce Kuran-ı Kerim‟den iĢaretle besleniyorlardı. Yüce ayet; Ġslam Hilâlinin, GüneĢe göre konumlanarak, yani tespit edilen Devletlerde dalgalandığını anlatmakta (Muradullah Dairesi içinde) bunun iĢaret manasını ise zaten DerviĢ vermiĢti. Öyle değil miydi? Ġslam‟ın Hilâli Türk Devletleri‟nin himayesinde dalgalanmamıĢ mıydı? Gören gözlere iĢiten kalplere ne mutlu. Tarih Ģunu net olarak göstermiĢtir ki; güçlü devletin yoksa dinin ne kadar yaĢar? Güçlü devletin yoksa namusunu nasıl korursun?

11

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

O günlerde Abdülhamid Han, kendisine karĢı ayaklanan Kürt ve diğer cemiyetlerin toplantılarını yasaklamıĢtı. Ne gariptir ki, bugün Osmanlı olsun, tekrar Osmanlı gelsin diyenler o gün Osmanlı‟ya karĢı ayaklanmıĢtı…. Hem de Abdülhamid gibi bir padiĢaha karĢı. Bugün dıĢarıdan Osmanlı yeniden kurulsun fitnesini kendi menfaatleri adına sürdüren devletler o gün Osmanlı‟yı yıkan asıl failler değil miydi? Bunların baĢında; Yahudiler, Ġngilizler, Fransızlar ve Vatikan gelmiyor muydu? Hakan o gün Ģöyle demiĢti: “Oyun aynı, oyuncular aynı, senaryolar aynı. Yarın da böyle olacak. Ta ki, GüneĢin sahibi belli olana kadar.” Abdülhamid Han‟a gelen raporlar; normal bir insanın psikolojisini alt-üst edecek, sinirlerini yıpratacak türdendi. Hakan‟ın en çok üzüldüğü konulardan birisi ise; o günkü bazı ulemanın ve Ġslami ilimler sahasında kalem erbabından gelen fitnelerdi. Bir gün bir istihbarat raporunu okurken; “ Bunlarda mı?” sözüyle beraber gözlerinde yaĢlar belirmiĢ, o anda DerviĢ, Abdülhamid Han‟a : “Size bu zümreden baĢ kaldıranlara da acıyorum. Cezalarını ilahi adalet verecektir. Ġstedikleri yönetime kavuĢtuklarında çoğu ya sürülecek, bazıları asılacak, bazıları da ömürlerini mahpuslarda geçireceklerdir. Yazık Hakan‟ım devr-i kıymetinizi anlamıyorlar…” DemiĢti. * Evet Hakan‟a hemen hemen her kesimden baĢ kaldıranlar olmuĢtu. Ortak akılda buluĢulmamıĢtı. Türk‟ü de, Laz‟ı da, Kürt‟ü de ve diğerleri de yani tümü Osmanlı‟nın evlatlarıydı. Bir bayrak altında, emperyal devletlerin, Vatikan‟ın ve Siyonistlerin fitnelerine göğüs gerememiĢlerdi. Oysa Abdülhamid Han, Ġslam coğrafyasındaki tüm unsurların durumunu çok iyi biliyordu. Ve Ģöyle demiĢti: “Büyük savaĢlar, yıkılıĢ ve dağılıĢlar olacak. Ne olursa olsun Ġslam Coğrafyasında yeni devlet yerini almalı, onlarla sınır olmalı.” Hazırûn, bu hedef üzerine gelecekteki müstakbel Türk Devleti‟ni zihinlerinde oluĢturmuĢtu bile. Bu cümle daha sonra 2.Dünya SavaĢı sırasında Ġnönü tarafından Ģöyle kullanılacaktı: “Eski Dünya yıkılır; Türk Devlet‟i Yeni dünyada yerini alır.” Fakat bu söz de yıllarca yanlıĢ söyleniyordu. Orta Doğu yerine dünya kelimesi kullanılıyordu. Orta Doğu‟da kurulur kelimesi Abdülhamid Han ve Hazırûn doktrinidir. Ġslam coğrafyasından, Türk Devleti‟nin kopmamasını esas alan doktrin. (Orta Doğu,Yakın Doğu, Uzak Doğu) o gün Ġngilizlerin kendilerini merkezde görüp Ġngiltere‟ye göre yakın ve uzak mefhumlarına taktığı sinsi tanımlamalardır. Bu tanımlamalar maalesef halen Ġslam Coğrafyasında kabul görür. Evet Sultan Abdülhamid Han‟ın dediği gibi; “GüneĢ‟in sahibi biz olmalıyız.” Büyük devletimizi simgeleyen GüneĢ‟in manası, dünya hakimiyetini sağlamıĢ Büyük Türkiye. Siyonların güneĢini, yeni dünya düzencilerinin piramitlerini gölgeleyen bir GüneĢ. Kendi milli güneĢini inĢa etmeye çalıĢanlara ne mutlu. BaĢkasının gölgesinde, onların güneĢine sığınanlar hiçbir zaman tam egemen olamayacakları ise çok açık. Tıpkı Siyon güneĢinin bugün sözde Kürt bayrağında görüldüğü gibi. Bu hatalara tekrar tekrar düĢülmemelidir. * Osmanlı Devlet Arması‟nın sırrını SIRDAġ okumuĢ, Sultan Abdülhamid Han „Kara Kaplı‟ya kayıt düĢülmesine ferman vermiĢti. DerviĢ, “ Ferman PadiĢahımındır” demiĢti. Sultan bir kez daha latifeli bir Ģekilde biraz da sitemle; “ Hani PadiĢah yoktu, niye ısrar edersiniz? Siz böyle

12

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

dememiĢ miydiniz: „Sizi tahta padiĢah olarak oturtmuyoruz, Hakan olarak, yeni devlet için buradasınız‟ diye.” DerviĢ hafif tebessümle; “ Sultanım, belki sizi maddi bir tahta padiĢah olarak reva görmedik Amma Siz gelecek nesillerin gönüllerindeki tahta padiĢah olarak oturdunuz. Sizi oradan kimse indiremez.” * Yani asıl olan Hilaldir. Bu arma Ayeti Kerime‟den ilham alınarak Sultan tarafından çizilmiĢ ve Hazırûn tarafından onaylanarak yapılmıĢtır. Armanın muhtelif açıklamaları vardır üzerindeki sembollerle ilgili. Fakat bu bilinmeyen kısmıdır. Osmanlı Devlet armasındaki GüneĢ: Büyük Türk Devletini temsil eder. (Hedefini) CumhurbaĢkanlığı‟ndaki Fors‟un ortasındaki GüneĢ‟te aynı hedefi gösterir: Büyük TÜRKĠYE.16 Devlet yıldızla belirtilmiĢtir. Yani Osmanlı Devlet Armasındaki GüneĢ, Ģimdi CumhurbaĢkanlığı Fors‟undadır.

Ayrıca burada bir bilgi daha verelim: Ġstiklal SavaĢı Madalyası‟ndaki GüneĢ de bu Cihan Devlet‟ini ve onun için kahramanca savaĢanları temsil eder. Akif ne güzel söylemiĢti: “Bir Hilâl uğruna Ya Rabb, ne güneĢler batıyor…”

13

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

* Son zamanlarda bu armanın 1856‟lı yıllarda Ġngiliz Kraliçe Victoria tarafından yapıldığı yazılıp çizilmektedir. Bu konuyla ilgili bilgiler verilirken Abdülmecid‟e sunulduğu ve Abdülhamid tarafından bazı ekler yapıldığı anlatılmaktadır. Oysa durum çok açık. Osmanlı Devlet Arması‟nı Abdülhamid Han bizzat elleriyle çizmiĢ ve kendisinin emriyle bu iĢin erbabı Türk sanatkarlara yaptırmıĢtı. Koca Sultan o gün Ģöyle bir Ģey söylemiĢti: “Sonra demezler mi Osmanlı Devlet Arması‟nı bile Ġngilizler dökmüĢ, yapmıĢ.” Bu arma açıkça Ġngilizlerin ve Siyonistlerin tuzağıydı ki, Abdülhamid Han bunu def etmiĢti. Zaten aslında Ġngilizlere ait olan birkaç armayı bile Osmanlı yapmıĢtı. Futbol Takım‟ı (Portsmouth Spor Kulübü) arması gibi. Devleti Ģahanede arma yapmak için bile Ġngilizlere veya diğerlerine bu konuda ne ihtiyaç olabilirdi ki? ġunun gibi kelime oyunlarına dikkat: “Türklerde arma diye bir Ģey yok!”

14

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Tabii ki burada semboller söz konusu. Bir çok tuğra ve damgalarda gizli semboller Türk Devletleri tarafından kullanılmıĢtır. Birileri arma kelimesiyle bir çok sembolü, madalyonu ve madalyayı yok sayamaz! Damgalarda bu zaten mevcuttu. Türklerde her boyun bile damgası vardı. Abdülhamid Han‟ın elleriyle çizmiĢ olduğu Osmanlı Devlet Arması‟nı, bugün Fatih Halıcılar Caddesi sonunda bulunan eski Bizans Manastırı‟ndan dönme Molla Fenari Ġsa Caminin -o günkü Halveti Tekkesi olarak- kullanıldığı sıralarda, Bayrami öğretisine bağlı „Tılsımlı Ahmed DerviĢ‟ isimli bir kiĢi tarafından bugün cami olan yerde kalıplanmıĢtır.(Halvetiliğin içinde Bayramilik de barınmıĢtır) O günlerde Molla Fenari Cami, yani tekkesi, istihbaratçı derviĢlerin uğrak yeriydi. Sultan Abdülhamid Han da Fatih‟i her ziyaretinden sonra gizlice buraya geldiği olmuĢtur.

(Molla Fenari Ġsa Camii) Oktan KELEġ [email protected]/

15

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 3. Bölüm:Abdülhamid Han Hareme Sızma Çabalarını Nasıl Engelledi?

Oktan KeleĢ SırdaĢ adlı yazı dizisinde tarihin bilinmeyen yönlerini açıklamaya devam ediyor. SırdaĢ'ın 3. Bölümü: 17 Nisan 2009 20:22

SırdaĢ Kara Kaplı Defter'den bir kağıt daha çıkararak okumaya baĢladı: Alınan kesin istihbarata göre; gizli mason cemiyetleri Ġngiltere'den Ġstanbul'a Benjamin Roce isimli Yahudi ipnotizmacıyı özel olarak getirmiĢlerdir. Bu ipnotizmacı yanında kendisi gibi ipnotizmacı, ispritizmacı ve sihirbaz talebelerde birlikte Ġstanbul'a gelmiĢtir. Bunların hepsi Müslümanların bulunduğu kıraathanelerde, sohbet yerlerinde, kendilerini doktor (hekim) olarak tanıtarak bir çok kiĢinin hastalığından ve zaafından yararlanarak; tedavi ediyoruz diyerek, hipnoz ettikleri ve bu usulle Ġslami Osmanlı Ahalisi'nin zihinlerini yıkadıkları, PadiĢah Efendimize ve yüce Devletimize karĢı isyana teĢvik ettikleri tespit olunmuĢtur.

Hipnoza maruz kalan kiĢiler üzerinde yapılan tecrübeler bize Ģunu göstermiĢtir: Hipnoz o kadar etkili olmuĢtur ki, zavallı kurbanlarda sorgu halinde bile 'Hasan Sabah' etkisi izlenmiĢtir. Bu hipnoza maruz kalan Ģahıslar, sorguda bile PadiĢah Efendimiz ve Devletimiz aleyhinde korkmadan ileri geri laflar etmiĢler, olumsuz propagandalar yapmıĢlardır. Olayın daha vahimi ise; bu Yahudi hipnozcu ekibin, Devlet içine sızma ve Devlet kademelerindeki bazı üst düzey memur ve ileri gelenlerle bir bahaneyle temasa geçmeleridir. Dahası halkın teveccüh gösterdiği ileri gelen bu eĢraflarla ipnotizmacı ekibin aynı usul ve metotlarla korkusuz bir Ģekilde temasa geçmeleri düĢündürücüdür.

16

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu vahim hadiselerin, yaklaĢık altı aydır devam ettiği anlaĢılmıĢtır. GeliĢen bu yeni hadiseler üzerine, Ġstanbul Mevlevi Haneleri'nden Yeni Kapı Mevlevi'si bir derviĢ, uzman olarak Yıldız'a çağrılmıĢ, bu geliĢen olaylar hakkında istiĢarelerde bulunulmuĢtur. Bu derviĢin lâkabı ve ismi; Neyzen Nayi Ömer'dir. Bu derviĢ, ömrünün bir bölümünü, Efendimiz Abdülhamid Han'ın emri ve mali desteğiyle Avrupa'nın çeĢitli ülkelerinde, özellikle de Ġngiltere'de; hipnoz, manyetizma ve mistik ilimleri öğrenmek için geçirmiĢti. Kendisiyle istiĢare sonunda hadisenin vahameti ortaya çıkınca Hakanımızın Fermanı ile tedbir almak üzere bir ekip kurulmuĢ ve bu hadisedeki unsurlar etkisiz hale getirilmiĢtir. Fakat gizli mason cemiyetleri yılmıyor faaliyetlerine devam ediyorlar. Mevlevi Nayi Ömer DerviĢ baĢkanlığındaki özel ekibimiz, sorunla ilgili olarak çalıĢıyor ve geliĢmelerden bizzat Sultan Abdülhamid'i haberdar kılıyorlardı. Yapılan bu mücadele Osmanlı Devleti için çok önemliydi. KarĢımızdaki sorun Ġstanbul baĢta olmak üzere; Balkanlar, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasındaki ahalinin ipnotizma ile beyinlerini yıkamayı amaçlayan yeni bir faaliyet alanıydı. Bu faaliyetler sonucunda mülk-ü Osmanide hurafeler yayılıyordu ki; bunlar, ahalinin Ġslami inancında derin Ģüphelere neden olabiliyordu. ĠĢte Abdülhamid Han'ın gazetelere sansür uygulamasının nedenlerinden biri bu hurafe haberleriydi. ġimdi bu anlatılanlar çerçevesinde bazı belge niteliğinde bilgiler sunacağız. Aslında bu gizli mason cemiyetlerinin faaliyetleri gizli değildi. Osmanlı arĢivlerinde belgesi bulunan bir örnek, konunun daha iyi anlaĢılmasını sağlayacaktır. Devir Abdülmecit devri. Tıbbiyeye ilk getirilen manyetizmacı, hipnotizmacı ve anatomi (teĢrih) hocası Avusturyalı Yahudi asıllı Dr. Spitzer, PadiĢahın tüm güvenini kazanmıĢ, özel hekimliğine kadar yükselmiĢti. Bu güven kaynaklarda Ģöyle anlatılmaktadır: "Abdülmecit bu hekime çok güveniyordu. Öyle ki, güya Abdülmecit'e suikast tertip etmek isteyenler öncelikle Dr. Spitzer'i Saray'dan uzaklaĢtırıp, emellerini sonra gerçekleĢtireceklerdi." Tanzimat sonrası Dr.Spitzer anılarını yazmıĢ ve kitap olarak yayınlamıĢtır. Bu kitapta, "Spitzer'in PadiĢahın huzurunda manyetizma tecrübeleri yaptığı, PadiĢahın hasta olan eĢini muayene için Harem'e girdiği vs." anlatılmaktadır. Burada Dr.Spitzer Harem'e giren ilk yabancı doktor unvanını alacaktı. Spitzer, anılarının devamında; "Nasıl Harem'e girdiğini, hasta olan Sultan'ın ne kadar güzel bir hanım olduğunu, Sultan'ın elini tutup tedavi yapmaya baĢladığını" en ince ayrıntılarına kadar anlatmaktadır. Dr. Spitzer, Enderunlu Arif ve Mabeyinci Mehmet Bey hakkında da Ģunları anlatmaktadır: " PadiĢahın huyunu çok iyi öğrenmiĢtim. Manyetizma ile ilgili anlattıklarım PadiĢahı oldukça etkilemiĢti. Bir gün, PadiĢaha; ' Size medyumluk vazifesini yapabilecek birisini tespit ettim' diyerek Enderunlu Arif'i çağırtmıĢ ve Onun yaptığı hipnozu ve medyumluğu PadiĢah hayretler içersinde izlemiĢti." Dr. Spitzer'in bu anıları; Aylık Tarih Mecmuası olan 'Tarih KonuĢuyor' isimli derginin ġubat 1965 tarihli 13. sayısında baĢlayıp daha sonraki sayılarında devam eden yazı dizisi olarak yayınlanmıĢtır.

17

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Öyle ki, anılarda; PadiĢahın yapılan bu gösterilerden çok etkilendiğini ve Ģöyle dediği anlatılmaktadır: "Ġnsanların kalbinden geçeni ve olayların iç yüzünü bu metotlarla bilmek ne saadet" diyordu. Ayrıca Fransa Kralı Lui Filip'inde bu ipnotizmacıları kullandığı bu anılarda yer almaktadır. (Bu yazı dizisinin tamamı arĢivimizde bulunmaktadır.) Sansürcü olarak tanıtılmak istenen II.Abdülhamid'in bir endiĢesi de; 'hurafelerin halkın psikolojisini ve itikadını bozacağı' yönündeydi. Tıpkı bugün yapıldığı gibi o günlerde gazetelerde öyle reklamlar vardı ki, bunları sizlere yorumsuz olarak sunuyoruz:

Görüldüğü gibi bundan yüz yıl evvel; o dönemde de kadınlara ait nesneler, kadın iç çamaĢırı resimleri vs. gazetelerde yer alıyordu. Bazılarının sandığı gibi bu sorun sadece Cumhuriyet döneminin sorunu değildi. Gerçekleri tarihi belgelerle, tarihten öğreneceksek, mümkün mertebe objektif olmak durumundayız. O günkü Osmanlı toplum yaĢantısına ters olan, kadınların gazeteler vasıtasıyla vitrine çıkarılması, elbette Ulu Hakan'ı rahatsız edecekti. Sansür uygulamasının gerekçelerinden biri, toplumun ahlakını ve psikolojisini bozmaya yönelik bu yayınların engellenmesiydi. ġurada küçük bir yorum yapmak gerekir: O günkü gazetelerde yer alan bir haberden bahsedeceğim. 'Üsküdar'da bir kadın, aslan pençelerine benzeyen, kurbağa suretinde bir mahluk doğurmuĢtu' diyerek bu mahlukun resimleri gazetelere basılmıĢ ve bu haber her yere yayılmıĢtı. Halk paniğe sürükleniyor; akın akın hocalara giderek böyle bir Ģeyin olup olmayacağı konusunda danıĢılıyor ve akıl almaz hurafeler kulaktan kulağa yayılıyordu ki, bütün bunların Ġslam ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bu yalan haber o kadar akıl almaz hurafelerin yayılmasına yol açtı ki, güya bunu doğuran kadın çok günahkarmıĢ ki, Allah böyle bir mahluk doğurtarak o kadını cezalandırmıĢ. Güya padiĢah ve Devlet günah içersindeymiĢ, bundan böyle Allah hep böyle ucubeler doğurtacakmıĢ vs. Tıpkı bugün bazı kitap ve yayın organlarında; hurafeleri besleyen uydurma haberlerde olduğu gibi. Bütün yapılan bu sahtekarlıkların ve düzmece haberlerin aslı astarı olmadığı sonradan ortaya çıkıyor ama ucube haberlerdeki ifsat ve fitne halkın maneviyatını zedeliyordu. Bugün bile bu hurafeler halk tarafından rağbet görüyorsa siz bir de o zamanı düĢünün ve II. Abdülhamid Han'ın bu gazeteleri sansürlemesini eleĢtirenlerin niyetlerine bakın. Bu tür uydurma haberler sonraları da devam etti. Bugüne kadar II. Abdülhamid'in sansür gerekçeleri anlatılmadığı için yukarıdaki örnekleri verdik.

18

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

O dönemlerde gizli mason cemiyetleri bir çok gazeteyi finanse ederek, tıpkı bugün olduğu gibi, batının lüks hayat tarzını topluma örnek göstererek, halkı bu konuda batıya özendiriyorlardı. Batı'ya ait lüks banyolar, odalar, evler, eĢyalar vs. halkın özenmesi için yeni bir yaĢam tarzı olarak önlerine konuluyor ve milletin bakıĢ açısının idareye karĢı değiĢtirilmesi amaçlanıyordu. Yine o gazetelerden birinde; insanın maymundan geldiği propagandaları yapılıyordu. Yine o dönemde yayınlanan bir çok mizah dergisi; alaycı üsluplarla PadiĢahı ve Devlet'i eleĢtiriyor, küçük düĢürüyor ve milleti Devlete karĢı kıĢkırtıyordu. Kendi halinde yaĢayan saf ve temiz halk; Ġngiltere'de, Fransa'da yaĢayan insanlara özeniyor, batılı hayat tarzı hevesi tüm topluma yayılıyordu. Ve toplumda; "biz niye böyleyiz?" sesleri yükseliyordu. Evet o günkü medya batının sefih ve lüks yaĢam tarzını Türk Milletine örnek yaĢam tarzı olarak sunuyordu. Aynı medya; Devletin, fen ve bilim alanında geliĢmesini istemiyordu. Bütün bu olumsuz propagandaların amacı; II.Abdülhamid yönetimini kötülemek ve Devlet'i zaafa uğratmaktı. * Tekrar hipnotizma meselesine dönecek olursak; ġöyle düĢünün, Harem'e sızmıĢ art niyetli bu hipnozcular, tedavi amacı güttüklerini öne sürerek, cariyeleri veya PadiĢah eĢlerini hipnoz ederek onlara telkinde bulunuyorlar: " PadiĢahı öldür, PadiĢahın sırlarını ver vs." Dahası Devlet Kurumları'ndaki ileri gelen bürokratlara da aynı yönde telkinler yapılıyordu. Bu meseleyi hafife almayan Sultan Abdülhamid Han, o günlerde tedbir almak için büyük bir mücadele vermiĢ, bu mücadelelerden biri de bu hipnozcuların propagandalarını sansürlemek olmuĢtur. Batıdan destek aldıkları için kendilerini tedip etmek kolay değildi. Batılı hamileri yaygara koparıp devleti sorumlu tutacakları için yapılabilecek en kestirme iĢ sansür uygulamaktı. Ancak II. Abdülhamid'i önyargılarla eleĢtirmek isteyenler bu sansürü bir despotun özgürlükleri kısıtlanması olarak millete sunmuĢlardır. Oysa Abdülhamid Han için maksat Devlet'i ayakta tutmaksa gerisi teferruat olmalıydı. Harem ile ilgili kitap yazan batılı yazarların çoğu, iĢi dönüp dolaĢtırıp cinselliğe getiririler. Ancak Harem'in bilinmeyen bir özelliği ise; buranın bir kültür ve eğitim yuvası olmasıdır. ġimdi lütfen bu söyleyeceğime dikkat buyurun, çünkü bu ilk defa ifĢa ediliyor: II. Abdülhamid Han zamanında Harem'in namahremliğinin bir baĢka nedeni ise, Devletin gizli belgeleri Harem'de saklanmıĢtır. Abdülhamid Han'ın dahiyane zekası, düĢmanlar her yere girebilirdi ama Harem'e asla! O halde devletin önemli ve gizli belgeleri için en emin yer Harem'di. Abdülhamid Han, Abdülmecid Han'ın hatasına düĢmemiĢ, Onun döneminde Harem'e sızmaya çalıĢan Hekim Roce'yi Ġngiltere'ye bir gemiyle geri göndermiĢti. Gemi Ġngiltere'de limana yanaĢtığında Hekim Roce'nin elleri kolları bağlı olduğu halde eĢeğe ters bindirildiği görülmüĢtür. Evet, SIRDAġ devlet-i aliyede fitne fesat mihrakları ile ilgili tedbirlere iliĢkin notları okuduktan sonra Ulu Hakan Abdülhamid Han'dan onay almıĢ, Hakan odada bulunan Hazirun'a dönerek: -Belirtilecek bir husus var mıdır? Diye sormuĢ:

19

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

DerviĢ ve SırdaĢ : -Ferman PadiĢahımızındır, diyerek ipnotizmacılarla ilgili alınan tedbirlerin uygulanmasına karar vermiĢlerdi. Buna benzer meselelerin gelecek yazılarda devamı gelecektir. SırdaĢ kayıtlarında bulunan Kara Kaplı Defter'den tarihe not düĢmeye devam edecek…. Bugünde gazatelerde yukarıdaki örneklere benzer haberler yayınlanmaktadır. Ancak bu resimdekiler Adetullah dairesi içersinde geliĢen olaylardır. Bunları baĢka yönlere çekmek, bunlardan hikayeler çıkarmak iĢte hurafe bunlardır.Yok efendim kadın günah iĢlemiĢte ondan böyle doğurmuĢ vs.Bunların hepsi uydurma Ģeyler.Konu ile ilgili Vatan Gazatesi'nde yayınlanan resimler aĢağıda gösterilmektedir. ( Tıbbı Ucubeler)

Oktan KELEġ [email protected]

20

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 4. Bölüm:II. Abdülhamid'in Bilinmeyen Ġstihbaratçıları

Oktan KeleĢ SIRDAġ yazı dizisinin 4. bölümünde yine Türkiye gündeminde ilk defa yer alacak önemli bilgilerle okurlarımızın karĢısına çıkıyor. 23 Mayıs 2009 20:35

II.Abdülhamid Han, kendine has istihbarat anlayıĢıyla kurduğu -emsali olmayan- istihbarat teĢkilatı, bu konuda ihtisas yapmıĢ çevreleri bile adeta yaya bırakmıĢtır. Hakan‟ın istihbarat anlayıĢı, zahirî ve batinî olarak ikiye ayrılır. Hakan‟ın istihbarat çalıĢmalarında, birçok usul ve teknikler kullanılırdı. Her iki koldan toplanan istihbaratlar; dikkatle süzgeçten geçirilir, doğruluk payı risk edilmez, adeta matematik iĢlemindeki doğruluğun sağlaması gibi iĢlem yapılır; gelen istihbarat ya kabul görür ya da reddedilirdi.

21

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Selçuklu dönemlerinden gelen, hatta tarihi daha eskilere uzanan Türk Ġstihbarat anlayıĢında BERĠD ĠSTĠHBARAT ÖRGÜTÜ, Sultan Alparslan tarafından lağvedildi. Bunun sebebi ise, bu istihbarat teĢkilatının direkt Sultan‟a bağlı olmasının yanı sıra, Sultan‟ın etrafındaki önemli asker ve vezir ile hanedanın ileri gelenlerine da bağlı olmasıydı. Bunun anlamı ise Ģuydu: Gelen istihbaratlar, Sultan‟a sunulduğu gibi hanedanın diğer üyelerine de sunulurdu. Bu gelen istihbaratlar, zaman zaman hanedan çekiĢmelerinde kullanılır bazen de gelen istihbaratlar diğer hanedan mensuplarından gizlenirdi. Bu durum ise Devletin zaafa uğramasına neden olurdu. BERĠD (Ulak-Haberci) anlamlarına gelir. BERĠD anlayıĢı Osmanlı‟da da devam etti, uygulama alanı buldu. Ortadoğu‟da da vücud bulan Berid anlayıĢı, yapılanması Osmanlı‟yı zaafa uğratmıĢtı. Bu nedenle; Hanedan ve bazı ileri gelenlerin Berid yapısını koruması, istihbaratın belli çevrelere de gitmesine neden oldu. II. Abdülhamid Han bunu çok iyi bildiğinden Hazırûn ile birlikte yeni bir istihbarat anlayıĢını devreye soktu: Sadece Sultan‟a ulaĢacak istihbarat… Direkt olarak kendisine gelecek bir istihbarat sistemi… Bu arada Berid ve diğer istihbarat yapısı yine devam edecekti. Buna yeni kurulan teĢkilata; „YILDIZ TEġKĠLATI‟ ismi de verilir. Fakat Yıldız TeĢkilatı bile bu yapının görünen kısmıydı. Sultan, bu sistemi, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nu ilgilendiren dünyanın her köĢesine yaydı. TeĢkilatın merkezi Ġstanbul‟du. Çünkü Paytaht orasıydı. ġimdi bu yeni kurulan istihbarat teĢkilat yapısının bugüne kadar hiç bilinmeyen, ilk defa burada açıklanacak bir bölümünden söz edelim: ĠSTĠHBARAT-I MECZUBĠYE Bu birim Ģimdiye kadar hiç bilinmedi. Zaten bilinseydi istihbarat anlamında bir değeri olmazdı. Bir çok istihbarat elemanlarının, Tekke ve Dergâhlarda bulunduğunu daha önce ifade etmiĢtik. Fakat bu yapı, yanı Ġstihbarat-ı Meczubiye birimi diğerlerinden çok farklıdır. Bu yapı, halk arasında meczup diye tabir edilen, garip kılık-kıyafetli kimselerdi. Meczupların da kendi aralarında farklı adlarla anılanları vardı. Bunlar halk tarafından kimi zaman; evliyaermiĢ, deli-aklını yitirmiĢ, dilenci, sefil, derviĢler olarak adlandırılırlardı. Bu derviĢlerin hayat felsefeleri, kılık-kıyafete önem vermeyiĢleri, halkın tavır ve davranıĢlarına benzemeyen halleri ve yaĢayıĢları bunları halk nezdinde hakir görülen, ehemmiyet verilmeyen suretler konumuna sokmuĢ, bu durum derviĢlerin istihbarat anlamında önemli avantaj elde etmelerine sebep olmuĢtur. Bu derviĢler kendilerini melâmetten göstermeyi marifet eylemiĢler, kınayanın kınamasından korkmamıĢlardır. O devirde, Özellikle Ġstanbul‟da hemen her sokak baĢında bunlardan görmek mümkündü. Bunlar boyunlarına astıkları KeĢkül-ü Fukara kâsesiyle sadaka toplarlardı. Bazen bir yere çivi gibi saplanır kalırlardı: Burası kimi zaman; bir ağaç altı, bir çeĢme yanı, bir harabe içi, semtlerde halkın uğrak yeri olan bir kıraathane vs. olabilirdi. Daha evvel de belirttiğimiz gibi meczupların aralarında farklılıklar vardı. Yani her meczup bu birimden değildi. Üstelik meczupluk ayrı meczubilik ayrı kavramalardır. Bunlar bugüne kadar irdelenmediği için bilinmez. Meczubilik bazı tekke (Mevlevî, BektaĢi, Melâmi, Bayramiye, Yeseviye vs) ekollerinde „sırri‟ bir ekoldür. Yani meczubi ekolünden ve

22

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

öğretisinden olmak için, meczup olmaya gerek yoktur. Bunlar dünya hayatının bir imtihan önemsizliğinde önemini de bilip, kendi yaĢantılarını, bilinen dünya hayatı sistemi dıĢında yaĢayan gönüllü derviĢlerdi. Bu konu oldukça detaylı olup, fazla detaya girmeden asıl konumuzla olan iliĢkisine dönelim: Bu birimin baĢı (ġehir BaĢı) tüm Ģehrin baĢı olup, (Meczubi Dedesi) olarak anılır. ġemanın baĢındaki ilk kiĢi budur. Ondan sonra ise semt baĢları (Semtteki meczubi istihbaratçı derviĢlerin baĢı) ve sokaklardaki sorumlu meczubi derviĢler gelir. Bunların hepsi birbirine bağlı ve birbirine hiyerarĢik olarak sorumludurlar. ĠSTĠHBARAT-I MECZUBĠYE‟NĠN ĠġLEYĠġĠ Bunlar yeminli derviĢlerdir.(Ġstihbaratçılardır) Sadece Devleti ilgilendiren istihbaratları rapor ederler. Örneğin, birileri bir sokakta veya bir kıraathanede nargile sohbetinde veya iki kiĢi bir sokakta ayaküstü birinin mahreminden bahsediyor ve bu istihbaratçılar bunu duyuyorlar. Bu derviĢler, bu mahrem bilgiyi kendileriyle mezara götürecek sır olarak saklıyorlar. Bu sırrı Sultan II. Abdülhamid Han bile alamaz onlardan. Bu derviĢler, tasavvufi terbiyeyle yetiĢmiĢlerdir. Paraya-pula, makama-mevkiye, Ģana-Ģöhrete önem vermediklerinden bu kıymetler nefislerinden ve zihinlerinden silindiği için ne satın alınabilirler ne de ölümle tehdit edilebilirlerdi. “Sıramız geldiyse biz ölürüz, kalanlara selam olsun” derlerdi. Bu istihbarat teĢkilatının iĢleyiĢi Ģu Ģekilde idi: Sokakta bir istihbaratı alan „Meczubi Melamiye Ġstihbarat DerviĢi‟, akĢam ezanında, belirlenmiĢ tekkelerde aĢ yemek için toplanırlar, orada da usulünce, „Semt BaĢı DerviĢe‟ aldıkları istihbaratı verirler. Semt BaĢı DerviĢ ise aldığı istihbaratı yatsı namazından sonra ġehir BaĢına verirdi. ġehir BaĢı aldığı bu istihbaratları belirlenen bir vakitte bizzat Sultan II. Abdülhamid Han‟a verirdi. Bu istihbarat tekkelerinden en meĢhuru „Yeni Kapı Mevlevihanesi‟ idi. Diğer bir tanesi ise, bugün Halıcılar Caddesi‟nin sonunda bulunan Manastır‟dan dönme Molla Fenari Ġsa Camii ve Tekkesi idi. ġimdi konuyla ilgili olarak anlattıklarımıza ıĢık tutacak bir belgeyi dikkatlerinize sunuyoruz. Osmanlıca Resimli Gazetelerden iki tanesini aĢağıda sizlerin dikkatine sunuyoruz. Bu derviĢlerin resimleri ve alta Osmanlıca yazılan Ģu yazıya dikkat buyurun lütfen.Gerçi bu haberde tenkit vardır, bu insanların çağdaĢ kılık kıyafetleri olmadığına iliĢkin bir haberdir. Bu tenkitte zaten bizim anlattıklarımıza delildir. Yazılan haberde ifadeler Ģu Ģekilde yer almaktadır: “ĠSTANBUL‟DA BU KILIK KIYAFETTE OLAN, KĠMLER OLDUĞU VE NASIL TÜREDĠĞĠ BĠLĠNMEYEN BU SEFĠLHANE TĠPLERE HER SOKAK BAġINDA TESADÜF EDĠLĠRDĠ…”

23

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu konuyla ilgili bilgilere baktığımızda, Fatih Sultan Mehmet Han devrinde, “Meczuplar Ocağı” diye bir müessesenin iĢaret edildiğini görüyoruz. Fazla detaya girmeden zaman zaman gerektiği kadar bu konuya tekrar temas edeceğiz.

Diğer bir istihbaratçı meczubun resmi aĢağıda görülmektedir.

24

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ġstihbarat alanında TeĢkilat-ı Mahsus‟a ve diğerleri oldukça meĢhurdur. Fakat biz hiç bilinmeyen birimi ilk olarak sizlerin dikkatine sunduk. SIRDAġ, bir gece Hakan‟a Defterden Ģöyle bir bölüm okudu: “ Devletlûmun Fermanı ile bu teĢkilat, dünyada hiçbir emsali olmayan bir birim olarak Devletin hizmetine sunularak, sevk ve idare edilmiĢtir.” Bu birimin rapor ettiği önemli olaylardan bazıları Ģunlardır: Payitaht‟ta, gizli düĢman birimlerinin desteği ile Ġstanbul‟da esrarengiz yangın olaylarının açığa çıkarılması, müsebbiplerinin deĢifresi ve bu yangınların önceden önlenmesi. ( O dönemi araĢtıranlar Ģu tabloyu göreceklerdi: Ġstanbul‟da sık sık, esrarengiz yangınlar çıkmaktaydı. Buraya kısa bir not daha düĢecek olursak; Molla Fenari Ġsa Camii istihbarat alanında hizmet görmüĢ ve bu mekân Fatih Yangınında (1918 yılında) yanarak harabeye dönmüĢtür. Sultan II. Abdülhamid Han‟da 1918 yılında vefat edip, Hakkın Rahmetine kavuĢmuĢtu. Ġstihbaratçı DerviĢlerinin merkezi olan ve aynı zamanda Osmanlı Devlet Arması‟nın kalıplandığı Molla Fenari Ġsa Camii ve Tekkesi, ne garip bir tesadüftür ki, Sultan II.Abdülhamid Han‟ın vefat ettiği gün yandı.

Yukarıdaki Resimde Camii'nin yanmıĢ hali görülmektedir.

25

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Molla Fenari Camii'nin bugünkü hali yukarıdaki resimde görülmektedir. Yine bu birimin ( meczubi istihbaratçıların) rapor ettiği önemli olaylardan biri de: Ġstanbul ve çevresinde, Ġngiliz gizli servisinin idaresinde, Ermeni gruplarla iĢbirliği yapılarak „ Kuduz Hastalığını‟ bulaĢtırma çabaları keĢfedildi. Kuduz köpekler belli semtlere salınarak hastalığın yayılması amaçlanıyordu. Sultan II. Abdülhamid Han emir verip, Ġstanbul‟daki tüm kedi ve köpeklerin sayımını yaptırdı ve bu meczubi birime bu hayvanları gözletti. Hastalık Ģüphesi olan hayvanlar derhal toplatıldı. Böylece ilk biyolojik silah kullanımı böylelikle engellenmiĢ oldu. Dahası Sultan II.Abdülhamid Han, kuduz aĢısının mucidi Pastör‟e –belgelerle sabittir ki- 10.000 altın yardımda bulundu ki, „insanlığa faydası oldu, hizmet etti‟ diye. II. Abdülhamid Han ferman buyurarak Ġstanbul‟da ilk kuduz hastanesini (Darül-Kelb Tedavihanesi) kurdurdu. Hakan birçok hastane ve tıp birimlerini kurdurmuĢtur. Konuyla ilgili birçok kitap bastırmıĢ, laboratuarlar açtırmıĢtır. Ġstanbul‟daki kolera salgınında bizzat mektupla Pasteur‟den tavsiyeler istemiĢ, gerekenleri yapmıĢtır. Pastör Hakan‟ın isteği ile Ġstanbul‟a gelerek, laboratuar kurması yönünde PadiĢaha rapor sunmuĢtur. Demirkapı'da Askeri Tıbbiye Mektebi'nin yanında, ahĢap binada Bakteriyolojihane-i Osmani kurulmuĢtur..... Ġstanbul‟da sulara kolera mikrobu karıĢtırıldığı tespit edilmiĢtir. 1893 yılında Ġstanbul‟da aniden kolera salgını çıkmıĢ ve çok büyük ölümler olmuĢtur. Paris‟te bakteriyoloji eğitimini tamamlayan, Zühtü Nazif ve Rıfat Hüsamettin PadiĢahın telkinleriyle bu salgınla mücadele etmiĢlerdir. Mekatib-i Askeriye‟ye bağlı birimler NiĢantaĢı Çiftebakkallardaki binada serumlar hazırlamıĢlar ve birçok bakteriyoloji uzmanları yetiĢtirmiĢlerdir. Yıl 1894‟tür. Pasteur Enstitüsü‟nden Maurice Nicolle‟ün denetiminde ve Sultan Abdülhamid Han‟ın desteği ile çalıĢmalar sürmüĢ, Bakteriyolojihane bu sıralarda

26

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

ÇemberlitaĢ‟ta Matbaa Sokağı‟ndaki bir binaya taĢınmıĢtır. Ġngilizler sık sık biyolojik silah kullanımına yönelik unsurlara o dönemde baĢvurmuĢlardır. Burada gizlenen mevzu Ģudur: Ġngilizler sinsice biyolojik savaĢ yürütmüĢlerdir. Bu hastanelerin kuruluĢ amaçlarının baĢında yürütülen bu biyolojik savaĢ gelmektedir. Amerika‟da o dönemlerde Kızıldereliler‟e tifolu battaniye verilerek soykırım yapıldığı da unutulmamalıdır. Ġngilizlerin o dönemde biyolojik savaĢ uyguladıklarını kendileri de itiraf etmiĢlerdir. SIRDAġ Sultandan „olur‟ alınca yapılan bu çalıĢmaları „Kara Kaplı‟ya kaydetti…

dönemdeki gazetelerde yer alan tasvirlerden biri yukarıdaki haberde görülmektedir. Evet, Sultan II.Abdülhamid Han‟ın istihbarat birimlerinden bugüne kadar hiç açıklanmayan bir birimi ifĢa ettik. ġimdi bir soru soralım: Bugünlerde BERĠD anlayıĢı istihbaratta var mıdır? Bu meczubi istihbarat sistemi var mıdır? Bir baĢka soru, Türk Ġslam âlemine uygulanan biyolojik saldırıların tarihi nedir? Mesela Çanakkale‟de Ġngilizlerin kullandıkları kimyasal silah unsurları nasıl ters tepip kendilerini yok ettiğinin gerçeği nedir?

Yukarıdaki tarihi belgede Çanakkale SavaĢı‟nda Ġngilizlerin kimyasal silah kullanımına karĢı

27

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Osmanlı Askerleri‟nin gaz maskesi kullandıkları görülmektedir. Evet, bu meczubi istihbaratçı derviĢlerin birçok hizmetleri geçmiĢtir Türk Ġslam Milleti‟ne. Birçok suikast, sabotaj onlar sayesinde engellenmiĢtir. Bu güzel insanların Ruhlarına El-Fatiha okuyalım…

Oktan KeleĢ [email protected]

SırdaĢ 5. Bölüm: Abdülhamid Han Ve Robot Teknolojisi Japonya bugünkü robot teknolojisini Abdülhamid Han'ın hediye ettiği ' Alamet' isimli robota mı borçlu? Alamet'i yapan 7 ustanın SEĠKO Saatleri ile bağlantısı ne? Oktan KeleĢ SIRDAġ Yazı dizisi ile yine tarihi belgelerle anlatıyor. 4 Haziran 2009 20:59

28

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Abdülhamid Han'ın yaptırmıĢ olduğu 'ALÂMET' isimli robot; dünyada ezan okuyan ilk saat olma özelliğine sahiptir. Sultan, bu muhteĢem özelliklere sahip saati Japonya'ya göndermiĢtir. Muhtemel ki Japonlar, bugünkü robot teknolojilerini, semâ yapan, ezan okuyan bu saatten almıĢlardır. 1887 yılında Japon Ġmparatoru'nun yeğeni Prens Komatsu bir savaĢ gemisiyle Ġstanbul'a gelir. Abdülhamid Han'a birtakım hediyeler takdim eder ve Sultan ile görüĢmelerde bulunur. 1889 yılında ise; Japon Ġmparatoru Meiji, Ġstanbul'a özel elçiler gönderir. Bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülhamid Han'a özel hediyeler ve bir de özel bir mektup gönderir. Gönderilen bu hediyeler içersinde; Japonya'nın en büyük niĢanı olan, Büyük Krizantem NiĢanı'nı da vardır. Bu NiĢan, Sultan Abdülhamid Han'a takdim edilir. Özel mektupta ise Japon Ġmparatoru, Abdülhamid Han'dan; "Ġslâm dini, ilim ve teknolojik geliĢmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler," gönderilmesini rica eder. Abdülhamid Han, konuyu ġeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açar. Osmanlı'nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aĢırı bir ülkeye, eli boĢ elçiler gönderilemezdi. Ġlk etapta; tezhipli bir Kuran-ı Kerim ve daha bir çok hediye, elçilerle Japon Ġmparatoru'na gönderilir. Diğer bilgiler için de süre istenir. 29

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu süre zarfında Sultan Abdülhamid Han, Yeni Kapı Mevlihânesi saat sanatkârı, Musa Dede'yi Huzur'a çağırır. Musa Dede saat mekaniğini çok iyi bilen zattı. Sultan, Musa Dede'den; "çok iyi bir ekip kurarak, daha önce hiç yapılmamıĢ, eĢi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yapmasını," ferman buyurur. Bunun üzerine Musa Dede, yedi kiĢilik bir ekip kurarak çalıĢmalara baĢlar. " Daha önce hiç yapılmamıĢ, dengi olmayan nasıl bir saat yapmalı ?" Diye derin düĢüncelere dalar. Birkaç gün sonra, Sultan Abdülhamid Han, çalıĢmalar hakkında bilgi almak için Musa Dede'yi Huzur'a çağırır. Musa Dede ve ekibinin çizdikleri projeleri inceler, ancak bunlardan tatmin olmaz. Çünkü Musa Dede'nin getirdiği çizimler, klasik saat örneklerinin değiĢik versiyonlarıdır. Huzur'da bulunan DerviĢ Dede'ye fikri sorulur. DerviĢ, kağıttaki çizimleri inceler ve Ģöyle der: "Bu saat Semâzen Ģeklinde olsun. Her saat baĢı, kollarını açıp semâ etsin ve gong çalsın." Sultan Abdülhamid Han projeyi eline alır, dikkatlice inceler, tefekküre dalar ve dahiyane Ģu fikri söyler: "Hayır gong çalmasın! Ezan okusun. Öyle bir tertip yapın ki, saat baĢı ezan okusun," der. Kağıda birkaç ayrıntı çizerek Musa Dede'ye verir. Musa Dede, "Ferman Sultanımındır," diyerek düĢünceli bir Ģekilde huzurdan ayrılır. Guguklu, gonglu ve değiĢik melodili saatler mevcuttu. Bunlar; körük ve mekanik düzenlerle halledilebilirdi. Ama ezan sesi, insan sesiydi. Bu nasıl yapabilirdi? Sultan'a, ' Efendim bu nasıl olur?' Demeden Huzur'dan çıkmıĢtı. Musa Dede, bu düĢüncelerde sahafları dolaĢırken, Fakir Dede'ye rastlar. Fakir Dede Melâmi Mevlevî MeĢreb bir zattı. Musa Dede, konuyu gizlice Fakir Dede'ye açar. Fakir Dede, Musa Dede'yi neĢeye boğan Ģu bilgileri vermiĢti: Frenk icadı

30

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Gramofondan ilham alınabilir. Edison 1877 yılında fonograf cihazını bulmuĢtu. Ses kaydı yapan bu cihazı önerir. Gramofonun 1887 yılının 20 Eylülü'nde Emil Berliner tarafından patenti alınmıĢtı. Yani ezan okuyan saat yapmak mümkündü. Hemen çalıĢmalara baĢlandı. Kısa bir süre sonra, Semâzen Ģeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot yapıldı. Robotun özellikleri Ģu Ģekilde idi: Kaideye oturtulmuĢ gövdesi; saat baĢı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüĢ levhalardan yapılmıĢ etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu. Öyle bir mekanizma kurulmuĢtu ki, tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor; kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robot'un tamamı gümüĢ ve altın kaplamadan yapılmıĢtı. Robot'un arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu. Robot'u Sultan Abdülhamid Han'a gösterdiklerinde, Sultan çok beğenmiĢ ve biraz da ĢaĢkınlıkla; " bunun ismi ALÂMET olsun. Bu tam bir ALÂMET," demiĢti. Alâmet'in, gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde; altın iĢlemeli ay-yıldız, eteğindeki mazgalların altında ise, Osmanlı Devlet Arma'sı bulunuyordu. Sağ kolunun altında ise, bu projede yer alan ustaların baĢ harfleri yer almıĢtı. Sultan Abdülhamid Han; asrın harikası, sanat ve 31

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu, Ertuğrul Firkateyni ile Japon Ġmparatoru'na, özel bir mektup, baĢka hediyeler ve niĢanlar ile beraber göndermiĢti. Firkateynin, kafile BaĢkanı Albay Osman Bey, gemi komutanı da Yarbay Ali Bey'di. Temmuz 1889 yılında Ġstanbul'dan yola çıkan gemi, 7 Haziran 1890 tarihinde Japonya'nın Yokohoma limanına varmıĢ ve Japon Hanedanınca görkemli bir tören ile karĢılanmıĢtır. ġimdi, bu Alâmet isimli ezan okuyan saatin varlığı bugüne kadar niye bilinmedi? Biraz bu konuyu irdeyelim: Japon elçiler Ġstanbul'a gelip, Sultan Abdülhamid Han'a Japonya'nın en büyük niĢanı olan Krizantem'i verdiklerinde, mukabiliyet esasına göre, kendilerine Abdülhamid Han'ın da, Osmanlı Devlet'i adına Japon Ġmparatoru'na bir niĢan verip vermeyeceği sorulur. Bunun üzerine Ertuğrul Firkateyni ile ; Osmanlı Özel NiĢanı ve yanında diğer hediye ve niĢanlar, Osman Bey tarafından Japon Ġmparatoru'na takdim edilir. Tarih kitapları ve Osmanlı arĢivlerinde bu olaylar belgelerle sabittir. Fakat bilinmeyen konu Ģudur: Peki Alâmet isimli, ezan okuyan, saatli robottan neden hiç söz edilmez! Bu iĢin sırrı da Ģudur: Belgeler de Ģöyle der: "Osmanlı niĢanları, hediyelerle beraber Japon Ġmparatoru'na takdim edilmiĢtir." Bu kısımlar Japonlara ait belgelerde ise Ģu Ģekilde mevcuttur: " Osmanlı Devleti adına, Sultan Abdülhamid Han'ın elçileri, Osmanlı niĢan ve hediyelerini Japon Ġmparatoru'na sunmuĢlardır." ĠĢin püf noktası, Alamet'ten bahsedilmemesinin sırrı burada saklıdır. ġimdi lütfen dikkat buyurun: Osmanlıca, Alâmet demek, niĢan, iĢaret demektir.Yani ALÂMET kelimesinin Osmanlıca lügat karĢılığı NĠġAN'dır. ĠĢte sır budur. ALÂMETTEN; NĠġANLAR VE HEDĠYELER olarak kayıtlarda 32

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

bahsedildiğinden, Alâmet adeta kamufle olmuĢtur. Yani bilerek bir saklama yoktur. Bugüne kadar tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmıĢ bir hakikat böylece ilk defa gün yüzüne çıkmıĢ oldu. Fakat yine de akıllara bazı soru iĢaretleri gelebilir? Meselâ, Japonlar niye bu robot (Alâmet) gerçeğini ifĢa etmemiĢlerdir? Bu soruya Ģöyle yanıt bulunabilir: O dönemlerde Japon Hanedanlığı karıĢıklıklar yaĢıyordu. Saraylar ve bazı özel hediye mekânları yağmalandı, soyuldu. Alâmet o karıĢık dönemde, bu soygunlar esnasında birinin eline geçmiĢ olabilir. Bir baĢka soru iĢareti ise; O dönemlerdeki saat firmaları acaba Alâmet'ten ilham almıĢ olabilirler mi? Mesela, Seikosha saat fabrikası 1892 yılında kurulmuĢ, 1899 yılında ilk alarmlı saati piyasaya sürmüĢtür. 1881 yılında Kintaro Hattori tarafından Seiko Co limitet Ģirketi kurulmuĢtur. Soru Ģudur: Acaba Alâmet bu saatlere ilham olmuĢ mudur? Acaba Alâmet'in üzerinde bulunan 7 ustanın baĢ harfleri bir Ģeyler ifade ediyor mudur? Ezan okuyan saatlerin menĢeinin Japonya olmasında acaba ne kadar Alâmet'in etkisi vardır? Bilinmez ama bilinen bir Ģey varsa; ilk ezan okuyan ve robot sayılabilecek saati dünyada ilk defa Sultan Abdülhamid Han sahneye çıkarmıĢtır. SIRDAġ, Alâmetle ilgili olarak Sultan Abdülhamid Han'a tarihi bilgileri okur, ve Kara Kaplı'ya kaydeder. Sultan Abdülhamid Han'da; "bu teknolojinin daha da geliĢtirilmesi gerektiğini vurgular."

33

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Alâmet'in tek resmi; muhtemelen YILDIZ yağmasında yanmıĢ olup, deforme olmuĢ haliyle geride kalkan parçasına baktığımızda; bu projede görev alan ustalardan biri elinde kurma kolu ile görülmekte, yanında ise Alâmet bulunmaktadır.Resmin üzerinde, silinmiĢ Osmanlıca yazılar ve bir köĢesinde silinmiĢ Japonca harfler yer almaktadır. ġunun bilinmesinde fayda vardır; robot teknolojisi çoğunun bildiği gibi, yeni bir teknoloji değildir. 1900 yılların baĢında yayınlanan

Osmanlıca gazetelerin birinde: Robotları kullanarak dünyayı ele geçirilmeye çalıĢılacağı ve bu yönde çalıĢmaların olduğu yazılmaktadır.

Ġslâm bilginleri, robot diye tabir edilen çalıĢmaları

34

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

asırlar önce yapmıĢtır. Fakat bilinen ve iĢlevi olan ilk robot ALÂMETTĠR. Robot terimi, önceden programlanmıĢ komutları yerine getiren mekanik vs. cihaz demektir.Çok azı insana benzer. Bu vesile ile Ertuğrul Firkateyni Ģehitlerinin aziz ruhlarına ElFatiha. Not: Yazı dizimize yorum alınmamaktadır. Oktan KeleĢ [email protected]

SırdaĢ 6. Bölüm: Japonya Ġslamın EĢiğinden Döndü!

Oktan KeleĢ'in yazı dizisi SIRDAġ'ın yeni bölümü Abdülhamid Han'ın Kırmızı defteri ve Japonya'nın Ġslam ile tanıĢmasını konu ediyor. SırdaĢ yakın tarihin bilinmeyenlerini açıklamaya devam edecek. 18 Ağustos 2009 21:16

35

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

JAPONYA ĠSLAMIN EġĠĞĠNDEN DÖNDÜ Ve OSMANLININ KIRMIZI DEFTERLERĠ

Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi; Japon Ġmparatoru Meiji, 1889 yılında Ġstanbul'a özel elçiler ve bu elçilerle birlikte; Sultan Abdülhamid Han'a hediyeler bir de 'özel bir mektup' göndermiĢti. Özel mektupta ise Japon Ġmparatoru, Abdülhamid Han'dan; "Ġslâm dini, Ġslâm tarihi, Ġslâmın içeriği, ilim ve teknolojik geliĢmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler," gönderilmesini rica etmiĢti. Japon Ġmparatoru'nun Ġslâm Dini ile ilgili bilgileri isteyen mektubu ve diğer bilgi ve belgeler inkâr edilemeyecek Ģekilde delilleriyle birlikte arĢivlerde bulunmaktadır. Abdülhamid Han, Japon Ġmparatoru Meiji'nin isteklerini ġeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açmıĢ ve ilk etapta; tezhipli bir Kuran-ı Kerim daha bir çok hediye elçilerle Japon Ġmparatoru'na gönderilmiĢ, diğer istediği bilgiler için de süre istenmiĢti. Daha sonra Japon Ġmparatoru Meiji'nin, Ġslam Dini ile ilgili istediği bilgiler, ġeyhülislam Cemâleddin Efendi'nin baĢkanlığında bir heyet tarafından hazırlanır ve gönderilir.

36

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Japon Ġmparatoru Meiji Peki, bu konularla ilgili bugüne kadar bilinmeyen gerçekler nelerdir? Japon Ġmparatoru neden Ġslâm Dini hakkında böylesine teferruatlı bilgiler istemiĢtir? Ve Kimden istemiĢtir? Sultan II. Abdülhamid Han'dan istemiĢtir. II. Abdülhamid Han kimdir? ĠĢte iĢin en can alıcı noktalarından biri de budur: Sultan II. Abdülhamid Han aynı zamanda Ġslâm Halifesi'dir. Ġslâmi makamın en tepesindeki kiĢidir yani, 'emir-ül mümin'dir. II. Abdülhamid Han'ın padiĢahlığı yanında aynı zamanda 'halife' olduğu çoğu zaman gözden kaçmaktadır. 37

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

II. Abdülhamid Han'ın ile ilgili yapılan değerlendirmelerde çoğu zaman, O'nun, Osmanlı PadiĢahlığı vasfına yönelik analizler yer almaktadır. Bu politik tahliller doğru veya yanlıĢ olabilir. Ancak, üzerinden yaklaĢık bir asır geçmiĢ olmasına rağmen Sultan II. Abdulhamid ile ilgili gizlenen bilgiler nelerdir? II.Abdülhamid Han ile ilgili asıl hiç bilinmeyen sır'lar nelerdir?

ĠĢte Sultan II. Abdülhamid Han ile bilinmeyen gerçekler: Abdülhamid Han Osmanlı Ġmparatorluğunun çökeceğini tespit etmiĢtir. Osmanlı adeta harabe bir ev gibidir. Evin içinde bulunanlar; 'evi tamir edelim, Ģunu yapalım bunu yapalım, yenileyelim' diyerek; yenilikçi ve gelenekçi ekiplerin doğmasına neden olmuĢlardır. Oysa Abdülhamid Han çoktan baĢını evden dıĢarı çıkarmıĢtı.DıĢarıda gördüğü gerçeklerle hareket eden Abdülhamid Han, bir kere daha dehasını ispat edecekti. II. Abdülhamid Han evden dıĢarı baktığında neler görmüĢtü? DıĢarıda, temsilen söylemek gerekirse; yükselen gökdelenleri, batının bilimini, teknoloji ve sanayi alanındaki geliĢmesini, Hristiyan Batı'nın yayılmacı emellerin vs… Oysa Abdülhamid Han biliyordu ki, evin içini ne kadar yenilese, süslese de gökdelenlerle istila edilmiĢ bir Ģehirde; kendi evi , onların arasında gecekondu bir ev gibi duracaktı. Osmanlı içersindeki aydınlar, ileri gelenler; yenilikçiler ve gelenekçiler olarak aralarında tartıĢa dursunlar, kendisi bir Ģeyler yapmalıydı…

38

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Batı adeta korkunç bir canavar haline gelmiĢti. Dizginlenemeyen, terbiye edilemeyen bir canavar.Osmanlı'nın Batı'yı terbiye edecek eski gücü yoktu.Gerçek buydu.

Asya Planı Sultan II.Abdülhamid Han, SırdaĢ ve Hazirun ile bir gece YILDIZ'da toplanarak tarihi bir planın ilk adımlarını attılar. Batı'ya ve Avrupa'ya karĢı Asya Planı. Bu planın içersinde; Asya'ya çok önem verilmesi, Batı'yı uyandırmadan, gizli olarak Asya'ya maddi manevi yardımlar yapılması gibi unsurlar vardı. Bu plan çerçevesinde; Asya'ya birçok görevli gönderildi. Bunlardan en dikkat çekeni ise Çin'e gönderilenlerdi. Çin Budizm ve çeĢitli putperest inançlara sahip, nüfus olarak kalabalık bir ülkeydi.Üstelik Türk kavmiyle tarihten gelen bazı husumetleri vardı. Sultan Abdülhamid Han Çin'de mektepler açtırdı. Müslüman öğrencilerin sayılarını çoğalttı. Para ve malzeme yardımları ile onları destekledi. Tüm bunları 'Ġslam Halifesi' vasfı ile yapıyordu. Zira Batı ve özellikle Yahudiler, Ġngilizler ve Vatikan Sultan'ın faaliyetlerini sıkı bir Ģekilde takip etme gayretindeydiler.

39

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Saray'ın bastırdığı özel EġREF GAZETESĠ. Çin Mektebindeki geliĢmeler, öğrenciler ve hocaları görülüyor.Gazete'de Abdülhamid Han'ın talimatlarıyla Çin'deki yardımları açıkça yazıyor. Türkistan coğrafyasının, merkezi her noktasında buna benzer ciddi faaliyetler sürdürülüyordu.

40

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Peki bu Japonya meselesinin aslı neydi? Çin'de yapılan faaliyetler Japonya'da da yapılıyordu. Kültürel alıĢ veriĢ faaliyetleri adı altında Ġstanbul'dan Japonya'ya giden devrin 'Erenleri', orada Japon halkı ile iyi iliĢkiler tesis ediyorlar, Ġslâm dinini ve Türk kültürünü aĢılıyorlardı. Bu durum üstü kapalı bir Ģekilde de olsa, Japon Sarayı'na ve üst düzeydeki insanlara kadar sirayet etmiĢti. Japonlar'da da Budist ve değiĢik inanç sistemleri olmasına rağmen Çinliler gibi değillerdi.Geleneklerine son derece bağlı, asil bir millettiler. Erenlerin faaliyetleri öyle bir noktaya ulaĢmıĢtı ki, Japon Ġmparatoru Meiji Ġslâm Dini ile çok yakından ilgilenmeye baĢladı. ĠĢte bu sebeple II.Abdülhamid Han'a özel mektup yazarak, Ġsâm Dini ile ilgili çok ama çok teferruatlı bilgiler istemiĢti. Daha önce değindiğimiz gibi Ġmparator Meiji, II.Abdulhamid'e Osmanlı PadiĢahı vasfı dolayısıyla değil,

41

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ġslâm Halifesi olması nedeniyle özel mektup yazmıĢtı. Sultan Abdülhamid Han'da Ġmparator'un Ġslâm Dini ile ilgili istediği bilgileri göndermiĢ ve O'nu Ġslâm'a davet etmiĢti. Bu mektup Japonya'da arĢivlerde gizli olarak saklanmaktadır Ġslâm Halifesi olan Abdülhamid Han, Batı'nın üzerimize çullanmak için fırsat kolladığını ve Ġslâm ülkelerini büyük felaketlere sürükleyeceğini anlamıĢtı. Bu plana karĢı plan yapmalıydı.Ve hedef; doğunun kendi aralarında batıya karĢı oluĢturacağı birliğe ve dayanıĢmaya ulaĢmak olmalıydı.

Japon Ġmparatoru Meiji ve Ailesi

42

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Japon Ġmparator'u ve tebaası Ġslâmı seçme noktasına gelmiĢlerdi. Ġngiliz casusları Ruslarla iĢbirliğine girerek, Osmanlı'nın bu giriĢimini engellemeye baĢladılar. Japon-Rus savaĢını tarihçiler bir de bu açıdan tekrar incelemelidirler…

R Japon Rus SavaĢı ile ilgili askeri matbaada Osmanlıca olarak bastırılan ayrıntılı kitaplar 43

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

44

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

45

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bilindiği gibi, II. Abdülhamid'in talimatıyla Japonya'ya hareket eden Ertuğrul Fırkateyni, Temmuz 1889'da Ġstanbul'dan yola çıkmıĢ ve 1890 tarihinde Japonya'nın Yokohama Limanı'na varmıĢtı. Japon Ġmparatoru, Türk amiralini ve heyetini görkemli bir Ģekilde karĢılamıĢ ve II. Abdülhamid'in gönderdiği hediyeleri kabul etmiĢti. Ertuğrul Fırkateyni 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohama Limanı'ndan ayrılmıĢ ve KuĢimoto açıklarında 16 Eylül 1890'da kayalara çarparak batmıĢtı. Ertuğrul Firkateyni'nin batıĢı ile ilgili kuĢkular bugün de devam etmektedir.Acaba gemi Ģiddetli tayfun yüzünden mi battı yoksa bir sabotaj mı vardı? Ertuğrul Firkateyni'nin batığını çıkaran ekip baĢının ifadesine göre; 'yaptığımız araĢtırmalarda geminin kazan dairesinde, gemi batmadan önce büyük sorun yaĢanmıĢ ve belki de geminin batmasına kazan dairesindeki ısınmanın neden olabileceğini' söylemesi ve 'çıkan bulguların çok tartıĢılacağını' söylemesi oldukça dikkat çekicidir. Japon medyası yapılan bu çalıĢmaları yakından takip etmekte ve aynı ilgiyi Türkiye'den de beklediklerini sık sık açıklamaktadırlar. Tekrar konumuza dönecek olursak; düĢünün o gün Ġslâm'ı seçmiĢ Japonya (din konusunda Japon halkı Ġmparator'a büyük oranda uyacak, Müslüman olmuĢ Ġmparatorları'nın dinine girmelerinde halk bir sakınca görmeyecekti. Burada kısa bir not düĢmek gerekirse; bugünkü istatistiklere göre, Japonlar 46

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

hızla din değiĢtirip, Hristiyan olmaktadırlar.Japonya HristiyanlaĢmaktadır.) Bugün Doğu'da Japonya bir Ġslâm ülkesi olsaydı acaba Batı'nın ve Dünyanın kaderi ne olurdu? Olası ihtimallerden birkaçını sıralayalım: Çin abluka altına alınacak, Asya'nın diğer kavimleri de hızla MüslümanlaĢacaktı. Teknolojiye öncülük etmiĢ bir Müslüman Japonya, Ġslâm'ı hedef alan Batı'ya karĢı aman tanımayacaktı. Üstelik Osmanlı'ya bağlı bir birlik olarak Asya Birliği kurulacak, bu durumda Asya Ġslâm Birliği'nin önünü açacaktı.Bugün Avrupa Birliği kriterleri değil, Asya Birliği kriterleri konuĢulacaktı.Avrupa bu birliğe girmek için; örfünden, dininden, kültüründen tavizler verecekti. Kısaca Dünya tarihinin kaderi değiĢebilirdi. Ġngiliz ajanları, gizli raporlarında o günkü Japonya-Osmanlı yakınlaĢmasını oldukça tehlikeli bulduklarını belirtiyorlardı.Sadece bu konu ile ilgili olarak bile bir kitap yazılabilir. KuĢkusuz II. Abdülhamid Han Ġngilizleri çok yakından tanıyordu. Ġngilizlerin özel Devlet kitaplarını çevirtip,okuyor ve notlar alıyordu. Bu kitaplar öyle herkesin ulaĢabileceği sıradan kitaplar değildi. Kraliçe Victoria'nın Özel Mektupları Ġngiliz Kraliyet ailesi için özel olarak basılan ve sadece belirli kiĢilere verilen,Ġngiliz Saray'ına has bu kitapların üzerinde Ġngiliz Kraliyet Arması bulunurdu. Örneğin Kraliçe Victoria'nın 1837-1861 arası yazdığı özel mektupları ve gizli yazıĢmaları olan kitap, II. Abdulhamid'in çevirttiği kitaplardan bir tanesiydi. 47

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

48

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

RESĠM 1901 tarihli Osmanlıca mühürlü orijinal kitap

49

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Kendilerini uyanık sanan Ġngiliz Ajanları, Abdülhamid'in dehası karĢınında bir Ģey yapamamıĢlar bu çok gizli belge kitapları Yıldız Ġstihbaratına kaptırmıĢlardı.

50

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Abdülhamid Han bu tip kitaplarla; Ġngiliz Kraliçesi'nin psikolojisine kadar analizler yaptırıyordu.

51

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Tabii ki diğerlerinin de…

52

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

53

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

54

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Tekrar konuya dönecek olursak, Ġngilizlerin ve Rusların giriĢimleri ile Japonya Ġslâm'ın eĢiğinden dönmüĢtü.ġimdi

1- Acaba Amerika HiroĢima ve Nagazaki'ye Ġngiliz raporlarının etkisi ile atom bombası atmıĢ olmasın? Asil Japon Milletine yapılan bu saldırıyı, asil ve büyük Türk Milleti hâlâ nefretle kınamaktadır.

2-Bugün Vatikan Papa aracılığı ile ne demiĢti? 'Üçüncü bin yılda Asya'yı HristiyanlaĢtıracağız.' Bu projenin ve hedefin deklare edilmesinin bu bilgilerle bir iliĢkisi var mı?

3-Enver PaĢa hakkında ahkâm kesenler, Asya'da Türkistan'da ne iĢi vardı diyenler acaba Ģunu hiç düĢündüler mi? Enver PaĢa Abdülhamid Han'ın doktrini ile hareket etmiĢ olamaz mı? Yeni bir Ģuur ve atılım için, Asya Birliği ve Asya'da Türk Ġslam Birliği için orada bulunmasını bilemezler tabii ki… Çünkü Yıldız Gizli Kırmızı Kitapları'ndan haberleri yok!

55

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Kırmızı Kitabın iç ve dıĢ orjinal hali)

56

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Kırmızı ipek ay yıldız.Maliye Nazırı Ziya PaĢa emri ile el yazması örtülü ödenek bir hakim kod adlının,1908 tarihli ve çeĢitli mühürler..) Bugünkü Kırmızı Kitabın aslı Osmanlı'dan gelir. Yani Yıldız'dan II.Abdülhamid'den gelir.Yıldız TeĢkilatı'nda bu defterler, seçilen özel kiĢilere verilir.Yapacakları görevler, o görevlerle ilgili tarihi belgeler, arĢiv bilgileri vs. her Ģey yazılırdı. Bu kitapçıklar; kırmızı ipek kaplı olup, üzerinde Ay-Yıldız vardır. Ġçi el yazmasıdır. BaĢkasının ele geçirme ihtimaline karĢı, kolay yansın yok edilsin diye kap kısmı barutla doldurulmuĢtur. Bu kitaplar görev tamamlandığında içersine rapor ve bilgiler eklenerek Sultan'a teslim edilirdi.

57

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ, bilgileri Sultan II.Abdülhamid Han'a okudu, Sultan, 'Olur' verince bilgiler Kara Kaplı'ya iĢlendi. Asya Projesi II.Abdülhamid Han doktrinidir.Doğu Projesi gerçekleĢmedi ama baĢka bir dahi olan Gazi PaĢa, Batı projesini yürürlüğe koydu. Muasır Medeniyetler Projesi. Fakat bu projenin iyi anlaĢılmadığı ve rafa kalktığı görülmektedir.Gazi PaĢa, Batı'yı fen ve teknolojiyi yakalama adına kullanıp, 'Büyük Türkiye' inĢasını planladı. ġimdikiler ise Batı'nın ahlaksızlığını, inançsızlığını, kültürünü alma adına yarıĢıyorlar. Vatikan'a boyun eğiyorlar.Yazık. Artık GüneĢ yeniden Asya'dan, ASYA BĠRLĠĞĠNDEN DOĞACAK….

OKTAN KELEġ [email protected]

58

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 7. Bölüm: Abdülhamid Han'a Suikast Dosyası

Oktan KeleĢ, SırdaĢ yazı dizisinin yeni bölümünde; Abdülhamid Han'a yapılan suikastı yine bilinmeyen yönleri ile anlatıyor. 25 Ekim 2009 21:23

ABDÜLHAMĠD HAN'A SUĠKAST DOSYASI Tarihler o kara günü, 21 Temmuz 1905'i gösteriyordu. Abdülhamit Han'ı ortadan kaldırmak isteyen hainler; aylarca bu suikastı planlayarak tatbikat yapmıĢlar, nihayet PadiĢah'ı ve maiyetini Yıldız Camii çıkıĢında katletmeyi kararlaĢtırmıĢlardı. Abdülhamid Han ortadan kaldırılırsa, Osmanlı Ġmparatorluğu tahtı boĢ kalacak ve Osmanlı Devlet'i kısa süre içersinde tarih sahnesinden silinecekti. Siyasi dehası ve bilgisiyle; batılılara ve özellikle de Siyonistlere kök söktüren Abdülhamid Han, onlara göre, ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılmalıydı. 59

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ancak, suikastı planlayan Ģeytanilerin bu planı baĢarıya ulaĢmadı. Hevesleri kursaklarında kaldı. Melâmi Ġstihbaratçıları ve Yıldız Ġstihbarat TeĢkilatı, olası suikastın hazırlıklarını biliyor ve takip ediyorlardı. Sadece suikastın günü ve tarihi konusunda kesin bilgileri yoktu. suikast mekânı konusunda da Ģüpheleri vardı. Abdülhamid Han'a, bu konu ile ilgili devamlı raporlar sunuluyordu. Fakat netice itibarıyla, suikast olacağı bilgisinin dıĢında; yer, zaman ve mekân ile ilgili olarak elde kesin bir bilgi yoktu. Suikastı gerçekleĢtirecek olan kiĢiler, profesyonel bir plancının maiyetinde çalıĢmalarını sürdürüyorlardı. Suikasttan bir gece evvel…Gece saat 12'ye geliyordu. DerviĢ, Yıldız Sarayı'na hızlı bir Ģekilde giriĢ yapmıĢtı. Hemen Sultan Abdülhamid Han'a haber verildi. Koca Sultan, zaten uyumuyordu. Her Cuma gecesi yaptığı gibi Hatmi ġerifi'ne devam ediyordu. Fatihayla noktaladığı Kur'an–ı Kerim'i, usulca kapattı, öptü ve yerine kaldırdı. Sultan, DerviĢ'i kabul etti. DerviĢ, Hakan'ı selamladıktan sonra: - Sultan'ım, yarınki Cuma Namaz'ından sonra her zamanki adetinizi bozunuz. Daha evvel yaptığınız gibi bazı adetleri yaptıktan sonra hemen kapıya yönelmeyiniz. Mümkün mertebe içeride oyalanınız. Fakat bu oyalanmanızdan hiç kimse Ģüphe etmemeli. Bütün hareketleriniz, adetleriniz, davranıĢlarınız önceden bilinmektedir. Hepsi kayda geçirilmiĢtir. Sultan Abdülhamid Han DerviĢ'e sorar:

60

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

- Bildiğin bir Ģey mi var? DerviĢ tefekküre dalmıĢ bir vaziyette, gözleri sanki çok uzakları seyreder bir halde, büyük bir tevazu ve saygı içersinde, Hakan'a cevap verir: -Hakkın bildirdiği kadar Sultanım… Sultan da teferruatını sormaz. Çünkü bilir ki, DerviĢ'in bir bildiği vardır. O gece ikisi arasında daha neler konuĢuldu bilinmez….

Nihayet sabah olmuĢ ve Cuma vakti gelmiĢti. Sultan Abdülhamid Han, okunan ezanın arkasından cemaat ile birlikte namazını kıldı. Namazını eda ettikten sonra, adet üzerine her zaman yaptığı gibi, cemaatin sağ tarafındaki en yaĢlı kiĢinin elini sıktı. Bu yaptığı musahafadır. Dolayısıyla bu hareket, tüm cemaatin elini sıkmıĢ anlamına gelirdi. Herkes Sultan'ı ayakta beklemektedir. Sultan'ın yanındaki PaĢa, safları yararak Sultan'ın dıĢarı çıkması için yol açmaya baĢlar… 61

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

PaĢa'nın arkasından koruma askerler yürümeye baĢlar, onları ġeyhülislam (Cemaleddin Efendi) takip eder. Bu heyetin ardından da Sultan Abdülhamid Han, kapıya doğru ağır adımlarla ilerler. Kapıya yaklaĢırlar, PaĢa kapının dıĢına adım atmıĢtır, tam o esnada ġeyhülislam kapıdan dıĢarı adımını atacakken, Sultan Abdülhamid Han ġeyhülislam'a seslenir: -Efendi, sen benim yanımda saf tutuyordun. Tespihimi namaz kılmıĢ olduğum yerde düĢürmüĢ olacağım, gördün mü? Der . ġeyhülislam Efendi, hemen geri dönerek namaz kıldıkları yere yönelir, gider bakar. Tespihi orada arar. Tabii ki bulamaz. Çünkü Sultan Abdülhamid Han, DerviĢ'in tavsiyesi ile böyle davranmıĢ, yani camii içerisinde oyalanmıĢtır. ġeyhülislam (Cemaleddin Efendi), mahcup bir tavır içersinde Sultan'ın yanına gelir. -Sultan'ım tespihinizi bulamadık,der. Bunun üzerine Abdülhamid Han, ġeyhülislam Efendi'ye: -Üzülme, tespihim yanımdaymıĢ,der. Ve devam eder: -Bu üzülmen sebebiyle tespihimi sana hediye ediyorum,diyerek tespihi verir. ġeyhülislam Efendi hem mahcup olmuĢ, hem de Sultan'dan hediye aldığı için sevinçli bir Ģekilde, tespihi alır, öper baĢına koyar ve Sultan'a: -Allah ömrünüzü daim etsin Sultan'ım, der. Sultan'da ġeyhülislam Cemaleddin Efendi'ye: 62

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

-Mukadderat, der ve devam eder: -Ömrümüz uzun mu kısa mı, birazdan belli olur, diyerek birlikte kapıya doğru yönelirler. Camii dıĢına çıkan PaĢa ve halk Sultan'ı beklemektedirler. Sultan dıĢarı çıkmakta gecikmiĢtir. Sultan Besmeleyle kapı dıĢına yönelmiĢtir ki, büyük bir patlama duyulur. Art arda patlamalar… Herkes yere yatmıĢ, bağırıĢ çağırıĢ ve feryatlar etrafı kaplamıĢtır. Ayakta duran tek kiĢi kalmıĢtır, o da: Sultan Abdülhamid Han ! Abdülhamid Han, büyük bir soğuk kanlılık içersinde herkesi sükûnete davet etmiĢtir. Elini uzatarak yerden ġeyhülislam Efendi'yi kaldırır. Manzara korkunçtur. Patlamanın etkisiyle bir çok insan parçalanmıĢ, ceset parçaları etrafa savrulmuĢtur.Aynı Ģekilde atlarda parçalanmıĢ bir vaziyette etrafa parçaları saçılmıĢtır. Her taraf kan gölüne dönmüĢtür. (Bu saldırı neticesinde; 26 kiĢi ölmüĢ, 58 kiĢi de yaralanmıĢtı.)

63

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Patlamanın etkisiyle; Sultan'ın Yaverlerinden Miralay Sadık Bey, korku ve telâĢtan kılıcını yere düĢürmüĢtü. Miralay Süleyman ġefik Bey de apoletini kaybetmiĢti. Bu manzara Sultan II. Abdülhamid Han 'ı çok kızdırmıĢ ve olaydan sonra yaveri için : "Kılıcını düĢüren yaveri maiyetimde görmek istemem, yurt dıĢına sürgün gidecek!.." emrini vermiĢti.

64

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Hemen Sultan'a binmesi için at arabası getirilmiĢ, Sultan, arabacıların Saray'a götürme tekliflerini kabul etmemiĢ ve atların dizginlerini eline alarak kendi kullandığı araba ile Yıldız Sarayı'na gelmiĢtir. Bu korkunç olaya sebep olanlar derhal yakalanmıĢ, bu kiĢiler daha sonra Sultan ile yüzleĢtirilmiĢtir. Sultan, kendi elleriyle suikastçıların fotoğraflarını çekmiĢtir. Ayrıca, patlamamıĢ bombaların da resimlerini çektirip, belgelemiĢ ve kitap haline getirtmiĢtir. Bu çalıĢmaları, suikastı tezgahlayanlara, baĢta Ġngiltere olmak üzere; dönemin Yahudi kanaat önderlerine ve iĢte Ģimdi sıkı durun: DEVRĠN PAPASI'NA, bu belge- kitapları göndermiĢtir. Yakalanan kiĢiler arasında Ermeni olan kiĢiyi, bizzat Papa yönlendirmiĢtir. Hatta Papa, bu Ermeni suikastçıya, Abdülhamid Han'a düzenlenecek saldırının planlarını, bir kardinal aracılığıyla iletmiĢtir. Daha sonra, Sultan Abdülhamid Han, maiyeti önünde bu Ermeni suikastçıyı tören düzenleyerek affetmiĢtir. Sultan Abdülhamid Han'ın, tören tertip ederek, bu suikastçıyı affetmesi, Papa'nın çok zoruna gitmiĢtir. Çünkü iĢin arka planında kendisinin de olduğu belgelerle ortaya çıkmıĢ ve deĢifre olmuĢtur.Vatikan bu olayı "mimleyerek" unutmadığını göstermek istemiĢtir.(TIPKI KĠN KAPISI GĠBĠ.) ġimdi yakın tarihe not düĢelim: Papa II. John Paul suikastında yer alan M.Ali Ağca'ya, yıllar sonra Abdülhamid Han'ın yaptığı tören gibi bir tören düzenlenerek, Papa tarafından affedilmiĢtir. Ağca'nın affedilmesi bu iĢin rövanĢıdır. Vatikan 'mim' koyduğu bu olayı unutmadığını göstermiĢtir. 65

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Sultan Abdülhamid Han, Yıldız suikastı ile ilgili olarak, devrin önemli gazetelerine; bilgi, belge ve fotoğrafları vererek yayınlatmıĢtır. Bu suikastla ilgili olarak, ilk defa bu kadar teferruatlı – kullanılan mühimmatlara kadar- fotoğraflar yayınlanıyor:

(PatlamamıĢ bir bomba)

(Suikastta kullanılan malzemeler) 66

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Abdülhamid Han'ın kendi elleriyle çektiği suikastçıların fotoğrafları)

67

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Suikastta kullanılan patlamamıĢ bombalar)

(Suikastçılar ve suç aletleri) Abdülhamid Han'a yapılan suikast giriĢimi ile ilgili olarak çok detaylı bilgiler vardı. Bir gece SIRDAġ, Kara Kaplı'ya bu notları düĢmüĢtü…. Vatikan, Ağca ile rövanĢı almıĢtı. Ya bu suikastın içinde olan diğer Batılı Devletler, özellikle de Ġngilizler? Onların da rövanĢı; Türk düĢmanı Papa'nın heykeli altında, Türk BaĢbakanı'na imza attırmaları mıydı?

68

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu da onların rövanĢı mıydı? Suikast ile ilgili Ģu notları düĢmek de fayda var: Suikastta yer ve zamanın bilinmemesi ilahi bir kader olarak düĢünülmelidir. O gün, suikast baĢarıya ulaĢmıĢ olsaydı, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri atılamayabilirdi. Suikastta gizlenen önemli bir nokta da; Suikastçılara, içerden bilgi veren "Hoca Kisvesi" adı altında birisinin olmasıdır. Abdülhamid Han, kendine yakıĢır bir Ģekilde, "bu kiĢiyi" deĢifre etmemiĢtir. Bunu da sadece Müslümanların Ģerefini düĢündüğü için yapmıĢtır. Abdülhamid Han suikastçılardan bazılarını affetmiĢtir... Suikast ve ajanlık faaliyetleri elbette bitmiĢ değil. Meselâ 1922 yılında ajanlık yaptıkları belge ile sabit olan Ġngiliz casusları, elçilikteki görevlerinden istifa etmek zorunda kalmıĢlardı.(AĢağıdaki resim)

69

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Not: Yazı Dizimize yorum alınmamaktadır. netpano.com/ [email protected]

70

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 8. bölüm: Tarım'da Oynanan Oyunlar

Bugünlerde Türkiye'de GDO tartıĢmaları yapılmaktadır. Türk tarımını yok etmek isteyenler yüzyıl öncesinde de baĢka yöntemleri kullanıyorlardı.Bugün sadece yöntem değiĢmiĢtir.SırdaĢ yazı dizimiz yaklaĢık 100 yıl önce yapılan faaliyetleri gözönüne sermekt 9 Kasım 2009 21:27

TOHUMCULUK ARICILIK VE ĠPEK BÖCEKÇĠLĠĞĠ

SIRDAġ, Kara Kaplı Defter'den öyle notlar çıkarıyordu ki, tarih adeta yeniden yazılıyordu. Meğer tarihin tozlanmıĢ sayfaları arasında kalmıĢ ne sırlar varmıĢ… Sultan Abdulhamid Han döneminde tarıma o kadar çok önem veriliyordu ki, Ģu kısa notlar ve belgeler; yüzeysel de olsa, konunun mahiyetini daha iyi anlamamıza sebep olacaktır.

71

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Tohumculuk alanında, özellikle 'buğday' tohumculuğuna ayrı bir önem verilmekteydi. Devrin tarım mütehassısları, hasat zamanı ekilen buğdaylardan, hasadın kırıma uğradığını tespit etmiĢlerdir. Ekilen buğdaylar hastalanmıĢ, bilinmeyen bir hastalık zuhur etmiĢtir. Uzun araĢtırmalar neticesinde iĢin aslı ortaya çıkarılmıĢtır. Tohum ekimi döneminde, Anadolu'nun sağlıklı öz buğday tohumlarının içersine, yurt dıĢından bazı gizli servisler aracılığı ile; bozuk ve hastalıklı buğdaylar karıĢtırılmıĢtır. Sadece bununla da kalınmamıĢ, ekimi fesada uğratacak haĢeratın da sokulduğu tespit edilmiĢtir. Yurt dıĢından getirilen zararlı böcekler, Anadolu'nun sağlılık buğdayını kırmıĢ, buğday depolarının boĢalmasına sebep olmuĢtur.

72

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Sultan Abdulhamid Han bir heyet kurdurarak, yurt dıĢına araĢtırma için göndermiĢtir. Yapılan araĢtırmalar neticesinde iĢin perde arkası öğrenilmiĢtir. Perde arkası Ģudur: Maksat Anadolu'da tarımı bitirmektir. Buğdayların tohum vermemesi sağlandığında, akabinde dıĢardan tohum getirilmesinin önü açılacaktır. Getirilen bu tohumlara büyük bedeller ödenmesi bir yana, getirilecek olan tohumlar ise hastalıklı tohumlar olacaktır. Diğer yandan tohumsuz kalmak demek açlık tehlikesinin baĢ göstermesi demektir. Abdulhamid Han'ın talimatıyla çok detaylı kitaplar hazırlanmıĢ, tohumculukla uğraĢanlar bilinçlendirilmiĢtir. Devrin gazeteleri aracılığı ile halka bu konuda gerekli bilgilendirmeler yapılmıĢtır.

73

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

ĠĢte o dönemde bastırılıp dağıtılan kitaplar ve gazetelerden örnekler:

(Memleketimizde mevcut veya hariçten girmiĢ haĢaratı imrazı nebatadı hastalık düĢmanları) Bunlarla da kalınmamıĢ, tohumlara yapılan bu saldırının arka planı tam manasıyla öğrenilmiĢ ve bu iĢi yapanlar deĢifre edilmiĢtir. Ġpek böcekçiliğine de ayrı bir önem verilmiĢtir. Hereke Halıları tarihine baktığımızda Ģu bilgiler karĢımıza çıkacaktır: 74

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

"1843 Yılında, Sarayların tekstil ihtiyacını karĢılamak amacıyla kurulan Hereke Fabrika-i Hümayunu, Sultan II. Abdülhamid' in emriyle 1891 yılından itibaren Saraylarda kullanılmak üzere küçük bir dokumahane olarak halı üretimine baĢlamıĢtır. Sultan II. Abdülhamid' in himayesinde Sivas, Ladik, Manisa'dan getirilen ustalarla baĢlanan bu üretimde önceleri, Gördeskari halı desenleri kullanılırken, daha sonraları Yıldız Sarayı bünyesindeki Tamirhane-i Hümayun ressamı olan Mösyö Emil Meinz tarafından Saray mekanlarının özellikleri göz önünde bulundurarak çizilen yeni halı desenleri dokunmuĢtur.

19.Yüzyılda, sarayların halı ihtiyacı UĢak, Gördes, Ġzmir ve Bursa' da saray tarafından verilen resim ve örneklere uygun

75

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

olarak imal ettirilmekte, bunun yanı sıra ihtiyacın bir kısmı da Ġngiltere ve Fransa' dan satın alma yoluyla karĢılanmaktaydı. Hereke Fabrikasının kurulmasından sonra PadiĢahın iradesiyle sarayların tüm halı ihtiyacı bu fabrika tarafından sağlanmıĢtır. Sultan II.Abdülhamid' in saltanat yılları boyunca Yıldız Sarayı baĢta olmak üzere bir çok yapıdaki padiĢah, valide sultan, kadıefendi ve sultan odalarında bulunan halılar Hereke halıları ile yenilenmiĢtir.

(Hereke Halı Fabrikasındaki makinalardan birisi) Sultan Abdülhamid' in Hereke dokumalarının çeĢit ve miktarının arttırılması, kalite ve güzellik açısından Avrupa dokumaları ile rekabet edebilecek duruma getirilmesi, üretimin çoğaltılması talimatıyla Hereke Fabrikasına hazine tarafından ilave halı tezgahı kurularak üretim desteklenmiĢ, çok rağbet gören her biri sanat eseri niteliğinde olan dokumalar baĢarıyla üretilmiĢtir. Böylelikle Sultan' ın himayesinde organize bir Ģekilde gerçekleĢtirilen eğitim ve üretim faaliyetleri sonucu, halıda dünyaca bilinen HEREKE 76

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

tarzı ortaya çıkmıĢ ve HEREKE Halısı dünyada hala tanınan ilk Türk markası olmuĢtur."

(Hereke Halı Fabrikası) Bu fabrika bugün de faaliyetine TBMM Milli Saraylar Daire BaĢkanlığı'na bağlı olarak devam etmektedir.

77

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Ġpek böcekçiliği ile ilgili olarak dağıtılan kitaptan örnek) Bütün bu olumlu geliĢmeleri sekte uğratmak isteyenler boĢ durmamıĢtır. Ġpek böcekçiliğini yok etmek isteyenler sinsice harekete geçmiĢlerdir.Bursa'da, özellikle ipek böcekçiliğini yok eden haĢerelerin Ġngiliz gizli servisince sokulduğu tespit edilmiĢtir.

78

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Ġpek böcekçiliği ile ilgili olarak dağıtılan kitaptan örnek) 79

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ġpek böcekçiliğini yok eden haĢerelerden sonra, bugün oldukça gündemde olan bir haĢere tespit edilmiĢtir: KENE

(Kenelerle ilgili olarak yayınlanan kitaptan bir sayfa)

Abdülhamid Han bu konuları çok sıkı bir Ģekilde takip etmiĢ, bunlar için özel ekip kurmuĢtur.

80

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Kenelerle ilgili bilgiler) Bu mücadele Cumhuriyet döneminde de Gazi PaĢa tarafından sürdürülmüĢ, aynı kitap Gazi PaĢa tarafından da bastırılmıĢ ve ilgililere dağıtımı yapılmıĢtır. Bu kitabın 1928 yılı baskısı mevcuttur.

81

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu meselelerin ne kadar ciddiye alındığı bugüne kadar anlatılmamıĢtır. ġer güçlerin ta o devirlerden Türk Halkı'nın sağlığı ve ekmeği ile oynadığı aĢikardır. Yine aynı Ģekilde arıcılığın yok edilmesi için benzer faaliyetler yürütüldüğü bilinmektedir. Buna karĢılık olarak,fenni çalıĢmalar yürütülmüĢ ve halka yönelik bilgilendirme çalıĢmaları yapılmıĢtır. 82

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Arıcılık hakkında bilgiler) SIRDAġ, DerviĢ'in yanında bu notları Abdülhamid Han'a okumuĢ, onay aldıktan sonra Kara Kaplı'ya not etmiĢtir. Oktan KeleĢ [email protected] 83

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 9. Bölüm :Abdülhamid Han'ın Büyük Sırrı

Oktan KeleĢ SIRDAġ yazı dizisinin 9.Bölümünde TEġKĠLAT'ın orijinal sembolünü ve kuruluĢ felsefesini ilk kez açıklıyor. 22 Mart 2010 21:30

ABDÜLHAMĠD HAN'IN BÜYÜK SIRRI

Türk Devlet Geleneğindeki Sembol: Ġç Ġçe GeçmiĢ Üç Ay Yıldız (Hilâl)

84

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Sultan'a bir zarf verilir. Zarfı açan Sultan, içindeki kâğıdı çıkarır. Kâğıdın üzerine çizilmiĢ; iç içe geçmiĢ üç hilâlî görür ama bu Ģekle bir anlam veremez. Bu iç içe geçmiĢ üç hilâlîn, ne manaya geldiğini düĢünür, ancak bir neticeye varamaz. Ġlk önce aklına, TeĢkilât-ı Mahsusa veya Ġttihat ve Terakki Cemiyeti gelir. Bu Ģeklin, onlarla bağlantılı olup olmadığını düĢünür. Sultan'ın bu konular üzerinde fikir yürüttüğünü, biz DerviĢ'ten öğreniyoruz: DerviĢ, olayı bize Ģöyle nakleder: "Sultan beni çağırdı. Huzura vardığımda, Sultan'ı biraz düĢünceli gördüm. Usulünce selâmımı verdim. Hareketlerinden aceleci bir tavrı olduğu hemen anlaĢılıyordu. Hızlı bir Ģekilde selâmımı alıp, 'gel derviĢ' dedi. Elindeki kâğıdı göstererek; 'bu ne ola ki, bir anlam veremedim?' Dedi. Zarftan çıkan kağıtta, sadece bir sembol vardı. Sultan bana; ' bu yeni bir mesaj mı, yoksa tehdit mi, bir fikrin var mı?' Diye sordu. Biraz tereddüt ve endiĢe ile Sultan'ın elindeki kağıda baktım. Gördüğüm sembol beni çok rahatlattı. Çünkü gördüğüm bu sembol, Türk Devlet geleneğinin bir niĢanesiydi. Benim bildiğim; Bu sembolün kökeni, Hoca Ahmed Yesevi Sultan'a kadar gidiyordu. Muhakkak öncesi de vardı. Bu sembol, Türk Devleti'nin dünya hakimiyetini simgeliyordu. Türk Devleti'ni, dünya hakimi yapmak için; bu uğurda kendini adayanlara verilen ve manası anlatılan bir semboldü bu. Sultan'a durumu izah ettim. Sultan beni dikkatlice dinledi. Sonra Ģöyle dedi: 'Neden ben bunu Ģimdiye kadar bilmiyordum? Bunu eğer daha evvel bana söyleseydiniz, Osmanlı Devlet Arması yerine bu sembolü kullanırdık' deyince, Sultan'a Ģöyle cevap verdim:

85

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

'Sultanım, bu sembol; bir Türk Devleti'nin arması olamaz! Sadece bir Türk Devleti'ni temsil edemez! Çünkü bu sembol, bütün Türk Devletleri'nin, ortak kuruluĢ ve beka felsefesinin sembolüdür. Dünya Türk hakimiyetini sembolize eder. Yani bir devlete mal edilemez. Büyük Bir Seçici Kurul'un yüzyıllar boyu süregelen bir geleneğinin izlerini taĢır. Ahmed Yesevi ile yeniden bir anlam kazanan bu sembol, Gizli Kurul'un sembolüdür.' Bunun üzerine Sultan, 'iyi ama neden bana daha önce söylemediniz?' Diye sorar. DerviĢ ise; 'Efendim, demek ki nasip ve zaman bugüneymiĢ. Bu sırrı sizin bilmeniz bugün istenmiĢ. Bu sırrı sizin dedelerinizin çoğu öğrenemeden bu dünyadan göçtü gitti.' Sultan tekrar ĢaĢkınlıkla ve birazda kızarak sordu; 'Ne yani, dedelerim de bilmiyorlar mıydı? Koskoca Ġmparatorluğun PadiĢahları da bunu bilmiyorlar mıydı? Kim bu teĢkilat?' DerviĢ, büyük bir saygıyla cevap verir: 'Sultanım, bu teĢkilat; Türk tarihi var olduğundan beri var. Benim bildiğim, en son Hoca Ahmet Yesevi'nin duasıyla, Anadolu'yu yeniden Türk hakimiyetine almak için, bu teĢkilat faaliyete geçerek tekrar can buldu. Bunlar, herhangi bir Türk Devleti, yeryüzünde hakim konuma gelene kadar faaliyet gösterirler. Örneğin, Fatih devrinde, Kanuni devrinde bu yapı uyumaya geçmiĢtir. Çünkü istenilen hedefe ulaĢılmıĢtır. Ne zaman ki Türk Devletleri zaafa uğrar, endiĢe hasıl olur, beka sorunu yaĢar, bu yapı o zaman tekrar uykudan uyanır, faaliyete geçer. Dünyanın her yanına anında kök salar...'

86

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Sultan, DerviĢe dönerek, 'bu sembolün bana gönderilmesi, yeni bir devletin alameti mi?' Diye sorar. DerviĢ bunu üzerine; 'ĠnĢallah Efendim' der ve Sultan'a, sembol ve bu yapıyla ile ilgili derünî bilgiler verir. PadiĢah gönderilen sembolden ve DerviĢ ile olan konuĢmalarından Ģu sonucu çıkarmıĢtır; 'öyleyse bugün uyuyan bu yapı uyanmıĢ ve harekete geçmiĢtir.' Sultan derin düĢüncelere dalar ve aklına kendine daha önce söylenen Ģu kelimeler gelir: 'Seni tahta padiĢah olarak oturtmuyoruz. Seni buraya yeni kurulacak Cihan Devleti'nin temellerini atman, Osmanlı'nın yıkılıĢını uzatman ve dünyayı oyalaman için Hakan olarak oturtuyoruz…' PadiĢah DerviĢ'e Ģunları söyler; 'bizler de zannederdik ki; bu saltanat, bu taht, bize babalarımızdan, atalarımızdan emanet edildi. Oysa ki, Ģimdi anlıyoruz ki, bu taht atalarımızdan emanet edilmemiĢ. Demek ki gerçekten bizi tahta oturtanlar varmıĢ…'" (Konun ayrıntısı baĢka bir yazı dizimizde anlatılacaktır.) Yıllar sonra, Abdülhamid Han'ın büyük katkıları ile teĢkilatın önü açılmıĢ, bir çok büyük tarihi olaydan sonra, Gazi PaĢa önderliğinde T.C Devleti Meclisi'ni kurmuĢ, Cumhuriyet'in ilanı vukuu bulmuĢ, ilk Meclis toplanmıĢ, bir sene boyunca Meclis'in tüm faaliyetleri zapta geçirilmiĢ ve arĢivi yapılmıĢtır. 1923- 24 yıllarındaki Meclis'in bütün zabıtları bir kitapta toplanmıĢtır. TEġKĠLAT gururla bu KĠTAP'A sembolünü basmıĢtır. AĢağıda bu kitabın, içinden ve dıĢından fotoğrafları görüyorsunuz...

87

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

88

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

89

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

90

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Göktürk Paralarında Ay-Yıldız:

Oktan KeleĢ [email protected]

91

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 10. Bölüm: Robot Alamet ve Ertuğrul Fırkateyni

Robot Alamet ve Ertuğrul gemisinin sırlı yolculuğu... 24 Mayıs 2010 21:33

ROBOT ALAMET VE ERTUĞRUL FIRKATEYNĠ

Alamet'in Sırlı Öyküsü Ve Ertuğrul Fırkateyni Hakkında Bilinmeyenler: Musa Dede huzurdan ayrılır. Ayrılır ayrılmasına ama hem düĢünceli hem de endiĢelidir. Nasıl endiĢeli olmasın ki? Görevi Sultan Abdülhamid Han'dan almıĢtır. EĢi benzeri olmayan bir saat yapılacaktır. Yapılacak olan bu saat, Japon Ġmparatoru'na hediye edilecektir. Bu öyle bir hediye olmalı ki, hem Osmanlı Devleti'ni hem de tüm Ġslam Alemini temsil edebilecek bir yapıt olmalıdır. Sultan, Musa Dede'ye, saat üzerinde yapması gereken ekleri kendi elleri ile çizmiĢ ve vermiĢtir. Musa Dede, bu iĢte Sultan'a karĢı mahcup olmamak için elinden geleni yapacaktır. Musa Dede, huzurdan ayrıldıktan sonra bu düĢüncelerle Mevlevihane'nin yolunu tutar…. Mevlevihane'ye varır, kapı giriĢindeki DerviĢ Yusuf'a selâm verir. Yusuf'a ; "Görevli derviĢlerin içeride olup olmadıklarını" sorar. Musa Dede'nin selâmına 'baĢ keserek' karĢılık veren DerviĢ Yusuf ; " Evet Efendi Baba, derviĢler içerdeler, sizlerin teĢriflerinizi bekliyorlar" diye cevap verir.

92

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Musa Dede, Besmele ile eĢikten adımını içeri atar. DüĢünceli ve endiĢeli bir tavrı olduğu her halinden bellidir. 'BaĢ keserek' derviĢlere selâm verir. (BaĢ kesme, Mevlevi ve bazı tasavvuf muhiplerince verilen selâm.) Herkes ayaktadır. Musa Dede'nin selâmına mukabele edilir ve sedirlere hep beraber oturulur. Musa Dede, elindeki rulo haline getirilmiĢ kağıtları açar. Saatin (robotun) yapımında görevli derviĢ ustalar, kendi yaptıkları çizimleri Musa Dede'ye gösterirler. Musa Dede, "her Ģeyin iptal olduğunu" söyleyerek ekler; " Sultan, saate yeni çizimler ekledi. Sultan'ımız, ayrıca bu saatin ezan okumasını" istediğini derviĢlere söyler. DerviĢ ustalar, bu sözler karĢısında, ĢaĢkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Ustalardan biri: " ezan mı okuyacak?" diyerek ĢaĢkınlığını sesli olarak ifade eder. Musa Dede; " hem de her saat baĢı ezan okuyacak!" der. DerviĢ ustalar hayret içersinde kalarak hep bir ağızdan; " her saat baĢı mı?" derler… Ustalar, Sultan'dan gelen bu talimat karĢısında sabaha kadar görüĢ alıĢveriĢinde bulunurlar kendi aralarında; ' bu ezan okuma iĢinin nasıl olacağını' tartıĢırlar…Bir ara derviĢlerden biri, latife yaparak: " Bu kadar düĢünmeyin, olmazsa ben bu saatin içerisine girerim, her saat baĢı ezanı okurum, hayatımı bu iĢe vakfederim, ferman Sultan'ımın değil mi, olmaz mı diyeceğiz?" der. DerviĢin bu latifesi karĢısında Mevlevihane'deki gergin hava biraz dağılmıĢ, derviĢlerin yüzlerinde tebessüm belirmiĢtir. TartıĢmalar sabah ezanına kadar sürmüĢ, müezzininin sabah ezanını okumasıyla, Mevlevihane derin bir sessizliğe bürünmüĢtür. DerviĢler abdest alıp namazlarını kılarlar…Sabahın ilk ıĢıklarıyla, herkes kendi hücresine çekilmiĢtir. Biraz istirahat ettikten sonra, herkes yatsı namazından sonra toplanmak üzere dağılırlar….Dağılırlar ama geceki buluĢmaya bütün derviĢler, hazırlık yaparak, proje ve çizimlerle beraber gelmek kaydıyla. Gece olur, ekip kararlaĢtırılan vakitte dergâhta toplanırlar…(Bu dergâhlar oldukça enteresan yerlerdir. Birçok devlet iĢinde önemli rol oynamıĢ merkezlerdir. Örneğin Anayasa bile bir vakitler burada yazılacaktır.) Tekrar meĢveret baĢlar. DerviĢ ustalar, ellerinde projelerle beklerler ama hiçbirisi projesinden memnun değildir. Musa Dede, tartıĢmalardan sonra en son söz alır: "DerviĢlerim, dün gece Sultan'ın yanından ayrıldıktan sonra, yolda Fakir Dede'ye rastladım" der. Bu lafı der demez, derviĢ ustaların gözlerinin içi güler, sevinirler. Çünkü bu Fakir Dede oldukça ilginç bir kiĢiliktir. Hatta söylentilere göre Fakir Dede, Hz. Hızır ile halvete girmiĢtir. "Bu saat meselesinde de muhakkak bir fikir beyan etmiĢ olmalıdır," diye düĢünürler. DerviĢler, pür dikkat, büyük bir saygı ve edep içersinde, Musa Dedelerini dinlemeye devam ederler. Musa Dede, Fakir Dede'nin, kendisine, "gramofon diye yeni icat edilen bir aletten" söz ettiğini anlatır. Bu konuda bu aletten faydalanılabileceğini, bu aletin içeriği ile ilgili bilgileri kendisine verdiğini söyler. DerviĢ ustalardan Salih DerviĢ; " Ey canımın canı, gözümün nuru Musa Dedem, neden dün geceden beri emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdin, dün bu haberi neden söylemedin, hikmeti ne ola ki?" diye sorar. Musa Dede bu soru üzerine Ģu cümleleri söyler: " Bilemem, Fakir Dede bana öyle tembihledi. Muhakkak bir sırrı vardır cancağızım,"diye karĢılık verir ve susar…. DerviĢ ustalar, bu konuda Fakir Dede'nin bir tembihi olduğunu öğrendikleri zaman, 'vardır bir hikmeti' diyerek sükût ederler. Saat (robot) için yeni bir strateji oluĢturarak kendi aralarında görev bölümü yaparlar. Artık izleyecekleri yolyöntem bellidir. Hepsinin bir anda adeta keĢifleri açılır. Proje üzerine proje üretmeye baĢlarlar. Fakir Dede'nin ufak bir fikri dokunuĢu adeta iĢi halletmiĢti.(Dokunanlar, dokunuĢlar önemlidir.)

93

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Bu prestijli proje için Sultan Abdülhamid Han, kendi kesesinden harcama yapıyordu. Bunun için en iyi malzemelerin kullanılmasını istemiĢti. Bu saat için altın ve gümüĢ malzemeler kullanılacaktı. Özellikle kaideler altın ve gümüĢten olacaktı. Çünkü bu bir Ģeref meselesiydi. Kendisi, tüm Müslümanların temsilcisi yani Halifesiydi. Bunun için en ufak ayrıntılara bile dikkat ediliyordu. Saatin özelliklerine baktığımızda, kollarını açarak semazen gibi dönecekti. DerviĢ ustalar bu Ģekilde hiç düĢünmemiĢlerdi. Çünkü hepsi mekanik ilminde mahirdiler. Guguklu saatler deri körük ve zemberekle çalıĢıyorlardı. Bunların çalıĢma sistemlerini çok iyi biliyorlardı. Ne de olsa, Cezeri'nin torunlarıydılar. Cezeri ilk robotu icat eden bilgindi. Onları düĢündüren tek konu, ezan sesi idi. Bu da çok Ģükür Fakir Dede'nin yol göstermesiyle hallolmuĢtu. Saatin yapım çalıĢmalarını derviĢ ustalar, büyük bir gizlilik içersinde sürdürüyorlardı. Yalnız hoĢa gitmeyen bir durum vardı ki, bu da alıĢkın oldukları bir durumdu. Ne zaman Musa Dede ve ekibi bir araya gelse, özellikle Ġngilizlere ve Ruslara çift taraflı ajanlık yapan BOLAT isimli casus hemen faaliyete geçiyordu. Bu casus; hem TeĢkilatı Mahsusa, hem de Yıldız Ġstihbaratı tarafından tespit edilmiĢti. TeĢkilat, tiyatrocu ve kumpanyacı Bolat'ın casus olduğunu biliyor, strateji açısından takip ediyordu. Bolat, Japon Ġmparatoru Meiji'nin Sultan'a özel elçi göndermesinden sonra, efendileri tarafından bu iĢ için özel olarak görevlendirilmiĢti. Bolat'ın görev alanı genelde tekke ve dergâhlardı. Buralarda sureti Hak'tan görünür, zaman zaman eski kahramanlık hikâyeleri adı adlında bir sürü yalan- yanlıĢ Ģeyler anlatır ve etrafına topladığı cahil halkı fitneye sürüklerdi. Amacı onlardan da bilgi toplamaktı.Yani tam bir kulak hırsızı idi. Geceleri gizlice dergâhların pencereleri önünü yaklaĢır, türlü kıyafetler içersinde görünür ve kendine hizmet eden üç beĢ kiĢi ile beraber dinleme yapardı. Bolat konusunda, Musa Dede daha önceden uyarılmıĢtı. DerviĢ ustalar, görev bölümü yaptıktan sonra her biri ayrı ayrı yerlerde çalıĢıyorlardı. Kısa zaman sonra, belirlenen bir vakitte, ayrı ayrı yapılan çalıĢmalar bir araya getirildi, parçalar birleĢtirildi. Tüm bu çalıĢmalar büyük bir gizlilik içersinde yapılıyordu. Parçalar birleĢtirilince; ortaya insan boyuna yakın semazen Ģeklinde bir saat çıkmıĢtı. Saat kurmalıydı, semazen Ģeklinde kollarını kaldırıyor, dönüyor, ilerliyor ve tekrar yerine gelip duruyordu. Casus Bolat bu saat ile ilgili bir türlü bilgi alamıyordu. Bu yüzden Musa Dede ve ekibine devamlı Babıali'nin tanınmıĢ simalarını gönderiyor; nargile tüttürme, çay içme bahanesiyle davet ettiriyor, bu kiĢiler, eninde sonunda sözü Japon Elçi'nin Sultan'ı ziyaretine getiriyorlar bir bilgi elde etmeye uğraĢıyorlardı… Saatin montajı nihayet tamamlanmıĢtır. Saat, gecenin ilerleyen vakitlerinde Sultan'ın görmesi için gizlice Saray'a götürülür. Bolat ve ekibi götürülen nesneyi öğrenmek için büyük uğraĢ verirler ama Musa Dede ve ekibi ĢaĢırtma teknikleriyle onları atlatırlar. SAAT ALAMET YILDIZ'DA Saat, teĢhir için hazırlanan odaya götürülür ve üzerine kadife bir örtü örtülür. Sultan'ın teĢrif etmesi beklenir. Sultan'a saatin hazır olduğu haberi verilir verilmez, Sultan, vakit kaybetmeden, 'Alameti' görmek ve çalıĢma Ģeklini incelemek için beklendiği odaya doğru gider. DerviĢ Dede, Musa Dede ve derviĢ ustalar, Sultan'ın teĢrifini ayakta beklemeye baĢlarlar. Hepsi oldukça heyecanlıdırlar. Zira Sultan'ın çok önem verdiği bu proje bitmiĢ ve Sultan bu eseri görmeye gelmektedir. Ya iltifata mahzar olacaklar ya da….Bu ikinci ihtimâli kimse düĢünmek istememektedir. Nihayet Sultan Abdülhamid Han, odaya teĢrif eder. Selâm verir, orada bulunan Hazirun selâma mukabele ederler…Kadife örtü ile örtülen eseri iĢaret ederek: -Açın!

94

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Musa Dede, esere doğru yaklaĢarak, Besmele ile kadife örtüyü kaldırır. Saat semazen Ģeklinde ortada durmaktadır. Sultan: "NeymiĢ hünerleri, gösterin hele bir!" diye talimat verir. Musa Dede: " Ferman Sultanımındır" diyerek saate doğru yaklaĢır, elindeki kurma kolu ile saati kurar ve çalıĢtırır… Akrep ve yelkovan ayarlanarak, saat baĢına getirilir. Saat baĢı olur olmaz; saat yürümeye, kollarını açıp sema eder Ģekilde dönmeye baĢlar ve beklenen ezan sesi duyulur. Çok ilginçtir, plağa ezanı, Musa Dede okumuĢtur. Bu plağa ezanı okuma hadisesi baĢlı baĢına bir maceradır. Biz yine konumuza dönelim: Ezan biter, saat tekrar kollarını kapatıp, ilk hareket noktasına döner. Sultan saati inceler, çok etkilenmiĢtir. ĠĢte bu sırada ağzından o tarihi isim çıkar: "Tam Bir Alamet Bu" ĠĢte bu saatin (robotun) ismi Sultan'ın demesiyle "ALAMET" olmuĢtur…Ġsmini Sultan Alamet olarak söyler ve artık saat bu isimle anılacaktır. Sultan, ustaların hepsini tebrik eder. Ayrıca, saatin yapımında çalıĢan ustaların baĢ harflerini iĢlettiği ve kendi Tuğrası bulunan, özel yaptırmıĢ olduğu cep saatlerini, kendi eliyle ustalara takdim eder. Bu saatleri, daha sonra Hicaz Demiryollarında emeği geçenler için yaptıracak ve takdim edecektir. Alametin yapımı bitmiĢtir ama iĢin önemli bir ayağı daha vardır. Bu Alamet, emin bir Ģekilde Japonya'ya nasıl gönderilecektir? Bunun için DerviĢ Dede'ye derhal bir ekip kurması hususunda 'Ferman' buyurur… Tüm hazırlıkların gizlilik içersinde yapılması gerekmektedir. Çünkü Osmanlı-Japonya yakınlaĢmasından rahatsız olanlar vardır. Rahatsız olanların baĢında; Ġngilizler, Siyonistler ve Ruslar gelmektedir. Bu ülkelerden herhangi biri "gönderilecek" gemiye bir sabotaj yapabilirlerdi. Bunun için, Sultan tarafından kusursuz bir plan hazırlanır…. Bu çalıĢmaları yakından takip etmek isteyen ajanlar artık iyice azıtmıĢlardır. Japon Ġmparatoru'na gönderilecek "hediyelerin" yerine varmaması için var güçleri ile çalıĢıyorlardı… TeĢkilatı Mahsusa, Yıldız Ġstihbaratı ve Sultan Abdülhamid'in Melami Ġstihbaratçıları, Sultan'a bu konu ile ilgili çok özel istihbaratlar sunmaktaydılar… NEDEN ERTUĞRUL FIRKATEYNĠ SEÇĠLMĠġTĠR? ġimdi yine bilinmeyen bir konuyu ilk defa açıklıyoruz:

95

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Yola çıkacak bu gemiyi, Osmanlı-Japonya yakınlaĢmasını hazmedemeyenler takip edip batıracaklardır. Bu istihbaratı alan Sultan, bir plan hazırlatır. Taktik Ģudur: Japon Ġmparatoru'na, Osmanlı Sultan'ı ve Ġslam'ın Halifesi Abdülhamid Han tarafından hediye ve niĢanlar gönderilecektir. Bu hediyeleri taĢıyan gemiden önce ayrı bir gemi gönderilecektir. Bu gemi, Osmanlı'nın haĢmet gösterisi olarak önden gidecektir, hediyeleri taĢıyan gemi ise daha sonra arkadan gönderilecek olup, bunun için halkında katılacağı çok büyük bir tören yapılarak, gemi Japonya'ya doğru yola çıkartılacaktır. Böylece herkesin gözü "ikinci" gemide olacaktır…. Bunun için düĢmanların gözü, hediyeleri taĢıyan ikinci gemide olacaktır. (Aynı taktik bugün ABD BaĢkan'ın gezilerinde de uygulanmaktadır.) Aslında ikinci gemi diye bir gemi ortada yoktur. Tamamen bir taktiktir bu. Herkesin dikkati büyük bir ustalıkla ikinci gemiye çekilir. Plan bu Ģekilde yapılır ama bir sorun vardır: Acaba bu plana herkes inanacak mıdır? ĠĢte bu tarihi olayı yine ilk defa burada açıklıyoruz: Neden Ġlk Gemi Olarak Ertuğrul Firkateyni SeçilmiĢtir? Tarihçilerin bir türlü cevap bulamadıkları, "neden Ertuğrul Firkateyni" seçilmiĢtir? Sorusunun cevabını biz verelim inĢallah… Ertuğrul Firkateyni okyanusları geçebilecek yapıda bir gemi değildir. Ġç denizlerde kullanılması için yapılmıĢtır. Hele deniz aĢırı bir ülke olan Japonya'ya gitmesi ise imkânsız olarak görülmektedir. Tarihçiler, Ertuğrul Firkateyni'nin seçilmesini, "yerli imâl" olmasına bağlarlar. Bunun dıĢında da pek yorum yapmazlar…Ġngilizlerin bile bu gemi, "Japonya'ya gidemez, yüzde yüz batar," dedikleri Ertuğrul Firkateyni bu yolculuk için neden seçilmiĢtir? ĠĢte bu tarihi sorunun cevabı: DerviĢ Dede, Sultan'a bir gece Ģunları söyler: " Sultan'ım, eğer biz Japonya'ya kuvvetli bir gemi yola çıkaracak olursak, bu gemiyi yolda batırmak isteyeceklerdir. Bu durumu göze alamayız. Hediyeleri taĢıyan gemiyi riske atamayız." Sultan sorar: " Peki bu konuda önerin nedir?" DerviĢ: "Sultan'ım, KEHF Suresi'ndeki, "kusurlu gemi" Ayetini uygulayalım. Bu Hz. Hızır'ın bilgisi…" Sultan heyecanla sorar: " Nasıl?"

96

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢ: "Sultan'ım öyle bir gemi seçtim ki, sizlerde tasdik buyurursanız, bu gemi Ertuğrul Firkateyni olsun. Çünkü bunun okyanusları aĢmaya mecâli yoktur…" Sultan sorar: " Eee Ertuğrul Firkateyni nasıl aĢacak okyanusu ?" DerviĢ anlatmaya baĢlar: "Sultan'ım, Hint Okyanusu tecrübesi olan Süvari Ali Bey ile konuĢtuk. Onun da onayını aldık. Yapılan tetkikler neticesinde, bu geminin maharetli kaptanı ve personeli, Allah'ın izni ile oraya gider, geriye dönerler mi, Allah Kerim, onu bilemeyiz…" PadiĢah Sultan Abdülhamid Han "emir" vererek, gerekli görevlendirmeleri yapar… Alınan karar dahiyanedir. Hediyeler, iç denizlerde yüzebilecek olan ve kömür-yelkenle çalıĢan Ertuğrul Firkateyni ile götürülecektir. Böylece kimse Ertuğrul Firkateyni'ni batırmaya tenezzül bile etmeyecektir. Çünkü zaten kesin batacak gözüyle görüldüğü için kimse bu gemiyi dikkate almayacaktır…Ġngiliz ajanlarının talimatları ile hareket eden korsanlar, ikinci gemiyi bekleyeceklerdir… Ertuğrul Firkateyni yola çıkacak haberi o dönemin tüm kaynaklarında yazılıdır. Ġngilizler alay ederek "kesin batacağından" emin olduklarını açıklarlar…Bunlarda gösteriyor ki, yürürlüğe konulan bu plan kusursuz bir Ģekilde iĢlemiĢtir. DerviĢ, tıpkı KEHF Suresi'ndeki, Hz. Hızır'ın gemiyi delerek kusurlu göstermesi ve korsanların elinden; hem gemiyi hem de içindekileri kurtarması taktiğini uygulamıĢtır: Kehf Suresi 71.Ayet: "Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona Ģöyle dedi: 'Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iĢ yaptın.'" Böylece Sultan Abdülhamid Han'ın "çok değerli" hediyeleri bu gemi ile göndermeyeceğine herkes kanaat getirmiĢtir. Ertuğrul Firkateyni'nin önden gideceğini duyan Ġngilizler ve gayri Müslimler bu konuyu alay konusu yapmıĢlardır. Onlara göre birinci gemi olan Ertuğrul Firkateyni zaten batacaktır, önemli olan ikinci gemidir. Hatta bu ikinci geminin hangisi olacağına dair tahminler, Sultan'ın Melami Ġstihbaratçılarınca halk arasında, bilinçli bir Ģekilde yayılmıĢtı. Mükemmel bir plandı bu… Tarihi kaynaklarda, geminin seyir rotası olan SüveyĢ Kanalı'nda geminin birkaç kaza atlattığı, geminin kömürden tasarruf amacıyla yelkenlerle ilerlediği, Aden'de mola verdikten sonra Bombay'a hareket ettiği yazılıdır…Bu olaylardan sonra Ġngilizlerin, geminin hangi limana varmadan batacağına dair bahisler oynadıkları tarihi belgelerde yazılıdır. Bu konuda bilinmeyen sırrı Allah'ın izni ile yine ilk defa biz açıklayalım: "Uğranılan her Liman'da casuslar yine iĢ baĢındadırlar. Bunlara yem olsun diye yapılan kazalar, kasıtlı olarak (bilinçli bir Ģekilde) yapılmıĢ ve konu abartılarak bu söylentinin limanda yayılması sağlanmıĢtır. Böylece casuslar, atılan yemleri yutmuĢlardır…. Bu kusursuz planlar, hangi Ģartlar altında hazırlanıyordu? Biz bunları böyle kolayca anlatıyoruz ama ye bu olayları yaĢayanlar? Onlar hangi Ģartlarda bu planları yapıp uyguluyorlardı? BaĢta Cennet mekân Abdülhamid Han nasıl bir haldeydi? Zemini tahta olan küçük bir oda…Oda da sadece bir çini soba. Sultan bu oda da sabahlara kadar devleti için tefekkür halindedir. Böyle bir gecede, yine Sultan Devleti'nin bekası için derin düĢüncelere dalmıĢtır. DerviĢ Dede'yi huzura çağırır, istiĢare yapar. DerviĢ, Sultan'ın huzurundan ayrılırken, Sultan'a: "BağıĢlayın Sultan'ım. Gece gündüz, içinde bir küçük soba olan bu küçücük odada Devlet-i Aliye'yi düĢünürsünüz…Sizi Yıldız Sarayı'nda, saltanat içinde sananlar, Ģu manzarayı görseler….Ġrade buyurun Efendim, Ģu halinizi bir fotoğraflayalım da, halkınız bir görsün," der. Sultan, arada sırada, çok nadir olarak sarılmıĢ tütün sigara içerdi. Yine elinde sigara, derin düĢünceli bir yüz ifadesi ile DerviĢ'e : "Bu yaptığımız meziyet, marifet değildir. Vazifemizdir. Bırak, kim nasıl biliyorsa bilsin" der…

97

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢin ısrarı üzerine, "tasarruf sende" diyerek, ricasını kırmak istemez. Bunun üzerine DerviĢ Sultan'ı bu Ģekilde fotoğraflamak istemez ama hayali çizimini yaptırarak gazeteye verir. Devrin Osmanlıca gazetelerine bu çizim yansır.Birkaç kez gazetelerde yayınlanır. AĢağıda, bu çizimin orijinalini ilk defa yayınlıyoruz:

Sultan Abdülhamid Han gazeteyi okuyup, resmi gördüğünde Ģöyle latife yapar: " ġimdi de Sultan sigara tiryakisi diye yazar ve yayarlar. Hadi bu ne ise de, çıkar bir deyyus, içki içtiğimiz konusunda iftira atar."

98

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Bunun üzerine DerviĢ: "HaĢa Sultan'ım, sizi kıyamete kadar; torunlarınız, evlatlarınız, milletiniz gayet iyi anlayacaklardır, " der. Evet, Yıldız Sarayı'nda çok büyük yemek davetleri verilirdi. Sultan, bu yemeklere görevi gereği katılırdı. Oysa hayatı, küçük bir oda da, derin tefekkürler içinde geçiyordu… Tekrar Ertuğrul Firkateyni'ne dönecek olursak: ERTUĞRUL FĠRKATEYNĠ JAPON YOLNDA Ertuğrul Firkateyni Japonya'ya doğru hareket etmeden evvel, hediyeler ve Robot Alamet büyük bir gizlilik içinde gemiye yüklenir. Geminin çürüyebilecek tahtaları değiĢtirilir. Çok iyi eğitimli askeri personelin yanına bir de marangoz ustası eklenir. Gemide DerviĢ Dede'nin özel yetiĢtirdiği birkaç personel de vardır. Bunlar Alamet'in güvenliğinden sorumlu kiĢilerdir. DerviĢ Dede, Musa Dede'ye bir gün Ģöyle diyecektir: "Bizim delilerden birkaç kiĢi koyduk gemiye…" Ertuğrul Firkateyni, 14 Temmuz 1889'da 612 kiĢilik heyetle Ġstanbul'dan Japonya'ya doğru hareket eder. Birçok badireler atlatılır yolda…Uğranılan limanlarda gemiye karĢı büyük bir ilgi vardır. Bombaylılar,Ertuğrul Firkateyni'ni görmek için limana akın ederler. Singapur'da, küçük gemiler, Ertuğrul Firkateyni'ni Osmanlı Sancakları ve sloganlarla karĢılarlar…Gemi ile ilgili daha birçok anlatılacak olay var ama biz Alamet ile olan bölümüne devam edelim: BaĢta Ġngilizler olmak üzere, diğerleri de, bu gemide bir Ģey olmadığını sandıkları için gemiyi pek dikkate almadılar…Böyle sanmalarının diğer bir nedeni de, gemi uğradığı limanlarda halkın ziyaretine açılmasıydı. Bu da gemide önemli bir Ģey olmadığı intibaını uyandırdı… DerviĢ Dede'nin, "deliler" dediği ekibin içinde bir AĢık DerviĢ vardı. Bu AĢık'ın hikâyesi de Ģöyle idi: Japon elçinin Ġstanbul'u ziyaret ettiği gemi ile beraber gelen, bir gemi görevlisinin kızına "aĢık" olmuĢtur. Bunu bilen DerviĢ Dede, Japonya'ya giden heyete bu AĢık'ı da katar. Olur da Japonya'da aĢık olduğu kızı görür diye…Musa Dede bu olayı Ģöyle yorumlar: "AĢık dağ deler, sevdiğine kavuĢsun diye. Bu AĢık'ta Alamet'in sağ selim yerine ulaĢması için canını ortaya koyar. Ne güzel düĢünülmüĢ, hem sevap hem…." Saygılarımla... Oktan KELEġ [email protected]

99

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 10. Bölüm: Robot Alamet ve Ertuğrul Fırkateyni

Robot Alamet ve Ertuğrul gemisinin sırlı yolculuğu... 24 Mayıs 2010 21:33

ROBOT ALAMET VE ERTUĞRUL FIRKATEYNĠ

Alamet'in Sırlı Öyküsü Ve Ertuğrul Fırkateyni Hakkında Bilinmeyenler: Musa Dede huzurdan ayrılır. Ayrılır ayrılmasına ama hem düĢünceli hem de endiĢelidir. Nasıl endiĢeli olmasın ki? Görevi Sultan Abdülhamid Han'dan almıĢtır. EĢi benzeri olmayan bir saat yapılacaktır. Yapılacak olan bu saat, Japon Ġmparatoru'na hediye edilecektir. Bu öyle bir hediye olmalı ki, hem Osmanlı Devleti'ni hem de tüm Ġslam Alemini temsil edebilecek bir yapıt olmalıdır.

100

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Sultan, Musa Dede'ye, saat üzerinde yapması gereken ekleri kendi elleri ile çizmiĢ ve vermiĢtir. Musa Dede, bu iĢte Sultan'a karĢı mahcup olmamak için elinden geleni yapacaktır. Musa Dede, huzurdan ayrıldıktan sonra bu düĢüncelerle Mevlevihane'nin yolunu tutar…. Mevlevihane'ye varır, kapı giriĢindeki DerviĢ Yusuf'a selâm verir. Yusuf'a ; "Görevli derviĢlerin içeride olup olmadıklarını" sorar. Musa Dede'nin selâmına 'baĢ keserek' karĢılık veren DerviĢ Yusuf ; " Evet Efendi Baba, derviĢler içerdeler, sizlerin teĢriflerinizi bekliyorlar" diye cevap verir. Musa Dede, Besmele ile eĢikten adımını içeri atar. DüĢünceli ve endiĢeli bir tavrı olduğu her halinden bellidir. 'BaĢ keserek' derviĢlere selâm verir. (BaĢ kesme, Mevlevi ve bazı tasavvuf muhiplerince verilen selâm.) Herkes ayaktadır. Musa Dede'nin selâmına mukabele edilir ve sedirlere hep beraber oturulur. Musa Dede, elindeki rulo haline getirilmiĢ kağıtları açar. Saatin (robotun) yapımında görevli derviĢ ustalar, kendi yaptıkları çizimleri Musa Dede'ye gösterirler. Musa Dede, "her Ģeyin iptal olduğunu" söyleyerek ekler; " Sultan, saate yeni çizimler ekledi. Sultan'ımız, ayrıca bu saatin ezan okumasını" istediğini derviĢlere söyler. DerviĢ ustalar, bu sözler karĢısında, ĢaĢkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Ustalardan biri: " ezan mı okuyacak?" diyerek ĢaĢkınlığını sesli olarak ifade eder. Musa Dede; " hem de her saat baĢı ezan okuyacak!" der. DerviĢ ustalar hayret içersinde kalarak hep bir ağızdan; " her saat baĢı mı?" derler… Ustalar, Sultan'dan gelen bu talimat karĢısında sabaha kadar görüĢ alıĢveriĢinde bulunurlar kendi aralarında; ' bu ezan okuma iĢinin nasıl olacağını' tartıĢırlar…Bir ara derviĢlerden biri, latife yaparak: " Bu kadar düĢünmeyin, olmazsa ben bu saatin içerisine girerim, her saat baĢı ezanı okurum, hayatımı bu iĢe vakfederim, ferman Sultan'ımın değil mi, olmaz mı diyeceğiz?" der. DerviĢin bu latifesi karĢısında Mevlevihane'deki gergin hava biraz dağılmıĢ, derviĢlerin yüzlerinde tebessüm belirmiĢtir. TartıĢmalar sabah ezanına kadar sürmüĢ, müezzininin sabah ezanını okumasıyla, Mevlevihane derin bir sessizliğe bürünmüĢtür. DerviĢler abdest alıp namazlarını kılarlar…Sabahın ilk ıĢıklarıyla, herkes kendi hücresine çekilmiĢtir. Biraz istirahat ettikten sonra, herkes yatsı namazından sonra toplanmak üzere dağılırlar….Dağılırlar ama geceki buluĢmaya bütün derviĢler, hazırlık yaparak, proje ve çizimlerle beraber gelmek kaydıyla. Gece olur, ekip kararlaĢtırılan vakitte dergâhta toplanırlar…(Bu dergâhlar oldukça enteresan yerlerdir. Birçok devlet iĢinde önemli rol oynamıĢ merkezlerdir. Örneğin Anayasa bile bir vakitler burada yazılacaktır.) Tekrar meĢveret baĢlar. DerviĢ ustalar, ellerinde projelerle beklerler ama hiçbirisi projesinden memnun değildir. Musa Dede, tartıĢmalardan sonra en son söz alır: "DerviĢlerim, dün gece Sultan'ın yanından ayrıldıktan sonra, yolda Fakir Dede'ye rastladım" der. Bu lafı der demez, derviĢ ustaların gözlerinin içi güler, sevinirler. Çünkü bu Fakir Dede oldukça ilginç bir kiĢiliktir. Hatta söylentilere göre Fakir Dede, Hz. Hızır ile halvete girmiĢtir. "Bu saat meselesinde de muhakkak bir fikir beyan etmiĢ olmalıdır," diye düĢünürler. DerviĢler, pür dikkat, büyük bir saygı ve edep içersinde, Musa Dedelerini dinlemeye devam ederler. Musa Dede, Fakir Dede'nin, kendisine, "gramofon diye yeni icat edilen bir aletten" söz ettiğini anlatır. Bu konuda bu aletten faydalanılabileceğini, bu aletin içeriği ile ilgili bilgileri kendisine verdiğini söyler. DerviĢ ustalardan Salih DerviĢ; " Ey canımın canı, gözümün nuru Musa Dedem, neden dün geceden beri emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdin, dün bu haberi neden söylemedin, hikmeti ne ola ki?" diye sorar. Musa Dede bu soru üzerine Ģu cümleleri söyler: " Bilemem, Fakir Dede bana öyle tembihledi. Muhakkak bir sırrı vardır cancağızım,"diye karĢılık verir ve susar….

101

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢ ustalar, bu konuda Fakir Dede'nin bir tembihi olduğunu öğrendikleri zaman, 'vardır bir hikmeti' diyerek sükût ederler. Saat (robot) için yeni bir strateji oluĢturarak kendi aralarında görev bölümü yaparlar. Artık izleyecekleri yolyöntem bellidir. Hepsinin bir anda adeta keĢifleri açılır. Proje üzerine proje üretmeye baĢlarlar. Fakir Dede'nin ufak bir fikri dokunuĢu adeta iĢi halletmiĢti.(Dokunanlar, dokunuĢlar önemlidir.) Bu prestijli proje için Sultan Abdülhamid Han, kendi kesesinden harcama yapıyordu. Bunun için en iyi malzemelerin kullanılmasını istemiĢti. Bu saat için altın ve gümüĢ malzemeler kullanılacaktı. Özellikle kaideler altın ve gümüĢten olacaktı. Çünkü bu bir Ģeref meselesiydi. Kendisi, tüm Müslümanların temsilcisi yani Halifesiydi. Bunun için en ufak ayrıntılara bile dikkat ediliyordu. Saatin özelliklerine baktığımızda, kollarını açarak semazen gibi dönecekti. DerviĢ ustalar bu Ģekilde hiç düĢünmemiĢlerdi. Çünkü hepsi mekanik ilminde mahirdiler. Guguklu saatler deri körük ve zemberekle çalıĢıyorlardı. Bunların çalıĢma sistemlerini çok iyi biliyorlardı. Ne de olsa, Cezeri'nin torunlarıydılar. Cezeri ilk robotu icat eden bilgindi. Onları düĢündüren tek konu, ezan sesi idi. Bu da çok Ģükür Fakir Dede'nin yol göstermesiyle hallolmuĢtu. Saatin yapım çalıĢmalarını derviĢ ustalar, büyük bir gizlilik içersinde sürdürüyorlardı. Yalnız hoĢa gitmeyen bir durum vardı ki, bu da alıĢkın oldukları bir durumdu. Ne zaman Musa Dede ve ekibi bir araya gelse, özellikle Ġngilizlere ve Ruslara çift taraflı ajanlık yapan BOLAT isimli casus hemen faaliyete geçiyordu. Bu casus; hem TeĢkilatı Mahsusa, hem de Yıldız Ġstihbaratı tarafından tespit edilmiĢti. TeĢkilat, tiyatrocu ve kumpanyacı Bolat'ın casus olduğunu biliyor, strateji açısından takip ediyordu. Bolat, Japon Ġmparatoru Meiji'nin Sultan'a özel elçi göndermesinden sonra, efendileri tarafından bu iĢ için özel olarak görevlendirilmiĢti. Bolat'ın görev alanı genelde tekke ve dergâhlardı. Buralarda sureti Hak'tan görünür, zaman zaman eski kahramanlık hikâyeleri adı adlında bir sürü yalan- yanlıĢ Ģeyler anlatır ve etrafına topladığı cahil halkı fitneye sürüklerdi. Amacı onlardan da bilgi toplamaktı.Yani tam bir kulak hırsızı idi. Geceleri gizlice dergâhların pencereleri önünü yaklaĢır, türlü kıyafetler içersinde görünür ve kendine hizmet eden üç beĢ kiĢi ile beraber dinleme yapardı. Bolat konusunda, Musa Dede daha önceden uyarılmıĢtı. DerviĢ ustalar, görev bölümü yaptıktan sonra her biri ayrı ayrı yerlerde çalıĢıyorlardı. Kısa zaman sonra, belirlenen bir vakitte, ayrı ayrı yapılan çalıĢmalar bir araya getirildi, parçalar birleĢtirildi. Tüm bu çalıĢmalar büyük bir gizlilik içersinde yapılıyordu. Parçalar birleĢtirilince; ortaya insan boyuna yakın semazen Ģeklinde bir saat çıkmıĢtı. Saat kurmalıydı, semazen Ģeklinde kollarını kaldırıyor, dönüyor, ilerliyor ve tekrar yerine gelip duruyordu. Casus Bolat bu saat ile ilgili bir türlü bilgi alamıyordu. Bu yüzden Musa Dede ve ekibine devamlı Babıali'nin tanınmıĢ simalarını gönderiyor; nargile tüttürme, çay içme bahanesiyle davet ettiriyor, bu kiĢiler, eninde sonunda sözü Japon Elçi'nin Sultan'ı ziyaretine getiriyorlar bir bilgi elde etmeye uğraĢıyorlardı… Saatin montajı nihayet tamamlanmıĢtır. Saat, gecenin ilerleyen vakitlerinde Sultan'ın görmesi için gizlice Saray'a götürülür. Bolat ve ekibi götürülen nesneyi öğrenmek için büyük uğraĢ verirler ama Musa Dede ve ekibi ĢaĢırtma teknikleriyle onları atlatırlar. SAAT ALAMET YILDIZ'DA Saat, teĢhir için hazırlanan odaya götürülür ve üzerine kadife bir örtü örtülür. Sultan'ın teĢrif etmesi beklenir. Sultan'a saatin hazır olduğu haberi verilir verilmez, Sultan, vakit kaybetmeden, 'Alameti' görmek ve çalıĢma Ģeklini incelemek için beklendiği odaya doğru gider.

102

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢ Dede, Musa Dede ve derviĢ ustalar, Sultan'ın teĢrifini ayakta beklemeye baĢlarlar. Hepsi oldukça heyecanlıdırlar. Zira Sultan'ın çok önem verdiği bu proje bitmiĢ ve Sultan bu eseri görmeye gelmektedir. Ya iltifata mahzar olacaklar ya da….Bu ikinci ihtimâli kimse düĢünmek istememektedir. Nihayet Sultan Abdülhamid Han, odaya teĢrif eder. Selâm verir, orada bulunan Hazirun selâma mukabele ederler…Kadife örtü ile örtülen eseri iĢaret ederek: -Açın! Musa Dede, esere doğru yaklaĢarak, Besmele ile kadife örtüyü kaldırır. Saat semazen Ģeklinde ortada durmaktadır. Sultan: "NeymiĢ hünerleri, gösterin hele bir!" diye talimat verir. Musa Dede: " Ferman Sultanımındır" diyerek saate doğru yaklaĢır, elindeki kurma kolu ile saati kurar ve çalıĢtırır… Akrep ve yelkovan ayarlanarak, saat baĢına getirilir. Saat baĢı olur olmaz; saat yürümeye, kollarını açıp sema eder Ģekilde dönmeye baĢlar ve beklenen ezan sesi duyulur. Çok ilginçtir, plağa ezanı, Musa Dede okumuĢtur. Bu plağa ezanı okuma hadisesi baĢlı baĢına bir maceradır. Biz yine konumuza dönelim: Ezan biter, saat tekrar kollarını kapatıp, ilk hareket noktasına döner. Sultan saati inceler, çok etkilenmiĢtir. ĠĢte bu sırada ağzından o tarihi isim çıkar: "Tam Bir Alamet Bu" ĠĢte bu saatin (robotun) ismi Sultan'ın demesiyle "ALAMET" olmuĢtur…Ġsmini Sultan Alamet olarak söyler ve artık saat bu isimle anılacaktır. Sultan, ustaların hepsini tebrik eder. Ayrıca, saatin yapımında çalıĢan ustaların baĢ harflerini iĢlettiği ve kendi Tuğrası bulunan, özel yaptırmıĢ olduğu cep saatlerini, kendi eliyle ustalara takdim eder. Bu saatleri, daha sonra Hicaz Demiryollarında emeği geçenler için yaptıracak ve takdim edecektir. Alametin yapımı bitmiĢtir ama iĢin önemli bir ayağı daha vardır. Bu Alamet, emin bir Ģekilde Japonya'ya nasıl gönderilecektir? Bunun için DerviĢ Dede'ye derhal bir ekip kurması hususunda 'Ferman' buyurur… Tüm hazırlıkların gizlilik içersinde yapılması gerekmektedir. Çünkü Osmanlı-Japonya yakınlaĢmasından rahatsız olanlar vardır. Rahatsız olanların baĢında; Ġngilizler, Siyonistler ve Ruslar gelmektedir. Bu ülkelerden herhangi biri "gönderilecek" gemiye bir sabotaj yapabilirlerdi. Bunun için, Sultan tarafından kusursuz bir plan hazırlanır…. Bu çalıĢmaları yakından takip etmek isteyen ajanlar artık iyice azıtmıĢlardır. Japon Ġmparatoru'na gönderilecek "hediyelerin" yerine varmaması için var güçleri ile çalıĢıyorlardı… TeĢkilatı Mahsusa, Yıldız Ġstihbaratı ve Sultan Abdülhamid'in Melami Ġstihbaratçıları, Sultan'a bu konu ile ilgili çok özel istihbaratlar sunmaktaydılar… NEDEN ERTUĞRUL FIRKATEYNĠ SEÇĠLMĠġTĠR? ġimdi yine bilinmeyen bir konuyu ilk defa açıklıyoruz:

103

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Yola çıkacak bu gemiyi, Osmanlı-Japonya yakınlaĢmasını hazmedemeyenler takip edip batıracaklardır. Bu istihbaratı alan Sultan, bir plan hazırlatır. Taktik Ģudur: Japon Ġmparatoru'na, Osmanlı Sultan'ı ve Ġslam'ın Halifesi Abdülhamid Han tarafından hediye ve niĢanlar gönderilecektir. Bu hediyeleri taĢıyan gemiden önce ayrı bir gemi gönderilecektir. Bu gemi, Osmanlı'nın haĢmet gösterisi olarak önden gidecektir, hediyeleri taĢıyan gemi ise daha sonra arkadan gönderilecek olup, bunun için halkında katılacağı çok büyük bir tören yapılarak, gemi Japonya'ya doğru yola çıkartılacaktır. Böylece herkesin gözü "ikinci" gemide olacaktır…. Bunun için düĢmanların gözü, hediyeleri taĢıyan ikinci gemide olacaktır. (Aynı taktik bugün ABD BaĢkan'ın gezilerinde de uygulanmaktadır.) Aslında ikinci gemi diye bir gemi ortada yoktur. Tamamen bir taktiktir bu. Herkesin dikkati büyük bir ustalıkla ikinci gemiye çekilir. Plan bu Ģekilde yapılır ama bir sorun vardır: Acaba bu plana herkes inanacak mıdır? ĠĢte bu tarihi olayı yine ilk defa burada açıklıyoruz: Neden Ġlk Gemi Olarak Ertuğrul Firkateyni SeçilmiĢtir? Tarihçilerin bir türlü cevap bulamadıkları, "neden Ertuğrul Firkateyni" seçilmiĢtir? Sorusunun cevabını biz verelim inĢallah… Ertuğrul Firkateyni okyanusları geçebilecek yapıda bir gemi değildir. Ġç denizlerde kullanılması için yapılmıĢtır. Hele deniz aĢırı bir ülke olan Japonya'ya gitmesi ise imkânsız olarak görülmektedir. Tarihçiler, Ertuğrul Firkateyni'nin seçilmesini, "yerli imâl" olmasına bağlarlar. Bunun dıĢında da pek yorum yapmazlar…Ġngilizlerin bile bu gemi, "Japonya'ya gidemez, yüzde yüz batar," dedikleri Ertuğrul Firkateyni bu yolculuk için neden seçilmiĢtir? ĠĢte bu tarihi sorunun cevabı: DerviĢ Dede, Sultan'a bir gece Ģunları söyler: " Sultan'ım, eğer biz Japonya'ya kuvvetli bir gemi yola çıkaracak olursak, bu gemiyi yolda batırmak isteyeceklerdir. Bu durumu göze alamayız. Hediyeleri taĢıyan gemiyi riske atamayız." Sultan sorar: " Peki bu konuda önerin nedir?" DerviĢ: "Sultan'ım, KEHF Suresi'ndeki, "kusurlu gemi" Ayetini uygulayalım. Bu Hz. Hızır'ın bilgisi…" Sultan heyecanla sorar: " Nasıl?"

104

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢ: "Sultan'ım öyle bir gemi seçtim ki, sizlerde tasdik buyurursanız, bu gemi Ertuğrul Firkateyni olsun. Çünkü bunun okyanusları aĢmaya mecâli yoktur…" Sultan sorar: " Eee Ertuğrul Firkateyni nasıl aĢacak okyanusu ?" DerviĢ anlatmaya baĢlar: "Sultan'ım, Hint Okyanusu tecrübesi olan Süvari Ali Bey ile konuĢtuk. Onun da onayını aldık. Yapılan tetkikler neticesinde, bu geminin maharetli kaptanı ve personeli, Allah'ın izni ile oraya gider, geriye dönerler mi, Allah Kerim, onu bilemeyiz…" PadiĢah Sultan Abdülhamid Han "emir" vererek, gerekli görevlendirmeleri yapar… Alınan karar dahiyanedir. Hediyeler, iç denizlerde yüzebilecek olan ve kömür-yelkenle çalıĢan Ertuğrul Firkateyni ile götürülecektir. Böylece kimse Ertuğrul Firkateyni'ni batırmaya tenezzül bile etmeyecektir. Çünkü zaten kesin batacak gözüyle görüldüğü için kimse bu gemiyi dikkate almayacaktır…Ġngiliz ajanlarının talimatları ile hareket eden korsanlar, ikinci gemiyi bekleyeceklerdir… Ertuğrul Firkateyni yola çıkacak haberi o dönemin tüm kaynaklarında yazılıdır. Ġngilizler alay ederek "kesin batacağından" emin olduklarını açıklarlar…Bunlarda gösteriyor ki, yürürlüğe konulan bu plan kusursuz bir Ģekilde iĢlemiĢtir. DerviĢ, tıpkı KEHF Suresi'ndeki, Hz. Hızır'ın gemiyi delerek kusurlu göstermesi ve korsanların elinden; hem gemiyi hem de içindekileri kurtarması taktiğini uygulamıĢtır: Kehf Suresi 71.Ayet: "Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona Ģöyle dedi: 'Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iĢ yaptın.'" Böylece Sultan Abdülhamid Han'ın "çok değerli" hediyeleri bu gemi ile göndermeyeceğine herkes kanaat getirmiĢtir. Ertuğrul Firkateyni'nin önden gideceğini duyan Ġngilizler ve gayri Müslimler bu konuyu alay konusu yapmıĢlardır. Onlara göre birinci gemi olan Ertuğrul Firkateyni zaten batacaktır, önemli olan ikinci gemidir. Hatta bu ikinci geminin hangisi olacağına dair tahminler, Sultan'ın Melami Ġstihbaratçılarınca halk arasında, bilinçli bir Ģekilde yayılmıĢtı. Mükemmel bir plandı bu… Tarihi kaynaklarda, geminin seyir rotası olan SüveyĢ Kanalı'nda geminin birkaç kaza atlattığı, geminin kömürden tasarruf amacıyla yelkenlerle ilerlediği, Aden'de mola verdikten sonra Bombay'a hareket ettiği yazılıdır…Bu olaylardan sonra Ġngilizlerin, geminin hangi limana varmadan batacağına dair bahisler oynadıkları tarihi belgelerde yazılıdır. Bu konuda bilinmeyen sırrı Allah'ın izni ile yine ilk defa biz açıklayalım: "Uğranılan her Liman'da casuslar yine iĢ baĢındadırlar. Bunlara yem olsun diye yapılan kazalar, kasıtlı olarak (bilinçli bir Ģekilde) yapılmıĢ ve konu abartılarak bu söylentinin limanda yayılması sağlanmıĢtır. Böylece casuslar, atılan yemleri yutmuĢlardır…. Bu kusursuz planlar, hangi Ģartlar altında hazırlanıyordu? Biz bunları böyle kolayca anlatıyoruz ama ye bu olayları yaĢayanlar? Onlar hangi Ģartlarda bu planları yapıp uyguluyorlardı? BaĢta Cennet mekân Abdülhamid Han nasıl bir haldeydi? Zemini tahta olan küçük bir oda…Oda da sadece bir çini soba. Sultan bu oda da sabahlara kadar devleti için tefekkür halindedir. Böyle bir gecede, yine Sultan Devleti'nin bekası için derin düĢüncelere dalmıĢtır. DerviĢ Dede'yi huzura çağırır, istiĢare yapar. DerviĢ, Sultan'ın huzurundan ayrılırken, Sultan'a: "BağıĢlayın Sultan'ım. Gece gündüz, içinde bir küçük soba olan bu küçücük odada Devlet-i Aliye'yi düĢünürsünüz…Sizi Yıldız Sarayı'nda, saltanat içinde sananlar, Ģu manzarayı görseler….Ġrade buyurun Efendim, Ģu halinizi bir fotoğraflayalım da, halkınız bir görsün," der. Sultan, arada sırada, çok nadir olarak sarılmıĢ tütün sigara içerdi. Yine elinde sigara, derin düĢünceli bir yüz ifadesi ile DerviĢ'e : "Bu yaptığımız meziyet, marifet değildir. Vazifemizdir. Bırak, kim nasıl biliyorsa bilsin" der…

105

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş DerviĢin ısrarı üzerine, "tasarruf sende" diyerek, ricasını kırmak istemez. Bunun üzerine DerviĢ Sultan'ı bu Ģekilde fotoğraflamak istemez ama hayali çizimini yaptırarak gazeteye verir. Devrin Osmanlıca gazetelerine bu çizim yansır.Birkaç kez gazetelerde yayınlanır. AĢağıda, bu çizimin orijinalini ilk defa yayınlıyoruz:

Sultan Abdülhamid Han gazeteyi okuyup, resmi gördüğünde Ģöyle latife yapar: " ġimdi de Sultan sigara tiryakisi diye yazar ve yayarlar. Hadi bu ne ise de, çıkar bir deyyus, içki içtiğimiz konusunda iftira atar." Bunun üzerine DerviĢ: "HaĢa Sultan'ım, sizi kıyamete kadar; torunlarınız, evlatlarınız, milletiniz gayet iyi anlayacaklardır, " der. Evet, Yıldız Sarayı'nda çok büyük yemek davetleri verilirdi. Sultan, bu yemeklere görevi gereği katılırdı. Oysa hayatı, küçük bir oda da, derin tefekkürler içinde geçiyordu… Tekrar Ertuğrul Firkateyni'ne dönecek olursak: ERTUĞRUL FĠRKATEYNĠ JAPON YOLNDA Ertuğrul Firkateyni Japonya'ya doğru hareket etmeden evvel, hediyeler ve Robot Alamet büyük bir gizlilik içinde gemiye yüklenir. Geminin çürüyebilecek tahtaları değiĢtirilir. Çok iyi eğitimli askeri personelin yanına bir

106

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş de marangoz ustası eklenir. Gemide DerviĢ Dede'nin özel yetiĢtirdiği birkaç personel de vardır. Bunlar Alamet'in güvenliğinden sorumlu kiĢilerdir. DerviĢ Dede, Musa Dede'ye bir gün Ģöyle diyecektir: "Bizim delilerden birkaç kiĢi koyduk gemiye…" Ertuğrul Firkateyni, 14 Temmuz 1889'da 612 kiĢilik heyetle Ġstanbul'dan Japonya'ya doğru hareket eder. Birçok badireler atlatılır yolda…Uğranılan limanlarda gemiye karĢı büyük bir ilgi vardır. Bombaylılar,Ertuğrul Firkateyni'ni görmek için limana akın ederler. Singapur'da, küçük gemiler, Ertuğrul Firkateyni'ni Osmanlı Sancakları ve sloganlarla karĢılarlar…Gemi ile ilgili daha birçok anlatılacak olay var ama biz Alamet ile olan bölümüne devam edelim: BaĢta Ġngilizler olmak üzere, diğerleri de, bu gemide bir Ģey olmadığını sandıkları için gemiyi pek dikkate almadılar…Böyle sanmalarının diğer bir nedeni de, gemi uğradığı limanlarda halkın ziyaretine açılmasıydı. Bu da gemide önemli bir Ģey olmadığı intibaını uyandırdı… DerviĢ Dede'nin, "deliler" dediği ekibin içinde bir AĢık DerviĢ vardı. Bu AĢık'ın hikâyesi de Ģöyle idi: Japon elçinin Ġstanbul'u ziyaret ettiği gemi ile beraber gelen, bir gemi görevlisinin kızına "aĢık" olmuĢtur. Bunu bilen DerviĢ Dede, Japonya'ya giden heyete bu AĢık'ı da katar. Olur da Japonya'da aĢık olduğu kızı görür diye…Musa Dede bu olayı Ģöyle yorumlar: "AĢık dağ deler, sevdiğine kavuĢsun diye. Bu AĢık'ta Alamet'in sağ selim yerine ulaĢması için canını ortaya koyar. Ne güzel düĢünülmüĢ, hem sevap hem…." Saygılarımla... Oktan KELEġ [email protected]

107

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 11. Bölüm: Hasat Makinesi

Oktan KeleĢ, SIRDAġ yazı dizisinin 11. Bölümünde tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuĢ, 'Hasat Makinesini' gün yüzüne çıkarıyor... 19 Temmuz 2010 12:50

SULTAN ABDÜLHAMĠD HAN VE HASAT MAKĠNESĠ

Yüzde yüz yerli olan ve tamamı Osmanlı mühendisleri tarafından tasarlanan „Yıldız Biçer‟ günümüz „biçer döver‟lerinin öncüsüydü.

Yıl 1899. Cennet mekân Sultan Abdülhamid Han, tarıma çok büyük önem veriyordu. Bu konuya daha önceki bir yazımızda yine değinmiĢtik. http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=21

108

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Sultan, bunca meĢakkatin arasında tarıma ayrı bir ilgi gösteriyor; tarımda ileri tekniklerin kullanılması ve yeni tekniklerin bulunması konusunda görev vermiĢ olduğu mühendislere bu konularda ellerinden geleni yapmaları için ısrar ediyordu. Özellikle tohumculukla ilgili çalıĢmalarda önemli baĢarılar kazanılmıĢtı. http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=21 Tarımda insan gücüne dayalı, ilkel bir metot olan; ürün toplama/hasat yöntemi, oldukça zaman alıyor ve beklenen verimi de sağlamıyordu. Frenk diyarlarında, bir çoğunun tarım ülkesi olmamasına rağmen, tarımda kullanılan bir çok makinenin var olduğu biliniyordu. Osmanlı niye kendi tarım makinesini yapmasın ki? Zira Osmanlı tebaasının çoğunluğu geçimini tarımdan sağlıyordu, yani tam bir tarım toplumuydu. Bu konu bir ferman ile gündeme getirildi. Tarım makineleri yapılacaktı. Hem de bu tarım makinelerini Osmanlı mühendisleri yapacaklardı. Yapılan makine, tamamen yerli bir üretim olacaktı… Fermanın gereğinin yapılması için hemen çalıĢmalara baĢlanıldı. Bu konuyla ilgili olarak, Bursa ili tarım mühendislerinden RüĢtü Bey görevlendirilmiĢti. RüĢtü Bey‟in baĢkanlığında bir ekip kurulur ve çalıĢmalara baĢlanılır. Yapılan bu çalıĢmalar neticesinde çok iĢlevli bir hasat biçme makinesi meydana getirilir. Ġcat edilen bu makine çok yönlüydü: Hasat biçiyor, ürünlerin ayrıĢımını yapıyor ve ürünlerin balyalanmasını sağlıyordu…

(Bursa Ziraat Mektebi Hasat Biçme Makinesi Mühendisleri ve öğrencileri ile hatıra fotoğrafı…)

Bu konuyla ilgili olarak Yıldız Sarayı‟na, Sultan Abdülhamid Han‟a detaylı bir rapor sunulmuĢtu. Elimizdeki kayıtlardan öğrendiğimize göre, bu makineden üç adet yapıldığı bilinmektedir. Yapılan bu makinelerin daha sonraki akıbetleri bilinmemekle beraber, bilinen kayıtlar Ģunlardır; Ruslar, bu makineyi görüp, makinenin planlarını o döneminin casusluluk teknikleriyle elde etmiĢlerdir. Hatta daha sonra Ruslar, Sultan Abdülhamid Han‟a bir heyet göndererek, bu makinenin üretimi için bazı anlaĢmalar önermiĢlerdir.

109

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş Ġcat edilen bu makinenin ismini RüĢtü Bey‟in koyduğu bilinmekte olup, dövme harflerle bu isim, makinenin üzerine yazılmıĢtır: YILDIZ BĠÇER…

Yüzde yüz yerli olan ve tamamı Osmanlı mühendisleri tarafından tasarlanan makine, SIRDAġ‟ın kayıtlarına, DERVĠġ‟in Ģahitliğinde numara verilerek onaylanmıĢ ve Ģerh düĢülmüĢtür. ġimdilerde Ģu soruyu sorabiliriz: Acaba „döver biçer‟ ismi Abdülhamid Han‟ın bu makinesinden mi ilham alınmıĢtır?

110

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 12. Bölüm: Belgelerle Medusa ve ġahmeran

Oktan KeleĢ, Medusa ile ilgili bilinmeyenleri ilk defa açıklıyor. On Altı Yıldız, tarih yazımına katkı yapmaya devam ediyor... 5 Ağustos 2010 14:35

BELGELERLE MEDUSA VE ġAHMERAN

Medusa hakkında, bugüne kadar ortaya çıkmamıĢ, tarihi öneme haiz bir belge ile yine bilinmeyenleri açıklıyoruz. Medusa ile ilgili olarak; rivayetler, mistik hikâyeler, inançlar vs. birbirinden farklı birçok anlatım günümüze kadar ulaĢmıĢtır. Ayrıca Medusa hakkında bugüne kadar pek çok efsane anlatılmıĢtır… Medusa, bir kadındır. Saç örgüleri yılan Ģeklindedir. Baktığı insanı „taĢ‟ eder vs. gibi rivayetleri burada uzun uzun anlatmayacağım.

111

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

2010 yılının ilk yarısında Medusa karakterine, „Titanların SavaĢı‟ filminde rastladık. Filmin afiĢine baktığımızda; kafası kesilmiĢ halde bulunan Medusa‟nın saçları yılanlı haliyle baĢta büyük Ģehirlerimiz olmak üzere her yerde bilboardlara asıldı.

Medusa ile ilgili olarak bizim tarihimizde de çok az bilgi vardır: Kime sorsanız, „Ġstanbul Sultanahmet‟te, Yerebatan Sarnıcı‟nda Medusa‟nın mezarı/heykelleri var‟ diyeceklerdir. Dev mermer sütunlar, birkaç mermer sütün üzerinde Medusa‟nın kabartma taĢ üzerine iĢlenmiĢ yüzü ve saçları yılanlı hali ve buna benzer figürler… Bunlara ek olarak Medusa ile ilgili bilgiler, Yerebatan Sarnıcı tanıtım kitapçığında yer almaktadır.

112

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Anlatılanlar ne kadar doğru ne kadar yanlıĢ, bilemeyiz… „Tarih belge ile yapılır.‟ diyenlere Ģimdi bazı belgeler göstereceğiz. Tarihin tozlu sayfalarını arayalım: SırdaĢ‟tan Medusa ile ilgili öyle bir belge ve bilgi çıkmıĢtır ki, bu konuda bilinen bütün ezberleri bozmuĢtur. ġimdi konuyu SırdaĢ‟ın kayıtlarından izleyelim: Yıl 1456. Fatih Sultan Mehmet‟in huzuruna, Venedik‟ten, Ġtalyan asıllı bir heyet gelir. Sultan‟a sunmak üzere, birçok değerli hediyeler vardır yanlarında. Araya hatırlı kiĢileri, elçileri aracı yaparak, Fatih Sultan Mehmet ile ısrarla görüĢme talep ederler. PadiĢah, gelen bu heyeti, onca rica ve minnete rağmen huzuruna kabul etmez. Elçilerle görüĢmesi için Vezir-i Azam‟ı görevlendirir. Venedik‟ten gelen bu heyet, çaresiz, Vezir-i Azam ile görüĢürler. GörüĢmenin konusu: "Sultanahmet‟te bulunan Yerebatan Sarnıcı ve içinde bulunan hazine" ile ilgilidir. GörüĢmenin konusu oldukça ilgi çekicidir. Hazineden bahseden heyet, Vezir-i

113

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Azam‟a hazinenin yerini söylemez… Hazinenin yerini söylemek için Ģu Ģartı öne sürerler: “Hazinenin yerini, sadece PadiĢah‟a” söyleyeceklerdir. Bunun için, tekrar PadiĢah‟tan görüĢme talebinde bulunurlar. Vezir-i Azam, heyet ile aralarında geçen konuĢmaları PadiĢah‟a aktarır. Fatih Sultan Mehmet Han‟ın siyasi dehası bilinmektedir. „Bu iĢin içinde bir iĢ olabilir,‟ diyerek heyetten bir temsilci ile görüĢmeyi kabul eder. Belirlenen tarihte, seçilen temsilci, Fatih‟in huzuruna çıkar ve Ģunları anlatır: „Yerebatan Sarnıcı diye bilinen mekânın içersinde bir hazine vardır. Hazine denilen Ģey; altın, gümüĢ, mücevher gibi maddi değeri olan Ģeyler değildir. Hazine, özel yapılmıĢ bir lahit ve lahdin içindeki cesettir.‟ Bu lahit ve içindeki ceset, Venedikli elçiye göre, „hazine değerindedir.‟ Cesedin ise „Medusa‟ diye adlandırılan efsanevî kiĢiye ait olduğu belirtilir. Bu ceset, mumyalanmıĢ haldedir, Medusa diye tabir edilen saçları yılanbaĢı ile yaratığı andıran bir Ģekildedir. Fatih Sultan Mehmet Han‟dan talepleri ise; „kendileri için çok önemli olan bu lahdi ve içindeki cesedi‟ gelen bu heyete vermeleridir. Bu lahdin ve içindeki cesedin kendilerine verilmesi karĢılığında da, Fatih‟e birçok Ģey önerdikleri bilinmektedir. SırdaĢ‟a kadar intikal eden bu bilgiler arasında, bir de Ģunlar da vardır: „Venedik‟ten gelen elçilerin Hıristiyanlarla bir alakası olmadığı, gizemli, paganist bir tarikatın üyeleri olduğu‟ bilgisi de vardır. Bundan sonrası hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır… Fatih Sultan Mehmet‟in bu lahdin, çıkarılıp çıkarılmamasına izin verip vermediği ile ilgili sır bilgiler Abdülhamid Han‟a kadar ulaĢır. Abdülhamid Han, bu eksik kayıtları büyük bir ilgi ile takip eder ve iĢin ehillerine de konuyu incelettirir. Abdülhamid Han‟ın bu iĢle ilgilenerek takip etmesi, Medusa ile ilgili olarak, tarihi yanlıĢların önüne geçilmesini sağlamıĢtır. Sultan‟ın uzak görüĢlülüğü sayesinde, maksatlı olarak çarpıtılan bazı bilgilerin, doğru bir Ģekilde günümüze kadar ulaĢması temin edilmiĢtir. Sultan, SırdaĢ‟a da öyle bir delil koyar ki, iĢte ilk defa Türk ve dünya tarihine katkı olacak bu tarihi belgeyi sizlere sunacağız. Sultan Abdülhamid Han‟ın, gizemli olaylara, sırlı hikâyelere olan ilgisi bilinmektedir. Sherlock Holmes‟in hikâyelerini, Ġngilizceden Osmanlıcaya çevirttiği, okuduğu ve kütüphanesine koyduğu yine Homeros‟un, Ġlyada ve Odysseia isimli eserlerini de aynı Ģekilde çevirtip, okuduğu bilinmektedir. Abdülhamid Han‟nın, Medusa ile ilgilenmesinin sebebi, SırdaĢ'taki kayıtlardan hariç; Sultan‟a, bu konu ile ilgili olarak yine birkaç elçinin geldiği, Vezirlerine, Yerebatan Sarnıcı‟ndaki hazine ile ilgili bir Ģeyler fısıldadıkları, bu konuya olan ilgisini daha da arttırmıĢtır.

114

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Abdülhamid Han, Devlet-i Âliye‟nin bunca iĢi arasında, bu konuyu da ihmal etmemiĢ, görevlendirdiği birkaç kiĢi ile bu konunun iyice araĢtırılmasını sağlamıĢtır. Medusa ile ilgili olarak gelen heyetle, Sultan‟ın vazife verdiği görevliler temasa geçmiĢ, edinilen bilgiler PadiĢah‟a rapor edilmiĢtir. AraĢtırma neticesinde, gelen kiĢilerin kimlikleri ve ait oldukları teĢkilatı (muhtemelen Ġlluminati tarzı bir örgüt) öğrenen Sultan Abdülhamid Han, bu heyetin taleplerini geri çevirmiĢ ve heyetten aktarılan bilgiler doğrultusunda da bu lahdi çıkarmaya karar vermiĢtir. (Arada yine birçok olay olmuĢtur ki, biz bu kısımları Ģimdilik geçiyoruz.) Abdülhamid Han‟ın görevlendirdiği bir heyet, DerviĢ‟in emri altında 'Medusa' ile ilgili çalıĢmaya baĢlamıĢ, bu ekibe Yıldız Ġstihbaratı‟nın en seçkin üyeleri de eĢlik etmiĢtir. Uzun uğraĢlar sonucunda, Yerebatan Sarnıcı‟nın -bugün kapanan dehlizlerinde- söz konusu lahit bulunmuĢtur. Burada kısa bir not yazmakta fayda var: Bugünkü Yerebatan Sarnıcı birçok dehlizlere sahiptir. Bir ucu Haliç‟e, bir ucu Ayasofya‟ya hatta “Binbirdirek Sarnıcı” ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Günümüze gelene kadar, dehlizlere duvarlar çekilmiĢ, ağızları kapatılmıĢ, birçok sırrı da örtülmüĢtür. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz günlerde; “Ayasofya‟nın Sırrı Ortaya Çıktı” diye büyük bir hengâme kopmuĢ ve bu olay medyada geniĢ yankı bulmuĢtu. (http://www.hurriyet.com.tr/pazar/12196331.asp) Bu dehlizlerden birine girilmiĢ ve çekimler yapılmıĢtı. Bir grup arkeolog ve bilim adamı eĢliğinde yapılan bu çalıĢmalar neticesinde, Ayasofya‟nın 150-200 metre altındaki derinliklerde su kuyularının bulunduğu, Ġngilizlerin Ġstanbul‟u iĢgal ettikleri dönemde, Ġngiliz askerlerinin bu kuyulara girip öldükleri anlaĢılmıĢtır. Ölen askerlerin eĢyaları da teĢhir edilmiĢtir. Yapılan bu çalıĢmalar neticesinde, dehlizlerin nerelere kadar gittiği bilinmiyor, bu konuda yapılan çalıĢmalar ne aĢamada bilmiyoruz. Acaba yapılan bu çalıĢmaların Medusa‟nın lahdi ile ilgisi var mı, bilmiyoruz… Yine geçtiğimiz günlerde, Ġstanbul‟un röntgeni çekilmiĢtir. Bu çekimler neticesinde, bugünkü ÇemberlitaĢ‟ın alt kısımlarında, Yerebatan Sarnıcı gibi bir yapının olduğu tespit edilmiĢtir. Sarnıcın korunması ile ilgili medyada son zamanlarda birçok haber çıkmaktadır. (http://www.haber7.com/haber/20100726/Yerebatan-Sarnici-her-an-cokebilir.php) Sarnıcı korumak için üzerindeki bazı yerlerin kapatılacağı söylenmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Dünya Bankası‟nın da finans ayırdığı bilinmektedir. Acaba bu bölgeye olan ilgi nedendir? Biz yine konumuza dönelim: Abdülhamid Han‟ın araĢtırmaları netice vermiĢ ve lahit bulunmuĢtu. Abdülhamid Han lahdi bizzat yerinde görmüĢ, tonlarca ağırlıktaki bu lahdin kapağı indirilmiĢ, lahdin içinde görenleri dehĢete düĢüren bir yaratık görülmüĢtür.

115

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ġnsan baĢına benzeyen, kıvrımlı kıvrımlı dev bir yılan gibi, mumyalanmıĢ, ancak bozulmaya baĢlamıĢ bu yaratığı, orada bulunan çok az kiĢi görmüĢ ve onu görenler hayretler içerisinde kalmıĢlardır. Abdülhamid Han, bir fermanla, lahdin derhal korunmaya alınmasını, görülen bu lahdin ve içindeki yaratığın kimseye anlatılmamasını emretmiĢtir. Abdülhamid Han, bu konuyla ilgili olarak, ne yapacaklarına dair istiĢare etmek için, derin ehli ulema ve gönül gözü açık kiĢilerle çok gizli bir toplantı yapmıĢtır. Yapılan bu toplantı neticesinde; ortaya bir çok görüĢ atılmasına rağmen, Ģu görüĢ ağırlık kazanmıĢtır: Lahit ve içindeki cesed, halkta çeĢitli fitnelere sebep olunmaması için gizlenecektir. Ancak Abdülhamid Han, DerviĢ ve SırdaĢ‟ın bu konuyla alakalı bir tereddütleri vardır: Bu lahdi tekrar saklarlarsa, bu lahdin sırrını bilen Ģer güçler, ona büyük önem atfedenler, bu lahdin yerini tekrar öğrenebilirler mi? Ertesi sabah ayrı bir heyetle konuyu istiĢare eden Sultan Abdülhamid Han, yine zekice bir karar vermiĢtir: Lahit, gün ıĢığına çıkarılacak ancak içindeki ceset/yaratık gizlenecektir. Abdülhamid Han, bu cesedin neye ait olduğunu merak etmiĢ ve öğrenmek istemiĢti. Bu ceset, neye ait olabilirdi? Bunun için yurt dıĢından ünlü bir biyolog bilim adamı getirildi. Cesedi, bu bilim adamına gösterdiler. Cesedi gören bilim adamı, dehĢete düĢtü. Getirilen bu bilim adamı, incelemesinin neticesini PadiĢaha sundu. Raporda Ģu ibareler oldukça dikkat çekiciydi: „Bu bozulmaya baĢlamıĢ olan, dev görünümlü, insan baĢına benzeyen, yılan gibi kıvrılmıĢ bu yaratık, muhtemelen dinozor çağından kalan dev bir yılan veya dinozora benzeyen bir yaratık…‟ Bozulmaya baĢlamıĢ olan bu mumya, insan baĢını andırdığı için mi insan denmekteydi? Acaba bu cesedi halk görseydi ne derdi? Belki de „dev bir ejderha‟ diye adlandıracaktı. En ilginç olanı ise, o lahdin orada olduğunu ve lahdin sırrını bilen birilerinin (Ģeytani bir tarikat) asırlarca orada ayin yapmalarıdır. Bu sırrı Fatih döneminde, Fatih‟in bildiğine göre, bu örgüt, lahit ile ilgili sırrı kendi üyelerine, lahitteki cesedi göstererek veriyorlardı. Ta ki, Ģöyle bir kayıta rastladıktan sonra iĢin durumu değiĢmiĢ olabilirdi: Bir çingene çocuğu, rivayetlere göre dehlizlerden birine girmiĢ, çıkamamıĢ, cesedi gördükten sonra o da sırra vakıf olmuĢ, dıĢarı çıktıktan sonra tüm Ġstanbul halkına: „Ben ġahmeran‟ı (yarı insan yarı yılan) gördüm demesiyle ve bu söylentinin yayılmasıyla olayın boyutu baĢka bir yöne kaymıĢtır. Kayıtlarda kopukluk olduğu için biz kara kaplı SırdaĢ‟taki kayıtları esas alıyoruz.

116

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ‟ta bu konuyla ilgili ayrıca Ģunlar yazılı: Tonlarca ağırlıktaki bu lahdi, devrin en güçlü hamal ve tulumbacıları, urganlarla, bin bir güçlükle gün yüzüne çıkarmıĢlar, bugünkü Fatih Camii‟nin avlusuna götürüp, halka kısa bir süreliğine teĢhir etmiĢlerdir. Sultan Abdülhamid Han‟ın emriyle lahdin resmi çekilmiĢ ve devrin gazetelerinde yayınlattırılmıĢtır. ĠĢte o dönemde yayınlanan Resimli Gazete de çıkan bu belgeyi sizlere sunuyoruz:

(Tulumbacıların ellerindeki kalın urganlarla çıkarılan Lahit)

117

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

ĠĢin ilginç kısmı, kara kaplıya giren lahdin yayınlandığı bu gazete, daha sonra bilinmeyen bir güç tarafından o dönemde toplatılmıĢ, geride kalan nüshaları ise örtbas edilip, farklı hikâyeler anlatılarak konu özünden saptırılmıĢtır.

118

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Fatih Camii‟ndeki teĢhirden sonra lahit oradan alınıp, Molla Fenari Ġsa Camii‟nin yanında bulunan, kraliçe mezarlarının yanında bir yere konulmuĢ, bundan sonra ki akıbeti bilinmemekle beraber, bu lahdin peĢine bir çok yabancının düĢtüğü bilinmektedir. (Ġsteyen Molla Fenari Camii‟nin tarihini araĢtırabilir.) ġahmeran‟ın bu yaratıkla ilgisi var mıdır? Medusa hakkındaki bu bilgiler, Abdülhamid Han‟a okunduktan ve onayını aldıktan sonra Kara Kaplı‟ya kayıt edilmiĢtir. ġimdi bu konuyla ilgili bazı notlar düĢelim: * Konstantin'in mezarı Fatih‟in türbesinde değildir, bunu söyleyenler yalan söylüyorlar. * Lahit neden Fatih Camii‟si avlusunda teĢhir edilmiĢtir? Bu konuda Fatih‟in vasiyeti olabileceğinden Ģüpheleniyoruz. * Yahudi asıllı yazar Kafka‟nın, hiç basılmayan bir eseri, bir kadının bavulundan çıktı. Ġsrail neden ısrarla bu eseri istiyor? Almanya neden bu eseri vermek istemiyor? * Kafka‟nın, basılmayan bu eserinde; „bu yaratıkla ilgili bilgilerin‟ olduğu kulaklara fısıldanıyor…

Saygılarımla… Oktan KeleĢ/On Altı Yıldız [email protected]

119

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 12. Bölüm: Belgelerle Medusa ve ġahmeran

Oktan KeleĢ, Medusa ile ilgili bilinmeyenleri ilk defa açıklıyor. On Altı Yıldız, tarih yazımına katkı yapmaya devam ediyor... 5 Ağustos 2010 14:35

BELGELERLE MEDUSA VE ġAHMERAN

Medusa hakkında, bugüne kadar ortaya çıkmamıĢ, tarihi öneme haiz bir belge ile yine bilinmeyenleri açıklıyoruz. Medusa ile ilgili olarak; rivayetler, mistik hikâyeler, inançlar vs. birbirinden farklı birçok anlatım günümüze kadar ulaĢmıĢtır. Ayrıca Medusa hakkında bugüne kadar pek çok efsane anlatılmıĢtır… Medusa, bir kadındır. Saç örgüleri yılan Ģeklindedir. Baktığı insanı „taĢ‟ eder vs. gibi rivayetleri burada uzun uzun anlatmayacağım.

120

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

2010 yılının ilk yarısında Medusa karakterine, „Titanların SavaĢı‟ filminde rastladık. Filmin afiĢine baktığımızda; kafası kesilmiĢ halde bulunan Medusa‟nın saçları yılanlı haliyle baĢta büyük Ģehirlerimiz olmak üzere her yerde bilboardlara asıldı.

Medusa ile ilgili olarak bizim tarihimizde de çok az bilgi vardır: Kime sorsanız, „Ġstanbul Sultanahmet‟te, Yerebatan Sarnıcı‟nda Medusa‟nın mezarı/heykelleri var‟ diyeceklerdir. Dev mermer sütunlar, birkaç mermer sütün üzerinde Medusa‟nın kabartma taĢ üzerine iĢlenmiĢ yüzü ve saçları yılanlı hali ve buna benzer figürler… Bunlara ek olarak Medusa ile ilgili bilgiler, Yerebatan Sarnıcı tanıtım kitapçığında yer almaktadır.

121

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Anlatılanlar ne kadar doğru ne kadar yanlıĢ, bilemeyiz… „Tarih belge ile yapılır.‟ diyenlere Ģimdi bazı belgeler göstereceğiz. Tarihin tozlu sayfalarını arayalım: SırdaĢ‟tan Medusa ile ilgili öyle bir belge ve bilgi çıkmıĢtır ki, bu konuda bilinen bütün ezberleri bozmuĢtur. ġimdi konuyu SırdaĢ‟ın kayıtlarından izleyelim: Yıl 1456. Fatih Sultan Mehmet‟in huzuruna, Venedik‟ten, Ġtalyan asıllı bir heyet gelir. Sultan‟a sunmak üzere, birçok değerli hediyeler vardır yanlarında. Araya hatırlı kiĢileri, elçileri aracı yaparak, Fatih Sultan Mehmet ile ısrarla görüĢme talep ederler. PadiĢah, gelen bu heyeti, onca rica ve minnete rağmen huzuruna kabul etmez. Elçilerle görüĢmesi için Vezir-i Azam‟ı görevlendirir. Venedik‟ten gelen bu heyet, çaresiz, Vezir-i Azam ile görüĢürler. GörüĢmenin konusu: "Sultanahmet‟te bulunan Yerebatan Sarnıcı ve içinde bulunan hazine" ile ilgilidir. GörüĢmenin konusu oldukça ilgi çekicidir. Hazineden bahseden heyet, Vezir-i

122

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Azam‟a hazinenin yerini söylemez… Hazinenin yerini söylemek için Ģu Ģartı öne sürerler: “Hazinenin yerini, sadece PadiĢah‟a” söyleyeceklerdir. Bunun için, tekrar PadiĢah‟tan görüĢme talebinde bulunurlar. Vezir-i Azam, heyet ile aralarında geçen konuĢmaları PadiĢah‟a aktarır. Fatih Sultan Mehmet Han‟ın siyasi dehası bilinmektedir. „Bu iĢin içinde bir iĢ olabilir,‟ diyerek heyetten bir temsilci ile görüĢmeyi kabul eder. Belirlenen tarihte, seçilen temsilci, Fatih‟in huzuruna çıkar ve Ģunları anlatır: „Yerebatan Sarnıcı diye bilinen mekânın içersinde bir hazine vardır. Hazine denilen Ģey; altın, gümüĢ, mücevher gibi maddi değeri olan Ģeyler değildir. Hazine, özel yapılmıĢ bir lahit ve lahdin içindeki cesettir.‟ Bu lahit ve içindeki ceset, Venedikli elçiye göre, „hazine değerindedir.‟ Cesedin ise „Medusa‟ diye adlandırılan efsanevî kiĢiye ait olduğu belirtilir. Bu ceset, mumyalanmıĢ haldedir, Medusa diye tabir edilen saçları yılanbaĢı ile yaratığı andıran bir Ģekildedir. Fatih Sultan Mehmet Han‟dan talepleri ise; „kendileri için çok önemli olan bu lahdi ve içindeki cesedi‟ gelen bu heyete vermeleridir. Bu lahdin ve içindeki cesedin kendilerine verilmesi karĢılığında da, Fatih‟e birçok Ģey önerdikleri bilinmektedir. SırdaĢ‟a kadar intikal eden bu bilgiler arasında, bir de Ģunlar da vardır: „Venedik‟ten gelen elçilerin Hıristiyanlarla bir alakası olmadığı, gizemli, paganist bir tarikatın üyeleri olduğu‟ bilgisi de vardır. Bundan sonrası hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır… Fatih Sultan Mehmet‟in bu lahdin, çıkarılıp çıkarılmamasına izin verip vermediği ile ilgili sır bilgiler Abdülhamid Han‟a kadar ulaĢır. Abdülhamid Han, bu eksik kayıtları büyük bir ilgi ile takip eder ve iĢin ehillerine de konuyu incelettirir. Abdülhamid Han‟ın bu iĢle ilgilenerek takip etmesi, Medusa ile ilgili olarak, tarihi yanlıĢların önüne geçilmesini sağlamıĢtır. Sultan‟ın uzak görüĢlülüğü sayesinde, maksatlı olarak çarpıtılan bazı bilgilerin, doğru bir Ģekilde günümüze kadar ulaĢması temin edilmiĢtir. Sultan, SırdaĢ‟a da öyle bir delil koyar ki, iĢte ilk defa Türk ve dünya tarihine katkı olacak bu tarihi belgeyi sizlere sunacağız. Sultan Abdülhamid Han‟ın, gizemli olaylara, sırlı hikâyelere olan ilgisi bilinmektedir. Sherlock Holmes‟in hikâyelerini, Ġngilizceden Osmanlıcaya çevirttiği, okuduğu ve kütüphanesine koyduğu yine Homeros‟un, Ġlyada ve Odysseia isimli eserlerini de aynı Ģekilde çevirtip, okuduğu bilinmektedir. Abdülhamid Han‟nın, Medusa ile ilgilenmesinin sebebi, SırdaĢ'taki kayıtlardan hariç; Sultan‟a, bu konu ile ilgili olarak yine birkaç elçinin geldiği, Vezirlerine, Yerebatan Sarnıcı‟ndaki hazine ile ilgili bir Ģeyler fısıldadıkları, bu konuya olan ilgisini daha da arttırmıĢtır.

123

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Abdülhamid Han, Devlet-i Âliye‟nin bunca iĢi arasında, bu konuyu da ihmal etmemiĢ, görevlendirdiği birkaç kiĢi ile bu konunun iyice araĢtırılmasını sağlamıĢtır. Medusa ile ilgili olarak gelen heyetle, Sultan‟ın vazife verdiği görevliler temasa geçmiĢ, edinilen bilgiler PadiĢah‟a rapor edilmiĢtir. AraĢtırma neticesinde, gelen kiĢilerin kimlikleri ve ait oldukları teĢkilatı (muhtemelen Ġlluminati tarzı bir örgüt) öğrenen Sultan Abdülhamid Han, bu heyetin taleplerini geri çevirmiĢ ve heyetten aktarılan bilgiler doğrultusunda da bu lahdi çıkarmaya karar vermiĢtir. (Arada yine birçok olay olmuĢtur ki, biz bu kısımları Ģimdilik geçiyoruz.) Abdülhamid Han‟ın görevlendirdiği bir heyet, DerviĢ‟in emri altında 'Medusa' ile ilgili çalıĢmaya baĢlamıĢ, bu ekibe Yıldız Ġstihbaratı‟nın en seçkin üyeleri de eĢlik etmiĢtir. Uzun uğraĢlar sonucunda, Yerebatan Sarnıcı‟nın -bugün kapanan dehlizlerinde- söz konusu lahit bulunmuĢtur. Burada kısa bir not yazmakta fayda var: Bugünkü Yerebatan Sarnıcı birçok dehlizlere sahiptir. Bir ucu Haliç‟e, bir ucu Ayasofya‟ya hatta “Binbirdirek Sarnıcı” ile bağlantılı olduğu bilinmektedir. Günümüze gelene kadar, dehlizlere duvarlar çekilmiĢ, ağızları kapatılmıĢ, birçok sırrı da örtülmüĢtür. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz günlerde; “Ayasofya‟nın Sırrı Ortaya Çıktı” diye büyük bir hengâme kopmuĢ ve bu olay medyada geniĢ yankı bulmuĢtu. (http://www.hurriyet.com.tr/pazar/12196331.asp) Bu dehlizlerden birine girilmiĢ ve çekimler yapılmıĢtı. Bir grup arkeolog ve bilim adamı eĢliğinde yapılan bu çalıĢmalar neticesinde, Ayasofya‟nın 150-200 metre altındaki derinliklerde su kuyularının bulunduğu, Ġngilizlerin Ġstanbul‟u iĢgal ettikleri dönemde, Ġngiliz askerlerinin bu kuyulara girip öldükleri anlaĢılmıĢtır. Ölen askerlerin eĢyaları da teĢhir edilmiĢtir. Yapılan bu çalıĢmalar neticesinde, dehlizlerin nerelere kadar gittiği bilinmiyor, bu konuda yapılan çalıĢmalar ne aĢamada bilmiyoruz. Acaba yapılan bu çalıĢmaların Medusa‟nın lahdi ile ilgisi var mı, bilmiyoruz… Yine geçtiğimiz günlerde, Ġstanbul‟un röntgeni çekilmiĢtir. Bu çekimler neticesinde, bugünkü ÇemberlitaĢ‟ın alt kısımlarında, Yerebatan Sarnıcı gibi bir yapının olduğu tespit edilmiĢtir. Sarnıcın korunması ile ilgili medyada son zamanlarda birçok haber çıkmaktadır. (http://www.haber7.com/haber/20100726/Yerebatan-Sarnici-her-an-cokebilir.php) Sarnıcı korumak için üzerindeki bazı yerlerin kapatılacağı söylenmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Dünya Bankası‟nın da finans ayırdığı bilinmektedir. Acaba bu bölgeye olan ilgi nedendir? Biz yine konumuza dönelim: Abdülhamid Han‟ın araĢtırmaları netice vermiĢ ve lahit bulunmuĢtu. Abdülhamid Han lahdi bizzat yerinde görmüĢ, tonlarca ağırlıktaki bu lahdin kapağı indirilmiĢ, lahdin içinde görenleri dehĢete düĢüren bir yaratık görülmüĢtür.

124

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Ġnsan baĢına benzeyen, kıvrımlı kıvrımlı dev bir yılan gibi, mumyalanmıĢ, ancak bozulmaya baĢlamıĢ bu yaratığı, orada bulunan çok az kiĢi görmüĢ ve onu görenler hayretler içerisinde kalmıĢlardır. Abdülhamid Han, bir fermanla, lahdin derhal korunmaya alınmasını, görülen bu lahdin ve içindeki yaratığın kimseye anlatılmamasını emretmiĢtir. Abdülhamid Han, bu konuyla ilgili olarak, ne yapacaklarına dair istiĢare etmek için, derin ehli ulema ve gönül gözü açık kiĢilerle çok gizli bir toplantı yapmıĢtır. Yapılan bu toplantı neticesinde; ortaya bir çok görüĢ atılmasına rağmen, Ģu görüĢ ağırlık kazanmıĢtır: Lahit ve içindeki cesed, halkta çeĢitli fitnelere sebep olunmaması için gizlenecektir. Ancak Abdülhamid Han, DerviĢ ve SırdaĢ‟ın bu konuyla alakalı bir tereddütleri vardır: Bu lahdi tekrar saklarlarsa, bu lahdin sırrını bilen Ģer güçler, ona büyük önem atfedenler, bu lahdin yerini tekrar öğrenebilirler mi? Ertesi sabah ayrı bir heyetle konuyu istiĢare eden Sultan Abdülhamid Han, yine zekice bir karar vermiĢtir: Lahit, gün ıĢığına çıkarılacak ancak içindeki ceset/yaratık gizlenecektir. Abdülhamid Han, bu cesedin neye ait olduğunu merak etmiĢ ve öğrenmek istemiĢti. Bu ceset, neye ait olabilirdi? Bunun için yurt dıĢından ünlü bir biyolog bilim adamı getirildi. Cesedi, bu bilim adamına gösterdiler. Cesedi gören bilim adamı, dehĢete düĢtü. Getirilen bu bilim adamı, incelemesinin neticesini PadiĢaha sundu. Raporda Ģu ibareler oldukça dikkat çekiciydi: „Bu bozulmaya baĢlamıĢ olan, dev görünümlü, insan baĢına benzeyen, yılan gibi kıvrılmıĢ bu yaratık, muhtemelen dinozor çağından kalan dev bir yılan veya dinozora benzeyen bir yaratık…‟ Bozulmaya baĢlamıĢ olan bu mumya, insan baĢını andırdığı için mi insan denmekteydi? Acaba bu cesedi halk görseydi ne derdi? Belki de „dev bir ejderha‟ diye adlandıracaktı. En ilginç olanı ise, o lahdin orada olduğunu ve lahdin sırrını bilen birilerinin (Ģeytani bir tarikat) asırlarca orada ayin yapmalarıdır. Bu sırrı Fatih döneminde, Fatih‟in bildiğine göre, bu örgüt, lahit ile ilgili sırrı kendi üyelerine, lahitteki cesedi göstererek veriyorlardı. Ta ki, Ģöyle bir kayıta rastladıktan sonra iĢin durumu değiĢmiĢ olabilirdi: Bir çingene çocuğu, rivayetlere göre dehlizlerden birine girmiĢ, çıkamamıĢ, cesedi gördükten sonra o da sırra vakıf olmuĢ, dıĢarı çıktıktan sonra tüm Ġstanbul halkına: „Ben ġahmeran‟ı (yarı insan yarı yılan) gördüm demesiyle ve bu söylentinin yayılmasıyla olayın boyutu baĢka bir yöne kaymıĢtır. Kayıtlarda kopukluk olduğu için biz kara kaplı SırdaĢ‟taki kayıtları esas alıyoruz.

125

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ‟ta bu konuyla ilgili ayrıca Ģunlar yazılı: Tonlarca ağırlıktaki bu lahdi, devrin en güçlü hamal ve tulumbacıları, urganlarla, bin bir güçlükle gün yüzüne çıkarmıĢlar, bugünkü Fatih Camii‟nin avlusuna götürüp, halka kısa bir süreliğine teĢhir etmiĢlerdir. Sultan Abdülhamid Han‟ın emriyle lahdin resmi çekilmiĢ ve devrin gazetelerinde yayınlattırılmıĢtır. ĠĢte o dönemde yayınlanan Resimli Gazete de çıkan bu belgeyi sizlere sunuyoruz:

(Tulumbacıların ellerindeki kalın urganlarla çıkarılan Lahit)

126

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

ĠĢin ilginç kısmı, kara kaplıya giren lahdin yayınlandığı bu gazete, daha sonra bilinmeyen bir güç tarafından o dönemde toplatılmıĢ, geride kalan nüshaları ise örtbas edilip, farklı hikâyeler anlatılarak konu özünden saptırılmıĢtır.

127

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Fatih Camii‟ndeki teĢhirden sonra lahit oradan alınıp, Molla Fenari Ġsa Camii‟nin yanında bulunan, kraliçe mezarlarının yanında bir yere konulmuĢ, bundan sonra ki akıbeti bilinmemekle beraber, bu lahdin peĢine bir çok yabancının düĢtüğü bilinmektedir. (Ġsteyen Molla Fenari Camii‟nin tarihini araĢtırabilir.) ġahmeran‟ın bu yaratıkla ilgisi var mıdır? Medusa hakkındaki bu bilgiler, Abdülhamid Han‟a okunduktan ve onayını aldıktan sonra Kara Kaplı‟ya kayıt edilmiĢtir. ġimdi bu konuyla ilgili bazı notlar düĢelim: * Konstantin'in mezarı Fatih‟in türbesinde değildir, bunu söyleyenler yalan söylüyorlar. * Lahit neden Fatih Camii‟si avlusunda teĢhir edilmiĢtir? Bu konuda Fatih‟in vasiyeti olabileceğinden Ģüpheleniyoruz. * Yahudi asıllı yazar Kafka‟nın, hiç basılmayan bir eseri, bir kadının bavulundan çıktı. Ġsrail neden ısrarla bu eseri istiyor? Almanya neden bu eseri vermek istemiyor? * Kafka‟nın, basılmayan bu eserinde; „bu yaratıkla ilgili bilgilerin‟ olduğu kulaklara fısıldanıyor…

Saygılarımla… Oktan KeleĢ/On Altı Yıldız [email protected]

128

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 13. Bölüm: ġehzâde Karnesi

Oktan KeleĢ, SırdaĢ'ın 13. Bölümünde Ģehzade Abid Efendi'nin orijinal karnesini yayınlıyor... 8 Ağustos 2010 14:39

ġEHZÂDE KARNESĠ Abdülhamid Han‟ın Oğlu Mehmet Abid Efendi‟nin Orijinal Karnesi: Cennet mekân Sultan Abdülhamid Han‟ın en küçük oğlu Abid Efendi‟nin, ilk defa, orijinal karnesini SırdaĢ için yayınlıyoruz. Bilindiği üzere Abid Efendi, Abdülhamid Han‟ın en küçük oğludur. Umumiyetle ittifaktır ki, Abdülhamid Han‟ın en çok sevdiği çocuğu da Abid Efendi‟dir. Abdülhamid Han, adeta Abid Efendi‟nin üzerine titremiĢtir. Sultan, Abid Efendi‟nin eğitimine çok büyük önem vermiĢtir. Konuyu çok fazla açmamakla beraber, Ģunu net olarak biliyoruz: Osmanlı‟nın yıkılacağını gören Abdülhamid Han, yeni Türk Devleti‟nin kuruluĢunu da, oğluna müjdelemiĢtir.

129

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Abdülhamid Han, bundan sonra; sultanlık, hanedanlık olmayacağını ve muasır medeniyet düzeninin eğitime çok büyük önem vereceğini bildiğinden, Abid Efendi‟nin, dünya standartlarının çok üzerinde bir eğitim almasını sağlamıĢtır. Burada Ģu unutulmamalıdır, Osmanlı‟nın eğitim sistemi, aslında sanıldığından çok daha ileri düzeydeydi. Söz konusu Ģehzâde olunca, eğitim çok daha önemli hale geliyordu. Abid Efendi‟nin her karne alıĢında, okul müdürü Celaleddin Osman Efendi, DerviĢ‟i bulur ve Abid Efendi‟nin durumu ile ilgili özel bilgiler verirdi. ġimdi Ģehzâde Abid Efendi‟nin karnesine bir göz atalım: Akaid-i Diniye Dersi: 10. Yalnız on numaradır. Almanca Dersi: 10. + Yalnız on numara bir artıdır. Türkçe Yazı Dersi: 10. Yalnız on numaradır. Fransızca Yazı Dersi: 10. Yalnız on numaradır. Almanca Yazı Dersi: 10. Yalnız on numaradır. Resim Dersi: 10. +++ Yalnız on numara üç artıdır. Binicilik Dersi: 10. + Yalnız on numara bir artıdır. Hendese: 10. + Yalnız on numara bir artıdır. Vs… Yekûn: 150. Yalnız yüz elli numaradır. Heyeti umimiyenin imzalarını havi aslına mutabıktır. 6 Eylül 1333/1917 Celaleddin Osman Efendi Okul Müdürü (Ġmzası ve mührü)

130

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

131

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bu orijinal karneden de anlaĢılacağı üzere, Ģehzâde eğitiminin kalitesi çok açık bir Ģekilde belli olmaktadır. Ayrıca buraya Ģu notu eklemekte fayda vardır: Mehmet Abid Efendi, aynı zamanda çok iyi bir ressamdır. ġehzâde karnesi hakkında bazı bilgiler: Adı üzerinde, karne Ģehzâde karnesi onlunca, karnenin de özel olması gerekmektedir. Elimizdeki orijinal karneye baktığımızda, karnenin soğuk damgalı olduğunu görmekteyiz. Karnenin tamamı, devrin en ünlü hattatlarının el yazıları ile doldurulmuĢtur. Abdülhamid Han, her karneyi eline aldığında, karnenin çok baĢarılı olmasına rağmen; “ bizim Veledin falan derslerini tedbirsiz görüyorum” diyerek, ġehzâde‟nin kulağının çekilmesini hocasından talep etmiĢtir. SırdaĢ, Kara Kaplı‟ya, bu karnelerden bazılarını hatıra olması için koymuĢtur… ġunu da biliyoruz ki, Gazi PaĢa, Abid Efendi ile öğrencilik yıllarında ilgilenmiĢtir.

132

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Uyarı: Bu karne orijinaldir. Karnenin orijinal nüshası ise Oktan KeleĢ‟in arĢivindedir. Oktan KeleĢ‟in izni olmadan kullanılmaması rica olunur!

133

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Saygılarımla... Oktan KeleĢ/ On Altı Yıldız [email protected] ġehzade Mehmet Abid Efendi (*) : ġehzade Mehmet Abid Efendi (17 Eylül 1904,Yıldız Sarayı, Ġstanbul - 8 Aralık 1973, Beyrut) Osmanlı padiĢahı II. Abdülhamit'in en küçük oğludur. Yıldız Sarayı'nda doğdu. Annesi Saliha Naciye Hanımefendi idi. II. Abdülhamit 27 Nisan 1909'da tahttan indirildiğinde 4 yaĢında olan Abid Efendi, sürgün ve hapis yılları boyunca babasının yanında kaldı. 1909-1912 yılları arasında Selanik'te Alatini KöĢkü'nde, daha sonra II. Abdülhamit'in 10 ġubat 1918'de ölümüne dek Beylerbeyi Sarayı'nda hapis hayatı yaĢadı. Daha sonra askeri eğitim görerek subay oldu. 1924 yılında diğer hanedan üyeleri ile birlikte yurt dıĢına çıkarıldığında 19 yaĢında idi. 1924'te annesi, ablası AyĢe Sultan ve bazı aile fertleriyle birlikte Paris'e gitti. Paris Hukuk Fakültesi'ni ve ġark Dilleri Farsça bölümünü bitirdi. Ekonomik sıkıntı çekti. 1936 yılında Arnavutluk kralı Ahmet Zogu'nun kızkardeĢi Prenses Seniye ile evlendi ancak 1948 yılında ondan boĢandı. Ahmet Zogunun krallıktan uzaklaĢtırılmasına kadar Arnavutluğun Paris maslahatgüzarlığını yaptı. Hiç çocuğu olmadı. Enver PaĢa'nın Orta Asyada bağımsız bir Türkistan devleti kurma ülküsünün destekleyicisi oldu.Bir çok gönüllü ile birlikte Enver PaĢanın davasına katılmak istediyse de Enver PaĢanın 4 Ağustos 1922 yılında Tacikistan'da ölmesi üzerine bu isteğini gerçekleĢtiremedi. 1973 yılında Beyrut'ta vefat etti. ġam'da Sultan selim Camii haziresine gömüldü. (*)http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Abid_Efendi

134

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

SırdaĢ 14. Bölüm: Atatürk'ün ANKA Projesi

Oktan KeleĢ yine bilinmeyen bir konuyu gündeme taĢıyor. Bu yazı tüm düĢüncelerinizi altüst edecek! 24 Ağustos 2010 19:33

ATATÜRK‟ÜN VASĠYETĠ: ANKA-HERON PROJESĠ Atatürk'ün Kripto Mesajları Çözülüyor... Son yıllarda Atatürk‟ün vasiyeti ile ilgili çeĢitli spekülasyonlar yapılmaktadır. Vasiyet, “çok gizli kasalarda saklanmaktadır” türünden bir çok olur olmaz Ģeyler anlatılmaktadır.

135

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Artık yeri ve zamanı geldiği için, spekülasyonları bir kenara iterek, SIRDAġ‟ta bulunan bir belgeyle; Gazi PaĢa, Abdülhamid Han iliĢkisini ve Gazi PaĢa‟nın gerçek vasiyetlerinden Ģimdilik bir tanesini, 30 Ağustos Zafer Bayram‟ı Ģerefine, orijinal belgeleri ile ilk defa Türk ve Dünya kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. Çok detaya inmeden, öncelikle Gazi PaĢa ile ilgili bilinmeyen birkaç sırrı söyleyelim: Mustafa Kemal, daha genç bir subayken, „özel bir istihbarat subayı‟ olarak yetiĢtirilmiĢtir. Bulgaristan‟da, Viyana‟da, Romanya‟da, Almanya‟da birçok istihbarat görevlerinde bulunduğu bilinmektedir. Ancak buradaki istihbarat görevlerinin “HAVACILIKLA” ilgili olduğu bilinmez! Nitekim, Gazi PaĢa, Osmanlı Devleti adına, arkadaĢı Fethi Bey ile birlikte, 1910 yılında Fransa‟da yapılan büyük Picardie Manevraları‟nı yabancı ülkelerin kurmaylarıyla birlikte izleme görevi aldığını özellikle hatırlatalım…(* ) Gazi PaĢa'nın, Veliaht Vahidettin Efendi‟nin, 15 Aralık 1917 – 5 Ocak 1918 tarihleri arasında yaptığı Almanya yolculuğuna katıldığı bilinmektedir. Atatürk, bu geziden sonra, hastalığının tedavisi için Viyana‟ya, Karlsbad‟a gitti. Burada gerçekte hastalık bahaneydi.Asıl amaç, orada havacılıkla ilgili, askeri bilim adamlarının karargahlarında, birçok belge ve bilgiyi incelemekti. Gazi PaĢa, Cumhuriyetin ilanından sonra çok gizli bir birim kurmuĢ, bu birim havacılıkla ilgili geliĢmelere yön vermiĢtir. Atatürk'ün Parolası: “ĠSTĠKBAL GÖKLERDEDĠR!” Gazi PaĢa, o günkü ismi tayyare olan, uçaklarla ilgili çok ciddi bilgilere sahipti. Batılıların havacılık alanında yaptığı çalıĢmaları yakından takip ediyor, kurduğu ekiple de bir çok ciddi bilgi ve belgeye ulaĢıyordu. Gazi PaĢa, havacılıkla ilgilenmeye baĢladığından beri, gözünü hep semâya dikmiĢ, “savaĢların ve milletlerin kaderinin belirlenmesinde, uçakların çok belirleyici rol oynadıklarını” bir çok konuĢmasında ifade etmiĢtir. Konu çok daha detaylı olup, burada fazla ayrıntılara girmeden esas konumuzu anlatalım: Gazi PaĢa, Cumhuriyeti ilân ettikten sonra, havacılık sektörüne özel bir ilgi göstermeye baĢladı. Edindiği bilgi ve tecrübeleri, bu alanda kullanmaya gayret gösteriyordu. Türk havacılığının geliĢmesini, güçlendirilmesini sağlamak amacıyla zaman geçirilmeden gerekli giriĢimleri baĢlattı. Bu amaçla, Ankara‟nın Hacıbayram semtindeki bir evde, Türk Tayyare Cemiyeti kurularak (16 ġubat 1925) kurumsal anlamda adımlar atılmaya baĢlanmıĢtır.

136

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Yazımızın konusu ile ilgili, burada çok önemli olan bir anıyı sizlerle paylaĢalım istedik: “Devlet Hava Yolları‟nın 1953-1954 yıllarında Genel Müdürü olan, Afyon Milletvekili Rıza Çerçel, „Atatürk ve Hava Yollarımız‟ adlı yazısında bir anısından söz eder: Atatürk, bir yaz gününde Devlet Hava Yolları, Ankara Tayyare Meydanı‟nı ziyarete gelmiĢti. O‟na, alan binası önünde hasır bir koltuk getirmiĢ; etrafını çevrelemiĢ; yakın bir gelecekte yapılacak iĢleri, alınacak uçakları, kurulacak tesisleri uzun uzun anlatmıĢtık. Atatürk sadece dinliyordu. Bu dinleyiĢte tunçtan bir heykel sabrı vardı. Nihayet bu mutlu ziyaretin değerli anısını sonsuzlaĢtırmak için kendisinden bir imzasını rica etmiĢtik. Uzatılan defteri ve kalemi aldı. DüĢünüyordu. Gözleri karĢıki ıssız tepelerle, bunların çevrelediği alan boĢluğunda bir Ģeyler arıyor gibiydi, isteksiz bir edâ ile baĢını önüne eğdi. Elindeki kalemin, kâğıt üzerine mıhlanmıĢ gibi bir hali vardı. Nihayet kalem iĢler gibi oldu ve kâğıt üzerinde Kemal‟in baĢ harfi olan tek bir K harfi belirdi. Fakat hepsi bu kadardı. Büyük insan atacağı Kemal Atatürk imzasının baĢ harfi olan K harfini yazdıktan sonra defteri ve kalemi geri verirken: “ġimdilik bir K harfi yeterlidir. Bana vaad ettiğiniz iĢler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım” demiĢlerdi.” 1922 yılında Gazi PaĢa‟nın kurduğu bu gizli teĢkilat, O‟nun havacılık alanındaki vasiyetlerini yerine getirmek için canla baĢla çalıĢtı. Burada önemli olan Ģudur: “Bana vaad ettiğiniz iĢler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım” demesi bu teĢkilatın varlığına da açık bir delildir. Atatürk, seçkin subaylardan kurduğu bu birimle, tayyarecilikle alâkalı çalıĢmalar yapıyor, bu seçkin subayların, yabancı uçak pilotları ile bir araya gelmelerini sağlıyordu. Böylece Türk havacıları, bilgi ve deneyim kazanarak yetiĢiyorlardı. Bu çalıĢmalar neticesinde, Osmanlıca olarak, askere özel, az sayıda basılmıĢ tayyarecilik ve geliĢmelerle alâkalı – daha sonra birçok nüshası ortadan kaldırılmıĢ- kripto bir mecmuada Ģunlar yazılıydı: “Ġstikbâlde (ilerde) tayyareler öyle ileri gidecek ki, devletlerin ve milletlerin her hareketlerini gözetleyecek, dev gece görüĢü teknikleriyle, Ģehirler ve milletler gece dahi gözetlenecekti.” Bugünün ifadesiyle bu bir “HERON” tanımıydı. Heron ismi bize ait bir tanım olmadığı için Atatürk ve arkadaĢları buna “ANKA” demiĢlerdi. Anka KuĢu, Türk Mitolojisindeki Huma kuĢu olarak da bilinmektedir. http://www.turkcebilgi.com/anka_ku%C5%9Fu/ansiklopedi

137

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

O zamanki yayınlanan bu dergide ANKA KUġU‟NU (Heron) görüyoruz: 1922 tarihli orijinal bu nüshayı sizlere sunuyoruz.

138

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

139

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Ġstikbaldeki Tayyareciliğin safahatından)

Bu kripto mecmuanın diğer sayfalarından birkaç örnek resmi aĢağıda sizlere sunuyoruz:

140

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

141

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

(Tayyareci Refik ile mösyö Rövesebr, Ġstanbul Belediye BaĢkanı Cemil PaĢa karĢılaĢması.)

142

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

143

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Resimdeki yabancı tayyarecilerle beraber olan Türk tayyareciler 42. ve 32. Alaylara mensup, savaĢçı seçkin subaylardır. (Bu alaylarla ilgili ayrıntıları aĢağıdaki linklerden bulabilirsiniz.) http://www.turkmeclisi.org/?Sayfa=Temel-Bilgiler&Git=BilgiGoster&Baslik=tarihimizde-iki-kahraman-alay&Bil=302 http://www.bilgiagi.net/authorport.com/42-gonullu-alay-her-yerde/517/ Bu alayların ortak özellikleri; tamamen savaĢ birlikleri olmalarının yanında gönüllü olmalarıdır. Ve bu alaylar, Gazze ve Hicaz Alayları olarak adlandırılmaları çok manidar değil mi? Gazi PaĢa‟nın sık sık kullandığı Ģu söz: “Tarih tekerrürden ibarettir” sözü bugün yine tekerrür etmiĢtir. Bilindiği gibi Mavi Marmara Gemisi‟nin Gazze‟ye yardım götürmek için çıktığı yolda, yaĢanan olaylardan sonra, Ġsrail ile Türkiye arasında HERON krizi çıkmıĢtı. Türkiye bu olaydan sonra, yerli bir proje olan ANKA‟yı hayata geçirmiĢti. Bunu Ģunun için yazdık: Verdiğimiz resme dikkatle bakarsanız resimdeki 42. ve 32. AL kelimelerini görürüsünüz. Gazi PaĢa‟nın kurduğu bu teĢkilatın, daha evvel Gazze ve Hicaz‟da savaĢtığı ve kahramanlıklar yaptıkları bilinmektedir. Bu tayyareci subaylar iĢte bu 42. ve 32. Alay‟a mensup kiĢilerdir. Ayrıca burada Ģu notu da düĢelim, bir çok istihbaratçı subay Hilâli Ahmer‟de görev almıĢtır. Resimdeki iki ANKA KUġU‟NA dikkat edelim: O dönemde hayâl edilmiĢ, çizilmiĢ bu kuĢların özelliklerine dikkat edelim. O dönemin süper gücü olan Ġngiltere‟nin BaĢkenti Londra‟yı; iki ANKA KUġU, aydınlatarak gözetlemektedir. Buckingham Sarayı‟nı, Thames Nehri'ni ve sokakları görmekteyiz. Kripto kitapta ayrıca Ģu ifadelerin yer alması oldukça çekicidir: Bir gün baĢta Londra olmak üzere, tüm dünyanın baĢkentlerini, dağlarını, kırlarını izleyeceğiz! Türk kuĢları, pilotsuz havalanma kabiliyetine sahip olacak. (Bu söylenenlerin 1922 yılında yazıldığını tekrar vurgulayalım.) ġimdi 1922 yılında çizilen bu ANKA'yı daha yakından inceleyelim:

144

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

ANKA KUġU‟NUN üzerindeki harflere ve sayılara dikkat edelim: (Resmin ve yazıların 1922 tarihine ait olduğunu, tekrar, hatırlatalım) 145

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Bir yerinde : 10 Bir yerinde : T Bir yerinde : 001 Bir yerinde : AN Bir yerinde : KA Bir yerinde yalnız : K Bunlar birleĢtirildiği zaman: ANKA 10 T001 K Meydana çıkıyor. Bugün artık Gazi PaĢa‟nın "ġimdilik bir K harfi yeterlidir. Bana vaad ettiğiniz iĢler yapılıp bitirildikten sonra imzamın geri kalan kısmını tamamlarım" sözündeki vaad tamamlanmıĢ ve imza atılmıĢtır. O imza da: Kemal Atatürk'tür... ġimdi yukarıdaki harf ve sayıların hepsini tekrar sıraya koyalım: ANKA 10 T001 Kemal Atatürk. ġimdi de Türkiye'nin kendi ürettiği ANKA'nın seri numarasına ve sonundaki imzaya bakalım:

146

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

10 T001 Kemal Atatürk. Ve Atatürk'e verilen söz, bugün tutulmuĢ, proje hayata geçirilmiĢtir. ġimdi yukarıdaki 1922 yılındaki ANKA'NIN sağ alt köĢesindeki imzaya dikkat buyurun lütfen : Ve Atatürk‟ün kullandığı 1922 yılındaki imzaya bakalım: (http://forum.bbs.tr/turkler-ve-ataturk/638-ataturkun-imza-ve-muhurleri.html)

147

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Gazi PaĢa‟nın imzası aynen korunmuĢtur. Gazi PaĢa‟nın K.A imzası da ANKA‟NIN önüne konulmuĢtur. Bu proje, Ģu an dünyada 3 ülkede vardır. ABD, Ġsrail ve Türkiye. Türkiye neden birinci olamamıĢtır? Bunun vebâli ise uçak fabrikalarımızı Atatürk‟ün vefatından sonra kapatanlardadır. SONUÇLAR: 1- Gazi Mustafa Kemal Atatürk‟ün vasiyetleri gerçektir. Bu vasiyetleri gerçekleĢtirmek için “özel bir birim” canla baĢla çalıĢmaktadır. 2- Kamuoyunda tartıĢılan vasiyetlerin gerçekle ilgisi yoktur. Atatürk çok büyük bir plan çizmiĢ, Türkiye Cumhuriyeti‟ni, Büyük Türkiye idealine ve dünya hakimiyetine götürecek programları kriptolamıĢtır. Bugün onlardan sadece birini açtık. 3-Atatürkçü geçinen çevrelerle, Atatürk karĢıtlığı yapan çevreler, Atatürk‟ün Ģahsi ve beĢeri yönlerini ele alıyorlar. Atatürk‟ün üstlendiği misyonu anlamıyorlar… 4-Atatürk ve Abdülhamid Han arasındaki iliĢkiler çok büyük sırlar taĢımaktadır. Günü geldiğinde o kriptolarda açılacaktır.

148

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

5-Gazi PaĢa‟nın, havacılara olan özel bir emrinden de bahsedelim: Gazi PaĢa, havacılardan, bölgelerindeki arkeolojik değeri olan kalıntıların havadan çekilmiĢ fotoğraflarını, neden istemiĢtir? 6- Yukarıda demiĢtik ki, bir çok istihbaratçı subay, Hilali Ahmer‟de görev almıĢtır. ĠĢte o dönemdeki Hilali Ahmer makbuzlardan biri:

7- Nautilus, Jules Verne'in Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı 1870 ve Esrarlı Ada adlı 1874 yılı romanlarında anlatılan, hayal ürünü bir denizaltıdır. Türk ANKA'SI 1922'lerde Türk dehasının bir ürünüdür. Ve artık hayal değildir! 8- Bu arada, "1922 yılında harf devrimi ilan edilmedi, ANKA'da nasıl Türkçe harfler kullanıldı" diyecek olanlara da, 1890‟lı yıllara ait Türkçe harflerin kullanıldığını gösteren baĢka bir belge gösterelim.

149

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

150

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

Müzik belgesinin iç sayfalarındaki yazılar.

9- "Ġstikbal Göklerdedir" parolası bugün artık daha iyi anlaĢılmaktadır. 10- 1900'lü yılların baĢında bu tip (Aerodinamik) çalıĢmalar yapan Türk dehaları Ġngilizlerce kaçırıldı ve bu olay devrin gazetelerinde yer aldı. Devamı inĢallah SırdaĢ'ta… 30 Ağustos Zafer bayramını Ģimdiden tebrik ederiz. Milletimiz için hayırlı olsun. Allah, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Milletine zevâl vermesin… ĠnĢallah, “Büyük Türkiye‟ye” adım adım… Yazımızı, Gazi PaĢa'nın çok derin manalar içeren iki sözü ile noktalayalım: "Muhtaç oldugun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük iĢler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." (*) Atatürk ve Havacılıkla ilgili daha ayrıntılı bilgi için:

151

Sırdaş Yazı Dizisi Oktan Keleş

http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=1020 Kriptoloji, Ģifre bilimidir. ÇeĢitli iletilerin, yazıların belli bir sisteme göre Ģifrelenmesi, bu mesajların güvenlikli bir ortamda alıcıya iletilmesi ve iletilmiĢ mesajın deĢifresiyle uğraĢır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Kriptoloji

Saygılarımla... Oktan KeleĢ/ On Altı Yıldız [email protected]

152

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF