MUHAFAZAKARLIK, TÜRK MUHAFAZAKARLIĞI VE PEYAMİ SAFA ÜZERİNE

April 1, 2017 | Author: Üntaç Güner | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download MUHAFAZAKARLIK, TÜRK MUHAFAZAKARLIĞI VE PEYAMİ SAFA ÜZERİNE...

Description

Journal of Historical Studies, 1(2003), 9-18.

Sinan Yıldırmaz MUHAFAZAKARLIK, TÜRK MUHAFAZAKARLIĞI VE PEYAMİ SAFA ÜZERİNE Türkiye tarihinde 1930’lu yıllar, diger zamanlara göre, farklı bir yapının kültürünü içermesiyle hala incelemeye deger birçok konuyu barındırır. Bir devletin, bir ulusun kendisini yeniden ve “farklı olmaya çalışan” bir yöntemle kurgulamaya ve var etmeye yönelik çabalarının yogunlaştıgı bu yıllar, ekonomik anlamda belirli bir içerige sahip politikalarıyla ve kültür alanındaki “tek sesli gözükmeye çalışan” söylemleriyle, üstyapıda bagdaşık bir görüntü sergileyerek, savaşlar ve degişimler geçirmiş bir toplumun artık yolunu belirginleştirdigi izlenimini verir. Fakat bu tek sesliligin analizini yapmaya başladıgımızda, bu uzlaşmayı var eden seslerin birbiri ile aslında ne kadar da “çatışabilir” unsurlar içerdigini görebiliriz. Bizim burada üzerinde duracagımız Türk muhafazakarlıgı ve onun tipik bir temsilcisi olan Peyami Safa, hem bu tek sesliligin oluşturulmasında gösterdikleri katkı ve hem de çatışabilir unsurlar olmaları, bunu takiben de Cumhuriyet tarihinin belli zamanlarında bu çatışmayı gerçekleştirmiş olmaları dolayısıyla kültür tarihi alanında önemli bir konuma sahiptirler. Muhafazakarlıgın bütün bu çatışma ve uzlaşma süreçleri, muhafazakar düşünürlerin tavırlarında da devletin politik konumlanışıyla ilişkili bir biçimde farklılaşmayı getirmiştir. Bu çerçevede, bu çalışmanın amacı da muhafazakarlıgın Türkiye Cumhuriyeti tarihi içerisindeki seyrini Peyami Safa’nın eserleri üzerinden degerlendirmek olarak tanımlanabilir. Gerek Peyami Safa’yı incelerken ve gerekse Türk muhafazakarlıgının süreçlerini açıklamaya çalışırken üzerinde duracagımız noktalar, muhafazakar kimliklerin Türk Devrimi’ne karşı geliştirdikleri tavır ekseninde olacaktır. “Devrime” karşı veya yandaş tavırlar geliştirme biçimlerinin, söz konusu edilen dönemlerin kendine özgü “ikliminden” etkilendigini söyleyebiliriz. Bu çerçevede denilebilir ki birbirinden farklı politik hareket imkanını saglayan, 1930-40 döneminin, “çok sesliligin meşru” oldugu 1940’lı yılların sonundan itibaren gelişen dönemin ve 1980’lerden içinde bulundugumuz yıllara kadar süren dönemin, kendine özgü “politik iklimleri” vardır. Muhafazakarlık bu dönemlerin her birinde kendini degiştirmiş, “ilerleyen” modernizmin gerektirdigi politik kurallara uygun biçimde kendi eylem alanını belirlemiştir. Peyami Safa söz konusu oldugunda, bizim ilgilendigimiz ilk iki dönemin genel özelliklerini çizmek gerekmektedir. Böyle bir dönemlendirmeyi yaparak muhafazakar düşüncenin Türkiye siyasetiyle ilişkili olan gelişimini de belirlemek mümkün olabilecektir. Peyami Safa’nın ve Türk muhafazakarlıgının Türk kültür tarihi içindeki yerini belirlemeden önce genel olarak muhafazakarlık üzerine birkaç söz söylemek yerinde olacaktır. En genel ve temel olarak muhafazakarlık için, “çagdaş” bir “düşünme biçimi” oldugunu söyleyebiliriz. Çagdaştır, çünkü muhafazakarlık için muhafaza edilecek bir dünyanın varlıgı ancak kendisini tehdit etmeye başlayan bir “restorasyonun” veya “modernizmin” varlıgı şartına baglı olarak gerçekleşir. Muhafazakarlık, “Aydınlanmanın radikalizmine (‘aşırılıklarına’), veya bir ‘yeni başlangıç yapma ’düşüncesi olarak kendini milatlaştıran Aydınlanmacılıga”1 karşıt olarak kendi düşüncesini oluşturur. Bu anlamda muhafazakarlık ancak modernizm kadar eski bir tarihe sahiptir. Bir düşünme biçimidir, çünkü daha önceden Journal of Historical Studies

Muhafazakarlık, Türk Muhafazakarlığı ve Peyami Safa Üzerine 10

planlanmış, kesin kurallara sahip eylem biçimleri ve alanları yoktur. Belirli olan tavırları vardır, fakat bu tavrın “ne yönde” oldugunu ancak modernist bir projenin saldırısına ugradıkları zaman anlamak mümkündür. Tavırları, geçmişten gelen özelliklerin, günün deger ve yaptırımları içinde yer almalarını saglamak üzere gerçekleşecek bir müdahale olarak açıklanabilir. Muhafazakarlık “gerici” degildir. Aksine degişmeye ve gelişmeye açık bir düşüncedir. Fakat “değişimin, her ülkenin tarihsel, politik ve toplumsal bağlamı ile uyumlu olması”2 gerekmektedir. Anthony Giddens’ın da belirttigi gibi, muhafazakarlıga göre “geleceğe bakış her zaman geçmişe bakış üzerinden temellendirilmelidir”.3 Muhafazakarlık için en belirleyici etken kültürdür. Toplumların kültürel normları, onların “geçmişi”, “bugünü” ve “gelecegi” için vazgeçilmesi veya göz ardı edilmesi düşünülemeyecek biricik “gerçekliktir”. Bütün bu açıklamaların ışıgında, Türkiye’de muhafazakarlıgın ortaya çıkışının, Türk modernleşmesiyle başladıgını söylemek yanlış olmaz. Cumhuriyet’ten önce yapılmaya çalışılan çeşitli restorasyon çabalarına karşı şiddetli muhalefetlerin gerçekleşmesi, aslında muhafazakarlıktan çok “gericilik” kapsamına alınması gereken olaylardır. Çünkü, muhafazakarlık, eskinin geriye getirilmesinden çok, yeninin oluşturulmasında kendi düşünsel ölçütlerinin yer alması için mücadele verir. Muhafazakarlık ne “Asr-ı Saadet”i geri getirmek için çabalayan “gericilikle”, ne de bütünüyle geçmişin degerlerinden sıyrılarak farklı bir dünya yaratmayı amaçlayan “ilericilikle” bir tutulamaz. Türkiye’de de muhafazakarlıgın tarihi, ancak Cumhuriyet tarihi kadar eskidir. Osmanlı dönemine ait, modernleşmenin kültürel ve sosyal anlamda degiştirici ve bir anlamda “yabancılaştırıcı” etkilerine karşı bazı “ahlaki” çıkışlar vardır. Fakat, Türkiye’de herşeyin yeni baştan, “topyekün” yaratılması üzerine kurulmuş bir modernizm anlayışına Cumhuriyet ile beraber girildigi temel alınacak olursa, bu yaratım sürecine kendi ölçütlerince müdahale etmek isteyen muhafazakar kimliklerin ortaya çıkışını bu tarihlerde başlatmak daha dogru olacaktır. Türk tarih ve siyaset bilimi alanlarında durdugu yer geniş anlamda tartışılmadıgı için, genel olarak muhafazakarlıga “gerici” bir düşünce biçimi gözüyle bakılmıştır.4 Aslında bu bakış, muhafazakarlıgın durdugu yerin “geçmişe” ait kavramlarla belirginleştigi düşünüldügünde haklı bulunabilir. Fakat yukarıda da belirtildigi üzere muhafazakarlıkta geçmişe ait olan degerlerin “bütünüyle” kabulü söz konusu degildir. Kemal Karpat’ın da belirttigi gibi muhafazakarlık, “eski bağlılıkları ve kavramları yeni bir biçime uydurma çabası”5dır. Bu anlamda muhafazakarlıgın sorunu, eski düşünce biçimlerinin degişen toplumsal, politik ve ekonomik alanlarda meşruiyetini yitirmeden varlıgını “muhafaza” etmesidir. Degişimin içinde hem muhafaza ve hem de meşruiyet ilişkilerini var etmeye çalışmak muhafazakarlıgı tam anlamıyla ilerici yapmadıgı gibi gerici de kılmamaktadır. Muhafazakarlık, modern toplumların her aşamasında kendi sürekliligini saglayabilmek için şekil degiştirip, günün geçerli modernlik şartları içinde düşüncesini “ileriye” götürmek zorundadır. Buradaki “ileri”, toplumsal alanda taşıdıgı kapsayıcı anlamından çok muhafazakarlıgın bir önceki düşünüş biçimine göre açıklanmalıdır. Örnegin, muhafazakarlıgın ilk ortaya çıktıgı dönem olarak Fransız Devrimi gösterilmektedir. Bütünlüklü bir burjuva toplumsal dönüşümünün gerçekleştigi Devrim sırasında muhafazakarlık büyük oranda anti-burjuva olarak kendisini oluşturmuştur. Sosyalizmin ve sosyalist devrimlerin ortaya çıkışıyla beraber muhafazakarlık yeni düşmanıyla savaşabilmek için kapitalizmle barışmıştır. Alan Wolfe’un da dedigi gibi muhafazakarlık için “önceleri özgürlük bete noir Journal of Historical Studies

11 Sinan Yıldırmaz

olarak kabul edilmişken, şimdi eşitlik onun yerini almıştır”.6 Modernizm tarihiyle bir tuttugumuz muhafazakarlık, modern devlet ve toplum sistemleri degişip farklılaştıkça ve “ilerledikçe”, bu sistemler içinde kendini var edebilmek için “ilerlemektedir”. Bu durumda muhafazakarlıgın temel sorunsalının “ilerleme” olmadıgını söylemek pek yanlış olmayacaktır. Türkiye’de muhafazakarlıgı şekillendiren iki kavramın varlıgından bahsedebiliriz. Bunlardan ilki daha önceki “gerici” akımlar ve Cumhuriyet’e sürekli bir alternatif teşkil ederek Cumhuriyet kadrolarının baş düşman ilan ettikleri “Islamcılık” ve “Osmanlılık”tır. Ilk dönem Cumhuriyet muhafazakarları kendilerini muhafazakar diye adlandırmaktan çekinmişler ve daha çok, Baltacıoglu gibi, “ananeci” demeyi tercih etmişlerdir. C. Nazım Irem’in de tanımladıgı gibi,“bu çekingenliğe yol açan nedenlerin başında, Kemalist yönetici seçkinlerin her türlü muhafaza talebini, geleneksel Osmanlı sisteminin siyasal ve sosyal kurumlarını koruma ve/veya canlandırmaya yönelik irticai talepler olarak görme eğilimleri gelmektedir”.7 Türk muhafazakarlıgında temel olarak alınmış Islami ve Osmanlı’ya ait özellikler hiçbir zaman dönemin iktidarıyla çatışma içine girmek gibi bir seçenek oluşturacak biçimde geliştirilmemiştir. Süleyman Seyfi Ögün muhafazakarların bu tutumunu şöyle degerlendirmektedir: “Muhafazakar zihniyettekiler, geçmişi ve geleneklerin ihtişamını vurgulayan reaksiyoner nostaljiden hoşlansalar, hatta kendilerini tutamayıp bu nostaljik tezleri zaman zaman sahiplenseler bile, geçmişe ve geleneklere dönük duyarlılıklarının kendilerini reaksiyonerlerle aynı düzlemde göstermesinden endişe ederler.”8 Onların arzusu, Tanıl Bora’nın da dedigi gibi “Inkılabı tadında bırakıp makule döndürmek”9 olmuştur. Onlara göre “Türk Inkılabı’nın” en aşırı unsuru olan “militan laisizm”10 politikası, gelenekle barıştırılması gereken önemli bir çatışma noktasıydı. Fakat bu çatışma noktası Türk muhafazakarlıgını şekillendiren ikinci kavramın etkisiyle uzun sürememiş ve “ertelenmiştir”. Temel şekillendirici olarak öne sürülebilecek ikinci kavram “Kemalizm”dir. Türk muhafazakarlıgı kesin bir şekilde Kemalizm ile çatışmaya girmekten kaçınmış, daha çok onun içinde yer almayı yeglemiştir. Bunun sebebi asıl olarak, muhafazakarlıgın genel tavırlarından birisi olan, mevcut siyasal sistemle eklemlenerek onun yolunu belirlemeye çalışmasından kaynaklanmaktadır. C. Nazım Irem, dönemin genel düşünsel yapısının hangi çerçevede şekillendigini “Herkes Kemalist’tir; herkesin taraf olduğu Kemalizm de devletin, ulusun ve şahsiyetin yeniden kurulmasını hedeflemektedir. Temel sorun ise Kemalizm’in ne olduğu sorusu etrafında çetrefilleşmektedir.”11sözleriyle belirtmektedir. Kemalizm’in içerigini belirlerken ortaya çıkan durum bizim “Cumhuriyet dönemine damgasını vuran tek ve kapsayıcı bir Kemalist projeden ziyade, birbirleri ile çatışan ve yarışan Kemalizmlerin”12 varlıgından bahsetmemizi gerektirecektir. Gerçekten de 1930’ların tek sesli gibi gözüken şartlarında birbirine alternatif olabilecek fakat hepsi de tamamen “Kemalizm” adı ile kuşatılmış düşünce sistemlerinin tümünün, gelişen “devrim” şartlarını kendi ölçütleriyle yorumlayan “Kemalizmler” oldugunu söyleyebiliriz. Bu “fikir yarışması” yerine göre kendini “Kadro” dergisiyle gösterebilmekte veya daha farklı ve muhafazakar bir düşünce içeren “Yeni Adam” ile şiddetlenebilmektedir. Türk muhafazakarları, Kemalizm içinde yer alarak hem kendi meşruiyetini korumayı, hem de varolanın hepsine muhalefet etmektense bazı “yanlış” veya “eksik” gördükleri noktaları degiştirmek üzere müdahale edebilmek şansını yakalamak için sistem dışına çıkmak gibi bir yaklaşım geliştirmemişlerdir.

Muhafazakarlık, Türk Muhafazakarlığı ve Peyami Safa Üzerine 12

Ancak bu durum 1940’ların sonlarına kadar devam etmiş ve Peyami Safa örnegi üzerinden de görmeye çalışacagımız gibi, kendi yolunda gitmeyi seçmiştir. Ahmet Oktay, Türkiye’de gerçekçi edebiyatın geçirdigi evreleri de inceledigi eserinde, 1925-40 yılları arasındaki düşünsel alanın ve aydınların ideolojik olarak kontrol altında tutulmasından13 bahseder. Bu kontrol, yukarıda da bahsedildigi gibi Kemalizm sınırlarının içinde kalmak olarak özetlenebilir. Bu “çogunlukla” şiddete dayalı bir düzenleme degildir. Çünkü, Oktay’ın sözleriyle, “rejim yaşayabilmek için ve bunu sağlayabilmek için... şiddete dayalı baskı uygulamasından elden geldiğince kaçınıyordu. Böylece doğmakta olan entelegentsia’yı bir devlet ideolojisinde bütünleştirmeye çalışıyordu. Aynı şekilde, bu olay, aydınların açık siyaset olanağından yoksun bulunmaları dolayısıyla, kültür alanına yönelmelerine yol açıyordu”.14 Gerçekten de 1930’lu yıllarda devlet organları dışında yayımlanan politik içerikli dergi sayısı yok denecek kadar az veya kısa ömürlü olmuştur. Daha sonra karşımıza, edebiyatçı kimlikleriyle beraber, bazen daha baskın bir biçimde, politik kimlikleriyle çıkacak olan aydınların çogu, bu dönemde edebiyat veya kültür merkezli dergiler çıkarmıştır. Bütün bu dergilerin ortak özelligi ise, hiçbirinin sadece edebi veya kültürel konular içermiyor olmasıdır15. Farklı sesler veya gidişatı farklı yöne çekmek isteyen kimseler bu dergilerde toplanarak, kendilerini, açık olan tek alanda, edebiyat ve kültür alanında, gerçekleştirmek çabasındaydılar. Daha sonra muhalif hale gelecek olan kişilerin birlikteliklerinin oluşması ilk defa bu dergiler yoluyla olmuştur. Bu dergilerde Ahmet Oktay’ın ilgimizi çektigi bir diger nokta da, daha sonra birbirinden farklı ideolojik yaklaşımlarla ortaya çıkacak olan insanların, bu dönemde, “zorunlu” bir birlikteligi oldugudur. Oktay’ın “dergilerde bir eklektizm dönemi”16 olarak adlandırdıgı bu olguyu, muhalefetin, daha güçlü olabilmek için kişileri birbirinden farklı kılacak bazı ayrıntıları yok sayması olarak görebiliriz. Fakat, her ne olursa olsun dönemin aydınları, hakim olan genel siyasal söylemin dışına çıkmayarak, çogu zaman onu kabul ederek ve yeri geldiginde de müdahale ederek bu dergilerde dönemin iktidarıyla eklemlenmiş bir görüntü sergilemişlerdir. Peyami Safa da, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren düzenli olarak yazmış ve çeşitli dergilerde yer almış biri olarak, aynı sürecin içindedir. 1940’ların sonu ve ‘50’lerde ise Demokrat Parti’nin varlıgıyla koşullar farklılaşmış, aydınların üzerindeki kontrol biraz daha gevşemiş ve açıkça muhalefet edebilmenin yollarına kavuşulmuştur. Dergilerde ise, kültürel ve edebi konular yerini agırlıklı olarak siyasi konulara bırakmıştır. Muhafazakarlık ve bu arada Peyami Safa da, artık, yeri geldigi zaman iktidara katılmış fakat çogunlukla kendilerine ait muhafazakar söylemlerini politikleştirmeye çalışmışlardır. Peyami Safa, 1920’lerde yayımlamaya başladıgı ilk yazılarında politik olaylardan daha uzak bir görüntü sergilemektedir. Bu ilk dönemde, eserlerinde merkezi oluşturan olaylar ahlak ve kültürel yıkım çevresinde gelişmektedir.17 Kendini ilk olarak hem kültürel, hem de politik anlamda ortaya koydugu romanı Fatih-Harbiye olmuştur. Fatih-Harbiye ile yazarın Türk Devrimi’ne “bakışının” ilk devresinin de başladıgını söyleyebiliriz. Bu devrede Peyami Safa, gelişen olaylara karşı biraz daha temkinli, bir sonraki döneme göre daha eleştirel bir tavır sergilemektedir. Romanın baş kahramanı Neriman, Harbiye ile sembolize edilmiş “batılılaşma hastalıgına” tutulmuş ve Fatih ile simgelenen aslını, inkar eden hareketler sergilemektedir. Safa, Neriman’ı romanın birçok yerinde “Türkiye” ile bir tutmaktadır. Ilerleyen sayfalarda şu cümlelere rastlayabiliyoruz: “Lozan sulhundan sonra, resmi Türkiye’nin de kanunla herkese kabul ettirdiği bu asrileşme, Journal of Historical Studies

13 Sinan Yıldırmaz

Neriman’ın ruhunda gizli gizli yaşayan bu iştiyaka en kuvvetli gıdasını vermişti.”18 Peyami Safa “asrileşmenin” Türk toplumunda gizli bir şekilde varolan geçmişi inkar etme hastalıgına kaynak olabilecegini düşünmekte ve bu yüzden temkinli hareket etmek gerektigini telkin etmektedir roman boyunca. Romanın sonunda ise Neriman artık dogru yolu bulmuş, bir anlamda “hastalıgı atlatmıştır”. Bu romanda Peyami Safa’nın Türkiye’nin seçmiş oldugu modernleşme projesine karşı bazı kuşkuları oldugunu, fakat onları, üstesinden gelinemeyecek degil, “ıslah edilebilir” sorunlar olarak gördügünü anlıyoruz. Peyami Safa’nın ikinci devresi, artık reformlar sürecine etki edebilecek yetkinlige kavuştugu, onlara kendince bazı anlamlar yükleyerek sesini duyurabildigi ve böylece de kuşkularından kurtularak iktidara ve reformların gelecegine ilişkin güven hissinin dogdugunu anladıgımız, Türk Inkılabına Bakışlar isimli kitabını yazmasıyla başlamaktadır. Ögün, Safa’nın bu kitabını “muhafazakar bir gözle yazılmış son derece önemli bir Türk Politik Akımlar tarihi”19 olarak görmektedir. Türk Inkılabına Bakışlar Cumhuriyet’in 15. yılı için, daha önce Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan makalelerin bir toplamından oluşmaktadır. Kitabın “Cumhuriyet’in 15. yılına özel” olarak çıkartılması bile başlı başına artık Safa’nın gelişmelere güven duydugu izlenimini vermektedir. Genel olarak Ögün’ün de dedigi gibi bir Türk Politik Akımlar tarihidir. Ama, kendi bakış açısıyla, onların bir eleştirisini sunmaktadır. Daha önceki akımların neden başarıya ulaşamadıgını ve zaten ulaşmalarının da mümkün olmadıgını anlatmaktadır. Eser, temelde Türkiye’nin geri kalmışlıgını düşünsel temelde açıklamayı amaç edinmiş ve bunu, başından sonuna kadar bütün eserlerinde görülen ve belirli bir süreklilik izleyen, “Batı” ve “Dogu” karşılaştırmasıyla yapmaya çalışmıştır. Ona göre “Batı” ve “Dogu” birbirinden ayrı düşünülemeyecek bir bütündür. “Dogu”nun geri kalmasının sebebi, “mistisizme” saplanması ve kör inançlar içinde “modern” olanı yakalayamamasıdır. Kemalizm bunu yakalamıştır, ona göre. Kemalizm’i, “mistik görüşten riyazi görüşe ve step cemiyetinden site cemiyetine geçiş hamlesi olarak da tarif edebiliriz”20 diyerek olumlarken, bilinçli olarak Kemalizm’in hangi özelliklerini ön plana çıkartacagını hesaplamaktadır. “Iki Kökten Gelme Inkılap Hareketleri” başlıklı bölümde “Medeniyetçilikten Dogan Inkılap Hareketleri” adı altında, daha önce Fatih-Harbiye’de karşı çıktıgı “Darülelhan’dan alaturka kısmın kaldırılıp yalnız garp musikisi öğreten konservatuarın tesisi”21 çok kısa bir biçimde geçiştirilirken, milliyetçilik ve özellikle “Türk Tarih Tezi” üzerine görüşleri geniş yer tutmaktadır. Bu kitaptan anlaşıldıgı kadarıyla, “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş-Dil Teorisi” gibi yeni Türk toplumunun kökenlerine ilişkin kaynak arayışı, Peyami Safa tarafından daha önceki kaygılarını giderecek unsurlar olarak görülmektedir. Daha sonraları bile Peyami Safa, bu tezin daha da derinleştirilmesi için çaba gösterecektir.22 Peyami Safa’nın üçüncü devresi, önceki baglılıklarından bir “kopuş” ve aynı zamanda kendi bagımsız çizgisini oluşturma devresi olarak adlandırılabilir. Safa’nın bu devrede “Türk Inkılabına Bakışlar”ın ikinci baskısına yazdıgı önsöz, bu kopuşun niteligini de belirtmektedir aslında. Ikinci baskıda şunları söylemektedir Peyami Safa: “O devre mahsus yazı disiplini, eserin Kemalizm’e, altı oka, tarih ve dil anlayışına ait son fasıllarında resmi teze uymak zoruyla muharririn düşünce hürriyetinden bazı kısıntılara katlanmasını zaruri kılıyordu.”23 Bu devredeki düşünce biçimini en açık şekilde dile getirdigi kitabı Matmazel Noralya’nın Koltuğu olmuştur. Bu roman bundan önceki bütün romanlarından farklıdır. Çünkü artık

Muhafazakarlık, Türk Muhafazakarlığı ve Peyami Safa Üzerine 14

“mistisizm”, kişileri, içine düştügü “yabancılaşmış” ve ahlaki çöküntünün esiri olmuş bir dünyadan “bireysel yücelişler” yoluyla kurtarabilirdi. Fakat bu bireysel yücelişler, aynı zamanda tüm toplumun kendini bulmasında bir kalkış noktası niteligi taşıyacaktı. Türk Inkılabına Bakışlar’da, Müslüman toplulukların içine düştügü kötü durumdan sorumlu tuttugu “Muhiddini Arabî”, Matmazel Noralya’nın Koltuğu’nda övülmektedir.24 Daha sonra bir makalesinde Altı ok için “büyülü reçete” olarak bahsetmekte ve sihirli formüllerin hiçbir zaman toplumların sorunlarını çözmede başarılı olmadıgını söylemektedir.25 Yine, “Bizim Cumhuriyet” isimli bir başka yazısında daha önceki dönemlerde hiç yapmadıgı, “tek partiye”, “güdümlü siyasi parti kurdurmalara”, “seçimlerin tayinden ibaret oluşuna”, “Inönü’ye” dair eleştirel bir bakış geliştirdigini görüyoruz.26 Yıkıcı bir biçimde eleştirmese bile, artık öncesine göre daha eleştirel olabildigini ve gerekirse daha da eleştirebilecegini ortaya koymaktadır Peyami Safa. Hilmi Ziya Ülken de, aynı şekilde, Peyami Safa’daki bu degişime vurgu yaparak, bunun büyük oranda Peyami Safa’nın son dönemde mistisizme kayışından ve önceki söylediklerindeki radikal görüşün kaybolmasından ileri geldigini söylemektedir.27 Peyami Safa’da görülen bu degişikligin sebebini, dönemin de elvermesiyle birlikte, muhafazakarlıgın ve bu arada diger düşünce sistemlerinin de, kendini iktidarın söyleminden uzaklaştırarak “yaratmaya” başladıgı şeklinde ortaya koyabiliriz. Muhafazakarlıgın “çocukluk” dönemlerindeki çekingenlikten sonra iktidara karşı güvenini ortaya koymasına ragmen gelişmeler onların öngördügü biçimde olmamıştır. Özgürlüklerin görece fazlalaştıgı bir dönemde ise artık var olan koşulların içinde yer alıp onlara şekil vermekten çok kendi dünyasını yaratmak ve “iktidar” olmak için çalışmaya başlamışlardır. Fakat tamamen meşruiyetlerini yitirmemek için tam anlamıyla bir kopuş da yaşamamışlardır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’ın tavrı bu kopuşa başka bir örnek olarak sunulabilir. Tanrıöver 1940’ların ortalarından sonra hem CHP milletvekilliginden ayrılmış ve hem de laik kanattan uzaklaşmıştır. “Neden, ‘Eserin’(Türk Inkılabının) manevi tarafının zayıf kalmış olduğunu düşünmesi”28dir. Tanrıöver’in iktidarın yapısından ve söyleminden uzaklaşmasını gerektiren bu açıklaması, muhafazakarlıgın artık kendi farklılıgını yüksek sesle duyurmak istemesinin de yolunun açıldıgını gösterir. Artık, bir yandan bu yolda ilerlemek için gerekli olan halk destegini de alabilmelerinin şartları oluşmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki muhafazakar bazı çıkışlar toplumun geniş kesimlerine ulaşmakta zorlanıyordu. Gerek toplumun okur yazarlık ve kültür düzeylerinin çok düşük olması, gerekse toplumsal alanın devletin ideolojik kontrolü altında oluşu ve resmi söylem dışındaki farklı seslerin ancak belirli bir “elit” tarafından tartışılabilecegi mantıgının yerleşikligi, “merkezdeki” farklı seslerin kendi söylemlerini topluma yaymalarını engellemiştir. Fakat, özellikle ‘50’lerle beraber, toplumsal alanın şekillendirilmesinde iktidarın dışındaki faktörler de çokça devreye girmektedir. Degişen sosyokültürel ortam, muhafazakarlık adına bir önceki dönemde bir şeyler söylemiş olan insanların topluma inebilmesine izin vermiştir. Örnegin, Peyami Safa’nın birçok kitabı ikinci baskılarını ancak ölümünden sonra yapabilmiştir. Ikinci baskılarından sonra ise daha öncekinden çok kısa zaman aralıklarıyla yeni basımları yapılmıştır. Muhafazakarlıgın bu “kopuşunun” izlerini Ahmet Oktay’ın dergiler üzerinden yaptıgı degerlendirmeyi düşünerek de görebiliriz. Peyami Safa, kardeşi Ilhami Safa ile 1936’da, 21 sayı çıkan Kültür Haftası isimli bir dergi çıkartmıştır. Bu Journal of Historical Studies

15 Sinan Yıldırmaz

dergi Oktay’ın çizdigi 1930’lu ve ‘40’lı yılların edebiyat ve kültür dergilerinin bir örnegidir. Dergide yer alan isimlere baktıgımızda, içinde dönemin en nitelikli edebiyatçılarının toplandıgını görüyoruz. Fakat, bu isimler yogunluk itibariyle, ortak bir “muhafazakarlık” düşüncesi etrafında da toplanabilirler. Derginin ilk sayısındaki tanıtım yazısında “yerli fikirlerin bu serbest ve açık sergisinde eserlerini teşhir edecek olan bütün muharrirler, birbirine kültür planında umumi bir vahdetle bağlıdırlar”29 denilerek, bu birlikteligin altı çizilmektedir. 1950’li yıllara geldigimizde, bu kez tek başına Peyami Safa Türk Düşüncesi isminde bir dergi çıkartmaktadır. Bu dergi bir öncekine göre daha siyasi bir dergi olmasıyla digerinden ayrılmaktadır. Fakat görülmektedir ki, daha önce Kültür Haftası’nda yer alan isimler bu dergide de yer almakta ve artık ortak bir fikrin savunusunu yapabilmektedirler. Bu dergide, artık “muhafazakar” kimligiyle bilinmek bir çekince yaratmıyor, aksine Mustafa Şekip Tunç “Muhafazakarlık ve Liberallik” ismiyle bir yazı yayımlayıp, Türkiye’de “şuurlu muhafazakarlıgın” ve “şuurlu liberalliğin” yaygınlaşması gerektigini telkin edebiliyor.30 Bu son döneminde Peyami Safa, Atatürk’ün sözlerini kullanırken ve Kemalizm’i tanımlarken artık, önceleri yaptıgı gibi, Kemalizm’e, kendine ve muhafazakarlıga ait bir şeyler katmak amacını degil, kendi düşüncelerine Kemalizm’den destek bulmak amacını gütmektedir. Örnegin, çogu yazısında görülebilecek olan derinlik, anti-komünist olarak yazdıgı yazılarda yerini seviyesiz bir sıglıga bırakırken, söylediklerine destek olabilmek için Atatürk’ün komünizme karşı söyledigi bir sözü kullanarak kendi meşruiyetini saglamaya çalışmaktadır.31 Bir başka yerde kendi “sentezci” düşüncesini savunmak için kendisinin de kabul edebilecegi Kemalizm’in milliyetçilikle ilgili unsurlarını “sagcılıga”, kendisinin “ultra feminist” görüş dedigi ve belli bir soguklukla yaklaştıgı kadınlarla ilgili unsurlarını “solculuga” atfedip, Atatürk’ün ne sagcı ne de solcu oldugunu söylemektedir.32 “Atatürk devrimci değil, inkılapçıydı. Inkılabı, devirmek manasında değil, aynı bünyenin bir halden ötekine geçişi manasında alıyordu”33 diyerek, kendi devrim-inkılap çatışmasına Türk Devrimi üzerinde örnek verip, hem devrimin niteligine dair muhafazakar yorumunu katıyor, hem de Atatürk’ü yanına çekmiş oluyordu. Yukarıda genel olarak tartışılmaya çalışılan muhafazakarlık ve Peyami Safa üzerinden Türk muhafazakarlıgı, bütünüyle ciddi bir çalışmanın konusu olmamakla beraber, günümüze kadar gelen süreçte çok açık etkileri olan olgulardır. Bu yüzden, Türkiye’de muhafazakarlıgın gelişimi üzerine yapılacak analizler ve dönemlendirmeler şu aşamada çok dar bir alanı kaplamaktadır. Muhafazakarlıgın, Türkiye’de ‘80’li yıllarla birlikte aldıgı yeni şekil bu ilk dönem tartışmalarıyla beraber genişletilmelidir. Türk muhafazakarlıgının uzun yıllardır takındıgı “devletçi” tavrın, nasıl olup da günümüzde “liberalizme” dönüştügü noktası, 1940’ların sonuyla birlikte önceki devirden bir kopuş gerçekleştiren aşama kadar ilginçtir. Son olarak bu degişimle ilgili Fritz Stern’in “muhafazakarlık, politik Türk hakimiyetinin bedelini, kültürel sefaletle öder”34belirlemesinin muhafazakarlıgının geçirdigi dönüşüme de uygun düştügünü söyleyebiliriz. Türk muhafazakarlıgı, ilk yıllarındaki iktidarsız dönemini aşarak daha sonra kendini bagımsız olarak var etmesiyle ve Demokrat Parti’den günümüze kadar sahip oldugu “iktidarı” kullanmasıyla Türk toplumunun geneline hakim bir politik hareket haline gelmiştir. Fakat bu politik hakimiyet, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki “iktidarsız” muhafazakarlık söylemlerinden aşırı derecede düşük düzeyli bir söylemin

Muhafazakarlık, Türk Muhafazakarlığı ve Peyami Safa Üzerine 16

hakimiyetini de beraberinde getirmiştir. Benzer bir şekilde, Peyami Safa ve digerlerinin korumaya çalıştıkları “kültürel mirasa” en büyük darbe de, muhafazakarlıgın iktidarları tarafından vurulmuştur35. Notlar 1 Tanıl Bora, “Muhafazakarlıgın degişimi ve Türk muhafazakarlıgının bazı yol izleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 2 Süleyman Seyfi Ögün, “Türk muhafazakarlıgının kültür kökenleri ve Peyami Safa’nın muhafazakar yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 109. 3 Anthonny Giddens, Beyond Left and Right-The Future of Radical Politics, (Cambridge and Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers, 1996), 26. 4 Muhafazakarlıgın ve özel olarak da Türk muhafazakarlıgının genel düşünce yapısı ve aldıgı biçimler üzerine tartışmalar, Türkçe literatürde en geniş olarak Toplum ve Bilim dergisinin Güz(1997) sayısında bulunabilir. 5 Kemal Karpat, “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S. Lambton ve Bernard Lewis, The Cambridge History of Islam, Cilt 1B, (1997), 565. 6 Alan Wolfe, “Sociology, Liberalism and the Radical Right” New Left Review, 128, JulyAugust 1981, 5. 7 C. Nazım Irem, “Kemalist modernizm ve Türk gelenekçi-muhafazakarlıgının kökenleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 63. 8 Ögün, 109. 9 Bora, 19. 10 Ibid., 21. 11 Irem, 60. 12 Ibid., 93. 13 Ahmet Oktay, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, (Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları, 1986), 338. 14 Ibid., 348. 15 Ibid., 344. 16 Ibid., 346. 17 Çetin Yetkin, Toplumsal ve Siyasal Açılardan 13 Yazar Üzerine Notlar, (Ankara: Ümit Yayıncılık, 1996), 143. 18 Peyami Safa, Fatih-Harbiye, (Istanbul: Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1931), 63. 19 Ögün, 117. 20 Peyami Safa, Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Kanaat Kitabevi, 1938), 190. 21 Safa, Bakışlar, 98. 22 Bkz. Peyami Safa, Doğu-Batı Sentezi, (Istanbul: Yagmur Yayınevi, 1963, 1976), 182-184. 23 Peyami Safa, Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Ötüken Neşriyat, 1997), 13. 24 Safa, Bakışlar, 163; Peyami Safa, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, (Istanbul: Nebioglu Yayınevi, 1949), 261. 25 Safa, Sentez, 95. 26 Ibid., 165-167. 27 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (Istanbul: Ülken Yayınları, 1994), 450. Ülken Peyami Safa’daki farklılaşma için şu örnekleri vermektedir: “Türk Düşüncesi’nde (...) Peyami Safa’yı oldukça değişmiş buluyoruz. 1) Artık idealizme karşı değildir; hatta isimle dahi olsa onlara dayanır. 2) Birinci kitapta Russel’den cümleler alarak Bergson’a ve genel olarak mistik düşünceye hcum ederken burada dine, mistisizme bağlanıyor. 3) Birincide Doğu

Journal of Historical Studies

17 Sinan Yıldırmaz kavramına toptan hücum ettiği halde burada onunla barışıyor; hatta orada Uzakdoğuyu bizimle kıyas etmeyecek kadar küçümsediği halde, burada Bizden Ileri Memleketler başlıgı altında yalnız Japonya’yı değil, Bankok ve Hong-Kong’u veriyor. “ªarkın geri Budistleri” dediği bu memleketlerdeki gelişmeyi görmesini de bir kültür filmine borçlu olduğunu söylüyor (...) 4) Birinci kitapta “Inkılabın eskiye hiçbir şey borçlu olmadıgını” söylerken burada “Inkılap bir tekamül hamlesidir! Her şey eskiden hazırlanmıştı” diyerek bu öncülük şerefini 1908 Meşrutiyeti’nde, 1915’de kadının iş hayatına girişinde, 1920’de üniversiteye kızların alınmasında, Latin harfleri ve şapka devrimlerinin önceden hazırlanışında buluyor. Hatta Türkiye’de milli hakimiyet 1923’de değil 1908’de başlar diyecek kadar ileri gidiyor. Iki kitabın ruhu ve içeriği arasındaki bu belirli ayrılık, kısmen Peyami Safa’nın son yıllarında daha çok dinciliğe, mistisizme bağlanmasından, kısmen de vakaların gelişmesi sırasında ilk kitabındaki radikal görüşün kaybolmasından ileri gelse gerektir.” 449-450. 28 Bora, 19. 29 Kültür Haftası, 15 Ikinci Kanun, 1938, 1. 30 Mustafa Şekip Tunç, “Muhafazakarlık ve Liberallik,” Türk Düşüncesi, 1, 2(Ocak 1954), 8892. 31 Safa, Sentez, 227-229. 32 Peyami Safa, “Sagcılık Solculuk,” Türk Düşüncesi, 6, 3-36(Şubat 1957), 59. 33 Ögün, 112. 34 Ahmet Çigdem, “Muhafazakarlık üzerine,” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997), 47. 35 Ögün, 146, 147.

Kaynakça -Bora, Tanıl. “Muhafazakarlıgın degişimi ve Türk muhafazakarlıgının bazı yol izleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997). -Çigdem, Ahmet. “Muhafazakarlık üzerine,” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997). -Giddens, Anthony. Beyond Left and Right-The Future of Radical Politics, (Cambridge and Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers, 1996) -Irem, C. Nazım. “Kemalist modernizm ve Türk gelenekçi-muhafazakarlıgının kökenleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997). -Karpat, Kemal. “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S. Lambton ve Bernard Lewis, The Cambridge History of Islam, Cilt 1B, (1997). -Kültür Haftası, 15 Ikinci Kanun, 1938. -Oktay, Ahmet. Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları, (Bilim/Felsefe/Sanat Yayınları, 1986). -Ögün, Süleyman Seyfi. “Türk muhafazakarlıgının kültür kökenleri ve Peyami Safa’nın muhafazakar yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74, Güz(1997). -Safa, Peyami. “Sagcılık Solculuk,” Türk Düşüncesi, 6, 3-36(Şubat 1957). --- Doğu-Batı Sentezi, (Istanbul: Yagmur Yayınevi, 1963, 1976). --- Fatih-Harbiye, (Istanbul: Semih Lütfü Sühulet Kütüphanesi, 1931). --- Matmazel Noralya’nın Koltuğu, (Istanbul: Nebioglu Yayınevi, 1949). --- Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Kanaat Kitabevi, 1938). --- Türk Inkılabına Bakışlar, (Istanbul: Ötüken Neşriyat, 1997). -Tunç, Mustafa Şekip. “Muhafazakarlık ve Liberallik,” Türk Düşüncesi, 1, 2(Ocak 1954). -Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (Istanbul: Ülken Yayınları, 1994). -Wolfe, Alan. “Sociology, Liberalism and the Radical Right” New Left Review, 128, July-August 1981. -Yetkin, Çetin. Toplumsal ve Siyasal Açılardan 13 Yazar Üzerine Notlar, (Ankara: Ümit Yayıncılık, 1996).

Muhafazakarlık, Türk Muhafazakarlığı ve Peyami Safa Üzerine 18

Journal of Historical Studies

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF