Klan Dergi 2003-02

December 13, 2016 | Author: ugurbocee | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Klan Dergi 2. Sayı...

Description

KlanDergi

- Yoga - Tai Chi - Beslenme - Meditasyon - Aikido - Sağlık - Zen - Çevre - Doğu - Shiatsu - Kendo - Sanat

Bu sayıda: Ruh ve Müzik : “Demir Demirkan”

Japon Çay Sanatı Zen Tarihi Taoculuk Beş Element Farkındalık Derin Ekoloji Ayur Veda Yemeğin Enerjisi Yamaoka Tesshû Kabbala Fitoterapi Tasavvuf ve Felsefe Yoga Asana Bilinçli Rüyalar Bilincin Doğası Şiir Kitap

Chanoyu “Çay Sanatı”

temmuz 2003

iki

Kullanım

KlanDergi’ye hoşgeldiniz. KlanDergi PDF teknolojisiyle hazırlanmıştır. Adobe Acrobat Reader 3.0 veya daha yeni sürümünü bilgisayarınıza (Mac ya da PC) kurduktan sonra “Tanıtım” ikonuna çift tıklayarak dergiyi okumaya başlayabilirsiniz. Adobe Acrobat Reader bedava bir program olup aşağıdaki linkten indirilebilir :

www.klannews.com Sayfaları çevirmek için Acrobat alet çubuğundaki okları kullanabilirsiniz. Okumayı kolaylaştırmak için aynı alet çubuğundaki “Sayfa” düğmeleriyle mümkündür. PDF teknolojisi ile, sayfalardaki web ya da e-posta adreslerine tıklayabilirsiniz. Sayfayı ne kadar büyütürseniz büyütün yazı kalitesinin azalmadığını göreceksiniz. Bu, PDF teknolojisinin “okuma rahatlığı” için sağladığı bir olanak. Sayfaları yazıcınızda bastığınızda yazıların kalitesi sizi şaşırtacaktır. Resimler, dosya boyutlarını sınırlamak üzere ekran çözünürlüğünde (72 dpi) tutulmuştur. Arama yapmak için de “Dürbün” (search/arama) ikonuna tıklayabilirisiniz. Bütün teknik sorularınızın yanıtları Acrobat Reader yardım menüsündedir.

Bilgelik, Gelenekler ve Kişisel Gelişim dünyasında iyi yolculuklar...

KlanDergi

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

KlanDergi Klan Yayınları’nın ürünüdür. Editörler:

Cem Şen / [email protected] Suavi Kendiroğlu / [email protected]

Yazarlar (alfabetik sırayla): Refik Algan, Tijen İnaltong, Suavi Kendiroğlu, Hakan Onum, Nimet Özata, Dr. Ender Saraç, Cem Şen, Barış Şentuna, Ömer Tecimer, Güneş Tokcan Diğer katkılar (desen, fotoğraf vs.): Suavi Kendiroğlu, Tijen İnaltong, Özgür Taylan, Cem Şen. İnternet Uygulama: Nusret Kurar / [email protected] Tasarım ve sayfa düzeni: Suavi Kendiroğlu Reklam: [email protected] (Tel: 212 324 82 10) İletişim: http://www.klannews.com [email protected] KlanDergi sadece elektronik ortamda yayınlanmaktadır. Yeni sayıları sitemizden indirebilirsiniz. Bunun için ücretsiz üyelik işlemini yapmanız yeterli olacaktır. (İletilen dosyaların boyutları bir disketin kapasitesini aşmayacak şekilde hesaplandı) KlanDergi ücretsiz olup serbestçe çoğaltabilir, e-maille tanıdıklarınıza gönderebilir ya da yazıcınızda basabilirsiniz. Yazı ve çizimlerin telif hakları saklıdır ve başka bir yayın bünyesinde izinsiz kullanılamazlar. Sistemimiz en son virüs tarayıcılarla kontrol edilmektedir ve sunucumuzdan indirdiğiniz dosyalar “kesinlikle virüs” barındırmaz. Bunun yanında, e-mail vs. yollarla ve bizden başka kaynaklardan edindiğiniz KlanDergi dosyalarıyla ilgili sorumluluk kabul edilmez. Teknik not : Belge rahatça okunabilmesi için Adobe Acrobat Reader 5.0 veya yeni bir sürümün bilgisayarınıza kurulmuş olması gerekmektedir. Bu program ücretsiz olup PC ya da Mac bilgisayarların çoğunda bulunmaktadır. Bu programa sahip değilseniz, bilgisayar dergileri ile birlikte dağıtılan hediye CD-Rom’larda bulabilir ya da www.klannews.com sitesinden indirebilirsiniz.

“Yokluk tacı alnımı sıktığında, Zevk de, keder de ruhumdan uçar gider.” Nazım Hikmet (10 yaşlarında)

İçindekiler

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

(Başlıklara tıklayın)

Merhaba! < Tıklayın!

KlanDergi

Çay Sanatı / Suavi Kendiroğlu Zen Tarihi (2) / İlhan Ermete Çılgın Bir Şiir / Po Chu - I Taoculuk (2) / Güneş Tokcan Beş Element / Cem Şen

İnci / Anonim Öykü Farkındalık (2) / Ilhan Ermete Derin Ekoloji / Hakan Onum Kitap Tanıtım Demir Demirkan’la Söyleşi / Klan Ayur Veda / Ender Saraç Yemek ve Sevgi / Tijen İnaltong Yamaoka Tesshû / Suavi Kendiroğlu Kabbala (2) / Ömer Tecimer Fitoterapi (2) / Nimet Özata Tasavvuf ve Felsefe / Refik Algan Güneşe Selam B / Yoga Asana Bilinçli Rüyalar / İlhan Ermete Bilincin Doğası (2) / Cem Şen

Mektup

Merhaba !

KlanDergi

Daha ilk sayıda Klan’ımızın binden fazla üyesi oldu. Birçoğu da dergilerini arkadaşlarına doğrudan tanıttılar, paylaştılar. Bu arada sizlerden gelen olumlu-olumsuz tüm eleştirileri değerlendirdik, sorularınızı yanıtlamaya çalıştık. Sık karşılaştığımız sorulardan biri Acrobat Reader’ın kurulumuyla ilgiliydi. Bu okuma aracını önermemizin ve dergiyi PDF formatında yayınlamamızın üç ana gerekçesi var: 1) Dosya boyutu: Aynı dergiyi Word’le hazırlasaydık boyutu rahatlıkla 10 MB civarı olabilirdi. 2) PC-Mac uyumu: PDF bu iki sistem arasında sorunsuz çalışan tek format. Yukarıdaki önermeye rağmen Word’ü seçseydik Mac kullanıcıları dergiyi okuyamayacaklardı. 3) Font sorunu: Yabancı ülkelerdeki okuyucularımızın yazı karakteri sorunlarını PDF tamamen ortadan kaldırıyor. Bu sorunu da gereken yazı karakterlerini derginin içine dahil ederek çözüyor. Bu arada sizler için pekçok yeniliğin hazırlığı içindeyiz. Sitemizdeki Forum bölümü açıldı. Dergide çıkan seçme yazılarından oluşacak ve üç ayda bir yayınlanacak bir hardcopy “kağıt” versiyon çıkarmayı planlıyoruz. Koleksiyoncular için ! Bu ay, ilk sayıda başlayan yazı dizilerimizin devamını bulacak, Eurovision zaferiyle herkesi mutlu eden, besteci ve müzisyen Demir Demirkan’la “yakından” tanışacak, yeni yazılar okuyacaksınız. Japon Çay Sanatı’nın tarihini ve uygulamasını anlatan bir yazı ile başlıyoruz. Cem Şen’in Beş Element yazı dizisi de bu sayıda başlıyor. İyi okumalar !

KlanDergi

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

5

Çay Sanatı Chanoyu Çay bir içecek olmadan önce ilaç olarak kullanılıyordu. Şiir imparatorluğu Çin'de hoşça vakit geçirme aracına dönüşmesi VII. yüzyılı buldu. Bu uğraş XV. Yüzyıl Japonya'sında bir estetik dinine, Çay Sanatı'na dönüştü. Suavi Kendiroğlu

“Çay”

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Çay içmekten Çay Törenine: Çay içmek gibi sıradan ve günlük bir faaliyetin bir törene dönüştüğü Çay Sanatı, Japon kültürünün en önemli parçalarındandır. Günümüzde kadınlara yönelik bir uğraş gibi görünse de Maiji devrimine (1868) kadar daha çok erkeklere özgüydü. Diğer gösteri/performans sanatlarından farklı olarak davetliler de bu töremde rol alırlar. Çay hazırlama, sunma, kabul etme ve içme hareketlerinin tümü önceden belirlenmiş kurallara göre gerçekleştirilir. Törende tanrısal bir varlığa atıfta bulunulmaz. Sadece katılanlar için yapılır. Günlük yaşamın stresinden çıkıp dostça bir ortamı paylaşmakla, iç disiplin, alçakgönüllülük ve estetik zevkler güçlendirilir. 9. yüzyılda feodal derebeyleri olan Daimyo'lar ve tüccarlar oldukça gösterişli çay toplantılarına katılarak sunulan ürünün kökenini bulmaya çalışıri kalitesi üzerine söyleşirlerdi. Bu tören Chanoyu adını alıyordu. Bunun tam Türkçe karşılığı "Çay için sıcak su"dur. Daha sonraları halk "Unyaku Chakai" adlı, Çin kültürüne daha yakın ve daha az soylu bir ikrâm tarzıyla tanıştı. Çay Töreni Chanoyu'nun daha spritüel olan Çay Yolu'na (Chadô) dönüşümü 16. yüzyılda Sen no Rikyu'nun eliyle gerçekleşecektir. Savaşçı kesimin tekelinde bulunan elitist törenlere (Daimyo-cha) sadelik getirmek uzun zamandan beridir çay ustalarının istediği şeydi. Bu sadelik Wabi adı altında bir tür ideale dönüştü. Wabi daha çok sade bir yaşam arayışıdır. Sabi (sade görünüm), Shubui (sade zevkler), Yûgen (gizemli zerafet ve hüzün) gibi türevleri de Japon yaşamını derinden etkilemiştir. Edebiyatta en derin duygular asla doğrudan açığa vurulmaz, sadece hissettirilirdi. Hatta bu duyguların ifade 6

Çay Sanatı

edilemeyeceği de düşünülürdü. Nô Tiyatrosu, Çay Töreni, İaido gibi sanatların sessiz ve törensel yapıları bu Wabi idealine bağlıdır. Tören: Tipik bir Çay Töreni'ni yazıya dökmek oldukça cesaret kırıcı, hatta neredeyse imkânsız bir iş. Burada ancak kaba bir tasvirle yetineceğiz. Çay Töreni'nin yapıldığı çay odası normal bir odadan daha sadedir ve içeriye ufacık bir kapıdan (Nigiriguchi) eğilerek girilir. Bu yapı mütevazi bir yaşam şeklini hissettirmelidir. İmparator dahi bu kapıldan girebilmek için eğilmeli ve samuraylar silâhlarını dışarıda bırakmalıydılar. Bu çay odası bazen bir kulübe halini alarak evden bağımsız bir yapıya dönüşür. Çay evine giden yol bir arınma yoludur. Eve girmeden önce durulur, el ve ağız sabit bir kaptaki suyle temizlenir, beden arındırılır. Sonra ev sahibinin davetiyle odaya girilir. Tokonoma adlı köşeye yerleştirilmiş bir çiçek kompozisyonu (İkebana) ya da resim seyredildikten sonra oturulur. Ateşin üzerindeki demir çaydanlıktaki su kaynayınca usta çayı hazırlar. Önce Kocha denilen tadımlık koyu bir çay sunar. Bu hediyelerin en içtenini kabul ettikten sonra konuşulur, sıhbet edilir, ardından da Usucha adını alan açık çay içilirdi. Chanoyu gereçleri: Çay Töreni'nde kullanılan araçlara değinmeden geçmek olmaz. Bu araçlar usta tarafından misafirin KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

kişiliğine, yakınlık derecesine göre seçilir ya da özel olarak üretilirdi. Tabii ki bu tercihlerde sadelik en önemli yol göstericiydi. Sadelikte gizli, büyük bir zevklilik, soylu bir estetik vardı. Yeşil toz çay konulan kap (usuki), çay almaya yarayan bambu kaşık (chashaku), karıştırma fırçası (chasen), su dökme kepçesi (hishaku) ve çay kâsesi (chawan) işçilik bakımından birer ustalık örneği olup bazıları törenin belli bir evresinde ayrı ayrı incelenir, uyanan beğeni ve hayranlık dile getirilirdi. Chanoyu sayesinde İkebana, seramik, Sumi-e (bir tür resim sanatı) gibi birçok sanat dalı halk tarafından anlaşılabilmiş, gelişme fırsatı bulmuştur. Bizi en çok duygulandıran araçsa çay kâsesi Chawan'dır. Chawanlar türlü stillerde ve tekniklerle Kama ve Furo: Çaydanlık ve ocak. Kışın yer döşemesi kaldırılarak altındaki Ro adı verilen ocak kullanılır.

Mizuhashi: Chawan yıkama suyunun bulunduğu kap.

Kama

Furo

Chawan: Çay kâsesi. Kensui: Chawan yıkama suyunun döküldüğü kap.

Hishaku: Su dökme kepçesi.

Usuki (natsume): Usucha (toz çay) konulan laklı kap.

7

Çay Sanatı

üretilmiştir. Farklı bölgelerde, farklı malzeme ve sanat anlayışıyla tasarlanan bu seramik kâseler günümüzde paha biçilmez birer koleksiyon parçasıdırlar. Özellikle Roku stili chawanlar dikkate değerdir. Döner tezgah yerine elle şekillendirilip düşük ısılı (800-1000C) fırınlarda pişirildiklerinden düzensiz şekilli ve görece kaba dokulu olurlar. Her açıdan farklı görünürler ve aynı zamanda dokunma duyusuna da hştap ederler. Öyle ki, çömlekçinin ellerine dokunduğunuzu, o yaratış anını tekrar yaşadığınızı hissedersiniz. Tören sırasında misafirin kullandığı tek araç olduğundan ev sahibiyle arasındaki yegâne köprüdür. Misafir ustanın ince sanatını, koskoca bir dünyayı avucunda tutar, hisseder ve dudaklarına götürerek tadar. Yüzyılların birikmiş gelenekleriyle ve bu geleneklerin ustalarıyla arasında fiziksel bir bağ kurulur. Tüm araçlar, çay odası, giyilen kimonolar, sarfedilen nezâket sözleri, duygu yüklü bir atmosfer yaratır. Bu ortamınparçalarını yaratan tüm sanatçılar

bir olup hiçbir karşılık beklemeden size bu çayı sunmuşlardır.

Kaynakça: The Book of Tea, Okakura Kakuzo A Look into Japan, (Japan Travel Bureau) Le Japon, Dictionnaire et Civilisation, (Louis Frédéric) Art, Tea and Industry, (Masuda Takashi) Japan, "Spirit & Form", (Shuichi Kato)

Chanoyu’da Matcha adı verilen yeşil toz çay kullanılır. Bu çay Chashaku adlı küçük kaşıkla Chawan’a konulur.

Üzerine, Hisshaku’yla Kama’dan alınan sıcak su dökülür. Chasen’le (fırça) köpürtülerek karıştırılır. Nasıl içilir? Hafifçe eğilerek Chawan’ı sağ elle alıp sol elin avuç içine yerleştiriniz. Kâseyi saat yönünde sağ elinizle üç harekette çeviriniz. Çayı içtikten sonra sağ elle Chawan’ı silin ve bu sefer ters yönde çevirerek ev sahibine geri verin

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

8

Zen Tarihi (2) İlhan Ermete

Üçüncü Pir Seng-ts'an Çin'deki üçüncü Zen piri olan Seng-ts'an hakkında çok fazla bir şey bilinmiyor. Seng-ts'an Huik'o'nun yanında bir Zen rahibi olarak yaşadı. Satori'ye ererek üçüncü pir olduktan hemen sonra, 574 yılında Budacıların cezalandırıldığı dönemlerden biri daha başladı. Sûtra'lar ve Budacı heykeller yakıldı, rahipler ve rahibeler tapınaklardan çıkarak eski yaşamlarına geri dönmeye zorlandı. Seng-ts'an zalimce cezalandırılmaktan kurtulmak için tam on beş yıl boyunca oradan oraya gezip durdu. Bundan sonra Huan-kung Dağı'na giderek on yıl orada saklandı. Huan-kung Dağı vahşi hayvanlarla dolu bir yerdi, burada yaşayan yırtıcı kaplanlar çevre halkında büyük bir korku uyandırmıştı. Anlatılanlara göre Seng-ts'an'ın varlığı bu vahği kaplanları yatıştırmaya yetti, kaplanlar bir daha o civarda yaşayanları rahatsız etmedi. Seng-ts'an böylece dağlarda dolaşırken 592'de Tao-hsin (Dõshin, 580-651) ile karşılaştı. Söylenceye göre Tao-hsin Seng-ts'an'ın yanına geldiği zaman ona şöyle dedi: "Yalvarırım ustam merhamet edin, bana bağımsızlaşma yolunu gösterin." "Kim bağladı seni?" "Hiç kimse bağlamadı." "Peki öyleyse niye bağımsızlaşmaya çalışıyorsun?"

Seng-ts'an'ın bu sözleri Tao-hsin'in hemen o anda satori'ye ermesine yetti. Tao-hsin dördüncü pir oldu. Seng-ts'an pirliği Tao-hsin'e devrettikten sonra önce başka bir dağa gitti, ama sonra eskiden kaldığı yere geri döndü. Ora halkı sık sık onu ziyaret ediyor, ondan Budacılığın ilkelerini öğreniyordu. Seng-ts'an yine böyle bir toplantıda vaaz verdiği bir gün, bir ağacın yanında ayakta durarak öldü. KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Seng-ts'an'ın yaşamı üzerine geriye fazla bilgi kalmamakla birlikte, yazmış olduğu bir şiir çok büyük bir önem taşımaktadır. Zihne İnanç Dizeleri (Hsin-hsin Ming; Shinjin Mei) olarak bilinen bu şiir ilk Ch'an (Zen) şiiridir. Zen'in bazı temel ilkelerini zengin bir dille anlatan bu şiirde belirgin Taocu etkiler görülür. Dizelerde eylemsizlik (wu-wei), doğallık (tzu-jan) gibi Taocu kavramlar sıkça karşımıza çıkar. Daha sonraki dönemlerde Zen'in belirgin bir özelliği haline gelen Taocu etki, ilk olarak bu erken dönem Zen şiirinde görülür. Bu nedenle, Zihne İnanç Dizeleri Zen'le Taocu öğretinin bir araya gelişini açıkça göstermesi açısından da önem taşır. Sonraki dönemlerde hem Çinli hem de Japon Zen ustaları tarafından bu şiirin birçok yorumu kaleme alınmıştır. Sengts'an'ın bu ünlü şiiri aşağıdaki dizelerle başlar: Tao'a ulaşmak zor olmayacak ya şunu ya bunu seçmek olmasa Şunu sevip bunu sevmemek bir yana bırakılsa kendiğilinden çıkacak açığa Saç teli kadar ayırım yapmak yerle gök kadar uzaklaştırır gerçeği Eğer görmek istiyorsan onu bırak şu doğruyla eğriyi İsteneni istenmeyen karşısına koymak zihnin hastalığı denir buna Gizemli sırlara ermeyince insan zihni sakinleştirmek boşuna Büyük bir boşluk gibi tam ne eksik var ne de fazla Ama şunu alıp bunu atınca kaybolup gider bulunmaz asla

9

Zen Tarihi (2)

Dördüncü ve Beşinci Pirler: Tao-hsin ve Hung-jen Tao-hsin'in farkındalığını iyice bilemek için 60 yıl boyunca hiçbir yere uzanıp yatmadığı ve hiç uyumadığı söylenir. Tao-hsin ilk Zen topluluğunu organize etti, Zen rahipleri burada ailelerinden ve toplumdan ayrı yaşıyorlardı. Önceki pirlerin sadece birkaç öğrencisi varken, Tao-hsin'in etrafında yüzlerce Zen rahibi toplandı. Tao-hsin 624 yılında bir gün kendinden sonraki pir olacak kişi olan Hungjen'le karşılaştı. 651 yılında birdenbire öğrencilerini toplayıp onlara, "Her şey bağımsızdır. Bunu aklınızdan çıkarmayın ve ileride bunu öğretin," dedikten sonra meditasyon yaparkenki gibi oturdu ve öldü. Öldüğünde 72 yaşındaydı. Beşinci Zen piri Hung-jen (Gunin ya da Kõnin, 601-674) daha yedi yaşındayken Tao-hsin'le karşılaştı ve bir Budacı rahip olarak onun tapınağına girdi. Günlük işleri yaptığı zamanın dışında sürekli olarak zazen yaptı. Çeşitli Zen okulları kuran birçok Zen ustası yetiştirdi. Hung-jen 676 yılında bir gün öğrencilerine artık üstüne düşen görevi tamamladığını ve dünyadan ayrılacağını söyledikten sonra meditasyon yapar gibi dik oturdu ve öldü. Hung-jen'in en ünlü öğrencisi olan Hui-neng Ta-chien (Enõ Daikan, 638713), Zen'in gelişmesine büyük katkılarda bulundu. Altıncı Pir Hui-neng Zen tarihinde en önemli iki kişiden ilki Bodhidharma, ikincisiyse Hui-neng'dir. Hui-neng'in Zen öğretisini biçimlendirmedeki rolü öyle önemlidir ki bazı tarihçiler Zen'in asıl kurucusunun Hui-neng olduğunu savunurlar. Hui-neng'e gelene kadar Zen hâlâ Hint Budacılığının etkisi altındaydı, Zen Hui-neng'le iyiden iyiye Çin kültürünün renklerine boyandı, bütünüyle Çinlilerin anlayıp özümseyebileceği bir hale geldi. Böylece Zen'i diğer Budacı okullardan ayıran belirleyici özellikler de ortaya çıkmıs oldu. Ondan önceki bütün pirler son derece eğitimli kişilerdi, ama Hui-neng'in okuması, yazması olmayan cahil birisi olduğu söylenir. (Bazı araştırmacılar onun okur yazar olmadığının kasıtlı bir abartma olduğunu savunurlar.) Babası o daha çocukken öldüğü için Huineng çok fakirdi, durumu çok kötüydü. Daha çocuk denecek bir yaşta olduğu halde geçimini sağlamak için odunculuk yapıyordu. Bir gün yine yakacak odun kesmiş pazarda satıyordu. Odun almak isteyen birinin dükkanına bir çeki odun götürdü. Hui-neng dükkandan çıktığında dışarıda duran bir rahibin okuduğu sûtra'daki sözleri duydu ve hemen o anda aydınlanKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

lanma deneyimi (kenshõ) yaşadı. Hui-neng rahipten bunun Elmas Sûtra (Vajracchedikâ Prajña Pâramitâ Sûtra) olduğunu öğrendi. Rahip ona sûtra'yı Hung-jen adında bir Zen ustasının tapınağından aldığını anlattı ve gidip bu ünlü ustayı görmesini söyledi. Hui-neng anlayışını derinleştirmek için beşinci Zen piri Hung-jen'i görmeye karar vererek yola çıktı. Bir ay kadar yürüdükten sonra beşinci pir Hung-jen'in Sarı Erik (Wang-mei) Dağı'ndaki tapınağına vardı. Tapınakta bine yakın Zen rahibi yaşıyordu. Hui-neng Hung-jen'e saygılarını sunduktan sonra Hung-jen ona nereden geldiğini ve ne istediğini sordu. "Ben güneyden gelen bir köylüyüm. Buraya size saygılarımı sunmaya geldim, tek istediğim buddha'lığa ermek." "Güneylilerde buddha doğası yoktur, nasıl ereceksin ki buddha'lığa?" "İnsanlar güneyde ya da kuzeyde yaşayabilir, ama hepsinin buddha dogası birdir. Güneyden gelen birinin bedeni sizinkinden farklı olabilir, ama buddha doğamız aynıdır." Hung-jen verdiği bu yanıttan Hui-neng'in çok zeki olduğunu anlamış, onun doğal yeteneğini farketmişti. Başkalarından kötülük görmemesi için ona hiç konuşmamasını öğütledi ve diğer rahiplere katılıp çalışmasını söyledi. Hui-neng'e yakacak odun kesme ve pirinç öğütme işi verildi. Hui-neng'in tapınağa gelişinin üzerinden sekiz ay kadar geçmişti ki, beşinci pir Hung-jen bir gün onu gördü ve, "Budacılık üzerine bilginin çok sağlam olduğunu biliyorum, ama bazı kötü niyetlilerin sana zarar vermemesi için seninle konuşmaktan kaçınıyorum. Beni anlıyor musun?" dedi. Kısa bir süre sonra, 675 yılında, Hung-jen pirlik görevinden çekilmek istedi ve bütün öğrencilerini bir araya topladı. Onlara pirliği devredecek birisini seçeceğini, vardığı Zen anlayışını bir dörtlükte (gâthâ) en iyi kim dile getirirse yeni pirin o olacağını söyledi. Tapınaktaki yedi yüzden fazla rahip arasında en yaşlı, en gözde olanı başrahip Shen-hsiu'ydu (Shinshû). Herkes pirlik görevinin ona düşeceğinden o kadar emindi ki, ondan başka hiç kimse bir şiir yazmaya girişmedi bile. Shen-hsiu uzun uzun düşündükten sonra bir dörtlük yazdı, ama bir türlü cesaretini toplayıp onu ustası Hung-jen'e veremedi. Dört gün boyunca sürekli olarak şiirini ustasına götürmeye çalıştı, ama bunu yapamadı. Sonunda gece yarısını bekleyerek kimseye görünmemek için karanlıkta gizlice Hung-jen'in kaldığı odanın karşısındaki duvara 10

Zen Tarihi (2)

gitti ve şiirini oraya yazdı. Dörtlük şöyleydi: Beden benzer bilgelik ağacına Zihinse aynı parlak bir ayna Onu sürekli silmek gerek ki Üzeri hiç toz tutmaya

Shen-hsiu sabaha kadar ustasının dörtlüğünü beğenip beğenmeyeceğini düşündü, gözüne bir damla olsun uyku girmedi. Hung-jen ertesi gün dörtlüğü görüp okudu. Ama Shen-hsiu'nun daha gerekli olgunluğa ermedigini zaten biliyordu. Ona daha pirliği haketmediğini söyledi, ama yine de dörtlüğün duvarda kalmasını ve diğer rahiplerin onu okumalarını istedi. Şiiri okuyan rahipler onu çok beğendiler, hepsi de Shen-hsiu'nun pirliği adamakıllı sağlama aldığına inandılar. Bundan iki gün sonra, genç bir rahip Huineng'in pirinç öğüttügü yerden geçerken Shen-hsiu'nun dörtlüğünü okudu. Dörtlüğü duyan Hui-neng, bunu yazanın daha buddha'lığa ermemiş birisi olduğunu hemen anladı. O gece yanına genç bir rahibi alarak dörtlüğün olduğu yere gitti. Okuma yazma bilmediği için rahipten söylediği dörtlüğü duvara yazmasını istedi. Hui-neng'in dörtlüğü şöyleydi: Bilgeliğin özünde ne ağaç var Ne de parlak bir ayna var Aslında bir tek şey bile yok Nereye konacak ki tozlar?

Tapınaktaki rahipler ertesi sabah bu dörtlüğü okudukları zaman çok şaşırdılar, kimse o güne kadar bir kenarda kendi haline duran basit bir aşçı yamağından böyle güzel bir şiir beklemiyordu. Herkes dörtlüğün olduğu yere toplandı ve Hui-neng'i övdü. Hung-jen dörtlüğü okuyunca onun ulaşmış olduğu anlayışın derinliğini daha da iyi anladı ama Hui-neng'i kıskanç kişilerin zararından korumak için ayakkabısının altıyla dörtlüğü duvardan sildi. Hung-jen tapınaktaki rahiplerin bu görünüşte genç ve fazla bir bilgisi olmayan aşçı yamağının pir olmasını kabul etmeyeceklerini biliyordu. Onun için ertesi gün Hui-neng'e gece olunca gizlice odasına gelmesini söyledi. Hung-jen gece boyu Hui-neng'le birlikte Elmas Sûtra'yı okudu ve sûtra'nın taşıdığı derin anlamları ona açıkladı. Bu sırada Hung-jen'in okuduğu bir söz Hui-neng'in satori'ye ermesine neden oldu. Hung-jen pirlik simgesi olan kâseyle cübbeyi Hui-neng'e verdi, ama bunları kendisinden sonra kimseye devretmemesini öğütledi. Böylece Hui-neng KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

altıncı ve son Zen piri oldu. Hui-neng daha Budacı rahipliğe bile kabul edilmemişti, sadece tapınakta kalıp çalışmasına izin verilmişti. Tapınaktaki rahiplerin çoğu, pirliğin onun gibi basit bir asçı yamağına devredilmesini anlayacak olgunlukta değildi. Bunun için Hung-jen Hui-neng'e tapınağı derhal gizlice terkederek güneye gitmesini söyledi. Ona pirliğini hemen açığa vurmamasını, birkaç yıl bekledikten sonra kendi okulunu açmasını öğütledi. Hui-neng o gece tapınaktan ayrıldı. İki ay boyunca güneye giden Hui-neng bir dağ geçidine geldiğinde yüzlerce rahipten oluşan bir kalabalığın kâseyle cübbeyi ondan geri almak için kendisini takip ettiğini gördü. Başlarında Hui-ming adında bir rahip vardı. Sonunda rahipler Hui-neng'e yetiştiler, Hui-neng kâseyle cübbeyi oradaki bir kayanın üstüne bıraktı ve şöyle dedi: "Bu cübbe sadece bir simge. Onu zorla almak neye yarar ki? Ama yine de almak istiyorsan al." Hui-ming kâseyle cübbeyi kayanın üstünden almaya çalıştı ama boşuna, ikisi de bir dağ kadar ağırdı! Hui-ming yerinden kaldıramadı onları. Bunun üzerine yaptığı hatayı anladı, korkudan titreyerek, "Aziz kardeşim, ben buraya cübbeyi değil öğretiyi almaya geldim," dedi. Hui-neng ona şöyle yanıt verdi: "Eğer öğretiyi almak için geldiysen her türlü düşünceyi bir yana bırak ve zihnini boş tut. O zaman sana istediğin şeyi öğretebilirim." Hui-ming uzun bir süre durup zihnini iyice sakinleştirdi. Sonra Hui-neng ona, "Ne iyiyi ne de kötüyü düşünme, şu anda gerçek yüzünü, sen daha doğmadan önceki asıl yüzünü gör." diyerek ondan asıl doğasını, yani buddha doğasını görmesini istedi. Huiming bu sözleri duyar duymaz bir aydınlanma deneyimi yaşadı. Yaşadığı deneyimin etkisiyle gözyaşları ve ter içinde kalan Hui-ming, "Bu anlamlı sözlerin arkasında ayrıca gizli bir anlam var mı?" diye sordu. Hui-neng ona şu yanıtı verdi: "Sana söylediğim şeyde gizli olan bir şey yok. Eğer kendi özüne bakar ve daha dünya bile var olmadan önceki kendi yüzünü görebilirsen, gizli olanın kendi içinde olduğunu anlarsın." Hui-neng bu sözleriyle Zen öğretisine yeni bir yaklaşım getirmiş oldu. O zamana kadar Zen'de hem öğreti hem de yöntem açısından belirgin bir Hint Budacılığı etkisi hakimdi. Sûtra'lardan alınan anlaşılması zor sözler sıkça kullanılıyor, "Sen buddha'sın," "Sen ve buddha birsiniz," "Buddha senin içinde yaşıyor," gibi fazlasıyla soyut ve kavramsal kalan, kafa karıştıran laflar sık sık duyuluyordu. Hui-neng'se Zen öğretisini bu kalıplardan tümüyle kurtararak kendine özgü bir biçimde ifade ediyordu: gerçek yüzünü görmek. Gerçek yüz, ya da asıl yüz (honrai no men11

Zen Tarihi (2)

moku) kişinin kendi doğası, yani buddha doğasıydı. Zen'in temel amacı kişinin kendi doğasını görmesi (kenshõ) ve böylelikle aydınlanmaya ulaşmasıydı. Hui-neng'in öğrenim ve felsefe tarafından bozulmamış bu basit yaklaşımı tümüyle somuttu, gizli olan bir şey yoktu. Onun Zen'i doğrudan, sade ve yalındı. Kişinin tek yapması gereken şey kendi benliğinin derinliklerine inip gerçek doğasını tanımaktı. Hui-neng bu olaydan sonra bir süre daha onu cezalandırmak isteyenlerden kaçıp saklanmak zorun-

da kaldı. Beşinci pir Hung-jen pirliği ona devrettikten kısa bir süre sonra öldüğü halde, Hui-neng gözden uzak kalmak için on beş yıl boyunca bir grup avcıyla birlikte yaşadı. 39 yaşına geldiğinde artık ustasından aldığı öğretiyi yayma zamanının geldiğine karar vererek güneyde kendi okulunu açtı. Ünü kısa sürede çevreye yayıldı, binlerce öğrenci yetiştirdi. Hui-neng 76 yaşında, T'ang Hanedanı'nın en görkemli döneminde, Çin kültürünün en parlak günlerini yaşadığı bir zamanda öldü.

Bu ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

12

Bütün Kardeşlerime Seslenen Çılgın Bir Şiir Dünya, okuma bilmeyenleri aldatır; Ben, ne mutlu ki hem okumada hem de yazmada ustayım. Dünya hiçbir işi olmayanları aldatır; Oysa ben yüksek devlet memurluklarıyla onurlandırıldım. Yaşlılar daima hastadırlar; Bana gelince, şu an ne ağrım ne de sızım var. İnsanlar durmadan evlilik sıkıntısı çekerler; Fakat ben evlilikle ilişkimi kestim ve elimi eteğimi çektim. Hiçbir değişiklik zihnimin huzurunu bozmuyor; Hiçbir iş bacaklarımı titretmiyor. Bu nedenle on yıldır ruhum ve bedenim Kaçınıklığın huzuru içinde dinleniyor. Hepsinden öte, ağır ağır geçen son yıllarda Çok az şeye ihtiyaç duydum. Kış boyunca beni ısıtan bir parça örtü Ve gün boyunca tok tutacak bir öğün yemek. Evimin küçük olması hiç de önemli değil; Ne de olsa, insan bir odadan fazlasında uyuyamaz... Bir sürü atımın olmaması önemli değil; Bir insan aynı anda iki arabayı süremez ya! Dünyadaki on insandan belki de yedisi Benim kadar talihlidir. Ama halinden benim kadar memnun birini ararsanız, Bir tane bile bulamayabilirsiniz. Başkalarının meselesi olduğunda ahmaklar bile bilgedir, Kendi meselelerinde bilgeler bile hata yapar. Kimseye kalbimi açmaya cesaret edemem. Bu nedenle yabanıl sözlerim Tüm kardeşlerime seslenir. Po Chu - I, İ.S. 835 (Çevriri: A. Waley - Cem Şen)

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

13

Taoculuk (2) Taoculuğun Tarihi, Kökenleri ve Erken Dönemlerdeki Gelişimi David Verdesi Shen'in katkılarıyla Güneş Tokcan

D

ünyadaki dinlerden bahseden kitaplar sıklıkla listelerine Taoculuğu da dahil ederler ve tıpkı Hıristiyanlık, Müslümanlık, Budacılık gibi dinlerle karşılaştırılabilecek bir din olarak anlatmaya çalışırlar. Bu açıdan bakıldığında Taoculuk da diğer dinler gibi bu öğretiyi kuran bir peygamberden sonra dinsel bir kuruluş haline gelerek, tapınaklar yoluyla yayılmış etkin olmuş sonra çeşitli mezheplere bölünerek değişik kollara yayılmış bir öğreti gibi görülebilir. Hatta belki de ilk başlarda bu kurum saf ve bozulmamışken sonraları giderek çeşitli nedenlerden dolayı bozulmalar, "yoldan" ayrılmalar görüldüğü düşünülebilir. Bu yorum neredeyse tamamen yanlış bir yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Taoculuğun kökü, ne Lao Tzu'ya ne de başka herhangi bir kişiye dayandırılamaz. Ana kolları da bir tapınak sisteminden sürgün vermiş filizler değildir. Tapınak sistemini kuranlar ve bu tapınaklara bağlı mezheplerin Çin tarihi boyunca çeşitli dönemlerde siyasi güç kazanmasına uğraşanların gerçekte Lao Tzu'nun takipçileri oldukları kuşkuludur, çünkü bazı araştırmacılara göre Lao Tzu'nun söz ettiği hemen her kavrama, düşünce tarzına sırtlarını dönmüşlerdir. Bu öğretiyi bir din diye adlandırmak, her ne kadar tarihsel gelişimi bir dini ve dinsel kurumu içmiş olsa da, diğer unsurların da bu öğreti içinde aynı derecede önemli olduklarını göz ardı etmek demektir. Taocu öğreti ve uygulamaları oluşturan diğer unsurlar da oldukça çeşitlidir; simya bilimi, ölümsüzlük otunun ya da mantarının bulunduğu adayı bulmak için yapılan deniz yolculukları, kendine özgü bir Çin yoga sistemi, bir şarap ve şiir kültü, cinsellik ve cinsel özle ilgili çalışmalar, teokratik bir düzende yönetilen bir ülkeyi koruyan bir tapınak ordusu, devrimci gizli KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

örgütler ve Lao Tzu'nun felsefesi. Tüm bunları Taoculuk olarak adlandırmak doğru olsa da, bu terim gerçekte oldukça geniş kapsamlıdır ve Uzak Doğu öğretileri ve dinler tarihiyle ilgilenen kişilerin kafasını kolaylıkla karıştırabilir. Taoculuğun esas kaynak kitabı olan Tao Tsang yani Taocu Ansiklopedi de eldeki bu bilgilerden daha az akıl karıştırıcı değildir. Tao Tsang, yaklaşık on beş yüzyıllık bir dönem boyunca yazılarak tamamlanmış 1120 ciltlik bir kaynaktır. Bu ciltlerin çoğu da sadece belirli bir eğitimi almış kişilerin anlayabileceği ezoterik bir dille yazılmıştır ki bazı durumlarda da harhangi bir konuda yazılmış metni anlayabilecek böylesine yetkin bir kişinin yüzyıllar önce ölmüş olduğu görülmektedir. Neredeyse hiçbirinin yazarı ve yazılış tarihleri bilinmemektedir. Hatta bu ansiklopedinin hangi sırayı izlediği bile tam olarak çözülememiştir. Bu eserdeki metinleri bir düzene sokmak ve Çin'i yöneten Hanedanların oluşturdukları kütüphanelerdeki malzemeyle ilişkilendirmek, araştırmacıların uzun yıllarını almış ve almaya da devam etmektedir. Böylesi bir çalışma tamamlanana dek de Taoculuğun tarihinin kesin bir çerçeve kazanamayacağı açıktır. Her ne kadar tarihte Taoculuk'tan söz edilmeye başlanması kabaca M.Ö. 4. - 3. yüzyıllara denk geldiği görülse de Taoculuk terimi gerçekte Çin'in tüm ruhsallığını kapsar ve yukarıda da belirtildiği gibi tarihi Neolitiğe veya onun sonuna dek dayanır. Bugün Taoculuk dediğimiz şey, gök, yer ve insanın bir araya getirilmesi, aynı bütünü oluşturmaları düşüncesi veya olgusundan ortaya çıkmıştır. İlk kullanıldığı andan itibaren, her kullanılışında bu terimi yeniden tanımlamak gerekmiştir. Bu nedenle ne zaman ve nasıl başladı gibi sorulara verilecek cevaplar pek açık 14

Taoculuk

değildir. Fakat Taoculuğu oluşturan ya da zaman içinde kapsamına giren unsurların Çin'in Neolitik döneminden beri süre gelen kavramlar oldukları açıktır. Örneğin, M.Ö. 2700-2600'de yani Xia hanedanlığı'nın da öncesinde Huang Ti dönemiyle çok sonraları Taoculuğun bir sin haline gelmesi arasında geçen süre içinde bilgiyi elinde tutan en az 5 tane klan veya ekol olduğu bilinir: Wu Klanı: kadınların klanı, bedensel çalışma yoluyla gelişim yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu klanın üç üyesinin Huang Ti'ye yani efsanevi Sarı İmparatora cinsel çalışmaları öğrettiği analtılır. Xi Klanı: sadece erkeklerin üye olduğu bir klan. Wu klanının karşıt cinsteki paraleli olarak görülebilir. Zhu Klanı: hem kadın hem de erkek üyeleri olan bu klanın üyeleri rahip sınıfı olarak görülebilir. Lao Tzu'nun da kütüphaneci olması nedeniyle yani ritüelleri, kadim bilgileri bilen bir kişi olduğu hakkındaki bilgi nedeniyle da bu klana ait olduğu düşünülmektedir. Zhang Meng Klanı: rüyaların efendileri veya ustaları. Zhou Hanedanlığı (M.Ö. 1700 - 256) boyunca imparatorluk ailesinin üyeleriydi. Bu klandan olmayanlar imparator olamazdı. Fang Shih Klanı: ilaçların, tertiplerin, ustaları yani genel olarak simyacılardır. Bu beş klan, Taoculuk sistemli, kurumsal bir hale gelene dek varlıklarını sürdürdüler ve tarih boyunca Taocular garip, sıra dışı şeyler yapan kişiler olarak bilindiler - aslında hâlâ da öyledir demek yanlış olmaz. Çin'de coğrafi farklılıklar göz önünde bulundurulmalı ve Taocu öğretilerin gelişimindeki, şekillenmesindeki rolleri göz ardı edilmemelidir, tıpkı Avrupa'da Viking ve Yunan uygarlığının ruhsallığa yaklaşımı ve bu kültürlerdeki gelişim gibi. Taoculuğun bir düşünce sistemi olarak gelişimine, Çin'de esrime içinde dans ederek trans halinde kehanetlerde bulunan şamanların, ölmüş atalarla bağlantıya geçebilen ruhsal kişilerin, Konfiçyüs'ün bazı pasajlarında söz edilen aykırı düşünceli ya da anarşist yaklaşımlı münzevi ve çiftçilerin, Yang Chu ve Sun Tzu gibi kişilerin ve kehanet üzerine en eski metin olan I Chıng hakkında büyük bilgi sahibi olan uzmanların katkıda bulunmuş olması büyük bir olasılıktır. Ama bu katkının ne oranda olduğu üzerine sadece tahmin yürütülebilmektedir. Ama genel olarak daha sonra Taoculuk olarak KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

adlandırılabilecek ya da Taoculuğa yön verdiği söylenebilecek dört ana koldan söz etmek mümkündür. Bunlar, M.Ö. 6. yüzyılda Lao Tzu'nun (veya Laozi) Tao Te Ching'i yazmasıyla tarihte görülmeye başlanmış ve yaklaşık olarak M.Ö. 200'lere doğru da Lao Tzu, Chuang Tzu (Zhuangzi) ve Lieh Tzu isimler "Felsefi Taoculuk" terimiyle bağlantılı kullanılmaya başlanmıştır, yazdıkları kitaplar daha sonra nefes egzersizleri ve çeşitli bedensel egzersizler yoluyla uzun yaşamayı ve hatta genç kalmanın yollarını arayan Hijyen Ekolüne katkıda bulunmuş, yine aynı dönemde Beş Element kavramı Tsou Yen (veya Zou Yan) tarafından ortaya atılmış ve onun öğrencileri de yaşam iksirinin arayışına girişmişler, son olarak da gemiler Çin'in kuzey doğu kıyıları boyunca yelken açarak, ölümsüzlük sağlayan mantarları bulmak için Kutsanmış Adaları aramaya başlamışlardır. Burada söz edilen dört akımdan üçünde "ölümsüzlük" kavramı ve arayışının ortak olduğuna dikkat etmek gerekir. M.Ö. 5. yy,'da Savaşan Eyaletler Döneminde Yan Eyaletinde yaşayan dört kişinin (Song Wuji, Zheng Bogiao, Chong Shang ve Mo mengao) Büyü ve Ölümsüzlük üzerine usta oldukları ve bedenlerinde doğa üstü güçler taşıdıklarından bahsedilmektedir. Burada büyü, ölümsüzlüğü elde etmek için kullanılan kutsal ve sihirli formülleri, ölümsüzlük ise çok uzun bir yaşamı içermektedir. Zaten bu dönem Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve Yasacılık (Legalizm) gibi üç önemli felsefi yaklaşımın kendilerini belli ettiği dönemdir. M.Ö. 770 - 221 arasında süren bu dönem boyunca, Ölümsüzlük sağlayan Sihir Sanatlarını kullanan Büyücüler, toplum içinde çok etkin bir konumda olmuşlar, sihir becerilerini kullanarak yüksek düzeydeki soylu kişileri etkilemişlerdir. Savaşan Eyaletler Dönemi'nin orta ve geç dönemlerinden Han Hanedanlığı'nda İmparator Wu'nun dönemine dek Ölümsüzlük arayışı içinde olanlar ve yöneticiler hep birbirlerini desteklemişlerdir. Bunun sonucunda da İmparatorlar büyücüleri, deniz aşırı bölgelere ölümsüzlük iksirini bulmaları için göndermişlerdir. Ama ne kadar çok sayıda büyücü bu işe görevlendirilirse görevlendirilsin, böyle bir iksir ya da mantarın bulunması konusunda başarı sağlanamamıştır. Yine de ölümsüzlük arayışına yönelik düşünce yapısı, daha sonraki dönemlerde dinsel anlamdaki Taoculuğa nüfuz etmiş ve en önemli inanışlardan biri olmuştur. Bilinen İlk Teorisyenler ve Eserlerinin Taocu Hareketin Gelişimine Katkısı Genel hatlarıyla Taoculuğun tarihine geçmeden önce, 15

Taoculuk

ilk önemli teorisyenlerden söz etmekte yarar var. Bunlardan ilki Lao Tzu yani Yaşlı Usta'dır. Gerçekte yaşayıp yaşamadığı bile tam olarak kanıtlanamasa da, bazı metinlerde Kongzi ya da bizim bildiğimiz adıyla Konfüçyüs'ün kendisini ziyaret ettiğinin anlatılmış olması onun tarihi bir kişilik olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Kaynaklara göre Lao Tzu, M.Ö. 604 - 531 arasında yaşamıştır ve efsaneye göre, Lao Tzu'nun annesi, gökte Kuzey Yıldızı'nın parıldayan ışığından ona gebe kalan bir bakiredir. Annesi onu, seksen bir yıl boyunca rahminde taşımış (dokuz kere dokuzluk kozmik bir dönem), ve annesi bir erik ağacına uzandığı sırada Lao Tzu, annesinin sol koltuk altından yaşlı bir bilge olarak doğmuştur. Zaten adı farklı bir şekilde yorumlandığında "Yaşlı Çocuk" anlamına gelir. Lao Tzu'yu doğurduktan sonra annesi ölür, aslında bunu Hristiyanlıktaki, Aşai Rabbani ayni sırasında rahibin sunduğu ekmek ve şarabın Hz. İsa'nın bedeni ve kanına dönüşmesi inancına (transsubstantion) benzetmek de mümkündür; anne ve oğul burada tek ve aynı kişidirler. Yalnız kalan Yaşlı Çocuk, annesine destek olan erik ağacını atası olarak kabul eder ve aile ismi olarak da "Li" adını alır. Daha sonra, Zhou Hanedanlığının (M.Ö. 1050 - 256) sarayında kütüphane görevlisi olarak çalışır, bu da onun her tür ritüel, öğreti hakkında bilgili biri olduğunu simgeleyen bir bilgi olarak yorumlanabilir. Her ne kadar Konfüçyüs'ün yaşadığı dönem, tarih geleneğinde M.Ö. 551 - 479 olarak verilse de Lao Tzu'yu ziyareti ve ona bazı ahlak ölçüleri, toplum içindeki doğru davranış tarzları hakkında sorular sormasıyla ilgili hikayeyi de bu ününe borçlu olmalıdır. Konfüçyüs, bu tür kuralların, iyi bir yönetimin de anahtarı olduğuna inanmaktaydı. Ona göre, herkes, toplumsal statüsüne ve sınıfına uygun davranır, belirlenmiş törelere bağlı kalırsa, her şey yolunda giderdi. Bu iki düşünürün karşılaşmaları ve konuşmalarını pek çok hikayeye çeşitli şekillerde konu olmuştur ki bunlardan en ünlüsü de Chuang Tzu'nun (Zhuangzi) anlatmış olduğu hikayelerdir. Ama genel çerçeve hep aynıdır, Lao Tzu, Konfüçyüs'ün düşüncelerini paylaşmaz ve soylu konuğuna, doğallığın, kişisel özgürlüğün ve mutluluğun geleneksel standartlara uymaktan daha önemli olduğunu söyler. Bu olay ve konuşma, insan davranışlarında ahlakçılık ile doğal olana, doğal erdeme ulaşmak arzusu arasında günümüzde de süregiden tartışma ve ikilemlerin bir özü gibidir. Bu dünyada uzun bir süre yaşadıktan sonra Yaşlı Çocuk veya Yaşlı Usta, gerek toplumsal gerekse de yönetimdeki çürümüşlük ve bozulma nedeniyle hayal kırıklığı içinde Batı'ya, uzaklardaki KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

dağlara çekilmeye karar verir. İnsanların yaşadığı dünyanın sınırını simgeleyen dağı geçerken kapının bekçisi onu tanır ve öğretileri hakkında sorular sormaya başlar. Lao Tzu da bu bekçiye 5000 kadar Çin karakterinden oluşan klasiği Tao Te Ching'i (Dao de Jing) - Yol ve Erdemin Kitabı veya Yol ve Onun Gücünün Klasiği - bırakır. Bu efsaneyle karışık hikayeye baktığımızda, Lao Tzu'nun yaşadığı dönemdeki Çin'in köklü değişikliklere sahne olduğunu görebiliriz. M.Ö. 6. yüzyıl boyunca, Zhou Hanedanlığının feodal yapısı yerini yeni bir toplumsal ve kişisel gelişime bırakmıştır. Erken Dönem Çin tarihi, diğer pek çok Bronz Çağ kültürleri gibi, atalar kültürünün ve kanlı kurban törenlerinin hakim olduğunu göstermektedir. Bu arkaik kültürün izleri, günümüzde pek çok müzeyi sisleyen ve zamanında tören sunakklarını süsleyen bronz kapların üzerindeki tasvirlerde yaşamaya devam etmektedir. Bu eserler, kral ve soylular, klanları ve ataları etrafında toplanmış aristokrat bir savaşçı toplumun ürünleridir. Bazı çok önemli yenilikler bu feodal düzenin sonunu getirmiştir, bunlardan biri M.Ö. 7. yüzyılda demirin yaygın olarak işlenmeye başlanması ve madenciliğin gelişmesiydi. Daha sonraları, Çin, Yakın Doğu ve Roma'ya dek ipek ve vernikli kap kacak ihraç etmeye başladı. Bu yeni ekonomik gelişim, o zamana dek aristokratların yönettiği şehir devletlerde önemli bir yer tutmaya başlayan yeni bir tüccar ve zanaatçı sınıfının doğmasına yol açtı. Bu da bazı önemli ve yeni düzenlemelerin yapılamsına neden oldu, örneğin, M.Ö. 6. yüzyılın ikinci yarısında, bir anlamda soyluların önceliklerini sınırlayan ilk kanun ve vergiler kondu. Zhou Hanedanlığı kralları tarafından yerleştirilmiş eski dinsel ve sosyal kuralların giderek kaybolmasından endişe duyanlar da yok değildi. Eski gelenekleri ve adetleri korumaya çalışan bu türdeki gelenekçilerinden biri de, Konfüçyüs'tü. Bu konudaki tüm sözleri sonradan bir öğrencisi tarafından yazıya dökülmüştür. Bu klasik eserin, aristokraside geçerli olan dini ne ölçüde temsil ettiğini tam olarak bilemesek de, kutsal dağlar ve akarsulara tapınımın ve tanrıçaların hakim olduğu halk dininin sistemli bir şekilde bir kenara bırakılmaya başlandığı kesindir. Taoculuk bir din haline dönüştüğünde bile herhangi bir yüce varlığın olmadığı bir din olma özelliğini korumuştur. Ne çok tanrılı ne de tek tanrılı olmadan, bizi özel tanrı ve ataların daha üstünde bir düzeye, cennetten de yukarıda bir cennete, dünyanın kendi sonsuz çeşitliliği içinde birliği bulmasına imkan tanıyan tek bir evrensel bir ilkeye götürmenin 16

Taoculuk

yoludur. Bazı araştırmacılar, bu gelişmelerin Erken Dönem Akdeniz dünyasında yaşanan gelişmelerle benzerlik gösterdiğini öne sürmüşlerdir. Burada da, eski feodal düzen ve kurban verilen din anlayışı yerini giderek şehir devletlerde gelişen yeni bir toplum ve kültüre bırakmıştır. Antik Yunan'da da, eski halk inanışı yanında, erme ve ölümsüzlük arayışının ifadesi olan "gizemci dinler" ortaya çıkmıştır, geleneksel sınıfsal kuralları izlemeyen bu hareketlere dahil olan kişiler de genellikle de toplumun farklı sınıflarından gelmiştir. Belki de bu sayede, gizemci dinler, felsefenin gelişebildiği verimli topraklar olabilmişlerdir. Çin'de de, benzer bir şekilde ortaya çıkan düşünce yapısı, eski savaşçı toplumla şehir hayatı içinde gelişen yeni uygarlık arasında bir ayrım sağlamış ve Lao Tzu ile Konfüçyüs arasında geleneksel değerler hakkındaki görüş ayrılığının tam otasında yer almıştır. Geleneksel anlatımlarda, Konfüçyüs, eski değerlere ahlakçı bir anlam yükleyerek onları koruyan tarafı temsil etmiş, buna karşın Lao Tzu ona "Peki, tüm bu iyi şeyler senin kişiliğine ne yapıyor?" diye soran tarafı ifade etmiştir. İşte bu kişisel farkındalık konusundaki aydınlanma da Çin kültüründe esaslı bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Kişisel kader, yaşamın, ölümün ve ölümsüzlüğün anlamıyla ilgili tüm sorular da bu noktadan çıkmıştır denebilir. Eski düzenin yıkıntıları arasından, Yaşlı Usta'nın Yolu'nu temel alan ve kişisel değişimin giderek artan bir şekilde ön plana çıktığı bir inanışı, daha doğrusu öğretiyi yaratan yeni arayış doğmuştur. M.Ö. 370 ve 280 arasında bir döndem yaşadığı sanılan Chuang Tzu (Zhuangzi) ise bir sonraki büyük Taocu düşünürdür. "Tam/Tamamlanmış Kişi" anlamına gelen Zhou Usta da denilen Zhuangzi, Song bölgesinde yaşıyordu ve Yaşlı Usta'nın söylediklerinden bazılarını bildiği açıktır. Ondan kısa bir süre sonra ya da bazı modern araştırmacılara göre M.S. 3. yüzyılda yaşamış olan Lieh Tzu, Taocu düşünce hareketinin gelişiminde büyük etkisi olan bir diğer teorisyendir. Bu iki kişinin ayrı ayrı verdikleri eserlerde konu edilen düşünceler, Tao Te Ching'de rastladıklarımızla benzerdir; eylemsizlik, eylemlere veya eylemsizliğe te'nin (doğal erdem) yön vermesi, karşıt güçlerin göreceliği, meditatif veya zihinsel çalışma yoluyla Tao'nun araştırılması. Fakat özellikle bu düşüncelerin vurgulanmalarında bazı farklılıklar görülür. Lao Tzu, alçakgönüllük üzerinde dururken, Chuang Tzu, yüksek bir mevkide olmanın tehlikesine dikkat çekmiştir. Chuang Tzu'da, sanatçının belli bir KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

nedenle değil de belli bir önsezi veya sezgiler nedeniyle yarattığı, kitapların ve belli kuralların incelenmesi yoluyla değil, kendini yaratmış olduğu şeyin içinde kaybederek yarattığını öğtreniriz. Çin sanatının gelişimin belirleyen de bu kavram olmuştur. Lao Tzu'da ise bundan pekl söz edilmez. Chuang Tzu, isimlerini vererek antik dönemin tanrılarıyla ve onları kendine örnek alan Konfüçyüsle dalga geçer. Diğer yandan Lieh Tzu, gerekircilik (determinizm) üzerinde durmuştur. Yaşamda gelip geçen olaylardan ve şeylerden, kaderden çok etki ve tepkinin/nedenin etkili olduğunu belirtmiştir. Kitabının bir bölümü, Yang Chu adlı bir bilgenin düşüncelerine ayrılmıştır. Yang Chu, Bilge kişinin, dünyayı kurtarmak için saçının tek bir telini bile feda etmemesi gerektiğini söyleyerek (tabii ki burada, böyle bir feda etme eyleninin dünyayı kurtarma olasılığı olduğu farz edilmiştir), Konfüçyüsçüleri şok etmiştir. Yang Chu'nun kahramanları, kendilerini en garip uçarılıklara, herkesi saşkınlığa düşürebilecek sefahat alemlerine adayan kişilerdir. Bu türde uçarılık veya sefahat düşüncesi, trans durumundaki şaşkınlık için bir benzetne veya bu tür bir durumun yerini tutan bir terim olabilir. Chuang Tzu ve Lieh Tzu, Lao Tzu'dan farklı olarak, fiziksel dünyanın illüzyondan oluştuğunu öneren ilk Çinli düşünürlerdir. Her birinin anlatımında kendine özgü bir tat vardır. Lao Tzu, ketum, duygularını açığa vurmaktan hoşlanmayan bir tarz izlerken, Chuang Tzu, coşkulu bir anlatım izler ve hayal gücü geniş bir yaratıcılık sergiler, Lieh Tzu ise kıvrak bir zekadan çıkan nükteli bir anlatıma sahiptir. Ama aralarındaki en ilginç fark, ölümsüzlük ve ölümsüzlük arayışına yaklaşımlarındadır. Chuang Tzu ve Lieh Tzu, bazı pasajlarda bu mucizevi adalardan söz etmiş ve kendilerini mükemmellik düzeytine ulaştırmış kişinin sahip olduğu sihirli güçleri tasvir etmişlerdir. Denebilir ki, Lao Tzu'da benzerleri görülmeyen bu bölümlerin yanlış yorumlanması ve gerçekliklerinin araştırılması, Taocu hereketin gelişiminin sorumlusudur. Lieh Tzu'da, Çin edebiyatında ilk kez Kutsanmış Adalar kavramını görürüz. Uzak ve kadim denizlerde bulunan bu adaların en ünlüsü P'eng Lai'dir, bu adalarda tüm binalar altın, tüm canlılar beyazdır, çiçekler yiyen ve asla ölmeyen "ölümsüz bilgeler" yaşar. İşte tam bu noktada, Taoculuğun nasıl geliştiği hakkında yorum yapmadan önce, biraz durup düşünmemiz iyi olur. Acaba, Chuang Tzu ve Lieh Tzu, böylesi sihirli güçleri ve adaları, kelimenin gerçek anlamında mı yoksa birer simge, birer allegori olarak mı kullanmışlardı? Bu konuda bitmek bilmez tartış17

Taoculuk

malar yapılıp ve çok çeşitli savlar öne sürülmüştür. Fakat görülen o ki, bu eserlerden bir kaç yüzyıl sonra, kelime anlamı "dağda yaşayan veya dağın insanı" olan anlamına "hsien/xian" yani "ölümsüz" kavramı Taoculuğun merkezini oluşturan inanışlardan biri olmuştur. Onlar gökyüzünden dünyadaki yaşamı ve her şeyi yöneten göksel varlıklardır, insan olarak doğmuş olsalar da, yaptıkları hijyen çalışmaları yoluyla sihirli güçler ve ölümsüzlük kazanmışlardır ve ancak güvenlerini kazanan kişilere bu çalışmaları ve kendilerini nasıl izleyeceklerini öğretirler. Burada sözü geçen ölümsüzler artık farklı bir karaktere sahiptirler, yeri bilinmeyen varlığından şüphe duyulan kutsal adalarda yaşayan sisler aradındaki figürler olamktan çıkmış, Taocu panteonun unsurları haline gelmişlerdir. Fakat örneğin Chuang Tzu'nun gerçekte istediği, amaçladığı bu muydu? Chuang Tzu'nun, ölümsüzlük vre ölümsüzler kavramını hiç de özel bir yere koymadığı, şifalı otlar aramak, doğanın içinde dağlarda yaşamak, ilaç hazırlamak, solunum çalışmaları ve bedensel çalışmalar yapmayı ve bu türde uygulamaları yapan kişilerle sürekli olarak alay etmiştir. Kişinin kendine bakması, sağlığına dikkat etmesini önemsemekle birklikte onun için bilge kişi sonsuza dek bu dünyada kalmaya çalışan kişiden çok, "ölümü şiirsel bir şekilde kabul eden" kişidir. Ona göre, saflığa ulaşmak için mutlaka dağlara çekilmek ve vahşi doğa içinde yaşamak gerekli değildir, doğayla bir olabilmek her an her yerde mümkündür. Böylesi bir "Yolda yürümek", belirli bedensel ve zihinsel çalışmalarla olduğu kadar, günlük hayatın diğer disiplinler yoluyla başarılabilecek bir şeydir. Buna ulaşan kişiler de "zhenren" yani "gerçek kişilerdir. Chaung Tzu, uzun yaşama kavramını kabul etse de, ölmemek kavramını çekici bulmamaktadır. Ona göre Bile Kişi, uzun yaşar çünkü kendine örnek olarak doğayı alır ve doğayı örnek aldığı için de ölmek zorundadır. Chuang Tzu/Zhuangzi, tüm sanatların mükemmellik düzeyine ulaştırıldığında, kişiyi Tao'ya götürdüğünü öne sürer. XVII, 7'de, Tao'yu kavramış kişinin nasıl her şart altında kendi durumunu düzenleyebileceğinden, hiçbir şeyin onu yaralamasına izin vermeyeğidnen söz eder. Ne ateş, ne su ne kuşlar ne de vahşi bir hayvan ona zarar veremez. "Bu, onun bu şeylerden farklı olduğu anlamına gelmez; güven içinde dinlenebileceği yer ile tehlike içinde olacağı yer arasında ayrım yapabildiği, hem felaket durumunda hem de mutluluk anında aynı sakinlikte kalabileceği, neden uzak durması ve neye yaklaşması konusunda dikkatli olduğu anlamına gelir, böylece de KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

hiçbir şey onu yaralayamaz" . Benzer bir anlatımı Lieh Tzu'da da görürüz . Bu bölümde söz ettiği büyülü ve gizemli adalar ölümlülerin ayaklarının ulaşamayacağı sadece ruhun erişebileceği yerdedirler. Yine ruhun yolculuğu, Taoculuğun en gözde temalarından biri olmuştur. Ama bu iki kitapta da, ne hijyenle ilgili çalışmalara ne de simyaya göndermeler yapılmamıştır. Lao Tzu'da, örneğin vahşi hayvanların hiçbir saldırısına maruz kalmama kavramından, Chuang Tzu ve Lieh Tzu'dakinden fazla söz edilmemiştir. Dünyanın ilk coğrafyacılarından olan Tsou Yen'in simyanın kökleri hakkında bilgiler bulunan kitabı kayıptır. Ancak esere yapılan bazı göndermeler ve tartışmalar sayesinde teorileri hakkında bir şeyler bilmek mümkündür. Tsou Yen beş element kavramını ortaya atmış, evrenin, beş elementin - yer, ağaç, metal, ateş ve su - kendi aralarındaki etkileşime göre işlediğini öne sürmüştür. Her biri bir element tarafından yönetilen hanedanlar da bu sırayla birbirlerini yok etmektedir.Tsou Yen'in, M.Ö. 325'lerde eserini yazdığı düşünülmektedir. M.Ö. 200'den kısa bir süre önce ise, kuzey doğu kıyıları boyunca Tsou Yen'in sanatını aktaran büyücüler görülmeye başlanmıştır. İlaçların efendileri veya (herhangi bir karışıma veya ilaca ait) tarif adamları diye çevrilebilecek "Fang Shih" adı verilen bu kişiler, anlatıma göre çeşitli tariflerle yaptıkları ilaç ve karışımlar yoluyla ölümsüzlüğün Taosunu arıyorlardı. Hayaletlere (kuei) ve ruhlara (shen) yönelik bazı ritüeller uyguluyorlardı. Yaptıkları çalışmaların simya olduğuna kuşku yoktur, Çin'de simya, ölümsüzlük için bir iksir bulmaya uğraşmak demekti. Bu durumda, M.Ö. 200 - 100 arasında Tsou Yen'in bir simyacı olarak tanımlandığını göz önüne alarak, Erken Han Hanedanlığı döneminde açıkça Taoculuk ve Taocu çalışmalardan aynı terimlerle söz edildiğini görebilmekteyiz. Bu simyacıların ilk geliştirdikleri iksirse sülfür ve cıva karışımı olan zincifre idi. Erken dönemlere ait mezarlardaki oymalarda renk verici olarak zincifrenin kullanıldığı ve bu iksirin "yaşamı uzatan" bir tertip olduğu öne sürülmüş olsa da gerçekte zincifre oldukça güçlü bir zehirdir. Uzak denizlerdeki yeri bilinmeyen sihirli adalar ve Peng Lai efsanesine geri gelirsek, bu efsanenin sadece simgesel bir öykü olmanın ötesinde M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren dört bir yana gönderilen gemiler yoluyla çok önemli keşiflere neden olduğu söylemek abartı olmaz. M.Ö. 220 ile 120 arasındaki dönem, yukarıda söz geçen dört kolun bir aaray gelmeye başladığı 18

Taoculuk

dönem olarak tanımlanabilir. Her birinin de ortak noktası ölümsüzlüğün peşinde koşmaktı. Bu dönemde, Çin'deki tüm eyaletleri birleştiren Qin Hanedanlığı imparatoru Qin Shihangdi ve sonrasında meydana gelen bazı gelişmeler Taoculuğun bir din olarak görülmesine ve kurumsallaşmasına yol açmıştır. Dahası, yine Qin Shihangdi ve daha sonra yönetimi ele alana çeşitli hanedanlıklar boyunca imparatorların sarayında belirli pozisyonlara gelmeye ve hem imparatorlar hem de soylu tabaka üzerinde etkili olmaya başlamışlardır. Farklı bir yol izlemeye başlayan ve düşünsel anlamda kimi zaman Budacılıkla da birleşen Taoculuğun bundaki sonraki öyküsü ise bir sonraki yazının konusu olacaktır.

Sumi-e Fırçanın hareketleri Ruh’un hareketleridir. Doğayı çizerken Doğa gibi hareket edin ve kendi Doğa’nızı keşfedin. Zen resminin sadeliğinde huzur bulun.

Shodo Güzelyazı sanatının, soyutu ve somutu, maddeyi ve ruhu birleştirdiği, düşüncenin olmadığı yerde, zihniniz ve bedeniniz gerçekte hiç ayrılmadıklarını hatırlarlar. Çince ve Japonca öğrenenler için de Kanjileri öğrenmenin ve hatırlamanın en kolay ve zevkli yolu “güzelyazı sanatı”dır.

Fırça’nın Yolu (Tao of Brush) Suavi Kendiroğlu

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

[email protected] www.geocities.com/kendiroglu 0212 - 288 7500 / 0535 - 239 5102

19

Beş Element (1) Cem Şen

Giriş Beş Element, Taocu düşünceyi temel alan bir uyum sanatıdır. Taoculuk, insanın evren ile uyumunun sağlanmasının kişinin aydınlanmasında ve sağlıklı bir yaşam yaşamasında en önemli unsur olduğunu öne sürmektedir. İnsan, doğa ile olan uyumunu yitirdiğinde mutsuzlaşmakta, sağlıksızlaşmakta ve sıradan insandan tam insan'a ya da ruhsal, aydınlanmış insana doğru olan doğal evrimini tamamlayamamaktadır. İnsan, olduğu haliyle ya da doğal haliyle mutlu ve sağlıklıdır; mutluluk ve sağlık aramak için özel bir şey yapmasına gerek yoktur. Bununla birlikte modern yaşam insanı doğal durumundan uzaklaştırdığı için onun evrensel duyarlılığını, bilgeliğini ve buna bağlı olarak da sağlığını ve mutluluğuunu yitirmesine neden olmaktadır. Günümüz insanı Taocuların binlerce yıldır kullandıkları, doğa ile bütünleşme yöntemlerini kullanarak aynı mutluluğu, doğal bilgeliği ve sağlığı yaşamına taşıyabilir. Bunu başarmak için modern şehir yaşamını terk etmenize gerek yoktur. Tabii ki modern şehir yaşamından uzak, medeniyetin bazı "zararsız oyuncaklarını" kullanarak doğada yaşam yaşamak şüphesiz ki kişinin sağlık ve mutluluk kazanması için çok daha etkili bir yol olacaktır; ancak ne yazık ki bu her insan için uygun bir durum değildir. Bu durumda, elimizdeki araçları kullanarak doğa ile "mümkün olduğunca" uyumlu yaşamanın yollarını araştırmak son derece önemlidir. Taocu mutluluk ve sağlık yolunda doğru bir şekilde beslenmek, bedeni doğru bir şekilde çalıştırmak, zihni doğru bir şekilde eğitmek uzun yaşam ve bilgelik yolunu oluşturan üç önemli adımdır. Doğru bir şekilde beslenmek için Beş Element Beslenmesi, bedeni doğru bir şekilde çalıştırmak için Tao-Yin (yaşamsal enerjinin beden içinde ve dışında yönlendirilmesini sağlayan çalışmalar) ve Ch'i Kung uygulamaları, zihni doğru bir şekilde eğitmek için ise meditasyon ve İçsel Simya çalışmaları kullanılmaktadır. Beş Element, doğadaki her varlık, her durum ve her tür enerji için geçerlidir. Tüm varlıklar Beş Element'ten birine dahildir ve doğal olaylar olsun, beslenme tarzları olsun, yaşamlarının her anında çevrelerindeki Beş Element'ten olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilenmektedirler. Doğa ile uyumlu bir KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

şekilde yaşanmadığında Beş Element herhangi bir varlık için yıkıcı olabilir; doğa ile uyumlu bir yaşam tarzı geliştirildiğinde ise Beş Element kişi için hem sağlığında hem de başarısında büyük bir desteğe dönüşebilir. Beş Element Kuramı Beş Element ya da Wu-hsing, doğanın toplam enerjisinin beş ayrı biçimidir. Bu elementler asla element tablosundaki elementlerle karıştırılmamalıdır. Beş Element daha çok, eğer bir benzetme kullanmak gerekirse suyun hallerine benzer. Evrensel enerjinin toplamı su gibidir; donmuş haldeki su, buhar haldeki su ya da yoğunlaşmış su ise ayrı ayrı elementler gibidir. Doğadaki her şey beş elementten bir tanesine aittir. Aynı zamanda her elementi bir yin hali bir de yang hali bulunmaktadır. Bu anlamda bakıldığında doğadaki her şey Beş Elementten birine ve bu elementin yin ya da yang haline karşılık gelir. Beş Element sırasıyla şu elementlerden oluşur: METAL, SU, AĞAÇ, ATEŞ ve TOPRAK Mevsimler beş elemente göre hareket eder: Sohbahar mevsimi METAL elementine ait bir mevsimdir. Bu mevsimde gene METAL elementine ait yin organ akciğerler ve yang organ kalınbağırsaklar fazla çalışır. Bu elementin özelliği kuruluktur; bu nedenle enerji kalitesi kuru ve serindir. Elementin enerjisi aşırı düzeye yükseldiğinde ya da eksik olduğunda bu elemente bağlı olumsuz duygular olan hüzün, üzüntü ve keder hissedilir. Belki de edebiyatta sohbaharın neden hüzür mevsimi olarak adlandırıldığını şimdi başka bir gözle değerlendirebilirsiniz. METAL elementine ait organların çalışmalarında bir bozukluk olduğunda da bu olumsuz duygular hissedilir. Bu organlar düzgün çalıştığında ya da elementin enerjisi dengeli olduğunda METAL elementinin olumlu duygusu olan cesaret duygusu hissedilir. Keskin ve baharatlı tatlar METAL enerjisinin artmasını sağlarlar. Bu tatlar METAL elementinin tatlarıdır. Bu element aynı zamanda derimizi, burnumuzu ve koku duyumuzu kontrol eder. 20

Beş Element

Dolayısıyla derimizin durumu bize bedenimizdeki METAL enerjisi hakkında da bilgi verir. METAL elementi SU, elementini besler ve yaratır; TOPRAK elementi tarafından beslenir ya da yaratılır; ATEŞ elementi tarafından denetlenir ya da yokedilir; AĞAÇ elementini denetler ya da yokeder. Kış mevsimi SU, elementine ait bir mevsimdir. Bu mevsimde gene SU, elementine ait yin organ böbrekler ve yang organ mesane fazla çalışır. Bu elementin özelliği soğukluktur; bu nedenle enerji kalitesi nemli ve soğuktur. Elementin enerjisi aşırı düzeye yükseldiğinde ya da eksik olduğunda bu elemente bağlı olumsuz duygu olan korku hissedilir. SU, elementine ait organların çalışmalarında bir bozukluk olduğunda da bu olumsuz duygu hissedilir. Bu organlar düzgün çalıştığında ya da elementin enerjisi dengeli olduğunda SU, elementinin olumlu duygusu olan dinginlik duygusu hissedilir. Tuzlu tatlar SU, enerjisinin artmasını sağlarlar. Bu tatlar SU, elementinin tatlarıdır. Bu element aynı zamanda kemiklerimizi, kulaklarımızı ve duyma duyumuzu kontrol eder. Dolayısıyla kemiklerimizin durumu bize bedenimizdeki SU, enerjisi hakkında da bilgi verir. SU elementi AĞAÇ elementini besler ve yaratır; METAL elementi tarafından beslenir ya da yaratılır; TOPRAK elementi tarafından denetlenir ya da yokedilir; ATEŞ elementini denetler ya da yokeder. İlkbahar mevsimi AĞAÇ elementine ait bir mevsimdir. Bu mevsimde gene AĞAÇ elementine ait yin organ karaciğer ve yang organ safra kesesi fazla çalışır. Bu elementin özelliği nemliliktir; bu nedenle enerji kalitesi nemli ve ılıktır. Elementin enerjisi aşırı düzeye yükseldiğinde ya da eksik olduğunda bu elemente bağlı olumsuz duygu olan öfke hissedilir. AĞAÇ elementine ait organların çalışmalarında bir bozukluk olduğunda da bu olumsuz duygu hissedilir. Bu organlar düzgün çalıştığında ya da elementin enerjisi dengeli olduğunda AĞAÇ elementinin olumlu duygusu olan sevecenlik duygusu hissedilir. Ekşi tatlar AĞAÇ enerjisinin artmasını sağlarlar. Bu tatlar AĞAÇ elementinin tatlarıdır. Bu element aynı zamanda tendonlarımızı ve gözlerimizi kontrol eder. Dolayısıyla tendonlarımızın durumu bize bedenimizdeki AĞAÇ enerjisi hakkında da bilgi verir. AĞAÇ elementi ATEŞ elementini besler ve yaratır; SU, elementi tarafından beslenir ya da yaratılır; METAL elementi tarafından denetlenir ya da yokedilir; TOPRAK elementini denetler ya da yokeder. Yaz mevsimi ATEŞ elementine ait bir mevsimdir. Bu mevsimde gene ATEŞ elementine ait KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

yin organ kalp ve yang organ ince bağırsak fazla çalışır. Bu elementin özelliği sıcaklıktır; bu nedenle enerji kalitesi kuru ve sıcaktır. Elementin enerjisi aşırı düzeye yükseldiğinde ya da eksik olduğunda bu elemente bağlı olumsuz duygular olan kibir ve acımasızlık hissedilir. ATEŞ elementine ait organların çalışmalarında bir bozukluk olduğunda da bu olumsuz duygu hissedilir. Bu organlar düzgün çalıştığında ya da elementin enerjisi dengeli olduğunda ATEŞ elementinin olumlu duygusu olan sevgi duygusu hissedilir. Acı tatlar ATEŞ enerjisinin artmasını sağlarlar. Bu tatlar ATEŞ elementinin tatlarıdır. Bu element aynı zamanda sinir sistemimizi, dilimizi ve tat alma duygumuzu kontrol eder. Dolayısıyla kaslarımızın durumu bize bedenimizdeki ATEŞ enerjisi hakkında da bilgi verir. ATEŞ elementi TOPRAK elementini besler ve yaratır; AĞAÇ elementi tarafından beslenir ya da yaratılır; SU, elementi tarafından denetlenir ya da yokedilir; METAL elementini denetler ya da yokeder. Çin, enerji takvimine göre her mevsimin son 15 günü ya da Yazın Son dönemi TOPRAK elementine ait bir mevsimdir. Bu mevsimde gene TOPRAK elementine ait yin organ dalak ve pankreas ve yang organ mide fazla çalışır. Bu elementin özelliği rutubettir; bu nedenle enerji kalitesi rutubetlidir. Elementin enerjisi aşırı düzeye yükseldiğinde ya da eksik olduğunda bu elemente bağlı olumsuz duygu olan endişe hissedilir. TOPRAK elementine ait organların çalışmalarında bir bozukluk olduğunda da bu olumsuz duygu hissedilir. Bu organlar düzgün çalıştığında ya da elementin enerjisi dengeli olduğunda TOPRAK elementinin olumlu duygusu olan dengelilik duygusu hissedilir. Tatlı tatlar TOPRAK enerjisinin artmasını sağlarlar. Bu tatlar TOPRAK elementinin tatlarıdır. Bu element aynı zamanda kaslarımızı ve ağzımızı kontrol eder. Dolayısıyla kaslarımızın durumu bize bedenimizdeki TOPRAK enerjisi hakkında da bilgi verir. TOPRAK elementi METAL elementini besler ve yaratır; ATEŞ elementi tarafından beslenir ya da yaratılır; AĞAÇ elementi tarafından denetlenir ya da yokedilir; SU, elementini denetler ya da yokeder.

21

Beş Element

BEŞ ELEMENT DÖNGÜLERİ Beş Elementi oluşturan elementler arasında iki tür ilişki bulunmaktadır: (Sheng) Yaratıcı ya da besleyici döngü - (Ke) yokedici ya da denetleyici döngü. Yaratıcı döngüye göre: METAL elementi SU, elementini yaratır; SU, elementi AĞAÇ elementini yaratır; AĞAÇ elementi ATEŞ elementini yaratır; ATEŞ elementi TOPRAK elementini yaratır; TOPRAK elementi METAL elementini yaratır.

Yokedici ya da denetleyici döngüye göre: METAL elementi AĞAÇ elementini yokeder ya da denetler; AĞAÇ elementi TOPRAK elementini yokeder ya da denetler; TOPRAK elementi SU, elementini yokeder ya da denetler; SU, elementi ATEŞ elementini yokeder ya da denetler; ATEŞ elementi METAL elementini yokeder ya da denetler. Bir sonraki sayıda yaratma ve yoketme döngülerinin kullanımları ve bedendeki Beş Element dengesinin nasıl bulunacağı anlatılacaktır.

Bir sonraki sayıda yaratma ve yoketme döngülerinin kullanımları ve bedendeki Beş Element dengesinin nasıl bulunacağı anlatılacaktır.

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

22

E

ski zamanlarda bir ülkede, çocuk doğuramayan bir prenses en sonunda hamile kalmış. Bütün ülke hummalı bir hazırlığa girişmiş. Hekimler prensesin ve doğacak veliahtın sağlığı ile ilgilenirken, halk da kutlamalara hazırlanıyormuş. O zamana kadar bulunmuş en büyük inci hazineden çıkarılmış. Bu inci doğacak biricik evlâdı ve onun ilerdeki hükümdarlığının birliğini temsil edecekmiş. İnciyi bir kolyeye dönüştürmek için ülkenin en iyi kuyumcu ustasına göndermişler. Usta, nice arınma çalışması ve dualardan sonra, gece vakti gelip el ayak çekildikten sonra işbaşı yapmış. Ertesi gün doğum gerçekleşecekmiş. İncinin de aynı zamanda işlenmesi gerekiyormuş. Bütün dikkatini toplamış hayatının işini yapmaya hazırlanırken elinden bir kaza çıkmış ve... İnci tam ortadan ikiye bölünmüş! Usta öleyazmış. Bütün varlığı kararmış. Kendini lanetlenmiş hissetmiş. En kötüsü de çektiği vicdan azabıymış. Sabaha kadar kıvranmış. Gün ağardığında saraya giderek kara haberi verecekmiş. Bunun bir uğursuzluk belirtisi olduğu düşüncesi tüylerini ürpertiyormuş. Sabah olunca kapının tekmelenmesiyle kendine gelmiş. Kapıyı açınca karşısında askerleri görünce dizlerinin bağı çözülmüş. Şöyle demiş askerlerin komutanı: "Usta! Tez inciyi ikiye böl! Prensesin ikizleri oldu!"

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

23

Farkındalık

(2)

İlhan Ermete

πανακεια) sözcüğü 'her şeyi iyileştiren', Eski Yunancadaki panakeia (π 'her derde deva' anlamına gelir. Panakeia farkındalığın önemli bir niteliğini anlatmak için çok uygun bir sözcük, çünkü farkındalık hemen her hastalık, sorun ya da zorluk için bir çare. Geçen sayıdan devam... Farkındalığın İkinci İşlevi: Bedensel ve Ruhsal Bütünlüğe Ulaşmak Farkındalığın ikinci işlevinin bedensel, zihinsel ve ruhsal yönden bütünlüğe ulaşmamıza yardımcı olmak olduğunu söylemiştik. Hemen hepimiz bedenimizde, zihnimizde ve ruhumuzda bir ayrılmışlık hissi yaşarız. Bu his kendini bedenimizde sertlesmiş, katılıp kalmış yerlerle sağlıklı yerler arasındaki kopukluk hissi olarak, zihnimizde benliğimizin birbirinden ayrılmış parçaları ve bilincimizle bilinçdışımız arasındaki kutuplaşma olarak, ruhumuzdaysa kendimizle evren ya da Tanrı arasındaki ayrılık hissi olarak gösterir. Aslında bu ayrılıklar gerçek değildir, ayrılık hissine neden olan şey algılarımızın bizi yanıltmasıdır. Sağaltım ve terapi yöntemlerinin ve ruhsal gelişmeyi hedefleyen bütün gizemci öğretilerin ortak amacı, içinde bulunduğumuz ayrılmışlık durumuna son vererek bir birlik, bütünlük hissi yaratmaktır. Yoga, Ta'ichi ve beden terapisi gibi yöntemlerin amacı bedenimizin benliğimizden kopmuş, bize yabancılaşmış bölümlerini; psikoterapinin amacı benliğimizin birbirinden ayrılmış parçalarını; Zen, Budacılık, Taoculuk gibi gizemci öğretilerin amacıysa insanı kopmuş olduğu evrenle, Tanrı'yla yeniden birleştirebilmektir. Burada farkındalığın bütünlük hissini geri kazandırma işlevine iki değişik alandan örnekler vereceğiz: bedensel bütünlüğü kazandıran sağaltım ve zihinsel bütünlüğü amaçlayan psikoterapi. Farkındalık ve Sağaltım Farkındalık günümüzde ağrıların kontrol edilmesinden kalp hastalığına, sakatlıkların iyileştirilmesinden psikolojik sorunların giderilmesine kadar pek çok alanda kullanılan bir teknik haline gelmiştir. Sağlıkla ilgili sorunlarımızın ve rahatsızlıklarımızın birçoğunun bir tür farkındalık eksikliğinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Beynin bedensel işlevleri düzenleyerek sağlığı koruyabilmesi için bedendeki belirli işlem ve süreçlerin farkında olması gerekir. Bedenimizin bir yerinde kronik bir sertlik olduğunda, bedenin bu bölKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

gesiyle beyin arasındaki iletişimde bir zayıflama, bir kopukluk ortaya çıkar. Benzeri bir biçimde, deneyimlemek istemediğimiz duyguları sürekli olarak baskılayarak bilinçaltına ittiğimiz ya da bastırarak bilinçdışında tuttuğumuz zaman, ruhumuzun, benliğimizin bir bölümü katılaşır, donup kalır, benliğimizin o bölgesine ulaşamaz hale geliriz. Böyle bir yerde bir rahatsızlık ya da hastalık ortaya çıktığında, zihin bunun tam olarak farkına varamaz ve gerekli önlemleri alamaz, doğal iyileştirme sürecini başlatamaz. Zihnin de kendi kendini iyileştirme mekanizmaları vardır ama zihin hastalık ya da rahatsızlıklarla ilgili doğru, ayrıntılı bilgilerden yoksun kaldığında, bu mekanizmaları verimli olarak kullanamaz. Farkındalık zihne rahatsızlık ya da hastalığımızla ilgili bilgileri ulaştırarak iyileştirme mekanizmalarını harekete geçirir. Bedenin hasta, rahatsız, ya da zarar görmüş bir yerinin farkındalığını artırmak, sağaltıma neden olur. Farkındalığın, dikkatin bedenin belirli bir yerine yöneltilmesi, o bölgeye gidip gelen biyoelektrik uyarılarını dengeli hale getirir, ayrıca oradaki yaşamsal enerji akışını düzenler ve böylelikle iyileşmeye neden olur. Diyelim ki gün boyu bir şeyler taşırken, ev işleri yaparken, yazı yazarken omuzlarınızı hep kasıyor, gevsek bırakmıyorsunuz. Ayrıca omuzlarınızı 24

Farkındalık (2)

olumsuz etkileyen bazı psikolojik etkenler de buna katılıyor; kaldırabileceğinizden fazla sorumluluk yüklenmişsiniz, stres altındasınız, ve bazı korkular duymaktasınız. Zamanla omuzlarınızdaki kaslar ve diğer dokular sertleşip tutuluyor. Omuz ve sırt ağrısı çekmeye başlıyorsunuz. T'ai-chi yapan bir arkadaşınız size omuzlarınızı gevşek tutmanızı öneriyor. Bunun için farkındalığınızın bir bölümünü sürekli olarak omuzlarınıza yöneltmenizi ve omuzlarınızı nasıl kastığınızın, gereksiz yere nasıl yukarıya kaldırdığınızın farkına varmanızı söylüyor. Artık iş yaparken, korku ya da endişe duyduğunuzda omuzlarınızı kastığınızı fark ediyor ve ağrılarınıza neden olan bilinçsiz tepkilerinizi görebiliyorsunuz. Hemen omuzlarınızı, kollarınızı gevşetiyorsunuz. Bunu birkaç hafta sürdürüyorsunuz. Böylece kısa bir süre sonra omuzlarınızdaki sertlik azalıyor, ve ağrılarınız elveda diyorsunuz. Ya da belki sorununuz fiziksel degil de psikolojik. Kapalı yerlerde kalma korkunuz (klostrofobi) var ve bir gün mecbur kalarak asansöre bindiniz. Böyle bir durumda, dar ve loş asansörde birdenbire büyük bir korku duymaya başlarsınız, soluk soluğa kalmışsınızdır, bütün bedeniniz kasılıp kalır, her tarafınızdan terler boşanmaya başlar. İçinizdeki bir şey derhal asansörü durdurup dışarıya fırlamak ister, kendinizi zor tutarsınız. Ellerinizle bulabildiğiniz bir çıkıntıya sıkı sıkıya yapışırsınız, gözlerinizi asansörün bulunduğu katı gösteren göstergeye dikersiniz, ne kadar da yavaş hareket etmektedir şu asansör... Asansör gittiğiniz kata geldiğinde kendinizi derhal dışarı atarsınız. İçinizden, "Bir daha asansöre binmek mi..." dersiniz, "İnişte mutlaka merdivenleri kullanacagım!" Ama eğer farkındalığınızı geliştirmişseniz senaryo biraz farklı gelişecektir. Dar bir yerde kaldığınız için o kadar çok paniğe kapılmazsınız, bedeninizi kasmayıp gevşek tutmaya çalışarak metabolizmanızda olan değişimleri izlemeye başlarsınız. Kalbiniz deli gibi atmaktadır ve normalden çok hızlı solumaktasınızdır. Herhangi bir korkunun nasıl soluk alıp verdiginizle yakından ilişkisi vardır ve siz farkındalığı kullanarak solunumunuzu izlemeye başlarsınız. Dikkatinizi solunumunuza yönelttiğinizde soluklarınızın biraz daha yavaşladığını, daha derin soluk alabilir hale geldiğinizi görürsünüz. Şimdi korkunuz biraz daha hafiflemiştir, asansörde bir yandan korkunuzla boğuşurken diğer yandan derin soluk alıp vermeye başlarsınız. Böylece bedeniniz gevşer, kalp atışlarınız yavaşlar, solunumuz normale döner. Korkunuz artık iyiden iyiye hafiflemiştir. Fobiniz artık sizi eskiden olduğu gibi pençesine alamamakKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

tadır. Asansörden gülümseyerek inerken, imdadınıza yetişen farkındalık yeteneğinize teşekkür edersiniz. Farkındalık sayesinde psikolojik bir rahatsızlığın neden olduğu bir durumu düzeltmişsinizdir. Farkındalıkla birçok hastalık ve rahatsızlığın ortaya çıkmasını önleyebilirsiniz. Örneğin dişiniz çok kötü ağrımaktadır ve istemsiz olarak boynunuzu kasarsınız. Bu, acıyı hissetmemek için gösterdiğiniz doğal bir tepkidir. Eğer bu diş ağrıları uzun bir süre boyunca devam ederse, boynunuzu sürekli olarak kasmaktan dolayı boyun ağrıları çekmeye başlayabilirsiniz. Yine farkına varmadan bu ağrıyı azaltmak için boynunuzu daha da kasarsınız, bu da sonunda baş ağrılarına neden olabilir. Halbuki eğer dişiniz ağrıdığında boynunuzu kastığınızın farkına varsaydınız, kendinizi gevşetebilir ve böylece boynunuzdaki kasların sertleşmesini önleyebilirdiniz. Bir örnek daha. Mesleğiniz gereği bütün gün masa başında iş yapıyorsunuz, ya da öğrenci olduğunuz için oturup ders çalışıyorsunuz. Büyük bir olasılıkla dik oturmuyorsunuz, böylece iç organlarınızı sıkıştırarak onların işini zorlaştırıyorsunuz; akciğerleriniz yeterince havayla dolamıyor, baskı altındaki mideniz yediğiniz yemeği sindirmek için fazladan çalışmak zorunda kalıyor. Sırtınızdaki kaslar fazla çalıştığı için zamanla sertleşip ağrımaya başlıyor, kan dolaşımınız kötü etkileniyor. Halbuki eğer farkındalığınızı geliştirmiş ve bedeninize duyarlı hale gelmiş olsaydınız, kambur durmanın size ne gibi zararlar verdiğini hissedecektiniz. Yanlışlıkla kafanızı öne doğru eğerek oturduğunuzda bunun hemen farkına varacak ve dik oturmaya başlayacaktınız. Böylece farkındalık sizi yanlış oturuşun getirdiği zararlardan koruyacak ve sağlıklı kalmanıza yardımcı olacaktı. Hepimizin bildiği gibi beslenme sağlık açısından çok önemli bir konu. Çoğumuz sağlıklı beslenme denildiğinde bundan dengeli beslenmeyi anlarız, yani karbonhidrat, protein, yağ gibi temel maddeleri dengeli bir biçimde tüketip tüketmediğimizi. Ama önemli olan yalnızca ne yediğimiz değil, nasıl yediğimiz de çok önemli. Birçoğumuz yemek yerken dikkatimizi yediğimiz yemeğe vermeyiz, yani farkındalığı yemek yemeye uygulamayız. Bunun yerine lokmalarımızı iyice çiğnemeden yutarız, yediğimiz yemeği tadını alarak, hakkını vererek yemeyiz, daha bir lokmayı bitirmeden diğerine hücum ederiz, bir yandan yerken öbür yandan birileriyle konuşur, dergi okur, ya da televizyona bakarız. Böyle olunca hem bedenimiz yediklerimizdeki enerjiyi verimli bir biçimde metabolize edemez hem de beynimiz yeteri kadar yemek yemiş olduğumuzun, karnımızın aslında doyduğunun 25

Farkındalık (2)

farkına varamaz. Aynı anda birçok şeyle meşgul olan beynimiz de tabii ki bize doyduğumuzu zamanında bildiremez. Bildirse de biz gelen bu "artık tokum" mesajını alamayız, taa ki karnımızı gereğinden fazla doldurana kadar. Eskiden adab-ı muaşeret denilen görgü kuralları bazılarımıza modası geçmiş şeyler gibi geliyor, ama aslında bunların bir bölümünün altında bir çeşit bilgelik yatıyor. Örneğin eskiden sofrada konuşmamak bir görgü kuralıydı, çünkü bu farkındalığımızı yediğimiz yemeğe yöneltmek için gerekliydi. Şimdiyse bunun gerekliliğini sağlık alanında birçok bestseller'ları olan Dr. Andrew Weil, Dr. Deepak Chopra gibi yazarlar söylediğinde anlıyoruz. Bu ve başka yazarlar, bize sağlıklı beslenmenin önemli bir ilkesinin de bilinçli yemek yemek, yani farkındalığı yemek yerken de uygulamak olduğunu söylüyorlar. Yemekleri böyle farkındalıkla, her lokmayı tadını alarak, keyfini çıkararak yemek sağlığımıza büyük bir katkıda bulunuyor. Sadece yemekleri düşük bir farkındalık düzeyinde yemekle kalmıyoruz, aslında yaptığımız hemen işi böyle kendimizi vermeden, dikkat etmeden yapıyoruz. Örneğin birçoğumuz müziği gerçek anlamda dinlemeyiz, başka işlerle uğraşırken teybe bir müzik koyar, böylece ortama bir ses katmış oluruz. Hatta TV izlerken teybe müzik koyup çalanlarımız bile vardır. Halbuki müziği farkındalıkla dinlemenin büyük bir sağaltıcı etkisi olduğu bilinmektedir. John M. Oritz'in yazdığı Müzigin Taosu (The Tao of Music) ve Don Campbell'ın yazdıgı Mozart Etkisi (The Mozart Effect) gibi kitaplar, bu konuda yapılmış pek çok araştırmadan yalnızca ikisi. Bu araştırmalara göre, müziği bilinçli olarak, yani farkındalıkla dinlemek, içinde bulunduğumuz olumsuz zihinsel, duygusal durumları daha olumlu, daha sağlıklı durumlarla değiştirmek için birebir. Farklı bilinç durumlarına girmek için davul, çıngırak ve başka müzik aletlerinin kullanılması şamanizmde de olan bir uygulama. Hastalıkları müzikle sağaltma kökü çok eskilere dayanan bir yöntem. Bu konuda yapılan modern araştırmalar, müziği farkındalıkla dinlemenin bizi stres, yalnızlık, depresyon gibi birçok sorundan kurtaracağını, hastalıkların neden olduğu acıları azaltmada, hatta son derece ciddi hastalıkları iyileştirmede bile kullanılabileceğini gösteriyor. Bu teknik temelde, sevdiğiniz, güzel bir müziği meditasyon yapar gibi, bütün dikkatinizi yönelterek dinlemekten ibaret. Farkındalık ve Psikoterapi Freud'un kendi psikanalitik tedavi tanımı, onun "id KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

neredeyse, ego orada olmalıdır" anlamına gelen ünlü "O neredeyse, ben orada olmalıyım," (Wo Es war, soll Ich werden.) sözleriyle özetlenebilir. Yani psikanalizin ve psikanalitik temeller üzerine kurulmuş diğer psikoterapi yöntemlerinin amacı, hastanın kendi bilinçdışındaki isteklerin, korkuların, saplantıların, komplekslerin, inançların farkına varmasına yardımcı olmaktır. Bir başka deyişle, psikoterapinin amacı kişiliğin bilinçli ve bilinçdışı kutuplarını kısmen bir araya getirmek, bir ortak noktada birleştirmektir. Psikoterapi sayesinde kişi, terapistin yardımıyla, bazı bilinçdışı süreçleri bilinç düzeyine çıkartır. Yaşamda karşılaştığımız sorunların birçoğu, aslında dıştaki etkilerin değil bizim bu etkilere verdiğimiz tepkilerin bir sonucudur. Psikoterapi bize bu etki-tepki süreçlerini daha açık bir biçimde görebilmede ve böylece zararlı sonuçlar doğuran tepkilerimizi değiştirmede yardımcı olur. Böylece kişi içsel çatışmalarının farkına varır, davranışlarının altında yatan neden-sonuç ilişkilerini daha net olarak görebilir ve kendisinde bunları çözümlemek için gerekli değişiklikleri yapar. Örneğin kişi bastırılmış içgüdü ve isteklerini kendisine ya da başkalarına zarar vermeyecek bir biçimde ifade etmenin alternatif yollarını bulabilir. Psikanalistin görevi, kişiye benliğiyle ilgili bu farkındalığı kazanmada ve istenmeyen, zararlı davranış biçimlerini değiştirmede rehberlik etmektir. Günümüzde kişinin her şeyi kontrol etmesi gerektiğini vurgulayan yaygın düşünce biçiminin etkisinde kalan bazı psikoterapi ekolleri, belirli gizemci öğretilerde de olduğu gibi, kişinin istenilmeyen özellik ya da davranışlarını iradesiyle kontrol altına alması gerektiğini savunur. Yani kişi aklıyla, mantığıyla, iradesiyle kendini kontrol etmeli ve kontrolü eline almalıdır. Bununla birlikte, psikanalitik terapinin temelinde kontrol etmekten çok farkına vararak değişmeye yol açma ilkesinin yattığı unutulmamalı. İstenmeyen davranış ya da psikolojik durumları kontrol ederek baskılamak soruna nedeni olan şeyi, yani bastırarak bilinçten uzaklaştırmayı, desteklemis olur. Bu yangına körükle gitmek gibi bir şeydir. Buna alternatif bir yöntemse, kişinin değiştirmeyi istediği özellik ya da davranışlarını izleyerek bunların aslında kendisine ne kadar fazla zarar verdiğinin bilincine varması, yani farklındalığını artırmasıdır. Bu yöntemde amaç kişinin kendi kendine bilmeden ne kadar eziyet ettiğinin, nasıl kötülük yaptığının, kendini nasıl yorduğunun farkına varmasıdır. Kişi bir kez bu farkındalığa, bu bilince ulaştığında zararlı alışkanlıklarını, olumsuz davranış biçimlerini kendiliğinden bırakacaktır. Aynı sırtında yıllardır bilmeden koskoca bir 26

Farkındalık (2)

kaya taşıyan birinin kayanın farkına varız varmaz onu sırtından atıvermesi gibi. Simone Weil'in şu sözleri bu yaklaşımı çok güzel özetliyor: "Hatalarımızı iradeyle değil dikkat yoluyla düzeltmeye çalışmalıyız." Daha önce psikoterapinin amacının benliğimizin birbirinden ayrılmış parçalarını birleştirmek olduğunu söylemiştik. Psike (ruh) Freud'un libido adını verdiği ruhsal enerjiyi taşır. Bütün istekler, arzular, itkiler, ve içgüdüler bu libidoyla yüklüdür. Bu isteklerin, itkilerin, içgüdülerin bilince çıkmasını önleyerek onları bastırdığımız zaman, bunların taşıdığı enerjiyi de ana libidodan, yani kendi benliğimizden koparmış, ayırmış oluruz. Bunun sonucu olarak, sahip olduğumuz yaşamsal enerjinin, sağlığın, yaratıcılığın bir bölümü eksilmiş olur. Bastırılmış istekler, itkiler, ve içgüdüler kendi benliğimizin bilinçdışının zindanlarında müebbet hapse mahkum ettiğimiz parçalarıdır. Kişiliği oluşturan bastırılmış çeşitli kompleksler ve enerji sistemlerinin herbiri bilince çıkmaya ve kendisini ifade etmeye çalışır. Eğer bunlardan biri çok fazla libidoyla yüklenirse, diğer sistemler ona karşı çıkarak içsel çatışmalara neden olur. Ego bastırılmış olan bu enerji kümelerini orada tutmak için de enerji harcamak zorundadır, böylece iki kez enerji yitirmiş oluruz. Ciddi içsel çatışmalar yaşayan kimselerin hiçbir iş yapmadıkları zaman bile kendilerini yorgun, halsiz hissetmelerinin nedeni budur. Libido zayıflar ve kişinin gelişme sürecinde karşılastığı dışsal engellerle başa çıkma yeteneği azalır. Bastırılan istekleri, içgüdüleri farkında olmadan sonsuza kadar orada, bilinçdışında tutmaya çalışırız. Ama bunun için ödediğimiz bedelin ne kadar büyük olduğunun farkına varmayız. Orada hapis ettiğimiz şey bizim benliğimizin bir parçasıdır, bizim ta kendimizdir. İşte psikoterapi bilinçdışı süreçlerin farkındalığını kazanarak libido enerjisinin birbirinden ayrılmış bölümlerini yeniden birleştirip bütünleştirerek içsel çatışmaları çözümlemeyi, benlikteki ayrılmışlık durumuna son vermeyi, bir birlik, bütünlük hissi yaratmayı hedefler. Nesnellik psikolojik sorunları çözümlemede

önemli bir etkendir. Ruhsal dengesi bozulmuş olan birisi çoğunlukla nesnelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Kişi her şeyi kendi inandığı, yorumladığı biçimde görür (aslında bunu hepimiz bir yere kadar yaparız, %100 nesnel olan birisi yok denecek kadar azdır). Farkındalık bizim daha nesnel olmamızı sağlar. Farkındalık sayesinde dünyayı varsayımlarımızın, önyargılarımızın, düşünce sistemlerimizin filtresinden geçirerek algılamayı azaltabilir hatta bırakabiliriz. Farkındalık bize her şeyi yorum yapmadan, ilk defa görüyormuşcasına gözlemleme yeteneğini kazandıracağından çevremizdeki insanlarla, sevdiklerimizle onların hakkını yemeden, günahlarını almadan uyum içerisinde yaşayabiliriz hale geliriz. Farkındalık yalnızca ruhsal sorunları olanlara yardımcı olan bir araç değildir, terapist için de son derece gerekli bir yetenektir. Psikanalitik terapinin ana araçlarından biri, terapistin hastanın kafasındakileri hissedebilme, empati yoluyla anlama, ya da sezme yeteneğidir. İyi bir terapist bunu yapabilmek için aynı vipassanâ'da olduğu gibi, terapi seansında olanları kendilerini kaptırmadan, önyargısız, tarafsız, açık bir zihinle izleyebilmelidir. Farkındalığın ne olduğunu, bize ne gibi yararları olabileceğini burada inceledik. Umarız farkındalık sizin yaşamınızın da bir parçası olur ve farkındalıkla dolu bir yaşam sürerek bütünlüğü, mutluluğu ve iç huzurunu bulursunuz. Unutmayın, farkındalık, simya ilminden bir terimi kullanacak olursak, yaşamınızı altına dönüştürebilecek bir "filozof taşı"dır. Farkındalık sayesinde bakırları altın etmek, her şeyi daha iyiye "dönüştürmek" sizin elinizde.

www.klankitap.com

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

27

a? d a r u b m var

e'e -Mauric t S e l I erek sine den geç ü r p ö e" şube ndan bir k r m i s i b r é k t ı l "Eso z yıl n altı diroğlu r. İki yü ne kitabevinin tadır. Köprünü r vızır vızır, ı n d e a K d i n ı v Sua ızla ortas si! rt Jeu rmak tler ve k Karaca'nın se diye so 'nin tam chel'deki Gibe s i i " r r ? h u r t e a , v N r en âni Mi letle işim Adam S ir. Oradan St ada ne ar, bisik kulaklarında. K r l u a b b a r m d i A e t r da "Ben ektedir. ürümek es patla doğru y tır. Bir yandan zi gemisi geçm ü inleten bir s öğ ge cak yollana ouche, turistik . Aniden yeri g M 'tir " Bateau ki Paris n a yledim! m e a z d â r y e r h e la f aris Kendiroğlu PSuavi in yâdıy n i ş û p l -i gü ans değişir. "Perçem s i r a fteli Biz en P ü . g r a a l r c ı ı l d n Adam Sen Nehri'nin tam ortasındadır. âİki geçerek sman hızla yıllıkdıbir 'in tepe ne , Oköprüden ne? arı yüz s ı l i r ğ u a k B i P n h ! . a r a a a ende udüm mırıld gü başl Jeune Hoppal ininMichel'deki Ile-St-Maurice'e doğru yürümektedir. dönGibert esSt aris'in b çalar. K Oradan r n i P a n " b y a : ı e r z n i d ı e ş n i kırm r. İçi ocukk ru değ aviden uşlardıBir ça soda a?". Çyollanacaktır. m k d m ı l a kitabevinin "Esotérisme" şubesine yandan "Benim burada ne t ü r t u r z u b a ü b a y ç r gü va da d Gök ç a i m r i ş u u i b B aurice'e e . u N n r bu dirdoüğşlu ek Ile-St-Mturistik nür: "sormaktadır. eçerMouche, ileri oKöprünün üdüaltından g i Ken üdiye işim var?" bir Bateau gezi s n en ü n d Suav i rü g p n ö n k ö k ir m l e ji dır. İki yüz yıllık b ni in r a es Ada b e ş şu n u . l e r e" e o r sm r i ri i ad ig "Esoté vızır niobrtasındbisikletler, turistler ervızır, ininkızlar rinden Nehrik'n yem ir ta egeçmektedir. gemisi şıArabalar, ndan bher ezAgidlam ır. vKeöipçrü Jeune kitabevve r ün altıParis t a arin n a Sen er n k ib ı u G i s ç ek o ır i 'd d p n el ta h 'i ak ic m n M rm e t a t so S e ız an km ır v ır, adliy inmeki vıar W zaman Paris'tir. yeri göğü inleten bir ses patlar kulaklarında. tedir. OradAniden im kızlar vızKâni e r. ?" e siş v m?ek n r a d le d st a ra ri u d tu b , n er doğru yşüirü ı im " varr. Bir yandan da "Ben tapçı karşıdir. Arabalar, bisikletl araca'nın sesi! i ak K i ân K tı te a. i d ek n K rı m ac Karaca'nın sesi! la yollan tir. isi geç r kulak çmi igşem riüst üikggeez ten bir ses patla e,ötu le y ch in u ü o r ğ ö M p g u i ea er y at K B iden ki Paris'tir. An Paris her zaman "Perçem-i gül-pûşininlayâdıyla feryâd ledim!" eyledim!" âdıy feryâd ey y in n şi û p lü g "Perçem-i

Ne işi

Ne işim var burada?

? a d a r u b r a v m i Ne iş

Ne işim var bu

rada?

Hoppalaa! ne? ne? ! BuBu SuavHi oKpen paldaa işir. iroğlu nırlar. Paris değ la ız izans h ı ar âl ik h anlıca güfteli B udüm K sm r. O la ı, ça ığ d a ıy an d ız ıl ır tepeden aviden kırmkırmızıya aris'in değişir. nesinin m PParis an r. la en üzüSmmaviden k aş k b cu ü GöAkdyam o g Gökyüzü çalar. Kudüm hikâları hızlanırlar. n Ç ö d ". da? ene iş ura inde bir Nim ende ne ehriv'narinbta m ortas ulmuşlardır. İç dam işir: "Paris'in b oğrudüyşü a. bİk nümr:ek"N d eğ ın d a d d ad ru ü ra rü ır u so b d ça u A n i ık o te y tt d"Ne Adam düşünür: mırıldandığı, arköp z uyıliçlıkgübçirannesinin ir. Ora nilerivar inişim t Micburada?". u.üB bÇocukken rüden geçerek hdel düibr er entıor.luBşairn ilk n dan Sen aninacdak 'dgek üsü n i ö G ji Ile-St-Maurice ezygoilller er t Je y ir u an ne kninnileri anidba "B itabevinin "E yden 'e Osmanlıca güfteli ezgilerinden onu burada da enim burada noluşan ilk na karşıBizans ateeateumM so poosu té ri sm uch e e" inBm iş e, turistik gezi şubesine im var?" diye so gemisi gbaşlar. rm Piarvisarh?"er zamanİçinde bir döngü ak eçmekteParis'in dır bulmuşlardır. tepeden inme temposuna yeni er. iKgöirper vetaiç dir. Arabalan rü. nün alkarşı iş ır ar ki Paris'tir. An k çı i tından bir 'in ar , b m is k ik al le iden yar W tl . er ır , turistler ve kız gönğdarttıkça şıi sı üadinleten bsoru çı kiçergüç bir enerji döngüsüdür Bu lar vızır vızır, Kitap ir ses değişir: patlar kulakları miştir.bu. eç g ü y rü p ö K "Perçem-i gülnda. Kâni Karac pûşinin yâdıyla a'nın sesi! feryâd eyledim !" "Paris'in bende ne işi var?" Hoppalaa! B u ne? Gökyüzü mavid en kırmızKitapçı geçmiştir. Walkman'ini çıkarır ve içeri girer. ıya çalar. karşısındadır. Adam dKöprüyü üşünür: "Ne iş Kudüm hikâlar im ı h v ızlanırlar. Paris ar burada?". Ç ezgilerinden olu ocukken annes değişir. şan ilk ninniler inin mırıldandığ i onu burada d inme temposun ı, O smanlıca güftel a bulmuşlardır a karşı yeni bir i Bizans . İçinde bir dön enerji döngüsü işi var?" g ü başlar. Paris'in dür bu. Bu iç g tepeden üç arttıkça soru değişir: "Paris'in bende ne Köprüyü geçm iştir. Kitapçı k arşısındadır. W alkman'ini çıkar ır ve içeri girer .

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

28

Derin Ekoloji Hakan Onum

Ekoloji (çevrebilim) canlı varlıkların birbiriyle ve bulundukları ortamla ilişkilerini inceleyen bilimlerin tümüne verilen addır. Derin ekoloji yalnızca canlıların değil, bütün olayların temelde karşılıklı dayanışma içinde birbirine bağlı olduğunun bilincine varır.

B

u bilinç, biz insanların da hem bireyler hem de toplumlar olarak, doğanın döngüsel süreçlerinin içine gömülü durumda ve bu süreçlerin ayrılmaz parçaları olduğumuzu ileri sürer. Derin ekolojinin, felsefî bir okulla ve küresel düzeyde halkın bağrından çıkarak gelişen ve aynı adla anılan bir bilinçle bağlantısı vardır. Felsefî okul, Norveçli düşünür Arne Naess tarafından 1970lerin ilk yarısında kuruldu. Arne Naess, sığ ve derin ekoloji ayrımını ortaya koydu. Bu ayrıma göre sığ ekoloji insan merkezlidir; insanı doğanın dışında ya da üstünde, bütün değerlerin kaynağı olarak görürken, doğaya, insanın kullanabileceği bir araç değeri atfeder. Buna karşın derin ekoloji insan da içinde olmak üzere hiçbir varlığı doğal çevreden ayırmaz, doğayı yalıtılmış bir nesneler topluluğu olarak değil, temelde birbirine bağlı, karşılıklı ilişki içinde olan olaylar ağı olarak görür. Her varlığın yaşamı diğerlerininkine bağlıdır. Derin ekoloji ruhsal bir farkındalıktır. Evrenle bir olma, evrene ait olma, onunla bütünleşme duygusu ekolojik farkındalığı özünde ruhsal kılar. İki önemli ekolojik okul derin ekolojiyi tamamlarlar. Bunlardan birisi sosyal ekoloji, diğeri feminist ekoloji ya da ekofeminizmdir. Derin ekolojik girişim yaşamın ve çevreyle etkileşimlerin ruhsal temelini kursa da, mevcut ekolojik krizin sosyal ve kültürel yönlerini aydınlığa kavuşturamaz. Bu konu sosyal ekolojinin alanıdır. Çeşitli sosyal ekoloji okulları, içinde yaşadığımız toplumların sosyal ve ekonomik yapılarının temelde ekoloji karşıtı doğaları olduğu konusunda anlaşırlar, çünkü teknolojileri Riane Eisler'in deyişiyle baskıcıdır. Ataerkillik, yayılmacılık KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

(emperyalizm), ana malcılık (kapitalizm) ve ırkçılık sosyal yaşamın sömürgeci ve ekoloji karşıtı baskı unsurlarıdır. Ekofeminizm sosyal ekolojinin özel bir okuludur. Ataerkillik bağlamı içindeki sosyal baskının temel dinamiklerini araştırır. Ekofeminizm, ataerkilliğin birçok görüntüsünün ve feminizm ile ekolojinin bağlantılarının kültürel analizini yaparak elde ettiği sonuçlarla sosyal ekolojinin çerçevesini genişletir. Ekofeminizm, erkeklerin kadınlara uyguladığı ataerkil baskıyı, çeşitli hiyerarşik, askeri, kapitalist ve endüstriyalist biçimlerdeki bütün baskın çıkma ve sömürme girişimlerinin prototipi olarak görür; kadının çağlar boyunca doğa ile özdeşleştirildiğini anımsatarak doğanın sömürülmesinin özellikle kadının sömürülmesine koşut geliştiğine işaret eder. Ekofeministler, deneyimin dişil yönüyle kazanılan bilgiyi, gerçekliğe ekolojik bakışın ana kaynaklarından birisi olarak görürler. Arne Naess'in belirleyici bir deyişine göre derin ekolojinin özü derin sorular sormaktır; modern, bilimsel, endüstriyel, büyümeye yönelik materyalist dünya görüşü ve yaşama biçimine derin sorular yöneltmektir. Bu bağlamda hepimizin diğerleriyle, gelecek kuşakla ve parçası olduğumuz yaşam ağıyla olan ilişkisi sorgulanır. Derin ekoloji, ilişkiler ağının sağlıklı işlemesiyle ilgilenir, çünkü ilişkiler doğal akışını koruduğu sürece yaşam sürecektir. Evrendeki varlıklara tek tek bakacak olursak, onların açık sistem olduklarını görürüz. Açık sistemler doğaları gereği, varlıklarını çevrelerindeki diğer varlıklarla etkileşerek sürdürürler; bir bakıma onları solurlar. Yalıtım içinde var olmazlar. Bu nedenle, yaşamlarını sürdürebilmek için büyük yaşam ağının 29

Derin Ekoloji

parçası olmak durumundadırlar. Böylece evrensel bir bilinçten söz etmenin yolu açılır. İnsan yapısı bütün kurum ve sistemler de bu bilgilerin ışığında yaşam ağının içindedir, yani her süreç geri kalan diğerleriyle etkileşir ve geriye yalıtılmış hiçbir sistem kalmaz. İnsanın iç dünyası ve toplumsal davranışları, dünyaya yaptıkları ve topyekûn sağlığı karşılıklı etkileşir, hatta gezegenimizin kaderi tüm samanyolunu etkiler. Buradan yola çıkarak sorular sormaya ve yanıtlarını aramaya girişebiliriz. Disiplinlerarası yaklaşımların yükselme dönemini yaşadığı zamanımızda birçok bilim dalı gelişebilmek için derin ekolojinin yaklaşımından yararlanmalıdır. Derin ekoloji, yaşamın bütün yönlerine doğru dallanır, sayısız açılıma gebedir. Ona, en basit ilişkiler ve ortamlar için de başvurulabilir. Karayollarının etkin kullanımı bu konuya iyi bir örnek oluşturur: Yol hiçbir sürücünün malı değil, yalnızca kullanma hakkının olduğu bir araçtır. Geçiş öncelikleri trafiğin akıcılığı göz önüne alınarak düzenlenir. Geçiş önceliğinde bireysel öne çıkışlar yalnızca başkalarının yol almasını engellemekle kalmaz, arapsaçına döndürdüğü trafiği geçmeye kalkışana da dünyayı dar eder. Bireysel öne çıkışın nedeni olan rahat yol alma süreci sekteye uğrar. Böylece, sürücü açıkgözlülüğünü bırakarak diğer sürücülerle işbirliği yapmanın uygun olduğunu görür. Aynı yaklaşımla şu düşüncelerle şu soruları sorabiliriz: 1) Niye tüketimden söz ediyoruz? Tüketim teşvik edilerek zorlanan yapay bir süreç ve kaynağı kurutmak demek. Bun karşın bizim tüketim ile anlatmak istediğimiz eylem kullanmaktır, sonucunda ise bir dönüşüm olur. Hırslı tüketiciler yerine yetingen kullanıcılar olamaz mıyız? 2) Her süreci çok yönlü değerlendirerek, endüstri devrimi insanlara, toplumlara ne kadar refah getirdi ve yaşam kalitelerinden ne kadar götürdü diye düşünelim, çünkü bu süreçten hem dünya hem de insanlar etkilendi. Doğal kaynakları tehdit eden kitlesel üretim ve tüketim sürdürülebilir mi? 3) Kullandığımız kaynakları yalnızca kaynak olarak mı, yoksa ekosistemi meydana getiren sizin gibi, bizim gibi canlılar olarak mı görüyorsunuz? Sizce, onların varlığı yalnızca insan için mi? 4) Her canlının yaşama ve yaşamda kalma içgüdüsü vardır. Kaynak kullanırken, örneğin yemek adına can alırken bunun da farkına varıyor musunuz? Kendinizi besin zincirinde aynı yere koyup hissetmeye çalışırsanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Dünya yaşamında yemek için can almak gerekiyor. Eğer canlara, yaşamlara saygı duyuyorsak, bunu KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

açgözlülükle değil de, yetingen bir zihniyetle yalnızca ve yalnızca gerektiği kadar yapmamız uygun olmaz mı? 5) Hepimizin bildiği, çoğumuzun uygulamadığı bir nokta da, binilen dalı kesmemektir. Doğanın kaynaklık eden varlıkları sonsuz, sınırsız değildir. Onların üremesine ve nitelikli bir yaşam sürmesine yetecek kadar zaman tanımalı, saygı, sevgi ve anlayış üretmeliyiz. Kullanım ikinci sırada gelir. 6) Süper ve hipermarketler "fazla" değil mi? Raflardaki ürün bolluğu sizi şaşırtmıyor mu? Kullanıcı olarak üreticileri ve üretim sürecini yönlendirecek gücümüzün olduğunu bilelim. Gerçekten gerek duymadığımız ürünleri ısrarla almayalım ve üreticiyi, iletişim içinde kalarak gerçek gereksinimlerimiz konusunda bilgilendirelim. O zaman cenneti yaratma konusunda büyük bir adım atmış olacağız. 7) Dünya, kaynakları kıt bir cansız yığını değildir. O, bütünüyle bilinç taşıyan tek bir organizma biçiminde davranır (Gaia hipotezi), çünkü her varlığı, birbiriyle karşılıklı olarak iletişim kurar. Bu bütünlük içinde yerimizi nasıl almalıyız? Doğayı rakip değil, öğretmen olarak görebilir miyiz? 8) Kurumlarımız ve hatta kişisel ilişkilerimizde bile başını alıp gitmiş rekabetçi zihniyet, ataerkil bir kültürün izidir. Bu yaklaşım birçok kurumu ve sayısız aileyi egemenliğine alıp insanlığa yeterince hasar vermedi mi ve zamanını doldurmadı mı? Artık çok daha fazla işbirliği yapmanın ve dayanışmaya gitmenin zamanı gelmedi mi? Yaşamımızı, dengesinin aleyhine bozulduğu dişi unsurla kurtarabileceğimiz düşüncesiyle içimizdeki dişil ruhu da uyandırmamız gerekmez mi? 9) İnsanlık birkaç bin yıldır organizasyonlarını hiyerarşik bir yaklaşımla yürüttü ve hala da böyle yürütmekte. Hiyerarşi, organizasyonlar ve ilişkilere tek yaklaşım biçimi ya da tek bakış açısı mıdır? Birileri üst, diğerleri ast olmak zorunda mıdır? Doğada yöneten ve yönetilen yoktur, zorlama yoktur. Her süreç kendiliğinden ve zorlamasız cereyan eder. Doğanın değişim ve dönüşüm ilkelerini gözleyip her tür ilişkimize yansıtamaz mıyız? Doğadan adeta korkuyoruz, niye? 10) Gücü ve gerçekliği, yaşamın dış dünya dediğimiz parçasında arayışımızın sonu var mı, yok mu, bilemiyorum. Ama yeni doğmakta olan bilinç bilimi, gerçekliğin sinir sistemimizin etkinliği içinde "oluşturulduğu"nu söylüyor. Sizce de gerçekliği, iç dünyamızda da aramanın zamanı geldi de geçmedi mi? Asıl güç ve zenginlik nerede? 11) Her yönden bağlı olduğumuzu görüp de 30

Derin Ekoloji

yaşamın örgüsüne huşu duymamak sizce olanaklı mı? Bu sürecin derin ekoloji bilimi ile inceleme alanına girmesi boşuna mı? Aslında varlığımızın derinliklerinde olan, ama unuttuğumuz bir biliş mi uyanıyor? Bu ve benzeri soruları üreten kavrayış yeni bir bilinç düzeyinin göstergesidir. Bütün dünyada insanlar binlerce kez aynı hataları yapabiliyorlar. Bilinç düzeyi deneyim kazanarak, dersler alarak, uygarlık tarihini iyi etüd ederek ve zihinsel-ruhsal yetileri geliştirerek

ilerletilir. Derin ekoloji, uygarlaştığını öne süren insanın, yetersizliğini görerek ruhunu geliştirmeyi sürdürebilmesi için inandırıcı, yüreklendirici ve devindirici bir güç olacaktır.

Not: Derin ekoloji, sosyal ekoloji ve ekofeminizm tanımları Fritjof Capra'nın yazdığı Yaşamın Örgüsü (Web of Life) adlı kitaptan alınmıştır.

DOĞADA YOGA ve YEMEK KURSLARI / ZEYTİNBAĞI OTEL / KAZDAĞLARI

Zeytinbağı w w w. z e y t i n b a g i . c o m

DOĞADA YOGA EĞİTİMİ Uygulamalı yoga eğitimi, ağaçlar altında canlı hint müziği ile konsantrasyon ve meditasyon çalışmaları, kendi kendine masaj yapma ve derin dinlenme teknikleri, bağışıklık sistemini güçlendirecek yoga prensipleri, vejeteryan beslenme, 3 gece iki kişi TP 550 m.TL / 17 - 20 Temmuz Zeytinbağı - 8 oda, iki kişilik oda YP 150 m.TL Çamlıbel Köyü Edremit

Yoga Kursu Programı Eğitim ve sohbetlerin kapsamı: Beden ve zihin paralelliğini güçlendirecek etkiye sahip yoga hareketleri (asanalar) Müzik ve yoga Mistik yoga dansları, kaoshiki, tandava ve kiirtan Duygu derinliği oluşumuna yardımcı olacak kollektif mantraların öğrenilmesi ve birlikte söylenmeleri Tüm duyu ve motor organlarını tek bir yöne teksif ederek yapılacak konsantrasyon dansı : Kiirtan – Lalita Marmik Kendi kendine masaj yapma tekniği, reflexoloji, aura masajı Derin dinlenme tekniklerinin öğrenilmesi Zihin renkleri ile yapılacak bazı özel mantra ve mudralar ile duygu ve düşüncelerin başka kanallara

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

kaydırılması çalışmaları Sağlıklı bir yaşam için bağışıklık sistemini güçlendirecek ve koruyucu olabilecek yoga prensipleri üzerine konuşmalar ve de bunları olabildiğince uygulayabilme Beden içindeki enerji akımları ve nefes etkileşimleri omurga boyunca bedendeki enerji merkezleri ve farklı salgı bezleri ile olan ilişkileri ve zihinsel eğilimler ile olan ilişkisi:BİO-ENERJİ Yoga öğretiminde eğitmen talebe ilişkisi Yoga öğretiminde yaratılış ve evrim görüşü Dharma- öz nitelik Yoga programına katımak için gelen kişilere program süresince yoga sistemine göre tamamen vejetaryen beslenmeye uyan yiyecekler sunulacaktır Daha ayrıntılı bilgi ve tarihler için Menend Kurtiz'e aşağıdaki kanallardan ulaşabilirsiniz. [email protected] 266 387 37 61-62 / 532 261 27 29 Adres : Zeytinbaği Çamlıbel Köyü Edremit / Balıkesir

31

Kitap

Doğal Yaşam ve Başkaldırı Sivil İtaatsizlik Makalesi ve Walden Gölü Henry David Thoreau Kaknüs / Düşünce İstanbul, 2001 Henry David Thoreau, 1817 yılında Amerika'nın Massachusetts Eyaletinde doğdu. Harvard Üniversitesi'ni bitirdikten sonra bir süre devlet okullarında öğretmenlik yaptı. Disiplinden hoşlanmadığı için bıraktığı işinin ardından bir dönem kardeşiyle birlikte yönettikleri özel bir lisede sürdürdü mesleğini. Ancak onun amacı doğada yaşamaktı. Bu nedenle Walden Gölü kıyısında, arkadaşı Ralph Waldo Emerson'a ait bir arazide iki yıl kendi elleriyle inşa ettiği küçük kulübesinde yaşadı. Bu dönemde doğayı gözlemledi, kendi ihtiyaçları için sebze yetiştirdi, doğadan meyveler topladı, maya kullanmadan ekmek yapmanın mümkün olduğunu keşfetti. Gün geldi birkaç dilim ekmekle geçirdi tüm günü. Gün geldi yağmurdan dışarı çıkamadı. Kimi gün para kazanmak için çevredeki çiftliklerde çalıştıysa da o hep özgür bir yürek olarak sürdürdü yaşamını. Dostluğu doğada buldu. İnsanlardan çok doğadaki dostlarına yakındı Thoreau. Doğa yazılarının başyapıtı olarak kabul edilen bu kitap da o dönemin ürünüdür. Kitapta bir kulübenin kaça mal olacağını, mısır ve fasulye yetiştirmenin sırlarını, az eşyayla nasıl yaşanacağını, yaban mersinlerinin şehre gidene kadar 'yabani' meyve özelliğini nasıl kaybettiğini, neden evinde sadece 3 sandalye bulunduğunu, doğadaki sessizliğin insana verdiği huzuru ve daha pek çok keyifli gözlem ve anıyı okuyacaksınız. Kişinin yaşamını kendi ellerine almasının önemini şu cümlelerde açık biçimde anlatmıştır: "Kişi güvenle hayallerinin peşinden giderse ve zihninde canlandırdığı yaşamı sürdürmek için çaba gösterirse bildiğimiz saatlerle hesaplayamayacağımız bir süre içinde arzusuna kavuşacaktır. Bazı şeyleri geride bırakacak, görünmez bir sınırı geçecektir; yepyeni, evrensel ve daha liberal kurallarla kuşatılacak, bu kurallar içine yerleşecektir; ya da eski kurallar genişleyecek ve kendi lehine daha özgür bir anlamda yorumlanacaktır..." KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Kendi yaşamlarımızı yönetmeyi çok arzu ettiğimiz şu dönemde, içinize su serpecek sivri dilli bir itaatsizin sözlerini okumak sizi bol bol gülümsetecek ve hayallerinizin sınırını genişletecek. Tijen İnaltong

Gizemler Kitabı Eskiçağ Gizemleri Edouard Schuré - Ahmet Güngören EA / Totem İstanbul, 2003 Ahmet Güngören'in yeni yayınevi projesi “EA Yayınları” meyvelerini vermeye başladı. İlk kitaplardan biri "Gizemler Kitabı / Eskiçağ Gizemler" adını taşıyor. Ahmet Güngören, Edouard Schuré'nin Les Grands Initiés (Büyük Ermişler) adlı yapıtını derlemesinde yoğun olarak kullanmış. E. Schuré, Madam Blavatsky ve R. Steiner'le birlikte Teozofi hareketinin kurucularından. Yahudi-Hristiyan geleneği ile Hint, Yunan ve Mısır gizemciliğinin sentezini yapmaya çalıştı. Sosyal Antropolog olan Ahmet Güngören ise Cadıların Günbatımı, Reklamcı ve Şaman, Kimlik Bulmacası için Kılavuz adlı kitapların yazarı. Gizemler Kitabı, görünürde "akademik" olan içeriğine karşın okuması zevkli bir dille kaleme alınmış. İçindekiler'de şunlar var: Gizemlere Giriş, Ramayana, Krişna Söylencesi, İsis-Osiris Gizemleri, Dionysos Ayinleri, Delfi Kehanetleri, Eleusis Gizemleri. Arka kapak yazısından: "Gizemlerin gizemini anlamak için, yer yer romansı bir anlatımla yazılmış, kolay okunan, temel bir başvuru kitabı... Dikkatli okuyucu, buradaki metinleri irdelediğinde, Yüzüklerin Efendisi gibi postmodern gizemlerin de, hangi ana-kaynaktan beslendiğini kolayca keşfedecektir." Suavi Kendiroğlu 32

Söyleşi

Söyleşi:

DemirDemirkan Klan: Öncelikle Eurovision'daki başarından dolayı seni tebrik ederiz. Demir Demirkan : Teşekkür ederim. Söyleşimiz bizim için de bir heyecan kaynağı. Bu tipik bir röportaj değil. Soru hazırlamadık çünkü gerçekten seni arkadaş olarak tanımak istiyoruz. İstersen ilk soru seçmeli olsun. Dilersen sorunu sor, yanıtını da ver. Müzikle ilgili olsun o zaman. Müziğin benim için büyük bir anlamı var ve bu anlam gittikçe olgunlaşıyor. Zamanında benim için müzik yapmak, gitar çalıp kızlara şarkı söylemek gibi bir şeydi. Ama gitgide müziğin teorisine de girdim. İşitsel dünyanın iç dünyamız üzerine çok büyük etkisi var. Bütün duyuları kaldırsanız ve geriye sadece duyma kalsa, ki bu bir anlamda 360 derece küresel bir algılama sağlardı, buna "görmek" diyebilirdik. Yakın tarihlerde incelediğimiz bir deney vardı. Bu deneyde bir grup insanın bir süreliğine gözleri tümüyle kapanıp bir tür geçici körlük duygusu yaşamaları sağlanıyordu. Bunun sonucunda bir süre sonra bu insanların beyinleri incelendiğinde bir anlamda duyma duyusu görmeye benzer bir algıya dönüşüyordu. Beyin, sesleri bir tür görüntü gibi algılamaya başlıyordu senin anlayacağın. Doğrudur. Ancak eğer bir müzisyensen o zaman durum daha da farklılaşıyor. Normal bir insanın kulağıyla duyduğu ses senin için başka bir algılama biçimine dönüşmeye başlıyor. Bu aslında inanılmaz derecede meditatif bir durum. Örneğin ben duyma üzerine konsantrasyonumu çok geliştirdim. Bir gün bilinçli olarak kulaklarımı tıkayıp yaşamaya çalıştım ve o deneyin tam tersi oldu benim için: ilk defa renkleri gördüğümü farkettim. Ama tabii ki bu bizler için değil senin için geçerli olan bir durum. Her zaman böyle farklı bir algılama söz konusu değil elbette. Soru şu olmalı: Buna vardıktan sonra nasıl kullanacak ve bununla ne yapacağız? Örneğin müzik denilen iletişimle iki kişiye aynı şeyi hissettirebilmeliyim. KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Bunu başarabiliyor musun? “Everyway That I Caaan !!!” Şarkın gerçekten çok başarılı. Tabii durum sanat olunca, sanatçının her zaman yaşadığı bir sorun var. Ortalama insana kendi iç dünyasını yansıtıp yalnızca diğer müzisyenlerin değil ortalama insanın da algılayabilecegi aynı şeyleri hissedebileceği bir eser yaratmak. Senin bu gibi iletişim sorunların var mı? Aslında müzik bizim için bir araç, bir tür taşıyıcı. Bu taşıma ilkesinin de bir tekniği var. Dolayısıyla, müzisyen olmayan insanın da bu duygu aktarımını algılamasını sağlayacak bir basitlik ama sıradanlık 33

Söyleşi

değil de asıl zor olan şeyi yani gerçek anlamda basitliği yakalamak gerekiyor. Müzisyene düşen şey, her şeyden önce ne aktarmak istediğini belirlemek... Einstein'ın tüm fizik kanunlarını içerecek birleşik bir TEK Kanun arayışı vardı. Müzik için böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Doğru. Aslında bu söze dökülmüş bir kanun olmasa da müziğin ya da herhangi bir sanatın mutlak hedefi her şart ve ortamda istenenin aktarılmasını sağlayacak bir temel kanun keşfetmek olabilir; ki bunun anahtarı da bence sadelik. Oysa sanatçı eserini yalnızca elit bir kitlenin anlayabileceği karmaşıklıkta yaratırsa o zaman bu duygunun kitleler tarafından anlaşılması için gerçek bir dezavantaj olurdu. Örneğin Bethoven'ın 9. Senfoni'sini ele alalım. Bu eser öyle bir deha ürünü ki bir çocuktan müzisyene kadar herkesi o ya da bu şekilde etkileme gücüne sahip. Ancak bu eseri basitçe incelediğimizde ana temanın bir çocuk melodisinden farksız olduğunu görürüz. Anlatmak istediğim sadelik de bu. Elbette ki ben Bethoven değilim ve onun başarı düzeyine yaklaşmış da değilim. Popüler müzikte bir form ve süre sınırlaması dayatılmıştır. Bu kurallar içerisinde iyi işler yapmak zorundasınız. Batılıların analiz özelliği kendini müzikte de gösteriyor ve açıkçası müzik formülize edilmiş ve matematik formülü iyi kullanan başarılı eser yaratabiliyor. Hatta düşünsenize bizler müziği kayıt edilmiş halde dinliyoruz. Oysa müzik gerçekte canlı dinlenmelidir. Konserlerime gelin 10 milyon lira. Hah hah haaaaaaa… Şaka bir yana, müziğin gerçek anlamı kendini en etkili bir şekilde canlı dinlendiğinde açığa çıkarır. CD'den müzik dinlemek ile müzisyenin performansı arasında fark var. Ben daha çok bu olayın bire bir etkileşimi ile ilgileniyorum. Bence müzik böyle yapılmalı. Yani algı farkı var. Evet. Ben bir konseri kasıntılı bir tavır olarak algılamam. Daha çok müzik dinlerken seyircinin kendisini dışarıda bırakmamasını istiyorum. Müzik performans olmalı. Hatta buna ilkel yaklaşılmalı. Tamtamlardan başlayarak. Ben olayın bu tarafından yaklaşıyorum. Konserlerimde şamanik ritüellerdeki tamtamın tadını bulmak istiyorum. Yani bir anlamda şamanik bir arayışta olduğunu söyleyebilir miyiz? İllâ da ruhsal bir hava yaratmak değil. Bu akşamki konserimde bir dayatma yapabilirim. Ancak dinleyicilerin katılımlarını almak, yaşatmak, onlarla ortak bir KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

şey yaşamak istiyorum. Doğuda, bir sanatta ustalaşan insanın bu ustalığının onun tüm yaşamına yansıyacağı söylenir. Sen bunu hissediyor musun? Ben küçükken, 14 yaşlarımda filanken yani, henüz gitar çalmaya yeni başladığımda usta bir klasik besteci ile tanışmıştım. Bir hayli yaşlı bir insandı. Bana 'ritm duygun gelişince bu ritmi tüm yaşamında hissedeceksin,' demişti. O an söylediklerini anlayamayacak kadar genç ve vurdum duymazdım; ama bugün yıllar sonra onu ve söylediklerini anlamaya başladım. Senin anlayacağın benim için tekne kullanmak da artık müzik… Örneğin, İstanbul'dan Bodrum'a bir rota çizilecek ve seyir yapılacak… Bunun başlangıcından sonuna kadar olan süreç herhangi bir müzikal fikrin başlangıcından fiziksel hale gelmesine kadar geçen sürecin aynısı, benim için. Peki ya "iç" dünyan? Bunlar "dış" mıydı? Bu çok doğru bir soru oldu. Bu benim algım. Kendimi müzisyen olarak adlandırdığımdan beri her yerde çalan bir müzik hayal eder dururdum. Bunu gün geçtikçe daha fazla hissetmeye başlıyorum. Bu sanki bir film müziği gibi ama eğer onu adlandırmam gerekseydi "yaşamın müziği" derdim. Hint öğretileri hayat tınıdır, yani ritmdir derler. Hint müziğinde ilginç bir durum var. "Harmonic Experience" diye bir kitap okumuştum. Kuzey Hindistan'da müzik eğitiminde bir nota uzun tutuluyor. Bunun doğuşkanları insan sesi ile tınlatılarak aralarındaki rezonansın ritmi hissediliyor. Doğuşkan denilince bir notanın saf olmayışını ve içinde başka notaların gizli olduğu anlarız. Ritim bundan doğar. Ritim aslında bir orandır, melodiden gelir. Dalganın yapısı gereği bu böyle. Do ve Re arası "dar" bir aralık, Do ve Sol arası ise "geniş"tir. Bu nedenle Do-Sol tınlatmak ile Do-Re tınlatmak farklı ritmler yaratır. Okuyucumuza eziyet etmeyelim. Bir gene sohbete daldık. Batı müziği ve keşifleri için ne dersin? Batının müziği algılayışı Doğu'ya göre daha analitik. Keşfi alıp üzerine kural yaratır. Ardından bu kuralla keşfi yeniden canlandırmaya çalışır. Batı'nın her şeyinde var bu; mimari olsun, fizik olsun, tüm alanlarda mükemmel bir form aranır. Senin anlayacağın batılı, gerçekliğin kendinde yarattığı izlenimden çok 34

Söyleşi

onun objektif halini yakalamaya çalışıyor. Ama objektiflik kime göre objektifliktir şeklindeki kaçınılmaz soruyu sorduğunuz anda kendinizi ister istemez objektif bir subjektiflik durumunda bulursunuz. Yani ne olursa olsun aslolan gerçekliğin sizde yarattığı izlenimdir. Dolayısıyla burada "doğal" olmak, kişinin anlık algılaması onun subjektifliğini hissetmesini sağlar, bu du bizi doğaçlamaya getirir. Belki de bu nedenle bin dokuz yüzlü yılların sonlarına doğru batı formdan sıkılıp formsuzluğa yöneldi. Günümüzde bildiğimiz kadarıyla Drum Circle'larda müzisyen olmayan insanlar da bu tür bir formsuzlukla stres atmaya çalışıyorlar. Bir anlamda kendilerini bulmaya çalışıyorlar aslında. Doğaçlama yaptıkları zamanlarda, kısa sürelerde bile olsa kendilerini, kendilerinin dışındaki her şey ile "BİR" hissedip "Gerçek İnsan" oluyorlar. Ama çoğu bunu anlamlandıramayıp yalnızca stres atmak olarak adlandırıyorlar. Bizim anladığımız anlamda bir tür felsefe ve ruhsallıktan bahsediyorsun müzikte. Bildiğimiz kadarıyla bunu Mercan Dede ve Sezen Aksu haricinde pek yapan yok gibi. Ne dersin? Bunlar popüler isimler. Eminim ki, ülkemizde bunu algılayan bir sürü müzisyen var. Kendi adıma konuşmam gerekirse, şu gerçeği gözardı etmemek gerekir: Belli bir maddi başarı eldre ettikten sonra ister istemez bir boşluk duygusu da çıkıyor ortaya. Çünkü hayal edilen başarı sanki yakalanmış ve her şey bitmiş gibi oluyor. Ben bu duyguyu zamanla aştım. Kendime ben napıyorum diye sordum. Bir süredir bu müzik denen şeyin sebebini arıyorum. Bu anlam arayışı bizler ve okuyucularımız için son derece ruhsal bir şey. Peki seni bu anlam arayışı nereye doğru yönlendiriyor? Müzik bir ifade aracı. Duyguları anlatmak için sözler ne yazık kı yetersiz. Oysa müzik bunu başarmak için bir araç olabilir. Bu yazıyı okuyup beni tanıyanlar “eee bu müzik nerede peki?” diye sorabilirler. Aslında o, orada; benim yaptığım ortalama 4 dakikalık şarkıların içinde. Gün geçtikçe bu konuda ustalaşıyorum. Peki sen bu arayışta bir yere vardın mı? Aydınlanma kadar yolun da önemli olduğunu gördüm. Bir sona ulaşmak beni mutsuz ederdi. Yol ne kadar uzunsa o kadar ilerlerim. Arayışın kendisi her şeydir. Benim yolum müzik. KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Yollardan bahsetmişken, bu aralar insanlara yeni Yol'lar sunuluyor. Çoğu da saate endeksli kurslar halinde. Oysa görüyoruz ki kişinin yatkınlığı çok önemli. Elbette. Kişi "O" olduğu için o işi yapıyordur. Hayatta başkasına özenmemeli. Saçma olurdu bu iş. Örneğin bir zenci yapısı gereği daha hızlı koşup şampiyor oluyor diye beyaz bir insanın tenini siyahlaştırması onu bir şampiyon yapmaz. Sanatçılarda sıra dışı hatta acayip bir yan aranır. Bu da şöhreti körükler. Ruhsallıkla ilgin olduğunu biliyoruz. Ama bu sende diğer sanatçılara oranla bir tanıtım aracı değil, gerçek bir yol. Bize bundan bahseder misin. Benim için bir "trend"e uymak önemli değil. Lise'deyken, medyanın sanatçı dediği adam olmadan önce de bu yoldaydım. Transandantal Meditasyon öğrendim, ardından başka gruplarla da çalıştım. Üniversite yıllarında algım biraz daha açılınca ölümün bizim yarattığımız bir şey olduğunu farkettim ve tıpkı ölüm gibi hayatta bizim zihnimizin yarattığı ve bizi hapseden diğer koşullandırmaları da değiştirmenin yollarını aramaya başladım. "Kaderinizi kabul edin" denir. Yoksa ölüme meydan okumak da bir kader mi sence? Niye bütün bu şartları yaşamak zorundayım diye sormaya başladığında tüm hayatı da sorgulamaya başlıyorsun. Bu zaten çağın sorusu. Kaderi kabul edip özgür irademizi kullanmamalı mıyız, yoksa kaderimizi belirleyen şey özgür irademiz mi? Biraz Matrixvari bir durum var burada. Sonra? Bunları Doğu öğretilerinde aramak en başta aklımda yoktu. Yaşam sürenizi uzatmak vb. ile ilgili sorularım vardı. Düşünce eğer bedeni yaratıyorsa, düşünceyi değiştirmek acaba bedenimi ve gerçekliğimi de değiştirebilir mi diye araştırdım. Bunları başkalarıyla pek paylaşamadım. Eğer insanlar değiştirmeye çalıştığım bu gerçekliği yanlışlarlarsa o zaman bu durumun yaratmaya çalıştığım gerçekliği olumsuz yönde etkileyebileceğini düşündüm. Türkiye'ye gelince gerçek anlamda, Yang Fu Lin sayesinde Taoizmle ilgilendim. Ondan T'ai Chi Ch'uan ve Kung Fu dersleri aldım. Lao Tzu ve Chuang Tzu yorumları okudum ve ardından Taocu ölümsüzlük kavramı geldi. Taoculukta bir fiziksel bir de felsefi yan vardı. Ama ben bunların birleştirilebileceklerini bilmiyor35

Söyleşi

dum. Her şeyi bıraktığım bir anda, Cem (Şen) ile bağlantıya geçtik; şu an gerçek yola girdiğimi hissediyorum. David ve Cem ile Taoculuğun ama Batılılara gösterilen o New-Age kabuğun ötesindeki gerçek Taoculuğun özünü inceliyoruz. David, belli ki bizlere göre oldukça ileri bir düzeyde. Ama her insan gibi elbette onun da hataları var. Gene de şu anki haliyle David'in bize yolda ilerlemek için büyük bir hediye olduğuna inanıyorum. Eğer ruhsallık ile temas edeceksek bunu ilk aşamada bedenle yapmamız gerekiyor. Bunun safsata olmadığını David ile tanışınca anladım. Kendisi olmadığı bir şeyi "oynamayan" bir insan. David ve Cem ile yaptığın çalışmalar daha çok beden ile ilişkili o zaman? Evet. Çünkü gerçekliği ifade etmek için gereken araç bedenin ta kendisi. Yalnızca beden gerçek anlamda tamlığa ulaştığında devreye ruh girebilir. O zaman senin için bu yol netleşmiş durumda mı? Evet. Yol netleşti. Bu benim için müzisyenliğimden bile daha önemli. Eğer ilk başlangıcın bedensel olması gerektiğini söylüyorsan bu durumda yapmakta olduğun çalışma sana ne kazandırdı? Ben zaten kendimi bildim bileli bedenimin gerçekliğini kabul eder ve bunu algılamaya çalışırım. Bu çalışmalar ise bedenin tamamını hissetme ve onun içinde yaşamanın en hızlı yolu gibi görünüyor bana. Konsantrasyonumu, orada olmayı, ânı yaşamayı, daha doğrusu yaşama hissini geliştiriyor. Çoğumuz, yaşıyor olduğumuzu hissetmeden "vakit geçiriyoruz". Üzülürken, sevinirken, hatta sarhoşken bile "hissetmek" gerekir. Bu yol sana neden yakın geldi? Çünkü Taocu öğretinin ayaklarının yere sağlam bastığını hissediyorum. New Age ve popüler hale getirilmiş olan doğu öğretilerinde "Ego'yu öldürmek" diye bir kavram var. Ama bu öğretiler egonun ne olduğunu ve onun tanımını yapmaktan yoksunlar. Bir anlamda egodan korkuyorlar. Taocu çalışmalarda ise onu tanımlamayı, anlamayı öğreniyor ve bunun sonucu olarak da "gerçek doğanı" anlıyorsun ve burada öldürülecek bir şey değil tam tersine doğurulacak bir şey var. Yani bu yaşamın yolu.

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Peki. Son sorularımız müzikle ilgili olsun. Şu andaki müzik çalışmaların neler? Somutluk kazanan iki-üç proje var. Eurovision ile birlikte, Avrupa'daki şarkı yazarı kariyerim ilerlemeye başladı. Kendi projelerime gelince, bu tanıtımın bana getirdiği avantajlardan doğan şeyler var. "D. Walker" adı altında bir projem var. İngilizce Rock. Ben İstanbul'lu bir müzisyenim ve bu zamanda böyle bir insanın sesinin ne olduğunu arıyorum. Dünya müziğinde Pink Floyd, Led Zeppelin, Nirvana, Genesis gibi "öneriler", dönüm noktaları var ve bu gruplar ile birlikte dünya müziğinde bambaşka bir kapı açılıyor. Başka bir akımı takip etmektense, bizim buraların sesini kendi tavrımla oraya duyurmak istiyorum; ve umuyorum ki, bu da dünya müziği için bir "öneri" olur. Dünya sanatçısı olmanın getirdiği zorlamalar var. Örneğin İngilizceyi kullanmana gelen tepkilerden söz edersek... Türk dilini kullanmıyor değilim ki. Yedi senedir Türkiye'de türkçe müzik üretiyorum. Ayrıca Türkçe şarkılarda prozodi kurallarına uyan bir avuç şarkı yazarından biriyim. Dolayısıyla türkçeyi koruma adına yeteri kadar çaba sarfediyorum. Ama bunu tabulaştırmamak lazım. İletişim söz konusu olunca buna takılamayız. Kendi alanımda bunu da, İngilizceyi kullanmayı da ayrı ayrı yapabiliyorum. Tepki tepkidir ve bir özgürlüktür. Zaten tepkileri kaldıramıyorsan bu işi yapmıyor olman gerekir. Bu da ruhsal bir egzersiz değil mi? Evet, öyle (gülüşmeler). Türkiye'de de yeni bir türkçe albüm hazırlıyorum. Varolan dinleyicimi unutmuş değilim. Yurt içindeki konserlerim devam ediyor. Bu sohbet için sana çok teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim.

36

Ayur Veda Dr. Ender Saraç

Ş

u an yeni bir tıp dalı olarak bilinen Ayurveda aslında tarihi binlerce yıl öncesine dayanan Hindistan kökenli en eski tıp sistemlerinden biridir. Ancak başta Amerika'lılar olmak üzere Batılılarca tekrar gözden geçirilmiş ve modernize edilmiştir. 1990 yılı Ocak ayında, dünyada birçok ülkenin bir referans merkezi olarak kabul ettiği Amerikan Konseyi'nde, legal, tavsiye edilecek bir tıp dalı olarak kabul edilmiştir. Günümüzde Ayurveda'nın popülerlik kazanması, Ayurveda adı altında tuzlu su içirip kusturmak gibi eksik ve hatalı uygulamaların yapılmasına da yol açmaktadır. Bilimsel Ayurveda ise, Maherishi Mahesh Yogi'nin önderliğinde modernize edilmiş, bilimsel olan ve sadece tıp doktorlarına öğretilen Ayurveda'dır. Kelime anlamı olarak (Ayur) yaşam ve (Veda) bilgi, yani yaşam bilgisi demektir. Amaçları hayat uzatmak, mükemmel sağlığı yaratmak ve hastalıkları, bozuklukları vücuttan uzaklaştırmaktır. Ayurveda'nın esas önemli noktalarında biri de insanı, beden ve zihinle bir bütün olarak görmesi ve onun tüm unsurlarını bir arada uyumlu ve dengede tutmaya çalışmasıdır. Peki zihin ve beden arasında nasıl bir ilgi vardır? Geçtiğimiz yıllarda fizikte kabul edilen Quantum teorisine göre, maddenin molekülller ve atomdan öte, bir de quantum düzeyi vardır. Bir quanta, bilinen en küçük atomdan 10-100 milyon kez daha küçüktür. Bu düzeyde enerji ve madde birbirine dönüşebilir bir halde durmaktadır. Bu quantalar gözle görülemeyecek titreşimlerden oluşurlar ve adeta bir fizik oluşum için şekillenmeyi beklerler. İnsanda da aynı olay geçerlidir. Önce görülmeyen titreşimler quantum dalgalanKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

malarına, o da enerji uyarılarına ve o da maddeciklere, düşünceye, DNA'ya, ağrıya, dokulara, hücreye, kısacası her şeye dönüşür. İşte Ayurveda, bu düzeyden, zihin ve beden düzeyinden sağlığa bakar. Bu sistemin en önemli noktalarından biri de sağlığı korumanın, tedavi etmekten daha önemli olduğudur. Yapılan patalojik araştırmalar göstermiştir ki, örneğin 40 yaşında bir erkekte oluşan kalp enfarktüsü, koroner damarda tıkanma gibi semptomlarla kendini belli edip, doktora gidince ortaya çıkmaktadır. Oysa daha 20 yaşında bu kişinin damarlarında ileride kalp enfarktüsüne dönüşebilecek ve damar tıkanmasına yol açacak yağ taslakları patalojik olarak saptanmıştır. İşte bu düzeyde olaya müdahele edilirse, her şey çok daha basit ve daha kolay olur. Çünkü her hangi bir doşha tipindeki kişide ne tür hastalıklara eğilim olduğu bellidir. Nedir bu doşha'lar? Doşha'lar, Ayurveda'da çok önem taşıyan, bireysel psiko-biyokimyasal özellikler grubu ve kişiye özgü beden tipleridir. Her insanda bir, bazen iki, hatta ender olarak üç adet egemen doşha vardır. Bu doşha'lar kişiye bütün önemli özelliklerini verirler, böylece hiç kimse bir diğerinin aynı olmaz. Eğer bu doşha'lar dengeden çıkar, artar veya azalırsa hastalıkların yolu açılmış olur. Mükemmel bir sağlık için kişinin kendi beden tipini, yani doşha tipini bilmesi çok önemlidir. Çünkü bir beden tipi için iyi olabilecek bir yiyecek bir başkası için çok zararlı olabilir. İşte bu yüzden bazılarımız yazı sever, bazılarımız kışı, kimimize dondurma zevkli gelir, kimimize ise dokunur. Bazen 37

Ayur Veda

canımız çorba ister, bazen de tost. Peki bunun nedeni nedir? Bir bardak sütte, kim içerse içsin 120 kalori vardır. Ama bazılarımız onu içerse yağ depolar, bazılarımızda enerjiye dönüşür. Bazıları ise kemikte CA++ depolar, bazısı idrarla dışarı atar, bazıları ise aynı kalsiyumu böbrek taşına dönüştürür. Doşha tipimizi bilmek, kendimizi anlamak ve aynı maddelere neden farklı cevaplar verildiğini bilmemiz açısından önemlidir. Ayrıca modern tıpta genellikle hastalık oluştuktan sonra belirtiler anlaşılmakta (tıkanan damar örneğinde olduğu gibi) ve kişi o zaman sağlığına dikkat etmektedir. Oysa kendi tipimize göre uygun beslenme ve davranışlarda bulunmak, temelden bir korunma ve hastalık belirtileri oluşmadan kolay bir tedavi olanağı sağlamaktadır. Tüm belirtiler oluştuktan sonra tedavi olanakları çok kısıtlı kalabilir. Bir diğer önemli nokta da, belli bir beden tipinin her hastalığa yatkın olmamasıdır. Bazı hastalıklar ise aynı beden tipinde daha kolay oluşmaktadır. Bu nedenle de tedavide beden tipini bilmek çok önemlidir. Çoğumuz biliriz ki aspirin herkesin ağrısını kesmez veya midesi ağrıyan kişilere antiasit verildiğinde bir gruba iyi gelirken, diğerine pek yararı olmaz.

sıcaklık hissi, cilt problemleri, ülser, görme problemleri, kötü koku, kızgınlık, aşırı acıkma, susama, yüzde kızarıklık, terleme oluşur. Doşha Kappa (Su ve topraktan oluşur). Özellikleri yağlı, soğuk, ağır, yumuşak, parlak, sağlam ve tatlılıktır. Vücuda kuvvet ve destek verir, cesaret verir, bağışlama, iyileşme gücü verir. Anormal fonksiyonlarda aşırı yavaşlık, donukluk, depresyon, alerji, kaşıntı, aşırı uyku uyuma görülür. Vata Doşha'yı Artıran Fattörler : Aşırı uyanıklık, yetersiz uyku, korku, endişe, heyecan halleri, aşırı beyin faaliyetleri, doğal ihtiyaçların giderilmemesi, yolculuk, açlık, aşırı kuvvetli rejimler, kuru, hafif, acı, buruk tatsız yiyecekler, aşırı kilo kaybı, mevsimlerin değişme dönemleri, sabah erken ve öğleden sonra saatleri, 60 yaş döneminde olmak, kuru, soğuk, rüzgarlı hava. Pitta Doşha'yı Artıran Faktörler : Aşırı konuşma, düşünce ve faaliyet, aşırı güneş ışını, sıcak, asitli yiyecek ve içecekler, öğlen ve gece yarısı saatleri ve sıcak hava.

Nedir bu Doşha ? Başlıca üç grup doşha vardır; Vata, Pitta, Kapha. Bu doşha'lar temel olarak beş elementten, boşluk, hava, su, ateş ve topraktan oluşurlar. Doşha Vata (Boşluk ve havadan oluşur). Özellikleri, değişken, kuru, hafif, soğuk, küçük, hareketli, sert olması ve diğer doşha'lara liderlik etmesidir. Vücutta enerji ve hareketi sağlar, sinir sistemini çalıştırır. Konuşma, duyu organları ve hareket organları, nefes alıp vermek, bağırmak ve idrar yolu hareketleri hep bu doşha'ca yönetilir. Anormal çalışıp, artığında, sinirlilik, gerginlik, uykusuzluk, dinlememe, kuruluk, kabızlık, ağrı, endişe, gaz, üşüme, kasların seyirmesi gibi durumlar olur. Örneğin, soğuk ve rüzgarlı hava, gaz. Doşha Pitta (Ateş ve nemlilikten oluşur). Özellikleri sıcak, keskin, hafif yağlı, hafif sıvı, asidik, acı, ekşi, kokulu, bağırsakları boşaltıcı etkiye sahip olmasıdır. İştah, susuzluk hissi, ısı dengesi, görme, cilt rengi ve yapısı bu doşha ile ilgilidir. Bu doşha dengede olmazsa aşırı KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Kapha Doşha'yı Artıran Faktörler : Aşırı dinlenme ve uyku, gündüz uykusu, yetersiz günlük faaliyet, yetersiz fiziksel ve zihinsel çalışma, aşırı yemek, ağır yağlı, soğuk-ekşi, tatlı-tuzlu yiyecekler, çocukluk çağı, sabah-gece saatleri, soğuk-yağışlı hava. Dengede olmazsa astım, allerji, romatizma, şişmanlık gibi durumlar ortaya çıkabilir. Kişiler sadece bir doşha tipli olabileceği gibi, iki, hatta üç doşha tipine ait olabilir. Böylece çift özellikli dediğimiz bireyler oluşur. Örneğin; Vatta-Pitta olan bir kimse, kışın, rüzgarlı, soğuk bir havada, buruk, soğuk yiyecekleri yediği zaman, veya seyahat nedeniyle Vata özelliklerini artırabilir ve uykusuzluk, heyecan, kas seğirmesi, sinirlilik gibi belirtiler görülebilir veya aynı kişide yazın öğle vakti ciltte kızarıklık, sivilceler, mide yanması gibi durumlar olabilir. Veya Kapha bir kimsede ilkbaharda astım-alerji görülebilir. İşte, kişi kendi beden tipini ve hangi doşha'sı artığında ne gibi hastalıklara zemin hazırladığını bilirse, o doşha'yı pasifize ederek, ilgili hastalıklar henüz ortaya çıkmadan sağlığını koruyabilir veya bir hastalık ortaya çıkmadan onu daha köklü bir şekilde 38

Ayur Veda

onarabilir. Yiyecek-içecekler Ayurveda'da yiyecek ve içecekler ve tadları çok önemlidir; çünkü vücudumuzun dışarıyla alış-verişi en çok yiyecek ve içeceklerlerle olur. Vücudumuza dışarıdan en çok giren maddeler besinler olduğuna göre etkileri de tartışılmaz. Her insanın atomlarının % 98'i bir yıl içinde değişir. Yani şu an bu yazıları okuyan siz, geçen seneki size göre % 98 tamamen farklı bir kişiniz. Şu an bile atomlarınızın bir bölümü değişmekte. Bir kişinin atomlarının çoğu değiştiğine göre, besinlerin bu değişim içinde sağlığı korumak veya bozmaktaki rolleri çok önemlidir. Hatta bu etki bazen ilaçlarda olduğundan bile daha fazla görülebilir. Günlük Rutin Düzenli yatak ve uyku önerilir. Saat 11.00'de yatmak idealdir. Uykunuz yoksa, uyuyamayacağım diye endişelenmeyin, sadece gözlerinizi kapayıp dinlenin. Sabah : Erken kalkmak, bir bardak ılık su içmek. Mesane ve bağırsak boşaltımı. Diş fırçalamak, dili temizlemek. Başa, vücuda, ayak tabanlarına yağ masajı. Duş, banyo, meditasyon. Mevsime uygun rahat giyim, hafif kahvaltı, iş veya aktivite. Öğlen : Öğlen yemeği esas öğündür. Beden tipine ve mevsime göre yenmelidir, yemekten sonra hafif oturarak dinlenme iyidir. İş, aktivite. Gece : Akşam yemeği, tercihen hafif olmalı, 10/15 dakika yürüyüş, mutluluk veren faaliyetler yapılmalıdır, erken yatmak önerilir. Bazı püf noktalar: Günde bir iki kez temiz havayı derince ciğerlerinize çekin, yemek araları en az üç saat olmalıdır. Aç değilseniz yemeyin. Akşam yemeği geç yenmemelidir. Her gün tercihen aynı saatlerde, güzel bir ortamda ve oturarak yenmelidir. Hastalıkların fizyopatolojisinden şu üç faktör sorumludur : 1) Doşha'lar (Vata, Pitta, Kapha) 2) Shrota'lar ( vücudun kanalları, patikaları) 3) Agni (sindirim ateşi) Doşha'lar artmış, azalmış veya nitelikleri değişmiş olabilir. "Shrota'lar" genişlemiş, daralmış, düğümsü bir yapı oluşturmuş veya akıntıları ters yöne doğru dönmüş olabilir. "Agni'nin" zayıflamasıysa en büyük problemdir. Bu durum, "ama" (hastalık oluşturabilecek toksin - serbest radikal benzeri bir madde) oluşumuna KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

yol açar. Vata'lar için hafif, Pittalar için orta ağırlıkta egzersiz önerilir. Egzersiz yaparken kapasitemizin % 50'si kadar zorlanmalıyız. Terlemeye başlandığında durmak iyi olacaktır. Tedaviler basamak basamak ama mutlaka doğal yolla yapılmalıdır. Tedavilerde gıda destekleyicileri, bitkisel ilaçlar kullanıyoruz. Bunlar sanki bilgisayar disketi gibi belirli bir hedef sistemi etkileyip bir dizi zincirleme reaksiyona yol açar, doşha'ları dengelerler. İstenirse allopetik ilaçlarla birlikte kullanılabilirler. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler ve laboratuvar araştırmalarının (1050 araştırma) sonuçları çok olumlu çıkmıştır, özellikle hamilelerde kusma, hamilelik, astım, romatoid artrit, gut, çocuklar için tonik, böbrek taşlarından korunma, kanser, aids, empotans, düşükler, uyku bozuklukları, kısırlık, hazımsızlık, kabızlık, hipertansiyon, baş ağrısı, migren, yorgunluk, şeker hastalığının hafif formlarında başarılı sonuçlar alınmıştır. Artık, Batıda, doğallığa dönüş görülmektedir. Meditasyon, zihin-beden bütünlüğünü, derin dinlenmeyi sağlayıp streslerden arındırarak bu tür tedavilerde çok yardımcı olmaktadır. Beden tipinizi öğrenmeniz için size bir test sunuyoruz. Bu testin sonuçlarına göre beden tipinizi öğrenip, doğru beslenmeyi uygulayabilirsiniz. Ancak her zaman için doğal ve bitkisel tedavileri mutlaka konunun uzmanı bir doktorun yapması ve klasik hekimlik düzeyinde yapılması gereken uygulamaların yapıldığının kontrol edilmesi gerekir. Beden tipinizi bilmek ister misiniz? Aşağıdaki sorular, beden tipinizi öğrenmek için yüzde yüz kesinlikle olmasa da size büyük ölçüde bir fikir verir. Bu soruları dikkatle okuyup, hangi maddenin size ne kadar uyduğunu doğru bir şekilde cevaplamaya çalışın. Bütün soruların sonucunda çıkan toplam puanı, her bir doşha tipi için ayrı ayrı yazın. Sorgulama bölümü sonunda, bunların nasıl olduğu ayrıntılı olarak anlatılacaktır. Bu testi yaparken belirsizlik hissettiyseniz, kendinizi hiç bir kategoriye oturtamıyorsanız, sizde Vata özellikleri ön plandadır. Bu testi nasıl değerlendireceksiniz? Puanlamanın sonucunda tek doşha tipli olanların (Vata, Pitta, Kapha) puanlarının diğer doşha tiplerine göre oldukça yüksek olması söz konusudur. Çift doşha tipli olanlar, iki doşha puanının birbirine yakın veya eşit olduğu durumlardır. Diğerine göre daha baskın olan doşha önde söylenir. 39

Ayur Veda

Vata-Pitta'da, Vata özellikleri daha fazladır ancak Pitta da belirgindir. Pitta-Vata'daysa, Pitta özellikleri daha fazladır ancak Vata da belirgindir. Bu testi yapan iki kişiyi ele alalım, diyelim ki birinde, Vata: 85, Pitta 65, Kapha : 45 bulunmuş olsun, bu kişinin beden tipi Vata olarak nitelendirilir. İkinci kişide ise, Vata: 45, Pitta: 60, Kapha: 45 bulunmuşsa, kendisinde Pitta özellikleri ön plandadır. Birinci örnekteki kişinin doşha özellikleri Vata olmasına rağmen ondaki Pitta'nın kuvveti, ön özelliği Pitta olan ikinci kişiye göre daha fazladır. Birinci örnekteki kişinin doşha özellikleri genelde çok kuvvetli demektir. İkinci örnekteki kişideyse her üç doşha daha zayıf düzeydedir. Bir Ayurveda hekimi için doşhaların keskinlik düzeyi ve kuvveti tedavide büyük önem taşımaktadır. Bir doşha özelliği artarken otomatik olarak diğer doşha tipi olabileceği gibi, daha önce bahsettiğimiz gibi çift doşha karakteri de görülebilir. Bu tür durumlar, çiftt karakterli insan, değişken karakterli dediğimiz kişileri hatırlatır. PUANLAMA : Bu madde bana çok uyuyor Bu madde bana uyuyor Bu madde bana bazen uyuyor Bu madde bana nadiren uyuyor Bu madde bana uymaz Bu madddenin benimle hiçbir ilgisi yoktur

5 puan 4 puan 3 puan 2 puan 1 puan 0 puan

AYURVEDİK TEST Pitta Beden Tipi İradem çok kuvvetlidir, bir dereceye kadar güçlüyümdür. Bir çok insana göre sıcak hava beni daha çok rahatsız eder veya yorgun düşerim. Her zaman belli etmesem bile kolay kızar, öfkelenirim. Faaliyetlerimde aşırı derecede titiz ve düzenliyimdir. Kolay sabırsızlanırım. Çok iştahlıyımdır, kendimi engellemezsem çok miktarda yiyebilirim. Kendimi çok etkili ve yeterli bulurum. Başkalarının soğuk bulduğu mekanlar bana sıcak gelir. Kolay öfkelenir sonra çabuk sakinleşirim. Ayrıntılarda çok titizimdir. Bunlardan biri veya bir kaçı benim saç tipime uyar; KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

erken beyazlayan veya dökülen, ince, düz, zarif saç. Sarışın, kızıl, kumral saç rengi. Pek çok insan beni inatçı olarak kabul eder. Eğer bir öğünü kaçırırsam veya yemek saatini geçirirsem rahatsız olurum. Dondurma gibi soğuk yiyecek ve içecekleri çok severim. Meydan okumak hoşuma gider ve bir şeyi istediğim zaman onu elde etme konusunda çok azimliyimdir. Acılı ve baharatlı yiyecekler bana dokunur. Anlaşmazlıklarda olmam gerektiği kadar hoşgörülüyümdür. Hem başkalarını hem de kendimi eleştiririm. Bağırsaklarım çok düzenli bir şekilde boşalır, kabızlıktansa yumuşak dışkılama eğilimim vardır. Kolay terlerim. Vata Beden Tipi Yeni şeyleri her zaman çabuk öğrenirim. İyi ezberleyemem, ezberlesem bile hafızam çok kuvvetli değildir, kolay unuturum. Karar vermekte zorlanırım. İşimi ve faaliyetlerimi genelde büyük bir hevesle yaparım. Kolay endişelenir ve sıkıntıya düşerim. Doğal yapım çok kuvvetli ve hayat doludur Hızlı konuşurum ve arkadaşlarım konuşkan biri olduğumu söylerler. Ruh halim çok kolay değişir ve biraz duygusalımdır. Zihnim çok aktiftir, hatta bazen hiç durmaz, aynı zamanda çok yaratıcıyımdır. Soğuk havaya dayanıksızımdır, sevmem. Cildim, özellikle kışın kuruma eğilimindedir. Genelde ince bir vücut yapım vardır. Kolay kilo almam. Yürüdüğüm zamanki karakteristik özelliğim hızlı ve çabuktur. Genelde uykuya zor dalarım, gece uykum hafiftir. Kendi kendime bırakıldığım zaman, yemek ve uyku alışkanlıklarım düzensizdir. Hareketlerim hızlı ve aktiftir, enerji birdenbire patlak verir. Kolay heyecanlanırım. Genelde ellerim ve ayaklarım soğuktur. Kapha Beden Tipi Önemli bir rahatsızlık olmadan çok rahat öğün atlayabilirim. Çok derin uyurum. Soğuk ve nemli hava beni rahatsız eder. Diğer insanlar kadar hızlı öğrenmem, fakat çok iyi 40

Ayur Veda

aklımda tutarım ve güçlü bir hafızam vardır. Saçım kalın, koyu ve dalgalıdır. Pek çok insana göre daha kolay kilo alırım ve daha zor kilo veririm. Ertesi gün kendimi iyi hissetmem için en az sekiz saat uyumam gerekir. Genelde sakinimdir, kolay öfkelenmem. İri sağlam bir vücut yapım vardır. Fazla uyumaya eğilimim vardır, sabah kalkınca hemen ayılamam, kendimi sersemlemiş hissederim, tutuk ve yavaşımdır. İş yaparken doğal halim diğer insanlara göre daha relaks ve sakindir. Tombullaşmaya eğilimim vadır, kolay yağlanırım. Şu sözler beni tanımlar : sakin, tatlı huylu, sevgi dolu, muhabbetli ve bağışlayıcı. Fiziksel olarak çok güçlü ve dayanıklıyımdır. Uysal ve sakin huyluyumdur. Kolay sinirlenmem. Sindirimim yavaş olduğun için, yemeklerden sonra kendimi ağır hissederim. Aşırı müküs, balgam, şişme astım, ödem veya sinüs problemlerine eğilimim vardır. Hafif soluk olan yumuşak, pürüzsüz bir cildim vardır. Yemeklerimi yavaş yerim, faaliyetlerimde yavaş ve düzenliyimdir. Yavaş ve ölçülü yürürüm.

ALINAN PUAN PİTTA BEDEN TİPİ : VATA BEDEN TİPİ : KAPHA BEDEN TİPİ :

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

41

Bir tas çorba

Yemek ve Sevgi Beslenme terapisti olan bir hanım Çin'e yaptıkları bir ziyaretten bahseder kitabında. Gruptaki tek vejetaryen kendisidir. Gezi boyunca bir kase haşlanmış pirinç ve biraz lahanayla doyurulmuştur ve bir manastırda yemek yiyecekleri o akşam da her zamankinden farklı bir yemek beklememektedir. Yemek başlar, grubun yemeği gelir. Oysa onun için bir kase pirinç bile sunulmamıştır henüz. Diğerleri afiyetle yemeklerini yerken o sessizce bekler. Kısa bir süre sonra kapı açılır ve elinde koca bir tepsiyle manastırın aşçısı görünür. Tüm dikkatler aşçıya çevrilmiştir. Yabani mantarlardan yeşil yapraklı sebzelere, zencefilli havuç dilimlerinden tofu kızartmasına rengarenk yiyecekler, şık tabaklarda, et yemez misafirin önüne konulmuştur. Tepsideki yiyecekler bir ressamın fırçasından çıkmışçasına mükemmeldir ve sofrada bulunan herkesin dilinin tutulmasına neden olur bu güzellik. Aşçı, misafirinin önünde saygıyla eğilir ve manastırda çalıştığı süre boyunca pek az kez vejetaryen yemek yapma fırsatı bulduğunu söyler. Misafirine, kendisine bu yiyecekleri hazırlama imkanı verdiği için minnettar olduğunu bildirir. Yabani mantarlar yakındaki bir ormandan toplanmış, sebzeler ise kalitesiyle tanınmış bir bahçeden o gün gelmiştir. Aşçı bu açıklamalardan sonra şükranlarını sunmak için misafirinin karşısında bir kez daha eğilir ve şaşkın bakışlar altında salondan ayrılır. Geçen bahar bir gün Kariye'deki Âsitane Restoran'da yemek yemiştik. Menüde yabani mantarlarla yapılmış bir tarif vardı, o yemekle ilgili bilgi edinmek istediğimde garson ellerinde o anda mantarın olmadığını, bunun için yanlış zamanda geldiğimizi söyledi. Bir kaç gün sonra mantarlar gelecekti. Bize söylendiğine göre restoranın 76 yaşındaki aşçısı Bolu'ya, yabani mantar toplamaya gitmişti. Yetmiş altı yaşındaki bir aşçı işini gücünü bırakıp mantar toplamaya gider. Bu nasıl bir sevgidir, meslek aşkıdır diye düşündüm o an. O insanın güzel ellerinden çıkacak yiyecekleri düşünebiliyor musunuz? Öyle bir yiyeceği yediğinizde alacağınız sevgi titreşimleri yemeğin lezzetini kat kat arttıracaktır. Yemeği hazırlayan kişinin enerjisi size de geçer. Tokat'ta yaşayan arkadaşım Sema da annesinin yemeklerinin herkes tarafından beğenildiğiKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Tijen Inaltong

Mide sağlıklı olduğunda, bütün uzuvlar sağlıklı olur. Mide içindeki gıda yaramaz olduğunda, bütün uzuvların hali yaramaz olur. Hz. Muhammed ni yazmıştı bir notunda. Tüm komşular ondan tarif istermiş, ama bir türlü onun yemekleri gibi olmazmış diğerlerininki. Sorulduğunda 'onlara bir malzemeyi söylemiyorum, o da benim çocuklarıma duyduğum sevgi' der ve eklermiş 'her anne çocukları için yaptığı yemeğe sevgisini katar.' Sema'nın annesiyle, Çinli ve Bolulu aşçıların ortak yönü sevginin yemeğe olan katkısının farkında olmaları. Yemek yapmaktan çok zevk alan ve yaptıklarını sevdikleriyle paylaşmayı seven bir dostunuzu, ya da annenizi düşünün. Bir de yaptığı her yemeği yakan, ya da tuzunu, biberini fazla kaçıran birini düşünün. İsteyerek, keyifle, huzurla ve sevgiyle yapılan yemekler nasıl da lezzetli oluyor değil mi? Mevlana 'tencereyi bile ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir,' der. 'Delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez.' (Can) 'Delice kaynayan' şey bir tencere olabildiği gibi kişinin iç dünyası da olabilir. Mutsuz, kızgın, sinirli bir haldeyken yemek yapmayı denediniz mi hiç? Geçen sonbahar bir yemek festivali için İzmir'deydim. Festival sonrasında sevgili arkadaşım Şükran'ın evinde misafir oldum. Bir gün sohbet ederken Şükran'cığım annesinden ve annesinin mutfaktaki bilgeliğinden bahsetmeye başladı ve annesinin kayınvalidesinden öğrendiği bir sırrı anlattı. "Annem evlendiği yıllarda oldukça sabırsızmış, işleri bir an

42

Bir Tas Çorba

yemekler vücut, zihin ve ruhun yaşama gücünü arttırırken işlemden geçmiş, canlılığını yitirmiş, doğal olmayan yöntemlerle hazırlanmış yiyecekler ise tam tersi etki yapar. Bu nedenle eğer bir kişi hasta olursa önce diyetini gözden geçirmeli, sonra yediklerine dikkat edip huzur içinde ve gerektiği kadar yemeli, iyi çiğnemeli ve yedikleri için şükran duymalıdır. Bu şekilde doğanın iyileştirici gücü harekete geçer ve bütün hastalıklar tedavi edilebilir. Hipokrat'ın dediği gibi, "yemeğiniz ilacınız, ilacınız yemeğiniz olsun."

önce bitirmeye çalışırmış. Kayınvalidesi ise sabırsız ve gergin olduğu zamanlarda annemin mutfağa girmesini istemez, 'kızım mutfağa bu şekilde girersen yemek güzel olmaz. Önce biraz otur, sakinleş, işe öyle başla' dermiş. Bu öğüt anneme çok saçma gelse de yıllar içinde bunun ne kadar değerli olduğunu öğrenmiş, bize de bu öğüdü verdi" dedi. 12. yüzyılda Zen Manastırları için 10 ciltlik bir kurallar kitabı yazmış olan Çinli keşiş Zongze 'yemek yaparken aydınlanmış zihninizi işinize verin. Manastırdakilerin ihtiyaçlarına ve mevsimine göre çeşitli malzemelerden oluşan, birbiriyle uyumlu yiyecekler hazırlayın' diyor. Belki de bu nedenle Zen manastırlarında yemek yapmak ancak en kıdemli kişilerin görevi olabiliyor, çünkü yukarıdaki sözlerde anlatıldığı gibi, yemek yapmak büyük bir deneyim ve titizlik gerektiriyor, aydınlanmış bir zihin istiyor. 13. yüzyılda yaşamış olan Zen ustası Dogen'e göre Tenzo (Zen manastırlarındaki aşçılara verilen ad) pirinç ayıklarken ya da sebze doğrarken hiç birşeyi ziyan etmemelidir. Yemek pişirirken iyi bir ruh hali içindedir, manastırda yaşayanların keyif içinde yemek yemesini sağlamak için elinden gelen herşeyi yapar. Aşçı, mevlevilikte ve bektaşilikte de çok önemli bir şahsiyet. Mevlevihanede aşçı dede (Ateşbaz-ı Veli) sadece yemek pişiren kişi değil, salikleri pişirip olgunlaştıran ve bu yüzden aşçıbaşı veya aşçı dede adıyla anılan bir rehber. Hacı Bektaş tekkesinde aşçı baba, aşevinin babası olduğu gibi dedebabadan sonra babaların en büyüğü. Sevgi ve saygıyla yapılan bir yemek hem karnımızı doyuruyor, hem de şifa kaynağı oluyor. Ruh, yemeğin görünmez malzemesidir ve ancak ruhumuzu katarak yaptığımız yemek güzel olur. Yiyecekler temel besin ve enerji kaynağımızdır. Doğru, taze, sağlıklı gıdalar kullanılarak hazırlanan KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Kaynaklar Bektaş Veli, Hacı, Vilayetname (Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli), Ant Yayınları, İst., 1995. Can, Şefik, (Derleyen) Cevahir-I Mesneviyye (Mesnevi'den Seçmeler), Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul, 2001. Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlana'dan Sonra Mevlevilik, İnkılap ve Aka, İstanbul, 1983. İnaltong, Tijen, 'Yemeğin Enerjisi', Buğday Dergisi, Sayı 15, 2002. Scott, Anne, Serving Fire: Food for Thought, Body, and Soul, Celestial Arts, CA, 1994. Scott, David, Pappas, Tom, Three Bowl Cookbook: Secrets of Enlightened Cooking from a Zen Kitchen, Carol & Brown Publishers Ltd., UK, 2000. Svoboda, Dr. Robert. E., Your Ayurvedic Constitution, Motilal Banarsidass, Delhi, 1994. Yoneda, Soei, Hoshino, Koei, Zen Vegetarian Cooking, Kodansha International, 1998. 43

Temmuz Tarifleri

Yoğurtlu Domates Çorbası (soğuk)

Zencefilli Hafif Şeftali Tatlısı

1 rendelenmiş salatalık 1 doğranmış taze soğan 1 diş dövülmüş sarımsak 1 çorba kaşığı doğranmış dereotu 4 su bardağı domates suyu 1 su bardağı yoğurt 1 doğranmış dolmalık biber 4-5 ince dilimlenmiş çiğ mantar deniz tuzu ve karabiber

Bu hafif tatlı özellikle çiğ meyve yiyemeyenlere veya şeker yememesi gereken kişilere önerilir: 4-5 çok olgun şeftali 1 çay kaşığı toz zencefil

Yoğurda domates suyunu azar azar ilave ederek çırpma teliyle iyice çırpın. İçine diğer malzemeleri koyun, iyice karıştırın ve ister sade isterseniz fırınlanmış küçük ekmek parçaları ile servisini yapın. (4-6 kişilik)

Şeftalilerin kabuklarını soyup ortadan ikiye bölün. Bir tencereye kolay alabileceğiniz bir şekilde dizin. Üzerine zencefili serpin. (Eğer şeftalilerin tadı yeterli değilse 1 çorba kaşığı esmer şeker ekleyebilirsiniz.) Çok kısık ateşte kapağı kapalı olarak 10 dakika pişirin ve biraz soğuttuktan sonra servisini yapın. Tatlıyı kaymakla veya üzerine bir nane dalı koyarak sunabilirsiniz. (4 kişilik)

Semizotu Diplesi 1 demet doğranmış semizotu 3 çay bardağı pişmiş tam pirinç (çiğ olarak 1 çay bardağı) 2 yarım halka halinde doğranmış soğan 3 diş doğranmış sarımsak 2 kuşbaşı doğranmış domates 2 çorba kaşığı zeytinyağı deniz tuzu Tencerede yağı ısıtıp soğan ve sarımsağı kavurun. Diğer malzemeleri ekleyip çok az su ilavesiyle kısık ateşte 5 dakika kadar pişirin. Semizotlarının vitamin değerini kaybetmemesi için uzun süre pişirmekten kaçınmak gerekir. Yoğurtla birlikte mükemmel bir yaz yemeğidir. Hafif, doyurucu ve lezzetli... (4 kişilik)

Mideyle ayaklar bir gün çekişmeye başlamışlar. Biri demiş, "Ben daha güçlüyüm," ötekiler demiş, "Yok, biz daha güçlüyüz." Kavga uzamış. Ayaklar mideye, "Yahu! Sen bizden nasıl daha güçlü olursun? Görmüyor musun, seni biz taşıyoruz," demişler. Bunun üzerine mide: "Ama, a efendim," demiş, "bir şeyi unutuyorsunuz: ben sizi beslemesem siz beni değil, kendinizi biletaşıyamazsınız!" Ezop (Aisipos), "Masallar"

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

44

Bu 1/16 ilân

Bu 1/16 ilân

alanı

alanı

sizi bekliyor

sizi bekliyor

!!!

!!!

Bu 1/4 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected] Bu 1/8 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

Bu 1/2 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

45

Yamaoka Tesshû Bir ölüm ustası... Derleyen: Suavi Kendiroğlu

1

836'da Yeodu'da doğan Tesshû, üst düzey bir samuray olan olan Ono Tomoemon'un oğludur. Gençliğini babasının görevli olduğu Hida Takamaya'da geçirmiştir. Genç yaşta babası tarafından Itto Ryu kılıç okuluyla tanıştırılmıştı. Buna paralel olarak Ittei Iwasa'nın güzelyazı öğrencisi ve bu sanatın Jubokudo stilinin 52. sokesi olmuştur. 17 yaşında, anne ve babasını kaybederek Edo'ya göçmüştür. Burada Chiba Shusaku'nun öğrencisi olmuş, ardından Yamaoka Seisan'dan So Jutsu öğrenmiştir. 27'sindeyken, meşhur kılıç ustası Asari Matashichiro'yla bir karşılaşma yapmak fırsatı bulmuş ancak yenilgisini sindirmekte güçlük çekmiştir. Bunun ağırlığıyla kendini sanatında ilerlemeye ve Zen'e adamıştır. 1868'de Shogun ve İmparatorluk orduları arasında savaş patlak verir. Son Shogun, Tokugawa Keiki iki kez yenilerek Edo'ya çekilir. Shogun'un muhafızlarına komuta eden Tesshû'nun rütbesi yükseltilir. Zafer yoluna devam eden imparatorluk ordusu Edo'ya doğru ilerleyişini sürdürür. Amaç hükümet akrşıtı güçleri ezmektir. Bu ilerleme durdurulmazsa Japonya'nın gördüğü en kanlı savaşlardan biri ve Shogun'un ölümüyle sonuçlanacaktır. Bu şartlar altında Teshhû, Shogun'un özel emriyle başkente gitmek ve büyük savaşı durdurmak için bir anlaşma yapmakla görevlendirilir. İmparatorluk ordusu Edo'ya 150 km. kadar yaklaşmıştır. Tesshû zorlu bir yolculuktan sonra General Saigo Takamori'yle görüşüp Edo'nun yakılıp yıkılmasına ve Shogun'un öldürülmesine engel olur. Bu anlaşmadan sonra Tesshû, Shogun'a bağlı güçlerin barış içinde dağılmasına danışmanlık eder. Hayatı kurtulan ve köşesine çekilen Shogun'a da hizmetini sürdürür. Bu dönemde onun kılıç ustalığına hayranlık duyanlar çevresinde toplanmaya başlarlar ve öğrencileri çoğalır. Kısa zamanda Dojo'su küçük gelir ve bir yenisi inşa edilir. Bu yeni Dojo'nun adı Shumpukan'dır. Yani "Bahar Esintisi Evi". Burada Muto Ryo ("Kılıçsız Okul") adlı özgün stilini öğretir. Okul daha sonra Itto Shoden Muto Ryu adını alacakKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

tır. Dojo'sunun adı rahip Bukko-Zenji'nin bir şiirinden gelir : "Bahar esintisini kılıçla kesmek, Şimşeğin karanlığı kestiği gibi"

17 yıl sonra bir sabah, Asari Matashichiro'nun hayalinin kendisini artık korkutmadığını hisseder. Neşe ve güvenle Asari'nin yanına varır ve ikinci kez karşılaşırlar. Rakibinin sadece duruşuna bakan Asari: "Böylesi bir seviyeye nasıl varabildiniz?" diye sorar. Bunun ardından Tesshû'ya Ono Ha Itto Ryu tam ustalık diploması verir. 1887'de mide kanserine yakalanır. 19 Temmuz 1888'de, beyaz giysileri içinde Zazen'e oturur ve ölür. Cenazesine 5000 kişi katılır. 46

Yamaoka Tesshû

Tesshû'nun ölümü: Tesshû'nun arkadaşı Katsu Kaishu ölümünü şöyle aktarıyor: "Oldukça sıcak olan 19 Temmuz 1888 sabahı arkadaşım Yamaoka Tesshû'nun evine vardım. Beni oğlu Naoki karşıladı. Ona babasının nasıl olduğunu sordum. Bana babasının yakında öleceğini söyledi. Evde birçok ziyaretçi vardı. Tesshû onların ortasında Zazen yapıyordu. Bembeyaz giyinmiş, üstüne de bir budist yeleği geçirmişti. Ona "Sona geldiniz mi Sensei?" diye sordum. Gözlerini hafifçe aralayarak gülümsedi ve hiçbir ağrı izi olmaksızın bana: "Geldiğin için teşekkürler sevgili dostum. Nirvâna'ya varışımın kıyısındayım" dedi. Sonra da şunu ekledi: "Siz de Buddha'lığa ulaşınız". Huzurundan çekildim. Tesshû yaşlılıktan değil kendisine aylarca çektiren bir mide kanserinden öldü. Ölümünden iki gün önce oğlu Naoki'ye: "Bugün daha önce görmediğim bir acım var. Ayrılmadan önce arkadaşlarımı görmek istiyorum." der ve ondan herkese haber vermesini ister. Banyosunu yapar, ölüm elbisesini giyer ve Zazen'e

oturup ölümü bekler. Ölümünden birkaç saat önce bir karga bir sabah şarkısı söyler. Bunu duyan Tesshû, Haiku formunda bir şiir okur: "Karın ağrımın ortasında Tanyerinde bir karga"

Ağrıyla yüzleşir ve ondan ayrılır. Bıraktığı izlenim yanan tapınağında sükûnet içinde oturup ölümünü bekleyen rahip Kaisen'i hatırlatmaktadır: "Ruhumu söndürüyorum, Ateş sadece serinlik"

Kılıç ve Zen / Beden ve Ruh Yukarıdaki örneklerde, zihnin bedene hakimiyeti en üst seviyededir. Sanılanın aksine Japon düşüncesinde bir zihin-beden kutuplaşması vardır. Yaşam bu ikisi arasında sonsuz bir döngüdür. Zihin ve beden birleştiklerinde döngü baştan başlar. Kendo'nun temel düşüncesi bu zihin-beden zıtlığı üzerine kurulu olup, tekniklerde ilerlemenin yolunun zihinden geçmesi

Kendo *Kılıcın Yolu Ülkemizde Kendo ve buna bağlı branşların (İaido) dünya standartlarında çalışıldığı bir ortam var. İstanbul Kendo Kulübü, 1999’dan beri uzman eğitimci kadrosu ve nitelikli eğitim programıyla Japon kılıç geleneğinin ülkemizdeki öncüsü olmuştur. Çalışmalarımız Avrupa Kendo Federasyonu’na (E.K.F.) bağlı olarak sürdürülmekle birlikte, etkinliklerimiz Dünya ve Japon Kendo Federasyonları tarafından da tanınmaktadır. Sizleri gerçek Budo atmosferiyle dolu olan Dojo’muza bekliyoruz. Bilgi için : http://www.geocities.com/kendo_ist E-mail : [email protected]

İ.K.K. bir Türkiye Kendo Komitesi üyesidir (www.geocities.com/kendokomitesi)

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Program Sezon içinde haftada 2’şer saatlik 4 antreman yapılmaktadır (P.tesi-Çar-Per-C.tesi)

Detaylı bilgi ve güncel çalışma programı için Internet sitelerimize başvurunuz.

Yer

Beyoğlu Spor Kulübü: Büyükparmakkapı Tel Sk. Beyoğlu - İst. (Taksim-Galatasaray yönünde soldan 3. sokak)

İstanbul Kendo Kulübü 1999’dan beri Kılıcın Yolu’nda... 47

Yamaoka Tesshû

şeklindedir. Aynı şekilde zihni sağlamlaştırmak için de bedensel tekniklere ihtiyaç vardır. Günümüzde Zen'den bahsederken tavırlar zihnin üstünlüğü yönündedir, ancak beden sorunu önemli bir yer tutmaktadır. Öğrencileri Zen çalışmak üzerine fikrini sorduklarında Tesshû: "Zen (zazen) çalışmamak daha iyi olur. Çünkü Zen, Kendo'dan çok daha zordur." Bununla birlikte Tesshû'nun Kendo'su çok ciddi ve sert bir çalışma gerektirirdi. Ölümünden hemen önce Tesshû "Ölüme en çok yaklaşan kazanır". Tesshû'nun Kendo'su bu paradoksa yakındır. Buna göre kendi ölümüne yaklaşan insan için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Bu mümkün olabilir mi? İnanması zor olsa da Budo tarihinde aktarılan yaşanmışlıklar bu yöndedir. Elbette herkes bunlara inanıp inanmamakta özgürdür. Tesshû aylardır hastaydı ve yataktaydı. Ölümünden bir hafta önce bütün öğrencilerini Dojo'ya çağırttı ve şunları söyledi: "Her birinizle ayrı ayrı ders ve antreman yapacağım. Eğer bu dersin yoğunluğu ve kalitesi her zamankinden düşükse ben öldükten sonra Dojo'yu kapatın." Bu sözler dudaklarından dökülürken o kadar

zayıftır ki, zırhının iplerini bile tek başına bağlayamamıştır. Tesshû elinde bambu kılıcı ile Dojo'nun orta yerinde dikilir. En ileri öğrencilerden bir olan Somo herkesten önce hocasına yaklaşır. Hocasıyla karşılaşmak ve onu yenebilmek için bu son şansıdır. Bütün gücünü toplar ve bir vuruşla saldırır. Sonuç alamaz. Bu sefer bedeniyle darbe (tai atari) indirmeye çalışır. Omzunu sertçe çarptığını sandığında hocasından otuz santimetre kadar uzakta olduğunu görür. Bedeni görünmez bir zırhla çarpışmıştır. Ondan başka altı öğrenci daha saldırmayı denerler. Ancak Tesshû'nun gücü tarafından durdurulurlar. Tesshû karşı saldırılar düzenler. Antreman tüm öğrenciler için çok şiddetli ve etkileyici geçer. Tesshû: "İşte böyle..." der ve yatmak için odasına çekilir. Burada elbette usta-çırak ilişkisi de psikolojik bir faktördür. Ancak hakkında oldukça bilgi sahibi olduğumuz Tesshû'nun bu performansını sadece psikolojik faktörle açıklamak mümkün görünmemektedir. Bu durumu dışarıdan değerlendirmeye çalışmak, bir ağırlığı kaldırmayı hayal etmek, ancak altına bizzat girmemek gibi olacaktır.

Bu 1/2 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

48

Kabbala

(2)

Yahudi Gizemciliği ve Kabbala Derleyen: Ömer Tecimer Sabetay Sevi 1626 Yılında İzmir'de dünyaya gelen Sabetay Sevi, genç yaşlardan başlayarak kendini Yahudi mistisizmine, Kabbala'ya kaptırmıştı. Bilincini yitirdiği, coşkulu dönemler yaşıyordu. Güçlü kişiliği ile çevresine bir çok mürit toplamayı başarmıştı. Henüz yirmi iki yaşında iken, Kabbalacı yorumlara dayanarak, kendisinin beklenen Mesih olduğunu ilân etti. Gelişmelerden huzursuz olan hahambaşılık, Sevi'yi İzmir'i terk etmeye zorladı. Sevi önce eski bir Kabbala merkezi olan Selânik'e, sonra İstanbul'a gitti. Başkentte, saygıdeğer ve ünlü bir vaiz olan Abraham ha-Yakini ile karşılaştı. Yakini'nin elinde Sevi'nin Mesih olduğunu doğrulayan Kabbalacı bir kehanet belgesi vardı. Kısa süre sonra İstanbul'dan da ayrılan Sevi, önce Kudüs'e ve sonra Mısır'a gitti. Kahire'de Osmanlı valisinin hazinedarı olan güçlü ve varlıklı Raphael Halebi'yi kendi davasına inandırdı. Malî destek sağlamış olarak, yandaşlarından oluşan bir maiyet ile Kudüs'e muzaffer bir biçimde geri döndü. Burada, Gaza'lı Nathan adında yirmi yaşlarında bir öğrenci, Yahudi geleneklerinde yer alan "Mesih'in Müjdecisi" rolünü üstlendi. Nathan, coşku içinde, İsrail devletinin yeniden kuruluşunun çok yakında gerçekleşeceğini ve Sevi'nin zaferi ile dünyanın kurtulacağını herkese duyurdu. Nathan, Kabbala hesaplarına dayanarak, kıyamet günü için 1666 yılını bildirdi. Ancak, Kudüs hahamları tarafından tehdit edilen Sevi, 1665 yılında sevinçle karşılandığı İzmir'e geri döndü. Bir kaç yıllık süre içinde, Sabetaycılık akımı hızla güçlenerek Venedik, Amsterdam, Hamburg, Londra ve bazı Kuzey Afrika kentlerine kadar yayıldı. 1666 Yılı başlarında, İstanbul'a giden Sevi, Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklandı. 16 Eylül günü Edirne'de Padişahın huzuruna çıkarıldı. Önceden ölümle tehdit edildiği için, Sevi din değiştirerek Müslüman olmayı kabul etti. Padişah, Sevi'nin adını Mehmet Efendi olarak değiştirdi ve yüksek bir maaşla kapıcı başı görevini verdi. Ancak, bu din değiştirme olayı, müritlerinin çoğunu hayal kırıklığına sürükledi. Zamanla itibarını yitiren Sevi, sürgün olarak gönderildiği Arnavutluk'ta 1676 yılında öldü. KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Sevi'yi din değiştirmesine karşın terk etmeyerek etrafında toplananlardan oluşan Sabetaycılık adı verilen akım, Sevi'nin dinsel yetkileri hakkındaki aşırı iddiaları ile sonradan din değiştirerek Yahudi inancına ihanet etmesi çelişkisini giderme çabası içindedirler. Sadık Sabetaycılar, Kabbalacı bir yaklaşımla, Sevi'nin din değiştirmesini Mesihliğinin gerçekleşmesi için atılması gereken son adım olarak yorumlarlar. Bu nedenle, önderlerini izleyerek Müslümanlığa geçmişlerdir. Bu dönmeler (din değiştirenler) için, kişinin kendini kalpten Yahudi hissetmesi önemlidir ve görünürde uygulanan Müslümanlığın ve biçimsel eylemlerin değeri yoktur. Zohar'ın Luriacı yorumundan yola çıkarak, bir çeşit "Kutsal Günah" kuramına ulaşan Sabetaycılar, Torah'ın amaçlarının tam olarak gerçekleşmesinin ancak, manevî olmayan eylemler sonucunda Torah'ın görünüşte ortadan kaldırılması ile olanaklı olacağını ileri sürerler. (Sabetay Sevi'nin yaşamı ve Sabetaycılık akımı hakkında daha ayrıntılı bilgi için Sabetay Sevi adresine bakınız.) Hasidizm Eğer engellenmemiş olsaydı, Sabetaycılığın Yahudi dininin sonunu getireceğini ileri süren din tarihçileri

49

Kabbala

bulunmaktadır. Sabetay Sevi'ye odaklanan Mesihçi beklentilerin yaratığı düş kırıklıklarına karşın bu akım, yalnızca bazı ileri görüşlü din adamlarının teozofik amaçlarını yanıtlamakla kalmayıp, Talmudistlerin kuru yorumlarıyla yetinmeyen ve yönetici sınıfların sosyo-ekonomik baskısından bunalan Yahudi kitlelerinin gereksinimlerini de karşılamıştır. Benzeri bir durum Litvanya, Belorusya ve Ukrayna topraklarını da içeren Lehistan Krallığı için de geçerli olmuştur. XVIII. Yüzyılda ortaya çıkan ve Luria Kabbalasını kendi düşünsel kuramlarının temeli olarak alan Hasidizm akımı Lehistan'da etkin olmuştur. Hasidizm, olası en düşük düzeyde bir örgütlenme ile yoğun biçimde propaganda ve vaaz yöntemlerini kullanan, bilgili üyelerden oluşan küçük gruplara dayanan bir kitle akımıdır. Söylentilere göre, Hasidizm akımının kurucusu "İyi Adın Üstadı" (Ba'al Shem Tov - Tanrı'nın dile getirilemez adını bilen kişi) lâkabıyla tanınan Israel ben Eliezer'dir. Eliezer 1700 dolaylarında dünyaya gelmiş ve 1760 yılında Güney Polonya'da ölmüştür. Kendi döneminin Ortodoks Yahudiliği hakkında iyi bir eğitime sahip olmamasına karşın, olağanüstü manevî nitelikleri olan ve yalnızca sıradan insanları değil, entelektüel kesimi de yandaşları arasına alabilen etkileyici bir kişiliğe sahipti. Hakkındaki efsanelerin yoğunluğu, büyük olasılıkla hiç bir zaman sistemli biçime dönüştüremediği kişisel öğretisi üzerine ayrıntılı bilgi edinmeyi engellemiştir. Doğu Avrupa Yahudiliğinde XVIII. yüzyılda etkinlikleri giderek yoğunlaşan gezgin vaizlerin yöntemlerinden esinlenen Eliezer, öğretisini yaymak için, gündelik yaşamdan ve folklordan aktardığı öyküleri kullanarak kutsal metinleri yorumlama yöntemini benimsemişti. Bu yöntem Hasidizm'in değişmez niteliklerinden biri olacaktır. Ancak, akımın tüm otantik kuramlarının ve öğretilerinin, bu tür öykü ve fıkralara yansıdığını düşünmek abartılı bir yaklaşım olur. Temel öğreti çalışmaları, Hasidik hahamlarca Torah üzerine verilen haftalık vaazlarda ve ritüellerde ifadesini bulur. Neredeyse her haham, kendine özgü ekleme ve yorumlarla Hasidik öğretiyi etkilemiştir. Bu nedenle, akımın ilk üç nesli kapsayan döneminde, Hasidizm öğretisi büyük ölçüde çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Yine de, Hasidizm akımının ortak temel çizgilerini belirlemek olanaklıdır. Kuramsal olarak, Hasidizm'in kökleri Luria Kabbalasından çıkmaktadır. Ancak, Hasidizme özgü olan kavram "Tanrı ile birlikte olmak" (Devequt) kavramıdır. Devequt, tüm Yahudiler için bir amaç ve değişmez bir görevdir ve her koşul altında insan varKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

lığının tümüyle manevî değerlere dayanmasını gerektirmektedir. Bu gereklilik, Kabbala'nın düşünsel kavramlarının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılar. Tüm ağırlık, inanan kişinin iç yaşamına verilmelidir. Kozmik dramın sahnesi artık Sefira'lar evreni değil, insanın iç yaşantısıdır. Buna ek olarak Hasidizm, Luriacı "restorasyon" (Tiqqun) öğretisinin bir parçası olan diğer bir gerekliliği de toplumsal bir gerçeklik biçimine dönüştürür: grubun dinsel yaşamı ve örgütlenmesinin merkezine, tartışılmaz bir yetkeyi, doğaüstü güçleri olan bir önderi, "Tzaddik"i yerleştirir. Böylece Hasidizm, başarılı olduğu her yörede, tartışmasız bir manevî yenilenme yaratmıştır. Oysa madalyonun diğer yüzü, giderek kişisel kültler biçimine dönüşen hahamlar arası çekişmelerin varlığını, Hasidik toplulukların kendilerini çevreleyen toplumdan soyutlandığını, bunun yarattığı kötü sosyo-ekonomik koşulları ve kendilerini soyutlayan Yahudilere karşı oluşan düşmanlığı ortaya koymaktadır. İlk günlerinden başlayarak Hasidizm, Sabetaycılığın etkisiyle aşırı hassaslaşan resmî Talmudçu Yahudi yetkililerinden büyük direnç görmüştür. Hasidizm yandaşlarının ritüelik kurallara sıkı sıkıya bağlı davranışları, "Rakipler" (Mitnaggedim) tarafından kabul edilemeyecek bazı özellikler göstermekteydi: Tzaddik'e koşulsuz boyun eğmeleri, sinagoglara devamsızlık yaparak kendi aralarında toplanmaları, dinsel törenlerin değiştirilmesi, gündelik giysilerle dua edilmesi, Talmud'un incelenmesi yerine gizemci meditasyonun yeğ tutulması bu özelliklerin önde gelenleriydi. Yine de, Hasidizm ile Talmudizm arasındaki bu çekişme bir bölünmeyle sonuçlanmadı. Üç nesil boyunca süren çekişme yerini, açıkça dile getirilmemiş, kendiliğinden bir uzlaşmaya bıraktı. Ancak, iki taraf da aralarındaki farklılıkların silinmemiş olduğunun bilincindeydiler. Varılan bu uzlaşma, genel olarak Hasidizm'in yararına olmasına karşın, Hasidizm'in eğitim konusunda bazı tavizler vermesine yol açtı. Hasidik grupların iç örgütlenmeleri, II. Dünya Savaşının Doğu Avrupa Yahudiliği üzerindeki yıkıcı etkilerine karşın, ayakta kalabilmelerini sağladı. Savaş sonrasında, tüm önemli Hasidizm merkezleri Amerika'ya taşınmak zorunda kaldı. Hasidizm, hem ekonomik nedenler ile, hem de Siyonizm'e ve İsrail Devletine karşı neredeyse düşmanlığa varan tutumundan dolayı, Filistin yerine Amerika'yı tercih etti. Bu gün, Amerika'da Hasidizme bağlı en ünlü ve en etken grup, merkezi New York'ta bulunan ve Rusya'daki tanınmış Lyubavichi Hasidizm okulundan adını alan 50

Kabbala

Lubavitcher'lerdir. Sonuç Çağdaş Yahudiliğin manevî yaşamı ve düşünceleri üzerinde Kabbala'nın oynadığı rol, eskiye oranla bir hayli azalmış olmasına karşın, hiç de azımsanacak bir düzeyde değildir. Bugün, gerçek anlamıyla yaşayan bir Kabbalacı akımdan söz etmek olanaklı değildir. Yine de, Abraham Isaac Kook (1865-1935) gibi yazarların kişisel çabaları hâlâ etkili olmaktadır. Ayrıca, iki Dünya Savaşı arası dönemde "Batılılaşmış" Yahudiler üzerinde güçlü bir etki yaratan Martin Buber'i (1878-1965) ve dinsel düşüncenin reformu konusunda Hasidizm propagandası içeren çalışmalarını belirtmek gereklidir. Polonyalı bir Yahudi olan Abraham Joshua Heschel (1907-1972) de önemli etkinliğe sahip kişilerdendir. Yahudi gizemciliği, Yahudiler dışındaki ulusların düşünsel yaşamları üzerinde de etkin olmuştur. Özgün amaçlarından saptırılan Kabbala, Yahudiliğin sınırlarını aşmış, Rönesans döneminden başlayarak Hıristiyan toplumunda da bazı düşünce akımlarının

doğmasına yol açmıştır. "Hıristiyan Kabbalası", İspanya ve İtalya'da din değiştirip Hıristiyanlığı kabul eden Yahudilerin etkisiyle, XV. yüz yılda doğmuş ve Kabbalacı belgelerde Hıristiyan inancının gerçeklerini bulduğunu ileri sürmüştür. Böylece, bir çok Hıristiyan Hümanist düşünür, Yahudi gizemciliği ile uğraşmaya koyulmuş ve bazıları Kabbala hakkında geniş bir bilgiye ulaşabilmiştir. Bu kişiler arasında Giovanni Pico della Mirandola (1463-1494), Egidio da Viterbo (1465-1532), Johannes Reuchlin (14551522) ve Guillaume de Postel (1510-1581) en önde gelenlerdir. Reuchlin'in kaleme aldığı "De Arte Cabbalistica" (1517) adlı yapıt, Yahudi olmayanların anlayabileceği bir dille yazılmış olan ilk Kabbala açıklama kitabıdır. XVI. Yüzyıldaki gizlici (okült) düşünüler, XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki doğa felsefesi, Masonluğun ideolojisini renklendiren bazı motifler ve günümüzde yeniden gündeme gelen gizlici ve teozofik kuramların tümü Kabbala'ya odaklanmışlar, gerçek anlamını ve ruhunu yakalayamasalar da, ondan aktarmalar yapmışlardır.

ZENDOKAN - Erenköy Dojomuzda büyükler ve çocuklar için aikidonun yanısıra çok başarılı hocalar yönetiminde Yoga ve Dans dersleri de verilmektedir. Özel ders olanağı vardır. Ücretsiz deneme dersi için bizimle irtibata geçin... Adres: Bağdat caddesi, cami sokak no.17 Erenköy , İstanbul Tel: 0216.363 64 78 ZENDOKAN - Zincirlikuyu Adres: Kore Şehitleri cad. Yüzbaşı Kaya Aldoğan sok. Genç Apt. No:11/B Zincirlikuyu, İstanbul Tel: 0212.216 24 39 ZENDOKAN - Ankara Adres: Or-an sitesi , Meclis lojmanları arkası, Türk-Japon Vakfı spor salonu, (Oranium) Tel: 0312.491 74 97 ZENDOKAN - Kocaeli Adres: Tepecik Mah. Tepecik Sk. Hamzaoğlu Apt. No.1/a İzmit Tel: 0262.331 68 62

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

51

Fitoterapi

(2)

Nim e t Öz at a

B

itkisel drogları ve bitkisel ilaçları konu alan bilim dalı, Eczacılık Fakültesi 3. ve 4. sınıfında okutulan Farmakognozidir. İlaç haline getirilebilen tüm doğal kaynaklı maddeleri Farmakognozi inceler. Drogların makroskopik ve mikroskopik tanımı, etken maddelerinin kimyasal yapısı, teşhisi, miktar tayini, etkisi, kullanılışı, kontrolü, tıbbi bitkilerin yetiştirilmesi ve ticareti Farmakognozinin kapsamına girmektedir. Tüm bu bilgiler bitkilerle tedavide yani Fitoterapide çok önemlidir. Bitkilerin farklı etken maddeler içeren dolayısıyla farklı etkilere sahip türleri mevcuttur (örneğin papatya). Bitkilerdeki etken maddelerin miktarı toplama zamanına veya yetiştiği yere göre değişebilir. Fitoterapide kullanılan bitkilerin tayini yapılmış, etken madde miktarı belli, standardize edilmiş ve hijyenik şartlarda ambalajlanmış olarak hastaya sunulması gerekir. Farmakognozi eğitimi alan tek meslek dalı eczacılıktır. Eczacı bitkisel bir drogun veya bitkisel ilacın kontrolünü yapabilecek, hekimi ve hastayı bu ilacın etken maddeleri, farmakolojik etkileri, yan etkileri ve dozajı konusunda aydınlatabilecek düzeyde bilgiye sahip tek kişidir. Her ilaç gibi bitkisel ilacında belli dozlarda tedavi edici ama daha yüksek dozlarda ya da yanlış kullanıldığında "zehir" olabileceği unutulmamalıdır. İlaç ile zehir arasındaki fark bir doz meselesidir. Fitoterapide kullanılan başlıca 2 terim: Bitkisel drog: KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

İlaç haline getirilebilen tüm bitkisel kaynaklı hammaddeler: yapraklar, kökler, kabuklar, meyvalar, çiçekler gibi ya da diğer bir deyişle tıbbi bitkin tedavi amacıyla kullanılan kısmı. Bitkisel ilaç: Sadece bitkisel materyeli veya bu materyelden hazırlanan preparatları aktif madde olarak taşıyan tıbbi ürünler. Bitkilerden hazırlanan, saf etken maddeler taşıyan ürünler bu kapsamın dışındadır. Avrupa'da bitkilerin ilaca katılımı en fazla olan ülkeler Almanya, ikinci sırada Fransa ve İtalya, sonra İngiltere ve daha sonra da Belçika'dır. Bitkisel İlaç Şekilleri: 1) Tıbbi Çaylar: Hazırlanışları = infuzyon (demleme), dekoksiyon (kaynatma), maserasyon (ısı uygulaması yapılmadan, bitki üzerine su konularak, bir gece bekletme ve ertesi gün süzülerek içme yöntemi) şeklindedir. 2) Galenik Preparatlar: Pomat, tentür, ekstre, eliksir vb. 3) Hazır ilaçlar: Krem, yağlar, yakı, solüsyon, şurup, gargara, buğu, losyon vb. dir. Bitkisel İlaçlarla Sentetik İlaçlar Arasındaki Başlıca Farklar: 1) Bitkisel drogların yan etkileri azdır ve çok uzun zamandan beri tedavide kullanıldıkları için bunlar iyi bilinmektedir. Buna karşılık sentetik ilaçların yan etkileri daha fazladır. 2) Bitkisel drogların birçoğu birkaç etkiye birden sahiptir. Çünkü değişik etken maddeleri bir arada içerirler. Sentetik bileşikler ise bir tek etkiye sahiptir. 3)Bitkisel drogların etkisi geç görülür ve uzun süre kullanılması gerekir (3 haftalık kürler tavsiye edilir). Sentetik ilaç ise hemen tesir eder. 52

Fitoterapi

Tamamlayıcı Tıp Olarak Kullandığımız Bitkilerin Kullanımında Dikkat Edilecek Hususlar: 1) Doğru bitkiyi toplamak 2) Doğru zamanı seçmek: a) Yapraklar: Bitki çiçek açmaya başladığı zaman b) Çiçekler: Tamamen açılmadan evvel veya tomurcuk halinde c) Toprak altı kısımları: Bitkinin toprak üstündeki kısımları kuruduktan sonra d) Kabuklar: Bitki yapraklarını döktükten sonra e) Meyve ve tohumlar: Özel kayıtlar yoksa olgunlaştıktan sonra 3) Saklanması: Droglar rutubetsiz, havadar, mümkün olduğu kadar serin ve ışıksız yerlerde saklanmalıdır.

Drog cam kavanoz, teneke kutu gibi kaplarda saklanmalı, 1 yıl içinde tüketilmelidir. Uçucu yağ için kullanılacak droglar sıkı kapalı, teflon kapaklı renkli cam şişelerde +4 derecede buzdolabında saklanmalı. - Çiçek, ince yaprak veya uçucu yağ taşıyan droglar: Demleme (infuzyon) yapılır. - Kaba yaprak veya yumuşak meyveler: Drog su ile 12 dakika kaynatılır. 5 dakika dinlendirilir, süzülür. - Kök, kabuk, sert meyve ve tohumlar: Kaba toz edilmiş drog su ile 3-5 dakika kaynatılır. 5 dakika dinlendirilir, süzülür.

Devam edecek

Vadi Ruhu Çigong Organizasyonu Hakan Onum 0 212 280 84 20 [email protected] www.geocities.com/vadiruhu2002

Çigong, Can Yetkinleştirme Sanatı: Can Geliştirme Kanal Alıştırmaları Sekiz Brokar Kendine Masaj Altı Sağaltıcı Ses Ağaç Duruşları Destek tedavi niteliğinde çeşitli tıbbî çigong programları Taici Çüen (88 Kalıplık Yang Stili) Şiatsu (Zen ve Akupresör Okulları) Zazen (Soto Okulu) Feng Şui, Yerleşim Sanatı

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

53

Tasavvuf, Felsefe ve Tasavvuf Felsefesi Refik Algan

B

üyük Alman filozofu Immanuel Kant felsefeyi "Usa dayanan nedenlerle kendisini yasal kılmak ya da haklı çıkarmak iddisında olan bir zihinsel etkinlik biçimi" olarak tanımlamştır. Bir başka tanıma göre de felsefe, insan ve evren arasındaki ilişkiyi bütünsel olarak kavrama çabasıdır. Felsefeye ait bu tanımlar çoğaltılabilir. Gerçekten de her filozofun felsefe tanımı farklı olabilir, ama ortak olan nokta, felsefenin kendisini anlatmak için herşeyden önce zihinsel bir etkinliğe, usun kendisine dayanmasıdır. Bir tasavvuf sohbetinde üstat, konuklardan birisine mesleğinin ne olduğunu sorar. Konuk, felsefe öğretmeni olduğunu söyleyince üstat, "Dünyada, filozof sayısı kadar felsefe vardır, ama tasavvuf tektir. Bazı ayrıntılar farklı gibi gözükse de onlar özel deneyim farklılıklarından ileri gelir, ama bütün dünyada tasavvufun ana çizgileri aynıdır" yanıtını verir. Us, yapısı ve işlevi gereği, herşeyi "ben" ve "ben-olmayan" ya da "özne" ve "nesne"olarak ikiye böler. Karşılaştırır, sınıflandırır. böler ve yargıda bulunur. Us, bir "ben" merkezinden "dışarı"ya, "çevre"ye doğru bir çoğalmadır. Bu durum, "özne" ve "nesne" arasıdaki uzaklığı çoğaltır. Usa dayalı tüm dinsel anlayışlarda ve felsefelerde bu özellik kolaylıkla gözlemlenebilir. Tasavvuf ise bunun tam tersine bir yol izler. Tasavvuf için hedef, "ben" merkezinden "çevre"ye doğru çoğalmak değil, insanı, çevresindeki "Çokluk"tan, "merkez"deki Birliğe, insan varlığının Hakikat'ine doğru yönlendirmek, yani "özne" ve KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

"nesne"yi birbirine yaklaştırmaktır. Bunu şöyle de özetleyebiliriz: Tasavvuf, "merkezden çevreye doğru bir çoğalma" değil, "çevreden merkeze doğru bir azalma"dır. Hz.İsa'nın "Ne mutlu ruhta fakir olanlara; çünkü göklerin melekutu onlarındır" ve Hz. Muhammed'in "Fakirliğim, övüncümdür" sözleri hep bu gerçeği göstermektedirler. Tasavvufun, usu tümüyle reddetiği sanılmasın. Tasavvuf için ussal etkinlik, gerekli bir koşul olmak ile birlikte, yeterli bir koşul değildir. İnsan varlığını bir bütün olarak ele almak, tüm gizemcilik disiplinleri için geçerli olan bir ilkedir. Nitekim, Kur'an'ı Kerim'de kendisinden Ruhullah olarak söz edilen Hz.İsa'ya, Yahudi bilginlerince en büyük emrin ne olduğu sorulduğunda, Hz.İsa'nın Eski Ahit'ten verdiği yanıt şudur: "Allahımız Rab, bir olan Rabdir. Ve Rabbin olan Allah'ı bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün fikrinle (düşünce) ve bütün kuvvetinle (beden) seveceksin. Markos 12:30". Yanıtın devamı da ilginçtir: "Ve buna benzeyen ikincisi şudur: "Komşunu, kendin gibi seveceksin. Bütün şeriat ve peygamberler bu iki emre bağlıdırlar. Matta 22: 30" Dikkat edilecek olursa, Birinci Emir'de kişi kendi içinde kendi kendisi ile bütünleşip odaklanırken, İkinci Emir'de de "komşusu" yani "benolmayan" ile bir olmaya, öyle hissetmeye davet edilmektedir. Burada sevgili Yunus Emre'ye de bir selam göndermemek elde değil. O da XIII. cü Yüzyıl'da Anadolu'da, hem de Türkçe olarak "Sen sana ne sanırsan, ayruğa da onu san / Budur dört kitabın manası, eğer var ise" dememiş miydi? 54

Tasavvuf

Demek ki tasavvuf, usu, insanın diğer işlevleri ile birlikte, onlarla bir uyum içinde ele almakta ve ona "... Rabbin olan Allah'ı bütün fikrinle ... seveceksin" diye bir yön önermektedir. Bugüne kadar yaşamış büyük Sufilerin tasavvuf için bir tanım yapmaktan kaçınmalarının bir diğer nedeni de budur. Çünkü soruyu "us" sormakta ve yanıtı da yine "us" istemektedir. Oysa usun sorduğu soruya verilecek yanıt "us düzlemi"nde olmadığı için de verilecek ussal bir yanıt, gereken ve sonuca götüren bir "yanıt" olmayacaktır. Tasavvuf kültürü ve sözlüğü içinde yaygın olarak kullanılan "Tatmayan bilmez!" sözü de bu gerçeği işaret etmektedir. "Papaya yemiş olanlar" "papaya yememiş" olanlara, , papayanın tadını nasıl bildireceklerdir? Us, bir takım benzetmeler yaparabilir, ama bunların en kestirmesi ve doğrusu, papayanın ne olduğunu soran kişinin eline papayayı verip tadına kendisinin bakmasını sağlamaktır. Tasavvuf, bilgiyi genellikle üçe ayırır: 1) Duymak yolu ile elde edilen bilgi: İlk kez Istanbul'a gelen bir kişi Istanbul'u hiç görmemiş bir arkadaşına bir mektup yazarak Istanbul'u anlatır. 2) Görmek yolu ile elde edilen bilgi: Mektubu alan kişi de arkadaşının arkasından Istanbul'a gelir ve kenti görür. 3) Olmak yolu ile elde edilen bilgi: Kişi Istanbul'da o kadar çok yaşar, o kadar Istanbul'lu olur ki, adeta Istanbul'un tadını alır ve Istanbul'un kendisi olur. Günlerce aç kalmış bir insanın önüne yemek mi koyarsınız, yoksa yemesi için en güzel yemek kitaplarından birinden kestiğiniz bir sayfayı mı? Ya da erkek bir Kadın-Doğum Hastalıkları uzmanı olan bir doktoru ele alalım. Bu uzman doktor, "Doğum" olayı ile ilgili olarak bugünün tüm bilgilerini bilse bile, kendisi doğum yapmadığı ve bu bilgi onun "dolaylı" bilgisi, "doğrudan" bilgisi olmadığı için "Annelik" deneyimini sadece "duymak" ve "görmek" yolu ile bilecek, ama "olmak" yolu ile asla bilmeyecektir. Ne zaman ki kendisi de kadın olan bir Kadın-Doğum uzmanı, doğum yaparak bir çocuk sahibi olur, o zaman onun yaşadığı bu doğrudan deneyim "Olmak yolu ile bilmek" olarak adlandırılır ki buna da tasavvuf disiplini içinde "İrfan" denmektedir. KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

"İrfan" ya da Batı dillerindeki karşılığı "Gnosis" olan bu tür deneyimlenmiş bilgi, tasavvufun uygulamalar için gerekli koşul olarak gördüğü bilgi türüdür. Dikkat edilirse, burada "özne" ve "nesne" arasındaki uzaklık ortadan kalkmış ve "deneyen" ve "denenen", "deneyim" içinde bir olmuşlardır. Bu durumda bir "Tasavvuf Felsefesi"nden ya da "Sufi Felsefesi"nden söz edilebilir mi? Doğal olarak "Hayır!" Tasavvuf konusunda söylenebilecek herşey, tasavvuf yaşantısının us düzlemindeki bir izdüşümünden başka bir şey olmayacaktır ki bu da tek başına tasavvufun hedefi değildir. Bir yapının "projesi" ile yapının "kendisi" arasındaki farktan bile daha büyük bir uzaklık vardır bu ikisi arasında, çünkü tasavvuf, kendi başına bağımsız bir disiplin olarak, tüm gizemlerini us düzlemine açmaz ve bunu bilinçli olarak yapar. Bu bağlamda Niyazi-i Mısri'yi anımsayalım. "İlmine irfan isteyen gelsin!" derken, bilgi sahiplerini, bilgilerini deneyimlemeye davet etmiyor mu? Mevlana'nın da anlattığı bir öyküdür: Bir dilbilimci gemiye binmiş bir yere gitmektedir. Bu arada da denizci ile arkadaş olur ve ona sorular sormaya başlar. "Sen şu dilbilim kuralını biliyor musun?" Denizci, "Hayır" der demez, "Eyvah!" der, "Gitti ömrünün dörtte biri!" "Peki ya şunu?" Yine "Hayır" yanıtını alınca, yine "Eyvah!" der, "Bir dörtte bir daha gitti!" "Ya peki, öteki dilbilim kuralını?" Denizci yine "Hayır!" der, ama o sırada da denizde bir fırtına kopar. O zaman da denizci birden atılır ve sorar, "Peki sen yüzme bilir misin?" Bilgin "Hayır!" deyince, denizci de "Eyvah! Gitti şimdi senin ömrünün tamamı!" deyiverir. Dilbilimcinin yerinde pekala bir filozof da olabilir bu öyküde. Amaç ne dilbilimi ne de felsefeyi küçümsemek... Bütün olay, usu ait olduğu yerde kullanmak ve ona yapamayacağı işlevler yüklememek. "Birisi Zeyd'e arkadan güçlü bir tokat vurdu. Zeyd de aynen karşılık vereceği sırada, tokadı vuran adam: "Senden bir şey soracağım" dedi, "Önce yanıtını ver, sonra bana vur. Ensene vurunca tokadın sesi çıktı; şimdi senden dostça soruyorum: O ses benim elimden miydi, yoksa senin ensenden miydi, ey uluların öğündüğü zat?" "Zeyd dedi ki: "Acıdan kurtulamadım ki, bu düşünceyi halledeyim. Senin derdin yok; sen düşünedur; ızdırabı olan bunları düşünmez."

Mevlana Celaleddin-i Rumi Mesnevi, III, 1380 55

Surya Namaskara B (Güneşe Selam B) Surya güneş anlamına gelmektedir, Namaskara ise herbirimizin içindeki kutsallığın saygıyla selamlanmasıdır. Tüm Aştanga Yoganın temeli Güneşe Selam A ve B serilerinin dinamik akışına dayanır. Yoga çalışmamız Güneşe Selam'la doğar. Nefes ve harekerin bu dinamik birleşimi ve kusursuz akışı Aştanga Yogayı diğer sistemlerden farklı kılar. Güneşe selam serisini çalışırken hareket ve nefes arasındaki ilişkiyi farketmeye çalışın.

Samasthiti: Ayaklar bitişik, bacaklar aktif olarak dik bir şekilde durun. Omurganızın uzadığını farkedin. Nefesinizi derinleştirin.

4) Nefes verirken tek bir adımda ya da zıplayarak geriye gidin. İleriye bakarken aşağı doğru inin, ağırlık kollarda. Bu hareket zor geliyorsa önce dizleri yere koyup, daha sonra göğsünüzle tamamen yere inin.

8) Nefes verirken ellerinizi yere koyun ve yerden 2-3 santin uzakta kalacak şekilde kollarınızın üzerine inin, ya da tamamen vücudunuzu yere bırakın.

1) Nefes alırken dizlerinizi kırarak, iki kolunuzu kaldırın.Akciğerlerinizi tamamen doldurun, parmaklarınıza bakın.

2) Nefes vererek ikiye katlanın. Göğsünüzü dizlerinize yaklaştırırken, dizleri düzeltin.

5) Nefes alırken kollarını dümdüz yapıp, ayak parmaklarınız üzerinde yuvarlanın. Diizler havada, ayakların üstü yerde, parmaklar sivri.

6) Nefes verirken kalçaları geri itin. Omurganızı, kuyrak sokumunuzdan başınızın tepesine doğru iyice uzatın. Topukları iyice yere bastırın, diz kapaklarınız yukarı baksın.

9) Nefes alırken kollarını dümdüz yapıp, ayak parmaklarınız üzerinde yuvarlanın. Dizler havada, ayakların üstü yerde, parmaklar sivri.

10) Nefes verirken kalçaları geri itin. Omurganızı, kuyrak sokumunuzdan başınızın tepesine doğru iyice uzatın. Topukları iyice yere bastırın, diz kapaklarınız yukarı baksın.

3) Nefes alarak, bakışınızı ufka doğru yöneltirken, omurganızı uzatın.

7) Nefes alırken sol topuğunuzu ve sol ayağınızı çevirin, ayağınızın dış kısmı iyice yere bassın ve sağ ayağınızla öne doğru bir adım atın. Ayağınızı ellerinizin arasına yerleştirin. Nefes almaya devam ederken kollarınızı kafanızın iyice üstünde, dümdüz birleştirin. Nefes almanız avuç içleriniz birbirine değdiğinde bitmeli. Bakışlarınız parmaklarınızda odaklaşsın. Bu sekans tek nefeste tamamlanmalı. Eğer tek nefeste zorlanıyorsanız, ekstra bir nefes alın, ancak tek nefeste yapmak üzere çalışın.

11) Aynı şekil 7’deki gibi (bir sonraki sayfada devam ediyor)

KlanDergi / Sayı 1 / Haziran 2003

56

12) Aynı şekil 8’deki gibi

13) Şekil 9’daki gibi ve göğsünüzü kaldırarak, göğüs kafesinizi açın iyice. 16) Nefes verirken göğsünüzü yere yaklaştırarak katlanın. Bakışlarınıza ayak parmaklarınızda odaklaşsın.

14) Şekil 10’daki gibi Burada beş nefes kalın !

15) Nefes alırken, zıplayarak ya da bir adımda ayaklarınızı ellerinizin yanına getirin.

17) Nefes alırken, dızlerinizi kırın ve kollarınızı başınızın üzerinde birleştirin. Bakışlarınız parmaklarınızda.

Samasthiti: Nefes verirken kollarınızı indirin, bacaklarınızı düzleştirin ve bir sonraki güneşe selam B'ye hazırlanın. Bakışlarınız karşıda bir noktaya odaklansın.

Bir an için zamanı durdurun ve nasıl yaşadığınızı düşünün. Duruş, nefes ve yoğunlaşma üzerine kurulu yoga, tüm bedeninize yayılan yaşam enerjisiyle üretkenliğinizin artmasını, dış etkenlere karşı zihin ve bedeninizi koruyarak sağlıklı ve huzurlu bir yaşama ulaşmanızı sağlar. Uma Yoga’nın yaşam desteği sağlayan öğreti ve terapi yöntemleriyle tanışmakta geç kalmayın: Shivananda Yoga İntegral Yoga Ashtanga Yoga Hatha Yoga T’ai Chi Ch’uan Kung Fu Meditasyon EMF Thai Yoga Terapisi Refleksoloji Grinberg Terapisi Meşeli Sokak, 12 4.Levent 80620 İstanbul 0212 264 51 45 - 0212 264 51 01 Bağdat Caddesi No: 284 Canoğlu Apt, D: 9 Caddebostan 34728 İstanbul 0216 363 44 94 www.umayoga.com - [email protected]

Bilinçli Rüyalar ve Rüya Yoga’sı (2) İlhan Ermete

Carlos Castaneda'nın Ögretilerinde Bilinçli Rüyalar Modern Batının dikkatini bilinçli rüyalar konusuna çeken yazarların başında, daha önce söz ettiğimiz antropolog yazar Carlos Castaneda geliyor. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye'de çıkan kitaplar arasında bilinçli rüyalardan söz eden ilk kitap da Castaneda'nın yazdıgı Ixtlan Yolculuğu (Ixtlan Yolculuğu-Yaqui Kızılderili Büyücüsü Don Juan'ın Yeni Öğretileri, Carlos Castaneda, Söz Yayın). Castaneda bunu izleyen kitapları olan Erk Öyküleri, İkinci Erk Çemberi, Kartal'ın Armağanı, Sessizliğin Erki, ve İçten Gelen Ateş'te de bilinçli rüyalardan söz ediyor. İki yıl önce (1999'da) ölen Castaneda henüz ülkemizde yayınlanmamış olan (ama sırada bu kitap var) Rüya Görme Sanatı (The Art of Dreaming) adlı kitabını tümüyle bilinçli rüyalara ayırmış. Yazar, bilinçli rüyalara 'rüya görme' diyor ve 'görme' teriminde olduğu gibi, bilinçli rüyaları sıradan rüyalardan ayırmak için italik harflerle yazıyor. Eski zaman Meksika Yaqui kızılderililerinin şamanik öğretilerini Castaneda'ya aktaran don Juan, rüya görmeyi ona şu sözlerle açıklıyor: "Öte yandan bi savaşçı erk pesindedir; erke götüren yollardan biri de rüya görmedir. Bi avcı ile bi savasçı arasındaki fark, bi savaşçının erke yönelmiş olmasında, bi avcının da bu konuda hiçbi şey bilmemesinde ya da pek az şey bilmesinde yatar."

Don Juan'la Castaneda arasındaki konuşma daha sonra şöyle sürer: "Ne yapmam gerektiğini öneriyorsun?" diye sordum. "Kendini erk için ulaşılabilir kıl; rüyalarınla cebelleş," diye yanıtladı don Juan. "Sende erk olmadığı KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

için onlara rüya diyorsun sen. Bi savaşçı, erk arayan bi insan olarak, onlara rüya demez, onları gerçek diye görür." "Yani rüyalarının gerçek olduğuna mı inanır?" "Hiçbi şeyin başka hiçbi şey olduğunu sanmaz o. Senin rüya dediğin şey, bi savaşçı için gerçektir. . . . Rüya görme bi savaşçı için gerçektir; çünkü o, rüyasında ölçünmeli olarak eyleme geçebilir, bi şeyi seçer ya da yadsır, bi sürü şey arasından erke ulaştıracak olan şeyi seçebilir, sonra da onları kendi çıkarına kullanabilir, oysa sıradan bir rüyada ölçünmeli olarak eyleme geçemez."

Don Juan daha sonra rüya görmeyle ilgili olarak şunları ekler: "Rüya görmede erk vardır; bi şeyleri değiştirebilirsin; sayısız gizli olayı aydınlatabilirsin; istediğin şeyi denetleyebilirsin." Don Juan Castaneda'ya "rüya görmeye geçiş yöntemini" öğretirken ona şunları söyler: "Çok basit bi şeyi yaparak başlamalısın. . . . Bu gece rüyalarında ellerine bakmalısın." Bu kişinin bilinçli bir rüyada kendi istediği şeyleri yapmaya başlaması için kullanılan bir yöntemdir. (İlginçtir ki modern rüya yorumcularına göre kişinin rüyasında ellerini görmesi, amacı simgeler ve rüyayı görenin edimlerinin arkasında yatan niyetlerinin üzerine yoğunlaşması gerektiğini gösterir.) Castaneda rüya görme çalışmaları yaparken ellerini bulup onlara bakabilmek için yıllarca uğraşması gerektiğini anlatır. Bir arkadaşımız daha Castaneda'nın Ixtlan Yolculuğu kitabındaki "Erk İçin Ulaşılabilir Olmak" adlı bölümü okuduğu gece rüyasında uyanmış ve aklına kitapta okudukları gelmiş. Hemen ellerine bakmaya çalışmış. Söylediğine göre ellerini kaldırırken ona ellerinin üzerinde bir ağırlık varmış gibi gelmiş, çünkü arkadaşım fiziksel bedeninin ellerinin yorganın altında olduğunu düşünmekteymiş. Ama yine de hemencecik kaldırıvermiş elini. Sonra da diğer elini kaldırmış. Arkadaşım bana, "Demek ki Castaneda'nın yazdığı 58

Bilinçli Rüyalar

gibi yıllar boyu uğrasmak gerekmiyor rüyanda ellerine bakabilmek için," demişti. (Bunda kesinlikle haklı. Hiçbir çalışmada bunun çok zor bir iş olduğunu, sonuca ulaşmak için ille de çok çalışmanız gerektiğini düşünmeyin. Çalışmalar siz onları ne kadar zor sanırsanız o kadar zor.) Bilinçli rüyaları görmeye yeni başlamış olanlar, çoğunlukla arkadaşımın yaptığı gibi fiziksel bedenleriyle rüyadaki bedenlerini birbirine karıştırmaya benzeyen yanılgılara düşerler, bunlar çok normaldir. Örneğin ilk bilinçli rüyalarınızda çoğunlukla, rüya sona erdiğinde bedeninizi rüyada gördüğünüz halde bulacağınızı sanırsınız. Yani eğer rüyanızda bir koltukta oturmaktaysanız, rüyadan uyandığınızda kendinizi yatağınızda oturur bulacağınızdan eminsinizdir. Ama, sürpriz. . . Kendinizi yatakta yatar halde bulursunuz. Ya da eğer rüyanızda kendinizi sırıksıklam terlemiş görürseniz, uyandığınızda yatağın terden ıslanmış olmasını beklersiniz; halbuki yatak kupkurudur. Sıkça karşılaşılan bir durum da gerçek yaşamdaki korkuların, şartlanmaların ilk başlarda rüyalarda da ortaya çıkmasıdır. Örneğin rüyanızda karsınıza bir uçurum çıkar ve siz oradan asagıya atlamak istersiniz, nasıl olsa bu bir rüyadır ve hiçbir zarar görmeyeceksinizdir. Koşarak uçurumun ucuna gelirsiniz, ama kendinizi aşağıya atamazsınız, bir şeyler sizi durdurmaktadır; hatta görünmeyen bir güç, siz yürümediğiniz halde, sizi geriye doğru kaydırabilir. Çünkü böyle bir şey yapmamaya şartlanmışsınızdır. (Rüyasında örneğin ateş gören bir Tibetli Budacının kendisini ateşe atması, işte bu gibi şartlanmalardan kurtulmak ve bilinçli rüyalarda daha özgür hale gelebilmek içindir.) Zamanla rüyalarda deneyim kazandıkça rüyalarınızda istediğiniz her şeyi rahatça yapabilir hale gelirsiniz. Don Juan'ın sözleriyle: "Erk avcısı bi adamın rüya görmesinde sınır filan bulunmaz." Dönelim don Juan'la çömezine. Don Juan daha sonra Castaneda'ya rüya görmeyi öğrenirken ille de ellerine bakmasının gerekmediğini, kendi seçtiği herhangi bir şeye de bakabileceğini anlatır. Rüyasında bakışı odaklama konusu üzerineyse şunları söyler: "Ellerin biçim değiştirmeye başladığında, bakışlarını onlardan uzaklaştırıp seçeceğin başka bi şeye yöneltmelisin; sonra, gene ellerine bakmalısın. Bu yöntemde ustalaşmak uzun zaman alır." Bilinçli rüyalarda bakışınızı üzerine doğrulttuğunuz herhangi bir nesne dalgalanmaya ve netliğini yitirmeye başlayabilir. Ama bu her zaman olmaz! Çoğu zaman bakmakta olduğunuz nesneye uzun uzun bakabilir, hatta onu en ufak ayrıntılarına kadar inceleyebilirsiniz. Ama eğer dalgalanmaya başlarsa, o zaman bakışlarınızı başka KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

bir yere kaydırıp sonra yeniden bakmakta olduğunuz şeye döndürebilirsiniz. Castaneda'nın kitaplarının ona büyük bir başarı getirdiği bir gerçek. Don Juan'ın ona rüya görmeyle ilgili öğrettiklerinde de yanlış bir taraf yok. Ama Castaneda'nın bilinçli rüyalar üzerine yaşadığını anlattığı bazı deneyimlerin ne derece tutarlı olduğu tartışılır. Stephen LaBerge Lucid Dreaming adlı kitabında Castaneda'yla ilgili olarak şunları yazıyor: "Ne zaman bilinçli rüyalar konusunda bir konusma yapsam, hep birisi, çoğunlukla Ixtlan Yolculuğu'nda 'don Juan' adlı kişinin 'Carlos' adlı kişiye, görünüşte rüya görmeyi sürekli kılmanın bir yolu olarak, rüyada elini bulmayı öğrettiği olaydan söz ederek, Carlos Castaneda konusunu açar. 'Carlos' sürekli, acemice işler yapıp duran bir geri zekalı olarak gösterildiği için, ellerini herhangi bir yerde bulmayı öğrenmesi onun için bir gelişme sayılabilir. Ama bilinçli rüyaları öğrenecek olan çoğu başka kimse için, elini bulmayı anımsamak bir bilinçlilik ipucu olarak işe yarayabilir, ama bir kez bilinçli hale geldiğinizde, yapacak bundan daha ilginç şeyler vardır. "Dinleyicilerimin bundan başka bilmek istedikleri bir şey de, benim Castaneda kitapları hakkında ne düşündüğümdür. Çoğunlukla, onun 'erk öyküleri' çok sayıda okuyucuya iç dünyalarını keşfetmede ve zihinlerini alternatif gerçeklikler olanağına açmada ilham verme görevini gördüğü için Castaneda'ya bir şükran borcumuz olduğu yanıtını veririm. Bu işin iyi yanı. Kötü yanına gelince, kanıtların çokluğu bu kitapların, yazarın iddia ettiği gibi, 'roman olmayan' kitaplar olduğu görüşüyle çelişiyor gibi görünmektedir. Örneğin, bir etnobotanikçi, Carlos'un Sonora çölünde karşılaştığını iddia ettiği bitki ve hayvanlara dayanarak antropolog Castaneda'nın oraya hiç gitmemiş olduğu sonucuna varmanın yanlış olmayacağını söylemektedir. Her iki halde de, Castaneda'nın, yani yazarın tarif ettiği çölün, onun olduğunu iddia ettiği çöl olmadığı açıktır. Benzeri bir biçimde, Carlos'un rüya görme dünyasıyla ilgili anlattıklarına dayanarak, kendimi onun gerçekte oraya da gidip gitmediğini merak etmekten alamıyorum. "Nezaket çoğunlukla beni bu gibi düşünceleri herkesin içinde ifade etmekten alıkoymaktadır. Bununla birlikte, roman karakterleri nezaketle konuşmak zorunda değildirler ve birkaç yıl önce, 'don Juan'a Carlos Castaneda'nın son kitabı olan Kartal'ın Armağanı hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, kontrol edilemeyecek bir biçimde güldü ve açıkça şu yanıtı verdi: 'Kuş pisliği.' Umarım Dr. Castaneda, 59

Bilinçli Rüyalar

yazar, kendi yarattıgı karaktere verdiği şaka anlayışından hoşnut kalmıştır." Söz Castaneda'dan açılmışken, yazdığı kitaplar Batıda bestseller olan bu antropolog yazarla ilgili bazı olumsuz eleştirilere de burada değinelim. Castaneda'nın kitapları ünlenince hakkında birçok eleştiri de ortaya çıkmaya başladı. Yazdığı olayların doğruluğu ve kişilerin gerçekliği tartışma konusu haline geldi. Hatta akademik camiayı aldattığı için Los Angeles'taki California Üniversitesi tarafından kendisine verilen doktora ünvanının geri alınması gerektiğini söyleyenler bile çıktı. Bazı Amerika'lı yazarlar, Castaneda'nın yazdıklarını irdeleyen ve onu eleştiren kitaplar yayınladılar. Bunlardan ilki, LaBerge'in yukarıda sözünü ettiği etnobotanikçi, R. E. DeMille'dir. DeMille 1976 yılında çıkarttıgı Castaneda'nın Yolculuğu: Güç ve Alegori (Castaneda's Journey: The Power and the Allegory) adlı kitabında, Castaneda'nın eserlerinde anlattığı birçok şeyin gerçek olmadığı sonucuna varmıştır. Castaneda taraftarlarıysa onun don Juan, don Genaro ve onların çömezlerini korumak için gittiği yerlerdeki bitki örtüsü ve canlıları kitaplarında kasıtlı olarak değiştirdiğini ileri sürerek onu savundular. Gerçekten de 1970'lerde birçok maceracı Amerikan genci Meksika'ya yolculuk yaparak Castaneda'nın kitaplarındaki veriler ışığında don Juan'ı bulmaya çalışmıştı. Bir başka yazar Jay Courtney Fikes ise, yazdığı Carlos Castaneda, Akademik Fırsatçılık ve Psikedelik Altmışlar (Carlos Castaneda, Academic Opportunism and the Psychedelic Sixties) adlı kitapta Castaneda'yı fırsatçılıkla suçlamaktadır. Castaneda'ysa bir röportajda kendisiyle ilgili suçlamaları söyle yanıtlıyor: "Batılı adamın bilişsel sistemi bizi önceden düşünülüp yapılan çıkarımlardan oluşan görüşlere güvenmeye zorlar. Yargılarımızı her zaman, örneğin neyin "kabul edilmiş" oldugu gibi, 'a priori' olan bir şey üzerine kurarız. Kabul edilmiş olan antropoloji nedir? Üniversitedeki anfilerde ögretilen antropoloji mi? Bir şamanın davranışı nedir? Kafasına tüyler takıp ruhlarla dans etmek mi? Otuz yıl boyunca, insanlar Carlos Castaneda'yı yazınsal bir karakter yaratmakla suçladılar, çünkü benim onlara bildirdiklerim antropolojik 'a priori' olanla, anfilerde ya da antropolojik alan çalışmalarında kabul edilmiş olan görüşlerle uyuşmuyordu."

Onun yazdığı deneyimleri gerçekten yaşayıp yaşamadığını, Meksika'da anlattığı yerlere gidip gitmediğini, don Juan'ın öğretilerini ondan öğrenip KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

öğrenmediğini bilemiyoruz ama şurası kesin ki Castaneda nabza göre şerbet vermeyi çok iyi biliyor. Neden derseniz … 60'lı yıllarda psikedelik, sanrılandırıcı (halüsinojenik) maddeler, yani insanın hayaller, halüsinasyonlar görmesine, psikotik durumlar yaşamasına neden olan esrar, marijuana, haşaş, LSD, meskalin gibi maddelerin kullanılması, hipiler, beatnik'ler arasında çok yaygındı (60'larda herkes biraz hipiydi zaten). Çoğu kişi için bu maddeler nirvana'ya (?) giden "kestirme yol"du. Psikedelik madde ve ilaçlarla gizemciliğin ilişkisi üzerine birçok kitap ve dergi makalesi yayınlanmıştı. Castaneda işte bu yıllarda yayınladığı ilk iki kitabında don Juan'ın kendisine öğrettiği sanrılandırıcı bitkilerle yaşadığı deneyimlerini anlattı. 70'li ve 80'li yıllardaysa psikedelik maddelere duyulan ilgide bir azalma olurken Uzak Doğu felsefesi gibi ruhsallığa yönelik ögretilere olan ilgi hızla arttı. Castaneda bu yıllarda çıkarttığı kitaplarında don Juan'ın öğretilerinin ruhsal yanını anlattı. İlk olarak Ixtlan Yolculuğu adlı kitabında kısaca anlattığı bilinçli rüyalar konusu, başka yazarların da çalışmalarıyla Batıda ilgi çekmeye başlayınca, Castaneda sonraki kitaplarında rüya görme sanatına ayırdığı bölümlere yer verdi, sonra da 1993'te çıkan Rüya Görme Sanatı (The Art of Dreaming) adındaki kitabının tamamını bu konuya ayırdı. 90'lı yıllara gelindiğindeyse, beden terapisi, bedensel farkındalık, ch'i-kung türü içsel enerji çalışmaları gibi konuların gittikçe popülerlik kazanınca, Castaneda bu kez öğrencilerinin "büyülü geçişler"i Taocu çalışmalardan alınan tekniklerle birleştirerek geliştirdikleri Tensegrity adlı sistemle çıktı karşımıza. Daha sonra bu sistemi anlatan Büyülü Geçişler (Magical Passes) adındaki kitabını çıkardı. Yani ne zaman ne revaçtaysa, neler ilgi görüyorsa, Castaneda eserlerinde don Juan'ın öğretilerinin o yanlarına ağırlık verdi. Gerçi Castaneda'yla ilgili böyle olumsuz şeyleri aktardık ama onu eleştiren, sorgulayan kitapların yanında Castaneda'nın yaşamını, öğretilerini anlatan birçok kitabın olduğunu da burada belirtelim. Hatta Castaneda'nın öğretileriyle ilgilenenlerin yazarın kitaplarında dağınık halde bulunan belirli konu ve kavramları kolayca bulabilmeleri için özel kavram indeksleri bile basıldı. Dediğimiz gibi, don Juan gerçek mi, Castaneda yazdıklarını gerçekten yaşadı mı, bunları kesin olarak bilemiyoruz, ama şu bir gerçek ki don Juan'ın öğretileri çok sağlam, ayağı yere basan, sıkı öğretiler. Birçok sisteme göre daha az karmaşık ama etkin yöntemler var don Juan'ın öğretilerinde. (Aslında Castaneda bu görüşe elinden 60

Bilinçli Rüyalar

geldiğince karşı çıkmaya çalışsa da, don Juan'ın öğretileri, şamanizm dışındaki birçok Uzak Doğu öğretisiyle ve Batı okültizmiyle yakın benzerlikler gösteriyor.) Don Juan'ın öğretilerinin "güç"lü bir yanı da fazla kafa karıştırmaması, pratiğe yönelik olması. Ayrıca bu kitapların çok zevkli oldugu ve insanı bol bol güldürdüğü de bir gerçek. Bu nedenlerle okumamış olanlarınıza Carlos Castaneda'nın kitaplarını şiddetle öneriyoruz. Castaneda Rüya Görme Sanatı adlı kitabında, bildiğimiz dünyadan farklı dünyaların var oldugunu ve çalışma yapmak yoluyla bilinç durumumuzu değiştirerek bu şaşırtıcı yerlere gidebileceğimizi söylüyor. Güçlü büyücülerin bilinçli rüyalarını kontrol ederek başardıkları işleri; aramızda yaşayan eski zamana ait, olağanüstü ve bazen tehlikeli varlıkları; don Juan'ın bilgileri sayesinde iki ya da daha fazla kişinin aynı anda nasıl birlikte rüya görebileceklerini; ve rüyanın "dördüncü kapısı" kullanılarak diğer dünyalara nasıl ulaşılabileceğini anlatıyor. Şamanlar için, bildiğimiz dünyanın "sıradan" gerçekliğiyle Castaneda'nın "bir başka gerçeklik" adını verdiği gerçeklik birbiriyle eşit derecede gerçektir. Bir şaman çoğu kez gündelik yaşamındaki deneyimleriyle şamanik yolculuk yaparak gittiği dünyalarda başına gelenleri aralarında kesin bir ayırım yapmadan anlatır: . . . eğer bir Hivaro (Jivaro) şamanının konuşmasını dinlemiş olsaydınız, onun günlük yaşamında size, bir Batılı olarak, tümüyle anlamsız ya da olanaksız görünen deneyim ve davranışlarını anlatmasını dinleyebilirdiniz. Örneğin, size şamanik gücüyle uzaktaki büyük bir ağacı yardıgını ya da bir komşusunun dolabının içinde ters dönmüş bir gökkuşağı gördüğünü söyleyebilir. . . . Aynı konuşmada size yeni bir üflemeli boru silahı yapmakta olduğunu ya da önceki sabah avlanmaya çıktığını söyleyebilir. (Şamanın Yolu 80-1)

Don Juan da bilinçli rüyalardaki yaşama, uyanıkken deneyimlediğimiz yaşamın bir uzantısı olarak bakıldığını söylemektedir: Rüya görme uykunun yapmamasıdır. Bu durumda rüya görme, uygulayıcıların yaşamlarının bir bölümünü uyku halinde geçirmelerinden oluşur. Öyle ki, rüya görücüler artık uyumuyor gibidirler. Yine de, uykusuzluk onlarda herhangi bir sorun yaratmaz. Rüya görmenin etkisi, sözüm ona ayrı bir bedenin, rüya gören bedenin kullanımı sonucu, uyanık yaşanan zamanın bir uzantısı gibi görünür. (Kartal'ın Armağanı 29) KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

Gerçekten de bilinçli rüyalarda yaşanılan deneyimler, uyanıkkenki deneyimlere inanılmaz, ayırt edilemez derecede benzer. Bu bilinçli rüyaların sıradan rüyalarla arasındaki birçok farktan biridir. Bilinçli olduğunuz bir rüyada beş duyunuz da çalışır haldedir. Sonradan anımsadığınız normal bir rüyada çoğunlukla yalnızca görme ve işitme duyusu çalışırken, bilinçli rüyalarda görmekle ve işitmekle kalmaz, dokunduğunuz çeşitli şeyleri, kalbinizin atışlarını hissedebilirsiniz, yediğiniz bir yemeğin tadını ya da kokladığınız bir şeyin kokusunu alabilirsiniz. Bilinçli rüyaların bir başka özeliği de, bu rüyalarda yaşanılan deneyimlerin gerçek yaşamdakinden çok daha "gerçek" hale gelebilmesidir. Farkındalık düzeyiniz ne kadar yüksekse gördügünüz bilinçli rüya da o kadar canlı, berrak, net hale gelir. Eğer bilinciniz yeterince açıksa, rüyalar alemi öyle bir hâl alır ki, uyanıkkenki gerçek deneyimleriniz bunların yanında sönük kalır. Castaneda'nın bilinçli rüyaların gerçek yaşam kadar gerçek olup olmadığını öğrenmek için sorduğu, "Şimdi bizim yapmakta olduğumuz şeyler ne denli gerçek yani?" sorusuna don Juan şu yanıtı verir: "Şayet karşılaştırma yapmak istiyorsan, belki daha da gerçek olduğunu söyleyim sana." Don Juan rüya görmede bu derece ustalaşmak için "ikinci dikkat" adını verdiği farkındalık durumunun geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu dikkati gelistirmek zaman alan, deneyim gerektiren bir iş. Örneğin eğer bilinçli rüyalar diye bir şeyin olduğundan haberiniz yoksa, başınıza gelen bir deneyimi uykudan uyanmak üzereyken yasadığınız bir halüsinasyon sanabilirsiniz. Bilinçli rüyalar gören bir tanıdığımıza da ilk önce böyle olmuştu. Arkadaşımız yıllar önce de birkaç bilinçli rüya görmüs olduğunu, ama o zamanlar henüz bilinçli rüyalardan haberi olmadığı için bunları halüsinasyon sandığını söylemişti. Bilinç düzeyiniz, farkındalığınız ne kadar yüksekse bu rüyaların size oynayacağı sayısız oyunu o kadar kolay atlatırsınız. Örneğin siz gece uyurken bazen boşlukta bir delik açılır ve orada bir görüntü görmeye başlarsınız, bu ilk başlarda birkaç saniye sürer sonra yeniden uykuya dalıverirsiniz. Ama eğer bilinçliliğinizi koruyabilirseniz bu delik genişler ve bilinçli rüya görmeye başlarsınız. Bazen önce durağan bir görüntü çıkar karşınıza, sonra sanki görüntü bir sinema perdesindeymiş gibi siz gidip o görüntünün içine "girersiniz". Bir de "sahte uyanışlar" vardır, yani uyurken uyandığınızı sanırsınız, ama bir süre sonra tekrar uyanır ve az önce aslında uyanık olmadığınızı anlarsınız! Uzun bir süredir bilinçli rüya görme çalış61

Bilinçli Rüyalar

ması yapmakta olan bir arkadaşımız eskiden yaşadığı bir olayı mektubunda şöyle anlatıyor: "Gece duş aldım, kendimi çok keyifli hissederek yattım. Birkaç rüya gördüm, birkaç defa da yatağımda uyandım geri uyudum. Sabah bir şey getirmek için bir arkadasım geldi ve kapıyı çaldı. Yatağımdan kalktım, kapıyı açtım. Arkadsaşım biraz konuştuktan sonra gitti. Ama ben yatakta bilinçliydim, kesinlikle bilinçliydim, bunu çok iyi biliyorum, çok keyifliydim, bir şeyler düsünüyordum, iyi bir uyku çekmiştim. Ve birden kapının çalınmasıyla uyan-

Bu 1/8 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

mıştım. Ama ben uyanıktım, dahası düsünüyordum. Rüyadan iki defa uyanmanın başkalarına da oldugunu biliyorum. Ama bu aklıma bile gelmedi, eğer ben az önce uyanıktıysam, bilinçliydiysem, ki bundan eminim, o zaman simdi neredeydim? Ve gerçek olan - varsa eğer - hangisiydi, çünkü deminki de en az şu anki gerçekliğim kadar gerçekti. Yani yıllardır uğrasıp durduğum, kendime dert ettiğim hayat bir rüya mıydı? Rüyalardan tek farkı sürekli olması mıydı? Sürekli bile değildi, hayat rüyalarla - ya da rüyalar hayatla, hangisi bilmiyorum - bölünüyordu.

Bu 1/8 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

Bu 1/2 ilân alanı sizi bekliyor !!! [email protected]

KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

62

Bilincin Doğası

(2)

Ce m Ş e n

İ

nsanın en acınası gerçeği kendini evrenin geri kalanından ayrı, bağımsız ve tek başına bir varlık olarak algılamasıdır. Bunun nedeni geliştirdiğimiz sahte benlik duygusudur. Farklı öğretiler bu sahte benliğin ortadan kaldırılması için farklı gibi görünen ama temelde birbirine çok benzeyen yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yazımda birlik duygusunu Tanrı olarak adlandırmak istiyorum. Bunu her ne kadar ilahiyat anlamında kullanmasam da aslında ilahiyat anlamında kullanıldığında da durumun çok farklı olmayacağına inanıyorum. Tanrı, doğası gereği mutlak kavranılmazdır. Çünkü izafi bir değere sahip değildir. Bir şeyin kendisinden bahsedebilmek için onu başka bir şeye göre anlatmamız gerekir. Örneğin benim boyumdan bahsedebilmek için benden daha uzun ve benden daha kısa birisine ya da bir şeye ihtiyaç duyarım. Ama eğer ortada benden daha uzun ya da daha kısa bir şey yoksa o zaman boyumdan bahsetmem de mümkün değildir. Dolayısıyla bu durumda boyumun ne kadar (uzun ya da kısa) olduğu asla bilinemez. Tanrının doğası da mutlak olduğu için bir kıyaslamaya tabi tutulamaz. Aynı şekilde Tanrı bilinci, saf bilinçlilik olduğu için bizim anlayabileceğimiz anlamda kendine özgü bir bilinçliliğe sahip değildir. Bu anlamda Tanrı'nın kendisinden bahsedilmek mümkün değildir ama bir izlenim olarak tanrı bilincinden ya da insani boyutta bütüncül bilinçten bir tür izlenim olarak bahsetmemiz mümkün olabilir. Bu tıpkı derin, rüyasız uyku durumunda bu durumdan bahsedemeyip uyandıktan sonra bu bilinç durumunu dinlendirici ya da mutlu olarak adlandırmamıza benzer. Tanrı'yı saf bilinçlilik hali olarak adlandırıp, bir tür tanrı ya da saf bilinçlilik durumu için şöyle bir çizim kullanabiliriz: Varoluş bilinçten, ruha, ruhtan maddeye göre bir sıralama izler. Çekirdeğin kabuğunda dolaşan bilinç farklı, farklı deneyimlerle oyalanır. Kürenin çevresindeki herhangi bir nokta olarak bireyin bilinci, kendini geri kalan her şeyden yalıtılmış kabul eder. Bu da onun acınası dramını oluşturur. Ruhsal öğretilerin hepsi bu durumdan kurtulmak için bize tek bir KlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

şey söylerler: Kendini Bil! Bunu gnostik felsefeden doğu felsefesine, şamanizmden sufizme kadar her öğretide görürüz. Ünlü sufi mistik Yunus Emre'nin sözleri bile bunu işaret etmektedir: İlim ilim bilmektir, İlim kendini bilmektir Sen kendini bilmezsin Bu nice okumaktır.

Aynı şekilde İslam'ın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim de Tanrı'nın doğası konusunda bize aynı şeyi söylemektedir: "Allah (C.C) sana şah damarından daha yakındır."

Şah damarı yaşam ile ölüm, varoluş ile yokoluş arasındaki çizgiyi belirlemektedir. Bu durumda Tanrı ya da mutlak bilinç bize yaşamın ve ölümün, varoluşun ve yokoluşun ötesinde bir şekilde bağlıdır. Öğretiler bize mutlak bilincin ya da Tanrı'nın merkezimizde olduğunu söylemektedirler. Kendi varoluş merkezimiz Tanrı ya da mutlak bilincin kendisidir.

Yukarıdaki çizimde hem evrenin hem de varoluşun yapısını anlamlandırmak mümkün olabilir. 63

Bilincin Doğası

Tanrı ya da mutlak bilinç olarak adlandıracağımız noktadan, yani yukarıdaki çizimde ortadaki boşluktan, sonsuz çizgi şeklinde bir yayılma başlar. Tanrı ya da mutlak bilinç KENDİNDEN yaratmaya başlar. Bu yaratılma işlemi sırasında her çizgi merkezden geçmekte ve her çizginin merkezi, tam orta noktası ise Tanrı ya da mutlak bilinç olmaktadır. Her öğreti, kendi inananını eğitmek için öncelikli olarak beden ve duygular ile ilgili olan aşamadan yani çekirdeğin çevresindeki kabuktan başlar. Bu aşamada Tanrı ya da mutlak bilinç bir tür sınırsız beden gibi algılanır ve kendisine tapınılır. Bu, öncelikli olarak yalnızlık duygusunun neden olduğu korkunun ortadan kaldırılması için gerekli bir aşamadır. Kendinizi bir anlamda, her şeye gücü yeten bir ana babaya teslim eder, çocukluktaki o güvenlik duygusunun cennetimsi tadını algılamaya başlarsınız. Bunun ilk yolu deneyimlerin izlenmesidir. Bizler genellikle dikkatimizi deneyimleyene değil deneyimlenen şeye yönlendiririz. Oysa içimizdeki merkeze ulaşmak için deneyimleyeni deneyimlemeli, göreni görmeli, duyanı duymalıyız. Bu, aynı zamanda bilincin bilinç kazanması gibi bir durumdur. Kendimizi artık deneyimlenen ile özdeşleştirmeyi bırakır yalnızca deneyimi izleriz. Bunu başardığımızda içinde yaşadığımız kozmik dramada oyuncu olmaz izleyiciye dönüşürüz. Burası aynı zamanda benlik yanılgısının da yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladığı aşamadır. Çoğu insan bu aşamada Tanrı bilinci ile yüzyüze geldiklerinde bu deneyimi kendilerine özgü sevgi, mutluluk vs. gibi olumlu duygularla algılarlar. Genellikle de bu olumlu duygular hissettiğimiz ağırlıklı olumsuz duygunun karşıtı olacak şekildedir. Yine bu aşamada Tanrı bilinci ile karşılaşan kişi için önemli bir tehlike sözkonusudur. Beden yanılgısından tam kurtulunmadan böyle bir deneyim yaşandığında kişinin, kendisini Tanrı'nın bütünlüğü sanması ya da kendini mesih vs. sanması olasıdır. Bu aşamada anlamlı rastlantılar ve arketipler sık sık gündeme gelir ve evren sanki sizinle işbirliği içinde çalışıyor gibi bir duyguya kapılırsınız. Ancak buradaki öznel duygulara dikkat etmeli bunların mutlaka nesnel dünyada karşılıkları bulunmalıdır. Aksi taktirde yanılsama durumu kaçınılmazdır. Ünlü psikiyatr Carl Gustav Jung, bu durumun son derece başarılı örneklerinden bir tanesidir. Jung'un Philemon olarak adlandırdığı bir "içsel öğretmeni" ya da "ruhsal rehberi" olmuştur ve Jung bu konuda şunları söylemektedir:

lıklar bana son derece önemli bir içgörü kazandırdılar. Psişemde ya da ruhumda benim hayal ürünüm olmayan ama kendi kendilerini yaratmış ve kendilerine özgü yaşamları olan şeyler olduğunu öğrettiler."

Buradan da anlaşılacağı üzere Jung kanıtlarını objektif olarak bulabileceği bir durumdan bahsetmektedir. Bu arketipler evreni anlamamız ve Tanrı bilincini kazanmamız için son derece önemlidirler. Geçmiş çağların bütün o tanrıları ve mitolojik varlıkları birer arketiptir ve tanrının çok yüzlü yapısını bütünüyle tanımlamaktadırlar. Gelişimin son aşamasında bilinçlilik bulunmaktadır. Bilinç boyutunda ölüm korkusu ve sonluluk duygusu tümüyle ortadan kalkar. Ölecek bir şey yoktur çünkü doğan bir şey yoktur. Cehennem ya cennet burada ve sonsuz bir bu andadır. Ben yanılgısından tümüyle kurtulan kişi artık kendinin gerçekte Tanrı bilinci ile aynı bilince sahip olduğunu anlar. Bu, aynı zamanda Tanrı'nın bizdeki özünün bilinç kazanması, kendi bilinçliliğini gene kendi parçası ile deneyimlemesidir. Arifler, ermişler, aydınlanmış varlıklar ve ölümsüzler işte bu bilince ulaşmış varlıklardır. Ancak bu varlıkların egolarının ortadan kalkması onların bu dünyadan yokoluvermeleri anlamına gelmez. Tam tersine bu dünyada, varoluşun bu boyutunda bilinci izlemeyi sürdürürler. Beden onlar için yalnızca bilinçliliklerinin bilincinde olmalarını sağlayacak bir araçtır. Artık Tanrı bilincine bilinçli bir şekilde girip çıkma gücüne ulaşırlar. Öğretiler, bütün bu aşamalar için farklı çalışma yöntemleri geliştirmişlerdir. Dergimizde zaman zaman özelikle doğu ögretilerinde bu amaç ile geliştirilmiş olan Ba Gua, Xing Shen Zhuan Fa, Nei Kung gibi çalışmalardan bahsedeceğim. Hepinize tam bilinçlilik içinde mutlu bir yaşam dilerim.

"Philemon ve benim hayalimin birer ürünü olan diğer varKlanDergi / Sayı 2 / Temmuz 2003

64

Gelecek ay

KlanDergi’de buluşmak üzere...

KlanDe

- Yoga - Tai Ch i - Besle nm

e - Me ditasy

on - Aik ido

Bu sayı da: Ruh ve Müzik : “Dem ir

rgi

- Sağlık - Zen Çevre

- Doğu - Shiats

u - Kend o

- Sanat

-

Demirk

an”

Japon Çay Sa natı Zen Ta rih Taoculu i k Beş El ement Farkınd alık Derin Ek oloji Ayur Ve da Yemeğin Yamaok Enerjisi a Tess hû Kabbala Fitoter ap Tasavv i uf Yoga As ve Felsefe ana Bilinçli Rüyalar Bilincin Doğası Şiir Kitap

Chanoy “Çay S

u

anatı”

temmuz

iki

2003

www.klankitap.com Yakında...

www.klannews.com Yeni sayı bilgileri, yazarlarımız, forum, arşiv...

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF