April 28, 2017 | Author: Mustafa Özdemir | Category: N/A
Download Kiara Windrider-Aydınlanma Fenomeni...
Kiara Windrider - Aydınlanma Fenomeni Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır. UYARI: www.kitapsevenler.com Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir. www.kitapsevenler.com web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir. Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum. Bilgi paylaşmakla çoğalır. Yaşar MUTLU İLGİLİ KANUN: 5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaşa çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,
[email protected]
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz. Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz. Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz... Teşekkürler. Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara. Not sitemizin birde haber gurubu vardır. Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı
[email protected] Adresine göndermeniz gerekmektedir. Grubumuza üye olmak için
[email protected] adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli olacaktır. Grubumuzdan memnun kalmazsanız,
[email protected] adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi sonlandırabilirsiniz. Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr Burada ziyaret edebilirsiniz. saygılarımla. Tarayan Serhat Kiara Windrider - Aydınlanma Fenomeni AYDINLANMA FENOMENİ Altın Çağ'm Doğuşu Kiara Windrider Çeviren: Semra Ayanbaşı AKAŞA Kitabın Orijinal Adı: Fire from Heaven Copyright © 2005 Kiara Windrider Bu Kitabın Türkiye'deki yayın hakları Akaşa Yayın ve Dağıtım Ltd. Şti. 'ne aittir. Dizgi: Bilginler Baskı: Avcı Ofset Kapak Resmi: Daniel Holernan Kapak Baskısı: Santra Ajans Cilt: Evren Ciltevi Film: Güven Grafik ISBN: 975-6793-67-8 AJKAŞA Yayın Dağıtım Tanıtım Ltd. Şti. Lamartin Cad. No:40 Asma Kat Taksim I istanbul Tel: (0212) 235 99 73 - Faks: 235 99 70 http://www.akasa.com.tr ikinci Basını İstanbul, 2006 içindekiler Altın Çağ Vakfı Üyelerinin Önsözü / 5 Barry Martin'in Sunuşu / 7 Giriş/11 I. Kısım - Aydınlanma Yolculuğum /17 1. Bölüm - Arayış /19 2. Bölüm - Bhagavan ile Karşılaşma / 27 3. Bölüm - Süreç Başlıyor / 35 4. Bölüm - Zihnin Lağımları / 41 5. Bölüm - Çoklu Kişilik / 49 6. Bölüm - Zihin Mücadelesi / 57 7. Bölüm - Bırakmak / 62 8. Bölüm - Bitiş Çizgisini Geçiş / 68 9. Bölüm - Amma ile Darşan / 77 10. Bölüm - Kozmik Bilinç / 80 11. Bölüm - Muktedir Kılınmak / 87
12. Bölüm - Aydınlanmadan Sonraki Yaşam / 91 II. Kısım - Diğer Aydınlanma Deneyimleri / 99 13. Bölüm - Grace /101 14. Bölüm-Barry/l 10 15. Bölüm -Mitchell/117 16. Bölüm - Freddy /123 III. Kısım - Kolektif Aydınlanma Yolculuğumuz /129 17. Bölüm - Mukti Avatarları /131 18. Bölüm - Mucizeler /141 19. Bölüm - Öğretilerin Özeti / 148 20. Bölüm - Dîkşa ve Beyin /156 21. Bölüm - Aydınlanma Yolculuğu /164 22. Bölüm - Altın Çağın Vizyonu /172 IV. Kısım - Bhagavan ile Söyleşi /179 Ekler: Ek 1: Sonsuzluğa Açılan Kapı / 201 Ek 2: Aydınlanma ve Beyin / 210 Ek 3: Ruhun Karanlık Gecesi ve Beyinbilimi / 219 Ek 4: Bir'liğe Yolculuk - Semra Ayanbaşı / 225 Lügatçe / 235 önsöz Yazan: Altın Çağ Vakfı'nın Üyeleri Eğer eski zamanın mistiklerine ne olduğunu merak ediyorsanız, bu kitap bunun yanıtını verecektir. Bu sizin ve bizim gibi bir insanın, hepimizin olmak istediği yere götürülmüş bir insanın öyküsüdür. Kiara Bir'lik Üniversitesi'nde bizimle birlikteyken, bilgelik için duyduğu arzu ve herkesten öğrenme konusunda gösterdiği alçakgönüllülükle bir kalabalıkta bile fark ediliyordu. Özgün yaşam deneyimi ve çok-fasetah kültürel birikimi onun bu kitabın yazarı olarak seçilmesini sağladı. Kiara en derin düşüncelerini bu kitapta tam bir sadelikle ve şaşırtıcı bir içtenlikle ifade ediyor. Bu kitap okuru büyük bilgelerin ve azizlerin sert ve zorluklarla dolu yolu gibi korkutmadan, okurun kendisinin de aydınlanabileceğini hissetmesini sağlıyor. Kiara tüm insanlığa çok açık bir çağrı göndererek, Amma ile Bhagavan fenomeninin arayan herkese Bir'lik halini sunduğunu duyuruyor. O, Bhagavan'm şu bildiriminin gerçeğini gün ışığına çıkarıyor: insan kendi başına aydınlanamaz; aydınlanma ona verilmelidir. Bu Kiara'ya verilmişti. Bu kitap ayrıca arayan için Sri Bhagavan'm bazı içgörülü öğretilerinin bir definesidir. O her okuru Amma ile Bhagavan' in inşam Bir'lik haline çabasız bir kolaylıkla ulaştıran ilahi inayet fenomeni karşısında hayretler içinde bırakacaktır. Akr AYDINLANMA FENOMENİ si takdirde birçok yaşam alabilecek ve çok fazla çaba gerektirecek bir yolculuğun bu kadar kısa bir sürede bu kadar hızlı ve kolayca gerçekleşmesi, insanı dîkşaların saf sihri karşısında hayretler içinde bırakmaktadır. Kiara'nın kitabı bu fenomene tanıklık etmektedir. Bu kitabı okuduğunda, Sri Bhagavan bu kitabın okuyanlar için bir tür dîkşa görevi görebileceğini söylemişti. Bu kitap uygulama gerektirmiyor. O size çabanın boşuna olduğunu gösterecek ve sizi Tanrı'nm gücüne uyandıracaktır. 6 Sunuş Yazan: Barry Martin Kalbimizin ve ruhumuzun bir yerlerinde hepimiz Tanrı/ Bir/Tüm Var Olan'm sadece mutlu, sevinç ve bolluk içinde olmamızı istediğini biliriz. Yine de, hepimiz ıstırap ve sınırlılığın acı verici ve verimsiz topraklarında dolaşan, kendimiz ve Dünya için daha çok ıstırap ve sınırlılık yaratan müsrif evlatlar olmayı deneyimleriz. Tüm çabalarımıza rağmen, çoğumuz "cennet âlemine," yani doğal aydınlanma halimize dönüş yolumuzu bulamayız. Ama Tanrısal Olan yuvaya dönüş yolumuzu bulmamız için bize daima yollar sunar. Doğal aydınlanma halimize geri dönüşü sağlayacak çok derin bir yol güney Hindistan'da küçük bir kasabanın dışında yaşayan bir aydınlanma avatarı olan
Bhagavan formunda dünyaya indi. Bir dizi eşzamanlılık sonucunda, 2004 Şubatı'nda Bir'lik Üniversitesi'ne çağrıldım. Orada bu yaşamın en derin deneyimleriyle kutsandım. Ve yüzlerce kişinin Tanrısal Olan' in derin inayetini deneyimlediğini gördüm. Onlar varlıklarının gerçeğine -bir'liğe, sevince ve tam bir mutluluğakolayca ve kendiliğinden uyanıyorlardı. Gerçek Benliğe ya da benlik-sizliğe doğru, genellikle bir ömür boyu süren uygulamalar ve disiplinler gerektiren uzun geri dönüş yolunun sonuna çok kolayca ve çabasızca, bir anda kavramlamayan ama yine de tümüyle doğal bir biçimde erişiliyordu. Batı'ya geri döndüğümde kütlesel bir uyanış olasılığının 7 AYDİNLANMA FENOMENİ ateşi parlak bir biçimde yanıyordu. Yıllardır kütlesel bir uyanışın kesinlikle yakın olduğunu hissediyordum, ama zihnim böyle bir uyanışı kütlesel ölçekte gerçekleştirmeye muktedir dünyevi bir mevcudiyeti ya da vasıtayı tanımadığından bunun tam olarak nasıl gerçekleşeceğini bilemiyordu. Şimdi, Bir'lik Üniversitesi'nde geçirdiğim deneyimlerden sonra, kütlesel uyanışın başlamış olduğunu her türlü kuşkunun ötesinde biliyorum! Bunun çok yakın bir gelecekte uyanmış bir dünya ile sonuçlanabileceğini de görüyorum. Kendi ye-niden-uyanışımdan beri, zihin gözümde insanlığı çoktan uyanmış olarak görüyorum, bunu bir olasılık olarak değil, zamanın ve mekânın ötesinde bir realite olarak görüyorum. Hindistan'a yaptığım yolculuktan sonra, kendimi arkadaşlarıma aydınlanmış hale geri dönüşün kesinlikle ne kadar doğal olduğunu söylerken buluyorum. Çoğu inayet yoluyla bu kadar çabuk ve kolayca uyanabilme olasılığına kalbini ve zihnini tamamen açamaz görünüyordu. Kolektif ayrılmış zihin aydınlanmanın ne olduğu konusunda kötümserliğin, inançsızlığın ve derin bilinçsiz bir değersizlik duygusunun yanı sıra birçok çarpık imaj ve kavram taşır. Ayrılmış benlik duygusu sadece aydınlanma olasılığına karşı direnmekle kalmaz, ayrıca, uyanışın onun illüzyoni varoluşunu sona erdireceğini bilerek aydınlanmaya karşı koyar. Aydınlanma konusunda inandığımız her şey ve aydınlanma haline erişmek için yaptığımız her şey ayrı benlik duygusundan kaynaklanır; inayetin üzerimize inmesi ve aydınlanmanın gerçekleşmesi için bu benlik duygusu teslim olmalı ve "ölmelidir." Evet, biz kendimizi hazırlayabiliriz, çabalarımız boşuna değildir. Ama sonunda, ancak tam bir teslimiyetle aydınlanma gerçekleşebilir. Bhagavan vasıtasıyla ilahi inayet birçoklarım yuvaya, yani doğal, sevinçli varoluş haline dönmeye çağırmaktadır. 8 SUNUŞ Bu kitap bu inayetin dünya üzerinde aktarıldığı yollardan biridir. Bu kitabı şimdi elinizde tutuyor olmanız bir rastlantı değildir. Bhagavan, bir sonraki adımı atabilmek için ıstırap çektiğimizi kabul etmemiz ve ıstıraptan kurtulmayı içtenlikle arzulamamız gerektiğini söyler. Ayrıca, tüm çabalarımızın aydınlanmaya erişmekle sonuçlanmadığını kabul etmemiz gerektiğini de ekler. Sonuçta, hangi formda gelirse gelsin, inayete ve ilahi yardıma teslim olmaya gönüllü olmalıyız. Birçokları için, Kiara'nın kitabı bu formlardan biri olacaktır. Bu kitabı alanların onu "okumaktan" kaçınmalarını tavsiye ediyorum. Onun yerine, bu kitapta bulduğunuz şeyin üzerinde derinlemesine düşünme sürecine girmenizi öneriyorum. "Okumak," kolektif insan zihin alanının sınırlayıcı, per-deleyici ve engelleyici filtrelerinin labirentine girmektir. Ayrılmış ego zihninin labirentinde gerçeğin ancak parçaları bulunabilir. Burada bulduğumuz şeyin üzerinde derinlemesine düşünmeyi seçtiğimizde ise kitabın özünü kalp ve ruh âlemlerine davet ederiz. Çocuksu bir açıklık ve gönüllülük hali içine girdiğimizde, bu kitabı bilgilendiren ilahi aktarım bir uyanış ve aydınlanma yolculuğuna katalizör olabilir. Bu kitap insanlığın doğal aydınlanma haline geri dönüşüne yardımcı olabilecek bir inayet armağanıdır. Bir kavramlar ve fikirler topluluğundan daha çok, bu kitap uyanan inayet için bir vasıtadır, aydınlanma frekanslarının bir aşılanmasıdır. Dilerim o hep aramış olduğunuz Yuva'ya giriş kapınız olur! 9 Akaşa Yayınları'nın Notu.
Bu Kitapta sözü edilen Dikşa uygulaması hakkında bilgi almak için
[email protected] adresine başvurabilir ya da yayınevimizi (0212) 235 99 73 numaralı telefondan arayabilirsiniz. Giriş Tüm yaşamların arayışı bittikten sonra ne diyebilirsiniz? Birçok kişi için olduğu gibi, benim için de aydınlanma hep yolun sonundaki hedef olmuştu. Her ne zaman birisi benden hayattaki en yüksek hedefimi tanımlamamı istese, ben "Aydınlanma" derdim. Onun ötesini asla göremiyordum. Aydınlanmayı aramaya, aydınlanma yolculuğuna o kadar bağlıydım ki yaşamımı başka türlü hayal edemiyordum. Eğer aramayı bırakırsam ben kim olacaktım? Bu yolculuğun bu kadar uzun sürmüş olmasına hiç şaşırmamalı! Aydınlanmayı çok isterken bir yanım da ona direniyordu. Aydınlanma savaşçının yoludur, bunu şimdi anlıyorum. Siz onu arar, ona ulaşmak için mücadele edersiniz. Ve en sonunda ona ulaştığınızda, ölürsünüz! Kim ölür? Aydınlanmadan sonra ölenin "benlik" olduğunu anladım; bu "ego" olarak da bilinen, daima arayan, zorlayan, kıyaslayan, yargılayan, asla sessiz ve dingin olamayan, çünkü elinde ne yaptığını gösterecek hiçbir şey olmadan yaşamın geçip gideceğinden korkan küçük, sabit benlikti. Daha önce yaşam hakkında ne biliyordum? Uzun bir zamandır spiritüel bir yolda bulunmama rağmen hâlâ sonsuz yaşam akışında "ben" dediğim küçük bir sabite ile çok özdeşleşi-yordum; bu bazen kendini çok güçsüz hisseden ve daima daha fazlasını arzulayan ben'di, bu kendini çok güçsüz hisseden ve daima bildiği şeye tutunan benlikti, bu kendini çok küçük hissettiği için evreni onunla ilgili kendi küçük kavramlarına uyıı AYDINLANMA FENOMENİ maya zorlayan benlikti. Bu küçük "ben" yaşamımdaki her şeyi umarsızca yönetmeye çalışmıştı! Ancak, yaşamın parlak zekâsı, evrenin her varoluş anında kalp atışımla atan sonsuz yaratıcı ritimleri hakkında ne biliyordum ki? Sürekli olarak yaşamımı yönetmeye çalışarak, sadece, sürekli olarak beni yuvaya götürmeye çalışan nehirden kendimi ayırmayı başarmıştım. Arayışın sonuna nasıl geldim? Güney Hindistan'da Bir' lik Üniversitesi olarak bilinen bir yerde Bhagavan adlı bir ava-tar var (onu yine Bhagavan denen Osho ile karıştırmayın). İnsanlar Bhagavan'ı "mukti avatarı" olarak adlandırıyorlar ve onun yaşam misyonu tüm dünyaya aydınlanmayı sunmaktır. Bhagavan aydınlanmanın nörobiyolojik bir süreç olduğunu ve gerekli tek şeyin beyinde küçük bir ayarlama olduğunu ve bu ayarlamanın kozmik enerjilerin içimizden akıp, ayrı olarak var olan, ama aslında sadece bir algılama illüzyonu olan "ben-lik'le ilgili kavramımızı yok etmesini sağladığını söylüyor. Bu "dîkşa" olarak bilinen ve ilahi enerjinin aktarımım içeren bir işlemle meydana geliyor; bu işlemde, bu konuda eğitilmiş birisi ellerini sizin başınıza koyup kozmik enerjilerin size akmasını sağlıyor. Bu enerji aydınlanmaya yol açacak şekilde programlanmıştır. Birçok kişi bu işlem sırasında başlarına altın bir kürenin indiğini görür ve böylece beynin yeniden yapılandırılması meydana gelmeye başlar. Bu yeniden-yapılandırma meydana gelirken, insanlar derin sessizlik, huzur, sevinç ya da kozmik bilinç hallerine girmeye başlarlar. Belli bir noktada, artık "benlik" denen bir başvuru noktasının kalmadığını keşfederler. Geriye kalan tüm şey engin bilinç okyanusudur. Damla okyanusa karışır ya da belki okyanus damlaya karışır. Realite ve spiritualite ile ilgili tüm kavramlar onun direkt deneyimi içinde erir giderler. ti GİRİŞ Bu kitap sadece benim ve iyi tanıdığım birkaç kişinin aydınlanma yolculuğunu anlatmıyor, tüm insanlığın aydınlanması olasılığını da ileri sürüyor. Burada, Bhagavan'm Bir'lik Üniversitesi'nde bu hale erişmiş olan birçok kişi var ve onun misyonu en sonunda bu dünyadaki herkesin aydınlanmasını sağlamaktır. Bhagavan'm sunduğu, aydınlanmanın sulandırılmış bir versiyonu değil, bir Buda, bir Mesih veya bir Ramana Mahar-shi tarafından deneyimlenmiş olan aynı
bilinçtir. O öğretilere, ahlak kurallarına ya da çabaya dayanmaz, "dîkşa" olarak bilinen bir işlemle aktarılan bir inayet armağanıdır; dîkşa işlemi beynin sinirsel devrelerinde bir değişimi başlatarak aydınlanmaya yol açar. "Aydınlanma nörobiyolojik bir olaydır," diye ısrarla vurguluyor Bhagavan. Ancak bu, bir kez aydınlandıktan sonra sürekli olarak derinleşen bir süreçtir de. Bugün dünyada birçok öğreti, birçok spiritüel gelenek ve uygulama var, ama arayış içinde olan birçok kişinin keşfetmiş olduğu gibi, bunlar kendi başlarına aydınlanmayı sağlayamıyorlar. Ancak, dîkşa yoluyla aktarılan inayet armağanı olarak, en basit köylü de en ateşli spiritüel arayışçı kadar kolayca, hatta, birçok beklenti ve kavrama saplanıp kalmadığından belki daha kolayca aydınlanabilir. Bu bizim doğal halimizdir, diye ısrarla vurguluyor Bhagavan. Bhagavan onunkinin aydınlanmanın tek yolu olduğunu asla söylememiştir ve insanlara ne yapmaları ya da yapmamaları gerektiğini de söylemez. O bir başka din yaratmakla hiç ilgilenmez. Onun tek misyonu, ruhen bunu arzulayan herkes için aydınlanmayı kolaylaştırmaktır. Bhagavan çoğu kez kendisinden bir "teknisyen" olarak, aydınlanmayı sağlamak için beyinde nörobiyolojik bir değişim yaratmaya muktedir biri olarak söz eder. Bu "ilahi bir amelia AYDINLANMA FENOMENİ yaf'tır ve dogma, inanç ya da ritüellerle hiçbir ilgisi yoktur. Fiziksel yakınlık yardımcı olabilse de, bu aktarım yer ve zaman sınırlamalarının ötesindedir. Bhagavan'ın öğretileri evrenseldir. O, "Ben bütün dünyaya ve dünyanın tüm inançlarına aitim" der. Tüm dinlerin kendi amaçları olduğunu ve onlar arasında bir çatışmaya hiç gerek olmadığını vurgular. Aydınlanmanın dinle hiçbir ilgisinin bulunmadığını da vurgular. Aydınlandığımızda, yol gösterici ışığımız doğrudan kendi içimizden gelir. Ruhen olgunlaştığımızda, artık bağlanılacak dışsal ahlak kurallarına ihtiyaç duymayız. Benim bu kitabı yazmaktaki amacım Bhagavan'ın öğretilerini çok fazla metafiziksel kavram kullanmadan anlatmaktır, ki böylece bu öğretileri arayış içinde olan her insan, hatta, kendilerini dinî öğretilerin ötesinde görenler bile anlayabilirler. Sonuçta, bu öğretilerin tek amacı zaten bildiğiniz şeyi size göstermek ve sizi deneyimin kendisine yönlendirmektir. Kendi aydınlanma deneyimimi herkesin bu armağanı almaya muktedir olduğuna kesinlikle inanarak sunuyorum. Sonuçta, giderek daha çok insan aydınlandıkça, aydınlanma dalgası, ister spiritüel bir yolda olsunlar ister olmasınlar, aydınlanmanın mümkün olduğuna ister inansınlar ister inanmasınlar, tüm insanları kaplayacaktır. Bu konuda Bhagavan, "Bu bizim ilahi kaderimizdir," diyor. İnsanlığın bilincinde bir şeyler değişiyor. "Biz uzun zamandır beklenen Altın Çağ'a 2003 yılında girdik," diyor Bhagavan ve bunun sonucunda yeni genetik olanaklara sahip -ve Bir' lik haline "örülecek"- yeni bir biyolojik tür ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, bu kitapta sözü edilen aydınlanma yakında Dünya'daki herkes .için normal bir varoluş biçimi olacaktır ve gerçekten de bugün kendiliğinden uyanmakta olan birçok inT4 GİRİŞ san vardır. Ancak, yardım almak isteyenlere dîkşa programları bunun için gerekli eğitimden geçmiş kişiler tarafından Bir' lik Üniversitesi'nde ve dünyanın birçok yerinde sunulmaktadır. Bu kitabın metnini okuduktan sonra Bhagavan bu kitabın bile bir dîkşa görevi görebileceğini söyledi. Bu kitabı yazarken Bhagavan'ın enerjisini güçlü bir biçimde hissettim ve siz de bu sayfaları okurken bu enerjiyi hissedebilirsiniz. Bu kitabın büyük bölümü, Bhagavan'ın enerjisinin yazmayı bırakamayacağım kadar güçlü bir ilham akışı içinde geldiği on günlük bir dönemde yazıldı. Ben bu deneyimleri anlatırkens ruhunuzun en derin doyumunun artık gerçekleşebileceğini bilerek, bu kitabı okuyan herkesin aynı şekilde kutsanabilmesini diliyorum. Bu kitabın son bölümünde Sri Aurobindo'nun "supra-mental iniş" vizyonundan kısaca söz edeceğim. Şimdi insanın tekâmülünde meydana gelen ve Bhagavan'ın
böylesine anahtar bir rol oynadığı şaşırtıcı devrimi daha geniş bir çerçevede sunmayı umuyorum. Kitabın sonunda Bhagavan ile bir söyleşi de yer almaktadır. Bunu ister Altın Çağ, ister Satya Yuga, ister Kova Burcu Çağı veya Beşinci Dünya olarak adlandıralım, biz ruhsal ile maddesel dünyalar arasındaki perdelerin ortadan kalkmaya başladığı bir çağa giriyoruz. Bir zamanlar, bizim aydınlanmış olarak doğduğumuz ve her şeyin birliğinin sürekli farkında olarak yaşadığımız bir zaman vardı. Zaman içinde, filozofların ve teologların hakkında sonsuza dek tartışabilecekleri ve artık gerçekten önemli olmayan nedenlerle, kendi değişik veçhelerimiz arasında kaim bir perde yaratmayı seçtik. Bu perdeler bilinçaltı belleğimizde ayrılık, unutkanlık, sınırlılık, illüzyon, korku, vb. kalıpları olarak bulunmaktadır. IS AYDINLANMA FENOMENİ Genlerimiz bu bilinçaltı kalıplara uyumlanacak şekilde mutasyon geçirmiştir. Bu da beynimizde başka her şeyden ayrı olarak var olan bir "benlik" illüzyonu üreten yollar yaratmıştır. Dîkşa verildiğinde bu yollar ortadan kalkar ve biz realiteyi bir'lik perspektifinden deneyimlemeye başlarız. Yeterince insan bu perspektif değişimini deneyimlediğinde "kritik bir kütle"ye erişilecek ve bu tüm insanlığın DNA'sını etkileyecektir. Bir kez bu kritik kütleye erişildiğinde, küresel aydınlanma meydana gelecektir. "Son borazan çaldığında" der, Vahiy Kitabı, "biz bir göz açıp kapayıncaya dek değişeceğiz." Eh, son borazan çalmıştır ve bugün dünyada Bhagavan gibi varlıkların mevcudiyeti insanlığın illüzyonu aşmak, "matriks"ten kurtulmak ve ilahi karbon-kopyasıyla yeniden birleşmek için duyduğu derin arzuyu yansıtmaktadır. Biz insanlığın sorunlarını o sorunların yaratıldığı aynı bilinç düzeyinde çözemeyiz. Ama bu sorunların uyanmış bir bilincin ışığında kayboldukları kolektif bir hal içine girebiliriz. Bu şimdi gerçekleşmektedir. Bu yaşanacak heyecan verici bir zamandır. Bugün bildiğim şeyi göz önüne alırsak, bu muhteşem uyanış zamanında tüm bu engin kozmosta Dünya'dan başka bir yerde bulunmak istemezdim. Biz bunun için binlerce yıl ve yaşamlar boyunca bekledik ve dışsal duyularımın tüm kanıtına rağmen, ben de Bhagavan gibi, insanlığın bunu başaracağından kalben ve zihnen hiç kuşku duymuyorum! Tüm dünya Tanrı'nm zihnindeki bir rüyadan başka bir şey değildir. Bu kitap bu Rüya'nın ve insanlığın rüya içinde uyanışının öyküsüdür! 16 1. Kısım AYDINLANMA YOLCULUĞUM i Arayış Spiritüel yol uzak topraklara doğru, yolu bilmeden, o toprakların var olduğundan bile emin olmadan, ama bir biçimde Tanrı'ya ulaşacağımızı bilerek, ama en sonunda oraya erişecek benliğin yok olacağının da farkında olarak yapılan bir yolculuk gibidir. Bu yolculuk hakkında, onun ancak sona erdikten sonra başladığını doğrulamaktan başka ne diyebilirim? Benlik hakkında, kendimi ancak "ben" yok olduktan sonra anladığımı söylemekten başka ne diyebilirim? Tanrı'yi keşfetmek hakkında, aynı zamanda kendi yüzüm olan Tanrı'nm yüzünün sürekli değişen sonsuz güzellikteki tüm ifadelerine hayret ettiğimi söylemekten başka ne diyebilirim? Kendimi bildim bileli, Hindistan'da dağların tepelerinde ve ormanlarda ilahi birliğin aydınlanmış halleri içinde yaşayan kutsal adamların ve kadınların öyküleri ilgimi çok çekerdi. Yogananda Paramahansa'nın "Bir Yogi'nin Özgeçmişi" ve Swami Rama'nın "Himalayalı Üstatlarla Birlikte Yaşamak" adlı kitapları en sevdiğim kitaplar arasında yer alıyorlardı. Bu kitaplarda anlatılan olağanüstü varlıklara hayranlık ve gıptayla bakıyor, kalbimin derinliklerinde, benzer bir aydınlanma haline erişmek için büyük bir özlem duyuyor, ama dünyadan uzak bir mağarada yıllar geçirerek tüm incilerin en değerlisini aramak için gerekli disiplin ve dayanma gücünden m AYDINLANMA FENOMENİ yoksun olduğuma inanıyordum.
Yıllar içinde umudumu iyice yitirdim. Ben asla bir Buda, bir Mesih, bir Ramana Maharshi olamayacaktım, ki bunlar benim aydınlanmış bir kişinin neye benzediğiyle ilgili sahip olduğum yegane imajlardı. Aydınlanma hayallerine dalıyor, bunu kişisel bir deneyim değil, küresel bir uyanış olarak hayal ediyor, ama sonunda yine "gerçeğe" geri dönüyordum; bu benim hoşlanmadığım bir sözcüktü, çünkü bana gerçek gelenle hiçbir ilgisi yoktu, ama Dünya üzerinde herhangi bir biçimde yararlı olacaksam bu başa çıkmayı öğrenmem gereken bir şeydi. Arayışımı bırakmamı haklı çıkarmaya çalıştım. Milyarlarca dünyalı yok olma yolunda hızla ve azimle ilerlerken ben bir tür kişisel nirvanaya ulaşmaktan nasıl mutlu olabilirdim? İnsan ihtiyacının sesleri tüm çevremde bu kadar yüksek çıkarken ben bir mağarada yıllar geçirmeyi nasıl haklı gösterebilirdim? Dışsal realiteye açgözlülüğün, açlığın, manipülasyonun, yıkımın ve ıstırabın hükmeder göründüğü bir dünyada ne tür yanıtlar mantıklı gelebilirdi? Üstelik, bana tarihin başlangıcından beri ancak bir avuç dolusu insanın aydınlanma haline erişmiş olduğu söylenmişti, öyleyse benim sıradaki bir sonraki kişi olma şansım ne kadardı? Yine de kalbimde bu özlemi hissetmeye devam ettim ve kendi benlik deneyimim içinde algıladığım sınırlılıklardan kurtulma arzumla kendime adeta işkence ettim; ve tüm bu süreçte bir yandan da bunun gerçekleşmesi olanaksız bir hayal olduğunu düşünüyordum. Ben bir avatar değildim, hatta, düzenli olarak meditasyon yapamayacak kadar tembel ve disiplinsizdim, öyleyse bu DonKişotça arayışta ne işim vardı? "Gerçekleşmesi olanaksız hayali kurmak, yenilmez hasımla dövüşmek, dayanılmaz acıya dayanmalı, en cesurların bile gitmeye cüret edemedikleri yere koşmak." Don Kişot'un arayışını ifade 10 ARAyiŞ eden bu sözleri ben de benimsiyordum. Özlemlerim bir gün bir biçimde bunu başarabileceğim, yaşanan anın boşluğunu biraz daha dayanılır kılabileceğim umudu tarafından besleniyordu. Benim yolculuğum başka herhangi bir kişinin yolculuğundan çok farklı değildi, çünkü tüm ayrı realite illüzyonlarımızın altında aslında tek bir ruh, tek bir zihin, tek bir beden ve tek bir bilinç vardır. Ben bu uyanış yolcuğunu anlatırken, siz belki bunun kendi yolculuğunuz olduğunu da göreceksiniz. Dahası, belki bunun aynı zamanda bu dünyanın kolektif bilinci olan birleşik bilincin yolculuğu olduğunu da göreceksiniz. Öyküme, on altı yaşındayken, güneşli bir sabah beni sarsıp kendimden hoşnut olma halinden çıkaran bir kazayı anlatarak başlayacağım. O sırada Güney Hindistan'da, gür ormanlı Kodai Hills'de bulunan uluslararası bir yatılı okulda okuyordum. Güzel bir hafta sonu bir grup arkadaş, sık sık yaptığımız gibi, bir dağdan kıvrıla kıvrıla akan bir nehir boyunca uzun bir yürüyüşe çıkmıştık; bu ırmak ilerideki sarp kayalıkta bir çağlayan oluşturarak en az üç yüz metre aşağıdaki vadiye dökülüyordu. Nehir yatağının yakınında kamp kurarak geceyi orada geçirdik ve ertesi sabah kahvaltıdan sonra iki arkadaş, gruptan önce çağlayana doğru ilerledik. Tüm çevremizdeki güzelliğin kusursuzluğundan biraz mest olmuş bir halde, çağlayan boyunca inebildiğimiz kadar inmeye karar verdik. Aşağı doğru epey bir yol aldıktan sonra, arkadaşımın ayağı kaydı ve aşağı yuvarlandı. Onun yüzünde büyük bir şaşkınlıkla aşağı düşüşünü dehşetten adeta donarak izledim ve sonra birden benim de ayağım kaydı ve ben de aşağı düşmeye başladım. Kayalara tutunmaya çalışırken tırnaklarım parçalandı ve ellerim kanadı, sarp kayalık boyunca hızla zıplayarak aşağı yuvarlanırken yapabileceğim hiçbir şey olmadığını anladım. Çok geçmeden ölümün kaçınılmazlığına teslim olduğumu görıı AYDİNLANMA FENOMENİ düm ve garip bir biçimde, içimi büyük bir huzur kapladı. Her şeyin yavaşlamış göründüğü bir zaman kuşağına girdim ve bilincim yerine geldiğinde kendimi kayalıktan uzanan düz bir çıkıntıda belime kadar gelen bir su havuzunun içinde buldum, çağlayan daha iki yüz metre boyunca aşağı dökülüyordu. Şaşırtıcı biçimde, arkadaşım da aynı havuza inmişti. Altmış-yet-miş metre kadar aşağı düşmüştük ve yaralanmış ve sersemlemiş olmamıza rağmen açıklanamaz bir biçimde
hayatta kalmıştık! O zaman yaşamımın bir amacı olduğunu ve bu amacı gerçekleştirmek için sağ kaldığımı hissettim. Ondan sonraki aylar ve yıllar boyunca yaşamımın anlamım ve amacını anlamayı hedefleyen ateşli bir arayışı sürdürdüm. Dünyanın tüm dinî geleneklerinin öğretilerini ve uygulamalarını inceleyip araştırdım. Liseden mezun olduktan sonra Hindistan'daki Hindu, Budist ve Hıristiyan aşramlarında birkaç yıl geçirerek bu gelenekleri inceledim. Bir nokta geldi, tüm örgütlü dinleri bıraktım, onların çoğunun geçmişe aşırı gömülü olduğunu anlamıştım ve çağdaş insan durumumuza daha doğrudan hitap eden, ama aynı zamanda her şeyin Kaynağı'na derinlemesine bağlı olan bir yol bulmam gerektiğini hissediyordum. Yirmi bir yaşındayken ABD'deki bir yüksek okul için burs aldım. Bethel Koleji Kansas'ta bulunan ve Mennonite barış ve adalet geleneklerine derinlemesine bağlı olan bir yüksek okuldu. Orada, Gandi ve Martin Luther King gibi kişilerden ilham alarak, İsa'nın misyonunun siyasi boyutlarının giderek daha çok farkına vardım. Spiritualitemin günlük yaşama uzanması, çevremdeki dünyanın siyasi, sosyal ve ekonomik realiteleriyle meşgul olması gerektiğini, insanların sadece ruhsal değil, fiziksel realitelerini de etkilemek için sadece bireyleri değil, sistemleri de 22 AIVV/IŞ değiştirmesi gerektiğini anlamaya başladım. Kolejin Barış Çalışmaları ve Uluslararası Gelişme dallarından mezun oldum ve barış ve çevre hareketlerine aktif biçimde katılarak birkaç yıl geçirdim, daha iyi bir dünya yaratmak için mücadele ettim. Ergenlik çağından beri doğal çevreyi koruma ve alternatif, yerküre-dostu teknolojileri araştırmakla tutkuyla ilgileniyordum. İnsanlığın doğaya karşı sergilediği körlük ve açgözlülük beni derinlemesine üzüyor ve endişelendiriyordu, öyle ki bir ağacın kesildiğini görmeye bile dayanamıyordum. Kolej yıllarım esnasında doğayla ve Büyük Ruh'la bir'liği temsil eden bir yol olan Yerli Amerikan yoluyla bağ kurdum. Şamanizmle, her şeyin içinden akan ruhu anlamakla, doğa vasıtasıyla ve Avustralyalı Aborijinlerin Rüya-Zamanı dedikleri şey vasıtasıyla Büyük Ruh ile doğrudan iletişim kurmakla ilgilendim. Ağaçlarla, hayvanlarla ve doğa ruhlarıyla -dünyanın her yanındaki yerli halkların hâlâ sürdürür göründükleri- mistik bir bağ geliştirmeyi çok istedim. Yıllar içinde bu benim doğa ruhlarının, meleklerin, yükselmiş üstatların ve kozmik varlıkların bilincine uyumlanmaya başladığım bir tür "kanallığı" öğrenmeme yol açtı. Bu zaman esnasında kuantum mekaniği, astrofizik ve biyoloji ile ilgili içgörüler de ilgimi çekti ve evrenin doğasım ve bilincin evrimini araştırdım. Babam bir fizikçidir, bu yüzden doğal bilimlere karşı her zaman ilgi duyardım, ama artık bilim ile spiritualite arasındaki köprüde yürümeye başlamıştım ve onların arasındaki temel birliği görmek heyecan vericiydi. Her biri farklı bir dilde konuşuyor ama aynı realiteyi işaret ediyordu, sonuçta bu direkt sezgisel deneyim dışında kolayca anlaşı-lamayacak bir realiteydi. Ruh, beyin ve bilinç arasındaki ilişki de çok ilgimi çekiyordu. Krişnamurti ve Gopi Krişna gibi birçok aydınlanmış ki2J AYDİNLANMA FENOMENİ şi aydınlanmalarının ruhsal değil -beynin kimyasındaki tekâ-mülsel bir değişimle ilişkili olan- biyolojik bir olay olduğunu vurguluyordu ve bu benim merakımı uyandırıyordu. Ayrıca, Dr. Valerie Hunt gibi bilimcilerin aydınlanmanın nörobiyoloji-si hakkında söylediklerini de incelemeye başladım ve beyin hallerini değiştirebilecek teknolojiler ilgimi çok çekti. Direkt deneyim arzusu en sonunda beni okula geri döndürdü. Hindistan'da kaldığım aşramlardan birinde Ken Wil-ber'in, Stan Grof un ve kişisel-ötesi psikoloji alanındaki diğer liderlerin eserleriyle ilgilenmeye başlamıştım; kişisel-ötesi psikoloji insanın en yüksek potansiyelini gerçekleştirme arayışıy-la spiritualitenin ve psikolojinin en iyi unsurlarını birleştirmeyi amaçlar. Öğrendiğim tekniklerden biri, yoğun solunumu insanın enerji sistemindeki yedi çakrayı aktive eden müzikle birleştiren Holotropik Nefes Çalışması idi.
Bu tekniği bir süre uyguladım ve bu psiko-enerjisel varlığımda bazı yoğun idraklere yol açtı. Yaşamımı insanların benzer hallere erişmelerine yardımcı olarak geçirmek istediğimi anladım, böylece yirmili yaşlarımın ortasında büyük Hintli yogi Sri Aurobindo'nun bir öğrencisi tarafından kurulmuş olan California Institute for Integra! Studies adlı bir mezuniyet programına kaydoldum. Beş yıl sonra John F. Kennedy Üniversi-tesi'nin Kişisel-Ötesi Danışmanlık Psikolojisi bölümünden mezun oldum. Mezuniyet programımın yanı sıra her türlü seminere katılıyor, terapisel masajın ve beden-çalışmasının çeşitli biçimlerini öğreniyor, Aydınlanma seminerleri ve Vipassana meditas-yonları düzenliyor, medyumlar kanalıyla verilen değişik öğretileri inceliyor, çeşitli spiritüel öğretmenlerle ilişki kuruyor, yerli halkların Terleme Çadırı uygulamasına katılıyor, Sufı Danslarını yapıyor ve California güneşinin altında bulunabilecek 24 ARAyış her spiritüel öğreti biçimini inceliyordum. Sözünü ettiğim mezuniyet programına kaydolduktan kısa bir süre sonra, sanki süptil bedenlerim bir süredir bağlantı kurduğum ve Babaji olarak tanınan Himalayalı bir Üstat ile geniş bir birlik hali içine giriyormuş gibi, benliğimin çözüldüğünü hissetmeye başladım. Aylar boyunca kendi kimlik duygumun yok olduğunu hissettim ve her sabah bedenimden akan güçlü enerji akımlarıyla uyandım. Vecit halleri deneyimledim ve bunlara evrenin doğasına ve insan bilincine dair birçok idrak eşlik etti. Ancak, birkaç ay sonra bu hal giderek silinerek ve en sonunda yok olarak beni derin bir düş kırıklığı ve başarısızlık duygusuyla bıraktı. Üniversiteden mezun olduktan sonra, altı yıl boyunca Pocket Ranch Enstitüsü adlı bir alternatif şifa merkezinde psikoterapist olarak çalıştım. Bu merkez insanlara ruhsal krizleri ve kundalini uyanışlarını güvenli bir biçimde geçirebilecekleri bir yer sağlamayı amaçlayan Barbara Findeisen ve Tony Madrid tarafından yönetiliyordu. Spiritual Emer gence Netıvork'e bağlı olarak çalışan bu merkezde insanların geçmişin duygusal travmalarından kurtulmalarını ve kendi yüksek benlikleri ile tekrar birleşmelerini amaçlayan değişik programlar uyguluyorduk. Bu merkez yüzlerce yıldır ruhsal vizyonculuk yeri olarak kutsal görülen topraklar üzerinde, yabani meşeler, dağ dereleri ve açık çayırlardan oluşan bin üç yüz hektarlık bir arazide yer alıyordu. Bu özgün bir programdı ve ben onun her dakikasından hoşlandım. Bu zaman esnasında birçok kişi tarafından dünya üzerindeki en güçlü kutsal enerji vortekslerinden biri olarak görülen Shasta Dağı'nda (California) kaldım. Dağın tepesindeki çayırlarda bir hayli zaman geçirdim, dağın ruhlarıyla ve orada mevcudiyetleri çok somut olan yükselmiş üstatlarla iletişim kurZf AYDINLANMA FENOMENİ dum. Bu, gezegensel yolculuğumuzun neyle ilgili olduğuyla ilgili vizyonumu genişleten güzel bir keşif zamanıydı. Ayrıca, Hawaii'de bir hayli zaman geçirerek, okyanus dünyasında yunuslarla ve balinalarla oyunlar oynayarak onların bana bir'liği öğretmelerine izin verdim. Yavaş yavaş, bir yeni olanaklar dünyasını işaret eder görünen değişik parçaları bir araya getirmeye başladım. Dünyanın birçok köşesinde ortaya çıkmış değişik takvim sistemlerini ve kehanetleri inceledim, bilinçteki büyük değişimleri işaret eden ve az-bilinen bilimsel bulguları araştırdım, dünyanın her yanında insanların gelecekle ilgili aldıkları vizyonların bana ilham verdiklerini gördüm, hatta başka zaman-çizgilerinde bulunan kendi veçhelerime ''kanalhk" ettiğimi gördüm; tüm bunlar yakın gelecekte insanlığı bekleyen kolektif bir değişimi ve geçişi işaret ediyordu. Tüm bunlarla ilgili olarak "Sonsuzluğa Açılan Kapı" adlı bir kitap yazdım; bu kitap kısa sürede birkaç ödül kazandı ve aynı sonuçlara varmaya başlayan birçok insandan coşkulu övgüler aldı. Ancak, eksik olan şey bir plândı. İnsanlığın nereye doğru gittiğim söylemek, hatta bunun gerçek olduğunu derin bir düzeyde hissetmek çok iyiydi. Ama hâlâ, bazen Dünya'mn bir başka köşesinde bir devletin desteklediği veya bağımsız terörizm olaylarının vuku bulduğunu okuduğumda ya da çokuluslu bir şirketin
canlı Yerküre'nin kanından kâr sağlamak için ormanlarını yok ettiği yerli bir halkın topraklarından göç etmek zorunda kaldığını işittiğimde kendimi biraz şizofrenik hissediyordum. Benim derinden hissettiğim içsel vizyonlarım ile bu derinlemesine parçalanmış dışsal realiteler arasında bir birleşme noktası var mıydı? Yoksa ben dış dünyayla hiçbir ilgisi olmayan, "hayal âlemine dalmış" bir spiritualitenin bir başka kazazedesi mi olmaktaydım? 26 2 Bhagavan ile Karşılaşma 2002'nin başlarında Grace adlı bir kadınla karşılaştım ve o daha sonra benim eşim oldu. Karşılaştıktan kısa bir süre sonra Grace bir vizyon gördü; bu vizyonda kadim bir varlık ona düz beyaz bir kumaşla örtünmüş bir Hintli kadın kılığında görünmüştü. Bu varlık kendisini "Hindistan Ana" olarak tanıtmış ve Grace'e yağmursuz bir göğün altında uzanan kurak, kıraç ve derin çatlaklarla dolu toprakları göstermişti. Bu vizyonda uzakta dolaşan sadece birkaç insan görünüyordu. "Çocuklarım ölüyorlar" demişti bu varlık. "Onlar yiyeceğe muhtaçlar, suya muhtaçlar, onları umursayan insanlara muhtaçlar. İnsanlar onlarla ilgilenmeye başlamalılar." Grace tüm gün boyunca bu vizyonun içinde kaldı, derin bir acı hissetti, susuzluktan adeta yanıp kavruldu ve defalarca kustu. Giderek genişlediğini hissetti. O, Hindistan Ana olmuştu ve bedeninin o topraklar olduğunu hissediyordu. Bu depremler o topraklar tarafından fiziksel olarak da deneyimlenmek zorunda kalmasınlar diye orada meydana gelecek depremleri kustuğunu hissediyordu. Açıklanamayacak bir şekilde, ABD'de yirmi iki yıl yaşadıktan sonra, ben de doğduğum topraklara, Hindistan'a dönmek için güçlü bir arzu duymaya başladım. Bundan güvendiğim bir arkadaşım olan Barry'ye söz ettiğimde o bana Hindis27 AYDIN LAN AAA FENOMENİ tan'da beni, her ikimizin de uzun bir zamandır aradığımız en yüksek aydınlanma hallerine eriştirebilecek birisiyle karşılaşacağımı hissettiğini söyledi. Bu bildirim içimde derin bir biçimde yankılandı ve onun doğruluğunu tüm bedenimde derin bir sevinç yükselişi olarak hissettim. Grace ve ben, neden ve nereye gideceğimizi bilmiyorduk ama her ikimiz de gitmemiz gerektiğini biliyorduk. İçimizden gelen çağrı duymazdan gelinemeyecek kadar güçleniyordu. Bavullarımızı topladık, diğer eşyamızı bir depoya koyduk ve Eylül sonunda Hindistan'a giden bir uçağa bindik. Hindistan'da birçok aşrama gittik, birçok yogi ve guru ile karşılaştık. Yaşamının büyük bölümünü burada, Pondicherry' de derin bir tefekkür içinde geçirmiş bir özgürlük savaşçısı, bir mistik ve çok iyi bir yogi olan Sri Aurobindo'nun çalışmalarıyla ilgilendik. Sri Aurobindo'nun çalışmasına daha sonra, bir Fransız mistik olan Mirra Alfassa da katılmış ve o en sonunda herkes tarafından Ana olarak tanınmıştı. Sri Aurobindo'nun büyük görevi insanlığın kolektif bilincine "supramen-tal kuvvet" dediği şeyi demirlemekti, bu onun insanlığı çok ileri, supramental bir tür olarak gerçek tekâmülsel kaderine uyandıracağım iddia ettiği bir kuvvetti. Grace ve ben, Sri Aurobindo'nun ölümünden sonra Ana tarafından kurulmuş olan insan-birliği kenti Auroville'de epey zaman geçirdik. Bu iki vizyonerin ruhuyla derin bir bağ kurduk ve supramental âlemlerle ilgili güçlü izlenimler aldık. Auroville'nin merkezinde bulunan ve bu supramental kuvvetin dünyaya iniş aracını temsil eden altın bir küre olan Matriman-dir'de meditasyon yaparak bir hayli zaman geçirdik. Bir gün, şafak vakti meditasyon yaparken, Grace yakışıklı, uzun boylu, küle bulanmış, yeşilimsi-gri renkli, çıplak göğüslü, saçları tepede toplanıp omuzlarına lüle lüle inen, boyı8 B HAC A VAN İLE KARŞILAŞMA nunda ahşap boncuktan kolyeler olan bir varlık gördü. Bu varlığın çevresinde güçlü bir iyilik aurası vardı. Elini Grace'e uzattığında Grace onun elinde yumuşak yeşil ve pembe harelerle dönen, ışıldayan oval bir şey
tuttuğunu gördü. Sonra "kozmik yumurta" sözcüklerini işitti. Bu varlık Grace'in ona dokunabileceği kadar gerçekti. Grace onun kim olduğunu bilmiyordu, ama onu bana tarif ettiğinde ben onun Şiva olduğunu hissettim. Bu imge Grace'in bilincinde haftalar boyunca kaldı ve biz yolculuk yaparken onun bize rehberlik ettiğini hissettik. 2003 Ağustosu'nda, yine bu rehberlik doğrultusunda, Bha-gavan adlı bir avatarla karşılaştık. Ben onun Altın Çağ Vakfı ve iki İsveçli'nin, Jonas Lindquist ve Parlan Fritz'in kurduğu Küresel Bir'lik Vakfı'nm her yıl ortaklaşa düzenlediği Deneyim Festivali'nde bir konuşma yapmaya davet edilmiştim. Bir hafta süren bu olayın sonuna doğru Grace ve ben, festivale katılan diğer öğretmenlerle birlikte Bhagavan ile bir darşan (görüşme) yapmaya davet edildik. "Bhagavan" sözcüğü "ilahi avatar" veya "kutsamaları bahşeden" anlamına gelir ve Hindistan'da Tanrı'yı-realize-etmiş olanlardan söz edilirken genellikle kullanılan bir unvandır. Ancak Bhagavan'm durumunda bu bir unvan değil, onun, çevresinde belli spiritüel fenomenler meydana gelmeye başladığında devlet kayıtlarına giren yasal ismiydi. Bhagavan daha önce Kalki olarak biliniyordu, ama şimdi o insanların artık bu ismi kullanmamalarında ısrar ediyor. "Kalki" terimi Hindu kutsal metinlerinde Kali Çağı'nm sonunda doğruluğu ve adaleti sağlamak ve dünyayı iyileştirmek için onuncu kez geleceği vaat edilen Vişnu'yla da ilgili olduğundan, bu birçok kişi için çok fazla tartışma yaratıyordu. Bu çerçevede, Bhagavan eğer bu terim onun için geçerliyse, misyonunun dünyaya şifa ve aydınlanma getirmek olduğu-ZP AYDİNLANMA FENOMENİ nu hisseden herkes için de geçerli olduğunu belirtiyor. Tıpkı birçok Hıristiyan için "Mesih'in İkinci Gelişi"nin tek bir kişiyi değil, birleşik bilincin kolektif kuvvetini ifade etmesi gibi, "Kal-ki" de kolektif bir avatarik mevcudiyettir. Aydınlanan ve insanlığın aydınlanması için çalışan herkes bir Kalki'dir! Burada yine, özellikle Batılı okurlar için, bu kitapta sözünü ettiğim "Bhagavan"ın aynı unvanla anılan tanınmış spiri-tüel öğretmen Osho ile eşanlamlı olmadığını da vurgulamak isterim. Aslında, "Bhagavan" Hindistan'da çok yaygın olarak kullanılan bir unvandır . Bhagavan bir avatardır, avatar sözcüğü ilahi bilincin insanlığa inişi olarak tanımlanabilir. Hindu geleneğinde bir avatar ruhsal gelişimimizin durağanlaştığı ve bizi ileri doğru itecek ilahi bir müdahaleye muhtaç olduğumuz bir zamanda ortaya çıkar. Birçok türde avatar olabilir ve her bir avatarm rolü çok belirlidir. Avatarlar ya dünyevi ya da kozmik olarak sınıflandı-rılabilecek birçok bilinç düzeyinde çalışabilirler. Örneğin, Ein-stein bir fizik avatarıydı, Gandi bir şiddetsizlik avatarıydı, İsa bir sevgi avatarıydı ve Ramana Maharshi bir bilgelik avatarıydı. Bhagavan'm eşi Amma ile birlikte özel misyonu bir aydınlanma avatan, bir "mukti avatarı" olmaktır. Bhagavan ve Amma iki ayrı bedendeki tek bir avatarik bilinç olarak kabul ediliyorlar. Bhagavan ile karşılaşma unutulmaz bir deneyimdi. Biz Bhagavan'ı sıcak, bilge, pragmatik ve çok saydam bir insan olarak deneyimledik. Ona ne yaptığını sorduğumuzda, "dîkşa" olarak bilinen bir işlemle-süreçle aydınlanma hallerini aktarabildiğini söyledi. Bhagavan aydınlanmanın çalışarak elde edilemeyeceğini de belirtti. Eğer çalışarak elde edilebilseydi, şimdiye kadar her J° BHACAVAN İLE KARŞILAŞMA çağda bunun için çaba gösteren milyonlarca spiritüelin aydınlanması gerekirdi. Aydınlanma size ancak ilahi inayet yoluyla verilebilirdi. Bhagavan kendisinden bir teknisyen olarak söz ediyor ve beynin nörobiyolojik yapısını değiştirerek insamn bilincini kalıcı biçimde aydınlatmanın mümkün olduğunu söylüyordu. Doğrusu bu çok şaşırtıcı bir iddiaydı. Ben bu bildirime karşı hissettiğim tepkileri gözlemledim. Batı'da uzun yıllar yaşadığımdan ve satacak bir şeyleri olan gurular tarafından aldatılmaktan hep sakındığımdan zihnimde hemen kırmızı bir bayrak havaya kalktı. Aydınlanma insanın kendisinin elde etmesi gereken bir şey değil mi, diye düşündüm. Onu bir
başkası size nasıl verebilirdi? Ve bir ömür boyu nafile bir arayıştan sonra düşündüğüm gibi, buna yeterince inanırsan, zaten aydınlanmış olduğun doğru değil miydi? Yine de, Grace ve ben, her ikimiz de Bhagavan'ın sözleriyle güçlü bir rezonans ve kalplerimizde derin bir heyecan hissetmiştik. Sonra Amma'nın Nemam'daki doğum günü dar-şanmda bulunduk, burada halka ilk dîkşalar verildi, ondan hemen sonra da bir hafta süren "mukti" programına kaydolduk ve orada birkaç dîkşa daha aldık. Bu süreçte Grace'in şaşırtıcı bir değişim-dönüşüm geçirişini ve bunun sonucunda aydmla-nışmı izledim. Her ikimiz de uzun bir zamandır spiritüel bir yolda bulunuyorduk ve her türlü meditasyonu, psikoterapiyi, şifa tekniğini ve metafîziksel öğretiyi sadakatle uygulamıştık, ama her ikimiz de burada meydana gelene yakın bir şeyi hiç deneyimle-memiştik. İkimiz de Hindistan'a gelmemizin asıl nedeninin bu olduğunu kalben biliyorduk. Grace'in aydınlanmasından sonra Bhagavan ile konuşma fırsatı bulduk ve bu sırada ona benim neden Grace gibi aydınlanmadığımı sordum. Bhagavan bana, eğer istersem bunu heP AYDINLANMA FENOMENİ men sağlayabileceğini, ama eğer aydınlanma sürecim biraz daha yavaş ilerlerse insanlığa daha büyük bir hizmette bulunabileceğimi söyledi. Eğer bu süreci çok hızlı geçirirsem, onu yeterince derinlemesine gözlemleyemeyecektim. Ruhumun amacı, kısmen, bunu öğretebilmek ve bu konuda yazmaktı. Bu yeni açıklama karşısında ferahlamış ve heyecanlanmıştım. O ana kadar acaba bende bir yanlışlık mı var, yeterince hazırlanmadım mı, yeterince hak etmiyor muyum diye kay-gılanmıştım; zihnim, istediğini düşündüğü bir şey gerçekleşmediğinde hep yaptığı gibi sayısız açıklama üretmişti. Bhaga-van, yapmam ya da yapmamam gereken hiçbir şeyin olmadığı ve aydınlanmamın yakında gerçekleşeceği konusunda bana güvence verdi. O anda, her nedense, arayışımın artık sona erdiğini hissettim. Tüm yaşamım boyunca insanlığın Altın Çağ'a geçişine yardımcı olma ihtiyacı duymuştum ve çalışmamın bir sonraki düzeyi şimdi başlayabilirdi. "Senin bir kaderin var" dedi, Bhagavan bana, "ve o gerçekleşecektir." Bhagavan'm Altın Çağ'ı başlatacak temel bir vasıta olabileceğine inanıyorum. Ancak, onun da vurguladığı gibi, "Kalki" terimi sadece onu değil, insanlığın içine girmekte olduğu kolektif avatarik bilinci ifade eder. Her birimiz aydınlandığımızda bu Kalki bilincine gireceğiz. Bu kitap insanları nörobiyolojik bir işlemle-süreçle aydınlatmayı öğrenmiş olan belli bir avatarın öyküsü olarak görülebilir. Ama bu aynı zamanda, yeni bir çağın doğuşu yaklaşırken tüm insanlığı uyandırmak için dünyaya inen avatarik mevcudiyetin benzeri görülmemiş bu inişinin öyküsüdür. Bhagavan insanlığın kütlesel bir aydınlanmanın eşiğinde bulunduğunu iddia etmektedir, belki bu Sri Aurobindo'nun ve Ana'nın supramental kuvvetin inişi olarak gördükleri şeye benzemektedir. Bhagavan, bir kez aydınlanmış insanların "kritik 32 BHACAVAN İLE KARŞILAŞMA kütle"sine erişildiğinde kütlesel aydınlanmanın başlayacağını söylemektedir. Bhagavan'ın misyonu bu kritik kütleyi hazırlamaktır, ki sonra onlar dünyanın geriye kalanını aydınlatabilsinler. Bu gerçekleştiğinde, bu bugün karşımızda çok ağır bir biçimde beliren çevresel, siyasi, sosyal ve ekonomik krizleri kolayca çözecektir. "Aydınlanmak çok kolaydır" diye bitirdi sözlerini Bhaga-van, "ve herkes aydmlanmalıdır." Ben bu kitabın birçok kişiyi bunu yapmaya teşvik edeceğini umuyorum. Bhagavan, "Sonuçta" diyor, "bu enkarne olmuş ruhlar olarak bize sunulan gerçek ruhsal zenginliklerin sadece başlangıcıdır." Bunu izleyen günlerde her gün çevremde meydana gelen olağanüstü mucizelere tanık oldum; bunları sadece Bhagavan değil, aydınlanmış diğer kişiler de yapıyorlardı ve bu mucizeler fiziksel şifaları, ilahi yardımı, kurak topraklara yağmur yağdırmayı ve yeni ölmüş kişileri diriltmeyi içeriyordu. Hepsinin içinde en şaşırtıcı mucize, aydınlanma sürecinden geçen birisini izlemekti.
insanlığın tekâmül tarihiyle ilgili araştırmam beni bir Değişim'in yakın olduğuna ve yeni bir insanlık türünün doğmakta olduğuna ikna etmişti. Burada, tarihin gözlerimin önünde yazıldığını görüyordum! Aydınlanma çalışmasının bu aşamasının bir yıl önce, 2003 Ağustosu'nda başlamasından bu yana birkaç bin kişi aydınlanmıştı ve bu sayı hızla artmaya devam ediyor. Bu her birimiz için kişisel olarak ne anlama gelmektedir? Eğer buraya kadar okuduysanız, belki kendi ruhunuzda bu ilahi armağanı isteyen yankıları hissetmeye başlıyorsunuz. Siz bu özgürlük yolculuğuna nasıl başlayabilirsiniz? İnsanın durumuna özgü kontrolden ve sınırlamalardan nasıl kurtulabilirsiniz? Bunun için, önce aşağıdaki bildirimler üzerinde derinleB AYDİNLANMA FENOMENİ meşine düşünüp, daha ileriye gitmeden önce onlarla rezonansa girip girmediğinizi görmek isteyebilirsiniz: * İnsanın benliği ya da egosu ayrılık için programlanmıştır, ki bu insanın ıstırabının nedenidir. * Aydınlanma egodan öze geçiştir. * Aydınlanma ilahi inayetle gerçekleşebilecek nörobiyolo-jik bir olaydır. Dünyadaki tüm spiritüel uygulamalar bu olanak için sadece bir hazırlıktır. * Gezegenimiz yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İnsanlığı ancak küresel bir aydınlanma kurtaracaktır. * İlahi inayet bunu mümkün kılmak için dünyaya inmiştir. Aydınlanma artık kitlelere sunulmaktadır. * Şimdiden birkaç bin insan -bunun için yıllarca hazırlanmadan ve uğraşmadanaydınlanmıştır. * Dünyanın şimdi bunu bilmesi gerekmektedir. Başka bir şey için artık vakit yoktur. .W 3 Süreç. Başlıyor Grace'in aydınlanmasından altı ay sonra, 2004 Şubatı'n-da, yine Deneyim Festivali'nde bir konferans vermek için Bir' lik Üniversitesi'ne gittik. Festivalden sonra, bu kitapta yer vereceğim bilgileri toplamak için orada bir süre daha kalmaya karar verdik. Bu süreçte birçok insanın dîkşa alarak aydınlanma sürecinden geçtiğini gözlemledik. Bu gerçekten çok şaşırtıcı bir fenomendi. Ama, ben hâlâ kendi aydınlanma sürecimden geçmemiştim. Bu kitabı ilk yazmaya başladığımda, kitabın büyük bölümünü aydınlanmamış hal içindeyken yazmam gerektiğini, böylece aynı hal içindeki insanların durumunu daha iyi anlatabileceğimi ve kitabın sonuna kendi aydınlanma deneyimimi anlatan bir bölüm eklemeyi düşünmüştüm. Ayrıca, aydınlanma deneyiminden sonra bir süre derin samadhi haline girip, yazabilecek kadar iyi düşünemeyebileceğimden de biraz kaygılanıyordum. Kitabın ilk müsveddesini Bhagavan'ın en yakın öğrencilerinden olan bir kadın rehbere gösterdiğimde ve bu düşüncemi söylediğimde, o insamn durumunu gerçekten anlayabilmem için önce bu aydınlanma sürecinden geçmem gerektiğini söyledi. Bunu yapana dek ancak kendimi ve dünyanın neye ihtiyacı olduğuyla ilgili kendi fikirlerimi anlatabilirdim. Ayrıca İS AYDINLANMA FENOMENİ ben kitapta metafiziği çok kullanmıştım, oysa Bhagavan'ın öğretileri hiç de metafiziksel değildi, bunlar tümüyle deneyimle-nen empirik öğretilerdi. Bu rehber benim aydınlanmadan sonra yazı yazamayabileceğimle ilgili korkuma da sadece güldü. Zihnin sürekli gevezeliğinin yarattığı parazit olmadan, daha önce hiç olmadığı kadar iyi odaklanabilecektim. Sorularımın altında bir güven sorunu olduğunu fark ettim. Ben zihnimin belli bir biçimde işlemesine güvenmeye alışmıştım ve "benim" olduğunu düşündüğüm aynı netliğe ve akışa erişemeyeceğimden korkuyordum. Zihnim benliğimi yitirmeyi, tasasız ve akılsız biri olmayı içeren bir vizyon üretmişti. Bunu o rehbere anlattığımda, o yine güldü ve sadece aşina olduğum tüm olumlu ilhama erişmekle kalmayacağımı, artık tüm evrenin benim kanalımla yazabileceğini söyledi!
Evreni benden ayrı, kaderimi -benim kendi çabalarımla yapmaya muktedir olduğumdan- daha az anlamaya ve gerçekleştirmeye muktedir olarak gördüğümü fark ettim. Yaşamımın büyük bölümünü İçimdeki İlahi Mevcudiyet duygusuyla yaşamış olmama rağmen, bunu koşulsuz bir güvenle yapamamıştım. Evren'in bilinçli ve canlı bir zekâ olduğuna tam olarak inanamamıştım. Zihnimin bir yanı hâlâ, eğer "ben" yok olursa, Evren'in işlerimi berbat edeceği fikrine tutunuyordu. Ben Evren'i ilahi biçimde biünçli, en yüksek derecede zeki, sürekli tekâmül eden, eşzamanlı bir bilgelik ve güzellik kuvveti olarak deneyimleyememiştim. Bunların doğru olduğunu biliyordum, ama yine de tam olarak deneyimleyememiştim. Metafiziksel gerçekleri araştırarak geçirdiğim onca yıldan sonra bu hâlâ benim için, büyük ölçüde, bir kavramdı. Bir'lik Üniversitesi'nde yaşananlarla ilgili fikirlerimi kitapta anlatırken, ağırlıklı olarak öğretilere ve kavramlara dayanmış olduğumu anladım. O öğretilerle ne kadar çok rezo36 SÜREÇ BAŞLİYOR nansa girmiş olursam olayım, onları doğrudan deneyimleme-miştim ve bu yüzden onlar hakkında ancak dolaylı bir metafi-ziksel perspektiften konuşabilirdim. Bu harika bir metafizikti ama direkt empirik bir deneyim değildi ve bu yüzden sadece bir kavramdı. Yazdıklarımın çoğunu yeniden yazmam gerektiğini ve ancak direkt deneyimin sonucunda yazdığımda sözlerimin etkili olacağını anladım. Ayrıca, hâlâ bilinçaltı olarak ceza veya kayıtsızlıkla ilişkili olan bir Tanrı kavramına sahip olduğumu da fark ettim. Tanrı'nin benim en iyi dostum olabileceğine ve en yüksek mutluluğumla gerçekten ilgileneceğine tam olarak inanmıyordum. Hâlâ, sürekli olarak beni "sınayan," değerliliğimi ve sevgimi kanıtlamam için yoluma engeller koyan bir Tanrı'ya inanıyordum. Hâlâ, "en yüksek hayrım için" ıstırap çekmeye devam etmem gerektiğine inanıyordum. Benim kendi aydınlanmama gerçekten teslim olmamı engelleyen bu Tanrı versiyonuydu. Bhagavan, "İlişkiye girmeyi seçtiğimiz Tanrı versiyonunu tasarlamak bize bağlıdır," der ve kıskanç ya da cezalandırıcı bir Tanrı versiyonunun bize bu derin inayet armağanım, yani aydınlanmayı vermeyeceğini hatırlatır. Bunları idrak ettikten çok kısa bir süre sonra Bhagavan' in en yakın öğrencilerinden bir diğeri gelerek ertesi günden itibaren beni aydınlanma sürecine sokacaklarını bildirdi. Normal beş günlük kurslardan farklı olarak, bu festivale katılan bizim gibi öğretmenler için daha uzun bir kurs olacaktı. Bu kurs başkalarına dîkşa aktarmaya muktedir kılınmayı da içeriyordu. Benim grubumda yedi kişi vardı. Bu kurs on yedi gün sürdü ve gerçekten de yaşamımın en büyülü deneyimi oldu. Şimdi anlıyorum ki, tüm yaşamımı metafiziksel öğretileri inceleyerek ve uygulayarak geçirmiş olduğumdan, zihnim Tan37 AYDINLANMA FENOMENİ rı, ruh, evren ve sevgiyle ilgili kavramlarla ve aydınlanmanın nasıl olması gerektiğiyle ilgili kavramlarla doluydu. Tüm bu kavramlar yok oldu. Yaşamım boyunca deneyimlerimi önceden var olan kavramlara uydurmaya çalışmıştım. Kavramlar yok olduktan sonra şimdi gerçeği doğrudan deneyimleyebilir-dim! 'Sonra, bu kitap kendi kendini yeniden yazmaya başladı. Kendi deneyimlerimi kitabın son bölümüne bırakmak yerine, onlarla başlamaya karar verdim. Ancak kişisel deneyim onlara eşlik ederse öğretilerin etkili olacaklarını anladım. Öğretiler, deneyimin yerine geçtiklerinde sadece yararsız olmakla kalmaz, bizi zihnin tuzaklarının daha derinlerine götürürler. Ancak deneyimi yaşarken öğretiler gerçekten özümsenebilirler. On yedi günlük bu aydınlanma kursu sırasında yedi "dîkşa" aldım. Bir dîkşa Bir'lik Üniversitesi'nin üyeleri/rehberleri tarafından kanalize edilen, uygulamalı bir güç aktarımıdır. Dîkşa verildiğinde, o beyinde bir dizi nörobiyolojik değişimi başlatır. Beynin ön loplarmdaki belli bölgeler aktive olurken, yan loplardaki belli bölgelerin aşırı aktifliği azalır, bu en sonunda realitenin tümüyle farklı bir biçimde algılanmasıyla sonuçlanır ki bu aydınlanma hali olarak bilinir. Buna ek olarak, iki beyin yarıküresini birbirine bağlayan sinir dokularına (cor-pus collosum) enerji verilir, bu iki yarıkürenin
senkronize olmasını ve birlikte çalışmasını sağlayarak, beynin işlevlerinin -çoğumuzda uykuda bulunan- yüzde doksanını uyarır. Ben her bir dîkşayı aldığımda, o nörobiyolojik yapımda çok maksatlı biçimde değişimler yarattı ve bu güçlü içgörüle-rin eşlik ettiği değişik bilinç hallerini deneyimlememe yol açtı. Bir dîkşayı izleyen zirve deneyimi genellikle altı ila on iki saat, bazen daha da uzun sürer. Bu dîkşalardan biri esnasında, yapmam gereken şeyin bu kitabı yazmak değil, kitabın kendisi ol38 SÜREÇ BAŞLiyOR mak olduğunu anladım. Ben dîkşalarla ilgili kendi sürecimi ve deneyimlerimi onları okuyanların öğretileri kavrayabilecekleri ve enerjiyi hissedebilecekleri şekilde aktarmalıydım. Ama bunun için son derece açık ve dürüst olmalıydım. Sadece Bir Zihin vardır. Yaşamlarımızın ayrıntıları farklı olsalar da, her bir zihnin içeriği temelde aynıdır: Kıskançlıklar, arzular, güvensizlikler, korkular, vb. Benim kendi sürecimi anlatmam böylece her bir kişide aynı süreci başlatabilir ve bir tür dîkşa görevi görebilirdi. Belki Bhagavan benim aydınlanma sürecini onu yazabileceğim kadar yavaş deneyimleme-mi istediğini söylediğinde bunu kastediyordu. Sonraki birkaç bölümde bunu yapmayı amaçlıyorum. Her bir bölüm Bhagavan'm "rehberimiz" tarafından aktarılan öğretilerini ve bunu izleyen dîkşada o öğretiye karşılık gelen deneyimi içermektedir. Ben öğretilerin birçoğunu konuşmalar ya da diyaloglar olarak yazdım. Onlar rehberler tarafından kullanılan tam doğru sözcükler olmayabilir, ama bu tarzın okurun konuya daha çok girmesini sağlayacağını düşündüm. Kitabın ikinci kısmında tamamen aydınlanma öğretilerine ayrılmış birkaç bölüm yer alıyor, ama o bölümlere geldiğinizde bu öğretileri içine yerleştireceğiniz daha geniş bir çerçeveye sahip olacağınızı umuyorum. Ben Bhagavan'm mevcudiyetinin sürecin zamanlamasından, dîkşa deneyimlerimi düzenlemeye ve bu yazılardan akan yaratıcı enerjiyi esinlendirmeye dek tüm süreçte rol oynadığını hissettim. Aydınlanmadan sonra tasasız ve akılsız biri haline geleceğimle ilgili korkuma gelince, bu konuda söyleyebileceğim tüm şey, zihnimin daha önce hiç bu kadar keskin, bu kadar odaklanmış, yeni ifade biçimlerine bu kadar açık olmamış olduğudur. Sizden bu yolculuğa kendi verdiğiniz karşılıkları derinle39 AYDINLANMA FENOMENİ meşine hissetme niyetiyle girmenizi rica ediyorum. Belki Amma ve Bhagavan ile de bir bağ kurmak ve kendi sürecinize başlarken onların inayetini davet etmek isteyebilirsiniz. Bunun kimsenin dinî inançlarıyla çatışması gerekmez. Aydınlandığınızda Tanrı'nm -sizin yüzünüz de dahil olmak üzere- tüm bu ayrı yüzlerinin aynı Bir'liğin bir parçası olduklarını idrak ediyorsunuz. Ya da kendi Tanrı ya da Tanrısallık kavramınızdan bu yolculukta size rehberlik yapmasını isteyebilirsiniz. Bir'lik Üniversitesi'nde kullanılan ve yararlı olabilecek bir mantra var. O "moolamantra" olarak bilinir. Amma ve Bhagavan'ın avatarik bilinci de dahil olmak üzere, tüm tezahür etmemiş ve tezahür etmiş formları içinde ilahi bilinci uyandıran bu mantra şöyledir: "OM Satchidananda Parabrahma Purushottama Paramatma Shri Bhagavati Sameta Shri Bhagavate Namaha" 40 4 Zihnin Lağımları Öğretmenimiz ve rehberimiz, Bhagavan'm öğretilerini bize anlatmaya başladığında "Zihin bir lağım gibidir" dedi. "Biz onun üstünü altın bir kapakla örteriz, ama aradan pis koku yine de sızar. Bu koku tüm evi doldurur, ama biz altın kapağa hayran olmakla o kadar meşgulüzdür ki bu kokuyu algılamayız. Biz kim olduğumuzu bilmeyiz. Altın kapak diğer kişilerin bizimle ilgili kavramından oluşur ve biz kendimizden böyle söz ederiz. Kendimizle ilgili bu imajlara bağlanırız." "Lağımı temizlemek yerine," diye devam etti rehberimiz, "altın kapağa bakıp dururuz, ki bu bizi kendimiz olarak bildiğimiz ve umarsızca örtüp maskelemeye çalıştığımız tüm mutsuz, kendine-hizmet-eden, sevgisiz güvensizliklerden,
kıyaslamalardan, yargılamalardan, şehvetlerden ve acıdan uzaklaştırır. Birisi bize ne kadar yararlı olduğumuzu söyler, böylece kendimizi ne kadar boş hissedersek hissedelim, kendimizi iyi hissetmek için gidip herkese yardım etmeye çalışırız. Biz kirli olduğumuza inanırız, bu inancı çevremizdeki dünyaya yansıtırız, böylece insanlar bize hak ettiğimize inandığımız biçimde davranırlar. Biz daima kendimizle ilgili kavramlarımızı güçlendiririz. "Bu kavramlar odanın ortasındaki ölü bir sıçan gibidir. Biz onu süpürüp halının altına sokarız, ama pis koku kaybolAYDINLANMA FENOMENİ maz. Böylece onun üzerine daha büyük bir halı örter ya da havaya bir parfüm sıkarız, ama en sonunda pis koku daha güçlü bir biçimde ortaya çıkar. Bizim o sıçanı bulup odadan çıkarmamız gerekir. "En büyük pis koku spiritualite ve aydınlanma kavramlarımızdan gelir. Aydınlanma deneyiminin yerine aydınlanma kavramlarını geçiririz. Aydınlanmanın bir aziz gibi olmak olduğunu düşünür, böylece azizliğe erişmeye çalışırız. Aydınlanmanın bilgilenmek olduğunu düşünür, bilgiye erişmeye çalışırız. Aydınlanmanın kusursuzluk olduğunu düşünür, kusursuzluğa erişmeye çalışırız. Sonuçta kendimizi zihnimizin -tüm kavramlarımızın, beklentilerimizin ve ideallerimizinhapishanesine sokarız. "Dîkşa verildiğinde o tüm bu benlik-kavramlarmızı yarıp geçer. Eğer bu kavramları bırakmaya ve aydınlanmamış halinizde kendinizle ilgili gerçeği dürüstçe görmeye başlayabilirse-niz, bunun yardımı olur. Kendi maskelerinize, imal ettiğiniz tüm duygularınıza, kendinizi-suçlamalarmıza ve tüm güvensizliklerinize bakmaya başlayın. Ancak siz kendinizi olduğunuz gibi, gerçekten gördüğünüzde ilahi inayet gelebilir. "Biz kendimizi savunmasız bir biçimde gördüğümüzde, en derin korkularımızın ortaya çıkmalarına izin verdiğimizde artık kendimiz ve başkaları için tehlikeli olmayız. Paradoksal bir biçimde, ancak çirkinliğimizi kabullendiğimizde gerçekten özgür olabiliriz. O zaman küçük bir çocuk gibi oluruz. Aı-tık altın kapakla pis kokuyu örtmeye ihtiyaç duymaz, onun yerine gidip o lağımı temizleriz. İşte ilk birkaç dîkşa bunu yapacak" diye ekledi rehberimiz. "Onlar bu lağımları açmanıza yardımcı olacaklar. "O lağımları temizlemek sadece dürüst bir gözlem meselesidir. Bu bir soğanın kabuğunu soymak gibidir. Soğanın kaPZİHNİN LAĞIMLARI buğunu soyarsınız, ama en dibine indiğinizde bile o hâlâ bir kabuktur. Aydınlanma soğanın yok olması anlamına gelmez, o artık ardına saklanacak bir soğan kavramı olmadığı anlamına gelir. Biz korkularımızı görürüz, ama onlar bizi yönetemezler, şehvetlerimizi görür ama onları örtbas etmeyiz, güvensizliklerimizi görür ama onları kabulleniriz. "Bizim lağımlarımızın en dibine inmemiz gerekmez," diye devam etti rehberimiz. "Bu kusursuzluk travmasıdır. Eğer nevrotik dramlarımızı sonuna dek görebilirsek, bu yeterli olur. O zaman ilahi inayet gelir. Ama onun nasıl ve ne zaman geleceğiyle ilgili bir beklenti oluşturmamalısınız." Rehberimiz sonra bana bakarak, "Metafîziksel bilgi ile empirik deneyim arasında bir fark vardır" dedi. "Biz bir 'ruh' idealini metafîziksel olarak yaratır ve sonra bu ideal imajı tutturup sürdürmeye daha çok çalıştıkça zihnimizde muazzam bir çatışma yaratırız. Kusursuzluk imajımız ne kadar büyükse, kendimizi ondan o kadar uzak buluruz, takmak zorunda olduğumuz maskeler o kadar büyük olur ve o kadar çok çatışma yaşar ve acı çekeriz. Spiritüel yolda ne kadar uzun bir zamandır bulunuyorsak, o kadar çok kavram oluşturmuşuzdur ve onları bırakmak o kadar zor olur. "Empirik bilgi, içinde bulunduğunuz anı deneyimlerken kendinize karşı dürüst olmanızla ilgilidir. Kendinize karşı ne kadar dürüst olursanız, aydınlanmamış kişinin nasıl maskelerden, beklentilerden ve ideallerden oluştuğunu ve tüm bunların derin güvensizlikleri, kendini-suçlamaları, temeldeki yalnızlığı ve ruh kaybını örtbas etmek için olduğunu o kadar çok göreceksiniz. Bununla başlayın, bunu araştırın. Bu çirkinlik çekirdeğine ne kadar derinlemesine girerseniz,
ondan o kadar az korkacaksınız ve hissettiğiniz çatışma ve ıstıraptan o kadar çok kurtulacaksınız." 43 AYDINLANMA FENOMENİ Ben deneyimin enginliği içinde zihnimizin çok küçük bir şey olduğunu fark ettim. Tüm evren akıp geçerken biz küçük düşüncelerimize tutunuyoruz. Gerçek çok sade ve basit olduğu halde, metafiziksel kavramların bizi boğmalarına izin veriyoruz. Aydınlanmış bir kişi bir ağaca baktığında sadece bir ağaca bakmaktadır. Aydınlanmamış kişi o ağaç hakkında "Ah, kozmik birleşme yaşıyorum, bu ağaçla bir oldum," gibi kavramlar oluşturur. Oysa olacak bir şey yoktur. Aydınlanma realiteyi olduğu gibi görmektir. "Bazen kendimize acıyıp dururuz" der, kadim bir Ojib-way deyişi, "ve bu sırada büyük rüzgârlar bizi gökyüzünde bir uçtan bir uca götürürler." *** İlk dîkşa o akşam verilecekti. Rehberimiz bu dîkşamn amacının zihnimizin lağımlarını incelememizi sağlamak olduğu konusunda bizi tekrar uyardı. Bir alkolik "dibe vurana" dek alkole olan tutsaklığından kurtulamazdı. Aynı şekilde, zihnimizin esaretini tam olarak deneyimlemedikçe özgürlüğü aramazdık. Öğretilerin verildiği salonda otururken, içeri iki rehber daha girdi. Onlar kendilerini Bhagavan'ın enerjisine açmaya başladıktan sonra yüksek vecit hallerine girmeye başladılar ve bedenleri Bhagavan'ın inayetinin kanalları haline geldi. Biz birer birer gidip onların önüne oturduk ve bu dîkşacı rehberler ellerini başlarımıza koyarak nörobiyolojik yeniden-yapılan-dırma sürecini başlattılar. Dîkşayı aldıktan sonra bize odalarımıza gidip yatmamızı söylediler. Yatağımda uzanırken, yavaş yavaş içimde büyük bir huzursuzluk hissetmeye başladım. Sosyal dış kişiliğim da44 ZİHNİN LAĞIMLARI ğılmaya başladı ve insanları manipüle etmek ve istediklerimi elde etmek için onlarla oynadığım oyunları ayrıntılı olarak görmeye başladım, tüm bu süreçte kendimle ilgili iyi, sevecen, bilge, dürüst ve spiritüel bir imaj sunmaya çalıştığımı da gördüm. Yargılamalarımı ve kıyaslamalarımı, kıskançlıklarımı ve içerlemelerimi gördüm, yine bu süreçte kendimi ruhen tekâmül etmiş olduğuma umarsızca inandırmaya çalıştığımı da gördüm. Saldırganlığımı ve hiddetimi izledim, sonra onları bastırı-şımı izledim. Dışsal olarak hâlâ içerleyerek, içsel olarak hâlâ suçluluk duyarak bağışlamaya çalışırken zihnimde meydana gelen çatışmaları izledim. Kusursuz olma, özel olma, benzersiz olma ihtiyacımı izledim. Yıllar boyunca büyük bir özenle oluşturmuş olduğum ve üzerine titrediğim spiritüel kimliğime yönelik gerçek ya da hayali saldırılara karşı savunmacı bir biçimde tepki gösterişimi izledim. Zihnimin sağlıksız işleyişine ve "çirkinliğine" büyük bir dehşetle tanık olmaya başladım, ki Bhagavan bunu her türlü ben-merkezci faaliyet olarak tanımlar. Bunun en spiritüel güdülere bile uzandığını görebiliyordum. Ben iyi davranmaya ko-şullandırıldığım için mi iyi davranıyordum? Bir aziz gibi davranmaya çalışarak birilerini etkilemeye mi çalışıyordum? Hayır demeye korktuğum için mi insanlara yardım ediyordum? Karşılığında sevgi görmek istediğim için mi seviyordum? Bilge ve harika biri olarak mı tanınmak istiyordum? Kendimi içsel olarak çok boş hissettiğim için mi bir seminerden diğerine koşuyor, kendimi yoluma çıkan her "yüksek" şeyle dolduruyor-dum? Benlikten kurtulmaktan söz ederken, bunu kurduğum spiritüel binada bir başka yapı taşı olarak kullanmak için mi yapıyordum? Tanrısal Olan'm hizmetinde olduğumu belirtirken bile, yaşamımın yönetiminin tamamen bende olmasını mı 4.) AYDINLANMA FENOMENİ istiyordum? Aydınlanmaya bile kendi çabalarımla erişmek ve böylece en sonunda aydınlanma tacını kendi kafama gururla takabilmek mi istiyordum? Tüm yaşamımın ne kadar muhtaçlık ve gerçeklikten yoksunluk içinde geçmiş olduğunu gördüm. Kendim olduğumu düşündüğüm bu harika kişiliğin zihninkontrolündeki bir robottan başka bir şey olmadığını gördüm. Gözlemlemeye devam ettikçe, yıllar içinde kendi çevremde bir dizi kimlik oluşturmuş olduğumu fark
ettim. Spiritüel kimlik hepsinin içinde en kötüsüydü. Ben bir spiritüel öğretmen ve şifacıydım. Duyarlı ve şefkatliydim. İyi bir kişiydim. Dünyayı iyileştirme misyonum vardı. Bilge, sevecen ve derindim. Kendimle ilgili bu imajla çok özdeşleştiğimi, öyle ki bu kimliklerin bir maske haline geldiğini gördüm. Birileri içimi, içimdeki savunmasız ya da kuşkulu, öfkeli ya da hırslı, sevgisiz ya da korkak, sıradan ya da yüzeysel, üzüntülü ya da utangaç yeri görmesin diye bu imajı dikkatle koruduğumu gördüm. Onaylanmak, kabullenilmek, sevilmek için duyduğum umarsız ihtiyacı gördüm. Ayakta kalmak için çevremdeki dünyayı nasıl yiyip bitirmekte olduğumu fark ettim. Daha fazla ve daha büyük daha iyiydi. Bunun -ister maddi bir kimlikle, ister spiritüel deneyimlerle ilgili olsun- benim için ne kadar geçerli olduğunu fark ettim. Kusurlarımı nasıl süsleyip erdemlermiş gibi gösterdiğimi fark ettim. Başkalarına karşı duyduğum korku "yalnızlık" ihtiyacı olmuştu. Ayağa kalkıp sövüp sayacak cesaretim olmadığı için "alçakgönüllülük" geliştirmiştim. Yalnız kalmaktan çok korktuğum için "sevmiştim." Gidecek başka bir dünya olmadığı için "dünyayı kurtarma" misyonunu üstlenmiştim. Orada yatarken ve bunları görürken hiçbir yerde hiçbir sevgi bulamadım. Gerçekte ne kadar sevgisiz olduğumu, egomun ne kadar kıi'ügan ve içi boş olduğunu anladım. 46 ZİHNİN LAĞIMLARI İnsanları gerçekten sevmediğimi fark ettim. Onlarla -bu ister sevgi, ister para, itibar, isterse kendimi geliştirme fırsatları olsun- bana verebilecekleri şey için ilişki kuruyordum. Belki onlar benim ışığımı fark edebilir ya da bana benim hakkımda iyi şeyler söyleyebilirlerdi. Ya da belki bu bana kendime onlardan daha iyi, daha bilge, daha ileri, daha bilgili, daha sevecen olduğumu söyleme fırsatı verebilirdi. Ya da belki, gerçekte kendi ışığıma inanmadığımdan, onların ışığının beni etkilediğini ve ısıttığını hissedebilirdim. Kendimi de fazla sevmiyordum. Kendimi sürekli olarak başkalarıyla kıyasladığımı ve benlik duygumun başkalarının beni nasıl algıladıklarını hissetmekten ve yeterince iyi, sevilebilir ya da güzel olduğumu düşünüp düşünmememden kaynaklandığını gördüm. Ve bu yüzden elbette her zaman en iyi yüzümü takınmak zorundaydım. Spontaneliğimi ve çocuksu hayret duygumu yitirmiştim. Ruhumdan yaşama yeteneğimi yitirmiştim. Gerçekten de, ruhumu hiç gerçekten tanıyıp tanımadığımdan kuşku duydum. Bildiğim tüm şey zihnin spiritüel bir labirentiydi. Sonra durum iyice sinsileşti. Üzerimdeki kontrolünü yitirmekten korkan zihin kendisinin giderek daha çirkin versiyonlarım üretmeye başladı. Kendimi muazzam bir depresyon, kendini-kmama, paranoya, acı yaşarken ve sanki o gerçek olan tek şeymiş gibi bu son illüzyonu umarsızca beslerken buldum. Ergenlik çağımdan gelen derin "ilk günah" koşullanmasını yeniden yaşadığımı gördüm. Ben toprakta sürünen, sadece acı çekmeye layık olan bir solucandım. Gerçekten, beni kurtaran sadece bu ıstırap oldu ve daha fazla ıstırap çektikçe daha fazla kurtuldum. Istırap çekmek yaşamımın en yüksek anlamı oldu. İlk çocukluğumun koşullanmasına geri döndüm. Benim ihtiyaçlarım önemli değildi. Sadece diğerleri önemliydi. Ben 47 AYDİNLANMA FENOMEN! kendim için var olmuyordum. Ben bir hiçtim. Güçsüzdüm. İçim boştu. Birden, ömrüm boyunca aydınlanmak için uğraşmış olmamın bu boşluğa bir anlam verme arzusundan kaynaklandığını fark ettim. Hepsi bu kadardı. Lağım tankının dibine ulaşmıştım. Zihnin çalkalayabileceği daha fazla bir şey yoktu. Uykuya daldım. Garip bir biçimde, bu dîkşa sırasında, bir idrake eriştiğim her seferinde muazzam bir iç rahatlaması, büyük bir ferahlama hissettim. Kendine-acıma ve kendini-suçlama çukurundan sürünüp çıkmak bir ferahlamaydı, spiritüel egonun maskelerini çıkarmak bir ferahlamaydı ve zihnimin çirkinliğini görmek bir ferahlamaydı, böylece artık bu mücadeleyi sürdürmek zorunda değildim. Mücadelenin sadece, kendini "ben olmayan" ve kötü olarak tanımlayabileceğim bir başka şeye karşı benim iyi olduğuma ikna etmeye çalışan "ben"den kaynaklandığını gördüm. Ben bu "kötü"yü sürekli olarak başka insanlara, başka koşullara veya "bilinçaltı benliğim"in bir parçası olan gölge veçhelerime projekte ediyordum.
Kendimi tüm çirkinliğimle görebildiğimde, en nihayet realiteyle uzlaşabildim. Artık ona direnmek, hatta onu kişisel olarak almak zorunda değildim. Hatta, tüm bu dramdan biraz sıkıldım. Sonuçta, o benim kendi zihnim bile değildi. "Ne gariptir ki" demişti rehberimiz, "çirkinliğinizi açıkça gördüğünüzde artık onu sergilemeniz gerekmez. Çirkinliğinizi açıkça gördüğünüzde, artık çirkin bir biçimde davranmanız gerekmez." Ben "iyi görünmeye" çalışmaktan vazgeçtiğimde, gerçekten kendim olabilirim. Evrene karşı giriştiğim savaş sona ermişti! 48 5 Çoklu Kişilik Bir sabah rehberimiz söze, "Zihnin daima iki yanı vardır" diyerek başladı, "iyi ve kötü, doğru ve yanlış, ideal ve gerçek. Onlar birbirleriyle daima çatışma içindedirler. "Biz hep bu yanların en parlak olanlarını seçer, onlarla özdeşleşir ve buna kendi 'benliğimiz' deriz. O zaman başka her şey benliğin içerikleri haline gelir. Onlar 'bizim' düşüncelerimiz, 'bizim' duygularımız olurlar. Aydınlanma böyle bir benliğin olmadığını, bunların tümünün bizim kişiliklerimiz olduklarını idrak etmektir. "Biz realiteye daima göreceü bir perspektiften bakarız," diye devam etti rehberimiz. "Bir nehir sadece kıyıları tarafından tanımlanır. Zihnimiz düşüncelerimizi -çakıl taşlarını içeren bir kap gibi- içerir. Bizim kendimizi tanımlamak için göreceli bir nesneye, kendi benliğimizi tanımlamak için göreceli düşüncelere ihtiyacımız vardır. Aydınlanma bu kabı kırmaktır. "Biz zihnimizin bir yanından öbür yanma atlarız; bizim nefret dolu düşüncelerimiz vardır ve sonra kendimize böyle nefret dolu düşünceler düşünmememiz gerektiğini, bağışlayıcı olmamız gerektiğini, karşımızdaki kişinin aslında öyle demek istemediğini, elinde olmadan öyle davrandığını söyleriz ya da onun bu nefreti hak ettiğini söyler, nefretimizi mazur göstermek için her türlü nedeni ve gerekçeyi kullanırız. 49 AYDINLAN MA FENOMENİ "Böylece nefretimize sahip çıkmaz, o bize ait değilmiş gibi davranırız.. Kendimizin idealleştirilmiş bir imajını yaratır ve ona kendi 'benliğimiz' deriz. Metafiziği inceledikçe bunu 'ruhumuz' olarak bile adlandırırız ve ruh arındırılması gereken düşüncelerimizin ve hislerimizin aksine tümüyle iyi olur ve böylece onu daha kabullenilebilir kılmak için karanlık yanımızı veya 'bilinçaltımızı' arındırma çalışmasına girişiriz." Bu kavrama karşı içimde bir direnç hissettim. Zihin illüzyonlarının paramparça edilmesinden hoşlanmaz. Tanımı gereği ilahi ve kalıcı olan bir ruha sahip olmadığımı düşünmek hoşuma gitmedi. Bana göre, kalıcılığın olmaması var olmamak anlamına geliyordu ve bu benim ruhun ve evrenin doğasıyla ilgili en aziz tuttuğum inançlarıma aykırı düşüyordu. Rehberimiz benim sahip olduğum tüm şeyin metafiziksel kavramlar olduğunu ve benim bir deneyimi bu kavramlara uydurmaya çalıştığımı söyledi. O ruhun var olmadığını değil, aydınlanmadan önce, ruhun sadece bir kavram olduğunu söylüyordu. Aydınlanmadan sonra, ben ruhu tamamen yeni bir biçimde dene-yimleyecektim. Aslında, benim kendimi deneyimlemem ruhun kendisini deneyimlemesi olacaktı. Ben onun zihinlerimiz tarafından bilinçte yaratılan bölünmeyle ilgili sözleri üzerinde düşünürken, bu bölünmeyi Tanrı kavramlarımıza bile projekte ettiğimizi fark ettim. Dünya dinlerinin çoğunda Tanrı iyi, bilge, sevgi dolu, güçlü vb.'dir. Bu Tanrı'nın olumsuz kişiliklere de aynalık yaptığını düşünemediğimizden, rahatça ve orantılı biçimde kötü olan bir şeytan karşılığını yaratırız. Tanrı (God) ve şeytan (devil) sözcüklerimiz bile "iyi" (good) ve "kötü" (evil) sözcüklerinden türetilmişlerdi! Tanrı'nın genellikle otoriter bir erkek figür olarak algılanması kolektif insan psişemizle ilgili neyi gözler önüne seriyordu? Bhagavan fo ÇOKLU KİŞİLİK Tanrı'nın, hangi veçhesiyle ilişki kurduğunuza bağlı olarak, hem erkek hem de dişi olduğunu vurgular.
"Biz olumsuz kişiliklerden kaçamayız" diye vurguladı rehberimiz. "Onların hepsi sizin bir parçamzdır. Bizim ideal bir benlik duygusunu korumak için sürekli çaba göstermemiz aynı zamanda bu olumsuz kişilikleri sürekli olarak yadsıdığımız, bastırdığımız, suçladığımız ya da onları başkalarına veya kendimize projekte ettiğimiz anlamına gelir." Ani bir içgörüy-le, spiritüel arayışımın çoğunun olumsuz kişiliklerimden kaçmaya çalışmakla ilgili olduğunu fark ettim. Ayrıca, ruhla ilgili kavramlarımın birçoğunun zihnimin benliği daha da yükseltme çabasından başka bir şey olmadığını da acı verici bir açıklıkla fark ettim. Bu zihnin kendi aydınlanmasını yaratmaya çalışma biçimiydi. "Biz aydınlanmayı arayan bir arayıcı kişilik geliştiririz," diye devam etti rehberimiz. "Ama arayıcı da kişilikler nehrinin bir parçasıdır ve bunu bilmez. "Bir kişi yoktur, sadece kişilikler vardır. Bir düşünen yoktur, sadece düşünceler vardır. Aydınlanmadan sonra, bu çok açık biçimde algılanır. Sadece, büyük sessizlikte ortaya çıkıp kaybolan, ortaya çıkıp kaybolan bilinç kabarcıkları vardır. Aydınlanma zirve deneyimi sırasında bu kabarcıklar bile kaybolur, geriye sadece boşluk, büyük sessizlik ve tam bir mutluluk kalır. Zirve deneyimi sona erdikten sonra, zihnimizle ilişkimiz ebediyen değişir. Artık bir enerji şarjı, düşüncelerimizin bir sahipliği yoktur, dolayısıyla dualite de yoktur. İyi, kötü ve çirkin, hepsi eşit derecede bulunur ya da hiç bulunmazlar. Artık onların hiçbiri gerçek değildir, hiçbiri benlik olarak sabitlen-mez ve dolayısıyla hiçbiri bir diğerine tercih edilmez. "Aydınlanmamış kişi benliğin sürekli olduğu illüzyonu altında yaşar," dedi rehberimiz. "Bazıları benliğin gerçekliğine, f AYDINLANMA FENOMENİ bazıları da bir benlik olmadığına inanırlar. Bhagavan, sabit ve kalıcı bir varlık olarak benliğin bir illüzyon olduğunu, var olanın sadece her an ve her deneyimle ortaya çıkan ve kaybolan bilinç olduğunu söyler. Dîkşa verildiğinde, beyin öyle bir şekilde yeniden-yapılanır ki o artık her biri kendi zihinsel içeriğine sahip olan ve her biri ortaya çıkıp sonra kaybolan sonsuz bir kişilikler akışını gözlemlemeye muktedir olur. Bu, otuz beş milimetrelik bir filmi alıp onu ayrı varoluş çerçevelerini gözlemleyebilecek kadar yavaşlatmak gibidir. "Siz aydınlandığınızda," diye devam etti rehberimiz, "artık yargılamanıza ve kıyaslamanıza gerek kalmaz. Tüm yaratılış dansının içinizde meydana geldiğine tanık olur, ama onun hiçbiriyle özdeşleşmezsiniz. Kişiliklerinizin hiçbirinin kalıcı olmadığını, her birinin eşit derecede geçici olduğunu görürsünüz. Olumlu kişiliklere bağlanmaz, olumsuz kişilikleri suçlamazsınız. Onlar anbean ortaya çıkıp sonra kaybolan geçici mevcudiyet kabarcıkları gibidirler. Düşünceler, hisler, duyumlar ortaya çıkıp sonra yine sessizlikte kaybolurlar. Siz artık 'siz' olarak tanımladığınız tekil bir sürekli benlik bulamazsınız." Rehberimiz bunu betimlemek için bir aynayı paramparça etme örneğini kullandı. "Bu parçalardan hangisi sizsiniz?" diye sordu. "Ya da bir sprey şişesini düşünün" dedi. "Bu sprey damlacıklarından hangisi sizsiniz? Bir nehir içinden akan sudan ayrı olabilir mi ya da bir duvar onu oluşturan tuğlalardan ayrı olabilir mi? Öyleyse gelip giden bu kişiliklerden ayrı bir benlik nasıl olabilir?" Pocket Ranch Enstitüsü'nde bir psikoterapist olarak çalıştığım yılları hatırladım. Hastalarımızın birçoğuna o sırada Çoklu Kişilik Sendromu denen tam koyulmuştu. Onlarda farklı bir kişiliğin ortaya çıktığı her defasında, tamamen farklı kişilik özellikleri de ortaya çıkardı. Bir kişilik üç yaşında travma 52 ÇOKLU KİŞİLİK geçirmiş bir kız çocuğu olurken, bir diğeri ergenlik çağındaki bir erkek koruyucu oluyor, bir diğeri ise otuz beş yaşında profesyonel bir ressam oluyordu. Bir kişilik ortaya çıktığında, o bedenin "sahibiymiş" gibi görünüyor, bir başka kişilik ortaya çıktığında, o da bedenin sahibiymiş gibi görünüyordu. Onlar diğerlerinin de o bedeni paylaştıklarını öğrenince, özellikle hepsini içeren bir "ev sahibi kişiliğin" olabileceğini düşününce şaşırıyor ve kızıyorlardı.
Bu bir döner kapı gibiydi. Her birinin farklı anıları, farklı duyguları, farklı yaş, cinsiyet, benlik ve dünya algıları vardı. Her biri bedenini farklı duyumsuyor, bu onların ölçülebilir fizyolojilerini bile etkiliyordu. Birinin şeker hastalığı ya da mul-tipl skleroz hastalığı varken, bir diğeri çok sağlıklıydı. Birinin gözleri çok iyi görürken, bir diğeri kör olabiliyordu. Biri çok iyi konuşabilirken, diğeri çok suskun olabiliyordu. Beden kendini her kişiliğin bireysel algılarına uyduruyordu. Çoklu Kişilik Sendromu daima bir rahatsızlık olarak algılanmıştır. Bizim tekil ve sabit bir benlik değil de, bir dizi kişilik olduğumuz açığa çıktığında, bu sendrom da insanlık için önemli bir ayna, gerçek doğamızı anlayabilmemiz için verilmiş bir tekâmül gereci olarak görülebilir miydi? "Tüm farklı kişilikleri inceleyin," diyordu rehberimiz. "Bir gün esnasında bu kişilikler sürekli olarak, hatta anbean değişebilirler. Kalıcı, daimi bir benlik olmadığı gibi, kahcı ve daimi bir kişilik de yoktur." Ben kendi kişiliklerime bakmaya başladım. Bu dersler sırasında meraklı ve genellikle alıcı bir kişilik ortaya çıkıyor, bunu hiçbir şey yapmadan güneşin altında yan gelip yatmak isteyen bir kişilik izliyordu. Kendimi azarlanmış hissettiğimde çok küçük, utangaç ve güvensiz bir kişilik ortaya çıkıyor, bir süre sonra bunu asi ve saldırgan bir kişilik izliyordu. Şu anda S AYDİN LANMA FENOMEN I bu bilgiyi söze dökmek için sabırsızlanan yazar kişilik ortaya çıkmış durumda ve buna spiritüel öğretmen kişilik eşlik ediyor. Sonra spiritüel kavramlarına az önce meydan okunduğu için kendini biraz kenara atılmış hisseden metafizikçi kişilik ortaya çıkıyor ve onu kuşkucu kişilik izliyor. Çok geçmeden arayıcı kişilik tekrar ortaya çıkıp aydınlanma arayışımı yönetiyor, bunu yaşamının büyük bölümünü boş bir arayışla harcamış olduğuna içerleyen kişilik izliyor. Sonra yorumcu ve editör kişilik gelip ayrı durarak diğer kişiliklerin döner kapıdan içeri girip dışarı çıkışlarını izliyor. Ben bir şey elde etmek istediğimde, manipülatör kişilik ortaya çıkıyor, onu yine de elde edemediğimde ise kurban kişilik ortaya çıkıyor. Ve bu liste kaybeden, seven, eleştiren, barıştıran, korkan, terör yaratan, kendini feda eden, zorbalık yapan kişiliklerle uzayıp gidiyor. Biz tüm semptomlarımızın belli kişilikler tarafından üretildiğini ve içerildiğini anladığımızda, bunları nasıl iyileştirebi-liriz? Aynı şekilde, ayrı bir benlik duygusundan tamamen kurtulduğumuzda,.tanrısal olanı nasıl tezahür ettirebiliriz? "Aydınlanmadan sonra," diye devam etti rehberimiz, benim düşüncelerimi algılayarak, "ayrı bir varlık olarak beden duygusu bile yok olur ve beden de sadece bir diğer kişilik olarak görülür. Siz aydınlandığınızda çok akışkan olursunuz. Bir ağaçtan, bir köpekten, bir kuştan ayrı olmazsınız. Sınırlarınız eriyerek ortadan kalkar. Gerçekten evrenin bedeni olursunuz; bu içinde tüm evrenin dans ettiği bir beden olur!" *** O akşam ikinci dîkşamızı aldık. Dîkşanın gücü yoğunlaştıkça, kişiliklerin dansı çok aşikâr hale geldi. Her olumlu kişi54 ÇOKLU KİŞİLİK ligin karşılığında olumsuz bir kişiliğin de bulunduğunu ve her olumsuz kişiliğin karşılığında olumlu bir kişiliğin de bulunduğunu gördüm. Böyle yüzlerce kişilik vardı. Bazıları derin, kökleşmiş, uzun-vadeli kişiliklerdi; bazıları ise bir anda ortaya çıkıp sonra kayboluyorlardı. Hayattaki her deneyimden bir kişilik yaratılabilirdi. Hatta, şimdi ben tek işi yeni kişilikleri keşfetmek olan bir kişilik yaratıyordum! Zihnimde bu kişiliklerin uzun bir listesini yaptım, sonra sıkıldım ve bunu sürdürmekten vazgeçtim. Son dîkşa esnasında zihnimin ben-merkezciliğiyle uzlaş-mıştım, bu yüzden olumsuz kişiliklerin ortaya çıkışlarını izlerken fazla bir şarj hissetmedim. Ben onların var olmalarına daha çok izin verdikçe, onlar da bana karşı daha dost güründüler. Ben zihinsel-duygusal hallerimi ayrı kişilikler olarak daha çok algılayabildiğimde, kendimi onlara daha az bağlı -ve bir benlik duygusundan daha çok kurtulmuş- hissettim.
Benlikten kurtulduğumda, kişiliklerin akışkan bir biçimde gelip gidebileceklerini fark ettim. "Ben" incinmiş, kuşkulu ya da öfkeli bir kişiliğe, onu kınayarak ya da bastırarak karşı koyduğumda veya onu değiştirmeye çalıştığımda, duygusal şarj artıyor ve güneş sinirağımda (göbek çakrası) rahatsızlık hissetmeye başlıyordum. Bu duygusal şarjı fark edip tam olarak deneyimlediğimde, o çok geçmeden dağılıyordu. Dualite yok olduğunda, ki bu ayrı benlik duygusunun yok olması anlamına geliyordu, gölge kişilikler birlikte geriye akarak birleşik ve stabil bir düzen içine giriyorlardı. Çoklu kişilik sendromuyla ilgili çalışmamızda, farklı kişiliklerin birbirlerinin varlığını kabullenmelerini ve birbirleriyle iletişim kurmayı öğrenmelerini sağlardık. Ben kendimi birçok kişilikten oluşan bir varlık olarak görüp kabul ettiğimde, sabit "benliği" ve onunla birlikte yaşamımı yöneten tüm o "eğer" SS AYDINLANMA FENOMENİ ler, "ama"lar, "meli, malı"lar çerçevesini gevşetmekte olduğumu fark ettim. Bu sevinç ve coşku verici bir keşifti. Kişilikleri gözlemlemeye devam ederken uykuya daldım. S6 6 Zihin Mücadelesi Rehberimiz zihnin doğası üzerinde konuşarak öğretileri sürdürdü. "Biz ayrı düşüncelere sahip ayrı zihinler olduğumuzu düşünürüz, ama Bhagavan gerçekte tek bir Zihin bulunduğunu söyler. Bu Zihin binlerce yıldır, uygarlığın başlangıcından beri değişmeden kalmıştır," dedi. "Bu Zihin'in içerikleri kendilerini sürekli olarak yeniden düzenlerler, ama Zihin'in yapısı aynı kalmıştır. "Bhagavan, zihnin esasen belli değişmez tarzlarda çalışan bir bilgisayar olduğunu söyler. Bu zihnin esasen dört çalışma tarzı vardır," diye devam etti rehberimiz. " 'Tanımlama' tarzı, realiteyi sürekli olarak önceden-var-olan filtrelerle yorumlar. O realiteyi kavrayabileceği bir biçimde analiz edip sınıflandırana dek rahat etmez. Örneğin, bir ağaca bakarken o ağacın şeklini, büyüklüğünü, rengini ve botanik ismini sınıflandırana dek, böylece onu anladığını varsayana dek rahat etmez. O bir kavrama bakarken, onu doğru, yanlış, yararlı, yararsız, vb. olarak sınıflandırana dek rahat etmez. Bir kişiye bakarken, onun kendisine ne kadar yararlı veya yararsız olabileceğini belirleyene dek rahat etmez. "Sonra 'suçlama' tarzı vardır. Zihin ya dışa dönüp başkalarını suçlar ya da içe dönüp kendini suçlar, bazen de şizofre-nik bir karışıklık içinde iki arada gider gelir." Bunun nasıl iş57 AYDİNLANMA FENOMENİ lediğini görmek zor değildi. Beni geciktirdiği için partnerimi suçlarım, sonra ona karşı iyi davranmadığım için suçluluk duyarım. Dünyadaki savaşlar yüzünden siyasi liderleri suçlarım, sonra günlük ilişkilerimdeki aynı kalıplar için kendimi suçlarım. Üçüncü tarz, yani "çatışma" tarzı da daha iyi değildi. "Zihnin daima birbirine zıt olarak çalışan iki yanı vardır," diye devam etti rehberimiz. "Siz bir şeyi satın almalı mısınız, almamalı mısınız? Öfkelenmek mi daha iyidir, yoksa öfkenizi bastırmak mı? Bu sizin şimdiki anın spontaneliğiyle teması yitirmenizi ve her kararı dikkatle oluşturulmuş sosyal dış kişiliğinizin filtreleriyle vermenizi gerektirir. "Bir de 'başka bir şey olmaya çalışma' tarzı vardır," dedi rehberimiz. "Siz olduğunuz gibi olmaktan asla mutlu olmazsınız. Şimdiki anda kalamazsınız. Sürekli olarak gelecekteki bir psikolojik ya da spiritüel hedefin ya da kaderin yaşamınıza anlam vermesini beklersiniz. Aydınlanmanın peşine düşmek zihnin 'başka bir şey olmaya çalışma' tarzının zirvesidir. "Zihnimiz bu farklı ifade tarzları arasında sürekli olarak gider gelir," diye devam etti rehberimiz. "Bu tüm yaşamların yolculuğudur. Biz asla spontane biçimde hissetmez ve davranmaz, asla gerçekten sevmeyiz, çünkü zihnin bu filtreleriyle kendimizi yaşadığımız anın realitesinden sürekli olarak ayırırız. Sadece bu da değil, zihnimiz bize benzersiz olduğumuz duygusunu vermekten zevk
alır, ama gerçekte hepimiz aynı-yızdır. Hepimiz aym Zihin tarafından, aynı ayakta-kalma mücadeleleri ve stratejileri tarafından yönetilirken nasıl olur da aynı olmazdık?" Rehberimiz sonra kadim Hintli filozof Şankara'nm kendi aydınlanma deneyimiyle ilgili sözlerini bize okudu. "Ben ne rüzgârım, ne suyum, ne toprağım, ne ateşim, ne de eterim. Ben ne bedenim, ne zihinim, ne duyularım, ne de ruhum. Ben v ZIHIN MÜCADELESİ ne cennetim, ne dünyayım, ne de ikisi arasındaki âlemlerim. Ben ne boşum, ne de doluyum..." Şankara on kıta boyunca böyle "ne oyum, ne buyum" diye devam ettikten sonra sözlerini şöyle bitirir: "Ben tüm bu şeyler değilim. Ben saf, mutlu Bilincim. Ben O'yum!" Esasen onun söylediği, aydınlanmanın zihinle ya da sözcüklerle hissedilebilecek, anlaşılabilecek, deneyimlenebilecek ya da ifade edilebilecek bir şey olmadığıydı, çünkü saf Bilinç'te bir zihin ve sözcükler yoktur, sadece Varoluş vardır. Zihnin aşılamaz yapısal sınırlılıkları vardır. Zihnin aydınlanmaya en çok yaklaşabileceği nokta paradokstur. *** Üçüncü dîkşâ güçlü bir enerji patlamasıydı. Bhagavan'ı temsil eden gümüş sandalların başlarımıza koyulmasını, kutsal suyun başlarımıza akıtılması ve dîkşacı üç rehberin ellerini başlarımıza koymaları izledi. Dîkşadan sonra yatağımda uzanırken zihnim yoğun bir mücadeleye girişti. Aradan iki saat geçti ve "hiçbir şey" olmadı. Eşim Grace ve diğerleri çok kolayca aydınlanmış oldukları halde, benim aydınlanmamın neden bu kadar uzun sürdüğünü merak ettim. Kendimi sırasıyla yararsız, öfkeli, huzursuz ve mutsuz hissettim. Tüm enerjim bedenimden akıp gitmiş, tükenmiş gibi, kendimi bitkin hissettim. Her şeyi unutup uykuya dalmak istedim. Duruma boyun eğerek, belki bir sonraki dîkşa gereken dönüşümü yaratacaktır diye düşündüm. O sırada rehberimiz beni kontrol etmek için odama girdi. "Nasılsın?" diye sordu. "Hiçbir şey olmuyor," dedim. "Emin misin?" diye sordu, içinde bulunduğum hali tarif S9 AYDİNLANMA FENOMENİ etmemi istedi. Sonra aydınlanmanın nasıl olması gerektiğiyle ilgili beklentimin ne olduğunu sordu. O zaman ben aydınlanmanın bir tür LSD uçuşu gibi, kafama bir yıldırımın çarpıp hemen kozmik bilince gireceğim çok farklı bir realite hali olmasını beklediğimi fark ettim. Ben Şan-kara'nm, Buda'nın ya da İsa'nın deneyimlediğini hayal ettiğim hali deneyimlemeyi bekliyordum. Rehberim hâlâ aydınlanma hakkında bir kavram taşıdığımı ve hâlâ aydınlanmanın bu kavrama uymasını beklediğimi fark etmemi sağladı. "Aydınlanma sadece gerçeği, realiteyi olduğu gibi görmektir," diye devam etti, "o deneyimlemek istediğin realiteyi seçmek değildir. Senin mücadele edip etmemen hiçbir fark yaratmaz. Sen mücadele etsen de etmesen de bu süreç (dîkşa-aydınlanma süreci) devam edecektir. Tüm bunlar gelip giden kişiliklerdir. Bunun Bhagavan'ın inayetiyle bir ilgisi yoktur. Sen hâlâ aydınlanmayı bir kutuya sokmaya çalışıyorsun." Hâlâ, belki tüm kişiliklerim içinde en "spiritüelini" bulup öne çıkararak kendi aydınlanmamı yaratabileceğim beklentisi içinde olduğumu fark ettim. Bu işi doğru yapmadığımdan ve bu yüzden başarısızlığa uğrayacağımdan korktuğumu fark ettim. Zihnin "başka bir şey olmaya çalışma" tarzına yakalandığımı fark ettim. Bu sürece bir biçimde yardımcı olabileceğimi ya da süreci durdurabileceğimi varsaymam ne kadar aptalcay-dı! Bana düşen, dîkşayı almaktı; gerisi Bhagavan'a bağlıydı. Bunu anlamam her şeyi çok daha basitleştirdi. Gevşedim. Birden rehberim beni söylediğim bir cümlenin ortasında durdurarak, "Sesinin niteliği değişti. Bhagavan'ın inayeti burada," dedi. Farklı bir halin gelmekte olduğunu hissettim. Rehberim kalbime odaklanmamı istedi. "Oradaki sessizliği hissediyor mu60 ZIHIN MÜCADELESİ
sun?" diye sordu. Ben dinlerken kalp atışlarım giderek yükseldi. "Aydınlanma treni çoktan kalktı, saat yedide burada olacak dedi," rehberim gülerek ve odadan çıktı. Kulübemde yatarken, bedenimin adeta eriyip dağılmakta olduğunu hissettim. Nabzımı hissetmek için parmaklarımı bileğime koydum ve birden nabız atışlarım genişleyerek tüm bedenimi ve sonra çevremdeki boşluğu doldurdu. Artık nabzımı bedenimde hissedemiyordum. Her şey bu nabız atışıydı ve ben onun içindeydim. Sonraki birkaç saat boyunca tamamen bu kalp atışma odaklandım. Onun içine girdiğimde, Amma ve Bhagavan oradaydı. Bunun onların kalp atışları olduğunu hissettim. Onların mevcudiyetlerinin yoğunluğundan ötürü kalbimde muazzam bir acı hissettim. Bu acı kaldırabileceğimden daha fazlaydı ve ona doğru derin derin nefes alıp vermeye devam ettim. Ara sıra enerji biraz geri çekildiğinde fiziksel nabzımı hissedip hissedemediğimi kontrol ediyordum. Bunu yapmaya çalıştığım her seferinde bir kere daha bedenimin dışına, bu genişlemiş kalp atışma çekiliyordum. Bazen acı o kadar güçleniyordu ki adeta kalbimin patlayacağını sanıyordum, ardından acı biraz azalıyor ama sonra aynı derecede güçlü geliyordu. Acaba bu benim çocukluğumdan kalma bir acı mı diye merak ettim. Yoksa bu insanlığın acısı mıydı? Kalbimin tüm dünyaya şefkatle açılabilmesi için mi bu acı bana yaşatılıyordu? Önemli değildi. Her şey birdi. Yapabildiğim tüm şey bu deneyimi yaşamaktı, ki o gece geç saatlere kadar sürdü ve sonunda uykuya daldım. 6ı 7 Bırakmak Ertesi sabah uyandığımda kalbimde derin bir boşluk hissettim. Düşüncelerim arasında, kişiliklerim arasında bir sessizlik vardı. Sessizlik o kadar derindi ki onun içinde boğulabi-lirdim. "Ben aydınlandım mı?" diye heyecanla düşündüm. Yataktan kalkıp, güneşin doğuşunu izlemek için dışarı çıktım, sonra tekrar içeri girip günlüğüme yazmaya başladım. Önceki gece yaşadıklarımı özetledikten sonra düşünmeye devam ettim: "Hiçbir mücadele olmadığında büyük bir sessizlik vardır. Siz aydınlandığınızda bir ağaca bakarsınız ve o ağaçsmızdır -bu kadar. Bir ağaca bakarsınız, orada bir siz yoktur, bir ağaç yoktur -böylece siz o ağaçsınızdır. Siz o ağaç "olmazsınız" bile, her şey olduğu gibidir. Aydınlanmamış bir kişi o ağaca bakan aydınlanmış kişiye bakarak o kişinin o ağaçla derin bir birleşme ve kozmik bilinç içinde olduğunu söyleyebilir, ama o bunu bizzat deneyimleyene dek bunlar sadece kavramlardır..." Sonraki birkaç gün içinde herhangi bir öğreti verilmedi. Ben de bu boş zamandan yararlanarak epey yazdım, son birkaç günün öğretilerini ve deneyimlerini kaydettim. Zihnim çok berraklaşmış, tüm düşüncelerim son derece saydamlaşmıştı. Bu berraklık halinin "ilk günah" ya da cezalandırıcı bir Tanrı kavramlarıyla yetiştirilmiş birisi için çok rahatsız edici olabileceğini görebiliyordum. Grubumdaki birkaç kişi, kendileriyle 02 BİRAKMAK ilgili tüm yargılan ve Tanrı varsayımları büyümüş bir halde onlara geri geldiğinden paranoit hayaller görüyordu. Eğer benim Tanrı kavramım, bilinçli ya da bilinçaltı olarak, sert, yargılayıcı, cezalandırıcı bir Tanrı olsaydı, bunun benim böyle bir Tanrı'ya ve onun oyunalanı olarak Evren'e güvenmemi ve teslim olmamı çok zorlaştıracağını görebiliyordum. Hiç kuşkusuz, bu Tanrı kavramı Aydmlanma'nın önündeki bir engeldir. Bu Tanrı kavramı içinde, Zihin kişisel özerklik için bir savaş meydanı olur, özgürlük bu cezalandırıcı Tan-rı'dan kaçmakta bulunur. Bu kavram ne kadar üzücü ve yanlıştır! Böyle bir Tanrı adına ne kadar çok ıstırap çekilmiş, ne kadar çok savaş yapılmıştır! Aydınlanmadan sonra insan Tanrı'nm Tüm Var Olan olduğunu ve her birimizin Tüm Var Olan'ın bir parçası olduğumuzu idrak eder. Aslında, kadim Hintli rişilerin anladıkları gibi, Bireysel Ruh, yani Atman ile Evrensel Ruh, yani Brahman arasında hiçbir fark yoktur. Bu aynı Ruh, aynı dans olduğundan, kişisel irade ile Tanrısal irade arasında asla bir çatışma yoktur. Onlar aynı realitenin iki veçhesidir. Biz gittiğimiz
her yerde Tanrısal Olan'ın sevinçli bir ifadesi oluruz, çünkü biz buyuzdur! Evren ile aramızda sadece iyi, sadece sevinçli, sadece sevgi olan mutlak bir güven ve bir'lik vardır! Böyle idrakler onları yazabileceğim kadar hızla içimden akıyorlardı. Bir sonraki dîkşamn zamanı yaklaşırken, onun hakkında hayal kurmaya başladım. Kozmik bilince girdiğimi, her türlü loka'ya (boyuta) gittiğimi, her türlü kozmik varlıkla karşılaştığımı ve evrenin tüm sırlarını keşfettiğimi hayal ettim. Babaji'nin Himalayalar'da yaptığı gibi bir anda istediğim yere gittiğimi, insanlara dîkşa verdiğimi, Mesih'in yaptığı gibi mucizeler yarattığımı, hatta daha da fazlasını yaptığımı hayal 63 AyDIN LAN MA FENOMEN I ettim. Spiritüel kişiliğim en parlak anlarım yaşarken, alçakgönüllülüğün ve itidalin ellerini çaresizlikle iki yana açışlarını izledim! Mizah duygusu gelip onlara kenara çekilmelerini söyledi. "Bırakın adam rahatça hayal kursun!" dedi. Ben de bir sonraki dîkşaya kadar öyle yaptım... Sonra dördüncü dîkşanın zamanı geldi. Onun ardından gelecek diğer dîkşalar gibi, bu beş rehberin ellerini kafalarımıza sırayla koydukları güçlü bir dîkşaydı! Dîkşadan sonra kulübemde yatıp tepedeki vantilatörü kapattım. Vantilatör çok ses çıkarıyordu, oysa ben öyle derin bir sessizliği deneyimliyordum ki, yaz sıcağına rağmen bu sessizlik içinde kalmak istiyordum. İlk hatam bu, yani bir hal içinde kalmak istememdi. Sonra bir önceki dîkşadaki gibi Bir Kalp deneyimini tekrar yaşamak için kalbime doğru nefes alıp vermeye başladım. Bu ikinci hatamdı. Neden aynı deneyimi iki kere yaşamayı bekliyordum? Çok uzun bir süre boyunca hiçbir şey olmadı. Her zamanki gibi, tüm o kuşku, düş kırıklığı, öz-eleştiri, kendine-acıma kişiliklerim etrafımda toplandılar. Aslında, bu kez daha da güçlü geldiler, çünkü dîkşadan önce kendimi çok iyi ve aydınlanmış hissediyordum. Sonra suçluluk kişiliğim geldi. Belki kendimi tüm spiritüel hayallerimin yıkılmasına hazırlıyordum. Ya da belki bu "ilk günah"la ilgili aldığım eğitimden kaynaklanıyordu. Zihnim akıcı bir şekilde gevezelik etmeye başladı. Kafamdaki gevezeliği bastırmak için vantilatörü tekrar açtım. O sırada rehberimiz içeri girdi. Söze doğrudan girerek, "Büyük deneyimi yaşamayı mı bekliyordun?" diye sordu. Utangaç bir şekilde başımı salladım. Aydınlanmamış olmaktan ve 64 BIRAKMAK asla aydınlanamayacağımdan korktuğumu itiraf ettim. Bugünkü dîkşa deneyimimin aydınlanmış olduğumu kanıtlayacak şekilde daha yoğun, daha büyük ve daha derin olmasını beklediğimi de itiraf ettim. "İhtiyacın olan şeyin bu olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu rehberimiz. "Zihnin aydınlanma hakkında bu kavrama sahip," diye devam etti. "Sen hâlâ deneyimlerini aydınlanmayla ilgili kavramlarına uyacak şekilde oluşturmak istiyorsun." Sonra bana Bhagavan'm zihnimizin içerikleriyle ilgilenmediğini, sadece onları tam olarak deneyimlememizi istediğini hatırlattı. "Düş kırıklığını ve kendindenkuşkunu samimiyetle deneyimlemen, mümkün olan en iyi zihinsel uçuşu yaşayıp ona bağlanmandan daha iyidir!" Tüm beklentilerim ve içsel çatışmalarım yüzünden o anda orada gerçekten olanı deneyimleyemediğimi fark ettim. "Sen her zaman bulunur göründüğün yerde değilsin," diye devam etti rehberimiz. "Bu bir çember gibidir. Yürümeye devam ettiğin sürece, bazen en uzun yol en kısa yoldur. Zihnin mücadeleyle mücadelesi seni bulunduğun yere saplanmış halde tutan bir bağlılık yaratır." Sonra bana, çoğu insanın sandığı gibi, aydınlanmadan sonra zihnin değişmeyeceğini hatırlattı. "Hayır, Bhagavan zihnin her zaman zihin olacağını, eskisi kadar çirkin veya ben-merkezci olacağını, ama aydınlanmadan sonra zihnin pençelerinden kurtulabileceğimizi söyler. Hâlâ bunun ne anlama gel-diğiyle ilgili kavramların ağırlığı altında eziliyor musun? Yapmakta olduğun şeye bir bak, kimliklerini tanımlıyorsun, benlik kavramını ortadan kaldırıyorsun; bunu daha önce bu kadar kolayca yapabilir miydin?" Bu sözlerin üzerine onunla tartıştım. "Evet, bunu daha 65
AYDINLANMA FENOMENİ önce de yapabilirdim. Duygularımı her zaman değiştiremezdim, ama her zaman geri çekilip -onları kişilikler olarak ad-landırmasam bile- içinde bulunduğum durumu fark edebilirdim. Sen bana aydınlanmanın tümüyle bu olduğunu mu söylüyorsun? Eğer öyleyse, ben buraya gelmeden önce aydınlanmıştım." Ben onunla tartışmaya devam ederken, enerji değişmeye başladı. Artık mücadeleyle mücadele etmiyordum. Giderek, büyük bir enerji seline kapılıp onun içinde eridiğimi hissettim. Daha sonra rehberim tekrar geldi. "Aydınlanma sözcüğü karmik olarak en yüklü sözcüktür," dedi. Ben ona ne dediğini anlamadan bakarken şöyle devam etti: "İnsanların aydınlanmayı aramak ya da aydınlanmak için geçirdikleri tüm mücadeleler bu sözcüğe bağlanmıştır. Bu, aydınlanma sitesine, www.aydınlanma.com'a gidip, onun yerine www.mücadele.com'u bulmak gibidir. Deneyimlediğiniz tüm mücadele, aydınlanma sözcüğünün çevresindeki alanın bir parçasıdır." Bu ilginç bir açıklamaydı! "Bugün aydınlanmaya eriştirmeyi amaçlayan birçok öğreti, birçok farklı sadhana (spiritüel uygulama) ve birçok yol vardır, ama aydınlanma olmadan bunlar sadece daha fazla şiddetli-arzu, aydınlanma arzusu üretirler. Eski rişiler, eğer onu insanlara veremiyorlarsa aydınlanma hakkında konuşmayı bir günah sayarlardı. İşte bu yüzden bu sözcüğü kuşatan böylesine yoğun bir düş kırıklığı ve mücadele karmik-alanı vardır." "Sen de onunla aynı mücadeleyi yaşadın mı?" diye sordum. "Hayır, Amma bunu bana gösterdi ve sonra aydınlanma kolayca gerçekleşti," dedi. "Bazı insanlar için o neden çok kolayca gerçekleşiyor?" "Sadece çok cesur ya da çok aptal olanlar bu mücadeleyi üstlenip onu değiştirebileceklerini düşünürler," dedi bilgece. 66 BİRAKMAK "Geriye kalanlar aydınlanmayı bir armağan olarak alırlar." İşte bu noktada kitabımın böyle rehberimle yaptığım bu konuşmalardan oluşacağını hissettim. "Böylece, insanlar sadece birtakım öğretileri almakla kalmayacak, benim gerçek deneyimlerimi de daha iyi anlayacaklardır," dedim. "Evet, Bha-gavan bu kitabı yazıyor," diye teyit etti. "Sen bu kitapsın." Rehberim odadan çıktıktan sonra güçlü kalp atışları ve onunla birlikte acı tekrar ortaya çıktı. Bu önceki kadar güçlüydü. Ona doğru nefes alıp vererek acıyı tam olarak hissetmeye çalıştım. Saatler boyunca bu kalp atışlarından ve acıdan başka bir şey hissetmedim. Yavaş yavaş, sabaha doğru acı dindi ve uykuya daldım. 67 8 Bitiş Çizgisini Geçiş Ertesi gün rehberimize kalbimdeki acının nedenini sordum. "Bunun dünyanın yükü oluğunu düşünerek heyecanlanma," dedi. Sonra bir deneyimini anlattı. Bir seferinde içindeki Bhagavan'a yapmak istediği tek şeyin onun insanlık için taşıdığı yükü azaltmak olduğunu söylemişti. Bhagavan ona, "Hayır, lütfen bunu isteme," demişti, ama artık çok geçti, rehberimiz o büyük acıyı hissetmeye başlamıştı. Acı dindikten sonra, Bhagavan ona yardım etmesinin en iyi yolunun mutlu olmak ve diğer insanların aydınlanmalarına yardım etmek olduğunu söylemişti. "İnsanlar şefkat fikrine saplanıp kalırlar," demişti. "Eğer birisi bataklığa gömülüyor-sa, sen sözde şefkatinle gidip ona katılmak ister misin? Bir ip atıp onu o bataklıktan kurtarmak istemez misin? Aydınlanmış bir hal içinde gerçek şefkati deneyimlemek, onun hakkında kavramlar oluşturmaktan çok farklıdır." Ben bir tür Atlas sendromu yaşayarak, onu dönüşüme uğratma umuduyla dünyanın yükünü üstlenmek mi istiyordum? Ya da bir tür şehitlik kompleksi yaşayarak, kendimi dünya için feda etmek mi istiyordum? Her ne ise, önemli değildi. Bu acı bana bir nedenden ötürü verilmişti ve ben onu kabullendim. Birbirini izleyen öğretiler ve dîkşalar arasında genellikle boş günlerimiz oluyordu. Böyle zamanlarda güçlü içgörüler ve 68 BİTİŞ ÇİZGİSİNİ GEÇİŞ
deneyimler yaşıyor olmama rağmen, bu halleri sürdüremiyor-dum ve zihnim yine alışılmış mücadele, sorgulama ve kuşku kalıplarına geri dönüyordu. Aydınlanma deneyimleri yaşamış olduğum olgusunu sor-gulamıyordum, ama kalıcı biçimde aydınlanıp aydınlanmadığım sorusuyla hâlâ mücadele ediyordum. Son iki dîkşada de-neyimlediğimi hatırladığım tüm şey acıydı ve o bile şimdi uzak bir anıya dönüşüyordu. Hiçbir vecit ya da kozmik bilinç hali, hiçbir istemdışı bedensel hareket, büyük kozmik şakayı birden görmekten kaynaklanan hiçbir isterik kahkaha, diğer "lokala-ra" (semavi boyutlara) hiçbir yolculuk ve hiçbir olağanüstü fenomen yaşamamıştım. Hâlâ hiçbir vizyon görmemiştim. "Eğer aydınlanıp aydınlanmadığınızı soruyorsanız, aydınlanmamış-sınız demektir," demişti bir keresinde rehberimiz, öyleyse benim aydınlanmamış olmam gerekiyordu, ama o ayrıca bana aydınlanma treninin geldiğini de söylememiş miydi? Rehberimizle konuşurken zihnimin oynadığı süptil oyunları görmeye başladım. Ben tüm yaşamım boyunca spiritüel bir yolda yürümüştüm, yirmi yıldır yoğun bir sadhana yapıyordum. Şimdi nasıl bunları bırakıp kendi çabalarımın dışında birden aydınlanma riskini göze alabilirdim? Hâlâ kontrolün bende olduğunu hissetmeye, hatta, kendi aydınlanma deneyimimi tanımlamaya ve analiz etmeye ihtiyaç duyuyordum! "Spiritüel insanların kendilerini aydınlanmaya bırakmaları zordur," dedi rehberimiz. "Zihin bu işin onurunu kendisi kazanmak ve tüm o spiritüel çalışmayı önemli kılmak ister. Eğer aydınlanma size bir anda verilebiliyorsa, onca yıl yaptığınız meditasyonun ne değeri olur? Aydınlanma bir savaşçının yoludur. Siz aydınlanmak için çalışır, uğraşırsınız, ama aydınlandığınızda bu işin onurunu üstlenemezsiniz. Çünkü 'siz' ölmüştür." öç AYDINLANMA FENOMENİ Sonra Bhagavan'ın şoförünün öyküsünü anlattı. Adam dîkşayı aldıktan sonra bir anda aydınlanmıştı. Rehberi ona deneyiminin nasıl olduğunu sorduğunda, onu tarif edecek bilgiççe kavramlara sahip olmayan adamın söyleyebildiği tek şey şu olmuştu: "Daha önce ben arabayı sürüyordum. Şimdi ise araba kendi kendini sürüyor." Ben hâlâ direksiyona hâkim olmaya uğraştığımı, bu yolculuğun her adımını anlamaya çalıştığımı fark ettim. Bhaga-van bana direksiyonu ona bırakmamı, gevşememi ve yolculuğun keyfini çıkarmamı söylüyordu, ama ben "Hayır, ben nereye gittiğimi görmek istiyorum, yolculuğu yönetmek istiyorum, kendimi aydınlanmaya doğru kendim sürmek istiyorum," diyordum. Oysa yaptığım tek şey kendimi bir duvara doğru sürmekti. Beşinci dîkşa verildi. Yine, bir süre hiçbir şey olmuyor gibi göründü. Ancak, bu kez araziyi tanıyordum. Bu hiçbir şey algısının bile zihinsel bir kavram olduğunu fark ettim. Gevşeyip ortaya çıkan her bir kişiliği deneyimledim ve çok geçmeden başka bir hal içine girmekte olduğumu hissettim. Derin bir sessizliği deneyimlemeye başladım. Yıllardır "ses akımı" denen bir uygulamayı sürdürüyordum ve çok derin olan bir sessizlik niteliğine aşinaydım. Ama tam böyle bir şeyi hiç hissetmemiştim. Bu sessizliğin sesi tüm evreni dolduruyordu! Rehberim içeri girdi. "Dalga ve deniz iki ayrı şey değildir," diye söze başladı. "Düşünceler ve sessizlik birbirinden ayrı değildir. Sessizlik her düşüncenin altında bulunur ve her şeyi kaplar. Senin konuşuyor ya da dinliyor, kalabalık bir sokakta 70 BİTİŞ ÇIZG1SINI GEÇİŞ yürüyor ya da meditasyon yapıyor olman hiç fark etmez." "Bu bir dalganın diğerini izlemesi gibidir," diye karşılık verdim. "Ama, alttaki aynı okyanustur." "Evet ve benlik kendisinin okyanustan ayrı olduğunu düşünen bir illüzyondur." Ben "tanıklık" eylemini hep bir biçimde kendi dışıma çıkıp kendimi izlemek olarak düşünmüştüm. Rehberimize bu konuda ne düşündüğünü sordum. "Hayır, bu sadece bir başka kişiliktir," dedi. "Tanıklık ayrı bir şey değildir. Bu zihnin değişen doğasına direnmemek, her ne oluyorsa, onunla bilinçli olarak birlikte olmak anlamına gelir."
"Bir başka deyişle, sen sürekli olarak gelip giden bir gelgit gibi 'var oluş'tan söz ediyorsun." Ona, bu çerçevede "tanık" teriminden hoşlanmadığımı, onu sadece var-oluş olarak adlandırmayı tercih ettiğimi söyledim. "Evet," diye teyit etti. "Ama sen var-oluş ile bir'lik arasında bir fark göremezsin. Sen sadece var olurken, bir'sindir. Ortada bir benlik ve bir başkası olmadığında, sen bir'sindir. Bu senin her nasılsa 'içine girdiğin' ya da bir şey veya birisi 'olduğun' metafıziksel bir bir'lik değildir, bu aranızda bulunanın aynı okyanus, aynı sessizlik olduğunu idrak etmektir." Dikkatim dağılmıştı. Ben okyanus muyum, yoksa damla mıyım sorusu çok eski bir soruydu. Ben okyanusa karışan damla mıydım, yoksa damlaya karışan okyanus muydum? Bunun bile anlamsız bir benzetme olduğunu fark ettim; damla bile bir illüzyondu! Rehberimizin, sprey örneğini verirken söylediği, "Bu damlacıklardan hangisi sizsiniz?" sözünü hatırladım. Sonra yine dikkatimi rehberin sözlerine verdim. "Sen zihnin doğasını tam olarak gözlemlediğinde, her şeyin nasıl ortaya çıkıp kaybolduğunu, bunlarda bir sıra, bir düzen olmadığım, geri AYDIN LAN MA FENOMENİ lip giden rasgele düşünceler ve duygular olduklarını gördüğünde, bu varoluş tanıklıktır. Senin bunu görmek için zorla kendi dışına çıkman gerekmez. Dalgalarla inip çıkan bir şişe mantarı gibi sen onunla birliktesindir. Benlik kavramı mantarın inip çıkmasını engellemeye, onu sabit tutmaya çalışan şeydir." Sonra sesi daha da güçlü çıkarak, "Sen bitiş çizgisinde-sin, Kiara," dedi. "Ama her şey normal, her zamanki gibi" diye karşı çıktım. "Elbette. Bu hâlâ aynı zihin. Sen zihni değiştirmiyor, sadece ona direnmiyorsun. Aslında, senin direnip direnmemen bile fark etmez. Bu bile zihnin akışı olarak görülebilir. Sen tanık olurken, dualitenin sadece bir bölümüne odaklanmaz, bir bölümünde sabitlenmezsin." "Sadece var-oluş hiçbir çatışmanın olmaması anlamına gelir," diye devam etti. "Sen enerjini serbest bırakırsın. Bu enerji tam bir mutluluktur." Şimdi onun daha önce "Tam olarak deneyimlenen her duygu mutluluk verir," dediğinde ne demek istediğini anlıyordum. Biz kişiliklerimizi tam olarak kabullenebildiğimizde çatışma biter. Çatışma bittiğinde, mücadeleye hapsolmuş tüm enerji serbest kalır ve kundalini kanallarından hızla yükselerek tam bir mutluluğa neden olur! "Kuşku duyarken, kuşkuyu deneyimle," diye öğütledi rehberimiz. "Direnirken, bu direnci deneyimle. Var-oluş senin zihni sabit kavramlarla yorumlamak yerine doğrudan dene-yimlemen anlamına gelir." Realitenin değil, realiteyi yorumlayışlarımızın bu kadar bunaltıcı olduğunu fark ettim. Istırabımız değil, ıstıraptan kaçmaya çalışmamız bize bu kadar çok acı veriyordu. "Bu senin bir randevuna geç kalman gibidir," diye devam etti rehberimiz. "Gerçek, senin randevuya geç kalmış olman72 BİTİŞ ÇIZCISIN1 CEÇtŞ dır. Ama sonra zihnin devreye girerek durumu yorumlar, 'Sen aptalın tekisin, güvenilmezsin, randevularına asla vaktinde gidemezsin,' der ve çok geçmeden sen sadece geç kalmış olmaz, mutsuz da olursun. Ve de geçmişte randevuna geç kaldığın tüm zamanlar ve hayatında kendini şimdi hissettiğin gibi hissetmiş olduğun tüm zamanlar üst üste yığılmaya başlar. Doğrusu, sonuçta daha çok insanın intihar etmemesi şaşılacak bir şeydir!" Uzun bir sessizlikten sonra, tekrar konuşarak, "Benlik kavramı içsel realiteyi dışsal realiteden ayıran çizgidir," dedi. Ne demek istediğini sordum. "Gerçekte içsel ya da dışsal diye bir şey yoktur" diye vurguladı. "İşte bu yüzden mistik bir vizyon fiziksel realite kadar ya da ondan daha gerçek olabilir. Sen benliğini yitirdiğinde, ifadesi hem fiziksel hem de mistik olan Tanrı'nm oyun-alanmın bir parçası olursun. "Birçok kişi fiziksel dünyanın bir illüzyon olduğunu düşünür. Bu metafiziksel bir perspektiften doğru olabilir, ama empirik perspektiften tam bir saçmalıktır. Bilim ile din arasındaki tartışma genellikle bu noktaya saplanıp kalır. Bilimin
empirik sesi, 'Tüm duyularım onun var olduğunu söylerken siz bu masanın bir illüzyon olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz?' der. "Daha çok, bizim dünyayı algılayışımız bir illüzyondur. Bu bir illüzyondur, çünkü algılayan kişi bir illüzyondur. Benlik duygusu varlığım bizim sinirseldevremizin düzeninden alır. Dîkşa verildiğinde, o bu sinirsel-devreyi değiştirir ve bu illüz-yoni benlik duygusunu yok eder. İşte bu yüzden Bhagavan aydınlanmanın biyolojik bir süreç olduğunu söyler. "Benlik yok olduğunda, biz realiteyi olduğu gibi görürüz. Benlik yok olduğunda, fiziksel realite ile mistik realite arasındaki ayırıcı çizgi de ortadan kalkar. O zaman, fiziksel dünya73 AYDINLANMA FENOMENİ nın illüzyon olmadığını, ama fiziksel dünyanın mistik dünyalardan ayrı olduğu algısının bir illüzyon olduğunu anlarız. "insanlar mistik dünyaların fiziksel dünyalardan çok daha derin olduğu fikrine kapıldıklarında, doğal olarak, çevrelerindeki fiziksel realiteyi gerçekten deneyimlemekten uzaklaşırlar. Aydınlanma bile, orada gerçekten bulunanla, realiteyle temasta olmak anlamına geldiği halde, son derece mistik bir deneyim haline getirilmiştir." Benim de buraya saplanıp kaldığımı fark ettim. Aydınlanmayı sürekli olarak mistik realitede yaşamakla özdeşleştirmiştim, bu benim fiziksel realiteyi mistik realiteden daha aşağı olarak algılamamdan kaynaklanan bir varsayımdı. Bu algı da beni mistik ve fiziksel realitelerin bir olduğu şimdiki anın realitesinden uzaklaştırıyordu. "Bir benlik olmadığında, zihnin sadece bir başka duyu haline gelir," diye devam etti rehberimiz. "Bir düşünceyi seyretmek bir ağacı seyretmek gibi olur. Bir ağacı seyretmek bir vizyonu seyretmek gibi olur. Onlar eşit derecede gerçek ve eşit derecede gerçek-dışı olurlar." Bu benim için çok önemli bir açıklamaydı. Eğer insanlar bunu gerçekten kavrayabilselerdi, dünya üzerinde cennette yaşıyor olacağımızı görebiliyordum. Bu Kadim Zihin'in herkesçe kabul edilen realitesinden tamamen kopmak anlamına gelecekti ve maddeyle ilişkimiz çok farklı olacaktı. Bu, kuantum fiziğinin tüm içgörülerinin sadece mikro bir düzeyde değil, bizim algılarımız düzeyinde de doğru olacağı anlamına gelecekti! Ben bunları düşünürken, birden rehberimizin şöyle dediğini duydum: "Her sorunun bir yanıtı olması gerektiğini söyleyen kural nerede? Sen 'Ben aydınlandım mı?' diye soruyorsun. Bu kuşkunun korkulacak bir şey olmadığını anladığında, o zaman bu sorunun da yanıtlanması gerekmez." 74 BİTİŞ ÇİZGİSİNİ GEÇİŞ Sonra, otoriter bir tavırla, "Sen üçüncü dîkşadan beri bitiş çizgisinin çevresinde dans ediyorsun," dedi. Birden, aydınlanmanın beni zihnin dışına çıkaracak bir tür LSD deneyimi gibi olmasını beklemekte olduğumu fark ettim. Oysa aydınlanma zihnin dışına çıkmakla değil, tam tersine, zihnin doğasını tam olarak kabullenmekle ilgiliydi. Bir kez onu gördüğümde artık onun tarafından sınırlanamazdım. Bir kez zihni açıkça görebildiğimde, o beni dualite içinde tutan gücünü yitirirdi. O zaman Tanrısal Zekâ anbean benim kanalımla akabilirdi. Aydınlanma hakkındaki tüm kavramlarım ve beklentilerim yüzünden, bilincimde çok güçlü bir şeyin meydana gelmiş olduğunu kabullenmeye direndiğimi açıkça gördüm. Bu süptil, ama sonraki olası etkileri muazzam olabilecek bir değişimdi. Ben genellikle kendisiyle barış içinde olan biriydim, bu yüzden eski halimle şimdiki halim arasındaki tezat aşikâr bir acı içindeki bir insan için olandan daha azdı, ama daha önce olmayan, tarif edilemez bir huzur, sessizlik ve yaşamla uyum hissediyordum. Bu içinde bulunduğum yeri ve anı evrenden gelen bir armağan olarak kabullenebilmekten kaynaklanan bir huzurdu. Aydınlanmanın kozmik bilinç tarafından hayretler içinde bırakılmayı içeren mistik bir deneyim olması gerekmediğini çok açıkça gördüm. Aydınlanma basitçe, benlik kavramının bir illüzyon olduğunu, sürekli değişen kişilikler denizinde bir saplantı olduğunu idrak etmekti. Bu saplantıdan kurtulmakla, tüm evrenin benim kanalımla dans etmesine olanak vermiştim. Zihne bir ölüm gibi gelen şey
aslında ilk kez gerçekten yaşayabilmek, zihnin sürekli müdahaleleri ve yorumları olmadan realiteyi gerçekten deneyimleyebilmekti. Spiritüel bir yolda bulunan birçok insanın olduğu gibi, ben de bu alanın çoğuna zaten aşinaydım. Ruhumla çoktan temas 75 AYDINLANMA FENOMENİ kurmuş ve hayatımda epey sevgi, huzur ve sevinç yaşamıştım. Çoktan, derin bir amaç duygusu hissetmiştim. Ama, ne kadar süptil biçimde olursa olsun, hâlâ dualite alanında kapana kısı-lı olduğumu hissediyordum. Hâlâ kendimi dünyadan ayrı hissediyor ve bu yüzden kendimi onu kendi idealime uyduracak şekilde değiştiremeyecek ya da kendimi değiştiremeyecek kadar güçsüz hissediyordum. Şimdi bir şey değişmişti. Şimdi çevremdeki ve içimdeki dünyadaki görünüşteki tüm kusurlara rağmen tüm yaşamın kusursuzluğunu görüp kabuUenebilirdim. Kalbimde Amma ve Bhagavan'a karşı büyük bir şükran duydum. Evet, bitiş çizgisini geçmiştim. 76 9 Amma ile D arsan Ertesi gün bir grup olarak Amma ile bir darşana katılmak üzere onun yaşadığı Bir'lik Merkezi'ne, Nemam'a gidecektik. O gün hep birlikte meditasyon yaparken, bedenimi büyük bir sevinç kapladı ve ondan sonra saatler boyunca kendimi sarhoş bir güvercin gibi hissettim. Eğer daha fazla kanıta ihtiyacım varsa, bu içimde güçlü bir değişimin meydana geldiğinin tüm kam tiydi. Ertesi gün üç saatlik bir yolculuktan sonra Amma'nrn dar-şanlannı yaptığı Nemam'a gittik. Henüz Amma'dan pek söz etmedim, ama Amma ile Bhagavan iki ayrı bedende bulunan tek bir avatarik bilinçtir. Bir keresinde rehberimize Bhagavan'la aramda hissettiğim bağı neden Amma'ya karşı hissetmediğimi sordum. O belki kendi annemle ilişkimde çözmem gereken bir şey olabileceğini söyledi. Bunu değiştirmenin zamanının geldiğini biliyordum. İlk önce Amma'nın halka açık bir darşanına katıldık. Orada binlerce insan toplanmıştı ve onların Amma'ya karşı gösterdikleri derin bağlılığa ve onunla aralarındaki bağa tanık olmak çok etkileyiciydi. Ben de Amma'nın varlığının enginliğini hissetmeye başladım ve yoğun bir sevinç hali içine girdim. Sonra Amma ile özel bir darşana çağrıldık. Odada on beş kişin;n dışında birkaç rehber de vardı. Amma içeri girdiğinde, 77 AYDİNLANMA FENOMENİ içimde bir sevgi dalgası hissettim. 0 her birimizle konuştu ve her birimizi kutsadı. Bhagavan'm misyonu insanlara aydınlanma halini aktarmaktı, Amma ise insanlara duyduğu şefkatten ötürü, onların -aydınlanmayı aramaları için- önce kalplerindeki arzuları yerine getirmeyi seçmişti. Arzulan gerçekleşmedikçe, çoğu insan aydınlanmanın peşine ciddiyetle düşmüyordu. Sıradan beşeri arzular küçümsenmemeliydi. Amma ile Bhagavan'm ilahi inayeti, aydınlanmayı arayanların yardımına geldiği kadar, sıradan arzuların peşine düşen insanların da yardımına geliyordu. Biz de Amma'dan istediğimiz şeyleri rica etmeye davet edildik. Benim sıram geldiğinde, ben yaşamımı onun şifa ve Dün-ya'yı kutsama çalışmasına adamak istediğimi söyledim. Onun mevcudiyetinin içimde güçlü olmasını ve Grace ile benim gittiğimiz her yerde öğretmenlik yaparken ve dîkşa verirken Amma ile Bhagavan'm inayetinin vasıtaları olmamızı diledim. Bu armağanı paylaşmanın benim hayatım olacağını görebiliyordum. Ona ayrıca yazmayı plânladığım bu kitaptan söz ettim ve bu kitabı birçok insanı özgürleştirecek bir dîkşa görevi görmesi için kutsamasını istedim. Amma gülümsedi ve ben onun varlığının muazzam enginliğini hissettim. Bir avatarm bilincinin tüm kozmosa nasıl yayıldığını ve benim onun bedeninde bir hücre, onun kurduğu hayalde bir oyuncu olduğumu hissettim. Amma'nm huzurunda her gün meydana geldiği bildirilen şifa ve inayet mucizelerinin onun muazzam biçimde verici doğasımn bir ifadesi olduğunu anladım. Amma beni kutsamak için ellerini başıma koyduğunda bedenimi saran çok derin bir sessizliğe girdim. Bedenimin tekrar hareket edebilmesi için aradan uzun bir zamanın geçmesi gerekti. Amma'nm yanından ayrıldıktan sonra, ondan -kalbimin
78 AMMA İLE D ARŞ AN tam olarak açılması, şifa yeteneği, mistik görüşün açılması ve ailem için lütuflar gibi- belirli şeyler istemediğim için pişmanlık duydum. Rehberimiz bize Amma'nın ifade edilmiş ve edilmemiş tüm dileklerimizi ve düşüncelerimizi okuduğunu söyledi. Onun doğası vermek, vermek, vermekti... Rehberimiz ayrıca bize ilahi inayetin bedenlerimiz vasıtasıyla şifa ve aydınlatma gücü olarak, insanlara en etkili biçimde yardım edebilmek için gereken her şekilde tezahür etmeye başlayacağım söyledi. "Şimdi sizin Antaryamin'inize (içsel tanrısallığınıza) demirlemiş ve bu yetenekler vasıtasıyla çalışacak olan, Amma ve Bhagavan'ın kendileridir," dedi. 79 10 Kozmik Bilinç Ertesi gün altıncı dîkşamızı aldık. Ben dîkşa enerjisinin içine girerken Amma'ya karşı büyük bir şükran duydum. Onunla Nemam'da karşılaşmış, Bhagavan ile kurmuş olduğum ilişkiyi onunla dengelemiş olduğum için çok şükrediyordum. Sürekli Amma, Amma, Amma diye tekrarlıyordum. Dîkşa'nm ardından odamda yatarken bir taksinin geldiğini ve Grace'in sesini duydum. Grace, dikkatim dağılmadan aydınlanma sürecini geçirebilmem için birkaç günlüğüne bir başka yere gitmiş ve beklediğimden daha erken dönmüştü. Ben tam farklı bir hale girmeye başlamıştım, bu yüzden onun gelişinden rahatsız olmuş, sürecimin kesintiye uğradığını hissetmiştim. Dîkşamn verdiği sersemlikle sendeleyerek dışan çıktım ve yandaki kulübenin basamaklarına uzandım. Kulübenin kapısı kilitliydi ama boş olduğunu biliyordum. Çok geçmeden bilincimde bir yeniden düzenleme oldu. Hiçbir rastlantının, hiçbir kesintinin, hiçbir ayrılığın olmadığını anladım. Rehberim beni içeri sokmak için elinde kulübenin anahtarıyla geldiğinde, kozmik düzen için derin bir şükran duyuyordum. Ona hissettiğim hali anlattım. "Hiçbir ayrılık yok. Her şey kutsaldır ve kusursuzdur," diye teyit etti. Amma'dan gelip kalbime girmesini istedim, teslim olmaya devam ettim, onu kalbime davet etmeyi sürdürdüm. Çok 80 KOZMİK BİLİNÇ geçmeden genişlemeye başladığımı hissettim. Artık ben Am-ma'yı kalbine davet eden Kiara değil, Kiara'yı kalbine davet eden Amma'ydım! Eğer o benim kalbime girecek olsaydı, onu dışarı itebilirdim, ama bir kez ben onun kalbine girdiğimde ondan sonra başka nereye gidebilirdim ki? Bu hal derinleşmeye devam etti. Beden duygum dışa doğru giderek genişlerken, kendimi giderek daha büyük hissettim. Artık sevgi hissetmeye çalışmak zorunda değildim, ben sevgiydim. Tanıdığım insanlara dîkşa göndermeye başladım. İnsanların yüzlerini gözümün önüne getirirken yatakta uzanan sağ elimden güçlü bir enerji dalga dalga akmaya başladı. Önce kendi bedenimde onların ıstıraplarını hissediyordum, bir süre sonra onlarda bir şeylerin dönüşüm geçirdiğini hissediyordum ve en sonunda enerji akımı azalıp kesiliyordu. Giderek daha çok insana dîkşa verdikçe, enerji de daha hızlı akmaya başladı, en sonunda birini düşündüğüm anda enerji dalga dalga akıp gitmesi gereken yere gider hale geldi. Sonra aynı anda birçok kişiye dîkşa verebildiğimi gördüm. Dünya liderlerini, dünya için bir tehdit oluşturanları bile kut-sadım ve enerjinin dalga dalga aktığını hissettim. O liderlerin de ilahi düzenin bir parçası olduklarını sevinçle idrak ettim. Çok geçmeden tüm ülkeleri, insanlığın kitlesel bilincini ve Yerküre'yi kutsamaya başladım. Rehberim içeri girdiğinde ben kozmik bir vecit hali içindeydim. Her şey benim bedenim-di; dünyalar ve evrenler benim içimde doğup yok oluyorlardı. Ben nefes verirken yaratılıyorlar, nefes alırken yok oluyorlardı. Kendimi çok genişlemiş, çok engin hissediyordum. Rehberim yanıma yaklaşınca, "Jagat Mata" diye mırıldandım. "Sen Jagat Mata'yı mı hissediyorsun?" diye sordu. "Hayır," dedim, "Ben Jagat Mata'yım, Evrensel Ana'yım." 8l
AYDİNLANMA FENOMENİ Bir süre sonra düşüncelerim Bhagavan'a döndü. Onun akşam darşanına gitmek için çimenlikte yürüdüğünü hissettim. Onun da kalbime girdiğini, sonra benim onun kalbine girdiğimi ve sonra onun kozmik varlığı içinde eridiğimi hissettim. Çok geçmeden ben Jagat Pita, yani Evrensel Baba olmuştum. Bhagavan'ı önce Güneş olarak, güneşsel bilincin kendisi olarak hissettim. Sonra bu bilinç daha da genişleyerek sonsuz galaksileri kapsadı. Yine nefes alıp verdikçe dünyaların yaratıldığını ve sonra yok olduklarını hissettim. Engin bir avatarik alanın ikili veçheleri olarak, Amma ile Bhagavan'ın birbirini içerdiğini ve genişlettiğini hissettim. O ana dek onlara duyduğum bağlılıkta bir bölünme hissediyordum. Şimdi ise tıpkı ying-yang sembolü gibi ya da sürekli kendi dışına akıp tekrar içine giren bir "kaval tüp" gibi, Amma'nm Bhagavan'ın içinde olduğunu, Bhagavan'ın da Am-ma'nın içinde olduğunu görebiliyordum. Onlar birbirlerinden ayrı değillerdi. Bhagavan'ın muazzam gücünü hissettim. Bhagavan'ın bedeninde bulunan ve insanlığı özgürleştirmek için salıverilmeyi bekleyen muazzam enerjiyi hissedebiliyordum. Onun Dünya üzerindeki karanlığı bir anda dağıtabileceğini gördüm. Ama bu kozmik yasaya uygun olarak, herkesin bunu başarabileceği kadar yavaş yavaş vuku buluyordu. O anda Bhagavan'm dünyayı aydınlatma "sankalpa"smı, yani ilahi niyetini hiçbir şeyin engelleyemeyeceğini anladım. Onun zamanımızın tüm belirsizlikleri arasında, günbegün daha da ağırlaşan çevresel, siyasi ve beşeri krizlerin arasında bizim insan türü olarak kendimizi yok etmeyeceğimizi böylesine mutlak bir kesinlikle nasıl bilebildiğini merak etmiştim. Şimdi ise tüm dünyanın Tanrı'nın dışsal bir formu, Tanrı'nm yaratımı, rüyası olduğunu ve tarihin tüm akışının kudretli bir tekâmül8ı KOZMİK BİLİNÇ sel itilime bir karşılık olduğunu görebiliyordum. Altın Çağ'a girişimizin kesin olduğunu ve bunun onun inayetinin amaçladığı gibi gerçekleşeceğini mutlak bir kesinlikle biliyordum. Amma ile olduğu gibi, kendimi yine insanlara mukti (aydınlanma) dîkşasını verirken buldum. Ancak, Amma'nın inayet dîkşasmdan farklı olarak, bu daha seçici bir süreçti. Birkaç kişi aklıma geldiğinde, enerji ellerimden dalga dalga akıyordu. Aklıma başkaları geldiğinde, hiçbir enerji akmıyordu. İki üç kişi tam doz aldı ve onların ne hissettiklerini merak ettim. Dîkşa kendi ilahi zekâsına sahipti. Artık ortada bir Kiara kalmadığını fark ettim. Bhagavan ile Amma, Formsuz Varlığın Avatarik yansımaları olarak her yerdeydiler. Bedenim spontane biçimde kendiliğinden hareket ediyordu. Ayağa kalkıp Şiva'nm dansını yaptım. Zaman zaman enerji o kadar yoğunlaşıyordu ki bir süre kendimi ona kapatıp birkaç derin nefes almak zorunda kalıyordum. Geçmişte sık sık, grup meditasyonlarmı yönetirken süptil bedenlerimizde bir genişleme sürecinden geçer, sırasıyla grup ruhuyla, yerel biyo-bölgenin ruhuyla, ulusal ruhla, gezegensel ruhla ve galaktik ruhla birleşirdik. Bu meditasyon öyle bir noktaya götürürdü ki, sonunda yıldızların kozmik bedenimde-ki hücreler olduklarım hissederdim. Ama bu benim sadece süptil bedenlerimde hissettiğim bir deneyimdi. Bunu daha önce fiziksel bedenimde hiç hissetmemiştim, daha önce hiç gözlerim açık dans edebileceğimi ve evrenin benimle birlikte dans edebileceğini hissetmemiştim! Bu sözcüklerle ifade edilemez bir vecit haliydi! "Sen kozmik bilinci deneyimlemeyi istemiştin," dedi rehberimiz, beni kontrol etmeye geldiğinde. "Bu senin için yeterince yoğun muydu?" Bunun bedenimin kaldırabileceği kadar yoğun olduğunu fark ettim. 8j AVDIN LAN MA FENOMEN İ "Bu yine de Amma ile Bhagavan'm bedenlerinde her zaman barındırdıklarının yüzde biri bile değildir," dedi rehberimiz. "Avatarlar olarak, onların bedenleri farklı bir donanıma sahiptir." Bir avatann işlevi bir insan türünün kütlesel bilincine yeni tekâmülsel potansiyel getirmektir. Gelecek kuşakların bedenleri de bu donanıma mı sahip olacaklardı? İndigo Çocuklar ya da Kristal Çocuklar bunu mu hazırlıyorlardı?
Dünya üzerinde yaşamış tüm avatarların bu aynı avatarik bilinç merkezinden gelmiş olduklarını hissettim. Onların aralarında hiçbir ayrılık yoktu. Bu tek bir bilinçti ve şimdi her birimiz bu bilince girmeye davet ediliyorduk. Benim deneyim-lediğim, Bhagavan'ın kapsadığı aym bilinçti, onunkine eşit değildi, ama aym bilinçti. Şimdi Bhagavan'ın her şeyin birliğinden söz ederken neyi kastettiğini anlayabiliyordum. Her birimiz Dünya üzerinde gezegeni iyileştirip aydınlatmak için bulunan aynı engin avatarik mevcudiyetiz. Aydınlanan her bir kişi -buna ister Kalki bilinci, ister Mesih bilinci, isterse Buda bilinci diyelim- bu avatarik bilincin bir parçası olur! Ayrıca Amma ve Bhagavan'ın bugün tezahür eden inayetinin onların insanlığa vermeye muktedir olduklarının ve gelecek yıllarda vereceklerinin küçük bir parçası olduğunu da biliyorum. Bu küçük parça bile muazzam bir değişim fenomeni yaratıyor. Biz küresel aydınlanmaya doğru ilerledikçe bu inayetin artmaya devam edeceğini biliyorum. Daha çok insan aydınlandıkça, aydınlanma "morfogenetik alanları" daha da güçlenecek ve bu alanlar vasıtasıyla onlar daha çok inayet aktarabilecekler ve en sonunda kütlesel aydınlanma meydana gelecek! Bunun sadece aydınlanma değil, gezegensel bir yükseliş de olabileceğini görüyorum. Ama bu daha ileride meydana gelebilir. Bhagavan ile Amma'nın burada gerçekleştirmek için 84 kozmik bilinç bulundukları şeyin Dünya'dan çok daha büyük bir şey olduğunu da biliyorum. Bunun ne olabileceğiyle ilgili sözcüklere ya da kavramlara sahip değilim, ama bu bana kozmik yapıda bir şeymiş gibi geliyor. Saatin tersi yönünde döndüğümde, bedenim daha fazla kozmik enerjinin Dünya'ya demirlemesi için bir anten oluyormuş gibi, enerjilerin epey yoğunlaştığını gördüm. Bir noktada, yıldızların altında dans ederken, yıldızların tümüyle bedenimin dansının bir parçası olduklarını görebildim. Onlar normalde gördüğüm yıldızlar değillerdi, onlar benim bedenimdeki hücrelerdi. O zaman İndra'nın ağı denen güzel mecazı hatırladım; bu mecazda tüm evren incilerden oluşuyor ve her bir inci diğer her incinin içine yansıyor ve diğer her inciden ayrılmaz oluyordu. Bu da böyle bir şeydi. "Bu sadece başlangıç," dedi rehberim. "Yaşadığın hal bunun da ötesine doğru derinleşmeye devam edecek. Bu doğal olarak gerçekleşecek. Artık bunu gerçekleştirecek ya da engelleyebilecek bir Kiara yok. Bu sadece, senin vasıtanla çalışan Amma ile Bhagavan'dır." Sadece Amma ve Bhagavan'ı değil, diğer ilahi kişilikleri de anlamaya başladım. Onlar şimdi gelip Kiara'nın bedeni denen bu boş kanaldan Dünya'nın frekans alanlarına demirleye-bilirlerdi. Uzun süredir, Yerküre için bir koruyucu vazifesi gören kozmik varlıklardan biri olan Sanat Kumara ile aramda bir bağlantı hissediyordum. Onu benim kanalımla gelmeye davet ettim ve engin bir bilincin varlığıma hâkim olduğunu hissettim. Bu Bhagavan'm etkisinden farklıydı; bunu henüz tam olarak yorumlayamıyorum, ama o uzun bir süre kaldı ve ben onun Yerküre'yi bedeniyle kucakladığını hissettim. Sonra Babaji geldi. Onunla, varlığını bir aydınlanma deneyiminde ilk kez hissettiğim 1985'ten beri, yıllardır güçlü bir 8s AYDINLANMA FENOMENİ ilişki geliştirmiştim. O ilk deneyimden sonra aylar boyunca neredeyse günde yirmi dört saat bedenimden onun enerjilerinin aktığını hissetmiştim. Şimdi onu tekrar hissediyordum. O fiziksel bedenime girmiş ve bu beden ona kusursuz bir biçimde uymuş gibiydi. Belki de öyleydi, bilmiyorum. Sadece benim evrenden ayrı olmayan, dans eden bir sevinç ırmağı olduğumu biliyordum. En nihayet, bir noktada, kafamı toparlayıp yeni kulübem-deki küflü yatağa bir çarşaf sermeyi düşünürken, güneş sinira-ğımda şiddetli bir tepki hissettim ve dışarı koşup verandadan aşağı kusmaya başladım. Ani ve beklenmedik bir değişim hissettim. Sanki ince bir perdeden öbür tarafa geçmiş gibiydim. Artık kozmik bilinçle birleşmiş halde değildim. Hâlâ Amma ile Bha-gavan'm engin kucağındaydım, ama artık onlarla bir değildim. Şimdi İsa'nın "Ben ve Babam biriz," dediğinde neyi kastettiğini anlayabiliyordum. Bu kozmik bilinç deneyimiydi. O, "Ben yolum, gerçeğim ve
yaşamım" dediğinde, konuşan kişisel İsa değildi; bu onun ağzından konuşan kozmik bilinçti. Ertesi gün düşünceler geri dönmüştü, ama eskisi gibi değil. Kiara geri dönmüştü, ama eskisi gibi değil. Günlüğüme şöyle yazdım: "Daha önce birdim. Şimdi birolmayanım. Ama iki de değilim. Şimdi Şankara'nm deneyimini anlayabiliyorum. Zihnim beni hareket ettirirken elim hareket ediyor. İllüzyoni sabit bir küçük benlik değil, bilincin kendisi beni hareket ettiriyor. Bedenim tüm evrenin kullanabileceği boş bir kabuk. Bu arada, biyolojik bilinç ona nüfuz ediyor ve muktedir kılıyor. Beden böylesine kutsal bir şey. O Tanrısal Ruh'un bir tapınağı. Bunu ilk kez şimdi anlıyorum. Bedenime iyi bakmalıyım. Evet o boş, ama çok da dolu, artık var olmayan küçük benliğin önemsiz kaygılarıyla değil, tüm evrenle dolu! Artık ortada bir kişi yok. Kiara artık boş." 86 II Muktedir Kılınmak Bu kozmik bilinç deneyiminden sonraki gün benim için garip bir gündü. Kozmosun kusursuzluğunu ve düzenini dene-yimledikten sonra, insan yaşamının kusurluluğuyla ve sıradan niteliğiyle uzlaşmak zordu. Neden herkes bu kadar yersiz ve önemsiz şeyler hakkında konuşuyordu? Neden insanlar her zaman her şeyden yakınmak zorundaydılar? Evrende her zaman dengenin bulunduğunu fark ettim. Genişleme deneyiminden sonra, bilincim şimdi daralıyor ve bedenimdeki tüm o eski yargılama ve kıyaslama yolları uyarı-lıyordu. Bir kez bunu olduğu gibi görebildiğimde, bu his yavaş yavaş dağıldı. Görünüşteki tüm aykırılıklarda ve kusurlarda bile bir düzen ve kusursuzluk bulunduğunu anladım. Bu konuda rehberimizle konuşurken o şöyle dedi: "Duali-te dünyasında da kusursuzluk vardır, ama ancak sen zihnin çirkinliğini kabullendikten ve artık bir ideali gerçekleştirme ihtiyacı duymaz olduktan sonra. İşte bu yüzden Bhagavan bu iki temel taşımn -zihnin çirkinliğini ve zihni değiştirmenin olanaksızlığını idrak etmenin- çok önemli olduğunu söyler. Eğer bu temel sağlamsa, sen istediğin kadar yükselebilir ve düşüp yere çakılmazsın. Bir kez bunu idrak ettiğinde, artık duygusal inişler yaşamazsın, çünkü depresyon ancak sen zihni değiştirip düzeltebileceğini sandığında meydana gelir. Biz realiteyi 87 AYDINLANMA FENOMENİ olduğu gibi görür ve hiçbir versiyonumuza bağlanmaz, kendimizi o versiyonumuzu beslemek, korumak ya da savunmak zorunda hissetmeyiz. "Aydınlanmış bir kişinin bir aziz olması gerekmez. Buda birçok kez öfkeye kapılmıştır. Bu yüzden, azizlerin hepsi aydınlanmış değildir. Aydınlanma ve azizlik tamamen ayrı iki şeydir." Rehberimiz sonra aydınlanma ile Tanrı-realizasyonu arasındaki farktan söz etti. "Tanrı-realizasyonu basitçe, Tanrı ile direkt deneyimsel bir bağa sahip olmaktır. Aydınlanmış bir kişinin ille de Tanrı'yı-realize-etmiş olması gerekmez. Tanrı'yı-realize-etmiş (ermiş) bir kişinin de, ille aydınlanmış olması gerekmez. Buda aydınlanmıştı, ama Tanrı'yı-realize-etmiş değildi. O benliğin bulunmadığını keşfettiğinde, tüm arzuları, Tanrı için duyduğu arzu bile yok olmuştu. Benliğin boşluğunu dene-yimlemiş, ama devam edip Tanrı'yi tam olarak deneyimleme-mişti. Öte yandan, birçok Sufi ve Hindistan'ın şair-azizleri Tanrı'yı-realize etmiş, ama aydınlanmamışlardı. Onlar Tanrı'yı sevmeye öylesine kararlı biçimde dalmışlardı ki daha fazla bir şey isteyememişlerdi." "Tanrı ile birleşme eşit derecede, hatta, daha derin bir realizasyon olmaz mıydı?" diye sordum. "Belki, ama onlar bununla ilgilenmiyorlardı. Aydınlanmanın benliği yok edeceğinden, bunun da onların Tanrı'ya hizmeti ve adamşı içeren dualistik tutumlarını sona erdireceğinden korkuyorlardı. 'Alvarlar' olarak tanınan Vaişnavite azizleri Tanrı-realizasyonunun vecdi içinde o kadar mest olmuşlardı ki şarkılarında 'Ben mukti'yi (aydınlanmayı) istemiyorum!' bile derlerdi. Onlar Tanrı'nm kendilerinin dışında, kendilerinden başka bir şey olmasını tercih ederlerdi. "Tanrı-realizasyonu olmadan aydınlanma," dedi, rehberimiz şaşırtıcı bir biçimde, "sevgiyi ve bilgeliği tezahür ettirebi-
88 MUKTEDİR KILINMAK lir, ama gücü tezahür ettirmez. Geçmişte Tanrı'yı-realize-et-miş kişiler mucizeler yaratabilmişlerdir, ama sadece aydınlanmış olan kişiler ancak yanlış algıları düzeltebilmiş ya da özgürleşme öğretileri verebilmişlerdir, ama insanları gerçekten özgürleştirememişlerdir. Ve onların çevrelerinde mucizeler nadiren meydana gelmiştir. "Geçmişte, insanlar ya aydınlanır ya da Tanrı'yı-realize-ederlerdi, ama her ikisini birden nadiren gerçekleştirirlerdi. Bhagavan daha önce yapılmamış olan bir şeyi yapmaktadır. O Aydınlanma ile Tanrı-realizasyonunu birleştirmekte, bilgelik ile kendini Tanrı'ya adamayı birleştirmektedir. İşte bu birleşme güç olarak, iyileştirme gücü olarak ve -dîkşa ile geniş çapta deneyimlenenaydınlanma hallerini aktarma gücü olarak tezahür eder. Bir bütün olarak, bu yeni dünyalar yaratma gücüdür. Biz sonsuzluğa açılan bir kapı, evrenin dönüşümü için bir dayanak noktası haline geliriz!" Birkaç gün sonra, bir muktedir-kılınma törenine katıldık, bu törende bizi başkalarına dîkşa vermeye muktedir kılan bir dîkşa aldık. Artık ellerimizi bu amaçla insanların başlarına koyduğumuz her defasında Amma ile Bhagavan'm enerjileri ellerimizden akarak, istenen şeye bağlı olarak, şifa, iç huzuru verecek ya da aydınlanma halini aktaracaktı. Tören devam ederken muazzam bir şükran duydum. Bu çocukluğumdan beri hissettiğim bir arzunun, insanlığa yardım etme arzusunun gerçekleşmesiydi. Ergenlik çağımda İncil'i okuduğumda, İsa' nın havarilerinin Mesih adına öğretmeleri, şifa vermeleri ve mucizeler yaratmaları için "Kutsal Ruh tarafından vaftiz edildikleri" bölüm beni çok derinden etkilemişti. Şimdi ruhumda, o havarilerin hissetmiş olduklarını hayal ettiğim aynı heyecanı duyuyordum. Hatta, belki daha da büyük bir heyecan duyuyordum, çünkü insanlık tarihinde ilk kez 89 AYDİNLANMA FENOMENİ sadece bazı insanlara değil, isteyen herkese aydınlanma hallerini kayıtsız şartsız aktarabilen bir avatar dünyada enkarne olmuştu! Bizden onun avatarik mevcudiyetinin dünyadaki uzantıları olarak hizmet etmemizin istendiğini şükran ve huşu ile fark ettim! Sonra her birimiz bireysel olarak kutsandık ve Bhagavan'ın bizi muktedir kılışının bir sembolü olarak hepimize birer "mala" (ahşap boncuk kolye) verildi. Muktedir-kılınma töreninden hemen sonra bize bir dîkşa daha verildi. Bu çok yumuşak bir dîkşaydı ve herhangi bir büyük içgörü ya da deneyim yaşamadım. Bunun aydınlanma halimizi daha iyi özümsememiz için verilmiş bir stabilizasyon dîkşası olduğu söylendi. Aydınlanma hali o zamandan beri derinleşmeye devam etti. 90 12 Aydınlanmadan Sonraki Yaşam Ben aydınlanmayı hep spiritüel yolculuğumun sonu olarak, bir insanın erişebileceği en yüksek hal olarak görmüştüm. Şimdi onun sadece yeni bir başlangıç olduğunu anlıyorum. Bilincin kendi zekâsı, kendi devreleri vardır ve bu sonsuz bir keşif yolculuğudur. Zirve deneyimler stabilize olduktan sonra ne olur? Ondan sonra "normal" realite nasıl görünür? Bu benim aydınlanmadan önceki normal realitemden nasıl farklıdır? Bu değişimi ölçmek çok zor. Artık aydınlanmadan önceki yaşamımla ilgili pek fazla başvuru noktam yok. İnsan dramıy-la meşgul olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünüyorum ve artık bunu yapamıyorum. Bu bir rüyadan uyanıp, rüya realitesinin, uyanıklık realitesine bazı açılardan benzese de, aynı zamanda çok farklı olduğunu idrak etmek gibi. Aynı zamanda, birçok şey aynı. Sabit bir benlikle özdeş-leşmemem artık çevrede kimliksiz dolaşan bir bilinç damlası olduğum anlamına gelmiyor. Ben hâlâ Kiara'yım, aynı anılara, aynı kişilikler karışımına sahibim, sadece Kiara artık zihinsel bir gevezelik ve gürültü çarkına kapılmıyor. Ben zaten kendimle çok barışıktım; işimde ve ilişkilerimde zaten epey doyum hissediyor ve dünyaya epey katkıda bulunduğumu hissediyordum, bu yüzden bunlar değişmedi. m
AYDINLANMA FENOMENİ Değişen şey güdülerimdi. Artık huzur içinde olmak için uğraşmıyorum, ilişkileri yürütmek için mücadele etmiyorum, dünyayı değiştirmek için mücadele etmiyorum. Bu daha çok, artık yönetimin bende olmadığını, benim anlayabileceğimden ya da kontrol edebileceğimden çok daha büyük bir ilahi kusursuzluğun oyunu yönettiğini ve benim bu ilahi oyunun hizmetindeki boş bir kanal olduğumu anlamaya dayanan çabasız bir yaşam biçimi. En dikkat çekici değişim, gün boyunca hissettiğim derin sessizlik. Bu sessizlik dışsal etkenlere dayanmıyor. Konuşuyor, yazıyor, düşünüyor ya da meditasyon yapıyor olmam fark etmiyor. Sessizlik hep orada bulunuyor. O şimdi deneyimlediğim her şeyin alt-akıntısı gibi. Eskiden "ses akımı" denen bir meditasyon yapardım; bu sırada başımın içinde beni daha derin bilinç hallerine götüren bir ses tonu hissederdim. Ancak, daha önce belli bir derinliğin ötesine hiç geçememiştim. Şimdi, bu derin sessizlikte, ses akımı beni engin sevinç âlemlerine götürüyor. Bu sessizliği zihinde "parazifin yokluğu olarak deneyim-liyorum. Bu çatırtılı sesler çıkaran bir çift hoparlörü stüdyo kalitesinde bir ses sistemiyle değiştirmek gibi. Bu sessizliğe dikkatimi verdiğimde, o sonsuz bir yaratıcı akışın kapısını açıyor. Ben aydınlanma sürecim sona erdikten kısa bir süre sonra bu kitabı yazmaya başladım. Yaratıcı enerji güçlü bir biçimde geldi ve ben onu izledim, her defasında yorulmadan ve ara vermeden saatlerce yazdım. Bir hafta içinde kitabın büyük bölümü yazılmıştı. Sessizlik bu ilhamın kaynağıydı ve ben ondan aldığım ilhamı ifade ederken büyük bir sevinç duydum. Şimdi Simon ve Garfunkel'in "sound of silence" (sessizliğin sesi) sözüyle neyi kastettiklerini anlayabiliyorum! Rehberimizin aydınlanmanın zihnin pençelerinden kurtulmaktan başka bir şey olmadığıyla ilgili sözlerini hatırlıyorum. 92 AyDCNLANMADAN SONRAKİ YAŞAM Sessizlik bu esaretten kurtuluşun sesidir! Tekil, sürekli bir kimlik akışı yerine, şimdi kendimi alttaki sessizlikten ortaya çıkan ve sonra tekrar o sessizlikte kaybolan bilinç kabarcıkları olarak hissediyorum. Bir duygu ya da düşünce gelip bir süre kalıyor, sonra yine sessizliğe karışıp kayboluyor. Ardından, başka bir duygu ya da düşünce gelip bir süre kalıyor, sonra o da sessizliğe karışıp kayboluyor. Zihne ihtiyaç duyduğumda, o son derece odaklanmış ve verimli oluyor. Ona ihtiyaç duymadığımda, tekrar sessizliğe geri dönüyorum. Bu bilinç kabarcıkları herhangi bir şey olabilir. Bu artık hiç düş kırıklığına uğramadığım, öfkelenmediğim, sinirlenmediğim ya da incinmediğim anlamına gelmiyor. Aydınlanmanın bir anda bir aziz olmak anlamına geldiği şeklinde yanlış bir kavrama sahip olduğumu fark ettim. Hayır, tüm bu duygular eskisi gibi hâlâ gelip gidiyorlar. Aradaki fark şu ki, daha önce özdeşleştiğim bu duyguları şimdi sadece izliyorum, onların ortaya çıkışlarını ve kayboluşlarını izliyorum. Artık onları ya da kendimi yargılama ihtiyacı duymuyorum. Artık azizlikle özdeşleşmiyorum. Çevremde yaşamın devam ettiğini fark ediyorum. Üzücü olan olaylar, kaçınmayı tercih edeceğim durumlar meydana geliyor. Duyularım daha keskinleşti, bu yüzden gürültüden ve kirlilikten daha çok etkileniyorum, ama hâlâ tercihlerim olsa da, bu şeylerle ilgili aynı tepkisel duygusal "şarj"a sahip olmadığımı fark ediyorum. Bu ister gürültülü sokaklar, ister yakınan komşular, ister aile tartışmaları, isterse dünya olayları olsun, ben daha derin bir duygusal denge ve itidal hissediyorum. Duygusal tepkiselliğin "düğmesini kapatabiliyorum." Bazen bazı şeylere üzülüyorum, ama o zaman da bu zihnin eski bir alışkanlık kalıbına girip çıkan bir başkasını izlemeye benziyor. 93 AYDİNLANMA FENOMENİ Durumun farkına vardığım anda, o değişmeye başlıyor. Daha fazla seçeneğimin olduğunu fark ediyorum ve ruh hallerim, duygusal iniş çıkışlarım beni yönetemiyor. İnsan dramının pençesinden her zaman bir anda ve kolayca kurtulamasam da, bunu yapma yeteneğim giderek gelişiyor.
Aydınlanma ile ilgili bir başka yanlış kavramım psişik yeteneklerimin ve içsel görüşümün hemen gelişeceği ya da artık ebediyen kozmik bilinç içinde bulunacağım idi. Bu böyle olmadı. Ancak, her şeyin doğru zamanında geleceğini anladığımdan bu şeylere duyduğum arzu yok oldu. Sabit bir benliğin dar kimliğinin yok olmasıyla birlikte, artık tüm evrenin içinden akacağı bir kanal olduğumu ve bu yeteneklerin ve bilinç hallerinin gerektiği gibi gelip gideceklerini görüyorum. Burada bir yoksunluk duygusu, bir şeylere tutunma, en yüksek samad-hi hallerine bile tutunma duygusu yok. Artık meditasyon yapmaya da çalışmıyorum. Ya da farklı biçimde söylemek gerekirse, şimdi tüm yaşamım bir meditasyon. Daha önce meditasyon yapmak için duyduğum ihtiyacın asıl nedeni, zihnimdeki gevezeliği durdurup daha derin bir enginliğe uyumlanabilmekti. Şimdi bu benim normal halim ve şimdi aydınlanmadan önce bir saat meditasyon yaptıktan sonra eriştiğim derin bilinç haline iki dakikalık bir sessizlikten sonra erişebiliyorum. Meditasyon yapma ihtiyacım daha fazla bir şeyler olmaya çalışmamdan kaynaklanıyordu. Evet, özellikle rehberlerin sık sık girdikleri vecit hallerini gözlemledikten sonra, gidilecek daha çok yol olduğunu görebiliyorum, ama artık bu halleri eskiden olduğu gibi şiddetle arzulamıyorum. İçinde bulunduğum an yeterince derin! Ve her an öyledir. Eşzamanlılıkta bir artış olduğunu fark ediyorum. Uzun bir zamandır yaşamımda eşzamanlılıkları fark etmeme rağmen, şimdi eşzamanlılığın evrenle çok yakın bir bağlantı için94 AYDINLANMADAN SONRAKİ yAŞAM de olmaktan kaynaklandığının derin bir biçimde farkındayım. Sabit benlik yok olduğunda, evren sizin kanalınızdan akıyor. Evren sizin kanalınızdan aktığında, sıradan beşeri sınırlar aşılıyor. Tüm yaratılış birlikte sizin her dileğinize karşılık veriyor. Ve neden olmasın ki, sonuçta her arzu şimdi sizin kanalınızla yaratan bilincin bir ifadesi değil mi? Ruhun bu evrensel bilinç akışı için bir odak noktasından başka bir şey olmadığını fark ettim. Aydınlanmadan önce, ruhu yüksek bir "benlik" olarak düşünüyordum, bu hâlâ sabit ve "bana" ait olan bir benlikti. Şimdi ondan ayrı olduğum bir "başkası" bulunmadığından, ruhun ait olacağı bir "ben" de yoktu. Yaşamı ruhun perspektifinden deneyimlerken, tıpkı sabit bir "benliğin" olmadığı gibi, sabit bir "ruh"un da olmadığını anlıyorum. Yogilerin her zaman söylemiş oldukları gibi, "Atman Brahman'dır," bireysel ruh evrensel ruhtan, Tann'dan ayrı değildir. Ben Tanrı ile aynı değilim, ama ondan ayrı değilim. Biz aynı realitenin iki veçhesiyiz. Bu idrakle, yaşama karşı gösterilen direnç çok azalır. Bu, varacağı yere doğru akarken yolu üzerindeki her şeyi sürükleyip götüren bir nehrin bir parçası olmak gibi. Ben artık onu itmediğimden, o da artık beni itmek zorunda değil. Bazen işleri eskisi gibi yapmaya çalışıyorum, geleceği plânlıyorum, yaşamımı belli kanallara yöneltmeye kalkışıyorum. Ben daha fazla ittikçe, durum daha zorlaşıyor, en sonunda vazgeçtiğimde ise evren kendi plânını gözler önüne sermeye başlıyor ve bu benim kendi başıma yaratabileceğimden çok daha iyi bir plân oluyor! Bir'lik Üniversitesi'nden ayrıldıktan sonra bir gazeteyi görmek ilginçti. Ben -dünyadaki tüm yanlışların epey farkında olan, insanların gerçeği görmelerim sağlamaya çok kararlı olan-bir siyasi ve çevreci eylemciydim. Her nedense, artık dışsal dü95 AYDINLANMA FENOMENİ zeyde "dünyayı değiştirme" ihtiyacı duymuyorum. Tüm kaosun ve insan dramının bizi arınmaya zorlayan daha derin bir tekâmülsel itişten kaynaklandığını görebiliyorum ve bugün durum nasıl görünürse görünsün, Altın Çağ'a geçişimizin kesin olduğunu bilerek huzur duyuyorum. Bu yolun henüz başında olduğumun farkındayım. Aydınlanmamdan kısa bir süre sonra, Grace ile birlikte katıldığımız bir "darşan" sırasında Bhagavan bana bir noktada, eğer bunu seçersem, "ruhun karanlık bir gecesi"ni yaşayacağımı, o süreçte tüm iyi hislerin, tüm eşzamanlılıkların, hatta Tanrı ile doğrudan paylaşım duygusunun bile kaybolmaya başlayacağını söyledi.
Bu, Mesih'in çölde Şeytan ile kırk gün boyunca boğuşmasına benzeyecekti ve Tanrı ile bir'liğin daha derin hallerine girmek için gerekliydi. Şu anda, aydınlanma halini kuşatan tatlı parıltının farkındayım, ama "karanlık gece" insana "cehennem" gibi gelebilir. Eğer bilinçsiz zihni temizlemeyi seçersem bu gerekli bir aşamadır ve herkes bunu yapmayı seçmeyebilir. Bhagavan, bilinçsiz zihnin Kadim Zihin ile kişisel bağlantı halkamız olduğunu söylüyor. Onu temizlediğinizde, siz gerçekten bir "Mesih" olursunuz. İşte Büyük Piramit'teki kadim inisiyasyonlar bunu yapmak için tasarlanmışlardı. Belki bu "karanlık gece" Avustralyalı aborijinlerin ve çeşitli geleneklerdeki samanların "parçalanma" dedikleri şeye benzer, bu süreçte kişinin tüm varoluş temeli yok olur. Geçmişte bir anlam ifade eden her şey yok olur. Bu, insanlığın kolektif zihninin pençelerinden kurtulmak için gerekli olan daha derin bir aşamadır. İsa bu hal içinde misyonunu etkili biçimde gerçekleştirebilmişti. Ve yine bu hal içinde, aydınlanmış insanların kritik kütlesi dünyanın geriye kalanını aydınlanma hali içine sokabilecektir. 96 AYDINLANMADAN SONRAKİ YAŞAM Ergenlik çağındayken bir gün bir kitapçıda oturup İsa bedeninden ayrılıp yükseldikten sonra Kutsal Ruh'un inişini anlatan bir kitabı okuduğumu hatırlıyorum. Orada bir güç vaftizi gerçekleştirilmiş ve havariler İsa'nın yaptığı gibi hastaları iyileştirecek, ölüleri diriltecek, cinleri kovacak şekilde muktedir kılınmışlardı. İsa, "Siz tüm bunları ve bunlardan daha büyük şeyleri de yapacaksınız," demişti, "çünkü ben Babama gidiyorum." O günden sonra benim yapmak istedim tüm şey bu olmuştu, ben de onun havarilerinden biri olabilmek, "Kutsal Ruh tarafından böyle vaftiz edilmek" için dua etmiştim. İyi niyetli bir papaz bana mucizeler devrinin İsa ile birlikte kapandığım ve artık böyle şeylerin olmadığını söylediğinde büyük bir düş kırıklığına uğradığımı hatırlıyorum. Belki tüm devrelerin bir gelgiti vardır. Eğer mucizeler devri gerçekten kapanmışsa, ben o devrin bir kez daha başladığını gördüm ve tüm insanlığı özgürleştirmeyi hedefleyen bu büyük plânda küçük bir araç olmaktan dolayı çok minnettarım. Yeni bir insanlık doğmakta, yeni bir Dünya ortaya çıkmaktadır. Yaratılış rüzgârlarının her birimizi bu idrake doğru yönlendirmesi için dua ediyorum. Dilerim her birimiz tüm evrenin içinden esebileceği boş bir gökyüzü haline geliriz! 97 II. K ısım DİĞERAyDINLANMA DENEYİMLERİ 99 J3 Grace Bu bölümde başka insanların aydınlanma deneyimlerine yer vereceğim. İnsanlara kendi aydınlanma deneyimlerini yazıp bana göndermeleri için çağrıda bulunduğumda çok fazla mektup aldım. Bir kitabı dolduracak kadar öykü vardı; ancak, onların hepsine bu kitapta yer vermem olanaksızdı. Belki ileride sadece insanların aydınlanma deneyimlerini içeren bir kitap yayınlayabilirim. Şimdilik, çok iyi tanıdığım dört kişinin aydınlanma deneyimine yer vereceğim. Göreceğiniz gibi, her birinin deneyimi oldukça özgündür. Bu bölüme Grace'in deneyimiyle başlıyorum. Grace aydınlanan ilk Batılı grup içinde yer alma ayrıcalığına sahip oldu. 15 Ağustos hem Amma'nm doğum günü, hem Hindistan'ın Bağımsızlık Günü, hem de Sri Aurobindo'nun doğum günüdür. Bu tarihten kısa bir süre sonra 17 Ağustos 2003' te on binlerce kişi Amma ile Bhagavan'ın Nemam'daki darşa-nına katıldı, Grace ve ben de oradaydık. Bhagavan bu fırsatı orada toplanan bazı insanlara aydınlanma enerjisini aktarmak için kullandı. Şimdi bu konuda sözü Grace'e bırakıyorum. ### Bir'lik Üniversitesi'ne gidişimiz bir tür inayetti. Şimdi geriye dönüp baktığımda, Bhagavan'ın rehberliğinin bu konuıoı
AYDINLANMA FENOMENİ da bize aylar boyunca yol göstermiş olduğunu görebiliyorum. Nisan ayında bir gün Auroville'de öğle yemeği yerken yanımıza iki kadın oturdu. Güney Hindistan'daki Bir'lik Üniversitesinden yeni gelmişlerdi ve Bhagavan'ın misyonu hakkında büyük bir coşkuyla doluydular. Bizim de merakımız uyandı ve ben Hindistan'dan ayrılmadan önce oraya gitmeyi düşündük. Bundan kısa bir süre sonra ABD'deki yakın bir arkadaşımızdan bir e-posta aldık, o bizim Deneyim Festivali olarak bilinen bir şifa sanatları etkinliğine katılmamız için ısrar ediyordu. Bu festival Bir'lik Universitesi'nde yapılacaktı. Kiara festivali düzenleyenlerle temas kurduğunda, onlar onun da orada bir konuşma yapmasım istediler ve her ikimizi de davet ettiler. Öğretmenler olarak, ilk birkaç gün içinde Bhagavan ile karşılaşma onuruna sahip olduk. Ben ondan görür görmez çok hoşlandım! Nazik, esprili ve sıcaktı, ama aynı zamanda çevresine daha önce hiç görmediğim derin ve sessiz bir güç ve mevcudiyet yayıyordu. O hafta bir Mukti programına katıldık. Kurs başladıktan birkaç gün sonra Amma'nm doğum günü onuruna yapılan bir darşana katılmak üzere grup olarak Nemam'a götürüldük. Orada Amma ile Bhagavan'ın karşısında on binlerce insan toplanmıştı, biz kursa katıldığımız için en öne oturtulduk ve orada iki darşan boyunca kaldık. İlk darşan sırasında iki erkek rehber ellerini insanların başlarına koyarak dîkşa vermeye başladılar. Ben bunun neyle ilgili olduğunu gerçekten bilmiyordum, ama olanları dikkatle gözlemledim ve rehberlerden biri kanalıyla daha fazla gücün geldiğini hissettim. Ona bakarken, içimden gelen bir ses kuvvetle, "Ben hazırım" dedi. Benden biraz uzakta bulunan bu rehber bana baktı, göz göze geldiğimizde başını salladı. Ardından, sanki beni duymuş gibi kalabalık içinde yolunu değiştirdi ve birkaç dakika içinde önüme geldi. Bir 102 DİĞER AYDINLANMA DENEYİMLERİ elini Kiara'nın başına, bir elini de benim başıma koydu, belki iki üç dakika boyunca sıkı bir biçimde bastırdı. Sanki bir yıldırımın bana çarptığını hissettim, ama bu bir yıldırım gibi hızlı değil, yavaş bir çarpmaydı. Bedenime yayılan sıcaklık ve elektrik şarjı giderek artarak neredeyse dayanılmaz hale geldi. O elini çektiğinde, yaklaşık kırk dakika boyunca yerimden kı-pırdayamadım ve gözlerimi açamadım. Kafamda dokunulduğunda acıyan birkaç iri şiş belirdi ve başım zonkladı. Neyse ki orada bir başka darşan için kalmamıza izin verdiler, çünkü o sırada kıpırdayamaz haldeydim. Darşandan sonra birkaç lokma yemek yedik, sonra bir taksi tutarak geri döndük. Zihnim çok karışmıştı, başım zonkladığından midem bu-lanıyordu ve tüm bedenimde dalga dalga sıcaklık hissediyordum. Güçlükle yürüyor ve hiç düşünemiyordum. Kulübemize geri döndüğümüzde hemen yattım ve derin bir uykuya daldım. Ertesi sabah uyandığımda kendimi çok dingin hissettim. Sanki büyük ve durgun bir göl gibiydim. Bu boş değil, çok akıcı, canlı, sessiz bir doyum ve sevinçle dolu olan bir dinginlikti. Ertesi sabah kurstan önce "srimurti"nin (Amma ile Bha-gavan'ın -onların enerjisiyle yüklü olduğu söylenen- resimlerinin) önünde şükran ve saygıyla dururken, Amma ile Bhaga-van'm gözleri pırıldamaya ve hareket etmeye başladılar! Ben ona baktığımda Amma gözlerini kırpmaya başladı. Gördüğüm şeye inanamadım ve acaba başkaları da bunu görebilir mi diye çevı-eme baktım. Kiara'ya. gelip bakması için el salladım, ama o beni görmedi. Daha sonra hep birlikte meditasyon yaparken alın çak-ramda büyük bir açılış hissettim, bu o kadar büyük, koyu renkli ve fiziksel bir açılıştı ki acaba alnıma bastıran bir şey mi var diye elimi oraya koydum. Bu açılış içinde birden kendimi orada yerde yatarken gördüm, ama formum çok farklıydı. 103 AYDINLANMA FENOMENİ Ben beyaz giysili, gri sakallı bir adamdım. Ona karşı büyük bir sevgi ve aşinalık hissettim. Onun ben olduğumdan emindim ve kendi kendime hayretler içinde, "Alı, ben gerçekten bu adamım!" dedim. Daha sonra rehberim bana o adamın Bhagavan olduğunu ve bu deneyimin bana onun ve benim bir olduğumuzu göstermek için yaşatıldığmı açıkladı.
Ertesi gün yine hep birlikte meditasyon yapıp enerjiyi çakralardan yukarı yükseltirken, enerji tepe çakrama ve onun ötesine kadar yükseldi. Hareli ışık tüpleri tepe çakramdan başımın biraz üzerindeki yassı, eliptik bir diske doğru yükseldi. Bu disk de çok güzel, gümüş, altın ve pembe hareli renkteydi ve çok süptildi; son derece rafine bir güzellik ve eterik bir titreşim yayıyordu. Bu güzel disk yavaş yavaş dönmeye başladı. Dönerken ışınlar yayıyordu. Bu ışınların bazıları iri ve güçlü, bazıları süp-til ve inceydi. Bu ışınlar tüm dünyaya yayıldı ve ben dünyayı uzaydan gördüm; dünya mavi bir misket gibiydi ve bu ışınların beslediği sınırsız bir pembe sevgi bulutu dünyanın çevresinde ve üzerinde dalgalanıyordu. Meditasyondan sonra odama giderken kendimi insan formundaki bu rafine, ince, hassas fre-kansmışım gibi hissediyordum, ayaklarım toprağa ancak değiyor gibiydi, kendimi öylesine hafif, ince ve güzel hissediyordum. Daha sonra rehberlerden birini gördüğümde ona bu deneyimi anlattım ve yeni bir çakrayı gördüğümü düşündüğümü söyledim. O, çakra sistemimin evrensel bilinçle bağlantı kurduğunu açıkladı. Bizim evrensel bilince böyle bağlı olmamız gerektiğini, ama geçmişte bu bağlantının kopmuş olduğunu söyledi. Şimdi benim, bu bağlantıyı yeniden kurduğumdan, aydınlanabileceğimi de söyledi. O akşam grup olarak Bhagavan'm darşanma götürüldük. Orada Bhagavan bize şöyle dedi: "Daha önce Batılılarla yapmazca DİĞER AYDİNLANMA DENEYİMLERİ dığımız bir şey yapacağız. Buradaki herkese dîkşa vereceğiz. Herkes, hemen olmasa bile, önümüzdeki yirmi dört saat ya da kırk sekiz saat içinde veya önümüzdeki haftalarda ya da aylarda aydınlanacaktır. Aydınlanma tohumu ekilecektir." Ben, her nedense, kırk sekiz saat içinde aydınlanacağımı biliyordum. Bhagavan, rehberleri yüksek bir ilahi birlik hali içine sokacağını ve böylece onların bu vecit halini bize aktaracaklarını söyledi. Eğer rehberler biraz gürültü çıkarırlarsa kaygılanmamamızı, onların sadece vecit halleri içine gireceklerini de açıkladı. Ve gözlerimizi kapamamızı istedi. Biz orada otururken odadaki bir düzine rehber öyle güçlü kahkahalar atmaya ve sevinç sesleri çıkarmaya başladı ki bir gözümü açıp gizlice baktım, bir kadın rehber benim yanımdaki kadına dîkşa vermeye başlamıştı. "Bhagavan acaba bunlara ne verdi?" diye düşündüm. Kadm rehber yüksek bir ilahi vecit hali içindeydi, titriyor ve gülüyordu, yüzü yukarı dönüktü, mutluluk sesleri çıkarıyordu. Yüzünde geniş bir gülümseme ve sevinç gözyaşları vardı. Bana dîkşa verdikten sonra sarıldı ve yanaklarımdan öptü. Ona dokunduğumda onu kollarımda titreyen tatlı küçük bir peri gibi hissettim. Ondan sonra beş erkek rehber gelip sırayla dîkşa verdiler. Hiçbiri Nemam'da aldığım ilk dîkşanm etkisini yapmadı, ama birikerek artan etki çok büyük ve çok etkileyiciydi. Tüm gece boyunca yanıp durdum, çok sıcak elektrik akımları bedenimden akıp durdu, başım çatlarcasma ağrıdı, ışığa karşı çok hassaslaştım ve zihnim karıştı. Bu ertesi gün ve ondan sonraki gün boyunca devam etti ve o akşam bu enerji azalmaya başladığında, "Bhagavan benim işimi bitirebilir misin, ben hazırım!" dedim. Hemen ardından ısı yine yükseldi ve bu kez gerçekten ıoj AYDINLANMA FENOMENİ yanmaya başladım. Bu tüm gece boyunca giderek artarak sabaha kadar devam etti. O gün Pazar idi ve herkes Nemam'da-ki bir başka darşana katılmak için gitmişti. O sırada bir dîkşa-yı daha kaldırabilecek halde değildim. Eşimle birlikte, grup darşandayken kulübemizde sessiz bir meditasyon yapmaya karar verdik. Kendimi o kadar güçsüz hissediyordum ki yatağa uzandım. Sonra bir yük trenininkine benzer güçlü bir gürleme işittim, bu gürleme bedenimi kuşattı. Isı dayanılmaz oldu, tüm sinir uçlarını yanıyordu. Yük treninin enerjisi fiziksel ve süptil bedenlerim boyunca yukarı doğru gürleyerek beni yataktan kâğıt bir bebekmişim gibi kaldırdı. Kalp atışlarım sağır ediciydi ve solunumum giderek hızlandı.
Enerji kalbime eriştiğinde gözlerimden yaşlar süzüldü, içimden aniden bir sevinç yükseldi ve ağzım kulaklarıma varan bir gülümsemeyle gerildi. Enerji tepe çakrama, oradan da "mutluluk bedenime" çıkarken boynum kıvrıldı ve kafam arkaya yattı. Bir vecit hali içine girdim, kontrol edilemez bir biçimde kahkahalarla gülmeye başladım, bu sırada bedenim gevşek bir bez bebek gibi bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu. Bu zaman esnasında sadece iki şey düşünüyordum. Birincisi "Oluyor!" İkincisi, "Teşekkürler, Bhagavan." Tüm deneyim boyunca Bhagavan'm yüzünün bana gülüm-sediğini gördüm. O haklıydı; bu tamamen nörobiyolojik bir olaydı. Normalde bir mistik olan ben bu süreçte hiçbir mistik vizyon görmemiş, sadece bedenime yayılan muazzam enerjiyi hissetmiş ve işitmiştim. Kahkahalarım dindiğinde, bedenimi kontrol edemediğimi hissettim. Kollarımı ve bacaklarımı kı-pırdatamıyordum. Konuşamıyordum. Her şeyden saf bir haz duyduğum bir yerde bulunuyordum. Eşim tüm bunları izliyordu ve parmak ucuyla aurama 106 DİĞER AYDINLANMA DENEYİMLERİ yumuşak bir biçimde dokundu. Ürperdim ve kıkır kıkır güldüm. Her hafif dokunuş, hareket ve ses çok büyük geliyordu. Bir buçuk saat sonra dik oturabildim, eşime mutlulukla baktım, parmağımla onun burnuna çekinerek dokundum ve büyük bir zevk alarak güldüm. Dünyaya, konuşamayan ve her şeye hayretle bakan bir bebeğin gözleriyle bakıyordum. Aynı zamanda, derin bir hayretle gözlemleyen engin ve bilge bir bilinçtim... Bir süre sonra dışarı çıktık. Ağaçlar sonsuz ve eşim çok uzun boylu göründü gözüme. Küçük bir çocuğun hareket kaslarıyla beceriksiz bir biçimde yemek yemek ilginçti. Aynı zamanda, "Ben" olan bu engin yeni mevcudiyet her yerde ve hiçbir yerdeydi. Kiara bir rehberi çağırdı, rehber gülerek geldi ve benim için, "O başardı. Bu klasik aydınlanmadır," dedi. O gün gelişerek iki buçuk yaşına geldim ve o gece her şey çok etkileyici hale geldi. Işık, sesler ve kokular bana yoğun bir acı veriyordu. Kiara endişelenerek bir rehbere durumu anlattı. O, benim "duyusal değişimler yaşadığımı ve ertesi güne kadar stabilize olacağımı" söyledi. Ertesi gün kendimi daha iyi ve dört yaşmdaymışım gibi hissettim. Dört zevk verici bir yaştır. Her şey saf bir neşedir, bir serüvendir ve çok eğlencelidir! Ondan sonraki gün kendimi sekiz yaşmdaymışım gibi hissettim. O akşam Bhagavan'ı görmeye gittik. Kendimi küçük bir kız gibi hissediyordum. Bha-gavan bana baktığında tüm evren sonsuz bir sabır ve sevgiyle bana gülümsüyor gibi göründü. Sonra o bana, "Artık birbirimizi tanıyoruz ve biz dostuz. Her ne zaman bana ihtiyacın olursa çağır, gelirim" dedi. Sekiz yaşında ya da seksen yaşında da olsanız, bunu bir avatardan duymak ne kadar harika bir şeydi! Ertesi gün oradan ayrılıp Bangalore'a gitmek zorundayız AYDINLANMA FENOMENİ dik. Oradan ayrıldıktan sonra gökyüzü çok geniş, insanlar çok gürültücü gölündüler. Hindistan'da otobüsler bazen tıkış tıkış insanla dolu, sıcak ve yüksek sesli müzik yayınıyla bir kâbus gibi olabilirler. Bizim bindiğimiz otobüs ise sessizdi, karanlıktı ve nispeten tenhaydı. Köylerden geçerken, açık pencereden mutluluk içinde dışarıyı seyrettim. Tüm ışıkların çevresinde gökkuşakları gördüm, kendimi periler âleminde, hatta cennette hissettim. Belki siz sekiz yaşındayken dünya size böyle görünür. Bangalore'e vardık. Kendimi ortalıkta dolaşan küçük bir Bhagavan'mışım gibi hissettim. Artık ben "kendim" değildim. Kiara'nın bilgisayar mühendisliğinde bir dahi olan erkek kardeşi birkaç gün sonra bana, "Aydınlanma nedir?" diye sordu. "Bilmiyorum," dedim. "Hiçbir şey bilmiyorum ve bu pekâlâ." O büyük bir ciddiyetle, "Sanırım, aydınlanma bu," dedi. O zamandan beri sekiz aydır bir özümseme süreci içindeyim, bu sürenin üç ayı Bir'lik Üniversitesi'nde geçti. Yeni zirve deneyimler yaşadım, yeni vahiyler aldım, dünyayı yeni biçimlerde gördüm ve insanlarla yeni biçimlerde ilişki kurdum. Devamlı bir ilerleme hissediyorum, ama bazen geriliyormu-şum gibi görünüyor. Böyle olduğunda, bu değişmesi gereken derin bir şeyi bulup ortaya çıkarmamla sonuçlanıyor. Onu kendimi hiç suçlamadan, hiçbir suçluluk duymadan ve
reddetmeden gözlemliyorum, o zaman o kendini kısa bir süre içinde dönüştürüyor ve yüksek bir şükran ve mutluluk hali içinde eriyip gidiyor. Bhagavan, gerçekten deneyimlenen her duygunun mutluluğa dönüştüğünü söyler. Bu doğru. Bizim bulunduğumuz yere saplanmamıza ve acı çekmemize neden olan şey, bir şeyi görmeyi reddetmemiz ya da kabullenmek istemediğimiz bir şeyi yargılamaya devam etmemizdir. Eğer ona sevgiyle bakıp, 108 DİĞER AYDİNLANMA DENEYİMLERİ "Ah, evet, onun orada olduğunu görüyorum," dersek, o neredeyse sihirli bir biçimde yok olup yerini mutluluğa bırakır. O bizi uyandırma görevini yerine getirmiştir, böylece o da artık mutluluğa dönüşmekte özgürdür. Şimdi bebeklerin ilk doğduklarında, duyuları ve sinir sistemleri tamamen açıkken ne hissettiklerim, dünyalarını her algılayışlarının ne kadar harika olduğunu biliyorum. Onlar Tanrı'dan bu dünyaya yeni geldiklerinde onlara ne kadar yumuşak ve sevgiyle davranılması gerektiğini biliyorum. Bhagavan, bebeklerin aydınlanmış olarak doğduklarını söyler. İnsan türü olarak bunu idrak etmemiz çok önemlidir. Bu benim en son kişisel idrakim oldu. Çocuklarım doğduklarında ne hissettiğimi hatırladım; bu Bhagavan'la ve tüm bu aydınlanmış insanlarla birlikte olmaktan farklı değildi. Kızımın yaşamındaki ilk dokuz ay boyunca tam bir mutluluk içindeydim ve şimdi o zaman gerçekten aydınlanmış bir varlığın huzurunda bulunduğumu anlıyorum. Ama sonra maddi dünyaya ve zengin batıda yaşam dediğimiz para kazanma yarışına tekrar girip artık çocuklarımla birlikte olmaya vakit bulamadım. Ve sonra güzel çocuklarımız, tıpkı bizim yaptığımız gibi, kim olduklarını unuturlar. Bhagavan hepimizi doğal halimize, çocukluk halimize, aydınlanma haline geri döndürmek için gelmiştir. Ve aydınlanma sadece başlangıçtır. ioç H Barry Barry Snyder Martin kuzey California'da yaşayan yakın bir arkadaşımdır. O ve partneri, Karen Anderson beni Deneyim Festivali'nden haberdar ederek, Bir'lik Üniversitesi'ne gelip Bhagavan'la karşılaşmamıza neden oldular. Ben de sonra onları Hindistan'a gelip burada olup bitenleri bizzat deneyim-lemeye davet ettim. Barry ile Karen Mart 2004'te beş-günlük bir aydınlanma sürecine katıldılar. Barry kendi deneyimini aşağıda ifade ediyor. Onun öyküsünü özellikle önemli kılan şey, Barry'nin Bir'lik Üniversitesi'ne gelmeden önce aydınlanma deneyimleri yaşamış olması, böylece önceki deneyimleri ile yeni deneyimi arasındaki farkı görüp ifade edebilmesidir. *** Bhagavan'dan ilk kez 2003'te, partnerim Karen, Küresel Köy haber bülteninde Deneyim Festivali hakkında bir makale okuduğunda haberdar oldum. Karen hemen, kısa bir süre önce anayurdu Hindistan'a dönen sevgili arkadaşımız Kiara'nın bu festivale katılmak isteyebileceğini düşündü. Sonra öğrendik ki, bu festival Bhagavan adlı bir adam tarafından kurulan bir üniversitede yapılmıştı. Kiara sadece festivale katılmakla kalmamış, o ve eşi Grace, Bhagavan'ı görmez/o DİĞER AYDİNLANMA DENEylMLERI ye gitmiş ve bir dîkşa uygulamasına katılmışlardı. Kiara bize Grace'in aydınlandığını yazdığında, ben daha çok şey bilmek istedim. Bhagavan'ın resmine bakarak meditasyon yaptım ve ondan çok yüksek frekanslı bir altın-beyaz ışığın aktığını hissettim. Bhagavan'ın mevcudiyetini deneyimlemenin aydınlanma yolculuğumdaki bir sonraki ve nihai adım olduğunu güçlü bir biçimde hissettim. Ben 1986'dan beri birçok kundalini yükselişi ve Bir'lik deneyimi yaşamıştım. Çoğu zaman Bir'lik hali içinde bulunuyordum, ama bazen derinlere kök salmış duygusal kalıplar ortaya çıkıyorlardı ve o zaman ayrılmış zihnin perdeleri beni geçici olarak içeri çekiyordu. Yaklaşık otuz yıllık bir içsel çalışmadan sonra birtakım kalıplar hâlâ varlığını sürdürüyordu ve zaman içinde güçleri azalsa da yine de bir ıstırap ve hoşnutsuzluk kaynağı olmaya devam ediyorlardı.
Sonunda fiziksel bedenimin, özellikle beynimin nörobiyo-lojik yapısında bir şeylerin gerektiği gibi olmadığını anladım. Yıllar boyunca sayısız içsel ve dışsal yöntem kullanarak birçok beyin-temizliği yaptım, ama ayrı egonun bilincim üzerindeki periyodik kontrolünü devre dışı bırakacak düğmeyi asla bulamadım. Bir makalede Bhagavan'ın aydınlanmanın biyolojik bir süreç olduğunu ve kendisini beynin yapısını ve işlevini değiştiren ve böylece aydınlanmaya yol açan bir operatöre benzettiğini söylediğini okuyunca Hindistan'a gidip onu görmem gerektiğini anladım. Işıklar yanmıştı! Aradığım eksik parça buydu! Hemen bir sonraki Aydınlanma Süreci'ne katılmak için plânlar yaptım. Beyin yapısını değiştirip aydınlanmayı sağladığım okuduğum dîkşayı almak için sabırsızlanıyordum. Oraya varır varmaz bilinçte güçlü değişimler meydana gelmeye başladı. Adeta, Bhagavan benim üzerimde yedi gün, yirmi dört saat çalışıyor gibi hissettim. İlk gerçekten güçlü de/// AYDINLANMA FENOMENİ neyimi üç günlük Samskara Şuddi (bir duygusal temizlik süreci) sırasında yaşadım. Özellikle güçlü bir katarsisten (rahatsız edici duyguları dışa vurarak onlardan kurtulma) sonra tepe çakramdan içeri bir enerji girdi ve bedenimin eriyip yok olduğunu hissettim. Çok geçmeden, öğleden sonra seansı sona erdi ve herkes gitmek üzere ayağa kalktı, ama ben bedenimi kıpırdatamıyor-dum. Kişisel irade ile beden arasında bir bağlantı kuramıyor-dum. Aslında, bu boş Bir'lik hali içinde herhangi bir kişisel irade de hissedemiyordum. Yerde yatarken, bir korku duymuyor, sadece içinde bulunduğum hali merakla gözlemliyor ve en sonunda biri gelip benim orada yattığımı fark edecek mi diye ve eğer bu hal böyle devam ederse banyoya nasıl gideceğim diye merak ediyordum. Bu meraklar beni eğlendirmekten başka bir his uyandırmıyordu. Her ne olmuşsa, sonuçta iyi olacağımdan emindim. Yaklaşık kırk beş dakika sonra bir sinek koluma kondu ve istemdışı olarak beden kendi başına hareket etmeye karar verdi. Birden bedenin tam bilinçli olduğunu ve ruhu hayatta tutmak için yapması gereken her şeyi yapmaya muktedir olduğunu anladım. Bu idrakle birlikte çok derin bir oluruna-bıra-kış geldi! Gevşeyebilir ve bedenin her şeyi yapmasına izin verebilirdim. Sonra bedenin beni kaldırıp oturttuğunu gördüm. Yavaş yavaş o beni dışarı çıkarıp güneş ışığının güzelliğini deneyim-lemeye karar verdi. Dışarı çıkıp sanki ilk kez oturuyormuşum gibi toprağa oturdum. Toprakla mutluluk verici, çok hoş ve çok duyusal bir birleşme hissettim. Bu güne dek, beden süper-bi-linçli bir bağlantıyla düzenlenmeye devam ediyor ve ben gelişen her şeyle bir olarak bu gezintiye öylece katılıyorum. Bedenin tüm yaratılışın içine yerleşik olduğu da çok açık ve böyle112 DIGER AYDİNLANMA DENEYİMLERİ ce tüm yaratılış da beni kusursuz ve çabasız bir biçimde taşıyor. Bir başka Samskara Şuddi seansında, ilkbaharda bir demir testeresiyle kemiğe kadar kestiğim işaret parmağıma verdiğim ciddi zarar yüzünden üzüldüğümü fark ettim. Tüm sinirler kopmuş ve bir daha iyileşmemişti. Bu çok önemli parmağın ucunun hissizleşmesiyle yaşamaya razı olmuştum. Ama objelerin elimden kayıp gitmeleri sinir bozucuydu ve yaşamın birçok harika şeyini okşarken duyusal teması hissetmemek beni üzüyordu. Bu üzüntüyü tam olarak hissettiğim ve parmağımın iyileşmesini istediğimi kabul ettiğim anda Bhagavan'm mevcudiyetinin tepe çakramdan aşağıya koluma ve parmağıma indiğini hissettim. Birkaç dakika içinde parmağımdaki hissizliğin büyük ölçüde geçtiğini fark ettim. Bhagavan'm sevgisi ve gücü karşısında duyduğum sevinç, şükran ve saygı kalbimi doldurdu, buna her şeyi kapsayan bir sevgi ve hepimizi tümüyle mutlu görme arzusu eşlik etti. Kendimi bu ihtişama tam olarak açamadığımı da fark ettim; bu yüzden, parmağımdaki hissizlik tamamen geçmedi. Ama günbegün iyileşmeye devam ediyor. Dîkşa deneyimimizin taç mücevheriydi ve bu yaşamımdaki en derin ve önemli olaydı. Bhagavan geldiğinde, spiritüel yolumun sona erdiğini hemen anladım. Onun rehberleri muktedir kılışını izlerken, gözlerimden şükran yaşları aktı. Ruhsal güç o kadar büyüktü ki yürüyemedim, dîkşa sırasına emekleyerek girdim. İlk
dîkşayı aldığımda büyük bir mutluluk duydum. Rehberlerin her dîkşa aktarımıyla birlikte, bir sevgi ve sevinç çağlayanı tüm "ben" duygusunu yok etti. Rehberlerin gözlerine bakmak var olan tek Benliğe bakmak gibiydi. Bir'lik tüm diğer duyumları yok etti, buna aynı zamanda tarif edilemez bir sevgi, huzur ve mutluluk doluluğu olan tam bir boşluk eşlik ediyordu. İlahi mutlulukla sarhoş bir "3 AYDİNLANMA FENOMENİ halde sendeleyerek ve benim bu sarhoş halime sevinçle gülen herkese el sallayarak dîkşa kuyruğundan uzaklaştım. Yerde yatarken tam bir özgürleşme hissettim. Kalbim uzun arayışımın sona erdiğini biliyordu. Büyük bir huzur, kilisede hep sözünü ettikleri "tüm anlayışı aşan bir huzur" hissettim. Şimdi bu sözü anlıyor, onu yaşıyordum. Bu huzura Bhagavan'a duyduğum büyük bir sevgi ve şükran eşlik ediyordu. Tüm benlik duygusu -bu güne dek güçlenmeye devam eden- bu hal içinde tükendi. Duyduğum tek arzu bu hal içinde durmadan derinleşmek ve yaşamımı başkalarının da bu hali deneyimlemelerine yardımcı olmaya adamaktı. Şimdi, aylar sonra, süreç derinleşmeye devam ediyor ve ayrı bir benlik duygusunun yok olması realitenin asıl öğesi oldu. Dîkşa hali çok sağlam görünürken, tam yoğunluğu dalga dalga gelip gidiyor. Bu halin bozulup bozulamayacağım görmek için onunla oynadım bile. Bu mümkün değildi. "Benliksizlik" burada kalmak üzere bulunuyordu. Ara sıra eski halim, eski zihinsel ve duygusal alışkanlık kalıpları kısa bir süre için belli belirsiz bir biçimde yeniden ortaya çıkıyor. Ama, gök gürültülü sağanak oluşamadan önce dağılan bulutlar gibi, onlardan hiçbir şey gelmiyor. Istırabın ve ayrılığın temeli ortadan kalkmış görünüyor. Tanrı'ya şükürler olsun. Eski realite yönlendirme kalıpları da yok oldular. Dîkşayı izleyen hafta esnasında uyku düzenimiz ve beslenme tercihlerimiz sürekli değişiyordu. Bir gün sabaha karşı üçte uyanıyor, öğleden sonra uyuyor ve gece geç yatıyordum. Ertesi gün uyku düzenim tamamen farklı gelişiyordu. Bir defasında Karen önceki gece sadece iki saat uyuduktan sonra ertesi gün yaklaşık yirmi dört saat uyudu. Fiziksel bedenin ilahi enerjileri özümsemek için çok fazla zamana ihtiyacı var gibi görünüyordu. Beden istediği zaman kalkıp hareket ediyordu ve istemediğinde, zihin ya 114 DİĞER AYDINLAN MA DENEYİMLERİ da irade gücüyle hareket ettirilemiyordu. Ama yapılması gereken şey çabasız, kolay ve verimli biçimde yapılıyordu. Dışsal koşullar da bizi rahatsız etmiyordu; olaylar ve duyumlar inayetle ve kolaylıkla akıyordu. Çözülemez görünen önceki kalıpların süptil izleri ara sıra bir gerçeklik duygusu, bir bağlılık ya da varoluş hali üzerinde başka bir etki yaratmadan ekrandan geçiyordu. Onlar daima boş olan gökyüzünden geçen bulutlar kadar gelip geçiciydiler. Bhagavan'a duyduğum şükran duygusunu sözlerle ifade edemem. Uzun zamandır özlemini çektiğim, mümkün olabileceğini sezdiğim bir hale -ve çok daha fazlasına- erişmiştim ve bu sadece başlangıçtı. Sanki yolculuk daha yeni başlamış gibiydi. Amerika'ya döndükten sonra, ekrandaki tek imge zihnin "Acaba ben aydınlandım mı, aydınlanmadım mı?" diye düşünüp durmasıydı. Varlığın boşluğunda, aydınlanmış olduğumu biliyordum, ama yine de zaman zaman kuşku duygu ve düşünceleri ortaya çıkıyordu. Onları Bhagavan'm bilinci içinde tuttuğumda ise, "Evet, sen aydınlandın, bu sadece kuşku kütlesel düşünce formunun zihnin göğünden geçişidir," diye işitiyordum. Bir sabah, bir ışık patlamasıyla, dîkşa enerjisi kalpte tam olarak demirlendi. Ondan önce, kalp bir düzeyde emin değildi, kafadaki altın ışık küresiyle tam olarak birleşmemiş, onu tam olarak özümsememişti. Şimdi kalp benim BEN olduğumu biliyor! Kalbin yanlış bir inanca sahip olduğunu, aydınlanmanın kusursuzluğa erişmek, artık hiçbir sorun yaşamamak, zihinden hiçbir yargının geçmemesi anlamına geldiğine inandığını keşfettim. Şimdi aydınlanmanın benim BEN olduğumu idrak etmek anlamına geldiğini ve BEN'in yüce ışık, yüce sevgi, yüce zekâ, yüce gerçek olduğunu biliyorum. Bhagavan tüm bunları insanlığa getiren, BEN idrakini insanlığa aktaran aracı-
"5 AYDINLANMA FENOMENİ dır. O bir kez aktarıldığında tam ve nihai olarak aktarılmış olur. Dîkşa Tanrı'dan geldiğinden şaşmaz, hata yapmaz bir enerjidir. Bazıları, zihin ekranları Yüce Varlığın ışığının parla-dığını göremeyecek kadar çok bulutlu olduğundan bunu hemen idrak etmezler... ama o ışık yine de oradadır. Onlar bu ışığa sahiptirler, ama hâlâ belli bir derecede hipnotize olmuş haldedirler, ama bu da zamanla yok olacaktır. Birçoğumuz Kadim Zihin ağı için çekici kalıplar vazifesi gören derin sinirsel yivlere sahibiz. Bu da kadim zihnin içeriğini sürekli olarak indirmemize (download) yol açıyor. Bu çekici kalıplar kapatılır kapatılmaz ve yüksek benliğe uyumla-nan yeni çekici kalıp aktive edilir edilmez bu durum sona erdi. Sanki Kaynak bilinç şimdi beynin merkezine demirlenmişti. Şimdi hiçbir illüzyon bulutu beyin yapısı içinde holografik olarak oyun oynayamazdı. Bugün kalbim benim BEN olduğumu tam olarak biliyor. Bazı günler illüzyonların süreci saptırmaya, karıştırmaya ve engellemeye çalıştıklarını fark ediyordum. Ama onlar Yüce Varlık üzerinde hiçbir güce sahip değiller ve kuşkusuz Yüce Varlık onların ölümüdür. Onlarla uğraşmaya, hatta bu dünyadaki, insanların yaşamlarındaki etkileriyle uğraşmaya hiç gerek yok. Geriye kalan şey -zamanın ve yerin ötesinde, geçmiş ve gelecek olmadan- bu boş BEN alanı içinde ortaya çıkan tüm yaratılışla birlikte sadece var olmaktır. 116 15 Mitchell Grace ve ben Mitchell Jay Rabin ve partneri Rena Majeed ile Şubat 2004'teki Deneyim Festivali'nden kısa bir süre sonra karşılaştık. Hemen dost olduk. Mitchell New York'da yaşamakta ve dünyaya şifa ve aydınlanma getirmeye adanmış A Better World (Daha İyi Bir Dünya) adlı bir televizyon programını sunmaktadır. Rena ile birlikte o Mart 2004'de beş günlük bir Aydınlanma Süreci'ne katıldı. ;¦: :;: :}; Ben Bhagavan'la tanışma ve onunla 1993'ten beri sunduğum A Better World adlı eğitimsel bir TV programı için bir röportaj yapma fırsatı buldum. Bu bana bu şaşırtıcı ve hayranlık verici varlığı tanıma fırsatı verdi. Röportaj son derece iyi geçti, Bhagavan çok rahattı, nazikti, sıcak kalpliydi. O ayrıca benimle "dünyanın durumu"nu da tartışmak istedi ve en ıstırap verici sorunlar için çözümler önerdi. Bu hayranlık verici ruhla birlikte zaman geçirmek son derece hoşnut edici ve ruhen besleyiciydi. Bhagavan ile karşılaşmak uyanışı tatmaktı, ama Aydınlanma Süreci'nde kendi "ihtişamımızı ve varlığımızın tamlığı-nı" gerçekten deneyimledik. Dîkşa deneyimini kısaca tarif etmem gerekirse, daha önce "dışımda" olup bittiğini düşündü117 AYDINLANMA FENOMENİ ğüm her şeyin şimdi "içimde" olup bittiğini söyleyebilirdim. Artık hiçbir ayrılık yoktu! Işıklar yanmıştı! Tamamen uyanmış bir haldeydim. Yakımmdaki insanların gülüşleri ve ağlayışları benim içimde meydana geliyordu. Çünkü ben artık alışılmış biçimde tanıdığım "ben" değil, varlığımın derinliğinde hissettiğim "ben"dim. Bu "gerçek" ben'di. Birkaç rehber, ellerini kafamıza koymadan önce görünüşe göre Bhagavan ile Amma'nın srimurti'sine kısa bir süre baktıktan sonra vecit hali içine girdiler. Ama böylesine ilahi bir vecde neyin neden olduğunu kim gerçekten bilebilir? Bildiğim tüm şey, onlar ellerini kafama koyduktan sonra realitemin değişmiş olmasıdır. Bu deneyimi altı kere yaşadım. Bunların yansı hafif değişimlerdi, diğer yarısı ise vecit hali yaratacak kadar güçlü değişimlerdi. Tüm deneyim direkt, çok zengin ve akıcıydı. Ayrıca, herhangi bir Tanrı fikri, Tanrı ile "kendim" arasında hiçbir ayrılık yoktu. Bunu, vecit halinin ortasında gökyüzüne bakıp, "Tüm bunlar için Tanrı'ya şükürler olsun!" diye bağırdığımda keşfettim. O zaman Uyanmış Benliğin mevcut olan tüm şey olduğunu anladım. Sanki sadece "ışıklar yakılmıştı." Ben her şeyin Bir olduğu bir realitedeydim ve bu tamamen doğal bir şey olarak biliniyordu. Kendimi çok canlı hissediyordum! O zamana dek bir derecede canlıydım ve belki birçok kişiden daha çok canlıydım,
ama şimdi daha derin, yüksek Benlik ışıkları yakmıştı ve ben Her Şey'in birbirine bağlı olduğu bir yerden bakıyordum... Sanki elektrik devresi nihayet tamamlanmıştı ve ben realiteyi açıkça görüp hissedebiliyordum. Ben "gerçek-hali" içindeydim, Her Şey ile uyum içindeydim. Sanki beynimin o zamana dek uykuda olan bir bölümü dîkşa tarafından ateşlenmiş ve uyandırılmıştı. Bhagavan'ın de118 DİĞER AYDINLANMA DENEYİMLERİ diği gibi, bu nörobiyolojik bir süreç. Onunla tamamen aynı fikirdeyim. Beyinlerimizin ve sinir sistemlerimizin tümünü kullanamıyoruz, onlar büyük ölçüde uykudalar. Beyinlerimizin sadece yüzde beşini kullandığımız söylenir, öyle değil mi? Eh, şimdiye kadar bu böyleydi. Bu dîkşa süreci sonucunda şimdi bu geriye kalan yüzde doksan beş hakkında daha fazla şey biliyorum. Onun içinde kendi definemizin bulunduğunu biliyorum. Artık daha fazla kitabi kavramlar yok, "biliş" alanı var; bu spontane ve koşulsuz sevgi, içgörü, derin görüş, sevinç ve şefkat yeridir. Bhagavan'm üstatça dokunuşu sayesinde ben beynin geriye kalan kısmına, sinir sistemine, gerçek enerji alanıma erişim kazandım. O "kendime" erişim kazanmama yardımcı oldu. Ama bu alışılmış anlamda "ben" değil. Bu, eğer ona bir "benlik" denilebilirse, tüm varlıkların benliğiydi ve tanrısal bir benlikti. "Ben BEN'im" demek doğal olarak mantıklı geliyordu. Artık alışılmış benlik duygumu bulamıyordum. Ve aynı zamanda Bhagavan'm "Altı milyar insan, altı milyar farklı aydınlanma vardır," sözleri içimde yankılanıyordu. Geriye farklı bir kişisel karbon-kopya kalıyor, bunu şimdi bu realiteyi kendine özgü biçimde ifade eden bir türün bireysel bir çiçeğine benzetebiliriz. Bu huzur, sevgi, biliş içinde kalmaktı. Bu bir mevcudiyet içinde olmaktı, ki ona ister Tanrı, ister Kozmik Sevinç deyin, fark etmez. O her neyse odur ve o bizim gerçek, Tanrısal Benliğimiz olan realitedir. Şükran gözyaşları, başım inayetle eğmek, mutluluk kahkahaları. Benim deneyimim böyleydi. Hayatımda, değerli toprağımızın sunduğu ve psiko-aktif olan kutsal bitkileri yemek, yıllar boyunca Tai Chi, Chi Kung uygulamaları yapmak, Gurdjieff Çahşması'na ve Budist, Tao-ist meditasyon uygulamalarına katılmak bilincimin kapılarını ng AYDINLANMA FENOMENİ açmıştı, bu yüzden dîkşa ile girdiğim "bölge"yi zaten epey tanıyordum. Bu benim için yeni bir bölge değildi, ama daha az harika da değildi. Aradaki benzerlikleri görmek bana sevinç veriyor ve eğlendiriyordu. Bhagavan daha önce beyindeki sinirsel-yolların ulaşamadığı bu boyutların dîkşanm insanı yönlendireceği ilk yerler olacağını söyledi. Işık parlamaya devam ediyordu. Sistemimde hiçbir toksin ya da uyuşturucu madde yoktu. Bu deneyim içsel bir kaynaktan geliyordu. Kendi "dışımdaki" bir frekansın katalizörlüğü içimdeki bir frekansı uyandırmıştı. Ben artık hep aradığım şey olmuştum. Bir'lik Üniversitesi'nde bu alçakgönüllü, dingin, kararlı varlık, Bhagavan, rehberleri aracılığıyla bize dokunmuş ve bilincimizi doğru ilahi haline geçecek şekilde uyandırmıştı. En-karnasyonların hayali gerçekleşiyordu. Ben Hindistan'a hissettiğim bir sezgi sonucunda gittim. Oraya yedi yıldır gitmemiştim. Daha önce orada başka gurulara yaptığım ziyaretler, ilginç ve yararlı olmakla birlikte, aydınlanmamı sağlamamıştı. Onlar bu bağlantıyı kuramamış ve aydınlanmayı sunamamış-lardı. Burada ise, bu güç size veriliyordu. Bhagavan şöyle diyor: "Kendi kendinizin öğretmeni olun. Dîkşayı alın ve kendi aydınlanmanızın size yol göstermesine izin verin. Sonra, eğer istiyorsanız, aydınlanmış olarak kendi dininize ya da spiritüel uygulamanıza veya öğretmeninize gei'i dönün." Bunlar bir Üstat'ın sözleridir. O bu güzel Dünya'nın ve biz insanların özüne dek ilahileşmiş, sevinç-dolu varlıklar olarak bütünlüğümüz içinde olmamızdan başka bir şey istememektedir. Siz biyokimyaya gerçekten baktığınızda, insan organizmasının sürekli olarak sevinç ve mutluluğu deneyimleye-cek şekilde tasarlandığını görürsünüz. Bir endorfin nedir? Tenimiz ve duyularımız nedir? Güzel ızo
DİĞER AYDINLANMA DENEYİMLERİ kokulu bir çiçek nedir? Ondan kaçış yoktur, biz mutluluk için oluşturulmuşuzdur. Ama, halimize bir bakın. Biz hedefi tamamen ıskalamış durumdayız. Onun yerine, ıstırap içinde yaşıyoruz. Bunlar benim için yeni fikirler değildir, muhtemelen sizin için de değildir. Ama şimdi ben onun gerçeğini, deneyime dayanan duygusunu yaşıyorum. Onlar şimdi benim realitemdir. Böylece dinlemiş olduğum tüm öğretiler şimdi içimde yaşıyorlar. Onlar durağan değiller, entelektüel öğretiler değiller. Onlar benim içimde gerçek bir yuvaya sahipler. Eski yazıları karıştırırken yıllar önce tuttuğum bir günlükle karşılaştım. Orada aydınlanmak ve tüm varlığımla bu değerli gezegene, insanlara ve evrene hizmet edebilmek için Tanrı'ya dua ettiğimi yazmıştım. On beş yaşından beri zaman zaman aynı duayı etmiş olduğumu gördüm. Şimdi, "başıma yediğim yumuşak bir darbeyle" bu realiteye uyanmıştım! Shakespeare haklıydı, bu dünya bir oyundur. Istıraptan, dualiteden özgür olan bu halin insanı nasıl büyük kozmik tabloya bağladığını ve her şeyin gerçek yerini aldığını görebiliyordum. Eğer herkes aydınlanmış olsaydı, bir savaş, çevresel yıkım, dünya nüfusunun yüzde onunun dünyanın kaynaklarının yüzde doksanına sahip olduğu ve hükmettiği bir dünya olmayacaktı. Bu yüzden ben bu süreci bu dünyayı bir sonraki düzeyine çıkaracak bir vasıta olarak görüyorum. Aydınlanmış bir dünya! Bu o kadar basittir ki kendilerini karmaşık olana adamış olanları hayrete düşürebilir. Zararı telafi etmek biraz zaman ve çaba gerektirecektir ama bu yapılabilir bir şeydir. Aydınlanmış insanların titreşimi dengesizliğin giderilmesinde gerçekten büyük bir kuvvet olacaktır. Ne kadar harika! Ben umut görüyorum! Biz kardeşleriz, gerçekten Bir'iz ve bir başkasını incitmek kendimizi incitmek121 AYDİNLANMA FENOMENİ tir. Bu artık sadece bir fikir değildir. İnsan uyandığında, bu gerçek olur. Güç ve kontrol oyunları artık sürdürülemez ve bu âlemde bir çekicilik kalmaz. Maddesel âlem zevk vericidir, ama o artık bizim üzerimizde güce sahip olan bir âlem değildir. Aydınlanma perspektifinden bakıldığında, bu böyledir. Hepimiz bunu hissettiğimizde, dünya dönüşüm geçirecektir. Gerçeğin gücü kendini kabul ettirecektir. Bu şu anda oluyor. Şimdi bildiğimiz her şeyin çok ötesinde güçler iş başındadır. Yüzüncü maymun tarzında büyük bir dalgacık etkisi gibi, ilk birkaç bin kişi aydınlandığında, insanlığın geriye kalanı çiçekler gibi açacaktır. Ve bugün savaşları, çevresel yıkımı, insanın talanıyla tanıdığımız dünya artık var olmayacaktır. Ayrıca dîkşanm zirvesinin değiştiği de bilinsin, o giderek yükselecektir. Enerji alanında ve insanın algılarında sürekli bir değişim vardır. Ve insanlığın çiçek gibi açılışı yakında gerçekleşecektir. En gerçek Benliğime katalizör olduğunuz ve beni insanlara daha yüksek biçimde hizmet etmeye muktedir kıldığınız için teşekkürler, sevgili Bhagavan ve Amma. izi ı6 Freddy Freddy Nielsen Bhagavan'ı keşfeden ve bu bir'lik mesajını Avrupa'ya getiren ilk Batılı idi. O, on bir yıl önce dualist-olmayan aydınlanma halini aramak için Hindistan'a gelmiş ve bir dizi olağanüstü durum sonucunda Bhagavan ile karşılaşmıştı. Biz onu Ağustos 2003'teki Deneyim Festivali sırasında tanıdık ve sadeliği, nezaketi, kendini Bhagavan'm mesajını dünyaya aktarmaya adamış olması bizi derinden etkiledi. Freddy, Haziran 2004'te aydınlanma sürecinden geçti. Aşağıda onun internet sitesinde anlattığı ilk deneyimlerinden alıntılar yer almaktadır. *** Bir'lik Üniversitesi'nde çok özel bir sürecin ortasında bulunuyorum. Birçoğunuz beni şahsen ya da dolaylı olarak tanıyor olabilirsiniz ve ben bu hafta yaşadığım inanılmaz şeylerin bazılarını sizinle paylaşma ihtiyacı duyuyorum. 14 Haziran'da çok güçlü bir Işık kafama çarptı ve sonra hayatımın en inanılmaz deneyimini yaşadım...
Muazzam bir mutluluk ve sevgi patlamasından başka bir şeyin olmadığını gördüm. Bu yaşamdı ve hiçbir şey bundan ayrı değildi. İnsanların Ruh, Yüce Güç ya da sadece Tanrı dedikti AYDİNLANMA FENOMENİ leri bu sonsuz mutluluk kaynağıyla birleştim. Ama o Yüce Güç değildi, çünkü bu Güç'ten başka bir şey yoktu, öyleyse onunla kıyaslayacak hiçbir şey yokken o nasıl Yüce olabilirdi? Bu muazzam mutluluğun içinde yavaş yavaş infilak etmeye başladım ve bu çok güçlü bir patlamaydı. Tüm Evren hakkında birçok vahiy aldım ve bu beş-altı saat hakkında bir kitap bile yazabilirim. Bir süre sonra tuvalete gitmem gerekti. Vecitsel mutluluğun yoğunluğu yüzünden kıpırdayamıyordum, o yüzden o beş metreyi yürümeyi nasıl başardığımı bilmiyorum. İçimdeki Bha-gavan'a bunun birçok orgazm yoğunluğunda olduğunu söyledim. Birden mutluluk-enerjisi patlayıcı hale geldi ve ben, "Af-edersin Bhagavan, ondan yüz kat daha güçlü," dedim. Yine enerji kat kat arttı ve ben bunun normal bir orgazmdan bin kat daha güçlü bir kozmik orgazm gibi olduğunu kabul etmek zorunda kaldım... Bunu sözcüklerle tarif etmek olanaksızdı. O bu dünyadaki her şeyden sonsuz derecede daha güzeldi... 16 Haziran'da, öğleden sonra saat dörtte bana bir dîkşa verdiler. Sonra yaşadıklarımı zihinle kavramak mümkün değildi. Sanki Bhagavan beynimi tamamen onardıktan sonra bana birçok evreni göstermişti. Tüm kötü dosyalar silinmişti. Ego çok büyüktü ve Bhagavan onu ciddi bir biçimde yerinden sökmeye çalışıyordu, ama onun ancak çok güçlü araçlarla kökünden sökülebileceğini anlamıştı... Kendimi, iki litre votka içtikten sonra Mike Tyson beni on dakika boyunca yumruklamış gibi hissediyordum. Tamamen çaresizdim ve Bhagavan bana benim bir hiç olduğumu, hiçbir şeyi anlayamadığımı gösterdi. Egom teslim olmak zorundaydı. Egomun küçük bir toz zerreciğinden daha önemsiz olduğunu hissettim. Sonra rehberim gelip gözlerimi açmamı istedi, egomun ölü olduğunu ve Mutluluk ve Tek Realite'den başka bir şeyin 124 DİĞER AYDIN LAN MA DENEYİMLERİ olmadığını söyledi. Benim bu tam-mutluluk olduğumu ve ebediyen aydınlanmış olduğumu da sözlerine ekledi. Bhagavan'm egomu benden koparmış olduğu tümüyle bir illüzyondu. Gözlerimi açıp odamdaki floresan lambasına baktım. Gözlerimden çok güçlü ve sonsuz bir mutluluğun aktığını hissettim (ama artık bir ego kalmamıştı, ben her şey olmuştum). Baktığım her şey bedenimde sonsuz bir mutluluk patlamasına neden oluyordu, bu iki gün önceki o kozmik orgazmdan bile çok daha derindi. Şimdi o çok daha güçlüydü. Sonra dinlediğim her şey inanılmaz bir mutluluk ve sevgi patlaması haline geldi. Hatta, zaman zaman çığlık attım, çünkü bedenim bu büyük patlamayla baş etmekte zorlanıyordu. Rehberlerden biri gelip, sonunda "bu işi başardığımı" söyleyerek beni kutladı. Ona karşı büyük bir sevgi hissederek elini çok kuvvetle sıktım. Hiçbir kontrole sahip değildim. Her şey vecitsel bir mutluluk ve sevgiydi. Her ses muazzam bir mutluluk veriyor ve ben o ses oluyordum. Ortada bir ego kalmamıştı, ben deneyimlediğim her şey oluyordum. *** Bugün 20 Haziran ve ben dört gün önce ilahi bir beyin operasyonu geçirdim... Artık Freddy diye sınırlı bir kişi yok. O binlerce yıl önce yaşamış bir illüzyon gibi geliyor bana. Ama anılar orada ve bu amlar bir dalgayla kıyaslanabilir. Böylece ben (ya da "bilinç" veya "sonsuz sevgi ve mutluluk patlaması") işlevsel olmam gerektiğinde bu dalganın içinde bulunuyorum. Ama çoğu zaman ben deneyimlediğim her şey oluyorum. Ben bu bedeni okşayan rüzgârım, ben gördüğüm dağlar ve yıldızlarım, insanların ve doğanın sesleriyim. Her şeyle bir' I2f AYDINLANMA FENOMENİ im. Her yerdeyim ve hiçbir yerdeyim. Aynı anda hem her şeyim, hem de hiçbir şeyim. Kendimi evrenden daha büyük ve bir karıncadan daha küçük hissediyorum. Kısacası, benim için anlaşılacak bir şey yok ve ben kim olduğumu ya da var olup olmadığımı bilmiyorum, sadece çok güçlü bir mutluluk ve sevgi patlaması var ve
bundan ayrı hiçbir şey yok. Bazen ben bu patlamayım, bazen de bu patlamaya bakan bilincim. Oturup bir şeye baktığımda en çok hissettiğim şey boş olduğum ve Tanrı'nın Tanrı'ya baktığıdır. Freddy ebediyen gitti ve şimdi sadece Güç var, Ruh var. Bütünlük kendini deneyim-liyor ve ben beden bilincindeyken bunu duyusal organlarda de-neyimliyorum. Ve harika olan şey şu ki bu hal içindeyken çok iyi tenis ve futbol oynayabiliyorum ve bu hal bana Evren'deki tek doğal şey gibi geliyor. Başka her şey bir rüya, bir illüzyon. Belki her gün enerjinin yüzlerce orgazm deneyimi gücüyle patlamadığı ve durgun diyebileceğim iki saat oluyor (bu benim ortalama halim). Benim için, durgun hal şöyle tanımlanabilir: Ben mutluyum, sonsuz bir huzur duyuyorum ve kesinlikle hiç sıkıntı ve ıstırap çekmiyorum. O ve Amma üzerimde çalışıp, sinir sistemimi Tüm Var Olan ile, Evren ile uyumlu kıldıktan sonra ilk kez dün Bhaga-van ile karşılaştım. Şükranla ağladım ve konuşamadım... Şükranla ağlayıp bir okyanusu göz yaşlarımla doldurabilirdim ve bu yine de ona ve yaptığı işe karşı duyduğum şükran, saygı ve sevgiyi gösteremezdi. **# Biri 25 Haziran'da, diğeri ise 28 Haziran'da olmak üzere iki dîkşa daha aldım. Sonuçlar çok şaşırtıcı, tarif edilmesi ne116 DİĞER AYDİNLANMA DENEYİMLERİ redeyse olanaksızdı. 25'indeki dîkşa o kadar güçlüydü ki önceki iki dîkşa küçük göründü. Bu tamamen yeni bir deneyim boyutuydu. Üç saat boyunca aynı anda binlerce yerde bulunuyordum ve Tanrı ile tam bir bir'lik içindeydim. Ayrı bir varoluşa sahip olduğum eski yaşamım birkaç saat içinde yok oldu ve şimdi sadece bir'lik var. Her şey kendiliğinden oluyor ve yapan ben değilim. Tüm faaliyetler vuku buluyor, onlar tıpkı rüzgârın nereye eseceğine karar vermemesi gibi vuku buluyorlar. Dışsal yaşamda sıradan görünüyor, daha önce yaptığım şeyleri yapıyorum. Ama daha önce ben işleri yapandım; konuşan, yazan, yemek yiyendim. Şimdi içimde karar verebilecek ya da yapabilecek bir merkez yok. Her şey, sanki onları ben değil Evren yapıyormuş gibi, vuku buluyor. Ve bu tüm özgürlüklerin en büyüğüdür. Her bir deneyim doğal ve ben kendimi biraz, yeni doğmuş ve her şeyi ilk kez deneyimleyen mutlu bir bebek gibi hissediyorum. Her şey taze, her şey yeni, her şey tam. Bir hafta önce, içine çekildiğimi hissettiğim sonsuz vecit ve sevgiyle daha çok birleşmek isteyen ayrı bir Freddy'nin küçük bir kalıntısı vardı. Bir gün bunu yitirebileceğimden korkuyordum. Ama şimdi böyle bir his yok, kontrol edebilecek kimse yok, Tüm Var Olan'dan en ufak bir ayrılık yok. Bu o kadar güzel ki sevgi ve sevinç beni neredeyse öldürüyor... Önceki dîkşalar sırasında kendimi bazen, okyanusla bir olduğunu hisseden bir dalga gibi hissediyordum. Muazzam sevgi ve mutluluğun dışarıdan gelip benim deneyim alanıma girdiğini hissediyordum. Şimdi tüm Yaşam ile tamamen birleştim ve ben deneyimin kendisiyim. Hindistan'da buna Aham Brah-masmin, "Ben Tüm Var Olan'ım" denir. Ben bu dünyadaki en mutlu çocuğum. Her şey çok canlı, kalbimi çok derinden etkiliyor ve büyülüyor. İçim şükran duyIZ7 AYDİN LAN MA FENOMENİ gusuyla dolup taşıyor. Ama kimin kime şükran duyduğunu ancak Tanrı bilir. Sanki Yüce Ruh beni tamamen yutmuş, Kendini her zaman benim deneyimlerim vasıtasıyla deneyimliyor. Dün aldığım dîkşa her şeyi derinleştirdi ve bu yeni hal içinde yaşamak çok doğal hale geldi. Sanki yaşamım hep böyleydi. Ben gelen düşünceler kadar sizim de. Sizin eylemleriniz kendiminkiler kadar benim eylemlerim. İçimde hiçbir sahiplik duygusu yok. Pratik amaçlar için, beden ve zihin eskisi gibi, ben ayrı bir kişiymişim gibi çalışmaya devam ediyor ama artık bunun benimle bir ilgisi yok. Dünkü dîkşadan sonra bahçede uzandım. Sonsuza dek böyle yatabilirdim. Hiçbir şey yapmam gerekmiyordu, ben her yerdeydim ve her şey kusursuzdu...
Sadece Tanrı, sadece Tek Realite var, başka bir şey yok. Sadece yaşam dediğimiz tek bir dalga var. Kimse yaşamın sahibi değil, o benim ya da sizin değil, sadece YAŞAM var ve ondan başka bir şey yok. Ve hepimiz o Tek Yaşam'ız ve hiçbir zaman bir ayrılık yoktu. Ayrılık Hindistan'da Maya, Buda tarafından Samskara denen bir illüzyondur... Tüm galaksiler ve tüm Yaratılış bedenimin içinde, tüm yaşamın Kaynağı imişim gibi bunu açıkça hissediyorum. Sevgi bir volkan gibi infilak ediyor ve sadece Işık var ve ben o Yüce Işığım. Kendimi temelli olarak ölmüş gibi hissediyorum ve siz öldüğünüzde, Yaşam sizi yutar ve zaman zaman her şeyin kaynağı olduğunuzu hissetmenizi sağlar. Bu bedeninizin içinde tüm dünyalardaki vecitsel mutluluğu duymak gibidir... Amma ile Bhagavan benim içimde yaşıyorlar, bana tüm bu halleri yaşatan onlar, onları tarif edilemez bir biçimde seviyor ve kendilerine çok teşekkür ediyorum. 118 LU. Kısım KOLEKTİF AYDINLANMA YOLCULUĞUMUZ 17 Mukti Avatar lan Dünyayı bu kadar olağanüstü bir biçimde etkileyen bu adam kimdir? Onun eşi, Amma kimdir? Onlar avatar olarak mı doğdular? Bhagavan ilk kez ne zaman misyonunun farkına vardı? Ve Amma ilk kez ne zaman misyonunun farkına vardı? Onlar dünyayı nasıl aydınlatmaya niyetliler? Kapasitelerinin sınırları nelerdir? İsa gibi birisini şahsen tanımanın, onunla birlikte olmanın, onun mucizelerine tanık olmanın ve ona bu sorulan sorabilmenin nasıl bir şey olacağını hep hayal etmişimdir. Günün birinde Bir'lik Üniversitesi'ne gideceğimi ve insan bilincinde belki tarih boyunca benzeri görülmemiş bir devrime tanık olacağımı hiç bilmiyordum. Bhagavan kimdir? Bu terim farklı kişiler için farklı şeyler ifade eder. "Hindistan'daki herkes kendini bir Bhagavan olarak adlandırabilir," diyor Bhagavan espriyle, "ve bu konuda tartışmaya hiç gerek yok." Bununla birlikte, o kendisinin bir avatar olduğunu kabul ve tasdik ediyor. "Bir avatar Dünya'ya insanlığın çağrısına karşılık olarak gelir. O belli düzeyde bir durağanlık ortaya çıktığında gelir ve özel bir misyonla gelir. Bir avatar, yüksek bilincin dünyaya inişidir. Onun ille de spiritüel bir varlık olması gerekmez. Örneğin, Gandi bir şiddetsizlik avatarıydı ve Eins131 AYDINLANMA FENOMENİ tein bir fizik avatarıydı. Dünyada doğan her yüksek bilince ava-tar denilebilir." Bhagavan kendisini Aydınlanma Avatarı olarak adlandırıyor. Misyonunun dünyaya aydınlanmayı sunmak olduğunu söylüyor. Çağlar boyunca, avatarlar az sayıda insanda aydınlanma kuvvetlerini uyandırmak için dünyaya inmişlerdir, ama Bha-gavan'm misyonu dünyanın kütlesel bilincinde tanrısallığın kolektif tezahürünü sağlamaktır. Ben Bhagavan'ın sadece bir birey değil, aynı zamanda kolektif bir bilinç olduğuna ve bunun Mesih bilinci, Buda bilinci ya da Birleşik bilinç olarak bilinenle aynı bilinç olduğuna inanıyorum. Bhagavan 7 Mart 1949'da, Tamil Nadu eyaletindeki Nat-ham adlı bir köyde doğdu. Ona Vijay Kumar adı verildi. Üç yaşındayken, kendisinin insanlığa hizmet etmek için Dünya'ya gelen bir avatar olduğunu anladı. Bhagavan hiçbir zaman sıkıntı ve üzüntü çekmemişti, daima çok mutlu bir hal içindeydi, İlk başta herkesin onun gibi olduğunu düşünmüş, ama onların sadece ıstırap çektiklerini gördüğünde misyonunun onları bu ıstıraptan kurtarmak olduğunu anlamıştı. Bu biliş daha dört-beş yaşındayken onun içinde çok derindi. Köy çocuklarının oynadıkları oyunlardan biri kadim öyküleri canlandırmaktı. Bhagavan hep Krişna'yı ya da diğer tanrılardan birini oynamak üzere seçilirdi ve ondan çeşitli lü-tuflar istenirdi ve o da onları daima yerine getirirdi. Köyün büyükleri bile gelip onun eline buğday taneleri koyarlardı, o bu taneleri kutsar ve o kişiler o yıl iyi bir ürün alırlardı. Dokuz yaşındayken altın küre ona görünmeye başladı. Bhagavan bu küreyi insanlaıa aktarabileceğini ve böylece uyanmalarına yardımcı olabileceğini anladı, ama ilk başta o küreyi aktive edemedi. O küreyle uzun bir zaman çalıştıktan W
M U KT1AVATAR1ARI sonra kürenin aktive olmaya başladığım gördü. Yetişkinlik çağı boyunca bu altın küreyle çalışmaya devam etti, onun insanlara yardım edecek şekilde nasıl kullanılabileceğini görmek için birçok yolu denedi. Yirmi sekiz yaşındayken, ortak arkadaşları onu şimdi Amma (Ana) olarak tanınan Padmavati ile tanıştırdılar. Amma, 15 Ağustos 1954'de Sangam adlı bir köyde doğmuştu. Bir mistikti ve çocukluğundan itibaren derin samadhi halleri içine giriyordu. O da insanlık için derin biçimde kaygılanıyor ve burada insanları ıstıraptan kurtarmak için bulunduğunu hissediyordu. Amma mistik güçleriyle, insanların dileklerini yerine getirme ve mucizeler yaratma yeteneğiyle tanınıyordu. Amma ile Bhagavan, tanıştırıldıklarında, hemen birbirlerini tanıdılar ve birlikte olmaları ve birlikte çalışmaları gerektiğini anladılar. Amma Bhagavan'ın hayalini ilk kez bir tapınaktaki bir heykelde görmüş ve çok yakında onunla karşılaşacağını hissetmişti. 9 Haziran 1976'da evlendiler. Sonra Bhagavan Andhra Pradesh eyaletinde Jeevashram adlı bir okul kurup onun yöneticiliğini yaptı. Toplumsal yaraların birçoğunun yanlış bir eğitim sisteminden kaynaklandığını anlamıştı ve hem aklın gelişimine hem de kalbin açılmasına yardımcı olacak yeni bir eğitim modeli yaratmayla ilgileniyordu. İşte bu zaman esnasında aydınlanma mucizesi ilk kez meydana geldi. Bhagavan insanlara çeşitli şekillerde yardım edebileceğini, onların dileklerini yerine getirebileceğini, hastalıklarını iyileştirebileceğini biliyordu, ama henüz onları özgürleştirmeyi başaramamıştı. Bir gün oğlu Krişna sınıfa büyük bir heyecanla daldı ve altın bir kürenin onun içine girdiğini ve onun her türlü harika bilinç halini deneyimlemesine neden olduğunu söyledi. "Pekâlâ," dedi Bhagavan, kendine hâkim bir tavırla, "onu W AYDİNLANMA FENOMENİ bir başkasına da aktarabilir misin?" Böylece Krişna altın küreyi bir başka sınıf arkadaşına aktardı ve bu kız da kozmik bilince girip, tüm o diğer "lokalan" deneyimleyebildi. Elbette tüm bunlar Bhagavan tarafından yapılmıştı. Bu şekilde, bu okuldan birçok öğrenci ilahi deneyimler geçirdi ve bunun sonucunda Bhagavan'a misyonunda yardımcı olmayı seçti. Bu eski öğrencilerin birçoğu şimdi Bir'lik Üniversitesi'nin rehberleri ve aktif üyeleridir. 1989'da vuku bulan bu olay Bhagavan'm insanlara aydınlanmayı sunma deneylerinin başlangıcı oldu. Bu uygulama büyük bir hızla yayıldı. Öğrenciler bu aydınlanma hallerini de-neyimlemeye başladıklarında her türlü garip şey vuku bulmaya başladı. Onlar rüzgârı estirebiliyor ve durdurabiliyor, yağmur yağdırabiliyor ve durdurabiliyor, diğer zamanlara ve lo-kalara girebiliyor, insanları bir dokunuşla iyileştirebiliyorlar-dı. Sadece bu değil, Jeevashram'ın önünden geçen insanlar da her türlü mistik fenomeni kendiliğinden deneyimlemeye başlamışlardı. Ama çok geçmeden ana babalar tedirgin olmaya başladılar. "Çocuklarımıza neler oluyor?" diye meraklandılar. Bunun üzerine Bhagavan daha yavaş gitmesi ve bu güçleri geri alması gerektiğini anladı. En sonunda, öğrencilerinin ısrarlı ricaları sonucunda, bir eğitim birliği oluşturmaya karar verdi, öğrenciler bu birliğe ancak ana babalarının rızası ve izniyle girebiliyorlardı. Bu eğitim birliği yıllar içinde büyüyerek yüz seksen üyeye/rehbere erişti. Bu birliğin ilk birkaç yılı esnasında, Bhagavan kitlelere aydınlanmayı sunma konusunda hâlâ çok emin değildi. Bu durum 2003'ün ortasında değişti. O zamana dek Bhagavan bu büyük küresel aydınlanma deneyinin zaman içinde küresel felaketi önleyip önleyemeyeceğini kesin olarak bilmiIJ4 MUKTİ AVATARLARI yordu. 2003'ün ortasında bir şeyler değişti ve o misyonunun başarıya ulaşacağını ve insanlığın bu işi başaracağını kesin olarak anladı. Biz Altın Çağ'a başarıyla geçmeye ilahi olarak yöneltilmiştik ve artık kütlesel aydınlanma gerçekleşebilirdi. İlk rehberlere dîkşa direkt olarak Bhagavan tarafından veriliyordu. Bu çalışma hâlâ çok deneyseldi ve sonuçlar her zaman tahmin edilebilir değildi. Bu ilk rehberlerin bazıları aylar boyunca nirvikalpa samadhi hali içinde kalarak işlev
yapamadılar. Bu mutluluk verici bir ilahi haldi, ama dış dünyada aktif biçimde çalışmayı engelliyordu. Yavaş yavaş, Bhagavan bu uygulamayı hem kişinin yüksek samadhi hallerini deneyimleyebileceği, hem de dış dünyada işlev yapabileceği şekilde değiştirebildi. Kendisi kanalıyla gelen gücü aktarma ve beyindeki nörobiyolojik devreleri etkileyerek aydınlanma koşullarını yaratma konusunda deneyler yapmayı sürdürürken, bir noktada, herkesin aydınlanmaya muktedir olduğunu anladı. Ancak bunu anladıktan sonra kitlelerle olan çalışmasına başladı, çünkü daha önce hiç kimsenin aydınlanmaya muktedir olmadığını hissetmesini istememişti. İlk rehberlerin birçoğu Bhagavan'ın onlar üzerinde çalıştığı yıllar içinde kozmik bilinç hallerini deneyimliyordu. Ancak, çok azı kalıcı bir aydınlanma haline erişmişti. Haziran 2003 'te Bhagavan onları bir araya topladı ve kırk iki günlük yoğun bir sadhana uygulamasından geçirerek bu süreçte onlara dîkşa verdi. Sonuçta, onların her biri kalıcı olarak aydınlandı. Bu çalışma ilerledikçe, dîkşanın da gücü arttı. İlk aşamalarda insanlar süptil bedenlerinin duyarlılığını artırmak için on sekiz ay boyunca sadece meyve ile besleniyorlardı. Bu artık gerekli değil. Bhagavan, bu hazırlığın daha önce on sekiz ay alırken, giderek iki ay, üç hafta ve en sonunda sadece on gün aldığını gördü. Sonra aydınlanmış rehberleri başkalarına dîkIJS AYDINLANMA FENOMENİ şa verebilecek şekilde eğitmeye başladı. Onlar onun bilincine uyumlanıp altın küreyi başkalarına aktardıklarında, Bhaga-van dîkşalarm enerjisini izleyebiliyor ve gerekli operasyon çalışmasını yapabiliyordu. Daha sonraki aşamalarda, bunu tamamen uzaktan yapabileceğini gördü. İşte ondan sonra aydınlanmanın bent kapakları açılmaya başladı. Bhagavan şimdi hem Hintli hem Batılı daha büyük insan gruplarına dîkşa vermeye başlamıştı. Halka ilk aydınlanma dîkşaları Amma'mn doğum günü vesilesiyle 17 Ağustos 2003'te verildi. Birkaç gün sonra, Batılılara ilk bir haftalık dîkşa kursları verildi. Grace ile ben bu grupta yer aldık. Bu sırada Bhagavan Hint halkına da dîkşa vermeye başladı, köy halkları peş peşe gelip hep birlikte dîkşa almaya başladılar. Her gün ülkenin her yanından yüzlerce kişi bir günlük dîkşa programları için gelmeye başladı, kısa bir öğretiyi dîkşa-nın izlediği bu programlar daha sonra üç güne çıkarıldı. 2004'ün başında dünyanın her yanından insanlara daha uzun kurslar sunulmaya başladı. On günlük kursların yanı sıra, insanları aydınlanma dîkşasmı başkalarına aktarabilecekleri kadar derinlemesine bir'lik hali içine sokacak şekilde tasarlanmış yirmi-bir günlük kurslar sunulmaya başladı. Tüm dünyada birçok kişi şimdi bu dîkşayı vermeye hazırdır. Bu çalışma büyük bir hızla devam etmektedir. Aydınlanmaya erişen her bir kişiyle birlikte, aydınlanma herkes için daha da kolaylaşmaktadır. Amma'mn doğum gününden, yani 15 Ağustos 2004'ten beri, sadece mukti dîkşalarmm gücü artmaya devam etmemektedir, tamamen yeni bir fenomen de başlamıştır. "Phala dîkşa" olarak bihnen bu süreç katılımcıları kozmik bedenlerinde Amma ve Bhagavan ile karşılaşabilecekleri ve onlardan -aydınlanma, sağlık, malî durum ve diğer yaşam koşullarıyla ilgili- dileklerini gerçekleştirmelerini isteyeıj6 MU KT1 AV ATARLARI bilecekleri bir hale sokmak için tasarlanmıştır. Çeşitli dinî geleneklerde bulunan çilecilik anlayışından farklı olarak, Amma ve Bhagavan maddi realitelerin spiritüel yolculukta geçerli bir yere sahip olduklarına inanmaktalar. Sonuçta, sadece hayatta kalmak için uğraşan bir insan aydınlanmanın peşine düşmek için gerekli enerjiye sahip olabilir mi? Amma ile Bhagavan'm yaklaşımları arasındaki fark bir derece meselesidir. Amma insanların dileklerini yerine getirmeye odaklanmakta, Bhagavan ise önce insanları aydınlatmaya odaklanmaktadır. Bhagavan'm kütlesel aydınlanma programının bir sonraki aşaması Altın Kent adlı kampüste inşa edilen "Bir'lik Tapınağının tamamlanmasıdır. Bu tapınak kadim Vedik kutsal geometrisinin "vaasthu" denilen bir biçimi kullanılarak tasarlanmıştır ve Bhagavan'm çalışmasının bir sonraki aşaması için fiziksel bir
çapa vazifesi görecektir. Maya ve Mısır piramitlerinde kullanılan kutsal geometrik oranlar da tasarıma katılmıştır. Plân, burada her seferinde en fazla sekiz bin kişinin me-ditasyon yaparak güçlü bir aydınlanma morfogenetik alanı yaratması ve bu hali doğrudan insanlığın kütlesel bilincine aktarmasıdır. Bu tapınak 2006 yılında tamamlanacaktır. Tamamlandıktan sonra, Bhagavan'm aydınlanma halini kitlelere aktarabilme yeteneğinin hızla güçlenmesi beklenmektedir. İnsanların aydınlanmanın ilk aşaması olan tamk-halini deneyim-lemek için bu alandan yürüyüp geçmeleri yeterli olacaktır. Dîkşa-vericileri olarak eğitilmiş insanların sayılarının artmasıyla birlikte tüm dünyada dîkşamn gücü artarken, Bhagavan bunun yerel kültüre ve dine uyarlanmasımn çok önemli olduğunu vurgulamaktadır. Aydınlanmanın esasında Hindu olan hiçbir şey yoktur. Bhagavan, eğer Çin'de doğsaydı, aym çalış137 AYDINLANMA FENOMENİ manın Taoist bir çeşniye sahip olacağını, eğer Batı'da doğsay-dı, bu çalışmanın Hıristiyan bir çeşniye sahip olacağını, eğer Ortadoğu'da doğsaydı, aynı çalışmanın Müslüman ya da Musevi bir çeşniye sahip olacağını, dünyada sayıları giderek artan ve kendilerini herhangi bir dinî kutunun dışında gören insanlar için ise bu çalışmanın metafîziksel ya da evrensel bir çeşniye sahip olacağını söylemektedir. Bu çalışma dünyanın farklı bölgelerinde gelişirken, hatta burada Hindistan'da bile, bu çalışmanın bir din ya da bir tarikat haline gelmemesi için son derece duyarlı olmamız gerekiyor. Kozmik birlik perspektifinden, aydınlanma armağanının Allah'tan, Bhagavan'dan, Mesih'ten, Buda'dan, Krişna'dan, İnanna'dan, Beyaz Bufalo Kadm'dan ya da insanın inandığı tanrı ya da bütünlük her neyse ondan gelmesi hiç fark etmez. "Siz mihrabın üzerine İsa'nın bir resmini koyup dîkşa verebilirsiniz ve sonuçlar aynı olacaktır," diye vurguluyor, Bhagavan. Örgütlü dinler, insanları bölmek için kullanıldıklarında, genellikle yarardan daha çok zarara neden olurlar ve Bha-gavan'ın yapmak istediği son şey bir başka din yaratmaktır. O bu aydınlanma çalışmasının dinle hiçbir ilgisinin olmadığını ısrarla vurgulamaktadır. Bhagavan, bir kez kritik insan kütlesi aydınlandığında, birkaç ay içinde insanlığın geriye kalanının aydınlanma halinin giderek güçlenen morfogenetik alanlarına çekileceğini ummaktadır. Bir an gelecek dünyalar arasındaki bir kapı açılacak ve insanlık bu kapıdan hep birlikte, aydınlanmış bir tür olarak geçecektir. Bana Bhagavan'ın bu zamanda gerçek gücünün çok küçük bir bölümünü, belki yüzde birini ortaya koyduğu söylendi. O istediği zaman gücü yüzde yüze çıkarabilirdi, ama bu gücün aşamalar halinde yükselmesi gerekiyordu. Bhagavan bir anda ıjS MUKTIAVATARLARI çok fazla şakti'yi serbest bırakmanın acı verici ve yıkıcı olabileceğini biliyordu. Bu çalışma geliştikçe ve aydınlanma morfo-genetik alanı güçlendikçe, o da gücünü daha çok ortaya koyacaktı, ta ki insan ayrılığının tüm yapıları bu yükselen dalga karşısında yıkılana dek. Bu morfogenetik alanların gücü arttıkça, giderek daha çok insanın tek bir dîkşayla kalıcı biçimde aydınlanmaya başlaması bekleniyor. Giderek, aydınlanma hali bir bakış, bir dokunuş, bir dua ile aktarılabilecek. O dans, müzik ve resim aracılığıyla aktarılabilecek. Şifacılar, doktorlar onu günlük çalışmalarında aktarabilecekler, insanlar aşık olduklarında bu hal meydana gelecek, insanlar kalplerini ve gözlerini ıstırap çeken insanlığa açtıklarında bu hal meydana gelecek. Bu kolektif bilincimizden akan durdurulamaz bir inayet dalgası olarak kendiliğinden meydana gelecek. Şimdiden tüm dünyada kendiliğinden uyanışlar vuku bulmaya başlıyor. Belki morfogenetik alan ruhları hazır olanlar için şimdiden yeterince güçlüdür. Bu bir geri-besleme döngü-südür. Daha çok insan aydınlandıkça, aydınlanma morfogenetik alanları daha da güçlenecektir. Bu da insan türünün DNA' sının olumlu bir mutasyon geçirmesine, sinir sistemimizi -aydınlanmayı doğal olarak alacak şekilde- değiştirmesine neden olacaktır.
Gelecek yıllarda, spiritüel arayış ve çabalama gereksiz -ve en sonunda da ters etki yapar- hale gelebilir. Tanıdığımız her şeyden çok daha büyük olan tekâmülsel bir kuvvete kendimizi açtığımızda, yumuşak ve gevşemiş bir açıklık hali daha etkili olabilir. Gelmekte olan şey gerçekten hayal edilemezdir ve kendimiz için tanımladığımız spiritüel ve entelektüel kutulara kolayca uymayacaktır. Bu dalganın gücü kolektif varlığımızı kaplarken tüm öğretiler ve uygulamalar yersiz olacaktır. 139 AYDİNLANMA FENOMENİ Bhagavan bunun kolektif avatar çağı olduğunu açıkça belirtiyor. Ortaya çıkan yeni kozmik yaratılış tek bir bedende tezahür edemeyecek kadar engindir. Bhagavan ilahi enerji için büyük bir iniş noktasıdır, ama en sonunda o herkes aracılığıyla her yere inecektir. Bhagavan'm misyonu hep birlikte, bir grup avatarik kuvvet olarak yeni bir kozmik devrenin mimarları olabilmemiz için yolu hazırlamaktır. O, bu gerçekleştikten sonra kendi işinin biteceğini söylemektedir. Bu pasif bir olay değil, birlikte-yaratıcı bir eylemdir. Biz hep birlikte aydınlandığımızda, bu avatarik kuvvet olacağız. Bu şimdi ayrı aydınlanmış bireyler olarak deneyimleyebildiği-miz her şeyin çok ötesindeki bir aydınlanma düzeni olacaktır. İnsan ailesi kendini küresel bir varlık olarak, birçok renkten oluşan bir gökkuşağı olarak, birçok göze sahip bir gezegensel benlik olarak, altı milyar merkezî sinir sisteminden oluşan tek bir gezegensel beyin olarak deneyimlemeye başlayacaktır! Bunun gelecek yıllarda neye benzeyeceğini hayal bile edemeyiz. Bu her çağda ve gelenekte birçok kişinin bekleyegel-diği yeni şafak olacaktır. Bu sonsuzluğun kapılarının herkese açılacağı ve Tanrı'nın hayalinin gerçekleşeceği gün olacaktır. Ya da belki bu henüz Tanrı'nın zihninde bile bulunmamakta ve anbean birlikte-yaratılarak var edilmektedir. İşte bu yüzden Bhagavan enkarne olmuştur. İşte bu yüzden bizler enkar-ne olduk. Bu gerçekten de bizim onu yaşamak için doğmuş olduğumuz zamandır! 140 ıS Mucizeler Bu kitapta mucizelere çok fazla odaklanmadım, çünkü bunu yapmak en büyük mucizeye, birçok kişinin almaya başladığı aydınlanma armağanına gölge düşürürdü. Yine de, şifa mucizelerini, kriz anlarında ilahi inayeti, hatta ölen insanların di-riltilmelerini içeren olaylar giderek daha olağan hale gelmektedir. Bunların içinde en olağanı fiziksel iyileşmelerdir. Sadece, rehberlerin son derece yüksek kozmik enerjileri aktardıkları mukti programları sırasında değil, Amma'mn Nemam'daki dar-şanlarmda ve insanların evlerinde, dualarına karşılık olarak da birçok iyileşmenin meydana geldiği bildirilmektedir. Bedenlerimiz sağlıklı olacak şekilde tasarlanmışlardır ve içimizde sağlığı nasıl yaratacağını ve hastalığı nasıl defedeceğini bilen bir ilahi zekâ vardır. Kundalini uyandığında bu enerji serbest kalır ve şifalar meydana gelir. Fiziksel iyileşmeler doğal yasaların direkt sonucudur. Mucizeler bu yasaların bir tezahürüdür ve belki bir gün fizik ve tıp onları bu doğal yasaların çerçevesi içinde ele almanın bir yolunu bulacaktır! Hint halkının katıldığı üç günlük Mukti programları sırasında bir hayli kundalini aktive olduğundan, birçok şifa da meydana gelmektedir. Bu programlar birçok insanı çekmekte, genellikle her programa birkaç yüz kişi katılmaktadır. Öyle 141 AYDINLANMA FENOMENİ görünüyor ki iki ya da üç yüz kişinin oluşturduğu kritik kütleyle kendiliğinden iyileşmeler meydana gelmektedir. Ben bu sırada bazen körlerin görmeye, sakatların yürümeye, sağırların işitmeye ve ölümcül hastalıkların iyileşmeye başladığını işittim. Bu mucizelerin birçoğu Altın Çağ Vakfı'nın resmi yayın organı olan "Krupa Darshan" adlı dergide yayınlanmıştır. Bu vakıf "Sri Amma ve Bhagavan'ın Mucizeleri" adlı bir kitap da yayınlamıştır. Bu şifaların meydana gelmesi için Bhagavan ile Amma' mn orada fiziksel olarak bulunmaları gerekli değildir. Birçok kişi onların avatarik mevcudiyetlerini
kendi "antaryamin"in-de, yani kendi kalbindeki tanrısallık yerinde Öylesine derin bir biçimde oluşturmuştur ki, mucizeler çoğu kez onların imanına karşılık olarak meydana gelmektedir. Böyle bir öyküde, Bhagavan'a kalpten bağlı olan ve doktorlarının ona böbrek nakline ihtiyacı olduğunu söyledikleri bir adam vardı. Bir gün o bir sokakta yürürken beyaz giysili ve uzun sakallı yaşlı bir adam yanına yaklaşıp onunla birlikte yürümeye başladı. Bu sırada yolun karşısında bir kalabalık aniden bayılan bir adamın çevresinde toplanmıştı. Sonra yaşlı adam birden böbrek hastası adamın böbreğini çimdikledi. Sinirlenen adam dönüp onu azarladı. Bu sırada bir ambulans gelip bayılan adamı sedyeye koyup götürdü. Sonra yaşlı adam böbrek hastası adamın öbür böbreğini de çimdikledi. Öfkelenen adam tam onu sertçe itecekti ki, yaşlı adam gülümseyerek sakin bir tavırla şöyle dedi: "Her iki böbreğin de iflas etmiş durumdaydı ve ölümün yakındı. Sedyede gördüğün adamın ise böbrekleri sağlıklıydı, ama o artık öldü. Ben onun böbreklerini sana naklettim Şimdi git sağlıklı bir yaşamın tadını çıkar." Ardından yaşlı adam diğerinin şaşkın bakışları önünde dönüp kalabalıkta kayboldu. 142 mucizeler Adam birkaç gün sonra ameliyat için hastaneye yattığında, doktorlar bazı testler yaptıktan sonra adamın her iki böbreğinin de mucizevi bir biçimde tamamen iyileşmiş olduğunu büyük bir şaşkınlıkla gördüler! "Antaryamin" Bhagavan'm ya da "antaryamin" Amma' mn bir kriz şırasında ya da onların bağlılığına karşılık olarak insanların karşısında fiziksel olarak tezahür ettikleriyle ilgili birçok öykü işittim. Bir defasında bana evlerinde Amma ile Bhagavan'a bir oda ayıran bir çiftten söz edildi. Onlar, her gece yatağa temiz çarşaflar seriyor, yatağın iki yanına iki bardak su ve banyoya gerekli temizlik malzemelerini koyuyorlardı. Her sabah baktıklarında çarşafların kırışmış, banyonun kullanılmış ve su bardaklarının boş olduklarını görüyorlardı! Fiziksel dünya ile mistik dünya arasındaki sınırlar çok incedir. Bu sınırlar aydınlanma hali içinde ya da imana karşılık olarak ortadan kalkarlar. Bir defasında rehberimin bana dediği gibi, "Benlik fiziksel ve mistik dünyaları birbirinden ayıran çizgidir." "Benlik" yok olduğunda, böyle olaylar olağan hale gelir. Amma ile Bhagavan'm kendilerine kalpten bağlı olan insanlara fiziksel formda göründükleri ve sonra o odadaki "sri-murti"ye (resimlerine) girip kayboldukları; insanların onlardan acil bir ihtiyaçlarına karşılık bir telefon aldıkları; ettikleri bir duaya karşılık olarak inanılmaz eşzamanlılıkların meydana geldiği birçok olay işittim. Fiziksel Amma ile Bhagavan'm bu mucizelerin vuku bulduklarını fark etmeleri bile gerekmiyor olabilirdi! Bir defasında, İsveçli arkadaşım Mattias bana Bhagavan' in ona nasıl değerli bir ders verdiğini anlattı, isveç'te, soğuk bir kış gecesi Mattias arabasıyla tenha ve virajlı bir dağ yoluna tırmanıyordu. Tepeye eriştiğinde, temiz havayı içine çekmek ve gece manzarasım seyretmek için arabadan indi. Derin bir '43 AYDINLANMA FENOMENİ şükran ve her şeyle bir'lik hissediyordu. Arabaya tekrar bindikten sonra, düşünmeden, birdenbire Bhagavan'a, "Tanrı olmasaydı benim nasıl olacağımı göster bana," dedi. Sonra arabayı yokuş aşağı sürmeye başladı, yol buzlu ve kaygan olduğu için çok yavaş gidiyordu. Birkaç yüz metre gittikten sonra, görünürde bir neden olmadan, araba birden yüz seksen derece döndü, arabanın uçurumdan aşağı yuvarlanmasını engelleyen tek şey yol kenarına yığılı karlardı. Arabayı hareket ettirmek olanaksızdı. Karları küremenin ya da aklına gelen diğer şeylerin bir faydası olmadı. Yarım saat sonra, terden sırılsıklam olmuş ve donarken, yapabileceği başka hiçbir şeyin olmadığını anladı. Birinin o-nun yardımına gelmesi çok zayıf bir olasılıktı ve kalan benzinle arabayı ısınmak için çalışır halde tutamayacağını biliyordu. Eğer tüm gece boyunca arabada kalırsa soğuktan donacağı ve hayatta kalmak için en iyi şansının en yakındaki eve ulaşmak için beş-on kilometre yürümek olduğu sonucuna vardı. içinden Bhagavan'a, "Eğer bana yardım etmezsen elimden başka bir şey gelmediği için gitmek zorunda kalacağım," dedi. Tam çıkıp yürümeye hazırlanırken, bir ses
duydu: "Aptallık etme, arabayı sür." O anda tüm arabanın yavaş yavaş yüz seksen derece döndürüldüğünü hissetti. Şaşırmış bir halde ve bu değerli ders için Bhagavan'a teşekkür ederek arabayı sürüp gitti! Bir başka öykü bir köyde tüm ekinleri mahveden bir çekirge istilasıyla ilgili. Bir çiftçi dua ederek Bhagavan'dan yardım istedi ve birden büyük bir kuş sürüsü belirerek sadece onun tarlasındaki tüm çekirgeleri yedi ve sonra kayboldu. Daha sonra bunun nasıl meydana geldiği sorulduğunda, Bhaga-van bu kuşların bir başka boyuttan ya da "loka"dan gelmiş olduklarını söyledi. Lokalar arasındaki perdelerin çok ince oldu144 MUCİZELER ğunu ve kendi "antaryamini" ile güçlü bir ilişkiye sahip olan herkesin güçlü bir biçimde niyet ederek mucizeler sergileyebileceğini açıkladı. Tıpkı dîkşalarm gücünün artmaya devam etmesi gibi, bu mucizelerin gücü de artmaya devam ediyor. Doğu Hindistan eyaletlerinden biri olan Orissa'da bir köyde vuku bulan şaşırtıcı bir fenomen var. Bir kadın Amma'nın Nemam'daki darşanına geldiğinde ölümcül bir hastalıktan kurtulmuştu. Daha sonra evinde Amma ve Bhagavan'm resmi önünde bir yağ kandili yakmaya ve kandilin kutsanmış yağını bedenine sürmeye başladı. Bu yağın iyileştirici gücü olduğunu görünce onu arkadaşlarına ve aile üyelerine de verdi ve onların da hastalıkları iyileşmeye başladı. Bu şifalı yağın gücü artmaya devam etti ve şimdi her gün komşu köylerden ve kasabalardan binlerce insan bu kadının kapısına geliyor. Bhagavan bunun bir deney olarak devam etmesine izin verdiğini söylüyor. O, eğer kolektif insan bilinci değişimle çok hızlı karşılaşırsa çok büyük bir karşı tepkinin ortaya çıkabileceğinin farkında. Eğer karşıt kuvvetler bu çalışmayı durdurmaya çalışmazlarsa, bu tür mucizeler ve şifa fenomenleri dünyanın her yanında giderek daha çok yerde kendiliğinden meydana gelmeye başlayacaklar. Geçenlerde böyle bir başka fenomenin Andhra Pradesh eyaletinde ortaya çıktığını işittim. Böyle mucizevi şifaların ortaya çıkışının tüm dünyada artması bekleniyor. Yine yakınlarda meydana fîlen bir başka fenomende, Bhagavan'a kalpten bağlı olan bir adam bir gece dolunaya baktı ve onun üzerinde Amma ile Bhagavan'm yüzlerini görünce çok şaşırdı. Bunu diğer insanlara da söyledi ve bu haber kulaktan kulağa yayılınca çok geçmeden binlerce kişi aynı fenomeni huşu içinde gözlemlemeye başladı. Bu olay ertesi sa*4f AYDINLANMA FENOMENİ bah güneş doğana dek devam etti. Bir başka ilginç fenomen de Altın Kent'te insanların başlarının üzerinde beliren altın topların dijital kameralarla sap-tanabilmesidir. Bunlar oldukça sık olarak görülmekte, büyütüldüklerinde içlerinde kutsal geometriler ve semboller görülmektedir. Bu tür resimler şimdi tüm dünyadan gelmekte ve her zaman dîkşa uygulamasıyla ilgili olmamaktadır. İngiltere' de ekin tarlalarında beliren şekiller gibi, belki bunlar da dünyalar arasındaki perdeler incelirken değişen morfogenetik alanları yansıtmaktadır. Şimdi özellikle hoşuma giden bir öyküyü anlatacağım, çünkü o insan bilinci ile doğal çevre arasındaki doğal dengeyi çok açıkça ortaya koyuyor. Bhagavan bu öyküyü darşanlarm-dan birinde anlatmıştı. Bir gün bir köyden erkekler ona gelerek, "Bhagavan, biz yağmur yağdırmanı istiyoruz," dediler. Bunlar aynı zamanda sürekli içki içip karılarını döven adamlardı. Bu yüzden Bhagavan onlara, "Bakın, eğer içki içip karılarınızı dövmeye son verirseniz ben de yağmur yağdırırım," dedi. Köylüler, karşı çıkarak, "Bhagavan, sen önce yağmur yağdır, o zaman biz de karılarımızı dövmeyi bırakırız," dediler. Bhagavan bunu da kabul etti. O yıl bol bol yağmur yağdı ve köylüler iyi bir ürün elde ettiler. Daha fazla para kazandılar, böylece daha fazla içki içtiler ve karılarını daha fazla dövmeye başladılar. "Bu yüzden bu yıl o topraklara hiç yağmur yağmadı ve onlara bu kez yardım etmeyeceğimi söyledim," diye devam etti Bhagavan. "Böylece, burada insan ilişkileri ile tabiat ananın birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu görüyoruz. Eğer ilişkiler bozuluyorsa ve toplumda hiç sevgi
yoksa, bu hava durumunu da etkiler. İlişkiler düzeldiğinde, yağmurlar da yağacaktır. Bu yüzden bizim kendi bilincimiz üzerinde çalışmamız 146 MUCİZELER gerekir ve bu Tabiat Ana'nm kendini yeniden canlandırmasına yardımcı olacaktır. O hastadır. Biz ona böyle yardımcı olabiliriz. Sonuçta mesele gelip aydınlanmaya, yani benlikten kurtulmaya dayanır. Benlik bir beladır, o yok olmalıdır." Tıpkı maddenin bilincinin ilahi niyetle direkt olarak etki-lenebilmesi gibi, Yerküre'nin bilinci de kolektif insanlığın düşüncelerinden ve niyetlerinden etkilenir. Birçok bilim adamı ve mistik gelecek yıllarda büyük doğal felaketlerin meydana gelme olasılığından söz ediyorlardı. Bhagavan da insan bilinci hızlı bir değişim geçirmezse Dünya üzerinde geniş çapta bir yıkım olacağını söylemişti. Gezegensel yurttaşlar olarak sahip olduğumuz Tanrı-vergisi hakkı kullanıp bu durumu değiştirebilir miyiz? Bhagavan bunu yapabileceğimizi, yapacağımızı ve Dünya'nın kurtulacağım söylüyor. Bhagavan, insan bilinci ile gezegensel olaylar arasında direkt bir ilişki olduğunu, eğer gezegen üzerindeki sorunlu noktalarda birleşik bilinç halini demirleyen yeterli sayıda aydınlanmış insan olursa büyük doğal felaketlerin tamamen önlenebileceğini söylüyor. O bunun daha önce kehanet edilen doğal felaketleri önleyebilecek uyanmış insanların "kritik kütlesi" nin yeterince güçlü olduğu Japonya gibi ülkelerde başarıldığını söylüyor. Ancak, hâlâ hassas bir dengede bulunan başka bölgeler vardır. Dilerim, bizler Yerküre'nin koruyucuları olarak sorumluluğumuzu ciddiyetle üstlenebiliriz. Dilerim, Yerküre'ye verebileceğimiz en büyük şifa mucizesinin kanalları olabilir, gezegenimizi yine bozulmamış, saf bir güzellik haline kavuşturabi-liriz! 147 T9 öğretilerin özeti Aydınlanma yolculuğumu ve Amma ile Bhagavan'm burada gerçekleştirmek üzere bulundukları küresel misyonu anlattıktan sonra, belki artık Bhagavan'm bazı öğretilerini kısaca sunmanın zamanıdır. Her şeyden önce, aydınlanma nedir? Bhagavan aydınlanmayı farklı çerçevelerde farklı biçimde tanımlıyor. Bir nörolog için bu beynin ön loplarının aktive olup, yan loplarının belli bölgelerinin aktivitesinin azalmasıdır. Bir biyolog için bu duyuların güçlenip keskinleşmesidir. Bir psikolog için bu egonun kaybedilmesidir. Bir filozof için bu yaşamın tanığı haline gelmektir. Spiritüel yoldaki biri için bu kalbini yaşama açmak ve sevme kapasitesini geliştirmektir. Kendisinden sevgiyi tanımlaması istendiğinde, Bhagavan ancak sevginin ne olmadığını söyleyebileceğini belirtir. Sevgi bir başka kişiyi nevrotik biçimde sahiplenmek değildir. O muhtaçlığa, bağımlılığa, kaybetme korkusuna dayanmaz. O başkasının yaşamını yönetmeye çalışmanın gerekçesi olamaz. Bhagavan, çoğu kişinin sevgi dediği şeyin sevgi olmadığını vurgular. Sevgiyi deneyimlemek için fiziksel beyninizin mutasyona uğraması gerekir. Ancak o zaman siz bir Buda'nın ya da bir Mesih'in sevgisini deneyimleyebilirsiniz. Yoksa, hiçbir spiritüel ya da psikolojik çaba sizi o noktaya ulaştıramaz. 148 ÖĞRETİLERİN ÖZETİ Aydınlanma ayrı bir varoluş duygusundan kurtulmaktır, diye vurgular Bhagavan. Sabit bir benlik duygusu yok olur. Bir kez aydınlandığınızda, tüm yaratılışla ve en sonunda Tanrı ile bir'liği deneyimlersiniz. İnsan olma armağanını deneyimlersiniz. Sevgi vermenin ve almanın anlamını deneyimlersiniz. Bu bir'liğin idrakinde sevinç vardır. Benlik var olduğu sürece o keyfi deneyimleyebilir, ama sevinci değil. İşler sizin istediğiniz gibi gittiği sürece keyif duyarsınız; işler yolunda gitmediğinde üzülürsünüz. Ama bu, yaşam koşulları her nasıl olursa olsun yaratılışın veya yaratanın hiçbir veçhesinden ayrı olmadığınız saf varoluşun nedensiz sevincinden çok farklıdır. Bhagavan aydınlanmadan sonra en iyi ikinci şeyin aydınlanmamış olduğunuzu bilmek olduğunu söylüyor. Bu önemsiz bir bildirim değildir. "Eğer aydınlanmamışsanız, aydınlanmış gibi davranmayın," diye vurgular Bhagavan. Spiritüel bir yolda
bulunan birçoğumuz kendi çevremizde -zihnin karanlık ifadeleri kadar- nüfuz edilmesi zor bir spiritüel dış-kişilik oluş-turmuşuzdur. Aydınlanmanın önündeki esas engel yarattığımız öz-kim-liğin belli niteliği değil, yani onun ham ya da rafine, materyalist ya da spiritüel olması değil, bizim o kimliğe bağlılığımızın derecesidir. Biz aydınlanmaya doğru yolculuğumuzun lineer bir ilerleme olduğunu ve giderek daha iyi bir insan olarak en sonunda bitiş çizgisini geçip aydınlanacağımızı düşünürüz. Yıllardır spiritüel bir yolda bulunan ve aydınlanmanın ne olduğu, ne olması gerektiği ya da kendisinin ne olduğu ve ne olması gerektiği konusunda her türlü kavrama ve beklentiye sahip birine kıyasla, kafasında bu kavramlar bulunmayan sade bir insanın aydınlanması belki daha kolaydır. İronik biçimde, biz spiritüel bir dış-kişiliğe ne kadar çok bağlanır ve spiritüel bir egoyu ne kadar çok geliştirirsek, aydınlanma halinden 149 AYDINLANMA FENOMENİ o kadar çok uzaklaşırız. Zihin aydınlanma halinin bir "mış gibi" imajını yaratmaktan zevk alır. Şimdi o, bu kez daha bilgiç bir düzeyde, kıyaslama ve yargılama oyununu sürdürebilir. Aynı zamanda kötüyü sahiplenmediğimiz sürece, iyi olmak onun varlığım tehdit etmez; kendimizi ve diğerlerini nev-rotik beklentilerimize uymadıkları için yargılamayı sürdürdüğümüz sürece, spiritüel olmak iyidir. Tanrısallığımızın zihnin kalın tabakaları arasından hâlâ parlamayı başaran donuk ışığını alıp onu dindarlıkla süsler, ahlak kurallarıyla boğar, kendimizi üstün görerek çarpıtır ve spiritüel egoizmle yok ederiz. Ben ahlaklı, iyi ve sevecen olmaya çalışmanın arzu edilir bir şey olmadığını ima etmiyorum. Dinlerin var olmalarının bir nedeni vardır ve birçok insan spiritüel ya da psikolojik yolda bulunarak egosunu armdırabilmiş, hatta dönüşüme uğratabilmiştir. Spiritüel bir öğretmen ve psikoterapist olarak, ben meditasyonun ve holotropik nefes-çalışması, psikosentez, regresyon terapileri, bedençalışması gibi tekniklerin gücünü, onların geçmişin travmalarını iyileştirmeye ve kişiliğimizin keskin kenarlarını törpülemeye başlayabildiklerini gördüm. Eğer hedefimiz zihni arındırmak ve temizlemekse, o zaman elbette bu yönde elimizden gelen her şeyi yapmaya devam etmeliyiz. Ancak, eğer hedefimiz aydmlanmaksa, ona aydınlanmış nitelikler geliştirmeye çalışarak erişemeyiz. Bizim zihnin esas doğasını anlamamız gerekir. Bir'lik Üniversitesi'nde sunulan kurslarda, ilk birkaç gün zihnimizin hapsinin farkına varmakla ilgilidir. Bu zihni değiştirmekle ilgili değildir, çünkü bunu yapamazsımz. Siz sadece zihninizin realitesine, duygusal şarja, alışkanlık kalıplarına, varsayımlara, travmalara, koşullanmaya ve varlığımızı sürdürebilmek için oluşturmuş olduğumuz maskelere tanık olursunuz. Tamk oldukça, sosyal ve spiritüel dış-kişiliklerden soyunIfO ÖĞRETİLERİN ÖZETİ maya ve zihnin doğasını anlamaya başlarsınız. Aydınlanmanın sadece zihnin "pençelerinden kurtulmakla" ilgili olduğunu fark edersiniz. Aydınlanmanın zihnin içeriklerini değiştirmek ya da zihinden kurtulmak anlamına gelmediğini açıkça anlamalıyız. Zihnin pençelerinden kurtulmak, sizin zihni olduğu gibi görmeniz anlamına gelir, o zaman o artık sizin adınıza kararlar verme gücünü yitirir. Bu akılsız-düşüncesiz olmakla ilgili değil, Budistlerin deyimiyle "farkında" olmak, realiteyi olduğu gibi görmekle ilgilidir. Çoğumuz zihinle özdeşleşir ve bu yüzden ıstırap çekeriz, çünkü biz zihin değiliz. Ancak, zihin çok yararlı bir araç olabilir. Aydınlanma, birçok kişinin sandığı gibi, zihinden kaçış değil, onun "pençelerinden kurtulmak"tır. Aydınlandıktan sonra, artık zihin tarafından yönetilmediğinizi görür ve gerekli olmadığında onu devre dışı bırakabilirsiniz. Ancak, zihne ihtiyaç olduğunda, bilinç devreye girer ve zihni daha önce mümkün olmayan bir keskinlik, berraklık ve çok-yönlülükle kullanır. Zihnin pençelerinden kurtulmak, "ben" dediğimiz sabit, ayrı ve sürekli bir varlık olarak "benlik" duygusunu yitirmektir. Aydınlanmak aydınlanacak bir benlik olmadığını idrak etmektir. Biz zihnin doğasını değiştirenleyiz. Zihin sadece zihindir, ama aydınlandıktan sonra zihinle ilişkimiz değişir. Artık
zihnin içeriği ve koşullanması bizi esir edemez. Düşünceler gelip gidebilir, duygular gelip gidebilir, ama artık onların "bizim" düşüncelerimiz ve duygularımız olmadıklarını biliriz. Bu bilişle özgürlüğü yaşarız. Bhagavan, kişisel bir zihin diye bir şeyin olmadığını söyler. Evet, bizim bireysel düşüncelerimiz vardır, ama onlar Bhagavan'ın Kadim Zihin dediği, insanlığın -şimdiki uyarlığımızın binlerce yıl önceki başlangıcından beri var olan- kolektif İSI AYDINLANMA FENOMENİ bir "düşünce küresi"nden yayılırlar. Tüm korkularımız, yetersizliklerimiz, karmaşamız ve acımız, tüm şiddetli arzularımız, güvensizliklerimiz ve açgözlülüğümüz, tüm nefretimiz, hiddetimiz, kıskançlıklarımız ve yargılarımız bu düşünce-küresine aittir. Ayrıca, iyilik, güzellik, zevk, mutluluk ve cesaret itilim-lerimizin birçoğu da bu düşünce-küresinin içinde bulunur. Beynimiz bu frekansları zihinsel veya sağlıksal halimize, fiziksel çevremize ya da çeşitli astrolojik etkenlere bağlı olarak rasgele alan bir radyo istasyonuna benzer. Geçmişten gelen kendi bireysel travmalarımız ve koşullanmamız da seçtiğimiz frekanslar bandına katkıda bulunur. Ancak, düşüncelerimiz bizim düşüncelerimiz değildirler. Beynimiz ayrılık için programlandığından, biz bu düşünceleri, hisleri, izlenimleri ve duyguları bizimmiş gibi algılar, böylece kendimizi bizden daha iyi, daha kötü ya da farklı olarak algıladığımız diğer insanlardan daha da çok ayırırız. Ekranda bir film izler ve kendimizi onun gerçek olduğu illüzyonuna kaptırırız. Ama eğer onu kare kare görebilecek kadar yavaşlatırsak, onun sadece bir film olduğunu anlarız. Aynı şekilde, biz benlik tarafından kendi yaşamımızı canlı bir film olarak algılayacak şekilde koşullandınlmışızdır. Aydınlanma duyuların ince-ayarmı yaparak bizim sabit, sürekli bir benlik duygusunun beynin nörobiyolojik devresinin ürettiği bir illüzyon olduğunu anlamamızı sağlar. Doğumdan ölüme dek aynı kalan sabit ya da sürekli bir benlik yoktur, kişiliklerin sürekli bir dansı vardır. Bilinç anbean bedeninizden akıp geçer, ama o tüm yaratılışın içinden akıp geçen aynı bilinçtir. Ortada bir benlik kalmadığında, şiddetli arzular ve bağlılık da kalmaz. Şiddetli arzular ve bağlılıklar sürekli olarak sahip olmadığınız şeyleri arzuladığınız ya da arzulamadığınız r& ÖĞRETİLERİN ÖZET! şeylere sahip olduğunuz bir ayrı varoluş duygusuna, kendini-önemseme duygusuna dayanırlar. Ayrı bir benlik kalmadığında, bağlılıklar ve şiddetli arzular ortadan kalkarlar. Şiddetli arzular ve bağlılıklar olmadığında, ıstırap da olmaz. Biz burada fiziksel ya da psikolojik ıstıraptan değil, varoluşsal ıstıraptan söz ediyoruz. Varoluşsal ıstırap orada olandan başka bir şeyi yaşamak için sürekli olarak duyulan arzudur. Istırap çekmemize neden olan şey hissettiğimiz acı değil, o acıya karşı gösterdiğimiz dirençtir. Istırap çekmemize neden olan şey, ıstıraptan kaçmaya çalışmamızdır! Aydınlanma her anın realitesini olduğu gibi, ona direnme ya da onu herhangi bir biçimde değiştirme ihtiyacı duymadan deneyimlemek anlamına gelir. Siz orada olanı tam olarak de-neyimlemeye gönüllü olduğunuzda, artık realiteden ayrı olmazsınız. Her bir anın gerçeğim doğrudan, olduğu gibi deneyimlersiniz. Zihnin müdahalesinden ve koşullandırmasından kurtulursunuz. Nedensiz bir varoluş sevinci yaşarsınız! Hâlâ eski alışkanlıkların, belleğin ve kişiliğin zihinsel yollarına sahipsinizdir, ama artık katı bir şey değüsinizdir. Benlik gözenekli hale gelir ve sonsuzluk rüzgârları her an içinizden esip geçebilir. Siz artık sabit bir "kişi" değil, farkmdalık alanına girip çıkan bir "kişilikler" dansısmızdır. Siz rüzgârda bir şeylerin uçuştuğunu izleyen kendinizden ayrı bir tanık bile değilsinizdir. Siz rüzgârsımzdır. Hâlâ hoşlandığınız ve hoşlanmadığınız şeyler olabilir, hâlâ duygular ortaya çıkabilir, ama geride bir şarj kalmamıştır; tıpkı bir an bağırıp çağırıp tepinen, bir an sonra küçük bir tırtıla hayretle bakan bir bebek gibi, bu duygular ortaya çıktıktan hemen sonra yok olurlar. Hâlâ bedene damgalanmış duygusal alışkanlık kalıpları olabilir, ama bunlar da zamanla dağılacaklardır.
153 AYDIN LAN MA FENOMENİ Aydınlanmadan sonra gelen bir başka idrak bedeninizin sizin bedeniniz olmadığıdır. Bedenin işlevlerinin çoğu istemdı-şıdır, ama siz istemli olduğunu düşündüğünüz işlevlerin bile sizin kontrolünüzde olmadıklarını fark edersiniz. Birçok kişi, aydınlanma deneyimi sırasında (dîkşa aldıktan sonra), bedeninin kişisel iradeden tamamen bağımsız olarak her türlü istem-dışı duruş ve hareket içine girdiğini, gözyaşları döktüğünü ve kahkahalar attığını bildirmiştir. Beden tamamen kımıldaya-maz hale de gelebilir ve siz o istemedikçe onu hareket ettiremediğinizi görürsünüz. Bedeninizle ilişkiniz değişir. Artık onunla özdeşleşmezsi-niz; o bilincin kullanabileceği güzel bir araç olur. Tanrısal Olan'ı dünyada ifade etme aracı olarak bu güzel, canlı bedene sahip olmakla ne kadar ayrıcalıklı olduğunuzu anlarsınız. Her bir tat, her bir koku, her bir ses, her bir görüntü, her bir dokunuş çok güzeldir ve sanki onu ilk kez deneyimliyormuşsu-nuz gibidir. Aynı şekilde, her bir düşünce doğrudan her anın bilincinden kendi canlı tazeliğiyle gelir, bu Zen Budistlerin "başlangıç zihni" dedikleri bir deneyimdir. Aydınlanma tüm bu şeylere tanık olma yeteneğiyle başlar. Siz birliğin Tanrırealizasyonunun daha derin hallerine girdikçe, tüm yaratılışla bir olduğunuzu ve beden duygunuzun tüm yaratılışı kucakladığını keşfedersiniz. En sonunda hem Yaratan ile hem de yaratılışla bir olduğunuzu keşfedersiniz. Özet olarak, Bhagavan şunları öğretir: 1. Tek bir Zihin vardır ki o Kadim Zihin'dir. O ayrılık ve dualite ile koşullanmıştır. 2. Zihniniz sizin zihniniz değildir, bu Kadim Zihin'in bir uzantısıdır. 3. Aynı şekilde, düşünceleriniz sizin kendi düşünceı*4 öğretilerin özeti leriniz değildir, onları bu Kadim Zihin'le ilişkili "dü-şünce-küresi"nden çekersiniz. 4. Ayrı bir benlik duygusu insan beyninin nörobiyolojik yapısı tarafından üretilir. 5. Bu "benlik" kendini ayrı olarak deneyimleyerek -ıstırabın nüvesi olanşiddetli arzuları, tiksintileri, kıyaslamaları ve yargılamaları üretir. 6. Benlik yok olduğunda ıstırap sona erer. Aydınlanma arzusu da dahil olmak üzere tüm şiddetli arzular yok olduğunda, siz aydınlanmışsmızdır. 7. "Dîkşa" verildiğinde nörobiyolojik bir süreç başlar ve bu ayrı, sabit benlik duygusunun yok olmasına götürür. 8. Sabit benlik yok olduğunda, siz kendinizi bir bilinç denizinde sürekli ortaya çıkıp kaybolan bir kişilikler dansı olarak deneyimlersiniz. Tüm bu formların ve kişiliklerin altında, siz kendinizi Atman olarak, Her Şey ile bir olarak deneyimlersiniz. 9. Bedeniniz sizin bedeniniz değildir. Benlik yok olduğunda, sizin bedenin sahipliği duygunuz da yok olur ve o bedeni ilahi bilinç dansının bir aracı olarak deneyimlersiniz. En sonunda, tüm yaratılış sizin bedeniniz olur. 10. Dualiteye dayalı olan zihin aydmlanamaz. 11. Bir illüzyon olan benlik aydmlanamaz. Benlik sadece bir kavramdır. 12. Aydınlanma aydınlanacak bir benlik olmadığını idrak etmektir! JJJ 20 Dîkşa ve Beyin Aydınlanma realiteyi olduğu gibi, zihnin müdahalesi ve yorumu olmadan görebilmektir. O basit bir nörobiyolojik olaydır ve bir anda meydana gelebilir. Paradoksal biçimde, aydınlanma anınızda, siz zaten aydınlanmış olduğunuzu keşfedersiniz! O bizim doğal halimizdir! Bir insamn biyo-devresi öyle bir şekilde tasarlanmıştı ki üç yaşında bir benlik geliştirdikten sonra on sekiz yaşında birleşmiş bir varoluş haline doğal olarak geri dönecektik. Ne yazık ki, bir şeyler çarpık gelişti ve biz biyolojik bir tür olarak tekâmülümüzde bir Düşüş yaşadık. Bunu izleyen tarihimizde doğa her zaman doğal aydınlanma halinin morfogenetik alanını koruyup sürdüren seçkin bir azınlığın bulunmasını talep etti. Buda, Lao
Tzu, İsa ve diğer birçok tarihî kişilik bunun örneğini oluşturdu. Ancak, şimdi biz insanlığın kolektif bir tür olarak bir kez daha doğal haline geri dönmeye hazırlandığı bir zamanda bulunuyoruz. Artık her birimizin doğal aydınlanmış halimize geri dönmemizin zamanı gelmiştir! Aydınlanmanın spiritüel bir yolda ne kadar uzun zamandır bulunduğunuzla ya da dinî inancınızın ne olduğuyla hiçbir ilgisi yoktur. Sizin aydınlanmak için Tann'ya inanmanız ya da ruh hakkında herhangi bir kavrama sahip olmanız bile gerekıS6 DIKŞAVEBEyiN mez. Aydınlanma doğru öğretileri bilmeye ya da mantralara bağlı değildir. Onun kaç yaşam boyunca meditasyon yaptığınızla, hatta, ne kadar "iyi" bir kişi olduğunuzla bir ilgisi yoktur. Aydınlanmak için sizin "yapabileceğiniz" hiçbir şey yoktur. Nasıl suda boğulan biri kendini saçlarından çekip sudan çıkaramazsa, siz de kendi çabalarınızla aydmlanamazsmız. Biz zihnin hapishanesinde bulunuyoruz ve anahtar öbür taraftadır. Zihin kendini devreden çıkaramaz. Bu ancak inayet ile olabilir. Bhagavan, "İnsanlık artık hazırdır," diyor. Her birimiz buna hazır olmak için yaşamlar geçirdik. Hepimiz sadhanamı-zı ya da neyin gerekli olduğunu düşünüyorsak onu yaptık ve artık hep birlikte Altın Çağ'a girmenin zamanı gelmiştir. Mesele bizim aydınlanıp aydınlanmayacağımız değil, ne zaman aydmlanacağımızdır. Bir keresinde rehberim bana, "Aydınlanıp aydınlanmadığını bilmenin basit bir yolu vardır," demişti. "Eğer bu soruyu soruyorsan, aydınlanmamışsın demektir." Aydınlanmanın önündeki en büyük engel aydınlanmadığın halde aydınlanmışsın gibi davranmaktır. Eğer aydınlanmadığınızı biliyorsanız ve benlik illüzyonunun ürettiği şiddetli arzuların ve tiksintilerin farkına varmış-sanız, o zaman inayete açık olursunuz. Zihnin doğasını ve koşullanmanızın boyutunu açıkça gördüğünüzde ve bundan kaynaklanan ıstıraptan -sürekli kıyaslamaktan, yargılamaktan, çabalamaktan ve suçlamaktan- bıkıp usandığınızda, o zaman inayet size akmaya başlayabilir. Bunu zihinsel bir kavram olarak anlamak yetmez. Bunun hissedilip deneyimlenmesi gerekir. Bhagavan'm bu inayeti uygulamak için oluşturduğu araç "dîkşa" olarak bilinir. Dîkşa bir güç aktarımıdır ve "inisiyas157 Ay DİN LANMA FENOMEN i yon" olarak tanımlanabilir. O genellikle Bir'lik Üniversitesi'n-deki bir ya da birkaç rehberin -ya da dünyanın başka yerlerinde bulunan ve dîkşa vermeye yetkili kılınmış diğer kişilerin-ilahi birlik hali içine girerek ellerini başınıza koydukları ve Bhagavan tarafından sinirsel-devrenizi yeniden düzenlemek için yönlendirilen kozmik enerjilere kanal oldukları bir uygulamadan oluşur. Bhagavan bu süreci "ilahi ameliyat" olarak isimlendirir. Bu süreçte altın bir ilahi-inayet küresi tepe çakranızdan içeri girer ve kundalini kanalları aktive olur. Beyinde belli bölgelerin aktivitesi azalır, diğer bölgeler aktive olur ve bu tüm beynin ve sinir sisteminin yeniden düzenlendiği, yeniden yapılandırıldığı bir süreci başlatır. Bu altın küre Bhagavan tarafından beynin biyolojik devresini yeniden düzenleyip aydınlanmaya yol açacak şekilde programlanmıştır. O canlı bir zekâya sahiptir ve her bir kişide farklı biçimde işler. Ancak, bir kez o tepe çakrasından içeri girdikten sonra, süreç Amma ve Bhagavan'ın ilahi "sankalpa"sı (niyeti) tarafından programlanan sonuca doğru ilerleyecektir. Dîkşa zihnin oluşturduğu kavramlar duvarını delip geçer. O zaman kozmik enerjiler içeri akabilir. Carlos Castane-da'nın deyişiyle, biz "naguaT'ın dünyasına açılırız, "toplanma noktamız" değişir ve özgürleşmeye başlarız. Mevcut insan türünde, beyin Kadim Zihin'e karşılık gelen belli bir frekanslar bandını alan bir radyo istasyonu görevi görecek şekilde tasarlanmıştır. Dîkşa beyindeki alıcı yerleri bu frekanslar bandından ayırır ve bilincin benlik dediğimiz ayrı kimlik duygusunu yaratan geri-besleme döngülerini yok eder. O zaman beyin Evrensel Zihin'den yayılan geniş bir frekanslar alanına duyarlı hale gelir.
Aydınlanmak, zihnin müdahalesi, zihnin yarattığı parazit ıS8 DIKŞAVEBEYIN olmadan ruhumuza doğrudan erişmektir. Ne yazık ki, spiritü-el yolda bulunan birçoğumuz, zaman zaman ruhumuzu doğrudan deneyimlemiş olsak da, ruh kavramımız benlik kavramımızdan çok farklı değildir. O "yüksek" bir benliktir ama yine de ayrı, sabit bir benliktir. Bu kavram sınırlayıcı olabilir ki bu yüzden Bhagavan ruhtan fazla söz etmez. Kadim Hindistan'ın aydınlanmış yogileri kendi içsel tanrısallıklarından "Atman" olarak söz ederken, sabit bireysel bir ruhun olmadığını bilirlerdi. Bireysel olan bütün ile holografik olarak ilişkilidir. Atman Brahman ile, yani her bir yaratılış ifadesi, sürekli hareket halinde olan evrensel bilinç alanı ile özde bir'dir. Yogiler "Tat twam asi," yani, "Ben O'nun hepsiyim" derler. Dîkşa verildiğinde ne olur? Bazıları hemen tam bir mutluluk, derin sessizlik gibi bir zirve deneyimine ya da kozmik bilince girebilirler. Bu kalıcı olabilir de, olmayabilir de. Eğer kalıcı olmazsa, kalıcı bir aydınlanma hali oluşana dek bu ilk zirve deneyimini sonraki günlerdeki ve haftalardaki diğer zirve deneyimleri takip eder. Bazıları ise hemen bir değişim hissetmeyebilirler ve onların bir değişimi fark etmeleri saatler, günler ya da haftalar alabilir. Ne olursa olsun, bir kez dîkşa alındığında aydınlanma tohumu ekilmiştir ve Bhagavan sizin üzerinizde ruhunuzun amacına uygun olarak ve bedeninizin tohumu meyveye dönüştürmeye ne kadar hazır olduğuna bağlı olarak çalışacaktır. Dîkşa aldıktan sonra insanlar genellikle zihnin doğasına ve uzun zamandır yaşamlarını yöneten kalıplara karşı keskin bir duyarlılık hissederler. Ona ilk kez bakmaya başladığımızda bu şoke edici ve acı verici olabilir, ama eğer özgürleşmek istiyorsak bu gereklidir. Eğer birden fazla dîkşa verilmişse, genellikle ilk dîkşa zihnin ben-merkezciliğini göstermeye programı& AYDINLANMA FENOMENİ lanmıştır. Eğer bir kişi daha önce kendini-inceleme ve duygusal temizlik çalışması yapmışsa ya da çoktan "dibe vurmuşsa," bunun yardımı olabilir. İnayet ancak siz illüzyonlarınızı fark ettiğinizde gelir. Siz bunu kendi başınıza yapabileceğinizi düşündüğünüz sürece, onun gelişi engellenecektir. Bir kez dîkşa verildiğinde, siz süreci durduracak ya da hızlandıracak bir şey yapamazsınız. Dîkşanın faaliyetinin sizin aydınlanmayı ne kadar hak ettiğinizi düşünmenizle, taşıdığınız spiritualite kavramlarıyla ya da aydınlanmak için göstereceğiniz çabalarla hiçbir ilgisi yoktur. Bhagavan'ın dediği gibi, tren istasyondan ayrıldıktan sonra siz trenin içinde sürekli ileriye ve geriye doğru koşarak gideceğiniz yere daha çabuk varabilir misiniz? Lütfen, aydınlanmanın zihinle ya da zihnin içerikleriyle hiçbir ilgisinin olmadığını anlayın. O tamamen beyinle ilgilidir ve dîkşa aydınlanmak için gerekli nörobiyolojik değişimi yaratmak için ne gerekiyorsa onu yapmaya programlanmış zeki bir kuvvettir. Birçok kişi, dîkşayı aldıktan sonra, hâlâ doğru meditas-yonlar yaparak, doğru düşünceler düşünerek ya da zihni bir biçimde kontrol altına alarak süreci hızlandırabileceğini düşünür. Bazıları kuşkuları, korkuları ya da değersizlik duygularıyla süreci engelleyeceklerinden korkarlar. Sizin süreci hızlandırmak ya da engellemek için yapabileceğiniz hiçbir şeyin olmadığını anlamanız önemlidir, siz sadece sürece tanık olabilirsiniz. Bir başka deyişle, eğer "engellenmiş" bir kişilik ortaya çıkarsa, sadece geri çekilip onun işleyiş biçimini izleyin. Bu kişilik sizin Dünya üzerinde aydınlanacak son kişi olduğunuzu, çok fazla zihinsel engel barındırdığınızı, kalbinizin yeterince açık olmadığını, yeterince duygusal temizlik yapmadığınızı, sizde fiziksel bir tersliğin bulunduğunu, çok yaşlı olduğunuzu, 160 DlKŞAVEBEylN değersiz olduğunuzu, travmatize olduğunuzu, vb. düşünüp korkuyor olabilir. Bu kişiliği bir filmi izler gibi izleyin. Onun kendi ıstırabının dramına ne kadar bağlı olduğunu görün. Kendi travmala-rıyla ve dramlarıyla, kendi aydınlanmasını plânlama dramıyla bile nasıl beslendiğini görün. Kendinden nefret
ediyormuş gibi yaparak kendini nasıl beslediğini görün. Onun engellenmişlik fikrinin nasıl bir engel haline geldiğini görün. Teslim olmaya hazır olana dek kendini nasıl ölesiye analiz etmek istediğini görün. Kendini hep haklı çıkarmak için nasıl sadece duymak istediği şeyi duyduğunu görün. Zihnin bu kaçış yollarının bir listesini çıkarabilirsiniz. Bu "olumsuz" kişiliklerin kendilerini ifade etmelerine izin verin ve düşünebildiğiniz tüm korkuları, kuşkuları, engelleri, mani-pülasyonları, yadsımaları ve işlevsiz alışkanlık kalıplarım ayrıntılı olarak tanımlayın. Sonra hepsini bırakın gitsinler. Bir kez onları kâğıda döktükten sonra üzerinizde o kadar çok güce sahip olmadıklarını görebilirsiniz. Bir kez açıkça görebildiğinizde, bu görüş özgürleşme olur. Bir kez kendinizi değiştirmek için yapabileceğiniz hiçbir şeyin bulunmadığını anladığınızda, o zaman teslim olabilirsiniz ve inayet gelebilir. Bazıları teslimiyeti bile büyük çabayla ilişkilendirirler. Öyleyse, çabalarınızı bile teslimiyete teslim edin. Sadece inayeti rica edin ve sonra sessiz olun Bir kez bu kendini anlamaya, değiştirmeye ya da iyileştirmeye çok kararlı olan "siz" teslim olduğunda, aydınlanma kolayca gerçekleşebilir. Nörobiyo-lojik değişim meydana gelir ve siz doğal bir'lik halinize geri dönersiniz. O bu kadar basittir. Aydınlanmanın ne olmadığını anlamak önemlidir. O zihninizi yitirmekle, hatta zihninizin doğasını değiştirmekle ilgili değildir. Aynı zihin var olmaya devam eder, ama siz şimdi 161 AYDINLANMA FENOMENİ onunla farklı bir ilişki içinde olduğunuzu fark edersiniz. Aydınlanma kozmik mutluluk, bir anda ortaya çıkan durugörü yetenekleri ya da yüksek ruhsal hallerle aynı şey değildir. Tüm bunlar aydınlanmaya eşlik edebilir ya da daha sonra ortaya çıkabilirler, ama aydınlanma bu değildir. Aydınlanma basitçe, beyninizin nörobiyolojik yapılarında değişim yaratarak ayrı bir benlik duygusunu ortadan kaldırmaktır. O zihnin içeriklerini değiştirmekle değil, zihni olduğu gibi görmekle ilgilidir. Bu görüşle birlikte tüm çatışma ve ıstırap sona erer ve siz özgürlüğü yaşarsınız. Hissedilen fark esasen içseldir. Aydınlanmış bir kişi hâlâ hatalar yapabilir, düş kırıklığı hissedebilir, ilişkilerde zorlanabilir, sınırlılıklar yaşayabilir, öfkelenebilir, sadece o artık bu özelliklerle özdeşleşmez. Aydınlanmış bir kişinin daima parlak bir auraya sahip olması ya da daima neşeli olması gerekmez. Aslında, bazen, aydınlanmış bir kişi daha önce boyun eğdiği haksız durumlarda şimdi öfke sergileme ya da -artık koşullanmış kimliklere ve eski düzenin öğrenilmiş karşılıklarına bağlı olmadığı için- yerleşik sosyal ve ahlaki kurallara aykırı bir şey yapma ihtiyacı duyabilir. Aydınlanmış bir kişi kendine sadık kalmaktan sevinç duyduğunu keşfeder. Aydınlanmamış bir bilinç onu bir asi ya da sorun yaratan biri olarak algılasa da, o artık olduğundan farklı görünmeye ihtiyaç duymaz. Aydınlanma belh bir olayın yorum kabuklarını soymaktır. Aydınlanmış kişi için, yaşam çok sıradan bir şey haline gelir. Siz yürürken sadece yürürsünüz. Yemek yerken sadece yemek yersiniz. Aydınlanma olağanüstü deneyimler yaşamaktan çok, her sıradan anın kendi içinde olağanüstü olduğunu fark etmekle ilgilidir. Daha önce, zihin deneyimlediğiniz her şey hakkında bir sürü yorum yaparken, şimdi sadece deneyim vardır. 162 DlKŞAVEBEyiN Aydınlanma deneyimleri ile aydınlanma hali arasındaki farkı görmek de önemlidir. Aydınlanma deneyimleri zirve deneyimlerdir ya da yüksek enerji deneyimleridir. Siz dîkşadan sonra bir zirve deneyim yaşayabilirsiniz. Yaşamınız boyunca böyle birkaç deneyim yaşamış olabilirsiniz. Bedeninizdeki kun-dalini enerjileri başınızın tepesine çıkıp kozmik enerjilerle birleşir ve siz tam bir mutluluğu, koşulsuz sevgiyi ya da kozmik bilinci deneyimlersiniz. Semavi vizyonlar görebilir, hatta yüksek "lokalar"a, semavi âlemlere gidebilirsiniz. Zirve deneyimler birkaç saatten ya da en çok birkaç günden fazla sürmez. Sürmemesi de gerekir, çünkü aksi takdirde sinir sisteminizden akan kozmik enerjiler, en azından insan tekâmülünün mevcut düzeyinde, bedeninizi yakabilir ve kısa-devre yaptırabilir. Öte yandan, aydınlanma hali kalıcı bir haldir. O
beynin nörobiyolojik yollarında bir değişimdir, bu duyuların keskinleşmesi ve sabit bir benliğin yok olmasıyla sonuçlanır. Bir dîkşadan sonra, genellikle bir ya da daha fazla zirve deneyim yaşanır ve bunlar en sonunda kalıcı aydınlanma hah içinde stabilize olurlar. Bu bir grafikle tasvir edilebilir. Diyelim ki aydınlanmamış bir kişi, ıstırap düzeyine bağlı olarak, eksi iki, üç ya da dört düzeyinde bulunur. Dîkşa verildiğinde, bu onu birlik bilinciyle ilişkili her türlü fenomeni deneyimleyebileceği artı üç ya da dört düzeyine çıkarır. Zirve deneyim uzun sürmeyecek ve birkaç saat sonra sona erecektir. Ancak, bu kişi aydınlanma halini bir kez deneyimledikten sonra, genellikle, artık sıfır ıstırap noktasının altına düşmeyecektir. O bir ya da iki düzeyinde stabilize olabilir. Bir sonraki dîkşa sırasında, o dört ya da beş düzeyine çıkabilir ve sonra iki ya da üç düzeyinde stabilize olabilir. Birbirini izleyen her zirve deneyimle birlikte stabilizasyon noktası da yükselir. ıöj 21 Aydınlanma Yolculuğu Bir kez aydınlandıktan sonra artık hiç üzüntü, öfke, kıskançlık ya da acı duymayacağınız, tüm olumsuz düşünceleri ve duyguları aşmış olacağınız şeklinde bir varsayım vardır. Bu gerçekten çok uzaktır. Zihnin doğası değişmemiştir. Zihnin içerikleri de değişmeden kalabilir. Ama koşulları dikte ettiren ya da doğru ile yanlışı birbirinden saplantılı biçimde ayıran bir benlik olmadığında, siz "şarj "in dağılmaya başladığını hissedersiniz. Duygusal şarjın bulunmadığı bir "tanıklık" hali içine yerleşirsiniz. Bu sürekli olarak derinleşen bir süreçtir. Birçok kişi aydınlanmayı harika kozmik bilinç halleri, du-rugörü algısı, her şeyi bilme, vb. ile ilişkilendirir. Tüm bunlar aydınlanma haliyle ilişkili olabilir veya olmayabilir, ama aydınlanmayla karıştırılmamalıdır. Aydınlanma çok basit bir olaydır, o basitçe, ayrılık duygusunun yok olmasıdır. O bedeninizin içinde bulunacak şekilde tasarlanmış olduğu doğal haldir. Aydınlanmak yaşamın akışı ile rahat olmaktır. Eğer kendinizi üzgün hissediyorsanız kendinizi o üzüntüden kurtarmaya çalışmazsınız. Eğer kendinizi mutlu hissediyorsanız, o hisse tutunmaya çalışmazsınız. Her şey, geçmişin şarjı ya da her bir anın deneyimine karışan çağrışımları, travmaları ve koşullanmış kalıpları olmadan, olduğu gibidir. Siz her bir duyguyu ve deneyimi tam olarak yaşarsınız. Her duygunun, tam olarak 164 AYDINLANMA YOLCULUĞU hissedildiğinde, mutluluğa dönüştüğünü görürsünüz. Her bir kişinin aydınlanması kendine özgüdür. .Bhaga-van, eğer Dünya üzerinde altı milyar insan varsa, altı milyar aydınlanma türü olacaktır der. Her bir kişinin aydınlanması kendi ruhunun arzularının ve amacının niteliklerini içerecektir. Siz ilerledikçe, sizde doğal bir şifa yeteneği, büyük bir bilgelik kapasitesi ya da insanlık ve Yerküre için derin bir şefkat ortaya çıkabilir. Derin bir içsel sessizliği, her şeyi kaplayan bir sevinci ya da tüm yaratılışla bir'lik halini deneyimleyebilirsi-niz. Bu haller gelip gidebilir ve kişiden kişiye değişebilir, ama her aydınlanmış kişinin deneyimleyeceği bir şey vardır: Benlik yok olduğunda, ıstırap son bulur. Siz hâlâ arzulara sahip olacaksınız, ama onlar şiddetli arzulara dönüşmeyecektir. Siz hâlâ dirençlere sahip olacaksınız, ama onlar tiksintilere dönüşmeyecektir. Siz hâlâ bir kişiliğe sahip olacaksınız, ama o gelip giden geçici kişiliklerin akıcı bir dansı olacaktır. Aydınlanma hah içinde derinleştikçe, iyi zamanlara ve yüksek ruhsal hallere tutunma ihtiyacı duymadığınız gibi, içerlemelere, korkulara ve travmalara tutunma ihtiyacı da duymayacaksınız. Aydınlanma haliniz içinde derinleştikçe, bir'ligin, huzurun, sessizliğin, sevginin ve sevincin giderek daha derin hahV rini deneyimleyeceksiniz. Kendinizi mistik âlemlerde ve ayrıca, paradoksal biçimde, fiziksel âlemde giderek daha rahat hissedeceksiniz. Ancak, ilk başta zihin her türlü çatışmayı, direnci ve kuşkuyu kusabilir. Değişime direnmek benliğin doğasıdır ve bu zihinde bir bellek kalıbına
dönüşmüştür. Zihin aydınlanma deneyimini yadsımaya çalıştıkça, bu da büyük bir kuvvetle ortaya çıkabilir. Bunun olmasına izin verdiğinizde, en sonunda büyük bir huzur her şeyi kaplayacaktır. 165 AYDİNLANMA FENOMENİ Tam olarak deneyimlenen her şey sevince dönüşür. Eğer bunu tam olarak anlayabilseydiniz, aydınlanmaya giden yolunuz gerçekten çok kısalırdı. Tam olarak deneyimlenen üzüntü sevince dönüşür. Tam olarak deneyimlenen kuşku sevince dönüşür. Tam olarak deneyimlenen öfke sevince dönüşür. Tam olarak deneyimlenen mutluluk sevince dönüşür. Tam olarak deneyimlenen sevgi sevince dönüşür. Benlik yok olduğunda, realite hakkında sürekli olarak yorumlarda bulunma ihtiyacımız da onunla birlikte yok olur. Realiteyle ilgili yorumlar ortadan kalktığında, realiteyi olmasını istediğimiz gibi değil, olduğu gibi deneyimleriz. Zevk verici olarak tanımladığımız deneyimleri sürekli olarak şiddetle arzulamak ve bunun tersi şekilde tanımladığımız deneyimlere sürekli olarak direnmek yerine, anbean kendini bizim aracılığımızla ifade eden bilinç deneyimi oluruz. Aydınlanma hem bir olay, hem de bir süreçtir. Olay, ayrı bir benlik duygusunun yok oluşunu içerir. Ancak, bunun ötesinde sürekli derinleşen bir bir'lik süreci vardır. Bir'liğe geçiş tümüyle bir mutluluk değildir. Bir noktada "kararma" sürecini ya da karanlık bir gece geçirmeyi beklemelisiniz. "Duyuların karanlık gecesi" zihnin çirkinliğini inceleme sürecidir. "Ruhun karanlık gecesi" ise kişisel bilinçaltının içeriklerinin tamamen temizlendiği çok derin bir varoluş-sal boşluk dönemidir. Bunların her ikisine de yoğun bir yalnızlık, ağırlık, kuşku ya da umutsuzluk duygusu eşlik edebilir. "Karanlık gece" hem psikolojik hem de varoluşsal bir süreç olabilir. Psikolojik ıstırap "benliği" içerir ve "benlik" yok olduğunda ıstırap da son bulur. Eğer hâlâ kişisel bir kimlik duygusu kalmış olsaydı, varoluşsal boşluğa daha derinlemesine girmek mümkün olmazdı. Bu daha çok, İsa'nın çölde "Şeytan" ile boğuşmasına, böylece misyonuna hazırlık olarak kişi166 AYDİNLANMA YOLCULUĞU sel bilinçaltını temizlemesine benzer. Bu yolculuk hakkında çok fazla şey söylenemez, çünkü o her bir birey için kendine özgü olacaktır. O uzatılamaz ya da kısaltılamaz. O hâkimiyete erişmenin gerekli bir bölümüdür. Bhagavan, eninde sonunda her birimizin bu deneyimi geçirmek zorunda olacağımızı söylüyor. Biz bu deneyimi bireysel olarak geçirdikçe, bunun insanlığın kolektif bilinçaltını -kolektif aydınlanmanın çok kolayca meydana gelebileceği kadar- temizlemesi de mümkündür. Daha yakın çerçevede, Bhagavan aydınlanmanın üç aşamasından söz eder. Bunlar zihnin pençelerinden kurtulduğunuzda yaşama sadece tanık olabilme yeteneği, yaşamın birbirine bağlı olduğunu görebilmek ve en nihayet de kozmik bir'lik-tir. Birinci aşamada zihnin müdahalesi sona erer ve duyularınız canlanır. Derin bir içsel sessizlik deneyimlenir ve siz realiteyi olduğu gibi deneyimlemeye başlarsınız. Bu çoğu kişinin dîkşayı ilk aldıktan sonra, zirve deneyimin ardından stabilize olduğunda deneyimleyeceği şeydir. Bu sizin yeni olağan realite duygunuz haline gelir. Siz yakın dünyanızla -doğayla ve insanlarla- birbirine bağlı olma duygusunu da deneyimlemeye başlayabilirsiniz. Eşzamanlılıklar çoğalır ve siz tüm yaşamın içinden akan temel bir birliğin bulunduğunu keşfedersiniz. Bu ikinci aşamadır. Üçüncü aşamada, siz birbirine-bağlı-olma duygusunu aşıp kozmosla tam bir birliğe ulaşırsmız. Bir an bir kuş, sonra bir çekirge, sonra da gökyüzünün boşluğu olursunuz. Burada kimliğinizi Tüm Var Olan olarak deneyimlersiniz. Siz her şey ve hiçbir şeysinizdir. Hindistan'ın kadim mistikleri, "Aham Brah-masmi" diyorlardı, "Ben evren denen tüm bu sürecim!" Evrenle bir'lik deneyimi "samadhi" olarak bilinir. İlk başta bu samadhi deneyimi çok geçici olabilir. Bu deneyimi tutmak 167 AYDİNLANMA FENOMENİ
için, fiziksel ve süptil bedenlerdeki her sinir hücresi kundalini enerjisiyle aşılanır ve bedenin bu yüksek frekansları özümsemesi biraz zaman alabilir. aydınlanmanın ilk aşamalarında, bir kişi samadhi'nin zirve hallerini deneyimleyebilir. Ama bu uzun sürmeyecektir. Siz ilerledikçe, kozmik birleşme hallerini giderek daha uzun bir süre deneyimlersiniz. Kadim yogiler samadhi'nin dört aşamasını tanımlarlar. İlk aşama savikalpa samadhi olarak bilinir. Bu aşamada evrenle bir'lik, canlı bir mutluluk ve süptil duyuların bir akti-vasyonu deneyimlenir. Çeşitli içsel yetenekler ortaya çıkabilir. Yeni enerjinin bu sağanağı canlandırıcı biçimde vecitseldir, ama sinir sistemini çok etkileyebilir, ancak sinir sistemi en sonunda daha işlevsel bir frekansa geri döner. Bu birçok insanın dîkşayı ilk kez aldığında deneyimlediği zirve haldir. Sinir sistemi bedende yükselen yoğun kundalini akışına alıştığında, samadhi'nin nirvikalpa samadhi olarak bilinen bir sonraki aşamasına hazır olur. Burada fiziksel beden aşırı derecede değişim geçirirken bilinç birleşmiş bir bilinç haline yükselir. Kataleptik hallerde saatlerce, bazen günlerce kalırken, bedenin her hücresi ışıkla dolar. Ancak, bu nispeten işlevsel-olmayan bir haldir. En sonunda, samadhi'nin sahaja samadhi denen üçüncü aşamasına geçersiniz. Fiziksel bedenin nadileri ve hücreleri artık yükselmiş aydınlanma frekanslarına alışmıştır ve günlük yaşamda tam işlevsel olarak birleşmiş bilinç hali içinde kalıcı biçimde yaşamak mümkündür. Bhagavan, kendisinin sunduğu aydınlanmanın tam işlevsel olmasını amaçladığını ve bu yüzden sinir sistemini insanların nirvikalpa samadhi hali içinde daha az zaman geçirip sahaja samadhi'ye daha çabuk geçmelerini sağlayacak şekilde de168 AYDINLANMA YOLCULUĞU ğiştirmeye giriştiğini söylüyor. Bu İsa gibi Üstatların içinde yaşadıkları haldir. Bu bilinçaltı zihnin tamamen temizlenmesini de gerektirir ve kişi bu yüzden, bu halin kalıcı biçimde demir-lenmesi için ruhun uzun bir "karanlık gecesi"ni geçirebilir. Samadhi'nin dördüncü aşaması insanlık tarihinde nadiren deneyimlenmiştir. "Soruba samadhi" olarak bilinen bu haldeyken fiziksel beden yüksek enerjilerle o kadar çok dolar ki gerçekten bir ışık beden olur. Zihin şimdi tamamen ruha hizmet eder ve kişi tüm zaman ve yer boyutlarını bedenli olarak deneyimleyebilir. Bu aşama "yükseliş" olarak da bilinir ve o Babaji, Kuthumi ve St. Germaine gibi üstatların sergiledikleri haldir. Bu üstatlar insanlığa yardım edebilmek için Dünya boyutlarına yakın kalmayı seçmişlerdir ve gerektiğinde hâlâ fiziksel bedenle görünmektedirler. Ayrıca Güney Hindistan'daki sidha üstatları ve Tibetli üstatlar hakkındaki birçok öyküde onların "gökkuşağı bedeni"ni alarak bir ışık patlamasıyla gözden kayboldukları anlatılır. Raınalinga Swami bunun geçen yüzyıldaki ünlü bir örneğiydi. Sri Aurobindo'nun ve Ana'nm çalışması da bununla ilgiliydi. Bir avatarın işi daha önce mümkün olmayanı mümkün kılmaktır. Dünya Tanrı'mn zihnindeki bir rüyadır ve ilahi bir enkarnasyon olarak bir avatarın işi aynı olanakları tüm insanlığa sunmak için belli bilinç hallerini sergilemektir. Bhagavan' in misyonu budur. Zamanla, giderek daha çok insan bu olanakları kendi bedeninde deneyimledikçe, bu insan türünün genetik yapısında bir mutasyona yol açacaktır. "Yüzüncü maymun" mecazım bilen okurlar için, bunun Bhagavan'm kolektif aydınlanmaya hazırlanan insanlık için gördüğü potansiyel olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bilinç bir alandır. Zihin bir alandır. Aydınlanma Hali de bir alandır. İngiliz biyolog Rupert Sheldrake bu bilinç alanı6g AYDİNLANMA FENOMENİ lanndan "morfogenetik alanlar" ya da "form-üreten alanlar" diye söz etmiştir. Bunlar bizim evrimimizi, anılarımızı, biyolojik formlarımızı şekillendirmiş olan alanlardır. Bu morfogenetik alanlardan birine birileri katıldıkça, o alan güçlenir. Bu alanlardan birilerinin koptuğu her defasında o alan zayıflar. Bu şu anlama gelir ki, bir kişi daha zihnin matriksinden koptuğu her defasında Kadim Zihin zayıflar. Bir kişinin daha aydınlandığı her defasmda, Aydınlanma morfogenetik alam güçlenerek diğer herkesin aydınlanmasını daha da
kolaylaştırır. Bu iki alan birbiriyle bir "tahterevalli" ilişkisi içindedir. Yakında bir zaman gelecek, kritik kütleye erişilecek, bu tüm insan bilincini aydınlanma hali içine sokacaktır. Bir kez bu olduğunda, yeni bir insanlık türü ortaya çıkacaktır. Amerikalı psikolog David Havvkins tarafından yapılan çok ilginç bir inceleme vardır. Hawkins, "kinesiyoloji" bilimini kullanarak, O'dan 1000'e doğru yükselen bir "bilinç skalası" tasarlamıştır. Bu skalanın en altında suçluluk, utanç, dehşet, gazap gibi çok yüklü (şarjlı) duygular ve onlara karşılık gelen bilinç halleri vardır. Skalanın en tepesinde sevgi, sevinç ve çeşitli aydınlanma halleri bulunmaktadır. Hawkins, bu skalanın en tepesinde titreşen bir kişinin o-nun en altında titreşen binlerce, hatta milyonlarca insana karşı bir denge oluşturabileceğini keşfetmiştir. O ayrıca 1000 düzeyinde titreşen bir Avatar'ın yok olmaya azmetmiş tüm bir Gezegensel Zihni dengeleyebileceğini de söyler! Ben Amma ile Bhagavan'ın 1000 düzeyinde ya da ona çok yakın bir düzeyde titreştiklerine inanıyorum. Bhagavan, kütlesel aydınlanmanın bu rezonant alanlar prensibine dayanarak gerçekleşebileceğini söylemektedir. Bir kişi aydınlandığında, onun bilinci bu bilinç skalasında çok yükselir ve bu onu çevreleyen alandaki tüm bilinci doğrudan etkiler. Aydınlanmış 170 AYDINLANMA YOLCULUĞU insanların sayısı kritik kütleye eriştiğinde, Aydınlanma morfogenetik alanı Kadim Zihin'in morfogenetik alanını dengeleyerek birkaç ay içinde kütlesel bir aydınlanmanın gerçekleşmesini mümkün kılacaktır. Hayatta bundan daha heyecan verici ve anlamlı olduğunu düşünebildiğim hiçbir şey yok! m 22 Altın Çağ'ın Vizyonu Ben hep kendi kendime, "Acaba biz bir Altın Çağ'ı mı doğuruyoruz, yoksa yok oluşa doğru sarmal mı çiziyoruz?" diye sormuşumdur. Eğer sadece dışsal fiziksel realitelere bakarsak, son derece büyük bir küresel krizin içinde bulunduğumuzu söylemek bir abartma olmazdı. Gezegenimiz için umut nerede yatmaktadır? Yirminci yüzyılın başlangıcına doğru büyük özgürlük savaşçısı ve yogi-bilge Sri Aurobindo daha önce ifade edilmemiş bir gerçeği dile getirmeye başladı. O, ilahi birleşmenin yüksek halleri içindeyken, insanlığın tekâmülünde yeni bir aşamanın zamanının geldiğini gördü. Tanrısal Olan'ın Dünya üzerinde tezahür edeceğini ve Dünya yaşamında bu ilahi ortaya çıkışın zamanının geldiğini gördü. Semavi âlemin Dünya'ya inmekte olduğundan, Dünya'mn, maddesel bedeninde bu "iniş"e karşı barındırdığı dirençten dolayı bir kriz yaşadığından söz etti. Hindistan'ın Pondhicherry bölgesinde yaşayan Sri Auro-bindo'ya bir Fransız mistik olan Mira Alfassa da katıldı ve o daha sonra Ana olarak tanındı. Onlar birlikte -Bhagavan'ın Gezegensel Aydınlanma misyonuyla çok ilgili olan- yoğun bir hücresel değişim-dönüşüm yolculuğuna çıktılar. Grace ve ben Sri Aurobindo ile Ana'mn vizyonuna uygun olarak kurulmuş uluslararası Auroville kentinde epey za172 ALTİN ÇAĞIN VİZYONU man geçirdik. Amma ile Bhagavan gibi, onlar da kendilerini iki bedende tek bir avatarik bilinç olarak algılıyorlardı. Onlar kendi misyonlarını "supramental kuwet"i fiziksel madde düzeyine indirmek olarak görüyorlardı. Bhagavan "Sri Aurobindo ile Ana'nın eşsiz çalışmasını" kabul eder ve onların çabaları olmasaydı kendi misyonunu gerçekleştirmesinin mümkün olmayacağım söyler. İlginç bir biçimde, Amma ile Sri Aurobindo'nun doğum günleri aynıdır ve Bhagavan ve Ana, her ikisi de Balık Burcu'dur. Sri Aurobindo Bhagavan doğduktan kısa bir süre sonra ölmüştür. Acaba o ölmeden meşaleyi Bhagavan'a geçirmeyi mi bekliyordu? Sri Aurobindo ve Ana'nın sözünü ettikleri bu supramental kuvvet nedir? Onlar neyi başarmışlardı? Ben onların başarılarından söz ederken, bununla onların yazılarını ve öğretilerini değil, kendi kozmik bilinç deneyimimden sonra bedenimde hissettiklerimi kastediyorum.
Sri Aurobindo bu supramental kuvvetten fiziksel maddeye inen tanrısal bir enerji olarak söz eder. Çoğu kişi maddeyi dualite alanının temel ifadesi olarak, sanki tanrısal bilinç tayfın en üstündeymiş ve fiziksel bilinç en altındaymış gibi düşünür. Tanrısal bilinç birleşmiş bir alan olarak, madde ise ayrılık bilincinde bulunuyor olarak görülür. Biz kendimizi madde alanındaki ayrı bireyler olarak görme eğilimindeyizdir. Kuantum fiziği denklemleri madde denen şeyin çoğunlukla boşluk olduğunu bildirir. Onlar evrendeki tüm maddenin temelinin kuark olarak bilinen bir atomaltı parçacık olduğunu bildirir. Aslında, bazı teorik fizikçiler tüm evrenin paralel uzay ve zaman boyutlarında kendini sürekli olarak kopyalayan tek bir kuark olduğunu bile iddia ederler. Dolayısıyla, tüm maddenin birbiriyle ilişkili olduğunu ve ayrı madde mevcudiyeti görüntüsünün sadece bir algı illüzyonu olduğunu iddia ederler. 173 AyDIN LANMA FENOMEN İ Birçok spiritüelin yanlış olarak inandığı gibi, illüzyon olan maddenin kendisi değil, bizim maddeyi algılayışımızdır! Kuan-tum mekaniğinin bizim ne kadar küçük bir dünyadan söz ettiğimizle hiçbir ilgisi yoktur. Önemli olan bizim bilincimizin büyüklüğüdür; bizim kesin, fikir-birliğine dayanan Newton yasalarına göre mi, yoksa sonsuz bir kuantum olasılıkları alanına göre mi yaşayacağımızı belirleyen şey bilinçtir. Siz bu holografik kuantum olasılıklarının zenginliğini lineer zamandaki lineer zihnin yavan, anlamsız, dile-dayalı bir dünyasına nasıl çevirebilirsiniz? Bir seferinde Hav/aii'de bir ana ve yavru kambur-balina ile yüzerken bunu deneyimlemiş, ana balinanın bilincine girerek, onun bedeniyle tüm Yerküre' yi nasıl kucaklayabildiğim hissetmiştim. Balinaların lineer realite tarafından kısıtlanmadıklarını anlamıştım. Onların beyinleri dünyayı çok daha bütünsel bir perspektiften algılayabilmektedir; bu ayrı maddenin sınırlarının yok olduğu bir perspektiftir; bu mistiklerin, yogilerin ve samanların da paylaştıkları bir perspektiftir. Grace'in gördüğü, Şiva'nm ona kozmik yumurtayı sunduğu vizyonu hatırlıyorum. Biz kozmik yumurtayı kırıp açtığımızda ne olur? Bilim ile spiritualitenin aynı dili konuştukları, mistik ve fiziksel dünyaların aynı olduklarının anlaşıldığı kuantum dünyalarına girdiğimizde ne olur? Biz uzun sonsuzluk sarmalını geriye, kaynağına kadar izleyecek miyiz? Yoksa bu yumurtanın asla evrenden ayrı olarak var olmadığını ve bizim kaynaktan asla ayrı olmadığımızı görecek miyiz? Ayrı varoluş illüzyonu Kadim Zihin'in mirasıdır. Biz bu illüzyona inanmaya koşullanmışız ve dolayısıyla bilincimizi maddenin kapanma kısılmış olarak deneyimliyoruz. Biyolojik türümüzün morfogenetik alam, paylaşılan bu inanca maddenin aşina olduğumuz sınırlamalarını -yaşlanmayı, hastalığı ve 174 ALTİN ÇAĞIN VİZYONU ölümü- üreterek karşılık verir. Bu değiştirilebilseydi ne olurdu? Sri Aurobindo'nun sup-ramental bilinç dediği birleşik alan maddeyle ilişkimizi tamamen değiştirmek için Dünya'nın morfogenetik alanlarına indi-rilebilseydi ne olurdu? Gördüğüm kadarıyla, Sri Aurobindo ve Ana'nın çalışması buydu. Kuantum kuramı tüm maddenin esasen bir olduğunu söyler. Eğer onlar supramental kuvveti kendi bedenlerine getirebilselerdi, bu Dünya'daki tüm maddenin morfogenetik alanını eşit derecede etkileyebilirdi. Onlar birleşik maddeden "gerçek madde" olarak söz ederlerdi ve bu supramental kuvveti bedenlerine getirip bedenlerini gerçek maddeye dönüştürebilirlerse, bunun en sonunda insanlığın morfogenetik alanları vasıtasıyla tüm insan bedenlerini dönüştürebileceğini düşünüyorlardı. O zaman yeni bir supramental kuvvet ortaya çıkacaktı. Onlar bu çabalarında başarılı oldular, işte bu yüzden supramental kuvvetin gelecek yıllarda insan bilincine kesinlikle ineceğini düşündüler. Bhagavan, kütlesel aydınlanma gerçekleştiğinde Kadim Zi-hin'in güçsüz hale geleceğini söylüyor. Bu olduğunda, realite algılarımız muazzam bir değişim geçirecektir. Artık klasik fizik yasaları tarafından sınırlanmadan, fiziksel
bedenlerimizde kuantum realitesini deneyimlemeye başlayacağız. Bu Sri Aurobindo'nun supramental bilincin inişi dediği şey mi olacaktır? Bhagavan'm işinin şimdi Dünya'nın "supramental alanlarına yerleşen bu kuvveti alıp onu Dünya'daki her insana sunmak olduğuna inanıyorum. Ana'nın supramental kuvvetin onun vasıtasıyla Dünya'ya ineceği odak olarak tasarladığı Matrimandir'in altın bir küre olarak şekillendirilmiş olması benim için anlamlıdır. Bununla Bhagavan'ın dîkşa ile birlikte tepe çakrasmdan içeri girmesini programladığı altın küre arasında bir bağlantı var mıdır? ı/S AYDINLANMA FENOMENİ Sri Aurobindo Dünya üzerinde supramental bir türün doğacağını, bunun çok farklı bir tür olacağını söylemişti. Bu Kadim Zihin yok olduğunda ve Altın Çağ doğduğunda başlayacak olan süreç midir? Sri Aurobindo, epik şiiri Savitri'de bu yeni insan ırkım canlı bir biçimde tasvir eder: ...Onların bir çağın alacakaranlığını geçtiklerini gördüm Harika bir şafağın güneş gözlü çocukları, Dingin yüzlü büyük yaratıcılar, Dünyanın büyük bariyer-yıkıcıları, Tanrıların taş ocaklarındaki işçiler... Ölümsüzlüğün mimarları. Onlar düşmüş insan dünyasına geldiler, Yüzleri Ölümsüzlüğün sessiz ihtişamını taşıyor... Ruhun ışığı bedenlerini güzelleştiriyor... Onlar Dionysos'un sevinç kupasını taşıyorlar, Dudakları ruhun bilinmeyen bir ilahisini mırıldanıyor, Ayakları Zaman koridorlarında yankılanıyor. Bilgelik, tatlılık, kudret ve vecdin başrahipleri; Güzelliğin güneşli yollarının kaşifleri... Onların yürüyüşleri bir gün Istırap çeken dünyayı değiştirecek Ve Doğanın yüzündeki ışığı doğrulayacak. Bizim kolektif realite deneyimimiz Kadim Zihin tarafından şekillendirilir. O bizim paylaşılan realitemiz olduğundan, onu var olabilecek tek realite olarak görürüz. Bu Kadim Zihin' in dışına çıkıp var olan diğer realiteleri görmeyi hayal edemeyiz. Aydmlanana dek, seçtiğimiz her realiteyi evrenin sonsuz yaratıcı gücüyle yaratabileceğimizi hayal edemeyiz. Birçoğunuz "Matriks" filmini görmüşsünüzdür. Bu filmde, Dünya'ya makineler hâkim olmuştu. Makineler insanları 176 ALTİN ÇAC1N VIZyONU üreme tanklarında klonlamışlardı ve işlev yapabilmeleri için gerekli enerjiyi kablolar vasıtasıyla insanların merkezî sinir sistemlerinden alıyorlardı. Ancak, klonlanmış bu insanlara sahte bir amaç ve güvenlik duygusu vermek amacıyla onlar için tam bir holografik realite yaratılmıştı; bu realitede insanlar yemek yiyor, uyuyor, çalışıyor, televizyon izliyor, sevişiyor ve normal bir yaşam sürüyor görünüyorlardı. Bu matriks idi ve o hiç kimsenin gerçek varoluş hallerini anlamamasını sağlamak için "ajanlar" tarafından korunuyordu. Ancak, arketipsel kahraman Neo matriksle bağlantısını koparınca tutsaklığının boyutunu ve daha önceki varoluşunun çılgınlığını anladı. Neo, akıl hocası Morpheus'un yardımıyla, matriksin dışında onun kurallarına tâbi olmayan kendi realitesini yaratabileceğini öğrendi. Aslında, tek sınır onun kendi hayal gücünün sınırlarıydı. Bunu keşfettiğinde, ajanların artık onun üzerinde bir güçleri kalmadı ve Neo özgür oldu. Çok gerçek bir anlamda, Kadim Zihin Matriks'tir. O kapanına yakalanmış herkesin paylaştığı varsayımlara dayanan illüzyoni bir realite duygusu yaratır. Korkuyla, çirkinlikle ve ıstırapla doludur. Bedeni ayrı olarak görecek şekilde programlanmıştır. Ayrılığa olan inancıyla, tüm enerjinin kaosa, en sonunda da ölüme sürüklendiğini söyleyen entropi prensibini kullanır. Onun varlığını kimse sorgulamaz. Sosyal koşullanma, cehalet ve kendinden-kuşku Ajanları kimsenin özgürlük yolunu bulmaya kalkışmamasını sağlar. Evet, bizim özgürlük hakkında her türlü fikrimiz ve kavramımız olabilir, ama bunlar da o Matriks'in içindedir.
Aydınlanma Matriks'le bağlantınızı kesmektir! Bir kez Kadim Zihin tarafından programlanışımızın boyutunu gördüğümüzde, özgürleşmememiz mümkün değildir. Kütlesel aydınlanma gerçekleştiğinde, kolektif ego ayrılığı duygumuz yok 177 AYDINLANMA FENOMENİ olacaktır. Bu olduğunda, biz Kadim Zihin'e özgü koşullanma ve karma'dan kurtulacağız. Neo gibi, insanlık olarak algıladığımız sınırlamalardan kurtulup istediğimiz realiteyi yaratabileceğimizi keşfedeceğiz. Bu daha önce hiç deneyimlenmemiş bir yaratılış ve özgürlük dansı olacaktır. Altın Çağ'ın bununla ilgili olacağına inanıyorum. Giderek daha çoğumuz aydınlandıkça, zamanın dışına çıkıp yeni rüyalar göreceğiz, dünyalar arasında tam bir farkm-dalıkla yürüyeceğiz, birlikte yeni realiteler yaratacağız ve yeni yaratılışın gücünün aramızda ortaya çıkmasına izin vereceğiz. Biz fiziksel evrenin çok küçük bir bölümünü deneyimledik ve fiziksel evren bile yaratılmış evrenlerin çok küçük bir veçhesi-dir. Sınırsız, çokboyutlu varlıklar olarak tanrısallığın tüm gücüyle yaşamanın nasıl bir şey olacağını hayal edebilir miyiz? "İnsanlık varoluşunun en önemli, en kritik aşamasına giriyor," diyor, Bhagavan. "Gelecek on yıl insanlığın uzun tekâmülünde benzeri hiç görülmemiş ve hayal edilmemiş değişimlere tanık olacaktır. İnsanlığın kendisini son derece etkileyen değişimleri anlamaktan başka yapabileceği pek bir şey yoktur. Bu on yılın sonuna doğru, insanlık yeni bir çağa, Altın Çağ'a girecektir!" r/8 IV. Kısım BHAGAVAN İLE SÖYLEŞİ 179 Bhagavan ile Söyleşi Bu bölümde 8 Ekim 2004'de Bir'lik Üniversitesi'nde Bha-gavan ile yaptığım bir söyleşi yer almaktadır. Söyleşide ilahi enerjinin elektriksel bir aktarımı olan, beyinde nörobiyolojik değişimler yaratarak aydınlanma hallerine yol açan "dîkşa" süreci yoluyla kişisel ve küresel aydınlanma konuları ele alınmıştır. Söyleşi çevresel felaketler, yerküre değişiklikleri, insan ölümü ve uzun zamandır beklenen Altın Çağ'ın gelişi hakkındaki soru ve yanıtları da içermektedir. :fc # * Namaste Bhagavan, bu dünyadaki ve yaşamımdaki mevcudiyetinden ve bana verdiğin ve dünyaya vermekte olduğun aydınlanma armağanından ötürü çok minnettarım. Kendi adıma, geriye bireysel bir benliğim kalmamış gibi göründüğünü söyleyebilirim. Ben kendimi kendini bu bedenle ifade eden, kendini anbean çok taze bir biçimde deneyimleyen evren olarak hissediyorum. Sanki içimde bir boşluk var, ama bu aynı zamanda çok dolu olan bir boşluk... Kitabımın okurları için önce senden kendini tanıtmanı rica ediyorum... Ben Hindistan'da Bhagavan olarak tanınıyorum. Ben bir avatarım, özellikle insanları aydınlatmakla ilgilenen bir avata-rım. On iki yıldır tanınıyorum. Milyonlarca takipçimiz ve şu anda aydınlanmış olan birkaç bin kişi var. Bu ülkede bir tür 181 AYDİNLANMA FENOMENİ spiritüel rönesansm sürüp gittiğini söyleyebiliriz. Toplumun her kesimine, erkeklere ve kadınlara, gençlere ve yaşlılara, zenginlere ve yoksullara hitap edebildik. Şimdi muazzam bir aydınlanma arayışı, çok büyük sayıda insanda büyük bir aydınlanma tutkusu var ve böylece ben bir aydınlanma avatarı olarak kabul ediliyorum. Bhagavan, avatar terimine aşina olmayanlar için onu nasıl tanımlardın ? Hindistan'da biz bu avatar kavramına sahibiz. Bir avatar bir müzik avatarı, bir matematik avatarı, siyasi bir avatar ya da spiritüel bir avatar olabilir. Bir avatar dünyaya belli bir misyonla gelen ve ilahi olarak ilhamlanmış olan ve onun kanalıyla ilahi enerjilerin aktığı biridir. Avatarlar insan faaliyetinin her alanında gelebilirler. Birçokları onun sadece spiritüel çalışmayla ilgili olduğunu düşünürler, ama öyle değildir. Ama ben spiritüel bir avatarım. Sen ve eşin Amma, her ikiniz de avatar mısınız?
Evet, her ikimiz de avatarız, biz aynı paranın iki yüzü gibiyiz. Aramızda mükemmel bir anlayış ve iletişim var ve bazen neyin olup bittiğini bilmek için konuşmamız bile gerekmez. Aydınlanma ve insanlara yardım etme konusunda tek bir varlık gibi çalışıyoruz. Bhagavan, insanlık tarihinde gelip farklı öğretiler vermiş ve belki az sayıda insanın aydınlanmasına yardımcı olmuş birçok avatar var. Seni bu kadar farklı kılan şey nedir? Bu benim farklı olmamla ilgili bir şey değil. Sadece, ben farklı bir zamanda geldim. Diğer avatarlar insanları aydınlanmaya, özgürleşmeye hazırladılar, ama onların aydınlanmalarını sağlayamazdılar, bunu yapmaya muktedir olmadıklarından değil, ama zaman bunun için hazır değildi. Ben Yerküre'nin enerjilerinin değiştiği ve insanın çok hazır olduğu, onu aydın182 BHACAVAN İLESöyLEŞİ latmanın artık mümkün olduğu bir zamanda geldim. Böylece benim avantajım doğru zamanda, aydınlanmanın insana verilebileceği bir zamanda gelmiş olmamdır. Bunun Altın Çağ'a girişimizle bir ilgisi var mı? Bu kesinlikle Altın Çağ'm ortaya çıkışıyla ilgilidir. Hindistan'da Kali Yuga çağının İ.Ö. 3002'de başladığına ve İ.S. 2002' de sona erdiğine inanılır. 2003'ten itibaren Altın Çağ'a girdik. İşte bu yüzden 2003 yıbnda herkese aydınlanmayı sunmaya başladık. Aydınlanmayı nasıl sunuyorsun? Aydınlanmayı vermek nasıl mümkündür? Temelde bu "dîkşa" denen işlemle gerçekleştirilir, bu insanın zihnindeki bir tür delikten aktarılan elektriksel bir enerjidir. Biz insanın zihninin insanı Tanrı'dan ayıran bir duvar gibi olduğuna inanırız. Dîkşa zihin dediğimiz bu duvarda bir delik açan elektriksel bir enerjidir. Bu vuku bulduğunda, Tanrı ve insan birbiriyle ilişki kurabilir. Onların ilişki kurma biçimi insanın yetişme tarzıyla, koşullanmasıyla, arzularıyla, amaçlarıyla, eğitimiyle, yani birçok etkenle ilgilidir. Ama aydınlanmayı sağlayan Tanrı'dır ki siz ona ister Tanrı, ister kozmik bilinç deyin. Böylece Tanrı devreye girer ve aydınlanmayı sağlar. Bizim işimiz dîkşa verip zihinde bir delik açmaktır, gerisini Tanrı yapar. Bu ancak Tanrı'nm yapabileceği çok karmaşık hir işlemdir. Bu senin çok uzun bir zamandır hazırlandığın bir şey mi? Evet, tüm yaşamım boyunca buna hazırlandım. Çocukluğumdan beri tek düşündüğüm şey insanı ıstırabından nasıl kurtaracağımdı. Bu kendi yaşam deneyimim sonucunda eriştiğim bir şey değildi, çünkü ben henüz bir çocuktum, ama daha çok, ben insanın ıstırabını düşünmeye ve onu bu ıstıraptan kurtarmak için çalışmaya zorlanıyordum. İşte bu yüzden ben ıSj AYDINLANMA FENOMENİ bir avatarım, çünkü bu sonuçlara kendim varmadım, sizin ilahi enerji dediğiniz yüksek bir enerji, yüksek bir kuvvet ya da Tanrı tarafından bunlara ulaştırıldım. Çocukluğumdan beri bana belli uygulamalar ilham edildi ve onları yıllar boyunca yaptım. Bu bana bu yeteneği verdi. Çoğunlukla ben dîkşa vermem. Diğerlerinin dîkşa vermelerini sağlarım. Ben daha çok bir elektrik santrali gibiyim ve diğerleri bu enerjiyi alıp voltajını düşürerek insanlara aktarabilen transformatörler gibidir. Böylece benim işlevim bir süre daha bir elektrik santrali olarak kalmaktır. İşte dîkşa böyle verilir ve aydınlanma ya da Tanrırealizasyonu böyle gerçekleşir. Öyleyse bu dîkşa beyni etkileyen nörobiyolojik bir işlem midir? Evet, dîkşa verdiğimizde, bu beyni, omuriliği, salgıbezle-rini ya da "çakraları" etkileyen elektriksel bir enerjiyi aktarmak gibidir. Böylece işin çoğu beynin ön ve yan loplarında yapılır. Ön loplar aktive olur, yan lopların aktivitesi azalır, ayrıca bazı enerjiler salgıbezlerine gönderilerek bu çakralar yeniden aktive edilir. Tüm bunlar zihinde bir delik yaratır ve Tanrı ile insan arasında bir bağlantı kurulur. Ondan sonra olanlar Tanrı'nm işidir. Duvarda o delik açıldığında vuku bulan şey "benliğin" yitirilmesi midir? Siz duvarda bir delik açtığınızda, Tanrı işi devralır ve duyular üzerinde çalışarak onları zihnin pençelerinden kurtarır. Bu olduğunda siz "benliğinizi"
yitirirsiniz. İşin bu kısmı Tanrı tarafından yapılır. O yaratan olduğundan, bir bilgisayar gibi çalışarak beyni yeniden düzenler ve yönetimi devralır. Öyleyse her bir kişinin aydınlanması kendine özgüdür. Kesinlikle öyledir. Bu o kişinin yetiştirilme tarzına, koşullanmasına, çocukluğunda neler olduğuna, kendi arayışına, 184 BHAGAVAN İLE SÖYLEŞİ dinî koşullanmasına bağlıdır. Bhagavan, birçok insan birçok yaşamdır aydınlanmayı arıyor ve her türlü spiritüel uygulamayı, sadhana'yı, ritüeli yapıyor, ama genellikle onlar çok fazla ilerleme kaydettiklerini hissetmiyorlar ve hiçbiri çizgiyi gerçekten geçip aydınlanamamıştır. Senin getirdiğin şey nasıl farklıdır? Ben bir kişiye baktığımda, onu bu dünyaya ilk kez gelen biri olarak görmem. Onun ardında milyonlarca yıllık bir geçmişi görürüm. Ben tüm insanlığın yapması gereken tüm çalışmayı tamamlayıp bitirdiğine inanıyorum. Herkesin yaşamlar boyunca buna iyi hazırlandığını düşünüyorum. Bu yüzden artık bunu elde etmenin zamanı gelmiştir. Tüm ağır çalışma yapılmıştır. Ben herkesin ağır çalışmayı yapmış olduğuna ve artık emeklerinin meyvesini almaya hazır olduğuna inanıyorum. Evet, bunu işitmek birçok insanı çok rahatlatacaktır. Evet, işte bu yüzden ben herkesi bir arayan olarak görüyorum; herkes sadhana'sım yapmıştır, herkes hazırdır. Sadece onlar farklı biçimlerde arıyor olabilirler. Onlar aradıklarını bile bilmeden arıyor olabilirler. Evet. Öyleyse, bu çalışma ilerledikçe, giderek, aydınlanma hakkında hiçbir fikri olmayan, aydınlanmayı hiç aramayan daha çok kişinin aydınlanması mümkün müdür? Evet, şu anda aydınlanmış olan ve başkalarına dîkşa verebilen insanlar var. Onlardan dîkşa alanlar doğal olarak aydınlanacaklar. Bu süreç bir süre daha devam edecektir. Bir zaman gelecek, dîkşa olmadan tüm insanlık aydınlanacaktır. Bir kez kritik kütleye erişildiğinde tüm dünyada bu kendiliğinden meydana gelecektir. Bu pratik açıdan nasıl görünecek ? Pratikte, dünya çok farklı görünecektir. O zaman ırklar, ı8S AYDİNLANMA FENOMENİ uluslar, dinler arasında bir ayrım kalmayacaktır. İnsanları bölen tüm ayrımlar ortadan kalkacak, artık bu ayrımlara gerek kalmayacaktır. Tüm bölünmeler ortadan kalkacaktır. Bizler sadece insanlar olacağız. Tek bir aile olacağız. Bu bir kavram değildir, söylediklerim gerçekleşecektir. İşte o zaman gerçekten insan olacağız. Ama kendimizi milliyetler, dinler, kültürler ve ırklarla tanımladığımız sürece hâlâ kabilesel ve çok ilkel olmaya devam edeceğiz. Biz şimdi insan haline geliyoruz. Bu kesinlikle gerçekleşecektir. Hâlâ güç, hükmetme, ego oyunları oynayan ve aydınlanmak istemiyor olabilecek kişiler için ne diyeceksin ? Evet, aydınlanmaya inatla direnen kişiler de doğal olarak aydınlanacaktır. O noktada ona karşı bir direnç olmayacaktır. Kimse "Ben aydınlanmanın dışında kalacağım," diyemez. Bu mümkün değildir. Bu doğal bir olaydır. Bu insanın tekâmülüdür. Böylece tüm bu güç oyunları ve ego oyunları son bulacaktır. Onlar artık bu oyunları oynayamayacaklar. Beyinleri farklı biçimde çalışacaktır. Bu şaşırtıcı bir şey. Öyleyse yerküreyi diğer insanlarla paylaşmayı inatla reddeden, yerkürenin kaynaklarını kendi kontrolünde tutmaya çalışan ve kendi çıkarları uğruna çevre felaketi yaratan kişiler, şirketler, hükümetler de değişecekler mi? Evet, tüm bunlar çarpıcı bir biçimde değişecektir. İnsanoğlu yakında yerkürenin canlı bir organizma olduğunu, ona bir Ana gibi bağlı olduğunu idrak edecektir, bu yüzden kimse artık yerküreye zarar vermeyi düşünmeyecektir. Bu bir tür eğitimi gerektirmeyecek, doğal olarak meydana gelecektir. Olacak olan budur. Böylece biz çok farklı bir dünya göreceğiz. Ben tahminlerde bulunmuyorum. Son on yılda birçok kıtadan binlerce insanın gördüğü vizyonlara dayanarak konuşuyorum. Bhagavan, birçok bilim adamı bugün gezegende vuku bu186 BHACAVAN İLESOyLEŞİ
lan -küresel ısınma, olası buzul çağının gelişi, havanın ve suyun niteliği, vb. gibi- olgulara dayanarak, büyük bir çevre felaketinin meydana gelebileceği ve sonunda dünya üzerindeki yaşamın sona erebileceği yönünde tahminlerde bulunuyor. Durum böyleyken, sen küresel bir aydınlanmanın gerçekleşeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ? Bu tahminler oldukça doğrudur, ama onların farkında olmadıkları şey şu ki, bizim vizyonlarımızda görmüş olduğumuz gibi, tüm dünyada büyük bir değişim-dönüşü m meydana gelmektedir ve bu o felaketlerin meydana gelmelerini önleyecektir. Şimdiden insanların aydınlanmalarının doğal çevreyi nasıl etkilediğinin işaretlerini görüyoruz. Şimdilik bunu çok küçük bir ölçekte görebiliyoruz. Ve buna dayanarak bu dönüşümün küresel bir ölçekte meydana geleceğini tahmin edebiliyoruz. Dünyayı kurtaracak olan şey budur. Eğer bu gerçekleşmezse, o zaman bilim adamlarının tahminleri gerçekleşebilir. Birkaç yıldır kuraklığın hüküm sürdüğü bir bölgede bir köy halkının aydınlanması durumunda muson yağmurlarının yağmasını buna örnek olarak gösterebiliriz... Evet. Bu Hindistan'da birçok yerde vuku bulmaktadır. Bunu görüyoruz. Aynı şekilde, büyük depremlerin, volkanik faaliyetin meydana geleceği tahmin edilen yerlerde insanlar aydınlandıklarında bu afetler meydana gelmeyecektir... Biz dünyayı kurtarabiliriz. İşte bu yüzden insanlara, "Evimiz yanıyor, acele edelim," diyoruz. Bu insanların işitmeleri gereken çok önemli bir mesaj. Gördükleı-i şeyler yüzünden çaresizlik ve umutsuzluk duyan, dünya için her türlü gelecekten vazgeçmiş olan birçok iyi insan var. Evet, ama umutlarını yitirmelerine hiç gerek yok. Çünkü ı87 AYDINLANMA FENOMEN! durum çarpıcı biçimde değişecektir. Durum hiç beklenmedik biçimde değişecektir. Bunu duyduğuma çok memnun oldum. İnsanlar aydınlandıkça ve dünya kolektif olarak aydınlandıkça, bu yerkürenin fiziksel niteliğini nasıl değiştirecektir? İnsan bilinci ile gezegende meydana gelen fiziksel süreç arasında çok yakın bir karşılıklı ilişki vardır. Böylece insan bilincinde çatışma düzeyleri azaldığında, yerküre düzeyinde de çarpıcı değişimler göreceksiniz. Ekin tarlalarındaki böceklerin ve mantarların azaldığını ve doğanın kimyasal ilaçlara gerek olmadan çok daha iyi bir biçimde davrandığını göreceksiniz. Tüm bunlar insan bilincindeki çatışmanın azalmasının doğal bir sonucudur. İkisi arasında böylesine bir karşılıklı ilişki vardır. Bunu da köyler düzeyinde küçük bir ölçekte görüyoruz. Öyleyse insanlar aydınlandıkça çevreyle ilişkimiz değişecek, nesli tükenen türler tekrar ortaya çıkacak, denizler kirlilikten arınacaktır, vb. Evet, biz küçük bir ölçekte meydana gelen olağanüstü değişimler görüyoruz, bu yüzden bunun büyük bir ölçekte meydana gelebileceğine de inanıyoruz. İşte bu yüzden bunların gerçekleşeceğine bu kadar çok güveniyoruz. Aksi takdirde yaşamda hiçbir umut yokmuş gibi görünmektedir. Evet, aksi takdirde yaşamayı sürdürmenin bir anlamı yokmuş gibi görünüyor. Bhagavan, şimdi sormak istediğim soru senin ve Amma'nın bilincinin dîkşa'yı nasıl etkilediğidir. Şimdi bu kadar çok insan dikşa alırken sen herkeste bireysel olarak vuku bulanları nasıl izleyebiliyorsun? Biz aslında iki düzeyde çalışıyoruz. Ben seninle bu konuşmayı yaparken, anlamlı bir konuşma yapabilmek için belli şalterleri kapatıyorum. Ama diğer zamanlarda şalterler açıktır ve biz aynı anda birçok insanı, onların zihinlerinde ve bilinçle188 BHACAVAN İLE SÖYLEŞİ rinde neyin olup bittiğini görebilir, müdahale edip birçok şey yapabiliriz. İnsan bu boyutu bilmez. Bunun bana özel bir şey olduğunu iddia etmiyorum, çünkü ben her neyi deneyimliyor-sam diğerlerinin de bunu deneyimlemelerini sağladığıma inanıyorum ve şimdi o düzeyde bulunan ve aynı anda birkaç yüz kişiyi hissedebilenler var. Bu insan için çok doğal bir yetidir ve birçok kişide ortaya çıkmaya başlayacaktır. Benim için bu çok doğal biçimde vuku bulmaktadır. Çocukluğumda meydana gelen değişimden ötürü, ben yüz bin kişilik bir kalabalığa odaklanabilir, onların içine girip birçok şey yapabilirim.
Öyleyse sen kolektif bilince girebiliyorsun... Evet, bu çok kolay ve doğal biçimde vuku buluyor. Ve başkaları da şimdi bunu bir yere kadar yapabiliyorlar. Yakında bu daha geniş çapta olmaya başlayacaktır. Ve bu aydınlanmanın bir parçasıdır... Bu aydınlanmanın bir parçasıdır, aslında aydınlanmadan sonra birçok şey olmaya başlayacaktır. Biz bundan çok fazla söz etmiyoruz, çünkü bu çok doğal bir biçimde vuku bulacaktır. Aydınlanma sadece her şeyin farkında olmakla ya da sadece sevinçli ve mutlu olmakla bitmeyecektir. O çok daha fazla şeyi içerir. Ama bunlar aydınlanmadan sonra gelen aylarda ortaya çıkacaktır. Sana biraz garip gelebilecek bir soru sormak istiyorum: Senin bir avatar olarak bilincin aydınlanmış birinin bilincinden nasıl farklıdır? Zamanın bu noktasında tek fark farkındalığın ve mutluluğun yoğunluğunda olabilir, bunun dışında temel bir fark yoktur. Ama nadi'ler açılıp güçlendikçe, o insanın da farkında-lık düzeyleri yükselecek ve aradaki fark çok geçmeden kapanacaktır. Bu biraz zaman alabilir. Ama temelde bir fark yoktur. Sadece ben ilave bazı yeteneklere sahibim. Örneğin, bir 189 AYDINLANMA FENOMENİ başka yerde olup bitenleri, birilerinin zihinlerinden geçenleri ve onlara nasıl yardım edebileceğimi görebilirim. Onların güçlü sankalpa'larım, güçlü dileklerini algılayarak onlara yardım edebilirim. Zaman içinde diğer insanlar da bunları yapabilecekler. Şimdiden bazıları bunları daha küçük bir ölçekte yapabilmekteler. Öyleyse insanların aydınlanma süreçleri derinleştikçe bunları yapabilecekler... Evet, sizin insanlara duyduğunuz ilgi ve şefkat arttıkça bunlar doğal olarak vuku bulmaya başlayacaktır. Bu tamamen başkalarını ne kadar çok düşündüğünüze bağlıdır. Aydınlanma süreciniz derinleştikçe bu ilgi ve şefkat de artar. Bununla birlikte bu yetenekler de ortaya çıkmaya başlar. Evet, sanki tamamen yeni bir insan türü ortaya çıkıyormuş gibi görünüyor. Evet, tamamen yeni bir insan türü ortaya çıkıyor. Bhagauan, bugün dünyada birçok farklı din var. Senin tüm bu farklı inançlara karşı tutumun nedir? Ben farklı dinlerin insanların farklı gereksinimlerini karşılamak için gerekli olduklarına inanıyorum. İnsanların bazen belli bir sorunu ele almak için belli bir dine gereksinim duyduklarını ya da yetişmelerinin belli bir dinin görüşlerini ve yorumlarını gerektirdiğim gördüm. Ben şahsen hiçbir dinden hiçbir kişiyle bir sorun yaşamadım. Çünkü dîkşa doğal bir şeydir; o beynin belli bir alanını aktive edip, belli bir alanının ak-tivitesini azaltır ve o zaman kişi sadece, dininin kendine öğrettiği şeyin esasını keşfeder. Böylece o kendi inancının gerçeklerini keşfeder. Benim yaptığım ya da öğrettiğim şey yeni bir inanç ya da din değildir, aslında o hiç de yeni bir şey değildir, o sadece sizin bir ömür boyunca aradığınız şeyi keşfetmenize yardım eder. Bu yüzden, herhangi bir inançtan insanlarla şahıço BHACAVAN İLESöyLEŞI sen hiçbir çatışmam yoktur. Öyleyse insanlar aydınlandıklarında, örneğin bir Hıristiyan kendini bir Mesih olarak deneyimleyecek, bir Budist Buda bilincini deneyimleyecek, vb. öyle mi ? Evet, arada kesinlikle hiçbir çatışma yoktur. İşte bu yüzden yakında insanların böyle farklı dinlere bölünmelerinin ortadan kalkacağını, hepimizin tek bir aile olacağımızı söylüyorum. Bu bir realite olacaktır. John Lennon ünlü şarkısında (Imagine) bundan söz eder. Evet ve biz bunun, özellikle çalıştığımız bölgelerde gerçekleştiğini görüyoruz. Öyle görünüyor ki dinler arasındaki farklılıklar o dinin özüyle değil, ego ile ilgili. Evet. Bhagavan, sen aydınlanmanın farklı aşamalarından söz ediyorsun. Kalbin açılışından, tanık bilincinin gelişmesinden, bir'lik haline erişmekten söz ediyorsun. Bunu daha ayrıntılı olarak tanımlayabilir misin ? Evet, aydınlanma sürecinde genellikle ilk vuku bulan şey kalbin açılmasıdır. Siz ilk kez insanlara karşı gerçekten şefkat ve sevgi damaya başlarsınız, ilk kez
gerçek şefkati ve sevgiyi keşfedersiniz. Ama bu derinleştikçe ayrılık duygusunu yitirirsiniz. Bu noktada dahi biz sizi tam olarak aydınlanmış saymayız. Biz sizi ancak siz realiteyi olduğu gibi deneyimlediğinizde aydınlanmış sayarız. Kalbin açılması ve ayrılık duygusunu yitirmek realiteyi olduğu gibi deneyimlemek için ön-gereklilik-tir. Çok nadiren bu birden yoğun biçimde gerçekleşir. Böylece bunlara aydınlanma aşamaları denebilir. Aydınlanmanın kendisi realiteyi, gerçeği olduğu gibi deneyimlemektir. Bu her şeyle bir'lige erişmekle aynı şey midir? Evet. Ama elbette bu en sonunda Tanrı ile bir'liğe ya da içi AYDİNLANMA FENOMENİ kozmik bilinçle bir'liğe erişmektir. Bu nihai bir'liktir. Ama insan ile Tanrı'nın bir olabileceğini söylemek bazı insanlar için zor olabilir. Bazıları bunu kabul etmeyebilirler, ama insanların Tanrı ile bir olabilmeleri bir gerçektir. Sen kendi Tanrı 'nı tasarlamaktan söz ediyorsun. Bununla neyi kastediyorsun ? Ben kendi Tanrı'nı tasarlamaktan söz ederken bununla kendi Tanrı'nı yaratmayı kastetmiyorum. Tanrı sizi yaratır, siz Tanrı'yı yaratmazsınız. Ama onun size karşı nasıl davranacağı sizin beklentinize bağlıdır. Bu, "Tanrı kendini ona adayan insana bağlıdır," diyen Hindu "bhakta paradeena" kavramına dayanır. Böylece eğer siz onun bir arkadaş olmasını isterseniz, o bir arkadaş gibi davranır. Siz onun bir ana gibi davranmasını isterseniz, o bir ana gibi davranır. Böylece onun size karşı davranış biçimini tasarlamak sizin ellerinizdedir. Ben bu anlamda kendi Tanrı'nızı kendiniz tasarlarsınız diyorum. Öyleyse Tanrı'nın belli veçheleri bu armağanı gerçekten almayı kolaylaştıracaktır. Evet, bu armağanı almak çok kolay olabilir. Eğer sizin Tanrı kavramınız çok arkadaşça ise o zaman sizin dua etmeniz bile gerekmez. Sadece istersiniz ve o da verir. Binlerce insan bu tür bir ilişki kurmuştur. Ama bu ancak insanlar bu ilişkiyi gerçekten kurduklarında olur, ondan önce değil. Böylece insanlar Tanrı'yı çok yakın bir arkadaşları kılmışlardır. Bu Hıristiyanları, Müslümanları, Hinduları, her inançtan insanları içerir. Tanrı hem erkek hem dişi midir? Tanrı hem erkek, hem dişidir, ya da ışıktır veya formsuzdur. Birçok kişi sadece formsuz bir Tanrı kavramına sahiptir. Birçokları onu sadece ışık olarak görürler. Bazıları onu hem erkek hem dişi olarak görürler. Her bir kişi tam bir özgürlüğe IÇ2 BHAGAVAN İLE Söy LEŞİ sahiptir. Bu bireyin seçimidir. Sen ayrıca kendi aydınlanmamızı tasarlamaktan da söz ediyorsun. Kendi aydınlanmanızı kendiniz tasarlayabilir, örneğin kalbinizin ne kadar açılmasını istediğinizi, bir'liğe ne kadar erişmek istediğinizi ya da realiteyi olduğu gibi ne kadar deneyim-lemek istediğinizi kendiniz belirleyebilirsiniz. Yine bu sizin duyduğunuz tutkuya, okumuş olduğunuz kitaplara, arayışınızın türüne bağlıdır. Öyleyse bu gerçekten bir ömür boyu süren bir yolculuğun ya da keşfin başlangıcıdır... Araştırmanın ve keşfin, evet. Ve siz bunu zaman içinde değiştirebilirsiniz de. Uygulamada biz insanların farklı aydınlanma hallerine eriştiklerini görüyoruz. Bir kişinin hangi aydınlanma haline erişeceğini belirleyen şey nedir? Bunun karmik etkenlerle ya da inanç sisteminizle bir ilgisi var mıdır? Bunun inanç sisteminizle çok ilgisi vardır ve bunu karmanız yakından izler. Çoğu kez bunun sizin inanç sisteminizle, geçirmiş olduğunuz koşullanma türüyle ilgisi vardır. Ama eğer isterseniz zamanın bir noktasında bunu değiştirebilirsiniz. İşte bu yüzden ben kendi aydınlanmanızı tasarlayabilirsiniz diyorum. Bhagavan, çocukken isa'nın yaşamı ve öğretileri ilgimi çok çekerdi ve onun zamanında yaşayıp onun insanları iyileştirmeye ve ıstıraplarından kurtarmaya gönderdiği havarilerinden biri olmanın nasıl bir şey olacağını merak ederdim. Şimdi ise dîkşalarla birlikte ve diğer bazı durumlarda aynı türde mucizeler ve şifalar meydana gelmeye başlıyor: Bu konuda bir şey söylemek ister misin?
Evet, ilahi bilinçle ilişki kurulduğunda, o bilinçle mucize193 AYDINLANMA FENOMENİ leri gerçekleştirmek mümkündür. Bugün insanlar aynı bilinci deneyimlediklerinden aynı mucizeler ortaya çıkmaktadır. Sen. burada, Orissa'da belli mucizelerin meydana geldiğini söylemiştin. Evet Orissa'da binlerce insanın gelip şifa buldukları Gu-tagaon adlı bir yer var. Bir de Bhimavaram denen ve insanların gidip srimurti'nin önünde yattıklarında ameliyat geçirdikleri bir yer var. Bunlar mucizevi ameliyatlar mı, psişik ameliyatlar mı? Mucizevi ameliyatlar, evet. Bu, bu ülkede ve tüm dünyada giderek daha çok vuku bulacaktır. Bunlar benim gidip yaptığım mucizeler değildir, tüm dünyada kendiliğinden meydana gelen mucizelerdir. Ben şahsen böyle mucizeler yapmam. Ben bu anlamda bir mucize yapıcısı değilim. Ama sen insanları mucize yapıcılar olacak şekilde eğitiyorsun. Evet, onların çevrelerinde bu mucizeler meydana geliyor. Öyleyse mucizelerin meydana gelmesini sağlayan şey gerçekte kozmik bilinçtir. Öyleyse bunların ve aydınlanmanın gi-derek daha çok meydana gelmesi "morfogenetik alanlar "la ilgilidir. O fenomeni tanımlayabilir misin? Evet, örneğin bu fenomen on iki yıllıktır ve biz belli aralıklarla onun daha güçlendiğini gördük. Böylece daha çok insan aydınlandıkça, diğer insanların -bu ister şifalarla, aydınlanma haliyle ya da diğer bilinç halleriyle ilgili olsuno hale erişmelerinin daha kolaylaştığını gördük. Buraya daha geç gelenlerin bu hale daha kolayca ve daha hızlı eriştiklerini görüyoruz. Böylece tüm bu dönüşümü massedip onu diğer kişilere çok daha hızlı aktarabilen bir alanın bulunduğu çok açıktır. İşte morfogenetik alanlar gerçekte böyle yardımcı olurlar. Biz bunu eylem halinde görebiliyoruz. IÇ4 BHAGAVAN İLE SÖYLEŞİ Amerika 'da David Hauıkins adlı bir psikolog var. Ve o O'dan 1000 'e doğru yükselen bir bilinç skalası düzenlemiş. Ska-lanın en altında suçluluk, utanç, korku gibi duygular bulunuyor, tepesinde ise sevgi, sevinç ve aydınlanma var. Hauıkins sevinç, sevgi ya da aydınlanma hali içindeki tek bir kişinin suçluluk, utanç ve korku halleri içindeki binlerce, hatta milyonlarca insana karşı bir denge oluşturabileceğini söylüyor. O bunun da bir morfogenetik alan olduğunu ve bu çok fazla sayıda insanı gerektirmediği için, onların bilinç skalasının üstünde kaldıkları sürece dev bir aydınlanma dalgası yaratabileceklerini söylüyor. Evet, bu çok doğru. Bu bilgelerin ve azizlerin amacıdır; onlar diğer olumsuz enerjilere karşı koyan bir denge oluşturmak zorundadırlar. İşte bu yüzden biz altmış dört bin kişi aydınlandığında bu sayının tüm insanlığın aydınlanması için yeterli olacağına inanıyoruz. Neden altmış dört bin ? Bu, aydınlanmanın kendiliğinden meydana gelmesi için gerekli rakam gibi görünüyor... Bunlar bize gösterilmiş olan etkenlerdir. Biz dinamikleri tam olarak anlamıyoruz, ama bunlar bize (vahiy yoluyla) gösterilmişti. Biz vahiy temeline dayanarak hareket ediyoruz. Bu sadece bir kişiye değil, uzun bir zamandır birçok kişiye gelen bir vahiydir, bizim vahiy olarak kabul ettiğimiz şey budur. Bu bizim yol haritamız olmuştur. Altmış dört bin kişinin aydınlanmasını sağlamak ne kadar zaman alacak ? Yıllar da alabilir, daha çabuk da gerçekleşebilir. Bu insanların ne kadar hızlı karşılık vereceklerine bağlıdır. Bu yüzden kesin bir süre veremeyiz. Sen şimdi insanları dîkşa verecek şekilde eğitiyorsun ve bu da bu sürecin bir parçası olacaktır. Onlar dünyaya yayılıp dîkşa vermeye ve insanların aydınlanmalarını sağlamaya başW AYDINLANMA FENOMENİ layacaklar ve en sonunda, senin dediğin gibi, bu bir dokunuşla, bir bakışla, bir duayla meydana gelecek.
Diyelim ki insanlar senin kitabım okurlar ve bu bir tür dîkşa olabilir. Dîkşa eğitiminden geçmiş bazı müzisyenler var ve onlar müzik yaparken bu da bir dîkşa olabilir. İnsanlar bu konuda çok ciddi olmalılar, gereken tüm şey budur. Ben bu kitabı şaşırtıcı bir hızla yazdığımı gördüm ve tüm kitap on günde bitti. Aslında senin mevcudiyetinin çok güçlü biçimde geldiğini hissettim. Bu yüzden bunun bir dîkşa gibi olduğundan eminim. Evet, aynı şeyi Bir'lik Tapmağı'nm plânını çizen mimar da yaşadı. Enerji içinden hızla aktı ve çok kısa bir sürede plân ortaya çıktı. Sen bu Bir'lik Tapınağı'na her dinî inançtan insanlar ibadet için girdiklerinde kendi inandıkları Tanrı'nın bir yansımasını göreceklerini söylemiştin. Evet o çok olağanüstü bir tapmaktır ve orada olağanüstü bir taht bulunacak, bu boş bir taht olacak. Ve her inançtan insan gelip orada ibadet ederken o tahtta kendi inandığı Tanrı' yi ya da O'nun mevcudiyetinin bir işaretini görecek. Bu sadece ona görünür olacak. Onun özgün yanı bu olacak. Öyleyse bu içsel bir vahiy olacak. Bu insan ile Tanrı arasındaki ilişkideki değişimi mi göstermektedir? Evet, bu ilişki değişmektedir. Burada dönüm noktası oluşturan bir şey vuku bulmaktadır. Tanrı insana çok yakınlaşmaktadır. Ve insan da Tanrı'ya. Bu kayıp bir ilişkiydi. Onların son Altın Çağ'da birbirlerine çok yakınlaşmaları gerekiyordu. Sonra insan ile Tanrı arasında garip bir yabancılaşma, uzaklaşma vuku buldu. Bu sonraki yugalarda arttı. Şimdi Altın Çağ yine geldiğinden, insan ve Tanrı bir araya gelmek zorundadır. Onlar tekrar dost olmaktadırlar. ıç6 BHAGAVAN İLE SÖYLEŞİ Boyutlar ya da lokalar arasındaki perdelerin incelmeye başladığını görüyorum. Bu bize ölüm kavramıyla ilgili bir soru getiriyor. Birçok insan ölümden korkuyor, özellikle eğer cehenneme inanıyorlarsa, kötü bir şey yapmışlarsa cehenneme gideceklerine inanıyorlarsa. İnsanlar bu dünyadan ayrıldıklarında gerçekte ne olur? insanlar öldüklerinde, eğer cehennemden ya da Tanrı tarafından yargılanmaktan çok korkuyorlarsa, çoğunlukla yolculuklarını sürdürmezler. Dünyaya-bağlı ruhlar olarak dünya küresine saplanıp kalırlar. Bu çok talihsiz bir durumdur. Farklı inançların insanları gerekli törenleri yaparak onlara yardım edebilirler. Ama daha önemlisi onların Tanrı ile konuşmalarını, Tanrı'nın çok dostça olduğunu ve onları yargılamayacağım idrak etmelerini sağlamaktır. Ama bu insanın düşünüşünde bir değişimi gerektirecektir. Bence insanı özgürleştirmenin en iyi yolu budur. O Tanrısı ile dost olmalıdır, aksi takdirde gereksiz bir ıstırap çekecektir. Öyleyse gerçek ölüm çok güzel ve huzurludur. Ölüm süreci çok güzel bir süreçtir. Ama çoğu insanın öldüğünü fark etmesi üç gün sürer. Her nedense bu o kadar zaman alır. İşte bu yüzden insanların onların öldüklerini anlamalarına yardımcı olmak ve sonra Tanrı ile buluşma yolculuğuna hazırlamak için törenler yapmaları gerekir. Eğer bu yapılabilirse ölüm çok kolay olabilir. Ama eğer o kişinin içine korku sokulmuşsa, o dünyaya-bağlı bir ruh olarak kalabilir. O zaman ona yardım edilmesi gerekir. Bhagavan, ölmüş insanlar ne olacaklar? Küresel aydınlanma gerçekleştiğinde, onlar da... Onlar kendiliğinden aydınlanacaklar. Bu sadece yaşayanlar için değil, ölmüşler için de gerçekleşecektir. O zaman onlar yine bu dünyada ya da başka bir yerde en197 AYDINLANMA FENOMENİ karne olmayı seçebilirler... Bu dünyada ya da başka bir gezegende tekrar enkarne olup olmamaları tamamen onlara bağlıdır, insana böyle bir özgürlük verilmiştir. Bhagavan, tüm yaşamları boyunca sevgi özlemi çeken ama onu bir türlü bulamayan, sevmeye korkan, sevgiyi kabul etmeye korkan birçok insan var, böyle insanlara ne diyebilirsin ? Evet, sanırım yakında onlar da sevgiyle yıkanacaklar. Sanırım yakında bu kendiliğinden olmaya başlayacak. Aydınlanma gerçekleşmeden önce insanlar sevgiyi keşfetmiş olacaklar. Ve bunu çok geçmeden aydınlanma izleyecektir. Ve bunu da Tanrı ile bir'lik izleyecektir. Sanırım, bu sırayla gerçekleşecektir.
Öyleyse sevgi, aydınlanma, Tanrı-realizasyonu... Evet, tüm bunlar gerçekleşecektir, insanların bunlara erişmek için uğraşmaları gerekmeyecek, bunlar kendiliğinden meydana gelecektir. Sanırım, uğraşmanın gerekmemesi senin sunduğun en büyük armağan. Aslında, çabalamanın kendisi bir engel oluşturabilir, o armağanı almayı engelleyebilir, çünkü o zaman zihin bir şey yapabileceğini sanır, değil mi ? Evet. Zavallı zihin hiçbir şey yapamaz, o çatışmayla doludur, kendi kendisiyle çatışır, aynı düşünceleri tekrarlayıp durur, o çok kadimdir. Bu yüzden çok fazla bir şey yapamaz. O çaresiz olduğunu anlamalı ve vazgeçmelidir. O zaman ilahi inayet devreye girebilir. Sen zihinden kadim zihin olarak söz ediyorsun. Bununla neyi kastediyorsun ? Bununla temelde onun yapısının değişmemiş olduğunu kastediyorum. Korkunun insan zihninin özünde bulunduğunu kastediyorum. Daha önce bu bir kaplan ya da aslan korkusu olabilirdi; bugün borsada kaybetme ya da işinizi kaybetme korku198 Eki Sonsuzluğa Açılan Kapı "Sonsuzluğa Açılan Kapı" adlı önceki kitabımı gözden geçirdiğimde, insanlığın gelecekteki kütlesel aydınlanması hakkında bazı sonuçlara vardım. Bu sonuçlar Bhagavan'ın insanlığın 2012'ye kadar gerçekleşecek kütlesel aydınlanması hakkında söylediklerine çok benzemektedir. Çeşitli kadim takvim sistemlerini, mistik kehanetleri, vizyonları ve son yıllarda ortaya çıkan bazı ilginç kozmolojik ve jeolojik bulguları kapsayan bu araştırmanın bir kısmını burada özetlemek istiyorum. Son zamanlarda insanlığın tekâmül yolculuğunda keha-netsel bir rehber olarak tanınan Maya takvimiyle başlayacağım. Yıllar içinde bu takvim sisteminin hepsi de birbiriyle aynı görüşte olmayan birçok yorumu yapılmıştır. Bunlardan biri İsveçli araştırmacı ve Maya Takvimi ve Bilincin Dönüşümü adlı kitabın yazarı Cari Johan Calleman'dan gelmiştir. Grace ve ben, Deneyim Festivali için Bir'lik Üniversitesi'ne geldiğinde Calleman ile karşılaşma şansı bulduk ve bu bilge ve sıcak kalpli insanla yakın bir dostluk geliştirdik. O çok zeki bir bilim adamının keskin odaklanmış zihnine ve küçük bir çocuğun neşe ve tatlılığına sahipti. Calleman bu takvimin bana özellikle çok ilgi çekici gelen bir yorumunu sunmaktadır, çünkü bu yorum lineer tarihte işleyen yaratılış enerjilerini görmemizi sağlamaktadır. Burada 201 AYDINLANMA FENOMENİ amacım bunu ayrıntılı olarak açıklamak değil, sadece Mayaların kozmik devreler anlayışının onların gelecekteki olayları büyük bir doğrulukla belirtmelerini sağladığını söylemektir. Cal-leman bu anlayışı şimdiki zamana uygulamakta ve Bhagavan'ı misyonu bu devreleri tamamlamak olan kişi olarak tanımaktadır. O ayrıca Bhagavan ile şahsen karşılaşmış ve fikir alışverişinde bulunmuştur. Calleman'a göre, biz hepsi 2012'de sona erecek olan dokuz yaratılış devresinin sekizincisine girmiş bulunuyoruz. Biz bir yaratılış devresine girdiğimiz her defasında tekâmül hızlanır ve avatarik enerjilerin daha büyük bir yayılımı mümkün olur. Bu yaratılış devreleri kozmik bir düzen içerirler. Her bir yaratılış devresi tamamlanmaya doğru ilerlerken birbirini izleyen ve -tıpkı bir tohumun büyüyüp bir ağaca dönüşürken önceden bilinebilir aşamalardan geçmesi gibi- önceden bilinebilir enerji değişimlerinden geçer. Bu devreler ile tarihteki güncel olaylar arasında karşılıklı ilişki kurmak çok yer tutacaktır, ama Bhagavan'm misyonunun nasıl aynı gelgit kalıplarını izlemekte olduğunu görmek ilgi çekicidir. Mayalar 2012 yılının lineer zamanın sonu olduğuna ve büyük bir kozmik değişim zamanını temsil ettiğine inanırlardı. Bhagavan'm vizyonu bu zaman-programma tamamen uymaktadır. Bir avatar insanların ihtiyacına karşılık olarak ve kozmik plâm gerçekleştirmek için Dünya'ya iner. Ben Maya takviminin sona erişi ile Bhagavan'm Küresel Aydınlanma misyonu arasındaki eşzamanlılığı büyük bir ilahi kaderin, Dünya'yı çok aşan bir kaderin gerçekleştirilişi olarak görüyorum.
Sibirya'daki Rus Ulusal Bilimler Akademisi'nde Dr. Alex-ei Dmetriev'in başkanlığındaki bir grup bilim adamının sürdürdüğü çok ilginç bir araştırma var. Güneşimiz güneş-küresi 202 EK i olarak bilinen, sivri ucu güneşin yolculuk yönünün tersine akan yumurta şeklindeki bir manyetik alanla çevrilidir. Bu bilim adamları bu güneş-küresinin sivri ucundaki parlak plazmanın ışıltısının son birkaç yılda yüzde bin oranında (100 Astronomik birimden 1000 Astronomik birime) arttığını söylüyorlar! Onların bundan çıkardıkları sonuç, bizim enerjinin çok daha yüklü olduğu bir uzay bölgesine girmekte olduğumuzdur. Bu son derece yüklü enerji plazmanın parlaklığını artırmakta, o da güneşin ışınımlarını etkilemekte ve o da güneş sistemimizdeki tüm gezegenleri etkilemektedir. Bilim adamları tüm bunların bir doruk noktasına doğru ilerlediğini, sonunda Güneş'in yaydığı temel uyumlu dalgaboyunda ani bir genişleme olacağını, bunun da güneş sistemindeki tüm yaşamın bilincinde ani bir değişime neden olacağını tahmin etmekteler! Kozmik bilinç deneyimim sırasında ben Bhagavan'ı Güneş'in Dünya üzerindeki fiziksel ifadesi olarak hissettim. O bu devreyi kozmik bir zaman-programma göre sona erdirirken, onun Dünya üzerindeki mevcudiyeti ile güneş-küresinin genişlemesi arasındaki ilişkiyi görebiliyorum! Bazıları bu son derece yüklü uzay bölgesini "foton kuşağı" olarak, bazıları "galaktik süper-dalga" olarak, bazıları da "manasik halka" olarak adlandırıyorlar. Bu birçoklarının bizi daha yüksek bir tekâmül düzeyine çıkaracağına inandıkları genişlemiş bir galaktik frekanslar bölgesidir. Belki tüm bunlar Bhagavan'm avatarik bilinciyle eşzamanlı bir uyum içinde Altın Çağ'm muazzam değişimini hazırlamaktadır. Bhagavan'm çalışması genişlemeye devam ederken, gü-neş-küresinde daha da büyük değişimlerin olmasını bekliyorum. Bugün vuku bulan bir başka fenomen güneşlekesi faaliyetin-deki artıştır. Bilim adamlarının otuz yıldır çizelgesini çıkardıkları, iyi bilinen güneş-lekesi faaliyeti devreleri vardır, ama 2DJ AYDINLANMA FENOMENİ son birkaç yılda olanlar onları hayrete düşürmektedir. Eğer bu olağanüstü biçimde artan güneş-lekesi faaliyeti Bhagavan' m Dünya üzerindeki mevcudiyeti ile ilişkiliyse, bu faaliyetin önümüzdeki yıllarda artmaya devam etmesini, ayrıca bunun Maya yaratılış devrelerine çok uyumlu olmasını bekleyebiliriz. Dokuzuncu yaratılış devresi Şubat 2011'de başlayacak ve diğer yaratılış devreleriyle birlikte aynı zamanda, Maya takviminin son-noktasında sona erecektir. Bu kozmik tekâmülde -dev bir sıçrayışla sona erecek- bir başka büyük hızlanış anlamına gelmektedir. Bu ayrıca astronomların galaktik ekvatoru geçeceğimizi söyledikleri zamandır. Galaktik ekvator Samanyolu galaksisinin merkezî düzlemidir. Biz bu ekvatoru her on üç bin yılda bir geçeriz. Jeologların dediklerine göre, geçmişte bu galaktik ekvatoru geçtiğimiz her seferinde buna büyük doğal felaketler eşlik etmiştir. Bunun vuku bulduğu son sefer Dünya'daki -efsanelerde Atlan-tis'in batışı denilen- büyük bir kıtanın batışıyla aynı zamana rastlamıştır. Jeolog Gregg Braden bu döngüselliği Yerküre'nin manyetik kutuplarının yer değiştirmesiyle ilişkilendirirken, Douglas Vogt ve Gary Sultan bunu güneşin bir nova etkisiyle, yani aşı-rı-iyonlaşmış bir plazma patlamasının tüm güneş sistemine yayılmasıyla da ilişkilendirmektedir. Tüm bunlar Dünya üzerinde potansiyel olarak yıkıcı bir etki yapabilir. Astrofizikçi Paul LaViolette her on üç bin yılda bir Samanyolu galaksisinin merkezinden dalga dalga yayılıp galaksiyi kaplayan ışıktan, "galaktik bir süperdalga"dan söz eder. Ona göre, güneş sistemimiz bu süperdalganın bir sonraki yayılışını deneyimlemeye hazırlanmaktadır. Belki bu daha önce "foton kuşağı" olarak sözünü ettiğim ve ona karşılık Rus bilimcilerin güneş-küresinin yoğunluğunda çarpıcı bir artış gör104 EK i dükleri fenomenle aynı şeydir.
LaViolette de bu süperdalga Güneşimiz ile etkileşime girdiğinde neler olabileceğinden söz eder. Bu süperdalgarım aynı anda tüm galaksiye yayıldığında, manyetik ve yerçekimsel alanların çöktüğü bir sıfırlanma noktası yaratacağını söyler. Güneşimiz bu çöküşü deneyimlediğinde, çevresindeki gaz kabukları serbest kalacak, bu da güneşin halesinin muazzam bir biçimde fışkırıp tüm güneş sistemimize yayılmasıyla sonuçlanacaktır. LaViolette'ye göre, bu ani yayılmayı izleyen geri çekilme Dünya'da bazı büyük doğal felaketlere neden olabilir. Acaba Bhagavan bu yüzden mi insanlığın 2012'ye kadar aydınlanmış olmasında bu kadar ısrar etmektedir? Güneşin novası meydana geldiğinde bu Dünya üzerindeki yaşamı sona erdirebilir ya da insanlığı dev bir tekâmül sıçrayışına sevk edebilir. Bu tümüyle bizim bilinç halimize ve bunun sonucunda bulunacağımız boyutsal uzaya bağlıdır. Aydınlanmış bir insanlık bu fırsatı bu güneşsel dalgayla birlikte "gezegensel yükseliş'^ geçmek için de kullanabilir. Jeolog Gregg Braden, Yerküre'nin jeolojik kayıtlarını inceledikten sonra bu kayıtların bizim bir "sıfır noktası"na yaklaşmakta olduğumuzu gösterdiğini söylemiştir. Bu sıfır noktası halen Yerküre üzerinde vuku bulan iki yönelimin, yerkürenin manyetik alanlarının yoğunluğunun azalışının ve "Schu-mann rezonansı" ile ölçülen temel armonik frekansının yükselişinin bir noktada birleşmesidir. Yerküre'nin manyetik alanı son birkaç yüzyıldır yavaş yavaş zayıflıyordu ve zamanın belli bir noktasında bu zayıflamanın aniden hızlanması ve manyetik kutupların yer değiştirmesine neden olması beklenmektedir. Bu on üç bin yıllık devrenin tamamlanması 2012'de beklenen dev bilinç değişimiyle aynı zamana mı rastlayacaktır? Ben Bhagavan'm sözünü ettiği KaZOf AYDİNLANMA FENOMEN I dim Zihin'in Yerküre'ye nüfuz eden süptil bir elektro-manyetik alan olduğunu hissediyorum. Bu alanlar çöktüklerinde ve kendilerini yeniden düzenlediklerinde, Kadim Zihin de bunu yapacaktır. Bu alanların yeniden-düzenlenmeleri için gerekli üç gün, Bhagavan'm tüm insanlığın birden aydınlanacağını söylediği o üç gün olabilir. Braden, Yerküre'nin yüzlerce yıldır yaklaşık 8 hertz'de (saniyede bir titreşime eşit frekans biriminde) titreşen Schu-mann rezonansının frekansının geçen birkaç on-yılda birden artmaya başladığını söylemektedir. O -belki 2012'de- "sıfır noktasına eriştiğimizde bu frekansın yaklaşık 13 hertz'de stabilize olacağını düşünmektedir. Beyin dalgaları ve bilinç üzerinde yapılan araştırma 8-13 hertz'lik beyindalgalarının alfa bilinç haline hükmettiğini göstermektedir ki bu bir rüya halidir. Uyanıklık hali beta bilinci olarak bilinir ve 13-21 hertz'lik beyindalgası kalıplarını sergiler. İnsan bilincinin yakında hep birlikte şimdiki rüya halimizden uyanıklık haline geçecek olması ilginç değil midir? Bu gerçekten de bizim uyanış anımız olacaktır! Ben galaktik ekvator boyunca yaptığımız on üç bin yıllık yolculuğumuzun Vedik yugalar devresiyle de aynı zamana rastladığına inanıyorum. Astronomik açıdan, o bildiğimiz astrolojik çağları oluşturan yirmi altı bin yıllık bir devre olan "ekinoksların presesyonu" ile ilişkilidir. Bu bizim galaktik ekvatoru geçtiğimiz her seferinde bir Kali Yuga'dan bir Satya Yuga'ya geçtiğimiz anlamına gelir. Bu bir anda vuku bulan bir geçiştir. Bu suyun bir anda buhara dönüşmesi gibidir. Isıtılan su belli bir ısıya eriştiğinde birden hal değiştirir. Bu fenomen tüm doğada görülebilir ve hatta, "yüzüncü maymun" meselinin sergilediği gibi tekâmül yolculuğunda bile görülebilir. Bazıları buna dev bir sıçrayış derler. 206 EK, Tüm bu bulgular çeşitli bilimcilerin dikkatli araştırmalarından elde edilmiştir. Ben, "Sonsuzluğa Açılan Kapı" adlı kitabımda kapsamlı referanslar ve çok daha fazla ayrıntı sunduğumdan, bu kitapta bunlara çok ayrıntılı olarak girmeyeceğim. Araştırmam bu zamanın çok önemli olan yapısını derinlemesine takdir etmeme yol açmıştı ve bunu bir biçimde "başaracağımızı" kalbimin derinliklerinde hissediyordum, ama ancak Bhagavan ile karşılaştığımda bundan tam olarak emin oldum ve bunun nasıl meydana geleceğini anladım.
İsa, "Onları meyvelerinden tanıyacaksınız" demişti. Herkesin her konuda iddialarda bulunması kolaydır, ancak o iddiaların gerçekleştirildiğini gördüğünüzde onlara inanabilirsiniz. Benim için böyle oldu. Ben sadece kendi aydınlanmamı deneyimlemedim, ama kozmik devrelerle ilgili araştırmam sonucunda böyle kütlesel bir aydınlanmanın tam Bhagavan'm olacağını söylediği sırayla meydana gelmesi gerektiğine ikna oldum. Kozmik bilinci doğrudan deneyimleyerek Bhagavan'm "sankalpa"sını deneyimlemem gereksindiğim nihai kanıttı İlginç bir biçimde, Bhagavan'm doğum günü Maya galak-tik takviminin, Tzolkin'in son günü olan 13 Ahau gününe rastlar. Calleman 13 Ahau'nun kozmik ışığın geçişini engelleyen hiçbir filtrenin bulunmadığı enerji olduğunu söyler. Dokuz yaratılış devresinin hepsi bu tzolkin enerjisine doğru ilerlerken, tüm insanlar bu aydınlatıcı enerjiyle rezonansa gireceklerdir. Eğer Bhagavan'm plânı başarılı olursa, o zaman kolektif Aydınlanma'ya gireceğiz! Tıpkı bireysel aydınlanmanın hem bir olay hem de bir süreç olması gibi, kolektif aydınlanma ve Altın Çağ'a geçişimiz de öyledir. 2012'de Altın Çağ'a girdiğimizde, dünya üzerindeki bir sürü şey değişmiş olacaktır. Artık yoksulluk olmayacaktır, herkes için sağlık ve bolluk olacaktır. Yeni eğitim, hükümet, 20/ AYDİNLANMA FENOMENİ bilim ve tıp biçimleri ortaya çıkacaktır. Alternatif enerji kaynakları, yeni yakıt biçimleri ve yerküre-dostu teknolojiler ortaya çıkacaktır. Aile içinde ve ulusların geniş ailesi içinde daha fazla sevgi olacaktır. Biz Altın Çağ'ın doğduğunu işte böyle anlayacağız. Böyleyken bile, bu sadece bir başlangıç olacaktır. O henüz kusursuz bir toplum olmayacaktır. Çocuğun doğduktan sonra büyümesi gerekir. Altın Çağ bin yıl sürecek ve gelişip ilerlemek için çok fazla zaman olacaktır. İnsan türü içinde uzak-erimli genetik değişimler bile olacaktır. Yeni insan her iki cinsin özelliklerine sahip olacak, daha berrak ve saydam olacak ve beyin potansiyelinin çok daha fazlasını kullanmaya muktedir olacaktır. Biz istediğimizde bilinçli olarak beden dışında yolculuk yapabileceğiz. Üreme bugünkünden farklı biçimde, niyetin birlikte-yaratıcı tezahürü süreciyle meydana gelecektir. Ve insan türü olarak, biz hep birlikte ilahi bir'liğin giderek daha derin halleri içine gireceğiz! Vahiy Kitabı, "yedinci melek borusunu öttürdüğünde zamanın artık olmayacağını" söyler. Mayalar, takvim sistemlerinde bu anlayışı yankılar ve bize bu olayın gerçekleşeceği zamanı bildirirler, ki Bhagavan da bu zaman-programma göre çalışmaktadır. Bu bildirim ne anlama gelir? Ben Vahiy Kitabı'nda Kadim Zihin'in dualitesinde bulunan realite yapısıyla ilgili olan lineer zamandan söz edildiğine inanıyorum. Aydınlanmış bir dünya olarak, biz "kozmik zaman" olarak adlandırabileceğimiz ve tamamen farklı bir deneyim içeren bir zamana gireceğiz. Giderek daha çoğumuz aydınlandıkça, biz zamanın dışına çıkarak yeni rüyalar göreceğiz, dünyalar arasında tam farkın-dalıkla yürüyeceğiz, hep birlikte yeni realiteleri yaratacağız ve yeni yaratılışın gücünün aramızda ortaya çıkmasını sağlayacağız. Biz fiziksel evrenin çok küçük bir bölümünü deneyimledık 208 EK, ve fiziksel evren bile yaratılmış evrenlerin çok küçük bir bölümüdür. Sınırsız, çok-boyutlu varlıklar olarak tanrısallığın tüm gücüyle yürümenin nasıl bir şey olacağını hayal edebilir miyiz? zoç Eki Aydınlanma ve Beyin Sri Bhagavan'ın öğretilerinin Bilimsel Bir yorumu Yazan: Christian Opitz Aydınlanma hali çeşitli spiritüel geleneklerde beyin işlevinin değişimiyle ilişkilendirilmiştir. Altın Çağ Vakfı'nm kurucusu olan Sri Bhagavan şimdi beynin ruhsal değişim-dönü-şümdeki rolü hakkındaki bu geleneksel bilgiyi genişletmiştir. Onun öğretisinin uygulamasının özünü içeren dîkşa ya da enerji aktarımı nörobiyolojik kalıplarda kalıcı bir değişim meydana getirecek şekilde tasarlanmıştır. Sri Bhagavan'm dîkşa-nın beyinde yol açtığı değişimlerle ilgili bildirimleri fizikteki ve sinirbilimindeki en ileri bulgularla doğrulanabilir.
Aşağıda, Sri Bhagavan'm bazı bildirimleri ile fizik ve nöröfizyoloji aracılığıyla beyin incelememdeki kendi bulgularımın bir karşılaştırmasını sunmak istiyorum: 1. Sri Bhagavan beynin yan loplarının aktivitesinin azaltılmasının aydınlanma sürecinde gerekli bir işlem olduğunu bildirmektedir. Yan loplar bazı sinirbilimcilerin Yönlendirme İlişkisi Bölgesi (YIB) dedikleri şeyi barındırır. YIB'nin işlevi bize mekânda yönlendirme sunmaktır. Siz ayakkabılarınızın bağlarını bağ-layabilmenizi ve bir kapıdan girebilmenizi olağan bir şey ola210 EK i rak kabul edebilirsiniz, ama bu ancak yan lopların arka bölümündeki ateşli nörobiyolojik faaliyet sayesinde mümkündür. Beynin bu bölgesinin zarar görmesi bir su bardağını tutmak gibi basit bir şeyi bile olanaksız kılar, çünkü zarar görmüş beyin el, bardak ve ikisi arasındaki mesafe arasında bir fark algılayamaz. Fiziksel düzeyde, sınırları ve farkı algılama yeteneği işleri yapabilmemiz açısından gereklidir. Ancak, insan beyninde YIB kronik biçimde aşırı-aktiftir. Bu amigdala-hipokampus bağlantısını, önemli olarak kaydedilen algılara bir anlam duygusu vermek için tasarlanmış bir çift beyin merkezini uyarır. Eğer yararlı bir derecede fark ve ayrılık algısı yaratmak için tasarlanmış olan YİB aşırı aktifse, amigdala-hipokampus bağlantısı bu aşırı aktifliği ayrılığın sadece eliniz ve bir bardak gibi fiziksel nesneler düzeyinde olduğundan daha fazla gerçekliğe sahip olduğu şeklinde yorumlar. Varılan sonuç bizim esasen, varoluşsal olarak başka her şeyden ayrı olduğumuzdur. Kendinden "başkası" olarak algılanan şeye sürekli tepki olarak beynin yarattığı benlik duygusu o zaman benliğin başka her şeyden kesin olarak ayrı olduğu duygusunu edinir. Sinirbilimi derin meditasyon ya da dua sırasında yan loptaki YİB'in aldığı nörolojik girdinin geçici olarak engellendiğini göstermiştir. Bu geçici olarak çok genişlemiş bilinç hallerine yol açabilir, çünkü o sırada ayrı benlik duygusu olağan sınırlarını bulamaz ve onları bulmak için genişler. Ancak, bu geçici bir deneyimdir, YİB'in nörolojik girdi almasının geçici olarak engellenmesi gibi değişik bir beyin işlevine bağlıdır ve bu şekilde bir'lik bilincine kalıcı olarak erişilmesi hemen hemen olanaksızdır. Bu, Sri Bhagavan'm aydınlanmaya kişisel çabayla erişileIII AYDİNLANMA FENOMENİ meyeceği, onun mutlaka size verilmesi gerektiğiyle ilgili bildirimini doğrular. Dîkşalar yan loplarda bir değişim-dönüşüm sürecini başlatarak onların işlevini kalıcı olarak doğal bir düzeye indirir, bu durumda fiziksel sınırlar algılanabilir ama doğal olmayan aşırı-faaliyet son bulur. Amigdala-hipokampus o zaman varoluşsal olarak ayrı bir benlik duygusu yaratmak için bir nedene ya da uyarıma sahip olmayacaktır. 2. Sri Bhagavan Tanrı-Realizasyonu'nun Ön Lopların aktive edilmesini içerdiğini söylemektedir. Aydınlanma, ayrılığın son bulması deneyimi, yaşayan bir Tanrı-mevcudiyetinin deneyimiyle ille de aynı zamana rastlamaz. Sri Bhagavan'ın öğretisinde, aydınlanmadan Tanrı-reali-zasyonuna geçmek için yan loplardaki aşırı-aktivitenin azaltılmasından daha fazlası gereklidir. Sri Bhagavan, ön lopların aktive edilmesinin Tanrı'nın bir kişinin bilincinde canlanması için gerekli bir nörobiyolojik değişim olduğunu söyler. Ön loplar bireysel iradeyle ilişkilidir. Birçok mistik gelenek bireysel iradenin Tanrı'mn iradesiyle birleşmesinin hem Tann-reali-zasyonuna erişmenin bir yolu, hem bu realizasyonun bir sonucu olduğunu söyler. Ancak, eğer ön loplar yeterince-aktif değilse bu gerçekleşemez. Doğada eksik olan her şeyin kendim tamamlamaya çalışması evrensel bir yasadır. Benim nörofizyolojideki (resmi, üniversite-onaylı bilimden ayrılan) kendi bulgularım hemen herkesin ön loplarının yeterince-aktif olmadığını göstermektedir. Bu onların en uygun durumda işlev yapacak kadar yeterli nöro-ileticiye ve elektriksel enerjiye sahip olmadıkları anlamına gelir. Öznel bir deneyim düzeyinde, bu zayıf bir iradeye ve donukluk deneyimine neden olur.
212 EK i Ön loplar yeterince aktif olmadığında ancak can sıkıntısı hissetmek mümkündür. Yaşamdan zevk almamız ve tam bir mutluluk deneyimlememiz için dopaminin, yani ön lop faaliyeti için gerekli nöro-ileticinin genellikle Tanrı ile mistik birliğe eşlik ettiği söylenir. Dopamin eksikliği kişinin kendi iradesini koruma ve onun daha büyük bir realiteyle birleşmesine izin vermeme itilimini artıracaktır, çünkü bireysel düzeyde bir şey henüz eksik olarak hissedilmektedir. Bu ölmeye benzer: Hayatını tam olarak yaşamış ve doyuma ulaşmış olduğunu hisseden bir kişi zamanı geldiğinde ölüme daha kolayca teslim olabilir. Hayatında bir şeylerin eksik olduğunu hisseden bir kişi ise yaşama çok daha sıkıca sarılacaktır. Eğer dîkşalar ön lopları aktive ediyorlarsa, bu bireysel iradenin tam olarak gelişip tamamlanmasına yol açabilir. Bireysel irade tam olarak geliştiğinde, doğal olarak Tanrı'nm daha büyük realitesiyle birleşecektir. Bu perspektiften, "büyük bir ego" aslında kendini tamamlamaya çalışan zayıf bir egonun bir telafisinden başka bir şey değildir. Ama ön loplar tam olarak aktive olmadan ve dopamin doygunluğu olmadan, ego asla tamamlığa erişemeyecek ve Tanrı ile birleşmeyecektir. Spiritüel öğretilerde genellikle yapıldığı gibi büyük bir egoyu ve kişinin bireysel iradeye bağlılığını düşük bilinç olarak yargılamak yararsızdır, çünkü bilinçli niyetlerimiz her ne olursa olsun, zayıf bir bireysel-irade doğal olarak bireye odaklanacaktır. Çözüm fizyolojik düzeyde meydana gelen ve bireyi daha büyük bir realiteye teslim olmaya karşı verdiği mücadeleden kurtaran gerçek bir değişimle gelebilir. 3. Sri Bhagavan aydınlanmanın ancak verilebileceğini, onun bir inayet armağanı olduğunu söylemektedir. Son on beş yıl içinde Almanya'dan Dr. Hartmut Müller "3 AYDİNLAN AAA FENOMENİ Küresel Ölçek denilen yeni bir fizik paradigması geliştirdi. Ku-antum fiziğinin bu heyecan verici yeni genişlemesi bilincin evrenin en temel "esası" olduğunu ve onun evrendeki her şeyin asli -ve kesin bir matematiksel formüle uygun- bir tasarımını içerdiğini göstermektedir. Gezegenler, yıldızlar ve galaksiler arasındaki mesafe, her atomdaki elektronlar ve nükleonlar arasındaki mesafe, insan kanı için en uygun ph, tüm bunlar ve maddesel evrendeki başka her şey aynı matematiksel yapıyı içerir. Asıl (orijinal) tasarım her şeyin her zaman en az stres düzeyinde ve en yüksek verimlilik düzeyinde işlemesini içerir. Bir atom sentropik bir alan yoluyla her an kaynak zekâya uyumludur. Bu sentropik alanlar bir atomun nasıl asgari stres ve azami verimlilikle işlev yapacağını daima "bilmesini" sağlar. İnsan bu yaşam ve birlik sentropik alanlarına uyumunu belli bir derecede yitirmiş tek yaratılış formu olarak görünmektedir. Bir kez bu kayıp bireyin beyninde bazı değişimlere yol açtığında, kendini sentropik birlik alanlarına yeniden-uyumlamak çok zordur, çünkü biz artık bu alanların ne olduklarını bilmeyiz. O zaman boşluğu doldurmak için her türlü mitolojiyi, dinî inancı, yaşamla ilgili bilimsel teoriyi yaratırız. Yan loplarındaki YİB aşın-aktif olan ve ön lopları yete-rince-aktif olmayan bir kişi aydınlanmayı ayrılık deneyiminden arayacaktır. Tüm spiritüel çabalama ve arayış bir anlamda sorunun bir parçasıdır, çünkü o sentropik birlik alanlarına olan uyumun yitirilmesine bir tepki olarak ortaya çıkar. Eğer bizim arayışımız soruna dayanıyorsa, onun çözüme ulaşması olası değildir. Eğer birlik sentropik alanlarına uyumlanmamız sağlanabilirse, o zaman herkesin aydınlanabilmesi gerçekten mümkündür. İnsan beyninin orijinal tasarımı birliği yaşamın asıl reali214 EK 2 rir. Beta hali içindeyken, beyin sadece ilkel uyarımda bulunabilir, büyük ölçüde çevremizden ve kolektif insan bilincinden edindiğimiz tepki kalıplarını harekete geçirir ve bu durumda gerçek bir değişim neredeyse olanaksızdır. Beta ayrıca bedenin kendi kendini iyileştirme yeteneğini en az gösterdiği haldir. Spiritüel uygulama beynin stresini bir dereceye kadar gevşetebilir ve daha düşük-frekanslı alfa, teta ve delta dalgalarının ortaya çıkmalarını sağlayabilir.
Ancak, araştırma bireysel spiritüel uygulamanın sentro-pik yaşam ve birlik alanlarına belli bir uyumlanmadan çok daha az etkili olduğunu göstermektedir. Tom Brown Jr.'ın Trac-ker Okulu'nda bir sinirbilimci tamamen ıssız bir kırsal bölgede vakit geçirmenin etkilerini inceledi. Onun bulguları gerçekten şaşırtıcıydı: Acemi birinin alfa halini birkaç saat sürdürmek için en az bir yıl disiplinli bir biçimde meditasyon yapması gerekirken, yaşamında hiç meditasyon yapmamış bir kişi ıssız bir kırda sadece kırk sekiz saat geçirdikten sonra derin alfa halini saatler boyunca sürdürebiliyordu. Doğa sentropik yaşam alanlarına uyumlu olduğundan, insan beynini de kendi sentropik alanlarına -uyumlanmamış bir beynin kendi çabasıyla uyumlanmaya çalıştığında olduğundan-çok daha hızlı biçimde uyumlayacaktır. Benim savım, bireysel uygulamada, kişinin kullandığı enerjinin çoğunun mücadele ve yoksunluk içeren Kadim Zihin'den geldiğidir. Yine, bu arayış çözüme değil, soruna dayanır. Böylece ilahi inayetin gerekli olduğunu bilimsel olarak ancak bu kadar doğrulayabiliriz. Sonuç Birçok bilim adamı ve spiritüel lider bilim ile spiritualite-nin birleşmesini istemiştir. Modern bilim yüzlerce yıllık kör 21/ AYDINLANMA FENOMENl inanca karşı bir tepki olarak on yedinci yüzyılda kurulduktan sonra, iki yüz yıl boyunca bilim adamları Descartes ve New-ton'un objektivist-mekanistik dünya görüşünü doğrulamaya çalıştılar. Yirminci yüzyılın ilk yarısında kuantum fiziğinin şaşırtıcı keşifleri ortaya çıkarak, mistiklerin binlerce yıldır realiteyi oldukça doğru biçimde tanımlamış olduklarını gösterdi. Şimdiye kadar eksik olan şey bilimsel, kesin ve tekrarlanabilir sonuçlar veren bir spiritüel değişim-dönüşüm sistemiydi. Benim bilimsel araştırma, kişisel deneyim ve diğerlerinin anlattıkları deneyimleri sonucunda ulaştığım sav, Sri Bhagavan'ın çalışmasının böyle sonuçları muhtemelen küresel ölçekte verecek ilk spiritüel sistem olduğudur. 218 EK 3 rın aktivitesi sürekli yetersiz olduğunda, beynin uyarılma sisteminin aktivitesi de eşit derecede yetersiz olur. Bu herhangi bir şeyi asla tam olarak deneyimlememeyi içeren biyolojik bir itilime yol açarak herhangi bir deneyimin sevince dönüşmesini engeller. Karanlık Gece aşamasında içsel karışıklık ve kaos duygusunu tam olarak deneyimlemeden, insan o aşamadan tam olarak geçemez. Tırtıl kendi çözülüşüne direnmez ve dolayısıyla kendi yok oluşundan kelebek olarak çıkabilir. Ancak, beyin şimdiye dek insanlar için normal olan biçimde işlev yaptığı sürece insan bilinci bu deneyimlere direnir. Biyolojik itilimler bilinçli niyetlerden daha güçlüdür. Birinin size eğer altı ay boyunca uyumazsanız tam olarak aydınlanacağınızı söylediğini düşünün. Siz aydınlanmak için uyumamaya ne kadar kararlı olursanız olun, biyolojik itilim, uyuma itilimi daha güçlü olacaktır. Dolayısıyla beyin yetersiz-ak-tif bir hareketsizlik-uyarılma sisteminin sınırlı kalıplarına saplanmışken yapılan spiritüel uygulamalar sadece geçici yüksek farkındalık ve sevinç halleri yaşatabilir ki bu da çoğu insanın eski benlik duygusunun yok olmasına ve aydınlanmanın gerçekleşmesine yol açamaz. Eğer beynimiz tam farlundahkla deneyimlememe kalıbına biyolojik olarak bağlıysa, bunu değiştirmek için en iyi niyetler bile çok güçsüz kalır. Ancak, beynin orijinal tasarımına direkt bir uyumlanma hareketsizlik-uyarılma sisteminin doğal işlevini çabasızca aktive edebilir. İşte görünüşe göre dîkşalar buna çok etkili bir biçimde neden olmaktadır. O zaman insan deneyimi her neyse ona doğal olarak teslim olabilir, çünkü böyle bir teslimiyet biyolojik bir temele dayanır. Niyete-dayalı değişimin etkililiği ile direkt uyumlanma yoluyla biyolojik değişimin etkililiği arasındaki farkı betimle221 AYDINLANMA FENOMENİ mek için kuvvete bir göz atalım. Kuvvet kasların bir niteliği değil, nörolojik bir işlevdir. Bir kişinin fiziksel kuvvetini sınırlayan etkenler nörolojik
engellerdir. İşte bu yüzden bir kişi sara krizi sırasında insan-üstü bir kuvvet sergileyebilir, çünkü o sırada nörolojik engeller ortadan kalkar. Bu engeller bir kişinin doğal olarak aydınlanmasını önleyen engellerden başka beyin bölgelerini etkiler, ama başka türlü her ikisi de gerçekten aynı süreçtir. Sırtüstü yatarak halter kaldırmada dünya rekoru 897 pound'dur. Bu süper güçlü olma arzusu ve niyetiyle çok sıkı çalışan son derece yetenekli bir atletin aldığı bir sonuçtur. Bir goril bir insamn genetik yapısının yüzde doksan dokuzuna sahiptir, ama hiçbir niyet, eğitim ya da çaba olmadan, ortalama bir goril dört bin poundluk bir halteri kaldırabilecek kuvvete sahiptir! Bir gorilin yaptığı tüm şey kendi doğal tasarımına uyum-lanmış olmasıdır. Bir goril kuvvetli olmaya çalışmaz; o her neyse odur. Orijinal tasarımından kopmuş bir insan bir gorile çabasızca gelen doğal kuvvete kendini uyduramaz. Bu ister fiziksel kuvvetin, isterse hareketsizlik-uyarılma sisteminin engellenmesi olsun, nörolojik engellenme biyokimyasal süreci aynı olduğundan, bu örnek bizi orijinal beyin tasarımımıza uyum-layan dîkşanın niyete-dayalı çabalardan neden çok daha güçlü olduğunu açıklayabilir. 2. Septum pellusidum'un aktive edilişi ve canlandırılışı 1950'lerde sinirbilimciler beynin tam ortasındaki bir merkez olan septum pellusidum'un aktive edilmesinin kronik acıyı, depresyonu ve anksieteyi hemen iyileştirebildiğini, derin bir huzur ve sevinç duygusu verdiğini keşfettiler. Ancak, yan 112 EK j loplardaki aşırı-faaliyetten ve bunun sonucunda beynin geriye kalanının nörolojik enerjiden yoksun kalmasından ötürü, hemen herkesin septum pellusidum'unun aktivitesi sürekli olarak yetersizdir. Bu da bu önemli beyin merkezinin giderek küçülmesine, bu yüzden kişinin sevinç ve canlılığı giderek daha az hissetmesine yol açar. Bu durum kişinin sevinç verici deneyimleri aramasına neden olur, çünkü sevinç doğal bir şeydir ve biz onu deneyimlemeye biyolojik olarak bağlıyızdır. Ancak, septum pellusidum küçüldüğünde, sadece aşırı uyarım onu biraz sevinç üretecek şekilde aktive edebilir. Bu uyuşturucu maddelere, dujoılarm aşırı-uyarılmasma bağımlılığın gerçek biyolojik temelidir. Septum pellusidum beynin ödül merkezidir ve o doğal olarak işlev yapmadığında, biz ödülü ya da sevinci çoğunlukla doğal-olmayan araçlarla deneyimleriz. Çok saf bir yaşam yaşayan insanlarda bile, sevinç deneyimi genellikle koşullara bağlıdır. Aydınlanma halinin en yaygın tanımlarından biri koşulsuz sevinçtir. Bir başka deyişle, gerçekten aydınlanmış bir kişi sadece belli koşullar altında değil, her zaman "çalışır halde" olan ve doğal olarak işleyen bir ödül merkezine sahiptir. Doğal olarak işleyen bir septum pellusidum her yaşam deneyimini, o her ne olursa olsun, ödüllendirici kılar. Sri Bhagavan'm dediği gibi, tam olarak deneyimlenen her şey sevince dönüşür. Sağlıklı bir septum pellusidum bizim her şeyde sevinç hissetmemizi sağlar, Karanlık Gece deneyimi de dahil, her şeyi ödüllendirici kılar. Bu böyle içsel kaos deneyimlerini onlardan uzaklaşmaya yönelik biyolojik bir itilim duymadan geçirmeyi mümkün kılar. Son yedi yıldır, ben septum pellusidum'u aktive etmek için bazı yöntemler icat ettim ve ayrıca böyle yöntemleri araştır12-3 AYDINLANMA FENOMENİ dım. Dîkşa sürecini geçirmiş olan insanlardaki beyin değişimlerine bakarak, bunun şimdiye kadar septum pellusidum'u ak-tive etmek ve canlandırmak için bulunan en güçlü araç olduğu sonucuna vardım. Sadece bu bile dîkşa sürecini tam bir içsel değişim-dönüşüm için son derece etkili bir vasıta kılmaktadır. Sonuç: Bilimsel bir bakış açısından, dîkşa süreci etkililiği ve mantığı bakımından benzersiz bir süreçtir, çünkü o insanların doğal tasarımına göre çalışır. İnsanın kendini biyolojik itilimle-rin devingenliğine ve ayrılık ve ıstırap deneyimini yaratan programlamaya karşı dönüşüme uğratmaya çalışmasını içeren eski yol asla doğal prensiplere dayanmıyordu ve bu yüzden sadece çok az insanda işe yaramıştır. Eğer aydınlanma birçok mistiğin dediği gibi bizim doğal
halimizse, o zaman ancak doğal bir süreç insanlığın aydınlanmasında etkili olacaktır. Bizim insanlığın ıstırabına bir çözüm bulma arayışımız ıstırap realitesinden farklı bir temelden gelmelidir. Niyete-da-yalı çabayla biyolojik itilimlere karşı çalışmak ıstırap realitesinin bir parçasıdır, onun çözümünün bir parçası değildir. İlahi İnayet yoluyla asıl tasarımımıza uyumlanmamız doğal yoldur ve tüm diğer yaşam formları bu doğal yola katılırlar. Ben halen dîkşa sürecinin etkilerini araştırmayı sürdürüyorum. Bu insan beynini dîkşa enerjisine daha alıcı kılabilecek etkenleri araştırmayı da içermektedir. Bu bilim için, en nihayet bilim ile spiritualiteyi tamamen yeni bir biçimde, her ikisini de insanlığın hayrı uğruna birbirini tamamlayıp destekleyecek biçimde bir araya getirebilecek heyecan verici bir yeni ufuktur. ZZ4 Ek 3 Ruhun Karanlık Gecesi ve Beyinbilimi Dîkşa Yoluyla Dönüşüm Sürecinin Bilimsel Bir Yorumu Yazan: Christian Opitz 1977'de, Uya Prigogine dağılıcı yapılar keşfinden ötürü teorik kimya dalında Nobel Ödülü'nü aldı. Prigogine, her doğal sistemin nasıl lineer-olmayan bir biçimde geliştiğini tanımlamıştı: Bir sistemin düzenleyici yapısı bir noktada artık yararsız hale gelir ve yeni yapının ortaya çıkabilmesi için dağılmak zorundadır. Bu prensibin iyi bir örneği bir tırtılın bir kelebeğe dönüşmesidir. Bir tırtıl gerçekte kozada bir kelebek haline gelmez. O aslında kaotik bir moleküler örgüye dönüşür. Bu kaostan, kelebeğin yapısı kendiliğinden ortaya çıkar. Mistikler bu prensibin hep farkındaydılar. İnsanın gerçek benliği ve Tanrı'yı deneyimleyebilmesi için mevcut benlik ve Tanrı duygusunun dağılması çağların spiritüel öğretilerinde ortak bir temadır. Ortaçağ'm Hıristiyan mistiği Meister Eckhart bu bilişi ünlü duasında şöyle ifade etmiştir: "Tanrım, beni senden kurtar ki seni gerçekten bulabileyim." Hıristiyan mistikler bunu, yani insamn mutlak gerçeği bulabilmesi için benliğini yitirme sürecini Ruhun Karanlık Gecesi olarak adlandırmışlardır. Karanlık Gece terimi ille de korkunç bir deneyimi ifade etmez, burada Karanlık sözcüğü daha çok insanın artık nereye gitmekte olduğunu ve oraya nang AYDINLANMA FENOMENİ sil ulaşacağını göremediğini ima eder. Her bir kişi ve her bir dîkşa özgün olmakla birlikte, bu süreç dîkşa almış kişiler için çok ortak bir süreç gibi görünmektedir. Bilimsel bir bakış açısından, dîkşa Karanlık Gece deneyimine neden olmanın yanı sıra, daha da önemlisi, onu gerçekten verimli kılmanın da benzersiz biçimde etkili bir aracıdır. Birçok kişi spiritüel yolculuğunda bir tür kriz ve kimlik kaybı deneyimler, ama şimdiye dek çok azı böyle deneyimlerden tam olarak aydınlanarak çıkmıştır. Benim kanımca, dîkşa süreci bu geçişi tüm insanlık için mümkün kılan ilk vasıtadır. Dîkşa sürecini insanları Karanlık Gece'den tam aydınlanmaya geçirme konusunda başka her şeyden çok daha etkili kılan iki temel etken vardır: 1. Hareketsizlik ve uyarılma sisteminin aktive edilişi. Sri Bhagavan tam olarak deneyimlenen her şeyin sevince dönüştüğünü söyler. Beyinde iki temel farkındalık sistemi vardır, bunlar "hareketsizlik" ve "uyarılma" sistemleridir. Bir insan bir şeyi tam olarak işlevsel bir hareketsizlik sistemiyle, yani tam bir farkmdalıkla deneyimleyebildiğinde, uyarılma sistemi aktive olur ve sevinç deneyimlenir. Böylece, Sri Bhagavan' m bildirimleri sinirbilimsel içgörü tarafından tam olarak desteklenmektedir. Bu, uç noktalarında yin ile yang'in birbirine dönüştüğünü söyleyen Taoist öğretiye de uyar. Ancak, normal insan beyni işlevsel bir hareketsizlik sistemine sahip değildir. Bu yüzden biz hayattaki deneyimlerimizin birçoğundan geri çekilme eğilimi gösteririz, çünkü onlar sevinç verici olmaz. Önceki makalede betimlediğim gibi, yan loplar sürekli olarak aşırı aktif olduklarında, beynin hareketsizlik sistemi ciddi biçimde sakatlanır. Aynı şekilde, ön loplaızo
EK ı tesi olarak algılamayı içerir. Bu orijinal tasarım potansiyel olarak mevcuttur ama onun insan bilincine demirlenebilmesi için doğal olarak işlev yapan bir beyne ihtiyacı vardır. Eğer dîkşa-lar bir kişinin beynini en uygun beyin işlevini içeren sentropik alanlara uyumluyorlarsa, bireysel bilinç çok geçmeden her şeyle birliğini idrak edecektir. 4. Sri Bhagavan aydınlanmanın biyolojik ve genetik bir olay olduğunu söylemektedir. Geleneksel spiritualite genellikle bedene fazla bir önem atfetmez. Bedeni genellikle bilinci içeren bir taşıt, ruhun giydiği bir giysi olarak görür. Modern fizik Sri Bhagavan'm görüşünün maddenin doğası hakkında bildiklerimize çok daha uygun olduğunu göstermektedir. Madde, enerji ve ruh arasındaki kesin bir bölücü çizgi illüzyondur. Atomun, 1867'de Lord Kelvin'in dahice formüle ettiği vorteks modeline dayanarak, her atomun tüm evrenin büyüklüğünde olduğunu ve algıladığımız maddesel nesnelerin atomların sadece en yoğun veçheleri olduklarını görebiliriz. Madde giderek daha yoğunlaşan enerji vortekslerinin enerjik bir sürekliliğinin sonucudur. 1910'da Max Planck'm tanımlamış olduğu gibi, bu enerji yoğunlaşması sürecinde madde, madde olmak ile formsuz madde-öncesi bir enerji olmak arasında saniyede milyarlarca kere salınır. Bu perspektiften, ruhsal değişim-dönüşümün fiziksel düzeyde demirlemesi gerektiğini varsaymak mantıklı olur. O en yoğun tezahür düzeyine eriştiğinde, tüm diğer düzeyler kendiliğinden oluşur, çünkü madde daha yüksek yaratılış boyutlarından yoksun değildir. Tam tersine, madde tüm diğer düzeyleri de içerdiğinden bu kadar yoğun görünür. Böylece maddesel ya da biyolojik dü2if AYDINLANMA FENOMENİ zey aydınlandığında, diğer her şey de aydınlanır. Genetik düzeyde, insan DNA'sı aslında yüz yetmiş üç santimetre uzun-kığundadır. Bunun sadece üç santimetresi aktif genetik bilgi taşır. Modern biyokimya doğanın bu görünüşteki ziyankârlığı karşısında hayrete düşer ve DNA'nm aktif-olmayan bölümlerini intronlar, yani yararsız artık madde olarak isimlendirir. Bu çok sorgulanabilir bir varsayımdır, çünkü doğa hiçbir yerde yararsız, artık madde üretmez. Benim kanımca (yine resmi bilimden ayrılıyorum) intronlar insanın gizli ruhsal potansiyeline eşittir. Benim savım, dîkşaların DNA'nın uyuşuk bölümlerini fotonlarla doldurarak aktive ettikleridir. Fotonlar doğanın süptil enerji ile madde arasındaki köprüsüdür. Süptil âlemlerden gelen bilgi foton rezonansı süreciyle DNA'dan tüm hücreye yayılır. DNA'nın üç santimetrelik aktif maddesi hayatta kalmak için gerekli bilgiyi taşır, ama DNA molekülünün geriye kalanı da aktive olduğunda (foton-rezonansını kullanabilir hale geldiğinde), biz sadece hayatta kalmanın çok ötesine geçip tüm potansiyelimizi ortaya çıkarabiliriz. 5. Sri Bhagavan Kolektif Zihin'in ya da Kadim Zihin'in bireysel Zihin halimizi belirlediğini söylemektedir. 1950'lerde Montreal Üniversitesi'nin endokrinoloğu Dr. Hans Selye her normal kişinin beyninin sürekli olarak -sadece yaşamı tehdit eden bir durumda uygun olabilecek- bir hayatta kalma stresi içinde bulunduğunu gösterdi. Biz bu stres haline o kadar derin bir biçimde uyum sağlamışızdır ki onu artık stres olarak algılamayız. Ancak, bu stres hali içinde, büyük ölçüde çevremiz ve kolektif bilinçaltı tarafından koşullandırılırız. Beyin araştırması stres kalıplarının beyinde yüksek-fre-kanslı beta dalgalarının hâkimiyetine neden olduğunu göste116 Ek 4 Birliğe Yolculuk Yazan: Semra Ayanbaşı Aydınlanma, zihnin esaretinden kurtulma, sahte ayrı benlik illüzyonunu aşıp her şeyle, Tanrı ile tekrar bir olma arayışı ne zaman başlar? Belki uzun zaman önce, görünüşte Tanrı' dan ayrıldığımız, "cennetten kovulduğumuz," dualite âlemine girdiğimiz o zaman. Öyleyse bu aslında hepimizin arayışıdır.
2004 Kasım'ında eşimle birlikte biz de bu arayışı sona erdirmek üzere Güney Hindistan'a gittik. Orada bir ay kalarak Bir'lik Üniversitesi'ndeki bu aydınlanma kursuna katıldık ve başkalarına dîkşa verebilecek şekilde eğitildik. Biz bu kursa Türkiye'den katılan ilk kişilerdik. Bu yolculuk ve kurs maddi ve manevi olarak bazı şeyler talep eden, ayrıca fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak zorlayıcı bir süreç içeriyordu. Ancak bu kursa katılmayacak kişiler için bu konuda söyleyeceklerim bir şey ifade etmeyeceğinden, bunlardan burada söz etmeyeceğim. Ancak, yaşadığımız bazı zorlukların yanı sıra, bazı açılardan da şanslıydık. Örneğin, biz küçük bir grup olduğumuz için Bhagavan'ın yaşadığı kampüste kaldık ve her birimize verilen Hintli rehberlerin yardımından daha çok yararlandık. Haftada iki gün Bhagavan'ın darşanlarına katıldık, ona sorular sorduk ve yanıtlarını dinledik. Bir keresinde onunla özel olarak konuşma fırsatı da buldum. Türkiye'nin Doğu ile Batı, Asya ile US AYDINLANMA FENOMENİ Avrupa, Müslüman dünya ile Hıristiyan dünya arasında önemli bir köprü olmasının buradaki aydınlanma çalışmasını daha da önemli kıldığından ve bunun büyük bir sorumluluk olduğundan söz ederken, bana sevgi dolu bir gülümsemeyle bakarak, "Sizi buraya ben çağırdım, eğer gelmeniz gerekmeseydi isteseniz de gelemezdiniz. Hiç endişelenme, desteğimi her zaman arkanızda bulacaksınız," dedi. Ayrıca bir gün elli kilometre uzaklıktaki Bir'lik Merkezi' ne giderek orada binlerce insanla birlikte Amma'mn darşanı-na katıldık ve onunla da görüştük, onun tüm insanlığa karşı sevgi ve şefkat dolu ve çok güçlü olan enerjisini hissettik. Dîkşayı aktarabilecek temiz kanallar olabilmek için geçirdiğimiz bir haftalık yoğun duygusal boşalım ve temizlik sürecini, bu kitapta sunulana benzer öğretilerin verildiği ders programları ve dîkşa seansları izledi. Dokuz dîkşa aldığımız bu sürecin sonunda insanlara dîkşa vermemizi sağlayacak inisiyasyondan geçtiğimiz gün sürecin tüm zorluklarını unuttuk, kalbimiz insanların aydınlanmalarına böyle güçlü bir biçimde hizmet edebilme fırsatını bulmuş olmamızdan dolayı şükranla doldu. Ayrıca Bhagavan bize, eşleri özellikle birlikte çağırdığını, insanlarda dişi ve erkek enerjiler dengesiz halde bulunduğundan eşlerin birlikte dîkşa vermelerinin çok daha etkili olacağını da söylediğinden, eşimle bu kursa birlikte katılmış olduğumuza ayrıca memnun olduk. Peki, bu süreçte ne yaşadık, nasıl bir değişim geçirdik? Her şeyden önce şunu açıkça belirtmeliyim: Bugüne dek eşim ve ben yüzlerce spiritüel kitap okuduk, şifa yöntemleri uyguladık, meditasyon ve yoga yaptık. Ayrıca bugün piyasada bulunan hemen her spiritüel teknik bize uygulandı. Ama, doğruyu söylemek gerekirse, hiçbiri bizim üzerimizde Bir'lik Üniversitesi'ndeki dîkşa uygulamasının yaptığı etkiyi yapmadı, hiçbiri 116 BHACAVAN İLE SÖYLEŞİ sudur. O zamanlar siz hava durumu yüzünden endişelenirdiniz, bugün işiniz ya da başka şeyler yüzünden endişelenirsiniz. Aynı şiddetli arzu, aynı arzular oradadır. Arzunun objesi değişmiştir, ama başka bir şey olma arzusu hâlâ oradadır. Temelde insan değişmemiştir, işte bu yüzden ben zihnin çok kadim olduğunu söylüyorum. Sadece objeler, şiddetli arzunun objeleri, korkunun objeleri, endişenin objeleri değişmiştir. Ama esasen bu sürekli olarak korku içinde yaşayan, sürekli olarak bir şey olmaya çalışan, bulunduğunuz yerden bulunmak istediğiniz yere doğru hareket halinde olan aynı eski zihindir. O bulunduğu yerde kalamaz. Olması gereken yerde değildir. Esasen korku içinde yaşar. Ve temelde insan hiç değişmemiştir. Bu yüzden ben Homosapiens ile Neanderthal insan arasında herhangi bir fark görmüyorum. Öyleyse aydınlandığımızda bu zihni geride bırakabiliriz. Bu zihni geride bırakabilirsiniz, evet. Zihinden tamamen özgürleşebilirsiniz. Ben zihinden özgürleştiğiniz bir değişim-dö-nüşümden söz ediyorum. Zihin içindeki bir dönüşüm üzerinde pek odaklanmıyorum. Bunu psikologlar ve filozoflar yapabilirler. Ve onlar oldukça iyi bir iş yapıyorlar. Böylece benim buna vakit harcamam gerekmez. Ama ben zihnin kendisinden özgürleşmekten söz ediyorum.
Bhagavan, dünyanın başka yerlerine yolculuk yapma plânların var mı ? Yakın gelecekte değil. Belki daha ileride yapabilirim. Benim yolculuk yapmam gerekmez. Çalışmamı bulunduğum yerde yapabilirim. Bir noktada işinin biteceğini düşünüyor musun? Kesinlikle evet. Dünya aydınlandığı anda benim işim bitecektir. İnsanlık tek bir insanlık, tam bir insanlık olduğunda ve tüm bölünmeler ortadan kalktığında benim işim bitecektir. ıçç AYDİNLANMA FENOMENİ Ben burada, hangi biçimde bulunuyor olursa olsun, tüm bölünmeleri ortadan kaldırmak için bulunuyorum. Bhagauan, bu kitabın okurları için son bir söz söylemek ister misin ? Onlara şunu söylemek isterim: İnsanlık bir sürü engelle karşı karşıya bulunuyor ve tehlike köşe başında bekliyor gibi görünse de, kurtuluş da köşe başında beklemektedir ve biz kurtulmayı başaracağız! Bhagauan, senin huzurunda bulunduğum ve kurtuluşun köşe başında bulunduğunu öğrendiğim için çok mutluyum. Tüm dünyada, birçok insanın benim duygularımı paylaştığından, onların da umudun ve ilahi bir plânın bulunduğunu, bizim Altın Çağ'a girmekte olduğumuzu, artık dikşanın mümkün olduğunu, onun insanların yaşamlarını tamamen ve çok güzel bir biçimde dönüştürebileceğini öğrenmekten mutlu olacaklarından eminim. Bu yüzden lütfen içten şükranlarımı kabul et. Seninle konuşmak çok güzeldi. Teşekkür ederim. Namaste. 200 EK 4 bizde böyle bir değişim ve dönüşüm yaratmadı. Sanki ilk kez "Matriks"in içyüzünü görmüş ve onun dışına adım atmıştık. Bu değişim ve dönüşümün şimdilik ne olduğunu kendi açımdan kısaca anlatacağım. Ama lütfen söyleyeceklerimin sizi şartlandırmasına izin vermeyin. Çünkü, Bhagavan'ın dediği gibi, "Altı milyar insan varsa, altı milyar aydınlanma türü vardır." Dîkşa enerjisinin kendi zekâsı var ve her ruhun en derin özlemlerine ve plânına uygun olarak çalışıyor. Hepimizin sonuçta ulaşacağı yer aynı olsa da, sürecin nasıl ve ne kadar hızlı işleyeceğini kişinin ihtiyaçları, geçmişi, yetiştirilme tarzı, inançları, kavramları, okuduğu kitaplar, enerji bedeninin durumu, çakralarmm, nadilerinin, doşalarmın, gunaları-nm durumu, hatta karması belirliyor. Üstelik aydınlanma bir anda olup biten bir şey değil, devam eden ve giderek derinleşen bir süreç. Bu yüzden de şu anda ne söylesem eksik olacak, yaşadığımız bu çok güçlü ve derin süreci sözcüklerle sınırlamak ve yüzeyselleştirmek olacaktır. Bhagavan, değişen enerjiler doğrultusunda dîkşa sürecini giderek kolaylaştırdığından biz bu süreci bu kitapta yer alan kişilerin deneyimlerinden daha farklı biçimde geçirdik. Bize verilen dîkşalar tedrici bir bilinç değişimi sağlayacak şekilde güncelleştirilmişti. Önceki grupların deneyimledikleri aşırı çıkışlar ve inişler yerine, dîkşalar süreci daha yumuşak geçirecek şekilde tasarlanmıştı. Bu süreçte ben belli deneyimleri yaşamayı beklediğinizde, asıl deneyimlediğiniz şeyi, gerçek deneyimi göremediğinizi de fark ettim. Hindistan'a gitmeden önce Kiara'mn kitabım okuduğumdan, kitapta yer alan kişilerin deneyimlerinin beni böyle bir beklentiye soktuğunu itiraf etmeliyim. Dîkşa aldığımda birden büyük bir patlamayla aydınlanmayı, vecit hali içine girmeyi, kozmik bilinci deneyimle-meyi, diğer boyutları görmeyi ya da o güçlü enerji yüzünden -"7 AYDİNLANMA FENOMENİ bir süre işlev-yapamaz hale gelmeyi beklerken, dîkşa enerjisini çok yumuşak ve sade bir şekilde deneyimledim. Konuştuğum diğer kişiler de öyle deneyimlemişlerdi. Rehberime, "Biz neden bu halleri yaşamıyoruz, yoksa biz bu enerjiyi alamıyor muyuz?" diye kuşkuyla sorduğumda, o yukarıdaki açıklamayı yaparak sözlerini şöyle bitirdi: "Ayrıca, aydınlanmayı mistik deneyimlerle karıştırmayın. Mistik deneyimler insanı mistik yapmaz ya da aydınlanmasını sağlamaz." Sonra beni okuduklarımdan etkilenmeyi ve beklentileri bırakıp, gerçekten yaşadığım şeye odaklanmaya yönlendirdi.
İşte ondan sonra dikşayı aldığımda büyük bir hafifleme ve genişleme, çok derin bir sessizlik ve sükûnet, giderek nedensiz bir sevinç ve koşulsuz bir sevgi hissettiğimi fark ettim. Sanırım bu, duyuların zihnin esaretinden kurtulması ve kalbin açılmaya başlamasıyla ilgiliydi. Bu süreçte derin içgörüler aldım, bazen "ilahi" olarak tanımlayabileceğim vizyonlar gördüm. Sonra Amma ve Bhagavan'm enerjisini hissetmeye başladım. Bu enerjinin ne zaman geldiğini, üzerimde nasıl çalıştığını çok açık biçimde hisseder oldum. Sonraki günlerde, artık eskisi gibi geçmişi ve geleceği düşünmediğimi, içinde bulunduğum anda yaşadığımı, düşüncelerin eskisi gibi durmadan gelip beni rahatsız etmediklerini fark ettim. Ve duyularımın giderek keskinleştiğini, tüm duyusal deneyimlerden, yediğim yemekten, gördüğüm görüntülerden, dinlediğim müzikten, dokunmaktan çok daha fazla zevk aldığımı hissetmeye başladım. Sonra uyurken ve rüya görürken bunun farkında olduğumu, giderek olayları daha sakin bir biçimde izlediğimi, adeta bir tanık bilinci geliştirdiğimi fark ettim. Bunu rehberime anlattığımda, "Evet, doğru. Çünkü tanık bilinci geliştirmek aydınlanmanın ilk aşamasıdır," dedi. Ardından, çevremde koruyucu ve huzur verici bir enerji alanının oluştuğunu hissettim. 118 EK 4 Kurstan sonra süreci biraz olsun özümsemek için Hint Okyanusu kıyısındaki bir dinlenme tesisinde birkaç gün kaldık, insanlarla dostluk kurduk. Ancak, biz oradan ayrıldıktan bir ay sonra meydana gelen tsunami felaketinde, yürüdüğümüz o sahillerde en az yirmi bin kişi öldü. O topraklat' ve insanlar büyük bir travma ve acı yaşadılar. Türkiye'ye döndükten sonra kundalini enerjim sık sık yükselmeye başladı. Enerjimin yanı sıra, sezgilerim, içgörüle-rim, şifa gücüm arttı. Algılamamın da keskinleştiğini, insanların düşüncelerini ve davranışlarının ardındaki güdüleri daha net biçimde algılamaya başladığımı gördüm. Çok daha sakin, huzurlu, sevecen, kendini çok daha rahat ve korkusuzca ifade eder hale geldiğimi fark ettim. Giderek daha çok "şimdi ve burada" yaşamaya başladım. Zihnin olumsuz imajinasyonunun sona erdiğini, şiddetli arzuların garip bir tamamlık ve doyum duygusu içinde yok olduklarını hissettim. Bu süreç ilerledikçe, giderek her şeyle aramda bir bağ hissetmeye, zaman zaman, her şeyle bir olduğumu hissetmeye başladım. İllüzyoni benlik duygumun giderek azaldığını fark ettim. Sonra bir gün, bir parkta yürürken her şeydeki, doğadaki, insanlardaki, hayvanlardaki, taşlardaki, eşyadaki kusursuzluğu görmeye başladım. Adeta çok usta bir yönetmenin elinden çıkmış kusursuz güzellikteki bir filmin içinde gibiydim ve her sahne bana inanılmaz bir zevk veriyordu. Sadece güzel yüzlü, neşeyle oynayan çocuklar, güzel çiçekler, gösterişli ağaçlar değil, yürüyen asık yüzlü insanlar, sakat hayvanlar, sahildeki eski püskü sandallar, yapraklarını dökmüş ağaçlar, yoldaki kırık taşlar, yerdeki sararmış otlar, çöp torbalan, çırpıntılı deniz, hırlaşan köpekler, yani zihin gözüyle baktığınızda sizi rahatsız edebilecek şeyler bile bana çok kusursuz, tam olması gerektiği gibi, olduğu haliyle çok güzel ve zevk verici geliyor ve gördüğüm her 129 AYDINLANMA FENOMENİ şeyi "ben" olarak algılıyordum. Bu hali yaşamayan bir insana, zihninin esareti altında kendini her şeyden ayrı hisseden ve her şeye eleştirel gözlerle bakan bir insana bu "her şeyle bir' lik" ve "her şeyde mükemmelliği görme" halini anlatmak çok zor, biliyorum. Belki bu yüzden eski mistikler, "O bir haldir, yaşanır ama anlatılamaz," derlerdi. Sonuçta tüm ıstırabın zihnin yarattığı sahte ayrılık, sahte benlik duygusundan kaynaklandığını açıkça idrak ettim. Eğer Bir'lik bilincine, Bir'lik haline erişmemişseniz, ayrı-ben-lik duygusu, ego varsa, ıstırabın da var olduğunu anladım. Bu süreçte işlerimin daha kolayca ve engelsizce aktığını, yaşamımdaki eşzamanlılıkların çoğaldığını da fark ettim. Dış dünya iç dünyamızın bir yansıması olduğundan, siz değiştiğinizde ve dengelendiğinizde dış dünyanın, yaşamınızın da buna uygun olarak değişmesi ve dengelenmesi doğal bir durumdu. Ve bu akışın teslimiyet duygumu güçlendirdiğini fark ettim.
Ancak çizdiğim tüm bu tablodan sonra benim için her şeyin "cennet bahçesinde yaşamak" gibi olduğunu düşünmeyin. Zaman zaman, Bhagavan'm da dediği gibi, "ruhun karanlık gecelerini" ben de yaşıyorum. Böyle zamanlarda derin bir anlamsızlık ve varoluşsal boşluk hissediyorum. Eskiden önem verdiğim şeylerin birden önemsiz hale geldiklerini görüyorum. Buna bazen yalnızlık, sıkıntı, kuşku ve umutsuzluk duygusu eşlik edebiliyor. Ancak, bu karanlık gecelerin de aydınlanma sürecinin bir parçası olduklarını biliyorum. Bu süreçte kişisel bilinçaltımın içeriklerinin temizlendiğini biliyorum. Ve o gecelerin giderek kısaldıklarını, onları çok daha çabuk atlattığımı, hatta bunların giderek sadece "karanlık anlara" dönüştüklerini görüyorum. Ve o karanlık anlardan giderek daha çabuk çıkmamı sağlayan bir anlayış derinleşmesi hissediyorum. Aydınlanma sürecinin insanı ulaştıracağı noktanın Tanrı 130 EK 4 ile birlik olduğu söyleniyor. İnsan Tanrı'dan ayrılık hissediyor, çünkü insan ile Tanrı arasında zihnin oluşturduğu bir duvar var. Benim gözlemlediğim şey şu ki bu süreçte, dîkşalarla birlikte aradaki o duvar yıkıldığından insanın bastırdığı, göremediği, kaçtığı bilinçsiz yanı ortaya çıkıyor ve o kendini ifade ederek temizlenirken insana tüm bu karanlık geceleri yaşatıyor. İnsanın Tanrı ile bir olabilmesi için önce kendi içindeki bu bilinçli ve bilinçsiz yanı bir etmesi, önce kendi içinde bir olması gerekiyor. Bu benim aydınlanma deneyimimin şimdilik fark edebildiğim ve sözlerle ifade edebildiğim özeti. Ve bunun uzun bir sürecin henüz başlangıcı olduğunu biliyorum. Yani, bizim aydınlanma sürecimiz de, daha doğrusu, bir'liğe doğru yolculuğumuz henüz devam ediyor. Bir de bu olayın diğer yönü, yani bizim dîkşa uygulamalarımız ve ortaya çıkan şaşırtıcı ve sevindirici sonuçlar var. Türkiye'ye döndükten sonra, önce yakınlarımızdan ve arkadaşlarımızdan başlayarak, sonra bizden bu uygulamayı yapmamızı isteyen kişilerle devam ederek, birçok kişiye dîkşa verdik. Bunlar sadece "spiritüel" kişiler değildi. Dîkşa verdiklerimiz arasında her anlayıştan, toplumun her kesiminden, hemen her meslek grubundan insanlar vardı. Ve aylar içinde, bir yandan kendi değişim sürecimiz devam ederken, bir yandan da onların değişimini gözlemledik, yaşadıkları değişimi bizzat kendileri ifade ediyorlardı. Bu sürecin herkeste -ortak değişimlerin yam sıra- farklı şekilde geliştiğini gördük. Tıpkı bize söylenmiş olduğu gibi, dîkşanın, bu ilahi enerjinin kendi zekâsı olduğunu ve her insanın ihtiyacına göre çalıştığını gözlemledik. İlginç olan şey şu ki, kafaları kavramlarla ve beklentilerle dolu spiritüellere ve entelektüellere ya da güçlü bir ego geliştirmiş kişilere kıyasla, bu bilgilerden habersiz ve beklentisiz, W AYDINLANMA FENOMENİ kafaları ve kişilikleri sade olan insanların dîkşayı olduğu gibi alıp çok daha çabuk ve kolayca dönüşüm geçirdiklerini gördük. Ama diğerlerinin çoğunun da oluşturmuş oldukları kavram ve ego duvarlarının bir noktada yıkıldığını ve daha alçakgönüllü bir halde bu enerjiye teslim olduklarını gözlemledik. Bu arada, bizim Bir'lik Üniversitesi'nde geçirdiğimiz duygusal temizlenme ve boşalım sürecinin dîkşa alan kişilerde kendiliğinden meydana geldiğini gördük. Geçmişten beri bastırdığımız, ifade etmediğimiz duygular içimizde olumsuz bir enerji birikimi, bir "şarj" yarattığından ve bunlar biz farkında olmadan bizi yönettiklerinden, mutsuz ettiklerinden, ilişkilerimizi bozduklarından, çeşitli engeller oluşturduklarından ve giderek fiziksel olarak da hastalanmamıza yol açtıklarından, dîkşa verdiğimiz insanlardaki bu duygusal temizlenmeleri sevinçle karşıladık ve bu temizlenmenin onlarda yarattığı rahatlamayı ve süreci nasıl hızlandırdığını gördük. Yine bu arada, dîkşalar enerji bedenini, bu bedendeki çakraları, nadileri, doşaları ve gunaları dengelediğinden bazen kendiliğinden şifaların meydana geldiğini, bazen insanların "şanslarının" açıldığım, işlerinin yoluna girdiğini, yaratıcılıklarının arttığını, ilişkilerinin düzeldiğini ve geliştiğini ve giderek yaşamdan daha çok zevk aldıklarını gördük. Eğer bu kitabı okuduğunuzda söylenen birçok sözden sonra aydınlanmanın ne olduğu konusunda kafanız karışmışsa diye, sözlerimi Bhagavan'm "Aydınlanma Fenomeni"
adlı bir VCD'de "Aydınlanma Nedir?" sorusuna verdiği yanıtla bitirmek istiyorum. Bence bu sözler Bir'lik Üniversitesi'nde sunulan aydınlanma sürecini en gerçekçi biçimde tammlıyordu ve biz de bu sözleri bizzat deneyimlemiştik: "Aydınlanma çeşitli şekillerde tanımlanabilir. Benim yaptığım ideal tanımlama şudur: Duyuların zihnin esaretinden 232 EK 4 kurtulmaları. Şimdi siz baktığınızda zihnin müdahalesi olmadan göremezsiniz. Eğer zihnin müdahalesi olmadan görebilir-seniz, bu aydınlanmadır. Eğer zihnin müdahalesi olmadan işi-tebilirseniz, bu aydınlanmadır. Bu koklamayı, dokunmayı, tatmayı da içerir. Aydınlanma hali duyuların zihnin kontrolünden tamamen özgürleşmeleridir. Bu aslında gerçekten yaşamaktır. Zihnin kontrolü altındayken siz gerçekten yaşamıyorsunuz. İnsanlar bana hayatın amacı nedir diye sorduklarında, eğer gerçekten yaşıyor olsaydınız bu soruyu sormazdınız derim. Hayatın amacı yaşamaktır. Duyular zihinden bağımsız ve özgür olmalıdırlar. Şimdi siz realiteyi hiç deneyimlemiyorsu-nuz. Realite sizin için duyularınız vasıtasıyla akandır. Siz ise hep size gelen verileri yorumlarsınız. Bir ağaç görür, ona büyük ağaç, yeşil ağaç, mango ağacı dersiniz. Sürekli bir yorum ve konuşma devam eder gider. Yemek yemek için oturduğunuzda, yemek yemez, aileniz, işiniz, hayatınız hakkında düşünüp endişelenir ya da yemek üzerine yorumlarda bulunur, ama yemeği gerçekten deneyimlemezsiniz. Eğer realiteyi olduğu gibi deneyimleseydiniz, o zaman sadece tam bir mutluluğu deneyimlerdiniz. Tüm yaratılışın mükemmel olduğunu, en doyum verici şey olduğunu, zaten cennette bulunduğunuzu görürdünüz. Siz cenneti cehenneme çevirmiş bulunuyorsunuz. Duyuları zihnin pençelerinden kurtarmak mümkündür. Bu durumda zihin sadece gerektiğinde kullanılır, onun dışında müdahale etmez. Düşüncelerin gelip gerçek deneyime müdahale etmeleri gerekmez. Duyular zihinden özgürleştiklerinde, koşulsuz sevinci ve koşulsuz sevgiyi keşfedersiniz. Başka her şeyle ve herkesle birbirinize bağlı olduğunuzu hissettiğinizde böyle bir sevinç ve mutluluğu deneyimlersiniz. Gerçek sevgiyi keşfedersiniz. Gerçek sevinç ve gerçek sevgi birbirinden ayrı değildir, onlar aynıdır. Bu doğal bir olaydır. Siz bunun için yaratıldı*33 AYDINLANMA FENOMENİ nız, insanın her zaman bunu deneyimlemesi gerekir. Bunu de-neyimlemediğinizden yaşamlarınız mutsuz hale gelmiştir. Ve bu mutsuzluktan kaçmak için çeşitli kaçış yolları buldunuz. Bu mutsuzluk sizin realiteyi olduğu gibi deneyimlememeniz-den kaynaklanır. İşte bu yüzden insanlar alkol, uyuşturucu ya da seks bağımlısı olurlar, çünkü yaşam onlara anlamsız gelir. Bu aydınlanma hareketinin tüm amacı sizin realiteyi olduğu gibi deneyimlemenize yardımcı olmaktır. Bu gerçekleştiğinde siz koşulsuz sevinci ve koşulsuz sevgiyi keşfedersiniz, her şeye ve herkese bağlı olduğunuzu hisseder, onlardan ayrı olduğunuzu hissetmezsiniz. Artık kendinizi yalnız hissetmezsiniz. Artık sadece kendiniz için yaşamazsınız, çünkü sizin benliğiniz herkes haline gelir. O zaman tüm insanlığın uğruna yaşarsınız. Bu bir kavram ya da hayali bir şey değildir, bir kez aydınlandığınızda bu sizin için günlük bir realite haline gelir." 2-34 Lügatçe Altın Çağ: Bhagavan bunun Aydınlanma Çağı olduğunu söyler. Satya Yuga ya da Gerçek Çağı da denen bu çağın birçok Hindu âlimine göre resmen 2003'te başladığını, ancak etkilerinin tam olarak tezahür etmesinin bir zaman alabileceğini de söyler. Altın Çağ'm bin yıl sürmesi beklenmektedir. Amma: Bhagavan'm eşi Sri Padmavati Devi için yaygın olarak kullanılan isim. O İlahi Ana'nm bir enkarnasyonu olarak görülmekte ve Bhagavan ile birlikte bir Avatar olarak kabul edilmektedir. Antaryamin: Batı'da yüksek benlik, öz ya da içsel tanrısallık olarak bilinen içimizdeki Tanrısal Mevcudiyet ya da atman. Sabit ve ayrı bir benlik illüzyonu yok olduktan sonra bu bizim kimliğimiz olur. Atman: Esas benliğimiz, içimizdeki tanrısallık. O, Brahman'ın bi-reyselleşmiş veçhesidir. Ayrıca bkz. antaryamin. Avatar: Tanrısallığın ya da evrensel bilincin insan formuna inişi. Her bir avatar insanlığı bir sonraki kolektif tekâmül düzeyine yükseltmek için enkarne olur. Einstein bir fizik avatarıydı;
Bhagavan bir aydınlanma avatarıdır. Bhagavan, bizim şimdi kolektif avatar çağına girdiğimizi söylüyor ve bu avatarik bilincin kritik bir insan kütlesinden akmasını ve Altın Çağ'a geçerken onların dünyanın geriye kalanını aydınlatmalarını bekliyor. Aydınlanma: Benliğin ya da egonun bir illüzyon olduğunun görüldüğü bir bilinç hali. Benlik yok olduğunda, antaryamin ya da yüksek benlik denen yeni bir kimlik ortaya çıkar. Bhagavan aydınlanmanın nörobiyolojik bir fenomen olduğunu iddia eder. Nasıl suda boğulan bir insan kendini saçlarından çekerek sudan çıkaramazsa, aydınlanmaya da insan kendi çabalarıyla erişemez. O dîkşa olarak bilinen bir enerji aktarımıyla bir inayet armağanı olarak verilebilir; dîkşa beyni yeniden düzenleyerek aydınlanmaya yol açar. Aydınlanmanın ilk aşaması tanıklık halidir, bu daha sonraki aşamalarda de*3S AYDINLANMA FENOMENİ rinleşerek tüm yaratılışla birlik hallerine, en sonunda da Tanrı ile birliğe götürür. Bhagavan, giderek daha çok insan aydınlandıkça, bunun -en sonunda tüm insanlığın kolektif aydınlanmasıyla sonuçlanacak- bir morfogenetik alan yaratacağını söyler. Benlik: Ego teriminin Hindu karşılığı, bu terim ayrılık, bütünden ayrı varoluş kavramına dayanan illüzyoni bir kimlik merkezini ifade eder. Bhagavan: Gerçekte "kutsamaları bahşeden" anlamına gelen bu Hindu terimi Tanrı'yı realize etmiş birisini ifade eder. Bu ayrıca Güney Hindistan'da bulunan ve kendisinin bir teknisyen olduğunu, uzmanlık alanının beynin nörobiyolojik bir yeniden düzenlenmesi yoluyla aydınlanmayı sağlamak olduğunu söyleyen bir avatann yasal ismidir. Bilinç Skalası: Poıver vs. Force adlı kitabın yazarı David Hawkins O'dan 1000'e kadar yükselen bir bilinç skalası düzenlemek için uygulamalı kinesiyoloji olarak bilinen bir sistem kullanmıştır. Bu skalanın en altında suçluluk, utanç ve korku gibi zihin halleri bulunmaktadır, skalanm en üstünde ise sevgi, sevinç ve aydınlanmanın çeşitli düzeyleri yer almaktadır. Havvkins bu skalanm üst ucunda titreşen bir kişinin skalanm alt ucunda titreşen milyonlarca insana karşı bir denge oluşturabileceğini söylemektedir ki bu kitlesel aydınlanmanın en sonunda nasıl gerçekleşebileceğini açıklayan bir iddiadır. Bir'lik Üniversitesi: Bhagavan'm Güney Hindistan'daki eğitim programı; burada halka çocuk yetiştirme, duygusal şifa, ayurvedik temizlik ve aydınlanma kursları da dahil olmak üzere farklı programlar sunulmaktadır. Boyutlar: Ayrıca lokalar olarak da bilinen boyutlar yaratılmış evrenlerin içinde yer alan ve her biri farklı bir frekansta titreşen dünyalardır. Fiziksel dünya bunlardan sadece biridir. Bhagavan, her biri belli bir çakra ile ilişkili olan ve insanların keşfedebilecekleri yirmi bir loka'dan söz eder (bunların yedisi bedenin içinde, yedisi bedenin altında ve yedisi de bedenin üzerindedir). Brahman: Tüm yaratılışı kaplayan ve yaratılışın ötesinde bulunan evrensel ruh. Herhangi bir yaratılış noktası vasıtasıyla bireyselleşti-ğinde, atman olarak bilinir. Çakra: Sanskritçe'de çark anlamına gelir. Kundalini enerjisi omur2j6 lügatçe ga boyunca bu yedi enerji merkezinden akarak bedenin yaşam gücünü sağlar. Çakralar uykudayken, insan ayrılık bilincinde yaşar. Onlar tam olarak aktive olduklarında, insan aydınlanır. Darşan: Görüşme ya da toplantı anlamına gelen bir Sanskritçe sözcük. Dasaji: Bir'lik Üniversitesi'nde rehberler için kullanılan isim. Bu terim gerçekte "hizmet eden" anlamına gelir. Dîkşa: Bhagavan tarafından yönlendirilen ve beyinde nörobiyolojik bir değişim yaratarak en sonunda aydınlanmaya yol açan enerji aktarımı. Doşa: Hint tıbbının insan bedeninin sağlığının vata, pitta ve kapha denen üç doşasını dengelemekle ilgili olduğunu söyleyen ayurvedik sistemi. Bu doşalar dengeli olduklarında, beden dikşa'ya daha açık olur. Düşünce-küresi: İnsanlığın Kadim Zihni içinde bulunan tüm düşüncelerin ve duyguların toplamı. Kütlesel aydınlanma gerçekleştiğinde bu küre dağılarak onun yerini süper-zihin alacaktır, ki o Dünya üzerindeki her türün morfogenetik alanına nüfuz edecek olan aydınlanmış bir bilinç alanıdır.
Ego: Bhagavan'ın benlik olarak tanımladığının Batı'daki karşılığı. İçsel Tanrısallık: Bkz. antaryamin Kadim Zihin: Bhagavan, her birimizin, ayrı bireysel zihinlere sahip olmak yerine, insanlık tarihinin başlangıcından beri sürekli büyüyen bir morfogenetik alan olarak bulunan bu kolektif, tarih öncesi çağlara ait zihnin bir kanalı olduğumuzu söyler. O genellikle kendimizin diye tanımladığımız tüm insan eğilimlerini -kıskançlıkları, öfkeyi, incinmeyi, düş kırıklığını, şiddetli arzuları, mutluluğu, açgözlülüğü, savaşmayı, vb.- içerir. Kali Yuga: Hindu kozmolojisi birbirini izleyen dört yuga'dan ya da "çağ"dan söz eder. Bunların en karanlığı Kali Yuga ve en aydınlığı Satya Yuga'dır. Biz halen bir Kali Yuga'dan bir Satya Yuga'ya geçiyoruz. Kalki: Hindu mitolojisinde, Vişnu'nun onuncu enkarnasyonu. Viş-nu'nun Kali Yuga'nın sonunda onuncu kez enkarne olarak insanlığı Altın Çağ'a sokacağı kehanet edilmiştir. Bu daha önce Bhagavan için kullanılan isimdi, ama o bu ismin yarattığı tartışma yüzünden 2-37 AYDINLANMA FENOMENİ onu kullanmayı bıraktı. Bhagavan, bunun kolektif avatar çağı olduğunu ve aydınlanan ve insanlığın aydınlanması için çalışan herkesin bir "kalki" olduğunu söylemektedir. Karma: Ne ekersek onu biçeceğimizi bildiren evrensel eylem yasası. Bir ruh varoluş yolculuğunda karma vasıtasıyla deneyim edinir. Koşa: Gerçekte beden ya da kılıf anlamına gelir. Her insanda birbirine nüfuz eden beş koşa vardır: Anandamayakoşa ya da mutluluk bedeni, vignanamayakoşa ya da bilgelik bedeni, manpmayakoşa ya da zihin bedeni, pranamayakoşa ya da eterik beden ve annamayakoşa ya da duyularımızın fiziksel beden olarak algıladığı yemek bedeni. Kritik kütle: Erişildiğinde değişim-dönüşümün birden ve tersine çevrilemez biçimde meydana geldiği belli bir miktar. Bu suyun buhara dönüşmesiyle, yüzüncü maymun fenomeniyle ya da küresel aydınlanmayla ilgili olabilir. Kundalini: Omurgadaki ida, pingala ve suşumna olarak bilinen na-diler'den akan yaşam gücü enerjisi. O omurganın dibindeki hareketsiz pozisyonundan yükselirken bedendeki yedi çakra'dan ya da merkezden geçerek başın tepesine çıkar ve orada dîkşa'nın indirdiği kozmik enerjilerle buluşur ve bu aydınlanmayla sonuçlanır. Loka: Uzay ve zamanda fiziksel boyuttan ayrı ve bağımsız olarak bulunan bir yer. Birçok kişi, aydınlanmasının ardından zirve hallerden geçerken bu lokalara girip çıkabildiğini görür. Bir şaman istediğinde bu lokalara girip çıkmayı öğrenmiş olan biridir. Ayrıca bkz. boyut. Morfogenetik alanlar: Gerçekte form üreten alanlar anlamına gelir. İngiliz biyolog Rupert Sheldrake'in hipotezine göre, bu alanlar Dünya üzerindeki her tür için genetik bir karbon-kopya olarak bulunurlar. Her türün düşünce-küresine nüfuz eder ve onun tekâmülünün her veçhesini belirlerler. Yüzüncü maymun fenomeninin gösterdiği gibi, o türün içinde kritik bir kütle yeni bir davranışı öğrendiğinde ya da yeni bir bilinç haline eriştiğinde tekâmülde dev bir sıçrayış meydana gelir. Mukti: Sanskritçe'de özgürlük anlamına gelen bu sözcük aydınlanmanın sonucunda ıstıraptan kurtuluşu ifade eder. Nadi: Omurgadaki ve tüm bedendeki -kundalini enerjisini taşıyan-kan allar. 138 LCIGATÇE Nagual: Yaqui şamanı Don Juan'ın birleşik bilinç âlemlerini ifade etmek için kullandığı bir terim. Evrensel yasalar bu âlemde fiziksel âlemde olduğundan farklı biçimde işler. Öz: Bkz. antaryamin Rehberler: Birlik Üniversitesi'ndeki öğretmenler, yardımcılar ya da dîkşaverenler. Daha önce dasaji adıyla bilinen bu rehberler dîkşa programları başlamadan önce Bhagavan'dan uzmanlık eğitimi almışlardır. Ruh: Ayrıca atman, yüksek benlik, antaryamin ya da öz olarak bilinir; birlik bilincine dayanan bir kimlik merkezidir. İllüzyoni benlik yok olduktan sonra insan kimliğinin temeli olarak ortaya çıkan bir bilinç akışıdır. Ruhun karanlık gecesi (ya da Bilmeyiş Bulutu): Bazen aydınlanma gerçekleştikten sonra, kişisel bilinçaltı dışarı boşaldığında yaşanan bir zaman dönemi. Bu -İsa'nın misyonuna başlamadan önce çölde yaşadığına benzer- yoğun bir yavanlık, boşluk ve içsel mücadele olarak deneyimlenebilir. Bu bilinçaltının temizlenmesi
süreci ancak benlik yok olduğunda yaşanabilir ve Bhagavan'm tanımıyla, aydınlanmadan önce yaşadığımız periyodik düşüşlerle aynı şey değildir. Sadhana: Spiritüel uygulama anlamına gelen Sanskritçe bir terim. Samadhi: Birlik bilinci hallerini ifade eder. Hindu mistisizminde dört samadhi aşaması vardır. Savikalpa samadhi Tanrı ile bir'liğin ilk zirve deneyimlerini içerir. Bir insan bu hal içinde daha fazla zaman geçirdikçe o hal nirvikalpa samadhi'ye dönüşür ki bu kişinin kalıcı biçimde bir'liğe demirlediği nispeten gayri-işlevsel bir haldir. Üçüncü aşamada, sahaja samadhi aşamasında fiziksel beden bu bir'liğe -insanın birlik bilincini barındırırken normal olarak işlev de yapabildiği derecedeuyumlanır. Nispeten nadir erişilen dördüncü aşamada, soruba samadhi aşamasında tüm fiziksel beden ışığa dönüşür. Bu süreç yükseliş olarak da bilinir ve bu hale erişmiş olan kişi yükselmiş üstat olarak bilinir. Satya Yuga: Hindu kozmolojisinde, bu birbirini izleyen dört yuga' nın ya da "çağ"ın en aydınlığıdır. Biz halen bir Kali Yuga'dan bir Satya Yuga'ya geçiyoruz ki o bir Altın Çağ olarak da adlandırılabilir. Sıfır noktası: Jeolog Gregg Braden tarafından üretilen bu terim iki uzun vadeli jeolojik eğilimin bir noktada birleşmesini ifade eder; bun¦z/P AYDİNLANMA FENOMENİ lardan biri Yerküre'nin elektromanyetik alanlarının zayıflaması, diğeri de temel armonik frekansının sürekli olarak artmasıdır. Braden, bu birleşme anı geldiğinde gezegenin kolektif bir inisiyasyonunun olmasını beklemektedir. Supramental bilinç ya da süper-zihin: Sri Aurobindo ve Ana tarafından açıklandığı şekliyle 1956'da insan kolektif bilincine demirlenen ve insanlığın ruhsal tekâmül yolculuğunda her insanın içinde daha da çok aktive olacak olan morfogenetik bir birlik bilinci alanı. Toplanma Noktası: Yaqui büyücü hekim Don Juan'm öğretilerinden türetilen bu terim fiziksel/süptil bedenlerde bulunan ve realite deneyimimizi belirleyen çeşitli bilinç merkezlerini ifade eder. Dîkşa bizim toplanma noktamızı değiştirir, böylece kalıcı bir değişik realite hali içine girebiliriz. Yüksek benlik: Bkz. antaryamin Yükseliş: Fiziksel bedenin ışık bedenle birleştiği tam beden aydınlanması hali; bu Babaji, Ramalinga Swami, St. Germaine gibi yükselmiş üstatlar ve insanlık tarihi boyunca diğer birçok kişi tarafından deneyimlenmiş olan bir haldir. Yüzüncü maymun teorisi: Morfogenetik alanların işleyiş biçimiyle ilgili bir mecaz. Japonya'da bir adada bir maymun kolonisi vardır ve bilim adamları onların yemeleri için kumların üzerine patatesler bırakmaktadırlar. Maymunlar kumlu patatesten hoşlanmamaktadırlar. Bir yavru maymun sorunu patatesleri nehirde yıkayarak çözebileceğini keşfeder. Bu yöntemi diğerleri de öğrenmeye başlarlar. Giderek daha çok maymun bunu öğrendiğinde, hiç beklenmedik bir şey olur. Bir gün birden, sembolik olarak yüzüncü maymun bunu yapmayı öğrendiğinde, sadece o adadaki değil, komşu adalardaki o türe ait her maymun patateslerini nehirde yıkamaya başlar. O türün tekâmülünde kritik bir kütleye erişilmiş ve bu o türün kütle bilinç alanlarını etkileyerek tamamen yeni bir genetik yol yaratmıştır. 240 Kiara Windrider - Aydınlanma Fenomeni Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır. UYARI: www.kitapsevenler.com Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir. www.kitapsevenler.com web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir. Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum. Bilgi paylaşmakla çoğalır. Yaşar MUTLU İLGİLİ KANUN: 5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaşa çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,
[email protected] Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz. Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz. Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz... Teşekkürler. Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara. Not sitemizin birde haber gurubu vardır. Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı
[email protected] Adresine göndermeniz gerekmektedir. Grubumuza üye olmak için
[email protected] adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli olacaktır. Grubumuzdan memnun kalmazsanız,
[email protected]
adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi sonlandırabilirsiniz. Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr Burada ziyaret edebilirsiniz. saygılarımla. Tarayan Serhat Kiara Windrider - Aydınlanma Fenomeni