Kant_in Felsefesi - Heinz Heimsoeth

April 16, 2018 | Author: endlosslieben | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Kant_in Felsefesi - Heinz Heimsoeth...

Description

IM M ANUEL K A N T İN FELSEFESİ

Eserin bu yeni basımım Tomris Mengiişoğlu hazırlamıştır.

H ein z H eim so eth

Immanuel KANT’m Felsefesi Çeviren: Takiyettin MENGÜŞOĞLU

M mnxî K ita b ev i Ankara Caddesi» 93 — İstanbul

TEMI-.l. D İ Z İ :

14

E V R İM M atbaacılık L td. Şti. S elvili M escit S. 3 Cağaloğlu - İsta n b u l 1986

İÇİNDEKİLER

Birinci Baskıya Ö n s ö z ......................................................

.

7

GÎRİŞ: K A N T İN H AYATI VE DÜŞÜNCELERİNİN G E L İŞ M E S İ......................11 1.

K A N T ’IN G E N Ç L İK Y A PITLA R I, EV R EN B İLİM VE DOĞA FELSEFESİ ................................................. 25

2.

KANT’IN 1780 ÎLE 1770 Y ILLA RI ARASINDA DÜŞÜNCE D Ü N Y A S I ......................................................

3.

SALT AK LIN K Î R İ T İ Ğ İ ........................................... 88 A.

T ra n s c e n d e n ta l A e s t h e t i k ...........................

78

T ra n s c e n d e n ta l A n a litik (K a te g o rile r T eo risi)

85

T ra n s c e n d e n ta l D eduktion

S a lt A n lam a Y e te n e ğ in in İlk e le ri F.

T ra n s c e n d e n ta l D ialektik

P R A T İK A K LIN K R İT İĞ İ

.

........................... 91 . . . . .

95

...................................... 103

. . . . . . . . .

A.

S a lt P ra tik A kla D a y a n a n E th ik ’in T em ellend irilm esi ...................................................... 123

B.

A m açlar Ü lkesi ve A utonom i S o ru n u . . . . C.

6.

......................................................66

B

E.

5.

Ö nsöz ve G iriş

C.

D.

4.

35

123

135

S a lt P ra tik A ldın P o s t u l a t l a r ı ...........................140

YARGIGÜCÜNÜN K R İ T İ Ğ İ ...................................... 153 A.

Ü çü n cü K ritiğ in S o r u n l a r ı ................................ 153

B.

E ste tik Y argıgücünün K r i t i ğ i ...........................185

C.

T eieolojik Y a rg ıg ü c ü n ü n K ritiğ i........................... 172

K A N T İN D ÎN VE T A R İH F E L S E F E S İ..................... 182

BİR İN C İ BASKIYA ÖNSÖZ

B u küçük kitap, Profesör Heinz H eim soeth’ün konuk profesör olarak Üniversitemizde 1950-51 yıllarında K ant’ ın Felsefesi üzerine verdiği derslerin çevirisidir. Kısa bir süre önce A lm anya’da bir «Arm ağan» yayımlanarak 80, doğum yılı kutlanan Profesör Heinz Heimsoeth, tanınmış bir Kant araştırıcısıdır. Halen Köln Üniversitesi’nde ders­ ler vermekte, seminerler düzenlemekte; çalışmalarını ve yayım hayatım canlı bir şekilde sürdürmektedir. Birkaç ay önce K ant’ın «Salt Aklın Kritiği» adlı yapıtına bir Komentar yayımladı; bunu ikinci ve üçüncü ciltler izlemek üzeredir. Türkçe’sini sunduğumuz bu derslerde. Profesör Heinz Heimsoeth, K ant’m hayatını, hayatı boyunca çarpıştığı güçlükleri; yapıtlarım, bu yapıtlarındaki ana sorunları ve çözüm yollarını K ant’ı çok iyi tanıyan bir filozof rahatlığı ile ele almıştır. Kant felsefesinin sorunlarını bu kadar kısa bir yazıda, tam bir açıklıkla ortaya koyup göstermeyi, an­ cak K ant’la uzun yıllar uğraşmış bir araştırıcı başarabi­ lirdi. Bu kitapta okuyucu, K ant’m bütün yazılarındaki so­ runları, yayımlandıkları tarih sırasına göre, açık bir şekil­ de, «ilk elden» görebilecektir. Kant felsefesi üzerine ka­ ranlık ve çoğu zaman yanlış düşüncelerin dönüp dolaştığı memleketimiz için, bu kitap, bu bakımdan çok önemlidir. 7

Bundan başka, K ant’ın uğraştığı birçok soruna iliş­ kin yanlışlar, bugün bizim bilim, felsefe ve düşün hayatı­ m ızdaki bazı düşünme tarzlarında, hatta günlük hayatı­ mızda sürüp gitmektedir. Örneğin, «kavramcılık» bunlar­ dan birisidir. Kant, memleketimizde sık sık başvurulan, insanı boş gurura ve havada duran fikir oyunlarına götü­ ren «.kavramcılık» la çarpışmış ve insan aklının bu alanda­ ki sınırlarını göstermiştir. Kavramcılık, genel olarak Doğulunun hem bilim ala­ nında, hem de günlük hayatta en çok başvurduğu bir dü­ şünme tarzıdır. Doğulu için bilim ve felsefe, ezberlenen, yüklenilmesi gereken içi boş bir kavramlar yüküdür; onla­ rın dünyayla, hayatla ilgisi yoktur. Üniversitelerde genç­ ler, bilim ve felsefe yapmayı değil, bilimi ve felsefeyi öğ­ renirler; yani ezberlerler. Günlük hayatta da kavramcılık, yapıp ettiklerini kavramlar arkasında saklamak; olmayan şeyi var göstermek; var olanı da kendi çıkarına göre yo ­ rumlamak şeklinde olup biter. İnsanlar, küçüklüklerim, tutarsızlık ve yalanlarını, mantığa dayanan kavram oyun­ ları ile örterler. Hatta çoğu zaman yalnız örtmekle kalmaz­ lar, bunları en yüksek insansal amaçlara bağlarlar, — ' sanki yüksek değerlerin insan hayatındaki yeri ve ödevi, insa­ nın çıkarlarına, yalan ve küçüklüklerine, paravana olmak­ mış gibi. İşte Kant, analitik yargılar ve gelenekle gelen metafi­ zik hakkında ortaya koyduğu düşüncelerle, insanı hatalı ve sahte yollara düşüren aklın bu yeteneğine sınırlarını göstermiştir. K a n t’a göre,eğer insandan köşesinde oturarak düşün­ me yeteneğinin bütün olanaklarım kullanıp, «rationalist metafizikler»in yaptığı gibi, kavram kurguları yapması is­ temeydi; bu, kolay ve insanın kendi hesabına pek gurur verici sonuçlara varacağı bir iş olurdu. Halbuki ondan «insan olma»yı gerçekleştirmesi beklenmektedir. Burada 8

insan, «pratik akim» ona gösterdiği «insan olma»ya inan­ maktan başka hiçbir temele sahip değildir: N e bir kanıt­ lama olanağına, ne de bir m utluluk amacına. Ondan ger­ çekleştirmesi beklenen «insanlık», onun aynı zamanda var­ lık temeli ve varlık nedenidir. Bunu gerçekleştirmede in­ san yapayalnızdır: Ona ne doğa, ne de tanrı yardım ede­ bilir; öyle ki. bütün başarı ve başarısızlığının; m utluluk ve mutsuzluğunun teksorumlusıı, İnsanın kendisidir. İnsan, «insan olma»yı, ne başkasının kişiliğinde, hatta ne de — dinlerin yaptığı gibi— tanrı için bir araç olarak kul­ lanmalıdır. «Pratik akim» insandan mutlak bir geçerlikle ger­ çekleştirmesini istediği «insan olma» temeli üzerinde, bü­ tün insanlar birleşirler. Bu bakımdan Kant, insanlığın has­ talıklı, kriz dönemlerinde saplanılan mutlak bir bireycilik ve göreceliğin de sınırlarım çizm iştir. İnsanın kendisini, «kendi başına bir amacın» ger­ çekleştiricisi olarak görmesi, K a n tin insan için çizdiği bu gurur dolu alçakgönüllülük tablosu, gerçekten heyecan vericidir. K ant’m bu görüşünün Batı dünyasının düşünür­ leri, sanatçıları üzerinde derin etkileri olmuştur. Felsefi araştırmalarında bilgi sorunundan, gnoseologik bir görüşten hareket etmiş olduğu halde, K ant’ın in­ san sorunlarında varmış olduğu sonuçlar, ona, bugün çe­ şitli yönlerden ele alınarak uğraşılan felsefî antropolojinin kurucusu sayılma hakkım kazandırmıştır. Bunun nedeni, onun insan sorunlarında, insanın maddi ve manevi çıkar­ larını gözetip kollamayan, dürüst ve objektif bir tavır takınmış olması; eleştirilerinde hiçbir peşin yargıya dayanmamasıdır. ** Türk dilinin hızla gelişip oluştuğu bir çağda yaşıyo­ ruz. Bu bakımdan bu çeviri yapılırken, şu sırada yazı ya­ 9

zan herkesin kolayca anlayacağı birçok güçlüklerle çar­ pışmak zorunda kalınmıştır. Burada, dile, karşı saygısı olan herkesin yapacağı gibi, uy dur uluv ermiş, ya da dilimize bir «kültür özentisi» olarak başka dillerden girmiş olan ve onu bozan kelimelere yer vermemeye çalışıldı. Fakat bir çeviride en büyük güçlükle, terimlerde karşılaşılmaktadır. Bizde, genel olarak, Batı dillerinden alınan terimler, artık hangi dilden aktarılmışsa, o dilde okunduğu gibi, Türk Alfabesi ile yazılır. Bu da birçok karışıklıkların doğma­ sına neden olmaktadır. Bu bakımdan bu yazıda, hem bi­ zim dilimizin kendi içinde, hem de Batı kiiltür çevresi ile bir birlik kurabilmek için, bu kelimelerin Batı dillerine geldikleri kaynaklardaki yazılış şekillerine — Grekçe ya da Latinceden geldiklerine göre, Grekçe ya da Latince yazı­ lış şekillerine— elverdiği kadar bağlı kalma denendi. Gerçi dili «yapm ak» tek bir insanın işi olamaz; fa­ kat dil yine de teklerin yaptıklarıyla oluşmaktadır. Dilin oluşması kaçınılamaz bir olaydır. Onun gelişmesi için ge­ rekli olansa, ortaklaşa bir düşünme ve görmenin doğma­ sıdır. Düşünüp görülerek değil de, yakıştırılan, uydurulan kelimelerle, kelime «yaratma» larla yapılmaya, geliştiril­ meye çalışılan dil, birliğini ve anlamını yitirir. Bunun için yazı yazan herkesin, alçakgönüllülükle Türkçe düşünmeye çalışması; kelime uydurmada değil, yapabiliyorsa düşün­ mede yaratıcı olması, dilin korunması ve gelişmesinin en sağlam yoludur.

İstanbul 1967

10

T. M.

G İRİŞ K A N T’TN H A Y A TI VE D Ü ŞÜ N CELER İN İN GELİŞM ESİ

Kant, 22 Nisan 1724’de Königsberg’de, basit bir zanaatçının oğlu olarak dünyaya geldi. Doğuştan zayıf ve hastalıklıydı. Sonraları bu konuda, doğanın kendisine «ya­ şama gücünden ancak küçük bir pay verdiğini» söyler. Doğanın bu hasisliği, K ant’m hayatı boyunca, yüksek dü­ şünme yeteneğiyle güçlü iradesinin, bu yetersiz beden ya­ pısı île savaşmasına neden oldu. Gerçekten K ant’m ha­ yatında ortaya koyduğu büyük başarıları 80 yaşma k a ­ dar sürdürebilmesi, ancak onun iradesinin sürekli çarpış­ maları ve pek çok şeyden vazgeçmesiyle mümkün ola­ bilirdi. Üstelik K ant’m beden yapısı bakımından bu zayıflı­ ğına, onun ruh bakımından aşırı duyarlığının katılması, bu irade savaşını büsbütün güçleştiriyordu. Kant gençlik yıllarını anlatırken, «çok defa hem kendimden, hem de dünyadan bıkmış» bir haldeydim, der. K ant’m sürdürmek zorunda kaldığı bu çarpışmalar­ la dolu hayat, ona, erkenden ve olağanüstü bir irade gücü kazandırdı. Uzun eğitim yıllarından sonra, hayatını k a­ zanmak için, varlıklı aileler yanında öğretmenlik yaptı. Bunun yanısıra, kendisine ağır bir ders yükü yükleyen Üniversitedeki hocalık çalışmalarını da yürütmesi gerek­ 11

ti. Felsefe tarihinde adını ölümsüzleştiren, A vrupa’nın dü­ şünme tarihi üzerinde büyük ve derin etkiler yapan ya­ pıtlarını, ancak, hayatının ellinci yıllarında yazmaya baş­ ladı. K ant’ın düşünme gücünün aşağı yukarı yetmiş ya­ şından sonra zayıflamaya başladığım görüyoruz. Bundan derin bir üzüntü duyan Kant, hiçbir zaman çalışmalarını bırakmadı. Ömrünün son yıllarındaki çalışmaları, onun, dünya h akkın d ak i görüşünü tamamlamak ve derinleştir­ mek için sorunlarla sonuna kadar nasıl çarpıştığım gös­ termektedir, Baba evi, K ant’ı fikir bakımından besleyecek bir durum da değildi. F akat Kant, sonraları kendi geçmişine bakarken, baba ocağını saygıyla anar; baba evinden ah­ lak ve erdemden başka — özellikle annesinden— çok şey öğrendiğini, «bir insanın edinebileceği en yüksek şeyleri; dinginliği, dinginlik içindeki neşeyi hiçbir aşırılığın bulan­ dırmadığı gönenci» tattığını; başka insanları çekememe ve kinden uzak, sevgi dolu bir hoşgörüyü orada yaşadığını anlatır. Çocukluğunda onun yüksek yeteneklerini ilk *k«z gören, sonraları teoloji profesörü olan Königsbergli bir rahipti. Bu rahip, K ant’m babasını, oğlunu, kendisinin yönettiği Collegium Fridericîonum ’a göndermeye razı etti. Bu okul, o zamanın en iyi okullarmdandı. Fakat gelece­ ğin filozof ve bilim adamı K ant’ın yetişmesi için yeterli değildi. Bu okuldaki eğitim Latinceydi ve forma 1 bir te­ mele dayanıyordu. M atematik ve mantığa çok az yer ve­ rilmişti; hele coğrafya, tarih ve doğa bilimlerine hiç yer verilmemişti. Halbuki bu bilgi alanları, K ant’ın sonraları çok ilgilendiği, hatta üzerinde dersler verdiği alanlar ol­ muştur. Bu okulda Kant. Latin şairlerle tanışmıştır. Yapıtla­ rında bazı şiirlerini aktardığı bu şairler yoluyla. K ant’m 12

duşiinme ve hayat biçimine stoaea bir anlara girmiştir. K ant, bu okuldaki, arılı arası kesilmeyen dua ve tapınm a­ larla dolu eğitim yıllarım anımsamak hiç istemezdi. Bun­ dan dolayı o, verdiği pedagoji derslerinde, çocukların öz­ gür bir şekilde eğitilmesini ister; öyle ki, çocukların «gö­ nülleri sevinç dolsun, bakışları güneş gibi parıldasın» der. Kant, 1740 yılında üniversite öğrenimine başladı. Ünlü ve genç profesörlerin etkisi altında kalarak, en çok doğa bilimleriyle uğraştı. Başlangıçta K ant’m ilgilendiği alanlar, matematik, fizik ve astronomi olmuştur. Kant, hocası Knutzen yoluyla, fizik ve astronomi bilimlerinin Yeniçağ’daki önemli gelişmeleriyle tanıştı. Yine bu hocası ona, ilk kez îsaac Newton’un «Doğa Felsefe:tinin M ate­ matik İlkeleri»ni tanıttı, Newton’un adı ve yapıtı, K ant’t hayatı boyunca yöneten bir kutup yıldızı olmuştur. Daha üniversite öğreniminin bıı döneminde Kant büyük bir so­ runun karşısında bulunduğunu farkediyor. O, ancak kırk yıl sonra, bu sorunu ele alıp, «Doğab iliinlerinin M etafizik Öntemelleri» adı altında yazacağı kitapta, ortaya koyup işleyecektir. Kant, 1747 yılında fakülteye sunduğu bir yazı ile üniversite öğrenimini bitirdi. B u yazının başlığı şuydu: «Fizik Güçlerin Ölçülmesi». Bu teorik mekaniğin bir problemiydi ve o sıralarda Descartesçılarla Leibniz yan­ daşlarımı! — Descartes da Leibniz de fizikçiydiler— ara­ sında bîr tartışma konusuydu. Yirmi üç yağındaki Kant, bu yazısının önsözünde şöyle diyor: «Ben, kendime, üzerinde yürüyeceğim yolu artık çizdim; beni bu yolda yürümekten hiçbir şey alıkoyamaz.» Halbuki K ant’m düşünme yete­ neği daha bu gibi problemlerin güçlükleriyle başa çıka­ cak güçte değildi. Bu problemin doğru çözümünü, F ran­ sa’nın büyük doğa bilgini d ’Alemhert bulmuştu; fakat Kant bunu bilmiyordu.

K ant’m babası 1746’d a öldü. Bundan sonra, onun kendi hayatını kazanması gerekti; sekiz yıl boyunca, iste­ meyerek, evlerde özel öğretmenlik yaptı. Bu sürede bi­ limsel çalışmalarının peşini bırakmadı; doğabilimleri ve felsefe alanında çalışmalarını sürdürerek, kendisini aka­ demik mesleğe hazırladı. 1755 yılında yine üniversiteye döndü; böylece Kant' m «magîster» dönemi başlamış oldu. Bu dönem in başlan­ gıçlarında, iki yazı ile karşımıza çıkmaktadır; bunlardan birincisinin başlığı şudur: «M etafizik Bilginin İlk İlkele­ rinin Y eni Anlamı». Bu yazı, K ant’m ilk felsefî yazısıdır. Bu soran, metafiziğin temelleri ve ilkeleri sorunu, onu hayatı boyunca uğraştırmış tır. İkinci yazı, doğa bilimleriyle ilgilidir; genel bir ev­ ren görüşü taşımaktadır. «Doğa, Tarih ve Gökyüzünün Genel Teorisi» adındaki yazı, onun ilk döneminin ana yapıtıdır. Bıı yazıyı, kısa bir süre sonra, Latince yazılmış bir başkası izledi. Başlığı, K ant’m Leibniz’den beri süre­ gelen Alman metafiziği ile olan ilgisini gösterir: «Fizik Monadoloji». Bu yazı, Leibniz ve Christian Wolff m eta­ fizikleriyle Newton’un doğa bilimlerinin ilkeleri arasında” ilgi kuran ilk denemedir. Kant, on beş yıl boyunca, doçent olarak üniversite­ de çalıştı. Bu sürede pek yüklü olan derslerinden aldığı para ile geçiniyordu. Önceleri mantık, m atematik ve me­ tafizik dersleri veriyordu; sonradan mekanik, teorik fizik, fiziksel coğrafya; daha sonraları da etik, hukuk felse­ fesi, antropoloji ve felsefî din teorisi dersleri verdi. 1760 yıllarında K ant’m öğrencisi olan, sonraları onun felsefe­ sine karşı düşünceler ileri süren Herder, yazılarında. K ant’ m bu doçentlik döneminin çok canlı, ilgi çekici bir tab­ losunu çizer. Kant, ağır ders yükü yanında felsefe araştırmalarını sürdürüyordu. Bu çalışmaları, zaman zaman küçük yazt14

lar halinde yayınlıyordu, K ant’ın 1760 yıllarındaki bu yazıları, eskilerine göre daha bağımsızdır. Bunlardan bir tanesi, «Tanrının Varlığım Kanıtlamak İçin M üm kün Olan Biricik Yol» başlığını taşıyordu ve K ant’a o zaman­ ki Alman felsefesinin ileri gelen filozofları yanında ba­ ğımsız bir filozof olarak yer kazandırdı. Bu tarihten son­ ra Kant, zamanının tanınmış filozof ve bilim adamlarıyla mektuplaşmaya başladı. B unlar arasında, d’Alembert ve Mendelssohn’u sayabiliriz. 1760 yıllarında Kant, W olffdan sonraki Alman felse­ fesinde ortaya çıkan, metafizik geleneğinden yavaş yavaş ayrılmaya başlıyor. Halbuki Kant, o zamanki öğretim geleneğine uyarak, bu felsefenin elkitaplarm a göre dersler veriyordu. Bu tarihlerde, artık bunalımlı bir döneme gir­ me yolundadır. Onda yavaş yavaş, fakat güçlü bir düşün­ sel kaynaşma başlıyor. Zamanındaki felsefenin gelenekle gelen metafiziğinden kuşkuya düşüyor. Bu metafiziğin sü­ regelen tarzı ve temellendirmeleri ona kuşkulu görünüyor; tanrı, evren ve insan hakkında matematiğe benzer teorem­ ler ve kanıtların bir sistemi halinde, kesin savlar ileri sür­ mesi onu düşündürüyordu. Yine bu yıllarda, K ant’m ilgisi, felsefenin başka alan­ larına kaydı; Alman felsefe geleneğinin dışında bulunan filozoflar, onun ilgi alanına girdi. Şimdi, K ant’ı çeken problemler etik ve estetik problemlerdir; insanın varlık -yapısı ve amacı, düşünme gücü hakkmdaki sorulardır. Bıı alanda onu etkileyen filozoflar Montaigne, Hume, Hutcheson, Shaftesbury ve özellikle J. J. Rousseau olmuş­ tur. R ousseau’nun yazıları, K ant’ın düşüncesinde, iç dün­ yasında büyük bir değişiklik yapıyor. A rtık felsefî dü­ şüncesinin ağırlık noktası, doğa felsefesi ve varlık m eta­ fiziğinden, insanın iç dünyasına, ahlakla ilgili alana k a ­ yıyor. Şimdi onun başlıca sorunları insan eylemleri ve

15

insanın evrendeki yeridir; insanın vaıiık-yapısı, insanlığı, onun felsefî düşünmesinin yöneldiği alandır. Bundan son­ ra Kant, Alman felsefe geleneğinden gelen metafiziğin sadece kuşkulu bir duruma girdiğini görmekle kalmıyor; aynı zam anda onun, iddialarının, insanın iç-hayatı, yani özgürlüğü ve a ulonom îsi bakımından tehlikeler taşıdığını da görüyor, 17601ı yılların ortaları, K an tin içinden çıkamadığı felsefî düşüncelerle bunaldığı yıllardır. O, artık susuyor; bu susma gittikçe büyüyor. Nihayet 1769 yılı ona yolunu aydınlatacak olan ışığı getirmiş görünüyor. Bu sıralarda, K ant’m dış hayatıyla ilgili bir olay, onu, felsefî çalışmaları bakımından, daha iyi bir duruma getiriyor. Kırk altı yaşındaki doçent, nihayet çoktan beri beklenen profesörlüğe yükseliyor; böylece hayatını kazan­ mak için, birçok alanlarda vermek zorunda kaldığı an­ garya derslerden de kurtulmuş oluyor. M antık ve m eta­ fizik profesörlüğüne atanan Kant, o zamanın gelenekleri­ ne uyarak, Latince bir yazı, bir doktora tezi yayımlıyor: «.Duyular Dünyası île întellegibel Dünyanın Form ve-İt^ keleri» (1770). Bu. yazı, K ant’ın çalışmalarıyla içine gir­ diği yeni felsefi yolun ilk başarısıdır. A rtık K ant’m hayatında yeni bir çağ başlam ıştır; şimdi onun hayatım sadece kendi felsefî çalışmaları, araş­ tırm aları doldurm aktadır. Fakat o, bu çalışmalarını he­ men yayımlamıyor; tersine, susuyor. Bu, hiçbir şey ya­ yımlamama, susma, tam on vıl sürüyor. Bu yıllar onun düşünce hayatında büyük çarpışmaların, didişmelerin olup bittiği yıllardır. Bu savaşların işaretlerini, zamanının fi­ lozoflarına yazdığı m ektupların bazı parçalarında; o sı­ rada okuduğu kitapların kenarlarını dolduran notlarda gö­ rüyoruz. K ant’m dışa karşı sustuğu bu on yıl, onunla ilgili araştırm aları — özellikle kendisinden sonraki yüzyıl içinde— pek çok uğraştırmıştır,

16

Kant bu on yılı geriye çekilerek tam bir yalnızlık içinde geçirdi. Bu sırada, dikkatini üzerine çektiği kendi çağı, ona, boş yere, cevapsız kalan sorular yöneltiyordu. K an t’ın bu on yıl içindeki çalışmalarının ne kadar güç­ lükler ve didinmelerle dolu olduğunu, biz, onun, derin bir şekilde değişen üslubundan ve hayat şeklinden anlıyoruz. Örneğin, 1764 yılında yazdığı «Güzellik ve Yücelik D uy­ gusu Üzerine Düşünceler» adlı yazısıyla; 1767 yılında ya­ yımladığı «Ruhlarla Konuşanın Rüyaları» adlı yazısında gördüğümüz incelik, somut canlılık ve kıvraklık artık kayboluyor; bunun yerini, yazılarının okunmasını, ince­ lenmesini zorlaştıran güç ve cansıkıcı, ağır bir hava alı­ yor. Hayat tarzı, büyük çalışma yükünün altında çok daralan, sonunda kılı kırka yarmaya kadar varan bir donmuşluk kazanıyor. K ant’ın bu dönemindeki hayat tarzıyla ilgili nükteler anlatılır. Kant, sanki demir bir çember içinde yaşadığı bu yirmi yıl boyunca yaptığı çalışmalarıy­ la hayatının büyük yapıtlarını ortaya koyacaktır. Bu ya­ pıtlar, Kant’ın çağdaşlarına ve sonraki kuşaklara bırak­ tığı, düşünce hayatının gerçek başarılarıdır. 1781 yılında, sustuğu bu on yıllık hazırlanm a döne­ minden sonra, bu dönemin verimi olan ve kısa bir süre içinde yazılan «Salt A klın Kritiği»m, olgunluk çağının ilk yapıtını yayımladı. Bu yazı, gelecekte ortaya çıkabi­ lecek her metafizik için bir hazırlık, «propaedeutik» ola­ rak düşünülmüştü. Bu yazının önsözünde, binlerce yıllık çalışmaların alanı olan felsefede devrim yapan bir filozo­ fun haklı gururu görülmektedir. Kant, felsefe alanında yaptığı bu devrimi, kendisinden üç yüzyıl öncc Koperııikus’ un astronomide yaptığı devrime benzetir. Geniş tutulan ve güç olan bu yapıta karşı başlan­ gıçtaki ilgi zayıf oldu. H atta, eserin asıl anlamını kavra­ madan, onu ilgisizce yadsıyan, eleştiriler yapıldı. Çağının tanınmış düşünürleri bile, K ant’ın bu yapıtını anlayama­ ÎKF 2

17

dılar; yararlanmayı bilemediler. Örneğin, yıllarca K ant’la mektuplaşan Mendelssohn, bıı yazıdan «asap törpüsü» diye sözediyor; o zam andan beri Kant için yinelenen su deyimi kullanıyor: «Her şeyi kırıp döken Kant.» «Salt A klın Kritiği »nin yayımlanmasından iki yıl sonra, 1783’de, Kant, bu kitabın ana düşüncelerinin kısa bir özetini yayımladı. Bu kitap, kolay anlaşılabilecek bir şekilde ve «Salt A klın Kritiği»nin yanlış anlaşılmasını ön­ lemek için yazılmıştı. Başlığı şöyleydi: «Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek H er Metafiziğe Prolegomena». Bu kitabın yayımlanmasından sonra, Kant’m düşünceleri yavaş da olsa, yerleşmeye, çağını etkilemeye başladı. Bu arada çalışmaları sürüyor ve ilerliyordu. Kritik felsefe, K an tin felsefe için gözönünde bulundurduğu iki ana sorun alanında yol açmalıydı. Felsefenin bu ana so­ runlarından birisi doğa metafiziği, ötekisi ahlak metafiziği ile ilgiliydi. Birincisi, baştanberi K a n ti derinden ilgilen­ diren doğa bilimleriyle, doğa metafiziğiyle ilgili sorunların bir devamıydı; şimdi bu alanın sorunları, insan aklının incelenmesiyle elde edilen ilkelere dayanarak, yeniden 'ele*alınmalıydı. 1786 yılında Kant, bu sorunlarla ilgili olarak «Doğa Bilimlerinin M etafizik OntemeUeri» adlı kitabını çıkardı. Bu yapıt, K ant’m doğanın (canlılar alanı dışındaki-doğanın) genel ilkelerini incelediği, doğa felsefesidir. Ahlak metafiziğine gelince: Kant için ahlak metafi­ ziği, insan hayatının ahlaki temel-yapısı hakkm daki fel­ sefi bilgidir; bu yapı, temelini insanın salt “ pratik akıl” sahibi olmasında bulur. Bu yüzden, insan aklının kendi kendisini yenibaştan yoklaması; geniş bir temel üzerinde aklın kritiğinin yapılması gerekmekteydi. Böylece kritiğe dayanan yeni felsefenin, yani «Salt A klın Kritiği»nin ya­ nında, «Pratik A klın Kritiği» (gelecekte yapılabilecek olan ahlak metafiziğinin genel tem di olarak) yer aldı. 18

Kant’m ahlak baklandaki düşüncelerini, iki yazısın­ da buluruz: Birincisi, 1785’de yayımladığı «A hlak M eta­ fiziğinin Temellend\riimesi»dir. Bu kitap da, tıpkı «Prolegomena» gibi, okunması kolay olan bir giriş olarak düşü­ nülmüştür. İkincisi de, «Pratik A klın Kritiği»dir. 1788 yı­ lında çıkan bu kitap. Kant ahlakının temel düşüncelerini ortaya koyar; bundan başka, K ant’a göre, gelecekte ya­ pılabilecek ahlak metafiziklerinin esaslarını gösterir. Bu­ rada metafizik kavram ından, kaynak sorularının, yani din yolu ile düşünme alanına giren bazı hayat problemlerinin felsefi bilgisi anlaşılır. Kant, insan aklının kendisinde, ken­ dinden ayrılmaz bir şekilde taşıdığını gördüğü bu soruları üç ide altında toplar: tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük. K ant’ın ahlak felsefesini ortaya koyan bu yapıtlar, yayımlanmalarından hemen sonra, çağını etkilemeye baş­ lamışlar; ilk kez Almanya’da olmak üzere, ortaya çıkan Kantçılık akımının ilgi merkezi olmuşlardır. K ant’m ilk ana yapıtı olan «Salt A kim Kritiği»m\\ felsefi araştırma ve çabaların hedefi olması, hatta ün salması, bu ahlak felsefesiyle ilgili düşünceler yoluyla oldu. O zamanlar, bu yeni felsefeden büyük bir hayranlık ve heyecanla ilk kez sözeden, Kari Leonard Reinhoid olmuştur. Onun, «Kant’ m Felsefesi Hakkında M ektuplar»ı — 1786-87 yılında ya­ yımlanmıştır— K ant’a, kendi çağmda ün sağlayan ilk ya­ zılar olmuştur. R einhoid’un 1789 yılında çıkan, «İnsanın Düşünme Yetisi Üzerine Bir Teori Denemesi» adlı yazısı da, K ant’ın sistemini, felsefi düşüncelerini ilerletmeyi de­ neyen ilk felsefi araştırmadır. İlk Kantçılar, hatta bunla­ rın en ünlülerinden birisi olan J. G. Fichte de bu yapıttan etkilenmiştir. Reinhoid, 1787 yılında Jeııa Üniversitesi’nde profe­ sör olduktan sonra, Jena, Kant araştırmalarının ilk mer­ kezi oldu. Böylece Jena, K ant’dan sonraki büyük Kantçı filozoflardan Fichte’nin, biraz sonra Schelling’in, daha 19

sonra Hegel’in, yani «Alman İdealizmi»nin yaratıcılarının felsefi eğitimlerini kazandıkları; sonra da hoca olarak et­ kiledikleri bir yer oldu., 1790 tarihinde, Leibzig’de bir feologi öğrencisi olan FicM enin eline «Pratik A kim Kri­ tiği» geçiyor. Kitabı okuduktan sonra, onun, kendi üze­ rindeki etkisini şöyle anlatıyor: «Pratik A klın Kritiği’ni okuyalıberi yepyeni bir dünyada yaşıyorum. Bu felsefe sisteminin insanlığa nasıl bir onur ve bize ne büyük bir güç kazandırdığı anlatılamaz». Şair Jean Paul, 1788 yı­ lında bir dostuna şunları yazıyor: «Tanrı aşkına bu iki k 11abı satın al (K an tin iki Kritiği’ni), Kaııt dünyanın ışığı değil, pırıl pırıl parlayan güneş sisteminin bütünüdür». Bunlar, K an tin en seçkin düşün adamları üzerinde yaptığı ilk etkileri gösterecek belgelerdir. Bundan soma K an tin yapıtları, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılda, çe­ şitli Avrupa uluslarının sayısız düşün adamları için araş­ tırma alanı olmuştur. Tıpkı eskiden Platon ve Aristoteles’ in yapıtlarının olduğu gibi. Böylece Kant, şimdi, düşün alanındaki veriminin ve etkisinin ilk tepe nok tasma varmıştı. Bu yıllarda ahlak sorunu, yahut metafiziği yanında, henüz doğmakta olan bîr felsefe disipliniyle, tarih felsefesiyle ilgili düşünceler ortaya koymaya başlıyor. Tarih felsefesine ait en önemli yazısı, H erd erin «insanlık Tarihinin Felsefesi Üzerine İdeler» adlt yapıtı ile yaptığı bir hesaplaşma olan. «Dünya -Vatandaşlığı Açısından Genel Bir Tarih İdesi» adlı ya­ zısıdır. K an tin bu yazısının çıkması, H erderin, K ant’a karşı, sert ve haksız karşıkoymalarmın başlamasına ne­ den olmuştur. K an tin «İnsanlık Tarihinin Varsay ılabilecek Başlangıcı» (1786) adlı makalesiyle «Aydınlanma N e­ dir?» adlı yazısı da, tarih felsefesi sorunlarıyla uğraşmak­ tadır. Sonraları Hegel, kendi tarih felsefesinde, K antin düşünceleriyle H erderin düşüncelerini birleştirmeyi dene­ miştir. 20

Bu arada, K ant’m yorulmak, dinmek bilmeden süriipgiden çalışmalarında, yeni bir sorun daha ortaya çı­ kıyor. O zamana kadar, doğadaki ve sanat yapıtlarındaki güzelliğin ve yüceliğin yaşanması gibi sorunlar «zevk teo­ risi» adı altında inceleniyordu. Kant bu sorunları kendi felsefesi çerçevesinde; yani insan aklı, insan «geist»ı ve genel olarak insanın çeşitli yetenekleri çerçevesi içinde yeniba^tan ele alarak, onlara yeııi bir ışık getirdi. Böylece 18. yüzyılın ortalarından beri estetik adını almaya başlayan bu alana, sorunları sunuşundaki yenilikten do­ layı. bambaşka bir alanın sorunlarım da soktu; bu, canlı doğa alanıdır. O zamana kadar, K ant’m doğa felsefesi, (ilk yazıla­ rından, 1786’da çıkan «Doğahilimlerinin M etafizik Öntemelleri» adlı yapıtına kadar) Newton mekaniğinin ve teorik fiziğin etkisinde kalmıştı: canlı doğanın, hayvan ve bitkiler dünyasının, çözülmeyi bekleyen sorunlarını, araştırmalarının dışında kapalı bir alan halinde bırakm ış­ tı. İşte şimdi, Kant, bu a lan m sorunlarını estetik alanın sorunlarıyla birleştiriyordu. O zamana kadar, K ant’tn çalışma planı içinde a rat­ tırdığı soran alanları arasında bir ikilik vardı: teorik ve pratik akıl; bunların alanları olarak, bir yanda «doğa metafiziği», öte yanda «ahlak metafiziği»; bir yanda doğa sorunları, öte yanda özgürlük ve insan hayatına şekil k a­ zandıran ahlak, hukuk ve devlet sorunları. Bu alanlar arasında bir uçurum varmış gibi görünüyordu; halbuki her iki alan, «eylem» ve «bilgi» alanları, ayru insan var­ lığının bütünlüğüne dayanmaktaydı. Şimdi K ant’m kar­ şısına, ilk bakışta birbirinden apayrı görünen bu iki alan arasındaki geçitleri; doğayla özgürlük arasındaki köprüle­ ri göstermek güçlüğü çıkmaktadır.

Kant, sorunları bu yönden incelemeyi, üçüncü Kri­ tiğ in d e ele alır. Bu kitapla Kant, sisteminin üçüncü ana yapıtını vermiş olacaktır. Bu üçüncü Kritiği’n adı, «Yar­ gıgücünün Kritiği» d ir. 1790 yıllarında yayımlanan bu kitap, sorunları ba­ kımından çok zengindir. Fakat bu sorunlar, kendilerine özgü yeni güçlükler de getirmişlerdir. Bu yüzden Kant, kitabının son bölümünde, metafizik sorunlara girmek zo­ runda kalmıştır. Bu da güçlükleri büsbütün arttırmıştır. Bu kitap, doğmak üzere olan Alman İdealizmi’ni çok etkilemiştir. Üçüncü Kritik, Fichte’nin oluşumunu çok etkilemiş; aynı şekilde, Schelîing ve bu yolla da Hegel üzerinde çok büyük rol oynamıştır. Filozof şair F. Schiller ve felsefe alanı dışında bulunan Goethe’ye de K ant’m büyüklüğünü bu yapıt, «Yargıgücünün Kritiği» tanıtmış­ tır. K an tin , estetik sorunlarla, canlı doğa alanının sorun­ ları arasında bağlar kurması, o zamanın düşünürleri üze­ rinde derin etkiler yapmış; özellikle R om antizm in do­ ğuşunda büyük rol oynamıştır. Kant, üçüncü Kritiğinin önsözünü şu cümlelerle bi­ tirir: «Bu yazımla, bütün kritik çalışmalarıma son veri-' yorum. Artık zaman kaybetmeden doktrinal (yani, m e­ tafizik gibi bilimsel bakım dan araştırılması gereken) so­ runlara geçmeliyiz. Gittikçe artan yaşımdan, amacıma eriş-' mek için gerekli zamanı olabildiğince kazanmaya bakm a­ lıyım». Kant, üçüncü Kritiğini bitirdiği zaman, altmışaltı yaşındaydı. Son yirmi yılının büyük çalışma ye başarıları yüzünden, artık, yaratma gücünün doruğuna ulaşmıştı. Bundan sonra, bazı yeni sorunları yenibaştan ele almaya başladı. Bunlar, K antin alılak metafiziği adını verdiği geniş alana giren hukuk ve devlet sorunlarıydı. Bunlardan sonra, dinle ilgili sorunlar ortaya çıktı. Alman düşün çevresi, K an tin din sorunları karşısındaki tavrını sabır­ sızlıkla ve merakla bekliyordu. Bu bekleme, K an tin 1792

22

yılında bir dergide çıkan «Radikal Kötü Üzerine» adlı makalesinden sonra büsbütün gergin bir durum aldı. Kant, yıllar önce din felsefesiyle hukuk felsefesi üze­ rine dersler vermişti. Şimdi, bıı dersleri bir araya topladı. 1793 yılında bir kitap halinde yayımladı. Bu kitabın adı, «Salt A klın Sınırları İçinde D in»dir. K ant’m din felse­ fesine ilişkin düşüncelerinin özünü «İnsan Doğasındaki Köklü Kötü» adlı makalesinde buluruz. O, buradaki dü­ şünceleriyle, hem kendi çağının akıl iyimserliğinin, hem de R ousseau’mm şu düşüncelerinin karşısındaydı: insan doğası aslında iyidir; onu bozan uygarlığın yanlış yolla­ ndır. Bu kitapta, K ant’m düşünme gücünün artık azalma­ ya başladığını gösteren işaretler vardır. 1796 yılında, ah­ lak metafiziğinin ödevler ve erdem teorisiyle ilgili yazı­ larını, «H ukuk Teorisinin İlk Temelleri» genel adı altın­ da yayımladı. Buradaki sorunları, kendisinin ortaya koy­ duğu yeni felsefe görüşüne göre ele almayarak, eski ders­ lerini biraraya toplam akla yetinmiştir. Bu yazıların yanında birkaç makale daha vardır ki, bunlarda Kant, kendi çağını ilgilendiren tarih ve dinle ilgili bazı sorular üzerinde düşüncelerini açıklamaktadır: «Her Şeyin Sonu» (1794); «Ebedi Barış» (1795); «Fakül­ teler Arasındaki Çatışma» (1798) gibi. Yine aynı yıl, K ant’ın önceleri ders olarak verdiği bir yazısı daha çıkı­ yor: «Pragmatik Bakımdan A ntropoloji». Burada pratik hayat bakımından insanın tanınmasına yarayan bir bilgi ele alınmıştır. A rtık yaşı ilerleyen Kant, öteki derslerinin yayımlanmasını (örneğin, mantığı) genç arkadaşlarına bı­ rakıyor. 1796 yılında, 72 yaşındayken, profesör ve doçen olarak üniversetideki kırk yıllık hocalık hayatına, çalış­ m alarına son veriyor; 'kendisini, kendi felsefi planlarım gerçekleştirmeye adıyor. Kant’m hayatının bu son sekiz 23

yılıadan, bize, bir yığın notlar, taslaklar, fragmentler kal­ mıştır. Bunlar arasında hem doğa felsefesini, hem de in­ san ve tanrı sorununu ele alan metafizikle ilgili bazı yeni ■düşünceler vardır. Bu yazı yığını, ancak yüzyılımızda büyük emek ve çabalarla. K a n tin «Opus Posthumıım»u adı altında yayıııılanabiimiştir. Kant, bu son sekiz yıl içindeki düşünce ve çalışmalarına artık bir birlik verememiştir; çünkü dü­ şünsel yoğunlaşma ve hatırlam a gücü zayıflamıştı. K ant’a bu son durumu, düşünme gücünün çöküntüsü, derin acı­ lar vermiştir; bunu 1798 yılında yazdığı bir mektupta açıkça görüyoruz. Bundan sonraki yıllar içinde, yavaş ya­ vaş eriyerek 12 Şubat 1804 yılında gözlerini hayata ka­ padı. Königsbcrg Üniversitesi öğrencileri, onu, mezarına kadar saygıyla taşıdılar. Bu sıralarda, K ant’m yapıtlarının çağma etkisi en yüksek noktasına varmıştı. Bu etki, ilk kez Alm anya’da başladı ve yavaş yavaş bütün A vrupa’ya yayıldı. 19. yüz­ yılın ilk üçte birinde, K an tin ilk büyük etki dalgası za­ y ıfla n m a başladı. Fakat yüzyılın ortalarında, çeşitli Av­ rupa ülkelerinde, K a n tin felsefesine ve K ritisizm im karşı ilgiler yeniden canlandı. Böylece Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere'de Yenikantçılık Okulu’nun doğduğunu görüyo­ ruz. Bımdaıı sonra K a n tin yapıtları hatta, «Opus Posthumuın» u, A vrupa’daki bütün bilim, felsefe ve tarih araş­ tırmalarının ve çabalarının kendisine çevrildiği, bereketli bir alan olmuştur. Bu çalışmalar, 19. yüzyılın son on yıl­ larında ortaya çıkan «Kant Filolojisi» akımı ve Kant hak­ kında yazılan ünlü yapıtlar ve yorumlarla günümüze ka­ dar sürüp gelmiştir.

24

1 K A N T İN G EN ÇLİK Y A PITLA RI EV R EN B İLİM V E DOĞA FELSEFESİ

Gençlik Çağının Doğa ve Evren Kavramları Kant, gençlik çağının ilk büyük yapıtını 1755 yılın­ da yayınlamıştır. Bıı kitabın adı «Genel Doğa Tarihi ve Gökyüzü Teorisi», yalıut «Gök Cisimlerinin Yapı ve Ha­ reketlerinin Başlangıcı Özerine N ewton Fiziğine Göre Bir Deneme»dir. Kant, kitabının adm a Ncwton’un adını kat­ makla, kendisini, Kopernikus, Kepler ve Galilei ile baş­ layan m odern astronomi ve fizik geleneğinin içine sokmuş oluyor. Bilim dünyasını yeni buluşlarıyla altüst eden Ko­ pernikus, Kepler ve Galiiei’nin, yeryüziindeki ve gökteki hareketler; yani fizik ve astronomik hareketler hakkında ortaya koydukları bilgileri; Newton, tek bîr sistem ha­ linde birleştirmeyi başarmıştı. Nevvton mekaniğinin ilkele­ ri, evrendeki bütün maddi olayları içine alıyordu: Evrenin en. genel yasası, yerçekimi yasasıdır. Doğa felsefesinin ilkeleri, m atematik ilkelerdir. Zaman, mekân ve hareket gibi kavramlar, çok genişlemiş olan m atematik doğa bi­ limlerinin en başında gelen kamaralardır. Genç Kant, doğa bilimlerine dayanan evrenbilimin bu anlayış çerçevesi içinde, gök cisimlerinin başlangıcını, 25

kendisini deneyimize sunan doğa düzeninin yavaş yavaş olusunu, mekaniğin ilkelerine göre anlamayı amaç edini­ yor. Böyle bir ide ile, yani evrenin oluşunu, bilimdışı mitoslar yerine, mekanik olarak kavrama çabası ile, İlk­ çağda, önceleri Demokritos’da, sonra Epikuros ve Lukretius’da karşılaşıyoruz. İkinci bir denemeye, 17. yüzyılda yeni bilimsel görüşe dayanarak Descartes başvurmuştu. Şimdi, Kant bu yazısında, Nevvton’un doğa ilkele­ rinden kalkarak, bu ilkeleri evren in oluşuna uygulamaya çalışıyor; aynı zamanda onda yeni bir düşünce de gelişi­ yor: Kepler’denberi hareket biçimleri ve yasaları kesin bir şekilde bilinen bizim güneş sistemimizin dışındaki sabit yıldızlarda da aynı uyumlu düzen vardır. Samanyolu, sabit yıldızların ve sayısız yıldız sistemlerinin bir yığını olarak kavranmalıdır. Kant, bunu şöyle dilegetiriyor: Sabit yıldız­ ların düzeni, güneş etrafında dönen yıldızların düzeninden başka türlü değildir. Kant, evreni bu şekilde, zaman-mekân içinde cisimler ve onların hareketlerinden oluşan bir bütün olarak kav­ rar. Bu bütünde egemen olan temel yasa, Newton’un keşf­ ettiği çekim yasasıdır. Maddedeki iki temel kuvvet ve ” yalnız bu iki temel kuvvet, bütün olayları ve düzenleri bize açıklayabilir: bu kuvvetler çekme ve itme kuvvetleridir. Nevvton’un kendisi, güneş sisteminde ortaya çıkan bazı güçlüklerin giderilmesi için, tanrısal bir gücün, yani bir amaca göre yönveren bir akim düzenleyici etkisinin varlığını kabul etmek gerektiğine henüz inanıyordu. K ant’ m evren görüşünde böyle teolojik bir anlayışın yeri yok­ tur. Ona göre zaman-mekân içindeki dünya, yani maddi doğa, bir mekanizmdir. Bu mekanizmdeki bütün sistem­ leri, maddenin kendi güçleri ve değişmeyen kendi yasaları düzenler. Bir bütün olarak ve mutlak anlamda zaman-mekân, N ewton’un doğa felsefesinin ilkelerine göre, sonsuzdur.

26

Genç Kaııt da mekân ve zamanın sonsuzluğuna aynı şe­ kilde inanır. Kant, bu yazısında mekân için: «Tanrısal varlığın sonsuz çevresi» der. Ona göre doğa, zaman-mckân içindeki evren, bütün sistemleriyle sonsuzdur. Evren­ sel olayların oluşu da, sonsuz olan zaman içinde olup bi­ ter: «Yaratılış, evrenin oluşu, bir anda olup bitmemiştir»; yaratılış, maddenin ve cevhcrin (substansların) sonsuzca ortaya çıkmasından sonra, daima artan bir çoğalma ile, ebedi olarak sürüp gidecektir; akışları içinde ebediliği tü­ ketemeyecek olan bu yüzyılların ardarda gelmesinde, bü­ tün dünyalar, tanrısal varlıkla canlanacaklardır. (Kant bu­ nunla, evrendeki bütün sistemler en sonunda bizim güneş sistemimiz gibi olacaktır demek istiyor). Genç Kant için evren, sonsuzluğa yayılmış sonsuz bir gelişme halindedir. Bu gelişme, evrendeki sistemleri sürekli olarak çoğaltır. Evrenin oluşumu, büyük ve yükselen bir gelişmedir. Kant, evren içindeki sistemlerin sonsuz olarak geli­ şip çoğalmasında, bir plana göre hareket eden tanrısal bir gücün etken olduğunu düşünmez. Bu oluş, maddenin güçleri ve yasalarının etkisi ile olup biter; evrenin bütü­ nündeki oluşum, uyumlu düzenlerin sonsuzluk içinde ço­ ğalması, sadece, Nevvton’un saptadığı yasaların yönetimin­ dedir. Zam anın akışı içinde, sonsuzlukta yer alan bütün evrensel düzenler, evrensel işleyişin, mekanik nedenselli­ ğin ürünüdür. Genç K ant der ki: «Bana maddeyi verin, ben size bundan bir evren kurayım«. Bunun anlamı şudur: Bilimin, yıldızlı semada bir parçasını keşfettiği ve mate­ matik olarak, sayılar ve formüllerle kavrayıp ifade ettiği evren, maddenin ve hareketin temel yasaları ile açıklana­ bilir. Kant, astronomi ve fizik bilimine dayanan evren bak­ landaki görüşünün, mekanist doğa anlayışı ile karıştırılmamasını ister. Çünkü mekanist görüşe göre, evren ve do­ ğadaki en son şey, hatta başlıca var olan şey, sadece mad-

27

de, onun güçleri ve yasalarıdır. Halbuki Kant, kendisini hu türlü naturalistlerden, hele doğa bilimlerine dayanan felsefe görüşlerinin ilk kurucularından olan Demokritos’ dan ve onun yolunda yürüyenlerden, kesin bir dille ayırır. K ant’a göre, düzenlerin salt rastlantılarla; akıl yolu ile varılan akıldışı bir şeyle, yönetilmesi olanaksızdır; madde kavramının kendisi, kendine özgü güçleriyle, bizi ister is­ temez, evrendeki düzenin kaynağı olarak madde ve ev­ reni aşan sonsuz doğa bütününün yaratıcısına, tanrısal olana götürür. M addenin nitelikleri, güç ve yasalar, her şeyin yaratıcısı tarafından öyle sonsuz bir bilgelikle se­ çilmiştir ki; bu sayede evrende, tanrısal varlığın her ya­ nını doldurduğu bu sonsuz çevrede, yeni düzenlerin oluş­ ması, artık kendi kendine bırakılmıştır. Bu düşüncelerden de anlaşılacağı gibi, genç Kant’da, bütün evreni kaplayan doğa mekanizmi arkasında, her şeye kaynak olan bir ide, tanrısal akıl yer almaktadır. Kant, «tanrısal aklın ebedî idesinde» bütün şeylerin, esas yapıya uygun birtakım niteliklerle donatılarak, ortaya kon­ muş olduklarını söyler; fiziko-teolojinin, yani doğanın k i ­ tabından tanrının okunmasının en doğru yolunun bn ol­ duğunu söyler. Doğada, özel olandan kalkılarak tanrısal olana varılamaz; tersine, kurulmaları kendi kendilerine> bırakılan sistemlerin, düzenlerin bir bütünü olan doğa bü­ tününden, tanrısal evrene, temele gidilebilir. Evrenin büyüklüğü, sonsuzluğu, düzenleri ve değiş­ meleri ile dopdolu olan bu gençlik yazısında Kant, insan­ dan pek sözetmez. Sonsuz nedensel olaylar içinde, insana, onun özgürlüğüne yer kalmamışa benziyor. F. Nietzsche. bir yazısında der ki; «Kopcrnikus’dan beri insan, eğik bir yol üzerine düşmüş görünüyor». Onun aşağılara doğru yuvarlanıp kayması, gittikçe hızlanıyor; öyle ki, insan, artık evrenin ortasından itilmiş gitmiştir; onun varlıkta

28

yer aldığı yüksek basamağa, onur ve biri c iki iğine, verinin doldurulmazlığma olan inanç, eriyip kayboluyor. Gerçekten Kan t'm bu gençlik yazısı, insanın saygın­ lıktan düşürülmesinin ilk basamağıymış gibi görünebilir. Fakat K ant'da, bu yazıyı yazdığı sıralarda bile, bu türlü evren ve doğa tasavvurlarının bîr sınırı olduğu düşüncesi vardı, O. kesin bir dille şuıııı söylüyordu: «Bu mekanist görüş, canlılığı açıklamaya yetmez; çünkü burada sunu söyleyemeyiz: Bana maddeyi ver, ben sana bundan bir ot parçacığı, yahut bir kurt çağız yapayım.» Kant bu yazısının sonunda, insan ruhunun ölmezli­ ğinden, kendi dışındaki düzenli evreni gören, hayran k a­ lan, araştıran insandan sözeder. Burada insan, bir alıcı olarak sanki doğanın büyüklüğünün, erişilmez uyumu­ nun, kendisinde yansıdığı bir aynadır. Varlıktaki büyük­ lük ve yücelik, evrenden; evrensel düzenlerin oluşundan gelmekte görünüyor. Genç astronom ve doğa filozofu Kant’m, evrenin sonsuzluğu karşısında duyduğu hayranlık, yasaların düzenlediği bir sistem olarak kavradığı evrenin onda uyandırdığı coşku, öylesine 'büyüktür ki, bundan, insanın evrendeki yeti ve önemini düşünmeye pek sıra gelmemişe benziyor. Gerçekten bu güç sorun, evrenin mekanik düzeni içinde insanın özgürlüğü ve sorumlulu­ ğunun nasıl yer bulabileceği sorusu, genç K an tin düşünce ufkunda henüz belirmemişti. Oysa sonraları, tam da bu sorun, K ant’ın felsefi çalışmalarının merkezi olacaktır, K ant’m gençlik çağının ikinci yapıtı, «Fiziksel MonadoIoji»d\r. Adından da anlaşılacağı gibi, Leibniz’denberi süregelen Alman metafizik geleneği içinde yer alır. Bilindiği gibi, monad kavramını Lelbniz ortaya atmıştı: hem doğa ve Geist, hem de madde ve ruh için ortak olan ve birlik ifade cdeıı bir cevher ilkesi anlamını taşı­ maktaydı. Fakat Wolff ve onun ardından gidenler, fizik monad1lar, yani basit maddi cevherlerle, ruh m onad’larını 29

birbirinden ayırdılar. Doğa bilgini genç Kant ise, sadecc fizik m onad’lardan sözeder. Hem fizikçi, hem de astronom olarak, Newton’uıı öğrencisi olan Kant, Leibniz-Wolff okulunun metafiziğini, Newton’un matematik doğa ilkeleri ve geometri ile bir­ leştirmeyi amaç olarak seçmişti; bunu bu yazının adı da gösteriyor. Buradaki güçlük, şu noktadaydı; Alman m eta­ fizik geleneğine göre monacTlar, basit cevherler olarak, m addenin öğeleridir ve bağımsız güç birlikleridir. M onad’ lar kontinııite’den yoksun, kapalı birliklerdir. Mekânda yeralan bütün cisimler m onad’lann biraraya gelmesinden oluşmuştur. Oysa geometrinin ve Nevvton’un doğa felsefe­ sinin kendisi ile uğraştığı mekân, kesintisizdir; kontinuunı dur, yani sonsuza kadar bölünebilir; bundan dolayı me­ kânı dolduran maddenin de kesintisiz ve sonsuz, bölüne­ bilir kabul edilmesi gerekir. İşte b u noktada, iki teori, birbiriyle uzlaştırılması güç olan bir karşıtlığa düşerler. K ant’m sonraları, bu karşıtlık üzerine yaptığı araştırm a­ lardan, onun antinom t ler teorisi doğacaktır. «Salt A klın K ritiğhnds ortaya koyduğu dört antinom i’den ikisi, m adde hakkındaki bu birbirine karşıt ıkf teori ile ilgilidir: M ekânda yer kaplayan şeylerin kesinti­ sizliğini, sonsuz bölünebilirliğini kabul eden teori ile, m ad­ deyi artık bölünemeyen, bağımsız en son öğelerin, yahut substans’lann birliği olarak gören teori. K ant bu yazısında, («Fiziksel Monadoloj'ı»), bu sorun için ileri sürdüğü çözüm şeklini, sonraları yetersiz bul­ muştur. Bu çözüm yolu şöyleydi: Monadlar dinamik bir­ liklerdir ve birbirlerini etkilerler; bu yolla, yer kaplam a fenomenini, yani maddedeki kesintisizliği, kontinuiteyi oluştururlar. Basit substanslann, monad 1arın, birbirini kar­ şılıklı etküemelerinin sonucu olarak, önce onların o an­ daki yerleri, durum ları ve mekânı doldurmaları ortaya çıkar.

30

Sonraları Kant, kendisine şu soruyu sormuştur: Eğer daha önce m ekân ve m ekândaki ilgiler, bağlar olmasaydı, karşılıklı etkileme, monadların dışa etkileri nasıl olabilir­ di? K ant’m, m addenin temel nitelikleri olarak, öncelikle­ rini ileri sürdüğü kuvvetler, itme ve çekme kuvvetleri, (itme ve çekme yasasını, Newton, maddenin en yüksek yasası olarak görmüş," Kant da bu düşünceyi, ondan almış­ tır) sonsuz ve m utlak olan, yani bu kuvvetlerden bağımsız bir mekânın, önceden kabul edilmesini gerektirir. K ant’ııı üçüncü gençlik yazısı, «Metafizik Bilginin İlk İlkelerinin Aydınlatılması» adını taşır. Kant, bu yazısın­ da, doğanın en genel ilkeleri olan zaman, mekân ve m ad­ denin kuvvetlerini, (hatta «kuvvetin kaybolmaması» ilke­ sini bile) varlığın en genel ve en yüksek ilkelerinden çı­ karmayı dener. Kant, varlığın en yüksek ilkeleri olarak, mantığın ilkelerini; yani özdeşlik, çelişmezlik ve yeterli -neden ilkelerini görür. K ant’m en yüksek Iojik-ontolojik ilkelere dayanan deduktiondan hareket etmesi, Wolff ve onun ardından gidenlerin rasyonalizm geleneğine henüz bağlı bulunduğunu gösteriyor. Metafizik, evren, ruh ve tanrı hakkında felsefi bilgi olarak, doğa ilkelerini de içine alan bir evrenbilim olmak isterse — daha önceleri Spinoza’nın göstermiş olduğu gi­ bi— çök sıkı deduktiv bir sistem olarak kurulmalıdır. Felsefe, tanım ve aksiyomlardan kalkan, sorunlarım bu yolla çözen m atematik gibi, kesin ve açık kanıtlara da­ yanmalıdır. Çünkü metafizik, «salt aklın» bir bilgisidir; yani metafizik, her türlü deneyin dışında, sadece aklın kavramlarıyla, kesin mantık ilkelerine dayanarak kurula­ bilir. Çelişmezlik ilkesi, mantıkta olduğu gibi, metafizik­ te de en yüksek basam ak üzerinde bulunur; bunun ya­ nında, Leibniz tarafından formüle edilmiş olan yeterli ne­ den ilkesi yer alır. Bu ilke, hem bir mantık ilkesi olarak, mantıki temellendirmelerde kullanılır; hem de varlığın 31

genel bir yasasıdır (örneğin, bir doğa olayına, başka bir doğa olaymın neden olması gibi). M antık ilkelerinin aynı zamanda varlığın da ilkeleri olduğu düşüncesine, ilk kez K ant’m kendisini çok beğen­ diği bir filozof, Crusius karşı koydu. Crisuis şunu açık olarak görmüştü: Eğer yeterli neden ilkesi, mantıkta ol­ duğu gibi, geçerliği tam olan genel bir varlık yasası ise, insanın eylem ve istemelerinde özgür olmasına olanak yok­ tur; insanın irade özgürlüğünden konuşulamaz. Eğer var olan ve olm akta olaıı her şeyi yöneten birer neden varsa, o halde insanlar arasında olup bitenler de, tıpkı yasala­ rım matematik yolla lıesabettiğimiz doğa olayları gibidir. Rationalist varlık anlayışının, yani varlığın m antık ya­ saları tarafından yönetildiği, her şeyin birbirinden çıktığı görüşünün kaçınılmaz sonucu, determinizm, yahut 18 . yüz­ yılın diliyle fatalizm’dit. Kant, gençliğinde, Crıısius’un bu düşüncelerine karşı durur; yeterli neden, ilkesini, metafizik bilginin en geçerli ilkesi olarak görür. Kant, bu ilkeyi inceden inceye araş­ tırarak, çok önemli bir ayrıma varıyor: Bu ilke, bir yan­ dan bü* bilgi ilkesi (ratio cognoscendi), öbür yandan lyr varlık ilkesi (ratio essendi)dir. Kant, determinizme düş­ memek için, Crusius’un yaptığı gibi, her şeyin bir nedeni olduğunu söyleyen yeterli neden ilkesinin sınırlandırılması yoluna gitmez; özgürlük kavramının tahlili ile determiniz­ mi önlemeye çalışır. K ant’a göre, olayların, kendilerin­ den önce gelen yabancı nedenler tarafından yönetilme­ siyle, insanın kendi görüşüne dayanan davranışlara karar vermesini birbirinden kesin olarak ayırmak: gerekir. Kant, dışardan değil, içten yönetilmeye özgürlük der. Kant sonraları, «Salt A k im K ritiğhndc, bu tür öz­ güldük anlayışına komparativ (karşılaştırmalı) adım ver­ miş; otomatik olarak hareket eden bîr kebap şişinin pseudo (yapmacık) özgürlüğü ile karşılaştırarak, alay etmiştir. Öz­ 32

gürlük sorunu, Karıt'ı, bu ilk yapıtlarında kalkış nokta­ sını aşmaya zorlayan, felsefesinin, mayasını oluşturan bir sorundur. Özgürlük ve yönetilme (doğa alanındaki ncdcnlilik anlamında) arasındaki karşıtlık, sonraları bir anr'motni olarak (dört antiııomiden iiçütıciisii), K anr’ın kri­ tik felsefesinin ana sorunlarından birinde yerini buldu. K ant’m gençlik cağı için önemli noktalardan birisi de şudur: Genç Kant, henüz Leibniz’den gelen ve 18. yüzyıl boyunca sürüp giden optimizmin (iyimserlik) yolu üzerindedir; ona göre, gerçekliğin bütününde yüksek bir uyum egemendir. Eğer biz, tam ı tarafından yaratılmış olan evrende, yetkin olmayan, kötü, yıkıcı, amaçsız şeylerle karşılaşıyorsak; bu kusurlarla amaca uygun ve iyi olan arasında bir uzlaşmazlık, bir karşıtlık görüyorsak; bu bi­ zim görüş açımızın sınırlı olmasındandır. Bütün içinde, kötünün, de iyi gibi, gerekli ve anlamlı bir yeri vardır. Evrenin ölçüsüz zenginliği, sonsuz çeşitliliği; sevinç ve acı, sağlamlık, ve hastalık, tamlık ve eksiklik gibi bütün karşıtların var olmasını gerektirir. Aslında tanrı, evren­ deki eksiklikleri ve kötülükleri, bütünün zenginliğinin işa­ reti olarak, gerekli, görmüştür. Evrenin biiyük oluşu, olu­ şun tükenmeyen sonsuz bereketliliği içinde, yok olmanın, ölüm ve yıkıcılığın her tiirünü — tıpkı hayatın, sayısız biçimlerde ortaya çıkan oluşunun, sayısız uyumlu sistem­ lerin doğuşunu içine aldığı gibi—■ kuşatır, içine alır. Kant der ki: Evrendeki bir yapının çökmesine, «doğanın bir kaybı gözü ile bakıp, iizülınemeliyiz; çünkü doğa, zengin­ liğini. bir tür savurganlıkla göstermek ister.» Kant, evrende her şeyin, her varlığın kendi yerini bul­ duğu, bütün eksiklikleri aşan bir uyumdan sözed.er. İnsan alanında ortaya çıkan kötü de, bütündeki uyum bakımın­ dan gereklidir; insan varlığının zenginliğidir. Gerçek olan her şeyin, evrenin, yetkinliğinde bir payı vardır. Evrenin basamaklı yapısında, duyguların ve eğilimlerin, akıldan

IKP >

33

ağır bastığı varlıklar olduğu gibi; aktın, eğilimleri, hak ve ahlâk yasalarına göre yönettiği varlıklar da vardır. Bü­ tünde her şey kendi yerini bulur; bütün, tanrının istediği bir şey olarak, iyidir. K ant’m 1759 yılında çıkan «İyimserlik Üzerine Bazı Düşünceler» adlı yazısındaki görüşleri, kendi çağının tlıeodizee sorunu üzerindeki düşünceleri çerçevesi içinde ka­ lır. Sonraları, Kant, bu yazısındaki düşünceleri doğru bul­ madığını, başka bir yazısında söylemiş; hayatının sonun­ cu on yılı içinde «Theodizee Sorunu Üzerine Yapılan Bütün Denemelerin Başarısızlığı» adlı bir yazı yazmıştır. Gençlik çağının iyimserliğine karşın, onu, erdem ve er­ demsizlik, iyilik ve kötülük yeniden uğraştıracak; evren­ deki bütün karşıtları eriten, rationalist iyimserliğin sınır­ ları dışına çıkmaya zorlayacaktır. «Salt A klın Kritiği»ndc, salt akıl bilgisinden kalkarak, tanrmm vc onun nitelikle­ rinin, evrenin yapısının ve değerinin gösterilebileceği inan­ cına dayanan akılcı iyimserlik yolunu tamamen terkedecektir.

34

7

K A N T İN 1760 İLE 1770 YILLARI ARASINDA DÜŞÜNCE DÜNYASI I.

K ant’ın felsefesi 1760 yılından sonra yeni bir döne­ me girmiştir. 1762-63 yıllarında üç yeni yazısı çıkıyor. Bu yazılar, K a n tin artık kendi yoluna girdiğini gösteriyor. 60’ların ortalarında çıkan yazılarında ise, K an tin gele­ nekle gelen metafizik karşısındaki tavrının büyük bir sar­ sıntı geçirdiği görülüyor. Onda, büyük varlık sorunlarını araştıran insan bilgisinin, bu sorunları çözmeye yeterli olup olmadığı hakkında kuşkular uyanıyor. Bu kuşkular, onu zaman zaman skeptizime yaklaştırıyor. .1769 yılı Kant için bir dönüm noktası oluyor. Notlarında şu cüm­ leyi okuyoruz,: «1769 yılı bana büyük bir ışık getirdi». Kant, 1750 yıllarındaki yazılarında, sadece evrenbi­ lim ya da doğa felsefesi sorunlarıyla uğraştığı halde; 1762 -63 yıllarında tanrı sorununu ele almıştır. Descartes, Lei'bniz’de olduğu gibi, Spinoza ve VVolff’da da gelenekle ge­ len akılcı metafiziğin temel sorunu, salt akıldan kalkan, tanrı üzerine felsefi teori, yani theologia rationalist’di. Zaten Ar is t ot ele s ’d e nb eri metafizik kavramı, tanrıya iliş­ kin felsefi teori ile sıkı sıkıya birbirine bağlıydı. Kant ya­ zılarında, tanrı sorunu üzerine şöyle der: Bütün bilgilerin 35

en önemlisi tanrının «bir» olduğu bilgisidir. Aslında, bu yazısında Kant, artık tanrı kanıtlarının esaslı bir kritiğini yapmaya başlamıştı. Daha gençlik çağında, K ant'da, Crusius’un etkisiyle, rationalist metafiziğin ana sorununun çözümünde, yani tanrının varlığının, ontolojik kanıtlanıp kanıtlanamayacağı özerinde kuşkular uyanmaya başlamıştı. Oııtolojik k a­ nıtlama, Descartes’la başlamış, Kant zamanında yeniden yüze çıkmış, önem kazanmıştı. Varolması gereken «yet­ kin bir varlık» kavram ından kalkarak, mantık yolu ile onun varlığının gerçek bir varlık olduğu kanıtlanıyor. Burada mantığın çelişmezlik ilkesi, yalnızca bu ilke, bir şeyin varolmasının garantisi oluyor. Oysa, çelişmezlik, baş­ ka yerlerde, örneğin matematikte, yalnız sayılar ve şekil­ ler arasındaki bağıntılarda ölçüt (kriterinin) rolünü oynar. Oııtolojik tanrı kanıtında ise, durum bambaşkadır. Bu­ rada, «yetkin bir varlık» kavramının gerçekten varolm a­ ması, bu kavram ın kendi içinde bir çelişme olduğunu gös­ terecektir, deniliyor. Bu çelişmeyi kaldırm ak için, «yetkin bir varlık»m gerçekten var olduğunu kabul etmek gere­ kir. Görüldüğü gibi, ontolojik tanrı kanıtında, akıl, iddia­ sında çok ileriye gidiyor; salt bir kavramdan kalkarak ve bir mantık ilkesine dayanarak «yetkin bir varlık» m olduğunu altedilmez bir sağlamlıkla kanıtladığını savunu­ yor. Şimdi, K an tin yeni yazısı şu başlığı taşıyor: «Tanrı­ nın Varlığının Gösterilmesi için Olanaklı Biricik Kanıt­ lama Temeli», Kitabın başlığından da anlaşılacağı gibi. Kant henüz tanrının varlığının, felsefi kanıtlam alarla gös­ terilmesinin olanağı olduğuna inanıyor. Burada Kant, «Salt Aklın Kritiği»nde ortaya koyacağı tezden çok uzaklarda­ dır. Bu tez, salt akıl kavramlarından kalkan kanıtlam a­ ların «sözde birer kanıtlama» olduklarını ileri sürer. Bunu 36

savunduğu için, geleneğe bağlı metafizikçi çağdaşları, onu, «her şeyi kırıp döken Kant» adını vereceklerdir. Oysa K a n tin bu yazısında ileri sürdüğü yeni, kanıt­ lama da rational teolojiden bir parçadır. Fakat ona, bi­ ricik kanıtlam a yolu olarak görünüyor; kendisinden önce ileri sürülen savların hepsini, yetersiz bularak' yıkıyor. Kant, bu yazısında, gelenekle gelen metafiziği büsbütün terk etmeden düzeltmek istiyor. Sonraları, «Salt A klın Kritiği»nde, bu yeni kanıtlam alardan söz bile etmeden, bütün kanıtlamaları terkcdeeektir. Büyük bir bölümü «Salt A klın Kritiği»nm «Transcen­ dental Diyalektik» bölümünde bulutlan K an tin kritik dü­ şüncelerinden şimdi bizim için en önemli olanı şudur: «Varolma», ontolojik kanıtlamalarda yapıldığı gibi, var­ olan şeylerin başka nitelikleriyle bir tutulmamalıdır. «Var­ olma», mantığın çelişmezlik ilkesinin yürürlükte olduğu kavram lar alanım aşar, «Varolma», şeylerin, nitelikleri ara­ sındaki bir bağlantı (relation) değil, kendi basma, mutlak bir şeydir: bir şeyin — bu şey ister tanrı, isterse gelişigü­ zel bir şey olsun— «varlığı» lıakkmdakî yargı, doğrulu­ ğunun ölçütü, çelişmezlik ilkesi olan analitik bir yargı değildir. Varlık yargısı, özü gereğince, sentetik bir yargı­ dır; burada, kavramların tahlil ve karşılaştırılmasında kul­ lanılan ölçütlerden başka ölçütlere başvurulması gerekir. 1.76 0 iı yıllarda Kant, henüz analitik ve sentetik yar­ gı ayırımını yapmamıştı. Fakat gelenekleşen rafionalizmin temellerinde ilk gediği açtı. «Varlık» sorununun ele alın­ masıyla, salt akıl bilgisinin dayandığı mantık ilkesinin — çelişmezlik ilkesi— bütün alanlarda yeterli olamayacağı ortaya çıkmıştı. «Varlık», «varolma» rational kavranabi­ lir bir şey değil, irrationafdk. Bundan dolayı «varlık ala­ nı» m antık kurgulan ve decluktionlarının yetki alanları­ nın dışında kalır. 37

II, Kant'm bu grup yazılarından bir İkincisi ve pek önem­ lisi, onun rationalizmde açtığı ilk gediği büyütmektedir. Bu yazı garip bir başlık taşıyor: «Olumsuz, Nicelikleri Evren Bilgisine Uygulama Denemesi». Olumsuz ni­ celikler kavramı matem atikten alınmıştır. Örneğin (— 4) ile (— 8) sayıları birbirinden nicelik bakımından farklı­ dır. Bu fark, tıpkı ( + 4) ile ( + 8) arasındaki fark gibidir; fakat birinci sayılar, olumsuz sayılar olarak, olumlu sa­ yıların karşıtıdır. Bu sayılar olumsuz sayılar oldukları hal­ de, bir çokluk gösterirler; sıfır anlamında bir yokluk göstermezler; olumlu sayılara olan karşıtlıklarında onlar­ la aynı değeri taşırlar; öyle ki, olumlu bir sayıyı olumsuz bir sayı sıfıra indirir: + 8 ve — 8 ’.in sonucu sıfırdır. K ant’a göre bu olumsuz niceliklerden felsefenin bir sonııç çıkarması gerekmektedir. Kant, doğa felsefesinde, doğada çekme ve itme gibi iki kuvvetin maddenin temel kuvvetleri olduğunu göstermişti. Her dinamik etki ve kar­ şı etki, bu kuvvetlere dayanır; bu kuvvetler birbirine k ar­ şıttır; karşılaştıkları zaman birbirlerini yok ederler; eğet bir cismi eşit değerde itme ve çekme kuvveti etkilerse, cisim hareket etmez, durağan durumda kalır; yani, hare­ ket sıfır olur. Kant bundan şu sonucu çıkarıyor: Fizik ve m ate­ matik alanda ortaya çıkan karşıtlıklar, mantık alanında ortaya çıkan karşıtlıklardan bambaşkadır. Mantık alanın­ daki karşıtlık ,(opposition), bir çelişmedir. Mantık bakı­ mından bir çelişmenin olduğu yerde, örneğin, «A» ve «non A»nm karşılaştıkları yerde sonuç, fizikteki kuvvet­ ler dengesinde olduğu gibi durağanlık durumu, yahut m a­ tematikte olumlu ve olumsuz niceliklerde olduğu gibi, sayılar dizisi içinde belli bir yeri olan sıfır değildir; bu­ rada hiçbir şey ortaya çıkmaz; bir çelişme ile hiçbir şey 38

yapılamaz; bu çelişmenin ortadan kaldırılması gerekir. O halde m antıktaki karşıtlık, matematik ve fizikteki kar­ şıtlıktan bam başkadır. Kant, matematik ve fizik alandaki karşıtlığa, «real repugnanz» adını verir. İşte burada biz, sadece mantık alanı içinde kalan aklın sınırlan ile karşılaşıyoruz. Sadece akıl kavram larına ve mantığın en yüksek ilkelerine dayanarak, real karşıt­ lıklar, örneğin doğadaki kuvvetlerin karşılaşmaları kavranamaz; bu, akim sınırlarım aşmak istemesi olur. Bu­ nun anlamı şudur: real varlığın yapısıyla, hatta matem a­ tik varlığın yapısıyla, mantığınla arasında bir uygunluk yoktur. Kant, sonraları, «Salt A kim Kritiği»ııde bunu şöyle açıklar: M atem atik ve fizik alanında olup bitenler, ne sırf çelişmezlik ilkesini ölçüt olarak alan analitik yar­ gılarla kavranabilir; ne de m antık yoluyla bu alanda yar­ gılara varılabilir. Bu alandaki yargılar, sentetik yargılar­ dır. Yani bu yargılar, deneyim ve algıya dayanırlar. Kant real karşıtlık, «real repugnanz» için verdiği ör­ neklere yenilerini katar, doğa güçlerinden insanın iç h a­ yatına geçer: Sevinç ve acının birbirine karşı durumu, — 8 ile + 8 ’in birbirine karşı olan durumu gibidir. Se­ vincin eksikliği, acı durum u değildir. Bir kayıtsızlık, il­ gisizlik halidir. Acının, bu olumsuz duygunun, kendisine özgü sanki olumlu bir gücii vardır; acı ve sevinç arasın­ da real bir karşıtlık vardır. Bundan başka, nefret etme ve sevme; tiksinme ve arzu etme; çirkin ve güzel de bir­ birine karşıttır. İnsanın bütün iç hayatı, mantıksal çe­ lişmeden bam başka bir yapıda olan bir 'karşıtlık örgüsü içinde geçer; burada mantıksal değil, real bir karşıtlık sözkonusudur. Bu, K ant’m çok önemli bir düşüncesidir. Karşıtlık ilkesi, daha önceleri Pythagorasçılarda ve H erakleitos’da, evreni ve insan hayatını yöneten evrensel bir ilke olarak ortaya atılmıştı. Şimdi Kant, bu ilkeyi yenibaştan ele alı­ 39

yor. Bu ilkeyi, K ant’tan sonra Alman İdealizmi, özellikle Hegel ele alıp işlemiştir. Hegel’de «karşıtlık ilkesi», d ü­ şünceler alanında, varlık ve oluştaki diyalektiğin temeli oluyor. Onda. K a n tin açık bir şekilde gösterdiği, m a n ­ tıki ve real karşıtlık arasındaki fark siliniyor. Ç ünkü H e ­ gel, mantık ve metafizik (yahut, ontoloji) arasında bir uygunluk görüyor. Oysa Kant, geleneğe bağlı metafizikle savaşarak bu görüşü yıkmak istemişti. R eal repugnanz’a K a n t’ııı verdiği örneklerin son gru­ bu, onun evren görüşünün gelişmesini göstermesi bakı­ mından çok önemlidir. Kant eksiklikten doğan kötülüğün karşısına «yok»ıın kötülüğünü koyuyor; eğer hayvanda akıl eksikse, yahut 'bir insanda keskin, bir akıl eksikse; bu, sadece, eksiklikten gelen bir kötülüktür: çünkü her varlık, her şeye sahip olamaz; her varlığın, başkalarında bulunan birçok şeyleri eksiktir. F akat hatanın yapısı bam­ başkadır;' eksiklikten apayrıdır. Bir şeyi bilmemek, bilgide bir eksikliktir; hata ise hakikat olan bilginin karşısında bulunan karşıt bir durumdur. Ahlak alanında da durum aynıdır: Hayvanlar ahlak bakımından iyi olan bir eylemde bulunamazlar. Bu, c n ­ imin kötü, erdemsiz olmaları demek değildir; sadece bir olanaktan yoksun olma, yani bir eksikliktir. İnsanda «iyi. olmayan», «kötü» bir şey olarak, bam başka bir .şeydir: çünkü «kötü olan», «iyi olan»m karşısında onun real bir karşıtı olarak bulunur. H a tta insanda, «yapılması gere­ keni yapmama» bile, iyi karşısında real bir karşıtlıktır: bu bakımdan, sevmek, gerektiği yerde sevmemek ile kin arasında, sadece bir derece farkı vardır. Bu düşüncelerle Kant, gençlik çağındaki evren görü­ şünü. evrenin yetkinliği ve uyumu görüşünü terketmiş olu­ yor. Bu değişiklikten kendisi s özetmiyor; fakat görüşün­ de başladığım gördüğümüz değişikliği, yukarıdaki düşün­ celerin kendileri gösteriyor. Y ukarıdaki düşüncelere göre.

40

«kötü», bir gölgcdcjı, çok renkli, ılıklı olan evren tablo­ sunda sadece bir ışık azlığından doğmam aktadır; tersine

kötü ile iyi arasında gerçek bir karşıtlık vardır. Daha sonraları, hayatının son yıllarında, evren hakkm daki iyim­ serliğe karsı olduğunu kendisi de söyler. Bir yaşlılık y a­ zısında K ant der ki: Leibniz’c göre, her şev, gerçeklik ve olumsuzun birleşmesinden oluşur; kötü iyi île birleşerek «ışık ve gölge»den bir evren tablosu çizer; acı, sadece se­ vincin, kötülükler de iyiliğin eksikliğinden başka bir şey değildir. K ant’a göre, bıı düşünce, algılanan dünyanın bize gösterdiği gerçekteki çatışmayı («real konflikt» i) görme­ mezliğe geliyor. Bundan başka, kötüyü, sadece iyinin e k­ sikliği saymak, ahlaka aykırı bir görüştür. Bu yazıdan iki önemli sonuç çıkmaktadır: 1. M a n ­ tık ilkelerinin geçtikleri alan dışında, varlığın geniş, son­ suz geniş başka alanları vardır. 2. İnsan varlığındaki iyi ve kötü arasında ortaya çıkan karşıtlık, bizi, bu alandaki bir ilkeye, «olması gereken» (bağlanma = obligatio) ilke­ sine götürür. Ahlak bakımından, sevilmesi gereken bîr şeyi sevmemek île ondan nefret etmek arasında, sadece bir derece farkı vardır. Çünkü kaynağını, insanın varlık -yapısında bulan «sevmelisin!» buyruğuna, sevmemek de, nefret etmek gibi aykırıdır. Kant bu yıllarda çıkan bir başka yazısında, m a tem a­ tik bilgi ile felsefi bilgi, özellikle ahlak felsefesi arasın­ daki farkı incelemekte, bunlar arasındaki farkı gösterme­ ye çalışmaktadır. Bu yazısında K ant şu düşünceleri ileri sürer: Ahlak felsefesi, bir k av ram çözümlemesi değildir. O, örneğin, tanrı, insan, evren kavramlarını tanımlayıp bunlar arasındaki ilgileri incelemez; tersine, ahlak felsefe­ sinde insan, bakışını kendi içine çevirir; bütün ahlak olay­ larında, kendine özgü bir açıklıkla geçerliği olan bir il­ keyi arayıp bulur. Bu ilke, «olması gerek», «bağlanma» (obligatio) kavramında ifadesini bulur. Bu ilke bize, doğ-

41

nidan doğruya, kendine özgü bir kesinlikle, bölünemez bir ilke olarak verilmiştir. Bu düşünce, K a n tin sonraları çok gelişecek olan, ahlak felsefesinin mayasını oluştura­ caktır. K an tin ahlak felsefesi, bizim kendi varlığımızda bi­ lip tanıyacağımız, açığa çıkaracağımız bir ilkeye; «olması gerek»ten gelen buyruğa, imperativ’e dayanır. Yukarıdaki örnekte, sevme ile sevmeme arasında bir gerçek karşıtlı­ ğın bulunduğu düşüncesinin kaynağı budar; sevmenin ge­ rekliliği, bu bağlanma, bize, kendi iıısaıı varlığımızda, doğrudan doğruya ve kesin bir açıklıkla verilmiştir. Yukarıda adı geçen olumsuz nicelikler hakkm daki yazı, K a n tin felsefi düşünmesinin gelişmesi bakımından çok önemli olan bir soruna daha kısaca dokunm aktadır. Bu sorun, nedenliliktir. Bu sorunu Kant, gençlik çağının metafizik bilginin ilkeleri üzerine yazısında, «yeter neden ilkesi» başlığı altında incelemişti. B urada Kant, henüz ge­ lenekle gelen felsefi düşünce çerçevesi içinde bocalamak­ taydı; nedenli olaylar alanında tıpkı mantık alanında ol­ duğu gibi, salt kavram çözümlemeleriyle kanıtlam alar ya­ pılabileceğine inanıyordu. Yani, «Salt A klın Kritiği»nuı diliyle söylersek, nedenlilik alanındaki yargılar, analitik yargılardır, diyordu. Olumsuz nicelikler lıakkmdaki yazısında ise, Kant şöyle söylemektedir: Sonuç, asla, özdeşlik ilkesine daya­ narak nedenden çıkarılamaz. Bir şeyden, kendisinden bam ­ başka olan bir şeyin çıkmasını anlamama olanak yok­ tur. Bir cisim, başka bir cisme dokunuyor ve onun ye­ rini değiştiriyor, onu harekete getiriyor. Burada olup bi­ teni, cisim ve hareket kavramlarından kalkarak, bu kav­ ramların mantık bakımından yapılan çözümlemelerine da­ yanarak, kavrayamam. Ben burada, neden, ve sonuç, kuv­ vet ve hareket kavramları île de durumu kurtaram am ; burada gerçek olana, olayın kendisine dayanmam gerek. 42

Çünkü bu olayı anlamak için, benim, olup biteni, bir neden-sonuç bağlantısı içinde görmem gerekir,Yani, bir şeyi başka bir şevin nedeni olarak görürsem, ya da bir şeyin kuv­ vetinden sözedersem, ben orada, gerçekteki bir temele dayanan bir bağlantıyı görüyorum, demektir. Ancak bun­ dan sonradır ki, nıanttk ilkeleri, özdeşlik ilkesi, bana yar­ d ım a olabilir. Sontıç olarak görülüyor ki, çok önemli vc genel olan gerçeklik alanındaki bir bağlantının bilgisine varmak için salt mantık formları yetmez. Bizim çözümlemelerimiz, ne­ denli olaylarda bile, gerçek şeylerin yalın ve bölünmez kavramlarında sona erer. Fakat bu kavramlarla, şeylerin olaylarda ortaya koydukları sonuçlar, hiçbir zaman açık olarak düşünülemez. Burada bize, ancak deneyim ve algı yardım edebilir, Neden-sonuç arasındaki temel bağlantı, —-tıpkı kuvvetler arasında, itme-çekme kuvvetleri arasın­ daki bağda olduğu gibi— salt akla, m antığa dayanan sonuç çıkarmalarla bulunamaz. Burada, salt akıl bilgisi­ nin sının ile karşılaşıyoruz; yani hem mantığın, hem de ontolojinin bir ilkesi olarak görülen yeterli neden ilkesinin gerçeklik alanına uygulanmasında, aklın sınırlarını aşan irrational bir şeyle karşılaşmaktayız.

III. Bu yılların üçüncü ana yapıtı, bilgi teorisinin bir sorunu ile uğraşmaktadır. Bu yazıda felsefenin yöntemi ile bilgisi, matematiğiııkinden ayırdediliyor. Buradaki dü­ şüncelerinde Kant, Descartes’daıı Spinoza, Leibniz ve Wolff’a kadar felsefe geleneği ile gelen Yeniçağ rationalizmine karşıdır. Bu rationalist düşünürlere göre, m eta­ fizik, «üniversal bîr mat'hesis»dir. Spinoza'nın ana yapıtı, bilindiği gibi, Euklid geometrisini örnek tutarak, aksiyom, 43

postulat ve tanım larla işe başlıyor; sonra sayısız m eta­ fizik teoremler çıkarıyor. Kant bu. yolu, felsefe için yararlı ve güvenli bir yol olarak görmüyor. M atem atik bilimlerinin tutum u ve bura­ daki kesinlik (evidenz), felsefedekinden bam başkadır. M e­ tafizikte, m atematikte olduğu gibi, tanım lar başta gelirse, bu çok önemli olan kavram ların önce açıklanması, çö­ zümlenmesi ve temellendirilmesi gerekir. M atematikte, sa­ yılar ve büyüklük kavramları, nasıl sonuçlara, varılacağı­ nı görmek için,istendiği gibi değişik bağlantılar teinde karşılaştırılırlar. Metafizikte ise, her kavramın, gerçekten varolanı gösterip göstermediği, açıklayıp açıklamadığı so­ rusu sorulmalıdır, Leibniz karanlık tasavvurlardan oluşan basit bir substcıns düşündü, buna uyku halinde bulunan «monad» adım verdi. Bu kavram gerçeğe uygun bir kavram mıdır? Yoksa, gerçek bir anlam taşımayan, sadece düşünülmüş bir kavram, mıdır? M atem atikte genel ve soyut olan, her zaman, somut olarak gösterilebilir: örneğin, bir doğrunun ya da mekândaki şeylerin, sonsuz böliiııebıiiıiiğinde oklu­ ğu gibi. Oysa, felsefenin soyut kavramları, böyle bir somut­ luk niteliğinden (algı alanında gösterilebilmeden) yoksun­ dur, Bu yüzden, felsefenin «verilmiş şeyler»den kalkması gerekir. Kant, Newton’un araştırm a yönteminde bu şekil­ de hareket ettiğini gösterir, «Newton, güvenilir deneyim ve algılara dayanarak, gerektiğinde geometrinin yardımıy­ la, belli doğa olaylarının dayandığı ilkeleri araştırır». Böy­ le bir araştırm ada, cisimlerin varhk-yapılarında taşıdık­ ları şeyi, olayların ilk nedenini göremeyiz. Örneğin, çekme kavramı ve yasasında durum böyledir: Çekme kuvvetinin kendisinin, olup biten çekme olaylarının dışında, ne ol­ duğu açıklanamaz. Bununla birlikte, fiziğin ortaya koy­ duğu bilginin, olup biten bütün maddesel olaylar için en 44

yüksek bir genellik karakteri taşıdığı, denemelere dayana­ rak, verilen şeylerin denenmesiyle, gösterilebilir. Kant, metafizik ve ablak felsefesinin dc aynı .şekilde hareket etmesini ister: «Emin, olan iç deneyime, yani doğ­ rudan doğruya olan bilgiye dayanarak genel olan bir şe­ yin kavram ında bulunan, nitelikleri araştırın; bu iç de­ neyimle bulduğunuz nitelikler, size o şeyin özünü vermese bile, birçok şeyler çıkarmanıza vardım edeceklerdir». Kant bu yazısında, bu yöntemi uygular. Burada, insanın ahlak özgürlüğünü araştırm aktadır. Kant’a göre bu çok önemli sorun, kavram tanımlarına dayanan, önceden hazır bir sistemden kalkarak çözülemez. Özgürlük kavramı, «şim­ diye kadar hiç kimse tarafından, valin ve herkesin bildiği kavramlara dayanarak anlaşılır bir hale getirilemedi». Ay­ nı şey itme-çekme yasasında da olmuştu. O halde felsefe, bu problemde, tanımlamalar yapacağı yerde, içdeneyimimk ze açık ve kesin bir şekilde verilen genel bir olaydan kalk­ malıdır. K ant için bu olay, «bağlanma», ohligatio’dm . İnsanlar, kendilerinden — insan olarak— bazı şeyle­ rin. istendiğini, bazı şeyleri gerçekleştirmelerinin beklen­ diğini, doğrudan doğruya bilirler. İnsandan beklenen şey­ lerin bazıları, rastlantılara bağlı ya da koşullu olabilir. F a­ kat bunlar arasında, bir yasa gerekliliği taşıyanları da vardır. Ahlak buyrukları bu türdendir. Bu buyruklar, çok genel olan bir tek buyruk altında toplanabilirler. Kant bu buyruğu bir kitabında şöyle ifade eder: Yapabileceğin en yetkin olanı yap. Bu cümle artık başka hiçbir aksiyoma kavram tanımına götürülemez; fakat kendisinde, kendine özgiî bir kesinlik ve açıklık taşır. Bu buyruk, pratik bil­ ginin, yani ahlak bilgisinin kanıtlanamayan başka ilkeleri­ ne bağlanabilir. Örneğin, şöyle bir tek tümceye: «İnsan­ lıktaki sevginin karşılıklı olması gerekir» gibi. Bu tümce, «sevgi» kavramından, mantık ilkelerine dayanarak, nasıl çıkarılabilirdi? 45

Bu düşüncelerde, K a n tin daha sonraki ahlak felse­ fesi ve insan özgürlüğü hakkındaki görüşünün çekirde­ ğini buluyoruz. K a n tin bu arattırm alarında, dışardan ge­ len yeııi bir etkinin izleri görülmektedir. Bu etki, 18. yüzyılda moral hakkında yazılar yazan İngiliz filozofla­ rından gelmektedir. K a n tin bu yazısında, Shaftesbury, H utdıeson ve David Hum e’un adlan geçmektedir. Kant, o zamanlar, bu filozofların insan doğası üzerine yaptık­ ları çözümlemelerde, şu düşüncelerle karşılaşıyordu: İn­ sanın iyi ve giizel hakkındaki bilgisi, artık mantık ba­ kımından çözümlenemeyen bir bilgidir. K an tin bu dönemde, İngiliz felsefe geleneğine ka­ tıldığı ve «empirist» olduğu düşünülmemelidir. Böyle bir şey. Kant felsefesinin en kısa bir dönemi için bile, söy­ lenemez. Çünkü hiçbir empirist. K an tin şu tümcesini anlayıp kabul edemez: «Kavramların her çeşidi, bizim düşünmemizin kendi aktivitesine dayanmalı ve temellerim burada bulmalıdır». Bundan başka, Kant için, yukarıda anlatılan ahlak buyrukları ve onların uygulanmasında, deneyim yığınının ya da alışkanlığın taşıdığı kesinlik ve gereklilikten daha güvenli bir kesinlik ve gereklilik var­ dır. K a n tin sonraki dili ile söylenirse, şöyle denebilir: Bu buyruklar, hem sinthetik’dirler, hem apriori'ûirlet, yani mantık yoluyla 'başka yargılardan çıkarılmamışlardır; analitik yargılar değildirler.

IV.

K a n tin 1760 ile 1765 yılları arasında çıkan bir baş­ ka yazısı daha vardır. Bu yazıda Kant, ilk kez, estetik sorunları ile uğraşır ve insanın sanat başarılarım ahlak alanının sınırları içine alır. Bu kitap, «Güzellik ve Y ü ce­ lik Duygusu Üzerine Düşünceler» (1764) adım taşır. K ant'

46

m bu yazısı, sonraları yazdığı, «Estetik Yargıgüciinün Eleştirisi» adlı yazı kadar önemli değildir; daha çok, o zamanlar İngiliz filozoflarının ahlak ve sanat problemları hakkında yazdıkları yazılara benzemektedir; Shaftesbury, Hutcheson ve D. Hııme’un etkileri çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu yazısında, K an tin bıı düşünürlerde övdüğü nok­ ta, güzelliğin algılanmasında, iyide okluğu gibi, insanın duygularına önem verilmesidir. «İlk kez zamanımızda, bil­ ginin gerçek bir imgeleme yeteneğinin, iyiyi duymanın da duyguların bir işi olduğu anlaşıldı». «Güzelliğin, yüce­ liğin çözümlenmesi, bizi, iyide olduğu gibi, yalın duygu­ lara, artık bölünemez duyumlara götürür». Bu araştır­ malar, iç hayatımızın en son öğelerine kadar geriye gö­ türülerek, insan doğasında yapılan çözümlemeler olması bakımından, felsefenin araştırm a alanına girerler. Bu şe­ kilde, Alman felsefe geleneğinde yapılagclmektc olan, ak­ im kavramlarının mantık bakımından incelenmesi, yani insan aklının bilme yeteneğinin incelenmesi yanında, yeni bir alan, duygu ve heyecanlar, duyumlar alanının ince­ lenmesi yer alacaktır. Sonraları Kant, ahlak felsefesinde bu duyum ilke­ sini terketti; fakat rationalist’lerin akıl yeteneğine geri dönmedi. «Pratik A klın Eleştirisi» adlı kitabındaki pra­ tik akıl, K a n tin ahlak felsefesinin temeli olan akıl, bilgi yapan akıldan ayrı bir yapı ve varlık biçimine sahiptir. İnsanın ahlak-varhğmm en sonuna kadar götürülen ve artık böliinemeyen ilkeleri, dünyayı bilmenin kavram ve ilkelerinden bambaşkadır. K ant’m akıl ilkeleri arasında temelli bir fark yapmasında, İngiliz filozoflarının ahlak ve estetik zevk teorilerinin dayandığı duyum ilkesi rol oynamıştır. Sonraları, duyum ilkesi, K ant’m güzellik ve yücelik hakkmdaki felsefi düşüncelerinde sürdürülecektir.

47

Kan t'm , .1764 yılında yazdığı bıı yazıdan sonra, bu problem hakkında, elyazısı ile yazılmış notlarından, onun bu sırada bir başka etki altında daha kalmış olduğunu görürüz,; bu etki, J. J. Roıısseau'dan gelmektedir. Kant, bu yıllarda, J. J. Rousseauiıım yazılarım büyük bir heye­ canla okuyordu. Roıısseau, zamanının eğitim sistemleri­ nin, insanın sadece akıl ve anlayış yeteneklerine önem vermesine karşı koyuyor; duyum teorisini savunuyordu. Onun a na problemi insandı; ana düşüncesi de, insan d o ­ ğasının aslında «yalın» bir «iyilik» taşıdığıydı, Roıısseau, «E m il» adlı, kitabında eğitim, felsefesi, yapıyordu. Kant* m Roıısseau yoluyla insan problemlerine açılması, onu, en çok ilgilendiği evrenin oluşu problemleri yanında, üı, sanın varhk-yapışı, amacı sorularım ele alarak, insana da bir yer ayırmaya zorladı. Bu sıralarda yazdığı notlarda. Kant, için büyük anlam taşıyan. Nevvton adının yanında Roıısseau adının da yer almaya başladığını görüyoruz, «Ncvvton, .kendisinden öncekilerin bir düzensizlik ve çeşitlilik gördüğü yerde, ilk kez tam bir yalınlık içinde bir düzenin varolduğunu görmüştü: Artık gökcisimleri geometrik şekiller içinde deviniyorlardı. Roıısseau da ilk kez, insanların oluşturdukları ve içinde yaşadıkları çeşitli formların çokluğunda (Kant bununla insan topluluklarını ve türlü uygarlıkları söylemek istiyor), örtülmüş, sa k ­ lanmış ve gizli kalmış olan insan doğasının yasasını, ta n ­ rısal olanın insan için koyduğu, dikkatli bir göziin tanı­ yacağı yasayı buldu». Kant, bununla, şunu demek istiyor; İlk kez Tslewton kendi, doğa teorisinde, evrendeki olayların görünüşteki düzensiz çeşitliliğinde, bunları yalın bir bütün olarak, matematik yolla kavrayan yasayı buldu. Bu yasa, bize evren olaylarındaki düzen ve uyumu gösterdi. Tıpkı. Newton gibi, Rousseau da insan topluluklarının ve kültürle­ rinin görünüşteki çeşitliliği ve düzensizliğinde gizli kalmış

48

olan insan doğasındaki yasayı, insanın varlık-yapısmdaki olanakların kendisinden çıktığı yasayı buldu. Bu yıllarda, K a n t’a, dünyanın yeni bir boyutu açı­ lıyor: İnsanı başka insanlara bağlayan, onlarla birlik k u ­ ran, ahlak dünyasının -bağlarının kurulduğu, insanın ie varlığı. Kant, Nevvton’daıı, zam an-m ekân içindeki evre­ nin düzenlerinin sonsuzluğunu ve yüceliğini öğrenmişti. R ou sseau’nıuı etkisiyle yeni bir yücelik ona açıldı: Bu, insanın kendi ahlak-varlığının yapısındaki yücelik, insan olma onurundaki yüceliktir, «.Salt A k lın K ritiği»nin son bölümünde, K a n t i n en çok sözü edilen şu düşüncelerini buluruz: Beni üzerinde düşünüp araştırdığım, zaman hay­ ranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: «Ba­ şımın üstündeki yıldızlı gökyüzü vc içimdeki ahlak ya­ sası» . Bunlardan, insanı hayran eden, yücelik duygusu ile dolduran ilki, evrenin sonsuzluğudur. Bu sonsuzluğun b ü ­ tününü. tek vc yalın bir yasa, itme ve çekme yasası d ü­ zenler. Kant der ki: Bu birincisi, «benim dış dünyada tuttuğum yerden başlayarak, sonsuz bir büyüklüğe ulaşır: dünyalar, dünyalara katılarak sonsuz bir zaman içinde birbirlerine bağlanırlar. İkincisi, görünmeyen ben i m den. benliğimden başlar, beni gerçekten sonsuz bir dünyanın içine götürür; bu dünya sadece anlayış yeteneğinin se­ zebildiği (duyuların değil) bir dünyadır. Burada ben, ken ­ dimi, ötekinde olduğu gibi raslantılardan gelen bağlar için­ de değil, genel ve gerekli olan bağlılıklar içinde bulurum». K a n t’a göre, R ousseaırnım birçok yazılarında ele aldığı insan doğasının özii, insanın kendi kendisini yö ­ netmesi; insanların birbirine derin ve kaçınılmaz bir şe­ kilde bağlanmasının kaynağıdır. Bu bağ, insanın doğayla, dış-dünya ve evrenle olan bağından çok daha derin ve gereklidir. K ant, Rousseaıı’da vicdanın coşkun bir heye­ canla yüceltildiğini göriir. R ousseau’ya göre vicdan, sa1KF4

49

decc iyi ve k ö tü y ü y a rg ıla y a n y an ılm az bir yargı o rganı değildir. O , insanın

ey lem lerin d ek i ah lak lılığ ın k ay n a ğ ı­

dır. R o o s s e a u ’ya göre v ic d an ve d u y m a, a h la k k u ralların ın bizim

içim izdeki te m ellerid ir. F a k a t ah lak lılık , in san ları

birbirine bağlayan bir bağ, ya d a bir y eten e k ten ib aret değildir. A h la k , insan varlığ ın a, do ğ a ta ra lın d a n verilen bir v a rlık -a m ac ı o la ra k g ö rü lm elid ir.

K ant, o zam anlar, insan p ro b le m in e çev rilm ey i, k e n ­ d isin d e ço k b ü y ü k b ir değişiklik o la ra k yaşad ı. N o tla rın ­ d a şöyle cü m lelerle k arşılaşm ak ta y ız: «Ben d o ğ u ştan a ra ş­ tırıcıyım , bilgiye k a rşı b ü y ü k b ir susuzluğum v ar. B ilm ek için, içim de, b en i b u n a lta n b ir h ırs d u y u y o ru m . İleriy e doğru attığım h er ad ım d a beni sev in d iriy o r. B ir z a m a n ­ lar, bilgili o lm a n ın , in sa n lığ ın b ir o n u ru o ld u ğ u n a in a n ı­ yo rd u m . B ilgisiz h alk tak ım ın ı aşağı görüyordum . R ousseaıı benim gözlerim i açtı; b en d ek i ald atıcı ü stü n lü k d u y ­ gusu k ay b o ld u ; in sa n la ra k arşı saygı duym ayı (iğrendim . E ğ er felsefe a ra ştırm a la rım ın , başka in sa n la ra , «in san lı­ ğ ın h a k la rın ı» y en id en d u y u rm a k içiıı b ir an lam ta şıy a ­ bileceğine in a n m asay d ım , k en d im i gelişigüzel b ir işy ap ardan d ah a y ara rsız b u la c a k tım » .

Bu tarihten so n ra, K ant "m felsefe ça lışm ala rın ın ağ ır­ lık noktası yer değiştiriy o r. O , artık , d o ğ ad a n , zam ar, -m ek ân içindeki ev re n d en , in sa n v a rh ğ ı a la n ın a geçiyor. İn san so runlarında K a n t’m yolu, bilgiden p ra tik alan a; te o rik bilgi ta v rın d a n , in sa n ey lem lerin in kay n ağ ı olan ah lak lı ta v ra ulaşıyor. İn sa n v arlığ ın ın ta d e rin le rin d e k ö k salm ış o la n «insan h a k la rı» y a sasın ın , insanın k e n d i v a r­

varlığının am acı olarak, bulunup aydınlatılm ası gerektiği düşüncesi, K an t felsefesinin en ö n em li so ru n u

lığında,

olm u ştu r. S o n ra ları R o ıısse a u 'n u n , insan d o ğ asın ın b aşlan g ıçta ve doğal h ald e iyi o ld u ğ u n u ileri sü ren teo risi ile, K a ııt’ u ı insan varlığı h a k k ın d a ulaştığ ı bilgi a ra sın d a d erin bir

50

ayrılık o rta y a ç ık a c a k tır.

1790 y ılın d a. K a n tin

din fel­

sefesi ile ilgili 'bir y azısında, «İnsa n D o ğ a sın d a k i K ö k lü K ö tü H a k k ın d a »

adlı y azısında o rta y a koyduğu d ü şü n ­

celerle b u k a rşıtlık cn y ü k sek n o k ta y a ulaşır. K a n t, yaş­ lılığında, « İnsanın doğal o la ra k iyi olduğu» inancı için şöyle söyler: «Bu. Seneca’dan R o u sseau ’ya k a d a r b ir sü rü

iyi k alp li m oralistin peşin b ir d ü şü n c esid ir. G e rç e k te , ta ­ rih , h e r çağ d a, bütün gücüyle b u n u n tersin i o rta y a k o y ­ m a k ta d ır» . K ö tü ile iyinin insan v arlığ ın d ak i k açın ılm az gerginliği, in san ın d ü n y a d a k i aiınyazısını, ço k önem li olan görevini g ö steriy o r. K a n ti n

so n ra la rı yazdığı in san a k ­

lının eleştirisinin özü, şim di b aşlan g ıçta k i bu so ru d a , in­ san için evrene k o n an alınyazısının

ne o lduğu so m lu n ­

dadır. 1760 y ılların d a yazdığı n o tla rd a şöyle der: İn san ın g erç ek te n g ereksindiği bir bilgi v arsa, o d a, in sa n a, y a ­ ra tılışın d a verilm iş olan y eri d o ld u rm a y ı, yani insan olm ak için nc y a p m a sı g erek tiğ in i ö ğ reten bilgidir.

V. K a n ti n 1765’ten so n ra çık an ço k ö n em li b ir y az ı­ sının şöyle g a rip b ir başlığı v ard ır: «M e ta fiziğ i H a ya llerle A ç ık la y a n B ir G a ip te n H a b e rv e re n in H a ya lleri». A d ı g e­ çen görünm ezden haberveren, yazıları ve anlattıklarıyla o sıra d a h ey e ca n u y a n d ıra n , İsv eçli m istik te o lo g Swed e n b o rg ’du r. K ant, bu y azısında Sw edenborg ile alay ed er. F a k a t o n u n asıl am ac ı, son şeyleri a ra ştıra n

bir felsefi

bilgi olm ak isteyen m etafiziğe g irm e k ti. Svvedenborg b u ­ rad a b ir k alk ış n o k ta sı o la ra k k u lla n ılm ıştı.

«Saf m a n e v i dün y a» p ro b le m in d e , insan, b ir akıl ve varlığı o la ra k , m ad d esel o lm a y an «manevi-varlık» alan ıy la, bu en yüksek düzenle, bağlar kuran birleştirici ruh

51

bir rol o y n u y o rd u . 18, yüzyılın « pncum atologic » si , y a h u t ruh teorisi, büy ü k b ir sa flık la, bu p ro b le m le rle u ğ ra şıy o r­ du. Ö rn eğ in , Crıısiııs’a g öre, «pneum atologie», b ir «ruh»a,

böyle b ağ lar k u ra b ilm e k için ne gibi özellik lerin gerekli o ld u ğ u n u a ra ştıra n b ir b ilim dir. E v re n le ilgili so ru n la rd a n insan so ru n u n a geçen K an t, o y ılla rd a o k u lla rd a o k u tu ­ lan m etafizik d isip lin le r a ra sın d a , ru h so ru n la rıy la u ğ ra ­ şan

ru h m etafiziğine, k en d isin i d a h a yakın b u lu y o r.

O

z a m a n la r ruh m etafiziği, «psychologia rationalis», yani sa f b ir akıl bilim i o la ra k düşünülüyordu: İnsan ru h u , m a ­ nevi bir ce v h erd ir; bu m anevî cevhcr, apriori olarak, yani

ruh k a v ra m ın ın m a n tık sa l çö zü m lem eleriy le aç ık la n ab ilir. B u sıra la rd a K a n t, salt akıl k a v ra m la rın a d ay a n an m e tafiz ik bir bilginin sorunlarını, sad ece m an tık işlem le­ rine d a y a n a ra k çözebileceğine k u şk u ile b a k m a y a b a ş la ­ m ıştı, Ö rn e ğ in , ra tio n a l p sik o lo jin in ,

ana

so ru n la rın d a n

b irisi olan ru h ve b ed en b a ğ la rın d a rııh u n , b ed en in ç ü ­ rü m esin d en s o n ra d a v arlığ ım sürdüren m an ev i b ir cevher o ld u ğ u n u k a n ıtla y ab ilece ğ in e in a n m ıy o rd u . B ü y ü k m eta fi­

zikçilerin b ir d ü şü n c e birliğ in e v a ra m a m a sı, h e p b irb iıie-^ rinin karşısında b u lu n m a la rı bunu g ö ste riy o rd u . F a k a t K an t, h iç b ir zam an positivistlerin yaptığı gibi, m etafizik so ru n la rın varolduklarım y ad sım ad ı. K an t, m etafizik so ru la rın , insan a k im a bağlı olan, insan d ü şü n m e sin e öd ev o la ra k su n u la n so ru la r o ld u ğ u ­ n u söyler. F a k a t b u so ru la ra açık ve kanıta dayanan ya­ nıtlar v erileb ile ce ğ in d en k u şk u lu d u r. K a n t, bu y azısın d a, başlığ ın d an da anlaşılacağ ı gibi, şım u so ru y o r: S ak ın m e­ tafiziğin kendisini 'yüksek bir bilim sa y a ra k ileri sü rd ü ğ ü sav lar, tıpkı

ru h la rla

k o n u şa n

Svvendenborg’un rü y aları

gibi h ayal ü rü n ü o lm a sın lar? K a n t, bıı y ılla rd a şöyle d er: «M etafiziği sev m ek , b e­ nim alm yazım d ı; fa k a t hiçbir za m a n bu sevgim i g e rç e k ­ le ştirem ed im » . S o n ra şıı sözleri ekler: «K endim e ve baş-

52

k a la n n a k a rşı çok so ğ u k b ir ta v ır ta k ın a ra k , gelenekle gelen m e tafiziğ in y ap ısın ı eleştirel bir gözle ele aldım ve d en em ek için d u ru m u te rsin e çev ird im » . Y u k a rıd a adı geçen y azısın d a K a n t, ruh ve manevi v arlık h a k k ın d a , k en d isin in in a n m ad ığ ım b ildiğim iz bazı d ü şü n c ele ri, d en e m e y a p m a k için, ileri sü rer. B u ra d a ele

aldığı, m e k â n d a y er tu ta n m a d d i d ü n y an ın bir öğesi olan fizik m o n a d değil, m a d d e d e n b ağ ım sız olan m a n ev i, yalın b ir ce v h erd ir. Şim di şöyle so ru la r o rta y a

çık ıy o r:

İster

kendi ta rz ın d a o lsu n , ister m adde ile birleşm iş o lsu n , ru ­ h u n v arlığ ı nasıl bir şeydir? G enel o la ra k m anevi cev ­ h erle r a ra sın d a nasıl b ir bağ, karşılıklı etk i v a rd ır? A slın ­ da, m a d d ese l o lm a y a n bir şeyin, m e k â n d a yer alm ası (D escartcs a n la m ın d a res c o g ita n sin res in e x te n s'a o la ­ rak ), z a te n k u şk u g ö tü rü r b ir şeydir. B e d en d e ru h u n y e ­ rini a ra y a n eski görüş d e b u n u g ö ste rm ek te d ir. K a n t kesin bir dille d e r ki: R u h u n m e k â n d a nasıl yer alacağı şim diye k a d a r bilinem edi. G enel o la ra k m anevi v a rlık ta n , sa lt m anevi bir ce v h erd en ne an laşılm ası ge­ rektiği de b ilin em iy o r. B enim ruhum , aynı y ap ıd ak i b aş­ ka v a rlık la rla , şim di y a h u t gelecekte, ne tiirlü b ağ lan tılar içinde b u lu n a b ilir? Bu p ro b le m le r için d ü şü n ü lm ü ş bazı şey ler v a rd ır; fak a t kanıtlanm ış b ir şey y o k tu r. G erçe k te, b ü tü n p n eıım a to lo g ie , o lu m su z a n la m d a b ir b ilim d ir. C e v ­ h erin , d ev in im in , ııe d en -so n n ç ilişkisinin ne o ld u ğ u doğa a la n ın d a a ç ık ç a gö sterileb ilir. F a k a t m aııevi-varhk a la n ın ­ d a sadece olum suzluklar v a rd ır:

B ed en i o lm ay an ,

fizik

o lm a y an , n ed e n se llik y asasın a bağlı o lm ay an etk ile r gibi. B u a la n d a o lu m lu k a v ra m la ra , kesin lik lere u la şm a k için d en ey im ve algı verileri ek sik tir, M a n e v i-v a rlık k av ra m ı, k e n d i başm a alındığında, kendi varlığını ilgilendiren so ru ­

lara, varlığını koruyabilecek yan ıtlar verem ez. B urada, a n ­ cak, olu m su z s ın ırla n d ırm a la r yapılabilir. (K ant, sonraları. 53

sad ece olu m su z sın ırla n d ırm a la r yapılan b u tü r d ü şü n m e a la n la rın a «olum suz a n la m d a noum enon» ad m ı v erm iştir). K a n tin , b u k ita b ı h a k k ın d a h u k a d a rla y etin iy o ru z. Bu y azının so n la rın a d o ğ ru

o lu m lu bazı d ü şü n c e le r d e

o rta y a çıkıyor. H a tta b u n la r a ra sın d a . K a n tin so n ra la rı gelişen felsefesin in çekird eğ i o la n d ü şü n c e le r d e v ard ır. K a n t, y u k a rıd a anlatılan n o k ta d a n , ru h sal v a rlık la ­ rın b irb irle rin e o la n b ağ lılık ları n o k ta sın d a n , a h la k o la y ­ larına geçer. İn sa n ın do ğ al, yani, d u y u la ra bağlı olan b ü ­ tün güçleri, k en d i b e n ’ine çe v rik tir. Bu g ü çler, insanın doğal'V arhğının k o ru n m a sın a y a ra rla r. H e r canlı v arlık , sanki k e n d i için, kendi içinde d ö n ü p d o la şır. A h la k m o t ivl erinin, itm ele rin in birleştik leri m erk ez, k en d i d ışım ızda b u lu n a n b aşk a akıl sahibi v a rlık la rd ır. K a n t d e r ki: «G iz dolu

b ir güç,

bizim

b a ş k a la rın ın

iyiliğine y ö n elm em izi

g ere k tiriy o r» ; b u “ b a ğ la n m a " , “ b o rçlu o lm a ” (biz, k e n ­ dim izi

d aim a, insan

o la ra k

b a şk a la rın a

iyilik

yapm aya

borçlu g ö rü y o ru z ) yasasının etkisi, hiç kesin tiy e u ğ ram az. R o u s s e a ıry a g ö re, bu yasa, k ay n a ğ ın ı in san d o ğ a sın ın d e ­ rin lik lerin d e b u lu r. K ant b u ra d a , N e w to n ’un o rta y a k o y d u ğ u , d o ğ ad a k i karşılıklı etki y asasın a b en z er b ir şey k a v ra m a y a b a ş lı­ yor: Biz, ah lak lı eylem lerim izde, «eylem lerim izin en g iz li.

devindiricisi o la ra k , genel o la n b ir istem e n in y asala rın ı b u lu y o ru z. B u tem el ü ze rin d e ak ıl sa h ib i v a rlık la rın d ü n ­ y asın d a, b ir a h la k birliği, y üksek bir y asay a g ö re b içim ­ lenen sistem a tik b ir yapı y ü k se liy o r» . K a n t, bu y azının b ir b aşk a y e rin d e şöyle d er: « D ü şü n en doğal v arlık ların a h la k m otivlerinin g ö rü n ü ş a la n ın a ç ık m a s ın a , k arşılık lı e tk ile rin e b a k ıp , b u n la rı ak tiv olan m an ev i b ir g ü cü n so ­ nu cu o la ra k d ü şü n m e k o la n a k lı değil m i? Ö yle ki, ah lak d uygusu, te k in sa n la rın istem esini, sa n k i gene! o la n b ir istem eye b ağ lar; te k lerin istem e leri a ra sın d a b ağ lılık lar k u ru lu r, böylece de y üksek b ir ah lak birliğine u laşılır» .

.54

İn sa n ın bilgi a la n ın d a d a b u n a benzer b ir şeyle k a r ­ şılaşıyoruz.

İn s a n bilgisi, in sanın

nı n k ilerl e k arşılaştırılm a sı,

y a rg ıla rın ın

o n la rın

b a ş k a la rı­

b irb irin e b ağ lan m ası

şek lin d e o lu p b iter. B iz «keııdi y arg ılarım ız ın , in san ın ge­ nel anlayış y eten eğ in e bağlı o ld u ğ u n u görürüz.. B u n u g ö r­ m ek , d ü şü n e n b iitü n v a rlık la r a ra sın d a ak ıl birliği tü r ü n ­ den b ir b irlik k u rm a n ın y o lu d u r» . Bu d ü şü n c ele rin d e

K an t, yeni

bir “ m a ııe v i-v a rlık ”

felsefesi k u rm a k ta d ır. Bu felsefe, o n u n so n ra la rı gelişen sistem in d e, d ah a so n ra da A lm a n felsefe id e alizm in d e sü ­ rü p g elişecektir. Bu felsefe, m an ev i-v arlığ m , ru h u n , b îr ce v h er o ld u ğ u d ü şü n c esin d e n h a re k e t etm ez; b u n u n yerine k en d i m a n ev i h ay a tım ızın , iç h ay a tım ızın d en e y im lerin d en h a re k e t eder; b u n u y a p a rk e n

de h em

bilgi h em

a h la k

ala n ın d a k i o la y la ra d a y a n a n fen o m en leri ele alır. M a n e v i-v a rlık la r d ü n y ası, g ö rü n m ez d ü n y a d a n h ab e r v ere n lerin , ru h la rla k o n u şa n la rın a n la ttık la rın ın te rsin e, b i­ zim bilgim ize a ç ık değildir; tü m d e n k a p a lıd ır. N e salt a k ıl­ d an k a lk a n b ir p n e u m a to lo g ie , ne de d u y u la rü stü d en e y im ­ lere d a y a n a n b ir ru h la r bilgisi o la n a ğ ı v a rd ır. F a k a t biz, ak la d a y a n a ra k , ken d i bilgim iz ve eylem lerim izi in c ele r­ sek; b u ra d a , akıl v arlık ların ı b irb irin e b ağ lay an genel ve gerekli b ağ larla k arşılaşıy o ru z . Bu şek ild e m an ev i d ü nyayı olduğu gibi bilm iş o lm u y o ru z; a n c a k o n u n , bu d ü n y a d a o lu p b ite n eylem lerim izde, bilgim izde o rta y a çıktığı k a ­ darın ı b ilebiliyoruz. M etafiziğin görevi, sadece b ü y ü k h a y a t p ro b le m le ­ riyle u ğ ra şm a k d eğildir; aklım ızın han g i p ro b le m le rd e b a ­ şa rıy a ulaşab ileceğ in i; hangi p ro b le m le rin , bilgi y eten eğ i­ m izin sın ırla rın ı aştığını a ra ştırm a k tır. O h ald e, « M e tafi­ zik, insan ak lın ın s ın ırla n ın a ra ştıra n bir b ilg id ir» . K an t, bıı d ü şü n c esin i, «.Salt A k l ın K ritiği» adlı k ita b ın d a g e r­ ç e k leştirm iştir. B ilginin o la n a k ve sın ırla rı. K a n t felsefe­ sinin uğraştığı tem el so ru n la r o lm u şlard ır.

55

K a n ti n g ö rü n m e z d e n h a b e r v ere n ler h a k k ın d a k i k i­ tab ın ın so n la rın d a o rta y a erk an önem li b ir d ü şü n cesi de şu d u r: R u h la rla k o n u şa n la ra , duyulariistü bir v arlığ ın sö z­ cü lü ğ ü n ü y a p a n la ra , K a n t şöyle der: B ize, y ara d ılışım ızla v erilen d ü n y a , algı d ü n y asıd ır. B iz. algı d ü n y a sın d a eyler ve yapıp-cdcriz; bilgim izin 'kökleri de bu d ü n y a d ır. İn san y a ra rlı o la n a tu tu n u r, y o k lu ğ u n u fa rk e tm e d iğ i şeyleri a r a ­ m az. M ancvi-varlık d ü n y ası, bizde bilm e isteği u y an d ırm ış d a olsa, bu d ü n y a h a k k ın d a k i bilginin y o k lu ğ u n u d u y m u ­ yoruz,. H a tta , son şeyler h a k k ın d a k i böyle bir bilgiyi k a l­ d ırıp k ald ıram a y ac ağ ım ız so ru lm a lıd ır. E ğ e r in san , m eta fizik çilerin sa v u n d u k la rı gibi, ö lü m d e n so n ra ru h u n v a r ­ lığını sü rd ü re ce ğ in i; bu d ü n y a d a g eçirdiği h a y a ta g ö re, cezaya ya d a m u tlu lu ğ a h a k k a z a n a c a ğ ın ı tam b ir a ç ık ­ lık la bilebilseydi, k e n d i ken d isin e d a y a n a n b ir eylem o lan ah lak lı eylem , k ö tü d e n k a ç m a k , iyiyi iyi için g e rç e k le ştir­ m e k istem ek o la n ağ ı o lur m u y d u ? K a n ti n

şu d ü şü n c ele ri ç o k ö n e m lid ir:

« B aşk a

bir

d ü n y a v a rd ır diye m i iyi ve e rd e m li o lm alıy ız? E y le m le ­ rim iz, k en d i b aşın a, kendi için, iyi ve erd em li o lu rsa , bize m utlıı o lm a k için d a h a ç o k h a k k a z a n d ırm a z m ı? Şöylev

düşünm ek, insanın g erç ek v a rlığ ın a ve a b la k b a k ım ın d a n h alis o lm a y a d a h a uygun gelir: İn san ın iyi ey lem ler y a p ­ m ası, onıııı b aşk a b ir d ü n y ay ı u m m a sın a dayanm am alı; s b aşk a b ir d ü n y a b a k la n d a k i u m u tla r ve b ek lem e le r, sa ğ ­ lam yapılı b ir ruhun d u y g u la rın a d a y a n m a lıd ır» . Bıı cü m lelerd e. K a n ti n , so n ra la rı, p ra tik ak lın p o s ­ tu la tla r ı, ahlak a u to n o m isi h a k k ın d a o rta y a a tac ağ ı d ü ­ şüncelerin. çe k ird ek le ri sak lıd ır. D a h a

bu y azıd a, K a n t,

a h lak in an cı k av ra m ım o rta y a k oyuyor. “Salt A k lın K ri­

tiği” adlı k itabının ö n sö z ü n d e, K a n t şu n u söyler: « İn a n ­ m aya y er h az ırlam ak için, bilgiyi k a ld ırm a k z o ru n d a k a l­ dım ». B u ra d a , terkedilen bilgi, m etafizik bilgidir; in a n ­ m an ın , dinsel in a n m a ile ilgisi y o k tu r. B u rad a k i in an m a,

ah lak ın a u to n o m isine inanm adır. K ant su nu söylem ek is­ tiyor: Son şeyler h ak k ın d ak i bilgi, ah lak a l a m a m aıılonomi-

sinin h alisliğini te h lik e y e d ü şü reb ilir. D a h a 1765

y ılın d a K a n t’da

şu d ü şü n c e

beliriyor:

in sa n ak im ın son am ac ı, te o rik g ü c ü n ü so n su z ve m u tlak olan a la n la ra k a d a r u zatm ak değil, insan hayatına ahlak b a k ım ın d a n biçim v e rm e k tir.

V I. K a n t'ın 1760 y ılında y azılan kısa b ir yazısının b aş­ lığı şö y le d ir “M e k â n d a k i Y ö n le r A r a sın d a k i F a rkın T e ­ m elleri” (1 7 6 8 yılında y ay ım la n d ı). B u y azıd a K a n t, bir k ez d alıa, L eihniz-W ol£f m etafizik geleneği içindeki d ü ­

şüncelerle, A lın a n m a te m a tik ve fizikçisi L c o n h a rd E n le r’ de sim gelenen, yeni do g a b ilim le rin i k a rşıla ştırıy o r. Leibn iz’e ve k e n d isin in b a ş la n g ıç ta k i an lay ışın a göre, m ekân, eevhcrler a ra sın d a k i b ir b ağ d a n b a ş k a b ir şey değildir. Ş im di ise şöyle söylüyor:

M ekân,

« m a d d en in

v arlığ ın a

bağlı değildir; onun, m ad d en in yapılışının bir (emel o la ­ nağı o la ra k , k en d isin e özgü b ir g erçekliği v a rd ır» . M e k â n ­ d ak i y ö n le r ara sın d a k i b aşk alık , sadece 'bir b ağ lan tı b a ş ­ kalığı değildir; b ir v id a n ın bir kez sağa, bir kez sola çev ­

başkalık, m e k ân ın k en d isin e, yani mutlak genel m e k â n a gö re o la n bir b aşk alık tır. B u d ü şü n c ele r, K a n t’ı şu p ro b lem lerle k arşılaştırıy o r: M u tfak ve sonsuz m e k ân n e d ir? M ekân bir cevher de­ ğildir; çünkü cev h erin güçleri vardır. M e k â n , sadece şey ­ ler a ra sın d a k i bir bağ, y a d a cev h erle rin bir özelliği (akzidenz) de değildir. Bütiifl y er k a p la y a n şeylerin, b ü tü n cisim lerin, m e k â n d a k i k u v v et b a ğ la rın ın ilk ko şu lu olan, m u tla k ve so nsuz o la n bir m e k ân , varlık y ap ısın a uygun rilm esindeki

o la ra k n asıl d ü şü n ü le b ilir?

57

B u o n to lo jik soru ile b irlik te, bilgi teorisinin b ir so ­ ru su d a h a o rta y a çık ıy o r: B iz m e k â n ı n asıl b ileb iliriz? M e k ân ve m e k â n b ağ ların ı inceleyen ve ta m k es in (ex a kt) b ir bilim o la n g eo m etri, bize bu k a d a r çok vc ta m b ir

bilgi nasıl sa ğ lay ab iliy o r? Bu bilginin d en e y im d e n g elm e­ diği aç ık tır. M e k â n ın k endisi, m e k â n d a k i şey ler, cisim ler gibi duyuların b ir objesi değildir. T ersine, m ekân, b ü tü n d ış alg ıların o la n a ğ ın ı sağ lay an b ir tem el k a v ra m d ır. F a ­ k a t biz, bu tem el k a v ra m a n asıl v arıy o ru z? M u tla k ve sonsuz b ir varlığı biz nasıl b ile b iliriz ? G e rç e k te biz, m e ­ k â n ı, so m u t olarak, çok iyi biliyoruz; m ekân, geom etri­

nin bilgisine de d aim a aç ık tır. İşte b u n o k ta d a , «sadece d ü şü n c e n in bir o b je si olm ayıp, gerçekliği olan b ir b ü tü ­ nün k a v ra m ın a nasıl v ara b iliy o ru z? » so ru su , c e v a p la n d ırıl­ m ası ço k güç o la n b ir so ru , k a rşım ız a çıkıyor. K a n ti n h a y a tın ın b u d ö n em in d e, m e k â n so ru n u , o n u en ço k u ğ ra ştıra n sorunlardan 'birisidir. B a şla n g ıçtan b e ri

m ekân so ru n u n d a K a n ti u ğ ra ştıra n g ü ç lü k le r şu n la rd ı: F izik m onadlarm yapısı ile m e k ân ın so n su za k a d a r bölü n eb ilirliğ in in uzlaştırılm ası; g aip ten h a b e r v e re n le r lıakkındaki y azısın d a, ruhun m ekânla ilgisinin g ö ste rilm e sin ­ d ek i güçlük; tanrının tanıtlanm ası h akkındaki y az ısın d a, « ta n rısal m anevi b ir varlıkla, h e r şeyi sa ra n , içine alan m e k â n arasın d a nasıl b ir ilginin b u lu n m a sı gerek ir?» so ­ ru su n u n c e v a p la n d ırılm a sın d a k i güçlük. B u n la ra b en z er g ü çlü k lerle K a n t, za m a n p ro b le m in ­ d e d e karşılaşm ış o lm a lıd ır. Z a te n , L e ib n iz ve N e w to n ’ d a n beri, za m a n p ro b le m i, m e k ân p ro b lem i ile b irlik te ele alın m a k tay d ı. Z a m a n d a , m e k â n gibi, m u tla k ve son su z bii" ilkedir; değişik lik lerin k av ra n m a sın ın ve b iitiin alg ıla­ rın ö n k o şu lu d u r. N ih a y e t 1769 yılı, K a n t’a b u g ü çlü k leri ay d ın la ta c a k o lan ışığı getirm işe benziyor; 1770 y ılın d a, ilk ve b iric ik y az ısın d a, za m a n ve m e k â n h a k k ın d a yeni b ir te o ri o r ­

58

ta y a k o y u y o r. B u y azuıın başlığı .şudur: “D u y u la r D ü n ya sı île In te lle g ih e l D ü n y a n ın F o rm ve İlk e le r i H a k k ın d a ” . B u yazı, K a n t i n felsefe sistem in in ilk taslağ ıd ır. B ıı a ra ş ­ tırm a , b ir bilgi te o risid ir; o b je si m e tafiz ik , d a h a d o ğ ru su ev ren le ilgili bir o b je d ir; yani, burad a ev re n k av ra m ı a ra ş ­ tırılm a k ta d ır. Bu y a z ıd a y eni olan, K a n tin bilgiler a r a ­ sın d a y a p tığ ı fark tır. B u y azıd a, b a şlığ ın d a n d a an laşılac ağ ı gibi, iki d ü n ­ ya

b irb irin d e n

ay ırd e d iim e k te d ir.

K a n t,

önce

P la to n la

kendisi a ra sın d a ilişki k u ra r. P la to n , d u y u la rla k a v ra n a n g ö rü n ü ş a la n ı ile (p lıa in o m en o n ile), yalnız ak ılla (N us ile) kavranan id e le r alanını (noıım enon’u) b irb irin d e n ay ı­ rır. P la to n ’un ideler ya d a eide ad ın ı verdiği n o u m e n o n alanı, sa d cc e d ü şü n c e le r o la ra k d ü şü n ü lm em iştir: id eler varlığın ilk elerid ir; o n la r d a im a v a rd ırla r. A lgı ile b ilm en şeyler, g ö rü n ü ş a la n ın ın o b je leri ise, m e y d an a g elirler ve k ay b o lu rlar. K a n ti n k alk ış n o k ta sın a göre, p ro b le m i P la to n ’uııkindeıı b aşk ad ır. B u y ü zd e n d e K a n ti n iki a y rı d ü n y a te o ­ risi b a m b a şk a b ir yüz gösterir. Bu yazı, cev h erlerd en m e y d a n a gelm iş b ir b ü tü n o la n ev re n k a v ra m ı h ak k ın d ak i b ir so ru n la b a ş la r (C om positum substantiale). Salt m u tlak bir a k ıl k a v ra m ı o la ra k d ü şü n ü le n bu b ütün, a rtık bolü-

nemeyen son p a rç a la rd a n m e y d a n a gelm iş olmalı. L e ib n iz ’ in ev ren kavram ı böyledü. B ir b ü tü n sayılan ev ren , artık böliinem eyen “ te k ’le rd e n , m o n a d ’k ırdan m ey d an a g elm iş­ tir.

Şim di K a n t’a gö re, eğer b ü tü n ü n ve o n u n p a r ç a la ­ rın ın k a v ra m la rı, m addesel v a rlık la rı b a k ım ın d a n

düşü­

n ü lü r ve so m u t o la ra k ele a lın ırla rsa , d u ru m tü m d e n d e ­ ğ işir. Ç ünkü b ü tü n som ut ta sa v v u r ve alg ılar, zam a n -m e k â n la ilgilidir. M e k â n

(aynı şekilde za m a n )

b ir b ü tü n ­

d ü r (totum ). A lg ıla n an h e r şeyi içine a la n b u b ü tü n , y a ­ lın öğelerin b ir a ra y a gelm esi, b ir birliği d eğildir. Bu bü­

59

tü n , so n su za k a d a r b ö lü n e b ile n b ir b ü tü n d ü r. Y a n i z a ­ m an ve m e k â n so n su z a u la şa n k o n tin u m r ila rd ır (k e sin ti­ sizlik); b u ra d a k i p a rç a la n m a ve b irle şm elerin so n u y o k ­ tur. H a lb u k i evren, v arlık , sa.lt k a v ra m

o la ra k d ü ş ü n ü ­

lü rse, z a m a n ve m e k â n ın y alın son ö ğ elerd en o lu şm u ş b ir b ü tü n olm ası g ere k ir. Fakat: so m u t ta sav v u r ve alg ılar, k a v ra m ın g ere k tird iğ i b u d u ru m u y an lışlar. K a n t’ın za m a n ve m e k â n so ru n u y la ilk z a m a n d a n beri uğraştığı y u k a rıd a g ö sterilm işti.

“S a lt A k l ın

K r iti­

ğ i” nde K a n t’m o rta y a attığı d ö rt a n tin o m id e n ik isin in b u ala n la ilgili o ld u ğ u da. söylenm işti. B u an t i n o m Herden, b i­ rincisi, ev re n in b ü tü n ü so ru n u n d a o rta y a ç ık a r: E v re n in b ü tü n ü so n lu , sın ırlı m ıd ır, y o k sa so nsuz, sın ırsız m ıd ır? E v re n in b ü tü n lü ğ ü k a v ra m ı, k a v ra m o la ra k , k ap a lı b ir b ü tü n lü ğ ü g e re k tirir. E v re n in alg ıla n m ası, so m u t im g e le n ­ m esi ise, bizi b ir sınırsızlığa, sonsuz o la n b ir z a m a n -m e k â n an lay ışın a g ö tü rü r. B u ra d a K a n t’m yeni te o risi .şudur: Z a m a n ve m e ­ k â n d a b ir sın ıra v a ra m a m a k in sa n bilgisinin alm y azısı ge­ reğ id ir. V a rlık k a v ra m ın a so m u t b ir iç k a z a n d ıra b ilm e k için, z a m a n ve m e k â n a bağlı alg ıla ra g ere k sin im vardıj;. A lgıya bağlı bilgiler, bizden gelen ö zellikleri de b irlik te getirirler. D en ey im a la n ın d a algıladığım ız ve im gelediğim iz ev ren , y an i za m a n ve m e k â n fo rm la rı ve ilk eleri içinde g ö rü p ta n ıd ığ ım ız ev re n , b u şekli ile, bize, y an i insim b il­ gisine, alg ıy a verilen ev ren d ir. 1770 y ılın d a, K a n t’m d ü şü n c e le rin d e d ev rim y a p a n b ü y ü k b ir değişiklik o lu p biter: Z a m a n ve m e k â n , h em bizim algılarım ızın, d en e y im d ü n y am ızın , h em de — N ew to n ’un a ç ık ç a gösterd iğ i gibi— d o ğ an ın , do ğ a b ilim le rin in ö n k o şu l o la ra k o rta y a k o y d u k la rı, ilk e le rid ir. F a k a t z a ­ m a n ve m e k â n v arlığ ın ilk e le ri değild irler; sa d ec e algı­ lam am ızın

k e n d i y a p ısın a b ağ lı fo rm la rıd ırla r.

D u y u la r

d ü n y ası (m ırndus sensibilis), b izim gibi sın ırlı v a rlık la ra ,

60

y ani in sa n la ra , d u y u la ra d a y a n a n alg ılam ay a, d u y u tasav­ vurlarına bağlı vc m uhtaç o la n v a rlık la ra g ö rü n en d ü n ­ yadır,

L cibniz'in de ku llan d ığ ı P k ıto n ’un bir terim i o lan plıainonıena (g ö rü n ü şler), K a n t'ta sübjektiv bir n ite lik k a ­ zan ıy o r: k en d isin i bize g ö ste re n d ü n y a, sad ece b ir g ö rü ­ nüş d ü n y ası. Biz

in sa n la r, bilgim izde

d aim a

alg ılara,

d u y u ların

bize v e rd ik le rin e bağlıyız. V e rile n şeyler için bir alıcılığ ı­ m ız (receptivite) o lm asay d ı, d ü n y a h a k k ın d a bir bilgim iz dc o lm a y a c a k tı. B a şk a y a p ıd a olan bir varlığ ın , b aşk a bir alg ılam a b içim i o la ca k tı. Ö rn eğ in , ta n rı için, salt d ü ş ü n ­ sel bir alg ıla m a için, d u y u koşullarına bağlı o lm ay an bir a lg ılar b içim i düşünülm elidir. B u ra d a a rtık so n su za k a ­ d a r b ö lü n eb ilm e ve b irleşm e, y an i z a m a n ve m e k â n fo rm ­ ları g erekli o lm a y a c a k tı. D u y u la ra bağlı o lm a y an , d u y u ­ la rla sınırlandırılm ış o lm a y a n ta n rısal b ir an lay ışın d ü n ­ yasında, za m a n ve m e k â n a bağlılık y o k tu r. T a n rısa l bir anlayışın, ken d i b a şın a v a ro la n biçim ve ilkeleri b a m b a şk a d ır.

şeylerin ,

n o ın n e n o n 'un

B u d ü şü n c ele r, K a n ti n yeni d ü şü n c e le rid ir. B u n a g ö ­ re: M e k â n , h e r şeyi içine alan , k en d i b a ş ın a v aro la n bir şey değildir. M e k â n , sad ece bizim alıcılığım ızın, duyular yolu ile v a ro la n şey ler lıa k k m d a bilgi e d in e n bilgi y e te ­ neğim izin 'bir tem el fo rm u d u r. Z a m a n içiıı de aynı şey söylenebilir. V a ro la n h e r şeyin z a m a n a bağlı o lm ası g e­ rekm ez. Z a m a n , h e r şeyi k en d isi ile b irlik te sü rü k ley e n m u tlak b ir ak ış o la ra k a n laşılm am alıd ır. T ersin e , zam an , sad ece insana özgü o lan , fa k a t in sanın bilgi ve te c rü b e si­ nin kendisinden, y o k su n o la m ay a ca ğ ı b ir bilgi form udur. Z a m a n ve m e k â n , k e n d i başına v aro la n şey ler d e ­ ğildir; sa d ec e bizim k a v ra m a yeteneğim izin , böylece d e k av rad ığ ım ız d ü n y a n ın , d u y u la r d ü n y a sın ın fo rm la rıd ır. D u ­ yu lar dün y ası, m u n d u s sensibiH s, anlayış y eten eğ in in kav­

61

ray acağ ı tü rd e n , kendi b aşın a v aro la n bir d ü n y a d eğildir. D u y u la r dün y ası, bize g ö rü n en , yani bize özgü fo rm lara, bilgim izin zam an ve m e k ân fo rm la rın a b ü rü n en g ö rü n ü ş d ü n y asıd ır. B u rad a bilgim izin m a d d esi ile fo rm u a ra sın d a , çok önem li bir fa rk yapm alıyız. E m p iristle r h ep duyu bilgisi­ nin m a d d esin d en , yani duyu v erilerin d en sö zed erler. F a ­ k a t h e r duyu y o lu y la k a v ra m a d a , b u k a v ra m a n ın yapısı b ak ım ın d a n , y ö n etici iki fo rm v ard ır; b u n la r algının fo rm ­ ları olan za m a n ve m e k â n d ır. Z a m a n ve m e k ân , algıya d a y a n a n b ilg in in fo rm la rı o la ra k , te m ellerin i in sa n d a , in ­ sa n ın bilgi y eten eğ in d e b u lu rla r. K a n t, za m a n ve m e k â n a in sa n d ü şü n c esin d e b u lu n a n y a s a la r ad ın ı verir (leges m enti in sitae ); za m a n ve m e k â n sa n k i b izim d ü şü n c em izle d o ğ ­ m u ştu r (co n n a tae ). B u fo rm la r için, L eibniz ve W o lff u n iç in ile ri sü rd ü k le ri,

duyu bilgisinin

d u y u bilgisi

“ b u la n ık ” o ld u ğ u ,

açık seçik bilginin an c a k k a v ra m la ra d a y a n a n 'bir bilgi olacağı k a b u l edilem ez. N ite k im m e k â n ın , bizim a lg ıla m a ­ m ızın salt b ir fo rm u o la n m e k â n ın b ir bilgisi o la ra k geo ­ m e trin in bize v erdiği bilgi, g erç ek te n açık ve se çik tir. H a t­ ta g eo m etrid e k i alg ıla n ab ilM ik , bu bilginin g ö rü ş tarzın ın — k a v ra m la rın m a n tığ a d a y a n a ra k y a p ıla n çö z ü m le m e le­ rin d e asla u la şıla m ay a ca k o la n — ta m k esin ve verim li b ir görüş ta rz ın ın tem elidir. Bizim alıcılığım ızın b u fo rm la rı­ nın, insan d ü şü n c esin d e v a ro ld u k la rı, açık- ve seçik o la ra k k a v ra n a b ilir. İşte bilginin bu k ay n a ğ ım , bu özel yap ışım em p iristle r g ö rem ed iler. S ırf k a v ra m la r ve m a n tık işlem le­ riyle u ğ raşa n a k ılc ıla r da. b u n u yan lış an la d ıla r. D o ğ a b ilim lerin in te k te k o lay ları s a p ta m a k la k a lm a ­ yıp, Nevvtoıı’u n m a te m a tik d o ğ a bilim leri a n la m ın d a y a­ sa la ra v a rm a la rı, işte b u fo rm la r bilgisine d ay a n ır. D o ğ a b ilim lerin in bilgisi, m u tıd u s se n sih ü îs'in, den ey im d ü n y a ­

62

sın ın bilgisidir. B u ala n d a n elde edilen bilgi, h a k ik a t olan b ir b ilg id ir. B u bilgi, h a k ik a t o lm a k b a k ım ın d a n , h iç b ir za m a n salt k a v ra m la ra d a y a n a n b ir bilgiden geri k alm az. Ş u n o k ta açık o la ra k g ö rü lm e lid ir: D o ğ a b ilim leri za m a n -m ek â n ilk elerin e d a y a n d ığ ı, b u n d a n do lay ı d a g ö rü n ils ala n ın d a k i b ağ lılık ların b ir bilgisi o ld u ğ u n d a n , aç ık ve seçik b ir h a k ik a t ta şırlar; m e tafiz ik le ilgileri y o k tu r. D u ­ y u la rım ızla

bize v erilen , iç in d e b u lu n d u ğ u m u z d en e y im

dün y ası, z a m a n -m e k â n iç in d ek i d ü n y a , m u n d u s intellegib ilis'ten saf anlay ış a la n ın d a n , k en d i b a şın a v a ro la n d ü n ­ y ad an b aşk a b ir o b je a la n ı, b a ş k a bir bilgi alan ıd ır. 1770 y ılın d a y az ıla n bu y az ın ın asıl am acı, m e ta fiz i­ ğin

y eııib a ştan

te m elen d irilm esin i

h a z ırla m a k tı.

K a n t’a

göre k e n d i b a şın a v a ro la n ta n rı, ru h , ev ren in yap ısı gibi k a v ra m la ra ve cev h erle r a ra sın d a k i ilgiler so ru n u n a , d u ­ y u la rd a n

g elen

ta sa v v u rla r

b u la ştırılm a m a h d ır.

B undan

so n ra yapılm ası g erek en şey şu d u r: M u n d u s in telleg ib ilis’ in k a v ra m la rın ı, za m a n -m e k â n k o şu lla rın d a n ayrı tu tm ak . D u y u la ra d a y a n a n ta sa v v u rla rın , alg ıların

ve d en ey im in

k o şu lları, v a ro la n d ü n y a n ın k en d isin in fo rm ları ve ilkeleri değildir. M ek ân d ışı ve ü stü , za m a n dışı ve ü stü şeyler, duyıı k o şu lla rın a d a y a n m a d a n d ü şü n ü lm eli ve k a v ra n m a lıdır. R u h u n m e k â n d a nasıl yer alabileceği so ru su , ru h u n varlığı ile ilgili değildir. Bu so ru , bizim d u y u la rım ıza d a ­ y a n a n algı d ü n y am ızın çerçevesi içinde ru h u n bize nasıl g ö rü n eb ileceğ in i so ra r. A ynı şekilde saf m an ev i b ir v a r­ lık o la n ta n rı d a, m e k â n a bağlı fo rm la ra sık ıştırılam az. B u sıra d a K a n t, h e n ü z , d u y u k o ş u lla n ve fo rm ların a b u la ştırılm am ış,

tem iz

tu tu lm u ş k a v ra m la r y ard ım ı

ile,

salt ak la d a y a n a ra k bir m etafiziğin gerçek leştirileb ileceğ in e in a n ıy o rd u . K a n t’a g ö re, anlay ış y eteneği, te c rü b e a la n ın ­ da, g ö rü n ü ş d ü n y a sın d a sad ece m an tığ ın k u lla n ılm a sın d a işe y a ra y a b ilir (anlayış y eten eğ in in usu s lo g icu s’u). A lgı­ la n an rea lite , b ilim le rd e old u ğ u gibi, anlay ış yeteneği ta ­

63

ra fın d a n d ü şü n c ele rle işlenir. A ynı anlay ış y eten eğ i bir kez de m etafiz ik te işlem e a la n ı b u lm a lıd ır (an lay ış y e te n e ­ ğinin ıısııs realist). B ü tü n vc p arça, birlik ve çoklırk, cev­ h e r ve etkilem e, k a rşılık lı bağ, re h ıtio n gibi tem el k a v ­ ra m la r,

k a y n a k la rın !

sa lt

anlay ış

y e ten e ğ in d e

b u lu rla r

— K a n t so n ra la rı b unlara anlayış yeteneğin in ka te g o rie leri ad ım v erir— •. B u k av ram lar yoluyla in te lleg ib el d ü n y an ın fo rm ve ilk e le ri k a v ra n a b ilir. D uyu k o şu lla rı bulaştırılm a­ mış saf anlay ış y eten eğ in in k a v ra m la rı, şeylerin görünüş­ lerini değil, nasıl o k lu k la rın ı v erir. F a k a t bu yolla y ap ı­ ları m e tafiz ik b ir bilginin, nasıl bir sekil alacağ ın ı, K an t

1770 y ılın d a y azdığı bu yazıda g ö sterm iy o r; sad ece şu n u ileri sü rm ek le y etiniyor: Salt anlayış yeten eğ in in k a v ra m ­ la rı ile ekle ed ilen bu bilgi, alg ıla rla bezen m iş, iç k a z a n ­ m ış b ir bilgi, so m u t b ir k a v ra m a , bir g örm e d eğildir. Bu bilg in in sim gesel b ir niteliği o la b ilir; ken d i b asm a v aro lan şeyleri so y u t b ir şek ild e ve çok genel çizgileriyle v ereb ilir. Z a m a n -m e k â ıı ve g ö rü n ü ş d ü n y ası için bıı y az ıd a o r­ ta y a k o n a n tez, h em en h em en hiç değişm ed en , “S a lt A k lın K ritiği” n d e y er alır. F a k a t bu yazının y ay ım la n m asın d an kısa b ir sü re so n ra . K a n t b u ra d a ileri sü rd ü ğ ü d u y ü ko­ şullarından tem izlenm iş, sa lt anlayış y eten eğ in in kavram la­ rına d a y a n a n bilgide bazı g ü çlü k lerle k arşılaşıy o r. B u güçlüklerle ça rp ışm a , tam on yıl sü rec ek , K aııt’ı insan bilgisinin tem elleri, o la n a k ve y o lları h a k k ın d a , d erin d ü ­ şüncelere, y epyeni b ir kalkış n o k ta sın a g etirece k tir. K an!

ulaştığı bu yeni d ü şü n c e sistem ine, kendisinden so n ra b ir­ ço k kim senin de kullandığı “ tra n sc e n d e n ta l idealisin” a d ı­ nı veriy o r. K an t,

1781. y ılın d a yayım ladığı

“S a lt A k lın

K illi-

g f ’nde “ tra n sc e n d e n ta l id e alisin ’! o rta y a k o y u y o r. Bu bi­ rinci K ritiğ in a rd ın d a n , K a n tin öteki iki K ritiğ i gelecek­ tir. B u üç K ritik te n d o lay ı, K aııt’ın felsefesine “'‘K ritisiz m ” adı verildi. K a n t’m felsefesine bu adı 19. yüzyıl somın-

64

d a Y e n ik a n tç ıla r v erdiler. F a k a t unutulm am alıdır ki, K a n t felsefesinin am ac ı, k a p a lı, sınırlanm ış b ir sistem k u rm a k değil, gelecek tek i felsefe a ra ştırm a la rı için yol h a z ırla m a k ­ tı. G e rç e k te n de öyle old u . K a n ti n k en d isi, “Salt A k im K r itiğ i’iıi , yeni b îr felsefe için “ P ro p aed cu tik ” (ö n ö ğ reti) o la ra k gösterdi. “S alt

A k lın

K r itiğ i” n d e

şu ara ştırılıy o r:

D u y u la ra

v erilen i, d eneyim i ve d eneyim ile b ilin e b ilir o lan ı aşm ak isteyen insan bilgisinin sın ırla rın ı y o k la m ak . Bu, m e ta fi­ zikle, m etafiziğin güvenli b ir bilgi o lm a k istem esi ile ilgi­ lidir. B u ra d a K a n ti n gözö n iin d e b u lu n d u rd u ğ u m etafizik ,

D escartes’la b aşla y a n , g elen ek halinde Spinoza, L eib n iz, C hristian W o lff ve ö ğ ren c ilerin d e sü rd ü rü le n ratio n aliz m in varlık teo risid ir. Y u k a rıd a d a anlatıldığı gibi, bu m etafizik salt ak la d a y a n a ra k k u ru lu y o rd u : tıpkı m a te m a tik b ilim le rin y a p ­ a k la rı gibi, a p a ç ık te m e lle rd e n k a lk a ra k , bir dü şü n cey i ö te k in e d a y a n d ıra ra k , d e d u k tio n y o lu ile sistem a tik

b ir

yapı k u rm a k . K a n ti n k en d isin in içinde y etiştiğ i bu g ele­ neğe, m etafiziğ in b u sa v la rın a , b a şla n g ıç ta n asıl y ak ın lık d u y d u ğ u n u g ö ste rd ik . 1770 yılın d a y ayım lad ığ ı yazısın d a y e r alan, sa lt anlayış yeten eğ in in gerçek lik alanına u y g u ­ lan m ası te o risi, bu b ağ ın son k alın tısıd ır.

IKK 5

65

3, « S A L T A K L İN K R İT İĞ İ»

A.

Ö n sö z vc G iriş

«Salt A k lın K ritiğ i» nin b irinci b ask ısın ın ö n sö z ü n d e, m etafizik h a k k ın d a şu düşünce

ileri sü rü lü y o r: F elsefe,

bizim en y ü k se k m etafizik ilgilerimizin o b jeleri olan ta n rı, ev re n ve ru h h a k k ın d a in sa n ak lın ın k a n ıtla m a y eten eğ i­ ne d a y a n a n bîr sistem o la ra k k u ru ld u ğ u za m a n , eleştiriye d a y a n a c a k güçte, güvenilir b ir bilgi değildir. O h a k le , saf an lay ış yeteneğinin ıısııs realis'ı (gerçeklik alanına uygu­

lanm ası) o la n ak sızd ır; ken d i b a ş ın a v aro la n , d u y u la r itstii o la n m u n d u s intellegibi! i s'te n bize h ab e r verem ez. B u eserin k en d isi bize, aklım ızın bizi — ta rih b o y u n ca gelm iş geçm iş d ü şü n ü rle rin ve o n la rın a rd ın d a n g id en lerin

vardıkları m e tafiz ik s o n u ç la rd a —

nasıl u zlaşm azlık la ra ,

çekişm elere g ö tü rd ü ğ ü n ü ; ak im , k en d isin d e n gelen bir k a ­ çın ılm a zlık la, m e tafiz ik sistem lerd e n asıl çelişk ilere, h atalı y o lla ra d ü ştü ğ ü n ü g ö ste re ce k tir. «Salt A k lın en geniş b ö lü m ü o lan

K r itiğ i» n in

«T rcm scendcntal D ia le k tik »

adını

ta şıy a n b ö lü m , bıı so ru n la rla u ğ ra şm a k ta d ır. Y a p ıt, aklın m etafizik a la n ın d a k u lla n ılm ası o la n a k la rın ı ara ştırd ığ ın a göre, bıı b ölüm yap ıtın a n a b ö lü m ü d ü r. K a n ti n m e tafiz ik so ru l a rın gereksizliğini, y en i bilim g ö rü şü içinde m etafizik so ru la ra y er k a lm a d ığ ın ı savun-

66

maya cağı d o ğ ald ır. B u n u , 19. yüzyılın positivisnıi, d alıa ö n ce de, bütün m etafizik k ita p la rın ı ateşe atm ay ı sağlık veren D avid H ıım e ileri sü rer. K a n î’a g ö re m etafizik , bu k ita b ın önsözünde söylen d iğ i gibi, tem elin i .aklın varlık -y ap ısın d a b u lu r. M etafizik so ru la r b aşıboş bir bilm e h ır­ sının z o rla m a sın d a n doğm am aktadır; ak im k en d isin d e n gel­ m e k ted ir. D ü şü n c e n in , verilm iş duyular d ü n y asın ın sın ır­ la n iç in d e k alm ay ıp , d erin lere g itm ek istem esi, tem elin i, insan ak lın ın varlık-yapısında b u lu r. F a k a t eğer in sa n y a l­ nız ken d isin e özgü olan a k lın ı y itirm ek istem iy o rsa, bu aşm ayı yapm am alıdır. F else fe n in bu a la n ın d a , insan aklı kendisini g a rip bir şaşk ın lık içinde bulur. Bu a la n d a n g e­ len so ru la r, ne geri çe v rileb ilirler, ne de d en e m e lerle k a ­ n ıtla m a la r y a p a n bilim lerin v erd ik leri tü rd e n b ilg ilerle y a ­ n ıtlan a b ilirle r. B u ray a , te o rile r k u ra n te o rik ak lın gücü y etişe m em e k te d ir. İşte te o rik aklın k ritiğ in in y ap ıld ığ ı «Salt A k lın K ritiği» bize b u n u g ö ste re ce k tir. Ş im di K a n t iki ce p h e d e ç a rp ışa c a k tır. B u n la rd a n b i­ rincisine K a n t d o gm a lism ad ın ı v erm iştir. B u ra d a k i dogm atism in kilisen in do g m a tism i ile ilgisi y o k tu r. K aııt, bu ad ı, h iç b ir eleştirin in ra h a tsız etm ediği, d o k u n m a d ığ ı a k ­ im , h e r tü rd e n varlığ ın ö zü n ü k a v ra y a b ile c e k gü çte o ld u ­ ğuna inanan rationalistlere vc onların felsefelerine veriyor. A k lın k en d isin e bu k a d a r güvenm esini çok ab a rtm a lı b u ­ luyor. K a n t’m çarp ışacağ ı ikinci cep h e, m etafiz ik te n k u şk u d u y a n la rın , m e tafiz ik s o ru la ra ilgisiz kalanların ce p h e si­ dir. K a n t «Salt A k lın K r itiğ i» nin. ö n sö z ü n d e şöyle d er: «İnsan aklının ilgisiz k ala m a y a c a ğ ı bu gibi a ra ştırm a la ra k arşı ilgisiz bir ta v ır takınm ak, b o şu n a d ır» . «Salt A k lın K r itiğ h m n ikinci bask ısın ın ö n sö z ü n d e — bu ö n sö z ü n b az ı y e rle ri b irin ciy e göre ç o k d eğ iştiril­ m iştir— R a n t’m ken d isin i, sözünü ettiği şa şk ın lık tan n asıl k u rta rm a k istediğini gö rü y o ru z . B iz, burada ortaya çıkan

67

yö n v crici d ü şü n ce ile, d a h a önce, g ö rü n m ez d en h a b e r v e­ re n le r h a k k ın d a yazdığı y az ıd a da k arşılaşm ıştık . B u d ü ­ şünce şuydu: İn san a k lı sa d ec e te o rik b ir akıl d eğ ild ir; yani sadece el a ltın d a b u lu n a n ı k av ra y ıp , o n u n ne o ld u ­ ğu h a k k ın d a te o rile r k u ra n te o rik b ir akıl d eğ ild ir. A k im b ir de p ra tik yanı v ard ır. H a tta sa lt p ra tik b ir y an ı v ard ır. O , k en d isin d e , in san ın ne y ap m ası gerek tiğ i h a k k ın d a k i bilgiyi de b irlik te ta şır ve b u n u in san a g ö sterir. «N e bilebiliriz?» kritik so ru su y a n ın d a , ak lın bundan d a h a az ö n em li o lm a y a n b a ş k a b ir so ru su y e r alır: «N e yapm alıyız?» E ğ e r aklım ızın kaderi — insan v a rlığ ın d a in ­ sa n a v erilm iş olan am a ç — , iyice a ra ştırılırsa , bize in san ın ne y ap m ası g erek tiğ in i g ö ste re n p ra tik ak lın , v arlığ ım ızın a n la m ın ı y ö n ettiğ i g ö rü lü r. F a k a t te o rik ak im n e le r y a p a ­ bileceği, nerey e kad ar gidebileceği ile p ra tik ak im in sa n h a y a tın d a g ö rd ü ğ ü an lam a ra sın d a b ir uyum b u lu n m a lıd ır. “S a lt A k lın K r itiğ i”nin ikinci b ask ısın ın ö n sö z ü n d e k i şu çarpıcı sözleri b u anlam da anlam ak gerek ir: «h u m m a y a y e r h a zırla m a k için bilgiyi k a ld ırm a k zo ru n d a k a ld ım » . K a n t, k u şk u c u değildir. O b u ra d a , b ü tü n bilgiyi o r­ ta d a n

kaldırdığını sö y lem ek istem iyor. S adece dogm atik

ö n y arg ıları,

saf ak lın te o rile ri

ve

k a n ıtla rın a

d ay a n an ;

so n u ç ları, pratik , a h la k h ay a tım ızı etk iley ecek o la n m e­ tafizik g ö rü şleri g eri çeviriyor. E ğ er K a n t in a n m ay a yer aç m a k ta n sözed iy o rsa, bu in a n m a, şu v ey a b u d in in g ö rü ş­ lerine in a n m a değ ild ir; salt p ra tik ak im k en d i k en d isin d e taşıdığı bilginin aç ık lık ve kesinliğine; a h la k bilgisinin buy­ ruklarının yerin e g etirilm esin d ek i gerekliliğe in a n m ad ır.

K a n tin ik inci K ritiğ i, «P ratik A k lın K ritiği» bu .so ru n ları ele alac ak tır. İn san ak lı aslında bird ir; fa k a t te o rik ve p ra tik o l­ m a k üzere b irb irin d en ap a y rı iki işlem alan ı, ap a y rı y a s a ­ la rı v ard ır. Âkil sa h ib i b ir v arlık o la n in sa n d a, insanın b ü tü n ü n d e bu b irb irin d e n ay rı y a sa la r b ir uyum için d e

68

birleşm elid ir.

M e tafiz ik

s o ru la r

a la n ın d a

b aşıb o ş

k alan

akıl, tarihin gösterd iğ i gibi, bizi hem. d o g m a tik ta n rı k a ­ n ıtla rın a , hem de atheist so n u ç la ra , ta m ın ın y a d sın m a sın a g ö tü rm ü ştü r; h em insanın özgür b ir v arlık o ld u ğ u n a , h em de d eterm in iz m e (K a n t b u n a , fatalizm der) ay n ı ra h a tlık ­ la ulaşm ıştır. B u yolla, h em m atery alizm e, h em de v a ro la ­ n ın te m elin d e m an ev i b ir varlık ve su b sta n s olarak ruhun

bulunduğu sonucuna aynı kolaylıkla varılabilir. İşte akıldan k alkarak, sözde açık seçik kanıtlam alar yapan dogm atik teoriler, m ateryalizm , fata liz m , atlıeizm gibi teoriler a ra sın d a k i ça tışm a, K an t’m sırf te o rilerle m e­ tafizik so n u ç la ra v a rm a k isteyen a k la k a rş ı y ap tığ ı eleş­ tirin in k alk ış noktasıdır. M etafizik ala n d a k i d o g m a tis m , yani salt aklın hiçbir kritiğe gerek görm ed en istediği yere k a d a r u laşab ileceğ i önyargısı, a h la k a k arşı

o la n in a n ç ­

sızlığın k ay n ağ ı o lm u ştu r. G e rç e k te n , h e r ç a ğ d ak i in a n ç ­ sızlık, kay n ağ ın ı d o g m a tiz m d e b u lu r. A k lın m etafizik a la n d a k i bilgisinin kritiğ in e girm ed en ö n ce. K a n t, salt ak lın b aşk a a la n la rd a k i b ilg isin in b a şa ­ rıla rın ı g özden geçiriyor. İn sa n bilgisinin ak la d a y a n a n k a v ra m la rı, b az ı b ilim le rd e bize açık ve k a n ıtla n a b ilir b ir bilgi sa ğ lay a b iliy o rla r. M a n tık böyle b ir bilim dir; m a te m a ­ tik böyle b ir b ilim d ir. H e r ik i bilim de salt ak la d ay a n ır; tecrü b e ve d en e m e lere b aşv u rm az. D oğa b ilim le rin in b ir b ö lü m ü n d e de, yani h a re k e t te o risin in tem el ilk elerin i a ra ş­ tıra n te o rik m e k a n ik te de d u ru m ayn ıd ır. O h ald e K a n t’a göre, m e tafiz ik bilgi so ru n la rı ile m a te m a tik ve m a te m a ­ tiksel do ğ a bilim leri, k en d ilerin e özgü k esin lik lerin in k ay ­ n ağ ın d a — yani, sa lt ak la d a y a n m a la rın d a — b irle şiy o ıia r. B öylece «Sait A k lın K r itiğ i» nde m a tem atik sel d oğa b ilim ­ lerin in bilgi teo risi, m etafizik bilg in in K ritiğinin y an ın d a, h a tta ö n iin d e y e r alıyor; ru h , ta n rı, evren h a k k ın d a k i m e ­ tafizik k a n ıtla rın ele alın d ığ ı «T ra n sce n d en ta l D ialektik» b ö lü m ü n d e n ö n ce k i b ö lü m le rd e in celeniyor.

69

K a n ti n so n ra la rı b u k ita b ın anlaşılm asın ı k o la y laş­ tırm a k

için yazdığı bir özette,

« P r o k g o m e n a » d a , «Salt

A k lın K r itiğ i»nin so ru n la rı d ö rt so ru d a to p la n ır. B u ra d a ,

«Salt b ir m a te m a tik ve m a tem atik sel d o ğ a b ilim le ri nasıl o la n ak lıd ır? » so ru su , m etafiziğin bilim o la ra k o la n ağ ı so ­ ru su n d a n ö n ce y er alır. İlk kez K a n t, Y e n iç a ğ in m a tem atiğ e d ay a n an doğa bilim leriyle m a te m a tik te k i sağ lam y ap ın ın ; ve bu bilim ­ lerle felsefe, d a h a do ğ ru su metafizik a ra sın d a göze b a ta n k arşıtlığın fa rk ın a v ard ı. İn san bilgisinin b u h er iki a la ­ n ın d a da aynı h ey e ca n ve co şk u y la gençliğ in d en b e ri u ğ ­ raşan K a n t, şim di b u iki bilgi ara sın d a k i k arşıtlığ ı b ü tü n çarpıcılığı ile görüyordu. O , D esc arte s, L eib n iz, S p inoza ve W ol£f un in an d ığ ı gibi felse fen in g eo m etri yöntem i ile

(more g eo m etric o ), «Mathesis universalis» o la ra k k u ru la ­ bileceğine a rtık in a n m ıy o rd u . K a n t, m e tafiz ik te kanıtlar a ra y a n aklın, k arşılaştığ ı g ü çlü k leri, g ençliğ in d e m e ta fiz ik ­ le u ğ raşırk e n y a k ın d a n g ö rü p yaşam ıştı. Şimdi K ant bu her iki a la n arasında göze ç a rp a n k eskin k arşıtlığ ın nedenini, aklın bu alan lard a ortaya ko y d u ğ u b aşarılarda aram ak is­ tiyordu. «Salt A k lın Kritiği» b ir bilgi teorisi, bir bilim teo­ risi olarak, bu sorunu kendisine ana so ru n yapm ıştı. B u­ nunla birlikte bu yapıtın asıl am acı, insan a doğanın ver­ diği m etafizik yapıyı, insan akim ın an la m ın ı açıklam ak­ tır. D ah a önce de sö y len d iğ i gibi, bu K ritik, gelecekte kurulacak bir felsefe sistemi için sadece bir hazırlık, bir « P ro p e d eııtik » tir, B u yapıt, K a n ti n b ir m ektubunda yaz­ dığı gibi, «m etafiziğin bir m e tafiz iğ id ir» . «Salt A k lın K ritiğ i» , b ü tü n bilgilere o la n a k sağlayan i n s a n akim ın ilkeleri hakkında ta m b ir g ö rü ş ve bilgi elde etmeye çalışıyor; aynı z a m a n d a aklın k u lla n ıla b ile ­ ceği alanın sınırlarını bilm ek istiyor ve a ra ştırıy o r. İn san aklının sınırlanın çizmek; in sa n a k lın a kendi v arlığ ın d a

70

neyin verilm iş o ld u ğ u so ru su ; insan v a rlığ ın d a k i am acın ve a n la m ın ne old u ğ u sorusıı. ile içiçedir. Bu y ü zd e n K a n t5 in akıl eleştirisi b ir insan felsefesidir. B u n u , bu k ita b ın ikinci b ask ısın ın ö n sö z ü n d e n alın an ve y u k a rıd a verilen, bilgi ve in a n m a h a k k ın d a k i cüm lesi de b ü tü n açık lığ ı ile g ö ste rm ek te d ir. B u ra d a K a n t’ın aklı iki ayrı a n la m d a d a r ve geniş a n ­ la m la rd a k u lla n d ığ ı şim d id en söylenebilir: G en iş an lam d a : insanın b a ğ la r ve y a sa la r k u ra n bilgi yeteneği; d a r a n la m ­ da: a n la m a y eten e ğ in d en ayrı d ü şü n ü le n ak ıl (insanın bilgi yeteneğinin b ü tü n ü içinde). A k lı bu çok ö zel a n la m d a « T ra n sc e n d e n ta l D ialektik» bölüm ü ele a lac ak tır. K a n t, d a h a g irişte b ir ayrım y a p m a k la işe b aşlar: «Salt» bilgi ve « em p irik » , d u y u la ra dayanan bilgiyi b ir­ b irin d e n ay ırır. K a n t’m ken d i

terim leriyle, ap rio ri bilgi

ve d en ey im e d a y a n a n bilgi (K a n t b u n a a p o sterio ri bilgi ad ın ı verir). B u ay rım , A v ru p a ’nın felsefe geleneği iç in ­ d ek i bilgi te o rilerin in en önem li k o n u la rın d a n birisi o la ­ gelm iştir. Ö rn e ğ in , P la to n ’d ak i y eniden an ım sa m a te o ri­ sinde, y a da D e sc a rte s’d a ve rationalistlerdeki d o ğ u ştan M eler te o risin d e olduğu gibi. F a k a t K a n t, n e d o ğ ııştan M e­ le rd e n , ne de anım sam adan söz eder; ç ü n k ü bu h er iki te o rin in de a rk a sın d a b ü y ü k b ir m etafizik te o ri y a tm a k ­ ta d ır. K a n t şunu g ö rm e k te d ir: D u y u la ra şim d i g erçek o la ­ rak verilm iş o la n algı b ilgisinden

ap a y rı b ir bilgi türü

vard ır. B u bilgi, sa lt b ir k a v ra m a ve b ilm ey e d ay an ır; g en eld ir ve z o ru n lu lu k ta şıy a n b ir bilgidir. D a h a L eib n iz, «verites d e fait» n in k a rşısın a «verites necessaires» i k o y ­ m uştu. B u tü r bilginin varolduğu, m antık ve m a te m a tik te açık o la ra k g ö rü lü y o r. Şim di K a n t, deneyim i k alk ış n o k ­ tası o la ra k alan « em p irist» le rin daim a kuşku ile b aktık­

ları b ir felsefe geleneği içinde yer alm aktadır. E m piristlerin id eler ve ilkeler h ak k ın d ak i yanlış anlayışını a rk a d a bırakıyor. K uşkuya yer verm eden b ü tü n ap rio ri bilginin

71

a n c a k z a m a n la elde edilm esi g erek tiğ in i gö steriy o r. K ant b u bilgiye, «asıl bilgi» ad ın ı v erir. Bu bilgi, an c ak bilgi yeteneğim izin d en ey im y o lu y la u y an d ırılıp çalışm asıy la g e r­ çekleşebilir. B u bilginin özellik leri, k en d isin d e o k u n a b ilir. H a k ik a t o la ra k geçerliği, d en ey im lerin bira raya g etirilm e­ sini, y a da d en e y le r y a p a ra k k a n ıtla n m a y ı g erek tirm ez; z o ru n lu lu k ve genellik bu bilginin özündedir. O ysa d u y u verileri, bize a n c a k belli b ir z a m a n d a olup biteni v erirler; m a n tık ve m a te m a tik b ilgideki genel ve z o ru n lu olm a, o n la rd a y o k tu r. L eibniz, «verites de fait»ye ay n ı z a m a n d a «verites co n tingentes» adını d a v e ­ riy o rd u . « V erites de f a it» , bizim için b a şk a tü rlü o la b ile­ ce k leri de içine alan , ç ıp la k b ir o lay d ır. M a te m a tik ve m an tığ ın genelliği, b ü tü n te k te k d u ru m la rı içine alır; g ü n ­ lük h a y a tta k i te k te k algıların b irle şm esin d en doğan ge­ n ellik te n b a m b a şk a d ır. K ant, g ü n lü k hayattaki genelliğe,

«kom parativ» g enellik ad ın ı verir. K a n tin «salt» ya da «apriori» bilgi k arşısın a, «empirik» bilgi ya da duyu v erilerin i k o y m a sın d a y ep y en i bir şey o rta y a çıkıyor. K a n t, ister gü n lü k h a y a tta , isterse b i­ lim de o lsun, «deneyim » dediğim iz şeyi çözü m ler. B u çö ­ züm lem e sonunda, d en ey im d en o k ad ar çok: sözeden em p iristlerin görem ed iğ i b ir so n u c a v arır. Bu so n u cu , «akılcı» filo zo fların akıl ed e b ilm elerin e z a te n o la n ak y o k tu . Bıı

sonuç şu d u r: D e n e y im , d u y u verilerinin yığ ın ın d a n , biraraya to p la n m a sın d a n fa zla bir şeydir. D u y u verileri, d e ­ n ey im in sadece m a d d esin i oluştururlar. H e r d en ey im d e dai­

ma b ağ lılık lar gözönünde tu tu lu r. O z a m a n a k a d a r o lm u ş bitm iş o la y la rd a n — farkına v arm adan ya da yöntem i i ola­

rak — k a lk a ra k , n elerin bek len eb ileceğ i çık arılır. O halde, d e n e y im in k e n d isin d e, tek te k olayları aşan, genelliğe, d ü ­ zen ve yasaya götü ren , bir ö n ce d en g ö rm e vardır; o n d a , o la yla rd a ki salt o lm u ş b itm iş o lm a n ın tersine, bir zo r u n ­ lu lu k saklıdır. B u em pirik bilg in in , y ani d u y u la ra d ay a n an

72

bilginin fo rm özelliğ in d en doğm aktadır, K an t’a g ö re, erapirik bilginin fo rm özelliğinin kay n ağ ı, b ilg in in m a d d e si­ n in k ay n a ğ ın d a n ; yani, duyu v erilerin in k a y n a ğ ın d a n b a ş k a ­ dır. B u fo rm lar, d u y u v erilerin in gerçek d en ey im bilgisine çevrilm esi için g ere k li ö n k o şu lla rd ır. B u n la r (m atem a tik te ve m a n tık ta ) ap rio ri bilgi dediğim iz tü rd e n b ilg ilerd ir. B iz iki ayrı d en e y im k av ra m ın ı b irb irin d en a y ırm a ­ lıyız. B irincisi, em p irist bilgi te o risin in d en ey im k av ram ı a n lam ın d a, d u y u v erilerin in b ir yığınıdır. B ö y le b ir d e n e ­ yim , bize o lu p b ite n i gerçek o la ra k öğretem ez. G erçe k

dünya h a k k ın d a b ir bilgi verem ed iğ i gibi, bu, b ağ lılık lard an y a sa la ra varan b ilim se l b ir bilgi de o lam az. İk in c i özel a n la m d a k i deneyim , ise, bir birleştirm e, birbirine b a ğlam a­ dır. E ğ e r b izim d e n e y im le rim iz

varsa ve b u n la rd a n bir

şeyler öğren iyo rsa k; eğer d e n e y im d e b ü tü n ü g ö rm e, k a v ­ ram a varsa; bu, o n u n m a d d esi olan d u y u verilerinin bilgi fo rm la rıyla birleştirilmesindendir. K a n t b u n o k ta d a , k e n ­

disinden önce, apriori bilgi p ro b le m in d e v arılan so n u ç tan çok d a h a ileriye, eşine ra stla n m a m ış olan b ir so n u c a vardı. Şim di b u r a d a b ir s o ru n u n so ru lm a sı g erek iy o r: D e ­ neyimin apriori ya n ın ın bilgiye e tk is i nedir? B u so ru n u n ceva b ım . Y e n iç a ğ ın d o ğ a b ilim le ri, o laylarda, o lu p biten­ lerde m a te m a tik b ir ya p ı b u lu n d u ğ u n u g ö ste rm e k le k o la y ­ ca ve rm e k te d ir. H iç b ir e m p irist, o za m a n a k a d a r d e n e y im e dayanan bilgide m a te m a tik bir ya p ı, bir bilgi g ö rem em işti. M a tem atik bilgi, genel olan ve z o ru n lu lu k ta şıy an apriori b ir bilgidir. E ğ e r yeni d o ğ a b ilim le rin in g österdiği gibi,

doğa y a sala rın ın tem eli m a te m a tik y a sa la ra d ay a n ıy o rsa; apriori ö n k o şu lla r

b ü tü n

doğa

b ilim lerin in

b ilg ilerin d e,

deneyim lerin bir araya to p la n m a sın d a ve y ap ılan d e n e y ­ lerde (ex perim en t\ erde) d e v a r d em ek tir. B ilim se l bilgide daha ba şka fo rm ilk elerin in d e ö n ­ k o şu l o ld u k la rı a çıktır. B u n la rın başında, g eçerliği b ü tü n d o ğ a a ra ştırm a la rın d a , genel ve z o ru n lu o lan n ed e n se llik

73

ilkesi gelir. D en e y lerin y ap ılm a sı, to p la n a n d en ey im lerin d eğ erlen d irilm esi, araştırm an ın b u e n yüksek ö n k o şu lu n a d ay a n ır, « A p rio ri b ilg iler sadece so y u t 'bilim lerde b u lu n ­ m azlar; g ü n lü k h a y a tta k i genel a n la m a y eten eğ i d e bunlarsız olam az» , B öylece K a n t, felsefe a ra ştırm a la rın d a yeni b ir am aca

yönelm iştir: İn sa n a k im d a v a ro la n bilgi fo rm la rın ı b u l­ m ak, B u ra d a a ra n a n fo rm la r, ne d u y u la r d ü n y asın ın , n e de intellegibel d ü n y an ın fo rm la rıd ır. İn san ak lı, bilgi te o ­ risi b ak ım ın d a n çö z ü m le n erek , b u ra d a k i fo rm ve ilkeler, sa y ıla n ve bağlılık larıy la aç ık b ir şek ild e o rta y a k o n m a ­ lıdır. B u, kendisini ta n ım a k istey en ak im , ilk ve b ü y ü k ödevidir. A n ca k bundan s o n ra d ır ki, akim asıl kritiği a k ­ lın k u llan ılab ileceğ i yerlerin sınırlarını çizm ek o lan ağ ı elde ed ilecek tir. K a n i, in sa n ak lın ın k en d isin d ek i bilgi fo rm la rın ı a ra ş ­ tıran

bu çözü m lem esin e, « tra n sc e n d e n ta l felsefe»

verir. T ra n sce n d en ta l terim i K a n t felsefesinin

ad ın ı

tem el te ­

rim le rin d en birisid ir. S o n ra ları bu te rim i, A lm a n İd ealizm i, Y e n ik a n tç ıla r, bilgi te o risi y a p a n b a ş k a filo zo flar, ö rn eğ in , E . H u sse rl de k u lla n m ıştır. B u k a v ra m , K a n t’ta k a y n a ­ ğ ın d a k i a n la m ın d a n , sk o la stik felsefedeki a n la m ın d a n b a m ­ b aşk a bir anlam k a z a n m ıştır. K a n t bu k a v ra m ı ş ö y le ‘t a ­ n ım lar: «B en tra n scen d en ta l bilgi ile, y aln ız o b je lerle d e ­ ğil, aynı z a m a n d a o b je le rd e n elde ed ilen bilginin tü rle ­ riyle de u ğ raşa n , bilginin apriori yan ın ı a ra ştıra n bilgiyi a n lıy o ru m » . «Salt A M ın K ritiğ i» n in ö n sö z ü n d e b u lu n a n

ö n em li

bir d ü şünceye d a h a işaret etm eliyiz: K a n t, y arg ıları, a n a ­ litik ve se n te tik diye ikiye ayırır; b u ay ırm ay a ço k önem verir; bu ay ırm an ın «klasik» o lm a n iteliğ in i lıak ettiğ in i söyler. K a n t’tan so n ra , y a rg ıla rın an a litik ve s e n te tik y a r­ g ıla r diye ayrılm ası, p ek

74

çok ta rtış m a la r a n e d e n

oldu.

Ö rn e ğ in « m a te m a tik y arg ılar, K a n t’m sa v u n d u ğ u gibi se n ­ te tik y a rg ıla r m ıd ır; y o k sa a n a litik v a rg ıla r m ıd ır?» gibi, K a n t’m y a rg ıla n ikiye ay ırm asın ın n ed e n i k ısa ca ö z e t­ lenirse, ratio n alism i te rk e tm e k için b aşv u ru lm u ştu r, d e n e ­ bilir. L e ib a iz , b ü tü n bilginin sadece k av ram çö z ü m le m e­ lerd en (ve so n ra b ir a ra y a g etirilm e sin d e n ) ib a re t o ld u ­ ğ u n a in a n ıy o rd u . B u n d a n dolayı bilginin an a ilkeleri, m a n ­ tığın a n a

ilkeleri o lu y o rd u . A n a litik y arg ılar, y ü k lem in

a ç ık la n m a sıy la özne k a v ra m ın ın a ç ık la n m a sın d a n b aşk a bir şey değildir. B ım u y a p a rk e n sad ece m a n tık b a k ım ın ­ d a n b ir çelişkiye d üşm em eye d ik k a t etm ek y eterlid ir. Ç e­ lişm ezlik ilkesi, a n a litik y a rg ıla rd a k i en y ü k sek tem el il­ ked ir, K a n t'a

g ö re, bu tü r çözü m lem elerin

büyiik y a r a n

vardır; fak at bilginin y ap ılm ası, v erilen le rin , elde v a ro la n ­ ların bilgi h alin e getirilm esi b a k ım ın d an y ara rsızd ır. Biz çözüm lem e y a p a rk e n , k a v ra m la rı v a ro la n la , bize v erilen ­ le k a rşıla ştırm a d a n , k a v ra m çerçevesi içinde d ö n ü p d o la ­ şırız. B u n a k a rşılık se n te tik y arg ılar, an a litik y arg ılar gibi sadece aç ık la y an y arg ılar değil, bilgim izi g en işleten , ç o ­ ğ altan y a rg ıla rd ır. B ıı y a rg ıla rla , şeylerin b irb irin e b ağ lı— Iıkları, ilgileri gösterilir. Ö rn eğ in , b ü tü n c is im le r in m e k â n d a y e r k a p la d ık la rı b ilgisi, d a h a cisim k av ra m ın ın k e n d i­ sinde vard ır; ç ü n k ü cisim b aştan beri böyle ta n ım la n ır. F a k a t b ü tü n c isim le rin ^ a ğ ıd ık la m rın o ld u ğ u v a rsıs h s e n ­ te tik b ir y arg ıd ır, (Bu yargı gözün g ö rd ü ğ ü n e ay k ırıd ır. T aş d ü şe r, fa k a t d u m a n ve g azlar, sanki ağ ırlık ları y o k ­ m uş gibi, h a v a y a do ğ ru y ü k se lirler). İs te r bizim h a fif d e d i­ ğimiz, ister ağ ır d ediğim iz o lsun, b ü tü n cisim lerin 'hare­ k etleri bir v e ay n ı y asay a , N e w to n ’ıın itm e-çek m e y a s a ­ sına g öre o lu p b ite r. B u y a sa d a s e n te tik b ir y arg ıd ır.



S p in o za’nm su b sla n s k a v ra m ın d a n , bıı k av ra m ın ta ­ n ım ın d an , (Spinoza bu ta n ım ı, k en d iliğ in d e n an laşılır b îr h a k ik a t o la ra k ,

D escartes’dan

alm ıştır)

su b stan sm

biri-

75

cikliğini ç ık a rırsa k , yani şu y arg ıy a v a rırsa k : «Sadece b ir ve b iric ik substans v a rd ır; o d a ta n rı y a d a d o ğ a o la ra k a d la n d ırıla b ilir» ; işte b u a n a litik b ir y arg ıd ır. K a n t b u ­ ra d a şu n u so ra c a k tır: S u b stan s k a v ra m ın ın m etafiziğ in bu a n a so ru la rın ı (tan rı, d o ğ a) y a n ıtla m a y a ne h a k k ı v ard ır? B u işlev bıı k a v ra m a n ere d en geliyor? D esc arte s ve Spin o za’nın ta n ım ın ı yap tığ ı su b sta n s kavram ı, v arlığ a ve v a r­ lık b a ğ la rın a g erç ek te n uy g u n .mudur? D en e y im d e n gelen b ü tü n y arg ıların s e n te tik y a rg ıla r o ldukları a ç ık tır. B u y a rg ıla rd a k a v ra m la r, d u y u v erile­ rine, a lg ıla ra d a y a n a ra k b irb irin e b a ğ la n ırla r. B ü tiin ana­ litik y arg ılar ise, sa lt m a n tık ilk e le rin e göre y ap ılan k a v ­ ram. çö z ü m le m e lerid ir. B u n lar ancak, açık lay ıcı k a v ra m la r o la ra k , g erçeğe, v a ro la n a uyg u n o ld u k la rı k a d a r öğretici o la b ilirle r. T ra n sc e n d e n ta l felsefenin özel so ru n u , se n te tik y a r­ g ıla rla — b u yargıların genel ve z o ru n lu lu k taşıy an y a r­ g ıla r o lm a la rı b a k ım ın d a n —

ilgilidir. M e tafiziğ in b ü tü n

y arg ıları, eğer güvenli b ir bilgi o lm a k savın ı g e rç e k le ştir­ m ek istiy o rsa, apriori s e n te tik y a rg ıla r o lm a lıd ır. H albuki o, d en ey im i, denenebilirliği aşıp, d u y u la r ü stü n e çıkm ak istiyor. K a n ti n söylediği gibi, bizim k u rg u sal (sp ek ü la tîv ) bilgim izin (k u rg u sa l b ilg id en K a n t d en ey im e d a y a n m a y a n te o rik bilgiyi a n la r) en son am ac ı, s e n te tik ap rio ri y arg ı­ lara v a rm a k

olm alıd ır. Ö rn eğ in , ta n rısal v arlık h ak k m -

d ak i m e ta fiz ik y arg ıları d ü şü n elim : E ğ e r b u y a rg ıla rla ev ­ ren in şu y a d a b u şekilde v a ro ld u ğ u tem ellendirilecekse,

— örneğin, g ö rü n d ü ğ ü n d en b aşk a tü rlü o ld u ğ u , y a d a hiç v aro lm ad ığ ı, y a h u t d a ak ış h a lin d e b u lu n d u ğ u v ey a sü rek li ve z o ru n lu fcir n ed e n e d ay a n d ığ ı gibi— ; b u n u , m u tla k

geçerliğinden kuşku duyulm ayacak neden-sonuç ilkesine gö re tem ellendirebilm eliyiz. Y ani burada, a p rio ri se n tetik y arg ılara v arabilm eliyiz. N asıl doğa ara ştırıcısı, h ak lı ola-

76

raık, neden-sonuç ilkesini a ra ştırm a la rın ın

tem eli o la ra k

g ö rü y o rsa , b u ilke, m e tafiz ik bilgi için de b ir tem el ilke o lm alıd ır.

Şimdi K a n t soruyor: Sayısı pek de az o lm ay an b a ş­ k aları y a n ın d a bu ilke, se n tetik

b ir ilke o la ra k

apriori.

o la b ilir mi? Y a h u t D esc arte s gibi y ap ıp , so ru n u k o la y y a n ın d a n alarak, b u -bilgi bize «doğuştan» tanrı ta ra fın d a n

verilmiş b ir b ilg id ir m i dem eliyiz? B u noktada K a n t, transc e n d en ta l felsefenin en ö n em li so ru su n u so rar: S e n te tik yargıların, apriori o lm a la rın a o la n a k v a r m ıd ır? S e n te tik apriori y arg ıların olanağı v ar m ıd ır? B öyle y arg ıların v a r­

oldukları, yasalar aray an d o ğ a b ilim lerin d e çok v erim li o ld u k la rı k u şk u su z d u r. Ö rn eğ in sad ece ned en sellik yasası değil, k u v v etlerin eşitliği (etk i-te p k i), b ü tü n d oğa bilim ­ lerin d ek i d en ey lerin

k en d isin e d ay a n d ığ ı, d o ğ a d a

h iç b ir

şeyin k ay b o lm ad ığ ı ilkesi gibi ilk eler, d o ğ a b ilim lerin in

tem ellerini oluşturan ilkelerdir. D o ğ a bilim lerinde, verilen­ ler ü ze rin d ek i araştırm alard a, bıı temel ilk eler, temel k o ­ şu llar o la ra k , apriori ilkelerd en o lu şa n b ir « b irlik » , b ir to p lu lu k m e y d a n a g etirirler. Y a n i bu ilk eler, d en e y im lerin hır a ra y a to p la n m a sın d a n

ç ık a rıla m a z la r; te rsin e, b iitiin

tek te k alg ıla rın , d en e y im lerin d eğ e rlen d irilm esi, b u n la ra d ay a n ır. K ant, b u ilk e le rd e n o lu şa n sistem e «salt d o ğ a bilim leri» ad ım v erir. D o ğ a bilim leri, m a te m a tik gibi, tüm ü y le ap rio ri y a r­ g ıla rd an

ib a re t değ ild ir. F a k a t d en e y im e d a y a n a n

bilim leri, öz o la ra k ,

doğa

«salt d o ğ a b ilim le ri» n e d a y a n ırla r.

B unıın o la n ağ ı v a r m ıd ır? N asıl o lu r d a bizim aklım ız, b ü tü n

d en e y im lerd en ö n ce, d a h a d en ey in y a p ılm a sın d a,

d o ğ an ın yapısı h a k k ın d a (d o ğ a d a o lu p b ite n le rin n e d e n ­ sellik yasasın a d ay a n d ığ ı gibi) apriori k esin b ir bilgiye s a ­ h ip olabilir? B u so ru y u m a te m a tik için de so rm a k g ere k ir. 1 7 6 2 -6 3 y ılların d a

yazdığı y a z ıla rd a K a n t, m a te m a tik

y arg ıların

77

sadece k av ra m ları aç ık la y an , b u n u da m a n tık ilk elerin e d a y a n a ra k

yapan y a rg ıla r olduklarını söylem işti.

Şim di

ise, m a te m a tik y a rg ıla rın ,sen tetik yargılar olduğunu söy­

lüyor. S e n te tik y a rg ıla rd a kavram lar, sad ece m a n tığ a d a ­ y a n m a z la r, d o ğ ay a da dayanırlar. A lg ın ın k en d isin e özgü ölçiitii (krite rin in ) v a rd ır. O ysa m a te m a tik te d en ey im d ek i ö lç ü tle re b aşv u ru lm az. Ç ü n k ü , m atem atik y arg ıların hepsi apriori'ilirlcı: ve d en e m e g ere k tirm ez ler. Ö rn eğ in g e o m e t­ rid ek i algı, sa lt bîr m ekân algısıdır. M e k â n ise, asla d e ­ netlemez. O h a ld e m a te m a tik , özel nitelik leri olan bir

alandır ve m a te m a tik y arg ılar, apriori se n te tik y arg ılard ır. S onuç o la ra k

diyebiliriz ki, en az ü ç ö nem li

bilgi

a la n ın d a se n te tik apriori y arg ılarla k arşılaşıy o ru z . B u üç a la n d a n ik isin d e, y arg ıların s e n te tik aprio ri o ld u k la rın d a n

kuşku y o k tu r. B u ala n la rd a k i sü rek li gelişm e, b ilim in k e ­ sintisiz ilerlem esi, b u ra d a k i bilgilerin

kesinliğini g ö ste ri­

yor. B u n a k a rşılık ü çüncü bilgi alan ın ın (m etafiziğ in ) y ar­

gılarının s e n te tik apriori o ld u k la rı p ro b le m a tik tir; y o k lan ' m ası gerek ir. K a n t b u üç bilgi alan ın ı, «salt d o ğ a b ilim ­ le ri» , m a te m a tik ve m etafiziğin b irb irin d en ayrı incelcnm eşin i ister. T ra n sc e n d e n ta l felsefe h u incelem eyi g e rç e k ­ le ştirec ek tir. İlk iki bilim, «Salt A k lın K r itiğ i» n in «T ra n s­ c e n d en ta l A e s th e tik » ve «T ra n sc e n d e n ta l A n a litik » b ö ­ lü m lerin d e; üçün ciîsii,

«T ra n sce n d en ta l D ia le k tik » b ö lü ­

m ü n d e ele a lın a c a k tır.

B.

T ra n sc e n d e n ta l A e s th e tik

«Salt A k lın K r itiğ i» nin ilk b ü y ü k

b ö liim ü, zam an

ve m e k ân ı bizim bilgim izin fo rm la rı olarak ele alır. 1770 y ılın d a yazdığı y az ıla rd a K a n t, z a m a n ve m e k â n d a n d u ­ y u la r d ü n y a sın ın fo rm la rı olarak sözeder; y an i, duyular yoluyla edinilen alg ıla rın bize verdiği, g österdiği d ü n y an ın

78

fo rm la rı o la ra k . B u yazın ın k o n u su , ev re n le ilgiliydi. O ysa aklın eleştirisin in y ap ılm ası, salt b ir bilgi teorisi s o ru n u ­ d u r. B u ra d a bilginin fo rm ları, en önce de d u y u la ra d a ­ yanan algının fo rm la rı a ra ştırılm a k la d ır. V a rıla n so n u ç, zam an ve m ekânın, h e r tü rlü algının, d u y u la ra d ay a n an bilginin genel ve z o ru n lu fo rm ları o ld u ğ u d u r. Y an i zam an

ve m ekân, b u bilginin a priori form larıdır. «T rcm scendenıal A e s th e tik »

başlığın ın sö y lem ek is­

tediği b u d u r. F a k a t bu te rim in bugiin an lam ı d eğ işm iştir. A esthetik sözcüğü b u ra d a güzellik felsefesi, y a d a sa n a t felsefesi an lam ın ı taşım az. A istlıesis’in (G rek çe, algıyla, d u y u la rla k a v ra m a d e m e k tir) b u ra d a ap rio ri y an ı a ra ş tı­ rıla cak tır. A isth e sis’in apriori y a n ın ın a ra ştırılm a sı, transce n d en ta i felsefenin ödevidir.

K ant’dan ö n ce k i rationalistler, bilgiyi k a v ra m la r ü ze­ rin d e b ir çalışm a o la ra k a n lıy o rla rd ı. B u n a k arşılık , İ n ­ giliz felsefe geleneğinde, L ock e’dan beri duyu v erileri, d u y u la ra d a y a n a n alg ıla r (aistlıcsis), bilm enin tem eli o la ­ rak görülüyordu. K an t y en i b ir tez o rta y a k o y d u : E n y a ­ lın ın d an en s o y u tu n a k a d a r, b ü tü n bilgide iki ayn y an v ard ır: A lgı ve k av ra m . B ir y an d a d uyulara v erilen , bizim som ut o la ra k k av ra d ığ ım ız y an; öte y a n d a , an la m a y ete­ neğinin düşü n ce ile b a ğ la r k u ra n yam . K a n t bu d ü ş ü n ­ cesini k ısa c a şöyle an latır: «A lgısız k a v ra m la r boş; kav-

ram sız alg ıla r kördür-». Ç ıp lak k a v ra m la r kendi b aşların a h iç b ir bilgi sa ğ lay am azlar. B ilginin m eydana g elebilm esi için so m u t alg ıla r g erek lid ir. A ynı şekilde algılar d a k en d i b aşların a, sad ece duyu v erileri, v erilerin b ir yığını o la ra k bize bilgi sa ğ lay am azlar. T a m b ir bilginin, d ü şü n c e b ağ ­ larıyla b ağ lan m ası g erekir. B ilgide, d ü şü n ce y ard ım ı ile.

k av ran an şeyler y o ru m la n ır; n esn ele r ya d a o la y lar, b ir ­ birine b ağ lan ır; an laşılır b ir h ale g etirilir. B u , an la m a y e­ teneğinin işidir. A n c a k an la m a y eten eğ in in işe k a rışm a ­

79

sıyla, duyu v erilerin in g ö ste rm ek istedikleri «obje», «gö­ rü leb ilir» . K a n ti n «giriş» in so n u n d a söylediği gibi, bizim b ü tü n bilgim iz — ister d u y u la ra d a y a n a n so m u t, isterse so y u t bilgim iz o lsu n — b ir değil, iki k a y n a k ta n , iki kökten gelir. B u k ay n a k la r, duyular ve anlam a y eten eğ id ir. D u y u lar, bizim verileri alm a yeteneğim iz, «receptivite» mizdir. A n ­ la m a yeteneği ise, d ü şü n m e y eteneği, k a v ra m la r k u rm a , y arg ılam a y eten e ğ id ir. A n la m a yeteneği bu işlem leri kendi « s p o n ta n ite ssin e (etkinliğine) d a y a n a ra k y ap a r. G erçek

b ir bilgi, sadece bir y an sıtm a olam az: cm p iristle re göre, balm um una b enzetilen ruhun ü zerine v erilerin çizilm esin ­ de olduğu gibi. A m a sa d ec e m antık ilkelerin e g ö re k av ­ ram ların işlenm esi ile, y an i anlam a yeten eğ in in «spontanite» si ile d e gerçek b ir bilgi elde edilem ez. İşte «T ra n sc e n d e n ta l A e s th e tik » b ö lü m ü , bilginin rece p tiv ite öğesi ile u ğ ra şa c a k tır. A n la m a y eten e ğ in in sp o n ta n ite ’sini,

K a n t,

«Salt A k lın

K ritiğ i»n in

d alıa

so n ra k i

büyük b ö lü m ü n d e ele ala c a k tır. B u b ö lü m e, « T ra n sce n ­ d en ta l M a n tık » ; özel o la ra k ,

«T ra n sc e n d e n ta l A n a litik »

ad ım v erir. Bilgide doğal o la ra k b irb irin e bağlı o la n 'bu

öğeler, a n c a k bilgi teorisi bakım ından a ra ştırm a yapılır­ ken, b irb irin d en geçici o la ra k ayrılabilir; y o k sa b u iki öğe, d aim a b irb irin e bağ lıd ır; b irlik te ça lışırlar. K an t’a gö re, algı, d u y u la rın re c e p tiv ite 'si, em piristlcrin s a v u n d u k la rı gibi, çeşitli d u y u o rg a n la rın ın a ld ık la rı duyu verilerinin sadece b ir yığını değildir. E m piristler bu şekilde, algının sad ece m addesini g ö zö n ü n d e b u lu n d u rm u ş o lu y o rla r.

O ysa, re c e p tiv ite ’n in

de

fo rm la rı

v ard ır. B u

fo rm lar, öyle yapı ve b o y u tla rd ır ki, an c ak genel ve zo­

ru n lu o la ra k d u y u v erileri ile b irlik te o rta y a çık ab ilirler. R e c e p tiv ite ’n in b u fo rm la rı, zam an-m ekândır. D ışta n g e­ len h iç b ir veri yoktur ki, m ekânla bağlı o lm asın . Aynı şekilde, içten gelen hiçb ir veri y o k tu r ki, b u n u n algılan­

80

m ası, ö rn eğ in bir ağrının d u y u lm ası, zam aıı ak ışı içinde yer alm asın. (D alıa Locke, algıları, dış ve iç alg ılar olm ak ü zere ikiye ayırm ıştı). B undan da anlaşılıyor ki, m e k ân dışa bağlı d u y u la rın ; zam an da, içe bağlı d u y u la rın fo r­ m u d u r. F a k a t zam an , dış algı a la n ın a d a u za n ır. M e k ân içinde o rta y a çık an her şey, o la y lar h alin d e, oluş içinde b irb irin e b ağ la n a ra k

olu p

biter; b ir olu p b itm e o la ra k

za m a n içinde geçer. Ö yleyse zam an ve m e k â n h e r tü rlü algının te m e l fo rm ­ larıdır. B u fo rm la r, b ü tü n te k te k a lg ıla rd a n ö n ce gelen « ö n k o şu llar» d ır.

Ama

za m a n

ve

m e k ân ın h e r

alg ıd an

önce gelm esi, onların genel k a v ra m la r olm ası d em ek d e ­ ğildir. Z am an ve m ekânın h e r -birisi, birer bütündür. Ö r­ neğin içinde d o laştığım ız, içinde yer aldığımız m ekân, ge­ nel k av ram lard a olduğu gibi, tek tek m ekân parçalarının

bir araya getirilm esi ile genel bir kavram haline getirilmiş değildir. H er m ekân p a rç a sı, aynı ve bir tek m e k ân ın parçasıdır. Z a m a n d a da durum aynıdır. B ütün zam an p a r­ çaları, bütün anlar, sonsuz bir akış içinde -bulunan bir ve aynı z a m a n bütünü içinde yerlerini alırlar. B ire r k a v ra m

o lm a y an za m a n ve m e k ân , d u y u la ra

dayanan alg ıla rın fo rm la rıd ırla r; ve kendileri algılanabi­ lirler. F a k a t onların a lg ılan m ası bir duyu verisinin algı­ lanm ası gibi d eğ ild ir. A ncak em piristler, o n la rı b irer algı öğesi olarak görm üşlerdir. Oysa algının alıcılığının (receptivite) bu genel ve gerekli form ları, zam an vc m ekân, «apriori algılar»dır, ya da K an t’ın dediği gibi, «salt algı­ lar» dır. D uyulara dayanm ayan, salt o lan , duyusal koşullara bağlı kalm ayan bir algının (zam an , m ekân algısının) var o ld u ğ u n u gösterm esi, K an t’m çok önemli başarılarından birisidir. G erçekten klasik geom etri, bu tem el ü zerin d e kurulm uştur. B urada yapılan k an ıtlam alar salt birer k av ­ ram çözü m lem esin e, ya da kav ram ların b ir araya getiril-

IKF 6

81

m eşine dayanm azlar; m e k â n a bağlı algılan g ere k tirirler. F a k a t kanıtlam alar, m e k â n a bağlı duyu sal algılardan da ç ık arılm a zlar. S adece te k tek alg ıla ra dayanıldığt yerde, m a te m a tik

bilgilerin

g eçerlik derecesin e

u laşılam az. Bir

geom etri problem ini k av ra d ığ ım ız za m a n , d o ğ ru d a n doğ­ ruya genel ve z o ru n lu bir bilgiyi k av ra m ış o lu ru z. Y an ı b u ra d a

biz,

algının,

çizilen

şek lin , a rk a sın d a

b u lu n an ,

«salt: bir algı»ya d a y a n m a k ta y ız . Salt m a tem atiğ in y arg ı­ ları, sentetik apriori y a rg ıla rd ır. B u v arg ıların algı tem eli, d aim a aynı k a la n , d u y u sa l algıyla verilem ey en ; am a b ü ­ tün m e k ân a bağlı alg ıla rın ö n ce d en te m elin d e b u lu n a n bir m ekân algısıdır.

1768 y ılın d a, m e k ân p ro b le m in d e K ant'ı şu zor so ru u ğ raştırıy o rd u : M e k ân ı nasıl bilebiliriz? Bu s o ru n u n ce­ vabı, 1 7 7 0 y ılın d a yazdığı y azının a n a d ü şü n c esin d e b e lir­ m işti: M e k ân ve za m a n , bizim dışım ızda v a ro la n şeyler değild irler;

bizim

algılam a y eteneğim izin

fo rm larıd ırla r;

bizde b u lu n u rla r ve in san ın akıl giiciinün -biçim leridirler. Z a m a n ve m e k â n , Kant’ra deyişiyle, bilen, siijede «apriori

hazır»dıriar. Y a n i biz, bize verilen şekli ile d ü n y an ın , n ıu n d u s sensibiiis'm form larım p e şin e n k en d im izd e tanı­

m aktayız. İşte g eo m etri, insanın, d u y u la r d ü n y asın ı k e n ­ dileri ile kavradığı bu fo rm ları, salt algının bu fo rm ların ı k en d isin e o b je y ap m ıştır. K a n t, «T ranscendental A e s th e ti k » b ö lü m ü n d e k i dört kanıtlam asıyla şu n u g ö sterir: Z a m a n ve m e k ân b ire r kav­ ram değil, alg ıd ırlar; o n la r duyu sal alg ıların b ir so y u tla ­ m ası ya d a induktion u ile elde edilm iş d eğ ild irler. « T ransce n d en ta l A e s th e tik » b ö lü m ü n d e , za m a n ve m e k ân h a k ­ k ın d a yap ılan ta rtışm a la rd a , özellikle şu n o k ta ü zerin d e d u ru lm a k ta d ır: S alt sentetik apriori y arg ılarla k u ru lan g eo ­ m e tri ve m e k an ik gibi b ilim le rin o la n ağ ı, bıı algı fo rm ­ la rın ın bizim k en d im iz d e apriori o la ra k b u lu n m a sın a d a ­ y a n m a k ta d ır.

S o n u ç o la ra k d e n e b ilir ki: Z a m a n ve m e k ân ın m u t­ lak bir g erçekliği (realitesi) yoktur. Z a m a n ve m ek ân ideal v a rlık la rd ır. B u ra d a k i id eal v arlık terim in in an lam ı, zam an ve m e k â n ın sa d ec e in san ın algı y eten eğ in d e b u ­ lu n m asıd ır. F a k a t bundan dolayı za m a n ve m e k â n salt h a ­ yale d a y a n a n fo rm la r değild irler; te rsin e bütün insan bil­

gisinin genel ve zo ru n lu k av ray ış fo rm la rıd ırla r. K a n t b u ­ na «zam an ve m e k â n ın tra n sc e n d e n ta l id calitesi» d er. B u fo rm la r tra n scen d e n ta l o ld u k la rı, bütiin d u y u la ra d ay a n an algı bilgim izde geçerlik te o ld u k la rı için, o n ların ayııı z a ­ m a n d a « em p irik real ite» leri v ard ır; d u y u la ra d ay a n an b ü ­ tün

alg ıla rd a , g erçek lik

o la ra k

algıladığım ız lıer şeyde,

zam an ve m e k â n k o şu lu ö lç ü d ü r; o n la r d u y u la rla k a v ra ­ nan gerçekliğin k a v ra n m a k o şu llarıd ır. Bu b a k ım d a n bit­ li ayalden ib a re t o la m az la r; g erç ek lik leri vardır. A m a bu gerçek lik , sad ece biz insanlar için bir g erçek lik tir. 1 770 y ılında y az d ığ ı k ita p ta n da bildiğ im iz gibi, K an t için za m a n ve m e k â n için d ek i d ü n y a, sadece b ir g ö rü n ü ş d ü n y asıd ır. G ö rü n ü ş ü n anlam ı şu d u r: Bize g ö rü n en , b i­ zim kavrayışım ızın k av ra d ığ ı. V a ro la n ın k en d isin in zam an ve m e k â n a bağlı o ld u ğ u n u sa v u n m ay a h ak k ım ız y o k tu r. Z a m a n ve m ek ân sad ece d u y u la ra bağlı, o n la ra verilen g ö rü n ü ş d ü n y asın ın fo rm larıd ır. «G örü n ü ş»

k a v ra m ın ın

k arşıtı, «kendi

b aşın a

v a r­

olan» k a v ra m ıd ır. B izim sadece za m a n ve n ıek âıı içinde v erilenleri bilebilir, k av ra y ab ilir olm amız; varolan lıer şe­ yin za m a n ve m e k ân içinde olm asın ı gerek tirm ez; faka! bizim «kendi b aşın a varo lan » şeyleri algılad ığ ım ızı d a g ö s­ term ez. K a n t, bu g ö rü şü n e «transcendental idealisin» adını verir. Bu terim i yukarıda anlatılan anlam da an lam a k g e­ rek ir. Z a m a n ve m e k ân m u tla k

a n la m d a

g erç ek

(real)

v a rlık la r olm ay ıp , ideal v a rlık la rd ır; bize b ağ lı o lan , b i­ zim duyular dünyam ızın genel ve zorunlu form larıdırlar.

B izim için d e h a re k e t ettiğim iz ve bilim lerle y asala rın ı k av ra d ığ ım ız d ü n y a, bir g ö rü n ü ş d ü n y ası, in san a bağlı bir d ü n y ad ır. K a n t kendi g ö rü şü n ü , B erkeley’den b eri «idealizm » adı v erilen felsefe g ö rü şü n d en kesin b ir şek ild e ay ırır. B erkeley için m e k ân d a k i h e r şey, m a d d e, bizim ta sa v v u r­ la rım ızd a n b a şk a b ir şey değildir. G erçe k o lan , sad ece b ire r m an ev i v a rlık (S pirit) olan bizleriz. B erkeley’in fe l­ sefesi a slın d a salt b ir «spiritualism» dir. O , m adde ve doğa h a k k ın d a k i bilgiyi b ir varlık bilgisi o la ra k k a b u l .etm ez.

Kan t’m «transcendental idealism » i ise, d u y u la ra v e rile n ­ lerin, doğa b ilim lerin in a ra ştırd ığ ı, duyu alg ıların ın k e n ­ d isin d e n geldiği d o ğ an ın tam gerçekliğini k a b u l eder. B u n d a n b aşk a, K a n t’m «görünüş» ve «ideal» k a v ­ ram ları, iç d u y u la rın a la n ın a d a u za n ır. B iz k en d i içim iz­ de olu p b ite n le ri, iç h ay a tım ızı zam an form u içinde bilip k av ra rız . K endi varlığım ızın,

«kendi başına bir varlık»

o la ra k z a m a n a bağlı olu p o lm ad ığ ı so ru su aç ık b ıra k ıl­ m a lıd ır. M addi d ü n y a, bir h a y a ld e n , bir görünüşten iba­

ret değildir; tam bir duyusal gerçekliğe (em pirik realite) sa h ip tir. H em de — D escartes’ın gerçekliğinden asla kuş­ k u duyulam ayacağını söylediği— benim «kendim » d en daha az olm ayan bir gerçekliğe sahiptir. F a k a t bu «ben», akan za m a n için d e bulunan, za­ m an içinde son b u la n «ben», bizim için bir «görünüş»ten başka bir şey değildir. Bizim dışına çıkam adığım ız kav­ ram a ve bilme tarzım ıza; kendi hakkınıızdaki 'bilgiye (bi­ lince) bağlıdır. B izim duyular yoluyla kendisini bildiğimiz ruh varlığı, doğa ve m addeden d ah a gerçek değildir. Bu her ik i varlık a la n ın ın gerçekliğini (ruh ve m addenin rea ­ litesini), «kendi b a ş ın a varlık» saym aya hakkım ız yoktur. Bizim duyular yoluyla algıladığım ız gerçeklik, kendi ge­ nellik ve zorunluluk tem elini, bizdeki bilen süjedeki, bütün halindeki bir «koşullar sistem i»nde bulur. İşte K a n t’m 84

«T ra n sce n d en ta l A e s th e tik »

b ö lü m ü n d e o rta y a k o y d u ğ u

« tra n sc e n d e n ta l idealisin» tezin in özü b u d u r.

C.

T ra n sce n d en ta l A n a litik (Kategoriler T eo risi)

Y u k a rıd a ,

bilgim izin iki k ö k ü n d e n

birisi

olan

re-

ceptivite, y an i d u y u v erilerin in alın m a sı ve b ım ıın fo rm ­ ları o la n za m a n ve m e k â n ü ze rin d e duruldu. G ö rü ld ü ki, b ü tü n em pirik, d u y u la ra d a y a n a n alg ıla rd a , o b jelerin bize d o ğ ru d a n

d o ğ ru y a

v erilm esin d e,

y asala rı

«salt akıl»da

apriori b u lu n a n b irta k ım tem el y a p ıla r v a rd ır.

Bilgim izin ikinci k ö k ü , d ü şü n m e d ir: K avram lar ku­ ran ve y arg ıla y a n . düşünm e. D üşünm e, edilgin bir alıcılık değil, tersine etkinliktir; bağlantılar kurm aktır. D uyulara dayanan algının « rec ep tiv ite» sin e karşılık, d ü şü n m e n in spontanite'si vardır. D üşünm enin k en d isin e özgii birtakım fo rm la rı, apriori form ları olduğu, eskiden b eri b ilin m e k te d ir. Bu genel form lar, A ristoteles’ten beri araştırılagelm iş; düşünm enin form ları, anlam a yeteneğinin form larının yasaları olarak ele alınm ış, ortaya konm uştur. B unlar, b ü tü n yargılam a­ larda, sonuç çıkarm alarda uyulan m antığın temel yasala­ rıdır. F a k a t K a n t’m şim di burad a ara ştırd ığ ı, m antığın yasaları değildir. O, anlam a yeteneğinin form kavram la­ rını, düşünm em izin tem el işlevlerini araştırıyor. B unlar, b ü tü n s e n te tik y a rg ıla rd a , şeylerin ve şey ler ara sın d a k i

bağların kavranm alarında rol oynarlar. K ant, 1770 yılında yayım ladığı yazısında bile, an ­ lam a yeteneğinin m an tık ta kullanılm ası sorununu işlerken, sadece form al m antığın genel y a sa la rı çerçevesi içinde kalm akla y etin m em işti. Ç ünkü ona göre, bizim düşünm e­ miz, sadece duyuların bize verdiği şey ler arasında ilgiler • 85

k u rm a k la kalm az: d a h a algıda, alg ılar yığınında, d en ey im ve d en ey im ler a ra sın d a k i b ağ ların k u ru lm a sın d a , a n la m a y eten e ğ i etk in ro l o y n ar. B u n o k tay ı D esc arte s bile b a l­ m u m u ö rn eğ in d e gösterm işti: M um ateşe tu tu lu rs a , e rim e ­ ye b aşlar ve şekli değişir; yani, duyu verileri d eğişirler. O ysa bu o b je n in özdeşliği, özü, d u y u v erilerin in d eğ işm e­ sine k arşın , değişm eyen b ir şey o la ra k bizim ta ra fım ız d a n alg ıla n ır. D esc arte s d e r ki: B unu, anlam a

yeteneği tek

bir bak ışla sa p ta r (sola inspectio mentis). İşte em p iristlerin g ö rem e d ik le ri n o k ta budur. D u y u v e rile rin in bize o b jeleri verebilm esi, yani d u y u v erilerin in b ir şeyin nitelikleri o la ra k , bu şey ile belli b a ğ ­ la n tıla r için d e k a v ra n m a sı, a n la m a y eten eğ in in işidir. A n ­ la m a y eteneği, d u y u sal a lg ıla rın o b jesin i k av ra m am ızı sağ ­ la y a n

bir y e te n e k tir.

«K avram sız algı k ö rd ü r» d em ek ,

d ü şü n m e o lm asay d ı, sad ece duyu v erileri bize o b jey i v e­ rem e zd i, d em ek tir. B ize verilen d u y u v erilerin d e b ir d ü ­ zen k u ra n b ağ lan tı fo rm la rı o lm a sa y d ı, algılarım ı/ «rüya bile o la m az d ı» . D u y ıı v erileri o b je k tif b ir d ü ze n d en y o k ­ sun o lsa y d ıla r, bazı k a rışık rü y a la rım ız d a için e d ü ştü ğ ü ­ m üz k a rışık lık ta n d a h a b ü y ü k b ir şaşk ın lık içinde kalırdık. O halde, algının, d en e y im in y ap ısı h a k k ın d a so ru la c a k so ru , bizi, eıı b asitin d e bile, genel ve z o ru n lu o lan za m a n v e m e k â n fo rm la rın ın ötesinde b ir form y ap ısın a , ap rio ri o lan , b ir «obje o la ra k k a v ra m a » y a g ö tü rü r. Y a n i algı ve d en e y im d e a n la m a yeteneği aktif b ir rol o y n ar, o n u n ıısııs realîs'ı v a rd ır.

K ant vard ığ ı bu y eni düşü n cey i, « P ro leg o m eııa » da, algı ve d ü şü n m e y i k a rş ıla ş tıra ra k aç ık la m a y a çalışır. S a­ dece

tek

tek verilerin

duyum lanm asına dayanan «duyu

-alg ısı yargısı» şöyle o la ca k tı: G ü n eş v a r ve taş ısın ıy o r. D eneyim e dayanan «deneyim yargısı» ise şöyle olacaktı: G ü n eş taşı ısıtıyor. B u son y arg ıd a d ü şü n m e , ayrı ayrı

iki algıyı b irle ştirm iştir: G ü n eş o lduğu için taş ısınıyor. 86

B u ra d a ay 11 ayrı iki algı verisi (güneşin g ö rü n m esi, taşın ısınm ası) b irb irin e b ağ lan ıy o r. B u b ağ lam a, salt sü b jek tiv b ir b irle ştirm ey e ve alışk an lığ a d ay a n m ıy o r; şeyin k e n d i­ sin d e n gelen, o b je k tiv a la n d a o lu p b iten b ir b irb irin e b ağ lan m a d ır. B u ra d a yö n v erici bir düşü n ce, b ir tem el kav­ ram sak lıd ır: N e d e n -so n ııç bağlan tısın ın kav ram ı. B u k a v ra m , sad ece bilim de, d ü şü n m ey e d a y a n a n fi­ k ir y ü rü tm e le rd e değil, bizim çevrem ize y ö n elen bilgim izde d e ö n em li rol o y n ar; a n la m a y eten eğ in in , d ü şü n m e n in bir k a v ra m ıd ır. Isın ın c a ö zellik leri değişen b a lm u m u n d a , d e ­ ğişm eyen şeyi g ö ren ; ta şın ısınm asını güneşin etkisi o la ­ ra k k a v ra y a n a n la m a y eteneği, h e r den ey im d e, k e n d isin ­ deki a priori k a v ra m la rla b a ğ la n tıla r k u ra n b ir d ü şü n m e eylem idir. A n la m a y eten eğ in in apriori k a v ra m la rın ı, bu o b je k ­ tiv tem el fo rm la rın işlevlerini, bilgi ve deney im in çö z ü m ­ len m esi ile ışığa ç ık a rm a k için, d ü şü n m e n in yeni b ir fe l­ sefesinin y ap ılm ası, yeni b ir m a n tığ ın k u r u lm ası g erek ir. T ra n sc e n d e n ta l felsefenin b ir b ö lü m ü o la c a k o lan bu y en i m a n tık ,

daha

önce

ele

alm an tra n scen d en ta l

a esth etik

y an ın d a y e r ala c a k tır. K an t, bilginin b u yeni m a n tığ ın ı genel ve fo rm al m a n tık ta n ay ırm ak için, b u n a « tra n sc e n ­ d e n ta l m a n tık » adını verir. A risto te les, h e r iki

« A n a ly tic a » s ın d a , sad cce soyut

d ü şü n m e fo rm la rın d a n , sillo g ism ’den sözettiği h ald e; K a n t’ m «salt a n la m a yeten eğ in in çö züm lenm esi» (tra n sc e n d e n ­ tal m a n tığ ın ilk 'b ö lü m ü ) apriori tem el k a v ra m la rla u ğ ­ raşır. Btı tem el k a v ra m la r, a n la m a yeteneğin in ıısus realis’ inin, o b je ler h a k k ın d a k i h e r b ilginin, b ü tü n o b jek tiv b ağ ­ lan tıların k a v ra n m a sın ın d ay a n d ığ ı k a v ra m la rd ır. «Salt a n ­ lam a y eten eğ i» n in bu tem el k a v ra m la rı, sad ece d ü şü n m e ­ nin fo rm la rı değil, bü tiin bilginin ve deney im in yönetici ilk elerid ir.

87

«D oğa bilim lerin in olan ağ ı neye d ay a n ır?» so ru su n a cev ap vereb ilm ek için, d o ğ a a ra ştırm a la rın ı y ö n eten ilke­ le rd e k i k a v ra m la rın fo rm ların ı; genel o la ra k d en ey im ve ara ştırm a y ı o la n a k lı k ıla n , b a ğ la r k u ra n d ü şü n m e n in fo rm ­ la rın ı, a ra ştırm a k g ere k ir. İşte «salt an la m a y eten e ğ i» n in b u tem el k a v ra m la rın a , K a n t « k ateg o ri» le r ad ın ı veriri B u terim , aslın d a A risto te le s’den g elm ek ted ir. A risto te le s’ d en b e ri, K a te g o r ile r in tü rü ve sayısı, felsefe a ra ş tırm a ­ la rın d a ö n em li bir ro l o y n am ıştır. A risto te les, k a te g o ri­ d en, varlığın h e r z a m a n , h e r yerd e o rta y a çık an en genel ö zelliklerini an lıy o rd u . A risto te les, ifad elerin çö z ü m le n m e sin d en on k a teg o ri çık ard ı;

(k ate g o rin in

k elim e

an lam ı,

« ifad e» d ir).

K a n t,

b u n la ra k e n d i y en i b u ld u k la rın ı ekledi. F a k a t o, A risto ­ te le s’den

daha

fazla b ir şey istem e k ted ir: K a teg o rilerin

ta b lo su n u b ir sistem h alin e so k m a k . K a n t’a g ö re, b u k a v ­ ra m fo rm la rı, k ö k le rin i a n la m a y eten eğ in d e, d ü şü n m e n in s p o n ta n ite ’sin d e b u lu rla r. A risto te le s’e g öre ise, bizim if a ­ d elerim iz d e varlığın esasla rı gizlidir. İfa d e le rin çö z ü m le n ­ m e sin d en elde ettiğim iz k ateg o rile r, varlığ ın d a k a te g o ri­ le rid ir. K a n t, v a rlık ta n kalk m az; akıl sah ib i, d ü şü n e n ki-" je d e n k a lk a r. K a n t’m yeni g ö rü şü n e g ö re, nasıl za m a n ve m e k â n v arlık b o y u tla rı o lm ay ıp , b izde b u lu n a n , bizim kavray ışım ızı dü zen ley en , d u y u la ra özgü fo rm larsa, k a te ­ goriler de ö y led irler. O n la r, şeylerde değil, b izim an lam a y eteneğim izde a ra n m a lıd ır. K a n t, kategorileri, b irin cil d ü ­ şü n m e n in fo rm la rı o la ra k g ö rm ü ş, d ü şü n m e d e ara m ıştır. K a teg o rilerin v a rlık ç a b elirlen ip b elirlen m e d iğ i so ru su , d a ­ ha s o n ra so ru la c a k tır. K a n t’m ka teg o riler tab lo su , salt a n la m a y eten eğ in in k a v ra m la rı, on iki d ü şü n m e fo rm u n d a n o lu şu r. B u n la r d a d ö rt g ru p ta to p la n ırla r. K a n t’a gö re kategorilerin ö n em i, en iyi şekilde d o ğ a b ilim le rin d e g ö sterileb ilir. K a n t b u ­ ra d a , N ew to n c u fizik ve e v re n b ilim in in ilk eleri ü zerin d e

88

d u ru r. A risto te les, za m a n ve m e k ân ı, o rta y a k o y d u ğ u o n ka teg o ri a ra sın d a ;

«n ered e?» ,

«ne zam an ?»

so ru la rın ın

c e v a p la n o la ra k g ö rü r. K a n t, N ev v tö ifu n d o ğ a felsefesinin ilk e le ri içinde, genel fo rm la r o la ra k ö n em le ta n ım la n an zam an ve m e k ân ı, ka teg o riler ara sın a sokm az. Z a m a n ve m e k ân fo rm ları, algının re c e p tiv ite ’sinin form larıdır; o n la r an la m a y eten eğ in in

işlev lerin d en

d o ğ m azlar; y an i

sp o n ta n ite nin fo rm ları, k a v ra m la rı, değ ild irler. B irin ci g ru p kateg o riler, n icelik ka teg o rilerid ir. E v ­ ren ve ev re n d ek i sistem ler, ya da h erh a n g i b ir o b je, nasıl k a v ra n ırs a k av ra n sın ; y an i ister d en ey im y o lu y la, ister doğa

a ra ştırm a la rın d a ;

isterse

m e tafiz ik s p e k u la tio n ’lar

yoluyla olsun; biz o nu d a im a b ir «çok lu k » , b ir «birlik» h alin d e k av ra rız . «B irlik», «ço k lu k » ,

ya da « b ü tü n lü k »

«bü tü n lü k » üç nicelik ka teg o ri sidir. K ateg o rilerin ikinci g ru b u n d a , n itelik ka teg o ri terin­ d e de üç ka teg o ri v a rd ır. F a k a t b u n la rı b u g ü n te rim b a ­ k ım ın d a n k a v ra m a k o ld u k ç a g ü çtü r. B ir şeyin bilgisi, o şeye bazı şeyler y ü k le r, bazı şeyler de o n d a n ay ırır. Ö r­ neğin, h a y v a n canlı b ir v arlık tır; am a akıl ve k a v ra m a yeteneği o lm ay an bir v a rlık tır, gibi. B ir şeye, baza n esne özellikleri v erilir (L a tin c e rea lita s, res = n esn e ile ilgili); ya da böyle özellik lerin onda olm adığı söylen ir. İşte «ger­ çeklik» ve «olıımsuzlama» bu ikinci grubun, n iteliğin ilk iki kategorisidir. B u g ru b u n ü çüncü kategorisi, «limitation» y a da « sın ırla n d ırm a» kategorisi adını alır. Ş eylere ve­ rile n , ya da o n la rd a olm ad ığ ı söylenen nesne ö zellikleri,

bu özelliklerin b ü tününden « sın ırlan d ırm a» ile çıkarılırlar. Ü çüncü

g ru p

o lan

b a ğ la n tı

(re latio n )

ka tegorileri,

kategorilerin en ö n em lile rid ir. A risto te le s’de su b sta n s k a ­ teg o risi, b irin c i kategoridir.

B ütün n ite lik ve n icelik ler

b ir şeyin n itelik ve n iceliğidir. Y a n i, nicelik ve niteliği g österilen şeyin, b u n la rd a n önce o lm ası gerek ir. A risto te ­ les’in m etafiziğ in d e, su b sta n s kavram ının taşıdığı önem ,

89

o n u n bu ka tegoriye verdiği ö n em d en ileri gelir. B a ğ lan tı k a te g o r ik ti, genel o la ra k nicclik vc n itelik k a te g o rile r im göre, ikincil sa y ılm ışlard ır. O y sa, K a n t’a g öre tam

te r ­

sidir. K an t, do ğ a bilim lerin d en k alk ar, M o d e rn d o ğ a b i­ lim leri, m a te m a tik le k esin şekilde iîa d e ed ilen b irtak ım y asala rın , yani b a ğ la n tıla rın bir bilgisidir. B u b ak ım d an , b ağ lan tı kategorilerim in bu bilim ler için özel b ir ö n em ta ­ şıd ık ları açık tır. S u b sta n s, b ir b a ğ la n tı k a v ra m ıd ır; «şey»le n itelik leri; güç k a y n a ğ ı ile bu gücüıı etkisi a ra sın d a b ir bağ k u ra r. İkinci b ağ lan tı kategorisi, n e d e n -so n u ç kategorisidir; K a n t’ m dediği gibi, n e d e n (etk i y a p a n ) ve d e p e n d e n z d ir (bağlı o lan, etk ilen en ). B u bağın h e r tü rlü bilgide, g ü n lü k h a ­ y a tta , bilim de ve m e tafiz ik te ne k a d a r tem elli b ir yer tu t­ tu ğ u n u ay rıc a söy lem ek gerekm ez. B ağlantı /(afe^on'lerinden ü çüncüsii,

«k arşılık lı bağ-

lılık » tır. Y ery ü zü n d e b irb irin i çeken cisim ler ve b ir fizik sistem i içindeki p a rç a la r, böyle bir bağla b irb irin e b a ğ lı­ d ırla r. C a n lı v a rlık la r d a, h a re k e t etm e ve b ir h are k etin hedefi olm a; k a rşıd a b u lu n a nın h a re k e tin sonuçlarını^ t a ­ şım ası gibi b ağ larla b irb irle rin e b ağ lan m ışlar, b irb irlerin e b ıra k ılm ışla rd ır. E v re n d e k i « karşılıklı bağlılık» lar, en b ü ­ y ü ğ ü n d en eıı k ü çü ğ ü n e k a d a r, te k le rd e n o lu şa n h e r b ü ­ tü n d e , y ap ıp -e tm e ve y ap ılan ı çekm e (edilgenlik) k a rş ı­ lıklı bağlılığı; etk i, te p k i k arşılık lı değişm esi şek lin d e o lu p biter. K a n t bu ü çü n c ü b ağ lan tı kateg o risin e « b irliktelik» kateg o risi de der. D ö rd ü n c ü g ru p kategorilere K a n t, m o d a lite k a te g o ri­ leri adını v erir. K a n t b u ra d a öyle tem el k a v ra m la r o r­ ta y a k o y a r ki, o z a m a n a k a d a r bu k a v ra m la r, ne A risto te les’de ne de b a ş k a la rın d a k a teg o riler a ra sın d a say ılm ış­ lardı. B u k a v ra m la r, K a n t’d a ç o k özel b ir a n la m k a z a n ­ m ışlard ır. B u iiç ka teg o ri şu n la rd ır: « O la n a k » , « g erçek ­ lik»

90

(K a n t buna.- v aro lm a da d er), « z o ru n lu lu k » . B ü tü n

insan bilgisinin bıı ü ç k a v ra m la çalıştığı ve b u ıılarsız o la ­ m a y ac ağ ı aç ık tır. Ö rn e ğ in , b îr şeyin olm ası « o lan ak » ta ­ şıyabilir; o şey «olanaklı» g ö rü leb ilir. B u o la n ak yerine gelirse, yani o lu rsa, o şey «gerçekleşti» dernek tir. B ir şe­ y in o lm a sı, b ir n e d e n m -so n u c u o la ra k « zo ru n lu d u r» ; ya d a bu şeyin b ir olayın y ap ısın d a

b u lu n m a sı

« g erek ir» .

G ü n lü k alg ıla rım ızd a , d en ey im lerim izd e, b ilim lerin

a ra ş ­

tırm a la rın d a aynı şek ild e m etafizik sp e k u la tio n ’la.ıd‘d, «zo­ ru n lu » o la n d a n , ya d a « ra sla n tı» d a n ;

«gerçek»

o la n d a n

y a d a bir şeyin «gerçek» o lm a d ığ ın d a n k o n u şu ru z . İşte K a n tin kateg o riler ta b lo su b u n la rd a n m ey d an a gelir.

D.

T ra n sce n d en ta l D ed u k tio n

Ş im di K a n t an la m a y eteneğinin b u tem el k a v ra m la rı­ n ı b irlik h alin e g etirecek

o lan

iç b ağ lan tı,

içten gelen

zo ru n lu lu ğ u a ra y a c a k tır. «Salt A n la m a Y e te n e ğ in in K a v ­ rat ıslarının T ra n sc e n d e n ta l D e d u k tio n u » b aşlığ ın ı taşıy an b ö lü m ü n ara ştırd ığ ı so ru n bu d ur. K a n t, b uradaki g ü ç lü k ­ lerle y ılla rc a â d e ta boğuşm uş; bu böliim son şek lin i alın­

caya k a d a r b irç o k y o lla r denem iş; b irk a ç k ez şekil değiş­ tirm iştir. K a n ti n bu sorun h a k k ın d a k i d ü şü n c ele ri, m o ­ d e m bilgi teorisini, özellikle kendisinden sonra gelen R a n t­

çılar içinde F ic h te ’n in «ben» felsefesini, d erin b ir şe­ k ilde etk ilem iştir, B u rad a, sad ece bu bölüm deki ana d ü ­ şünceler ö z e tle n ec ek tir: H e r bilebilm e, bilen bir siijenin, bir bilincin varolm ası k o şu lu n a d a y a n ır. B ilin ç, bu tür ta sa v v u rla rın içinde ortaya çıktığı içi b o ş bir alan; ya da duyu verilerinin üzerine işlendiği balm um undan bir levha değildir. H er bilincin yapısında, b ir « k en d i kendisini bil­ me» de v a rd ır. A m a bunun her z a m a n farkında olm ayız. Bilen süje, çoğu kez baktığı ve k a v ra m a k istediği şeye o k a d a r d alar ki, « k cn d isb n in hem en hem en farkında 91

olm az. A m a, h e r objey i b ilm ed e , b ir iç o la n a k o la ra k , p o ta n tie l o la ra k k en d isin i bilm e; b a k a n , d en e y en , k a v ra ­ y an , objey e y ö n elen «ben» i bilm e v ard ır. B ilginin y ap ısın d a k i bu fenom eni, K a n t şöyle a n la ­ tır; «“B en d ü ş ü n ü y o ru m ” , b en im b ü tü n ta sa v v u rla rım a eşlik ed e b ilm elid ir» . B u n u n an lam ı şu d u r; B e n im her ta ­ sa v v u ru n d a ,

algılam am da,

her

objeyi

b ilm em d e,

bu

refle xio n un, bu bilginin olm ası gerekm ez; am a olabilir; olm ası olanağı v ard ır. B ilen bilincin y a p ısın d a , h e r an k en ­ disine, «ben»e d ö n m e yetisi v ard ır. İşte b u , h er b ilg i fe n o m e n in in te m elin d e b u lu n a n bir o la n a k tır. K ant, d ü şü n m e n in bu «ben»ine, «apperception’ un transcendental birliği» adını verir. L eib n iz, «appercep­

tion» u, bilerek kavram a anlam ında, «perception»nn k a r­ şısına k o y m u ştu . Ş im di K a n t şun ıı sö y lem ek ted ir; A p p e r ­ c e p tio n ’u n «ben»i, b ir birlik olarak, h er p e r c e p tio n ’un, lıer kavram anın, her algılam anın apriori önkoşuludur. F a ­

k at bu, bir birlik olan « b en», tek tek kişilerin som ut «ben»leri değildir; bütün tek tek k işiler için o la n ak lı lıer b ilg in in genel ve z o ru n lu k o şu lu ve aynı derecede ö lçü sü o la ca k b ir «ben»dir. * ** O

h ald e, b ilince h e rh a n g i b ir şeyin g ireb ilm esin d e,

— bu, ister d u y u v erileri, ya d a algıları; isterse d ü şü n c e ­ n in karm aşım lı yapı-birlikleri o lsu n —

d aim a b ir a p p er­

c e p tio n , hiç kesilm eyen b ir k en d isin e dönebilm e o la n ağ ı, h e r z a m a n aynı « b en», b ir ö n k o şu l o la ra k b u lu n u r. Y an i, b ilince, h e r an «ben» ta ra fın d a n d ü şü n ü lm ü ş o lm ay an h iç ­ bir şey girem ez. D e sc a rte s’da da felsefenin tem el ilk ele­ rin d en birisi, «ben» in d ü şü n m e a k t farıyla beslendiği, v a r­ lık k az an d ığ ıd ır. K a n t’m k a tk ısı şu d u r; B u d ü şü n m e a k tları

her şeyden

önce,

bağlayıcı

b ir d ü şü n m e ,

se n te tik

y arg ılard ak i se n te tik akÛ m A ıt. D e m e k ki b ilin ce, b ilin çte b u lu n a n b aşka şeylere, s e n te tik a b l a r l a b ağ la n m a y a n h iç­ b ir şey girem ez.

92

Şim di K a n t şu n o k ta y a gelm iştir; Kategoriler, d ü ­ şünm enin tem el, k u ru c u , b ağlayıcı fo rm la rın d a n b aşk a b ir şey değildirler; b u n la rsız b ilin ce h iç b ir şey girem ez; o n ­ ların bizim bilebileceğim iz h e r şeyde geçerlik leri v ard ır.

Kategoriler, d eneyim o b je lerin in , m undıts serisi biliş" in k av ­ ranabilm esinin k o şu lu d u rla r. E ğ e r duyularüstü intellegihel objeler v arsa , b u ra d a

da

anlam a y eten eğ in in

d ü şü n m e

formlarının, kategorilerin g eçerlik te olm ası g ere k ir. K a ­ tegoriler, apperception’ım tem eli o lan bağ k u ru cu işlev­ leriyle, o la n ak lı h e r o b je bilgisinin, h er algılam a ve k a v ­ ram anın tem el k o şu lla rıd ırla r. B una k a rşılık zam an ve m ekân, bizim duyu verilerini alabilm em izin, bize, insana bağlı olan k o şu lların , re p e c tiv ite ’m m n form larıdırlar. K a ­ tegoriler ise, d ü şü n m e n in sponianite sinin, yani o b je lerin appereeptioımnun tem el fo rm la rıd ırla r. İşte receptivitenin fo rm ları o la n za m a n ve m e k ân la , düşünm enin spontan'ıtesinin fo rm la rı o la n kategoriler a r a ­ sındaki ilgiyi g ö rem em e; rationalist m etafiziğin, d u y u la r

üstü bir genellik ve z o ru n lu lu k ta şıy an kavram lar elde edilebileceğine

in a n m asın ın

d ay a n d ığ ı

te m eld ir.

K a n t’m

kendisi de 1770 y ılın d a yazdığı « D uyular D ünyası ile Intellegibel D ünyanın F orm ve İlkeleri H akkında» adlı y a ­ zısında, anlam a yeten eğ in in temel kavram larına d a y a n a ra k ,

mundııs inteUegibilis’cten hiç o lm azsa «sem bolik» b ir bilgi elde edilebileceğine in a n ıy o rd u . «.Salt A k lın K ritiği» n d e y eni b ir d u ru m o rta y a ç ık ı­ yor; B ağlayıcı fo rm lar, a n c a k bize

b ağ lan a ca k

şeylerin

verildiği yerde, b ir bilgi elde ed e b ilirler. Bize v erilen, b i­ zim alabileceğimiz h er şeyde, d u y u verisi özelliği vardır; insanın an lam a y eteneğinin

fo rm ları ö n k o şu ld u r. S onuç

olarak: Salt an la m a y eten e ğ in in fo rm ları, g erçek lik a la ­

(usus realis'mı) algı d ü n y a sın d a — bu d ü n yanın fo rm la rı o lan za m a n ve m ek ân içinde—

nındaki k u lla n ılm asın ı

93

b u la b ilir.

A lgı dünyası

ile ilgisi, o lm ay an

sa lt ka le gori­

l d e d ay a n an bir düşünm enin olan ağ ı v ard ır; am a b u , salt k a te g o r ik te d a y a n a n boş bir d ü şü n m e o lu r. K an t’m çok ö n em li cü m lelerin d en b irisinin yeri işte b u rasıd ır: «A lgı­ nız k a v ra m la r b o ştu r» . D u y u larım ızla a n la m a y eten eğ im i­ zin b irlik te çalıştığı y erd e ve an c ak bö y le b ir y erd e , halis bir bilgi, h alis b ir g örm e ve k a v ra m a v a rd ır. O h ald e biz, şeyler ve olııp b ite n le r h a k k ın d a halis bir bilgiyi, an cak d eney im lerim izin , algılarım ızın d ü n y a sın d a n elde ed e b ili­ riz; K a n t’ın diliyle: M u n d u s sensibilis, ya d a g ö rü n ü ş d ü n ­ yasın d an . M u n d u s iutellegibilis, sad ece k a v ra m la rla d ü şü n ü le ­ bilir. B öyle olduğu iç in de, b o ş b ir d ü şü n c ed ir; h e r türlü v erim d en y o k su n d u r. A lgı v e d eneyim in y eri o lm a y a n bu d ü şü n m e d e , se n te tik y a rg ıla r d a y e r b u lam az. Salt ana­ litik y a rg ıla rla h iç b ir halis bilgiye ulaşılam az; sad ece salt a n la m a y eten e ğ in in k a v ra m la rın a d a y a n a n bir m e tafiz ik , güvenli b ir bilgi olam az. B ize bir şey ö ğ retm ek isteyen b îr m e tafiziğ in se n te tik y a rg ıla rla çalışm ası g erek ird i. Ç ü n ­ k ü ap a ç ık (e v id e n t) b ir bilginin ve k a n ıtla m a n ın so ru m lu ­ lu ğ u n u , a n c a k apriori se n te tik y a rg ıla rd a b u l a b ilir iz /S e n ­ te tik o lm a, a ra la rın d a b ağ k u ru la c a k o lan v erilm iş şey­ le rin ö n ce d en v a ro lm a sı k o şu lu n a d a y a n ır. V erilm e, biz in sa n la r için, d aim a z a m a n -m e k â n d ü n y a sın d a olup biter. G ö rü n ü ş d ü n y ası ile m e tafiz ik çilerin salt anlam a y e­ te n eğ in in k a v ra m la rıy la b ileb ilecek lerin i sa n d ık la rı d ü nya ara sın d a ; plıa in o ın en a ile n o u m e n a a ra sın d a , tem elli bir ay rılık v a rd ır. K a n t, «Salt A k lın K ritiğ i» n in b ir b ö lü m ü n e

bu ad ı v erm iştir. B u ra d a a rtık n o u m e n a ’nin b ilinebilirliği sözkonusu edilem ez. K a n t, g ö rü n m e z d e n h a b e r v eren ler h a k k ın da yazdığı y a z ısın d a , sa lt ru h k a v ra m ın ın , salt bir ru h su b sta n s’m m , olu m su z b ir k a v ra m o la ra k k alacağ ın ı söylem işti. B öyle b ir su b sta n s'm v a ro lu p o lm ad ığ ı h a k k ın ­ da o lum lu h iç b ir şey söyleyem eyiz.

94

«Salt A k lın Kritiği»nd& durum şu d u r: N ou m en. b i­ zim bilgim iz için noıım en o la ra k

«olum suz»

taşır. Z a m a n -m e k â n d ışın d a k i v a rlık la rı,

bir an lam

«kendi

b aşın a

varo lan » şeyleri, biz d ü şü n eb iliriz. H a tta algı ve deneyim d ü n y asın ın b ü tü n ü n ü n d ışın d ak i b u şey leri d ü şü n m ey e bizi zorlayan bir z o ru n lu lu k v a rd ır (bu b iraz so n ra ele alın a­

caktır). A m a , bizim bilm e ç a b alarım ız , sad ece d u y u la r d ü n y ası ile yetinm ek istem ese de, biz n oıım en’den , m ini­

cius iutellegibilis' d en h iç b ir şey bilem eyiz. S on u ç o la ra k ; Kategorilerin, bilgim izde g erçek ten kul­ lanıldıkları akuı, d eneyim dün y ası ve d en ey im lerle sınır­ landırılm ıştır.

E.

Salt A n la m a Y eteneğinin İlkeleri

D en e y im a la n ın d a sa lt anlam a yeten eğ in in k a v ra m ­ ları ile algının salt fo rm la rın ın , özellikle za m a n ın b irlik te çalışm asıyla,

d o ğ a bilim lerinin

«apriori ilkeleri»

o rtay a

çık arlar. S o m a d a n K a n t, bu so ru n la ilgili kitabına şu adı verm iştir: «Doğa Bilim lerinin M eta fizik Ö n/em elleri». B u bilgi ilk e le ri aynı z a m a n d a d o ğ an ın k en d isin in , m undus sensibilis'in de ilkeleridir. B u n la rın h ep sin in ü stü n d e , sen­ tetik y arg ıların en y ü k sek ilkesi b u lu n u r. B u ilkeye göre, bizim k arşılaşab ileceğ im iz h e r şeyin, g ö rü n ü ş d ü n y asın ın

bütün o b je lerin in uydukları, k o şu lla r, bizim appereeplioııkırım ızı, deneyim ve k av ra m larım ızı y ö n eten k o şu lla rla aynıdır. İn san d ü şü n m e si ile d o ğ a a ra sın d a , ilk eleri b a k ım ın ­

dan b ir u y gunluk v ard ır. D o ğ a, bize y a b a n c ı o lan , «kendi başına» b ir v arlık değildir; g ö rü n ü şle rin b ü tü n ü d ü r. D o ­ ğ ad a olu p b iten h e r şey, zam an ve m e k ân y a s a la rın a g öre olup b itm ek zo ru n d a d ır. Z a m a n ve m e k â n öyle fo rm la rd ır ki, biz algıladığım ız o b je leri, an cak b u fo rm lar İçinde ab

95

gılayabiliriz. N eden sellik yasası gibi bir ilke, d o ğ an ın en y ü k se k y asasıd ır, dem ek , d o ğayla biz, an c ak sü b je k tiv ite ­ n in , a p p e rc e p tio n ’un tra n scen d e n ta l b irliğ in d ek i d ü şü n m e ve algı b a ğ la n

içinde k arşılaşa b iliriz , d em ek tir.

«K endi

b aşın a v aro la n şey»lcrin ned en sellik y asala rın a u y u p u y ­ m adığını; u y u y o rsa, ne dereceye k a d a r u y d u ğ u n u b ilm e­ m ize

o la n a k y o k tu r. B u rad a k i

nedensellik

dc

salt

bir

n o u m e n o n o la ra k k alm ak z o ru n d a d ır. O la y la rın za m a n içinde b irb iri a rd ın d a n gelm esi, «salt d o ğ a bilim leri »n in bıı ilkesi, nedenselliğ e g öre o lu p b i­ ter, Salt an lam a y eteneğinin ö te k i tem el ilk eleri için de aynı şey söylenebilir. Bu ilkeler, bizim apriori o la ra k b ileb il­ diğim iz varlık

ilkeleri d eğild irler;

intelleg ib el

d ü n y an ın

ilkeleri de d eğ ildirler; ç ü n k ü bu d ünyay ı hiç bilem eyiz. Bıı ilkeler, g ö rü n ü ş d ü n y asın ın se n tetik apriori ilk elerid ir. B u d ü n y ad a ta m bir geçerlik leri o ld u ğ u n d a n , aynı z a m a n ­ d a b ü tü n d o ğ a bilim lerin in «öntem elleri», baş ilk elerid irler. K a n t, b u ilkelerle kateg o rilerin sistem in e b en z er bir sistem e u la şm a y a çalışıyor. K ategori 1er ta b lo su , yani salt an la m a y eteneğinin k a v ra m la rı, bize doğ al o la ra k , d o ğ a ­ nın ilkelerini v erir. Ç ü n k ü bu ilkeler, ka teg o rilerin , g ö ­ rü n ü ş d ü n y a sın d a , d o ğ ad a

« k u la n ılm a sın d a n » b aşk a bir

şey değildir. B u « k u lla n m a » , y a m a tem atik ; y a d a d in a m ik b îr yolla o lu r; ç ü n k ü , yra algı ala n ın d a (yani, zam an, m e­ kân fo rm la rın a bağlı o la n a la n d a , m atem atiğ in o b jek tiv geçerliği o lan , ö lç ü leb ilir a la n d a ) olur; ya da g ö rü n ü şlerin kend ileriy le ilgilidir. G ö rü n ü ş le rin kendileriy le ilgili o lm a ­ ları dem ek , bu ilk elerin d in a m ik k u lla n ılm a la rı d em ek tir. B u rad a da, m a te m a tik b ir y o lla « k u lla n ılm a » la rm d a o l­ d u ğ u gibi, apriori ve z o ru n lu d u rla r; am a k u ru c u (ko n stitu tiv ) değil, düzenleyici (regulativ) b ir g eçerlik leri v ard ır; yani em p irik o la ra k k a n ıtla n m a la rı g erek ir. Salt a n la m a yeteneğinin ilk elerin in ta b lo su şöyledir: 1. Z a m a n vc m e k â n a bağlı alg ın ın aksiy o m ları; 2, A lgının

96

atilisi p a t i o t f u; 3» D e n e y im in analoglun; 4. E m p irik d ü ­ şü n m enin p o stu I odları. 1.

Z a m a n , m e k â n a bağlı algının ak siy o m u : B ü tü n

g ö rü n ü şle r, alg ılad ığ ım ız h e r şey, boyutsal (ex ten siv) b ü ­ y ü k lü k le rd ir. Ç ü n k ü b a n la r, algının za m a n , m e k â n fo rm ­ ları

içinde

y er

alın ışlard ır;

yani,

ö lç ü leb ilir,

sa y ılab ilir

geylerdir. E xtensi.v b ü y ü k lü k le r, bütü n ü n tasavvur edilebil­ mesi için, b ir p a rç a sı y eten b ü y ü k lü k le rd ir. G ö rünüşler­ deki bıı m a te m a tik ilke, bilgim ize b ü y ü k bir gelişm e o la ­ nağı verir; m atem atiğin k esin tiy e u ğ ra m a d a n tam bir « k u l­ lanılm a» b u lm a sın ı sağlar. 2.

A lg ın ın

a n tisip a tio n ’u :

O b je

o la ra k

k a v ra n a n

rea l şeylerin g ö rü n ü şle rin d e y o ğ u n lu ğ u olan (iııten siv) b ir b ü y ü k lü k , yani d ere celen m e v a rd ır. A lg ıla m a k d em ek , b ir şeyi e m p irik o la ra k b ilm ek d em ek tir. A lg ın ın o b jesi olan g ö rü n ü şle r,

boş

v erirle r. B u

b ir o b je y i bize süjem ize bağlı sü b je k tiv bir

g ö rü n ü şle r d eğ ild irler;

v erm e ,

bizim

bilm e şe k lin d e o lu r. İşte b u sü b je k tiv e m p irik b ilg id e, b ir d erecelem e y ap ılırsa, siibjektivlige yol aç an real öğeden k u rtu lm u ş oluruz:. Böylece, elim izde za m a n , m e k â n iç in d e ­ ki ö lç ü le b ilir y an k a lır ki, b u ra d a da m a te m a tik tam bir şekilde « k u lla n ılm a s ın ı b u lu r.

G örünüş a la n ın d a k i gerçekliğin d erece ile ö lçü len b ü ­ y ük lü ğ ü , y o ğ u n lu ğ u (in te n site ’si) «an»Jara b ağ lıd ır; bizi bütüne g ö tü rm e z. B u n u n için b u b ü y ü k lü k boyutsal (exte n siv j b ü y ü k lü k te n fa rk lıd ır; tam te rsin e, y o ğ u n lu k la ilgili (in te n siv) b ir b ü y ü k lü k tü r.

B iz varlıkta, « k endi b aşın a v a ro la n » d a bu d e re c e le ­ rin b u lu n u p b u lu n m a d ığ ın ı, onun bir m a th esis universalis le k avranıp kavranam ayacağm ı h iç b ir şekild e bilem eyiz. F a k a t g ö rü n ü ş d ü n y a sın d a , d o ğ a d a y o ğ u n lu ğ u n (in ten sîte) b u lu n d u ğ u n u apriori o la ra k biliyoruz. B u say ed e d o ğ a b i­ lim leri, m a te m a tiğ i k u lla n a ra k bilgim izi gen işletm ek o la ­ nağı b u lu y o r.

IKF 7

97

3, D en e y im le rin cınalogi’lcri: B u ilke şu n a dayanır: D en e y im le rin o la n ağ ı, tem elin i, verilen şeylerin zorunlu

birtak ım b a ğ la rla b irb irin e b a ğ la n m a sın d a b u lu r. Salt a n ­ la m a yeten eğ in in b a ğ la n tı k a te g o risin d e k i k a v ra m la rı, g ö ­ rü n ü ş d ü n y a sın d a n gelen d u y u v erilerin in y ığ ın ın ı, zam an içinde o lu p b ite n le re gö re b irb irin e b ağ lar. İgte b u b ağ lar, d o ğ a b ilim le rin in en y ü k se k ilk eleri, d o ğ a y a s a la rıd ırla r. B irin c i ve ikinci g ru p ta k i ilkeler, m atem atiğ in tam b ir g eçerlik b u ld u ğ u ilk e le r o la ra k , k u ru c u (k o n s tilu tiv ) ilkeler o ld u k la rı h ald e; K a n t b u ü çü n c ü g ru p ta k i ilk elere

dinam ik ilk eler adını v erir. B u ra d a k u rg u la r (k o n s tr u k lio n Jar) y erin e , k u ra lla ra g ö re b a ğ la n tıla r (analogî’ler) y ap ılır. Bu ilk e le r, d ü zen ley ici (regulativ) ilk e le rd ir. B u ra d a so n sözü, alg ıla r söyler. B u n la r, d o ğ a b ilim le rin in sü rek li araştırm a­

larının o rta y a k o y d u ğ u y a sa la rın d ay a n d ığ ı ilk e le rd ir. B u ­ ra d a y ap ılan analogilcr, m a te m a tik te k i gibi, b ü y ü k lü k le ­ rin, n ite lik le rin k arşılaştırılm a sı; g erek in ce lıesap edilm esi şek lin d e olu p bitm ez; ö rn eğ in , güneş ışığının sıcak lığ ın ın

h esab ed ilm esinde olduğu gibi; ya d a üç k e n a rı v erilen b ir d ö rtg en in d ö rd ü n c ü k e n a rın ın hesabedilm esi, gibi. B u ra d a k i analogilcr , n ite lik seld ir. Y a n i deneyim lerin a n a lo g i’sin d e, üç ö ğ en in verild iğ i yerd e, d ö rd ü n c ü n ü n k e n ­ disi değil; b u üç ö ğenin d ö rd ü n c ü y le o lan ilişk ileri, b a ğ ­ ları apriori b ilin eb ilir. Ö ğ en in k en d isin i, bize em pirik algı v erecek tir. G ö rü n ü ş d ü n y a sın d a olup b iten ler, za m a ıı içinde g e­ çe rler, Z am anın üç m o d a s’u (tarzı) analogi’n in ü ç ilk e­ sidir. Z a m a n ın üç ınodı/s’undan birin cisi, su b sta n s'm s ü ­ rekliliği ilkesidir. B iz sııb sta n sm ne o ld u ğ u n u b ilm iy o ru z.

K a n t’dan önceki fo lo z o fla r, substans hakkında tü rlü d ü ­ şü n celer ileri sü rm ü şle rd ir. G ö rü n ü ş a la n ın d a k i b ilg im iz­ de sadece şıınıı kesin ve apriori o la ra k biliy o ru z: Z a m a n içinde olu p b iten b ü tü n değ işik lik ler, d eğişm ey en b ir şe­ yin

98

v ar

olm asını

g ere k tirir.

D oğa

b ilim lerin in

sentetik

apriori yargılarının süreklilik ilkesine dayanmalarının te­ meli burad ad ır. Doğa felsefesinde ortaya konulan, m adde­ nin kaybolm am ası; D escartes’m ortaya çıkardığı hareketin kaybolm am ası; Leibniz’in bulduğu, kuvvetin kaybolm am a­ sı, süreklilik ilkesinin özel halleridir. D eneyim lerin bağlılıklarındaki ilkelerin düzenleyici olduğunu söylem iştik. B unun anlam ı şudur: N e gibi şey­ lerin değişm ediğini, m atem atik yolla önceden bilm eye o la­ nak yoktur; araştırm aların bunu bize gösterm esi gerekir. N itekim 19. yüzyılda enerjinin de kaybolm adığı bu lu n ­ m uştur. F a k a t zam an içinde olup biten bütün değişm elerde, değişmeyen, kalan bir şeyin varolduğunu, apriori olarak biliyoruz. Bu, her araştırm anın önkoşulu, doğa bilim leri­ nin m etafizik öntem ellerinden birisidir. K ant bu ilkeyi şöy­ le dile getiriyor: «G örünüşlerin biitiin değişm elerinde, substans değişm eden kalır; onun g u a n tu m ’u (nicel değeri), doğada ne çoğalabilir, ne de azalabilir». O halde, doğada ne hiçten b ir şey çıkabilir, 11 e de b ir şey hiç olabilir. Bu, görünüş dünyasında böyledir; n o u m e n o rida nasıl olduğu­ nu bilemeyiz. Z am an /«Ofr/M/laımdan İkincisi, kategoriler tablosun­ da bağlantı kategorilerinden İkincisi olan neden-sonuç kategorisi, doğa bilim lerinin nedensellik ilkesinin tem eli­ dir. D oğa bilim lerinin nedensellik ilkesine d ayanan apriori sentetik yargıları, salt anlam a yeteneğinin neden-sonuç kategorisine ve algı form larından zam an içinde ohıp bi­ ten olayların tersine çevrilem ez ardarda gelmesi m odıts’ una dayamr. D eneyim lerin bu ikinci ilkesini, K ant şöyle dile getirir: «Bütün değişmeler, nedensellik bağlarının il­ kesine göre olııp biter». Y a da, «Bir şeyin olup bitmesi için, bıı olup bitmeyi düzenleyen bir ilkenin önceden v ar­ olması gerekir».—

99

«Kendi başına varolan»da, kendisi başka bir nedenin sonucu olm ayan b ir etkinin; yani deneyim dünyasındaki nedensellik ilkesi dışında bir etkinin varolup olm adığım biz bilemeyiz. Oysa m etafizik tiler — örneğin, Crıısiııs’un W olffculara k arşı savaşm asında olduğu gibi— yeter ne­ den ilkesinin geçerliğinin sınırlı mı, sınırsız, mı olduğu; yani G eist varlığında (tanrı) ve o n u n istem esinin k ara rla­ rında, b u ilkenin geçerliğinin olııp olm adığı sorunlarıyla boş yere uğraşm ışlardır. Bizim «kendi başına varolan v ar­ ille» alanı için h içbir kriteriu m ’u m u z yoktur. Bu alanın zam an içinde olm ayan olayları, bizim bildiğimiz zam an -m ekâna bağlı doğa olaylarının olup bitm esinden belki bam başka bir şekilde olup bitm ektedir; am a biz bunu bi­ lemeyiz. Biz, görünüş dünyasında olup bitenleri bilebiliriz. G örünüş dünyasının olayları da, zaman, içinde olup biter. D oğa bilim leri, bu zam an içinde geçen olayları araştırır; nedensellik ilkesinin bu atanda tam bir geçerliği vardır. Deneyim lerin analogis'mdc kullanılan üçüncü ilke; kategoriler tablosunda bağlantının (relation) üçüncü ka ­ tegorisi ve zam anın üçüncü m odusıı olan «birlikte ortşjya çıkm a»ya dayanan, «karşılıklı etki» ilkesidir K ant buna «birliktelik» adım da verir ve şöyle açıklar: «M ekânda aynı zam anda algılanan su b sia m la t, ardı arası kesilm e­ yen bir karşılıklı etkileşim içindedirler». «Kendi başına varlık» alanında da bunun böyle olup olm adığını bilem e­ yiz. Öyle şeyler varolabilir ki, — hatta bunların pek çok olabilecekleri bile düşünülebilir— bunlar bizi ne dolaysız, ne de dolaylı etkileyebilirler. Ö rneğin, Leibniz, ınonad1arını bu şekilde birbirine karşı tam bir bağımsızlık için­ de, birbirlerine hiçbir real etkileri olm ayan varlıklar ola­ rak düşünm üştü. Salt düşünülm üş olm aktan öteye geçe­ meyen bu türlü tasavvurlarda, bilgiyi boş düşüncelerden ayırm ak için elimizde h içbir ölçüt yoktur. 100

D eneyim dünyam ızda, kendi sın ırlan içine kapanm ış, her şeyden ayrılm ış bir şeyin bulunam ayacağını biliyoruz. D oğa bilim leri buna dayanıyor. E ğer biz, şeylerin birbi­ rini karşılıklı etkilediklerini algılam asaydık, m ekândaki bağlılıklar arasında «birlikte ortaya çıkma» bağını ger­ çek olarak bilem eyecektik ve bu bağı saptayam ayacaktık. Ö rneğin, astronom ide durum şöyledir: G ök cisim lerinden birisinin ötekiyle zam andaş olup olm adığını, ancak biri­ sinin ötekini, yörüngesini çizerken etkileyip etkilem ediğini, do ğ ru d an ya d a dolaylı saptayabiliriz. D oğada etki ve k a r­ şı etki bağlılığının dışında olan, kendi içine kapalı hiçbir şey yoktur. 4. A nlam a yeteneğinin k avram larına dayanan ilke­ lerden d ö rdüncü grup, m odalite kategorisinin ilkeleridir. K ant buna, «em pirik düşünm enin postulatları» da der. M odalite kategorisindeki kavram lar, olanak, gerçeklik, zo­ runluluktu. Z am an ve m ekân içinde olup biten şeyleri araştıran doğa bilim lerinde de olanak, gerçeklik, ve zo­ runluluk, em pirik düşünm enin postulatları olarak yer alır­ lar. «Kendi başına varolan»da neyin olanağı olduğunu, salt kavram çözüm lem eleri, analitik yargılarla bilemeyiz; çünkü m antık bakım ından çelişmezlik, varlıkta düşünül­ m üş olan şeyin real olanağım sağlayam az. A m a doğada neyin olanaklı, neyin olanaksız olduğunu, biz ancak gö­ rünüş dünyasının form ilkelerinden, en yüksek doğa ya­ saların d an çıkarabiliriz; yani, «deneyimin form koşullarına uygun gelen şey olanaklıdır». Bu form k o şu lan , algının apriori form ları olan zam an, m ekân ve zam an, m ekân al­ gılarına d ay anan kategorilerdir. G erçekten, varolm ayı biz sadece k avram lara dayana­ rak elde edemeyiz. O ntologik tanrı kanıtlam aları, sadece kavram lara d ay anarak tan rın ın varlığının gerçekliğini gös­ terdiklerine inanıyorlardı. Oysa, b ir şeyin varlığının ger­

101

çekliğini, bize ancak sentetik yargılar söyleyebilir. Sentetik yargılar da, algının apriori kavram larından başka, dolaylı ya da dolaysız deneyim i de gerektirirler. B ım a göre K a n t’ ta gerçeklik ilkesi şöyle ifade edilm iştir: «D eneyim in m ad ­ di koşullarına uygun gelen h er şey gerçektir». Deneyim in m addi koşulları (algının form ilkelerine k arşıt olan algının m addesi), doğrudan doğruya verilm iş olan duyu verile­ ridir. V arlıktaki zorunluluk da salt kavram larla yargılanamaz. D ünyanın «kendi başına varolan» bir varlık olup olm adığı; varlığının zorunlu m u olduğu; yoksa raslantıya m ı bağlı bulunduğu h ak k ın d a h içbir ölçüt yoktur. Spinoza, dünyada — ona göre dünya, tanrı île birleşmiş olan doğa­ dır— m utlak bir zorunluluk görür. Ö te yandan, m etafizik geleneğinin en önem li tan rı kanıtların d an birisi, dünyanın varlığının rastlantıya bağlı b ir varlık olm asına dayanır. K a n t’a göre, m etafizik teorilerin böyle k arşıtlıklara düş­ m eleri de gösteriyor ki, «salt akıl» bu türlü m etafizik y a r­ gılara varm aya yetkili değildir. «Z orunlu bir varlık», b i­ zim kavrayışım ız için, olum suz anlam da bir «noum enon» olarak kalır. * D eneyim dünyasında d u ru m bam başkadır. B ütün do­ ğa bilim leri araştırm alarında, zorunluluk kategorisi verim li b ir ilke olarak önem li b ir rol oynar. F a k a t bu gereklilik, «kendi b aşına varolan» varlıkta olduğu düşünülen «m ut­ lak» zorunluluk değildir. B uradaki zorunluluk, görünüş dünyasında olup bitenlerin birbiri ardından gelm eleri zorunluğudur; yani göreceli bir zorunluluktur. Bu türlii zo ru n ­ lu olm a, bize, örneğin astronom ide, b ir kuyrukluyıldızın yine ne zam an görünm esi gerektiğini önceden hesabettirir. A stronom ideki hesaplar, bir y andan önceden yapılm ış göz­ lem lere, yani duyu verilerine d ayanan algılara, öte yan­ dan, doğanın form yasalarına; yani zam an, m ekân ve ne­ denselliğe dayanırlar. O halde, K a n t’m diliyle şöyle söy102

kurulm asında, durum beyledir. Evren kavram ı, kategori cinsinden bir kavram değildir. K ategorilerin kavram ları, zam an ve m ekân içinde bulunan, bize verilmiş olan şey­ leri, k oşullar dizisine göre birbirine bağlar. Oysa evren kavram ı, akim b ir /c/esidir. E vrenin obje olabileceği h iç ­ bir deneyim in olanağı yoktur. Ç ünkü biz ancak şeyleri ya da şeyler arasındaki bağlılıkları algılayabiliriz. B unlar ister büyük, ister küçük olsun, durum değişmez. E vren ide­ si ise «bütim »e, bu şeylerin hepsini, bilebildiğimiz her şeyi içine a km «bütün»c uzanır. K a n t’m diliyle söylersek: Evren kavram ında koşulların üstüne çıkan, kendisi artık koşulsuz o larak düşünülen bir «koşullar bütünlüğü» ne va­ rılm ıştır. A klın idesi, kelim enin dar anlam ında, koşulsuz ola­ nın ide sidir. Bu Melere göre, eğer koşullara bağlı bir şey verilmişse bile, (örneğin kozm ik bir olayın görülm esi gibi) bu olayda d aim a ilke bakım ından, koşullar dizisinin b ü ­ tünü verilmiş sayılır; yani k oşulara bağlı olm ayan bir şey, bütün bir evrenin oluşu. A slında burad a kolay bîr yola başvurulm akta, tek tek oluşları birbirine bağlayan anlam a yeteneğinin tek tek işlem leri evrenin b ütününe kadar bir anda genişletilm ektedir. İşte yanılsam anın gizlendiği yer burasıdır. Salt anlam a yeteneğinin bu şekilde genişletil­ mesi, aldatıcı b ir hayaldir. Biz h e r türlü koşulun dışında bir şey düşünebiliriz; am a böyle bir şeyi bilemeyiz. Biz evren ide sini düşünebiliriz; h atta düşünm eliyiz de. K oşullara bağlı şeyleri bilen insan, (örneğin evrendeki tek tek cisim lerin hareketlerini, oluşlarını, ya da yıldız küm elerini), b u n ların karşıtı olarak, hiçbir koşula bağlı olm ayan bir şeyin ide sine de ister istemez sahiptir. İşte insan akim ın metafiziğe sapm ası bundandır. Bu yüzden insan aklı, evrenin yapısı ve varlık tarzı h akkında — ko­ şulların kavram asına o lan ak olm adığı hakle— teoriler ku­ rar. İnsan bir akıl varlığı olduğu, sadece belli ve sınırlı

105

K ant bu bölüm ü adlandırırken, ona «Transcendcntaf D udektik» ad ıaı verm ekle, şu noktaya işaret etm ek istiyor: Eğer akıl kendisindeki /c/elerle güvenli ve gerçek bir b il­ giye varm ak isterse, hatay a düşer. D ia k k tik kelimesi, K an t’ta, P laton ve HegePdeki anlam ından başka olan özel bir anlam da kullanılm aktadır. K ant bu terim i, kendi için­ de boşu boşuna dönen bir kavram çatışm ası anlam ında, sofistler ve E ristiklerden alm ıştır. K ant bu bölüm de, salt akla dayanan m etafizik k anıtlam aların yanlışlığından söz etm iyor; onun gösterm ek istediği şey, bam başka bir şey­ dir. O, insan akim ın yapısında bulunan, akıl sahibi hiçbir kim senin kendisinden kaçınam ayacağı bir dinam izm in v ar­ lığını gösterm ek istiyor. «Transcendental D ia lektik» , salt anlam a yeteneğinin ilkelerinin incelendiği transcendental analitiğin yaptığı gibi, bilim lerin bilgisinin olum lu ölçütlerini vermez; paradoks gibi görünen bir «görüntü m antığı» ortaya koym ak ister. İnsan akim ın yapısında öyle bir yanılsam a (Ulıtsion) v ard ır ki, bundan kaçm ılam az; hatta bu farkedilse, buna yanıl­ sam a olarak bakılsa bile, o kaybolm az. Salt anlam a yeteneğinin bütün bilgisi, bir koşullar yı­ ğını içinde olup biter. Örneğin b ir olay, nedensellik ilke­ sine göre, kendisinden öncekine bağlanır ve buna göre ortaya çıkar. Z am an-m ekân içinde bulunan bir şeyi, d a i­ m a bir başka şey belirler. B una karşılık akıl, anlam a ye­ teneğinin anlayışını aşarak, d aim a koşulsuz olana ulaşm a­ ya çabalar. A nlam a yeteneği h er zam an bir koşullar yı­ ğını içinde (neden-sonuçların görülem eyene kadar uzayan dizisi içinde) dönüp dolaştığı halde; akıl, birbiri ardınca sıralanan koşulların dizisinin b ü tü n ü n ü kavram ak ister. K an t’m, sözleriyle: «A klın ide ler i koşulların t ot a!i t esi (bü­ tünlüğü) ile uğraşır». Bizim her zam an kullandığım ız ve özellikle m etafi­ ziğin ana sorunlarından birisi olan «evren» kavram ının

104

Icyebiliri/,: «D eneyim in genel k oşularına dayanarak g e r ­ çeklikle olan b ağlan saptanan şeyin varlığı —-var olm ası—■ zorunludur»,

F.

Transcendental D ialektik

K a n t’m yeni bir bilgi olarak ortay a koyduğu trans­ cendental m antık, iki büyük bölüm e ayrılm ıştı. B unlardan birincisini, önccki iki bölüm de ele aldık: K ant’m kategori­ ler teorisi ve doğanın tem el yasaları, «salt doğa bilimleri» nin ilkeleri olan «salt anlam a yeteneği »nin ilkelerini in­ celedik. «Transcendental A n a litik» adım alan K an t’m transcendental m antığının bu ilk bölüm ü, onun deneyim ve deneyim e d ayanan bilim ler h akkındaki teorisini açık­ lar. B u bölüm de K ant, en önem li bilgi teorileriyle, bilim teorilerini de ele alır. Bu bölüm o k adar tem ellidir ki, daha so nraları yapılan b ü tü n bilgi ve bilim teorileri, K an t’ m burad ak i düşüncelerini gözönünde tutm ak zorunda kal­ m ışlardır. Transcendental m antığın şim di ele alacağımız ikinci bölüm ü, «salt akim» asıl kritiğinin yapıldığı b ö ­ lüm dür. Bu bölüm de K ant, m etafiziğin bilimsel geçerlik b a ­ kım ından ne başarabileceğini araştırıyor. B urada akıl ke­ limesi d a r anlam da kullanılm aktadır. B urada akıl, insa­ nın — salt anlam a yeteneğinin işlemlerine göre-— daha ileri giden, d ah a yeni o lan 'bir yeteneği, aktivitesi olarak görülüyor. Salt anlam a yeteneği, k a te g o rik ri, nasıl temel kavram lar olarak kendisinde taşıyorsa, bu d ar anlam daki akıl da kendisinde birtakım apriori k av ram lar taşır. A k ­ lın b u apriori k avram larına, K an t ideler adını verir. Bu bölüm de aklın /VMerinin, gerçek bilgiler için ne başara­ cağı ele alınacak, araştırılacaktır.

103

bir çevre ile yetinm ediği için, evren h akkında soru sor­ m aktan kendisini alam az, O halde evren idesi, insan a k ­ im dan ayrılam ayan b ir kavram dır. F a k a t bu ide ile hiçbir bilgi elde edilem ez. E vren idesinin boş kalm ası, hiçbir şekilde algılanam am ası, onun varlığı gereğidir. K a n t’ııı ünlü cümlesi, kavram ların algısız boş kalm aya m ahkum olduklarını söyler. A klın buradaki m antığı, bütün şeylerin salt b ü tü n ­ lüğü K /esinden, salt k avram lardan, evrenin yapısıyla ilgili sentetik apriori yargılara v arm ak istiyor. İşte yanılm anın kaynağı burad ad ır. B urada akıl, dialektik bir d u rum a d ü ­ şer. D ia lektik kavram ı, yanıltan «görüntü m antığı», insanın kendi kendisini yanıltm ası anlam ını taşır. B unun sonucu olarak, akıl sahibi insanın en özgün, en doğal yeteneği olan m etafizik soru sorabilm e yeteneği, onu hayali bir başarıya, b ir pseudo b ilime götürüyor. Bu bilim , sadece salt akla dayanan, en yüksek ve en güvenli bîr bilgi ol­ duğuna güvenen m etafiziktir. B u yüzden doğa bilim leri, bir kez kanıtlanm ış, gösterilm iş olan bilgilere dayanarak, d u rm ad an ilerlerken; m etafizik sistem lerin, tarih boyunca birbirleriyle savaşm alarında şaşılacak hiçbir şey yoktur.” K a n t’a göre salt akim üç tem el ide si vardır: ruh, ev­ ren ve tanrı. Bu üç en yüksek akıl idesine uygun olarak, başlıca üç skolastik m etafizik yapılagelm iştir. B unlardan birincisi, rational psikoloji (yani, salt akim felsefi ruh teorisi); İkincisi, ratio n al evrenbilim (yani, evren hakkında em pirik araştırm alara dayanm ayan, akla dayanan teori); üçüncüsü, rational theologidir (yani, din kaynaklarına, din geleneklerine dayanm ayan; salt akla dayanarak tanrının varlığı h ak k ın d a k u ru lan teoriler). «Transcendental D ia lektik», üç büyük bölüm de, bu üç ide yi ele alıp incelem ektedir. B irinci bölüm de, ru h ide­ si ele alınm aktadır. Bizim rulısal-varhk hakkındaki bilgi­ m izden. yani kendim izde bildiğim iz «ben-birliği»nden kal­

106

karak , hiçbir koşula bağlı olm ayan bir rııhun varolduğu hakkında yargılara varm ak, yanlış bir sonuç çıkarm aktır. Bu, aklın b ir puralogism idir (m antıkî yakıştırm asıdır); çünkü bedene bağlı olm ayan, am a insanın yaşam asının, ey­ lem lerinin sürekliliğini sağlayan m anevi bir sııbstansm v ar­ olduğuna, kendi ruhsal varlığım ız hakkındaki bilgiden va­ ram ayız. P lato m d an W o lffa k ad ar yapılageltniş olan ruhun ölmezliği h ak k ınd ak i kanıtlam alar, dialektik olan, asla dayanılabilecek sağlam lıkta olm ayan kanıtlam alardır. F akat K ant, bununla, insan düşüncesinin h içb ir koşula bağlı ol­ m ayana, duyuların ötesine uzanm ak istemesini anlam sız bulduğunu söylem ek istem iyor. R u h «/esinin salt aklın ide­ si olm ası, akim varlık-y apışı gereğidir, İde olarak onun her zam an kendisi için b ir yeri, bir hakkı; akim varlık, -yapısı bakım ından da zorunluluğu vardır. K a n tin ikinci K ritiği’nin (Saf Pratik A k lın K ritiği’nin) ele aldığı pratik akıl için de, ru h ide si, b una bağlı olarak ölüm süzlük so­ runu, sorun olarak varo lm ak ta devam eder. Biz «Pratik A k lın K ri t iği» m ele aldığım ızda görece­ ğiz- ki, K ant, hiçbir koşula bağlı olm ayan şeyler hakkm daki bilgi için yeni olan ak lar gösterm ektedir. A m a şimdi burada salt akim teorileri ve bilgisi bakım ından, hiçbir koşula bağlı olm ayan b ir ruh ide si, çözülm esine olanak olmayan, bir sorun o larak kalm aktadır. E vren idesi ve bu ide çevresinde yapılm ış olan haya­ le dayanan — K a n t’ın diliyle— dialektik tem ellendirm eler, «Salt A ld ın A n tin o m i\e rh adlı bölüm de ele alınır. K a n t’ m antinom fier teorisi, «Salt A k lın K ritiği»nin, derin etki­ leri olm uş, daha da olacak çok önemli düşüncelerini içe­ rir, K ant burada zam an ve m ekân bağları ile bağlanm ış olan biz insanlar için, şeylerin bütününü kavram ak iste­ yen evren «fesinin, h içb ir şekilde gerçeklikle d o ldurula­ m ayacak boş bir k avram olduğunu gösteriyor. Ç ünkü biz

107

insanlar için gerçek bilgi, algı alanının boyutları içinde, olanaklıdır. G erçi algı alanının kofulları olan zam an ve m ekân bizi sonsuza götürüyor; am a bize sınırsız olan (m ut­ lak olan) h akkında b ir yargıya varm a hakkını veremez; çünkü biz, düşüncem izle b ü tü n ü k av ray arak , koşulların dı­ şında olan, hiçbir koşula bağlı olm ayan bir birliğe ulaş­ mayı istediğim iz anda, yanılsam a (illusion) başlar. B urada artık terim lerin boş fo rm larının m antığı, «görüntü m an­ tığı» çalışm aya, işlem eye başlar; h ak ik at oldukları aynı şekilde gösterilebilen birbirine karşıt teoriler, birbiri eriyle çarpışırlar. N icelikten k alk an b irçok büyük m etafizik sistemler,, evreni kapalı, sonlu b ir şey olarak görürler: Bizim imgeleme gücüm üze göre çok büyük de olsa, yine de sonlu bir m ekân ve sonlu bir zam an içinde; yanî olııştı belli bir an­ da başlam ış olan kapalı bir bütün. Bu m etafizik teori­ lerden hiç de az önemli olm ayan b aşkaları da, evreni m e­ kân bakım ından sınırsız; zam an bakım ından sonsuz, yani hep varolm uş ve hep varolacak bir bütün olarak görürler. K a n t’m gençlik yazıları ele alınırken gösterildiği gibi, genç­ liğinde K ant da bu düşüncelere katılıyordu; evrenin sonsuz: ve sonrasız olduğu tezini savunuyordu. Şimdi ise K ant gösterm ek istiyor ki, bu bü b irin e k ar­ şıt m etafizik sistem ler, bütün kanıtları ile birlikte, gelip geçici değil, tem elini akim varlık-yapısında bulan düşün­ celerdir. K ant kitabının bu bölüm ünde, önce bütün in an ­ dırıcı delilleriyle tezleri; ve hem en bunların karşısına da yine aynı güçte olan karşıtezleri koyuyor. Böylece bize aklın dialektiğini gösteriyor. Evrenin b ü tü n ü hakkındaki ide, aklın vazgeçem eye­ ceği bir id e d k . F ak at bu ideye bir iç kazandırm ak, onu bir gerçeklik olarak k avram ak istersek, hem en zam aıı-m ekân bağları içine düşeriz ki, bu bağlar, kendi olanakları bakım ından, bizim sonsuz ve sonrasız olan bir evren b ü ­ 108

tü n ü n ü bilm em ize izin verm ezler. Biz, evrenin ne sonlu, ne de sonsuz olduğunu savunabiliriz. Ç ünkü biz, kavram ­ larım ızı, ancak sonuna k a d a r götürm em ize olanak olm a­ yan, yani başlangıcım ve sonunu bilem ediğim iz, bunun için de tam olarak belirleyem eyeceğim iz zam an ve m ekâna bağlı algılarla doldurabiliriz. K a n t’m ele aldığı ikinci antinom iyc gelince, banım la ilgili düşüncelerle birçok kez karşılaştık. A tom cular vc Leibniz’in düşüncelerini benim seyenler için, evren, basit, bölünem ez öğelerden oluşm aktadır. B aşka m eta fizikçiler, örneğin D escartes için ise, m adde m ekâna bağlı bir ke­ sintisizliktir (k o n ü n tıu m ), yani sonsuza k ad ar bölünebilir. Spinoza’ya göre de, varlık bir kontinuum dur. V arolan tek tek şeyler, varlığın değişik şekilleridir. G örüldüğü gibi K ant, ikinci antiııoıni olarak, m adde hakkındaki m etafizik karşıt teorileri ortaya koyar. K ant bu düşüncelerin rast­ lantısal, gelişigüzel o rtay a çıkm adığını, bunların aklın ya­ pısından doğduğunu gösterir. Akıl, m addenin bölünüp böliinmediği sorununda, h içb ir koşula bağlı olmavaıı bir so­ nuca varm ak ister; bu yönde soru sorarsa; bir kez, artık bölünem ez o lan atom kavram ına; b ir kez de, m ekân ta­ savvuru ile sonsuz bir sürüp gitm eye, bununla da sonsuza k adar böl üne biliri iğe ulaşır. İşte m addenin bölünm e ve birleşm esi soru n u n d a h içb ir koşula bağlı olm ayana ulaş­ m ak isteyen düşüncenin dialektiği budur. G erçekte biz, varlığın, ne basit bir substans olduğun­ dan, yani fizik m o n o d la rd m sözedebiliriz; ne de varlığın sonsuza k a d a r bölünebilirliğinden. K ant, gençliğinde yaz­ dığı yazılarında, sonsuza k a d a r bölünebilir bir bütünden, fatıan k o n tin u u m d m bahsediyordu. Şimdi ise diyor ki: Biz evreni ve evrenin m addesini, ancak zam an-m ekân k o ­ şularına bağlı o larak bilebiliriz. B u koşullar içinde, son şeylere asla ulaşılam az: ne en küçük parçaya; ne de sonsu­ za k adar bölünebilir bir bütüne.

109

B u iki antinom iye K ant «m atem atik antinom i»ler a d ı­ nı veril-, İkinci grup dinam ik an tin o m i’ier ise, birincilerde olduğu gibi, y erkaplam a ve bölünm e île değil, bağlantı ka ­ tegorisindeki ilkelerle; m odalite ile ilgilidir. K a n t'ın felse­ fesinin en önem li düşüncelerinden birisi, nedensellik ile ilgili olan üçüncü cm lnom i’de ortaya çıkar. Bu antinom i, özgürlük a n tin o m i’si adını da alır. Bu a n tin o m i'de ele alm an özgürlük sorunu, bizi he­ men birinci K ritiğin, yani «Salt A k lın Kritiği» nin sınırlan dışına,
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF