Joanne Harris-Kutsal Yalanlar

October 7, 2017 | Author: esra18 | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Joanne Harris-Kutsal Yalanlar...

Description

BOLUM BIR

JULIETTE

1

Kııtsal YaIaııIaı,

1

v 5 Tenımuz 1610

Her şey oyuncularla başlıyor. Yedi kişiler; altısı erkek, biri genç bir kız,Ifuzın üzerinde payet ve danteller, erkeklerin üzerinde

ise deri ve ipekler var. Hepsi de maskeli ve peruklu, pudralar, bo-

yalar sürmüşler; Soytarı ile Scaramouche ve uzun burunlu Veba Doktoru, ağırbaşh Isabelle ile zampara G6ronte. Tozlu yolun üzerinde cilalı ayak tırnakları parlıyor. Gülüşleri tebeşir ile beyaz|atı|mış ve sesleri öyle kaba, öyle tatlı ki, daha ilk anda kalbimi çahyor-

lar.

Önceden haber vermeden yeşil ve altın renkli bir arabayla geldiler; tabelaları oldukça çizilmiş ve kirlenmiş de olsa üzerindeki kırmızı yazı okuyabilenler için hAl6 okunaklıydı: L

az

arillo' nwı D iiny a

ğ

unc ııl arı !

Trajedi ve Komedi!

canavarlar

ve

Haikalar!

Joanne Harris

yazının etrafinda ise koyu kırmızı, pembe ve mor renklerde peri kızları, satırlar,(-) kaplanlar ve fillerin resimleri görülüyordu.

Kralın Oyııııcııları

yaşlı Henri'nin son derece basit zevkleri olduğu ve iddialı bir trajedidense vahşi hayvan dövüşleri ya da comğdie-ballet izİemeyi tercih ettiği söylenir, ama sarurım bu bir yalan. Ne de olsa ben de

onun karşısında dans ettim, hem de düğününcte, sevgili Marie'sinin keskin bakışları altında. Bu hayatımln en iyi gösterisiydi.

Bununla karşılaştırıldığında Lazarillo'nun oyun grubu bir hiç-

ti. yine de beni hüzünlendirmeyi, oyuncularln oyun güçleriyle aslında sağlayamayacakları kadar duygulandırmayı başarmışlarbı. Belki de bu bir önsezi ya da kokuşmuş engizisyoncular gelip bizi

edepli-uslu bir yaşama zorlamadan önceki zamanlaya dayanan, silik bir anıydı. Ne var ki dansçılar sahnede dans eder, morları, kırmızıJ,arı ve yeşilleri güneş ışığında parlarken, bana savaş alanların-

dan geçerek cüretli bir biçimde çarşaf sallayanları, yeni düzenin din döneklerini protesto eden eski çağ ordularının gururlu ve renkli fl amalarını hatırlatıyordu.

Arabanın üzerindeki yazı|arda sözü edilen vahşi hayvanlar, kırmızı ceketli bir maymun ile küçük siyah bir ayıdan ibaretti. Ama şarkı ve soytarılıkların yanı slra, bir de ateş yutan bir adam, hokkabazlar, müzisyenler, akrobatlar ve bir de ip cambazı genç kız vardı. Bu gerçekten de büyük bir gösteriydi. Fleur güldü ve sevinç çığlıkları atarak kahverengi giysime yapıştı. Dansçı kızın oldukça esmer bir teni, lüle lüle saçları vardı ve ayak parmaklarına altın halkalar takmıştı. Gözlerimizin önünde Yarısı insan, yarısı keçi olan yarıtanrı.

lo

Kııtsal YaIaııIaı, bir ucunu G6ronte'un, öbür ucunu da Soytarı'nın tuttuğu ipin üstüne sıçradı. Tef sesinin duyulmasıyla birlikte Gdronte ile Soytarı

ipi hızla yukarıya doğru kaldırdılar; kız havada bir takla atıp zarif bir biçimde, neredeyse bir zaman|ar benim sahip olduğum zarafetle, yeniden ipin üzerine indi. Neredeyse diyorum, çünkü ben bir zamanlar Thğitre des Cieux'deydim ve ben l'Ail6e idim: yani Kanatlı Kız, Gö§üzü Dansçısı, Uçan Cadı'ydım. Büyük zaferimi elde ettiğim gün ipe çıktığımda soylu hanımefendiler, şık beyef'endiler, din adamları, tüccarlar, uşaklar, saray erkanı ve hatta kraldan oluşan seyirciler arasında bir uğultu yükselmiş, beni bembeyaz kesilmiş suratlarla, ağız|an açık, bakışlar havada izlemişlerdi. Bugün bi-

le kralın yüzünü -pudralı peruğunu, beklenti dolu gözlerini- ve uğuldayan alkışı dün gibi anımsıyorum. Elbette gurur duymak günah derler, ama bunun neden böyle olduğunu hiçbir zaman anlayamamışımdır. Bazı|arı benim bugün bulunduğum -ya da düştüğüm mü demeliyim- noktaya gelmemde en büyük etkenin gururum

olduğunu bile söyleyeceklerdir. Ama günün birinde ünüme ün katacağım da söylenenler arasında. Elbette, Rahibe Marguerite'e ba-

kılırsa kıyamet günü geldiğinde meleklerle dans edeceğim; ama o delinin biri, tikli, bitler tarafindan delik deşik edilmiş zavallının te-

ki. Rahibe Marguerite döşeğinin altında sakladığı şişedeki karışımla suyu şaraba dönüştürebiliyor. Benim bundan haberim olmadığını saruyor, ama yatakların dip dibe durduğu yatakhanemizde kimsenin bir sırrı uzun bir süre keııdisine saklaması mümkün değildir; tabi benim dışımda.

Azize Marie-de-la-mer Manastırı Noirs Moustiers yarımadasının batı ucundadır. Geniş binanın önünde oldukça büyuk bir avlu; ikisi yanda, biri arkada olmak izere üç ahşap bina bulunmakta-1l

Kııtsal Yalanlar

Joarıne Harris dır. Beş yıldır burada yaşıyorum; bugüne dck hiçbir yerde bu kadar uzun bir süre kalmamıştım. Ben Rahibe Aııguste'üm; bir zamanlar

kim olduğum öneınli değil, cn azından şimdilik. Manastır insanın geçmişini geride bırakabileceği tek yerdir belki de. Ne var ki geçmiş son derece sinsi bir hastalıktır. Rüzgdrın hatifçecik bir esintisi,

bir flütten yükselen ezgi ya da bir daırsözün ayaklarıyla bile kolayca iırsana bulaşabilir. Her zaman olduğu gibi bunun farkına yine çok geç varıyorum, ama artık geriye dönüşüm yok. Her şey oyuncularla başlıyor. Nerede biteceğini kim bilebilir? İpte dans eden dansözün gösterisi sona ermişti. Bu kez sahne-

ye hokkabaz ve müzisyenler çıktı; ekibin şefi -sanırım Lazarlllo'nun ta kendisi- gösterinin sona erdiğini duyurdu.

Deneyimli ses tonu avluyu baştan başa kaplayarak, "Ve şimdi sevgili hemşirelerim," dedi. "Lazari||o'nun dünyaca ünlü tiyatro grubu sizlerin zevkine ve eğlencesine bir töre komedyası sunacak-

tır! Karşınızda..." Gerilimin artmasını amaçlayarak durakladı ve tüylerle bezeli üç köşeli şapkasını havalandırdı. "Les Amours de l'Hermite!"(-)

Üzerimizden uğursuz kara kuş olarak bilinen bir karga uçup geçti. Bir an için serin gölgesinin yi.izümü yaladığını duyumsadım, hemen uğursuzluklardan korunmak amacıyla parmaklarımı çarpl işareti haline getirdim. Kış kış! Uzak dıır benden! Karga bundan pek etkilenmişe benzemiyordu. Tembel tembel

kanatlarını çırparak avlunun tam ortasında bulunan çeşmenin tepesine kondu. Sarı gözlerindeki küstah bahşlar gözümden kaçmamıştı. L,azarillo'nun oyuncuları hiçbir şey olmamış gibi oyunlarına (-) Keşişin

başladılar. Aniden karga benim bulunduğunr yöne doğru kısa bir baş hareketi yaptı.



kış! t]zak dur benden!Bir keresinde annemin bu yolla koca

bir yabani arı sürüsünü kovaladığına tanık olmuştum; ne var ki karga sessizce gagasınl aralayarak bana mavi dilini gösterdi. Yerden bir taş alıp ona tlrlatmamak için kendimi zor tuttum.

Ayrıca oyun başlamıştı bile: Riyakir bir din adamı güzel genç kızı baştan çıkarmaya çalışınca 1ız manastırdan kaçıyor. Palyaço olan sevgilisi onu kurtarmak için rahibe kılığına girdiğinde iki sevgili, eğer kız kendisinin olamayacaksa onu kimseye yar etmeyeceğine dair yemin etmiş olan kötü yürekli keşiş tarafindan enseleni-

yorlar. Ne var ki aıriöen ortaya bir maymun çıkarak caninin başının üzerine sıçrıyor ve böylece iki sevgilinin kaçmasını sağlıyor.

Bu oldukça vasat bir oyundu, oyuncularsa sıcaktan bitkin düşmüşlerdi. Grup bize kadar bile geliyorsa işler oldukça kesat olmalı, diye düşündüm. Bir ada manastırında kalacak yer (aslında kurallara katı bir biçimde uyulması halinde bu bile söz konusu değildi) ve

birazyiyecekten fazlasını bulmalarl olanaksızdı. Belki de anakarada başlarını derde sokmuşlardı. Bu gezgin oyuncular için oldukça zor bir dönemdi. Ama Fleur gösteriye bayılmıştı, coşkuyla alkışlarken, bir yandan da avazı çıktığı kadar maymuna tezahürat ediyordu. Minicik suratı ve karmakarışık saçlarıyla kendisi bir maymunu

andıran en genç rahibe adayımız Perette de Fleur'ün yanında durmuş coşkuyla çığlıklar atıyordu.

Gösteri sona ermek üzereydi. sevgililer güvendeydi ve kötü yürekli keşişin de tbyası meydana çıkmıştı. Sanki uzunca bir süre güneşte durmuş gibi hafitie başım dönüyordu; tam o sırada oyun-

cuların arkasında birisini, bir adamın hatlarını görür gibi oldum.

aşkları.

l2

13

{

Joarrne Harris

Kııtsal Yalanlaı,

Kinr olduğunu görür görmez anlanııştım. Başını eğişi, duruşu, be-

kusuyla birleşerek burun deliklerimden içeriye süzüldü. Birisi sırtı_ ma yapıştr. Bu, aşağıya sarkık dudaklarıyla yüzü sevinçle acı karışı_

yaz taşların üzerine vuran uzun gölgesi benzersizdi. Onu yalnızca kısacık bir an için gördüğüm halde taırımıştım: Guy LeMerle, benim kara uğursuzluk kuşum. Göründüğü gibi aniden ortadan kayboluvermişti.

Böyle başlıyor: Oyuncularla, LeMerle'le ve uğursuz kuşla. Annem her zaman şans tıpkı gelgit gibi gelir ve gider derdi. Belki de kaderimizin yeni bir yön almasının zamanı gelmişti ya|nızca. Bazı kAfirlerin iddia ettikleri gibi dünya dönüyor ve daha önce aydınlık olan yerlerde tüyler ürpertici gölgeler oluşuyor. Oyuncular sahnede sıçrayarak şarkılar söylerken, kıpkırmızı boya|ı ağızlarıyla a]ev püskürtürken, maskelerinin arkasında sırıtarak dönüp dururken, tef ile flütten yükselen namelere uyarak altırı rengine boyanmış ayaklarıyla tozların içerisinde dans ederken, gölgenin iyice yaklaştığını, karanlık kanatlarını rengdrenk kostümlerin, uzun uzun tınlayan tefin, çığhklar atan maymunun, maskelerin ve Isabelle ile Scaramouche'un üzerine örttüğünü hissedebiliyordum. Manastırın beyaz kireç duvarlarından yanstyan öğlen sıcağına karşın ürperdim. Her şeyi harekete geçiren dürtü. Son günlerimizin başlangıcı. Aslında işaret ve kehanetlere güvenmemeliyim. Bütün bunlar geçmişte, Thöatre des Cieıa'deki günlerimde kaldı. Peki neden Le-

Merle'ı görmüştüm, hem de aradan onca yıl geçtikten sonra? Bunun ne gibi bir anlamı olabilirdi? Bu arada gölge dağılmıştı. Oyuncular terler içerisinde gülerek izleyicileri selamlıyor, başımızdan aşağıya gül yaprakları atıyorlardı. Kalacak bir yer ve yiyecek kazanmayl fazl asıyl a hak etmişlerdi.

Hemen yanımda Rahibe Antoine heyecandan al al olmuş yanaklarla etli avuçlarınl çırpıyordu. Birden onun ter kokusu toz ko-

L4

mı bir ifade almış olan Rahibe Marguerite,di. Beden kokuları iyice yoğunlaşmıştı. Manastırın iyice ısınmış duvarlarına yaslanmış olan rahibeler, sanki sıcaklık içlerinde saklı gizli enerjilerin açığa çık-

maslna neden olmuş gibi tiz ve yabani çığlıklar atmaya ve delice al_ kışlamaya başladılar . Aii! Encore! Aii! Encore!() , ve birden inleyen alkış seslerinin arasında neredeyse boğulup

giden o çaresizlik dolu sesi duydıım. Başrahibe Marie, diyordu birigaleyana gelmiş si. Kıtsal Ana'mız... Sonra yine sıcaklığın etkisiyle

olan o sesler karmaşası ve ardından yeniden diğerlerini bastıran tizlikteki o tek ses.

ığ

sesin olduğu yöne dönüp baktığımda veremli Rahibe Alfonsine'in kilisenin önündeki basamakların en tepesinde kollarını iki

yana açmış durduğunu gördüm; yüzü bembeyazdı ve göz|eri yuva_ larından uğrayacak gibi görünüyordu. Rahibelerin yalnızca birkaçı ona doğru baktı. Lazari|lo,nun ekibi bir kez daha eğilerek iz|eyici_

leri selamladı. Oyuncular izleyicilerin arasında dolaşarak çiçek ve püsküren adam son birkaç şekerleme dağıtmaya koyuldular. Ateş alev püskürtürken, maymun da bir takla attı. Hokkabazın suratrndaki boyalar erimeye başlamıştı. Bu rol için faz|a yaşlı, iistelik de göbekli olan Isabelle aşırı sıcakta adeta erimeye başlamış, dudaklarının kırmızrsı kulaklarına kadar akmıştı, Rahibelerin keskin çığlıkları arasında sesini duyurmaya çaba_

layan Rahibe Alfonsine hilA bağlrmaya devam ediyordu. "Tan_ rı'nın ceza$bizi bulacak!" dediğini duyar gibi oldum, "Korkunç bir ceza|."

(')

Hayditekrar,

r5

'

Kııtsal Yalaıı]ar

Joanne Harris Birkaç rahibe öfkeyle ona doğru baktılar. Alfonsine için en

büyük zevk bir şeyler için kefaret çıkarmaktı ne de olsa. "Tanrı aşkına Alfonsine, yine ne oldu?" Alfonsine bizleri inancı uğruna şehit olmaya hazır birinin bakışlarıyla süzerek sesinde utançtan çok suçlayıcı bir tonlamayla, ''Sevgili hemşirelelim," diye seslendi. "Aziz Başrahibe Ana'mız öldü!" Bu sözleri büyük bir sessizlik izledi. Oyuncular oradaki varlıklarının artık istenmediğini anlamış gibi üzgün ve şaşlon bakıyorlardı, Tef çalan adam kolunu öyle bir hışımla indirdi ki, tefin zijl|eri

2

gürültüyle birbirlerine vurdu. Sanki bu acımasız sıcağın ve kurşuni gö§üzünün altında b9yle bir şey olanaksızmış gibi, "Öldü mü?'' diye sordu birisi.

Alfonsine başını evet dercesine salladı. Hemen arkamda durmakta olan Rahibe Marguerite ölüm ilahisini soylemeye başladı. Miserere nobis, miserere nobis,..

Fleur şaşkın bakışlarla bana bakıyordu, bir anda içim büyük bir şefkatle doldu ve eğilerek kızımı kollarımın arasına aldım. ''Bitti mi?" diye sordu. "Maymun bir daha dans edecek mi?''

Başımı olumsuz bir ifadeyle iki yana sallayarak, "Hayır, sanmıyorum," dedim.

"Neden ama? Karga yüzünden mi?'' onu hayretle süzdüm. Henüz beş yaşındaydı ama her şeyi görüyordu. Gözleri gö§rüzünü yansıtan cam kırıkları gibi, bugün mavi, yarın tıpkı bir firtına bulutu gibi mor-gri.

? 6 Temmuz 1610

oyuncuları kente gönderdik. sanki onları herhangi bir konuda suçlamışız gibi küskün küskün yanımızdan ayrıldılar. Ama bu ölüm vakası yüzünden manastırda kalmalarına izin vermek yakışık almazdı. Onlara biraz erzak götürdüm -at|ar için saman, ekmek, külde yuvarlanmış keçi peyniri ve tüm gezgin oyuncuların şerefine bir şişe iyi kalite şarap- ve onları uğurladım Lazari||o, beni dikkatle süzdü. "Bana çok tanıdık geliyorsu-

nuz, efendim. Acaba daha önce bir yerlerde karşılaşmış olabilir

"Kara kuş," diye konuştu. "Artık burda değil.'' Etrafıma bakındım ve haklı olduğunu gördüm. karga mesajını iletip ortadan kaybolmuştu. O anda içime doğan histe yanılma-

miyiz?"

dığımı anladım. Gün ışığında geçirdiğimiz günlerin sonuna gelmiştik. Maskeli balo sona eriyordu.

yiz|er birbirine benzemeye başlıyor.

l6

"Sanmıyorum. Ben çocukluğumdan beri burda yaşıyorum." Omuzlarını silkti. "O kadar çok kent gezdim ki! Sonunda tüm "

Bu duyguyu iyi tanıyordum, ama hiçbir şey söylemedim.

I7

F:2

Kııtsal Yalaıı]ar

Joanne Harris "Çok zor zamanlar geçiriyoruz, efendim. Dualarınızı izerimizden eksik etmeyin."

lığımızı tıız ve salamura salicorne kavanozlarlnln satışından elde

"Elbette."

Başrahibe dar yatağının üzerinde yatıyordu. Şimdi, hayatta olduğuna göre daha küçük ve kuru görünüyordu. Gözleri kapalıydı

ve Rahibe Alfonsiıre başına quichenotte'ıın yerine yaşlı kadının takmayı het zaman reddettiği rahibe peçesini takmıştı bile. "Quichenottebizim için her zamanyeterliydi," derdi. "İngiliz askerlerine kiss not, kiss

not,(-)

diyerek anlamaları için başımıza hemen

kolalı kanatları olan bu boneleri takardık. kimbilir.,." sözlerinin bu bölümüne geldiğinde gözlerinde hınzırca bir ifade belirirdi. "...bçlki bu İngiliz yağmacılar h6lA yakınlarda bir yerlerde gizleniyorlardır ve

bonemiz olmadan namusumuzu korumayı nasıl başarabiliriz?"

Alfonsine bana yaşlı kadının tarlada patates toplarken bir anda yere yığılmış olduğunu anlattı. Ve daha o anda dünyadan göçüp gitmişti.

Kendi kendime bunun gijzel bir ölüm olduğunu söyledim. Acısız, rahipsiz, yapmacıksız. Başrahibe yetmiş üç yaşındaydı -inanılmaz bir yaş- ve beş yıl önce manastıra geldiğimde bile eli ayağı artık pek tutmuyordu. Ama beni oraya kabul eden ilk kişi oydu ve Fleur'ün doğumunda da bana büyük destek olmuştu. Bir kez daha büyük bir hüzün, eski bir dostun beklenmedik ziyareti gibi, beni sarıp sarmaladı. O benim için tıpkı küçük bir adadaki yerinden oynatılması olanaksız kaya gibiydi ve hep onun ölümsüz olduğunu düşünmüştüm. Tıpkı köylü kadınları gibi eteklerinin üzerine bağladığı önlüğüyle patates tarlalarında dolaşmayı seven cana yalın, gösterişsiz Başrahibe Marie.

(')

Patatesler onun tüm gururuydu, ne de olsa adanın kıraç topraklarında hemen hemen başka hiçbir şey yetişmiyordu. Bağımsızettiğimiz gelir sayesinde sürdürebiliyoruz, Topladığımız yüzde onluk kilise vergisiyle birlikte bu gelir bizim oldukça rahat bir yaşam

sürdürmemizi sağlıyor. Sokaklarcİaki özgir yaşantıya alışmış benim gibi biri için bile bu oldukça iyi bir hayat; zaten benim yaşlm_ da artık tehlikelerin cazibesine kapılmanın zamanı yavaş yavaş geride kalmaya başladı. Ayrıca Thöatre des Cieux'deki hayat da her

zamangüneş ışığı demek değildi. Hele de pek parakazanamadığı_ rn|z zamanlar aklıma geldikçe, ayyaşları, dedikoducuları, kaba saba erkekleri de caba§ı... Bütün bunlar bir yana benim zaten Fleur'ü düşünmem gerekiyor. sayısız günahkar görüşlerimden bir tanesi de günaha inanmamam. Krzıın günahkir bir ilişkinin meyvesi olduğu için onu acı ve pişmanlık içerisinde dünyaya getirmem, belki de atalarımızın istenmeyen çocuklardan kurtulmak için yaptıkları gibi, onu bir tepe-

ye götürüp terk etmem gerekirdi. Ama Fleur ilk andan itibaren bana ya|nızca mutluluk verdi. Onun için bu manastırın kırmızı ha_ cını göğsümde taşıyor, ipte dans etmek yerine tarlada çalışıyor,

günlerimi fazla sevmediğim, daha da az anlayabildiğim bir Tanrı'ya adıyorum. Ama o yanımda olduğu sürece bu benim için çekilmez bir hayat değil. Manastırda en azından güvendeyiz, Burada bahçem, kitaplarım, arkadaşlarım var. Toplam altmış beş kişiyiz; bu pek çok açıdan büyük bir bağlılık duyduğum, kocaman bir aile,

onlara dul olduğumu söyledim. Bu bana en uygun çözüm yo_ luymuş gibi görünmüştü. Merhum kocasının alacaklılarından kavarhklı ve hamile, genç bir dul. Epinal'de talan edilmiş araçan

Opmeyin, öpmeyin.

1B

L9

Joanne Harris

Kııtsal YaIaııIaı,

bamdan kurtarabildiğim mücevherler manastırda oturma hakkı el-

Rahibe Altbnsine: Yanaklarındaki lekeler dışında yüzü kireç

de etmeme yetmişti. Oyuncu grubunda geçirmiş olduğum yılların yararını her açıdan görüyordum. En azından hik6yem, tüm hayatı-

gibi bemb eyaz. Bazen öksürürken ağzından kan geliyor ve sürekli baygınlık geçiriyor. Birileri ona hastaların, sağlıklı insanların sahip

nı dünyaya gözlerini açmış olduğu sahilin görüş alanı içerisinde ge-

olamadıkları birtakım yetilere sahip olduklarını söylemiş. O gün
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF