istanbul'un gizemleri

January 3, 2017 | Author: kubilay_oral | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download istanbul'un gizemleri...

Description

975 - 405 - 390 - 1 93-34-y-0131-191

Giovanni Scogaamillo

İ6TANBUL GİZEMLERİ BÜYÜLER, YATIRLAR, İNANÇLAR Yayın Hakları © Kapak Resmi Kapak Düzeni Dizgi - Baskı

GIOVANNI SCOGNAMILLO ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ ŞAHİN KARAKOÇ FATMA BOZKURT ALTIN KİTAPLAR BASIMEVİ 1. BASIM/MART 1993

Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince Altın Kitaplar Yayınevi'ne aittir. Celâl Ferdi Gökçay Sk. Nebioğlu işhanı Cağaloğlu - istanbul Tel: 522 40 45 - 526 80 12 511 51 00 - 511 32 26 Faks: 526 80 11

İÇİNDEKİLER Sunuş Eskilerin Gizemleri

9

Mekânlar ve Gizemler

28

İstanbul İnanışları

47

Gizemciler İstanbul'da

64

Örgütler ve Bireyler .,

86

Gizemde Çağdaş Olmak

107

Gizemler ve Yorumlar

129

İstanbul Büyüleri

151

Bir Son Deyiş Gibi

184

Kaynakça

187

SUNUŞ Yüzyıllardan beri İstanbul h a k k ı n d a pek ç o k şeyler yazıldı, İstanbul'lu olan ve olmayanlar yazdı, İ s t a n b u l ' u bilen ve bilme­ yenler, İstanbul'u y a ş a y a n ve yaşamayanlar, içinde bulunanlar ve gelip g e ç e n l e r yazdı. İstanbul'u Batılılar ve D o ğ u l u l a r yazdı, t ü m d e ğ i ş i k adları ile, heyecanla, m e r a k , ilgi ve sevgi ile, şaşıra­ rak, b a z e n bozularak. İstanbul yazıldı, yazılıyor ve hiç d u r m a k s ı ­ zın yazılacak, anlatılacak ve araştırılacaktır, İstanbul İstanbul ve d ü n y a d ü n y a o l d u ğ u sürece. D ü n y a n ı n t ü m b ü y ü k ve eski kentleri, Roma, Paris, Londra, Prag v . b . her z a m a n bir merkez g ö r e v ve işlevini g ö r d ü l e r . İstan­ bul da böyledir: bir tarih, kültür, sanat ve d ü ş ü n c e m e r k e z i ola­ rak. A n c a k İ s t a n b u l ' u n bir farkı ve bir özelliği vardır, her z a m a n o l m u ş t u r . İstanbul bir kültür, uygarlık ve b u n l a r d a n o l u ş a n bir ina­ nışlar potasıdır. D o ğ u ile Batının d e ğ i ş m e y e n bir b u l u ş m a , kay­ n a ş m a noktası, bir o d a k noktası ve ola ki «manyetik» bir alan. Ve tarihin y ü k ü n ü omuzlarında taşıyan, tarihin izleri ile d o l u p t a ş a n her b ü y ü k ve eski kent g i b i İstanbul da gizemleri olan, g i z e m l e r yaratan bir gizemdir. Ve öyle o l m a y ı s ü r d ü r ü y o r . A n c a k «gizem» s ö z c ü ğ ü n ü kullandığımızda amacımız nedir, bir araştırmaya g i r d i y s e k neyi, n e d e n araştırmak istedik, ne tür s o n u ç l a r bekleyerek? G i z e m bir sırdır, gizli tutulan, gizli anlamları, giderek değerle­ ri o l a n bir «şey»dir. Bir kavram, bir k u r a m , bir bilgi, inanış, olay­ dır g i z e m . Bir arayış ve evrensel bir sentezdir. Bazen bir hayal, bir fantezi, bir masal da olabilir hatta bir u y d u r m a . A n c a k bir kişi,

t o p l u m ya da bir kent için g i z e m bir «arka yaka», bir «gizli yüz», bir b i l i n m e y e n v e y a açıklanamayandır, öyle de olabilir. Bu araştırmanın a m a c ı alternatif, belki az bilinen, u n u t u l m a k üzere olan, sararmış yapraklarda, k a y n a k l a r d a kalmış bir İstan­ bul portresini çizmektir, içinde yaşadığımız bu kentin d o ğ a ü s t ü c ü , d ü ş ü n d ü r ü c ü ola ki eğlendirici kimliğini saptamaktır, d ü n ü n ü ve b u g ü n ü n ü , karanlıklarını ve tedirginliklerini başka ve d e ğ i ş i k bağlantılarla b a ğ l a m a k ve olanakların dahilinde,

BIRINCI BÖLÜM

«resimlendir­

mek.»

ESKİLERİN GİZEMLERİ

İstanbul k e n d i başına bir gizemdir, bir g i z e m tarihi ve bir gizemler m e r k e z i d i r her tür ve ç e ş i d i n d e n . Ve İstanbul yüzyıllar­ d a n beri s ü r e g e l e n bir arayışın b u l u ş m a noktasıdır, ölümsüzlerin, gizli ve b i l i n m e y e n üstünlerin, bilgelerin, gizemcilerin ve de şarla­ tanların uğrağıdır. Onların ve başkalarının arayışı bizim de arayışımız o l d u bu sayfalar b o y u n c a , katılmanızı dilediğimiz heyecanlı bir m a c e r a y a yol açtı. Bize b ö y l e bir m a c e r a y a çıkabilmemiz için olanak tanıyan H ü s n ü T e r e k ' e , bizi sürekli yüreklendiren, kaynak avına çıkan O r k u n U ç a r ' a t e ş e k k ü r ü bir b o r ç biliriz. Popüler g i z e m l e r e ekranlarını a ç a n özel

kanalların m o d a

deyimiyle «bizi izlemeye d e v a m edin!» GIOVANNI SCOGNAMILLO

Fethedilen İ s t a n b u l ' d a n ö n c e bir Bizans vardır ya da bir D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u v e o n d a n ö n c e d e bir Bizans öncesi, g i d e g i d e mitolojinin inanışlarına, efsanelerine ve O l i m p o s ' u n t a n ­ rılarına kadar v a r a n . Ç o k gerilere g i d i p M.Ö. 667 yılına ulaştığımızda karşımıza ilk B y z a n t i o n ' u k u r a n Megara'lılar çıkıyor. Ya d a h a d a h a öncesi? Ya Bizans'tan ve İ s t a n b u l ' d a n ç o k ö n c e buralara kadar g e l i p yerle­ şen Keltler? Her insanın y a ş a m ı - v e k e n d i s i - nasıl ki z a m a n l a ç ö z ü l e n veya hiç ç ö z ü m l e n m e y e n , aksine derinleşen bir g i z e m ise kentle­ rin y a ş a m ı ve g e ç m i ş i de bir b a ş k a gizemdir, özellikle İstanbul gibi «merkez» o l a n kentler için. İstanbul'u 1550'lerde ziyaret e d e n Flaman g e z g i n c i s i Ogier Ghisen v o n B u s b e e k kendine bir s o r u sorar: «Bütün d ü n y a n ı n başkenti burası mı?» diye. Ve Fransız ozanı A l p h o n s e de Lamartine bir y o r u m d a

bulunur:

«Doğa

burasını d ü n y a n ı n

başkenti

o l m a k için yaratmışa benziyor» diyerek. İstanbul'a g e l i p heyecanlar g e ç i r e n ç o ğ u Batılıların g ö r ü ş ü ­ d ü r b u v e b u g ö r ü ş ü n n e denli d o ğ r u o l d u ğ u n u İ s t a n b u l ' d a yaşa­ y a n bizler h e r k e s t e n d a h a iyi biliyoruz. Eski o l m a k , ç o k g e ç m i ş ç o k g ö r m ü ş o l m a k h e m birikim, h e m de bir ayrıcalıktır. Belirli, kalıcı, g ö z l e görülebilen, elle d o k u nulabilen izler t a ş ı m a k - k i , bir eski kent için bunlar surlar, kale-

-

9



ler, hisarlar, binalar v . b . ' d i r - başka, bu izlerin g e ç m i ş i n i , g e ç m i ş

c e ğ i m i z gibi, mitolojik efsaneler v e k a h r a m a n l a r l a d o l u p taşıyor.

anlamlarını ç ö z m e k başkadır.

Ve B o ğ a z i ç i ' n d e n

İstanbul herkesi çekiyor: yazarı, ozanı, d ü ş ü n ü r ü , araştırma­

başlayan bu inanışlar gelip S a r a y b u r n u ' n a

kadar dayanırlar.

cıyı, maceraseveri, meraklıyı, b u r n u havada turisti, bir a n d a d u y ­

Bizans'ın en eski tarihçilerinden biri olan H e s y c h i u s ' a g ö r e

gulananı ve s o ğ u k s o ğ u k bakanı, önyargılı olanı ile bilgi, ö l ç ü ile

Bizans ö n c e s i ilk yerleşim yerlerinden biri de S a r a y b u r n u ' n d a ,

değerlendireni. Ve bir g e r ç e k «merkez» o l d u ğ u n d a n istanbul, bili­

b ö l g e n i n kralı olan, Barbisius tarafından kuruluyor. D a h a s o n r a

nen ve bilinmeyen olanaklar s u n d u ğ u n d a n , ticaret erbabı g e z g i n ­

kurulan kenti surlarla k a p a t a n ve B a r b i s i u s ' u n kızı Phidelia ile

ciyi de çeker.

evlenen

1260 yılında V e n e d i k ' t e n N i c o l o ve Maffeo Polo adlı iki kar­

Byzas,

efsaneye göre,

denizler tanrısı

Poseidon'un

o ğ l u n d a n başkası değildir.

d e ş gelir İstanbul'a. Polo kardeşler İstanbul'a yerleşirler, b a ş k a

B ö y l e c e Byzas'ın adını alan ilk Bizans (Byzantion) tanrısal

Venedik'liler gibi, ticaret yaparlar, Kırım'a, V o l g a nehrine, B u h a -

ya da yarı tanrısal bir kimlik ve ö n e m kazanmış oluyor, her ne

ra'ya kadar uzanırlar, mal alıp İstanbul'da satarlar. D o k u z yıl s o n ­

kadar olayın gerisinde - m i t o l o j i d e sık sık r a s t l a n a n -

ra Venedik'e dönerler. Yıllar g e ç e r ve g ü n ü n birinde Polo k a r d e ş ­

t e c a v ü z d u r u m u yatıyorsa da. Tanrı P o s e i d o n , Byzas'ın annesi

ler y e n i d e n g ö r ü n ü r l e r Galata'daki V e n e d i k l i l e r i n arasında. Bu

olan ve k e n d i de tanrı s o y u n d a n g e l e n güzeller güzeli Kerassa'yı

kez en k ü ç ü k kardeşleri olan M a r c o ' y u da getirirler yanlarına ve

iğfal e d e r e k b u d u r u m u yaratıyor.

İstanbul'dan u z u n ve ç o k

ünlü yolculuklarına çıkarlar,

«ipek

Yolu»nu izleye izleye.

bir ırza

İki kıtayı birleştiren, Batı'dan, O r t a d o ğ u ' d a n , U z a k d o ğ u ' d a n ve u n u t u l a n , y o k o l m u ş ve kayıp uygarlıklardan g e l e n kültürleri

D ö n ü ş 1295'te oluyor; T r a b z o n ' d a n kalkan bir g e m i ile İstan­

barındıran ve kaynaştıran İstanbul'da, kentin ilk k u r u l u ş u n d a n

bul'a dönerler. S o n r a V e n e d i k ' e , yanlarında ö l ü m s ü z bir haziney­

ş i m d i y e dek, g i z e m d a i m a vardı ve vardır, her çeşidi ve y o r u m u ,

le, M a r c o P o l o ' n u n gezi notlarından oluşan «İl Milione» (Milyon)

eğilimi ile.

adlı s e y a h a t n a m e y l e dönerler.

T ü m kaynakları tarayabilmek olanaksızsa bile elde edebildi­

Çin y o l u n u t u t a n g ö z ü p e k maceraseverlerin, zeki v e g i r i ş k e n tüccarların k o n u m u z o l a n kentsel gizemlerle ne ilgisi var ki?

ğ i m i z k a y n a k l a r d a n seçtiğimiz, kimi bağıntısız gibi g ö r ü l e n efsa­ neler,

inanışlar ve olaylar k o c a m a n ve

kendi içinde

kendini

Çağrışımsal olsa bile ilgi apaçık ortadadır: Polo'lar ve onları

t a m a m l a y a n bir mozaik, d e v b o y u t l u bir duvar resmini o l u ş t u r u ­

izleyenler, bildiğimiz kadarıyla g i z e m c i değiller, inanç sahibi, d i n ­

yorlar. A n c a k boyutlarını s a p t a y a b i l m e k için her şeyi birbirine iyi­

lerine bağlı insanlardır. A n c a k D o ğ u ' n u n ve U z a k d o ğ u ' n u n o l u ş ­

ce karıştırmak, birbiri ile iyice karşılaştırmak, çarpıştırmak gereki­

t u r d u ğ u gizemi, artı b u n u n parasal, ticari potansiyelini, İstan­

yor, y o r u m y a p m a k t a n , varsayım y ü r ü t m e k t e n , çağrışımları kul­

b u l ' d a yıllarca kalmış olan N i c o l o ve Maffeo Polo iyi biliyorlar.

l a n m a k t a n hiç ç e k i n m e d e n .

«Merkez» İstanbul, bu kimliği ve geleneği ile onlar için bir «ka­ p ı d ı r , bir kaçınılmaz bağlantıdır ve bu bağlantıya inanarak, g ü v e ­ nerek arayışlarına başlıyorlar. B u n u bir parantez,

Bilinen ve bilinmeyen, varolan ve yitirilen, kaçırılan kaynak­ lar... Fetih ö n c e s i ve Fetih sonrası i s t a n b u l ' u t e r k e d e n Bizanslı bil­

bir «tırnak arası» sayıp d a h a gerilere

dönelim.

ginler beraberlerinde kaynak ve bilgi kaçırıyorlar. İster s o n r a d a n bunları başkalarıyla paylaşsınlar, ister paylaşmasınlar.

Boğaziçi ve kıyıları, bir s o n r a k i b ö l ü m d e ayrıntılı olarak g ö r e -

10

-

İtalya'ya sığınan Bizanslı G e m i s t e Phleton, Eflatuncu akade-

\ misinin öğretilerini meslekdaşlarına iletiyor; Verona'lı Guarini ise

kurtulabilen Julien de fazla u z u n ö m ü r l ü o l m u y o r , saltanatı salt

Bizans'tan iki sandık d o l u s u elyazması kaçırıyor, birini y o l c u l u k

üç yıl sürüyor. Kanlı bir ailenin ö y k ü s ü d ü r b u , siyasal oyunların, saray entri­

esnasında yitiriyor, ikincisindekileriyse hiç k i m s e y e g ö s t e r m i y o r , açıklamıyor.

kalarının, hırs ve kıskançlıkların bir s o n u c u . Gizemli bir ö y k ü hiç

Bizans'tan kaçıp değerli metinleri, elyazmaları - b u ara Efla-

değildir a n c a k gizemlerle d o l u bir o r t a m d a g e ç i y o r , ç ü n k ü kanlı

t u n ' u n b a ş y a p ı t l a r ı n ı - Batı'ya ulaştıranlar arasında kimler y o k ki:

bir saltanat s ü r e n , s o n d ö n e m i n d e iyiden iyiye çığrından çıkan

J o h a n e s A r g y r o p u l o s , T h e o d o r u s Gaza, D e m e t r i u s C h a l c h o n d i -

bu Bizans aynı z a m a n d a kentin içinde b u l u n a n kutsal ya da kut­

lis, A n d r o n i c o s Challistos, M a r c o M u s u r u s , J o h a n n e s v e C o s t a n -

sal gibi bilinen emanetlerin k o r u y u c u s u k o n u m u n d a d ı r . Nedir bu

t i n o s Lascaris kardeşler gibi bilim adamları ve aydınlar. Rönesans'a yol a ç a c a k o l a n feodal düzenli Orta Ç a ğ için

kutsal

gibi

bilinen

e m a n e t l e r ve

Fetih

öncesi

Bizans'ta ne t ü r gizemlerin kaynağını o l u ş t u r u y o r l a r ?

Bizans bir bilim, bilgi kaynağı ve bir gelenektir ç ö k m e s i n e n e d e n

1554'te İstanbul'u ziyaret e d e n ve gezi notlarını «İstanbul ve

olan t ü m aşırılıklarına karşın. Hatta ve hatta lanetli bir gelenektir,

A n a d o l u ' y a Seyahat Günlüğü»nde t o p l a y a n A l m a n bilgin ve araş­

b o l c a şeytanlık v e b ü y ü c ü l ü k k o k a n . H e m , anlatılanlara g ö r e , İmparator Justinien, A y a Sofya'yı inşa ettirebilmek için Ş e y t a n ' d a n bile y a r d ı m i s t e m e m i ş miydi? Bizans yıkılıyor a n c a k Bizans'ın tarihinde bazı ilginç ve dik­ kat çekici olaylar y ü z e çıkıyor. Tarihin devresel d ö n e m l e r ve d ö n ü ş l e r l e kendini sık sık tek­ rarladığını biliyoruz ve bunlara tarihin iniş ve çıkışları deriz, öyle kabul ederiz. Bir Y ü c e C o s t a n t i n ' i ele alalım ve hiç y ü c e o l m a y a n bazı dav­ ranış ve eylemlerine bir g ö z atalım: - C o s t a n t i n kayınpederi olan M a x i m u s ' u ö l d ü r t ü y o r , kayınbi­ raderi olan Licinius'u boğazlatıyor, o ğ l u C r i s p u s ' u ve y e ğ e n i L u c i nius'u katlettiriyor. Derken eşi olan İ m p a r a t o r i ç e Fausta'yı kay­ nar bir b a n y o d a b o ğ d u r t u y o r .

tırmacısı H a n s Dernschvvam yazılarının bir kısmını şu şekilde sıra­ lıyor: - Havari A n d r e ' n ı n t a b u t içinde b e y a z ketene sarılmış cese­ di (ceset 1210'da İtalya'nın Amalfi kentine o r a d a n da 1462'de R o m a ' y a naklediliyor aslında), - İsa'nın y e ğ e n i Z e b e d e u s ' u n eşi Maria S a l o m e ' n i n t a b u t u , - İsa'nın bağlanıp işkence edildiği renkli, cilâlı bir taş. Dernschvvam, Batı'nın kutsal emanetleri bir yana, bize 16. yüzyıl İ s t a n b u l ' u n d a n ilginç gözlemler de veriyor: «Bizim Elçihanın yanında bir a d a m bir k ö ş e y e b ü y ü c e k bir sandık yerleştirdi. Sandığın içini darı ile d o l d u r d u . H e m e n h e m e n çıplak bir vaziyette bir örtüye b ü r ü n e r e k yalnız başı dışarda kala­ c a k şekilde bir sandığın içine girdi ve darıların arasına g ö m ü l d ü . » d i y e anlatıyor A l m a n gezgini. «Türkler bu herifi evliya sandılar ve o n a y i y e c e k i ç e c e k taşımaya başladılar. Bu a d a m ı n etrafında baş­

Costantin'in ailesi de aynı şekilde saltanatını s ü r d ü r ü y o r ,

ka fakirler g e c e g ü n d ü z oturuyorlar. Z a m a n l a herif öyle şişmanla­

d a h a d o ğ r u s u s ü r d ü r m e y e çalışıyor: C o s t a n t i n ' i n iki o ğ l u cinayet­

d ı ki, b o y n u d o m u z b o y n u n a b e n z e d i , yanakları d a borazancı

lere k u r b a n gidiyorlar, ikisi hariç (12 yaşındaki Gallus ve 6 yaşın­

yanakları gibi t o m b u l l a ş t ı . Padişah c i v a r d a n g e ç i p g i d e r k e n o n a

d a k i Julianus) t ü m yeğenleri askerler tarafından öldürülüyorlar.

d u a eder durur.»

Cinayetleri üstlenen ise i m p a r a t o r u n s o n üç o ğ l u oluyor, yani

Batı'nın kutsal saydığı emanetleri hiç t a r t ı ş m a d a n ve y o r u m

Constantin, C o n s t a n t v e C o n s t a n c e . Ü ç ü d e kısa süre s o n r a , tra­

y ü r ü t m e d e n k a b u l e d e n Dernschvvam, d o ğ a l olarak Evliya Çele-

jik şekilde ölüyorlar ve 337 yılında işlenen y e ğ e n katliamından

bi'nin k a l e m i n d e n çıkmışa benzer bu Darılı Evliya'ya, haklı ya da -

13

-

haksız, bir fırsatçı g i b i bakıyor, bir inanışın - b i r inanışa d ö n ü ş e b i ­

mektedir. Darılı Evliya'dan s ö z e t m e s i halkın saflığını b e l i r t m e k

len bir o l a y ı n -

açısındandır ancak, g ö r ü n ü ş t e acı acı v e y a tatlı tatlı ö t e n bir kar­

başlangıcını çiziyor.

B u r a d a ilgimizi ç e k e n de

A l m a n yazar v e h ü m a n i s t i n y o r u m u n d a n ç o k b u Darılı Evliya'nın

gaya yer ve z a m a n ayıracak birine hiç b e n z e m i y o r .

yarattığı olay ve etrafında t o p l a n a n b a ş k a c a « f a k i r l e r d i r . Evliyalık

Benzemiyor fakat bu elyazması k o l e k s i y o n c u s u k ö k l ü bir

bir yana, «yöntem»in ne denli uygulandığı ve k a b u l l e n d i ğ i , nasıl

hümanist aydınıdır ve b ö y l e o l d u ğ u n d a n hiç k u ş k u s u z karganın

izleyici ve taraftar b u l d u ğ u Demschvvam'ın çizdiği canlı sahne­

simgesel anlamını biliyordur.

d e n ortaya çıkıyor. Meraklı ve izlenimci A l m a n g ü n c e yazarı, kitabının b a ş k a bir

Ya nedir kapkara karganın s i m g e l e d i ğ i ? Değişik inançlara g ö r e karga tanrıların habercisidir, kehanet­

yerinde, ilgisini ç e k e n hatta tanık olanları hayrete d ü ş ü r e n başka

lerde bulunur, yalnızlığın imgesidir ve aynı z a m a n d a ö l ü m ü n de '

v e ç o k d o ğ a l g i b i g ö r ü n e n bir o l a y d a n d a söz açıyor:

habercisidir. Kargalar h e p acı acı öter. Gelgelelim antik g i z e m c i ­

«Akbabaların k a y b o l d u ğ u bir sırada, 31 A ğ u s t o s t a ve 14

ler, kehanetleri çözenler, kargaların ses tonlarında her biri ayrı

Eylülde bir k a r g a g e l d i . Ali Paşa C a m i n i n ve bizim k o n a ğ ı n karşı­

bir a n l a m taşıyan, 64 d e ğ i ş i k sesi ayırmayı bilirlermiş. Üstelik kar­

sında yüksek, eski Roma'lılardan k a l m a bir sütun üzerine k o n d u .

ga, siyah rengi ile s i m y a d a k i işlemlerde ç ü r ü m e adını alan süre­

Acı acı ö t t ü . Halk b u n u d a ç o k a c a y i p v e gayritabii b u l d u v e hay­

cin de simgesidir.

retler içinde kaldı.»

Ya s ü t u n neyi simgeler?

G ü n l ü ğ ü n yazarı bu kez herhangi bir y o r u m y ü r ü t m ü y o r ,

S ü t u n y a ş a m ağacıdır, bilgidir, g ö k y ü z ü ile y e r y ü z ü arasın­

dolayısıyla bu iş bize kalıyor ve hiç hayret e t m e m e k l e birlikte,

da bağlantıdır, Tanrının g ü c ü n ü belirtir, evrensel ve tinsel bir sim­

nakledilen olayı ilginç b u l d u ğ u m u z d a n 440 yıl s o n r a bir «naif»

gedir.

d e n e m e y e girişiyoruz. Olay aslında s o n d e r e c e doğaldır: İlkin a k b a b a l a r İstanbul'

S o n u ç t a civar halkını hayretler içinde bırakan karganın ö t m e ­ si bir g ü n c e m a d d e s i oluyor, özel olay kimliğini kazanıyor, t ü m

d a n ayrılıyor, g ö ç ediyorlar, sonra iki ayrı g ü n d e bir k a r g a geli­

doğallığına

yor, bir s ü t u n a k o n u p «acı acı» ö t ü y o r . A n c a k olay bu denli

Demschvvam'ın notlarından da çıkan bilinçli bir y ö n t e m d i r , ola­

d o ğ a l ve basit ise yazarımız n e d e n b u n u k a y d e t m e k ihtiyacını

ğ a n g ö r ü l e n i , sayılanı d e ş m e k t i r , anlamını, d o ğ u r d u ğ u , bağlandı­

duyuyor?

ğı simgeleri ç ö z m e k t i r , g ö r ü l e n i n ve bilinenin ötesine gitmektir,

Yazın s o n g ü n l e r i n d e akbabalar mevsimlik g ö ç l e r i n e başlar­ lar ve tarih ne o l u r s a olsun, kargalar bir yere k o n a r a k h e p öter­ ler. Civar halkı n e d e n b u n u a c a y i p sayıyor ve İ s t a n b u l ' u ziyaret e t m e k t e olan bir y a b a n c ı neden b u n u g ü n l ü ğ ü n e g e ç i r i y o r ? Kaldı ki, d u y u l a n hayret salt çevre halkında d e ğ i l d i r , A l m a n h ü m a n i s t i n d e d e beliriyor. Dernschvvam bir araştırmacıdır, tarihsel ve a r k e o l o j i k eserler

karşın.

Bu

uzattığımız

bir

abartma

değildir,

bu

belirlenmeyeni aramaktır. Bir tekniktir bu ya da bir çeşit bilgeliğin yoludur. İstanbul kentinin içerdiği, kapsadığı ve d o ğ u r d u ğ u gizemler z a m a n z a m a n tarihsel y a d a folklorik a ç ı d a n araştırıldıysa d a bir t ü m olarak pek d e ğ e r l e n d i r i l m e d i . O y s a ki, ilerdeki b ö l ü m l e r d e çeşitli ve d e ğ i ş i k ö r n e k l e r d e n g ö r ü l e c e ğ i gibi, enine b o y u n a araş­ tırılması g e r e k e n geniş, ilginç bir k o n u d u r .

t u t k u n u d u r , hobisi eski R o m a kitabelerinin kaydını tutmaktır. G ü n ­

İstanbul gizemleri sistemli bir şekilde araştırılmadıysa da Tür­

l ü ğ ü b o y u n c a (en azından bizi ilgilendiren İstanbul b ö l ü m l e r i n ­

kiye gizemleri, en azından bir on yıl ö n c e s i n e kadar, Haluk Ege­

d e ) , dinsel emanetler bir yana, salt s o m u t , pratik şeylerle ilgilen­

m e n Sarıkaya tarafından kapsamlı bir yaklaşımla tarih b o y u n c a —

15 —

araştırıldı ve y o r u m l a n d ı . İstanbul kenti d e , d o ğ a l olarak nasibini

gösterilen m e k â n d a hiçbir araştırma y a p ı l m a m ı ş v e o l a y (şayet

aldı.

g e r ç e k bir o l a y d a n s ö z edebilirsek) İ s t a n b u l ' u n g i z e m l i inanışla­ Sarıkaya'nın çalışmasını t a r a r k e n bir dizi ilginç, g i z e m d o l u ,

çıkış noktası olarak k u l l a n a b i l e c e ğ i m i z ve tartışmaya her z a m a n a ç ı k olaylarla karşılaşırız, ö r n e ğ i n : - İstanbul'da 16. yüzyılda y a ş a m ı ş o l a n şair Bâlı Efendi bir

rın kayıtlarına b ö y l e s i n e geçmiştir. Öte d ü n y a d a n g e l e n içi t o p r a k d o l u kâğıt p a r ç a l a r ı , d o l d u r u l ­ m u ş k u y u l a r d a n ç ı k a n eller v e d e ğ i ş i k bir t ü r ü n k a p s a m ı n a giren, kediler ve farelerle ilgili bir b a ş k a olay...

g e c e , d ü ş ü n d e g e n ç yaşta ö l e n arkadaşlarından Piruza Ali'yi

«1921 yılında, bir g e c e , İ s t a n b u l ' d a k i Asaf P a ş a T e k k e s i n d e

g ö r ü r ve o n d a n bir a r m a ğ a n ister. Düşteki Piruza Ali bir kâğıda

bir toplantı yapılıyordu.» d i y e anlatıyor Sarıkaya. «Aralarında Ney­

biraz t o p r a k k o y u p d ü ş ü g ö r m e k t e o l a n şaire verir, Bâlı Efendi

zen Tevfik'in d e yer aldığı davetliler, a k ş a m y e m e ğ i n i yemişler,

de kâğıdı sarığının kıvrımına yerleştirir, d ü ş biter.

yatsı namazı v a k t i n i bekliyorlardı. O sırada ş e y h l e r d e n biri, o d a ­

Ertesi g ü n b u d ü ş ü n ü arkadaşlarına anlattığında eliyle aynı

nın orta kısmını boşalttırarak, davetlilerin o d a n ı n iki y a n ı n a çekil­

hareketi yapar, sarığını kurcalar ve d ü ş ü n d e kendisine verilen içi

melerini istedi. Ş e y h , kapının karşısına rastlayan d u v a r ı n ö n ü n e

t o p r a k d o l u kâğıt parçasını bulur...

o t u r d u v e s a ğ elindeki tespihini ç e k e r e k dualar o k u m a y a başla­

İnanılmaz Ö y k ü l e r ' d e n bir ö r n e k denilecektir, ö y l e d e y o r u m ­

dı. Az sonra, açık k a p ı d a n içeriye farelerin g i r d i ğ i g ö r ü l d ü . Fare­

lanabilir üstelik, bu ç a l ı ş m a m ı z d a a m a c ı m ı z psişik olayların üze­

ler, d o ğ r u d a n ş e y h i n s a ğ yanına g i d e r e k , bir sıra oluşturdular.

r i n d e d u r m a k t a n ç o k her t ü r d e n ö r n e k l e r v e r m e k o l d u ğ u n d a n

Ş e y h bu kez t e s p i h i sol eline aldı ve duasına d e v a m etti. İzleyen­

yüzyıllar ö n c e s i n d e n kalma b ö y l e bir olayı «çeşni»den de sayabili­

lerin hayret d o l u bakışları arasında, kapıdan içeriye ikinci bir hay­

riz. A n c a k araştırmacı Sarıkaya'nın «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n d e n

van g r u b u g i r m i ş t i . Bunlar, farelerin d o ğ a l d ü ş m a n l a r ı o l a n kedi­

aktardığı bu olay, klasik anlamı ile, bir «apor» olayıdır ya da spiri-

lerdi. Farelerin üzerine atılacakları y e r d e , onlar da ş e y h i n sol tara­

tüalistlerin, ruhçuların t a n ı m l a m a s ı n a g ö r e kapalı bir m e k â n ı n için­

fında sıralandılar. Kediler, gözlerini farelerin ü z e r i n e dikmişler,

d e dışardan (transfer) y a d a ö t e d ü n y a d a n bir v e y a b i r k a ç n e s n e ­

ağız ve bıyıklarını oynatıyorlar a n c a k sanki aralarında bir engel

nin getirilmesidir.

varmış gibi, farelere d o ğ r u bir harekette b u l u n m u y o r l a r d ı . B u

Bilinen ve izlenilen bilimsel kurallar bu ve bu g i b i olayların

d u r u m , o n b e ş d a k i k a kadar b ö y l e c e d e v a m etti. S o n u n d a şeyh

s o m u t bir açıklamasını y a p a m a d ı k l a r ı n a g ö r e e s k i d e n k a l m a b u

g e n e ö n c e farelerin v e a r k a s ı n d a n d a kedilerin, g e l d i k l e r i şekilde,

«apor» olayını g i z e m l e r i m i z i n arasına, t ü r ü n ü n bir klasik ö r n e ğ i

kapıdan çıkarak g i t m e l e r i n e izin verdi.»

olarak, katmayı u y g u n g ö r d ü k .

Bu olayı naklettikten s o n r a Sarıkaya b u n u h a y v a n l a r d a k i

Sarıkaya kitabının b a ş k a bir y e r i n d e , bir b a ş k a ilginç o l a y da

p a r a p s i k o l o j i a ç ı s ı n d a n i n c e l e y e b i l e c e ğ i m i z i belirterek hayvanla­

naklediyor b u kez yerini d e belirterek. Araştırmacıya g ö r e Beya­

rın kendilerine yansıtılan tepkileri ( b u r a d a s ö z k o n u s u o l a n bir t e p ­

zıt, S o ğ a n a ğ a Mahallesi, C a m i S o k a ğ ı n d a , 1970'lerin s o n l a r ı n d a

k i d e n ç o k bir ç a ğ r ı y a d a bir k o m u t a d ı r ) p a r a n o r m a l y o l d a n algı­

halen yerinde d u r a n bir a p a r t m a n ı n y ü k s e l d i ğ i eski bir evin b a h ­

layıp b e k l e n e n yanıtı verdiklerini açıklıyor.

ç e s i n d e b u l u n a n , taşla d o l d u r u l m u ş , bir k u y u d a n i m d a t istercesi­ ne uzanan bir el b i r ç o k kez g ö r ü l m ü ş t ü r . Kullandığımız k a y n a k t a bu elin kimler t a r a f ı n d a n ve h a n g i z a m a n l a r d a g ö r ü l d ü ğ ü belirtilmediğine g ö r e , b ü y ü k bir olasılıkla,

B u r a d a bir an d u r a l ı m : ilkin bir «apor» olayını g ö r d ü k , sonra­ d a n bir b e d e n l e n m e , s o n u n d a d a bir psi y a d a bir h i p n o z d u r u ­ m u n u . Bunları b i r a r a y a g e t i r d i ğ i m i z d e ne gibi bir o r t a k noktayı ö n e sürebiliriz? —

17 —

istanbul Gizemleri / F: 2

Ortak n o k t a şu ki ü ç ü d e , a y n e n ve aktarıldıkları şekilleri ile kabul edildiklerinde, bizleri n o r m a l ötesinin, parapsikolojik olanın «ruhsal» alanına g ö t ü r ü y o r l a r .

v e ö l ü m ü n d e n sonra Unkapanı'nın dışındaki H o r o z D e d e mezarı­ nın yanıbaşında g ö m ü l e n Safer D e d e ' n i n ö y k ü s ü . Kızgın fırına girip mışıl mışıl u y u y a n bir a d a m ı n ö y k ü s ü n e

Şair Bâli Efendi'nin ö y k ü s ü , ister gerçek, ister u y d u r u l m u ş

inanmak zor geliyorsa bile, ateş ü s t ü n d e y ü r ü y e n l e r i ya da k e n d i

kurallara u y a n , benzerlerinin sürecini izleyen bir «apor» dur, şu

kendilerini yakanları, birden parlayıp kül olanları d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ­

farkla ki, bir d ü ş ü n akışı i ç i n d e yer alıp düşle gerçek arasında bir

de Evliya Ç e l e b i ' y e d a h a bir anlayışla kulak v e r e b i l m e m i z olası

k ö p r ü kurmaktadır, d ü ş s e l p l a n d a g ö r ü l e n bir nesneyi aynı a n d a

oluyor.

g e r ç e k plana aktarmaktadır. Bu açıdan ele alındığında, k u r g u s a l

1885'te Ü s k ü d a r ' d a iyi tanınan, yakışıklı, terbiyeli y o r g a n c ı

olabilmesi olasılığı bile, ilginçliğini hiçbir şekilde z e d e l e m i y o r .

kalfası B e s i m , t e m m u z ayının sıcak bir g ü n ü n d e işyerinde fenala­

Üstelik, anlatılan ö y k ü d e , d ü ş t e ifade edilen bir isteğin s o m u t l a ş ­

şıp c a n veriyor ve kalabalık bir c e n a z e t ö r e n i ile K a r a c a a h m e t

ması d a - y a n i d ü ş ü n dışına taşıp g e r ç e ğ e aktarılması d a - olaya

mezarlığına g ö m ü l ü y o r .

değişik bir b o y u t kazandırıyor, varsayımsal d ü ş ü n c e l e r e y o l a ç ı ­ yor.

Ertesi g ü n ise Besim y e n i d e n tezgâhının başında g ö r ü l ü y o r . A n c a k rengi iyice sararmış, kararmış bir ö l ü rengine d ö n ü ş m ü ş ­

Beyazıt'ın bir m a h a l l e s i n d e k u y u d a n çıktığı s ö y l e n e n el ise,

tür. Şaşkın mahalleliye Besim başından g e ç e n l e r i anlatır: g e c e

benzeri b i r ç o k k a y n a k l a r d a bulunabilen, bir «hayalet ö y k ü s ü » -

mezarında k e n d i n e gelmiş, b a ğ ı r m a y a başlamış, mezarın yakınla­

dür, ister k u y u d a kalan birinin, ister o y e r d e - b ü y ü k bir olasılıkla

rında â l e m y a p m a k t a olan bir fahişe ile iki b i ç k i n sesini d u y m u ş ­

şiddet s o n u n d a - ö l e n , katledilen birinin.

lar ve mezarı kazıp o n u kurtarmışlar. Çıplak kalfaya b i ç k i n l e r d e n

Şeyhin çağrısına u y a n fare ve kedilerinin olayı ise b u g ü n bili­ m i n de kabul ettiği bir u z a k t a n telkin örneğidir, şartlı refleks d e ğ i l ­ se de trans veya h i p n o z durumlarına ait ve bunlara ö z g ü kurallar­ la açıklanabilen bir olaydır.

biri d o n u n u , d i ğ e r i g ö m l e ğ i n i giydirmiş, fahişe o n u feracesi ile sarmış ve y o r g a n c ı dükkânına kadar g ö t ü r m ü ş l e r . 108 yıl

ö n c e Üsküdar'ı a y a ğ a

kaldıran

bu

«dirilme»,

bu

« ö l ü m d e n d ö n m e » olayı b u g ü n bir katalepsi veya s e n k o p ö r n e ğ i

Y o r u m y ü r ü t m e k kolay gibi g ö r ü n ü y o r s a da, bir y e r d e n s o n ­ ra, ö n e m l i olan anlatılan ö y k ü d e k i , dile getirilen inanıştaki d u r u m ­ lardan ç o k bu d u r u m l a r ı n çağrıştırdığı bilinmeyenler ve açıklana­ mayanlardır.

gibi değerlendirilince eskinin «garip» ve «gizemli» ö y k ü s ü n o r m a l boyutlarına, olağanlığına kavuşur. Eskiden İstanbul'da g e ç t i ğ i söylenilen ve kentimizin folklo­ r u n d a yerleşip n o r m a l bir s ü r e ç içinde d e ğ e r l e n d i r i l m e y e n olay­

Eskiden kalma kaynaklar tarandığında, bir zamanların İstan­ b u l ' u n u n birçok ilginç kişileri y e n i d e n dirilir gibi oluyor, b i r ç o k gizemli olaylar sanki y e n i d e n y o r u m l a n m a k istercesine karşımıza dikiliyor.

lar da vardır. B u n l a r d a n biri de 17. yüzyıldan kalma « s ö n m e y e n mum» öyküsüdür. M e h m e t Ş e y d a b u ö y k ü y ü şöyle anlatıyor: «Yalancının m u m u yatsıya kadar yanar demişler. M u m s ö n ­

Evliya Çelebi'ye kulak v e r d i ğ i m i z d e 17. yüzyıldan k a l m a bir Kapanî Deli Safer D e d e ile karşılaşırız.

Ya da U n k a p a n ı ' n d a k i

d ü âlemleri demişler. Bir d e s ö n m e y e n m u m var. O n y e d i n c i yüz­ yılda i s t a n b u l ' d a Mevlevi M e h m e t D e d e a d ı n d a bir ermiş-kaçık

e k m e k ç i Ali Çelebi'nin kızgın fırında u y u y a n , o r a d a n çıkıp d e n i z e

yaşarmış.

atlayıp g ö z d e n k a y b o l a n , y e d i yıl s o n r a C e z a y i r ' d e n dilsiz d ö n e n

kabak g e z e r m i ş . Tipide, fırtınada g e c e yarıları bir ş a m d a n l a d o l a -



18

-

Bu d e d e ,

kar d e m e z ,

buz d e m e z yalınayak,

başı

şırmış. O tipide, fırtınada b ü t ü n sokakları dolaşır d a , ş a m d a n ı n d a -

«Paris'in Kurt Adamı»nın bir b ö l ü m ü n d e G u y E n d o r e «likantropi» olaylarına, insanı k u r d a d ö n ü ş t ü r e n d u r u m l a r a d e ğ i n d i ğ i n ­

ki m u m bir t ü r l ü sönmezdi.» En bunaltıcı sıcaklara ve en d o n d u r u c u s o ğ u k l a r a , n e r d e y s e

de bunlara d ü n y a n ı n her yerinde inanıldığını belirtip, örnekleri

çırılçıplak, g ü n l e r c e ve haftalarca d a y a n a b i l e n «yogi» ya da Hint

arasında,

«fakir»i örnekleri ç o k t u r . O y s a t ü m m e t e o r o l o j i k d a l g a l a n m a l a r a

Adamlarını, Afrika'nın Sırtlan Adamlarını ve İstanbul'un ( E n d o r e

d a y a n a b i l e n v e s ö n m e y e n bir m u m gariplikler y a d a gizemler tari­

«Constantinople» diyor) Kedi Kadınlarını da katıyor, onlarla ilgili

hine g e ç m e y e hiç k u ş k u s u z hak kazanmış sayılabilir!

bu bilgiyi vererek:

Evliya Ç e l e b i ' y e d ö n e l i m ve 1302 yılında Çelebi' nin U n k a p a -

İskandinavların

Ayı

Adamlarını,

Kızılderililerin

Bizon

«Bir saç tokasını kullanarak pirinç tanelerini yerler ve bilirler

nı'nda d ü n y a y a g e l d i ğ i anlatılan gözleri al al, ateş s a ç a n , b u r n u ­

ki, yaratıkların mezarlıklarda kurdukları sofrada, karınlarını iyice

n u n orta direği o l m a y a n bir ç o c u ğ a g e ç e l i m .

dolduracaklardır.»

«Kırmızı g ö z l ü ç o c u k » denilirmiş ç o c u ğ a . B u ç o c u k b u l u ğ a

Az bir şey yerler g ö r ü n ü r d e bu Kedi Kadınlar, ç ü n k ü t e m e l

e r d i ğ i n d e ç i ç e k hastalığına tutuluyor, derisi t ü m d e n s o y u l u y o r ,

gıdalarını mezarlıklardan, mezarlardaki cesetlerden t e m i n eder­

yılan örneği, altından da kırmızı bir d e r i çıkıyor, üstelik t ü m d e n

ler, o n l a r a benzer b a ş k a c a yaratıklarla birlikte.

tüysüz.

Mezarlıklarda sofralar k u r u p cesetleri parçalayıp y i y e n bu

Yıllar g e ç i y o r , ç o c u k «ahlakı güzel», anlayışlı,

herkesle iyi

«yamyam» Kedi Kadınlar kimlerdir, n e r e d e n çıkmadırlar?

g e ç i n e n fakat k o n u ş m a s ı zor anlaşılan bir delikanlı oluyor. Evleni­

Amerikalı yazar E n d o r e bir k o r k u romanını yazıyor ve elinde­

yor, bir attar d ü k k â n ı açıyor ve kendi gibi kırmızı tenli, b u r n u n u n

ki folklor malzemesini b u n a g ö r e kullanıyor, y o r u m l u y o r , k u r g u l u -

orta direği o l m a y a n , kısa süre sonra ölen bir y a v r u n u n babası da

y o r ve g e r e k t i ğ i n d e abartıyor. Yazar, b ü y ü k bir olasılıkla, Kedi Kadınlar diye f o l k l o r u m u z d a ve

oluyor. Kırmızı g ö z l ü , kırmızı tenli a d a m , «Revan yılı ö l ü p , Kasımpa­ şa'da

bizim

mezarlığın yanında

gömüldü,»

der

Evliya

Çelebi

ö y k ü y ü b ö y l e c e sonuçlandırarak. giz» o l m a k t a n ç o k «dehşetengiz» yaratıklarla karşılaşırız,

İstan­

b u l ' d a yaşadıkları s ö y l e n e n ; Kedi Kadınlar ve Kurt A d a m l a r gibi. İstanbul'un Kedi Kadınlarından s ö z e d e n Amerikalı r o m a n c ı ve

senaryo yazarı

Guy Endore

oluyor,

ilk

baskısını

1934'te

y a p a n , «Paris'in Kurt Adamı» (The W e r e w o l f of Paris) adlı yapıtın­ da. Endore kurgusal

bir ö y k ü y ü

anlatıyor fakat,

1870 yılının

K o m ü n ayaklanmasında g e ç e n bir Kurt A d a m ı n macerasını anlat­ tığında,

k o n u s u n u ayrıntılı bir araştırma ile destekliyor, d a h a

ö n c e yazmış o l d u ğ u b a ş k a c a tarihsel romanların yaptığı gibi (Casanova; J e a n n e d ' A r c v . b . ) .

bir yer

y o r ve bu cadıları kendi savına u y g u n şekilde biçimliyor. Sonuçta

Batı kaynaklarını karıştırdığımızda «garip» ya da «esraren­

masallarımızda geniş

t u t a n , her kılığa g i r e n cadılardan, c a d ı karılardan söz e t m e k isti­

Kadınları,

Guy

Endore'un

İstanbul'un

romanındaki

Cadıları,

ç o c u k tekerlemelerinde bile anılan: Ne ne N e r m i n i Ç o k y e m e peyniri Peynir seni ö l d ü r e c e k Cehenneme götürecek C e h e n n e m i n kadınları İ s t a n b u l ' u n cadıları Çık pik N e r d e n g e l d i n o r d a n çık.

Cehennem

İstanbul'un Kadınları

Kedi

oluyor,

«Cadılar, h o r t l a y a n ölülerdir,» diye açıklar Prof.Pertev Naili

b u l u n d u . Gözlerini kan b ü r ü m ü ş , g a y e t k o r k u n ç idi. Mezarlıktaki

Boratav. «Onlar üzerine de pek ç o k hikâyeler anlatılır. Ç o k l u k ,

b ü t ü n kalabalık b u n u g ö r d ü . Bu adamlar, sağlıklarında her türlü

kadınların c a d ı olduklarına inanılır; cadı-karı s ö z ü bu inanıştan

pis çirkin işi y a p m ı ş , ırza, n a m u s a , mala saldırmış, a d a m öldür­

gelmeli. A m a , e r k e k l e r d e n d e 'çadılaşan'ların b u l u n d u ğ u n a tanıt

müş, ocakları kaldırıldığı z a m a n her nasılsa yaşlarına bakılarak

belgeler vardır. T ü r k g e l e n e ğ i n d e k i cadı, aşağı yukarı, Batı inanış-

cellada v e r i l m e m i ş , ecelleri ile ö l m ü ş kişilerdi. Sağlıklarında y a p ­

larındaki vampire'\ karşılar. Cadılar mezarlardaki taze ölüleri çıka­

tıkları y e t m e m i ş g i b i şimdi de halka habis r u h o l a r a k tebelleş

rıp ciğerlerini yerlermiş. Bir Rumeli a n l a t m a s ı n d a n ö ğ r e n d i ğ i m i z e

olmuşlardı. Cadıcı Nikola'nın tanımına g ö r e , bu g i b i habis ruhları

g ö r e eskiden cadıları zararsız hale s o k a n u z m a n 'cadıcılar' olur­

d e f e t m e k için cesetlerinin g ö b e ğ i n e birer a ğ a ç kazık çakılır ve

muş. Cadılar üzerine inanış ve hikâyeler, A n a d o l u ' d a n ç o k İstan­

yürekleri kaynar su ile haşlanır imiş. Ali A l e m d a r ile A p t i A l e m ­

bul ve Rumeli b ö l g e l e r i n d e yaygın olsa gerek...»

dar'ın cesetleri mezarlarından çıkarıldı. G ö b e k l e r i n e birer a ğ a ç

Boratav'ın vurguladığı cadı-vampir ilişkisini ve «cadıcılar»ı kanıtlayan ilginç bir belgeyi M e h m e t Ş e y d a s u n u y o r : «Aşağıdaki yazı Efendi tarafından

1833 yılında Tırnava hükümet

merkezine

kadısı A h m e t Ş ü k r ü gönderilmiş,

Takvım-i

Vekâyi gazetesinin 6 9 ' n c u sayısında yayınlanmıştır:

kazık çakıldı ve yürekleri bir kazan kaynar su ile haşlandı. Fakat hiç tesir e t m e d i . Cadıcı, ' B u cesetleri y a k m a k gerek...' d e d i . Bu hususta ş e r ' a n da izin verilebileceğinden, izin verildi. Ve iki yeni­ çerinin mezarlarından çıkarılan cesetleri mezarlıkta yakıldı ve ç o k şükür kasabamız da cadı şerrinden kurtuldu.»

Tırnava'da cadılar türedi. G ü n battıktan s o n r a evlere d a d a n ­

İ s t a n b u l ' d a n bir hayli uzaklaştık ancak, b a ğ l a n t ı d a n bağlantı­

m a y a başladı. Zahireye dair un, y a ğ , bal gibi şeyleri birbirine

ya ve ö r n e k t e n ö r n e ğ e , Kedi Kadınlardan y o l a çıkıp f o l k l o r u n ,

katar ve b a z e n içlerine t o p r a k karıştırır. Y ü k l ü k l e r d e b u l d u ğ u yas­

Rumeli ve İstanbul f o l k l o r u n u n cadılarına ve cadıcılarına, g i d e r e k

tık, y o r g a n , şilte ve bohçaları didikler, açar, dağıtır. İnsanların

vampirlere k a d a r vardık.

üzerine taş, t o p r a k , çanak ve ç ö m l e k atar. Hiç kimse bir şey

Tırnava Kadısı'nın naklettiği olay, her ayrıntısı ile, t ü r ü n litera­

g ö r e m e z . Birkaç erkek ve kadının da üzerine saldırmış. Bunlar

t ü r ü n e u y g u n bir v a m p i r olayıdır. K a n d a n veya p a r ç a l a n a n ceset­

çağrıldı, s o r u l d u : 'Üzerimize sanki m a n d a ç ö k m ü ş s a n d ı k l ' d e d i -

lerden söz e d i l m i y o r s a da - b i z i m Yeniçeri Vampirler ortalığı bir­

ler. Bu y ü z d e n mahalle halkı evlerini b a ş k a y a n a taşımışlardır.

birine k a t m a k l a yetiniyorlar, ne h i k m e t s e ! - olayın g e ç m i ş i ve

Kasaba halkı bunların cadı d e n i l e n habis ruhların eseri o l d u ğ u n ­

özellikle, cadıcının y ö n t e m l e r i klasik çizgileri izlemekteler. Arada,

da ittifak etti. İslimye kasabasında cad/cılık ile tanınmış Nikola

kuşkusuz bazı «nüans» farkları

adındaki a d a m getirildi ve kendisiyle sekiz y ü z k u r u ş a pazarlık

g ö b e k t e değil de g ö ğ ü s t e , kalbin hizasına çakılır, yürekleri kay­

edildi. Bu a d a m ı n elinde resimli bir t a h t a vardı (bir «ikona»).

n a t m a k kadar cesetlerin kellelerini u ç u r t m a k d a g e l e n e ğ e g ö r e

Mezarlığa gider, tahtayı parmağının üzerinde çevirir, r e s i m h a n g i

etkin bir çaredir v . b .

mezara bakarsa, cadı o mezardaki habis r u h imiş. B ü y ü k bir kala­

eksik değildir,

örneğin

kazık

Vampir ya da günbatımı ile şafak vakti arasında dirilen,

balık ile mezarlığa gidildi. Resimli tahtayı p a r m a ğ ı n d a ç e v i r m e y e

mezarından

başlayınca r e s i m , sağlıklarında yeniçeri o c a ğ ı n ı n kanlı zorbaların­

evrensel inanışlara, Babil'den kalma örneklere ve bunları yüzyıl­

çıkan,

insanlara saldırıp kanlarını

emen

canavar

d a n olan T e k i n o ğ l u Ali A l e m d a r ile Apti A l e m d a r d e n i l e n iki şaki­

lar b o y u n c a i n c e l e y e n kapsamlı folklorik-tarihsel araştırmalara

nin mezarlarına karşı d u r d u . Mezarlar açıldı. Cesetleri y a r ı m misli

t e m e l teşkil ettiyse de Türk ve İstanbul folklorlarında pek bir yeri

b ü y ü m ü ş , kılları ve tırnakları da üçer, d ö r d e r p a r m a k uzamış

yoktur, v a m p i r - c a d ı bağlantısı ve kriminoloji kayıtlarında yer edin-

miş olan, 70'li yılların başlarından kalma, «Cihangir Vampiri» gibi olaylar bir yana.

nı ile birlikte. İki de kızı vardır bu «gerçek» D r a c u l a ' n ı n , biri bir Fransız cerrahına evli, d i ğ e r i de bir T ü r k bankacısına.

Nedir ki Batı'nın v a m p i r inanışları, f o l k l o r u ve literatürüne

Sohbet b o y u n c a kan kırmızısı «Yassıada»(!) şarabını y u d u m -

yönelik bazı kaynaklara g ö z attığımızda ilgimizi ç e k e n bazı «bilgi­

layan kont, atası Kazıklı V o y v o d a ' n ı n , paralı a s k e r V l a d o Cepe­

ler» ve «kişiler»le karşılaşmış oluruz.

si' nin ö y k ü s ü n ü u z u n u z u n anlatıyor.

1884'te, B u d a p e ş t e Üniversitesi ö ğ r e t i m üyelerinden ve «Şar­

İlk

başta V l a d o acımasız,

korkunç

bir T ü r k

düşmanıdır,

kiyat» a k a d e m i s i n i n k u r u c u s u , Prof. A r m i n i u s V a m b e r y ' n i n yayın­

1450'de bir g ö n ü l l ü o r d u s u n u n başında Osmanlılara karşı savaşı­

ladığı özyaşamsal kitabı «Arminius V a m b e r y : yaşamı ve m a c e r a ­

yor. Nedir ki, Fetih'ten kısa süre s o n r a saf değiştiriyor, Hıristiyan

l a r ı n d a T ü r k l e r ' d e k i bazı v a m p i r inanışlarına d a d e ğ i n m e k t e d i r .

kardeşlerinden v a z g e ç i p Osmanlıların tarafına g e ç i y o r o r d u s u

M a c a r dilinin kökenlerini araştırmak amacıyla Orta A s y a ' y a kadar

ile. Eflâk'ı ele g e ç i r i y o r Vlado ve karşılığında V o y v o d a (Prens)

derviş kılığında y o l c u l u k e d e n V a m b e r y ' y e g ö r e :

unvanı ile ödüllendiriliyor, Srinca dağının eteklerinde y ü k s e l e n

-

Osmanlılar'da y a y g ı n bir inanışa g ö r e , v a m p i r l e r a ğ a ç

kavuklarında gizlenirler, oralarda avlanırlarmış; -

Ele geçirilen vampirler,

kelleleri kesildikten s o n r a ,

bir

çuvala k o n u p denize atılırmış. Daha yakın bir k a y n a k ise İstanbul'da y a ş a y a n , «özel» bir kan bankasını işleten «gerçek» Kont Dracula'yı ayrıntılı bir şekil­ d e anlatmaktadır. Kaynak 1965 tarihli «Fate» (Yazgı) adlı A m e r i k a n dergisidir, olayı kaleme alan ve bu «gerçek Dracula»yı İ s t a n b u l ' d a ziyaret e d e n Leo H e i m a n adlı bir yazardır. Yıllar yılı v a m p i r k o n u s u n u araştıranlar tarafından «güvenilir» (?) bir kaynak olarak bakılan, seçkilerde yer alan yazıya g ö r e Kazıklı

Voyvoda'nın

soyundan

olan

Kont

Alexander

Cepesi,

Romanyalı o l u p 1947 yılında, kızıl saçlı eşi Olga ile birlikte, İstan­ bul'a yerleşiyor, bir «özel kan bankası»nı kuruyor, kişilerden k a n ve plasma satın alıyor ve de Türk hastanelerine, Kızılay'a pazarlı­ yor. Yazar H e i m a n , K o n t Cepesi ile İstanbul H i l t o n ' u n barında b u l u ş u y o r ve söyleyişini, k o n t a ait Jküçük bir yelkenlinin de barın­ dığı, İstanbul Yat K u l ü b ü n d e s ü r d ü r ü y o r . d e ğ e r l i elyazmalarının sahibidir,

Sadist ruhlu, k a n d ö k m e k t e n , eline g e ç e n i kazığa çaktırmak­ tan k o r k u n ç bir zevk alan V l a d o Dracul (Ejderha) z a m a n l a ipin u c u n u iyice kaçırıyor ve 1477'de, O r d e a savaşında, Osmanlılar tarafından y o k ediliyor. Yıllar g e ç i y o r ve g ü n ü n birinde mezarı açıldığında içi b o ş bulunuyor... Atasını b ö y l e anlatıyor İstanbul'daki «kan bankası»nın sahibi k o n t v e Vlad D r a c u l ' u n s o y u n u n t e k v a m p i r i o l d u ğ u n u , n e olur ne olmaz, ısrarla v u r g u l u y o r (Kazıklı V o y v o d a ' n ı n g e r ç e k ö y k ü s ü ­ nü m e r a k edenler ise Osmanlı tarihini karıştırıp güvenilir bir kay­ naktan öğrenebilirler). Leo H e i m a n ' ı n yazısı 1980 yılında y e n i d e n g ü n d e m e geldi­ ğ i n d e Amerikalı bir araştırmacı (Fern S. Miller) yazarın kimliğini ç ö z m e y e çalışıyorsa da o n u n l a ilgili pek bir iz b u l m u y o r . Yazıyı yayınlamış olan «Fate» dergisi H e i m a n ' ı n adresine s a h i p o l m a d ı ­ ğını söylüyor, İsrael'de (Hayfa) bir L e o Heiman'ın a d r e s i b u l u n u ­ y o r a m a a d r e s e g ö n d e r i l e n m e k t u p cevapsız kalıyor v.b. Yazının içeriği ile ilgilenen

kuruluşlardan «Vampir Bilgileri

D e ğ i ş Tokuşu» (Vampire İ n f o r m a t i o n Exchange, Rochester, N e w

Kont d o ğ a l olarak bir v a m p i r uzmanıdır, a i l e s i n d e n kalma eski kaynakların,

kalesine yerleşiyor.

Boğaziçi'ne

bakan beş odalı bir d a i r e d e yaşıyor, eşi, iki kedisi ve bir p a p a ğ a ­

Y o r k ) n a g ö n d e r d i ğ i m i z bir m e k t u p t a hususları belirtiyorduk: 1 - Yazının yayınlandığı 1978 yılından beri hiçbir c i d d i v a m ­ pir ya da D r a c u l a araştırmacısının Cepesi ile t e m a s e t m e m i ş

olması, o n u n l a ilgili h e r h a n g i bir bilgiyi iletmiş o l m a m a s ı o l d u k ç a

Gizemcilik k o n u s u n d a k i kitapları ile t a n ı n a n Fransız R o l a n d de Villeneuve Kurt Adamları ve vampirleri araştıran bir çalışmasın­

gariptir, 2 - Vlad D r a c u l ' u n s o y u n d a n o l d u ğ u n u s ö y l e y e n birinin İstanbul'a yerleşmiş o l m a s ı , bir «kan bankası»nı işletmesi ne d e n ­ li a c a y i p ise bu kişinin, g e r ç e k Vlad D r a k u l ' u n değil de k u r g u s a l Dracula'nın unvanı o l a n , k o n t unvanını kullanması üstelik s o y a d ı olarak Vlad'a yakıştırılan «Kazıklı» (Tepesh, Cepesi) adını u y g u n bulması bir o kadar acayiptir, 3 - R o m a n y a ve İstanbul ile ilgili bilgiler ç o k az, y e t e r s i z v e

da 1542'de İ s t a n b u l ' d a sürü halinde g e z e n Kurt A d a m l a r d a n söz ediyor. Villeneuve, 17. yüzyıl yazarı J a c q u e s d ' A u t u n ' u n «Sihir­ bazlar ve B ü y ü c ü l e r K o n u s u n d a Bilimsel İnançsızlık ve Cahil Saf­ lık» (L'incredulite savante et la credulite i g n o r a n t e au sujet d e s Magiciens et d e s Sorciers, J e a n Molin yayını, L y o n 1671) adlı çalışmasından aşağıdaki alıntıyı veriyor: «Sultan, has askerleri ile birlikte, silahlanıp s a r a y d a n çıktı; kurt a d a m l a r d a n y ü z elli kadarını surlara d i z d i fakat bunlar, t o p l a ­

tutarsız, 4 - İstanbul'da y a b a n c ı uyruklu bir kişinin ya da h e r h a n g i özel bir kişinin bir «kan bankası»nı işletmiş olabilmesi olanaksız­

n a n halkın g ö z l e r i ö n ü n d e , surlardan atlayıp kayboldular.» D ' A u t u n ' u n anlattığı, de Villeneuve'un naklettiği bu o l a y d a k i Kurt A d a m l a r kurtlar mı y o k s a İstanbul'un eski ve ezeli dertlerin­

dır, 5 - Alexander C e p e s i adlı birine ne İstanbul telefon rehberle­ rinde, ne de iki ayrı yat kulüplerinin kayıtlarında rastlanılmamıştır. S o n u ç t a 1980'den b u y a n a n e yazar H e i m a n , n e d e kahra­ manı Kont Cepesi h a k k ı n d a hiçbir haber alınmadığı g i b i «kay­ nak», bir d ü z m e c e ya da kaynak olarak, arşive kaldırıldı. Bir de 1960 yılında istanbul basınını meşgul e d e n ,

«Yeni

Akşam» gazetesinde m a n ş e t k o n u s u olan vampirler vardır. N e d i r ki, bunlar d a t ü m d e n u y d u r m a v e E d o u a r d Roditi'nin kara m i z a h t ü r ü n d e k i «istanbul V a m p i r l e r i : ç a ğ d a ş iletişim y ö n t e m l e r i k o n u ­ s u n d a inceleme» (The V a m p i r e s of İstanbul: a s t u d y in m o d e r n c o m m u n i c a t i o n m e t h o d s ) adlı ö y k ü s ü n ü n kahramanlarıdır. Cadılar,

Kedi Kadınlar, Vampirler ve de İ s t a n b u l ' u n

Kurt

d e n biri o l a n b a ş ı b o ş köpekler mi? Orası hiç belli değildir. A n c a k sultanın (ki belirtilen tarihte Kanuni Sultan Süleyman'dır) silah kuşanıp v a h ş i k ö p e k sürüleri­ nin peşine d ü ş m e s i hiç düşünülebilir mi? Eski k a y n a k l a r d a k i eski «olaylar» y e n i d e n ele alınıp y o r u m l a ­ nınca efsanenin ya da inanışın yerini « u y d u r m a c a » alıyor... Ancak,

her ayrıntı ve

bilgiyi

kullanmak

Doğu

d a ekleyelim. «Arapların s ö z ü n ü ettiği bir başka b ü y ü (sihir) şekli M a s k h ' dır ya da insanları hayvana d ö n ü ş t ü r m e sanatı. Batı'da,» ekler İdris Şah « b u n a likantropi (kurt a d a m ) derler...»

Adamları... Kaynağımız y e n i d e n Batı'dan almadır ve bir u z m a n ı n ,

pahasına,

gizemciliğinin sayılı araştırmacılarından İdris Şah'ın bir n o t u n u

bir

Fransız araştırmacısının imzasını taşımaktadır. İnancımız ve y ö n ­ t e m i m i z şu ki, bir yerlere varabilmek için, tek ve de bilimsel (de­ ğilse de yan-bilimsel) yol kaynakların önyargısız karıştırılması ve gerektiğinde çatıştırılmasıdır. Bazen ç o k ufak bir nokta, d e ğ e r s i z gibi g ö r ü n e n bir ayrıntı, satırların arasına karışmış bir satır, ilgisiz sandığımız bir a d , bir referans bize yararlı bağlantılar, aydınlatıcı, yönlendirici çağrışımlar sağlayabiliyor. —

27 —

rın arasında. Artı bir dizi m a c e r a s e v e r b i l i m a d a m ı : İ d m o n , A m p hiaros v e M o p s o s gibi. Altın P o s t ' u n ö y k ü s ü bilinen bir ö y k ü d ü r : J a s o n , M e d e a ' n ı n yardımı ile, p o s t u k o r u y a n ejderi ö l d ü r ü y o r , istediğini elde e d i y o r ve geri d ö n ü y o r . Altın P o s t ' u n ö y k ü s ü bir arayışın ö y k ü s ü d ü r ancak, d i k k a t edelim, asıl ilginç o l a n b u ö y k ü n ü n , b u m a c e r a n ı n izlediği «yol»dur.

IKINCI BÖLÜM

D o d o n a tapınağının kehanetler y a ğ d ı r a n a ğ a c ı n kerestesi ile inşa edilen A r g o s gemisi de k e h a n e t l e r d e b u l u n u y o r , ç ü n k ü «ko­

MEKÂNLAR VE GİZEMLER

nuşan» bir gemidir. Denize açılan bu k o n u ş a n , ses v e r e n g e m i bir arayışın aracı oluyor; d e n i z d e n bir y o l c u l u k yapılıyor, y a ş a m

Kıyı kıyı B o ğ a z i ç i bir efsane, d e s t a n , m i t o s ve g i z e m şeridi­

ile ö l ü m arasındaki ince çizgiyi, ayırımı s i m g e l e y e n d e n i z d e n .

dir, her köşesinde e s k i d e n hatta ç o k eskiden k a l m a çarpıcı, ç e k i ­

Denizleri aşarak, B o ğ a z i ç i ' n d e n g e ç e r e k , Altın Post ya da

ci ve hayal g ü c ü m ü z ü zorlayan bir ya da birkaç iz taşır. Bir y o l ,

bilgi y e n i d e n elde ediliyor. Batı'dan çalınan ve D o ğ u ' y a getirilen

bir geçiş, bir kapıdır Boğaziçi, isteyene Karadeniz'e,

isteyene

M a r m a r a ' y a açılan. Gelişigüzel bir «güzergâh» çizildiğinde bile y o l a çıktığınız her

bilgi geri d ö n ü y o r s a da bu bilgiye erişebilmeleri için Jason" un ve o n u izleyenlerin Batı'yı D o ğ u ' d a n ayıran - y a d a Batı'yı D o ğ u ile b i r l e ş t i r e n - bir g e ç i t t e n , bir b o ğ a z d a n g e ç m e l e r i gerekiyor.

yer bir masalın, eski bir inanışın, d a h a da eski kahramanların ve

J a s o n ' u n tehlikelerle (deniz kızları, ateş s o l u y a n boğalar,

kahramanlıkların, sevgilerin ve bilgeliklerin tılsımlı bir noktası gibi­

yarı kartal yarı kadın canavarlar) d o l u y o l c u l u ğ u bilgiye sahip o l m a k isteyen, kaynağına (Karadeniz'e) ulaşan ve aradığını elde

dir. Kahramanlar, krallar, kraliçeler, tanrılar, ermişler ve efsanele­

e d e n g e r ç e k bir «giz sahibi»nin y o l c u l u ğ u değildir. J a s o n bir iha­

ri yaratanlar! G ü r o l S ö z e n ' i n d e d i ğ i g i b i : «Efsane d e y i p g e ç m e ­

net işleyerek bilgiye sahip olabiliyor, c e h e n n e m e kadar iniyor,

y i n . Efsanelerde güzellerin yanısıra g e r ç e k yatar. H e m de b o y l u

d e ğ i ş i m d e n g e ç i y o r , o y s a g e r ç e k t e n arzuladığı bilgi v e e r d e m

boyunca.»

değil servet ve güçtür. Y u n a n m i t o l o j i s i n d e n kalan bu efsane, b ü y ü c ü Sirse'nin kral

Altın Post'u ele g e ç i r m e k için Karadeniz'e açılan 55 kürekli A r g o s gemisi g e ç i y o r B o ğ a z ' d a n , nice ünlü, kimi b i l i m c i , kimi

Ulises'e anlattığı bu ö y k ü b i z c e iki a ç ı d a n ilginçlikler taşımakta­

yarı tanrısal yolcuları ve gemicileri ile. Kimler y o k ki, o g e m i d e !

dır:

J a s o n var seferi d ü z e n l e y e n ve y ö n e t e n , g e m i y i inşa e d i p o n a adını veren usta A r g o s , Truva savaşlarına n e d e n o l a c a k güzel Helena'nın kardeşleri Castor ve Pollux, erişilmez o z a n Orfeus, canavar M i n o t o r ' u ö l d ü r e c e k olan Theseus.

1) B o ğ a z i ç i ' n d e n geçiş, 2) Altın P o s t ' u n (bilginin) K a r a d e n i z ' d e n güçlenerek, Batı'ya dönmesi. Yoksa,

Fransız

Louis

Charpentier'nin

düşündüğü

gibi,

Ve dünyanın en g ü ç l ü s ü diye bilinen Herkül bile var, Yuna­

D o ğ u ' y a açılan kapı (Boğaz) v e D o ğ u gibi sayılan A n a d o l u (Kü­

nistan'dan Karadeniz'e kaçırılan kanatlı k o ç u n p o s t u n u arayanla­

ç ü k Asya) Atlantis kıyametinden k a ç a n , çeşitli yerlere (Kafkasya, —

29 —

İrlanda, İngiltere) sığınan ve e n g i n bilginlerin taşıyıcısı olanların

g ö r d ü ğ ü m ü z ve

barınakları, g i d e r e k merkezleri mi oldular?

çocuklarını ö l d ü r e n ve antik t r a g e d y a n ı n u n u t u l m a z ve lanetli kişi­

Argos gemisi geri dönüyor, yeniden Boğaziçi'nden geçiyor,

ilerde,

kocasının

ihanetine

bir

karşıt

olarak

lerinden biri olan.

z o r u n l u olarak. A r g o n o t l a r b o ğ a z ı n iki kıyısında saltanat k u r a n

Tarabya'nın anımsanan eski adı T h e r a p i a oluyor, y a n i Şifa,

Bebriker'in kralı A m i c u s ' a karşı savaşırlar ve galip geldiklerinde

a n c a k d a h a ö n c e k i adı ise F a r m a k e u s ' d u r , Zehirleyen'dir. Efsa­

onlara y a r d ı m e d e n kanatlı cin S o s t e n i o n ' a İstinye'de (Stenya,

nelere kulak verecek olursak ilk T a r a b y a ' n ı n bu tür bir ad alması­

Sostenion) bir t a p ı n a k inşa ediyorlar.

nın n e d e n i d e , J a s o n ' a d e s t e k o l d u k t a n s o n r a peşine d ü ş e n ,

Anadolu Kavağı'ndan geçiyor konuşan gemi Argos ve bu kez y o l u n a olaysız d e v a m edebiliyor ç ü n k ü bir çıkıp bir b a t a n

M e d e a ' n ı n t ü m sahil b o y u n c a d ö k t ü ğ ü zehirdir. Boğaziçi'nin

her

köşesinde,

her

şirin,

destansal

küçük

k o y u n d a bir giz bizleri bekliyor ve a n t i k inanışlardan dirilip bizle­

adalar ç o k t a n d ı r devingenliklerini yitirdiler. B o ğ a z kıyılarında az olay yaratmıyorlar bu A r g o n o t l a r , Altın P o s t ' u kapıp geri d ö n d ü k l e r i n d e : Kral A m i c u s , Pollux'a m e y d a n o k u y o r , o n u n l a d ö v ü ş ü y o r v e vuruluyor. İstinye'de b u o l a y d a n

re y e n i d e n sorular soruyor, kıyıdan kıyıya bir g i z e m zincirini kuru­ yor, ister bağıntılı ister (görünüşte) bağıntısız. Bir zamanların B ü y ü k d e r e s i ' n d e bin yıllık bir çınar yükselirdi

Bey­

B e y k o z ' u n d e f n e ağacı kadar gizemli ve efsaneler yaratan. Kimi

k o z ' d a bir d e f n e ağacını dikiyor ve s o n r a d a n , bu a ğ a c ı n dallarını

eski tarihçilere g ö r e 1097 yılında haçlılardan G o d e f r o y de Bouil-

s o n r a inşa edildiği söylenilen tapınak bir yana,

Pollux,

kıranlar çıldırıyorlar v e y a başka bir y o r u m a g ö r e , g ö r ü n m e z o l u ­

lon bu ağacın altına yatmıştı, d a h a s o n r a k i kimi tarihçilere g ö r e

yorlar.

d e D e Bouillon hiçbir z a m a n B ü y ü k d e r e ' y e ayak basmamıştır.

Fakat n e d e n bir d e f n e ağacı ve defne ağacının delilik veya g ö r ü n m e z l i k l e ne ilgisi vardır, olabilir? Defne ağacının yaprakları ile eskilerin, antiklerin krallarına, kahramanlarına, tanrılarına taçlar ördüklerini biliyoruz ç ü n k ü def­ ne bir seçkinlik, bir yücelik anlamını taşıyordu. Nedir ki, bazı ina­ nışlarda s ö z k o n u s u o l a n d e f n e ağacının içinde bir hayli d e ğ i ş k e n ve d e l i ş m e n bir r u h u n gizlendiği söyleniyor. B a z e n bir ç o c u k k a d a r şakacı bir r u h , bir c i n m i ş b u , ısrarlı, t u t t u ğ u n u k o p a r a n , birinden

hoşlandığında

ondan

hiç

ayrılmayan,

hep

izleyen.

Z a m a n oluyor ki, b u r u h veya cin, ısrarlı bağlılığı y ü z ü n d e n , k â b u ­

Bu tarihsel çınardan Fransız yazarı T h e o p h i l e Gautier söz e d i y o r efsaneye inanarak, bu tarihsel çınarı İstanbul'da yayınladı­ ğı «Revue de Constantinople» d e r g i s i n i n 20 Şubat 1876 tarihli sayısında Vikont Alfred de G a s t o n anlatıyor uzun uzun. Çınarın g i z e m i nerede diye sorulacak. Çınarın g i z e m i kendi­ sinde, yaşında ve yaşından d o l a y ı n e d e n o l d u ğ u efsanelerde. Başka bir d e y i m l e gizemleri y a r a t a b i l m e k için her şey her z a m a n yeterlidir. Her şey her z a m a n bir çıkış noktası olur ve en ö n e m l i ­ si, e s k i d e n , ç o k eskiden kalmış her nesne, yer, bina ve kalıntı taşıdığı izlerle, anımsattırdığı olaylar ve kişilerle kendi içine kapan­ mış bir gizemdir.

sa d ö n ü ş ü y o r , b a ğ l a n d ı ğ ı insanları taciz ediyor. S o n u ç t a sabırları­

İstanbul sarıp sarmalayan efsanelere g ö r e antik Kabataş'ta

nı tüketiyor (çıldırtıyor) ya da kaçmalarına, kaybolmalarına ( g ö ­

y a d a A j a n t i o n ' d a yunuslar b o l c a g ö r ü n ü r , sesleri g ü n b o y u n c a

r ü n m e z olmalarına) n e d e n oluyor.

d u y u l u r d u . A r g o s ' u akla getirerek, mesafeleri aşarak ve m i t o s u

İstinye'de g i z e m l i özellikleri ve güçleri olan bir d e f n e a ğ a c ı dikilirken M e d e a , T a r a b y a ' y ı (Therapia'yı) kuruyor. H a n g i M e d e a bu? Hiç kuşkusuz b ü y ü c ü M e d e a , d a h a ö n c e J a s o n ' u n y a n ı n d a

g e r ç e k l e r e bağlayarak deniz kızlarının sesi ile yunusların sesini bir tutabiliriz, ç o k ç a yürütülen ç a ğ d a ş bir y o r u m ve yaklaşımla. Deniz kızları efsanevi yaratıklardı, şarkıları ile denizcilerin,

g e m i c i l e r i n akıllarını ç e l e n . B u n a bir d i y e c e ğ i m i z y o k (bir z a m a n ­

parayı almasına izin v e r m i ş , sadık ve s a d a k a t e bağlı bir k a y a

lar A m a z o n l a r , t e k g ö ğ ü s l ü savaşçı ve anaerkil kadınlar da efsa­

olduğundan.

nevi sayılıyordu, tarihsel bulgular onların g e r ç e k olduklarını kanıt­ layıp b i z i m K a r a d e n i z ' e bağlayıncaya d e k ! ) f a k a t yunuslar, b o ğ a ­ zın ve M a r m a r a ' n ı n yunusları bir gerçektir, en azından İ s t a n b u l l u ­ lar için bir y a r ı m yüzyıl ö n c e s i n e kadar bir g e r ç e k t i .

Ya Emirgân? E m i r g â n ' ı n lanetli bir yer o l d u ğ u n u , en a z ı n d a n antikler tarafından öyle sayıldığını k i m d ü ş ü n e b i l i r ki? Derler ki Emirgân'ın adı K i p a r o d e s iken o r a d a bir t a p ı n a k yükselirmiş ü ç l ü bir tanrıça o l a n H e k a t e ' y e adanmış.

K a b a t a ş ' t a m i t o l o j i k k a n u n çalgıcısı Chalkis'in taksimleri ile

E m i r g â n v e b ü y ü c ü l ü ğ ü n , c e h e n n e m i n , u ğ u r s u z kavşakların

yunusları m e s t e t m e s i , ç o b a n C h a n a n d a s tarafından ö l d ü r ü l e n bir

üç yüzlü, eli meşaleli, p e ş i n d e n uluyan k ö p e k l e r i ç e k e n , g e c e

y u n u s a bir m e z a r inşa etmesi de bu ç o k eski g e r ç e ğ i n şiirsel bir

vakti kara bulutlar şeklinde g ö k y ü z ü n d e d o l a ş a n ejderhaların t a n ­

s i m g e s i n d e n b a ş k a bir şey değildir.

rıçası Hekate!

K a b a t a ş ' t a y u n u s l a r ve K u r u ç e ş m e ' d e (antik adı ile A n a p -

B o ğ a z i ç i m i t o l o j i d e n k a l m a izleri, efsaneleri, inanışları, evliya

lus) sütunların t e p e s i n e tırmanıp yıllarca k a l a n Bizans'ın keşişleri:

ve keşişleri ile g i z e m d o l u s u , antik gizemlerin anılarını k o r u y a n

433'te keşiş S i m e o n bir s ü t u n u n t e p e s i n e yerleşip 27 yıl o r a d a kalıyor, 460'ta y e r i n e g e ç e n Daniel ise aynı s ü t u n u n t e p e s i n d e 34 yıl yaşıyor, çile çekerek. B o ğ a z r u h u n arındığı, inanışların k a n a t g e r d i ğ i fakat, aynı z a m a n d a , orduların çarpıştığı bir çeşit özel b ö l g e gibidir: Rumeli H i s a n ' n d a n 700.000 kişilik o r d u s u n u n b a ş ı n d a Kral Darius g e ç i ­ yor, 1097'de Rumeli Hisarı'nda haçlılar k a m p kuruyor, kenti talan ederek. S o n u n d a 1453'te Fatih Sultan M e h m e t tarihin yeni bir d ö n e m i n i açıyor. Bir o r d u g â h merkezi o l u y o r tarihi b o y u n c a Rumeli Hisarı o y s a u n u t m a y a l ı m ki, hisarın b u l u n d u ğ u t e p e n i n adı, bir z a m a n ­ lar, Evliyalar d i y e bilinirdi ve bir ziyaret y e r i y d i D u r m u ş D e d e ' n i n , Şeyh İsmail M a a ş u k ' u n , Şeyh H a s s a n Sarifi'nin ve başkalarının mezarlarını i ç e r d i ğ i n d e n . . .

bir uzun geçit olarak karşımıza dikiliyor, salt K a r a d e n i z ' e ya da M a r m a r a ' y a d e ğ i l d e ö t e d ü n y a y a hatta c e h e n n e m e açılan bir geçit. T ü m güzelliği, çekiciliği ve g e ç m i ş i ile a d e t a her b o y u t a açılan bir kapı. K o n u m u z o l d u ğ u için a b a r t m a k niyetinde değiliz a n c a k , say­ falar b o y u n c a g ö r d ü ğ ü m ü z v e g ö r e c e ğ i m i z

gibi,

İstanbul'un

gizemler kenti niteliği ve dolayısıyla, ayrıcalığı tartışılmaz bir ger­ çektir. Yorumlar d a i m a ve h e r k e s e açıktır fakat, y o r u m u n u z h a n ­ gi y ö n d e olursa o l s u n , g i z e m havası - i s t e r hissedin, ister hisset­ m e y i n - bu k e n t i n her tarafını d a i m a sarmıştır ve sarıyor. Anıtla­ rın, kalıntıların, t a p ı n m a yerlerinin, saray ve hanların, m e y d a n ve sokakların hiç e k s i l m e y e n a k s i n e g e ç e n z a m a n l a d a h a d a p e k i ­ şen bir g ü ç taşıdıklarını ve bu g ü c ü n , ister d a l g a d a l g a ister daire­

B o ğ a z t u r u m u z u s ü r d ü r e l i m : K i r e ç b u r n u balık lokantaları ile

sel şekilde yayıldığını, biriktiğini ve merkezler o l u ş t u r d u ğ u n u bili­

ünlü şirin bir mekândır, aynı z a m a n d a ç o k e s k i d e n k a l m a bir

y o r u z . M e k â n l a r a , taşınamazlara hatta nesnelere tanınan «bel­

efsanenin içerdiği bir ahlak dersinin de yeridir.

lek» potansiyeli (belleği şarj e t m e k ya da bellekle şarj o l m a k

K i r e ç b u r n u ile Kefeli arasında adı Sadık Kaya olan bir k a y a

işlemleri ile) bu g ü c ü n i z d ü ş ü m ü n d e n başka bir şey değildir.

b u l u n u r d u ve Bizanslı D i o n i s i o s ' u n anlattığına bakılırsa s e f e r d e n

İnançsal bir işlevi o l a n y e r l e r d e bu güç, sürekli o l a r a k b e s ­

d ö n e n iki d e n i z c i arkadaş, g ü n ü n birinde, biriktirdikleri paraları o

l e n d i ğ i n d e artıyor v e b u g ü c ü n simgeleri olarak g ö r ü l e n nesneler

kayanın altındaki bir y e r e gizlemişlerdi. S o n r a biri yalnız kaldığın­

d a h a d a etkin oluyorlar.

Kalkışmış

İşte karşımızda A y a s o f y a (Ayia Sofia) 921 yıl s ü r e c e bir kili­

a m a b a ş a r a m a m ı ş ç ü n k ü kaya vere v e r e salt k e n d i n e ait o l a n

se, 481 yıl b o y u n c a bir c a m i ve b u g ü n bir m ü z e , bir kültür ve

d a , geri d ö n m ü ş paranın t ü m ü n ü a l m a y a kalkışmış.



33 —

istanbul Gizemleri / R 3

sanat m e r k e z i . Hiç k u ş k u s u z Batı ile D o ğ u ' y u biraraya getiren,

«Müslümanlar derler ki: Ayasofya, M u h a m m e d p e y g a m b e r i n

sentezini y a p a n bir merkez, gizemleri ve efsaneleri, inanışları ve

zamanında bir zelzeleden yıkılmış, t a m i r e kalkıştıklarında k u b b e ­

izleri ile. G e z e g e n i m i z i n k u t u p l a ş m a (polarite) haritasında ö n e m l i

yi bir t ü r l ü tutturamamışlar. S o n u n d a , Hızır'ın ö ğ ü d ü n ü d i n l e y e ­

bir nokta.

rek, p e y g a m b e r i n t ü k r ü ğ ü , Z e m z e m s u y u v e M e k k e t o p r a ğ ı ile

1833'te A y a s o f y a ' y ı c a m i y k e n ziyaret e d e n Prusya elçilik

karıştırılmış bir h a r ç sayesinde k u b b e yapılabiliyor. Evliya Çele­

danışmanı M. v o n Tietz, Hıristiyan inançlarına g ö r e kutsal sayılan

b i ' y e g ö r e , tapınağın T e r l e y e n Direk' d i y e a d l a n a n s ü t u n u n u n

emanetleri b u ş e k i l d e d e ğ e r l e n d i r m e k t e d i r :

altında karılmış b u harç. B ü y ü k k u b b e d e n sarkan altından t o p

«Güney y ö n d e b u l u n a n üst galeride, çukur, kırmızı renkte bir m e r m e r var. B u n u n p e y g a m b e r i m i z İsa'nın beşiği o l d u ğ u söy­

kandili, bu m u c i z e y e bir saygı anısı olarak Fatih astırmıştı. Terleyen

Direk

(yahut

Ağlayan

Direk)te

bulunan

delik,

leniyor. Bir de a n n e s i tarafından İsa'nın yıkandığı kurna var. B u n ­

Hızır'ın, kiliseyi c a m i y e ç e v i r m e k isteyince, yapının y ö n ü n ü kıble­

ların ikisi birlikte K u d ü s ' t e n getirilmiş. Tapınağın k u z e y y ö n d e k i

ye d ö n d ü r m e k için parmağını s o k t u ğ u delik imiş. Bu delikten

giriş kapısının s o l u n a d o ğ r u bir s ü t u n g ö r ü l ü y o r . Buna 'Terleyen

sızan ıslaklığın t ü r l ü dertlere d e v a o l a c a ğ ı sanılır. Hızır'ın, Kadir

S ü t u n ' adı verilmiş. Sürekli olarak r u t u b e t t e n ıslandığı için, b u n a

gecesi A y a s o f y a ' y a geldiğine,

e l d e ğ d i r m e n i n , her d e r d e d e v a o l a c a ğ ı söyleniyorsa d a c a m i avlularındaki insanların hali b u n u kesinlikle yalanlamakta.» Ayasofya'yı Batılı bir d i p l o m a t ı n y o r u m u ile değil de folklor açısından ele aldığımızda başka noktalara d e ğ i n m i ş oluruz: «Ayasofya...

sade

mimarlık,

mozaik ve başkaca

bezeme

sanatlarının sergilendiği bir yer d e ğ i l , efsane ve inanışların da hazinesidir.» d e r Pertev Naili Boratav. «Bizans ç a ğ ı n d a ve d a h a sonraları d a Türklerin o n u c a m i y e ç e v i r m e l e r i n d e n s o n r a İstan­ b u l ' u n M ü s l ü m a n t o p l u l u ğ u , insan e m e ğ i n i n b u y ü c e yapıyı yarat­ masında insanüstü g ü ç l e r i n payı o l d u ğ u n a , o n u n k ö ş e b u c a ğ ı n ­ d a aklın ç ö z ü m l e y e m e y e c e ğ i nice sırların gizli d u r d u ğ u n a inan­ mış.» 532 yılında, Nika isyanı sırasında, A y a s o f y a t ü m d e n yandığın­ d a İ m p a r a t o r J u s t i n i e n y e n i d e n bir inşaata girişiyorsa d a k u b b e ­ ye g e l i n d i ğ i n d e parasal zorluklar ç e k m e y e başlıyor. Bir efsaneye g ö r e de beyazlara b ü r ü n m ü ş bir delikanlı o n a katırlarla, çuval d o l u s u altın getiriyor. H e y e c a n a kapılan imparator bu olayı yakın­ larına a n l a t m a y a kalkınca da b ü y ü bozuluyor, altın g e t i r e n deli­ kanlı bir d a h a g ö r ü n m ü y o r . «Terleyen Sütun» veya «Terleyen Direk» ya da «Ağlayan Direk» k o n u s u n d a B o r a t a v ' d a n aşağıdaki bilgileri aktarıyoruz:

t a m altın t o p

kandilin

altında

n a m a z kılanlar arasına katıldığına inanılır.» A y a s o f y a ' n i n «mucizeler»i ve n e d e n o l d u ğ u inanışlar say­ makla bitmez ve her kuşak, her t o p l u m ve her inanç b u n l a r a bir şeyler katmıştır: kimi O r t o d o k s efsanelerine g ö r e s o n A y a s o f y a ' nin m a k e t i bir arı p e t e ğ i n d e n çıkmadır, kimine g ö r e d e b ü y ü k s a l o n u n ortasında b u l u n a n , d e m i r bir kapakla ö r t ü l ü eski bir k u y u n u n suyu kalp hastalıklarına şifa v e r i y o r m u ş . Fetih'ten k a l m a bir b a ş k a efsaneye g ö r e Fatih, A y a s o f y a ' y a g i r d i ğ i n d e ayin y a p m a k t a olan patrik duvarın içine g i r i p k a y b o l ­ muştur. A y a s o f y a n e r d e y s e bir çeşit g i z e m l e r ve inanışlar a n s i k l o p e ­ disi ise Çemberlitaş bir esrarlar seçkisidir. Çemberlitaş ya da C o n s t a n t i n s ü t u n u Bizans'ın merkezi ve de s i m g e s i olarak bilinir ve sayılırdı ç ü n k ü , Bizans'ın C o n s t a n t i n tarafından fethinin (18 Eylül 324) ve kutsamasının (8 Kasım 324) bir işaretiydi. Aynı z a m a n d a b a ş k a c a kutsal emanetlerin biraraya getirildiği bir g i z e m l e r noktasıydı. Bizans inanışlarına g ö r e C o n s t a n t i n sütunun t e m e l i n d e Truv a ' d a n g e l m e tanrıça Pallas Atina'nın tahtadan yapılmış heykeli­ ni, N u h p e y g a m b e r i n asasını, M u s a ' n ı n sular fışkırttırdığı taşı, İsa'nın e k m e k l e r dağıttığı g ü n d e n kalan yedi e k m e ğ i n kırıntılarını g ö m d ü r m ü ş ve t e m e l i k e n d i eli ile kapatmıştı.

Çemberiitaş'ın t e p e s i n d e y ü k s e l e n v e A p o l l o ' y a benzetilen C o n s t a n t i n ' i n heykelinde de İsa'nın haçından (çarmıhından) bir p a r ç a b u l u n d u ğ u n a dair inanışlar d a vardı.

Çemberlitaş'a d ö n e l i m : Ç e m b e r l i t a ş v e altında b u l u n d u ğ u söylenilen iç o d a ile ilgili ilginç bir y o r u m Haluk E g e m e n Sarıkay a ' d a n gelmektedir. Sarıkaya'nın savına g ö r e , «Mabet P r o t o t i p i ­

1105 yılında heykel k o p a n bir fırtınada, birkaç kişiyi de eze­ rek yıkılıyor s o n r a k i yıllarda, İ m p a r a t o r I. Manuel C o m n e n o s ' u n d ö n e m i n d e , s ü t u n tamir ediliyor ve 1779'da I. A b d ü l h a m i t ' i n e m r i ile ç e m b e r l e r yenileniyor.

ne u y g u n her kutsal yapı gibi, Çemberlitaş'ın da yeraltı A g a r t a sistemiyle ilişkisi olması s ö z k o n u s u d u r . » Bu savı ile ilgili olarak araştırmacımız 1930'lu yıllarda Ç e m ­ berlitaş civarında yapılan bir a r k e o l o j i k kazı s o n u c u labirent şek­

İstanbul'daki sütunlar, dizi dizi efsaneler yaratarak, etrafa gizemler dağıtıyorlar:

linde bazı dehlizlere rastlandığını, bu n o k t a d a n hareket edildiğin­

- A v r a t p a z a n ' n d a içi b o ş , m e r m e r parçalarından yapılmış

bir giriş hatta bir enerji noktası işlevini g ö r d ü ğ ü n ü de e k l e m e k t e ­

bir sütun ve t e p e s i n d e bir heykel, o da b e m b e y a z m e r m e r d e n . Yılda bir kez heykel ses verir, kuşlar etrafına d ö n m e y e başlarlar çılgıncasına ve bir kısmı yere d ü ş e r bitik. Halk onları t o p l a r k e n d i ­ ne bir ziyafet çeker. Bizde Avrat Taşı olarak bilinen A r c a d i u s s ü t u ­ n u d u r bu, kala kala bir kaidesi kalmıştır C e r r a h p a ş a ' d a bir de t e p e s i n d e n k o p a n bir parça. S ü t u n 403 yılında İ m p a r a t o r Y ü c e T h e o d o r i u s ' u n anısına d i k i ­ liyor İmparator A r c a d i u s tarafından; 421'de 2. T h e o d o s i u s t e p e s i ­ ne babası A r c a d i u s ' u n kuşları c e z b e d e n heykelini yerleştiriyor; 542'de sütuna d ü ş e n bir ş i m ş e k heykelin bir elini kırıyor; 740'ta ise heykel kendiliğinden devriliyor ve 1719'da s ü t u n yıkılıyor. A v r a t p a z a n ' n d a k i Avrat Taşı'na karşın Fatih'te bir Kız Taşı veya M a r c i a n u s sütunu... Bunun t e p e s i n d e d e , Bizans d ö n e m i n d e bir heykel d u r u y o r ­ d u : İmparator M a r c i a n u s ' u n o t u r m u ş haliyle bir heykeli. Efsanele­ re g ö r e s o r u n yaratan bir i m p a r a t o r heykeliydi b u , ç ü n k ü yakınla­ rından g e ç e n kızların bakire o l u p olmadıklarını açık açık d u y u r ­ m a k gibi k ö t ü bir h u y a sahipmiş. Evliya Çelebi de bir başka o l a ğ a n ü s t ü s ü t u n ve h e y k e l d e n söz ediyor, Çatladıkapı'da b u l u n a n . Dört köşeli olan bu s ü t u n u n tepesindeki heykel ise t u n ç t a n yapılmıştı ve bir çeşit h a b e r c i - k o ruyucu

görevini

görüyormuş:

Akdeniz'den

yaklaşan

düşman

gemilerini haber verir, gemiler yaklaşınca da ağzından ç ı k a n bir ateşle yakıp kül edermiş.

de Çemberlitaş'ın İstanbul'un altındaki dehlizlere açılan bir kapı, dir, rahatça tartışılabilir bir y o r u m l a . Eski Bizans'ın merkezi olan H i p o d r o m ,

Sultan A h m e t ve

civarının Aksaray'a ve belki de d a h a ötesine kadar yeraltı galerileriyle d ö ş e n d i ğ i bir gerçektir ve Sarıkaya bu g e r ç e ğ e k a y n a k ola­ rak,

«İstanbul'un Yedi Harikası» adlı 80 küsur yıllık bir kitaba

d a y a n a r a k Yerebatan Sarayı ile Kınalıada arasında uzanan bir t ü n e l d e n d e söz etmektedir. «Köpek Ö l d ü r e n Kanalı d e n i l e n bu dehlizin, Yerebatan Sara­ yı'nın gizli bir girişinden başlayarak k u z e y d o ğ u y ö n ü n d e ilerledi­ ğ i v e boğazın M a r m a r a ' y a açıldığı y e r d e denizaltından g e ç t i ğ i , Ü s k ü d a r ' d a n itibaren d e g ü n e y d o ğ u y a d o ğ r u bir açı yaparak, d ü z bir hat halinde, ö n c e Üsküdar-Kadıköy sahillerinin ve d a h a s o n r a g e n e M a r m a r a ' n ı n altından uzanıp Kınalıada'ya ulaştığı ve b u r a d a k i manastırda s o n b u l d u ğ u belirtilmektedir.» Dehlizler, gizli dehlizler, denizaltı kanalları,

kıyıları kıyılara

g i d e r e k adalara b a ğ l a y a n geçitler, işlevleri, simgeleri ve anlamla­ rı... Araştırmacı Sarıkaya k o n u y u c e s u r bir varsayımla, ilerdeki bir b ö l ü m d e üzerinde duracağımız A g a r t a ' y a b a ğ l a m a k için gay­ ret sarfediyorsa da dehlizlerle birlikte İstanbul'un bilmediğimiz ya da p e k iyi b i l m e d i ğ i m i z yeraltısı halen ç ö z ü l m e m i ş sorunları ile karşımıza dikilmektedir. Labirentlerin, gizli dehlizlerin, mağaraların ö n e m i salt arkeo­ lojik v e y a jeolojik değildir. İlkel inanışlara d ö n ü p d ü n y a m ı z ı k o c a -



36

-



37 —

m a n bir a n a g i b i g ö r d ü ğ ü m ü z d e , yeraltındaki kanallar v e gizli y o l ­

ö n c e bir g ü n Avratpazan'ndaki b ü y ü k k u l e d e n binlerce yılan dışa­

lar bu d ü n y a s a l ananın r a h m i n d e n başka bir şey değiller. Dolayı­

rı fırlayıp denize d o ğ r u yola koyulmuşlar. Aralarında ç o k iri bir

sıyla labirente ya da dehlize g i r m e k a n a y a bir d ö n ü ş t ü r , bir y e n i ­

yılan varmış. Bu olayı binlerce kişi gözleriyle g ö r m ü ş . Yılanlar

d e n d o ğ u ş , bir arayış ve bir eğitim g ö r m e d i r .

arkalarında bir t o z bulutu bırakmışlar. Hiç k i m s e b u n l a r a bir şey

1972'de A k s a r a y ' d a belediyenin kanalizasyon inşası için y a p ­

yapmamış.»

tığı bir kazıda Bizans d e v r i n d e n kalma bir mezarlık ( k a t a k o m b )

Olaya bir «yılan göçü» gibi bakabiliriz v e y a aynı yazarın nak­

bulunuyor, ikinci katı sularla d o l u ; 1963'te Taşlıtarla'da, H a v u z b a -

lettiği karga ö r n e ğ i n e bağlayarak b u t o p l u g ö ç ü n altında başka,

şı s e m t i n d e , o t o tamircisi Cavid Cinci b o ş bir arsada açılan bir

ola ki simgesel anlamlar da arayabiliriz.

delikten, d e f i n e a r a m a k niyetiyle yeraltına iniyor. C i n c i o r t a d a n

T ü r k mitolojisinde yılan ö n e m l i bir yer tutmaktadır, efsanele­

k a y b o l u y o r , tarlanın altında açılan dehlizi arkeologlar araştırıp

re g ö r e k o z m i k (evrensel) âlemle birlikte yaratılmıştır ( L a k h m u ve

b u n u n da iki katlı ve yaklaşık olarak 87 m e t r e u z u n l u ğ u n d a o l d u ­

L a k h a m u ) , b o y n u z l u o l u n c a k o r u y u c u görevini üstlenmektedir,

ğ u n u saptıyorlar.

V o l g a Türkleri için u ğ u r l u bir hayvandır v . b .

Arayışlar s ü r d ü r ü l ü r k e n Cinci'nin c e s e d i b u l u n u y o r fakat bir bataklığa v a r a n dehlizin d e v a m ı n a ulaşılmıyor, ne o l d u ğ u , ne işe yaradığı ve h a n g i d ö n e m e ait o l d u ğ u ise kesinlikle anlaşılmıyor. Ayaklarımızın altında yerini, sayısını ve işlevini b i l m e d i ğ i m i z b u n c a dehlizler,

yeraltı yolları ve

labirentler açıldığına

göre

z a m a n z a m a n yerin altından g a r i p seslerin çıkmasına, y ü k s e l m e ­ sine hiç ş a ş m a m a m ı z gerekiyor. 26 Eylül 1980 gecesi, İ n ö n ü sta­ dının civarlarında, yeraltından gelen ve b a l y o z sesine b e n z e y e n gürültüler d u y u l u y o r .

Sesleri d u y a n ve m e r a k l a n a n

bir g r u p

asker ilgililere h a b e r veriyor, yerinde bir araştırma yapılıyor fakat ne seslerin n e d e n i , ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor. Anlaşılmayan v e y a açıklanamayan

her olayın

altında

bir

B u n a karşın, halk inanışlarında, bazı yılanlar u ğ u r s u z sayılır, g ö r ü l d ü k l e r i yerlerde öldürmeleri gerekir. Ancak, ölü yılan y a ğ ­ m u r d u a s ı n d a kullanıldığı gibi yılan derisi de büyülerde, yılan göz­ leri de nazar d e ğ m e l e r i n d e kullanılır, özellikle A n a d o l u ' d a . Aşırı göstergebilimsel bir yaklaşım g i b i g ö r ü n ü r s e bile inancı­ mız şu ki her şey her şeyle her z a m a n bağıntılıdır, her şey bir n e d e n - s o h u ç ilişkisinden kaynaklanmaktadır. G e r ç e k gibi anlatı­ lan bir olayın altında gizli, simgesel bir a n l a m yatabildiği g i b i efsa­ ne, m a s a l , d e s t a n , batıl inanç diye nitelendirdiğimiz anlatıların t e m e l i n d e bir g e r ç e k de yatabilir v e y a yatmaktadır. H a y v a n l a r d a n söz ettiğimize g ö r e k o n u y u s ü r d ü r e l i m v e b u kez bir «ayazma»ya bağlı bir efsaneyi nakledelim. Mekânımız Silivri Kapı ve Balıklı A y a z m a . Bu m e k â n a bağlı

esrar a r a m a k değildir niyetimiz. A n c a k y u k a r d a k i ö r n e k t e e n

bir efsaneyi eski İstanbul'un ünlü ziyaretçilerinden İtalyan o z a n

basit, d o ğ a l bir açıklama olarak bir y a n k ı l a n m a d a n s ö z edebiliriz.

v e yazar E d m o n d o d e A m i c i s ' i n k a l e m i n d e n o k u y a l ı m :

Aynı şekilde, mantıksal bir s ü r e ç içinde, bu ve benzer sesleri, aşı­

«Müslümanlar İstanbul surlarına s o n kez saldırmakta iken

rı gibi g ö r ü l e b i l e c e k a m a araştırmaya her z a m a n açık bir yakla­

manastırdaki (eski Balıklı Manastırı) bir R u m keşişi balık kızart­

şımla gürültüleri henüz bilmediğimiz, g e r e ğ i ile araştırılmamış bir

m a k t a y d ı . B i r d e n mutfağın kapısında bir b a ş k a keşiş g ö r ü n d ü ve

«yeraltı yolları» varsayımına da bağlayabiliriz.

d e h ş e t içinde bağırdı: - Kent d ü ş t ü ! - Nasıl? - S o r d u d i ğ e r i -

Yeraltı dehlizleri, yeraltından çıkan sesler ve yine yeraltından çıkan hayvanlar...

Bu balıklar tavanın dışına fırlarsa b ö y l e bir şeye i n a n a b i l e c e ğ i m Ve b u n u d e r d e m e z balıklar, yarı y a n m ı ş yarı p e m b e ve yalnızca

16. yüzyıla d ö n ü p Hans Dernshvvam'a kulak v e r e l i m :

bir taraftan kızartılmış olarak t a v a d a n dışarı fırladılar ve b ü y ü k bir

«Birçok k i m s e bize inanılabilecek şu hikâyeyi anlattılar. Yıllar

ihtimamla, alındıkları ve içinde halen y ü z d ü k l e r i suya daldılar.»

— 38 —

De A m i c i s İstanbul'da 1878 yılında b u l u n u y o r ve ayazmayı

Eski İstanbul'un çeşitli s e m t l e r i n d e , mahallelerinde tekinsiz

bir R u m papazı ile birlikte ziyaret ettiğinde p a p a z o n a y u k a r k i

gibi bilinen ruhların, hayaletlerin dolaştığı, g ö r ü n d ü ğ ü evler b u l u ­

efsaneyi anlattığı g i b i bir sarnıcın içinde yüzen kırmızı balıkları da

n u r d u . İyi Sıhhatte Olsunlar'ın m e k â n olarak seçtikleri, barındıkla­

gösteriyor.

rı ve huzura k a v u ş m a d a n t e r k e d e m e d i k l e r i yerler.

Balıklı a y a z m a s ı ile ilgili e s k i d e n kalma b a ş k a inanışlar da

İlk ç o c u k l u ğ u m u z d a B o s t a n c ı ' d a , k ö p r ü n ü n karşı tarafında

vardır ve b u n l a r d a n birine g ö r e İ m p a r a t o r Justinien o r a l a r d a n

y ü k s e l e n yarı yıkık ve a h ş a p bir k o n a k eskisinin tekinsiz o l d u ğ u ,

g e ç m e k t e y k e n , bir kaynağın etrafında t o p l a n m ı ş bir kadın kalaba­

g e c e vakti içinde ışıkların dolaştığı söylenilirdi. Yeniyetmelik yılla­

lığını g ö r ü p d u r u y o r , s o r u p s o r u ş t u r u y o r . Kadınlardan biri o n a

rımızın B ü y ü k a d a s ı ' n d a da b e n z e r bir ev yükselirdi M a d e n d e n e n

«Şifalı s u y u n kaynağıdır bu» d e y i n c e de A y a s o f y a ' d a n kalma mal­

m e v k i n i n bir t e p e s i n d e . O da a h ş a p , ç ö k m e k üzere ve üstelik

z e m e ile o r a d a , a y a z m a y ı da içeren bir kilise inşa ettiriyor.

n e d e n i bilinmeyen bir lanetle d a m g a l a n m ı ş .

Acı acı ö t e n kargalar, g ö ç halinde yılanlar,

kehanetlerde

b u l u n a n kırmızı balıklar ve...

Hayaletsiz bir eski kent,

eski m e k â n d ü ş ü n ü l m e d i ğ i gibi

hayaletsiz bir İstanbul da d ü ş ü n ü l e m e z . A b d ü l h a k H a m i t Çamlı­

«Abdülhamit zamanında Galata'da, Lavirentos adlı 17. yüzyıl­

c a ' n ı n hayaletlerinden söz ediyor, N e c i p Fazıl Kısakürek 20 odalı

d a n kalma bir t e k ç i meyhanesinin m a h z e n i n d e k i bir ş a r a p fıçısı­

bir k o n a k t a g e z i n d i ğ i n d e b ü y ü k b a b a s ı n ı n hayaletini g ö r ü r gibi

nın içinde, g ö r e n l e r i şaşırtacak b ü y ü k l ü k t e ve s ü t t e n beyaz bir

oluyor.

ö r ü m c e k b u l u n d u . A c a y i p hayvan hâlâ canlıydı, 300 yaşındaydı.» d i y e anlatıyor M e h m e t Şeyda.

Topkapı

Sarayı'nın

Harem

dairesinde

gece

vakti

havuz

başından gelen kadın seslerinden, g ö r ü l e n ya da g ö r ü l ü r gibi

İlginç bir a d ı var bu m e y h a n e n i n , Lavirentos yani labirentin,

o l a n s a y d a m şekillerden söz e d e n g e c e bekçilerini tanımıştık

d o l a m b a ç l ı d e h l i z i n Yunancası. V e b u m e y h a n e n i n m a h z e n i n d e

b u n d a n 30 küsur yıl ö n c e ve T o p k a p ı Perileri m i t o l o j i m i z e dahil

b u l u n u y o r b u 300 yıllık o l d u ğ u söylenilen k o c a m a n v e b e m b e y a z

edilen bir k o n u y u teşkil ediyorlar.

ö r ü m c e k . O l a ki, o da eskinin yeraltı geçitlerinden, n e r e d e başla­

Sultan 2. M a h m u t ' u n berber başılığından emekli o l m u ş yaşlı

dıkları, nereye vardıkları bilinmeyen gizli ve gizlenmiş yollarından

M e m i ş Efendi'nin ö y k ü s ü anlatılır, T o p k a p ı Sarayı'ndaki perilerle

k o p u p gelen bir yaratıktı!

ilgili olarak. Sultan I. A b d ü l h a m i t ' i n z a m a n ı n d a E n d e r u n ' a girmiş

H e m u n u t m a y a l ı m ki, antiklerin Galata'sı m i t o s l a r d a yeri

o l a n b u M e m i ş Efendi t ü m ö m r ü n ü s a r a y d a geçirmiş, n ü c û m v e

olan bir b ö l g e y d i . İlk Galata ya da S y k a e (Sika = İncir) incelikle­

s i m y a konuları ile uğraşmış ve k e n d i n i bu konularda ç o k bilgili

riyle ünlenmişti a n c a k , Strabon, Dionisios v.b. tarihçilere bakılır­

s a n ı y o r m u ş . Cinlere, perilere ve yıldızlara inanan yaşlı g i z e m c i

sa,

ve

M e m i ş sarayın b a h ç e s i n d e b u l u n a n bir şimşirliğin perilerin m e k â ­

bir b ö l g e ve cinselliğe dayalı

nı o l d u ğ u n u , perilerin Türkleri ve de padişahı ç o k sevdiklerine de

mitologyanın

tanrılarına,

Diana'ya, tapınakları ile ilişkili,

tanrıçalarına

Eros,

Venüs

gizemli ayinlerin, kutlamaların bir merkezi. Galata'nın yüzyıllar sonrası, m e y h a n e l e r i , e ğ l e n c e yerleri ve hayat kadınları ile zevk ve «sefahat» bölgesini o l u ş t u r m a s ı belki de bu antik inanışların, halen ortalarda esen «havası»ndan kay­ naklanmıştır.

inanırmış. Hatta ve hatta, M e m i ş Efendi'nin anlattığına g ö r e , her g ü n seher v a k t i n d e t ü m üst rütbeli periler o şimşirlikte toplanır, d i v a n kurulur ve peri padişahı da bu divanı yönetirmiş. M e m i ş ' i n t ü m b u anlattıklarına r a ğ m e n şimşirliği kaldırma kararı alındı ve karar uygulandı. B u n a kızan yaşlı g i z e m c i de b u n ­

*** — 40 —

d a n b ö y l e T o p k a p ı ' d a felaketlerin hiç eksik olmayacağını söyle­ miş durmuş.

Peri y a d a cin o l u p olmadığını b i l m i y o r u z fakat ailemizde

y o r d u . Kendilerine hizmet e d e n H ü s a m e t t i n Efendi ile hanımı d a ,

anlatılan bir olayı b u r a d a n a k l e t m e n i n ilginç ve y e r i n d e olacağını

evin alt katına yerleşmişti.

düşünüyoruz.

hayatında, bir g ü n , dikkati ç e k e n bir değişiklik o l d u : bayağı refah

Olayın g e ç t i ğ i yer B e y o ğ l u , Asmalımescit S o k a k 50 numaralı

Kıt kanaat g e ç i n e n hizmetkârların

içinde y a ş a m a y a başlamışlardı. B u d u r u m u n d e v a m e t m e s i üzeri­

evdir, olayın g e ç t i ğ i tarih 1912-1914 yılları arası, olayın k a h r a m a n ı

ne M a h m u t Ağa, H ü s a m e t t i n E f e n d i ' d e n kuşkulandı ve zenginlik­

ise bu yazarın b ü y ü k a n n e s i , adı ile Mariana Filipucci.

lerinin sebebini ö ğ r e n e n e k a d a r a d a m c a ğ ı z ı sıkıştırdı. H ü s a m e t ­

Ailenin o l d u k ç a d a r bir gelirle y a ş a m a k t a o l d u ğ u o yıllarda

t i n Efendi de, çaresiz kalınca, her s a b a h n a m a z ı n d a n s o n r a b a h ­

(Birinci D ü n y a Savaşı ö n c e s i ya da başlangıcı) bir kış sabahı

ç e d e k i k u y u n u n başında bir O s m a n l ı altını b u l d u ğ u n u a ç ı k l a m a k

evin g e n i ş ç e a v l u s u n u s ü p ü r m e k t e olan, kara kara d ü ş ü n c e l e r e

z o r u n d a kaldı. Ne var ki, her g ü n t e k r a r l a n a n bu 'apor' f e n o m e n i

dalmış

birinin

de o a n d a n itibaren s o n a erdi. M a h m u t A ğ a ' n i n merakı t a t m i n

inmekte o l d u ğ u n u , yaklaştığını d u y m u ş , d ö n m ü ş bakmış v e hay­

büyükanne

Mariana

üst

kat

merdivenlerinden

o l m u ş t u a m a zavallı H ü s a m e t t i n Efendi ile hanımı g e n e fakirlik

retler içinde kalmıştı.

içinde kalmışlardı.»

M e r d i v e n l e r d e n inen ve yaklaşan, e v d e hiç g ö r m e d i ğ i , bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. «Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalar­ la süslenmişti.» d i y e anlatırdı b ü y ü k a n n e . Z e n c i ö n ü n e d u r m u ş , eğilip s e l a m v e r m i ş sonra da r e d i n g o t u n u n c e b i n d e n bir kese çıkarıp, Mariana'nın eline bırakmış ve k a p ı d a n çıkıp gitmişti. B ü y ü k a n n e hayretten d o n a kalmış, bir süre s o n r a k e n d i n e gelmiş, keseyi açtığındaysa içinin altınlarla d o l u o l d u ğ u n u gör­ müştü. T a m o sırada s o k a k t a n kızı

(annemiz)

Elisabetta g e l m i ş

b ü y ü k a n n e d e s o r m u ş o n a s o k a k t a şöyle b ö y l e bir zenciyi g ö r ü p

Sarıkaya'nin naklettiği olay bir «apor» sayılacaksa b i z i m nak­ lettiğimiz aile olayının açıklanması ve tanımlanması da bir ö z d e k leştirme (materyalizasyon) olabilir, spiritualist açıdan. Tekinsiz evlerden söz e t t i ğ i m i z d e bunları veya en azından, b u n l a r d a n bazılarını «poltergeist» ( v u r u c u ruh) olaylarına da b a ğ ­ layabiliriz, aşağıda v e r d i ğ i m i z iki ö r n e k t e o l d u ğ u gibi: 1) Yeri: İstanbul, Vaniköy, Kuleli Askeri Lisesinin y a n ı n d a k i s p o r salonuna bitişik mahalledeki evler. Tarihi: A ğ u s t o s 1964. Olayın süresi: 10 g ü n .

g ö r m e d i ğ i n i . Hayır kızı b ö y l e bir kimseyi g ö r m e m i ş t i , ne o, ne de başka birileri. Sanki b i r d e n cisimlenmiş, b ü y ü k a n n e n i n parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı. Kesin o l a n bir şey varsa o da o g ü n , o e v d e h e r h a n g i bir zencinin kalmadığı, d a h a ö n c e v e d a h a s o n r a hiç g e l m e d i ğ i , görünmediğidir. A n c a k o evde, d ö r t - b e ş yıl sonra, bir r u h ç a ğ ı r m a seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir orta masanın d ö r t kat m e r d i ­ v e n b o y u n c a indiği seansa katılanlar tarafından g ö r ü l d ü ! Altın dağıtımı ile ilgili bir olayı Haluk E g e m e n Sarıkaya bu

Olayın niteliği: Çeşitli y ö n l e r d e n atılan taşlar ve m o z a i k kırın­ tıları. Olayın tanıkları: Mahalle muhtarı, mahalleli gençler, polis, askerler. Olayın n e d e n i ve ç ö z ü m ü : Evlerin arkasında d o l a ş a n bir asker; asker o r a d a n uzaklaştırılınca olaylar kesildi. Olaylar kesilmesine kesildi o y s a «poltergeist» belirtisi olarak literatüre g e ç e n b u örnek, s o n u ç t a d a h a ç o k bir şaka gibi g ö r ü n ­ mektedir. 2) Yeri: istanbul, Halıcıoğlu, Salınadur mevkindeki bir ev.

şekilde anlatıyor: «1930'larda İstanbul, P a ş a b a h ç e ' d e , İncirköy Mahallesi, Köy-

Tarihi: Kasım 1966.

başı S o k a ğ ı ' n d a k i 10 numaralı evde, M a h m u t A ğ a ve ailesi o t u r u -

Olayın süresi: 3 ay.



42 —

Olayın niteliği: Evin a k ş a m saat 17.30'dan s a b a h a d e k taş­ lanması.

m u n d a hazinesi saklıdır ve orayı o l a ğ a n ü s t ü varlıklar b e k l e m e k t e ­ dir; hazineye, Mısır'da o t u r a n ünlü C e r r a h ' t a n b a ş k a k i m s e gir­

Atılan nesneler: M e r m e r parçaları, t u ğ l a , briket parçaları, taş­ lar.

meyecektir. Balıkçı b i r ç o k m a c e r a l a r d a n s o n r a Mısır'daki Cerrah'ı bulur, İstanbul'a getirir. Cerrah, p a d i ş a h a d a m a t olur ve

Olayın tanıkları: Evin sahibi Muzaffer Ö z g ö r e n , polis, b e k ç i ,

b u g ü n o n u n adı ile anılan b ü y ü k hastaneyi kurar.»

k o m ş u l a r , mahalleli.

Hazine inanışlarını, d e f i n e t u t k u s u n u d e s t e k l e y e n h o ş bir

Olayın ç ö z ü m ü : Başladığı g i b i bitti. Y u k a r d a k i iki olay gereği ile incelenmiyor,

masaldır b u , İstanbul f o l k l o r u n a yerleşmiş. N e d i r ki, hastane, Cer­ araştırılmıyor,

kalan bilgiler de yeterli o l m u y o r . B u n a karşın 1967'de U n k a p a nı'ndaki, basında «uğursuz» d i y e tanıtılan bir evde g e ç e n l e r ç o k d a h a tipik belirtiler taşımaktalar. Ş ö y l e ki:

rah M e h m e d Paşa'nın adını taşıyorsa d a , k u r u l u ş u 1910 yılına ait­ tir. Yukarki ö y k ü y ü anlatan v e «İstanbul A n s i k l o p e d i s i n i k a y n a k olarak kullanan Pertev Naili Boratav'ın belirttiği gibi efsane hasta­

- Duvarda asılı b u l u n a n bir yer masası yerinden k o p u p mer­

nenin C e r r a h p a ş a adını taşımasından ve ö t e y a n d a n , 1944 yılın­

d i v e n l e r d e n aşağıya yuvarlanıyor ve bu olay t a m 7 kez tekrarlanı­

da ek bir p a v y o n inşaatı sırasında yapılan kazıda bir işçinin o yer­

yor;

de bir define b u l m a s ı n d a n kaynaklanmıştır bir olası. - Ertesi g ü n m a s a y a n kanatlarından b e t o n çivilerle, d u v a r a

İ s t a n b u l ' u n her k ö ş e s i n d e bir g a r i p olay, bir gizemli efsane,

çivileniyor fakat y e n i d e n yere d ü ş ü y o r , çivili yerleri d u v a r a asılı

bir eski inanış karşımıza çıkıyor ve d o ğ r u s u ,

kalıyor;

z a m a n yeterli g i b i g e l m i y o r araştırılmayan, b i l i n m e y e n v e y a u n u ­

-

H e n ü z kurulmamış olan t a ş k ö m ü r sobası 3 kez devrili­

yor;

m a l z e m e hiçbir

tulan b a ş k a c a olaylar ve örnekler akla gelince. Kızkulesi'ne b a ğ l a n a n ç o k bilinen efsaneyi b u r a d a bir kez

- O t u r m a odasındaki bir s e h p a b i r ç o k kez yere d ü ş ü y o r ve

d a h a n a k l e t m e k gerekli mi a c a b a ? A m a h a n g i efsane? Batılılar

b u n d a n başka vazolar, sandalyeler, e c z a dolabı v.b. a n i d e n y e r e

için Kızkulesi halen L e a n d r o s Kulesi olarak biliniyor, Venüs rahi­

düşüyor. Parapsikolojinin kabul edip incelediği bu tür «poltergeist»

besi sevgilisi H e r o ' y a ulaşabilmek için b o ğ a z ı g e ç m e y e kalkan ve b o ğ u l a n g e n ç Leander'ın anısı y ü z ü n d e n . İstanbul inanışları

( v u r u c u ruh) olayları genelde ruhsal dalgalanmalar g e ç i r m e k t e

ise k a d e r i n d e yılan tarafından ısırılıp z e h i r i n d e n ö l e c e k olan, bir

olan ç o ğ u b u l u ğ ç a ğ ı n d a g e n ç l e r e bağlanıyorsa d a sıralanan

sultanın kızından söz ediyor. Kızının hayatını k u r t a r m a k u m u d u

ö r n e k l e r d e , kaynaklara bakılırsa h e r h a n g i bir i n c e l e m e yapılmadı­

ile sultan g e n ç , güzel kızını sularla sarılı o kuleye kapatıyor fakat

ğ ı n d a n - v e bir abartı d o z u n u d a i m a g ö z ö n ü n d e t u t a r a k - b u v e

k ö t ü yazgıyı y e n e m i y o r , ç ü n k ü bir ü z ü m sepetine gizlenen bir

bu t ü r olayları kesin bir kategoriye b a ğ l a y ı p t a t m i n e d i c i bir s o n u ­

yılan, s o n u ç t a , g e n ç kızı ısırıyor.

ca v a r a b i l m e k olanaksız gibi g ö r ü n ü y o r . Altın dağıtanlar, evleri taşlayanlar, d e v i n g e n nesneler ve gizli hazineler... Bir gizli hazine ö y k ü s ü C e r r a h p a ş a Hastanesinin kuruluşu h a k k ı n d a anlatılır. «Mirasçısı o l m a y a n ç o k z e n g i n bir a d a m ö l ü m d ö ş e ğ i n d e , k o m ş u s u fakir bir balıkçıya vasiyetini söylemiş. Konağının b o d r u ­

Sonra... Bir Halic'i d ü ş ü n ü n , eskilerin Altın B o y n u z gibi bil­ dikleri, adlandırdıkları

Halic'i ve halen t a r a n m a y a n , araştırılma­

y a n derinlikleri. Batan g e m i l e r d e n ve hiç kuşkusuz, gizli, suların altında kalmış definelerden söz ediliyor.

Nerede,

nasıl ve ne

zaman? Ve n e d e n Altın B o y n u z ? Gizemsel inançlara g ö r e b o y n u z l u atın, m i t o l o g y a d a Likorn

olarak bilinen atın b o y n u z u bir antendir, evrensel ( k o z m i k ) bir a n t e n ve bu a n t e n i sayesinde kutsal at Likorn'un evrenin tanrısal merkezi ile bağlı o l d u ğ u d ü ş ü n ü l m e k t e d i r . M o ğ o l inanışları da ata evrensel bir öz tanımakta, tek b o y n u z l u atın telepatik bir b a ğ ­ lantı k u r d u ğ u g ö r ü ş ü n e dayanmaktadır. Yoksa Altın B o y n u z adı civarlarda yaşayan atlı Şitler (Scyth e s ) d e n ve onların b o y n u z a verdikleri, mitoslara bağlı d e ğ e r d e n

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

mi kaynaklanıyor? Ya Galata'yı k u r d u ğ u s ö y l e n e n ve A n a d o l u ' y a açılıp A n c i ra'nın, b u g ü n k ü Ankara'nın temellerini atan, B o h e m y a - M o r a v i y a tepelerinden k o p u p gelen Keltlerden hiçbir şey k a l m a m ı ş mı bu

İSTANBUL İNANIŞLARI

kentin antik inanışlarında ve o n l a r d a n kaynaklanan gizemlerin­ den?

Kimine g ö r e bir M e g a Kent, bir B ü y ü k Şehir, kimine g ö r e y s e Mekânlar ve gizemler dedik, mekânlar ve efsaneler, m e k â n ­

lar ve bilinmeyenler...

bir b ü y ü k Kasaba veya k o c a m a n , kent boyutlarında, bir k ö y bile­ şimi olan b u g ü n k ü İstanbul'da t ü m ü ile ö z g ü n sayılabilecek neler

Kutsal yerler kendiliklerinden inançsal gizemler taşırlar, ister ruhsal tinsel, ister g ö r ü n ü r d e d a h a s o m u t hatta esrarlı.

kaldı? Ve bu kalanların arasında yine İstanbul'a t ü m d e n ö z g ü ne gibi inanışlar kaldı?

Beyazıt'taki Kâtip Sinan Camisi b u n l a r d a n biridir, b a h ç e s i n ­

Eskiden, ç o k eskiden, Fetih ö n c e s i n d e n , Bizans'tan kalanlar

deki boş bir m e z a r ve k u b b e s i n d e k i bir tabutla; c a m i y i yaptıran

artık bir çeşit k o z m o p o l i t m i t o l o g y a oluşturmuşlardır. S o n r a d a k i -

(1496) Kâtip Sinan'ın mezarı ve de mezara g i r m e k i s t e m e y e n

ler, İslam İstanbul, Osmanlı İstanbul ile şekillenenler ve g i d e g i d e

tabutu.

iç göçlerle beslenenler f o l k l o r u n sayfalarına karıştılar.

Kâtip Sinan ve t a b u t u hakkında anlatılan bir İstanbul inanışı­ na

- v e araştırmacı

B u g ü n ü n çarpık kentleşmesi ile içinde yaşadığımız bu İstan­

Namık Talat Güraslan'ın bir ç a l ı ş m a s ı n a -

bul ç ö z ü l m e s i ve tanımlaması ç o k zor olan, renkleri ve çizgileri,

g ö r e tabut, b u n d a n yaklaşık beş yüzyıl ö n c e , m e z a r a k o n d u ğ u n ­

anlamları ve değerleri iyiden iyiye karışmış bir mozaiki sergile­

d a g e c e vakti o n u ö r t e n t o p r a k t a n k u r t u l m u ş , y ü k s e l m i ş v e c a m i ­

mektedir. H e m öyle bir m o z a i k ki, s o m u t o l m a k t a n ç o k her kay­

nin kubbesinin yanına yerleşmiş.

naktan gelen, her kaynaktan beslenen, z a m a n z a m a n bir sente­

K u b b e d e n alınıp yeniden mezarına k o n m u ş a m a aynı g e c e t e k r a r d a n u ç u p seçtiği yere, yükseklere geri d ö n m ü ş t ü r . Üç kez

z e yaklaşan, z a m a n z a m a n a c a y i p bir karmaşıklık yaratan t ü m ­ d e n soyut, y a p a y g ö r ü n m e k t e d i r .

tekrarlanan b u o l a y d a n sonra c a m i n i n imamı v e c e m a a t karara

i s t a n b u l ' u n g e r ç e k inanışları - i s t e r t ü m d e n ö z g ü n , ister dış

varıp Kâtip Sinan'ın mezarına s ı ğ m a y a n t a b u t u n u seçtiği y e r d e

etkenlerle b e s l e n e n - y u k a r d a işaret ettiğimiz gibi f o l k l o r u n kap­

bırakmışlar. O g ü n b u g ü n tabut halen yerinde g ö r ü l m e k t e d i r .

samına girmiş türler ve çeşitlemelerdir. Nedir ki, bunların çeşitle­

Evliya Ç e l e b i ' d e n çıkma d e ğ i l s e d e , bir s o n r a k i b ö l ü m d e bazı örneklerine d e ğ i n e c e ğ i m i z , alınmış bir imge...

sayısız İstanbul inanışlarından

ri, ilginç saptamaları ve bu saptamaların, ayrıntı ve çağrışımların d o ğ u r d u ğ u v a r s a y ı m v e y o r u m l a r her z a m a n üzerinde d u r u l a c a k bir malzemeyi, bir kaynağı m e y d a n a getirmektedirler. İstanbul'da nelere inanılmadı ki (ve ola ki halen inanılıyor)?

D ü n y a y ı d ü ş ü n e l i m , ilkin ü z e r i n d e yaşadığımız bu yuvarlak gezegeni...

bul'a gelir, fakir bir sakanın kapısına varır ve bir ay s ü r e c e o n a hizmet e d e r m i ş . Sık sık s u s u z l u k t a n kıvranan İ s t a n b u l ' u m u z d a atlı sakalar

K e n t i m i z d e k i eski bir halk inanışına g ö r e d ü n y a 70 b i n ayağı Öküz

ç o k t a n d ı r p i t o r e s k bir tarihe v e ö n c e k i y ü z y ı l d a n k a l m a g r a v ü r v e

y a k u t t a n d ö r t köşeli bir taşa basar, bu taş bir ateşin üzerinde

tablolara karıştıklarından K ö r o ğ l u ' n u n atının artık k e n t i m i z e uğra­

d u r u r v e b u ateş d e Tanrı g ü c ü n e dayanır.

dığına i n a n m a k bir hayli zor.

olan

bir sarı

öküzün

boynuzları a r a s ı n d a durmaktadır.

İnanışlar, inanışlar ve inanışlar:

D ü n y a n ı n d u r u m u v e temeli b u y s a , geceleri d ü n y a y ı aydınla­

-

t a n bir ufalıp bir b ü y ü y e n , bir g ö r ü n ü p bir k a y b o l a n ay nedir? İstanbul inanışları ayın kimliğini şiirsel tanımlamalarla açıklar­

- Yeni elbise g i y m e d e n yakasına b a s m a k g e r e k i y o r , y o k s a

lar: - Ay, g ü n e ş e âşık bir kızdır. S e v d i ğ i o n a y ü z v e r m e z s e de

v ü c u t t a ağırlık y a p a r ; - Dirseği ö p ü l e n kimse H a c c a g i d e r ;

o n l a r kıyamet g ü n ü n d e kavuşacaklar v e a y g ü n e ş e aşkını anlata­ caktır. Bir b a ş k a alternatif de var, ş ö y l e ki: Ay ve g ü n e ş karı-kocadırlar. Güneşin parıltısı, d ü ğ ü n ü n d e başına takılmış o l a n süsler­

-

- Dudağını e m e n ç o c u k b ü y ü y ü n c e katil olur; - G e c e tırnak kesenin ö m r ü kısalır;

Veya: Ay ve g ü n e ş iki kıskanç sevgilidir, h e p birbirinin peşin­

- C u m a r t e s i kulağı çınlayanın m u r a d ı hâsıl olur;

d e n koşarlar. Biri diğerini yakaladığında g ü n e ş y a d a a y t u t u l m a ­

- Ç o c u k e m e k l e y i n c e «eve misafir gelecek» d e n i r ;

sı olur.

- Kötü b ü y ü l e r d e n k u r t u l m a k i ç i n :

Ay tutulmasının b a ş k a bir açıklaması da vardır: Bir canavar­ nınca k a n ağlar, kıpkırmızı bir renk alır. İstanbul inanışlarında her d o ğ a l olayın, ister m u t l u , ister acı,

Başı t o k u ş a n l a r kel olur, kel o l m a m a k için ikinci defa

t o k u ş t u r m a k gerekir;

d e n , altın ve m ü c e v h e r l e r d e n olmadır.

d a n k o r k a n a y saklanır v e y a o n u k o v a l a y a n d ü ş m a n l a r ı n a yakala­

Ev s ü p ü r ü l ü r k e n aynı e v d e b a ş k a biri de s ü p ü r ü r s e ilk

s ü p ü r e n i n başı ağrır;

D e ğ i r m e n i n d o l a b ı n d a n sıçrayan su ile yıkanıp a b d e s t alınır; deniz aşırı bir y e r e gidilir ya da b ö y l e bir o l a n a k y o k s a ırmak, nehir, ç a y ve b e n z e r akar suların ü z e r i n d e n geçilir; çeşitli tütsüle­ re başvurulur; Malta p a m u ğ u ile 41 d ü ğ ü m yapılır, her biri üzeri­

bir ö z g ü n açıklanması vardır. Ö r n e ğ i n , k o n u ç o c u k ö l ü m l e r i y a

ne «kul e'ûzu» sureleri o k u n u r ve d ü ğ ü m l e r ç ö z ü l ü r ; bir b a r d a k

d a bir ç o c u ğ u n ö l ü m ü ise b u n u n n e d e n i şöylesine ifade edilir:

s u y u n içine p a m u k k o y u l u r v e b ü y ü l e n e n kişiye b u s u d a n içirilir;

Azrail bir ç o c u ğ u n canını a l m a k i s t e y i n c e o n a kırmızı, g ü z e l bir

k a h v e n i n üzerine kırlangıç pisliği ekilir ve b ü y ü l e n e n k i m s e y e içiri­

e l m a gösterir. Ç o c u k elmayı k a p m a k isterken canı e l m a y a y a p ı ­

lir.

şır, kalır.

Ve eski İstanbul inanışlarından k a l m a bir tılsım ö r n e ğ i :

Güzel, kırmızı elma, o n u k a p m a k isteyen ve canını yitiren çocuğun,

g e n c i n imgesi bizlere,

ister istemez,

Batı'nın

ünlü

masallarından P a m u k Prenses'i anımsatır, k ö t ü kraliçesi ( ö l ü m ) v e prensesin ö l ü m ü n e

- d a h a d o ğ r u s u ölüme benzer büyülü

u y k u s u n a - n e d e n o l a n k o c a m a n , kıpkırmızı elması ile. İstanbul inanışlarında kimler y o k t u r ki! K ö r o ğ l u ' n u n kır atı bile bu tür inanışlara karışır, ç ü n k ü K ö r o ğ l u ' n u n atı her ay İstan­

-

P a p a t y a ile niyet t u t m a k v e y a karınca duası, çingeneler­

d e n alınan k u r t - b ü z ü ğ ü ya da büyüsel güçlerine inanılan şeyler taşımak. Kentimizin e s k i d e n kalma inanışları v e bunların ç o k ç a u y g u ­ laması k o n u s u n d a İstanbul'a ö z g ü gibi g ö r ü n e n , a n c a k başka y ö r e l e r d e n d e edinilmesi olası o l a n , halk hekimliğini d e u n u t m a ­ m a k gerekiyor. —

49 —

istanbul Gizemleri / F: 4

/ Halk h e k i m l i ğ i n d e «gizem nerede?» d i y e s o r u l a c a k s a da,

bir d ü ş ü n c e ü r ü n ü d ü r . İnançların en g e n e l , en y a y g ı n olanları

«kocakarı» ilaçlarının ve bileşimlerinin ç o ğ u kez tıp f o r m ü l l e r i ile

bile deneyle s a p t a n a m a z . B ü t ü n inançlar k a y n a k l a n dışına çıktık­

b a z e n a ç ı k l a n a m a y a n o y s a ç o k eski bir pratik bilgiye dayandıkla­

ça, d e n e y dışı, us dışı bir nitelik taşır.»

rını u n u t m a m a k gerekiyor. U z u n d e n e y l e r e ve geleneklere bağlı

Deneye açık, deneyle geçerlilik k a z a n a n ve bir u y g u l a m a ile

bu «ilkel» - d a h a d o ğ r u s u « d o ğ a l » - bilginin kendi başına bir «gi­

varlıklarını s ü r d ü r e n , kendi mantıklarını k u r a n inanç ve inanışlar

zem» yarattığı bir gerçektir.

ise büyüsel bir nitelik taşıyanlar veya b ü y ü s e l bir i m g e y i y a r a t a n ­

İ s t a n b u l ' u n halk h e k i m l i ğ i n d e n k a l m a birkaç «reçete»yi aşa­ ğıda derliyoruz:

lardır. İstanbul'u bu ya da şu özellikleri ile b ü y ü s e l ve b ü y ü l e y i c i ,

- Sıracanın tedavisi için, e r k e ğ e dişi, kadına erkek k ö s t e b e k yarılarak sıracalı yere sarılır;

laşımlar, d o ğ a l saptamalar bir yana, ö y l e d i r - tarihi b o y u n c a her

- K ü ç ü k ç o c u k l a r ı n v a k t i n d e y ü r ü m e s i n i sağlamak için, maf­

sında eriten bir kentin büyüsel köklerinin ç o k d e r i n o l d u ğ u n u

sallarına y u m u r t a akı sarılır veya ceviz y a p r a ğ ı ya da tuz atılmış

b ü y ü taşıyıcı bir kent olarak sayarsak - k i , şiirsel ve sanatsal yak­ çeşit etkilere açık olan ve bunlarla b e s l e n e n , bunları genel p o t a ­ kabul e t m e k z o r u n d a kalırız.

s u d a b a n y o ettirilir; Karaca A h m e d ' i n atına götürülür; yeni d o ğ a n

Her şey d e ğ i l s e de pek ç o k şey B i z a n s ' t a ve Bizans'tan

a y a karşı, koltuklarından tutarak, a d ı m attırılır ve «Ay g ö r d ü m

ö n c e başlıyor, i s l a m v e Osmanlı, İstanbul'a g e l m e d e n ö n c e . B u n ­

d a ğ gibi, ç o c u ğ u m y ü r ü s ü n y a ğ gibi» denir;

lar bir D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n O r t a d o ğ u ' d a n t ü r e m i ş bir

K ü ç ü k ç o c u k l a r ı n v a k t i n d e konuşmasını s a ğ l a m a k için,

inanca, bir d i n e (Hıristiyanlığa) b o r ç l u o l d u ğ u unsurlardır ve b u n ­

ç o c u ğ a y e m e k kaşıklarının, y e m e k kaplarının bulaşık s u y u içirilir

ları gözardı e t m e k de olanaksız, gizemlerin tarihsel sürecini izledi­

veya kanaryanın s u k a b ı n d a n , m u h a r r e m d e aşure k â s e s i n d e n s u

ğimizde.

-

«İstanbul'un alınışı» adlı k r o n i ğ i n i n yazarı, d ö r d ü n c ü haçlı

verilir. . Veya, E y ü p ' t e Beşir A ğ a türbesinin anahtarı ile ağzı açılır;

seferlerine katılan Fransız s o y l u s u Robert de Clery, Bizans İstan­

c u m a ezanında m ü e z z i n e kara ü z ü m verilir, müezzin b u n u selâ

b u l ' u n d a g ö r d ü ğ ü kutsal emanetleri b ü y ü k bir h e y e c a n ve saf bir

o k u r k e n c e b i n d e taşır, ç o c u ğ a b u ü z ü m yedirilir. İstanbul'a ö z g ü b u tür halk hekimliğinin t e m e l i n d e dinsel v e

inançla sayıyor: g e r ç e k Çarmıh'ın insan b ü y ü k l ü ğ ü n d e k i iki par­ çası, İsa'nın b ö ğ r ü n e saplanan mızrağın d e m i r i (yüzyıllar s o n r a

büyüsel inançların yattığı apaçıktır a n c a k geleneklere ve g e l e n e k ­

bu d e m i r e A d o l f Hitler sahip çıkacak ve o n u

leri d o ğ u r a n , şekillendiren inançlar ve inanışlara bağlı o l m a y a n

kuramların bir simgesi, bir g ü ç kaynağı olarak g ö r e c e k t i r ) , elleri­

inandığı ırksal

benzer süreç ve u y g u l a m a l a r d ü n y a n ı n hiçbir yerinde d ü ş ü n ü l e ­

ne ve ayaklarına mıhlanan çivilerden ikisi, kanından bir miktar

mez. Kaldı ki, inanç d e n d i ğ i n d e b u n u n tanımlaması bu ş e k i l d e

(kristal şişe i ç i n d e ) , M e r y e m Ana'nın giysisi, Vaftizci Yahya'nın

de ifade edilebilir:

başı v.b.

«İnanç, bir kimsenin g ü n l ü k yaşamını, davranışlarını etkile­

Bu tür inanışlar v a r o l u n c a Bizans kentinin, Fetih'in arifesin­

y e n , başkalarından ö ğ r e n m e yoluyla kazanılan d ü ş ü n c e varlığı­

de, A l p h o n s e d e Lamartine'in naklettiği t ü r d e n mucizevi h e y e c a n ­

dır.» d e r İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Onun e d i n i l m e s i n d e kişinin d e n e ­

lar ve inanışlarla d o l u p taşması d o ğ a l gibi karşılanmalıdır:

m e yoluna sapması, geçerliliğini kendi yaşamasında g e ç e n bir

«...Osmanlılar ertesi g ü n

İmparator ve Ispartalıların

bütün

olayla tanıması gerekli değildir. İnanç d e n e n m e d e n , us kuralları­

çabalarına r a ğ m e n Aya R o m a n o s Kapısı'nı zorlayacaklar ve ora­

na, mantık ilkelerine u y g u l a m a d a n b e n i m s e n e n , genel geçerliliği

d a n kente g i d e r e k H i p o d r o m a kadar ilerleyeceklerdir. A n c a k t a m

yalnız başkalarından aktarılan olaylara, söylentilere b o r ç l u o l a n

o sırada g ö k l e r d e n bir melek inecek, Osmanlıları kentten, Avru-



50 —



51

-

p a ' d a n hatta A s y a ' d a n kovarak İran'ın bir u c u n a k a d a r s ü r e c e k

etrafındaki t ü m evler, d ü k k â n l a r kül o l u r k e n nalıncı d ü k k â n ı n a hiç­

ve kutsal kılıcı s ü t u n l a r d a n birinin d i b i n d e o t u r a n bir ihtiyara vere­

bir ş e y olmaz, d e d e ise d ü k k â n ı n d a kalıp direnir. Kocaeli'li o l u p İstanbul'a g e l e n v e Ş e y h N u r e d d i n Z a d e ' n i n

cektir. B ö y l e c e İstanbul yeniden d ü n y a n ı n kraliçesi olacaktır.» Nedir ki, b e k l e n i l e n kılıçlı melek g ö r ü n m e d i , Osmanlılar Avru­

hizmetine giren Hatip Zâkiri (yıllar b o y u t e k k e l e r d e zikircilik yaptı­

pa'nın Viyana'sına d a y a n d ı ve İstanbul d ü n y a kraliçelerinden biri

ğı için bu adı almıştır) sarığı ile ilgili bir ö y k ü y ü z ü n d e n Evliya

o l m a y ı s ü r d ü r d ü ğ ü g i b i b u g ü n bile, t ü m çarpıklıklarına r a ğ m e n ,

Çelebi tarafından anılır. Bir g ü n , ö ğ l e ezanında bir ç a y l a k H a t i p ' i n sarığını kapıp eza­

saltanatını s ü r m e m ü c a d e l e s i n i veriyor. İstanbul'un Fethi ile bir ç a ğ kapanıyor. Bizans'tan k a l m a kut­

nın o k u n d u ğ u minarenin alemi üzerine koyar ve sarık bir hafta

sal emanetler ve o n l a r a bağlı, o n l a r d a n kaynaklanan inanışlar ve

b o y u n c a o r a d a kalır. Bu ara sarığından olan Hatip Zâkiri gider

efsaneler tarihe karışıyor, tarihin ayrı bir sayfasını o l u ş t u r u y o r l a r

olayı Sultan Mustafa'ya anlatırsa da sultan borçlarını ö d e m e s i ,

ve Osmanlı İstanbul a d ı m a d ı m k e n d i n e ö z g ü kentsel inanışlarını

kefen ve c e n a z e masrafını karşılaması için o n a bir kese altın

ve gizemlerini o l u ş t u r u y o r .

verir.

Şeyhlerin, pirlerin, dedelerin kenti oluyor, İslam gizemciliği­ nin bir merkezi ve sonraki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z gibi,

Zâkiri evine d ö n d ü ğ ü n d e bir rüzgâr eser, m i n a r e n i n tepesin­

bu

d e k i sarık havalanır, yere düşer. Ertesi g ü n ise Hatip ansızın ölür.

gizemciliği araştıran, b u n d a n etkilenen Batılı usta ve «üstatlar»ın

Evliya Çelebi'ye bakılırsa ya G e l i b o l u ' d a n ya da Peçe, Sirem

kaçınılmaz u ğ r a k yeri.

taraflarından gelip Unkapanı'na y e r l e ş e n Hazreti Kapanî M e h m e t

İlkin, s o n s u z bir k a y n a k olan, Evliya Çelebi'ye kulak verelim ve

ondan

Merkez

Muslihiddin

Efendi,

Hazreti

Nalıncı

Memi

Dede, Hatip Zâkiri, Hazreti Kapanî M e h m e t Efendi, Yetmiş Kuruş Dede, Elekçi Divanesi v.b. hakkında bilgiler e d i n e l i m .

Efendi elinde bir balta ile gezinip b u l u n d u ğ u kehanetleri ile ünlenmişti. Evliya Çelebi kehanetlerinin birini şöyle anlatır: «Bir g ü n Kapanî, Sultan M u r a t ' a varıp: 'Murat Çelebi, Unka-

Halvetiye ş e y h l e r i n d e n olan, ö l d ü ğ ü n d e Yenikapı'nın dışın­

p a n ı ' n d a k i S ü ğ l ü n M u s l u Sultan üç g ü n s o n r a iflas e d e c e k . Zaval­

d a k i tekkenin y a n ı n d a özel bir t ü r b e d e g ö m ü l e n M e r k e z Muslihid­

lıya elli kese y a r d ı m et de b o r c u n u ö d e s i n ' diye ricada bulunur.

din Efendi n a m a z kıldığı sırada bir ses duyar. Yedi bin yıldan beri

Murat Han:

o m e k â n d a y a t a n «kırmızı renkli, sedef lezzetli» bir hayat pınarı­ nın sesidir bu ve pınar h u m m a hastalığına karşı bir ilaç olarak yaratıldığından ş e y h i n emriyle y e r y ü z ü n e ç ı k m a y a hazırdır. Şeyh, n a m a z kıldığı bir s e c c a d e n i n b u l u n d u ğ u y e r d e bir k u y u kazmaya karar verir ve dervişlerinin yardımını ister. «Bismil­

lah»

'Peki B a b a Sultan' der. O r a d a bulunanlar bu s ö z l e r d e n şaşırırlar a m a , Allah'ın hik­ m e t i , üç g ü n s o n r a Muslu' Sultan'ın sarayından bir b ü y ü k ateş çıkıp, sultan a n c a k yalınayak k a ç a r a k canını kurtarır; her şeyi y a n d ı ğ ı n d a n iflas eder.»

diyerek t o p u ğ u ile yere vurur, kazı başlar v e kırmızı renkli bir

Kehanetlerde b u l u n a n b a ş k a biri d e B u d i n ' d e k i S e m t u r n a

su fışkırır, o s u d a n sabahleyin aç karnına üç kez içenler de h u m ­

kalesinin ağası Yetmiş Kuruş Dede. E ğ r i ' d e Fatih Sultan'ın yanın­

m a d a n kurtulurlar.

d a savaşmış,

ermişlerle biraraya g e l m i ş a m a s o n r a d a n b u n u

Aslen B e r g a m a ' l ı olan Hazreti Nalıncı M e m i D e d e ise Unka-

s a ğ a sola anlattığından, yedi yıl t u t u l m u ş t u r . Yedi yıl g e ç t i k t e n

panı'nın Araplar çarşısındaki bir d ü k k â n d a nalıncıdır. G ü n ü n birin­

s o n r a k o n u ş t u ğ u n d a söyleyebildiği tek şey «Yetmiş kuruş»muş.

de U n k a p a n ı ' n d a bir yangın çıkar yayılır, uzanır. M e m i D e d e ' n i n

Sultan M u r a t ' a Revan kalesini y e d i g ü n d e alıp s o n r a d a n İranlıla—

53 —

ra geri v e r e c e ğ i n i söyleyen ve haklı çıkan Yetmiş Kuruş D e d e ' n i n

ği ö n g ö r m e k » , bu geleceği ö n g ö r e b i l m e k için bir fal, bir kehanet

sesi, anlatır Evliya Çelebi, kendisi İ s t a n b u l ' d a y k e n Sultan Murat

aracına b a ş v u r m a k s a n e d e n kimi «in» ve kimi de «out» oluyor?

tarafından savaş alanlarında d u y u l u r m u ş .

Remil,

Batı'da,

«geomancie» olarak tanınır ve

Uzakdoğu

Bir d e , Ç e l e b i ' n i n dizisinde, elekten b a ş k a bir şey y e m e y e n

kökenli bilinir. Bir sözlük tanımlaması ile g e l e n e k s e l bir bilimdir

dilsiz Elekçi Divanesi var ki, rivayete g ö r e , ö l ü m ü n d e n bir g ü n

ve yıldız bilim (astroloji) gibi, h o r o s k o p l a r düzenler, y e r y ü z ü n ü n

ö n c e k o n u ş m u ş v e yanından g e ç e n birine kapısının dışına g ö m ü l ­

«aura»sı ile kıyasla kişinin d o ğ a s ı n ı ve yazgısını açıklar. Aslında

m e y i istediğini söylemiştir.

Remil - y a d a L i m - a l - R a m î - A r a p kökenlidir, s ö z c ü k karşılığı ise pirlerin kenti

«yeryüzü cinleriyle haberleşme»dir ve Remilin s ü r e c i içinde «yer­

dedik. Ve d e v a m ı n d a bakıcıların, şifacıların, tılsımcıların, nazarcı-

y ü z ü cinleri» d e n d i ğ i n d e y e r k ü r e n i n «tellürik» g ü ç l e r i y a d a y e r y ü ­

ların.

z ü n ü n «aura»sı anlatılmaktadır.

G e ç m i ş yüzyılların İstanbul'u için şeyhlerin,

Öyleydi, p e k ç o k şeye inanılan d ö n e m l e r d e . T ü m bunlar, b u

Yıldızbilimde o l d u ğ u gibi Remilde kullanılan ve çizgi ile nok­

inanışlar salt g e ç m i ş t e mi kaldı? Hiç değil ç ü n k ü her ç a ğ k e n d i

talardan o l u ş a n 16 şeklin her biri, sırası ile, bir b u r c a , bir gezege­

inanışlarını g e t i r d i ğ i gibi eskiden kalanlara y e n i d e n sahip çıkıp

ne, bir g ü n , unsur, m a d e n ve c i n s e (kadın, erkek) bağlıdır, ileti-

kendi çağının gereksinimlerine g ö r e uyarlar v e değişik, t ü m d e n

şimlidir. Remilin İslam öncesi Araplardaki ilk kullanılışı k u m üze­

ç a ğ d a ş (giderek teknolojik) işlemlerden g e ç i r e r e k uygular.

rinde çizgiler ve noktalar ç i z m e k l e yapılırdı. Z a m a n l a tahta veya

B u g ü n k ü İ s t a n b u l ' u m u z d a , ilerdeki b ö l ü m l e r d e g ö r e c e ğ i m i z

kâğıt ya da b u ğ d a y t o h u m l a r ı kullanılmaya başlandı.

gibi, yarını açıklayanlar, ö n g ö r e n l e r ve y o r u m l a y a n l a r hiç eksik

G e l e n e ğ e g ö r e Remil, Hazreti Danyal'a verilmiş bir m u c i z e ­

değiller a n c a k y ö n t e m l e r i , araçları ve iletişim şekilleri d e ğ i ş t i .

dir ve ç o k ilginçtir ki, bu m u c i z e n i n ü r ü n ü o l a n u y g u l a m a Çinlile­

Eskiden k a l m a bilgiler b u g ü n ü n tekniği ile s u n u l m a k t a d ı r artık ve

rin ünlü «Değişimler Kitabı» olarak anılan, başlıbaşına evrenbilim-

teknik araçlar araya g i r d i ğ i n d e n d a h a k o l a y c a , hatta d a h a «uy­

sel (kozmik) bir y ö n t e m oluşturan, «Yi King» ya da «İ Ching» ile

garca» kabul edilmekteler.

çeşitli benzerlikler g ö s t e r m e k t e d i r .

G e ç m i ş e d ö n ü p bir kez d a h a Evliya Ç e l e b i ' y e kulak v e r e l i m

Remil noktaları ve çizgileri ile, 16 şekil oluşturur, Yi King ise

ve 17. yüzyıl İ s t a n b u l ' u n d a k i bir bakıcı-falcı esnafı olan Remilciler

64 şeklini kısa (- -) ve uzun (

hakkında v e r d i ğ i bilgileri aktaralım:

gezegenlerle bağlantılıdır, Yi King'in 64 şekli biraraya getirildiğin­

) çizgilerle ifade eder; Remil

«Remilciler Esnafı: dükkânları 15, kendileri 300 kadardır. B u n ­

de bir evrenbil imsel harita m e y d a n a çıkar. Her ikisi birer fal aracı

lar da u l e m a sınıfından olduklarından kazasker alayı ile tahtıre­

gibi kullanılıyorsa da her biri, bir kehanet y ö n t e m i o l m a k t a n baş­

vanlar üzerinde, talih tahtasını, kur'a ve t e m i l tahtalarını m e y d a ­

ka, temsil ettiği k ü l t ü r ü n evrenbilimsel görüşlerini yansıtmaktadır.

n a k o y u p : ' U ğ u r v e m e s u t talih... u ğ u r s u z talih...

maksat v e

meramızı g ö r e l i m . . . ' diye, Remilcilere m a h s u s kelimeler söyleye­

Ya d a , Cari G u s t a v J u n g ' u n y o r u m u ile, ikisi de ruhbilimsel ve fizikötesi uzantıları, çağrışımları olan birer anahtardırlar.

rek geçerler. Pirleri Hazreti Ali'dir ki, ünlü Remilcidir. Bu bilgi p e k

Kimi u ğ u r l u ve uğursuz yazgıyı ö n g ö r ü r , o k u r ve açıklar,

eskidir. Asıl k u r u c u s u Hazreti Danyal idi ki bu ilmi Cebrail aleyhis-

kimiyse bu yazgıyı y ö n l e n d i r m e k , değilse de etkilemek için gizle­

s e l a m d a n ö ğ r e n m i ş ve Remil ile m u c i z e göstermiştir.» Tarot furyasına kapılmış bir İstanbul'da geleneksel ve D o ğ u kökenli k u m falı Remil t ü m d e n u n u t u l m u ş m u d u r ? S o r u n «gelece­

re ve gizli bilgilere d a y a n a n önlemler alır, b o n c u k l a r , nazarlar ve tılsımlar g i b i . B ü y ü k kent İstanbul'da büyüsel işlemlerin yüzyıllar b o y u n c a —

55 —

yapılması, b u n l a r d a yerel ve yerel o l m a y a n , A n a d o l u ' n u n her

Yedi t e p e d e değişik tarihlerde inşa edilen y e d i ibadet yeri,

y ö r e s i n d e n v e A n a d o l u ' n u n ö t e s i n d e n , uzaklarından g e l e n g i z e m ­

iki saray, gizemlerle donatılmış bir s ü t u n ve eski bir e r m i ş e a d a n ­

sel

mış bir sarnıç. Başka bir d e y i m l e bir dizi g ü ç s e l mekânlar, tapı­

inanışların

karışması,

giderek

bir t ü m o l u ş t u r m a s ı

kadar

d o ğ a l ve kaçınılmaz bir şey yoktur.

naklar, inanış kaynakları. Ya da bir dizi g ü ç kaynağı.

Büyüsel ve g i z e m s e l inanç ve inanışlar bir kentin, bir t o p l u ­

Sayıların üzerinde biraz d u r a l ı m : t e p e l e r i n ve ibadet yerleri­

m u n , bir kültürün, g e l e n e k l e r d e n k o p a m a y a n bir y a ş a m şeklinin

nin sayısı (yedi) eşittir, geriye kalanları t o p l a d ı ğ ı m ı z d a elde ettiği­

ayrılmaz ve p a r ç a l a n m a z öğeleridir. Kaldı ki İstanbul, bazı g ö r ü ş ­

miz sayı d ö r t t ü r , y e d i ile d ö r t ise eşittir on bir.

lere g ö r e , bir k e h a n e t l e r kentidir yani kendiliğinden b ü y ü s e l bir

Bu üç sayı (dört, y e d i , on bir) üzerine d u r u p bunların, çeşitli

kenttir kendi b ü y ü l e r i n i oluşturan ya da başka, d e ğ i ş i k ve çeşitli

inanış ve kültürlerdeki, d e ğ e r ve anlamlarını sıralayalım:

kaynaklardan e d i n d i k l e r i n i kendine g ö r e şekillendiren ve uyarla­

- Dört : Y u n a n felsefecisi ve m a t e m a t i k ç i s i Fisagoras'a g ö r e bu

yan.

sayının anlamı «doğruluk», «adalet» ve «dünya»dır; İstanbul, R o m a g i b i , yedi t e p e üzerinde kurulu, ç o k eskilere

Türk

mitolojisine

baktığımızda: G ö k t ü r k l e r d e d ö r t y ö n ü

tanrı

d a y a n a n bir m e r k e z kenttir. Denilecek ki, bu m e r k e z kentin y e d i

temsil e d e n d ö r t

t e p e üzerine k u r u l m u ş olması bir g i z e m değil d e j e o l o j i k v e

d ö r t a d e t çıngırak vardır;

t o p o g r a f i k bir özelliktir. Öyledir de biz, bir başlangıç olarak bu

törenleri

tepeleri bir sıralayalım, anımsatalım:

kez c e n n e t t e n ç ı k m a

buluruz;

Samanların

hırkalarında

A b a k a n Türklerinin

kutsal

d ö r t kutsal kayın ağacının yanında yapılırdı; ilk

olan

atın d ö r t g ö z ü vardı.

1 - Sarayburnu tepesi

Başka kaynakları i n c e l e d i ğ i m i z d e : Gizemsel inançlara

2 - N u r u o s m a n i y e tepesi

g ö r e d ö r t tanrıyı, dolayısıyla en üstün yüceliği, simgele­

3 - Beyazıt t e p e s i

y e n sayıdır ve ilginçtir ki, bazı d i n l e r d e tanrının adı da

4 - Fatih t e p e s i

d ö r t harften oluşmaktadır, ö r n e ğ i n :

5 - Sultanselim t e p e s i

Latincede

6 - Edirnekapı t e p e s i

Mısır'da

Amun

7 - Davutpaşa t e p e s i .

Sümer'de

Jabe

Sıraladıktan s o n r a da bu t e p e l e r d e b u l u n a n bazı yerleri de

Asur'da

Adad

İran'da

Sire

Tatarlarda

İtga

Yahudilerde

Yhvh.

saptayalım, eski ile bağlantılar kurarak: 1 - S a r a y b u r n u t e p e s i - T o p k a p ı Sarayı ve A y a s o f y a , 2 - N u r u o s m a n i y e tepesi - N u r u o s m a n i y e Camisi ve Ç e m berlitaş, 3 - Beyazıt t e p e s i - Beyazıt ve S ü l e y m a n i y e camileri, 4 - Fatih t e p e s i - Fatih Camisi,

Deus

İhvan-ı Safa'nın « R i s a l e l e r i n d e ise d ö r t aşağıda o l d u ğ u gibi değerlendirilir: «Tanrı, tabiattaki her şeyi d ö r t g r u p halinde yarattı. Mesela

5 - Sultanselim t e p e s i - Sultan Selim Camisi,

sıcaklık ve s o ğ u k l u k , kuruluk ve nemlilikten oluşan d ö r t fiziki özel­

6 - Edirnekapı t e p e s i - Tekfur Sarayı, Kariye Camisi,

lik; ateş, hava, su ve t o p r a k t a n m e y d a n a gelen d ö r t unsur; kan,

7 - Davutpaşa t e p e s i - Ç u k u r b o s t a n Sarnıcı (Ermiş M o c i u s sarnıcı).

b a l g a m , sarı ve karasafradan o l u ş a n d ö r t salgı; d ö r t mevsim... d ö r t esas y ö n . . . d ö r t rüzgâr... t a k ı m yıldızlara g ö r e tayin edilen



56 —

d ö r t y ö n ; metaller, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan oluşan d ö r t

K o d a m a n o ğ l u ' y a g ö r e Rumeli Hisan'nın y e d i b u r c u ile İstan­

ürün.» B u n d a n b a ş k a d ö r t ö l ü m s ü z l ü ğ ü n , dayanıklılığın, ısrarın,

b u l ' u n yedi tepesi arasında bir bağlantı k u r u l d u ğ u n d a : «...yakla­

başarının ve u m u d u n sayısı olarak da bilinir.

şık 500 metre yükseklikten d e n i z tarafından bakıldığında Rumeli

- Y e d i : «Yedinin kutsal bir nitelik taşıdığı inancı A n a d o l u ile onun

komşularıyla

olan

ilişkilerinde

ortaya

çıkıyor.

Mısır, Sümer, A k a d , İran, Hint, Hitit d a h a sonra Yunan, R o m a uluslarının d ü ş ü n c e s i n d e y e d i n i n ayrı bir ö n e m i , bir kutsallığı vardır sayı olarak. Genellikle kutlu, u ğ u r l u sayılır.» d e r İsmet Zeki E y u b o ğ l u . Ö r n e ğ i n : Yedi kat g ö k , y e d i kat yerin altı inançları; y e d i y e r d e n yamalı, yedi iklim, y e d i deniz, yedi başlı yılan v.b. d e y i m l e r i gibi. B ü y ü s e l işlemlere baktığımızda da y e d i sayısı sık sık kar­ şımıza çıkar: - M u h a b b e t için, y e d i pâre k e m i k üzerine kazıp bir ite yedirç... - M u h a b b e t için, her k i m ayın y e d i s i n d e yüz kere o k u ya, niyyet eyleye... - S e v d i ğ i n kişinin saçından y e d i kıl alasın, bu d u a y ı y e d i kere okuyasın... •

- M u h a b b e t için, y e d i tane tuz üzerine yedi «Tebbet» suresi okunur...

- On bir:(İki kez d ö r t artı üç, yani iki kez tanrının sayısı ile d ü n ­

Hisan'nın k o n u m u , Osmanlıca bir tür elyazısı şekli olan Hattı

Kufi

ile yazılmış M u h a m m e d s ö z c ü ğ ü yazıyordu, bir b a ş k a a ç ı d a n bakıldığında ise bu kez A r a p ç a M e h m e t s ö z c ü ğ ü yazıyordu.» Ve böylece, Rumeli Hisarı da kentimizin g i z e m l e r y a r a t a n , gizemler taşıyan mekânları arasında yerini b u l m u ş oluyor,

bir

başka inanışa yol açarak. Yukarda g ü ç merkezi, g ü ç potansiyeli gibi s ö z c ü k l e r ve kav­ ramlar kullandık, d a h a ö n c e y s e İstanbul kentini bir enerji m e r k e ­ zi gibi g ö r d ü k , en azından öyle o l d u ğ u n u , o l a b i l m e olasılığını taşı­ dığını belirtmiş o l d u k . İyi de t ü m bu sözcüklerle neyi ifade e t m e k istiyoruz, açık ve s o m u t olarak? K o n u m u z bir kentin t o p l u m s a l g ü c ü , t o p l u m s a l kimliği m i , kalabalıklaşmasından d o ğ a n «güç»,

insan g ü c ü n ü n tartışılmaz

varlığı mı y o k s a başka anlamların, değişik sonuçların p e ş i n d e miyiz? Antik çağlara bağlanan g i z e m s e l inançlara g ö r e «Tanrının v ü c u d u » sayılan evren ve bu s o n s u z evrenin bir parçası, bir par­ çacığı olan d ü n y a m ı z y e r y ü z ü n d e k i d o ğ u ş u m l a r ı , değişimleri v e

yanın sayısı) tartışmalı bir sayıdır ve g e n e l d e şansı ve

«mahşerler»i

gizli refahı simgeler.

g ü ç merkezlerine sahiptir. Bu merkezlerin her biri değişik t ü r d e n

Hakimiyetin,

gücün,

cesaretin,

m ü c a d e l e ve başarının sayısı olarak bilinir.

şartlandıran,

g e z e g e n i m i z i n gidişatını d ü z e n l e y e n

bir g ü ç y a y m a k t a d ı r ve aynı z a m a n d a , «mutlak g ü c ü n » (Tanrının) yaydığı enerjinin bir «ara istasyonu» görevini g ö r m e k t e d i r .

Sayılara kapılıp İstanbul'dan ve y e d i t e p e l e r i n d e n sanki bir

Başka bir d e y i m l e , bu merkezler h e m kendi güçlerini yarat­

hayli uzaklaştık. Hiç değildir, belirli sayıların gizemsel anlamları

m a k t a h e m de «mutlak güç»ü yansıtmaktalar. Nedir ki, bunların

üzerinde d u r m a m ı z ı n nedeni, tepelerle ilgili sayıları incelediğimiz­

t ü m ü m a d d e s e l desteklere (mekânlar, yerler, binalar v.b.) sahip

d e , bunların da tepelerdeki g ü ç potansiyelini kanıtlamaları, en

değiller, evrenin derinliklerinde salt r a d y a s y o n l a r d a n oluşan bazı

azından işaret etmeleridir.

yıldızlarda o l d u ğ u gibi. Yazgımızı y ö n e t e n «genel merkez» ise,

Güç potansiyeli bir g e r ç e k ise araştırmacı Celal K o d a m a n o ğ lu'nun ö n e s ü r d ü ğ ü bir sav başka bir g e r ç e ğ i yansıtabilir.

— 58 -

Mısır, Yunan, A l m a n ve İskandinav inanışlarına g ö r e , başka bir galakside bulunmaktadır.

— 59 —

Evrendeki merkezlerle d ü n y a m ı z d a k i merkezler arasındaki

d a n a gelince d e insanlar o r a y a g i d e r e k d u r u m ü z e r i n d e d ü ş ü n ü p

ilişki, g e z e g e n i m i z i n y ü k s e k noktaları ve yeraltı geçitlerinin aracılı­

taşınıyorlar ve s o n r a d a , ilk olarak, olayı g ö r ü r ve anlarlardı. Ve

ğıyla telepatik bir b i ç i m d e s ü r d ü r ü l m e k t e d i r .

Fransızların bu fethi, hatta şehrin alınmasıyla s o n u ç l a n a n saldırıyı yaptıkları gemiler bile b u r a d a yazılmış ve r e s m e d i l m i ş t i . Rumlar

Bu tür merkezler hangileri ve neredeler? K u r a m v e inanışa g ö r e g ü ç m e r k e z i d e n d i ğ i n d e akla gelen ilk yerler Mısır'daki Ehramlar (başta K e o p s o l m a k üzere), A n d d a ğ l a r ı n d a k i yaşı bilinmeyen kent ve uygarlık kalıntıları, H i m a l a y a dağları, Tibet'in Lasa kenti ve o r a d a k i tapınakların o l u ş t u r d u ğ u ç e m b e r , Y u n a n mitologyasına g ö r e tanrıların k o n u t u olan O l i m p o s d a ğ ı v e D o ğ u Afrika'daki d a ğ silsileleri. D ü n y a n ı n y ü k s e k dağları, yerleri - ki bunlar, aynı z a m a n d a , kayıp kıtalar ve uygarlıklar kuramına ya da varsayımına da bağlı­ d ı r l a r - bir çeşit a n t e n görevini g ö r ü y o r l a r s a , birer yansıtıcı ola­ rak kullanılıyorsa İstanbul'un yedi t e p e s i için benzer bir işlev de düşünebiliriz, y u k a r d a özetlediğimiz k u r a m ve inanışa bağlı bir «çalışma» varsayımının hudutları d a h i l i n d e . Kimi araştırmacılar, g ü ç m e r k e z i ve «anten» d e n i l d i ğ i n d e ,

olay m e y d a n a g e l m e d e n ö n c e b u n u anlayamadılar a m a , olay m e y d a n a gelince b u s ü t u n l a r a b a k m a y a v e d u r u m u d ü ş ü n ü p taşınmaya gittiler ve r e s m e d i l m i ş gemilerin üzerine yazılmış keli­ melerle, kısa saçlı ve d e m i r kılıçlı bir ırkın Batı'dan K o n s t a n t i n o p o lis'i fethe g e l e c e ğ i n i s ö y l e n d i ğ i n i gördüler.» Nedir s o y l u haçlının s ö z ü n ü ettiği ve kehanetlerin resimleri ile süslenen bu sütunlar? Bunlar hiç kuşkusuz, A p o l l o n i u s ' u n yazdırttığı b r o n z d a n dikili taşlardır! M.S. I. yüzyılın başlarında d o ğ a n ve 97 yılında ö l d ü ğ ü , d a h a d o ğ r u s u y o k o l d u ğ u , o r t a d a n k a y b o l d u ğ u söylenilen K a p a d o k y a doğumlu

Tyana'lı A p o l l o n i u s ,

Bizans

olan

İstanbul'u

ziyaret

e d e n , gizemlerine g i z e m l e r katan antik « s i h i r b a z l a r d a n ilki d e ğ i l ­ se de kentin t a r i h i n d e izler bırakan, inanışlara yol a ç a n ilklerden ve ünlülerden biridir. Kehanetler d o l u s u s ü t u n l a r d a n b a ş k a sinek­

eskinin izlerini ve anılarını taşıyan sütunlara, dikilitaşlara belirli bir

lerin istilasına u ğ r a m ı ş o l a n İstanbul'da t u n ç t a n b ü y ü k b o y d a bir

ö n e m ve işlev tanımaktalar; kimi araştırmacılar ise, k u r a m ı n çer­

sinek heykeli yaptırır ve bu b ü y ü l ü heykelin s a y e s i n d e kenti

çevesi içinde, birer iletişim yolu olarak yeraltı geçitlerine, dehlizle­

sinek belasından kurtarır.

re bağlanırlar. İstanbul her iki k o n u d a z e n g i n ve ilginç bir çeşitle­

Bizans'ın yücelişini v e ç ö k ü ş ü n ü ö n g ö r d ü ğ ü s ö y l e n e n v e

m e y e sahip o l d u ğ u n d a n yorumları v e örnekleri ç o ğ a l t m a k her

Fisagoras'ın izleyicisi olan A p o l l o n i u s y u k a r d a s ö z ü edilen s ü t u n ­

z a m a n olasıdır.

ları diktirir, i m p a r a t o r sarayının kapılarında tılsımlı yazılar yazar.

İstanbul'a

«kehanetler

kenti»

de

dendi,

daha

İstanbul,

Ö l ü m ü n d e n v e y a k a y b o l u ş u n d a n s o n r a R o m a İ m p a r a t o r u Cara-

Bizans iken. Bu k o n u d a haçlı R o m e r t de Clery'ye bir kez d a h a

calla, K a p a d o k y a ' d a , o n u n anısına bir tapınak inşa ettirir, impara­

kulak v e r e l i m :

t o r u n annesi Julia D o n n a ise Yunanlı Philostratos'a «Apolloni­

«Şehrin bir başka yerinde p e k şaşılacak bir şey d a h a vardır.

u s ' u n yaşamı»nı yazdırır.

Her biri en azından kulacın üç katı ve en azından kulaç yükseklik­

Kapadokyalı A p o l l o n i u s salt bir kâhin değildi, bir g i z e m c i ,

te iki s ü t u n d u bunlar. Ve münzevi kişiler bu sütunların t e p e s i n d e ­

bir g e z g i n , gizli ö ğ r e t i m d e n g e ç e n biriydi, öyle biliniyor ve anılı­

ki k ü ç ü k barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda, insanın yukarı

y o r Batı g i z e m c i l i ğ i n d e . Mucizeler yaratıyor Voltaire'in bile ç o k

çıkabileceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, K o n s t a n t i n o p o -

ö n e m s e d i ğ i b u A p o l l o n i u s . R o m a ' d a y k e n bir cenazeyi d u r d u r u ­

lis'te o l m u ş ya da o l a c a k b ü t ü n olaylar ve b ü t ü n fetihlere ilişkin

yor, ölü sanılan o y s a kataleptik transta olan bir g e n ç kızı uyandırı­

kehanetlerin resmi yapılmış ve yazılmıştı. A m a olay m e y d a n a

yor. Şifa dağıtıyor, Efes'i v e b a d a n kurtarıyor.

g e l e n e kadar kimse b u n u n n e o l d u ğ u n u a n l a y a m ı y o r d u v e mey-

60



Daha yirmi y a ş ı n d a y k e n keşişliği seçiyor, bir s ü r e A n t a k y a '

d a k i A p o l l o n i u s tapınağında kalıyor, Hindistan'a gidiyor, T i b e t ' e

ya kadar kovalanan halk o r a d a n geri d ö n e r e k d ü ş m a n l a r ı n ı sur

k a d a r uzanıyor, Roma'yı, İspanya'yı, Mısır'ı ziyaret ediyor ve Tar­

dışına kadar p ü s k ü r t ü p m e m l e k e t l e r i n e tekrar s a h i p olacaktı. Ç o k eski ç a ğ l a r d a n beri s ü r ü p g e l e n v e azizlerden M o r e n u s adın­

sus'tan da geçiyor. H i n d i s t a n ' d a g ö r d ü ğ ü bazı s o n d e r e c e değerli, inanılmaz bil­

da bir a d a m a mal edilen öteki inanca g ö r e d e , oklarla silahlan­

giler içeren, b i l i n m e y e n bir g e ç m i ş t e n kalan, unutulan bir bilgeli­

mış bir halk b ü t ü n Rumları y o k e d e c e k d i . Bu iki b o ş inanç arasın­

ğ i n ü r ü n ü o l a n kitaplardan söz e d i y o r Apollonius, Hint g i z e m c i l e ­

da bir karşıtlık vardı. Bir başka söylentiye g ö r e d e , bir falcı kadın­

ri ile yaptığı k o n u ş m a l a r ı naklediyor, tanık o l d u ğ u - b u g ü n p a r a p -

d a n , Paleologların ilki olan İ m p a r a t o r Misel, t o r u n l a r ı z a m a n ı n d a

sikolojinin k a p s a m ı n a g i r e n - olayları anlatıyor, h a v a d a duranları,

i m p a r a t o r l u ğ u n u n s o n u c u n u n n e olacağını s o r m u ş v e falcı d a

hiçbir dış e t k e n e b a ş v u r m a d a n ateş yaratanları anlattığı gibi.

o n a karşılık olarak s a d e c e ' M a m a i m i ' kelimesini s ö y l e m i ş t i . Aslın­

Ö l ü m ü n d e n iki yüzyıl s o n r a A p o l l o n i u s ' u n hayaleti K a p a d o k ya'yı talan

etmeye

hazırlanan

Roma

İmparatoru

Aurelianus'a

g ö r ü l ü y o r ve Roma'lılar geri çekiliyorlar. U z a k d o ğ u ' n u n öğretileriyle y ü k l ü «Anadolu ç o c u ğ u » A p o l l o ­ nius U z a k d o ğ u ' n u n gizemlerini,

A n a d o l u ve İstanbul y o l u y l a ,

antik Batı'ya ulaştırıyor, kehanetleri ve şifacılığı ile destekliyor, bir Batı'dan İstanbul'a gelen, bir arayış veya bir sentez p e ş i n d e o l a n gizemcilere Apollonius bir işaret verir gibi oluyor, birçokları­ nı yüzyıllar b o y u n c a getirecek, çağıracak bir işaret. ve

Bizans'ın

çöküşünü

Apollonius

o l o g ailesinden y e d i imparator g e l e c e ğ i v e e n s o n r a k i n i n tahttan indirileceği ifade o l u n u y o r d u . » Öyle yazıyor V o n

Hammer ancak

«Mamaimi»

sözcüğüne

verilen bir başka geleneksel a n l a m da «Mehmet» o l u y o r ! Tepeler, g ü ç merkezleri, kâhinler, geleneklere karışan keha­ netler: t ü m bunları içeren, d o ğ u r a n ve tarihi b o y u n c a taşıyan bir

«Gizem Yolu»nun başlangıçlarını çiziyor.

Fetih'i

d a a n l a m d a n y o k s u n olan b u s ö z ü n , harf sayısından d o l a y ı Pale-

kehanetlerinde

ö n g ö r ü y o r bir dizi kehanetin ö n c ü l ü ğ ü n ü yaparcasına ve keha­ netlerden k a y n a k l a n a n bazı inanışları J o s e p h v o n H a m m e r , «Os­ manlı T a r i h i n d e ayrıntılı olarak sıralıyor: «Konstantiniyye (İstanbul) halkı bu sıralarda bazı b o ş inanç­ lara da yer veriyor ve bunlar üzerinde tartışmalarda b u l u n u y o r ­ d u . Sözgelimi, g ü n ü n birinde Latinlerin zaferle yaldızlı k a p ı d a n içeriye girecekleri hakkındaki eski bir b o ş inanç y ü z ü n d e n o kapı - b u tarihten ç o k ö n c e l e r i - ö r d ü r ü l m ü ş t ü . A m a inanç s ö k ü l e m e miştir. Bir b a ş k a söylentiye g ö r e , S e r k o p o r t a denilen k a p ı d a n da İmparator Frederik ile Latinlerin g e ç e c e ğ i inancı m e v c u t o l d u ğ u n ­ d a n orası d a e s k i d e n ö r d ü r ü l m ü ş d ü . Fakat Konstantiniyye kuşat­ masından ö n c e açıldı ve Türkler şehre b u r a d a n girdiler. Konstantiniyye'nin iki kapısı ile ilgili bu iki inançtan b a ş k a

kentin, d ü n d e n b u g ü n e , gizemle uğraşanların, gizemleri araştı­ ranların ilgisini ç e k m e s i kadar o l a ğ a n bir şey olabilir mi? Ve kehanet d e d i ğ i m i z d e ve kâhinlerin «en yücesi» sayılan N o s t r a d a m u s ' a ya da 16. yüzyılın Michel de N o s t r e - D a m e ' a baktığımızda İstanbul az mı karşımıza çıkıyor? «Önceki tekelcilerin danışmanları, Fatihler kandırılmış, Melite'den, Rodos, İstanbul,

zıtlar karşılaşacak,

Yer g e r e k e c e k , t a k i p ç i l e r d e n kaçanlara.» «Büyük bir ö r t ü , Adriyatik denizi dışından, İstanbul yakınında b ü y ü k bir t e ş e b b ü s , Düşmanlar kayıpta, dostlar olacak, Ü ç ü n c ü karışıklık y a p a c a k , s a p üstünde.» «Borazan sahte, o n u saklamak çılgınlık, İstanbul'da yasal bir d e ğ i ş i m olacak,

bizzat şehre has iki b o ş inanç d a h a vardı. B u n l a r d a n birine g ö r e

Mısırlı taklitçi, zayıf ve ç ö z ü l m ü ş ,

d ü ş m a n şehre girerek B o g a m e y d a n ı n a kadar gelecek, fakat o r a ­

Yasa, kural d e ğ i ş e c e k para, kazanç.»

«güç merkezi», ister bir bağlantı, g e ç i ş yeri v e y a bir s e n t e z n o k t a ­ sı (sentez aracı) o l a r a k yüzyıllardan beri Batılı g i z e m c i l e r i n , birey­ c i araştırmacıların v e ö r g ü t üyelerinin y a d a ö r g ü t kurucularının ilgisini çekmiştir. K i m i İstanbul'a u ğ r a m a k l a y e t i n m i ş , kimi İstan­ b u l ' d a bir süre kalmış, kimiyse ilk eylemlerini İ s t a n b u l ' d a g e r ç e k ­ leştirmiştir. B u v e s o n r a k i b ö l ü m d e «Batı'dan gelenler»i v e « D o ğ u ' d a n

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

dönenler»i i z l e m e y e çalışacağız, olanaklarımız ve v a r o l a n kaynak­ larımız elverdiği

kadarıyla.

K o n u m u z u n ve a m a c ı m ı z ı n «kahra­

manları» o l a n bir dizi bilinen, az bilinen ola ki b i l i n m e y e n kişinin,

GİZEMCİLER İSTANBUL'DA

gezgincinin, o l u m l u - o l u m s u z g i z e m c i n i n p e ş i n d e n o l d u k ç a uzun bir y o l c u l u ğ a çıkacağız. B a z e n bir yerlere v a r a c a ğ ı z b a z e n ise

«Kutsal Sihir Kitabı» 15. yüzyıldan k a l m a o l d u ğ u s ö y l e n i l e n sayılı bir elyazmasıdır. G e l e n e ğ e g ö r e ve m e t n i n ö n s ö z ü n d e açık­

bir n o k t a d a d u r m a k , d u r a k l a m a k v e varsayımlar d i z m e k z o r u n d a kalacağız.

landığı gibi yazarı Y a h u d i A b r a h a m y a d a Avram'dır v e Y a h u d i

Kanımızca b u d a pek ö n e m l i d e ğ i l d i r ç ü n k ü , ö n e m l i saydığı­

A b r a h a m - A v r a m , o ğ l u L a m e h ' e ünlü b ü y ü c ü A b r a m e l i n (Ab-

mız, ayrıntılardan, o layl ardan ve v a r s a y ı m l a r d a n (belki de g e r ç e k ­

ra-Melin)'in öğretilerini bu m e t i n d e açıklıyor.

lerden) o l u ş a c a k o l a n bir başka, değişik, alternatif İ s t a n b u l ' u n

A b r a m e l i n ' l e ilgili pek bir bilgi y o k t u r fakat A b r a h a m - A v r a m ö n s ö z ü n d e , Kabala'nın gizlerini b a b a s ı n d a n ö ğ r e n d i k t e n sonra, ilkin Mısır'a o r a d a n da İstanbul'a g e ç t i ğ i n i anlatıyor ve bir şans eseri - y a d a yazgısal bir s o n u ç l a - A b r a m e l i n ' i n gizli e l y a z m a s ı nı İ s t a n b u l ' d a b u l u y o r , d ü z e n l i y o r ve 1458'de yayınlıyor. Kullanışı

tehlikeli,

en

azından

sakıncalı

sayılan

«Sihirbaz

A b r a m e l i n ' i n Kutsal Sihir Kitabı» yazılış b i ç i m i n e bakıldığında 15. d e ğ i l d e 18. yüzyıldan k a l m a gibi g ö r ü n ü y o r s a d a d e ğ i ş m e y e n v e tartışmayan g e l e n e k k ö k e n i olarak h e p İstanbul'u g ö s t e r i y o r . Hayal y a d a g e r ç e k ! B u araştırmamız b o y u n c a b i r ç o k kez sorulacak, akla g e l e c e k bir s o r u d u r b u . Ancak, b u a ş a m a d a , kanımızca ö n e m l i o l a n yanıtlar değil de biraraya getirilen malze­ medir, yani belgeler, olaylar, gelenekler, inanışlar ve b u n l a r a karı­

portresi ve a n a t o m i s i d i r . Örneklerimizi sıralamaya koyulalım... Goethe'nin

ölümsüzleştirdiği

yaşlı,

ihtiraslı,

g e n ç l i ğ i n i ve

eski g ü c ü n ü a r a y a n , bir y ö n ü ile destansal ve bir d i ğ e r y ö n ü ile g e r ç e k , D o k t o r F a u s t ' u n bile İstanbul ile bir bağlantısı o l d u ğ u söyleniliyor

her

ne

kadar

(bilindiği

kadarıyla),

tanrıbilimden

m e z u n J o h a n n e s Faust bedensel olarak İ stanbul ' a a y a k basmış d e ğ i l s e bile. İ s t a n b u l ' d a g ö r ü n m ü y o r Faust a m a , Paracelsus adı ile ünle­ nen T h e o p h r a s t u s B o m b a s t u s v e arkadaşı H e i n r i c h Cornelius A g r i p p a ile birlikte, 1510 yılında P r a g kentine geliyor, kentin ünlü üniversitesine yazılıyor gizemciliği, gizli bilim ve sanatları ö ğ r e n ­

şan veya bunları y a r a t a n kişilerdir. Yanıt, y o r u m , a ç ı k l a m a , tartış­

m e k a m a c ı ile. B u ü ç c a n d a n a r k a d a ş r e s m e n felsefe öğrencileri­

m a s o n r a d a n g e l m e k t e d i r araştırılan v e d e araştırmaya y a r a y a n

dir. A m a , t ü m g ü ç l e r i ve hırsları ile, Prag'ın kitaplıklarında bol

m a l z e m e ortaya serildikten sonra. Daha ö n c e d e belirtmiştik, y e n i d e n tekrarlayalım ç ü n k ü «repetita juvant» yani t e k r a r d a n yarar gelir: İstanbul kenti ister bir

sayıda b u l u n a b i l e n Keldanlı, İranlı, A r a p metinlerini karıştırıyorlar, Yakın ve O r t a d o ğ u ' n u n gizemli öğretilerini araştırıyorlar. Üniversi­ t e n i n ö ğ r e t m e d i k l e r i n i ise, kentin kenar mahallelerinde, «üstat—

65



istanbul Gizemleri / F: 5

Iar»dan ö ğ r e n i y o r l a r : sihirli sözcükleri,

büyücülüğü,

bakıcılığı,

d u r u g ö r ü y ü v e tılsımları. Ve Faust, Leipzig'li d o s t u D o k t o r J o n a s Victor'a yazdığı bir m e k t u p t a , sekiz g ü n s ü r e n «astral» ya da b e d e n dışı bir y o l c u l u ­ ğ u n u u z u n u z u n anlatıyor. Asya'yı, Afrika'yı, Avrupa'yı dolaşıyor,

d a , «Kralın emriyle, Bay Paul L u c a s ' ı n Gezisi» adında bir kitap yayımladı. Bu eserde, B u r s a ' d a d ö r t dervişle karşılaştığından ve b u n l a r d a n birinin, Fransızca d a dahil o l m a k üzere ç o k sayıda lisan b i l d i ğ i n d e n bahseder. S ö z k o n u s u derviş, ermişlerin y u r d u olan uzaktaki bir y e r d e n geldiğini söylemiştir. G ö r ü n ü ş e g ö r e

b ö y l e c e , D o k t o r Faust v e y o l c u l u ğ u n u n ikinci g ü n ü n d e Türki­

o t u z yaşlarında olmasına r a ğ m e n , anlattığı u z u n y o l c u l u k l a r en

y e ' y e varıyor ve İ s t a n b u l ' u inceliyor.

azından yüzyıllık bir süreyi k a p s ı y o r d u . Flamel'in adı g e ç t i ğ i n d e ,

Başyapıtında G o e t h e bu olayları, kurgusal-şiirsel bir yaklaşı­

derviş

şöyle

der:

'Flamel'in

öldüğüne

gerçekten

inanıyor

mın içinde, b a ş k a şekilde y o r u m l u y o r , şeytan Mefistofeles'i de

m u s u n ? Hayır, hayır, d o s t u m , kendini a l d a t m a , Flamel hâlâ yaşı­

karıştırarak. Ö t e y a n d a n J o h a n n e s Faust'un g e r ç e k y a ş a m ı n d a

y o r ; ne o, ne de hanımı ö l ü m l e henüz karşılaşmış değillerdir. Her

da sarışın M a r g h e r i t a ' y a rastlanmıyor!

ikisini de Hint Adaları'nda bıraktığımızdan beri üç yıldan fazla bir

Faust,

İstanbul'a bedensel olarak gelmiyor a n c a k ,

aldığı

süre g e ç m e d i . H e m o, b e n i m en yakın a r k a d a ş l a r ı m d a n biridir!

ö ğ r e t i n i n ve s a h i p o l d u ğ u bilginin bir s o n u c u olarak, b e d e n dışı

Bu derviş,

y o l c u l u ğ u n d a İ s t a n b u l ' u i n c e l e m e d e n yapamıyor!

yani Agarta'nın) belirli bir vazifeyle g ö r e v l e n d i r d i ğ i bir elçisi olsa

16. yüzyıl g i z e m c i s i , sihirbazı, «magus»u D o k t o r F a u s t ' u n s i m y a n ı n gizine

sahip bir kişinin p e ş i n d e n t ü m Avrupa'yı dolaştıktan s o n r a İstan­ b u l ' a geliyor, s o n r a d a n İran'a ve İskenderiye'ye g e ç i y o r . 16. yüzyılda s i m y a n ı n gizine sahip birini arayan A l m a n s o y l u ­ s u n u n macerası k o n u m u z a , z o r u n l u ve bağlantılı olarak,

Orta

Ç a ğ gizemciliğinin en ünlü temsilcilerinden biri sayılan Fransız simyacısı Nicolas Flamel'i getiriyor. «Türkiye Gizemleri» adlı araştırmasında Haluk E g e m e n Sarı­ kaya

- T h o m a s A . S h a m b h a l a ' n ı n «Işık Vahası» (Oasis of Light,

1977) k i t a b ı n d a n - aşağıdaki alıntıyı naklediyor: «14. yüzyılda, sahte bir ö l ü m ve g ö m ü l m e olayı d ü z e n l e d i ğ i ve s o n r a Orta A s y a ' d a o r t a d a n k a y b o l d u ğ u sanılan bir d i ğ e r tari­ hi şahsiyet de, N i c o l a s Hamel'di... Başrahip Vilain, 18. yüzyılda, Flamel'in Türkiye'deki (İstanbul'daki) Fransız Sefiri D e s a l l e u r s ' ü ziyaret ettiğini yazmıştı, yani Flamel'in s ö z d e ö l ü m ü n d e n d ö r t yüz yıl sonra! XIV.

Louis,

Paul Lucas'ı, O r t a d o ğ u ,

Mısır ve Y u n a n i s t a n '

d a n antik eserler t o p l a m a k l a görevlendirmişti. Lucas, 1714 yılın— 66 —

(Yüce varlıkların

mekânının,

gerekti.»

aksine d ö n e m i n bir A l m a n aydını ve gezgincisi o l a n K o n t Bernhardt'ın, «Yolculuk Notları»nda açıkladığı gibi,

Asya'daki Olimpos'un

Sarıkaya'nin kullandığı başka ve d a h a eski bir k a y n a k olan Fransız M a u r i c e M a g r e ' n i n «Sihirbazların Dönüşü» (Le r e t o u r d e s M a g i c i e n s , 1931) olayı aynı şekilde, bir iki değişik ayrıntı bir yana, anlatıyor ve ek olarak, bu b ö l ü m ü n başında s ö z ü n ü ettiği­ miz Yahudi A b r a h a m - Avram'ın

büyüsel

elyazması

hakkında

bazı açıklamalar da getiriyor, Flamel ile ilgili olarak. Tekrara k a ç m a m a k için özet olarak v e r e c e ğ i m i z bu bilgiler­ d e n ö n c e simyacı ve «ölümsüz» N i c o l a s Flamel'i kısaca tanıtmak y e r i n d e olacaktır. N i c o l a s Flamel'in y a ş a m ö y k ü s ü gizemcilik tarihinin belki d e en

iyi

belgelenmiş

gerçek

öyküdür,

kendi

elyazısı

yazılmış,

Paris'teki Ulusal Kitaplık'ta ( B i b l i o t h e q u e Nationale) k o r u n a n bel­ gelerle kanıtlanmış. 14. yüzyılın ortalarında Flamel,

Paris'te kitapçılık yapıyor,

cahil g e n ç soylulara o k u m a y a z m a dersleri veriyor. Kendisinden biraz d a h a yaşlı olan, hafif ç a p t a mal m ü l k sahibi D a m e Pernelle ile evlidir. Kitapçımız s i m y a ile y a k ı n d a n ilgileniyor, eski metinler­ le, elyazmalarla bir aşinalığı vardır a n c a k , o n u n için, s i m y a salt k u r ş u n u altına d ö n ü ş t ü r m e k y a d a y a ş a m iksirini b u l m a k d e ğ i l —

67 —

dır. Flamel'e g ö r e her simyacının, her «magus»un b u l m a y ı d ü ş l e ­ d i ğ i Felsefeciler Taşı'nın g e r ç e k a n l a m ve d e ğ e r i , işlevi d o ğ a y ı y ö n e t e n yasaları k e ş f e d i p bilgeliğe ulaştırmaktı. d e n değişiyor: Y a h u d i A b r a h a m - Avram'ın İstanbul'da b u l d u ğ u ünlü A b r a m e l i n ' i n kitabıdır b u . Kitabı elyazmasını Flamel ilk kez d ü ş ü n d e g ö r ü y o r ve kitabı elinde t u t a n bir m e l e k o n a şöyle d i y o r : «Bu kitaba iyi bak. İlkin içindekilerden hiçbir şey a n l a y a m a ­ yacaksın, ne s e n , ne de herhangi başka bir insan. A n c a k g ü n g e l e c e k ki, hiçbir insanın g ö r e m e d i k l e r i n i o n d a göreceksin.» Düşten s o n r a bir süre g e ç i y o r ve bir s a b a h Flamel'in k ü ç ü k d ü k k â n ı n a bir a d a m giriyor, elinde satmak istediği bir elyazmasıyla. 22 sayfalık bu elyazmasını Flamel h e m e n tanıyor, d ü ş ü n d e m e l e ğ i n elinde g ö r d ü ğ ü kitaptır b u ! Flamel kitabı satın alıyor ve içindekileri ç ö z e b i l m e k için 21 yıl uğraşıyor, İ b r a n i c e olarak yazılmış m e t n i n inceliklerini, simgesel çizimlerini, şekillerini kavrayabilmek a m a c ı ile İspanya'ya k a d a r gidiyor, u z m a n bir g i z e m c i olarak bilinen yaşlı üstat C a n c h e s ile tanışıyor, üç yıl d a h a metinle uğraşıyor s o n r a da... Sonrası s i m y a c ı Nicolas Flamel'in altın çağının başlamasıdır: d a r gelirli ve sıradan kitapçı Flamel birden z e n g i n oluyor, kilisele­ bağışlar

yağdırıyor,

altın

yapmayı

öğreniyor,

Felsefeciler

Taşı'nı keşfediyor. Üç kez altın yapıyor Flamel a n c a k altınlarını kendi için kullanmıyor, kendi sade y a ş a m tarzını değiştirmiyor. Z a m a n geçiyor, eşi D a m e Pernelle ölüyor, bir süre s o n r a da Fla­ mel bu d ü n y a d a n g ö ç ü y o r . Nedir ki, Kral 13. Louis'nin d e v r i n d e (1610-1643), mezarı açıldığında t a b u t u b o ş b u l u n u y o r ve d e s t a n y a d a g e r ç e ğ i n d i ğ e r y ü z ü başlıyor. Bu ara Y a h u d i A b r a h a m - Avram'ın kitabı ne oluyor? Flamel'den y e ğ e n i n e geçtiği sanılıyor ve kuşaktan k u ş a ğ a ailenin içinde kaldığı söyleniyor. Kral 13. Louis'nin z a m a n ı n d a yaşamış ve Flamel ailesinden olan Dubois adlı biri kralın ö n ü n d e —

68

-

feti o n a yarar sağlamıyor ç ü n k ü , işlediği söylenilen bazı suçlar­ d a n dolayı, tutuklanıp idama m a h k û m ediliyor v e destansal elyaz­

G ü n ü n b i r i n d e H a m e l ' i n yaşamı, bir kitap y ü z ü n d e n , t ü m ­

re

k u r ş u n d a n yapılı birkaç k ü ç ü k t o p u altına d ö n ü ş t ü r ü y o r . B u mari­

ması ünlü Kardinal Richelieu'nün eline g e ç i y o r , Richelieu'nün ö l ü ­ m ü n d e n sonra d a kayıplara karışıyor. Daha d o ğ r u s u kitabın t ü m ü kayıplara karışıyor a n c a k m e t i n e ait o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n bazı ç i z i m ve şekiller (diyagramlar) 17. yüz­ yılda Milano'da bulunuyor. 18. yüzyılda Nicolas Flamel olayı y e n i d e n g ü n d e m e geliyor, Kral 14. Louis'nin görevlisi Paul L u c a s ' ı n «Türkiye'de Yolculuk» ( V o y a g e d a n s la Turquie, 1719) adlı anı kitabı sayesinde. Araştırmacı Sarıkaya'nın alıntısında

(Sarıkaya'nın

kullandığı

kaynakta Lucas'ın kitabı «Kral'ın emriyle, Bay Paul Lucas'ın Gezi­ si» adı ile anılıp yayın tarihi 1714 o l a r a k veriliyor, bizim kullandığı­ mız ikinci kaynakta ise tarih 1719 o l u p «Voyage d a n s la Turquie» d i y e gösteriliyor) anlatıldığı gibi L u c a s , Bursa'da, bir «felsefeci» ile tanışıp Flamel ile ilgili ek bilgileri o n d a n öğreniyor. Bizim kay­ nağımız olan Fransız Maurice M a g r e ' n i n kitabına g ö r e bu «felse­ feci», yedi kişiden oluşan, bilgelik p e ş i n d e d ü n y a y ı d o l a ş ı p her y i r m i yıl ayrı bir ülke ve kentte b u l u ş a n bir ö r g ü t v e y a tarikata bağlıymış. Lucas'ın k o n u ş t u ğ u kişi o n a F l a m e l ' d e n söz ediyor, gizemli kitabın Flamel'in eline nasıl g e ç t i ğ i n i ayrıntılı bir şekilde anlatıyor ve gerek Flamel'in g e r e k s e eşi Pernelle'in yaşadıklarını söylüyor. Paul Lucas, B u r s a ' d a , Flamel'i yakında tanımış olan b i r T ü r k le uzun bir s o h b e t e giriyor, aynı y ü z y ı l d a - y u k a r d a g ö r d ü ğ ü m ü z g i b i - İstanbul'daki Fransız elçisi Desalleurs'ün, Flamel'in kendi­ siyle g ö r ü ş t ü ğ ü söyleniyor. Kaynağı İstanbul olan bir «sihir» kitabı sayesinde «ölümsüzleşen» bir Orta Ç a ğ Fransız simyacısı, ö l ü m ü n d e n 400 yıl s o n r a İ s t a n b u l ' d a y e n i d e n ortaya çıkıyor: Flamel'in bu «dirilişi» bir baş­ ka İstanbul g i z e m i değilse nedir a c a b a ? 18 Mayıs 1711'de D u b r o v n i k ' t e d ü n y a y a gelen ve 13 Şubat 1787'de, bir Fransız vatandaşı olarak, İtalya'nın M o n z a kentinde —

69 —

ölen R u g e r u s B o s c o v i c h felsefe ve m a t e m a t i k konularını ele alan

nenlerin ç o ğ u b u d u r u m a hiç ö n e m vermediler, b u ziyaretlerden

75 ciltlik yazıları ile d ö n e m i n i aşan bir m a t e m a t i k ç i sayılmaktadır.

ve bu ziyaretçilerden çıkabilmesi olası olan sonuçlar, değilse bile

Salt bir m a t e m a t i k ç i o l m a k l a da y e t i n m i y o r , aynı z a m a n d a a r k e o ­

varsayımlar ve tahminler ü z e r i n d e p e k durmadılar. Hatta, b u r a d a

l o g , o z a n , araştırmacı ve Fransız Deniz Kuvvetlerine bağlı o p t i k

d e n e d i ğ i m i z gibi, biraraya getirip, sıraya dizip bir y ö n t e m e oturt­

laboratuvarının yöneticisidir.

m a y a bile çalışmadılar. O y s a ki ülkemizin ç a ğ d a ş , g i t g i d e t e k n o ­

1761 yılının Kasım ayında B o s c o v i c h - k i bu ara Rus Bilimler

lojiye ve m e d y a l a r a b a ğ l a n a n ve bunların s a y e s i n d e gizemleri,

A k a d e m i s i n i n o n u r üyesi ve İngiliz Kraliyet Cemiyetinin üyesi

artı kendi gizemsel bilgilerini, metalaştırıp piyasaya s u n a n bazı

seçilip B e n j a m i n Franklin'le d e t a n ı ş ı y o r - İstanbul'da b u l u n u y o r .

uzmanlarımız bu t ü r bir araştırmayı s ü r d ü r e b i l e c e k d o n a t ı m l a r a

A m a c ı V e n ü s g e z e g e n i n i n geçişini İ s t a n b u l ' d a n izlemektir. Nedir

sahip gibi g ö r ü n ü y o r l a r , k ü ç ü k e k r a n d a n izleyicilere seslendikle­

ki, İstanbul'a g e c i k m e l i varıyor, V e n ü s ' ü kaçırıyor fakat bir ö n c ü

rinde.

a r k e o l o g olarak Truva kalıntıları üzerine d u r u y o r , T r u v a ' d a kazı

Ola ki, eksikliğini d u y d u k l a r ı bilgi ve uzmanlık değildir, eksik­

yapılmasını ö n e r i y o r ve S c h l i e m a n n ' d a n bir yüzyıl ö n c e haklı çıkı­

liğini duydukları pazarlanması, bir t e l e f o n hattına b a ğ l a n m a s ı ola­

yor.

sı olan bir k o n u y u araştırıp y o r u m l a m a k gereksinimidir! Uzayın, zamanın ve hareketin göreliliğini (izafiyetini) açıkla­

y a n , uzaysal boyutları ö n g ö r e n , eğri ve içe d ö n ü k bir evrene ina­

Ç a ğ d a ş ve ç a ğ d a ş l a ş m ı ş u z m a n gizemcilerimizi, şimdilik bir y a n a bırakıp biz y e n i d e n eskilere, eski «üstatlar»a d ö n e l i m .

n a n , ilk kez uluslararası bir jeofizik yılını ö n e r e n , simyayı bilimsel

Nicolas Flamel ö r n e ğ i n d e o l d u ğ u gibi, T ü r k i y e ' d e esraren­

a ç ı d a n inceleyen, d ö n e m i n i n bilimselliğini aşıp fizik, kimya, biyo­

giz Saint-Germain K o n t u ü z e r i n d e d u r a n ç o k az sayıdaki g i z e m

loji, a t o m biliminin kuramlarını savunan d i n a d a m ı (Cizvit papazı)

araştırmacılarından biri, sık sık andığımız (oysa t ü m y o r u m l a r ı n a

R u g e r u s B o s c o v i c h bir İstanbul «gizemi» değildir, hiç kuşkusuz,

katılmadığımız)

a n c a k İstanbul'un yoğunlaştırdığı bir bilgiyi de kullanarak d e s t a n

ise Saint-Germain'e yer ayıran, belki de ü l k e m i z d e o n d a n ilk kez

sayılan bir Truva'nın g e r ç e ğ i n e ilk işaret e d e n bir «gizem» a d a m ı ­

söz e d e n 70'li yıllardan kalma bir kitabımız o l d u .

dır.

Haluk E g e m e n Sarıkaya'dır.

Sarıkaya'dan ö n c e

Sarıkaya, ilginç a m a geçerliliği tartışma kaldıran, bir y o r u m l a O r t a Ç a ğ simyacısı Nicolas Flamel için, haklı ya da haksız,

Macaristan kurtuluş savaşı ö n d e r l e r i n d e n Erdel Prensi II. Franz

«ölümsüz» d e y i m i n i kullandık. Ya, Flamel gibi ö l ü m ü n d e n s o n r a

R a c k o c z i ile Saint-Germain arasında bir bağlantı kurarak ikincisi­

İstanbul'da g ö r ü n d ü ğ ü söylenilen v e tarihin belki d e e n ünlü

nin ilkinin bir y e n i d e n c i s i m l e n m e s i (reenkarnasyonu) o l d u ğ u n u

« ö l ü m s ü z l e r d e n biri olan Saint-Germain K o n t u için ne d e m e m i z

ö n e sürmektedir.

gerekiyor?

Macaristan'ın bağımsızlığı için (1703-1711) m ü c a d e l e e d e n ,

Ve ne kadar ilginçtir ki, «ölümsüz» d i y e bilinenler ile «ölüm­ süz üstatlar»ın g e l e n e k ve inancını sürdürenler,

ne hikmetse,

İstanbul y o l c u s u oluyorlar, İstanbul'da görünüyorlar,

İstanbul'

d a n geçiyorlar onları D o ğ u ' n u n pek ç o k gizemli merkezlerine g ö t ü r e n yolculukları b o y u n c a .

ilkin P o l o n y a ' y a s o n r a ise T ü r k i y e ' y e sığınan, T ü r k i y e ' d e h i m a y e g ö r e n prens, 1717 yılına kadar, İstanbul'da kalıyor ve yaşamının s o n yıllarını (1720-1735) T e k i r d a ğ ' d a kendisine tahsis edilen bir e v d e geçiriyor. Sarıkaya'ya g ö r e Prens R a g o c z i «Agarta Ü s t a t l a r ı n d a n biri­

Yine ç o k ilginçtir ki, b u g ü n e kadar, ülkemizde Batı'nın ve

dir, Saint-Germain ise o n u n y e n i d e n b e d e n l e n m i ş kişiliği. İyi d e ,

D o ğ u ' n u n gizemleri ile, gizemli kişileri ile y a k ı n d a n uzaktan ilgile­

baştan b a ş l a m a k için, bu «ölümsüz» Saint-Germain Kontu k i m d i

ve T ü r k i y e ile, İstanbul ile nasıl bir bağlantısı vardı? «Uzaydan Geldiler» (1974) adlı kitabımızda k o n t hakkında aşağıda tekrarladığımız t e m e l bilgileri vermiştik: «Saint-Germain K o n t u ' n u n k i m o l d u ğ u , nerede d o ğ d u ğ u hiç­ bir z a m a n bilinmedi. G ü n ü n birinde Kral 15. Louis'nin sarayına gelip yerleşti. Bir rivayete g ö r e Portekizli bir musevinin o ğ l u y d u . B a ş k a bir rivayete g ö r e d e S t r a s b o u r g l u bir d o k t o r u n o ğ l u y a d a m a n a s t ı r d a n k a ç a n bir ispanyol papazı v e y a 2. Franz R a c k o c z i ' nin o ğ l u . Kimin nesi o l d u ğ u bilinmediği g i b i , yaşı d a bilinmedi S a i n t G e r m a i n ' i n . Yıllar g e ç e r yaslanmazdı, yüzyıllardan beri yaşadığı­ nı s ö y l e r d i .

'Sizden ayrılıyorum' d e r kont. ' İ s t a n b u l ' d a b e n i bekliyorlar. O r a d a n İngiltere'ye g e ç e c e ğ i m , bir yüzyıl s o n r a kullanacağınız iki icat üzerinde çalışacağım. Bunlar, t r e n ve buharlı gemidir. Himalaya dağlarına çekilip istirahat e d e c e ğ i m bir süre. 85 yıl s o n ­ ra yeniden o r t a y a çıkacağım.» «Ölümsüz Kont» hakkında ç o k şeyler yazıldı, t a h m i n l e r y ü r ü ­ t ü l d ü fakat b u g ü n e kadar ne g e r ç e k kimliği o r t a y a çıktı, ne de g e r ç e k görevi.

Ç o k zengindi,

m ü c e v h e r l e r i d e ğ e r biçilmezdi

o y s a servetinin kaynağı m e ç h u l d ü ; ç o k bilgiliydi, g e ç m i ş v e uzak tarihin olay ve kişilerini gözleriyle g ö r m ü ş gibi anlatırdı; usta bir

Kralın sarayına yerleşir yerleşmez, Saint-Germain, Paris sos­ yetesinin,

Bir yıl s o n r a ' Ö l ü m s ü z Kont', V i y a n a ' d a 'Gül-Haç'lı a r k a d a ş ­ larıyla buluşur. O y s a o n u herkes ö l m ü ş bilmektedir.

soyluların

salonlarını d o l a ş m a y a

başladı.

müzikçi ve bir r e s s a m , usta bir k i m y a g e r ve bir d i l b i l i m c i y d i . B u n ­

Her yere

larla birlikte hiç kuşkusuz ki, aynı d e r e c e d e usta bir casus, bir

davet edilir, hiç kimseyi davet etmez; en z e n g i n sofralara oturur,

gizli ajan ve 18. yüzyılın şatafatlı gizemcilik d ü n y a n ı n etkin temsil­

ağzına bir l o k m a y e m e k k o y m a z ; sürekli olarak en çarpıcı ve en

cilerinden biriydi, G i a c o m o C a s a n o v a ' d a n d a h a kurnaz, Caglios-

pahalı m ü c e v h e r l e r i taşır, soylulara atalarından söz eder ve pek

t r o ' d a n d a h a başarılı.

az k i m s e n i n bildiği ayrıntılara girer, herkesi şaşırtırdı.

Prens R a c k o c z i ' n i n bir y e n i d e n c i s i m l e n m e s i (reenkarnas-

Krala y a r a n m a k için Saint-Germain bir ara casusluk da yap­

y o n ' u ) m i y d i k o n t y o k s a , ç a ğ d a ş araştırmacıların y o r u m u ile,

tı, H o l l a n d a ' y a g e ç t i ; o r a d a n A l m a n y a ' y a , o r a d a n d a Rusya'ya.

o ğ l u mu? Sarıkaya'nın g ö r ü ş ü o l d u k ç a «fantastik», ikinci olasılık

Prusya Kralının hizmetine girdi ve her y e r d e herkesi şaşırttı; kur­

ise h e m d a h a mantıksal,

naz bir d i p l o m a t , yakışıklı bir erkek, her t e l d e n çalan bir kültür ve

Saint-Germain'in İstanbul'a gelmesi için d a h a geçerli.

b i l i m adamıydı Saint-Germain.

H o l l a n d a ' d a rastladığı C a s a n o -

v a ' y a ç i z m i ş o l d u ğ u ilk buharlı g e m i n i n planlarını g ö s t e r d i ve: G e l e c e ğ i ö n g ö r d ü ğ ü için Kraliçe Marie-Antoinette'i k u r t a r m a ­ ya çalıştı. Tarihi kaynaklara g ö r e , ' O l a ğ a n ü s t ü Kont' 4 Ş u b a t 1784'te kentinde ö l d ü .

Tarihsel bir ç i z g i y e g ö r e : 1707 - C l a u d e Louis de Saint-Germain d ü n y a y a geliyor 1743 - İlk kez ortaya çıkıyor

' B u keşfe bir yüzyıl s o n r a sahip olacaksınız' d e d i .

A l m a n y a ' n ı n Cassel

h e m de başka nedenlerle birlikte,

Fakat tarihi kaynaklar ne

d e r e c e d o ğ r u , bilinmiyor: 1789'da Marie Antoinette, k o n t u n imza­

1758 - Paris'e geliyor 1760 - H o l l a n d a ' y a kaçıyor, L o n d r a ' d a tutuklanıyor 1762 - R u s y a ' d a casusluk yapıyor 1763 - B e l ç i k a ' d a C a s a n o v a ile karşılaşıyor,

sını taşıyan bir m e k t u p alır. Benzer bir m e k t u p , kraliçenin yakınla­

1778 - B e r l i n ' d e g ö r ü n ü y o r

rından olan M m e d ' A d h e m a r ' a d a gönderilir. M m e d ' A d h e m a r ,

1784 - C a s s e l ' d e ö l d ü ğ ü söyleniyor

ölü

bilinen,

Çin'den

ve

Saint-Germain ile karşılaşır.

Japonya'dan

döndüğünü

söyleyen

De S u r m o n t

adını kullanıyor

1789 - Paris'te, kralın sarayında g ö r ü l ü y o r 1790 - V i y a n a ' d a «Güç-Haç» ö r g ü t ü n ü n bir toplantısına katılıv/rir

Şu farkla ki, A l e x a n d r e D u m a s ' n ı n altı ciltlik bir r o m a n ı n d a u z u n

1877 - Elena P e t r o v n a Blavatsky o n u n l a karşılaşıyor. G ö r ü l d ü ğ ü g i b i , Saint-Germain'in İstanbul ziyaretiyle ilgili bir

uzun anlattığı, B a l s a m o t ü m gayretlerine karşın ne Batı gizemcili­

tarih yoktur. Bir «ilk» ziyaret olarak 1762 yılı ö n g ö r ü l m ü ş t ü r , Rus­

ğinin t a r i h i n d e g e r ç e k bir «olay» y a r a t a b i l d i , ne de «ölümsüzlü­

ya d ö n ü ş ü n d e ; ikinci ziyareti için 1790 yılı u y g u n d ü ş m e k t e d i r .

ğe» erişebildi. A n c a k o d a , Batı g i z e m c i l i ğ i n i n b i r ç o k sayılı temsil­

Kesin tarihler ve bilgiler v a r o l m u y o r s a bile ö l ü m s ü z d i y e anı­

cisi g i b i , İ s t a n b u l ' u n çekiciliğine (ki, b u r a d a , çekicilik s ö z c ü ğ ü n ü

lan k o n t u n bir «İstanbul ziyaretçisi» o l m a s ı t ü m olasılıkların d a h i ­

«turistik» bir a n l a m l a kullanmıyoruz, b a ş k a t ü r d e n bir çekicilikten

lindedir ve de bu olasılıklara

söz e t m e k istiyoruz) d a y a n a m a y a n biridir.

uymaktadır.

Saint-Germain

gibi

Saint-Germain'in

d ö n e m i n ünlü s o s y e t e g i z e m c i l e r i n d e n o l a n çapkın C a s a n o v a ile

uyrukluğu

tartışılıyorsa

Balsamo'nun

sahte Cagliostro K o n t u , G i u s e p p e B a l s a m o İstanbul'a u ğ r a y a c a k ­

kökenleri ve y a ş a m ö y k ü s ü iyice bilinmektedir. B a l s a m o 1743'te

lar da «Ölümsüz Üstat» uzak mı kalacak?

Sicilya'nın P a l e r m o kentinde d ü n y a y a geliyor, kentin sefil m a h a l ­

Hiç mantıklı g i b i g ö r ü n m ü y o r ç ü n k ü her ü ç ü d e , c a s u s l u k

lelerinin birinde. Yeniyetme yıllarında hırsızlıkla geçiniyor, hapse

faaliyetleri bir y a n a , g e r ç e k g i z e m c i ve özellikle ö r g ü t adamıdır­

atılıyor ve 22 yaşına vardığında R o m a ' y a kaçıyor. R o m a ' d a 14

lar.

yaşındaki güzel Lorenza Feliciani ile tanışıp baştan çıkarıyor ve Saint-Germain buharlı tren ve g e m i tasarıları üzerine çalış­

de o n u n l a evleniyor. Sahte senetler, d ü z m e c e kredi mektupları

mış olabilir veya o l m a y a b i l i r bizce b u n u n pek bir ö n e m i y o k t u r

d ü z e n l e y e n G i u s e p p e B a l s a m o ve sıkıştıklarında, fahişelik bile

fakat usta bir s i m y a c ı - k i m y a g e r (bu bilgilerini d a h a ç o k renk ve

y a p a n g e n ç eşi Avrupa'nın t ü m b ü y ü k kentlerini ziyaret ediyor­

b o y a bileşimlerinde ya da soylu hanımlara ikram ettiği güzellik

lar, Paris'ten L o n d r a ' y a ve V e n e d i k ' t e n N a p o l i ' y e dek. B u n u n l a

losyonlarında kullanılıyorsa da)

da y e t i n m e y i p Cezayir'e kadar uzanıyorlar.

o l d u ğ u ve gizli sanatların her

1777'de L o n d r a ' d a B a l s a m o bir M a s o n locasına giriyor, ken­

kolu ile yakından ilgilendiği bir gerçektir. K o n t u n İstanbul'a ne z a m a n ve ne için geldiğini, bu a ş a m a ­

dini Kont A l e s s a n d r o Cagliostro olarak tanıtıyor ve eşi Lorenza

d a , bilmiyoruz yine d e gelmiş o l d u ğ u n u kabul e d i y o r u z , ister

için K o n t e s Serafina adını u y g u n g ö r ü y o r . Aynı d ö n e m d e g i z e m ­

babası o l d u ğ u d ü ş ü n ü l e n Prens R a c k o c z i ile ilgili olarak, ister

cilikle de y a k ı n d a n ilgilenmeye başlıyor, «Gül-Haç» ve «Aydınlan­

D o ğ u ' n u n kaynaklarından ve İstanbul'un g i z e m l e r i n d e n bilgisine

mışlar» (İlluminati) örgütlerine de katılıyor. D e r k e n , Paris'te, eski Mısır t ö r e n l e r i n d e n esinlenerek d ü z e n ­

bilgi katmak için. Ya da üyesi, hatta «üstat»ı o l d u ğ u ö r g ü t l e r k o n u s u n d a faaliyetler ve temaslar y ü r ü t m e k için.

lediği y ö n t e m ve öğretilerle kendi locasını kuruyor. Paris'te B a l s a m o , diğer adıyla C a g l i o s t r o K o n t ' u , g ü n ü n ada­

M u h a k k a k ki, bir y e r d e , açıklanmayan, bilinmeyen, u n u t u l a n - ö r n e ğ i n İstanbul'u sık sık ziyaret

mı o l u y o r ta ki, tarihe g e ç e n ç o k ünlü bir üçkâğıt o y u n u n a katılın-

e d e n meraklı gezgincilerin, araştırmacıların bıraktığı g ü n l ü k l e r i n ,

c a y a d e k . Saint-Germain'in i d a m d a n , g i y o t i n d e n k u r t a r m a k iste­

y o l c u l u k notlarının b i r i n d e - bilgiler vardır ve bu bilgiler, bu kesin

diği

bir ya da birkaç k a y n a k t a

Kraliçe

Marie-Antoinette'in

aleyhine

oynanan

«gerdanlık»

kanıtlar g ü n ışığına çıkarılmayı bekliyorlar. G ü n ışığına çıktıkların­

o y u n u d u r b u : g ö r k e m l i bir elmas gerdanlık için kraliçeden, peşin

d a d a b i r ç o k « b i l i n m e y e n l e r i n gizemi ç ö z ü l e c e ğ i gibi b i r ç o k «bili­

olarak, bir servet alınıyor fakat kraliçe gerdanlığı g ö r e m i y o r bile.

n e n l e r i n kimliği d e bir d e ğ i ş i m e uğrayacaktır.

B a l s a m o tutuklanıyor, yargılanıyor, s u ç s u z b u l u n u y o r (işin içinde

Saint-Germain için söylenenler, bir n o k t a y a kadar, Caglios­ t r o K o n t u olarak ü n l e n e n Giuseppe B a l s a m o için d e geçerlidir.

başka soylular da vardır çünkü!) fakat Fransa'yı t e r k e t m e k z o r u n ­ da kalıyor. —

75 —

1790'da s a h t e k o n t ile sahte k o n t e s eşini R o m a ' d a b u l u y o ­

ğ u n ve bir ilk gençliğin izlerini a r d ı n d a n sürükleyerek çizgiyi aşı­

ruz; Lorenza bir tartışma s o n u c u n d a kocasını b ü y ü c ü d i y e Engi­

y o r ve «seyirlik» u ğ r u n a , para, servet ve şan u ğ r u n a k u r b a n o l u ­

z i s y o n M a h k e m e s i n e ihbar ediyor. C a g l i o s t r o y e n i d e n tutuklanı­

yor.

yor, ö m ü r b o y u hapisle cezalandırılıyor,

k u z e y İtalya'daki San

Leo kalesine kapatılıyor ve beş yıl s o n r a ölüyor.

Lorenza ise,

30 O c a k 1785'te Paris'e gelip bir «malikâne» satın alan Kont A l e s s a n d r o Cagliostro veya A l e x a n d r e de C a g l i o s t r o ' n u n bir şifa-

E n g i z i s y o n ' u n e m r i ile, yaşamını bir manastırda gözaltında geçiri­

cı o l d u ğ u , bir «uzun y a ş a m iksiri» imal ettiği haberi etrafa yayılın­

yor.

ca kapısında kuyruklar o l u ş m a y a başlıyor. Genel hatları ile G i u s e p p e B a l s a m o ' n u n y a ş a m ö y k ü s ü ve

Kral 16. Louis'nin ilgisini ve R o h a n Kardinalinin d e s t e ğ i n i

y a ş a m şekli b u d u r ve sayılı bir g i z e m c i , bir «magus» için hiç de

kazanıyor Cagliostro, dillere d e s t a n o l a n ziyafetlerinde k o n u k

ö r n e k bir y a ş a m

değildir,

doğrusunu

söylemek

gerekiyorsa.

hanımlara elmaslar hediye ediyor ve artık herkes o n u n altın elde

H e m , kentten k e n t e g e ç e n , her gittiği y e r d e şu ya da bu şekilde

e d e n bir simyacı o l d u ğ u n u kabul e t m i ş oluyor. S o n r a d a , ziyafet­

çaresini bulan, g e r e k t i ğ i n d e b ü y ü y a p a n , iksir satan, eşini satan

lerin birinde, Voltaire, Diderot ve d ' A l e m b e r t gibi ünlü g ö ç e n l e r i n

g e z g i n c i bir m a c e r a p e r e s t i n İstanbul'dan g e ç m e s i , İstanbul'un

ruhlarını konukları arasında oturtuyor.

«doğuluğu»nu d e n e m e s i s o n d e r e c e d o ğ a l karşılanmalı. Ancak... B a l s a m o salt bir şarlatan, bir sahte g i z e m c i ya da bir g i z e m s ö m ü r ü c ü s ü m ü y d ü ?

Cagliostro ya da g e r ç e k adı ile G i u s e p p e B a l s a m o d ö n e m i n ç o ğ u macerasever gizemcileri g i b i , ç o k ç a y o l c u l u k e d e n biridir. A v r u p a ' y ı dolaştığını, z a m a n z a m a n haltlar karıştırdığını g ö r d ü k .

Batı g i z e m c i l i ğ i n i ve başlıca temsilcilerini i n c e l e d i ğ i m i z d e

Nedir ki, Avrupa o n a yeterli g e l m i y o r : Ö ğ r e t i sahibi ise, ki hiç kuş­

Batılı g i z e m c i n i n , özellikle k ü ç ü k veya b ü y ü k tarihin sayfalarına

kusuz öyledir, s i m y a ile uğraşıyorsa, ki uğraşıyor, Mısır'a kadar

girmiş olanın, d ö n e m d ö n e m bir d e ğ i ş i m e uğradığını, çağına

uzanması, O r t a d o ğ u ' y u ziyaret e t m e s i ve İstanbul'a u ğ r a m a s ı

ayak u y d u r d u ğ u n u g ö r m ü ş oluyoruz.

şart gibidir.

İdeal - v e ideal o l d u ğ u için e n d e r r a s t l a n ı l a n - bir yaklaşım­

Arabistan yarımadasını ziyaret e t t i ğ i n d e M e d i n e ' d e Caglios­

la, gizemle u ğ r a ş a n , t ü m çağları aşmayı çalışan bir kişidir, b u n u

t r o , s a ğ kolu o l a c a k ve Felsefeciler Taşı'nı araştıran, Yunanlı s i m ­

başarabildiğinde. N e d i r ki, u y g u l a m a d a , her z a m a n böyle o l m u ­

y a c ı Althotas ile karşılaşıyor. Birlikte İskenderiye'ye gidiyorlar,

yor, arayış aranılanı v e r m i y o r s a z o r l a m a y a gidiliyor.

o r a d a n d a Kahire'ye v e Kahire'den i s t a n b u l ' a geçiyorlar, İstan­

Nasıl ki O r t a Ç a ğ gizemcileri d a h a ç o k kapalılığı ve gizliliği yeğlemişlerse 18. yüzyılın ö n d e gelen, krallar ve soylularla haşır neşir olan, b u n l a r d a n destek g ö r e n gizemciler - c a s u s y a d a

b u l ' d a bir süre kalıp iksir ve tılsımlar, nazarlıklar satıp geçiniyor­ lar. Bu yolculuklar C a g l i o s t r o ' n u n g e n ç l i k yıllarına aittir ve bu

«gizli ajan» faaliyetleri bir y a n a - p o p ü l e r o l m a k t a n , dikkati ç e k ­

yolculuklarından,

m e k t e n , g ö r k e m l i bir y a ş a m s ü r m e k t e n v a z g e ç e m i y o r l a r .

d a n , R o m a ' d a k i ilk başarılarından ve A l m a n y a ' d a Saint-Germain

Malta'daki

simya

konusundaki

çalışmaların­

Saint-Germain etrafına masalımsı bir d ü n y a yaratarak, k e n d i ­

ile ilk tanışmasından sonradır ki, C a g l i o s t r o , Paris çıkartmasını

ni herkesten ç o k farklı göstererek ö l ç ü s ü n ü k o y u y o r ; C a s a n o v a

yapıyor, zirveye ulaşıyor a n c a k s o n u ç t a Sant A n g e l o hapishane­

- k i gizemci örgütlerinin v e C a g l i o s t r o ' n u n Paris'te k u r d u ğ u Mısır

s i n d e (San L e o ' d a n transfer edilerek) eşinden kaptığı f r e n g i d e n

Locasının a d a m ı d ı r - çapkınlığını ö n plana s ü r ü y o r , o n u n saye­

ölüyor.

sinde ünleniyor; C a g l i o s t r o ise sefalet içinde g e ç e n bir ç o c u k l u —

76 —

S i m y a ile u ğ r a ş a n , sanki h i ç t e n —

77 —

- v e tıpkı Saint-Germain

g i b i - d e ğ e r l i taşlar, mücevherler, s o m altınlar yaratan b u g i z e m ­

bir başka bilgidir ve b u n u n , en azından, bir kısmını değilse de bir

cileri İstanbul'a ç e k e n nedir?

i p u c u n u İstanbul'da, İstanbul'un kültürel-inançsal birikiminde erit­

İstanbul yolculuklarında, salt bir g e ç i ş noktası mı y o k s a ziya­ ret edilmesi, b u l u n m a s ı z o r u n l u olan bir kent, bir «merkez» mi? S i m y a b ü y ü k bir olasılıkla, İ s k e n d e r i y e ' d e ortaya çıkıyor ve

tiği ve yüzyıllar b o y u n c a çeşitli k a y n a k l a r d a n , inanışlardan e d i n d i ­ ği bilgidir. Şayet bu t ü r bir varsayım geçerliyse, şayet bu varsayım bir

İ s k e n d e r i y e ' d e Mısırlılardan, Keldanlılardan ve Yahudilerden kal­

«sohbet» varsayımı değil d e ,

ma gelenekler ve bulgularla oluşuyor, 4. yüzyılda ise bir «kutsal

varsayımı ise y u k a r d a s ö z ü n ü ettiğimiz g i z e m araştırmacılarının

sanat» olarak t ü m Mısır'a ve R o m a ' y a yayılıyor. A n c a k «ilm-i s i m -

arasına C a s a n o v a adı ile ünlenen ve bol ciltli «Anılar»ında y o l c u ­

kullandığımız g i b i bir «araştırma»

ya»nın t a r i h i n d e Bizans'ın yerini d e u n u t m a m a k gerekiyor ç ü n k ü

luklarını, özellikle g ö n ü l maceralarını ve cinsel deneylerini anla­

İ s k e n d e r i y e ' d e n s i m y a Bizans'a d a g e ç i y o r , İmparator Heraclius

tan G i a c o m o de Seingalt'ı nasıl ve n e r e d e yerleştirebiliriz?

tarafından h i m a y e ediliyor, hatta 2. yüzyılda Eflatuncu felsefeci

Sinema filmlerinin ve televizyon dizilerinin k a h r a m a n ı haline

Mihal Psellos'un d e s t e ğ i ile nerdeyse s o m u t , usa d a y a n a n bir

gelen Giovanni J a c o p o C a s a n o v a (ya d a G i a c o m o d e Seingalt)

«sanat» haline getiriliyor.

1725'te V e n e d i k ' t e d ü n y a y a geliyor; annesi bir t i y a t r o o y u n c u s u

Simyanın öğretileri Bizans'tan A r a p yarımadasına g e ç i y o r , A n a d o l u y o l u y l a ve A r a p yarımadasından Batı'ya ulaşıyor. Yahudi A b r a h a m - A v r a m , Nicolas Flamel, Saint-Germain ve Cagliostro, İstanbul'da, başka gizlerle birlikte y o k s a simyayı mı araştırıyorlardı?

g e r ç e k babası ise, büyük bir olasılıkla, bir s o y l u . G e n ç l i ğ i n d e g e z g i n c i k u m p a n y a l a r d a k e m a n çalıyor, papazlığa heves ediyor, v a z g e ç i y o r ve Avrupa'yı g e z m e y e başlıyor. Paris'te C a g l i o s t r o ' n u n k u r m u ş o l d u ğ u Mısır locasına katılan C a s a n o v a 1755'te b ü y ü c ü l ü k l e suçlanıp beş yıl hapis cezasına

Flamel işaret ettiğimiz gibi, s i m y a y a bir «mistik», bir tasarruf­

çarptırılıyor. Ü n l ü P i o m b i h a p i s h a n e s i n d e tıkanıp kalacak a d a m

çu gibi yaklaşmıştı ve Bursa'daki bilgeli kişi, ister Flamel'in k e n d i ­

değildir, bir yıl s o n r a firar ediyor ve bu maceralı firarını «Firarımın

si o l m u ş o l s u n , ister o n u tanımış, d u y m u ş olan biri o l s u n , bir

Öyküsü» (1786)nde ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.

«mistik», bir tasavvufçudur. A m a ya Saint-Germain, ki bir ö r g ü t (Gül-Haç) adamıdır ve Cagliostro?

Paris'te,

L o n d r a ' d a bulunuyor,

R o m a ' d a p a p a tarafından

- n e h i k m e t s e ! - bir nişanla onurlandırılıyor v e d e Venedik hesa­

Bu soruları g e r e ğ i n c e yanıtlayabilmek için ya y o r u m l a r a ve

bına casusluk yapıyor. B o h e m y a ' d a arşiv s o r u m l u s u ve k ü t ü p h a ­

varsayımlara kaymalıyız ya da başka kaynaklara başvurmalıyız,

neci olarak g ö r e v g ö r ü r k e n «Anılar»ını k a l e m e alıyor ve bir dizi

kaynakların

şiir ve o p e r a l i b r e t t o s u n u da imzaladıktan s o n r a 1798'de yaşamı­

- ö z e l l i k l e yerli k a y n a k l a r ı n -

p e k bol o l m a d ı ğ ı bir

konuda.

nı noktalıyor.

Y o r u m d a n ç o k bir varsayımın üzerinde d u r m a m ı z g e r e k i y o r

Çapkın C a s a n o v a g e r ç e k t e n bir g i z e m a d a m ı mıydı? Öyley­

v e b u varsayımı, d a h a ö n c e y a p m ı ş o l d u ğ u m u z v e ilerde y a p a c a ­

d i , en azından Kabala'yı inceleyen, astroloji ile yakından ilgile­

ğımız gibi, bir t e m e l , bir t a b a n olarak kullanmamız.

nen, kendini bile şaşırtan bir d u r u g ö r ü y e sahip bir kişiydi.

İstanbul'a g e l m i ş olan her Batılı g i z e m c i , çizgisi ve o l u ş u m u

1745'te C a s a n o v a , İstanbul'dadır, elçilikten elçiliğe ve konak­

ne olursa o l s u n , turistik bir y o l c u l u ğ u n ya da «egzotik» D o ğ u l u

tan k o n a ğ a g e ç i y o r , Hariciye Nazırlarından İsmail Efendi ile, Ali

mekânların, örf ve âdetlerin peşinde değildir. Herkesin aradığı,

Bey ile, V e n e d i k Büyükelçisi F r a n c e s c o Venier ve H u m b a r a c ı

sahip oldukları bilgiye katkıda bulunacak, ola ki t a m a m l a y a c a k

A h m e t Paşa olarak bilinen M o n s i e u r de Bonneval ile dostluklar -

79



k u r u y o r , Bailes ailesinin yanında kalıyor, aşk ve cinsellik k o n u ­ s u n d a k o n u ş m a l a r a , s o h b e t l e r e dalıyor.

çekleştirmeye çalıştığımız bir araştırmanın salt bir çıkış noktası, bir i p u c u mahiyetindedir. B u ö y l e bilinmeli v e ö y l e b i l i n m e s i n d e

İstanbul'a n e d e n geliyor C a s a n o v a , salt m e r a k ı n d a n dolayı

yarar vardır.

Fransız araştırmacısı Jean-Louis B e r n a r d ' a bakılırsa g i z e m c i

d e n biri sayılan d i n a d a m ı , eski keşiş, şifacı, ispiritizmacı, z e v k

kişiliğini o yıllarda o l u ş t u r m a k t a o l a n C a s a n o v a ya da k e n d i n e

v e sefahat d ü ş k ü n ü ünlü G r i g o r i R a s p u t i n d e İ s t a n b u l ' d a n g e ç i ­

mı?

Ö r n e ğ i n : R u s y a ' d a çarlığın d e v r i l m e s i n e yol a ç a n nedenler­

yakıştırdığı a d l a Seingalt Markisi, D o ğ u ' y u g ö r m ü ş v e D o ğ u ' d a y a ş a m ı ş bir «magus»,

bir «sihirbaz» kimliğine s a h i p o l d u ğ u n u

kanıtlayabilmek için İstanbul'a kadar u z a n m a y ı u y g u n g ö r ü y o r . C a s a n o v a ' y ı biraz «marjinal» g i b i kabul etsek bile g e r e k C a g liostro,

gerekse açık açık kıskandığı,

Saint-Germain

ile o l a n

ö r g ü t , o r t a m , ç e v r e v e siyasal ilişkilerini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z ­ da İstanbul'a gelişinin salt turistik nedenlere bağlı olmadığını rahatlıkla düşünebiliriz. Kanımızca, ö n e m l i bir nokta d a h a : Batı'dan g e l e n b u g i z e m tutkunlarının İ s t a n b u l ' d a karıştıkları çevreler, C a s a n o v a ö r n e ğ i n ­ de g ö r ü l d ü ğ ü g i b i , o d ö n e m d e v a r o l a n elçiliklerin, Batı'ya açık paşa ve ve beylerin çevresidir. Kendi içine k a p a n m ı ş bir b a ş k a «sosyete»dir b u , her d e n e y e açık ve Paris'ten, L o n d r a ' d a n , Vene­ d i k y a d a R o m a ' d a n g e l m e g e r ç e k v e y a sahte soylulara, m a c e r a severlere d a i m a açık. 18. yüzyıl İ s t a n b u l ' u n d a y a ş a y a n bu çevre­ nin örgütsel d ü z e n i n e y d i , ö r g ü t s e l ilişkiler hangi d ü z e y d e y d i ? B u sorulara d a bir yanıt v e r m e k gerekiyor. A m a h a n g i kaynakla­ ra dayanarak, h a n g i yapılmamış araştırmalara?

y o r Y u n a n i s t a n ' d a k i A t h o s (Aynaroz) d a ğ ı n d a k i manastırları ziya­ rete çıktığında. Rasputin'in P r o v o s k o e (Sibirya) k ö y ü n d e n y o l a çıkıp yakın d o s t u Dimitri Pecherkin'le yaptığı y o l c u l u ğ u n başlıca safhaları bilinmektedir: T o b o l nehri, G ü n e y U r a l ' d a k i Orak, U k r a y n a , O d e s sa limanı ve o r a d a n g e m i ile İstanbul, Çanakkale B o ğ a z ı ve Sela­ nik. Rasputin'in İstanbul'da d u r a k l a y ı p d u r a k l a m a d ı ğ ı kesin ola­ rak bilinmiyor a n c a k , d ö n ü ş ü n d e , u z u n y o l u y ü r ü y e r e k katettiği söyleniliyor. Yüzyıllar ö n c e s i n e d ö n e r e k bir b a ş k a istanbul y o l c u s u n d a n da söz edebiliriz, 13. yüzyılda y a ş a m ı ş olan M a y o r k a d o ğ u m l u d i n adamı, g i z e m c i ve özellikle s i m y a c ı R a y m o n d o Lulle. Özellik­ l e s i m y a c ı d e r k e n d e astrolojiye v e r d i ğ i ö n e m i d e u n u t m a m a k gerekiyor, ç ü n k ü Lulle'nin k u r d u ğ u v e inandığı y ö n t e m d e yıldızla­ rın g ü c ü her şeyle k a y n a ş ı y o r d u , t a m a m l a n ı y o r d u nesneler, diller ve şifa veren ilaçlarla.

Yüzyıllar b o y u n c a İ s t a n b u l ' d a n g e ç e n l e r i n en a z ı n d a n bir kıs­

A r a p ç a y ı , Y u n a n c a y ı , A c e m c e v e İbraniceyi o k u y u p y a z a b i ­

mını sıralamak bunların g e r ç e k geliş nedenlerini a r a ş t ı r m a k anla­

len, Fransa Kralı Güzel P h i l i p p e ' n i n hazinesine altı m i l y o n altın

mına geliyor, bağlantılar kurarak v e y a k u r m a y a çalışarak. A n c a k

para h e d i y e e d e n İspanyol p a p a z ı v e vali o ğ l u R a y m o n d o Lulle,

kaçını saptayabiliriz ve saptadığımızda,

hangi ve kaç k a y n a ğ a

d a y a n a r a k bilgi v e r i p y o r u m l a r yürütebiliriz? Açık ifade e t m e k g e r e k i y o r s a (ki kesinlikle g e r e k i y o r ) bu ve s o n r a k i b ö l ü m d e ele alınan kişiler, bunların bağlı o l d u k l a r ı bir kısım, bilinen y a d a b i l i n m e y e n ö r g ü t l e r ç o k d a h a k a p s a m l ı v e derinlemesine işleyen,

yıllardır d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ,

Roma'yı, Tunus'u,

Kıbrıs ve Malta'yı,

R o d o s ' u ve Yunanistan'ı

ziyaret e t t i ğ i n d e 13. yüzyılın Bizans'ını da ihmal etmiyor.

Fla-

m e l ' d e o l d u ğ u g i b i Lulle'nin d e Felsefeciler Taşı'na v e Ö l ü m s ü z ­ lük İksiri'ne s a h i p o l d u ğ u söyleniyor. Ç o k d a h a yakın tarihlere, Birinci D ü n y a Savaşını izleyen yılla­

olanaklarımızın

r a d ö n ü p , y a ş a m ö y k ü s ü film k o n u s u bile olan, ç a ğ d a ş bir g i z e m ­

v e ulaşabildiğimiz kaynakların d a h i l i n d e , şöyle y a d a b ö y l e ger-

c i , g ö z b a ğ c ı s ı , ispiritizmacı ve ö r g ü t adamını i n c e l e m e y e çalışa-

-

80



-

81

-

istanbul Gizemleri / F: 6

Hanussen ö l ü m fermanını imzalamıştır. 8 N i s a n 1933 g ü n ü ,

Iım, İ s t a n b u l ' d a kalıp gösteriler d ü z e n l e d i ğ i z a m a n kesitini de

Berlin'e yakın bir o r m a n d a parçalanmış olarak H a n u s s e n ' i n cese­

h e s a b a katarak.' Bu ara bir n o k t a y a da d e ğ i n e l i m : Batı'dan gelen bir kısım g i z e m c i l e r için «casus»,

«gizli ajan»

sözcüklerini

di bulunuyor.» Gözbağcılık y a p a n ,

kullandığımız

d u r u g ö r ü g ü c ü n e s a h i p birinin gelip

o l d u . Doğaldır, d i y e c e ğ i z ve bu s ö z c ü k l e r i ilerde de kullanmak

İstanbul'un Perası'nda gösteri y a p m a s ı n d a ille de gizli bir a n l a m

z o r u n d a kalacağız, ç ü n k ü «profesyonel» d i y e nitelendirebileceği­

ya da bir bağlantı a r a m a k mı lazım? Yanıt v e r m e y e y a n a ş m a d a n ö n c e bu kişiyi biraz d a h a yakın­

miz g i z e m c i yani «mesleği»ni yürüterek, m e s l e ğ i n d e n e d i n d i ğ i bil­ gileri satarak, sergileyerek yaşamını s ü r d ü r e n g i z e m c i zorlandı­

d a n tanımaya çalışalım... ilginçtir ki, ç a ğ d a ş gizemcilik tarihinin Batılı kaynaklarını ince­

ğında, iktidar, nüfuz ve servet p e ş i n d e o l d u ğ u n d a , b a ş k a c a «ka­ ranlık» d ü n y a l a r a da dalması h e m olası, h e m de olağandır.

lediğimizde H a n u s s e n ' i b u l a b i l m e k a d e t a olanaksız, g i z e m c i d e n

Y a gizemciliğin, gizli diye kabul edilen - v e öyle s u n u l a n -

ç o k bir şarlatan, bir macerasever, bir parti a d a m ı sayıldığından.

sanat, bilim ve bilginin bağışladığı ayrıcalıklı «ulvilik» ne o l u y o r

O y s a ki, karıştığı ve karıştırdığı işler bir yana, H a n u s s e n parapsi-

d i y e s o r m a y a kalkarsanız bu tür bir yanıtla karşılaşırsınız: g i z e m

şik güçlere s a h i p (gerektiğinde bunları a b a r t a n , ş o v a d ö n ü ş t ü ­

bir «bilgi» ise, bu «bilgi»yi edinebilmek için bir inanç, u z u n bir

ren) bir kişiydi. Çok şeyle s u ç l a n d ı Hitler'in b u m e d y u m u ,

uğraşı ve çeşitli fedakârlıklar şart ise, bu bilgiyi herhangi bir şekil­

kara b ü y ü c ü

de «meta» haline getirdiğinizde, bilgiyi bir öğreti değil d e , bir

olmakla da s u ç l a n d ı ve bir gerçektir ki kara b ü y ü y ü , cinsel b ü y ü ­

«ürün» ve t ü k e t i m nesnesi haline s o k t u ğ u n u z d a «ulvilik», ruhsal

leri ç o k ç a kullanan biriydi. H a n u s s e n ' i n ö y k ü s ü açıklıkla bilinen bir ö y k ü değildir: Birin­

g ü ç ve bedensel-zihinsel ayrıcalık o r t a d a n kalkar, kala kala eliniz­ de basit (etkin de olsa yine basit) bir «teknik» kalır.

ci Dünya Savaşı'na katılıp yaralandığı,

P r a g ' d a falcılık yaptığı,

B u b ö l ü m ü n Batı'dan gelen s o n gizemcisine g e ç e l i m v e

d a h a ö n c e bir sirkte çalıştığı söyleniyor. H a n u s s e n ' i n İstanbul

d a h a ö n c e yaptığımız gibi, eski bir çalışmamızdan bir alıntı akta­

macerası bu o l d u k ç a karanlık yıllarının bir parçasıdır ve Pera'nın

rıp s o n r a d a n b u n u ek bilgi ve ayrıntılarla genişletelim:

G a r d e n b a h ç e s i n i n sahnesinde, d a h a s o n r a Berlin'in Scala tiyat­

«1921 yılında İstanbul, B e y o ğ l u ' n u n T e p e b a ş ı ' n d a k i G a r d e n

r o s u n d a t e k r a r l a y a c a ğ ı , i p n o t i z m a v e d u r u g ö r ü oyunlarını sergili­

b a h ç e s i n d e Eric-Jan H a n u s s e n adındaki bir ispiritizmacı ve g ö z -

yor. Seyirciler arasında seçtiklerini veya g ö n ü l l ü olanları uyutu­

bağcısı esrarengiz, şaşırtıcı oyunlarıyla seyircileri a d e t a b ü y ü l ü ­

yor, herhangi bir seyircinin verdiği bir tarihten y o l a çıkarak o tari­

yor; birkaç yıl s o n r a Hanussen'i Hitler'in yanında b u l u y o r u z . Berlin sosyetesinin gözdesi o l m u ş t u r , falcılık, b ü y ü c ü l ü k l e

hin o kişi için neler ifade ettiğini, o tarihte g e ç e n bir olayı açıklı­ yor.

u ğ r a ş m a k t a ve Hitler'e yeni yeni şeyler ö ğ r e t m e k t e d i r . Yogayı,

Berlin'de d ü z e n l e d i ğ i gösterilerle Eric-Jan H a n u s s e n kısa

ayın insan üzerindeki etkilerini ve üstün ırk kavramını da aşılayan

s ü r e d e ş ö h r e t e erişiyor, g e c e d e 850 mark ücret alıyor ve sahne­

bu Hanussen'dir.

de yapmadıklarını «Gizemcilik Sarayı»nda gerçekleştiriyor,

Fakat Hanussen'in b ü y ü k bir k u s u r u vardır,

son

g e l e c e ğ i ö n g ö r e b i l i y o r ve bir g e c e s e ç k i n bir t o p l u l u ğ u n ö n ü n d e

d e r e c e lüks bir o r t a m içinde, Berlin'in «nezih» K u r f ü r s t e n d a m m

( G o e b b e l s , Hess, H e y d r i c h v.b.) bir y a n g ı n d a n söz e t m e y e başlı­

Allee'deki özel otelinde.

yor.

Bu, aynı g e c e için (Naziler tarafından) d ü z e n l e n e n ünlü

Reichstag (Alman parlamentosu) yangınıdır.

Özel o t e l d e özel astroloji dersleri veriliyor, bir hayli y ü k s e k ücretler karşılığında ve Nasyonal-Sosyalist partisinin ileri gelenle—

83 —

rine «gizemler» öğretiliyor. Asıl dikkati ç e k e n , d e d i k o d u l a r ı ç o ğ a l ­

birer adımdırlar,

t a n H a n u s s e n ' i n p e r s o n e l k a d r o s u n d a k i güzel kızlar v e h o ş deli­

Bazen bağlantılar ilk b a ş t a n belli olmuyorlar, hatta kişiler ve olay­

ister bağlantılı g ö r ü n s ü n l e r ,

ister bağlantısız.

kanlılardır. Ve de bunların katıldığı cinsel b ü y ü toplantıları.

lar, uğraşılar ve niyetler t ü m d e n bağlantısız, rastlantısal g i b i g ö r ü -

Dedikodular, suçlamalar, rezaletler alıp gidiyor fakat H a n u s -

nebiliyorlar. Bazen ise ç o k k ü ç ü k , ö n e m s i z gibi g ö r ü n e n bir

s e n ' e kara b ü y ü c ü etiketi u y g u n g ö r ü l ü y o r s a bile Hitler ve çetesi

ayrıntı, ufacık bir n o k t a e k l e n i n c e de bir çağrışım d o ğ u y o r , bir

o n u destekliyorlar.

olasılık beliriyor. «Die H a n u s s e n Zei-

Sayfalar b o y u n c a adlar, olaylar, bilgiler ve sorular d i z m e n i n

tung» ( H a n u s s e n Gazetesi) ve «Die A n d e r e Welt» (Öte D ü n y a ) ,

bir yararı da m a l z e m e y i ç o ğ a l t m a k t ı r ve k ö ş e b u c a k t a n bazı var­

her tür gizemle ilgili yazıların yanında Nazi partisinin p r o p a g a n d a ­

sayımlar k u r m a k , bazı y o r u m l a r ı n temelini oluşturmaktır. Malze­

sı yapılıyor, Hitler m i t o s u iyice şişiriliyor.

me ç o ğ a l d ı ğ ı n d a bağlantılar, i n c e l e d i ğ i m i z d e y ü z e ç ı k m a y a çıkar­

H a n u s s e n ' i n yayınladığı iki d e r g i d e ,

Adolf Hitler kara b ü y ü c ü H a n u s s e n ' i n en b ü y ü k d e s t e ğ i d i r ve Hitler alacağı her k a r a r d a n ö n c e favori m e d y u m u n a başvur­

lar önemsiz g i b i g ö r ü n e n ayrıntılar, k o p u k k o p u k notlar şekillenir­ ler ve karmaşık o l a n d a n bir t ü m ç ı k m a y a başlar. Ayrıntılar her z a m a n s o n d e r e c e ö n e m l i olurlar, ilk b a ş t a

m a d a n edemiyor. Bu fazlasıyla sıkı, bağımlılığa d ö n ü ş e n danış­ manlık Hitler çetesini, b a ş t a R u d o l p h Hess, H e y d r i c h ve G o e b -

bunlara u y g u n bir yer b u l u n m a z s a bile, ö r n e ğ i n : - Bir s o n r a k i b ö l ü m d e s ö z ü n ü e d e c e ğ i m i z «Golden Dawn»

bels o l m a k üzere, rahatsız e t m e y e başlıyor. Dolayısıyla H a n u s ­ sen'in g e ç m i ş i araştırılmaya, H a n u s s e n ' i n aleyhine kabarık bir

(Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n ö n d e gelen isimlerinden g i z e m kuramcısı

gizli d o s y a o l u ş t u r u l m a y a başlanıyor.

G.S.L. M a t h e r s ' i n , ünlü Fransız felsefecisi B e r g s o n ' u n kız k a r d e ­

D o s y a d a biriken «gizli» bilgilerden kaçı gerçek, kaçı u y d u r ­

şi olan eşi ile birlikte Paris'te O s m a n l ı Demiryollarının hisselerini satmakla bir süre geçindiklerini bilmek bizim için ne ö n e m taşıya­

ma? Dosyaya g ö r e H a n u s s e n b i r ç o k kez şantajla suçlanmıştır, hatta H a n u s s e n H a n u s s e n bile değildir, g e r ç e k adı H a r s c h e l Steinschneider

olan

bir

Yahudidir.

Hanussen

yaşam

öyküsünü

yazıp, kendini s a v u n u y o r ; Hitler ise tarafsız kalmayı yeğliyor. Ve 24 Şubat 1933'te «Gizem Sarayı»nda verdiği, t ü m Berlin sosyetesi ile Nazi Partisinin üst d ü z e y yöneticilerinin katıldığı gör­ kemli g e c e d e Hitler'in m e d y u m u , k e n d i n d e n geçerek, t r a n s halin­ de Naziler'in hazırlamış oldukları sabotajı,

Reichstad yangınını

açıklıyor. Karanlık

bir

adamdır

Hanussen,

karanlık

güçlerle

(ister

gizemsel, ister siyasal) o y n a y a n , bu g ü ç l e r i pazarlayan. İstan­ bul'dan geçmiş olması,

gözbağcılık gösterileri y a p m ı ş o l m a s ı

dosyasına ne getirir, ne g ö t ü r ü r ? İstanbul gizemlerinin kabarık dosyasına da nasıl bir katkıda bulunur? Batı'dan gelenlerin her biri yüzyılları k a p s a y a n u p u z u n y o l d a -

bilir, nasıl bir i p u c u teşkil edebilir, şayet bu g e r ç e k t e n bir i p u c u ise? Soruları ç o ğ a l t m a k t a d a i m a yarar vardır, her s o r u yanıtını b u l m a z s a bile!

y o k t u r ve bilginin aranması, araştırılması, incelenip d e p o l a n m a s ı , arşivlenmesi ve de öğretiye açılması kesinlikle b ö y l e bir z o r u n l u ­ luğa bağlanmamalıdır. Kaldı ki - v e ister Batı'nın ister D o ğ u ' n u n gizemcilik tarihleri b u n u b e l g e l e y i p k a n ı t l a m a k t a l a r -

bir insan

t o p l u l u ğ u n u n (bunlar seçilmiş ve s e ç k i n kişiler olsa bile) dahilin­ d e , bu t o p l u l u ğ u n aktif veya pasif katkısı ile y ü r ü t ü l e n bir arayış, bir çalışma ve iletilen öğreti ö r g ü t - c e m i y e t i n başında olanın v e y a

BEŞINCI BOLÜM

olanların kişisel hırslarına, eğilimlerine, varsa saplantı ve s a p m a l a ­ rına her an alet olabilir, arayış ve ö ğ r e t i bir çatışmaya, bir iktidar kavgasına rahatça kayabilir v e ö r g ü t ü n a m a c ı olan gizlerin b ü t ü n ­

ÖRGÜTLER VE BİREYLER

l ü ğ ü (artı taşıdıkları ruhsal-tinsel d e ğ e r ) çizgisinden ayrılıp b a ş k a

T e k r a r l a m a k pahasına da olsa belirtmekte ve v u r g u l a m a k t a yarar vardır, h e r h a n g i bir yanlış anlaşılmaya m e y d a n v e r m e m e k için.

K o n u m u z a dahil

edilen «örgütler»

gizemsel ve

gizemci

örgütleridir, gizli ve gizemli diye adlandırılan öğretileri, bilgileri araştırmayı

ve

uygulamayı

amaçlayan.

Bundan

dolayıdır

ki,

g e n e l d e her tür siyasal veya siyasal eğilimli ö r g ü t l e r ilgimizin dışında kalmaktadır. Bu tür bir hatırlatma gereksiz g i b i g ö r ü n s e d e yaşadığımız v e y a ş a m a k t a o l d u ğ u m u z d ö n e m d e salt «örgüt» s ö z c ü ğ ü kimi insanları tedirgin ettiğinden en başta b ö y l e bir giriş yapmayı uygun gördük. Bu bağlamın kapsamında, «gizli», «gizli» sayılan veya ö y l e g ö r ü n m e y i y e ğ l e y e n bir öğretinin, bir geleneğin p e ş i n d e o l a n bir

ve belki de aksi uçlara yönlenebilir. Gizem araştırması gizli d i y e bilinen ve kabul edilen bir ö ğ r e t i ­ nin, bir geleneğin, inanışlara dayalı bir kültürün kişiden kişiye g e ç m e s i salt usta-çırak ilişkisiyle mi olmalı? Gizem araştırmacısı t e m e l d e , çalışmasını bireysel olarak sür­ d ü r e n t u t k u n bir kişidir (en azından belirli bir n o k t a y a v a r m a k iste­ d i ğ i n d e ) , alışverişi sınırlıdır ve sınırlı o l m a s ı n d a yarar vardır. S o r u n bir «paylaşmamak» s o r u n u d a değil,

sorun doğru

kişi, u y g u n kişi, açık kişi ile paylaşmaktır. Gruplaşma,

ö r g ü t l e ş m e ise ayrı sorunlar ve uygulamalar

d o ğ u r m a k t a d ı r , salt bilginin, ö ğ r e t i n i n dağılışı, verilişi açısından değil d e g r u p l a ş m a n ı n işlevselliğinden dolayı.

ö r g ü t ü n , bir c e m i y e t i n , bir insan t o p l u l u ğ u n u n gizliliğe ö n e m ver­

Şöyle ki; birey her z a m a n aktiftir, g r u p ise aktif olan ya da

mesi, kapılarını herkese değil d e ö r g ü t ü n veya c e m i y e t i n k o n u s u

o l m a y a n bir t o p l u l u k t u r , o l u m l u ile o l u m l u o l m a y a n ı biraraya

olan öğretiyi alabilecek nitelikte olanlara a ç m a s ı kadar d o ğ a l bir

getirmektedir. Bir y e r d e n s o n r a aktif olan yönetir, üretir, yaratır;

d u r u m olamaz.

pasif olanlar ise s a d e c e ve s a d e c e - o r a n t ı s ı d e ğ i ş k e n olan bir

A n c a k ö r g ü t y a d a cemiyetin k o n u s u olan öğretinin n e denli «gizli» o l d u ğ u , ne denli «gizli» kaldığı ve dereceli bir ö ğ r e t i u y g u ­ landığında, bu öğretinin hangi derecelerinin daha gizli, hangileri­ nin daha açık olacağı bir y ö n t e m s o r u n u d u r . Gizemin, gizli g i b i sayılan ve öyle o l d u ğ u n a inanılan bir bilgi­ nin arayışı ille de bir örgüt, bir c e m i y e t yoluyla mı yürütülmeli? Baştan açıkça belirtelim ki, kanımızca böyle bir z o r u n l u l u k

katılışla- tüketirler, d o ğ r u veya yanlış bir şekilde, d o ğ r u y a d a yanlış kişisel y o r u m l a r l a . Gizemin ve gizli olanın (bilgi o l a r a k gizli olanın) araştırması­ na yönelik, ister eski bir g e l e n e ğ e sımsıkı ve tartışmasız bağlı kalan, ister v a r o l a n bir geleneği d e ğ i ş i m e uğratan, ö r g ü t genel hatları içinde bu tür bir kuruluştur, kimi o l u m l u y a kimiyse o l u m s u ­ za yönelik. -

87



Bilinmeyen Üstünler ve T i b e t ' t e k i Gizli Üstatlar kuramını ön p l a n ­ 12. yüzyılın Bizans'ında İ m p a r a t o r 2. Alexis C o m n e n o s ' u n h i m a y e s i altında « D o ğ u Kardeşleri» adını taşıyan bir gizli ö r g ü t

d a tutuyor,

hatta

bunlardan

biri

olduğunu

söylediği

Koot

H o o m i ' n i n ö ğ r e n c i s i diye k e n d i n i tanıtıyor.

kuruluyor. Hiç k u ş k u s u z ki b u , Bizans k ö k e n l i ilk ö r g ü t değildir

M a d a m e Blavatsky c e m i y e t i n i 1875'te N e w York'ta, A l b a y

a n c a k , çeşitli d e ğ i ş i m l e r d e n g e ç e n ve inançsal temellere dayalı

H.S. O l c o t t ' u n ve VVilliam O . J u d g e ' u n d e s t e ğ i ile k u r u y o r . A m a c ı

olan ç o k u z u n ö m ü r l ü bir gizli ö r g ü t ö r n e ğ i olarak gösterilebilir.

ise her tür cins, ırk, d i n , dil ayırımından arınmış d ü n y a s a l bir kar­

Ç ü n k ü g i d e gide,

deşlik ö r g ü t ü n ü k u r m a k ve b ö y l e bir k u r u l u ş u n sayesinde karşı­

«Gül-Haçlar»a ve Bilinmeyen

Üstünler gibi

ö r g ü t l e r i n t e m e l i n e dayanmaktalar.

laştırmalı d i n , felsefe ve bilim çalışmalarını y a p m a k , insanın için­

Ve ilginçtir ki, bu «Bilinmeyen Üstünler»in 18. yüzyıl Paris'te­ ki ş u b e s i n d e İ s t a n b u l ' u n Galata s e m t i n d e d o ğ m u ş olan bir Fran­ sız ozanını b u l u y o r u z : Fransız d e v r i m i n d e giyotinin kurbanların­ d a n biri o l a c a k o l a n A n d r e Chenier. ü y e s i n d e n istanbul ziyaretçisi bir g i z e m c i cemiyetinin k u r u c u s u ­ na, M a d a m e Helena Petrovna Blavatsky'ye g e ç e l i m . Society»

(Tanrıbilgi

d o ğ a n ı n bilinmeyen yasalarını araştırmaktı. 1877'de Helena Petrovna Blavatsky n e r d e y s e a n s i k l o p e d i k bir nitelik taşıyan ve öğretisini açıklayan, «Çıplak İsis» (İsis Unvei-

B u n a da rastlantı d i y e l i m ve İstanbul d o ğ u m l u bir gizli ö r g ü t

«Theosophical

deki - b u g ü n parapsikolojinin i n c e l e d i ğ i - d u y u m ö t e s i g ü ç l e r i v e

Cemiyeti)nin

led) adlı başyapıtını ve g i z e m c i l i k klasiğini yayınlıyor. İki yıl s o n r a Blavatsky ve A l b a y Olcott, Hindistan'a yerleşip Madras k e n t i n d e cemiyetlerinin d a i m i merkezini kuruyorlar.

kurucusu

Gitgide artan taraftarlarına ve 1300 sayfalık t e m e l kitabının

Blavatsky 1831'de, A l m a n asıllı bir b a b a d a n , Rusya'nın Ekateri-

g ö r d ü ğ ü geniş ilgiye r a ğ m e n M a d a m e Blavatsky ağır s u ç l a m a l a ­

noslav k e n t i n d e d ü n y a y a geliyor v e d a h a b e ş yaşındayken d u y u -

ra hedef oluyor, «ingiliz Psişik Araştırmalar Merkezi» (British S o c i ­

ötesi güçlerini, o y u n arkadaşlarını h i p n o t i z m a ederek sergiliyor.

ety for Psychical Research)in görevlilerinden H o d g s o n , Hindis­

15 yaşına vardığında, d u r u g ö r ü yetenekleri sayesinde,

t a n ' a bir araştırma-soruşturma için g ö n d e r i l i y o r v e t ü m d e n o l u m ­

polisin

ortaya çıkaramadığı bazı suçluları b u l u y o r ve ailesinde sayısız

suz r a p o r u n d a Blavatsky'nin sergilediği b i r ç o k psişik olaylarının

olaylar yarattığından babasının isteği üzerine, d a h a 17 yaşınday­

d ü z m e c e o l d u ğ u n u belirtiyor.

ken, Erivan'ın yaşlı vali muavini General Blavatsky ile evleniyor. Üç ay s ü r e n bir evliliktir bu ve üç ay s o n r a g e n c e c i k gelin kocasının e v i n d e n kaçıp, yanına iki h i z m e t k â r alarak d ü n y a y ı gez­ m e y e k o y u l u y o r , d o k u z yıl süresince.

1885'te

Hindistan'ı

terkeden

Helena

Petrovna

bir

süre

A l m a n y a ' d a kalıyor, o r a d a n L o n d r a ' y a yerleşip cemiyetinin Avru­ pa merkezini k u r u y o r ve 1891'de ölüyor. «Helena Petrovna t a m m a n a s ı ile bir Rus idi.» d i y e yazıyor

O d e s s a ' d a n g e m i ile İstanbul'a geliyor s o n r a da Mısır'a g e ç i ­

Marianne Monestier. «Bir an şelale gibi akıcı, şev d o l u , heyecanlı

yor, K a n a d a ' d a n A B D ' y e geçiyor, Orta v e G ü n e y Amerika'yı gezi­

olur, s o n r a b i r d e n b i r e durgunlaşır, bitap d ü ş e r ve bir hayal â l e m i ­

yor, o r a d a n da Hindistan'ın, Java adasının ve en s o n olarak

nin içine dalardı. Sekiz lisan k o n u ş u y o r d u . Müzik sahasında bir

Tibet'in y o l u n u t u t u y o r .

virtüöz sayılırdı...

1856'da Rusya'ya, ailesinin yanına d ö n ü y o r s a da fazla kalmı­ y o r y e n i d e n yollara d ü ş ü y o r . O r t a d o ğ u ' y u y e n i d e n ziyaret edi­ yor, 1868'de Tibet'e d ö n ü y o r ve uzun s ü r e o r a d a kalıyor. «Theosophical Society»nin inançsal temelini M a d a m e Bla­ vatsky, Tibetli rahiplerinin öğretilerinden o l u ş t u r u y o r ve özellikle,

... Dış tezahürlerini y a k a l a m a y a muvaffak o l d u ğ u okült (gi­ zemli) bir d ü n y a ile d a i m i t e m a s halinde yaşıyordu.» Blavatsky gibi bir g e z g i n c i n i n T ü r k i y e ' d e n g e ç m e s i , hatta kalması k a d a r o l a ğ a n bir d u r u m d ü ş ü n ü l e m e z . Kaldı ki, Türki-

y e ' d e , İstanbul'da b u l u n d u ğ u d ö n e m g e n ç gizemci kadının ara­

luşlarına katlanmasının

yış ve o l u ş u m yıllarıdır. Her gittiği y e r d e yaptığı gibi M a d a m e Bla-

Onlarla karşılaştığım e n d e r olaylarda ü z e r i m d e yaptıkları etkinin,

ne kadar z o r o l d u ğ u n u

b a n a öğretti.

v a t s k y T ü r k i y e ' d e v e b u l u n d u ğ u İ s t a n b u l ' d a m u h a k k a k ki, bir

manyetik g ü c ü n kaybını izleyen, fiziksel bir d e p r e s y o n o l d u ğ u n u

şeyler incelemiş ve aramıştır. A n c a k öğretisini henüz şekillendir­

s ö y l e m e k i s t i y o r u m . Öylesine k o r k u n ç bir g ü ç l e karşı karşıya

m e d i ğ i , bir öğretiyi d ü ş ü n m e d i ğ i bu yıllarda neyin peşinde o l a b i ­

b u l u n u y o r d u m ki, b u n u şiddetli bir fırtınada, ş i m ş e ğ e yakın olan

lirdi?

birinin d u y d u ğ u etkiye benzetebilirim, soluk a l m a g ü ç l ü ğ ü dahil Bir t a n ı m l a m a y a g e ç e l i m : T h e o s o p h i e ya da Tanrıbilgisi,

o l m a k üzere... S ö z ü n ü ettiğim sinirsel halsizlikten b a ş k a s o ğ u k

Tanrıbilgeliliği v e y a Tanrısal Bilgelik neyi öğretiyor, nedir inandığı

bir ter d ö k m e ile b u r u n , ağız ve b a z e n kulaklardan b o ş a n a n kan

ve savunduğu?

belirtileri de oluyordu.»

Blavatsky'nin k u r d u ğ u c e m i y e t i n inanışlarına g ö r e t ü m y ü c e

Mathers, M a d a m e Blavatsky'nin yapıtlarından biri o l a n «Gizli

üstatlar, hazretler ve p e y g a m b e r l e r (Fitagoras, Hermes, İsa ve

Öğreti» (The Secret Doctrin)in etkisi altındadır ve k e n d i s i de s o n ­

Hazreti M u h a m m e d ) , görevleri d ü n y a y ı aydınlatmak olan, tanrı­

suz gizleri k o r u y a n , «En Üstün Öğrencileri'nin Y ü c e B e y a z Loca­

sal bir insanlığı oluşturuyorlar. T h e o s o p h l a r ' ı n tanrısı «logos»tur,

sı»™

«söz»dür ve inanışları «yedi» plana, «yedi» d ü z e y e bağlıdır.

söylüyor.

Bu yedi «plan», d ü z e y (dilerseniz y e d i kat g ö k ) yedi d i ğ e r d ü z e y e ayrılırlar ve her biri d e , k e n d i devresel sürelerine sahip o l a n , başkaca g ü n e ş sistemlerine ayrılır. izleyen,

g ö r ü n m e y e n l e r e inanıyor,

onlarla

karşılaştığını

K o n u m u z u , olayları, kişileri ve inanışları t o p a r l a m a k a m a c ı ile biraz gerilere g i d e l i m . İşin başında, saptayabildiğimiz kadarıyla, Bizans'ta kurulan

Özetle, T h e o s o p h i e , Antik Mısır, Çin, Hint ve Orta A s y a ' d a n kaynaklanan inanışlarının çizgisini

oluşturan

deneysel

olmayan,

ve Bilinmeyen Ü s t ü n l e r ' e inanan bir ö r g ü t vardır. Yüzyılların geç­ mesiyle b u ö r g ü t ( D o ğ u Kardeşleri) benzer ç i z g i d e o l a n başka

«meditasyon»a (derin d ü ş ü n c e y e ) d e ğ i l de «ilham»a d a y a n a n ,

ö r g ü t e r i etkiliyor, tâ ki Bilinmeyen Üstünler inanışını en ç o k d e s ­

ussal sessizlikten, düşüncesizlikten yararlanan bir felsefedir.

t e k l e y e n bir ç a ğ d a ş (19. yüzyıl) ö r g ü t k u r u c u s u ( H e l e n a Petröv-

önemi

na Blavatsky), d a h a çalışmalarının başındayken, İ s t a n b u l ' a u ğ r u ­

b ü y ü k t ü r . Fakat k i m bu Bilinmeyen Üstünler ya da Gizli Yönetici­

Blavatsky'nin

öğretisinde

Bilinmeyen

Üstünler'in

y o r ve İstanbul'da belirli o l m a y a n bir süre kalıyor. Üstelik, bazı

ler?

kaynaklara g ö r e , Blavatsky, İstanbul'a bir kez g e l m e k l e yetinmi­ Bir ö n c e k i b ö l ü m d e karşılaştığımız Osmanlı Demiryollarının

yor. Ö l ü m ü n d e n s o n r a «Theosophical Society»nin başına gele­

hisse satıcısı ve «Golden Dawn» (Altın Şafak) ö r g ü t ü n ü n k u r u c u ­

c e k olan Annie B e s a n t ile birlikte, öğretisinin en y a y g ı n o l d u ğ u

su Samuel Mathers'ın 1896'dan k a l m a bir bildirisine bakılırsa:

bir d ö n e m d e , k e n t i m i z e tekrar d ö n ü y o r (1885 veya 1886).

«Sözünü e t t i ğ i m , ikinci dereceli bilgeliği edinip size ilettiğim

A c a b a bu B i l i n m e y e n Üstünler inanışı, Tibet'ten kaynaklanır­

bu Gizli Yöneticiler hakkında hiçbir şey s ö y l e y e m e m . Dünyasal

sa, D o ğ u ve Batı gizemciliğinin b a ş k a c a inanışlarında paralelini

adlarını bile b i l m i y o r u m ve onları, fiziksel bedenleri ile ç o k e n d e r

b u l u y o r mu?

g ö r d ü m . . . Daha ö n c e d e n saptanılan yer ve z a m a n l a r d a b e n l e

İslamda «rical-ül gayp» diye bilinen «gizli adamlar»ın d ü n y a ­

fiziksel olarak karşılaştılar. Kanımca bunlar y e r y ü z ü n d e y a ş a y a n

yı yönettiklerine inanılıyor, ö r n e ğ i n ve M u h i d d i n A r a b i ' n i n «Fütu­

fakat korkunç ve insanüstü g ü ç l e r e sahip olan insanlardır. Onlar­

h a t ı n d a anlattığı g i b i bunlar her g ü n , s a b a h n a m a z ı n d a n sonra,

la ilişkim bir ö l ü m l ü için - n e denli ilerlemiş olursa o l s u n - v a r o ­

görevlendirildikleri y e r e g i d i p herkese yardımcı olurlar, her g ü n

yer değiştirirler ( B u r s a ' d a , Flamel'i tanımış olan felsefecinin her

sayılı bir basım çıkarıyor. 1940'ta Fransa'yı işgal e d e n A l m a n kuv­

y i r m i yılda bir yaptığı gibi!).

vetleri ise, araya taraya, bu basımın kalan nüshalarını da y o k e d i ­ yorlar!

Bu «gizli adamlar»ın ünlü önerilerinden biri de şudur: - Haftanın ikinci g ü n ü d o ğ u y a g i t m e , birinci ve c u m a g ü n ü

Alveydre'in anlattığı A g a r t a nedir? Tibet ile M o ğ o l i s t a n ' ı n

batıya g i t m e , ç a r ş a m b a , c u m a r t e s i g ü n ü kuzeye gitme, p e r ş e m ­

hudutlarında b u l u n a n gizli bir yeraltı d ü n y a s ı mı, y o k s a bir gizli

be günü güneye gitme.

örgüt?

İstanbul ziyaretçisi Helena Petrovna Blavatsky'nin öğretisine kaynaklık e d e n B i l i n m e y e n Üstünler ya da Gizli Yöneticiler bizleri gizemciliğin bir kalesine g ö t ü r ü y o r , z o r u n l u olarak: A g a r t a ' y a .

Her iki y o r u m u destekleyenler o l d u ğ u gibi her iki y o r u m d a da bir «gerçek» payı b u l m a k olasıdır. Agarta (veya Agarti)

konusunu,

Saint-Yves d ' A l v e y d r e ' d e n

Haluk E g e m e n Sarıkaya'nın bir y o r u m u n a g ö r e g e l m i ş g e ç ­

sonra, eski Fransız B a ş k o n s o l o s l a r ı n d a n J a c o l i o t ( H i n d i s t a n ' d a

miş bazı Batılı gizemcilerinin (Saint-Germain gibi, Roland Villene­

Kutsal Kitap / La Bible d a n s l'İnde), Helena Petrovna Blavatsky (Gizli Öğreti / T h e Secret D o c t r i n e ; Çıplak İsis / İsis Unveiled)

uve gibi) İstanbul ziyaretleri A g a r t a toplantılarına bağlıdır. Y o r u m u n ve uzantılarının tartışmasına g i r m e d e n ö n c e Agar­

ve İslam dinini seçtikten s o n r a A b d ü l v a h i d Yahya adı ile t a n ı n a n Fransız yazar ve d ü ş ü n ü r ü Rene G u e n o n (Dünyanın Kralı / Le

ta k o n u s u n a d e ğ i n m e m i z d e yarar vardır. Dünyanın Bilinmeyen Sahiplerini, Bilinmeyen Üstünleri içe­

Roi du M o n d e ) ele alıyorlar.

ren, mitoslara karışan (hatta kendi başına bir mitos oluşturan)

G u e n o n ' a g ö r e , binlerce yıl ö n c e yer alan bir felaket G o b i

yeraltı kenti Agarta'nın gizleri Batı'da ilk kez, 18. yüzyılda Fransız

ç ö l ü n d e k i uygarlığı silip s ü p ü r ü y o r . Buradaki Ruhsal Efendiler

üst d ü z e y devlet görevlisi Alveydre Markisi Alexandre Saint-Yves

- y a da «Dış Akılların Oğulları», dıştan gelen bir bilginin izleyicile­

tarafından «Hindistan'ın Görevi» (Mission de l'İnde) adlı kitabın­

r i - Himalaya'nın altında b u l u n a n mağaralara v e gizli dehlizlere sığınırlar. Z a m a n l a bunlar ikiye ayrılırlar, bir kısmı A g a r t a ' y a yerle­

da açıklanıyor. Alveydre k e n d i n e ait o l m a y a n gizleri açıkladığı için, p i ş m a n ­

şir diğer kısmı ise S h a m b a l l a h ' a . Agarta ya da Agarti, «sağ el

lık d u y d u ğ u n d a n bir nüshası hariç kitabının t ü m baskısını i m h a

yolunu» izleyenlerin, d ü n y a işlerine karışmayıp derin d ü ş ü n c e (te­

ediyor. Bu tek nüsha ise b a ş k a bir ünlü Fransız gizemcisi o l a n

fekkür)

Dr. Gerard E n c a u s e ( P a p u s ) u n eline g e ç i y o r ve 1910'da kitabın

taraftarlarının şiddet yanlısı merkezleri oluyorlar.

S h a m b a l l a h ise «sol el y o l u » n u n

Agarta ile ilgili en şaşırtıcı bilgiler, Kızıl O r d u d a n k a ç a r a k

bir ikinci basımı çıkıyor. Fantastik-gerçekçilik akımının

içinde yaşayanların,

(Louis

Pauvvels

ile

birlikte)

Moğolistan'ı

aşıp

Çin'e

sığınan

Polonyalı

Ferdinand

Ossen-

kurucularından J a c q u e s Bergier, Saint-Yves d'Alveydre'in i m h a

dovvsky'nin 1924'te yayımlanan «Hayvanlar, insanlar ve Tanrılar»

ettiği başka bir kitabının ö y k ü s ü şöyle anlatıyor:

(Betes, H o m m e s et Dieux) adlı kitabında yer alıyor.

1885 yılında Alveydre ö l ü m l e tehdit e d i l d i ğ i n d e n , s o n y a z m ı ş

Ossendovvsky'ye anlatılanlara g ö r e b u n d a n altı bin yıl ö n c e

o l d u ğ u «Hindistan'ın A v r u p a ' d a k i görevi ve Avrupa'nın A s y a ' d a k i

ermişin biri, kabilesiyle birlikte bir m a ğ a r a y a sığınır ve antik bilgi

görevi. Mahatmalar'ın s o r u n u ve ç ö z ü m ü » (Mission de l'İnde en

ve bilimi k o r u m a k amacıyla Agarta'yı kurar. O g ü n d e n beri Agar-

Europe et Mission de l'Europe en Asie. La q u e s t i o n d e s Mahat-

ta'yı d o ğ a n ı n t ü m güçlerini bilen, t ü m insanların r u h u n u o k u y a b i ­

m a s et sa solution) adlı çalışmasını i m h a e t m e k z o r u n d a kalıyor.

len ve yazgı kitabına sahip olan d ü n y a n ı n kralı yönetiyor ve sekiz

Yine tek bir nüsha kalıyor ve 1909'da yayıncı D o r b o n b u n d a n az

yüz m i l y o n kişiye emrediyor. —

93 —

A g a r t a ' d a n İstanbul'a ve Sarıkaya'nın y o r u m ve inanışına

nun, o d ö n e m d e yönettikleri «Uygarlığın Bilinmeyen Unsurların

geçelim. Saint-Germain'in «İstanbul'da

beni

bekliyorlar»

sözünden

y o l a çıkan Sarıkaya'ya g ö r e : «St. G e r m a i n K o n t u n u n sözleri, İ s t a n b u l ' d a , A g a r t a ' d a n gelen d a h a b a ş k a kişilerle buluşacağını i m a etmektedir. D o ğ u ile Batı arasında bir k ö p r ü o l u ş t u r a n İstan­ bul belki de Agarta'nın temsilcilerince y o ğ u n bir şekilde ziyaret e d i l e g e l m e k t e o l u p , onların mûtat b u l u ş m a yeri haline gelmiştir.» Y o r u m d u r u m u (veya sorunu) o l d u k ç a geniş v e ö z g ü r şekil­ de ele aldığı gibi bağlantılar k o n u s u n d a , kanımızca o l d u k ç a ace­ leci d e davranmaktadır. D o ğ u ile Batı arasında her tür ilişkiyi içeren, sürekli olarak her çeşit kültür alışverişi için bir m e r k e z oluşturan İ s t a n b u l ' u n ister A g a r t a temsilcilerinin, ister A g a r t a ile hiçbir ilgisi olmayanla­ rın - o y s a «gizemci» etiketini taşıyan, t a ş ı y a b i l e n l e r i n - bir uğrağı olmasını belki de hiç kimse bizim kadar savunmaz. Yine bu çalış­ m a m ı z ı n a m a ç l a r ı n d a n biri olan, mantıksal y ö n t e m e b a ğ l a y a m a z ve çeşitli örnek ve olasılıklarla b a ğ l a m a y a da çalışmaz. A n c a k y o r u m y a p a r k e n v e varsayımlar kurarken ç o k belirgin ve bir o kadar titiz bir mantık silsilesi içinde hareket e t m e m i z g e r e k i y o r ç ü n k ü , hayal g ü c ü m ü z e sarılıp zorlamalı bağlantılara kaydığımızda, varabileceğimiz s o n u ç l a r ı n sağlığı her z a m a n tartı­ şılacağı gibi kuşkulara da açık kalacaklardır. Sarıkaya'nın savını izlediğimizde; Saint-Germain, bir rivaye­ te g ö r e ,

lı rahip A n u b i s S c h e n o u d a , U f o l o g G u y T a r a d e ile A n d r e M i l l o u '

Himalayalar'a çekiliyor;

Helena Petrovna Blavatsky,

Himalayalar'a kadar uzanıyor; H a n u s s e n ' i n t e m e l öğretisi oralar­ d a n t ü r e m e d i r v.b. A g a r t a toplantıları ve İstanbul ile ilgili bir kaynak (ki Sarıkaya da b u n u kullanıyor)

Fransız fantastik - g e r ç e k ç i araştırmacısı

R o b e r t C h a r r o u x ' n u n bir kitabı ve kitabın ö n s ö z ü n d e k i bazı bilgi­ lerdir. C h a r r o u x ' n u n «Gizemli Bilinmeyenin

Kitabı»

(Le

Livre du

Mysterieux İ n c o n n u , 1969)nın ö n s ü z ü n ü yazan A n d r e B o u g u e nec, C h a r r o u x ' y a çalışmasında y a r d ı m c ı olanları sıralarken (Mısır-

94



İnceleme ve Araştırma M e r k e z i / Centre d ' E t u d e et de R e c h e r c hes d ' E l e m e n t s İ n c o n n u s de la Civilisation», Gül-Haç Ö r g ü t ü v.b.) şöyle d e m e k t e d i r : «Villeneuve Üstadı, 24 Aralık 1966'da İstanbul'da B i l i n m e y e n Üstlerle (Bilinmeyen Üstünlerle) buluştu. Kendisi bu g ö r ü ş m e y i sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da d a h a d o ğ r u s u , açıklaması için Bilinmeyen Üstlerce kendisine izin verilenleri yayınlamıştır. Kitabın adı, ' D ü ş ü n ü l e m e z l e Karşılaşma'dır. Bu kitap, yüzyıllarca insanların bahsettiği bu G ö r ü n m e y e n l e r ' i n şarlatanlarla h a y a l p e ­ restlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için ç o k ö n e m l i bir çalışmadır. Villeneuve Üstadı'nın anlattığına göre, k e n d i s i Saint Yves d'Alveydre gibi, belirli açıklamalar y a p m a y a izinlidir.» İyi de bu Villeneuve Üstadı kim? Sarıkaya b u n u açıklamıyorsa da Villeneuve Üstadı Fransız Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n Y ü c e Üstadı R a y m o n d B e m a r d ' d a n başkası değildir. Yani s ö z ü edilen A g a r t a toplantısı İstanbul'da üst d ü z e y Gül-Haç Üstatları arasında yapılan bir toplantıdır. B u n d a da şaşı­ lacak bir d u r u m y o k t u r ç ü n k ü , anımsatalım, Saint-Germain, C a g ­ liostro, C a s a n o v a gibileri de üst d ü z e y Gül-Haç'lılardı. Bir a n d u r a l ı m : d a h a ö n c e belirtmiş o l d u ğ u m u z g i b i kimi gizemciler bireysel araştırmalar s ü r d ü r ü y o r , kimi de bireylerini ve ö z g ü n , kişisel çizgilerini b o z m a d a n , ö r g ü t üyesi oluyorlar. İlginçtir ki, bu ve bir ö n c e k i b ö l ü m d e sıraladığımız, ilerde sıralayacağımız kişilerin, İstanbul ziyaretçilerinin bir kısmı, birey olarak değerleri ve bilgileri ne olursa olsun, belirli ö r g ü t l e r e bağlı kimselerdir. B u d u r u m d a ortaya d o ğ a l olarak, bir b i r e y - ö r g ü t bağlantısı s o r u n u çıkıyor. Ve de b u n d a n kaynaklanan bir b a ş k a temel s o r u : - Bazı gizemcilerin, g i z e m araştırmacılarının İstanbul'a, Tür­ kiye'ye geliş nedeni bağımsız ve bireysel bir arayışa mı y o k s a örgütsel t e m a s l a r a mı bağlıdır? Sorular ç o k fakat yanıt yetiştirmekte zorlanmamız kaçınıl— 95 —

mazdır ç ü n k ü , ö r n e ğ i n , g e ç m i ş yüzyıllarda ve özellikle 18. ve 19.

Ermenistan'ı d o l a ş a d o l a ş a rahipler, dervişler, pirler, g i z e m ­

yüzyıllarında T ü r k i y e ' d e , İstanbul'da faaliyette b u l u n a n , b u l u n m a ­

ciler ve b ü y ü c ü l e r l e görüşür. Eline Mısır'ın eski bir haritası g e ç t i ­

sı olası olan, g i z e m c i örgütler k o n u s u n d a (bildiğimiz ve ulaşabil­

ğ i n d e , Mısır'ı ziyaret e t m e y e , g i z e m l e r l e d o l u a r k e o l o j i k kalıntıla­

d i ğ i m i z kadarıyla) h e r h a n g i bir araştırma yapılmış değildir ve iti­

rı, ehramları ve mezarları g e z m e y e k a r a r verir.

raf e d e l i m ki, bu k o n u d a k i katkımız s a d e c e bir d e n e y anlamında­ dır.

B u y o l c u l u ğ u n d a uğradığı İ z m i r ' d e Gurdjieff bir t a v e r n a d a kavga

Kaldı ki, bu t ü r bir araştırmayı y a p a b i l m e k için yerli kaynak­

çıkardığı

için

tutuklanır,

özgürlüğüne

kavuşunca

da

S ü v e y ş ' e g i d e n bir İngiliz g e m i s i n e biner.

lar hiçbir z a m a n yeterli olmadığı gibi yabancı, Batılı olanlara ula­

Mısır y o l c u l u ğ u bir hayalkırıklığı ile sonuçlanır f a k a t Gurdjieff

ş a b i l m e k her d a i m k o l a y değildir. Üstelik biz «gizemler» p e ş i n d e

artık, meraklısı o l d u ğ u gizemli k o n u l a r l a birarada, g e z g i n c i l i ğ i d e

o l a n «gizli» ö r g ü t l e r v e bunlara üye olan - v e y a o l m a y a n - «gi­

seçmiştir.

zemli» kişilerle uğraşmaktayız!

İstanbul'u ilk kez 1900'ların b a ş l a r ı n d a ziyaret e d e r ve g e ç i ­

M a d a m e H e l e n a Petrovna Blavatsky'den y o l a çıkıp Agar-

n e b i l m e k için turist rehberliğine s o y u n u r . B u h a r a ' y a g e ç t i ğ i n d e

t a ' y a kadar vardık ve bu ara, bazı bağlantılar k u r d u k , kurar gibi

sarıya boyadığı s e r ç e kuşları k a n a r y a d i y e satar, R o m a ' d a ayak­ kabı boyacılığı yapar, işini kolaylaştıran o t o m a t i k bir k o l t u k icat

o l d u k . D e v a m edelim... Blavatsky g i b i R u s y a ' d a n gelen, İzmir ve İ s t a n b u l ' d a b u l u n ­

eder. Batı'dan y e n i d e n D o ğ u ' y a g e ç e r ,

m u ş olan, hatta İstanbul'da, d a h a sonra Paris'te b i ç i m l e n d i r e c e ­

Pamir d a ğ l a r ı n d a dışrek

ğ i , bir c e m i y e t i n ilk d e n e y i m i n i y a p a n Monsieur Gurdjieff'tedir

(ezoterik) bir tarikata girer, ş e y h t a r a f ı n d a n kabul edilir, e ğ i t i m ­

sıra.

d e n geçer. D e r k e n Tibet y o l u n u t u t a r v e bazı rivayetlere g ö r e G e o r g e s İvanovich Gurdjieff 1877'de Ermenistan'ın A n d r o -

p o l kentinde d ü n y a y a geliyor, bir zamanlar varlıklı o l a n bir aile­ den.

Doğduğunda

Yunan

asıllı

babası

marangozlukla

idare

e t m e k t e ve o ğ l u n u mitoslar ve destanlar, t r a g e d y a l a r ve epik ö y k ü l e r anlata anlata eğitmektedir. G e o r g e s ' u n ilerde «üstün»(?) bir y a ş a m a hazır olabilmesi için b a b a Gurdjieff o ğ l u n u s o n d e r e ­ ce sert y ö n t e m l e r l e yetiştirmekte, her olasılığa hazırlamaktadır, ö r n e ğ i n , yatağına sıçan saklar, y e m e ğ i n e kurt koyar, yılan yedirtir ve sabahları üzerine bir kova s o ğ u k su boşaltarak uyandırır. Bu tür bir ö ğ r e t i ç o c u k G e o r g e s İvanovich'i iyice etkiler ve s o n r a k i yıllarda, başkaları gibi o l m a m a k t u t k u s u başlıca a m a ç l a ­ rından biri haline gelir. Bu başlıca a m a ç tek a m a ç değildir ç ü n k ü g e n ç Gurdjieff k e n d i n i değişik bir uğraşıya da bağlar ki b u , k e n d i ifadesi ile, «olağandışı t ü r d e n herhangi d o ğ a olayının nedenlerini araştırmaktır.

A g a r t a ' y a y a d a S h a m b a l l a h ' a k a d a r varır, D ü n y a Kralı'nın m a h i ­ y e t i n e bile girer. Gurdjieff'in Tibet'teki faaliyetleri ile ilgili ilginç bir m e k t u p var­ dır,

N e w Y o r k ' u n Beşinci C a d d e K a r a k o l u n u n k o m i s e r i A h m e t

A b d u l l a h (!) t a r a f ı n d a n İngiliz yazarı R o n L a n d a u ' y a yazılmış. M e k t u b u imza e d e n b u K o m i s e r A h m e t A b d u l l a h , Gurdjieff'i 30 yıl ö n c e T i b e t ' t e tanıdığını, g e n ç Dalai Lama' nın ö ğ r e t m e n l i ğ i ­ ni yaptığını ve aynı z a m a n d a Rus gizli servisinin başlıca ajanı o l d u ğ u n u açıklar. M e k t u b a g ö r e Gurdjieff, B a y k a l Tatarları'ndan Dalai L a m a ' nın hesabına vergileri tahsil e t t i ğ i n d e n Lasa k e n t i n d e b ü y ü k itibar g ö r ü y o r m u ş . Ruslar o n u H a m b r o A k v a n Dorzhieff d i y e tanır, İngi­ liz İstihbaratı (İntelligence Service) ise o n u L a m a Dorzhieff ola­ rak tanırmış. Tibet istilaya uğradığında Gurdjieff, Dalai L a m a ile birlikte, ilkin M o ğ o l i s t a n ' a sığınır s o n r a d a o r t a d a n y o k olur. —

97



istanbul Gizemleri / F: 7

1913'te Gurdjieff y e n i d e n R u s y a ' d a g ö r ü n ü r , ç a r d a n yanadır

g e ç i n c e ailesi (?) ve müritleriyle birlikte R u s y a ' d a n ayrılıp İstan­

( a n c a k Stalin ile arkadaştır), d e v r i m k o p t u ğ u n d a da karşıt d e v r i m ­

bul'a g ö ç etmişti. Taksim, Sıraselviler ve B e y o ğ l u ' n a yerleşen

cidir, Kafkasya eylemlerine katılır.

Gurdjieff ve taraftarları, ilk ö r g ü t l e n m e l e r i n i İ s t a n b u l ' d a yapmışlar­

Gurdjieff'in ikinci İstanbul seferi ise 1922'de gerçekleşir.

dı. Gençliğinde İslami ezoterik (dışrek) t a r i k a t l a r d a n M e l a m i l i k l e

Gurdjieff'in eski ö ğ r e n c i l e r i n d e n biri o l a n Fransız yazarı L o u -

tanışan Gurdjieff, İslam t a s a v v u f u n u ve 'gizli ilimlerini' ç o k iyi

is Pauvvels,

«üstat»a ayırdığı 703 sayfalık kitabında,

Monsieur

öğrenmişti.

Daha sonra Tibet'te v e H i n d i s t a n ' d a d a yaşamış,

Gurdjieff'in Tiflis'te k ü ç ü k bir d ü k k â n d a k u r d u ğ u «İnsanın u y u m ­

Rus

Ortodoks

lu gelişim enstitüsü»nü İstanbul, Berlin ve L o n d r a ' d a da «denedi­

Z e n - B u d i z m ' i birleştirerek syncretist (Telifiyyeci - k a y n a ş a m a y a n -

Kilisesinin

görüşleriyle,

İslamı,

Hinduizm'i

ve

ğini» y a z m a k l a yetiniyorsa da Gurdjieff'in kendisi, başyapıtların­

ların birleşiği) bir ö ğ r e t i yaratmıştı.

d a n biri sayılan, «Dikkate Değer İnsanlarla Karşılaşmalar» (Mee-

1918 (1922)'de İstanbul'a g ö ç e d e n G u r d j i e f f ' t e n , ö ğ r e n i m l e ­

t i n g s With R o m a r k a b l e Men) adlı kitabında İstanbul'daki bu ikinci

rini Paris'te y a p m ı ş zengin O s m a n l ı ailelerinin ç o c u k l a r ı başta

gelişine ait bazı ipuçları vermektedir.

o l m a k üzere b i r ç o k siyasetçi ve adı 'alim'e çıkmış şahıs etkilen­

20'li yılların başında T ü r k i y e ' y e sığınan ç o ğ u Beyaz Ruslar

mişlerdi...»

gibi Gurdjieff de B e y o ğ l u ' n a , Pera'ya yerleşir ve özellikle, derviş

Altındal'ın herhangi bir k a y n a k g ö s t e r m e d i ğ i n d e n , G u r d j i ­

tekkelerini ziyaret eder, Galata K ö p r ü s ü ' n d e gezinir, k ö p r ü d e n

eff'in İstanbul'da kaldığı yerlerle ilk taraftarlarının kimliği hakkın­

d a l a n ç o c u k l a r ı izler, bir R u m ' d a n dalış dersleri alır, ilkin H a l i c ' e

daki bilgileri n e r e d e n elde ettiği m e ç h u l d ü r . Aynı şekilde Altındal,

dalar s o n r a y s a , atılan paraların p e ş i n d e Galata K ö p r ü s ü ' n d e n .

Gurdjieff'in İstanbul'a ailesi ve müritleriyle birlikte g ö ç ettiğini söy­

Bir hayli zor günler geçirdiği anlaşılan G e o r g e s Gurdjieff

lemektedir o y s a ki «Dikkate d e ğ e r insanlarla k a r ş ı l a ş m a l a r a bak­

g ü n ü n birinde, teşbihini d e n i z d e n çıkardığı Üsküdar'lı bir paşa

tığımızda böyle bir d u r u m u kanıtlayacak bilgiler y o k t u r . Gurdji­

(N

eff'in ve d e v r i m d e n kaçan b a ş k a c a Rusların İ s t a n b u l ' d a n g e ç m e ­

Paşa) ve o ğ l u Ekim Bey ile tanışır,

paşanın k o n a ğ ı n d a

si, İstanbul'a sığınması kadar d o ğ a l bir d u r u m d ü ş ü n ü l e m e y e c e ­

k o n u k olur. Kitabında u z u n u z u n anlattığı bu «olağanüstü» E k i m B e y ile

ği gibi her gittiği y e r d e kendine bir faaliyet alanı a r a y a n ve bulan

birlikte Gurdjieff, İran'da derviş S a r ı o ğ l u ' n u ziyaret eder, öğretile­

Gurdjieff'in de İstanbul'da (bir rivayete g ö r e Galata'da) bir ö r g ü t

rinden yararlanır.

kurması da n o r m a l , olağan karşılanmalıdır. A n c a k İstanbul bir

Üsküdar'lı paşanın o ğ l u Ekim Bey ise, zamanla, d u r u g ö r ü

duraktır ve Rus g i z e m c i s i asıl ü n ü n ü ve sayılı taraftarlarını Paris'e

ve ispiritizma yetenekleri sayesinde b ü y ü k bir ün kazanır ve y ü c e

yerleşince b u l a c a k , d a h a s o n r a d a A m e r i k a ' y a k a d a r uzanacak­

bir sihirbaz diye sayılır.

tır.

Gurdjieff'in

istanbul'daki

yıllarına,

«Milliyet»

gazetesinde

Fransız yazarı

François M a u r i a c ' ı n y o r u m u

Gurdjieff

yayımlanan «Vatikan-Fener ve bir gizli örgüt» başlıklı dizisinde,

D o ğ u ' d a n Batı'ya «ben»liği,

A y t u n ç Altındal da söz eder ve k o n u y a , ilerde üzerinde d u r a c a ğ ı ­

kendiliğine k a v u ş t u r a n ve o n a d ü n y a y ı kazandıran bir y ö n t e m

mız, Kont S e b o t t e n d o r f ile giren araştırmacı Altındal s ö z ü n ü bu

getirmişti. H e m öylesine bir y ö n t e m ki, Paris'e yerleştiğinde ve

şekilde sürdürür:

Fontaineblau yakınındaki A v o n malikânesinde ö ğ r e t i merkezini

«1872'de (1877) Kars yakınlarında (Antropol) d ü n y a y a g e l e n Gurdjieff,

Stalin'i

evinde

saklamış —

98 —

ancak

Bolşevikler

iktidara

«ego»yu y o k e d e n ,

ile,

insanı g e r ç e k

açtığında, kısa s ü r e içinde Gurdjieff d ö n e m i n bir dizi Avrupalı ve Amerikalı aydınını, yazarını, sanatçısını (Avon'da ö l e n Katherine

Mansfield, ö n c ü m i m a r Frank Lloyd VVright, A l d o u s Huxley, J e a n Paulhan, Rene Daumal, Louis Pauvvels ve Gurdjieff'in öğretisini yayacak olan O u s p e n s k y ) etrafına t o p l a y ı p kendine bağlayabil-

uğraşan, İslam tarikatları ile ilişkiler k u r u p tasavvufla ilgilenen bu B a r o n S e b o t t e n d o r f kimdir v e İ s t a n b u l ' d a neler y a p ı y o r d u ? İlkin Altındal'ın v e r d i ğ i bilgileri g ö z d e n g e ç i r e l i m :

mişti.

Saksonyalı B a r o n R u d o l p h v o n S e b o t t e n d o r f o l a r a k bilinen

Çeşitli kaynaklardan, inançlardan o l u ş t u r d u ğ u ö ğ r e t i s i n d e neler açıklıyordu Gurdjieff?

kişi bir gizli ö r g ü t adamıdır, A l m a n İşçi Partisinin, p e r d e arkasın­ d a , yönettiği Thule ö r g ü t ü n ü n ileri g e l e n l e r i n d e n biridir. İngiliz «İn-

Özetle; insan bir makinedir, bir makineleşme, makineleştir­

telligence Service»e g ö r e hiç s o y l u değildir, y o k s u l bir aileden

me toplamıdır. Yaptığı her şey, d ü ş ü n c e l e r i , alışkanlıkları, d u y g u ­

gelmedir, eski bir elektrik teknisyenidir. Dünyayı d o l a ş a n biridir.

ları dış etkenlerin ü r ü n ü d ü r . B u n d a n dolayıdır ki, t ü m yaşantımız

N e w York'a, N a p o l i ' y e , Avustralya'ya, Mısır'a gider ve T ü r k i y e ' y e

bir çeşit «uyanık uykuda» geçiyor, bir d ü ş t e y m i ş gibi yaşıyoruz

d e gelir.

ve düşlerde o l d u ğ u g i b i ,

etrafımızdaki dünyanın nasıl olması

1910'a kadar İstanbul'da kalır S e b o t t e n d o r f , tasavvufla yakın­

gerektiğini bizler kararlaştıramıyoruz. Sürekli olarak her şey, bir

dan

v a m p i r gibi, bizi boşaltmaktadır, hayran o l d u ğ u m u z bir manzara,

1916'da A l m a n y a ' y a d ö n d ü ğ ü n d e «Yeni Almancılık»

zevk aldığımız bir kadın, sigaramızın d u m a n ı , mutluluklarımız ve

katılır, Thule ö r g ü t ü adına yayınlanan «Volkischer B e o b a c h t e r »

ilgilenir,

T ü r k ç e s i vardır,

sevilen

ve

sayılan

bir

kişidir.

hareketine

acılarımız. T ü m bunların arkasında g e r ç e k bir «varlık» y o k t u r .

(Halkın Gözlemcisi) gazetesinde Hitler'i, ilerki yıllarda destekle­

Biz, aslında, v a r o l m u y o r u z , biz birer m a k i n e , birer k a b u ğ u z .

y e n yazılar yazıyor.

Bu «dünyasal yaratık» k i m l i ğ i m i z d e n kurtulup üstün bir ken­

Hitler'i d e s t e k l i y o r S e b o t t e n d o r f o y s a Hitler g i b i d ü ş ü n m ü ­

dilik, bir varlık olabilmemiz için uyanmalıyız. «Yaratık» d e d i ğ i m i z

y o r ve 1934'te G e s t a p o tarafından tutuklanıyor, bir süre s o n r a

kendiliğimizin geçici kısmıdır, dış d ü n y a y a ve içinde yaşadığımız

serbest bırakılıyor ve İstanbul y o l u n u y e n i d e n t u t u y o r . Devamını

o r t a m a u y g u n olarak şekillenmiştir; «Yaratık» bir maskedir, bir

Altındal'dan ö ğ r e n e l i m :

yalandır,

«Varlık» ise b i z i m g e r ç e k

benliğimizdir,

kendi derin

b o y u t u m u z , maskenin arkasındaki y ü z d ü r , «gizli yüz»dür. Blavatsky gibi Gurdjieff de T i b e t ' t e n , Himalayalar ve o r a d a k i manastırlardan gelmedir. O d a , Saint-Germain, C a g l i o s t r o ve Casanova gibi bir gizli ajandır, bir c a s u s d u r , en azından bir süre için ve belirli, ola ki z o r u n l u koşullarda. Ve o da bir ö ğ r e t i n i n a d a ­ mıdır, gizemlerin adamıdır, her g i z e m a d a m ı , gizem araştırmacısı gibi D o ğ u ' y u ve Batı'yı biraraya getiren, öğretileri, inanç ve ina­ nışları inceleyen ve İ s t a n b u l ' d a n g e ç m e s i «şart» gibi g ö r ü n e n . Aytunç Altındal

yukarda

sözünü

ettiğimiz

yazı

dizisinde,

İstanbul'da Gurdjieff'ten ç o k etkilenenlerin arasında S e b o t t e n d o r f ' u da sayıyor ( b a ş k a biri ise Rıza N u r ' d u r ) . Bir başka İstanbul k o n u ğ u olan, g i z e m ve g i z e m l i işlerle

«Sebottendorf, İstanbul'da Asmalımescit'te, T ü n e l ' d e 'İlluminati' (aydınlatılmış) adının Türkçeleştirilmiş şekli o l a n N u r u Ziya S o k a ğ ı n d a , K u r t u l u ş ' t a ve Pangaltı'da yaşadı. Z e n g i n Levanten aileleriyle ve İ s t a n b u l ' d a k i İsviçreli, Avusturyalı ve A l m a n aileleriy­ le beraber o l d u . İşte ilk kez bu d ö n e m d e İ s t a n b u l ' d a k i A l m a n M ü s l ü m a n ı S e b o t t e n d o r f , kendisinin eski bir istihbarat subayı o l d u ğ u n u v e halen d e Nazi İstihbaratında görevli o l d u ğ u n u bazı yakınlarına açıkladı. İstanbul'da M ü s l ü m a n çevrelerde «gizli M ü s l ü m a n » d i y e bili­ nen Sebottendorf,

2.

Dünya Savaşının s o n u n d a Almanya'nın

kayıtsız şartsız t e s l i m o l u ş u n d a n birkaç g ü n s o n r a Suriye Pasajı­ na yakın bir e v d e ö n c e gizli belgelerini yaktı s o n r a da beylik tabancasını ş a k a ğ ı n a dayayarak tetiğine d o k u n d u . » G i z e m ve g i z e m c i d e r k e n siyasal eğilimli eylemlere bulaşmış — 101 —

ise de Altındal'ın açıkladıkları s o n d e r e c e ilginçtir. G ö n ü l isterdi ki, bu bilgilerini d a h a açık t u t u p , d a h a bir kesinlikle belirtip kay­ naklarını d a e k l e m i ş o l s a y d ı . Kaynak s o r u n u üzerine sık sık durmamızın k u ş k u s u z bir nedeni, üstelik ö n e m l i bir nedeni vardı. Kaynak, çatışsa bile (ve z a m a n kaynakları çatıştırmakta yarar vardır) bir kanıttır, ilerde yapılacak bir araştırma için açık bırakılan bir kapıdır. Ne var ki, kimi araştırmacı kaynaklarını «mahfuz» tutar, kimi ise belirtmek­ t e n sakınca g ö r m e z . Araştırmacıların y ö n t e m ve taktiklerini bir yana bırakıp biz y e n i d e n gizemli konularımıza d ö n e l i m ve itiraf edelim ki, konuları­ mız iyiden iyiye b o y u t l a n m a y a başladı. İ s t a n b u l ' u n g i z e m l e r i n d e n , metafiziksel olay ve inanışların­ d a n yola çıkıp b a ş k a gizemlere ulaştık. Aslında kaçınılmazdı, bir g i z e m b a ş k a bir g i z e m i çağrıştığından hatta başka bir g i z e m l e

S e b o t t e n d o r f ' u n kişiliği v e İstanbul m a c e r a s ı üzerinde d u r a n bir başka araştırmacı

Hitler'in

ni, bağlantılarını inceleyen «Yazgı'nın Mızrağı» (The Spear of Destiny, 1972) adlı çalışmasında Trevor Ravenscroft, S e b o t t e n d o r f hakkında aşağıdaki bilgileri veriyor: - Nazi hareketinin ruhsal k u r u c u s u olarak bilinen, Hitler'e ırksal ve ırkçı gizemciliği aşılayan (Adolf Hitler b u n u «Kavgam / Mein Kampf»da açıklıyor)

yazar, o z a n ,

b u l u n d u ğ u hastanelerde,

t ı m a r h a n e l e r d e oyunlarını

u y u ş t u r u c u bağımlısı, hastaların

•işbirliği ile s a h n e l e y e n ve islamla, İslam fetihlerinin tarihi ile yakın­ d a n ilgilenen Dietrich Eckart, S e b o t t e n d o r f ' u n k u r d u ğ u «Thule Gessellschaft» ö r g ü t ü n e g i r d i ğ i n d e k u r u c u s u hakkında bir araştır­ mayı başlatıyor ve bazı ilginç s o n u ç l a r a da varıyor. Kont aslında, soylu değildir, D r e s d e d o ğ u m l u bir m a k i n e

çatışıp o n u t a m a m l a d ı ğ ı n d a n . Baştan belirttiğimiz gibi İstanbul, ister farkına varılsın v e y a

İngiliz Trevor R a v e n s c r o f t ' d u r .

gizemsel inançlarını ve g e n e l d e , N a z i s m ile g i z e m c i l i ğ i n ilişkileri­

ustasının o ğ l u d u r ve g e r ç e k adı Rudolf Glauer'dir.

Glauer'in

varılmasın, gizemlerle d o l u p taşan bir mega kenttir, ç o k e s k i d e n

anlattıklarına bakılırsa kendi, T ü r k yasalarına g ö r e , T ü r k i y e ' d e

de ö y l e y d i b u g ü n de öyledir, bir «gelenekler» çerçevesinin için­

y a ş a y a n g e r ç e k Kont Heinrich v o n S e b o t t e n d o r f tarafından evlat

d e . Bu ve bir ö n c e k i b ö l ü m d e g ö r d ü ğ ü m ü z gibi İstanbul kimlikle­

e d i l d i ğ i n d e n unvanına ve s o y a d ı n a hak kazanmıştır.

ri, uğraşıları, niyetleri, d ü ş ü n c e ve öğretileriyle, üyesi oldukları

B a v y e r a ' d a taraftar k a z a n m a k t a o l a n T h u l e ö r g ü t ü n ü n presti­

örgütlerin gizlilikleriyle s o n d e r e c e ilginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü , tartışmalı

jini s a r s m a m a k ve S e b o t t e n d o r f - Glauer'i z o r d u r u m a d ü ş ü r m e ­

a m a b o y u t l u ve izler bırakan kişilerin her z a m a n uğrağı o l d u . Bu

m e k için Eckart öğrendiklerini gizli t u t u y o r a n c a k araştırmasını

b a ğ l a m d a içinde yaşadığımız, g e ç m i ş t e n kalma izlerine n e r d e y -

sürdürüyor.

se a d ı m başına karşılaştığımız bu kentin değişik sayılabilecek bir

Rudolf Glauer, 1901 yılında, 26 y a ş ı n d a y k e n İstanbul'a geli­

panoramasını, bir t o p o g r a f y a s ı n ı çizeceksek i p u c u niteliğini taşı­

y o r ve T ü r k i y e ' d e 1914'e kadar kalıyor. Bu a r a tasavvufla ilgileni­

yan, taşıyabilen herkesi ve her şeyi katmalıyız, ayrıntılardan, ilk

yor, m e d i t a s y o n tekniklerini inceliyor. İlgisini ç e k e n başka bir

bakışta ilgisiz ve ö n e m s i z gibi görülebilen ayrıntılardan k a ç m a ­

k o n u ise M a d a m e Blavatsky'nin öğretişidir v e b u n d a n yola çıka­

d a n aksine bunları g e n e l ve ç o k geniş bir t a b l o n u n parçası saya­

rak batık a d a T h u l e ' n i n m i t o s u n u y e n i d e n g ü n d e m e getiriyor,

rak, öylesine kullanarak. S e b o t t e n d o r f k o n u s u n d a bazı gizli ö r g ü t l e r d e n s ö z edildi Thule gibi, İlluminati g i b i , yarı gizemsel ve yarı siyasal. Ve S e b o t tendorf'la ilgili, İstanbul'daki yaşamı ile ilgili başka bağlantılar y a p m a k da olasıdır, d e ğ i ş i k kaynak ve y o r u m l a r d a n yararlana­ rak.

eski A l m a n destanlarını da karıştırarak ve ari A l m a n ırkının 20. yüzyıldaki y e n i d e n uyanışını ö n g ö r e r e k . .

Thule ö r g ü t ü n ü n ulusal-ırksal kuramları d a h a sonra Dietrich

Eckart ve bir b a ş k a İstanbul ziyaretçisi o l a n General Kari H a u s h o fer tarafından ele alınıyor ve s o n şekillerini SS'lerin Reichsführer'ı H e i n r i c h H i m m l e r ' ı n y ö n e t i m i altında buluyorlar. — 103 —

Ve *üm bu katıksız Naziler «üstün ırk» ve «üstün insan» kuramlarını o l u ş t u r u r k e n Adolf Hitler, Haçlı Robert de Clery'nin Bizans'ın

kutsal

emanetleri

arasında

saydığını

Savaşının arifesinde, İstanbul'a kimleri e ğ i t m e k için g ö n d e r i y o r v e İstanbul'da b u e ğ i t i m i alacak olanlar kimlerdir?

gördüğümüz,

S o r u s o r m a k kolay a m a t ü m b u soruları yanıtlamaksa g i t g i ­

İsa'nın b ö ğ r ü n e s a p l a n a n mızrağın peşine d ü ş ü y o r , o n u y ü c e l i ğ i ­

de zorlaşıyor. A r a d a n g e ç e n yıllarla silinen izler, yitirilen v e y a

ne yücelik ve g ü c ü n e g ü ç katacak yazgısal bir tılsım sayıyor ve V i y a n a ' d a eline g e ç i r i y o r !

ve k o n u ile ilgili araştırmaların eksikliği y ü z ü n d e n .

Ya General Haushofer? Gurdjieff'in eski bir arkadaşıdır, bir U z a k d o ğ u uzmanı. 1869'da M ü n i c h ' t e d ü n y a y a geliyor, g e n ç l i ğ i n ­ de bir taraftan a s k e r l i ğ e öte taraftan U z a k d o ğ u ' y a m e r a k salıyor, y o l a çıkıyor, T ü r k i y e ' y e uğruyor, Tibet'i, M o ğ o l i s t a n ' ı , M a n ç u r ya'yı geziyor,

a ç ı k l a n m a k i s t e n m e y e n belgeler, artık aramızda o l m a y a n kişiler

B u d i s t manastırlarında konaklanıyor ve 1910'da

T o k y o ' y a askeri ataşe olarak atanıyor.

O.T.O. ya da « O r d o T e m p l i s Orientis» ( D o ğ u Tapınağı Tari­ katı) neydi? İlkin bu s o r u y u yanıtlayalım: - O.T.O. yüzyılımızın başında A l m a n Kari Kellner tarafından kuruluyor; 1904'te «yüce bir giz»in k o r u y u c u s u olarak tanıtılıyor; 1912'de ise ç a ğ d a ş gizemciliğin kara b ü y ü c ü s ü Aleister C r o w l e y ö r g ü t e üye oluyor.

Birinci D ü n y a Savaşına general rütbesi ile katıldığında etra-

Özet olarak O.T.O.'nun öğretisi «doğanın t ü m gizlerini» açık­

fındakilerini şaşırtıcı önsezileri ve d u r u g ö r ü g ü ç l e r i ile hayrete

layan, cinsel sihire dayalı bir öğretidir. Ö r g ü t ü n üyeleri arasında,

d ü ş ü r ü y o r ve 1919'da, yeni bir bilim olarak s u n d u ğ u , «Geopoli-

İ m p a r a t o r Crovvley bir yana, A l m a n g i z e m c i s i T h e o d o r Reuss,

tik» kuramını o l u ş t u r u y o r .

İrlandalı siyaset a d a m ı Sean M a c B r i d e , Bavyera Kralı I. Louis'nin

Nedir ki, kuramını yayan «Geopolitik Cemiyeti», bir ö r g ü t

dillere d e s t a n metresi Lola M o n t e s ' i n kızı Landsfeld Kontesi,

g i b i çalışan v e t ü m Avrupa'yı saran bir c a s u s l u k teşkilatına d ö n ü ­

D i o n F o r t u n e adı ile bilinen g i z e m kuramcısı ve Kabalacı Violet

şüyor!

Firth, İngiliz edebiyatının fantastik ustalarından Arthur M a c h e n ve

Gizemler ve gizemciler d e r k e n kendimizi, b i r d e n siyasal ve ırkçı örgütlerle c a s u s l u k şebekeleri arasında b u l d u k ve g ö r d ü k ki, gizemler ve gizlilikler, d o ğ a l sayılabilecek bir akış içinde, birbi­ rine karışarak b a ş a b a ş gidiyorlar. N e d e n olmasın? Gerek kendisi,

gerekse

çetesi az mı ş e y t a n c a şeyler yaptılar? lanetli güç g i z e m c i l i ğ i n tarihinde her z a m a n hazır ve nazırdır. tarihinin

İngiliz

G ö s t e r g e b i l i m s e l açıdan her şey her şeyle bağlantılı ise (ki

uzmanlarından

yor, kurulan örgütler, bu örgütlerin İstanbul görevlileri ya da «his­ se satıcıları» arasında. Ve... O.T.O.'nun t e m e l i n d e Haçlı Seferlerinden kalma Tapı-

Kaldı ki, ş e y t a n ve şeytanın s i m g e l e d i ğ i kıyıcı, acımasız ve Büyücülük

us M a c G r e g o r yer almaktaydılar. öyledir!) ayrıntıdan ayrıntıya sanki bir şeyler belirlenmeye başlı­

Naziler'in Kara G ü ç l e r e inandıkları, Hitler'in kara b ü y ü y e baş­ v u r d u ğ u söyleniyor.

O s m a n l ı demiryolları hisselerinin satıcısı Glenstroe K o n t u Matthe-

Francis

King,

«Ayinsel Sihir» (Ritual Magic, 1970) adlı kitabında, O.T.O. tarika­ tından ya da ö r g ü t ü n d e n söz ettiğinde 1912 yılında,

Kardeş

nakçılar Tarikatının yattığını da u n u t m a y a l ı m ki, İngiliz M o n t a g u e S u m m e r s ' ı n y o r u m u n a g ö r e , Tapınak Şövalyeleri d e şeytana t a p ­ maktaydılar ( b u ç o k tartışılan y o r u m , g e ç m i ş yüzyıllarda özellikle kilise tarafından d e s t e k l e n m i ş t i r ) . Aleister Crovvley demiştik,

O.T.O.'dan

söz e d e r k e n yani

E.O.L. adı ile t a n ı n a n birinin Kuzey A l m a n y a ve A v u s t u r y a ' d a

g i z e m c i l i k tarihine y ü c e şeytan (The Great Beast) olarak g e ç e n ,

ö ğ r e t i verdikten s o n r a İstanbul'a g ö n d e r i l d i ğ i n i yazıyor.

1887'de kurulan «Altın Şafak» ( G o l d e n Dawn)ın ilkin üyesi sonra­

Batı kaynaklı bir g i z e m c i ö r g ü t ü n ü n temsilcisi, Birinci D ü n y a — 104 —

d a n başkanı o l a n cinsel b ü y ü uzmanı, eski d a ğ c ı Crovvley. — 105 —

İlginç, g e n i ş akisler yaratan, arkasında bir gelenek bırakan bir g i z e m c i ö r g ü t ü d ü r bu «Altın Şafak», 144 üyesi arasında bir dizi ünlüler y e r a l m a k t a : N o b e l ödüllü O z a n Yeats, İngiliz Kraliyet A k a d e m i s i Başkanı Sir Gerald Kelly, V a m p i r Kont «Dracula»nın yaratıcısı B r a m Stoker, «Fu Manchu» r o m a n dizisi ile a n ı m s a n a n Sax R o h n e r ve « P o m p e i ' n i n son günleri» romanının yazarı Sir Edvvard G e o r g e Bulwer L y t t o n gibi.

ALTıNCı BÖLÜM

Sax R o h m e r bir romanına (Fu M a n c h u ' n u n kızı / D a u g h t e r of Fu M a n c h u , 1931) gizli ö r g ü t üyesi bir T ü r k ü (İsmail) katıyorsa d a T ü r k i y e ' y e gelip g e l m e d i ğ i bizce bilinmiyor. Bulwer L y t t o n ' u n

GİZEMDE ÇAĞDAŞ OLMAK

babası Sir Edvvard Robert Bulwer Lytton ise bir İstanbul ziyaretçisidir, d a h a d o ğ r u s u 1860'larda İngiliz elçisidir ve Yassıada'da iki

Denetimimiz altında o l m a y a n

şato inşa ettiren kişidir. Crovvley'e «satanist», yani «şeytana tapan», deniyor,

kara

b ü y ü c ü d e n i y o r ve üyesi o l d u ğ u O.T.O. ö r g ü t ü n d e n biri İstan­ bul'a geliyor.

Nedir ki,

O.T.O.

kaynaklara

bakılırsa,

şeytana

t a p a n , kara ayinler y a p a n bir ö r g ü t d e ğ i l d i , cinsel b ü y ü ve cinsel sihir ile u ğ r a ş m a y ı y e ğ l i y o r d u . Ancak...

Fransız romancısı ve g i z e m meraklısı J.K.

Huys-

m a n s ' a bakılırsa İskoçyalı Longfellovv'un 1855'te k u r m u ş o l d u ğ u bir «satanist», şeytana t a p a n ö r g ü t ü olan «En Y ü c e Yeni Theurgistler» (Re-Theurgistes O p t i m a t e s ) i n A m e r i k a ' d a k i m e r k e z i n d e n İstanbul'a bir t e m s i l c i geliyor ve bu t e m s i l c i kentimizde kara a y i n ­ ler düzenliyor.

kapılmak ve b ö y l e c e kendimizi bir çeşit garanti altına a l m a k her ilkel ya da e v r i m l e ş m i ş insanın bir gereksinimidir. K i m ne d e r s e d e s i n i n s a n o ğ l u n u n , bildiğimiz v e bilmediğimiz, tarihi b o y u n c a b u böyle o l m u ş t u r v e böyle sürecektir, b u g e z e g e n i m i z i n dışına taşıp a y d a koloniler kuracağımız yüzyılda bile. Hatta, o g e l e c e k yüzyılda, kendi g e z e g e n i m i z i n gizlerine başka g e z e g e n l e r i n gizle­ rini de katacağız (katmışız bile), ç ü n k ü h u y u m u z böyledir, ç ü n k ü biz insanlar meraklı yaratıklarız. Ö n c e k i b ö l ü m l e r d e bu «Şehr-i İstanbul»u dolaştığımızda geç­ mişini, g e ç m i ş i n d e kalan bazı mekânları, binaları, ibadet yerlerini taradığımızda d e ğ i ş i k , ilginç, d ü ş ü n d ü r ü c ü olaylar ve inanışlarla

İlginç, h e m d e ç o k ilginç! Satanistler, şeytana tapanlar ve şeytanla oynaşanlar bir s o n ­ raki b ö l ü m d e y e n i d e n karşımıza dikilecekler,

- v e y a öyle sandığımız, öyle

i n a n d ı ğ ı m ı z - g ü ç l e r l e u ğ r a ş m a k , gizlerini ç ö z e b i l m e t u t k u s u n a

b a ş k a c a gizemli

uygulamalarla birlikte. Üstelik ç a ğ d a ş , n e r d e y s e t e k n o l o j i k bir

karşılaştık.

Bazı «izler» saptadık,

bazı «değişik» kişileri tanıdık.

S o n r a ise B a t ı ' d a n g e l m e gizemciler, gizli bilim uzmanları, araştır­ macıları ile y ü z y ü z e geldik her biri kendi sihirini ortaya koyan, her biri sorular s o r d u r t a n .

g ö r ü n ü m içinde.

Derken, bireylerin yanısıra g i z e m p e ş i n d e k o ş a n y a d a y ü c e gizemlere sahip o l d u ğ u n u b e y a n e d e n örgütler, ö r g ü t üyeleri gör­ dük.

İstanbul d i y e diye

İstanbul'dan

uzaklaştığımız d a o l d u ,

b a z e n A v r u p a ülkelerine d o ğ r u b a z e n d e Tibet'e, Himalaya d a ğ ­ larına ulaşarak. Bir

sürü

adlar,

olaylar,

inanışlar ve

varsayımlar

dizdik;

z a m a n o l d u ki, n e r d e y s e , pire için y o r g a n y a k m a y a kalktık, ayrın­ tılar,

b e n z e t m e l e r ve

rastlantılar ü z e r i n d e d u r d u k ,

karışıklıklar

yarattık, bazen bilinçli olarak ve bir gizemli, sihirli o y u n u o y n a r c a ­ sına.

defasında t a t m i n etmiyorlar, bazı y a ş a m s a l , ruhsal ve tinsel s o r u ­ larımıza aradığımız, beklediğimiz yanıtları vermiyorlar, veremiyor­ lar ve biz, halen gizleri d e ş m e y e , gizli diye adlandırılan gelenek­ sel bilimlere kulak v e r m e y e yanaşıyoruz.

D ö n d o l a ş h e p İstanbul'a d ö n d ü k , bir «merkez» o l a r a k gör­ d ü ğ ü m ü z , hissettiğimiz, k o n u m u z u n merkezi olan b u b ü y ü k ken­ t e , b u M e g a p o l i s ' e y a d a b u kent-kasaba-köy karışımına.

2 1 . yüzyılın arifesinde a c a b a g i z e m ve gizli bilim d i y e bir şey kalmış mıdır, kalabilmiş midir? Antik

A n c a k d ü n ü n İ s t a n b u l ' u n u belirli hudutlarla ç e v r e l e m e k olası

çağlardan

ve

insanoğlunun

bilinmeyen

tarihinden

kalan bilgileri, teknikleri, d o ğ a ü s t ü d i y e adlandırılan (oysa d o ğ a ­

ise de b u g ü n ü n İ s t a n b u l ' u için aynı şeyi y a p a b i l m e k bir hayli zor

nın bir parçası olan) güçleri araştıran halen kaldı mı, tarihçiler ve

ve uğraştırıcıdır; İstanbul, b ü y ü m e s i , gelişmesi ve k a r m a ş a s ı ile

meraklılardan başka?

g e r ç e k kimliğini yitirip, d e ğ i ş k e n bir kimliğe, bir «kimlik arayışı»na b ü r ü n d ü ğ ü n d e n v e b u n u n sancısını ç e k t i ğ i n d e n .

Ya da bunlarla, bu yarı gizli yarı açık, kimi cilt cilt yayınla­ nan, kimi elyazmalarında, kitaplıkların raflarında, «çok gizli» arşiv­

İstanbul inanışları d e d i k oysa b u g ü n k ü İstanbul'un, özellik

lerde kalan bu bilgileri uygulayanlar var mıdır (ki vardır)? Ve uygulayanlar n e d e n , neye hizmet u y g u l u y o r l a r ?

taşıyabilen, k ü l t ü r ü n d e n kaç inanış ö z g ü n kalabilmiştir ki? İstanbul gizemleri d e d i k oysa ki, b u n l a r d a n kaçı, halen, saf

Teknoloji, ç a ğ d a ş l a ş m a , bilimlerdeki yeni, şaşırtıcı buluşlar her şeyi değiştirmediler, s a d e c e bazı inanışları ç o k d a h a «popü­

bir İstanbul'luluk taşıyor, taşıyabiliyor? denli

ler», d a h a y a y g ı n hatta d a h a «in» haline getirdiler. Ve hepimizin

uğraştırıcı o l m u y o r , ç ü n k ü «eski» d e d i ğ i m i z yerleşiktir, d e ğ i ş k e n

bildiği gibi, her y e r d e ve bu k o c a m a n İstanbul'un n e r d e y s e her

değildir v e olamaz. Ç a ğ d a n çağa, d ö n e m d e n d ö n e m e d e ğ i ş e b i ­

köşesinde eski inanışlar ve gizemli u y g u l a m a l a r halen ç o k ç a izle­

len, güncelleşip ç a ğ d a ş l a ş a n y o r u m l a r ve uygulamalardır.

yici, alıcı bulmaktadırlar.

Kaynaklar v a r o l d u ğ u

sürece

eskiyi

araştırmak

bu

Yine de her şeye r a ğ m e n d e ğ i ş m e y e n inanışlar ve d e ğ e r i n i , ö n e m i n i yitirmeyen yerler,

mekânlar kalmıştır ister inanışlara,

ister d a h a derin olan, inançlara bağlı. Kentler d e ğ i ş i y o r d e ğ i ş e n insanlarıyla birlikte, ç a ğ d a ş l a ş ı n c a kaçınılmaz bir d e ğ i ş i m e , bir değişikliğe uğruyorlar a n c a k g i z e m ­ ler kalıyor, gizemlere inananlar da. Yüzyılımızın başına kadar bir «mutlu azınlık»ın sanki tekelin­ de kalmış olan «bilgiler» b u g ü n iyiden iyiye ortaya yayılmış, etra­ fa dağılmış birer t ü k e t i m malzemesi haline gelmişlerdir. Kendi k u r d u ğ u m u z teknolojik bir uygarlığın içinde yaşıyoruz ve bu teknolojik uygarlığın (şayet g e r ç e k bir uygarlıktan s ö z edebiliyorsak) nimetlerine ve zararlarına, özgürlüklerine ve baskıları­ n a b o y u n e ğ m e k z o r u n d a y ı z . Yine d e t e k n o l o j i v e bilim - t ü m tar­ tışmasız a ş a m a ve başarılarına k a r ş ı n - bizleri her k o n u d a ve her — 108 —

Gizli d i y e bilinenlerin bu şekilde pazara d ü ş m e s i , g e r ç e k g i z e m açısından, d ü ş ü n d ü r ü c ü ise de g i z e m i n «serbest piyasası» alenen ortadadır. D e m e k k i sihir d e n e n , gizli v e gizemli d e n e n şeyler - b i r t ü m o l a r a k - sanıldığı kadar gizli ve ulaşılmaz değilmişler. D e n e c e k ki, şu ya da bu şekli ile bir «gizem pazarı»nın oluş­ ması, oluşturulması işin s o n u n d a bir arz ve t a l e p s o r u n u d u r . D o ğ ­ rudur. Ve yine d e n e c e k ki, bir «gizli bilim» varsa, gizli kalmış, giz­ lenmiş veya bir azınlığın tekeline bırakılmış ve bu bilimin yararlı tarafları b u l u n u y o r s a yapılabilecek en d o ğ r u , en «demokratik» ve t o p l u m c u şey b u n u toplulukların kullanışına ö z g ü r c e açmaktır. Ç o k d o ğ r u v e b u d ü ş ü n c e y e t ü m d e n katılıyoruz, ancak... A n c a k s o r u n yaratan,

y a r a t a b i l e c e k bazı s o r u n l a r çıkıyor

ortaya, ö r n e ğ i n : «hangi bilgi», «nasıl bir bilgi» ve «ne tür bir s u n u ş v e u y g u l a m a » v.b. gibi. — 109 —

Bu sorulara bir yanıt a r a m a d a n ö n c e biraz gerilere d ö n ü p y e n i d e n o «gizli örgüt» k o n u s u n a d ö n e l i m ve çarpıcı o l d u ğ u n ­ d a n , öyle sayıldığından, «Satanistler»e, şeytana tapanlara bir g ö z

liginin çizgisi, k u r a m s a l dayanakları ve (varsa) İstanbul kaynaklı bir g e ç m i ş l e bağlantılarıdır. S ö z ü n ü ettiğimiz yazıları,

söyleşileri i n c e l e d i ğ i m i z d e bazı

g i z e m c i v e g i z e m araştırmacılarının, d a h a ö n c e k i b ö l ü m l e r d e

atalım. K o n u n u n meraklıları anımsayacaklardır: b u n d a n b i r k a ç yıl

üzerinde d u r d u ğ u m u z , bazı ö r g ü t l e r d e n (Gül-Haç, Altın Şafak)

ö n c e «renkli» d e n e n basın ve b ü y ü k tirajlı gazetelerle g ü n c e l l i ğ i

ve U z a k d o ğ u disiplinlerinden y o l a çıktıklarını g ö r ü r ü z . Ne var ki,

izleyen m a g a z i n dergileri, k o n u sıkıntısı ç e k i y o r m u ş gibi, b i r d e n

o r t a d a bir sentez s ö z k o n u s u ise, ö ğ r e t i ve u y g u l a m a d a bir s e n ­

şeytana tapanlara, ş e y t a n a taptıklarını söyleyenlere k u c a k açıp

tez d ü ş ü n ü l d ü y s e bu t ü r bir sentezi açıklayan ö ğ e l e r hangileridir,

onları k a p a k ve söyleşi k o n u s u yaptılar. Talepten ç o k bir arz

nasıl ifade ediliyor?

imgesi ile karşılaştık, kimi sanatçı şeytanla alışverişinden ö r n e k ­

Gizem bir bilgi ve bir kültür, bir y a ş a m şekli ve bir inanış,

ler verdi, kimi g e n ç şeytancılar da uzun u z u n ayinlerini açıkladı­

inanç sanatıdır. Tartışılır,

lar, inançlarının kaynaklarını, bir hayli özentili, Batı k o k a n bir kar­

v e y a yanlış anlaşılır, kullanılır, pazara çıkarılır, bilgisayara y o k s a

maşıklık içinde açıkladıkları gibi. Özetle, M ü s l ü m a n m a h a l l e s i n d e

telefon şebekelerine bağlanılır a m a , g e n e l d e öyle kalır.

salyangoz satarcasına,

şeytanı

satmaya,

değilse

kullanmaya

Yanlış anlaşılmasın,

kötülenir,

burada

ne

anlaşılır ya da anlaşılmaz

gizemciliğin,

ne de gizli

d e n e n bilimlerin bir savunmasını ya da bir suçlamasını y a p m a k

kalktılar başka şeyler ve bilgilerle birlikte. Şeytan ve şeytanlıklar çekicidir, salt k ö t ü l ü ğ e ve ş i d d e t e

niyetinde değiliz. Değiliz ç ü n k ü hiç bilimsel olmaz, k o n u m u z «bi­

giderek cinselliğe açık oldukları için değil, anarşik bir kimlik taşı­

limsel» sayılmayacaksa bile. Amacımız, bu tür bir araştırmanın

dıklarından, d ü z e n d ü ş m a n ı olduklarından, kabul edilmiş d e ğ e r l e ­

boyutları dahilinde, i ç i n d e yaşadığımız bu kentin g i z e m d ü n y a s ı n ­

ri ters yüz ettiklerinden.

her

d a k i yerini s a p t a m a k , en azından bazı gizemlerini biraraya getir­

z a m a n hazır bir tür basın için şeytan, kara b ü y ü ve b ü y ü halen

mektir. Dolayısıyla d ü n ü v e b u g ü n ü bağlamaktır, şayet b u tür bir

ilginç-konulardır.

bağlantı halen varolabil iyorsa.

Üstelik,

sansasyon

yaratmaya

1987'de «Nokta» d e r g i s i n i n kapak k o n u s u ettiği «Kara Büyü» araştırma yazısı b e ş yıllık bir ö m r ü o l d u ğ u s ö y l e n e n «T .-. » rumuzlu g i z e m c i ö r g ü t ü n ü uzun, ayrıntılı bir söyleşi ile tanıtıyor, iki yıl s o n r a sayfalarını «Bilinmeyenin Çağrısı: B ü y ü n ü n G ü c ü »

Satanistler, ş e y t a n a tapanlar demiştik, iyi de ş e y t a n nedir v e y a şeytan kimdir? Ç o k ilkel bir s o r u gibi g ö r ü n ü y o r s a da yerli satanistlerimizin u ğ r u n a yanıt v e r m e y e çalışalım, ş e y t a n b i l i m c i d e ğ i l s e k d e .

başlıklı bir başka k a p a k k o n u s u n a ayırıyor ve aynı d ö n e m d e ,

Şeytan, şeytanlar ve c e h e n n e m zebanileri, hiç kuşkusuz,

«Hürriyet» gazetesinin bir yazı dizisinde (Şeytanla oynaşanlar)

tek tanrılı b ü y ü k d i n l e r i n bir b u l u ş u değildir. Her inanç ve d i n d e

«Altın Şafak» ( G o l d e n D a w n ) ö r g ü t ü n ü n İstanbul'daki izleyicileri

şeytan, o n a verilen ad ne olursa o l s u n , evrenin ve d ü n y a n ı n k ö t ü

sunuluyor.

r u h u , Tanrının bir çeşit karşıtıdır. Ermiş A u g u s t i n u s ' u n d e y i m i y l e

İstanbul'un v a r o l a n eski gizemlerine k e n d i gizemlerini katan

«Tanrının m a y m u n u » d u r .

b u tür örgütler - y a d a b i r e y l e r - v e basına açıklamış oldukları

Ruhbilimsel a ç ı d a n şeytan insanın ilkel, o l u m s u z , dengesiz,

inanış, k u r a m ve y ö n t e m l e r üzerinde d u r m a k t a yarar vardır. Geç­

d e n e t i m d e n y o k s u n yanıdır. Ve insan içindeki ve dışındaki d e n g e ­

mişleri, b u g ü n k ü d u r u m l a r ı ve gelecekleri bir yana bizi ilk p l a n d a

yi t u t t u r a b i l m e k için iki ayrı k u t b u - T a n r ı n ı n iyiliğini ve şeytanın

ilgilendiren kentimizdeki, örgütsel v e y a bireysel, ç a ğ d a ş g i z e m c i -

k ö t ü l ü ğ ü n ü - a ç ı k l a m a y a , a n l a m a y a çalışıyor ve çalışmıştır, İki

-

110

-

Ruhlu A d a m D o k t o r Jekyll v e Bay H y d e ' t e o l d u ğ u g i b i .

Klasik bilimin kabul e t m e d i ğ i , e d e m e d i ğ i ve metafizik ya da

Karanlıklar Prensi adını alır b a z e n şeytan, İbranicede ise kar­

d o ğ a ü s t ü c ü b o y u t l a r a s a h i p her k o n u k e n d i l i ğ i n d e n , g e n i ş bir

şılığı d ü ş m a n , karşı k o y a n idi. A s u r l u l a r d a rüzgâr tanrılarından

alanın içinde, gizemciliğin k a p s a m ı n a dahil ediliyor, haklı ya da

Pazuzu da bir şeytandır, Hintlilerde canavar Rerek bir şeytandır,

haksız, d o ğ r u v e y a yanlış olarak.

Mısır'da Tanrı S e t h de öyledir. Keldanlılarda ise şeytan t e k d e ğ i l ,

V e b u süreç Batı'da v e D o ğ u ' d a geçerlidir, geçerli sayılıyor.

b i r ç o k çeşitleri oluyor, cinlere karışıyor.

Gizemlerin sanatı olan gizemcilik bir bilgi getirdiği gibi bu bil­

Çeşitli adlar yakıştırıldı bu şeytana, ö r n e ğ i n : H a y v a n , K a r a

ginin edinebilmesi için gerekli o l a n disiplinleri de b e r a b e r i n d e

Atlı, B o y n u z l u , K o c a Keçi, K o c a Z e n c i , Kara A d a m , K ü ç ü k Usta,

getiriyor. Dolayısıyla radikal d i y e b i l e c e ğ i m i z g i z e m araştırmacısı­

Yaşlı C e n t i l m e n , Tanrının G ö l g e s i , Y e r y ü z ü Prensi v.b. Bu ad b o l ­

nın y a ş a m ı pek kolay o l m u y o r .

l u ğ u yanında Batı'nın O r t a Ç a ğ şeytanbilimcileri ( D e m o n o g l a r )

Antik bir inanışa g ö r e b a ş l a n g ı ç t a bilim t e k d i , s o n r a d a n ikiye

şeytanın etrafına c e h e n n e m i y ö n e t e n v e insanları t e d i r g i n e d e n

ayrıldı: biri halka d ö n ü k ve dışrek ( e k s o t e r i k ) , diğeri ise ö ğ r e t i ­

bir prense yakışır bir t o p l u l u k yarattılar: 7.405.920 alt d e r e c e l i şey­

d e n g e ç m i ş olanlara,

t a n gibi!

G i z e m c i de bu içrek bilimi araştıran ve u y g u l a y a n kişi olarak bilin­

Ç a ğ a t l a t m a k l a m e ş g u l bir T ü r k i y e ' n i n i s t a n b u l ' u n d a ş e y t a ­

«inisiyeler»e d ö n ü k v e içrek

(ezoterik).

di.

na tapanlar, şeytanla oynaştığı söylenenler ve ola ki, Kara A y i n ­

G i z e m i n , gizli bilim ve bilgilerin alanı öylesine geniş t u t u l d u

ler. Ya da O r t a Ç a ğ ' ı n karanlıklarına d ö n m e özlemini ç e k e n l e r !

ki, içine her şeyi rahatça y e r l e ş t i r m e m i z olasıdır: sihiri (majiyi),

Kaldı ki, Kara A y i n Hıristiyan o l m a y a n bir t o p l u l u k t a d ü ş ü n ü l e ­

b ü y ü c ü l ü ğ ü , falcılığı, sayı bilimini ( n ü m e r o l o j i ) , yıldızbiiimini (ast­

m e z ç ü n k ü , özellikle 18. yüzyıldan k a l m a örneklerde, b u t ü r a y i n

roloji), s i m y a y ı ve şeytancılığı bile.

kilisede yapılanın t a m tersi oluyor, karikatürü oluyor, lanetler ve cinsel s a p m a l a r l a birarada.

Bir yerli

örnek verelim

(ilerde

üzerinde duracağımız

bir

ö r n e k ) : İslami gizemlerin araştırmacısı v e d e r l e m e c i s i Mustafa

Bu n o k t a y a vardığımızda yine gerilere d ö n ü p işin b a ş ı n d a y ­

İ l o ğ l u ' n u n sekiz ciltlik «Gizli İlimler Hazinesi»ne baktığımızda bu

ken yapmadığımız bazı şeyleri y a p m a m ı z y e r i n d e olacaktır, bazı

«gizli ilimler»in, d u a ve k a b u l ü n ü n yanı başında burçları, yıldızla­

tanımlamaları y e n i d e n g ö z d e n geçirerek ve «gizem» nedir, «gi­

rın insanlar üzerindeki etkilerini, hazineleri b u l m a y ö n t e m l e r i n i ,

zemcilik» nedir, «gizemci kimdir» sorularına yanıtlar arayarak.

Remil ve telepatiyi, ilmi kırtasiyeyi, ruh davetini v.b. gizemli k o n u ­

Batılıların «occuit» (okült) dedikleri olay ve k a v r a m bizler için «gizem»dir, «gizli» olandır. T ü m d e n gizli kalmıyorsa bile «bazı» gizleri halen i ç e r m e k t e d i r v e b u n d a n d o l a y ı herkese, hazır o l m a ­ yanlara açılmaz. Batı'da,

R o m a - Y u n a n uygarlığından b a ş l a m a k üzere,

ları kapsadığını g ö r ü r ü z . Şayet elkitabı -örneğin,

Julien

niteliğindeki

bir

Tondriau'nun

Batı

kaynağını

«Gizemcilik»

karıştırırsak

(L'Occultisme,

1964) adlı ç a l ı ş m a s ı n ı - y e n i d e n sihir (maji), sayı bilimi, yıldızbiligizli

öğreti ve içerdiği gizli bilgiler ve bilimler Mısır'ın «kapalı» ( h e r m e -

mi, s i m y a , Kabala, şeytan, el falı, iskambil falı ve de p a r a p s i k o l o j i (bir a ç ı k l a m a y ö n t e m i olarak) ile karşılaşmış oluruz.

tik) denilen öğretinin bir uzantısı olarak o r t a y a çıkıyor ve k o n u s a l

Alan g e n i ş t u t u l u n c a , konular birbirine eklenince bağlantılar

olarak, paralel a m a g ö r ü n m e y e n bir d o ğ a n ı n deneysel araştırmar

ç o ğ a l ı y o r ç o ğ a l ı n c a da karmaşık gibi g ö r ü n e n bir «ayrı evren»

sı şekline giriyor, «maji» ile «sihir» ile ifadesini buluyor, İ s k e n d e r i ­

o r t a y a çıkıyor.

y e ' d e şekillenip bir ö ğ r e t i n i n kalıplarına giriyor.

«Ayrı evren» salt belirletici bir işlevi o l a n bir d e y i m d i r ç ü n k ü , — 113 —

İstanbul Gizemleri / F: 8

aslında, «ayrı» d i y e bir evren yoktur, her şey bir t ü m d ü r ve bir

sel işlem - r e n g i ne olursa o l s u n - kıskançlık, bencillik ve hainlik

t e k t ü m d e n kaynaklanmaktadır.

temellerine

Burada a m a c ı m ı z ciltler d o l d u r a c a k olan bir gizemcilik tarihi­ ne girişmek değildir.

Kaldı ki, bu b ö l ü m d e , bazi belirli yerel

g i z e m örgütlerinin öğretisini, bazı kentli u z m a n ve araştırmacının

dayandırıldığında

sonuç

kaçınılmaz

bir

«şeytanlık»

olur, Yupi kılığına b ü r ü n m ü ş bir şeytan olsa bile. Bu ara «T .\» ö r g ü t ü n ü n bir de «gizli» iç t ü z ü ğ ü yayınlandı (ve yayınlanınca gizliliğini yitirdi!).

görüşlerini i n c e l e d i ğ i m i z d e Batı v e D o ğ u gizemciliğini, o l d u k ç a

«1. G r u b u m e y d a n a getiren üyelerin her biri o k ü l t i z m i (gi­

geniş bir şekilde, ele a l m a k z o r u n d a kalacağız. A n c a k , b u n u y a p ­

zemciliği) etüt (incelemek) ve pratik e t m e k ( u y g u l a m a k ) g a y e s i n -

tığımızda, esas k o n u m u z olan «İstanbul g i z e m l e r i n d e n uzaklaş­

dedir. Anlayışımıza g ö r e o k ü l t i z m (gizemcilik) tabiatüstü ( d o ğ a ü s ­

mış olur m u y u z ?

tü) olarak tanımlanan her şeyi içerir.

Hayır ç ü n k ü g e n e l d e n hareket e t m e d e n özele v a r m a k ola­

2. Üyelerimiz b ü y ü , sihir, maji (sihir), spiritüalizm ( r u h ç u l u k ) ,

naksızdır ve b i r ç o k kez tekrarladığımız ve tekrarlayacağımız gibi,

mistisizm (tasavvuf), çeşitli y o g a ve b u d i z m teknikleri ve parapsi-

bağlantılar sanıldığından ve g ö r ü l d ü ğ ü n d e n de sıkıdır. Yeter ki,

koloji olarak tanımlanan t ü r ü n (yan-bilimin) i m k â n b u l u n a n ve

t e m e l d e , «gizemli» ve «gizli» d e d i ğ i m i z her şey - g i z e m i n i artık

f a y d a y a yönelik her şeklini kullanır. Üyelerimiz yaşanması m ü m ­

yitirmiş ise bile, «popüler» bir hale s o k u l m u ş ise b i l e - d e ğ i ş m e s i

k ü n olan her türlü majikal (sihirsel) ve mistik (tasavvufi) d e n e y i

olanaksız olan g e l e n e k l e r e bağlı kalsın ve bu geleneklerin g e r ç e k

y a ş a m a k ve edinilen sonuçları fizik p l a n d a s o m u t neticeler a l m a k

ö z ü n d e n saptırılmış olmasın.

için kullanmak isteğindedirler. Yapılacak çalışmaların süresi ve

Nedir ki, belki bir zorunluk s o n u c u n d a , bazı d u r u m ve örnek­ lerde s a p m a l a r ve saptırmalarla karşılaşacağız, çaresizce.

çalışma yılı içindeki p e r i y o d u g r u p başkanı tarafından tespit edi­ lir.

B u n d a n altı yıl ö n c e basına yansıyan ve o d ö n e m d e o t u z

3. Yukarıda sayılan b ü t ü n çalışma ve incelemeler kesin ola­

üyesi o l d u ğ u söylenilen, kara b ü y ü çalışmalarını y a p a n v e l o g o s

rak m a d d i s o n u ç , f a y d a ve etkiye yöneliktir. S a d e c e spiritüel

olarak «T .-.» işaretini kullanan ö r g ü t ü n d ö r t aşamalı (Chiron, Ura­

(ruhsal) t e k a m ü l peşinde k o ş a c a k k a d a r cesaretsizler ve salon

nüs, N e p t ü n , Pluto) ve «Altın Şafak»tan esinlenen bir ö ğ r e t i y e

s o h b e t i meraklıların g r u b u m u z u n faal üyeleri arasında yeri yok­

dayandığı, kurucuları v e ö r g ü t s ö z c ü s ü g e c e vakti evlerinde kara

tur.

b ü y ü ayinleri düzenledikleri açıklandı. Bu ara, u y g u n bir görsel

4. H i ç b i r d i n ve siyasi g ö r ü ş g r u b u m u z u bağlamaz. Çalışma­

m a l z e m e olarak, fotoğrafçıların objektifine siyah cübbeler, kafa-

larımız b ü t ü n inançları içerebilir. H e p s i eşit olarak d e n e n m e y e

tasları, m u m l a r ve kandiller s u n u l d u , k a n d a n ve cinsellikten söz

d e ğ e r olarak görülür. Ö n e m l i olan ayırım değil sonuçtur. Herhan­

edildi.

gi bir t r a d i s y o n a (geleneğe) b a ğ l a n m a k mecburiyeti yoktur.

Bu tür açıklamalar da yapıldı: «Gerçek bir majisyen (sihir­ baz) olabilmek için insanın kıskanç, egoist, karşısındaki insanın lokmasını a ğ z ı n d a n alacak kadar hain olması gerekiyor... Hani r u h u n u şeytana s a t m a k derler ya, b ö y l e bir şey y o k aslında, a m a her şeye bu ö l ç ü d e hazır olunmalıdır...» Kişiden kişiye yorumlar, a m a ç l a r ve niyetler değişir, hiç kuş kuşuz, şeytana r u h u n u satmak diye bir olay y o k t u r a n c a k g i z e m — 114 —

5. Yapılan o p e r a s y o n l a r d a i ç i n d e y a ş a n a n t o p l u m u n ahlaki kabulleri v e k a m u vicdanı g r u b u m u z u hiçbir şekilde bağlamaz. 6. İç meclis, çalışma p r o g r a m ı n ı , çalışma hedef ve sonuçları dışardaki kişilere aktarmaz. 7. Gerekli d o k ü m a n (belge), kitap vesaire belli birim fiyatlar­ la s a d e c e üyelere verilir. Bu t ü r bilgi kâğıtları kişinin adına özel­ dir. Hiçbir şekilde çoğaltılmaz, dışarıya verilmez.» — 115 —

A r a d a n iki yıl g e ç i y o r ve «Altın Şafak» bu kez gündelik bir g a z e t e y e k o n u k oluyor. Belgrat o r m a n ı n d a , a k c ü b b e l e r giyip ateş ayinleri yapılıyor, bir dairede m u m ışığında «Altın Şafak» kay­ naklı o l d u ğ u söylenilen «Pentagram Ritüeli» gerçekleşiyor v.b. İnsan m e r a k ediyor: neden İ s t a n b u l ' d a k i b u g i z e m v e b ü y ü meraklıları «Altın Şafak» diyorlar ve b a ş k a şey d e m i y o r l a r ? Ve n e d e n , «Altın Şafak» dediklerinde, ö r g ü t ü n Batı'da k o l a y c a b u l u ­ nabilen, b o l c a d e r l e n i p açıklanan öğretilerine «satanist» bir d a m ­ ga b a s m a y a çalışıyorlar Los Angeles'te eski vahşi hayvan t e r b i ­ yecisi A n t o n LaVey'in k u r d u ğ u «Şeytan K i l i s e s i n i n öğretilerin­ d e n ve LaVey'in k a l e m e aldığı «Şeytanın Kutsal Kitabı» (The Satanic B i b l e ) d a n esinlenerek? «Altın Şafak» ya da d a h a d o ğ r u s u , «Dıştaki Altın Şafak Tari­ katı» ( O r d e r of t h e G o l d e n D a w n in t h e outer) ö r g ü t ü n ü n temelle­ rinde A l m a n kaynaklı, simyaya dayalı bir «Gül-Haç» kuruluşu yat­ tığı söyleniyor, ö r g ü t ü n tarihini ve belgelerini araştıran uzmanlara bakılırsa. Ç o ğ u M a c G r e g o r Mathers'in imzasını taşıyan yayınlanmış belgelere baktığımızda da ö r g ü t öğretilerinin: Hayal G ü c ü ve İra­ d e ; Bedendışı Y o l c u l u k (Astral P r o j e c t i o n ) ; İnsan, Tanrı ve Gülh a ç Öğretisi; Dışrek Ruhbilim (Eksoterik Psikoloji); Kapalı (Hermetik) Sevgi ve En Üst Sihir; Simya; Hıristiyan Gizemciliği; Kapa­ lı (Hermetik) Bilgelik ve Tasavvufi (Mistik) Dua v.b. konuları içer­ diğini anlamış oluruz. Yani kıskanç, bencil, hain ve «faydaya yönelik» bir g i z e m çiz­ g i s i n d e n o l d u k ç a uzak amaçlar!

j

'

«Altın Şafak» ö r g ü t ü n ü inceleyen J a c q u e s B e r g i e r ' y e g ö r e üyeler g ö r ü n m e z l i ğ i t e m i n eden bir «ritüel» üzerinde de çalışmak­ taydılar. 16. yüzyılın ç o k ünlü İngiliz yıldızbilimci, s i m y a c ı , sihir­ baz ve Kraliçe I. Elizabeth'in danışmanı J o h n D e e ' n i n aşağıdaki f o r m ü l , u y g u n bir şekilde söylendiğinde, g ö r ü n m e z o l m a k olasıymış: «Ol sonuf v a o r s a g g o h o iad balt, l o n s h caiz v o n p h o . S o b r a Z-ol ror İ ta nazps.»

Sırası g e l m i ş k e n : g ö r ü n m e z l i k l e ilgili bir olayı Prof.Dr. Hans v o n A i b e r g ( M u h a m m e d H.Ayberg)

«Arz'dan Arş'a S o n s u z l u k

Kulesi» adlı çalışmasının birinci c i l d i n d e bu şekilde dile getiriyor: «Büyük bilgin ve g i z e m c i Axel H e i b e r g İslami gizli bilimler içinde 'insanın kendi tüneline g i z l e n e r e k ' g ö r ü n m e z olabileceği, görünmezliğin

sırlarını

öğrencisi

olduğu

Mevlânâ

Halid'in

K u r ' a n ' d a k i gizli bilimlerden (özellikle Cifir'den) ö ğ r e n d i ğ i , hatta kendisini bizzat Hızır A.S.'nin sürekli eğittiği de Gurdsieff (Gurdji­ eff) tarafından ileri sürülmüştür. Â y e t l e g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına erdiği ileri sürülen H e i b e r g ' i n T ü r k i y e ' y e yerleştiği kısa d ö n e m d e b u g ö r ü n m e m e yeteneğini sergilemiş o l d u ğ u n u d a yine İstanbul seyahatinde belirtiyor. Öyle ki,

ü n l ü fantazi yazarı H.G.VVell'in

(VVelIs'in) ' G ö r ü n m e y e n A d a m ' tipinin t a kendisi o l d u ğ u n u söyle­ miştir. Hatta ' G ö r ü n m e y e n A d a m İ s t a n b u l ' d a ' r o m a n ı n d a res­ m e n tarif edildiği ileri s ü r ü l m ü ş t ü r (Wells, b u n u bizzat belirtmiş­ tir).» Axel H e i b e r g ' i n , «âyetle g ö r ü n m e z l i ğ i n sırlarına» erip e r m e d i ­ ğ i k o n u s u n d a y o r u m y ü r ü t e c e k değiliz a n c a k yukarıya aldığımız alıntıda ilgimizi ç e k e n bir iki n o k t a y ı d ü z e l t m e k ihtiyacını d u y m a k ­ tayız: 1 - Herbert G e o r g e s VVells « G ö r ü n m e y e n A d a m » (The invisible Man) romanını 1897'de yazıyor; 2

-

«Görünmeyen

Adam

İstanbul'da»

bir

roman

değil,

y u k a r d a k i r o m a n d a n uyarlanan Lütfi A k a d ' ı n bir film s e n a r y o s u dur; 3 - Lütfi A k a d 1954'te filmini ç e v i r d i ğ i n d e Herbert G e o r g e s VVells ç o k t a n (1946) ö l m ü ş t ü , dolayısıyla herhangi bir şeyi «biz­ zat» belirtebilecek d u r u m u n d a d e ğ i l d i , herhangi bir ruhsal bildiri dışında! Esas konularımıza d ö n e l i m . . . Bir b a ş k a ilginç n o k t a : yerli ve İstanbul'lu «Altın Şafakçılar»ııı «gerçek majisyen», yani g e r ç e k sihirbaz, tanımıdır ki, gizemlerle, en azından saydıkları gizemlerle, u ğ r a ş a n birine değil d e , «sata­ nist» eğilimli birine uyabilir. A n c a k T ü r k i y e gibi İslam kültürlü laik — 117 —

bir ülkede insan nasıl şeytana t a p a n olur ve bu şeytana t a p m a s ı n ­

ği

«kaşık büyüsü»

için

-bundan

bir sekiz yıl

kadar ö n c e -

da Batılı m o d e l l e r e u y m a y a çalışır, ö z e n t i d e n k u r t u l m a d a n ?

200.000 lirayı n a k t e n ve peşinen ö d ü y o r . B ü y ü , ilk yapıldığında, her

«tutmuyor», ikinci kez tekrarlandığında da «tutmuyor». Yanıp t u t u ­

inançta vardır. O y s a gizemsel açıdan «satanist» d e n i l d i ğ i n d e kar­

şan ve 400.000 liradan olan g e n ç kız, yaşıtı o l a n ve f a l - b ü y ü

şımıza çıkan - v e Batı'dan g e l m e öğreti kaynakları ile, s i n e m a ve

işlemleri ile y a k ı n d a n ilgilenen bir kız arkadaşının yardımına sığı­

TV filmleriyle b e s l e n e n - Batı f o r m a s y o n l u «satanist» oluyor. Yani

nır.

Şeytan d a h a ö n c e d e g ö r d ü ğ ü m ü z gibi,

her d i n d e ,

Amatör, a m a « t e d r i s a M a n g e ç m i ş , g i z e m c i kızın önerisi bir

O r t a Ç a ğ ' d a n b u y a n a kiliseye karşı c e p h e alarak, Hıristiyan d i n i ­ nin kutsal ayinlerini ve inançlarını ters yüz ederek, ç i ğ n e y i p aşağı­

«voodoo» b ü y ü s ü oluyor, etkin a m a tehlikeli bir y ö n t e m . Öğretilere u y g u n olarak kıldan bir heykelcik yapılıyor, b ü y ü ­

layarak anarşist bir tavırla şeytana tapanlar. Her k o n u d a ve hatta y a ş a m tarzımızda, sanatsal ö r n e k l e r i ­

n ü n hedefi o l a n delikanlıya az ç o k benzer ve o n d a n alınan, o n a

b e ğ e n i l e r i m i z d e özentili bir t o p l u m o l d u ğ u m u z apaçık

ait olan bir şeylerle donatılmış; ayin yapılıyor, ne g e r e k i y o r s a o k u ­

ortadadır. B u n u n bir s o n u c u olarak da aynı özentiyi Gizli Bilimle­

n u y o r v e - r a s t l a n t ı s a l d e y i n - a m a t ö r ü n b ü y ü s ü , bir süre sonra,

re karşı u y g u l u y o r u z . Oysa ki, gizemin genelliği içinde, her yerel,

«tutuyor», s o n u ç s u z gibi g ö r ü n e n ilişki o l u m l u ve de yasal bir

ulusal k ü l t ü r ü n ve bu kültürden kaynaklanan, bu kültürü o l u ş t u ­

s o n u c a varıyor.

mizde,

Kara b ü y ü y e

ran inanış ve inançların yeri ve işlevi u y g u l a m a d a s o n d e r e c e

başvurarak

elde

edilen

olumlu,

mutlu

bir

s o n u ç ; b u bir tezat gibi g ö r ü n e b i l i r a n c a k , b ü y ü d ü ş ü n ü l d ü ğ ü n ­

önemlidir. T ü m s o r u n ise kaynaklara ulaşmaktır. İstanbul'un g i z e m meraklıları b ü y ü ile uğraşırlar mı, u ğ r a ş ­

d e , o ünlü «renk ayırımı» üzerinde p e k d u r m a m a k gerekiyor, kanı­

mazlar mı? B u d a ç o k genel bir s o r u , ç ü n k ü b ü y ü n ü n her ç e ş i d i ,

mızca, ç ü n k ü ne «operatör»ün kullandığı bilgi, ne de geleneksel

ister ak, ister kara, ister kırmızı, gizli bilimlerin bir parçasıdır.

olarak b a ş v u r d u ğ u «güç» ö l ç ü l e r i m i z e u y g u n bir ahlaksıllığa b a ğ ­

B ü y ü hiç k u ş k u s u z yapılıyor, her z a m a n yapıldığı gibi. Hatta

lı değildir. G i z e m işlerini, çalışmalarını «olumlu» ya da «olumsuz»

y a ş a m koşullarının d a h a d a zorlaştığı d ö n e m l e r d e d a h a fazla d a

d i y e bir ayırıma g ö r e sınıflandırmak insanın b a ş v u r d u ğ u ve salt

yapılıyor, garantisi olsun veya olmasın. A n c a k ,

bilindiği g i b i ,

b ü y ü n ü n garantisi yoktur. Niyeti ne olursa o l s u n ya tutar ya tut­

insana ö z g ü

bir d e ğ e r l e n d i r m e d i r ,

k o n u l a n ve u y g u l a n m a k t a

o l a n tabulara ve t o p l u m s a l örf ve âdetlere ö z g ü . Gizemi araştırmak, d ü n o l d u ğ u kadar b u g ü n d e , insanoğlu­

maz, b ü y ü y ü y a p a n l a b ü y ü l e n e c e k olan arasında b i r ç o k h e s a p e d i l e m e y e n ö ğ e l e r i n g i r d i ğ i n d e n v e u y g u l a m a d a her z a m a n birta­

n u n v a z g e ç e m e d i ğ i bir uğraşıdır,

kım pürüzler çıkabildiğinden.

bakıcıya, b ü y ü c ü y e veya basındaki yıldız falı sütunlarına.

Üstelik b ü y ü n ü n tür ve niyetleri,

ister falcıya bağlansın, ister

İlkel insan büyüsel işlemler ve ayinler y o l u ile, kurallarına

işlev ve sonuçları k a d a r

geniş olan bir de «uzmanlaşma» (dilerseniz, «ikna e t m e ve edil­

henüz

me») alanı vardır. Ve profesyonel gibi bilinen bile, z a m a n z a m a n ,

g e l e n afetlere karşı k o r u n m a k , bunları kendi yararına d ö n d ü r m e k

yeterince

tanımadığı,

doğanın

güçlerine

ve

doğadan

bir a m a t ö r d e n d a h a başarısız olabiliyor.

istiyor. İlkel insanın a m a c ı s o m u t bir savunmadır,

ç a ğ d a ş ve

Ö r n e k olarak bir g e n ç kızın başından g e ç e n i nakledelim: biri­

evrimleşmiş insanın a m a c ı ise - h e r tür gizemli bilgi ve bilimlere

n e g ö n l ü n ü kaptıran fakat u m d u ğ u d e r e c e d e karşılık g ö r m e y e n

b a ş v u r d u ğ u n d a - bir bilinmeyeni, k e n d i n e ya da başkasına, açık­

bu g e n ç kız, s o r a sora, aşk büyüleri k o n u s u n d a u z m a n olarak

l a m a k ve g ü ç l e n m e k t i r , ileriye d ö n ü k bir çeşit garantiyi aramak­

bilinen azınlıktan bir falcıya başvuruyor. F a l c ı - b ü y ü c ü n ü n ö n e r d i ­

tır.

— 119 —

O k u d u ğ u m u z gazetelere, karıştırdığımız dergilere, ç o ğ a l a n t e l e v i z y o n kanallarına b u g ü n baktığımızda gizemli arayışının her çeşit ve u y g u l a m a s ı karşımıza çıkıyor, en uygar, en çarpıcı, etkin ve p e ş i n e n garantili, tartışma kabul e t m e y e n şekli ile. Kimi kanal­ d a astroloji, kimisinde ise s o n d ö n e m i n « f u r y a l a r ı n d a n Tarot. Yakında u z m a n bir R o m a n k ü ç ü k e k r a n d a çıkıp bakla falı a ç a r s a hiç ş a ş m a y ı n , gidişat b u n a d a hazırdır ç ü n k ü ! Bu tür sunuşlarla g i z e m artık bir «gizem» değildir, bir «kararlı­ lık», bir «emniyettir» şöyle ki: falanca u z m a n ı n filanca k o n u d a k i y o r u m u n u (telefondan) d i n l e m e d e n ne ö n e m l i bir karar alın, ne de ö n e m l i bir işe kalkışın gibilerinden. Hiç k u ş k u s u z ki, gizli bilimlerin bu t ü r pazarlamasını, bu tür «serbest piyasası»nı biz keşfetmedik, batısı ve d o ğ u s u ile t ü m d ü n y a d a yapılanları, belirli bir g e c i k m e ile biz de u y g u l u y o r u z aynı yöntemler, aynı y a d a benzer s l o g a n l a r v e kesinlik g e t i r e n sunuşlarla. G i z e m d i y e bilinenler açıklanınca h e m yararları artar, h e m de g i z e m o l m a k t a n çıkınca, alanları genişler, işlevsellikleri ç o ğ a ­ lır. A n c a k ş u n u da u n u t m a y a l ı m : gizli olanın, gizli tutulanın d a i m a gizli olması, öyle bilinmesi genel bir kural ya da bir z o r u n l u l u k olarak alınmamalıdır. Antik ç a ğ d a n yüzyılımızın başına d e k gizli tutulan, d a h a d o ğ ­ rusu gizli kalmaları için gayret sarfedilen, t ü m d e n gizli d e ğ i l s e bile belirli ö r g ü t ya da kişilerin t e k e l i n d e kalan, öyle kalmaları «uy­ gun» g ö r ü l e n

bilgiler ve uygulamalar g i t g i d e g e n i ş l e y e n

bir

meraklı ve izleyici t o p l u l u ğ u n a açıldı. Açıldı d e r k e n nasıl açıldı? İki şekilde: a) Dışrek bilgilerin p o p ü l e r k o n u l a r d a yayınlanması, b) U z m a n olarak bilinen kişilerin, g i z e m araştırmacılarının açık olarak k o n u m ve konularını ilan e d e r e k ortaya çıkması ile. Birinci şıkta bir bilgi birikimi, t ü m d e n v e y a kısmen, herkese açıklanıyor, herkesin «hizmeti»ne s u n u l u y o r . İkinci şıkta ise herke­ se açıklanan k u r a m , f o r m ü l ve u y g u l a m a l a r ı cilt cilt o r t a y a k o n u — 120 —

lan b u bilgi v e teknikler uzmanlar (ya d a u z m a n g e ç i n e n l e r ) tara­ fından y o r u m l a n a r a k g e n i ş bir ilgili ve meraklı kitlesine ulaştırılı­ yor. T u t k u n u , nerdeyse kölesi o l d u ğ u m u z m e d y a l a r a y e n i d e n bir g ö z atalım ve antik, eski ya da yakın İstanbul g i z e m l e r i n e bir baş­ k a gizemler ekleyelim, t ü m d e n ç a ğ d a ş v e teknolojik. V e b u n u yaptığımızda u n u t m a y a l ı m ki: - Rastlantı d i y e bir olay yoktur. T ü m rastlantılar anlamlıdır. Çağımız öyle bir çağdır ki, aynı a n d a u z a y araştırmalarını, d e r i n ­ likler ruhbilimini, uyduları ve yıldızfalını kapsıyor. Bir d e ğ i ş i n i m , bir m ü t a s y o n d ü n y a s ı n d a yaşıyoruz, ç o ğ u kapıların ardına kadar açıldığı - b u n a karşın ırkçılığın, töresel düşmanlıklarının, aşırı mil­ liyetçi duygularının kol g e z d i ğ i bir d ü n y a d ı r b u . B i z d e n ö n c e ruhbilimin, tarihin, d i n l e r i n , bilimin b i r ç o k b ö l g e ­ leri, alanları salt bir m u t l u azınlığa açıktı b u g ü n s e ç o ğ u n l u ğ a , t o p ­ lumlara açılmaktadır. Gizemin tarihinde, ayinlerinde v e u y g u l a m a ­ larında b u l u n a n , b u l u n a b i l e n verilerle insan kişiliğinin bilgisini z e n ­ ginleştirecek malzemeler, öğretiler bulabiliriz. Kaldı ki, insan için g i z e m bir d ü r t ü d ü r ve bu d ü r t ü n ü n etkisi ile insan g i z e m i açıkla­ mak, g i z e m i a ş m a k e y l e m i n e kapılıyor. İletişimsel olanaklar ve teknikler ç o ğ a l ı n c a , her y e r e ve her şeye ulaşınca gizemleri y a y m a n ı n , t a n ı t m a n ı n , u y g u l a m a n ı n yolla­ rı açılıyor ve gizemsel «üretim» artınca da «gizemin satıcıları» o r t a y a çıkıyor. A n c a k satışa sunulan, hizmete s u n u l a n h a n g i gizemler, gizli bilim ve sanatlardır? G e n e l d e falcılıkla ilgili olanlar, falcılığa d ö n ü ş t ü r ü l e n l e r ve açık ya da kapalı şekilde, büyüsel olanlar. Yani «geleceğin kapıla­ rı»™ açanlar, değilse bile aralayanlar. Bilgisayarların d e v r e y e girmesi ve yaygınlaşması ile eskiden, u ğ r a ş m a k t a n ç e k i n m e y e n , meraklıların, uzmanların alanı olan yıldızbilimsel (astrolojik) inceleme ve araştırmalar, yıldız haritaları, «horoskop»lar b u g ü n t e m e l verilere s a h i p a d e t a herkesin, p r o g ­ r a m l a n m ı ş bilgisayara başvurarak, — 121 —

toparlayabildiği

birer «for-

mül», birer «teknik» haline getirildiler. G i d e gide, «hazırlop» yıldız-

ğ u n u bilmesine r a ğ m e n , b u «süre» s o r u n u i l e ' d a i m a b u r u n b u r u ­

bilimsel t a h m i n l e r l e g ü n d e l i k ya da m a g a z i n basında çıkan yıldız

na o l d u ğ u n u u n u t m a k istiyor. Şu ya da bu gizli bilime, gizli bilgi

falları arasında p e k bir fark kalmadı sanki.

ve sanata başvurarak g e l e c e ğ i n giz p e r d e s i n i kaldırtmak, kaldırta-

Yıldızbilim bir m e d y a ü r ü n ü , üstelik «çok satan» bir m e d y a

bilmek adeta her insanın kaçınılmaz bir g e r e k s i n i m i , yaşamsal

ü r ü n ü o l u n c a d a - k i , ö t e d e n beri, d ü n y a n ı n her yerinde b ö y l e ­

bir arzusudur. A n c a k ne her gizli b i l i m bu tür bir o l a n a k tanıyor,

d i r - tahminler fazlasıyla genelleşiyor g e r ç e k değerlerini, kişiye

n e d e her g i z e m uygulayıcısı - i s t e r falcı, sihirbaz v e y a a k y a d a

ait özelliklerini yitiriyor.

kara b ü y ü c ü - b u tür bir kesin g ü c e sahiptir. B u t ü r yetenek v e

Bu ara yıldızbilim kursları, merkezleri açılıyor ve özellikle

bağlantılar eksik o l u n c a d a , isteği karşılayabilmek için, her yol ve

g e n ç kuşak arasında, tanıştırmada ad ve s o y a d ı kadar «burç»da

ç a r e geçerli sayılıyor. S o n u ç t a g e r ç e k bir «hizmet» v e r i l m i y o r s a

artan bir ö n e m kazanmış oluyor, burçlar karşılaştırılıyor, ilerisi

bile bir umut veriliyor, bir yol gösteriliyor, bir hal çaresi belirtili­

için o l u m l u veya

yor, bir öneride b u l u n u l u y o r d o ğ r u , yanlış y a d a u y d u r m a .

o l u m s u z dostluk,

arkadaşlık,

ilişki

olasıları

y o r u m k o n u s u oluyor.

G i z e m d e n sayılan bilgi basitleşince, a y a ğ a d ü ş ü n c e özelliği­

Yıldızbilimin, yıldızfalının bir «çok satan» ve de «çok izlenen»

ni ve değerini yitirdiği gibi, k i m l i ğ i n d e n o l u p k e n d i n i başka bir

haline gelmesi bir hayli eskilere d a y a n ı p kentimizin ve ülkemizin

a n l a m ve k a p s a m içinde buluyor. Hatta ve hatta geçerliliğinden

hudutlarını aştığı için bir hal çaresi g ö r ü n ü r d e p e k yoktur. Ya

v e g e r ç e k işlevinden t ü m d e n k o p m u ş oluyor.

meraklıları uyarırsınız, bu yan-bilimin, bu hesabın, i n c e l e m e n i n ,

Örneğin, yıldızbilime yıldızfalı d e n d i ğ i n d e ve salt bu y ö n ü ile

t a h m i n i n bu denli kolay olmadığını ikna edersiniz ya da işi bir

kullanıldığında yıldızbilimin

gazete sütununa, bir d e r g i sayfasına, bir TV p r o g r a m ı n a v e y a bir

bilim, ister bir inanış olarak kabul e d i l s i n - g e r ç e k y ö n ü ve işlevi

- i s t e r antik bir bilim,

ister bir y a n

telefon hattına bırakırsınız. S o n u ç t a alan m e m n u n , satan m e m ­

saptırılmış, basite indirgenmiş o l u y o r . O y s a ki yıldızbilim, bir fal

n u n olduktan s o n r a !

aracı olmanın ç o k ötesinde,

Aynı şey b ü y ü s e l işlemler için de geçerlidir: b ü y ü kitapları, büyüsel derlemeler de eksik değildir, kimi folklor araştırması k a p ­

evrensel

boyutları k a p s a y a n

bir

y a ş a m şeklidir hatta, Muhyiddin-i A r a b i ' n i n de açıkladığı gibi, ö t e d ü n y a y a kadar uzanan bir bağlantıdır.

samında, kimi elkitabı kimliğinde. Nedir ki, bu tür çalışmaların,

Daha g ü n c e l (en azından t o p l u m u m u z için d a h a güncel) bir

deneylerin gereksinimini d u y a n kişi için yazılı k a y n a k her defasın­

«gizli sanat» ö r n e ğ i n e d e ğ i n e l i m : İ s t a n b u l ' u n ve T ü r k i y e ' d e k i baş­

da yeterli g ö r ü n m ü y o r . Artı, yazılı kaynakta olanı u y g u l a y a b i l e n

k a c a yerlerinin gizemlere açık m e r a k l ı bir kesiti «Tarot» kartlarını

«bilen», «yapabilen» kişi de gerekiyor, uzmanlığından, inancın­

birkaç yıl ö n c e ve g e ç dahi olsa keşfettikten s o n r a bunlara, artan

d a n gelen bir garantiyi, bir bilgi d o z u n u ve şarjını katabilecek

bir ilgi ile, iyice b a ğ l a n d ı «Tarot»ları bir fal aracı olarak kullanarak

biri.

v e y a kullandırarak. S o n u ç t a , yıldızbilimin başına geldiği gibi, «Ta­ İşlemi u y g u l a y a n d a ve işlemi isteyende bu bilgi ve inanç kav­

rot» kartları -da, e n i n d e s o n u n d a t e l e f o n hatlarına ve televizyon

ramı s o n d e r e c e ö n e m l i d i r ve s ö z k o n u s u o l a n , salt uygulayanın

kanallarına yerleşti, ünlü kişilerin «Tarot» falları ( C u m h u r b a ş k a n ı

sahip olması b e k l e n e n «bilgi» değildir, b u n u t a l e p e d e n i n , s o n u ­

T u r g u t Özal dahil o l m a k üzere) m i l y o n l a r c a izleyicinin karşısında

c u arzulayanın «bilgisizliğidir.

o k u n d u , açıklandı.

Her insan için g e l e c e k d e n e t l e n e m e y e n bir b i l i n m e y e n d i r ve insan, bu g e z e g e n d e k i yaşamının kısa, bazen de ç o k kısa o l d u ­

B u g ü n m e d y a l a r d a ilginç o l a n ,

çekici olan

gizemin «in»

olmasıdır (iskambil kâğıtları «out», Tarot kartları «in» oldukları — 123 —

g i b i ) ; p o p ü l e r , aranılan, d o s t meclislerinde, metafiziğe y ö n e l i k s o h b e t l e r d e k o n u ş u l m a s ı ve elyordamıyla kullanılmasıdır ilginç olan. A n c a k u y g u l a m a y a g e ç m e d e n ö n c e , u y g u l a m a y ı sergileme­ d e n ö n c e k a ç kişi bu gözalıcı kartların g e ç m i ş i n i , tarihini araştır­ mıştır? Kaç kişi, hazırlop formüllere ve her Tarot desteği ile birlik­ te s u n u l a n açıklamalara bel b a ğ l a m a d a n ö n c e , bunların g e r ç e k işlevlerini, hangi inanışlara bağlı olduklarını i n c e l e m e k z a h m e t i n e katlanmıştır? Hiç

kuşkusuz

ki,

«uzmanlar»

b u n u yaptı,

bunu yapmak

z o r u n d a kaldı, fakat bu bilgilerini ve uzmanlıklarını meraklılara s u n d u k l a r ı n d a n , artan isteği karşıladıklarında b i r ç o k şeyi g ö z a r d ı e t m e y i d a h a u y g u n v e pratik g ö r d ü . Farkındayız, Tarot bir İstanbul g i z e m i değildir, fakat T a r o t b u g ü n artan bir hızla İstanbul'un bir k e s i m i n d e yerleşen bir g i z e m , bir gizli bilgi, bir gizli sanat k o n u m u n u almış b u l u n m a k t ı r ve dolayısıyla, bu g ö r ü n ü m ve s u n u ş u ile k o n u m u z u n g ü n c e l bir parçası oluyor. «İlk kez Tarot fal kartları veriyoruz» başlığını atıyor kapağın­ da kısa ö m ü r l ü «Falınız ve Burcunuz» d e r g i s i Mart 1989 tarihli ilk sayısında. Ve A l m a n c a olarak «Arcana Major»un ya da 22 resimli karttan o l u ş a n «Büyük Giz»in altı kartını v e r i y o r (4, 5, 6, 12, 13, 14, 19, 20, 21). Kartların adları ve açıklamaları A l m a n c a d a n verili­ y o r s a d e r g i n i n içindeki tanıtma yazısında, T ü r k ç e s i ve İngilizcesi uygun bulunuyor. «Tarot

olayı

nedir?»

henüz satılamayan

bu

başlıklı

tanıtma

esrarengiz orijinal

yazısı kartlar»

«yurdumuzda d i y o r s a da

Tarot kartları - S e z a r ' ı n hakkını Sezar'a v e r m e k i ç i n - s o n r a d a n T a r o t ' l a n yaygın hale getiren Rezzan ve Metin Kiraz'ın B a ğ d a t C a d d e s i n d e k i «gizbilim» d ü k k â n ı n d a satılmaktaydı. «Falınız ve burcunuz» dergisi Tarot k o n u s u n d a aşağıdaki bil­ gileri de v e r m e k t e y d i : - T a r o t ' a s a d e c e bir o y u n ya da fal aracı olarak b a k m a k , gerçeği

görmemek

demektir.

Onun

derinliklerinde

metafizik

anlamlar gizlidir. Bir kere, 78 kâğıttan ibaret o l u ş u Eski Mısır Hiye_

124 —

rogliflerinde rastlanan 78 tabletle bağlantıyı o r t a y a koyar. Ünlü İskenderiye k ü t ü p h a n e s i n d e b u l u n a n p a p i r ü s v e p a r ş ö m e n d e n başka kil ve t o p r a k tabletlerde yazılı efsanelerle y a k ı n d a n ilgilidir. Yukardaki alıntıda üzerinde d u r u l m a s ı

gereken

nokta,

ki

T a r a f l a r ı n ö z ü n ü ö z ü m s e m e k t e d i r , bunların salt bir o y u n y a d a fal aracı olmamasıdır. Ancak,

ülkemizdeki furyada göründüğü

gibi, Tarot y a y g ı n kullanış ve s u n u l u ş şekli ile b i z d e , b a ş k a c a fal tekniklerine eklenilen «in» ve popülerlik kazanan bir araç haline getirildi, ister bilinçli, ister bilinçsiz. 22 simgesel r e s i m d e n (Arcana M a j ö r = B ü y ü k Giz) ve 56 işa­ retli kâğıttan ( A r c a n a Minör = K ü ç ü k Giz) o l u ş a n Tarot destesi­ nin Ç i n ' d e n çıktığı sanılıyor ya da H i n d i s t a n ' d a n , d e ğ i l s e Mısır' d a n . 1392'de Fransa Kralı 6. Charles'in sarayında kullanıldığı bili­ niyor. Başka kaynaklara g ö r e , F r a n s a ' d a n ö n c e İ s p a n y a ' d a kulla­ nılmıştır. Tarot'u Batı'ya çingeneler getirdi, deniyor. Yapılan araştırma­ lara g ö r e ç i n g e n e l e r i n dili, Hindistan'ın en eski, kutsal dili olan, Sanskrit'ten, hatta öz ve katıksız Sanskrit'ten b a ş k a şey d e ğ i l ­ miş.

Örneğin,

Sanskritçe

iskambil

(kâğıt)

d e s t e s i «Taru»dur,

M a c a r ç i n g e n e l e r i b u n a «Tar» derler, Batı'ya «Tarot» olarak geç­ miştir. Amerikalı T a r o t uzmanı Paul Foster Case'a g ö r e 78'lik d e s t e 1200'lerde Fas'ta t o p l a n a n ve her ulustan g e l e n bilginler tarafın­ d a n , eski ve geleneksel bilgiyi k o r u m a k amacıyla, hazırlanan şif­ reli bir kitabın kalıntısından başka bir şey değildir. «Çingenelerin Kutsal Kitabı» denir Tarot'a. Kimine g ö r e yüz­ yıllardan beri o l u ş a n simgeleri ile t o p l u m s a l , kolektif bilinçdışını açıklıyor. K i m i n e g ö r e d e g e ç m i ş i , g e l e c e ğ i v e t ü m zamanları ö n g ö r e n tek y o l , t e k anahtardır. Romaniler kadar Orta Ç a ğ sim­ yacılarını, 17. ve 18. yüzyıl gizemcilerini etkileyen «mistik» (tasavvufi) bir felsefenin g ö r ü n t ü l e m e s i d i r . Simgesel adı ile H e r m e s ' i n ya da Tanrı T h o t h ' u n kitabıdır evrensel bir y ö n t e m e açılan. G ö r ü l d ü ğ ü g i b i «in» bir fal haline gelen, getirilen bu T a r a f l a ­ rın g e ç m i ş i o l d u k ç a geniş, karmaşık ve ortaya koydukları k u r a m — 125 —

larla f a l d a n bir hayli değişik, en azından geleneksel Batı kaynakla­

bolcuları, devlet adamlarını, y ü k s e k f i n a n s temsilcilerini etrafları­

rını araştırdığımızda (ki, b u g ü n e d e k , T a r a f l a r l a ilgili t ü m d e n

na t o p l a y ı p falcılık y a p a n uzmanlarımızın,

konuya

elatmadan

ö n c e , gerilere d ö n ü p T a r a f l a r l a ilgili kaynakları, y o r u m l a r ı - h a t ­

D o ğ u l u bir k a y n a ğ a rastlamış değiliz). D e v a m edelim... Tarot kartlarının Mısır'dan kalma olduklarını ilk belirten ve

ta ve hatta p a l a v r a l a r ı - incelemeleri gerekir mi g e r e k m e z mi?

ç o k tartışılan k a y n a k Protestan Tanrıbilimcisi Court d e G e b e l i n ' i n

S o r u n u n yanıtı, hiç kuşkusuz, onlara kalmıştır fakat, ilginçtir ki,

ilk cildini 1773'te yayınladığı, «İlkel Dünya» (Le M o n d e Primitif)

u y g u l a m a d a bile aynı g ö r ü ş t e ve «teknik»te olmadıkları o r t a y a

adlı a n s i k l o p e d i k çalışmadır. De G e b e l i n ' i n savına ilk s a h i p çıkan

çıkıyor.

ise, g e ç m i ş i o l d u k ç a karanlık olan, Paris'ti berber Aliette oluyor.

Ö r n e ğ i n , Tarot ile ilgili kapsamlı bir kitap yayınlamış olan

Adını t e r s yüz e d i p Etteila olarak k e n d i n i tanıtan Aliette 1783'te

Kiraz ikilisine g ö r e Tarot herhangi bir yer ve saatte açılamıyor,

yayınlanan - v e «İlkel Dünya»dan ç o k e s i n l e n e n - «Thot kitabının

ilkin falına bakılması istenen kişinin h o r o s k o p u n a bakıp u y g u n

eşanlamlı

g ü n ü s a p t a m a k gerekiyor. Tarot o k u m a seansları, bir süre rahat­

sözlüğü»

(Dictionnaire

Synonimique

du

Livre

de

T h o t ) n d e T a r o t ' u p o p ü l e r bir fal aracı haline getiriyorsa da ö ğ r e t i ­

latıcı m e d i t a s y o n v e k o n t e m p l a s y o n u y g u l a n d ı k t a n sonra, g e c e

sinin temellerini, d ö n d o l a ş , Yahudilerin Kabala'sında a r a m a k t a n

vakti yapılıyor.

İlkin 1,5 saatlik bir k o n u ş m a yapılıyor d e r k e n

m u m l a r ve tütsüler yakılıyor, m a s a y a siyah ipekler seriliyor ve

kendini alamıyor. «Memfis'ten, P t a h tapınağının mihrabında, altın levhalarda işlenmiş bir d e s t e kâğıt b u l u n u y o r d u . » d e r Paris'li b e r b e r Aliette-Etteila ve bu d e s t e n i n Mısır'dan, Hazreti Musa'nın eliyle, Yahu­

g e r ç e k s e a n s başlıyor. B u n u n bir de s a b a h faslı vardır, ev hazırla­ nıyor, u z m a n kendini hazırlıyor, giysiler seçiliyor v.b. Ö t e y a n d a n televizyon ekranındaki u y g u l a m a y a baktığımız­ d a her ş e y ç o k sade, aksesuarlar y o k (teknik araçları saymazsa­

dilere geçtiğini ö n e s ü r ü y o r . Yaklaşık olarak bir yüzyıl s o n r a ise Tarot'ları derinliğine araş­

nız), m u m l a r ve tütsüler y o k , u z u n hazırlıklar yok. U y g u l a m a n ı n

tıran Fransız s o y l u s u ve gizemcisi Stanislas de Guaita, her biri

bir de ü ç ü n c ü şekli vardır, 900 900'lü şekli ki, en kolay ve basiti

850 sayfayı aşan, iki ciltlik «Kara B ü y ü n ü n Anahtarı» (La Clef de

gibi g ö r ü l ü y o r .

la Magie Noire) adlı çalışmasında «Büyük Giz»i o l u ş t u r a n 22 kâğı­

Gizemleri ve gizli d i y e bilinen sanatları serbest piyasaya sür­ d ü n ü z m ü , m e d y a l a r d a bir «oyun» haline getirdiniz mi, bu tür kar­

dı, ayrıntıları ayrıntılara katarak açıklıyor. Eliphas

şıtlık ve tersliklerden k a ç ı n m a k olanaksız oluyor. Ç ü n k ü her «pa­

Levi'nin (gerçek adı ile A l p h o n s e Louis Gonstant) «Yüce Sihirin

zar» ve her «medya» k e n d i koşullarını getiriyor. Getirmekle de

Ve

önceki

yüzyılda,

çağdaş

gizemciliği

dirilten

D o g m a l a r ı ve Ayinsel Şekilleri» ( D o g m e et Rituel de la Haute

yetinmiyor, size e m p o z e ediyor, y a b u d e v e y i g ü d e r s i n y a b u

Magie, 1896) adlı t e m e l kitabına bir g ö z attığımızda Tarot ile ilgili

diyardan gidersin türünden.

aşağıdaki k o n u ve bağlantılarıyla karşılaşmış o l u y o r u z :

Olanaklarımızın, beğenilerimizin ve ilgi alanlarımızın k a p s a m ı ­

- Tarot, evrensel bir A B C ; Kabala açısından Tarot; kıyamet­

n a giren her şeyi - b u ara g e l e c e ğ e y ö n e l i k k u ş k u v e arzularımı­

le ilgisi; simyadaki s i m g e l e r i ; T a r a f l a r l a İbranice harflerin arasın­

z ı - t ü k e t m e y e fazlasıyla alıştık, t ü k e t i m e dayalı bir uygarlığın (şa­

Kutsal Kitabın ve K a b a l a ' n i n

yet uygarlık bu ise!) içinde yaşadığımızdan. Dolayısıyla her şeyin

anahtarı; gizemli bilimlerin t e m e l taşı; en şaşırtıcı k e h a n e t aracı

t ü k e t i m e açılmasına, pazara g i r m e s i n e hiç ş a ş m a m a m ı z gereki­

v.b.

y o r (zaten şaştığımız da y o k ) . İstek o l d u ğ u s ü r e c e bu isteği karşı­

daki bağlantı; İtalyan T a r a f l a r ı ;

İstanbul'u m e s k e n t u t m u ş , Tarot kartları ile sanatçıları, fut­

lamaya, g e r e k t i ğ i n d e bu isteği d ü r t ü p a b a r t m a y a eğilimli olanlar — 127 —

çıkacaktır ve hatta, sistemin d e ğ i ş m e z ve kaçınılmaz kuralları için­ d e , çıkmaları z o r u n l u d u r . G i z e m d i y e bilinenlerin bir kısmı, d ü n y a ­ nın her y e r i n d e , artık t ü k e t i m e açıktır, k o n f e k s i y o n şeklinde u c u ­ za (ya da pahalıya!) sunulmaktadır. Bir b a k ı m a böylesi belki de d a h a iyidir, insanların meraklarını karşılamak, k u ş k u ve endişeleri­ ni rahatlatmak, metafiziksel bir hizmet v e r m e k açısından. A n c a k hiç u n u t u l m a m a l ı ki, g i z e m d ü n y a s ı (ona gizli bilimler d e y i n , gizli

YEDINCI BÖLÜM

sanatlar d e y i n , batıl inançlar, çağdışı d ü ş ü n c e l e r d e y i n , dilediği­ niz gibi tanımlayın) bir b u z d a ğ ı gibidir, azı g ö r ü n e n ç o ğ u g ö r ü n ­

GİZEMLER VE YORUMLAR

meyen.

B u g ü n ü n İstanbul'u d ü n ü n İ s t a n b u l ' u değildir, yarının İstan­ bul'u

bugünün

İstanbul'u

olmayacağı

gibi.

Kentler

değişir,

büyür, evrimleşir fakat eski izlerini taşımayı sürdürür, y a ş l a n a n bir insanın y ü z ü n d e k i kırışıklıklar gibi. A n a d o l u , ü z e r i n d e n g e ç e n , t o p r a k l a r ı n d a filizlenen v e y a yer­ leşen b u n c a uygarlıkların bir potası, bir kabı ve aynası o l d u ğ u gibi İstanbul kenti d e , yüzyılları katlayan tarihi b o y u n c a , g e l m i ş g e ç m i ş l e r i n izlerini kendi b ü n y e s i n d e katmerleştirmiştir.

Fetih

ö n c e s i bir u z u n d ö n e m d i r , m i t o l o g y a y a kadar uzanan v e m i t o l o g yayı k a p s a y a n ; Fetih sonrası O s m a n l ı İ s t a n b u l ' u yeni bir çağın başlangıcını m ü j d e l e y e n y a ş l a n m a y a n bir anıttır ve c u m h u r i y e t sonrası İstanbul d a , g ü n ü m ü z e g e l i n c e y e kadar, ç a ğ d a ş l a ş m a y o k u ş u n u a d ı m a d ı m k a t e d e n , «metropolis» o l m a y a y ü z t u t a n , çarpık i m g e l e r sergileyen k e n d i n e ö z g ü bir «olay»dır. Her kent k e n d i iç gizemini o l u ş t u r u y o r ve her kent, e s k i d e n içinde yaşayanların bırakmış oldukları dayanıklı, s o m u t izleriyle görüntüsünü

kuruyor.

Bu görüntünün,

bu

imge

kurgusunun

derinliklerine i n d i ğ i m i z d e kat kat boyalarla süslü m a s k e n i n arka­ sında g i z l e n e n , g i z l e n m e y e çalışan y ü z ü keşfettiğimizde bir baş­ ka b o y u t u n kapıları açılıyor paralel bir d ü n y a y a girercesine. İnsan b e l l e ğ i n d e t ü m yaşantısının anılarını, ister y ü z e y e çık­ sınlar, ister çıkmasınlar, t o p l a y ı p sakladığı g i b i , bunları z a m a n z a m a n kullandığı gibi her m e k â n v e m e k â n l a r t o p l a m ı , o n u d o l — 129 —

istanbul Gizemleri / F: 9

d u r m u ş olan, o n u kullanmış olan g ü ç l e r i n , d u y g u l a r ı n , arzu v e hırsların, d ü ş ve hayallerin, bilgi ve bilgeliklerin izlerini d e p o l u y o r . Ve nasıl ki belleğimiz, g ü n ü n birinde, yitirmiş, u n u t u l m u ş sandığı­

Bu denli maceralı g e ç m i ş i olan bir İstanbul g i z e m l e r yarat­ masın da k i m yaratsın? «Merkez» s ö z c ü ğ ü n ü kullandık bu şehr-i İstanbul

için ve

mız bir olayı, bir anıyı kafamızda ve y ü r e ğ i m i z d e , t ü m çarpıcılığı

«Merkez» d e r k e n de «Gizemler Merkezi» d e m e k istedik, g i z e m l e ­

ile diriltiyorsa m e k â n l a r d a , benzer bir süreç içinde, depoladıkları

ri olan, gizemleri saklayan ve gizemleri yaratan. Bir insanın g e ç m i ş i

izleri, anıları ve t e c r ü b e l e r i açığa vuruyorlar. Bir ev, bir o d a içinde birikmiş olan o l u m l u ya da o l u m s u z

- g e n l e r i n d e taşıdığı g e ç m i ş l e r dahil

o l m a k ü z e r e - nasıl ki, o insanın kimliğini o l u ş t u r u p y ö n l e n d i r i y o r ­

g ü ç l e r i ortaya çıkardığında «tekinsiz» sayılıyor, bir k o c a m a n kent

sa aynı süreç, değişik bir b o y u t içinde, kentler için de geçerlidir.

ise b u n u yaptığında ilkin pek dikkat ç e k m i y o r , hatta belki de hiç

A n c a k her kent için d e ğ i l .

d i k k a t ç e k m i y o r fakat yer alan olaylar dizisi o kentin «çok özel»

İstanbul'un bir «Merkez» olması,

konumundan, geçmişin­

d e n , kimliğinden v e işlevinden d e kaynaklanıyor. İstanbul, ç ü n k ü

tarihine ve b o y u t u n a kaydediliyor. İstanbul'un destansal tarihi, yaklaşık olarak, M.Ö. 660 yılın­

her z a m a n bir g e ç i ş noktası, bir birleşme noktası, bir sentez

da başlıyor Kral Bizans'ın adını taşıyan ilk Bizans ile ve bu ilk

unsuru olmuştur. B u g ü n de öyledir, Batı için halen D o ğ u ' n u n

Bizans kısa süre i ç i n d e , önemli bir ticaret merkezi oluyor.

başlangıcı, D o ğ u için de Batı'nın kapısıdır. İstanbul'un ç o k özel

Bizans'tan İranlılar geçiyor, Ispartalılar, Makedonyalılar, Galyalılar tarafından kuşatılıyor,

M.S.

193-196 yıllarında Roma'lılar

kimliği de bu ikililiğinden kaynaklanmaktadır. Önceki

bölümlerde

İstanbul'u ziyaret e d e n ,

İstanbul'dan

g e ç e n ve İstanbul'da k o n a k l a y a n b i r ç o k kişiyi, b i r ç o k g i z e m usta­

tarafından kuşatıldığı gibi. R o m a i m p a r a t o r l u ğ u ' n u n başkenti oluyor Bizans, C o n s t a n -

larını, ö r g ü t kurucularını, g i z e m araştırmacılarını g ö r d ü k ve k e n d i ­

yük­

mize bunlarla ilgili sorular s o r d u k , b a z e n de s o n d e r e c e basit,

seldiği karmaşık bir başkent. Sonra da D o ğ u R o m a İ m p a r a t o r l u ­

olağan yanıtlar verdik, v e r m e y e çalıştık. Ve, bilindiği g i b i , b a z e n

ğu iken Bizans i m p a r a t o r l u ğ u oluyor.

o l d u k ç a karışık gibi g ö r ü l e n s o r u ve sorunların ç ö z ü m ü basit,

tin ile, kiliselerin, Hera, Hecate ve A p o l l o tapınaklarının

içice

Ayaklanmaların, t o p l u katliamların, istilaların a d e t a birbirini izlediği bir başkenttir Bizans, g ö r k e m l i ve kanlı. Aynı z a m a n d a

s o n d e r e c e mantıksal, o l a ğ a n yanıtlara bağlıdır. «Merkez»

işlevini

gören

her m e k â n ,

kapsamı

ne

olursa

Batı'dan gelen g ö ç m e n l e r e açık bir başkent. Galata'da V e n e d i k l i ­

olsun, ç e k i c i bir g ü c e sahiptir, bir mıknatıs gibi işler. A y n ı z a m a n ­

ler ve Ceneviz'liler yerleşiyor ve 1162'de Pisali'lar, Sirkeci tarafla­

d a b u m e r k e z bir d e p o l a m a noktasıdır, değişik k a y n a k l a r d a n

rında bulunan bir Ceneviz'li mahallesine saldırıp t o p l u bir katli­

tarihsel bir süreç içinde e d i n e n bilgilerin, kültürlerin kat kat t o p ­

a m a girişiyorlar.

landıkları bir ardiye, bir arşiv. Ya da y a ş a y a n ve s o m u t bir bellek.

1203'te kent haçlılar tarafından talan ediliyor, 1304'te Vene­ d i k l i l e r i n saldırısına u ğ r u y o r ve

bu

istanbul'un f e t h i n e

kadar

d e v a m ediyor... Tarihsel izleri, gelenekleri, karışık insan, ırk, inanç ve inanış

Böyle bir yaklaşım i ç i n d e Bizans, Batı'yı d e p o l a d ı y s a Fetih sonrası İstanbul'u D o ğ u ' y u d e p o l a d ı v e Tanzimat'tan b a ş l a m a k üzere D o ğ u ile Batı'yı. İstanbul, kendi kimliği içinde, k e n d i n e ö z g ü bir bilgi sentezi­

kalabalığı ile istanbul kendine ö z g ü , benzeri o l m a y a n bir m o z a i k

ni biraraya getirdiyse (ki, hiç k u ş k u s u z getirmiştir) bu tür bir sen­

oluşturuyor, kimliğinin kökenlerini bu mozaikin i ç i n d e n çıkartıyor.

tezi o l u ş t u r m a k y o l u n d a olanlar için bir «temel kaynak», y ö n l e n d i — 131 —

rici bir nokta, ufukta beliren aydınlatıcı bir «fener» görevini de g ö r ­

yitirdi. Eskilerin bu merkezlerde inşa ettikleri tapınaklar (Haliç'te

müştür.

yerleşen Keltlerin Fransa'nın B r e t a g n e b ö l g e s i n d e k i C a r n a c gibi)

Batı'dan g e l e n g i z e m t u t k u n u y a d a öğreti sahibi g i z e m c i

s o n r a d a n terkedildi, yıkıntıları kaldı.

bilim ve bilgeliğini aradığı gibi

«Tellurizm» y e r y ü z ü n ü n d o ğ u r d u ğ u e l e k t r o - m a n y e t i k bir g ü ç ­

D o ğ u ' d a n gelip Batı'ya d ö n e n ve durakladığı İstanbul'da iki ayrı

tür, mekânları ve o m e k a n l a r d a k i insan topluluklarını etkileyen,

kaynağı karşılaştırarak elde ettiği bilgileri ölçer, b i l a n ç o s u n u çıka­

d o ğ a l enerji merkezlerini yaratan.

İstanbul'da D o ğ u ' n u n g i z e m ,

rır ve u y g u l a m a y ö n t e m l e r i n i s a p t a m a y a koyulur. Çemberlitaş'ın altında b u l u n d u ğ u sanılan geçitlerin Agar-

Yoksa İstanbul bu tür bir m e r k e z mi, y o k s a öyle m i y d i bir zamanlar?

t a ' y a kadar ulaşıp ulaşmadığını b i l m i y o r u z a m a İstanbul'un, yüz­

Jeofizik u z m a n ı olmadığımız için, bu t ü r d o ğ a l ve jeofiziksel

yıllar b o y u n c a , biriktirdiği g ü ç l e r i n her y ö n e yayıldığına inanıyo­

olayların t o p l u m bilincini ne gibi etkilediklerini s a p t a m a k a m a c ı ­ mız sayılmadığından bu s o r u n u n yanıtını u z m a n l a r a bırakıyoruz

ruz. İstanbul gizemleri d e r k e n aşırıya kaçtığımızı d ü ş ü n e n l e r ola­

ve b u n u bir olasılık sayıyoruz, varsayımımızın bir parçası olarak.

caktır. Bu satırları, bu sayfaları o k u d u k l a r ı n d a bir «gizem z o r l a m a ­

Batı ile D o ğ u ' n u n bir b u l u ş m a noktası olarak g ö r d ü ğ ü m ü z

s ı n a bel bağladığımızı söyleyeceklerdir. Eleştiriye her z a m a n a ç ı ­

kentimizde, her iki y ö n e açılan bir kapı görevini g ö r e n İstan­

ğız (eski bir eleştirmen o l d u ğ u m u z d a n ) , yanlışlıklarımızı kabul

bul'da değişik kökenli, bazen çatışan bazense birbirlerini t a m a m ­

e t m e y e de a n c a k , kanımızca, her ş e y belirli bir mantık çerçevesi

layan gelenekler, inanışlar ve kültür birikimleri işlevlerini ve etkin­

içinde gelişiyor, örnekleri, izleri ve olayları ile. H e m biz, b u r a d a ,

liklerini sürdürüyorlar.

bir varsayımın üzerinde d u r u y o r u z ve b u n u bir «sohbet» varsayı­ mı değil de bir «araştırma» varsayımı olarak g ö r ü y o r u z .

Kimi insan için tek yol şifa veren, g ü ç ve inanç kazandıran kutsal dualardır, kimi için de ilkel sayabileceğimiz uygulamalar­

B u g ü n bilimin kabul ettiği, hatta S t r a s b o u r g ve M e u d o n gibi

dır. D o k t o r d a n v e d o k t o r u n tıp bilgisinden s o n u ç a l a m a y a n - y a

üniversitelerde, b i r ç o k jeofizik merkezlerinde araştırılan ve «tellu-

d a d o k t o r d a n v e tıptan, çeşitli n e d e n l e r d e n dolayı, ç e k i n e n -

rizm» (topraktan, y e r d e n g ü ç a l m a k ) adını taşıyan bir olay vardır,

geleneksel k o c a k a r ı d e d i ğ i m i z ilaçlara ve şifa y ö n t e m l e r i n e baş­

eskilerin tehlikeli saydıkları, bilgisini gizli tuttukları.

vuruyor; sevgilisi ile b o z u ş a n , sevgilisinden kuşkulanan, sürdür­

Ö t e d e n beri, özellikle A B D ve Rusya gibi ülkelerde, d ü n y a ­

mekte o l d u ğ u ilişkinin g e l e c e ğ i n i merak e d e n bir fal aracına veya

nın o l u ş t u r d u ğ u g ü ç «çizgileri» (ya da y e r y ü z ü n ü n sinir sistemi)

bir falcıya u m u t bağlıyor. O da yeterli g ö r ü n m e d i ğ i hallerde m u s ­

nin t o p l u m l a r üzerindeki etkileri araştırılıyor, bu g ü ç l e r i n merkez-

kalara, tılsımlara ve büyüsel işlemlere kayıyor.

leştirdiği noktalar üzerinde d u r u l u y o r . «Tellurizm»in y e r y ü z ü k a b u ğ u n u harekete g e t i r d i ğ i , d e p r e m ­

Bu tür bir g e r e k s i n i m d e ibadet yerleri d e , ayırım g ö z e t m e k s i ­ zin ve d e ğ i ş i k inançlardan olan kişiler tarafından, bir b a ş v u r u

lere neden o l d u ğ u b u g ü n bir g e r ç e k olarak kabul ediliyor. S i m y a ­

odağı

cılar için bu g ü ç y e r y ü z ü n ü n « g ö r ü n m e y e n » g ü c ü y d ü , antik ina­

mezarlarına a d a k t a b u l u n u l d u ğ u gibi, Hıristiyan ayazmaların şifalı

oluyorlar.

Yatırlara,

evliyaların,

şeyhlerin

ve

dedelerin

nışlarda ise « c e h e n n e m ateşi» v e y a «cehennemin ateş nehirleri»

sularına da başvurulur. Sonra, y a ş a m arkadaşını arayan veya bul­

d i y e adlandırılıyordu. Geleneksel bilgilere g ö r e ilkel insan, t a ş

m a k isteyen, en basitinden, bir kiliseye girer, iki m u m alır, yapıştı­

devri insanı bu g ü c ü hissediyor, merkezlerini s a p t a y a b i l i y o r d u

rır y o k s a y a n y a n a diker ve yakar.

a n c a k evrimleşen insan, başka duyarlılıkları gibi, bu duyarlılığı da

B u k o c a İstanbul'da ü f ü r ü k ç ü y e v e bakıcıya gidenler o l d u ğ u

— 133-

gibi b ü y ü u z m a n ı v e y a Şeytan Çıkaran,

papaza

Bu çeşit ö r n e k ve uygulamaların karşısında bir g i z e m s ö m ü ­

-inançları ne olursa o l s u n -

r ü s ü n d e n söz e t m e k s o n d e r e c e doğaldır. Doğaldır ç ü n k ü n e

B ü y ü k A d a ' n i n t e p e s i n d e k i Ermiş Y o r g i ' y e kadar çıkanlar d a var­

her başvuran bilinçlidir, ne de her u y g u l a y a n . İyi d e , bu b a ğ l a m

gidenler, a d a k t a b u l u n m a k için

Cin Çıkaran

dır. Ancak, karıştırmayalım, b ü y ü b a ş k a d u a ise b a m b a ş k a bir

içinde, g i z e m i n s u ç u nedir? Gizli bilimlerin, bilgilerin ve sanatla­

şeydir her ne k a d a r kimi insanlar, aynı s o n u c u ç ı k a r a b i l m e k için,

rın s u ç u nedir?

ikisine de ayırım yapmaksızın başvuruyorlarsa d a . Her tür fala bakanlar, fal k o n u s u n d a uzmanlaşanlar geniş bir izleyici, müşteri kalabalığını topluyorlar. R e s m e n b ü y ü y a p a n hiç y o k t u r - b ü y ü c ü l ü k yasak o l d u ğ u n d a n - oysa, g e r e k s i n i m d o ğ ­ d u ğ u n d a , k i m k i m e nasıl v e n e r e d e n g i d e c e ğ i n i s o r u p ö ğ r e n e b i l i ­ yor. Geleceğin k u ş k u s u n u taşıyan herkes - k i h e r k e s g e l e c e ğ i n kuşkusunu doğal

olarak t a ş ı y o r -

bu

kuşkuyu

giderebilecek,

hafifletebilecek, bir u m u t verebilecek birini arıyor. Arayıp b u l d u ­ ğ u n d a da, yararlı olacağına, olabileceğine inanıyor. O l a ki, bu tür işlemlere i n a n m ı y o r s a bile

- g ü n d e l i k gazetelerinin yıldız falına

bakanlar gibi - « n e olur ne olmaz» d e y i p deniyor, d e ğ i l s e bir çeşit sosyete o y u n u n u sayıyor. Gizemde, t e k r a r edelim, her şey her şeye bağlıdır, inanış ve inançlarda da öyledir ve çaresizliğe, u m u t s u z l u ğ a , e n d i ş e y e kapı­ lan insan her yere başvurur, her tarafa saldırır. Mantıksal d a v r a n ­

Bilginin, aracın, t e k n i ğ i n hiçbir z a m a n s u ç u y o k t u r , s u ç l u o l m a k ya da o l m a m a k g i b i bir ayırım, bir d e ğ e r l e n d i r m e ö z ü n d e b u l u n m a d ı ğ ı n d a n . S u ç d i y e bir olay varsa, s ö m ü r ü varsa, bilinçli ya da bilinçsiz yanlış kullanılma ve y ö n l e n d i r m e varsa bunların s o r u m l u s u araç d e ğ i l , y ö n t e m , sanat v e t e k n i k değil, bunları kul­ lanandır. «Gizemin tüccarları» demiştik y i n e d e ,

bu gizemli kentin

insanları olan, bizler bu denli şikâyet etmemeliyiz (şayet şikâyet ediyorsak!) ç ü n k ü ister Batı ister D o ğ u ile bir kıyaslama y a p m a ­ ya

kalktığımızda İstanbul'daki «gizem t ü c c a r l a r ı n ı n

kullansınlar veya kullanmasınlar,

medyaları

ç o k azınlıkta kaldıklarını,

yurt

dışındaki keskince profesyonelleşmiş benzerleri ile aynı d ü z e y d e olmadıklarını g ö r m ü ş oluruz, aynı katılığı sergilemedikleri g i b i . Gizemlere gösterilen saygıdan m ı kaynaklanıyor b u t u t u m , henüz t ü m ü ile o t u r m a m ı ş , şekillendirilmemiş hatta g e r ç e k bir

mak, aydınlatılmış o l m a k temel koşul ise bile olayların d o ğ u r d u ­

p r o f e s y o n e l , meslekî d ü z e n e g i r m e m i ş bir e y l e m ç i z g i s i n d e n mi?

ğ u , yüze çıkardığı aynı d e r e c e d e t e m e l d u y g u l a r d a h a baskın

Yoksa, her şeye r a ğ m e n , bazı konuların t o p l u m u m u z d a k o r u d u k ­

çıkıyor.

ları «gizlilik»ten? Bakıcılık d e n e n olayı inkâr e d e c e k değiliz,

Bir y e r d e n s o n r a ne kültürel d o n a t ı m , ne de parasal olanak­

durugörünün,

lar yeterli g ö r ü n ü y o r : iş olsun d i y e , g ü l ü m s e y e r e k , «kesinlikle

p a r a p s i k o l o j i n i n kapsamına giren,

inanmıyorum» d i y e r e k gazetesinin o g ü n k ü fal s ü t u n u n a b a k a n

olan bir olaydır. Nedir ki, bu yeteneğini bir mesleğe d ö n ü ş t ü r e n ,

ç o k ç a denetilmiş örnekleri

aydın, t ü m d e n evrimleşmiş kişi ile b o r s a d a k i d u r u m u n u n gelece­

sürekli olarak «performans» g ö s t e r m e k z o r u n d a kalan bakıcı,

ğini ö ğ r e n m e k a r z u ve u m u d u ile fal açtıran, yıldızbilimcisine

yetenekleri ne denli ö z g ü n olsa bile, bir n o k t a d a n s o n r a d o z u

danışan üst d e r e c e d e k i yönetici v e y a h o l d i n g sahibi arasında hiç

artırmak, a b a r t m a k ve g e r e k t i ğ i n d e u y d u r m a k z o r u n l u ğ u ile karşı­

fark yoktur. Aynı şekilde sevgilisinin sadakat, bağlılık d e r e c e s i n i

laşır.

ö ğ r e n m e k a m a c ı ile bakıcıya (yeni adı ile «medyum»a) vizite ö d e ­

ç ö z ü y o r (Tarot kartlarını o k u y a n kimsenin simgeleri, s i m g e arası

yen g e n ç kadınla T a r o t ' d a n bir ö n e r i , bir işaret b e k l e y e n g e n ç

bağlantıları, bilinçaltında şekilleşen çağrışımları, ruhsal imgeleri

kız arasında da hiç fark yoktur. Yoktur ç ü n k ü , h e p s i n d e , kalıtım­

y o r u m l a d ı ğ ı gibi) ve o n a başvuran kişiye, müşterisine, g ö r ü p his­

sal, genetik ruhbilimsel içgüdüler harekete geçiyor.

settiklerini aktarıyor. B u n u yaparak d a d e n e y l e r i n d e n kaynakla-

— 134 —

Bakıcı «bakıyor» ve g ö r ü y o r ,

-

135 —

belirli şekilleri y o r u m l u y o r ,

Gizemciliğin kesin y o l u n u ve kesin coğrafyasını ç i z m e k , çize­ nan bir ruhbilimsel d o n a t ı m d a n da yararlanıyor. Değilse de o kişi

bilmek b u g ü n bile pek kolay değildir, fakat h a n g i «güzergâhı»

hakkında d a h a ö n c e d e n edindiği bilgilerden.

izlerseniz izleyin er veya g e ç A n a d o l u ' y a o r a d a n da İstanbul'a

O r t a d a bir «gizem ticareti» v e y a bir «gizem s ö m ü r ü s ü » varo­ luyorsa d u r u m o kadar c i d d i değildir. En azından henüz değildir, televizyonlardaki programlara, telefon hatlarına (ki bunların «reçe­ t e l e r i n i A m e r i k a ' d a n almışız) ve t a l k - s h o w l a r a tarafsızca baktığı­ mızda. Ö n ü n d e s o n u n d a bu 8 m i l y o n l u k İ s t a n b u l ' d a g i z e m i n çeşitleri b o l s a bile, bunlara başvuranların sayısı artıyorsa bile gizemsel k o n u l a r d a uzmanlaşanlar, kendilerini öyle tanıtanların sayısı halen - v e istek g ö z ö n ü n d e t u t u l u r s a - o l d u k ç a kısıtlıdır. İsteğin artması halinde bu sayı k e n d i l i ğ i n d e n artacaktır a n c a k , b i r ç o k k o n u l a r d a o l d u ğ u gibi, bir «gizem furyası»nı g e ç i r m e k t e y sek bu furya d a , içerdiği t ü m «in olmalar»la birlikte, gelip g e ç e n başkaca furyalar gibi tükenecektir. Bir de gizli sanatlarla u ğ r a ş a n o y s a b u n u n tanıtımını y a p m a ­ yanlar, o r t a y a ç ı k m a k t a n pek h o ş l a n m a y a n l a r var ki,

bunlar

zaten « b i l i n m e y e n l e r d i r , «bilinmeyen» o l m a y ı ve öyle kalmayı yeğleyenler. D u r u m g e n e l d e pek «vahim» olmadığına g ö r e işin ve işlerin tadını b o z m a d a n y o l u m u z a d e v a m e d e l i m ö z e l d e n g e n e l e g e ç e ­ rek ve içinde yaşadığımız, b o z u l a n , soysuzlaşan İstanbul'a yakı­ şık g ö r d ü ğ ü m ü z bazı nitelikleri, özellikleri u n u t m a d a n . Daha ö n c e d e belirtmiştik: Batı'dan g e l e n v e y a D o ğ u ' d a n d ö n e n g i z e m araştırmacısı İ s t a n b u l ' d a sahip o l d u ğ u dişrek v e y a içrek bilgiye, e d i n d i ğ i gizli öğretiye katacak, e k l e n e c e k şeyler arı­ yor, hatta a r a n m a s ı gerekiyor gizli sanatların ö n e r d i ğ i evrenselli­ ğe varabilmek ve ola ki, bazı açıklarını k a p a t a b i l m e k için. G i z e m ­ ciliğin çeşitli türleri, ekolleri ve teknikleri v a r o l u y o r s a da temel kökeni birdir, bir y e r d e n fışkırıp yayılıyor, g e ç t i ğ i v e y a yerleştiği yerlerden bir şeyler kapıyor ve y o l u n a d e v a m e d i y o r . Gizemcilik tarihinde t ü m yollar ilkin O r t a A s y a ' d a n çıkıyor, bir kol U z a k d o ğ u ' y a uzanıyor d i ğ e r kolu ise, sanki kaçınılmaz bir şekilde, Mısır'a varıyor o r a d a n d a O r t a d o ğ u , A r a p Yarımadası, A n a d o l u y o l u ile Batı'ya varıyor.

varmış olursunuz. Bu bir z o r l a m a v e y a bir abartı değildir, «güzer­ g â h ı n getirdiği bir kaçınılmazlıktır. Sibirya'dan,

Turan'dan,

Şamanlar'dan

yola

çıkıp

gizem

M o ğ o l i s t a n y o l u ile Çin'e ve J a p o n y a ' y a varıyor; T i b e t ' t e n Hindis­ t a n ' a geçiyor. Aynı k ö k e n d e n hareket ederek İ s k a n d i n a v y a ' y a ulaşıyor, Eskimolarla A m e r i k a kıtasına gelip yerleşiyor; Babil'e vardığında da üç kola ayrılıp Mısır, Arabistan ve Roma-Yunanis­ t a n ' a d o ğ r u yol alıyor. T ü m kıtalara yayılan g i z e m c i l i k ve kollarını o l u ş t u r a n sihir ( m a g i c ) v e b ü y ü c ü l ü k (sorcery) b ö y l e c e evrensel bir i n a n ç s a l toplumsal-ruhbilimsel olaya d ö n ü ş ü r l e r . İlk ve ilkel inanış ve inançlara, ilk b ü y ü k uygarlıkların dinleri­ ne bağlı kalan, temellerini o l u ş t u r u p k e n d i t e m e l ve geleneklerini kuran gizemcilik D o ğ u ' d a n Batı'ya g e ç t i ğ i n d e karşısına Hıristiyan­ lığı buluyor, O r t a d o ğ u ' d a ise İslam'la karşı karşıya kalıyor. Nedir ki, heY b ü y ü k t e k tanrılı d i n sihiri ve özellikle b ü y ü y ü yasaklıyorsa da gizemciliğin ö z ü n e ve d ü ş ü n s e l - i n a n ç s a l yapısına p e k bir zarar getiremiyor, g i z e m s e her d ö n e m d e uzlaşmacı o l m a y ı iyi biliyor. Getirmesine d e n e d e n kalmıyor ç ü n k ü , sihirin v e b ü y ü n ü n , falcılığın ve bakıcılığın dışında kalan,

g e r ç e k gizemsel

«mistik» (tasavvufi) bir arayıştır insanla Tanrının, m i k r o k ı

arayış mos

( k ü ç ü k dünyanın) ile m a k r o k o z m o s ' u n ( b ü y ü k dünyanın) bıraray a gelişinin,

içice

kaynayışının arayışıdır, dünyasal k ü ç ü k hesap­

larının, d u y g u s a l çatışmalarının ve parasal endişelerin, siyasal tedirginliklerinin ç o k ö t e s i n d e . A n c a k b u n u d a g ö z a r d ı e t m e m e k gerekiyor: M a g u s y a d a sihirbaz d o ğ a n ı n v e d o ğ a ü s t ü n ü n güçlerine sahip olmak, gizleri­ ni ç ö z ü p , belirli teknikler ve ayinsel modeller, ritüeller y o l u y l a kul­ l a n m a k isteyen kişidir. A m a c ı bir Tanrı ya da bir yarı-tanrı o l m a k değildir, Tanrıya yaklaşmaktır, evrensel g ü c ü n bir parçası o l m a k -

-

137-

tır. B ö y l e bir a m a c a varabilmenin yolları değişiktir, z o r d u r , kıta­

kökenli g e c e k o n d u ortamlarının taşıdığı g i z e m l e r arasında, inanış

d a n kıtaya, inançtan inanca çeşitlemeler içerir. Nedir ki, ö z ü n e

ve u y g u l a m a , k ö k e n ve işlev açısından farklar vardır ve ö r n e ğ i n ,

baktığımızda a m a ç aynıdır:

m a d d e s e l dünyanın zincirlerinden,

yüzyıllık tarihini g ö z ö n ü n d e t u t t u ğ u m u z d a b u g ü n kimilerinin «nos­

y ü k ü m l ü l ü k l e r i n d e n k u r t u l u p tek evrensel öze ulaşmak ve bu

taljik» saydığı d ü n s e «kozmopolit» bir kimlik taşıyan bir B e y o ğ ­

ö z ü n içinde erimektir.

l u ' n d a ne tür gizemlerin gizlendiğini k i m araştırmıştır ki?

İstanbul'un her ç e ş i d i n d e n gizemlerini araştırdığımızda o l u m ­

O y s a ki Batı'dan gelenlerin uğrağı ve m e k â n ı paşa konakları

lu olanla o l u m s u z olanı, g e r ç e k olanı ile y a p a y olanı, d o ğ r u olan­

ile birlikte, hiç k u ş k u s u z Galata-Pera hattındadır, eski Pera'nın

la olmayanı ayırt e t m e y e çalıştığımızda karşımıza sandığımızdan

sonraki B e y o ğ l u ' n u n özel « m a l i k â n e l e r i n d e v e g i z e m c i l e r i kabul

d a h a da geniş, karmaşık bir m a l z e m e çıkar. Ve bu m a l z e m e salt

e d e n elçiliklerinde.

izlerden, kalıntılardan, işaretler ve inanışlardan giderek u y g u l a m a ­

M o d a s ı g e ç m e k bilmeyen, özentiler yaratıp bunları besleyen

lardan o l u ş m u y o r ; yüzyıllar b o y u n c a İstanbul'un ilk ve sonraki

nostaljiye hiç bulaşmaksızın gerilere d ö n ü p bazı d a h a g e n e l kav­

mekânlarında aynı potanın içinde eriyen, üst üste gelen, «stra­

ramlara dikkatimizi verelim.

t u s l a r , yüzeyler m e y d a n a getiren bir m a g m a haline gelen bir ö z d e n m e y d a n a geliyor.

T e k r a r d a n yarar çıkar: bir kentin g i z e m l i , esrarlar taşıyan ve sihirlerden oluşan bir «şarj», bir «iç g ü ç » taşıdığını kabul e d e c e k ­

İstanbul'un bir «göç» o d a ğ ı olması ç a ğ d a ş bir s o r u n d e ğ i l ­

sek - e n azından b u n u bir «araştırma varsayımı» olarak g ö r e c e k -

dir; g ö ç , ç ü n k ü potayı belirleyen en açık ve görünebilir olaydır,

s e k - inandırıcı olan, olabilen örnekler d i z i p varsayımı s o m u t l a ş ­

kentin tarih ö n c e s i n e uzanan ve bu kentin mozaikini şekillendi­

tırma y o l u n a gitmeliyiz.

ren bir sorundur.

Bir kentin her bölgesi ayrı bir kimlik ve nitelik, ayrı bir «hava»

Bizans kapılarını Latinlere açıyor, Fetihten s o n r a Fatih Sul­

taşır, ister g e ç m i ş i n d e n kalan izler, ister s o n r a d a n gelen ve ö n c e ­

t a n M e h m e t kentin n ü f u s u n u artırmak için, Belgrat'tan, Kırım'

kilere katılan (ya da öncekileri örten, silen) katkılarla. S o r u n u salt

d a n , Kafkasya'dan g ö ç m e n l e r getirtiyor. Ve İspanya'dan sığınan Yahudilerle (1492) İstanbul Kabalacı­ l a r a kollarını açıyor, Bizanslı simyacılarının kaçışından sonra. Etkenler,

karışımlar ve değişimler! Hal b ö y l e y k e n s i m y a c ı

Nicolas Flamel'in yaşamını değiştiren destansal bir elyazmasının, geleneksel olarak İstanbul çıkışlı olmasına, öyle g ö s t e r i l m e s i n e hiç ş a ş m a m a k gerekiyor.

bir «yedi tepe» perspektifi içinde d e ğ e r l e n d i r m e k hiç yeterli değil­ dir, ç ü n k ü «tepe» d e y i p «tepecikler»i u n u t m a m a k gerekiyor. Bu, genel hatları ile, salt g i z e m araştırmacısını değil d e , insanbilimci­ yi ve f o l k l o r c u y u , halkbilimcisini ilgilendirir inanışlara d a y a n d ı ğ ı için. Ö n c e k i iki b ö l ü m d e tanıtmaya ve izlemeye çalıştığımız o Batı'dan gelenlerin taradıkları bölgeleri bilmiyoruz.- Bilmiş olsay­

«Kentsel Gizem», yani bir kentin, İstanbul gibi bir m e g a ken­

dık bu varsayımsal arayışımız ö n e m l i ipuçları kazanmış o l u r d u .

tin (başka bir y o r u m l a , bir k e n t - k a s a b a - k ö y birikiminin) içerdiği

Yine de bir genellemenin boyutları i ç i n d e , İstanbul'da aradıkları,

ve d o ğ u r d u ğ u gizemler ile kendi iç g i z e m i , anlamındaki d e y i m i

ola ki arayıp buldukları «şey» gitgide belirleniyor.

kullandığımızda m u h a k k a k ki b u n u n , bu «olay»ın, ayrıntılarına ve

Denecek

ki,

bu

sayfalarda

Batı'dan

gelenlere

fazlasıyla

ayırımlarına varmamız gerekiyor, potayı oluşturan değişik ve fark­

ö n e m v e r d i k ancak, kanımızca bunlar d a İstanbul'un bazı gizem­

lı unsurları saptayıp bunları bir t ü m e b a ğ l a m a k açısından.

lerini araştırıyordu ve bu açıdan onlara baktığımızda, birer «anah­

Aksaray'ın ya da Ayasofya'nın içerdiği gizemlerle A n a d o l u

tar» kimlik ve işlevini de kazanabilirler, taşıyabilirler.

1) S E G İ L A H

Bazı bağlantılara girerek ö z e t l e m e y e çalışalım:

ERALİPA

- N i c o l a s Flamel, Bursa'daki derviş olabilir ya da o l m a y a b i ­ lir fakat s i m y a c ı Flamel'in, sanatının kökenlerini a r a m a k için, istanbul'a, B u r s a ' y a gelmiş olması (resmi ö l ü m tarihinden s o n r a sayesinde

hem

başarmıştır a n c a k b u ç o k araştıran, ç o k ö ğ r e n e n v e s o n r a d a n

Segilah = H a z i n e

H 2) C A N A M A L AMADAMA

ç o k gezen kişi simyanın kökenlerinin İslam bilimcilerine bağlı o l d u ğ u n u k u ş k u s u z bilmekteydi. Hatta ve hatta s i m y a d a k i tinsel ve mistik (tasavvufi) çizgisinin Al Gazali'nin, t ü m d e n tinsel olan,

NADADAM

İbranicede

ADANADA

ChNML = Dolu

MADADAN

«mutluluk simyası»na yakın o l d u ğ u bilincindeydi belki.

AMADAMA

Flamel'in y a ş a m çizgisini değiştiren, İstanbul'da b u l u n d u ğ u söylenen Y a h u d i A b r a h a m - Avram'ın e l y a z m a s ı n d a n b i r ç o k kez

İLENLİ A

altın y a p m a y ı ,

h e m d e ö l ü m s ü z l ü ğ e (değilse d e ç o k u z u n bir y a ş a m a ) ulaşmayı

Keldanlılarda

L

bile) s o n d e r e c e d o ğ a l sayılmalı. Flamel s i m y a n ı n a m a ç l a r ı n d a n biri olan «Felsefeciler Taşı»nın

G

LAMANAC «Altın Şafak» ( G o l d e n Dawn) ö r g ü t ü n d e n M a c G r e g o r Mat-

söz ettiysek d e içeriğine hiç d e ğ i n m e d i k . D e ğ i n m e m i z belki d e

hers'e g ö r e m e t i n d e k i bazı d ö r t g e n l e r tehlikeli bir d o ğ a y a sahip­

bizlere bazı i p u c u verebilecektir.

tirler ve o r t a d a bıraktıklarında duyarlı kişileri, ç o c u k l a r ı ve hatta

Yazılış o l a r a k tarihi 1458 d i y e verilen m e t i n d e önerilen tek­ nik,

İngiliz araştırmacısı Francis King'e g ö r e ,

(Bhakta-Yoga,

T a p ı n m a Yogası)

Hintlilerin y o ğ a

u y g u l a m a s ı n a yakındır.

Şöyle

ki:

hayvanları etkileyip obsesiyonlara (saplantılara) yol açabilirler. Evrensel Bilinç'ten yola çıkıp defineciliğe ya da d o l u y a var­ m a k pek yakışık g ö r ü n m e z s e bile A b r a Melin'in kitabı, pratik for­ mülleri bir y a n a , başka boyutlara da açılan bir m e t i n olarak bilin­

- Altı ay s ü r e n bir inzivaya çekilen «magus» (sihirbaz) bu

mektedir, özellikle Flamei'e t a h m i n e d i l e m e y e n bir servetle birlik­

z a m a n içinde bir «yeniden d o ğ u ş » t a n g e ç e r ve m e t i n d e k i tanımla­

te ö l ü m s ü z l ü ğ ü (değilse,, ç o k u z u n bir yaşamı) kazandırdığına

ma ile, «Kutsal ve K o r u y u c u Meleğinin bilincine ve sohbetine»

bakılırsa.

ulaşır. Harfi harfine alındığında «magus»un K o r u y u c u Meleği ile

Kitabın ilk sayfasındaki yazıya g ö r e yazarı Y a h u d i A b r a h a m

olan tanışması ve ilişkisi bir d o s t l u k ç e r ç e v e s i i ç i n d e oluşur. S i m ­

- Avram'dır ya da İbrahim. Bir prens, bir h a h a m , bir yıldızbilimci

gesel olarak d e ğ e r l e n d i r i l d i ğ i n d e bu tanışma mistik (tasavvufi)

ve bir felsefeci. Başından beri kitabın rahip ya da yazar (yazıcı)

bir süreçtir, «Alt ve üst kimliğin birleşmesi»dir veya «Nesnelle

o l m a y a n l a r a y a s a k o l d u ğ u belirtildiği gibi b u n a aldırış etmeyenle­

öznelin birleşmesi» ya da «Evrensel bilinç»e ulaşmaktır.

re yönelik lanetler de sıralanmaktadır. A n c a k Flamel'in ve o n d a n

İnzivadan ve K o r u y u c u Melekle b u l u ş m a d a n s o n r a kişi ( m a ­ gus) Abra Melin'in dörtgenlerini kullanmaya başlayabilir. Ö r n e ­ ğin, aşağıda çıkarılan, ilki «büyük bir defineyi bulmak», ikincisi ise «dolu yağdırtmak» için, d ö r t g e n l e r üzerinde çalışabilir.

s o n r a m e t n i kullananların - k i bunların arasında «Altın Şafak»çılard a n Aleister Crovvley'i de k a t a b i l i r i z - üzerinde durdukları, çöz­ dükleri

veya

çözmeye

çalıştıkları

diyagramlarda,

simgelerde

y a ş a m ve ö l ü m ü n gizleri, d o ğ a n ı n ve bilgeliğin gizleri açıklandığı kabul edilen bir noktadır, bir gerçektir. Bu tür g e r ç e k l e r i n sahibi H a m e l ' i n , elyazmasının ortaya çıktı— 141 -

ğı s ö y l e n e n , İstanbul ve Türkiye ile ilgilenmesi hatta «kaynaklara»

yana. A n c a k ü ç ü n ü , g i z e m c i o l m a l a r ı n d a n başka, b a ğ l a y a n bir

bir d ö n ü ş y a p m a s ı k a d a r o l a ğ a n bir ş e y d ü ş ü n ü l e m e z .

nokta vardır: ö r g ü t a d a m ı olmaları G ü l - H a ç olmaları.

B u r s a ' d a k i dervişin Paul Lucas'a söylediklerini anımsayalım:

Gül-Haç

(Rose-Croix;

Rosicrucian;

Rosa-Croce)

örgütü

k u s u r s u z l u ğ a e r i ş e b i l m e k a m a c ı ile d ü n y a y ı d o l a ş a n yedi dost,

ülkemizin g i z e m araştırmacıları v e u z m a n l a r ı n c a sanki y e n i y a d a

her y i r m i yılda bir seçtikleri bir kentte biraraya gelen yedi dost ve

kısa denilebilecek bir süre ö n c e keşfedilmiş bir ö r g ü t t ü r (saptaya­

Fla­

bildiğimiz kadarıyla G ü l - H a ç ' t a n s ö z e d e n üç kaynak «Bilinme­

m e l ' i n sahte bir c e n a z e y i nasıl hazırladığını ayrıntılı şekilde anla­

yen» ansiklopedisi, Sarıkaya'nin «Türkiye Gizemleri» ve hazırladı­

b u n l a r d a n , kimya, s i m y a ve Kabala konularında u z m a n ,

ğımız «Uzaydan Geldiler»dir).

t a n bir bilge... Kabala d e r k e n de aklımıza bir b a ş k a İstanbul y o l c u s u geli­ yor: Truva araştırmacısı İspanyol d i n a d a m ı ve u z m a n Kabalacı R a y m o n d o Lulle! Kabala en kısa bir tanımlamayla, Kutsal Kitabı, Eski Ahit'i açıklayan, bir paralellik kuran Yahudi inancının en ö n e m l i «mis­

O y s a ki,

y u k a r d a sıralanan (en

azından) üç kişinin, üç g i z e m c i n i n i s t a n b u l ' a g ö s t e r d i k l e r i ilgi ö r g ü t ü n , yaklaşık olarak, iki belki de üç yüzyıl ö n c e k e n t i m i z d e «operatif» (faal) o l d u ğ u n u g ö s t e r e n bir kanıt olarak sayılmalıdır. Türkiye'de,

gizemcilikle

ilgilenen

ve

uğraşan

çevrelerde

Gül-Haç d e n i l d i ğ i n d e akla g e l e n ilk (ve, bildiğimiz kadarıyla, tek)

tik» (tasavvufi) metnidir, Tanrı, insan ve evreni ele a l a n , Kutsal

kişi Metin Kiraz'dır. Kiraz, ç ü n k ü , basında ve yayınlarda bu ö r g ü ­

Kitabın gizli y o r u m u n u veren. Kabala'sız bir Yahudi t o p l u l u ğ u

t ü n bir üyesi o l d u ğ u n u belirtmiştir.

d ü ş ü n ü l e m e y e c e ğ i n e g ö r e , Kabala'yı oluşturan iki kitabın yani

Gül-Haç, b u g ü n k ü uygulamasıyla, gizli bir ö r g ü t değildir,

«Sepher Jetzira» (Yaradılış Kitabı) ile «Zohar» (Parlaklık, lşık)ın,

çeşitli ülkelerde kuruluşları o l a n herkese açık ve açık bir ö ğ r e t i d e

ister 1492'deki g ö ç l e , ister ç o k d a h a ö n c e d e n , i s t a n b u l ' a g e l m e ­

bulunan, belirli bir ücret karşılığında üye kabul e d e n , t a n ı t m a y a

si doğaldır. Kaldı ki Fatih'in korumacılığından yararlanan, İspan­

ö n e m veren bir çeşit cemiyettir.

y a ' d a 1391, 1481 ve 1492 yıllarında E n g i z i s y o n ' u n kanlı gazabına u ğ r a y a n , Yahudi toplulukları İ s t a n b u l ' d a n başka R o m a , C r e m o -

Başka nedir bu Gül-Haç ö r g ü t ü v e y a c e m i y e t i , üyelerine ne gibi yararlar sağlıyor ve en önemlisi, a m a c ı nedir?

na, Mantova, P a d o v a ve Firenze gibi İtalyan kentlerine sığındıkla­

«Rose Croix (Güi-Haç)ın öğretisi mistik olması nedeniyle

rında Kabala ile ilgili çalışmalarına yeni bir hız v e r m e y e başlıyor­

d o ğ a l olarak U z a k d o ğ u mistisizmi, sufizm gibi D o ğ u l u mistik

lar.

örgütlerle aynı paralelde.» d i y e açıklıyor Metin Kiraz. «Örgüt ola­ bir

rak bunlarla bir ilgisinin o l d u ğ u n u s a n m ı y o r u m . A m a öğretileri

yana, Kabala'ya b a ş v u r m a y a n , d a n ı ş m a y a n , g i z e m öğretilerine

ç o k farklı d e ğ i l , Batı'da Rose Croix (Gül-Haç) kaynaklı bir başka

k a t m a y a n Batılı u z m a n ya da ö r g ü t y o k t u r , dinsel inancı ne olur­

gizemli kuruluş da, G o l d e n D a w n (Altın Şafak).

Ve u n u t m a y a l ı m

ki,

Yahudi t o p l u m l a r ı ve g i z e m c i l e r i

... (Gül-Haç) mistik, okült, parapsikolojik, bilimsel, ahlaki, fel­

sa olsun. Kabala'dan b a ş k a bir konuya g e ç e l i m , her şey her ş e y e b a ğ ­

sefi ve benzeri öğretilere yer veriyor. Bunları a ç ı k l a m a m m ü m ­

lıdır d i y e n çizgimizi izleyerek, her şeyi her şeyle bile bile karıştıra­

k ü n değil. Ayrıca, a ç ı k l a m a y a y e t k i m de y o k . Zaten açıklamalar,

rak.

öğretinin i ç i n d e b u l u n m a y a n biri için anlamsız olabilir.» İstanbul y o l c u l a r ı n d a n «ölümsüz» Saint-Germain'in, Caglios-

1970'lerde Gül-Haç ö r g ü t ü n e giren Metin Kiraz'ın y u k a r k i

t r o ' n u n ve C a s a n o v a ' n ı n , bilindiği kadarıyla, D o ğ u g i z e m c i l i ğ i y l e

açıklamalarına bazı, d a h a ayrıntılı, biigiler ekleyelim ve ilk elden,

p e k bir bağlantıları y o k t u , C a g l i o s t r o ' n u n Mısır'dan etkilenerek

ö r g ü t ü n Fransa'daki m e r k e z i tarafından başvuranlara g ö n d e r d i ğ i

k u r d u ğ u loca için o l u ş t u r d u ğ u ritüel, geleneksel a y i n şekli bir

tanıtma b r o ş ü r ü n e bir g ö z atalım.

— 142 —

Fransa'daki merkezi Le Neubourg'daki Omonville şatosun­

- «Ben»liğin gelişimi,

d a b u l u n a n , k e n d i n i «dinsel v e tarikatsal o l m a y a n , uluslararası

- Mistik (tasavvufi) yasaların ilkeleri,

geleneksel ve felsefi bir eylem» o l a r a k s u n a n A M O R C yani «Antik

- Antik s i m g e l e r i n g e r ç e k anlamı,

ve

- Evrensel bilinç ve evrensel bilinçle iletişim,

Mistik G ü l - H a ç Tarikatı»

(Ancien

et

Mystique

Ordre

des

R o s e - C r o i x ) n i n 1986 baskı tarihini taşıyan ve bize 1990 yılında

- D o ğ u üstatlarının öğretileri,

ulaştırılan 36 sayfalık, «Yaşamın Hakimiyeti» başlıklı kitapçıkta ilk

- Y e n i d e n o l u ş u m , sağlık, y a ş a m ı n uzatılması,

önce örgütün

-

bazı

çok ünlü

üyeleri tanıtılmaktadır.

Örneğin,

A l m a n felsefeci ve m a t e m a t i k ç i s i Gottfried Leibniz (1646-1716), İngiliz felsefecisi Francis B a c o n (1561-1626), ç a ğ d a ş felsefenin başlatıcısı Fransız Rene D e s c a r t e s (1596-1650), Amerikalı devlet adamı,

yazar ve

bilim a d a m ı

Benjamin

Franklin

(1706-1790),

Fransız bestecisi C l a u d e D e b u s s y (1862-1918) ve ünlü şarkıcı «minik serçe» Edith Piaf (1915-1963) g i b i . Broşürün

birinci

bölümünde,

özetle,

«varolmanın

gizemi»

«bir y a ş a m

planı»,

«içimizdeki

yaratıcı güçler» g i b i arabaşlıklarla. İkinci

bölümün

başlığı

« B u l u ş l a r d ı r ve

«bilgelik

okulları»,

« o d u n l u ğ u n altındaki ışık», «deneyler», «sezgi» gibi konuları içer­ mektedir. Gül-Haç ö r g ü t ü n ü n g e l e n e ğ i ise, M.Ö. 1350 yılından ve Fira­ v u n 5 . A m e n h o t e p ' t e n b a ş l a m a k üzere, ü ç ü n c ü b ö l ü m d e ö z e t l e n ­ mektedir. A r d ı n d a n 1610 tarihli «Gül-Haç Kardeşliği'nin Ünü» (Fa­ ma Fraternitatis Rosea Crucis) ve 1615 tarihli «Gül-Haç Kardeşli­ ğ i n i n İtirafnamesi» (Confessio R.C. Fraternitatis) adlı «klasik» bil­ d i r i l e r d e n söz e d i p A M O R C ' u n bir d i n ya da bir tarikat o l m a d ı ğ ı , kâr g ü t m e d i ğ i , siyaset y a p m a d ı ğ ı vurgulanmaktadır. D ö r d ü n c ü b ö l ü m Gül-Haçlar'ın kazandırdığı yararları belirt­ mektedir: yaşamı y e n i d e n şekillendirmek, içimizdeki g ü ç l e r i hare­ kete geçirmek v.b. gibi. Ve öğreti konuları arasında: - Titreşimler ve etkileri, - Evrensel birleşim y o l u y l a önsezi, - Z a m a n ı n ve uzayın gizleri,

düşünce

radyasyonları,

ses ve

ışık

üzerinde

deneyler v . b . B r o ş ü r ü aldığımız tarihte A M O R C ' u n Fransız ö r g ü t ü n e üye o l m a ücreti t o p l a m 920 Fransız frankıydı ve ilginçtir ki, ü y e n a m ­ zetlerinden ne lise, ne de y ü k s e k ö ğ r e n i m sahibi olmaları gibi bir koşul a r a n m ı y o r d u ç ü n k ü , t a n ı t m a b r o ş ü r ü n d e yazıldığı g i b i , «bir gazeteyi o k u y u p anlayabilen kişi derslerimizin içeriğini ve basit

ele alınıyor, « y a ş a m yolu», «neden b u dünyadayız?», «yazgı t ü m hareketlerimizi y ö n e t i y o r mu?»,

Renkler,

şekilde s u n u l a n temel g e r ç e k l e r i anlayabilir ve yararlanabilir.» B u d a ü y e namzetlerinin kültür d ü z e y i k o n u s u n d a bir ö l ç ü olsa gerek! Ç a ğ d a ş Gül-Haç ö r g ü t ü A M O R C ' u n San J o s e

(California)

merkezi tarafından yayınlanan, ö r g ü t ü n ilk i m p a r a t o r u ( ! ) H . S p e n cer Levvis tarafından hazırlanıp 1918-1972 yılları arasında 22 bas­ kı y a p a n ( M a ç k a Camisinin ö n ü n d e t e z g â h k u r a n bir eski kitap satıcısından edindiğimiz) «Gül-Haç Elkitabı» ( R o s i c r u c i a n M a n u al) kuruluş hakkında g e n i ş bilgi v e r e n bir kaynaktır. Aile ve iş yaşamıyla ilgili Gül-Haç y ö n t e m l e r i ; İsa'nın gizli öğretileri; ö r g ü t ü n t a m tarihi;

kullanılan eski işaretler;

Pasifik

O k y a n u s u n u n kayıp kıtası L e m u r i a ; K e o p s Ehramı'nın s i m g e s e l kehanetleri; başarılan evrensel g ö r e v ; eski Mısır'dan k a l m a v e r a ­ set v e benzer k o n u l a r d a yayın y a p m ı ş olan A B D ' d e k i A M O R C ' u n Y ü c e B ü y ü k Locası'nın elkitabında aşağıdaki bilgiler v e r i l m e k t e ­ dir, özet olarak: - A M O R C ve teşkilâtı, - Ç a ğ d a ş bir simyacı ve l a b o r a t u v a n , - Ö r g ü t ü n B ü y ü k Locası'nın y ö n e t m e n l i ğ i n d e n b ö l ü m l e r , - Üyeler için genel bilgiler, - Mistik simgeler ve anlamları, —- 145 —

istanbul Gizemleri / F: 10

- Öğreti y ö n t e m l e r i ,

adı belli o l m a y a n bir simyacı, A v r u p a ' n ı n bazı ülkelerini gezip,

- Haç işaretinin evrimi,

a m a c ı s i m y a üzerinde çalışmalar olan bir c e m i y e t i k u r m a y a çalışı­

- Y ü c e Beyaz L o c a ,

yor.

- Gül-Haçlar'ın y a ş a m yasası v . b .

reformu» adlı çalışma ve eki olan «Kardeşliğin Ünü» yayınlanıyor

Bol resimli o l a n yayında aşağıdaki çizimler de ilginç bir m a l ­

ve ö r g ü t ü n tarihi ilk kez açıklanıyor, k u r u c u s u o l d u ğ u söylenilen

z e m e içermekteler:

14.

- Tapınağın ve locanın planı, - AMORC'un mühürleri, - Gizeh'teki b ü y ü k e h r a m ,

soylusu

Christian

«Dünyanın genel

(Hıristiyan)

Rosenkreuz

(Gül-Haç)ten söz ediliyor.

Keşiş K u d ü s ' t e vefat e d i n c e 16 yaşındaki Rosenkreuz, Arabis­ t a n ' a g i d i y o r ve adı «Damcar» olan bir kentte oranın bilgeleri ile

- Faust'un beş köşeli yıldızı,

t e m a s kuruyor, aydınlanıyor ve aldığı bilgilere d a y a n a r a k öğretisi­

- Hz. S ü l e y m a n ' ı n m ü h ü r ü ,

nin temellerini atıyor.

- Pratik Gül-Haç simgeleri,

İ s p a n y a ' d a da b u l u n a n A l m a n s o y l u s u 150 y a ş ı n d a y k e n , giz­

- AMORC'un abc'si,

li ö r g ü t ü n ü k u r d u k t a n ve etrafına b i r ç o k ö ğ r e n c i y i t o p l a d ı k t a n

- Simgesel sayılar v.b.

sonra, ülkesinde ölüyor. 1604'te mezarını a ç a n bir Gül-Haç için­

K o n u m u z ve k o n u m u z a dahil ettiğimiz kişilerle bağlantılı ola­ rak bizi, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a , ilgilendiren Gül-Haç'ın ç a ğ d a ş k u r u ­ l u ş u ve her b a ş v u r a n a açık öğretisi d e ğ i l s e de y u k a r d a , özet ola­ rak, g ö z d e n g e ç i r d i ğ i m i z iki kaynağın g e n e l l e m e d e yararlı olabile­ ceklerini d ü ş ü n d ü k . A n c a k , eskiye d ö n d ü ğ ü m ü z d e , g ö z ö n ü n d e t u t m a m ı z g e r e k e n bir n o k t a vardır: Fransız araştırmacısı J e a n L o u i s Bernard'ın belirttiği gibi g e r ç e k Gül-Haç'lar ö r g ü t t e n o l a n koruyan,

Alman

kentinde,

ö ğ r e n m e k üzere, bir keşişle birlikte, Kıbrıs'a ve K u d ü s ' e geçiyor.

- Kabala ö ğ r e t i s i n i n planı,

bağımsızlıklarını

yüzyıl

Almanya'nın Cassel

1378'de b u destansal Rosenkreuz, Y u n a n c a y ı v e Latinceyi

- Mısır simgeleri,

oysa

1614'te,

g e r ç e k kimliklerini gizleyenler

v e y a kendilerine (Saint-Germain gibi) d e ğ i ş i k kimlikler u y g u l a y a n ­ lardı. O l d u k ç a karanlık v e g e ç m i ş e d ö n ü k bir o r t a m d a hareket etti­ ğ i m i z d e n bir aydınlığa k a v u ş a b i l m e m i z olanak dışı da kalabilir. Yine de, Gül-Haçlar'ın T ü r k i y e ' d e ve İ s t a n b u l ' d a neler aradıkları­ nı t a h m i n e t m e y e kalkışmadan ö n c e ö r g ü t ü n «geleneksel» tarihi­ ne bir g ö z atalım. Ö r g ü t ü n geleneksel - o y s a bilinen, açıklanan h e r h a n g i eski k a y n a k ve b e l g e d e n yeri o l m a y a n - tarihine g ö r e ilk çıkış Mısır gösteriliyorsa da Gül-Haç'ın ilk izlerine 1597'de rastlıyoruz. O yıl

de gizemli yazıtlar ve altın harflerle yazılmış bir kitabı buluyor. Öyle der ö r g ü t ü n geleneksel tarihi. 16. yüzyıldan b u g ü n e kadar Gül-Haç ö r g ü t ü çeşitli safhalar­ d a n g e ç i y o r , z a m a n z a m a n Protestanların z a m a n z a m a n Katolik­ lerin etkisi altında kalıyor, 1785'te ise A v u s t u r y a ' d a yasaklanıyor. Bazı Batılı araştırmacılarına g ö r e , Gül-Haç ö r g ü t ü Seyyid A b d ü l k a d i r Geylani'nin «Kadirilik» tarikatı ile bazı benzerlikler g ö s ­ termektedir. Yine Batılı olan b a ş k a c a g i z e m tarihçilerinin y o r u m u ­ na bakılırsa Gül-Haç'ın t e m e l i n d e tasavvuf yatmaktadır. «Simyacılara g ö r e haçın anlamı ışıktır» d e r A r k o n Daraul dolayısıyla Gül-Haç'ın anlamı G ü l ' ü n Işığı da olabilir. Şayet bu böyleyse

A b d ü l k a d i r Geylani'yi

izleyen

aydınlatılmışların

Arap

öğretisiyle ilginç bir paralellikleri ortaya çıkabilir. Geylani'nin 12. yüzyılda B a ğ d a t ' t a k u r m u ş o l d u ğ u pratik tasavvuf y o l u n u n adı «Gül'ün Yolu» (Sebil-el-Ward) idi... Fakat Gül-Haçlar'ın 'inisiyasy o n ' t ö r e n l e r i ve b a ş k a c a noktalar

(tinsel

simyanın dışında)

G ü l ' ü n Y o l u ' n u izleyenlerin öğretisi ile pek uymuyor.» Orta

Çağ'ın

Gül-Haçlar'ı A r ş i m e d ' i n

aynaları

ile

uğraşır,

B a c o n ' u n robotları ile ilgilenir, s ö n m e y e n ateş ve s o n s u z devin­ genlikle, aritmetikle, d o ğ a n ı n m ü z i ğ i ve u y u m u ile g e o m e t r i ve kehanetlerle m e ş g u l olurlardı. nin

eklemek istediği İslami bir d ü ş ü n c e n i n p e ş i n d e midir? D o k t o r F a u s t ' u n , bir «astral», b e d e n s i z y o l c u l u ğ u n d a İstan­ b u l ' d a n geçtiğini d a h a ö n c e g ö r d ü k . Benzer bir y o l c u l u ğ u n bir

1622 yılında Paris'in duvarlarına asılan ve Gül-Haç kardeşleri­

başka örneği ise 18. yüzyıl şeyhlerinden M e h m e t K a r a g ö z ' ü n

B ü y ü k Koleji'nin imzasını taşıyan « m a n i f e s t o s u n a ,

y a ş a m ö y k ü s ü n d e karşımıza çıkıyor, bir çeşit D o ğ u l u Batılı «ma-

kısaca

baktığımızda ne g i b i vaatlerle karşılaşıyoruz?

gus», g i z e m c i karşılaştırması olarak.

- Kardeşlerin, yanlışlıklardan ve ö l ü m d e n insanları kurtar­

M e h m e t K a r a g ö z ' d e n söz e d e n bir k a y n a k A r k o n D a r a u l ' u n

m a k amacıyla b u l u n d u k l a r ı ülkelerin dillerini k o n u ş a b i l m e k , aç ve

«Cadılar ve Büyücüler» (VVitches a n d Sorcerers, 1965) adlı kitabı­

susuz k a l m a m a k , y a ş l a n m a m a k , d o ğ a n ı n t ü m gizlerini açıklayan

dır v e b u k a y n a ğ a g ö r e :

kitabın bilgilerinden yararlanmak.

- M e h m e t K a r a g ö z 17. yüzyılda Tataristan'da d ü n y a y a geli­

Ancak, salt m e r a k y ü z ü n d e n Gül-Haçlar'la t e m a s e t m e k iste­

yor, babası bir samandır. T ü r k ç e k o n u ş a n g e n ç M e h m e t , Buha-

yenler onları hiçbir z a m a n g ö r e m e y e c e k l e r d i r . B u n a karşın kar­

ra'da, S e m e r k a n t ' t a , K a ş g a r ' d a b u l u n u y o r , bir bilginin b e n i m s e ­

d e ş l i ğ e üye olanlar verilen sözlerin nasıl yerine getirildiğini g ö r e ­

yebileceği, b a ğ l a n a b i l e c e ğ i bir ö ğ r e t i n i n arayışı içindedir. Yıllarca

ceklerdir.

D o ğ u ' y u gezer Karagöz, sayısız bilginler, bilgeler ve gizemciler

Gizemin araştırmacıları ve tarihçileri, özellikle Batı'da, Haçlı Seferlerinden ve T a p ı n a k Şövalyeleri ile Batini H a s a n S a b b a h ara­ sındaki ilişkilerden b a ş l a m a k üzere,

İslami öğretilerinin,

İslam

ile tanışır, H i n d i s t a n ' a kadar uzanır fakat aradığını b u l m a z , özellik­ le H i n d i s t a n ' d a sergilenen oyunlara k a n m a z . 1760'lardan

sonra

Karagöz

mekân

olarak

Arnavutluk'u

gizemciliğinin Batı'daki örgütleri, kuramları ne denli etkilediklerini

seçer, o r a y a yerleşir ve o r a d a bir h e k i m , bir bilge olarak ünlenir,

araştırdılar ve araştırıyorlar. Siyasal p l a t f o r m d a ve inançsal u y g u ­

etrafına ö ğ r e n c i l e r toplar.

l a m a d a sanki karşı karşıya gelip çatışan M ü s l ü m a n D o ğ u ile Hıris­

M e h m e t K a r a g ö z ' ü n İstanbul'a b e d e n e n gelip g e l m e d i ğ i n i

tiyan Batı ortak noktalarını her iki tarafın «mistik» (tasavvufçu) çiz­

açıklamıyor yazar-araştırmacı Daraul fakat ilginç bir olayı nakledi­

g i s i n d e buluyor. Fransız Rene Alleau'nun vurguladığı gibi, işin

yor: Karagöz'le g ö r ü ş m e k isteyen Sultan (Sultan'ın adı verilmi­

ö z ü tarihsel olaylarda veya yazılı kaynaklarda d e ğ i l de «mistik» gizemciliğinin, ö r g ü t s e l ve gizli gizemciliğinin, tinsel yaşamını kut­ sal bir g e l e n e ğ e b a ğ l a r k e n , kullandığı simgelerde, s t r ü k t ü r l e r d e ve a y i n şekillerindedir.

y o r oysa, b ü y ü k bir olasılıkla, 3. M u s t a f a olabilir) o n a bir elçi g ö n ­ deriyor. Karagöz ise, k o n u y u elçi ile k o n u ş m a k t a n s a , üç saat b o y u n c a odasına çekiliyor ve çıktığında elçiye «Sorun halledildi, sultanla şahsen g ö r ü ş t ü m » der.

Bu b a ğ l a m d a , ilk Gül-Haç ö r g ü t ü n ü Kadirilik etkilemiş o l a b i ­

Şaşkınlığa kapılan İstanbul'a d ö n d ü ğ ü n d e ve sultana Meh­

lir, Gurdjieff t a s a v v u f u n ağırlığını hissetmiş olabilir ve paralellikler

met K a r a g ö z ' ü n bir sahtekâr o l d u ğ u n u s ö y l e m e y e hazırlandığın­

aradığımızda, «mistik» ya da evrenbilimsel g i z e m c i d ü ş ü n c e s i n ­

d a padişah kendisine Karagöz'le y ü z y ü z e k o n u ş t u ğ u n u bildirir.

d e , İhvanu's-Safa o k u l u n u n Risaleler'ine kadar varabiliriz en azın­ d a n konusal olarak.

Kesin bir yanıt v e r m e k olanaksız ise de g ö z d e n g e ç i r d i ğ i m i z örneklerin bazıları (Gurdjieff, S e b o t t e n d o r f ) ve dış davranışları,

Fa'kat, s o r u m u z a d ö n e r e k ,

İstanbul'a gelen,

İstanbul'dan

«dünyasal» faaliyetleri ne olursa o l s u n , Gül-Haç ü ç l ü s ü ( S a i n t -

g e ç e n her Batılı g i z e m c i (ister «üstat», ister araştırmacı), G ü l -

G e r m a i n , C a g l i o s t r o , Casanova)

H a ç olsun y a d a T h e o s o p h e olsun, eksikliğini d u y d u ğ u , bilgisine

öyle olması gerekiyor.

-

148 —

ile simyacılardan Flamel için

— 149 —

Ya diğerleri, ya «Theosophie»nin k u r u c u s u M a d a m e Blavatsky? İlginçtir ki, D o ğ u ve U z a k d o ğ u gizemleri ile ç o k y a k ı n d a n ilgilenen, Hint ve Budist öğretilerinin etkisi altında kalmış o l a n Helena Petrovna bir «İslam Bilinci» ne varmış gibi g ö r ü n m ü y o r . Tanrıbilgelik öğretisinin açıklandığı «Tanrıbilgeliğin Anahtarı» (La Clef de la T h e o s o p h i e , Paris baskısı 1895) adlı çalışmasında Bla-

SEKIZINCI BÖLÜM

vatsky, k ö k e n ve kaynaklarından söz ettiğinden, N e o - E f l a t u n c u A m m o n i u s S a c c a s ' ı , B u d i z m ' i , Hintlilerin Vedantalarını, B a b i l ' d e ki Hahamları, Fitagoras ve K o n f i ç y ü s ' ü , Plotinus ve İsa'yı, Kutsal

İSTANBUL BÜYÜLERİ

Kitabı ve Kabala'yı sayıyorsa da İslama ait hiçbir kaynağı dahil etmiyor. Blavatsky'nin k u r d u ğ u felsefi-inançsal akımının b a ş u c u kitaplarından sayılan Fransız E d o u a r d S c h u r e ' n i n «Büyük İnisiyeler» (Les G r a n d s İnities, 1926) ise Krişna, Rama, Musa, Eflatun, Phytagoras, O r p h e u s , H e r m e s ve İsa'yı içermekle yetiniyor (o kadar ki T ü r k ç e y e ç e v r i l d i ğ i n d e Hazreti M u h a m m e d s o n r a d a n etkilenmiştir). Gizemci, g i z e m k u r u c u s u v e g i z e m araştırmacısı m a l z e m e s i ­ ni dilediği ve k e n d i d ü ş ü n c e s i n e en yakın g ö r d ü ğ ü k a y n a k t a n alır. Bu ö z g ü r bir y ö n t e m d i r , k e n d i gizini içinde taşıyan bir y ö n ­

Bir kentin g i z e m s e l , sihirli p a n o r a m a s ı n ı ç i z m e y e kalktığımız­ d a v e gizli diye bilinen - o y s a o r t a d a açık açık p a z a r l a n a n - bilim ve sanatlarına d e ğ i n d i ğ i m i z d e «büyü»den ve «büyüler»den de söz e t m e m i z g e r e k i y o r ç ü n k ü «büyü» g i z e m i n kaçınılmaz ve ayrıl­ m a z bir parçasıdır. Ve sihirle u ğ r a ş a n sihirbazın, «maji»yi uygula­ y a n «magus»un alanıdır. Niyetleri, nedenleri ve s o n u ç l a r ı ne olur­ sa olsun. İyi de nedir bu «büyü»? «İyi veya k ö t ü bir s o n u ç a l m a k için tabiat öğelerini, yasaları­

t e m . Kimi belirli bir g e l e n e ğ e bağlı kalır (Mısır, Eski Ahit, B u d a '

nı etkilemek ve olayların o l a ğ a n d ü z e n l e r i n i d e ğ i ş t i r m e k için girişi­

nin yazıtları, Yeni Ahit v.b.) kimi d e , d a h a d o ğ r u bir y o l u seçerek,

len işlemlerin t o p u n a b i r d e n büyü diyoruz,» diye açıklıyor Pertev

Yahudi-Hıristiyan

inceler,

Naili Boratav. «Bu anlamı ile kelimenin kavramı g e n i ş l e m i ş olu­

yorumlar, etkisini hisseder. Tıpkı cetvelini t u t m a y a çalıştığımız

çizgisi

ile

yetinmeyerek

İslamı

da

yor; d e y i m Fransızcadaki magie kelimesinin bilim d i l i n d e k i kulla­

ç o ğ u istanbul ziyaretçilerinin yaptıkları gibi.

nılışını karşılıyor. Halk dilindeki büyü d a h a d a r bir a l a n d a kalan işlemler için kullanılır. Bir kimseyi s e v d i ğ i n d e n s o ğ u t m a k , d ü ş m a ­ nını hasta d ü ş ü r m e k v e y a ö l d ü r m e k için yapılan ' k ö t ü b ü y ü ' , bir kişide karısına karşı sevgi u y a n d ı r m a k ya da evine bağlılık sağla­ m a k için yapılan ' o l u m l u ' b ü y ü ( m u h a b b e t tılsımı) gibi.» Ç a ğ d a ş g i z e m araştırmacılarımızdan kimisi maji ile b ü y ü ara­ sında kesin bir ayırım ve d e ğ e r l e n d i r m e d e n yanadır. K o n u n u n uzmanlarından K e m a l M e n e m e n c i o ğ l u , örneğin, ayırımı bu şekil­ d e açıklamaktadır: «Büyü ile maji aynı şey değildir. Tek ortak noktaları, ikisinin — 151 —

de geleneksel k a y n a k t a n g e l m e s i . M a j i d e esas, bilinçli d a v r a n ­ maktır. Bu bilinç, ç e v r e d e k i kanunları iyi b i l m e y e ve ruhsal t e k â ­ m ü l ü ö n e a l m a y a dayanır. B ü y ü c ü k l ü k t e ise alt seviyede varlıkla­ rı kullanarak, m e n f a a t e y ö n e l i k işler yapmaktır. Fizikötesi aracılı­ ğıyla yapılan g a y r i m e ş r u işlemlerin ç o ğ u ağır bir bedel karşılığı

g ö r e , b ü y ü y a p m a k , tanrının işine karışmak, o n u n buyruklarının y o l u n u d e ğ i ş t i r m e y e çalışmak demektir. B u n d a n d o l a y ı b ü y ü y a p ­ mak, din bakımından s u ç işlemektir. B u n d a n d ı r İslam dinini ç o k iyi bilenlerin b ü y ü d e n kaçışı, b ü y ü yapıp yaptırmayışı.»

ile yapıldığı ve b ü y ü c ü n ü n korunmasız o l d u ğ u bir a n d a e g e m e n

Eski

o l m a y a çalıştığı varlıkların geri t e p e c e ğ i söylenir. Bu t i p u ğ r a ş t a

yasaklamakta,

olanların feci sonlarını z a m a n z a m a n d u y u y o r u z . » Böyle bir y o r u m a g ö r e «maji» üstün bir uğraşıdır (ki, k u ş k u ­ suz, öyledir), «büyü» ise ilkel, halk tipi ve tehlikelidir. T e m e l d e bir y o r u m v e k a v r a m karışıklığı o l u ş u y o r s a d a b u , kanımızca, T ü r k ç e de kullandığımız bazı karşılıklardan kaynaklanıyor. Ö r n e ğ i n : «Ka­ ra Büyü» veya «Ak Büyü» d e d i ğ i m i z d e b u n u n İngilizce ve Fransız­ ca karşılığı «Black M a g i c - M a g i e Noire» ile «VVhite M a g i c Magie Blanche» o l u y o r ki, b u r a d a , «maji»yi - b u b a ğ l a m i ç i n d e «büyü» diye çeviriyoruz. Yine İngilizce ve Fransızca dillerinde kul­ lanılan, «magus» ile basit ya da «kötü niyetli» b ü y ü c ü y ü ayırt e t m e y e y a r a y a n , s ö z c ü k l e r varolmaktadır «Sorcery - S o r c e l l e rie», «Sorcerer - Sorcier (veya VVarlock)», «Witch - Sorciere» gibi. Ayırım, b ö y l e c e , ilk baştan kullanılan s ö z c ü k t e n ve o n a b a ğ ­ lanılan a n l a m d a n çıkıyor. Bir «kademe» s ö z k o n u s u o l d u ğ u n d a n da üst k a d e m e d e «magus»u, «maji» sihir ile u ğ r a ş a n sihirbazı, bir sonraki k a d e m e d e ise «Sorcerer»ı, b ü y ü c ü y ü b u l m u ş oluruz. Sihirle u ğ r a ş a n sihirbaz hiç k u ş k u s u z ki, büyüsel işlemlerle de uğraşacaktır, kuramların, öğretilerin uygulamasına g e ç e c e k t i r ve basit ve ilkel o l a n d a n en karmaşık ve tinsel olana dek. Ve b u n ­ d a , genelde, ahlaksal ayırım ve d e ğ e r l e n d i r m e l e r g ö z e t m e k s i z i n ç ü n k ü , bilindiği gibi, s u ç a r a ç t a aranılmaz kullananda aranılır. Sihirde b ü y ü de öyledir, tarafsız bir sanat ve bir tekniktir, ö y l e olması gerekiyor v e kullanım alanına g ö r e o l u m l u veya o l u m s u z olur, sayılır. «Çoktanrıcı d i n l e r d e o l d u ğ u gibi, tektanrıcı dinlerde d e b ü y ü ­ n ü n varlığına, etkisine inanılır.» der ismet Zeki E y u b o ğ l u . «İslam dini, b ü y ü c ü , b ü y ü c ü l ü ğ ü s u ç sayar, yasaklar. İslam anlayışına

Ahit'te,

P e y g a m b e r l e r Tarihi'nde

Musa

da

büyüyü

b ü y ü c ü l e r e karşı savaş a ç m a k t a d ı r a n c a k aynı

Musa, Mısır'dayken, sihirbaz ve b ü y ü c ü Firavun'la karşı karşıya geldiğinde m ü c a d e l e s i n d e «mucizeler» yaratıyor. Birinin yaptığı «büyü» diğerinin yaptığı ise «mucize»dir, öyle sayılıp değerlendiril­ mektedir, «nüans» farkları ile. İnsanoğlu yasak olana karşı eğilimlidir, en azından bir karşı k o y m a eylemi olarak. Cahil insan, kendi d i n i n i n buyruklarını bil­ m e y e n insan ise büyüsel işlemlere b a ş v u r m a y a ve bunlara u m u t b a ğ l a m a y a d a h a da eğilimlidir, özellikle buhranlı, olaylı, sıkışık d ö n e m l e r i n d e ve aklına herhangi başka bir ç a r e g e l m e d i ğ i n d e . B u r a d a «İstanbul büyüleri» d e d i ğ i m i z d e ve bu «büyü» k o n u ­ s u n u d a h a kapsamlı «gizemler» k o n u s u n a dahil ettiğimizde a m a ­ cımız nedir, ne olabilir? İstanbul'a t ü m d e n ö z g ü büyüsel işlemler­ d e n , b ü y ü d e bir İstanbul g e l e n e ğ i n d e n söz e d e b i l m e m i z olası mı? Baştan belirtelim ki, geniş a n l a m d a , bir İstanbul g e l e n e ğ i n ­ d e n söz e d e b i l m e m i z pek olası değildir ç ü n k ü , bir g e n e l l e m e y e gittiğimizde, büyüsel inanışın, büyüsel işlemin katıksızca b ö l g e ­ sel olabiliyorsa da salt kentsel olabilmesi z o r d u r . Kentsel olabil­ mesinin, ö y l e sayılabilmesinin t e k olasılığı belirli bir kentin h u d u t ­ ları içinde yer alması, o kentte bu tür işlem ve u y g u l a m a l a r d a bulunanlar tarafından yine aynı kentte olan başkalarına veya baş­ kalarının isteği üzere yapılmasıdır. Kaldı ki, bir insan, töre, inanış ve inanç m o z a i k i n d e n oluşan İstanbul gibi bir k o c a m a n kentte kesin ayırımlar her z a m a n yanıltıcı ve sakıncalı olabilir. Bu y ü z d e n d i r ki, amacımız İstanbul gibi bir kentin içinde hal­ ka d ö n ü k , halkın «tüketimi» ne s u n u l a n büyüsel inanış ve uygula­ malara d e ğ i n m e k t i r , bunların k a y n a k ve örneklerini, benzerlerini araştırdığımızda

yeniden

kent dışı

— 153 —

yollara

düşmek

pahasına.

H e m halka d ö n ü k b ü y ü s e l işlemler d e d i ğ i m i z d e hiç u n u t m a m a l ı ­

-

Fatih

yız ki, bunların meraklı tüketicisi ve izleyicisi salt halk değildir,

-

Eyüp

bilinçli sayılan bir «mutlu azınlık» d a , ister «eğlenmek,» ister «ay­

-

Gaziosmanpaşa

dınlanmak» için bu t ü r sanat ve bilimlere başvurmaktadır.

-

Küçükköy

- Zeytinburnu

Gizemli ve k i m i n e g ö r e büyüleyici kent İstanbul'da, yasal olarak suç, dinsel o l a r a k g ü n a h olsa d a o l m a s a d a , büyüsel

-

Haznedar

işlemlerin yapılması - d ü n y a n ı n h e r h a n g i başka u y g a r kentlerin­

-

Bakırköy

d e o l d u ğ u g i b i - o l a ğ a n , d o ğ a l v e hatta hatta gelenekseldir.

-

Okmeydanı

İstanbul

basınında

«büyücü»

ilanlarına

rastlanılmaz,

suça

- Şişli

kanıt teşkil e d e c e ğ i n d e n . A m a y a b a n c ı basının g i z e m konularına

- Mecidiyeköy

yönelik yayınlarında neler neler çıkmaz karşımızda!

-

Feriköy

Ö r n e ğ i n , istanbul (evet) Sihirbazı Zanetti, m a n y e t i z m a c ı , giz­

-

Küçükçekmece

li bilimler uzmanı, k ö t ü telkinlere karşı tılsım ustası ( M i l a n o ) ; t ü m

-

Sarıyer

çağların e n eski v e g ü ç l ü tılsımı olan A d a m o t u n a ( m a n d r a g o r e )

-

Çengelköy

sahip M a ı t h a t ü m d u y g u s a l , e k o n o m i k v e sağlık sorunlarınıza ç a r e bulur (Milano); cadılar atölyesi (Folkestone, İngiltere); pra­ tik ve dışrek büyüler ( D u r h a m , İngiltere); b ü y ü c ü l ü k l e başarıya

v.b. İstanbul'un b ü y ü c ü l ü k tarihine, büyüsel g e ç m i ş i n e bir g ö z attığımızda bir dizi uzmanlarla karşılaşırız: cin ve perilere söz geçirebilen K a r a g ü m r ü k l ü Ejder Baba, evde kalmış kızlara kıs­ met bulan Kasımpaşalı Sülüklü Ali, şifacı Eyüplü Yamalı Nuri ya da ç o c u k l u ğ u n d a periler tarafından kaçırıldığı söylenilen B e y k o z lu Köse H o c a gibi. Artı Osmanlı tarihinde k e n d i n e bir sayfa ayı­ ran ünlü Cinci H o c a . Profesyonel b ü y ü c ü , niyeti ne olursa olsun, h a n g i y ö n t e m l e ­ ri kullanırsa kullansın, ne gibi bir etiketi yapıştırırsa yapıştırsın

Kanlıca Kartal

- Yakacık

e r i ş m e k (Nijerya); Kelt b ü y ü c ü l ü ğ ü ( H a m p s h i r e , İngiltere); kara b ü y ü , tılsım, ak b ü y ü uzmanı Gabrielle v a n Zyl (Leeds, İngiltere)

-

- Tuzla gibi semtlerde, yaklaşık olarak, 300-400 kadar «üfürükçü» barınırdı,

Fatma

Bacı'dan

Fatih H o c a ' y a v.b.,

Ünzile

Bacı'ya,

Abdurrahman

kimi şifacı olarak bilinen,

Hoca'dan

kimi muskalar

yazan. B ü y ü , üfürükçülük, muska, tılsım d e ğ i ş i k gibi g ö r ü n e n u y g u ­ lamalar ise de temelleri aynıdır, gizli bilimlerin ve sanatların - n i ­ yetleri d e ğ i ş i k d e o l s a - kapsamına girerler, çareler gibi sunulur ve çareler gibi benimsenir. «Bir inancın dışa v u r u ş u , uygulanışıdır büyü,» d e r İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Bu y ü z d e n , o k u m a k l a , eğitimle bağlantılıdır.

Bilgi

k e n d i n e «afişe» o l m a k t a n çekinir, başını her tür b e l a d a n kurtul­

b a k ı m ı n d a n a y d ı n l a n m a düzeyi ne d e n l i y ü k s e k olursa, o ö l ç ü d e

m a k ve takibata u ğ r a m a m a k için. A n c a k b ü y ü n ü n , gizli bilim ve

b a ş k a l a ş m a , u y g u l a m a değişikliği g ö r ü l ü r büyülerde.» Ve Eyu-

sanatların o l u m l u s u (ak) nerede başlar, o l u m s u z u (kara) nerede

b o ğ l u ' y a g ö r e : «İstanbul'un varlıklı yörelerinde, Şişli, Nişantaşı,

biter?

M a ç k a k e s i m l e r i n d e b ü y ü pek g ö r ü l m e z . »

«Bilinmeyen» ansiklopedisine g ö r e 80'li yılların başında İstan­ bul'da:

A n c a k 70'li yılların ortalarında ifade edilen bu s o n g'örüşün p e k g e ç e r l i o l d u ğ u söylenemez. Kaldı ki, o d ö n e m için de geçerli

— 155 —

d e ğ i l d i ç ü n k ü , saydığı kesimlerde, «büyücü» sayısı azınlıkta idiy­ se de «büyü» meraklısı, g i z e m meraklısı,

«metafizik» meraklısı

«Büyü

Patlamasını,

«Kadınca» dergisi

için araştıran

Oya

Özdilek-Candan A s l a n b a y ikilisinin ifadesi ile:

kişilerin - i s t e r varlıklı, ister orta sınıf- sayısının az o l d u ğ u pek

«Kaşıklar birbirine ters bağlanıyor, m u m d a n insan suretleri

d ü ş ü n ü l e m e z . Bu işler, ilkin, fal merakı ile başlar sonra dallanır,

çıkarılıyor, s a b u n l a r a iğneler batırılıyor, çeşitli otlar kaynatılıyor,

budaklanır ve g e r e k t i ğ i n d e , b a ş k a «yasak» y ö n l e r e kayar. Ç a ğ d a ş insanın iç çatışmaları, inançsal eksiklikleri kişiyi e n i n ­ de s o n u n d a bilinmeyene, gizli ve giderek y a s a k olana iter, ister

muskalar yazdırılıyor, mezarlıklar dolaşılıyor... B ü y ü c ü l e r ruhlar­ la, cinlerle irtibatta olduklarını söylüyorlar.» Ya bu p a t l a m a n ı n nedeni?

inansın, ister inanmasın. Üstelik kültür d ü z e y i n e pek b a k m a k s ı ­

«... e k o n o m i k sorunlar, d e ğ e r yargılarının d e ğ i ş m e s i , sevgi­

zın. Kişiyi «üstün» veya «ilkel» metafiziğe, d o ğ a ötesine iten salt

sizlik, güvensizlik ve s o n u ç t a insanların kendilerini çaresiz hisse­

bilgisizlik, y a ş a m koşulları, çaresizlik, güvensizlik ya da töreler,

d e r e k d o ğ a ü s t ü y a d a b i l i n m e y e n güçlere sığınmaları.»

tabular ve inanışlar, batıl inanışlar değildir: hırsları, ihtirasları, d u y ­ guları, d u y g u s u z l u k l a r ı ve tatminsizlikleri de k a t m a m ı z gerekiyor.

Ve bu d u r u m d a her şey «büyü» oluyor, her u y g u l a m a ve «ic­ raat» büyüsel, gizemlerle u ğ r a ş a n her kişi bir «büyücü.»

B ö y l e c e her çeşit gizemin, ister s o y l u , ister s o y s u z her z a m a n

Batı'daki, hatta U z a k d o ğ u ' d a k i g e l m i ş g e ç m i ş ö r n e k l e r e bak­

bir alıcısı v a r o l u y o r , a m a meraklı a m a d e n e y i m c i a m a ne olur ne

tığımızda hiç ş a ş m a m a k gerekiyor, aksine d u r u m u o l a ğ a n v e

olmazcı.

d o ğ a l ve de ilginç kabul ederek.

.

uygarlığı

Gizem evrensel ise ve belirli d ö n e m l e r d e , t o p l u m s a l - e k o n o -

b e n i m s e m e k , nimetlerinden y a r a r l a n m a k bile, bir n o k t a d a n s o n ­

mik b u h r a n l a r d a patlıyorsa ülkemizdeki, k e n t i m i z d e k i belirtileri,

Tümden

çağdaşlaşmak,

teknolojik,

us'sal

bir

ra yeterli o l m u y o r ve bilinmeyenlerin kapısına v u r m a y a başlıyo­ ruz. «Evet, mistik insanlarız, bilim y ö n e t m i y o r bizi ya da y ö n e t m e ­ ye yetmiyor, gizemli güçlere sığınmak z o r u n d a kalıyoruz. B u n u n ­ la övünenler b ü y ü k bir ç o ğ u n l u k oluştururlar.» d e r Melih C e v d e t Anday. B ü y ü c ü l ü ğ ü n ve b ü y ü n ü n ne ülkesi vardır,

ne de kıtası;

uygulamaları, amaçları, formülleri, reçeteleri ve «renkli» m a l z e m e ­ si ile t ü m d e n evrenseldir. Tarihi i n s a n o ğ l u n u n tarihi kadar eski­ dir, belki de d a h a da eski. D ü n y a tarihinde, uygarlık tarihinde her z a m a n bir yerdedir, ister arka planda, ister ön planda. Bir «bilin­ m e y e n kaçınılmaz»dır adeta ve z a m a n olur ki

- metafiziksel bir

yansımaları bu ışığın altında değerlendirilmeli. A n a d o l u insanı, kültürden kültüre, b ü y ü meraklısıdır, b ü y ü süz bir yaşamı n e r d e y s e d ü ş ü n e m e z . İslam ve İslam öncesi Ana­ d o l u bir b a ş k a büyüler ortamıdır, her k a y n a k t a n gelip yerleşen, değişen, k a y n a ş a n inanışlarla. S o n r a bir g e ç i ş y o l u olan A n a d o ­ lu'dan

-ve

de

Trakya'dan-

büyü

gelir

istanbul'a

yerleşir,

Bizans'a yerleştiği gibi. Yerleştiğinde de dağılır, kırsal alandan geleni aşar k e n t soylulara g i d e r e k «seçkin» d i y e bilinen kesite varır. B u n d a belki d e , ilk başta, en ç o k şaşıran kentin kenar mahal­ lesinde «icraatını» s ü r d ü r e n b ü y ü c ü ya da falcıdır, yeni, alışık olmadığı «düzeyli» bir müşteri ile karşılaştığında. Şaşkınlık - v a r ­ s a böyle bir o l a y - geçicidir ç ü n k ü profesyonel v e d e n e y i m l i bakı­

furya h a l i n d e - y e n i d e n dirilip g ü n d e m d e k e n d i n e bir yer edinir.

cı ö n e m l i olanın karşısına g e ç i p m e d e t b e k l e y e n i n g ö r ü n ü ş ü

Orta Ç a ğ ' d a ö y l e o l d u , 18. yüzyılda, 19. yüzyılın ikinci yarısında,

değil de içi o l d u ğ u n u bilir. Başı ö r t ü l ü olsun ya da en s o n m o d a

60'lı ve 70'li yılların Batılı ülkelerinde ve 80'li, 90'lı yılların Türki­

markalı bir «jeans» giymiş o l s u n t e m e l d e p e k bir fark y o k t u r ve

ye'sinde.

bu y ü z d e n d i r ki, bakıcı b ü y ü c ü tekniğinde, m a l z e m e s i n d e hatta — 157 —

bilgisinde bir değişiklik y a p m a k z o r u n d a olmuyor. Bir kaçınılmaz

aşklar y a ş a y a b i l m e k için de Kara B ü y ü y e b a ş v u r u l u r ya da kırsal

n o k t a d a d ü z e y l e r birleşiyor ve tanımlandığında «ilkel» o l a n «otan­

bölgelerde, k o m ş u n u n haşatını b o z m a k , hayvanlarını ö l d ü r t m e k ,

tik» oluyor, «otantik» o l u n c a da sanki bir başka g ö r ü n ü m kazanı­

yangın ç ı k a r m a k için.

yor.

Büyüsel işlemlerin bir yanı yarar-zarar ikilemi ü z e r i n d e k u r u l ­ D ö n e m b ö y l e c e bakıcıyı, b ü y ü c ü y ü yüceltilmiş oluyor, sanki

o n s u z o l a m ı y o r m u ş g i b i , e n s o n çare veya tek ç a r e o y m u ş gibi,

d u ğ u gibi bir başka yanıysa, m u s k a , tılsım, b o n c u k g i b i araçları kullanarak, k o r u m a y a , bir çeşit metafizik g a r a n t i y e yöneliktir.

sanki bir b ü y ü d e n hayır gelecekse b u n u n hayırı salt bir kişiden

İstanbul'da kullanılan, kullanılmış olan, çeşitli k a y n a k l a r d a n

( ç o k k o n u ş u l a n , ç o k müşterisi olan, m e d y a l a r d a k e n d i n e bir yer

edinilen, kimi A n a d o l u kökenli, kimi T r a k y a çıkışlı kimi de - A n a ­

edinmiş, z a m a n l a yazarlığa bile soyunan) g e l e c e k m i ş g i b i .

dolu yoluyla-

D ü ş ü n c e şekli ve u y g u l a m a büyüsel inanışları ç a ğ d a ş l a ş ­

O r t a d o ğ u ' d a n veya U z a k d o ğ u ' d a n g e l m e bazı

b ü y ü f o r m ü l ve tekniklerine bir g ö z a t m a k , bunları Batı kaynaklı

m a k t a n v e y ü c e l t m e k t e n ç o k başvuranları - a m a farkına varsın­

olarak gösterilen (ancak ortak bir geleneksel bilgiden çıkan) b e n ­

lar, a m a v a r m a s ı n l a r - O r t a Çağ'lara yanaşır bir karanlığa itiyor.

zerleri ile karşılaştırmak ç i z m e y i amaçladığımız bu kentsel g i z e m

S o r u n , s o n u ç t a , bir ilim-bilim-sanat değildir; bu ilim-bilim-sa-

panoramasına, kanımızca ilginç bir m a l z e m e katacaktır. Ve mal­

natın, b u «bilinmeyen» o y s a kullanılanın t u t t u ğ u yol v e g ö r d ü ğ ü

z e m e d e r k e n ilk ö n c e b ü y ü l e r d e kullanılan, kullanıldığı s ö y l e n e n

«ilkel» ilgidir.

enva-i çeşit malzemelere bakalım.

Ak B ü y ü , o l u m l u b ü y ü , amacı «iyi» olan b ü y ü ne için yapılır?

B ü y ü y a p m a k için neler kullanılmıyor ki? E k m e k kullanılır,

Çeşitleri a d e t a sayısızdır; ailesinden k o p a n erkekleri ya da

biber kullanılır, ü z ü m kullanılır; saç, tırnak, giysi, özel eşyalar;

kadınları d o ğ r u y o l a g e t i r m e k için; sevgi kazanmak için; uzakta

kan, t ü k ü r ü k , idrar, dışkı, m e n i ; otlar, bitkiler, a ğ a ç kabukları ve

olan birinin d ö n ü ş ü n ü hızlandırmak için; m u r a d için; k ö t ü , kara

her renkten (kara, kızıl, sarı) t o p r a k ; k u r ş u n , m u m , kil; çöpler,

bir b ü y ü y ü b o z m a k için v.b.

süprüntüler; p a m u k , bez parçaları, iplik; üflenmiş, o k u n m u ş s u ;

Bunlardaki niyet «iyi»dir, öyle g ö r ü n ü r , öyle gösterilir ancak,

heykelcikler, bebekler, resimler; kesici aletler; kuşlar, kediler,

s o n u ç t a , u y g u l a n a n işlem d a i m a bir zorlamadır, bir kişinin b a ş k a

köpekler,

bir kişiye yönelik duygularını baskı altında tutmak, zor kullanarak

kafatasları ve kemikler, mezar ve mezarlıklardan alınan t o p r a k ;

yönlendirmektir. V e biri için o l u m l u g ö r ü n e n d u r u m , b ü y ü n ü n

değerli taşlar; a d a m o t u ( m a n d r a g o r e ) ; kilitler ve anahtarlar ve

hedefi olan, başka birinin açısından o l u m s u z hale gelebilir, getiri­

çiviler; t a v ş a n derisi; y u m u r t a l a r ve m u m l a r ; şişeler, b o n c u k l a r ,

lebilir b ü y ü «tuttuğunda.»

horozlar, tavuklar,

kurbağalar,

b ö c e k l e r ve yılanlar;

musluklar, kapılar ve kapaklar; makaslar ve maşalar, t a b a n c a l a r

Kara B ü y ü n ü n , o l u m s u z ve «kötü» b ü y ü n ü n çeşitleri de bir o kadar - h a t t a d a h a ç o k ç e ş i t l i d i r - ç ü n k ü Kara B ü y ü n ü n a m a c ı d u y g u s a l değil d e m a d d i d i r , t ü m d e n dünyasaldır, hırslara, arzula­

ve tüfekler; nallar; pirinç, helva ve m u ş m u l a ; salyangoz k a b u ğ u ve d o m u z derisi ve d o m u z kılı ve d a h a neler neler. Londra,

Paris,

N e w York ve Los A n g e l e s gibi kentlerde

ra, içimizdeki kara g ü ç l e r e , isteklere bağlıdır. Kara B ü y ü , ö r n e ­

o l m u ş olsaydık y u k a r d a saydığımız (ve saymadığımız)

ğin, bir kimseyi k o n u ş a m a z hale getirmek, dilini b a ğ l a m a k için

malzemeleri e d i n e b i l m e k için yapacağımız t e k şey bu tür «malla­

yapılır; birinin erkekliğini bağlamak, bir d ü ş m a n ı zararsız hale sor­

rı» satan u z m a n bir d ü k k â n a b a ş v u r m a k ya da - k r e d i kartımızı

mak, o r t a d a n kaldırmak, birinden intikam almak, itibarını sars­

da kullanarak-

mak, z e d e l e m e k için yapılır. Haksız kazançlar e d i n m e k , yasak

geniş, ç o k d a h a geniş bir çeşitten dilediğimizi seçerek.

— 158 —

büyüsel

posta servisinden y a r a r l a n m a k o l u r d u . Üstelik

— 159 —

Ö r n e ğ i n , otlar v e bitkiler ( a k a s y a d a n kaktüse v e b i b e r d e n m a y d a n o z a ) , reçineler, kokular (amber, y a s e m i n , m a n o l y a , gül v . b . ) , boyalar, sular (gül suyu, portakal ç i ç e ğ i s u y u ) , yağlar (ha­ vuz, sarmısak, lavanta, l i m o n , zeytin, kara biber, ç a m yağları), t ü t s ü l e r ( c ü c e l e r i n , peri kızlarının, s e m e n d e r e l e r i n , d e n i z kızları­ nın, ruhların t ü t s ü l e r i ) , mumlar, heykelcikler ve benzerleri. Büyü

örnekleri

konusunda

nereden

başlanır

ve

Dil

bağlamak

için

Hiç kullanılmamış bir a s m a kilit üzerine, y e d i kere üç ihlâs, bir fatihadan s o n r a , 'Ey Y ü c e Tanrı... G ö r g ü l , ya S u b h â n yalıgagil, ya R a h m a n Elhamdülillah ile b a ğ l a d ı m , Külhüvallâhi ile kilitle­ d i m . . . Binbir adlı Allah, m e d e t ya ilâhi, b i n d e r d e kilit v u r d u m , p e r k i t t i m ; M u h a m m e d ü l Mustafa'nın m ü h r i n üzerine u r d u m ' d i y e

nereye

o k u y a . Bir ağır t a ş altına k o y u p bastıra... (Yesarı).

k a d a r gidilir? Kaldı ki, bu konulara meraklı olanlar ve bu konuları izleyenler bilir, b ü y ü örneklerini v e r e n kitaplar, derlemeler, folklo­ rik araştırmalar p i y a s a d a sanıldığı k a d a r az değiller. Sorun

burada,

o k u r a bir b ü y ü y a p m a olanağını t a n ı m a k

Güveyi

bağlamak

için

Bir irice çiviye g ü v e y i n adı y e d i d e f a o k u n a r a k üflenecek,

büyü»

çivi tahtaya, a ğ a c a v e y a h u t d a bir k u r u k ü t ü ğ e mıhlanacak, mıh­

k o n u s u n a ö r n e k l e r g e t i r m e k , s o n r a d a n bazı temel karşılaştırmala­

lanırken Ya Settar (üç kere), Ya C e b b a r (üç kere) ismi şerifleri

ra g i t m e k d e r k e n bir y o r u m a varmaktır, uzmanların g ö r ü ş l e r i n e

tekrarlandıktan s o n r a şu d u a o k u n a c a k : Ya Hafız, bu çivi mıhlan­

d e gerekli yeri ayırarak.

dığı y e r d e o l d u k ç a b e n falancayı b a ğ l a m ı ş o l u y o r u m , dizindeki

değildir,

hiç k u ş k u s u z .

Sorun ve a m a ç « b ü y ü c ü l ü k ve

En iyisi ö r n e k l e r e ve tekniklere g e ç e l i m , çeşitli kaynaklara başvurarak ( E y u b o ğ l u , Boratav, Yesari ve başkaları). Çalışmamıza bir m u h a b b e t b ü y ü s ü ile başlayalım: «Üç arnavut b i b e r i alınır. Her biberin içindeki t o h u m l a r ı n her

d e r m a n ı , g ö n l ü n d e k i muradı k a b z e d i y o r u m . Y a Kahhar, h i m m e t eyle, k e r e m eyle, y a r d ı m eyle. Çiviyi mıhlarken kullanılan alet, g ü v e y i n bağlı o l d u ğ u m ü d ­ d e t ç e hiçbir şekilde kullanılmayacak (A. Yesarı).

birine T e b b e t Suresi o k u n u p üflenir s o n r a t o h u m l a r biberin içine d o l d u r u l u r . Kıvılcımlı küle g ö m ü l ü r . B u n u y a p a n , o c a ğ ı n duvarına s a ğ elini vurarak, 'Elimi v u r d u m d u v a r a / Duvar o l d u üç p a r a / Birinden in çıktı / B i r i n d e n c i n çıktı / Birinden İsmail Peri çıktı / İni yolladım ine / Cini yolladım Çine / İsmail Peri'yi y o l l a d ı m fila­ na ( b u r a d a e t k i l e n m e k istenen kişinin adı s ö y l e n e c e k ) / D u r m a ­ d a n , d i n l e n m e d e n b a n a gele / d e d i k t e n s o n r a arkasına b a k m a ­ d a n yatağına gire» (Boratav). O l d u k ç a «naif», saf olan, bir t e k e r l e m e havası i ç i n d e gelişen, b ü y ü n ü n b o z u l m a m a s ı için «arkaya b a k m a m a k » yasağını getiren ve malzeme olarak, üç biberle bir o c a k t a k i kıvılcımlı külleri kulla­ n a n b u b ü y ü d e n s o n r a «bağlamak» v e «soğutmak» a m a c ı n d a o l a n üç kara b ü y ü ö r n e ğ i n i sıralayalım.

Soğutmak

için

Elli d i r h e m t e r e y a ğ ı alınır, bir g e c e mezarlıkta bırakılır. Bu y a ğ , sabahın e r k e n saatinde mezarlıktan alınır, b i r b i r i n d e n ayrıl­ m a s ı istenen kimselere yedirilir. O k i m s e l e r birbirinden s o ğ u r (A. Yesarı). Ve y u k a r d a k i g ü v e y b a ğ l a m a b ü y ü s ü n e eşit olarak bir kız bağlama büyüsü: Tavuk

Kanadı

Lekesiz b e y a z t a v u k t a n , biri s a ğ d a n biri s o l d a n o l m a k üze­ re, iki k ü ç ü k telek koparılır. Teleklerin üzerine, kara is m ü r e k k e biyle, b a ğ l a n m a k istenen kızın adı yazılır. S o n r a telekler üzerine getirilip bağlanır. Kırk bir kez kızın adı s ö y l e n i p g ü v e y evine d o ğ -

160 —

— 161 —

istanbul Gizemleri / F: 11

ru üflenir. Y e t m i ş «elham», kırk bir «kulhuvallah» o k u n d u k t a n s o n ­

okur, her o k u y u ş u n ardından üfleyerek s a b u n u n ü s t ü n e bir iğne

ra, telekler bir kırmızı beze sarılarak bağlanır. Üç kez üzerine

batırırsınız, s o n r a s a b u n u k u y u y a atarsınız. S a b u n e r i d i k ç e ismini

tükürülür. Kırk kez:

yazdığınız kişi de erir ve iğneler s a b u n d a n k u r t u l u n c a ölür. Aynı

Hayr m i n Allah

şeyin k o y u n kalbine iğne batırarak y a p ı p o n u sıcak küle g ö m e r ­

Şerr m i n Allah

seniz, istediğiniz kişi size âşık olur.» d e r Kısa.

Ya habibuHah

Sabun B ü y ü s ü d e u y g u n l u k l a r b ü y ü c ü l ü ğ ü n ü n b a ş k a bir

Seyyide selam

örneğidir, s a b u n u n erimesiyle eriyen v ü c u t , sıcak küllerin sıcaklı­

Temmete temmet

ğını d u y a n , âşık o l a n kız gibi. Ve de kaçınılmaz iğneler!

Ya Resul h i m m e t

Yukarda bir b a ğ l a n m a (erkek b a ğ l a n m a ) ö r n e ğ i n i v e r d i ğ i m i ­

Ş e d d e ha ş e d d e ha

z e g ö r e ş i m d i d e o n u ç ö z e c e k bir karşıt b ü y ü aktaralım:

Allah Allah Allah

«Aşağıda yazılı vefk, bir kâğıda aktarılacak, b ü y ü l e n m i ş k i m ­

o k u n u p kızın evine d o ğ r u üflenir. Telekler, g e r d e k t e n bir g e c e

senin içeceği s u y a bakılacak, s o n r a bu su k e n d i s i n e içirilecek.

ö n c e , kızın evinin kapısının eşiğinin altına saklanır ( E y u b o ğ l u ) .

Yine bir kâğıda A y e t ü l k ü r s î v e bir b a ş k a kâğıda da B a k a r a Suresi­

İlk v e r d i ğ i m i z ö r n e k «naif» g ö r ü n s e de sonraki ö r n e k l e r d e

nin hitamındaki A m e n e r Resulü Ayeti

Kerimesinden

başlayıp,

h e m kullanılan malzemelerin çeşidi çoğalıyor, h e m de işlemler

hitamına kadar, harfleri birer birer kelime şeklinde yazılacak. Aye-

- o k u n a n dualarla b i r l i k t e - d a h a karmaşık, d a h a ayrıntılı v e ula­

tülkürsî sağ kola, A m e n e r Resulü de sol kola b a ğ l a n a c a k . B u n u

şılmak istenen a m a ç l a d a h a ç o k bağlantılı oluyorlar. Kaldı ki,

müteakip, bağlı olan kimse ü r e t i m organını hiç kullanılmamış

g e n e l d e ve t e m e l d e ,

yeni bir baltanın d e l i ğ i n d e n g e ç i r i p , idrarını y a p a c a k . O kimse,

somut

benzerlikler

büyüsel

üzerine

işlem g e r e k simgesel

kurulmuştur;

dili

gerekse

bağlamak

için,

c ü m l e b ü y ü d e n halâs olacak.»

k o n u ş m a n ı n akışını d u r d u r m a k için kullanılan kilit; güveyi bağla­

Birini b a ğ l a m a k , cinsel g ü c ü n ü k e s m e k kara b ü y ü d e n sayılı-

maktaki çivi, kız b a ğ l a m a k t a k i lekesiz beyaz tavuk gibi m a l z e m e ­

yorsa o n u y e n i d e n cinselliğine k a v u ş t u r a c a k bir b a ş k a b ü y ü d e

lerin d o ğ u r d u ğ u çağrışımlar apaçıktır.

«ak» t ü r d e n sayılması doğaldır ve «ak» o l d u ğ u n d a n dualara baş­

Bu tür işlemlere, bu «kendin pişir k e n d i n ye» tarzındaki halk

vurmaktadır. Kaldı ki, b ü y ü n ü n ve b ü y ü c ü n ü n , d u a yoluyla, bir

tipi büyülere ve b ü y ü anlayışına «naif», saf ya da ilkel d e s e k bile

«üst» g ü c e b a ş v u r m a s ı , Tanrıya v e y a şeytana y a k a r m a s ı , kutsal

yine d e e n ç o k rağbet görendir, e n ç o k tüketilendir. Öyle olması

sayılan metinler kullanması, ilkel t o p l u l u k l a r d a n b a ş l a m a k üzere,

s o n d e r e c e d o ğ a l d ı r ç ü n k ü pratiktir, s o m u t amaçları vardır v e

b ü y ü c ü l ü k olayının sürecindedir ç ü n k ü , Bronislavv Malinovvski'

işlenişindeki unsurlar, y a p a n a ve yaptırana, istenilen, beklenilen

nin de v u r g u l a d ı ğ ı gibi, «...din, insanı b ü y ü d ü z e y i n d e n kaldırı­

s o n u c u (simgeler ve çağrışımlarla) açık seçik imgelerle g ö r ü n t ü ­

yor.»

lemektedirler.

Din insanı b ü y ü d ü z e y i n d e n kaldırsa da insan, yine d e , inan­

Kendini p r o f e s y o n e l b ü y ü c ü olarak tanıtan Bülent Kısa «ba­ sit» b ü y ü d e n d i ğ i n d e , ö r n e ğ i n , «Sabun Büyüsü»nün tarifini ver­ mektedir.

cını inanışlarında k u l l a n m a k t a n ç e k i n m i y o r , olguları biraraya geti­ rerek ve karıştırarak. Kuramları i n c e l e m e d e n ö n c e verdiğimiz b ü y ü örneklerine,

«Bir s a b u n u n üstüne istediğiniz kişinin ve annesinin ismini yazar, geceyarısı bir k u y u n u n başına o t u r u r s u n u z , 41 d e f a y a s i n -

162-

bir karşılaştırma olarak, değişik kıta ve ülkelerde, değişik kültür­ lerde kullanılan birkaç çeşitlemeyi ekleyelim. - 163 —

Sevgilinin aşkını kazanmak için

(Malezya)

k o y u n . Sizi g ö r ü n c e y e kadar huzur bulmayacaktır.»

V ü c u d u n u z k a d a r u z u n bir d e ğ n e k l e kendi gölgenizi d ö v ü n ,

Mısır'dan Hindistan'a g e ç t i ğ i m i z d e bir kadının h a m i l e kalma­

b u l u n d u ğ u n u z m e k â n d a t ü t s ü yakın v e aşağıdaki d u a y ı y e d i kez

sını s a ğ l a m a k için yapılan bir b ü y ü ö r n e ğ i n i n de ç o k basit o l d u ­

o k u y u n , her d e f a s ı n d a gölgenizi elinizdeki d e ğ n e k l e d ö v e r e k .

ğunu görürüz:

B u n u g ü n e ş batımında, geceyarısında ve şafakta tekrarlayın ve

- Ç i ğ bir y u m u r t a n ı n k a b u ğ u n u iki u c u n d a n d e l i n . K o c a bir u ç t a n üfler, y u m u r t a n ı n içi eşinin ağzı i ç i n d e boşalır, kadın b u n u

yatarken, beyaz bir çarşafla ö r t ü n ü n .

yutar. Bu işlemden g e ç e n kadın da hamile kalır. Ey Karanlık İrupi,

Basitliği bir yana uygulamanın t ü m ü n ü n cinsel birleşmeyi,

Kraliçenin b a n a g e l m e s i n e izin ver,

ayrıntılı olarak simgelediği ve dolayısıyla,

Şayet (sevgilinin adı) uyanıksa

g e r e ğ i n c e , g ü c ü n ü v e etkinliğini b u s i m g e s e l b e n z e t m e d e n aldı­

O n u sars ve salla, uyanmasını t e m i n et,

ğı ortadadır.

S o l u ğ u n u al, r u h u n u al ve buraya getir,

uygunluklar yöntemi

Şifaya yönelik büyülere baktığımızda işte ünlü g i z e m c i Y ü c e

Sol tarafıma bırak,

A l b e r t u s ' u n (Albertus M a g n u s , 13. yüzyıl) ateşi d ü ş ü r m e k için

Kalkmak i s t e m i y o r s a

ö n e r d i ğ i ve bir c u m a g ü n ü , saat 8 ile 9 arasında, bir kâğıda yazı­

S a ğ ayağının b a ş p a r m a ğ ı n ı k a p

lıp hastanın b o y n u n a takılacak büyüsel bir f o r m ü l :

Ve kendi y a t a k t a n kalkıncaya kadar tut V e o n u b a n a g e t i r m e k için t ü m g ü c ü n ü kullan,

H B R H C H T H B R H

B u n u y a p m a z s a n Tanrıya karşı g e l m i ş olursun.

H B R H C H T H B R

Bir sevgilinin

ilgisini

çekmek,

onu

(Çingene büyüsü)

kaybetmemek

için:

~V

Ağzınıza bir t u t a m ot atıp ilkin d o ğ u y a sonra da batıya d ö n e ­ rek aşağıdakilerini tekrarlayın:

H B R H C H T H B H B R H C H T H H B R HCHT H B R H C H H B R HC

Güneş yükselince

H B R H

sevgilim y a n ı m d a olacak!

H B R

G ü n e ş batınca

H B

ben onun yanında olacağım!

H

Basit b ü y ü d e n d i ğ i n d e , bir olası, b u n d a n d a h a basitini bul­ m a k zor olsa gerek. N e d i r ki, ö n e m l i o l a n , bir b ü y ü n ü n - m a l z e ­ mesi v e uygulaması i l e - basit o l u p o l m a m a s ı değildir, ö n e m l i olan etkinliğidir. Mısır'dan ve Firavunlar'ın d ö n e m i n d e n kalma, bir kadının sevgisini k a z a n m a y a yönelik b ü y ü y ö n t e m i de basit­ tir: «Tuz, peynir ve un alın, iyice karıştırın, odasının bir köşesine — 164 —

T e m e l k o n u m u z olan İstanbul'dan, İstanbul'un b ü y ü c ü l e r i n ­ d e n , İ s t a n b u l ' d a u y g u l a n a n büyüsel işlemlerden bir hayli uzaklaş­ tık. A n c a k , «gizli bilim ve sanatlar»ın evrenselliği g ö z ö n ü n d e t u t u ­ l u n c a kaynakları karıştırmak, karşılaştırmak her z a m a n yararlı ola­ bilir en azından bir «evrensellik» olayını, örnekleri ile kanıtlamak açısından. Daha ö n c e k i b ö l ü m l e r i n birinde « v o o d o o » tarzı bir u y g u l a m a — 165 —

d a n söz etmiştik, bir aşk b ü y ü s ü , bir kara b ü y ü ö r n e ğ i olarak. B u n d a n hareket e d e r e k b ü y ü y ö n t e m l e r i n i n , kıtadan kıtaya ve ü l k e d e n ülkeye g e ç i p , her kültürde nasıl yerleştiğini bu vesileyle g ö r m ü ş oluruz. B ü y ü n ü n yapıldığı yer N i ş a n t a ş - M a ç k a arası, b ü y ü n ü n yerel ö ğ r e t i yeri T a k s i m civarı, işlemin t e m e l kaynağı ise A f r i k a ' d a n çık­ m a , ilkin Mısır'da s o n r a d a n - a d e t a «ulusal» bir nitelik kazana­ r a k - Haiti v e G ü n e y Amerika'da, Brezilya'da yaygınlaşan bir kay­ nak. A v r u p a ' d a k i «eski» uygulamalarını araştırdığımızda karşımı­

g ü c ü m ü bir n o k t a d a topladığım, bir kişiye y ö n e l t t i ğ i m z a m a n , o n u n ruhsal güçlerini, m u m d a n yapılmış m o d e l i n e aktarabilir, ira­ d e s i n i y o k eder, e m r i m altına alırım, istersem sakatlayabilirim. İstek ve telkinin, tıpta da ne kadar ö n e m l i bir yeri o l d u ğ u n u kabul e t m e k gerekir; insan kendi kendini etkileyerek, b e n l i ğ i n d e rahat­ sızlık, sıkıntı hali yaratabilir ve varsaydığı b ü t ü n rahatsızlıkları b ü n ­ y e s i n d e de hisseder... Büyü nedeniyle m e y d a n a g e l e n hastalık­ larda ise, irade zayıflar, y ü k s e k ateş, bitkinlik, şiddetli başağrısı gibi haller başgösterir ve d o k t o r l a r ı n teşhis e d e m e d i ğ i , tıbbın için­ d e n çıkarmayıp çaresiz kaldığı bu hastalıklar sırasında, b ü y ü l e n e n

za, «literatür» olarak, İngiliz Reginald S c o t t ' u n 1655'ten kalma,

kimse, ne o l d u ğ u n u anlamadığı birtakım k o r k u n ç hayaller, k â b u s ­

L o n d r a basımlı « B ü y ü c ü l ü ğ ü n Keşfi» (The Discoverie of VVitchc-

lar görür...»

raft) adlı kitabı çıkıyor. Scott bir rakip veya bir d ü ş m a n ı o r t a d a n

G i z e m u z m a n ı kadar 16. yüzyılın tıp uzmanı da sayılan Para­ celsus büyüsel işlemlere inanmakla birlikte «istek» ve «telkin» fak­

kaldırmak için aşağıdaki b ü y ü y ü öneriyor: - Zarar v e r m e k veya ö l d ü r m e k istediğiniz kişiye benzer bir

törlerini gözardı etmiyor, büyüsel işlemin kurbanı olan ya da

heykelciği y e n i ve el d e ğ m e m i ş m u m d a n yapın; s a ğ koltuk altına

büyüsel işlemlerin etkisine inananın geçirdiği, g e ç i r e b i l e c e ğ i r u h ­

bir kırlangıç k u ş u n u n kalbini, sol koltuk altına da ciğerini yerleşti­

sal ve p s i k o s o m a t i k

rin. El d e ğ m e m i ş bir iplikle heykelciği b o y n u n d a n asın ve yine el

h e s a b a katmaktadır.

(ruhsal-bedensel)

şokları,

sarsıntıları da

d e ğ m e m i ş bir iğneyi acı v e r m e k istediğiniz yere batırın; heykelci­

Bir Orta Ç a ğ gizemcisinin, Haitili bir «voodoo» b ü y ü c ü s ü n ü n

ğ i n alnına zarar v e r m e k istediğiniz kişinin adını, kaburgalarına da

y ö n t e m l e r i - d ü n y a n ı n d ö r t bir b u c a ğ ı n d a n k o p m u ş başka v e

bu sözleri yazın: «Allif, casyl, zaze, hit, mel, meltat» s o n r a da hey­

benzer uygulamalarla b i r l i k t e -

kelciği bir yere g ö m ü n .

o l a n , bir alanda ç a ğ d a ş l a m a örneklerini g ö s t e r e n ve bir başka

«Voodoo» b ü y ü s ü v e «Sabun büyüsü», g ö r ü l d ü ğ ü gibi, b e n ­ zer bir çizgide buluşuyorlar. Paracelsus

adı

a l a n d a y e r i n d e s a y m a y ı s ü r d ü r e n İstanbul'da y e n i d e n karşımıza çıkıyor, bir D o ğ u - B a t ı karmaşası içinde.

M u m l a yapılan büyüler için Orta Çağ'ın ünlü gizemcilerin­ den

b u g ü n ç a ğ atlamakla m e ş g u l

ile tanınan

Theophrastus

Bombast

von

H o h e n h e i m , «Ruhun Özü» (De Ente Spiritum) adlı kitabında şu açıklamada b u l u n u r : «Şayet birine karşı kin d u y u y o r ve o n a k ö t ü l ü k y a p m a k isti­ y o r s a m , başarı s a ğ l a y a b i l m e m için bir aracı, bir y a r d ı m c ı kullan­ m a m , yani bir c i s i m d e n y a r a r l a n m a m gerekir; a n c a k böylelikle iradem, b e d e n i m i n hareketine ihtiyaç g ö s t e r m e d e n bir kılıç dar­ besiyle b ü y ü yapılan kimsenin g ö v d e s i n i delebilir, o n u yaralayabi­ lir... Bunu y a p a b i l m e k için ç o k g ü ç l ü bir istek yeterlidir... İrade — 166 —

Her ç a ğ , uygarlık, kültür ve t o p l u m d a gizemli, gizli bilim ve sanatların karşısında iki «engel» dikiliyor, yasalarla dinsel inanç­ lar, d a h a ileri g i d e r e k dinsel tabular. Ve her ç a ğ , uygarlık, kültür ve t o p l u m d a g i z e m l e uğraşanın s o r u n u bir «davranış» s o r u n u ­ dur, bir «çizgi», «yol» ve «boyut» s o r u n u d u r . Gizem, ç ü n k ü - b i r ­ ç o k kez tekrarladığımız g i b i - bir ilgi alanı, bir araştırma k o n u s u , bir m e r a k k o n u s u olabildiği gibi bir saplantı ya da bir s ö m ü r ü ara­ cı da olabiliyor. Üstelik ç o k rahat ve kolay bir şekilde. «Büyü d i y e bir şey yok,» d i y o r bu k o n u y u Türkiye ç a p ı n d a — 167 —

araştırmış ve d e r l e m i ş olan İsmet Zeki E y u b o ğ l u . «Yalnız insan b u n a aşırı d e r e c e d e inanmışsa, k e n d i n e b ü y ü yapıldığı inancına kapılmışsa, b u d u y u l m u ş s a , yeterince d e aydınlanmamışsa, birta­ kım tinsel sarsıntılar geçirir... B ü y ü n ü n yalnızca psikolojik etkisi var. Y o k s a aydın, b ü y ü y e i n a n m a y a n bir insan için b ü y ü etkili değil.»

d a n para kazanarak y a ş a y a n parazitlerdir. Aynı z a m a n d a , kandır­ dıkları kişilere yalan yanlış bir s ü r ü zırvalığı telkin ederek, t o p l u ­ m u n ruh sağlığını bozuyorlar.» A k ç a m - ki gizemin ağırlığını yıldızbilime v e r m e k t e d i r çalış­ malarında - t a n ı m l a n a m a m ı ş bazı tesirleri, etkileri yani d o ğ a ü s t ü güçleri kabul ettiğinde bunların kullanım olasılıklarını s o r g u l a m a k ­

Mantıksal olarak öyledir o y s a o r t a d a kalan, d o l a ş a n , yayılan

ta ve haklı olarak, «gizem tüccarlarına» saldırmaktadır.

bir «inanış» hatta bir «inanç» varken, b u n u n h e m müşterisi, h e m

D o ğ a d i y o r u z v e d o ğ a ü s t ü d i y o r u z , birini yüzyıllardan bilim­

de satıcısı hazırken olayı salt mantığa d a y a n a r a k v e y a bilimsel

sel olarak araştırıyoruz, kurallarını, işlenişini saptıyoruz, diğerini

d e n e y l e r d e n geçirerek, denetleyerek açıklayabilmek p e k olası

ise bir hayli «muğlak» ve «geniş» bir ç e r ç e v e n i n içine kapatıyo­

o l m u y o r , özellikle kültürel bir s a ğ l a m t e m e l d e n y o k s u n t o p l u m ,

ruz. Ya da d o ğ a l d e d i ğ i m i z , bildiğimiz, d e n e d i ğ i m i z , kimi süreklili­

t o p l u l u k ve kişilerde.

ği olan, kimi d e n e y halinde tekrarlanabilen olaylardır. D o ğ a ü s t ü -

Bilim b ü y ü y ü , g i z e m i n «ilim» ve sanatlarını r e d d e d i y o r s a bile s o n a ş a m a d a - v e d e n e y s e l olarak h e n ü z açıklayamadığı olaylar­



d a , ö r n e k l e r d e - belki de bir uzlaşma a n l a m ı n d a , araya kimi çev­ relerde halen bir yan-bilim sayılan p a r a p s i k o l o j i giriyor. Parapsi-

kategoriye soktuklarımız

ise «açıklanamayan» ve «bilinme­

yen» t ü r d e n olaylardır. G i z e m ve gizemin arkasında sürüklediği her şey işte bu «açıklanamayan»ı, bu «bilinmeyen»i d o l d u r m a k t a d ı r .

koloji, ç ü n k ü g i z e m d e n e n şeyi d a h a d o ğ a l b o y u t l a r d a bir olabilir­

Orta Ç a ğ ' d a yaşamadığımız için b u g ü n b ü y ü c ü l e r e t o l e r a n s

lik perspektifi içinde d e ğ e r l e n d i r m e y e ve ç ö z m e y e çalışıyor. Ve

gösterilmektedir yeter

h e p «güç, güç» d e n d i ğ i n d e , b u g ü c ü n dıştan değil d e içten gel­

ücret almasınlar. İyi de b u g ü n ü n d ü n y a s ı n d a ve b u g ü n ü n İstan-

me olabileceği olasılığı üzerinde durabiliyor, d u r u y o r . B ü y ü y ü ve g i z e m c i bilgisini r e d d e t m e k l e hiçbir şeyi s o n u ç ­

ki,

yasal

olarak

hizmetleri

b u l u ' n d a karşılıksız hizmet nerede g ö r ü l m ü ş t ü r ,

karşılığında

piyasada kaç

t a n e özveri sahibi D o n Kişot kalmıştır bu hızlı köşeyi d ö n m e o r t a ­

landırmış o l m u y o r u z , pek az kimseyi de ikna etmiş o l u y o r u z . Bu

mında? H e r h a l d e ücret d e ğ i l s e d e , gizemli hizmetin karşılığı baş­

da bir b a ş k a gerçektir, acı bile olsa.

ka şekilde de karşılanabilir, hediyeler, armağanlar, hibeler ve d e s ­

Sorular k o n u n u n uzmanlarına, u z m a n geçinenlere s o r u l d u ­ ğ u n d a y o r u m l a r iyiden iyiye çarpışıyor ve herkes kendi çizgisine u y g u n şekilde yanıtlar veriyor. « D o ğ a ü s t ü güçler d e n e n t a n ı m l a n a m a m ı ş bazı tesirler var­ dır,» d i y e kabul

ediyor a s t r o l o g (yıldızbillimci)

Haluk A k ç a m .

A m a , bu güçleri kullanabilen kaç kişi var a c a b a şu d ü n y a d a ! Basının d a , halkı bu alanda yanlış y ö n l e n d i r d i ğ i n i kabul etmeliyiz. Dergilerde b o y g ö s t e r e n bir sürü şarlatan, kimi eline plastikten bir kurukafa sıkıştırıp sırıtarak şeytanla işbirliği yaptığını, kimi de geceleri cinleri başına t o p l a y ı p ö n ü n e geleni çarptığını ilan ede­ rek b e d a v a d a n reklam sağlıyor. Bunlar, cahil bir t o p l u m u n sırtın­

tekleyici yardımlarla. «Ülkemizde, b ü y ü c ü l ü k ve Yesari. V.P.,

«Polisin, Nişantaşlı

günümüzde de ve

her şeye

rağmen

b ü y ü c ü l e r vardır,» d i y e yazıyordu

büyü,

1979'da

Afif

haklarında sık sık k o ğ u ş t u r m a açtığı M a d a m N.S.,

G.K.,

Kadıköylü A.E.,

Edirnekapılı

F.Y.,

Aksaraylı M.Ü. yerli b ü y ü c ü l e r d e n s a d e c e birkaçıdır. B ü y ü y e inanç duyanların ç o k sayıda oluşları,

büyücülerin

işlerini rahatça y ü r ü t ü p , kolaylıkla ele g e ç m e m e l e r i n i n başlıca nedenidir. Kentin t ü m bölgelerine yayılan büyücüler, fal bakar, nefes eder, m u s k a , tılsım yazar, b ü y ü yapar, b ü y ü bozarlar. Kara B ü y ü p e k u y g u l a n m a z y a d a e n d e r olarak uygulanır. — 169 —

Bu arada, çeşitli b ü y ü kitapları, Kudur ve K a d e h duaları, Çevirgel Duası g i b i risaleler de yayınlanmakta, ç o ğ u el altından, gizlice satılan bu b ü y ü kitaplarında, a r a p harfleriyle yazılmış vıfk' lar ( b ü y ü ) , m u s k a örnekleri, dualar bulunmaktadır. Bu t ü r d e n bir

Salt bir araştırma kaynağı olarak ele alındığında ve salt bu y ö n ü ile değerlendirildiğinde «Gizli İlimler Hazinesi», g e r e k folklor açısından gerekse bir İslam gizemleri ansiklopedisi a ç ı s ı n d a n , az rastlanabilen bir çalışma niteliğini korumaktadır. Ve bu y ö n ü ile

k i t a p olan Seyyit S ü l e y m a n Efendi'nin 'Kenz-ül Esrâr'ı ise t a m a ­

Batı ile D o ğ u ' n u n geleneksel gizemlerini karşılaştırmalı bir şekil­

m e n eski harflerle basılmıştır.»

de incelemek isteyenlere ilginç bilgiler vermektedir.

İki ciltlik bir «Cinsel Büyüler» derlemesini hazırlayan İsmet

Çalışmasının ilk cildinde İloğlu, d u a ve inanç ü z e r i n d e dur­

Z e k i E y u b o ğ l u d a aslen A k ç a a b a t ' l ı (Trabzon) o l u p s o n r a d a n

d u k t a n sonra, ayrıntılı olarak ele aldığı k o n u yıldızbilimin (astrolo­

(70'li yıllarda) İstanbul'da Fatih'te yerleşen ve m a k a s büyüleri ile

jinin) olması açıklayıcıdır. İloğlu, ç ü n k ü s o n r a d a n d i z e c e ğ i bilgile­

ü n l e n e n Horovili M u h a m m e d H o c a ' d a n , yine Fatih'te o t u r a n Bay­

rin temeli olarak burçları ve yıldızbilimsel uygunlukları yerleştiri­

b u r t l u H . H o c a ' d a n s ö z eder.

y o r v e bunları, t ü m g i z e m g e l e n e ğ i n d e o l d u ğ u gibi, ayınsal (ritu-

70'li ve 80'li yılları gerilerde bıraktık a n c a k b ü y ü halen b ü y ü ­

el) şekillerden ayırmaksızın. Ruh ve cin ç a ğ ı r m a l a r ı n d a y s a bu

dür, her ne kadar ç a ğ d a ş kentsel gizemcilerimiz b ü y ü c ü a d ı n d a n

tarz

uygulamalarda

başarının sırrının

ü r k ü p kendine d a h a «metafiziksel» adlar yakıştırıyorlarsa bile.

bağlı o l d u ğ u n u e k l e m e d e n edemiyor.

m e d y u m l u k duyarlılığına

Büyü, g ö r d ü ğ ü m ü z gibi, geleneksel şekillere ve malzemele­

Manevi ve ruhsal hastalıkların t e d a v i s i n d e n t a h t a kurularını

re d a y a n a n , ü r ü n ü o l d u ğ u kültürün ve inançsal temellerin imgele­

y o k e t m e y ö n t e m l e r i n e kadar işlevi o l a n dualar ve ayetler dizen,

rini yansıtan, karmaşıktan basite g i d e n bir olaydır.

sihirbazların sihirlerini b o z m a k ,

Bu olayın

kuraklık ve kıtlıktan k u r t u l m a k ,

boyutları içinde, İstanbul'da yüzyıllardan beri ç o k tutulan, üfürük­

yarım ve b ü t ü n başağrılarını tedavi e t m e k için büyüler ö n e r e n bu

ç ü l ü ğ ü n ve şifacılığın yeri nedir? Ya da başka bir d e y i m l e , bunlar

«Gizli İlimler Hazinesi» s o n u ç t a , aracıları o r t a d a n kaldırıp, meraklı

bizi gizeme mi y o k s a parapsikolojiye mi götürürler?

kişiyi gizemsel-inançsal işlemle karşı karşıya ve tek başına bırak­

Ak ve iyi niyetli, o l u m l u sayılan şekli ile kullanıldığında b ü y ü şifacı, k o r u y u c u bir nitelik de taşıyabiliyor: hastalıklardan korur, iyileştirir, sakatlıkları önler, tedavi eder. Mustafa İ l o ğ l u ' n u n , kendi yayını olan, 8 ciltlik k a p s a m ı n d a ve bir kısmını L ü b n a n ' d a edindiği İslam kaynaklarından d e r l e d i ğ i «Gizli İlimler H a z i n e s i n d e d u a l a r a dayalı şifacı uygulamalarının arasında, ö r n e ğ i n , ruhsal hastalık ve sıkıntıları g i d e r e n formüller, b u r u n kanamalarını ve nezleyi g e ç i r m e k için çareler, sara, sarılık, çarpılma ve benzerlerine karşı vefkler ve yazarın ifadesiyle, «ha­ len tıbben tedavisi olanaksız olan bazı ruhi ve her nevi hastalıkla­ rın tedavisi için» d e r l e n e n ayet ve d u a l a r yer almaktadır. İloğlu'nun niyeti, b ö y l e c e t ü m bu kimi gizli, kimi inançsal a m a pek b i l i n m e y e n bilgileri açıklayıp ihtiyaç d u y a n ı n (ve b u n l a ­ rı kendi başlarına uygulayanları) « p r o f e s y o n e l l e r i n s ö m ü r ü s ü n ­ d e n kurtarmak oluyor, kendi bir s ö y l e ş i d e açıkladığı gibi.

maktadır. Yeni bir y ö n t e m değildir b u : yüzyıllar b o y u n c a b a t t

aynakla-

rının önerdikleri metinlere baktığımızda, ister O r t a Ç a ğ ' d a n kal­ m a ister s o n d e r e c e ç a ğ d a ş v e kimi radyo, kimi d e televizyon p r o g r a m l a r ı n d a açıklanmış uygulamaları g ö z d e n g e ç i r d i ğ i m i z d e tıpatıp benzer çalışmalarla karşılaşırız. Paul H u s o n ' u n , David Convvay'ın, Dolores A s h c r o f t N o w f o ki'nin yakın tarihli «elkitapları»nda ve «pratik» kurs ya da rehbeı niteliğindeki çalışmalarında t e m e l d e buluşan bilgi ve u y g u l a m a l a r buluruz. Ve bunların arasında: - Hazırlık d ö n e m i ; falcılık; âşıklar için iksir ve büyüler; karşıt sihir v e k o r u n m a ; ö ç alma v e saldırı; ö r g ü t k u r m a y ö n t e m l e r i ; g e z e g e n l e r i n saatleri; sihir ve b ü y ü d e kullanılan terimler s ö z l ü ğ ü ; sihirsel işlemlerde kullanılacak tapınağın hazırlanması; — 171 —

büyüde

gerekli nesneler; p e n t a g r a m ayinleri; niyetler ve uyumsallıkları;

eylemlerle cahil insanları aldatan ve s ö m ü r e n kişiler için kullanılır,

bedendışı y o l c u l u k ; Kabala'dan,

kötüleyici bir a n l a m kazanmıştır.»

Mısır'dan m u s k a ve tılsımlar;

lanetler; cinler ve şeytanlar v.b.

Nefesi g ü ç l ü olan ü f ü r ü k ç ü - ki u y g u l a m a l a r ı n d a n ve hedefle­

Her t o p l u m v e ç a ğ d a büyüsel işlemler, renkleri n e o l u r s a

rinden «şifacı» kimliğini de kazanmış o l u y o r - salt bizim t o p l u m u ­

olsun, ya bir «uzman»a başvurarak uygulanır ya da kişinin b e c e ­

m u z a ö z g ü bir kişi değildir. Benzer uygulamaları, benzer inanışla­

rikliliğine bırakılır. Ve her t o p l u m ve ç a ğ d a «kendin hazırla, k e n ­

rı, dualara d a y a n a n işlemleri, eski uygarlıklarda ve ilkel t o p l u l u k ­

d i n yap» y ö n t e m i , z a m a n z a m a n kişiyi zorlarsa bile,

kendine

larda o l d u ğ u g i b i , Batı'nin b i r ç o k ülkelerinde (Fransa, İngiltere,

g ü v e n e n meraklılar tarafından ç o k d a h a ilginç ve hiç k u ş k u s u z ,

İtalya, A l m a n y a ) ve bu ülkelerin kırsal alanlarında, az gelişmiş

heyecanlı sayılır.

bölgelerinde rahatlıkla bulabiliriz.

Dualar her z a m a n kullanılır, şu farkla ki batı g i z e m c i l i ğ i n d e

Nedir ki, şifacı ile ü f ü r ü k ç ü arasında kesin bir ayırımın o l m a ­

bu dualar kutsal kitaplara dayanılarak o k u n m a z . Kullanılan d u a ­

sı gerekiyor, ç ü n k ü birincisi manyetik ya da «tellürik» bir g ü ç kul­

lar ya bir «eski geleneğin» ü r ü n ü olarak bilinir ya da belirli veriler

lanarak salt elleri ile acıyı dindirir ya da geçirir, ikincisiyse, hasta­

içermek koşuluyla u y g u n kaynaklardan d e r l e n i p uyarlanır.

nın, şikâyet e d e n kişinin, fiziği, fizyolojisi ü z e r i n d e etkili o l a b i l m e ­

Bir ruh ya da c i n ç a ğ ı r m a k için «Gizli İlimler H a z i n e s i n e g ö r e üç ihlâs ve bir fatiha o k u d u k t a n s o n r a u y g u l a m a y a başlanır (İloğlu'nun u y g u l a m a s ı ise kahve fincanı ya da bakalit k a p a k kul­ lanılışı ile oluşturulan basit bir «Ouija Board»tan başka şey d e ğ i l ­

si için, dualarla birlikte, s o m u t , g e r e k t i ğ i n d e nesnelere d a y a n a n çarelere başvurur. Dolayısıyla şifacıyı parapsikolojik olayların k a p s a m ı n a aldığı­ mızda ü f ü r ü k ç ü y ü b u k a p s a m ı n dışında t u t m a k z o r u n d a oluruz.

dir). Batılı bir kaynağın ö n e r d i ğ i geleneksel bir ruh ç a ğ ı r m a ise -

Şifacılık k o n u s u n u ilginç bir araştırmada inceleyen Fransız

m e d y u m s u z ve büyüsel bir y ö n t e m olarak - ilkin, ölüleri uyandıra­

tıp a d a m ı Dr. Albert Leprince şifacıları, her t o p l u m ve ö r n e k l e r e

rak ç o k g ü ç l ü bir f o r m ü l olarak bilinen, «Allay Fortission Fortissio

uyan, aşağıdaki beş kategoriye ayırıyor:

Allynson Roa» sözcükleri tekrarlanır,

r u h u n geri g i t m e s i

için

« O m g r o m a Epin Savoc, Satony, D e g o n y , E p a r i g o n , G a l i g a n o n , Z o g o g e n , Ferstigon» (ilaç adlarını andıran!) gibi güçlere sesleni­ lir.

1 - Halkın saflığını s ö m ü r e n ve sık sık m a h k e m e l i k olan sah­ te şifacılar; 2 - Şifacılığa yönelen, ilkin bir teşhisle yetinen s o n r a da

Uygulamalara «dua» ve «dua»yı andıran çağrı şekilleri girin­ c e d e o l u m s u z bir a n l a m d a taşıyan «büyü» s ö z c ü ğ ü n ü n o l u m ­ suz yanı b ü y ü k bir ö l ç ü d e arındırılmış olur. Bu b a ğ l a m d a « o k u y u p üflemek» anlamına gelen «üfürüğün» kullanıldığı «üfürükçülük»te, Borotav'ın d e ğ e r l e n d i r m e s i ile, «has­ talığın sağalması isteniyorsa duaların, dileklerin etkisini hastanın v ü c u d u n a y a y m a k için, tabiatüstü zararlı varlıkların k ö t ü l ü k l e r i n ­

çareler, ilaçlar ö n e r e n d u r u g ö r ü sahipleri; 3 - Yan bilimsel bir nitelik taşıyan, g e r ç e k bir ruhsal g ü c e sahip olan manyetizmacılar; 4 - Kendilerini dinsel bir inanca b a ğ l a y a n , dualara başvuran ve «mucizeler» yarattıklarını iddia edenler; 5 - Vardıkları sonuçları ne fiziğin, ne de metafiziğin açıklaya­ madığı g e r ç e k şifacılar.

d e n k o r u n m a k s ö z k o n u s u ise, çevreye, etraftaki eşyaya, bu var­ lıkları ü r k ü t e c e k sözleri eriştirmek için yapılan işlemdir.» «Üfürükçü d e y i m i , g ü n ü m ü z d e bu t ü r l ü akıl ve bilim-dışı

Kime y ö n e l i k olursa o l s u n d u a n ı n her çeşidi gizemsel işlem­ lerin ayrılmaz bir parçasıdır ve her ne kadar tek tanrılı b ü y ü k d i n —

173-

ler b ü y ü n ü n her ç e ş i d i n i - o l u m l u d i y e bilinen dahil o l m a k üzere -

me olan Veli B a l d e d e ' d e n s ö z etmektedir. Veli B a l d e d e ya da

y a s a k ediyorlarsa da işlemde Tanrıya yönelik bir d u a dahil edildi­

Veli Şeyh eskilerden sayılabilecek bir İstanbul muskacısı ise de

ğ i n d e mesele k e n d i l i ğ i n d e n değişir.

b u g ü n de muskalara, nazar b o n c u k l a r ı n a ve tılsımlara r a ğ b e t

Yasal büyücü

olarak

büyü

Bülent Kısa.

Dolandırıcılığa giriyor.

yasaktır a n c a k ,

«Büyü karşılığında

anlatıyor

profesyonel

sürüyor.

para a l m a k yasaktır.

Batı gizemciliği tılsımları «talismans» olarak biliyor ve kullanı­

Ben para alıyorum diye itiraf e t s e m de

yor. «Talisman» s ö z c ü ğ ü ise Y u n a n c a d a n g e l m e d i r ve «telesma»

ö n e m l i değil. B e n i para alırken tesbit e d i p yakalamaları lazım.

(dinsel a y ı n ) ' d a n türetilmiştir. A n c a k tılsım, m u s k a ya da nazarlık

B e n s a n s a s y o n o l s u n diye büyü yaptığımı s ö y l ü y o r d a olabilirim.

insan tarihi kadar eski inanış ve uygulamaların örnekleridir, her

' B e n s a d e c e yıldızfalı çıkaran, astrolojiyle ilgilenen bir a d a m ı m '

kültür ve kıtada karşımıza çıkmaktalar.

d a diyebilirim.»

«Muska, A r a p ç a d a 'yazılı şey' anlamına gelen nüsha kelime­

Bilindiği gibi ö n e m l i olan yasa değildir, yasayı a t l a t m a yolları­ dır. Veya, bir İtalyan a t a s ö z ü n ü n ifadesiyle, «Yasa çıktı, çaresini

sinin

halk ağzında b o z u l m u ş

biçimidir»

diye açıklar

Boratav.

«Hastalıkları sağaltma ya da d ü ş m a n d a n gelebilecek kötülükler, g ö r ü n m e z kazalar v b . gibi h e r h a n g i bir zararı ö n l e m e ile üstte

bulalım.» Aynı d u r u m d i n s e l yasaklar için de geçerlidir ve dinsel yasak­

taşınan yazılı kâğıda denir... Nazarlık, bir y ö n ü y l e , yani k ö t ü g ö z ­

ları atlatmanın ç a r e l e r i n d e n biri de dinsel formları, duaları (ister

lerin ve kıskançlık duygularının s e b e p olabileceği hastalıklardan,

g e r ç e k , ister u y d u r m a ) büyüsel işlemin içine katmak, bunları işle­

sakatlıklardan k o r u y u c u niteliğiyle, m u s k a n ı n işini g ö r ü r . A m a ,

m i n ö z ü olarak göstermektir. Belirlenemeyen y a d a belirtilmek

adından da anlaşılacağı üzere, o n u n asıl görevi k ö t ü g ö z l e r d e n

i s t e n m e y e n bir g ü c e yönelik y a k a r m a y ı Tanrıya, Allaha yönelt­

korumadır... Tılsım, anlamı bulanıkça bir kelimedir... tılsım d e f i n e

mektir.

gibi gizli şeyler bulmayı, kapalı yerleri, ö r n e ğ i n saray, m a ğ a r a

Batı'nın g e n e l d e ve dinsel yasaklamalarının

etkisi altında

kendi inancının dışına itmeye çalıştığı (oysa Kutsal Kitaplarda örneklerini ç o k ç a b u l d u ğ u ) gizemciliği İslam bilgin ve bilgeleri

kapılarını a ç m a y ı sağlayan ve a n c a k ehlinin bildiği sözleri ya da kullandığı araçları gösterir.» Tılsım, m u s k a , nazarlık... büyüsel işlemlerde k o r u y u c u bir

tarafından belirgin bir g ü ç olarak kabul edilip İbn-i H a l d u n ' d a ,

nitelik ve işlev taşıyan kimi yazılı, kimi çizimli, kimi k u m a ş , kâğıt

ö r n e ğ i n , b ü y ü «katıksız sihir» ve «tılsımlar» olarak ikiye ayrılarak

ya da d e r i d e n yapılmış, kimi kazılmış. Taşıdıkları simgesel şekil­

karşımıza çıkmaktadır. Ve İbn-i H a l d u n ' d a k i katıksız sihir sihirba­

ler g ü ç l ü bir etkendir, d ö r t k ö ş e l i bir tılsım u y u m s u z l u k yaratır,

zın, hiçbir yardımcıya başvurmaksızın, kendisinden çıkan bir g ü ç ­

yuvarlak bir tılsım ise o l u m l u ruhların yardımını sağlar.

tür; b u g ü n k ü tanımlarımızla bir « d u y u m ö t e s i olay»dır, bir psi fak­

Bu k o r u m a nesnelerinde, özellikle antik uygarlık ve inanışlar­ d a n kalma olanlarda, yıldızbilimsel (astorolojik) değer, a n l a m ve

törü. Yukarki ayırıma g ö r e de «tılsım», t ü m d i ğ e r b ü y ü s e l işlemle­ rin içinde, başlı başına bir sihirli alanı oluşmaktadır.

simgeler ön plandadır; k o r u y u c u veya aktif g ü ç bunlarla sağla­ nır. Buna karşın b ü y ü k dinlerin, tek tanrılı dinlerin ü r ü n ü olanlar­

1974'ten k a l m a bir araştırmasında (Nazar, Nazarlık ve ilgili

da Kur'an-ı K e r i m ' d e , T e v r a t ' t a n ya da başkaca dinsel metinler­

büyüsel işlemler) İsmail Çelik, İstanbul'un H i s a r ü s t ü ' n d e , o d ö n e ­

d e n alınan sözcükler, işaretler, adlar (kutsal adlar) ve özellikle

m i n parası ile, 600-700 liralık kırmızı m ü r e k k e p kullanarak nazar

dualar kullanılır.

ve başka çeşit m u s k a l a r yazan ve G i r e s u n ' u n bir k ö y ü n d e n gel­

Ancak... bu tür u y g u l a m a l a r d a kutsal metinler k u l l a n m a k d i n

t a r a f ı n d a n yasak d e ğ i l midir? Ö y l e d i r ve İslamda bu yasaklar bir­

tedir) bir kısmı İ s t a n b u l ' u n İslam ö n c e s i , Fetih ö n c e s i d ö n e m i n ­

ç o k hadiste açıkça ifade edilmiştir ( E b û Hüreyre, İbn-i M e s ' u d ) ;

d e n k a l m a o l d u ğ u gibi bir b a ş k a kısmı d a , d i ğ e r l e r i n e eklenerek,

belirli surelerde (113, 114) ise b ü y ü c ü l ü ğ ü n , cinciliğin kaçınılması

d e ğ i ş i k g ö ç l e r d e n ve İ s t a n b u l ' u n d i n , dil, ırk, inanış m o z a i k i n i

g e r e k e n kötülükler o l d u ğ u söylenmiştir.

o l u ş t u r m u ş o l a n e t k e n l e r d e n gelmedir.

Yine de t ü m bunlar ne yanlış u y g u l a m a y ı , ne s ö m ü r ü y ü , ne

B u b a ğ l a m d a , yerel v e kentsel o l a n azınlıktan bir b ü y ü c ü

d e yönlendirilmiş bilgiyi e n g e l l e m i y o r ç ü n k ü , her a l a n d a o l d u ğ u

(Yahudi, R u m , E r m e n i v.b.) u y g u l a m a l a r ı n d a z a m a n z a m a n k e n ­

g i b i , bir «arz-talep» yasası işliyor, sürekli olarak.

d i gelenek v e k ü l t ü r ü n d e n k a l m a bilgi v e m a l z e m e y i d e k a t m a k t a ­

Ya yatırlardan, t ü r b e l e r d e n b e k l e n e n m e d e t , o n l a r a bağla­ n a n umutlar ve etraflarında o l u ş a n efsaneler?

d e hesaba katarak ( b u ara fallara, gizemlere v e r u h ç u l u ğ a s o n

Büyüsel u y g u l a m a l a r a pek b e n z e m i y o r s a d a bunlar d a bir «başka» büyüselliğin halk tarafından b e n i m s e n e n belirtileridir. İnanç, hiç k u ş k u s u z bir g ü ç t ü r ; inanç derler, dağları bile yer­ l e r i n d e n kımıldatır. Ve inanç,

dır. Belirli d ö n e m l e r d e yer alan içten v e y a dıştan g e l m e g ö ç l e r i

batıl inanışlara karışınca,

d e r e c e meraklı o l a n 20'li yılların B e y a z Rusları da unutmaksızın) o r t a y a s o n d e r e c e bileşimli, n e r e d e y s e «kozmopolit» bir olay çık­ maktadır.

onlarla

* * *

karıştırılınca, kendi dinsel buyruklarını bile g ö z a r d ı eder. Sarıyer'e Telli B a b a ' y a , E y ü p ' t e k i Dilek B a b a ' y a , Ş e h z a d e b a şı'ndaki Helvacı B a b a ' y a v.b. g i d e n l e r h e p iyi niyet ve inançla

Deniz Cinleri

Padişahının

halen

Kız

Kulesi'nin

açıklarında

g i d e r l e r oysa İstanbul M ü f t ü l ü ğ ü n ü n , e s k i d e n k a l m a uyarısına

konaklayıp

d i k k a t ettikleri o l m u y o r m u ?

d ö n e m d e , üniversite kantinlerinde bile g ü n d e m e geldiklerini bili­

konaklamadığını

bilmiyoruz,

(ancak

cinlerin,

son

«Türbelerde m u m y a k m a k , b e z b a ğ l a m a k , dilek taşları yapış­

yoruz!) a n c a k cinlerin, denizlerin, karaların ve g ö k l e r i n , adları ne

tırmak, para a t m a k , k u r b a n k e s m e k v e d o ğ r u d a n d o ğ r u y a ö l ü ­

olursa o l s u n (Albastı, K o n c o l o s , K a r a k o n c o l o s , Albız, Ç a r ş a m b a

d e n dilekte b u l u n m a k d i n i m i z c e yasaktır v e günahtır» d e r b u ,

Karısı, Kara-Kura, Kancalar, İbrik Kalfa, Al-Karısı, R ü k ü ş H a n ı m

hatırlatma şeklindeki uyarı, a n c a k inanışın inançtan baskın çıktığı

v.b.) İ s t a n b u l ' u b u g ü n m e k â n tuttuklarını b i l m e y e n y o k t u r . Üste­

d a oluyor.

lik bu cinler d e , ç a ğ d a ş l a ş ı p , c i s m e n değilse bile i s m e n basın organlarının başlıklarında, m a g a z i n araştırmalarında ve özel tele­

***

vizyonlarının «talk-showlar»ında b o y g ö s t e r m e k t e d i r l e r . B i r ç o k ünlü C i n c i H o c a ' y ı tarihine katmış o l a n İstanbul'u­

istanbul büyüleri d e n d i ğ i n d e , g e n e l d e İstanbul k ö k e n l i y a d a

m u z d a cinlerin «pop» ya da «in» olmalarına, sık sık g ü n d e m e gel­

g e r e k T r a k y a ' d a n g e r e k s e A n a d o l u ' d a n gelen v e kentsel b ü y ü

melerine, g e ç k u ş a k arasında «ilgi» k o n u s u olmalarına hiç ş a ş m a ­

y ö n t e m v e şekilleriyle k a y n a ş a n b ü y ü l e r anlaşılır.

Ancak büyü

m a k g e r e k i y o r ç ü n k ü , ister dinsel inançtan kaynaklansın, ister

g i b i geleneksel kaynaklara dayalı u y g u l a m a l a r d a u n u t u l m a m a s ı

f o l k l o r i k inanış g i b i kabul edilsin, n e r e y e bakarsanız bakın cinsiz

g e r e k e n bir n o k t a vardır:

gizemcilik

İstanbul'da,

kentin tarihi

boyunca,

işlem k o n u s u o l a n b ü y ü l e r d e d e ğ i ş i k kökenler ve inanışlar yat­

yoktur

ve

de

düşünülemez,

ne

Doğu'da,

yakın

D o ğ u ' d a , U z a k d o ğ u ' d a y a d a Batı'da.

maktadır. Bunların en b ü y ü k kısmı İslam g i z e m c i l i ğ i n e ait ise de

Cin her k a y n a k t a , esrarlı bir varlıktır, kimilerine g ö r e g ö r ü ­

(İloğlu, ö r n e ğ i n , d e r l e m e s i n d e A r a p kaynaklarına ağırlık v e r m e k ­

nen, kimilerine g ö r ü n m e y e n . Cinler ile t e m a s t a olanlar (oldukları— 177 —

istanbul Gizemleri / F: 12

nı söyleyenler), cinleri d a v e t edebilenler (edebildiklerini iddia

«Cinler m a d d e y e kayıtlı o l m a d ı ğ ı n d a n kendilerini i n s a n d a n

edenler), çağırabilenler (çağırdıklarını ileri sürenler) bu varlıkların

ç o k üstün görüyor.» der araştırmacı yazar v e k o n u n u n uzmanı

huylarını ve o n l a r d a n nasıl yararlanacaklarını ç o k iyi bilirler (bil­

A h m e t Ulusi. «İnsanlarla o y n a y ı p e ğ l e n m e k , onları istedikleri g i b i

diklerini ifade ederler).

g ü t m e k en b ü y ü k zevkleri.»

«Cin» s ö z c ü ğ ü n ü n Latince «genius»tan A r a p ç a y a o r a d a n d a

Cinlerin istedikleri z a m a n b e d e n s e l olarak g ö r ü n d ü k l e r i , hat­

T ü r k ç e y e g e ç t i ğ i söylenir. S ö z c ü ğ ü n dilbilimsel kökeni bir y a n a

ta cinsel ilişkide bile bulundukları söyleniliyor. A n c a k , Hulusi, bu

Romalılar, Yunanlılar, Araplar ve Türkler de cinlere inandılar ve

g e r ç e k bir birleşme değildir bir beyinsel t a t m i n , bir boşalmadır,

her ç a ğ , kültür ve uygarlığın sihirbaz ve b ü y ü c ü l e r i cinlerle her

diye açıklıyor.

z a m a n iyi anlaştılar.

İyi de b e d e n s i z varlıkla, ister kadın ister erkek, cinsel birleş­

Cinler, cinler tarafından çarpılanlar, cinleri iyi bilenler, e r k e k cinler, kadın cinler, ç o c u k cinler, kıskanç cinler, öç alan cinler,

me nasıl olur, nasıl gerçekleşebilir? K ö t ü niyetli bir cin kadınlara nasıl bir «cinsel taciz»e bulunabilir?

yardımsever cinler, şakacı cinler, tecavüz e d e n cinler, cinlere

Soruların, inanışlara bağlı, «geleneksel» bir yanıtı vardır, bir

bilerek v e y a bilmeyerek zarar verenler (ve cezalarını ç e k e n l e r ) ve

de - antitez olarak - mantıksal-bilimsel yaklaşımlar. Aslında ina­

diğerleri. Uzayıp g i d e n , s o n u g e l m e y e n bir olay ve inanış dizisi.

nışla mantığı b a ğ d a ş t ı r m a deneylerini O r t a Ç a ğ ' d a da bulabilme­

Kur'an-ı K e r i m ' d e «dumansız ateş»ten yaratılan bu varlıklar,

miz olası ise, batı kaynaklarını karıştırdığımızda, biz şimdilik Orta

dinsel inançlardan v e o n l a r d a n kaynaklanan, onlardan ö n c e bile

Çağı ve batıyı bir y a n a bırakıp İ s t a n b u l ' u m u z u n cinlerine d ö n e ­

varolan halk inanışlarının etkisi ile, masal ve efsanelerin dışına

lim.

taşıp n e r d e y s e İstanbul'un g ü n l ü k ve ç a ğ d a ş yaşamına iyiden iyi­

İslamda ve d i ğ e r tek tanrılı d i n l e r d e (Yahudilik ve Hıristiyan­

ye yerleştiler bir çeşit «dönüş» k a y d e d e r c e s i n e ve g i z e m i n g ü n ­

lık) meleklere, şeytanlara ve cinlere inanılır. Melekler iyi varlıklar,

d e m i n d e eski yerlerini kapamasına.

tanrısal ve kutsal varlıklar,

Yerleşmekle de yetinmediler,

varoluşlarını

kanıtlayabilmek

şeytanlar k ö t ü varlıklar,

cinler ise

d e ğ i ş k e n varlıklardır.

ya da anımsattırmak için onlara inanan veya i n a n m a y a n l a r a ,

T ü m geleneksel inanışlarda, ilk inanışlardan başlamak üzere

eski, orta ve yeni kuşaktan olanlara, geleneklere bağlı o l a n ve

ve m i t o l o g y a l a r d a cinler «ilkel» varlıklar olarak tanımlanırlar. B u n ­

olmayanlara, cahillere ve kültür sahibi kişilere, m e m u r l a r a , ev

lar sihirbazın, b ü y ü c ü n ü n ve de «magus»un en yakın yardımcıları

hanımlarına ve mevki sahibi kadınlara «musallat» oldular, g ö r ü n ­

olabiliyorlar, oluyorlar. Kökeni ve kültür d ü z e y i ne olursa olsun

m e d e n a n c a k kendilerini hissettirerek.

gizemcilik, b u açıdan, cinler o l m a d a n y a p a m ı y o r v e y a p a m a d ı ğ ı

Kırsal

alanlardan,

folklorun

sayfalarından,

masallardan,

için onları, yüzyıldan yüzyıla a ç ı k l a m a y a gayret ediyor.

D e d e Korkut ve 1001 g e c e l e r d e n çıkıp İstanbul'a g ö ç ettiler baş­

Bizim «cin» d e d i ğ i m i z e antik ç a ğ bilgisi, Y u n a n c a bir sözcük­

kaca g ö ç edenlerle birlikte. Ya da yüzyıllardan beri konakladıkla­

t e n hareket ederek, « d a i m o n - d a e m o n » (tanrı, cin) ya da basit ve

rı bu b ü y ü k kente y e n i d e n bir «çıkış» yaptılar, b ü y ü k kentin a r t a n

o l u m s u z bir a n l a m l a , «demon» der.

sorunları ve bu kentin s o r u n l u sakinleri ile orantılı olarak artarak.

Mısırlılar için cin kişinin ikiziydi, Yunanlılar için paralel bir

Cinleri herkes g ö r e m e z , görenler o l u y o r s a d a b u g ö r m e l e r

«ben» (İstanbul'lu Hasan Poyraz H o c a ' y a g ö r e cinler âlemi t ü m ­

t o p l u halde olmuyor, tek bir kişi g ö r s e bile birkaç kişi b i r a r a d a

d e n paralel bir evrendir). S o k r a t e s ' i n c i n i n d e n söz edilir, o n u

g ö r m e z . Cinler d a h a ç o k hissedilir, algılanır, duyumsanır.

y ö n e t e n , ikinci kişiliğini o l u ş t u r a n ve o n u n l a k o n u ş a n . Ö n c e k i

— 178 —

b ö l ü m l e r d e n b i l d i ğ i m i z «ölümsüz» Saint-Germain K o n t u n u n cinin­

«Cinsel ilişki bizim anladığımız m a n a d a b i r l e ş m e değildir.

d e n de söz edilir, o n a unutulan, yitirilen bilimleri ö ğ r e t e n , s i m y a

Beyinde bir noktayı etkileyerek kişide bir t a t m i n m e y d a n a getiri­

ve k i m y a formüllerini açıklayan. Hatta ve hatta N a p o l y o n ' u n bile

yorlar. Bu şekilde kişi g e r ç e k t e n onlarla t e m a s k u r d u ğ u hissine

bir cine sahip o l d u ğ u söyleniyor o n u başarıdan başarıya g ö t ü ­

kapılıyor,

ren.

a n l a m d a bir şey y o k yani. Bir tür halüsinasyon.» Y a N a p o l y o n ' u n s o n d ö n e m i n d e k i başarısızlıkları v e ç ö k ü ­

şü? Onlar da cin o n u terkettikten s o n r a oluvermişler! Sokrates, Saint-Germain ve N a p o l y o n «tarihsel» örneklerdir ve de (biri hariç) k e n t i m i z d e n bir hayli uzaklarda kalmış, istan­ bul'un

gizemsel

gündeminde

olan

cin

uzmanlarına,

cinlerle

t e m a s kurabilenlere (kendi ifadelerine göre) g e ç m e k , basında yayınlanan bazı açıklamalarından y a r a r l a n m a k ise bizi k o n u n u n Sekiz t a n e c i n i o l d u ğ u söylenen « m e d y u m » M e h m e t M e m i ş cinleri için şöyle d i y o r : «O kadar güzeller ki, o kadar yakışıklılar ki... Saat on iki o l u n ­ gelirler...

Gece

hep

onlarla

birlikteyim.

Sabah

ezanına

kadar... Onlarla d u a yaparız, bilgi alırım, yazarım, çizerim, t e ş b i h çekeriz... Siz onları göremezsiniz. İnsanların g ö z ü n d e p e r d e var­ dır, a m a cinler insanları görür... Cin b u g ü n insanlarla evlenebi­ lir...

varlıkların

etkileriyle

boşalmaya

uğruyor.

Fizik

Aslında bu d u r u m d a «halüsinasyon», sanrı bile aşırı geliyor ç ü n k ü , s o n u ç t a , cinsel bir d ü ş ü n d ü r t ü l e r i ile g e r ç e k l e ş e n bir b o ş a l m a d a n başka bir ş e y değildir anlatılan olay ve

bunda,

b u n u n açıklamasında v e y a m o t i v a s y o n u n d a c i n d e n b a ş k a n e d e n d ü ş ü n m e m e k bir hayli zorlamalıdır. A h m e t Hulusi'ye kulak v e r e c e k s e k bir kadın cinle yapıldığı söylenen evlilikten ç o c u k l a r nasıl d o ğ a r ? Tek bir kişinin anlattığı bir «olay» ö r n e k teşkil e d e m i y o r s a

t a m merkezine yerleştirecektir.

ca

bu

B e n i m dişi c i n i m benimle e v l e n m e k istiyor...

n o r m a l bir

kadınla ne yaşanıyorsa, o n u n l a da o n u yaşayabilirim...» Cinlerle evlilik k o n u s u n d a d e n e y i m l i olan, Keto adı ile bili­ nen, Hacı A y d o ğ a n ise d u r u m u n u şu şekilde açıklıyor: «Üç çeşit cin var. Birisi Rahmaniler, bunlar iyi cinler. Şeytani­ ler var, bunlar da k ö t ü olanlar. Bir de Cindarlar var ki, h e m iyilik h e m kötülük yapıyorlar. Benimkiler R a h m a n i , iyi oldukları için insanlara yardımcı o l m a y a zorluyorlar beni. B e n i m karım da Rah­ mani... iki de o ğ l u m var, cin karımdan. Biri altı yaşında, d i ğ e r i üç aylık...» Bedensiz varlıklarla evlilik, cinsel ilişki ve b u n u n s o n u c u olan çocuklar... A h m e t Hulusi d u r u m a nesnel olarak yaklaştığında b ö y l e s i n e bir teşhise varıyor: — 180 —

bile bu kişinin ö n e sürdükleri, ç o k gerilere gittiğimizde, bizleri bu tür d u r u m l a r a ve bu d u r u m l a r ı n o r t a y a attığı « s o r u n l a r ı n yanıtını - inanışlara bağlı k a l m a k k o ş u l u ile - v e r m i ş oluyor. İslamın cin inanışından Orta Ç a ğ Hıristiyanlığına, paralellik g ö s t e r e n , melek-şeytan-cin inanışına bir g e ç i ş y a p m a m ı z gereki­ yor, 1486 yılından k a l m a bir kitaba d a y a n a r a k . E n g i z i s y o n b o y u n c a bir elkitabı olarak kullanılan, 550 sayfa­ da soru-yanıt şeklinde Heinrich K r a m e r ve J a m e s S p r e n g e r adlı iki A l m a n d i n a d a m ı tarafından hazırlanan «Büyücülerin Çekici» (Malleus M a l e f i c a r u m ) , k ö t ü niyetli cinlerle b ü y ü c ü kadınların, cadıların cinsel ilişkilerine eğildiğinde, O r t a Çağlar'a ö z g ü bir inanç ve mantık ç e r ç e v e s i içinde, bu t ü r d e n yanıt ve sonuçları sıralamaktadır: - K ö t ü ve şeytana hizmet e d e n cinler cinsel ilişkide bulun­ duklarında birer aracı olarak hareket etmekteler, ç ü n k ü yaptıkları bir insanın (erkeğin) menisini ç e k i p bir başka insana (kadına) aktarmaktır. Nedir ki, bu t ü r cinlerin bir kadını hamile bırakmaları olanaksızdır, ç ü n k ü bunlar (Hıristiyan inançlarına göre) r u h taşı­ mazlar.

Dolayısıyla r u h ve b e d e n d e n oluşan bir canlıya hayat

veremezler. A n c a k u n u t u l m a m a l ı ki, Tanrının yarattığı bu varlıklar ister cin, ister şeytan olsunlar, onların altında olan her şeyi denet— 181 —

leyebilirler ve bu y ü z d e n , şeytanlıklar p e ş i n d e olan cinler bir e r k e ­ ğ i n menisini ç e k i p , kendilerine aitmiş gibi, bir kadına aktarabilir­ ler. Üstelik, e r m i ş A v g u s t i n u s ' u n da belirttiği gibi, bu tür k ö t ü c i n ­ ler bir erkeğe kadın, bir kadına da erkek olarak görünebilirler. B u ö r n e ğ i v e r m e k t e k i amacımız cinlerin, her b ü y ü k d i n d e v e

Gizem d ü n y a s ı , eski inanışlara, insan k a d a r e s k i gelenekle­ re, mitolojik ve folklorik m a l z e m e y e d a y a n a r a k , her z a m a n cinle­ re başvurur. Kimi bu bağlılığını inandığı ve u y g u l a d ı ğ ı , izlediği dine bağlar, kimi dinsel inanışları k e n d i n e g ö r e y o r u m l a r ve kulla­ nır (büyüde o l d u ğ u gibi) çizgiyi a ş m a k pahasına. Biri t ü m bunları

her kültürde, bir s o r u n teşkil ettiklerini ve bu s o r u n u n , ç a ğ d a n

kendi sorunlarını ç ö z e b i l m e k a m a c ı ile, kanıt ve yanıt olarak ö n e

çağa,

ne tür bir «literatür»e y o l açtığını özetle g ö s t e r m e k t i r .

sürerken diğerleri ise pazarlar, bir «hizmet» olarak. Kaldı ki, gize­

A n c a k , D o ğ u ' d a n Batı'ya, cin s o r u n u salt cinselliğe y ö n e l e n bir

m i n her alanı arz ve talep kurallarına u y m a k z o r u n l u ğ u n a sokar

s o r u n o l m a k t a n ç o k uzaktır. Ç ü n k ü cin, h u y u n e olursa o l s u n ,

kendini.

her çeşit g i z e m c i l i ğ i n i n v a z g e ç e m e d i ğ i bir unsurdur, ister adı c i n o l s u n , d a e m o n o l s u n ya da sac3ce «varlık».

B u g ü n ü n İ s t a n b u l ' u n d a dirilen v e y e n i d e n , o y s a d a h a «deği­ şik» çevrelere ve d a h a «değişik» tanıtımlarla u z a n a n , «popüler»

Folklor açısından kendi cinlerimizi incelediğimizde bunların

hale gelen cinlerin her çeşidi g i z e m c i l i ğ i n kaçınılmaz varlıklarıdır.

da şekilden sekile geçtiklerini g ö r ü r ü z . Cinler kara kedi v e y a

H e m cinler o l m a z s a , onlardan y a r d ı m g ö r m e z s e b ü y ü c ü n ü n v e

kara k ö p e k şeklinde görünürler,

bakıcının d u r u m u ne olur?

oğlak,

eşek,

tavşan, t a v u k ,

horoz, kuzu, yılan v.b. şekillere de bürünebilirler. Ufacık olurlar

Bu sayfalar b o y u n c a , elimizden geldiği kadarıyla, kentimizin

y a d a k o c a m a n , i n c e y a d a şişman, güzel, çirkin, sevimli, k o r k u ­

barındırdığı hatta yarattığı b i r ç o k g i z e m ve inanışları g ö z d e n

t u c u , h o ş k o k u l u v e y a tiksindirici. Hatta ve hatta birer cansız nes­

g e ç i r m e y e çalıştığımızda er veya g e ç «cin» k o n u s u n a da d e ğ i n ­

n e y e d e dönüşebilirler!

m e m i z kaçınılmazdı.

En ç o k s o r u n çıkaran k ö t ü ruhlu, k ö t ü niyetli cinler o l u y o r ,

Ahmet R a s i m ' i n deyimi

ile «Sultan İ b r a h i m zamanının en

olaylar yaratan, insanlara sataşan, insanları ç a r p a n , sevgilileri ayı­

n â m d a r a k t ö r ü C i n c i H o c a d e n e n herif»i ve benzerlerini g ö r m ü ş ,

ran, kocaların başlarını çelen, kadınları aldatan, eşyaların y e r i n i

tanımış, bu İstanbul'da s o r u n b ü y ü c ü l e r i n cinleri değil de en

değiştiren, nesneleri gizleyen. Bir cinin marifetleri ile bir «vurucu ruh»un, bir «poltergeist»in marifetlerini birbirinden ayırabilmek, b u y ü z d e n , b a z e n ç o k zor oluyor. Cinlerden o l u ş a n ve cinleri barındıran paralel bir evren ilginç bir kavramsa cinleri « e n e r j i y e b e n z e t m e k ,

bir «enerji insanı»

kuramına o t u r t m a k bir o kadar ilginçtir. Nedir ki, bilimsel a ç ı d a n t ü m bunlar (ki t ü m bunlar, aslında, k e n t i m i z d e ö n e sürülen g ö r ü ş ­ ler o l d u ğ u n d a n kentsel gizemlerimizin ayrı bir alanını m e y d a n a getirmekteler) olanaksız ve olasılıkların dışında kalıyor. Bu k o n u ­ larda tartışmalar uzayıp gider ve varılan veya önerilen s o n u ç her z a m a n «inançsal» bir s o n u ç oluyor, ister «gizli» bilimlere b a ğ l a n ­ sın, ister dinsel inanışlara.

marifetli c i n c i n i n bile bastıramadığı b a ş k a c a cinlerdir, ister birer «varlık» gibi, ister birer «insan» g i b i g ö r ü n s ü n l e r . Yine de inanışlar ve gelenekler - a m a dinsel inançlara d a y a n ­ sınlar a m a hurafelere - s o n d e r e c e dayanıklı olduklarından, bilgi­ sizlik ve çaresizlikle beslendiklerinden ve gizemli ya da gizemle karışan d u r u m v e olaylar her z a m a n m e r a k uyandırdıklarından, İstanbul'un cinleri de, geçmişleri v e ç a ğ d a ş g ö r ü n ü m l e r i y l e , b u kentin folklorik manzarasının bir parçası olarak anımsanacaklar. İstanbul M ü f t ü s ü Selahattin Kaya'nın d e d i ğ i g i b i : «Bazı insan­ lar cinlerle d o ğ r u d a n ilişkiye girebilirler. B u n u n ne kendilerine, ne de başkalarına yararı vardır. Bunların en b ü y ü k başarıları kendile­ ri hakkında yaptıkları p r o p a g a n d a l a r , abartmalı sözler ve telkinler­ le muhataplarını etki altına almaları.»

kent ise g i z e m d e , bu «merkez»in dahilinde, k e n d i g e r ç e k l e r i n i aramayı v e d ü ş ü n m e y i s ü r d ü r ü y o r . Bu arayışların safhaları g ö r k e m l i değiller, ç o k sıfırlı sayılara dayanmazlar; b u arayışların y ö n t e m l e r i v e uygulamaları d ü n y a s a l sayılmazlar, insanın t o p l u m d a k i k o n u m u n u , mal varlığını ve karşı cins ile ilişkilerini hedeflemezler a n c a k , bir t e m e l olarak, kişinin iç dünyasına seslenirler, bu iç d ü n y a y ı şekillendirmeye çalışırlar.

BİR SON DEYİŞ GİBİ

İstanbul'un g e r ç e k gizleri ve gizemleri falcılar, b ü y ü c ü l e r , bakıcılar ve cinciler mi? Hiç d e ğ i l . Bu sayfalarda o n l a r a da bir p a y tanıdıksak b u n l a ­

İçinde yaşadığımız b u g ü n ü n İ s t a n b u l ' u n d a gizliliklerini yitir­ miş gibi g ö r ü n e n her tür g i z e m , sihir, b ü y ü ve fal açık bir piyasa­ da sunuluyor. Gizli gibi bilinen bilimler, ilimler, sanatlar, bilgiler ve gelenekler şaşırtıcı ve d ü ş ü n d ü r ü c ü bir d e ğ i ş i m e uğradıkları gibi icraatçıları c a m ekranlardan hizmet veriyorlar,

uzmanları

gazete sütunlarında v e y a telefon hatlarında medetler, öneriler ve umutlar dağıtıyorlar. «Kitch» d e k o r l a r d a , r e n g â r e n k d u m a n l a r ve yanıp s ö n e n ışıklarla donatılmış platolarda «ilginç» konular tartışı­ lıyor, tartışılınca da alan d e d i k o d u s u n a ve ücret ö r n e k l e m e s i n e kayılıyor. Bu ara k o n u ş m a c ı n ı n ilgi ve uzmancılık k o n u s u ne ise (yıldızbilim, falcılık) o yüceltiliyor, bilimsellik kazanıyor ister bir yanbilim ise (yıldızbilim), ister bir inanış y ö n t e m i (fal). Dışardan örnekler alınarak (ancak dışardan gelen her şeyi o l u m l u diye b a k m a k h u y u m u z d a n n e z a m a n v a z g e ç e c e ğ i z ? ) her k o n u n u n bir ç a ğ d a ş l a ş m a , açılma,

şeffaflaşma etiketi altında

çeşitli etken, taklit ve özentili özlemlere kapılarak soysuzlaştırıldığı bir o r t a m ve d ö n e m d e gizemlerin «serbest piyasa»sı da a n c a k bu kadar olabiliyor. Ve g i z e m diye bilinenler yaygınlaşa yaygınla­ şa kimliklerini ve özelliklerini yitirdikleri gibi gruplaşa g r u p l a ş a özlerinde hiç v a r o l m a y a n (özleri ç ü n k ü zamansız ve evrenseldir) «çağdaş» ve «moda» sayılan bir u ç u k l u k kazanmaktadırlar. A n c a k bu şehr-i İstanbul ne denli sarsılmaz ve g e r ç e k kimli­ ğini, g e r ç e k değerlerini (her şeye ve h e r k e s e rağmen) k o r u m a s ı ­ nı bilen, gerektiğinde bunları tevazu içinde gizleyen bir «merkez» — 184 —

rın d a , geniş a n l a m d a , gizemsel olduklarındandır, k e n t i m i z i n ç a ğ ­ d a ş t o p l u m u n d a v e b u ç a ğ d a ş l a m a y a katkıları o l a n m e d y a l a r d a g ü n c e l i k kazandıklarından hatta, nerdeyse, batılı o l m a n ı n örnekle­ ri g i b i s u n u l d u k l a r ı n d a n . İstanbul'un g ö r ü l e n ve g ö r ü l m e y e n gizemlerini salt gizemsel inanış ve geleneklerinde a r a m a m a k gerekiyor: İstanbul gibi bir kentin olaylar, çatışmalar, çalkalanmalar, aşamalarla d o l u yaşa­ mı - g e ç m i ş i n d e n ve g e l e c e ğ i n d e n k a y n a k l a n a n yankılar ve ç a ğ r ı ­ şımlarla - ve bu t ü r bir y a ş a m çizgisinin, mitosları ve efsaneleri ile birlikte, içerdiği her tür sihir ve g i z e m zaten etrafımızı sarıyor, gözlerimizin ö n ü n d e v e ellerimizin altında d u r u y o r . G ö r m e s i n i , bakmasını bilen g ö r ü r ve bakar, aramasını bilen arar ve bulur. İstanbul'un, g e ç m i ş d ö n e m l e r d e , bir arayışın, bir bilgi ve g e l e n e k sentezinin o d a k n o k t a s ı o l d u ğ u n u - belirli örnekleri ile - ö n c e k i b ö l ü m l e r d e ve o b ö l ü m l e r d e k i k a v r a m ve kuramlarla sergileme­ ye, bazı ipuçlarını v e r m e y e çalıştık. A n c a k her şey olası o l d u ğ u n ­ d a n ve her şey birbirine, inandığımız gibi, bağlı ve bağlantılı o l d u ­ ğ u n d a n belki d e İstanbul gizemleri geçmişleri, b u g ü n ü v e yarını ile saydıklarımızın,

s a y m a y a çalıştıklarımızın ç o k ötesindedîrler

ve o ötelerde kaldılar. Ola ki, bir s ü r e d a h a o ötelerde kalacaklar­ dır.

Her insan y ü z ü n d e , y ü z ü n ü n çizgilerinde,

kırışıklıklarında,

g ö z l e r i n d e parlayan ışıklarda k e n d i iç gizemini ifade ettiği g i b i , ' her kent g e ç m i ş i n d e n kalan açık v e y a kapalı izlerinde, mekânla­ rında,

yarattığı

düşünsel-inançsal-toplumsal — 185 —

«güç»te,

«şarj»da

o l u ş m u ş , o l u ş m a k t a ve oluşacak olan sır ve sihirini taşımakta ve açıklamaktadır. Bu bir t ü m d ü r , en ince ayrıntısına d e k t ü m ü kap­ s a y a n , t ü m ü n d o ğ u r d u ğ u bir süreçtir, bir o l u ş u m d u r . Mitoslar, efsaneler, inanışlar, izler, mekânlar, binalar, surlar, kuleler, sütunlar ve insanlar. Gelenler, gidenler ve kalanlar. B u n ­ lardır İstanbul'un gizemleri, bunlardan kaynaklanır ve şekillenir

KAYNAKÇA

İstanbul'un gizli y ü z ü ve İstanbul'a da başka şekilde bakamayız, ister kabul e d e l i m , ister baş sallayıp g e l i p geçelim...

SON

Hans von AİBERG Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi cilt 1, Kitsan, İstan­ bul 1987 Rene ALLIEAU Les Societes Secretes (Gizli Cemiyetler) Le Livre de Poche, Paris 1969 Georges BARBARİN Les destins occultes de l'humanitee Cycles historiques (İnsanlığın Gizemli Yazgıları - Tarihsel Dönemler) Librairie Astra, Paris 1946 Jacques BERGİER Les Livres Maudits J'Ai Lu, Paris 1971, Türkçesi: Lanetli Kitaplar, çev. Vedat Gülsen Üretürk, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul 1981 Jean-Louis BERNARD Les archives de l'insolite (Alışılmamışlığın Arşiv­ leri) Ed.du Dauphin, Paris 1971 Helena P.BLAVATSKY La def de la Theosophie (Tanrıbilgeliğin Anah­ tarı), Pbl.de la Societe Theosophique, Paris 1895 Pertev Naili BORATAV 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973 Pertev Naili BORATAV Zaman Zaman İçinde, Remzi Kitabevi, İstanbul 1958 Jean-Louis BRAU Les inities d'Occident (Batılı İnisyeler), MA Editions, Paris 1986 Louis CHARPENTİER Les mysteres Templiers (Tapınakçıların Sırları), Lafont, Paris 1967 Robert CHARROUX Le livre du Mysterieux İnconnu (Esrarlı Bilinmeye­ nin Kitabı), Lafont, Paris 1969 Arkon DARAUL Secret Societies (Gizli Cemiyetler), Frederik Muller, Londra 1966 Arkon DARAUL VVİtches and Sorcerers (Cadılar ve Büyücüler), Tandem Press, Londra 1969 Edmondo DE AMICIS Costantinopoli (İstanbul) Fratelli Treves, Milano 1931 (2 cilt) — 187 —

Gül-Haç örgütünün en ünlü ölümsüzü Saint Germain Kontu

Cagliostro adı ile ünlenen gizemci, simyacı ve skandal adamı Giuseppe Balsamo HH

Unlü kehanetlerinde İstanbul'dan da birkaç kez söz eden Nostradamus (16. yüzyıldan kalma bir Fransız gravürü) «Gerçeği basit şekilde, abartmadan ilan ederim ve doğru kehanetim beni hiç yanıltmaz.» 198

Ölümsüz simyacı ve Bursa yolcusu Nicolas Flamel

199

1920'lerden kalma bir «Kara Ayin» — 201 —

Boğaziçi

Öğretisi ile geniş ilgi uyandıran, «Altın Şafak» Örgütünün temsilcisi kara büyücü Alesteir Crovvley — 202 —

— 203 —

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF