Şiir Dili Langage Poétique Poetic Language
September 16, 2017 | Author: mustafa durak | Category: N/A
Short Description
Şiir dilinin neliği üzerine bir deneme. An article written in turkish on poetic language. Cet article essaie de recherch...
Description
Mallarmé; “Zar Atımı” şiirinin fransızcasından alıntı
ŞİİR DİLİ Mustafa Durak
ŞİİR DİLİ Mustafa Durak
Şiir dilinin sınırlarını belirlemeden önce, genel olarak dilin sınırları üzerinde durmak yerinde olur. "Dil" sözcüğü türkçede, üç ayrı kavram olarak kullanılmaktadır. İlki bedensel uzuv, ikincisi insanların iletişim için kullandıkları boğumlanabilir ses dizgesi (türkçe, japonca, çince vd), üçüncüsü de belirli bir alana özgü göstergeler bütünü, özgül dil (sinema dili, çiçeklerin dili, işaretlerin dili, şiir dili vd). Her dilde bu kavramlar, sözcüklendirme aşamasında çeşitlendirmeler gösterir. Türkçe üç kavram için tek sözcük kullanırken fransızca ve ingilizce iki sözcük kullanırlar, ama bunlar da kendi aralarında çakışım sunmaz: fransızca birinci ve ikinci kavram için "langue", üçüncüsü içinse "langage"; ingilizce birincisi için "tongue", ikinci ve üçüncüsü için "language" sözcüğünü kullanmaktadır. İletişimsel, boğumlu dilin sınırları o dili konuşan bireylerin o dil-de yaptıkları üretimle orantılıdır. Ve dil, onu konuşan bireyler bütününün zihinsel, ekinsel düzeyini yansıtır. Bu iletişimsel, boğumlu (1) dillerden birinin tanımlanabilmesi için bu dile tarihsel ve zamandaş yaklaşımlı incelemeler zorunludur. Evet, yukarıda genel olarak dili, işlevi ve yapısı açısından birer nitelikle tanımladık ama, diller içinde bir kesit sayılabilecek bir dili, örneğin türkçeyi tanımlamak için bu iki yönlü inceleme gereklidir. Zamandaş yaklaşım, içinde bulunduğumuz ve türkçenin her türlüsünü konuşan topluluk ve bireyleri, ve aslında bunların dilcelerinin (bir dili konuşan her bireyin o dile ait bilgi ve yetisi, örneğin X'in türkçesi, sizin türkçeniz, benim türkçem) bütününü kapsayacaktır. Tarihsel yaklaşım da benzer genişlikte, bu dilin kullanılmaya başladığı günden itibaren günümüze değin geçirdiği değişiklikleri, dönüşümleri, çeşitlenmeleri kapsayacaktır. Ve bütün bu alan genişliği yanında bürünsel, sesbilgisel, sesbilimsel, sözdizimsel, anlambilimsel, edimbilimsel ve dilbilgisel (grammatical) (2) olarak, hem de birçok tartışmalarla ve titizlikle incelenmesinden sonra yine de kabaca bir tanıma varılabilecektir. Bir iletişimsel, boğumlu dildeki bu geniş açı şiir dili için de söz konusudur. Genel olarak insanlık tarihinde bir şiirin ortaya çıktığı ilk andan itibaren günümüze değin her ulustan şairin şiir dili, tanım içinde ifadesini bulmak zorundadır. Demek ki, genel şiir dili yanı sıra fransız şiirinin dili; Necip Fazıl'ın şiirinin dili, Nazım Hikmet'in şiirinin dili vd de söz konusudur. Hatta tek bir
şiirin dilinden söz edilebilir. Başka bir sorunsal, şiir dilinin; iletişimsel, boğumlu diye tanımlamaya çalıştığımız dil ile ilişkisinde bulunmaktadır. Şiir dili de ses dizgesine dayalı bir dil olduğundan "dil"in bir parçası durumundadır. Genel olarak sıralanabilecek "dil" özellikleri onun için de geçerli olacaktır. Ayrım, "dil" içinde yer alan çeşitlenmeler arasındaki ilişkide ortaya çıkacaktır. Özgül nitelikler belirleyecektir bu ayrımı. günlük dil, yazın dili, bilim dili, şiir dili vb birbirlerine göre tanımlanacaktır. Prague Okulu ve onun yolundaki çalışmalar, yazınsal niteliklerin bulgulanması, yazınsallığın tanımlanması için incelemeler yaptılar. Bu konuda benim savım şu: yazınsallık ya da şiirsellik tek başına saptanamaz. Bunlar göreli kavramlardır. Alanlar arası görelilik taşıdığı gibi yazarlar arası da (iki şairin birbirine göre şiirselliği farklı olabilir) görelilik taşımaktadır. Mutlaka bir başka söyleme göre ele alınmalıdır. Eğer bugün bir şiir metnini öbür metinlerden ayırabiliyorsak bu, bizim, bireysel olarak bugüne değin karşılaştığımız birçok söylemi beynimizde sıralayıp sınıflandırmamızdan ve şiirsel metne, öbürlerine göre ayrı bir yer, ayrı bir değer vermemizden, kendiliğinden bir karşılaştırma yapmış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bu, kılgısal (pratiğe ait) bir durumdur. Kılgı ile kuramın atbaşı gitmediğini biliyoruz. Bu konuda kılgı (pratik) kuramın önündedir. İnsan, tüm duyduklarını, algıladıklarını adlandıramaz hemen. Adlandırma ve kuramsallaştırma işlemleri gereksinimle ortaya çıkar. Herhangi bir şiir dilinin tanımlanabilmesi için çeşitli düzlemlerde, birbirini kesen boyutlar bulunmaktadır. I- Genel Düzlem: a) Dizimsel boyut: Bir şairin, kendi şiirlerine göre, çağdaşı şairlere göre kendi ve çağdaşlarının öbür dil kümelerini kullanımlarına göre ele alınacağı boyut. b) Dizisel boyut: Bir şairin kendisinden öncekilere göre ele alındığı boyut. II- Özel Düzlem: a) Dizimsel boyut: Şiirin sayfa düzeni, dizelerin biçimi, sözcük dizimi ve bürünsel düzeyde (sözlü anlatımda) ele alınması ya da bunun yazıya bir ölçüde yansıması olan noktalama imlerinin incelenmesi. b) Dizisel boyut: Uyak düzeni, sözcüklerin çağrışımsal evreni, anlam, edim ve sanatsal edim evreni. Bu yazı sınırları içinde özel düzlemle ilgili bazı noktalar üzerinde duracağım. Sayfa Düzeni (Düzenleme): Sayfa düzeni kavramı, doğrudan şiir morfolojisi ile ilgilidir. Düzenli (genelde alışılmış ölçülü uyaklı) şiir, dağınık yerleştirilmiş şiir (Mallarmé'nin “Zar
Atımı” adlı şiiri zirve örnektir. -Bak: Julia Kristeva; La Révolution du langage Poétique ve Michel Murat; Le Coup de Dès de Mallarmé; Un recommencement de la poésie; Belin; 2005), düzyazı şiir. Göstergebilim çalışmaları araştırmacıların dikkatlerini, bir kitabı elimize aldığımızda bizde yol açacağı ilk etkilenmeleri ya da tersinden yaklaşırsak bizim ona ilk bakışımızdaki anlamlandırmayı da inceleme konusu sınırlarına sokmuştur. Mehmet Rifat, Roman Kurgusu ve Yapısal Çözümleme adlı kitabında Michel Butor'un Değişim adlı romanını incelerken (3) baskı düzenine ayrı bir yer verir ve bunu şöyle açıklar: "Baskı düzeni, ilk yaklaşımda bir yüzeysellik gibi gelir ama, anlam ve bilim çoğulluğunca, kısaca 'üretimselliğe' açılan ilk yol bu baskı düzeninden geçer"(4). Zira "çok boyutlu bir nesnedir yapıt" (5). Mehmety Rifat, bu romanın ilk baskısına da bakarak, romanda boş bırakılmış sayfa ve bölümlerin anlamlandırılmasına yönelir. Değişim adlı romanın "başladığı yerde biten bir deniz yolculuğu" olduğunu belirten ve bunu değişik düzlemlerde kanıtlayan yazar, beyazlıklar konusunu şöyle bağlar: "İki ayrı baskıda gözlemlediğimiz bu başlangıç ve bitiş beyazlığının bir rastlantıya dayanmadığı kesin artık. Anabirim(roman) ikibeyazlık arasında yer alır: Betik beyazlıkla açılır, beyazlıkla kapanır. Biçimsel açıdan betiğin başlangıcı sonu, sonu ise başlangıcı olur" (6). Bir romanda yapılan bu gözlem ve değerlendirmenin şiirlerde de yapılması gerekir. üstelik şiirde sayfaların çok az bir bölümünü kullanma sıkça rastlanan bir olgudur. Ancak, bu noktada yazarın sayfa düzenlemesini bilinçle, bir anlam üretme kaygısıyla yapıp yapmadığının araştırılması önemlidir. Ne yazık ki birçok örnek için böyle bir bilinçten söz etmek güçtür. İşin içine yayım sırasında devreye giren sayfa düzenleyici kişi de girince araştırıcının işi zorlaşacaktır. Araştırmacının bu konuda dikkat edeceği bir başka nokta da düzenleme konusundaki değerlendirmesinin öbür düzlemlerdeki anlamlara koşutluğu ya da aykırılığıdır. Dizelerin Düzenlenişi Şiir tanımı peşindeki araştırmacının dikkat edeceği başka bir konu dize kuramıdır. Şairin kendi anlamlandırma ve anlatımına en uygun kuramı benim seyip benimsemediği, bilinçlilik düzeyinin başka bir gösterenidir. Şiir, yoğunlaştırılmış bir anlatım biçimidir. Günlük dil kullanımındaki dağınıklığın elden geldiğince ortadan kaldırılması gerekir. Bu dağınıklığı yansıtmak isteyen bir şairin bile bu dağınıklık üzerine uzun uzadıya düşünmesinden sonra üretime geçeceği düşünülürse yoğunlaşma ve yeniden düzenleme kavramlarının geçerliliklerini koruyacakları görülür. Ne yazık ki türkçede dize üzerine kapsamlı incelemeler yapılmış değildir. Burada Ivan Fonagy'nin bir şiir kesitini değerlendir mesini sunmak istiyorum: Pe-k /genç bir kadın Ve yavrusu /şimdiden epey büyük
Bir kayıkta /kimsenin kürek çekmediği... Genç bir ço /cuk, bir kadın... "Şair, kendisiyle bir yıllık evlilikten sonra boşanmak isteyen karısını ve hiç görmediği oğlunu bir kayık içinde şefkatli, babacıl bir bakışla izler. İambique ritim bozulur. Durak'ın, çocuğu ikiye bölmesi trajik bir sonu düşündürmektedir" (7). Bu konuda yine Fonagy'nin saptaması: şair "bizi gündelik dilde dikkat etmediğimiz özelliklere çeker. (...) Hatta yeni bir anlam elde edebilmek için anlamsal birimleri bile parçalar" (8). Fonagy buna örnek olarak Cummings'i gösterir. Jean Cohen, dizenin şiir üzerine geçirilmiş gereksiz bir giysi, süs olmadığını vurgular (9). Dizenin bir şiirselleştirme işlemi olduğunu, dizenin ses ile anlam ilişkisi olarak varolduğunu, böyle olunca sesel anlamsal bir yapı olduğunu söyler. J.Cohen için dize de öbür söz sanatlarına benzer. Dize ve eğretilemenin yapısı özdeştir. Dize uzlaşımsal kurallara uyar (10). J. Cohen'in bu konuda önemli bir saptaması da şudur: "Her dize tersliktir, yani bir dönüştür" (11). Bununla şunu anlatmak istiyor: düzyazı, bir çizgisellik içinde gelişirken şiir, geriye dönmeli olarak yinelemelerle çalışır. Bunu bir örnekle gösterelim: Seni iniyorum Yüksekkaldırım'dan Seni dolaşıyorum insanların içinde Düşünüyorum düşünmek boş Seni bekliyorum en iyisi Seni toriklerin mavisine Seni sandal Seni martı (Oktay Rifat) Bu şiirde şair "Seni" yinelemeleriyle "sen" (: İstanbul) eyleyeninden başka eyleyene geçemiyor bir türlü. Aynı özneye dönüp dönüp geliyor. Gerçekten de bu özellik şiire özgüdür. Ancak yalın bir yineleme olarak bir de takınak olarak değil, yinelemeyle gelen özne ya da nesneye dönüş olarak algılanmalıdır. Noktalama: Noktalama, sözel kullanımdaki bürünsel özellikleri yazıda göstermeye çalışan birim dizgesidir. Dillere göre, hatta kişilere göre, alışkanlıklardan, bakışlardan, dil dizgelerinin özelliklerinden kaynaklanan ayrılıklar görülebilir. Şair kendisine tanınan uzlaşımsal özgürlük içinde şiirinde noktalamayı dilediğince kullanır (ya da kullanmaz). Bir noktalama imleri incelemesinde, imlerin dağılımı, kendi aralarındaki ilişkileri ve öbür öğelerle ilişkileri incelenmelidir.
Bu imler varlıklarıyla anlama bir katkıda bulunduğu gibi (12) yokluğuyla da bir anlamı işaret edebilir. Noktalama imlerinden bazı değerlendirmelere geçmeden, bu konuda Behçet Necatigil'in şiirindeki çizgiler üzerine gerçekleştirdiğim incelemeyi anmalıyım (13). Noktalama imleriyle ilgili anlamlandırmalar: Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça... Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni... (Ahmed Arif) "Şiire noktalama işaretleri açısından yaklaşıldığında da aynı eksiklik, bitirilmemişlik karşısında buluyoruz kendimizi. Zira hiçbir nokta yok, sekiz virgül ve iki 'üç nokta' var. Virgüllerden dördünün yerine nokta da konulabilirdi ve bu kez ağır ilerlemeli ama duraksız temposu bozulurdu. 'Ve ellerim, kelepçede,' dizesinde ilk virgül, alıştığımız virgül konulması gerekli yerlerden değil. Bunu, şairin ellere verdiği değerle açıklayabiliriz. Eller onun için yaratıcı, geçimi sağlayan önemli bir öğe. Ama ne yazık ki bağlı, çaresiz. Bunun katlanılmazlığı gözden kaçıveren bir virgülle bağırılıyor" (14). Orman sen elimi tutunca başlardı, Yarılırdı bir incir gibi ortasından. Koşardık yukarı iki büklüm, soluk soluğa. Alabalıklarla düşe kalka, çam pürleri Keserdi hızımızı, Elimi bırakma, Elimi Bırakma... (Melih Cevdet Anday) Son üç dizede kullanılan virgüller kesitleme işareti işlevi görmektedir. İlk iki kesit ("Alabalıklarla düşe kalka,//çam pürleri/Keserdi hızımızı,") bir bütün içersinde birbirinden bağımsız kendi içine kapalı birer baloncuk gibi. Bu izlenimi virgül yanısıra, dilbilgisel bağdaşıklıksızlık da vermektedir. "Keserdi hızımızı"dan sonraki virgül de yine ayrı bir baloncuğa, evrene geçişin imi. Ama buradaki kesitleme daha büyük planda. Bunun bir noktayla yapılmamış olması
iki evreni ayrı görmeyiş, birleştirme isteğidir. Virgüle kadarki bölüm, yaşanmış duygusallığın hatırlanışı ile bir özlem, bir düş evrenidir. Virgülden sonrası ise gerçek dünyaya dönüştür. Bu dünyanın içinden düşlenene dönüş isteği ve bunu sağlayana yakarıdır. Demek virgül, düş /gerçeklik ikilisini hem gerçekleştiriyor hem de iki evrenin iç içe olması dileğini dillendiriyor. "Elimi bırakma"dan sonraki virgül ise yineleme kesitleyicisi. Burada bir nokta ya da bir ünlem kullanılabilirdi ama yazar aynı şeyin, yazdığı gibi iki kez değil de sürgit kendi içinde yankılanıp durduğunu ve bu yakarışın kendini güçsüz bıraktığını virgül ve üç noktaya sığınarak anlatıyor. Elbette dize bölümlemesi de işlevsel. "çam pürleri /Keserdi hızımızı"da pürlerin engelleyiciliği; "Elimi /Bırakma..."da tükeniş bu yolla aktarılıyor. "Elimi Bırakma"nın büyük harfle yazılması da gerçeklikten duyulan korkunun, kaygının büyüklüğündendir. Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum; Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi, uçurum. (Necip Fazıl Kısakürek) "Şiiri bitiren üç nokta, bir yandan şiir içindeki dönme, yankılanma olgusunun sürgitliğini, bir yandan da şiirin, dolayısıyla yazarın yaratma gücüne karşın eksikliğin, güçsüzlüğünün gösterenidir" (15). Ses ve Uyak Düzeninin Araştırılması: Şiirde yinelenen ses birimlerin dağılımı, birbirine göre oranı şiirin anlamlandırılmasında etkili olmaktadır. Birimlerin değerleri ve bunların evrensellikleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır (16). Ivan Fonagy, değişik kişiler üzerinde yaptığı deneylerde "/i/nin aydınlık, /u/ nun karanlık, /i/nin /u/ya göre daha hafif, daha hızlı, daha ince; /r/nin erkeksi; /l/nin kadınsı; /t/, /k/, /r/nin sert, /m/ ve /l/nin yumuşak olarak şaşırtıcı biçimde büyük bir uygunlukla değerlendirildiğini" gözlemiştir (17). İlhan Berk, "Harfler" adlı düzyazı şiirinde, harflerin kendisi için öznel değerlerini sıralamıştır: "Büyük İ, ağırbaşlı ve gülmez; C, içine dönük, kapalı bir ekonomi adamıdır; küçük b (sevdiğim dördüncü harf), duruk ve dişidir, bir gizemsellik otağıdır sanki; R, canavar sesli; h, erotik; j, askersi; g, utansak; K, şövalye yüzlü; ö, kalvenci; Ş,Yahudi duruşlu; m, sürtük; l, fahişe" (18). İlhan Berk'in değerelendirmelerinin büyük bölümü, I. Fonagy'nin sonuçlarıyla buluşuyor. Şiir dilinin tanımını bütünleyebilmek için şiirin ritim düzeni üzerinde özenle durulmalı. Necla Aytür şiir dilini anlattığı yazısında (19), şiiri günlük dilden sapma olarak gören düşünceden yola çıkıyor ve sapma biçimlerini, I) YATAY YA DA ZİNCİRLEME İLİŞKİLERDEKİ SAPMALAR
"Ses ve ritm yinelemeleri (...) ölçü, uyak yinelemeleri(...) Aynı sözcüğün ya da benzer anlamlı sözcüklerin belli aralıklarla birçok kez söylenmesi, aynı yüklem zamanının, koşut tümce yapılarının yinelenmesi" (20). II) DİKEY YA DA ÇAĞRIŞIMSAL İLİŞKİLERDEKİ SAPMALAR 1- benzetmeler 2-sözcüklerin doğal dildeki işlevlerinden saptırılması 3-geçişli ve geçişsiz yüklemler arasındaki değiş-tokuş olarak saptıyor. Benzetme konusu imgeyle (21), bir de söz sanatlarıyla (22) birlikte ele alınmalı ve daha geniş incelemelere gidilmeli. Sözcüklerin Dizimi: Şiirde dikkat edilmesi gereken bir nokta da sözcüklerin düzenlenişinde ortaya çıkarılan anlam değişikliği ya da anlamlandırma yollarının çoğullanmasıdır. Ne gitmek geçebilir aklımdan Ne de git demek Ben eli kolu bağlı Ağzı dili bağlı Yaşa yorum Sevin emi yorum (Behçet Necatigil) B. Necatigil'in şiirinde "Yaşa yorum /sevin emi yorum" dizelerini iki türlü okuyabiliyoruz: yaşıyorum; sevinemiyorum biçiminde bir de "yorum"a, dedikoduya yönelik bir seslenme olarak. Anlam ve Anlamlandırma: Şiirin anlamına ulaşabilmek için tüm anlam yansıtan öğeler üzerinde düşünmek gerekiyor. "Peki nedir anlam? Anlam, bir gösterende gücül halde bulunan anlam birimciklerinin başka birim(ler)le ilişki içinde bir araya getirdikleri yeni bir ürün, bir bütündür" (23). Anlamın ortaya çıkabilmesi için iki öge zorunludur. Bu iki öğe aynı öze sahip olmayabilir. İki dilsel öğe olabileceği gibi bir dilsel, bir davranışsal öğe, hatta iki davranışsal öğe de olabilir. Ancak ne olursa olsun anlamın oluşabilmesi bir birikime bağlıdır. Yani iki öğenin dizisel deposuna dayanır. Bu dizisel depo dilin o ana değin o birimle ilgili kullanım olasılıkları ve kişinin ruhsal, ekinsel yapısına uygun çağrışım zenginliklerini içerir. Ve anlamlandırma bir araya gelen iki öğenin uyuşan anlambirimciklerinden zihinsel bir seçme sürecinden sonra ortaya çıkar. Bir üretimdir.
Anlamlandırma1 ---> Sözceleyen Niyet (bakış)1
Sözce
Anlam ---> Anlamlandırma2 Sözcelenen Niyet (bakış)2
Bir anlam ya da anlamlar ağını sözcede dilselleştiren sözceleyen, gücül halde bulunan anlamı, dil, davranış gereçlerinden oluşan bir kaba boşaltır. Sözcelenen kişi sözcede içkin olan, başkaca döküldüğü kabın bulaşıklarını taşıyan anlamları ayıklamaya, algılamaya çalışır. Anlamsal seçeneklerin birden fazla oluşu yorumu devreye sokar. Aslında her anlamlandırma bir yorumdur. Anlam bir hammaddedir. Anlamlandırma ise bir üretimdir. İster sözceleyen açısından ister sözcelenen açısından bir üretimdir. Ve anlam, sözcükler arası, sözcük dışı metinsel öğeler arası, sözcük dışı dış dünya ve eyleyenler arası ve tüm bu öğeler arası ilişkilerde içkindir. Anlamlandırma en az iki öğenin birlikte ilişkilendirilmesi, değerlendirilmesi demektir. Anlam, gücül; anlamlandırma; kullanımsaldır. Anlam ifade edildiğinde artık anlamlandırmadır. Söz konusu olacak ilişkilerin tümünü değerlendirmiş, başka bir yoruma, anlamlandırmaya kapıları kapamış olsak bile dile geldiğinde artık anlam değildir sözünü ettiğimiz. Bu yaklaşımla anlamı gizemli, yakalanmaz olarak görmediğimi, aksine an-lamlandırmayla, bir üretimle nesnelleştirilebildiğini düşündüğümü belirtmeliyim. Anlamlandırmada ilişkileri açıklayan daha geniş ya da daha dar başka bir "benzer" ilişki ağı kurulur. İlişki ağlarının modelleri birbirine benzedikçe anlamlandırma, anlama yaklaşmakta, uzaklaştıkça anlamsızlaşmakta, saçmalaşmaktadır. Anlam gücül bir hammaddedir ve duyusaldır. Algılama duyumuza bağlıdır. Zaten dillerdeki biçimi de (fransızcada le sens = duyu/anlam, arapçada ma'na, maneviyat, türkçede anlam, anlamak) bu yanına gönderim yapmaktadır. Anlamın gücüllüğü bir eyleyene gereksinimden kaynaklanır. Ama eyleyen işin içine girince de anlamlandırma olur. Hammaddedir, zira vardır. zaten bu varolması nedeniyle bilimsel bir araştırmaya konu olabilecektir. Sanatsal edim: (Bak: Mustafa Durak; Edimsel Anlam & Fazıl Hüsnü Dağlarca Şiiri). Notlar: (1) Bu iki niteliği özellikle anıyorum. Zira bazı dilbilimcilerin kullandığı "la langue maternelle" terimini türkçeleştirirsem çeviride bir boşluk oluşacaktır. "Doğal dil" terimi, ikinci yanı sıra üçüncü kavramı da içerebileceğinden türkçede ayırıcı olmayacaktır. Arıların dili de doğal olduğu halde boğumlu bir
ses dizgesi değildir. Üçüncü kavrama bağlıdır. Burada boğumluluk kavramını da açıklayalım. Bir dizgesel bütün olan dilin alt birimlere ayrılabilmesi özelliğidir boğumlanma. Boğumlanma düzeyleri olarak ses birim (phonème), anlambirim (monème) [Martinet] yanı sıra bürün birim (prosodème) [Rossi] bulunmaktadır. (2) Burada dil bilgisi ile dilbilgisi'ni ayırma gereğini vurgulamalıyım. bir dil üzerine tüm bireysel ya da genel bilgilerimizi anlatırken, öbürü dilin çeşitli alanlarındaki yapılarını inceleyen bir alandır. (3) Mehmet Rifat GüZELŞEN; Roman Kurgusu ve Yapısal Çözümleme; İstanbul üniversitesi Yayını; İst; 1978. (4) Aynı yazar; aynı kitap; s: 38. (5) Tahsin YÜCEL; Yazın ve Yaşam; Çağdaş Yayınları; İst; 1976; s: 19. (6) Mehmet Rifat GÜZELŞEN, aynı kitap, s: 40. (7) Ivan FONAGY, "Şiir Dili:Biçim ve İşlev", Çev:Mustafa Durak, Gergedan dergisi, No:18, s: 95. (8). Aynı yazar, aynı yazı, s: 97. (9) Jean COHEN; Structure du langage poetique; Paris; Seuil; 1966; s: 53. (10)Ay; ak; s: 54-55. (11) Ay; ak; s: 55. (12) Ivan FONAGY, Structure semantique des signes de ponctuation; Bulletin de la societe de linguistique de Paris, t: LXXIII, s: 96-129. (13) Mustafa DURAK, "Behçet Necatigil", Çağdaş Eleştiri dergisi, sayı:4, 1984, s: 41-49. (14) Mustafa DURAK, "Göz Ucuyla üç Şair: üç Şiir", Karşı dergisi, sayı: 26, s:16-17. (15) Mustafa DURAK, "Yazarın Açmazı:Ben", Karşı dergisi, sayı: 37, s: 38. (16) Julie KRISTEVA, La révolution du langage poetique, Paris, Seuil, 1974 (Kitabın "Sesel Ritmler ve Anlam" adlı bölümü; 209-263.sayfalar bu konuyla ilgilidir.) (17) Ivan FONAGY, "Şiir Dili", s: 94. (18) İlhan BERK, Kitaplar Kitabı, Yazko Yayını, İst.; 1981; s: 112. (19) Necla AYTÜR, "Dil-Edebiyat-Kültür İlişkisi", Uludağ üniversitesi Eğitim Fakülteleri Dergisi, Cilt:3, sayı:1, 1988, s: 17-26 (20) Ay; ay, s: 19. (21) Özdemir İNCE, Şiir ve Gerçeklik, Broy Yayınları, İst.1985, "İmge ve serüvenleri 3" adlı bölüm. (22) T. TODOROV, W. EMPSON, J. COHEN, G. HARTMAN-F. RIGOLOT; Semantique de la poésie, Paris; Seul, 1979. (23) İbrahim OLUKLU, "Mustafa Durak'la Eleştiri üstüne", Karşı Dergisi, sayı: 29, s: 16.
View more...
Comments