Hat Sanatında Hilye-i Şerif - Uğur DERMAN

February 1, 2017 | Author: siyahkalem | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Hat Sanatında Hilye-i Şerif - Uğur DERMAN...

Description

Hat Sanatında HİLYE-İ ŞERÎF Prof. Dr. M. Uğur Derman Ġslâm inancı, putlaĢtırılabilecek kimselerin tasvirlerinden Ģiddetle kaçınmıĢtır. Bu sebeple, bir kaç asılsız minyatür dıĢında hiç kimse Rasûlullah'ın resmini çizmeye cesaret edememiĢtir. Hıristiyan âleminde Hz. Ġsa için uygulandığı gibi hayalî bir resim yapmaktansa, sahih tariflerden hareketle Ġslâm Peygamberini hilyesinden öğrenip anlatmak; her inananın, gönlünde beliren Ģekliyle yaratılmıĢların bu en yücesini tasavvur ederek bağlanmasına vesile olmaktadır. Bu ise, putları yıkan bir iman anlayıĢı için elbette daha gerçekçidir. "Süs, ziynet" manasının yani sıra "hilkat, sûret, sıfat" manalarını da taĢıyan hilye kelimesi, hilye-i saadet veya hilye-i nebevî terkipleriyle daha tamamlayıcı bir mahiyet kazanmaktadır. Eskiden beri göğüs cebinde bir hürmet niĢanesi olarak taĢınmak için, gündelik el yazısı veya nesih hattı ile küçük çapta yazılan bu metnin, kaynaklarda yer almamakla beraber, ilk defa olarak hüsn-i hattın önde gelen isimlerinden Hafız Osman Efendi (öl. 1110/1698) eliyle levha Ģeklinde yazılmıĢ bulunduğu kabul edilmektedir. Eski hattatlardan gelen bu konudaki sözlü rivayetler, bilinen hilye Ģeklinin benzeri hiç bir levha çalıĢmasına anılan hat üstadından önce rastlanmayıĢı; Hafız Osman'ın ise hem bu biçimi denemek, hem de farklı hilye metinlerini araĢtırıp bulmak ve bunu yazmak hususundaki sanatkârca gayretinin kesinlikle belirleniĢi, bu kanaatin doğruluk payını artırmaktadır. Hilye levhalarının tarihî geliĢimine geçmeden, en yaygın olan Ģekline göre tasarlanmıĢ bölümleri incelenirse:

Hafız Osman hilye için yaygın olan bu biçimi geliĢtirmeden önce, katlanarak göğüs üzerindeki cepte taĢınabilecek boyda ve yalnız nesih hattıyla Türkçe mealli hilyeler yazmıĢtır. ġimdiye kadar üçüyle karĢılaĢtığımız bu hilyelerden birinde 1079/1668 tarihi görülmekte, hattatımızın daha 26-27 yaĢlarındayken hilye yazmağa baĢladığı belirlenmektedir. 22x14 cm. ebadında dört sütun üzerine tertiplenmiĢ olan ve Arapça bilmeyen Osmanlı Müslümanına hitap edebilmek bakımından isabeti bulunan bu hilyede aslî metin düz satır halinde, Türkçe meal ise çok daha ince nesih hattıyla -düz satırı üçgene tamamlayacak verev satırlarla- yazılmıĢtır. Üç yüz yıldan fazla bir zaman öncesine ait olan ve Hafız Osman'ın râvîsini belirtmediği bu hilyenin meal kısmı -devrinin diliyleĢöyledir; "Mübarek alnı açık idi. Mübarek sakalı değirmi idi. Mübarek sakalına ak düĢmüĢ idi. Mübarek gözleri kara idi. Bazılar eyitti: Elâ gözlü idi. Bazılar eyitti: Aka mail idi. Bazılar eyitti: Sarıya mail idi. Mubarek kaĢları açık idi. Ġnce kaĢlı ve tatlı dilli idi. Mübarek diĢleri seyrek idi. Mübarek burnu yüce idi. Buğday tenli idi, derler. Mübarek kulakları küçük idi. Mübarek damarları ince idi. Mübarek yüzü ve sakalı değirmi idi. Mübarek alnı geyn (geniĢ) idi. Mübarek elleri uzun idi. Mübarek boyu mevzun idi. Mübarek kadleri orta idi. Mübarek parmakları ince idi. Mübarek beden-i Ģeriflerinde kıl yoğ idi. Ġllâ bir hat var idi, mübarek göğsünden mubarek göbeğine varınca iki omuzu mabeyninde, mühr-i nübüvvet var idi. Ol mühr-i nübüvvetin, karnında yazılmıĢtı."

Bu ilk hilye tertibinden sonra Hafız Osman, yüzyıllarca devam edecek olan en yaygın hilye biçimine geçiĢinde Hz. Ali rivayetinin sadece aslî metnini yazmaya baĢlamıĢtır. Bu rivayetin meali de Ģöyledir: "Hz. Ali, Hz. Peygamberi vasfettiği zaman Ģöyle buyurdu: 'Hz.

Peygamberin boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; saçı, kıvırcıkla düz arası idi. Değirmi yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. Ġri kemikli ve geniĢ omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. Ġki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuĢ aĢağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında, bütün vücuduyla dönerdi. Ġki omuzu arasında 'nübüvvet mührü' vardı. Bu, onun sonuncu peygamber oluĢunun niĢanesi idi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuĢak huylusu ve en arkadaĢ canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karĢısında sarsıntı geçirirler; fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her Ģeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalıĢan kimse: 'Ben, gerek ondan ve gerekse ondan sonra, Rasûlullah (sav) gibi birisini görmedim’ demek sûretiyle O'nu tanıtmak hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun. Hilyenin bu biçimi, bazen cebe sığabilmesi için üçe katlanabilir boyda ve katlanma yerleri deri yahut bez Ģerit yapıĢtırılarak takviye edilmiĢ murakkaa tarzında yazıldığı gibi, ahĢap üzerine yapıĢtırılmıĢ daha büyük boylu levha hilyeler de mevcuttur. Lâkin ağaç kurtları böyle hilyeler üstünde delikler açarak onları harab etmiĢler; ayrıca o devirlerde üzerine cam geçirilmeyen bu hilyeler, aydınlatmada kullanılan yağ kandillerinin isiyle aĢırı derecede kararmıĢlardır. Hafız Osman hilyenin bu Ģekline geçtikten sonra, bazen asıl metni kısaltarak göbek kısmına sığdırmıĢ, etekte ise yine aynı kalemle Türkçe: "Kametin ey bûstân-ı lâmekân pîrâyesi Nûrdan bir servdir, düĢmez zemine sayesi" beytini yazmıĢtır. Hafız Osman'ın ömrünün sonlarında (1109/1697) yazdığı bilinen Hz. Ali rivayeti metinden baĢka, aynı biçimde ve cep için üçe katlanacak murakkaa Ģeklinde Ümm-i Ma'bed (hicret yolunda Hz. Peygamberle karĢılaĢıp konuĢan bir kadıncağız) rivayeti hilyesi de görülmüĢtür. Bu hilyenin meali de Ģöyledir; "Aydın yüzlü ve güzel yaradılıĢlı idi; ĢiĢman olmadığı gibi zayıf ve ince de değildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıĢtı. Saçı ile kirpik ve bıyıklarındaki kıllar gümrahtı. Sesi kalındı. Sustuğu zaman vakarlı, konuĢtuğu zaman da heybetli idi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisi görünümündeydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoĢ bir görünüĢü vardı. Çok tatlı konuĢuyordu. Orta boylu idi; bakan kimse, ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Üç kiĢinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. ArkadaĢları, ortalarına almıĢ durumda hep O'nu dinlerler; buyurduğu zaman da hemen buyruğunu yerine getirirlerdi. KonuĢması tok ve kararlı idi." Hafız Osman, hilyelerinde Besmele ve âyet için sülüs, metin kısmı için nesih, imza için de nesih veya rıka’ (icazet) yazılarını kullanmıĢ, Besmele için bazen muhakkak hattını da tercih etmiĢtir. Hafız Osman sonrası, iĢte bu biçimiyle yeni hattat nesillerine intikal eden hilye yazıcılığı, sanatkârın ibda' kabiliyetine göre farklılıklar göstermektedir. Bu cümleden olarak, mesela Yedikuleli Abdullah (öl. 1144/1731), ġekerzâde Mehmed (öl. 1166/1752). Mustafa Rakım (öl. 1241/1826), Abdülkâdir ġükri (öl. 1221/1806), Mahmud Celâleddin (öl. 1245/1829), Esma Ġbret Hanım (XIX. yüzyıl) kendilerine has biçimde hilyeler bırakmıĢlardır. XIX. yüzyılda büyük ebatlı kâğıt imâli arttığından hilyeler de çok daha büyük boyda yazılmaya baĢlanmıĢ; saray ve konakların baĢ odalarının geniĢ duvarlarında lâyık oldukları mevkii almıĢlardır. Bu hilyeler artık ahĢap yerine hususi mukavvalarına yapıĢtırıldığı cihetle, zamanımıza sağlam olarak eriĢmiĢlerdir. Büyük ebatlı hilye yazmayı, her boyda olmak üzere 200 civarında hilye yazmıĢ bulunan Kadıasker Mustafa Ġzzet Efendi (öl. 1293/1876) baĢlatmıĢ, tabiîdir ki sülüs-muhakkak ve nesih yazıları da böyle hilyelerde celî vasfını kazanmıĢtır. Yine fazla hilye yazanlardan Hasan Rıza Efendi (öl. 1330/1920) ise büyük ebatlı hilyelerinin etek kısmı altına celî sülüsle "Sen olmasaydın, ben bu âlemleri yaratmazdım." kudsî hadisini de ilave ederek hilye boyunu 2 m.’nin üstüne çıkarmıĢtır. Yine büyük boy hilye yazanlardan, Fehmi Efendi (öl. 1333/1915) metin kısmında sülüs kullandığı gibi, hilyelerinde gubârî denilen çok ince yazıya da büyük bir ustalıkla yer vererek bunlarla çiçek motifleri resmetmiĢtir. Hat sanatında hilye Ģekli,

namlı hattatlarca, "aĢere-i mûcizât"ın (Hz. Peygamberin on mucizesi) ve ayrıca tâûn (veba) duasının yazılmasında da denenmiĢtir. AhĢaba yapıĢtırılmıĢ bulunan eski hilyelerin üstü, tepelikli olarak oyulup kesilmiĢ; bu kısımlara taç Ģeklinde tezhibin yanı sıra Medîne-i Münevvere (hususiyetle Ravza-i Mutahhara) minyatürü birlikte resmedilmiĢtir. Bu minyatürün bazı hilyelerde Besmele'nin civarına yerleĢtirildiği de görülür. Hat sanatının köklü gelenekleri arasında bulunan icazetnamelerin (diploma) hilye yazmakla da alındığı görülmüĢtür. Mesela Sultan II. Mahmud (öl. 1255/1839), Filibeli (Bakkal) Arif Efendi (öl. 1327/1909), Hacı Kâmil Akdik (öl. 1360/1941) ve ġeyh Aziz Rifâi (öl. 1353/1934) sülüs-nesih hattından icazetnameye birer hilye-i nebevî yazarak hak kazanmıĢlardır. AlıĢılagelmiĢ biçimiyle hilye yazmakta tanınmıĢ hat sanatkârları arasında -yukarıda zikredilenlerden baĢka- Mustafa Kütahî (öl. 1201/1787 den sonra), Ġsmail Zühdi Efendi (öl. 1221/1806), Çömez Mustafa Vâsıf (öl. 1269/1853), Abdullah Zühdi (öl. 1296/1879), Mehmed ġefik Bey (öl. 1297/1880), Mehmed ġevki Efendi, Muhsinzade Abdullah Bey (öl. 1317/1899), Hacı Kâmil Akdik, Hâmid Aytaç (öl. 1401/1982) ilk akla gelenlerdir. Bu hususta daha birçok isim sıralanabilir. Bununla beraber, hat bakımından sanat değeri taĢımayan hilyelerin de sayısı az değildir. Hat sanatı devamlı geliĢerek zamanımıza kadar eriĢtiği için, hatla uğraĢanlar hilye formasının enfes ve nâdîde örneklerini bulup çıkarmaktan manevî haz ve Ģeref duymuĢlardır. Bilinen tarzda yazılanların dıĢında hilyeye bir yenilik getirmek, bu konuyla uğraĢanların Ģiarı olmuĢtur. Yeri gelmiĢken belirtelim ki: Hilye levhalarıyla teĢerrüfü kırk beĢ yılı bulan bu makalenin yazarı, Ģimdiye kadar hiç rastlamadığı hilye biçimleriyle hâlâ karĢılaĢmaktadır; öylesine çeĢitlilik mevcuttur. XIX. ve XX. yüzyılın iki maruf hattatı, belki de ulemadan bir zâtın hatırlatmasıyla, hilyede o devre kadar yazılmadık metinleri denemiĢtir: Yahya Hilmi Efendi (öl. 1325/1907), sahabeden Ebû Hüreyre'nin yine Hz. Ali kaynaklı, fakat daha farklı ve uzun olan metnini levha olarak birkaç kere yazmıĢtır. Ancak bu metin bir hayli uzun olduğu için, göbek ve etek içindeki nesih hattıyla yazılan kısım alıĢılagelmiĢ hilyelerden daha geniĢ yer kaplamıĢtır. Reisülhattâtîn Kâmil Akdik de Hz. Hasan'ın, Hz. Peygamberin üvey oğlu Hind b. Ebî Hâle'den naklen rivayetini levha Ģeklinde iki defa yazmıĢtır. Hz. Hasan'ın ifadesiyle olan bu hilyenin meali de Ģöyledir: "Peygamberimizin hilyesini çok iyi bilen dayım Hind b. Ebî Hâle'ye, Hz. Peygamberin üstün vasıflarını sordum ve olduğu gibi belleyip hafızama nakĢetmek için, bana O'ndan bahsetmesini rica ettim. Bu isteğim üzerine, dayım Hind b. Ebi Hâle Ģöyle buyurdular: 'Rasûlullah Efendimiz, yaradılıĢtan heybetli ve muhteĢemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa olup, baĢı büyükçe idi. Saçları, kıvırcık ile düz arası idi; Ģayet kendiliğinden ikiye ayrılmıĢlarsa onları baĢının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuĢaklarını geçerdi. Peygamber Efendimizin rengi nûrânî beyazdı. Alnı açıktı. KaĢları hilal gibi, gür ve birbirlerine yakındı; çatık kaĢlı değildi. Ġki kaĢının arasında bir damar vardı ki, öfkeli hallerinde kabarır, sâir zamanlarında ise gözükmezdi. Burunlarının üst tarafı biraz yüksekçe olup, üstü ince idi. Mübarek burnunun üstünde -onu yüksek gösteren- bir nûr vardı ki, dikkatlice bakmayan kimseler, Peygamberimizi kartal burunlu zannederlerdi. Sakalı sık ve gür; yanakları ise yumru olmayıp düz idi. Saâdetli ağızları geniĢ, ön diĢlerinin arası seyrekti. Göğüs çukuru ile göbeği arasında ince bir Ģerit gibi uzanan kıllar vardı. Gerdanı, saf mermerden tıraĢ edilen heykellerin boynu gibi gümüĢ berraklığında idi. Vücûdunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup, yakıĢıklı bir yapıya sahipti: Ne ĢiĢman, ne de çok zayıftı; karnı ile göğsü aynı hizada idi. Göğsü ile iki omzunun arası geniĢçe, kemik mafsalları kalınca, vücûdunun açık yerleri gayet nurlu idi. Göğüs çukuru ile göbeğinin arasını birleĢtiren kıllar, ince uzun bir Ģerit gibi uzanırdı. Bu uzanan kıllar dıĢında memelerinde ve karnında kıl yok idi; kolları, omuzları ve göğüslerinin üst tarafları ise son derece kıllı idi. Bilekleri uzun, el ayaları geniĢ, el ve ayakları kalın, parmakları ise uzunca (veya: kalınca) idi. Ayaklarının altı çukur (kemerli) idi; düztaban değildi. Ayaklarının üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki,

üzerine su dökülse yağ gibi akar giderdi. Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak Ģekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve serî atmakla beraber, sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümü verirlerdi. Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücûdları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakıĢları, göğe bakıĢlarından daha çoktu. Çoğunlukla gözucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karĢılaĢtığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi." Tamamı kûfî hattı ile yazılmıĢ olan hilye enderdir. Metin kısmında nesih yerine bütünüyle sülüs hattı kullanarak Bakkal Arif Efendi (öl. 1327/1909) mükemmel bir hilye yazmıĢ, son devir hattatlarından Hacı Nûrî Korman'ın (öl. 1371/1951) da zikredilen hatla bir kaç hilyesi görülmüĢtür. Ta'lik hilyenin ilk denemesine Hafız Osman devrinden hemen sonra rastlanırsa da, sanat vasfı kazanmıĢ ta'lik hattı ile hilye Yesarî Mehmed Es'ad Efendi'yle (öl. 1213/1798) baĢlar. 1192/1778 tarihli bu hilyenin hurde (ince) ta'likle yazılmıĢ olan aslî metni göbeğe sığdırılmıĢ, etek kısmına ise Türkçe: "Ey mihr-i cihan-tâb-i sipihr-î ezelî V'ey mâh-ı munîr-î felek-î lem-yezelî Pervâne gibi Ģem'ine cem' oldu senin Bûbekr ü Ömer, Hazret-i Osman ü Alî" rubaisi yerleĢtirilmiĢtir. Yesarîzâde Mustafa Ġzzet Efendi (öl. 1265/1849) de bir hayli ta'lik hilye yazmıĢ, aĢere-i mübeĢĢereye yer verdiği beyzî göbekli hilyelerinin etek kısmına ise Farsça: "Deh yâr-î BihiĢtî end meydan Bûbekr ü Ömer, Ali vü Osman Sa'dest ü Sa'id ü Bû Übevd Talha'st ü Zübeyr ü Abd-i Rahman" kıtasını yerleĢtirmiĢtir. Yesârizâde'nin iki hilyesi devrinin iki namlı müzehhibi olan Ahmed Hezargrâdî ve Hüsni Efendiler tarafından zer-endûd (sürme altın) tarzıyla iĢlenmekte de ilk olmuĢtur. Ta'likte hilye yazmakta son zirve isim Hulusi Yazgan'dır (öl. 1358/1940). Dairevî veya beyzî göbekler kullandığı gibi, eteksiz hilyeler de yazmıĢtır. "Ve mâ erselnâke..." âyeti yerine Ulu Arif Çelebi’ye ait "Mustafâ mâ câe illâ rahmeten lil-âlemin" mısraını kullanmak ve etek kısmında bazen sahabeden Hassan b. Sâbit'in Hz. Peygamber hakkındaki "Ve ahsenü minke.." kıtasına yer vermek de ona mahsustur. Hüsn-i hat öğretiminde, mürekkebât meĢkinin son safhasında Hz. Ali rivayeti olan hilye metninin sülüs-nesih meĢki için kullanıldığı da görülmektedir. Sedefle iĢlenen, sülüs-nesih hattıyla bir hilyede de büyük baĢarı sağlanmıĢtır. Fatih Camii müezzini Arab tarafından 1315/1897'de yazılan bu hilye Mûsika-i Hümâyun çavuĢlarından Said Ali tarafından abanoz üstüne sedefle iĢlenip Sultan II. Abdülhamid'e sunulmuĢtur. Hilye levhalarının tezhip cihetinden bahtsızlığı, XIX. yüzyıldan baĢlayarak tezyinatımıza musallat olan Batı taklidi desenlerden yanadır. Pek az istisnasıyla, o mükemmel yazı örneklerinin ne idüğü belirsiz motifler arasında kaybolup adeta görünmediği hilye örnekleri ekseriyettedir. Ancak 1940'lardan baĢlayarak klasik tezhibin ilhamıyla hazırlanan veya eski desenleri örtülerek yenilenen hilyeler, tezhipleriyle Ġslâm

Peygamberine lâyık olmaya çalıĢan bir çehreyle ortaya çıkabilmiĢlerdir. Bu konuda ilk hatırlanacak müzehhip isimleri Muhsin Demironat (öl. 1983), Rikkat Kunt (öl. 1986) ve Mihriban Sözer (Keredin)'dir. Hilye-i Nebevî levhalarının yazılması ve bezenmesi sadece Osmanlı Türkleri'ne ve onların Cumhuriyet devrindeki torunlarına has olup, diğer Ġslâm ülkelerinde bu tarz bir uygulamaya rastlanmaz. Son devirde Ahmed Cevdet PaĢa'nın (1822-1895) Kısas-ı Enbiya'sında mevcut Türkçe metinden faydalanılarak Türkçe hilye de tertip edilmiĢ, hatta geçen asrın sonlarında hattat Bakkal Ârif Efendi’ye yazdırılıp, Osmaniye Matbaası’nda o devrin imkanlarına göre mükemmel bir Ģekilde ve iki farklı boyda bastırılmıĢtır (1304/1887). Hat sanatında hilye sınıfının bir Ģubesi sayılabilecek olan Hilye-i Hâkânî kitabetinin de yeri mühimdir. Hakanî Mehmed Bey'in (öl. 1015/1606) bu latîf eseri ta'lik hattıyla murakkaa ve levha Ģeklinde yazılmıĢtır. Yesarîzâde Mustafa Ġzzet Efendi'nin kaleminden çıkan 24 kıtalık murakkaa ayrıca Nazif Bey (öl. 1331/1913), Ömer Vasfi Efendi (öl. 1347/1928} ve ġeyh Aziz Rifâî tarafından taklit edilmiĢtir. Levha Ģeklindeki enfes bir Hilye-i Hakanî de Arnavutköyü Tevfîkıye Câmii'nde Arabzâde Sadullah Efendi'nin (öl. 1259/1843) ta'lik hattıyla mevcuttur. Eskiden konak duvarlarına kuĢak Ģeklinde sırayla asılmak için, koyu renge boyanmıĢ ince ahĢap levhalar üstüne varak altınla, Yesarî Es'ad Efendi'nin müstakil satırlar halindeki celi ta'lik kalıplarından silkelenerek hazırlanmıĢ olan Hilye-i Hakanî de görülmüĢtür. BaĢta Topkapı Sarayı Müzesi, Türk-Ġslâm Eserleri Müzesi, Ġstanbul Vakıflar Hat Sanatı Müzesi olmak üzere muhtelif müzelerde, bazı kütüphanelerde (Süleymaniye, Ġstanbul Üniversitesi Kütüphanesi), cami ve mescidlerde, hususi koleksiyonlarda hilye örnekleri yer almaktadır. Ancak, bir daha toplanamayacak kadar fazla sayıdaki (100'ün çok üstünde, bir rivayete göre 160) seçkin hilyelerden oluĢan bir koleksiyonun 1950'li yıllarda dağılıp gidiĢi, sanat ve dînî kültür namına üzüntüyle hatırlanacak bir vakıadır. Hilyenin, bulunduğu yere huzur, bereket, saadet getireceğine; orayı afetlerden ve yangından koruyacağına inanılmıĢtır. Bu levhaların sanki Hz. Peygamberin zâtî bir hatırası gibi tazim edilmesi ve evlerde üstünün tüllerle örtülerek muhafazası da geçmiĢ zaman Ġstanbul'unun dînî folklorunda göze çarpan bir husustur.

Hilye:

süs ve güzellikler demektir. Hilye-i saadet, hilye-i şerif kavramları Peygamber'in görünüşünü, hal ve hareketlerini, ahlakını anlatır. Bir adı da ŞEMAİL'dir. Şemail: Tabiatlar, huylar anlamındaki şemail, bir kimsenin dış görünüşü, fizyonomisini anlatan terimdir. Özel olarak Muhammed'in dış görünüşünü anlatan eserdir. Şemaili şeriflerde veya hilyelerde peygamberin fizik görünüşü, hilkati, sureti ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Hadislerde bize gelen bilgilere göre peygamberin şemaili şöyledir: Alnı geniş ve açık, sakalı sık ve değirmi, siyah gözlü, ince kaşlı, ince parmaklı, büyük elli, bedenin sadece üst göğsü kıllı, orta boylu, iki omzu arasında nübüvvet beni var, uzun kirpikli, düz veya kıvırcık olmayan saçları, ne şişman ne zayıf, tok ve kararlı sesi, yanakları düz, dişleri bembeyaz, göğsüyle karnı aynı hizada, yürürken hafif öne eğilerek yürür Hilyelerin kaynağı hadislerdir. İlk hilye yazarı Tırmizi' dir. Şemaili Nebi'yi yazmıştır. Hadis kitaplarında ve siyer kitaplarında hilye bölümleri bulunmaktadır. Osmanlılarda hilyei saadet denilen levhaların yazılması ve asılması gelenekleşmişti. Bu hilyelerde Peygamber şöyle anlatılmaktadır: Orta boylu, geniş omuzlu, düz ve kıvırcık arasında ve kulak memelerine kadar inen saçları, muntazam ve bembeyaz dişleri, kara gözleri, esmer teni, sağlam yürüyüşü, kalın ve kararlı, merhametli sesi, uzaktan bakınca kartal burnu gibi görünen yaklaşınca düz burnu, geniş ağzı, ay gibi parlak nur yüzü, sağa sola bakmayışı ve bir tarafa dönüşünde bütün vücuduyla dönüşü, hayatında yalan söylemeyişi, hayatında kimseye öf demeyişi, basit giyeceği ve hırkası, basit ayakkabısı, kılıcı, göğsünün üst kısmının kıllı oluşu altının göbeğine kadar kıllarla kaplı oluşu, sakalı, gülümsemesi, hüznü, ayaklarının altının normal oluşu, dokunduğu nesneyi bereketlendirmesi, hayvanlar bitkiler ve canlı olmayan nesnelerle konuşması, geçmişi ve geleceği görebilmesi, selam verişi, tane tane konuşması. Hilye ismi kız çocuklara verilen bir ad olmuştur. 1.sözlük anlamı süs, ziynet süslü; terim olarak da peygamberimin göz ve saç rengi, şekli, boyunun uzunluğu, konuşması, sesinin tonu, belli başlı tavır ve hareketleri, bedeni ve diğer maddi özelliklerini bütün ayrıntılarıyla anlatan eserler demektir mevlid ve mir'aciyeler gibi hilyeler de islami türk edebiyatı çercevesi icinde islamiyet'in gelisme doneminden baslayarak ortaya çıktı ve osmanlı sahasında bu türde oldukça orjinal eserler meydana getirildi arap edebiyatında hz. peygamber'in başlıca vasıflarını anlatmaya çalışan ilk eserlere şemail adı veriliyordu. hz. Muhammed' in maddi ve manevi özelliklerini, daha sonra gelecek olan kuşaklara tanıtma gayesiyle kaleme alınan bu eserler ilk zamanlarda sanat endişesinden çok dini bir vecibeyi yerine getirmek için yazılıyordu hilye edebi türünün doğuşu rivayete göre şöyledir: hz peygamber sağlığında, bir gün ashabına hitaben, hilyesinin, yani maddi özelliklerinin tesbit edilip kaydedilmesini vasiyet etmiş ve buna karşılık da bazı şeyler müjdelemiştir * 2.ilk hilye örnekleri hafız osman' a aittir.

3.hz Muhammed' in vasıflarını ve Allah'ın adlarını ihtiva eden yazılar olarak da bilinir.. hilyeler, kağıda yazılarak mukavvaya yapıştırılır, levhanın ortasına bir daire çizilir; sülüs ile besmele, (yuvarlak şekilde) ve besmelenin sağından başlayarak; ebu bekir , hz ömer , hz osman ve hazreti ali isimleri ile göbek adı verilen dairenin orta kısmına nesih ile hz. muhammed'in vasıfları yazılır, etek adındaki alt kısımda ise ayet ve hilye i şerifin devamıyla yazanın adı kaydedilir, hilyenin sağ ve sol yanında ise hz. muhammed'in torunları olan hazreti hasan ve hazreti hüseyin'in adları yazılırdı.. 4.hazreti muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir. zamanla hilye' nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler yazılmıştır. divan edebiyatında bu türün ilk örneği hakani’ nin hilye-i hakani' sidir. zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır. 5.hüsn-i hat sanatının doğuşudur.

Hilye-i Saadet [Yani Peygamber efendimizin görünüşü, tanınması] Sual: Resulullahın görünüĢü nasıldı? CEVAP Resulullah efendimizin, görünen bütün uzuvlarının Ģekli, sıfatları, güzel huyları, tamam hayatı, bütün incelikleri ile, çok geniĢ ve açık olarak, âlimler tarafından, senetleri, vesikaları ile yazılmıĢtır. Bunlara (Siyer) kitapları denir. Biz bu risalemizi, büyük Ġslam âlimlerinden imam-ı Ahmed Kastalani hazretlerinin, (Mevahib-i ledünniyye) ismindeki iki cilt kitabından aldık. Bütün kitaptan gençlere lüzumlu görülen kısımları, kısaca aĢağıya yazılmıĢtır: Peygamber efendimizin mübarek yüzü ve bütün a’za-i Ģerifesi ve mübarek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zasından ve seslerinden güzel idi. Mübarek yüzü, bir miktar yuvarlak idi. NeĢeli olduğu zamanda, mübarek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği, mübarek alnından belli olurdu. Resulullah efendimiz, gündüz nasıl görürse, gece dahi öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahi görürdü. Bunu ispat eden yüzlerce hadise, kitaplarda yazılıdır. Gözde görme özelliği yaratan Allahü teâlânın, diğer uzuvda [organda] da yaratmaya gücü yeter. Yana ve geriye bakacağı zaman, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semaya bakmasından ziyade idi. Mübarek gözleri büyük idi. Mübarek kirpikleri uzun idi. Mübarek gözlerinde bir miktar kırmızılık vardı. Mübarek gözlerinin karası gayet siyah idi. Fahr-i âlem efendimizin alnı açık idi. Mübarek kaĢları ince idi. KaĢları arası açık idi. Ġki kaĢı arasında olan damar, hiddetlenince kabarır idi. Mübarek burnu gayet güzel olup, orta yeri bir miktar yüksek idi. Mübarek baĢı büyük idi. Mübarek ağzı küçük değildi. Mübarek diĢleri beyaz idi. Mübarek ön diĢleri seyrek idi. Söz söylediği zamanda, sanki diĢleri arasından nur çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan daha fasih ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübarek sözleri gayet kolay anlaĢılır, gönülleri alırdı ve ruhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimeleri sayılmak mümkün idi. Bazen iyi anlaĢılması için, üç kere tekrar ederdi. Cennette Muhammed aleyhisselam gibi konuĢulacaktır. Mübarek sesi, kimsenin sesinin yetiĢemediği yere yetiĢirdi. Peygamber efendimiz güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mübarek diĢleri görünürdü. Güldüğü zaman, nuru duvarlar üzerine ziya verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafif idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, amma mübarek gözlerinden yaĢ akar, mübarek göğsünün sesi iĢitilirdi. Ümmetinin günahlarını düĢünüp ağlardı

ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’an-ı kerimi iĢitince ve bazen de namaz kılarken ağlardı. Resulullah efendimizin mübarek parmakları iri idi. Mübarek kolları etli idi. Mübarek avuçlarının içi geniĢ idi. Bütün vücudunun kokusu, miskten güzel idi. Mübarek bedeni, hem yumuĢak, hem de kuvvetli idi. Enes bin Malik diyor ki, Resulullaha on sene hizmet ettim. Mübarek elleri ipekten yumuĢak idi. Mübarek teri miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Mübarek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mübarek ayaklarının parmakları iri idi. Mübarek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuĢak idi. Mübarek karnı geniĢ olup, göğsü ile karnı beraber idi. Omuz baĢının kemikleri iri idi. Mübarek göğsü geniĢ idi. Resulullahın kalb-i Ģerifi, nazargâh-ı ilahi idi. Resulullah efendimiz çok uzun boylu olmayıp, kısa dahi değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübarek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu. Mübarek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değil, yaradılıĢta ondüle idi. Mübarek saçları uzundu. Önceleri kakül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mübarek saçlarını bazen uzatır, bazen de keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefat ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden az idi. Mübarek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve Ģekli, mübarek kaĢları kadar idi. Emrinde hususi berberleri var idi. Resulullah efendimiz misvakını ve tarağını yanından ayırmazdı. Mübarek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mübarek gözlerine sürme çekerdi. Kâinatın efendisi (sallallahü aleyhi ve sellem) önüne bakarak, süratle yürürdü. Bir yoldan geçtiği, güzel kokusundan belli olurdu. Peygamber efendimiz kırmızı ile karıĢık beyaz benizli olup, gayet güzel, nurlu ve sevimli idi. Bir kimse, Peygamber “aleyhissalatü vesselam” siyah idi dese, dinden çıkar. Güzel huyların hepsi Resulullah efendimizde toplanmıĢtı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiĢ olup, çalıĢarak, sonradan kazanmıĢ değil idi. Bir müslümanın ismini söyleyerek, hiçbir zaman lanet etmemiĢ ve asla mübarek eli ile kimseyi dövmemiĢtir. Kendi için, hiçbir Ģeyden intikam almamıĢtır. Allah için intikam alırdı. Akrabasına, Eshabına ve hizmetçilerine tevazu ederek, iyi muamele eylerdi. Ev içinde çok yumuĢak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyarete gider, cenazelerde bulunurdu. Eshabının iĢlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fakat, kalbi bunlarla meĢgul değildi. Mübarek ruhu melekler âleminde idi. Resulullah efendimizi ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuĢak davranmasaydı, Peygamberlik hallerinden, asla kimse yanında

oturamaz, sözünü iĢitmeye takat getiremezdi. Halbuki, kendisi, hayasından, mübarek gözleri ile kimsenin yüzüne bakmazdı. Peygamber efendimiz, insanların en cömerdi idi. Bir Ģey istenip de, yok dediği görülmemiĢtir. Ġstenilen Ģey varsa verir, yoksa, cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsanları vardı ki, Rum imparatorları, Ġran Ģahları, o kadar ihsan yapamadılar. Fakat kendisi sıkıntı ile yaĢamayı severdi. Öyle bir hayat yaĢıyordu ki, yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veya falanca yemeği piĢiriniz buyurmazdı. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabul ederdi. Bazen aylarca az yer, açlığı severdi. Bazen de çok yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. BaĢkaları ile yemek yerken, herkesten sonra el çekerdi. Herkesin hediyesini kabul ederdi. Hediye getirene karĢılık olarak, katkat fazlasını verirdi. ÇeĢitli elbise giymek âdet-i Ģerifesi idi. Yabancı devlet elçileri gelince süslenirdi. Yani kıymetli ve nefis elbise giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde (Muhammedün Resulullah) yazılı idi. Yatağı deriden olup, içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Bazen bu yatak üzerine, bazen yere serili deri üzerine, bazen de, hasır veya kuru toprak üzerine yatardı. Mübarek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı. Resulullah efendimiz, zekat malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi Ģeyler yemez ve Ģiir söylemezdi. Server-i âlem efendimizin mübarek gözleri uyur, kalb-i Ģerifi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Asla esnemezdi. Mübarek vücudu nurani olup, gölgesi yere düĢmezdi. Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mübarek kanını içmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resulullah olduğu bildirildikten sonra, Ģeytanlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu. Bir kimse, Peygamber efendimizi rüyada görse, muhakkak Onu görmüĢtür. Çünkü, Ģeytan Onun Ģekline giremez.

Hilye-i ġerifler ve Medeniyetimizdeki Yeri / Hüseyin Bayçöl Hilye, süs, cevher; güzel sıfatlar, fizikî görünüĢ, Efendimizin kutsal niteliklerini ve fizikî durumunu anlatan yazı anlamlarına gelmektedir. Kültür tarihimiz açısından da hilyeler baĢta Efendimiz olmak üzere çeĢitli din büyüklerimizin fizikî ve ahlakî güzelliklerini anlatan metinler olarak tarif edilebilir. Bilindiği üzere, Ġslâm’da resim yasak sayılmıĢtır ama sahabeden sonraki Müslüman nesil hep Hazreti Peygamber’in fiziksel görünüĢünü merak etmiĢtir. Efendimiz yaĢarken kendisini merak edenlerin gidip o pâk cemali görme imkânı vardı; ama sahabeden sonraki nesil yani tâbiin ve tebe-i tâbiin Hazreti Peygamber’in mübarek cemallerini hep merak etmiĢler ve bu konuda sürekli öncekileri sorulara tâbi tutmuĢlardır. ĠĢte sonradan gelenlerin o hasretli meraklarını gidermek için yapılan tarifler, hilye geleneğinin baĢlamasına vesile olmuĢtur. Hicretin birinci asrında birçok hilye rivayetleri oluĢmuĢ ve sonunda Tirmizi “EĢ-Ģemâilu’n-nebeviye ve’l-hasaisu’l-Mustafavviyye”sinde bu rivayetleri derlemiĢtir. Günümüze dek ulaĢan hilye metinlerinin mesnedi de çoğunlukla Tirmizi’nin bu eseri olmuĢtur. Gerek Buhari gerekse Tirmizi menĢeli kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Allah Resulü sallahu aleyhi ve sellem hilyesi hakkında bilgi veren birçok sahabe vardır ama bunlar arasında tariflerindeki tasvir ve detay itibariyle öne çıkan raviler Ģunlardır: Hz. Ali (r.a), Enes bin Malik (r.a), Hind bin Ebi Hale (r.a), Bera bin Azib (r.a) ve Cabir bin Semüre (r.a). Bugün birçok evde bulunan levhalarda kullanılan hilye de Hz. Ali’nin rivayet ettiği hilyedir ki “Hilye-i Saadet” diye isimlendirilen bu metnin tercümesi Ģu Ģekildedir: Hz. Ali radıyallâhu anh, güzeller güzeli Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve selemin evsâf-ı cemâliye ve kemâliyesini yâd ettiği zaman Ģöyle derdi: “Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve selem ne uzun, ne kısaydı. Uzuna yakın orta boyluydu. Saçları ne kıvırcık ne de düz idi. Kıvırcıkla düz arası dalgalı bir saça sahipti. Nuranî yüzleri ne tam yuvarlak ve ĢiĢkin, ne de uzun ve zayıftı. Bilakis değirmiydi. Latîf tenleri kırmızıya çalan pembemsi, nurânî bir beyazdı. Gözleri siyah, kirpikleri uzuncaydı. Kemikleri iri, omuzları geniĢçeydi. Nârin bedenlerinde bulunan tüyler, göğüslerinden aĢağıya inen kısımda daha belirginceydi. Mübarek el ve ayakları, kararında bir dolgunluktaydı. Yürürken, âdeta yokuĢtan aĢağı iner gibi mehâbetle yürür ve ayağını yere sağlam basardı. Birisiyle konuĢacakları veya bir Ģeye bakacakları zaman, bütün bedeniyle o tarafa yönelirlerdi. Ġki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı ki zaten O, nübüvvet manzûmesinin mührü son peygamberdir. Ġnsanlar içinde sadr-ı sinesi en geniĢ olanı O’ydu. Ġnsanların en doğru sözlüsü, en yumuĢak huylusu, en geçimlisi, en mürüvvetlisi, en âlicenabı, en zarifi, en kibarı, en latîfi yine O’ydu. O’nu ilk defa gören birisi, ister istemez onun karĢısında bir mehâbet hissine kapılır; O’nun atmosferine girip O’nu yakından tanıma Ģerefine erince de artık O’na âĢık

olur, O’na tutulur, O’na vurulur ve O’na meftun olurdu. O’nu vasfetmek isteyen biri, aczini itirafla “Ne O’ndan önce ne de O’ndan sonra, O’nun gibisini gördüm, göreceğime de ihtimal vermiyorum!” derdi. Salât u selâm, tahiyyât u ikram, her türlü ihtiram O’na, O’nun âl ve ashâbına olsun yâ Rab!” Hilye tablolarının göbek kısmında genellikle Hz Ali’nin bu rivayeti kullanılmıĢtır ama bunun yanında son asır itibariyle meĢhur olan bir metin daha vardır ki o da Ahmed Cevdet PaĢa’nın önemli eserlerinden biri olan Kısas-ı Enbiya’sının dördüncü cüzündeki “Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye” baĢlığı altında yazmıĢ olduğu “Hilye-i Saadet”tir. Filibeli Ahmed Hilmi de “Tarih-i Ġslâm” adlı eserinde bu metni aynen kullanmıĢtır. Bu metninhülasası 1886 yılında Hattat Hacı Ahmed Arif Efendi tarafından nesih bir hatla levha hâline getirilmiĢ ve Matbaa-yı Osmaniye’de basılmıĢtır. Aynı levha 1970 yılında Ajans-Türk müessesi tarafından 1970’de ofset baskıyla yeniden basılmıĢtır. Ayrıca bu metin yine 1970 yılında Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı’nca “Diyanet Dergisi Özel Sayı”sına alınmıĢtır. Ahmed Cevdet PaĢa’ya ait olan hilye metni ise Ģöyledir: “Resul-i Ekrem ve Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, hilkatçe ve ahlakça, nev-i beni âdemin ekmeli idi Hep, enbiya-i izam aleyhi’s-salatü ve sellem ha zaratı, tam’ül-aza ve güzel yüzlü olup, Habib-i Hüda onların en güzeli idi Mübarek cismi güzel, her azası mütenasip, endamı gayet matbu; alnı, göğsü, iki omuzlarının arası ve avuçları geniĢ; boynu uzun, mevzun ve gümüĢ gibi saf; omuzları, pazuları, baldırları iri ve kalın; bilekleri uzun, parmakları uzunca; elleri ve parmakları kalıncaydı. Mübarek karnı göğsü ile beraber olup ĢiĢman değildi. Ayaklarının altı çukur olup düz değildi. Uzuna karib orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli, güçlü kuvvetli idi. Ne zayıf ne semiz, belki ikisi ortası ve sıkı etli idi. Mübarek cildi ise ipekten yumuĢak idi. Kemal-i itidal üzere büyük baĢlı, hilal kaĢlı, çekme burunlu, az değirmi çehreli ve söbüce yüzlü idi. ġiĢman yüzlü ve yumru yanaklı değildi. Kirpikleri uzun, gözleri kara, güzel ve büyücek; iki kaĢının arası açık, fakat kaĢları birbirine karibdi. Çatık kaĢlı değildi. Ve iki kaĢının arasında bir damar vardı ki vakt-i gazabda kabarıp görünür idi. O Nebiyy-i Mücteba, ezherü’l-levn idi, yani ne kireç gibi ak ne de kara yağız, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mâildi. Beyaz, nuranî ve berrak olup mübarek yüzünde nur lemean ederdi. Gözlerinin akında dahi az kırmızılık vardı. DiĢleri, inci gibi abda ve tavda olup söylerken ön diĢlerinden nur saçılır, gülerken fem-i saadeti, bir latif ĢimĢek gibi ziyalar saçarak açılırdı. Saçları, ne pek kıvırcık ne de pek düzdü; saçlarını uzattığı vakit, kulaklarının memelerini örterdi. Sakalı sık ve tam idi. Uzun değil idi ve bir tutamdan ziyadesini alırdı. Âlem-i bekâya rıhlet buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmağa baĢlayıp baĢında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz kıl vardı. Cismi nazif, kokusu latif idi. Koku sürünsün, sürünmesin teni ve teri en güzel kokulardan âlâ kokardı. Bir kimse O’nunla musafaha etse, bütün gün O’nun rayiha-i tayyibesini duyardı ve mübarek eliyle bir çocuğun baĢını meshetse, rayiha-i tayyibesiyle o çocuk, sair çocuklar arasında malum olurdu. Doğduğu vakit dahi nazif ve pak idi ve sünnetli, göbeği kesik olarak doğmuĢtu. Havassı fevkalâde kavi idi. Pek uzaktan iĢitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü. Hep harekatı mutedildi. Bir yere azimetinde acele ve sağ ve sola meyletmeyip kemal-i vakar ile doğru yoluna gider ve fakat sürat ve suhulet ile yürür idi. ġöyle ki, âdeta yürür gibi

görünür, lâkin yanında gidenler, sürat ile yürüdükleri hâlde geri kalırlar idi. Elhasıl en mükemmel ve en müstesna surette yaratılmıĢ bir vücud-ı mes’ud ve mübarekti. Cevdet PaĢa’nın metninde de görüldüğü üzere hep “en mükemmel, en müstesna” gibi hürmet ifadeleriyle iĢlenen “Hilye-i Saadet” Osmanlı toplumunda kutsal bir değer olarak düĢünülmüĢ ve insanlar tarafından bereket getirmesi; afetten, beladan korunma mülâhazasıyla ceplerde taĢınmıĢtır. Hatta Hilye-i Saadet’in olduğu mekânların hep yangınlardan, sellerden, depremlerden ve sair afetlerden korunması umulmuĢtur. Bu yönüyle de hilyeler yeni evlilere mutluluk getirmesi için, yuvalarına bela gelmemesi için verilebilecek en güzel hediyelerden biri sayılmıĢtır. Hilyelere atfedilen bu değer hâlen devam etmektedir. Günümüzde de birçok evde çok güzel hilye tabloları duvarları süslemektedir. Ama acıdır ki özellikle yeni evlenen çiftler için en güzel hattatlara Hilye-i ġerifler yazdırıp onlara birer düğün hediyesi olarak sunma geleneği, günümüzde sönmeye yüz tutmuĢ durumdadır. Edebiyat tarihi açısından hilyeler Nihat Sami Banarlı’nın yaklaĢımıyla “dinî edebiyat” kapsamında değerlendirilmiĢtir. Bilindiği üzere dinî edebiyattaki sevgili kavramının merkezinde de hep Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve sellem var olagelmiĢtir. Efendimizin etrafında geliĢen dinî edebiyat türleri sire’tü’nnebiler, mevlidler, hilyeler, nat-ı Ģerifler, miraciyeler Ģeklinde isimlendirilmektedir. ĠĢte konumuza bakan yönüyle edebiyat tarihinde, eldeki hilyelerden yola çıkılarak manzum hilyeler de yazılmıĢtır ki bu noktadaki en meĢhur isim Hakanî Mehmed Bey’in “Hilye-i Hakanî” adlı mesnevisidir.Manzum hilye yazımı, yakın zamanlara dek süregelmiĢtir. En son örneklerinden biri de Eski Bursa Milletvekili Mustafa Fehmi Gerçeker’in “Hilye-i Fahri Âlem” adlı manzum eseridir. Hilyelerin bu denli rağbet görmesinin sebebi hem Türklerin samimi Müslümanlığı hem de Hz Ali’den rivayet edilen “Hilyemi gören beni görmüĢ gibidir. Beni gören insan bana muhabbetle bağlanırsa Allah (c.c.) ona cehennemi haram kılar, o kiĢi kabir azabından emin olur, mahĢer günü çıplak olarak haĢredilmez” Ģeklindeki hadistir ki bu hadis- i Ģerif, hilyelerin kültür tarihimizde bir yer edinmesinde tetikleyici bir fonksiyon eda etmiĢtir. Dinî hayattaki söz konusu samimiyet, sanatın her alanına yansımıĢ, hattatlar ve müzehhipler de bu alanda çok ciddi eserler ortaya koymuĢlardır. Özellikle hilyelerin göğüs cebinde taĢınması ve duvarlarda asılması hattatların bu alanda kendilerini göstermelerine vesile olmuĢtur. Bu konuda ilk örnek, ünlü hattatımız Hafız Osman tarafından levha hâline getirilmiĢtir. Tam bu noktada yeri gelmiĢken ifade etmek gerekir ki rahmetli Abdulkerim Abdulkadiroğlu hocamız Milli Kültür dergisinde, ilk hilye hattatının Ahmed Karahisari olma ihtimalini de dikkatlerimize sunmaktadır. BaĢlatıcısı gerek Hafız Osman olsun gerekse Ahmed Karahisari veya henüz bilmediğimiz baĢka bir isim olsun, eldeki bilgilerden hareketle kabul ettiğimiz kadarıyla, hilye yazma geleneği dört beĢ asır boyunca sürekli bir Ģekilde devam etmiĢ ve Mahmud Celaleddin, Hacı Ahmed Arif, Mehmed ġefik, Mustafa Ġzzet, Mehmed Hulusi, Hasan Rıza, Kamil Akdik gibi büyük sanatkârların bu alanda da eserler ortaya koymalarına vesile olmuĢtur. Tezyinata bakan yönüyle de hilyeler temelde Ģu bölümlere ayrılmıĢtır: 1. BaĢmakam: Buraya genellikle besmele yazılır. 2. Göbek: Bu kısma da çoğunlukla Hz Ali’den rivayet edilen metin yazılır. 3. Hilal: Göbek kısmındaki daireyi saran hilal Ģeklindeki ucu açık çemberdir. Her hilyede bulunmak zorunda değildir. 4-5-6-7. bölümlere de Hulefa-i RaĢidî’nin isimleri yazılır. Söz konusu bölümlerde bazen

Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve sellemin “Ahmed, Mahmud, Mustafa, Hamid” Ģeklindeki diğer muazzez isimleri de olabilir. 8. bölüm: Bu kısımda da Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve sellemi öven bir ayet yazılıdır. Genellikle Ģu ayet-i kerimeler kullanılır: “Biz ancak Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) “Hiç Ģüphesiz ki Sen büyük Görüldüğü üzere, gerek hat sanatında gerek tezhip sanatında gerekse edebiyatta çok özel bir yeri olan hilyeler, günümüzde de yeniden keĢfedilmeyi, yeniden gündelik hayatımızda bir yer edinmeyi beklemektedir. Özellikle edebiyata bakan yönüyle, kültür tarihimizde sanatçılar hilye metinlerini aktarmaktan, bunları manzum bir Ģekilde yeniden ele almaktan çekinmemiĢler, hatta bu iĢi bir hizmet olarak düĢünmüĢlerdir. Fakat manzum ve mensur hilyelerin dıĢındaki metinlerde Hazreti Peygamber’in bedeni anlatılırken genellikle soyutlamalara baĢvurulan bu alanda, son dönemlerde ciddi sanat eserleri ortaya konamamaktadır. GeçmiĢe baktığımızda hilyeler hat sanatçılarının, tezhip sanatçılarının ve manzum hilye yazan diğer sanatçıların kendilerini gösterdikleri özel bir alan olmuĢtur. Bu alanlardaki sanatçıları var eden hilyelere ait birikimler, Ģiirde ise pek açık bir Ģekilde iĢlenmemiĢtir. Hilyelerde etraflıca iĢlenen Efendimiz sallahu aleyhi ve sellemin vücudu, Ģiire konu olunca meselenin mücerret bir Ģekilde iĢlenerek geçiĢtirilmesi çabası dikkatlerimizi çekmektedir. Özellikle Ģairlerde görülen bu tavır da iki açıdan değerlendirilebilir: Birincisi Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve selleme olan yoğun sevgi ve o sevgi bağlamındaki derin hürmettir. Ġkincisi de Ġslâm medeniyetinin dünyaya ve güzellik kavramına olan bakıĢıdır. Netice olarak denilebilir ki kültür tarihimiz açısından çok önemli bir yere sahip olan hilye-i saadetlerin yazımı ve tezyinatı, Hazreti Peygamber sallahu aleyhi ve sellemin resmedilemeyen bedenîn sanata konu olması noktasında en güzel örneklerdir ve edebiyatta, hat sanatında, bir yönüyle de mücerret resimlerde yeniden iĢlenmeyi beklemektedir. Özellikle günümüz nesillerin de mana dünyalarına hitap edebilecek manzum hilyelerin yazımı bir vazife olarak ediplerimizin önünde durmaktadır.

Kaynaklar --- Abdulkadiroğlu, Doç. Dr. Abdulkerim; Milli Kültür , Mart 1991. Sayı 82, s. 48-52 --- Banarlı , Nihat Sami; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. Cilt 1 s. 479 --- Ġslâm Ansiklopedisi. Cilt 18. s. 44. Hilye maddesi. (Mustafa Uzun.) --- Ġslâm Ansiklopedisi. Cilt 18. s. 47. Hilye maddesi. (Hat. Uğur Derman) --- Özön, Mustafa Nihat; Osmanlıca Türkçe Sözlük, Ġnkılap ve Aka Kitabevleri, Ġstanbul, 1983 --- Yardım, Prof . Dr. Ali; Peygamberimizin ġemaili, Damla Yay. s 47, 7 baskı. Ġstanbul, 2005 --- Hilye-i Saadet. Peygamber Efendimizin YaratılıĢ Güzellikleri, Kubbealtı. c. 7. Sayı 4. syf 25 --- Hilye-i Saadet. Peygamber Efendimizin YaratılıĢ Güzellikleri. Kubbealtı. Cilt 7. Sayı 4. sayfa 15’teki uzun dipnot. __________________________________________________________________________________________ _______________

Peygamber Efendimiz (S.A.V.), Sanat, Sevgi Ve Hilye-I Saâdet Sanattan gönüle, gönülden sevgi pınarlarına ve aĢka... Aklın ötesindeki ilâhi aĢkla dünya âkiller (akıl sahipleri) için seyr-i bedâyi (ĠLÂHĠ KUDRET AKIġLARINI ĠBRETLE TEMÂġÂ) dır. Dualarımızda Allah'ımızdan "bize dünya ve ahirette iyilik ve güzellikler ihsan eyle" deriz. "ALLAH güzeldir, güzelliği sever" sözü üzerinde düĢünüldüğünde, güzelden maksadın "sevgi ve aĢk" olduğu anlaĢılır. Sevgi ve aĢkla her daim anılmaya lâyık olan Yüce, sonsuz ALLAH' ımın isimlerinden biri "EL-VEDÛD" dur. Çok seven, çok sevilen, iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren yahut sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya biricik lâyık olan anlamındadır. ĠĢte bu ismin bütün kâinata yansımasından aĢk ateĢi doğmuĢtur. Bu ateĢi insan gönlünde yakanlar ise peygamberlerdir. Ġnsanın (yaratılmıĢın) Yaratanını araması, istemesi ve O'na sevgi beslemesi çok tabiidir. Ancak bunu yapabilmenin yolu Peygamber'in (S.A.S) yoluna girmek (en-Nisa, 4/80) O'nu izlemek ve O'nunla buluĢmak ile olur. Bunun böyle olacağını Yüce, SONSUZ ALLAH'IM buyurmuĢtur; "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin..."(el Âl-i Ġmran, 3/31). Ġnsanın, imanın tadını tadarak, mümin olmanın derin huzurunu duyması, âĢık olmanın erdem zenginliğini yaĢaması, ancak Allah ve Resulü'nü her Ģeyden daha çok sevmesi ve her sevdiğini Allah için sevmesiyle, her yaĢta, her yaratılmıĢta Allah'ı bulmayı baĢarması ile olur. Çünkü mümin karĢısında; onu seven, ona düĢkün, onun sıkıntıya düĢmesinden rahatsız olan, çok Ģefkatli ve merhametli en güzel insan, Allah Resulü muhabbetle elini ona uzatıyor, Allah'ın sevgi yoluna davet ediyor. (Tevbe, 9/128, En Nisa, 4/80)

AĢk beslendikçe; gönlü ince, ince sızılarla yakarak katmer katmer artıĢ gösterir ve gönlü zorlar, dıĢarı çıkmak ister. ĠĢte o vakit aĢk dillenir. AĢkın dillerinden biri de sanattır. "Sanat bir lisandır" Necip Fazıl Kısakürek'in dediği gibi: "Anladım SANAT ALLAH'I aramakmıĢ, gerisi çelik çomakmıĢ." Aynı zamanda sanat: "YaratılmıĢın aĢkının" eserinde Ģekil ve ifade bulmasıdır. Bu nakĢolmuĢ çeĢit çeĢit renklerle, ahenkli nâmelerle, sır misali dizi dizi kelimelerle olabilir. Sanat eserleri, mananın maddeye yansımasından baĢka bir Ģey değildir. Sevgi eserde ifade bulurken, aĢık maĢukuyla manen irtibat kurar ve çok "özel" olan o anda; aĢk, gönlünde yeni bir coĢkuyla artıĢa geçer. Böylece "âĢık sanatkar" her eseriyle yeni bir esere yollanır. AĢkın ifade bulduğu eserlerden biride hilyedir. Ġslâm inancı , Sevgili Peygamberi suretlerle tasvir etmekten imtina ederken, sözle ifade etmeyi uygun bulmuĢtur. Bunun sonucu müminlerin Peygamberine duyduğu sevginin, derin muhabbetin sanatsal ifadesi olarak hilye denilen levhalar meydana gelmiĢtir. Hat sanatının en güzel örnekleri, ayrıca söz konusu yazıyı güzelleĢtirmek için kullanılan tezhip sanatının olağanüstü çalıĢmaları bu eserlerde bir araya gelmiĢtir. Hz. Muhammed'in (s.a.v) insanî yönünü alan hilye metinlerinde yaratılıĢı, fiziki yapısı ve sıfatları anlatım bulur. Hilye-i ġerif, Hilye-i Saadet, Hilye-i Nebevi isimleriyle anılan hilyeler Türkler tarafından daima çok saygı ve sevgi görmüĢtür. Osmanlı döneminde yazılan hilyeler hat ve tezhip sanatında müstesna bir yere sahip olmuĢtur. Gerçekten hilyeler, müminlerin Allah'ın Resulü'ne duydukları sevginin estetik bir tezahürü görüntüsüdür. Mümin sevgisini eserinde iĢlerken, o sevgiye mazhar olan Allah Resulü "o andan" mânen haberdardır, o sevgiye kendisi de cevap vermektedir. Neticede müminin sevgisi coĢtukça, yeteneği de coĢar ve seyretmekten haz duyduğumuz o mükemmel hilyeler meydana gelir, demektedir, Dr. Jale ġimĢek (ailem, 28-5-2005,28,29)ve Ģöyle devam ederek: hilye-i Ģerifle yuvalarımızın nurlanması temennisiyle:" Ben çizgi çizmeyi, boyamayı çok seviyorum. Bir sene evvel bir arkadaĢım vesilesiyle tezyin kursuna baĢladım. Aldığım derslerden son derece haz alıyorum. ÇalıĢma saatlerinde vaktin nasıl geçtiğini hiç anlamıyorum. Büyük bir aĢk ve istekle eser üzerinde çalıĢıyorum. Hele hilye-i Ģerif üzerinde çalıĢırken sanki Hz. Peygamber'im karĢımda duruyor ve bana gülümsüyor. Ben o an baĢımı kaldırıp O'na bakmaktan çekiniyorum, daha doğrusu utanıyorum. Çünkü yaptığım çalıĢmada önüne geçemediğim olabilen eksik ve hatalardan dolayı mahcubiyet duyuyorum. Ama biliyorum ki O mükemmel insanı her geçen gün daha çok seviyorum. Bu duygularımı herkese anlatmaktan çekiniyorum; bana, ah zavallı dengesini bozmuĢ! Demelerinden çekiniyorum. Ama siz beni anlarsınız... duygularımda yanılmıyorum değil mi?" demektedir. Netice HZ. PEYGAMBER'Ġ (S.A.V) SANATLA SEVMEK.... HÜSN-Ġ HAT'la HĠLYE-Ġ SAADET. Ulusların duygu ve düĢünce birliğini, ince zevkleri ve kültürel birikimlerini ortaya koyan sanat, iç dünyamızı ses, renk, çizgi ve Ģekil ahengi içinde somutlaĢtıran ve kiĢilerde beğeni oluĢturan yapıtlar ve hareketler olup Ġslâm sanatlarında dini gerekçelerle insan yada hayvan figürlerinin resmini yada heykelini yapmanın yasaklanmıĢ olması, heykeltıraĢlığın ve resmin geliĢme imkanlarını ortadan kaldırmıĢtı. Bunun sonucu olarak da, plastik sanatlar mimaride ve hat sanatında kendini göstermiĢtir. "Hat" Arapça bir kelimedir. Sözlüklerde ince, uzun doğru yol, bir çok noktaların bir sıraya ve yan yana gelerek birleĢmelerinden meydana gelen çizgi ve yazı gibi kelime anlamları Ģeklinde ifade edilmiĢtir. Bu kelime özellikle Ġslâm kültüründe Hüsn-i hat yani yazı, güzel yazı anlamlarında da kullanılmıĢtır. Hat sanatı diğer sanat dallarının aksine hayatın içinde yer almıĢtır. Bu sanatın önem kazanmasında Ģüphesiz en büyük etken: KUR'AN'ın en iyi Ģekilde yazılarak çoğaltılmasında ve hiçbir değiĢikliğe uğratılmadan nesiller boyunca aktarılmasında hat sanatının önemli yer tutmasıdır. Hat sanatında kullanılan harfler Arap alfabesinde yer alan harfler olmasına rağmen bu sanat dalına en büyük hizmetleri veren ve bu sanat dalında en büyük eserleri ortaya

koyan Türkler ve Türk sanatkarlar olmuĢtur. Anadolu, Selçuklulardan beri "Hat Sanatı" nın en önemli merkezi olmuĢtur. KONYA'DA 1251 yılında yaptırılan Karatay Medresesi duvar çinilerindeki harikulade güzel "ÖRGÜLÜ KUFĠ" kitabeleri, 1258 tarihinde yapılan Ġnce Minareli Medresenin cephesindeki muazzam "Sülüs" kitabe XIII. Yüzyılda sanatkarların ne büyük bir tekniğe ve hayal gücüne sahip olduklarını göstermektedir. Sivas DarüĢĢifasındaki firuze renkli kûfi süsler, Türk - Ġslâm dünyasının en güzel kitabelerinden biri sayılır. Anadolu Selçuklularından birkaç yüzyıl sonra Osmanlı hattatları, yazının yeni tarzlarını geliĢtirdiler. Tekkelerdeki derviĢlerden baĢlayarak saraydaki sultana kadar hemen herkes hat sanatının aĢığı oldu. Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde hat sanatı birçok sanata üstün tutulmuĢ ve sanatkarlarına büyük değer vermiĢtir. Bu sanat saray himayesine alınarak, geliĢmesine büyük önem verilmiĢtir. Hatta Ġslâm dünyasında yaygın olarak "Kuran'ı Kerim Hicaz'da nazil oldu. Mısır'da okundu. Ġstanbul'da yazıldı" Ģeklinde bir söz kullanılır oldu. Yazma kitaplar arasında en önemli ve özel yeri elbetteki Kuran'ı Kerim oluĢturmaktadır. Kuran'ı Kerim de yer alan sûre ve âyetler gerek Mushaflar halinde gerekse levhalar Ģeklinde hat sanatının en önemli eserlerini oluĢturmuĢtur. Bunlardan baĢka hat sanatkarlarının üzerinde en çok eser verdiği çalıĢmalar kıt'alar, murakkalar, hilyeler ve levhalar olmuĢtur. Hat sanatı üzerinde birçok çalıĢması bulunan ve konunun en önemli uzmanlarından olan sayın M. Uğur Derman hat sanatının geliĢmesindeki en önemli unsurun; a) Sağlam ve özenli bir usta çırak iliĢkisinin yüzyıllar boyunca bozulup kopmadan devam etmesine, b) Bu sanatın bünyesinde yenilenme ve zamanla geliĢme kabiliyetinin bulunmasına, c) Özelliğini bozacak benzeri bir sanatın Batı'da bulunmayıĢına bağlamaktadır. HĠLYE-Ġ ġERĠF Burada Erdem Beyazıt'ın: "Dünyanın ağırlığına eklersek yıldızları, ayı, güneĢi gene de ağır basarsın ey kalbim ey kalbimin güneĢi" ikilisiyle "EVRENĠN EFENDĠSĠNE, peygamberimize yazdığı Ģiir beni çok duygulandırdı. Ġslâm anlayıĢı, putlaĢtırabilecek kiĢilerin tasvirlerinden kaçınmıĢ, bu nedenle hiç kimse; Hz. Muhammed'in (s.a.v.) resmini çizmeye lüzum görmemiĢtir. Hayali bir resim çizmektense, Salih tariflerden hareketle Onu anlatmak, her inananın, gönlünde tecelli eden Ģekliyle Peygamber'ini tasavvur edip, bağlanmasına imkân vermektir. Bu ise putları yıkan bir iman anlayıĢına daha uygundur. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) zamanına yetiĢip, O'nu imanla gören, inanılır kimselerin ifadeleri muteber kaynaklarda yer almaktadır. Ġmamı Tirmizî'nin "EĢ-ġemâilü'n-Nebeviyye ve'l-hasâilü'l-Mustafeviyye" ve Kadı Ebu'l-Ġyaz'ın "Kitabü'Ģ-ġifa fi Ta'rifi Hukuki'l-Mustafa" isimli eserleri, bunların en çok bilinenlerdir. Osmanlı iman ve zevki, bu gibi sağlam rivayetlerden bazılarını latif bir biçimde ve o eriĢilmez hattı ile yazıp, Hz. Muhammed'e (s.a.v.) yaraĢır bir biçimde süsleyerek, O'nu gören gözlerin tarifinden, O'nun özlemini çeken gönüllere sunmayı uygun görmüĢtür. Süs anlamına gelen "Hilye" kelimesi, "Hilye-i Saadet" veya "Hilye-i Nebevi" terkibiyle daha tanımlayıcı bir mahiyet kazanmaktadır. Eskiden beri, göğüs cebinde bir saygı

niĢanesi olarak taĢınabilmesi için Nesih hattı ile küçük boyutta yazılan metin, hat sanatının dehalarından Hafız Osman Efendi'nin eliyle bugünkü cazip biçimine kavuĢmuĢ ve sunulmuĢtur. Ġlk örnekleri hicri 1090 yılından itibaren görülmeye baĢlayan Hilye-i Nebevi'lerde en fazla Hz. Ali'nin (r.a.) rivayeti olan metin yazılagelmiĢtir. - BaĢ Makam: Buraya mutlaka Besleme-i ġerif yazılır - Göbek: Hilye, metnin büyük bölümü buraya sığdırılır; daire Ģeklinde olduğu gibi oval ve dörtgen Ģeklinde de olabilir. - Hilal: Sıvama, altın veya altın üstüne süslü motiflerle kaplanan bu kısmın her Hilye'ye mutlaka yapılması Ģart değildir. Sadece göbek olarak da bırakılabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.) dünyayı nuruyla aydınlattığı için, güneĢ veya aya benzetilmiĢ, bu nedenle Hilye'nin göbek kısmına güneĢ, bunu çevreleyen bölüme ise hilâl adı verilmiĢtir. Hilye'de süsleme bakımından en zengin yer, hilâlin dıĢında kalan dört köĢe yerdir. Buraya dört halifenin adı yazılır. - Ebu Bekir, (es-sıddık). - Hz. Ömer, (el-Faruk). - Hz. Osman, (Zinnureyn). - Hz. Ali, (Kerremallahu vecheh). Ġsimleri yerleĢtirilir. Buradaki dört halife isimlerinin yerine bazen, Hazreti Muhammed'in (s.a.v.) diğer dört ismi veya hayattayken cennetle müjdelenmiĢ kiĢilerin isimlerinin yer aldığı örnekler bulunmaktadır. - Ayet: Buraya Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile ilgili bir ayet yazılır. En çok, "Biz seni ancak alemlere rahmet olsun diye gönderdik" (Sure 21, ayet 107) mealinde olanıdır. "Hiç Ģüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin" (Sure 68, ayet 4) ve "Muhammed'in Allah Resulü olduğuna Allah'ın Ģehadeti yeter" (Sure 48, ayet 28-29) ayetlerinden biri de yazılı olabilir. - Etek: Hilye metninin devamı ve dua kısmına denir. En sonuna Hilye'yi yazan hattat da künyesini yazar; tarih ilave eder. Etek kısmının iki tarafında kalan boĢluklara (10-11) "koltuk" denir ve buralara süsleme motifleri yerleĢtirilir. Hilye-i Ģeriflerin göbek kısmına yazılan Hz. Peygamber'i (s.a.v.) tarif ettiği zaman, Ģöyle buyurdu: Hazreti Peygamber'in (s.a.v.) boyu ne çok kısa, ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa düz uzun saçlı; saçı, kıvırcıkla düz arasında idi. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. Ġri kemikli ve geniĢ omuzluydu. Göğsü, ortadan karnına kadar kılsızdı. Ġki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman, sanki yokuĢ aĢağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. Ġki omuzu arasında "Nübüvvet Mührü" vardı. Bu O'nun sonuncu peygamber oluĢunun niĢanesiydi. O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuĢak huylusu, en arkadaĢ canlısıydı. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karĢısında sarsıntı geçirirler; fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu her Ģeyden çok severlerdi.

"BĠZ SENĠ ANCAK ALEMLERE RAHMET OLSUN DĠYE GÖNDERDĠK" Hz. Ali'nin (r.a.) beyanına göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) - Uzuna yakın orta boylu, iri kemikli, iri yapılı, güçlü kuvvetli ve yakıĢıklı bir insandı. - Cildi yumuĢak, teni kırmızıya çalan beyazdı. - Kirpikleri siyah ve uzundu. - Gözleri kara ve büyükçeydi. - Ġki kaĢının arası açık, fakat kaĢları birbirine yakındı. - Saçları ne dümdüz ne de kıvırcıktı. - Sakalı sık ve bir tutamdı. - Büyük baĢlı ve hilal kaĢlıydı. - Alnı yüksek, burnu çekik, boynu uzun, göğsü geniĢti. - Karnı ile göğsü bir idi, ĢiĢman değildi. Zayıf da değildi, sıkı etliydi. - Gözleri uzağı görür, kulakları uzaktan ses alırdı. - Ağızları geniĢçe idi. - DiĢleri sıktı. - Yüzünün bütün çizgileri görünürdü. - Omuzları etli, omuz kemikleri enliydi. - Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) 'i tanıtırken Ģu vasıflarla vasfetmiĢti. - Peygamber Efendimiz, orta boyluydu, fakat uzuna daha yakındı. - Beyaz tenliydi. -Sakal kılları siyahtı. - DiĢleri çok güzeldi. - Gözlerinin kirpikleri sık ve uzundu. - Ġki omuz arası geniĢti. - Yanakları ne ĢiĢkin ne de çöküktü. - Ayağının bütünüyle yere basardı.

- Bütün vücuduyla öne döner ve bütün vücuduyla arkaya dönerdi. - Ne O'ndan önce ne de O'ndan sonra güzellik-te O'nun gibisini görmedim. *** - Sahâbei Kiram'dan Câbir Bin Semure'de (r.a.) Efendimiz (s.a.v.) 'ın fiziki halini Ģu vasıflarla tanımıĢtır. DemiĢtir ki: - Ben mehtaplı bir gecede Peygamber Aleyhisselam'ı gördüm. Üzerinde bir cübbe vardı. Rasulullah'ın (s.a.v.) nurlu yüzü ile Ay'ın yüzünden hangisinin daha güzel olduğunu tespit etmek maksadıyla önce Allah'ın Rasûlünün (s.a.v.) yüzüne baktım; daha sonra da ayın yüzüne baktım. Vallahi bana göre, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) o mübarek yüzleri Ay'dan çok daha güzeldi. *** Sahabe'den Berâ bin Azib de (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimizi Ģöyle vasfetmiĢtir: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orta boyluydu. - Ġki omuzlarının arası geniĢçeydi. - Saçları, kulak yumuĢağına kadar inerdi. Peygamber Aleyhisselam (s.a.v.) o kadar güzeldi ki, ben ondan daha güzel bir kimse görmedim. *** Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Ģemâilini (fiziki yapısını) anlatan sahabelerin mübarek ağızlarından dökülen inciler böyle... bu örneklerden baĢka, Ġstanbul'da büyük zararlara yol açan semt yangınlarının artması üzerine Abdülhamit Han tarafından bu yangınlara manevi bir önlem alarak hicri 1304 yılında, hattat Ahmet Arif tarafından yazılmıĢ Hilye-i ġerif "Matbuatı Osmaniye"'de bastırılarak Ġstanbul'daki iĢyeri ve evlere dağıtılmıĢtır. Bu ise metni Türkçe yazılmıĢ ilk örnektir. Metni ise Ģöyledir: Reisü'l Müctebi Muhammedü'l Mustafa - Hilkatçe ve ahlakça nevi beni ademin ekmeli idi. - Heb Enbiyai azim aleyhisselam tamm'ülaza ve güzel yüzlü olup, Habibi Hüda onların en güzeli idi. - Cismi paki güzel, heb azası mütenasib idi. Endamı gayet metbui, alnı göksü ve iki omuzlarının arası geniĢ idi. - Boynu uzun ve mevzun ve gümüĢ gibi saf omuzları ve bazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, elleri ve parmakları uzunca idi. - Mübarek karnı göksüyle beraber olup ĢiĢman değildi.

- Ve ayaklarının altı çukur olup düz değildi. - Uzuna kırayeb orta boylu, iri kemikli, iri gövdeli, güçlü kuvvetli idi. - Ne zayıf ne semiz belki ikisi ortası ve sıkı etli idi. - Mübarek cildi ise ipekten kumaĢ idi. - Kemali itidal üzre büyük baĢlı, hilal kaĢlı, çekme burunlu, az değirmi çehreli, subucehu yüzü idi. - ġiĢman yüzlü, yumru yanaklı değil idi. - Ġki kaĢının arası açık ve fakat kaĢları birbirine karib idi. - Çatık kaĢlı değil idi. - Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel ve büyücek idi. - Gözlerinin akında az kırmızılık var idi. - Levni ezher idi. - Yani ne kireç gibi ak, ne de kara yağız, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail beyaz ve nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur leman ederdi. - DiĢleri inci gibi, abdar ve tabdar olup, söylerken ön diĢlerinden nur saçılır ve gülerken femi saadeti, bir latif ĢimĢek gibi ziyalar açılır idi. - Saçları ne pek kıvırcık ne pek düz idi. - Ve saçlarını uzattığı vakit, kulaklarının memelerini geçerdi. - Sakalı sık ve tam idi; uzun değildi. - Ve bir tutamdan ziyadesini alurdu. - Alemi bekaya rıhlet buyurduklarında, saçı sakalı henüz ağarmaya baĢlayub, baĢında bir az ve sakalında, yirmi kadar beyaz kıl var idi. - Cismi Nazif, kokusu latif idi. - Koku sürünsün, sürünmesin teni ve teri en güzel kokulardan ala kokardı. - Bir kimse onunla musafaha itse, bütün gün onun rayihai tayyibesiyle ol çocuk, sair çocuklar arasında malum olurdu. - Doğduğu vakit dahi pak ve latif idi. - Ve sünnetli ve göbeği kesik olarak doğmuĢtu. Ve inneke leayiyyü'lhalikın azim.

Hevası fevkalede kavi idi. - Pek uzakdan iĢidir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. - Ve hep hareketi mutedil idi. - Bir yere azimetinde, acele ve sağ ve sola meyl itmeyüb kemali vakar ile doğru yolunda gider ve fakat sürat ve suhulet ile yürür idi. - ġöyle ki: adeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler sürat ile yürüdükleri halde geri kalırlardı. - Yüzünde nur ve melahat, sözünde selaset ve letafet, lisanında talakat ve fesahat, beyanında fevkalade belagat var idi. - Beyhude söz söylemeyüb, her kelamı hikmet ve nasihat idi. - Ve herkesin aklı ve idrakine göre söz söylerdi. - Güler yüzlü tatlı sözlü idi. - Kimseye fena söz söylemez ve kimseyle bed muamele eylemez ve kimsenin sözünü kesmez idi. - Mülayim ve mütevazı idi. - HaĢin ve galiz değil idi. - Fakat mehîb ve vakur idi. - Gülmesi dahi tebessüm idi. - A'nı ansızın gören kimseyi mehabet alırdı. - Ve A'nınla ülfet ve müsahabet eyleyen kimse 'ana canı gönülden aĢık ve muhib olurdu. - Ehl-i fazl'a derecelerine göre ihtiram eylerdi. - Akrabasına dahi pek ziyade ikram eylerdi. - Lakin onları kendilerinden efdal olanların üzerine takdim etmez idi. - Ehli beytine ve Ashabına hüsni muamele ettiği gibi sair nas'a dahi rıfk ve lütuf ile muamele ederdi. - Hizmetkarlarını pek hoĢ tutar idi. - Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi. - Sahiy ve kerim, Ģefik ve rahim ve halim idi. - Ahd ve vaadinde sabit ve kavlinde sadık idi.

- Hüsnü ahlakça ve aklu ve zekavetçe cümle nas'a faik ve her türlü medh ve senaya layık idi. - Elhasıl sureti güzel, misli yaratılmamıĢ bir vücud-u mesud ve mübarek idi. - Allahümme salli aleyhi ve ala alihi ve sahbihi ecmain. SÜLÜS NESĠH HĠLYE LEVHASI Hilye-i Saadet (ġerife) Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ÖMER EBUBEKĠR (Allah ondan razı olsun) Hazreti Ali (Allah Ondan Razı Olsun) Hazreti Peygamberi (Allah'ın Salat ve Selâmı onun üzerine olsun) Vasfettiği zaman Ģöyle buyurdu: Hazreti Peygamber'in boyu Ne çok kısa ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; Saçı kıvırcıkla düz arası idi. Değirmi yüzlü, duru beyaz tenli, Ġri ve siyah gözlü, uzun kirpikliydi. Ġri kemikli ve GeniĢ omuzluydu. Göğüs ortada, karnına kadar kılsızdı. Ġki avcu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman Sanki yokuĢ iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. Ġki omuzu arasında "nübüvvet mührü" vardı. Bu onun sonuncu peygamber oluĢunun niĢanesi idi. ALĠ OSMAN (Allah ondan razı olsun) "Biz seni ancak alemlere Rahmet olsun diye gönderdik" O insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuĢak huylusu ve en arkadaĢ canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, onun heybeti karĢısında sarsıntı geçirirler, fakat üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise O'nu her Ģeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalıĢan kimse; "Ben gerek O'ndan önce gerekse O'ndan sonra Resülullah gibi birisini görmedim." Demek suretiyle O'nu tanıtmak hususundaki acizliği ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun. (hat sanatını GümüĢe taĢıyarak kendi özgün tasarımlarıyla yaĢatmakta olan (Naht) sanatıyla ahĢap oyulup üzerine gümüĢ dökülerek fildiĢi zemin üzerine yapıĢtırılmıĢ Hilye-i Saadet (ġerife), Ayetel Kürsî ve muhtelif Hüsn-i Hat levhalarından 18 adet, büromda kalemin gücü ve gümüĢî NUR' un hikmetiyle hayırlara vesile olsun temennilerimle...)

O'nun ve hepimizin Rabbine selâm olsun. O'na selâm olsun. O'nun arkadaĢlarına, dostlarına selâm olsun. O'nun aĢıklarına selâm olsun. O'nun hasretinde olanlara selâm olsun. O'nun ile coĢanlara selâm olsun. O'nun ile Ģereflenen her taĢ her toprak parçasına selâm olsun. O'nu anıp, Ģefaatini isteyenlere selâm olsun. O'nu arzulayanlara selâm olsun. O'nu her daim ananlara selâm olsun. O'nun dostlarını dost bilenlere selâm olsun. Ġpek yolu Eylül sayısına yetiĢtirmede emeği geçen Ticaret Odası yöneticileri, personeli ve basın dairesi çalıĢanlarına selâm olsun. Saygıdeğer okuyucularıma, bâki muhabbetlerimle, kalbinizden geçen tüm güzellikler sizlerle olsun. KAYNAKÇA - ALPARSLAN, Ali, Osman Hat Sanatı Tarihi, Ġstanbul 1999 - ALPARSLAN, Ali, Ünlü Türk Hattatları, Ankara, 1992 - ARSEVEN, Celal Esad, Türk Sanat Tarihi, MenĢeinden Bugüne Kadar, Mimari, heykel, Resim, Süsleme ve Tezyini Sanatlar, Ġstanbul, tarihsiz. - AYVERDĠ, Ekrem Hakkı, Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı, Ġstanbul, 1953 - BALTACIOĞLU, Ġsmail Hakkı, Türklerde Yazı Sanatı, Ankara 1958 - DERMAN, F. Çiçek,"Osmanlı Asırlarında Üslup ve Sanatkarlarıyla Tezhip Sanatı", Osmanlı, II. Cilt, Ankara, 1999. Derman M. Uğur, "Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı", Osmanlı, II. Cilt, Ankara, 1999 - DERMAN M. Uğur, Türk Hat Sanatının ġaheserleri, Ġstanbul 1982. - EDGÜ Ferit, Türk Hat Sanatı (Karalamalar-MeĢkler), Ġstanbul tarihsiz. - HABĠB Bey, Hat ve Hattattan, Ġstanbul, 1305 (1888) - RADO, ġevket, Türk Hattatları, Ġstanbul, (1984)

- SERĠN, Muhiddin, Hat Sanatımız, Ġstanbul, 1982 - SERĠN, Muhiddin, "Osmanlı Hat Sanatı", Osmanlı, II. Cilt Ankara , 1993 - ÜLKER, Muammer, BaĢlangıcından Günümüze Türk Hat Sanatı, Ankara , 1987 - ÜNVER, A. Süheyl, Türk Yazı ÇeĢitleri ve Faideli Bazı bilgiler, Ġstanbul 1953 - ÖZBAY Adem, Sevgililer Sevgilisine ġiirler ve kısmen resimleri, (s.23,27 Ömer Baykar Hilye S.238) Semerkand yayıncılık, Ġstanbul 2002 - ġĠMġEK Jale, Ailem, (s.28,29, resimler) Ġstanbul, 28.5.2005, sayı 129

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF