gerald a. cohen - karl marxın tarih teorisi - toplumsal dönüşüm yay

March 6, 2018 | Author: seyirlugatcisi | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download gerald a. cohen - karl marxın tarih teorisi - toplumsal dönüşüm yay...

Description

KURAM

K a r i M a r x in Tarih Teorisi

"...felsefe a l a n ı n d a ise G.A. Cohen'in ilk kez analitik felsefenin y ö n t e m s e l ölçütleriyle t a r i h i m e t a r y a l i z i m i ı ı teınel k a v r a m l a r ı n ı ilişkilendiren Kari M a r x ' s Theory of History -A d e f e n e e - (Kari M a r x ' ı n T a r i h T e o r i s i -Bir S a v u n m a ) - isimli ç a l ı ş m a s ı t a r t ı ş m a s ı z soıı oıı yılın d ö n ü m n o k t a s ı d ı r . " Perry Andersoıı

S

TOPLAMSAL DONUŞUM YAYINLARI

ISBN

975-8269-21-6

9 78975 8 2692 1 1 >

,,

,,

Gerald

^ , A . Cohen A

S

TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM YAYINLARI

Toplumsal Dönüşüm Yayınlan: 90 Kuram Dizisi :4

Gerald A.Cohen Kari Mani'm Tarih Teorisi BİR SAVUNMA Çeviri: Ahmet Fethi

GERALD A.COHEN

İngilizce Adı: Kari Marx's Theory of History A DEFENCE Princeton University Press, 1978

1. Baskı: Toplumsal Dönüşüm Yayınları Ağustos 1998 - İstanbul ISBN : 975-8269-21-6

Kapak Ali Şimşek

KARL MARX'IN TARİH TEORİSİ BİR SAVUNMA

Genel Dağıüm: KARDAK / Narlıbahçe Sk. No:6/3 Cağaloğlu/İSTANBUL Tel: 512 31 61-Telefax: 512 45 91 Toplumsal Dönüşüm Yayınları ve 2B/Bilgi Birikim, KARDAK Eğitim ve Kültür Hizm. Ltd. Şti. Yan kuruluşlarıdır.

Çeviri Ahmet Fethi

Baskı: Kayhan Matbaacılık; 576 01 36 Cilt: Yalçın Mücellit

Ş

oomyOv YAYINLARI

V. FETİŞİZM

;.. 141

(1) Dinde ve İktisatta Fetişizm

141

(2) Fetişizmde Ne Hakikidir, Ne Sahtedir.

142

(3) Meta Fetişizmi Tanısı

;

(4) Sermaye Fetişizmi Tanısı (5) Meta Fetişizmi ve Para

148 ;

(6) Meta Fetişizmi; Din ve SiyaseL

İÇİNDEKİLER

(7) İçeriğin Kurtuluşu Olarak Kominizin VI. ÜRETKEN GÜÇLERİN ÖNCELİĞİ 7

Çeviri Üzerine Önsöz

11

I. HEGEL ve MARX'TA TARİH İMGELERİ

15

II. ÜRETKEN GÜÇLERİN OLUŞUMU

43

(1) Ekonomik Yapı ve Üretken Güçler.

43

(2) Bazı Terminolojik Konular.

53

(3) Emek Gücü

57 62

(4) Bilim (5) Daha Fazla Katalog Adayı

65

(6) Üretken Güçlerin Gelişmesi

74

III. EKONOMİK YAPI

83

(1) Üretken Güçlerde Sahiplik Haklan

83

(2) Üreticilerin Olanaklı ve Olanaksız Sahiplik Konumlan...,

86

, (3) Bağımlılık

89

(4) Proleteri Yeniden Tanımlama

91

(5) Yapısal Sınıf Tanımı

94

(6) Toplumsal Biçimleri Ayırma (7) Üretim Tarzlan

98 «...

(8) Ekonomik Değişim Türleri IV. TOPLUMUN MADDİ ve TOPLUMSAL ÖZNİTELİKLERİ

100 107 111

(1) Ayınma Giriş

İH

(2) Emek Sürecinde Madde ve Biçim

'23

(3) Kullanım Değeri ve Ekonomik Politika

127

(4) Aynmın Devrimci Değeri

130

(5) Mili Konusunda Marx'a Karşı

133

(6) Çalışma İlişkileri

137

145

(1) Giriş

150 ; 152 155 163 163

(2) Marx'ın Öncelik İddialan: Önsöz

165

(3) Marx'ın Öncelik İddialan: Önsöz'ün Dışında

172

(4) Öncelik Davası

180

(5) Güçlerin Önceliğinin Doğası

190

(6) Üretken Güçler, Maddi İlişkiler, Toplumsal İlişkiler.

196

(7) Bütün Eski Üretim Tarzlan Özünde Tutucuydu

200

(8) Ek VII. ÜRETKEN GÜÇLER ve KAPİTALİZM (1) Kapitalizmin Doğuşu

203 207 207

(2) Kapitalist Ekonomik Yapı ve Kapitalist Üretim Tarzı

212

(3) Kapitalizm ve Üretken Güçlerin Gelişimi

225

(4) Dört Çağ

230

(5) Kapitalizmin Misyonu ve Kaderi

234

(6) Sosyalizmin Önkoşulları

237

(7) Sınıflar Niçin Zorunludur VIII. TEMEL ve ÜSTYAPI, HAK ve ERKLER

240 249

(1) Üstyapıyı Saptama

249

(2) Hukuksallık Sorunu

251

(3) Mülkiyet İlişkilerinin ve Hukukun Üretim İlişkileriyle Açıklanması... 259 (4) Temellerin Üstyapıya Gereksinimi Vardır

265

(5) Ekonomik Yapı Bağımsız Olarak Gözlemlenebilir mi?

269

(6) Bir Daha Haklar ve Erkler Üzerine

271

(7) Proleteryanm Haklan ve Erkleri

275

(8) Ek

281

4t

IX. İŞLEVSEL AÇIKLAMA: GENEL OLARAK

285

(1) Giriş

-

(2) Açıklama.

285 -

287

(3) İşlev-İfadeleri ve İşlevsel Açıklamalar.

290

(4) İşlevsel Açıklamanın Yapısı

295

(5) Doğrulama.

301

Çeviri Üzerine

(6) Her İşlevsel Açıklama Doğru mudur?

302

(7) Sonuç Açıklama ve Tümdengelim-Nomolojik Mode!

309

Kitapta, ö z e l l i k l e M a r k s i s t k l a s i k l e r d e n o l m a k ü z e r e , p e k ç o k k l a s i k

315

eserden sık sık aktarmalar yapılmaktadır. Bu kaynaklardan T ü r k ç e

X. İŞLEVSEL AÇIKLAMA: MARKSİZMDE (1) Giriş

315

(2) İşlevsel Açıklamanın Kavramsal Eleştirisi

317

(3) İşlevselcilik, İşlevsel Açıklama ve Marksizm

320

(4) Ayrıntılı Açıklamalar.

322

(5) Marksçı Örnekler.

:

327

XI. KULANIM DEĞERİ, DEĞİŞİM DEĞERİ ve ÇAĞDAŞ KAPİTALİZM

-

335

yayımlananlardan yapılan aktarmalar ve göndermelerin Türkçe çevirideki yerleri g ö s t e r i l m i ş t i r . A n c a k , i l g i l i pasajlar, d a h a ö n c e y a p ı l m ı ş T ü r k ç e ç e v i r i l e r d e n o l d u ğ u g i b i a k t a r ı l m a m ı ş t ı r . Hatta b i r ç o k d u r u m d a , s ö z c ü k tercihini a ş a n t e r i m s e l farklılıklarla karşılaşılacaktır. ( B u d u r u m , o k u y u c u y a b e l k i bir ç e v i r i k a r ş ı l a ş t ı r m a s ı o l a n a ğ ı d a t a n ı y a b i l i r ) B a z e n , g ö n d e r m e y a p ı l a n i f a d e v e pasajlar T ü r k ç e ç e v i r i l e r d e b u l u n a m a d ı ; b u durum u n s ö z k o n u s u o l d u ğ u y e r l e r ç e v i r m e n n o t u olarak b e l i r t i l m e k t e d i r . Türkçe y a y ı m l a n m a m ı ş ya da yayımlanmışsa b u l u n a m a m ı ş kay-

(1) Giriş

335

(2) Değişim Değerinin Kullanım Değerine Boyun Eğdirmesi

336

(3) İleri Kapitalizmin Ayrık Bir Çelişkisi

340

(4) Mishan ve Galbraith

344

(5) Savı Gözden Geçirme

346

Y a y ı n l a r ı , 1 9 7 9 ) , y a z a r ı n b u k a y n a k t a n y a p t ı ğ ı aktarmaları T ü r k ç e ç e v i r i -

(6) Kapitalizm, Ayrık Çelişkinin Zorunlu Bir Koşulu mudur?

350

de bulmak ve göstermek olanaklı olmamıştır.

(7) Bir İtiraz

353

(8) Kapitalizmin Eğilimi ve Max Weber.

357

(9) Dolaylı Gözlem

358

EK: 1 KARL MARX ve TOPLUMSAL BİLİMLERİN SÖNÜMLENMESİ EK: II BAZI TANIMLAR AKTARMA YAPILAN ESERLER

362 :

282 292

nakların İ n g i l i z c e adları y a z ı l m ı ş , d i ğ e r d u r u m l a r d a k a y n a k l a r ı n T ü r k ç e a d l a n verilmiştir. A y r ı c a , M a r x ' ı n G r u n d r i s s e ' i o l d u k ç a e k s i k v e ç e v i r m e n ile e d i t ö r ü n yorumları kaynak m e t i n d e n ç o k daha fazla yer kapladığı için (Birikim

Ahmet Fethi

0

Y a ş a m l a r ı n ı n t o p l u m s a l ü r e t i m i n d e insanlar, v a z g e ç i l m e z v e iradelerinden b a ğ ı m s ı z olan belirli ilişkilere, m a d d i üretken g ü ç lerin g e l i ş i m i n i n belirli bir e v r e s i n e karşılık g e l e n üretim ilişkilerine girerler. B u üretim ilişkilerinin t o p l a m ı t o p l u m u n e k o n o m i k y a p ı s ı n ı , ü z e r i n d e h u k u k i v e s i y a s a l üst y a p ı n ı n y ü k s e l d i ğ i v e belirli t o p l u m s a l b i l i n ç b i ç i m l e r i n e karşılık g e l e n g e r ç e k t e m e l i oluşturur. M a d d i y a ş a m ı n üretim tarzı, g e n e l olarak t o p l u m s a l , siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullar. İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, aksine bilinçlerini b e l i r l e y e n t o p l u m s a l varlıklarıdır. G e l i ş m e l e r i n i n b e l l i bir evresinde toplumun maddi üretken güçleri m e v c u t üretim ilişkileriyle, y a d a - a y n ı ş e y i n hukuksal i f a d e s i n d e n b a ş k a bir ş e y o l m a y a n - o zamana kadar içinde hareket ettikleri m ü l k i y e t i l i ş k i l e r i y l e ç a t ı ş m a i ç i n e girerler. B u ilişkiler, üretken g ü ç l e r i n g e l i ş m e b i ç i m l e r i n d e n onların e n g e l l e r i h a l i n e gelirler. O z a m a n bir t o p l u m s a l d e v r i m çağı' başlar. E k o n o m i k t e m e l i n d e ğ i ş m e s i y l e birlikte, bütün m u a z z a m üstyapı da az ç o k hızlı bir ş e k i l d e dönüşür. Bu tür d ö n ü ş ü m l e r i değerlendirirken, d o ğ a l b i l i m k e s i n liğiyle belirlenebilen üretimin e k o n o m i k koşullarının maddi d ö n ü ş ü m ü ile insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve savaşarak ç ö z m e y e çalıştıkları h u k u k s a l , s i y a s a l , dini, estetik y a d a f e l s e f i - k ı s a c a i d e o l o j i k - biçimleri d a i m a ayırt e t m e k gerekir. N a s ı l ki, bir k i ş i y l e ilgili fikrimiz o k i ş i n i n k e n d i s i y l e i l g i l i ne d ü ş ü n d ü ğ ü n e d a y a n m ı y o r s a , a y n ı ş e k i l d e , b ö y l e bir d ö n ü ş ü m d ö n e m i n i de o d ö n e m i n kendi b i l i n c i y l e y a r g ı l a y a n l a y ı z ; aksine, bu bilinç, maddi y a ş a m ı n ç e l i ş k i l e r i n d e n , toplumsal üretken g ü ç l e r ile üretim ilişkileri arasındaki m e v c u t çatışmadan hareketle açıklanmalıdır. İçerebileceği bütün üretken güçler g e l i ş m e d e n hiçbir t o p l u m s a l o l u ş u m y o k o l m a z ; v e varlığının maddi koşulları bizzat eski t o p l u m u n rahminde o l g u n l a ş m a d a n , y e n i , daha y ü k s e k bir ü r e t i m i l i ş k i l e r i a s l a o r t a y a ç ı k m a z . B u n e d e n l e i n s a n o ğ l u ö n ü n e her z a m a n s a d e c e ç ö z e b i l e c e ğ i görevleri koyar; zira soruna daha y a k ı n d a n b a k ı l d ı ğ ı n d a , s a d e c e ç ö z ü m ü n ü n m a d d i koşulları zaten var o l d u ğ u n d a , ya da en azından o l u ş m a s ü r e c i n d e

9

olduğunda görevin ortaya çıktığı görülür. Geniş anaçizgileriyle Asyatik, antik, feodal ve modern buıjuva üretim tarzları, toplumun ekonomik oluşumunda ileriye doğru gelişen çağlar olarak tasarlanabilir. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin son antagonistik biçmidir -bireysel antagonizm anlamında değil, bireylerin toplumsal yaşam koşullarından kaynaklanan bir antagonizm anlamında antagonistik; aynı zamanda, burjuva toplumun rahminde gelişen üretken güçler, bu antagonizmin çözümünün maddi koşullarını da yaratır. Bu nedenle, bu toplumsal oluşum, insan toplumunun tarih öncesini sona erdirir. - Kari Marx, 1859

Önsöz 1. Bu kitap, tarihsel materyalizmi çekici olacağını umduğum bir biçimde sunarak savunur. Bu sunum iki kısıtlamaya saygı duyar Bir yanda Manc'ın yazdıklarına; diğer yanda, 20. yüzyıl analitik felsefesini ayırt eden açıklık ve kesinlik standardına. Amaç, geniş ölçüde Manc'ın konuyla ilgili söylediklerine uygun kabul edilebilir bir tarih teorisi inşa etmektir. Marx, aşağıda söylenenleri alışılmadık bulurdu; fakat, düşündüğü şeyin akla uygun açık bir ifadesi olarak da kabul edebilirdi diye umut edilir. Bu, kuruntulu bir umut değil. Marx, birçok düşünceyi birçok yönde geliştiren hareketli ve yaratıcı bir düşünürdü. Bütün bu düşünceleri, geliştirip güçlendirecek zamanı, ya da isteği, ya da akademik huzuru olmadı. Kimi önemli düşüncelerini kendisinin sunduğundan daha az düzensiz versiyonlarım vermek kibirli bir iddia olmaz. 2. Burada verilen yeniden inşa, teorinin oıjinal durumundan daha az belirsizdir. Bu nedenle eleştirilmesi daha kolaydır ve bundan rahatsız olmam. Fakat, önceden tahmin edip önünü almak istediğim olası bir tepki var, yani "genel bir tarihsel-felsefi teori, tarih-üstü olmaktan ibaret üstün meziyeti olan bir teori""' oluşturduğuma dair tepki. Tarihin, her hangi bir teorinin onu sunduğundan "her zaman daha zengin içerikli, daha çeşitli, daha çok yanlı, daha canlı ve daha 'incelikli""11 olduğunun bana anlatılmasına gerek yok. Aktarılan bu pasajlar, teorinin belli bir yanlış kullanımına karşı uyanlardır; fakat bazı Marksistler, genel olarak teoriden uzaklaşmalannı gizlemek için bunlan aktarır. Bunlara, Marx ve Lenin'in teoriye karşı olmadıklannı anımsatmak gerekir. 3. Louis Althusser, tarihsel materyalizme mevcut ilgiyi güçlü bir şekilde etkiledi ve bu kitapta çok fazla sözü edilmeyen Althusser'in eseri konusunda birkaç söz söylemek zorundayım. '"- Manı'tan bir Rus gazetesinin yazı kuruluna, Kasım 1877; Selected Correspondance içinde, s. 2.94. (,)

10

- Lenin, " L e f t - W i n g Communism, s. 76 (Türkçe çevirisi Sol Komünizm Bir Ço-

cukluk Hastalığı'nda bu ifade bulunamadı - ç v . )

II

Althusser'in Pour Marx'ı, Marx'ın öneminin Kapital'de ve ona hazırlık niteliğindeki yazılarında bulunacağına beni ikna etti. Bu inanç bu kitabı yazmamı sağladı ve bu nedenle Althusser'e borçluyum. Fakat, Lire Le Capital'e -Althusser ve diğerlerinin bir dizi demesi- geçtiğimde, düş kırıklığına uğradım. Fransız dilinin rie kadar incelikli ve dolambaçlı kullanılabildiğinin ötesinde, Althusser'in denemesinde çok az şey edindim. Özellikle Balibar'ın denemesi olmak üzere, diğerlerinden daha fazla hoşlandım. Fakat, Althusser'in yarattığı etki kadar yararlı olduğunu düşünmedim. Her şeyden önce, Lire Le Capital'de birçok belirsizlik buldum. Entelektüel bağlılık üzerine ısrarıyla mantıksal pozitivizmin Paris'de hiçbir zaman tutulmamış olması belki bir üzüntü konusudur. Anglofon felsefe, mantıksal pozitivizmi uzun süre önce geride bıraktı; fakat, ara vermeden uğraşmak yine de iyidir. Berraklığın değerli bir miras olduğu ve teorik bir yargının teorik bir yargı olabilmesi için kavranmasının zor olması gerektiğinin genel olarak kabul görmediği İngiltere'de Althusserçi belirsizliğin talihsiz sonuçlan olabilirdi. 4. Althussercilerden özgül doktriner farklılıklarımın burada belirtilmesine gerek yok. Epeyce çoktur. Zira, savunduğum eski-moda bir tarihsel materyalizmdir; tarihin insanın üretken gücünün artışı olduğu ve toplum biçimlerinin bu artışa olanak sağlamalarına ya da engellemelerine göre yükselip düştükleri geleneksel bir kavrayıştır. Teorinin üretim güçleri ve ilişkileri ile ilgili temel kavramları üzerinde yoğunlaşılıyor, Marx ve toplum üzerine kitaplarda olduğu gibi sınıf çatışması, ideoloji ve devlet konulan çok az tartışılacaktır. 'Teori" teriminin anlattığı eklemleme derecesinden yoksun düşüncelerle ilgili olduğu söylendiği için, kitabın büyük bir kısmı (Bölüm Il'den X'a kadar) "Marx ve Hegel'de tarih imgeleri" üzerine kısa bir özetle ilerliyor. II. Bölüm, Marx'ın ekonomik yapı dediği şeyin tek başına üretim ilişkilerinden ibaret olduğu, üretici güçlerin bunun bir parçasını oluşturmadığı iddiası üzerine karmaşık bir savla açılıyor. Bölümün daha az karmaşık olan geri kalan kısmı, üretici güçlerin ne olduğunu anlatıyor ve bunlann gelişmesinin ne anlama geldiği inceliyor. III. Bölüm, üretim ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşturduğu ekonomik yapılar konulanyla ilgilidir. Doğrudan üreticileri emek araçlanyla ve sınıfsal üstleriyle ilişkilendiren bağlara bakıyor. IV. Bölümde, üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki aynmın, 102

toplumun maddi özellikleri ile toplumsal özellikleri arasındaki daha genel bir aynmın özgül bir durumu olduğu gösteriliyor. V. Bölüm, meta ve sermaye fetişiziminin bir anlatımını ve kısmen yeni bir komünizm yorumu vermek için IV. Bölümün sonuçlannından yararlanıyor. VI. Bölüm, Marx'ın üretei güçlere açıklayıcı bir öncelik verdiğini gösteriyor ve Marx'ın bu konuda haklı olduğunu ileri sürüyor. VII. Bölüm, VI. Bölümün iddialan ile gerçek tarihin belli evreleri arasında bir bağ kuruyor. VII. Bölüme göre, ekonomik yapılar, insanın üretken gücünün genişlemesine olanak verdikleri için olduklan gibidirler. VIII. Bölüme göre ("Temel ve Üstyapı" ile ilgili), üstyapılar ekonomik yapılan pekiştirdikleri için olduklan gibidirler. Bu ifadeler, işlevsel açıklamalardır ve işlevsel açıklamalardan, genellikle kuşkulanılır. IX. ve X. Bölümler, genel terimlerle ve tarihsel materyalizme özel göndermelerle bunu savunur. XI. Bölüm, çağdaş kapitalist toplumun kimi hastalıklannı tartışıyor. Kapitalizm koşullarında kulanım değeri ile değişim değeri arasındaki ilişkinin, kapitalizm ilerledikçe özgül bir ifrasyonelliğe yol açtığını ileri sürüyor. Birinci ek, V. Bölümle ilgili bir makalenin yeniden basılmasıdır, ikincisi, bu kitapta kullanılan beş ifadeyle ilgili tanımlamalardır. 5. Bu kitabın birçok zayıflığı var. Beş dostun ilk taslak üzerinde titiz yorumlan olmasaydı, bu zayıflıklar daha çok olurdu. Danny Goldstick'e, John McMurtry'ye, Chris Provis'e, Bili Shaw'a ve Arnold Zuboffa çok çok teşekkürler. Yararlı eleştirilerde bulunan diğer dostlar Chris Boorse, Maggie Cohen, Irving Dworctzsky, Keith Graham, Colin McGinn, Jacob Meloe, Robin Murray, Bili Hart, Helle Kanger, Stig Kanger, Mendel Kramer, Jan Nerveson, Mike O'Pray, Tim Scanlon, Chuck Taylor, Richard Wollheim, Ailen Wood ve Sigurd Zienau'ydu. Katherine Backhouse ve Veryan Gilliat, el yazmalannı daktilo ettiler. Çok sabırlı ve naziktiler. Canada Councul ile British Academy, beni derslerden muaf tutarak bir yılımı bu çalışmaya harcamama olanak sağladılar. Michael Cohen ve Glanrydd'e özellikle borçluyum. Maggie, Miriam ve Sarah'a borcumu tarif edemem. Londra, Mayıs 1979.

13

#

-I-

Hegel ve Marx'ta Tarih İmgeleri Lenin, "tarihsel materyalizmin Uç kaynağı ve bileşeninin Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi" olduğunu söylemiştir/1' Bu bölüm, birinci kaynakla ilgilidir. Hegel'in tarih kavrayışım dünyâ tininin yaşamı olarak öne sürüyoruz ve Mara'ın bu kavrayışı nasıl aldığım, yapışım koruduğunu ve içeriğini değiştirdiğini gösteriyoruz. Değişik bir tarih imgesi edinen Marx bu imgeyi, sonraki bölümlerin açıklayıp savunacağı teoriye dönüştürdü. Dünya tini bir kişidir, fakat bir insan değil. Yine de, insan bize en çok ulaşabilir türden (çişi olduğu için, bunu betimlemeyle başlamak yararlı olur. Aşağıda tarif edilen resim, ortalama bir insan değil; tipik biri de değil, hatta olası biri bile değil. Bütün insanların dünyayla ilişkilenmelerinin kimi önemli yollan, bu resimde tarif ediliyor ve büyüteç altına almıyor. Resmin işlevi, açıklayıcılıktır. Geniş bir tarih vizyonunu canlandırmaya yardım eden bir arkaplandır. O nedenle buradaki insan, dünyada dolaşıp duran insandır. Bu insan hareket ettikçe, gözledikçe ve acı çektikçe, dünya kendisini ona açar ve o da, kendi taleplerini ona dayatarak, onun vasıtasıyla kendi amaçlan peşinde koşarak kendisini dünyaya açar. O insan doğayı tinselleştirir ve kendi tinine bir doğa kazır. Kayaların, çiçeklerin ve suyun nasıl bir şey olduklarım, yıldızlara ve derin vadilere nasıl bakıldığını keşfeder. Doğanın biçimlerini değiştirmeyi, öğelerini birbirine kanştırmayı ve ayırmayı öğrenir. Yaşamayı, yaşatmayı, yaşamaya izin vermeyi ve öldürmeyi öğrenir. Dünyanın görkemlerinin, çekiciliklerinin, çirkinliklerinin ve tehlikelerinin

"'-"Üç Kaynak", s. 452

15

g sini edinir. Hayatta kalmayı, gücü ve zevki güvenceye almak için ona müdahale eder. Fakat farklı bir düzenin tözünü de yaşar. Kendisiyle ilişki ve diyalog içindedir. Dış dünyayla karşılaşması ile dünyanın bir parçası olarak kendisiyle karşılaşması arasında bir karşıtlık vardır. Birinci durumda, incelediği şeyden ayrıdır; ikincisinde değildir ve incelemesi, incelediği şeyin bir parçası olmalıdır. Etrafındakileri değiştirmeden öğrenebilir; fakat onun kendi kendini keşfi, her zaman bir dönüşümdür de. Bu kendi kendini araştırma, ona daha çok kendi farkında olan yeni bir ben katarak, onu artık olduğu gibi bırakmaz. Kendi doğasını olduğu gibi korusa, onu yeniden araştırması gerekir: Nüfuz edilen doğaya, nüfiız edildiği için yeni bir doğa eklenmiştir. Onun öz-bilincini yansıtması, sürekli başarı üreten bitimsiz bir çabadır, bitişe varıldığında bitiş noktası ileri giden bir yarıştır. Ancak sürekli kazanılmakla sahip olunülur ve ancak sürekli gelişmekle kazanılır.'" Bir insanın kendisiyle ilgili inandıkları, görme çabasına eşlik eden konjonktürler de onun kendisiyle ilgili bildiği şeyleri etkiler. Kendisim emin hissediyorsa, yarı yarıya öyledir. Kendisini aşağılık bulursa, küçümsemeyi açığa çıkarır. Kendisini kırılgan sayarsa, küçük tersliklerden sarsılır. Kendisinin ne olduğunun imgesiyle yönlendirilen kendi kendisini yaratır ve bu nedenle, olduğuna inandığı şey, onun gerçekte ne olduğuna katkı yapar. İnsanın kendisini bilmesinin, hem süreçte hem üründe, ödülleri olduğu kadar acılan da vardır. Zira ben değişirken, rahatlık veren eski tarzlan, alışkanlıkların varoluş kaygısı başlar ve savunmasız bir karakter doğar. Yeniden düzenleme gerçekleşir ve yeniden düzenleme kısmi dağılma demektir. Her kısmi yeni yapı, zaman içinde ve sırası geldiğinde aşılmalıdır, diğer düşünce ve duygular tinsel statülerini kaybederler ve insan, hayvan krallığına geri çekilir. Öz-gelişme, bu geri çekilmenin tek seçeneğidir: Hareketsiz durmak olanaklı değil. Hegel'in "olumsuzun emeği" ifadesi0», bu yorucu kendi kendini

'"- Bu cümle, Kierkegaard'dan alınmıştır. Bkz. Edifying Discourses, s. 10. '*- "Phenomenology'e Önsöz", s. 390.

100

16

soruşturma ve kendi kendini değiştirme işini anlatır. Zor olduğu için emek, yıkıcı olduğu için olumsuz. Acı içinde ve evreler halinde öz-bilgiye hareket eden bir insanoğlu modeli, Hegel'in kavradığı şekliyle insan tarihinin daha kapsamlı hareketini anlamamıza yardım eder. İnsanoğlunun öyküsü, biraz önce tarif edilen özgül bireyin kahramanlıklarını bir araya toplayan aynı ilkeyle biraraya getirilir. Tarih, azametli işler ve felaketler koleksiyonu değildir. Dünya tininin öz-farkındalığındaki önce tedrici sonra ani artıştır -dünya tini teriminin Hegel'in tarih felsefesindeki kullanımını açıklamaya çalışmamız gerekir. Dünya tini kavramının kesin felsefi kökeni burada verilmeyecek."» Bunun yerine, Hegel'in kendi toplum ve tarih öğretisinde bu kavramın kullanımını nasıl savunmuş olabileceğini ele alıyoruz. Şimdi hesaba katılan ulusal karakter farklılığının, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında Fransa'da Montesquieu ve Almanya'da Herder gibi yazarlar tarafından vurgulandığında bir yenilik olduğunu belirterek başlıyoruz. Bir Almanın düşünce, duygu ve davranışlanyla bir İtalyandan çok başka bir Almana benzemesini bekleriz. Beklenti her zaman gerçekleşmez; fakat bu durum, "tipik Alman", "tipik İtalyan" ifadelerinin bizim için bir anlam ifade ettiği ve aynı şey olmadıkları gerçeğini değiştirmez. Farklılığı formüle etmek güç olabilir. Derinliklerini, kapsamlarını ve daimiliklerini kabul etmeyebiliriz. Bu güç görüngünün açıklamalannı göze aldığımızı varsayarak, bu ifadelerin açıklayıcılıklarına itiraz etmemiz çok olasıdır. Fakat betimleme ve açıklama görevi ne kadar korkutucu olursa olsun, hepimiz ulusal karakterlerde farklılıkların olduğunu kabul ederiz. Montesquieu ve Herder, bizim için aleni olan şey üzerinde ısrar etmeyi gerekli gördüler. İnsan olmanın farklı tutarlı yollarının varlığı ile ilgili iddiaları, Aydınlanma içinde insanı zaman ve mekan ötesinde esas olarak aynı gören ve genellemeleri, modern doğa biliminin yasaları kadar tikel çağ ve mekanlara göndermeden bağım-

"'- Konunun aydınlanı l bir anlatımı için bkz. Taylar, Hegel, birinci kısım, özellikle bölüm / / / .

t

sız olacak bir insan bilimi inşa etmeye soyunan eğilime karşıttı. David Hume: Greklerin ve Romalıların duygularını, eğilimlerini ve yaşam tarzlarını biliyor musunuz? Fransızların ve İngilizlerin mizaçlarını ve eylemlerini iyice inceleyin... Bütün zaman ve mekanlarda insanoğlu o kadar çok birbirine benzerdir ki, tarih bu tikelde bize yeni ve tuhaf hiçbir şey söylemez. Tarihin esas yararı, sadece, insan doğasının değişmez ve evrensel ilkelerini keşfetmektir. Bir seyyah "yeni ve tuhaf' bir şey anlatsa, "kendi anlatımlarını sentor ve ejderha hikayeleriyle, mucize ve kerametlerle doldurmuş olmasıyla aynı kesinlikte" hilekâr olduğunu ya da yanıldığım biliriz/" Hume'un "deneysel muhakeme yöntemlerini moral konulara sokma çabası," Hegel'i etkileyen Romantiklerin ve Montesquieu'ntin izlediğine karşıt bir araştırma programı öngörüyordu. Ayrı İlkeler etrafında örgütlenen birlikler olarak kavranan ayn ulusal kültürlere dikkat, kuşkusuz, genelleştirici bir sosyolojinin iddialarına soyutta uygundur; fakat, Hume'un kurmaya çalıştığına karşıt bir entelektüel p— :x,a oider ve Hegel'in entelektüel oluşumunun Almanya sınaa çiçeklenen bu pratik oldu, Hume'unki değilO nedenle, Hegel kendisinin icat etmediği, fakat belirleyici bir dönüşüme uğrattığı bir ulusal karakter kavrayışını kendine mal edebildi. Zira Hegel, sadece ulusun bireylerinde ve onların aracılığıyla gelişse ve sadece onlarda ve onların çalışmasında kendini gösterse de, bir ulusun karakterinin ulusun yüzeysel görünümünden fazla bir şey olduğunu düşünüyordu. Ulusun tini ya da zihni, bireysel zihinler kümesiyle ve bunların bir veçhesiyle ya da soyutuyla özdeşleştirilemez. Aksine, belli bir zamanda verili bir ulusu, o ulusun ulusal karakterine atfettiğimiz düşünce ve çalışmaları tözsel olarak açıklayan belli türden bir tin canlandırır.

'"- Enquiry Concerning Humar, Underslanding, s. 83-84. "'- Hume'un Trealise of Humarı Nalure'mm alt başlığı böyleydi.

18

Hegel, ulusal karakterin dünyasal cisimleşmesini bir bakıma aştığı düşüncesini nasıl savunmuş olabilir? Ulusal farklılıkları değerlendirmede artışın göreli yeniliği işini hafifletmiş olabilir. Ulusların karakterlerini neden gösterdiklerini açıklamak kolay değildi. Bu amaca yönelik teori, oldukça ham durumdaydı. Montesquieu, iklim ve coğrafyasına gönderme yaparak bir ulusu anlatan "ilke" dediği şeyi açıklamaya çalışmıştı. Fakat Hegel, bu ve kaba gözlenebilir değişkenlere dayanan diğer benzer anlatımların yetersiz olduklarım iddia edebildi ve tepkisi haksız değildi. Bu kitabın pek çok okuyucusu gibi ampirik kafalı kişiler, doyurucu bir açıklamalım ampirik bir açıklama olması gerektiğine a priori inanacaklardır. Hegel, a priori ampirist değildi. Bu nedenle, ulusal karakter olgularının iyi bir ampirik açıklamasının yokluğunda, uygun bir ampirik olmayan açıklamaya razı olmak gerektiğini savunabildi. Hegel'in taraftan olduğu tikel ampirik olmayan açıklama onun genel felsefesinden kaynaklanıyordu; fakat, bizzat tarihin incelenmesiyle destekleneceğini de düşünüyordu.'" Bu inceleme, zamansal olarak ardışık egemen ulusların ya da uygarlıkların karakterleri biçiminde, değerlerde, kültürde ve siyasette bir ilerlemeyi, açıklanması gereken ampirik olarak görülebilir bir gelişme çizgisini gösterecekti. Hegel'e göre, yine de olgunun hiçbir ampirik açıklanması ortaya çıkamazdı; durum, sanki bir zamanlar ilerlemenin merkezi olan uygarlığın, kendi başarılarım, gözlemlenebilir bir yolla bu ilerlemeyi daha da ileri götüren uygarlığa devretmiş gibi değildi. Çoğunlukla, sonradan gelen üstün uygarlık, sonradan gelen yükselmeden uzun süre önce gelişip gerilemiş olabilen dolaysız önemli atasından mekansal olarak uzaklaşmış olacaktır; öyle ki, "yapmak zorunda olduğumuz geçiş, dışsal tarihsel bağlantıda değil, sadece düşünce alanındadır.""' Felsefe, "aklın dUnyanın hükümranı olduğunu; bu nedenle dünya tarihinin karşımıza rasyonel bir süreçle çıktığım" kanıtlamasına karşın, "gelişmesinin rasyonel bir süreç olması, aynı zamanda dünya tarihinden bir çıkarımdır da." Philosophy of History, s. 9, 10. Burada ve kitabın tamamında, "ün", "akıl", "düşünce" vb. sözcükleri yeniden kullanırken başlangıçtaki büyük harfle yazımlarından vazgeçiyoruz. Büyük harfler, çevirmenlerin münasebetsizliğidir. Almanca yazım kuralları, sadece Hegel'in yazdıkları gibi büyük kendiliklerin adları değil, "tırnak" ve "domuz" gibi çok dünyevi kendiliklerin adlan da dahil her adım büyük harfle yazılmasını gerektirir. Almanca yazan Alman filozoflar, adlarım büyük harfle yazarak kendiliklere onurlu bir yer veremezler. Çevirmenlerin, saplantılı bir şekilde gösterdikleri şeyi yapamazlar. Philosophy of History, s. 174.

102

Yine de, ilerlemeci ardışıklığı ve bunun kurucu ulus-evrelerinin özelliklerini birşey açıklamalıdır. Ampirik olarak anlaşılamaz saydığı bu varsayılmış ampirik olguların ışığında Hegel, dünya tini kavramını önerebildi. Ulusun tini ulusun karakterini açıklar; soma tarihi kontrol eden ve ulusal tinlerin ardışıklığını yönlendiren dünya tininin gelişmesinde bir evre olarak açıklanır. İnsanlık tarihinin ilerlemeyle nitelenmesinin nedeni, dünya tininin faaliyetini yansıtmasıdır. Tutarlı ulusal karakterler, dünya tininin gerçeklenme evreleri olarak var olurlar. Hegel'in dinini ve dinle ilgili görüşlerini paylaşan birinin, dünya tini kavramını kabul etmesi için daha fazla nedeni olurdu. Hegel, Protestanlığın insan ve evrenle ilgili hakikati dile getirdiğine inanıyordu. Fakat bu dinsel inanç, Hıristiyanlığın mit ve imge örtüsü altında ifade ettiği her hakikatin, felsefe tarafından mecazsız belirtilebileceğini söyleyen akla inanca uygundu. Bu, kendini tarihte gösteren Tanrı'nın iradesi, İlahi Takdir düşüncesinin felsefi bir formülasyonuna gerek var demekti. Biraz önce tarif edildiği şekliyle tarihin gözlemlenebilir seyriyle desteklenen Hıristiyanlık ile felsefi hakikat arasındaki ilişkiye dair bu görüş, Hegel'in ampirik verileri Tanrı'nm dünyayla uğraşmasının görülebilir izleri olarak sunmasına olanak verdi. O halde, Hegel'den dünya tinine gönderme yapmanın doğruluğunu bunun genel felsefesinden kaynaklandığından habersiz birine göstermesi istenseydi ve savları bu şekilde sıralama onun pratiği olsaydı, şöyle derdi: 1. Ayrı kararlı ulusal karakterler vardır (ampirik olgu). 2. Tarihte kültürel ilerleme vardır ve uluslar bunun taşıyıcılarıdır (ampirik olgu). 3. 1 ve 2'nin hiçbir ampirik açıklaması yoktur. 4. Hıristiyan dinindeki her imge için, uygun bir felsefi hakikat vardır. Bu nedenle, 5. Faaliyeti 1 ve 2'yi açıklayan ve Takdiri İlahi'ye denk düşen (bkz. 4) bir dünya tini vardır. Dünya tininin yolculuğu, her biri o şuada dünyanın öne çıkan bir parçasında, tikel bir insan kavrayışı, o insanın kapasiteleri ve 102

sınırlılıkları, meşru umutları ve kaçınılmaz korkuları tarafından yönetilen bir uygarlıkta odaklanan bölümlere, ya da tarihsel dönemlere bölünür. Kavrayışlar, dünya tininin ulaştığı öz-farkındalık düzeyine uygundur. Bunlardan bazılarını incelemeden önce, Hegel' in genel felsefesindeki kimi konumları betimlemek yerinde olur. Bunlardan birincisi, Hegel'in kendi tarih ve toplum anlatımına soktuğu zihin öğretişidir. Hegel, özelliklerini ve güçlerini kataloglayarak değil, gelişim süreci içinde sergilenerek zihnin anlaşılabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle, zeka, irade, heyecan, duyum ve benzerlerini oldukça keyfi bir düzende nitelendirme (Gilbert Ryle' in Concept of Mind'ında olduğu gibi) yanlış olurdu. Oysa, her bilinç kipi, bütün bilincin bir evriminin içinde evrilir. Hegel'in bilgiyi inşasındaki kimi hatları göstererek açıklıyoruz. Hegel'in idrak (cognition) teorisi, üç evreli epistemolojik bir tırmanışı ön gerçek olarak kabul eder. Kalkış noktası duyumsal bilinç, varış noktası akıldır; anlama bu ikisi arasındaki yol boyunca uzanır. Bu terimler, sadece idrak biçimlerini değil, eylem ve duyguyu da kapsayan zihin ile dünya arasındaki bütün ilişki tarzlarını da adlandırır. Başlangıç konumu, herhangi bir tefekkür biçiminden önce gelen ilkel bir karşılaşmadır. Zihin, kendisini dünyadan ayrı olarak yaşamaz; şeyleri ve önünde duran şeylerdeki veçheleri ayırt edemez durumdadır. Nesnenin öğeleri kaynaşıktır ve özne onlarla kaynaşır. Anlama, çözümleme alanıdır. Özne, kendisi ile mutlak türden bir nesne arasına ayrım koyar ve nesnenin parçalarını ve özelliklerini ayırt edebilir. Eğilim, şeyleri ayrı tutmak ve onları kesinlikle ayrı bir düzende deneyip öğrenmektir. Anlama, kavrayış edinmede zorunlu bir evredir; fakat, anlamanın ayrımlarını kabul eden, ancak anlamanın yeteneklerinin ötesinde daha derin birlikleri tanıdığı için onları değişmeksizin alıkoymayan akıl tarafından aşılmalıdır. Akıl, anlamanın askıda bıraktığı entegrasyonu, bu askıda bırakmaya öncüllenen başarılardan vazgeçmeksizin ele geçirir. Zihinselin kendisini tam olarak göstermesinin evrimi gerektirdiği tezi, bireysel insan zihinlerine, bir cemaatin zihniyetine ya da kültürüne ve daha az olmamak üzere Tanrı'nın zihnine -ve varlığına- da uygulanır. 21

Hegel'e göre zihnin -herhangi bir zihnin- evriminin hedefi, kendisinden başka bir şeyle uğraşmadığı sürece olanaklı olmayan bir başarı olan eksiksiz öz-farkındalıktır. "Bir birey, eylemle kendini gerçek kılıncaya kadar ne olduğunu bilemez.""' Projeleri sürdürerek, bunlara bulaşmasının sonucunu ve doğasını algılayabilir ve böylece kendisini öğrenir; hiçbir şey yapmasaydı öğrenemezdi. Bir sanatçı, ancak resmini yapıp kendi resmi üzerinde derin düşündükten sonra ne tür bir yeteneğe sahip olduğunu öğrenir. Bir general, ancak savaştıktan ve yaptığı şey üzerinde derin düşündükten sonra nasıl bir asker olduğunu öğrenir. Kendilerini dünyada açığa vurmalıdırlar ve kendi açığa vurumlannı anlayarak kendilerini anlayacaklardır. Başka yolu yok. Fakat aynı şey uluslar için de geçerlidir. Bir cemaatin özlemleri ve sorunları, o cemaatin kendi kendini keşfetme örnekleri olarak da anlaşılır. Bir halkın tinine gönderme yapan Hegel şunu yazar: "kendi işinde, kendi tasavurunun bir nesnesini kendisine vermekle meşguldur.""' Zihnin kendisinin farkındalığına, onun kendisini kendisi olmayana yansıtmasıyla ve bunun sonucu kendisiyle ilgili idrakini onun ifadelerine yansıtmasıyla ulaşılır. Tann'nın maddi dünyayı yaratmasının nedeni budur. Yaratır; çünkü, ancak yarattığıyla kendisini bilebilir. Kendisini bilmesi için Tann'nın da meydana getirmesi ve eylemesi gerekir. Dünyayı ve insanı meydana getirir ve insanlar aracılığıyla, insanların oluşturduğu cemaatlerin içinde ve onların aracılığıyla eyler. O halde dünya tini "kendisine nesnel bir varoluş verme"lidir."' Tann tin olduğuna ve tam tinsel gerçeklik, kendi olmayanda kendini dışsallaştırma olmaksızın olanaklı olmayan öz-farkındalığı gerektirdiğine göre; Tann için kendi olmayan maddi dünya olduğuna göre, Hegel'in idealizminde en yüksek zihin biçimi, ne ise o olması için var olan maddeyi gerektirir.

'"-"Gerçek", "potansiyel"e karşıttır: bkz. 13. Philosophy of History . s. 76. Lectures on the Philosophy ofWorld History, s. 64. *"- Hegel'inde Taylor'un parlak bir biçimde belirttiği bir nokta, örneğin bkz. s.109

100 22

Şimdi bu Tanrı düşüncesinin kafirane yanlan vardır; fakat Hegel'in şu şekilde ifade ettiği iyi bir soruya da uygundur: "Tann her şeye yeterliyse ve hiçbir şeyden yoksun değilse, bu kadar açıkça kendisine denk olmayan bir şeyin içine (yani, doğanın) kendini nasıl bırakır?"uluşu ve kabulüyle var olan arasındaki Sophist karşıtlıkta açıkça belli olduğu gibi, nihayet klasik Yunanistan'da doğadan çıkışını sağlar. Yeni farkındalık, kent devletleri için bilinçli anayasalar tasarlanmasında ve Yunan heykelinde insan figürüne verilen üstün biçimde yansır. Bu, Yunanlıların tin ile doğa arasında bir karşıtlık, ya da düşmanlık sezdiklerini söylemek değildir. Aksine, dünyadaki yuvalarındadırlar ve ona ruhsallık katılması gerektiğini düşünürler. İlkel bilinç tarzı inşam salt doğal terimlerle ifade ettiyse, Yunanlılar da doğayı insan terimleriyle ifade edebildiler: Dolayısıyla doğaya sinen ve karakterleri ile serüvenleri çoğunlukla insan olan şey üzerinde modellenen tanrılarım. Tin ile doğanın, artık doğaya gömülmüş değil onun arkasında dinlenen bir tinin, bu mutlu birliğinin,, kendi sınırlan ve bedeli vardır: Tinin tam gücünü ve doğayı aşmasının tam ölçüsünü bilmemenin belirtisidir. İnsan ile doğa arasındaki dengede zihnin hükümranlığı fark edilmez. Yunan teogonilerinde'"' ilahi gücün dünyayı yokluktan yaratmayıp, mutlak bir şekilde zihinden bağımsız var olan şeyi şekillendirmesi dikkat çekicidir. Buna göre Hınstiyanlık, başlangıçta Yunan yaşamını damgalayan birlikten sancılı geri çekilme, doğal dünyadan ve kurulu toplumdan "mutsuz" yabancılaşma biçiminde, daha ileri bir bilinci başlatır. Fakat bu oniın son duruşu değildir. Zira, Hegel'de Tann öğretileri insan öğretileridir de ve eğer Hınstiyan Tann gerçekten ex nihilo (yoktan) yaratırsa, o zaman, dinin örtük öğretisi şu olur: Doğa, nihai olarak insana yabancı değildir, fakat insanlaşmaya tabidir. İnsan doğanın efendisidir; fakat bu gerçekleşmenin olgunlaşması ve kendisini pratikte oluşturması yüzyıllan alır. Geç Hınstiyan Avrupa'nın teknolojik başanlan, tinin doğaya üstün olduğuna dair insanın kazanmış olduğu farkındalığı belirtir ve doğrular. Hegel'in tarih felsefesini açıklamamız, Hegel'in metnindeki cümlelerin biraz uzağmda ilerledi. Söylenenleri Hegel'in bazı açık formülasyonlanyla ilişkilendirmenin zamanıdır.

100 '''-

Tanrıların soy kütüklerini yazan kitap -çv.

Hegel, aşağıdakilerden her birinin tarihsel gelişmeden sorumlu olduğunu söyler: Tin, akıl, özgürlük ve düşünce. Birçok yorumcu, sanki her birinin ne anlama geldiğini belirlemek hepsini aym belirsiz şeyi anlatır gibi ele almamızı gerektirecek kadar güçmüş gibi, bu zorlayıcı terimleri neredeyse birbirinin yerine kullanır. Her terimin bir şeyi, diğer üç terimin ifade ettiğinden farklı bir şeyi ifade ettiğini varsayacak ve Hegel'in Philosophy of History'sinde bunların nasıl işlev gördüğünü açıklamaya çalışacağız. (i) Tin, özgürlük ve düşünce. Tin, özgürlük ve düşünce arasındaki ilişki, sonradan açıklanacak bir tek cümlede verilebilir: Tinin düşüncesi özgürlüktür. Hegel tarihin yönetimini düşünceye atfettiğinde, kafasında geçen bu düşüncedir. "Düşünce"nin bu kullanımında, tıpkı aritmetikte şu ya da bu sayının karesi olmayan kare gibi şeyler olmadığı gibi, yalın düşünce yoktur, sadece şu ya da bu şeyin düşüncesi vardır. "Dördün karesi" ile "onaltı" ifadeleri, bir ve aym şeyi, aym sayıyı anlatır, sadece anlatma tarzlan farklıdır. Benzer şekilde, "tinin düşüncesi" ve "özgürlük" de bir tek şeyi anlatmanın iki yoludur: Tinin düşüncesi özgürlüktür. Genel olarak, rastgele bir x için jc'in karesinin ne olduğunu söyleyebiliriz: Kendisiyle çarpılan x'in ürünüdür. Bir x düşüncesinin ne olduğunu genel olarak söyleyelim. Bundan sonraki başlık altında tinin tikel düşüncesini, özgürlüğü tartışıyoruz. Hegelci söylemde x düşüncesi, Jt'in özü ya da doğasıdır"' ve At'in özü, en azından potansiyel olarak x olan şeydir: Fiilen o olmayabilir. ;t'in gelişmesi, potansiyelinin fiilileşmesidir, bir zamanlar düşünsel olarak olduğu şeyi gerçeklikte olmasıdır, jc'in üstlendiği ya da uğradığı bütün değişiklikler potansiyelinin fiilileşmesine katkıda bulunmaz; fakat salt bu tür değişiklikler için "gelişme" terimini kullanabiliriz. O halde tekrarlarsak: x için potansiyel olarak ne ise o olmak, x için kendi düşüncesini gerçekleştirmektir, artık sadece düşünce-olarak değil fiili olarak özde ne ise o olmaktır. Hegel, doğa ya da tinin düşüncesi bütünüyle gerçek değildir dediğin-

"'- Uygun metinler için bkz. Philosophy of History, s. 17. 23,40.

27

de/" tinin henüz potansiyelini gerçeğe dönüştürmediği, kendi özünü açığa vurmadığı evreye işaret eder. Bir çocuğun düşüncesi olgun bir yetişkindir, bir tohurnunki tohumdan gelişen çiçektir. Aristocu terimlerle, şeylerin kendisine doğru hareket ettiği ve kendi hareketini açıklayan biçimdir. Bu biçimi cisimleştirecek şekilde hareket eder. (Hegel, anlaşılmaz bir şekilde maddenin özünün çekim gücü olduğunu iddia eder ve herhangi bir madde parçasının kendisinin dışında bir şeye, gerçekte kendisinin dışında bir noktaya, tahminen nesneyi çeken ağırlık merkezine doğru çabaladığını savunur/21 Elbette bu çabayı sonuçlandıramaz, bir noktada ya da bir nokta olarak var olamaz; fakat bunun, bir madde parçasının ne kadar çelişkili olduğunu gösterdiği sanılır: Doğası gereği ne ise o olamaz.) Tin, tam özgürlüğe ulaştığında potansiyelini gerçekleştirir, en derin doğasını açığa vurur. Özgürlüğün tinin düşüncesi olmasının nedeni budur. Biraz soma bu özgürlük konusunda daha fazla şey söyleyeceğiz. "Düşünce"yi açıklarken, biraz daha anlatılmayı hak eden kendinden açıklayıcı olmayan potansiyellik kavramını kullandık. Fiilen y olmayan bir x'in potansiyel olarak y olduğundan söz etmek ne anlama gelir? Birçok şey anlamına gelebilir. Potansiyelliğin üç derecesi diyebileceğimiz şeye uygun olarak, bunlardan üçünü ayırt edelim. Üçüncü derece ikinciyi, ikinci derece birinciyi gerektirir. x'in düşüncesi, x'in üçüncü derece potansiyelliği olacaktır. Birinci potansiyellik derecesi. x potansiyel olarak y'dir = bazı koşullarda (ne kadar uzak olursa olsun) x, y olur. Eşdeğer bir şekilde: x'in y olacağı varsayımı, herhangi bir doğa yasasına aykırı değildir. Bu anlamda, iri bir kaya, potansiyel olarak o zamana kadar üretilen en güzel taş heykeldir. Bu, kayanın heykel olmaya eğilimli olduğunu söylemek değildir. Bunun olabileceğini, her iri kaya parçasının o zamana kadar yapılmış en güzel taş heykel olmasının olanaklı olduğunu söylemekten fazla bir şey değildir. Bu potansi-

"- Philosophy of Hisıory, s. 22. *- İbid. s. 17.

102

yelliğin en düşük derecesidir; fakat, yokluk değildir. Bir su birikintisi, taşa atfedilen potansiyellikten yoksundur. (Bilimsel açıdan daha ileri bir gelecekte, moleküler yapışma yönelik operasyonlarla bir su birikintisinin taşa dönüştürülebileceği ve böylece tanımımıza göre potansiyel olarak bir taş heykel olarak niteleneceği söylenebilir. Bu tür fızyo-kimyasal manipülasyon olanaklı olursa, olabilir. Her x'in potansiyel olarak herhangi bir y olduğu doğru olsaydı, tanıma hiçbir itiraz olmazdı.) Tin, bu ilk yavan anlamında potansiyel olarak özgürdür, fakat sadece bu anlamda değil. Bu anlamda potansiyel olarak özgür olduğunu söylemek, onun özgür olmasının olanaklı olduğunu söylemektir. İkinci potansiyellik derecesi. İyi bir bilim adamı olabileceği gibi bir suçlu da olabilir dediğimiz ciddi karakterli bir delikanlıyı düşünelim; ifadenin niyet edilen anlamında başka hiçbir şey, de olabilir kadar yerinde değildir. Delikanlının kişiliğinin her iki yönde de gelişmeye oldukça uygun olduğunu söylemek istiyoruz. Onun bir suçlu olmasının olanaklı olduğunu anlatmaktan fazlasını anlatmak istiyoruz. Onun için bir postacı olmak da olanaklıdır; fakat "bir postacı da olabilir" demeyiz, ses tonunda bu yok. Bazı normal koşullarda bir suçlu olacağım anlatmak istiyoruz: Olağan olmayan biri olmasını gerekmeyen koşullarda (elbette, koşullar olağan olmayabilir: Örneğin önce bir postacı olarak yanlış yola sapmış biri olabilir; olağan olmamayı gerektirmeyen koşullar dememizin nedeni budur -delikanlının bir postacı olması için koşullar olağan olmamalıdır). Bu normallik kavramı, basitçe olasılıklar bakımından tanımlanamaz. Onun bir postacı olmasmı sağlayacak koşullar gibi özgül koşulların geçerli olacağmı bilebiliriz. Yine de, bu nedenle onun bu ikinci anlamda potansiyel olarak biri postacı olduğunu söylemeyiz. Postacı olacağı kesin olsa bile, delikanlının postacı potansiyelliği, en düşük derecede potansiyellik olarak kalır. Üçüncü potansiyellik derecesi. Bazı koşullarda x, y olurdu -birinci potansiyellik derecesi. Bazı normal koşullarda x, y olurdu -ikinci potansiyellik derecesi. Üçüncü potansiyellik derecesinde x, bütün normal koşullarda y olurdu (birden fazla normal koşullar kümesi olabileceğine dikkat edin). Açıklama: Potansiyel olarak bir 29

çocuk olan sağlıklı bir ceninden söz ediyoruz. Onun ne olacaksa o olacağı ve hiçbir alternatifin olmadığı bütün normal koşullarda. Elbette, öyle olmayabilir; fakat bu, koşulların anormal olduğunu kanıtlardı. Eğer y, x'in üçüncü derece potansiyelliğiyse, o zaman, doğal gelişimi engellenmezse x, y olur. Normal gelişimi engelleyen anormal koşulların gerçekleşmesi, üçüncü derece potansiyelin gerçeklenmesini boşa çıkarabilir. (Böyle olabilir, fakat bu, bazı anormal koşullarda x'in bütün normal koşullarda olacağı şey olmasını dışlamaz. O zaman potansiyelini gerçekleştirirdi; fakat bu, zorunlu olarak onun potansiyeli olduğu için olmazdı.) Tinin potansiyel olarak özgür olması, özgürlüğün tinin düşüncesi olması bu yüksek derece anlamındadır. Fakat, potansiyeline ulaşmasını bloke eden engeler sorununun spz konusu olamayacağım eklemeliyiz. "Hiçbir güç, ... Tann'nın amaçlarının gerçekleşmesini önleyemez.""1 (ii) Özgürlük nedir? Bu çarpıcı Hegelci terimi gözden geçirmeye girişmeden önce, doğayı aşıp ona boyun eğdirdiğinde tinin özgür olduğunu söyledik. Ne var ki, The Philosophy of History'de özgürlüğü tanımlarken Hegel doğadan söz etmez. Şunu söyler: Tin, ... kendi içinde merkezi olan şey olarak tanımlanabilir. Kendisi dışında bir birliği yoktur, fakat birliği zaten bulmuştur; kendi içinde ve kendisiyle var olur. Maddenin kendisinin dışında özü vardır; tin, kendi kendini kapsayan varoluştur. Bu, tamı tamına özgürlüktür. Zira, ben bağımhysam, benim varlığım ben olmadığım başka bir şeye havale edilir; dışsal bir şeyden bağımsız olarak var olamam. Tersine, benim var oluşum kendime dayandığında, ben özgürüm. Tinin bu kendi kendini kapsayan varoluşu, öz-bilinçten -insanın kendi varlığının bilincindenbaşka bir şey değildir.'1' Daha önce verilen özgürlük nitelendirmesiyle ilişkilendirmek niyetiyle bu güç belirlemeleri açıklıyoruz.

'"- Leclures on the Philosophy ofWorld History, s. 67. Philosophy of History, s. 17.

100

Bir tin ya da zihin, bilinçli olan, farlyndalığı yaşayan ve bir bilinç olarak da gönderme yapılabilen bir şeydir. Şimdi, pasajın temel ve akla yakın bir öncülü şudur: Nesnesiz hiçbir farkındalık yoktur. Farkmdal^c ya da bilinç, her zaman şu ya da bu şeyin farkındalığı ya da bilincidir. Bu nedenle bilinç var oluşu bakımından birşeyle ilişkilendirilmeye bağımlıdır. Dahası, bilinç bilinçten başka bir şeyin bilinci de olabilir, bizzat bilincin bilinci de olabilir. Buna göre, bilinç varoluşu bakımından ya kendisinden başka bir şeye, ya da tek başına kendisine bağıMıdır. Fakat sadece ve sadece ikinci seçenek geçerliyse bilinç özgürdür, zira, ancak o zaman ve sadece o zaman kendisine ve sadece kendisine bağımlı olur. Dolayısıyla "özgürlük, ele aldığınız öteki şeyin ikinci bir kendi olması demektir.""' Nihayet, özgür olacaksanız, o gerçekten öteki olamaz. Özgürlüğün öz-bilinçle özdeşleşmesine bu şekilde ulaşılır. Fakat özgürlük, bilincin bilinç tarafından sınırlanması ise, özgürsüzlük bilincin başka bir şey tarafından sınırlanması olacaktır. Bu, bilinçli olmayan şey tarafından sınırlanma olacaktır ve bilinçli olmayan şey de, kesinlikle doğadır. O halde doğaya gömülme, tinin esareti anlamına gelecektir ve tinin özgürlüğü, başlangıçta ileri sürdüğümüz gibi, onun doğayı aşmasında yatar.(J> Biraz önce söylenen, daha önce söylenenle de -öz-bilincin başansı için doğa vazgeçilmez bir aracıdır- çelişmez. Tinin payma dolayımlanmamış hiçbir kendi kendini inceleme söz konusu değildir. Özgürlüğe ulaşma, tinin dışsal bir şey olarak doğada tezahürünü gerektirir; fakat özgürlüğün nihayi zirvesinde bu doğa, açık özerkliğini yitirir: Özünde zihne bağımlı olduğu görülür.'3' (üi) Akıl. Tin, düşünce ve özgürlüğü birbirine bağlayan bağlantılan ele aldık. Akıl, ele alınmayı bekliyor. Hegel, tin ile akıl arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder: Tin, öz-bilinçli akıldır, kendisinin bilincinde olan akıldır.'4' "'-Logic of Hegel. s. 49. "Zihin, doğanın ve fiziksel kiplerin (IstUne, dışsal bir nesneyle karışımın üstüne bu tırmanıştır ..." Philosophy of Mind, para 440, s. 179. Bkz. The Logic of Hegel, s. 180; Philosophy ofRighl, s. 125. '*- Philosophy of History, s. 11.

31

Tinin öz-bilinçli akıl olduğunu söylemek ne anlama gelir? Daha az gösterişli ifade etmekle düşüncenin içeriğini bozmayız. Özdeşleşme, tin ile bilinçli akılsallığın özdeşleşmesidir. Formülasyonu biraz daha düzeltirsek, Hegel'in demek istediğini yanlış anlamayız. Tin bilinçli bir şekilde akılsal olandır demek istiyordu. Hegel niçin tinin bilinçli bir şekilde akılsal olduğunu söyler? Neyin akılsal olup bilinçli bir şekilde öyle olmadığım, ya da daha gösterişli ifade edersek, neyin kendisinin bilincinde olmayan akıl olduğunu sorarak başlayalım. Yanıt şudur: Doğa. Şimdi, doğanın bilinçli olmadığı açıktır; peki, hangi anlamda akılsaldır? Hegel'e göre, yasaya tabi olduğu için doğada akıl vardır. Gezegenlerin hareketindeki düzenliliğin, davranışlarını anlaşılabilir kıldığım kabul etmek kolaydır. Hegel'e göre bu onu akılsal da yapar: Kurallara uyulur, bir tutarlılık sergilenir. Elbette burada hiçbir şey kurallara uymanın farkında değildir. Fakat bunun nedeni, doğanın akılsallığının bilinçli bir akılsallık olmamasıdır. Doğa, bilinçsiz akıldır. Aksine tin, bilinçli bir şekilde akılsaldır. Bir zihin kurallara uyduğunda, uyduğunun farkındadır. Bu nedenle, tin kendisinin farkında olan bir akılsallıktır, ya da başlangıçtaki formüle dönersek, kendisinin bilincinde olan akıldır. Daha somaki bir noktada akıl yeni bir formülle ortaya çıkar: Şimdi, özgürlük akim öz-bilincidir.'" Bu esas olarak aynı öğretidir. Tinin özsel ya da tanımlayıcı öz-niteliği olarak özgürlük: Özgürlüğün ne olduğunu söylemek, dolaylı bir şekilde, tinin ne olduğunu söylemektir. Yeni formül, doğası gereği özgür olan şeyin bilinçli bir şekilde akılsal olduğunu söyler. (iv) Tarihin Aracılığı. Tarihsel gelişmeden sorumlu olduğu söylenen kahramanlara, fikre, tine,'2' akla,"' özgürlüğe"' ve düşünceye Değeri olan şey çalışma değil, çalışmada harcanan emek gücüdür. Proletaryanın kapitaliste sattığı şey budur, emek değil. Fakat, eğer proletaryanın sattığı şey emek gücü ise, demek ki emek gücü onun sahip olduğu şeydir. Ne proletarya, ne de başka birisi çalışma sahibi olur: Faaliyetler, sahiplenilemezler. Fakat o zaman, çalışma bir üretken güç olamaz. Proletaryayı toplumun ekonomik yapışma uygun kılan, kendi emek gücünün sahibi olmasıdır. Bir insan, isteğinin bastırıldığı ve fiziksel bir nesne gibi kullanıldığı zamanlar dışında, bir üretken güç değildir. Naziler, insanları abajur ham maddesi olarak kullandılar ve eğer fırınları üretimi kö-

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 78. Kapital, C. l . s . 549.

100

rüklemiş olsaydı, onları araçsal maddeler olarak da kullanacaklardı. Tüyler ürpertici korkunç örnekler dışmda, üretken güç olan insanın kendisi değil, onun emek gücüdür. Üretim, insanların üretken güçleri kullandıkları, kendilerini değil takatlerini ve becerilerini kullandıkları01 isteğe bağlı bir faaliyettir. (Daha önceki sayfalarda sözü edilen ayak değirmencisi, yaptığının amacının farkında olmasa da, isteyerek değirmenin pedallarım çevirir.) Yukardaki belirlemelerin tartışmasız olmaları icap eder; fakat, Marx'a göre insanların üretken güç olduklarım gösterdiği düşünülen ve çokça aktarılan bir metin var: Ezilen sınıfın kendisini kurtarabilmesi için, o zamana kadar edinilmiş üretken yetiler ile mevcut toplumsal ilişkilerin artık yan yana var olamamaları gerekir. Bütün üretim aletlerinin en büyük üretken yetisi, devrimci sınıfın kendisidir. Devrimci öğelerin bir sınıf olarak örgütlenmesi, eski toplumun bağrında doğabilecek bütün üretken güçlerin var olmalarım gerektirir. İnsanların üretimdeki bazı üişkderi de, nitelik olarak maddidir. Eğer siz de ben, bir nesneyi her birimiz bir ucunda tutarak taşıyorsak, taşıma işinin gerçekleşmesi sayesinde maddi bağlantılar kuranz. Seninle koordineü bir şekilde güç sarfedip vücudunu hareket ettiririm ve bizim fiziksel etkileşimimiz, işimizi bize bildiren otorite yapısından aynlabilir. Emek sürecimizin maddi karakteristikleri, birbirimize karşı, ya da başkalarına karşı işgal ettiğimiz toplumsal rolleri açığa vurma?.

Toplumsal gelişimin bütün evrelerinde üretim süreci, yalandan bağlantılı olmalarına karşın farklı olan iki faktörün, teknik ve toplumsal koşulların sürekliliğine, insan de doğa ve insan üe insan arasındaki kesin ilişkiye dayanır."' Bu ifade, ınsanlan doğayla Uişkilendiren teknik ya da maddi koşulların, tam anlamıyla alındıklarında, insanlar arasındaki ilişkileri kapsamadığım ima eder. Fakat, maddi koşullar toplumsal üişkderi kapsamadığı halde, insanlar arasındaki bütün ilişkiler toplumsal olmadığı için insanlar arasındaki bazı ilişkileri kapsar. Maddi durumu toplumsal durumdan nasd ayırabiliriz? Şu ölçütü almaya çalışalım: Bir tarif, sadece ve sadece kişdere -tanımlanmış ya da tanımlanmamış- diğer insanlar karşısında hak ve yetkiler*" vermeyi gerektirirse toplumsaldır. Bu öneri, daha az rafinedir; fakat, üretken güçlerin (üretken güçler olarak) ve üretim ilişkilerinin (üretim ilişkileri olarak) tariflerini istenüen şekilde sınıflandırır, zira üretim ilişkileri belirtilen gereklere sahiptir, üretken güçler ise değildir. Bu ölçüte göre, toplum için yaşamsal olan birçok olgu, toplumsal değd, doğal ya da maddi olgulardır. Örnekler: Büyük miktarda demir cevherinin elde edüebüir olması, demiryollarının toprağı yanp geçmesi, kullanılan elektrik, emek gücünün tarıma ayrılan kısmı. Manc, buna gelişmiş bir toplumun "ekonomi dışı" olgusu der; bu toplumda: insanın bütün zamanım Zorunlu gereksinmeleri üretmek için harcaması gerekmez, geçim için gerekli emek zamanının üstünde ve ötesinde kendisine ait serbest zamanı vardır, dolayısıyla "'- Sermaye Birikimi, çv. Tayfun Ertan, Alan Yayıncılık, 1986, s. 24. '"- Hak ve yetkiler Bölüm VIH'de ayırt ediliyor.

"'- Alman İdeolojisi, s. 51. '»-Kapital, c. 3. s. 713.

100

Alt-bölüm (6), maddi üretim ilişkileri ile toplumsal üretim ilişkileri arasındaki ayrımın ve Manc'ın bu ayrıma bağlılığının daha tam bir anlatımım veriyor. İnsanlar arasında maddi ilişkiler var olduğu için, Rosa Luxemburg'un başka bakımdan değerli olan cümlesinin buna yakın anlamı yanıltıcıdır:

116

bu serbest zamanı artı emek için de kullanabilir.'" Serbest zamanı o şekilde kullanabilmesi maddi ortama aittir; fakat öyle kullanmak zorunda olup olmaması,-kimin için ve ne ölçüde öyle kullandığı toplumsal ortamın olgularıdırlar. Kendisinden toplumsal biçimini çıkarsayamadığımız bir toplumun tam maddi bir tarifini tasarlayabiliriz -"sosyo-nötral" bir tarif. Bu tarif, kişilerin maddi yeteneklerini ve gereksinmelerini, bu insanların kullanabildiği kaynak ve olanakları, bilimsel bilgilerini aynntüandıran geniş bir bilgi verecektir. Fakat, sahiplik biçimlerinin, hak ve görev dağılımının, toplumsal rollerin sözü edilmeyecektir. Bu toplumsal tasvirini Max Weber'inkiyle karşüaştıralım. Weber, bir eylemi (kabaca) öznel amaçlı bir davranışın paçası olarak nitelemekle başlar. Sonra toplumsal eylemi, öznel amacı "başkalarının davranış mı hesaba katan ve dolayısıyla bu seyir içinde yönlendirilen" eylem olarak tanımlar."' Weber'in tanımına göre toplumsal olan birçok eylem, burada maddi olarak değerlendirilecek; zira, sadece ve sadece öznel amacın içeriğinde toplumsal hak ve yetkilere bir gönderme görünürse, başkalarım gözeten öznel amaçlı eylemi toplumsal sayabiliriz.(J) Sizinle bir nesne taşıdığım sürece, yaptığım şey toplumsal değildir. İşi bir anlaşma gereği olarak ya da sizin otoriteniz altında yaptığım sürece, toplumsaldır. Ne var ki, sadece eylemlerle değil, bir toplumun ya da tdplumia ilgili olguların karakteristikleriyle de ilgileniyoruz. Weber'in kendisi de, çözümlemesini eylemlerden öteye, başkalarını gözeten türden öznel amaçların "tezahürleri olarak değerlendirilebilir" olduk-

Grundrisse, s. 641; ve bkz. Kapital, C 1. s. 526-527; Theories of Surplus Value, C. 2, s. 406. '*- Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çv. Özer Ozankaya. imge Kitabevi, 1995, s. 11. Bir öznel amaç (arifi, söz gelimi, "... a yapmak" biçimini alır ("X, a yapma özne! amacındadır"da olduğu gibi). Bu tarif, sadece ve sadece bağlantılı eylem-tarifl, bu durumda "... a yapar," yukarda verilen ölçüte göre toplumsalsa, toplumsaldır. (Öznel amaçlar, toplumsal tariflere sahip olduklarında içerik olarak toplumsaldırlar).

100

lannda toplumsal saydığı "istatistiksel birbiçimlilikler"e genişletir. Şöyle yazar: Anlamlı'" görüngülerin istatistikleri olduğu gibi, tamı tanıma aym anlamda, ölüm oranlan, bitkinlik görüngüleri, makinalann verimliliği, yağış miktan gibi anlamdan yoksun süreçlerin istatistikleri de vardır. Fakat, sadece görüngüler anlamlı olduklarında sosyolojik istatistiklerden söz etmek uygundur. Suç oranlan, meslek dağılımı, fiyat istatistikleri ve ekili alan istatistikleri gibi durumlar bunun örnekleridir. Doğal olarak, tarımsal ürün istatistiklerinde olduğu gibi, her iki bileşeni de içeren birçok durum vardır.'1' Burada Üstelenen Weberci tarzda toplumsal olmayan görüngüler, bizim kavrayışımızda maddidirler. Ya onun toplumsal dedikleri? Suç oranlan toplumsaldır; çünkü suçlar haklan ihlal eder. Bir sonraki paragrafta ileri sürüldüğü gibi, meslek dağılımı belirsizdir. Fiyat istatistikleri toplumsaldır, zira, fiyatlar mübadele oranlandır ve mübadele de, mallarda sahiplik haklarım gerektirir. Ne kadar toprağa arpa ekildiği, ne kadarına çavdar etkildiği toplumsal değildir, fakat arpa ve çavdar tarlalarının sahiplik biçimi toplumsaldır. Toplumsal ilişkileri maddi bir tariften çıkarsayamamıza karşın, genel ya da teorik bilgi sayesinde âz çok gevenle anlayabiliriz. Bir adamın başkalarının ayaklarım örten ayakkabdar yaptığım söylemek, onu sadece maddi olarak tarif etmektir, fakat, bu adamın bir ayakkabı hırsızı değü, malzeme tedarikçüeri ve müşterilerle yerleşik ilişküeriyle bir toplumsal rolü üstlenen ayakkabıcı olması çok olasıdır. O halde, hem maddi hem toplumsal meslek dağüımlan vardır ve neredeyse eşbiçimlidirler. Ayakkabı yapan bir adamın maddi faaliyetinden bir ayakkabıcı olarak onun toplumsal rolünü çıkarma, genel kabul gören bügiye dayanan açık bir sonuç çıkarmadır. Fakat genel kabul gören bügi olmayan Marksçı teori, el değirmeninden feodal toplum ve buharlı

"'- "anlamlı" = (kabaca) "öznel amaçlı". '*- Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, s. 26.

119

e

makineden kapitalist toplum sonucunu çıkarmak gibi çok daha hırslı sonuçlar çıkarması gerekir.01 Buradaki maddi olgulardan toplumsal olgularî çıkarma, feodal ve kapitalist ilişkilerin kendi teknolojilerine uygun oldukları iddiasına dayanır. (Üretken güçler el değirmeni evresindeyse, göreli olarak gelişmemişlerdir^ Emeğin çok büyük bir kısmı tarımsaldır ve bu durumda kapitalist dişkder olası değddir). Maddi tarif, bir toplumun esas doğasını yakalar. Elbette "doğa"nın bu anlamında doğa, toplumsal biçimler içinde ve bu biçimlerin bir sonucu olarak değişen tarihin bir ürünüdür.'2' Toplumsal örgütlenme halindeki insanlık,, kendi çevresini ve bizzat kendi doğasını değiştirerek, çevresine müdahale eder; zira, bu karşı karşıya gelme seyri içinde kendi yetilerini ve gereksinmelerini geliştirir. Üretken güçlerin gelişmesi, doğanın dönüştürülmesinde ifadesini bulur ve sosyo-ekonomik yapılar, içinde bu gelişmenin derlediği biçimlerdir, "gelişme biçimleridir.(,) İklim ve coğrafya koşullarım dikkate alan Mars ve Engels şun' lan yazdılar: Tarih yazımı bu doğal temelerden ve tarihin seyri içinde insan eyleminin bu temellerde yaptığı değişikliklerden hareket etmelidir.'4' Doğal temelin değiştirilmesi, elbette, onun maddi niteliğim ortadan kaldırmaz. Bir toplumun insan eliyle değiştirilmemiş coğrafyasıyla ilgili olgular, o toplumun üretken yeterlilikleriyle ilgili olgulardır. Nehirlerin dağılımı, sulama ve taşıma olasılıklarını koşullar. Potansiyel tarımsal çıktı, toprağm doğasına bağlıdır. Yüksek yerlerde bazı hayvanlan yetiştirmek uygun değddir ve yel değirmenleri her iklimde olanaklı değddir. Üretken güçlerin dışsal gelişmesi -emek gücünün gelişmesine Felsefenin Sefaleti, s. 100. •*- Bkz. Alman İdeolojisi, s. 48. '*- Ekonomi Politiğin eleştirisine Katkı, s. 23. '*- Alman ideolojisi, s. 37.

100

karşıt olarak- yeni bir coğrafyanın, yeni bir maddi çevrenin dayatılmasıdır. Bu iddiaya direndirse, olacaklan düşünün. Bir ırmağın burada varlığı, hiçbir hesapta toplumsal olgu değddir. Yine de, örneğin ticaret yollarını koşullayarak büyük bir toplumsal öneme sahip olabilir. Toplumsal önemi olan maddi bir olgudur. Doğanın seyri içinde ırmağın yönünün değiştiğini varsayalım. Irmağın bu (yeni) akış yönü, hâlâ fiziksel bir olgudur. Şimdi, insanların öznel amaçlı eylemleriyle değişikliğin meydana geldiğini varsayalım. Irmağın akış yönü fiziksel bir madde olarak-kalır mı? Bir kanal inşa edilirse, bu durum, sadece maddenin daha köklü yeniden düzenlenmesi değil mi? Bir makina, maddenin hareketli parçalarından oluşan bir kümeden, çevrenin yapay bir şekilde tasarlanıp kurulmuş bir parçasından başka nedir? Kolay adımlarla, sofistike bir ekonominin bütün üretken fabrikasını insan eliyle dayatılmış bir coğrafya olarak görebiliriz. Üretken güçlerin gelişmesinin, ya da insan gücünün ve maddi uzanımlarının verdi bir düzeyinde, belli bir üretim ilişkileri kümesi, ya da beUi bir toplumsal biçim, bu gücün kulamlmasına ve daha da geliştirilmesine uygun bir çerçevedir. Fakat, insanla doğa arasındaki ilişkinin ve insanların toplumsal ilişkilerini belirleyen kendi aralarındaki maddi ilişkderin mevcut durumunu toplumsal biçimden her zaman soyudayıp sergdeyebdiriz. Maddi gelişme, tarihteki sürekliliği sağlar: Birbirini izleyen her kuşağın, yeni üretim için hammadde hizmeti gören ve bir önceki kuşak tarafından edinilen üretken güçlerin sahibi olarak kendisini bulması basit olgusu nediyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık doğar; insanın üretken güçleri ve dolayısıyla toplumsal ilişkileri geliştikçe giderek daha fazla bir insanlık tarihi olan bir insanlık tarihi şekillenir."' İnsan ile doğa arasındaki ilişki, toplumsal biçimle "dolayımlanır":'2' Toplumsal biçimin dışmda gerçekleşmez. Sosyo-nötral te-

'"- Felsefenin Sefaleti, s. 165. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 378.

121

rimlerle tarif edilen doğanın gelişmesi, bu nedenle bir soyutlamadır. Fakat, teorik açıdan önemli bir soyutlamadır. Zira, toplumsal kurumların merkezi özellikleri, doğanın dönüştürülmesine katkılarıyla açıklanır. Üretken yeti toplumsal olarak gelişir; fakat nitelik olarak doğaldır. Toplumsal olarak beslenmesine karşın bilimsel bilgi bile, özel insanların doğal bir yetişidir.'" Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasında bilinen ayrımın, Mars'ta, doğa ile toplum arasında bir karşıtlıklar kümesi olduğunu ileri sürüyoruz. Yorumcular, Marx'ın "maddi"yi "toplumsal" ya da "biçimsel"in karşıtı olarak ne kadar sık kullandığım, "toplumsaT'ın karşısında "doğal"ın nasd "maddi"nin yarımda yer aldığım, maddi olarak tarif edüen şeyin nasd bir biçimin "içeriği" sayddığını belirlemeyi başaramamışlardır. (Maddi söz dağarcığının diğer terimleri "insan", "basit" ve "gerçek" terimleridir, "tarihsel" ve "ekonomik" terimleri ise "toplumsal"a eşlik eder). Bu karşıtlıklardan ve tanımlamalardan çıkan sonuç şudur: Toplumun maddesi ya da içeriği, biçimi toplumsal bir biçim olan doğadır. Marx'm materyalizmi, belki birkaç şeydir, fakat maddi gelişmeye hizmet eden toplumsal tarih açıklaması, kesinlikle bu şeylerden biridir.(,) Marx'ın üretken güçleri temel aldığım fark eden bazı Marx eleştirmenleri, onu, toplundan maddi olarak değil toplumsal biçimlerine göre sınıflandırmaya geçtiğinde tutarsızlığa düşmekle suçlarlar. Gellner, Birleşik Devletler'in neden "alitierine göre (sınai üretim) değü de mülkiyet biçimine göre (kapitalizm)" sınıflandınldığını sorar.'3' Soru aldatıcıdır. Kendilikleri çoğunlukla içeriklerine göre değil, biçimlerine göre sınıflamak uygundur ve biçimsel sınıflama, mevcut durumda doğrudur; zira üretken güçlere göre ayırma, toplumsal tipleri vermez.

(2) Emek Sürecinde Madde ve Biçim Fiziksel olarak bakıldığında üretim, toplumsal biçiminden soyulmuş görünür ve "emek sürecim verili toplumsal koşullar altında aldığı biçimden bağımsız olarak incele"yen Kapital'in ilgili bölümünde böyle tarif edilir.'1' Toplumsal yanıyla üretim "maddi üretim"dir ve bu kapitalist ya da başka bir üretim biçiminin içeriğidirVe bu içerik, bütünleştiği biçimden soyutlanarak betimlenebilir. O halde Marx'ın çarpıcı bir şekilde toplumun bütün evrelerinde, yani tarihsel niteliği olmaksızın gerçekleşen, lütfen insani, genel olarak üretim süreci"' dediği şeyi gözlemleyelim. Demek ki, toplumsal biçimden bakarsak, toplumsal biçimden kavramsal olarak ayn birşeyi fark ederiz: Doğayla insani -burada toplumsala karşıt olarak- etkileşim, yani maddi üretim. Toplumsal biçimle hiçbir ilişkisi olmayan maddi üretim şudur: İnsanların doğayla alışverişini sağlayan, sadece her toplumsal biçimden ve iyi tanımlanmış nitelikten yoksun olmakla kalmayıp, toplumdan bağımsız, bütün toplumlardan uzak çıplak doğal varoluşu içinde büe, hâlâ toplumsal olmayan genel olarak insanın toplumsallaşmış insanla ortak olduğu yaşamın bir ifadesi ve doğrulanması olan insanın genel olarak üretken faaliyeti.'4' Toplumsal insanın doğayla ve toplumsal olmayıp "lütfen, insan" olan diğer insanlarla ilişkileri vardır. Maddi üretim, toplumsal bir biçime bürünmedikçe tarihte gerçekleşmez; zira, "toplumsal olmayan insan", eğer var olduysa, tarih başladığında ortadan kaybolur. O halde, saf maddi süreç, "üretimin herhangi bir fiili tarihsel evresini tanımlamayan soyut bir

'"- Bkz. Grundrisse. s. 700. Krş. Lange, Political Economy, C. t, s. 47; Goldstick. "On Üıc Dialectical Unily of the Concept of Matler," s. 76. '*- Thought and Change. s.. 132-133.

'"- Kapital, C. I , s . 193. '*- Grundrisse, s. 304. Marx, toplumsal özelliklerinden soyutlanmış üretime işaret ettiği için "maddi" sözcüğünü vurgular. '*- Grundrisse, s. 320. ("lütfen" ifadesi İngilizce yazılmış). Kapital, C. 3, s. 716.

100

123

kavrayış"tır.® İçerik biçimsiz var olamaz, fakat bu onun önemini azaltmaz. Üretim sürecinin içeriği sır değil. Ne görünüyorsa odur ve doğasını açığa çıkarmak için hiçbir bilime gerek yok. Bu durum, onu incelemeye değmez kılmaz, fakat her inceleme de bilim değüdir. Sadece gerçeklik görüntüyle gizlendiğinde bilim gereklidir.® Aslında Marx, bir içerik incelemesi, bir sınai teknoloji tarihi incelemesi yapmak ister.® Bu inceleme, iktisat büimine ait olmazdı; zira, "ekonomi politik teknoloji değildir."® Ekonomi politik, nitelik olarak gizemleştirüen ve ancak teoriyle nüfuz edüebüen toplumsal biçimi inceler.

ği", -ilerde Bölüm V'te tartışılacak- metalann içeriği olan "kuüanım-değerlerinden kaynaklanmaz."® Maddi bir süreç olarak emeğin ürünü, bir kullanım değeridir. Toplumsal bir süreç olarak emek ürününün niteliği, toplumsal biçime göre değişir. Kapitalizmde bir değişim değeridir: Ayn bir üretken faaliyet olarak fiziksel yanı dikkate alınırsa terzilik işi, ceket üretir, ceketin değişim değerini değü. Genel terzilik olarak değil, soyut evrensel emek olarak değişim değeri üretir ve bu soyut evrensel emek, terzinin yaratmadığı bir toplumsal çerçeveye aittir.® Değiştin değeri, ürünün "an toplumsal", dolayısıyla "doğal olmayan" bir özniteliğidir, oysa kullanım değeri doğal ve toplum-altıdır. "Kuüanım değeri, şeylerle insanlar arasındaki doğal dişkiyi ifade eder," oysa değişim değeri "şeylerin toplumsal varoluf«"dur.® Maddi olarak kavrandığında emek süreci, toplumsal olmaktan çok insanidir, dolayısıyla ürünü de; o nedenle,

O nedenle, içeriği anlamak için bilimin gerekli olması bir yana, Manc "m "doğal yasalar" dediği içerikle ügili temel hakikatler her çocuğa malumdur. Çocuklar bilir ki, "farklı gereksinmelere uygun ürün kütlesi, toplumun farklı ve nicelik olarak belirli toplam emek kütlesini gerektirir."® Bu, toplumsal bir yasa ya da bir iktisat olgusu değildir. Bunun verili bir toplumsal biçimde kendim ifade şeklini inceleyen ekonomi politiğe önseldir: Kapitalizmde bu şekü, değer yasasıdır. Fakat, "hiçbir toplum biçimi, ... şu ya da bu şeküde toplumun emrinde olan çalışma zamanının üretimi düzenlemesini önleyemez."® Emeğin sadece kendi geçim araçlarının değü, üretim araçlarım da üretmek zorunda olması olgusu da, benzer şeküde, "özgül bir biçimin sonucu" değü "doğal bir gereklilik"tir.® İnsanlık durumunun bu hakikaderi toplumsal bilimin sınırlan dışında kalır; zira, ne toplumsaldırlar ne de bilimseldirler. Biçimin gizini çözmek için bdim gereklidir. Bu yüzden, "metalann mistik nitli-

Kullanım değerinin üretken emeği somuttur, ya da nitelik olarak farklılaşmıştır: Terziliktir, dokumacılıktır, madenciliktir vb. Değişim değerinin üretken emeği ise soyuttur, toplumun toplam emeğindi özeüiksiz bir oranıdır.® Kuüanım değerlerinin toplamı toplumun somut ya da maddi zenginliğidir; oysa değişim değerleri bütünü -toplumsal olarak görülen aym toplam- soyut ya da toplumsal zenginliktir."'

'"- Grundrisse, s. 88. Bu tez, Ek: l'de açıklanıp inceleniyor. '*- "Danvin ilgimizi doğa teknolojisi tarihine çekmiştir... insanın üretken organlarının, her toplumsal örgütlenmenin maddi temeli olan organların tarihi eşdeğer bir ilgiyi hak etmiyor mu?" Kapital, C. 1, s. 386, dn. 4, italikler benim. Grundrisse, s. 86. '*- Manı'tan Kugelman'a, 11 Temmuz 1868, Selected Correspondence, s. 196. Marx'tan Engels'e, 8 Ocak 1868, Selected Correspondence. s. 187. Vurgulara dikkat edin. n - Kapital, C. 3, s. 694.

'"- Kapital, C. 1, s. 86. Critigue of Political Economy, s. 36 (Türkçe basımı Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'da bu pasaja rastlanamadı -çv). •»- Theories of Surplus Vaule, C. 3, s. 296. Krş. Grundrisse. (Berlin), s. 899, 909. Grundrisse. s. 872. Sayfa 680'de kullanım değeri ile değişim değeri içerik ve biçim olarak ayırt ediliyor. '*- Marx, daha önceki iktisatçılan emeğin bu iki biçimde kavranabileceğim belirtmemiş olmalanndan ötürü eleştiriyordu (Bkz. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 67 vd.) Somut emek ile soyut emek ayrımının felsefi bir değerlendirmesi için bkz. "Manc's Dialectic of Labour," s. 256-249. M -Kapital, C. 1,52-53.

100

125

değişim değeri, değerin toplumsal biçimini ifade eder ... kullanım değeri ise, değerin ekonomik biçimim ifade etmez.®

Kapitalizmle birlikte üretim araçlarının, cansız emeğin, canlı emeğe baskın geldiği bilinen bir Marksçı düşüncedir. Marx'ın iki anlamda, bizzat kendisinin ayırdığı maddi ve toplumsal anlamda bunu niyet ettiği ise daha az bilinir. İlgili metinler, üretimin sermayenin "biçimsel" ve "gerçek" hükmü altına girişini betimler. Sermaye üretim araçlarının denetimini ele geçirir ve emek gücü, ancak sermayeye devrinden sonra üretken bir şekilde işlev görebilen bir meta halini alır. Fakat, emek gücünün bağımsız işlev görememesinin iki boyutu vardır. Birincisi, Mars'ın "salt biçimsel", yalnızca bir ekonomik biçim meselesi, dediği emeğin sermayeye başlangıçtaki bağımlılığına karşılık gelir. Üretim araçları sermayeye dönüşmüştür, fakat maddi emek süreci hâlâ değişmemiştir. "Bireyin çalışma tarzı, büyük ölçüde değişmemiştir.""' Hükmü altına girişin biçimsel olması, emekçinin gerçekten sermayenin hükmü altına girmediği anlamıma gelmez: Maddi biçimde gerçekten hükmü altına girmediği anlamına gelir. Emekçinin faaliyeti, artık sermayenin genişlemesine hizmet eder --cansız emek toplumsal anlamda canlı emeğe egemendir. Biçimsel hükmü altına girme, biçim işçi sermayeye bağımlılık dışında maddi olarak etkili olmayacak kadar içeriği geliştirdiği gerçek hükmü altına girmeye yol açar. Bu durumda becerileri o kadar yok olmuştur ki, sadece kapitalistin makinasıyla üretebilir, kendi denetimindeki aletlere hükmetmek yerine, makinanm hareketlerini izlemek zorundadır. "Doğası itibariyle, bağımsız harhangi bir şey yapmaya uygunsuz" hale gelir.® Fakat yine de, saf biçimsel - kapitalist üretimin hem daha az gelişmiş evresine hem de daha çok gelişmiş evresine ortak genel biçimi- bakış açısından bile, .... üretim araçları emekçiye bağlı görünmez, emekçi üretim araçlarına bağlı görünür;'31 çünkü, emekçinin rolü üretim araçlarının genişlemesini arttırmaktır. Bu nedenle kapitalizmin bütün evrelerinde, "'-Kapital,C. l , s . 374. '*- Kapital. C. 1, s. 375; italikler benim. '*- Theories of Surplus Value. C. 1. s. 390. Krş. Kapital, C. 1, s. 323-324.433-434

100 126

emek araçlarını kullanan işçi değildir, aksine işçiyi kullanan emek araçlarıdır; ne var ki, bu tersine işleyiş ilk kez sadece fabrika sisteminde teknik ve açık bir gerçeklik kazanır.'" Üretim ve ürünün maddi ve toplumsal yanlan arasındaki aynmı, Manc'ın ayrıntdı bir şekilde ele aldığı kapitalist toplum açısından saptadık. Çoğunlukla ve haklı olarak "doğal ekonomiler" denilen kapitalist-öncesi üretim sistemlerine bu ayrımın uygulanamayacağı düşünülebilir.™ Ne var ki, doğa ile toplum arasındaki bölünmeyi kapitalizm keskinleştirse de, daha önceki biçimlerde de vardır. "Öşür" terimi, doğal bir kullanım değeri olarak değil, toplumsal niteliği sayesinde serfin ürününün bir kısma karşılık gelir. Kapitalizm öncesi durumda ürünün biçimi, ürün üzerinde bir hak iddiasına kaynaklık eden toplumsal rol tarafından belirlenir. Bütün mallar tarafından sergilenen ve bütün mallan sistematik bir karşılıklı ilişki içine sokan değişim değeri gibi tekil bir biçim yoktur. Madde ile biçim arasındaki ilişki, kapitalizm öncesi üretimdekiyle aynı olmayabilir, fakat bu ayrım ona da uygulanmalıdır ve uygulanır.

(3) Kullanım Değeri ve Ekonomi Politik , Ekonomi bilimi, toplumsal biçimi açığa vuran ekonomik yasalan ve olguları inceler. Buna göre, "kullanım değeri olarak kulamm değeri, belirli ekonomik biçimden bağımsız olduğu için, ekonomi politiğin araştırma alanının dışında kalır.""' Kullanım değerinin tüketimi, "doğal niteliği içinde bireyin kendi bireysel gereksinmesinin bir nesnesiyle ilişkisinden başka hiçbir şeyi ifade etmeyen salt fiziksel yaranın tüketimidir.""' Bu ifade, diğer şeyler yanında, toplumsal olarak yaratılan ge-

Kapital, C. 1, s. 435, italikler benim. Krş. Kapital, C. 2, s. 126. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 42. '*- Grundrisse, s. 274.

reksınmeleri de kapsar. Örneğin, bir insanın sadece belli kökü normlarına bağlı, bir toplumda ortaya çıkan deodorant gereksinmesine uygulanabilir. Bu gereksinme, köken olarak (kısmen) toplumsaldır, faka| maddi türden belli bir sıvıya duyulan gereksinmedir de. Toplumsal genesisinden soyutlayıp, sonucu insanla doğa arasındaki bir ilişki olarak ifade edebiliriz/" Toplum, insan doğasını sürekli değiştirir ve bir deodorant istemi bir insanın doğasının bir parçası olabilir. Kullanım değeri, metanın tözü® ve sermayenin bedenidir.® Ekonomi poütik, içeriği, tözü ya da bedeni değü, bunların aldığı toplumsal biçimi, değişim değerini ve sermayeyi inceler. "Maddi yan", "üretimin birbirinden çok farklı çağlarının ortak yanı" olabilir ve "ekonomi politiğin dışına düşer": Ekonomi politik disiplini söz konusu olduğu sürece, beylik laflar kuüanım değerini nitelendirmeye yarar.® "Kuüanım değeri olarak" kullanım değerini ele almak ekonomi politiğin ötesinde olgu halde, gerçekten ekonomik olgularla ilişkili olduklarında maddi olgular ekonomi politiğin ilgi alanına girerler. Bu nedenle, sadece tüketimde önemli, "dolayısıyla ekonomik ilişkinin dışında" olduğu için,® iktisatçının metanın tözünü ihmal edebüeceğini söylemesine karşın, Marx bunu, tüketimi "ekonomik sürece giren" emek gücünün kullanım değeri meselesi içinde niteler/" Emek gücünün fiziksel üretkenliği ekonomik bir büyüklük olan artı değer oranını sınırlar; çünkü, artı değeri yaratan artı emek için kullandabilir zaman, işçinin kendisini ne kadar hızlı yeniden üretebüeceğine bağlıdır. Diğer yanda ekonomik temelli kâr dürtüsü, maddi üretkenliği teşvik eder. Ve ekonomik zorlamalar, hangi '"- lan Gough, bu soyutlamanın tutarlılığından kuşkulanır, fakat biz savunacağız. Bkz. lan Guogh. "Mara's Theoriy of Productive Labour," s. 60-62. m -Grundrisse, s. 301. '*- Grundrisse, s. 646. '*- Grundrisse, s. 852-853. Grundrisse, s. 208. Grundrisse (Berlin), s. 970; Ayrıca bkz. Theones of Surplus Value, C. 2, s. 488-489 ve"ekonomik görüngüleri belirleme bakımından kullanım değeri çözümlemesinin ne kadar önemli olduğunun bir başka örneği" için bkz. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 252.

128

kullanım değerlerinin üretildiğim belirlemeye yardım eder: Ekonomik esinti planlı vazgeçme politikasının maddi sonuçlan vardır. Mârx, kullanım değeri de değişim değerinin birbirine geçirilişine duyarlıydı ve "buna göre kullanım değeri, bugüne kadar iktisatta oynadığı rolden çok daha fazla önemli bir rol oynar" diyordu/" iktisatçının kuüanım değerine ügisi, kullanım değerinin ekonomi politik alanından dışlanmasıyla tutarlıdır. İktisatçı, üzerinde entelektüel hükümranlık kuramadığı ekonomik olmayan olguların ekonomik anlamlarının ayırdına varır. Fizikçilerin ve mühendislerin inşaat malzemeleri konusunda keşfettiklerini kendine mal etmek zorunda olan miman, ya da boya, mermer vb hakkında birşeyler bilmek zorunda olan plastik sanatiar tarihçisini düşünün.® Mermer, heykelin içeriğidir, heykeltraşın biçimlendirdiği malzemedir. Manc, Rıcardo'yu, kuüanım değerinin programatik bir dışlanmasını -başaramadığı ve baş atmadığı- üan etmesinden ötürü sık sık eleştirmiştir.® Fakat bir keresinde de Ricardo'yu, gereksiz yere maddi mülahazalara girmekle suçlamıştır. Suçlama haksızdır ve hem ayrıntıda hem ilkede Marx'm kendi görüşleriyle Çelişir. Ricardo, o zaman bir veri olarak alman kâr oranının düşüşünü, toprağın marjinal verimliliğinin varsaydan azalmasına başvurarak açıklamış ve bu temelde, kâr oranında sürekli bir düşüşü öngörmüştür. Sünni gübredeki daha deri gelişmeleri hesaba katmadan öyle düşünmüştür ve daha sonralan yazan Manc, organik kimyadaki derlemelerin Ricardo'yu yalanladığım ilan edebilmiştir. Organik kimyanın konuyla ilgili ölduğu açıktır. Ne var ki, Manc, Ricardo'yu sedece fiziksel olarak olanaklı olan şeyle ilgili haksız bir kötümserliğe yapışıp kalmasından ötürü değd, fiziksel bir öncülü kâr oranı tartışmasına sokmasından ötürü de eleştirmiştir. Ricardo'nun "iktisattan organik kimyaya kaçmasindan yakınmıştır.®

'"-"Marginal Notes on Wagner," s. 52. Bu, Mani'm benzetmesidir, Grundrisse. s. 174. "»- Grundrisse. s. 267, 320, 646-647. '*- Grundrisse. s. 754

129

Bu son eleştiri, sadece ekonomik süreçlerin açıklamaları ilke olarak bunları belirleyen fiziksel süreçlerden soyutlanmaları gerektiğinde kabul edilebilirdir. Fakat Manc'ın kendisi, verimülik farklılığının ekonomik önemini kabul etmiş ve rant tartışmasında buna büyük önem vermiştir. Ricardo'nun organik kimyaya kaçışma gelince, Marx'ın kendisi "Almanya'daki yeni tanm kimyacılığına, özellikle bütün iktisatçdann toplamından bu bakımdan çok daha önemli olan Lebig ve Schönbein'e" işaret etmiştir."' Ne olursa olsun, Manc'ın kullanım değeri ve iktisat üzerine daha çok düşünülmüş ifadeleri, ekonomik sava maddi mülahazalan sokmaya yönelik ilke itirazlarım dışarda bırakır: Her şeyden önce, her çözümlemede kullanım değerinin, önvarsayılan tözün ne ölçüde ekonomi ve ekonomi kategorilerinin dışında kaldığı ve ne ölçüde içinde girdiği gösterilmelidir.'2'

(4) Ayrımın Devrimci Değeri Toplumun maddesi ile biçimi arasındaki aynm teorik olarak yararlıdır, fakat devrimci bir kapitalizm eleştirisini beslemeye de hizmet eder. Kapitalist ekonomik biçim içinde gerçekleşen maddi süreç üzerinde yoğunlaşmakla, sermayenin maddi servet yaratmanın vazgeçilmez aracı olma iddiasmı geçersizleştirir. İçerik ile biçimin birbirine kanştınlması, fiziksel üretim ve maddi büyümenin sadece kapitalist yatınmla sağlanabileceğine dair gerici yanılsamayı destekler. Kapitalistin rolü savunularak "birileri fınans, birileri de iş sağlamak zorundadır" denildiğinde, üretimin maddi gereklilikleri ile bu gereklilikleri karşılamanın özgül bir toplumsal tarzı birbirine karıştırılıyor ve böylece eleştiriye karşı bir kanıt sağlanmış oluyor. "Aptal iktisatçı"nın kafasında, ... "genişletilmiş yeniden üretim, aynlmaz bir şekilde ... birikimle, bu yeniden üretimin ka-

pitalist biçimiyle bağlantılıdır."'" Eleştiri, sermaye birikimi ile onun fiziksel temeli, "ekonomik biçimi bir tarafa" bıraktığımızda kendini açığa vuran "yeni üretim araçlarının basit oluşumu" arasında bir ayrımı gerektirir.'2' Marx, burjuva ekonomi politiğini kapitalist biçim ile bu biçimin temelindeki maddeyi akılsızca ya da kurnazca birleştirmekle suçlamıştır. Yararlı maddi nesneler olarak üretken güçler kullanım değerleri kümesine aittirler; bu nedenle salt üretken güçler olarak düşünüldüklerinde "toplumsal çerçeveye ait değildir"ler. "Sermaye, toprak ve emeği" üretimin üç faktörü olarak alan "Üçlü Formül" bu hakikati ihlal eder. Zira, "toprak" ve "emek" "toplumsal biçimle bir ilişkisi olmayan" maddi faktörleri anlatır,'1' oysa "sermaye," üretim araçlarının tarihsel bir evrede aldığı kapitalist biçimi anlatan toplumsal bir ifadedir. Üçlü Formüle karşı çıkarken Marx, "gerçek [yani maddi] emek süreci" ile burjuva iktisatçının emek sürecinden ayıramadığı "toplumsal üretim süreci"ni karşdaştınr.'4' İktisatçının yarulgısı, zaman zaman söylendiği gibi, kapitalizmi tek olanaklı ekonomik biçim sayması değildir. Kuşkusuz başka biçimlerin de olduğunu bilir. Hatası, daha çok, bizzat kapitalizmde içerik ile biçimi ayırt edememesidir ve bu yanılgı iktisatçının açıkça çıkaramadığı şu sonucu besler: Biçim içerik kadar ebedidir; üretim her zaman üretim araçlarını gerektirdiği için, her zaman sermayeyi de gerektirir.'5' İktisatçı, üretim konusunda tarihsel olarak özgül olmayan söyleme dalmakla da hata yapmaz. Manc'ın kendisi de bunu yapar ve yerinde bir tutumdur. Fakat iktisatçı, "sermaye"yi üretim araçlanyla eşanlamlı kullandığında yaptığı gibi, bir toplumsal biçime özgü kavramları bu söylemin içine taşır. Burjuva savununun daha vulger biçimlerinde kapitalist, sadece sermaye sağlamak için değil, girişimi idare etmek için de gerekli Theories of Surplus Value, C. 3, s. 272. Kapital, C. 3, s. 745. '»- Kapital, C. 3, s. 715 vd. Krş. Theories of Surplus Value, C. 3, s. 453. '*- Kapital, C. 3, s. 116-1 \T. Theories of Surplus Value. C. 3, 322, 327-328. '"- Grundrisse. s. 85-86

Marx"tan Engels'e. 13 Şubat 1866. Grundrisse, s. 268.

130

131

dir. Bir itiraz şudur: îdari işlev devredüebilir, fakat herhangi biri gerekliyse, bu, devreden değd devredüendir.(,) Dahası, yöneticinin görevinde madde de ilgili olan de biçimle dgdi olan ayırt edüebilir. Üretimi örgütlemek birincisine, işçderi gözeüemek, çalışmalarım sağlamak ikincisine aittir. İşçderi gözetleme hizmetine yapdan ödemeler üretimin "faux frais"sini,'*' maddi zorlamaların değü uzlaşmaz toplumsal ilişküerin yarattığı maliyetleri oluşturur.'1' Ayrıca eşyaların hakiki ve sahte dolaşım maliyetleri de ayırt eddebilir, birincisi, taşıma masrafları gibi maddi mallar üzerinden dolaşım maliyetleridir, ikincisi ise, banka hesaplan ve tüccarların aldığı karşılık gibi metalar üzerinden dolaşım maliyeüeridir.'3' Toplumsal düzenlemeler fiziksel gereklilikleri değiştiremezler, fakat toplumsal düzenlemeler değiştirilebilir. Toplumsal düzenlemeler düzenledikleri gerekliliklerle birbirine karıştırıldığında, gerekliliklerin değişmezlik niteliğini paylaşır gibi görünürler. Sofistlerin doğa üe inanç arasına koydukları ayrım, her toplumsal eleştirinin temelidir ve Mara'ın ayrımı bunun bir gelişimidir. Bunda her zaman bir çıkar gizli olduğu için ısrarlı olmak gerekir, zira, î

burjuva üretim tarzı ve buna karşılık gelen üretim ve bölüşüm koşulları tarihsel kabul edüdiği andan itibaren, bunlan üretimin doğal yasaları gibi görnie yanılsaması ortadan kalkaf ve yeni bir topluma, kapitalizmin sadece bir geçiş olduğu yeni bir ekonomik oluşuma kapı açüır. Son olarak, "saf atomik" üyelerinin dizisel bağlantısızlık içinde olgu, sadece ürünlerin mübadelesi yoluyla ilişkilendiği piyasa toplumu. Diyagram, meta üretimine özgü dünyaların kopyalarım resmediyor. Meta fetişizminin açıklaması şudur: Eğer birleştirilmesi gereken öğeler (burada üreticiler) başlangıçta ayrılarsa, yabancılaşmış bir düzlemde, yanılsamalı biçimler içinde dolaylı bir şekilde birleştirilirler. Birleştirilmesi gereken şeydeki bölünme, ikilemeye yol açar: Parçalı öğelere vekaleten bir uyum kazandırmak için ikinci bir dünya yükselir. (Altbölüm (6), bu açıklama şeklinin Marx'ın diğer düşüncelerindeki örnekleri gösteriyor).

(4) Sermaye Fetişizmi Tanısı Mars'ta meta fetişizminin nedeni konusunda bütünlüklü bir anlatım gördük. Tek ifadeyle, üretici olarak üreticiler arasında toplumsal bağlantı yokluğudur. Marx'ın sermaye fetişizmi ile ilgili açıklaması daha karmaşık bir dokumadır. İşte bu dokumanın birkaç ipliği: 1. Kapitalizmde üretim, kendi koşullarını geliştiren ve başından sonuna kadar bunu düzenleyen bütünüyle sermayeye bağımlıdır. Üretim araçları sadece sermaye olarak elde bulunabilir*2' ve emek

gücü sadece (değişen) sermaye olarak etkin olabilir. Böylece kapitalist üretici (ya da "imalatçı"*") gibi, üreticiler onun "sermayeyle birleştirilmiş" aletleri gibi görünür.'2' Sermaye bütün üretim sürecine hükmettiği için, bu sürecin gücü sermayenin gücü gibi görünür. Başlangıçtaki biçimsel tabi kılma evresinde131 ... bizzat emek gücü ... bu kapitalist ilişkinin dışında bağımsız bir güç olarak güçsüz olacak, bağımsız üretme kapasitesi yok olacak şekilde değiştikçe, [bu fetişizm} daha da gerçek [hale gelir].( Birçok emekçinin bir araya toplanmasından kaynaklanan fazla üretken yetinin sermayeye hiçbir maliyeti olmadığı için ve ... bizzat emekçi, emeği sermayeye ait olmadan bu yetiyi geliştirmediği için, bu, doğa tarafından sermayeye bahşedilmiş bir yeti -sermayeye içkin üretken bir yeti- gibi görünür.'" Bu indirgenmiş koşulda işçi, yetiyi sermayesiz kullanamaz, bu nedenle onun yetisi sermayenin yetisi gibi görünür. 2. Sermayenin üretkenliği, doğası gereği üretken olan maddi öğeye, emek gücüne, hükmetmesine bağlıdır. Yine de, bir girişimde yaratılan artı değer miktarı bütünüyle emek gücüne (makinalara, hammaddeye vb karşıt olarak) yatırılan sermaye miktarına bağlı olmasına karşın, girişimi büyüten artı değer miktarı, üretimin bütün faktörlerine yatırılan toplam sermayeyle orantılıdır."* Emek yoğun sanayilerin daha yüksek bir kâr-yaratma oram vardır, fakat diğer saniyelerle aynı kân-kendine maletme oranına sahiptir. Rekabet, eşitieyici artı değer akışını üretim araçlarına daha büyük yatı,u

Üretim araçlarının ortak sahipliğine dayalı işbirliği toplumunda üreticiler kendi ürünlerini mübadele etmezler, üründe kullanılan emek burada ürünlerin değeri, ürünlerin sahip olduğu maddi bir nitelik olarak görünür, çünkü kapitalist toplumun tersine bireysel emek dolaylı bir biçimde değil, toplam emeğin ayrılmaz bir parçası olarak dolaysız bir şekilde var olur. "Critu/ur of ıhe Golha Programme, s. 22-23. Krş. Grundrisse, s. 171-173. Grundrisse. s. 822.

148

- Tuhaf bir anlam dönüşümüyle (sermaye fetişizmini açıkça gösteren), şimdi hiçbir şey yapmadığı yada en azından kendi elleriyle hiçbir şey yapmadığı sürece imalatçıya imalatçı deniliyor. "- Grundrisse. s. 1 267,297-298, 308. '*- Bkz. IV. Bölüm, emeğin sermayeye biçimsel ve gerçek tabi kılınması Theories ofSurplus Value, C. 1, s. 391 "'-Kapital, C. l , s . 347. '*- Kapital, C. 3, II. Kısım; Theories ofSurplus Value. C. 2, X. Bölüm.

149

nm yapan sanayiler yönüne teşvik eder. Fakat, kâr-yaratma yatağı ile kâr-çoğaltma yatağı arasındaki teorik olarak geçerli bu ayrım, gerçekliğin yüzeyinde derin düşünceli olmayan gözleme görünmez. Bu nedenle, kapitalistin kazandığı kâr miktarını belirleyen şey, yani kapitalistin toplam sermayesi kân da yaratıyor gibi görünür; dolayısıyla, tikel olarak emek gücüne yatırılan sermaye değil, genel olarak sermaye üretken görünür."' 3. Ticari sermaye (üretime karşıt olarak ticaretle uğraşan tüccarın sermayesi) toplam artı değer fonuna katkıda bulunmaz; fakat rekabet, sanayi sermayesiyle aynı kazancı elde etmesini sağlar. Bu durum, genel olarak sermayenin üretken olduğu, sanayideki fiili üretimin sadece bu yetiyi hayata geçirme aracı olduğu izlenimini kuvvetlendirir.® Faiz alanın ellerinde ve ticarette maddi üretim olmadan üretir gibi göründüğü yerde sermayenin üretken olmasının nedeninin maddi üretim olamayacağım sanmak doğaldır.® 4. Emeğin sadece değişen sermaye olarak yaratıcı göründüğünü belirttik. Dahası, ürün değerinin sadece bir kısmım, ücret olarak avans verilen miktara eşit kısmım yaratıyor gibi de görünür. Görü' nüşte işçi, sadece kendi varoluşunu yeniden üretmek için gerekli olan kısmım değil, emeğinin tamamının karşılığım alır. Dolayısıyla, "ödenmeyen kısım, zorunlu olarak emekten değil, sermayeden, sermayenin değişen kısmından değil bir bütün olarak sermayeden kaynaklanır görünür."*'"

(5) Meta Fetişizmi ve Para Kapitalist toplum niteliği niceliğe dönüştürür. Her toplum, birbirleri için özgül, nitelik olarak farklı maddi hizmetlerde bulunan birbirine bağımlı bir üreticiler kümesini kucaklar. Fakat bir meta ekonomisinde bu karşılıklı birbirinin gereksinmesini giderme, anGrundrisse, s. 684,759, 822; Theories ofSurplus Value, C. 3. s. 482-483. Grundrisse, s. 632, 662. '*- Faiz fetişizminin sanayi sermayesi fetişizmini nasıl takviye ettiği konusunda bkz. Theories ofSurplus Value, C. 3, s. 478,492-493. '*- Marx'tan Engels'e 30 Nisan 1868. Selected Correspondence, s. 191, 192. Sorunun bu yanı Ek: I'de daha ayrıntılı açıklanıyor.

150

cak ürünler değişim değeri toplamları olarak niceliksel bir ifadeye ulaştıkları sürece gerçekleşir. Kulanım değerinden ayrılan değişim değeri olan para, üreticilerin yabancılaşmış dolayımını kusursuz hale getirir. "Metanın değişim değerinin parada bağımsız bir varoluş üstlenmesi olgusu" üreticiler olarak üreticilerin bağlantısızlaşmasını yansıtır. Bağlantılanmaları için, Özel bireyin belirli, tikel emeği, kendi karşıtı olarak, eşit, zorunlu genel emek ve bu biçimde toplumsal emek olarak tezahür etmelidir.® Toplumsallık sadece "bu biçimde" salt ürüne harcanan emeğin niceliğini temsil eden emeğin ürününün para değerinde görünebilir. Yine de, "sırf bireyler, kendi toplumsal ilişkilerini bir şeyde cisimleştirmekle kendi toplumsal ilişkilerinden yabancılaşmış olduktan için para toplumsal bir özniteliğe sahip olabilir."® Meta öncesi toplumda insanların, birbirlerine karşı üstlendikleri roller nedeniyle başkalan üzerinde haklan vardır. Parayla dolayım gereksinimi, doğrudan toplumsal bağların gücüyle ters orantılı olarak değişir: Değişim aracı ne kadar az toplumsal güce sahipse ... bireyleri birbirine bağlayan cemaatin, ataerkil ilişkinin, antikite cemaatinin, feodalizmin ve lonca sisteminin gücü o kadar büyük olmalıdır. [Piyasa toplumunda] her birey, bir şey biçiminde toplumsal güce sahiptir. Şeyi bu toplumsal güçten soyarsanız, onu kişiler üzerinde uygulamalan için kişilere verirsiniz.® Burjuva devrim, insanın insana dolaysız bağımlılığını ortadan kaldırır. Sırf x, x olduğu y de y olduğu için x'in y'yi yönlendirmesine olanak sağlayan feodal kısıtlamalar son bulur ve emir alan emirleri kabul edeceğini sözleşmeyle saptadığı durumlar hariç, hiçbir emir geçerli değildir. Burjuva ideolojisi, eski bağların yok '"- Theories of Surpulus Value, C. 3, s. 130. Krş. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katla, s. 48-50. '"-Grundrise, s. 160. . '*- Grundrisse. s. 157-158.

131

I olmasını göklere çıkarır; fakat "bireylerin görünüşteki karşılıklı İyeni] bağımsızhğı, ürünler içinde ya da aracıbğıyla genel ve karşılıklı bir bağımlılıkla tamamlanır.""' Şeylerin egemenliği, burjuva özgürlüğün fiyatıdır. Yine de, "Şeyi bu toplumsal güçten soyarsanız, onu kişiler üzerinde uygulamaları için kişilere verirsiniz." Bu cümle, piyasanın bastırılmasının kapitalist eşitsizliğe kafayı takmış sosyalistlerin vaat ettiği eşitliğe değil, siyasal tiranlığa yol açacağına dair burjuva iddiayı destekler görünüyor. Marx, üretken gelişmenin bolluktan uzak evreleri bakımından bu iddiaya sempatiktir (Bkz. Bölüm VII, altbölüm (6)) Fakat sanayinin çok yüksek evrelerinde "bazı kişder "topluluğun gücü"nü başkaları üzerinde kullanmayacaklardır.

(6) Meta Fetişizmi, Din ve Siyaset Meta fetişizminin açıklanması şöyleydi: Birleştirilmesi gereken öğeler dolaysız bir şektide birleştirilmediklerinde, ikili bir yandsama dünyasıyla ab extra birleştirilirler. Bu anlatımı sunarken Marx, çok daha önceleri dine uyguladığı bir tam biçimini ekonomik alana taşıyordu. Feuerbach Üzerine Dördüncü Tezi şöyledir: Feuerbach, dinsel kendi kendine yabancılaşma olgusundan, dünyanın dini ve dünyevi dünyalar olarak iktieşmesi olgusundan hareket eder. Çalışması, dini dünyayı dünyevi temeline oturtmaya dayanır. Fakat dünyevi temelin kendi kendinden kopup bağımsız bir alem olarak kendini bulutlara yerleştirmesi, sadece bu dünyevi temeldeki çatlaklar ve öz-çelişkderle açıklanabilir."' ilkel dünyadaki bölünme, kendinden yandsamah, birinci dünyayı maskeleyen ikinci bir dünya üretir. Feuerbach, dinin köklerini yaşamda arar; fakat sadece ve sadece gerçek yaşamda çatışma sözkonusu olduğu sürece dinin ortaya çıktığını göremez: Gerçek dünyadaki bölünme, bu dünyanın dini bir dünya olarak yeniden üretilmesi açısından gerekli ve yeterlidir. "'- Kapital, C. l , s . 123. '*- Alman İdeolojisi, s. 21.

152

Feuerbach, Marx'ın daha soma klasik ekonomi politiğe yöneltiği övgü ve kınamayı hakeder. Klasik iktisatçdar, değişim değerinin emek zamanındaki kaynağını (az çok) farketmişlerdir. Fakat Feuerbach'ın atladığına benzer bir şekdde, s uf emekçder parçalandıkları için emek zamanının değişim değeri biçimi almaşım kabul edemezler."' Aksine, bu görünümün emek zamanının doğası gereği olduğunu sanmışlardır."' Feuerbach ve klasik iktisatçılar, dinin ve değişim değerinin "yüzeysel değer" gibi ele alınmamasını öneriyorlardı. Görüngülerin öfcerk olmadıklarım ve bu nedenle "inananlar"a üstün olduğunu biliyorlardı. Ekonomik örnekteki inananlar, dindarlar gibi yanılsamayı bağımsız gerçeklik gibi ele alan vulger iktisatçdardır. Birkaç sayfa önceki beş özet ifadeyi anımsayın. Marx, bunların hepsindeki hakikati bilir. Klasik iktisatçdar beşinciyi değerlendiren mezler ve dördüncü ifadenin yanıtı olduğu soruyla dgdenmezler. Vulger iktisatçılar birincinin farkında değillerdir ve bu nedenle üçüncünün cahili ve dördüncüde sözü edilen görüntüye aldanırlar. Bddikleri tek hakikat da ikincisidir. Vulger ekonomi tek başına değeri şeylerin aslı haline getirir: Emeğin toplumsal niteliğinin tersine dönmüş bir biçimde -şeylerin "özniteliği" olarak- kendini "göstermesi", toplumsal bir dişkinin şeyler arasında (ürünler, kullanımdaki değerler, metalar arasında) bir ilişki olarak görünmesi özel mübadeleye dayalı emeğin karakteristiğidir. Fetiş-tapıcımız bu görüntüyü gerçek bir şey olarak kabul eder ve şeylerin değişim değerinin şeyler olarak şeylerin öznitelikleri tarafından belirlendiğine ve bütünüyle şeylerin doğal bir özniteliği olduğuna iıianır.1™ "- Bkz. Ekonomi Politiğin Elejtirisine Katkı, Giriş bölümü. Bir benzemezlik de vardır; çünkü, Feuerbach dinin bertaraf edileceğini umuyordu, oysa klasik iktisatçılar değişim değerini değişmez düşünüyorlardı. Yine de Feuerbach, dini özgül bir toplumsal gerçeklikle bağlantılı görmemekle onlara benziyordu. Bu nedenle, salt entelektüel eleştiriyle dinin kovulacağım düşünüyordu. Theories of Surplus Value, C. 3. 130. Mam, kuşkusuz burada çok ileri gider. Ne kadar vulger olursa olsun herfıangi bir iktisatçının değeri salt fiziksel olarak kavradığı kuşkuludur. Vulger iktisatçı (örneğin, Theories of Surplus Value'de Marx'ın tartıştığı Samuel Bailey), herşeyden önce. değer yaratımında talebin rolünü vurgular ve ne kadar yetersiz ve tek taraflı olursa olsun, değeri insanla ilişki içine sokar.

153

Vulger iktisatçı, kapitalistin kendi iş pratiğinde kulandığı kavramları kabul eder ve onlan sistematikleştirir. Temeldeki gerçeklik iş pratiğiyle alakasız olduğu için -kapitalisti ilgüendiren şey değerin kaynağı değil, değerin bir kısmım nasıl ele geçireceğidir- vulger iktisatta buna değinilmeden geçilir. Klasik ekonomi politik yüzeydeki kategorilerin altına nüfuz eder; fakat bu kategorilerin ötesinde bulunan şeyin doğal ve kaçınılmaz olarak onlarda ifade edildiğini düşünür. Böylece, "ilke olarak sadece gürüntülere tapan vulger iktisatçılara yüzeysellikleri için güvenli bir hareket temeli" sunarak,'" vulger kalkışa zemin hazırlar, insanlar arasındaki bir ilişki, emeklerin mübadelesi, sadece şeyler arasında bîr ilişki, emek eşdeğeriiği, olarak kendini gösterir. Emekçilerin mübadelesini insanlar arasındaki ilişkinin sadece geçici bir biçimi olarak kabul etmemekle klasikler, vulgerlerin insanlar arasındaki ilişkiden bütünüyle vazgeçmelerini teşvik ettiler. Marx, üreticiler birbirlerinden ayrıldıklarında değişim değerinin zorunlu olarak topluma egemen olduğunu savunur. İktisatçılar -klasik ve vulger- sadece üretim bölündüğü için değişim değerinin egemenlik kazandığını görmezler ve bu nedenle, değişim değirmin, paranın ve sermayenin toplumsal düzeni düzenlemediği alternatif bir ekonomiyi kavrayamazlar. Son olarak, Fransa'da Proudhon ve İngiltere'de Gray gibi küçük burjuva sosyalistlerini düşünün. Özelleşmiş üretimi korumayı, fakat değişim değeri ve sermayenin hakimiyetini de ortadan kaldırmayı isterler. İşte parayı ortadan kaldırıp bunun yerine, üreticiler parçalanmış kaldıkları sürece paranın bütün özelliklerini kazanacak olan emek makbuzlarını geçirme yönündeki aptalca şemaları. Boş önerileri, "malların meta olarak üretüeçeği, fakat meta olarak mübadele edilmeyeceği" bir programdan ibarettir. Ancak bizzat üretimin kendisi kökünden değiştirildiğinde, birleşmiş insanların ortak girişimi olduğunda değişim değerinin egemenliğinden kaçmanın olanaklı olduğunu takdir etmezler. Bölünmenin ikilenmeye yol açtığma dair son açıklamamız devletle ilgilidir. The Jewish Question'& göre, insanlar gerçek yaşam'"- Kapital. C. 1, s. 551; Krş. Theories of Surplus Value. C. 3, s. 501.

154

larrnda çatışma içinde olduklarından ötürü, biçimsel eşit vatandaşlar olarak ideal ve sahte bir yaşamda dayanışmak zorundadırlar. Devlet, aşılması gereken ikinci ve yanılsamalı toplumdur: Gerçek bireysel insan soyut vatandaşı kendi içine emdiğinde; bireysel bir insan olarak günlük yaşamında, işinde ve ilişkilerinde bir tür-varlık olduğunda; toplumsal gücü siyasal güç olarak kendisinden ayırmayacak şekilde İçendi güçlerini toplumsal güçler olarak kabul edip örgütlediğinde insanın kurtuluşu tamamlanacaktır.'" The Jewish Question, tarih-öncesi materyalisttir. Aldatıcı topluluk olarak devlet ile bir smıf egemenliği organı olarak devletin, zaman zaman yan yana eşit önemde ele alındığı Alman ideolojisi, bir geçiş metnidir. Fakat siyasal üstyapı ile ilgili olgun düşüncenin bile meta fetişizmiyle bir benzeşimi vardır. Beş ifade şöyle uyarlanıyor: 1. Sırnf uzlaşmazlığı siyasal çatışma biçimini alır. 2. Özel olarak siyasal çatışma vardır. 3. Siyasal çatışma, özerk değil türevdir. 4. Ne var ki özerk görünür. 5. Siyasal çatışma, devlet ve bununla bağlantılı yanılsamalar değişmez değil, sınıflara bölünmüş toplumlara özgüdür. Çok fazla aktardan erken bir mektubunda Marx, sınıfların ve smıf çatışmasının tarihin belirli bir arahgıyla sınırlı olduğunun belirleme onurunu kendisine ayırarak, burjuva tarihçüeri sınıf mücadelesinin önemini keşfetmekle onurlandırmıştır.® Bu durum, değişim değerinin nasıl "sadece üretimin gelişmesinin tikel, tarihsel evreleriyle bağlantılı" olduğunu anlamayan Ricardo'nun ötesine geçen kavrayışına paralellik gösterir.

(7) İçeriğin Kurtuluşu Olarak Komünizm Fetişizm kapitalizmi korur. Toplumsal biçim, içeriğin enerjisini '"- "On ıha Jewish Question," (Yahudi Sorunu Üzerine) s. 31. '*- Marx'lan Weydemcycr'e, 5 Mart 1852; Marx-Engels, Seçme Yapıtlar 1,-çv. Muzaffer Erdost vd.. Sol Yayınları. 1976, s. .637.

131

yere kendine mal ettiğinde, kendisini bizzat içerikle aynı, "basitçe insani", ebedi gösterir. Bu durum, "Üretimin maddi ilişkilerini bunların tarihsel ve toplumsal belirlenimleriyle dolaysız birliği"ni gören iktisatçıların söyleminde yansımasını bulur.- Grundrisse, s. 915-916., Ayrıca bkz. s. 157. Kapital, C. l . s . 603-604. Bu konunun geniş bir değerlendirmesi için bkz. Renner, Institutions of Private Law, Bölüm II. Gerçi Roma hukuku ortaçağda kullanışsız duruma düşmüştü, canlandırılıp yeniden düzenlenmesi gerekliydi. • Lineages of the Absolutist State, s. 405. Ekonomik ve toplumsal ilişkilerin hukuksal yasalaştınlmasmdaki karakteristik gferiden geliş"i (Passages from Antiquity to Feudalism, s. 147) kabul ettiği dikkate alındığında çok tuhaf bir yorum. Anderson, Marx'ın tarımsal "mülkiyet"in sadece hukuksal olarak yasalaşmış biçimleriyle ilgilendiğini düşünemez.

282

talihsiz önerisine destek olarak Manc'ı kullanma girişimim geçersizleştirir. Bazı Marksist tarihçilerin "feodalizm" terimine uyguladıktan enlemi hakti olarak yeren Anderson, "Ming Çin'i, Selçuklu Türkiye'si ve Cemşid'in Moğolistan'ı"na (vb), hepsine birden "feodal" denildiğinde, tek başına ekonomik yapının niteliğinden hareketle, kapitalizmin neden diğer toplumlarda değil de Avrupa'da doğduğunu açıklamanın olanaksız olduğunu ileri sürer. Avrupa'da kapitalizme yol açan feodalizm idiyse, başka yerde niye yapmadı? Anderson'm karşı çıktığı görüşe göre, yanıt, Avrupa ve Avrupalı olmayan toplumlardaki karşıt üstyapısai özelliklerde aranır -Anderson'm açık nedenlerle "idealist" dediği bir yol.'" Anderson'm, yersiz bir şekilde dektek olarak Manc'ı kullandığı kendi çözümü ise, kapitalizm öncesi toplumlarda "akrabalık, din, hukuk ya da devlet 'üstyapılan', zorunlu olarak, üretim tarzının oluşum yapısına girerler" demektir.® Burada "üstyapı" ekonomik temel üzerinde yükselmez. Onun bir parçasıdır. Herhalde bu nedenle tırmak içine alınmış. Fakat bu çözüm, karşıtlarınınkinden daha az idealist değildir. Tarihsel materyalizmi eleştirenler, üretim tarzı dışındaki boyutların temel olduğunu iddia ettiklerinde, bu boyutlan üretim tarzına sokmak yanıt olmaz. Kapitalizmin Avrupa dışında kendiliğinden ortaya çıkmaması olgusu, tarihsel materyalizm için ciddi bir sorundur. Eğer olacaksa, çözüm, farklı bölgelerin farklı maddi koşullarına dikkat edilerek, gerçek üretim ilişkileri arasında ince ayrımlarla olacaktır. Sorun bu şekilde çözülemezse, o zaman bu, tarihsel materyalizmin temel ile üstyapı ayırt ettiği iddiası için değil, tarihsel materyalizm için kötüdür.

"•-Lineages, s. 402-403. Lineages, s. 403.

322

t

-IX-

İşlevsel Açıklama: Genel Olarak (1) Giriş Bu bölüm, diğerlerinden daha çok felsefidir ve felsefi olmayan okuyucuların, bölümü özellikle güç bulması olasıdır. Pek çoğu, işlevsel açıklamanın büyük ölçüde tarihsel materyalizme gönderme yapdarak tartışddığı X. bölüme hemen geçmek isteyecektir. X. bölüm, felsefi olarak teknik değd ve bunu gerektirmez. İşlevsel açıklamayla dgili olarak toplumbilimcderin ve tarihçilerin hissettiği ve X. bölümün hafifletmeye çalıştığı huzursuzluğun ötesinde, kuşkusuz pek çok kişinin hissettiği, fakat felsefecder tarafından eklemlenen derin bir felsefi kuşkuculuk bulunduğu için bu bölüm gereklidir ve işlevsel-açıklama tarzının kullanımım serbesleştirmiş bir kitapta bu kuşkuculukla yüzleşmek yerindedir. Zira, en açık biçimde VI. ve VIR bölümlerde tarihsel materyalizm, işlevselci bir tarih ve toplum teorisi olarak sunuldu. Önce, üretim ilişkilerinin, sahip oldukları nitelik sayesinde üretken güçlerin gelişmesini teşvik ettikleri için sahip oldukları niteliğe sahip oldukları söylendi; sonra, üstyapının, sahip olduğu nitelik sayesinde üretim ilişkilerine istikrar kazandırdığı için sahip olduğu niteliğe sahip olduğu söylendi. Bunlar, büyük işlevsel-açıklama iddialarıdır. İşte, çeşitli alanlardan, görünüşte yapıya benzer bazı açıklayıcı cümleler: İçi boş kemikler uçmayı kolaylaştırdığı için, kuşların içi boş kemikleri vardır. İçi boş kemikler uçmayı kolaylaştırdığı için, çitin üzerindeki şu kızıl gerdan kuşunun içi boş kemikleri vardır. 285

Ekonomiler büyük ölçeği getirdiği için, ayakkabı fabrikaları büyük ölçekli çalışır. Toplumsal iç yapışkanlığı sürdürdüğü için bu yağmur dansı yapılır. Dün toplumsal iç yapışkanlık tehlikede olduğu ve yağmur dansı bunu güçlendirdiği için dün yağmur dansı yapılıyordu. Kapitalizmin gelişmesini teşvik ettiği için Protestanlık erken modern Avrupa'da güçlendi. Bu ifadelerin anlaşılabilirliği, bir görüngünün sonuçlarının onun açıklanmasına katkıda bulunduğu ayn bir açıklama prosedürü bakımından prima facie bir durum yaratır. Genelde şöyle düşünülür: Durum daha ileri incelemenin üzerine çöker, böylesi her belirleme ya yandtıcıdır, ya da, eğer sağlamsa, alışılmış türden şu ya da bu nedensel öyküye sıkıştırılması ya da işaret edilmesi sayesindedir. Genel kanının kötü-düşünülmüş olduğu yargısına varıyoruz. Bu cümlelerde, gerçekten ayn bir açıklama biçiminin geliştirildiğine dair alternatif görüş, daha fazla incelenmeyi hak ediyor. Bu ve benzer örneklerde geliştirilmiş, özgüllüğünü ayrık mantıksal biçimin genelleştirilmesinden alan özel bir nedensel açıklama tipi bulunduğunu varsayacağız. Bulmaya çalıştığımız ayrıklığa sahip açıklamalara "işlevsel açıklamalar" denddi ve "x'in işlevi, z yapmaktır" ifade biçiminin anlamı üzerine geniş bir yazın vardır. Böylesi ifadelerin, anlamlan nedeniyle işlevsel açıklamalar olduklan sanılır,"' fakat biz bu varsayımda bulunmayacağız: Bir işlev atfetmeyi işlevsel bir açıklama vermekle özdeşleştirmeyeceğiz. Dahası, 'Vin işlevi z yapmaktır" ifade biçiminin hiçbir çözümlemesini sunmadan işlevsel açıklamanın doğasını nitelemenin olanaklı olduğunu savunacağız. "Açıklama" sözcüğünün tercih edden bir anlamım koşul olarak deri süren terminolojik bir girişten soma, o anlamda işlevsel açık287

"'- Gerçi, göreceğimiz gibi, bu görüşü savunanların hepsi, kastetmez

"açıktama" sözüyle aynı şeyi

lamanın var olduğunu gösteriyor (altbölüm (3)) ve onu nitelendirme görevini, ele almadığımız işlev-yükleyici ifadeleri çözümleme görevinden ayınyoruz. Altbölüm (4)'te, burada işlevsel açıklamanın temeli olduğu iddia edden, sonuç yasası kavramı tanıtılıyor. Altbölüm (5) işlevsel açıklamaların doğrulanabilirliğiyle dgilidir ve altbölüm (6), olası bir kuşkuya karşı bunlan savunur. Altbölüm (7), C. G. Hempel'e borçlu eleştiri karşısında toplum bilimde işlevsel açıklamayı temize çıkarır.

(2) Açıklama "P", örneğin, bakır elektrik üetir, S gt3, Napoleon Waterloo'da yenildi, kuşların içi boş kemikleri vardır, Hopderin kültürel repertuarında bir yağmur dansı vardır, bu Hopili gnıp geçen Sah bîr yağmur dansı yaptı şeklinde ampirik bir cümle olmak üzere, "P, neden vakidir?" biçimli bir istek ya da soruyu düşünelim. Böyle bir isteğe ya da soruya neden-sorusu, buna yanıta ise neden-açıklaması (Bir neden-açıklamayı bu şelrilde nitelemenin doğru olması gerekmez) diyelim. Bütün açıklama talepleri, bir neden-soru biçiminde ifadelendirmeyi kabul etmez. Kuralların niçin öyle olduğunu değil kuralların ne olduğunu bilmek isteyen birinin dillendirdiği "satranç kurallanm açıklayın" talebi buna örnektir. Aym şelrilde, olanların nedenlerini değd, sadece kayda değer şeyleri bilmek isteyen birinden gelen "Kuzey İrlanda'da olup biteni açıklayın" talebi de böyledir. Konuşmacı, neden öyle olduğunu açıklamayan bir yanıtla yetinirse, "DNA'nın yapısını açıklayın" da böyledir. Karaciğerin yerine getirdiği yararların sıralanmasından fazla bir şey istenmiyorsa, "Karaciğerin işlevini açıklayın" da böyledir. Bu açıklama isteklerine ne-soruları dendebilir. İkinci türden bir isteğe doyurucu bir yanıt, bir neden-sorusuna doğru bir yanıt da olabilir. "Waterloo'da Napoleon'un zihinsel durumunun ne olduğunu açıklayın"a yanıt olarak verilebüecek "Manik-depresif bir dönemden geçiyordu" yanıtı, Napoleon'un Waterloo'da neden yenildiğini açıklamak için de kullarulabilir. Fakat bu333

nu neden-açıklayıcı niyetle dilendirmek, sadece bir ne-sorusuna yamt vermek için kuUanddığmda bulunmayan türden yüküm ve sorumlulukları taşır. Hempel, bütün sahici açıklamaların neden-sorularına yamt verdiğini savunur. Burada, "açıklama" terimini bir neden-sorusuna yamt vermekle sınırlamayı yasalaştırmayı uygun bulmuyoruz/" "Açıkla," ^açıklayıcı" vb terimler de, benzer şeküde sınırlandırılacak. Hempel gibi, neden-açıklama olmayan açıklamaların açıklama olduklarım yadsımıyoruz, ya da farklı anlamda açıklama olduklarım ileri sürüyoruz; fakat, konumuz neden-açıklamalar olduğu için, bunlara böyle dememeyi seçiyoruz.0' "X'in işlevi z yapmaktır" biçimindeki ifadelere "işlevsel açıklama" diyen yazarlar, iki tür açıklamamızdan hangisini verdikleri konusunda ayrılırlar. Bu tür ifadeleri çözümlemeye çalışanların pek çoğu, bunlan, Jt'e yararlı etküer atfeden ifadelerle eşüler. Onlar için 'Vin işlevi z yapmaktır" ifadesi, "x'in yararlı etkisi z yapmaktır" şeklindeki bir altbiçime eşdeğerdir -altbiçim, çünkü, hiç-

Bu yas» altbölüm (3)'te yürürlüğe giriyor. Hempel'in görüşü için bkz. Aspects of Scienlfic Explanation, s. 334,444 ve "Explanalion and Predictıon by Covering Lawj," s. 125 vd. Hempel, "açıklama"nın (vb.) neden-açıklayıcı ve diğer olaylarda belirsiz olduğunu savunduğunda haksızdır. Kendisim, açıklama kavramını, ya da en azından merkezi açıklama kavramını çözümleyen alarak sunar. Fakat gerçekle ise, tek bir tür açıklamanın, neden-açıklayıcı türden açıklamanın yeteridik koşularını araştırıyor. Yaptığı şeyi yanlış tarif eden Hempel, çözümleme diye sunduğu şeyin genel olarak açıklama kavramı olduğu varsayımıyla kendisini eleştirenlere etkisiz bir şekilde yanıt venr olmasaydı, ayrım cansıkıcı olurdu. Genel bir kavram çözümlemesi, Hemfel'in girişiminden daha az ilginçtir. Herhalde, açıklamak, oldukça basit bir şekilde açık kılmaktır, dolayısıyla, neden açıklamak da nedeni açık kılmaktır, ne'yi açıklamak ne'yi açık kılmaktır vb. Hempel, gerçekten de, birşeyin neden öyle olduğunu açık kılmanın koşullarıyla ilgilenir. Hempel, ilgisinin bilimsel açıklama olduğunu da doğru bir şekilde söyleyemez. Bütün bilimsel açıklamalar neden-açıklamalar değildir ve bütün neden-açıklamalar da bilimsel açıklama değil. DNA yapısının iyi bir açıklaması bilimsel bir açıklamadır, fakat, herhangi bir şeyin neden öyle olduğunu açıklaması gerekmez. Diğer yanda, neden-soıulan, bilimsel-öncesi sorulup yanıtlanır ve, Hempel'in de kabul edeceği gibi, bilim, bu sorulara yanıt vermek için yararlanılabilir daha kesin ve daha teorik bir öğreti gövdesinden başka bir şey değildir. Şuadan neden-açıklamadan ilke olarak farklı sunul ursa, bilimsel neden-açıklama anlatımı doğru olmaz. Hempel, bu koşula uyar ve anlatımı hem doğru hem yanlış olduğu için, her iki bağlamda da hem doğnı hem yanlıştır.

288

kimse, bütün yararlı etkilerin işlev olduğunu söylemez/" Onlann anlatımına göre, işlevsel bir x açıklaması, x'in işlevinin açıklanmasıdır, yararlı etkderinin sınırlı sınıfından açık, sistematik bir tarifidir. Bu etkilere göndermeyle *'in açıklaması olmaz. Örneğin, Jt'in neden olduğu yerde bulunduğunu söylemeyi amaçlamaz. Bu görüşe göre, "karaciğerin işlevi sindirimi kolaylaştırmaktır" ifadesi, karaciğer sindirimi kolaylaştırdığı için vücutta olduğu imasını taşımaz: Sadece karaciğerin işlevinin ne olduğunu açıklar.0' Neden-sorulanna yamt olanların ve bu nedenle tercih ettiğimiz anlamda işlevsel açıklama olanların, ' V m işlevi z yapmaktır" hiçindi ifadelerin anlamına ait olduğunu düşünen Wright bu anlatımlara karşı çıkar. Dolayısıyla, işlevin yüklemlerini (özel türden) yararlı etkilerin yüklemleriyle özdeşleştiren bütün çözümlemeleri reddeder. Altbölüm (3)'te, işlevsel yüklemlerin çözümlenmesi sorununu işlevsel açıklamaların doğası sorunundan ayınyor ve çözümleme konularında tarafsız bir tutumu benimsiyoruz. Ayırt edilecek bakış açdanmn bir ön tanıtımı: Bize göre değü, "yarar teorisyenleri"ne ve Wright'a göre, işlevsel bir yüklem, işlevsel bir yüklem olarak, işlevsel bir açıklamadır. Onlann aksine, bize ve Wright'a göre, işlevsel bir açıklama, bir neden-sorusuna yanıt verir. Wright'tan farklı olarak, işlev atfeden ifadelerin anlamlan nedeniyle nedensorularma yanıt verdiklerini kabul etmiyoruz; yarar teorisyenlerinden farklı olarak da, beüi koşullar altında neden-sorulanna yamt verdiklerini savunuyoruz.

'"- John Canfîeld tipik bir yarar teorisyenidir; şöyle yazarı "Benim bir işlevim (S'deki) C yapmaktır ifadesi, benim C yaptığım ve C'nin yapılmasının S'ye yararlı olduğunu anlatır." Örneğin, "(omurgalılarda) karaciğerin bir işlevi safra salgılamaktır" demek, "karaciğer safra salgılar ve omurgalılarda safranın salgılanması yararlıdır" demektir ("Teleological Explanation in Biology," s. 290). '*- Bazı felsefecilerin, "x'in işlevinin açıklanması "m anlatmak için "x'ın işlevsel açıklanması" ifadesini kullanmaları talihsizliktir. Christopher Boorse'un belirttiği gibi, benzer şekilde, bir kişinin evlilik durumunun açıklanmasına o kişinin evliliksel açıklanması da denilebilir. (Bu kullanımın açıklanması için bkz. Scheffler, Analomy oflnquiry, s. 52-53 ve buna karşı çıkış için. aynı eser s. 123)

322

(3) İşlev-ifadelen ve İşlevsel Açıklamalar Kısaltmalar: Bir işlev-ifadesi, bir şeye bir ya da daha çok işlev yükler. Bir yarar-ifadesi, bir şeye bir ya da daha çok yararlı etki yükler. Bir öncelik-ifadesi, bir olayın başka bir olaydan önce geldiğini söyler. Larry Wright, işlev-ifadelerini şu ya da bu türden yarar-ifadelerine indirgeyen işlev-ifadesi çözümlemelerine karşı çıkar. Bu çözümlemelerin, işlev-ifadelerinin her zaman neden-sorularına yanıt vermeye yaradıklarım fark edemediklerini iddia eder: (1) ... işlevsel yüklemler [yani, işlev-ifadeleri] -isterseniz asli olarak- açıklayıcıdırlar. Salt bir şeyin x olduğunu, onun belli bir işlevi olduğunu söylemek, önemli türden bir x açıklaması sunmaktır.® Dolayısıyla Wright, "z'den ötürü x ordadır"ın 'Vin işlevi z yapmaktır"ın anlamının bir parçası olduğunu savunur.® Her işlevTİfadesi, "x neden ordadır?" biçiminde bir soruya yanıt vermeye uygundur. Wright, (1) lehine iki sav ileri sürer -burada sadece ikincisi incelenecek.'1' (l)*i değil, daha zayıf olan ikinci tezi desteklediğini göstereceğiz: (2) En azından bazı işlev-ifadeleri, açıklayıcı olarak tasarlanırlar. Wright'ın savının öncülü, "kalbin işlevi nedir?" ve "insanoğlunun neden kalbi vardır?" gibi soruların "bağlamsal eşdeğer"idir. Wright "bağlamsal eşdeğer"i açıklamaz; fakat, "uygun bağlanımda", "kalbin işlevi kan pompalamaktır"ın sözü edden iki soruya da yanıt verdiğini kabul edebüiriz. Peki uygun bağlam nedir? Wright söylemez; fakat açıkça, işlev-sorusuna yanıtın insanoğlunun neden kalbi bulunduğuna, yani belirtilen neden-sorusuna yanıt vereceğine dair bir inancın yönlendirdiği bir bağlamdır.
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF