Fizik Terimleri Sozlugu Hazirlayan Rauf Nasuhoglu Vd

May 3, 2017 | Author: Nihan Pekmen | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Fizik Terimleri Sozlugu Hazirlayan Rauf Nasuhoglu Vd...

Description

'FiziK TERiMLERi SOZLUGU

Rauf NASUHOOLU GOkc;e BINGOL

Hannh

GOR

Demir INAN

Nuri ONAL

A acun fes. t. dünya] [Aim. Weltall] [Fr. univers'] [îng. universe] : İnsanın bildiği tüm varlıklar, uzay, zaman, kuvvet, alan vb. kavram-, lar topluluğu. açık çevrim [es. t. açık devre] [Aim. offener Stromkreis] [Fr. circuit ouvert] [îng. open circuit] : Üreteç ve iletkenlerden oluşan uçları kapanmamış elektrik çevrimi. açıklık açısı [Aim. Ôffnungswinkel] [Fr. angle d'ouverture] [îng. aper­ ture angle] : B i r mercek yüzeyinin etkin çapının odak uzaklığına oranı. açılım [Aim. Entbünden] [Fr. dégroupement] [îng. debunching] : B i r eksicik demetinin elektriksel itişme yüzünden genişlemesi. açıölçer [es. t. gonyome>tre] ^Alm. Winkelmesser] [Fr. goniomètre] [îng. protractor] : Açı ölçmede ve çizmede kullanılan bölmeli araç. açısal büyütme [Aim. AngularvergrÖsserung] [Fr. 'grandissèment angu­ laire] [İng. angular magnification] : B i r nesnenin ışiksal bir araç­ tan bakıldığında görünüm açısının, çıplak gözle bakıldığı zamanki görünüm açısına oranı. açısal devinîrlik [es. t. açısal momentum] [Aim, Drehimpuls] [Fr. moment cinétique] [îng. angular momentum] : Dönme eylem­ sizliği ile açısal hızın çarpımı olan yönleçsel nicelik ya da devkıirliğkı üir eksene göre döngüsü. açısal hız [Aim. Winkelgeschwmdigkeit] [Fr. vitesse angulaire] [İng. angular velocity] : Radyan/sn. olarak ölçülen açısal yerdeğişim hızı. açısal itki [es. t. açısal impuls] [Aim. Drehimpuls] [Fr. impulsion angulaire] [îng. angular impulse] : B i r dizgeye uygulanan döngünün zamana göre tümlevi. P u nicelik özgür bir kütle için söz konusu ise, onun bir eksen çevresinde dönmesi ile ilgili açısal devinirliğe ver­ diği değişimle ölçülür. açısal ivme [Aim. Winkelbeschleunigung] [Fr. accélération angulaire] [îng. angular acceleration] : Açısal hızın radyan/sn ile ölçülen de­ ğişim hızı. 2

açısal sıklık

2

açısal sıklık [es. t. dairesel frekans] [Alm. Zirkularenfrequenz] [Fr. fréquence angulaire] [îng. angular frequency] : B i r eksen çevresmde dolanan özdaksal bir nesnenin birim zamandaki dolanım sayısı. açısal ucaylanım [es. t. açısal kutuplanma] [Alm. Zirkularenpalarisierung] [Fr. polarisation angulaire] [Jng. angular polarization] : Ucay­ lanım yönlecinin bir Özek çevresinde döndüğü salınım. ağ [es. t. şebeke] [Alm. Netzwerk] [Fr. réseau] [Ing. network] : Elekt­ riksel erkeyi bir bölge içine dağıtan iletken Örgüsü. ağdalı [es. t. viskoz] [Alm. viskos, zäh (flüssig)] [Fr. visqueux] [îng. viscous] : 1 — Akışkanlığı az olan sıvı ya da uçun halinin niteliği. 2 — B i r sıvının ya da uçunun akışkanlığını belirleyen nitelik. ağdalı akış [es. t. viskozlu akış] [Alm. Reibungsströmung] [Fr. écou­ lement visqueux] [îng. viscous flow] : Akışkanın katmanları arasın­ daki sürtünme kuvveti yüzünden katmanların birbiri üzerinde kay­ dığı burgaçsız akış. bak. kaygan akış. ağdalık [es. t. vizkozite] [Alm. Zähigkeit, innere Reibung] [Fr. visco­ sité] [îng. viscosity] : B i r akışkanın katmanları arasındaki iç sürtün­ meden kaynaklanan ve akışı engelleyen dirençlilik. ağdalık katsayısı [es. t. viskozite katsayısı] [Alm. Viskositätskoeffi­ zient] [Fr. coefficient de viscosité] [îng. viscosity coefficient] : Ağ­ dalı akışta, akışkan katmanların bağıl hızı ile teğetsel kuvveti bağla­ yan eşitlikteki, aJcışkana bağh belirtken katsayı. ağdalıkölçer [es. t. viskozinîetre] [Alm. Zähflüssigkeitsmesser] [Fr. viscosimètre] [îng. viscometer] : Sıvı ya da uçun halindeki bir akışkanın ağdalık katsayısını ölçmeye yarayan aygıt. ağıncık [Alm. Graviton] [Fr., îng. graviton] : Ağınım erkesi nicemi ni­ teliğinde olduğu varsayılan, bugüne dek gözlenmemiş bir parçacık. ağınım [es. t. gravitasyon] [Alm. Gravitation] [Fr., Ing. gravitation] : Eıtkileşen i k i kütlenin tutarları ile doğru, aralarındaki uzaklığın üstikisiyle ters orantılı olan karşılıklı çekim kuvveti. ağınım değişmezi [es. t. 'gravıiasyon sabiti] [Alm. Gravitationskons¬ tante] [Fr. constante de la gravitation] [îng. gravitational constant].'. Evrensel ağınım yasasının uzbilimsel yazımına giren evrensel değiş­ mez sayı (6,67xl0- din cm /gr ). 8

2

2

ağır evren ışınları [es. t. ağır kozmik ışınlar] [Alm. harter kosmische Strahlung] [Fr. lourds rayons cosmiques] [tng. heavy cosmic-rays] : Evren'in derinliklerinden kaynaklanan ve ağır öğeciık çekirdeklerin­ den oluştuğu bilinen ışınlar.

3

akım yoğunluğu

ağır Önelcîk [es. t. döterori] [Alm. Deuteron] [Fr. deutéron] [îng. deuteron] : Ağır hidrojenin bir önelcik ve ıbir ılınçiktan oluşan çekir­ deği. ağırlık [Alm. Schwere] [Fr. gravité] [ïnjg. gravity] : B i r nesne ile bir gökcismi arasmdaki ağmımsal çekim kuvveti ile özekkaç itim kuv­ vetinin, gökcisminin yakınında tartı ile ölçülen birleşik etkisi. ağırlık Özeği [es. t. ağırlık merkezi] [Alm. Schwerkraftzentrum, Schwerpunkt] [Fr. centre de gravité] [îng. center of gravity] : B i r cismin bütün ağırlığının toplandığı varsayılan nokta; cisim bu nok­ tadan desteğe ya da askıya alınırsa dengede kalır, ağırlıklı ortalama [Alm. gewagenes Mittel] [Fr. moyenne corrigée] , [îng. weighted mean] : B i r ölçümler kümesinin ortalaması alınırken, her ölçüm değerini küme içindeki saklığı ile çarparak hesaba alma yöntemi. ağırlıksızlık [Alm. Gewichtslosigkeit] [Fr. être sans pesanteur] [îng. weightlessness] ; B i r nesneye etkiyen ağınım çekiminin karşılanma­ sı sonucu o nesnenin durumu. Yeryuvarı çevresinde dolanan uydu­ lar ağırlıksız görünürler^ ak ışık [es. t. beyaz ışık] [Alm. weisses Licht] [Fr. lumière blanche] [îng. white light] : Görünür izgenin tüm renklerinin, doğal ışıktaki yeğinlikleri Ölçüsünde karıstınlmasıyla oluşan ışık. ak ışınım [es. t. beyaz radyasyon] [Alm. weisses Strahl] [Fr. radiation blanche] [log. white radiation] : Mondan kırmızıya değin tüm gö­ rünür renklerden sürekli izge veren ışınım. akı [es. t. flu] [Alm. Kraftfluss, Fluss] [Fr., îng. flux] : B i r alan içmde bulunan bir yüzeyin yüzey yönleci ile alan yÖnlecinkı sayıl çarpımı. ala yoğunluğu [es. t, flü yoğunluğu] [Alm. Flussdichte] [Fr. densité de flux] [îng. flux density] : Birim yüzeyden 'geçen yönüeçsel b i r ni­ celiğin toplam alan çizgileri sayısı. ekim [es. t. cereyan] [Alm. Strom] [Fr. courant] [înıg. current] : B i r iİDtkeıı özdak içinde özgür eksiciklerin, eksi ve artı üşerlerin elekt­ riksel alan etkisi ile 'akışları. akım sarmalı bak. sarmal. akım yeğinliği [es. t. akım şiddeti] [Alm. Stromstärke] [Fr. intensité du courant] [îng. strength of the current] : B i r çevrim boyunca birim zamanda akan yüklerin ampere olarak tutan. akım yoğunluğu [es. t. cereyan kesafeti] [Alm. Stromdichte] [Fr. densité de courant] [îng. current density] : 1 — ÜşerçÖzüşümde üşek1

ftlf|irmiıKTHit«1lk

4

lerin binon yüzeyi başına düşen akım. 2 — B i r iletkenin birim kesitin­ den geçen akım. akımnuknatıslık [es. t. elektromanyetizma] [Alm. Elektromagnetismus] [Fr. électromagnétisme]. [îng. electromagnetism] : Elektrik akımla­ rının mıknatıssat Özelliklerini ve uygulamalarını inceleyen doğabilim dalı. ı ' ! 11 akımmıknatıssal birimler [es. t. elektromanyetik birimler] [Alm. elekt­ romagnetische Einheit] [Fr. unités électromagnétiques] [îng. elect­ romagnetic units (emu) ] : Biniım mıknatıssal ucayın tanımına daya­ nan ogs elektrik birim dizgesi. akımmıknatıssal irkilim [es. t, elektromanyetik indüksiyon] [Alm. elekt­ romagnetische Induktion, Beeinflussung] [Fr. induction électro­ magnétique] [îng. electromagnetic induction] : B i r elektrik çevri­ minden geçen mıknatıssal akıyı değiştirerek bu çevrimde bir yük -süren kuvvet uyarımı. akımmıknatıssal izge [es. t. elektromanyetik spektrum] [Alm. elektro­ magnetisches Spektrum] [Fr. spectre électromagnétique] [îng. elec­ tromagnetic spectrum] : Dalga boylan birkaç milimetre ile birkaç bin metre aralığımda olan akımmoknatıssal dalgaların izgesi. akımölçer [es. t. ampermetre] [Aim. Amperemeter, Strommesser] [Fr. ampèremètre] [îng. ammeter] : B i r elektrik akımının, yeğinliğini ölçmeye yarayan aygıt. ani. amperölçer. akıölçer [es. t. flümetre] [Alm. Flussmesser] [Fr. fluxmètre] [îng. fluxmeter] : B i r çevrimin toplam mıknatıssal akışım Ölçen aygıt. akış çizeneği [es. t. akış diyagramı] [Alm. Strömungsbild] [Fr. diag­ ramme, d'écoulement] [İnıg. flow chart] : B i r akışkanın bütün akım çizgilerinin oluşturduğu çizenek. akış erkili [es. t. akış potansiyeli] [Ahn. Strömungpotential] [Fr. po­ tentiel de courant] [Ing. streaming potential] : B i r kılcal borudan ya da b i r zardan basınç altında akan bir sıvının oluşturduğu erkil. akış gerginliği [Alm. Streckspannung, Ftiessspannung] [Fr. cont­ rainte d'écoulement] [îng. yield stress] : Akma noktasındaki gergin­ lik. B u gerginliği aşmayan b i r dış 'kuvvet etkisinin yol açtığı uza­ malar tam esnek olacaktır, akış noktası [Alm. Fliessgrenze] [Fr. charge de rupture] [îng. yield point] ; Zorlama - zorlanma eğrisi üzerinde özdeğin zorlama etkisiyle kendini bıraktığı nokta.

5

alçak sıklık

akışbillm [es. t. reoloji] [Alm. Strömungslehre] [Fr. rhéologie] [îrxg. rheology] : Özdeğin akıcılığı ile ilgili ağdalık, esneklik, yoğrulabilirlik gibi özellikleri inceleyen bilim dalı. akışkan [es. t. seyyal] [Alm. Flüssigkeit] [Fr. fluide] [tag. fluid] : Be­ lirli bir biçimi olmayan, kuvvet etkisinde oylumu değişmeyen akıcı özdek. .akışkan sürtünmesi [Alm. Flüssigkeitsreibung] [Fr. frottement du liquide] [Ing. fluid friction] : B i r işlergenin devinen yüzeyleri ara­ sında kalan ince yağ yaygısı özdeciklermin sürtünmesi. akışkanlar işleybilimi [es. t. akışkanlar mekaniği] [Alm. Strömungsleh­ re] [Fr. mécanique des fluides] [Ing. fluid mechanİcs] : Akışkanla­ rın işleysel özelliklerini inceleyen doğabilim dalı. akışölçer [es. t. debimetre] [Alm. Durchflussmesser] [Fr. rhéomètre, débimètre] [Ing. flowmeter] : B i r borudan akan bir akışkanın top­ lam tutarını ölçen aygıt. akkor [Alm. W eis sglühend] [Fr. incandescent, chaude blanche] [Ing. incandescent, whitehot] : Yüksek sıcaklık etkisi ile ışıklı duruma giren cisimlerin özelliği. aktarım [es. t. transfer] [Alm. Verlegung, Übertragung] £Fr. transfert] [Ing. transfer] : Erkeyi ya da devinimi b i r yerden başka bir yere geçirme. aktinyum dizisi [Alm. Aktiniden] [Fr., İng. actuıides] : Doğal ışımetkin dizilerde aktinyum (Öğecİk sayısı 89) ile başlayıp lavrensiyuım (Öğecik sayısı 103) ile biten öğeler. alan [es. t. saha] [Alm. Feld] [Fr. champ] [Ing. fiélâ] : B i r Özdeğin, bir mıknatısın ya da bir elektrik yükü'nün çevresinde uyarılan ken­ dini 'kuvvet etkisi ile belli eden yönleçsel, doğaJbilimsel nicelik. alan yeğinliği [es. t. saha şiddeti] [Alm. Feldstärke] [Fr. intensité de champ] [ng. field strength] : Elektriksel, mıknatıssal ya da ağınımsal alanın bir noktasındaki birim yüke, birim akıma ya da birim kütleye etkiyen kuvvetle Ölçülen nicelik. alaşım [es. t. halita] [Alm. Legierung] [Fr. alliage] [Ing. aîtoy] : IkV ya da daıha çok metalin birlikte eritilmesi sonucu oluşan katı karı­ şım. alçak sıklık [es. t. alçak frekans] [Alm. Niederfrequenz] [Fr. basse fréquence] [tng. low frequency] ; 30-300 K H z sıklık aralığında bu­ lunan, genellikle akımmıknatıssal titreşimlerin ve dalgaların sıklığı.

alev İzgesi

6

alev izgesi [es. t. alev spektrumu] [Alm. Flammespektrum] [Fr. spectre de flamme]. [îng. flame spectrum] : Alevde uçun durumuna geçen bir özdegin izgesi. alfa ışınlan [Alm. Alphast rahlen] [Fr. rayons alpha] [Ing. alpha rays] ; K i m i ışımetkin öğelerce salman, artı i k i birim yüklü helyum çekir­ deklerinden oluşan ışınlar. jalfa parçacığı [es. t. alfa partikülü] [Alm. Alpha-Teilchen] [Fr. parti­ cule alpha] [İng. alpha partide] : Eksiciklerini yitirmiş, helyum öğeciğa çekİTdeği. algı [Ahn. Wahrnehmung] [Fr., tng. perception] : Dış dünyanın duyu­ sal etkilemelerinin bilinçte uyardığı izlenimler; söz konusu et­ kilemeler akımmıknatıssal dalgalar ve ses dalgalan aracılığıyla olur. algıç [es. t. dedektör] [Alm. Detektor] [Fr. détecteur] ling, detector]: Yüklü parçacıklarım ya da ışılcıklann içinden geçerken oluşturduklan üşerleşim ile kendilerini ele verdikleri G M sayacı, çiıtüşek gibi ay­ gıtlardan her biri. ' » algılama [es. t. deâeksiyon] [Alm. Auffinden] [Fr. détection] [Ing. detec­ tion] : 1 — B i r telsiz alıcısında, gelen bir elektriksel imlemin kiplendiği taşıyıcı dalgadan ayrılması. 2 — Yüklü parçacıkların sayaçlarla yüze çıkanlması. alıcı [es. t. reseptör] [Alm. Empfänger] [Fr. récepteur] [îng. recei­ ver] : 1 — B i r telefon çevrimindeki kiplenik akımlan ses dalgasına dönüştüren çevireç. 2 — B i r vericinin yayınladığı imlemleri işitilebilir imlere dönüştüren düzenek. alıcı uyarga [es. t. anten] [Aim. Antenna] [Fr. antenne] [Ing. antenna]: Akımmıknatıssaıl dalgaların algılanmasında kullanılan, çoğu i k i ucu yalıtılmış iletken tel ile dıoğrultucu gereçten oluşan düzenek. alım [es. t. admitans] [Aim. Admittance, Scheinleitwert] [Fr., îng. admittance] : B i r elektrik çevriminin celisinin (dalga direncinin) tersi. alınganlık [es. t. suseptibilite] [Alm. Suszeptibilität] [Fr. susceptibilité] [îng. susceptibility'] : 1 — B i r özdeğin mıknatıslanma yeğinliğinin mıknatıslama kuvvetine oram, 2 —. B i r icyüküldeki ucaylanımım, bu ucaylanıma neden olan elektriksel alan yeğinliğine oranı. alkım bak. Izge. alt-lm [es. t. indis] [Alm. unterer index] [Fr. indice] [Ing. subscript] : Bir simgenin alt yanına yazılan sayı ya da im. alt-fcabuk [Alm. Ünterhüllc] [FJT. sous-couchel [tng. subshell] : B i r

7

Ampère kuralı

öğeciğin eksicîklerinin oluşturdukları kabuğun -mıknatıssal nicem sayışma bağlı olan katmanları. alt-üşek [es. t. katot] [Aim. Kat(h)ode] [Fr., İng. cathode] : Bir üşerçözükte artı üçerleri çeken, eksileri iten, elektriksel erkili düşük olan üşek. alt-üşek düşümü [es: t. katot düşüşü] [Aim. Kathodenfall] [Fr. chute de cathode] [îng. cathode drop] : 1 — Bir radyo lambasında ya da bir gözede elektriksel erkilin alt-üşek önünde keskin düşüşü. 2 — Işık yaylı kaynak aygıtında yayla alt-üşek arasındaki gerilim düşüşü. alt-üşek ışıldaması [es. t. katot lüminesan^t] [Aim. Kathodoluminesenz] [Fr. luminescence cathodique] [îng. calhodoluminescence] : Alt-üşek ten gelen eksicik ışınlarıyla uyanlrm^ ışıldama. alt-üşek ışınlan bak. eksicik ışınları. alt-üşek ışınlan borusu [es. t. katot ışınları tübü] [Aim. Kathodenstrahlenröhre, Oszillographenröhre] [Fr. tube à rayons cathodiques] [îng. cathode-rays tube] : Titreşimgözler, televizyon gibi aygıtlarla gö­ rüntü oluşturmakta kullanılan, içimle eksicik ışınlarının üretildi­ ği, havası boşaltılmış, en az üç üşekten oluşan geniş tabanlı cam boru. alt-üşek l a m [es. t. katot kılıfı] [Aim. KathoâenglimmschicM] [Fr. gaine de cathode] [İng. cathode sheath] : Uçunlu elektriksel bo­ şalım borusunda alt-üşek ile sık-üşer bölgesi arası. alt-üşek tozlammı [es. t. katot tozlanması] [Aim. Kathodenzerstaubung] [Fr. pulvérisation cathodique] [İng. cathode sputtering] : Alt-üşekte oluşan üşek Özdeği tozunun, üsUişeği ve boşalım boru­ sunun, iç yüzeyini kaplaması. al t düzey [A)m. Unterniveau] [Fr. sous-niveau] [İng. sublevel] : B i r Öğecik eksiciklerinin alt nicem durumları ya da aılt erke düzeyleri. altgeçirim [Aim. Tiefpass] [Fr. passe-bas] [îng. low pass] : Belli bîr sınırın altındaki bütün sıklıkların geçirilerek bu sınırın üstündekilerin yok edilmesi. altgeçirim süzgeci [Aim. Stromreiniger] [Fr. filtre passe bas] [îng. low-pass filter] : Belli b i r sıklığın altındaki titreşimleri geçiren, üstündekileri tutan bir dalga süzgeci. ampere [es,, t. amper] [Aim., Fr., îng. ampère] : Elektrikte kullanılan akım yeğinliği birimi. Ampère kuralı [es. t. amper kaidesi] [Aim. ampèresche Schwimmerre¬ gel] [Fr. règle d'Ampère] [îng. Ampère's rule] : Elektrik akımının

8

amperölçer

yönü ile bu akımın uyardığı mıknatıssal alanın yönünü belirten ku­ ral. amperölçer bak. .akımÖlçer ampersaat [Aim. Amper es t ünde] [Fr. ampère-heure] [İng. ampere -hour] : B i r iletkenin bir kesitinden geçen bir ampere'lik değişmez akımın bir saatlik sürede taşıdığı elektrik yükü tutan. ampersanm [Aim. Amperewindung] [Fr. ampère-tour] [İng. ampere -turn] : B i r sarımdan geçen bir ampere'lik akımın etkisine karşılık gelen, mıknatıssal yük-süren kuvvet birimi. ana düzlem [Aim. Hauptebene] [Fr. plan principal]' [İng. principal plane] : Çift kinci bir buzsulda bakış ekseni ile olağan ışını ya d a , olağandışı ışını kapsayan düzlem. ana eksen bak. asal eksen ana kesit [Aim. Hauptschnitt] [Fr. section principale] [İng. principal section] : Çift kinci bir buzsulun bakış ekseni boyunca geçen ve yüzeylerinden birine dik olan düzlem. ana Öğe [es. t. baş eleman] [Aim. Ausgangselement] [Fr. élément original] [İng. parent element] : 1 — B i r ışımetkin dizinin baş öğesi. 2 — Parçalanarak başka bir ışımetkin öğe veren. angstrom [Aim. Angstrom] [Fr., İng. angstrom] : İzgeölçüm-de kul­ lanılan ve 10~ cm.ye eşit olan uzunluk birimi, anlık [es. t. ani] [Aim. momentan, augenblickHch] [Fr. instantané] [İng. instantaneous] : Küçük ya da sonsuz küçük bir sürede olan. anlık akım [es. t. ani akım] [Aim. Momentanstrom] [Fr. courant instantané] [İng. instantaneous current] : Zamanla değişen akımın anlık değeri. 13

ara kestirutı [es. t. interpolasyon] [Aim. Interpolation] [Fr., İng. inter­ polation] : B i r Ölçümler dizisinin terimleri arasında kalan Ölçülme­ miş noktalardaki değerleri bulma işlemi. aralık [Aim. Spalte] [Fr. espace, intervalle] [İng. gap, interval] •' 1 — İki üşek arasmda bir kıvılcım ya da yay atlamasının oluşabile­ ceği uzaklık. 2 — B i r mıknatıssal çevrimin iki parçasını ayıran hava aralığı. 3 — Belirli i k i değer arasındaki bölge. aramıknatıssal [es. t. metamanyetik] [Fr. métamagnétique] [ing. metamagnetic] : Uygulanan alanın doğrultusuna ya da yeğinliğine göre ya da başka -koşulların değişimi ile dizilmıknatıs ya da ters dizilmıknatıs olan (özdek).

9

artı mıknatıssal ucay

ardıl çarpım [es. t. faktöriyel] [Alrtı. Faktorielle] [Fr. factorielle] [Ing. factorial] : B i r sayının l'den kendisine dek bütün tüıms ayılarla çar­ pımı sonucu. ardışık bağlanım [es. t. seri bağlama] [Alm. Reihenschaltung] [Fr. couplage en série] [Ing. connection in séries] : B i r elektrik çevrimin­ de çevrim öğelerini, tümünden aynı akım geçecek biçimde, birbiri ar­ dı sıra bağlama. ardışık dizi bak. ardışık bağlanım. ardışık motor [es. t. seri motor] [Alm. Serİenmotor] [Fr. moteur de série] [İng. séries motor] : Mıknatıssal alan oluşturan kangalları ile döngeni ardı sıra bağlanmış elektrik işlergesi. ardışık yaklaştııım [Alm. Itération] [Fr. itération] [İng. itération] : B i r işlemi art arda uygulayarak doğru değere yaklaşma. an îzge [es. t. saf spektrum] [Alm. reines Spektrum] [Fr. spectre pur] [İng. pure spectrum] : Her noktası belli bir dalga boyunu tutan izge. arıtım [es. t. 'tasfiye etme] [Alm. Raffinieren] [Fr. raffinement] [Ing. refinement] : Şeker, yeryağı, metal gibi özdeklerin katışıklardan ay­ rılara^ elde edilme işlemi. artı [es. t. zait] [Alm. positiv] [Ff. positif] [Ing. positive] : 1 — B i r imleme anlaşmasında eksi doğrultumın tersine yönelmiş sayılan doğ­ rultu. 2 — Yalnız i k i eşlemi bulunan nesnelerden birine verilen i m : artı yük giıbi. 3 — Sayıların sıfırdan büyük olanlarına verilem i m . 4 — i k i sayının, i k i niceliğin toplama işlemini belirleyen i m . artı buzsul [es. t. pozitif kristal] [Alm. positiver Kristali] [Fr. cristal positif] [Ing. positive crystal] : Olağandışı ışığın kınlım imleci ola­ ğan jşığinkınden büyük Olan çift kırıcı yönser buzsul. artı çekirdek bak. öğecik çekirdeği. artı dikeç [es. t. pozitif sütun] [Alm. positive Saule] [Fr. colonne po­ sitive] [Ing. positive column] : Uçunlar içindeki elektrik boşalımın­ da üst-üşek yanındaki ışıklı bölge. artı ışm çözümlemesi [es. t. pozitif ışın analizi] [Alm. positive Strah¬ leanalyse] [Fr. analyse de rayon positif] [Ing. positive-ray analysis] : bak. kütle izgeçizeri. artı ışınlar [es. t. pozitif ışınlar] [Alm. Anödenstrahlen] [Fr. rayons positifs] [İng. positive rays] : Artı yük taşıyan parçacıklardan oluş­ muş demet. artı mercek bak. yakınsak mercek. artı mıknatıssal ucay bak. kuzey mıknatıssal ucay.

artı User

10

artı üşer [es. t. katyon] [Alım. Kation] [Fr., îng. cation] : Elektriksel alan içinde, alan çizgileri doğrultusunda alt-üşeğe doğru devinen üşer. artı üşer akımı [es. t. katyonik akım] [Abu. kation Strom] [Fr. courant cationique] [Img. cationic current] : Akımın artı üşerlerle taşman kesimi. artı üşer salımı [es. t. pozitif İyon emisyonu] [Alm. Emission der po­ sitiver Ion] [Fr. émission d'ion positif] [îng. positive-ion émission] : isılüşerleşim yoluyla artı yüklü parçacıklar salımı. artıcık [es. t. pozitron] [Alm. Positron] [Fr., îog. positron] : Eksicik ile eş kütleli, karşıt yüklü temel parçacık. artık [es. t. bakiye] [Alm. Rückstand] [Fr. résidu] [îng. residue] : Belirli bir işlem sonucunda geriye kalan, artan. artık direnç [Alm. Restwiderstand] [Fr. résistance résiduelle] [îng. residual résistance] : B i r metalin elektriksel dú"encinin düşük sı­ caklıklarda kalan, sıcaklıktan bağımsız bölüğü. artık gerginlik [Alm. Eigenspannung] [Fr. tension résiduelle] [íng. residual stress] ; B i r katınm esneklik smınmm ötesinde gerilmesi sonucu, kuvvet kalktıktan sonra kalan gerginliği. artık ışınım [Alm. Restsrahlung] [Fr. radiation résiduelle] [îng. resi­ dual radiation] : Ak ışık haline giren bir katı özdeğin, ışınım çıktı­ sını buzsul yüzeylerde art arda yansımalara uğrattıktan sonra kalan tek-renk kızılaltı ışınım. artık irkilim [es. t. residual indüksiyon] [Alm. remanente Induktion] [Fr. induction résiduelle] [îng, residual induction] : Doyurucu mık­ natıslama alanı kalktıktan sonra bir denekte kalan muknatıssal irki­ lim.' , artık mıknatıslanın! [Alm. zurückbleibende Magnetisierung] [Fr. rémanence] [îng. remanence] : Demirmıknatıssal bir cismin etkile­ yici mıknatıssal alan sıfıra düşünce koruduğu mıknatıslık. artık üşerleşim [es. t. residual iyonlaşma] [Alm. Restionisation] [Fr, ionisation résiduelle] [îng. residual ionization] : Kapalı bir yerdeki havanın ya da başka bir uçunun evren ışınlarından kaynaklandığı sanılan üşerleşim durumu. asal eksen [es, t. optik eksen], [Alm. Hauptachse] [Fr. axe principal] [Ing. optical axis, principal axis] : Yuvarsal bir merceğin ya da aynanm yüzey özeğinden ve ışıksal özeğinden geçen doğru. asal odak [Alm. Hauptbrennweite] [Fr. foyer principal] [îng. principal focus] : B i r merceğin ya da küresel b i r aynanm bakış ekseni ile bu eksene koşut gelen ışınların kesiştiği nokta.

11

atım

asalak salınım [es. t. parazit salınım] [Alm. Störschwingungen] [Fr. oscillation parasite] [îng. spurious oscillation] : B i r eksiciksel ay­ gıtta oluşan amaç dışı salınım. . asıltı [es. t. emülsiyon] [Alm. Emulsion] [Fr. emulsion] [îng. emul­ sion] : Karışmaz i k i sıvıdan birinin öbürünün içinde çok küçük damlacıklar halinde asılı kaldığı incelmiş karışım. asıltın uçun [Fr. aérosol] [İng. aerosol] : Katı ya da sıvıların bir uçun ortamda ince parçacık ya da damlacık 'halinde dağılarak asılı kaldh ği karışım. aşırı kısa dalgalar [es. t. ultra kısa dalgalar] [Alm. Vitrakurzwellen] [Fr. ondes ultracourtes] [tng. ultrashort waves] : Dalga boylan 10 m. ile 3 om. arasında bulunan akımmıknatıs&al dalgalar. aşın yüksek sıklık [es. t. hiperfrekahs] [Alm. Höchstfrequenz] [Fr. hyperfréquence] [îng. ultrahigh frequency] : Telsizle iletişimde ya­ rarlanılan 300'den 3000 MHz'e dek varan sıklıktaki alumınıknatıssal dalgalar. aşınerkil [es. t. aşırı potansiyel] [Alm. Überpotential] [Fr. surpotentiel] [îng. overpotential] : Üşerçöziişüm çözümlemede bir üşekten bir üşeri uçun olarak ayırmak için gerekli gerilimin, uçunun çözeltiye göre değme gerilimini aştığı volt tutarı. aşımsıtım [Alm. Überheissung] [Fr. surchauffement] [îng. overhea­ ting] ; Metallerin ısı ile işlenmesinde, uygun tane büyüklüğü veren sıcaklığın üstünde ısıtılmaları. aşırıiletkenlik [es. t. süper iletkenlik] [Alm. Supraleitfähigkeit] [Fr. supraconductivité] [îng. superconductivity] : B i r metalin belirli ve düşük bir sıcaklığın altında tüm elektriksel dirençliliğini yitirerek tam iletken haline girmesi. aşmsoğutulmuş [Alm. überkühlt, unterkühlt] [Fr. surréfrigéré] [îng. supercooled] : Donma noktasının altına değin soğutulduğu halde fcatılaşmamış (nesne), aşırıyüklenim [es. t. sürşarje] [Alm. Überladung, Überlast] [Fr. surcharge] [îng. overload] : Elektriksel bir aygıta taşıyabileceğinin üstünde akım verme, atarca [es. t. pulsar] [Alm. Pulsar] [Fr., îng. pulsar] : Yeğinliği atımlı biçimde değişen akımmıknatıssal dalgalar salan gökcismi, atım [es. t. puls] [Alm. Impuls] [Fr. pouls] [îng. pulse] : Ahşılmış değeri değişmeyen akım, gerilim gibi bir niceliğin kısa süreli patlar­ casına artıp sÖnüşü.

12

atınım

atınım [es. t. pulzasyon] [Alm. Pulsierung] [FT., îng. pulsation] : 1 — Eşit aralıklarla yinelenen atım. 2 — Dalgalı akımın bir yönde­ ki akışı sırasında eksicik dalgasmın kabarması. atış bilgisi [es. t. balistik] [Alm. Ballistik] [Fr. balistique] [îng. ballistics] : Mermi atışlarım inceleyen işleybilim dalı. atışlı akımölçer [es. t. balistik galvanometre] [Alm. ballistisches Gal­ vanometer] [Fr. galvanomètre balistique] [îng. ballistic galvano­ meter] : Anlık b i r akım atımının taşıdığı elektrik yükü tutarını ve­ ren akımölçer. atışlı sarkaç [es. t. balistik sarkaç] [Alm. ballistisches Pendel] [Fr. pendule balistique] [îng. ballistic pendulum] : B i r merminin yatay hız birleşenini ölçmek için kullanılan ve bir düzlemde salmabilen nesne. • Avogadro değişmezi [es. t. Avogadro sabiti] [Alnı. avogadrosche Zahl] [Fr. constante d'Avogadro] [îng. Avogadro constant] : B i r özdecik gramdaki özdecik sayısı : 6,02 x 10 . 23

Avogadro sayısı bak. Avogadro değişmezi. Avogadro yasası [es. t. Avogadro kanunu] [Alm. avogadrosches Gesetz] [Fr. hypothèse d'Avogadro-Ampère] [îng. Avogadro's law] : Özdeş sıcaklık ve basınç koşullarında, eşit oylumdaki uçunların özdeş sayıda özdecik içerdiğini belirten yasa. ayar dönüştüreci [es. t. ayar transformatörü] [Alm. Abstimmtransfor­ mator] [Fr. transformateur syntonisateur] [îng. tuning transformer]: Telsiz iletişimi alıcı çevrimlerinde kullanılan ve demir çekirdeği olmayan erkil dönüştüreci. ayarlık [Alm. Eichmass] [Fr. jauge] [îng. gauge] : Basınç, çap, akım, alan gibi doğabilimsel niceliklerin ölçümünde ya da denetiminde kullanılan araç. ayça [es. t. menisk] [Alm. Meniskus, Flüssigkeitskuppe] [Fr. ménisque] [îng. meniscus] : B i r ince boru içindeki sıvı yüzeyinin kılcallık etkisi yüzünden çukurlaşması ya da tümsekleşmesi. ayça mercek [es. t. hilal mercek] [Aim. Halbmuschel-Brillenglas] [Fr. lentille ménisque] [îng. meniscus lens] : B i r yüzü çukur, öteki tüm­ sek olan yakınsak mercek. aydınlıkölçer [es. t. lüksmetre] [Alm. Beleuchtungmesser] [Fr. luxmètre] [îng. luxmeter] : Aydınlanma yeğinliğini ölçmede kul­ lanılan ışılölçer. ani. lüksölçer.

bağ

13

aygıt [es. t. cihaz] [Alm. Apparat] [Fr. appareil] [Ing. apparatus] : B i r görüngüyü gerçekleştirmek, gözlemlemek, bir büyüklüğü ölç­ mek gibi etkinliklerde duyu örgenlerimizin algılama sınırlarım ge­ nişletmeye, yarayan her çeşit düzenek. ayıklayıcı [es. t.- diskriminatör] [Alm. Frequenzdiskriminator, Diskriminator] [Fr. discriminâteur] [îng. discriminator] : Sıklık ya da evre kiplenimini genlik kiplenimine dönüştüren eksiciksel bir aygıt. ayırgan[es. t. dispersif] ,[Alm. Streuend] [Fr. dispersif] [îng. disper­ sive] : Geçirdiği ışınlan birbirinden ayıran dalga taşıyıcı (ortam). ayıncı buzsullaşım [es. t. ayırıcı billurlaşma] [Alm. Fraktionierte Kristallisation] [Fr. cristallisation fractionnée] [îng. fractional crystallization] : Buzsullaşabilir bir Özdeksel karışımı çözeltisinden, tikel buzsuillaşım ile özdeklere ayırma. ayıncı damıtım bak. tikel damıtım. < ayna bak. yansıtaç I „ ayna görüntüsü [Alm. Spiegelbild] [Fr. image au miroir] [îng. mirror image] : B i r cismin sağ-sol tersliği göstererek görüntüsünün ayna­ da yansıması. aynanın asal ekseni [es. t. aynanın optik ekseni] [Alm. optische Achse des Spiegels] [Fr. axe optique d'un miroir] [îng. principal axis of a mirror] : Çukur ya da tümsek aynanın eğrilik özeğinden orta nok­ tasına giden doğru çizgi; bu doğru boyunca giden ışın gittiği yoldan geri döner. aynlganlık [es. t. dispersivite] [Alm. Dispersitätgrad] [Fr. dispersivl té] [Ing. dispersivity] : B i r ortamda yayılan çeşitli sıklıkta dalga karışımını oluşturan birleşenlerin yayılma hızlan (kınlım imleçleri) değişik olduğu için birbirlerinden aynlmalan. ayrılım [es. t. dispersiyon] [Alm. Verteilung] [Fr., Ing. dispersion] : Ak ışığın bir mercekten ya da b i r üçgen biçikten geçerken, kirilim imleçleri değişik olan renklerin değişik açılarda kırılarak birbirle­ rinden aynlmalan. aynşım [Alm. Zersetzung] [Fr. décomposition] [îng. decomposition] : B i r bütünün çeşitli etmenlerin etkisi altında, kurucu öğelerine aynlması. B bağ [Alm. Bindung] [Fr. lien] [îng. bond] : B i r özdecik oluşumun­ da ilci Öğeciğin kimi dış eksiciklerinin ortaklaşa kullanımı ile ya da eksicik alışverişi ile sağlanan bağlanım.

bağ erkesi

14

bağ erkesi bak. bağlanım erkesi. bağ yeğinliği [es. t. bağ şiddeti] [Alm. Bindungsfestigkeit] [Fr. force de liaison] [îng. bond strength] : B i r özdeciğin belli b i r değerlik bağını çözmeık için gerekli erke. bağıl [es. t. izafi] [Alm. relativ] [Fr. relatif] [Ing. relative] : özdeş türden başka bir şeyle karşılaştırılarak ölçülen ya da değerlendirilen (nicelik). bağıl, ağdalık [es. t. izafi viskozite] [Alm. relative Viskosität] [Fr. viscosité relative] [îng. relative viscosity] : B i r çözeltinin ağdalığı¬ nın çözücününkine oranı. bağıl ağırlık [es. t. izafi ağırlık] [Alm. relatives Gewicht] [Fr. poids relatif] [îng. relative weight] : Oksijen öğeciğinin ağırlığım 16 sa­ yan bir tabana 'göre b i r öğenin öğeciksel ağırlığı. bağıl nem [es. t. izafi rutubet] [Alm. relative Feuchtigkeit] [Fr. humidité relative] [îng. relative humiâity] : Havada belli bir oylum­ da belli bir sıcaklıkta bulunan su uçuğu basıncının (ya da tutarı­ nın) havayı o sıcaklıkta doyuran uçuk'•basıncına (ya da tutarına) oranı bağıl yoğunluk [es. t. izafi yoğunluk] [Alm. Dichteverhältnis] [Fr. densité relative] [îng. relative density] : B i r özdeğin belirli oylum­ daki kütlesinin,'ölçün olarak alınan başka 'bir özdeğin eşit oylum­ daki kütlesine orana. bağlaç [es. t. konektör] [Alm. Stecker, Steckverbinder] [Fr. connec­ teur] [îng. connecter] : İletkenler arasında elektriksel bağıntıyı sağlayan gereç. bağlak [es. t. röle] [Ahn. Relais] [Fr. relais] [îng. rélay] : B i r çevri­ mi uzaktan açıp kapamak için .kullanılan alommıknatıssal aygıt. bağlanım erkesi [es. t. bağlanma enerjisi] [Alm. Bİhdungsenergie] [Fr. énergie de liaison] [îng. binding energy] : B i r dizgeyi oluşturan parçacıklardan birini dizgeden kurtarmak ya da dizgeyi kurucu parça­ cıklarına ayırmak için gerekli erke. bağlantı [Alm. Verbindung] [Fr. liaison] [îng. linkage] : İletken sa­ rımlarından oluşan kapalı b i r akım çevriminde sarım sayısı ile mıknatıssal akı çarpımı. bağlantı ucu [Alm. Klemme, Polklemme] [Fr. borne, terminal] [îng. terminal] : B i r çevrimde üreteç ucaylarını çevrime bağlayan ekleme parçalan.

15

bakışımsızlık

bağlaşım [es. t. kuplaj~\ [Alm. Kopplung] [Fr. couplage] [İng. coup¬ ling] : Salıngan yapılar arasında erke alışverişi ile etkileşimler oluşmasını sağlayan ilişki. bağlaşım ilmeği [es. t. kuplaj ilmeği] [Alm. Kopplungschleife, Koppelschleife] [Fr. boucle de couplage] [îng. coupling loop] : Dış çevrimi b i r dalga kılavuzuna ya da bir çınlaca bağlayan gereç. bağlaşımı bozma [Alm. Entkuppelung] [Fr. découplage] [Ing. decoup¬ ling] : İki ya da daha çok dizge arasındaki bağlaşımı ayırma, erke alışverişini kesme. bağlı hal [Alm. gebundene Zustand] [Fr. état lié] [îng. bound state] : Erkil engelini aşmaya yeterli erkesi olmadığı için bir erkil çukuru içinde bağlı kalan dizge. bakışım [es. t. simetri] [Alm. Symmetrie, Spiegelgleİchheit] [Fr. symétrie] [îng, symmetry] : B i r biçimin, bir nesnenin parçalan arasında, b i r noktaya, bir çizgiye ya da bir düzleme göre tam kar­ şılıklı olma durumu. B i r nesne ile düz ayna görüntüsü bakışım­ lıdır, bakışım düzlemi [es. t, simetri düzlemi] [Alm. Symmetrieebene] [Fr. plan de symétrie] [îng. plane of symmetry] : B i r nesneyi bir yarısı ötekinin ayna bakışımlısı olan i k i parçaya ayıran sanal düzlem. bakışım özeği [es. t. simetri merkezi] [Alm. Symmetriemittelpunkt] [Fr. centre de symétrie] [İng. center of symmetry] : B i r buzsul için­ de bir nokta. B u noktadan geçen herhangi bir çizgi, buzsulu karşıt doğrultuda eşit uzaklıklarda keser. bakışım sayıları [es. t. simetri sayüan] [Alm. Symmetriezahl] [Fr. nombres de symétrie] [îng, symmetry numbers] : B i r nesnenin ya da öğeciklerden oluşan bir yapman değişik bakışım düzlemlerinin sayılan. bakışımlı [es. t. simetrik] [Alm. spiegelbildlich gleich] [Fr. symét­ rique] [İng. symmetrical] .: Noktalan belirli düzlemlere, eksenlere ya da noktalara göre yer değiştirince özdeş biçimde kalan cisimle­ rin ya da işlevlerin özelliği. bakışımsız [es. t. simetrik olmayan, asimetrik] [Alm. asymmetrisch, Unsymmetrisch] [Fr. asymétrique] [İng. asymmetrical] : Bakışım Özelliği olmayan; hiçbir noktasına, bir çizgisine ya da düzlemine gö­ re bakışımlı olmayan bir nesnenin ya da bir işlevin özelliği. bakışımsızlık [es. t. asimetri] [Alm. Vnsymmetrie, Asymmetrie] [Fr asymétrie] [İng. asymmetry] : Bakışım özelliği olmama durumu.

Balmer dizileri

16

Balmer dizileri [es. t. Balmer serileri] [Alm. Balmer-Serie] [Fr. séries de Balmer] [îng. Balmer séries] : Hidrojen öğeciğinin görünür böl­ gedeki ve yakın moriistiindeki çizgisel izgesi. basamak [es. t. mertebe] [Alm. Ordnung] [Fr. ordre] [Ing. order] : 1 — B i r sayının İO'un tümsayılı üstleri olarak büyüklük düzeyi. 2 — B i r işlevin kaç kez türevinin akndığını gösteren sayı; bir tü­ revli denklemin en yüksek türevli terimi. basamaklı ağ [es. t. basamaklı şebeke] [Alm. Stufengitter] [Fr. échelon] [İng. échelon] : îzgeölçümde çok büyük çözüm gücü ge­ rektiğinde bayağı ağ yerine kullanılan ve tam eşit kalınlıkta cam yaprak takımından oluşan kırınım ağı. basıgözetir [Alm. Barostat] [Fr. barostate] [îng. barostat] : Basınç de­ netleyici araç. basıgözler [es. t. baroskop] [Alm. Baroskop] [Fr., îng. baroscope] : Açık hava basıncı değişimlerini izleyen araç. basınç [es. t. tazyik] [Ahn. Druck] [Fr. préssion] [îng. pressure] : Bir akışkanın değdiği yüzeye uyguladığı itme kuvvetinin birim yü­ zeye düşen tutarı. ' basınç bayırhğı [es. t. basınç gradyenti] [Alm. Druckgefalle] [Fr. gradient de pression] [îng. pressure gradient] : Basıncın eşbasınç çizgilerine dik doğrultuda değişim hızı ya da değişim oram. basınç kayması [Alm. Druckverschiebung der Spektrdlliniön] [Fr. déplacement de pression] [îng. pressure shift] : B i r ışınım kayna­ ğının yüksek basınç altında ışıdığı izge çizgilerinin dalga boyunda yol açtığa değişim. basınçölçer [es. t. barometre] [Alm. Luftdruckmesser] [Fr. baromèt­ re] [İng. barometer] ': Açık hava basıncını ölçmeye yarayan aygıt. basınçölçüm [es. t. barometri] [Fr. barométrie] [îng. barometry] : Açık hava basınç ölçülerini değerlendiren etkinlikler. basıölçer, [es. t. manometre], [Alm. Druckmesser] [Fr. manometre, manomètre à gaz] [îng. manometer] : B i r uçunun basıncını ölç­ meye yarayan aygıt. E n yalım içinde'sıvı bulunan bir U-borusu olup kollardaki sıvı düzeyindeki değişim basınç değişimini ölçer. basolçer [es. t. piezometre] [Alm. Piezometer] [Fr. piézomètre] [İng. piezometer] : B i r sıvının sıkışabilirliğini ölçmeye yarayan aygıt. bastına kafes [Alm. Bremsgitter] [Fr. grille suppresseur] [İng. suppressor grid] : Üst-üşeğin Ötesine yerleşmiş ve alt-üşeğin geri­ liminde tutulan ikincil eksieik yayımını önleyici kafes.

17

beklenti

bastın [Fr., İng. suppression] : B i r işimin bir birleşenini eleme. basyÜklenim etkisi [es. t. piezoelektrik etki] [Alm. Piezöeffekt] [Fr. effet piézo-éîectrique] [İng. piezoelectric effect] : K i m i buzsullara uygulanan baskıların elektriksel atımlara dönüşmesi ve bunun ter­ si olay. basyüklenimli buzsul [es. t. piezoelektrik kristal] [Alm. piezoelektrisc­ her Kristall] [Fr. cristal piézo-électrique] [tng. piezoelectric crystal] : B i r elektrik gerilimi etkisi ile b i r ekseni boyunca uzayan ve başka bir ekseni boyunca büzülen buzsul. basyüklenimli çınlaç [es. t. piezoelektrik rezonatör] [Alm. piezoelekt­ rischer Resonator, Kristall Resonator] [Fr. résonateur piézo-élec­ trique] [İng. piezoelectric resonator] Dalgalı elektriksel gerilimle çınlanıma getirilerek belirli sıklıkta işleysel titreşimler elde etmeye yarayan, basyüklenimli buzsuldan kesilmiş çubuk ya da pul. basyüklenimli sahngaç [es. t. piezoelektrik osilatör] [Alm. Kristalloszilator] [Fr. oscillateur piézo-électrique] [İng. piezoelectric oscilla­ tor] : Çevrimi içinde sıklığı denetlemekle görevli bir basyüklenimli çınlaç buzsulu bulunan elektriksel salıngaç. Sesüstü üretmekte kul­ lanılır. basyüklenimli üreteç [es. t. piezoelektrik jeneratör] [Alm. piezo­ elektrische Generator] [Fr. générateur piézo-électrique] [İng. piezoelectric generator] : Elektriksel dalgalı erkil kaynağı olarak kullanılan buzsuJkı çevrim. başat terim [Alm. Anfangsglied] [Fr. terme principal] [İng. leading term] : Birlikte bulunduğu öteki terimlere göre belli b i r özellikçe baskın olan terim. başnokt» [es. t. orijin] [Alm. koordinaten Anfang] [Fr. origine des coordonnées] [İng. origine of coordinates] : Yerlem çatkısında eksenlerin kesiştiği (başladığı) sıfır yerlemli nokta. başucu [es. t. zenit] [Alm. Zenit] [Fr. zénith] [İng. zenith] : Yeryü­ zünde ayakta duran bir insanın tepesi doğrultusunda sonsuz uzak­ ta bulunan nokta. ani. başüstü. başüstü bak. başucu bayırlık [es. t. gradyent] [Alm. Gradient] [Fr., İng. gradient] : Birle­ şenleri, bir sayıl işlevin x, y, z yerlemlerine göre tikel türevleri ola­ rak tanımlanan yÖnleçsel işlev. beklenti [es. t. tahmin] [Alm. mathematische Erwartung] [Fr. espérance mathématique] [İng. expectation] : Deneysel verilerden ve hesaplardan belirli b i r sonucu bekleme.

18

belen

belen [es. t. minimum] [Alm. mindestmass] [Fr., îng. minimum] : B i r işlevin yakınlarında bulunan noktalara bakınca en düşük değerini aldığı nokta; işlevin beleninde türevi safir değer alır. belgin [es. t. tam] [Alım- klar] [Fr. clair] [îng. clear] : Açık olarak beÄi olan deneysel ve kuramsal verilere ilişkin. belirsizlik İlkesi [es. t. belirsizlik prensibi] [Alm. Unschärferelation] [Fr. principe d'incertitude] [îng. uncertainty principle] : Doğabilimsel ölçümlerde giderilmesi olanaksız bir temel belirsizlik bulundu­ ğunu bildiren ilke. B u belirsizlik ancak Öğeciksel boyutlarda ken­ dini belli eder. belirteç [es. t. determinant] [Alm. Determinante] [Fr. déterminant] [îng. determinant] : Çizgisel denklem takımlarının çözümü için konulmuş işlemsel bir kural; n'incd dereceden bir belirteç, n dikeç ve n dizeç olarak öbeklenmiş n sayılı bir çizelge oluşturur. 2

belirtik [es. t. eksplisit] [Alm. Explizit] [Fr. explicite] [îng. explicit] : Anlatımda ve yazımda açıkça görünen b i r nicelik. belirtke [es. t. seciye] [Alm. Charakter] [Fr. caractère] [îng. charao < ter] : B i r nesneyi benzerlerinden ayırt eden temel özellik, ani. ıra. belirtken [es. t. karakteristik] [Alm. charakteristisch] [Fr. caractéris­ tique] [îng. characteristic] : B i r şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan nitelik, ani. ıralgın. belirtken X-ışınları [es. t. karakteristik röntgen şuaları] [Alm. chaakteristische Röntgenstrahlen] [Fr. rayons X caractéristiques] [îng. characteristic x-rays] : 1 — B i r karşı üşek özdeğin Öğecik eksiciklerİnin kabuklara arasındaki çeşitli geçişlerinden kaynaklanan belirt¬ ken* dalga boydaki X-ışmlan. 2 — B i r Öğenin saçtığı belirtken nite­ likler taşıyan ikincil X-ışınlan. bellek [es. t. hafıza] [ALm. Informationsspeicher] [Fr. mémoire] [îng. memory] : Bilgi-işlerde bilginin korunduğu ve gerektiğinde erdşilebildiği sığaç. benek [es. t. spot] [Alm. Lichtfleck] [Fr. punctiforme] [Ing. spot] : B i r eksicik ışınları borusunun görüntü tabanında eksicik demetinin çarpması ile ışıldayan yer. (

benzeşim [es. t. müşabehet] [Alm. Ähnlichkeit'] [Fr. similitude] [îng. similarity] : Doğabilimsel yapılan, özellikleri ya da uzbilimsel dav­ ranışları açısından. benzerlik gösteren nesneler ya da olaylar.

19

biçim çarpanı

benzeteç [es. t. simiMatör] [Fr. simulateur] '[İng. Simulator] : Bili­ nen b i r yapıya benzeterek kurulan ve o yapının işleyişini izlemeye, anlamaya yarayan düzenek. benzetim [es. t. simülasyon] [Fr., İng. simulation] : Doğabilinısel •bir yapının özelliklerini ve uzbilimsel davranışını 'başka b i r yapı ile gösterme. bes-üşek [es. t. perıtot] [Abu. Pentode] [Fr., İng. pentode] : B i r fitili, bir alt, b i r üstüşeği ve üç kafesi olan, havası alınmış eksicik boru su. beşli nokta [Alm. Verfünfachpunkt] [Fr. point quintuple] [ing. quintuple point] : Beş evre'nin dengede 'bulunduğu sıcaklık. beta bozunumu bak. beta parçal anımı. beta ışınlan [es. t. beta şuaları] [Alım. Betastrahlen] [Fr. rayons bêta] [ing, beta rays] : B i r ışımetıkin Özdekten salman eksiciklerden oluşmuş eksi yüklü parçacık ışınlan. beta parçacığı [es. t. beta partikülü] [Alm. Betateilchen] [Fr. parti­ cule bêta] [tng. beta particle] : Beta parçalanması şuasında çekir­ dekten çıkan eksicik. beta parçalammı [es. t. beta aktifliği] [Alm. Betazerfall] [Fr. désintégration de bêta] [ing. beta désintégration] : Öğecik çekirde­ ğinin bir eksicik kazandığı ya da yitirdiği, ancak b u arada kütle sa­ yısının değişmediği ışımetıkin dönüşüm. beta salunlayıcı [Alm. Betaaussender] [Fr. émetteur de bêta] [îng. betà emitter] \ Eksicik salarak beta parçalanımma uğrayan ışnaetkin ^çekirdek. biçik [es. t. prizma] [Alm. Prisma] [Fr. prisme] [îng. prism] : Işağı renklerine ayırmak için kullanüan üçgen kesitli alıtı yüzlü saydam nesne. biçiksel [es. t. prizmâtik] [Atan. prismatisch] [Fr. prismatique] [Ing. prismatic] : E n az altı düzlemsel yüzeyi olan üçgen kesitli saydam biçikle ilgili. biçim [es. t. şekil] [Alm. Form] [Fr. forme] [Ing. form] : Dış gö­ rünüş; b i r cismin yapısını ortaya koyan çevre çizgilerinin bütün­ lüğü. biçim çarpanı [es. t. şekil çarpam] [Alm. Formfaktor, Farmzahl] [Fr. facteur de forme] [Ing. form factor] : Saçılım olaylarında saçıcı

20

biçim yitimi

parçacığın olayı etkileyen, biçimle ilgili durumunu belirleyen k a t sayı. biçim yitimi [es. t. deformasyon] [Alm. Deformierung] [Fr. défor­ mation] [îng. distortion] : B i r doğabilimsel yapının ya da ses, ışık ve alanlarla ilgili bir olayın dıştan gelen etkilerle biçirnirdn bozul­ ması. biçim yitimi erWIi [es. t. deformasyon potansiyeli] [Alm. Déformationspotential] [Fr. potentiel de déformation] [Ing. deformation potential] : B i r metal ya da yarıiletkenin buzsul örgüsünde yerel çarpalım sonucu ortaya çıkan ve yapıdaki özgür eksicikleri etkileyen elektriksel erkil. biçimlenim [es. t. formasyon] [Alm. Formierung] [Fr-, îng. formation}: Buzsul büyütmede oluşan temel yapının belirlediği biçime girme. bilgi [es. t. malumat] [Alm. Kenntnis] [Fr., îng. information] : Do ğamn nesne ye olayları üzerinde kuramsal ya da görıgül yoldan Öğrenilen şey. bilgi-işler [es. t. kompütür] [A\m.Rechenmaschine] [Fr. ordinateur] • [îng, computer] : îzlencelenmiş veriler üzerinde bir dizi mantıksal süreç uygulayarak sonuçlandıran, çoğu eksicdksel yapıda aygıt. Bun­ lar bir dizi karmaşık uzbilimsel işlemi çok kısa bir süre içinde sonuçlandırır. bilgisayar [es. t. kompütür] [Alm. Rechenmaschine] [Fr. ordinateur, calculateur] [îng. computer] : Çok sayıda aritmetiksel ya da mantık­ sal işlemlerden oluşan bir işi, çalışması sırada bir işletmen'in işe karışması gerekmek siz in, önceden verilmiş bir izlenceye göre özdevimli olarak yürüten bir veri işleyici. bilimsel gösterim [Alm. Wissenschaftliche Bezeichnung] [Fr. désigna­ tion sçıentifigue] [îng. scientific notmtion] : B i r niceliğin sayısal 'tutarını 1 ile 10 arasında bir sayı ile 10'un üstleri çarpımı biçimin­ de yazma yöntemi; örneğin, eksiciğin yükü 1,6 x 10~ coulomb'dür. bireşim [es. t. sentez] [Alm. Synthese] [Fr. synthèse] [îng. synthesis] : Bir birleşiği öğdleninden ya da daha yalın yapıdaki birleşiklerden elde etmeye yarayan tepkileşim ya da tepkiİeşimler dizisi. blrikeç [es. t. akümülaiör] [Alm. Akkumulator, Sammler] [Fr. accumu­ lateur] [îng. accumulator] : Elektrik erkesi biriktiren, i k i metal üşek ile üşersel bir çözeltiden oluşan ve boşalınca yeniden doldıurulabilen aygıt. birikim katsayısı [Fr. coefficient d'accumulation] [îng. accumulation coefficient] : B i r yüzeyde yüzerilen özdecik yoğunlaşması artış ha­ zmın, söz konusu özdeciklerün değim evresindeki yoğrumuna oranı. 19

21

birleşik

birim [es. t. vahit] [Alm. Einheit] [Fr. unité] [Ing. unit] : B i r doğabt ılimsel niceliğin ölçümü için o nicelik cinsinden seçilen ve 1 değerin­ de sayılan büyüklük. birim göze [es. t. vahit hücre] [Alm. Elementarzelle, Gittereinheit] [Fr. cellule unitaire, maille élémentaire] [İng. unit celi] : B i r buzsul yapısının tüm bakışım özelliklerini taşıyan en küçük temel birimi. birim ucay [es. t. kutup birimi] [Alm. Einheitspole] [Fr. pôle unitaire] [Ing. unit pole] : Özdeş b i r mıknatıssal ucaydan boşlukta 1 cm. uzağa konulunca 1 din'lik kuvvetle itilen mıknatıssal ucay. birinci ısıldirik yasası [es. t. termodinamiğin birinci kanunu] [Alm. Erster Hauptsatz der Wärmelehre] [Fr. loi première de la thermody­ namique] [Ing. first law of thermodynamics] : Isı erkesinin işlevsel eşdeğerliğini konu alan erke korunumu yasası. birincil eksicik [es. t. primer elektron] [Alm. Primärelektron] [Fr. électron primaire] [Ing. primary électron] : Kızdırılmış ya da ışılcıklarla dövülmüş b i r üşekten salınan eksicik. birincil evren ışınları [es. t. primer kozmik ışınlar] [Alm. primären kosmische Strahlen] [Fr. rayons cosmiques primaires] [Ing. primary cosmic-rays] : Yerin uçunyuvarma girmeyen evren ışınları. birincil göze [es. t. pil] [Alm. Primärelement] [Fr. élément primaire, pile électrique] [Ing. primary celi] : Değişik i k i metalin üşerli bir çözelti içine batırılması ile oluşan kimyasal tepMleşimler sonu­ cu b i r yük-süren kuvvet oluşturan düzenek. birincil izge [es. t. primer Spektrum] [Alm. Primäresspektrum] [Fr. spectre primaire] [Ing. primary spectrum] : B i r kırınım ağının bi­ rinci basamak izgesi. birincil kangal [es. t. primer bobin] [Alm. Primärspule] [Fr. bobine primaire] [İng. primary coil] : Dalgalı gerilimleri yükseltmeye ya da alçatmaya yarayan bir dönüştürecin girdi kangalı. birincil salım [es. t. primer emisyon] [Alm. Primäremission] [Fr. émission primaire] [Ing. primary émission] : Işınlanan bir özdekten ikincil salım uyarabilmek için gelen i l k salım. birleşen [es. t. mürekkip] [Alm. Bauelement] [Fr. composante] [İng. component] : 1 — Yönleçsel bir niceliğin yerlem eksenleri üzerin­ deki izdüşümleri. 2 — B i r bütünü oluşturan parçalar. birleşik [es. t. mürekkep] [Alm. Zusammengesetz] [Fr. composé] [Ing. Compound] : Çeşitli öğelerin belirli oranlarda birleşmesiyle oluş­ muş (özdek). ..

birleşik alan kuramı

22

birleşik alan kuramı [Alm. allgemeine Feldtheorie] [Fr. théorie des champs unifiés] {îng. tmified fieîd theory] : Genei görelilik kura­ mının, ağınıımsal, elektriksel ve mıknatıssal alanlan bir tek varlı­ ğın değişik görünümleri olarak işleyen genellemesi. blrleşke [es. t. hasıla, mürekkep] [Alm. Resultierende] [Fr. résultan­ te] [îng. résultant] : Aynı türden biri aşkın yönleçsel niceliğin (kuv­ vet, hız, alan) birlikte oluşturduğu etkiyi, tek başına oluşturan toplam etkiye eşdeğer yönleçsel nicelik. birleştirim çizgisi [Alm. Komibinationslinien] [Fr. ligne de combinai­ son] [îng. combination line] : Çoklu erke düzeyleri arasandaki bir geçişten oluşan öğeciksel izge çizgisi. birleştirim dizileri [es. t. kombinezon serileri] [Alm. Kombinations¬ serien] [Fr. séries de combinaison] [îng. combination séries] : Bir­ leştirim kurallarına uygun olarak oluşmuş izgesel çizgi dizileri. birleştirim ilkesi [es. t. kombinezon prensibi] [Alm. Kombinations¬ prinzip] [Fr. principe de combinaison] [îng. combination principle] : i k i çizgirıin dalga sayılan toplamının ya da çıkaranının, o izgedeki üçüncü b i r çizginin dalga sayışım verdiğini belirten Ritz ilkesi. boğum [Alm. Knoten] [Fr. noeud] [îng. node] : Durağan dalgalarda titreşim genliğinin sıfır olduğu noktalar. Bohr dolancası [Alm. bohrsche Bahn] [Fr. orbite de Bohr] [îng. Bohr orbit] : B i r öğecik çekirdeğinin çekim alanında dolanan bir eksiciğin ya da güneş gibi büyük b i r küüenin, çekim allamnda do­ lanan b i r uydunun izlediği kapalı yörünge. Bohr kuramı [es. t, Bohr teorisi] [Alm. bohrsche Théorie] [Fr. théorie de Bohr] [îng. Bohr theory] : öğeciklerin yapısının artı yüklü çekirdeklerle, bunların çevresinde dolanan eksiciklerden oluştuğunu belirleyen y a n nicemsel kuram. 1

boru [es. t. lamba] [Alm. Röhre] [Fr. tube, lampe] [îng. tube] : Kul­ lanım yerine göre çapı değişebilen genellikle camdan yapılmış için­ de üşekler bulunan, havası alınmış ya da amaca uygun uçunlarla doldurulmuş yuvak biçimli kapalı gereç. Temel parçacıktan algı­ layan Geiger borularından televizyon gÖTÜntü borusuna ve eksicik borularına değin değişik kullanım yerleri vardır. boru sayaç [es. t. tüp sayaç] [Alm. röhrenförmiges Zahler, LorenzahU gerat] [Fr. compteur à tube] [îng. tube counter] : iki' yanı kapak ve amacına göre belirli bir uçun ile doldurulmuş içinde i k i üşeği bulunan üçer sayacı.

bozunum Ürünü

23

boşalım [es. t. deşarj] [Alm. Entladung] [Fr. décharge] [îng. disch­ arge] : Elektriksel enkiü çevresinden yüksek olan yüklü b i r cismin yük yitirmesi. boşalım borusu [es. t. deşarj tübü] [Alm. Gasentladungsrohr] [Fr. tube à décharge gazeuse] [Ing. gas discharge tube] : Düşük basınçlı bir uçunla doldurulmuş ve içinde elektriksel boşalımını oluştuğu en az i k i üşekli, i k i yanı kapaklı cam gibi yalıtkan özdekten yapıl­ mış boru. boşaltaç [es. t. boşluk tulumbası] [Alm. Vakuum Pumpe] [Fr. pompe à vide] [îng. vacuum pump] : B i r oylumun uçununu boşaltmaya yarayan aygıt. boşluk [es. t. vakum] {Alm. Leerer Raum, Vakuum] [Fr. vide] [îng. vacuum] : Özdekten arınmış kapalı oylum.' boylam [es. t. tul] [Ahn. Länge] [Fr., îng. longitude] : Yeryuvarının •ucaylarmdan geçen düzlemlerle arakesit çemberlerinin, başlangıç olarak alınan biriyle olan açısal aralığı, boylandırma [es. t. normalize etme] [Alm. Normalisierung] [Fr. normalisation] [îng. normalizing] : Nicemsel işleybilimde vjj dalga işlevinin f | (Jj | dx tümlevini bire eşitleme. boyuna dalga [Alm. Längswelle] [Fr. onde longitudinale] [îng. longitudinal wave] : Titreşim ya da yerdeğişim yönleci, dalganın yayılanı doğrultusunda yönelmiş dalga. boyutlu ses [es. t. stereofonik şes] [Alm. Stereophonisch] [Fr. stéréophonique] [îng. stéréophonie] : Ses yayımının uzaysal dağir lımınt korumak için ayrı alıcıları ile ayrı yerlerden algılanıp oylumsal nitelik kazandırıHan ses dalgaları. bozunum [es. t, dezentegrasyon] [Alm. Zerfall, Zersetzung] [Fr. . désintégration, décomposition] [îng. désintégration] : B i r öğecik çekirdeğinin kendiliğinden ya da çarpışma île edindiği ışımetkinlik sonucu, b i r ya d a birden fazla parçacık ya da ışılcık salarak parça­ lanması. bozunum değişmezi [es. t. radyoaktiflik sabiti] [Alm. Zerfaltsfaktor, Zerfallskonstante] [Fr. constante radioactive] [îng. decay constant] : B i r ışımetkin özdeğin etkinlik hızının, bozunmamış özdek tutarına oranı; zamanın tersi boyutunda olan bu sayı, ilgili Özdek için bir be­ lirtken sayıdır. bozunum ürünü [es. t. dezintegrasyon mahsulü] [Ahn. Zerfallsprodukt, Folgeprodukt] [Fr. produit de désintégration] [îng. decay product] : B i r ışımetkin dizide bulunan öğecik çekirdeklerinin ardışık dönüşüm2

bozunum yan-yaşarru

24

leriyle ya da tek olayda ışımetkin parçalanım sonucu ortaya çıkan yeni çekirdek. bozunum yarı-yaşamı [es. t. aktiftik periyodu] [Alm. Halbwertzeit] [Fr. période de radioactivité] [tng. period of deçay] : Işımetkin öğelerin etkinliklerinin, baştaki değerinin yarışma düşmesi için ge­ çen süre. ani. yarı-yaşam. bölmelendirim [es. t. ayarlama] [Alm. Eichung] [Fr. étalonnage] [îng. calibration] : B i r aygıtın ölçüme yaraması için belli birimler cin­ sinden bölmelere ayrılması. bölünebilir [Alm. Spaltbar, Spaltfähig] [Fr. fissile] [îng. fissionable] : Bölüntüne uğramaya yatkın çekirdek. bolünüm [es. t. fisyon] Alm. Aufspaltung, Spaltung] [Fr., îng. fission]: Uranyum gibi ağır öğecik çekirdeklerinin kendiliklerinden ya da dıştan gelen ıkncık gibi parçacıkların etkisi ile ikiye bölünmesi. . bolünüm izgesî [es. t. fisyon spektrumu] [Aha.' Spaltspektrum, Spaltneutronenspektrum] [Fr. spectre de fission] [tng. fission spectrum] : Çekirdek bölümü ile üretilen ılıncık yeğinliğinin erke sine (ya da hızına) göre dağılım işlevi. bolünüm ürünleri [es. t. fisyon mahsulleri] [Alm. Spaltprodukten] [Fr. produits de fission] [tng. fission products] : B i r çekirdek bölünümü sürecinde ortaya çıkan ışımetkin çekirdekler. bolünüm verimi [es. t. fisyon randımanı] [Alm. Spaltausbeute] [Fr. rendement de fission] [ïng. fission yield] : Çekirdek parçalanması olaylarında belirli bir ürünün yüzdesi. Brackett dizileri [es. t. Brackett serileri] [Alm. Brackettserien] [Fr. séries de Brackett] [îng. Brackett séries] : Uyarılmış hidrojen öğe ciklerinin ışınım izgesinin kızılaltı bölgedeki çizgi dizileri. Bragg açfcı [Alm. braggscher Winkel, Glanzwinkel] [Fr. angle de Bragg] [îng. Bragg angle] : X-ışınlarmın buzsul yüzeylerinden yan­ sıma açısı. BriIIouin bölgesi [Alm. Brillouin Zone] [Fr. zone de Brİllouin] [îng. Brillouin zone] : B i r metal buzsul örgüsünde, bir öğeciksel erke dü­ zeyinden elde edilebilen tüm erke değerlerinin ve dalga işlevlerinin oluşturduğu sürekli küme. Brown devinimi [es. t. Brown hareketi] [Alm. brownische Bewegung] [Fr. mouvement brownien] [îng. Brownian movement] : B i r çözel­ tide asılı ufak parçacıkların sürekli kaynaşması; bu devinim, Özdeciklerin çarpmaları sonucu oluştuğundan özdecik varlığının doğru­ dan kanıtı sayılır.

25

burulum esnekliği

buğu [es. t. sis] [Fr. brume, brouillard] [îng. mist, fog] : Su uçuğu­ nun soğuk bir yüzey üzerinde ya da havadaki toz ve üşerler üzerin¬ . de ince damlalar halinde yoğuşmasıyla oluşan bulut. bak. uçuk. buluş [es. t. keşif] [Alm.Endeckung Fund] [Fr. découverte] [Ing. discovery] : Bilinmeyeni, tanınmayanı araştırıp bulup ortaya 'çı­ karma. bulutsu [es. VnebülÖz] [Alm. Nebelfleck] [Fr. nébuleuse] [îng. nebu­ la] : Yıldızlararası uzayda uçuk bulutu gibi donuk görünümlü bölgecikler. Bunsen katsayısı [Alm. Bunsenkoeffizient] [Fr. coefficient de Bunsen] [îng. Bunsen coefficient] : Ölçünlü basınç ve sıcaklıkta birim oy­ lumlu sıvının sogurduğu uçun oylumu tutan ile ölçülen uçun çözü­ nürlüğü. burgaç [es. t. girdap] [Alm. Wirbel] [Fr. tourbillon] [îng. vortex] : Bir akışkanın bir bölgesinin kendi yüzeyine dik bir eksen çevre­ sinde dönmesi. burgaç akımı [es. t. girdaptı akım] [Alm. Wirbelstrom] [Fr., courant de Foucault] [îng. eddy current] : Som bir iletkende, değişen mıknatıssal alanın irkilimle uyardığı, kendi üzerine kapalı, içiçe eğri­ ler üzerinde dolanan akım. burgaç akımı yitiği [es. t. girdaptı akım kaybı] [Akn. Wirbelstrom­ verlust] [Fr. perte par courants de Foucault] [îng. eddy current loss] : B i r elektriksel aygıtta burgaç akımının yol açtığı güç yitiği. burgaçlarıma [es. t. girdaplanma] [Alm. Wirbelströmung] [Fr. écoulement turbulent] [îng. turbulent flow] : B i r akışkan içinde devinen bir cismin, arkasında kendi üzerinde kapalı akış çizgileri oluşturması. buru [esi t. kuvvet momenti] [Alm. Drehkraft] [Fr. coupte de torsion] [îng. torque] :1 —Teğetsel bir kuvvetin, bir nesneyi bir nokta çevresinde dönmeye zorlayan etkisi. 2 — Kuvvet ile etkidiği kuvvet kolunun çarpımı. buru zorlaması [Alm. Drehungsbeanspruchung] [Fr. effort de torsion] [îng. torsional stress] ; B i r cisme burucu bir yüklenme uygulandı­ ğında eksende oluşan makaslama etkisi. burulum [es. t. torsiyon] [Alm. Torsion] [Fr., îng. torsion] : B i r ucu tutturulmuş yuvaksal bir çubuğun ya da bir telin erkin ucuna uygulanan bir kuvvet çiftinin yol açtığı biçim değişikliği. burulum esnekliği [es. t. torsiyon elastikiyeti] [Alm. Torsions-elastizi­ tät] [Fr. élasticité de torsion] [îng. elasticity of torsion] : B i r t e

burulum sarkacı

26

lin, bir çubuğun ekseni boyunca yönelmiş b i r döngü etkisindeki es­ nekliği. burulum sarkacı [es. t. torsiyon sarkacı] [Aim. Drehpendel, Torsions¬ pendel] [Fr. pendule de torsion] [tug. torsion pendulum] : Asılı b i r telin ucuna tutturulmuş bir nesneden oluşan ve telin burulum es­ nekliğinden _ ileri gelen salmımlar yapan sarkaç. burulum tartacı [es. t. torsiyon terazisi] [Aim. Drehwage, Torsionswage] [Fr. balance de torsion] [tng. torsion balance] : Düşey bir teli burarak çok küçük kuvvetleri, örneğin kütleler çekimini, yük­ ler çekimini ölçmede kullanılan duyarlıklı kuvvetölçer. buruölçer [es. t. torsiyometre] [Aim. Torsionsmesser] [Fr, torsiomètre] [tng. torquemeter] : Buru etkisi altmdaki katıların esnek dav­ ranışlarını ölçmeye yarayan araç. buzsul [es. t. kristal] [Aim. Kristali] [Fr. cristal] [tng. crystal] : B e lirli bir uzambügisel biçim altında katılaşmış özdek. Miniölçekte, katıyı oluşturan özdecifcler ve öğecikler çok uyumlu bir düzenlenim içinde sıralanırlar. buzsul açıları [es. t. kristal açıları] [Aim. Kristali Winkeln] [Fr. angles de cristal] [îng. crystal angles] : B i r buzsulun doğal yüzeyleri ara­ sında oluşan değişmez açılar. buzsul ağı [es. t. kristal ağı] [Aim. Kristallgitter] [Fr. réseau cristallin] [İng. crystal grating] : Buzsullarm yapısal düzenlenimle r i ile X"işınları için oluştm^dukları kırınım ağı. buzsul alam [es. t. kristal alanı] [Aim. Kristallfeld] [Fr. champ cristallin] [îng. crystal field] : Öğeciklerİn ve üşerlerin b i r buzsul örgüsü içkide yerleşimlerinden kaynaklanan yerel duruk elektrik alam, buzsul algıç [es. t. kristal dedektör] [Alnı. Kristalldetektor] [Fr. détecteur à cristal] [tng. crystal detector] : Elektrik akımına bir yönde karşıtından daha büyük direnç gösteren algıç türü. buzsul bilgisi [es. t. kristalografi] [Aim. Kristallehre] [Fr. cristallogra­ phie] [İng. crystallography] : Buzsullarm dış biçimlerini ve iç yapı­ larını inceleyen bilini dalı. buzsul çözümleme [es. t. kristal analizi] [Akn. Kristallstruktur¬ untersuchung] [Fr. analyse de cristal] [İng. crystal analysis] : X-ışınilan kırınımı ile bir buz sulu oluşturan öğeoiklerin, üşerlerin ya da özdeciklerin uzay içindeki yerleşimlerini belirleyerek yapıla­ rım aydınlatma yöntemi.

27

bükül um titreşimi

buzsul dizgesi [es. t. kristal sistemi] [Aim. Kristallsystem] [Fr. système cristallin] [îng. crystal system] : Buzsullan bakışım düz­ lemlerinin, bakışım eksen ve özeklerinin iürüne ve sayışma göre kümelendirme. buzsul izgeçizer [es. t. kristal spektrografi] [Aim. Kristaüspektrograph] [Fr. spectrographs à cristal] [tog. crystal spectrograph] : tzge verici gereç olarak kalsit gibi bir buzsul kullanan ve izge resimleri çekil­ mesine yarayan aygıt. buzsul katı [es. t. kristalin] [Aim. Kristallinisch] [Fr. solide cristalline] [îng. crystalline solid] : öğecik ya da özdeciklerl bir buzsul örgüsü içinde düzenlenmiş katı özdek. buzsul olmayan [es. t. amorf] [Aim. unkristallinisch] [Fr. amorphe] [îng. amorphous] : özdeciklerl belirli bir düzen içinde bulunma­ yan kauçuk, cam gibi özdeklerin niteliği. buzsul örgüsü [es. t. kristal örgüsü [Aim. Kristallgitter] [Fr. réseau cristallin] [îng. crystal lattice] : Buzsulların üç-boyutllu yapısal ör­ güsü. buzsul saat [es. t. kuvarslı saat] [Aim. Quartzuhr] [Fr. chronographe à quartz] [îng. quartz clock] : Zaman adımlaması bir kuvars buzsuiun titreşimleri ile düzenlenen elektrik saati. buzsul tltreşken [es. t. kristalli osilatör] [Aim. Oszillatorquartz] [Fr. oscillateur à cristal] [îng. crystal oscillator] : Çevrimine yerleş­ tirilen basyüklenimli buzsul ile sıklığı kararlı b i r değerde tutu­ lan titreşim çevrimi. buzsullanma [es. t. kristaîize olma] [Aim. Kristaîlisation] TFr. cristallisation] [îng: crystallisation] : B i r özdeğin çözeltiden, sıvı ya da uçuk halinden katı hale geçerken üç-boyutlu, düzenli b i r bi­ çim alması. buzsullaşım bak. buzsullanma. bükücü döngü [es. t. bükücü moment] [Aim. Biegungsmoment] [Fr. moment de flexion] [îng. bending moment] : Esnek bir çubuk bü­ külünce her yerinde oluşan geri getirici kuvvet döngüsü. bükülgen [Aim. biegsam, geschmeidig] [Fr., îng. flexible] ; Bükülme esnekliği gösteren. bükülgenlik [es. t. fleksibilite] [Aim. Biegsamkeit] [Fr. flexibilité] [îng. flexibility] : Kırılmadan esnek olarak bükülebilme özelliği. bükülüm titreşimi [Aim. Biegeschwingun] [Fr. vibration 'due à la flexion] [îng. bending vibration] : Esnek bükülgenlikten ileri ge­ len enine titreşim.

bürgü

28

bürgü [es. t. perde] [Ahn. Schirm] [Fr. écran] [Ing. screen] : 1 — Üzerine görüntü düşürmeye yarayan kumaş, cam ya da ışıhşıldar düzlem gereç. 2 — B i r aygıtı ya da bir yeri mıknatıssal ve elekt­ riksel alanlardan yalıtmak için kullanılan demir engel. bürgüleme [es. t. perdeleme] [Alm. Abschirmung, Schirmung] [Fr. effet d'écran] [îng. Screening] : 1 — B i r mıknatıssal ya da elekt­ riksel alanın bir bölge içindeki etkisini b i r metal bürgü ile kesme. 2 — B i r öğecik çekirdeğinin dış yörüngelerde dolanan eksiciklef üzerindeki etkisinin aradaki eksiciklerle engellenmesi. bürgüt [es. t. zırh] [Alm. Schirm] [Fr. bouclier, blindage] [îng. shield] 1 — Işınımlardan koruma özelliği olan soğurgan özdekten yapıl­ mış düzenek. 2 — Eksicik borusunda ışın demetinin yeğmUğini denetlemekte kullanılan üşek. büyüklük [Alm. Grösse] [Fr., îng. magnitude] : Doğabilimsel bir ni­ celiğin sayısal ölçüsü. büyüteç [es. t. pertavsız] [Alm. Lupe, Linse] [Fr. lentille de la loupe] [Ing. magnifying lens] : Verdiği büyümüş sanal görüntü i l e küçük ci­ simleri incelemeye yarayan yakın odaklı yakınsak mercek. büyütüm [Alm. Vergrösserung] [Fr. grandissement] [îng. magnifica¬ tion] : B i r nesnenin, bir ışıksal aygıtta oluşan görüntüsünün bü­ yüklüğünün nesnenin büyüMüğune oram. büyütüm gücü [Alm. Vergrösserungs kraft] [Fr. grossissement] [îng. magnifying power] : B i r cismin, b i r ışıksal aygıt aracılığıyla gö­ rünen açısal büyüklüğünün aygıtsız görünene oranı. büzülüm [es. t. kontraksiyon] [Alm. Zusammenziehung, Verengung] [Fr., îng. contraction] : Sıcaklık, kuvvet gibi b i r dış etki ile ya da özdecik devinimi ile bir cismin boyutlarının küçülmesi. C Carnot çevrimi [es. t. Carnot devresi] [Alm. Carnotscherprozess] [Fr. cycle de Carnot] [îng. Carnot's cycle] : E n yüksek verimi sağlamak için, ısı kaynaklan ile en etkin ısı alışverişi koşullannı sağlayan islerge. Celsius ölçeği [es. t. Celsius derecesi] [Alm. Celsius Skala] [Fr. échelle thermométrique Celsius] [Ing. Celsius scale] : Suyun donma sıcaklığım 0 ve Ölçünlü koşullar altında kaynama sıcaklığını 100 derece sayarak düzenlenen sıcaklık ölçeği.

çapraz kiptenim

29

cıvalı alaşım [es. t. malgama'] [Aim. Amalgam] [Fr. amalgame] [Ing. amalgam] : Cıvanın başka b i r metalle oluşturduğu alaşım, cıvalı ışık yayı [Aim. Quecksilberbogen] [Fr. arc au mercure] [İng. mercury arc] : Cıva uçuğu ile doldurulmuş b i r cam boru İçindeki iki üşeğe uygulanan yüksek gerilim ile akımmıknatıssal dalgalar ışımasıyla oluşan b i r tür elektriksel boşalım. Compton eksiciği [es. t. Compton elektronu] [Aim. Rückstossetektron] [Fr. électron de Compton] [İng. Compton electron] : Yüksek erkeli bir ışınım nicemi ile etkileşim sonucu devinirlik erkesi artan eksicik. Compton kayması [es. t. Compton deplasmanı] [Aim. Comptonverschiebung] [Fr. déplacement Compton] [İng. Compton shift] : Saçılan bir X-ışını niceminin, bir eksicikle etkileşimi sonucu dalga boyunun değişimi, Compton olayı [es. t. Compton tesiri] [Aim. Comptoneffekt] [Fr. effet Compton] [İng. Compton effect] : B i r eksicikle b i r ışıicığın etkHeşmesi sonucu, saçılan X-aşınılanmn sıcaklığının düşmesi, dalga bo­ yunun büyümesi. Curie noktası ÎAlm. Curie Punkt] [Fr. point de Curie] [îng. Curie point] : Demirmıknatıssal bir özdeğin dizilmıknatıssal duruma geç­ tiği sıcaklık.

ç çağlayan sağanağı [es. t. kozmik ışın sağanağı] [Aim. Kaskaâenschauer] [Fr. gerbe de rayons cosmiques] [İng. cascade shower] : Yüksek erkeli bir eksicik, bir özdek içinden geçenken kendi er­ kesi .basamağında ışılcıklar, bunların da eksicik ve artıcık çift­ leri oluşturması. çakım erkili bak. kıvılcım erkili. çalkantı [es. t. teşevvüş] [Aim. Ftackend] [Fr. vacillation] [îng. unsteadiness] : B i r erkil kaynağında gözlenen ve doğal salınım sıklıklanyla ilgili olmayan düzensiz değişimler. çap [es. t. kutur] [Aim. Durchmesser] [Fr. diamètre] [İng. diameter]: Bir çemberin özeğinden geçen bir doğrunun çemberi kestiği İki nokta arasındaki uzaklık. çapraz kiplenim [es. t. çapraz modülasyon] [Aim. Kreuzmodulatüm] [Fr. modulation croisée][ İng. cross modulation] : İletim orta-

30

çapraz ucaylanım

minin çizgisel olamayışından kaynaklanan ve istenen b i r imlemin istenmeyenle Mplenimi. çapraz ucaylanım [es. t. çapraz polarizasyon] [Aim. Kreuzpotarisation] [Fr. polarisation croisée] [İng. cross polarization] : Elektriksel alan yönlecinin, istenen bir ucaylanım doğrultusuna d i k olan bir­ leşeni. çark [es. t. türbin] [Aim. Turbine] [Fr., İng. turbine] : Hızlı akan su ve basınçlı uçukla dönen tekerlek biçimli işlerge. çarpılım [es. t. distorsiyon] [Aim. Verzerrung] [Fr. distorsion] [İng. distortion] : Yükseltici aygotlardaıki pürüzler yüzünden bir görün­ tünün, b i r sesin ya da b i r titreşim biçiminin bozulması. çarpışma [Arm. Stoss] [Fr., İng. collision] : özgür i k i cismin yeterin­ ce yaklaşarak birbirlerini etkiledikleri süreç. B u sırada, genellikle bir erke ve devinirlik alışverişi olur. çarpışma yoğunluğu [Aim. Stossâichte] [Fr. densité de chocs] [İng. collision density] : B i r ılıncık ortamı içinde birim oylumdaki Özdek tutarının, ılıncıklarla birim zamana düşen çarpışma sayısı. çarpma dalgası [Aim. Stosswelle] [Fr. onde de choc] [İng. shock wave] : 1 — Basınç ve sıcaklığın bîrden artmasıyla ilgili değişim dalgası. 2 — Güçlü bir tedirginin ya da hızlı b i r nesnenin ses hızım aşması sırasında havada oluşturduğu atım. çatı [es. t. şasi] [Aim. Aufbauplatte] [Fr. châssis] [ing. chassis] : B i r aygıt ya da düzeneği taşıyan, genellikle metal yapı. çekim [es. t. cazibe] [Aim. Anziehung] [Fr., İng. attraction] : Nesne lerin ağınımsal, elektriksel ve mıknatıssal nitelikli kuvvetlerle bir­ birlerini, çekmeleri. çekin [es. t. nüklid] [Aim. Atomkern] [Fr. nucléide] [ing. nuclide] : A kütle numarası, Z öğecik numarası ve çekirdeksel erkesi ile belir­ lenen b i r Öğecik çekirdeği ya da belirli bir yerdeşi. çekincik [es. t. nükleon] [Aim. Nukleon] [Fr. nucléon] [ing. nucléon]: Öğecik çekirdeğini oluşturan temel parçacıklardan her biri. çekingenlik [es. t. relüktivite] [Fr. réluctivité] Mıknatıssal geçirgenliğin tersi.

[İng.

reluctivity] :

çekirdek [es. t. nüve] [Aim. Kern] [Fr. noyau] [İng. nucleus] : B i r Öğeciğin tüm kütlesinin, tüm artı yükünün toplandığı eksicik ka­ buğu altındaki yaklaşık 10" cm. boyutlu parçacık. 13

31

çeklrdeksel firm

çekirdek bilgisi [es. t. nükleer fizik] [Aim. Kemphysik] [Fr. physique nucléaire] [lug. nuclear physics] : öğecik çekirdeğinin yapışanı ve özelliklerini inceleyen doğabilim dalı. çeklrdeksel asıltı [es. t. nükleer fitim] [Aim.Kernemulsion] [Fr. émulsion nucléaire] [îng. nuclear emutsion] : Yüklü parçacıklarım izlerini mini düzeyde tanecik dizileri durumunda gösteren özel asıltı. çeklrdeksel bolünüm bak. bolünüm. çeklrdeksel denklem [es. t. nükleer reaksiyon denklemi] [Aim. Kernreaktionsgleichung] [Fr. équation nucléaire] [İng. nuclear equation] : Çekirdek etkileşimlerinde oluşan Özdek ve erke deği­ şimlerini gösteren denklem. çeklrdeksel dlzÜmıknatıshk [es. t. nükleer paramanyetizma] [Aim. Kernparamagnetismus] [Fr. paramagnétisme nucléaire] [îng. nuclear paramagnetism] : Çelardekmıknatıssaıl çiftucay •döngüleri ile ilgili dizıilmıknatıslık. çeklrdeksel dönüşüm [es. t. nükleer transmutasyon] [Aim. Kernum¬ wandlung] [Fr. transmutation nucléaire] [îng. nuclear transmuta­ tion] : Uygun çekirdek tepkilesinılerıiyle bir öğenin öğeciMerini baş­ ka bir öğeninkilerine dönüştürme. çeklrdeksel eksicik [es. t. nükleer elektron] [Aim. Kemelektron] [Fr. électron nucléaire] [îng. nuclear electron] : B i r öğecik çekirdeğin­ den salman eksicik. çeklrdeksel erke [es. t. nükleer enerji] [Aim. Kernenergie] [Fr. énergie nucléaire] [îng. nuclear energy] : Öğecik çekirdeklerinin bö­ lünme, kaynaşma ya da parçalanma gibi olaylar sırasında soğurduğu ya da^ saldığı erke. çeklrdeksel erkil erke [es. t. nükleer potansiyel enerji] [Aim. Kernbin¬ dungsenergie] [Fr. énergie potentielle nucléaire] [İng. nuclear poten­ tial energy] : B i r çekirdekte, çekirdekaltı tanecikler arasındaki çekirdeksel kuvvetlere özgü toplam erkil erkenin ortalaması. çeklrdeksel eşizler [es. t. nükleer izomerler] [Aim. Kernisomerien] [Fr. isomères nucléaires] [îng. nuclear isomers] : B i r öğenin küt­ leleri ve yükleri özdeş, ıştmetkin bozunum katsayıları değişik olan çekirdekleri, çeklrdeksel fini [es. t. nükleer spin] [Aim. Kernspin] [Fr. spin

çekirdekael güç

32

çekîrdeksel güç [es. t. nükleer güç] [Alm. fCernkraft] [Fr. puissance nucléaire] [İng. nuclear power] : Isıveren bir çekîrdeksel tepkileşimde ortaya çıkan kullanılır güç. çekîrdeksel kaynaşım tes. t. nükleer füzyon] [Alm. Kernverschmelzung] [Fr. fusion nucléaire] [îng. nuclear fusion] : Hidrojen gibi yeğni Öğecik çekirdeklerinin kaynaşarak helyum gibi daha ağır öğecik çe­ kirdekleri oluşturması. çekîrdeksel kuvvetler [es. t. nükleer kuvvetler] [Alm. Kernkrafte] [Fr. forces nucléaires] [îng. nuclear forces] : Öğecik çekirdeklerini oluş­ turan önelcik ve ılmcık gibi çekirdekaltı parçacıklar arasındaki akımmılcnatıssal ya da ağınımsal nitelikte olmayan çekirdeğe özgü kuvvetler. ' çekîrdeksel mıknatıssal çınlanım [es. t. nükleer manyetik rezonans] [Alm. kernmagnetische Resonanz] [Fr. résonance magnétique nucléaire] [İng. nuclear magnetic résonance] : Öğecik çekirdekleri­ nin bir mıknatıssal alan içinde akımmıknatıssai bir dalga ile çınlanım a girmesi. çekîrdeksel mıknatıssal döngü [es. t. nükleer manyetik moment] [Alm. Kernmagnetmoment] [Fr. moment magnétique nucléaire] [İng. nuclear magnetic moment] : Açısal devinirliği olan bir temel parça­ cığın mıknatıssal döngüsü. çekîrdeksel öğecik [es. t. nükleer atom] [Alm. hochionisiertes Atom, nacktes Atom] [Fr. atome dépouillé d'électrons, atome nucléaire] [İng. nuclear atom] : Çevrel eksiciklerinden soyulmuş çıplak öğe cik çekirdeği. çekîrdeksel parçaUnım [es. t. nükleer parçalanma] [Alm. Kernzert¬ rümmerung] [Fr. désintégration nucléaire] [İng, nuclear désintég­ ration] : B i r çekirdeğin alfa parçacıkları, önelcikler, ikincik ya da ıhooıkılarla dövülmesi sonucu ya da doğal ışımetkinlikle bir ya da birçok parçacık salarak parçalanma süreci. çekîrdeksel sayı [es. t. nükleer sayı] [Alm. Kernzahl] [Fr. nombre nucléaire] [İng. nuclear number] : B i r öğecik çekirdeğinde bulunan çekincikler sayısı. çekîrdeksel tepküeşlmler [es. t. nükleer reaksiyonlar] [Alm. Kernreak¬ tionen] [Fr. réactions nucléaires] [İng. nuclear reactions] : B i r öğe cik çekirdeğinin başka Öğecik çekirdeğine, b i r yerdeş çekirdeğe dönüştüğü, yıldızlardaki ısıl çekîrdeksel süreçler ya da tepkileşimliklerde ve başka insan yapısı düzeneklerde oluşan süreçler.

33

çekme zorlaması

çekirdeksel tepkUeşimlik [es. t. nükleer reaktör] {Alın. Aiomreaktor, Kernreaktor] [Fr. réacteur nucléaire] [İng. nuclear reactor] : Çe­ kirdeksel erke, ışıinetkin yerdeşler ya d a yapma öğeler üretmek için demetlenebilir çekirdleksel zincir tepMleşnmemnin olustuıııldıuğu düzenek. çekirdeksel topaldanım [es. t. nükleer paketlenme] [Aİm. Kernteilche¬ nanordnung] [Fr. tassement nucléaire] [İng. nuclear packing] : B i r öğeciğin çekirdeği içindeki parçacıkların topaklanması. çekirdeksel ucaylanım [es. t. nükleer polarizasyon] [Alan. Kempolarisation] [Fr. polarisation nucléaire] [îng. nuclear potarization] : Öğecik çekirdeklerinim f i n ! mıknatıssal Idöngüleöinin b i r yönde dizilerek i r i boyutta mıknatıssal döngü oluşturma süreci. çekirdeksel üretken tepküeşimlik [es. t. Breeder reaktörü] [Alnı. nuklearer Brüter] [Fr. surrégénérateur nucléaire] [İng. nuclear breeder] : Her 'bolünüm il^şağında, olayda kullanılanı aşan ıtutarda ıbölünebilir Özdek oluşan tepldleşimlik. çekirdeksel yakıt [es. t. nükleer yakıt] [Alm. Kernbrennstoff] [Fr. combustible nucléaire] [İng. nuclear fuel] : Çekirdeksel bölünüm ya da çekirdeksel kaynaşım süreçlerinde harcanan özdek. çekirdeksel yapı [es. t. nükleer yapı] [Alm. Kernaufbau] [Fr. struc­ ture nucléaire] [log. nuclear structure] : Öğecik çekirdeği içinde çekinoiklerin düzeni. çekirdeksel yıldız [es. t. nükleer yıldız] [Alm. Kernstern] [Fr. étoile nucléaire] [İnig. nuclear star] : Çekirdeksel parçalanma sonucu olu­ şan yüklü taneciklerin sis odası, kabarcık odası ya d a fotoğraf yaprağı gibi gösteri gereçlerinde bıraktıklan b i r noktadan başlayan izler. çekirdeksel yük [es. t. nükler yük] [Alm. Kerntadung] [Fr. charge nucléaire] [İng. nuclear charge] : B i r öğecik çekirdeğindeki toplam artı elektrik yükü. çekirdeksel zincir tepkileşimi [es. t. nükleer zincir reaksiyonu] [Alm. Kernkettenreaktİon] [Fr. réaction nucléaire en chaîne] [îng. nuclear chain reaction] : Başlayınca sürüp giden ve hızı gittikçe artan çekirdeksel bölünme. çekme sının [Alm. Zugspannungsgrehze] [Fr. tension ultime de trac­ tion] [İng. ültimate tensile stress] : Esnek bir cisme uygulanabilen en büyük kuvvetin baştaki kesite oranı. çekme zorlaması [es. t. traksiyon tansiyonu] [Alm. Zugspannung] [Fr. tension de traction] [İng. tensile stress] : ; B i r cismin kopuncaya dek

çekül

7

34

dayanabildiği, birim kesiti başına düşen çekme kuvveti ile-Ölçülen zorlanma, ani. sağlamlık. . • çekül [es. t. şakul] [Alan. Lotleine, Lotsahnur] [Fr. plomb, fil à plomb] [îng. plumb line] : Düşey 'doğrultuyu bulmak için kullanılan, ucu­ na ağırlık asılı ip. çéli [es. t. impedans] [Alm. Wellenwiederstand] [Fr. impédance] [İnig. impédance] : Dalga taşıyıcı ortamın sürücü kaynağa karşı gös­ terdiği hızla oranlı direni kuvvetinin öranhJık değişmezi. çembersel ucaylanım [es. t. dairesel kutuplanma] [Alm. kreisformige Polarisation] [Fr. polarisation circulaire] [îng. circülar plarization]: Düzlem ucaylı ışığı, uygun yöneltilmiş b i r çiftkırıcı çeyrek dalga yapraktan geçirerek çemibersel ucaylı ışığa dönüştürme. çeper erkesi [es. t. cidar enerjisi] [Fr, énergie de paroi] [îng. wall energy] : Tersine yönelmiş demirmıknatıssal bölgeler arasındaki birim smır yüzeyi başına düşen erke. çevireç [es. t. konvertisör] [Alm. Unformer] [Fr. convertisseur] [îng. converter] : Düz akımı dalgalı akıma çeviren ya da bunun tersini yapan elektrik işlergesi. > çevirgeç [es. t. transdüktör] [Alm. Energiewandler, Signalformer] [Fr. transducteur] [îng. transducer] : Elektriksel, sessel, ışıksal titreşim ortamları arasına yerleştirilerek bunların birinin ötekine çevril­ mesini sağlayan güç dönüştürücü aygıt. çevirgen tepküeşimlik [es. t. enversör reaktör] [Alm. Konverter, Kon¬ versionsreaktor] [Fr. réacteur convertisseur] [îng. converter reac¬ tor] : Ilrncık kaparak b i r tür bölünebilir Özdeği başka bir tür bö­ lünebilir özdeğe çeviren tepkileşimlik. çeviri çarpanı [Alm. Umrechnungsfaktor] [Fr. facteur de conversion] [îng. conversion factor] : B i r niceliği, verildiği birimlerden başka birimlere dönüştürmek için (kullanılan değişmez çarpan. çevre çizgisi [es. t. profil çizgisi] [Alm. Vmgrenzungslinie] [Fr., îng. contour] : 1 — B i r nesneyi ya da yüzeyi saran en dış çizgi. 2 — B i r izgenin özel b i r çizgisinin ya da b i r kuşağının yeğinlik dalga boyu dağılım eğrisi. çevre sıcaklığı {Alm. Vmgebunğstemperatur] [Fr. température ambian­ te] [îng. ambient température] : Uçun ya da sıvı bir ortamın sıcak­ lığı. çevrel eksicik [es. t. dış elektron] [Alm. kernfemes Elektron] [Fr. électron périphérique] [îng. peripheral électron] : B i r öğeciğin görünür izgesel çizgilerini, ısıl ışnıımlarmı ve kimyasal özelliklerini belirleyen dış eksiciklerden biri.

35

çınlaç

çevrim [es. t. devre] [Alm. Kreis, Schaltung-] [Fr., îng. circuit] : Elektriksel erke üretecinin ucaylarma 'bağlanarak kesiksiz b i r iletim yolu oluşturan iletken aygıtlar ya da gereçler dizisi. çevrimkeser [es. t. devre kesicisi] [Alm. Unterbrecher] [Fr. disjonc­ teur] [İng. circuit breaker] : Olağan ya da olağandışı koşullarda bir çevrimi kesen akımmıknatıssal aygıt. çeyrek dalga yaprak [Aim. Lambda/4-B lattchen] [Fr. lame quart d'onde] [İng. quarter-wave plate] : Çiftkınlımlı bir özdökten, ışık eksenine koşut kesilmiş, belirli b i r dalga boyu için olağan ve olağandığı ışınlar arasında %/2 evre sürçmesi oluşturacak kalınlıkta yaprak. çıkarım [es. t. fark] [Alm. Unterschied] [Fr. différence] [İng. diffe­ rence] : Aynı türden i k i niceliğin sayısal değerlerinden birinin ö t e kinden arta kalanı. çdtanm basıölçeri [es. t. diferansiyel manometre] [Alm. Differential­ manometer] [Fr. manomètre différentiel] [İng. differential mano­ meter] : Basınç çıkarımlarını ölçen aygıt. çıkarım yükselteci [es.-1, diferansiyel amplifikatör] [Aim. Differential^ Verstärker, Differenzverstärker] [Fr. amplificateur différentiateur] [İng. difference amplifier] : Çıktısı, i k i girdi çıkarımının bir işlevi olan yükselteç. çıkış çelisi [es. t.. çıkış impedansı] [Alm. Ausgangsscheinwiderstand] [Fr. impédance de sortie] [İng. output impedance] : B i r çevirecin yüke .gösterdiği dalga direnci, çıkma [es. t. dislokasyon] [Alm. Versetzung] [Fr., İng. dislocation]: Bir bıtzsul Örgüsünün biçimleninıinde birimlerin yerinden kayması, çıktı [Alm. Ausgabe] [Fr. sortie] [İng. output] ; B i r işlergeden alınan yarara güç. çıktı dönüştüreci [es. t. çıkış transformatörü] [Alm. Aus gangstransformator, Ausgangsübertrager] [Fr. transformateur de sortie] [İng. output transformer] : Eksicik borusu ile seslengi arasına bağla­ nan küçült dönüştüreç. çıktıölçer [Alm. Ausgangsleistungsmesser] [Fr. compteur de rende­ ment] [İng. outpııtmeîer] : Ses yükseltecinin güç çıktısını Ölçmeye yarayan aygıt. çını bak. tim. çınlaç [es. t. rezonatör] [Alm. Resonator] [Fr. résonateur] [İng. resonator] : Öztitreşim sıklığına eşit bir sürücü sıklığın etkisinde kalınca yeğin b i r titreşime, çmlamma giren aygıt.

çmlanım

36

çınlanım [es. t. rezonans] [Alm. Mitschwingung] [Fr. résonance] [îng. resonance] : Salınındı b i r dizgenin, yinelenen b i r sürücü kuvvet et­ kisi altında yaptığı zorla „ salımmlann, sürücü sııkliık sürülen dizge­ nin Öatitııesiımı siıklağma eşit'okınca çok 'büyük genliklere çıkana süre­ ci. çınlanım çevrimi [es. t. rezonans devresi] [Alm. Resonanzstromkreis] [Fr. circuit à résonance] [tnig. resonance circuit] : írkilmi ve sığa tepkinlflkleri eşit olunca çelisi ohm direncine indirgenen çevrim. Bu durumda dalgalı akım en büyük değerini bulur. çmlanmı genişliği bak. yarı-doruk genişliği çınlanım girimi [Alm. durch Resonanz Eindringen] [Fr. pénétration à résonance] [îng. resonance penetration] : Çekirdeğin erke düzey­ lerinden ıbirine uygun düşen erkedeki b i r yüklü parçacığın, söz ko­ nusu çekirdeğe sokulma süreci. çmlanım hali [es. t. rezonans hali] [Alm. Resonanzzustand] [Fr. état de résonance] [îng. resonance state] : Çmlamm ışanımına yol açan uyarılmış durum. çınlanım ışınımı [es. t. rezonans radyasyonu] [Alm. Resonanzstrah­ lung] [Fr. radiation par résonance] [log. resonance radiation] : Kendi sıklığında b i r ışınımla uyarılmış duruma çıkarılan b i r uçun özdeğinin ışınımı. çmlamm sıklığı [es. t. rezonans frekansı] [Alm. Resonanzfrequenz] [Fr. fréquence de résonance] [îng. resonant frequency] : 1 — B i r ısakngacı en büyük genldıkÜe salmdırabilen sürücü kuvvet sıklığı. 2 — İnkilimsel tepkisi sığal tepkisine eşit olan b i r çınlanım çev­ riminin Öztitreşimı sıklığı. çmlamm soğurumu [es. t. rezonans absorpsiyonu] [Alm. Resonanzab­ sorption] [Fr. absorption par résonance] [îng. resonance absorption] : B i r özdeğin ışılcık ya da parçacık soğurumunu betimleyen etkileşim kesitinin uygun çınlanım erkesi değerinde doruğa ulaşması. çıplak parçacık [es. t. çıplak partikül] [Alm. nacktes Teilchen] [Fr. particule nue] [îng. bare particle] : Tüm ëksieik katmanlarını yi­ tirdiği varsayılan temel parçacık. çift-çift çekirdek [Aim. grade-grade Kern] [Fr. noyau pair-pair] [trug. even-even nucleus] : Çift sayıda önelcik ile çift sayıda ılıncıktan oluşan çekirdek. çift-eksenli buzsul [es. t. çift eksenli kristal] [Alm. zweiachsiger Kristall] [Fr. cristal biaxe] [îng. biaxial crystal] : İtki yönsemezlik doğrultusu, i k i ekseni olan yönser buzsul.

37

çifttıcay döngüsü

çift-evreli [es. t. iki fazlı] [Ahn. Zweiphasig\ [Fr. diphasé] [îng. two phase] : SiiHiklan. eşit dalgalı i k i akımı araşma n/2 evre sürçmesi girmesi özelliği. çift oluşumu [Alm. Paarbildung] [Fr. production de paires] [İng. pair production] : B i r çekirdeğin ya ıda bir eksiciğin yakınındaki yeğin elektrik alanından geçen b i r ışılcığm, b i r eksicik ile b i r artıcağa dönüşmesi. çîft-tek çekirdekler {Alm, grade-ungrade Kerne] {Fr. noyaux pairs -impairs] [İng. eventodd nuclei] : Çift sayıda öneHcik ile tok sayıda ıhmaktan oluşan çekirdekler. çift yokolumu [Alm. Paarvernichtung] [Fr. annihilation de paires] [İng. pair annihilation] : İBir eksicik ile b i r artıcığm bir yere gelince birbirini yokedişleri sonucu eşdeğer tutarda erke ışıma süreci. çiftbağ [Alm. Doppelbindung] [Fr. liasion double] [İng. double bond] : B i r kimyasal birleşikte i k i öğeciği birleştiren i k i değerlikli bağ. çiftbîçik [es. t. çift prizma] [Atan. Zwillingsprisma, Biprİsma] [Fr. biprisme] [İnıg. biprism] : B i r ışık kaynağının i k i görüntüsünü oluş­ turan taban tabana vermiş üçgensel, ince, saydam biçik çifti. çiftkırılım [Alm. Doppelbrechung] {Fr. bréfringence] [İnıg. birefrin­ gence] : K i m i buzsuUann ve yoğrok Özdeklerin ışık ışmlarmı ge­ çirirken i k i birleşene ayırması; bunlardan biri ıgenellikle kirilim yasalarına uyar, öteki uymaz. çiftmetal [es. t. bimetal] [Alm. Bimetall, Verbunâguss] [Fr. bimétal] [İng. bimetal] : Değişik türden eşit i k i metai yaprağın boylu bo­ yunca perçinlenmesiyle elde olunan çif t; 'bu i k i metalin genleşme kat­ sayıları değişik olunca, sıcaklık değişince bükülür ve sıcaklık Ölç­ mede ya da sıcaklık denetiminde kullanılır. çiftöğecîksel [es. t. diatomik] {Alm. doppelatomig, zweiatomig] {Fr. diatomique] [İng. diatomic] : ÖzdeciğLnde i k i öğecik bulunan (özdek). örn. Hidrojen, H 2 . çiftucay [es. t. dipol] [-Alm. Dipol] [Fr. dipôle] [İng. dipole] : Arala­ rında küçük b i r uzaklık bulunan, karşıt i m l i eşit ilci elektrik yükün­ den oluşain yapı. çiftucay döngüsü [es. t. dipol moment] [Ahn. Dipolmoment] [Fr. dipôle moment] [İng. dipolmoment] : Aralıkları d olan ^ q ç-üJc b i r yerdegişim i l e yitiren. dayanım sınırı [es. t. kopma mukavemeti] [Alm. Endfestigkeit] [Fr. résistance à la rupture] [îng. ultimate strength] : B i r nesnenin da­ yanabileceği en büyük zorlanımm, birim kesit başına kuvvet ola­ rak değeri. de Broglle dalgası [es. t. madde dalgası] [-Alm. Materiatwelten] [Fr. onde de de Broglie] [îng. de Broglie wave] : Özdek parçacılarının değişik b i r görünümünü oluşturan özdeksdl dalga. değer [es. t. kıymet] [Alan. Wert] [Fr. valeur] [îng. value] : B i r büyük­ lüğün y a d a b i r özelliğin b i r birim cinsinden nicel tutan. değerdeş bağ [es. t. kovatent bag] [Alm. Kovatent bindung] [Fr. liaison covalente] [îng. covalent bond] : bak. değerdeşük. değerdeşlik [es. t. kovalans] [Alm. Kovaienz] [Fr., îng. covalence] : B i r ya da daha çok eksicik çiftinin paylaşıldığı' öğecikler birleşimin­ de, her öğeciğio çifte bir eksicikle katkıda bulunduğu kimyasal bağ. değerlendirim [es. t. kıymetlendirme] [Alm. Auswertung] [Fr. évaluation] [îng. evaluation'} : B i r niceliğin eldeki verilere göre sa­ yısal tutarım bulma. değerlik [es. t. valons] [Alm. Wertigkeit] [Fr., îng. valence] : 1 — B i r ögecigin y a da b i r kökçenin Öteki öğecdJderle y a da kökçelerle belirli oranlarda birleşebilirliği. 2 — Verilen, bir Öğeciğin ya da kökçenin 'hidrojen Öğeciği ile birleşme oranını gösteren sayı. değerlik açısı [es. t. valons açısı] [Alm. Valenzwinkel] [Fr. angle de valencel [İng. valence angle] : Çok öğecikli b i r özdecikte i k i komşu öğeciği orta öğeciğe bağlayan düşsel i k i çizgi arasındaki açı. değerlik buzsulu[es. t. valons kristali] [Ahn. Valenzkristall] [Fr. cristal de valence] [Ing. valence crystal] : Öğecikleri değerdeş bağla ıtutuinmuş buzsul. değerlik ekslcîği [es. t. valons elektronu] [Alm. Wertigkeitselektron] [Fr. électron de valence] [îng. valence electron] : B i r öğeciğin dolmamış dış kabuğunda yer alan ve onun doğabilimsel ve kimya­ sal özelîlilkleriiM belirleyen eksioiklerin her biri. değerlik kabuğu [es. t. valons kabuğu] [Alm. Wertigkeitshülle] [Fr. couche de valence] [Ing. valence shell] : Öğeciklerin değerlik eksiciklerinin dolandığı dış kabuk.

değişken dirence

45

değerlik kuşağı [es. t. valons bandı] [Alm. Wertigkeitsband] [Fr. bande de valence] [İng, valence band] : Katı buzsul izgesinde buz­ sul öğeeMeıimi bağlayan değerttik eksiaMeıimin erkelerini veren erke basamağınım oluşturduğu kuşak. değerlik sayısı [es. t. valons sayısı] [Alm. Valenzzahl] [Fr. nombre de valence-] [îmg. valence number] : Bir öğecigm başkaları ile bir­ leşim sürecinde yitirdiği', kazandığı ya da ortak olduğu eksicik sa­ yısı. değiş tokuş [es. t. mübadele] [Alm. Umtausch] [Fr. échange] [îmg. exchange] : İki parçacığın tüm yerlemleriınn (uzay yerlemleri ve f i >nlı) karşılıklı olarak birbirleri ile değiştirilmesi. değişim [es. t. iahavvül] [Ahn. Änderung] [Fr., îmg. variation] : Bir niceliğin değerinin artışı ya d a azalışı. değişim hızı [es. t. tahawül nisbeti] [Ahn. Änderungsgeschwindigkeit] [Fr. cours de change] [îmg. rate of change] : Bir niceliğin' bağlı ol­ duğu b i r değişkene göre ne denli çabuk değiştiğini belirten ve dşlev değişiminim, değişken değişimine oram ile ölçülen özellik. değişim oram bak. değişim hızı. değişim yöntemi [Alm. Variationsmethode] [Fr. méthode variationnelte] [İng. variation method] : İşlevlerdeki küçük değişimler altım­ da toplam eylemin kararlı olması gerektiği koşulunu kullanarak d e vinim denklemelerini elde etime. 1

değişimli [es. t. varyant] [Aim. Variant] [Fr., îng. variant] : Yerlem çatkılarınım birinden ötekine dönüştüıüldüğünde b i r niceliğin kendi­ ne özdeş kalmama niteliği, örn. Göreli uzunluk, zaman, kütle vb. değişimsiz [es. t. invaryant] [Alm. invariante] [Fr., İng. invarient] : Bağıl" devinim içinde bulunan yerlem çatkılarımın birinden ötekine dönüştürüldüğünde, değeri hıza bağlı olarak değişmeyen (nicelik), örn. İş, erke. değişimsizlik [es. t. invaryans] [Alm. Invarianz] [Fr., İng, invariance]: Belirli dönüşüm işlemleri altında değişmeden korunan bir büyük­ lüğün ya da b i r sayı dizgesinin durumu. değişken [es. t. mütehavvil] [Alm. VerändeMiche] [Fr., İng. variable]: B i r kümenin b i r 'dizi değerler alabilen değişken niceliği. değişken dirence {es. t. reosta] [Alm. veränderlicher Wiederstand] [Fr. résistance variable] [îmg. variable resistance] : Direncine de­ ğişik değenler verilebilecek biçimde düzenlemeye elverişli düzen.

değişken sığaç

46

değişken sığaç [es. t. döner levhah kondansatör'] [Alm. Drehkonden­ sator] [Fr. condensateur reglable] [İng. variable condenser] : İki yaprak talkımından birini devmdirerek sığası değiştirilebilen sığaç. değişmez [es. t. sabit] [Alm. Konstante] [Fr. constante] [İng. cons­ tant] : Değeri değişmeyen büyüklük. değişmez akım [es. t. sabit akım] [Alm, konstanter Strom] [Fr. courant constdnt] [İng. constant current] : Yeğinliği zamanla değiş­ meyen akım. değiştireç [es. t. komütatör] [Alm. Stromwandler] [Fr. commutatear] [İng. commutator] : B i r elektrik üretecinin döngeninde oluşan dal­ galı akımı doğru akıma çeviren ve aygıtın dönme ekseni üzerinde bıdımaiı bakır kuşaklardan oluşan parça. değiştirgen [es. t. parametre] [Alm. Parameter] [Fr. parametre] [İng. parameter] : B i r işlevin uzbilimsel yazımına giren, dileğe bağlı değerler alabilen bir nicelik. değiştin [es. t. permütasyon] [Alm. Permutation] [Fr., İng. permit tation] : B i r öbek nesnenin ya da bir dizi niceliğin oluşturduklan düzenlenimdeki öğelerinin birbMerinin yerlerini alarak yeni' düzenlenimler oluşturması, örn. 1, 2, 3, sayılarının altı değiştirisi vardır. değıştirimli [es. t. komütafif] [Alm. kommutative] [Fr. commutatif] [İng. commutative] : Toplama ve çarpma işlemlerinde olduğu gibi, sonucu, terimlerinin sırasına bağlı olmayan b i r işlemin özelliği. değiştirimsiz [es. t. komütatif olmayan] [Fr. non commutatif] [İng. noncommutaıtive] : Yönleçsel çarpmada olduğu gibi, sonucu terim­ lerin sırasına bağlı olan işlemin Özelliği. değme [es. t. kontak] [Alm. Berührung] [Fr., İng. contact] : B i r ya da birçok elektrik çevrimini bütünlemek için düzenlenmiş özel ulama yeri. değme açısı [es. t. temas açısı] [Alm. Berührungswinkel] [Fr. angle de contact] [İng. angle of contact] : Sıvı ile katının değdiği yerde, sıvı yüzeyi ile katınınld arasındaki açı. değme erkili [es. t. kontak potansiyeli] [Alm. Kontakt potential] [Fr. potentiel de contact] [İng. contact potential] : Değme durumunda bulunan değişik i k i metalde oluşan elektriksel erkli çıkarımı. değmeli kesici [es. t. kontaktı enterüptör] [Alm. Unterbrecher] [Fr. interrupteur de contact] [İng. contact breaker]: B i r elektrik çevri­ mini kendiliğinden açıp kapayan, elektrik zili gibi işleyen akıımmıknatıssal bir düzenek.

47

denge

delta ışınları [es. t. delta şuaları] [Akn. Deltastrahlen] [Fr. rayons delta] [tng. delta rays] : Alfa ışınlarına tutulmuş yüzeylerden sa­ lınan yavaş eksiciklerden oluşan ışınlar. demet [es. t. huzme] [Alm. Richtstrahl] [Fr. faisceau] [İng. beam] : Koşut doğrultuda yayılan ışın kümesi, demetli girişimölçer [es. t. demetli interferometre] [Alm. Strahleninterferometer] [Fr. interferometre à faisceau] [İng. beam interforometer] : Almain ışığın girişiminden yararlanarak yaldızların görünür çaplarım ölçen aygıt. demirmıknatıssal [es. t. ferromanyetile] [Alm. ferromagnetisch] [Fr. ferromagnétique] [İng. ferromagnetic] : Demir gibi, yeğni rnıfcnatıssal alanda mıknatıslanabilir buzsul ya da mini buzsul yapıda Öğe­ lerin ya da- alaşımların niteliği. denetim aygıtı [es. t. kontrol aleti] [Alm. Überwachungsgerät] [Fr. instrument de contrôle] [İng. survey instrument] : Değişik doğal koşullarda toplam ışımetkinlilc yeğinliğinin düzeyini denetlemeye yarayan aygıt. denetim çubukları [es. t. kontrol çubukları] [Alm. Steuerstange] [Fr. barres de commande] [İng. contrat rods] : B i r çekirdeksel tepkileşimlikte erke üretimini denetlemek için kullanılan kadmiyumdan ya da bor çeliğinden yapılmış. çubuklar. denetim kafesi [es. t. kontrol kafesi] [Akn. Steuergitter] [Fr. grille de commande] [İng. control grid] : B i r eksicik borusunda üst-üşek akımını denetlemek için gerekli imlem geriliminin uygulandığı kafes. denetim üşeği [es. t. kontrol elektrotu] [Alm. Steuerelektrode] [Fr. électrode contrôlant] [İng. control électrode] : İki ya da daha çok üşek arasındaki akımı düzenlemek için gereken gerilimin uygulandığı üşek. deney [es. t. tecrübe] [Alm. Experiment] [Fr. expérience, essai] [İng. experiment] ; Bikmsel araştırma yapmak, bir varsayımı ya da bir yasayı kanıtlamak için tasarlanarak yapılan ve belirli niceliklerin ölçülmesine, karşılaştırılmasına dayanan kılgın çalışma. deney borusu [es. t. deney tübü] [Alm. Reagensröhre] [Fr. éprouvette] [İng. test tube] : Deneylikte kullanılan bir yanı (kapak ince çeperli cam boru. denge [es. t. muvazene] [Alm. Gleichgewicht] [Fr. équilibre] [İng. equilibrium] : 1 — B i r ıresneye etkiyen loirvvetlerin bMeşkelerinıin

denge noktası

48

sıfır olduğu durum. 2 — Isıldirik bilgisinde, kapalı b i r dizgenin en son ulaştığı, zamanla değişmeyen durum. denge noktası [es. t. muvazene noktası] [Alm. Gleichgewichtpunkt] [Fr. point d'équilibre] [îng. equitibrutm point] ; 1 — B i r özdeğin evre çjaeneğdinde sıcaklık, basınç ve oylumun belirlediği değişmez noktası. 2 — B i r dizgeye etkiyen tüm dış kuvvetler gibi etkenlerin beüoiledi'ği denge durumu. denkleşme {es. t. tevazün] [Alm. Gleichgewicht, Balance] {Fr., îng. balance] : Tikel y a da tam denge koşulu. denkleşürgen [es. t. kompansatör] [Alm. Kompensator] [Fr. compen­ sateur] {Ing. compensator] ; Ucaylı ışığın i k i ıbirleşeni arasındaki evre kaymasını ölçen aygıt. deprem algıcı [es. t. sismik dedektör] [Alm. Erdbebendetektor] [Fr. détecteur siésmique] [îng. seismic detector] : Yeryüzünde uygun yerlere konularak yerden gelen ses dalgalarıma algılayan, bir titreşimölçer ile b i r seslikten oluşan dinleme aygıtı. deprem bilgisi [es. t. sismoloji] [Alm. Erdbebenlehre] [Fr. séismologie] [îng. seismology] : Deprem ve depremle ilgili olayları inceleyen doğabilim dalı. depremçlzer [es. t. sismograf] [Alm. Erdbebenmesser] [Fr. sismog­ raphe] [îng. Seismograph] : Yerkabuğunun sarsıntılarım çizmede, yeğinliğini belirlemede ve deprem özeğini E s t i r m e d e kunanrlan du­ yarlı algıç. derece [Alm. Grad] [Fr. degré] [îng. degree] : 1 — Sıcaklık ölçeği birdmi, suyun donma nokrasını 0, kaynama noktasını 100 saya­ rak düzenlenen bölmelerin lier 'biri. 2 — Açı birimi; b i r çem­ berin çevresi 360 eşit parçaya bölünürse b i r parçayı Özekten gören açı, 3 — B i r denklemdeki terimlerin en yüksek üstlüsünün üst sa­ yısı. deri etkisi [Alm. Hauteffekt] [Fr. effet Kelvin, effet de peau] [îmg. skin effect] : Dalgalı akımda ÖzirMlimden kaymaklanan karşı yük -süren kuvvetin yol açtığı etkim direnç artışı yüzünden, akam yo­ ğunluğunun iletkenin içinde azalarak dış yüzeyinde artması. derişim [es. t. konsantrasyon] [Alm. Konzentration] [Fr., îng. concentration] : Belli b i r oylumdaki y a da belli ağırlıktaki çözelti­ de çözünen Özdek tutan. deşik [es t. hol] [Alm. Loch, Öffnung] [Fr. trou] [îng. hole] : B i r yarıiletkenin buzsul örgüsünde b i r eksicik yerimin boş kalması; ör-

dişınsal

49

güden başka eksiciklerin b u yeri doldurtması bir akım oluşmasma :• eşdeğerdir. ' • devim biİgisi [es. t. kinetnatik] [Alm. Bewegungslehre'] [Fr! ciné­ matique] [İng. kinetics] : İşleybilımin devinimlerle uğraşan alt dalı, ani. seğirtim bilgisi. devimsel [es. t. kinetik] [Alm. kinetisch] [Fr. cinétique] [tng. kinetic\: Devimle ilgili ya da devimden gelen. ani. seğirtimsel. deyimsel erke [es. t. kinetik enerji] [Alm. Bewegungsenergie] [Fr. énergie cinétique] [Ing. kinetic energy] : B i r cismin kütlesinin ve hı­ zının üstikili ile oranlı olan devinim erkesi. devingenlik [es. t. hareketlilik] [Alm. Beweglichkeit] [Fr. mobilité] [İng. mobility] : B i r akışkan içinde devinen parçacıklarm hızları­ nı, devindiren kuvvete bağlayan katsayı. devinim [es. t. hareket] [Alm. Bewegung] [Fr. mouvement] [İng. motion] : Bir,nesnenin konmnunun zamana bağlı olarak değişimi; olay çatkısına göre incelenil . -

devinirlik [es. t. momentum] [Alm. Impuls, Bewegungsgrösse] [Fr. impulsion, quantité de mouvement] [İng. momentum] : Devinen b i r cismin kütlesiyle hızının çarpımına (p = mv) eşit okin ve zama­ na göre değişim hızı sürücü kuvveti veren (F = dp/dt) yonleçsel nicelik. devinirlik korunumu yasası [es. t. momentumun korunumu kanunu] [Alm. Satz von der Erhaltung des Impulses, Impulssatz] [Fr. loi de la conservation de la quantité de mouvement] [İng. law of conser­ vation of momentum] : DevardrHğin yok edilemediğini, yoktan yaratıiamadığını, ancak erkâeşina olaylarında b i r cisimden otelcine aJctanlabildiği halde toplamınım korunduğumu belirten temel yasa. deyim [es. t. ifade] [Alm. Ausdruck] [Fr., îmıg. expression] : B i r bi­ limsel kuralın ya da doğa yasasının sözle anlatımı. dış uyarım [Alm. Fremderregung] [Fr. excitation séparée] [İng. separate excitation] : B i r elektrik işlergesinin xniknatissal alanım uyarmak için gerekli akımı bir dış kaynaktan sağlama yöntemi. dışatım [es. t. egzoz] [Alm. Auspuff] [Fr. échappement] [İng. exhaust]: Bir motorun artık uçunlarını dış ortama atan düzenek, dışbükey ayna bak. tümsek ayna. dişınsal [es. t. ekstrensek] [Alm. aussendlich] [Fr. extrinsèque] [İng. extrinsic] : İçeri ile ilintili olmayan, dışa bağımlı, dıştan gelen.

dislama İlkesi

50

dışlama ilkesi [es. t. eksklusiyon prensibi] [Alm. Ausschliessungsr prinzip] [Fr. principe d'exclusion] [íng. exclusion principie] : Ferrai ••Dirac istatistiğine uyan parçaciWairin aynı erke düzeyinde bulunarnayacaklarinı belirten ilke. dışlama yuvan [es. t. dışlama küresi] [Alm. Ausschtussphäre] [Fr, sphère d'exclusion] [Ing. sphère of exclusion] : B i r özdeciği içine alacak biçimde çizilen, başka herhangi b i r özdeciği dışta bırakan yuvar. dışsal [es. t. harici] [Alm. aussenseitig, von aussen] [Er. extérieur] [İng. externat] ; B i r dizgenin dışından gelen, dışı ile ilgili. dışsal iş [es. t. harici iş] [Alm. aussenseitiges Arbeit] [Fr. travail externe] [İng. externa! work] : B i r dizgenin dış kuvvetlere karşı yaptığı, ya da dış kuvvetlenin dizge üzerinde yaptıklan iş. dışsal kestiri [es. t. ekstrapolasyon] [Ahn. Ëxtrapolierunig] ÇFr., İng. extrapolation] : B i r dizi ölçümün değerlerinden bu ölçümlerin i k i yanında ve dışında kalan ölçülememiş değerleri kestirme. dik bak. dikme. dikdizi bak. dikeç. dikeç [ es. t. kolon] [Alm. Saute, Spalte] [Fr. colonne] [İng. column]: B i r dàzeyde düşey doğrultudaki öğelerin oluşturduğu dik sıralardan her biri. ani. dizey dikeci. dikey [es. t. ortogonal] [Ahn. rechtwinklig, orthogonal] {Fr., Ing. orthogonal] : Üç-boyutlu yerlem eksenleri gibi, birbirine dik olan. dikme ı[es. t. normal] [Alm. Senkrecht] [Fr. perpendiculaire] [İng. perpendicular] : B i r noktadan bir çizgiye ya da b i r yüzeye dik açı altında inen doğru. dikmelik[es. t . sinüs] [Alm. Sinus] [Fr., İng. sinus] : B i r açının 3ayılanaıdan b i r i üzerinde alman bir noktadan öteki kıyıya b i r dikme indirMdiğinde, mdirilen dikmenin boyunun uzun kıyıya oranı. dikmeliksel dalga [es. t. sinüseî dalga] [Alm. Sinuswelle] [Fr. onde sinusoïdale] [Ing. sine wave] : Zaman ve uzay değişkenlerine göre dikmelik eğrisi biçimi gösteren dalga. ani. uyumcul dalga. dilici [es. t. çapar] [Alm. Zerhacker] [Fr. hachear, guillotine] [İng. chopper] : 1 — B i r ışın demetini ya da b i r akımı kısa, düzenli ara­ lıklarla atımlar oluşturarak kesmeye yarayan aygıt. 2 — Dokunum noktalanm eşit aralıklarla açıp kapayarak b i r imlemi kipleyen aygıt.

dizey

51

dingil [es t. şaft] [Alm. Schaft] [Fr. axe] [lug. shaft] : Dönen işlerge parçalarını taşıyan ve aygıtın eksenini oluşturan metal çubuk. dirence [es. t. mukavemet] [Alm. Widerstand] [Fr. résistance] [İng. resistor] : B i r çevrime istenilen değerde ek direnç katmak için kul­ lanılan düzen. direnç [es. t. mukavemet] [Alm. Widerstand] [Fr. résistance] [İng. résistance] : B i r nesnenin, elektrik akımına •karşı durma Özelliği; bu özellik, çevrimindeki akım yeğinliğinin azalması ile kendini bet l i eder. dirençli bağlaşım [es. t. dirençli kuplaj] [Alm. Widerstands Koppe­ lung] [Fr. couplage en résistance] [İng. résistance coupling] : Bir yükseltecin eksicik boralarınım ya da tramsistörlerimin 'bir di­ renç üzerinden bağlaşımı. dirençli ısnolçer [es. t. dirençli termometre] [Alm. Widerstand­ thermometer] [Fr. thermomètre à résistance] [İng. résistance thermometer] : B i r iletkenin d i l m e m i n sıcaklıkla değişimi özelli­ ğine dayanarak, sıoaikhk ölçmeye yarayan aygıt. dirençölçer [es. t. ohmmetre] [Alm. Widerstandsmesser] [Fr. ohmmèù re] [İng. ohmmeter] : Elektriksel direnç ölçümünde kullamlam, ohm olarak bölmelenmiş aygıt. ani. ohmölçer. direnirlik [Alm. spezifischer Widerstand] [Fr. résistivité] [İng. resistivity] : B i r özdeğin birim oylumumun direnci', ani. özdirenç. dirik basınç [es- t. dinamik basınç] [Ahn. Staudruck] [Fr. pression dynamique] ı[İng. dynamic pressure] : Havanın p yoğunluğu ve v bağıl hızı emsinden 1/2 p v ile gösterilen hıza bağlı 'basınç, dirik bilgisi [es. t. dinamik] [Ahn. Dynamik] [Fr. dynamique] [İng. dynamics] : İşleybilimıim, kuvvet, devinim, erke ilişkilerini inceleyen dalı. ani. gürelUk bilgisi, dirik denge [es. t. dinamik denge] [Alm. dynamisches Gleichgewicht] [Fr. équilibre dynamique] '[İng. dynamic equilibrium] : B i r dizgede, karşıt i k i sürecin aynı hızda oluştuğu denge, mrîldoğabüim [es. t. biyofizik] [Alm. Biophysik] [Fr. biophysique] [İng. biophysics] : Canlı organizmalardaki doğabilimsel işlevleri inceleyen bilim dalı. dizey [es. t. matris] [Alm. Matrize, Form] [Fr. matrice] [İng. matrix] : Uzbilimsel öğelerin cebirsel kurallara uygun olarak dizi ve dikeçler biçimimde düzemlenmesi. 2

dizey dikeci

52

dizey dikeci bak. dikeç. dizge [es. î. sistem] [Alm. System] [Fr. système] [İng. systeın] : B i r bütünü oluşturacak, biçimde, karşılıklı olarak birbirine bağlı öğe­ lerin tümü. dizümıknatıssal Özdekler [es. t. paramanyetik maddeler] [Alm. paragmagnetische Stoffe] [Fr. substances paramagnétiques] [İng. paramagnetic substances] : Mıknatıssal geçirgenlik katsayısı l'den büyük olan Özdekler. doğabUim [es. t. fizik] [Alm. Physik] [Fr. physique] [Ing. physics] ; Özdek, erke-ve bunların karşıhklı etkileşimlerini inceleyen bilim dalı. doğabilimsel değişim [es. -1, fiziksel değişim] [Alm. physikalisches Änderung] [Fr. transformation physique] physicài change] : Suyun donması, uçması, erkin cismin düşmesi, gezegenlerin güneş çevresinde dolanması gibi Özdeğbı birleşimini etkilemeyen her değişim. doğal [es, t. tabii] [Alm. natürlich] [Fr. naturel]- [İng. natural] : Do­ ğanın kendi düzeni içinde oluşan; yapay olarak hazırlanmamış olan. doğal dönem [es! t. tabii periyot] [Alm. Eigenperiode] [Fr. période naturelle] [Ing. natural period\ : Salinabilen b i r cismin ya da bir dizgenin erkin deıvmirrünin t a m b i r gidip, gelme süresi. Dönem, şık­ lığın tersine eşittir. doğal ışunetkinlik [es. t. tabii radyoaktiflik] [Ahn. natürliche Radio­ aktivität] [Fr. radioactivité naturelle] [înig. natural radiqactivity] : Bazı özdekîerin doğal halde kendilikl erinden ışımetkinlik gös­ termeleri. doğal kipler [es. t. normal modlar] [Alm. Normalschwingungen] [Fr. modes normales] [îog. normal modes] : Birden fazla erldnlik de­ recesi olan uyumcul devinimli yapıların, doğal yerlemleri içindeki ıbağlaşımsız devinim denklemlerinin çözümü olan yalm uyumcul (dikmeliksel) ısalınımlar. doğal sıklık [es. t. tabii frekans] [ A t a . Eigenschwingung] [Fr. fréquence naturelle] [İng. natural frequency] : Sahnabilen b i r cis­ min ya da b i r dizgenin b i r saniye içinde yaptığı erkin salınım sayısı. Sıklık, dönemin tersine eşittir. doğal uçun [es. t. tabii gaz] [Alm. Erdgas] [Fr. gaz naturel] [İng. natural gas] : Yakıt olarak kullanılan, çoğu metan olan ve yeryağı ile birlikte bulunan yeğni karbonhidrat uçunları karışımı.

53

dolam

doğru akım bak, düz alam. doğru görümlü biçik [es. t. doğru gören prizma] [Alm. geradsichti¬ ges Prisma] [Fr. prisme a visión directe] [İng. dİrect-vision prism]: Geçirdiği ışığı saptırmadan renklerine ayıran değişik kırıcılıkta camlardan yapılmış ikili biçik takımı. doğrudan bağlaşım [es. t. direk kuplaj] [Alm. direkte Koppelung] [Fr. coupîage direct] [İng. direct coupling] ; Sıklık yamtı sıfıra değin uzanan b i r tür yükselteç bağlaşım yöntemi. doğrultmaç [es. t. redresör] [Alm. Gleichrichter] [Fr. redresseur] [tng. redifler] : Dalgalı akımı tek yönlü düz akıma çeviren aygıt. doğrultu [es. t. cihet] [Alm. Richtung] [Fr., Ing. direction] : Koşut olmayan i k i :sonsuz doğruyu birbirinden ayıran yönelim özelliği; belli bir sonsuz doğrunun gösterdiği tek yol. doğrultum [Alm. Richtungstellung] [Fr. reâressement] [İng. rectifi¬ cation] : Dalgalı akımı düz akıma çevirme işlemi. doğrusal birleştirim [es. t. lineer kombinezon] [Alm. Lİnearkömbindtion] [Fr. combinaison linéaire] [İng. linear combination] : Yönleçlerin ya da dalga işlevlerinin değişmez katsayılarla çarpılarak toplanmasından oluşan yönleç ya da dalga işlevi. doğrusal doğrultmaç [es. t. lineer redresör] [Alm.- linearer Gleichrich­ ter] [Fr. redresseur linéaire] [İng. linear rectifier] : Akım ya da gerilim çıktısı, dalgalı imlem girdisi ile özdeş biçimde olan doğrult­ maç. doğrusal ivdîreç [es. t. lineer akseleratör] [Alm. Linearbeschleuniger] [Fr. accélérateur linéaire] [İng. linear accelerator] : B i r dizi eşeksenli halka üşeklerin oluşturduğu, yüklü parçacıkların b i r doğru boyunca hızlanarak yol almasını sağlayan ivdireç •türü. doğrusal sahngac [es. t. lineer osilatör] [Akn. linearer Oszillator] [Fr. osciltateur linéaire] [İng. linear oscillator] : Bağlı i k i parça­ cıktan oluşan ve bağ doğrusu boyunca salınabilen sahngaç türü. doğuşturucu bale. irkîlteç. doğuşu bak. irMlimlik. doğuşum bak. irkilim. dokunum erkili bak. değme erkili. dolam [es. t. sirkülasyon] [Alm. Umlawfintegral] [Fr. circulation d'un vecteur)] [İng. circulation (of a vector)] : B i r A yönleçsel ala­ nında kapalı b i r eğri boyunca alman A dS sayıl çarpımının çizgisel tümlevi. ani. dolaşım.

54

dolanan ünlem -

dolanan ünlem [es. ît. dolanan sinyal] [Alm. umlaufendes Signal] [Fr. signal circulant] [İng. circulating signal] : Yeryuvarı çevresinoen bir ya; da birçok kez geçen imlem. dolanca [es. t. mahrek] [Alm. Bahn] [Fr. orbite] [İng. orbit] : 1 — / Ağınım kuvveti etkisi atanda buluean b i r gökri&mimin uzayda izle­ diği kapalı yörünge. 2 — B i r eksiciğin yük çekimi etkisinde öğecifc çekirdeğinin çevresinde izlediği kapalı yörünge. dolanca yayılımı [Alm. nichtlokalisİerte Orbital] [Fr. orbitale, délocali­ sée] [İng. delocalized orbital] : Yerel b i r dolancanm, başka ö ğ e cdklerin ve özdeciklerin dolancalanm kapsayacak biçimde genişle­ mesi. dolancal [es. t. mahreki] [Ahn., Fr., İng. orbital] : Dolanca (kapalı yörünge) İle dlgili. dolancal devinirlik [es. it. açısal momenttim] [Alm. Bahndrehimpuls] [Fr. moment cinétique orbital] [Ing. orbital angular momentum] j B i r dolanca üzerimde devinen 'bir nesnenin açısal devinirliği. dolancal eksicik [es. t. orbital elektron] [Fr. électron orbital] [İng. orbital elektron] : Öğecik çekirdeğine bağlı uydu eksiciklerinden her biri. dolancal hız, [es. t. mahreki sürat] [Alm. Balmgeschwindigkeit] [Fr. vitesse orbitale] [İng. orbital velocity] : B i r gökcisminin, b i r uy­ dunun kütlesel çekim alamı içinde ya da b i r eksiciğin elektriksel çekim alana içindeki dolanca çizgisine teğet haz birleşeni. dolanıl [es. t. rotasyonel] [Alm. Rotationél] [Fr. rotationnel] [İng. curt] : B i r A yönleci için, V X A işlemi ile tanımttanan, uzay yerlemlerine göre türevsel yönleç. dolanım [Alm. Umdrehung, Umlauf] [Fr. révolution] [İng. révolution] Kapak b i r yörümige üzerinde dolanıma devimini.

:

donatı [es. t. teçhizat] [Akn. Ausrüstung, Gerät] [Fr. équipement] [İng. eqûipment] : B i r deneysel çalışmada kullanılan araç ve gereç­ ler. dongun kap [es. t. kriyostat] [Ahn. Gefrierpunktmesser] [Fr., İng. cryostat] ; İstenilen düşük b i r sıcaldıkta tutulabilen kap. donma [es. t. tasallüp etme] [Alm. Gefrieren] [Fr. congélation] [İng. freezing] : B i r özdeğin sıcaklık düşmesiyle sıvı durumdan katı du­ ruma dönüşümü. 1

doygunluk

55

donma noktası [es. t. tasaîtüp noktası] [Aim. Gefrierpunkt] [Fr. point de congélation] [îmg. freezing point] : B i r özdeğdn katı ve sıvı evreleri karışımının dengede olduğu sıcaklık: Erime noktasına özdeştir; donuk [Alm. undurchsichtig] [Fr., íng. opaque] : Saydam olmayan; aşığın, önemli bölüğünü saçarak öteye geçirmeyen. donukluk [Alm. Undurchsichtigkeit] [Fr. opacité] ıgeçirmezlâk; saydam oknama niteliği.

[íng. opacity] : Işık

Doppler kayması [Alm. Dopplerverschiebung] [Fr. déplacement Dopp­ ler], [îmg. Doppler shift]: Işıyan b i r kaynağın görünür sıklığımda, kaynağını ve gözlemcinin 'bağıl deviniminden ileri gelen değişim. doruk [es. t. maîcsİmum] [Alm. HÖhepukt], [Fr., Inıg. maximum] ; B i r işlevin belárlí b i r noktada, yakimjlanna göre en büyük değerini aldığa nokta; işlevin dorukta türevi sıfır olur. 1

doruk-belen ısdölçeri [es. t. maksimum-minimumtu termometre] [Alm. Maximum-Minimumthermometer] [Fr. thermomètre à.maximum et minimum] [trug, maximum-minimum thermometer] ; Belli b i r süre içinde; örneğin, yirmi dört saatlik döneni içinde en yüksek ve en alçak sıcaklıkları veren özel ısılölçer. doygun akım [es. t. meşbu aktm] [Alm. Sättigungsstrom] [Fr. courant de saturation] [îng. saturation current] : Üşerli b i r uçun içinde olu­ şan akımın artan gerilim ile yaklaştığı doyma değeri. doygun çözelti [es. t. meşbu mahlut] [Alm. gesättigte Lösung] [Fr. solution saturée] [İng. saturated solution] : Çözünmüş özdek ekle­ mekle derişikliği değiştirilemeyen çözelti. doygun hava [es. t. meşbu hava] [Alm. gesättigte Luft] >[Fr. air saturé] [îng. saturated air] : Alabildiğince su uçuğu almış olan hava; bu sınan aşan tutarda su uçuğu yoğunlaşarak ayrılır. e

doygun mıknatıs [es. t. meşbu mıknatıs] {Aim. gesättigter Magnet] [Fr. aimant saturé] [îng. saturated magnet] : Mini boyutttaki mıknatissal bölgeleri belirli b i r doğrultuya yönelmiş mıknatıs. doygun uçuk [es. t. meşbu buhar] [Alm. Sattdampf] [Fr. vapeur saturante] [îng. saturated vapour] : Belli b i r sıcaklıkta kendi sı­ vısı ile dengede bulunan uçuk. I

doygunluk [es. t. meşbuluk] [Alm. Sättigung] [Fr., îng. saturation] 1 — Havanın sığdırabileceği tüm su uçuğunu alması. 2 — B i r mık-

doygunüstü

56

nata s sal nesnenin en büyük aka yoğunluğuna erişmesi. 3 — B i r eksicik ışınları borasunda eksiciklerin tümünün üst-üşeklerce kapıla­ rak dış çevrimdeki akımın doygunlaşması. 4 — B i r özdeğm bir çözeltisinin olabildiğince derişik b i r değere ulaşması. doygunüstü [Alm. Übersättigung] [Fr. sursaturation] [İng. oyersatuv ration] : B i r oylumun, belirli sıcaklıkta sığdırabileceğinden çok uçuk alması. döndürüm gücü [Alm. Drehungsvermögen] [Fr. pouvoir rotatoire] [İng. rotatory power] : Santimetre küpünde b i r gram ışıımetkin özdek çözünmüş olan b i r çözeltide ucaylı ışığın ucaylanım düzleminin (de­ rece olarak) dönme açısı, döneç [es. t. armatür, rotor] [Alm. Anker, Rotor] [Fr., İng. armature, rotor] : 1 — B i r işlergenin dönen parçası. 2 — B i r elektrik motorun­ da ya da üreteçte, üzerine akım kangalı sarılmış mıknatıs sal. alan içinde dönen demirden parça. döneç çekirdeği [es. t. rotor çekirdeği] [Alnı. Ankerkern] [Fr. noyau d'induit] [İng. armature core] : Dönecin mıknatıssal özeğini oluştu­ ran yapraklı çelik parça. dönel dağıntı [es. t. rotasyon entropisi] [Alm. Rotationentropie] [Fr. entropie de rotation] [İng. rotationat entropy] : Dağıntının özde ciksel dönmeye ilişkin kesimi. dönem [es., t. periyot] [Alm. Periode] [Fr. période] [İng. period] : Y i ­ nelenen bir olayın, ya da onu. betimleyen bir işleyin kendini yenilerne süresi. dönemsel [es. t. periyodik] [Alm. zyklisch, periodisch] [Fr. [İng. cycïic] ; Yineli biçimde olan, yinelenme üe ilgili.

périodique]

dönemsel çizelge [eş. t. periyotlar cetveli] [Alm. Periodentafel] [Fr. classification périodique, tableau périodique] [İng. periodic table]: Öğeleri artan öğe sayılarına göre dizilerek oluşturulan sekiz temel kümeli çizelge. dönemsel devinim [es. t. periyodik hareket] [Alm. wiederkehrende Bewegung] [Fr. mouvement périodique] [İng, periodic motion] : Özdeş zaman aralıkları ile yinelenen devinim. dönemsel yasa [es. t. periyodik kanun] [Alm. perodisches Gesetz] [Fr, loi périodique] [İng. periodic law] : Öğelerin özelliklerinin, öğecifc ağırlıklarmın yinelenen b i r işlevi olduğunu belirten yasa.

57

dönme ekseni

dönemsiz [es. t. ' aperiyodik] [Alm. eigenschwingungsfrei] [Fr. • apériodique] [îng. aperiodic] : 1 — Belirli b i r yinelenme gösterme yen bir dizgenin özelliği. 2 — Sönümü baskın geldiği için, yinelenen bir sürücü kuvvet etkisi altımda salUnım yapamayan dizgenin Özel­ liği. . . . döner alan [es., t. döner saha] [Alm. Drehfeİd] [Fr. champ tournant] [Ing. rotating field] : Doğrultusuna dik b i r eksen çevresinde 'dönen nııknatıssal alan. döner buzsul çizeneği [es. t. döner kristal diyagramı] [Alnı. Drehkris¬ tall Diagram] [Fr. diagramme de rotation] [îng. rotation diagram]: Tektürel ince b i r X-ışmı demetinin döner b i r tek buzsulda kırınıma uğramasıyla elde edilen çizenek. . döner devinirlik bak. açısal devmirlik. döner kangal minâakımölçeri [es. t. ' döner çerçeveli galvanometre] [Alm. Spulengalvanometer] [Fr. galvanometre à cadre mobile] [Ing. moving-coil galvanometer] : Akım geçiren b i r kaogahn değişmez bir mıknatıssal alan içine asılması ile eldfe edilen b i r akımölçer. Kan­ gal, geçen akımla oranlı b i r döngü etkisiyle akımla oranlı b i r açı tutarında döner. döngen [es. t. rotatör] [Alm. Rotator] [Fr. rotateur] [Ing. rotator]: İki ve daha çok kütleden oluşan bir nesnenin, örneğin b i r özdeciğin kütle özeği çevresinde dönen b i r yapı olarak işlenmesi. döngü [es. t. 'cuvvet momßnti] [Alm. Moment] [Fr. moment, moment d'une force] [îng. moment, moment of force] : Kuwetin, b i r cismi bir nokta ya da b i r eksen yöresinde döndürme etkisini belirleyen yönleçsel nicelik; döngü, kuvvet ile yerlem yönlecinin yönleçsel çarpımına eşittir. dönme [Alm. Drehung] [Fr., Ing. rotation] : B i r cismin b i r eksen çevresindeki devinimi. dönme devinimi [es. t. dönme hareketi] [Alm. Drehbewegung] [Fr. mouvement rotationnel] [îng. rotational motion] : B i r nesnenin 'bir nokta ya da b i r eksen çevresinde dönmesi. dönme ekseni [Alm. Umdrehungsachse] [Fr. axe de rotation] [îng. rotation axis] : B i r buzsul birim gözesi içinde bir doğrultu; buzsul öğecikleri bu doğrultuyu eksen alarak düzlem çokgenler oluşturacak biçimde dizilmişlerdir.

dönme hali

58

dönme hali [Alm. Rotationszustand] [Fr. etat de rotation] [ing. rotationai state] : Özdeedklerin, b i r eksenleri çevresindeki devinim durumu; bu durumun nicemsel değışiımi dönme izge çizgileri oluşmasma: yol açar. dönme izgesi [es. t. dönme spektrumu] [Alm. Rotationsspektrum] [Fr. spectre de rotation] [tng. rotation spectrum] : 1 — CWediWerim dönime geçişlerinden kaynaklanan kozılaİtı bölgedeki kuşak özgeleri. '2 — Dönen b i r 'buzsulun üzerine düşen b i r X-ışuıı demetinin buzsul örgüsünde kırınıma uğrayarak verdiği izge. dönüşölçer [es. i . takimetre] [Alm. Drehzahlmesser] [Fr. tachymetre] [Ing. tachometer] : Dönen daogilin dakikadaki dönme sayismi ölçen gereç. dÖnüştüreç [es. t. transformatör] [Alm. Transformator] [Fr. transfor¬ mateur] [Ing. transformer] : B i r dalgalı akımın erkesini değiştir­ meden geriHmini değiştirmeye yarayan irküianle çalışır aygıt. dÖnüştüreç bağlaşımı [es. t. transformatör çiftlenimi] [Akn. Transfor­ matorenkopplung] [Fr. accouplement par transformateurs] [Ing. transformer coupling] : Elektriksel erkeyi b i r dönüştÜTeç aracılığıy­ la b i r çevrimden ötekine aktarma. dÖnüştüreç ikincili [es. t. transformatör sekonderi] [Alm. Sekundär­ wicklung] [Fr. bobine secönâaire d'un transformateur] [Ing. secondery of a transformer] : Dönüştürecin b i r yüke bağlanmış ikin­ cil akım sarımı; dönüştürecin güç çıktı sarımidönüştürüm [es. t. transformasyon] [Alm, Umwandlung] [Fr., Ing. trasformation] : Belirli 'bir süreçle b i r noktaya başka b i r noktanın karşı getirtmesi. dönüşül açı [es. t. kritik açı] [Alm. Grenzwinkel] [Fr. angle critique d'un milieu] [Ing. critical angle of a medium] : Işıkta, iç tam yan­ sımanın tümüyle gerçekleştiği en küçük geüş açısı. dönüşül basmç [es. t. kritik basınç] [Akn. kritische Druck] [Fr. pression critique] [Ing. critical pressure] : Dönüşül sıcaklıktaki b i r özdeğin doygun uçun basıncı. dönüşül büyüklük [es. t. kritik büyüklük] [Akn. kritische Abmessun­ gen] [Fr. grandeur critique, dimension critique] [tng. critical size]: B i r çekirdeksel tepkileşimlikte, zincirleme tepkileşimi ayakta tut­ mak için gerekli yansıtıcı ve çekirdeksel özdek büyüklüğü.

59

dördü]

dönüşül erkil [cs. t, kritik potansiyel] [Alm, Grenzpotentâal] [Fr. potentiel critique] [Inıg. critical potential] : Bir öğecigi uyarmak ya da üşerleştirmek için gerekli en küçük erkil. dönüşül hız [es. t. kritik hız] [Alm. kritische Geschwindigkeit, kristische Drehzahl] [Fr. vitesse critique] [trug, critical speed] : Dö­ nen b i r dingilin, dirik olarak kararsız duruma geldiği hız; b u hızda, dönmeden ileri gelen yinelenen sarsıııOlar tedirgin edici kuvvetle­ r i n ortaya çıkmasına yol açar. dönüşül kütle [es. t. kritik kütle] [Alm. kritische Masse] [Fr. masse critique] [îng. critical mass] : Kendi kert[es. t. aksi tesir atomu] [Alm. Rückstossatom] [Fr. atome de recul] [Ing. recoil atom] : B i r parçacık ya da ışınım sa­ lımı nedeniyle anlık değişikliğe uğrayan ya da devinim yönü tersi­ nen Öğecifc. geritepki parçacığı [Alm. Rückstoßspartikel] [Fr. particule de recul] [Ing. recoil partiale] : B i r çarpışma ya da b i r taneciğin ayrılması sonucu d e f n i m e başlayan ana parçacık. gevşek bağlaşım [es. t. gevşek kuplaj] [Alm. tose Kopplung] [Fr. couplage tâche] [trug. Îoose coupling] : Mıknatıssal aktarımı yeğrriltecek ölçüde uzak duran kangallar arasındaki bağlaşım, örn. gev­ şek yayla bağlı sarkaçların bağlaşımı. gevşeme süresi [es. t. rêlaksasyon zamanı] [Alm. Relaxationszeit] [Fr. durée de relaxation] [Ing. relaxation time] : B i r doğabilimsel yapının y a da dfegenin b i r özelliğinde dış etki ile değişim oluş­ turulursa, etki kalktıktan sonra tepkinin de kalkmasında gözlenen geeilanenin ölçüsü. gezegen [es. t. seyyare] [Alm. Planet] [Fr. planète] [Ing. planet] : Gürfeşin çevresinde ve onun çekim, alam içinde dolanan dokuz gökcismînıden her bini. gldergenlik [es. t. koersivite] [Alm. Koerzitivkraft] [Fr. coercivité] [Ing. coercivity] : Doygunluğa dek mıknatıslanmış bir özdeğin mıknatıssal üretimini sıfıra düşürtnek için gerekli mıknatıssal yeğinlik. gidergenlikölçer [es. t. koersimetre] [Alm. Koerzitivkraftmesser] [Fr. coercimètre] [înıg. coercimeter] : Mıknatıssal bir özdeğin gidergenlik yeğinliğini ölçmeye yarayan aygıt. gidim [es. t. menzil] [Alm. Reichweite] [Fr. distance de pénétration, parçours] [Ing. range] : B i r merminin ya da öğeciksel parçacığın bir Özdek içinde ulaşabildiği uzaklık.

87

gökgözler

girdi [Alm. Leistungsaufnahme'] [Fr. entrée] [îng. input] : İşlenmesi için bir işlergeye ya da çevrime verilen güç ya da bilgi. girginlik [es. t, penetrans] [Fr. pénêtrance] [lag. penetrance] : Par­ çacıkların ve ışınımların özdek içine sokulabildikleri derinlikle öl­ çülen niceliği. girim [es. t. penetrasyon] [Alm. Durchdringung] [Fr. pénétration] [îhg. penetration] : Parçacıkların ve ışınımların özdek içine derin­ liğine sokulabilme özelliği. girim katsayısı [Alm. Durchdringungszahl] [Fr. coefficient de . pénêtrance] [Ing. penetrance coefficient] : 1 — B i r sıvının, ıslattığı bir katı içine sızımının ölçüsü. 2 — Bir çekirdek tepkilleşioninde gelen parçacığm çekirdeksel erkilden geçebilme olasılığı. girimölçer [Alm. Härtemesser, Penetrometer] [Fr. pénétromètre] [îng. penetrometer] : 1 — Yoğruk katıların sertliğini ölçmeye yarayan aygıt. 2 — X-ışmlarmm sertliğim ölçen aygıt. girişim [es. t. tedahül] [Alm. Interferenz] [Fr. interférence] [îng. interference] : B i r noktaya ulaşan birden çok dalganın o noktada uyardıkları yönleçsel etkilerin bir birleşke oluşturmaları; bu birleşke, sıfırla toplam arasmda değerler alır. girişim saçakları [Alm. Interferenz Streifen] [Fr. franges] [îng. frin­ ges] : Işığın ya da başka bir dalganın girişimi sonucu ortaya çıkan karanlık ve aydınlık çizgiler. göbek [Alm. Kern] [Fr. coeur (noyau)d'un aimant] [îng. core] : Akımsal mıknatısların kangallarının sarıldığı yumuşak demirden, çoğu za­ man halka biçimli parça. gök doğabilimi[es. t. astrofizik] [Alm. Astrophysik] [Fr. astrophysique] [îng. astrophysics] : Uzaydaki Özdecik ve öğeciklerden gelen izgelerin çözümlemesine dayanarak, gökcisâmlerinin doğabilimsel özel­ liklerini inceleyen gökbilim dalı. gök işleybilimi [es. t. gök mekaniği] [Alm. Himmeismechanik] [Fr. mécanique céleste] [îng. celestial mechanics] : Gökcisimlerinin ağı­ nım etkisi altındaki devinimlerini inceleyen bilim dalı. gökbilim [es. t. astronomi] [Alm. Sternkunde] [Fr. astronomie] [îng. astronomy] : Gökcisimlerinin uzaydaki durumlarım, devinimlerini, doğabilimsel - kimyasal yapılarıyla inceleyen bilim dalı. gökgözler [es. t. teleskop] [Alm. Fernrohr, Teleskop] [Fr. télescope] [îng. telescope] : Gökcisimlerini büyüterek ayrmtılarını gösteren, mercek ve aynalardan okışmuş ışıksal gözlem aygıtı.

göktaşı

88

göktaşı [es. t. meteorit] [Alm. Meteorit] [Fr. météorite] [îng. meteo­ rito] : Uzaydan gelen ve yerin uçunyuvarına girince sürtünme yü­ zünden akkorlaşan kütle. gölgeölçer les. t. dansitometre] [Alm. Schwarzungsmesser] [Fr. den? sitomètre] [İng. densitometer] : B i r ışılyaprakta ışık, X-ışmIarı, gama ışınları vb. etkenlerin oluşturdukları izgenin gölge yoğun­ luğunu ölçmeye yarayan aygıt. göreli [es. t. izafi] [Alm. relativistisch] [Fr. rélativiste] [îng. relativistic] : Görelilik kuramı uyarınca; görelilik kuramım ilgilen­ diren. görelilik kuramı [es. t. izafiyet teorisi] [Alm. Retativitäts théorie] [Fr. théorie de relativité] [İng. theory of relativity] : Işığın yayılma hı­ zının, kaynağın ve gözlemcinin devinimine bağlı olmadığı ve evren­ sel bir değişmez sayı olduğu varsayımına dayanan, özellikle Einstein'in geliştirdiği çağdaş kuram. Birbirlerine göre düzgün doğru d e vindmde bulunan i k i yerlem çatkısından birindeki gözlemci ötekindeki uzunluk, zaman, kütle gibi temel niceükleri ve bunlara dayanan nicelikleri ölçerlerse kendi çatkılarındaki değerleri bulamazlar. gÖresiz [es. t. izafi olmayan] [Alm. nichtrelativistisch] [Fr. non réla­ tiviste] [İng. nonreiativistic] : Görelilik kuramı dışında olan. Newton doğabilimi kurallarına uyan. görgül [es. t. ampirik] [Alm. erfahrungsmässig] [Fr. empirique] [İng. empirical] : Yalnızca gözlem ve deney sonuçlarına dayanan. görme sürerliği [Alm. Visionspersistenz, Augenträgheit] [Fr. persis­ tance de vision] [İng. persistance of vision] : Gözün ağ katmanının bir görüntüyü, uyarının kesilmesinden 1/16 sn. sonrasına değin ko­ runabilmesi. görsel [es. t. vizüel] [Alm. visuelles] [Fr. visuel] [İng. visual] : Gör­ me işlemi ile ilgili. görü [es. t. vizyon] [Alm. Gesichtssinn] [Fr., İng. vision] : Işığın, gözün ağkatmanını uyarmasıyla başlayan ve görme işlemiyle bilinçle nen dirimbilimsel süreçler dizisi. görümötesi ışınlar [Alm. unsichtbare Spektralfarben] [Fr. rayons ultraphotiques] [İng. ullraphotic rays] : Işık izgesinin görünür sık­ lıklar dışında kalan kesimleri. görüngüsel [es. t. fenomenolojik] [Ahn. phenomenologisch] [Fr. phénoménologique] [İng. phenomenological] : Olayları, iç yüzünü ve

89

göz merceği

temelindeki nedenleri düşünmeksizin dış görünümleri ile inceleme­ ye ilişkin. görüntü [es. t. hayal, imaj] [Alm. Bild, Schirmbild] [Fr., tng. image] : B i r nesnenin çeşitli noktalarından çıkan ışık ışınlarmm, bir ışıksal dizgeden geçtikten sonra oluşturdukları taçim. görünür çap [es. t. zahiri çap] [Alm. Scheindurchmesser] [Fr. dia­ mètre apparent] [tng. apparent diameter] : B i r gözlemcinin yıldız çapının uçlarım gözlediği doğrultular arasında 'kalan açı. görünür genleşme katsayısı [es. t. zahiri genleşme katsayısı] [Alm. Scheindehnungszahl] [Fr. coefficient de dilatation apparente] [tng. apparent expansion coefficient] : B i r sıvının gerçek genleşme kat­ sayısından, bulunduğu -kabın oylumsal genleşme katsayısının çıka­ rımı ile bulunan sayı. görünür güç [es. t. zahiri güç] [Alm. Scheinteistung] [Fr. puissance apparente] [tng. apparent power] : B i r dalgalı akım çevriminde, etkin yük-süren kuvvet ile etkin akımın çarpımı olarak tanımlanan güç. görünür ışınım [es. t. zahiri radyasyon] [Alm. sichtbare Strahlung] [Fr. radiation visible] [tng. visible radiation] : Akunmiknatissal izge içinde kırmızıdan mora değin giden ışınım kuşağı. görünür izge [es. t. zahiri Spektrum] [Alm. sichtbare Spektrum] [Fr. spectre visible] [tng. visible spectrum] : Beyaz ışık izgesinin mor ile kırmızı arasındaki görünür renkler »kuşağı. görünürlük [es. t. vizibilite] [Alm. Sicht] [Fr. visibilité] [tng. visïbïlity]: Yoğun siste görünebilen 15-20 metreden, 50 km'ye değin giden deği­ şik görüş uzaklıkları için hava duruluğu ölçüsü. * görünürlük çarpanı [es. t. vizibilite çarpanı] [Alm. Sichtfaktor] [Fr. facteur de visibilité] [İng. visibiîity factor] : Verilen dalga boydaki görünür ışınım akısının, gelen tüm ışınım akısına oranı. gösterim [es. t. temsil] [Alm. Darstellung] [Fr. représentation] [tng. représentation] : B i r niceliği, bir dizgeyi ya da b i r olayı simgelerle belirtme. gövde özekli yapı [Fr. structure à corps centré] [tng. body centered structure] : Köşelerinde olduğu gibi gövde özeğinde de örgüsü bulu­ nan buzsul. göz merceği [es. t. oküler] [Alm. Okular] [Fr. oculaire] [tng. ocular] : B i r gözleme aygıtının, kullananın gözüne yakın merceği.

göze

90

göze [es. t. pil] [Alm. Zelle, Element] [Fr. pile, cellule] [İng. cell] : Isı, ışık, kimyasal etkileşim gibi olaylar sonucu oluşan yük-şüren kuvvet kaynağı. göze takımı [es. t. pil bataryası] [Alm. Batterie] [Fr. batterie] [İng. battery] : İki ya da daha çok elektrik gözesinin, elektriksel erke kaynağı olacak biçimde bağiaraması. gözenek [es. t. mesame] [Alm. Pore] [Fr. pore] [İng. porosity] : B i r özdek kütlesi içindeki mini ölçekte oluklardan her biri. gözeneklilik katsayısı [es. t. porozite] [Alm. Porositätzahl] [Fr. coefficient de porosité] [İng. porosity coefficient] : B i r katıdaki gözeneklerin oylumca yüzdesi, gözenekölçer [es. t. porozimetre] [Alm. Porositätsmesser] [Fr. porosimètre] [İng. porosimeter] : Katı üzdüklerin gözenekliliğini, başka bir deyimle akışkanlarla ilgili geçirgeaıliğini Ölçen aygıt, güç [es. t. takat] [Alm. Leistung] [Fr. puissance] [Ing. power] : 1 — İş yapma hızı; birim zamanda yapılan iş. 2 — Görsel bir aygıtın ayrıntıları seçme yeteneği. güç çarpanı [es. t. kudret emsali] [Alm. Leistungsfaktor] [Fr. facteur de puissance] [İng. power factor] : B i r wattolçer ile Ölçülen gerçek gücün, bir voltölçer ve akımölçer ile ölçülen sayüann çarpımıyla bulunan görünür güce oram. güç dönüştüreci [es. t. güç trafosu] [Ahn. Leistungsübertrager] [Fr. transformateur à grande puissance] [İng. power transformer] : Ge­ nellikle bir demir sandık içine yerleştirilerek, güç aktarımı için kullamlan büyük bir dönüştüreç türü. güç kaynağı [Alm. Netzanschluss] [Fr. alimentation par le secteur] [İng. power supply] : B i r elektriksel çevrime güç sağlayan kaynak. güç tepMleşimliği [es. t. güç reaktörü] [Alm. Leistungsreaktor] [Fr. réacteur de puissance] [İng. power reactor] : özellikle güç üretimci için tasarlanmış çekirdeksel -tepkileşknlik. güç yitimi [es. t. güç kaybı] [Alm. Dampfung, Schwächung] [Fr. atténuation] [İng. atténuation] : B i r çevrimde, b i r akımmıknatıssal alanda güç yitiğinin desdbel olarak ölçüsü, güç yükselteci [es., t. güç amplifikatörü] [Alm. Leistungsverstärker] . [Fr. amplificateur de puissance] [İng. power amplifier] : Elektrik­ sel iletişimde, çizgisel olmayan b i r etki ile istenen bir güç çıktısı vermek üzere tasarlanmış eksiciksel düzenek.

hal değişkeni

91

güçlendirici [Alm. Zusatzmaschine] [Fr. survoîteur, dévolteur] [İng. booster] : B i r elektrik çevriminin erkilini yükseltmek ya da alçaltmak için dizgeye ardışıık bağlanan aygıt. güneş dizgesi [es. t. güneş sistemi] [Alm. Sonnensystem] [Fr. système solaire] [İng. solar system] : Güneş, dokuz gezegen, birçok gökcis­ mi, göktaşı ve kuyruklu yıldızlardan oluşan dizge. güneş günü [Alm. Sonnentag] [Fr. jour solaire] [İng. solar day~\ : Gü­ neşin b i r boylamdan ardışık i k i geçişi arasındaki süre. güneş ışınımı [es. t. güneş radyasyonu] [Alm. Sonnenstrahlung] [Fr. radiation solaire] [İng. solar radiation] : Güneşten gelen ve uzun kırmızıaltı dalga boylarından, kısa morüstü dalga boylarına değin geniş bâr aralığı kapsayan ışınım. güneş izgesi [es. t. güneş spektrumu] [Alm. ^onnenspektrum] [Fr. spectre solaire] [İng. solar spectrum] : Güneş ve yer uçunyuvarları soğurmaları sonucu oluşan Frauenhofer soğurum çizgileriyle birlik­ te güneşin verdiği dzge. gürelik bak. kuvvet. gürellik bilgisi bak. dirik bilgisi. gürültü [Alm. Gerausch] [Fr. bruit] [İng. noise] : Yükselteç çıktısın­ da gözlenen ve imlam girdisinde çeşitli nedenlerden kaynaklanan, asalak birleşenlerin yükseltilmesinden ileri gelen uyumsuz sesler. güvence [es. t. sigorta] [Alm. Sicherung, Stromsicherung] [Fr. coupe •circuit] [İng. fuse] : B i r elektrik çevrimine yerleştirilen ve çevrim­ den aşın akım geçtiğinde, kavrularak çevrimi kesen düşük erime sıcakhklı iletken parçasını taşıyan gereç. H hal [Alm. Zustand] [Fr. état] [İng. state] : Nesnelerin kesin olarak ta­ nımlanmış koşullardaki ortak mteliklerinin tüonüne verilen ad. ani. durum. hal değişimi [Alm. Zustandsànderung] [Fr. changement d'état] [İng. change of state] : Katı, sıvı, uçun gibi doğabilimsel b i r haldeki bir Özdeğin başka bir hale dönüşmesi, hal değişkeni ı[ALm. Zustandsvariable] [Fr. variable d'état] [îngj. variable of state] : Basınç, oylum, sıcaklık ya da dağıntı gibi, b i r özdeğin doğabilimsel halini ve ısıldirik dönüşümlerini belirleyen değişkenlerden her biri.

hal denklemi

92

hal denklemi [Alm. Zustandsgleichung] [Fr. équation d'état] [ïng. équation of State] : B i r özdeğkı basıncım, oylumunu ve sıcaklığım birbirine bağlayan bağıntı. hava [Alm. Luft] [Fr., tng. air] ; Yeryuvanm saran uçun ve uçuk katmanın oluşturduğu akışkan ortam. hava basmcı [es. t. atmosfer basıncı] [Alm. Luftdruck] [Fr. pression atmosphérique] [îng. atmospheric pressure] : Gezegen uçunyuvanmn uyguladığı her doğrultuya yönelik basınç. hava bilgisi [es. t. meteoroloji] [Alm. Meteorologie] [Fr. météorologie] [lag. meteorology] : Uçunyuvarı içinde geçen tüm olayları in­ celeyen ve bunları belirli yasalara bağlayan bilim dalı. havalı [es. t. pnomatik] [Fr. pneumatique] [Ing. pneumatic] : Sıkış­ tırılmış hava ile işleyen (aygıt). havayuvan bak. uçunyuvarı. hız [es. t. sürat] [Alm. Geschwindigkeit] [Fr. vitesse, vélocité] [Ing. velocity] : B i r dsnıin ya da b i r dalganın birim zamanda aldığı yol. hızJanım bak. ivme. hızh ıhncık [es. t. hızlı nötron] [Alm. schnelles Neutron] [Fr. neutron rapide] [Ing. fast neutron] : Çekirdek parçalanmalarında kurtulan yüksek erkeli ılmcıklar. hızölçer bak. ivmeölçer. hoşgörü [es. t. müsamaha] [Fr. tolérance] [îng. tolérance] ğabilimsel nicelik için saptanan yanılgı tutarı.

: B i r do-

I •

ıhmlama [es. t. modere etme] [Fr. modération] [îng. modération] Yeğinliği azaltma, aşırılığı olağan bir ölçüye indirme.

:

ıhmlayıcı [es. t. moderatör] [Alm: Moderator] [Fr. modérateur] [Ing. moderator] : Ilıncık yavaşlatmada kuHamlan grafit, parafin ya da ağırsu gibi Özdekler. ihn [es. t. nötr] [Alm. Neutral] [Fr. neutre] [tng. neutral] : Artı ve eksi yükü oknayan, yansız. ihn sıcaklık [es. t. nötr sıcaklık] [Alm. neutrale Temperatur] [Fr. température neutre] [îng. neutrat température] : B i r ısılçift çev­ riminde oluşan yük-süren kuvvetin e n büyük değerini aldığı kay­ nak noktası sıcaklığı.

ısı sığası

93

ılıncık [es. t. nötron'] [Alm. Neutrino] [Fr., îng. neutrino] : Durgun kütlesi sıfır olan ve ışık hızı ile ilerleyen dayanıldı, ılın temel par­ çacık. ılıncık akım yoğunluğu [Akn. neutronen Stromdichte] [Fr. densité de courant de neutrons] [îng. neutron current density] : B i r birim yüzeyden dik doğrultuda birim zamanda geçen ılıncık sayısı. ılıncık çevrimi [Alm. neutronen Zyklus] [Fr. cycle des neutrons] [Ing. neutron cycle] : Iknciklann tepkileşimlikte çekirdek bölünme siyle başlayıp tümünün soğurulması ya da dizgeden ayrılması ile biten süreç. ılıncık kapımı [es. t. nötron yakalaması] [Alm. neutronen Einfang] [Fr. capture de neutrons] [Ing. neutron capture] : Çekirdeksel bàr yapının dıştan b i r ılıncık yakalaması. ılıncık yoğunluğu [es. t. nötron yoğunluğu] [Alm. neutronen Dichte] [Fr. densité de neutrons] [îng. neutron density] : B i r tepkileşimlik­ te birim oyluma düşen ılıncık sayısı. ılınlanım [es. t. nötralize etme] [Alm. Neutralisation] [Fr. neutralisa­ tion] [îng. neutralization] : 1 — B i r üçlü yükselteç çevriminde üst -üşek kafes sığasının etkisini önlemek için bir dengeleyici sığaç kul­ lanma. 2 — Elektriksel yük dengesi yitmiş olan bir dizgede denge­ yi kurma. ıra bak. belirtke. ıraksak [Alm. divergierend] [Fr., îng. divergent] : Ortak bir doğrultu­ dan açılarak giden ya da bir noktadan ayrılan doğrultulan izleye­ rek yayılan. ıraksak nfercek bak. çukur mercek. ıraksaklık [es. t. âiverjans] [Alm. Divergenze] [Fr., îng. divergence] : Yönleçsel bir A niceliğinin V • = ""ak A biçiminde tanımlanan bir işlem sonunda verdiği sayıl nicelik. A

ıralgın bak. belirtken. ıralgın X-ışınlan bak. belirtken X-ışmlan. ısı [es. t. hararet] [Alm. Wärme] [Fr. chaleur] [îng. heat] : B i r özdeğin öğecİkleri ya da özdecikleri düzeyindeki öteleme, dönme ve titreşim devinimleri ile ilgili toplam erkesi. ısı sığası [Alm. Wärmekapazsität] capacity] : bak. ısıl sığa.

[Fr. capacité

calorifique] [îng. heat

\

ısı taşınımı

94

ısı taşımım [es. t. konveksiyonla ısı iletimi] [Alm. Wärmekonvektion] [Fr. convection de la chaleur] [tng convection of heat] : İsı erke­ sinin, sıcaklığı değişik yerler arasında akışkan dolaşımı yoluyla yer değiştirmesi. ısıalan [es. t. endotermik] [Aka. endothermisch] [Fr. endothermique] [tng. endothermic] : B i r süreç sırasında, dizgenin dışardan ısıl erke soğurma özelliği. ısıalan tepkileşlm [es. t. endotermik reaksiyon] [Alm. endotherme Reaktion] [Fr. réaction endothermique] [tng. endothermic reaction]: Isı soğurumu ile oluşan tepkileşim. ısıl [es. t. termik] [Alm. thermisch] [Fr. thermique] [tng. thermal] : Isı ile ilişkili, ısıya değgin. ısıl akışım [es. t. termik konveksiyon] [Alm. Wärmestromung] [Fr. convection thermique] [tng. thermal convection] : Sıvı ya da uçun durumundaki akışkanların sıcaklık ya da yoğunluk değişimlerinden kaynaklanan akışları. ısıl çözümleme [es. t. termik analiz] [Alm. thermische Analyse] [Fr. analyse thermique] [tng. thermal analysis] : Metallerin denge ko­ şullarını ve evre Üişlrilerini araştırmada ısıl eğrilerinden yararlan­ ma. ısıl dalga [Alm. Temperaturevelle] [Fr. onde de température] [tng. temperature wave] : i k i nokta arasındaki sıcaklık değişiminin ilerle mesi. ısıl denge [es. t. termik denge] [Alm. thermische Gleichgewicht] [Fr. équilibre thermique] [tng. thermal equilibrium] : B i r dizgenin par­ çalan arasmda, ısı alışverişi tutarının sıfırlanma koşulu. ısıl denklem [es. t. termik denklem] [Akn, Wärmegleichung] [Fr. équation thermique] [tng. thermal équation] : Bir'kimyasal tepkileşimde alınan ya da verilen ısıl erkeyi de içeren kimyasal denklem. ısıl eksicik borusu [es. t. elektronik lamba] [Alm. Verstärkerröhre] [Fr. tube électronique] [tng. thermionic tube] : Isıtılmış alt-üşeğa eksicik kaynağı durumunda, içinde toplayıcı üst-üşek ile eksicik akı­ şım ını denetleyen ek üşekleri bulunan havası alınmış cam şişe. ısıl erke [es. t. termik enerji] [Alm. thermische Energie] [Fr. énergie thermique] [tng. thermal energy] ; B i r nesnenin taşıdığı ısı ha­ lindeki erke. ısıl ılmcıklar [es. t. termik nötronlar] [Alm. thermische Neutronen] [Fr. neutrons thermiques] [tng. thermal neutrons] : Erkesi, için­ den geçtiği özdekle özdeşlenen yavaş ılmcıklar.

95

ısüçeklrdeksel tepkUesim

ısıl ışınım [es. t. termik radyasyon] [Alm. Wärmestrahlung] [Fr. rayonnement thermique] [Ing. thermal radiation] ; B i r nesnenin ısıtıldığı zaman yaydığı, yalnızca o nesnenin saltık sıcaklığına bağlı olan ışınım. ısıl iletim [es. t. termik iletim] [Ahn. Wärmeleitung] [Fr. conduction thermique] [Ing. thermal conduction] : Isı erkesinin bir ortam için­ de bir özdecikten Ötekine aktarımı. ısıl iletkenlik [es. t. kalorifik iletkenlik] [Alm. Wärmeleitfähigkeit] [Fr. conductivité calorifique] [Ing. thermal conductivity] : B i r cis­ min iletimle ısı aktarım hızl. ısıl kıpırdanma [es- t. termik kaynaşma] [Alm. thermische Bewegung] [Fr. agitation thermique] [Ing. thermal agitation] : B i r Özdek özdeciMerönin ısıl erkeden 'kaynaklanan devinimleri. ısıl sığa [es. t. termik sığa] [Alm. Wärmekapazität] [Fr. capacité thermique] [Ing. thermal capacity] : 1 — B i r nesnenin ısıl açıdan su Olarak eşdeğeri. 2 — Söz konusu nesnenin kütlesi ile özgül ısısı­ nın çarpımı. ısıl tepkileşimlik [es. t. termal reaktör] [Alm. thermische Kernreaktor] [Fr. réacteur thermique] [Ing. thermal reactor] : Çekirdeksel bÖlünümlerkıin çoğunlukla ısd ılıncıklarla sağlandığı tepkileşimlik. ısıl verim [es. t. termik verim] [Alm. Wärmewirkungsgrad] [Fr. ren­ dement thermique] [Ing. thermal efficiency] : B i r işlerge çıktısının ısı birimlerindeki tutarının, harcanan toplam ısıya oranı, ısıl yayınım [es. t. termal difüzyon] [Alm. thermal Diffusion] [Fr. diffusion thermique] [Ing. thermal diffusion] : Değişik kütlede özdeaikjerden oluşmuş bir uçun içinde bir sıcaklık bayırlığı varsa Özdeoiklerin kütlelerine göre karşıt yönde yayınım eğilimi gösterme­ leri. ısıl yeğinlik [es. t. kalorifik şiddet] [Alm. Wärmeintensität] [Fr. intensité calorifique] [Ing. calorific intensity] : B i r yakıtın açık havada yanmasıyla oluşan en yüksek sıcaklık. ısıl yük-süren kuvvet [es. t. termoelektromotor kuvvet] [Alm. thermoelektromotorische Kraft] [Fr. force îhermoélectromotrice] [Ing. thermoetectromotive force] : B i r îsilçifit ekleminin ısıtılmasıyla olu­ şan yük-süren kuvvet. ısüçeklrdeksel tepkileşim [es. t. termonükleer reaksiyon] [Alm. thermische Kernreaktion] [Fr. réaction thermonucléaire] [Ing.

ısüçift

96

thermonuclear reaction] : Çok yüksek sıcaklıklarda başlayabilen çekirdeksel tepkileşim. ısılçift [es. t. termoelektrik çifti] [Alm. Thermoelement] [Fr. couple thermoélectrique] [îng. thermocouple] : Eklem yerleri değişik sı­ caklıkta tutulunca, yük-süren kuvvet üreten i k i metalden oluşmuş kendi üzerine kapalı çevrim. ısüçift göze [es. t. termoelektrik pil] [Aim. Thermosaule] [Fr. pile thermoêlectrique, thermopile] [îng. thermopile] : Birçok ısılçiftin büyük bir yük-süren kuvvet verecek biçimde art arda bağlanma­ sıyla oluşan takım. ısüçizer [es. t. termograf] [Aim, Thermograph] [Fr. thermographe] [îng. thermograph] : Sıcaklık değişimlerini çizerek gösteren aygıt. îsılçözüşüm [es. t. termoliz] [Alm. Thermolyse] [Fr. thermolyse] [îng, thermolysis] : B i r Özdeciğin ısı etkisiyle ayrışımı. ısıldenetir [es. t. termostat] [Alm. Wärmeregler] [Fr., îng. thermostat]: Sıcaklığı özdevimli bir düzenle belirli değerde tutan aygıt. ısııdirenç [es. t. termistor] [Alm. Heissleiter] [Fr., îng. thermistor] : Direnci sıcaklık artışı ile hızlı biçimde azalan ve duyarlı ısılölçer gereç olarak kullanılan b i r yarı-iletken. ısıldirik bilgisi [es. t. termodinamik] [Alm. Thermodynamik] [Fr. thermodynamique] [îng. thermodynamics] : Isı vererek iş üretimi ya da bunun tersi olayları inceleyen bilim dalı. ani. ısılgürellik bilgisi. ısıldirik çevrimi [es. t. termodinamik devre] [Alm. Kreisprozess] [Fr. cycle thermodynamique] [îng. thermodynamic cycle] : B i r cisim­ de ya da dizgede sıcaklık değişimine bağlı olarak ısı alışverişi kar­ şılığı-iş üretimi sağlayan çevrim. ısıldirik denge [es. t. termodinamik denge] [Alm. thermodynamisches Gleichgewicht] [Fr. équilibre thermodynamique] [îng. thermody­ namic equilibrium] : B i r dizgeyi oluşturan bölüklerin, erke eşbölüşümü ilkesine uymaları koşulu. ısıldirik dönüşüm [es. t. termodinamik dönüşüm] [Alm. thermodynamische Transformation] [Fr. transformation thermodynamique] [îng. thermodynamic transformation] : Sıcaklık değişimi ya da ısı verişimİnin oluştuğu bir cisim ya da dizgenin halindeki değişme. ısıldirik sıcaklık Ölçeği [es. t. termodinamik sıcaklık ölçeği] [Aim. thermodynamische Temperaturgradteilung] [îng. thermodynamic temperaturescale] : B i r özdeğin doğabilimsel özelliklerinden bağım-

ısılmıknabssal etki

97

sız olan ve ülkül bîr Camot çevrimknn ısı alışverişinin ısddirik açı­ dan yorumu ile elde edilen b i r sıcaklık ölçeği. ısıldirik yasaları [es. t. termodinamik kanunları] [Aim. Gesetze der Warmemevhanik] [Fr. lois de ta thermodynamique] [İng. laws of thermodynamics] : 1 — Isı ve işlevsel iş ikarşaiİLkU dönüşebilir ve böyle b i r dönüşümde ısı 4,18x1u erg işleysel işe eşdeğerdir. 2 — Soğuk dizgeden sıcak dizgeye içten beslemeli kesintisiz b i r süreçte ısı aktarılamaz. 3 — Saltık sıfır sıcaklığa erişÜemez. 7

isıldüzenleyici [es. t. termor egülatör] [Aim. Warmeregulator] [Fr. thermorégulateur] [fng. thermoregulator] : B i r yerin sıcaklığını, ısı kaynağım düzenleyerek denetleyen aygıt. ısıleksicik [es. t. termoelektron] [Aim. Thermoelektron] [Fr. thermo­ électron] [Ing. t hermo electron ] : Isıtılmış b i r özdekten eksicikler püskülümü. ısılelektrik güç [es. t. termoelektrik güç] [Fr. puissance thermoélec­ trique] [İng. thermoelectric power] : B i r ısdelektrdk çiftin, yük -süren kuwetinin ısıtılan eklem sıcaklığına bağlı olarak değişim hızı. ısılelektrik etki bak. ısıl yük etkisi. ısılelektriksel etki [es. t. termoelektrik etki] [Aim. thermoelektrische Effeht] [İng. thermoelectric effect] : Değişik metallerin eklem yer­ lerinin değişik sıcaklıkta olmasından ileri gelen elektriksel erkil. ısılfosforışıl ı[es. t. termofosforesans] [Aim. Thermophosphoreszenz] [Fr., îng. thermophosphorescence] : B i r özdeğin ısı üe uyarımından bir süre sonra da eı^nhğmd sürdüren fosforışıl. ısılgürellik bilgisi bale. ısıldirik bilgisi. îsılışıldama [es. t. termolüminesans] [Aim. Thermolumineszenz] [Fr., İng. thermoluminescence] : K i m i Özdeklerin akkor sıcafchğimn al­ tında îsitddiklarmda gösterdikleri ışıldama. ısıllanım [es. t. termalize etme] [Aim. Thermalisierung] [Fr. thermalisation] [îng. thermalization] : Ilıncıklan, çevreleri ile ısıl dengeye getirme. ısılmıknatıssal etki [es. t. termomanyetik etki] [Aim. thermomagnetisehe Effekt] [Fr. effet thermomagnétique] [İng. thermomagnetic effect] : 1 — Mıknatıssal alanın b i r iletkendeki ısı akımına ya da sıcaklık dağılımına etkisi. 2 — Sıcaklığın Özdeklerin mıknatıssal özelliklerine etkisi.

ısılöge

96

ısılöğe [es. t. termoeleman] [Alm. Thermoelement] [Fr. thermoélément] [îng. thermoelement] : Küçük akımları ölçmede kullanılan, bir ısılçdft flle ısıtıcı ince telin ohıştıurduğıı düzen. ısılölçer [es. t. termometre] [Alm. Wärmemesser] [Fr. thermomètre] [îng. thermometer] : B i r nesnenin ya d a b i r ortamın sıcaklık dere cesimi Ölçmeye yarayan aygıt. ısdölçüm [es.t. termometri] [Akn.Wärmemessung] [Fr. thermométrie] [Ing. thermometry] : Sıcaklıkların ve sıcaklık değişimlerinin ölçü­ mü. ısılulaç [es. t. termorole] [Alm. Thermorelais] [Fr. thermorelais] [Ing. thermal relay] : Mini akım ölçümde aygıt sapmalarım büyüten araç. ısılüşerleşim [es. t. termoiyonlaşma] [AÜm. Thermoionen] [Fr. thermoionisation] [îng. thermoionization] : B i r özdeğin ısı etkisiyle üşerleşimi. ısılüşersel boru[es. t. termoiyonik lamba] [Alm. Vakuumröhre] [Fr. tube* électronique] [Ing. vacuum tube, thermionic tube] : Bksiciksel düzeneklerde özellikle doğrultııou, yükseltici olarak kullanılan ve içindeki .akım iletimi erkin eksiciklerden sağlanan boru. .ısılüşersel salım [es. t. termoiyonik emisyon] [Alm. ThermionischeausStrahlung] [Fr., émission thermionique] [îng. thermionic emission] : Isıtılmış b i r üşekten eksicik salımı.. ısılüşersel tersinim [es. t. termoelektrik enversiyon] [Alm. thermoelekt-rische Inversion] [Fr. inversion thermoélectrique] [îng. thermoelect­ ric inversion] : B i r ısdçiftkı yük-süren kiivvetmin belli b i r ılın nok­ tasının üstünde gözlenen düşüşü. ısın [Alnı. Kalorie] [Fr. calorie] [îng. calorie, calory] : 1 kg. a n suyun sıcaklığmı 1°C yükseltmek için gereken ısı tutan. Buna ısıl erke birimi de denir. ısının işleysel eşdeğeri [es. t. ısının mekanik eşdeğeri] [Akn. mecha­ nisches Wärmeäquivalent] [Fr. équivalent mécanique de la chaleur] [îng. mechanical equivalent of heat] : B i r îsiniïik ısı üretmek için gerekli iş tutan, 4,18 joule = 1 k a l . ismölçüm [es. t. kolorimetri] [Alm. Wärmemengenmessung] [Fr. calorimétrie] [îng. catorimetry] : B i r dizgedeki ya da b i r cisimdeki ısı nicekğinin Ölçümü. ısıölçer [es. t. kalorimetre] [Alm. Kalorimeter] [Fr. calorimètre] calorimeter] : Isıl erke alışverişini ölçmeye yarayan aygıt.

[îng.

99

ışık geçirimi

ısısalan [es. t. egzotermik] [Alm. exothermisch] [Fr. exothermique] [İng. exothermic] : B i r süreç -sırasında, dizgenin dışa ısıl erke verme özelliği. ısısalan tepkileşim [es. t. egzotermik reaksiyon] [Alm. Wärmeehtwiokelnd reaktion] [Fr. réaction exothermique] [İng. exothermic reaction] : Dış ortama ısı erkesi veren kimyasal tepkdeşim. ısısız [es. t. adiyabatik] [Alm. adiabatisch] [Fr. adiabatique] [îng. adiabatic] : Dış çevre ile erke alışverişi olmadan yürüyen tersinir olay. ' ışığın kınlımı [Alm. Lichirefraktion] [Fr. réfraction de la lumière] [îng; refraction of light] : Işık ışınlarının değişik i k i ortamı ayı­ ran yüzeyden geçerken kınlarak iılerleme doğrultusunu değiştirmesi. ışığın parçacık kuramı [es. t. ışığın korpüskül teorisi] [Alm. Korpusku­ lar théorie des Lichtes] [Fr. théorie corpusculaire de la lumière] [îng. corpuscular theory of light] : Işığın çok küçük hızlı tanecikler­ den oluştuğunu ileri süren Newton kuramı. ışığm yansıması [Alm. Lichtreflexion] [Fr. réflexion de la lumière] [îng. reflection of light] : Işığın özdeksel b i r yüzeye çarparak ya­ yılma doğrultusunu değiştirmesi. ışık '[Alm. Licht] [Fr. lumière] >[îng. light] : Güneşten ya da başka kaynaklardan gelen ve gözü uyarıcı etkisi oLan ışınım erkesi. v '. ışık akışı [Alm. Lichtstrom] [Fr. flux lumineux] [îng. luminous flux] : B i r kaynaktan birim zamanda salınan ışık erkesi tutarı. ışık aynşımı [es. t. ışık dişpersiyonu] [Alm. Lichtzerlegung] [Fr. dispersion de la lumière] [îng- dispersion of light] : Değişik renkler­ den oluşan ışığm, uyguo koşullar altında yan yana tek renkli kuşak­ lar durumunda dizilmesi. ışık bebeği [es. t. diyafram] [Aka. Diaphragma] [Fr. diaphragme] [İng. diaphragm] : İnce bir ışık demeti elde etmek için kullanılan gözbe­ beği gibi, çapı ayarlanabilir dairesel delik. j

ışık bilgisi [es. t. optik] [Ahnı. optik] [Fr. optique] [log. optics] : Işığı inceleyen doğabilirn dalı. ışık ekseni [es. t. optik eksen] [Akn. optische Achse] [Fr. axe optique] [İng. optic axis] : Gift k m c i b i r buzsulun çift kırıcı olmayan doğ­ rultusu. ışık geçirimi [es. t. ışığın transmisyonu] [Alm. Lichtdurchlässigkeit] [Fr. transmission de la lumière] [İng. transmission of light] : B i r ortamdan geçen ışık erîœsinin ortama giren erkeye oram.

ışık hızı

100

ışık hızı [Alm. Lichtgeschwindigkeit] [Fr. vitesse de la lumière] [îng. vélocity of light] : Enine akımınîknatıssal dalga olan ışığın boşluk­ t a saniyede aldığı yol. (2¡99, 793 km/sn.) ışık klplenimi [es. t. ışık modülasyomO; [Alm. Lichtsteuerung] {Fr. modulation de la lumière] [Ing. light modulation] : Televizyon yayı­ nında b i r görünümün değişik noktalarından gelen ışık ımlemle riyle bir ışm demetinin yeğaınldgirıi değiştirme ve bu olayı lüetişirnde fcunanma yöntemi. ışık nicemi [eş. t. ışık kuvantumu] [Aka. Lichtquant] [Fr. quantum de lumière] [îng. lightquantum] : B i r öğeoiğm ya da bir özdeciğin evre değişikliği olmaksızın saldığı tek ışık dalgası katarı. ışık süzgeci [es. t. tşık filtresi] [Alm. Lichtfilter] [Fr. filtre optique] [log. light filtér] : Seçici' soğurum y a 'da seçici yansıma ile ışığın dzgesel birleşiminde değişim sağlayan düzen. ışık yayı bak. elektrik yayı. ışak yılı [Alm. Lichtjahr] [Fr. année lumière] [îng. light year] : Işı­ ğın bir yıl içinde aldığı yol; yaklaşık tutarı 9,4 x l û ıhı. dir. ışıketküı [es. t. optikçe aktif] [Aka. optisch aktiv] [Fr. optiquement actif] [îmg. optically active] ; Ucayh ışığın düzlemini döndürebilen (özdek). 15

ışıksal [es. t. optik] [Ahn. optisch] [Fr. optique] [îng. optic] : Görme ve görme aygıtlanyla ilişkili olan'. ışıksal değişmezler [es. t. optik sabitler] [Aka. optische Konstanten] [ F T . constantes optiques] [Ing. optical constants] : B i r Özdeğin so­ ğurum katsayısı, kincilik göstergesi gibi ışıksal özelliklerinin anlatır mında kullanılan değişmez sayılar. ışıksal döndürüm bak. ışıksal etldnlik. ışıksal etkinlik [es. t. optik êtkinlik] [Aka. optische' Aktivität] [Fr. activité optique] [îng. optical activity] : K i m i özdeMerm ya da çözeltilerinin ucayh ışığın titreşim düzlemini döndürmesi. ışıksal özek [es. t. optik merkez] [Alim. optischer Mittelpunkt] [Fr. centre optique] [îng. optical center] : Merceğin içinde ışınların kı­ rılmadan geçtiği nokta. ışıksal sapınç [es. t. optik aberasyon] [Ahn. optische Abweichung] [Fr. aberration optique] [Ing. optical aberration] : B i r noktadan gelen ışınları tam olarak bir noktada toplayamayan mercek ya da ayna gibi ışıksal araçların kusuru. ışıksal sıcaklık [es. t. optik sühunet]

[Alm. optischen Warme] [Fr.

lşıleksicik

101

température optique] [tag. optica! température] : B k gökcisminin, ışıma Ölçümlerini değerlendirerek bulunan sıcaklığı. ışıksal yol [es. t. optik yol] [Alm. optische Weg, Lichtweg] [Fr. ehemin optique] [îng. optical way] : B i r ışının kınlım imleci l'den büyük olan b i r ortam içinde aldığı yolun boşluktaki eşdeğeri. ışü akım [es. t. foto akım] [Alm. lichtelektrischer Strom] [Fr. photocourant] [îng. photocurrent] : Duyarlı bir yüzeyin, ışıoıım etkisinde saldığı eksiciklerin oluşturduğu akım. ışıl alt-üşek [es. t. fotokatot] [Alm. Photokatode] [Fr. İng. photocaîhode] : Işığa tutulunca eksıicik salan alt-üşek. ışıl boru [es. t. fototüp] [Alm. Photoröhre] ı[Fr., Ing. phototube] : Işımduygun b i r özdek yüzeyine düşen akımmıknatıssal dalgalar etkisiyle eksicik salan; içinde en az i k i üşek bulunan havası alınmış kapalı bo­ ru. ?

ışıl bolünüm [es. t, fotofisyon] [Alnı. Photospaltımg] [Fr., îng. photofission] : Işılcıklarla oluşan çekirdek bölünüanü. ışıl parçalamm [es. t. foto parçalanma] [Ahn. Lichtzerfall] [Fr. photcdêsintégration] [îng. photodisintegration] : B i r öğecik çekir­ değinin işlinin erkesi etkisi ile parçalanması. ışücık[es. t. foton] [Alm. Lichtpartikel] [Fr., îng. photon] : 1 — bak. ışık nicemi. 2 — Işığın y a . d a daha genel olarak akımmıknatıssal ışııumlaon erke birimi. ışılçekirdeksel tepkileşim [*s. t. fotonükleer reaksiyon] [Ahn. Kern¬ photoeffekt, photonukleare Reaktion] [Fr. réaction photonucléaire] [îng. photonuclear reaction] : B i r ışılcığıri etkisiyle oluşan çékirdeksel tepkileşim. ışüçoğaltıcı [es. t. fotomültiplikatör] [Alm. Photomulttplier] [Fr. photomıdtipîicateur] [îng. photomultiplier] : Işıielektnik yolu ile el­ de edilen eksiciğİ üstel b i r çarpan ölçüsünde çoğaltarak baştaki ışık yeğimiğini ölçeni aygıt. ışıldama [es. t. lüminesans] [Ahn. Lumineszenz] [Fr., îng. luminescen­ ce] : K i m i özdeciklenkı yüksek sıcaklık yerine ışımmlarla dövülme­ sinden kaynaklanan ışık şahmı. ışıiduyarkk [es. t. fotoduyarlık] [Ahn. Lichtempfindlichkeİt] [Fr. photosensibilité] [ing. photosensivity] : Görünür ya da görünmez ışığı duyma özelliği. lşıleksicik [eş. t. fotoelektron] [Ahn. Photoelektron] [Fr. photoélectron] [Ing. photoélectron] : B i r özdeğin ışık etkisinde saldığı eksicik.

ışılelektrik

102

ışılelektrik {es. t. fotoelektrik] [Alnı. Lichtelektrizitat] [Fr. photoélectricité] [îng. photoelectricity] ; Işıkla üretill'en elektrik .yükleri ve elektrik alkımı. ışılelektriksel çoğaltıcı [es. t. fotoelektrik mültiplikatör] [Fr. multip­ licateur photoélectrique] [îng. photoelectric multiplier] : Işusalım yüklerinin üst-üşekte oluşturduğu akımı birçok katlarına çıkaran çok üşekli boru. ışılelektriksel etki [es. t. fotoelektrik olay] [Aim. Photoionisation] [Fr. effet photoélectrique] [İing. photoelectric effect] : B i r öğeciğin eksiciıklerinden birinin b i r ışılcığm bütün erkesini alarak ayrıl­ ması sonucu oluşan etki. ışılelektriksel göze [es. t. fotoelektrik pil] [Alım. lichteİektrische Zelte] [Fr. cellule photoélectrique] [îng. photoelectric cell] : Işık etkisi ile eksicik salan ve bu yoldan ışık yeğinliğini ölçen göze. ışılelektriksel iş [es. t. fotoelektrik iş fonksiyonu] [Aim. lichteİektrisc­ he Austrittsarbeit] [Fr. fonction de travail photoélectrique] [îng. photoelectric work function] : B i r öğeoifcsel düzeyden b i r eksicik sökmek için gerekli erke. ışüelektriksel salım [es. t. fotoelektrik emisyon] [Aim. lichtelektrisc¬ her Effekt] '[Fr. émission photoélectrique] [îng. photoelectric emission] : B i r Özdeğin ışılcıklarila dövülmesi sonucu eksicik salımı, bak. ışılsalım. ışüelektriksel soğurum [es. t. fotoelektrik absorpsiyon] [Aim. Absorp­ tion durch Photoeffekt] [Fr. absorption photoélectrique] . [îng. photoelectric absorption] : Işınım erkesinin ışılelektriksel salımlama erkesine dönüşümü. işüesnekHk [es. t. foto elastisite] [Aim. Photoelastizitat] [Fr. photoélasticité] [îngj photoélasticity] : Yönsemez, saydam, içyükül özdeklerdn zorlanınca ışıksal Özelliklerinin değişmesi. ışrigerilim etkisi [es. t. fotovoltaj etkisi] [Aim. Sperrschicht-Photoef¬ fekt] [Fr. effet photoélectrique interne, effet photovolta'ique] [îng. photovoltaic effect] : Işılkimyasal bir tepkileşim sonucu elektriksel gerilim oluşumu. ışılgerilim gözesi [es. t. fotovoltaik hücre] [Aim. Sperrschict-Photocell] [Fr. cellule photovoltdique] {log. photovoltaic cell] : Özdeş dibi metal üşeği b i r üşerçözük içine batırmak ve üşeklerden birine ışık düşür­ mekle yüfesüren kuvvet oluşması. ışılılmcık [es. t. fotonötron] [Fr., îng. photoneutron] : Işıl parçalanım sonucu sakmlanan ılmcık.

ışılsakmlı algıç

103

ışılışıldanım [es. -t. fotolüminesans] [Alm. Photolumineszenz] [Fr., l e g . photoluminescence] : Görünür aşığa ya da görünmeyen morüstü ışınıma tutulmakla uyarılan ışıldama. ışıliletken algıç [es. t. fotoiletken dedektör] [Fr. détecteur photocon­ ducteur] [İng. photoconductive detector] : Işınım erkesini, b i r ilet­ kende oluşturduğu'direnç 'değişimi ile algılayan ve ölçen aygıt. ışdUetkenlik [es. t. fotoiletkenlik] [Alm. lichtelektrische Leitfähigkeit] [Fr. photoconduotivité} [Ing. photoconduotivity] : Selenyum gibi k i m i Özdeklerin ışmlanjdıklarında elektriksel iletkenliğinin artması. ışükimya [es. t. fotokimya] [Alm. Photochemie] [Fr. photochimie] [İng. photochemistry] : Işıyan erke soğurumu ile oluşan tepkileşimleri inceleyen bilim dalı. ışıtmıknatıssal etki [es. t. fotomanyetik etki] [Alm. photomagnetisc­ her Effekt] [Fr. effet photomagnétique] [İng. photomagnetic effect]: K i m i özdeklerin mılaıatıssal almganlığma ışığın etkisi. ışılortacık [es. t. fotomezon] [Alm. Photomeson] [Fr. photoméson] : [İng. photoméson] : B i r çekirdekten ışılcık dövümü sonucunda çı­ kan ortacık. ışüolçer [es. t. fotometre] [Alm. Lichtmesser] [Fr. photomètre] [İng. photometer] ; İki ışık kaynağının yeğinliklerini karşılaştırmaya ya­ rayan aygıt. ışdölçüm [es. t. fotometri] [Alm. Lichtmessung] [Fr. Photometrie] [Ing. photometry] : Elverişli aydınlatma koşullara' sağlamak için ışık yeğinliği ölçümü. ışüölçümsel izge çözümleme [es. t. spektrofotometrik analiz] '[Alm. spektrophotometrische Analyse] [Fr. analyse spectrophdtométrique] {%n%*spectrophotometric analysis] ; B i r çözeltideki özdeğin soğurum izgesinin, erke dalga 'boyu dağılımına göre nicel çözümlemesi. ışılönelcik [es. t. fotoproton] [Alm. Photoproton] [Fr., İng. photopro­ ton] : B i r ışılçekirdeksel tepkâleşim sonucu saunan önelcik. r

ışılsalım [es. t. fotoemisyon] [Alm. licht elektrische Emission] [Fr. photoémission] [Ing. photoemission] : Işık etkisinde kalan b i r yü­ zeyin eksicäk salması. ışüsalımlı algıç [es. t, fotoemisyonht dedektör] [Alm. photoemissiönş Detektor] [Fr. détecteur photoémissive] [Ing. photoemissive detec­ tor] : B i r ışıl alt-üşefcten, ışılcıklarlla eksicik sakım biçiminde ışıyan erkeyi algılamaya ve Ölçmeye yarayan algıç.

ışıltılı boşalım

104

ışıltılı boşalım [Alm. Glimmentladung] [Fr. décharge à faible lueur] [îng. glow discharge] : içinde düşük basınçta uçun bulunan iki üşekli boruda, düşük gerilimde zayıf ışıklı elektrik boşalması. ışılüşerleşlm [es. t. fotoiyanlaşma] [Alm. lichtelektrische Ionisation] [Fr. photoionisation] '[îng. photoionization] : Bir uçun içinde ışınım nicemleri etkisiyle üşerler oluşumu, ısılyaprak [es. t. fotoğraf filmi] [Alm. Photoplatte] [Fr. film photo­ graphique] [îng. photographie film] : Işık etkisiyle kimyasal deği­ şikliğe uğrayarak ışık yeğinliğine bağlı izler oluşmasına yarayan ince yaprak. ışıma [es. t. radyasyon] [Alm. Strahlung] [Fr. rayonnement, radiation] [îng. radiation] : 1 — B i r titreşim kaynağının, özellikle b i r akımmıknatıssal titreşim kaynağının, içinde bulunduğu ortama dalga4ar durumunda erke yayımı. 2 — Işametkin özdeklerin parçacık ya da dalga biçiminde erke ışıması, ani. ışınım. ışımbilim [es. t. radyoloji] [Aim. Röntgenlehre, Röntgenologie] [Fr. radiologie] ı[îng. radiology] : Röntgen ışınları ile ya d a ışımetkin ışınlarla sayrılıkların tanısı ve sağaltımı ile uğraşan tıp.kolu. ışımdonuk [Alm. radioundurchsichtig] [Fr. radio-opaque] • [îng. radiopaque] : Işınıma ve özellikle X-ışHilanna karşı saydam olma­ yan (özdek). ışımduygun [Alm. Strahlungen empfindlich] [Fr. radiosensible] [tng. radiosensitive] : Işımmla bozulabilen, ışınıma duyarlı olan (özdek). ışımetkin [es. t. radyoaktif] [Alm, radioaktive] [Fr. radioactif] [îng. radioactive] : Çekirdekleri doğal olarak ya da uyarılma ile alfa, beta, gama ya da önelcik, ortacık, eksicik, ılmcık gibi parçacık­ lar salımlayan (Öğeciık). ışımetkin bozunum [Alm. radioaktiver Zerfall] [Fr, décroissance radioactive] [îng. radioactive decay] : 1 — Işımetkinlik yoluyla b i r öğecik çekirdeğinin bütünlüğünü yitirmesi. 2 — B i r örnekteki ışam­ etkin öğeciklerin kendiliMerinden dönüşerek zamanla azalmaları. ışımetkin çekirdek [es. t. radyoaktif çekirdek] [Alm. radioaktiver Atomkern] .[Fr. radionucléiâe] [îng. radionuclide] : Alfa, beta ya da gama ışınlan »alan öğecik çekirdeği, ışımetkin çökelti [es. t. radyoaktif tortu] [Aka. radioaktiver Nieder­ schlag] [Fr. dépôt radioactif] [îng. radioactive deposit] : Işmıetkin uçunların parçalamam sonucu b i r nesne üzerinde oluşan ince ışım­ etkin Atanan.

ışımetkinlik ışımetkin diziler [es. t. radyoaktif seriler] [Alm. Zerfallsreihe] [Fr. séries radioactives] [Ing. radioactive series] : Her biri kendinden bir öncekinin bozunıumuyla türeyen ışımetkin ardışık öğeler. ışımetkin İzleyici [es. t. radyoaktif izleyici] [Alm. Leitisotop] [Fr. traceur radioactif] [Îng. radioactive tracer] : Birçok kimyasal, doğabilirnsel ya da dirtobilimsel değişim süreci içinde, ışımetkin ol­ mayan Öğelerin tuttukları yolları ve davranışlarım incelemek için kullanılan yerdeş ışımetkin öğe. ışımetkin kapım [es. t. radyoaktif kapma] [Alm. Strahlungseinfang J '[Fr. capture radioactive] [lug. radioactive capture] : B i r çekirdeğin Tİıncık kapıp gamalar ışıması. ışımetkin öğe [es. t. radyoaktif eleman] [Alm. radioaktives Element] [Fr. élément radioactif] [Ing. radioactive élément] : Alfa, beta, ga­ ma gibi çeşitli ısıttı ve parçacıklar salarak kendiliğinden tozunan ağır öğe. ışımetkin parçalamm [es. t. radyoaktif parçdtanma] [Alm. radioaktive Zersetzung] [Fr. décomposition radioactive] [îng. radioactive decomposition] : B i r ışımetkin çekirdeğin parçacıklar ve ışımımlar salarak, daha yeğni ve kararlı b i r çekirdeğe dönüşümü. ışımetkin uçun [es. t. radyoaktif emanasyon, radon] [Aim. radioactive Emanation] [Fr. émanation radioactive] [îng. radioactive emanation] : Belirli ışımetkin öğ^erin verdiği' uçunlar, özellikle radyum öğesinin saldığı ve en ağır soy uçunlardan olan radon. ışımetkin ürün [es. t, radyoaktif ürün] [Alm. radioaktives Produkt] [Fr. produit radioactif] [Ing. radioactive product] : Ana Öğenin ışım­ etkin bozunumu sonucu ortaya çıkan yeni öğe. ışımetkin jerdeğişim yasası [es. t. radyoaktif yerdeğİştirme kanunu] [Alm. radioaktives Verschiebunggesetz] [Fr. loi de déplacement radioactif] [îng. radioactive displacement law] : Işımetkin Öğelerin saldıkları parçacıklar dolayısıyla çekdrdeklerinin başka öğeoiklerin çekirdeklerine dönüşerek, öğelerin dönemsel çizelgede yerdeğişirnlerini niteleyen yasa. ışımetkin yerdeş [es. t. radyoaktif izotop] [Ahn. radioaktives Isotop] [Fr. isotope radioactif] [Ing. radioactive isotope] : B i r öğeciğin ışınıetkdinlik gösteren yerdeşi. ısımetkinlik [es. t. radyoaktiflik] [Alm. Radioaktivität] [Fr. radioac­ tivité] [Ing. radioactivity] : Dayanıksız k i m i öğecik çekirdeklerinin kendiliğinden parçalanması özelliği.

ışımetldnlik ısısı

106

ışımetkinlik ısısı [es. t. radyoaktiflik ısısı] [Aim. radioactive Warme] [Fr. chaleur radioactive] [lag. radioactive heat] : Işımetkinlrik olay­ larından kaynaklanan ısıl erke. ışungözler [es. t. radyoskop] [Aim. Durchleuchtungsapparat] [Fr., İng. radioscope] : Su, toprak, maden filizi ve uçunlar içindeki ışıımetkinliği, uyardığı pırıldama ile ölçen aygıt. ışımısılışıldama [es. t: radyotermolüminesans] [Aim. Radiothermolumineszenz] [Fr., ing. radiothermoluminescence] : K i m i camsı özdekler ya da buzsullann beta ve gama ışınlan ile ışmlandıktan sonra ısıtılınca gösterdikleri ışıldama. ışımışıldanım [es. t. radyolüminesans] [Aim. Radiolumineszenz] [Fr., İng. radioluminescence] : Işımetkin ışıma ya da X-ışmlan kaynaklı ışddama. ışımışılışüdama [es. t. radyofotolüminesans] [Adım. Radiophotoiumİneszenz] [Fr., İng. radiophototuminescence] : K i m i minerallerin beta ve gama ışınları ile ışınlandıktan sonra ışığa 'tutulunca gösterdik­ leri ışıldama. ^ \ ışımölçer [es. t. radyometre] [Aim. Strahlungsmesser] [Fr. raâiometre] [İng. radiometer] : Işınım erkesini ısıl eşdeğeri emsinden Ölçmeye yarayan aygıt. ışımölçüm [es. t. radyometri] [Aim. Strahlangsmessunğ] [Fr. radio­ metric] [İng. radiometry] : Işınını erkesini ısıl erkeye çevirerek ölçme yöntemi. ışımüretirnsel [Aim. radiogen] [Fr. radiogenique] [İng. radiogenic] : Işımetkin parçalanma -sonucu oluşan (ışmımllar). ışın [Aim. Strahl] [Fr. rayon] [İng. ray] : 1 — Isı ya da ışık erkesinin yaySlma doğrultusunu gösteren çiziği. 2 — B i r çemberin ya da b i r yu­ varın özeğinden dışa doğru uzanan çizgilerden her biri. ışınım [es. t. radyasyon] [Aim. Strahlung] [Fr. radiation, rayonnenıent] [İng. radiation] : B i r kaynaktan, dalga ya da parçacık biçiminde uzaya yayılan erke. ani. ışıma 2. ışınım basmcı [es. t. radyasyon basıncı] [Aim. Strahlungsdruck] [Fr. pression de radiation] [İng. radiation pressure] : Aknmmıkrıarüssal ışınıma dik 'tutulan b i r yüzeye etkiyen basınç. ışınım direnci [es. t. radyasyon direnci] [Aim. Strahlungswiderstand] [Fr. resistance de radiation] [İng. radiation resistance] : B i r elekt­ riksel titreşkenin akunmıknatıssal ışınım erkesi yitimi nedeniyle gö­ rülen ya da ölçülen direnci.

107

ışınlama

ışınım erMIi [es. t. ışıma potansiyeli] [Alm. Strahlungspotential] [Fr. potentiel de radiation] [îng. radiation potential] : Olağan halde­ k i 'bir öğeciğin bir eksiciğini daha yükselt: b i r düzeye çıkarmak dçin gerekli erke. ışınım salımı [es. t. ışıma emisyonu] [Alm. Ausstrahlung] [Fr. émission de rayonnement] [Ing. émission of radiation] : B i r cismin kendi çevresine birim sürede ışıdığı ısıl ışınım yeğinliği; bu yeğin­ lik cismin ve çevresinin sıcaklığına ve cismini yüzey yapısına bağlı­ dır, ani. ışıma, ışmlamm. ışınım sıcaklığı {es. t. radyasyon sıcaklığı] [Alm. Strahlungstempera­ tur] [Fr. température de radiation] [îng. radiation température] : İncelenecek ısıl ışınını kaynağı ile eşdeğer ışıma gücü olan kara nes­ nenin sıcaklığı. ışınım tutarı [es. t. radyasyon miktarı] [Ahn. Strahlungmenge] [Fr. quantité de radiation] [îng. quantity of radiation] : Işın demetine dile bàritm yüzeyden 'geçen toplam erkeyi veren ve ışınım yeğinliği­ nin zamanca tümlevine eşit olan nicelik. ışınım yoğunluğu [Alm. Strahlungsdichte] [Fr. densité rayonnante] [îng. radiant density] : Boşlukta birim oylumda bulunan ışınım erkesi. ışınımla sönüm [es. t. radyasyon amortismanı] {Alm. Strahlungdämp­ fung] [Fr. amortissement de rayonnement] [îng. radiation damping]: Bir elektriksel fàtresfcenin ışıma yaparak erke yitinnesànin yol açtığı genlik düşüşü. ışınımölçer [es. t. bolometre] [Ahn. Thermoitmformer] {Fr. bolometre] [îng. botometer] : Küçük yeğinlikteki ışınımları Ölçmede kullanılan, ince b i r telin direncinin ışınım etkisiyle 'değişmesi olgusuna dayanan duyarlı araç. ısınır akı [es. t. radyant akı] [Alm. Strahlungsfluss] [Fr. flux radiant] [îng. radiant flux] : Joule/sn. ya da watt birimleriyle ölçülen ışınım erkesi aktarımıyla oluşan akı. ışınır yeğinlik [es. t. ışıma şiddeti] {Alm. StraHtstärke] [Fr. intensité rayonnante] [îng. radiant intensity] : B i r nokta kaynağın belirli bir doğrultuda, birim 'katı açı basma yayımladığı ışınam akısı. ışmırhk [es. t. radyans] [Alm. Strahldichte] [Fr., îng. radiance] : Yü­ zey birimi başına ışıyan ışık akısı. ışınlama [Alm. Belichtung] [Fr. exposition à la lumière, irradiation] [îog. exposure, irradiation] : B i r nesnenin ışınlara tutulması; ışın­ lama ölçüsü, ışınım akısı ile ışınlama süresinin çarpımına eşittir.

ışınlanım

108

ışınlanım bak. ısınım şahmı. ışınsal [es. t. radyal] [Alım. Fr., İng. radial] : Yarıçaplar doğrultusunca yönelmiş olan. ışınsal hız [es. t. radyal hız] [Alm. Radialgeschwindigkeit] [Fr. vitesse radiale] [ing. radial velocity] ; Hızın bir özekten uzaklaşan doğ­ rular boyunca birleşeni. ışmuyan aygıtı ' [es. t. monitör] [Alm. Strahlenwarnger'dt, Warn¬ gerät] [Fr. moniteur] [tng. monitör] : 1 — Işumm yeğinlik düzeyi­ n i algılayıp ölçen aygıt. 2 — Ses dalgası lüetiminde, iletimi bozma­ dan ve kesmeden niteliğini denetleyen düzenek. ışıyan erke [es. t. ışıyan enerji] [Alm. Strahlungsenergie] [Fr. quantité d'énergie rayonnante] [İng. radiant energy] : B i r ışınlımın taşıdığı erke tutarı, î

iç erke [es. t, iç enerji] [Akn. innere Energie] [Fr. énergie interne] [Ing. internai energy] : B i r nesneyi oluşturan özdecdıklerin, yerlerine ve nesne içindeki devinimlerine bağlı olan erkil ve devimsel er­ keleri toplamı. içsel [es. t. intrinsek] [Akn. eigentlich] [Fr. intrinsèque] [İng. intrinv • sic] : Yapısal olarak içinde var olan, dışardan, gelmeyen özellik. içtuhmum [es. t. fcofıezyon] ı[Akn. Kohâsİon] [Fr. cohésion] [Ing. cohésion] : Özdeş özdeoikler arasındaki çekim kuwetinden kaynak­ lanan topaklaşım . içyükül [es. t. dielektrik] [Alm. dielektrikum] {Fr. diélectrique] [İng. dielectric] : B i r dış elektrik alanı etkisinde, iç yükleri sınırlı sürç­ melere uğrayan ya 'da çiftucaylı özdecikleri dönerek dış alanla etikileşen, böylece iç yapısı üzerinde bilgi edinilen yalıtkan b i r özdek. ani. yalıtkan. içyükül değişmezi [es. t. dielektrik sabiti] [Akn. Dielektrizitätskons­ tante] [Fr. constante diélectrique] [İng. dielectric constant] : Ya­ lıtkan b i r özdeğin kendi iç yüMerinin ve çiitucaylarmm b i r dış alan­ la etkileşimlerinden kaynaklanan sığa ve dletkenlik değişimlerini belirleyen katsayı. içyükül gecikmişlik [es. t. dielektrik histerezis] [Akn. dielektrische Hystérésis] [Fr. hystérésis diélectrique] [İng. dielectric hystérésis]: B i r içyükülde sürücü dalgak alanda erke soğurumundan kaynaklanan ucaylanım gecikmesi. :

1

109

ikiz bjuzsul

içyükül sağlamlık [es. t. dielektrik sağlamltk] [Alm. dielektrische Durchschlagfestigkeit'] [Fr. rigidité diélectrique] [îng. dielectric stréngth] : B i r özdeğm bozulmadan dayanabildiği en büyük gerilim bayurlığı. içyükül soğurum [es. t. dielektrik absorpsiyon] [Alm. dielektrische Absorption] [Fr. absorption diélectrique] [İng. dielectric absorption]: (Kimi içyüküHerde dalgalı elektrik alanının ucayk özdecikleıi dön­ dürerek elektriksel erke soğurum/una yol açması.' içyükül yitik [es. t. dielektrik kayıp] {Alm. dielektrischer Vertust] [Fr. perte diélectrique] [Ing. dielectric loss] : B i r dçyüıküle, dalgalı b i r elektrik alan* etkidiğinde alanla dönen çifhıcaylarm iç sürtünmeler­ de yàtdaxldklerï erke. ikil bak. üstiki. ikil çizgi [es, t. düblet çizgi] ' [Alm. Doppellinie] [Fr., Ing. doublet] : B i r çizgi izgesinde birbirine yakın çift çizgUerin her biri. ikilem [Ahn. Dualität] {Fr. dualité] {Ing. duality] : 1 — Değişik yapıda i k i öğenin birlikte bulunuşu. 2 —• îıkiii özellik ıgösteren durum. iküi .[es. t. biner] [Alm. binär] {Fr. binaire] [Ing. binary] : İkili ala­ şımlar 'gibi i k i birleşenden oluşan. Üancik bak. ağır önelcik. ikincil eksicik [es. t. sekonder elektron] [Alm, Sekundäre elektron] [Fr. électron secondaire] [İng. secondary électron] : 1 — İkincil bir yayımdan çıkan eksicik. 2 — Çarpışan i k i eksioiğin 'az erkek olanı. ikincil evren ışınlan [es. t. sekonder kozmik ışınlar] [Alm. Sekundäreweltraumstrahlen] [Fr. rayons cosmiques secondaires] [Ing. secon¬ . dary cosmic rays] : Birincil evren ışınlanmn yerin, uçunyuvannıda, öğecik çekirdekleri ile etküeşiımleri sonucu ortaya çıkan yeni par­ çacıklar. ikincil kangal [es. t. sekonder bobin] [Alm. Sekundärspute] [Fr. bobine secondaire] [İng. secondary coil] : Birincil kangalın alcımıyla irkiltilen kangal. ikincil salım [es. t. sekonder emisyon] [Alm. Sekundär eaussenâung, Sekundär émission] [Fr. émission secondaire] [İng. secondary émission] : Birincil sakm eksicikleri die dövülen yüzeyden yayılan eksicik salımı. ikiz buzsul [es. t. ikiz kristal] [Alm. Zwillingskristall] [Fr. cristaux jumeaux] [îng. twin crystal] : Birbirinin ayna bakışımlısı olan iki buzsulun birlikte büyütülmesinden oluşan yapı.

ikiz eksen

110

ikiz eksen [Alm. Zwillingsachse] [Fr. axes jumeaux] [îng. twin ax'ts] : B i r ikiz buasuhın i k i eksenine de dik olan çizgi! iletim [A|kn. Leitung] [Fr., İmg. conduction] : B i r cisim içinde, ısı ya da elektrik erkesinin ya da herhangi bir erke türünün özdecikten özdeoiğe aktaruma. İletim yolu [es. t. hava hattı] [Alm. Übertragungsleitung] [Fr. tigne de transmission] [İng. tmnsmission line] : İki ya da daha çok nok­ ta arasında elektrik erkesi taşıyan iletken teller. iletişim [es. t. komünikasyon] [Fr., İng. communication] : Bilgi ve deoeyıim alışverişi. iletken [es. t. nâkil] [Alm. Stromleiter] [Fr. conducteur] [Ing. conductor] : Elektrik akimimnn ve asıil erkenin akabileceği düşük di­ rençli uçun, sıvı ya da katı özdek, iletkenlik [es. t. nâkiliyet] [Alim. Leitwert] [Fr., log. conductance] : 1 — Elektriksel direncin tersi; iletim yetisi. 2 — B i r gerilim bayırhğıoa lutulan b i r özdeğin akımı geçirebilme özelliği. iletkenlik gözesi [es. t. iletkenlik hücresi] [Alro. Leitungszeil] [Fr. cellule de conductivite] [İng. conductivity celi] : Sıvılaşmış bir katir nın ya da b i r çözeltinin iletkenliğinin ölçümünde kullanılan i k i üşekli gozecik. iletki bale. açıölçer. iletmez [Alm. Nichtleiter] [Fr. non-conducteur] [İng. noncondueting]: İletken olmayan, belirli ölçüde yalııtkanhk gösteren. ilinti [es. t. korelasyon] [Alm. Korrelation] [Fr. correlation] [İng, corretation] : İki değişken arasında karşılıklı nicel bağlantı. ilk örnak [es. t. prototip] [ALm. Prototyp] [Fr., İng. prototype] : 1 — Topjlu üretime geçmeden hazırlanan örnek. 2 — B i r ölçü biriminin ilk ıgerçekleştirüen aslı. ilksel [es. t. iptidai] [Alm. ursprünglich] [Fr., Ing. initial] : Başlangıç­ ta bulunan, başlangıcı belirleyen. im [es, t. işaret] [Alm. zeiche] [Fr. signe] [İng. sign] : Artı, eksi, fcökiki (karekök) + , — ,-\/,gibi işlemleri belirleyen biçimsel yazım. imleç bak. kinimi imleci. imlem [es. t. sinyal] [Fr., İng. signal] ; Uzaktan 'anlaşmak için Öngö­ rülen biçimde alıp verilen i m . imlem gerilimi [es. t. sinyal potansiyeli] [Ahn. Signalenspannung] [Fr. voltage de signal] [İng, signal voltage] : Alcımmıknatıssal dal-

m

iriölçcklİ

galada 'bir uyargada irkilirnle uyarılan ve b i r üç-üşekli borunun kafesine verilerek yükseltilen gerilim. imlera üreteci [es. t. sinyal jeneratörü] [Alm. Signalgenerator] [Fr. générateur de signal] [İng. signal generator] : Geniş bir sıklık böl­ gesinde dalgalı akım veren kaynak. imleyici [es. t. işaret verici] [Fr. signalisateur] {İng. signatizer] : Işık­ la ya da görünmeyen akıınımafcoatı&şal ve sesüstü dalgalarla bilgi yayan araç. imli öğecik [es. t. işaretli atom] {Alm. Indikatoratom] [Fr. atomes marqués] [İng. tagged atoms] : B i r tepküeşimde ya da b i r örgenlitkte dolaşıma sokıılıduklannda yolu izlenebilen ışımefclrin öğecik. ince kıyılı mercek bak. tümsek mercek. ince yapı [Alm. Feinaufbau] [Fr. structure fine] [İng. fine structure] : Akmumııknatıssal bir izge çizgisinin, çözme gücü çok büyük aygıt­ larla çözümlenmesi .sonucu ortaya çıkan, daiha ince çizgilerden oluş­ muş alt yapısı. incelik [es. t. presizyon] [Alm. Präzision] [Fr. précision] [İng. préci­ sion] : B i r veriler öbeğinin, ortalama değerinden sapmalara, için. bir Ölçü oluşturan salt ya da bağıl yanılgı ile belirlenen duyarlık kertesi. mdirgenim [es. t. reduksiyon] [Alm. Reduzierung] [Fr. réduction] [İng. réduction] : 1 — B i r birleşikten oksijenin çıkarılması. 2 — İndirgen­ miş değerlikten ileri gelen ekslcik kazancı. 3 — B i r dizeyin kösegensel parçalara ayrılması, indirgenir [es. t. irca edilebilir] [Ahn. zerlegbar] [Fr. réductible] [İng. reûucïble] ; Bütünlüğü içinde incelenen b i r küme, her kesiminin taşıdığı b i r p Özelliği taşırsa b u kümenin p'ye göre indirgenme özel­ liği.. * indirgenmez [es. t. irca edilemez] [Alan, unzerlegbar] [Fr. irréductible] [İng. irreducİble] : B i r kümenin bütününün içerdiği bir özelliği . Mçbir alt kesimi taşımıyorsa bu kümenin b u Özelliğe göre niteliği. indirgenmiş kütle [es. t. irca edilmiş kütle] [Alm. reduziert Masse] [Fr. masse réduite] [İng. reduced mass] : M ve m gibi, bağlaşımlı i k i kütlenin ortak devinimlerini b i r tek kütlenin devinimi gibi iş­ lemek için alınan eşdeğer kütle. B u kütlenin tersi, önceki kütle derimin tersleri - toplamına eşittir. iriölçekü [es. t. makroskopik] [Alm. makroskopisch] [Fr. macrosco­ pique] [İng. macroscopic] : Duyu ongenlerimizle doğrudan algılana­ bilir boyutta olan.

iriözdecik

112

Iriözdecik [es. t. makromolekül] [Alm. Makromolekül] [Fr. macrojnolécule] [inig. macromolecule] : B i r çoğuz özdeciği gibi çok büjük özdecik. irkilim [es. t. indüksiyon] [Alm. Induktion] [Fr., l u g . induction] : B i r çevrimden geçen niïknatissall akının değişiminin, o çevrimde uyardığı yük-süren kuvvet, ani. doğuşum. irkilim kangalı [es. t. indüksiyon bobini] [Alm, Induktionspule] [Fr. bobine d'induction] [İng. induction coil] : Düşük b i r doğru gerilimi yükselten boş göbekli bir' tür dönüştüreç. Birincil kangaldaki akım açılıp kesildikçe ikincil kangalda yüksek b i r gerilim doğar. irkilimle mıknatıslanma [es. t. indüksiyonla manyetizasyon] [Aim. induzierte Magnetismus] [Fr. aimantation par induction] [İng. magnetization by induction] : MıknatısÜı olmayan b i r nesnenin mıknatıssal olan içinde edindiği mıknatıslık. irkilimlik [es. t. indüktans] [Alm. Induktanz] [Fr., İng. inductance] : B i r elektrik çevriminden geçen akımın değişimi ya da yakımda bu­ lunan ırıaiknatıssal olarak ilişkili başka b i r çevrimden geçen akınım değişimi ile söz konusu çevrimde irkilim. yoluyla yük-süren kuvvet oluşması, ani. doğuşu. irkilimsiz direnç [es. t. indüksiyonsuz direnç] [Alm. induktionsfrei Widerstand] [Fr. résistance noninductive] [îng. noninductive resis­ tance] : Özirkilim niteliği olmayan [direnç. irkilmiş ışmıetkmlik [es. t. tesirle radyoaktiflik] [Alnı. induzierte Radioaktivität] [Fr. radioactivité induite] [îng. induced radio­ activity] : Öğeciksel parçacıklarla dövülerek oluşturulan yapay ışımetkinlik. irkilteç [es. t. indüktör] [Alm. Induktor, Spule] [Fr. inducteur] [İng. inductor] :' Geçirdiği akımla başka b i r çevrim içinde b i r yük-süren kuvvet irkilten, genellikle kangal biçimli çevrim. iş [es. t. amel] [Alm. Arbeit] [Fr. travail] [Ing. work] : B i r kuvve­ tin etki noktasını devindirmesi. İş, kuvvetin yol boyunca birleşe­ ni ile ahnan yolun çarpımına ya da kuvvet yönleri ile yol yönİeckıin sayıl çarpımına eşittir. iş işlevi [es. t. iş fonksiyonu] [Alm. arbeitsfunktİon] [Fr. fonction de travail] [İng. work function] : B i r özdeğin ' èrkin eksidlderini özdeğin yüzeyinden çıkarabilmek için gerekli iş. işitimölçer [es. t. odyometre] [Aim. Audiometer, Gehörmesser] [Fr. audiomètre] [İng. audiometer] : İnsan kulağımın işitebildiği ses sıklıklarını ve ses yeğinliklerini Ölçen aygıt.

113

işlevsel verim

işitsel sıklık [es. t. odyofrekans] [Alm. Hörfrequenz] [Fr. audio -fréquence] [Ing. audiofrequency] : İşitme ile ya da sesle ilgili titre­ şim sıklığı. işitsel üreteç [es. t. odyofr&kans jeneratörü] [Alm. Tonfrequenz¬ Oszillator] [Fr. audio-oscillateur] [ïng. audio oscillator] : İşitim bölgesindeki saklıklarda, sese dönüştürülebilen dalgalı akım veren . üreteç. İşitsel yükselteç [es- t. odyofrekans amplifikatörü] [Alm. Tonfrequenz Verstärker] [Fr. audio-amplificateur] [İng. audioamplifier] : Algıç çevriminin işitsel sıklıktaki çıfcUsının gücünü yükselten düzenek. işleç [es. t. operatör] [Alm. Operator] [Fr. opérateur] [Ing. operator]: Nicemsel işleybılldmde yerlemler, devinirlik, erke gibi doğabilimsel nicelikler üzerindeki işlemleri gösteren simge. ' işlem [es. t. ameliye] [Alm. Operation, Betrieb] [Fr. opération] [İng. operation] : 1 — B i r y a da birçok ilcümenin öğelerinden yeni b i r kümenin b i r öğesini türetme. 2 — Sayılar ya da simgeler üze­ rinde yapılan toplama, çıkarma, üstiki, kökiki (karekök), gibi uzbüirnsel uygulamalar. 1

işlerge [es. t. makine] [Alm. Maschine] [Fr,, İng. machine] : 1—Kuv­ veti ya d a devinimi bir noktadan otelcine aktaran ya da"; birinden öte­ kine dönüştüren her türlü aygıt. 2 — Erkeyi b i r halden başka hale dönüştürerek yararlı biçimde kullanılmasını sağlayan aygıt. işlev [es. t. fonksiyon] [Alm. Funktion] [Fr. fonction] [İng. function] : B i r kümedeki değişimin başka b i r kümede yol açtığı değişimi belirleyen bağıntı. işleybilim [es. t. mekanik] [Alm. Mechanik] [Fr. mécanique] [İng. mechanics] : Kuvvetlerin Öz dekler ve devinimler üzerine etkisini in­ celeyen doğabilim dalı. işleyiş [es. t.. mekanizma] [Alm. Vorrichtung] [Fr. mécanisme] [Ing. mechanism] : B i r îşAerge gibi birlikte çalışan uyumlu kesimler diz­ gesi. işleysel [es. t. mihaniki, mekanik] [Ahn. mechanischen] [Fr. mécani­ que] [İng. mechanicäl] : tşleybilimle ilgili olan. işleysel erke [es. t. mekanik enerji] [Aim. M*chanischenergie] [ F T . énergie mécanique] [İng. mechanical energy] : Yalıtılmış bir dizgeiniiı enkil erkesi ile devimsel erkisi toplamı. işleysel verim [es. t. mekanik verim] [Alm. mechanischer Wirkungs­ grad] [Fr. rendement mécanique] [İng. mechanical efficiency] : Yararlı beygirgücünün, harcanan toplam beygirgücüne oram.

işlevsel yararlılık

114

işlevsel yararlılık [es. t. mekanik etkinlik] [Alm. mechanischer Wirkungsgrad] [Fr. avantage mécanique] [İng. mechanical advan­ tage] : B i r işlergenin kaldırdığı yüfcikı ya da yendiği direncin uy­ guladığı kuvvete oranı. it-çek yükselteç '[es. ıt. puşfyul amplifikatör] \[AÎm. Gegentaktverstârker] [Fx. amplificateur de push-pull] [İng. push-pull amplifier]: Birinin kafesi artı yüklü iken ötekininki eksi yüklü olacak bi­ çimde bağlanmış üç-üşekli i k i eksicik borusunun oluşturduğu yük­ selteç türü. itki [es. t. impuls] [Alm. Impuls] [Fr. impulsion] [İng. impulse] : B i r kuvvetin çok kısa b i r süre için etkimesi durumunda, kuvve­ tin büyüklüğü ile etki süresinin çarpımı. ivdireç [es. t. akseleratör, hızlandırıcı] [Alan. Beschleuniger] [Fr. accélérateur] [İng. accelerator] : Yüklü öğeciksel parçacıkları çok yüksek hızlara çıkaraaıak çekirdeksel etkileşimler oluşturan aygıt. ivdirmek [es. t. tacil etmek] [Alm. beschleunigen] [Fr. accélérer] [İng.accelerate] : B i r nesnenin b i r kuwet etkisi ile hızını değiştir­ mek. İvme [es. t. akselerasyon] [Alm. Beschleunigung] [Fr. accélération] [İng. acceleration] : B i r i m zamandaki hız değişimi tutan; hızın değişim hıza. ivmeli devinim [Alm. beschleunigte Bewegung] [Fr. mouvement accéléré] [İng. accelerated motion] : Hızlanan ya da yavaşlayan devinim. ivmeölçer [es. t. aksäterometre] [Alm. Beschleunigungsmesser] [Fr. accéléromètre] [İng. accelerometer] : Devinen b i r cismin ivmesini Ölçen aygıt. izdüşüm ı[es. t. projeksiyon] [Alın. Projection] [Fr., İng. projection]: Belirli bir uzam bilgisel (geometrik) yolla, uzayın bir noktasına ya da noktaların b i r kümesine, bir doğrunun ya da bir yüzeyin b i r nokta­ sını ya d a noktaların b i r kümesini karşılık getirme işlemi. izge '[es. t. Spektrum] [Ahn. Spektrum] [Fr. spectre] [İng, spectrum]: 1 — Beyaz ışığı oluşturan renklerin, sıkbk ya da dalga boyu sırasancà dizildiği' göıünıgü. 2 — B i r akımmnkmatıssal ışınını, kendisini oluşturan dalga boylarına y a da sıklıklara ayraştırddığında elde edilen çizge. ani. alkım. izge bilgisi [es. t. spektrosköpi] [Alm. Spektroskopie] [Fr. spectroscopie] [İng. spectroscopy] : İzge oluşturumuyla ve ışıyan erkenin dalga boyu ölçümüyle ilgilenen doğabilin! dalı.

115

izgcsel seçerük

izgeçizer [es. t. spektrograf] [Alm. Spektrograf] [Fr. spectrographs] [trig, spectrograph] : İzgeyi oluşturan ışmıanlarım erkelerini dalga boylarına ya da sıklıkllanna göre çizen aygıt. izgegözler [es. t. spektroskop] [Aim. Spektroskop] [Fr., İng. spect­ roscope] • .Izgelerin çözümlenmesinde kullanılan, b i r koşutaç, bir biçik ya da b i r ışık ağı ve b i r uzgözlerden oluşan düzenek. izgeölçer [es. t. spektrometre] [Aka. Spektrometer] [Fr. spectromètre] [İng. spectrometer] : B i r ışınımın dalga boylarını ölçen aygıt. izgeölçüm [es. t. spéktrometri] [Alm. Spektrometrie] [Fr. spectromêtrie] [İng, spectrometry] : Işınım erkesinin, ışığın dalga boyu­ nun ya da sıklığının işlevi olarak bağıl ölçümü. izgesel çözümleme [es. t. spektral analiz] [Alm. Spektralanalyse] [Fr. analyse spectrale] [îng. spectral analysis] : B i r özdeğiıı birleşimini, izgesini çözümleyerek belirleme işlemi. izgesel diziler [es. t. spektral seriler] ' [Alm., spektralereihe] [Fr. séries spectrales] [İng. spectral series] : B i r öğenin verdiği çizgiseî izge dizgesinin dalga boylarına göre 'sıralanması. izgesel duyarlık [es. t. spektral hassasiyet] [Alm. spektrale Empfind­ lichkeit] [Fr. sensibilité spectrale] [Ing. spectral sensitivity] : 1 — B i r algıcm izge boyunca değişik ışımmlan için ölçü duyarlığı. 2 — B i r ışıl yaprak asıltısının değişik dalga boyunda ışmımlara karşı bağıl duyarlığı. izgesel ışılelektrlklik [es. t. spektral fotoelektrik] [Alm. Spektral­ foto elektrisch] [Fr. spectrophotoêlectrique] [İng. spectrophotoelectric] : Işılelektrik olaylarım gelen ışınımın dalga boyuna bağlılığı. izgesel ışılölçer [es. t. spektrofotometre] [Alm. Spektralphotomeier] [Fr. spectrophotomètre] [İng. spectrophotometer] : B i r ışık kayna­ ğımın izgesel erkesinin dalga boylarına göre dağılımım çözümleyen aygıt. izgesel ışılölçüm [es, t. speklrofotometri] [Alm. Spektrophotometrie] [Fr. spectrophotométrie] [İng. spectrophotometry] : B i r ışık kay­ nağınım izgesindekd, değişik sıkllık birleşenlerinin bağıl yeğinliklerini ölçme yöntemi. izgesel ışımölçer [es. t. spektral radyometre] [Alm. Spektralâıiröhleuchtmeter] [Fr. spectroradiomètre] [İng. spectroradiometer] : Her­ hangi b i r ışınımın izgoerke dağılımını ölçen ya da b i r telsiz vericisinim dalga bcyu-yeğinlik çıktısı belirtkenini' çözümleyen aygıt, izgesel seçerük [es. t. spektral selektivite] [Alm. Spektralselektivität] [Fr. sélectivité spectrale] [îng. spectral selectivity] : B i r özdeğin

116

izgesel yansıtıra

' ya da yüzeyinin kaimi ışıksal özellMerinkı, gelen aşinamın dalga boyu ya da şıklığıyla değişimi. izgesel yansıtım [es. t. spektral yansıtma gücü] [Alm. spektraler Reflexionsgrad] [Fr. réflectance spectrale] [îng. spectral réflectance] : B i r yüzeyden yansıyan ışınım erkesinin renklere göre tutarının, yü­ zeye gelen ışınım erkesine oranı. izgesel yoğunluk [es. t. spektral yoğunluk] [Alm. Spektraledichte] [Fr. densité spectrale] [long, spectral density] ;. Işınım erkesinin izge boyunca dalga boylarına göre yeğinliği. izinli kuşak [es. t. izinli bant] [Alm. erleubtes .Energieband] [Fr. bande permise] [îng. allowed band] : B i r katıdaki eksîciklerin olası erke aralığı. izleyici [es. t. trasör] [Alm. Vorzeichner, Anreisser] [Fr. traceur] [îng. tracer] : IşımetMn b i r özdeğin bir tepkileşim boyunca yerdeğişimdni y a da b i r canllıdaki yolunu izlemek için kullanılan özel ışımetkinlik algıcı. K l kabarede odası [Alm. Blasenkammer] [Fr. chambre à bulles] [Ing. bubbte chamber] : Yüklü temel parçacıkların i z bıraktığı, sıvı hel­ yum sıcaklığında çalışan, sis odasına benzer aygıt. kabuk [Alm. Schate] [Fr. couche] [Ing. shell] : B i r öğeciğin çekirde­ ği çevresinde dolanan eksiciklerin yerleştiği katmanlardan her biri. kaçkmlık [es. t. paratates] [Alm. Parallaxe] [Fr. parallaxe] [feig. paratlax] : B i r cismin görünür konumunun gözlem yerine gö­ re değişmesi. kâğıtlı sığaç [es. t. kâğıtlı kondansatör] [Alm. Rollkondensator] [Fr. condensateur en papier] [Ing. paper condenser] : Metal yapraklan arasında yalıtkan özdek olarak' yağ emdirilmiş kâğıt bulunan sığaç türü. kaldırma kuvveti [Alm. Auftrieb, Schwimfähigkeit] [Fr. poussée d'un fluide] [İng. buyoancy] : B i r akışkan içinde bulunan bir cismin ağır­ lığında gözlenen azalma. kalori bak. ısın. kapalı çevrim [es. t. kapak devre] [Alm. geschlossener Stromkreis] [Fr. circuit fermé] [İng. closed circuit] : Elektrik akanımın ya da bir akışkanın akabileceği kendi üzerine kapalı yol.

117

kararlı salınım

kapalı dizge [es. t. kapalı sistem'] [Aka. .abgeschlossene System] [Fr. système fermé] [log. closed system] : Çevresinden yalıtıldığı için ısıldiriık denge durumuna erişebilen dizge. kaplanmış mercek [Fr. objectif à revêtement antiréfléchissant] [İng. coated lens] : Yansımaları önlemek ve ışık geçirimini artırmak için yüzeyi uygun, saydam bir yaygı İle Örtülmüş mercek. kaphtel [es. t. kablo] [Aka. Kabel, Drahtseil] [Fr. câble] [Ing. cable]: Elektrik iletiminde kullanılan üstü yalıtkan özdek ile sarih tel. kapma [Alm. Mitnahme] [Fr., ïng. capture] : Özdeciksel y a da çekdrdeksel bir yapımın ılınoık gibi bir parçacıkla etkileşerek onu yaka­ laması. kara cisim [es. t. siyah cisim] [Alm. schwarzer Körper] [Fr. corps noir] [îng. block body] : Akkoriluğa dek ısıtılınca sürekli b i r görü­ nür ışık izgesi veren kuramsal cisim. ani. kara nesne. kara cisim ışınımı [es. t. siyah cisim radyasyonu] [Alm. Schwarzkör­ perstrahlung] [Fr. rayonnement du corps noir] [îng. black-body radiation] : Kara dsmıim belirli sıcaklıklarda saldığı ışınımı. ' kara cisim sıcaklığı [es. t. siyah cisim sıcaklığı] [Alnı. Schwarzkörper­ temperatur] [Fr. température du corps noir] [Ing. black-body tem­ pérature] : Işıyıcı b i r cismin, kara cisim kullanılarak, bölmelendirilmiş ışınımllı ısdölçer ile ölçülen sıcaklığı. kara nesne bak. kara cisim. karanlık akım [Alm. Dunkelstrom] [Fr. courant obscur] [îng. dark curreht] : B i r ışıl gözenin, ışımadığı halde çevriminden geçmekte olan artık 'akım. karanlık boşalım [es. t. ışıksız deşarj] , [Alm. Dunkelentladung] [Fr. décharge obscure] [İng. dark discharge] : B i r uçun içinde, görünür bir ışık salımı olmaksızın elektrik boşalımı. karanlık çizgi izgesi [es. t. absorplama spektrumu] [Aka. Absorptions­ spektrum] [Fr. spectre de raies obscures] [İng. dark-line spectrum] : Güneş ışığı izgelerinde gözlendiği gibi, karanlık çizgiler içeren izge, ani. Fraunhofer çizgileri. kararlı [Alm. stetig] [Fr. stationnaire] [İng. steady] : Yeri, büyük­ lüğü ya da Özellikleri değişmeyen. kararlı akış [Alm. stationäre Strömung] Fr. écoulement stationnaire] [İng. steady flow] : B i r akışkanın sürekli, kararlı, her noktasının hızının değişmez kaldığı devimimi. kararlı salınım [Alım, stabile Schwingung] [Fr. oscillation stable] [îng. stable oscillation] : B i r salıngaçm sürekli ottarak tekdüze sa­ lınması. '

karbon çevrimi

118

karbon çevrimi [es. t. karbon devresi] [Alm. Kohlenstoff zyklus] [Fr. cycle du carbone] [İng. carbon cycle] : Büyük erke veren karbon çekirdeğinin çevrime girdiği ısılçekirdeksel tepkileşimier dizisi. kann [Alm. Schwingungsbaiich] [Fr. ventre] [İng. antinoâe] ; Dura­ ğan dalgaların en büyük gerılikli kesimi. karıştırma borusu [Alm. Mischröhre] [Fr. tube mélangeur] [İng. mixer tube] : B i r telsiz alıcısında imlem sıklığını, yerel salmım sıklığı ile kanştırarak bir ara sıklık üreten eksîcik borusu. karmabuzsul [es. t. karma kristal] [Aîm. Mischkristall] [Fr. cristal mixte] [İng. mixed crystal] : Özdeciklerin ya da üşerlerinin örgü içinde yerleştikleri b i r ya da daha çok değişik tözden oluşmuş buzsul. karmaşık izge [es. t. kompleks spektrum] [Alm. komplexes Spektrum] [Fr. spectre complexe] [İng. complex spectrum] : Çok|lu çizgiler içeren izge. karmaşık sayı [es. t. kompleks sayı] [Alm. komplexe Zahl] [Fr. nombre complexe] [İng. complex number] : a ve b gerçek sayılar olmak üze­ re a -}- i b biçiminde b i r gerçek, bir de sanal İki terimle tanımlanan sayı. karmaşık üşer [es. t. kompleks iyon] [Alm. Komplexion] [ F n ion complexe] [İng. complex ion] : I l m Öğeciklerin ya da özdecilderin ek 3'ük edinin eleriyle oluşan her i k i imden, i r i yapılı üşer. karşı yük-süren kuvvet [es. t. zıt elektromotor kuvvet] [Fr. force contreélectromotrice] [log. back emf] : B i r çevrimde bulunan alıcılarda oluşan- ya da çevrimden geçen akımın yeğinliğinde bir değişim olun­ ca, Öz^rkilim ile uyarılan ve. akıma karşı gelen erkil. karşılanan ilkesi [Alm. bohrsches Korrespondenzprinzip] [Fr. principe de correspondance] [İng. correspondence principle] : B i r Öğeciğin çekirdekten çok uzak eksicik yörimgelerinin ışınını şıklılarının, nicemsel ya da yerleşik işleybilime göre hesaplanmasının özdeş sonuç verdiğini deyimleyen ilke. karşüaştıncı [es. t. komparatör] [Mm. Verglcicher] .[Fr. comparateur] [İng. comparator] : 1 — Küçük uzunkıldan ya da aralıkları tam ve kesin olarak ölçmede kullanılan bir düzenek. 2 — B i r tür renkölçer. karşılıklı irkilim [es. t. karşılıklı indüksiyon] [Alm. Gegeninduktion] [Fr. induction mutuelle] [İng. mutual induction] : Miknatissai bağ­ laşımlı i k i çevrimden birindeki akım değişimi ile, Ötekinde b i r yük -süren kuvvet uyarma.

katı hal dogabUîrni

119

karşılıklı irkilimUk [es. t. karşılıklı, indüktans] [Alm. gegenseitige Induktanz] [Fr. inductance mutuelle] [big. mutual inductance] : İki çevrimden birinin imiiknatissal alanındaki değişimin, öteki çev­ rimde uyardığı irkilim etkisi. karşıt alt-iişek[es. t. anti katot] [Alim. Antikathode, G&genkathode] {FT., îng. anticathode] : X-ışınlan lambasında eksioik demetinin dövmesiyle X-isonlari salan metal pul (üşek). karşıt ılıncık [es. ıt. anti nötron] [Alm. Antineutron] [Fr., İng. antineut­ ron] : Kütlesi ılınoığmkine eşit, mıknatıssal döngüsü f i n i nicem sa­ yısı ile karşıt imli olan, yüksüz temel parçacık. 1

karşıt önelcik [es. t. anti proton] [Alm. Antiproton] [Fr., îng. anti­ proton] : ÖneEcikle birleştiğinde ışılcığa dönüşen, kütlesi önelciğinkine eşit, yükü karşıt imli olan temel parçacık. karşıt Özdek[es. t. anti madde] [A'kn. Antimaterie] [Fr. antimatière} [îng. antimatter] ; Karşıt temel parçacıklardan oluşmuş Özdek. karşıt yerdeğişirlik [es. t. anti komütasyon] [Alm. Antikommutation] [Fr., îng. anticommutation] : Uzbilimsel b i r işlemde i k i niceliğin yerdeğiştirmesi sonucu i m değişimi. karşıtlık [Alm. Gegenschein] [Fr., İng. opposition] : 1 — Salmumlarda yarım 'dönümlük evre değişimine girme. 2 — İki gezegenin Güneşin i k i yanında b i r doğru 'üzerinde bulunma evreleri. kasılım [Fr. contrainte] [îng. constraint] : B i r nesnenin, b i r özde ğin belirli b i r konumda, b i r durumda y a da bir devinimde bulun­ maya zorlanmasından ileri gelen 'gerginlik. katı bak. katı hal. katı açt [Alm. Raumwinkel] [FT.'angle solide] [îng. solid angle] : B i r koninin, tepesini Özek alan bir yuvar yüzeyinden ayırdığı parçanın yüzölçümünün, yüzey yarıçapının üstilcisine oranı. katı durum bak. katı hal. katı durum doğabilimi bak. katı hal doğabiliml. katı hal [Alm. Fester, fester Zustand] [Fr. solide, état solide] [îng. solid, solid state] : Özdeğin belirli bir oylumu ve belirli bir biçimi olan hali; b i r katınm öğecikleri, değişmez b i r denge konumu çevresinde titreşir, ancak yer değiştiremez, ani. katı, katı durum. katı hal doğabiliml [es. t. katı hal fiziği] [Alm. festkörperliche Physik] [Fr. physique d'état solide] [İng. solid state physics] : Katılann

katışık öğecikler

120

yapı ve özelliMerini inceleyen doğabilim dalı. ani . katı durum doğabiiimi. katışık öğecikler [es. t. safsıihk atomları] [Alım. Verunreinigungsa­ tome] [Fr. atomes d'impureté] [îng. impurity atoms] : Tektürel b i r öğecik ortamına katılan başka türden çok az sayıdaki öğecikler. katışkı [Alm. Verunreinigung] [Fr. impureté] [tng. impurity] : Özdeğin arılığımı ıbozan az nicelikte başka b i r özdek. katmanlaşım [es. t. tabakalaşma] [Ahn, Streifenbildung] [Fr., tng. striation] : Boşalım borularında üst-Üşek bölgesinin, uygun uçun ba­ sınçlarımda değişken, aydınlık ve karambk enine kuşaklardan oluşan görünümü. katmanlı boşalım [es. t. tabakalı deşarj] [Alm. gestreifte Entladung] [Fr. décharge striée] [Ing. striated disoharge] : B i r uçun içinde, elektriksel boşalım sırasında üst-üşek bölgesinde karanlık ya da değişken ışıklı kuşaklar oluşumu. katmerli hal bak. yoz haller., kavuşmaz [es. t. asimptot] [Alm. Asymptote] [Fr., tng. asymptote] : B i r eğriye yaklaşarak giden, ancak onunla sonlu 'bir uzaklık içinde kesişemeyen doğru. kaygan akış [es. t. laminer akış] [Ahn. Bandströmung] [Fr. écoule­ ment laminaire] [Ing. streamline flow] : Akışkan katmanlarının, birbiri üzerinde kararlı biçimde kayarak karışmadan akması. kayma [Alm. Gleitung] [Fr. glissement] [Ing. slipping] : BİT cismin sürtünmeli ya da sürtünmesiz b i r yüzeyde ötelenme devinimi. kayma açısı [Ahn. Gleitwinkel] [Fr. angle de glissement] [îng. angle of sl$p] : Biçimi değiştirmeye zoıÜanan bir akışkanım ya da yoğruk bir katının kuvvet doğrultusu ile kayan yüzeyleri arasındaki açı. kayma sürtünmesi [Alm. gleitende Reibung] [Fr. frottement de glisse­ ment] [îng. sliding friction] : Üst üste i k i katı yüzey arasındaki sürtünme. kayma yüzeyi [Alm. Schlüssfungsfl'dche] [Fr. surface de glissement] • [îng. slip surface] : B i r katının bir yüzeye koşut zorlama etkisi altında çatlama ya da kopma eğilimi gösterdiği yüzey. kaynama noktası [Alm. Siedepunkt] [Fr. point d'ébulliiion] [îng. boiîing point] : B i r sıvımın uçuk basıncının dış basınca eşit oldu­ ğu sıcaklık derecesi:

kesitim sikliği

121

kaynama noktası yükselimi [Alm. Siedepunkterhöhung] [Fr. élévation du point d'ébullition] [îng. boiling-point elevation] ; B i r çözücünün kaynama noktasının, uçucu olmayan b i r çözünenini c^zdeciksel yo­ ğun] asımı ölçüsünde yükselimi; kaynaşım [es. t. füzyon] [Alm. Verschmelzung] [Fr., tng. fusion] : Yeğni öğe çekirdeklerinin, daha ağır b i r çekirdek oluşturmak üzere bMesaneleri. kazanç [Alm. Gewinn] [Fr., trug, gain] : 1 — B i r elektrik akım ya da geriliminin yükseltim oram. 2 — Telsiz iletişiminde akımmıknatıssal dalgaların gücünü yükseltime oram. kendiliğinden [es. t. spontane] [Alm. freiwillig] [Fr. spontané] [tng. spontaneous] : Doğuş özelliklerinin ya da erkesinin yapısal sonucu olan, b i r dış etkenin uygulamasından bağımsız. kendiliğinden bolünüm [es. t. kendiliğinden fisyon] [Alm. Spontan­ spaltung] [Fr. fission spontanée] [îng. spontaneous fission] ; B i r öğecik çekirdeğinin dış b i r etken olmadan bölünmesi. kendiliğinden mıknatıslanın! {Alm. spontane Magnetisierung] {Fr. aimantation spontanée] [Ing. spontaneous magnetization] : Mıknatıslayıcî b i r etki olmaksızın demirmıknıatissal bir özdeğin mıknatissal bölgeciklerinin kendi aralarında uyumlu yönelimi. 1

kesici [Alm. Ausschalter] [Fr. coupe-circuit] [îng. cutout] : Yeğinliği güvenlik sinirmi aşacak ölçüde yükselince çevrimdeki akımı kesen akırnıınıknatıssal ya da ısıl aygıt, kesici çevrim [Alim. Begrenzerkreis] [Fr. circuit découpant] [îng. clipping circuit] : İmlemlerin artı ya da eksi tepelerinin belli bir değeri aşmasını önleyen çevrim. û

kesikli [Alm. diskret] [Fr. discret] [îng. discrete] : Öğecikler, ışılcıklar gibi sürekli yapıda olmayan (varlıklar). kesiklilik [Alm. Unstetigkeit] [Fr. discontinuité] [îng. discontinuity]: bak. süreksizlik. kesiksiz izge bak. sürekli izge. kesitim öngerilimi [Alm. Gittersperspannung] [Fr. polarisation de coupure] [îng. cutoff bias] ; B i r eksicik borusunda üst-üşek akımım durdurmak için kafese uygulanması gerekli eksi gerilim. kesitim sıklığı [Alm. Drosselpunkt Frequenz] [Fr. fréquence de coupure] [îng. cütoff frequency] : B i r dalgalı akım çevriminde akı­ mın kesilmesine yol açan sililik.

122

kesinlik

kesinlik [es. t. sıhhattik] [Alım. Genauigkeit] [Fr. précision] [İng. précision] : B i r niceliğin sayısal değerinin aslına taun uygun olma­ sı. kestir! [es. t. tahmin] [Alm. Voraussage] [Fr. prédiction] [İmg. prédiction] : B i r olay, bir deney ya da hesaplama sonucunu önce­ den kabaca bilme. kılcal [es. t. kapiler] [Ahn. Kapillar] [Fr, capillaire] [İng. capillary] : Damar gibi İriiçük yarıçaplı boru. kılcal basınç [es. ıt. kapiler basınç] [Alm. Kapillardruck] [Fr. pression capillaire] [İng. capillary pressure] : Kılcal etki sürecinde oluşan sıvı basımcı. kılcallık [es. t. kapilarite] [Ailm. Kapillarität] [Fr. capillarité] {İng. capillarity] : Akışkanlarm yüzey geriJUmleri yüzünden ikılcal boru­ larda yükselmesi. kırağı [Alm. Frost] [Fr. gelée] [İng. frost] : Sıcaklık 0 C m altına düştüğünde (havanın içimdeki su uçuğunum, yere yakın yerlerde ve toprakta yoğunlaşmasıyla oluşan (küçük buz parçacıkları. kınlım [es. t. refraksiyon] [Alm. Brechung] [Fr. réfraction] [İng. refraction] : B i r ışık ışımanın ya da b i r akımmıknatıssal dalganın, bir ortamdan ötekine geçtiğinde doğrultusunu değiştirmesi. kinimi imleci [es. t. kırılma indisi] [Alm. Brechungsverhältnis, Brechungsindex] [Fr. indice de réfraction] [İng. refraction index] : Işık ışınımın i l d ortamın ara yüzeyinden geçerken oluşan geliş ve ki­ rilim açılainnm dikmelikleri arasındaki oran. D

kırdım yasalan [es. t. kırılma kanunları] [Alm. Brechungsgesetz] [Fr. lois de la réfraction de la lumière] [İmg. laws of refraction] : Gelen' ışın, kırılan ışın ve iki' saydam ortamı ayıran' yüzeyim geliş noktasındaki ıdikeyinin aynı düzilemıde olduğunu ,ve geliş açısının dikmeliğinin kınlıma açısıniınfcine oranının b i r ortam çifti için de­ ğişmez b i r sayı olduğumu belirleyen i k i yasa. kmlımölçer [es. t. refraktometre] [Alm. Refraktometer] [Fr. réfractomètre] '[İng. refractometer] : Işığım kınlım imlecini ölçmeye yara­ yan aygıt. kınlırlık [es. t. refraktivite] [Alm. Brechungsvermögen] [Fr. réfractivité] [İng. refractivity] \ Ortamın ışığı kincilik imleci m olduğuna •göre (n-l)'e eşit olan sayı. kırınım [es. t. difraksiyon] [Alm. Beugung] [Fr., İmg. diffraction] : Işığın ya da başka b i r dalganan dar bir yarıktan ya da çizikli bir

123

kıvılcım erkili

yüzeyden geçince doğru yolundan ayrılarak gölge içinde girişim sa­ çakları oluşturması. kırınım ağı [es. t. optik 'ağ] {Aim. Beugungsgitter] [Fr. réseau de diffraction] [îng. diffraction grating] : B i r ışık demetini oluştu­ ran değişik dalga boylu ışınımları ayırarak, demetin izgesini elde etmek için kullanılan ve saydam (bir yaprak üzerine çok sık ince koşut çizgiler çizerek elde edilen gereç. kırınım izgegözleri [es. t. difraksiyon spektroskopu] [Aka. Beugungs¬ spektroskop] [Fr. spectroscope à réseau] [İng. diffraction spectros­ cope] : Işığın; biçik yerine kırınım ağı île oluşturulan izgesini göz­ lemeye yarayan aygıt. kırınım izgesi [es. t. difraksiyon spektrumu] [Aim. Beugungsspekt¬ rum] [Fr. spectre de diffraction] [İng. diffraction spectrum] : B i r kırımım ağı ile elde edilen akınımıkmatıssal dalgalar izgesi. kırışıklık dalgası [Aim. Welligkeit] [Fr. ondulation] [İng. ripple] : Sı­ vıların yüzeyinde oluşan om basamağında dalga boylu yüzey gerilim dalgaları. kırışıklık gerilimi [Aim. Wellenspannung] [Fr.. voltage d'ondes] [ing. ripple voltage] : B i r dalgalı akım doğrultmacımın ya da bu tür bir üretecim verdiği düz germimin dalgalı binleşeni. kırpışım [es. t. sintilasyon] [Aim. Funkensprüchen] [Fr., İng. scintil­ lation] : Yıldızlardan gelen ışığın, hava katmanından geçerken uğ­ radığı küçük kınlımlar yüzünden, yeğinliğinde gözlenen- titrerlik. kısa çevrim [es. t. kısa devre] [Aim. Kurzschluss] [Fr. court-circuit^. [ing. short circuit] : B i r elektrik çevriminde, 'akımın kısa yoldan kapanarak çevrimim 'bir höllüğümün 'dışta kalması. kısa dalga [Aim. kurze Welle] [Fr. onde courte] [ing. short wave] : Dalga boylan metre basamağında olan akımnıiılimatıssal- dalgalar. kısıtlı iç dönme [Aim. Rotationsbehinderung] [Fr. rotation restreinte interne] [ing. restricted internal rotation] : Özdeciklerin b i r kesi­ mlimin özgür dönmesinde ısmıma ısısını etkileyen sınırhMi. kıvılcım [Aim. Funke] [Fr. étincelle] [ing. spark] : Hava gibi uçun halinde yalıtkan b i r ortamda birdenbire oluşan kısa süreli elek­ trik boşalması. kıvılcım erkili [es, t. kıvılcım potansiyeli] [Ahn. FunkenpotentiaV} [Fr. potentiel d'étincelle] [îng. sparking potential] : B i r yalıtkan ya da içyükül içinde kıvılcım atımı için gerekli boşalım erkili.

kıvılcım izgesi

124

kıvılcım izgesi [es. t. kıvılcım spektrumu] [Aim. Funkenspektrum] [Er. spectre d'étincelle'] [İng. spark spectrum] : BMeşimi bilinen üşekler arasında ya da bar özdek içinde oluşan kıvılcım ışığının verdiği' izge. kıvılcım kangalı [es. t. kıvılcım indükleci] [Atan. Fımkeninâuktor] [Er. bobiné d'induction] [îng. spark coil] : Elektriksel ıkıvracım oluş­ turmak için gerekli yüksek gerilimi' sağlayan irkilim kangalı. kıvılcımsız boşalım bak. sargın boşalım. kıyı [Aim. Kante] [Er. arête] [İng. edge] : Kuşak izgesi gibi, bir giri­ şim ya ıda kurnım kuşağı çizgi dizgesinin ısınır dalga boyu. kıyı etkisi [Er. effet d'arête] [İng. edge effect] : B i r üetkenin keskin kıyısında biriken yüklerin elektrik alanının, olağandışı davranışı. kızıla kayma [Aim. Rotverschiebung] [Fr. déplacement à rouge] [îng. red shift] : Uzak gökada (galaksi) yıldızlarından alınan ışığın, yıldı­ zın devmimi yüzünden kırmızıya doğru kaymış görünmesi. kızılaltı ışınım [es. t. enfraruj ışınları] [Aim. Infrarotestrahlung] [Fr. rayonnement infrarouge] [İng. infrared radiation] : Sıklıkları, gö­ rünen izgenin kırmızı ucunun altına düşen görünmeyen ışınımlara verilen ad. kızılaltı izge [es. t. enfraruj spektrum] [Aim. Infrarotespektrum] [Fr. spectre infrarouge] [İng. infrared spectrum] : Görünür kırmı­ zının bittiği, 7,5 x IO- cm. den, 3 x 10" cm. ye değin giden dalga boylarım kapsayan akımm ıknatıss al izge. kızılaltı soğurum izgesi [es. t. enfraruj absorpsiyon spektrumu] [Aim. infrarotes Absorbtionsspektrum] [Fr. spectre d'absorption infra­ rouge] [İng. infrared absorption spectrum] : Kızılaltı ışımmlar böl­ gesine" düşen ışınımlardan Bdmdnin, ikimi özdeciklerce soğurulmasıy•la oluşan izge. ki ortacığı [es. t. ki mezonu] [Aim. chi Meson] [Fr. chi méson] [İng. chi meşon] : Kütlesi, eksiciğin ve önelciğin kütleleri araşma düşen temel parçacıklardan biri. kip [es. t. mod] [Aim. Schwingungsart] [Fr., İng. mode] : Tel, yay, ko­ vuk ya da dalgalı akım çevrimi gibi titreşebilen yapıların değişik sıkılıkta titreşim biçimleri. kipi enik akım [es. t. modüle akım] [Aim. modulierîe Strom] [Fr. courant modulé] [İng, modulated current] : B i r ses dalgasının d e ğişim örnekçesi etkisinde 'kalarak, genliği ya da sıklığı değişime uğratılan bir dalgalı akını. 5

2

125

ko/runumlu dizge

kiplenik dalga [es. t. modüle dalga] [Alım. modulierte Welle] [Fr. onde modulée] [îng. modulated wave] : Kipleyici b i r dalga die gen­ liği, sikliği ya da evresi değirmilere uğrayan dalga. kiplenim [es. t. modülasyon] [Aim. modulierung] [Fr., İng. modula­ tion] : Yüksek sıklıkta bir akımım genliğini, sıklığını ya da evre­ sini, bu akıma bindirilen bir akımla uygun biçimde değiştirme. kiplenim hızı [es. t. modülasyon hızı] [Alım. modulierungs Gesch¬ windigkeit] [Fr. vitesse de modulation] [İng. velocity of modula­ tion] : B i r eksicik demeünin hızının, zamanın yineli b i r işlevi olarak değişimi. kipleyici dalga [es. t. modüle edici dalga] [Aim. modulierende Welle] [Fr. onde de modulation] [İng. modulating wave] : Taşıyıcı dalgaya bmdirilerek onun genUğini ya da sıklığını, kendi genliği ya da sık­ lığı uyarınca değiştiren (kipleyen) dalga. konaç eksenleri bak. yerlem çatkısı. konü [es. t. argüman] [ F r İng. argument] : B i r işlevin b i r fceshnini oluşturan bağımsız değişken; özellikle üçgenölçüsel işlevlerin açı cinsinden bağımsız değişkentteri. konum [es. t. vaziyet] [Aim. Slellung] [Fr., İng. position] : B i r nesne nin seçilen b i r başvuru noktasına, eksenime ya da eksenlerine göre yeri. kopma [Aim. Brııch] [Fr., İng. rupture] : K i m i yapıların basınç ya da zorlama ile çökmesi ya da kuvvet etkisiyle karılması. v

kopma çarpanı [Aim. Bruchmodul] [Fr. module de rupture] [İng. modulus of rupture] : B i r i m yüzölçümüne düşen kopma yükü. korunum*[es. t, tahaffuz] [Aim. Erhaltung] [Fr., İng. conservation]: Dış çevreden yalıtılmış bir dizge dile ilgili kütle, erke, devinirlik gibi nicelikler toplamlarının etkileşimler sonucu değişikliğe uğramaması. korunumlu alan [es. t. konservatif saha] [Aim. Erhattungsfeld] [Fr. champ conservatif] [İng. conservative field] : B i r parçacığın b i r kuvvet alamı içinde b i r noktadan başka b i r noktaya götürülmesi sı­ rasında yapılan işin yoldan bağımsız, yalnız ilik ve son konumları­ na bağlı olduğu zamanki alam. korunumlu System] işlemler süreçler

dizge [es. t. konservatif sistem] [Aim. konservatives [Fr. système conservatif] [İng. conservative system] : B i r çevrimi sonumda, başlangıç ve son durum Özdeş olunca, bu boyunca y-apüan işin de sıfır olduğu dizge.

koşut

126

koşut [es. t. paralel} [Alm. parallel] [Fr. parallèle] [İng. parallel] : B i r düzlemde kesişmeden ilerleyen, i k i ya d a daha çok sayıdaki doğruların ya da ışınların Özelliği. koşut bağlama bak. yanaşık bağlanım. koşutaç [es. t. kolimatör] [Alm. Kollimator] [Fr. callimateur] [İng. coîlimator] : B i r izgegözlerde olduğu gibi, koşut ışın demeti oluştu­ ran aygıt. koşutyüzlü [es. t. paralelyüz] [Alm. Parallelf lächer] [Fr. parallélépi­ pède] [İng. pardllelpiped] : Tüm yüzleri koşutlaydı olan biçik. kovuk [es. t. kavite] [Alm. Resonanz Kammer] [Fr. cavité] [İng. cavity] : Akımmı'knatıssal dalgalarla belirli sıklıkta çınlamama gi­ ren uygun boyutlu boş oylum. koyut [es. t. postulat] [Alm. Postulat] [Fr. postulat] [İng. postutate]: B i r tanıtlamada onaylanması gereken ön gerçek. koyuverme [es. t. desorpsiyon] [Alm. Desorption] [Fr. désorption] [İng. desorption] : Başka bir özdeğin yüzeyimde ya da içimde yoğun olarak tutunan bir özdeğin salıverilmesi. Soğurum ve yüzerimin kar­ şıtı. kökçe [es. t. radikal] [Alm. Radikal] [Fr., İng. radical] : K i m i bir­ leşiklerde görülen ve işlev bakımından 'birlikte davranan öğecik kü­ mesi. kÖprüleme [es. t. şöntleme] [Alm. Überbrückung] [Fr. shuntage] [İng. bridging] : B i r elektriksel aygıtı başka biri ile ya da bir direncin yanı sıra koşut olarak bağlama. körpe ılıncıklar [Alm. jungfräuliche Neutronen] [Fr. neutrons vierges] [İnği virgin neutrons] : B i r kaynaktan çıkan, çarpışmalar ile henüz erkesini yitirmemiş ıhmcıklor. köşegen [es. t. diyagonal] [Alm. Diagonale] [Fr. diagonale] [İng. diagonal] : B i r çokgende ardışık olmayan İki köşeyi birleştiren çizgi. köşegenleştlrme [es. t. diyagonalize etme] ['Alm. Diagonalisation] [Fr. diagonalisation] [İng. diagonalization] : Uygun b i r dönüşümle, b i r dizeyim ana köşegeni dışındaki öğelerini sıfor yapına. kurtulma hızı [AUm. Fliehgeschwindigkeit] [Fr. vitesse d'échappement] [İng. escape vetocity] : B i r nesmenin yeryuvarının çekim etkisin­ den kurtularak uzaya çıkabilmesi için edinmesi gereken hız (yak­ laşık 11,4 km/sn).

127

kuvvetler çokgeni

kuru göze [es. t. kura pH] [Alm. Trockenelement] [Er. pile sèche] [îmg. dry cell] : ÜşerçÖzüğü nemli b i r hamur niteliğinde olan elekt­ rik gözesi. kuru göze takımı [es. t. kuru pil bataryası] [Aflm. Trockenbatterie] [Fr. batterie sèche] [Ing. dry battery] : Ardışık bağlı (birkaç kuru volta gözesinden kurulmuş doğru aıkım üreteç takımı. kuşak [es. t. bant] [Alm. Band] [Fr, bande] [ïng. band] : B i r izgenin i k i sıklık değeri arasında kalan ışınımı bölgesi. kuşak geçirimi [es. t. bant geçirimi] [Alm. Bandpass] [Fr. bande passante] [îmg. band pass] : B i r dalga süzgecinim, yalnızca belirli bir sıklık kuşağını geçirme özelliği. kuşak genişliği [es. t. bant genişliği] [Alm. Bandweite] [Fr. largeur de bande] [ïng. bond wiâth] : B i r sıklık kuşağınım sınır değerleri çıkarjnnınım sıklık, açısal sıklık y a da dalga boyu olarak değeri. kuşak izgesi [es. t. bant spektrumu] [Alm. Bandenspektrum] [Fr. spectre de bandes] [ïng. band spectrum] : Geniş kuşaklardan olu­ şan ve Özdeciklerden kaynaklanan keskin kıyıh salım ya da soğu­ rum lizgesi. kuşak kıyısı [es. t. bant kıyısı] [Alm. Bandenkante] [Fr. arête de bande] [ïng. band edge] : B i r kuşak izgesimde çizgilerim biriktiği sıklık kıyısı. kuvvet [Alm. Kraft] [Fr., îng. force] : B i r cismin durgunluk ya da devinim durumunu değiştirebilen yönleçsel nitelikli etki. ani. gürelik. kuvvet alanıerkili [es. t. kuvvet alam potansiyeli] [Ahm. Kraftfeldepo­ tential] [Fr. potentiel de champs de force] [İng. potential of field of forâe] : Ağımım alamı içinde bulumam birim küüenin erkil erke­ sinin değeri. kuvvet çifti [Alm. Kr'dftepar] [Fr., îng. couple] : Koşut yönelimli, karşıt, eşit i k i kuvvet. kuvvet çizgisi >[AIm. Kraftlinie] [Fr. ligne de force] [îng. line of force]: B i r elektriksel, mıkmatıssal ya da ağımımsal alam yömlecine, her noktasında 'teğet olan ve alanım uzaydaki gidişini' gösteren çizgi-. kuvvet döngüsü bak. döngü. kuvvet kazanımı bak. işleysel yararlılık. kuvvetler çokgeni [es. t. kuvvetler poligonu] [Alm. Kräftepolygon] [Er. polygone de forces] [îng. polygon of forces] : İki kuvvetin

kuvvetler üçgeni

128

birleşmesini çizimle elde etme 'kuralının çok sayıda kuvvete uygu­ lanmasıyla oluşan kuvvet yönledleri çokgeni. kuvvetler üçgeni [Alm. Kraftedreieck] [Fr. triangle de forces] [îng. triangle of forces] : B i r noktaya etkiyen dengedeki üç kuvvetin yöıueçlemün oluşturduğu üçgen. , kuvvetölçer [es. t. dinamometre] [Alm. Dynamometer] [Fr! dynamo­ mètre] [îng. dynamometer] : Kuvvet ölçümü için kullanılan aygıt. kuzey mıknatıssal ueay [es. t. kuzey mıknatıs kutbu] [Alin. positiver Magnetpol] [Fr. pôle magnétique positif] [îng. positive magnetic pôle] : Özgürce devinecek biçimde asılmış b i r çıplak mıknatıs çubu­ ğun kuzeye bakan ucu. ani. artı mıknatıssal ucay. küme [es. t. cümle] [Mm. Menge, Satz] [Fr. ensemble] [îng. set] : Aynı yapıdaki öğelerden oluşan topluluk. . kütle [Alm. Masse] [Fr. masse] [îng. mass] : B i r cismi ivdirmek için uygulanan kuvvetle, bu kuvvetin oluşturduğu ivme arasındaki d e ğişmez oran; cismin özdek olarak tutarı. kütle birimi [Alm. Masseeinheit] [Fr. unité de masse] [îng. mass unit] : B i r önelciğin öğecik içindeki kütlesi : ljôôxlO-^gr. kütle çekimi bak. ağınım. kütle eksiği [es. t. kütte noksanı] (Alm. Massendefekt] [Fr. défaut de masse] [îng. mass defect] : B i r çekirdeği oluşturan çekinciklerin toplam kütlesinden, çekirdeğin gerçek kütlesinin çıkarımı. kütle izgeçizeri [es. t. kütle spektrografı] [Alm. Massenspektrograph] [Fr. spectrograpke de masse] [îng. mass spectrograph] : içinden hızla geçen yüklü öğesel parçacıklarla elektriksel ve mıknatıssal alanlarm uygulanmasıyla, b u parçacıkların yörüngelerinde oluşan sapmaları değerlendirerek (parçacıkların kütlelerini sağlıklı biçimde ölçmeye yarayan aygıt. kütle izgesi [es. t. kütle spektrumu] [Alm. Massenspektrum] [Fr. spectre de masse] [îng. mass spectrum] : Öğeciksel yerdeş üşerlerin, kütle izgeçizeri ile iilde edilen lizlerinin Jiütlelerine göre dağılı­ mını gösteren artı üşer izgesi. kütle korunumu [Alm. Massenerhaltung] [Fr. conservation de la mas­ se] [îng. conservation of mass] : bak. özdek korunumu yasası. kütle özeği [es. t. kütle merkezi] [Alm. Massemnittelpunkt] [Fr. barycentre] [Îng. barycenter] : B i r nesnenin işleysel davranışında tüm kütlesinin toplanmış sayılabildıği nokta.

mercek ana ekseni

129

kütle sayısı [Alm. Massenzaht] [Fr. nombre de masse] [İng. mass number] : 1 — B i r öğecik çekirdeğinin çekincik sayısı. 2 — Biı öğecik çekirdeği yerdeşinin Öğecİksel kütlesine en yakın tümsayı. kütlesel etkileşim yasası [Alm. Massenwirkungsgesetz] [Fr. loi d'action des masses] [Ing. law of mass action] : B i r tektürel tepkileşimin hızının, tepkileşime giren özdeklerin çarpomıyla oranh olduğunu belirleyen yasa. L

Lambert yasası bak. eşdikmelik yasası. litre [Alm. Liter] [Fr. litre] [İng. liter] : 4°C de 1 kg. su oylumuna eşit otlan metre birim dizgesinde oylum birimi, logaritma [Alm. Logarithmus] [Fr. logarithme] [tng. logarithm] : B i r a sayısı bir b sayısının a=b* gibi bir üstlüsü olarak verilirse x sayısı a'nın b tabanına göre logaritmasıdır, lüks [Alm. Lux] [Fr., İng. lux] : Metrekare yüzeye b i r lümenlik ışık akısı düşmekle sağlanan aydınlanma birimi, bak. mummetre. lüksölçer bak. aydınlammölçer. lümen [Alm. Lumen] [Fr., İng. lumen] : Uluslararası 1 mum yeğinli­ ğinde bir ışık kaynağının, birim katı açı (uzay açısı) içinden .sal­ dığı ışık akısı birimi. lümensaat [Ahn. Lumenstunde] [Fr, lumen-heure] [Ing. lumen-hour]: Bir saat boyunca b i r lümenlik erke şahmına eşit olan ışınım erke si birimi. M

makaslama zorlaması [Alm. Scherspannung] [Fr. tension de cisaille­ ment] [İng. shearing stress] : Dikdörtgen biçiksel bir nesnenin, koşut yüzeylerini karşıt yönlü kuvvetlerle zorlayarak sağlanan ger­ ginlik. mercek [es. t. adese] [Alm. Linse] [Fr. lentille] [Ing. lens] ; Çoğun­ lukla saydam camdan yüzeyleri çukur ya da tümsek olacak biçim­ de işlenmiş, ışığı toplayacak ya da dağıtacak nitelikte yassı, çembersel nesne. mercek ana ekseni [AUm. Linsenhauptachse] [Fr. axe principal de ta lentille] [İng. principal axis of a lens] : Mercek yüzeylerinin Özek­ lerinden geçen doğru çizgi.

mermi

130

mermi [Alm. Geschoss, Projeletil] [Fr., İng. projectile] : Büyük hızla atılan ve bu sırada edindiği devinirlik ile devinimini sürdüren nesne. metal [Alm. Metali] [Fr. métal] [İng. metal] : Ağır, sert, parlak, dö­ vülebilir özellikler gösteren, ısıyı ve elektriği, iyi ileten katı hal­ deki öğeler ya da alaşımlar. Bunların iç yapıları mini buzsullardan oluşmuştur. metal bağı [Alm. metallische Bİndung] [Fr. liaison métallique] [îng. metallic bond] : Metali oluşturan öğeoiklerden çözülen değerlik eksiciklerinin, kalan artı yüklü yineli Örgü içinde devinmeleriyle tüm yapıda sağlanan ortak bağ. metal ısılölçer [es. t. madeni termometre] [Alm. Metalltkermometer] [Fr. thermomètre métallique] [İng. metallic thermometer] : Yassı bir metal çubuğun, sıcaklıkla genleşmesi ya da büzülmesi sonucu sıcaklık derecesini gösteren aygıt. metallerin yorulması [Alm. Ermüdung des Metalls] [Fr. fatigue des métaux] [îng. fatigue of mêlais] : Metallerin, beliıili dönüşül bir zorlama ile yinelenen gerginliklerden ve buzsul yapının bozulma­ sından kaynaklanan yıpranımlan. metalsi [Alm. Nichtmetall] [Fr. métalloïde] [îng. nonmetal] : Başka öğelerden eksicik allarak birleşime giren klor, azot, oksijen vb. öğelerden her biri. metre dizgesi [es. t. metre sistemi] [Alm. metrisehes System] [Fr. système métrique] [İng. metric system] : Uzunluk birimi olarak metre, kütle birimi olarak kilogram ve zaman birimi olarak saniye yi alan ve tüm doğabilim birimlerini bunlardan türeten ondalık bi­ rimler dizgesi. mıknatın [Alm. Magneton] [Fr. magnêton] [İng. magneton] : Öğeciksel parçacıkların mıknatıssâl döngü birimi; Bohr mıknatını 5584 Gauss cm/mol'dür. mıknatıs [Alim. Magnet] [Fr. aimant] [İng. magnet] : B i r elektrik akı­ mı üzerinde kuvvet etkisi ile kendini belli eden ve demir mıknatıs­ sâl tozlan çekebilen demir ya da çelik nesne. mıknatıs çekirdeği [Alm. Magnetkern] [Fr. noyau d'un aimant] [İng. magnet core] : B i r akım kangalının uyardığı mıknatıssâl alanım yeğinliğini artırmak için, içine yerleştirilen yümuşak demirden çe­ kirdek. mıknatıslamrlık bak. mıknatıssâl alınganlık.

131

mıknatıssal alınganlık

mıknatıslanma [es. t. manyetizasyon] [Alan. Magnetisierung] [Fr. magnétisation, aimantation] [tng. magnetization] : B i r özdeğin mıknatıslık özelliği edinmesi. mıknatıslanma yeğinliği [es. t. manyetizasyon şiddeti] [Alm. Magneti­ sierungsstärke] [Fr. intensité d'aimantation] [İng. intensity of magnetization] : Mıknatıslı bir cismin birim oylumundaki mıkna­ tıssal çiftucay tutan. mıknatıslayan kuvvet {es. t. manyetizan kuvvet] [Alm, Magnétisiez rungskraft] [Fr. force aimantisante] [Ing. magnetizing force] : B i r özdekte mıknatıslanma oluşturan mıknatıssal yeğinlik. mıknatıslı pusula [es. t. manyetik pusula] [Alm. Magnetkompass] [Fr. compas magnétique] [İng. magnetic compass] : Özgürce salınabilecek biçimde düzenlendiği için yerin mıknatıssal alanına ko­ şut gelen ve bu doğrultuyu koruyan mıknatıs iğnesi. mıknatıslık [es. t. manyetizma] [Alm. Magnetismus] [Fr. magnétisme] [İng. ' magnetism] : Doğabilimin, mıknatıslar, mıknatıssal alanlar ve özdeklerîn mıknatıssal özelliklerini inceleyen kolu. mıknatıslık giderimi [es. t. demanyetizasyon] [Alm. Entmagnetisie¬ rung] [Fr. démagnétisation] [İng. demagnetization] : B i r cismin mıknatıslığının azalması ya da bu özelliğinin yitirimi. mıknatısölçer [es, t. manyetometre] [Alm. Magnetmesser] [Fr. magnétomètre] [İng. magnetometer] : Mıknatıssal alanların ve mıknatıssal çiftucayların karşuaştınlanasında kullanılan aygıt. mıknatıssal akı [es. t. manyetik akı] [Alm. magnetischer Fluss] [Fr. flux magnétique] [İng. magnetic flux] : Mıknatıssal alan yeğinlliğinin bir yüzeye dik birleşemnin yüzey 'boyunca tüanlevi, • mıknatıssal akı yoğunluğu [es. t. manyetik akı yoğunluğu] [Atm. magnetische Flussdichte] [Fr. densité de flux magnétique] [İng. magnetic flux density] : B i r mıknatıssal alan içinde, alanın kuvvet çizgilerine dik olarak yönelmiş birim yüzeyden geçen akı. bak. troknatıssa! irkilim. mıknatıssal alan [es. t. manyetik alan] [Alm. Magnetfeld] [Fr. champ magnétique] [İng. magnetic field] : B i r mıknatıs™, çevresinde, mık­ natıssal kuvvetlerin etkin olduğu uzay bölgesi. mıknatıssal alınganlık [es. t. manyetik suseptibilite] [Alm. Magnetisi­ erungsfähigkeit] [Fr. susceptibilité magnétique] [İng. magnetic susceptibility] : B i r özdekte oluşan mıknatıslanma yeğinliğinin, ona etkiyen mıknatıssal alan yeğinliğine oram. ani. mıknatıslamrlık.

mıkna tissai bürgü

132

mıknatıssal bürgü {es. t. manyetik perde] [Alim. Magnetischeideanla¬ ge] [Fr. blindage magnétique] [îng. magnetic screen] : Duyarlı elektriksel düzenekleri kaçak moknatıssal alanlardan korumak için kullanılan yumuşak demirden kutu. mıknatıssal büzülüm [es. t. manyetostriksiyon] [Alm. Magnetostrik¬ tion] [Fr. magnétostriction] [îng. magnétostriction] : B i r deminmaknatıssal özdeğin, rnıkoatıssal alan etkisinde kalınca boyutlarında olluşan değişim. mıknatıssal çevrim [es. t. manyetik devre] [Alm. magnetischer Kreis] [Fr. circuit magnétique] [îng. magnetic circuit] : B i r moknatıssal alanın kuvvet çizgilerinin izlediği kapalı yol. mıknatıssal çözümleme [es. t. manyetik analiz] [Alm. magnetische Analyse] [Fr. analyse magnétique] [İng. magnetic analysis] : Yüklü öğeciksel parçacıklardan oluşan b i r demeti, b i r mıknatıssal alan etkisi altında, hızlarına, yüklerine ya da kütlelerine göre ayırma işlemi. mıknatıssal direnç [es. t. relüktans] [Ahn. magnetisches Widerstand] [Fr. réluctance] [îng. reluctancc] : B i r mıknatıssal çevrimde, mık­ natıssal yük-süren kuvvetin mıknatıssal akıya oram. mıknatıssal döngü [es. t. manyetik moment] [Alm. magnetische Mo­ ment] [Fr. moment magnétique] [îng. magnetic moment] : Mıkna­ tısa, birim mıknatıssaS yeğinlikte b i r alana dik olarak tutabilmek için uygulanması gereken kuvvet çiftinin döngüsü; ucay yeğinliği ile u c a y W uzaklığmım çarpımıı. mıknatıssal eğim [es. t. manyetik eğim] [Alm. Inklination] [Fr. inclinaison magnétique] [îng. magnetic dip] : Yeryüzünde bir nokr tada, yerin mıknatıssal alamyila, yatayın yaptığı açı. mıknatıssal ek-direnç [es. t. manyetorezistans] [Alm. magnetisches Widerstand] [Fr. magnétorésistance] [îng. magnetoresistance] : B i r iletkenin direncinin, değişmez mıknatıs alan etkisinden kaynaklanan ve üetkenin alana göre yönelimine bagh olan artışı. mıknatıssal erkli [es. t. manyetik potansiyel] [Alm. magnetisches Potential] [Fr. potentiel magnétique] [log. magnetic potential] : Bîrim mıknatıssal ucayı, mıknatıssal alanın sıfır olduğu noktalar­ dan, belli bir noktaya götürmek için görülen işfle Ölçülen nicelik. mıknatıssal gecikim [es. t. manyetik gecikme] [Ahn. magnetische Nachwirkung] [Fr. retard magnétique] [îng. magnetic lag] : Mık-

133

mıknatı&sal sapma

matıslayıcı alanda oluşan mıknatıssal irkinnıin, alanın [kuruluşuna göre gecikmesi. mıknatıssal geçirgenlik [es. t. manyetik perméabilité'] [Alm. Magnetisi­ erungskonstante] [Fr. perméabilité magnétique] [log. magnetic permeability] : BİT mıknatıssal geçirgen cisimde oluşan mıkmatıssal akı yoğunluğunun, bunu irkilten dış mıknatıssal alan yeğinliğrtme oram. mıknatıssal irkilira [es. t. manyetoelektrik indüksiyon] [Alm. magneto­ elektrische Induktion] [Fr. induction magnétoélectrique] [İng. magnetoelectric induction] ; Mıknatıssal akının değişimi ile yük -süren kuvvet oluşumu. mıknatıssal izge [es. t. manyetik spektrum] [ M m . magnetische Spekt­ rum] [Fr. spectre magnétique] [îng. magnetic spectrum] : Alt-üşek ışınlarınım, b i r mıknatıssal alandan geçtikten soma bir bürıgü üze­ rine verdikleri izge. mıknatıssal kuşak [es. t. manyetik bant] [Fr. bande magnétique] [İng. magnetic tape] : Ses ve resim alımımda kullanılan, yoğrak özdekten yapürnoş ve üzerine demirmıknatıs tozu serpilmiş ensiz, ince kuşak. mıknatıssal kuvvet [es. t. manyetik kuvvet] [Alm. magnetische Kraft] [Fr. force magnétique] [İng. magnetic force] : Mıknatıssal alamam, mıknatıssal ucaylara ya da devinen yüklere etkidiği kuvvet. mıknatıssal kuvvet çizgisi [es. t. manyetik kuvvet çizgisi] [Ahn. Magnetfeldlinie] [Fr. ligne de force magnétique] [îng. magnetic line of force] : Her noktadaki doğrultusu, o noktadaki mıknatıssal alan­ la teğet olan çizgi; özgür bir kuzey mıknatıssal ucayın alan içimde izlediği «yol. mıknatıssal mercek [es. t. manyetik adese] ı[AIm. magnetische Linse] [Fr. lentille magnétique] [îng. magnetic lens] : Hızlı eksiciMerin ya da üşerlerin odaklanmasında kullanılan ve düzgün olmayan mık­ natıssal alandan yararlanan b i r araç. mıknatıssal öğeler [es. t. manyetik elementler] [Alm. magnetische Elementen] [Fr. éléments magnétiques] [îng. magnetic éléments] : Yerin mıknatıssal alanım, tümüyle tamrnılayan üç nicelik : malcnatıssal sapma, eğilim açısı ve yatay yeğinlik. mıknatıssal sapma [es. t. manyetik dektinasyon] [Alm. Ausweichungs­ winkel] [Fr. déclinaison magnétique] [îng. magnetic declination]: Gerçek kuzeyle, pusulanın gösterdiği kuzey arasındaki açı.

mıfcnatıssal

saydamlık

134

mıknatıssal saydamlık [es. t. manyetik şeffaflık'] [Alm. magnetische Durclısichtigkeit] [Fr. transparence magnétique] [İng. magnetic transparency] : Mıknatıssal alam geçirme özelliği. mıknatısça! sönüm [es. t. manyetik amortisman] [Alm. magnetische Dämpfung] [Fr. amortissement magnétique] [İng. magnetic dam­ ping] : B i r işlergenin, b i r maknatıssal alan içinde salınan ya da dö­ nen parçalarının deviodmlerimn bu devinimden kaynaklanan burgaç •akımları ile söndüıülmesi. mıknatıssal tek ucay [es. t. manyetik monopol] [Alm. magnetisches Monopol] [Fr, monopole magnétique] [İng. magnetic monopole] ; Elektrik yükü gibi bir mıknatıssal yük bulunduğunu varsayan ku­ rama göre bu yüklerin toplandığı düşünülen ucay. mıknatıssal ucay [es. t. manyetik kutup] [Alm, Magnetpol] [Fr. pôle magnétique] [İng. magnetic pole] : B i r mıknatısta, mıknatıssal kuv­ vet etMlerİnin yoğunlaştığı belli olan, uçlarına yakın i k i nokta; bir mıknatıs. Özgürce devinecek biçimde aşılırsa bu ucaylarm biri ku­ zeye, Öteki güneye döner ve ucaylar buna göre adlandırılırlar. mıknatıssal ucay yeğinliği [es. t. manyetik kutup şiddeti] [Akn. magnetische Polstärke] [Fr. charge magnétique] [İng. magnetic pole strength] ; B i r mıknatıssal ucayın, birim rnıknatıssal ucay türünden tutan. mıknatıssal ucaylamm [es. t. manyetik kutuplanma] [Alm. Magnetin­ duktion] [Fr. polarisation magnétique] [îng. magnetic polarization]: Ucaylı ışığa etkin olmayan b i r özdeği, mıknatıssal alan içine koya­ rak etkin duruma getirme. mıknatıssal yaprak [es. t. manyetik yaprak] [Alm. magnetisches Blatt] [Fr. feuille magnétique] [Ing. magnetic shell] : Yüzeyleri değişik tür mıknatıssal yükten oluşmuş sayılan bir çift katman. mıknatıssal yeğinlik [es. t. manyetik şiddet] [Alm. Magnetfeldstärke, magnetische Féldstârke] [Fr. intensité magnétique] [îng. magnetic intensity] ; Her noktadaki mıknatıssal alan yeğinliği tutan; birim kuzey mıknatıssal ucaya alanın b i r noktasında etkiyen kuvvetin, oersted olarak ölçüsü. ı

mıknatıssal yük-süren kuvvet [es. t manyetomotor kuvvet] [ A l m . magnetomotorische Kraft] [Fr. force magnêtomotrice] [İng., magne­ tomotive force] : bak. mıknatıssal erkli. mini dalga bölgesi [es. t. mikrodalga bölgesi] [Alm. Mikrowellen¬ bereich] [Fr. région de micro-ondes] [İng. microwave region] ;

135

motor

' Mimmiknatissal dalgalar izgesimn uzak fcızüaltı die olağan telsiz (radyo) sıklık bölgesi arasındaki kesimi, mini dalga İzgesi [es. t. mikrodalga spektrumu] [Alm. MikrowellenSpektrum] [Fr, spectre de micro-onde] [İng. microwave spectrum] : Alışılmış telsiz sıklığından uzak kızılaltı dalgalar bölgesine değin gi­ den izge. miniakımölçer Les. t. galvanometre] [Alnı. Galvanometer] [Fr. galvano­ metre] [İng. galvanometer] : Çok cılız elektrik akımlarını Ölçmede kullanılan aygıt. minigözlem bilgisi Tes. t. mikroskopi] [Alm. Mikroskopie] [Fr. mİcroscopie] [İng. microscopy] : Küçük nesneleri görülebilir ve üzerin­ de çalışılabüir ölçüde büyütme yöntemi. minigözler [es. t. mikroskop] [Alm. Kleinseher] [Fr., İng. microscope]: Küçük nesneleri binlerce kez büyüterek gösteren aygıt. nıiniışımölçer [es. t. radyomikrometre] [Alm. Radiomikrometer] [Fr. radiomicromètre] [İng. radiomicrometer] : Çok cılız erkdli ısıl ışı­ nımlara duyarlı, kuvvetli bir mıknatıssal alan içinde bulunan bizmut-gümüş ısılçif ti ile onlara ardışık bağlı miniakımölçerden oluşan aygıt. miniölçekli [es. t. mikroskobik] [Alm. mikroskopisch] [Fr. micros­ copique] [İng. microscopic] : Çok küçük, yalnız minigözlerle gö­ rülüp ölçülebilen (özdek). mlniölçer [es. t. mikrometre] [Alm. Mikrometerzirkel] [Fr. calibré à vis micrométrique] [İng. micrometer caliper] : Küçük uzunlukları ölçmede kullanılan, adımının yüzde birini okumaya elverişli sarmal yolu olan ölçme aygıtı. minitartaç [es. t. mikroterazi] [Alm. Mikrowaage] [Fr. microbalance] [İng. microbalance] : Çok küçük ağırlıkları tartmakta kullanılan bir aygıt. morüstü cam [es. t. ültraviyole cam] [Aim. Uviof lint prisma] [Fr. verre uviol] [İng. uviol glass] : Morüstü ışınları çok iyi geçiren cam. morüstü ışınım [es. t. ültraviyole ışınım] [Alm. ultraviolette Strahlung] [Fr. rayonnement ultraviolet] [İng. ultraviolet radiation] : Görünür ışıkla X-ışmlan arasındaki sıklıklara düşen, görünmeyen akımmıknatıssal ışınım. motor [Alm. Motor, Krafmaschine] [Fr. moteur] [İng. motor] : Başka tür erkeyi işleyim erkesine çeviren işlerge.

136

mum

mum [Alm. Kerze] [Fr. bougie] [Ing. candle] : Aydmlanma yeğinli­ ği birimi. mumgücü [Alm. Kerzenstärke] [Fr. puissance lumineuse en bougies] [îng. candle power] : B i r ölçünlü mumun ışıma gücü. mummetre bak. lüks. N nedensellik [es. t. illiyet] [Alm. Kausalität] [Fr. causalité] [İng. causality] : Olaylarla bu olayları oluşturan nedenler arasındaki ba­ ğıntı. nem [es. t. rutubet] [Ahn. Feuchtigkeit] [Fr. humidité] [îng. moistu­ re] : B i r uçun ortamındaki su uçuğu tutan. nemgözler [es. t. higroskop] [Fr. higroscope] [îng. hygroscope] : Ha­ vadaki nem tutannm saltık ya da bağıl değerini gösteren aygıt. nemlilik bak. bağıl nem. nemölçer [es. t. higrometre] [Fr. higromètre] [îng. hygrometer] : Ha­ vadaki nem tutanm ölçmeye yarayan aygıt. nemölçüm [es. t. higrometri] [Fr. higrométrie] [îng. hygrometry] : Değişik amaçlar için, havadaki nem tutanmn saltık ya da bağıl değerlerini izleme. nesne [es. t. şey, eşya] [Alm. Gegenstand] [Fr. objet] [îng. object] : İnsanın dışında kalan, görülebilen, dctonulabilen, b i r ağırlığı ve kütlesi olan her türlü özdeksel varlık. nesne merceği [es. t. objektif] [Alm. Objectiv] [Fr. objectif] [İng. objective] : MinigÖzler, uzgözler gibi ışıksal aygıtların nesneden ya­ na olan mercekleri. newton [Alm. Newton] [Fr., İng. newton] : Uluslararası birim dizge­ sinde kuvvet birimi. B u , devindirdiği zaman 1 kg. kütleye İm/sn ivme veren kuvvettir. Newton ağınım yasası [es. t. cazibe-i umumiye kanunu] [Alm. newtonsches Gravitationsgesetz] [Fr. loi newtonienne de la gravitation] [îng. Newton's law of gravitation] : bak. ağınım. Newton devinim yasaları [es. t. Newton hareket kanunları] [Alm. Bewegungsgesetzen von Newton] [Fr. lois newtoniennes de mouve­ ment] [Ing. Newton's laws of motion] : Geleneksel dirik bilgisinin dayandığı üç temel yasa : 1 — Her cisim dıştan bir kuvvetle zorlanma­ dıkça durgun durumda ya da düzgün doğru devinim durumunda ka2

137

nicem sayısı

hr. 2 — B i r cismin deviniriiğinin değişim hızı bu değişimi sağlayan kuvvete eşittir ve kuvvetin doğrultusuna yönelmiştir. 3 — Her etkiye eşit ve karşıt yönlü bir tepki oluşur. Newton halkaları [Alm. newtonsche Ringe] [Fr. anneaux de Newton] [Ing. Newton's rings] : Tümsek yüzlü bir mercekle yansıtıcı düz b i r yüzeyin değdikleri noktada özeklenmiş renkli girişim halkaları. Gi­ rişim olayı, mercekle düz yüzü arasında kalan hava katmanının, üst ve alt yüzeyinden yansıyan ışınların girişiminden kaynaklanır. Newton salım yasası [es. t. Newton emisyon kanunu] [Alm. newtonsche Emissionsgesetz] [Fr. loi newtonienne de rayonnement] [Ing. Newton emission law] : Newton'un, ışığın kaynaktan püskürülen taneciklerden oluştuğunu savunan yasası. Newton soğuma yasası [Fr. loi newtonienne de refroidissement] [îng. Newton's law of cooling] : B i r cismin çevresine vererek yitirdiği ısı tutarının, cismin sıcaklığı ile çevre sıcaklığının çıkarımına bağh olduğunu bildiren yasa. nicel [es. t. miktari] [Alm. mengenmässig] [Fr. quantitatif] quantitative] : Niceliklerle ilgili; sayısal hesaplara ilişkin.

[Ing.

nicel çözümleme [es. t. kantitatif analiz] [Alm. quantitative Analyse] [Fr. analyse quantitative] [tng. quantitative analysis] : B i r b i r l e şikteki öğeÜerin yüzde oranlannı ya da tutarlarım belirleme işlemi. nicelik [es. t. miktar] [Alm. Menge] [Fr. quantité] [îng. quantity] : Nesneler ve olaylarla ilgili ölçülebilir özellikler, ani. tutar. nicem [es. t. kuantum] [Ahn. Quant] [Fr., îng. quantum] : Planck değişmezi ile kendi sıklığının çarpımına eşit büyüklükte, daha bölünemeyen erke niceliği. Işdcık, akımmıknatıssal ışınım erkesi nicemidir. « nicem geçişi [es. t. kuantum geçişi] [Alm. Quantenübergang] [Fr. transition quantique] [îng. quantum transition] : B i r Öğeciksel yapman ışınım erkesi salarak ya da soğurarak b i r nicem durumun­ dan başka birine geçişi. nicem hali [es. t. kuantum hali] [Aim. Quantenzustand] [Fr. état quantique] [îng. quantum state] : B i r özdeciğin ya da öğeciğin ge­ çici ya da süreğen olarak edinebileceği erke düzeylerinin her biri. nicem sayısı [es. t. kuantum sayısı] [Alm. Quantenzahl] [Fr. nombre quantique] [îng. quantum number] : Nicemsel işleybilimde öğe­ ciksel düzeydeki yapıların durumlarını belirleyen tam ya da buçuklu sayılar.

nicem verimi

138

nicem verimi [es. t. kuantum verimi] [Alm. Quantenausbeute, Quantenertrag] [Fr. rendement quantique] [îng. quantum yield] : B i r metalin soğurduğu ışslcı-k sayısı başına saldığı ışıleksicik sayısı. nicemleme [es. t. kauntumîama] [Alm. Quantelung] [Fr. quantisation] [îng- quantization] : B i r niceliğin nicemsel işleybilime uygun olarak alabileceği kesikli değeıllerin bulunması işlemi. nicemlenmemiş hal [es. t. kuantumlanmamış hal] [Alm. Ungequanteit] [Fr. état nonquantisé] [îng. unquantized state] : Devinimleri nicemleme koşullarına girmemiş, dolayısıyla çizgi izgelerd yerine sürekli izgeler veren eksicikli öğeciğin hali. nicemler doğablliml [es. t. kuantum fiziği] [Alm. quantische Physik] [Fr. physique quantique] [îng, quantum physics] : Öğecikler, çe­ kirdekler ve temel parçacıklar evrenindeki doğabüirnsel olayları nicemsel işleybilim denen uzbilimsel kurama göre inceleyen bilim dalı. nicemler kuramı [es. t. kuantumlar teorisi] [Alm. Quantentheorie] [Fr. théorie des quanta] [îng. quantum theory] : Erkenin kesikli oldu­ ğu kavramı çevresinde geliştirilen nicemsel işleybilim kuramı. nicemli [es. t. kuantumlu] [Alm. gequantelt, quantisiert] [Fr, quanti­ fié, quantisé] [îng. quantized] : Nicemsel işleybilime uygun ola­ rak, yalnızca belirli kesikli değerlerden oluşan. nicemsel eksicik bilgisi [es. t. kuantum elektroniği] [Fr. électronique quantique] [îng. quantum elecfronics] : Katı buzsullarda mini dal­ ga gücünün yaratılmasının ve yükseltilmesinin nicemsel işleybilime dayanarak incelenmesi. nicemsel eşdeğerlik ilkesi [es. t. kuantum eşdeğerlik prensibi] [Alm. Quanfenäquivalenzprinzip] [Fr. principe d'équivalence quantique] [îng. quantum équivalence principle] : B i r ışrlelektrik ya da ışıl akım sürecinde, soğurulan bir aşınım nİceminkı tüm erkesinin, belirli başka bir biçimde yeniden ortaya çıktığım bildiren ilke. nicemsel işleybilim [es. t. kuantum mekaniği] [Alm. Quantenmechanik] [Fr. mécanique quantique] [îng. quantum mechanics] : öğecik için­ deki çekirdeğin ve eksiciklerin davranışlarını inceleme, çok küçük ölçekteki olayları yorumlama yöntemi olarak çağımızda geliştirilen ve Newton işleybilimi yerine geçen b i r işleybilim dalı. nitel [es. t. kalitatif] [Alm. qualitativ] [Fr. qualitatif] [îng. qualitati­ ve] : Dış görünüş, renk, tad, biçim gibi sayısal olarak deyimlenemeyen ya da Ölçülemeyen özelliklere ilişkin.

odakölçer

139

nitel çözümleme [es. t. kdlitatif analiz] [Alm. qualitative Analyse] [Fr. analyse qualitative] [îng. qualitative anàlysis] : özdeklerin kimyasal yapısında ya da bir karışımda bulunan Öğelerin tutarla­ rına bakmadan belirlenmesi. nitelik [es. t. kalite] [Alm. B0ğschaffenheit] [Fr. qualité] [îng. quality] : Sayısal olarak deyimlenemeyen ya da ölçülemeyen, ancak renk, koku, tad gibi göıünümleriyle bilinerek tanınan özellik. nokta-yük [Alnı. punktförmigen Ladung] [Fr. charge ponctuelle] [îng. point charge] : B i r nesnenin, tüm elektrik yükünün o nesnenin öze­ ğinde toplandığı varsayımına dayanan düşünsel yükü. Eksicik, Önelcik gibi öğecikalltı parçacıklar nokta-yük sayılırlar. O odak [es. t. mihrak] [Alm. Fokus] [Fr. focale] [îng. focus] : Yakın­ sayan ışınların kesişme noktası {gerçek odak), ya da ıraksayan ışınların kaynaklanır göründüğü nokta (sanal odak). odak beneği [es. t. mihrak lekesi] [Alm. Brennfleck] [Fr. spot lumi­ neux, foyer] [îng. focal spot] : B i r X-işını borusunun dövumlüğünde alt-üşek ışınlannm yoğunlaştığı ve X-ışınlarmın oluştuğu dar böl­ ge. odak uzaklığı [es. t. mihrak mesafesi] [Alim. Brennweite] [Fr. distance focale] [îng. focal length] : B i r merceğin ya da b i r küresel aynanın asal odağı ile orta noktası arasındaki uzaklık. odak yerdeğişimi [Alm. Brennpunktverschiebung] [Fr. différence astigmatique] [Ing. astigmatic différence] : Odaksamaz bir dizgenin , birinoü ve ikincil odaklan aralığı. odaklama [Alm. Einstellung] [Fr. mise au point] [îng. focusing] : 1 — B i r mercek ya da bir ayna ile ışığı bir noktada toplama işlemi. 2 — B i r alt-üşek ışınlan borusunda b i r elektriksel ya da mıknatıssal mercekle eksicik demetinin bir noktada toplanması. odaklama kangab [es. t. mihraklama bobini] [Alm. abbildung Spule] [Fr. bobine de focalisation] [îng. focusing coil] : B i r eksicik demeti­ ni odaklamak için gerekli mıknatıssal alam oluşturan kangal. odakölçer [es. t. fokometre] [Alm. Fokusmesser] [Fr. focomètre] [îng. focometer] ; Aynalann ve merceklerin odak uzaklıklarını doğrudan okumaya yarayan aygıt.

odakölçüm

140

odakölçüm [es. t. fokometri] [Fr. focométrie] [İng. focometry] : Ay­ naların ve merceklerin odak uzaklıklarım ölçüm işi. ohm [Alm. Ohm] [Fr., İng. ohm] : Elektrik direnci birimi. Ohm yasası [es. t. Ohm kanunu] [Alm. ohmsches Gesetz] [Fr. loi d'Ohm] [îng. Ohm's law] : Düz akimin yeğinliğinin yük-süren kuv­ vetle doğru, çevrimin direnci ile ters oranlı olduğunu deyimleyen yasa. ohmölçer bak. dirençölçer. olağan [es. t. normal] [Alm., Fr., îng. normal] : Beklenilen durumda bulunan, olağandışılığı bulunmayan. olağan ışın [es. t. adi ışın] [Alm, ordentlicher Strahl] [Fr. rayon ordinaire] [îng. ordinary ray] : Düzlem ucaylı ışığın çift k i n c i bir buzsuJdan geçerken ayrıldığı İM birleşenden kırılma yasasına uyanı. olağan öğecik [es. t. normal atom] .[Alm. normales Atom] [Fr. atome normal] [îng. normal atom] : Yük artığı ya da eksiği olmayan ve eksicikleri en düşük erke düzeyinde bulunan Öğecik. olağan tttreşîm kipi [es. t. normal ihtizaz modu] [Alm. ordentlichen Schwingung] [Fr. mode normal de vibration] [îng. normal mode of vibration] : Titreşim gemiklerinin bir dizgenin türlü kesimleri üze­ rinde belirtken dağıkmı. olağan yansıma [es. t. normal yansıma] [Alm. gerichtete Reflexion, normall Reflexion] [Fr. réflexion régulière] [îng. regulär reflection]: B i r ışık demetinin yansıtıcı b i r yüzeyden yansıma yasalannca, yani geliş açısına eşit bir açı ile geliş düzlemi içinde yansıması. olağandışı aynimi [es. t. anormal dİspersiyon] [Alm. abnormale Zerstrenung] [Fr. dispersion anormale] [Ing. anomaleous disper­ sion] : Soğurum kuşaklarının sınırları boyunca kırılma imlecinin dalga boyuna göre değişinimin olağan gidişe ters düşmesi ani. aynlganhk. olağandışı yansıma [es. t. anormal yansıma] [Ahm. abnormale Reflektion] [Fr. réflexion anormale] [Ing. abnormal reflection] : Üşeryuvar (iyonosfer) katmanımın dönüşül sıklığının Üstündeki tel­ siz dalgalannın yansıması. olasılık [es. t. ihtimaliyet] [Alm. Wahrscheinlichkeit] [Fr. probabilité] [Ing. probability] : Gerçekleşen durumlar sayısının gerçekleşebile­ cek tüm durumlar sayışma oram; olasılık İMen küçük bir sayıdır, en çok 1 olabilir.

141

ortalama erkin süre

oluk sığası [es. t. kanal kapasitesi] [Alm. Kanalkapazität] [Fr. capacité de canal] [Ing. channel capacity] : Verilen bir iletişim dizgesinde, bir oluktan saniyede gönderilebilecek imlem sayısı, oluk sıklığı [es. t. kana\l frekansı] [Ahn. Kanalfrequenz] [Fr. fréquence de canal] [Ing. channel frequency] : B i r iletişim dizgesinde tek bilgi birimini taşıyan sıklık kuşağı, oluktanım [es. t. kanallama] [Alm. Kanalbildung] [Ing. channelling]: Kovuklu bir ortam içinden, fazladan akış sağlanması. oluşumsal Özellik [Ahn. wesentliche Eigenschaft] [Fr. propriété constitutive] [Ing. constitutive property] : Özdeciği oluşturan Öğe cifelerin düzenlenimine bağlı özellik. oluşumsal simge bak. yapısal simge. ondalık Ölçü dizgesi bak. metre dizgesi. onluk direnç kutusu [Alm. Dekadenwiderstand] [Fr. boîte de résistan­ ce en décades] [Ing. decade resistance box] : Onarhk i k i küme ve direnç kangalından oluşan direnç kutusu; birinci kümede her kan­ gal b i r ohm'lok, ikinci kümede on ohm'luktur. oran [es. t. nispet] [Alm. Proportion] [Fr., Ing. proportion] : İki niceliğin bölümü. ornatım [Alm. Ersetzung] [Fr., Ing. substitution] : 1 — B i r birleşik­ teki bir ya da daha çok hidrojen öğeciği yerine başka öğecikfler geçmesi. 2 — K i m i buzsullarda olağan Örgü Öğeciği yerine bir katışkınm girmesi. ortacık [es. t. mezon] [Alm. Meson] [Fr. méson] [Ing. meson] : Artı, eksi ya da sıfır yüklü, eksicikten 210-1000 kat büyük kütleli temel parçacık. Yaşam süreleri milyonda b i r saniye basamağında olan ortacıklaon çekirdeği oluşturan parçacıkların bağlanmasına katkı­ da bulunduğu s ami m aktadır. ortak ekslcikler [es. t. ortak elektronlar] [Alm. geteiltes Elektron] [Fr. électrons communs] [lug. paired electrons] : A y n i k i öğeciğin bağ oluşturan dış eksiciklerinin sıfır fini nicem sayısı verecek bi­ çimde eşlenmesi. ortalama [es, t. vasati] [Alm. Durchschnittlich] [Fr. moyenne] [Ing. average] : B i r niceliğin özdeş koşullar altında alınan ölçümleri topilamanın ölçüm sayısına bölümü. ortalama erkin süre [es. t. ortalama serbest zaman] [Ahn. mittlere freie Zeit] [Fr. libre temps moyen] [Ing. mean free time] : öğecik, özdecik gibi mini parçacıkların erkince devindikleri b i r ortam için­ de, i k i çarpışma arasında geçen ortalama süre.

142

ortalama erkin yol

ortalama erkin yol [es. t. ortalama, serbest yol] [Alm. mittlere freie Weglänge] [Fr. libre parcours moyen] [İııg. mean free path] : 1 — B i r uçun Özdeciğinin, başka biri ile çarpışıncaya dek gittiği or­ talama uzaklık. 2 — B i r ses doğasının, bir odada ardışık i k i yan­ sıma arasında gittiği ortalama uzaklık. ortalama güneş günü [es. t. vasati güneş günü] [Alm. mittlere ^onentag] [Fr. jour solaire moyen] [îng. mean solar day] : Güneşin bir boylamdan ardışık i k i geçişi arasındaki değişmez süre. ortam [es. t. vasat] [Alm. Medium] [Fr. milieu] [îng. medium] : B i r kuvvetin etkimesini ya da b i r etkinin Üetilmesini sağlayan özdeksel çevre. oylum [es. t. hacim] [Alm. Rauminhalt] [Fr., İng. volume] : B i r nes­ nenin uzayda tuttuğu üç-boyutlu yer. E n , boy, yükseklik denilen üç-boyutun çarpımı. oylumöîçer [es. t. piknometre] [Alm. Raumminhaltmesser] [Fr. pycnometre] [İng. volumeter] : Çoğunluıkla savı ve katıların yoğun­ luklarım Ölçmede kullanJlan bölümlenmiş ölçme kabı. oylumsal göreç [es. t. stereoskop] [Alm. Stereoskop] [Fr. stéréoscope] [İng. stéréoscope] : B i r i biraz sağdan. Öteki biraz soldan çekilmiş iki resme sağ ve söl gözlerle bakmayı sağlayan, böylece üç-boyutlu görüm elde edilen aygıt. oylumsal zorlamm ölçüsü [Alm. Kompressionsmodul] [Fr. module de volume] [İng. bulk modulus] : Esnek bir özdeğe etkiyen kuvvetin, oylum birimi başına zorlanmaya oram. -

Ö

öbek [as. t. grup] [Alm. Gruppe] [Fr. groupe] [İng. group] : Her öğe nin tersini ve Öteki Öğelerle birleşkesini kapsayan aynı yapıdaki öğe 1er topluluğu. öbekleme [es. t. sınıflama] [Alm. Einteilung, Klassifizierung] [Fr., İng. classification] : Çeşitli nitelikteki parçacıkları benzerliklerine göre ayırma. Öbekler kuramı [es. t. gruplar teorisi] [Alm. Gruppentheorie] [Fr. théorie de groupe] [İng. group theory] \ Ardışık i k i işlem sonu­ cunun tek bir işlemtte tanımlanabildiği işlemleri inceleyen uzbilimsel kuram. öğe [es. t. element] [Alm. Grundstoff] [Fr. élément] [îng. element]: 1 — Kimyasal yollarla daha yalm özdeklere bozunamayan özdek. 2 — B i r kümeyi oluşturan nesnelerin her biri.

143

öğeciksel değişürgenler

Öğecik [es. t, atom] [Alm. Atom] [Fr. atome] [log. atom] : B i r öğe­ nin kimyasal bağlanımlara giren en temel parçacığı. öğecik çekirdeği [es. t. atom çekirdeği] [Fr. noyau d'atome] [İng. atomic nucleus] : öğeciğin tüm özdeksel kütlesinin biriktiği artı yüklü parçacık. öğecik etkin yarıçapı [Alm. effektiver Atomradius] [Fr. rayon effec­ tif d'atome] [Ing. effective atomic radius] : özdecik içinde bağlan­ mış Öğeciklerin aralarındaki uzaklığın yansı. öğecik göçü [Alm. Atomwanderung] [Fr. migration atomique] [îmg. atomic migration] : Bîr Özdecikteki öğeciklerin konum değiştirme sı. öğecik-gram ağırlık [es. t. atomgram ağırlık] [Alm. Gramatomge­ wicht] [Fr. poids d'un atome-gramme] [Ing. gram-atomic weight] ; B i r öğenin öğeciksel ağırlığınca gram tutan. öğecik sayısı [es. t. atom sayısı] [Alm. Atomzahl, Ordnungszahl] [Fr. numéro atomique] [Ing. atomic number] : Öğecik çekirdeğinde bu­ lunan önelcik sayısı. öğecikaltı [es. t. subatomik] [Alm. subatomisch] [Fr. subatomique] [îng. subatomic] : Eksicik, önelcik, ılmcık, ortacık vb. öğeciklerden küçük olan temel parçacıklarla ilgili. öğeciksel ağırlık [es. t. atomik ağırlık] [Alm. Atomgewicht] [Fr. poids atomique] [Ing. atomic weight] : B i r öğeciğin ağırlığının, C ' ninkini tam 12,0000 sayarak bulunan bağıl değeri. öğeciksel alan [es. t. atomik saha] [Alm. atomares Feld] [Fr. champ atomique] [İng. atomic field] : Öğeciği saran ve kendine yaklaşan yüklü parçacıkların devinimini etkileyen elektriksel alan. öğeciksel aralık [es. t. atomik mesafe] [Alm. atomabstand im Molekül] [Fr. distance atomique] [İng. atomic distance] : Özdecik' içinde bağ­ lanmış i k i öğeciğin özekleri aralığı. öğeciksel bağ [es. t. atomik bağ] [Alm. Atombindung] [Fr. liaison atomique] [İng. atomic bond] : Her öğeciğin b i r ya da daha çok eksiciğinin katılmasıyla oluşan öğecikllerarası değerlik bağı. öğeciksel bicimSeıüm [es. t. atomik konfigürasyon] [Alm. anorânung der Atome] [Fr. configuration atomique] [İng. atomic configura­ tion] : Öğeciklerin bir Özdecik içinde edindikleri belirli bir düzenlenim. öğeciksel değiştirgenler [es. t. atom parametreleri] [Alm. atom Para­ meter] [Fr. paramètres atomiques] [İng. atomic parameters] : Buz2

144

öğeciksel dolancal

sul yapıların öğeciksel Örgü düzlemlerini belirleyen ve X-ısınlan çö­ zümlemesi ile bulunan sayılar, öğeciksel dolanca! [es. t. atomik mahrek] [Alm. Bahnfunktion der Elektronen im Atom] [Fr. orbitale atomique] [Ing. atomic orbital]: B i r öğecik eksiciğmin davranışım betimleyen dalga işlevinin sıfır­ dan farklı değerler aldığı oylum, Öğeciksel dönüşüm [es. t. atomik transmutasyon] [Alm. Atomum¬ - Wandlung] [Fr. transmutation atomique] [Ing. atomic transmuta­ tion] : B i r öğeciğin doğal ya da yapma yollarla başka bir öğeciğe dönüşmesi. öğeciksel erke [es. t. atom enerjisi] [Alm. Atomenergie] [Fr. énergie atomique] [Ing. atomic energy] ; B i r öğenin öğecik çekirdeğinin parçalanmasıyla ortaya çıkan erke. öğeciksel gövde [es. t. atom gövdesi] [Alm. Atomrumpf] [Fr. corps atomique] [Ing. atomic core] : B i r öğeciğin değerlik eksiciği ka­ buklarından soyuflmuş gövdesi. Öğeciksel ısı [es. t. atomik isi] [Alm. Atomwärme] [Fr. chaleur atomique] [Ing. atomic heat] : B i r öğenin Öğeciksel gramı ile öz­ gül ısısının çarpımı. öğeciksel izge [es. t. atom spektrumu] [Alm. Atomspektrum] [Fr. spectre atomique] [Ing. atomic spectrum] : Erke soğurumu ile uyarılmış bir Öğeciğin, olağan halline dönerken verdiği belirli sıklıktaki çizgilerden oluşan izge. öğeciksel kınlım [es. t. atomik kırılma] [Alm. atomische Brechung] [Fr. réfraction atomique] [Ing. atomic refraction] : B i r öğenin özgül kınlım imleci ile öğeciksel ağırlığının çarpımı. öğeciksel kütle [es. t. atomik kütle] [Alm. Massenwert, Atommasse] [Fr. masse atomique] [Ing. atomic mass] : B i r ihn öğeciğin öğe ciksel kütle birimine (l,66xlO gr.) göre hesaplanan kütlesi. Söz konusu kütle birimi, O yerdeşinin öğeciksel kütlesinin on altıda biridir. _M

16

öğeciksel kütle birimi [es. t. atomik kütle birimi] [Alm. atomische Masseneinheit] [Fr. unité de masse atomique] [Ing. atomic mass unit] : Öğecik yerdeşlerinin tek tek kütlelerini belirlemek için kul­ lanılan kütle birimi. Yaklaşık değeri 1,66 X 10~ gr, dır. 24

öğeciksel oylum [es. t. atomik hacim] [Alm. Atomvolumen] [Fr. volume atomique] [Ing. atomic volume] : B i r öğenin bir öğecik granumn kapladığı oylum.

145

Ölçüm bilgisi

öğeciksel saat [es. t. atomik saat] [Aim. Atomuhr] [Fr. horloge ato­ mique]' [îng. atomic clock] _: Zaman Ölçümünde öğeciklerin doğal titreşim sukutlarından yararlanan zaman ölçer. Bilinen en doğru zaman Ölçüm yöntemi. öğeciksel sıklık [es. t. atom frekansı] [Aim. Atomfrequenz] [Fr. fréquence- atomique] [tng. atomic frequency] : B i r Öğecigin salınım sıklığı. öğeciksel yapı [es. t. atomik strüktür] [Aim. Atombau] [Fr. structure atomique] [îng. atomic structure] ; Artı yüktlü bir çekirdek ile onun çevresinde dolanan eksiciklerden oluşan yapı; öğelerin en küçük yapı taşı. Öğeciksel yük [es. t. atomik yük] [Aim. Atomladung] [Fr. charge atomique] [îng. atomic charge] : Üşerleşim sürecinde öğeciğirı ka­ zandığı ya da yitirdiği eksicik sayısıyla tek eksicik yükünün çarpımı Öğeler dönemi [es. t. elementler periyodu] [Fr. période des éléments] [îng. period of elements] : Dönemsel çizelgede bir yatay dizide bu­ lunan Öğeler. öğlen [es- t. meridyen] [Aim. Meridian] [Fr. méridien] [îng. meridi­ an] : Ayakta duran bir gözlemcinin başucu ile göğün kuzey ve gü­ ney ucaylarmdan geçen düzlem. ölçek [es. t. mikyas] [Aim. Skala] [Fr. échelle] [îng. scale] -. Ölçüm ve hesap için kullanılan araç ve aygıtlara işlenen bölmeleme dizisi. ölçer [es. t. metre] [Aim. Meter] [Fr. mètre] [îng. meter] : Ölçü ya­ pan aygıt. ölçü [Aim. Stichmass] [Fr. jauge, calibre] [îng. gauge] ; Basınç, sı­ caklık, akjşkan düzeyi, aralık gibi nicelikler Ölçen Özel aygıt. ölçü gergeni [es. t. metrik tansör] [Aim. metrischer Tensor] [Fr. tenseur métrique] [Tng. metric tensor] : B i r uzayın Ölçüsünün ta­ nımlanmasında kullanılan gergen. ölçülür [Aim. messbar] [Fr. mesurable] [îng. measurable] : ölçüye galen doğabilimsel büyüklük. ölçüm [Aim. Messung] [Fr. mesuré] [îng. measurement] : E n , boy, oylum, süre gibi nicelikleri kendi cinslerinden seçilmiş bir birimle karşılaştırıp kaç birim geldiğini belirtme işlemi. Ölçüm bilgisi [es. t. metroloji] [Aim. Messtechnik] [Fr. métrologie] [îng. metrology] : Ölçümleme ve ölçüm yöntemleri üzerinde uygulayımsal bilgi.

146

Ölçün

ölçün [es, t. standart] [Alım. Bezugsnormal] [Fr, standard, étalon] [Ing. standard] : ölçülebilir nicelikler için belirli boyutlarda seçilen bir örnek. ölçüldü göze [es. t. standart pil] [Ahn. Normalelement] [Fr. pile étalon] [tng. standard cell] : 20°C'da yük-süren kuvveti 1,0182 volt olan kararlı kadmiyum gözesi. ölçünlü koşullar [es. t. standart şartlar] [Alm. Normalbedingungen] [Fr. conditions normales] [Ing. standard conditions] : bak. ölçünlü sıcaklık ve basmç. ölçünlü sapım [es. t. standart sapma] [Fr. déviation standard] [tng. Standard déviation] : istatistikte, bir öbek sayısal verinin ya da bir öbek ölçümün ortalama değerleri yöresinde dağılım ölçüsü. Tek tek ölçülerin ortalama değerden çıkarımları üstikileri ortala­ masının kökikisi (karekökü) olarak tanımlanır. Ölçünlü sıcaklık [es. t. normal sıcaklık] [Alm. normale Wärmegrad] [Fr. température normale] [Ing. standard température] : Erimek­ te bulunan buzun sıcaklık derecesi (0 C). ölçünlü sıcaklık ve basmç [es. t. standart sıcaklık ve basınç] [Alm, normaler Temperatur und Druck] [Fr. température et pression normales] [Ing. standard température and pressure] : 760 milimet­ relik cıva basıncı ve 0 ° C sıcaklık derecesi. Bunlar uçunların oy­ lumlarım karşılaştırmada ölçünlü koşullan verirler. Ölçüt [es. t. kriter] [Alm. Kriterium] [Fr. critère] [Ing. crïterion] : B i r yargıya varmak ya da değer biçmek için başvurulan ilke. ölükuşak [es. t. ölü şerit] [Alm. tote Zone] [Fr. zone morte] [tng. dead band] : B i r mıknatıssal yükselteçte çıktı değişimi oluşturma­ yan, girdi imlemi değişim aralığı. C

ölüoda [Ahn: tote Raum] [Fr. chambre morte] [Ing. dead room] : Ses soğurumu çok büyük olan kapalı yer. ölüsüre [es. t. ölü zaman] [Alm. Verzugszeit] [Fr. temps mort] [Ing. dead time] : B i r algıcın bir tek saymadan sonra, yeniden sayabilmesi için gerekli koşulların oluşumuna dek geçen süre. ölüvuru [Alm. tote Schwebung] [Fr. battement mort] [İng. dead beat]: B i r aygıtın, çok sönümlü akımölçer iğnesinde olduğu gibi salınma­ dan' durması, ölüyük [Alm. tote Ladung] [Fr. charge morte] [Ing. dead load] : B i r dizgenin belirli etkinliklere karışmayan yükü.

147

örtüşüm

Önaynşım [Alm. Prädissoziation] [Fr. prédissociation] [İng. predissociation] ; İki ya da daha çok Öğeciıkli b i r özdeedğm, ışınım erke­ si soğurmafcla ayrışma eğilimine girmesi. öndelik açısı [Alm. Vorhaltewinkel] [Fr. angle d'avance] [İng. angle of lead] : Dalgalı akımda akım evresinin gerilirninikine göre öne kaydığı açı. Önelcik [es. t.. proton] [Alm. Proton] [Fr., îng. proton] : Yükü eksiciğinkine eşit ve karşıt imli, kütlesi eksiçiğinkinin 1840 katı olan kararlı 'temel parçacık. önemmeç [Alm. Vorvakuumpumpe] [Fr. pompe primaire] [İng. fore pump] : Hava boşaltma işleminde, başka emmeçlerden önce ça­ lıştırılıp b i r ön boşalım Oluş turan emmeç. önerme [es. t. kaziye] [Alnı. Antrag] [Fr., îng. proposition] : B i r yar­ gı içeren, doğru ya da yanlış olabilen sav. öngerilim [es. t. bayas] [Alm. Vorspannung] [Fr. tension de polarisa*Hon] [îng. bias] : B i r eksicik IxHusunda kafesin, alt-üşeğe göre ortalama gerilimi. önsel [es. t. apriori] [Alm., Fr., îng. a priori] : B i r dememeye giriş­ meden us yolu ile ileri sürülen yargı. Örgü [Ahn. Kristatlnetz] [Fr. réseau] [îng. lattice] : 1 — B i r buzsul içinde Özdeciklerin, öğeciklerin, üşerlerin titreşime başladıkları or? talama yerlemılerinin oluşturduğu düzenli ağ. 2 — Çoktürel tepkileşimlikre bölünebilir ve bölünemez özdeMerin düzenli dizilmesiyle oluşan Örmekçe. örnek [eş. t. model] [Ahn. Modell] [Fr. modèle] [îng. model] : B i r nesmenin ya da bir işlemin yapımımda kılavuzluk eden ve ashnm niteliMerim değişik bir ölçü içinde taşıyan, nesne ya da işlem bi­ rimi, ani. t aslanı. örnekçe [es. t. deseni [Alm. Bild, Oszillogramm] [Fr. dessin] [îng. pattern] : B i r (bölümün özdeş görünümlü bir parçası, bir birimi olan b i r işleme, b i r şekil ya da resim. Örtenek [es. t. zırh] [Âİm. Schild] [Fr. écran protecteur] [İng. shieîâ]: Aygıtları ve canlıları ışımetkin ışınlardan ve yeğin alanlardan koru­ mak içim 'kullanılan soğurucu ya da yansıtıcı özdefcten sargı. örtüşüm [Alm. Überlappung] [Fr. recouvrement] [îng. overlapping]: Dattga işlevlerinim birer kesimleri ile birbirlerimi örtecek biçimde üst üste gelmesi.

ötelenme

148

ötelenme [es. t. translasyon] [Alım. Übertragung] [Fr., İng. transla­ tion] : B i r cismin ya da dizgenin tüm noktalarının koşut doğrul­ tuda ve eşit tutarda kayması. özdecik [es. t. molekül] [Alm. Molekül] [Fr. molécule] [İng. molécu­ le] : B i r özdeğin bağımsız olarak var olabilen ve onun ıkimyasal özelliklerimi taşıyan en küçük birimi. özdecik ağırlığı [es. t. molekül ağırlığı] [Alm. Molekulargewicht, Molekulgewicht] [Fr. poids'' moléculaire] [îng. molecular weight] : B i r özdeciği oluşturan öğecilderüm ağırlıkları toplamı. özdecik gram ağırlık [es. t. molekül gram ağırlık] [Alm. Grammole­ kulargewicht] [Fr. poids d'une molécule-gramme] [îmg. gram-mole¬ cular weight] : B i r Özdeğin özdeciksel ağırlığınca gram tutan. özdecik sayısı [es. t. molekül sayısı] [Alm. Molekülzahl] [Fr. nombre moléculaire] [îng. molecular number] : B i r özdeciği oluşturan öğeciklerin, öğecik sayılan 'toplamı. özdeciklerin çarpışma çapı [es. t. moleküllerin çarpışma çapı] [Fr. diamètre de collision des molécules] [îmg. collision diameter of molécules] ; B i r çarpışma sırasında i k i Özdeciğin özeklerinin birbir­ lerine en çek sokulabildikleri uzaklık. özdeciksel dolanca! [es. t. moleküler orbital] [Alm. molekulare orbital] [Fr. orbitale moléculaire] [İng. molecular orbital] : İki ve daha çok öğecik, bir özdecik oluşturunca bunların dolancaManmın örtüşerek oluştürduklan tek b i r dolancal düzeni. özdeciksel ışın [es. t. moleküler ışın] [Alm. molekular Strahl] [Fr. rayon moléculaire] [İng. molecular beam] Koşut doğrultuda ge­ nellikle ışıl hızlarda devinen ihn özdecik akımı. özdeciksel oylum [es. t. moleküler hacim] [Alm. Molekularrauminhalt] [Fr. volume moléculaire] [îng. molecular volume] : Ölçümlü sıcaklık ve basınç koşullan altında b i r özdecik-gramın kapladığı oylum. özdeciksel yapı [es. t. moleküler strüktür] [Alm, Molekülbau] [Fr. structure moléculaire] [İng. molecular structure] ; öğeciklerin özde cik içindeki düzenlenim biçimi. Özdeğer [es. t. eigendeğer] [Alm. Eigenwert] [Fr. valeur propre] [îng. eigen value] : özel bir denkllemi sınır koşullan uyarınca sağlayan çözüm.' işlevlerine (özişlevlere) eşlemem değiştirgen. özdek [es. t. madde] [Alm. Staff] [Fr. matière] [Ing. matter] : Uzay­ da yer tutam, bir ıkütlesi olan her tür varlık.

149

özekdışılık

Özdek korunum yasası [es. t. madde korunum kanunu] [Alm. Gesetz, der Erhaltung der Materie] [Fr. loi de conservation de la matière] [Ing. law of conservation of matter] : Özdeğin yoktan yaratılama­ yacağım ve yok edüemeyeceğimi, bir dizi etkileşimler sonunda top­ lam kütlesinin değişmeden kalacağını belirten yasa. özdek yokoluşu [Alm. Vernichtung von Materie] [Fr. annihilation de matière] [Ing. annihilation of matter] : bak. yokbmş. özdeş [es. t. aynı] [Alm. identische] [Fr. identique] [İng.. identİcal] : Her türlü nitelik bakımından eşit olan. özdeşlik ,[es. t. ayniyet] [Alm. Gleichheit, Identität] [Fr. identité] [İng. İdentity] : Bilinmeyenlerin her değeri için doğru olan, bilinen ve bilinmeyen niceliklerden oluşan bir eşitlik. özdevimli [es. t. otomatik] [Alm. automatisch] [Fr. automatique] [tag. automatic] : İşlevsel yollarla devinerek kendiliğinden işleyen (düze­ nek). Özdevimli sıklık denetimi [es. t. otomatik frekans kontrolü] [Alim. automatische Frequenzregelung] [Fr. commande automatique de fréquence] [tng. automatic frequency control] : Bazı alıcılarda, bir salıngaçın ayarlanmış sıklığım kendiliğinden belli b i r aralıkta tutma. özdirenç [es. t. mukavemeti mahsusa] [Alm. spezifischer Widerstand] [Fr. résistance spécifique] [îng. specific résistance] : B i r santimet­ re uzunluğunda, bir santimetre kare kesitinde bir iletken parçasının ohm olarak chremci. özdÖmişLÜreç [es. t- ototransformatör] [Alm. Autotransformator] [Fr. autotransformateur] [İng. autotransformer] : Birincili ve ikincili Eiymı sargııya bağlanmış 'bir dönüştüreç türü. ÖzekçiÜ [es. i . merkezcil] [Alm. zentripetal] [Fr. centripète] [İng. centripetal] : Özeğe dönük.. özekçil .kuvvet [es. t. merkezcil kuvvet] [Alm. Zentripetalkraft] [Fr. force centripète] [İng. centripetal force] : B i r nokta çevresinde dolanan bir nesnenin, dolanım özeğine doğru olan ivmesini ofluşturan kuvvet. Özekdeş [es. t. konsantrik] [Alm. konzentrisch] [Fr. concentrique] [İng. concentric] : Özekleri çakışık, değişik büyüklükte olan (nesne 1er). özekdışılık [es. t. dışmerkezlik] [Alm. Exzentrizität] [Fr. excentricité] [İng. eccentricity] : B i r cismin kütle özeğinin cismin dönme ekse ni dışına düşmesi.

özekkaç kuvvet

150

Özekkaç kuvvet [es. t. merkezkaç kuvvet] [Alm. Zentrifugalkraft; Fliehkraft] [Fr. force centrifuge] [Img. centrifugal force] : Newtom'um iikinci devinim yasasmm eylemİi (ivmeli) bir çatkıda uygula­ nabilir duruma gelmesi için denkleme eklenmesi gereken saymaca kuvvet. özeksel [es. t. merkezi] [Alm. zentrische] [Fr., İng. central] : özek doğrultusunda; özekten geçen doğru boyunca. özeksel kuvvet [es. t. merkezi kuvvet] [Alm. Zentralkraft] [Fr. force centrale] [İng. central force] : İki kütle özeğini birleştiren doğru boyunca etkiyen kuvvet. özgül ağırlık [es. t. sıkleti mahsusa] [Alm. spezifische Schwere] [Fr. poids spécifique] [Ing. specific gravity] : B i r özdeğin verilen bir oylumdaki kütlesinin, aynı oylumlu 4°C'daiki suyun kütlesine oram. özgül dönme [Alm. spezifische Drehung] [Fr. rotation spécifique] [Ing. specific rotation] : Ucaylı ışığın, etkin bir özdek içinden geçerken uoaylanım düzleminin açısal dönmesinin, özdek içindeki yol uzun­ luğuna ve özdeğin yoğunluğuna oram. özgül erke [es. t. özgül enerji] [Alm. spezifische Energie] [Fr. énergie spécifique] [İng. specific energy] : B i r özdeğin birim kütlesinin iç erkesi. Özgül etkinlik [Alm. spezifische Wirksamkeit] [Fr. activité spécifique] [İng. specific activity] : Işımetkin bir denekte birim kütlenin etkinliği. özgül ısı [Alm, spezifische Wärme] [Fr. chaleur spécifique] [Ing. specific heat] : B i r özdeğin birim kütlesinin .sıcaklığını 1°C yükselt­ mek için gerekli ısı tutarı. özgül kınlım [es. t. spesifik refraksiyon] [Alm. spezifische Brechung] [Fr. réfraction spécifique] [Ing. specific refraction] : Kınlım im­ leci n — 1 niceliğinin yoğuntluğa oram. özhal [Alm. Eigenzustand] [Fr. état propre] [Ing. eigen State] : N i cemler kuramında dizey gösteriminde, özişlevin karşılığı. özirkilim [es. t. özinâüksiyon] [Alm. Sélbinduktion] [Fr., Ing. self induction] : B i r iletken kangalımın, kendi uyardığı mııkmatıslık alam değişiminin, kendi sanmlarımda iıkilimrle oluşturduğu yük-süren kuv­ vet. özirkilimlik [es. t. özindüktans] [Alm. Selbstinduktivität] [Fr., Ing. self inductance] ; B i r kangalın saranlarımdan geçen akımdaki d e ğişimierden kaynaklanan irldlim yük-süren kuvvetinin ölçüsü.

parlaklık sıcaklığı

151

özlşlev [es. t. eigenfonksiyon] [Alm. Eigenfunktion'] [Fr. fonction propre] [Ing. eigen furiction] : özel bir denklemi, belirli sınır ko­ şulları içinde sağlayan işlevler 'kümesinin öğeleri. Özsığa [Alm. Eigenkapazität] [Fr. capacité propre] [Ing. self capacû tance] : Sıkı sarılmış kaplı telden b i r elektrik çevriminin tüm ilet­ ken boyunca yayılan sığası. öztltreşlm [Alm. Eigenschwingung] [Alm. vibration propre] [Ing. proper vibration] : İki ucundan tutturulmuş bir ipin enine uyarımı ile oluşan duran dalgalar gibi, koşulların belirlediği belirli sıklıkta titreşim. özüşerleşim [es. t. kendiliğinden iyonlaşma] [Alm. Selbstionisation, Autoionisation] [Fr. autoionisation] [Ing. autoionization] : B i r Özdeciğin dıştan edindiği erke ile kendiliğinden üşerleşmesi, P p katlı bakışım [Alm. p-Zähligkeit] [Fr. symétrie à p fois] [Ing. p-fold symmetry] : B i r eksen yöresinde 2^/p tutarında dönme ile Özdeş bir yönelime varan bakışım. parçacık [es. t. partikül] [Alm. Teilchen] [Fr. corpuscule] [Ing. corpuscle] : öğecik ve öğecik çekirdeği boyutlarında (10- cm.—10cm.), bağımsız nitelikli, evrenin temel taşlarım oluşturan Öğecikaltı tanecik. B

13

parçacık hızlandırıcısı [es. t. parçacık akseleratörü] [Alm. Teilchen­ beschleuniger] [Fr. accélérateur de particules] [Ing. partide accele¬ rator] : Yüklü öğeciksel parçacıkları, uyguladığı elektriksel ve mıknatıssal alanlar etkisiyle hızlandıran aygıt. parlak çizgili izge [es. t. parlak çizgili Spektrum] [Alm. Hellinienspektrum] [Fr. spectre de raies brillantes] [Ing. brighlline spect¬ rum] : Birbirinden karanlık bölgelerle ayrılmış, birçok parlak tek renk çizgiden oluşan izge. parlaklık [es. t. briyans], [Alm. Helligkeit] [Fr. luminance, brillance photométrique] [Ing. brigthness] : B i r i m yüzey başına mum gücü ya da lümen olarak, belli b i r doğrultudaki ışık yeğinliğinin, o doğ­ rultuya dik ışıyan yüzÖIçüme oram. parlaklık sıcaklığı [Ahn. Helligkeitstemperature] [Fr. température de luminance] [Ing. brigthness température] : B i r ışıma kaynağı ile özdeş yüzey parlaklığında b i r kara cismin sıcaklığı.

Pascal yasası

152

Pascal yasası [es. t. Paskal kanunu] [Alm. pascalsches Gesetz] [Fr. loi de Pascal] [îng. Pascal's law] : Kapalı bir sıvmm bir yüzeyine uygulanan bir kuvveti, sıvının başka bir eşit yüzeyine eşit yeğin­ likle ilettiğini bildiren yasa. Paschen dizileri [es. t. Paschen serileri] [Alm. Paschen-serie] [Fr. séries de Paschen] [Ing. Paschen séries] : öğeciksel hidrojenin sa­ lım izgesinin kızılaltı bölgedeki çizgi dizileri. Pauli dışlama ilkesi [es. t. eksklusyon prensibi] [Fr. principe d'exc­ lusion de Pauli] [Ing. Pauli exclusion principle] : bak. dışlama ilkesi, pusula [Alm. Bussole] [Fr. boussole] [îng. compass] : B i r çemberin özeğindeki bir iğne üzerine oturtularak yatay düzlem içinde erkin­ ce dönebilen ve çemberin çevresindeki dereceler üzerinde yön gös­ teren bir mıknatıs iğnesi. ' püskürteç [es. t. pülverizatör] [Alm. Zerstäuber] [Fr. pulvérisateur] [Ing. sputterer] : B i r özdeği çok ince damlacıklar ya da parçacık­ lar durumunda püsküren araç. püskürtüm [es. t. pülverizasyon] [Alm. Kathodenterstäubung] [Fr. pulvérisation] [îng. sputtering] : B i r boşluk borusunun alt-üşeğinin. , ince parçacıklar püskürerek aşınması. R renk bilgisi [es. t. kromatik] [Alm. Farbenlehre] [Fr. chromatique] [îng. chromatics] : Rengi ve renklerle ilgili olayları inceleyen bilgi dalı. renk süzgeci [es. t. renk filtresi] [Alm. Farbfilter] [Fr. filtre coloré] [îng. cotor filier] : Işığın belirii sıklıklarım soğuran ya da yan­ sıtan, böylece geçirdiği ışığın izgesel dağılımını değiştiren yaprak ya da ince katman. 4

renköîçer [es. t. kolorimetre] [Alm. Kolorimeter] [Fr. colorimètre] [îng. colorimeter] : B i r çözeltinin renginin bağıl yeğinliğini ölçünlü bir çözeltiyle karşılaştırarak ölçen aygıt. renkölçüm [es. t. kolorimetri] [Alm. Farbenmessung] [Fr. coîorimétrie] [îng. colorimetry] : B i r özdekten geçen ya da yansıyan ışığı çözümleyerek o özdeğin özelliklerini inceleme. renkseçer [es. t. monokromatör] [Fr. monochrornateur] [îng. monochromator] : Sürekli izge veren bir ışın demetinden belli dalga boyda tek-renkli ışık ayıran aygıt.

salıcılık

153

renkser sapınç [Alm. chromatische Aberration] [Fr. aberration chro­ matique] [İng. chromatic aberration] : Değişik dalga boylanndaki ışığın mercekte değişik noktalarda odaklanmasından ileri gelen gö­ rüntü renklenmesi. röntgen ışınlan [Alm. Röntgenstrahlen] [Fr. rayons X] [Ing. roentgen rays] : bak. X-ışınlan. Rutherford saçılımı [Alm. rutherfordsche Streuung] [Fr. diffusion de Rutherford] [lug. Rutherford scatiering] : Hızlandırılmış yüklü parçacıkların, bir katınm öğecik çekirdekleri üe etkileşimleri sonu­ cu hesaplanabilir açılar altında «açılımı. S saçaklı boşalım [Alm. Büschelentladung] [Fr. décharge en aigrettes] [Ing. brush discharge] : 1 — B i r üetken ile çevresi arasında yay boşalmasından daha düşük gerilimde oluşan boşalma durumu. 2 — Bıir uçun içinde ışıklı boşalma ile kıvılcımlı boşalma arasında oluşan durum. saçılım [Alm. Streuung] [Fr. diffusion] [Ing. scaitering] : B i r akımmiknatissal dalganın bir nesne üe çarpışınca ya da tektürel olma­ yan üşerli bir bölgeden geçerken uğradığı ^dağınık yansıma. saçılım açısı [Alm. Streuwinkel] [Fr. angle de diffusion] [Ing. Scaite­ ring angle] : B i r demetin ana doğrultusu ile saçüımdan sonraki doğ­ rultusu arasındaki açı. saçılım yitiği [es. t. saçılma kaybı] [Alm. Zerstreuungsverlust] [Fr. perte de diffusion] [İng. scatiering loss]: Akımımıknatıssal dalgaların bir özdekten geçerken saçılım yüzünden yitirdiği erke. sağın bak. tam. sağlak [Alm. rechtsgängig] [Fr. droitier] [İng. right handed] : Çembersel ucayk bir enine dalganın ilerleme yonleci ile açısal devinirlik yönıLecinin aynı yönde olması. sağlamlık [Fr. solidité] [İng. solidity, strength] : B i r cismin ya da b i r yapının dayanıklılığı. saJgıç [Alm. Emitter] [Fr. électrode émettrice] sistorun yük taşıyıcılar salan üşeği.

[İng. emitter] : Tran­

sahcılık [Alm. Emissionsvermögen] [Fr. êmissivitê] [İng. emîssivity]: Bir cismin ışıma erkesi salım gücünün aynı sıcaklıktaki kusursuz kara cisminkine oram.

salım

154

salım [Alm. Ausstrahlung] [Fr. émission] [înıg. émission] : B i r cis­ min çevresine ışılcık ya da özdek tanecikleri durumunda erke salma­ sı, ani. yayım. salım lzgesi [es. t. emisyon spektrumu] [Alm. Emissionsspektrum] [Fr. spectre d'émission] [İng. émission spectrum] : B i r ışık kayna­ ğından doğrudan çıkan ışığın izgesi. salıngaç [Alm. Schwinger] [Fr. oscillateur] [İng. oscillator] : 1 — Salınım yapan dizge. 2 — Değiştirilebilen sıklıkta dalgalı akım çıktı­ sı veren üreteç, ani. salıngan, titreşkl. s alıngan bak. salıngaç. salınım [es. t. ihtizaz] [Alm. Schwingung] [Fr., İng. oscillation] : 1 — B i r sarkacın, bir salıngacın, durmadan yinelenen gidip gelme devinimi. 2 •— B i r dailgalı akım çevriminde eksiciklerin ileri geri yine lenen ütreşimi. salınım Özeği [es. t. osilasyon merkezi] [Alm. Schwingungsmittelpunkt] [Fr. centre d'oscillation] [îng. center of oscillation] : B i r birleşik sarkacın asıldığı noktanın düşeyi üzerinde, yalın sarkacın boyu kadar aşağıda bulunan nokta. salmunçlzer [es. t. osilograf] [Alm. Oszillograph] [Fr. oscillographe] [îng. oscillograph] : Elektriksel salmımlan çizerek gösteren aygıt. salmımgözler [es. t. osiloskop] [Alm. Oszilloskop] [Fr., îng. oscillos­ cope] : B I T eksicik ışınları borusunda, denetlenen bir eksicik demeti ile, flüorışıl b i r cam bürgü üzerinde bir dalga biçimi çizdirmek için kullanılan aygıt. salınındı akım [es. t. mühtez cereyan] [Alm. Schwingstrom, oszÜlû erender Strom] [Fr. courant oscillant] [îng. oscİllating current] : Belli sıklıkta titreşen akün. saltık ampere [es. t. mutlak ampere] [Alm. Abampere] [Fr. abampère] [îng. abampere] : Saltık birim dizgesindeki elektrik akımı yeğinliği birimi. saltık birimler [es. t. mutlak birimler] [Alm. absolute Einheit, Massein¬ heit] [Fr. unités absolues] [îng. absolute units] : Temel birimler olarak uzunluk, zaman ve kütleyi alan birimler kümesi. saltık büyüklük [es. t. mutlak büyüklük] [Alm. absolute Grosse] [Fr. magnitude absolue] [îng. absolute magnitude] : 10 parsek (3,26x10 ışık yılı) uzaklığında bir yıldızın görünür büyüklüğü. saltık coulomb [es. t. mutlak coulomb] [Alm. Abcoülomb] [Fr. îng. abcoülomb] : Saltık birimler dizgesindeki elektrik yükü birimi.

sargın boşalım

155

saltık derişim [es. t. mutlak konsantrasyon'] [Alm. absolute Konzent­ ration] [Fr. concentration absolue] [Ing. absolute concentration] : Birim oylumda bulunan özdek, erke ya da başka b i r varlık tutan; santimetre küp basma erg ya da sayı olarak verilir. saltık nem [es. t. mutlak nem] [Alm. absolute Feuchtigkeit] [Fr. humidité absolue] [Ing. absolute humidity] : B i r i m oylum hava­ da bulunan gerçek su uçuğu tutan. saltık sıcaklık [es. t. mutlak sıcaklık] [Alm. Absoluttemperatur] [Fr. température absolue] [Ing. absolute température] :—273°C dereceyi sıfır sayan sıcaklık ölçeği. saltık sıfır [es. t. mutlak sıfır] [Alm. absoluter Nullpunkt] [Fr. zéro ' absolu] [Ing. absolute zéro] : Saltık sıcaklık ölçeğinde sıfır nok­ tası : —273°C. saltık sıfır dağıntısı [Alm. Nullpunktentropie] [Fr. entropie du zéro absolu] [Ing. zero-point entropy] : Isıldirik bilgisinin üçüncü yasa­ sına göre saltık sıfır noktasında dengede bulunan bir dizgenin da­ ğıntısı. saltık sıfır erkesi [Ahn. Nullpunkt énergie] [Fr. énergie au zéro absolu] [Inig. zero-point energy] : Nioemsel b i r titreşkenin saltık sıfır nok­ tasındaki erkesi. Samanyolu [Alm. Milchstrasse] [Fr. voie lactée] [Ing. milky way] : Güneş dizgesinin de içinde bulunduğu gökada (galaksi). sanal sayı [es. t. zahiri sayı] [Alm. imaginäre Zahl] [Fr. nombre imagi­ naire] [Ing. imaginary number] : Yanında -1 kökiki çarpanı bu­ lunan sayı; -\J-l sayısı = + i alınır ve i = -1 biçiminde tanımlanır. sapma [Alm. Abweichung, Deviation] [Fr. déviation] [Ing. déviation] 1 —• B i r ışık ışınmın yansıma, kınlım ya da kırınımla doğrul tuşun­ da oluşan değişim açısı. 2 — B i r Ölçümde, gerçek değer yöresinde k i açılım. 3 — Yüklü parçacıkların, uygulanan alanlarla gidiş doğ­ rultularını değiştirmeleri. saptınm boyunduruğu [Alm. Ablenkjoch] [Fr. joug de déflection] [Ing. déflection yoke] : B i r ya da daha çok kangalın oluşturduğu mıknatıssal alanlarla bir eksicik demetini saptıran düzenek. saptınm kangalları [Alm. Ablenkspulen] [Fr. bobines de déflection] [Ing. déflection coils] : Yüklü parçacıklan yollanndan saptırmak için kullamlan ve mıknatıssal alan uyaran akım kangallan. sargın boşalım [es. t. korona boşalması] [Alm. Koronaentladung] [Fr. décharge en couronne] [Ing. corona discharge] : B i r iletkeni çevi2

sarkaç

156

ren elektriksel erkil çayırlığı kıvılcım atlamasına yeterli olmadığı zaman, iletkenin çevresini saran uçun üşerleri' üzerinde oluşan ışıltılı boşalım. sarkaç [Alm. Pendel] [Fr. pendule] [Ing. pendulum] : Düşey doğrul­ tunun i k i yanında salınacak biçimde asılmış salmabÜen nesne. sarmal [es.. t. bobin, solenoit] [Aim. Solenoid, Zylinder spule] [Fr. solenöide] [Ing. solenoid] : Yalıtılmış iletken teli yuvaksal bir yü­ zey Üzerine b i r ya da çok katlı sararak elde edilen uzun makara, ani. akım sarmalı. sarmal adımı [Alm. Schritt] [Fr. pas] [Ing. pitch] : Sarmal yol ya da sarmai kangal boyunca ardışık sarımlar aralığı. sayaç borusu [Alm. Zählrohr] [Fr. tube compteur] [Ing. counter tube]: İçinden bir evren ışını ya da üşerleyici parçacık geçtiğinde dışarı bir elektriksel imlem verecek biçimde düzenlenmiş boru. i saydam [es. t. şeffaf] [Alm. durchsichtig] [Fr., Ing. transparent] : Ardındaki nesnelleri beürgin biçimde gösteren ışık geçirici ortam. saydamlık [es. t. şeffaflık] [Alm. Durchsichtigkeit] [Fr. transparence] [Ing. transparency] : Işığı geçirebilme özelliği. sayıl [es. t. skaler] [Alm. skalar] [Fr. scalaire] [Ing. scalar] : Yal­ nızca büyüdüğü üe belirlenen, doğrultu özelliği olmayan (nicelik). sayıl nicelik [es. t. skaler büyüklük] [Alm. skalar Grösse] [Fr. quantité scalaire] [İng. scalar quantity] : Kütle, erke, iş g i b i yalmzca sayı­ sal tutan ile belirlenebilen, yönelme Üe ilişkisi olmayan nicelik. sayısal [es. t. nümerik] .[Aim. zahlenmàssig] [Fr. numérique] [tng. numerical] : Sayılma niteliği olan, sayıyla gösterilebilen. Schottky gürültüsü [Alm. schottkysches Rauschen] [Fr. bruit de Schottky] [îng. Schottky noise] : B i r eksicik borusünda, alt-üşeğin yüzey koşullanndaki düzensiz değişikliklerin ü&t-üşek geriliminde oluşturduklan sendelemeler. seçici [es. t. selektör] [Alm. Wähler] [Fr. sélecteur]^ [îng. selector]: Ozdevimh telefon çevrimlerinde, arama düzeneğinin akım alımlarıy­ la istenen bağlantılan yapan gereç. seçici ışıyıcı [Alm. Selektivstrahler] [Fr. radiateur sélectif] [îng. selective radiator] ; Aynı sıcaklıktaki b i r kara cisimden ayrımlı izgesel erke dağılımı veren ışıyıcı. seçici yansıma [Alm. Wählreflexion] [Fr. réflexion sélective] [îng. selective reflection] : Bir rengin ya da dalga boyunun ötekilerden da­ ha iyi yansıması.

157

ses ünlemi

seçicilik [Ahn. Selectivität] [Fr. sélectivité] [İng. selectivity] : B i r çevrimin istenilen bir sıklığa uyabilme yatkınlığı. seçimli geçirgenlik [Alm. différentielle Permeabilität] [Fr. perméabi­ lité différentielle] [İng. differential permeability] : B i r akışkan ka­ rışımımın birleşenlerinden bir bölüğünü sızdıran, gerisini tutan bir özdeğin seçicilik özelliği. seğirtim bilgisi bak. devim bilgisi. seğîrtimsel bak. devimsel. sendeleme [Alm. Schwankung] [Fr., İng. fluctuation] : B i r niceliğin ortalama değer yöresinde düzensiz değişimlere uğraması. sert nesne [es. t. rijit cisim] [Alm. starrer Körper] [Fr. corps rigide] , [İng. rigid body] : Zorlama ve devinim etkisi altında biçimi ve bo­ yutları değişmeyen cisim; bu durumda cisuni oluşturan parçacıklar arası uzaklıklar değişmez.sertlik çarpanı [es. t. rijitlik modülü] [Alm. Starrheitmodulus] [Fr. • modüle de rigidité] [İng. rigidity modulus] : Makaslama zorlama­ sının zorlanmaya oranı. ses [es. t. savt] [Alm, Schall] [Fr. son] [İng. sound] : İşitme duyusu­ nu uyaran dalga; bu tür dalgaların beynin işitme özeğini etkilemesi. ses bilgisi [es. t. akustik] [Alm. •Schalllehre] [Fr. acoustique] [İng. Sonics] : Ses titreşimlerinin özelliklerini, nesnelerle etkileşimlerini ve 'uygulamada kullanılmalarını inceleyen bilgi dalı. ses çatalı [es. t. diyapazon] [Alm. Stimmgabel] [Fr. diapason] [İng. tuning fqrk] : Vurularak titreş tir İldiğinde arı, yalın, belirli sıklıkta bir ses veren i k i kollu çelik çatal. ses engeli [Alm. Schallebariäre] [Fr. barrière de son] [İng. sound barrier] : Ses hızına erişen bir cismin karşılaştığı uçundiriksei sert direnç. ses geribeslemesi [Alm, Schallrückkopplung] [Fr. réaction acoustique] [İng. acoustic feedback] : B i r ses aygıtı çıktısının birazının aygıtın girdisine ulaşarak çıktıyı etkilemesi. ses hızı [es. t.'ses sürati] [Alm. Schallgeschwindigkeit] [Fr. vitesse du son] [İng. sound velocity] : Sesin herhangi bir ortamdaki yayıl ma hızı. K u r u havada 0 ° C de 330 m/sn. dir. \ ses imlemi [es. t. ses sinyali] [Alm. Horb areszeichen] audiosignal] : İşitilebilir sıklıktaki imlem.

[Fr., İng.

ses inceliği

158

ses inceliği [Alm. Tonhöhe] [Fr. hauteur du son] [İng. pitch of a • sound (or a note)] : B i r noktayı oluşturan ses kaynağının sıklığı ila ölçülen niteliği. Yüksek sıklık sesin mceümesi, alçak sıklıksa pesleşmesî demektir. ses seyrellml [Alm. akustische Verdünnung] [Fr. raréfaction acousti­ que] [ïng. acoustic raréfaction] : Ses dalgalan havada yayılırken basıncın yer yer düşüşü. ses soğurganlığı [Alm. Saugfähigkeit] [Fr. absorptivité acoustique] [İng. acoustic absorptivity] : B i r yüzey tarafından soğurulan ses er­ kesinin yüzeye vuran erkeye oram. ses soğurum katsayısı [es. t. ses absorpsiyon katsayısı] [Alm. Schall­ schluckgrad] [Fr. coefficient d'absorption du son] [Ïng. sound absorption coefficient] : Büyük bir düzlem yüzeye belirli b i r açıy­ la düşen ses dalgalarınım yansımayan erke yüzdesi. ses yeğinliği [es. t. ses şiddeti] [Ahn. Lautstärke] [Fr. intensité du son] [İng. loudness of sound] : Titreşim genliğinin üstiikäsiyle oranlı olan ses erkesi. ses vtikselteci [es. t. odyoamplifikatör] [Alm. Lautverstärker] [Fr. audioamplificateur] [log. audioamplifier] : İşitilir sıklıkta sesleri güçlendirmek için kullanılan aygıt. sesgeçirmez [Alm. Schallschutz] [Fr. insonorisé] [İng. soundproof] : Duvar l a n ve bölmeleri ses soğurucu özdeklerle kaplanarak ses yalıtı­ mı sağlanmış (yer). sesin sönüm hızı [Alm. Schallabklingfaktor] [Fr. taux de décroissance du son] [Ïng. rate of decay of sound] : Sesin, zamanla dalga genliğindeki azalma hızı. Desibel ölçeğinde değerlendirilir. seslence [es. t. hoparlör] [Alm. Lautsprecher] [Fr. haut-parleur] [İng. loudspeaker] : Ses sıklıklarımda bir yükseltecim çıktısına bağlanan ve kiplemmıiş elektriksel titreşimi, yeğinliği değiştirilebilir sese çe­ viren aygıt. ani. «eslengi. seslengl bak. seslence. seslik [es. t. mikrofon] [Ahn. Mikrophon] [Fr., İng. microphone] ; Ses dalgalarım titrek düz akıma dönüştüren çevirgi. sesölçer [es. t. sonomètre] [Ahn. Schallmesser] [Fr. sonomètre] [îhg. sonometer] : Genelde sesle ilgili ölçüler yapan, Özel olarak ses sık­ lıklarım ölçmekte kullanılan aygıt. sesüstü algıç [Alm. Ultraschalldetektor] [Fr. détecteur ultrasonique] [İng. ultrasonic detector] : Kulakla dşitİlemeyen sesüstü titreşimle-

159

sıfır değerli

rin varlığını algılamak, genliğim ve sıklığım ölçmek için kullanılan aygıt. sesüstü bilgisi [es. t. ültrases] [Alm. Ultraschatlehre'] [Fr. ultrasons] [-Ing. Ultrasonics] : insan kulağının işitme sınırı olan yaklaşık 20 kHz'lik sıklıkların üstünde kalan çok tiz sesleri inceleyen bilgi kolu. sesüstü ısıl etki [es. t. iiltrasesle ısıtma] [Alm. Ultraschallwarment­ wicklung] [Fr. action thermique uîtrasonique] [Ing. ultrasonic thermal action] : Sesüstü dalgaların bir Özdek içinde soğurulmasıyla sıcaklık yükselmesi. sesüstü sıklığı [es. t. ültrases frekansı] [Alm. Überhörfrequenz] [Fr fréquence uîtrasonique] [Ing. ultrasonic frequency] : insan kulaginın işitme sının ötesinde bulunan seslerin titreşim sıklıklan. sesüstü uzay ağı [es. t. ültrases uzay şebekesi] [Alm. Raumgitter durch Ultraschall] [Fr. grille uîtrasonique d'espace] [Ing. ultrasonic space grating] : B i r ortam içinde sesüstü duran dalgaların oluşturduğu ağ. B u ağ ile ışık kırınımı elde edüdiği gibi sesüstünün değişik ortamlardaki hızı ölçülür. sesüstü üreteci [es. t. ültrases jeneratörü] [Alm. Ultraschallgenerator] [Fr. générateur uîtrasonique] [Ing. ultrasonic generator] : Sesüstü titreşimler üreten aygıt. seyrek toprak öğeleri [es. t. nadir toprak elementleri] [Alm. seltene Erden]-[Fr. terres rares] [Ing. rare earth éléments] : Dıştan ikinci kabuktaki eksicik sayısı ile aynmlanan lantanyum ile hafniyum ara­ sı on dört metal öğe. seyreltik çözelti [es. t. mümted mahlul] [Alm. verdünnte Lösung] [Fr. solution diluée] [Ing. dilute solution] : Çözünmüş özdeğin çözücü­ ye oranının düşük olduğu çözelti. seyreltim [Alm. Verdünnung] [Fr., Ing. dilution] : B i r çözeltiyi sey­ retmek için çözgen katılması. sıcaklık [es. t. temperatür] [Alm. Wärmegrad] [Fr. température] [Ing. température] : B i r ısılölçerle ölçülen ısıl yeğinlik. sıfır alan salımı [Alm. Glühemission in einem feldfreien Raum] [Fr. émission de champ zéro] [Ing. zéro field émission] : Sürekli bir al'an bölgesi ile çevrilmiş kızgın b i r iletkenin ısılüşersel salımı. sıfır çizgisi [Alm. Nulllinie] [Fr. ligne zéro] [Ing. zéro line] : özdeciksel kuşak soğurumunun izge çizgileri içinde oluşan ve kuşak için sıfır' çizgisi sayılabilen ince b i r boşluk. sıfır değerli [es t. sıfır valans] [Alm. Nullwertigkeit] [Fr. valence nulle] [Ing. null valence] : Soy uçunlarda olduğu gibi dış eksicik

sıfır vuru

160

kabuğu dolu olduğu için başka öğelerle birleşme yakınlığı göster­ meyen öğelerin değeri. sıfır vuru [es. t. sıfır batman] [Alm. Schwebungsnull] [Fr. battement zéro] [îng. zero beat] : Titreşken bir alıcının gelen imlem ile tam çmlanım durumuna ayarlandığı sıklık. sıfır yöntemi [Alm. Nullabgleichmethode], [Fr. méthode de zéro] [Ing. null method of measurement] : Direnç Ölçmede olduğu gibi, düzen­ lemelerin ölçü gerecini sıfırlayacak biçimde yürütüldüğü ölçüm. sığa [es. t. sia] [Alm. Kapazität] [Fr. capacité] [Ing. capacity, capaci­ tance] : B i r ifletkenin yük sığdınm olanağı; iletkenler ve yalıtkan­ lar dizgesinin erkil birimi başına sığdırabildiği yük tutarı; birimi farad'dır. sığa tepkinliği [Alm. Kapazitätsreaktanz][Fr. reactance de capacité] [îng. capacity reactance] : Salınındı bir çevrime sokulan bir sığa­ dan ileri gelen etkinin ohm olarak ölçüsü. fiığa yükü [Ailm. kapazitive Belastung] [Fr. charge capacitive] [îng. capacitive load] : Akımın, geriliminden ileri sürüldüğü bir dalgalı akım çevrimindeki yük. sığaç [es. t. kondansatör] [Alm. Kondensator] [Fr. capaciteur] [îng, capacitor] : Hava ile ya da bir içyükül Özdek ile ayrılmış iki metal yaprağın oluşturduğu duruk elektrik erkesi biriktirmeye yarayan bir düzenek. sık-üşer [es, t. plazma] [Alm. Plasma] [Fr., îng. plasma] : Seyreltik uçunlarda elektrik boşahmı olurken ılmlanır ölçüde eksicik ve artı üşer oluşan bölge. sıkışım dalgası [Alm. Druckwelle] [Fr. onde de compression] [îng. compressional wave] : Esnek ortamlar içinde oylum ve basınç de­ ğişimlerine yol açan boyuna dalga. sıkışım esnekliği [es. t. sıkışma elastisitesi] [Alm. Druckelastizität] [Fr. élasticité de compression] [îng. elasticity of compression] : B i r cismin basınç etkisi altında oylumca esneklik göstermesi. sıkışım gerginliği [Alm. Druckspannung] [Fr. tension de compression] [îng, compressive stress] : Uygulandığı bölgede bir yoğunluk değişi­ mi verecek biçimde yönelmiş, birim yüzeye etkiyen kuvvet. sıkıştıraç [es. t. kompresör] [Alm. Kompressor] [Fr. compresseur] [Îng. compressor] ; B i r akışkan ya da uçunu sıkıştırarak basıncı yükseltilmiş olarak veren aygıt.

sıvıölçer

161

sıklık [es. t. frekans] [Aim. Frequenz]{Vr. fréquence] [İng. frequency]: Titreşen b i r dizgerıkı, bir dalganın saniyedeki titreşim sayısı; birimi hertz (Hz)'dir. sıklık değiştirici [es. t. frekans değiştiricisi] [Aim. Frequenzwandler] [Fr. changeur de fréquence] .[İng. frequency changer] : Aldığı tit­ reşimlerin sıkttığını değiştirerek veren aygıt. sıklık kiplenimi [es. t. frekans modülasyonu] [Aim. Frequenzmodutalion] [Fr. modulation de fréquence] [İng. frequency modulation (FM)] : Taşıyıcı dalgamın sildiğinin başka b i r dalga şıklığıyla ve bu sıklığa uygun olarak değişimlere uğratılması. sıklık koşulu [es. t. frekans şartı] [Aim. Frequenzbeâingung] [Fr. condition de la fréquence] [İng. frequency condition] : B i r öğedğim ya da özdeciğin belli b i r sEİdlıkta ışınnm salabİlmesİ koşulu. sıklıkÖIçer [es. t. frekansmetre] '[Ahn. Frequenzmesser] [Fr. fréquencemètre] [İng. frequencymeter] : B i r elektriksel salıngaçın ya da bir dalgalı akımın sıklığım ölçen aygıt, sınırlı [Alm. endlich] [Fr. fini] [Img. finite] ; Terimleri sayısı verilen bir N sayısından küçük olan bir kümenin bu niteliği. sıradeğişim [es. t. komütasyon] [Alm. Kommutation] [Fr., İng. com­ mutation] : B i r işlemde i k i öğenin değişikthge yol açmadan birbir­ lerinin yerini alması. sırt sırta bağlanım [Alm. gegensinnig gepolte Schaltung] [Fr. connexion dos à dos] [İng. back-to-back connection] : B i r eksicik borusunun üst-üşeğini ötekinin alt-üşeğine bağlama ya d a bunun tersini yapma. sıvı [es. t. mayi] [Alm. Flüssig, Flüssigkeit] [Fr. liquida] [İng. liquid]: Özdegiın su, yağ gibi, bulunduğu kabın biçimini alan az sıkışabilir akışkan hali. sıvı buzsul [es. t. mayi kristal] [Alm. flüssiger Kristall] [Fr. cristal liquide] [İng. liquiâ crystäl] : B i r buzsul gibi ışıksal yönserliği ve belirli düzende yapısı olan sıvı. !

sıvı hava [es/ t. mayi hava] [Alm. flüssiges Luft] [Fr. air liquide] [İng. liquid air] : -197°C'ye dek soğutulup sıkıştırılarak sıvılaştırıl­ mış hava. sıvıölçer [es. t. areometre] [Alm. Dichtemesser] [Fr. aréomètre] [İng. areonteter] : B i r sıvının yoğunluğunu ölçerek karışım yüzdesini be­ lirleyen araç.

162

sıyırıra

sıyırıra lAha. Abstreifen] [Fr. dépouillement] [tag. Stripping] : 1 — Gelen demetin yalnız bir parçasının dövündük ile etkileşerek, kala­ nın ilk doğıuütuda gittiği ağır çekirdekler ile dövüm. 2 — B i r me­ taldeki tortu eksidMerinin, kimyasal ya da elektriksel yöntemle ay­ rılması. sızım [es. t. ejüzyon] [Alm. Ausgiessung] [Fr., îng. effusion] : Basınç altındaki uçunların küçük gözeneklerden geçişi; özdeş koşullarda değişik uçularm bağıl sızım hızlan değişiktir. simge [es. t. sembol] [Alm. Zeichen] [Fr. symbole] [îng. symbot] : 1 — B i r öğeyi ya da bir öğeciği gösteren kısaltım; örneğin C = karbon, Fe = demir. 2 — Değer, konum, işlem, doğrultu gibi nice ıliklerd gösteren isteğe bağlı ya da geleneksel i m . simgelettim [es. t. notasyon] [Alm. Bezeichnung] [Fr., îng. notation]: Sayıların, niceliklerin ve başka varlıklann simgelerle gösterimi ya da böyle simgelerin oluşturduğu dizge. sis [Alm. Nebel] [Fr. brume, brouillard] [îng. mist] : I — Nemli ha­ vanın yeterince soğumasıyla içindeki su uçuğunun yeryüzüne yakın yerlerde yoğuşumu, 2 — B i r uçun içindeki sıvı damlacıkllarından oluşan asıltı. sis odası [Alm. wilsonsche Nebelkammer] [Fr. chambre de Wilson] [îng. Wilson cloud Chamber] : îçinde aşındoygun su ve alkol uçuğu bulunan kutu; kutudan öğecikaltı yüklü parçacıklar geçerse bunlann yollan üzerinde oluşturdukları uçun üşerleri uçuk yoğu¬ " şumuna yol açarak, parçacık izlerini görünür duruma getirir. sislenim noktası [Alm. Trübepunkt] [Fr. point de nuage] [îng. cloud point] : B i r çözeltinin içindeki katliamı ayrılmaya ya da buzsullaşmaya başladığı ve çözeltinin sisli b i r görünüm aldığı sıcaklık. soğubilim [es. t. kriyojenik] [Alm. Kryogenic] [Fr. cryogénique] [îng. [îng. cryogénies] : Çok düşük sıcaklıklarda gözlenen olaylarla ilgi­ lenen düşük sıcaklıklar bilgisi. soğuk alt-üşek [es. t. soğuk katot] [Alm. kalte Kathode] [Fr. cathode froide] [îng. cotd cathode] : Yüzey geriliminin çok yüksek olması yüzünden olağan sıcaklıkta eksicik salan üşek. soğurgan [es. t. absorban] [Alm. einsaugend] [Fr. absorbant] [îng. absorbent] : Sıvılan ya da uçunları soğurabünıe yeteneğinde olan (özdek). soğurganlık [es. t. absorplayıcdtk] [Alm. AufSaugfähigkeit] [Fr. absorptivité] [îng. äbsorptivity] \ B i r yüzeye vuran ışınım erkesinin yüzeyce soğurulan bölüğünün plçüsü. :

163

söndürün!

soğurum [es. t. absorpsiyon] [ALm. Aufsaugung, Absorption'] [Fr., Ing. absorption] : 1 — B i r özdeğkı başka b i r özdek içinde tutulması. 2 — Işıyan erkenin b i r Özdekten geçerken başka b i r erkeye dönü­ şen bir bölüğünü yitirmesi. soğurum izgesi [es. t. absorpsiyon spektrumu] [Alnı. Absorptions¬ spektrum] [Fr. spectre d'absorption] [Ing. absorption spectrum] : Seçici soğurgan bir özdekten geçen ışığın bir bölüğünün soğurumu ile oluşan, karanlık çizgili ya da karanlık kuşaklı izge. soğurum kıyısı [es. t. absorpsiyon kenarı] [AİIm. Absorptionskante] [Fr. arête d'absorption] [Ing. absorption edge] : B i r X-ışını izgesinin birden kesildiği dalga boyu. B u tur izgenin resminde keskin b i r kıyı görülür. soğurum kuşağı [es. t. absorpsiyon bandı] [Alnı. Absorptionsbande] [Fr. bande d'absorption] [Ing. absorption bond] : B i r soğurum izgesinde belirtken karanlık bir kuşak." soğurum yitimi [es. t. absorpsiyon kaybı] [Alm. Schluckverlust] {Fr. perte par absorption] [İng. absorption îoss] : B i r ortamdan geçen ya da bir ortamın yüzeyinden yansıyan b i r erke türünün b i r kesi­ minin başka b i r erkeye dönüşerek' yitimi. soğurumölçer [es. t. absorpsiyometre] [Alm. Absorptiomesser] [Fr. absorptiomètre] [Ing. absorptiometer] : Belli dalga .boylarında ışı­ nım soğurumundan yararlanarak özdek derişimi ölçen aygıt. soğutkan [Alm. kühlmittel] [Fr. réfrigérant] [Ing. réfrigérant] : Bir soğutucudaki ısı çevrimi işleminde kullanılan ve genellikle alçak sıcaklıklarda hızla .uçunlaşan (sıvı), solrsk ucaylı [Alm. Hnkdrehend polarisiert] [Fr. polarisé à gauche] [ing. *liîftha.ndcd polarized] : Yayüma doğrultusu ile açısal devinirliği karşıt yönlü olan çembersel ucaylı (ışık). son hız [Alm. Endgesckwindigkeit] [Fr. vitesse limite] [Ing. terminal velocity] ; Havada ya da sıvı içinde düşen- bir nesneye etkiyen yer­ çekimi kuvvetinin sürtünme kuvvetine eşit olduğunda eriştiği de­ ğişmez hız. soyulmuş öğecik [Alm. electronenberaübtes Atom] [Fr. atome dépou­ illé d'électrons, atome nucléaire] [Ing. stripped atom] : Çevre eksioMerini yitirmiş Öğecik. söndürüm [es. t. amorti etme] [Alm. Löschung] [Fr. extinction] [Ing. quenching] : B i r algiç borusundaki elektriksel boşalımın sürüp git­ mesini önleme yöntemi.

sönüm

164

sönüm [es. t. amortisman] [Alm. Dämpfung] [Fr. atténuation] [Ing. damping] : 1 — B i r salimmun ya da dalga devminıinin genMğinin sürekli azalışı. 2 — B i r devinimin sürtünme gibi bir nedenle ya­ vaşlaması. 3 — B i r çevrimdeki gücün ya da akım yitiğinin desibel olarak ölçüsü. sönüm çarpanı [es. t. amortisman faktörü] [Alm. Dämpfungszahl] [Fr. facteur d'atténuation] [Ing. damping factor] : B i r salmımın ya da bir dalganın genliğinin, erke yitiği yüzünden uğradığı sönümün ölçü­ sü olan değişmez sayı. sönümlü dalga [Alm. gedämpfte Welle] [Fr. onde amortie] [Ing. damped wave] : Ortamın soğurganuğı yüzünden genliği zamanla ya da uzaklıkla küçülerek giden dalga. • sönümlü salınım [es. t. amorti titreşim] [Ahn. gedämpft Schwingun­ gen] [Fr. oscillation amortie] [İng. damped oscillation] : Ardışık dönemlerde genliği üstel olarak düşen ve bir süre sonra sıfıra ine­ rek sönen salimim. sönümlü tartaç [Alm. gedämpfte Waage] [Fr. balance amortie] [İng. damped balance] : Salınırnılam söndürecek 'düzenekle donanmış tar­ taç. sönümsüz dalga [Alm. ungedämpfte Welle] [Fr. onde continue] [Ing. continuous wave] : Ardışık salınımlara genlikçe özdeş olan sürekli dalga katarı. sönümsüz salınım [es. t. devamlı osilasyon] [Alm. ungedämpfte Sch­ wingungen] [Fr. oscillation continue] [Ing. continuous oscillation]: Genliği ve sıklığı değişmeyen dalgalı akım ya da genliği değişme den biteviye süren salınım. su eşdeğeri [Fr. équivalent en eau] [İng. water équivalent] : B i r cismin ısıca eşdeğer olduğu su tutan; sayısal olarak kütle ile Öz­ gül ısı çarpımına eşittir. su uçuğu [es. t. 'su buharı] [Alim. Wasserdampf] [Fr. vapeur d'eau] [İng. water vapour] : B i r sıvının yeterli ısıl erke soğurarak uçun durumuna dönüşümü. süpürüm bak. tarama. süpüı-üm hızı [Alm. Zeitablenkung] [Fr. vitesse dé balayage] [İng. sweep rate] : Eksicik ışınlan borusunda, eksicik demetinin ışıhşıldanır bürgüyü tarama hızı.

165

sürt ünüm

sür-git devinim [es. t. devridaimi [Alm. laufende Bewegung] [Fr. mouvement perpétuel] [îng. perpetual motion] : Bîr kez 'başlayınca beslenmese de durmaksızın sürecek b i r işlerge devinimi. sür-git hal kuramı [Alm. stationäre Zustandtheorie] [Fr. théorie d'état stationnaire] [tng. steady-state theory] : Evrenin kararlı olduğu, Özdeğin sürekli değiştiği ve Öğelerin yıldızlarda oluştuğu varsayımı­ nı bildiren evrenbilim kuramı. süreç [es. t. proses] [Alm. Protez] [Fr. processus] [îng. process] : Belli b i r sonuca götüren işlem basamakları dizisi. süredeş bak. eşzaman. sürekli dalga bak. sönümsüz dalga. sürekli izge [es. t. devamlı spektrum] [Alm. kontinuierliches Spekt­ rum] [Fr. spectre continu] [îng. continuous spectrum] : Görünen ya da görünmeyen akımmuknatıssal ışmırnilar izgesi; akkor halinde katıların, sıvıların ve yüksek basınçtaki ıtçunlarm verdikleri yedi renkli kesiksiz kuşak. sürekli mıknatıs [es. t. devamlı mıknatıs] [Alm. Dauermagnet] [Fr. aimant permanent] [îng. permanent magnet] : B i r kez mıknatısla­ nınca, bu mteHğoni koruyan çelik alaşımı. sürekli ortam bale. sürem. sürekli salınım bak. sönümsüz salınım. sürekli uçun [es. t. ideal gaz] [Alm. Permanentgas] [FT. gaz perma­ nent] [îng. permanent gas] : Dönüşül sıcaklığının üstünde sıvılaştınlamaz evrede bulunan uçun. süreksiz izge [es. t. kesildi spektrum] [Alm. diskontinuierliches Spektrum] [Fr. spectre discontinu] [îng. discontinuous spectrum]: A y n dalga boyları için ayrık çizgilerden dluşan izge. süreksizlik [es. t. devamsızlık] [Ahn. Unstetigkeit] [Fr. discontinuité] [îng. discontinuity] : Özdekte ya da bir işlevde sürekli olmama özelliği. sürem [es. t. kontinuum] [Alm. kontinuum] [Fr., İng. continuum] : Do ğadaki bütün nesnelerin içinde yer aldığı sürekli uzay-zaman ortamı. 1

sürgülü direnç [es. t. reosta] [Alm. Regelwiderstand] [Fr. résistance réglable] '[îng. rheostat] : B i r çevrimdeki akımı diizenflemeye yara¬ , yan değişken direnç. sürtünüm [Alm. Reibung] [Fr., îng. friction] : B i r yüzeyin başka bir yüzey üzerinde devinebihnesi için yenilmesi gereken direnç.

sürtünüm açısı

166

sürtünüm açısı [Alm. Reibungswinkel] [Fr. angle de frottement] [tng. angle of friction] : B i r eğik düzlem üzerinde kayabilen bir cis­ min tam kaymaya başladığı eğim açısı. B u açının teğetliği (tanjantı) sürtünüm çarpanına eşittir. sürtünüm çarpanı [Alm. Reibungskoeffizient] [Fr. coefficient de frot­ tement] [îng. coefficient of friction] : B i r cismi bir yüzey üzerinde devinime geçirmek için gerekli kuvvetin, yüzeye dik tepki kuvvetine oranı. sürtünümle elektriklenme [Alm. Reibungselektrizität] [Fr. électrisation par frottement] [îng. frictional electricity] : İki değişik yalıtka­ nım birbirine sm'tülmesiyle yalıtkanlar ürerinde karşıt* imli yükler oluşturma. sürtünümlü ışıldama [Alm. Tribolumineszenz] [Fr., İng. tribotuminescence] : Kamış şekeri gibi kimi buzsullar ezildiğinde gözlenen ışıl­ dama. sürücü kuvvet [es. t. muharrik kuvvet] [Alm. treibendes Kraft] [Fr. force de commande] [îng. driving /orce] : B i r nesneyi ya da b i r dizgeyi devindirmek için kullanılan 'kuvvet. süruklenim [Alm. Angetrieben] [Fr. dérive] [îng. drag] : B i r nesne ile ağdalı bir akışkan, bağıl devinim içinde bulunduğunda nesnenin devinime karşı gösterdiği direnim. sürülen devinim [Alm. erzwingene Bewung] [Fr. mouvement comman­ dé] [îng. driven motion] : Uygulanan b i r kuvvet etkisiyle sağlanan devinim, ani. zorla salınım, zorla devinim. sürülme akımı [es. t. deplasman akımı] [Alm. Verschiebungsström] [Fr. courant de déplacement] [îng. displacement current] : B i r içyükül özdeğim içinde, dalgalı bir elektriksel alam etkisi altmda olu­ şan akıma eşdeğer yük kaymaları. süzgeç [es. t. filtre] [Alm. Filter, Seiher] [Fr. filtre] [İng. filter] : 1 — B i r karışımdan istemmieyem birleşenleri ayıran gereç. 2 — Sık­ lığı, belirli b i r sıklık kuşağında bulunan akımları geçirmek için düzenlemiş elektriksel ağ. süzüm [es. t. filtrasyon] [Alm. Filtern] [Fr., İmg. filtration] kanşımın istenilmeyen birleşenlerini ayırma işlemi.

: Bir

süzüntü [es. t. filtrat] [Alm. Filtrat] [Fr. filtrat] [îng. filtrate] : Süzü­ lerek' içimdeki katılara aynllmış duru sıvı.

T

taban [es. t. baz] [Akn. Grundfläche, Base] [Fr., îng. base] : 1 — Baş­ langıç ya da temel sayılan yer ya da nesne. 2 — Transistorun saİgıcı ile toplacını ayıran kesimi. taban hali [Alm. Grundzustand'] [Fr. état fondamental] [îng. ground state] : B i r öğeciğin en düşük erkeli, yani en kararlı durumu. taban sayımı [es. t. fon] [Aıkn. Hintergrund] [Fr. fond] [îng. background] : B i r sayaç algıcıma, incelenen b i r ışımetkin kaynak dışından gelen asalak ışınların yol açtığı saymalar. takım vükleci [es. t. batarya şarjörü] [Alm. Batterieladegerät] [Fr. chargeur d'accumulateur] [tng. battery charger] -, Genellikle dalga­ lı akımı düz akıma çevirerek, bir birikeç gözesi takımını yükle yen aygıt. tam akışkan [es. t. mükemmel seyyal] [Alm. ideale Flüssigkeit] [Fr. fluide parfait] [tng. perfect fluid] : Biçim değiştirmeye karşı diren­ meyen, sıkıştırılamaz, iç sürtünmesiz, düzgün yoğunluklu akışkan. tam ışınlayıcı [es. t. siyah cisim] [Alm. schwarzer Strahler] [Fr. radia­ teur complet] [tng. complète radiator] : bak. kara cisim. tam sıvı [es. t. mükemmel mayi] [Alm. vollkommene Flüssigkeit] [Fr. liquide parfait] [tng. perfect liquid] : bak. tam akışkan. tam uçun [es. t. mükemmel gaz] [Alm. ideales Gas] [Fr. gaz parfait] [tng. perfect gas] : Uçun yasalarına tam olarak uyan özdek. tam yansıma [Aüm. totale Reflexion] [Fr. réflexion totale] [İng. rofai reflection] : Işığın i k i değişik ortamın ara kesitinde tümüyle yansı­ ması. tarama [Alm. Abtastung] [Fr. balayage] [tng. scanning] : Televizyon­ da yayınlanmak üzere oluşturulan bir görüntüyü ince bir ışık de­ meti üe süpürerek, bir akımmıknatıssal dalgayı kipleyecek resme uygun kalemler elde etme. tasarım [es. t. proje] [Alm. Entwurf] [Fr. dessin] [îng. design] : B i r işlergenim ya da bir aygıtın yapısını belirgin çizgileriyle tasar­ lama. taslam bak. örnek. taşınım akımı [es. t. konveksiyon akımı] [Alm. Konvektionstrom] [Fr. courant de convection] [îng. convection current] : 1 — Yüklü par­ çacıklarım devimimi ile Muşan elektrik yükü akışı. 2 — Değişik sıcak­ lıktaki yerler arasında akışkan özdek dolamımı ile ısı aktarımı.

taşıyıcı akım

168

taşıyıcı akım [es. t. kuran portör] [Aim. Triigerstrom] [Fr. courant porteur] [ing. carrier current] : B i r iletim yolunun taşurıa sığa­ sını artırmak için, taşınacak sıklıkta akım ile kiplenen, daha yük­ sek sıklıkta dalgalı akım. B i r iletim ycüu değişik sıkhkta birçok taşıyıcı akımı birden kaldırabilir. taşıyıcı dalga [Aim. Tràgerweile] [Fr. onde porteuse] [Ing. carrier wave] : Telsiz vericisinin yayınladığı değişmez genlik ve sıklıkta akımmuknatissal ışınımlar. Taşıyıcı dalganın, akıma dönüştürülmüş ses dalgaları ille kiplenimi, vericiden alıcıya bir imlem iletimi sağlar. tedirgi [es. t. pertürbasyon] [Aim. Perturbation] [Fr., İng. perturba­ tion] : itki incil önemdeki etkenlerin, birincil görüngüde oluşturduğu değişiklikleri hesaba katarak olayı tüm' olarak betimleme. teğet [es. t. mümas] [Aim. berührungslinie] [Fr. tangente] [İng. tangent] : B i r eğrinin b i r noktasından eğrilik yarıçapına dile çizilen doğru. tek-çift çekirdekler [Aim. ungerade-gerade Keme]-[Fr. noyaux impairs -pairs] [İng. odd-even nuclei] : Tek sayıda önelcik ile çift sayıda ıhncıktan oluşan çekirdekler. tek-değişimli {Aim. einfachrei] [Fr., İng. univariant] : B i r tek erkin­ lik derecesi olan (yapı). tek eksenli buzsul [es. t. bir eksenli kristal] [Atim. einachsiger Kristali] [Fr. cristal uniaxe] {İng. uniaxial crystal] : B i r tek yönsemezlik doğrultusu bulunan yön ser buzsul. tek eşlem [es. t. tek parité] [Aim. ungerade Paritat] [Fr. parité < impaire] [İng. odd parity] : Uzay yerlemJeri yansıtıldığında dalga işlevinin i m değiştirdiği bakışım biçimi. tek evreli [es. t. tek fazlı]. [Aim. einphase] [Fr. monophasé] single phase] : B i r çevrimde tek ve bağımsız b i r dalgalı bulunması.

[İng. akım

tek-özekli [Aim. stigmatisch] [Fr. stigmatique] [İng. stigmatic] : Öz­ deş özekli; tek b i r noktaya yakınsayan. tek-renkli ışık [es. t. monokromatik ışık] [Aim. einwelliges Licht] [Fr. lumière monochromatique] [İng. monochromatic light] ; Özdeş sıklıkta ya da hemen hemen özdeş sıklıkta titreşimlerden oluşan . ışık. tek-renkli süzgeç [es. t. monokromatik filtre] [Aim. einwetîiges Strahtenfilter] [Fr. filtre monochromatique] [İng. monochromatic

169

tektürel

filter] : B i r tak dalga boyunu ya da çok dar dalga boylan kuşağını geçiren ışık süzgeci. tek-tek çekirdekler [Alm. u-u Kerne} [Fr. noyaux impairs-impairs] [Ing. odd-odd nuclei] : Tek sayıda önelcäfc ile tek sayıda ıhncıiktan oluşan çekirdekler. tek ucay [es. t. tek kutup] [Alm. MonopoH] [Fr., İng. monopole] : Elektriksel ya da mıknatıssal alan çizgileriıiin toplandıkları ya da kaynaklandtklan varsayılan nokta, tek-yönlü akım [Alm. Strom gleichbleibender Richtung] [Fr. courant à sens unique] [Ing. unidirectional current] : Tutan değişmez olma­ sa da hep b i r yönde akan akım. tekbiçim [es. t. mütecanis] [Ahn. gleichbleibend, einheitlich] [Fr. uniforme] [İng. uniform] : Biçimi, nitel ve nicel özellikleri her y e rinde Özdeş olan. tekbiçimli hızlamm [es. t. düzgün hızlanma] [Alm. gleichförmige Beschleunigung] [Fr. accélération uniforme] [Ing. uniform accelera­ tion] : Hizan bar zaman biriminde eşit tutarda arttığı devinim; değişmez ivmeli devinim. tekdeğerli [es. t. monovalan] [Alm. einwertig] [Fr., İng. monovalent]: B i r tek birleşme değeri olan (oğeeik ya da öğeciksel kümeler). tekdüze [es. t. monoton] [Alm. eintönig] [Fr. monotone] [İng. mono­ tonous] : 1 — Görünüm ve yapıca b i r değişiklik göstermeyen. 2 — Hop aynı sıkÜıkta devinen (salıngaç). tekil buzsul [es. t. tek kristal] [Alm. Einkristall] [Fr. monocristal] [İng. single crystal] : Temel gözeleri uyumlu b i r tek parça olarak oluşturulmuş buzsul. tekil hal [Fr. état singulet] [İng. singlet state] : Topilam frnl nicem sayısı sıfır olan yapı. tekiz [es.- t. monomer] [Alm. Monomere] [Fr. monomere] [İng. monomer] : Çoğuz özdecik oluşumunda ilk basamakta elde edilen yalın özdecik. tekses [es. t. monoton] [Alm. Monoton] [Fr. monotone] [İng. monotonous] : Tek sıklıklı yalın ses titreşimi. tektürel [es. t. mütecanis] [Alm. homogen] [Fr. homogène] [Ing. homogeneous] : 1 — Yapısı ve özellikleri her yerinde özdeş olan (özdek). 2 — Aynı dereceli ya da aynı boyutlu olan.

tektürel akışkan

170

tektürel akışkan [es. t. mütecanis mayı] [Alm. homogene Flüssigkeit] [Fr. fluide homogène] [İng. homogeneous fluid] : Her noktasın­ daki Özellikleri özdeş olan akışkan. tektürel denge [es. t. mütecanis denge] [Alm. homogenes Gleichge­ wicht] [Fr. équilibre homogène] [îng. homogeneous equilibrium] : B i r evreli tektürel b i r 'dizgenin dengesi. tektürel dizge [es. t. homojen sistem] [Alan, gleichförmiges System] [Fr. système homogène] [İng. homogeneous system] : bak. türdeş dizge. tektürel ısıl tepkileşirrüik [Alm. gleichförmiges thermischer Reaktor] [Fr. réacteur thermique homogène] [İng. ^homogeneous thermal reactor] : Çekirdek bölünümünün ısıl îlmciklarla oluşturulduğu tektürel gövdeli teplrileşimılifc. tektürel ışınım [es. t: homojen radyasyon] [Alm. homogene Strah­ lung] [Fr. rayonnement homogène] [îng. homogeneous radiation]: Dar bir sıklık kuşağından ya da özdeş erkeli Özdeş parçacıklardan oluşan ışınım. tektürel X-ışınlan [es. t. monokromatik röntgen ışınlan] [Alm. einwelliges Röntgenstrahlen] [Fr. rayons X monochromatiques] [îng. homogeneous X-rays] : Tek sıklıklı ya da dar bir sıklık kuşağı oluş­ turan X-ışınIan. telçapraz [es. t. retikÜl] [Alm. Fadenkreuz] [Fr. réticule] [îng. reticle] \ UzgÖzler, minigözler gibi ışıfcsal aygıtların odağına yer­ leştirilen, saydam bir yaprak üzerine çizilmiş, aygıtın görüş alanında konum belirlemeye yarayan çizgiler. telsiz dalgası [es. t. radyo dalgası] [Alm. Funkwelle] [Fr. emde de radio\ [log. radio wave] : Telsiz iletişiminde ve radyo yayınların­ da kullanılan, sesle kipi em leb ilir akımımııknatıssal dalga. telsiz sıklıkları yükseltecl [es. t. radyo frekanslı amplifikatör] [Alm. Hochfrequenzverstärker] [Fr. amplificateur de radiofréquence] [îng. radio-frequency amplifier] : Radyo sıklığındaki elektriksel titreşim­ leri güçlendiren aygıt. temel birimler [Alm. Grundeinheit] [Fr. unités fondamentales] [îng. fundamental units] : bak. saltık birimler, temel kipler [Alm. Grundschwingung] [Fr. modes fondamentales de vibration] [îng. fundamental modes of vibration] ; Titreşebilen bir nesnenin esneklik ve eylemsizlik özellikleriyle belirlenen sıklıktaki Öztitreşimleri,

171

ters bakışım

temel parçacıklar [Alm. Elementarteilchen] [Fr. particules élémen­ taires] [Ing. elementary particles] : özdeği oluşturan çekirdekaltı temel yapı taşlan. temel sıklık [Alm. Grundfrequenz] ••• [Fr. fréquence, normale] [Ing. fundamental frequency] : 1 — Çok sıkhklı dalgalı akımlardan olu­ şan b i r kanşımm en düşük sıklıkta olanı. 2 — Ses üreten bir titreşkenin verebildiği en alçak sıklıktaki ses. temel yük [es. t. elektron yükü] [Alm. Elementarladung] [Fr. charge électronique (charge élémentaire)] [Ing. electronic charge] : Doğada ölçülebilen en küçük yük; elektrik yücelerinin doğal temel birimi, ani. eksicik yükü. tepe [es. t. zirve] [Alm. Spitze] [Fr. apex] [Ing. peak] : B i r dalgaHı .akımda ulaşılan en yüksek değer, tepe gerilimi [es. t. potansiyel zirvesi] [Alm. Höchstspannung] [Fr. voltage maximum] [Ing. maximum voltage] : B i r dalgalı akımda gerilimin ya da akımın ulaştığı en yüksek değer. tepkileşim [es. t. reaksiyon] [Alm. Reaktion] [Fr. réaction] [Ing. reaction] : Üşerlerin, özdecik ya da öğeoilclerin etkileşimleri sonu­ cu başka üşer, özdecik ya da öğecikler oluşması. tepkileşlmlik [es. t. reaktör] [Alm. Reaktor, Atomofen] [Fr. réacteur] [Ing. reactor] : Çekirdeksel parçalanmalar sonucu ortaya çıkan er­ keyi, ısıl erke olarak kullanıma sokan aygıt. atıl. çekirdeksel form. tepkileşimlik dizgesinin dönüşül hali [Ahn. kritischer zustand des Reaktorsystem] [Fr. état critique du système de réacteur] [Ing. critical State of reactor system] : Tepkileşimlikte soğurum ve saçıilım yolu ile yiten sayıda ılıncığın yeniden üretildiği durum. tepkin ortam [es. t. reaktif ortam] [Alm. reaktives Medium] [Fr. milieu réactif] [Ing. reactive medium] : Belirli b i r sıklıkta sürül­ düğü zaman uyumcul dalgalar yerine üstel dalgalar oluşturan ortam. tepkinlik [es. t. reaktans] [Alm. Blindwiderstand] [Fr. réactance] [Ing. reactance] : B i r akım çevriminde bulunan irkilteç, sığaç ya da her ikisinin birden akımın değişimine karşı oluşturdukları tepki. terimlendirme [es. t. nomenklatür] [Alm. Namenverzeichnis] [Fr., Ing. nomenclature] : B i r bilim dalı ya da uygulayımda kullanılan terim­ leri düzenleme. ters bakışım [es. t. asimetri] [Alm. Asymmetrie] [Fr. antisymétrie] [Ing. antisymmetry] : İki ya da daha çok öğenin konum ve biçim

ters dizilrndaıatıslık

172

bakımından bir eksene ya da bir noktaya göre yerlenderinin ters i m l i eşitliği. ters di2nmıknatıshk [es. t, diyamanyetizm] [Alm.- Diamagnetismus'] [Fr. diamagnétique] [îng, diatnagnetic] : B i r mıknatıs yaklaştırıhnca itilen b i r özdeğin özelliği; bu gibi özdeklerin ıruknatıssal geçirgen­ liği l'den küçüktür. ters ışılelektrik etki [es. t. ters fotoelektrik olayı] [Alm. inverser photoelektrischer Effekt] [Fr. effet photoélectrique inverse] [Ing. inverse photoelectric effect] : B i r özdeğin eksiciklerle dövümü so­ nucu ışılcıfc salımı. ters yol ilkesi [Alm. Behnumkehrprinzip] [Fr. principe de parcours réversible] [Ing. path-reversdl prïnciple] : B i r dizgeden belirli b i r yol boyunca geçen b i r ışınım ters yönde göniderilİnce aynı yolu tuta­ cağım, böylece b i r nokta ile gerçek göriîntüsümüm işlevlerinim de­ ğiştirilebileceğini belirten ilke. tersinir '[es. (t- r&versibl] [Alm. umkehrbar] [Fr. réversible] [İmg. reversible] : Tam 'ters doğrutttuda da gelişebilen ya da işleyebilen. tersinir işlerge [es. t. tersinir makine] [Alm. umkehrbare Maschine] [Fr. machine réversible] [îng. reversible engine] ; Carnot çevrimi gibi her am dengede olan ve tam ters doğrultuda işleyebilen em bü­ yük etkinlikte ısıl işlerge. tersinir süreç [Alm. umkehrbarer Vorgang] [Fr. processus réversible] [îng. reversible process] : Her evresinde dengede olan ve tam ters doğrultuda aşleyebiiem ısıl işleysel ve kuramsal oluşum. tersinir tepkileşim [es. t. tersinir reaksiyon] [Alm. umkehrbarer Reak­ tion] [Fr. réaction réversible] [îng. reversible reaction] : Uygun koşullarda i k i yönde de işleyebilen tepkileşim. tersinmez [Alm. unumkehrbar] [Fr. irréversible] [îng. irreversible] : Tersinir olmayan, tıkaç [es. t. vana, supap] [Alm. Röhre, Ventil] [Fr. levée de soupape] [îng. välve] : Genellikle b i r boru içime ya da bir elektrik çevrimine yerleştirilen ve b i r geçiti denetlemeye yarayan gereç, tıkama kangalı [es. t. şok bobini] [Alm. Drosselpute] [Fr. bobine de protection, bobine de rêactance] [Ing. choke coil] : Direncinin düşük olmasına karşın dalgalı akım çelisi yüksek olan b i r akım kangalı, tını [es. t. tannaniyet] [Alm. Klang] [Fr. timbre] [îng. timber, quality]: B i r dsmin titreşiminden çıkan sesi, başka nicelikteki bir Özdeğin aynı yükseklikteki sesinden ayıran özellik.

173

tJtreşim-dönme izgesi

tıpkıçizer [es. t. pantograf] [Mm. Pantograph] [Fr,, îng. pantographe]: ÇizenèMerin büyütülmüş ya da küçültülmüş aynısını çizen aygıt. tikel [es. t. kısmi] [Aim. teilweise] [Fr. partiel] [İng. partial] : B i r tümün b i r parçası ile ilgili. tikel basmç [es. t. kısmi basınç] [Alın. Partialdruck] [Fr. pression partielle] [İng. partiat pressure] : B i r karışımı oluşturan uçunlar­ dan her birinin, tüm oylumu tek başlarına doldurdukları zaman­ k i basınçları. Toplam basınç, karışımı oluşturan uçunların tikel basınçları toplamına eşittir. tikel boğum [es. t. kısmi düğüm] [Aim. teiliges Knotenpunkt] [Fr. noeud partiel] [ing. partial node] : B i r durağan dalganın genhğinin tam dlarak sıfıra düşmediği 'boğum bölgesi. tikel boşluk [Aim. Vorvakuum] [Fr. vide partiel] vacuum] : Basıncı dış çevreden düşük olan oylum.

[îng.

partial

tikel daımtun [es. t. kısmi damıtma] [Aim. teilweise Distillation] [ F T . distillation fractionnée] [Ing. fractional distillation] : Kaynama nok­ taları değişik sıvılardan oluşan b i r karışımı uçunlaştırarak değişik birleşenlerini ayırma işlemi, ani. ,ayıncı damıtım. tikel türetik denklem [es. t. kısmi diferansiyel denklem] [Aim. partielle Differentialgleichung] [Fr. équation aux dérivées partielles] [Ing. partial differential equation] : Birden fazla bağımsız değişkerıin bir işlevini ve b u işlevin k i m i ardışık tikel türevlerini kap­ sayan denklem. titrercik [es. t. fonon] [Aim. Phonon] [Fr., İng. phonon] : Ses erkesi nicemini gösterdiği varsayılan parçacık. titreşim* [es. t. vibrasyon] [Aim. Schwingung] [Fr., İng. vibration] : Esnek b i r Özdeğm ya da dalgalanan b i r ortamın denge durumundan ayrılıp bıralalmasıyla başlayan yinelemeli devinim. titreşim çözümlemesi [es. t. titreşim analizi] [Aim. Schwingungsanaly¬ se] [Fr. analyse de vibration] '[İng. vibrational analysis] : Özdeciksel dzgeyi kuşaklara ayırarak, her kuşağa bir çift titreşknsel ni­ cem sayısı verme ve b u sayılan tüm kuşaklar için bulma işlemi. titreşim-dönme izgesi [es. t. titreşint-donme spektrumü] [Aim. Schwingung-Rotations Spektrum] [Fr. spectre de vibration-rotation] [İng. vibration-rotation spectrum] : Özdeoik içi titreşim ve dönme du­ rumdan arası geçişlerden kaynaklanan Icızılaltı . bölgede gözle, nen özdeciksel izge.

titreşim düzlemi

174

titreşim düzlemi [Alm. Schwingungsebene] [Fr. plan de vibration] [Ing. plane of vibration] ; Işıkta ve Öteki akımmıknatıssal dalgalar­ da elektriksel titreşim yönlecinim içinde bulunduğu, ücaylanrnı düz­ lemine dik düzlem. titreşim nicem sayılan [es. t. titreşim kuantum sayüari] [Alm. Shhwingungsquantenzaht] [Fr. nombres quantiques de vibration] [îng. vibiational quantum numbers] : B i r özdecik öğeoiklerinin or­ talama konumlan yöresindeki titreşim düzeyleri ya da bunları tu­ tan erke değerleri ile ilgili nicem sayılan. titreşim özgül ısısı [Alm. Schwingungs specifisches Wärme] [Fr. chaleur spécifique de vibration] [îng. vibrationàl specific heat] : B i r özdeğin Özgül ısısının, özdeciklerimin iç titreşim erkelerine dü­ şen payı. titreşimgözler bak. salınımgözler. titreşimli niiniakimâlçer [es. t. titreşimli galvanometre] [Alm. schwin­ gungs Galvanometer] [Fr. galvanomètre à système vibrateur] [Ing. vabration gatvanometer] : Dalgalı akım ölçümlerinde kullanılan, de­ vinen parçası uygulanan dalgalı akımın sıklığı ile titreşen miniokımölçer. tltreşimölçer [es. t. vibrometre] [Ing. Vibrometer] [Fr. vibromètre] [Ing. vibrometer] : Titreşen bir nesnenin yerdeğişimini, hızını ve ivmesini ölçen aygıt. titreşken [Alm. Zerhacker] [Fr. vibreur] [Ing. vibrator] : 1 — B i r düz akımı düzgün aralıklarla keserek ya da ters çevirerek dalgalı akım üretmeye yarayan araç. 2" — Düzgün aralıklarla titreşimler yayan araç. titreşki ftak. salmgaç. tizlik [Alm. Tonhöhe] [Fr. hauteur] [Ing. pitch] : Sesin titreşim sık­ lığı itte ölçülen incelik, kalınlık niteliği, topar bak. yuvar. toparlanma [Alm. Erholung] [Fr. récupération] [Ing. recovery] : B i r dizgenin üzerindeki dış etkilerin kalkmasıyla başlangıçtaki duruma dönmesi. toplaç [es. t. kollektör] [Ahn. Kollektor] [Fr. collecteur] [Ing. collector] : Transistorda, yük taşıyıcıların araçtan aynldığı üşek. . toplanırlık [Alm. Additivität] [Fr. additivïté] [Ing. additivity] : Tümün sayısal bir özelliğimin, bu tümü oluşturan parçaların özellikleri top­ lamına eşit olması.

175

türdeş ışınım

toplaşım [Alım. Vereinigung'] IFr., İng. association] : Tekizlerin eklen­ mesiyle çoğuz birleşiklerin oluşumu, topluluk bak. yığılım, toz ömekçesi [Alm. Pulverbüd] [Fr. cristallogramme à poussière de cristal] [îng. powder pattern] : Buzsul olmayan ya da ince toz du¬ rumuna getirilen buzsul Özdeklerin verdikleri kırınım örneği. tutar bak. nicelik. tutarlık [Alm. Vert'dglichkeit] [Fr. consistance'] [İng. consistency] : B i r doğabilimsel niceliğin değişik belirlemeleri arasındaki uyumun nitel . değerflendirmesi. tuzak [Alm. Abscheider] [Fr. trappe] [İng. trap] : 1 •— B i r alıcıdaki istenmeyen imlemleri eleyen ya da yok eden soğurum süzgeci. 2 — Boşluk oluşturan emmeçlerde, yayman yağ ya da cıva uçuk­ larını soğutup yoğuşturarak tutan düzenek. tümlev [es. t. tamami, integral] [Alm. Integral] [Fr. intégrale] [İng. integral] : B i r işlevin, bağlı olduğu değişkelerin küçük değişimleri için aldığı değerin, değişim aralıkları ile çarpımları toplamının son­ suz küçük değişim aralığı için vardığı erey. tümlevleme [es. t. integralini alma] [Alm. Integration] [Fr. intégra­ tion] [İng. integration] : B i r işlevin ttümlevini hesaplama işlemi. tümlevlenen [es. t. integrali alınan] [Alm. integrierend] [Fr. intégrant] [İng. integrand] : Tümlevi hesaplanan işlev. tümlevleyici çevrim [Alm. integrierende Schaltung] [Fr. circuit intég­ rant] [İng. integrating circuit] : Gerilim ya da akım çıktısı, gerilim ya da akım girdisinin zaman tümlevine eşit olan çevrim. tümsek ayna [es. t. muhaddep ayna, konveks ayna] [Alm. Konvexspie­ gel] [Fr. miroir convexe] [İng. convex mirror] : Yansıtıcı yüzeyi tümsek olan dışbükey ayna. ani. dışbükey ayna. tümsek mercek [es. t. muhaddep adese] [Alm. Brennglas, Sammel­ linse] [Fr. lentille convexe] [İng. convex lens] : Geçirdiği ışık ışın­ larını ana eksene doğru toplayan, ortası çevresinden daha kalın mer­ cek, ani. yakınsak mercek. türdeş bale. tektürel. türdeş akışkan bak. tektürel akışkan. türdeş denge bak. tektürel denge. türdeş ışınım bak. tektürel ışınım.

176

türe tik

türetik [es. t. diferansiyel] [Aim. differential] [Fr. différentiel] [İng. differential] : Türevsel hesapta, b i r işlevden ıbelirli kurallar uyarınca türetilen başka bir işlev. türetik denklem [es. t. diferansiyel denklem] [Aim. Differentialgteichung] [Fr. équation différentielle] [îng. differential equation] : B i r bağımsız değişkeni, b u bağımsız değişkenin b i r işlevini ve b u iş­ levin bağımsız değişkene göre ardışık türevlerini kapsayan denklem. türetilmiş birim [Aim. abgeleitete Einheit] [Fr. unité dérivée] [İng. derived unit] : Temel birimlerden, doğabilimsel yasalara dayanan tanımflar uyarınca türetilen birim. türerim [Aim. Ableittıng] [Fr. dérivation] [İng. derivation] : 1 — Bir işlevin türevini alma. 2 — Birtakım varsayımlardan yola çıkarak doğabilimsel b i r yazım geliştirme. türev [es. t. müştak] [Aim. Dérivât] [Fr. dérivé] [İng. derivative] : B i r işlevin değişiminin, bağlı olduğu değişkenin değişimine oranı­ nın, değişim aralığı sıfıra giderken vardığı erey. U ucay [es. t. kutup] [Aim. Pol] [Fr. pôle] [İng. pole] : 1 — B i r mık­ natısın, mıknatıslığının toplandığı uçların her biri. 2 — B i r elekt­ riksel gözenin üşeklerinin, yani dışa erke veren uçlarının her biri. ucaylanım [es. t. kutuplanma] [Akn. Polarisation] [Fr. polarisation] [İng. polarization] : 1 — Doğal ışığım, titreşimleri -bir düzlem içinde olan ışığa çevrilmesi. 2 — B i r özdeciğin artı ve eksi yük özeklerimin ayralma süreci. 3 — B i r gözenin üşeklerinde uçun birikimi yüzün­ den gerilim tutarının ve akımım düşmesi. ucaylanım açısı [es. t. kutuplanma açısı] [Aim. Polarisationswinkel] [Fr. angle de polarisation] [İng. angle of polarization] : îçyukül bir ortam yüzeyinden ışığım tümüyle ucaylanmis olarak yansıması için •gerekli geliş açısı. ucaylanım düzlemi [es. t. kutuplanma düzlemi] [Aim. Schwingungse¬ bene] [Fr. plan de polarisation] [îng. plane of polarization] : Doğru­ sal ucayllı ışık dalgasının, elektriksel yönleci doğrultusuna 'dik olan bakışım düzlemi. ucaylanım erkili [es. t. kutuplanma gerilimi] [Aılm. Polarisationsspan¬ nung] [Fr. potentiel de polarisation] [îng. polarization potential] : Üşerçözüksel süreçlerle oluşan ve olayım gelişmesi ile büyüyen kar­ şı yük-sürem kuvvet: Ucaylanımm gerilimli tutarı.

177

uçuk

ucaylayıcı [es. t. polarizör] [Alım. Polarisator] [Fr. polariseur] [îng. polarizer] : Görünür doğal ışığı ucaylamakta kullanılan Nicol biçiği ya da yoğru'k ucaylama yaprağı gibi aygınlara verilen ad. ucayh ışık [es. t. kutuplanmış Aşık] {Alm. polarisiertes Licht] [Fr. lumière polarisée] [îng. polarized light] : Titreşimleri yalnız bir düzlem içkide kalan ışık. ucayölçer [es. t. polarimetre] [Alm. Polarimeter] [Fr. polarimètre] [îng. Polarimeter] : Işığın ucaylık doğrultusunu' etkileyen, özdektlerin, ucaylanırn açısını ne tutarda döndürdüğünü ölçmeye yarayan aygıt. , ucayölçüm [es. t. polarimetri] [Alm. Polarimetrie] [Fr. Polarimetrie] [îng. polarimetry] : Ucaylı ışığın işe karıştığı olayların incelenmesi. ucaysal özdecik [es. t. kutupsal molekül] [Aka. polares Molekül] [FT. molécule .polaire] [îng. polar molecule] : Elektriksel yük dağılımı, :süreğen bir elektriksel çiftucay oluşturan özdecik. ucaysal yerlemler [es. t. kutupsal koordinatlar] [Alm. Polarkoordineien] [Fr. coordonnées polaires] [tng. polar coordinates] : B i r düz­ lemde ya da uzayda bulunan bir noktanın konumunu, b u yerin yönlecine uygun seçilmiş i k i açı ile belirleyen, yerlem çatkısı. ucaysal yüzerim [es. t. polar adsorpsiyon] [Alm. polare Adsorption] [Fr. adsorption polaire] [îng. polar adsorption] : Elektrikçe eşit olmayan tutarda üşerlerin yüzermesi ucaysızlamm [es. t. depolarizasyon] [Alm. Depolarisation] [Fr. dépo­ larisation] [îng. depolarization] : B i r Volta gözesini, ters yük-süren kuvvet kaynağı durumuna getirerek, ucaylammın önlenmesi yo­ luyla gözenin korunması. uç ürün (Alm. Endprodukt, Fertigerzeugnis] [Fr. produit terminal] [îng. end product] ; Işımetkin bir dizinin ardışık bozunumları ile ulaşılan kararlı çekirdek; böyle bir dizinin son terimi. uçarlık [Alm. Flüchtigkeit] [Fr. fugacité] [îng. fugacity] : B i r özdeğin, içinde bulunduğu evreden k i m i kiımyasal işlemllerle kaç­ ma ya da elenme eğilimi. uçdeğer [Mm. Extremum] [Fr., îng. extremum] : B i r işlevin, türevi sıfır olunca aldığı değer. uçucu {Alm. flüchtig] [Fr., îng. volatile] : Düşük sıcaklıkta az ısı ile uçabilen (Özdek). uçuk [es. t. buhar] [Alm. Dampf] [Fr. vapeur] [îng. vapor] : Sıcak­ lığını değiştirmeksizin, yalnızca basımcım iaritırarak sıvüaştiralabilen

uçuk basıncı

178

bir uçunun duama. Uçuk, dönüşül sıcaklık altında bulunan b i r tür uçundur. uçuk basıncı [es. t. buhar basıncı] [Akn. Dampfdruck] [Er. pression de vapeur] [tng; vapor pressure] : Belli sıcaklıkta, sıvı ya da kafa­ sıyla dengede bulunan uçuğun gösterdiği basınç. uçuk işlergesi [es. t. buhar makinesi] [Alm. Dampfmaschine] [Fr. machine â vapeur] [Img. steam engine] : Yüksek basınçlı kızgın uçuğun genleşerek iş görme Özelliğine dayanan ısıl işlerge. uçuk yoğunluğu [es. t. buhar yoğunluğu] [Alm. Dampfdichte] [Fr. densiíé de vapeur] [tng. vapor density] : Uçuğun ölçünlü basınç ve sıcaklık koşullan altında oylum birimi başına küttlesi. Çoğu kez beMrli koşullarda uçuk ya da uçunun belli oylumundaki küticsinin Özdeş koşullardaki hidrojen kütlesine oranı olarak verilir. uçuklaşma ısısı [es. t. buharlaşma ıstsı] [Alm. Verdampfungswarme] [Fr. chaleur de vaporisattan] [tng. heat of vaporization] : Birim kütleli suvryı, kaynama noktasındaki uçuk durumuna geçirmek için gerekli ısıl erke. uçuklaştınm [es. t. buharlaştırma] [Alm. Verdampfung, Verdunstung] [Fr. vaporisation] [tng. vaporization] : B i r sıvının ya da katının uçuk evreye geçirilmesi. uçun [es. t. gaz] [Akn. Gas] [Fr. gaz] [íng. gas] : özdecikleri ya da öğecîıkleri erkince devinebilen ve bulunduğu oylumu tam olarak dolduran özdek halleri. uçun antımı [es. t. gaz arıtımı] [Alm. Entgasung] [Fr. dégazage] [tng. degassing] : Işıtaolarda kullanılacak tellerin ya da kaplanacak metal yaprakların ısıtılarak, soğurulmuş uçundan antılması. uçun basıncı [es. t. gaz basıncı] [Akn. Gasdruck] [Fr. pression de gaz] [tng, gas pressure] : B i r uçun özdeciklerinin içinde bulundukları kabın çeperlerine çarparak uyguladıklan, birim yüzey başına itme kuvveti tutan. uçun basıölçeri [es. t. gaz manometresi] [Alm. Gasdruckmesser] [Fr. manometre â gaz] [Ing. gas manometer] : Uçunlann basıncımı ölç­ mekte îkullanüan b i r aygıt. ucun değişmezi [es. t. gaz sabiti] [Fr. consídníc des gaz] [tng. gas constant] : Uçunlann pV=nRT hal denklemime giren R=8, 31 joule/ der. mol değişmezi.

179

uyarga

uçun dirik bilgisi [es. t.~ gaz .dinamiği] [Alm. Gasdynamik} [Fr. dyna­ mique des gaz] [İng. gas dynamics] : Uçunlann akış ve devinim, özellMeöni inceleyen doğabilim dalı. uçun soğurundu tepkü eşindik [Fr. réacteur à refroidissement gazeux] [İng. gas cooled reactor} : Soğutucusu uygun seçilmiş bir- uçun olan çekirdek tepkileşimkği. uçun yasalan [es. t. gaz kanunları] [Alm. Gasgesetze] [Fr. loi des gaz] [İng. gas 'taws] : Boyle-Mariotte yasası ve bunun daha geHşüriimiş olanlarının deyimiediği gibi uçunlann hâlini belirten basınç, oy­ lum ve sıcaklık nicelikleri arasındaki bağıntılar. uçunların devim kur arm [es. t. gazların kinetik teorisi] [Ahn. kinetisc­ he Gastheorie] [Fr. théorie cinétique des gaz] [İng. kinetic theory of gases] : Uçunlara oluşturan Özdeciklerin y a da Öğeciklerin, kendi •aral anuda ve bulunıduklan kabın çeperleri ile çarpışmalanndan yola çıkarak uçun yasallannı ve ısıl erkenin yapısını açıklayan ku­ ram. uçunlaşım [es. t. süblimleşme] [Alm. Sublimation] [Fr., İng. sublima­ tion] : Sıvı evre oluşmadan, katıdan uçun hâline geçiş. uçunlu ısılÖIçer [es. t. gaz/ı termometre] [Alm. Gasthermometer] [Fr. thermomètre à gaz] [İng. gas thermometer] : Uçunlann basınçları­ nın ve oylumlarının belirli koşularda, sıcaklıkla oranlı olarak artı­ şından yararlanarak çalışan ısılölçer. uçunlu sayaç [es. t. gazh sayaç] [Akn. gásgefüllter Zähler] [Fr. compteur à gaz] [Ing. gas-fUted counter] : Algıç borusu bir uçunla doldurulmuş ışınım sayacı. uçunyuvar [es. t. atmosfer] [Aim. Atmosphere] [Fr. atmosphère] [İng. atmospher] : Yeryuvarim saran ve özellikle azot ile oksijenden olu­ şan, su uçuğu, .toz, duman gibi katışkılan da içeren uçun katmam. uranötesi öğeler [es. t. transuran elementler] [Alm, Transuran Ele­ mente] [Fr. transurahiens] [İng. transuranic elements] : Ögecik numaralan uranyumdan büyük olan ışımetikin Öğelerin (tümü. uyarak [Alm. Exciton] [Fr., İng. exciton] : B i r yarıiletkendeki yerelileşmerniş, iletkenliğe katılmayan, uyanlmış eksiciksel durum. uyarga [es. t. anten] [Alm. Antenne] [İrig. antenna] : Akımmıknatıssal dalgalara kaynaklık eden, çoğu kez bir elektriksel titj-eşîrn çevriminin beslediği iletken tel.

uyarıcı

180

uyarıcı [es. t. eksite edici] [Alm. Erreger, Anreger] [Fr. excitatrice] [İng. exciter] : B i r dizgenin, bir işlergenim çalışmasını sağlamak ya da b i r olayı başlatmak için kullanılan ön erkeleme -gereci. uyank eksicik [es. t. eksite elektron] [Alnı. angeregtes Elektron] [Fr. électron excité] [İng. excited .électron] : Olağan erke düzeyinden da­ ha yüksek bir kabukta bulunan eksicik. uyarım [es. t. e'ksite etme] [Ahu. Erregung] [Fr., İng. excitation] : N i cenısel bir yapıyı taban durumundan daha yüksek b i r erke düzeyi­ ne çıkarma süreci. uyarım erkesi [es. t. uyarma • enerjisi] [Alm. Erregungsénergie] [Fr. énergie d'excitation] [İng. excitation energy] : B i r dizgeyi taban du­ rumundan uyarılmış hale çıkarmak için gerekli erke. uyarım erkili [es. t. uyarma potansiyeli] [Atom. Erregurigsspannung] [Fr. potentiel d'excitation] [İng. excitation potential] : Belirli b i r açtıranı elde etmek için gerekli enkil değeri. uyarlaç [es. t. adaptör] [Ailm. Zwischenstiick] [Fr. adapteur] [İng. adapter] : Dalga kılavuzu gibi, değişik boyutlu, eş işlevdi araçları eklemeye yarayan parça. uydu [es. t. peyk]' [Alm. Satellit] [Fr., İng. satellite] : Evrensel çe­ kim kuvveti etkisiyle. Kepler yasaları uyarınca b i r gezegen çevre sindeki kapalı yörüngeler üzerinde dolanan .gökcisimleri. uydu eksicikler [es. t. uydu elektronlar] [Alm.' Satelliteelektronen] [Fr. électrons périphériques] [İng. satellite électrons] : B i r öğe cik çekirdeğinin çevresinde dolanan eksicikler. uyumcul dalga [es. t. harmonik > dalga] [Alim. Harmonischewelte] [Fr. > onde harmonique] [İng. harmonie wave] : Uyumcul devimini yapan bir tkaymağin uzaya yaydığı dalga. B u dalganın uzanumları zaman' ye uzay yerlemlerinin dikmeliksel (sinüse!) bir işlevidir, ani. dikmeÜk-

sel dalga.

uyumcul devinim [es. t. harmonik hareket, ahenkli hareket] [Aim. . Harmonischeschwirigung] [Fr. mouvement harmonique] [İng. har­ monie motion] : Ëir iiesnë denge konumundam ayrilirsa, b u aynimi tutan ile oranlı bir geriçağnm kuvveti doğduğunda denge konumu yöresinde yaptığı salınım, ani. uyumcul salınım.

uyumcul salımın bak. uyumcul devinim. .uzaktan etki [es. t. uzaktan tesir] [Alm. Fernwirkung] [Fr. action en distance] [İng. action àt a distance] : Birbirine değmeyen i k i nesne arasındaki etkileşim.

181

uzgözler

uzam bilgisi [es. t. geometri, hendese] [Alm. Geometrie] [Fr. géomét­ rie] [İng. geometry] : Uzayda oylumlar, yüzeyler ye çizgiler arası ... ilişkileri ve taunların özelliklerini inceleyen uzbilim dalı. uzama [es. t. inbisat] [Alm. Verlängerung] ' [Fr. élongation] [îng. élongation] : Isıtma ya da çekme ile b i r cismin boyca büyümesi, uzama esnekliği [Alin. Zugelastizität] [Fr. élasticité de traction] [ l e g . elasticity of extension] i B i r telin ya da çubuğun gerici kuvvet etki­ sinde ve kuvvetle oranlı 'Olarak uzaması ve kuvvet etkisi kalkınca eski uzunluğunu bulması süreci, uzamsal ışık bilgisi [es. t. geometrik optik] [Alm; geometrische Optik] [Fr. optique géométrique] [İng. geometrical optics] : Işığın yapı­ şma baıkmıaksızın, ışın kavramına .dayanarak yansıma ve kınlım olaylarını, ışıksal-aygıtları inceleyen doğabilin! dalı. uzanım [Alm. Auslenkung] [Fr. élongation] [tng. displacemènt] : Dem¬ i ge kootiimu yöresinde sailtnan b i r nesnenin her an denge konumuna olan uzaklığı. uzay [es. t. feza] [Alm. Raum] [Fr. espace] [İng. space] : Üçü uzaysal ve biri zamansa! olmak üzere dört-boyutlu sınırsız sürem. uzay kümesi [Alm. Raumgruppe] [Fr. groupe spatial] [îng. space group] ; B i r buzsul örgüsünde aynı bakışım tipi gösteren noktalar • kümesi. uzay yükü [Alm. Raumladung] [Fr. charge spatiale] '[îng. space char­ ge] : B i r boşluk borusunun alt-üşeğinden sainnlanan eksicikierin Oluşturduğu oyluımsal yük yığımı. uzay-zcman [es. t. zaman-mekân] [Alm. Raum-Zeit] [Fr. espace-temps] [İng. space-time] : Görelilik kuramı uyarınca Üç4boyutlu uzay ile za­ man arasındaki ayrımım kalkmasıyla oluşan dört-boyutlu sürem. uzaysı [İng. space-like] ;. Uzaysal kesimi, zamansal. kesimden büyük, olan yönleç. uzbiliım [es. t. matematik] [Ahn. Mathematik] [Fr. mathématiques] [İııg. r.ıathk-incücs] : Sayı bilgisi (ariimetik), cebir, uzam bilgisi gibi' kollara ayrılan, ve düzenli, ölçülebilir, nesneleri inceleyen bilim­ ler topuluğu. iiizßüsier [es. t. dürbün] [Alm. Fernrohr] [Fr. jumelles] [İng. binocu¬ lars] : B i r borumun i k i ucuna oturtulmuş i k i yakınsak mercek ile arada bulunan doğrulrucu bir mercekten oluşan ve uzaktaki nesnele­ ri büyüterek göstermeye yarayan ışıksal gözlem aygıtı.

ü Uç-boyutlu minlgözler tes. t. stereomikroskop] [Aim. Stereomikroskop] [Fr. stéréo microscope] [Ing. stereomicroscope] : Nesneleri büyüt' tüğü gibi derinliği 'de gösteren, minigözler. üç-değerli [Aim. dreifachwertig] olan (üşer ya da özdecik).

[Fr., îng. triplevalent]

: Üç değeri

üçevreli denge [Aim. dreiphasİges Gleichgewicht] [Fr, équilibre tri­ phasé] [Ing. three-phase equilibrium] : A n bİT özdeğin katı, sıva ve uçun evrelerinin bir arada olduğu denge durumu. üç-üşek [es. t. triyod lamba] [Alım. Dreipolröhre] [Fr., Ing. triode]: Üç üşeği olan havasa boşaltılmış ısıil üşersel boru; üşeklerden biri üstüşek, biri alt-iişek üçüncüsü ise eksicik akışım denetleyen kafes­ tir. üçgenölçü [es. t. trigonometri] [Aim. Trigonométrie] [Fr. trigonomét­ rie] [Ing. trigonometry] : B i r üçgenin altı öğesinden üçü verildiğin­ de, üçgenölçüsel oranlar yardımıyla bUinımıeyen öbür öğeleri hesap­ lamaya yarayan uzbılim dalı. üçlü [Ahn. Triplett] S = l olan dizge.

[Fr., Ing. triplet]

: Toplam fırıl nicem sayısı

üçlü bağ [Aim: Dreifachbindung] [Fr. liaison triple] [Ing. triple bond]: Üç eksicik çiftinin paylaşıldığı doymamış birleşik oluşturan kim­ yasal bağ. üleşim katsayısı [Ahn. Verteilungskoeffizient] [Fr. coefficient de partition] [Ing. partition coefficient] : Üleşimde her kesime düşen aaynmn tüme oranı. üleşke [es. t. kesir] [Aim. Bruch] [Fr., Ing. fraction] mayan; usçul (rasyonel) b i r sayıyı gösteren simge.

: Tümsayı ol­

üreteç [es. t. jeneratör] '[Aim. Generator, Stromerzeuger] [Fr. géné­ rateur] [İng. generator] : Işleysel erkeyi, elektriksel erkeye dÖ-, nüşttüıren işlerge. üretim oram [Aim. Umwandlungsfaktör] [Fr. rapport de régénéra­ tion] {İng. breeding ratio] : B i r üretkentepkileşimlikte, üretilen yeni çekirdeksel yakıt tntarmın, bölünme sürecimde harcanan yakıt tu­ tarına oram. üretken tepkUeşimlik [es. t. üretim reaktörü] [Ahn. Brütereaktör] [Fr. réacteur surrégénérateur] [Ing. breeder reactor] : İşlediği süre ce, kimi dayanıklı çekirdekleri bölünür çekirdeklere çeviren tepkileşimlik.

183

üstel dalgp

üst {Alm. Exponent] [Fr. exposant] [Inig. exponent] B i r .niceliğin sağ üst köşesine, .kaçıncı kuvvete yükseltileceğini göstermek için yazılan sayı. üst-im [Alm. Obererindex] [Fr. indice supérieur] ling, superscript]: B i r simgenin sağ üst başına yazılan sayı ya da 'im. üst-uyumcullar [es. t. harmonikler] [Alm. Ob erSchwingungen] [Fr. harmoniques] [Ing. harmonies of a vibration] : B i r temel titreşi­ me katılan ve sıklıkları temel titreşim sıklığının itam katlarına eşit olan titreşimler. üst üste gelme [Alm. Überlagerung] [Fr., Ing, superposition] : B i r ortamdaki i k i ya da daha çok dalganın birlikte oluşturdukları etki­ nin, b u dalgaların tek tek etkilerinin toplamına eşit olma ilkesi. üst-üşek [es. t. anof] [Alm. Anode] [Fr., Ing. anode] B i r üşerçözüşüm •gözesinin, bir boşalım borusunun ya da bir eksicik ışınları bo­ rusunun, üretecin yüksek gerilimli ucuna bağlı üşeği. üst-üşek akımı [es. t. anot akımı] [Ahn. Anodenstrom] [Fr. courant anodiqUe] [Ing. plate current] ; Eksicik borularında birkaç binde ampere'e ulaşan üst-üşek çevrimi akımı. üst-üşek düşümü [es. t. anot düşüşü] [Ahn AnodenfaU] [Fr. chute d'anode] [Ing. anode fall] : B i r elektrik boşalım borusunda, üst-üşek ile uçun içindeki komşu b i r nokta arasındaki gerilim düşüşü. üst-üşek gerilimi [es. t. anot gerilimi] [Alm. Anodenspannung] [Fr. tension anodique] [log. plate voltage] : B i r eksioiksel borunun üst -üşeği ile alt-üşeği arasındaki erkil çıkarımı ya da gerilim düşüşü. 1

üst-üşek ışınlan [es. t. anot ışınları] [Alm. Anodenstrahlen] [Fr. rayons anoâiques] [Ing. anode rays] : B i r elektriksel boşalım bo­ rusunda, ısınan üst-üşeğin saldığı artı yüklü tanecikler. üst-üşek verimi [es. t. anot verimi] [Alm. Anodenwirkungsgrad] [Fr. rendement des plateaux] [Ing. plate efficiency] : B i r eksicik ışını borusunun üst-üşek çevrimindeki dalgalı gücün, düz akım güç girdi­ sine oram. üst-üşek yitirimi [es. t. anot kaybı] [Alm. Anodenverlustleistung] [Fr. dissipation anodique] [Ing. plate dissipation] : B i r eksicik borusu¬ . nun üst-üşeğinde oluşan güç yitiği. üstel'dalga [es. t. eksponansiyel dalga] [Alm. Exponentialwelle] [Fr. onde exponentielle] [Ing. exponential wave] : Salınım .genliği, za­ manın üstel bir işlevi dlan sönümlü dalga.

üs tiki

184

üstiki [es. t. kare] [Alm. Quadrat] [Fr. carré] [îng. square] : B i r ni­ celiğim, 'kendisiyle çarpılarak elde edilen ikinci kuvveti. üsek [es. t. elektrot] [Alm. Elektrode] [Fr. électrode] [Ing. electrode]: B i r gözeye 'akımım girdiği ya da çıktığı iletken uç üsek yitiği [es. t. elektrot kaybı] [Alm. Elektrodenverlustleistung] [Fr. dissipation d'électrode] [îng. electrode dissipation] : B i r üşekte, eksicik ya da, üşer dövmesi sonucu ısı biçiminde yitirilen güç, üşer [es. .t, iyon] [Alm. Ion] [Fr., îng ion] .: Elektrik yüklü öğecik ya da öğecik kümesi. Eksi üşer 1er - eksicik edinerek, artı üşerler eksicik yitirerek oluşurlar. üşerçözük [es. t. elektrolit] [Alm. Elektrolyt] [Fr. électrolyte] [îng. electrolyte] ": Suvılaştırildığı ya da b i r çözgende çözündürüldüğü za­ man üşerleşen ve elektrik iletkenliği edinen birleşik. ;

üşerçözüksel iletim [es. t. elektrolitik İletim] [Alm. eletrolitische Leitung] [Fr. conduction électrolytique] [îng. electrolytic conducts on] : 1 — Özdek aktarımına eşlik eden yük geçişi. 2 — Üşerlerin göçü ile iletim. üşerçöEüksel kaplama [Ahn. Galvanisierung] [Fr. revêtement électro­ lytique, galvanisation] [îng. electroplating] : bak. elektriksel kap­

lama.

üşerçözüksel sığaç [es, t. elektrolitik kondansatör] [Alm. elektronisc­ her Kondensator] [Fr. condensateur électrolytique] [îng. .electroly­ tic capacitor] : Yaprakları arasındaki yakıtkam özdeği üşerli olan sığaç. üşerçözüşüm [es. t. elektroliz] [Alm. Elektrolyse] [Fr. electrolyse] [îng. electrolysis] : Ellektrik akımı ile b i r özdeğm ayrıştırılması. Örn. suyun hidrojen ve oksijene ayrılması. üşerleşîm [es. t. iyonlaşma, iyonizasyon] [Ahn. Ionisierung] [Fr. ioni­ sation] [îng. ionization] : Özdeciklerim parçalanması, öğecik, özdecifc topaklarına eksicik katılması ya da çıkarılmasıyla üşer oluştu­ rulması. üşerleşim değişmezi [es. t. iyonlaşma sabiti] [Alm. Ionisierungskonstctnte] [Fr. constante d'ionisation] [trag, ionization constant] : Özdeoilderîe üşerleri arasındaki tersinir tepki leşimin denge değişmezi. üşerli basıölçer [es. t. iyonlu manometre] [Alm. lonisationsmanometer] [Fr. manomètre à ionisation] [îng. ionization gage] : B i r üşek üzerindeki artı yüklerim birikme hızından yararlanarak, borudaki artık uçun basıncını ölçmekte kullanılan 'üç-üşekli b i r tür boni.

voltluk

185

üşersel bağ [es. t. iyon bağı] [Alm. Ionenbindung] [Fr. liaison élec­ trostatique] [îjıg. electrostatic bond] : Öğeci'klerden birinin dış ka­ buğundan b i r ya da daha çok eksiciğin ötaki öğeciğe geçmesi sonu­ cu karşıt imli parçacıkların çekişimi ile oluşan bağlanım. üşersel buzsul [es. t. iyonik kristal] [Alm. Ionenkristall] [Fr. cristal ionique] [log. ionic crystal] : Örgüsü, düzenli yerleşmiş üşerierden oluşan buzsul. üşersel denge [es. t. iyon dengesi] [Alm. Ionengteichgewicht] [Fr. équilibre ionique] [îng. ionic equilibrium] ; Tersinir b i r üşerleşim oilayında çözeltideki özdeeiklerie üşerleri arasındaki 'denge. üşersizleşim [es. t. deiyonizasyon] [Alm. Entionisierung] [Fr. déioni­ sation] [îng. deionizİng] : Suyun üşerlerini alarak anlaştırma. üşersizleşim erkili [es. t. deiyonizasyon potansiyeli] [Alm. Entionisi­ erungspot ential] [Fr. potentiel de déionisation] [log. deionization potential] : Bcşaimı iborusundaki uçunun üşerleşmesmi, dolayısıyla iletimi durduran erkil 'tutarı. V veri [es. t. done] [Alm. Angaben] [Fr. donnée] [Ing. data] : Deneysel ölçümler ya da sayımlar sonucu elde edilen sayılar kümesi. verici [es. t. emetör] [Alm. Sander J [Fr. émetteur] [Ing. transmitter]: Uzak bir alıcı için hazırlanmış akımmıknatıssal imlemleri ya d a ses imlemlerini yayan aygıt. verim [es. t. randıman] [Alm. Wirkungsgrad, Güteverhältnis, Leistungs­ fähigkeit] [Fr. rendement (d'une machine)] [Ing. efficiency (of a machine] : Erke dönüştüren işlergelerde, erke çıktısının girdiye oram. 4Verim l'den büyük olamaz.) volt hızı [Ahn. Voltgesckwindigkeit] [Fr. vitesse en volts] [Ing. voltvelocity] : Erkin bir eksiciğin belirli bir gerilim etkisiyle edindiği hızın volt olarak değeri: 1

Volta çifti [Alnı. Voltaelement] [Fr. couple de Volta] {îng. voltaic , couple] : Birbirine değdirilince elektriksel bir gerilim oluşturan değişik i k i metalden oluşan bir çift. t

Volta gözesi .[es. t. Volta pili] [Alm. galvanische Zelle] [Fr. pile de Volta] [lug. voltaic cell, galvanic cell] ; Değişik metalleri üşerli bir çözelti içine batırmakla elde edilen ilk elektriksel erke üreteci. voltluk [es. t. voltaj] [Alm. Spannung] [Fr., îng. voltage] : Elektrik­ sel erkil değişiminin volt olarak tutan.

voltölçer

186

voltölçer bak. geriUmölçer. vuru [es. t. daraban] [Alm. Schwebung] [Fr. battement] [tng. beat]: Sıklıkları yakın i k i dalganın girişimi iıle oluşan ve sıklığı, sikbklar çıkarımına eşit olan dalga. vuruş [es. t. darbe, impakt] [Alm. Aufprall] [Fr., İng. impact] : Çar­ pışan i k i nesneden birinin ya da ikisinin birden hızlarım değiştiren etkileşim. vuruş basıncı [es. t. darbe basıncı] [Alm. Aufprallâruok] [Fr. pression d'impact] [İng. impact pressure] : Devinen b i r akışkanın, akış doğ­ rultusuna dik b i r yüzeye uyguladığı basınç. W watt [Alsm, Fr., İng. watt] : Değeri 1 joule/sn. plan elektriksel güç birimi. wattlik [es. t. wataj] [Alm. Wattzaht] [Fr., íng. wattage] : Watt olarak ölçülen elektriksel güç tutarı. wattölçer [es. t. wattmetre] [Alm. Wirkverbrauchszähler] [Fr. wattmétre] [İng. Wattmeter] : Elektriksel gücü ölçmek için kullanılan, watt¬ lara, bunların kat ve alt katlarına göre bölrnelemniş aygıt. wattsaat [Alm. Wattstunden] [Fr. watt-heure] [İng. watt-hour] ; B i r wattHk gücün bir saatte oluşturduğu ya da harcadığı erke tutan. wattsaatölçer [Alm. Wattstundemesser] [Fr. watt-heuremétre] [İng. watt-hour meter] :• B i r çevrimde harcanan toplam elektriksel erke­ yi wattsaat olarak veren aygıt. weber [Alrn., Fr., İng. weber] : Mıknatıssal alan için M K S dizgesindeki akı birimi. X X-ışını birimi [Alm. X-Einheit] [Fr. unité X] [log. X-unit, X-ray unit]: Kısa morüstü ışmımlann ve X-ışımlannm dalga boylan için kulla­ nılan çok küçük bir uzuriliuk birimi. {X-birimi Ith A°'dür). X-ışını borusu [es. t. röntgen lambası] [Alm. Röntgenröhre] [Fr. tube de Roentgen] [İng. X-ray tube] ; X-ışımlan elde etmek için kullalanılan, havası alınmış şişkin cam boru. İçinde üretilen çok hızlı eksicikler, yollan üzerine yerleştirilen karşı üşeği döverek X-ışınl a n çıkarırlar. 3

yalınkat özdeclksel yaygı

187

X-ışmı izgeölçeri [es. t. röntgen spektrometresi] [Alm. Röntgenspektrometer] [Fr. spectrométre de rayons X] [İng. X-ray spectrometer]: X-ışınlan dzgeleri üzeninde dalga boyu ölçümleri yapmaya yarayan aygıt. X-ışınları {es. t; röntgen şualart] [Alm. Röntgenstrahlen'] [Fr. rayons X] [İng. X rays] : Angström birimi basamağında, çok kısa dalga boy­ lu, çok girgin akımıknatıssal ışınlar. X-ışınlan çözümlemesi [es. t. X-ışınları analizi], [Ahn. Rçntgenanalyse] [Fr. analyse de rayons X] [İng. X-ray analysis] : X-ışınlan kırmımı ile b i r buzşıılun yapısmı çözümleme yöntemi. X-ışınları izgeçizeri [es. t. X-ıştnları spektrograft] [Alm. Röntgenspektropraph] [Fr. spectrographe de rayons X] [İng. X-rays spectrograph] : X-ışınları izgelerini çoğu zaman b i r filme çekerek bu ışın­ ların dalga boylarını ölçmeye ya da bilmen dalga boyunda X-ışınIanyla buzsuUarın örgüsel yapısını çözümlemeye yarayan aygıt. X-ışınları izgesi [es. t. X-ışınları spektrumu] [Alm. Röntgenspektrum] : [Fr. spectre de rayons X] [tag. X-rays spectrum] : Kırınım ağı ola­ rak bıızsuEann kullanılması ile elde edilen X-ışmlan izgeleri. Y yakınsak mercek [es. t. muhaddep adese] [Alm. Sammellinse] [Fr. lenîille convergente] [İng. convergent lens] : bak. tümsek mercek. yakınsaklık [Ahn. Konvergenz, Zusammenlaufend] [Fr., İng. conver¬ gence] : 1 — B i r dizinin i l k n teriminin toplamının, n sonsuza gi­ derken sonlu b i r ereye yaklaşması. 2 — B i r ışıksal dizgenin odak uzaklığının tersi. yakıt [es. t. mahrukat] [Alm. Brennstoff] [Fr. combustible] [ing. fuel] : flava ya da oksijende yanma sonucu ısı erkesi veren özdek. yalın sarkaç [es. t. basit sarkaç] [Alm. einfaches Pendel] [Fr. penduîe simple] [İng. shnple pendulum] : Ağırlıksız sayılabilecek' bir ipin ucuna asılarak erkince salınması sağlanmış cisim. yalın uyumcul devinim [es. t. basit harmonik hareket] [Alm. einfache harmonische Bewegung] [Fr. mouvement pendulaire] [İng. simple harmonio motion] : Zamiamn dikmeliksel bir işlevi ólan ve bir nokta yöresinde yinelenen devinim, bak. uyumcul devinim. yalınkat özdeclksel yaygı [es. t. ünimoleküter tabaka] [Alm. mono¬ molekulare Schicht] [Fr. couche unimoléculaire] [İng. unimolecular layer] : Durgun su yüzeyindeki yağ yaygısında olduğu gibi yalınkat. Özdeoiklerden oluşan katman.

yahtık

188

yalıtık [es. t. izole] [Alm. isoliert] [Fr. isolé] {tog. isolated] : B i r yaMkan ile yalıtılmış olan. yalıtım [es. t. tecrit] [Alm. Isolation] [Fr., İng. isolation] : 'Bir nesne-. nin ya da bir yerin çevresi ile her tüllü erke ya da özdek alışverişini ya da etkJleşinıini engelleme işlemi. yalıtkan [Aim. niohtleiter] [Fr. corps isolateur, diélectrique] [İng. nonconductor, isolator] : Belli bir sıcaklığa dek ası, elektrik, ses vb. biçimlerde erkeyi iletmeyen (Özdek). ani. içyükül. yalpalama [es. t. presesyon] [Alm. Präzession] [Fr. précession] [İng. precession] : B i r eksen çevresinde dönen 'bir cismin, dönme ekseni­ ne dik b i r kuvvet çifti etkisinde kalınca ıdikleşik b i r üçüncü eksen çevresinde dönmeye başlaması. yan-geçit sığacı [Alm, Nebenschlusskondensator] [Fr. condensateur en dérivation] [tng. bypass capacitor] : B i r çevrimin b i r yerindeki akı­ ma, daha düşük b i r çeli veren yanaşık sığaç. yan-köl [es. t. stmt] [Alm. Nebenschluss] [Fr. dérivation] [İng. shunt]; Aknnsölçer gibi b i r elektriksel aygıttan, geçen 'akımı değiştirebilmek için, aygıtın uçları arasına bağlaman bir iletken. yan-kol beslemeli üreteç [es. t. paralel beslemeli jeneratör] [Alm. nebenschluss generator] [Fr, générateur de shunt] [İng. shunt gene­ rator] : ıMııknatıssal alan kangallarının 'döngene koşut olarak bağ­ landığı üreteç. yan-kol çevrimi bak. yanaşık çevrimler. yan-kuşak [Alm. Seitenband] [Fr. bande latérale] [İng. side-band] : Kiplemik radyo dalgalarında, taşıyıcı sikliğin i k i yanındaki sıklık kuşaklarından her biri. y,an-oylum [es. t. kovolüm] [Ahn. Kovolwnen] [Fr., İng. covolume] : B i r uçunu oluşturan özdeciklerin toplam gerçek oylumu. yan-ürahı [Alm. Nebenerzeugnis] [Fr. sous-produit] [İng. byproduct]: B i r üretim sürecinde ana ürünün yanında üretilen İkincil ürün. yanaşık b a ğ l a m [es. t. paralat bağlama] [Alm. Parallelschaltung] [Fr. couplage en parallèle] [İng. connection in parallel] : Elektrik aygıtla• rmm, gereçlerinin heipsine aynı gerilim uygulanacak ve alcımı kolla­ ra ayıracak biçimde yan yana bağlanımı, ani. koşut bağlama. yanaşık çevîJmlcr [es. t. paralel devreler] [Alm. parallel geschaltete Stromkreises] [Fr. circuits paralleles] [İng. parallel circuits] : İlet-

yapay uydu

189

" kemerin, akımın kollar arasında bölüşülmesini sağlayacak biçimde ko­ şut olarak bağlandığı çevrimler, ani. yan-kol çevrimi. yanılgı [es. t. hata] [Alm. Fehler] [Fr. erreur] [tng. error] ; Doğabilimsel ölçümlerde Ölçü aygıtlarından, insan değerlendirmelerinin, yetersizliğinden kaynaklanan belirsizlikler. yanla [es. t. akis] [Alm. Widerhall] [Fr. écho] '[İng. echo] ; B i r dal­ ganın bir engele vurarak aynı ortama geri dönmesi. yankılanım [Alm. Widerhall, Nachall] [Fr. réverbération] [îng. rever­ beration] : Kapalı b i r yerde yinelenen yansımalar dolayısıyla sesin sürüp gitmesi. yansıma [es. t. aksetme] [Alm. Reflexion]- [Fr. réflexion] [İng. reflec­ tion] : B i r engele çarpan dalgaların geldiği ortama geri dönmesi. yansıma açısı '[Alm. Reflexionswinkel, Ausfafywinkel] [Fr. angle de réflexion] [İng. angle of reflection] : Parlak b i r yüzeyden yansıyan ışınla yüzeyin dikmesi arasında kalan ve geliş açısına eşit olan açı. yansımalı ağ [es. t. yansımalı, şebeke] [Alm. Reflexionsgitter] [Fr. réseau à réflexion] [îng. reflection grating] : Metal ya da-cam gibi yansıtacı bir .yüzeye çizilen koşut çizgilerden oluşmuş ışık' ağı. yansımalı gökgözler [es. t. aynalı teleskop] [Alm. Spiegelteleskop] [Fr. télescope à réflexion] [İng, reflecting télescope] : Yıldızların yansıma ile görüntüsünü veren çukur aynadan yapılmış, geniş açıklıklı ve büyük odak uzaklıklı gökgözler. yansıtaç [es. t. reflektör] [Abu. Reflektor] ' [Fr. réflecteur] [İng. reflector] : 1 — Işığı, ısıyı ve s'esi yansıtan araç. ani. ayna. 2 — Çe­ kirdek tepMleşimliklerinde ılmcıkları çekirdek finin içine geri çe­ viren özdek katmanı. yansıtımöSçer [es. t.. reflektometre] [Alm. Reflektometer] [Fr. réfl&c•tomètre] [İng. reflectometer] : Yüzeylerin ışığı yansıtma katsayı­ sını ölçen b i r ışılölçer. yansıtırlık [Alm. Reflexionsvermögen] [Fr. pouvoir réfléchissant] [İng. reflectivity] : B i r yüzeyden yansıyan ışınım yeğinliğinin gelen top­ lam yeğinliğe oranı. 1

yapay ışımelkiniik [es. t. suni radyoaktiflik] [Alm. künstliche Radio­ aktivität] [Fr. radioactivité artificielle] [İng. artificial radioactivity]: Yapay olacak türetilmiş yerdeşlerin ya da uyardan çekirdeklerin ışımerkinliği. yapay uydu [Alm. künstlicHer Trabant] [Fr. satellite artificiel] [İng. artificial satellite] : Dünya ya da başka bir gökcismi çevresinde do-

yapısal denge

190

Ianan kendilerimden bilimsel ya da uygulayrmsal amaçlarla yarar­ lanılan insan yapısı nesneler. yapısal denge [Alm. Str uçtur ellewage] [Fr. balance structurale'] [Ing. structural balance] : B i r öğeciğin dış eksicdk 'kabuğu dcflduruJduğunda oluşan denge. yapısal simge [es. t. yapı formülü] [Alm. Wertigkeitsformel] [Fr. formüle Structurale] [Ing. structural formula] : Özdecik içinde öğeciklerin düzenlenişini gösteren simge. ani. oluşumsal simge. yapısal su [Akn. chemische gebundenes Wasser] [Fr. eau de consti­ tution] [Ing. watter of constitution] : BuxsuÜamna suyunun özdecikier ayrılmadıkça ortaya çııkmayan bölüğü. yapışım [es. t. t'İfisafc] [Alm. Anhaftung] [Fr. adhésion] [Ing. adhé­ sion] : Değişik özdek katmanları arasındaki özdeeiksel çekimden kaynaklanan tutumum. yaprak [es. t. plaka] [Alm. Platte] [Fr. plaque, plateau] [Ing. plate}; 1 — B i r sığacım iletken, yassı metal üşeklerâ. 2 — B i r eksicik boru* sunun üstuşeği, yan-doruk genişliği [es. t. rezonans genişliği] [Alm. halbhohen Spit­ zenbreite] [Fr. largeur de bande à mi-hauteur] [Ing. füll width at half maximum] : Tek b i r doruğu olan bir dağdım ya da çmlanım eğrisinde yarı tepe yüksekliğinin tüm genişliği. yan-kararh hal [es. t. metastabl hal] [Alm. metastabiler Zustand] [Fr. état métastable] [Ing. metastable state] : 1 — B i r ölçüde da­ yanıklı durum. Örmeğim aşındoygun b i r çözelti olduğu gibi bırakı­ lırsa dayanıklılığını korur, ama çalkalanır ya da içine buzsul tane­ leri aşılanırsa buzsullaşır. 2 — B i r öğeciğin ya da bîr çekirdeğin. Öl­ çülebilir bir yan-yaşarm olan uyarılmış hali. yan-saydam [es. t. nim şeffaf] [Alm. durchscheinend] [Fr. translucide] [Ing. transiucent] : Işığı dağıtarak geçirdiği için ardındaki nesne­ leri bulamak gösteren (Özdek). yan-yaşam [es. t. yarılanma zamanı] [Alm. Halbwertzeit] [Fr. demi -vie] [Ing. half-life] : Işımetkin bir özdeğin bozumumla yarıya düş­ mesi için geçen süre. yarıçap [Alm. Kreishalbmesser] [Fr. rayon] [Ing. radius] : B i r çem­ berim çevresi üzermdeki noktalarımın özeğe uzaklığı. yarıiletken [Alm. Haloleiter] [Fr. semi-conducteur] [ing. semicon¬ ductor] : Bayağı iletkenlerin tersine, direnci sıcaklık ve katışkı Özdeklerinıin varlığıyla azalan iletken.

Î91

yavaş ılıncık

yarık [es. î. jant] [Alm. Schlitz] [Fr. fente] [Ing. slit] : K i m i ışık deneylerinde gerekli dar uzun kesitli bir demet elde etmek için kul­ lanılan ince aralık. yanlım I [es. irimi ile ölçülen elektriksel'erkdl. yük yoğunluğu [eş, t. yük kesafeti] [Aim. Ladungsdiphte] [Fr. densité de charge] [îng. charge density] : Bdrijni yüzölçümüne ya da birim oyluma düşen yük tutan. yükgözler [es. t. elektroskop] [Alm. Elektroskop] [Fr. electroscope] [İng. electroscope] : Durgun elektrik yüklerinin varlığım alğdarnafcra kullanılan aygıt. yükleme [es. t. sarf etme] [Aİm. Aufladung] [Fr. chargement] [İng. . charging] : B i r birifceç gözesi ya da takımına boşalım yönünün ter­ sine akım sürerek, üşekleri ve üşerçözüğü yeniden yük-süren kuvvet veren ıduruma getirme. yükselteç [es. t. amplifikatör] [Alm. Verstärker] [Fr. amplificateur] [İng. amplifier] : B i r ünlem girdisinin elektriksel gücünü yüksel­ ten, genellikle bir ya da bir kaç katlı eksiciksel aygıt. yükseltir donüştüreç [es. t. yülcseltici transformatör] {Alm. Aufwärts­ transformator] [Fr. survolteur] [İng. step-up traıısformer] ; Dalgalı akımın gücüne ilişmeden gerilimini yükselten aygıt. yüzerme [es. t. adsorpsiyon] [Alm. Adsorption] [Fr., İng. adsorption]; B i r cismin yüzeyi üzerinde yabancı b i r özdek yaygısı oluşumu,, yüzeyi [es. t. satıh] [Alm, Fläche] [Fr., İng. face] : Uzbilimsel olarak i k i boyutla gösterilen, b i r özdeğkı bir evresini öteki evrelerinden, ya da başka özdöklerden ayıran sınır yüzü. yüzey dalgalan [Alım. OberfläcHewellen] [Fr. ondes de surface] [İng. surface waves] ': İki şıvı evresini ya da sıvı ile uçun evresini ayıran Özgür yüzeyde oluşan i k i boyutlu dalgalar. yüzey erkesi [es. t. satıh enerjisi] [Alm. Oberftächenenergie] [Fr. énergie de surface] [îng. surface energy] : B i r yüzeyin yüzölçümü ile yüzey gerilim katsayısının çarpımı. yüzey Özekli yapı [Alm. kubisch Flächenzeniriert] [Fr. structure cubique à faces centrées] [îng. face-centered cubic structure] : Öğeciltlenin bir ıküpün yüzey özeklerine ve köşelerine yerleşmesiyle olu­ şan buzsul yapı. yüzeyölçer [es. -t. planimetre] [Ahn. Planimeter] [Fr. planimètre] [îng. planimeter] ; Düzlemsel herhangi b i r yüzeyin alanını Ölçmeye ya­ rayan aygıt.

zorlanma

199

yüzme özeği [Alm. Metazentrum] [Fr. métacentre] [İng. metacmter]; Sıvı üzerinde yüzen b i r özdek, denge durumundan aynldjgında* sıvı­ nın geri çağincı kaldırma kuvvetinin etkidiği, kütle özeğinin yuka­ rısına düşen nokta. yüzölçümü [es- t. mesahai sathiye] [Alm. Fläche] [Fr. surface, aire] [İng. surface, area] : Bir cdsinin, uzunluk binini Üstikisi ile ütçfi> len yüzeyi. .

.

*

zar [Alm. Membran] [Fr*, diaphragme] [İng. diaphragm] ; Titrenerek ses üreten ince metal yaprak, zenginleştirim ı[Alm Anreicherung] [Fr. enrichissement] [İng. enrichement] ; Aynı b i r öğenin yerdeşlerinden oluşan b i r karışımıda, belli bir yerdeşin yüzdesini artırma işilemı. zincirleme tepki leşim [es- t. zincir reaksiyonu] [Alm. Kettenreaktion] [Fr. réacÛQn en chaîne] [İng. chain reaction] : B i r kez tetikle nince etkileşimi sona dek sürdürecek tutarda erkeyi ya da özdeği kendi içinden sağlayabilen tepkileşim. zorla devirlim bak. sürülen devinim. zorla salınım [Alm. erzwingene Schwingungen] [Fr, oscillation forcée] [İng. forced oscillation] : Sıklığı, yinelenen b i r dış sürücü kuvvetin sıklığına eşit olandevirunıyadaymeübfr sürülen bir elektriksel çevrimde oluşan dalgalı akım. bak. sürülen devinim. zorla titreşim [Alm. erzwingene Schwingung] [Fr. vibration forcée] • ttng. jorced vibration] : bak. zorla salınım. zorlama [Alm. Beanspruchung] [Fr. effort, tension] [İng. stress] : B i r nesneye etkiyen yamıultucu kuvvet, zorlanma [Alm. Beanspruchung] [Fr. effort] [İng. strain] : Uygulanan bir kuvvet etkisi ile yamrulmaya uğrayan b i r nesnenin boyut sal değişiminin doğal boyutuna oranı.

1983 y nda bask yap lan BU SÖZLÜK HAKKINDA ZORUNLU AÇIKLAMA: Konuyla ilgili baz bilim adamlar önerilen bu yeni kelimelerin önemli bir k sm kullanmamaktad r. Önerilen yeni bazi terimler ciddi ekilde baz eserlerde ele tirilmi tir. Bunlardan baz lar ya aktar lm r: 28 Agustos 2010

Yavuz Bülent Bakiler; Sözün Do rusu - 1: 1982 y nda Azerbaycan'a ikinci gidi imde bana genç bir komünisti rehber olarak verdiler. Rehberim ate li bir komünist oldu u için di erleri gibi Türklü ü kat'iyyen kabul etmiyor konu tuklar dilinde Türkçe de il Azerbaycanca oldu unu iddia ediyordu..Bir gün o genç rehberimle birlikte Bakü'den Sumgay t ehrine do ru yola c kt k. Otomobille giderken do rusu bu ya, onu biraz dü ündürmek istedim. Dedim ki: ''Ay garda , bizde, Türkçe'de say lar bir, iki, üç, dört, be , alt , yedi, sekiz, dokuz, on diye ba lar ve devam eder gider. Azerbaycanca'da say lar nas l ba lar? Dedi ki: '' Bizde de bir, iki, üç, dört, be , alt , yeddi, seggiz, dogguz, on diye ba lay r. '' Ben çok rm gibi yaparak : '' Allah Allah '' dedim. '' Büyük tesadüfe bak ! Dillerimiz ne kadar cok birbirine benziyor.'' Sonra ona, ba i aretleyerek tekrar sordum: '' Türkçe'de biz buna ba , saç, ka , göz, burun, dudak, di , dil diyoruz. Acaba siz Azerbaycan dilinde bunlara ne diyorsunuz ? '' Tam manas yla kö eye s . Ba öne e erek:'' Biz de ba , saç, ga , göz, burun, dudak, di , dil deyirik '' dedi. Ben daha çok rm gibi yaparak ellerimi birbirine vurdum.' 'Allah Allah '' dedim.'' u tesadüfe bak! dillerimiz ne kadar da cok birbirine benziyor ? '' Sonra da uzak da lar , bulutlar , a açlar , gökyüzünü, sular , çiçekleri, güne i, ku lar , bir bir göstererek ama isimlerini önce ben Türkçe söyleyerek sordum: '' Ya bunlara siz Azerbaycan dilinde ne diyorsunuz ? '' Verdi i cevaplar hep ayn yd . '' Biz de da deyirik, a aç, bulut, su, güne , gu deyirik. '' Ben her defas nda hayretlere dü er gibi yap yor.'' Olamaz olamaz ! '' diyordum. '' Bu kadar tesadüf olamaz. rd m kald m do rusu ! '' Azerbaycanca ile Türkçe birbirine ne kadar benziyor ? Derken bir köprü üzerinden gecerken tekrar sordum: '' Ay garda ! '' dedim. Türkçe'de biz buna köprü diyoruz, bunun Azerbaycancas nedir acaba ? Gülümsedi, ''Biz buna körpü deyirik.'' dedi. Topra göstererek sordum: '' Peki Azerbaycan dilinde siz bu topra a ne diyor sunuz ? '' '' Biz ona torpa deyirik '' diyerek gururland . Ben cok ciddi olarak '' haaa '' dedim. '' imdi anlad m ki bizim dillerimiz cok farkl ve ayr imi . Biz toprak diyoruz siz torpa diyorsunuz. Toprak ba ka torpa ba kad r. Biz köprü diyoruz siz körpü diyorsunuz. Dillerimiz ba ka oldu una göre siz Türk de olamass z. Çünkü bir millet ayn dili konu ur. Ayn milletin böyle farkl dili olur mu ? '' Muhatab m susup kald . Bu hadiseyi neden anlatt m biliyor musunuz ? Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi'ndeki ortak kelimelerden mesela hayat , art , eseri, edebiyat , ihtiyac , ehiri, fikiri, imkân , tabiat , üpheyi, hat ray , dilimizden kopar p atanlar ACABA K ME H ZMET ED YORLAR dersiniz; hiç dü ündünüz mü ? Y.B.Bakiler__ Sözün Do rusu 1

1

Ubeydullah Akyüz; Muhte em mparatorlu un Muhte em Dili Osmanl Türkçesi: …………………………………………………….. Dilde esas ve millî olan, seslerdir, gramerdir, dilin iç ve d mûsikîsidir. Dolay yla, her dil, kendi öz yap korumak kayd yla, ba ka dillerden bilhassa kelime olabilir. Meselâ, spanyolca ve Portekizcede art k bu dillerin sesini ve ahengini almakla milliyet de tirmi binlerce Arapça kelime vard r. Ayn ekilde, Sovyet limler Akademisi, Rusçayla

ilgili olarak, "Rusça'y öz Rusça yapmak mümkündür. Ancak, bunun için Rusçada kullan lan kelimelerin yüzde yetmi be ini terketmek ve yerlerine yeni kelimeler bulmak gerekir" raporunu vermi tir. Yine, ngilizcenin asl 'Low German'd r, yani Almancad r; ngilizce zamanla Almanca gibi 'yap m ekli' dil olmaktan km , gramerinde kendine has seyyâliyete gitmi ve bilhassa kelime noktas nda Almanca, Latince, Frans zca ve daha ba ka dillerden o kadar çok kelime alm r ki, bu dilde 'öz ngilizce" kelime bulmak, âdeta zorla r. ……………………………………………………………………………….Eylül, 1991

Safvet Senîh, Kelimelerdeki Sihir: As rlar n sinesinde yo rulup bugünkü kemâl derecesine ula an ve hergün tabiî bir süzülme ve uyum yolu ile daha üstün bir kemâle do ru giden dilimiz, ilmî ve edebî en ince eserleri, his ve fikirleri ifade edebilecek olgunlu a yükselmi tir. Say z müellif, muharrir, edip, ilim ve fikir adamlar z slam kültür hazinesinden, Arap ve Fars dillerinin aheserlerinden seçip ald klar kelimeleri millî zevk ve uurun berrak ayd nl alt nda i liyerek, bunlar Türk tefekkür ve tehassüs dehasiyle uzla p bugünkü zengin Türkçemiz bu himmetlerden do mu tur. smail Habib Sevük'ün ifadeleriyle, "Sanki dünyan n bütün dil âlimleri bir araya toplanm , tasrifleri, kaideleri gayet kolay, istisnâs olm yan, mant kuvvetli, (kelimeleri güzel, telâffuzu ho ve zengin) bir dil yapal m demi ler de Türkçeyi meydana getirmi ler." Nesillerin al n teriyle yo rulup bu derece kemâle ula an bir milletin dilini, bodur ve c z hale getirmeye hiç kimsenin hakk yoktur. Böyle bir ey bu millete kar yap lm en büyük fenal kt r. "Bir milletin bütün zekâs , bilgisi, hassasiyeti dilinde toplan r. Dil onun varl r, müdafaas r, ba ka millet üzerindeki tesirinin en güçlü silah r. Bir millet topra kaybedebilir, dilini unutmazsa o topra a yeniden sahip olabilir. Dilini kaybeden bir millet her eyini de kaybetmi demektir." diyen Peyami Safa ne kadar hakl r. Evet "Giden vatanlar, dilleri diri kalan milletler taraf ndan kurtar ld , fakat dili giden milletlerin ne vatanlar kald , ne de kendileri." A.H.Tanp nar'a göre, kelimeyi kurtarmak, millî bünyeyi kurtarmak gibidir. Muhte em eserini bir kuyumcu hassâsiyeti ile haz rlarken, kulland mücevherler ve hâkketti i sanat nak lar hakk ndaki tercihlerini ve sebeblerini tefsirinin mukaddimesinde ele alan merhum Elmal bilhassa dil ve kelimeler hakk ndaki görü lerini öyle ifadelendiriyor: ran'da ç kan yünden, Avrupa'da bükülen ipten, Türk tezgâh nda dokunan hal , Türk mal 2

tan m. Bir binan n mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olmas lâz m de ildir, diye i ittim. Afrika madenlerinden ç km bir alt n üzerinde bir Türk sikkesi gördü üm zaman ona Afrikal n de il, bizim alt z dedim. Ruhîi Ba dâdî'nin: Sanma ey hâce ki senden zer u sim isterler "Yevme lâ yenfe'u"de "kalb-i selim" isterler sözünü duydu um vakit bunu Türkçeden ba ka bir lisan n Edebiyat na kaydedemedi im gibi, Türkçenin en güzel sözlerinden biri bilmekte tereddüt etmedim." Türkçe bir kelime yerine türkçenin ruhuna uymayan konulurken, fedâ edilen kelime üzerinde as rlar n biriktirdi i mânâ ve incelikler de yok edilmi ; o kelimeden üremi birçok kelime ve mefhumlar da öldürülmü oluyor. Çünkü bir velimiz o kelimeyi gönül ikliminin esintileriyle doldururken bir pa am z da, ona ince bir askerî dehân n izlerini nak ediyor, bir padi ah z da, bir cihan hükümrân olarak koca bir imparatorlu un azametini o kelimeye yüklemi oluyor. te edebî güzelliklerden olan telmîh ve tedâîler;hep bu tarih içinde renklene, cilâlana, geli ip olgunla an güzel kelimelerden do uyor. Çünkü insan, kelimelerle dü ünür. Geli mi bir fikir ve his dünyas na sahip bir insan n nüanslar na, inceliklerine dikkat etti i kelimeler vard r ki, bu seviyede olm yan ki i bütün bu farkl klar bir tarafa iterek onlar tek bir kelime ile ifade eder. Dolay yle bu s ifade onun his ve fikir dünyas da geri ve z b rak r. Meselâ ibtidâî bir insan için; cidâl, mücâdele, cihâd, mücâhede, harp ve muhârebe aras nda fark yoktur ve hepsi hususî olarak "sava " kelimesiyle kar lan r. Ayn ekilde, ilim ve kültüre sahip bir kafa için tâ'dîl, tebdîl, ta yîr, tahvîl, kalb, tebeddül, ta ayyür, tahavvül, istihale, ink lâb mefhumlar sadece "de tirme" ve "de me" kelimeleriyle ifade etmek imkans zd r. Onun için Türkçeyi sadele tirme u runa böyle bir tutum, Türkçemizi r, fakir ve geri bir dil haline getirecek zararl ve u ursuz bir tutumdur. "S fatlar kendinize esir edin, edebiyata hâkim olursunuz." dedikten sonra onlar n dört marifetini "söz, ses, süs ve his!" diye s ralayan Amerikal yazar G. H. W. Ryland, çok hakl r. Evet dilde fakir ve tembel olanlar, farkl klara dikkat etmeyerek hep ayn s fat tekrarlar ve bir monoton hava meydana getirirler. Halbuki kullan la kullan la p lt kaybolan bir kelime yerine usta yazarlar de ik s fatlardan nüanslar sa yarak rengin ve zengin bir ifâde ortaya koyarlar. imdi bir kar la rma yapal m: Büyük bir ziyan - Azim bir ziyan Büyük enerji - Herkülvârî enerji Büyük kasa - Lenduha kasa Büyük duvarlar - Sur-âsâ duvarlar Büyük bir veli - Ulu bir veli Büyük bir ideal - Azametli bir ideal Büyük dönme dolap - Devâsâ dönme dolap

3

Büyük devletliler - ri k

m devletliler

Büyük demir kitlesi - Ejderha demir kitlesi Büyük gürültü - Cehennem gürültü Büyük ahenksizlik - Fahi ahenksizlik Büyük apartmanlar - eddadî apartmanlar Büyük resimler - Devkârî resimler Büyük parmaklar - Iskarmoz gibi parmaklar Büyük erefimiz - Kubbeler kubbesi erefimiz Büyük faaliyet - Kas rgal tozkoparan faaliyet Kelimesiz dü ünmek imkâns z oldu una göre, kelime bilgisi çok mühim demektir. Thomas Sheriden: "Fikirle kelime aras nda öyle yak n bir alâka vard r ki, birindeki eksiklik veya hata, di erinde kendisini derhâl belli eder." der. Dil âlimi Dr. Wilfred Funk öyle der. "Riyâzî bir kat'iyetle söyliyebiliriz ki, kelime bilgisi artt kça insan n dü ünme melekesi de kuvvetlenir." Ba ka bir dil bilgini Norman Lewis ise öyle der: "Kelime bilginizin hududu, zekân n hududunu tesbit eder. Kelime bilginiz artt kça, zekân z da artacakt r." Bunun için "Biz bunlar anlam yoruz "demek mazeret de ildir. Bu tembellik, köklü bir kültürü ve milleti mahveder. Kökü kesilmi a aç neye yarar. Evet a aç kökü ile gürler. ustos, 1983 Safvet Senîh, Kelimelerin Kökleri: Baz lar , bir kelimeyi anlamak ve yerinde kullanabilmek için o kelimenin etimolojisini bilmek gerekti ini iddia ederler. lk bak ta insana inand gibi görünen iddialar biraz incelemeye tabi tutunca, bunun art olmad anlayabiliriz. Bir kelimenin manas ve bugün ne ekilde kullan ld iyiden iyiye ö renebilmek için mutlaka çok derinlere gitmeye gerek yoktur. ngiltere ve Amerika’da etimologlar ve baz filologlar hariç, hemen hemen hiç kimse bütün kelimeleri geni bir aile gruplar halinde renemezler. Mesela, “Lady” kelimesinin etimolojik olarak “somun yo urucu manas na Eski ngilizce “hlaefdiqe” den geldi ini ve “dough” (hamur), “dairy” (süthane) gibi Anglosakson ve Eski ngilizce as ll daha pek çok kelimeyle akraba oldu unu dil bilginlerinden ba ka kimse bilmez. Yazarlar n her halde ço u “lord” un Eski ngilizce’ de ‘hlafward (somun muhaf ndan) geldi ini, “warden” (gardiyan) ve “steward” (önceleri “domuz bekçisi”, imdi “metrdotel” “kamarot”, “ayvaz” v.s.) kelimeleriyle ayn kökten oldu unu bilmezler. “Reward” (mükafat) kelimesinin ise Eski Frans zca “reguarder” den geldi ini hiç bilmezler. Bir kelimenin etimolojisini bilmek o kelimeyi daha anlamaya ve tam yerinde kullanmaya mutlak olarak yard m etmedi i gibi, bazan insan rtabilir de... “Cynic” kelimesini ele alal m; Grek felsefesinde “cynicler” yegane iyili in fazilet oldu una inanan, bunu sa lamak için de nefse hakimiyet ve hürriyet sal k veren filozoflard . Köpeklerin ne kadar sadakatli ve fazilet sahibi hayvanlar oldu unu dü ünürsek bu felsefe mektebinin ismini 4

niçin Grekçe “kynikos” (köpek) ten alm oldu una may z. Gelgelelim kelime bu manaya tak p kalm yor. Bir zaman sonra, “cynic” namiyle an lan filozoflar örf ve adetlerin ve cari felsefelerin iddetli tenkitçileri olarak tan yorlar. Modern “cynic” kelimesi i te bu ikinci manadan do uyor. imdi bu adama cynic denildi i zaman kedisinin her eyi kötü gözle gören, ba kalar hareketlerinde daima menfaat gizli oldu una inanan bir kimse oldu u manas kar z. Cynic kelimesinin manaca art k ne köpekle, ne de köpeklikle hiç bir ilgisi yoktur. Ama bizde etimoloji bilgisi çok, mant k bilgisi k t birisi ç kar, cynic yerine (köpeksi) dememizi tavsiye eder. Halbuki, mesela “Hocam sözlerinizde bir “cynisme” sakl , yerine “Hocam, sözlerinizde bir köpeksilik sakl ,” demeye bu milletin sadece milli zevki de il, milli terbiyesi de müsaade etmez. Ayn ekilde “uslu” kelimesindeki “us” (ak l) köküne bak larak bu kelime “ak ll ” manas na kullan lamaz. “Uslu” ile “ak ll ” aras ndaki fark yaln z uslu çocuklar de il, yaramazlar bile bilir. nsanlar n geli ip olgunla aca kabul etti imiz gibi dil a ac n kelimelerinin de kemale erece ini kabul etmemiz gerekir. Bir adam n ad n Aslan, Korkmaz yahut Sat lm olmas na bakarak o insan n nas l aslan, korkmaz yahut sat lm oldu una hükmedemezsek, bir terimin lafz na bakarak da o terimin manas anlad k diyemeyiz. “Sürrealizm” terimi bize e er bir ey söylemiyorsa, “gerçeküstücülük’’ de söyleyemez. “Gerçeküstü” ne demektir? Sanatta kübizm, fütirizm, fovizm, ekspresyonizm, hepsi gerçek üstü de il mi? Fauvisme (fovizm) “vah i hayvanl k” demektir. Halbuki, Matisse’ in, Rouault’nun, Derain’in vah i hayvanl kla ne alakalar vard r? Onlara bu ad veren san’at tenkidçisidir. Bu tenkidçinin bile “vah i hayvanl k” la alakas yoktur. “Vah i renkler” kullanmak ba ka “vah i hayvanl k” ba kad r. Terime bak p, terim uydurma laubalili inden kurtulup terimlerin asl , manas renelim. Yoksa Peyami Safa’ n n da belirtti i gibi mesela; “benimiçincilik” hiç bir zaman “egocentrisme” kar olamaz. Söylediklerimiz yanl anla lmas n. Biz hemen her eyde oldu u gibi, etimoloji bahsinde de ne ifrat ne de tefrit taraftar z. Bütün kelimelerin etimolojisini herkese ö retmeye kalk mak ne kadar fuzuli bir emek olursa, hiçbirimize hiç etimoloji ö retmemekte o derece yanl r. Arapça ve Farsça’ n n baz temel gramer kaidelerini ö renmek her Türk münevveri için lüzumlu oldu u gibi, en s k geçen Grekçe ve Latince kökleri bellemek de faydal r. Hele beynelmilel ilmi terimlerin ço u Grekçe kök ve eklerden yap ld için, biz de o kök ve eklerin hiç olmazsa en mühimlerinden baz lar renmek mecburiyetindeyiz. Evet biz Siyavu gil’ in dedi i: “Kulaklar z, kelime ve cümlelerin yedi göbek ötesinden gelen ehadetlerle de il, musikisinde, duygu ve fikirle uslubun tam kayna mas ndan süzülen ahenktedir.” anlay kabul ediyoruz. Yoksa bir kelimenin kökünü bilmezsek onu do ru kullanamay z, anlay bir anl k kabul edersek bile bu fikri kabul edenlerden mesela Nurullah Ataç’ n aç k mektubunda geçen kelimeler de bir sürü izah isteyecek. “Kelime” kar kulland “tilcik” teki “til” köküne ne diyelim. Bunun manas kaç ki i biliyor? “Tilcik” i nas l yerinde kullanaca z? Ya “ücük” (harf) “nen” ( ey), “yoru” (mana) ve daha binlercesini? Hepimiz bu ölü kökleri bellemeye kalkarsak milletçe belki etimolog oluruz ama ba ka hiç bir ey ö renmeye ve yapmaya vaktimiz kalmaz. Bir de dilimizde “etmek’’ li fiiller var. Bunlar n da kökü yabanc r diye atamay z. Yaz üslubu, her moda gibi zamanla de ebilir. imdi hemen bütün dünyada cereyan, sade dile do rudur. Halk Türkçesiyle de edebiyat olur. Fakat “sade” olsun dersen Türkçe’ yi fakirle tirmeye hele avamfiripçe bir davran la a bir seviyeye dü ürmeye hiç hakk z 5

yoktur. Evet öz Türkçe’ dir diye, fikrimizi tam anlatmaktan uzak olan kelimeleri (fiilleri) kullanmak do ru olmuyor. Sevmek: te hir etmenin; ço altmak: teksir etmenin, çektirmek: istifa etmenin kar olamaz (i ten el çektirmek de manay kar lam yor.). Böyle gayretke likler, üç ayl k kurstan sonra ecnebi bir dille konu maya çabalayanlar n ibtidailiklerini hat rlat yor. Her millet gibi biz de kendimizi dünyadan hariç dü ünemeyece imize göre, do udan da bat dan da, kuzeyden de, güneyden de “etmek” li fiiller dilimize girmeye devam edecektir. Öteden beri, milletimiz için iki k vard : “Ya “etmek” siz kabile hayat , veya “etmek” li medeniyet bütün dikenlere ra men “gül” ü ‘‘kediotu” na tercih ederiz. imdi bunlardan baz misaller verelim: (1) Mezcetmek: (kat

rmak)

Kanuni Süleyman’ n ihti am ile Sinan’ n dehas binlerce Müslüman ile dolup ta . Bu iki sistemin mant mezcetmeye imkan yoktur.

mezceden bu slamiyet Abidesi

ve oyun kaideleri birbirlerinden tamamen farkl

r. Bunlar

(2) lzam etmek: (cevap veremez hale getirmek) Bu nurani simalar ne güzel konu uyorlar. Ne tatl telmihler, ne ince nükteler, ne yumu ak cinaslarla kar tarafta bulunanlar ilzam etmeye çal yorlar. 0, isticvab nda, gerek muhakemede ak llar durduracak bir so ukkanl kla kendini ve davas müdafaa etmi ve en güçlü hakimleri ilzam edecek, iddia makam tereddüde dü ürecek cevaplar vermi ti. (3) Cerhetmek (çürütmek) Bu mecmuan n o çarp k teoriyi cerheder tarzda kaleme al nacak bir makaleyi ne re amade oldu u haberi de memnuniyet uyand bir ey. Baz lar hiç ara rmadan kendilerine telkin edilen faraziyeleri cerhedilmez bir hakikat san p, hür dü üncelerinin emin yerde bulunu u ile ö ünüyorlar. (4) Cehdetmek: (çabalamak) er milletin st rab ndan do ma bir uurun ate inde dövülmü bir çelikten irade, bütün bu peri an emelleri, bu da k cehdleri bir araya toplay p bir hedefe do ru sevketmezse, encam z nereye var r? Daima ileriye do ru cehd ve gayret etmedikçe ve zaman terakkiyat ndan faydalanamad kça muvaffak olamay z ve ya ayamay z. (5) Heder etmek (bo yere harcamak) “Kurt geldi, bir koyun daha kapt !” kabilinden bir anlay la millet evlatlar edemeyiz.

heder 6

Gelecek nesilleri dü ünmeden, elimizdeki imkan ve nimetleri heder etmeye hakk var m ?

z

(6) Empoze etmek (zorla yapt rmak) Tekni in, fizik-maddi ilimlerin tekamülü, son ke ifler, daimi sulhu sa layacak bir organizasyonu insanl a empoze edecek güçte midir? Gururlar

empoze ederek, insanlar sayg toplayabilirler mi?

(7) htida etmek: (müslüman olmak, hidayete —do ru yola— girmek) Hidayete mazhar olarak “Mir Re id” nam evvel Fener Patrikhanesinin ba vazifelisi idi.

alan Zaharyadis Efendi, ihtidas ndan

Maurice Bucaille, Kaptan Cousteau, Roger Garaudy ve Hans Aiberg gibi me hurlar n ihtida etmesi Bat da müslümanl n yay lmas bilhassa Fransa’ da kiliselerin camiye çevrilmesine sebeb olmu , bu vaziyet hristiyan çevreleri korkuya dü ürmü tür. Mart 1986 Safvet Senîh, Seyyah Kelimeler: Bütün dillerde, birçok kelime ba ka dillere geçmi , denizler a ülkelere seyahat etmi tir. Baz lar gittikleri yerlerde vatan tutup kalm âdeta evlenip ço alarak bir kelime toplulu u meydana getirmi lerdir. Baz lar kök at p bir aile meydana getiremedikleri için yok olup kaybolmu , arkalar ndan bir nesil b rakamam lard r. Bir k m kelimelerin, kendileri veya torunlar tekrar kendi memleketlerine döndüklerinde öyle bir hüviyet de ikli ine u ram lard r ki, art k tan nmaz bir hâl alm lard r... Bu gerçek bütün dil âlimlerince bilindi i halde, bizde bilinmemezlikten gelinmi tir. Bu trî kanuna kar , bilerek veya bilmeyerek gözlerini yumanlar, dilimizde yerle ip kökle mi , renk renk meyve vermi binlerce kelimeyi, yabanc sayarak lügatlar zdan ve dillerimizden atmak istemi lerdir. Fakat yepyeni sürgünlerle, taptaze fidanlarla en ücrâ yerlerimize kadar giren bu kelimeleri ve onlardan meydana gelen kelime ailesini sürüp ç karman n imkâns zl görünce bu sefer, bütün kelimelerin bizim dilimizden ç kt bütün dünya dillerinin Türkçeden do du unu iddia etmeye ba lam lard r. Bunun neticesinde meydana gelen garabetleri önceki say larda arzetmeye çal m. Bu say da da bir ba kas na i âret ettikten sonra, bir çok ülkeyi gezip dola an baz kelimelerden bahsetmek istiyorum. "Yafetik Okul"u kuran Rus dil bilginlerinden Nikola Marr (1865 - 1934)'dan "rahmetli Marr" diye "Arapçan n Türk Diliyle Kurulu u" isimli eserin 1. cildinin 5. sayfas nda bahseden Prof. Naim Hâz m Onat, imparatorlu umuzun hâkim oldu u dönemlerde Türkçeden Arapçaya ister istemez giren kelimeleri delil getirerek asl nda Arapçan n Türkçeden do du unu isbata kalk ve bu mevzuda 1944'de büyük hacimde ad geçen eseri ne retmi tir. Bu eserden gâye güne dil teorisini desteklemekti.... Otobüs kafilesiyle hacca giderken bir kavga ile kar la an bir hoca efendi öyle demi ti. "Ay ral m diye Arapça ba p ça rarak kavga eden bir kalabal n içine girince, oradaki vatanda lar zdan birisi bana —"Lâ tükar hâ!"Yani kavgaya kar ma diye engel olmak istemi ti..." Burada kar mak masdar ndan gelen kelimenin Arapça kal ba uydurularak "neni hâz r" si as na nakledildi ini görüyoruz. imdi bunun gibi Arapça "telfene" "telefon etti" demektir. O zaman Arapçan n Yunanca'dan do mu oldu unumu iddia edece iz. Araplar telefona "hâtif derler ama, "tilifun" diye de kullan rlar. Nitekim "mibsâr" dedikleri yunanca 7

as ll televizyona da "tilifizyun" derler. Hatta bu kökten olmak üzere kulland klar "Telfeze" kelimesi uzaktan görü demektir. Gorci Zeydan diyor ki: "Arapça fiillerden büyük bir k sm n câmid isimlerden ç kt ve asl nda yabanc bir kelime olup sonradan arapçala ld gözden gizli kalm yacak bir hakikattir. Meselâ, Felsefe, tefelsefe gibi... Bunlar n asl Philosofia kelimesidir ki Philia "sevgi", Sofia, "hikmet" köklerinden birle mi tir. Bu çe it kelimeler Arapçada çoktur, bunlardan en ço u Farsça, Yunanca, Lâ-tinceden al nm r. Diller e reti kelime almak ihtiyac ndan hiçbir zaman kurtulamaz. Halk n "istif etti" yerinde kullana-geldi i"settefe" kelimesini sözlüklerde göremeyiz. Anla ld na göre bu da, her ikisi de ayn köke dayanan "Stow" "Stuff'tan al nm r. Halk n bunu ingilizlerden ald büyük bir ihtimalle söylenebilir. Biz kelimelerin göç hikâyelerini dinlerken, göçmen insanlar n k ssalar duyar gibi oluruz. Meselâ " ah" kelimesinin ba na gelenler ran ahlar n ba na gelmemi tir. Satranç oynas n oynamas n hemen herkes " ah mat" tâbirini bilir. Muâr z âha hücum etti iniz zaman ah" diye ikaz e-der, gidecek yeri olmazsa "mat " der, oyunu bitirirsiniz. Arapça "mâte" öldü demektir. Ama art k kal p halinde " ah mat" " ah öldü" demektir. Bir satranç tabiri olarak bunlar n birbirinden ayr lam yaca gibi, dilimize geçerken de böylece kal pla için kimse onun yerine " ah öldü" demez. Ortaça 'da satranç oyunu Acem diyar ndan kalk p Frenk diyar na göç etti i zaman " ah mat" sözünü de beraber götürdü. Satranç bugün belki oyunlar n kral r, ama Ortaça Avrupas nda ancak krallar n oyunu idi. u var ki, " ah mat'taki " ah" sözü, "zarar, ziyan, ma lubiyet" mânâs yle atolardan a p halka kar . " ah" kelimesi eski Frans zca'da "escheque, eschec" yaz p "e ek" diye okunmu tur. (Bunun satrançtaki "at"la bizim "merkeb"le, hiç bir alâkas yoktur.) Orta ngilizce'de "escheque" ba taki harflerin dü mesiyle "checque" haline gelmi tir. Derken "check" (çek) diye yaz lmaya ba lanm , mânâs da "zarar ziyan"-dan "kontrol, tevbîh'e intikal etmi tir. Arkas çorap sökü ü: "check" kontrol demek oldu una göre, "kontrol alt ndaki para" için" chekkere" denmi tir. Derken "kontrol, murabeke" alt ndaki paran n veya bir k sm n ödenmesi için verilen yaz emre de "check" ad verilmi tir. Ve bugün yaln z ngiliz bankalar nda de il, bütün dünya bankalar nda har l har l çekler al p veriliyor. nsan ah ad dü ünüyor da u "çekilenler" pi mi tavu un ba na gelmez diyor. imdi soral m: Bu kelimelerin asl , hâlis muhlis Farsçad r diye ranl lar para yerine geçen kâ t parças hükümdarlar n ad ile mi ça rs nlar? Al -veri lerinde "çek" yerine ah"m istesinler? Birinin kalk p "üstad" n asl Türkçe "usta"d r. Acemler "usta" demeyi beceremedikleri için "üstad" demi lerdir. Öyleyse biz de onlar n kelimesini dilimizden atal m demesi uygun de ildir. Bir kere "usta" ile "üstad" yap k karde ler gibi birbirinin ayn de ildir; aralar nda ince bir fark vard r. "Usta" belki Acemistana buradan gitmi tir. Ama üstad olarak vatana dönmü tür. "Usta" diye bir "zanaaf'ta mâhir olana denir. "Üstad" ise bir ilim veya sanatta üstün yeri olan kimsedir. Di er yandan, asl nda "zanaat", "sanat" n ta ra a ile telâffuzundan ibarettir. Fakat aralar nda mânâca bir nüans mevcuttur. "Türkçe sözlük'e göre "zanaat", "maddeye dayanan ihtiyaçlar kar lamak üzere yap lan ve az çok el mahâreti isteyen muayyen bir i ''tir. Demircilik, marangozculuk, gibi "Sanat" bu mânâya gelmekle beraber bir mânâ daha ta r; ho a gidecek, hayranl k uyand ran bir âhenk veya ifâde kullanma i i: Selimiye Camii, yüksek

8

bir sanat eseridir. Selimiye k las nda hiç sanat yoktur. u halde, "zanaat" yerine "sanat" diyebiliyoruz, fakat sanat yerine her zaman "zanaat" diyemiyoruz. Baz kelimelerin hakiki etimolojilerine indi imiz zaman, bunlar bazen birer heyecanl tarih sayfas kadar insan cezbederler. Meselâ, Almancaya, Lehçe'ye, Frans zcaya, ngilizceye ve daha pek çok dillere girmi olan "horde" kelimesi Türkçe "ordu"dan gelmedir. nsan ne zaman bu kelimeyi bir ecnebi dilde görse, gözünün önüne, ba lar nda tolgalar , ellerinde çlar yla heybet ve ha met saçan atl ak nc lar z gelir. "Hakî" kelimesi Hintçe'dir. 1850 y llar nda Hindistan'daki " ngiliz Guide Corps"u beyaz üniformalar kamufle etmek maksad yle onlar toz topra a bularlard . Yerliler ngilizlerin bu klar na bak p "tozlu" manas na "khaki" dediler. De-meleriyle tutmas bir oldu. Yaln z ngilizler de il bütün dünya bu Hintçe kelimeyi kendi öz diline mâl etti. I. Dünya Harbi'nin en kritik devresinde ngilizler zafer ümitlerini gizli bir silâha, tanka ba lam lard . Fakat bu silaha daha bir ad bile bulamadan onu Fransa'ya sevketmek gerekiyordu, —seri ve gizli olarak dü man avlamak artt — Alman ajanlar aldatmak için tahta ambalajlar n üzerine iri puntolarla "su haznesi" mânâs na "TANK" diye yazd lar. Ajanlar yan lt ld , ithilaf devletleri cepheyi yard , sava kazan ld ama isimsiz silah n ad "tank" kald . ngiliz gemicisi Kaptan Cook 1770'de Avustralya'ya ç p ta önden cepli, yandan kollu, uzun bacakl , hop hop giden garip hayvanlarla kar la nca hayretler içinde kal r, yerlilerden birisine hayvan n ad sorar. O da "ne söylüyorsun, anlam yorum" mânâs na "kan—gu—ru" diye cevap verir. Öteki (Cook) memnun, hayvan n ad ngilizce imlâs ile "kangaroo" eklinde deftere geçirir. Halbuki Avustralya yerlilerinin kendi dillerinde kangurunun ad . "wallabi"dir. Arapça'da " afak" "güne batmas ndan sonraki alacakaranl k" mânâs nad r. Halbuki Türkçe'ye "tan zaman " yani güne do madan evvelki alacal k diye geçmi tir. Böyle tam ters mânâs yla dilimize geçmi ba ka kelimelerden bahsederken smail Habib evük öyle der: "Farsça'da "ön" mânâs na gelen "pi ''i biz "pe imden gel" diye "arka" mânâs na kullan z. Arablar "hala"y "teyze" mânâs na kulland klar halde biz onu anan n k z karde li inden kar p baban n karde i yapt k. Farsça, "serbest'in "ba ba " demek oldu u meydanda iken biz onu tam tersine "ba bo " hale getirdik." "Poyraz" " imal rüzgar " mânâs na "boreas"tan dilimize aktard z gibi daha nice yabanc kelimeleri böyle as l veya de ik mânâlar yle al p söyleni iyle dilimize uydurmu uzdur. O kadar ki, o dilin sahihleri bile anlayamaz. Meselâ: Çama r (câme— uy); "çorap"(çeyrep); "patl can" (bâdingâh); "çar af (çad r— eh); "çapraz" (çeburast); "sarn ç" (sihriç); "tand r" (tennur); "mahmuz" (mihmaz); "per embe" (penç— enbeh); "ho af (ho — ab); demektir. imdi "ho —ab"a bakal m. Farsça "ho su" demeye geliyor. Ama biz ho af içerken ne etimolojisini ne de ba ka bir dilden geldi ini dü ünürüz. Çünkü icab nda "ho af n suyu" sözünü bile söyleriz. Halbuki bu "ho su suyu" demek olur. Bizim tabirimiz ho tur ama bazan ha ivlerin ho a gitmeyeni de olur. Baz kelimeleri fonetik bak mdan oldu u gibi b rakm z, yani ekil ve telâffuzlar na dokunmam z da, semantik de ikli e u ratm z. smail Habib Sevük: "Farsça'da "pehl" asker, "vân" ise muhaf z mânâs na geldi i için ikisinin birle mesinden hâs l olan "pehlevan" onlarda "kumandan" demekken biz kispeti giydirip onu güre meydan na ç kard k" diyor. smail Hamu Dani mend de yaz lar ndan birinde u enteresan misalleri verir: "Bizdeki (itibar) Arapça'da (ibret almak), bizim (hile) onlarda (çâre,tedbir) bizdeki "imzâ" orada (geçirmek)tir. 9

Arapça'da "halt", kar ortaya koymu uz.

rmak demektir. Halbuki biz "halt kar

rmak" eklinde yeni bir ifade

Bütün bunlardan ç kan netice udur ki, milletimizin u veya bu yollarla ba ka dillerden dev irdi i lisan de irmeninde ö üttü ü, milli zevk süzgecinden geçirdi i ve seve seve kulland bütün kelime ve tabirleri Türkçe saymak mecburiyetindeyiz. Haziran, 1985

10

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF