Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler II

August 3, 2017 | Author: Ferhat SARIKAYA | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Nihal ATSIZ çevirileri...

Description

 

 

    www.atsizcilar.com   

  Sayfa 1 

  Mehmed Paşa Efendimiz, Erzurum Ovası'nda asker toplarken İstanbul'dan Büyükvezir Salih Pasa'nın ölümü haberi gelince çok üzüldü. Bütün Sancak Beğleri'ne izin verdi. Kendi de Erzurum'a girip yanında ancak Şeydi Ahmed Pasa kaldı. Bir gece, yabancı kimse yokken ziyafet bahanesiyle birçok güngörmüş ağaları çağırdı. Tuz ekmek hakkına yemin ettirerek dedi ki: "Ağalar! Bu kış kıyamette ben de Abaza Paşa gibi Erzurum'da Celâli olarak Anadolu hazinesini zaptettirip bu kaleye kapanmak isterim, ne dersiniz?". Bütün ağalar kabul ile itaat ettiler (1). Bir gece içinde 200 çengelli merdiven hazırladılar. 2000 Serdengeçti ile Bölükbaşılar hazır oldular. Sabahın alaca karanlığında merdivenlerle iç kaleye geçmek istediklerinde kaledeki muhafız Yeniçeriler farkına varıp savaş naraları atmaya başladılar ve kalenin dört tarafına meşaleler yaktılar, İç kaledeki topları Paşa Sarayı'na çevirdiler. Dışarı varoştaki yeniçerileri de iç hisara alarak kuvvetlendiler ve dış kalenin kapısını açmadılar. Mehmed Paşa'nın askerleri dışarıda kaldı. Paşa da 2000 askeriyle sarayda kalmaya mecbur oldu. Yeniçeriler kaleden sarayı topa tutmaya başlayacakları zaman araya şehrin ileri gelenlerinden ara bulucular girip "bire aslı yoktur" diye Yeniçeri Ağası'na, (2) çorbacılara (3) hil'atler giydirdiler. 10 kese de susma hakkı verildi. Böylece kargaşalık önlendi (27 Kasım 1647). Bundan 10 gün sonra, 10 Zilkade 1057 de (= 7 Aralık 1647) bir adam Azerbaycan Kapısı'ndan girip bir eşek yükü havuç getirerek doğru Şer'îye Mahkemesi'ne geldi. Emir Buhârî Şeyhi'nin damadı olan Molla Efendi'nin huzuruna girip: "Sultanım! Bir eşek yükü havuç getirdim. Eşeğim bağırmadan, kaleden Yeniçeriler çağırmadan, Paşa kullarını başına kığırmadan (4) benim şu havucuma bir nerh ver" diyince Kadı: "Meramın nedir yahu" der. O da: "Erzurum'u Müsellimlikle (5) zaptetmektir (6) diye cevap verir. Molla hemen işi anlayıp yerinden kalkarak "hoş geldin Müsellim Ağa" der ve derhal Erzurum'un kapılarını kapattırır. Yeniçeri Ağası'na, Çorbacılar'a, vilâyetin ileri gelenlerine haber gönderir. Paşa'ya da duyurur. Bu durum karşısında Müsellim'in artık korkusu kapattırır. Yeniçeri Ağası'na, Çorbacılar'a, vilâyetin Ocağı ileri gelenleriyle Paşa Divanı'na gelip Padişah emrini okuttu. Bununla Erzurum Ej'aleti Valiliğinin Gürcü Koca Mehmed Paşa'ya ihsan olunduğu öğrenildi. Defterdaroğlu Mehmet Paşa "Allah mübarek eyleye" diyerek Müsellime kıymetli bir kattan giydirtti. Zavallı Müsellim edep ve terbiye ile geriye giderken oradakilerin eteğine basıp yere düşünce korkarak: "Aman sultanım! Ben emir kuluyum. Suçum yoktur. Aziz başın için beni asma" diye" feryada başladı. Meğer evvelce "Paşa, Müsellimi asmak için Divanhane'de bir makara yaptı" diye bir söylenti yayılmış. Müsellimin eşek ve havuçla mahkemeye gitmesine de sebep bu imiş. Korkusunun boşuna olduğunu anlayıp aklı başına gelen Müsellim, Paşa Efendimiz'e hitaben: "Sultanım! Hemen yarın sabah kaleden çıkıp üç günde hazırlığınızı görün. Bu müddette bu şehirden çıkarsınız" diyince Paşa Efendimiz çok öfkelendi: "Bire vurun şu kahpeyi! Bak şu mel'unun kabul edilmez teklifine! Ben yüce vezir olayım da bu da bana böyle dirensin ha" diyince "Çorbacı Halil Ağa" araya girip Paşa'nın kalede bir hafta oturduktan sonra gitmesine karar verildi. 18 Zilkade 1057 ( = 15 Aralık 16«) de, Sert Bir Kışta Erzurum'dan istanbul'a Hareket önce Revan Hanı (7) tarafından 3000 baş hayvandan mürekkep kervan "Yezdânbaş" adlı Şah otağı ile geldi. Bunların ger'î kanun üzere gümrükleri alındı. Gümrük Emini Tatos (8) adlı Ermeni'nin feryadı işitilmedi. (9) 440 kese kadar gümrük alınıp büyük alayla Erzincan Kapısı'ndan dışarı çıkılıp "Pazarbaşı Değirmenleri" adlı ferah yerde duruldu. Erzurum ileri gelenlerinden birçok hediyeler geldi. Dört çevreden ağalar gelip dairemiz büyüdü.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 2 

  1 Paşa'nın bu ters tutumuna sebep Birinci Cildin sonunda belirtilen vak'adır. Yani Büyükvezir Salih Pasa'nın idam edilerek yerine, Defterdaroğlu Mehmed Pasa'nıkn can düşmanı olan Tezkereci Ahmed Pasa'nın Büyükvezir olmasıdır. Mehmed Paşa bundan, kendi hayatı bakımından kuşkulanmıştı. 2 İstanbul'daki Yeniçeri Ağası'ndan başka her şehirdeki Yeniçeri birliğinin en büyük kumandanına da Yeniçeri Ağası deniliyordu. 3 Çorbacı, büyük rütbeli Yeniçeri subayıdır. 4 "Kığırmak", çağırmak, davet etmek demektir. 5 "Müsellim", vali adına bir eyalet idaresine elkoyan ve vergi toplayan vali vekili demektir. 6 "Zaptetmek" bugünkü mânasında olmayıp "idare etmek", "idareye hâkini olmak" yerinde kullanılmaktadır. 7 "Revan Hanı"ndan maksat İranlılar'ın Revan valisidir. Türkler'in hâkim olduğu İran ve Hindistan'da "Han" unvanı devlet kademesinde yüksek mevki alan herkese verilmiştir. Pakistan'ın son iki devlet başkanının "Eyüp Han" ve "Yahya Han" olduğu hatırlansın. (8) Bunun doğrusu "Tatyos" olmalıdır. (9) Defterdaroğiu Mehmed Paya" Celâli olmaya karar verince yanındakilerin beslenmesi için gerekli parayı Erzurum gümrüğünden sağlamaya çalışmış olmalıdır. Bu parayı Osmanlı Devleti memuru olan Gümrük Emini Tatos'tan zaptedince herhalde bu Ermeni korkudan ses çıkaramadığı için Evliya Çelebi "Ermeni'nin feryadı işitilmedi" demektedir.

Erzurum'da bazen güzel hava, bazen de kar ve boranla dururken "Bağdat Valisi Salih Pasa Kethüdası İbrahim Paşa" ran ölümü haberi geldi. 100 Atlı İç Ağası, 70 Kapıcıbaşı, 7 Bayrak 700 Sarıca, 3 Bayrak Sekban gelip hepsine tayınlar ihsan olundu. (10) Bağa, İbrahim Paşa için hayli ağladı. Ertesi günü Devlet Kapısı'ndan "Tokmak Haseki" adlı bir ulak gelip Padişah'ın su emrini getirdi: "Sen ki vezirim Mehmed Paşa'sın, evvelce selefin Süleyman Pasa Acem'in isyanını arzetmekle seni eyaletin askeriyle Revan'a yürümeye memur etmiştim. Ağır hareket edip gitmede ihmal göstermişsin. Gerektir ki yüce emrim vardıkta bir an durmayıp arpalık olarak sana ihsan eylediğim Kars Eyaleti'ne gidesin. O sınırları koruyasın. Yüce alâmetime itimad kılasın". Yüce emir okunduktan sonra Paşa, Haseki'ye 3 kese yolluk verip İstanbul tarafına yolladı. Kendisi de ne olursa olsun diyerek Kars Eyaleti'ne gitmeyip İstanbul tarafına yöneldi. Önce Erzurum'dan batıya 3 saat giderek "Kân" köyünde durduk. Erzurum Ovası'nın ortasında mamur bir köydür. Yine o ovada batıya 5 saat giderek "Ihça" köyüne geldik. Erzurum Ovası'nın batı yönü sonunda güzel bir sıcak sudur, Akkoyunlu padişahlarının hayratından olarak üzerinde kubbesi vardır. Havuzunun içi kum döşelidir. Suyu fazla sıcak olmayıp itidal üzeredir. Suyunda öteki ılıcalardaki kükürt kokusu var. Uyuz ve abraşlık (11) hastalıklarına faydalıdır. Buradan batıya 5 saat giderek "Hınıs" köyüne vardık. 200 evli köydür. Yine batıya 5 saat giderek "Mama Hatun" köyüne geldik. Dereli bir yerde, kayalar dibinde 200 evli Müslüman köyüdür. Bir beyaz yalçın kaya dibinde Mama Hatun Ziyaretgâhı vardır. Akkoyunlu Padişahlarının hatunlarından bir hayır sahibi imiş. Evkafı mîrîye katılmış olduğu için imareti haraba yüz tutmuştur. Buradan yine batıya giderek "Ketür" köyüne geldik. Mamur bir köydür ve zeamettir. Burada Fırat Irmağı üzerinden ham tuğladan yapılmış bir köprüden geçilir. Paşa burada üç gün kalarak beni Kemah Kalesi'ne, Tuzla Emini Emîri Ahur Hasan Ağa'ya gönderdi.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 3 

  (10) Bu ifade ile Bağdat Valisi İbrahim Paşa'nın maiyetinin Mehmed Paşa'ya katıldığı anlaşılıyor. "Sarıca" ve "Sekban"lar valilerin özel askerlerine verilen addır. "Bayrak" bunların küçük birliklerinin adıdır. Bunlara tayinler ihsan olunması, maaş bağlanması mânâsına geliyor. Bilhassa disiplinin zayıfladığı zamanlarda bu Sekban ve Sarıcalar halka hayli kötülükler etmişlerdir. (11) Uyuz hastalığının bir çeşidi.

Kemah Kalesine Gidiş Ketür köyünden kalkıp Fırat kıyısına mamur yerlerden 9 saat giderek "Şırım" köyüne geldik. Kemah sınırındadır. Buradan yine güneye, Fırat Irmağı ile 7 saat geçerek "Emin" köyünde durak yaptık. Bu da Kemah sınırında olup Tuzla Emini'nin hasıdır. Buradan yine Fırat kıyısınca giderek "Kemah Kalesi" ne geldik. Kemah Kalesi eski kayserlerden birinin yapısıdır. Sonra Uzun Hasan'ın eline girip Temür'ün kuşatmasına uğramışsa da dayanmıştır. Sonra Birinci Sultan Selim, şehzadeliğinde Trabzon'da iken bir aralık bu kaleyi fethedip içine asker koymuştur. Sonraları Şah İsmail isyan ederek (12) bu kaleyi ele geçirmiştir. Sonra Sultan Selim müstakil Padişah olunca ilkönce Acem'e savaş ilân edip büyük ordu ile Anadolu içinden gelerek bu Kemah Kalesi'ni kuşatmıştır. Kale "Bıyıklı Mehmed Paşa" eliyle fethedildikten sonra daha birçok kaleler alarak Acemistan içerilerine doğru ilerlemiştir. Kale, Kanunî Sultan Süleyman tahriri üzere Erzurum toprağında "Kuruçay Voyvodalığı" hükmündedir. Erzurum Paşası'nın hası ve subaşılığıdır. 300 akça ile nâibliktir. Kercas, Kuruçay, Şehir adlarındaki nahiyelerinden kadısına yıllık 3000 kuruş hâsıl olur. Ahalisi İslâmiyet'e itaatli ve sadıktır. Bir hâkimi de Kale Dizdarı'dır. 500 kale neferi olup Tuzla'dan muayyen maaşlarını alırlar. Yeniçeri Serdarı, Sipah Kethüda Yeri, Nakîbüleşraf'ı ve ileri gelenleri vardır. Bir hâkimi de Fırat Irmağı'nın karşı tarafında, bir saat mesafedeki 700 evli "Kömür" köyünde oturan Tuzla Emini'dir. Kardan beyaz, Kırşehir tuzundan lezzetli tuzu olur ki her yerde meşhurdur. Bingöl Yaylağı'na çıkanlar tuzu hep bu Kemah şehrinden alır. Bu şehrin övülecek bir nesnesi de ince ve sağlam çadır bezidir ki benzerinin bir diyarda olmak ihtimali yoktur. Rumeli'deki Dırama bezinden iyi, temiz, peçe gibi bezi olur. Hatta halkın dilinde "Kemah bezi, Erzincan kozu, Bayburd'un kızı" diye darbımesel olmuştur. "Kömür" köyü civarında bağlardan akan "Kömür Suyu", Kercas Dağları'ndan gelip bu Kemah Kalesi dibinde, bir gün mesafedeki "Sultan Melih Gazı Tekkesi" yakınında Fırat Irmağı'na dökülür. Bunun aşağı yukarı karşısında "Mübarek" köyü vardır. Mamur köy olup Erzurum Kalesi Kulları'nın hasıdır. Tanrı'nın Hikmeti: Bu "Mübarek" köyündeki mağaraların içinde temmuzda akan saf sular donup buz olur. Halbuki kış günleri hamam suyundan ziyade ılık olur. Tanrı'nın acayip hikmetidir. Bütün vilâyet halkı "katık peyniri" dedikleri peynirlerini bu mağaralarda saklarlar. Böyle bir soğuk su mahzenidir. Erzurum'dan gelirken bu yerlerde Fırat Irmağı üzerindeki bir göz büyük köprüden geçip 500 adım kadar yokuş yukarı "Keyan" adlı kayalı yerleri aşmalıdır. Göğe uzanmış kayalardır. Kaleye çıkarken bu Keyan Kayaları sağ yöne düşer. Cehennemin dibi ve Gayya kuyusu gibi uçurumdur. "Ayn-ı Manzar" dedikleri çay dahi burada Fırat Irmağı'na karışır. Bu çay "Çebel-i Manzar''dan (13) çıkıp şehrin bahçeleri içinde "Salmı Deresi" ile birleşip Keyan altında Fırat Irmağı'na karışır. Berrak, saf ve hızlı bir sudur.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 4 

  (12) Osmanlılar kendilerini cihan hâkimi gördükleri için kendilerine karşı savaşan müstakil padişahları da isyan etmiş sayarlardı. (13) Cebel-i Manzar" Manzar Dağı, "Ayn-ı Manzar" Manzar Pınarı demektir.

Keyan Kayası denen yer kale dibidir. Oradan hayat suyu gibi bir su kaynar. Buraya yakın "Ali Kayası" derler bir kaya vardır. Bu şehir halkının boş inancına göre Hazreti Ali gelip belini dayayarak dinlendiği için hâlâ bel ağrısına tutulanlar o kayaya belini koysa iyileşir derler. Ama hassası Allah'tandır. Şehir ahalisi bu kayaya "Kirli Kaya" derler. Bu kayadan yokuş yukarısı Gayrimüslim varoşudur. 2 hanı, 2 hamamı, 1 büyük camisi var. Hamamının birisi mahkemeye bitişik "Çorbacı Hamamı", öteki de Keyan'a yakın, Fırat Irmağı kıyısında "Kethüda Yeri Hamamı" dır. Varoş etrafında büyük bir bina yoktur. Bu varoştan yukarı şehrin büyük kalesi göğe doğru yükselir. Kemah Kalesi beşgen şeklinde, sağlam yapılı güzel bir kaledir. Burçları ve duvarları büyük taşlarla yapılmıştır. Erzurum Eyaleti içinde benzeri yok gibidir. Fırat Irmağı'na aşırı eğilmişse de bundan zarar gelmez. Kıbleye bakan bir kapısı ile ondan içeri iki kat kapısı vardır. Üçü de süslü, metin demir kapılardır. Önceki kapının iç yüzünde sağ ve solda ikişer tunç top vardır. Boylan 27 şer karış olup 3 kantar ağırlığında gülleler atarlar. Şurası garip ki böyle ağır, acayip, kalkıp inmesi güç topları bu yalçın kaya üzerine nasıl çıkarıp da koymuşlar, içerdeki kapısının üst basamağı üzerine bir pehlivan gürzü, Hazreti Ali'nin bir oku ve yayı asılmıştır, iç kalede toprak örtülü 600 kadar ev vardır. Lâkin dar yerde yapılmış bağsız, bahçesiz evlerdir. İçerisinde "Kara Yakuboğlu"nun, "İbrahim Çelebi"nin evlerinden başka bahçeli ev yoktur. Kale içinde kendi haline bırakılmış boş toprak çoktur. Hatta boş olan yerlerde 5 tane buğday ambarı var. içerisi Yavuz Selim Han'dan beri pirinç çeltiği (14) ve darı ile doludur. Gören, bugün harmandan gelmiş de ambara konulmuş sanır. Kuşatmalarda asker bununla karnını doyurur. Bu iç kalede 11 mihrap (15) vardır. 3 tanesi camidir. Kale kapısından içeri "Beğ Camisi" gayet büyük ve eski tarzdadır. Bir kagir minaresi vardır. Bundan başkası tahta minareli olup diğerleri minaresiz mescitlerdir. Kalenin kuzeyinde, Şehitler Kulesi üstünde büyük, küçük 32 tane top vardır. Kapıdan aşağı, kayadan kesme su yolu ile ta aşağı, ırmağa iner su yolu vardır. Kuşatma sırasında oradan su alınıp susuzluk giderilir. Aşağıda birbirine yakın 3 tane su sarnıcı vardır. Birisi çok lezzetli, biri güherçileli su, öteki tuzlu sudur. Bu şehrin de güzelleri herkesçe övülüp beğenilir. Şehir Erzurum Eyaleti sınırları içinde olup ahalisi Türk'tür. Yabancılara dost, dindar, uysal adamları vardır. Mahsullerinden çadır bezi, ak ve lezzetli tuzu, katık peyniri denilen katmer peyniri meşhurdur. Midilli'nin lor peyniri, Şam'ın kureyşe peyniri gibi peynirlerinden taze, lezzetli ve çabuk sindirilir bir peynirdir. (14) "Çeltik", kabuğu ayıklanmamış pirinç demektir. Pirinç çeltiği demek yanlışsa da Evliya Çelebi böyle yazdığından aynen aldık. (15) Evliya Çelebi, cami ve mescidin ikisine bîrden mihrap adını veriyor.

Bir de baharda bu şehrin dağlarına çulluk (16) kuşları gelip bostan ve dağlarına konar. Kemah halkı bunun mevsimini bildiklerinden gidip kuşu avlayarak tüylerini yolup tuzla turşu yaparlar. Kışın yerler. Çok lezzetli kuştur. Kuvvetlendirici eti vardır. Ellerinden kurtulan kuşlar başka yerlere göçer. Burada "Kened Efendi Ziyareti" ile köprü başında "Melik Gazi Sultan Ziyareti" vardır. Şehir anayol üzerinde olmadığından kervan yolu değildir. Taşlık bir yerde olup Fırat Irmağı, Sultan Dağı'ndan gelip bu şehir arazisini sular. Bu kalenin kayasını dolanıp batıya doğru akarak İzali Kürtleri içinden geçer. Bingöl'den sonra Murad lrmağı'nı da alır. Sonra Fırat Irmağı, Malatya yakınında "Kömür Ham" geçidinden akar. Harput, Eğin, Palo, Diyarıbekir gibi yerlere gitmek isteyenler Fırat'ı gemi ile geçmeyince karşıya varamaz.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 5 

  Bu şehri üç gün temaşadan sonra Paşa'nın malı olan Kuruçay Voyvodası'nın muhasebesini görüp kalan malından 700 kuruş alındı. Bana da eski ücret olarak 100 kuruş verdiler. Tuzla Emini Emir Hasan Ağa'dan bakaya mal için 150 kuruş aldık. Buradan giderek öteki işlerimizi görüp dönüşte yine bir gece Kemah'ta misafir olduk. Ertesi günü sabahleyin Fırat Irmağı kıyısınca 9 saat giderek "Şurım" köyüne geldik. 200 evli bir köydür ve zeamettir. Buradan da Fırat Irmağı kıyısınca zaman zaman sarp yollardan giderek 10 saatte "Cebece Hanı" durağına vardık. Eski zamanda mamur ve şenlikli yermiş. Yine kuzeye giderek Fırat Irmağını sağ tarafımızda bıraktık. Buradan kalkıp geniş bir ovada giderek "Çemen" köyüne geldik. Azerbaycan toprağında mamur bir köydür. Ketesi (17), keşkesi (18) meşhurdur. Burada pek çok tipi, boran ve kar zahmeti çekip canımızdan bezdik. Buradan kalkıp Erzincan Kalesi'ne geldik. Erzincan: Erzurum'a bağlıdır. Cennet bağı gibi bir yer olup nice bin padişah bunu elde etmek için uğraşmıştır. Nihayet 855 yılında (=3 Şubat 1451 - 22 Ocak 1452),(19) Erzincan padişahı olan Sultan Zâhireddin (20) Yıldırım Bayazıd Han'ın dört çevresindeki düşmanlarından intikam almak için yıldırım gibi nereye yönelirse muzaffer olduğunu görünce Amasya Kalesi'nin fethi günü (21) Amasya'ya gelip Erzincan Kalesi'nin anahtarlarını Yıldırım Bayazıd'a teslim etmiş, Padişah da lûtfunun çokluğundan Erzincan tahtanı yine Sultan Zâhireddin'e M ihsan etmiştir. Lâkin sikke ve hutbe Yıldırım Bayazıd adına olmuştur. (16) Müellif Arapça "selva" kelimesini kullanıyor. Bıldırcın da olabilir (17) "Kete", pirinç unu hamurundan yapılmış bir nevi katmerli çörektir. (18) Belki de "kurutulmuş yoğurt" demek olan "keşk" in başka bir şeklidir. (19) Bu hicrî 855 tarihi büyük bir yanlıştır. Bu tarihte Yıldırım Bayazıd hayatta değildi. Yıldırım'ın Erzincan'ı alması hicrî 803 (=22 Ağustos 1400 - 10 Ağustos 1401) tarihindedir (20) Erzincan Beği'nin adı "Tahartan" yahut "Mutahharten" dir. Moğollar hizmetindeki bir Uygur ailesinden geldiği için doğrusunun Tahartan olması muhtemeldir ki bu ad Doğu Türkçesi veya Moğolca bir kelime olabilir. (21) Bu da tarihî bir yanlıştır. Amasya, Yıldırım'dan önce de Osmanlılar elinde bulunuyordu.

Bu halin üçüncü yılında Sultan Zâhireddin merhum olduğunda memleketi Karakoyunlu şahlarından Kara Yusuf'un eline girmiştir. O da 7 yıl kadar hüküm sürdükten sonra Temür çıktığından Kara Yusuf korkusundan tahtını ve rahatını bırakıp Bağdat hükümdarı Sultan Ahmed Calayır (22) ile Yıldırım Bayazıd Han'a kaçıp ona sığınmışlardır. Temür bu iki padişahı Yıldırım Han'dan istediyse de vermedi. "Şehrinden, ülkenden kov" dedi. Lâkin Yıldırım Bayazıd Han, Temür'ün sözüne bakmadı. Bu vak'a Temür'ün Osmanlılarla kavgasına sebep oimuştur. Temür gayet kalabalık ordu ile Yıldırım Bayazıd Han üzerine gelirken Kara Yusuf ve Sultan Ahmed Calayır da Antalya'dan (23) gemilere binip Mısır'a kaçmışlar, Sultan Barkuk'a sığınmışlardır. Beri taraftan da Erzincan taraflarına Uzun Hasan Malik olarak burada sikke ve hutbe sahibi olmuştur. Hâlâ Mevlevi Hanı yakınında darphanesi gözükmektedir, öte yandan Yıldırım Bayazıd Han Cennete varıp Erzincan'da Uzun Hasan müstakil olmuştur. (24) Yıldırım Han'dan sonra şehzadeleri Musa, İsa, Süleyman ve Şehzade Mehmed Çelebiler zamanında Anadolu karmakarışık olup nihayet Çelebi Sultan Mehmed müstakil padişah

www.atsizcilar.com   

Sayfa 6 

  olmuştur. O zaman Uzun Hasan'la uğraşmaya vakti olmadığından Uzun Hasan ta Fatih zamanına kadar Osmanlı Ülkesine el uzatmakla vakit geçirmiştir. Nihayet 878 yılında (= 29 Mayıs 1473 - 17 Mayıs 1474) Fatih bunu meşhur savaşta yenerek ve bütün Erzurum ve Erzincan taraflarını alarak buraların kinci fatihi olmuştur. (25) Sonraları, Bayazıd Han zamanında, Sultan Selim Şehzadelikle Trabzon'da vali iken gah İsmail bir aralık Erzincan'ı zaptetmiştir. Sonra Sultan Selim, Osmanlı tahtına çıkınca Şah İsmail üzerine ordu çekip Erzincan Ovası'na gelmiş, 921 yılında (= 15 Şubat 1515 - 4 Şubat 1516) Erzincan'ı savaşsız, aman ile almış, o halde Erzincan'ın üçüncü fatihi olmuştur. (26) Kanunî Sultan Süleyman Han tahriri üzere Erzurum Eyaleti'nde Paşa hasından ayrılmış olup hâkimi Subaşı'dır. 150 akçalık yüce bir kazadır. Nahiyeleri ve köyleri vardır. Kadısına 6 kese hâsıl olur bir hâkimliktir. Şeyhülislâmı, (27) Nakîbüleşrafı, Sipah Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı, 150 tane de ticaretle uğraşan kale neferleri vardır. (28) Hâkimleri Muntesib Ağası ve Şehir Nâibi'dir. (22) Bu kelimenin "Celâyir" şeklinde okunması yanlıştır. Bir boy adıdır. Türk ve Moğol dillerindeki ses uyumu kanununa göre söylenişi Calayır'dır. (23) Metinde: Adalya. (24) Bu da büyük bir yanlış. Yıldırımla Uzun Hasan çağdaş değildi. (25) Evliya Çelebi'nin bahsettiği meşhur savaş Otluk Beli Savaşıdır. 1473 Ağustosu'nda yapılmıştır. (26) Yavuz'un bu seferi 920 de başlamış ve Erzincan 1515 Temmuzunda Osmanlı ordusuna savaşsız teslim olmuştur. (27) Şehir kadısı demek istiyor. (28) Osmanlı askerî teşkilâtının ne kadar bozulduğu bu ticaretten anlaşılıyor.

Kalesi düz ve ferah bir ovanın ortasında kare seklinde, taştan yapılmış küçük ve güzel bir kaledir. Ama dört duvarı gayet alçaktır. Dört çevresindeki kuleleri metin değil. Kale eskidir. Hendeği çepeçevre alçaktır. Abaza Paşa, Erzurum'da isyan ettiği zaman hendeği, burçlarını ve duvarlarını tamir edip savundular. Lâkin Abaza'dan kurtuluş olmadığından çaresiz, kaleyi ona teslim ettiler. Bir demir kapısı vardır. Dışarı varoştan şehire hendekten köprü ile geçilir. Kale içinde 200 tane bağsız, bahçesiz evi, 1 camisi vardır. Başka imareti yok. Çünkü kalenin içi dardır. Dışarı varoşunda 1800 kadar ev var. Yükseklikleri pek azdır. Küçük büyük 70 mihrabı olup 7 tanesi camidir. 7 tane de Derviş Tekkesi vardır. En meşhurları "Hazretti Mevlânâ Tekkesi" olup içinde her gece Mevlânâ devri (29) olur. Mevlânâ evlâdından Çelebi Efendi dahi tekke sahasında gömülüdür. Evkafı kuvvetlidir. Kütüphanesinde Hazreti Molla'nın (30) el yazısıyla bir Kur'an, bir de Mesnevi vardır. "Abdülkadir-i Geylânî Tekkesi" dahi meşhurdur. Hamamlarının en meşhurları "Bir Kalem Hamamı" ile "İskender Hamamı" dır. 11 kadar büyük hanı vardır. 48 mahallesinde 40 tane küçük çocuk mektebi vardır. Bilginleri ile talebesi çok olduğundan her cami ve mescidinde karşılıksız ders veren dersiamları vardır. Bütün fenler okutulur. Akıllı, olgun, kibar, anlayışlı, uysal, yumuşak huylu adamları vardır. Hepsi kısa esvap giyer. Şöhret âfettir diye ipek elbise giymezler. Yer yer güzelleri çoktur. Ama kadınları çok iffetli olduklarından tamamiyle örtülü gezerler. Ayaklarına çizme, başlarına diba arakçın (31) giyerler. Küçük, kagir bedesteni vardır. Orada bütün kıymetli mallar bulunur. Çarşısında 50 -100 kadar küçük dükkânı vardır. Havası oldukça yumuşaktır. Doğu tarafında, dağ aşırı Erzurum iki konaktır. Buraya kar yağar. Fakat üç günden çok

www.atsizcilar.com   

Sayfa 7 

  durmaz. Yaz, kış sebzesi eksik değildir. Her türlü tahıl çoktur. Yiyeceklerinden 70 türlü sulu armudu meşhurdur. Hatta Paşa'ya buradan 17 türlü sulu armut verdiler. Ünek üzümü (32) yenisi gelinceye kadar kalır. Zerdalisi, armut kurusu, dut kurusunun beyaz ve sarısı, mor ve kara dutu meşhurdur. Çarşı ve pazarında dut kurusu sattıkları gibi yük yük başka yerlere de götürürler. Türlü türlü dut pekmezini günlük ve baharat ile terbiye ederler. Bir kâsesini içene taze hayat verir. Mesireleri çoktur. Meyveleri iki günde seyisaneler (33) ile Erzurum'a götürülür. Ziyaretgâhları: Bahçeler içinde "Hazreti Hızır Makamı" herkesçe ziyaret olunan bir binadır. "Mevlevihane Şeyhi Halid Efendi Ziyareti". "Vezir Hemden Pasa Ziyareti": Yavuz Sultan Selim vezirlerinden olup Çaldıran (34) savaşına giderken ölerek bu şehirde gömülmüştür. (35) Daha çok ziyaretleri varsa da öğrenemedim. (29) Mevlevi raksı demek istiyor. (30) "Hazreti Molla" tabiri Osmanlı kaynaklarında Mevlânâ için çok kullanılan bir terkiptir. (31) Başlığın altına giyilen takke. (32) "Önek" yahut "ünk" veya "üng" de okunabilir. (33) Hem seyisi, hem de sefer levazımını birlikte taşıyan İri ve dinç at. (34) " Evliya Çelebi burada da Çaldıran yerine Çıldır diyor. (35) Hemdem Paşa. Karaman Beğlerbeğisi olup yeniçerilerle bazı paşaların geri dönmek hakkındaki isteklerini Padişaha arzettiği için 24 Temmuz 1514'te Erzincan'da idam edilmiştir.

Bu şehirde Pasa ile 3 gün durup Kemah Tuzla Emini'nden ve Kuruçay Subaşı-sı'ndan topladığımız malları aldık. Vilâyet ahalisi Paşa'ya büyük ziyafetler çekti-ler. Sevinç içinde iken İstanbul'dan bir ulak gelip Varvar Ali Paşa'nın Celâli ol-duğunu haber verdi. Bir de mektup getirdi. Paşa'ya vererek Defterdaroğlu Efendimiz'i Varvar Ali Paşa'nın yardımına çağırdı. Getirdiği mektubun meali şu i-di: "Benim oğlum! İbrahim Han'ın veziri Ahmed Paşa bizi Sivas Eyaleti'nden azletti. İstanbul'dan bütün vezirler, devlet ileri gelenleri ile Valide Sultan'darı mektup ve tezkereler geldi. Hepsi de kalabalık askerle Üsküdar'a gelip şeriat dâvam var diye Veziri, Cinci'yi, Müftü'yü, Mülekkab Kazaskeri, Bektaş Ağayı, Çelebi Kethüda'yı Muslihiddin Ağa'yı, Kara Çavuş'u isteyesiniz diyorlar. Benim oğlum! Ben Sivas'tan azlolunduktan sonra büyük ordu ile İstanbul'a yürümek üzereyim. Yanımda Çavuşoğlu Mehmed Paşa oğlum, İbşir Paşa oğlum, Şehsu-varoğlu Gazi Paşa oğlum, Kütahya Paşası Küçük Çavuş oğlum, sözün kısası 3 Vezir, 7 Beğlerbeği, 11 Sancak Beği ile ordu toplayıp gideceğim. Eğer sen de Ahmed Paşa'dan başını kurtarmak istiyorsan Tokat Kalesi altında seninle bulu-şup müttefik olarak İstanbul' tarafına gidelim". Bu mektup Paşa'ya Erzincan'da varıp okunarak içindekiler bilinince bütün Ağalar'ı topladı. Onlarla konuşup danıştı. Bütün Levendler'in "uğuruna ölürüz" demeleri üzerine bu niyete Fatiha okundu. Varvar Ali Paşa ile birlikte Celâli olmaya karar verildi. Önce tuğlarla "Alaca Atlı Hasan Ağa" 1000 seçme askerle ve zahireciler, Kilerci, Mutfak Emini ile konakçı olup (36) öncü olarak gittiler. Varvar Ali Paşa'ya da "Siyavuş Ağa" ile "Tanrı dilerse seninle İstanbul' tarafına gitmek üzereyiz" diye mektup gönderildi.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 8 

  Bu halleri görünce benim aklım başımdan gitti. Bu kadar mal, yiyecek ve katarları ne yapacağım diye gece gündüz aklım karışarak düşünmeye başladım. Kığın Erzincan'dan Varvar Ali Paşa'nın Yardımına Gitmemiz Önce Erzincan'dan kuzeye 7 saat giderek "Başkan" durağına, oradan "Erzenes" köyü durağına geldik. Burası mamur zeamet olup Ermeni ve Müslüman köyüdür. Yine kuzeye 6 saat giderek "Şeyh Mennan" köyüne vardık. Bu zat hocalardan-dır. Büyük bir türbede gömülüdür. Dilek sahiplerinin ziyaretgâhıdır. Buraya ya-kın "Baru" köyünde "Semerkandlı Behlûl Hazretleri"nin ziyaretgâhı var. Hasan Kalesi'nden 3 saat mesafede, Araş Irmağı üzerindeki Çoban Köprüsü'nü yaptı-ran "Çoban Kurduman Şah" da burada Behlûl Hazretleri ile bir yerde gömülüdür. (36) Durulup konulacak yerleri hazırlamaya memur olanlar.

"Zagpa Deresi"ndeki defineyi açarken o karanlık hazineden bir ateş çıkıp Melik Çoban Kurduman bütün yanındakilerle öldü diye yazmışlar. Fakat olağanüstü hayır nasibi bir yiğitmiş. Tiflis Kalesi, Malazgird Kalesi yakınında, Aras Irmağı üzerindeki Altın Halkalı Köprü, Çoban Köprüsü dedikleri köprü dahi onun eseridir, üzerlerindeki tarihleri onun adına yazılıdır. Tanrı'nın rahmeti üzerine olsun. Buradan yine kalkıp kuzeye 8 saat giderek "Ezenderler" köyüne vardık. Tercan bölgesi içinde mamur bir köydür. Buradan yine kuzeye 4 saat giderek "Tapan Ahmed Ağa" durağına vardık. Ahmed Ağa burada Paşa'ya 30 gün ziyafet çekmek için ricatla bulundu. 10 günlük dinlenme için Çavuşlar'a tenbih olundu. Bütün askere köylerde konak tayin olundu. Ben de Paşa'dan izin alıp Ahmed Ağa'nın adamlarıyla doğuya, Şebin Karahisar Deresi kıyısınca giderek Şebin Karahisarı'na geldim. Şebin Karahisarı: Buna "Şabın Karahisarı" dahi derler, iki Karahisar vardır. Biri bu, Erzurum Eyaleti'nde olandır ki adına "Şarkî Karahisar" (37) derler, öteki Anadolu Eyaleti'ndeki "Afyon Karahisarı"dır ki adına "Karahisarı Sâhib" derler. Karahisar denmesine sebep kalesi taçlarının kara olmasıdır, önce hâkimi Haykâniye padişahlarından "Kıyânıe" lerdir. (38) Sonra Trabzon'daki Rumlar'ın eline geçmiştir. Sonra Fatih fethetmiş, Selim Han çağında yazılarak ayrı Sancak Beği tahtı olmuştur. Beğinin hası 13.000 akçadır. Sancağında 32 zeamet, 64 tımar vardır. Paşasının da askeriyle birlikte 2000 kadar asker çıkarır. Paşasının yıllık 40 kese geliri olur. Kaç kere arpalık olarak üç tuğlu vezirlere ihsan olunmuştu. Hatta bir zaman burası Ahıska Veziri Sefer Ağa'ya ihsan olunmakla onun adamı ve Müselhmi Derviş Ağa buradan 50.000 kuruş gelir elde etti derler. 150 akçalık yüce kazadır. Kadısının yıllık 4.000 kuruş geliri olur. Şeyhülislâmı, Nakîbüleşrafı ve ve ilerigelenleri vardır. Sipah Kethüda Yeri Tapan Ahmed Ağa'dır. Yeniçeri Serdarı, Subaşısı, Müftüsü, Kaban Emini, Kale Dizdarı, 150 kadar Tımarlı Kale Neferi vardır. Şebin Karahisar Kalesi yüksek bir dağın doruğunda yedi köşeli bir kaledir, tik bakışta direksiz ve serensiz kalmış kalyon gibi görünür. Yedi tarafında da duvarlarının boyu 70 zirâdır. 70 burç, 100 bedendir. Çevresi 3600 adımdır. Dört çevresinde Cehennem kuyusu gibi dereleri olduğundan hendeği yoktur, üç kat sağlam demir kapıları vardır. Muhafızları tarafından gece gündüz korunur. Çünkü Karadeniz'e yakın köylerin ahalisi Rus Kazakları korkusundan kıymetli mallarını hep bu kaleye saklamışlardır. Kale içinde 70 kadar, ev var. Ama evleri dar, susuzluktan halkı dertlidir. Eşeklerle ta aşağı ırmaktan su getirirler. Su yolları vardır. Fakat kuşatma zamanında işler. Kale içinde su sarnıcı, buğday ambarlarında 100 yıllık darı ve pirinç çeltiği bulunur. Lâkin iç memleket olduğundan cebehanesi ve büyük, küçük 5ü tane topu kalesine göre az verilmiştir. Neferlerinin yarısı

www.atsizcilar.com   

Sayfa 9 

  Defterdaroğlu Efendimiz'in tımarı ile Gönye'ye kaldırıldı. Bu kalede küçük bir Fatih Camisi vardır. Öteki imaret ve camileri aşağı varoştadır. (37) Evliya Çelebi "Karahisar~ı Şarkî" diyor. (38) Haykâniye ve Kıyâme kelimeleri galiba "Keyanîler" demek olacak.

Varoşu 9 mahalle, 1600 toprak örtülü evdir. Evlerin pencereleri kuzeye bakar. 42 camisi vardır ki hepsinde cuma namazı kılınır. 3 tekkesi, 2 hamamı, 4 hanı, 7 sibyan mektebi, 750 kadar dükkânı var. Çarşıları o kadar güzel değilse de Tapan Ahmed Ağa'nın yaptırmış olduğu kagir bedesten kadar yeni dükkânları vardır. Ortası anayoldur, üstü örtülü olup iki başında sağlam kapıları vardır. Her gece kapanır. Bekçileri bekler. Bu bedestenin şehre bakan kapısının iç yüzünde, kapının üzerindeki geniş bir tahtarevanın üstünde pamukla doldurulmuş bir arslan derisi var. Gözlerine iri turunç koymuşlar. Ağzını yedi başlı ejder gibi açıp dilinin yerine kırmızı keçe parçası yerleştirmişler, iri dişleri var. Her biri Türkmen hançerine benziyor. Burnundan kuyruğunun sonuna kadar 45 karıştır. Bu arslan pek âsi imiş. 7 yıl bu dağlarda yaşayıp koyun, keçi ve sığınların (39) kökünü kesmiş ve yiye yiye iyice şişmiş. (40) Ara sıra köylere de saldırıp katır, eşek, deve, insan avlamaya başlamış. Nihayet, kolu kuvvetli canın birisi çatal kurşun ile bu arslanı kellesinden vurup başını parçalamış. Arslan hemen ölmüş. Postunu yüzüp Tapan Ahmed Ağa'ya getirmişler. O da âleme ibret olsun diye bu tahtarevanın üzerine koyup bedesten kapısının iç yüzüne asmış. Ama Tanrı bilir, onu gören canlı sanır. Dört ayağı direğe, pençeleri iri deve tabanına benzer. Kellesi kocaman bir küp gibi. Lâkin bu arslan Bağdat, Hille, Kurna,(41) arslanları gibi sevimli değil. Sarı renkli olup Ankara keçisi gibi tüyleri birer karış burma burma sarkmış. Gösterişli, acayip suratlı bir arslandır. Bu dağlarda buna benzer arslan hiç görülmemiştir. Onun için, hayvandan anlayan canlar buna "çölden azma" dediler. Bu Karahisar'ın sarp dağlarında kaplan, tavşan, yaban koyunu, yaban sığını, zerduva, sansar, sırtlan, kurt, andık kurdu, karakurt, tilki, çakal gayet çoktur. Bir kere Karadeniz'den çıkıp yağma için bu dağlara tırmanan Rus Kazakları'nı kaplan ve kurtlar parçalamış. Mendeburlar av alayım derken yırtıcı hayvanlara av olmaktan can kurtaramamıştırlar diye anlatırlar. Görülmedik Bir Şey: Bu şehirde bir berber dükkânı önünde bir küçük çocuk gördüm. Babası yanında durup gelip gidenden o masum için sadaka rica ederdi. Çocuk tahminen sekiz dokuz yaşlarında idi. Tanrı, hikmet ve kudretini göstermek için bu çocuğa öyle bir baş yaratmıştı ki Âd ve Semûd (42) kavmindan beri böyle bir baş olsa olsa Akkerman'daki Salsâl'ın (43) başı olarak yaratılmıştır. (39) Sığın, bir çeşit iri geyiktir. (40) Evliya Çelebi burada "Hayl-ı Mahmûdî gibi şişmiş" cümlesini kullanıyor. Hayl, at demek olduğuna göre ne demek istediği pek anlaşılmıyor. Belki de "fîl-i Mahmûdî"dir ki Gazneli Sultan Mahmud ordusunda kullanılan iri savaş fillerinden kinaye olsa gerektir. (41) Basra yakınlarında bir şehir. (42) Âd ve Semûd, tarihleri pek iyi bilinmeyen iki eski Arap kavmi. (43) "Salsâl" Arapça bir kelime olup "çok anıran eşek" demektir. Evliya Çelebi, bu sıfatı Romenler hakkında kullanıyordu. Buradaki ifade biraz karanlık.

Adana kabağı, Van lahanası, iri küp kadar var. Boynu ise kol inceliğinde bir şeydir. Bu ince boyun o acayip başı tutamadığından iki çatal çubuğun çatallarına keçeleri sarıp

www.atsizcilar.com   

Sayfa 10 

  masumun kellesinin iki yanına o çatal ağaçları bağlayıp dayamışlar. Ağaçların uçları demir temrenli olduğundan yere sançmışlar. İşte çocuğun kellesini o çatal ağaçlar zaptediyor. Yoksa o boyunun başı kaldırması imkânsızdır. Çocuk, ensesini berber dükkânına dayayıp geleni, geçeni seyrederek gülmekte idi. Bu kelleyi kalpak, başlık gibi şeyler örtemeyeceğinden mutatlarda (44) dokunmuş bir çuldan at torbasını başına koymuşlar. Kaşları iki parmak kadar enli olup ördek zülfü gibi büklüm olarak kulaklarına varmış. Kulakları adam kulağı gibi ise de her biri Kürt çarığı kadar var. Gözleri öğü kuşu (45) gözü gibi yuvarlak, ala ve gayet büyüktür. Kirpikleri siyahtır. Burnu asma gaga gibi olup Mora patlıcanı kadar var. Soluk alıp verdikçe sakağı (46) olmuş at gibi kanatları (47) birbirine çarpıyordu. Ağzı o kadar büyük ki azıcık açsa bir karış olur, bir karpuz parçasını bir sokumda güle güle yerdi. 32 dişi var idiyse de ikisi dudağından aşağı üst çenesinden sarkmış, diğer ikisi alt çenesinden yukarı,, dudağından dışarı çıkmıştı. Dudakları kırmızı olup deveye benziyordu. Ağzından daima salya akıyordu. Saçı kıvırcık olup kolları, göğsü bayağı küçük çocuk gövdesi gibiydi. Parmaklan incecik ve nane çöpü gibiydi. Ben bu çocuğu görüp hayrette kaldım. Babasına: — "Baba! Bu masumun annesi sağ mıdır" dedim. — "Evet! Hâlâ hayattadır" dedi. Ben: — "Hâmile ise karnındaki kardeşini sıkı bağla. Belki müddeti tamam olmadan düşer" dedim. Babası: — "Sözünü anladım. Meramın lâtifedir. Ama annesi, bu masumu doğurduğumdan asla haberim olmadı. Zahmetsizce larkadak doğurdum, der" dedi. Ben: — "Baba, bu ne hikmettir? Bu kelle ve yüz ile insanoğullarında yakın zamanlarda kimse yaratılmamıştır. Acaba böyle bir evlâdın senden vücuda geldiğine inanıyor musun" dedim. Baba: — "Vallahi oğlum! Bir gün bu masumun anasıyla dağa odun kesmeye gittiğimizde, erkekliktir, coşup ehlim ile dağda bir güreş ettik. O beni, ben onu yenerek can sohbeti eyledik. Ehlim bir ağaç altında dinleniyordu. Birden korkup bağırarak yanıma sığındı. Arkasında çam gövdeli, büyük başlı, her uzvu aşırı derecede büyük bir korkunç şey onu kovalıyordu. Kaça kaça eve geldik. Ehlim hasta ve hâmile düştü. Sonra bu masum vücuda geldi. Başı günden güne büyümektedir. Yaşı ise henüz dokuzdur. Başka ne olduğunu bilmem. Ehlim de bu herifi gördüğünden başka bir şey bilmiyor" dedi. Ben: — "Baba! İnşallah bu çocuk büyüdükçe kelleside büyürse seni oğlunla İstanbul'a götürelim. İleri gelenlere ve büyüklere temaşa ettirelim. Günde 2000 kuruşun bini sana, bini bana" diye şaka ettim. (44) "Mutaf", kıldan çul dokuyan kimse demektir. (45) "Öğü", puhu kuşunun kedi başlı büyük çeşidi.

(46) Sakağı = Atların öksürme hastalığı. (47) Evliya Çelebi, "kanatları" demekle herhalde burun kanatlarını anlatmak istemiştir.

Karahisar Şapı: Dağlarında bir türlü kırmızı şap olur. Kuyumculara yarar. Diyar diyar götürürler. Dağlarda kare, beşgen, altıgen, Süleyman Mührü şeklinde bulunur. Kuyumcular bununla gümüş

www.atsizcilar.com   

Sayfa 11 

  ağartırlarmış. Cerrahlar da serkene merhemine koyarlar. Çürümüş olan yaraya bu şaptan ekerler. Daha nice hassası vardır. Şehrin lavaşa yufka ekmeği ile ayvası meşhurdur. Üç gün, kale dibinde Tapan Ahmed Ağa'nın mamur, muhteşem, her yeri gören sarayında misafir olup çarşıdan kahve, şeker vesair levazım alarak hareket ettik. "Mağruval" ve "Kurt" Derelerinden biriken bir çayı geçtik. Batıya 6 saat giderek "Yakub Ağa" köyü durağına vardık. Müslümanlı, Ermenili mamur zeamettir. Buradan yine batıya, Kelkit Irmağı kıyısınca 5 saat giderek Koyluhisar Deresi ile Boğazkeş (48) adlı korkunç yerden geçtik. 8 saat giderek: Hacı Murad Kalesi'ne vardık. Bu kale Uzun Hasan'ın vezirlerinden Hacı Murat Han adlı muktedir vezir tarafından yaptırılmıştır. Fatih, buralarda Uzun Hasan ile uğraştığı sırada bu kale savaşsız olarak Vezir Koca Mahmud Paşa'ya teslim olmuştur. Bu da göğe yükselmiş sarp ve sağlam bir kaledir. Çevresinin büyüklüğü 1000 adımdır. Güney tarafına bir demir kapısı var. Yüce bir tepe üzerinde olduğundan hendeği yoktur. Kale içinde 70 tane ev var. Bir camisi varsa da çarşı ve pazardan eser yok. Lâkin bağ ve bahçesi, cevizliği çoktur. Uçurum kayalar dibinden akan Kelkit Irmağı kıyısında küçük bir ham vardır. Kale, Şebin Karahisar toprağında Subaşılıktır. Koyluhisar nahiyelerindendir. Paşa Efendimiz'i burada bulup Şebin Karahisar yemişlerinden hediyeler verdik. Gördüğümüz fevkaladelikleri bir bir anlattık. Kalenin övdüğümüz sağlamlığına hayret etti. Buradan kalkarak kuzey yönünde yüksek bir dağa çıkıp 6 saatte Çavdar köyüne geldik. Zeamet köydür. Buradan batıya 5 saat giderek Ermeni köyüne geldik. Zeamettir. Buradan yine batıya 4 saat giderek Yüksek kiliseciği geçip Kilerci Veli Ağa köyüne geldik. Karahisar toprağında eskefser kazasında, yüksek bir dağın eteğinde 200 evli bir köy olup Veli Ağa'nın zeametidir. Buradan batıya giderek Baş Çiftlik köyüne geldik. Karahisar toprağında, Eskefser kazasında, Erzurum ve Sivas Eyaletleri sınırında mamur bir köydür. Buradan yine batıya giderek Niksar Kalesi'ne geldik. Niksar'ın aslı "Nîk Hisar" yani "iyi kale" demektir. Evvelce Erzurum'a giderken asker Ilıca Ovası'nda durmuştu. Lâkin şimdi kış olduğundan Paşa Efendimiz, Halil Efendi adında bir zatın evinde kalıp üç gece misafir oldu. Ben dahi Eski Cami imamına konuk oldum. Paşa'nın ev sahibi, Varvar Ali Paşa'nın Divan Efendiliği hizmetinde olmakla Ali Paşa ile beraber Celâli olmuştu. Buradan kalkarak yine batı yönünde gidip Kazan köyünde durak yaptık. Niksar nahiyesinde mamur "bîr köydür. Buradan yine batıya gidip Boğazkesen adlı yeri geçerek "Kuman Ova" köyüne vardık. Niksar toprağında mamur köydür. Oradan yine batıya giderek "Suntasa" kasabasına geldik. Sivas toprağında, Niksar sınırında 300 evli, camili, hamamlı, mescitli, bağlı, bahçeli mamur kasabacıktir. (48) "Boğazkeş"in imlâ yanlığı olması, bunun "Boğazkesen" olması da muhtemeldir.

Oradan yine batıya giderek "Dâvudi Tekkesi" adlı köye geldik. Yüksek bir dağın başında, 200 evli, mamur, Ladik kasabası sınırında büyük bir vakıftır. Burada kutublar kutubu (49) "Davudi Sultan" gömülüdür. Tekkesi ve dervişleri vardır. Çoğu Seyidlerden,(50) çok dindar kimselerdir. Paşa Efendimiz burada 1057 yılının Kurban Bayramı namazını (= 6 Ocak 1648) kıldı ve kurbanlar kesip Şeyh'in tekkesinde büyük ziyafet verdi. Sabahleyin yine batıya giderek 5 saatte "Setli Beli" dağını geçip "Hamid" köyüne geldik. Ladik: Gölü kıyısında, Ladik nahiyelerinden camili, bağlı, bahçeli köydür. Gayet mahsuldar

www.atsizcilar.com   

Sayfa 12 

  bir çayırlı yerdir. Buradan yine batıya giderek 5 saatte, eski bir şehir olan Ladik Kalesi'ne geldik. Ladik Şehri ve Kalesi: Amasya kayserlerinden "Havik" adlı zat tarafından yaptırılmıştır. Nice kimselerin eline girdikten sonra Danişmendliler'den Melik Gazi gelip burayı fetheder. Beğlerinden "Salman Han", sancağı kale üzerine dikmeyelim der. Melik Gazi: "Lâdik sancağı" der. Bunun üzerine bu konuşma kalenin adı olup Ladik şehir ve kalesi (51) derler. Osmanlı vilâyetlerinde üç Ladik vardır: Biri Konya Ladik'idir ki Celâli ve Cemâli (52) zulmünden şimdi bir kasabacık halinde kalmıştır. Biri de Van Eyaleti'nde "Kör Ladik" Sancağı'dır. öteki de bu Amasya Ladik'idir. Burası vakıf olduğu için harap olmamıştır. Yıldırım Bayazıd Han, Amasya Kalesi'ni fethettiği zaman bu Ladik Kalesi savaşsız Temür Taş Paşa'ya teslim olmuştur. Zevk ehli kimseler olup aralarında çok dindar olan adamlar vardır. Şehzade Bayazıdı Velî, Amasya'da beğ iken her yıl altı ay gelip bu kasabada yaylalanırdı. Bu sebeple şehirde güzel bir has bahçe yapıp bırakmıştır ki hâlâ Bostan Ustası, Bostancı Hademeleri, Korucu ve Tablakçıları (53) vardır. Çayırı Büyük Emîri Ahur tarafından idare olunur. Merhum Sultan Han (54) annesi Bülbül Hatun'un vakfı olup ahalisi vergiden affolunmuştur. Eyalet valisi tarafından bu şehre kimse gönderilip de işe karıştırılamaz. 300 akça pâyeli yüce bir kazadır. Kadısına yıllık 6 kese gelir hâsıl olur. Şeyhülislâmı, Nakîbüleşrafı, bilginleri ve ileri gelenleri vardır. Sipah Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı, Şehir Nâib ve Muhtesibi, Kaban Emini, Göl Emini vardır. (49) Mutasavvıflar tarafından bir devrin en üstün evliyası olduğuna ve her devirde mutlaka bir tanesinin bulunduğuna inanılan kimse. (50) Seyid = Peygamber soyundan olan kimse. (51) "Lâ". Arapça "hayır" demektir. Her şehir için olduğu gibi burada da Evliya Çelebi bu halk iştikakçılığına. itibar göstermiştir. (52) "Cemâli" diye bir âsi zümre yoktur. Evliya Çelebi burada bir kelime oyunu yapmıştır: "Celâl" ve "cemâl" Tanrı'nın iki vasfı olup biri şiddet, biri güzellik ifade eder. Müellif, birinci kelimeden sonra ikincisi de kullanmak suretiyle hem bilgisini göstermek, hem de şaka yapmak istemiş olmalıdır. (53) Tablakçı = Hizmetkâr. Uygur Türkçesinden kalma bir kelimedir. (54) "Sultan" ve "Han" arasında şahıs adı unutulmuştur. Kim olduğu anlaşılmıyor.

Kalesi şehrin güneyinde, göğe yükselmiş, kare şeklinde, eski yapı bir kaleciktir, içinde eser ve imaret yoktur. Şehir 17 mahalledir. Meşhur mahalleleri "Velâ Beğ", "Kellez", "Yeni Cami", "Tekke", "Şehreküstü", "Yarımca", Dağ", "Polad", "Yahşi" Mahalleleridir. 47 camisi vardır. 6'sında cuma namazı kılınır. 3 tanesi Selâtin camisidir. "Sultan Ahmed Camisi", "Dâvud Pasa Camisi", "Teleke Camisi", "Şehreküstü Camisi", "Kellez Camisi" meşhurlarıdır. 3020 kadar kiremitli, bağlı, bahçeli evi vardır. 7 tane tarikat tekkesi vardır. En meşhuru "Seyid Ahmedi Kebîr Tekkesi"dir. 2 hamamı var: Çarşı içinde "Eski Hamam" ile Yeni Cami Mahallesi'nde "Yeni Hamam". 7 tane hanı var. "Kaban Hanı", "Halim Beğ Hanı", "Emir Hasanoğlu Hanı", "Seyid Efendioğlu Ali Çelebi Hanı", Buğday Pazarı'nda "Tek Hanı" meşhurlarıdır.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 13 

  Dâvud Paşa'nın çarşı içinde gayet mükemmel bir kagir bedesteni vardır ki camisinin hayratıdır. Çevresinde 400 kadar dükkân vardır. Şehirde vezir ve ileri gelenlere ait 41 saray vardır. Meşhurları "Osman Pasa Sarayı", "İbrahim Beğ' Sarayı", "Hacı Beğ Sarayı", "Hüseyin Beğ Sarayı", "Alaybeği Sarayı", "Mustafa Beğ Sarayı" vesairedir. Ayrıca Dârüttedrîsi yoktur. Her camisinde türlü türlü ilim konuşmaları olur. Dersiamları vardır. 18; kadar sibyan mektebi var. Yemek verilen 2 imareti vardır. Havasının ve suyunun iyiliğinden güzelleri çoktur, ileri gelenleri kıymetli kumaş ve samur giyer. Beğleri, paşaları, 200 den çok, yüksek mevkiler idareetmiş kadı efendileri, şeyhleri, çok dindar, iyi ve uysal adamları vardır. Şehrin usta Sipahileri ile, bilgi sahibi kimseleri çoktur. Ortahalli olanları tüccarlar ile sanatkârlardır. Çuka terâce ve kontoş (55) giyerler. Esvapları ak ve gök renktedir. Kadınları kadife çakşır üzerine sarı çizme ve çuka ferace giyerler. Yüzlerine beyaz peçe tutunurlar. Başlarına sivri dîbâ arakçın giyip, gayet edepli bir şekilde yürürler. Hamamdan ve ziyaretlerden başka bir yere gitmek ihtimalleri yoktur. Dindar ve iffetli kadınlardır. Yiyeceklerinden Gök Suyu Armudu, Karaman Armudu, Memecik Ekmeği meşhurdur. Osmanlı vilâyetlerinde Sapanca ekmeğinden sonra Ladik'in Memecik Ekmeği meşhurdur. Yaylak yer olup kışı ziyade olduğundan üzüm, kavun, karpuz, incir, zeytin, nar gibi meyveleri olmaz. Ama "Akdağ Balı" adıyla tanınmış bir çeşit saf balı olur ki ne Gediz (56) balına benzer, ne de Adana ve Saykala balına. Bu bal gayet güzel kokulu olduğundan kutularla İstanbul ileri gelenlerine hediye gider. İmalâtından Akdağ'ın beyaz pamuk bezi meşhur olup Acem'in Lekfûri ve Musul bezinden daha ince olur. Gezinti Yerleri: Ballı Kaya Suyu'nun başı gezinti yeridir. Şehrin kıblesindedir. Şehrin doğusunda "Firenk Gözü" denen büyük bir pınar akar. (55) Erkek feracesi bol bir biniş, kontoş ise dar kollu ceket veya paltodur. (56) Metinde Gedid. Bunun istinsah yanlışı olduğu belli Gediz'in balı meşhurdur.

Hüseyin Paşa bu suyun üzerine gezinti yeri evi olmak üzere güzel bir köşk kondurmuştur. Bütün zevk sahipleri gidip eğlenirler. Temmuz ayında bu su o kadar soğuk olur ki içinden üç tane taş çıkaramazlar. Gerek Ballı Su, Gerek Firenk Gözü şehrin içinden akarak han, hamam, bahçe gibi yerleri sularlar. Şehir içinde nice un değirmenlerini döndürerek Ladik Gölü'ne dökülürler. Gezinti yerlerinden biri de "Akpınarbaşı"dır. Lâkin bu su şehre girmeyip dışardan akar, tarla ve bağları sular. Bu suyun da başı şehrin kuzeyindeki dağlardan gelir. Göle akar. Kalenin batı tarafında, "Manastır" denilen yerde de bir gezinti yeri vardır. Çimenlik, ferah bir yerdir. Buradan akan suya "Ramca Suyu" derler. "Ma'ra" (57) suyundan lezzetli bir sudur. Bu sular akarak kale altında ikiye ayrılır. Bir bölümü "Hazırlık" ziyaretinden aşağı, Kura Mahallesi içine akar. Bir bölümü de, şehir ileri gelenlerinin hacıları karşılamaya çıktıkları "Yalı Dede Sultan" (58) ziyaretgâhı mesiresinden, Kozlu Bağları'ndan aşağı akıp Ladik Gölü'ne karışır. Ladik Ilıcası:

www.atsizcilar.com   

Sayfa 14 

  Ladik'e bir buçuk saat mesafede "Hallaz" adlı köy, yüksek bir tepe üzerinde bağlı, bahçeli Müslüman köyüdür. Bu köyün altından küçük bir ırmak akar. Nice un değirmenlerini döndürdükten sonra Kızıl Irmak'a dökülür. Ladik Dağları arkasında olduğu için Ladik Gölü'ne karışmaz. Bu ırmağın kenarında "Hallaz Ilıcası" var. Kubbeli mubbeli olup kiraz mevsiminde bütün nahiyelerden araba araba binlerce adam gelip bu ılıcada yıkanarak cüzzam ve uyuzdan kurtulurlar. Ilıcanın ayağı Hallaz Suyu'na akar. Amasya'nın batı tarafında 3 saat mesafede olan "Koza" kazasında da bir ılıca vardır. Ilıcaya Araplar "hammâm" derler. Acemistan'da "germâbı kudret" (59) derler. Ladik ve Amasya Ellerinde "Koza" derler. Tataristan'da (60) "ılısu" (61) derler. Moğol' dilinde "kerende" derler. Türkistan'da (62) "ılıca" denir. Rumeli taraflarında "kaynarca" tabir olunur. Bosna'da ve Rumeli'nin bir kısmında "yatlar" derler. Bu Ladik Kozası çok faydalıdır, iki büyük kubbesi vardır. Kadınların ayrıca kubbeleri var. Erkekler ılıcasında göl kadar, herkesin girdiği bir havuz vardır ki olu kalbler ebedî hayat bulur. Suyu o kadar sıcak değildir. Dört çevresinde beyaz mermerden olan arslan ağızlarından sıcak su akarak büyük havuza dolar. Bir de küçük havuz vardır ki çok sıcaktır, insan içine giremez. Büyük havuzun dört çevresindeki taklar altında 8 tane Hanefî kurnası vardır. Bu ılıcada "Kız Gölü" adıyla meşhur beyaz mermerden buz gibi bir su akar ki içenler ebedî hayat bulur. Halbuki bu soğuk su ile sıcak suyun arası bir kulaç yerdir. Tanrı'nın acayip bir işidir. (57) Haleb güneyinde küçük bir kasaba. (58) Metinde "Yalı Dere Sultan" ise de Dede olacağı muhakkak gibidir (59) Germâb, Farsça "sıcak su" yani hamam demektir. Bunların Tanrı kudretiyle olduğuna inandıkları için "Kudret hamamı" mânâsına "germâb-ı kudret' denmiştir. (60) Buradaki "Tataristan"dan maksat Türkistan'dır, (61) Metinde "ılısı". (62) Buradaki "Türkistan"dan maksat Anadolu'dur.

Ladik Gölü: Lâdik'in doğu tarafında uzaktan görülen bir göldür. Çevresi ancak bir günde dolaşılır. Çok güzel suyu vardır. 11 türlü balığı vardır ki her birinin lezzetini ve hassalarını yazsak söz uzar. Ama "Turna Balığı" (63) Musa'nın sofrası kadar lezzetli ve mukavvidir. Gölün kıyısı mamur köylerle donanmıştır. Dört çevresinden Zarı, Sunısa, Koza, Zeytin Dağları'ndan gelen 26 kadar suyu alır. Hiçbir tarafa ayağı yoktur. Dışarıya su vermeyen bir göldür. Kıyısındaki "Boğaz Köyü" gayet güzel ve mamur köydür. "Otuz" köyü de bu göl kıyısındadır. Bu köyde çıkan kaymak hiçbir diyarda yoktur. Küleğinin (64) içinde iki keçi oğlağı kaymağı üzerine yaslansa tırnakları beyaz kaymağa tesir etmez. Kaymağını bıçakla keserler. Sakız gibi çiğnenir. Lezzetli ve güzel kokuludur. Bu kaymağın benzeri olsa olsa Erzurum'da Bingöl Yaylası'nda bulunur. Ladik'in güneyinden Amasya 8 saattir. Doğusu'nda Niksar yakındır. Kavak Eli kazası bir konaktır. Batısında Köprü (65).. .. (66) Yine batısında Zeytin kazası bir konaktır. İskelesi kuzeyinde ve Karadeniz kıyısında Samsun ve Sinop'tur. Ladik Ziyaretgâhlan: "Şeyh Seyid Ahmed-i Kebîr kendi tekkesinde gömülüdür. Şeyh-i Ekber'den (68) irşad alıp sonra yerine halife olmuştur. Ulu sultandır. Hâlâ herkes tarafından ziyaret olunur, ikisi de Eski Cami'de gömülüdür. (68) Eski Cami'yi de 852 yılında (= 7 Mart 1448-23 Şubat 1449) onlar yapmıştır. Orhan Gazi bilginleri ve şeyhlerindendirler. (69) Kale altında "Şeyh Yû

www.atsizcilar.com   

Sayfa 15 

  Dâvud Sultan" ziyareti, Kura Mahallesinde "Hızırlık" ziyareti, hacıları karşılamaya çıktıkları yerde "Yalı Dede" ziyareti vardır. Merhum "Gazi Tayyar Mustafa Paşa" dahi burada yüksek bir kubbe altında gömülüdür. Bu şehirde Paşa Efendimizle üç gün durup büyük ziyafetlerde bulunduk. Sonra kalkıp batıya 5 saat giderek "Şahin Ağa Köyü" ne geldik. 200 evli Müslüman köyüdür. Buradan 6 saat gidilerek "Kasım Ağa Köyü" ne gelindi. 200 evli, 1 camili Müslüman köyüdür. Burada Kasım Ağa büyük ziyafetler verdi. Zevk ve safalar eyledik. Buradan ileri "Gür Köy" e geldik. 300 evli, 1 camili, bağlı, bahçeli köydür. Burada "Çorbacıoğlu" adı ile tanınmış bir hanedan olup nimeti boldur. Paşa orada misafir olarak bir gün oturdu. Ertesi günü tuğlar gideceği sırada İstanbul tarafından "Murad Haseki" ve "Havruzcu Çavuş" adlı kimseler geldi. "Ulaklık ile Diyarıbekir'e gidiyoruz" dediklerinde Paşa bunları hapsedip bütün eşyalarını arattı. Salih Paşa'nın kardeşine gönderdiği mektuplar vardı. Açtı. Murtaza Paşa'ya hitaben "Bağdat Vilâyeti'nden azlolundun. Sana Kapdan Paşalık ihsan olundu Ilgar ile İstanbul'a gelesin" mealinde idi (63) Metinde: Tuna Balığı. (64) "Külek" içine süt sağılan, bal toplanan tahta kap. (65) Bugünkü "Vezirköprü'* kasabası. (66) Burada bir kelime okunmuyor. "Ara yatıdır" gibi bîr şey. Oraya kadar olan mesafeyi bildiren bir iki kelime olacak. (67) "Şeyh-i Ekber" diye meşhur mutasavvıf "Muhyiddîn-i Arabi" tanınmıştır. Buradaki Şeyh-i Ekber'in o olmadığı zaten biraz aşağıda anlaşılıyor. (68) Biraz yukarıda, tekkesinde gömülü diye bildirildiğine göre tekke ile caminin yan yana olduğu anlaşılıyor. (69) Camiyi 1448 - 1449 da yapmış olanlar Orhan Gazi çağında yaşamış olamazlar. Orhan Gazi 1359 da ölmüştür. Zamanında Ahmed-i Kebîr adında bir şeyh yaşamamıştır.

Paşa, ulakları hapsettiği gün Bağdat Valisi ve Salih Paşa'nın kardeşi Murtaza Paşa'ya Ulak Salih'i gönderdi ve şu mektubu yazdı: "Benim kardeşim! Sana hatt-ı şerif ile Murad Haseki denen mendebur Çavuş, kapdanlık emirleri getirirken hapsettim. Ulağım sana vardıkta kapdanlığa inanmayıp başka çaresine bakasın. Gafil olma. İstanbul tarafına kaçıp bir köşede durasın. Aziz pederim Varvar Ali Paşa ile İstanbul tarafına gitmeye söz vermişizdir. Bu kafidir. Çeviğin işi, gafilin başı demişler. (70) Ulak yollandığının dördüncü günü Haseki ile Çavuş'u hapisten çıkarttı. Onlar da Bağdat tarafına gittiler. Paşa ile altı gün Gür Köy'de durup yedinci günü kalkarak "Merzifon Kalesi" ne geldik. Merzifon: Danişmendliler tarafından yapılan Merzifon Kalesi sonra, Yıldırım zamanında fethedilmiştir. Şimdi Sivas Eyaleti'nin Amasya Sancağı toprağında güzel bir kaledir, içinde ev yoktur. Mühimmat ve levazım için gece bekçileri var. Şehri "Pir Dede Sultan"ın evkafıdır. Şimdi hâkimi Kızlar Ağası'dır. 300 akçalık yüce bir kazadır. Kadısına yıllık 6 kese gelir. Kalesi toprak olduğundan Dizdar ve neferleri yoktur. Şeyhülislâm ve Nakîbüleşrafı, Sipah Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı, Muhtesibi, Naibi vardır. Yüksek mevkilerde bulunmuş 300 kadar kadı efendileri, takva sahibi şeyhleri, ileri gelenleri ve Ağaları, paşalığa liyakatli Kethüda Yeri vardır. Hele Paşa Efendimiz'e ev hasipliği yapıp Tabanı Yassı Mehmed Paşa'nın Silâhdarı olan "Dilâver Ağa" cidden adına lâyık, (71)

www.atsizcilar.com   

Sayfa 16 

  iyiliksever, yürekli bir kişidir. Bu zat 10 gün 30O İç Ağaları ile Paşa Efendimiz'i ve beni en iyi yemeklerle beslemekten bir gün geri kalmadı. Burası Türk vilâyetidir. Halkı gayet iyi ve uysal adamlardır. Ucuzluk, bolluk, mamur bir şehirdir. "Daşan Dağı" eteğinde olup 4000 kadar kiremit ve toprak örtülü evi vardır. 44 mahalledir. Camileri 74 tanedir. "Eski Cami" ile çarşı içindeki "ikinci Saltan Murad Camisi" meşhurlarıdır. Medreselerinden "ikinci Sultan Murad Medresesi" çok odalı, dersiâmlı bir öğretim yeridir. Hadîs ilmi dahi okunur. 2 Dârülkurrâsı, 70 kadar sibyan mektebi, yemek dağıtan 2 imareti vardır. 7 tane derviş tekkesinden "Pir Dede Tekkesi", Daşan Dağı eteğinde "Hırka Sultan Tekkesi", buna yakın ve şehre bir saat mesafedeki "Hazreti Ökkâşe Tekkesi" büyük tekkelerdir. Şehir içinde Kadiri ve Halveti tekkeleri de varır. Şehrin hanları da var. Şehir içinde, Çarşıda, berberler yakınındaki eski hanın kapısının sol köşesinde bir pehlivan gürzü asılıdır. Hamamlarından Çelebi Sultan Mehmed'in yaptırdığı "Eski Hamam" herkes tarafından ziyaret edilir. "Çifte Hamam" güzel ve hoş yapılı olup erkek ve kadınlara mahsus 70 kurnalı büyük bir hamamdır. (70) "Çevik güçlükleri çözer, gafil babını verir" mânâsında. (71) "Dilâver" Farsça kelimele olup "yürekli", "kahraman" demektir.

Erkekler hamamının üçte birinde keçeciler keçelerini yumuşatır, üçte birinde de debbâğlar gök, sarı, kırmızı sahtiyanlarını boyarlar. 40 kurnası Hâlen işlemektedir. Kubbelerinin dört çevresinden ve duvarından bir damla ter damlamaz. Eski yapı olduğundan biraz karanlıkçadır. Şehrin havası ve suyu güzel olduğundan ahalisi sağlamdır. Nice beğleri, çoluk çocuklarıyla Merzifon'un arkasındaki Daşan Dağı'na yaylağa çıkıp 6 ay Türkman oymaklarıyla beraber yaşarlar. Bu yayla Danişmendliler ve Osmanlılar ile beraber Mahan diyarından gelen Daşanoğulları'na verilmiş olup bugüne kadar verasetle geçen mülktür. Daşanoğullan'ndan "Şeydi Beğ" reisi ve hâkimidir. Bu yayladan nice hayat suyu gibi pınarlar akıp bir kısmı Merzifon'un bağ ve bahçelerini sular. Ne kadar yağmur yağsa bu ova sulanmayınca yine mahsul vermez. Ekilen bir buğday tanesinden 15-20 karındaş çıkıp 100 tane olduğu gibi 1 kile tohumu da 80 kile mahsul verir. Bu yaylayı sulamak için bu suların mîrî ağası vardır. Daşanoğulları da hasıl olan bol mahsulden pay verirler. Yahşi ağalıktır. Bu ırmak üzerinde ağalar olmasa Merzifon halkı birbirini kırar, geçirir. Yine de nice kavgalar olur. Suyun bir kısmı da Ladik şehri ovasında "Kama" kadılığı nahiyesine akar. Bir bölüğü de kuzeye, Osmancık tarafındaki ovalara akıp bağ ve bostanları suvarır. Merzifon şehri bayırlı yerlerde kurulmuş olup arkasını Daşan Dağı'na vermiştir. Amasya bu şehrin kıblesinde olup 15 saattir. Ladik 12 saattir. Osmancık 16 saat yerdir. Gümüş şehri 10 saattir. Gergeran kasabası 8 saatliktir. Daşan Dağı'nın kuzey yönüeteğinde Köprü şehrine bakan "Koca Kalesi" vardır. Buradan 3 konakta Samsun Kalesi'ne varılır. îskelesidir. Sinop iskelesine gidenler de olur. Ama Samsun daha yakındır. Yiyip içeceklerinden Ayıntap pekmezi gibi halis pekmezi, lezzetli ve sulu üzümü olur. Pir Dede Tekkesi'nin çevresinde ve başka yerlerde 600 dükkânı vardır. Boyacı dükkânları çoktur. Acem boyasından güzel boya yaparlar. Mavi boyası meşhurdur. Kırım'a tüccarlar buradan her yıl binlerce top pamuk bez götürüp esirle değişirler. Kırım halkının giydiği hep Merzifon bezidir. Pamuk ipliği de meşhurdur. Yerli döşeği, yerli alaca yastığı, basma kalemkârı, güzel çit yorgan yüzleri, çarşaf ve perdeleri dahi meşhurdur. Güzelleri de her tarafa ün salmıştır.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 17 

  Merzifon Ziyaretgâhlan: Şeyh Pir Dede Hasretleri: Horasan'dan Hoca Ahmed Yesevî'nin izniyle Anadolu'ya gelip Merzifon'un kuzeyinde, şehre bakan yüksek bir yerde oturur, zaman zaman hamamlarda yatar, Tanrı meczubu, Allah'ı anlar bir kimse idî. O Pir'in birçok menkabeleri vardır. Hâlâ tekkesi büyük kubbelerle süslü; meydan, mutfak ve derviş odalarıyla donatılmış olup her gece 200 kişi konup göçer. 200 den fazla başı açık dervişi vardır. Aziz Hazretlerinin nurlu kubbesine girip bir Yasin okuyarak ruhaniyetlerinden yardım diledim. Kabrinde misk kokusundan insanın beyni ıtırlanır. Kabrinin dört çevresi sanatkârane çıra, şamdan ve kandillerle bezelidir. Dervişlik cihazları hâlâ dolap içinde saklıdır. Peygamber ailesine sevgim olduğundan "yoksulluk övüncümdür" hadîsine uyarak haddimi asan bir dilekte bulundum. Dervişlerin izniyle tekkedeki "Metni Dede Can", Pir Dede Sultan'ın bozdoğanî terkli keçe külah tacını (72) başıma koydu. Bütün dervişler gülbank çekip (73) hayırdua ettiler. Tekkesi kagir bir yapıdır. (72) "Bozdoğan" savaş topuzu olup "bozdoğanî terkli" şişkin dilimli bir nevi keçe külâh olacaktır. Tarikat başkanlarının giydikleri bu türlü külahlara "taç" denilir.

(73) "Gülbang" hep beraber okunan dua, tekbir.

Merzifonlu Emir oğlu Şeyh Abdurrahim: Bursa'da Zeyneddîn-i Hâfî Hazretlerinden ders görüp bütün ilimlerde olgunlaştı. "Vesâyâ-yi Kudsiyye" adlı kitap bunun eseridir. Daha birçok muteber telifleri vardır. Merzifon'da Birinci Sultan Mehmed'in Camisi evkafından belli ihtiyaçları için günde 8 akçacık ile ölmeyecek kadar doyumluk kabul edip dünyadan ilişkisini keserek bu Merzifon'da oturmuştur. Yattığı yer hâlâ gönül erbabının ziyaretgâhıdır. Güzel şiirleri vardır. Mahlesi "Ruhî" dir. Tasavvuf ilminde Tanrı'ya yakınlığın derinliklerine nüfuz etmiş olduğundan şiirleri hep sofiyanedir. Tanrı hepsine rahmet etsin. Bu şehirde 10 gün kalıp gezip tozduk. "Gür Köy" adlı yerden Bağdad'a gitmiş olan Salih, Nuseybin adlı harabezar şehirde, bir gece at üzerinde sar'ası tutup tepesi üzere düşerek hareketli ölü gibi yatar. (74) 10 Muharrem aşure günü (=6 Şubat 1648) Merzifon'dan kuzeye giderek Daşan Dağı'nı aşıp "Beğ Evren" köyünü geçtik. 6 saatte Koca Kalesi'ne geldik: Koca Kalesi: "Koca Kaya" adıyla tanınmış yüksek bir tepenin üstünde küçük bir kaledir. Fakat gayet sarp ve sağlamdır. Burçları, duvarları hep kudret eliyle yapılmıştır. (75) Yekpare kayadandır. Kaleye çıkmak için bir yol ve bir kapı vardır. Başka yerden çıkılmak ihtimali yoktur. (76) Kule ve çıkıntıları nadirdir. Hep kesme kayalardır. Kaç kere "Karayazıcıoğlu", "Said Arap", "Kalenderoğlu" adlı Celâlîler kuşatmışlarsa da alamamışlardır. Bunu Danişmendliler'den Melik Gazi, Rumlar'ın elinden zorla alıp sonra Yıldırım Han'ın eline girmiştir. Fakat kimin tarafından yapıldığını bilmiyorum. Köprü kazası'nın nahiyelerindendir. Kale içinde 200 kadar nefer evi, Dizdarı, 150 kadar neferi vardır. 1 camisi, su sarnıçları, zahire ambarları, 7-8 tane küçük topu, yetecek kadar cebehanesi vardır. Hamamı vesair imaretleri yoktur. Birkaç dükkânı vardır. Bütün halkı çam ağacından "boduç" yaparlar. Türkçe'de emzikli bardaklara boduç derler. Çöğür, tanbura, ravza, karadüze, şarkı, yonka adlı sazları yaparak kâr ederler. Zevk ehli, saz ehli, çoğu namaz kılmaz Türk halkıdır. Buradan da kalkıp mamur köyler geçerek "Köprü" kasabasına gelip Hacı Yusuf Ağa'nın evine misafir olduk.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 18 

  (74) Salih, Evliya Çelebi'nin paşası Defterdaroğlu'nun ulağıdır.. Biraz yukarda adı geçmişti. Birdenbire kesik bir ibareyle ondan bahsolunması burada bazı satırların eksik olduğunu gösteriyor. (75) Kayaların oyulmasıyla yapılmış demek istiyor. (76) Metinde "vardır" deniyorsa da ifadenin gelişinden "yoktur" olacağı belli.

Köprü Şehri: Daşan Dağı'nın eteğinde, dereli tepeli yerde olup iki yanından ırmak akar. Kare şeklindeki kale taş ve güzel bir yapıdır. Irmaklardan birine "Yuğa Köy Suyu" derler. Şehrin dibinden akar. öteki ırmak şehirden bir saat uzakta olup "Istavluraz" derler. Şehir bu iki ırmağın ortasındadır. Bu ırmaklar taştıkları zaman Köprü Ovası'nı kaplarlar. Bu ırmaklar Daşan Dağı'ndan gelip Istavluraz'dan büyük bir ahşap köprü ile geçildiği iğin "Köprü Şehri" derler. Gayet iyi işlenmiş gam direklerinden yapılmış garip bir köprüdür. Amâlika zamanında bu şehre "Şinder" kalesi derlerdi. Çünkü Amâlika dilinde "şin" köprü demektir. Köprüsü, Peygamber Hazretleri doğduğu zamanı yıkılmış, sonra ağaçtan yapmışlardır. İşte bu köprüden geçen iki ırmak Köprü şehrinden aşağı akarak "Çeltiklik" adlı yerde büyük Bafra Irmağı'na dökülürler. Bu kaleyi ilk yapan Amâlika padişahlarındandır. Sonra Trabzon Tekfürü'nün elinden Daniş-mendli Melik Gazi fethetmiş, sonra da Yıldırım Bayazıd Han bunu aman ile almıştır. Şimdi Amasya toprağı hükmünde olup yarısı zeamet, yarısı Tokat hâkimi Subaşılığıdır. Her bir şeyine o hâkimdir. 300 akça payeli kazadır. 140 tane köyü, nahiyeleri vardır. Bunlardan "Yozgat Köy" 1000 evli kasabadır. "Bahçe Köy" şehrin kıblesindedir. "Doyan Köy", "Ak Tepe Köy", "Ak Ören KÖY' Hasan Ağa'nındır. "ören Köy" Hamamcıoğlu'nundur. Kadısına yıllık 7000 kuruş hasıl olur. Şeyhülislâmı, Nakîbi, Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı, Muhtesibi, Naibi vardır. Ama iç memleket olduğundan kale dizdarı ve neferleri yoktur. Karayazıcı ve Said Arap adlı Celâlîler, Eğri Savaşı'nda bozguna uğrayıp kaçtıklarında bu şehri onlardan kurtarmak için taş kaleye bitişik bir kat toprak kale yapmışlardır, iki kalenin 4 kapısı vardır. Çarşı ve pazarı dışarı varoştadır. Şehrin içinde ve dışında kiremitli alçak ve yüksek kagir, üstü meşe tahtasıyla yapılmış 6000 kadar ev vardır. Tahtasının içine, dışına beyaz kireç sıvadıklarından inci gibi ışıldar güzel bir şehirdir. Kış çok olduğundan evlerinin bacaları beyaz minare gibi yüksek külâhlıdır, öyle duman çekerler ki hiçbir diyarda böyle sanatkârane baca yoktur. Şehre gayet güzellik ve ziynet veren, hepsi kıpkırmızı kiremitlerle örtülü, mamur bir şehirdir. Taş Kale'de "Elmacı Yusuf Ağa Sarayı", "Köprülü Mehmed Paşa Sarayı", "Müezzinoğlu Sarayı", "Küçük Mehmed Ağa Sarayı", "Hasan Ağa Sarayı", "Kıbleli Sarayı", "Duracan Çavuş Sarayı" vardır. 20 mahalle, 11 cami (77) vardır. Taş Kale'de "Hacı Yusuf Ağa Camisi" havuzlu ve şadırvanlı, 1 minareli, has kurşunla örtülü yeni bir camidir. "Eski Cami" de kurşunludur. "Mahkeme Camisi" tahta minarelidir. Mahkemesi çarşı içindedir. "Şeyh-i Ekber Tekkesi", Kadiri, Halveti tekkeleri meşhur tekkelerdendir. 11 hanı vardır. "Hacı Yusuf Ağa Hanı", "Hacı İsa Hanı", "İmaret Hanı" meşhurlarındandır. Aş veren 2 imareti vardır. Bilginleri, şeyhleri, talebesi çoktur. 48 sibyan mektebi vardır. Hacı Yusuf Ağa'nın mektebi kurşunlu, büyük bir vakıftır. (77) Evliya Çelebi burada "cami ve mescit" yerine "hutbe" kelimesini kullanıyor.

Hamamlarından "Hacı Yusuf Ağa Hamamı'" meşhurdur. Toprak Kale'den dışarıdaki Çifte Hamam, Ahmed Paşa'nındır. Eski Cami yakınındaki "Eski Hamam" da şöhretlidir. 1000 tane dükkânı vardır. Dörtköşe, kagir, dört kapılı sağlam bedesteni vardır.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 19 

  "Han Yusuf Ağa" bu şehrin canlanmasına sebep olup 70 tane hayrat yapmıştır. Bu bedesten de onun hayratıdır. Bu şehrin debağhanesinden mükellef ve güzel çarşı yoktur. Debbağ bekârları meşhurdur. Irmak kıyısında oldukları için her gece dükkânları kandillerle süsleyip aydınlatarak elbeşte çıkarırlar. (78) İmalât ve yiyeceklerinden armut ve üzümü, pamuk ve bez ipliği, bezi meşhurdur. İskelesi Karadeniz kıyısında Bafra ve Sinop'tur. Araları bir konaktır. Buraya 5 saat mesafede Erdoğan Kalesi vardır. Erdoğan Kalesi: Yalçın ve kesme kaya üzerindedir. 800 kayadan merdivenle (79) çıkılır, İnsan oğlundan başka hiçbir yaratık çıkamaz. Kıbleye bakan bir demir kapısı vardır. Kalenin tepesi eğrice kayadır. Gören yıkılacak sanır. Bunu Rumlar'dan, Niksar Fatihi Melik Gazi fethedip sonra Yıldırım Han'ın eline geçmiştir. Bu kale tarihte "Sedteren" (80) adıyla meşhurdur. Kale içinde 150 kadar ev, 1 cami, su sarnıçları, buğday ambarları vardır. Köprü şehri halkının mahzenleri olup bütün kıymetli şeyleri burada saklıdır. Köprülülerin eşyasının bir kısmı da Koca Kalesi'nde saklanmaktadır. Dizdarı, 48 kale neferi bu hendeğe memurdur. (81) Kapısının bir asma köprüsü vardır. Her gece o köprüyü makaralarla kaldırırlar; kale Celâli ve Cemâliler'den emin olur. (82) Aşağıda, Kızıl Irmak kıyısında bağları çoktur. Bu kale de Köprü kazasının nahiyesidir. Buradan batıya 6 saat giderek "Göl" nahiyesine geldik. Zeytin Kazası'nda mamur bir köydür. Camisi, hanı, hamamı ve birkaç dükkânı vardır. Buradan 6 saatte "Soruk Kalesi" ne vardık. Zeytin Kazası'nda mamur bir köydür. Buradan 6 saatte "Kunduz Yaylası"nı aşıp Zeytin Kazası'na geldik. Amasya Sancağı toprağında 2000 evli, camisi, hanı, hamamı, sibyan mektebi, çarşı ve pazarı olan, eşrafı ve ileri gelenleri çok, mamur bir kasabadır. Bağ ve bahçelerine nihayet olmayıp içlerinden sular akmaktadır. Buradan kalkıp 6 saatte "Kargu" kasabasına geldik. Çankırı Subaşılığı toprağında 600 evli, bağlı bahçeli, cami, han ve hamamlı, birkaç dükkanlı bir kasabadır. Buradan kalkıp 6 saatte mamur "Tosya" şehrine geldik. Burada bir gün misafir kalıp silâhlı 11 Levend bulduk. Tekrar Merzifon'a dönerek üçüncü günde "Köprü" şehrine girdik. (78) Seyahatname'nin ilk basımındaki dip notuna göre "'elbeşte çıkarmak" deriyi kimyevî maddelere daldırarak yumuşatmaktır. (79) Kayadan oyma 800 basamak demek istiyor. (80) Bu kelime "sdtrn" şeklinde yazılmış olup başka türlü okunması da mümkündür. (81) Kalenin çevresinde bir hendek olması icab eder. Kesme kayadan ibaret olduğuna göre bu ihtimal uzaksa da herhalde bununla "kaleyi gözetirler" demek istiyor. (82) 52 numaralı nota bak.

Şehir içinde büyük bir gürültü patırtıya rasladık. Meğer "Köprülü Mehmed Pa§a" ya İstanbul tarafından Varvar Ali Paşa Celâlîsi üzerine yürümesi için ferman gelmiş. Halk: "Bu kışta kıyamette nereye gidelim? Nasıl kan içinde kalalım" diye söylenip duruyordu. Buradan kalkıp kıbleye 6 saat giderek "Beğ Ören" köyüne geldik. Şan Dağı dibinde mamur bir köydür. Evvelce burada misafir olmuştuk. Buradan da kalkarak tekrar Merzifon şehrine gelip Defterdaroğlu Mehmed Paşa Efendimiz'le birleştik. "100 yiğit Sarıca

www.atsizcilar.com   

Sayfa 20 

  getirdim" dediğimde ziyade memnun olup çabucak iki Bölükbaşı tayin ettirerek sırtlarına hil'at, başlarına serbend (83) koydu. Gülbang-i Muhammedi ile bayrak açtırdı. Bu iki bölüğü ben getirdiğimden "Evliya çırağı Güzerli" (84) Bölükbaşı ve Habib Bölükbaşı" adını verdiler. Bunlar da öteki 22 bölüğe katılarak 26 bayrak oldu. Her bayrakta 100 yiğit olmayınca bayrak açmak ayıp idi. (85) 12 gün Merzifon'da kaldıktan sonra Muharremin 21 inci günü (=16 Şubat 1648) kalkıp 6 saatte "Murtaza Paşa Çiftliği" konağına vardık. Tabanıyassı Mehmed Paşa'nın silâhdarı Dilâver Ağa'nın hükmünde idi. Merzifon Ovası'nda mahsuldar bir çiftliktir. Burada gece kar yağıp tipi ve boralar oldu. Askerin eli ayağı tutmaz oldu. Çığlık kopardılar. Her ne ise, nice büyük sıkıntılar çekerek 4 saatte "Kulak Hacı Köyü" durağına vardık. Hanlı, camili, 200 evli köydür. Bütün asker sığınacak yerlere can attılar. Ama köyün bütün halkı kaçıp hiç kimse kalmamış. O gece bütün atlar ve hayvanlar açlıktan ölüm haline geldiler. Tanrı'nın hikmeti, gece bir tipi, bir bora koptu ki sabaha kadar 5 karış kar yağdı. Tan attıkttan sonra borular çalınıp "göç var" denilince herkes borazanlara söverek yerinden çıkmadı. Nihayet "Hazinedar Ali Ağa" ve "Boşnak Ali Kethüda" büyük vaadlerle güç hal ile ağırlıkları develere yüklediler. İster istemez tipi ve boranın belâsını çekerek "Direkli Bel" adlı yere gelindi. Burada havada büyük bir değişiklik ile öyle bir kış kıyamet oldu ki herkes canından bezip şaşkınlıktan donakaldı. Misli görülmemiş soğuk bir rüzgâr esmeye başladı. Yağan kara ne cin, ne insan dayanamaz oldu. Ne yol, ne durak, ne iz, ne ot belli idi. Halk görünürde yaşıyor sanılırdı ama hepsi hareket eden ölüler gibiydiler. Direkli Bel'in beli ise karla dolmuştu. Paşa, nice cüretli yiğitlerin, şehir halkından olan kılavuzlarımızın ayaklarına at kılından paçılalar (86) giydirdi. Bunlar Bel'in biraz ilerisine vardılar. Fakat hepsi kara gömüldü. Ne paçıla belli, ne de el, ayak. Asker arasında birçok söylenmeler başladı. Bütün deve katarları ve bu kadar hazineler darmadağın olarak kar ve yağmur içinde heder oldu. (87) Herkese bir telâş gelip feryada başladılar. İşin sonunda, önce Sekbanlar, Sarıca kaltabanları, Tatar askeri bayrakları (88) kaçıp her biri bir tarafa dağıldı. (83) "Serbend" başa sarılan bezdir. Başlık ve kalpakların üzerine sarılarak bir çeşit üniforma yapılmak istenmiştir. (84) Bu kelimenin okunuşu şüphelidir. İkincisi "Habib Bölükbaşı" olduğuna göre bunun da bir erkek adı olması gerekiyor. Fakat basılı metinde "Güzer" dir. (85) Burada bir eksiklik ve karışıklık var: Evliya Çelebi'nin getirdiği askerler iki bölük olduğu halde mevcut 22 bölüğe katılınca 24 olması gerekirken 26 bölük oluyor. Müellif her 100 kişiye bir bayrak açıldığını söylediği halde kendi getirdiği 100 kişi için iki bayrak açılıyor. (86) Örme at kıh ile yapılıp karda yürümek için ayağa giyilen kar ayakkabısı. (87) On Yedinci Yüzyılda Osmanlı Ordusu'nda disiplinin ne kadar zayıfladığı burada görülüyor. Halbuki Birinci Cihan Savasının başında, Kafkas kışında, 60.000 Osmanlı Türkü, Allahu Ekber Dağlarında soğuktan mahvolmuş, fakat bir teki geri dönmemişti.

(88) Bayrak, yukarda da geçtiği gibi 100 kişilik bölük demektir.

Hâsılı Paşa Direkli Bel'den bir türlü geçemeyip geri kalan asker ve ağırlıkla bin zahmet çekerek 6 saatte "Gümüş" şehrine girdik. Üç gün kaldık. Havada da biraz sükûnet görüldüğünden canlandık. Fakat ateş başına oturanların gözleri görmez oldu. Evlere girilmeyip duvar, dam ve çatı altlarında duruldu. Ateşe bakmayanlar körlükten kurtuldu. Fakat şehir içinde 17 kişinin el ve ayakları kışın şiddetinden dondu. Bıçkı ve destere ile kesilip katran kazanma batırıldığı zaman feryatları göğe çıktı. Gümüş Şehri halkı hepimize Hızır gibi yetişip* mihmandarlık ettiler. Tanrı bu şehir halkının yücelik ve vekarlarını ziyade edip gümüşleri gibi her iki dünyada yüzleri ak ola. Gümüş Şehri:

www.atsizcilar.com   

Sayfa 21 

  Kayser tarafından kurulmuştur. Danişmend Hanedanı'ndan Melik Gazi tarafından fethedilmiştir. Sonra Yıldırım Han, Amasya fethine giderken bu şehir ahalisi anahtarları Yıldırım Han'a hediye ettiler. Onun için hâlâ Gümüş şehri ahalisi vergi vermekten bağışlanmış olup "Gümüşhane" hizmetine bakarlar. Amasya Sancağı toprağında iltizamdır. Her yıl iltizam için Devlet Kapısı'na 70 kantar halis gümüş, 1000 çift gümüş at çulu ve torbası (89) verip muhasebesine mahsup ederler. Osmanlı ülkesinde 70 yerde gümüş madeni vardır. Fakat bunun gümüşü gibi halis cevher hiçbir yerde yoktur, insan, eline alsa hamur gibi ezilir. Gümüş ateşten ak süt gibi çıkıp tamga-yi sultanîye gelir. (90) Yer altında 7 damardır. Tanrı emriyle günden güne kalın damarlar çıkmaktadır. Bu şehrin bütün halkı çoluk çocuklarıyla Gümüşhaneye hizmet ederler. Hâkimleri de Gümüşhane Emini'dir. 150 akçalık kazadır. Kadısına yıllık 7 kese hâsıl olur. Şehir harap olmakta, kalesi de yer yer yıkılmaktadır. Yüksek bir tepe üzerinde kare şeklinde harap bir kaledir, içinde hiçbir şey yoktur. Sipah Kethüda Yeri, Yeniçeri Serdarı vardır. Şehirde tahta örtülü alçak, yüksek 1000 ev vardır. Camileri 11 tanedir. Çarşı içindeki caminin cemaati çokçadır. Evliya bir imamı vardır. Her ne kadar hastahanesi yoksa da havasının güzelliği ahalisine hastahanelik eder. 1 hamamı, 1 hanı, 1 tekkesi, 3 sübyan mektebi var. Halis gümüşten at çulu ve torbası meşhurdur. Bağlarında lezzetli üzüm olur. Şehrin toprağı maden aramak için tepe tepe yığılmıştır. Bu şehirde de 3 gün kaldıktan sonra hareketle güneye 5 saat giderek "Dankaza" köyüne geldik. (89) Çul ve torba gümüşten olmayacağına göre müellif gümüşlü çul ve torba demek istemiştir. (90) Paranın üstüne padişah damgasının vurulacağı yere gelir demek istiyor.

Amasya toprağında Gümüş Kazası'nın 100 evli mamur köyüdür. Burada "Köse Şaban Paşa Çiftliği" yakınında "Bardaklı Baba Sultan", "Akça Baba Sultan" ziyaretgâhlan vardır. Orada konuşarak "Kırk Dilim." adlı dağ tarafına yöneldik. Kar üstüne kar yağdığından büyük zahmet ve sıkıntılar çekerek o tipi ve boran içinde gittik. Sıcak Türk evlerinde Tanrı'nın kullarına kıyıcılık ederek lokmacılık yapıp ateş başında dinlenmeyi âdet edinmiş olan askerin Kırk Dilim Dağı'nı aşmada dilleri kırk elli dilim olup beli geçmede belleri büküldü. Kışın şiddetinden el ve ayakları dökülüp bir kısmı geriye dönerek Dankaza'ya geldiler. Hemen Kethüda Ali Ağa nice eli, ayağı tutar yiğitlere bol bol ihsanlarda bulunup kilim ve keçeleri parçalatarak deve ve katır katarlarının ayaklarına sardırdı. Hayvanlar yüz bin azap ile boş olarak Kırk Dilim Dağı'nı aştılar. Ama bütün ağırlıklar, cebehane, kiler ve mutfak eşyası, kapkacak, hazine sandıkları kar üzerinde kaldı. Yine Paşa Kethüdası bol bol ihsanlarda bulunarak bu ağır yükleri kar üzerinde sürdürüp belin başına çıkarttı. Oradan yokuş aşağı yuvarlayıp o gece bir ormanlı dere içinde bıraktılar. Bir tarafa gitmeye kimsede güç kalmayıp o gece 70 kişinin el ve ayakları döküldü. Geri, Dankaza'ya döndüler. Hayvanların birçoğu da kışın şiddetinden geberdi. Dankaza'ya gidenlerin de kimi öldü, kimi kurtuldu. Sabahleyin Kırk Dilim Deresi'nden kalkarak bin güçlükle adını bilmediğimiz bir köye geldik. insanoğlundan eser yoktu. Meğer bizim askerin gelişini duyup kaçmışlar. O gece orada yattıksa da hayvanlar çoktan ölü haline geldiler. Gece yarısında yine tipi, boran olup sabaha kadar bir arşın kalınlığında kar yağdı. Tan attıktan sonra borular çalınıp göç olacağı işitilince Karakollukçular'ın başta olanları, deve ve katır sürücüleri ve başneferleri, çadırlara bakanlar vesairleri Paşa Kapısı'na

www.atsizcilar.com   

Sayfa 22 

  toplanıp "hepimizi kırsalar kalkmaya dermanımız yoktur" dediler. "Bire, size onar kuruş bahşiş verelim" denildiyse de "evvelâ can, sonra cihan" dediler. Paşa ileri çıkıp: "Oğullar! Oturmak mümkün. Ama burada yiyecek kıtlığından ölürüz. O halde durmak nasıl mümkün olur" dedi. Daha nice konuşmalardan sonra Karakullukçular, Paşa'dan 15 kese bahşiş alıp hareket ettiler. At eyerleyip yüke yapışmaya başladılar. Savruntu, kırıntı, tipi ile biraz giderek bir ormanlı ovaya girip kardan biraz kurtulduk. Göz gözü gördü. 5 saatte "Büyük Bardakçı" köyüne geldik. Gümüş Kazası'nda 100 evli Müslüman köyüdür. Burada da bardak yaparlar. Büyük bir ziyaretgâhı vardır. Kıble yönüne 4 saat tufan çekerek (91) gidip alçaçacık bir dağı aştık. "Kırk Bilim Köyü" durağına geldik. Çorum Sancağı toprağında 200 evli Müslüman köyüdür. Bu köyde hava biraz açılıp herkes huzur buldu. Ertesi günü açık havada gidip mamur köyler geçerek Çorum Kalesi'ne geldik. Çorum: Selçuklular'dan Kılıç Arslan'ın bu kaleyi yaptı,;ı söylenir. Suyu ve havası güzel olduğundan Kılıç Arslan, oğlu "Yakub Mirza" yi ve yüzlerce sair çorlu "2 hastaları bu şehre gönderip sağlığa kavuşturduğu için adına "Çorum" denmiştir. (91) ''Tufan çekmek" deyimi ile tufan içinde gidiyormuşcasına çekilen güçlüğü anlatmak istiyor. (92) "Çor" Türkçe bir kelime olup "illet", "hastalık" mânâsındadır. "Çorak" kelimesi de bu köktendir.

Ama vilâyetin ileri gelenleri "Çor-i Rûm" dan bozmadır derler. Sonra Danişmendliler'in eline düşmüştür. Oradan da Yıldırım Han'a geçmiştir. Sivas Eyaleti'nde Sancakbeği tahtıdır. Beğinin hası 300.000 akça olup 19 zeamet, 310 tımar var. Alaybeğisi, Çeribaşısı vardır. 150 akçalık kazadır. Kadısına yıllık 5 kese hâsıl olur. Şeyhülislâmı, Nakîbüleşrafı, ileri gelenleri, Kale Dizdarı ve neferleri, Kaban Emini, Muhtesibi, Şehir Naibi, Şehir Subaşısı vardır.. Sipah Kethüda Yeri, beğine muâdil (93) söz sahibi hâkimdir. Kapıkulu Serdarı dahi azametli adamdır. Zira bu Çorum Sancağı'nda asker tayfası gayet çoktur. Çünkü eşkıya ve zorba yeridir. Hatta bizim Paşa'yı bu şehire kondurmak istemediler. Araya arabulucular girip Şer'î Mahkeme dahi kabul kâğıdı verdi. Bütün şehir evlerinde Uç gün kalınmak için ferman çıktı. Şehir 42 mahalledir ve 42 Camii vardır. Evleri 4300 tane olup bağlı, bahçelidir. "Sultan Alâaddin Camii"ni Kanunî Süleyman Han imar etmiştir. Çarşı içinde Mimar Sinan Ağakâri olup cemaati çoktur. "Tahıl Pazarı Camii", "Beğ Camii", "Defterdar Camii", "Medrese Camii", "Ağa Camii" şehrin meşhur camileridir. Fakat "Murad Han Camii"nden mükellefi yoktur. Hamamlarından "Yeni Hamam" gayet güzeldir Tokat'taki Ali Paşa Hamamı'na vakıf ve hayrattır. "Ulama Pasa Hamamı", "Beğler Çelebi Hamamı" hamamı vardır.

(94)

meşhurlardır. 40 kadar saray

7 yerde Dârüttedris'i varsa da "Murad Han Gazi Medresesi" mamur ve meşhurdur. 11 Sibyan Mektebi, 7 ham vardır. 18 yerde gayet güzel sulu çeşmeleri vardır. Süleyman Han bir konak yerden su getirip bu şehre sebil etmiştir. 3 tane tekkesi var. 300 dükkânı olup her türlü esnafı mevcuttur. Bilgili kimseleri, nükteci çelebileri, bilginleri, dini bütün kişileri, şeyhleri çoktur. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkının yüzleri kırmızıdır. Ortaboylu ve iri adamları olur. Güzelleri de çoktur. Halkı çok defa çuka giyer. Kadınları beyaz bol elbiseye bürünür. Kışları sert olduğu halde bağı, bahçesi çoktur. Şehrin kıble tarafında Celâli ve Cemâli şerrinden emin olmak için dörtköşe yapılmış güzel bir kalesi vardır. Ama küçüktür. Bir kapısı vardır.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 23 

  Dizdarı, neferleri, yetişir derecede cebehanesi, birkaç evi ve ambarı vardır. Tanrı bilir, İslâm yapısıdır. Bu şehre girdiğimiz gün İstanbul tarafından Berberbaşılık'tan çıkma bir Kapıcıbaşı gelip 40 Kapıcısıyla "Diyarıbekir Eyaleti'ni getirdim" diye yüksek sesle bağırtarak Paşa'yı kandırırım sandı ama mümkün olmadı. Bütün Kapı halkı, (95) Sekban ve Sarıca ile Deli Gönüllü, 300 kadar İç Oğlanı hazırbaş olup "Kapıcı gelsin" dediklerinde 40 Kapıcısıyla içeri girince güz yaprağı gibi titremeye başladı. Bütün Levendler Paşa'yı ortaya alıp, silâh kuşanmış olarak durdular. (93) Bir kelime eksik. "Sancakbeğine muâdil" olacak (94) "Bekler Çelebi" şeklinde de okunabilir. (95) "Kapı halkı", Paşa'ya mensup bütün askerler demektir. Eski Osmanlı metinlerinde "halk" kelimesi askerden bir zümre mânâsı ile çok kullanılmaktadır.

Paşa söze başlayarak: "Safa geldiniz! Ne hizmete geldiniz" buyurdu. Kapıcılarbaşı: "Sultanım! Diyarıbekir'e gideriz" dedi. Paşa: - "Hani bize Diyarıbekir Eyaleti'ni getirmişsiniz? Hani emirler" diyince 40 Kapıcı birden "işte emir Padişah'ındır" diye Paşa'nın üzerine saldırdı. Fakat Paşa daha adımını atmadan iç Ağaları 40 Kapıcıyı da kıskıvrak bağladılar. Paşa bunları hemen cellâda vermek istediyse de vilâyetin ileri gelenleri rica edip: - "Sultanım! Bunlar emir kuludur. Bunun size öğüt olduğuna şükrâne olarak kendilerini bağışlayın. Padişah'ın arzı var. Hepsini serbest bırakın" dediler. Ricaları kabul olunup hepsi serbest bırakıldı ama öldürülseler gerekti. Bunlar şehir kadısına varıp Sancakbeği Ali Beğ'i mahkemeye davet ederler. Herkesi askere alma hakkındaki Padişah emirlerini çıkarıp "bütün askerini şehir içinde çevirelim" derler. Vilâyet ileri gelenlerı: "Vallahi bu iş bu şehirde olamaz. Onlar can ve başa kalmış 10.000 ateş kılıçlı adamdır. Bunlara el kaldırırsak bütün şehri ateşe verirler. Malımız, yiyeceğimiz alan talan, çoluk çocuğumuz kan ağlayıp perişan olur. Bu sert kışta nereye gidelim? Bunların isyan edip dosdoğru Varvar'a gidecekleri muhakkaktır" diye Kapıcıbaşı'ya kandırıcı cevaplar verirler. Bu sevinçli haberi şehirlilerden biri hemencecik Paşa'ya getirdi. Paşa, herife ihsanlarda bulundu. Sonra Kapıcılar Bölükbaşısı'nı mahkemeye gönderip: "Kapıcıbaşı çabuk atlanıp geldiği yere gitsin. Yoksa yüzünü tulum gibi yüzüp geldiği yere gönderirim" dedi. Ayrıca Bölükbaşılar tayin edip hepsini şehirden sürdü. Ertesi günü bu sıkıcı halleri yazıp Varvar Ali Paşa'ya atlı tatar ile gönderdi. Ondan sonra bütün şehir halkına ihsanlarda bulunup onlarla konuştu. Vilâyetin ileri gelenleri gördüler ki bu bir yüce şanlı, iyi ahlâklı vezirdir, dediler ki: "Sultanım! Gafil olma. Sakın İstanbul tarafına gitmeyin. Varvar Ali Paşa'yı kollayarak gidiniz. Aranız bir veya iki konak olsun. Şimdi saadetle geri dönüp lokmacılık ederek (96) Tokat ve Kazova gibi bolluk yerlerde dolaşın. İnşallah yakında cemreler düşüp kışın şiddeti gider. Bu türlü hareket buyurun." Doğrusu en güzel tedbir bu idi. Bu Çorum yakınında Âşıkpaşa oğlu Şeyh Ulvan Çelebi Ziyaretgâhı vardır. Kendisi Orhan Gazi şeyhlerindendir. Birçok eserleri vardır. Sözün kısası bu kazada o gün lokmacılık edip giderken Varvar Paşa tarafından tatar geldi. "Benim oğlum! Sakın. Yine asker topla. Nevruz olup havalar açılınca İstanbul'a doğru git. Sizinle yine haberleşip müşerref oluruz" demiş. Paşa dahi Ankara taraflarına gitmeye savaşıp on birinci günde Çorum Ovası'ndaki "Şeydim Sultan Tekkesi" durağına geldik. Büyük bir tekkedir. Başı ve ayağı çıplak dervişleri vardır. Paşa bütün İç Ağaları ve Karakollukçuları ile bu tekkeye konup büyük ziyafet çekti. Buradan "Karakeçili" köyüne

www.atsizcilar.com   

Sayfa 24 

  geldik. Çorum toprağında 200 evli Türk köyüdür. Kızılırmak'a bir saat mesafededir. Bu köyde o gece yine büyük kar, tipi ve boranlar oldu. (96) Bulunduğu yerden yiyecek elde ederek kıt kanaat de nlmı doyup geçinmek.

Sekban ve Sarıca haşeratı da herkesin çoluk çocuğunu evlerinden çıkarıp beşikleri içindeki masumlarla beraber kara bırakarak Merzifon'dan beri yaptıkları Haccâc mezalimini tazelediler. Sabahleyin buradan da kalktık. Kızılırmak'ın Çeşnigir Köprüsü'ne gitmeyip Karakeçili Geçidi'ne gelmek suretiyle yanlış davranmış oldular. Meğer aman vermez geçitmiş. Gerçi kar yavaşladı ama kışın şiddeti o derecede ki atlar yerin üzerinde duramayıp güz yaprağı gibi tirtir titrerlerdi. Ne hal ise, Alay Çavuşları askere sıkı sıkı tenbih ettiler, önce Paşa'nın Otak develeri, mutfak ve dış kiler, ahır ocağı ağırlığı, 21 tane yarar, iyi kılavuzla bazı atlılar sabahleyin erkenden ilerlediler. Sonra Paşa, 200 katar devesi ve 100 katar katırı geçti. Ben de kendi katarımla Allah, Allah diyerek yürüdüm. Bütün ağırlıklar "Kurt" kasabası sarayına gidiyordu. Ben, Paşa Kethüdası ile Kızılırmak kıyısında öteki Ağalar'ın geçmesini beklerken Paşa katarı ve öteki Ağalar'ın ağırlıkları kıyıya geldiler. Kılavuzları ile ırmağa girince Tanrı'nın emriyle bir tipi, boran, karanlık, şimşek ve gök gürlemesidir başladı. Irmak kabardı. Katar, seyishane vesair yükler ırmağa yayılıp gelirken Kızılırmak coşup harman gibi buz parçalan getirmeye başladı. Meğer Çeşnigir Köprüsü yakınında birkaç günden beri ırmak donup kapanmış. Böylece boşanınca bu kadar insan birbirine karışıp çerçöp gibi gitmekte, bu halde yine karşı taraftan ağırlıklar ırmağa girmekte, beri taraftan da mal sahipleri "aman, Muhammed ümmeti" diye feryat koparmakta idi. Paşa dahi bu sırada mehter çaldırarak ırmağa geldi. Kurt kasabası ileri gelenlerine haber gönderip askerden de katır, deve, seyishane ve mal kurtaracaklara büyük vaidlerde bulundu. Askerin kimi bu tarafta, kimi karşı tarafta ırmak kıyısına deliler gibi seğirtiyorlardı. Nice cüretli yiğitler suya giriyor, kimi batıyor, kimi yüzüyordu. Develerle insanlar birbirine karışmıştı. Kurtarılanları bir kenara çıkarıyorlardı. Bazı Türkmanlar ve Kürtler o kışta soyunup yüzerek nice deve, katır ve seyishaneyi karşı tarafa geçiriyordu. Lâkin karşıya geçenlerin giyimleri beri tarafta kalıp orada kendilerine esvap veren bulunmadığından çoğu soğuktan donuyordu. Ancak Kızılırmak'a buz parçaları gelmeden önce ağırlıklar kurtarıldı. Fakat nice nice katır, deve, kısrak katarları yükleriyle kayboldu. Sadece insan olarak kişi (97) yok oldu. Sabahtan ikindiye kadar bu kadar zarar ve ziyan olup malından, azığından, kul ve karavaşından (98) ayrılmış Ağa'nın hesabı yoktu. Boğulanların çoğu Karakollukça, Harbende, Sekban ve Sarıca idi. İkindiden sonra buz ve borandan eser kalmadığından o sırada geçen Tatar, Deli, Gönüllü ve Ağalar korkusuzca ve selâmetle karşıya vardılar. Burada yine o haşerat ile "Bardaklı Beli"ni geçip "Kurt Deresi" köyüne geldik. Tanrı kullarının çoluk çocuklarını kapı dışarı edip masumları beşikleriyle kar üzerine fırlattılar. Bu hâdiseden nice evler mahvoldu. Üç masum öldü. Ben bu hali görüp "acaba o yüce, intikam alıcı olan Tanrı bir gün bu askere daha nasıl belâlar gönderecek" diye kaygılandım. (97) "Kişi" den önce rakkam gösteren kelime eksik. Kaç kişi olduğu açıklanmamış. (98) "Karavaş" Türkçe bir kelime olup cariye demektir.

Bardaklı Baba: O köyün yakınında "Bardaklı Baba" adlı yüce bir evliyanın ziyaretgâhı var. Hacı Bayram-ı Velî halifelerindenmiş. Nice kerametleri görülmüş. Onlardan biri de şu: Doyacak kadar yiyecek sağlamak için bardak yaparmış. Abdest tazelemek için daima bardak taşırmış. Bütün dervişleri o bardaktan abdest alırlar, fakat bardak yine saf su ile ağzına kadar dolu dururmuş. O bardak hâlâ kabrinde durur. Onun için ona "Bardaklı Baba" derler. Ben, türbedarın izniyle bardağı indirip su ile doldurarak abdest tazeleyeyim derken bir de gördüm ki bardak su ile dolu ama üzerinde kırk yıllık toz duruyor. Tekkede oturanlar,

www.atsizcilar.com   

Sayfa 25 

  Paşa imamı, nice paşalar bu bardağın böylece nice yıldan beri su ile dolu kaldığına inanmışlardır. Türbedarı "bu ibriğe su koymadınız mı" diye and verdirdiler. O da: "Hâşâ! Kırk elli yıldan beri bu kubbede asılı durur, işte bu Evliya Ağa indirip uğur olsun diye abdest alayım derken Tanrı'nın hikmeti, ibriği su ile dolu buldu" diye cevap verdi. İbrahim Efendi (99) ve öteki ahbaplar: "Evliya Çelebi! Gel, ibriği su ile yine yerine asalım" dediler. Bu düşünce herkesçe makul görüldü. Ben ise acemilik dolayısı ile taassup gösterip: "Bu evliyanın ibriği ile mutlaka abdest tazeleyeceğim" diye besmele çekerek o su ile abdest aldım. Kullanılan suyu leğen içine koyduk. Burcu burcu Zemzem gibi kokmaya başladı, ibrik yine eskisi gibi dolu duruyordu. Hayrette kaldım. Paşa'nın imamı dahi hayret edip: "Evliya Çelebi! Ben de abdest alayım" dedi. O da abdest tazeledi. Elhâsıl dört kişi o bardaktan abdest aldı. İbrik yine temiz su ile dopdolu kaldı. Hepimiz şaşkına döndük. Dua ve övme ile ibriği yine kubbeye asıp oturduk. Leğene dökülen kullanılmış suyu Tekke Şeyhi Bekir Dede alıp sakladı. İbrik kırmızı çamurdan yapılmıştı. Karnında "Ra'd Sûresi"nden "Ensele mine'ssemâ-i mâ'en fesâlet evdiyetün bikaderihâ" yazılmıştı. (100) Bunun altında rakkamla 66.626, üç tane "kef", (101) iki tane "cim", (102) bir tane "mim",(103) bir ayak ve bir bardak resimleri vardı. Ben Tanrı için, evliyanın ruhuna bir hatim indirerek ruhaniyetinden yardım istedim. Aramızda tanışlık oldu. Kabirleri ziyaret gönül kasvetini götürür. Mezar ziyaretleri hakkında Kâinatın övüncü Peygamber Hazretleri "işlerinizde güçlük görünce kabirdekilerden yardım dileyiniz" diye buyurmuştur. O sırada tekkenin kapısı tarafında, kucağındaki masumla bir kadın peyda oldu. Evliyanın kabri önüne masumu koyup başını açarak saçlarını dağıttı. "Oğul" diye feryada başladı. Meğer Harbendeler (104) kadının evine konup masumu kar üzerine atmışlar. O da gece soğuktan ölmüş. Kadının ardı sıra nice yoksullar, zayıflar, balta ve süngü ile yaralı ihtiyar ve vekarlı kimseler hor ve zelil bir halde tekkeye gelip kabre girdiler. Bir ağızdan bedduaya başladılar. (99)"İbrahim Efendi" herhalde Paşa'nın imamı olacak. (100) "Ra'd", Arapça "gök gürültüsü" demektir. R'ad Sûresi, Kur'an'ın 13. süresidir. Evliya Çelebi'nin kaydettiği parça, bu sûrenin 17. âyetinin başı olup Türkçesi şöyledir: "O (yani Tanrı) gökten bir su (yani yağmur) indirmiştir de vadiler kendi mikdarlarınca sel olmuştur". (101) Eski alfabedeki ince "k" harfi. (102) Eski alfabedeki "c" harfi. (103) Eski alfabedeki "m" harfi. (104) Katırlara bakan, mekkâreci sınıfı.

Ben bir ihtiyarın elini öptüm: "Sultanım! Ben imam Efendinizin evine kondum. Adamlarım ve atlarım kar üzerinde yatar. Lûtfeyleyin de bana ve Paşa'ya beddua etmeyin" diye rica ettim. "Seni biliriz. İmam sana bulamaç, palamaç, gölemeç as getirmiş. Kabul edip istememişsin. Sizi Allah karadan, kadadan (105); yavı,(106) bulut ve taştan, eşip yorulduğun yerde yaramaz işten saklasın. Ama Ağaların, Sarıca ve Sekbanlar'ın Çalap hemen belâlarını vere. Nidelim? Kurt giresi boğazları doyduktan sonra ıssı (107) dama girip .şarap höpürdetirler. O kızıl kekremsiyi (108) başlarına çanakla çekip "bire ev sahibi, bize kasık mancası gelir" diye baltalarla vurup kadın ve oğlan isterler. Bütün çoluk çocuğumuzu bir dama tıktık. Geceleyin damı kurcalayıp bir yanından delerek kadın ve oğlan çıkarmışlar. Hemen onları Allah'a saldık" diye beddua edip gittiler.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 26 

  Ben bu hali görüp: "Yarabbi! Sana sığınırım. Benim bu işlerden hiçbir haberim yoktur" diye kabre bir Fatiha okuyarak doğru Mehmed Paşa Efendimiz'e geldim. Bu acıklı halleri bir bir anlattım. Hemen Kethüdası Ali Ağa'yı çağırıp: "Ne kadar lüzumsuz ağırlık varsa, yediğimiz yiyecek yerine onları bu köy halkına vererek hatırlarını alın" diye tenbih eyledi. Hakikaten, Hazinedar Ali Ağa derhal köylülerin iş görenini çağırıp eme seme yaramaz şeyleri vererek hatırlarını teselli eder gibi oldu. Ama evvelki beddunun kabul olunduğuna şüphe yoktur. Netekim uğradığımız Kızılırmak belâsı bunun bir parçası idi. Bu konuda şu beyti ne güzel söylemişler: Salan mazlumun âlımdan sehergâlı Ki ana (= ona) perde koymamşıdır Allah. İşte asker bu ırmakta türlü belâlara uğrayarak malından, yiyeceğinden oldu. Canlar sağ geçtiklerine yüz bin şükür ettiler. Tanrı'ya şükür ben bu belâdan hiçbir zarara uğramadım. Sağ salim geçmiştim. Irmak kıyısınca perişan bir halde giderek "Kuralar Sarayı" kasabasına geldik. Çankırı toprağında, Kalecik Kazası'nda Subaşılıktır. Nâibliktir. Kızılırmak kıyısında 400 tane, toprak örtülü evi olan, camili, hanlı, hamamlı, küçük çarşılı kasabacıktır. Burada Paşa "Ali Ağa" ve "Hüseyin Ağa" adlı adamlarını Kızılırmak'ta batan eşyanın çıkarılmasına tayin ederek birer kese harçlık ihsan etti. Nice mal sahipleri de kalıp su kıyısında çadırlarıyla durdular. Hava mutedilleşince mallarını çıkaracaklardı. Buradan kalkıp kuzeye giderek "Peryalı" köyü durağına geldik, Çankırı toprağında Kalecik Kazası'na tâbidir. Buralarda bir doğuya, bir batıya serseri gezip lokmacılık ettik. Yine kuzeye giderek "Akçakoyunlu" köyüne geldik. 100 evli Türkman köyüdür. Buradan da "Koçı Baba" durağına geldik. Bu da Kalecik Kazası toprağında 200 evli Türk köyüdür. Ama görünürde asla ev yoktur. Hepsi yer altında ahırlı, mutfaklı, sofalı, misafirhanen evlerdir. Buraya "Keskin İçi" derler. (105) Kazadan. Arapça belâ mânâsındaki "kaza"yı Türkler "kada" diye söylemişlerdir. Kazak Türkleri de karla der. (106) Düşman demek olan "yağı"nın başka bir söylenişi. (107) Sıcak. (108) Kızıl kekremsi, şarap demektir.

Gayet mamur yerdir. Kışı sert olduğundan evleri toprak altındadır. Ama damlarının üstü çayır, çimendir. Evlerin birer bacaları var. Yumuşak beyaz taşı istedikleri gibi oyup kesip biçerek evler yapmışlardır, içine bin adam girse kaybolur. Bu köyde "Koçı Baba" ziyaretgâhı vardır. Bu zat Bektaşi halifelerindendir. Türkman tayfası bu babaya çok inanırlar. Buralarda birçok sıkıntı çektikten sonra bu zatı ziyaret ettiğimizde hatırımıza şu beyit geldi: Bu tarîk üzere cemî-i ömrümüz oldu, heba, Himmetinle Şehr-i Rûm'a gidelim Koçı baba.(109) Buralarda, Keskin içinde "Harrâf Hüseyin oğlu Şeyh İbrahim Şûzî" ziyaretgâhı vardır. Bu zat da Ak Şemseddin Hazretleri'nin halifelerindendir. Sivas Şehrinde yetişmiş olgun bir kimse idi. Hâlâ herkesçe ziyaret olunur.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 27 

  Oradan ilerde "Şeyh Şâmî" köyüne geldik. Bu Çankırı toprağı ile Sivas Eyaleti arasında, Keskin içinde, Kalecik Kazası nahiyesinde 200 evli mamur ve güzel bir köydür. Ama yine evleri toprağın içindedir. Şeyh Şâmî Hazretleri Ziyaretgâhı: Bayrami tarikatından olup adı "Hamza" dır. Hamzavî Tarikatı bundan kalmıştır. Nice kerametleri görülmüştür. Hatta bir cuma günü herkes cuma namazına hazır olup abdest tazelemek için bir damla su kalmadığında: 'Ah sultanım! Şu caminiz yakınında bir kuyu kazdırsanız da gelip giden cemaat abdest tazelese büyük sevaba nail olursunuz" demişler. Şeyh Şâmî hemen elindeki değneğinin ucuyla toprağa işaret eder. Oradan saf bir su fışkırır. Hâlâ adına "Ayn-ı Asâ" (110) derler. Evliya Hazretleri camileri yanında, yüksek bir kubbede gömülüdür. Cami kendisi tarafından yapılmıştır. Minareli ve kurşun örtülü değil ama mihrabı ve duvarı çok geniştir. Mihrabı çok enlidir. Mihrabında Kufi ve Müsta'samî yazı ile bazı âyetler yazılıdır. Mihrabın iki tarafında görülmemiş, sanatkârane iki mermer sütun var. Mihrabında gayet güzel ve ince oymacılık vardır. (111) Mihrap, Şeyh'in kendi el işidir derler. Yazık ki o sanat da keramete bağlıdır. Bu tekkede hatıra şu beyit geldi: Hazret-i Şeyh Sami'yi gelüp ziyaret eyledik, Çok şükür Hakk'a yine hüsn-i ibâdet eyledik. Buradan kuzeye giderek "Hüseyin Ağa Köyü" ne geldik. Burada Hüseyin Ağa büyük bir ziyafet çekip Paşa'ya bir at verdi. Oradan ileri gidip "Kalecik" adlı yüce kaleye geldik. Kalecik: Bursa Tekfürü "Seredne" adlı kıral burasını kızı için yapmıştır. Sonra Kastamonu hâkimi "Topal Bayazıd" fethetmiş ve Osmanlılar'a baş eğmeyip nice köy ve şehirlere el uzatmaya başlamıştır. Nihayet Yıldırım Bayazıd Han bir gün ansızın bu kaleyi basıp fethetti. (109) "Şehr-i Rûm" dan maksat İstanbul'dur. Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün veznindeki şu beyit, Evliya Çelebi'nin çok kötü bir nazımcı olduğunu gösteriyor. (110) Arapça "Değnek Pınarı" mânâsına. (111) Metindeki "hurdekarlık" kelimesini "oymacılık" diye çevirdim.

Şimdi Çankırı Sancağı hükmünde Paşa Hası ve Subaşılığıdır. 150 akçalık kazadır. Kadısına yıllık 4 kese hâsıl olur. Kethüda ve Yeniçeri Serdarı, Müftüsü ve Nakîbüleşrafı, ileri gelenleri, Kethüda Yeri, Kale Dizdarı, 20 kadar kale neferi vardır. "Cik", küçültme edatıdır. Yani "Küçük Kale" demektir. Ama bu kale göğe 'baş kaldırmış, yalçın kaya üzerine yapılmış muhteşem bir kaledir. Duvarı 60 Mekke zirâidir. Dört çevresi yalçın kaya olduğundan etrafında hendek yoktur. Kıbleye bakan bir demir kapısı vardır. Kale içinde 20 kadar ev, 1 cami, 1 buğday ambarı ve su sarnıcı, cebehane, 6 tane şâhi topçağız vardır. İç memleket olduğundan kalesi garipçe kalmıştır. Şehrin bütün ileri gelenleri Celâli ve Cemâli korkusundan kıymetli mallarını bu kalede mahzene koyup saklamışlardır. Kale Dizdarı bu harabenin gözcülüğüne memurdur. Kaleden ovalar zümrüt gibi gözükür. Aşağı varoş, kalenin kıble tarafında bağlı bahçeli mamur bir kasabadır. Lâkin çevresinde sur yok. 1200 kadar kiremit ve toprak örtülü evleri vardır. Hepsinden mükellefi "Şehsuvar Paşa Sarayı" dır. Evleri hep kıbleye bakar. Yolları temizdir. Kaldırım yoktur. 17 camisi, çarşı içinde küçük hamamı, 3 hanı, 6 kahve dükkânı var. Havası çok güzelse de suyu iyi değildir. Şehirde 3 gün kaldık. Paşa Efendimiz, Şehsuvar Paşa Sarayı'nda misafir kaldı.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 28 

  Şehsuvar Paşa'nın oğlu Gazi Beğ'i üç gün okuttuğumuzdan Harem'den annesi bir bohça don ve gömlek ihsan etti. Hele Tanrı'ya hamdolsun burada üç gece rahat uyku uyuyabildik, temiz esvap giydik. Sanca ve Sekban Bayrakları, topyekûn askere alınma korkusundan şehrin dört çevresinde nöbet bekliyorlardı. Kazancı Baba Ziyaretgâhı: Kalenin ancak bir sarp yolu vardı. Batı tarafına bakan kapısına gidecek güç yolun aşağısında, çarşıya yakın bir yerde gömülüdür. Tanrı ruhunu kutlu kılsın. Buradan kalkıp yine kar ve boradan zahmet çekerek "Kurbağalı" köyüne geldik. Çankırı toprağında, Kalecik Nahiyesi'nde 200 evli mamur köydür. Şeyh Şâmi oğlu Şeyh Abdullah burada gömülüdür. Fakat kabri mamur değildir. Bir dam altında dinlenmektedir. Buradan yine kuzeye giderek "Nenekler" köyüne vardık. Bu da Kalecik toprağında bir camili Türk köyüdür. Burada da o gece bir arşın kar yağıp kimsenin konakladığı yerden dışarı çıkmak ihtimali kalmadı. Sabahleyin yine borular çalındı. Herkes ağırlıklarına yapışıp yüklerini beygir ve yük çekicilerine yükletti. Bütün Nenekler köyü halkı kılavuz alınıp 3 saat alçak yerden gittik. "Sarı Alan" adlı beli aşacağımız yerde bir tipi, boran ve tufan kopup asker darmadağınık oldu. Mallar dağlarda, bellerde, yollarda kalıp herkes nefsini düşünme kaygısına düştü. Can pazarı ile gittiler. Kimi kurtuldu. Kimi kayboldu. Paşa'nın iç ve dış Ağalan can ve baş kaydına düştüler. Paşa ve hazineyi bırakıp birer tarafa kaçtılar. Hatta Paşa'nın oğlu Mustafa Beğ Efendimiz'! lalaları, hademeleri ve hocalarıyla kaybettiler ve hazine katarı ile dağlarda serseri gezip gittiler. Ben sığınacak bir dere içinde biraz durup savruntu ve boran aman verince 21 köle ve 3 seyishanemle bir tarafa giderken 3 kölemi daha buldum. Çeşrıigirlerdi. Netice, 25 kişi olup kışın şiddetine katlanarak "Sarı Alan Beli"ni aşıp öte taraftaki düz. ovaya düştük. Tatlı candan olmama az kalmıştı. Bezgin bir halde bazen atlı, bazen yaya yol gitmede idik. Molla Kafoğlu, Koca Haydaroğlu, Katırcıoğlu Belâları Böylece gidip sağdaki, soldaki kasabalarda sığınacak bir yer var mıdır diye düşünürken birden Eshâb-ı Kehf'in köpeği gibi "af, af" sesi duyuldu. "Bire medet canım! Köpek var yarenler! Köy var demektir. Tanrı yardım kılıp bize selâmet verdi. Şu köpek sesi gelen yöne gidelim" diye at bıraktık. Canım sığır tezeği dumanı gözüktü. Daha ileri gittiğimizde büyük bir köy belirdi. Ben bir çit avlu kapısı önüne 25 arkadaşımla gelip: "Âşıklar! Siz şu eve konun. Biz şu eve varalım ama zulmetmeyin. Birbirimizden haberdar olalım" dedim. Kölemin biri atından inip çit avlunun kapısını açtı. Avluya girince Alay Çavuşu gibi levendcesine: "Bire ev sahihi" diye bir haykırdım. insandan eser yoktu ama avlu içinde 12 tane at kar üstünde yarma odunlara bağlı duruyordu. O sırada içerden orta kuşaklı, yalın ayak, mesli bir yiğit çıkıp dal satır oldu. iki tüfekli, iki kılıçlı daha peyda olup kar içinde koşarak atlarına yalınayak binip üzerimize sürdüler. Biri yanıma doğru gelince: "Esselâmü aleyküm ev sahibi! Misafir kabul eder misiniz" dedim. Cevap vermedi, içlerinden biri; "Bire, Akyakalıoğlu gelsin" dedikte başı kırmızı sarmalı, boğazı örtülü bir yiğit daha çıkıp: "Bire hay! Alındık" diyince evin içinden 7 kişi daha dalkılıç çıkıp üçü evin içine geri döndü. Bu sırada ihtiyar bir adam yaya olarak bana doğru gelip: "Safa geldin oğul" diyince attan inip: "Baba, bu halin nedir" dedim. Sözüme hiç aldırmayıp: "Bire şehbazlarım! Ne atlanırsınız? Misafir misafiri sevmez. Ev sahibi ikisini de sevmez" derken dışarıda olan 20 arkadaşıma: "Varın, dediğim yere konun" dedim.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 29 

  Ev sahibi ihtiyar, yalınayak, dalkılıç atlarına binen yiğitlerin ellerine, ayaklarına düşüp: "Oğullar! Evimi barkımı harab edersiniz, işte o ağa atından indi. Tipi ve boradan yorulmuşlar. Evime düşmüşler. Siz de atlarınızdan inin" dedikçe onlar: "Bire Hacı Baba! Bize olanı siz bilmezsiniz. Biz bize ettik. Bire getir çizme, zırh, tüfek, sadak" diyip at sırtında kılıç ve sadak kuşanmaya başladılar. Ev sahibi rica ettikçe onlar gideriz dediler. Bildim ki bizi istiskal ettiler, hemen levendane: "Bire hey kardaşlar! iman nuru sahipleri yabancı olmaz. Siz kendi sohbetinizde olun. Biz de şu kışta kıyamette bir gece konuk olalım, ömrümün varları" dediğimde biraz avundular. Kılıçlarını kınlarına sokarak biri kapıdan içeri girdi. Biri de yanımda attan indi. Onunla öpüşüp hal, hatır soruştuk. Ama ben iyice şaşırıp "acaba bunun aslı faslı nedir" diye bunlara dikkatle baktım. Hepsi bana eğri eğri baktılar. Hemen işi şakaya bulaştırıp: "Muharnmed hakkı için Tanrı sizi hatâdan saklasın şehbazlarım" dedim. Ev sahibi: "Bire, bire oğullar! inin de akşamda yemek yiyin" diyince ben hemen: "Vallahi Hacı Baba! Ben ve oğullarım alabaş köpek gibi açız. Hemen sofrayı şu karın üstüne getir de yiyelim" diyerek kasden karın üzerine oturdum. "Bire Hacı Baba? Allah aşkına olsun, tez bana Pir Baba çorbasını önce getir, su pastırmasını sonra. Buzlu hoşaf turşusunu getir. Hararetten yüreğim yandı" dediğimde yiğitlerden biri: "Bire beğim! Bu yiğit pek yarandandır. Zarar gelir adam değil" dedi. O zaman hepsi atlarından inip önceki gibi atlarını kar üzerindeki yarma odunlara bağlayarak içeri girdiler. Beni de çağırıp: "Sen kimsin? Kime mensupsun? Bu yollarda kuş uçmaz. Bu kışta, kıyamette sen ne yapıyorsun" diye ahiret soruları sordular. Ama gözleri kapıda ve silâhlarında idi. Ben: "Bana Evliya Çelebi derler. Dünya seyyahıyım. Melek Ahmed Paşa ile bir kere bu ovaya konup Hacı Baba'nın nimetini yemişiz. Bu yolları babamın evi gibi bilirim. Tuz ekmek hakkı bilir yiğitim" diye şaka ettim. Hazırlanan yemeği yerken baktım: içlerinden bir fedaî, esmer renkli, ince belli, ala gözlü, iri kemikli, dinç yiğit gelip ocak başına oturdu. Hepsi ona saygı gösteriyor ve "beğim" diye hitap ediyordu. Konuşma sırasında o da onlardan birine: "Katırcıoğlu! Şu gidi bizi bu saat allak bullak etti. Çizmesiz, pabuçsuz, silâh kuşandırmayarak ata bindirdi. (Beni göstererek) şundan ibret alsanız. Bu iş hepimize bir öğüttür. Gafil baş tez gider. Avrat gibi boğazımız' tokluğuna ateş başı demiş, kapanmışız. Ya bu yiğit davul çalıp na'ra atmadan dışarıdaki yirmi otuz yiğitle bizi çevirseydi halimiz neye varırdı? Hele düşünün. Ne dersin Unyağanlı? Ne dersin Yiğen Hüseyin? Ne dersin Akyakalıoğlu ? Ne dersin Kara Memi" diye hepsini hitap etti. Onlar da: "Belli, fena olurduk" dediler. Ocak başındaki yiğidin kurulu beş tabanca ve tüfeği vardı. Birini bana bağışlayıp: "Yiğit! Şunu aşkımıza kullan" dedi. Katırcıoğlu Mehmed dediği yiğit de gümüş telli, sarılı oyluk haşası, bir telâtin (112) kese, bir kaşıklık bağışladı. Hâsılı her biri bir şey bağışlayıp: "Bizimle birkaç gün burada otur. Senden hazzettik. Güzel konuşan yiğitmişsin" dediler. Ben de: "Billahi, Paşalıyız. Paşa'dan ayrılamayız. Lâkin bu tufandan darmadağın olduk. İnşallah sabaha kadar kar diner de Paşa'ya gideriz" dedim. Kendisine "beğim" diye hitap ettikleri yiğit hemen: "Aman, nasıl Paşa'ya" dedi. Ben de: "Erzurum'dan azlolunan Defterdaroğlu Mehmed Paşa" dedim. — "Bire o nerededir? Yiğit istermiş. Biz onu arıyoruz" dediler. Biri gizlice göz kırptı: "Bire o Paşa şimdi nerdedir? dedi. Ben: "işte, o mübarek Alan Bli'ni aşarken tipi ve borandan darmadağın olduk" diye hepsini anlattım. Beğ hemen yerinden kalkıp elimi öptü. Dedi ki: "imdi ey yiğit! Sen kıştan bu eve düşüp can kurtardın. Ama doğrusu sen de bizden iyi can kurtardın. Bu evin avlusuna girdiğin gibi selâm verip attan inmeseydin bin canın olsa birini bırakmazdık. Sen de bizi ev içinde, ateş başında otururken hassaydın biz de canımızı kurtaramazdık. Allah senden razı olsun. Sen bize, biz sana can bağışladık. Paşa gelmesinden haber verdin. Şimdiden sonra bu eve kapanmak bize haramdır. Kalkın tayfa! Silâhlanın".

www.atsizcilar.com   

Sayfa 30 

  Hepsi silâhlandılar. Belinden bir kemer çıkarıp verdi ve: "Şu kemerde 500 altın var. Al, bunu kabul eyle. Besbelli merdsin ve yiğitsin. Senden ricam odur ki, tuz, ekmek yedin. Tuz, ekmek hakkını bilirsin. Deveyi gördün mü" dedi. Ben: "Vallahi, billahi köçeğini (113) bile görmedim" dedim. (112) Sağlam ve yumuşak kösele. (113) Köçek yahut köşek, "deve yavrusu" demektir.

Hemen elini elime verip kulağıma Sarıcalar sırrını söyledi. Ben de bir sırrı işaret ettim. (114) On iki yiğit ile öpüşüp görüştük. Beğe bir Kaya Sultan yağlığı verdim. Hepsi bir anda atlarına binip: "Hacı Baba! Evliya Çelebi! Sizi Allah'a ısmarladık. Allah sizden razı ola" diye davullarım çalarak gittiler. Her ne kadar bunlarla bir gece konuşmuş isem de gönlüm hoş değildi. Bunlar gidince konak ve ateş başı bana kaldığı için rahatlıkla dururken bir de ne göreyim? Ev sahibi Hacı Baba, hareminden iki bohça don ve gömlekle bir ekmek, biraz tuz, bir gümüşlü ağır kılıç, bir güzel yazılı Kur'an ile gelip elimi öperek bir hayli ağladı: "Kişi, yendiğini boğazlamaz. Beni sakla. Ak sakalıma merhamet eyle" diyerek yalvardı. Ben işin aslını, faslını bilmediğim için arifane bilmezlikten geldim. Ev sahibi yine sükûnet bulmadı: "Oğul! Hak senden razı ola. Eğer evime geldiğin gibi attan inmeyip dostluk göstermeseydin, savaşsaydınız sizden ve onlardan çok kişi şehit olup evim barkım yıkılacak, çoluk çocuğum yanıp yıkılıp esir olacaktı" dedi. Ben: "Bire hey Hacı Baba! Senin bir kere nimetini yedim ve evine geldim. Ocak sahibi, misafirsiz kalmaz bir adamsın. Sana acıyıp el kaldırmayarak diğer yiğitleri bütün komşulara gönderdim. Tez onları çağırın. Gelsinler. Kahve içsinler. Konak sahiplerine tenbih eyle. Bizim yoldaşlarımızı hoş. gözetsinler" diye beraber geldiğim yiğitleri bizim konağa getirdim. Kahvaltı ettiler. Kahve içtiler. Sonra herkes geldiği konağa giderken "gözünüz burada olsun" diye tenbih ettim. Gittiler. Ama ev sahibi çok telâşlı idi. Elbette bunun bir sebebi olacak diye kölelerime ve öteki yanaşma ve yoldaşlarıma: "Ev sahibini göz hapsine alın. Belki kaçar. Sakın gafil olmayın" diye şiddetle tenbih ettim. Ama meselenin ne aslını biliyordum, ne de faslını. Ancak, ev sahibinin ölü gibi gezmesinden şüphelenmiştim. Bu halde iken Kâzım adlı kölem gelip: "Ağa! Ev Sahibi selâm etti. Ağanın hatırı ne kadar mal ile, hediye ile hoş olur, onu buyursunlar. Oğul! Senden cevap isteriz. Sana da bir şey vermeye çabalarız dedi. Ne diyorsunuz" diyince ben: "Sakının çapkınlar! Ev sahibi sizi meşgul edip kaçacak. Sonra derinizi yüzerim. Şu sözleri herife hemen söyleyin: "Ağa senin iyiliğini işitip geldi. Senin hatırını sayıp el kaldırmayarak ak sakalına merhamet etti. Her ne verirse versin. Biz onun nimetini yedik. Biz onu kendisine bırakırız diyor". Kâzım köle gidip herife öğrettiğim sözleri söyleyince ev sahibi yine geldi. 2 donanmış zırh, 5 gümüş kemerli Mısır at takımı, 5 gümüş sadak ve gümüş kalkan, 3 gaddare, 3 kılıç, 1 kese kuruş, 50 top Ankara sofu ve saraklar getirdi. Ağlayarak: "Merhamet edip benim şu halimi kimseye söyleme" diye ayağıma sarıldı. Bu sır burada kalsın diye rica etti. İlen de dedim ki: "Behey Hacı Baba! Sır saklamak kolaydır. Ama bu kadar şeyi sen bana neden ötürü eriyorsun? Ben sana demedim mi? Benim rızam var. Evliya Ağa'ya ne kadar şey verirsen ver demedim mi? Benim iyiliğim sana bu kadar şeylere mi değer? Hele bildireyim." (114) Celâlîler arasında bazı parolalar olduğu anlaşılıyor.

Ev sahibi titreyerek şöyle dedi: "Lûtfeyle! Bu kışta şu kadar yiğidin ile gelip çok dert çektin. Ama gel beni söyleme. Malımı elimden alıp kanıma ekmek doğrama. Neyleyeyim? Allah belâsını versin! Kütahya Paşası'nın korkusundan bunlar kaçıp bu kışta yedi gecedir burada yatarak beni haramiler yatağı ettiler. Söylemeye dermanım yoktur. Allah sizden razı olsun. Hele kâfirleri kaçırıp beni kurtardın. Eğer zorla girip zaptetseydin evim barkım harap olurdu."

www.atsizcilar.com   

Sayfa 31 

  Onun bu sözlerinden ben meseleyi epeyce anlayıp artık hakimane konuşmaya başladım ama bir şeyden , haberim yoktu. Biz kığın şiddetinden el, ayak tutmaz bir halde buraya can atmıştık. Onlar içerde ateş başından kalkmış, eli ayağı tutar, dal satır, güçlü yiğitlerdi. Bizden bir can bırakmazlardı. Ama: "Hey Hacı Baba! Ben onları iyi bilirim ama birkaçını tanıyamadım. Allah'ı seversen onları bana bildir" dedim. Hacı Baba cevap verdi: — Ey oğul! Şimdiden sonra oldu olacak. Senden gizli, kapaklı bir şeyim yok. işte, ocak başında oturup sana bir çakmaklı tüfek bağışlayan, "beğ" dedikleri, "Kara Haydaroğlu" denilen arslandı. Bunun üzerine: "Ben onu bilirim. Katırcıoğlu'nu, I Akyakalıoğlu'nu Unyağanhoğlu, (115) Yiğen Hüseyin, (116) ve Kara Memi'yi, Dayı'yı, Dadaylıoğlu'nu da bilirim. Öbürlerini bilmem" dedim, ama Tanrı bilir birini evvelce ne görmüştüm, ne de bilirdim. Ancak o gece konuşurken görüştük ve biliştikti. Hacı Baba yine söze başlayarak: "Meydana sofra yayan yiğide Bayındıroğlu derler. Zehir gibidir. Kapı bekleyen Kara Veli'dir. Biri Efendioğlu, biri Barak Ali'dir" deyince hepsini öğrenmiş oldum. Şimdiye kadar bir serlerine uğramadığım için Tanrı'ya şükürler ederim. Bu akşam yine gelseler, Hacı onlara "sizin malınızdan şu kadar şey verip kurtuldum" dese iş nereye varır diye türlü kuşkulara düştüm. Sabah olunca Paşalı yoldaşlarımdan 10 kişi daha gelip: "Bire Evliya Çelebi! İki gündür sen nerdesin? Paşa seni arıyor. Durma, binelim" dediler. Ben Hacı Baha'ya: "Hacı Baba! Çabuk şunlara kahvaltı getir", oğlanlara da: "Atları eyerleyin. Hacı Baba bizimle yolcudur" dedim. Zavallı herifin aklı başından gitti uma benim 10 yoldaşım daha geldiğinden aklımı balıma toplamıştım; korku ve tehlikeden emindim, ava da birazcık mutedildi. Nihayet mala tamah edip evvelce yüz bin minnetle takdim ettiği hediyeleri alıp: "Bak a canım Hacı Baba! Biz sana güvenip işi sana bıraktık. Meğer sende insaf yokmuş, insaf dinin yarısıdır demişler. Verdiğin şeyi bu kadar yiğidin hangisine vereyim? İşte 10 yiğit daha geldi. Gördün mü? Onlarda başka söz var. (117) Ben bu verdiğin eşyanın birini almam, işte Paşa buralarda, Hasan Tekkelisi'nde" imiş. Seni kılavuz alıp götüreceğim" diyince 11 Hacı şaşırarak: "Varayım, haremimden daha bir şeyler çıkarayım" diyip gitti. Ben de: "Tut şu ak sakalı kızıl kana boyanasıyı" diyince kölelerim derhal toplanıp Hacı'yı bağladılar.

(115) Bu isim yukarıda "Unyağanoğlu"şeklinde geçtiği halde,burada "Unpağanoğlu" imlası ile yazılıyor.Birincisinin doğru olduğunu sanıyorum. (116) Metinde: "Hasan", yukarıda Hüseyin" diye geçtiği için öyle aldık. (117) "Başka söz var" diyerek onların yeni bir haberle geldiğini anlatıp ev sahibini korkutmak istiyor.

Hacı: "Aman oğul! Bir kaşık kanıma girme. Ne istersen vereyim. Bu haberi kimse duymasın" diye sagular sağıp ağladı. (118) "Hizmetçilerden kimse bulunmasın" diye rica edince ben yoldaşlarımı hep dışarı çıkardım. Kölelerimden birine kuş diliyle "Cücümlece yoculdacaşlacarıcım sicşacamlacınsıcın icimticahacen ducursucunlacar" dedim. Yani "yoldaşlarım silâhlansınlar, ihtiyaten dursunlar" diye emrettim. Bir de ne göreyim, Haremden Hacı'nın oğlu bir kese altın, damadı üç küheylan at, bir katar katır, yüz top sof, on iki kılıç gemi, (119) üç gaddare, sekiz sadak, yedi koşum, altı Halep kalkanı, bir gümüş peştahta, iki çalar saat, yedi akrep saat, on top Keşan kadifesi getirdi. Bütün 47 kişi tevâbiime de birer top sof bağışladı. Hepsi sevindiler. Ben de ev sahibini kayıtlardan kurtarıp kendisine çok güzel bir tas, iki Kaya Sultan yağlığı, iki fincan, bir kâse verdim. Damadına, oğluna da birer Kaya Sultan yağlığı bağışladım. Oğullarıyla kardeş olup Hacı'ya dahi oğul oldum. İçeriden, henüz yetişkin yaşa ermemiş, altın parçası gibi iki! kızı, ellerinde birer bohça ak kenarlı paşa gömlekleri getirip elimizi öptüler. Ben de başlarına birer Kaya Sultan yağlığı bağladım.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 32 

  Meğer Hacı Babamız, Kara Haydar'dan kalma! bir yatak imiş!... Buradan malları alıp Hacı Baba, oğul ve damadı ile veda ederek kuzeye doğru kar üzerinde yürüyüp "Hüseyin Gazi" köyüne geldik. Çubuk Ovası Kazası'nda yüksek bir tepe üzerinde "Hüseyin Gazi Ziyaretgâhı" vardır. Bu zat, Malatyalı Seyid Battal Cafer Gazi'nin babasıdır. Kabri üzerinde bir Yasin okuyup ruhaniyeti ile tanış olduk. Kabrinin dört çevresinde türlü türlü, tezhipli, yaldızlı şamdan ve çırağanlar, Kur'an'lar vardır. Ayrı ayrı yaz ve kıs meydanları vardır. (120)

Çubuk ve Yaban Ovaları ile Murat Ovası (121) buradan ayak altında gibi gözükür. Tekkesinin evkafı çoktur. Yılda bir kere burada mevlût okunup kırk, elli bin kişi toplanır. İmam Hüseyin evlâdından ve Seyyidlerden olan bu Hüseyin Gazi burada din uğurunda şehit olmuştur. Bu tekkedeki dervişlere 10 kuruş (122) sadaka verip 3 kurban keserek şeyhi "Muhî Can Dede"nin hayır duasını aldık. Asıl Hüseyin Gazi bu yüksek tepenin dibindedir. Oraya varıp devlet sahibi efendimizle buluştuk: "Bire Evliya Çelebi! Hoş geldin. Bire adam! Biz seni kaybettik" buyurdu. Ben de: "Hep öyle (123) sultanım" diyince hoşuna gidip kendisiyle konuşmak şerefiyle beni şereflendirdi. (118) "Sağrı" Türkçe mersiye demektir. "'Sagu sağmak" burada dert yanmak mânâsında kullanılmıştır. Evliya Çelebi'de "sagu" kelimesi de çok ilgi çekicidir. (119) Herhalde "kılıç kayığı" demek istiyor. (120) Meydan dediği yerler tekke içindeki tören odalarıdır. (121) Bugün "Mürtet" denilen yeri Evliya Çelebi gayet açık şekilde "Murtat" diye yazmaktadır. (122) Bugünkü para ile birkaç bin liranın karşılığı. (123) Evliya Çelebi burada "hemçünân sultanım" diyor. "Hemçünân" Farsça bir kelime olup "öyle", "böyle" demektir. Bunda paşanın hoşlanacağı bir özellik olmayıp "ben de sizi kaybettim" anlamına "hep öyle" diye çevirmeyi daha doğru buldum. Boraya yakalanıp herkes can kaygısına düştüğü zaman kimin kaçtığı, kimin sebat ettiği belli olmadığından Evliya Çelebi, Paşa'ya taş da atmış oluyordu.

Buradan kalkıp lokmacılık ederek on gün Çubuk Ovası'nı gezdik. Burası 150 akçalık kaza, 7 nahiye, 70 tane köydür. On gün de Yaban Ovası'nda gezdik. Bu da Ankara Sancağı iğinde 100 tane mamur köyü olan subaşılıktır. Hafta pazarı olur. On gün de Çorba Kazası'nda dolaştık. 86 köyü olup 150 akçalık kaza ve Subaşılıktır. Bu da Ankara toprağındadır. Bu kazalarda tamam bir ay gezip Ankara civarında Nevruz-ı Harzemsâhî'ye (124) yetiştik. Bitkiler yerden başgösterdi. Tanrı'ya şükür, havalar düzeldi. Lâkin ağır yükleri gece gündüz bindirip indirmeden halimiz kalmadı, üstümüze yığınak yapılması korkusundan zırhlarımız sırtımızda uyumaktan huzurumuz kalmadı. 1 Rebiülevvel 1058 (=26 Mart 1648) de yine "Hüseyin Gazi" köyüne geldik. Evlere birer ikişer misafir olduk. Buradan kuzeye giderek mamur köyler içinden geçip Ankara'ya vardık. Ankara İlkönce konakçılar tuğları ile şehre girip şer'iye mahkemesine varınca vilâyetin bütün ileri gelenleri: "Paşanız Erzurum'a kapanıp Celâli olmak istedi. Suçlu olduğu ortaya çıktı. Şimdi 10.000 asker toplayıp Varvar Ali Paşa ile Celâli olmak için ittifak etmiştir. Biz sizi Padişah'ın kalesine bırakmayız" dediler. Ama burada Paşa Efendimiz'in yanan mumlan (125) çok olduğundan "üç gün misafir olup kalsın" dediler. Bunun üzerine mahkeme tarafından yazılar (126) yazılıp Paşa'yı Çavuşoğlu'nun evinde kondurmaya karar verdiler.

www.atsizcilar.com   

Sayfa 33 

  Ertesi günü büyük alayla Ankara'ya girdik. Bu alayı şimdiye kadar Ankara görmemişti. Halk karşılamaya çıkıp kaleden 20 tane "safa geldin topu" atıldı. Paşa, konağına indi. Bütün ileri gelenler ve büyükler hediyelerle geldiler. Ben dahi 500 akçalık molla olan, Seyidler'den "Kederzade"nin evinde misafir oldum. Doğru Hacı Bayram-ı Velî kabrine giderek yüzümü sürüp ruhu için hatim indirmeye başladım. Tekke dervişlerine 100 kuruş dağıtarak hayır dualarını aldım. Sonra şehri gezmeye koyuldum. Ankara Kalesi'ni ilk yapan Rum kayseridir. Sonra nice padişahlara geçmiştir. Sonra Kütahya padişahlarından ve Germiyonoğulları'ndan "Yakubşah" veziri "Hezârdinâr"ın himmetiyle İslâm eline geçiştir. Sonra, Osmanlılar'ın zuhurunda Yıldırım Bayazıd Han'ın eline düşmüştür. Kalenin kuzeyinde, bir konak mesafede olan "Erkeksu" adlı köy tarafından bakılsa kuğu gibi görülür. Mamur, şenlik olup üzümü çok olduğundan "Engûri" (127) demişler. Bazıları, kalesi angarya ile yapıldığından "Ankara" denilmişderler. Tuhfe Tarihi'nde "Rum kayseri meşhur Herakli bu kaleyi yedi kat ile bağlattığı ve sardırdığı için adına Selâsil (128) Kalesi derler" diye yazılıdır. (124) 22 Mart gününe rastlayan ve baharın ilk günü sayılan güne "'Nevrzû-ı Sultanî" denilir. Evliya Çelebi'nin niçin Nevruz Harzemşâhî" dediği belli değil. (125) Taraftarları veya adamları demek istiyor. (126) Metinde "iki bin yaftalı kaynaklar" diyor. Ne demek olduğu anlaşılamadığından "yazılar" diye çevrildi. (127) '"Engûr" Farsçada "üzüm" demektir. (128) "Selâsil",
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF