Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler I
August 3, 2017 | Author: Ferhat SARIKAYA | Category: N/A
Short Description
Nihal ATSIZ çevirileri...
Description
www.atsizcilar.com
Sayfa 1
EVLİYA ÇELEBİ (1611-1682)
Türk edebiyatında en büyük seyahatnameyi yazmış müellif olarak haklı bir şöhret kazanmış bulunan seyyah, memur ve asker. Padişah imamı olan Evliya Mehmed Efendi'den dolayı Evliya adını almıştır. Evliya Çelebi'nin babası olan Saray Kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî, Evliya Mehmed Efendi'nin yakın dostu idi. Bu sebeple oğluna Evliya adını verdi. Evliya Çelebi 25 Mart 1611 de, İstanbul'da, Unkapanı'nda doğdu. Ailesinin kökü Kütahyalıdır. Fetihten sonra İstanbul'da yerleşmişlerdir. Fakat Kütahya'nın Zereğen Mahallesindeki evlerini muhafaza etmişlerdir. Ayrıca Bursa, Manisa ve Sandıklı'da da mülkleri vardı. Babası, Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî 1648 Temmuz'unda, hicrî hesapla 117, şemsî tarihle 114 yaşında olarak Öldü. Demek ki 1534 doğumlu idi. Evliya Çelebi kendi soy kütüğünü sayarken dedesini "Kara Ahmed", dedesinin babasını "Demircioglu Şehit Kara Mustafa Paşa", dedesinin dedesini "Turhan Bala" olarak göstermektedir. Turhan Balâ'nın babası olarak "Yavuz Özbek", yahut "Yavuz Er" veya "Yavuh Er" adında bir sancak beğinden bahsetmektedir. Bu Yavuz yahut Yavuk Er, İstanbul fethinde bulunmuştur. Ganimet malından kendi payına düşenle Unkapanı'nın iç yüzünde Sağrıcılar Camisi İle 100 dükkân ve bir ev yaptırmış, Evliya Çelebi bu evde doğmuştur. Evliya Çelebi, bu Yavuz Er'in babası olarak Ece Yakup, dedesi olarak da Allahverdi Akay adlarını sayıyorsa da buncan hakikat diye kabul etmeye imkân yoktur. Hele Allahverdi Âkay'ın babası ve dedesi olarak gösterilen Mehmed Kirmanı ile Hoca Ahmed Yesevî tamamiyle hayal mahsulüdür. O zamanki Türk aydınlan arasında, kendisini ya Peygambere, ya Dört Halife'ye, ya da ünlü bir şeyhe bağlamak hususundaki modanın bir neticesidir. Zaten 1167'de ölen Ahmed Yesevî ile 1682'de Ölen Evliya Çelebi'nin arasında 13-15 ata bulunması gerekirken bunu 8 ata ile geçiştirmek de tamamen mantıksızdır. Evliya Çelebi'nin anası bir Abaza kadınıdır. Bu kadın, sadrazamlığa kadar yükselen Melek Ahmed Pasa'nın anasıyla ya kardeş, yahut da teyze çocuğudur. Bu hısımlık sebebiyle Evliya Çelebi'nin Melek Ahmed Paşa ile arası çok iyi olmuştur. Evliya Çelebi'nin anası, I. Ahmed çağında genç kız olarak saraya getirilmiş ve Kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî İle evlendirilmiştir. Mehmed Zıllî (1534 1648}, Kanunî Sultan Süleyman'ın birçok seferlerinde ve II. Selim çağındaki Kıbrıs fethinde (15701571) hazır bulunmuş, Padişaha Magosa'nın anahtarlarını takdim etmiş, I. Ahmed çağında da (1603 1617) eliyle yaptığı Kabe'nin altın oluklarını sürre emanetiyle. Hicaz'a götürmüş ve Sultan Ahmed Camisi'nin tezyinat işlerinde çalışmıştır. Konuşması tatlı ve şair olduğu için hizmet ettiği padişahların musahipliğine kadar yükselmiştir. Evliya Çelebi'nin Mahmud adında bir erkek kardeşiyle birkaç kız kardeşi varsa da bunlardan yalnız bir tanesinin, devlete isyan ederek 1632 de idam edilen Balıkesirli İlyas Paşa'ın zevcesi olan "İnal'ın adını zikretmiştir ki bu Türkçe isim dikkate değer.
www.atsizcilar.com
Sayfa 2
Evliya Çelebi, ilk Öğrenimden sonra Unkapanı'ndaki Fil Yokuşu'nda, Şeyhülislâm Hâraid Efendi Medresesi'nde Müderris Ahfeş Efendi'den 7 yıl ders gördü. Bu sıradaki dersortağı (o zamanki tâbirle ders şeriki), yani aynı hücrede kaldığı arkadaşı, sonradan Osmanlı Tarihi'ne geçen ve "Cinci Hoca" diye tanınan Hüseyin Efendi îdi. Bu medresedeki 7 yıllık dersin Evliya Çelebi'yi, zamanımız tabiriyle, yüksek öğrenim mezunu seviyesine getirmeyeceği aşikârdır ve zaten Seyahatnamesinden de bu, anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Sâdîzade Dârülkurrâsı'nda hafız olmuş, babasından da kuyumculuğa dair bazı şeyler öğrenmiştir. Daha sonra Enderun'da tahsiline devam etmiştir. Burada Güğümbaşı Mehmed Efendi'den "yazı", "Musahip Derviş Ömer Gülşenî'detı "musiki", Keçi Mehmed Efendi'den "Arapça gramer", babasının dostu olan ve kendisine "Evliya" adının verilmesinde âmil bulunan Evliya Mehmed Efendi'den de "tecvid" dersleri aldı. Evliya Çelebi seyahate âşıktı, İstanbul ve çevresindeki dolaşmalarına 1630 da, yani 19 yaşlarında iken başlamıştı. Sesi güzeldi ve aldığı dersler arasında en çok musikide ileri gitmişti. 1635'te (yani 24 yaşlarında iken) Ayasofya'da IV. Murad'ın huzuruna çıkarıldı ve kendisine Has Kiler'de vazife verildi. Bir gün sarayda IV. Murad'ın huzuruna kabul olunarak besteler okudu ve nükteli konuşmasıyla Padişahın çok hoşuna gitti. Bu tesir kuvvetli olmuş olacak ki Padişahın kederli zamanlarında huzura çıkarılarak tatlı sözleriyle onun kederini azaltmaya başladı. Sarayda 4 yıl kadar kaldıktan sonra Padişahın Bağdat seferinden (Nisan 1638) biraz önce çırağ edilerek 40 akça maaşla Sipahiler zümresine girdi. Bundan sonra meşhur seyahatlerine başladı, önce 1640 ta kısa bir Bursa ve İzmit seyahati yaptı. Sonra, babasının oğulluğu olup Trabzon valiliğine tayin edilen Ketenci Ömer Paşa ile birlikte Trabzon'a gitti. 1641 Nisan'ında Azak kalesinin Rus Kazakları'ndan geri alınması için Hüseyin Pasa kumandasında yapılan sefere katıldı. Kış bastırıp da Azak alınamayınca Kırım Hant Baltadır Kirey Han ile Kırım'a döndü. Onun maiyetinde olarak 1641-1642 kışını Bahçesaray'da geçirdi. 1642 yazında Azağ'ın geri alınışı harekâtına katıldı. Han'dan izin alarak İstanbul'a dönerken Karadeniz'de korkunç bir fırtınaya yakalandı. Gemileri battı. Kendi ifadesine göre üç gün önce geminin bir sandalı, sonra da büyük bir tahta parçası üstünde ölümle pençeleştikten sonra, bugünkü Bulgaristan kıyılarına çıkıp canım kurtardı. Bir Türk köyünde epeyce hasta yattıktan sonra, İstanbul'a gelerek 4 yıl kadar kaldı ve bundan sonra Karadeniz'de gemiyle yolculuğa tövbe etti. 1645 baharında Girit seferine çıkan Yusuf Paşa kumandasındaki ordu ile Hanya'nın fethinde bulundu. Sonra İstanbul'a döndü. 1646'da, Erzurum Beğlerbeği Defterdaroğlu Mehmed Paşa'ya müezzin ve Erzurum gümrük kâtipliğine tayin edilmiş olarak onunla ve kalabalık maiyeti ile 12 Eylülde İstanbul'dan hareketle Anadolu'nun birçok şehir, kasaba ve köylerinde konaklamak suretiyle Erzurum'a gitti. Tebriz Hanı'nın elçisine yoldaşlık ederek Azerbaycan ve Gürcistan'ın bazı yerlerini gördü. Bir takım vazifeler dolayısıyla Revan, Gümüşhane ve Tortum'a giden, sınır paşalarının Gürcistan seferinde bulunan Evliya Çelebi 1647-1648 kışını Erzurum'da geçirdi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 3
Erzurum Beğlerbeyi Defterdaroğlu Mehmed Paşa, Kars'a, tayin edilip bu vazifeyi kabul etmeyerek İstanbul'a hareket edince Evliya Çelebi de ona katıldı. Defterdaroğlu Mehmed Paşa o sırada hükümete karşı isyan etmiş bulunan Varvar Ali Paşa'yı tenkile memur edilenler arasındaydı. Fakat hükümete güvenemediği için bu emri dinlemediği gibi, diğer Anadolu paşalarıyla anlaşmaya çalışıyor, bu sebeple Evliya Çelebi'yi kurye olarak kullanıyordu. Evliya Çelebi bu gidiş gelişlerin birinde yolunu şaşırıp ünlü Celâlîler'den Kara Haydaroylu ile Katırcıoğlu'nun arasına bile düştü. 1648 yazında İstanbul'a geldi. Babası çok yaşlı olarak bir sırada Ölmüştü. Miras işlerini hallettikten sonra. Şam Beğlerbeği Murtaza Paşa'ya katılarak 1648 Ağustos'unda, Şam'a gitmek üzere onunla yola çıktı. Ekimde Şam'a vardılar. Murtaza Paşa tarafından vazifeyle gönderilmek suretiyle Suriye ve Filistin'in birçok yerlerini gördü. Murtaza Paşa, Sivas'a tayin edilince onunla birlikte Sivas'a gitti. Vergi toplamak için Orta ve Doğu Anadolu'nun: birçok yerlerini gezdi. Murtaza Paşa, Sivas'tan azledilince onunla 14 Temmuz: 1650 de İstanbul'a döndü. Bu sırada Melek Ahmed Paşa sadrazam oldu (5 Ağustos 1650). Hısım oldukları için paşa, Evliya Çelebi'yi kendisine musahip ve mahrem edindi. 21 Ağustos 1651 de Melek Ahmed Paşa büyükvezirlikten azlolunup Özi Beğlerbeğiliğine tayin olununca Evliya Çelebi de onunla beraber gitti. Rumeli'nin birçok yerlerini gezdiği bu yolculuğa 1651 yılının Eylül ayı ortalarında başladı. Melek Ahmed Paşa, Rumeli Beğlerbeğiliğine tayin olununca yine onunla birlikte Sofya'da bulundu. Paşa azlolununca 1653 Temmuzunda İstanbul'a döndü. Bir süre İstanbul'un gezinti yerlerinde eğlendi. 1655 başına kadar İstanbul'da kaldı. Melek Ahmed Paşa, Van Beğlerbeğiliğine tayin olununca onunla birlikte giderek Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümünü görmüş oldu. İranlılar tarafından götürülen koyun sürülerinin geriye verilmesini sağlamak ve Bağdat Valisi Murtaza Paşa'nın İranlılar'a esir düşmüş olan kardeşini kurtarıp Bağdad'a getirmek vazifeleriyle İran'a ve oradan da Bağdad'a gitti. Buradan Van'a döndü. Melek Ahmed Paşa yine Özi Eyaleti'ne vali tayin olununca 26 Temmuz 1655 te İstanbul'dan kalkarak onunla birlikte eyalet merkezi Silistre'ye gitti. 26 Mayıs 1657 de Macar Rakoczi üzerine yapılan sefere katıldı. Bu sırada Kırım Hanı IV. Mehmed Kirey Han'ın hizmetine girdi. Güney Rusya'ya yapılan akınlara ve Özi'ye saldıran Rus Kazakları'nın bozgunu ile biten savaşlara katıldı. Bu zafer haberini İstanbul'a ulaştırıp yine vazifesi başına döndü. Eyalette birçok yerleri dolaştı. 10 Aralık 1657 de İstanbul'a döndü. Melek Ahmed Paça'nın zevcesi Kaya Sultan'ın bahçesinde hoş vakitler geçirerek dinlendi. Melek Ahmed Paşa, Bosna Beğlerbeği olunca onunla birlikte yola çıktıysa da Büyük Çekmece'de Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'nın adamları tarafından yaralanarak tedavi için İstanbul'da bir ay kadar kaldı. 1658 de Bursa, Çanakkale ve Gelibolu yörelerine gidip, 9 Kasım 1659'da Buğdan'ın yeni voyvodası Stefanitsa'yi memleketine götürenlerle birlikte Edirne'den kalkarak Romanya'ya doğru gitti. Yaş Ovası'nda Eflak Voyvodası Minnea ile yapılan savaşta bulundu. Sonra Kırım atlılarıyla birlikte akınlara katılıp Edime"ye döndü.
www.atsizcilar.com
Sayfa 4
26 Nisan 1660'ta Köse Ali Pasa'nm maiyetinde olarak Varad seferine katıldı. Bu kalenin fetihnamesini Bosna Beğîerbeğisi Melek Ahmed Paşa'ya götürdü. Evliya Çelebi bu sırada Bosna eyaletini dolaşmış ve akınlarda bulunmuş, hatta Venedik topraklarına kadar uzanmıştır. Melek Ahmed Pala yeniden Rumeli Beğîerbeği olunca Sofya'ya gitti. Yine vergi toplamak için birçok yerler dolaştı. 29 Temmuz 1661 de, Tımışvar Ovası'nda, Erdel seferine giden Köse Ali Pasa ordusuna rastlayıp ona katıldı. Kırım atlılarıyla birlikte düşmanla çarpışıp Erdel'i bir hayli dolaştı. Belgrad'da kışladı. Baharda Arnavutluk'ta vergi topladıktan sonra 4 Nisan 1662 de İstanbul'a döndü. 10 Mart 1663'te Fazıl Ahmed Paşa ordusuyla birlikte Alman (Nemse) seferine çıktı. Bu seferin birçok kısımlarına katıldı. Seferin devamı sırasında Belgrad'dan Hersek'teki Sührab Mehmed Pasa'ya mektup götürdü. Venedik sınırındaki hareketlere katıldı. Macaristan'a döndükten sonra Zrinvar ve Raab savaşlarında bulundu. Budin'den Eğri'ye giderek oraları gezdi. Peşte'de Kara Mehmed Paşa ile buluştu. Vasvar barışından sonra Viyana'ya elçi gönderilen Paşa'nın maiyetinde Viyana'ya gitti. 9 Haziran 1665'te Viyana'ya girdi. Almanya İmparatoru I. Leopold'dan aldığı pasaportla çevreyi gezindi. Viyana'da bulunduğu sırada, vaktiyle, 1647'de Erzurum'da katıldığı bir cirit oyununda Şeydi Ahmed Paşa'nın attığı ciritle kırılmış olan dört dişinden üçünü usta bir dişçiye tedavi ettirdi. 29 Haziran 1665'te Viyana'dan çıkarak çevreyi de gezmek suretiyle Macaristan'a döndü. Eyalet ve sancaklardaki kaleleri yoklamaya memur edildi. Oradan Erdel, Eflak ve Buğdan yoluyla Kırım'a gitti. 1665 yılı içinde ve herhalde güz başlarında, Kırım Hanı IV. Mehmed Kirey ile Rus Kazakları arasındaki bir savaşa katıldı. Kırım'dan kara yolu ile Kafkasya'ya geçti. Dağistan'ı, Hazar kıyılarını ve İdil ırmağı ağzını dolaştı. Bu sırada Terek kalesinde iken Azak'a gitmekte olan bir Rus elçisinin kafilesine katıldı. Azak'a gelince Osmanlı Ordusu'nun Girîd seferine çıktığını duydu. Kefe üzerinden Bahçesaray'a gitti. Adil Kirey'in bazı akınlarına katıldıktan sonra kara yolu ile (Karadeniz'den geçmeye tövbeliydi) 11 Mayıs 1668 de İstanbul'a geldi. 26 Aralık 166S de İstanbul'dan çıkarak Edirne, Gümülcine, Selanik, Tesalya ve Mora'yı dolaştı. Anaboli'den gemiyle Girid'e gitti. Kandiye'nin fethi için yapılan savaşlara katıldı ve fethi gördü. 1670 Nisanında Girit'ten ayrılarak bazı Osmanlı kuvvetleriyle birlikte Yunanistan'da, Mayna'daki isyanın bastırılmasında bulundu. Oradan Arnavutluk'a geçerek bu ülkenin birçok yerlerim dolaştı. 28 Aralık 1670 to İstanbul'a döndü. Nihayet Hacca gitmeye karar vererek dostlarından Sâilî Çelebi ile 21 Mayıs 1671 (=12 Muharrem 1082) de yola çıktı. Henüz görmediği Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos adalarını; Adana, Maraş, Ayıntap, Kilis taraflarım gezdi. Şam'a uğrayıp gam Beğlerbeği Hüseyin Paşa'nın da katıldığı hacı kafilesiyle Hacca gitti. Hacdan sonra Hüseyin Paşa'dan ayrılarak Mısır hacılarına katıldı. Onlarla birlikte Mısır'a gitti. Mısır'da 8-9 yıl kaldı. Mısır, Sudan ve Kuzey Habeşistan'ı bu sıralarda gezdi. Evliya Çelebi'nin ne zaman Öldüğü, nerede gömülü olduğu belli değildir. Prof. Cavid Baysun bir takım karinelerle 1682'de ölmüş olacağını kabul ediyor.
www.atsizcilar.com
Sayfa 5
Evliya Çelebi evlenmemiştir. İnce yapılı olmasına rağmen sağlam ve çevik olduğu, Kırım atlılarıyla yaptığı akınlardan ve cirit oyunlarına katılmasından anlaşılıyor. Sık sık Kırım hanlarının yanma gitmesi ve soy kütüğünü sayarken yukarılarda bir "Allahverdi Akay" dan bahsetmesi Kırım'la bir kan bağı ihtimalini de akla getiriyor. Çünkü "Akay" kelimesi tam Kırım ağzıyla bir kelimedir ve bizim "ağa" (aka)ın karşılığıdır. Evliya Çelebi mevki ihtirası göstermemiş, fakat seyahat ihtirası büyük olmuştur. Ufak tefek vazifelerden aldığı para ile paşaların ve Kırım Hanı'nın verdiği hediyeler ve savaşlardan elde ettiği ganimetler, bir de mütevellisi olduğu ata mülklerinden gelen para kendisine ve kölelerine yetmiştir. Zamanına göre yüksek tahsil yapamamışsa da gördükleriyle kültürünü tamamlamıştır. Tahsil eksikliği bilhassa; tarih olaylarını anlatırken çok açık ve acı sekilde gözükmektedir (Fatih'le Mısır Sultanı Kalavun'u çağdaş göstermesi gibi). Bir de muhayyelesi geniş olduğundan evliyalar, şeyhler hakkında verdiği bilgiler uydurmalarla doludur.
Hattat, nakkaş, müzikçi, şair ve biraz da kuyumcudur. Şairliği kaliteli değildir. Nesri, kendi çağının ağdalı nesri olmayıp çoğu zaman sade, tekellüfsüz bir nesirdir. Hatta bazan o kadar güzel ve orijinaldir ki Evliya Çelebi'ye 11. Yüzyılın Dede Korkud'u denebilir. Bütün bunlardan başka bir yönü daha vardır. Askerdir. Birçok savaşlara girmiştir.
Evliya Çelebi seyahat gayesini başarabilmek için herkesle iyi geçinmeye mecburdu. Zaten yaratılıştan huysuz bir adam değildi. Nâzik, güler yüzlü idi ve herkesin hoşuna giden bir şahsiyeti vardı. Fakat dalkavuk değildi.
Zevk ehli idi. Mesirelerde kalmış, meyhaneleri dolaşmıştır. Ağzına içki koymadığını söylemesi her halde esmayı üstüne sıçratmamak için olmalıdır. Ahmed Yesevî soyundan, geldiğini iddia edip din ve tasavvuf davası gütmesi dolayısıyla dinin ve devletin yasakladığı içkiyi içmemiş görünmek lüzumunu duymuştur.
Büyük seyahatname esas bakımından coğrafya bilgisi vermekle beraber tarih, etnografya, folklor, binalar, yollar, kültür ve dil bakımından da çok mühimdir. Evliya Çelebi zamanında mevcut olup da bugün bulunmayan köyler, kasabalar, camiler, mezarlar hakkındaki satırları birinci derecede kaynak değerini taşır. Orijinal gözükme gayretiyle bazı zorlama ve uydurmaları olduğu muhakkaktır. Bazan da, eskiden yazılmış kitapları okuyarak seyahatnamesine aldığı bilgileri kendi görgüsü mahsulü diye göstermesi bu kabildendir. Meselâ Viyana'da bulunduğu sırada İmparatordan izin alarak kuzeyde Brandenburg, Danimarka, Hollanda ve batıda İspanya'ya kadar gittiği hakkındaki satırlarının hiç bir değeri yoktur. Fakat bazan mübalâğa veya uydurma sanılan satırlarının doğru olduğu da muhakkaktır.
Şimdiye kadar Evliya Çelebi hakkında yapılan incelemelerin en iyisi olan ve İslâm Ansiklopedisinin 1947 yılındaki 33. fasikükülünde yayınlanan merhum Prof. Cavid Baysun'un Evliya Çelebi maddesinde onun bazı hızlı yolculuklarına inanılmamıştır. Cavid Baysun, Evliya Çelebi'nin Van'dan İstanbul'a 13 günde, Silistire'den İstanbul'a 3 günde gelmesini imkânsız görerek kabul etmemektedir. Halbuki o zamanki Türk askerliği ve biniciliği düşünülürse bunların doğru olduğu kabul edilebilir. Posta tatarlarının at değiştirerek nasıl hızlı gittikleri malûmdur. İyi bir binici olan ve Kırım atlılarının yıldırım hızına sürçmeden ayak uyduran Evliya Çelebi, at değiştirmek suretiyle Silistre'den 3 günde, Van'dan 13 günde İstanbul'a gelebilir. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa da Mudanya'dan Haleb'e atla 10 günde gitmişti.
www.atsizcilar.com
Sayfa 6
Seyahatname, mübalağalı ve hayalî taraflarına rağmen, birçok bakımlardan mühim, ciddî incelemelere lâyık bir eserdir ve hakikaten kültürümüzün temel kaynaklarındandır. Bu temel kaynaktan ilmî sonuçlar çıkarmak için uzun ve etraflı çalışmalara ihtiyaç vardır ki bu da yıllara bağlıdır. Fakat bu çalışmalara başlamak İçin Önce Seyahatnamenin mukayeseli ve çok doğru bir basımının yapılması şarttır.
Bugün hızla gelişmekte ve değişmekte olan Anadolu şehirlerinde, birkaç yıl sonra, Evliya Çelebi'nin bahsettiği bazı anıtlardan eser kalmayacaktır. Bunları kaybolmadan önce yakalayıp incelemek, bir heyetin, bir derneğin başarabileceği iştir. Ben burada yalnız bir iki kelimeye dikkati çekerek Seyahatname'nin ehemmiyetim göstermeye çalışacağım:
1) Evliya Çelebi, Kırım'dan İstanbul'a gelirken gemilerinin batmasını ve denizde geçirdiği tehlikeli zamanı anlatırken Üç yerde "kum" kelimesini kullanmaktadır (II, 128, 129, 131). Buradaki "kum" kelimesi "dalga" demektir. Bu mana ile "kum" kelimesi malûm Türkiye lehçesi sözlüklerinde yoktur. Dil Kurumu tarafından yayınlanan "Tarama Sözlüğü" (Ankara, 1969) nün IV. cildinde (s. 2729) "dalga" mânâsı ile gösterilen bu kelimenin kaynağı Aydınlı İshak Hocası Ahmed Efendi'nin "Aksa'lı - îreb" adlı eseridir. Hicri 1120 (= 23 Mart 1708-12 Mart 1709) da ölen Ahmed Efendi'nin bu eseri, meşhur Zemahşeri'nin. Mukaddemetü'l -Edeb adlı Arapça - Farsça sözlüğünün tercümesidir. 18. Yüzyılın başında ölen mütercimin bu kelimeyi kullanması, o asırda Aydın bölgesinde kelimenin yaşadığını gösterebileceği gibi Mukaddemetü'l - Edeb'in Doğu Türkçesine yapılan tercümelerden faydalanan İshak Hocası'nın bu kelimeyi o tercümelerden aldığı da düşünülebilir. Bu kelimenin ehemmiyeti, "kum" kelimesinin "dalga" mânâsı ile ilk önce Kaşgarlı Mahmud'da. kullanılmış olmasındadır. On Birinci Yüzyılın ikinci yarısında yazılan Dîvânü Lügati'tTürk ile Evliya Çelebi arasında altı asırlık bir zaman bulunması, edebî Batı Türk metinlerinde kelimeye rastlanmayışı, halk arasında millî kültür birliğinin yaşadığını gösteren tanıklardan biridir. Kelime 13-14. Asırlara ait olup Doğu Türkleri lehçelerini tanıtan îbnü Mühennâ ve Ebû Hayyân sözlüklerinde de vardır. — Evliya Çelebi'de aynı şekildeki diğer bir kelime de "Senek" kelimesidir. Kastamonu bölgesi Türkleri arasında "bardak" mânâsı ile kullanılan bu kelime de yine Dîvânü Lûgati't Türk'te "ağaçtan oyulmuş su kabı" olarak tanıtılmaktadır (Besim Atalay Dizini, 505). — Evliya Çelebi, ilk Osmanlı padişahlarından "beğ" diye bahsettiği gibi İstanbul kuşatması sırasında Ak Şemseddin Fatih'e "beğim" diye hitap ettirmektedir. Türk geleneklerine göre Osmanlı Hanedanının "han" olmayıp "beğ" olduğu malûmdur. Hanlık sonradan, büyük imparatorluk haline geldikleri zaman takılmış bir unvandır. Fatih'le Ak Şemşeddin'in konuşmalarını bize anlatan çağdaş bîr eser bulunmadığına göre, Fatih'ten iki asır sonra yaşayan Evliya Çelebi'nin o koca padişahı "beğ" olarak görmesi, eski ananenin Türkler arasında hâlâ yaşadığım göstermesi bakımından mühimdir. 4) Evliya Çelebi, "Oğuz" kelimesini "saf" mânâsında kullanıyor (III, 141). "Türk'1 kelimesinin "köylü", hatta "kaba köylü" yerinde kullanılması gibi "Oğuz" kelimesi de Anadolu'da gerek Osmanlı aydınları, gerekse halk tarafından "sert, kaba" kelimeleriyle aynı mânâda kullanılmıştır. Mohaç savaşının ertesi günü, savaş alanını gezen Kanunî Sultan, Süleyman, otağına dönerken kendisini selâmlayan büyük rütbeli Türk subaylarından birine (= Koca Alaybeği'ne) şimdiden sonra ne tedbir alınması gerektiğini Büyükvezîr İbrahim Pasa ile sordurunca Koca Alaybeği: "Hünkârım! Domuzun yatağında çocuğu olmasın" (yani toparlanmasına meydan verilmesin) diye cevap vermiştir. Bu vakayı anlatan Peçevî (I, 95-96), Koca Alaybeği'nin cevabını "oğuzâne" (=oğuzcasına) diye sıfatlandırmıştır ki "tekellüfsüz, kaba, sert" mânâlarına gelmektedir. Hammer ise Peçevî'den aldığı "oğuzâne" kelimesini "Türkler'in eski sertliği ile" diye tercüme etmiştir
www.atsizcilar.com
Sayfa 7
(V, 64). Meşhur Fîruzâbâdî (1329-1414) Kamus'unu Türkçeye çeviren ve "Ukyânûsü'l Basît" adım veren Mütercim Âsim, bu tercümesinde "Oğuz" kelimesini "elinden iş gelmeyen" mânâsında kullanmıştır (II, 796). Tercüme, hicrî 1220-1225 arasında (= 1 Nisan 1805 - 25 Ocak 1811) yapılmıştır. Mütercim Âsım'm "Oğuz" kelimesine verdiği mânâ acaba onun memleketi olan Ayıntab'a mı aittir, yoksa o sırada, yani 19. Asrın başında Türkiye'nin edebî çevreleri bunu bu anlamda kullanıyor muydu, bu belli değildir. Ben de 1932 de Bolu'nun bir köyünde, yanıma çağırdığım üç dört yaslarında toraman bir oğlanın gelmemesi üzerine anasının "o gelmez, uğuzdur'" dediğini işittim. Köylü kadın "yabani" yerinde kullandığı bu kelimeyi "uğuz" diye söylüyordu. Evliya Çelebi başka milletlerin de dikkatini çekmiş, üzerinde birçok incelemeler yapılmış, yazılar ve tenkidler yazılmıştır. Bunların listesi Prof. Cavid Baysun'un İslâm Ansik lopodisi'ndeki makalesinde gösterilmiştir. Bu yazılar umumiyetle müsbettir. Fakat yukarda da işaret ettiğim gibi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi hakkındaki son ve kesin hükmün verilmesi için önce, eserinin karşılaştırmalı ve doğru bir basımının yapılması lâzımdır. Evliya Çelebi'nin kendilerini ilgilendiren parçalarını Almanlar, Bulgarlar, Ermeniler, Farsiar, Fransızlar, İngilizler, Macarlar, Romenler, Ruslar, Sırplar, Yunanlılar kendi dillerine çevirmişlerdir. Evliya Çelebi'den parçalar seçerken her şeyden önce Türk kültürü bakımından ehemmiyetli ve Türk gençleri için faydalı olduğuna kanaat getirdiğim parçaları aldım ve bu sevimli seyyah hakkında tam bir fikir vermiş olmak için onun mübalağalı ve bazan da muhayyel olan bölümlerini ihmal etmedim. Genç okuyuculara kolaylık olması için onların güçlüğe uğrayabileceği birçok noktalarda küçük dip notlarıyla açıklamalar yaptım. 25 Kasım 1970 ATSIZ EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDEN SEÇMELER Müslümanları kendisine itaat şerefiyle şereflendiren ve bana dünyayı gezip dolaşma kolaylığını veren Tanrı'ya şükürler, şeriatın yapısını kurup peygamberlik temelini sağlamlaştıran Muhammed'e selâmlar ve dualar olsun. Gökleri yaratan ve her şeyin sahibi olan Hak, yeryüzünü insan oğulları için güzel bir barınak ve sığınak edip insanları bütün var edilenlerden daha üstün yarattı. Bundan sonra, yeryüzünde Tanrı'nın gölgesi ve dünyanın nizamı olan, sultan oğlu sultan, Gazi Sultan Dördüncü Murad Han (1623 -16JfO) (ki Ahmed Han oğludur, o da Mehmed Han oğludur, o da üçüncü Murad Han oğludur, o da İkinci Selim Han oğludur, o da Süleyman Han oğludur, o da Birinci Selim Han oğludur, o da İkinci Bayazıd Han oğludur, o da Fatih Sultan İkinci Mehmed Han oğludur, Allah'ın rahmeti hepsine olsun) Hazretlerine hayır dualar ve övüşler olsun. Yazılarımıza başladığımız yerde yüce hizmetiyle şeref bulduğumuz büyük Padişah, Bağdat Fatihi Sultan Murad Han Gani, Tanrı rahmeti içinde olsun. Onların saltanatı zamanında, hicretin 1041 tarihinde (=30 Temmuz 1631 - 18 Temmuz 1632) yaya olarak İstanbul şehrinin etrafında olan köy ve kasabaları ve nice bin bahçeleri, bağları gezip seyrederek hatırıma büyük seyahatler gelirdi. Cihanı nasıl dolaşabilirim diye her an Allah'tan dünyada vücut sağlığı ve seyahat, ahirette de iman ricasında bulunurdum. Daima dervişlerle dostluk edip dünyadaki yedi iklim, dört bucağın tarifini işittikçe can ve gönülden seyahat dileyip acaba dünyayı gezip mukaddes yerlere, Mısır'a, Şam'a, Mekke ve Medine'ye varıp yaratılmışların övüncü olan Peygamber Hazretlerinin ravzasma yüz sürmek mümkün olacak mı diye üzülüp süzülürdüm.
www.atsizcilar.com
Sayfa 8
Bu ben değersiz, yani "Derviş Mehmed Zılli oğlu Evliya", doğduğum şehir olan İstanbul'da, 1040 yılı Muharreminin âşûrâ gecesi (= 19 Ağustos 1630) rüyada kendimi Yemiş iskelesi civarında helâl mal ile yapılmış "Ahi Çelebi Camisi" nde gördüm. Derhal caminin kapısı açılıp içi silâhlı askerlerle doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp duaya geçtiler. Ben zavallı minber dibinde durup bu aydın ve güzel yüzlü cemaati hayran hayran seyrettim. Hemen yanımda durana bakıp: "Sultanım! Kimsiniz? Yüce adınızı lütfediniz" dedim. O da: "Aşere-i Mübeşşere'den, kemankeşlerin piri Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ım" diyince elini öptüm. "Ya sultanım, bu sağ tarafta nura bürünmüş güzel cemaat kimlerdir" dedim. "Onlar bütün peygamberlerin ruhlarıdır. Geri saftakiler evliyaların ruhlarıdır. Bunlar Peygamber'in sahabeleri ve yakınları, Kerbelâ şehitleridir. Mihrabın sağın-dakiler Ebubekir ve Ömer, solundakiler Osman ve Ali, mihrabın önündeki Üveysü'l-Karânî'dir. Caminin solunda, duvar dibindeki esmer adam senin pirin, müezzin Bilâl-i Habeşî'dir. Bu ayak üzre cemaati saf saf sıraya koyan kısa boylu adam Amr Ayyâr-i Zamîrî'dir. İşte bu bayrak ile gelen kızıl kanlı elbiseli askerler Hamza ile bütün şehitlerin ruhlarıdır" diye camideki cemaati birer birer bana gösterip herhangisine gözüm değdiyse elimi göğsüme basıp göz aşinalığı ile taze can buldum. "Ya sultanım, bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir" dedim. "Azak taraflarında Müslüman ordularından Tatar askeri sıkıntıda olmakla Hazretin (— Peygamberin) himayesinde olanlar bu İstanbul'a gelip oradan Tatar Hanı'na yardıma gideriz. Şimdi Peygamber Hazretleri dahi Hasan, Hüseyn ve On iki İmamlar ve benden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah namazının sünnetini kılıp kaamet eyle diye işaret buyurur. Sen dahi yüksek sesle tekbir getirip sonra Kürsî ayetini oku. Sonra Peygamber Hazretleri mihrapta otururken elini öpüp şefâat yâ Resulullah diyip yardım rica et" diye Sa'd İbni Ebî Vakkâs bana öğretti. Cami kapısından parlak bir ışık peyda olduğu nu gördüm. Caminin içi nur dolunca bütün sahabe lerle peygamberlerin ve evliyaların ruhları ayağa kalktılar. Peygamber Hazretleri yeşil bayrağı dibinde, yüzünde nikabı, elinde asası, belinde kılıcı ile şağında Hasan, solunda Hüseyn ortaya çıkınca sağ ayağı ile camiye Bismillah ile girip mübarek yüzünden örtüsünü açıp "esselâmü aleyke yâ ümmeti" (1) buyurdular. Mecliste hazır olanlar da "ve aleykümü'selâm ya Resûlallah ve yâ seyyidi'l-ümem" (2) diye selâm aldılar. (1) "Ey Ümmetim. Sana selâm olsun". (2) "Ey Tanrı'nın elçisi ve milletlerin efendisi, size selam olsun"
Hazret hemen mihraba geçip iki rek'at sabah namazı sünnetini eda edip bitirince bana bir korku ve vücuduma bir titreme geldi. Ama Hazretin bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanı (3) de yazıldığı gibi idi. Selâmdan sonra bana bakıp mübarek sağ elleriyle dizine vurup "kaamet eyle" dediler. Hemen ben dahi Sa'd tbni Ebî Vakkâs'ın öğrettiği üzere derhal segah makamında ikamet edip tekbir getirdim. Hazret dahi segah makamında hazin bir sesle Fatihayı okudu. Rüyanın sonunda Sa'd tbni Ebî Vakkâs'm öğrettiği gibi hizmetimi tamamladım. Hazret mihraptan ayağa kalkarken Sa'd İbni Ebî Vakkâs elimden tutup Hazretin huzuruna götürdü: "Sadık âşıklarından ve iştiyaklı ümmetinden Evliya kulun şefaatini rica eder" diyip bana da "mübarek elini öp" diyince ağlayarak mübarek elini küstahça öpüp heybetinden şaşırarak "şefaat yâ Resûlullah" diyecek yerde "seyahat yâ Resûlullah" demişim. Hazret hemen gülümseyip: "Allah sıhhat ve selâmetle şefaatimi, seyahati ve ziyareti kolay kılsın" dediler. Oradakilerden hepsinin elini öpüp hepsinin hayır duasını alarak gidiyordum. Peygamber Hazretleri mihraptan "esselâmü aleyküm yâ ihvan" (4) diyip camiden dışarı çıkınca bütün sahabeler bana hayırdua ettiler ve camiden çıkıp gittiler. Sa'd Hazretleri hemen belinden sadağını çıkarıp belime kuşatarak tekbir getirdi: "Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Tanrı seni koruyup esirgesin. Sana müjde olsun: Bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri,
www.atsizcilar.com
Sayfa 9
her diyarda yapılan güzel şeyleri, yiyecek ve içeceklerini, şehirlerinin boylam ve enlemlerini yazıp fevkalâde bir eser meydana getir ve benim silâhımla iş görüp dünya ve ahiret oğlum ol. Doğru yolu elden bırakma. Kinden, garezden uzak kal. Tuz, ekmek hakkını gözle, iyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma. İyilerden iyilik öğren" diye öğüt verip alnımdan öperek Ahi Celebi Camisi'nden çıkıp gitti. Ben şaşkına dönüp uykudan uyandım. Acaba bu bir rüya mıdır, gerçek midir, yoksa doğru rüya mıdır diye düşünüp ferahlık ve gönül açıklığı duydum. Sonra temiz abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra İstanbul'dan Kasımpaşa'ya geçip tâbirci İbrahim Efendi'ye rüyamı tâbir ettirdim. "Cihanı gezen bir seyyah olup işin hayırla sona varır ve Hazretin şefaati ile Cennete girersin" diye müjdeledi. Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede'ye varıp elini öperek rüyamı ona da tâbir ettirdim: "On İki îmam'ın elini öpmüşsün. Dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mübeşşere'nin ellerini öpmüşsün; Cennete girersin. Dört Halifenin ellerini öpmüşsün; dünyada bütün padişahların sohbetleriyle şeref bulup has nedimleri olursun. Mademki Hazreti Peygamber'in yüzünü görüp mübarek elini öperek hayır duasını almışsın, iki dünyada saadete erersin. Sa'd İbni Ebî Vakkâs'ın öğüdü ile önce bizim İstanbulcağızı yazmaya himmet edip bütün gayretini sarfeyle" diye yedi cilt muteber tarih ihsan buyurup: "Yürü! İşin rast gelir" diye hayır dua etti. (3) Hicrî 1015 (=9 Mayıs 1606-27 Nisan 1607) tarihînde ölüp Edirnekapı Camisi naziresinde gömülen Osmanlı sairi Hakanı Mehmed Beğ'in Peygamber hakkındaki manzum "Hilye-i Şerife" adlı eseri ki şiir bakımından kuvvetli eseridir ve 1007 de (=4 Ağustos 1598-23 Temmuz 1599) telifedilmiştir. , (4) "Ey kardeşler! Size selâm olsun.
İstanbul Kalesinin Çepeçevre Büyüklüğü Dostlarımla İstanbul'u dolaştığımız sırada, 1044 yılında, Dördüncü Sultan Murad, Revan seferine gitmişti. (5) Koca Bayram Paşa, İstanbul'da sadaret kaymakamı (6) olup merhum babamla Bayram Paşa konuşurken söz sırasında: "İstanbul'un kurucusu acaba kim ola" diye sorunca merhum babam şöyle cevap vermiş: "Sultanım! İstanbul dokuz kere mâmur ve dokuz kere harap olmuştur. Ama zamanımızdaki gibi haraplık asla görmemiştir. Her ne tarafından olursa olsun dost da, düşman da kapısının, duvarının yıkılmış yerlerinden araba ile girip çıkarlar. Padişahların hasreti olan bu şehrin bu halde kalması ve surlarının kararmış bulunması yakışık almaz. Din gayretine ve Osmanlı Hanedanı şevketine şunun onarılmasına himmet buyurun. Zamanın padişahı inşallah muzaffer olarak dönmektedir. Şahane nazarlarına ak inci gibi değer de beğenilirse kıyamete kadar adınız bakî kalır." Mecliste hazır bulunanlar bunu makûl görürler. Derhal İstanbul, Eyüp, Galata, Üsküdar mollaları (7) toplanıp Mimarbaşı, Sekban ve Şehremini'ne fermanlar olunarak İstanbul'un 4700 mahallesinin imamlarına tenbih olunur. Kalenin tamiri için yardım istenir, işçiler ve ustalar çağırılarak Padişah Revan seferinden gelinceye kadar bir yıl içinde (8) İstanbul ve Galata kalelerini ve bütün büyük Padişah camilerini tamir edip beyaza boyararak İstanbul'u bir iri inciye benzetirler. Böylece İstanbul'dan karanlık gitti. Kaymakam Bayram Paşa'nın eliyle İstanbul kalesinin tamiri tarihi şudur: Duâ edip dedim târihin ey dâniş bu mebnâmın Zemin durdukça dursun bu binâ-yi âsmân-âsâ
(9).
Sene 1044,
www.atsizcilar.com
Sayfa 10
O sırada Revan fethinin müjdesi gelip (10) bütün halkın geceleri yürüyüş gecesi, gündüzleri bayram günü oldu. Yedi gün, yedi gece Hüseyin Baykaı-a fasılları (11) yapıldı. (5) Dördüncü Murad, Revan seferi için ordusu ile Üsküdar'dan 28 Mart 1635 tarihinde hareket etmiştir. (6) Sadırazam (= Büyükvezir) vekili. Sadırazam seferdeyken ona vekâlet ederdi. (7) Molla "büyük dereceli kadı" demektir. Kadıların idarî vazifeleri de vardı. (8) Dördüncü Murad, 1635 yılının son günlerinde İstanbul'a dönmüştür. (9) "Ey dâniş! Dua edip bu yapının tarihini söyledim: Dünya durdukça göğe benzeyen bu bina da dursun" demektir. Buradaki "dâniş" kelimesinin beyti yazıp ebcedle tarih düşüren şairin mahlesi olması gerekir. Fakat IV. Murad çağında bu mahlesi taşıyan bir şaire Taslamadım. Belki de kelime asıl mânâsı iie, yani "bilgili adam", "anlayan adam"yerinde kullanılmıştır. (10) Revan 8 Ağustos 1635 te alınmış olup haber İstanbul'a Ağustos sonunda ulaşmış olmalıdır. (11) Hüseyin Baykara, Aksak Temirliler Hanedanının son Horasan kolu padişahlarından olup merkez edindiği Herat'ta 911 de ölmüştür. Zamanı ilim ve sanat bakımından çok üstün bir çağ, Hüseyin Baykara da hem şair, hem bilgin, hem zevk ehli bir hükümdar olduğundan güzel ve seviyeli meclisleri ün salmış; şiirli, müzikli, içkili meclislere Baykara Meclisi demek Osmanlılar'da da âdet olmuştur.
Saray Burnu'ndan Yedikule'ye kadar deniz kıyısında, kalenin temeli önüne 20 zira (12) genişliğinde bir set yapıldı. Böylece kaleden dışarıda büyük bir yol oldu. Bütün gemiciler o yerden iplere asıla asıla gemilerini çekerek Saray Burnu'ndan içeri girerlerdi. Bayram Paşa, kalenin içinde ve dışında, kalenin üzerinde veya kaleye bitişik ne kadar eşraf ve ileri-gelenlerin evleri varsa hepsini istimlâk edip yıktırdı. Bu umumî yollarla kale çepeçevre genişledi. O sırada ben İstanbul kalesini adımla ölçtüğüm için beyan edeyim: Yedikule'den dışarı hendek kenarınca Eyüp Kapısı'na gelinceye kadar 8810 adım ve 6 kapıdır. Küçük Ayvansaray Kapısı'ndan Bahçe Kapısı'na kadar 6500 adım ve 14 Kapıdır. Arpa Ambarı dibinde Kireççibaşı Kapısı'ndan İstanbul'un merkezi olan Yeni Saray çepeçevre 16 kapıdır. 10 tanesi açıktır. Bu Yeni Saray kalesi Fatih'indir ki çevresinin büyüklüğü 6500 adımdır. (12) Zira, Türkçe arşının aşağı yukarı karşılığıdır ve şöyle böyle 75 santime tekabül eder.
Ahır Kapı'dan, yeni yapılmış olan dışarı umumî yoldan gitmek üzere Yedikule köşesine kadar 10.000 adım ve 7 kapıdır. Bu hesap üzere nefsi İstanbul'un büyüklüğü 30.000 adımdır ve 1000 adımda 10 kule vardır. Hepsi 400 kuledir. Ama kara tarafı üç kat olmakla onların kuleleriyle beraber 1225 kule olur. Kulelerin kimi dört köşe, kimi yuvarlak, kimi altı köşelidir. Bayram Paşa tamir sırasında zirâ-ı mimarî olmak üzere hesap edilmiştir.
(13)
üzere hesap isteyip hepsi 87.000 zira
Konstantin zamanında Kurşunlu Mahzen'deki tophanede 500 top hazır bulunurdu. Hâlâ demir kapılar bellidir. Saray Burnu ile Kız Kulesi'nde dahi yüzlerce top tabiye olunmuştu ki bu sayede deniz cihetinden kuş uçmak imkânsızdı. Galata'dan Yemiş İskelesi'ne üç kat zincir çekilip üzerine büyük bir köprü yapmışlardı. Onun içinden geçerlerdi. Gerektiğinde köprü çözülüp gemiler kolaylıkla geçerdi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 11
Bir köprü de Balat ile Tersane Bahçesi arasına kurulmuştu. Bir köprü de Eyüp ile Sütlüce arasında idi. Yanko (14) zamanında, Karadeniz Boğazı'nda Yuruz Kale eteğinde deniz üzerine üç kat demir zincirler çekilip düşman gemileri geçemezdi. O zincirin parçaları hâlâ Tersane Mahzeni'nde durur. Ben gördüm. Bir halkasının kalınlığı insan beli kadardır (15). (12) Zira, Türkçe arşın'ın aşağı yukarı karşılığıdır ve şöyle böyle 75 santime tekabül eder. (13) Öncekinin aynı. (14) Madyan oğlu Yanko, İstanbul'un efsanevî kurucusudur. Osmanlı tarihlerinde, bilhassa anonim tarihlerde (yani Tevârîh-i Âl-î Osman'larda) bundan uzun uzadıya bahsolunur. (15) Yanko hayalî bir şahıs olduğuna göre Evliya Çelebimin gördüğü zincir parçalan herhalde Bizanslıların Fatih'e karşı kullandıkları savunma zincirleri olacak.
Bu şekilde ve bu büyüklükte olan kalenin 27 kapısının araları kas adımdır, onu beyan edelim: Yedikule Köşkü deniz kıyısındadır. Oradan Yedikule Kapısı'na kadar 1000 adım, Yedikule'den Silivri'ye 2010 adım, Yeni Kapı'ya 1000 adım, Top Kapısı'na 2900 adım, Edirne Kapısı'na 1000 adım, Eğri Kapı'ya 900 adımdır. Bu 6 kapı batıya ve Edirne cihetine bakar. Eyüb'e 1000 adım, Balat Kapısı'na 700 adım, Fanus (16) Kapısı'na 900 adım, Petro Kapısı'na 600 adım, Yeni Kapı'ya 100 adım, Aya Kapısı'na 300 adım, Cibali Kapısı'na 400 adım, Un Kapanı'na 400 adım, Ayazma Kapısı'na 400 adım, Hatab Kapısı'na 400 adım, Zindan Kapısı'na 300 adım, Balık Pazarı Kapısı'na 400 adım, Yeni Cami Kapısı'na 300 adım, şehid Kapısı'na 300 adımdır. Eyüp'ten buraya kadar olan 14 kapı kuzeye acık ve deniz kıyısındadır. Saray-i Hümayun'un dört tarafında olan has kapılar şunlardır: Kireççibaşı Kapısı, Yalı Kapısı, Top Kapısı, Uğrak Kapı, Balıkçılar Kapısı, İç Ahır Kapısı, Bayazıd Han Kapısı, oradan da Padişah Hazretlerinin Bâb-ı Hümayunudur ki güneye doğrudur. Servi Kapısı tebdile mahsustur (17). Sultan İbrahim Kapısı, Soğuk Çeşme dibindedir. Sokullu Mehmed Paşa Kapısı, Alay Köşkü dibindedir. Süleyman Han Kapısı, Makbul İbrahim Paşa iğin açıktı. Bostancılar ve müsahiblere mahsus demir kapı. İç Ahır Kapısı'ndan Dışarı Ahır Kapısı'na kadar 200 adım, oradan Çatladı'ya 1300 adım, oradan Kum Kapı'ya 1200 adım, oradan Langa Kapısı'na 1400 adım, oradan Davud Paşa Kapısı'na 1600 adım, oradan Samatya Kapısı'na 800 adım, oradan Nariî Kapı'ya 1600 adım, oradan Yedikule'ye 2000 adım. Bu Yedikule, Vezir Kantur (18) yapısıdır. Kapısı kuzeye dönüktür. İki kat demir büyük kapılardır. Bu kapılardan başka tâ Ahır Kapı'ya varıncaya kadar hesap olunan kapıların yedisi de deniz kıyısında olmakla hepsi doğuya bakar. Bu tarafa lodos rüzgârı ziyade dokunduğundan Bayram Paşa'nın yaptırdığı sağlam yapıları harap etmekle bu saydığımız adımlar dört kaleden adımlanarak hesap olunmuştur ki İbrahim Han zamanındadır. 29.810 adım gelmiştir. Ama Bayram Paşa zamanında dışardan adımladığımızda tam 30.000 adım gelmişti.
www.atsizcilar.com
Sayfa 12
İstanbul Madenleri İstanbul'un güney tarafında Yedikule'den yarım merhalede "Kum Boğazı" adlı kale burnunda bir cins beyaz kum hasıl olur. Onun için Kum Boğazı derler. (16) Burasının şimdiki "Fener" olacağı ilk basımdaki bir notta kaydedilmiştir. (17) Padişahların kılık değiştirerek (tebdîl-i kıyafetle) çıktıkları kapı olacak. "Tebdil gezmek" deyimi son yıllara kadar kullanılırdı. (18) Madyan oğlu Yanko'nun veziri.
Öyle incedir kî göz fark edemez. İstanbul'un ve Firengistan'ın kum saatçileri ve kuyumcuları onu kullanırlar. Benim çocukluğumda, Şehit Sultan Osman zamanında (= 26 Şubat 1618 - 19 Mayıs 1622), Kurşunlu Mahzen ile Top Kapı arasında Dimaşkîhâne istianesi vardı. Fatih Sultan Mehmed yaptırmıştı. Sultan Mehmed o madenden demir cevherini ayırtıp bu Dimaşkîhâne'de üstad kılıç yapıcılarına keskin kılıçlar yaptırırdı. Hattâ benim gördüğüm üzere, Dördüncü Sultan Murad'ın Kılıççıbaşısı Davud Usta, o Dimaşkîhâne'de çalışırdı. Kale dışında, deniz kıyısında büyük bir iş eviydi. Sonra, Sultan İbrahim'in tahta çıkışında (= 9 Şubat 1640), Kara. Mustafa Paşa'yı şehit ettikleri yıl (= 31 Ocak 1644) devlet işlerine gevşeklik gelmekle Gümrük Emini Ali Ağa o Dimaşkîhâne'yî devletten alıp kat kat Yahudi evleri yaptı. Dimaşkîhâne'nin ve madeninin adı sanı yok oldu. Osmanlı Devleti'nin Ortaya Çıkışı Yer yüzünde ilk oturan insan Âdem Safî'dlr. Onun çocukları ve çocuklarının çocukları dağılıp yer yüzünü insan oğulları bürüdü. Fakat milletlerin sınıfları üzerinde müverrihler arasında büyük aykırılıklar olmuştur. Rûm (= Anadolu, Türkiye) ahalîsi aslında İshak oğlu Ays'ın çocuklarındandır. Doğru bir söylenti ile Yâfes'e varır. Yâfes, Ays'ın atasıdır ki bütün Rûm (= Anadolu) boylan ondan çıkarak Rûm (= Anadolu) ülkesinde oturmuşlardır. Rûm (= Anadolu) diyarına Türk padişahlarından ilk ayak basan Selçuklular'dır. 476 yılında (= 21 Mayıs 1083 9 Mayıs 1.084) Danişmendli beğleri ile birlik olarak Malatya, Kayseri, Alâiye (= bugünkü Alanya), Antakya, Karaman ve Konya'yı Anadolu'nun Yunan kayserleri elinden alıp müstakil padişah oldular. Osmanoğulları'nın nesilleri Maveraünnehir'dedir. 699 (= 1299) tarihinde Selçuklular sona erdi. Daha önce, Turan ülkesinde Manan şehri beğlerinden Süleymanşah ve Ertuğrul Beğ, Rûm (= Anadolu) ülkesine, Selçuklular'dan Sultan Alâaddin'e gelip onun beğlerinden oldular. Çevrede nice fütuhat yapıp Sultan Alâaddin merhum olunca ülke ileri gelenlerinin düşünce ve tedbiriyle Ertuğrul müstakil beğ oldu. Hutbe sahibi olup sikke sahibi olmadan Söğütçük adlı şehirde merhum oldu (19). Oğlu Osman, "ola Osman" sözü tarihinde (20) bağımsız olarak sikke ve hutbe sahibi padişah olup İlkönce hutbeyi Dursun Fakih adlı tanınmış imam, Osman Gazi adına okudu. Ondan sonra Osmancık (21) Germiyan diyarını istilâ etti. Ondan sonra oğlu Orhan Gazi müstakil beğ oldu. Bunun zamanında yetmiş yedi ulu evliya orada, Peygamber'in sancağı altında hazır olup himmetleriyle nice yerler fethettiler. (19) Evliya Çelebi'nin bu büyük yanlışları o sırada Osmanlı aydınlarındaki tarih bilgisinin durumunu gösterir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 13
(20) Arap harfleriyle ve ebeed hesabı ile 699 çıkar ki Osmanlılar'm hicrî tarihle müstakil oldukları yıl diye kabul olunmuştur. Bunun doğru olmadığı, Osmanlı Uç Beğliği'nin milâdî 1336 ya kadar İlhanlı Devleti'ne bağlı olduğu bugün bilinmekledir. (21) Osman Gazi'ye verilen "Osmancık" adının nereden çıktığı kesin olarak belli değildir. Belki bir sevgi nişanesîdir.
Yine bunun padişahlığı zamanında yüce atalarımızdan Türk Hoca Ahmed Yesevî (22) Hazretleri, Horasan'da halifesi olan Hacı Bektaş-ı Velî'yi 300 dervişiyle seccade sahibi edip (23) tef, kudüm ve bayrak verdi ve nazar etti (24) Bunlar gelip Orhan Gazi ile buluştular. Bursa üstüne varıp fethettiler. Oradan da İstanbul fethine teşebbüs ettiler. 758 tarihinde (= 1357) Orhan Gazi oğlu Gazi Süleyman Beğ 70 ulu evliyanın ve Hacı Bektaş-ı Velî'nin izni, düşüncesi ve tedbiriyle Kara Mürsel, Kara Koca, Kara Yalva, Kara Biga, Kara Sığla adlı kırk kara bahadırla birleşerek tulumdan sallar yaptılar. Kırk kişi sallarla denizi geçip Rum ülkesine ayak bastılar. Besmeleyle gülbang-i Muhammedi sekip gemilerden atlarını çıkardılar. Dört yanı yağma edip cuma günü İpsala kalesini fethettiler. Cuma namazını orada kıldıkları isin "ibtidâ sala (25) dan bozma olarak İpsala dediler. Oradan ılgarla Gelibolu kalesi fetholundu. Oradan ılgar ile Tekfürdağı (26) ve Silivri Kapısı'na kadar o 40 kişi gece baskınları edip pek çok doyumluk ve esir aldılar. Birçok yolları öğrenip muzaffer olarak yedi günde yine keleklerle karşıya, Kapıdağı adlı yere geçtiler. Bu kadar ganimetle Bursa'ya girince bütün İslâm askerinin damağında bu işin tadı başlayıp kas kere gemilerle Rum tarafına gestiler. Nice yüz köy, kasaba ve kaleyi fethedip her seferinde istanbul'un çevresindeki kâfirleri esir ederler ve yakaladıkları güzel bakireleri nikâh edip evlenirlerdi. 761 yılında (= 23 Kasım 1359 - 10 Kasım 1360) Gazi Hüdavendigâr padişah olarak Rum ülkesine büyük bir ordu yürüttü. Evvelce Alâaddin Sultan (27) ve Hacı Bektaş-ı Velî'nin himmet ettikleri İstanbul fethini gerçekleştirmek için önce dört cihetini elde etmeye karar veren Gazi Birinci Murad, Müslüman askeriyle bizzat giderek Edirne kalesini Edirne tekfurunun elinden aldı. Anadolu'daki Müslümanlar, Edirne yörelerine doldular. Kâfirler İstanbul'dan dışarı çıkamaz oldu. Fakat Tanrı'nın takdiri, Gazi Hüdavendigâr yedi kere yüz bin Kâfirle Rumeli'de Vusetren kalesi eteğinde, Kosova adlı ovada savaşıp Kâfirler bozularak hepsi kılıçtan geçmişken, Gazi Hüdavendigâr, Tanrı'ya hamdederek cehennemlik Kâfir ölülerini seyrettiği sırada, ölüler arasında bulunan Vılaşkobile adlı Kâfir bıçakla Hüdavendigâr'ı vurup şehid eyledi. O mel'unu da orada parça parça ettiler. İslâm gazileri hesapsız ganimet malı ile Edirne'ye geldiler. Yıldırım Bayazıd Han tahta oturup müstakil padişah oldu. Babasının öcünü almak için Kâfiristan'a yıldırım gibi kılıç vurdu. (22) Evliya Çelebi kendisini Hoca Ahmed Yesevî soyundan saymaktadır ki ispatı asla mümkün değildir. (23) Yani icazet verip. (24) Manen destekledi mânâsında. (25) "Önce namaz" mânâsında. (26) Bugünkü Tekirdağ. (27) Bu Alâaddin Sultan'nın kim olduğu belli değil. Meşhur Selçuklu sultanından galat da olabilir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 14
İstanbul'un Onuncu Kuşatılması Yıldırım Bayazıd Han 100.000 askerle İstanbul'u 7 ay kuşatıp nihayet: "Aman ey Yıldırım Han! İsteğiniz gibi barış yapalım" diye tekfur sulh isteyip her yıl ikişer kere yüz bin altın haraç vermeyi kabul etti. Yıldırım Han bunu kabul etmeyip eski zamanlarda Ömer bin Abdül'aziz (28) ve Harun Reşid (29) zamanlarındaki gibi Galata ve İstanbul kalesinin yarısında Muhammed ümmeti oturup cami ve imaretler yapmak, kale dışında olan bağ ve bahçeler mahsulünün onda biri Müslümanlar'ın olmak üzere barışı kabul edeceğini bildirdi. Tekfur de ister istemez: bunu kabul etti. İstanbul'un içine 20.000 kişi yerleştirildi. Edirne Kapısı, Eğri Kapı ve Eyüp Kapılanından tâ Un Kapanı'na, Zeyrek Başı, Karaman ve yine Edirne Kapısı'na gelinceye kadar olan yerler sınır kesilip İstanbul'a Müslümanlar doldu. Cibali Kapısı içinde Gül Camisi gül suyu ile Kâflrler'in mülevvesatından temizlendiği için Gül Cami derler. Ona yakın Sirkeci Tekkesi'ni yine şer'î mahkeme yaptılar» Galata Kalesi'ne de 6000 asker koyup Galata'nın yarısını tâ kuleye varıncaya kadar Muhammed ümmeti işgal edip İstanbul'un da yansında, Ayasofya taraflarında sakin olup Kâfirlerle itidal ile geçinirlerdi. Yıldırım Bayazıd Han, İstanbul'un yarısını fethedip Edirne'ye yöneldi. 802 tarihinde (= 3 Eylül 1399 - 21 Ağustos 1400) İran'da Temürleng ortaya çıkıp çıkıp 37 padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti. Ancak Yıldırım Han yiğit ve bahadır padişah olmakla baş eğmedi. Temür, Yıldırım Han üzerine gelip Ankara Ovası'nda her iki büyük ordu saf bağlayıp savaşa başladı. Savaş yerinde. Yıldırım Han'a kırgınlıkları olan eşkinci Tatarlar'dan 12.000 Tatar askeri Temür tarafına kaçtı. Bundan başka nice bin ulûfesiz derme çatma asker dahi Yıldırım vezirinin tedbirsizliği ile Temür'e tâbi olup Yıldırım Han gayet az askerle kaldı. Gayretinden koşumu eksik bir taya binip dalkılıç Temür askeri içine girip öyle kılıç çaldı ki Tatarlar'ı üstüste yığar oldu. En sonunda atından tekerlenip kalkamadan Tatar askerî Yıldırım'ın başına üşüp esir etmişler. Padişahlık Yıldırım Bayazıd Han oğlu Çelebi Sultan Mehmed'e kısmet oldu. Derhal 70.000 askerle Temür'ün arkasından ılgar edip Amasya civarında yetişerek bir satır vurdu ki hâlâ dillerde destandır (30). Doyumlukları İslâm askeri aldı. Fakat Tanrı'nın takdiri o gece Yıldırım Han ateşli bir hastalıkla (31) merhum oldu. Çelebi Sultan Mehmed, babasmınn öcünü Temür'den alıp onlan kıra kıra tâ Tokat kalesine varıncaya kadar Temür'ü kovdu. Temür, Tokat kalesine girip kuşatıldı (32). Çelebi Sultan Mehmed muzaffer olarak dönüp babasının ölüsünü Bursa'ya getirdi. Camisi sahasındaki büyük kubbe içine gömerek müstakil padişah oldu. İstanbul tekfuru bu vakaları işitince sevincinden raksetti. Derhal tellâllar bağırtıp: "Çabuk, İstanbul içinde bir Müslüman kalmasın. Yoksa hepsini kırarım" diye Müslümanlar'a bir gün mühlet verdi. Müslümanlar, kimi karadan, kimi denizden olmak üzere İstanbul'dan çıktılar. Edirne ve Tekfur Dağı taraflarına gelenlerin birçoğunu pusuda bekleyen Kâfirler şehit ettiler. (28) Emevî hükümdarı. 717 - 720 arasında hükümdarlık etti. (29) Meşhur Abbasi hükümdarı. 786 - 809 arasında hükümdarlık etti. (30) Tabiî bunun aslı, esası yoktur. Amasya'ya sığınmış olan Mehmed Çelebi, merkezî otoritenin gevşemesinden ötürü serkeşlik eden bazı Türkmen beğlerini yenmiştir. Evliya Çelebi bu harekâtı Temür ordusunu yenmek şeklinde anlatıyor. (31) Evliya Çelebi "hümmâ-yî muhrika" tâbirim kullanıyor. Bütün ateşli hastalıklara hümmâ denilmesi âdettir. Bu rumla hangi, hastalığın kastettiğim tesbite imkân yoktur. (32) Bu da tamamen hayalî bir vak'adır.
Bu hâdiseler Osmanlı Hanedanı'nın içine yara olup nihayet Çelebi Mehmed Han öldü. Padişahlık İkinci Murad'a, ondan da Fatih Sultan Mehmed'e geçti. Fakat Mehmed Han çocuk olduğu için dört taraftan Kâfirler başkaldırıp bunlara karşı koymaya gücü yetmediği
www.atsizcilar.com
Sayfa 15
için Fatih'in babası yine padişah olup Fatih'e Manisa hükümeti tahtını verdi. Fatih orada ilimle meşgul olup nice tarihler okudu. Gece gündüz Sivaslı Kara Şemseddin'inin (33) sohbetlerinden faydalanıp ondan ilim öğrendi. Müfessir ve muhaddis şehzade oldu. Mehmed Han, Manisa'da iken Mısır'da Sultan Kalavun (1279 -1290) hükümdardı (34). Bu sırada Kudüs'ün iskelesi olan Akkâ kalesine Fransız Kâfirleri 600 parça gemiyle gelip Akkâ, Askalân, Filistin ve Taberiyye'yi istilâ ettiler. Birçok ganimet ve Müslüman esirlerle Fransa'ya döndüler. Bu haber Manisa'da Sultan Mehmed tarafından duyulunca çok üzülüp ağladı. Ak Şemseddin, herkesin hazır bulunduğu mecliste: "Ağlama padişahım! Kâfirler'in bu Akkâ kalesinden aldığı ganimet akidelerden ve pişmemiş helvadan ibarettir. İstanbul'u fethedeceğin gün sen pişmiş helva yersin. Ama o gün gazi olup bütün Müslüman gazilerine adalet eyleyip hâkimlik eyle. Gazi ol ve Tanrı rızasıyla davran" diyerek başından kavuğunu çıkarıp Fatih'in başına koydu. İstanbul fethini müjdeledi. Tanrı'nın hikmeti, babası Murad Han merhum olup Sultan Mehmed 855 (= 1451) yılında tekrar müstakil padişah oldu. Bütün kullar kendisine tâbi oldular. Etraf padişahlarına mektuplar gitti. Bütün padişahlardan da elçilerle uğurlu olsun diye mektuplar ve hediyeler geldi. Ancak Akkoyunlu neslinden Azerbaycan Şahı Uzun Hasan itaat etmeyince Sultan Mehmed'in ilk savaşı Uzun Hasan üzerine oldu. Erzincan Ovası'nda iki kalabalık ordu karşılaşıp kırışarak bir gün, bir gece büyük savaş ettiler. Sultan Hasan 868 (= 15 Eylül 1463 - 2 Eylül 1464) tarihinde bozuldu (35). (33) Sivaslı Kara Şemseddin diye bir şahıs yoktur. Sivaslı Şemseddin adında bir Halveti şeyhi varsa da Fatih'ten çok sonradır ve 1006 (= 14 Ağustos 1597 - 3 Ağustos 1958) tarihinde ölmüştür. Evliya Çelebi herhalde Fatih'in çağdaşı Ak Şemseddin'i kasdetmişse de onun Manisa'da bulunduğuna dair kayıt yoktur. (34) Fatih'ten çok önce yaşamış olan Sultan Kalavun'u da çağdaş göstermekle Evliya Çelebi tarih kültürü bakımından çok zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. (35) Bu tarih yanlıştır. Hicrî 878 olacaktır. Savaş 11 Ağustos 1473'te yapılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed 834 (= 19 Eylül 1430 -8 Eylül 1431)te Manisa'da doğmuştur. 13 yaşına ermişken 848 yılında (36) tahta çıktı ve bir yıl saltanat edip padişahlığı yine babasına bıraktı. Kendisi Manisa'ya gidip zamanla 15 Muharrem 855 Perşembe günü (= 18 Şubat, 1451) tahta çıktığı zaman 21 yaşına ermişti. O sırada büyük dedemiz Yavuz Özbek, Fatih'in sancak beğliği hizmetinde bulunup İstanbul fethinde dedemiz de beraber bulunmuştur. Un Kapanı'nın iç yüzünde Sağrıcılar Camii yerinde olan binaları dedemiz ganimet malı olarak alıp fetihten sonra bîr cami ve 100 dükkân yaptırıp camiye vakfetmiştir. Benim İstanbul'da doğduğum evimizi dedemiz gaza malından yaptırıp oturmuştur. Yaptırdığı caminin ve dükkânların beratları Fatih'in tuğrasıyla ve şer'i hüccet imzaları ve Emîr Buhâri Hazretlerinin imzası ile imzalı olup (37) onun soyundan olmam dolayısıyla hâlâ mütevellîlik elimde olup sahibi bulunmaktayım, O sebeple daima vakıfnamelere bakarım. Bundan dolayı Fatih'in hilâfeti tarihleri, doğumu ve zuhura bence bilinmektedir (38). Müstakil padişah olup Tuna serhadlerinde Yayca kalesini ve nice metin kaleleri fethedip Akdeniz tarafındaki boğaz hisarlarında Kilidülbahir'leri, Karadeniz Boğazı'nda da iki sağlam kale yaptı. Yıldırım Han, İstanbul'u kuşattığı zaman bütün bağların mahsulünün onda biri Osmanlılar'ın olmak şartıyla barışa razı olmuştu. Bu sefer Kâfirler andı bozup bağlara el uzattıkları için iki taraftan birkaç adam öldü. Bu iş Edirne'de Sultan Mehmed'e arzaolununca Padişah bu and bozmayı cana minnet bilip yer götürmez (39) askerle İstanbul'u kuşattı.
www.atsizcilar.com
Sayfa 16
Fatih'in İstanbul'u On Birinci Olarak Kuşatması Hicretin 857 yılında (40) Sultan Mehmed Han, Edirne'den büyük bir ordu ile yürüyerek İstanbul'un Edirne Kapısı dışında bütün Müslüman askerleri çadırları ve ağırlıklarıyla durdular. Anadolu tarafından da nice bin asker Gelibolu Boğazı'ndan geçip Yedikule taraflarında durdular. Daha önce Uzun Hasan elinden fetholunan Tokat, Sivas, Kemah, Erzurum, Bayburt ve Trabzon tarafı askerleri dahi (41) denizden İstanbul'a gelip karadan Karadeniz Boğazı'nı geçtiler. Ok Meydanı denilen yerde Kâfirler'e karşı duran o sayısız asker, Ok Meydanı'nı çadırları ve bayraklarıyla lâle bahçesine çevirdiler. (36) Milâdî olarak 1444 Ağustosunda. (37) Bu Emîr Buhârî, Yıldırım Bayazıd çağındaki meşhur Emîr Buhârî'den başka birisidir. Fatih Camisi civarında' türbesi olup hicrî 922 de (= 5 Şubat 1516-23 Ocak 1517> ölmüştür. Keramet sahibi ermişlerden sayılmıştır. (38) Evliya Çelebi burada "mazbut" kelimesini kullanmaktadır. Bu kelime "ezberde olmak" anlamında kullanıldık gibi "yazı ile tesbit olunmuş" mânâsına da geldiğinden "bilinmektedir" diye çevirdim.| (39) "Götürmek" aslında "Kaldırmak" demektir. "Yer götürmez" yerin kaldıramayacağı kadar büyük mânâsında Mr Osmanlı deyimidir. (40) 1453 baharı. (41) Bu büyük bir yanlıştır. 35 numaralı notta da belirtildiği gibi Akkoyunlularla savaş 1473 te, yani İstanbul'un fethinden 20 yıl sonra yapılmıştır.
Bütün İslâm askeri İstanbul'un ancak kara yönünü kuşatmaya koyulup meterisler ve lâğımlar kazmaya, top siperleri hazırlamaya başladılar. Kalenin kuşatılmamış ancak deniz tarafı kaldı. İslâm askeri arasında 77 tane büyük evliya vardı. Bunlar Ak Şemseddin, Sivaslı Kara Şemseddin, Molla Gürânî, Emir Buhârî, Molla Fenârî, Cebe Ali, Ensârî Dede, Molla Pulad, Aya Dede, Horos Dede, Hatablı Dede, Şeyh Zindânî ve bu makule evliyalardı. Fatih bunlardan himmet rica etti ve: "İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslâm gazilerinin ve dörtte biri benim olup ganimet mah ile her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, mektep, medrese ve dârülhadisler yapayım" diye söz verdi. Bunun üzerine bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu iğinde münâdîler bağırtıldı. Bütün asker yeniden abdest alıp iki rek'at hacet namazı kılarak dua ettiler. Sonra üç defa gülbang-i Muhammedi çektiler. Kaleyi kuşattıktan sonra Peygamber'in sünneti üzere İstanbul tekfürüne mektupla Mahmud Paşa'yı gönderdiler. Tekfur, mektubu okuyup içindekileri öğrenince kalelerinin sağlamlığına ve askerlerinin çokluğuna güvenerek ne haraç vermeyi, ne İslâm olmayı, ne de kaleyi teslim etmeyi kabul etmedi. Elçiyi geri gönderdi. Bunun üzerine İslâm askeri gayrete gelip savaşa başladı. Her taraftan sarıca arı gibi kale duvarına sarılıp besmeleyle girişerek gece gündüz çarpışır oldular. Kale içinde kuşatılmış olan hilekâr, 200.000 günahkâr Kâfir'i toplayıp bütün burçlar ve kuleler üzerinde nice bin şeytan işi kurnazlıklar yaptığı için kale çepeçevre yanaşılmaz ateşler içinde kalıyordu (42). Bütün gayretlerini kara tarafına sarfederek deniz yönünden korkuları olmadığı için o taraftan akıllarına ecel korkusu gelmezdi. Çünkü Saray Burnu'nda 500 tane top hazırdı. Bu toplardan denizde kuş uçmak ihtimali bile yoktur diye deniz tarafına ehemmiyet vermediler. Bütün papaz, keşiş ve patrikler o murdar askerlerini savaşa kışkırtıp her Kâfir'e birer put vadinde bulunuyorlardı ve nücum ilmi (43) ile kalenin talihindeki kuvveti buldular. Şöyle buldular:
www.atsizcilar.com
Sayfa 17
"Âhır zamanda bir Muhammed gelir. Nice bin kiliseleri yıkar. Onun ümmeti Antakya, Kudüs, Mısır ve Kostantiniyye'yi alır. Karadan yelkenleri açılmış gemilerle gelir. Başında kavuğu beyaz olur. O Muhammed gelip kiliseler yıkılalı ve Mısır'ı, Antakya'yı, Kudüs'ü onun ümmeti alalı 850 yıl oldu. Karadan gemi yürütüp bu kalenin fethedilmesi imkânsızdır. Bu Muhammed o değildir. Büyük Muhammed'lerinden beri 11 kere kuşatılan Kostantiniyye'yi Arap fethedemeyecek de Türk mü alacak" diye kısır akıllarınca nice sözler söyleyip Kostantin'e teselli vererek savaşa devam ettiler. Fakat dışarıda asker asıl kalenin dibine girip yer yer kalede gedik açmaya başladı. Gece gündüz dört yandan İslâm askerine imdat ile azık geldiği halde Kâfirler'e bir lokma bile gelmedi. Çünkü önceden Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kaleler yapılıp yardım yolları kesilmişti. Yine böyle iken kaledekiler gayret gösterip savaştılar. Çünkü kalenin içinde "Yâvedüd Sultan" adında meczup bir budala (44) vardı. Kale fetholmasın diye Tanrı'ya yakarıp duası kabul olundu. Kalenin fethi günden güne güçleşmeye başladı. (42) Bizanslıların en korkunç silâhı olan Rum ateşi'ni kastediyor. (43) Yıldızların durumuna bakarak yapılan ve ilim sayıdan falcılık. (44) "Abdal" ve "budala" kelimeleri Arapçadan Türkçe ye "bedil" kelimesinden geçmiştir. Bedil "kusursuz, iyi adara»" demek olduğu halde Türkçedeki Abdal ve budala kelimeleri hiçbir şeye aldırmayan, kalender derviş mânâsını almıştır.
On gün olunca Fatih bütün şeyhleri toplayıp; "Acaba işin sonu ne olacak? Kale günden güne kuvvetlenip alınması ihtimali zayıfladı" diyince hemen Ak Şemseddin cevap verdi: "Beğim! Sen elem çekme. Bu kalenin fatihi sen olacaksın diye şehzadeliğinde sana müjde vermiştik. Fakat Tanrı'nın emriyle bu gazilerin bazı işleri vardır. Kalede Şeyh Maksud halifelerinden Yâvedüd adında meczup bir can vardır. O ölmeden bu kalenin alınması ihtimali yoktur ama elli günde ölür" diye kalenin fethini saat ver dakikasıyla tayin eyledi. Sonra sim açığa vurarak: "Beğim! Sen yine gayrette devam et. Tanrı'nın bu sırrı burada kalsın. Askere ihsanlar edip iyilik göster" dedi. Fatih, Temürtaş Paşa'ya bütün Arabistan askeriyle Kâğıthane tarafındaki ağaçlıklı yol içinde 50 tane kadırga yapmak için ferman verdi (45). Bazı köyleri yağma edip tahtalarından elverişli olanlarını gemi yapmak için kullandılar. Koca Mustafa Paşa bütün Arabistan askeriyle Ok Meydanı arkasında, Levend Çiftliği denen yerde, ağaçlıklı yol içinde evvelce 5O tane kadırga ile 50 tane de kayık hazırlatmıştı. Onuncu günde Kâğıthane'deki kadırgalar dahi tamamlandı. Karadaki ve denizdeki gemiler İslâm askeriyle hazırdı. O gün Sultan Mehmed nice bin seçme ve yiğit askerle Ok Meydanı'na geldi. O gemilerin ağaç kızaklarının altına kaydına maddeler döktürdü. Bağlı kızakları ırgatlarla mekanik bilimine göre nice bin namlı levend yiğitler çekmeye başladılar. Ok Meydanı'nın o çimenlik ovasına gelince Tanrı'nın emriyle iyi bir rüzgâr esmeye başladı. Bütün gemilerin yelkenlerini açtılar. İslâm gazileri Allah, Allah diye bağırarak, top ve tüfek atarak yürürken o meydan 150 tane gemi ile deniz yüzüne benzedi. Kâfirler İstanbul'dan bu süslerle bu gemileri görüp acaba ne oldu diye perişan oldular. Kale içinde, Kafirler arasında bir söylentidir dolaştı. Oradan İslâm gazilerinin 150 tane gemiyi Tersane Bahçesi dibinde Şahkulu denilen iskelede denize indirdikleri yerler hâlâ Ok Meydanı içinde bellidir. Orada gemilerin altına saçılan kaygan maddeler hâlâ orada kendi kendine bitip kaybolmaktadır. Ondan sonra bütün İslâm gazileri aletleri ve silâhlarıyla gemilere binip hazır olarak durdular. Kâğıthane'de Temürtaş Paşa'nın yaptırdığı 50 tane büyük kadırga dahi Eyüp tarafından ortaya çıktılar. Elverişli rüzgârla yelkenlerini açıp içinde olan mücahitler top ve tüfeklerini atarak Allah, Allah diye bağırdılar. Böylece kaleyi kuşatan İslâm askerle kuvvet gelince Kâfirler tarafında çöküntü belirtileri başladı. Kaleden gedikler açılmaya başlayınca
www.atsizcilar.com
Sayfa 18
tekfüre "yirminci günde kaleyi teslim edelim" demeye başladılar. Sözün kısası, kalenin sağlamlığına bel bağlayan gururlu Kâfirler'de bezginlik ve pişmanlık başladı. Tekfüre çıkışıp: "Bir yandan kıtlık, bir yandan gökten inen yağmur, bir yandan da Türkler'in gelişi ve hücumu bizi mahvetti' diyerek her biri fırsat bulup kalenin gedik açılan yerlerinden İslâm askeri tarafına doğru kaçmaya başladılar, İslâm askeri bunları bu halde görünce daha ziyade kuvvet bulup içerden kaçan Kâfirler'e saygı gösterir oldular. O gün Karamanoğlu, Germiyanoğlu, Tekebayoğlu, Aydınbay ve Sarıhanbayoğulları 77.000 silâhlı askerle imdada gelip Müslüman ordusu taze can buldu. Derhal kadırgalarla karşıya geçen Temürtaş Paşa deniz kıyısına İslâm askeri döküp önce Ebâ Eyyûbi Ensârî Kapısı'ndan Ensârî Sultan tırmandı. Molla Pulad, Sultan Kapısı'ndan tırmandı. Bilgin kişilerdendi. Keramet sahibi hafız kimse idi. Molla Fenârî Hazretleri, Kız Kapısı'ndan tırmanıp o tarafta bir gecede bir küçük hisar yaparak kaleyi sağlamlaştırdı. Zamanımız padişahları o kaleyi tamam edemediler. Hâlâ bir mamur kaledir. Petro adında bir rahip 300 keşiş ile bu kaleden kaçıp Müslüman oldular. Mehmed Petro o yerden tırmandığı için Petro Kapısı yani Taş Kapısı derler. Tanrı'nın emriyle o gece yeni yapılan kaleyi Mehmed Petro fethedip kendisine sancak ihsan olundu. Aya Dede 300 Nakşibendî dervişiyle Aya Kapısı'ndan tırmandı ve şehit olup kale kapısı içinde eski mahkememiz olan Sirkeci iskelesi'nde gömüldü. Cebe Ali Hazretleri, Cibali Kapısı'ndan tırmandığı için "Cebe Ali'den bozma olarak Cibali Kapısı derler. Mısır'da Sultan Kalavun'un şeyhi idi. İstanbul fethinde bulunmak için Bursa'ya gelip Zeyneddîn Hâfî tarikatinde seccade sahibi olup at çulundan bir cübbe giydiği için Cebe Ali derler (46). Sonra İstanbul fethine geldikte Ekmekçibaşı olup bütün İslâm askerine ekmek yetiştirirdi. Kimse esrarına vâkıf olmayıp bir fırından kaç yüz bin Tanrı kulu, pamuk gülü gibi has ve beyaz ekmek yerdi. Bu Cebe Ali, Ok Meydanı'ndan inen gemilere binmeyip hemen Tersane Bahçesi önünde 300 Zeyneddîni Hâfî dervişi denize postlarını döşediler. Tanrı'nın birliğini söyleyip tef ve kudüm çalarak ve gizli bilgilerini açığa vurarak güneşten daha açık ve seçik bir şekilde deniz üzerinden yaya ve postları üzerinde geçtiler. Cehennemlik Kâfirler kaleden bunu görünce korkudan akılları başlarından gitti. Cebe Hazretleri postunu denizden alarak Cibali Kapısı'ndan tırmandı. Keramet gösterdiği için fetihten sonra kendisi şehit olup Gül Camii sahasında gömüldü. Bütün dervişleri oracıkta münzevi oldular. Horos Dede, Un Kapanı'ndadır. Onun için Horos Kapısı derler. Kapının dışarı eşiğinden içeri girerken sol tarafta, tâ eşiği üzerinde bir horoz resmi vardır. Onun için Horozlu Kapı derler. Horos Dede, atamız Türk Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin dervişlerinden olup Hacı Bektaş-ı Veli ile Horasan'dan gelmiştir. Çok yaşlı olup Fatih'le İstanbul'a gelirken asker içinde gece gündüz yirmi dört saatte yirmi dört kere horoz gibi ötüp kalkın ey gafiller derdi, İslâm gazileri ona onun için Horos Dede dermiş. Merhum Yavuz Er ona çok inanmış olmakla şerefine Un Kapanı'nın iç yüzünde bir cami yaptırmıştır ki hâlâ Sağrıcılar Çarşısı içinde Yavuz Er Camii ve Mahallesi derler (47). Merhum dedemiz Un Kapanı dışında,
www.atsizcilar.com
Sayfa 19
anayol üzerinde bir şedde gömülmüştür. Yanında abdest almak için musluklar yaptırmıştır. Hâlâ ziyaretgâhtır. (45) Arabistan askeri tamamen hayalî olup fethin dini destanlarından bir parçadır. (46) Daha önce, 34 numaralı notta da belirtildiği gibi, Mısır Sultam Kalavun, Fatih'ten çok önce yaşamış ve 1279-1290 arasında hükümdarlık etmiştir. "Cebe" ok ve sonra silâh ve daha sonra savaş levazımı mânâsına gelen Türkçe bir kelime olup Arap harfleriyle yazıldığı zaman "cübbe" gibi de okunabilir. (47) Evliya Çelebi'nin İstanbul fethinde bulunan büyük dedesinin adı yukarıda Yavuz Özbek diye geçmişti. Eski harflerle yazıldığı zaman bu iki ad birbirine benzediği için bir istinsah karışıklığı olduğu anlaşılmaktadır.
Ayazmand Beği Ali Beğ, Akkoyunlular'dan Uzun Hasan'ın amcalarımdandı. Ayazma Kapısı'ndan bütün askeriyle tırmandı ve taze abdest almak için bir ayazma kazdı. Onun için Ayazma Kapısı derler. Deniz kıyısında güzel ve saf bir sudur. Hatablı Sultan, Aksaray'da Oduncuoğlu demekle tanınan irşad edici, olgun kimseydi. 1000 dervişiyle Odun Kapısı'ndan tırmanmıştır ki bu adın verilmesine sebep odur. Hâlâ Odun Kapısı derler. Şeyh Zindanı, Abdurraûfi Samedânî'nin seyidlerindendir. Harun Reşid zamanında elçilikle gelip kıralın zehirleyerek şehit ettiği Baba Cafer Sultan, Şeyh Zindânî'nin atasıdır. Baba Cafer'in Zindan Kapısı içinde gömülü olduğunu Şeyh Zindanı bilip Fatih ile Edirne'den gelmiş, 3000 Seyid ile aman vermeyip Zindan Kapısı'nı kale etmiş ve kale içinde büyük atasına varıp ziyaret edince kendi yeşil sarığım Baba Cafer Sultan'ın başı üzerine koymuştur. Fetihten sonra 70 yıl türbedar olmuş ve bir büyük tekke yapmıştır. Fetihten sonra Fatih orasını yine zindan yaptığı ve Şeyh Zindânî fethettiği için Zindan Kapısı derler. Padişah, Şeyh Zindânî'den sonra onun yerine yine aynı soydan Seyid Muhammed'i, Baba Cafer'e türbedar tayin etti. Seyid Muhammed, 889 tarihinde (= 1484) Sultan Bayazıd'ı Veli'nin Salsâl (48) tahtı olan Kili ve Akkerman kalelerini fethedeceğim Şeyh Zindânî ve Kara Şemseddin ile müjdelemiştir. Fetihten sonra Bayazıd'ı Velî Edirne'ye geldiği zaman, ölmüş olan Şeyh Zindânî'nin ruhu için bütün zindanda olanları azad etmiş, Zindan Kulesi'nin karşısında, yol üzerinde bir türbe yaptırmış, cenazede Bayazıd'ın kendisi de hazır bulunmuştur. Orada gömülüdür. Tekkesinde Tigî Beğ'in yazdığı tarih vardır. Hâlâ büyük bir tekkedir. Bütün evlâtları da orada gömülüdür, İstanbul'da şimdi de Baba Cafer Zindânî Tekkesi'ni bekleyenler onun zürriyetindendir ki soy kütüklerinde şöylece yazılmıştır: Abdurraûfi Samedânî, onun babası Şeyh Cemaleddin, onun babası Emir Sultan'ın kızının oğlu, onun babası Şerefeddin, onun babası Tâceddin. Onlar da kız tarafından Râzî Bilâl oğludur. O da Seyid Sekkîn'in kızındandır ki Ak Şemseddin civarında, Torbalı köyünde gömülüdür. O, İstanbul zindanında gömülü Baba Cafer'in oğludur. O da Muhammed Hanefî evlâdıdır ki bizim atamız "Muhammed Hanefî oğlu Ahmed Yesevî (49) ye varmaktadır". Soy kütüklerimizde böyle yazılıdır. Kâmkâr Beğ, Kütahya'da Germiyanoğullarından idi. 3000 yiğit ile Şehit Kapısı'ndan tırmanıp Ayasofya'ya yakın olduğu için Hıristiyanlar çoklukla gelip kapıyı açtılar. Büyük bir vuruşma oldu. Bütün İslâm gazileri orada şehit olduğu ve Harun Reşid zamanında Ensâr'dan nice sahabe şehitlik şerbetini orada içtikleri için Şehit Kapısı derler. Fakat halk ağzında Çıfıt Kapısı derler ki yanlıştır. Bütün Yahudiler o semtte oturduğu için Çıfıt Kapısı denmiştir. Doğrusu Şehit Kapısı'dır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 20
Şimdiki halde Hünkâr Sarayı çevresinde olan kapılar kuşatılmamıştı ama Yedikule Kapısı'na yardıma gelen Karamanoğlu, Yedikule'den kuşattı. Tekebayoğlu, Silivri Kapısı'na tayin olundu. Aydınbayoğlu, Yeni Kapı'dan kuşattı. Sarıhanbayoğlu, Top Kapısı'ndan tırmanıp o yolda şehit oldu. Yerine Menteşebayoğlu tayin olundu. Edirne Kapısı'na İsfendiyaroğlu tayin olunup cidden kahramanca savaştı derler. Eğri Kapı'dan Hamidbayoğlu tayin olundu, İstanbul'un iki tarafı kuşatıldı. Ancak Yedikule'den Saray Burnu'na kadar Kum Kapı tarafları deniz kıyısı olmakla kuşatılmadı. Ama Yedikule tarafından kumandan şair Ahmed Paşa tam gayret gösterip Kâfirler'in topuna, tüfeğine bakmayarak kalenin nice yerlerini yıktı. Silivri Kapı'da Haydar Paşa göz açtırmayıp Kâfir'e top ve tüfek attırmaz oldu. Mahlesi Adnî olan Mahmud Paşa, Yeni Kapı kumandanı idi. Kaleyi yıkıp üç defa hücum ettiyse de fethedemedi. Top Kapı kumandanı Karamanlı Nisana Mehmed Paşa, ki Celâleddîni Rûmî neslindendir, Uzun Hasan savaşında hayli yiğitliği görülmüş bir vezirdi, Top Kapısı'ndan Kâfirler'e bir top attırmaz oldu. Edirne Kapısı'nda Sadi Paşa vardı. Savaşçı bir yiğitti. Sultan Cem ile Firengistan'da çok oturup nice savaş fenleri öğrenmişti. Edirne Kapısı'nda yiğit İsfendiyaroğlu ile birlik olup İstanbul fatihi biz olalım diye ikisi de çok bahadırlıklar gösterdiler. Yedi yerden Edirne Kapısı taraflarını yıktılar ki alâmetlerinden bellidir. Herselcoğlu Ahmed Paşa, Eğri Kapı kumandanıydı. Eğri Kapı'yı topa tutarak döve döve doğrultup Kâfirler'in belini kıl gibi inceltti. Böylece İstanbul kalesi 20 gün kuşatılıp fetihten asla eser zuhur etmeyince bütün İslâm gazileri, 70 büyük evliya, dört mezhepte fetva sahibi 3000 den fazla bilgin ve bu kadar şeyh, kalenin fetholunmamasına üzüldüler. Hepsi birden bütün gönülleriyle Tanrı'ya yönelip fethini rica ettiler. (48) "Salsâl" Arapça'da çok anıran eşek demek olup eski Osmanhlar'ın o zamanki Romenleri çok hakir görmeleri sonucu Buğdanlılar için kullanılmış bir kelimedir. Kelimenin bir mânası da kumla karışık balçık demektir. (Ahterî, 1293, s. 583). (49) Halis bir Türk olan Ahmed Yesevî'nin Muhammed Hanefî neslinden gösterilmesinin hiçbir aslı yoktur. Bu gibi (Uydurma nesepler dinî inançtan doğan hurafelerdir.
Bunun üzerine ulu Tanrı'nın emriyle hemen İstanbul'un üzerine bir karanlık çökerek gök gürlemesiyle şimşek çaktı. O anda At Meydanı tarafından göğe doğru bir ateş yükseldi. Birçok büyük yapılar havaya uçup kimi karaya, kimi denize düştü. O gün kaledeki Kâfirler'den üç bini korkudan kaleden dışarı kaçtı. Kimi Müslüman olarak Padişah hizmetine girdi, kimi başka diyara gitti. Fakat Kâfirler yine gayreti elden bırakmadılar. Kalenin yıkılan yerlerini onararak savaşa devam ettiler. Fakat kıtlıktan durumları güçleşmişti. Kuşatmanın 30'uncu günü Sultan Mehmed, basma Peygamberinkine benzer kavuğunu giyip ayağına mavi çizmesini çekerek Düldül gibi bir katıra bindi. İstanbul kalesi çevresini gezip İslâm askerine İhsanlarda bulundu. Türlü vaadlerle İslâm askerini savaşa kışkırttı.
www.atsizcilar.com
Sayfa 21
O taraftan geçip nice bin askerle Eyüp'ten Kâğıthane tarafına vardı. Beğ ırmağını ve Kâğıthane ırmağını geçip Levend Çiftliği denen yerde yapılmış olan yeni 40 firkateyni alarak yine kızaklara bindirdi. Kızakları çekerek Ok Meydanı'ndan aşırıp askerlerin yardımıyla Şahkulu İskelesi'nde denize indirdiler, içine silâhlı, kırmızı fesli ve arakıyeli Arabistan yiğitlerinden asker doldurup yine İstanbul'a geçti (51)
(50)
Tanrı'nın Buyruğu ve Hikmeti ile Olan Acayip iş 10 tane patrona (52) ve mükemmel silâhlarla silâhlanmış 10 kalyon (53) Haçlı bayraklarını açıp Saray Burnu Önüne demir atmışlardı. Davullar ve erganunlar çalıp top ve tüfekle yaylım ateş ederek bir eğlenirlerdi kî dillerle tarif olunmaz. Beriden 200 tane fırkata (54) ve kayıklar içinde Ok Meydanı'ndan gelen Müslümanlar bu gemilere saldırıp bal arıları kovana üşer gibi üstüler, önden, arkadan örümcek gibi urganlar atarak Kâfir gemilerine doldular. önce bunları kendilerinden sanan Kâfirler Allah, Allah seslerini işitip bunların Türk askeri olduğunu anlayınca silâha sarılmaya güçleri yetmediği için hep tutsak edildiler. (50) "Arakıye" bir nevi Arap bağlığı. Güneşten korunmak için önden gözlere kadar inen, arkadan enseyi de örten bir bez parçasından ibarettir. (51) Evliya Çelebi'nin İstanbul kuşatması ve fethi hakkında verdiği bilginin tarihî hiçbir tarafı yoktur. Bir takım hayalî kumandanlardan bahsetmesi, çoktan Osmanlı Devleti'ne katılmış eski Anadolu Repliklerinin beğlerini Fatih'e yardıma gelen ayrı askerler gibi göstermesi, ayrıca onların adlarım da "Menteşebayoğlu", "Saruhanbayoğlu" şeklinde yapayanlış yazması, İstanbul kuşatmasına Arabistan askerlerini de iştirak ettirmesi, Sultan Cem'le arkadaşlık ederken Avrupa'nın savaş usullerini öğrendiğinden bahsettiği Sadi Paşa'yı bu kuşatmada bir kol kumandanı olarak tanıtması ve İstanbul fethini kılıç erlerinden çok evliyalara mal etmesi On Yedinci Asır Osmanlı aydınının kendi tarihi hakkındaki gafletini ortaya koyması bakımından çok ilgi çekicidir. Evliya Çelebi'nin bu satırları menkıbelerin, destanların nasıl doğduğunu göstermesi bakımından dikkate değer. İstanbul'un günlerce almamayışmı içerde bulunan Yâvedûd adlı bir dervişin duasına hamletmesi, mantık tanımayan inanç garabetlerinden biridir. Bununla beraber bu satırlar arasında tarihin bazı gizli kalmış noktaları da bulunabilir. Gemilerin indirildiği yerler hakkındaki sözleri bu kabildendir. Diğer tarihlerde umumiyetle kaygan madde olarak zeytinyağından bahsolunur. Evliya Çelebi'nin zeytinyağı demeyerek kaygan madde demesi ve bunların kalıntılarının kendi zamanına kadar yavaş yavaş erimekte olduğunu söylemesi herhalde incelenmeye değer bir konudur. (52) Bir nevi savaş gemisi. (53) Bir nevi büyük savaş gemisi. (54) Bir nevi savaş gemisi.
Kalede olan Kâfirler bu hali görüp kederden saçlarım, sakallarını yoldular. Saray Burnu'nda, Kurşunlu Mahzen'de ve Kız Kulesi'ndeki topları semender (55) gibi ateş ettilerse de limanın iç yüzüne inmiş gemilere karadan ateşin faydası ne? Halbuki Kâfirler Boğazlar'dan gelen gemiler için çevreyi toplarla donatmışlardı. Kâfirlerin gözü önünde 10 kalyon ve 10 kadırganın (56) direklerindeki haçlı bayraklar baş aşağı olup İslâm gemileri Kâfir teknelerini Allah, Allah haykırışları ile yedeğe alarak ve tüfekler atarak Galata ve İstanbul Halici üzerine yürüttüler. Tersane Bahçesi önünde demir atıp birkaç kere top ve tüfek eğlencesi yaptılar. Kâfirler'in ödü patladı, İslâm gazileri sevinip taze hayat buldular. Serdengeçtiler gemilerden çıkıp Tersane Bahçesi'nde Fatih ve Ak Şemseddin'e müjdeyi götürdüler. Ak Şemseddin hemen dedi ki: "Sultanım, beğim! Siz Manisa'da şehzade iken Mısır bölgesinde Akkâ, Sayda ve Beyrut kalelerini Kâfirler'in aldığını duyup bu kadar Tanrı kulu, bu kadar çocuk ve kadın tutsak oldu diye ağladığınız zaman elem çekme beğim, İstanbul'u fethedeceğiniz günde yağma edilmiş Akkâ'dan gelmiş akide ve pişmiş helva yersiniz diye sizi avundurmuş ve İstanbul'un fethini müjdelemiştik. O gün gelince İslâm gazilerine adalet eyle ve her şeye kanaat edip razı ol demiştim, işte o pişmiş helvanın neticesi geldi. Tanrı dilerse ellinci günde kale dahi fethedilecektir" dedi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 22
Bütün İslâm gazileri gemilerde olan ganimet mallarını ve esirleri defterlere kaydedip Allah emaneti olarak Fatih'e verdiler ve yine savaşa devam ettiler. Mallar ve tutsaklar şöyle idi: 3000 kese Takyanos filörisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 esir, 20 kaptan, 1 kıral oğlu, Fransa kıralının 1 genç kızı, 1000 Müslüman kızı ki kimi Şerife", kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar, nice yüz bin silâh ve savaş levazımı. Fatih bu ganimet mallarını, Fransa kıralının kızını ve öteki Müslüman kızlarını Ak Şemseddin'e teslim edip kendisi kalenin fethi işiyle uğraştı. Meğer evvelce İstanbul Kostantin'i, Fransa kıralının kızı ile nişanlı imiş. Fransa kıralı da kızının şerefine büyük bir donanma hazırlayıp 600 gemiyle Arabistan yakalarım vurarak o uğursuz yılda Akkâ, Sayda, Beyrut, Şamtarablusu, Gazze, Remle şehirlerini zaptetmiş. Arabistan ve Havran'ın iki binden ziyade güzel kızlarını tutsak etmiş. Sonra, bu kadar ganimet malı ile ve bu kadar Müslüman cariyelerle güya kıral, andına vefa edip kızını İstanbul tekfürüne, zengin mallarla donattığı 10 kalyon ve 10 kadırga ile gönderdi. Akdeniz Boğazı'na gelip gördüler ki Türkler tarafından kaleler yapılmış. Bunun üzerine mel'unlar hiyleye başvurdular. Lodosun çok sert estiği bir günde 5 tane beş gemiyi ileriye doğru yelkenleyip Boğaz'ın iki tarafındaki kalelerin toplarına hedef kıldılar. Kale toplarının ateşiyle 5 tane boş gemi batarken bunların ardındaki 20 gemi çabucak içeriye girdiler. Bu hiyle ile İstanbul'a kadar geldilerse de Tanrı'ya şükür hepsi esir olup o kıral kızından da Sultan Bayazıd'ı Veli doğmuştur (58). Bu hususta müverrihler türlü türlü rivayetlerde bulunmuştur. Müverrih Âlî: "Bu kızı Fatih'in babası alıp Fatih bu kızdan doğmuştur" der. Ama sözün doğrusu odur ki Fatih, İsfendiyaroğlu'nun kızı Alîme Hanım'dan doğmuştur. (55) Ateşte yaşayan ve ağzından ateş fışkıran bîr efsanevî hayvan. (56) Bir nevi savaş gemisi. Evliya Çelebi biraz yukarda "patrona" dediği gemilere burada "kadırga" diyor. (57) Peygamber soyundan olan kadın ve kız. (58) Doğru değildir. îkinci Bayazıd'ın anası Dulkadiroğlu prensesidir.
Babam, Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve Istoni-Belgrad fetihlerinde bulunmuştu. Hattâ Sigetvar gazasında Sultan Süleyman Han merhum oldukta babam o gazada da bulunup Osmanlı Devleti'ne hizmeti geçmiş bir yaşlı koca idî. Daima ihtiyarlarla konuşup geçmiş zamanları söyleşirlerdi. Yakın dostlarından bir ihtiyar vardı ki düzgün konuşmada Emrülkays ona arkadaş olamazdı. O ihtiyar, Yeniçeriler Başkâtibi idi. Adına "Sukemerli Koca Mustafa Çelebi" derlerdi. Onun, yukarıda adı geçen Fransa kıralı kızının akrabasından olduğu muhakkaktı. Ona her zaman Fransa kıralından hediyeler gelirdi. Çocukluğumda bana bazı garip şekiller ve resimler bağışlardı. Çok yaşlanmıştı (59). Bir danışma icab etse Padişahın huzuruna bütün vezirler, devlet ileri gelenleri girdikten sonra "kocalar gelsin" derlerdi. Sigetvar altında Süleyman Han merhum olup askerin haberi yokken Büyük vezir Sokullu Mehmed Paşa'nın tedbiri ile Padişahın nâşını taht üzerine koyan ve yol hil'atinin arkasından ellerini hareket ettiren Silâhdar Kuzu Alî Ağa'yı fikir danışmaya çağırırlardı. Ondan sonra Rikâbdar Gülâbî Ali Ağa'yı, ondan sonra Zeyrek başında oturan Mutfak Emini Abdi Efendi'yi, ondan sonra babamı, ondan sonra Sukemerli Koca Mustafa Çelebi'yi getirtip fikir danışırlardı. Nereye sefer olsa bunlar tahtırevanlarla gazaya giderlerdi. Bu, Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden yaşlıydı. Hattâ Müftü Kemalpaşaoğlu'nun talebelerinden bütün ilimleri öğrenmiş hadîsçi, tefsirci ve tarihçi kimse idi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 23
Kemalpaşaoğlu'nun hademesi olması cihetîyle "Birinci Selim'le Mısır fethinde yirmi beş yaşma varmış bir babayiğit idim" diye Selim Şah'ın Sultan Gavri ile Merci Dâbık'ta olan büyük savaşını, Kakun Ovası'nda olan büyük kavgasını ve o kavgada Gavri Sultan'ı ecel şerbetini içip cenkte kaybolduğunu ve Mısır'da oğlu Mehmed'in padişah olup çocuktur diye Sultan Tumanbay'ın onu indirip kendisinin Mısır'a padişah olduğunu, Mısır fetholununcaya kadar Sultan Selim'le 23 yerde çarpışıp Mısır'ın nasıl fethedildiğini Mustafa Çelebi anlattıkça ben hayrette kalırdım. Gayet dini bütün adamdı. Fransa kıralı kızının sergüzeştini onun doğru nakillerinden dinleyerek yazmışımdır. Sultan Mehmed Han Gazi, Fransa kıralının kızını alıp bütün gazilerin reyi ile Ak Şemseddin'e emanet bırakıp kendisi ganimet mallarını İslâm askerine dağıtarak kalenin dört yanını gezmekle Müslüman gazilerini kuvvetlendirirdi. Nihayet ellinci gün oldu. O anda kalenin içinde bir gürültü kopup kuşatılmışlardan nice bini değerli eşyalarıyla duvarlar ve kulelere beyaz teslim bayrakları dikip: "Sana sığındık ey Osmanlılar'ın yiğiti" diye kaleyi teslim ettiler. Bütün Kâfirler izin alıp karadan ve denizden her biri bir yere gitti. Kale içinde "Yâvedûd Sultan" denen birisi vardı. O ölünce Kâfirler'in başına kıyamet kopup kaleyi aman ile verdiler, islâm ordusu da Allah, Allah diye bağırarak üç cihetten hücumla ganimet mallarını almaya başladılar. Bu sırada koca Fatih, başında kavuğu, ayağında mavi çizmesiyle katıra binip (60) elindeki Muharemed'in kılıcını kaldırarak: "Gaziler! Tanrı'ya hamdolsun İstanbul'u fethettiniz" diye yetmiş, seksen bin seçme askerle (61) Kostantin'in sarayına vardı. Sarayı alacağı sırada nice bin Kâfir toplanıp saray ancak büyük bir savaşla ele geçirildi. O kavga sırasında kıral öldürüldü. Cesedini cesaretli Rumlar Sulu Manastır'da mezara gömdüler. Kıral sarayında o kadar hazineler bulundu ki hesabını Tanrı bilir. Dokuzuncu kerede İstanbul'u yapıp tamamlayan kıral Kostantin'di. Nihayet Osmanlı Hanedanına veren tekfur de yine Kostantin adında oldu. Fatih buradan, uğur sayarak, iki rek'at hacet namazı kılmak için Ayasofya kilisesine girmek isteyince içinde ve çevresinde oturan rahipler Ayasofya'ya kapanıp damlarından, tepelerinden, kulelerinden İslâm askerine ok, neft ve katran yağdırdılar. Fatih, Ayasofya kilisesini sarıca arı gibi kuşattı. Üç gün, üç gece büyük savaş olup elli üçüncü günde Büyük Ayasofya fetholundu. Önce Sultan Mehmed, Ayasofya içine girip nice rahipleri öldürdü. Elindeki Peygamber bayrağını mihrap yerine dikip ezânı Muhammedi okundu. İslâm gazileri rahiplere kılıç vurup mabedin içi Müşriklerin kanı ile doldu. Hemen Fatih sadağına el atıp "alâmetim olsun" diye Ayasofya kubbesinin tâ ortasına dört kanatlı bir ok fırlattı. Mehmed Han'ın okunun alâmeti hâlâ gözükmektedir. Bir hünkâr Solağı (62) sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra Sultan Mehmed'in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir beyaz mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya alâmet etti. Hâlâ, o kanlı Solak pençesi, türbe kapısından içeri girilince, karşı köşede, beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir (63). (59) Bunun da doğru olmasına hemen hemen imkân yoktur. Aşağı yukarı 150 yaşlarındaki bir adamın anlattıklarında da çok yanlışlar olacağı muhakkaktır. (60) Peygamberin Düldül adındaki katıra binmesine benzetmek için uydurulmuştur. Hiçbir Osmanlı padişahı katıra binmemiştir. (61) İstanbul'u kuşatan Osmanlı ordusunu 60.000'den yukarı düşünmek hatâdır. Ordunun mühim bir kısmı muhtemel bir taarruza karşı Balkanlar'ı bekliyordu. (62) Muhatız asker.
www.atsizcilar.com
Sayfa 24
(63) Burada Evliya Çelebi'de bir yanılma var: Bahsettiğe İsler Ayasofya'nın içinde geçtiği halde biraz aşağıda türbeden bahsediyor. Ayasofya binasının içinde türbe olmadığına göre bu karışık ifadeyi anlamaya imkân yoktur.
Eski Saray İstanbul'un Karadeniz tarafına, Galata ve Halic'e bakan yüksek ve havadar bir yerinde Puzantın Kayser'in yaptırdığı eski bir kilise vardı ki dört tarafı sağlam duvarlardı. Bu kilisenin dört yönü öyle Çimenlikler ve yollarla süslü idi ki Ulu Tanrı havada uçan kuşlarla yerde yürüyen hayvanların her türlüsünü o ağaçlıklarda toplamıştı. O kilisenin içinde Puzantin ve Kostantin zamanlarında 12.000 keşiş, rahip ve rahibe vardı ki kendi sapık âdetlerince riyazet içinde idiler. Kilisenin yapılmasının sebebi şu idi: Hazreti İsa halifelerinden ve Havârîler'den Şem'ûn, İstanbul'a gelip o ferah ve güzel yerde ibadetle meşgul oldu. Bütün yabani hayvanlarla alışkanlık peyda ederek onlara su vermek için yeri kazdı. Kazdığı yerden bir hayat suyu (64) çıktı. Bütün hayvanlar oradan susuzluklarını giderdiler. Sonra Şem'ûn oraya bir ibadethane yaptı. Zamanla Puzantin Kıral o pınarlar üzerine adı geçen büyük kiliseyi yaptırdı. Sonra Fatih o kiliseyi fethedip yerine 858 yılında (= 1454) Eski Saray'ın yapılmasına bağlandı. 862'de (=19 Kasım 1457 - 7 Kasım 1458) tamam oldu. Kulesiz, sursuz, bedeninde girinti, çıkıntı olmayan, hendeksiz bir duvardır. Fakat çok sağlamdır. Bütün duvarı mavi kurgunla kaplıdır. O asırda çepeçevre boyu 12.000 argındı. Kare seklinde kagir bir yapıdır. Bir direği Sultan Bayazıd Kazancıları köşesinden Miski Sabunu Kapısı'na kadar giderdi. Oradan bir direği Tellâk Mustafa Paşa Sarayı'nda nihayet bulurdu. Oradan bir direği Küçük Pazar Şeddi ve sarnıcı üzerinde karar bulmuştu. Hâlâ Yeniçeri Ağası Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı yeri o Eski Saray'ın yerinde idi. Oradan da bir direği tâ Tahtelkale (65) üstündeki şedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine gelince büyük bir saray hasıl olurdu. İçinde türlü türlü düzlükler, birçok harem hücreleri, maksureler (66), havuzlar, şadırvanlar, büyük bir mutfak, hassa kileri, 3000 Baltacı (67) ile hademelere birçok evler yaptırdı. Ak Ağalar için bir, Kara Ağalar için de bir ev yaptırıp, hepsinin üzerine Dârüssaâde Ağası'nı hâkim etti. Hasekiler (68) ile kıral kızını da bu Eski Saray'a koydu. Haftada iki kere Yeni Saray'dan Eski Saray'a gelirdi. (64) Evliya Çelebinin sık sık kullandığı "hayat suyu' "âb-ı hayat) çok lezzetli, güzel su demektir. (65) Bugün Tahtakale denen yer. (66) Padişahlara, imamlara, müezzinlere mahsus hususi adalar. (67) Saray işlerine bakan ve sarayı koruyan hususî bir asker sınıfı. (68) "Haseki" türlü mânâları arasında padişah zevcesi mânâsında da kullanılmaktadır ki buradaki anlamı da budur.
Eski Saray'daki Hayat Suyu Fatih Mehmed Han, tabiat sahibi padişah olduğu için "acaba İstanbul'un hangi suyu daha iyidir" diye bütün hekimlerini toplayıp sordu. Onlar da Eski Saray'ın isindeki Şem'un Pınarını hafif, mutedil ve kolay sindirilir bir hayat suyu olarak gösterdiler. Beşer mıskal (69) pamuğu beşer miskal suya koyup sonra o suları güneşte kuruttular. Bütün pamuklar tartıldıgı zaman Şem'un Pınarı'nın suyu ile ıslatılan pamuk hepsinden hafif geldi. Hekimlerin sözü doğru çıktı. Fatih Hazretleri daima o lezzetli sudan içerdi. Şu âna kadar gelen bütün padişahlar da ondan içerler.
www.atsizcilar.com
Sayfa 25
Kilercibaşı ve Dış Sakabaşı taraflarından üçer kişi olmak üzere her gün altı kişi gelir. Üç Seyishane Yükü, ki yirmişer kıyye (70) gelir, gümüş güğümlere o saf sudan doldurup Su Nâzırı (71) huzurunda Kilercibagı'nın güvenilir adamlarının mühürü ile kırmızı balmumuyla mühürlenir. Padişaha götürülür. Hâlâ o hayat çeşmesi Eski Saray'ın doğuya bakan kapısı önündedir ki Fatih, Eski Saray'dan dışarı bu hayat kaynağını yapmıştır. Hâlâ, Şem'un Pınarı adı ile tanınan bir kevser suyudur. Sonra, Kanunî Sultan Süleyman bu Eski Saray'ı üç mil kuşatır bir duvar yapıp üç kapı yaptırdı: Divan Kapısı doğuya, Bayazıd Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar, Süleyman Han bu sarayın Aşına Belgrad, Malta (72), Rodos fetihlerinde ele geçen ganimet malından Süleymaniye Camisi'ni yaptırdı. Ayrıca medreseler, dârülhadis, dârülkurra (73), Sibyan mektebi (= ilkokul), bir mezat yeri, bir aşhane, bir kervansaray, bir hastahane, kendisine bir türbe, bir hamam ve ayrıca kavaflar, düğmeciler (74), kuyumcular için çarşılar yaptırdı. Bunlardan başka Makbul İbrahim (75) Paşa'ya büyük bir saray, Yeniçeri Ağalarına mahsus bir saray, Lala Mustafa Paşa ile Karamanlı Piri Mehmed Paşa için birer saray, Gebze'de cami yaptırmış olan Mustafa Paşa île kızı Ismihan Sultan'a da birer saray, cami hademesi için bin hücre yaptırdı. Eski Saray'ın dört yanını umumî yollarla süsledi. Bu saray, bugüne kadar bir tarafla ilişiği olmayan büyük bir saraydır. Yukarıda sayılan vezir sarayları ve imaretler hep Eski Saray alanında yapılmıştır. Fakat Eski Saray'ı yaptıran Fatih Sultan Mehmed'dir. Orada Yeniçeriler'in 160 bölüğüne, Cemaat'e (76) ve Sekbanlar'a (77) 160 oda yaptırdı. Peykhane, Kalenderhane, Tersane, Tophane, Kâğıthane, Baruthane ve nice bunun gibi büyük imaretlerle İstanbul'un içini, dışını gaza malıyla bezedi ki her birini yerinde anlatacağız. (69) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Bir buçuk dirhemdir. Bugünkü ölçü ile iki gram kadar tutmaktadır. (70) "Okka" dahi denilen bir ağırlık ölçüsü. Aşağı yukarı 1280 gramdır. (71) "Nazır" o zamanki teşkilâtta bugünkü "müdür" yerinde kullanılıyordu. (72) "Malta" Osmanlılar tarafından alınmamıştır. Evliya Çelebi bu kelimeyi pek muhtemeldir ki "Budin" yerinde kullanmıştır. (73) Dârülkurra, Kur'an'ı usulüyle okumayı öğreten okulların adıdır. (74) Eski yazıya göre bu kelime "dökmeciler" diye de kurabilir. (75) Metinde "Makbul Siyavuş Paşa" dîye geçmekte ise de yanlış olduğu bellidir. Osmanlı tarihinde ve Kanuni çağında "makbul" sıfatını yalnız bu İbrahim Paşa almıştır. (76) Yeniçeri bölüklerinin bir kısmına verilen ad. (77) Bu da öyle.
Fetih Sırasında İstanbul'a Hakim Nasbolunanlar İstanbul üç yılda o kadar mamur oldu ve öyle insan deryası halini aldı ki disiplin altında tutulması güç oldu. Çünkü yedi iklimden sayısız adam toplanmıştı. Birinci hâkim Büyük vezir Mahmud Paşa idi. Ona bir oda ve maiyetine yeniçeriler, Muhzır Ağa (78) , Sipah Kethüda Yeri (79) Cebeci, Topçu ve Azap (80) Çavuşları, Bir Bostancı Odabaşısı, Yeniçeri'den bir tüfekçi ve bir mataracı verdi. Şehirlileri doğru yola getirmek için falaka ile değnek vurur, çarşamba günleri İstanbul içinde kol gezerek Unkapanı'nda yapılan sanatkârlar divanhanesine gelip inerdi. Oradan Yemiş İskelesi Çardağı'na gelip bütün esnafla toplantı yapar, yemişlere narh koyardı. Oradan sebzehane divanına gelip sebzelere, daha sonra da salhaneye gelerek ete narh koyup sarayına dönerdi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 26
İkinci hâkim Sekbanbaşı idi. Ona falaka, değnek verildi ama cellât verilmedi. Üçüncü hâkim İstanbul Mollası idi. Falaka, değnek ve borçluların hapsi fermanı verilmişti. Dördüncü hâkim Eyüp Mollası idi. Bu da ceza verme ve hapsetmeye yetkiliydi. Beşinci hâkim Galata Mollası idi. Hükmü altında olan ahaliye hükmü geçerdi. Altıncı hâkim Üsküdar Mollası idi. Bunun da ceza ve hapis ile hükmü geçerdi. Yedinci hâkim Ayak Naibi idi. Esnafa narh ve teraziden dolayı ceza vermeye yetkiliydi. Sekizinci hâkim İktisap Ağası idi. Bütün sanat sahiplerine hükmedip cezalandırmaya, idama, alış verişte doğru hareket etmeyenin azarlanmasına memur yetkili bir hâkimdi. Dokuzuncu hâkim Asesbaşı idi. Onuncu hâkim Subaşı idi. Bu ikisinin kırbaç ve kamçıları vardı. Falaka ve değnekleri yoktu. Fakat şüpheli kimseleri bağlamaya ve mahkeme naibi ile bazı evleri basmaya memurdular. Her idam ettiklerini şer'î izin ile ederlerdi. Uygun mısra Hükmi sultan olmasa gelmen hatâ cellâttan. On birinci hâkim İstanbul Ağası idi. On ikinci hâkim Bostancıbası idi. Her gece köy ve kasabaları sabaha kadar gezerek suçlulara suç derecesine göre ceza verirler. On üçüncü hâkim Çorbacılardır. Her gece sabaha kadar 12 Yeniçeri Çorbacısı kendilerine tâbi beser, ellişer, yüzer kişiyle kol gezip suçluları tutarlar. Bağlayıp dairelerine gönderirler, haklarından gelirlerdi. (78) Yeniçerilerin büyük subaylarından biri. (79) Kapıkulu Sipahilerinin büyük subaylarından biri. (80) Anadolu Türkeri'nden toplanan piyade askeri
On dördüncü hakim Kırklar'dı. Bunlar şeriat tarafından tayin olunurlardı, İstanbul'un dört Mollalık yerinde kırk mahkeme vardı. Onlara Kırk Hâkimler denirdi. Bunların da ceza ve hapis yetkileri vardı. On beşinci hâkim Şeyhüislâmdı. On altıncı hâkim Anadolu Kazaskeri idi ama cezaya yetkili değildi. Dört divanda dinleyip Anadolu'da olan kadılara hükmedemezdi. On yedinci hâkim Rumeli Kazaskeri idi. Fatih Kanunu üzere, Rumeli kadılarına Padişahın hüküm ve beratlarını yazmaya memurdu. On sekizinci hâkim Yedikule Dizdarı idi. Yukarı makamlara herhangi bir konuyu arzetmeye yetkiliydi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 27
On dokuzuncu hâkim Mimarbaşı idi. İstanbul'da yapılacak bir yapı için bundan izin almak lâzımdı. Yirminci hâkim Kaptan Paşa idi. Gece gündüz denize o hükmederdi. Yirmi birinci hâkim Tersane Kethüdası idi. Kasımpaşa semtinde bir suçlu bulunsa suçuna göre cezalandırıp idam dahi edebilirdi. Yirmi ikinci hâkim Ok Meydanı'nda Yeniçeri Ocağı'ndan Talimhanecibaşı ve Korucular olup Ok Meydanı'nda kol gezerlerdi. Bir suçlu tutsalar Aşçıbaşıya götürürlerdi. O da suçuna göre cezalandırırdı. Yahut yayların kirişiyle bir ağaca asıp oka tutarlardı. Ellerinde Fatih tarafından verilmiş ve her Padişah tarafından yenilenmiş, bu derece yetki veren Padişah fermanları vardı. Eğer suçlu askerse aman vermeyip bir ağaca asarlardı. Sözün kısası İstanbul'un dört mollalık yerinde, Boğaz'ın iki tarafında olan köy ve kasabalarda 33 hâkim, 35 nahiye kadısı vardı. Ama Beykoz Kadılığı başka idi. Müneccimbaşıların meşrutası idi. Bu kadılıklardan başka dört mollalığın hükmünde 186 nahiye kadılığı, 360 subaşılık, 87 Yeniçeri Kolluğu ve Sardarı vardır. 40 yerde serbest ufak Subaşılıklar bulunurdu. Sözün sonu İstanbul Eyaleti'nin dört mollalığında kadı ve subaşıların hepsi 1200 hâkimdi, Fatih kanunudur. Onlardan başka dört mollalığın bir de 150 türlü esnafın da zabit ve hâkimleri vardı ama idam etme yetkileri yoktu. Fatih Camiî Zamanın tanınmış mimarları ve usta mühendisleri İstanbul'a toplandı. Nice bin büyük evliyanın dualarıyla yapılmasına başlandı. 867 yılında (= 26 Eylül 1462 - 14 Eylül 1463) yapılmaya başlanıp 875 yılında (= 30 Haziran 1470 - 19 Haziran 1471) bitirilmiştir. Bu ulu cami İstanbul şehrinin tâ ortasındaki yüksek bir yerde yapılmıştır. Caminin yerinde, Âyasofya'dan sonra birinci derecede sayılan bir mabed varmış. Depremle yıkılmış imiş. Mehmed Han'ın uğuru ile yapının temeli yerin dibine varınca üzerine Mehmed Han Camii bina olundu. Bu caminin sağ ve solundan kademeli taş merdivenle çıkılır ve yerden tâ tepesine kadar mimar zirâi ile 87 zirâdır. Yer hizasından alt eşiğine kadar 4 zira kadar yüksekliktedir. 4 yüksek ayak üzerinde 15 parçalı büyük bir kubbedir. Mihrap tarafı dahi yarım kubbedir. Sağ ve solunda iki tane somaki mermerden amud vardır. Mihrap, minber, hünkâr mahfili, müezzinler mahfili beyaz mermerden, sade güzellikte, eski usul iştir. Kubbesinin içinde iki sıra kandillerle süslenecek tabakaları vardır. Mihrabın sol tarafında, Cebe Ali Hazretlerinin külaha benzer, dilim dilim bir sancağı vardır. Kubbe kapısından mihraba varıncaya kadar çok kalabalık cemaat alacak geniş bir yerdir. Kandillerden başka asılmış avize vesaire yoktur. Fakat duaların kabul olunacağı ruhaniyetli bir camidir. Çünkü yapılırken işçiler arasında Müslüman olmayan kimse kullanılmamıştır. Bugüne kadar da kapısından içeri Yahudi girmemiştir. Hademeleri hep yıkanarak hizmet ederlerdi. Vecid sahibi kimselerin daima geldiği bir yerdir. Kıble kapısından dışarı çıkarken sağ tarafta, dört köşe ak mermer üzerinde, tezhipli ve lâcivert ile ve Hattat Demirci Çelebi'nin yazısıyla Peygamber'in İstanbul fethi hakkındaki hadîsi kazılmıştır. Haremin (81) dört cihetinde, yan sofaları üzerinde İbrette bakılacak renk renk nakışlı sütunlar vardır ki insan hayran olur. Hattâ haremin kıble kapısının iç yüzündeki sütunda bulunan taşın çizgilerinde sof hırkalı, Mevlevi külâhlı, eli yelpazeli bir derviş sureti vardır ki sanki canlı gibidir. Herkes temaşa eder.
www.atsizcilar.com
Sayfa 28
Bu haremin tâ ortasında bir havuz vardır ki dört tarafında sekiz sütun üzerinde bir mevzun levhalı kurşunla örtülü muhteşem bir kubbedir. Bu havuzun dört tarafında göğe yükselen, minarelerle aynı boyda yeşil serviler vardır ki güya her biri birer yeşil melektir. Caminin sağında, solunda birer tabakalı taşla yapılmış yüce minareleri vardır ki seyredilmeye değer. Haremin zemini öyle renk renk mermerlerle döşenmiştir ki sanki gök yüzü mermerleridir. Haremin dört tarafındaki pencerelerin dışarı eteklerindeki kitabeler içinde yeşil somaki üzerine beyaz ham mermerle, Yâkuti Müsta'samî tarzında bir yazıyla Fatiha Sûresi yazılmıştır, İslâm, ülkelerinde bugüne kadar mermer üzerinde Yakut hattı görülmemiştir ve o havuz üzerine üstad, hünerini göstermek için sarı pirinçten bir kafes örmüştür ki bu da dikkat çekicidir. Büyük havuzun içinde kadeh şeklindeki sanatkârane mermer fıskiyelerden su fışkırmakta olup gece gündüz akmaktadır. Yuvarlak havuzun dört köşesindeki kaynaklardan kalabalık cemaat abdest tazeleyip suyundan içerek susuzluk giderirler. Velhasıl o büyük yapının tamamlanmasına yıpranırcasına çalışıp onu göğe benzer şekilde öyle bir güzel yapmışlardır ki anlatmakta dil âcizdir. Bu caminin mihrabı önünde, Cennet bahçesine benzer bir bahçe içinde Gazi Fatih'in ve ailesinin türbesi vardır. Ondan başka caminin üç yanında büyük bir odaya benzer bir haremi vardır ki sekiz kapılıdır. Bu haremin iki tarafında çok güzel bahçeler vardır. Onun dışında, caminin iki tarafında Semâniye Medreseleri (82) vardır ki öğrencilerle doludur. Onların dışında, umumî yolda, medreselerin iki yönünde softaların (83) odaları vardır. Onlar da öğrencilerle doludur. Bir aşhane, hastahane, büyük bir konukevi, eski bir hamam ve sibyan mektebi ile bezenmiş bîr camidir. Yüksek bir yerden dört yanında olan imaretlere dikkatle baksan safi kurgundan gömgök bir imaretler topluluğu görürsün ki parlayıp durur. (81) Caminin bahçe veya avlusuna "harem" denir. (82) "Semâniye" Arapça "sekiz" demek olup Fatih'in cami civarında yaptırdığı sekiz medrese "Semâniye Medreseleri" diye veya "Sahn-ı Semân" diye adlandırılmış ve İstanbul'un en yüksek öğrenim müessesesi olup yani uzamanın Üniversitesi haline gelip pek değerli bilginler yetiştirmiştir. (83) "Softa", medrese öğrencisi demektir.
Bu eserlerden başka Koca Fatih'in nice nice imaretlerle İstanbul'un içinde ve dışında yaptırdığı büyük eserler yeni şehiri mamur edip şenlendirmiştir. Bir zaman sonra Koca Mimar Sinan, mimar halifeliğinden (= kalfalığından) Başmimar olup camiye nice nice eklentiler yaptı. Daha sonra "Ali Kuşçu" adlı, nücum ilminde (= astronomide) şöhretli bilgin geldi. Caminin hareminin içinde, Boyacılar Kapısı tarafında Müslüman çocukları için Kur'an dershanesi olarak yapılan yüksek kubbe önünde dört köşe bir beyaz mermer içine vakit tayini için bir alet yaptı ki dünyada eşi yoktur (84). Kanuni Zamanındaki Büyükvezirler (85) İlk Büyükvezir Karamanlı Piri Mehmed Paşadır. Kanunî tahta geçtiği zaman büyükvezirdi ve büyükvezirlik yine kendisinde bırakıldı. Büyükvezir Makbul ve Maktul İbrahim, Paşa, Haremi Hâs'tan yetişmiştir. Büyükvezirlikle Mısır'a gidip Hain Ahmed Paşa'yı astırarak Mısır Kalesi'ne yedi kule yaptıktan sonra Mısır'ı imar ederek İstanbul'a geldi. Büyükvezir Ayaş Pasa, Arnavut asıllıdır. Haremi Hümâyun'da yetişmişti. Sonra Yeniçeri Ağası, Rumeli Eyaleti Valisi ve vezir oldu.
www.atsizcilar.com
Sayfa 29
Büyükvezir Lûtfi Pasa da inatçı Arnavut kavmindendir. Haremi Hümâyun'dan nice sancaklara sancakbeği olduktan sonra vezirlikle şeref buldu. Büyükvezir Süleyman Pasa, Akhadımlar'dan olup Harem'den yetişti. Şam'a, oradan Mısır'a gitti. Oradan donanma ile Hindistan'a gidip Benderi Diyû ve daha nice kaleleri Portekizlilerden alıp Hind racasına hediye etti. Birçok ganimet malıyla Yemen'dekî Aden iskelesini fethetti, Özdemir Beğ ile birlikte Habeş'i (86) aldı. Sonra İstanbul'da büyükvezir oldu. Büyükvezir Ahmed Pasa, Arnavut kavmindendi. Tedbîr, cesaret ve gösterişle meşhur bir vezirdir. Haremi Hümâyun'dan Kapıcıbasılıgı ile çıkıp Yeniçeri Ağası, Rumeli Valisi, sonra Büyükvezir oldu. Acem Şahı Şah Tahmasb'ı gece baskını ile bozdu. Sonra Tımışvar'ı fethetti. Büyükvezir Kalın Ali Pasa, Hersek Sancağında Perçe kasabasındandır (87). Saraydan Kapıcıbaşılıkla çıkıp Yeniçeri Ağası, Mısır Valisi, ondan sonra Büyükvezir oldu. Çok iri yan adammış. (84) Türkistanlı olan Ali Kuşçu meşhur Uiuğ Beğ'in öğrencisidir. En sonunda Fatih'in hizmetine girmiş ve İstanbul'da hicri S79 (=18 Mayıs 1474 - 6 Mayıs 1475)da ölmüştür. (85) "Sadr-ı a'zam" (= sadırazam) veya vezîri a'zam yerine "büyükvezir" dedim. (86) Habeşistan'ın bütünü olmayıp Kuzey Habeşistan'ın tayı bölgeleri. (87) Daha çok "Semiz Ali Paşa" diye anılır.
Sonra Sokullu Koca Mehmed Paşa Büyükvezir oldu. Bosna Sancağında "Sokol" yani "Şahin" kasabasındandır (88). Haremi Has'tan Kapıcıbaşı olarak çıktı. Nice sancakbeğliğinde, Rumeli Eyaleti valiliğinde bulundu. Neticede üç Padişaha 40 yıl (89) Büyükvezir olup bir mahlûl (90) getiren Serhadli fedaî onu Kubbe Altı'nda bıçakla birkaç yerinden yaralayarak öldürmüştür. Büyükvezir Olmayan Kubbe Vezirleri Gebze'de imaret ve cami yapan Vezir Mustafa Paga (= Çoban Mustafa Paşa) Bosnalı'dır. Vezir Ferhad Pasa, Arnavut asıllıdır. Vezir Güzelce Kasım Paşa, Süleyman Han'ın şehzadeliği sırasında Defterdarı, sonra Lalası oldu. İhtiyar olduğu için Dördüncü Vezir olup Selanik'te emekli iken orada bir cami yaptırıp öldü. Vezir Hain Ahmed Pasa, Arnavut'tur. Haremi Hümâyun'dan çıkıp Yeniçeri Ağası, Belgrad fethinde Rumeli Valisi oldu. Sonra Mısır'da âsi olup Bâbı Zuveyl'de asıldı. Vezir Güzelce Kasım Pasa, Harem'den çıkıp Vezir olarak Mora Adası'nda Anaboli Kalesi'ni üç yıl kuşatıp fethetti. Sonra İstanbul civarında Kasımpaşa kasaba ve camii'ni yaptırdı. Burası Kasımpaşa adıyla anılır. Vezir Hacı Mehmed Paşa, Budin Veziri iken bir Yahudi hekim zehirli şerbet verip öldürdü. Sonra: "Mehmed adında kırk adam zehirledim" diye itiraf ederek öldürüldü. Mehmed Paşa, Budin'de gömülüdür. Vezir Hüsrev Paşa, Koca Lala Mustafa Paşa'nın büyük bir adamıdır, önce Çeşnigirbaşı, sonra Kapıcılar Kethüdası, Rumeli ve Mısır Valisi oldu.
www.atsizcilar.com
Sayfa 30
Vezir Hadım İbrahim Paşa nezaket ve edep sahibi, ağırbaşlı, ihtiyar, cesur bir vezirdi. Silivri Kapısı'nın iç yüzündeki cami onun hayratıdır. Vezir Hadım Haydar Paşa, Haremi Has'ta Kapı Ağası iken dışarı çıkarılıp Şehzade Mustafa öldürüldüğü zaman (91) ona meyli var diye itham olunarak azlolundu. Hersek Sancağı'nda emekli oldu. Bilgi sahibi, söz eri, yoksulları seven büyük bir Vezirdi. Vezir Palak Mustafa Paşa, Bosnalı'dır. Arnavutça "palak", "koca" demektir (92). O adla lâkaplı, öfkeli ve cesur bir vezirdi. Mısır Veziri ve Kaptan oldu, Eyüp'te gömülüdür. (88) "Sokollu" demek lâzımken kelime Türkçenin ses uyumu kanunlarına göre Sokullu haline gelmiştir. Çünkü Türkçede "o", "ö" harfleri yalnız ilk hecede bulunur. (89) Sokullu'nun Büyükvezirliğî 14 yıl ve 3 aydan biraz fazladır. (90) "Münhal yer" demek istiyor. (91) Şehzade Mustafa 6 Ekim 1553'te idam edildi. Bu idam müthiş bir boğuşmadan sonra oldu. Çünkü Şehzade çok güçlü idi. (92) Mustafa Paşa, Bosnalı olduğu halde ona Arnavutça bir lakap takılması biraz gariptir. Belki Evliya Çelebi "Boşnakça" diyecek yerde "Arnavutça" demiştir.
Vezir Damad Ferhad Pasa, Şehzade Mehmed Han'a damad olmuştur. Eski Saray'dan bir köşesini bölüp Sultan Bayazıd civarında bunlara bir saray yaptılar. Hattat olduğu için Mushaf yazıp onunla geçinmiştir. Bir Mushafı hâlâ Bayazıd Han türbesindedir. Vezir Mustafa Paşa, Hâlid ibni Velid neslindendi (93). gemsi Paşa'nın kardeşidir ve ondan büyüktür. Harem'de yetişip Çakırcıbaşı olmuştur. Rumeli Eyaleti Valisi olarak Malta üzerine kumandan tayin edilmiş, fethedemeden gelince Hacca giderek orda ölmüştür. Babam tarafından gömülmüştü. Süleyman Han'ın Beğlerbeğileri Behranı Paşa: îç Oğlanları taşla vurup kendisini şehit ettilerse de sonra hepsi öldürüldüler. Davud Paşa: Mısır Valisi iken merhum oldu. Üveys Paşa: Şam Beğlerbeği iken merhum oldu. Dukaginoğlu Gazi Mehmed Paşa: Mısır Valisi oldu. Öteki Üveys Paşa: Yemen kumandanı iken Aden şehrinde öldü. Eşkıya Pehlivan Hasan'ın eliyle şehitlik kadehini içti. Özdemir (94) Paşa: Mısır Sultam Gavri'nin akrabasından Çerkeş asıllı, cesur ve yiğitti. Habeş fatihidir. Yatıya Ömer Paşa: Belgrad'da camisi, imaretleri ve nice hayratı vardır. Gazi Kasım Paşa: Süleyman Han, Beç (95) Kalesi'nin kuşatıp kışın şiddetinden fethedemeyip dönünce bu Gazi Kasım Paşa 12.000 Serdengeçti (96) ünlü bahadır, yarar yiğitlerle Almanya'ya daldı. Üç ay yağma ve talan edip Kâfirler'e rahne verirken beri tarafta Süleyman Han, Cankurtaran Kalesi'ne düşüp can kurtardı. Gazi Kasım Paşa'nın
www.atsizcilar.com
Sayfa 31
bütün adamları Almanya'da şehit olup kendisi üç kişiyle Venedik ülkesinin Osek (97) Kalesi'ne geldi. Ben o şehitleri Alman diyarında nice yerde ziyaret etmişimdir. Güzelce Büstem Paşa: Harem'den çıkıp Yeniçeri Ağası, sonra Budin Valisi olmuştur. Süleyman Paşa: Harem'den yetişip İstolni-Belgrad'da Gölbaşı muhafazasında merhum olup kale kapısı önünde gömülüdür. Osman Paşa: Has Saray'dan çıkmıştır. Çerkeş asıllı yarar adamdı. Nahçıvan seferine Şah ordusuna gece baskını yaptığı için kendisine Erzurum Eyaleti ihsan olundu. Gazi Hasan Paşa: Yemen ve Habeş'e gitti. Sonra Tımışyar Valisi oldu. (93) Dördüncü Vezir Mustafa Paşa, Kastamonu ve yöresinde beğlikleri olan Çandaroğulları veya Kızılahmedliler' Hanedanından olup halis Türk ailesidir. Kendilerini Arap kumandam Hâlid îbni Velid soyundan göstermeleri, yukarda da işaret ettiğimiz gibi İslami taassubun sevimsiz bir tezahüründen başka bir şey değildir. (94) Metinde bu kelime "özdem" şeklindedir. (95) "Beç", Viyana'ya Osmanlılar'ın verdi isim. (96) Bir sınıf gözü pek, fedai asker. (97) Bu şehir, o zaman Venedikliler elinde bulunan Slovenya'nın bir şehri idi.
Solak Ferhad Paşa: Bağdat Valisi iken orada öldü. Baltacı Mehmed Paşa
(98)
Bosnalı'dır. Bağdat'tan azlolunup İstanbul'da öldü.
Hurrem Paşa: Bosnalı'dır. Pir Paşa: Ramazanoğulları'ndandır. Musa Paşa: İsfendiyar Hanedanı'ndandır. Erzurum Valisi iken Gürcü keferesi savaşında şehit oldu. Hadım Ali Paşa: Mısır Valisi iken merhum oldu. Arslan Paşa: Lala Mehmed Paşa'nın oğludur. Budin Baruthanesi'ni bu yaptırmıştır. Tatavpapa Kalesi'ni Kâfirler'in istilâ etmesi üzerine suçlu sayılmış ve Süleyman Han'ın otağı önünde öldürülüp şehitler zümresine katılmıştır. Ayaş Paşa: Büyükvezir Koca Sinan Paşa'nın kardeşidir. Haremden yetişip sonra öldürüldü. Eski Behram Paşa: Bağdat Valisi iken şöhret bulmuştur. Ahmed Paşa: Harem'den çıkıp 20 yıl Anadolu'da hâkim olmuş, Ankara'da bir hamam ve bir Mevlevihane yaptırmıştır. Ulama Paşa: Teke Eli'nden Acemler'e tutsak düşüp sonra Han oldu. Oradan Anadolu'ya kaçıp kendisine Lipva Sancağı ihsan olundu. Orada 40 gün düşman kuşatmasına karşı koyup çaresiz kalarak kaleyi Kâfirler'e teslim etti. Aman ile dışarı çıkarken "kırk gün niçin savaştın" diye Kâfirler tarafından şehit edilmiştir. Lipva'da gömülüdür. Yularkısdı
(99)
Paşa: Harem'den çıkmıştır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 32
Şemsi Ahmed Paşa: Kızılahmedliler'den Beşinci Vezir Mustafa Paşa'nın kardeşidir. Üç padişaha has nedim olmuştur. Hacı Ahmed Paşa: Bu da Kızılahmedliler'dendir. Damad Hasan Paşa: Süleyman Han'a damad olup Acemistan'a kaçan Şehzade Bayazıd için Acemistan'a elçilikle giderek Şehzade Bayazıd'ı çocuklarıyla birlikte alıp Sivas Kalesi'nde boğarak şehit etmiş ve Paşa Kalesi yakınında gömmüştür. Ziyaret ettim. İskender Paşa: Bostancıbaşılıktan Anadolu Valisi oldu. Çerkes'tir. Oradan Diyarıbekir'de 15 yıl valilik etti. Orada merhum oldu. Temerrüd
(100)
Ali Paşa: Bosnalı'dır.
Kara Mustafa Paşa: Has Oda'dan çıkmıştır. Hışır Paşa: Hızır gibi Şanı ve Bağdad'ı dolaşmış, Harem'den çıkmış, ağırbaşlı, kanaatkar, bekâr bir adamdı. Kara Murad Paşa. Sofu Ali Paşa: Harem'den çıkıp Mısır Valisi iken derdinden katır ile Kahire'de merhum oldu. (98) Tabii, Purut Savaşı kumandanı Baltacı Mehmed Paşa'dan başka. (99) Metinde "Pulad Kasa" şeklinde ise de imlâ yanlışı olduğu bellidir. (100) "Temerrüd" Arança bir kelime olup "dikbaşlılık" demektir. Bunun "mütemerrid" olması da muhtemeldir. Mütemerrid "inatçı, dikbaşlı" demektir. Eski harflerle bu iki kelimenin yazılışı birbirine çok benzer. Birincisi "tmrd", İkincisi "mtmrd" şeklinde yazılır.
Hüsrev Paşa. Muzaffer Paşa. Gazanfer Paşa. Güllâbt Paşa: Derviş adam olmakla emekliliği isteyip daima babamla arkadaşlık ederdi. Evliya derecesinde iyi huylu, tatlı sözlü bir ihtiyardı. Mehmed Ban Paşa: Dulkadıroğulları'ndandır, Şah İsmail'e gitmiş, sonra pişman olarak yine Osmanlı Hanedanı'na gelip Rumeli ve Anadolu'da büyük sancaklara hâkim olmuştur. Elkabmda "cenâb"" yazılarak yüceltilirdi. Süleyman Han'ın Kapdanları Önce Kapdan Sinan Paşa: Harem'den yetişmişti. Gayet kıyıcı idi. Kapdan Hayreddin Paşa: Vardar Ilıcası'ndandır (101). Bütün ataları oradadır ama kendisi Midilli adasında doğup namlı bir levend bahadır oldu. Cezayir'de nice sancaklara vali olup 940 yılında (= 23 Temmuz 1533 - 12 Temmuz 1534) Derya KapdanIığı ihsan olundu. Akdeniz'de 3000 tane gemi batırıp nice kere tutsak olarak nice kaleler fethettiği "Fütûhâtı Hayreddin Paşa" adlı eserde tafsil ile meşhurdur. Nihayet İstanbul'da merhum olup Beşiktaş'ta deniz kıyısında kara kapdanı olup o limanda kıyamet gününe kadar demir atmış olarak yatar, 970 te (= 31 Ağustos 1562 - 20 Ağustos 1563) ölmüştür.
www.atsizcilar.com
Sayfa 33
Salih Paşa: Kazdağlı'dır. Bu da Cezayir Paşası olup Adalar'ın Paşası oldu. Turgud Paşa: Cezayir Paşası iken Malta Kalesi kuşatmasında top atarken topun parçalanmasıyla şehit oldu. Malta'nın fethi de kısmet olmayıp fethedilmeden dönüldü. Mehmed Paşa. Hayreddin Paşa: Cezayir Paşası olup Okyanus'a velvele saldı. İngiltere adalarını harap etti. Süleyman Han Zamanındaki Defterdar ve Nişancılar önce Defterdar İskender Çelebi. Haydar Çelebi: Gelibolulu'dur. Lûtfi Beğ: Harem'den çıkmıştır. Ebülfazl Efendi: Bitlisli Molla idris'în oğludur. Abdi Çelebi: Çivioğlu'nun oğludur. Mustafa Çelebi: İnmeli iken yine Divan'a gelirdi. Çünkü kalemce zamanının tek adamıydı. Mehmed Çelebi: "Eğri Abdioğlu" derlerdi. İbrahim Çelebi: Başdefterdardı. Hasan Çelebi: Defterdarlıktan azledilip Çeşnigirbaşılık verildi. Murad Çelebi: Kilidülbahir Hisarı'ndandır. Celâloğlu (102) Mustafa Çelebi: Şiirlerinde vesaîr teliflerinde "Neş'etî" mahfesini kullanırdı. Tosya'da Celâl adlı bir kadı'nın oğludur. Defterdardı. "Tabakatü'l Memâlik" adlı tarihle Kanunname bunundur. Bamazanoğlu Mehmed Çelebi: Nişancı idi. Muhtasar bir tarihi vardır. (101) Vardar Yenicesi olacak. (102) Vardar Yenicesi olacak. Metinde "Cemâlioğlu" yazılı ise de yanlış olduğu açıktır.
Süleyman Han Zamanındaki Beğler önce Küçük Balı Beğ: Büyükvezir Yahya Paşa'nın oğludur. Hüsrev Beğ: Sultan Bayazıd'ın kızının oğludur. 33 yıl Bosna hâkimi olup Saray şehri içinde bir cami, han, hamam, imaret, medrese ve sibyan mektebi yaptırıp nice bin fütuhatı olmuştur. Kara Osmansah Beğ: Kara Mustafa Beğ'in oğludur. Süleyman Han'ın kızkardeşinden doğmuştur. Tutıala'da bir garip camisi, medrese ve imaretleri vardır. Malkoçoğlu Ali Beğ: Pojega Beği iken Hırvatistan'a dehşet saçmıştır. Bunharoğlu
(103)
: Celâloğlu'nun çıraklarından olduğu için defterdar oldu.
www.atsizcilar.com
Sayfa 34
Çerkeş Kasım Beğ: Harem'den yetişip Nablus hâkimi oldu. Çölde Araplar silâhla gezemez oldular. Kurd Beğ: Eski ikinci Vezir Deli Hüsrev Paşa'nın oğludur. Canbulad Beğ: Kürt kabilesinden tanınmış bir beğdi. Süleyman Han'ın Ünlü Bilginlerinin Bazıları Önce Molla Hayreddin Efendi: Evvelce hocaları idi. Kastamonulu Seyid Çelebi: Bilginler arasında ün kazanmış ve şeyhülislâm olmuştur. Kadiri Çelebi. Şeyh Mehmed Efendi: "Çivioğlu" demekle tanınmıştır. Kutbeddinoğlu Şeyh Mehmed: Anadolu Kazaskeri idi. Âdil Paşa Oğlu Mehmed: Tarih ilminde yetişkindi. Farsça şiirleri çoktur. Abddülfettah Oğlu Ahmed Âdil Paşa: Konuşması tatlı adamdı, İran'da Berda'a adlı şehirdendir. Tunuslu Şeyh Mehmed: Hafızdır. Kur'an'ı on türlü okurdu. Çok tanınmıştır. Erdebilli Zahireddin: Tebriz'den Anadolu'ya gelip Mısır'da Hain Ahmed Paşa ile asıldı. Kemalpaşaoğlu'nun çıraklarındandır. Molla Yakub: 929 da (= 20 Kasım 1522 9 Kasım 1523) Manisa'da müderrisken öldü. "Ege Halife" demekle tanınmış üstün bir bilgindi. Şeyhülislâm Alâaddin Cemâli: Selim Han zamanında dahi şeyhülislâmdı. Bilgin, olgun ve faziletli muhterem birisiydi. Elli akça terakki ile emekli oldu. Şeyhülislâm Kemalpaşaoğlu Ahmed Efendi: Yavuz Selim çağında, önce, Mısır fethinde kazasker kaldı. Eserleri pek çoktur. "Müfti's-Sakaleyn" (105) diye ad almıştır. Zamanının tek adamı, cifir ilminde (106) de devrinin tek kişisiydi. (103) Bunun da bir imlâ yanlışı olması ve doğrusunun "Muytabogiu" olması muhtemeldir. (105) "İnsanların ve cinlerin müftüsü" demektir. İlminden dolayı böyle denmiştir. (106) Arapça "cefr"den alınma, harfler ve rakkamlarla falcılık. Müslümanlıkta falcılık yasak olduğu için Kemalpaşaoğlu'nun böyle eserleri yoktur.
Şeyhülislâm Ebussuud Efendi: Bunun vasıfları toplansa büyük bir kitap olur. Bin cilt kadar eseri ve risalesi (107) vardır. Bilginler arasında çok itibarlı bir tefsiri vardır. Araboğlu Muhiddin: Ebussuud Efendi'nin cezalandırdığı Araboğlu'dur ki Mısır'a giderken Akdeniz'de batmıştır. Salih Oğlu Ali: Hümâyunname müellifidir. Bur-sa'da gömüldü. Sultan Süleyman'ın Kanunnamesi Yukarda yazılan Vezirler, Beğlerbeğileri, Beğter, Defterdarlar, Nişancılar, bilginler ve şeyhlerle Süleyman Han 48 yıllık (108) saltanatında her gün iş başındaki Vezirlerle danışıp
www.atsizcilar.com
Sayfa 35
yüce din gayretine daima Osmanlı Hanedanı'nın bütün asker sınıflarına düzen vermesi yüzünden bir "Kanunname" toplanmıştır. Her ne kadar İstanbul'u Fatih Sultan Mehmed fethetti ama imar eden Süleyman Han'dır. Kanunnamesi, Rumeli'de ve Anadolu'da ne kadar vezirlik, ne kadar beğlerbeğilik, ne kadar sancakbeğliği haslık, her eyalet ve sancakta ne kadar padişah hası, vezir hası, beğlerbeği hası ve sancakbeği hası vardır onu bildirir ve her eyalette ne kadar serbest zeamet, her sancakta ne kadar tımar ve zeamet vardır, Süleyman Kanunu üzere Cebeleriyle ne kadar asker olur, onu beyan eder.
Yukarıda yazılan 20 tane (109) Rumeli Eyaletinde, Süleyman Han Kanunu üzere 176 Sancak (110) vardır. Kılıç zeametleri 3306, kılıç tımarları 37.389 olup (111) zeamet ve tımar olarak toplamı 40.685 kişidir (112). (107) Ebussuud'un 22 eseri tesbit olunmuştur. Bin mk-kmm çok mü-balegalıdır. (108) 48 yıl hicrî hesaba göre olup milâdî yıla göre saltanatı 46 yıldan biraz eksiktir. (109) Evliya Çelebi 20 tane diyorsa da 15 tane kaydetmiştir. Erdel ve Buğdan ayrı ayrı sayıldığı takdirde 16 tane eder. Bu yanlışlığın Evliya Çelebi'ye mi, yoksa eserin ilk-altı cildini yayınlayanlara mı ait olduğu belli değil. (110) Evliya Çelebi 176 sancak dediği halde 129 sancak sayılmıştır. Bunun için de aynı şey söylenebilir. (111) Evliya Çelebi 3306 zeamet ve 37.389 tımardan bahsettiği halde verdiği Üstede 4164 zeamet ve 23.646 tımar vardır. Evliya Çelebi kendi verdiği rakkamlann toplamı için: 40.685 dediği halde 40.695 çıkmaktadır. (112)Verdiği rakkamlarda zeamet ve tımar toplamı» 27.810 kişidir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 36
www.atsizcilar.com
Sayfa 37
Yukarıda yazılmış olup usul ve âdetle idare olunan eyaletlerin sancakları 151 tanedir (115). Kılıç zeametleri 1571 tanedir (116), tımarlan ise 41.286 tanedir (117). Kanun gereğince bu eyaletlerin Cebelileriyle bütün askerine ve yıllık iltizamla idare olunan eyaletlerin vezirlerine ve askerine mahsus para verildikten sonra kalanı Devlet Kapısı'na gönderilir. Mısır, Habeş ve Bağdat geliri devlete gider. Tarablusşam ve Sayda Eyaletleri dahi böyledir. Has ile îdare Olunan Eyaletler ve Beğlerbeğiler'in Hasları Bütün memleketin geliri üç kısımdır: Birincisi Padişah hası, ikinci kısım Vezir, Beğlerbeği ve Beğler'in hasları, üçüncü kısım zeamet ve tımarlardır. Rumeli Beğlerbeğileri'nin hasları 11 kere 100.000 akçadır
(118).
Anadolu hasları 10 kere 100.000 akçadır. Karaman hası 660.071 akçadır. Şam hası 10 kere 100.000 akçadır. Sivas hası 9 kere 100.000 akçadır. (115) Evliya Çelebi 151 sancak dediği halde verdiği sancak rakkamlarına göre 158 sancak çıkıyor. Bu benzemeyiş için de 109 numaralı nottaki. mütalea ileri sürülebilir. (116) Burada verilen rakkamlar göre zeamet sayısı 2387 oluyor ki Evliya Çeiebi'nin zikrettiği 1571 den çok fazladır. (117) Tımar sayısı ise Evliya Çelebi'nin 41.286 smdan az olarak 37.137 tanedir. (118) 1.100.000 demektir. Osmanlılar'da milyon kelimesi olmadığı için böyle söylüyorlardı.
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
www.atsizcilar.com
Erzurum hası 12 kere 100.000 ve 14.600 akçadır (119. Diyarıbekir hası 12 kere 100.000 ve 660 akçadır. Van hası 11 kere 100.000 ve 32.000 akçadır. Budin hası 8 kere 100.000 ve 80.000 akçadır. Adalar hası 885.000 akçadır. Halep hası 817.760 akçadır. Maraş hası 628.450 akçadır. Bosna hası 650.000 akçadır. Tımışvar hası 806.790 akçadır. Kars hası 820.770 akçadır. Çıldır hası 925.000 akçadır. Trabzon hası 734.850 akçadır. Rakka hası 681.056 akçadır. Musul hası 682.000 akçadır. Şehrizor hası 11 kere 100.000 akçadır. Tarablusşam hası 786.000 akçadır. Özi hası 988.000 akçadır. Kırım Sultanı hası: 12.000 kere 100.000 aksa hasım Kefe İskelesi gümrüğünden alır. Kefe Paşası hası: 679.000 akçadır. Eğri hası: 800.080 akçadır. Kanije hası: 746.060 akçadır. Mora hası: 656.000 akçadır. Bağdat hası: 12 kere 100.200 akçadır. Basra hası: Vezirlik olduğundan beri 11 kere 100.000 akçadır.
Sayfa 38
• • • •
Elhasa Eyaleti: Vezirlik değildir ama hükümet olmakla 888.000 akçadır. Mekke Eyaleti: Şerif (120), Mısır Sürresi'nden (121) alır. Habeş Eyaleti: 10 kere 100.080 akçadır. Mısır Vezirleri hası: 487 Mısır kesesidir.
Tunus, Cezayir, Kıbrıs, Rodos serdarı, Vezir Kapdan Pasa hasları 12 kere 100.000 ve 700 akçadır. Kanunî Sultan Süleyman zamanında serdara Kâfirler'den öç almak için izin verilip bütün deniz beğleri ve Kapdan Paşa dahi onun tedbiriyle sefer açardı. Derya Kapdanı bütün Deniz Paşaları'ndan önce gelirdi. O suretle de gelip "Hayreddin Paşa" olurdu (122). Yeni fetholunan Varat hası: 790.000 akçadır. Yeni fetholunan Girit Adası Serdarının hasa: 11.990 akçadır. Girit hepsinden sonra fetholundu. Padişah hattı yazılırken böyle has ihsan olunmuştur. Kanunî Sultan Süleyman Han kanununa göre hangi memleket önce fetholunduysa onun vezirinin ve paşasının hası ziyade olur, sonra fetholunan vilâyet hâkiminden (123) üstün tutulurdu. Ama bazı yaşlı vezirlere arpalık sancaklar ihsan olunmuştur. Böylece Adana eyalet olmuştur. Softa Mehmed Paşa'ya lütuf olarak verildiği zaman Adana hası 11.601 akça idi. (119) Bu da aynı sebeple 1.214.600 rakkamının karşılığıdır. (120) Osmanlılar'ın sonuna kadar merkez Mekke olmak 'üzere Hicaz'ı "Şerifler, Osmanlı valisi sıfatı ile idare etmiştir. Bunlar Peygamber neslindendiler. (121) "Sürre" (Arapça söyleyişle 'Surra") "kese" demek olup Osmanlı Padişahlarının her yıl Mekke ve Medine için gönderdikleri büyük hediye ve paraya verilen isimdir. Bu hediyeler büyük törenle gönderilirdi. (122) Hayreddin unvanını almış olan Barbaros'u ima ediyor. (123) Osmanlı eserlerinde kullanılan "hâkim" kelimesi bugünkü gibi "yargıç" mânâsına gelmeyip herhangi bir toprak parçasının başyöneticisi demekti. Vilâyet veya kazanın •başında olanlar, kale duvarı içindeki bir şehrin beği hep
Mısır Valisi'nin iki sorguç taşıması kanundur. Habeş Veziri iki otağ taşır. Bağdat Veziri de öyle. Padişah, Anadolu gazalarında bulunsa Divanda ve bayramlarda Padişah huzuruna önce Mısır, sonra Bağdat, sonra Habeş, sonra Budin, sonra Anadolu, sonra Maraş Beğlerbeğileri, sonra Kapdan Paşa girer. Ama Rumeli'de olsa önce Büyükvezir, sonra Budin Veziri, sonra Mısır, Habeş, Bağdat, Rumeli, sonra eyaletlerden fethi eski olanlar, elhasıl eyaletler kıdemlerine göre birbirlerinden önce dururlardı. Sultan Süleyman Han'ın kanununa göre herhangi Beğlerbeği ne kadar hasa malikse her 5000 akçaya karşılık bir mükemmel Cebeli ile sefere katılmak mecburiyetinde idi. Rumeli Eyaleti'nin Sancakları Rumeli Eyaleti 24 sancaktır. Mal Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Defter Emini, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Alaybeği, Çeribaşısı, Voynuk Ağası ve zeamet ile 7 Yörük Beği vardır. Sancakları şunlardır: Sofya Sancağı, Paşa'nın tahtıdır (124). Köstendil Sancağı, İskenderiye (125), Tırhala Sancağı, Ohri Sancağı, Avlunya Sancağı, Delvine Sancağı, Yanya Sancağı, Elbasan Sancağı, Cermen Sancağı, Selanik Sancağı, Üsküp Sancağı, Dukagin Sancağı, Vidin Sancağı, Alacahisar Sancağı, Pirzirin Sancağı, Vulçetrin Sancağı, Sağkol Sancağı, Solkol
www.atsizcilar.com
Sayfa 39
Sancağı. Ama Silistire, Niğebolu (126), Kırkkilise, Bender, Akkerman,, Özi, Kılburun Sancakları Rumeli'den çıkarılıp Karadeniz kıyısındaki köy ve kasabaların korunması için Silistire Eyaleti kurulmuş, başlıbaşma Vezirlik olmuştur 12°. Anadolu Eyaleti'nin Sancakları Hepsi 14 sancaktır (127). Defter Kethüdası, Defter Emini, Defter Muhasibi, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çeribaşıları ve Alaybeğisi vardır. Zeamet ile 4 Müsellem Beği vardır. 11 Yayabeği vardır. Kütahya şehri Paşa sancağıdır. Sancakları şunlardır: Sarıhan Sancağı, Aydın Sancağı, Kastamonu, Hüdavendigâr (128), Bolu, Menteşe, Ankara, Karahisar Sahip (129), Teke EH, Kângırı (130), Hamid, Sultanönü, Karası. (124) "Taht" kelimesi vilâyet, kaza gibi küçük idarî teşkilâtın baş şehirleri için de kullanılmaktadır. (125) Arnavutluk'taki "îşkodra", eski Osmanlı metinlerinde İskenderiye diye geçer. (126) Büyük bir Türk zaferine sahne plan bu şehir eski metinlerde Nikopoli ve daha sonra Niğebolu şeklinde geçmektedir. Evliya Çelebi'de Niğebolu şeklindedir. Niğbolu söyleyişi doğru değildir. (127) Evliya Çelebi 14 sancaktır dediği Anadolu Eyaletinde 13 sancak saymaktadır. Kütahya sancak sayılırsa 14 oluyor. (128) Eski büyük Bursa Vilâyeti. (129) Bugünkü Afyon Karahisar ve kısaca Afyon. (130) Bugünkü Çankırı. Cumhuriyet çağında
Kângırı Çankırı'ya çevrilmiştir.
Karaman Eyaleti'nin Sancakları Karaman Eyaleti 7 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi ve Çeribaşısı vardır. Umumiyetle Konya, Paşa sancağıdır. Sancakları: Kayseri, Niğde, Beğşehri, Kırşehri, Akşehir, Aksaray
(131).
Sivas Eyaleti'nin Sancakları Sivas Eyaleti 7 sancaktır. Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi ve Çeribaşıları vardır. Sivas şehri Paşa sancağıdır. Sancakları şunlardır: Divriği, Çorum, Keskin, Bozok, Amasya, Tokad, Zile, Canik, Arapgîr Valide hası (133) olmuştur.
(132).
Sonradan "Zile",
Bosna Eyaleti'nin Sancakları Bosna Eyaleti 8 sancaktır (134). Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Saray şehri Bosna'nın Paşa tahtıdır, öteki sancaklar şunlardır: Hersek Kilis'i, Izvornık, Puzaga, Zaçna, Karka, Rahoviça, Banaluka
(135).
Kapılan Faşa Eyaleti
www.atsizcilar.com
Sayfa 40
11 sancaktır. 3 sancağı sâlyâne (136) iledir. Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Arabistan Ağaları ve Kethüdaları (137), Yüzbaşı Dayıları vardır. Gelibolu şehri Paşa sancağıdır. Sancakları şunlardır: Eğriboz, Karlıeli, İnebahtı, Rodos, Midilli, Kocaeli, Biga, Sıgala, İzmit, İzmir. Mora Yarımadası Eyaleti Defter Emini, Defter Kethüdası yoktur. Rumeli'den ayrılarak Vezirlik ve eyalet olmuştur. 300 yük akça Padişah pulu ve malı tahsil edilir. 5 sancaktır. Mora'da Gördes paşa sancağıdır, öteki sancaklar şunlardır: Misistire Sancağı. Koron Sancağı ki beğinin bir kadırgası vardır. Ayamavra Sancağı; bunun da beğinin bir kadırgası vardır. Anabolya Sancağı. Bunun beği iki tane kadırga ile sefer eder. Bazı adalarda da reayası vardır. Fakat Sakız adası Sancağı, Nakşa Sancağı ve Mehdiye Sancağı sâlyâne ile idare olunduklarından Kapdan Paşa'nın hükmündedirler. (131) Evliya Çelebi, Karaman Eyaleti'nin 1 sancak olduğunu söylediği hakle 6 sancak saymaktadır. Konya sancak sayılırsa 7 oluyor. (132) Evliya Çelebi Sivas'ın 7 sancağı olduğunu söylediği Isaide 9 sancak saymıştır. (133) "Valide Sultan" yani Padişah anasına mahsus yer olup geliri valide Sultanın maaşını teşkil eder. (134) Burada 8 sancak dendiği halde gerek yukarılardaki listede, gerekse iki üç satır aşağıda 7 sancak gösterilmektedir. "Saray" sancak sayılırsa 8 sancak olmaktadır. (135) Belki bir sancağın adı istinsah sırasında unutulmuştur. (136) Yılda bir defa iltizam memuru tarafından toplanan vergi. İltizam memuruna "mültezim" denirdi. (137) Kapdan Paşa'nın halkı Arap olan Osmanlı ülkesindeki vekilleri ve memurları.
Budin Eyaleti Budin'de Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Alaybeğisi, Çeribaşları vardır ki büyük divandır (138). Budin Kalesi, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Semendire, Peçuy, İstoni Belgrad, Usturgon, Şemtorna, Seksar, Serem, Mıhaç'tır. Belgrad kaymakamlıktır. Osek ve Eğri Eyaletleri Sonradan eyalet olduklarından 7 sancaktırlar. Mal Defterdarları yoktur Ama Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Sancakları: Segedin, Sonluk, Hatvan, Seçen, Kerman, Filek'tir. Eğri, Paşa Sancağıdır. Kanije Eyaleti Bu da Budin Eyaleti'nden çıkarılarak eyalet olmuştur. 7 sancaktır. Mal Defterdarı, Tımar Defterdarı yoktur. Sade Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar E1 mini, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Kanije, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Sigetvar, Kopan, Valpuva, Şiklofça, Nadaj, Balatin'dir. Uyvar Eyaleti
www.atsizcilar.com
Sayfa 41
1073'te (139) IV. Sultan Mehmed zamanında Köprülüoğlu Fazıl Ahmed Paşa eliyle fethedilip eyalet olmuştur. Mamur eyalettir. Mal Defterdarı, Defter Emini, Defter Kethüdası, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşısı ve 20 Oda ile (140)Yeniçeri Ağası, Cebecibaşısı, Topçubaşısı ve bir Vezir hâkimi vardır. Sancakları şunlardır: Letra Kalesi Sancağı, Leve Sancağı, Novgrad Sancağı, Holok Sancağı, Bukabak Sancağı, Şefradi. Tımışvar Eyaleti 6 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Padişah Malı Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, 22 tane tuğ sahibi Kale Ağaları ve Dizdarı, Çeribaşıları, Alaybeğisi vardır. IV. Sultan Mehmed çağında, Köprülü Mehmed Paşa eliyle Yanova Kalesi fethedilip Tımışvar Paşası'na sancak merkezi oldu. öteki sancakları şunlardır: Tımışvar, Lipva, Çanad, Küle, Morava. Yeni fethedilen Şebeş, yeni fethedilen Logos, Kaçnat Sancağı, Arat Sancağı, Beskelek Sancağı. Sonra Sokullu Mehmed Pasa evkafı olmuştur. (138) Buradaki "Ilivan", eyaletin büyük idare meclisi ekmektir. (139) Evliya Çelebi, Uyvar fethim hicrî 1073'te gösteriyorsa da bu fetih değil, sefere çıkış tarihidir. Fetih 21 Safer 1074 (=24 Eylül 1663) tarihindedir. (140) Buradaki "Oda" kelimesi herhalde "Orta"mn kısaltılmış sekli olacaktır ve "bölük" manasınadır.
Varat Eyaleti Cennetmekân IV. Sultan Mehmed Han zamanında büyük serdar Köse Ali Pasa eliyle fethedilip eyalet olmuştur Mal Defterdan, Defter Emini, Defter Kethüdası, Tımar Defterdan, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, 10 Oda Yeniçeri Ağası ve Dizdarı, hâkim Veziri, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Paşa Sancağı Varat'tır. Sancakları şunlardır: Salanta Sancağı, Debreçin Sancağı, Halmaş Sancağı, Sengevî Sancağı, Yapışmaz Sancağı. Bu sancaklar umumiyetle Hıristiyan oldukları için hâkimleri yine kendi aralarından Macar asilzadeleridir. Eyalet varidatını toplayarak beğlerine irsaliyelerini (141) gönderirler. Acayip bir şekilde düzene konarak eyalet olmuştur. Erdelistan Eyaleti Bu ülke dahi IV. Mehmed'in kılıcıyla ulu serdar Gazi ve Şehit Şeydi Alımed Paşa elinden fethedilmiştir. Yıllık 1000 kese mal ve 1000 kese hediye vermek üzere merhum Melek Ahmed Paşa'nın reyi ile Apopi Mıhal (142) adındaki mendebur kıral nasbolunup Erdel Eyaleti Osmanlı Hanedanı'na tâbi oldu. Ahalisi dört kısım olup Hayduşak, Erdel, Sigel (143) ve Saz Macarı'dır. Saz Macarları hiçbir zaman Osmanlılar'a isyan etmemişlerdir. Bu Erdel ülkesinden dört kere elimize doyumluk mal ve esirler geçmiştir. Eflak ve Buğdan Eyaletleri Bunlar dahi umumiyetle Hıristiyan olup beğlerî Osmanlı Hanedanı tarafından tayin ve azlolunurlar ve kendi başlarına ülkeyi idare ederler. Her yıl Osmanlı Devleti'ne ikişer bin kese vergi verip Silistire Eyaleti'ne tabidirler. Özi yani Silistire Eyaleti Ne Mal Defterdarı, ne Divan Çavuşları, ne Tımar Defterdarı ve ne de Defter Emini gibi memurları vardır. Ancak Rumeli Eyaleti'nden çıkarılarak Vezirlik olmuştur. Eyalet 11 sancaktır: Niğebolu Sancağı, Cermen, Vize, Kırkkilise (144), Bucak Tatarı, Bender, Akkerman, özi, Kılburun, yeni sancak Doğan'dır. Silistire Sancağı, Paşa merkezidir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 42
(141) "İrsâliye", "göndermelik" elemek olup Macar Beğlerî'nin Varat Beğlerbeği olan paşaya verdikleri vergi manasınadır. (142) Bu Macar kiralının adı Appafi'dir. (143) Sigeller Türk asıllı bir uruk olup Macarlar arasında Macarlaşmışlardır. (144) Bugünkü Kırklareli.
Kırım Eyaleti Hanlıktır. 7 sancak olup Hanı başka sikke ve hutbe sahibi padişahtır. Lâkin tayini ve azli Osmanlı Hanedanı'nın elindedir. Hutbesinde önce Osmanlı Hanedanı söylenip sonra Hanının adı yâdolunur. Eyaletin boy beğleri yani sancakları şunlardır: Hanların payitahtı Bahçesaray'dır. Kalgay Sultan yani veliahdin payitahtı Akmescit'tir. Nureddin Sultan (145), Şirin Beğleri Nahgıvan Eli'ndedir. Mansur Beğleri Mankıt EUeri'ndedir. Gürcü halkı Cekeşke Elleri'ndedir. Hanlar neslinden gelen "Olanlar" Arbat Elleri'ndedir. Sacut kavmi Curgana Elleri'ndedir. Badrak'lar Or ağzı Elleri'ndedir. Dayır kavmi Gözleve Elleri'ndedir. Bu anılan Ellerin her biri bir sancaktır. Kefe Eyaleti Kırım yarımadasının yarısı Osmanlılar'ın hükmünde olup 8 sancaktır ama sancaklarını Voyvodalar idare ederler. Balıklava Sancağı, Balıklı, Kerç Sancağı, Taman Adası Sancağı, Çerkeş Şıtage Sancağı, Balısara Sancağı ki Ruslar harap etmiştir, Azak Sancağı. Kefe Paşası Azak'ta oturur. Kefe Defterdarı vardır ama diğer Divan memurlarından meratip sahipleri yoktur. Kıbrıs Eyaleti 7 sancaktır. Dördü has ile, üçü sâlyâne ile idare olunur. Hazine Defterdarı, Tımar Defterdarı, Defterdar Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. Has ile idare olunan sancaklar İçeli, Tarsus, Alâiye, Sis'tir. Sâlyâne ile idare olunanlar Gerenbe, Baf, Magusa ve Lefkoşa'dır. Lefkoşa, Paşa Sancağı'dır. Kıbrıs adası, çevresi 770 mil olan ulu bir adadır. 30.000 İslâm askeri, 150.000 Keferesi vardır. Girit Adası Eyaleti 1080 tarihide, İV. Sultan Mehmed'in kılıcı ile Köprülüoğlu Fazıl Ahmed Paşa tarafından üç yılda, zorla ve kahırla Kandiye Kalesi fethedildi (146). Çevresi 777 mil olan Ada 70 kalesiyle zaptedildi. Yazılış sırasında itibar olunan sancaklar şunlardır: Hanya Sancağı, Resmo Sancağı, Silne Sancağı. Bu eyalet büyük olduğu için 40.000 Kul, 1 Yeniçeri Ağası, 1 Veziri, 1 Mal Defterdarı, Tımar Defterdarı, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Ruznamecisi, Alaybeğileri, Çeribaşıları vardır. Halen 7 Vezir, 40.000 askerle muhafaza olunur. Şam Eyaleti Hazine Defterdarı ve diğer bütün Divan memurları vardır. Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. 10 sancaktır. 7 si has ile, 3 ü sâlyâne üe idare olunur. Sâlyâne ile idare olunanlarda tımar ve zeamet yoktur. Has ile idare olunan sancaklar şunlardır: Kudüs, Gazze, Kerek, Safed, Nablus, Aclûn, Leccur, Buka. Paşa Sancağı Şam'dır. Sâlyâne ile idare olunanlar: Tedmür, Sayda, Beyrut,
www.atsizcilar.com
Sayfa 43
Kerek (147), Nuh. Bu sancaklardan başka tâ Mekke ve Medine'ye varıncaya kadar 70 Arap emîri ve şeyhi vardır. (145) Nureddin Sultan, Kırım Hanları'mn ikinci veliahdieridir. Yani Kalgay'dan sonraki taht vârisidir. Kırım Türkleri "Nurdin" yahut "Nurdın" derlerdi. (146) Kalenin teslim alınışı 1 Cemaziyelevvel 1080 (=27 Eylül 1669) tarihindedir. (147) Evliya Çelebi yanlışlıkla Kerek Sancağını hem has ile, hem de sâlyâne ile idare olunan sancaklar arasında saymaktadır.
Tarablusşam Eyaleti 5 Sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası, Alaybeği, Çeribaşısı vardır. Tarablusşam, Paşa Sancağıdır. Sancakları: Hama, Humus, Selimiyye, Cebeliyye, Lâzıkıyye, Hasanâbâd. Lübnan dağları arasında 40 kadar Gayrimüslim Dürzü beğleri var ki her biri sağma bir mezhebe hizmet eder kavimlerdir. Halep Eyaleti Zeamet ve tımarlı 7 sancaktır. 2 sancağı sâlyâne ile iltizama verilmiştir. Onlarda tımar ve zeamet yoktur. Hazine Defterdarı, ayrıca Halep Muhassılı (148), Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeği, Çeribaşıları vardır. Sancakları şunlardır: Kilis, Birecik, Maarra, Azâz, Belis, Antakya. Sâlyâne ile idare olunanlar şunlardır: Müzik, Ulu Türkman (149). Adana Eyaleti Divan memurlarından kimse yoktur. Çünkü Halep'ten çıkarılarak eyalet olmuştur. Sancakları: Sis, Tarsus (150), Karataş, Silifke'dir. 7 boy Varsak Beğleri vardır. Âsisi çoktur. Çünkü taşlık bir eyalettir. Diyarıbekir Eyaleti 19 sancaktır. 5 hükümettir (151). Bu sancakların 11 tanesi Osmanlı Sancağı olup öteki Osmanlı ülkeleri gibi idare olunur. 8 tanesini Kürt beğleri idare eder ki Yavuz Sultan Selim buraları fethettiği zaman onlara yurtluk ve ocaklık olarak ihsan etmiştir. Başa geçirilmeleri ve azilleri kendilerine aittir, ölürlerse, sancakları, eyalet valisinin emriyle çocuklarına verilir. Başkasına verilmez. Akrabaları olursa bir dereceye kadar onlara da verilebilir. Fakat öteki sancaklar gibi mahsullerinin cinsleri deftere yazılır. Topraklarında tımar ve zeamet vardır. Sefer olursa Tımarlılar'dan, öteki Tımarlılar gibi, Alaybeğleri'nin bayrağı altında hizmet edenlerin zeameti ve sancağı oğluna yahut yakın akrabasına verilir. Ama "hükûmet" diye yazılan sancakları içinde Selim Han Kanunu gereğince tımar ve zeamet yoktur. Hükümet denen sancakların hâkimleri burasını mülk olarak idare ederler ve her türlü mahsulâtına tasarruf ederler. Osmanlı Sancakları şunlardır: Harput, Ergani, Siverek, Nuseybin, Hısnıkeyf, Meyâfârıkin, Akçakale, Hâbur, Sincar (152) Yurtluk ve ocaklık olarak idare olunan sancaklar: Sağman, Kulp, Mihrası, Tercil, Atak, Pertek, Çapakçur, Çermik. Sancakları mülk olarak idare eden sancak hâkimlerine İstanbul'dan emir gönderilse elkaplarında "cenab" diye yazılır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 44
"Hükümet" nev'inden olan sancaklar şunlardır: Elcezire, Eğin, Gene, Palo, Haro
(153)
Diyarıbekir Divanı'nın Ruznamecisi, Mal Defterdarı, Tımar Defterdarı, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeğisi, Çeribaşıları vardır. (148) "Muhassıl" büyük bir bölgenin gelirini alan kimsedir. Bazen ie Eyalet Valisi hükmündedir. (149) Evliya Çelebi, Haleb'in zeamet ve tımarlı 7 sancağı olduğunu söylediği halde 6 sancak saymaktadır. Belki de "Paşa Sancağı" olan Haleb'i unuttuğu içindir. (150) Yukarda "Sis" ve "Tarsus" Kıbrıs'ın sancakları olarak da sayılmıştı. (151) "Hükümet" bir nevi irsi sancaktır. (152) Evliya Çelebi, Osmanlı Sancakları'nm 11 tane olduğunu söylediği halde 9 tane sayıyor. Eyalet merkezi "Âmid" sayılsa bile yine bir tane eksik kalıyor. (153) Bunun "Hazro" olması ihtimali vardır. Bugün Hazro nahiyesi bulunmaktadır.
Kars Eyaleti Sancaklarının sayısı evvelce yazıldığı gibi 6 tanedir. Fetholunduğu zaman Erzurum'a tâbi idi. Sonra Pasin Sancakları eklenerek eyalet olmuştur. Divan memurlarından Mal Defterdarı yoktur ama Alaybeği, Çeribaşısı vardır. Sancakları şunlardır: Ardahan, Hoçuvan (154), Zarşad, Geçeran, Kağızman. Paşa Sancağı Kars'tır. Çıldır yani Ahıska Eyaleti Divan memurlarından Mal Defterdarı ve diğerleri yoktur ama Alaybeği, Çeribaşısı vardır. 13 sancaktır: Oltu, Hartus, Ardanıç (155), Hacerek, Büyük Ardahan, Postho (156), Mancıl, Acara, Pentek. Bunlardan başka 4 sancağı yurtluk, ocaklık, mülkiyet yolu ile idare olunur ki şunlardır: Pörtekrek, Livana, Nısfı Livan, Şavşad. IV. Sultan Mehmed zamanında Kara Murtaza Paşa eliyle Kutayis Kalesi fethedilip sancaklara katıldı. Umumen Temir Serhanoğulları itaat edip sancak oldu. Gürcistan Eyaleti Açıkbaş (157), Şavşad, Dadyan, Küril ve Mingeristan beğleri hep Keferelerdir. Ama IV. Murad zamanında (162316401 hepsi itaat edip vezirlikle Sefer Paşa hâkim olarak Ahıska Kalesini merkez edinmişti. Şimdiye kadar her yıl hediyeleri gelmektedir. Trabzon Eyaleti Bu da Anadolu sancaklanndandır ki Gümüşhane, Maçka, Rize, Gönye'den ibarettir. Dört sancak bir yere toplanıp Trabzon Eyaleti'ni teşkil etmişlerdir. Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Alaybeği, Çeribaşısı vardır. Rakka Eyaleti 7 sancaktır. Rakka ve Ruha (=Urfa) sancakları birleştirilip eyalet kılınmıştır. Sancakları: Cemâse, Hâbur, Dîri Râhiye, Benî Rebî, Suruç, Harran, Rakka. İkisini Araplar harap etmiştir. Ruha (=Urfa), Paşa Sancağıdır. Divan memurları yoktur. Bağdat Eyaleti
www.atsizcilar.com
Sayfa 45
18 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı vardır. 7 sancağında öteki memleketler gibi zeamet ve tımar vardır ki şunlardır: Hille, Zengâbâd, Civârı Zor, Mahiye, Cenkûle, Karadağ
(158).
Bu sancaklardan başka 11 sancağa "Arzi İrak" (= trak Toprağı) derler ki zeamet ve tımarı yoktur. Ancak sancak beğlerinin hası vardır. Bazı köyleri ve tarlaları tahmin üzere verilmiştir ki şu sancaklardır: Tertenek, Semvât, Bayat, Derne, Yukarı Dih, Orta Dih, Kemede, Demirkapı, Kırâniye, Keylân. Bu eyalete tâbi imâdiye Eyaleti vardır ki tımar ve zeameti yoktur. Mülk olarak idare ederler. Fakat sefere gelmeleri kanundur. Basra Eyaleti Kanunî Sultan Süleyman çağında Osmanlı Devleti'ne katılmıştı, önceleri mülk olarak idare olunurdı. IV. Sultan Mehmed zamanında eyalet olmuştur. Şimdiki halde Mal Defterdarı, Çavuşlar Kethüdası vardır. Tımar ve zeamet olmadığından Alaybeği, Çeribaşı dahi olmayıp bütün toprağı valisine iltizamdır. Elâhsâ Eyaleti Mülk olarak idare olunur. Eskiden Osmanlılar tarafından Beğlerbeği giderdi. Şimdi mütegallibe tarafından idare edilir. Yemen Eyaleti Yemen Eyaleti'ni IV. Murad Han çağında mütegallibe olarak İmamlar zaptettiler(159). (154) Metinde "Hocucan" şeklinde yazılmıştır. Bugün Ardahan'la Kars arasındaki Hoçuvan'ın bu sancak merkezi olacağını tahmin ediyorum. (155) Evliya Çelebi'nin "Ardanıç" diye yazdığı bu kasaba bugünkü Ardanuç'tur. (156) Evliya Çelebi'nin Postho şeklinde yazdığı bu kasaba bugünkü Posof olmalıdır. (157) Osmanlılar "Açıkbaş" diye Kuzey Gürcü Beğliği olan Mingre] Beğliği'ni kasdederlerdi. Evliya Çelebi'nin Mingeristan dediği yerin de aynı bölge olması ve seyyahımızın bunu karıştırmış bulunması muhtemeldir. (158) Evliya Çelebi, 7 sancak dediği halde 6 sancak sayıyor. Bununla beraber "Civârı Zor" denilen sancağın "Civar" ve "Zor" adlı iki sancak olması da muhtemeldir. (159) bu "îmam"lar Zeydî mezhebine mensup Arap kıralcıklarıdır.
Habeş Eyaleti Bunda dahi tımar ve zeamet yoktur, üç yılda bir İstanbul'dan bir vali gidip mülkü tamam olarak idare eder. iltizam değildir. Mekke Eyaleti Cidde Paşası ile Mekke Şerifi eşit olmak üzere ortaklaşa idare edip bendlerden hasıl olan mahsullere hissedardırlar. Başka işleri yoktur. Bunlar duacı güruhundandırlar.
www.atsizcilar.com
Sayfa 46
Mısır Eyaleti Burada da tımar ve zeamet yoktur. Köyleri ve kasabaları öylece yazılmıştır. Bu köylerin bir kısmı mîrî malıdır, bir kısmı vakıftır, bir kısmı da keşûfîyedir (160). Mısır'ın yarısı iltizam beldeleridir. Mal Defterdarı, Ruznamecisi, 7 Mukataacısı ve Paşa tarafından Mukabelecisi, Küsük Ruznamecisi, 40 tane Beği, 7 tane Bölük Ağası vardır. Eyaletteki sancaklar Sancakbeğleri tarafından idare olunup şunlardır: Yukarı Said, Çerce, Ebrîm, Elvâhât, Mankalût, Şarkıyye, Garbiyye, Menûfiyye, Mansûriyye, Kalyûbiyye, Buheyre, Emânet, Dimyat. Bu türlü kâşifliklere (161) bütün beğler tasarruf eder. Ama Beğlerin nasbi ve azli tamamiyle "Emîrü'1Hacc" ın elindedir ki bütün Araplar arasında Mısır Emîrü'Haccı'na "Sultânü'-Berr" derler. Kethüdası bile sorguç, taşır, Mağrıb Eyaletleri Tarablusgarp, Tunus Eyaleti ve Cezayir Eyale"ti'ni gezmek kısmet olmadığı için bunlar hakkında bilgimiz olmadı. Onun için yazılamadı. Fakat üçünün de büyük eyaletler olduğu muhakkaktır. Musul Eyaleti 6 sancaktır: Bâcvânlar, Tekrit, Eski Musul, Harun
(162).
Van Eyaleti 13 sancaktır. Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Çavuşlar Kâtibi, Alaybeğisi, Çeribaşısı, Tımar Defterdarı vardır. Sancakları şunlardır: Âdilcevaz, Erciş, Muş, Bargiri, Kârkâr, Kesani, Zırıkı, Siirt, Hani, Ağakisi, Ekrad, Benikutur, Bayazıd Kalesi, Berdû, Ahlat (163). Abbasîler Hanedanı'ndan (164) Bitlis (165) Hanı, Hakkâri Hâkimi, Mahmudi Hâkimi, Penyateş Hâkimi bu eyalete tâbidir. Eyalette tımar ve zeamet yoktur. Aldıkları haracın hepsi Van Kulu'na (166) tahsis olunmuştur. Fakat diğer nevi mahsulâtı kendileri isin alırlar ve eyaletlerine mülk olarak tasarruf ederler. Azil ve nasıb kabul etmezler, öldükleri zaman eyaletleri1'" oğul ve akrabalarına ihsan olunur (160) "Keşûfiye", gelirin önceden keşfedilmesi şeklindeki bir usul olsa gerek. (161) "Kâşiflik" Keşûfiye ile idare olunan köyler ve kasabalar demek olmalıdır. (162) Evliya Çelebi 6 sancak dediği halde 4 tane sayıyor. Birincisinin sonundaki "1ar" belki çoğul takısı olup iki tane Bâevân sancağına alâmettir ve asıl Musul Sancağı da Paşa Sancağı, olduğu için ayrıca zikredilmemiştir. (163) Evliya Çelebi Van'da 13 sancak vardır dediği halde 16 sancak saymaktadır. Su halde 13 rakkamımn yanlış olduğunu kabul etmek lâzım.. (164) Bitlis hâkiminin Abbasîler Hanedanı'ndan olması yakıştırmadan başka bir şey olamaz. Jukardaki birkaç yerde de işaret edildiği gibi fertler ve aileler kendilerini değerlendirmek için Peygambere, Dört Halife'ye veya eski meşhur bir hanedana nisbet etmek temayülünden vazgeçmemişlerdir. (165) Metinde bu kelime "Bıklis" şeklinde geçmektedir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 47
(166) "Van Kulu", Van'daki devlet askeri demektir. Devşirme usulü kalktıktan sonraki Yeniçeriler de umumiyetle "kul" diye anılmışlardır. (167) Evliya Çelebi burada, daha önce de birkaç kere söylediği gibi, "eyalet" kelimesini "sancak" mânâsında kullanıyor.
Erzurum Eyaleti 18 sancaktır. Hazine Defterdarı, Defter Emini, Defter Kethüdası, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini ve Çavuşlar Kâtibi vardır. Sancakları: Şarkî Karahisar, Pasin, ispir, Hınıs, Malazgird, Kazucan, Tortum, Mecengird (168), Namardıvan'dır (169). Erzurum, Paşa Sancağıdır (170). Şehrizor Eyaleti 20 sancaktır. Bütün Divan memurları, Alaybeği ve Çeribaşısı vardır. Sancakları: Suruç, Erbil, Kesnan, Şehir, Cenkûle, Cebeli Hacer, Hezârûd, Davalhavran, Merkâde, Hazîr, Rûdîn, Tîltârî, Siyehzencir, Acur, Abrûmân, Dâvdân, Pak, Balkas Ûştî, Kal'ai Gazi'dir. Şehrizor, Paşa Sancağıdır (171). Bu eyalette bazı aşiretler vardır. Sancak Beği hükmünde olmayıp davul ve sancak sahibi değillerdir. 100 den çok aşiret beğleridir. Zeamet sahipleri mertebesi gibi hükümet edip Sancak Beğleri ile sefere giderler. Ölünce, sahibi oldukları tımar ve aşiret beğliği oğluna geçer. Evlâdı olmayanınki akrabasına verilir. Soyu sopu tükenirse başkalarına tımar ve zeamet tarzında verilir. Süleyman Han Kanunnamesine Göre Sancak Beği Kanunları Önce hangi Sancak Beği'nin hası ziyade ise protokolda, hası kendisinden az olandan önce gelir. Ancak, Büyükvezirlik etmiş olanlardan önceye kimse geçemez. Ondan önceye de ancak o anda Büyükvezir olan kimse gelebilir. Bir sancak Beği önce kanun üzere 200.000 akça ile beğ olur. Sonra savaşlarda Padişah uğurunda hizmeti görülünce ilerler. İstihkakına göre binde yüz akça daha fazla verilir. Ne kadar hizmet ederse ilerleme de o kadar ziyade olur. Sonunda Beğlerbeği olur. (168) Bugünkü "Mazgirt" olabilir. (169) Bugünkü "Narman" olabilir. (170) Evliya Çelebi, Erzurum Eyaleti'nin 18 sancak olduğunu söylediği halde Paşa Sancağı ile birlikte 10 sancak saymaktadır. (171) Umumiyetle Araplar'ın oturduğu bölgelerdeki sancakların doğru okunuşunu tesbit hayli güçtür. Bir de bu sancaklardan bazısı önceki eyaletler içinde de sayılmıştı.
Fakat Padişah eşiğinde hizmet eden Ağalar Sancak Beği olursa başlangıçta 200.000 akça verilmez; daha çok verilir. Her birinin kanunu değişiktir. Meselâ Yeniçeri Ağası 500.000 akça ile; Nişancı Paşası, Mîri Alem, Kapıcıbaşı ve Büyük Mîri Ahur 400.000 akça ile Sancak Beğliğine çıkar. Çeşnigirbaşı, Müteferrikabaşı, Çakırcıbaşı, Küçük Emîri Ahur, Sipah Oğlanı Ağası, Silâhdar Ağası, Sağ Ulûfeci ve Sol Guraba (172) Ağalan 300.000 akça ile Sancak Beği olurlar. Sekbanbaşı (173), Defter Kethüdası, Tımar Defterdarı, Yaya Beğleri, zeametleri 50.000 den çok olanlar sancağa 100.000 akça ile çıkarlar. Bir Sancak Beğliği boş kalsa, müstahak olan beğe, o beğin akçası yükseltilerek ihsan olunur.
www.atsizcilar.com
Sayfa 48
Yeniçerilikten ve Bölükten (174) tımara çıkanlara beğlerden boş kalan haslar tımar olarak verilir. Fakat müstahak bir Sancak Beği bulunursa boş kalan tımarlardan o beğe has verilir. Sancak Beğleri savaşta, hasına göre her 5000 akçada bir mükemmel Cebeli verir
(175).
200.000 akça ile sancak idare eden en aşağı rütbeliler 40 Cebeli askerle sefere gider. 500.000 akça ile sancak idare eden olursa 100 Cebeli verir. Bunun gibi, Paşalar, Sancak Beğleri, Zeametliler ve Tımarlılar her 5000 akçada birer Cebeli vererek savaşa katılırlar. Kanunî Sultan Süleyman Çağında Ordu Kanunî Sultan Süleyman'ın kutlu çağında Rumeli denilen büyük eyaletlerde bütün tımar sahipleri Cebelileri ile 74.600 askerdi. Anadolu denilen bütün eyaletlerde (176) zeamet ve tımar sahipleri Cebelileriyle 91.600 askerdi. Tanrı'nın buyruğu ile Osmanlı Devleti'ne öyle bir düzen vermişti ki Rumeli'ye sefer etse Anadolu'dan asker almaya lüzum kalmazdı. Anadolu tarafına sefer etse Rumeli'den asker almazdı; ancak Kapıkulu ile İrak'a ve Almanya'ya gidip muzaffer olarak gelirdi. Hayatında Osmanlı Hanedanı'nın buyruğunda olan eli berattı, mevâcib (177) alır askerin maaşlarını hesaplamışlar, beş kere yüz bin Eşkinci (178) İslâm askeri yazılmıştır. Yeniçerilerle Dört Bölük Sipahiler 40.000 kişiydiler. Ama IV. Sultan Mehmed Han zamanında Yanova Eyaleti fetholunup 3000 Tımarlı, Berat Eyaleti fethedilip 8000 Tımarlı, büyük Girit adası fethedilip 20.000 asker ve 100.000 Reâyâ ziyadeleşti. Tanrı daha çok etsin (179). Efendimiz Melek Ahmed Paşa, 1060 tarihinde, IV. Mehmed zamanında Büyükvezir olup (5 Ağustos 1650) yedi iklimdeki maaş alan Padişah kulları yazılmış, 566.000 Kul hesap edilmiştir. Bunların yıllık mevâcibleri 43.700 Rûmî Kese idi. Mısır Kullarının da yıllık ulufelerinin 9040 kese olduğu Melek Ahmed Paşa'nın yazısıyla telhis olundu. Ama Sultan Süleyman zamanında bu kadar masraf ve bu kadar çok asker yoktu. Fakat hepsi savaşa hazır mücahid askerlerdi. Hâlâ bütün dünya halkı Süleyman Han'ın ruhunu hayırla Yâd ederler. (172) Metinde "Araba" yazılı ise de bunun "Guraba" olduğunda hiç bir şüphe yoktur. (173) Metinde "Sahbanbaşı"dır. Osmanlı teşkilâtında böyle bir makam olmayıp Sekbanbaşılık mevcut olduğu için Sekbanbaşı şeklinde düzeltilmiştir. (174) "Bölük'ten maksat Sipahi, Silâhdar, Sağ Ulûfeci, Sol Ulûfeci, Sağ Garib, Sol Gaıib adındaki altı bölükten ibaret Kapıkulu Atlıları'dır. (175) Osmanlı teşkilâtının bu dâhiyane usulü iki üç asır boyunca devletin bizzat masraf ve emek harcamadan büyük ve muntazam askerî kuvvetler çıkarmasını sağlamıştır. (176) Osmanlılarda Anadolu Eyaleti ve Rumeli Eyaleti adını taşıyan iki eyalet bulunmakla beraber Avrupa'daki eyaletlere hep birden Rumeli Eyaletleri ve Asya'daki eyaletlere de Anadolu Eyaletleri denilmiştir. (177) Arapça bir kelime olan "mevâcib" askerlerin maaşına verilen isimdir. Bilhassa Kapıkulları'nın üç ayda bir aldıkları maaş mevâcib adı ile anılmıştır. (178) Eşkinci hızlı giden demektir. Islâhat zamanında bir kısım askerin hususî adı olmuştur. (179) Bu paragraftaki rakkamlar Evliya Çelebi'nin zamanına aittir.
Sultan Süleyman Han'ın Divan Tertibi Hakkındaki Kanunlar
www.atsizcilar.com
Sayfa 49
Bilinsin ki Süleyman Han'dan önce Divan tertip etmek usulü yoktu. Süleyman Han dört gün Divan kurarak 7 Kubbe Veziri, 2 Kazasker, Yeniçeri Ağası, Altı Bölük Ağaları, Çavuşbaşı ve Kapıcılar Kethüdası'nın gümüş asâ ile Divan'da vazife görmelerini kanun haline getirdi. Büyükvezir herkesten sonra gelip Kubbe Altı'nda durur, davaları ve anlaşmazlıkları dinlerdi. Kapdan Paşa dahi Yedi Kubbe Vezirleri'nden başka bir yerde oturup Tersânei Âmire'ye ait davaları dinlerdi. Çarşamba günü Dârüssaâde Ağası, Haremeyn'e (180) ait davaları hallederdi. Bütün Divan üyelerinin elbiselerini türlü türlü tarzlara koymak Süleyman Han'dan kaldı. Büyükvezir, Kubbe Vezirleri ve Kapdan Paşa, Selimi Sarık takarlardı. Vezirlikle Yeniçeri Ağası olanlar da Selimi Sarıkla Orta Kapı'nın sağ tarafında, Yeniçeri'lerin Divan durduğu yerde dururdu. Çavuşbaşı, Kapıcılar Kethüdası, Mîri Alem, Çakırcıbaşı, Emîri Ahır Ağa, Çeşnigirbaşı, Müteferrikabaşı başlarına mücevveze (181) giyip üzerine atlas hil'at giyerlerdi. Her biri kendi merkezinde dururdu. Dört Bölük Ağalan (182), Silâhdar Ağası, Sipahi Ağası, bütün Divan Çavuşları ve 70 Kalem Reisleri mücevvezelerle üst hil'atleri giyerlerdi. Herkes kendi yerinde durur ve memur olduğu işe bakardı. Süleyman Han'ın kanunla kurduğu, haftanın dört günündeki Divan'da sabahleyin Yeniçeri çorbası çıkıp 3000 tas buğday çorbası Yeniçeri tayfasına dağıtıldığında gürültüsünden gümgüm sesler çıkardı. Yeniçeriler, Padişaha kırgınsalar çorba içmeyip sessiz durdukları Padişaha arzolunur ve Yeniçeriler'in dilekleri üzere hareket edilirdi. Ondan sonra Padişah, Adalet Köşkü'ne çıkıp bazı büyük davaları dinlerdi. Daha sonra, kuşluk vakti, Divan üyeleri nefis yemeklerle dolu sofralarda yemek yer, bütün Zülüflü Baltacılar, Vezirlere; Çavuşlarla Çadır Neferleri de öteki Divan Üyelerine hizmet ederdi. Yemekten sonra Yedi Vezir, Kapdan Pasa, Yeniçeri Ağası ve Kazasker, Ak Ağa Kapısı'ndan Arz Odası'na girmek suretiyle Padişahın huzuruna sıkıp her Divan'da olan biteni, verilen kararları arzederler, sonra yine Kubbe Altı'na gelirlerdi. Orada Çavuşbaşı, Büyükvezir'den mühürü alıp dışarıdaki hazine ve defterhaneleri mühürleyip yine Büyükvezir'e teslim ederdi. Ondan sonra dualar ve övmelerle Divan üyeleri kendi alaylarıyla evlerine giderlerdi. Bir de Kalabalık Divan vardır: Üçer ay başında Kullar'a mevâcib çıktığı yahut bir elçi geldiği gün mahşer gününden nişan verir, uzun, büyük bir Divan olur. Kıymetli taşlarla süslü 200 küheylan ve bütün Divan Üyeleri altınla süslenir. Yemek tasları ve aletleri de mücevherli olur. Altın işlemeli halılar ve hediye torbalarıyla Padişahın eşiğini bezerler ki elçiler görünce hayran kalırlar. Bayram Günü Divanlarında önce Tatar Hanları'ndan biri, ondan sonra Şeyhülislâm ve öteki büyük bilginler, ondan sonra Büyükvezir ve öteki Vezirler Padişahın elini öperler. Davul, nakkare ve zurna seslerinden insana dehşet gelir. Denizdeki binlerce geminin top ve tüfek şenliğinden şehirde büyük bir gürültü olur. Sözün kısası: Osmanlı Hanedanı'nın bu Divan Kanunu ve kaidesini Süleyman Han'ın şöhret ve şevketine göre yazsak büyük bir kitap olacağından bu kadarla yetinildi. Murad Han'ın Âdetleri
www.atsizcilar.com
Sayfa 50
Kış, yaz her cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak ilmî bahisler üzerinde konuştururdu. Cumartesi geceleri ilâhi okuyanların, hanendelerin, saz çalanların nağmelerini dinlerdi. Pazar geceleri Tıflî, Cevrî, Nef'î, Arzî, Nedim, Nisâri, Beyânı, izzeti gibi şairlerle konuşurdu. Pazartesi gecesi Kör Hasanoğlu, Damadı Muslu Çelebi, Mukallid Çıfıd Hasan, Akbaba, Sarı Çelebi, Çakman (183) Çelebi, Simitçioğlu gibi oyuncuları; Bataoğlu Yarpur Kolu, Osman Kolu, Nazlı Kolu, Ahmed Kolu gibi çengileri toplayarak Hüseyin Baykara meclisleri yapardı. Salı gecesi güngörmüş ihtiyarlarla konuşarak sözlerinden hisse kapardı. Çarşamba gecesi takva sahipleri ve ermişliğe yakın kimselerle, perşembe gecesi de dervişlerle, dünya görmüş bilgi sahipleriyle sohbet ederdi. Her sabah Divan'a çıkar, Müslümanlar'ın işlerini görmekte gayret gösterirdi. Dört yanındaki düşmanlardan intikam alıp Osmanlı ülkesi üzerinde kuş uçurmaz ve bütün halkı emniyet içinde bulundururdu. Bütün huy ve tabiatlarını yazsak büyük bir kitap olur. Tann'ya hamdolsun ki babam, Sultan Süleyman'dan Sultan İbrahim'e kadar on Padişahın hizmetinde bulunmuş Kuyumcubaşı idi. Ben de Murad Gazi gibi mücâhid bir Padişahın sohbeti ile şeref buldum. Bağdat seferinden önce 40 akça ile Sipahiler zümresine girdim. (180) "Haremeyn" Mekke ile Medine'nin ikisine birden Terilen ad. (181) Ozamanlarda giyilen bir cins alay kavuğu. (182) Dört Bölük, Kapıkulu Süvarisinin son dört bölüğü, yani Sağ ve Sol Ulûfeciler ile Sağ ve Sol Garibler. (183) Bu isim "Çakmak" da olabilir.
Dördüncü Sultan Murad'ın Ölümü Saadetli Padişahın tuğu ve otağı Davud Pasa Ovası'na dikilmek üzere iken (184) nikris hastalığı (185), halsizlik ve uğramış olduğu müzmin hastalıkların eleminden,sefer ıstırabından yatağa düşüp kurtulması imkânsız hale geldi. Eski hekimler kılı kırk yarıp karayı aktan ayırdılar, hendese bilgisiyle göklere merdiven kurup göklere çıktılarsa da ecel derdine ilâç bulamadılar. Bu Padişah dahi ölüm hastalığına çare bulamayıp geçici saltanata veda ederek ebedî âlemin Padişahı oldu. Yıl 1649 idil (186). Durağı Cennet olsun. Bütün Muhammed ümmetine matem düşüp At Meydanı'nda (187) siyah donlu matem ettiler. Padişahı Sultan Ahmed Han'ın yanına gömdüler.
(188)
atlarla
Yerine Sultan İbrahim Padişah olduğu vakit Kara Mustafa Paşa Büyükvezir, Kara Hasan Paşa Defterdar, Abdürrahim Efendi Şeyhülislâm'dı. Bunlar, Sultan Murad'ın hazırlattığı donanma boşa gitmesin diye yine Akdeniz'e çıkardılar. Ama sanki cansız olarak çıktılar. Nihayet mavnalardan biri batıp Akdeniz'de hiçbir iş görülemeyerek kasımdan sonra (189) İslâm askeri İstanbul'a döndü İstanbul'daki İmaretler Önce insanları doyuran Tanrı'ya şükürler olsun ki bütün canlıların rızkını sağlamıştır. Fatih Hazretleri yoksulları, garipleri, zayıfları nimete boğmak için önce Yeni Saray İmâreti'ni yaptırdı ki daima herkese nimeti boldur. Sultan Bayazıd-ı Velî İmareti: Bunun da günde iki defa sofrası herkese açıktır. Bundan başka Sultan Birinci Selim İmareti, Sultan Süleyman Han İmareti, Şehzade Mehmed Han İmareti, Sultan Ahmed Han imareti ve Avrat Pazarı civarındaki Haseki Sultan imareti vardır. Diğer imaretler Vefa Sultan İmareti, Eyüp Sultan imareti, Tophane
www.atsizcilar.com
Sayfa 51
civarındaki Şehzade Cihangir Sultan İmareti, Mihrimah Sultan İmareti, Valide Hatun İmareti. Bu son ikisi Üsküdar tarafındadır. Bir de Kösem Valide Sultan İmareti. Bundan başka tekkelerde de mutfaklar vardır ama eski sultanların imaretleri bu sayılanlardır ki yoksullara, gidip gelenlere ekmek ve çorbası boldur. Ben elli yılda 18 padişahlık ve kırallık yer seyahat ettim. Hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim. Zamanın sonuna kadar Osmanlı Hanedanı'nın nimeti bol ve daim olsun. İstanbul'daki Hastahaneler Önce Fatih Hastahanesi. 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. Dersiam (190) hekimbaşısı vardır. Gidip gelenden biri hasta olsa hastahaneye götürüp ona bakarlar. Uygun ilâçlarla tedavi ederler, ipek, altın işlemeli, bürümcük gecelikleri vardır. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Evkafı öylesine sağlamdır ki vakıfnamesinde eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuşlarının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişip hastalara bol bol verilsin" diye yazılıdır. Hastalara, divanelere deliliklerinin geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. Kadınlar ve Kâfirler için de başka bir köşede hastahanesi vardır. Süleyman Han Hastahanesi: Bu şifa yurdu öyle bir deva ocağıdır ki Tanrı'nın emriyle hasta üç günde şifa bulur. Çok üstad cerrahları vardır. Bu sığınılacak yeri anlatmakta dil âcizdir. Bayazıd Han'la Selim Han'ın hastahaneleri yoktur. Sultan Ahmed Han Hastahanesi: Bunun da evkafı sağlamdır. Yoksulların ve divanelerin çoğunu bu şifa yurduna getirirler. Zira bunun da havası güzel ve memurları sevimli ve iyi adamlardır ki hastalara daima can ve gönülden hizmet ederler. Çünkü nâzın olan Kızlar Ağası her zaman gelip hastaların durumunu sorar. Haseki Sultan Hastahanesi: Avrat Pazarı civarındadır. Bu da tarif edilmez bir şifa yurdudur. Fatih Mehmed Han Oğlu Sultan Bayazıd-ı Velî Trabzon'da doğmuştur, ölümü 918 tarihinde(191), Edirne civarında, Havza kasabasında ölmüştur. Nâ'şı İstanbul'a getirilerek camisinin mihrabı önündeki bahçeye gömülmüştür. Ziyaretgâhtır. Orhan Gazi ve Sultan Mustafa gibi hâl (192) sahibi padişahtır. Kabrini bir hasta ziyaret etse şifa bulur. Birçok menkıbeleri vardır. Şu menkıbesi gayet gariptir: Sultanlığı zamanında ölümünden yedi yıl öncesine kadar et yememişti. Bir gün canı paça istedi. Nefsi kendisini fazlaca zorladı. Kendisi ise büyük gayret gösterip paça yemedi. Nihayet bir sahan sirkeli ve sarımsaklı paça getirtip nefsine hitaben: "Ey nefis! işte muradın üzere paça geldi, istersen çık, ye" diyince ağzından hemen gelinciğe benzer iki gözü kör bir mahlûk çıkıp sahanın kenarına geçerek kudurmuş köpek gibi paça suyunu içmeye başladı. Doyduktan sonra Bayazıd'ı Velî'nin hırkasına koşarak ağzından içeri girmek isteyince eli ile çarpıp yere düşürdü. Yaratık yerde tortop yatarken "şunu vurun" diye çağırdı. Hademeler yetişip canavarı öldürdüler. O vaktin Şeyhülislâmı: "Kâmil insan bu nefis ile yücelik ve şeref sahibidir. Nefis, insan vücudunun bir parçasıdır. Bunu kefenleyerek gömmek gerektir" diye fetva verdi. Bunun üzerine kefenleyip kalabalık cemaatle namazını kılarak Bayazıd kubbesi civarında küçük bir kabre gömdüler. Bunun için avam arasında "Sultan Bayazıd iki kere öldü ve iki kere namazı kılındı" derler. (184) Dördüncü Murad, Malta seferine hazırlanıyordu. (185) Zamanımızda "damla hastalığı" denen hastalıktır ki parmak mafsallarına musallat olur. Osmanlı Padişahlarından birkaçı bundan ölmüştür. O zaman için çaresiz hastalıklardandı.
www.atsizcilar.com
Sayfa 52
(186) Dördüncü Murad 9 Şubat 1640 ta ölmüştür. (187) Bugünkü Sultanahmet Meydanı. (188) "Don" kelimesi atın kara rengini gösterebileceği gibi üstüne siyah örtüler atılmış olduğunu da ifade edebilir (189) Buradaki kasım şimdi kullandığımız 11 inci ayın adı olmayıp yılı "hızır" ve "kasım" diye ikiye bölen taksimde yılın yarısını alan kış mevsimini ifade eden terimdir ve bugünkü takvimle 6 kasımda başlamaktadır. (190) İsteyenlere camide ders veren müderris. (191) İkinci Bayazıd 26 Mayıs 1512 de ölmüştür. (192) Tasavvufta "cezbe" anlamına. Birinci Mustafa akı! hastasıydı. Orhan Gazi'nin ise "ahı"larla savaşta işbirliğinden başka tasavvufla hiçbir ilgisi yoktu.
Eflak ve Kırım Hanı Mengli Kirey ile ittifak ederek Kili, Akkerman, İsmail, ibrail, İshakça, Kalas, Tomarava kalelerini zaptetti. Anadolu'da ise Kızılbaş Acemler Kemah, Koyluhisar, Niksar, Arpaçukuru, Sivas, Tokat taraflarını istilâ ederler, hattâ akıncıları İzmit'e kadar gelip Tokat'a geri dönerlerdi. Yumuşak ve iyi huylu, kusursuz ve doğru, hâl sahibi bir Padişahtı. 340 kadar kale fethettirmiş, 400 hutbesi okunmuştur. Sultan Bayazıd zamanındaki Büyükvezirler: Mehmed Paşa, İshak Pasa, Kasım Paşa, Davud Pasa, Hızır Beğ oğlu Mehmed Paşa, Fenârî Ahmed Paşa, Halil Pasa oğlu Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa ki baba ve dedeleri Osmancık'tan beri vezir oğlu vezirdir, Hadım Ali Paşa, İskender Paşa, Hersekoğlu Ahmed Paşa, Hadım Yakub Paşa, ikinci Davud Paşa, Koca Mustafa Paşa ki Zincirli Servi'deki büyük cami bunundur, Yahya Pasa ki Üsküp şehrinde büyük bir camisi vardır, Karagöz Paşa, Hasan Paşa, Sinan Paşa, Yunus Pasa. Bayazıd Han zamanındaki Nişancılar: Molla Muhiddin, Ahmed Çelebi, Cenderecioğlu Ahmed Çelebi, Leysî Çelebi, Zağanos Paşa oğlu Ali Çelebi, Yeğenoğlu Hüseyin Çelebi, Sirâcüddevle Kasım Çelebi, Pir Mehmed Çelebi, Kasım Çelebi, Sinan Çelebi, Ahmet Çelebi ki Hind'den dönerek Anadolu'ya gelmişti, büyük bir hattat olan Tac Beğ oğlu Cafer Çelebi. Bayazıdı Velî zamanındaki Şeyhülislâmlar ve öteki bilginler: İbrahim Hasan oğlu Niksarlı Molla Mehmed ki Şeyh Vefa Camisi haziresinde gömülüdür. Yakub oğlu Amasyalı Molla Kasım Hatib, Amasya'da gömülüdür. Molla Alâaddin Alpkâni. Molla Müeyyed oğlu Ali oğlu Abdurrahman, Amasyalıdır. Sultan Bayazıd zamanındaki Şeyhler: İskilipli Şeyh Fahreddin ki Şeyh Yavsı da derler. Ali Kuşçu'nun damadıdır ve Ebussuud'un dedesidir (193). İskilip şehrinde gömülüdür, ölümü 902 yılındadır (194). Şeyh Seyid Velayet: İstanbul'da mescidi haziresinde gömülüdür. 941 yılında (=13 Temmuz 1534 1 - Temmuz 1535) ölmüştür. Şeyh bini Araf: Medine'nin Bakî mezarlığında gömülüdür. Babası Mısır Çerkeş beğlerindendir. Kendisi de muhterem bir kişi iken dünya işlerinden geçip 70 yaşında Seyid Ali hizmetine girmiştir. Medine'nin şiddetli sıcaklarında yirmi günde bir su içtiği dünyaca meşhurdur.
www.atsizcilar.com
Sayfa 53
Buharalı Şeyh Seyid Ahmed: Şeyh İlâhî ile Semâa şehrinden Anadolu'ya gelip Şeyh Vefa ile arkadaşlık etmiştir. Emir Buhârî diye tanınmıştır, ölümünde Sultan Mehmed civarındaki tekkesi ve camisi sahasına gömülmüştür. Şeyh Uzun Muslihiddin: Bursa'da gömülüdür. Şeyh Abid Çelebi: İstanbul'da, tekkesinde gömülüdür. Şeyh Lûtfullah: Üsküplüdür. Üsküp'te gömülüdür. (193) Şeyh Yavsı'nın lakabı Fahreddin değil Muhiddin'dir ve Ebussuud'un dedesi değil, babasıdır. (194) Şeyh Yavsı 922'de (=5 Şubat 151623 Ocak 1517) ölmüştür.
Şeyh Baba Yusuf: Bayramî Tarikatındandır. Eyüp'te gömülüdür. Bayazıd Han zamanındaki şairler: Şehzade Sultan Cem, Bayazıd Han'ın küçük kardeşidir. Divan sahibi âşık bir şairdir. Arapça'da muteber eserleri vardır. Şehzade Korkud Han: Bayazıd Han'ın oğludur. Selim'den büyük ve Şehzade Ahmed'den küçüktür. Âftâbl: Bursalıdır. Emîrî: Adı Seyid Mahmud'dur. Âşıkane matları vardır. Naşiri: Acem ülkesinde doğup Molla Câmî ve Molla Gürânî'nin tavsiyeleriyle Anadolu'ya gelmiştir. Farsça şiirleri çoktur. Behişti: Adı Sinan'dır. Karıştıranlı Süleyman'ın oğludur. Hamsesi vardır. Nâcî: Nişancı Cafer Çelebi'nin babasıdır. Mesânî: Anadoluludur. Yakışıklılıkta ikinci Yusuf imiş. Çökeri: Bayazıd Han'ın beğlerindendir. Celîlî: Bursalıdır. Hasan Mu'îd: Anadolu'dan seyahatle Acemistan'a gitmiş de Rafızî'nin diye haksız yere şehit etmiştir. Güzel şiirleri vardır.
(195)
biri Sünnîdir
Hâki: Üsküplüdür. Şiiri o kadar güzel değildir. Zekâi: Şehzade Alemşah'ın Divan Kâtibi idi. Zihni: Bayazıd Han şehzadesi Mehmed Han'ın Kefe'de Divan Kâtibi idi. Râzi: Üsküplüdür. Koca Hasanoğlu demekle tanınmıştır. Şiirleri düzgün ve sanatkârânedir. Seyfî: Sinopludur. Sofya şehrinde hayratı olup •orada gömülüdür.
www.atsizcilar.com
Sayfa 54
Şâmî: Beğlerdendir ve Şamlıdır. Nereye memur edilse başarıyla dönerdi. Savaşlarına kasideleri ve sanatkârâne tarihleri vardır. Şahidi: Edirnelidir. Sultan Cem'in Defterdarı imiş. Şevki: Edirne'de bunak bir kadının para ile aldığı kölesi imiş. Bütün şiirleri zamanın alçaklığından ve dünya denen kocakarıdan şikâyet üzerinedir. Safâi: Sinopludur. Bayazıd adına hediye olunmuş bir divanı vardır. Likâi: Külfetsiz şiirleri vardır. Sun'i: Kastamonuludur. Necati Beğ'in çıraklarındandır. Firdevsî'nin şiirlerine nazire olabilecek derecede telifleri ve güzel kasideleri vardır. Bir naat söylemiştir ki benzeri söylenemez. Tariki: Vidinlidir. Cihanı güzelleştiren bir delikanlı iken cihandan gitmiştir. Vidin'de, kale yanında gömülüdür. Zarifi: Boluludur. Hayli günler geçirmiş bir dlünya seyyahıdır. Ömri: Abdülkerim'in oğludur. Dededen, babadan eşsiz şairlerdendir. Andelibi: Şehzade Mehmed Han'ın nedimlerindendir. Bülbül gibi nağmeleriyle, kendine mahsus hazin bir sesle şiirlerini besteyle söylermiş. Tam usta bir okuyucudur. Ahdi: Edirnelidir. Şiiri: Kanda varsam saye-i serv-i bülendüm var iken? (195) Şiîliğin aşırı bir zümresine mensup olan. Osmanlılar bu kelimeyi bütün Şiîler için hakaret olarak kullanırlardı.
Kime kul olsam senün gibi efendüm var iken? (196) Firdevsî: Bursalıdır. 360 cilt Süleymanname onun eserlerindendir. Ebü'l-Maâli'ye (197) benzer bir müelliftir. Figanî: Karamanlıdır, İskendername manzumesi onundur. Sonra asılmıştır. Bu da mahlesindeki "gayın" (= g) harfinin tesiridir. Çünkü evvelce iki Figariî daha gelmiş, biri asılmış, ötekinin de mülhid (198) diye derisini yüzmüşlerdir.' Kadiri: Edirnelidir. Kandi: Serezlidir. Kâtibi: Bursalıdır. Kebiri: Filorinalıdır. ama Filörili değildir
(199).
Fürûzeniye tabiatlıdır
(200).
Mesti: Edirnelidir. Ceylan gibi mest bakışlı gözleri âşıkları mest ettiğinden Mesti demişler. Mahlesinin tesirinden kendisi de daima sarhoş olmuştur, içkiye ve içmeye dair güzel şiirleri vardır. Münîri: Amasyalıdır. Farsça ve Türkçe şiirleri çoktur. Şehzade Sultan Ahmed'in nedimlerindendir. Kasidelerinin her mısraı bir matla (201) olmaya lâyık denecek kadar güzeldir. Mihri: Amasyalı bir kızdır. Sanki Emrü'l-Kays'ın kızıdır (202) Kendisinden önce kimse tarafından söylenmemiş fikirleri seçme ve üstündür. Yalandan âşıklık satan, akranından üstün bir şairdir. Çok gençken ölmüştür. Divan sahibidir. Fıkıh (203) ferâiz (204), hayz ve nifâsa dair manzum risaleleri vardır (205).
www.atsizcilar.com
Sayfa 55
Necâtî Beğ: O asırda şairlerin ve düzgün söyleyenlerin sultanı, eşsiz bir söz eri idi. Kendisi Edirne'de Sâilî adlı şairin satın alınmış kölesi ve oğulluğu idi. Adı "İsa" dır. Ok ve yaya dair beş beyti vardır ki bununla cidden belagat okunu göğe asmıştır. Telifatı 66 tanedir. Vefa civarında gömülüdür. Sehi Beğ: Necâtî Beğ'in damadıdır. Nüktecilerin şakaları üzere "Sehi Beğ'in Necati'nin kızını almaktan maksadı Necati'nin evrâkı perişanını almaktır" sözü hâlâ darbımeseldir. Sehi Beğ'in şiirleri sanki Necati'ye necat vermiştir (206). Yahut Sehî'nin servisi taze değilken Necati'nin şiirleri sayesinde kurtulmuştur (207) (196) Birinci mısraın mânâsı: "Yüksek servimin (uzunboylu sevgilimin) gölgesi varken nereye gitsem?". (197) Kâtib Çelebi herhalde büyük Arap şairi "Ebü'IAIâi Muarrî'yi kastediyor. Eserlerinin çokluğu ve yüksek edebî değeriyle ün kazanmış olan Muarrî 363 449 hicrî yıllan arasında (=2 Ekim 973-27 Şubat 1058) yaşamıştır. (198) Tanrı'ya inanmayan. (199) Filöri, para demektir. Filorina ile filöri kelimelerinden bir kelime oyunu yapmaktadır. (200) Farsçada "fürûzîne" çakmak demektir. Fürûzeniye diye bir kelime yok. Çakmak tabiatlı demek istiyorsa bundan da ne kasdettiği anlaşılmıyor. (201) Divan Edebiyatında gazel ve kasîde'nin ilk beyti. (202) Emrü'1Kays, eski Arap şiirinin en büyük şairi sayılır. Peygamber'den biraz önce yaşadığı tahmin olunuyor. (203) İslâm hukuku. (204) İslâm hukukunda miras bölümü. (205) 0 zamanda bir kadının böyle risale yazmasına imkân yoktur. (206) "Necat" Arapça "kurtulma", "selâmet" mânâsında bir kelime olup Evliya Çelebi 'Necâtî" ve "necaf'la kelime oyunu yapmaktadır. (207) Yine kelime oyunu. Divan Edebiyatında sevgilinin endâme için "servi sehî" (=düz servi) tabiri kullanılır.
Necmi: Caniklidir. Nücum ilmini dahi bilmesi güzel ve ince şiirlerine renk vermiştir. Niyazi: Üç Niyazi vardır ama bu Niyazi, Necati ile çağdaş olup Geliboluludur. Güzel şiirleri vardır. Vaslî: Aydınlıdır
(208).
Vasfl: Serezlidir. Hâşimî: Acem sâdâtındandır
(209).
Acem odasındaki şiirleri gayet güzeldir.
Hiâli: Bursalıdır. Çocukluğum Doğduğum zaman Merhum Sun'ullah Efendi evimizde bulunup kulağıma küpe olması için ezânı Muhammedi'yi yüksek sesle okumuş. Akîka kurbanımı (210) Mevlevi Şeyh, İsmail Efendi kesip "İsmail kurbanıdır" demiş. O gece evimizde 70 kadar yüksek merteben' dervişler bulunup Keysûdâr Kapânî Mehmed Efendi kundağımı alıp kulağıma ezânı Muhammedi okumak istediğinde "bu oğlanın kulağına kim ezan okudu" diye sorunca orada bulunanlardan üstadımız Dersiam Ahfeş Efendi "ezanı Sun'ullah Efendi okudu" der.
www.atsizcilar.com
Sayfa 56
Bunun üzerine Keysûdâr Mehmed Efendi: "Biz de Hakka yaklaşması için Tanrı uğrunda yok olma ezanını okuyalım" diyip hazin bir sesle ezan okuduktan sonra elindeki teberi (211) bir tarafıma koyup: "Bunu bu oğlana ihsan ettim. Çok savaşlarda bulunup yoksullukta ve ihtiyaç ânında bile Tanrı'nın seccadesine sahip olsun; zamanın fenalığında bir şey, den korkmasın; kumda oynasın, ayağına çöp batmasın" diye Fatiha okuyarak gider, ilkönce ağzıma, Kasımpaşa Mevlevîhanesi Şeyhi Divane Abdi Dede mübarek ağzından ekmek parçası çıkarıp koyarak: "Dervişlerin lokmasıyla beslensin" demiştir. Yenikapı Mevlevîhanesi'nin Şeyhi Doğani Dede beni kucağına alıp havaya atarak "bu oğlan bu cihanda bizim uçurmamız olsun" diye buyurmuştur. 40 yaşma vardığımda, Keysûdâr Mehmed Efendi'nin ihsan ettiği teberi taşıyarak 1051 tarihinde (= 12 Nisan 1641 - 31 Mart 1642) Leh seferine gittim. Yağma ve çapul yerinde teberi bir kapı halkasına geçirip ganimet mallarına tamah ederken Kâfirler bizi ansızın bastılar. Çıplak olarak birer yaldak (212) at ile hızla giderek 7 günde Kırım'a vardık. Ama gece gündüz "ah Mehmed Efendi'nin teberi" derdim. Nasılsa ertesi yıl yine Leh seferine atlanıp (213) evvelce bozulduğumuz Eşceres adlı uğursuz şehre vararak yağma ettiğimiz saraya ayak bastım. Kapısına bir ok saplayıp Tatar kanunu üzere kimsenin el koymamasını sağladım. 20 esir, 40 ağırsak (214), birçok bakır ve kalay avâni, samur giyimler ele geçirdim. Bir odanın kapısına gelince ki geçen yıl baltayı halkasına koyup kaçtığımız oda idi, balta nasıl koydumsa öyle duruyordu. Hemen Tanrı'ya şükrederek teberi merhum İslâm Kirey Han'a ve öteki dost ve arkadaşlara gösterdim. Sözü bu kadar uzatmaktan maksadım birçok evliyanın bana nazar etmiş olduğunu söylemektir. Himmetleri var olsun, işte kulağıma ilkönce ezan okuyan Sun'ullah Etendi merhum dört kere Şeyhülislâm olmuştur ki kimseye nasib olmamıştır. (208) Vasfî adında bir şaire rastlamadım. Bu, "Basit Türkçe" denen sırf Türkçe kelimelerle şiir yazmak çığırını açan "Aydınlı Visali" olsa gerek. (209) Peygamber neslinden olduğunu iddia edenler. (210) Çocuğun doğumunun yedinci günü kesilen kurban. (211) Teber, balta demek olup bilhassa dervişlerin baltasına ad olmuştur. (212) Ne demek olduğu anlaşılamadı. (213) Bu seferler Kırım Hanları'nın kendi başlarına yaptığı akınlardır. (214) Ne olduğu anlaşılamadı.
Topçular Ocağı Koca Sultan Süleyman 48 yıl (215) padişahlığı sırasında bütün düşmanlarını itaat altına almıştı. Lâkin Alman Kıralı amana gelmeyip daima düşmanlık ederdi. Süleyman Han 4 yıl Batıda, 4 yıl Acemde, 4 yıl Venedik'te savaşmış, 36 yıl ise hep Nemse (216) çasarı (217) ile uğraşmış, nihayet onların ülkesinde merhum olmuştur. Bunları yenmek için top ve tüfeğe muhtaç olduğundan Süleyman Han, Topçulara ehemmiyet vermistir. Kendi memleketinden ve Kâfir ülkelerinden ihsanlarla, lûtuflarla topçuları getirip dedeleri Mehmed Han ve Bayazıd Han'ın yaptıkları Tophane'yi yıkarak yeniden bir tophane yaptırmıştır ki, gören bu ulu yapıyı devler yapmış sanır. Düşman eline geçen kaleleri kurtarmak için en mühim alet olan topların çeşitleri işte bu eski yapımevinde yapılır. Top Yapımevi: Deniz kıyısından 100 adım ilerde, yüksek bir tepenin eteğinde, dört tarafının duvarları kale gibi sağlam bir binadır. Kuşatılsa savağa dayanır metin bir duvardır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 57
Onun ortasında yine dört köşe, kırk arşın boyunda yüksek bir duvar vardır ki üzeri ince tahtayla örtülüdür. Kubbenin üzerinde büyük bacalar vardır; duman buradan dışarı çıkar. Bu ince tahtalı dam üzerinde adam gezecek yollar vardır. Damın üzeri merdiven merdivendir. Bu damın tâ tepesinde ve dört tarafında yüzlerce fıçı ile su hazırdır. Tunç eritirken dama ateşten bîr kıvılcım isabet ederse damda gezen adamlar o su ile ateşi söndürür. Top Kalıbı Dolapları: Bu yapımevinde yüzlerce dolap vardır ki onlar da top kalıpları yapıp hazır ederler. 40-50 okkalık gülle kalınlığında olması için demir millere kırk ellişer bin yumurta ile karıştırılıp macun haline getirilmiş çamuru iplerle sarıp top kalıplarının içine koyarlar. Aşağısını yine demir sapanlarla tutarlar. Çünkü kalıbın içine tunç dökülüp top olunca yumurta ile karışık mili çıkarıp topu alırlar. Tunç Fırını: Bu fırın, yapımevinin iki yerinde yapılmıştır. Dört tarafı ateş taşıdır. Çünkü başka taşın bu şiddetli ateşe dayanma kabiliyeti yoktur. Bu yeşil tas, Adalar'dan çıkar (218). Ocağın altı boştur., Üstü kubbedir. Bu kubbelerin içine kırk ellişer bin kantar (219) bakırı ve maya için de eskiden yapılmış olan topların kırıklarını yerleştirip kubbelerden dışarı aralıkta da nice bin kantar kalay peyda ederler. Kâtipler de ne kadar bakır ve kalay hasıl olduğunu deftere kaydederler. Çünkü top kalıpları bakıra göre hazırlanır. (215) Kanunî'nin 48 yıllık padişahlığı hicrî hesaba göredir. Güneş yılına göre olan Milâdî hesapla 46 yıldır. (216) Nemse, sonraları "Avusturya" anlamına gelmişse de aslında bütün Almanya İmparatorluğu'nu anlatan bir kelimedir, islav dillerinden almışızdır. (217) Çasar, Alman Kayzerlerine verilen unvan. Türkçeye ya Macar veya Islav dillerinden geçmiştir. (218) Hangi Adalar'ın kastedildiği belli değil. (219) Kantar bir ağırlık ölçüsüdür. Yere göre ağırlığı değişmekle beraber umumiyetle 44 okka olarak kabul olunmuştur.
Top Kalıbı Yerleri: Bu tunç kubbelerinin önündeki çukurların içine, ağızları yukarı olmak üzere top kalıplarını koyarlar. Eğer Balyemez (220) top ise her ocağa yirmi kalıp koyarlar ki 20 top eder. Eğer Klombrune Topu ise (220) yirmişer kalıp, Şâhî Top (220) ise yüzer kalıp, içine adam sığar Şayka Topları (220) ise beşer kalıp koyup ağızlarını Kâğıthane balçığı ile sıvarlar. Tunç eriyecek kubbenin ağzından kalıplara kadar bostancıların su yollarına benzer yollar yaparlar. Tunç kubbelerinin dört tarafından çam odunları dağlar gibi hazır durur. Bu odunlar bir yıl önce kesilip birer kulaç boyunda hazırlanır ve iki mekiğe benzer bir tarza konulduktan sonra kurutulur. Sonra top dökecekleri gün kalfalar, ustalar, Dökücübaşı, Topçubaşı, Vardiyanbaşı, elinde kum saati olarak Muvakkit (221), Yapımevi îmamı, Müezzinleri, Duacıları toplanıp dua ve övmelerle Allah, Allah dedikten sonra iki fırına da ateş verilir. Muvakkit saat tutarak tam bir gün, bir gece ateş yakarlar ve çamları tunç kubbesinin iki taraf deliklerinden durmaksızın atarlar. Sonra dökücüler ve ateş atıcılar elbiselerini çıkarıp bir nevi peçeli külahlar giyerler ki yalnız gözleri görünür. Diğerleri de keçeden elbiseler giyerek hizmet ederler. Yirmi saatten sonra ateşin yanına varmak kabil olmaz. Büyükvezire, Şeyhülislâma, Kazaskere, duası makbul şeyhlere, Vezirlere haber verilip hepsi yapımevine gelirler.
www.atsizcilar.com
Sayfa 58
Dökücü Ustalar ve daha bulunması lüzumlu olan memurlardan kırk kişi, Vezirlerden ve şeyhlerden de kırk kişi alınıp ötekilerini dışarı kovarlar. Çünkü tunç su halinde akarken nazarı sevmez. Peygamberimiz de nazar hakkında buyurmuştur. Vezirler ve şeyhler uzak sofalara oturup "lâ havle ve lâ kuvvete...(222) evradına (223) devam ederler. Ustalar toplanıp ağaç küreklerle yüzlerce kantar çubuk kalayları tunç denizine atarlar. Dökücübaşı da oradakilere hitaben: "Sultanım! Dîn-i mübîn aşkına zekât ve sadakanızdan altın, kuruş ne olursa şu tunç denizine bırakın" der. Büyükvezir, Hazinedar ve öteki Vezirler birkaç kese altım Dökücübaşı'ya teslim ederler. O da herkesin gözü önünde Bismillah diyip tunç denizine atar. (220) Top nevileri. (221) Saati doğrulukla tayin eden memur. Bilhassa namaz vakitlerini tayin ederdi. (222) Tamamı "lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh". Yani "Tanrı'dan başka hiçbir güç ve hiçbir kuvvet yoktur". (223) Hayırlı bir maksat için dua makamında tekrarlanan sözler. "Evrâd", Arapça'da çoğul olup bunun tekili "vird"dir. "Diline virdetmek" tabiri de herhangi bir şeyden çok bahsetmek yerinde dilimize girmiştir.
O an, ince uzun çamdan gemi serenlerini tunç denizine sokup kalay ve altın kuruşları karıştırırlar ve direkler harap oldukça yeni direkler getirirler. Tunç denizinin yüzü kaymaklanmaya başlayınca ustalar, tunç denizinin kıvama geldiğini bilip ateşi çoğaltırlar ve yapımevinde bir damla su bulunmamasını tenbih ederler. Çünkü tunç akarken bir damla su kokusu duysa derhal yollar parça parça olup bütün oradakilerin ölümüne sebep olur. Sonra kalıp ocakları kenarında ve iki tarafta 40 - 50 kurbanlık koyun hazırlanıp orada bulunanlar ayağa kalkar. Yapımevi duacısı hazır olur. Muvakkit, saatiyle ocak başına gelip tuncun ağzını açmaya yarım saat kalınca haber verir. Duacı duaya başlar. Hazır bulunanlar gönül safiyeti ile âmin derler. Herkes Tanrı'ya yönelerek ağlamaya başlar. Çünkü gayet korkunç ve tehlikeli ölüm yeridir ki nica ustaları mahvetmiştir. Tunç denizi ateşinin tamamiyle kesileceğinin vaktini Muvakkit bildirir. Ustalar keçe elbiseleriyle kazan başına gelip çapalarıyla Allah, Allah diyerek kapağı açtıklarında tunç, ateş gibi akmaya başlar. Yüz adım ilerde bulunan kimselerin bile yüzlerine ve elbiselerine alev yapışmış gibi olur. Bazı vezirler üzerlerine beyaz çarşaf alıp korkularından ezân-ı Muhammedi'ye başlarlar. Tunç yokuş aşağı akıp top kalıbına dolar. Balyemez topunun dolması yarım saat sürer. Kalıp dolunca keçe ile sarılmış, bir nevi yağlı çamurla yolu kapatıp bir başka topun yolunu açarlar. Bu halde iken dua ve senaya devam olunur. Bütün toplar dolup tamam olunca duaya son verilip o gün 70 kişi Padişahın gönderdiği hil'atlerle nasiblerini alırlar. Birçoklarına da terakkiler (224) ihsan olunur. Sonra Topçubaşı, Büyükvezir'e ziyafet verip keçe ve külah giyimlerini çıkarır. Toplar bir hafta kalıbın içinde soğur. Sonra çıkarırlar. Bütün sanatkârlar kuyumcularla toplan parlatırlar. Sonra usta doğramacılar topları, topların şefkatli analarıymış gibi kundaklayıp savaşa hazır ederler.
www.atsizcilar.com
Sayfa 59
Bu yapımevi içinde top arabası yapanların da ayrıca yeri vardır. Karadeniz Boğazı'nda Sarıyar (225) kasabası dağlarından gelme top kalıbı çamurlarım ağaç kılıçlarla mayalandıranlarm başka yerleri vardır. Top kalıpları yapılan ve "top kalyası" denilen yerler yine başkadır. Velhasıl büyük bir yerdir ki dillerle anlatılamaz, Topçular'ın Ocağı, Fatih, Bayazıd ve Süleyman Han tarafından yapılmıştır. Dökmeciler Ocağı'na bitişik, deniz kıyısına yalan kale gibi bir Ocaktır. Bir kapısı deniz kıyısında Kıbleye, öteki kuzeye bakar. Denize bakan kapısı pek süslü büyük bir kapıdır. Bir tarafında ceylân yakalamış bir arslan, bir tarafında da zincirle bağlanmış bir arslan resmi var ki ibretle bakılmaya değer. Bazı ressamlar seyredip "Şahkulu" nun yaptığı resimdir derler. (224) "Terakki" yani ilerleme, maaş terfii demektir. (225) Bugünkü "Sarıyer".
Bunun içinde oturan askerler pek yiğit ve gözüpektir. Ben, katıldığım 22 savaşta bunlardan yürekli asker görmedim. Bunlar savaşın bütün güçlüklerine katlanır, çok cüretli babayiğitlerdir. Ustalarının kapısı üzerindeki köşke İbrahim Han gelip durmuş olduğundan o zamandan beri Padişahlara mahsus köşk olmuştur. Bu Ocakta, Bağdat seferinden önce 100 top vardı ki her biri bir iklim haracı değer ve altın gibi parlardı. Diğer 60 tane top vardı ki içlerinde eskiciler işler ve yersiz yurtsuz takımı yatıp kalkardı. Şimdi o toplardan ancak 6 tane kalmıştır. Daha birçok değerli usta toplan vardır. Münakkaş Ali Paşa topu gayet şaşılacak ve cilalanmış bir toptur. Süleyman Han topları, Fatih topları, Bayazıd Han topları, üç ağızlı top, Şeşhane top, burma top, Fransa topları, kırk karış küpeli topu, Ali Balı, Ese Balı, Hamza Balı, Çultutmaz, Dev Balı, Seki Balı, Kara Balı, Ejder Balı, Kırk mil Balı, Şakı Balı, Palamarkıran, Deli top adlarında nice toplar vardır ki her biri bir kale değer. Bayram ve eğlence günlerinde Padişah geçtiği vakit deniz yüzüne sektirme gülleler atılıp kırk elli defa devam eden gümbürtüler yeri, göğü titretir ve düşmanları korkuya düşürür. Bu toplar hep çınar, servi, ıhlamur, söğüt ağaçlarının gölgesinde sıra ile dizilmiş ve bulundukları yer bir mesire halini almıştır. Osmanlı padişahlarının bir büyük hazinesi de bu toplardır ki benzeri hiçbir padişahta yoktur. Osmanlı Hanedanı'nın elinde bulunan 7060 kalede, palanka, mendirek, kuvaya ve kulelerde 17.045 kadar top vardır. Sadece donanmayı Hümayun'da 1000 tane top vardır diye Tophane Defteri'nde görülmüş ve Topçubaşı Ali Balı (226) kardeşimizden işitilmiştir. Tophane Şehrinin Hâkimi: Buranın hâkimi, Galata Mollası'nın ayak nâiblerindendir. Askerî hâkimi Topçubaşı'dır. Deniz kıyısı hâkimi Bostancıbaşı'dır. Ayrıca Subaşısı ve Muhtesib'i vardır. Şehirde 70 İslâm mahallesi, 20 Rum mahallesi, 7 Ermeni mahallesi, birkaç da Yahudi evi vardır, Çingene ve Firenk yoktur. Bu mahalleler baştanbaşa bağlı, bahçeli saraylar ve yalılardır. Terekçi Yalısı, Valide Karındaşı Yalısı, Sadreddinoğlu Yalısı, Güğümbaşı Yalısı, Melek Ahmed Paşa Yalısı, Deniz Uğrusu Yalısı, Ebûsaid Yalısı. Bu yalılar padişâhânedir. Bunlardan başka daha birçok sarayları varsa da zikri fazladır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 60
Rumeli Hisarı'nda Şeyh İsmail Ziyaretgâhı Bu zat öldürülerek mübarek cesedi Ahırkapı'dan denize bırakılmış. O vakit Padişah, Hisar'da, Kandilli Bahçe'de imiş. Bir de görürler ki Şeyh, 10 halifesiyle Kandilli Bahçe önünde ortaya çıkıp denizde, deniz gibi coşarak semâ (227) etmeye başlar. Padişaha hitaben: "Hünkârım! Bizi haksız yere öldürdüler. Arzıhâle geldik" derler. Tamam bir saat orada semâ edip Hünkârı hüngür hüngür ağlatarak akıntıya katılıp tâ Durmuş Dede Tekkesi'nin önüne varırlar. Sonra orada gömüldüler. (226) "Balı" kelimesi Türkçe bir isim olup sözlüklerden pek çoğunda bulunmamaktadır. Anadolu'nun bazı yerlerinde "büyük kardeş" demek olan "balı"nın "bala" (= çocuk, evlât) ve "balaban" (= gürbüz, bir nevi doğan) ile iştikak birliği olsa gerektir. (227) "Semâ" dervişlerin, bilhassa Mevlevîlerin müzikle yaptıkları raksa denir. Aslı "sima" olan Arapça bir kelime ise de dilimizde "semâ" diye söylenir.
Ben, üzerlerine 10 gece nur yağdığını gören kimselerle görüştüm. Şeyh doğduğu vakit, babası adını "Kurban İsmail" koymuş. Aradan 70 yıl geçtikten sonra Şeyh Hazretleri, At Meydanı'nda, Çukurçeşme başında 10 halifesiyle beraber kurban edilmiştir. Kanının döküldüğü yere dostları bir zaviye yapmışlardır. Hâlâ Dikilitaş dibinde, Parmaklı Mescid'e yakın bir ziyaretgâhtır. Şeyh İsmail'i sevmeyenler ölümüne şöyle tarih yazmışlardır: La'netıillâhi Aleyhim Ecmaîn = 945
(228)
Çubuklu Bahçe İncirli'nin yanındadır. Bayazıdı Velî, şehzadesi Birinci Selim Hazretlerini Trabzon'dan getirttiğinde kızıp burada ona sekiz çubuk (229) vurmuştur ki sekiz yıl hilâfetine işarettir. Sonra öğüde başlayarak: "Oğlum! Elem çekme. Zikreyle. Zikir (230) tarihinden sonra te'dibimle hilâfet meydanı senindir. Al, bu dayak yediğin kuru çubuğu yere dik. Sekiz yıl kadar meyvesini yiyesin" diye remizle ve ilhamla söz etmiştir. O anda Şehzade Selim Han çubuğu yere dikip: "Yacabbi! Bu kuru ağaç meyve versin. Onun meyvesini dünyaya meşhur eyle" diye dua etmiş. Babası Bayazıdı Velî ve Kara Şemseddin Hazretleri âmin demişler. O saat kızılcık çubuğu yeşerip yaprak vermiş. Her kızılcığı tartılarak beş dirhem (231) geldiği görülmüştür ki Bayazıd Han'ın kerameti mi, Seraseddin'in mi, yoksa Şehzade Selim'in mi, bilinmez, işte bundan dolayı oraya hâlâ Çubuklu Bahçe derler. Hakikaten, burada çıkan kızılcık hiçbir yerde çıkmaz. Her biri beşer dirhem gelir. Al renkli olup Medine hurması kadardır. Sonra Selim Han, sekiz değnek yediğine karşılık sekiz yıl padişahlık edip filhakika "zikr" yani 920 hicrî tarihinde Mısır'ı fethederek Hilâfeti almış ve Çubuklu'yu da mamur etmiştir. İstanbul'daki Marifet Sahibi Üstadlar Fennî Çelebi: Mel'un iblis'e ders verir, pireyi kafese koyar, biti arabaya koşar bir marifetli idi. Güze! şiirleri de vardır. Hezârfen Ahmed Çelebi: önce Ok Meydanı'nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Sultan Murad Han, Saray Burnu'nda Sinan Paşa Köşkü'nden temaşa ederken Galata Kulesi'nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçasak Üsküdar'da Doğancılar Meydanı'na inmiştir. (228) "Tanrı'nın laneti hapsinin üstüne olsun" mânâsındaki bu sözün ebced hesabı ile karşılığı 945 tutmaktadır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 61
(229) Değnek veya sopa mânâsındadır. (230) Arap harfleriyle yazıldığı zaman ebcedle 920 karşılığı tutmaktadır. (231) "6,4" gram karşılığıdır ki pek o kadar büyük olamaz. Belki Evliya Çelebi'de bir rakkam hatâsı vardır veya uzamanın dirhem ağırlığı başka türlüdür.
Murad Han kendisine bir kese altın hediye ederek: "Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese elinden geliyor. Böyle kimselerin kalması doğru değil" diyerek Cezayir'e sürmüştür. Orada öldü. Lâgarî Hasan Çelebi: Murad Han'ın "Kaya Sultan" adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Saray Burnu'nda, Hünkâr huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili ateşlediler. Lâgarî: "Padişahım! Seni Tanrı'ya ısmarladım. İsa Peygamber'le konuşmaya gidiyorum" diyerek Tanrı'nın ve Peygamber'in adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da büyük fişeğinin barutu kalmayıp yere doğru inerken ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa Köşkü önüne denize indi. Oradan yüzerek çıplak bir halde Padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek: "Padişahın! Îsâ Peygamber sana selâm eyledi" diye şakaya başladı. Bir kese akça ihsan olunup 70 akça ile Sipahi yazıldı. Sonra Kırım'da Selâmet Kirey Han'a gidip orada merhum oldu. Rahmetli sadık, iyi dostumuzdu. Tanrının rahmeti üzerine olsun. Şâdî Çelebi: Erlik davası etti. Murad Han huzurunda dev yapılı bir Bostancı elleri kafasının üstünde olmak üzere ellerini ve ayaklarını bağlayıp bir meşinli harar içine koydu. Onun da ağzını bağlayarak Saray Burnu'ndan denize attılar. Çok geçmeden deniz yüzüne çıkıp burnu bile kanamamış olduğu halde Hünkâr'ın huzuruna geldi. Yer öperek (bir kese altın ihsan aldı %'e Çavuş zümresine katıldı. Nasır Habîb-i Mağribi: Murad Han, Tersane Bahçesi'nden Ok Meydanı'na 2S2 çıktı. Bu Nasır Habîb bir taşın yanına varıp 6 elif, 3 mim, 3 sin, 1 kuş çelengi resmi yaptı. Kendisi bir tarafa gidince hemen taş da arkası sıra araba tekerleği gibi harekete başladı. Nasır hangi tarafa yönelse taş dahi o tarafa gitti. Hatta taşın önüne elimi tuttum, parçalanacaktı. O taş nice zaman Ok Meydanı'nda (232) kaldı. Nasır Habîb de bir kese ihsan aldı. 1050 Tarihinde Çektiklerimiz
(233)
İstanbul'dan Bursa'ya Seyahatimiz, Gördüklerimiz ve
Rüyamda Peygamber'i görüp "şefaat" yerine yanlışlıkla "seyahat" dediğimin ertesi günü, sabahleyin Gedikpaşa semtindeki eski dostum olan Okçuoğlu Ahmed Çelebi'nin evine gittim. Gördüm ki büyük bir hazırlıkla Bursa şehrine gitmeye karar vermiş. Bana: "Kardeşim Evliya! Gel seninle yoldaş, olup beş on gün için eski payitaht olan Bursa şehrini görüp gezelim. Belki mahzun gönlümüz şâd olur. Orada eski Osmanlı Padişahlarının mezarlarını ziyaret edelim. Hele Emir Sultan Hazretlerinin türbesine yüz sürüp gönlümüzü aydınlatalım" diyince içime bir ateş düştü. Hemen kabul ettim. Orada bulunanlar "Uğurlu olsun. Sağlıcakla dönmek kısmet olsun" diye dua edip Fatiha okudular. Ben de hemen, babamın ve annemin haberi olmadığı halde 20 arkadaşla Eminönü'ne gelip bir Mudanya kayığına bindim. (232) Metinde "Ot Meydanı" ise de Ok Meydanı" olacağı muhakkaktır. (233) Milâdî olarak 23 Nisan 164011 Nisan 1641 arasıdır.
Önce Galata Burnu'ndaki Kurşunlu Mahzen» önünden Haliç'i geçtik. Fındıklı kasabası önünde durarak birkaç tane tam usta gemici yolcuları gemimize aldık. 1050 Muharreminin ilk cuması (= 27 Nisan 1640) idi. Kuşluk vaktinde uygun gündür diye
www.atsizcilar.com
Sayfa 62
gemiciler bir yere gelerek seren çekip demir aldılar, Levendler "Hüdâ âsân ede" diye Fatiha okudular. Pupa yelken Saray Burnu akıntısını ve girdabın» geçip yelkeni Bursa'ya doğru açtık. Gemide herkes şevk ile tatlı tatlı konuşuyordu. Bazı okuyucu arkadaşlar: Allâhümme yâ hâdî, Âsân eyle yolumuz. Sehhil umûre'l-vâdi, Tez geçir, tut elimiz (234) İlâhilerini söylemekte idi. Meğer arkadaşlarımızdan birisi Sultan İbrahim'in Karcıbaşısı Sefer Ağa'nın tanburacısı ve kemençecisi imiş. Yine beraberimizde olanlardan bir başkası da Büyükvezir Kara Mustafa Paşa'nın uşağı Kara Receb Ağa'nın çöğürcüsü (235) ve okuyucusu imiş. Hepsi bir yere geldiler. Ben: "Geliniz, şu gam girdabında gamı atmak için bir segah faslı edelim" dedim. Kabul ettiler. Gemicilerden Kışlıkçı Dayı, Çordam, Cıvık Veli adlı dayılar da çöğürleriyle gelip bizimle ahenge katıldılar. Âşıkane :bir Hüseyin Baykara faslı oldu ki zevk sahiplerinin ağızlarından salyalar aktı. Bu zevk ve sürurla Heybeli Adası'nın önüne vardık. Heybeli Adası: İstanbul'a 18 mildir. Çevresi 9 mildir. Mamur bir yerdir. Bir manastırı var. Yılda bir kere Rumlar kayıklarla gelip ziyaret ederler. Ada halkı hep zengin Rum reisleridir (236). Hayat suyu gibi suları ve güzel bağları vardır, Hâkimleri Bostancıbaşı ile bir Yeniçeri yasakçısıdır. Oradan kalkıp uygun bir havada hızla gidip şakıyarak beş saatte Mudanya kıyısına vardık. Mudanya: Bu şehir İstanbul tekfurunun kızı Mudanya'nın yaptırmasıdır. Bana gurbet diyarında ilk cuma namazı bu şehirde kısmet olmuştur. Ticaretgâh bir iskeledir. Gidip gelenler için emin bir limandır. Çünkü Mudanya, İstanbul Halici'nin kıblesindeki (= güneyindeki) bir bucakta olduğundan yedi rüzgârdan korunmuştur. Ama kuzey rüzgârından o kadar emin değildir. İskele başında gümrükhanesi vardır. Gelip giden gemilerden, karadan gelen tüccardan Padişah öşrü alınır. 10 yük akça imtizama bırakılmıştır. Şehir, deniz kıyısında, geniş bir alandadır. Kafesi bir alçak, kapalı yerde taş yapıdır. 721 tarihinde (= 31 Ocak 1321 - 19 Ocak 1322), Orhan Gazi,, şehzadeliğinde, babası Osman Gazi'nin izniyle bu kaleyi fethedip bir daha Kâfir almasın diye yer yer yıktı. Fakat az bir çalışma ile onarılması mümkündür. (234) Birinci ve üçüncü mısraları Arapçadır. Mânâsı: Ey doğru yolu gösteren Tanrı! Yolumuzu kolaylaştır, şu vâdideki işleri kolay kılıp tez geçir, elimizi tut (235) Çöğür, Türk halk müziğinin sazlarından biridir. 17. Yüzyılda klâsik müzikte de kullanılmıştır. Kopuza benzeyen bir sazdır (Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, I, 147). (236) "Reis" gemi sahibi olup onun kaptanlığın da yapan kimse demektir.
Şehir, Anadolu Eyaletlerinde Gazi Hüdâvendigâr Sancağı'nın Voyvodalığadır. 150 akçalık kazadır. Kadılığı yılda 2000 kuruş getirir. Bazı kere de Bursa Mollası'na başmaklık bahası olarak ihsan edilir. Güzel bir kazadır. 3 camisi, 7 mescidi, 3 hanı, 1 hamamı, 2 sibyan mektebi, 200 kadar dükkânı vardır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 63
Halkı Rum'dur. Suyunun ve havasının güzelliğinden Rum güzelleri çoktur. İnciri, üzümü, şırası meşhurdur. Hele sirkesi bütün dünyaya dağıldığından bu şehre "Sirke Yurdu" derler. Sonra atlarımıza binerek kıbleye doğru bağ ve bahçeler içinden geçip dört saatte Filedar Ovası adlı mamur ovadan geçmek suretiyle Nilüfer Irmağı'na geldik. Nilüfer Irmağı: Bir akarsudur ki baharda asla geçit vermez. Kıble tarafından Ruhban, Keteli, Kestel dağlarından gelip toplanarak Filedar Ovası'nda akar ve binlerce tarla ve ağacı suya boğar. Büyük yol üzerinde sağlam bir köprüsü vardır ki her kemeri eleğimsağmadan nişan verir. Bunu Nilüfer Sultan (237) yaptırdığından onun adına nisbetle Nilüfer Köprüsü derler. Irmak buradan geçerek batı tarafından Akdeniz'e dökülür. Buradan iki saat giderek Bursa'ya vardık. İpek Diyarı ve Taht Şehri Bursa Kalesini kimin yaptığı belli değildir. Kalenin temeli yalçın kaya üzerine kurulmuştur. Şekli kareden uzuncadır. Uzuncası doğudan batıya olan yönüdür. Kuzey yönü yüksek olduğu gibi altı da uçurumdur. Üç tarafında asla hendek yoktur. Pınarbaşı, Değirmenler Mahallesi, Leben Mahallesi tarafları derin hendektir. Zamanla hendekleri imar edilmemiştir. Celâli Kara Yazın, Arap Said, Kâlenderoğlu adlı eşkıyalar kuşatarak hendeklerini toprakla doldurmuşlardır. Ama kalenin dört çevre temelinde gözüken taşlardan her biri hamam kubbesi kadardır. Bu da gösteriyor ki kale insanoğlu yapısı değildir. Kale sonraları İzmir Kiralı kadın '"Fidka"nın eline girmiş, bazı burçları ve kuleleri tamir edilmiş olduğundan üzerinde Yunan dilince tarihleri vardır. Kale, Keşiş Dağı'nın (238) eteğinde olduğundan lodos ve doğu rüzgârlarından emindir. Şehrin evleri kuzey tarafına bakar. Bu evlerin pencerelerinden Filedar Ovası bukalemun resmi gibi gözükür. Kalenin çevresi 10.000 adımdır. 6000 bedeni, 67 kulesi, 5 kapısı vardır. Güney tarafına açılanları Pınarbaşı, Zindan Kapıları'dır. Batıya açılanlar Kaplıca, Balıkpazarı Kapıları'dır. (237) Bilecik tekfurunun kızı iken Osman Gazi tarafından tutsak edilerek oğlu Orhan Beğ'le evlendirildiği Süleyman Paşa ile I. Murad'ın anası olduğu eski Osmanlı kroniklerinde yazılır. (238) Bugünkü Uludağ.
Kale uzun müddet Rumlar elinde kalmıştı. Konya'daki Selçuklular 7 defa yedişer, sekizer ay kuşatmışlarsa da kış geldiğinden bezginlik getirerek Konya'ya geri dönmüşlerdir. Beğliği zamanında Osmancık dahi 3 defa kuşatmış, üçünde de fethedemeden dönmüştür. Sonra kendisi nikris (= damla) hastalığına tutulup oğlu Orhan Gazi'yi 80.000 askerle (239) Bursa'ya göndermiştir. Onlar da kuşatarak Kaplıca tarafında, Pınarbaşı'nda birer büyük kule yapmaya başlayıp 7 ayda bitirebilmişlerdir. Sonra tekrar kuşatmaya başlamışlar, Kaplıca tarafından Orhan Beğ, Pınarbaşı tarafından kardeşinin oğlu Temür Beğ, dağ tarafından Balabaneık Beğ kuşatarak Kâfirleri son derecede sıkıştırmışlar, dışarıdan gelen imdatçıları kılıçtan geçirmişlerdir, O sırada kaleye sığınmış Kâfirler'de kıtlık olmuş, nihayet bir yıl kuşatmadan sonra kale "vere" ile (240) Orhan Gazı'ye teslim edilmiştir. Tarihi 726 dır (=8 Aralık 1325 - 26 Kasım 1326). Orhan Gazi seğirterek babasına vardıkta onu ölüm halinde bulmuş, "müjde, Bursa fetholundu" der demez, Osman Gazi ruhunu teslim etmiştir. Orhan Gazi, Bursa'ya gelerek müstakil padişah olmuştur. Osman Gazi, İç Kale'de gömülmüştür. Ulu ziyaretgâhtır. Babası Ertugrul Gazi'nin beğliğinde 70 tane şehir
www.atsizcilar.com
Sayfa 64
fethetmiştir. Önce Akça Koca'nın eliyle Kocaeli fethedilmiştir. İkinci olarak İznik civarında Yalakabad. Osman Gazi, Seyidlerden Şeyh Ede Balı (241) adlı azizin kızını almış, Orhan Gazi o kızdan doğmuştur. Orhan" Gazi'nin ilk hutbesini Ede Balı'nın akrabasından Dursun Fakih okumuştur. Bursa yeni fetholunduğundan Kayseri, Konya, Niğde, Aydın, Saruhan, Lârende, Darende, Maraş. taraflarından Müslümanlar gelip oturdular. Orhan, denizler kadar askerle düşmanlarına şahin yuvasından süzülüp intikam aldı; ganimetle Bursa'yı mamur etti. Belh, Buhara, Horasan taraflarından nice erenler (242) gelip yerleştiler. Bu anda dahi Bursa mamur olmaktadır. Bursa'daki Büyük Yapılar İç kalesi 2000 evdir. Kat kat büyük saraylardır ama bağ ve bahçeleri yoktur. Dar evlerdir. 7 mahalle, 7 cami, 1 hamamı vardır. Çarşısında 20 dükkânı vardır. Sultan Orhan Camisi: İç Kale'dedir. Boyu ve eni 110 ayaktır (243). Bir minaresi vardır. Orhan Gazi burada gömülüdür. "Orhan Davulu" dedikleri kırmızı kılıflı (244) büyük davul bu caminin bir kemerinde asılıdır. Osmanlı Devleti'nde önce bu davul çalınmıştır, önceki Padişahlara mahsus saray da bu kalededir. Fatih'e gelinceye kadar Padişahların sarayı bu idi. Fakat Hüdavendigâr Gazi bazen Edirne Sarayı'nda otururdu. (239) Tabii, Osman Gazi'nin bu kadar askeri olmasına imkân yoktur.. Bunun onda birine malik olmuş olabilir. (240) Bir kalenin içindekilerin çıkıp gitmesi şartı ile teslimi. (241) Seyid falan değildir. Ahi şeyhidir ve Türk'tür. "Ede" kelimesi de ağabey demek olduğuna göre aynı anlamdaki (226. nota bak) Balı ile birlikte kullanılması Türk gramerindeki pekiştirme kaidesinin icabı olmalıdır. (242) Buradaki "erenler", evliyalar ve ileri gelen tarikat şeyhleri manasınadır. (243) Evliya Çelebi bu kelimeyi adım mânâsında kullanmış olmalıdır. Bunun, İngiliz ölçüsü olan ve yaklaşık olarak 33 santim gelen ayakla, tabiî, hiçbir ilgisi yoktur. (244) Metinde "kılıklı".
Şimdi bu saraylara rağbet kalmamıştır. Boştur. Ama yine Serdarları ve Bostancıları vardır. Bu îç Kale'nin anayolları büyük taşlarla kaldırım döşelidir. Evleri eski tarzdadır. Bazılarının temeli Kâfirlerden kalmıştır. Taş ve tuğla duvarlarında tarihler yazılıdır ki bu evlerin ne zaman yapıldıklarını gösterir. Evleri güzel kagir binalardır ve hep kiremitle örtülüdür. Her evin sanâtkârane, servi gibi ocakları, birbirinden güzel şişhaneleri, yuvarlak duman yok edicileri, kale içinde yer yer servi, ceviz ağaçları, üzüm ağaçlan vardır. Suyu ve havası güzeldir. Yüksek yer olduğu için halkı sağlamdır. Bursa'nın Hâkimleri: Fatih Sultan Mehmed Han'dan beri Anadolu Eyaleti'nin merkezidir. Hüdavendigâr adıyla bir Sancak Paşası hâkimdir. Padişah tarafından Hası Hümâyunu 618.079 akçadır. Sancağında 420 zeamet ve 1005 tımar olup Alaybeğisi, Çeribaşısı, Yüzbaşıları vardır. Savaşta kanını üzere Cebelileriyle Alaybeğlerinin sancağı altında silâhlı seçme asker toplanır. Paşası dahi 500 askerle sefere katılır. 500 akçalı üstün bir mollalıktır. Bursa'dan azlolunanlar Edirne ve İstanbul Mollası olurlar. Yüce bir mansıbdır. Yıllık 40.000 kuruş hasıl olur.
www.atsizcilar.com
Sayfa 65
Şehir içinde 7 Mahkeme Naibi vardır. Kite, Filedar, Apolyund, Kestel, Çukurca nahiyelerine İstanbul tarafından Yeniçeri Çukadarı; pazara giden Saray Kapıcılarından bir Kapıcı Muhzirbaşısı, Padişah'ın tevcihi ile hükmeder. Oda Yeniçeri Bursa Ağası, Cebeci Çorbacısı, Yirmi Yeniçeri Debeneği Kolluğu, Sipah Kethüda Yeri, Nakîbüleşrâfı, Mizan Harir Emini, Gümrük Emini, çöplük Subaşısı, Muhtesib Ağası, Ayak Naibi, bunların hepsi asmaya, idama yetkilidir. Zira şehir büyüktür. Aşağı Kale: Eğri Fatihi III. Sultan Mehmed çağında Kara Yazıcı, Kalenderoğlu, Deli Hasan, Cennetoğlu adlı Celâlîler'in Bursa üzerine hücumlarını Bursa ileri gelenleri işitip Padişah fermanı ile şehrin üç tarafına burçlu, kuleli, köşeli, dirsekli, her tarafı mazgallı yalın kat bir kale yapmışlardır ama okadar sağlam değildir. Bu da Keşiş Dağı'nın eteğinde doğudan batıya büyük bir şehirdir. Uzunluğu bir, genişliği yarım fersahtır. Çepeçevre İç Kale'nin üç tarafını sarmış olan bütün etrafı 15.000 adımdır. Duvarları o kadar yüksek değildir. Tatarlar Kapısı tarafında hendeği vardır. Başka cihetlerinde yoktur. Hendeğe de ihtiyaç görülmez. Çünkü gayet sulu yer olduğundan düşman gelip duramaz. Yer yer kuleler üzerinde toplar ve mazgalları çoktur. Fakat îç Kale'de cebehane ve top pek çoktur. Bayramlarda, donanmalarda büyük şenlikler olur. Dizdarı vardır. Şehrin 6000 den çok gece bekçisi vardır. Kapılarının bazısı demir kanatlıdır. Her kapının üzerindeki kulelerde tahtadan ziynetli mazgal yerleri koymuşlardır. Düşman kapı önüne gelse bu deliklerden taş, humbara bırakılır. Doğu yönünde Tatarlar Kapısı, kuzey yönünde Filedar Kapısı vardır. Hasan Pasa Kapısı ve daha başka kapılan da vardır. Bu kalenin iğinde mamur, kat kat, eski tarzda 23.000 ev vardır (245). Yukarı iç Kale'de Padişahlara mahsus büyük bir saray olup içinde 3 hamamı, 600 dükkânı vardır. Dar yerde olduğu için bahçesi yoktur. Bu şehirde 176 Müslüman mahallesi, 7 Ermeni mahallesi, 9 Kum mahallesi, 6 cemaat Yahudileri, 1 Çingene mahallesi, Muradiye yolu üzerinde 1 de Miskinler (= cüzzamlılar) Mahallesi vardır. Bu şehir düz bir yerde olup Yukarı Kale eteğindeki evler, imaretler, Ulu Cami semtleri şehrin yüksek yerine düşmüştür. Kuzey cihetinde, bir saat mesafede bulunan Filedar Ovası'ndan güneşin ışınları vurunca bu şehrin, Keşiş Dağı eteğinde mavi kurşunla süslenmiş olan han, hamam, mescit, Selâtin camileri ve kat kat çarşılarını temaşa edenler hayran kalır. Bu şehir, Filedar Ovası'ndan acayip, garip bir manzara teşkil eder. Gördüğüm şehirlerin hiçbirine benzemez. Ruhaniyetli bir şehirdir. Burada olan büyük evliyalar, müfessirler, muhaddisler başka diyarda yoktur. Olsa olsa Bağdat'ta vardır. Güney tarafında olan Keşiş Dağı sanki hayat suyunun madenidir. Çünkü bu büyük dağdan 1060 tane adı, sanı ile malûm hayat suyu kaynaklar gibi akıp her yeri sular. Yukarıda yazılan büyük saraylara yeraltı su yolları ile bölüştürülmüştür, öylece evden eve gider. Yemiş ağaçları, çiçekleri, hele erguvan ağacı boldur. Yılda bir defa Emir Sultan Hazretlerinin erguvan toplantısı olup her yerden pek çok insan toplanır ki bu büyük derneğin tarifinden kalem âcizdir. Böyle bir topluluk ancak Emir Sultan şevkiyle olur. Memleketi güzel, halkı sevimli, tarlaları çok, nimetleri fazla, suyu ve havası hoş mamur ve büyük bir şehirdir. Anadolu'daki büyük şehirlerden biri de bu Bursa'dır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 66
Camileri Hepsi 1040 tanedir (246). 357 tanesi sultan, vezir, vükelâ kimselerin camileridir.
(247),
ileri gelenler ve büyük
Ulu Cami: Yıldırım Bayazıd Han yaptırmıştır. Bursa'nın havadar, yüksek yerinde güzel bir camidir. Cami içinde dörtköşe paye sütunlardan her birinin aşağısı adam boyu kadar altınlı, nakışlıdır; üstünde her payenin dört cihetinde de Tanrı isimleri türlü hatlarla ziynet verir. Bu yazıların elif harfleri üçer zirâdır ve düzdür. Bu sütunlar üzerinde 19 kubbe vardır ki hep kurşunla örtülüdür. Her kubbenin alemleri güneş gibi ışık verir. Yirminci kubbe yeri caminin ortasında olup sarı pirinç telden bir kubbe örülmüştür. Hayvanlar ve kuşlar giremeyip güneş ışığı girerek aydınlatır. Bu açık kubbenin altında eni boyu aynı büyüklükte bir havuz vardır ki iğinde türlü balıklar yüzer. Bütün cemaat o havuzdan abdest tazeleyip ibadet ederler. (245) Bu rakkam mübalağalıdır. Her eve 5 kişi hesabıyla Bursa'da 115.000 kişi olması icab eder ki 17. Yüzyıl ortası için imkânsızdır. (246) Bursa şehrinde 1040 cami bulunması da imkânsızdır. 23.000 ev gerçek olsa bile her 23 eve bir cami düşer ki mümkün değildir. Ancak Evliya Çelebi resmî makamlardan bu rakkamı bütün Bursa Sancağı için almış ve dalgınlıkla şehre ait diye göstermiş olabilir. (247) Hükümet ileri gelenleri.
Minberi yapan sanatkâr ceviz tahtası üzerine bütün üstadca kudretini sarfedip olağanüstü bir nakışla bezemiştir ki burada olan Bursalı Fahrî oymasının türlü çiçek resimleriyle yazılarını cihan ressamları toplansalar yapamazlar, örneği yoktur. Belki Sinop Camisi'ndeki minber bununla ölçüştürülebilir. Nakışlı bir Müezzinler Mahfili (248) vardır ki sanki Cennet Mahfilidir. Dört ciheti pencerelerle, pencereler billurlarla bezenmiş aydınlık bir camidir. Evkafı kuvvetli olduğundan burada olan kilim ve seccadeler hiçbir camide yoktur. Her gece yedi kandille aydınlanır ışıklı bir camidir. Gece gündüz kalabalık cemaati vardır. 70 yerde bütün ilimlerde dersiamları vardır. 2000 talebe dersle meşguldür. Bu caminin bir yan kapısından öteki yan kapısına kadar uzunluğu elli ayaktır. Kıble kapısından mihraba kadar 180 ayaktır. 3 kapısı vardır: Sol tarafta Hünkâr Mahfili Kapısı. Bu Mahfil tahtânîdir. Kıble Kapısı. Sağ tarafta da Mahkeme Kapısı bulunur. Kıble Kapısı'nda dışarı sofası vardır ama başka camiler gibi büyük haremi (249) yoktur. Küçük bir haremi vardır. Ortasında Şeyhülislâm Aziz Efendi abdest almak için bir havuz yaptırmıştır. Bu caminin sağında, solunda iki kaim yüksek minare vardır. Mahkeme tarafındaki minarenin kadehinde üstad mimar bir şadırvan kadehi icad edip bunun suyunu tâ Keşiş Dağı'ndan getirerek cidden marifet göstermiştir. Ama şimdiki halde, zamanla su yolları bozulup fıskiye işlemez olmuştur. Yağmur yağınca o şadırvanın kadehine su dolup kuşlar o rahmet yağmurundan içerek susuzluklarını giderirler. Bu cami Bursa şehrinin Ayasofyası'dır. Bütün camilerin ulusu olduğu için önce bu yazıldı. Sultan Orhan Gazi Camisi: Bursa'nın fethinde ilk yapılan bu camidir. Gazi Hüdavendigâr yani Şehit Murad Han Gazi Camisi: Bursa şehrinin batı tarafında, yarım saat uzaklıkta, eski Kaplıca şehrinin Edem (250) Mahallesi'nde güzel bir camidir. Yapılış tarzı hiçbir camiye benzemez. Gayet sanatkâranedir. Aşağısı ibadethane, yukarısı
www.atsizcilar.com
Sayfa 67
çepeçevre medrese odalarıdır. Herkes kendi odasında imama uyup ibadet eder. Görülmesi lâzım güzel bir camidir. Hikâye: Bir gün Murad Han Hazretlerinin bir doğanı uçup tak üzerine konmuş. Murad Han her ne kadar doğanı çağırrnışsa da gelmemiş. Gelmek ihtimali olmadığını da anlayınca öfkelenip "kaskatı kal" dediğinde Ulu Tanrı'nın buyruğu ile o doğan tak üzerinde taş olup kalmıştır. Hâlâ durur. Herkesin gözü önünde bellidir. (248) Toplantı yeri demektir. (249) Harem, caminin bahçesi veya avlusu demektir. (250) Bu kelimenin okunuşu şüphelidir. "Elif", "dal" ve "mim" harfleriyle yazılmıştır. Yani "Edm" veya "Adm" şeklindedir. Bizim Edem okuyuşumuz bir yakıştırmadır.
Bu caminin bir kapısı, bir tabakalı minaresi vardır. Haremi yoktur. Yıldırım Bayazıd Han Oğlu Mehmed Hem Camisi: Yeşil İmaret adıyla meşhur parlak bir camidir. Bursa'nın doğu cihetinde, yüksek bir yerde, üstadca yapılmış, gönül çekici bir camidir. Kubbeleri beyaz ham mermerdendir. İki kubbelidir. Boyu 108, eni 80 ayaktır. İçinde sütunları yoktur. Mihrap ve minberini tariften âcizim. Çünkü o mihrapta olan inceliği anlatmak imkânsızdır. Ancak bir kıble kapısı var ki sağında, solunda yüksek takma varıncaya kadar gayet ince ve güzel nakışlar yapılmıştır ki dünyanın en usta nakkaşları bunları kâğıt üzerine kıl kalemle yazamazlar. Fakat mermer üstadı bu kapıya tam üç yıl, ham mermer üzerine keser vurarak hünerini belli etmiş, bina sahibi Mehmed Han'dan üç yılda 40.000 altın almıştır. Yeşil İmaret Kapısı 40.000 altına yapılmış ve süslenmiştir diye dostlar arasında destan olmuştur. Seyyahlar arasında herkesin cidden övdüğü muhteşem bir kapıdır. Cennete benzeyen bu camide güzel sanatkârlıklar, türlü marifetler yapmıştır ki anlatmak isteyenler övmekte âciz kalırlar. Sözün sonu: Güzelliği ve hoşluğu bakımından yer yüzünde böyle bir insan işi yapılmamıştır. Yeşil Cami diye adlandırılmasına sebep kubbelerinin ve minaresi tacının yeşil ve sırlı çini ile örtülü olup güneş ışığı altında zümrüt gibi parlamasıdır. Dışarı haremi çınarlarla süslüdür. Bu caminin benzeri Bursa'da olmadığı gibi seyyahlar "başka ülkelerde de böyle bir Tanrı evi görmedik" diyorlar vesselam. Yıldırım, Bayazıd Han Camisi: Bursa'nın doğu cihetinde Cennet bahçesi gibi bir gülistan içinde küçük bir camidir. Fakat cemaatten mahrum kalmıştır. Uzunluğu 150, eni 100 ayaktır. Eski tarzda, sadece bir yapıdır. Bir kapısı, bir şerefeli minaresi vardır. Bu cami Temür vak'asında bitirilemeyip eksik kalmıştı. Yıldırım Bayazıd Han oğlu Musa Çelebi Rumeli'den mal gönderip bitirtti. Evkafı az olduğundan garip kalmıştır. Muradiye Camisi: Çelebi Mehmed Han oğlu Murad camisidir. Bursa'nın batısında, şehirden dışarıdadır. Dört yanı han, cami, imaret, mescitler, tekke ve medreselerle süslü, mamur, bağlı bahçeli, cana yakın bir ibadet yeridir. Yapan, Fatih Sultan Mehmed Han'ın babası ikinci Murad Han'dır ki ski kere padişah olmuştur. Edirne'de merhum olup na'şı Bursa'ya getirilmiş ve bu caminin alanına gömülmüştür. Ruhaniyetli bir camidir, insan ibadetle meşgul olmak için girse gece gündüz kapanıp çıkmak istemez, iki kubbelidir. Kıble kapısından mihraba kadar uzunluğu 150, eni 60 ayaktır. Mihrabı, minberi, Müezzin Mahfili sade, güzel ve eski tarzdadır. Bu cami 850 yılında {=29 Mart 144618 Mart 1447) yapılmıştır. Bir tabaka yüksek minaresi vardır. Dış hareminde çınarların her biri göğe uzamıştır. Cemaat, gölgelerinde gamsız kedersiz oturur. Bursa'nın bir gezinti yerinde yapılmış Selâtin camisidir. Nice şehzadeler burada gömülüdür. Emir Sultan Camisi: Etrafı gören bir şey üzerinde yapılmış bir camidir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 68
Molla Arap Cebbarı Camisi: Şehrin doğu tarafındadır. Ulu Cami tarzında yapılmış güzel bir camidir. Yüksek yerde olduğundan havası gayet hoş bir gezinti yeridir. Molla Arap Cebbarı adıyla adlandırılmış olup hoş havası insanı cidden cebren götürüp Hakka ibadet ettikten sonra halkla sohbet ettirir. Musalla Camisi: Sed başında çimenlik bir ovada yapılmış, dört tarafı kagir duvar büyük bir camidir. Bursa Medreseleri Orhaniye Medresesi, HUdavendiye Medresesi, Yıldırım Haniye Medresesi, Çelebi Mehmed Haniye Medresesi, Muradiye Medresesi, Emir Sultaniye Medresesi, Îsâ Beğ Medresesi, Emir Sultan yakınında Kasım Paşa Medresesi, Cüııeyd Beğ Medresesi,, Haeriye Medresesi, Kadri Efendi Medresesi, Molla Yeğen Medresesi, Molla Fenâri Medresesi, Zeyneddin Hâfî Medresesi, Sultanî Medresesi, Bayazıd Paşa Medresesi, Hamza Beğ Medresesi, Edebiye Medresesi, Gazâziye Medresesi, Veliyeddin Oğlu Ahmed Paşa Medresesi. Sözü uzatmak istemediğimden medreselerin tafsilâtına girişmedim. Birkaç dârülhadis, dârülkurrâ, dârüttâlimler dahi vardır. Bursa'nın Büyük Çarşısı Bütünü 9000 dükkândır (251). Kale gibi dört demir kapılı büyük bir kapalı çarşısı vardır. 300 dükkândır. Her birinde Mısır hazinelerine malik tüccarlar vardır. O kadar değerli, mücevherli kap kaçakları ve hediyelikleri vardır ki dillerle anlatılamaz. Kapalı Çargı'nın dört çevresindeki Kuyumcular Çarşısı bir büyük yolun dört tarafına yayılmış kagir binalardır. Gazazlar Çarşısı, Kavukçular Çarşısı, Takkeciler Çarşısı, iplikçiler Çarşısı, Bezzazlar, Hallaçlar Çarşıları gayet süslü olup sahipleri iyi ahlâklı çelebilerdir. Fakat Baharat (252) Çarşısı, hele gelincik gibi güzel Gelincik Çarşısı ayrıca bir büyük yolun iki tarafında olup öd, amber, misk, gülsuyu satılan güzel kokulu bir çarşıdır. İçinden geçen adam keyfinden çıkmak istemez. İşte bu 10 tane esnaf dükkânları Kapalı Çarşı'nın dört çevresini sarar. Kurşun örtülü kemerlerdir. Bazı yerlerinde demir pencereleri var. Her köşe başında bir çeşmesi bulunur. Bundan başka daha 100 yerde tertiple yapılmış pazarlar vardır. Seyyahların rivayetine göre bunlara denk güzel bir bina başka bir diyarda görülmemiştir. Bursa'nın bu çarşıları İstanbul'da bile yoktur. Fakat Haleb'in çarşılarıyla Edirne'nin Ali Paşa Çarşısı bunlara denk olabilir. (251) Evliya Çelebi'nin Bursa için verdiği 23.000 evi doğru diye kabul etsek bile yine 9000 dükkân çok fazladır. Bu herhalde 900 olacaktır. (252) Metinde "Ham hâlât" yazılmıştır. Ham halde satılan maddeler mânâsında ozanına ait bir terim değilse imlâ yanlışı olup doğrusunun baharat olması gerekir.
Saraçhanesi süslüdür. Uzun Çarşı'sı gayet mamur ve müzeyyen olup orada her türlü esnaf vardır. Pirinç Hanı yakınındaki Kebapçılar Çarşısı da ihtişamlıdır. Zevk sahiplerine malûm olsun ki Bursa'nın yiyecek, içecek satıcılarının hepsi Müslüman'dır. Bakkallar Çarşısı temizdir. Hoşafçıları bu diyara mahsustur. Kayağan Pazarı'ndaki yemiş, pazarcıları dükkânlarını meyve dallarıyla süslerler. İpekçiler başka bir çarşıdır. 75 kadar kahvehanesi vardır. Çalgıcılarla okuyucular günde üç defa Hüseyin Baykara fasılları derler. Her kahvede gazel okuyanlar vardır ki insanı mest eder.
www.atsizcilar.com
Sayfa 69
Meddahlarının başı "Kurban Alîsi Hamza" adında bulunmaz birisiydi. Meddah Şerif Çelebi, Firdevsî'nin Şehnamesi'ni okuyunca Cennet melekleri» hayran ederdi. Kıssahân (253) Harşene Mahmud, Kara Flruz, Tireli Ali Beğ "Ebâ Müslim Teberdâri" okumada sanki Siyeri Veysî sahibi idiler. Kahvelerinin en büyüğü Ulu Cami dibindeki Emir Kahvesi'dir. ileri gelenlerin ocağı, süslü, bezekli bir kahve olup cihanın bayıldığı rakkasları vardır. Kahve Ulu Cami dibinde olduğundan müezzin "Hayy ale'sselât" diyince kahvede kimse kalmaz; Hep camiye giderler. Bursa halkı namazını bırakmaz. Kahveleri birer irfan mektebidir. Şerefyâr Kahvesi, Serdar Kahvesi, Cin Müezzin Kahvesi meşhurlarıdır. 90 yerde meşhur bozahaneleri vardır. Bursa ileri gelenlerince bozahaneye girmek ayıp değildir. Çünkü kahvehaneler gibi bunlarda da okuyanlar ve çalanlar vardır. Daha birçok eğlence yerleri varsa da biz özetledik. İki yerde Tahtakalesi vardır. Bursa şehrinin umumî yolları çakmak taşlan ile döşenmiştir. Kaldırımları muntazamdır. Tanrı korusun, anayolda ayağı kayan at tepetaklak olur. Gayet cilâlı taşlardır. Yüzlerce yıldan beri bir taşı üstünde gedik olmamıştır. Irgandı Köprüsü: Bursa'nın bir çarşısı da Gök Dere'deki Irgandı Köprüsü üzerindedir ki sağlı sollu 200 kadar dükkândır. Hücrelerinin pencereleri, altlarından geçen Gök Dere'ye bakar. Bu köprü dükkânlarının üzeri bütün tonoz kemerlerle yapılmış olup kurşunla kaplıdır. Bu köprünün iki başında kale kapıları gibi demir kapılar üzerinde mazgal delikleri vardır. Kapılar kapanırsa başka bir yerden girmek mümkün değildir. Köprünün bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır. Anadolu'da, Arabistan'da ve Acemistan'da bir gözlü, meşhur, göğe yükselmiş büyük köprülerin biri de budur. Irgandı Köprüsü'nün yapılmasının sebebi: Türkçede "ırgandı", "sallandı" manasınadır. 729 yılında (254) Orhan Gazi, Bursa'yı fethetmiştir, O sırada Tanrı uğruna savaşan yiğitlerden biri hamama giderken bu köprü' yerinde "çıkayım mı, geleyim mi" gibi bir ses işitir. Gazi hemen kılıç çekip "çık bakalım, ne yapabilirsin" diyerek sesin geldiği yere bir kılıç vurunca, vurduğu yerden gürleyip büyük bir hazine meydana çıkarak yer ırgalanıp sallanır, sarsılır. Gazi hayrette kalarak şaşırır, iki yanına bakarak ne görse iyi? Derenin içi Kıdafa (255) sikkeli altınlarla dolu. Hemen koşarak Orhan Gazi'ye başından geçenleri anlatır. O da: "Ne hayır ettin? Allah sana kısmet etmiş. Git Bursa'da hayrata sarfet" diye emreder. Savaşçı, bütün malı evine taşıyarak onda birini Devlet Hazinesi'ne verdikten sonra kalanı ile büyük bir köprü yaptırır, işte Irgandı Köprüsü denmesinin sebebi budur. (253) Kahvelerde ve toplantılarda daha ziyade dini ve efsanevi hikâyeler anlatan adam. (254) Bu tarih herhalde istinsah yanlışı olacaktır. Çünkü biraz yukarda Evliya Çelebi 726 da fetholunduğunu yazmıştı ki doğrusu da budur. (255) Bu isim Evliya Çelebi'nin biraz yukarda bahsettiği İzmir Kıraliçesi "Fidka" ile aynı ad olacak. Eski harflerle yazılışı birbirine benzeyen bu kelimelerden hangisinin Evliya Çelebi tarafından yazıldığı belli değildir.
Bursa'nın içinde ve dışında küçük, büyük 40 kadar köprü vardır. Çarşılarında, dükkânlar üzerinde üzüm asmaları olup salkım salkım üzüm avizeleriyle süslüdür. Baştanbaşa asmalarla bezenmiş pazarlardır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 70
Bazı meydancıklarda çınar ve salkım söğütlerle süslü sokakları vardır. Bu şehir öyle Cennet bağı gibi bahçeli bir şehirdir ki "47.000 kadar bağ, bahçe, bostan, gülistanı vardır" diye yazılmıştır (256). Aşağı şehrin her evinde birer ağaçlı bahçe bulunduğu gibi her birinde de mutlaka havuz ve şadırvan vardır. Bursalılar Nice bin samur kürklü, muhteşem, çok zengin tüccarları ve bilginleri vardır. Bir takımı da ileri gelenlerdir ki at sahibi, hanedandan hizmet ehilleridir. Bir takımı çarşı ve pazarda sanat sahipleridir. Güçleri yettiği kadar türlü türlü güzel elbiseler giyerler. Burası Anadolu toprağı olduğundan "lehçeleri Aral (257) lehçesine yakındır. Meselâ "Ahmed Çelebi" yerine "Ehmet Çebü", "Mehmed Çelebi" yerine "Memet Çebü", "İsmail" yerine "Ismıl", "Ca'fer" yerine "Cafar" derler. Daha nice bilinmedik sözleri vardır ama bazı şehir çocukları vardır ki söz ebesi, rind, arif, nükteci çelebilerdir. Bütün halkı yabancı dostu, gezmeyi sever, hoş konuşan adamlardır. Çok defa kazançları ipektendir. Bursa dördüncü iklimdendir. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkının yüzleri kırmızıdır. Fakat lodos rüzgârı tarafını Keşiş Dağı örtmekle o rüzgârlarda havası ağırdır. Güzel erkek ve kadınları gayet çoktur. Şairler bu yüzden "Şehrengizler" (258) yazmışlardır. Kadınları güzellikte, tenasüpte ileridir. Sözleri de boyları gibi biçimlidir. Gür saç örgüleriyle şairlerin akıllarını çelerler. Başka diyar kadınlarında böyle bir şey yoktur. Burada erkekler o kadar çok yaşar ki kuvveti gider, biçimi gider, konuşmadan kalır, yine de yaşar. (256) Bu söz muhtemelen resmî tahrir kayıtlarından çıkarılmıştır. (257) Aral" kelimesinin istinsah yanlışı olduğu muhakkaktır. Belki de bu kelime "Anadolu"dur ve yazılırken değişikliğe uğramıştır. (258) Bir şehrin güzelleri hakkında yazıları manzum eserler.
Halkı ince endamlı, gümüş bedenli, sevimli kim» seterdir. Konuşsalar gayet güzel söz ettiklerinden tasana tesir edip gönül ferahlığı verir. Çünkü her biri bir üstaddan feyz almış kimselerdir. Osmanlı Şehzadeleri'nin Mezarları Osman Gazi oğlu Şehzade Alâaddin Paşa 804 tarihinde (= 11 Ağustos 1401 - 31 Temmuz 1402) ölmüştür (259). Babası ile beraber Orhan Gazi yanında yatar. Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Şehinşah, Bursa'da hâkimdi. Şehzade Şehinşah'ın oğlu Şehzade Mehmed babasıyla Bursa'da beraberdi. Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Mehmed, oğulları Şehzade Musa, Şehzade Emir, Şehzade Orhan, Şehnaz de Alemşah, Alemşah'ın oğlu Şehzade Osman. Bayazıd'ı Velî'nin oğlu Şehzade Ahmed Han. Sultan Ahmed'in Şehzadesi Alâaddin, Şehzade Ali Ham adlı iki şehzadesi taundan merhum olup naaşları Bursa'ya götürülerek Orhan Gazi ile Osman Gazi arasına gömüldü. Bayazıd'ı Velî oğlu Şehzade Korkud. Kardeşi I. Selim'le büyük savaş edip bozularak kaçmış, Teke Vilâyeti'ne sığınmıştı. Orada Piyale Lalası ile bir mağarada saklanmış bulunarak 919 tarihinde (= 9
www.atsizcilar.com
Sayfa 71
Mart 1513 - 25 Şubat 1514) ölüp (260) Bursa'da II. Murad yanında büyük bir kubbe içinde rahata kavuşturuldu. Doğrusu güçlü kuvvetli şehzade imiş. İkinci Murad Han oğlu Şehzade Hasan: Fatih Sultan Mehmed'in ana bir küçük kardeşidir. Şehzade Kasım, Alişah, Cihansah, Veli Han, Buğa Han. Bunların hepsi ikinci Koca Murad Han'ın türbesinde gömülüdürler. Cenışah, Çelebi Süleyman Beğ, Şehzade Süleyman Çelebi, Şehzade İsa Çelebi, Çelebi Sultan Mustafa dahi Bursa'da gömülüdürler (261). İstanbul'a Dönüş 6 Safer 1050 de (=28 Mayıs 1640) velinimetlerimizle vedalaştık. Nicesi de dostluk göstererek atlara binip arkadaşımız Okçuoğlu Ahmed Ağa ile birlikte benimle Nilüfer Köprüsü'ne geldi. Orada, gelenlere veda ederek 4 saatte yine Mudanya kasabasına vardık. Orada hayvanlarımızı Bursa ileri gelenlerinin hademelerine teslim ederek bir hafif yüklü gemiye bindik. Günün uygun zamanında yola çıkıp denizin dalgalarına kapılarak sallana sahana çalkalanıp bir günde canımızdan bezmiş olduğumuz halde Bozburun iskelesi'ne geldik. (259) Orhan Beğ'den büyük olan Alâaddin Paşa yani ÂM> Erden Beğ'in 1402 ye kadar yaşamış olmasına pek ihtimal verilemez. (260) Metinde ölüm tarihi 909 gösteriliyorsa da istinsah yanlışı olduğu bellidir. (261) Evliya Çelebi'nin sıraladığı şehzadelerde düzeltilmeye ve incelemeye muhtaç çok noktalar vardır. Meselâ Çelebi Süleyman Beğ ile Şehzade Süleyman Çelebi aynı prenstir.
Eski zamanda mamur ve ticaretgâh bir iskele imiş. Amansız bir girdabın olduğu yerde bulunduğundan gelen gemiciler girdap korkusuna düşerek beş on gün, yahut bir iki ay yatarlar, işte burada bekleye bekleye bıkan tayfaların ve tüccarların bedduası eseri olarak burası harap olmuş ve olmakta bulunmuştur. iskele basında bir han, birkaç misafirhane, küçük bir cami ile birkaç bakkal dükkânı, ekmekçi ve bozacı dükkânları var. Başka bir bina yoktur. Lâkin dört çevresinin bağ ve bahçeleri çoktur. İskele başındaki caminin kapısında ve duvarlarında misafirlerin şikâyet yazılarından bir harf yazacak boş yer kalmamıştır. Bir gemi bu girdaptan geçmeden kurtulamaz. Türlü türlü yazılar görmek isteyenler Bozburun'a gelip duvarları seyretsinler: Dâd
(262)
elinden Bozburun,
Feryâd elinden Bozburun! Bekleye bekleye seni Kalmadı ağız, burun. Yahut: Ey belâlı Bozburun! Feryâd elinden, âh, dâd. gibi nice manzumeler vardır ki okuyanlar gülmeden hayran kalır. Ben dahi iki gün bu hal ile bekledim. Nihayet zarif, kibar 15 kişi bir yere geldik. Silâhlarımızı kemendimize
www.atsizcilar.com
Sayfa 72
bağlayarak karadan yola düştük. 3000 adım kadar gittikten sonra Armudlu nahiyesine vardık. Armudlu kasabası nahiyedir. Nâib oturur. Subaşısı Bursa tarafındandır. Kasaba düz bir ovada, bağlı bahçeli, çevresi armut bahçeleriyle süslü, mamur bir yerdir. Onun için Armudlu derler. 300 kadar mamur evi vardır ki hepsi kiremitle örtülüdür. 1 camisi, 1 hamamı, 3 mescidi, 1 hanı, 10 kadar dükkânı vardır. Suyu ve havası gayet güzeldir. Bir gece orada misafir kalıp sabahleyin gemicilerin haber vermesiyle acele kıyıya gelip yine gemiye bindik. Tanrı'ya hamdolsun hafif batı rüzgârıyla Bozburun girdabından kurtulup yelken açarak Katırlı adlı dağın dibinden Bababurnu adlı yerde Baba Sultan ruhuna Fatiha okuduk. Denizde 50 mil kadar ilerledikten sonra hava gayet elverişli olarak sütliman haline geldi. Herkes hayrette kaldı. Bir ara denizde serseri gezdik. Sonra rüzgârın uygun esmediğini görerek gemimizi rüzgâra uydurduk, ikindi vaktinde İstanbul kıyılarında 5 mil daha giderek Ayastafanos (263) kasabasına geldik. Ayastafanos kasabası: Madyan oğlu Yanko, İstanbul'u yaptığı zaman oğlu Aya İstekan dahi bu şehri yaptığı için ondan bozma olarak Ayastafanos derler. Deniz kıyısında, Bostancıbaşı hükmünde bir subaşılıktır. Bir Yasakçı Kolluğu vardır. Eyüp Mollası'nın nahiyesi hükmündedir. Kâfirler zamanında büyük şehirmiş. Emevîler'den Süleyman bin Abdülmelik zamanında İstanbul kuşatılarak fetholunamadan dönüldüğü vakit Ömer bin Abdülaziz bu şehri, ahalisinin itaatsizliği dolayısıyla harap etmiştir. Şimdi 500 mamur evli bir Rum kasabasıdır. 1 zaviyesi, 1 küçük çarşısı, 2 kilisesi vardır. Havası çok güzeldir. Burada bütün arkadaşlarımızla gemiden çıkıp misafir olduk. Sabahleyin yaya olarak kıyıdan kuzey tarafına giderek 3 saatte İskender Çelebi Bahçesi'ne vardık. Bu bahçe, deniz kıyısında Cennet bağı gibi bir Hünkâr bahçesidir. II. Selim Han çağında İskender Çelebi adlı bir Defterdar'ın bahçesi imiş. Mimar Sinan yapmıştır. (262) "Feryad, figan" mânâsında Farsça kelime. (263) Bugünkü "Yeşilköy". Evliya Çelebi bunu "Ayastafanos" şeklinde yazıyor.
İskender Çelebi'nin çocuksuz ölmesi üzerine Padişahlara mahsus has bahçe olmuştur. Bir Bostancı başısı, 200 kadar külâhlı Bostancı neferleri vardır. Şeyhülislâm Hüseyin Efendi Ziyareti: IV. Murad Han Müftülerindendir. Şimdiye kadar öyle bir Müftü gelmemişti. 40.000 den fazla fetva ezberinde idi. Ziyaretten sonra bahçe üstadından atlar alıp arkadaşlarımla binmiş olarak giderken deniz kıyısında ağırlıklarımızı taşıyan gemi de kürek çekerek bizimle yarış ediyordu. Nihayet 15 Safer 1050 de (= 6 Haziran 1640) İstanbul'a girdik. Ben o gün evimize varıp babamın ve anamın ellerini öperek huzurlarında durunca babam: "Safa geldin Bursa seyyahı, safa geldin" dedi. Halbuki nereye gittiğimden kimsenin haberi yoktu. "Sultanım! Bursa'da olduğumu nerden bildiniz" dedim. Dedi ki: "Sen 1050 Muharreminin aşûrâsında (= 2 Mayıs 1640) kaybolduğun gece ben nice dualar okudum. Bin kere İnnâ A'taynâ Sûresini okudum. Gece rüyamda seni gördüm. Bursa'da Emir Sultan zaviyesinde ruhaniyetinden yardım dileyerek seyahat rica edip ağlıyordun. O gece bana nice hâl ehli canlar rica edip senin seyahate gitmekliğin için izin istediler. Ben de o gece hepsinin rızası ile sana "izin verdim. Fatiha okuduk. Gelimdi oğul! Bundan sonra sana seyahat göründü. Tanrı mübarek eyleye. Ama sana öğüdüm var" diye elime yapışıp karşısında ayak üstü durdurdu. Sağ eliyle sol kulağımı burarak uzun bir öğüt verdi. Sonunda da enseme bir pehlivan sillesi vurup kulağımı burdu. "Yürü, sonun hayır olsun" dedi.
www.atsizcilar.com
Sayfa 73
Sillenin tesirinden kurtularak gözümü açınca baktım ki evimizin içi nurla dolmuş. Hemen babamın elini öpüp sessiz durdum. Bir heğbe içinde 12 kadar nefis kitap ve 200 kadar Eşrefi altın yol parası verdi. "Yürü. Nereye gidersen iznim var. Ama gurbet diyarında tedarikli ve merd ol. Dertlilere yâr ol" diyerek alnımdan öptü. Çarşamba Pazarı'nda "Ab dülvâhid Efendi" ye götürdü. Onun da hayırduasını aldık. Şeyh Mısırlı Ömer Efendi, Şeyh Gafûrî Efendi, Şeyh Ehlicennet Efendi, Şeyh Bektaş Hasan Efen diye götürdü. Hâsılı 12 kadar şeyhin de ellerini öptüm. Hepsi de: "Yürü! Tanrı seyahatini kutlu etsin" diye himmet buyurdular, içime sevinç doldu. Evimize geldik. O hafta 1 Rebîülevvel 1050 de (=21 Haziran 1640) akrabamızdan Kuloğlu Mehmed Reis'in gemisiyle İzmit'e gitmek üzere babamın elini öperek yola düştüm. İzmit Seyahatimiz Cuma günü Yemiş İskelesi'nde elbisemizi gemiye koyduk. Cuma namazını yine o iskeledeki Ahi Çelebi Camii'nde kılarken aklıma, rüyamda o camide Hazreti Peygamber'in imamlık ettiği sabah namazı, Peygamber'in elini öperken meclisin heybetinden şaşırarak "şefaat" yerine "seyahat" dilediğim geldi. "Tanrı'ya hamdolsun, seyahat kısmet oldu" diye şükrederek yüzümü yere sürdüm. Sonra gemiye binerek poyraz rüzgârı ile Üsküdar tarafından Kadıköyü Burnu'na, Kalamış Burnu'na, Hünkâr'ın Fener Bahçesi Burnu'na, Yelkenkaya Burnu'na uğrayarak rüzgârı arkadan almak suretiyle Danga Kalesi'ne geldik. Darıca: İstanbul'dan 80 mildir. Deniz kıyısında yalgın kaya üzerinde, kare şekilli, büyük bir yapıdır. Taş, çetin bir kaledir. Limana bakan bir kapısı vardır. Dizdarı, neferleri yoktur. Fakat iğinde 20 kadar kiremit örtülü evi vardır. Bir camisi varsa da çarşısı, pazarı, hamamı yoktur. Kostantinoğlu, Acem diyarında "Dârâgâ" yi yenerek Dârâ evlâtlarını burada bir mağara iğinde rahiplerin hapsine verdi. Sonra bu kaleyi yaparak adına Dârâpeçe (264) koydu ki Dârâ oğulları demektir (265). Bu kale 827 tarihinde (= 5 Aralık 1423 22 Kasım 1424) Çelebi Sultan Mehmed Han tarafından fetholunmuştur. Hâkimi Kireççibaşı'dır. Evkafı Subaşılıkktır. Gebze (266) Kazası'nın nahiyesidir. Aşağı varoşu 300 kadar kiremitli ev olup bir camisi, bir hanı, bir hamamı, küçük çarşısı vardır. Gayet güzel liman olduğundan Gebze şehrinin iskelesidir. Gebze bunun kuzeyinde, dağlar üzerinde, bir saat kadar mesafede, Bağdat ve Erzurum yolu üzerindedir. Bu kalede demir aldık. Rüzgâr olmadığından gemiciler kürek çekerek 20 mil mesafedeki Dil iskelesi'ne getirdiler ki burada Konya, Halep, Şam, Mısır'a giden hacılar, tüccarlar, ziyaretçiler at kayıklarına binip bir mil kadar karşı tarafta bulunan "Hersek Dili" ne geçerler. Zira bir boğazdır. Doğu tarafı 80 mil sürer büyük bir körfezdir ki sonunda İzmit şehri vardır. Bu Gebze (267) Dili İskelesi'nde 2 eski han, 2 ekmekçi dükkânı, 1 bozahane, 2 bakkal dükkânı ve 1 çeşme vardır ki üzerindeki tarihten Sultan Murad'ın Bostancı basısı Mustafa Ağa'nın 1048 yılında (=15 Mayıs 1638 3 Mayıs 1639) yaptırdığı anlaşılıyor. Buradan yine gemiye binip 3 mil kadar kürek çekerek sakin bir havada "içme Suyu" durağına geldik. Bütün arkadaşlarla dışarı çıkarak deniz kıyısında çadır kurup zevk ve safaya koyulduk. Müshil İçme Suyu: Her yıl temmuzda, kiraz mevsiminde İstanbul'dan ve başka şehirlerden buraya binlerce adam birikip çadır kurarlar. Bir saz ve eğlence, bir yiyip içme olur ki kırk gün, kırk gece sürer, öyle tüfek, fişek eğlenceleri olur ki dillerle tarif olunmaz. Hastalıklı olup iç hastalıklarına uğramış olanlar burada üç gün, üç gece içme Suyu'ndan içerler. Allah'ın emriyle kimisi kusup sarı sarı, yeşil safra, kara halitalar çıkarırlar ki insan pis kokusundan ölecek gibi olur. Bazıları da aşağısından türlü türlü hastalıkları çıkararak sanki yeniden hayat bulur. Bazıları tesbih tanesi gibi durulmuş şeyler çıkarır. Kırk ellişer
www.atsizcilar.com
Sayfa 74
boğum bağırsak gibi çıkılan çalılara sererler. Gelip gidenler temasa eder. Acayip hikmettir ki bazı çıkıları yardıkta içinden binlerce kara başlı kurtlar, kelebek gibi haşerat çıkar. Bu su, yalçın kayadan kaynayıp çıkar. Berrak, lâtif bir su ise de tuzludur. (264) Metinde Dârâ ise de "Dârâ oğlu" diye tercüme ettiğine göre Dârâpece" olması lâzım. (265) Bu hikâye 'in Dârâ ile .savaşından bozmadır. (266) Metinde: Gibüze (267) Burada: Geğbüze.
İçme Suyu'nun şartları: İçen kimse önce üç gün asla tuzlu ve canlı (yani et) yemeyip perhiz eder. Dördüncü gün sabah ve aksanım birer fincan su içer ama kendisini sıcak tutar, üç gün böyle devam eder. Sonra üç gün daha üç nöbet sudan içip kaynamış tuzsuz piliç suyu içer. On beş gün sürgün olduktan sonra yukardan da, aşağıdan da faydalar görür. Limon suyu, ekşi çorba içerek sürgününü keser. Nice faydalar görür. Sonra buradan gemilere binip karşıdaki Yalova ılıcalarına giderek orada hamamlara girer. Bütün vücudu sağlam ve tenasüplü uzuv sahibi olur. Bu su işte böyle hassalı bir içme suyudur. Buradan bir gemiye binip kürek çekerek yarım saatte ine Hacı Köyü'ne vardık. Bu köy deniz kıyısında 1 mescitli, 60 evli bir Müslüman köyüdür. Bir değirmeni var. Buradan yine S saat kürek çekerek Zeytinburnu Köyü'ne geldik. Zeytinburnu Köyü: İzmit'te bir iskeledir. İçinde hiçbir imaret yoktur. Yeniçeri Ağaları'na mahsus gemiler burada yüklenir. Dağlarında mamur köyler vardır. Buradan uygun rüzgârla körfezin iki tarafındaki mamureleri temaşa ederek S saatte İzmit Kalesi'ne yetiştik. İzmit Kalesi: Yunanlılar'ın Aleksandra dedikleri İskender ki asıl adı İskender-i Yûnânî'dir, Peygamber'den 882 yıl önce bu İzmit şehrinde dünyaya gelmiştir. Ama Filkos oğlu İskender, Rumeli'de, Kavala'da doğmuştur. Yunanlılar'ın sözüne göre bu dünyaya 4 İskender gelmiştir. Ama bu İzmit'te doğan İskender yüce bir padişah olup İzmit'i imar ederek metin bir kale yapmıştır ki İstanbul'a benzermiş. Hâlâ yapısının eserleri, burçları, kuleleri bellidir. Yunan tarihlerinde İzmit şehrine "İskender Makedonya" deler, İskender Temmuz ayında İstanbul karşısındaki Çamlıca dağlarında yaylanırdı. Şimdiki Üsküdar bile İskender'den bozma bir kelimedir. İskender, İzmit'in doğu tarafındaki Sapanca Gölü'nü yararak İzmit Körfezi'ne akıtmıştır. Sakarya Irmağı ile Karadeniz ve İzmit Körfezi arasındaki Kocaeli ve İzmit bir ada gibi kalmış imiş. Sonra İstanbul tekfuru bulunan Kostantin (268), Sapanca halicini kapatıp İzmit'i adalıktan kurtarmıştır. Ama Osmanlı Hanedanı yine dilek edinse Sapanca Gölü, İzmit Körfezi'ne akarak bir kantar odun 5 akçaya, bir tahta (269) 2 akçaya olur ve bütün İzmit gemileri tâ Düzce Pazar'a yanaşıp orası ticaret iskelesi haline gelir. Bu İzmit Kalesi, İstanbul Rumları'nın elinde iken 731 (= 15 Ekim 1330 3 Ekim 1331) yılında (270) Orhan Gazi zamanında fethedilmiştir. Fethinde güçlük çekildiğinden alındıktan sonra kalesi yer yer yıktırılmıştır. Bundan maksat Kâfirîer'in isteğini kesmek, onları bir daha bu kaleyi almak hevesine düşürmemektir. Hâlâ yıkıntı kalıntısı olarak deniz kıyısında dört köşe, bir kapılı büyük bir kulesi var. İçinde Dizdar ve neferleri varsa da içi gemi alayı (271) ve kerestelerle doludur.
www.atsizcilar.com
Sayfa 75
Orhan, bu kaleyi fethetmek için önce "Koca Beğ" i serdar ederek "iznimdir, var git" buyurmuş, işte "izmit" de "iznim, git" ten bozmadır derler. Bazıları da "azma, git" veya "ezme git" derler. (268) Metinde "Kştntş" şeklindedir. Bunun "Kstntn" yani Kostantin'den bozma bir imlâ yanlışı olacağını sanıyorum. (269) Metinde "tahta" miktarı gösterilmemiştir. (270) Metinde hicrî tarih 831 olarak gösterilmiş ki yanlış olduğu bellidir. (271) Gemi malzemesi demek istiyor
Fetihten sonra yine Koca Beğ serdar olarak Kalipo Vilâyetini fethederek adına Kocaeli demiştir. Fatih Sultan Mehmed, Anadolu Eyaletleri'ni yazdırdığı sırada İzmit'i de Anadolu'dan bir sancak olarak yazdırmıştır. Zamanımızda burası üç Tuğlu Vezirlere arpalık olarak ihsan olunurdu. Padişah tarafından 26.526 Hası Hümâyunu, 35 Zeameti, 187 Tımarı, Çeribaşısı, Alaybeğisi vardır. 350 akçalık yüce bir kazadır. Kadılığı yılda 5000 kuruş olur. Paşalığı yılda 20.000 kuruşa varır mamur ve büyük bir şehirdir, iskelesi büyük bir ticaret limanıdır. Zengin tüccarları vardır. Bir Yeniçeri Serdarı, bir Sipahi Kethüdası, bir Müftüsü, bir Nakîbüleşrafı vardır. Çoğu kereste tüccarlarıdır ki türlü türlü ipek elbiseler giyerler. Muhteşem Yeniçeri oturma yerleri, Korucuları (272) vardır. Bu şehrin evleri 3500 tane olup mükellef, süslü, tabaka tabaka, bağlı bahçeli, mamur, kırmızı kiremit örtülüdür. Mükellef saraylarının en düzgünü Bağdat Fatihi Dördüncü Murad Han sarayıdır ki bağlı bahçeli büyük bir saraydır. Anlatmakta dil kısır kalır. Hâlâ padişahlara mahsustur. Bahçe Ustası ve 200 kadar Bostancı neferleri vardır. Paşa Sarayı, Altıntopoğlu Evi, Serdar Solak Evi ile şehir 23 mahalledir. 3 mahallesi Hıristiyan, 1 mahallesi Yahudi'dir. 23 tane camisi vardır. En eskisi çarşı içindeki Mahkeme Camisi'dir. Bir minareli, örtülü güzel bir camidir. Bunu Süleyman Han'ın Veziri Pertev Paşa buraya 7 yıl hâkim olduğu vakit yaptırmıştır. Bezenmiş, güzel bir camidir. Koca Mimar Sinan yapmıştır. Bundan başka Mehmed Beğ Camisi, Alâaddin Beğ Camisi, Abdüsselâm Beğ Camisi de Mimar Sinan'ın eserleridir. Mescitleri de vardır. Dârülhadis ve dârülkurrâsı yoktur. Hamamlarından Pertev Pasa Hamamı'nın güzel havası ve suyu, binası, iyi tellâkları vardır. Rüstem Paşa Hamamı da, Pertev Paşa Hamamı da Koca Mimar Sinan'ın elinden çıkmadır. Hanlarının en mükellefi Pertev Paşa Mihman Sarayı'dır. Gidip gelenler için 70 odası olan kagir bir handır. Kubbesi tonoz ve kurşunludur. Hanlardan başka iskele başında 200 kadar kereste ve başka mal mahzenleri vardır. Çarşısında 1100 dükkân bulunur. 40 kadar da nakışlı kahvehaneleri vardır. Bu şehrin kagir, kapalı çarşısı yoktur. Lâkin tüccar hanlarında bütün değerli şeyler bulunur. Hünkâr Sarayı yakınında Tersanei Âmiresi vardır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 76
Şehrin bütün evleri yüksek bayırlar üzerinde olup pencereleri kıble tarafında denize bakar. Sokakları baştanbaşa beyaz taş kaldırımla döşelidir. Evlerinin arkası dağlardır. Dağların üstü bağlarla doludur. Suyunun ve havasının güzelliğinden halkı sıhhatli, sağlamdır. Beyaz renklidirler. (272) "Korucu", Yeniçeriler'de bir sınıf
Doğu tarafındaki dağlara "Ağaç Denizi" derler. İçinde adam kaybolur. Göğe yükselmiş öyle ulu ağaçları vardır ki gölgesinde 10.000 koyun gölgelenir. Güneş tesir etmez uçsuz bucaksız dağlardır. Bu uzayan dağ içinde türlü türlü tahtaları biçecek bıçkı değirmenleri vardır ki su ile dönerler. Bu dağlarda 50 arşın uzunluğunda çapa direk keserler. Rumeli ve Balvan direkleri meşhurdur. İzmit Denizi'nin bittiği yerde, deniz kıyısında Tuzla'sı vardır ki gayet meşhurdur. Tuzu gayet lezzetlidir. Tuz Emini vardır. Şehir içinde camilerde, çeşmelerde akan suyu hayat suyundan nişan verir ki bu da meşhurdur. Beyaz kirazı, kızıl elması da meşhurdur. Bu şehirde akrabamız Kuloğlu Mehmed Çelebi'nin evinde zevk ve safa edip nice ahbaplar ve dostlarla müşerref olduk. Oradan yine gemiye binip denizin karşı tarafında 3 mil mesafedeki "Baş İskele" ye geldik. Oradan da yine gemiye binip 30 milde durak olan Dil iskelesi'ne geldim ki karşı tarafındaki Gebze Dili, Üsküdar tarafındadır. Bu ise hakikatte Hersekoğlu tarafından denizin içine girmiş bir di] gibidir. Rivayet olunur ki Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş buradaki gemicilere gelip: "Oğullar! Beni karşı tarafa geçirin" der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş hemen eteğine toprak doldurur. "Biz karşıya Ulu Tanrı'nın emriyle böyle geçeriz" diye eteğinden toprağı denize döktükçe deniz kara olur. Böylece geminin ardınca yürür, gider. Gemiciler bu hali görünce: "Aman sultanım! Boğazı doldurup ekmeğimize engel olma. İstanbul'dan İzmit'e gemiler geçmez olur. Lutfet, burası gemimize gerek" diye rica ederler. O da 12.000 adım kadar denizde gidip doldurduktan sonra gemiye girer. Hâlâ onun için Dil derler bir sivri kumsal burundur. Derviş Hazretleri de karşı yöne geçince kerametlerini açığa vurduğu için ruhunu Tanrı'ya teslim eder. Gebze Dil iskelesi yakınında "Dil Baba Dede" adı ite gömülüdür. Bu Hersek Dili burnunda büyük bir han vardır. Gidip gelene açık olup herkes misafir olarak karşı taraftan kayıkların gelmesini bekler. Burayı Fatih'in veziri Hersekoğlu Ahmed Pasa yaptırdığından Hersek Dili derler. Böyle bir burundur. Sonra bu Dil'den yelken açıp Kara Yalova Kalesi'ne vardık. Kara Yalova Kalesi: Kale ve şehir tekfur yapısıdır. Buraları Osman Gazi'nin buyruğu ile "Kara Yalavacoğlu" fethettiğinden "Kara Yalova" derler. Fethetmede güçlük çekildiğinden kalesi yıkılmıştır. Lâkin temelleri görünmektedir. Yıldırım Han zamanında Bursa Sancağı hükmünde yazılmıştır. 150 akçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı ve Subaşısı vardır. Şehrin bütünü 700 evdir. 7 camisi, 1 hamamı, 3 hanı, 40 50 dükkânı vardır. Fakat burası deniz kıyısında havası ağır, sıtma yuvası, yoğurtlu, mamur bir kasabadır. Her türlü yemişleri güzeldir. Buradan arabalara binip kıble yönüne 5 saatte meşhur ılıcaya vardık. 200 den fazla çadır vardı. Biz de çadırımızı kurup sohbete başladık. Ilıcasının suyu çok sıcaktır. Soğuk su katılırsa mutedil olur. Gayet faydalı ılıcadır. Her yıl kiraz mevsiminde bu dağlar, bu ılıcanın hatırı için birer safa yeri olur. Burada bir hafta zevk ve safa ettikten sonra yine arabalara binip 5 saatte Samanlı Kalesi'ne vardık.
www.atsizcilar.com
Sayfa 77
Samanlı Kalesi: Burası da Osman Gazi çağında "Samanlıoğlu" adındaki savaşçı tarafından fethedildiğinden "Samanlı" derler. Tanrı emriyle samanı dahi çok olur. Deniz kıyısında harap kalesi vardır. 150 evli, bağlı bahçeli mamur bir kasabadır. 1 camisi, 3 mescidi, birkaç dükkânı vardır. Nahiyesi Yalova'dır. Bunun da havası ağırdır. Buradan gemiye binerek 20 milde Heybeli Adası'na geldik. 10 mil çevresinde bağlı bahçeli, hayat suyu kuyulu, alaca tavşanlı mamur bir adadır. Oradan kürek çekerek 6 milde Burgaz (273) Adası'na, vardık. Burası İstanbul fethinde Fatih'e itaat etmiştir. Kalesi deniz kıyısında, yalçın kayalar üstünde, kare şeklinde, sağlam, küçük bir kaledir. Adanın çevresi 11 mildir. Mahsuldardır. Kalesi olduğu için Türkçe Burgaz Adası yani Kale Adası derler. 300 kadar bağlı bahçeli, tatlı suyu olan kuyulu evleri vardır. Bu da Bostancıbaşı hükmünde olup bir Yeniçeri Yasakçısı vardır. Halkı Rum'dur. Mamur kiliseleri vardır. Keçisi, tavşanı gayet çoktur. Dağlarında bağlarının hesabı yoktur. Halkı zengin reislerdir. Oradan 16 milde "Kınalı Adası"na geldik. Bu adanın çevresi 8 mildir. Mamur adadır. 100 kadar evi. Dağlarında bağları var. Ekimi dahi olur. Bir manastır da vardır. Oradan 10 mil gidip Kızıl Ada'ya (274) vardık. Bu da mamur bir adadır. Çevresi 20 mildir. 200 kadar Rum evleri vardır. Dağları kızıl olduğundan buna Kızıl Ada derler. Üsküdar'a yakındır. Kilisesi, bağ ve bahçeleri, dört yanında balık dalyanları vardır. İşte bunlar büyük, küçük 7 adadır. Hepsi Bostancıbaşı hükmünde olup Kapdan Paşa'nın eyaletidir. Onun hasıdır. Yardımcılarından Subaşıları, birer Yeniçeri Yasakçıları vardır. Bu 7 adacık İstanbul'a 18 mildir. İzmit Boğazı ile Yalova arasına dizilmiş adalardır. Ben bu 7 adanın arasında 7 gün gezip temaşa ettim (275). Nihayet dokuzuncu gün iyi bir havada İstanbul'da "Odun Kayısı" na girdim. Babam ve anamla buluşup ellerini öperek İzmit hediyelerinden takdim eyledim. Hayırdualarını aldım. İstanbul'da biraz müddet zevk ve sefa ettikten" sonra babamın oğulluğu Ketenci Ömer Pasa, Trabzon Valisi oldu. Babam da beni Ömer Paşa'nın kethüdası olmak üzere onunla birlikte gönderdi. (273) Metinde: "Boğaz". (274) Evliya Çelebi'nin güneyden gelerek en sonra Kızıl Ada yani bugünkü adı ile Büyükada'yı gezmesi biraz gariptir. Bu, rüzgâr ve akıntının tesiriyle olabileceği gibi notlarının karışık olmasından, bunları düzenlerken şaşırmasından da olabilir. (275) Kâtip Çelebi'nin sık sık kullandığı "dağ" kelimesinin "tepe" anlamına geldiği açıkça görülüyor. Bunun gibi yine çok kullandığı "mil" kelimesinin bugünkü tam karşılığım bulmak güçtür. Eskiden de türlü "mir'ler vardı. Bir de "Osmanlı mili" bulunuyordu. Bunların karşılığını herhalde matematikçiler bilir.
1050 Cemaziyelevvelinin 1'inde (= 19 Ağustos 1640) Batum ve Trabzon'a Doğru Seyahatimiz Bütün arkadaşlarla vedalaşıp Unkapanı'nda Trabzonlu Fırtıloğlu'nun karamürsel'ine (276) binip lodosla 3 saatte "Yeniköy"e vardık. Bu şehrin peksimedi meşhur olduğu için 500 kantar peksimet ve azık, 10 sandal safra toprağı alıp yine lodos rüzgârıyla 7 saatte Kavak Kalesi'ne eriştik. Burada bir gün durduktan sonra demir alarak güzel bir havada Karadeniz Boğazı'ndan dışarı çıktık. Anadolu kıyılarını gözleyerek 3 mil gidip Irva îskelesi'ne vardık.
www.atsizcilar.com
Sayfa 78
Irva: Kocaeli Sancağı sınırında nahiye ve subaşılıktır. İskelesi başında 1 camisi, 1 hanı, 40 50 mahzeni, 100 tane bağlı bahçeli, kiremit döşeli evleri vardır. Kıblesi ve doğusu bağlı bahçeli ormanlardır. Buradan su alıp yine Anadolu kıyısını gözleyerek ve rüzgârsızlıktan kürek çekerek 36 milde Şile kasabasına vardık. Şile: Burası Kocaeli toprağında kazadır. Paşa hasıdır. Yeniçeri Serdarı vardır. 600 kadar mamur,, kiremitli, güzel evlerle süslüdür. Her evi bağlı bahçelidir, iskele başında kiremitli ve minareli bir camisi vardır. Kefken: Oradan Ketken kasabasına vardık. Bunun da hamamı, hanı, dükkânları vardır. Fakat o kadar mamur bir kasaba değildir. Kocaeli'nin iskelesidir. Kerpe: Buradan 100 mil gidip Kerpe Adası'na vardık (277). Burası bir adacıktır. Şehir ve ev yoktur. Kocaeli toprağına yakın bir adacıktır. Yine Kocaeli'nde Kandıra (278) kasabası vardır. Burası adadan 4 saat uzaklıktadır. Dağları bağlı bahçelidir. Camisi, hanı, hamamı, küçük çarşısı olan mamur bir kasabadır. Buradan ilerleyerek Sakarya ırmağının Karadeniz'e karıştığı yerden geçtik. Sakarya ırmağı, Kütahya dağlarından çıkarak İzmit'e bağlı Geyve vesair kasabalardan geçip bu Kerpe yakınında Karadeniz'e dökülür. Akçaşar: Buradan muhalif rüzgârla Akçaşar'a (279) geldik. Burası voyvodalıktır. 150 akçalık kazadır. Yeniçeri Serdarı vardır. Eski zamanda havası güzel büyük bir şehirmiş. Ahmed Han zamanında âsi Kazak Kâfirleri (280) hücum ederek yakmışlardır. Şimdi 600 tane bağlı bahçeli Türk evlerinden mürekkeptir. Çarşısının içinde kiremitli ve eşsiz bir mezkiti vardır. Bu memlekette "mescit"e "mezkit" derler. (276) Bir nevi gemi. (277) Burada Evliya Çelebi'nin bir yanılması var. "Kerpe", "Kefken"den batıdadır. Evliya Çelebi ise Kefken'den 100 mil doğuya gittikten sonra Kerpe'ye vardıklarım söylüyor. 100 mil bir istinsah yanlışı olsa bile Kerpe'yi Kefken'in doğusunda göstermek büyük bir dalgınlıktır. (278) Metinde: "Kandıriye". (279) Osmanlı Devleti'nin son çağında bu şehirin adı "Akçaşehir"di. Cumhuriyet çağında "Akçakoca" oldu. (280) Bu Kazaklar, Ukraynalıların bir bölümü olup kendilerine "Kazaçi" diyen ve Lehlilerce Kozak denilip damarlarında pek çok Türk kanı bulunan İslav Kazaklar olup Hazar'dan Altay'a kadar uzanan geniş bölgedeki bizim Türk Kazakları ile ilgileri yoktur.
Başka mescitleri ve 40 tane dükkânı vardır. Kapalı çarşısı yoktur. 1 hamamı, 3 hanı vardır. Eskiden hanların biri kurşunla örtülü büyük bir hanmış. Şimdi kasaba o kadar mamur ve güzel değildir. Bolu şehrinin iskelesidir. Deniz kıyısında 70 tane mahzen vardır ki kereste ve çam tahtalarıyla doludur. Bu şehrin kıblesi ve doğusu dağlardır. O yüzden havası sağlamdır. Ereğli: Buradan Karadeniz Ereğlisi'ne vardık. Buradaki Çoban Kulesi yalgın kaya üzerinde güzel bir kaledir. Ama Dizdarı ve neferleri yoktur. Kale yakınında yapanın beyaz taştan bir resmi (281) vardır ki sanki canlıdır. Oradan Filyos, Tufadar, Bartın ırmaklarını geçtik. Bartın ırmağı büyük bir ırmaktır. Bartın dağlarından çıkar. Mısır gemileri yüklenip giderler.
www.atsizcilar.com
Sayfa 79
Bartın: Bartın Kalesi, Ceneviz yapısıdır. 18 mil içeri bir körfezin nihayetindedir. Bartın'dan 18 mil kuzeye giderek Amasra'ya vardık. Amasra Kalesi'ni Rum Kayseri yaptırmıştır, önce, Kastamonu hâkimi olan Dânişmendliler'e, sonra Osmanlılar'a geçmiştir. Bolu Sancağı'nda Voyvodalıktır. Kalesi deniz kıyısında, yüksek bir sırta dayanmış, uzunlamasına dörtken şeklinde, metin ve sarp bir hisardır. Ruslar (282) bu kaleye birkaç kere saldırmışlarsa da başaramayıp dönmüşlerdir. Hendeği yoktur. Dizdar'ı, neferleri, 150 akçalık Kadısı, Yeniçeri Serdarı vardır. Kalenin içinde cami ve mescit dahi vardır. Başka imaretleri yoktur. Mükellef çarşısı vardır. Sinop Kalesi, Amasra'nın doğu yönündedir. İkisinin arası karadan 5 konaktır. Denizden 100 mildir. Amasra, Karadeniz Ereğlisi'nin doğusundadır. İkisinin arası karadan 4 konak, denizden 50 mildir. Bu şehrin bağ ve bahçesi, türlü meyveleri, yakışıklı erkek ve kızları herkesçe övülür. Şehrin biri doğuda, biri batıda iki büyük limanı vardır ki sekiz rüzgârdan emindir. En güzel sığınma limanıdır. Doğudaki limanın bulunduğu yerde suyu ve yapısı güzel bir hamam vardır, iskele başında da mahzenleri vardır. Oradan, Bolu ile Kastamonu Sancağı arasında sınır olan Kuyu Irmağî'm geçtik. İnebolu: Buradan Kedüz Limanı'na varıncaya kadar 40 mildir. Oradan Ketence Limanı'ndan Ketçe Burnu'nu (283) geçtik ki Sinop gibi ince bir burundur, 7 mildir. Kayalarında ibretle bakılacak yazılar yazılmıştır. İnebolu'ya geldik. İnebolu Kalesi Ceneviz yapısıdır. Dânişmendliler'den Osmanlılar'a geçmiştir. Kastamonu toprağında Subaşılıktır. 150 akçahk kazadır. Yeniçeri Serdarı, Kale Dizdarı, Neferleri vardır. Kalesi deniz kıyısında beşken şeklinde sağlam bir yapıdır ki dillerle tarif olunmaz. Burası Kastamonu'nun iskelesidir. Kastamonu'ya iki durak uzaklıktadır. Limanı yoktur. Açıktır. Oradan kalktık. Hava elverişsiz olduğu için kürek çekerek yol aldık. Gemicilerle çok rahatsız olduk. Sinop Burnu görünmeye başladı. Son durak olan Şatır Köyü önünde demir attık. Yolcular karaya çıktılar. Burası deniz kıyısında, kasaba gibi mamur bir köydür. Kastamonu toprağındadır. Dağları balkan ve ormanlı olduğundan kerestesi çoktur. Burada büyük gemiler yapılır. Halkı hep marangozdur. (281) "Heykeli" demek istiyor. (282) Rus Kazakları demek istiyor. (283) Evliya Çelebi'nin bahsettiği "Kerçe Burnu" büyük bir ihtimalle bugünkü "Kerempe Burnundur ki Cide ile İnebolu arasındaki mesafenin ortasındadır.
Oradan kuzeye yine kıyıdan 60 mil giderek İstefan Köyü'ne geldik. Burası deniz kıyısında bağlı bahçeli, Kastamonu hükmünde, kasaba gibi büyük bir köydür. Bütün evlerinde kiremit yerine kayağan (284) taşı örtülüdür. Oradan ilerleyerek Sinop Kalesi'ne vardık. Sinop: Hicretin 92 yılında (= 29 Ekim 710 - 18 Ekim 711) Emevîler'den Süleyman bin Abdülmelik (285) devrinde Ömer bin Abdül'aziz İstanbul'u kuşatarak alamadan döndüğü gibi burayı da kuşatarak alamadı (286). Sonraları burasını Kastamonu hâkimi "Ula Beğ (287) fethetmiştir. 798 yılında (= 6 Kasım 1393 - 26 Ekim 1394) Yıldırım Bayazıd Han tarafından kuşatılarak gayet sarp ve sağlam kale olduğundan ancak üçüncü kuşatma ile fethedilebilmiştir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 80
Kastamonu Eyaleti'nde imtiyazlı bir zeamettir. Dizdar'ı, Serdar'ı, Kale Neferleri, 300 akça payesiyle Kadı'sı, Nakîbüleşraf'ı, Müftü'sü, ileri gelenleri vardır. Halkının çoğu tüccar ve doğramacıdır. Deniz ve kara ticareti yaparlar. Bir takımı avam, bir takımı da bilginler ve şeyhlerdir. Halkının çoğu çuka ferâce (288) ve hil'at giyer, ilim erbabı bu şehri 17'nci iklimde bulmuşlardır. Kıble ve doğu tarafı dağ ve baştanbaşa bağdır. Kastamonu doğu tarafından üç günlük yoldur. Bu şehir Karadeniz'in Anadolu kıyısında "Sinap Burnu" (289) diye tanınan bir burundadır ki Karadeniz'in batısında ve Rumeli tarafında bu Sinap Burnu'na karşılık "Gülfezû Sultan Kayaları" (daha aşağıda "Kilgrad" diye geçiyor) vardır. Sinap ile Gülfezâ Burnu arası sanki bir boğazdır. Sinop'un İstanbul ve Trabzon tarafları geniş denizlerdir. Sinop, İstanbul'dan 500 mildir. Samsun'la arası 4 duraktır. Sinop Kalesi yüksek bir sırt üzerinde üç kat büyük bir rıhtımdır. Rum Kayserinin oğlu "Sinobe" adlı kiralın yapısıdır. Gayet sağlam bir taş kaledir. Çevresi 6100 burçludur. Kum Kapısı, Meydan Kapısı, Tersane Kapısı, Yenice Kapı, Tabahane Kapısı ve iç hisarların Lonca Kapısı her tarafı görür. Uğru Kapı ve aşağı kalede Deniz Kapısı vardır. Bu kapıların hepsi ikişer kanatlı demir kapılardır. Hepsi çok sağlamdır. Dizdarı kaleden bir top menzili uzak giderse öldürülmesi için şehirlilerin elinde Padişah yazısı vardır. Bundan dolayı Dizdar kaleden bir adım ayrılamaz. (284) Bu kelime "kayağın" şeklinde de okunabilir. (285) Metinde Abdülhak. (286) Süleyman bin Abdülmelik tarafından İstanbul'u kuşatmaya gönderilen, Ömer bin Abdül'aziz olmayıp Süleyman bin Abdülmelik'in kardeşi Mesleme'dir. Bu kumandan Sinob'a gelmemiştir. (287) "Ulu Beğ" diyerek Evliye Çelebi'nin kimi kasdettiği belli değildir. Belki Yavlak Arslan'dır. (288) "Ferace" aslında bir kadın giyimi ise de erkeklerde de geniş binişlere ferace denilmiştir. Biniş bugünkü pardesü veya paltoya benzeyen bir dış elbisedir. (289) Sinoplular bugün bile kendi şehirlerine "Sinap" diyorlar.
Sultan Ahmed Han çağında bu kaleyi Kazaklar geceleyin basıp merdivenlerle çıkarak aldılar. Büyükvezir Nasuh Paşa, kalenin Kâfir tarafından alındığını Padişaha haber vermediği için idam olundu (290). Sonra kale kurtarıldı. Aşağı kaleye de 50 kul koyarak birçok kantar barutla küçük, büyük 1000 top hazır ettiler. O zamandan beri her gece ikişer yüz kişi Bölükbaşıları ve Çavuşlarıyla sabaha kadar gözcü olarak davul ve borudan sonra: Kal'a-i tende nöbetçisi çalar nâleleri, Çağırır burc-i bedenden gönül: Allah yekdir
(290).
diye bağırırlar. Böylelikle her gece savaşa hazır dururlar. Kaç kere Kâfirler kuşattığı halde topu birden kılıçtan geçirilip öldürüldü. Tanrı'ya şükür, Dördüncü Murad çağından beri gelmediler. Şehir bu kalenin dış ve içinde 24 mahalledir. Hıristiyan mahalleleri deniz kıyısında olup 1100 kadar haraç verici Kâfirlerdir. Bunlardan 100 kadarı kalenin tamiri için her şeyden
www.atsizcilar.com
Sayfa 81
bağışlanmıştır. Şehrin bütünü 1060 kadar kat kat binalarda oturan eski hanedanlardır. Evleri batıya, denize bakar. Eski mâbedleri kaledeki Sultan Alûaddin Camii'dir. Kurşun kubbeli, bir minareli camidir. Uzunluğu 100 adımdır. Güzel bir bahçesi vardır ki örneği hiçbir yerde yoktur. Mihrabı ve müezzin mahfili sanatkâranedir. Caminin minberi de okadar sanatkâranedir ki övmede Melekler bile âcizdir. Öteki camileri şunlardır: Süleymaniye Camisi: iç Hîsar'da bir minareli ve kiremitli bir camidir. Yeni Cami: Meydan Kapısı'ndadır. Ayasofya Camisi: Bu da kiremitli eski bir mâbeddir. Kefeli Camisi: Meydan Kapısı'ndan dışarıdadır. Mehmed Ağa Camisi: Kale yazısındadır. Bu da kiremitlidir. Biçimli bir minaresi var. Şehrin güney tarafında Boztepe Dağı adıyla meşhur yüksek bir dağ vardır. Açık havada karşıda, Rumeli'deki Kilgrad Dağları (yukarıda Gülfezâ diye geçmişti) görünür. Bu Boztepe'de tilki, çakal, zerduva, ayı gayet çok olur. Bu şehri üç gün gezip görerek yine gemilere bindik. "Fındıcak Ağzı" adlı yere geldik. Burada mamur köyler vardır. Ahalisi hep gemici ve marangozdur, iyi gemiler yaparlar. Oradan giderek Kızılırmak durağına vardık. Burası Kastamonu Sancağı'nın sınırıdır. Dağlarında mamur köyler vardır. Kızılırmak denen büyük ırmak burada denize karışır. Bu ırmak Ankara (292) Sancağı içindeki dağlardan çıkıp Çesnigir Köprüsü'nden, Osmancık Kalesi'nden geçip Hacı Hasan ve Tosya yakınından akarak burada denize kızıl kan gibi dökülür. Onun için Kızılırmak derler. Eski adı "Halis" tir. (290) Kazak baskımı 1614 Ağustosunda olmuş ve Büyükvezir 17 Ekim 1614'te idam edilmiştir. (291) Mânâsı: Ten kalesinde, nöbetçisi iniltileri çalar ve beden burcundan gönül "Allah birdir" diye çağırır. (292) Metinde: "Engüri" şeklinde geçiyor.
Bafra: Oradan kalkarak Bafra'ya geldik. Canik Sancağı içinde Subaşılıktır. 150 akçalı mamur ve köyleri olan bir kazadır. Bağlıca Serdarı vardır. Samsun'un güneybatısında ve bir konak uzaklıktadır. Karadeniz'le Bafra'nın arası iki fersahtır. Kızılırmak suyu "Gönenâbâd" nahiyesinden beri gelip Bafra'nın batı tarafından geçer. Bafra yakınında bu ırmağın üzerine çam direkleriyle büyük bir köprü yapılmıştır ki eleğimsağma gibi ibretle bakılacak bir köprüdür. Bafra'nın 2 camisi, 2 hamamı, küçük bir çarşısı vardır. Evleri hep ahşaptır. Oradan Samsun'a vardık. Samsun: Samsun Kalesi'ni Rum Kayserinin oğlu Harıkıliye yapmıştır. Sonra Selçuklu Sultan Alâaddin fethederek ülkesine katmıştır. Sonra Yıldırım Bayazıd Han'ın eline girdi. Canik toprağında Voyvodalıktır. Emanettir. 150 akçalı kazadır. Yeniçeri Serdarı, Kethüdası, Kale Dizdarı ve neferleri vardır. Fakat Müftüsü ve Nakîbüleşrafı yoktur. Şehrin ileri gelenleri ve eşrafı ise çoktur. Halkı hep gemici ve kendircidir. Avamı yoktur. Fakat bilginleri çoktur. Herkes kudretine göre ak, gök fakat temiz elbise giyer.
www.atsizcilar.com
Sayfa 82
Şehir, Sinop'un güney tarafına düşer. Kalesi deniz kıyısında sağlam bir taş yapıdır. Eğri Fatihi zamanında Ruslar (293) bu kaleyi istilâ edip bazı yerlerini yıkmış ise de sonra yine onarılarak Müstevfî, Dizdar ve Neferler konmuştur. 70 kulesi vardır. Amasya'nın önünden akan "Çarşamba Pazarı Suyu", Samsun'un doğu tarafında denize karışır. Geçit vermez büyük bir sudur, önce Tokad'a uğrar. Sonra Amasya önünden geçerek daha birçok şehirleri sular. Samsun dibinde Karadeniz'e katılır. Samsun'un suyu lezzetlidir. Evleri kiremitli, bağlı bahçelidir. Medrese, imaret, dârülhadis gibi şeyleri yoktur. 7 tane sibyan mektebi vardır. Limanı yoktur. Açık yerdir ama yine demir atılabilir. Dağlarında yaban üzümü, nar rengi turşu armudu (294) meşhurdur. Nice bin fıçılarla İstanbul'a getirilir. Gemi palamarları için kendir ipleri ise bütün dünyaya buradan gidecek kadar çoktur. Şehir, körfez tarafında kurulmuştur. Güney tarafındaki dağ, kıyıya bitişiktir. Buradan arkadaşlarımızla gemiye binip Ünye'ye geldik. Ünye: Ünye Kalesi'ni eski zamanda Trabzon Tekfürü Ünyes adlı kıral yapmıştır. Selçuklular'dan Keykubad fethetmiştir. Sonra Umur Han eliyle Osmanlılar tarafından zaptedilmiştir. Canik Sancağı toprağında Voyvodalıktır. 100 akçalık kazadır. Başkaca Yeniçeri Serdarı, Kale Dizdarı, neferleri vardır. Müftüsü, Nakîbi yok. Kalesi deniz kıyısında, kare şeklinde kagir bir yapıdır. Oradan yine arkadaşlarımızla gemiye binip uygun hava ile kuzey yönüne giderek Fatsa (295) kasabasına vardık. Fatsa: Fatsa, deniz kıyısında 300 evli, 1 camili, han ve hamamlı, küçük çarşılı, Canik Sancağı toprağında zeamettir. Bağ ve bahçesi, türlü yemişleri var. Halkının çoğu Rum'dur. Buradan kalkarak İstefani Burnu denen yere geldik. (293) Ukrayna Kazakları demek istiyor. (294) Metinde: "Armut turşusu". (295) Evliya Celebi bu kasabayı "Faça" diye yazıyor.
İstefani Burnu: İstefani Burnu denize doğru 10 mil çıkmış sivri bir burundur. Dağlarında mamur Rum köyleri vardır. Bunlar da Canik toprağında mahsuldar köylerdir. Bu burunu geçip kuzeyden Vona Kalesi'ne geldik. Vona Kalesi: Vona Kalesi, Ceneviz Firenkleri'nin yapısıdır. Sonra Azerbaycan hükümdarı Uzun Hasan; Gümüşhane, Bayburt, Ducanha kalelerini fethederken bu Vona Kalesi'ni de almıştır. Sonra da Fatih zamanında Osmanlılar'a geçmiştir. Canik Sancağı hükmünde Subaşılıktır. Kalesi deniz kıyısında yuvarlak, eski bir kaledir. Dizdar ve neferleri vardır. Ama cebehanesi o kadar iyi değildir. Serdarı, 150 akçalı kadısı vardır. O kadar ileri gelenleri yoktur. Camileri, hamamı, hanı, küçük çarşısı vardır. Halkının çoğu Rum ve Vona (296) Türkleri'dir. Burası güzel, demir tutar büyük bir limandır. Gemilerin demir bırakmadan yatması mümkündür. Pupa yelken, güzel bir havada, bir günde Giresun'a vardık. Giresun: Giresun Kalesi, İstanbul Kostantini tarafından yapılmıştır. Sonra Uzun Hasan Sultan'ın eline girmişse de yine Ceneviz Firengi istilâ etmiştir. Sonra Fatih zamanında Musahip Mahmud Paşa eliyle zaptedilmiştir. Fatih, kale fethedilirken Mahmud Paşa'ya "bu gece kale altına giresün" diye ferman edince kaleye, meterise girip fetheylediği için "Giresun" denmiştir. 17'nci iklimdendir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 83
Trabzon Eyaleti'nin sınır başında Paşa hasıdır. Hâkimi Müsellemdir. 300 akça payesiyle kazadır. Yeniçeri Ocağı'ndan Serdarı, Kale Dizdarı, neferleri, Gümrük Emini, Müftüsü, Nakîbi vardır. Deniz kıyısında Canik ile Trabzon arasındadır. Trabzon, Giresun'un doğusuna düşer. Burası Ceneviz Firengi'nin elinde iken mamur ve büyük bir şehirmîş. Hâlâ o zaman binalarının eserleri görünüyor. Lâkin şimdi Giresun o kadar büyük şehir değildir. Çarşı içinde camileri, mescitleri, han, hamam, çarşı ve pazarları vardır. Kalesi deniz kıyısındadır. Bağ ve bahçelerinde yemişleri çoktur. Limanı iyi demir tutar. Lâkin batı rüzgârında biraz elverişsiz olur. Limanın batı yönünde bir küçük adası var. Kaç kere Rus Kazakları o adanın ardına şaykalarını saklayıp karadan asker dökerek bu şehirden çok mal almış, şehri yakmıştır. Çünkü kalesi şehri koruyamaz. Bu şehir Trabzon Eyaleti'ne tâbidir. Fakat halk denizden bıkmış olduğu için Trabzon'a karadan giderler. Buradan kalkarak Yarpulum Kalesi'ne, oradan Zümre Burnu'na, oradan Görele'ye geldik. Kalesi deniz kıyısında, Ceneviz yapısı küçük bir kaledir. Oradan kalkıp Popoli durağına vardık. Büyük bir körfezdedir. Yer yer harap kaleleri vardır. Buradan da Kelye Kalesi'ne vardık. Buradan Poruz Burnu Kalesi'ne, oradan Akçaâbâd Kalesi'ne geldik. Oradan da Polatane'ye (297) vardık. Trabzon hükmünde nahiye ve Subaşılıktır. Etrafında 100 kadar mamur köyler olduğundan bu vadide haftada bir pazar kurulur. (296) Metinde "Dona". Eski harflerle yazıldığı zaman ikâ kelime çok benzer. (297) Evliya Çelebi "Polta " diye yazıyor.
Bu mamur şehir, Trabzon'da Hatuniye adı ile tanınan, Birinci Selim Han'ın annesinin hayratının evkafıdır. Mütevelli Subaşısı hükmeder. Burada büyük bir liman vardır ki Karadeniz gemicileri arasında Polatane Limanı demekle meşhurdur. Sekiz rüzgârdan emin, demir tutar, güzel bir limandır. Oradan ileri giderek Kalatimani Deresi'ne vardık. Bu dere Trabzon dağlarından çıkarak Polatane Limanı yanında Karadeniz'e karışır. Oradan giderek "Sere Deresi" adlı yere vardık. Buralarda mamur köyler var. Ahalisi kayıklarla Trabzon'a gidip gelirler. Ahali Rum ve islâmdan mürekkeptir. Trabzon Şehri Şehri ilk kuran, Büyük İskender çağında bir kıralmış. Sonra, Azerbaycan hâkimi Sultan Uzun Hasan bu şehri Cenevizlilerden alıp adına "Tarab-i Zen" (298) dediler. Çünkü o zaman şehrin hâkimi zevk ehli bir kadındı. Sonra, Temür hâdisesinde Sultan Uzun Hasan, Maveraünnehir'e doğru Temür'ü karşılamaya gidince İstanbul Tekfuru Rum Kostantin fırsat bularak buraları istilâ etti (299). Sonra 878 yılında (=29 Mayıs 1473 - 17 Mayıs 1474) Fatih Mehmed Han İstanbul'dan donanma ile Trabzon'a gelip kalabalık askerle Canha yollarından uzun Hasan'ın üzerine yürüdü. Tercan Ovası'nda Sultan Hasan'ın 40.000 kadar askerini kılıçtan geçirdi. Sultan Hasan da bozgunla Azerbaycan Kalesi'ne kaçtı. Osmanlllar'da Sultan Birinci Murad'ın Kosova savaşıyla bu savaştan büyük savaş olmamıştır. Bu savaştan 13 yıl önce Fatih büyük bir ordu ile karadan ve denizden Trabzon'u kuşatıp 865 tarihinde (= 17 Ekim 1460 - 5 Ekim 1461) ve 70 gün kuşatmadan sonra Rumlar'ın elinden aldı. Suyunun ve havasının güzelliğinden hoşlanarak adına "Tarab efzûn" (300) dedi. Doğrusu burası yiyip içme yeridir. Bir adı "Aşağı Batum Şehri" dir. Bazıları "Tarab efsun (301) derler ama avam "Turabuzan" der. Fetihten sonra Mehmed Han burayı taht edinip para kestirdi. Hutbe okuttu, üç yıl bu şehirde oturup kuzey tarafında olan Gürcistan, Megrilistan, Abazistan'ı itaate alıp Şehzade Bayazıd Han'ı Trabzon'a hâkim nasbederek kendisi İstanbul'a gitti.
www.atsizcilar.com
Sayfa 84
Sonra Bayazıdı Velî müstakil Padişah olunca oğlu Selim'i yerine Trabzon hâkimi tayin etti. Sultan Bayazıd merhum olunca Birinci Selim müstakil Padişah oldu. Önce Acemistan'da Şah ismail ile Çaldıran savaşını yapmıştır ki dünyaca meşhurdur (302). Sonra Mısır savaşına ve fethine gitmiştir ki ayrıca tarihtir. Şehzade Süleyman da Trabzon'da doğup yine orada hâkim oldu. Bu Trabzon Osmanlı Hanedanından dört Padişaha taht yeri olmuş eski bir şehirdir. Süleyman Han 926 yılında Padişah olarak (303) annesini Trabzon'a gönderip bu şehri yazdırmış ve Batum Sancağı'nı da ekleyerek bir eyalet haline getirmiştir, iki Tuğlu Beğlerbeğilik'tir. Dördüncü Murat ve İbrahim Han çağlarında birçok tuğlu vezirlere arpalık olarak ihsan olundu. Paşasının, Padişah tarafından Süleyman Han kanunu üzere 30.000 akçalık hası vardır. (298) Farsça ile "kadın neşesi" demek olur. (299) Burada Evliya Çelebi yine büyük bir tarih yanlışlığı yapıyor. Temür, Uzun Hasan'dan 50-60 yıl öncedir. (300) Farsça olarak "eğlencesi fazla" mânâsına gelir. (301) Bu da zorlama Farsça ile "zevk füsunu" demekolur. (302) Çaldıran yerine metinde "Çıldır" geçiyor. İstinsah yanlışı da olabilir. (303) Kanunî'nin tahta geçişi: 17 Şevval 926 = 30 Eylül 1520.
Sancağında 11 Subaşısı vardır. Adalet üzere yıllık 19.000 kuruşluk geliri var. Kanun sınırını geçerek alınsa yıllık 30.000 kuruş tutar. Eyalet 5 sancaktır: Canha, Aşağı Batum, Yukarı Batum, Gönye, Trabzon. Paşa, Trabzon'da oturur. Kanun üzere Tımar Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini vardır. İki Batum Sancağı Defterdarı'nın tımarlan hasa 40.299 dur. Trabzon Sancağı'nda 43 zeamet, 226 tımar; Batum Sancağı'nda 13 zeamet, 72 tımar vardır. Trabzon'da bütün olarak 454 Tımarlı vardır. Kanun üzere Cebelileri ile 1800 askerdir. Paşasının Cebelileri 1000 yiğit olur. Alaybeğisi, Çeribaşısı, Yüzbaşılarıyla tamamı 3000 silâhlı asker olur. Seferde bütün bu asker silâhlı olarak Paşa Sancağı ve Alaybeğisi'nin Bayrağı altında toplanır. Mamur köyleri vardır. Gelmeyen askerin zeameti başkasına tevcih olunur. Trabzon Camileri Ortahisar Camisi: Eskiden Ortahisar'da gayet süslü bir kilise varmış. Fetih sırasında Fatih Hazretleri tarafından camiye çevrilmiştir. İçi ışıkla doludur. Mihrabı ve minberi eski usuldür. Doğu tarafına bitişik Hünkâr Mahfili vardır. Ahşap yerleri servi, ceviz, şimşirden yapılmıştır. Güzel bir minaresi vardır. Dışarı bahçesinin dört tarafında medrese odaları var. işte bu cami ile Kaledeki Yeni Cami'den başka öteki camiler sûrun arşındadırlar ki Trabzon'un batı tarafına düşerler. Orta Kale Camisi: Gayet süslü, mamur, bir minareli şirin bir camidir. Hatuniye Camisi: Batı tarafındadır. Bunu Kanunî Sultan Süleyman'ın annesi yaptırmıştır. Aydınlık bir camidir. Kuvvetli vakfı vardır. Hattâ Polatane (304) adındaki kasaba da bu caminin evkafındandır. Başka nice mamur vakıf köyleri vardır. Yekpare kubbesinin içinde
www.atsizcilar.com
Sayfa 85
her gece birçok kandil yakılır. Kapı ve duvarının bir sıra taşları kara ve cilâlıdır. Bir sofa ak ve cilalanmış taşlarla yapılmıştır. 920 yılında (=26 Şubat 1514 - 14 Şubat 1515) bitirilmiştir. Süleyman Beğ Camisi: Hatuniye Camisi'nin batısındadır. Araları bir mildir. Kavak Meydanı'nda yapılmıştır. Cemaati çok bir camidir. Bir minaresi vardır. Ayasofya Camisi: Süleyman Beğ Camisi'nin batısındadır. Deniz kıyısındadır. Kâfirler zamanında yapılmıştır. Sonra "Körlet Ali Beğ" adında bir vali, Padişah Hazretlerine arz ettikten sonra Padişah emriyle bunu zaptederek 991 yılında (= 25 Ocak 1583 - 13 Ocak 1584) güzel mahfil ve minberiyle cami haline koymuştur. Kıble kapısından mihrabına varıncaya kadar boyu biraz uzunca olmuştur. Camisinde her türlü mermerden yüksek sütunlar vardır ki övmekte dil kısır kalır. Bir minaresi ile eski tarz sade, güzel mihrap ve minberi vardır. Etrafında zeytin bahçeleri var. (304) Burada, metinde: "Polta Pazarı".
Erdoğdu Beğ Camisi: Hatuniye Camisi'nin güneyindedir. Bu iki cami arası yarım mildir. Bu cami "Tekfur Sarayı Mahallesi" ndedir. Eskiden mescit olarak yapılmış, sonra Erdoğdu Beğ, Padişah buyruğu ile bunu 985 yılında (= 21 Mart 1577 9 Mart 1578) cami haline koymuştur. Biçimli bir minaresi vardır ki gayet sanatkâranedir. Yeni Cami: Eskiden kilise imiş. Sonra, tslâm mahalleleri arasında olduğundan camiye çevrilmiştir. Yüksek yerde, havadar bir camidir. İskender Paşa Camisi: "Kâfir Meydanı" adıyla meşhur ulu meydanın doğu tarafında, yekpare mavi kubbeli bir camidir, içeriden biçimli bir minaresi var. Trabzon Medreseleri Fatih Mehmed Han Medresesi: Ortahisar Camisi'nin bahçesi dışında, camiye bitişik Fatih Mehmed Han Medresesi, odalarla süslü güzel bir medresedir. Talebe ile doludur. Mollalık payesiyle bir dersiamı vardır. Man yeri, zarif ve şair kimselerin ocağı güzel bir medresedir ki Sultan Fatih'in yüce eserlerindendir. Hatuniye Medresesi: Camisi bahçesinin dört çevresinde büyük odalarla süslenmiş bir ilim ocağıdır. Dersiamına ve talebesine aydan aya vakıf tarafından belli aylık ile et ve mum parası yollanır. İskender Pasa Medresesi: Camisi bahçesinin kuzeyinde odalarla süslü, mamur bir öğretim yeridir ki talebesinin belirli aylığı vardır. Evkafı çoktur. Trabzon Ahalisi Beşinci iklimde olmakla suyunun ve havasının güzelliğinden bütün halkı zevk ehli, gezip tozmaya, yiyip içmeye meyyal, gamsız ve kayıtsız zarif ve âşık kimselerdir. Yüzlerinin rengi kırmızıdır. Kadınları Abaza, Gürcü, Çerkeş güzelleri olmakla sanki her biri birer ay parçasıdır. Bu şehrin halkı eskiden beri yedi kısımdır: Bir kısmı ileri gelenler ve kibar beğlerle beğ oğullarıdır ki samur kürklerle gösterişli elbiseler giyerler. Bir kısmı bilginlerle takva sahipleri ve hâl (vecit, cezbe) sahibi kimselerdir. Bilginler kılığındaki hususî elbiselerini giyerler, saygı görürler.
www.atsizcilar.com
Sayfa 86
üçüncüsü tüccarlardır ki Azak, Kazak, Megril, Abaza, Çerkesistan ve Kırım'a gidip ticaret ederler. Çuka ferace ve kontoş (305), dolma (306) ve yelek giyerler. Dördüncüsü sanayi ehlidir ki hepsi çuka ferace ve boğası
(307)
hil'at giyerler.
Beşincisi Karadeniz gemicileridir ki elbiseleri kendilerine mahsus demirkoparan (308), şalvar, çuka, dolma giyip astar sarık sararak denizdeki ticaretten kazanç sağlarlar. (305) Dar kollu üstlük elbise. Tatar beğleri giyerlerdi. (306) İki katlı kumaşın arası pamuk veya yünle doldurulmuş giyim. (307) Bir nevi astarlık ince bez. Metinde "boğas" şeklinde geçiyor. (308) Bir nevi elbise olacak ki bu adı herhalde sağlamlığından dolayı almış bulunsa gerek.
Altıncısı bahçavanlardır. Zira bu şehrin Boztepe bağlan umumiyetle bağdır ki hepsi sicilde kayıtlı olduğu üzere 31.000 kadar bağ ve bahçedir. Yedincisi balık avcılarıdır. Çünkü Trabzonlular balığı pek severler. Dünyada Trabzon'un kuyumcuları gibi usta kuyumcu yoktur. Hattâ Birinci Selim burada doğup çocukluğunda altın kakmacılığı öğrenmiş ve babası Bayazıd Han adına Trabzon'da sikke kazmıştır. Ben bu sikkeyi gördüm, işte o zamandan beri kuyumcuları ün salmıştır, öyle bir zincirden at gemleri, buhurdan, gülabdan, kılıç, gaddar (309), aşçı bıçakları işlerler ki örneği başka yerde bulunmaz. Gurguroğlu Bıçağı adıyla meşhur bıçaklar işlerler. Trabzon baltası adı ile bir cins balta yaparlar ki başka diyarlarda eseri yoktur. Gayet güzel ve rağbette olan sedefkâri peştahta (310), sanduka (311), rikdan (312), devat (313) bir, buradan, bir de Hindistan'dan çıkar. Boz Dağları'nın (314) turna kanı üzüm şırası gayet güzel olur. içene asla sarhoşluk vermez. Müsellesi şer'iyye karantiliyyesi (316), misketi (317) gayet lezzetlidir. Yiyeceklerinden yemişleri, hele kiraz, lahıcan armudu, beğ armudu, gülâbî armudu, Sinop elması, nâmık üzümü, mülkî üzümü, firenle üzümü gayet nefis olur. Badılcan inciri derler bir nevi inciri vardır. O kadar lezzetli olur ki misli Nazilli'de bile bulunmaz. Limonu, turuncu, narı, zeytini her tarafta meşhurdur. Yedi türlü zeytini olur. Trabzon zeytininin bir nevi ufağı vardır ki ham iken yenir. Siyah kiraza benzer. Buralara mahsustur. Trabzon'un gezinti yerleri: Zağanos Kapısı'ndan dışarıda Kavak Meydanı vardır ki bütün paşalar tatil günleri askerleriyle o gönül ferahlatan yere çıkıp cirit oynarlar. Gayet geniş bir meydan olduğundan ortasında üç kat gemi direklerini birbirine bağlayıp yere dikmişlerdir. Tâ tepesinde bir altın yaldızlı topu vardır. Bütün usta biniciler dörtnala at koşturarak o topa ok atarlar. Vurana ihsan olunur. Hoşoğlan Irmağı: Erzurum Eyaleti'nde Gerek (317) Nahiyesi'nin güney tarafında "Yılan Mescidi" diye meşhur olan dağının belinden çıkarak nice köy ve kasabaları, bağ ve bostanları suya kandırarak Trabzon civarında Karadeniz'e dökülür. Bunun kaynağı olan
dağda Çobanoğulları'ndan "Hoş Oğlan" (318) adlı birisi bir kale yapmıştır. Trabzon'un güneyinde ve iki konak yerdedir. O kale sahibinin adına nisbetle Hoşoğlan Irmağı derler. Lâkin Trabzonlular bu dağa "Ağaçbaşı Dağı" derler. Trabzon'dan Bayburd'a gidenler bu dağdan geçer. Bir kapısı var. On¬dan başka geçecek yol yoktur. (309) Bu kelime herhalde "gaddâre" olacak. Arapça bîr kelimedir ve iki tarafı keskin kılıç demektir. (310) "Peştahta", üstü yazı masası gibi kullanılan bir nevi çekmecedir.
www.atsizcilar.com
Sayfa 87
(311) Buradaki "sanduka" küçük sandık demektir. (312) Mürekkep yazısını kurutmak için kullanılan tozun konduğu üstü delikli kap. (313) Yazı aletliği. Kamış kalemle mürekkep hokkasının birlikte konulduğu sanatkârane yapılmış madenî kap. Belde taşınırdı. ^ (314) Biraz yukarda, Evliya Çelebi'nin Boztepe dediği yerler olacak. (315) "Müselles" üç defa kaynatılmış yemiş ve bilhassa üzüm suyu. Bunun şarap olmaktan kurtarılmış olanına "müsellesi şer'iyye" diyor. (316) "Misket" her türlü yemişin güzel kokulu olanıdır. Daha çok üzüm için kullanılan bir sözdür. (317) Bugünkü Erzurum Vilâyeti'nde bir "Gerek" nahiyesi var. Evliya Çelebi'nin bahsettiği nahiye belki de budur. (318) "Oğlan", Gök Türkler'de ve Çengizliler'de "şehzade" demektir.
Ziyaretgâh: Birinci Selim Han, Trabzon'da hâkim iken annesi merhum olduğundan Zağanos Kapısı'ndan dışarıda bir kubbe içine gömülmüştür. Türbedarları, Kur'an okuyanları doksana kadar varır. Her gün üç hatim indirilir. Hayrat sahibi bir kadınmış. Işıklı kubbesi gayet sanatkâranedir. Halis kurşunla örtülü bir kubbedir. Camisi de türbesi yanındadır. Bu şehirde birkaç ay zevk ve safa edip bütün yukarı tabaka ile tatlı sohbetler ederek muradımız üzere şehri gezip gördük. Anapa Limanı'ndan Azak Savaşma Gidiş Azak savaşının sebebi: Dördüncü Murad Han, Bağdad'ı Acemler'den alıp muzaffer olarak İstanbul'a gelince bütün Kâfirler'in rahatı kaçıp her taraftan elçiler gelmeye başladı. Barışı yenilemek için birçok mal ve hediyeler takdim ettiler. Yalnız Maltızlar'dan kimse gelmedi. Onların üzerine yürümek için 1000 tane gemi hazırlandı. İki tane karamavna yapılarak 300 tane top ile savaş hazırlanmışken "kul tedbir alır ama Tanrı kaderi çizer" sözünce dünya Padişahı Dördüncü Murad Han öldü. Bunun üzerine bütün Kâfirler yedi başlı ejder gibi baş kaldırıp Osmanlı ülkesine tebelleş olmaya başladı. Önce Moskof (319) denilen Ruslar Kırım ve Azak bölgelerini yağmaya başladılar. Kırım Hanı bunu Sultan ibrahim Han ile Büyükvezir Kara Mustafa Paşa'ya arzettiyse de göz yumdular. Çünkü Sultan Murad'ın ölümünden sonra Kul tayfası (320) ayaklanıp Büyükvezir'e rahatsızlık verdiler. O da "Kul'un burnunu sefer kırar" düşüncesiyle bir tarafa sefer açmak isteğinde bulundu. Bu sırada Kazak Rusları, Azak Kalesi'ni istilâ ederek 70 80 bin Kâfir'in durağı etmiş, Kırım Hanı ile Büyükvezir'in ihmali belâsı ile o güzel kale elden gitmişti. Yine o yıl (321) Kazaklar 150 şayka ile Karadeniz'de gezerek tüccar gemilerini yağma etmişler, Karadeniz'in çevresindeki kasabaları yakıp yıkmışlardı. Muhammed ümmeti'nin bu hali devlet kapısına aksedince bütün Rumeli Eyaletlerine maslahatgüzar Kapıcıbaşılar tayin olunup Padişah fermanları gitti. Önce Özi Eyaleti Beğlerbeğisi Koca Gürcü Kenan Paşa ile Rumeli Paşası, 28 kadar Sancak Beğleri, 40.000 Bucak (322) Tatarı, 40.000 Ulah-Buğdan atlısı, 20.000 Erdel askeri ve 80.000 rüzgâr yürüyüşlü Kırım Tatarı gidip Azak Kalesi'ni kuşattılar (323). (319) Bütün eski Osmanlı kaynaklarında olduğu gibi burada da "Moskof" yazılıyor. (320) "Kul", devletten maaş alan asker ve bilhassa Yeniçeriler için kullanılan bir tabirdir. (321) Kazaklar'm baskınla Azak Kalesini alışları 5 Temmuz 1637 dedir. Azağı kurtarma seterine ise 1642 Şubatında başlanmıştır.
www.atsizcilar.com
Sayfa 88
(322) "Bucak" bugünkü Besarabya'nm güney bölgesidir. (323) Evliya Çelebi'nin bu rakkamlan çok mübalegalıdır.
Bizimle bulunan Donanma-yi Hümâyun da 150 kadırga, kalita, bastarda, 150 firkata, 200 şayka ve karamürsel, hâsılı 400 parça gemi (324) ve 40.000 silâhlı deniz askeriyle Kapdan Siyavuş Paşa, Tersane Kethüdası Piyale Kethüda ve Yeniçeri Ağası'nın reyi ile Anapa Limanı'ndan hareketle büyük Kuban ırmağının denize döküldüğü yeri geçip 7'nci milde Taman Kalesi önünden geçtik. Orada Gelsecik Burnu'na geldik ki sağımızda Taman Adası'ndaki Çuçka Burnu, solumuzda Kırım Adası'nın burnu vardı. Bu iki burunun arası bir mildir. Boğazdan içerisine Azak Denizi derler. Sığ denizdir. Bu boğazdan içeri girip iyi hava ile "Balısıra" limanına geldik. Demir atarak gemileri limana bağladık. Savaş levazımı ile yiyecek ve içeceğimizi sandallara, firkatalara, çekelevelere, zarbutalara, tunbaralara (325) yüklettik. Buradan Azak Kalesi altına kadar 36 mildir. Fakat Balısıra'dan Azağ'a kadar deniz beşer arşın su söktüğünden (326) ilerisine kadırga ve şayka gemileri gidemez. Gayet sığdır. Bu Balısıra denilen liman Taman Adası toprağına yakın Heyhat Ovası'nın batı ucu kıyısında bir çöldür. Fakat bizim kalabalık asker sazdan, kamıştan mahzenler, sığınaklar yapmışlar. Büyük bir şehir olmuş Burası Azak'ın iskelesidir. Burada Kefe Beğlerbeğisi Bekir Paşa, Çerkeş kabilelerinden asker, Dağistan hâkimi Şamhal Sultan Mahmud da 40.000 seçme askerle 7000 araba getirmişti. Bu iskeleden bütün mühimmatı araba ile Azak'a götürdüler. Bütün İslâm gazileri kale meterisine girip göz açtırmayarak yedi koldan kuşattılar. Gecegündüz savaşa başladılar. Anadolu tarafından da 7 Vezir, 18 Beğlerbeği, 70 Sancak Beği imdada geldi. Bir gün öyle bir top: ve tüfek genliği oldu ki sanki mavi bulutlar gökte parçalanıp yere düştü. Burada Tatar Hanı'na karavul (327) ferman olundu. Kırım askerinden Ulu Nogay, Kiçi (328) Nogay, Saydok Nogay, Urumbet Nogay, Şırınlı, Mansurlu, Sacunlu, Mankıtlı, Nakşıvanlı, Cekişkeli, Batlı, Orlu, Olanlı, Bardaklı boylarından "Arslan Bek Eli", "Doy Eli", "Nevruz Eli" gibi Ellerin sadaklı savatlı askerleriyle Han Hazretleri İslâm askerinin dört tarafını koruyarak karavul beklediler. O gece, kalede kuşatılmış olan Kazaklar da bir tüfek şenliği yaptılar. Azak Kalesi, Semender kuşu gibi Nemrud ateşi içinde kaldı. Davul çalarak da "yajorj, yajorj" sesleriyle kaleyi doldurdular. Kalenin burçlarını, kulelerini hep haçlarla süslediler, (324) Evliya Çelebi'nin verdiği rakkamların toplamı 500 ettiği halde kendisi 400 parça gemiyle hareketten bahsediyor. (325) Bunlar herhalde büyük gemilerde bulunan sandal çeşitleri olacak. (326) Gemiler çok doldurulduğu zaman su kesimlerinin beş arşın olması dolayısı ile karaya oturduklarım anlatmak istiyor. (327) Buradaki "karavul'dan maksat çevik Kırım atlılarının ağır Osmanlı piyadesini baskından korumak için gözcülük etmesidir. (328) "Kiçi" = küçük.
Meğer o karanlık gecede Ten (= Don) ırmağından 10.000 Kâfir kaleye imdada girmiş.
www.atsizcilar.com
Sayfa 89
Sabahleyin durmaksızın top ve tüfek atmaya başladıklarından 700 kişi şehit oldu. Ertesi günü sabahleyin Tatar Hanı ile Silistire Paşası Kenan Paşa'yı Ten ırmağı ağzına karavul koydular. Bütün Beğlerbeğiler'e yer gösterildi. Yeniden meterise girerek yedi kat meterisi değiştirdiler. Yoğurtçu Baba türbesi tarafından hendek kenarına varıldı (329). Müslümanlar, Kâfir toplarından bir top menzili uzak yerde durdular. Ertesi sabah kalabalık askerle Serdar Hüseyin Pasa, Yoğurtçu Baba türbesi tarafından; Kamdan Siyavuş Paşa da 100 firkata ile karaya asker çıkarıp "Su Kulesi" tarafından meterise girdi. Firkataları düşman gözünden gizlediler. Su Kulesi'nden yukarı, kıble tarafında Anadolu Paşası kendi askeriyle, 8 tane balyemez topu ile, 10 Oda Yeniçerisiyle meterise girdi. Karaman Paşası da 6 Odası ile kıble tarafı duvarında meterise girip 6 tane balyemezi hazırladı. Batıdan, Karadayak varoşu cihetinden Silistire Paşası Kenan Paşa 10 Oda Yeniçeri, 1 Oda Cebeci, 1 Oda Topçu ve 10 balyemezle meterise yerleşti. Rumeli Paşası da Gözcü Kulesi tarafında 10 balyemezle meterise girdi. Hâsılı yedi koldan 70 topla kalabalık asker 70 kat meterislerle kaleyi çepeçevre kuşatıp düşmanla savaşa başladılar, iki tarafın top ve tüfek sesinden yer, gök gürledi. Yedi saat süren öyle bir savaş oldu ki dünya ona benzer bir uğraş görmemiştir. Yedi koldan 700 kişi şehit olduğundan sabahleyin kıymetli eşyaları Hazineye teslim edildi. Seher vaktinde dua ile toplara ateş verilip kalenin duvarları harap, evleri berbat oldu. Fakat burçlar ve sığınaklar Ceneviz yapısı olduğundan sağlam olarak kaldı. Düşmanlar toplarla yıkılan yerlere yerleştiler. Geceleyin çabucak onarıp siperlendiler. Yeniden savaşa başladılar. 7 gün bu suretle boyuna kale dövülüp yeni gedikler açıldı. Serdar açık yüzlü, güleç, kaygısız bir yiğit olduğundan meteristen meterise gezip Müslüman gazilerinin maneviyatını yükselterek savaşa kışkırtır, ihsanlarla gönüllerini alırdı. Her zaman cebehaneden gerekli mühimmatı gönderirdi. Bütün kollardan çok kendi kulları kalede gedik açtı. Her ne tedbir etse konuşup danışarak ettiği için isabetli olurdu. Nihayet kalede top vuruşlarından yeteri kadar gedik açılınca hücum edip bazı gaziler gediklere bayrak diktilerse de arkalarından yardım gelmediğinden şiddetli düşman ateşiyle yüzlercesi şehit oldu. Kalanlar kale duvarları üstünde sarhoş Kâfirle üç gün, üç gece altalta üstüste savaştılar. Nihayet savaşa savaşa çekilip nice sancaklarla şehitleri kale üstünde bıraktılar. Bu fethin başka güne kalması mukaddermiş diye bütün gaziler kendilerini avundurdular. Kullar yine savaşa başladılar. 6 gün daha Kâfir'e göz açtırmayarak kalenin çevresindeki hendekleri ele geçirdiler. (329) Kalenin hendeğine yaklaşıldı demek istiyor.
O gün Kâfir'in 40 tane firkatası ile 4000 savaşçı, öküz gibi Rus Kazağı, Azak Kalesi'ne yardıma gelmek üzere Ten Irmağı üzerinden ilerlerken Silistire Valisi Kenan Paşa kolunda pusuda bekleyen islâm gazileri bu gemilere balyemez toplarla ateş, açıp, hatırdılar. Batan
www.atsizcilar.com
Sayfa 90
gemilerden kurtulup karaya çıkanları da tutsak edip ganimetler aldılar. O gün "ganimetler İslâm gazilerinindir" diye bağırıcılar bağırmaya başladılar (330). O gece bütün gaziler sevinç içinde namaz kıldılar. "İnşallah sabah yürüyüş birbirlerine haber verdiler. Hep silâh ve aletleriyle hazır oldular.
(331)
var" diye
O günlerde kalenin duvarlarından ancak Ten kıyısında bir kule, Kara tarafında Yoğurtçu Baba yönünde bir kule, batı tarafında bir kule kalmıştı. Öteki kuleler dövüle dövüle yerle bir edilmişti. Fakat kale içinde kuşatılmış olan Kâfirler Ferhad gibi dağdelen olduğundan yerin altına girip orada siper alır,, böylece top çarpmasından kurtularak kaleye metanet verirlerdi. Ne tarftan üzerlerine lâğım ile toprak sürülmeye gidilse lâğımları köstebek gibi bulup sürülen toprakları bir gecede kaybederlerdi. Nihayet iş erleri çaresiz kalıp lâğıma başladılar. Lâğım fenninde yer sıçanından daha ustaca sanatlar gösterdiler. Hattâ Ten Irmağı altından ziftli ve katranlı kayıklarla su içinde lâğım atmak hünerini gösterdiler. Böylelikle İslâm askeri 40 gün vakit geçirdi. Bu sırada asker arasında bîr takım dedikodular yol buldu. Kâfirler ise artık firkatalarla yardım göndermekten vazgeçip her gece beşer altışar yüz çıplak Kazak, Ten Irmağı içine girip ağızlarında birer kamışla nefes alarak geçmeye başladılar. Böylece Azak Kalesi'ne geldiler. Düşman taze can bulmaya başladı. Günden güne savaşçılığı artıp meterisler basmaya, gece baskınları yapmaya başladı. Sonra yer altında saklanıp kayboluyorlardı. Bazı savaş aletleriyle mühimmatı ve silâhları da büyük sığır tulumlarına koyup Ten Irmağı üzerinden yürüterek kaleye sokuyorlardı. Nihayet islâm gazileri bu kurnazlıkların farkına varıp Ten Irmağı'na. gemi direkleri dikerek kazıklar kaktılar. Böylece sedler yaptılar. Irmaktan Kâfirler'in böylece nice malını alıp zengin oldular. Kâfirler yine bezdiler. Fakat yer altında pervasızca gezip domuz delikleri yaparak ileri giden Müslümanları şehit ediyorlardı. Gitgide askerin fikri değişti. "Bu mask
View more...
Comments