Ernst Cassirer - Mitik Düşünme (Sembolik Formlar Felsefesi-2)

September 13, 2017 | Author: Elif Tunçalp | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

mitik düşünme...

Description

Ernst Cassirer

(1874-1945):

20. yüzyılın önemli filozoflarından biri olarak

gösterilen Ernst Cassirer, 1874'de Breslau'da doğmuştur. 1892'de Berlin'de hukuk öğrenimine başlamış, ancak daha sonra eğitim alanını Alman Edebiya­ tı ve felsefe olarak değiştirmiştir. 1894'de hocası George Simmel vasıtasıyla, Hermann Cohen'in yazılarıyla tanıştıktan sonra Cassirer 1896'da Marburg Üniversitesi'nde Cohen'den felsefe eğitimi almaya başlar. 1899'da Cohen'in yanında doktorasını Descartes' Kritik der mathematischen und naturwis­ senschaftlichen Erkenntnis (Descartes'ın Matematiksel ve Doğabilimsel Bil­ gi Eleştirisi) tezi ile tamamlar. Bu süreçte, Yenikantçı Marburg okuluna katı­ lır ve Cohen'in yanında, Paul Natorp ile de çalışır. Onun 1902'de yazdığı ve önemli bir Leibniz yorumu olarak kabul edilen Leibniz' System in seinen wissenschaftlichen Grundlagen (Bilimsel Temelleri İçinde Leibniz'in Siste­ mi) eseri, Cassirer'in ilk bağımsız çalışmasıdır. İlk cildi 1906'da yayınlanan ve bilgi probleminin tarihi üzerine aydınlatıcı bir eser olan üç ciltlik Das Er­ kenntnisproblem in der Philosophie und Wissenschaft der neueren Zeit (Yeniçağ Bilimi ve Felsefesinde Bilgi Problemi) çalışması Cassirer'in doçent­ lik tezidir. Bu eserin ilk iki cildi felsefi ve doğabilimsel bilgiyi, 1920'de yayın­ lanan üçüncü cildi Kant sonrası sistemleri konu alır. 1906 da doçent olan Cas­ sirer, Hamburg üniversitesine çağrıldığı 1919 yılına kadar, Bedin Üniversite­ si'nde görev yapmıştır. Zamanının düşünce perspektifine göre çığır açıcı olarak görülebilecek ve bilgi ve bilim teorisi nitelikli bir inceleme olan Substanzbeg­ riff und Funktlonsbegriff (1910) (Töz ve Fonksiyon Kavramları), onun ken­ di bilgiteorisel düşüncelerini yansıtır. Yine bu bağlamda o, fizikteki gelişmele­ ri, klasik fizikten modern fiziğe geçişi çok ayrıntılı inceler ve bilgi teorisi açı­ sından yorumlar. Zur Einsteln'schen Relativitatstheorie (1921) (Einstein'ın Rölativite Teorisi Üzerine) eseri, modem fizikteki gelişmeleri bilgi teorisi açı­ sından inceleyen ve bu gelişmelerin bilgi teorisine etkilerini yorumlayan ilk fel­ sefi çalışmalardan biridir. O, bu çalşmasını yaparken, Einstein ile de yazışmış­ tır. Berlin'de bulunduğu süre içinde Cassirer 1912'den itibaren Kant'ın eserle­ rinin basımı ile uğraşmıştır. Bu esnada yazdığı Kants Leben und Lehre (Kant'n Yaşamı ve Öğretisi) (1918), Kant üzerine derinlemesine ve ayrıntılı bir çalışmadır. Cassirer'in Berlin dönemindeki eserlerinde biri de, Alman zi­ hin tarihi üzerine farklı bir çalışma olan Freiheit und Form (Özgürlük ve Form) (1916)'dur. Cassirer'in asıl düşünce çizgisi, Hamburg Üniversitesi'nde göreve başladıktan sonra netleşir. Özellikle onun Warburg kütüphanesi çevre­ sinde toplanan bilim adamlarıyla ve kütüphanenin kültürel ortamıyla tanışma­ sı, bu konuda asıl belirleyici faktör olmuştur. Onun felsefi sistemine de adını veren temel eserleri; Philosophie der symbolischen Formen 1, Die Sprache, (1923) (Sembolik Formlar Felsefesi I, Dil); Die Philosophie der symbolisc­ hen Formen II, Das mythische Denken (1925) (Sembolik Formlar Felsefesi

II, Mitik Düşünme); Philosophie der symbolischen Formen III, Phanonıe· nologie der Erkenntnis, (1929) (Sembolik Formlar Felsefesi III, Bilginin Fe­ nomenolojisi), bu ortamda en verimli zeminini bulmuştur. Cassirer'in Ham-

burg'ta yaşadığı süre içinde yaptığı çalışmalardan bazıları ise şunlardır: Dle Begriffsform im mythischen Denken (Mitik Düşünmede Kavram Formu), Sprache und Mythos (Dil ve Mitos), lndividuum und Kosmos in der Phi­ losophie der Renaissance (Rönesans Felsefesinde Evren ve Birey), Die Phi­ losophie der Aufklarung (Aydınlanma Felsefesi). Cassirer 1933'e kadar Hamburg Üniversitesi'nde felsefe profesörü olarak hayatını sürdürür. 19291930 yıllarında bu üniversitenin rektörlüğünü de yapar. Bu göreviyle o, bir Al­ man üniversitesindeki ilk Yahudi rektör vasfını da kazaıµr. Ancak nasyonal­ sosyalistlerin iktidara gelmelerinden sonra İngiltere'ye göç eder ve misafir öğ­ retim üyesi olarak 1933-1934 yıllarında Oxford'ta ders verir. 1935 yılında İs­ veç'e giden Cassirer Göteborg Üniversitesi'nde felsefe profesörlüğü yapar. l 939'da İsveç vatandaşlığına kabul edilir. ABD'ne göç edene kadar yaptığı ça­ lışmalardan bazıları ise şunlardır: Determinismus und lndeterminismus in der modernen Physik (Modem Fizikte Determinizm ve İndeterminizm), Des­ cartes, Zur Logik de� Wissenschaften (Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzeri­ ne), Die Platonische Renaissance in England und Schule von Cambridge (Cambridge ve İngiltere'de Platonculuğun Yeniden Doğuşu) Wesen und Wir­ kung des Symbolbegriffs (Sembol Kavramının Özü ve Etkisi) Philosophie und exakte Wissenschaft (Felsefe ve Kanıtlamacı Bilim). 1941'de ABD'ne göç eden Cassirer Yale ve Columbia üniversitelerinde felsefe dersleri verir. 1944'de İngilizce olarak yayınladığı An Essay on Man (İnsan Üstüne Bir De­ neme) eserinde hem kendi felsefi düşüncelerinin çok genel bir özetini verir, hem de kültüre antropolojik açıdan bir bakış sergiler. Ölümünden bir yıl son­ ra yayınlanan The Myth of State (Devlet Efsanesi)'de, hem devlet kavramı­ na farklı bir bakış, hem siyasal düşüncenin tarihsel gelişiminin farklı bir yoru­ mu, hem de nasyonal sosyalizm üzerine felsefi değerlendirmeler yer alır. Cas­ sirer 1945'te Amerika'da hayata veda etmiştir. Milay Köktürk: 1961 yılında Zonguldak'ta doğdu. İlkokulu Zonguldak'ta, ortaokul ve lise eğitimini Kastamonu Göl Öğretmen Lisesi'nde tamamladı. 1984 yılında Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölii­ nıü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens­ titüsü'nde "Lise Felsefe Müfredat Programlarının Değerlendirilmesi" adlı teziyle 1987'de tamamladı. Burdur ve Manisa illerindeki değişik liselerde se­ kiz yıl felsefe öğretmenliği yaptı. 1995 yılında Pamukkale Üniversitesi Fen­ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne araştırma görevlisi olarak atandı. Erzu­ rum Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde, "Ernst Cassirer'de Sembol ve Sembolik Formlar" adlı teziyle, 2001'de doktorasını bitirdi. "He­ def Ülke Türkiye'de Birey Toplum ve Siyaset" ve "Kültür Bilimi Yazıla­



rı" adlı kitapları yayınlanmış olan Milay Köktürk, ba 'ı dergilerse siyasal, sos­ yal ve kültürel nitelikli analiz yazıları yazmaktadır. Pamukkale Üniversite­ si'nde öğretim üyeliği yapmakta olan ve çalışmalarını bilim ve kültür felsefe­ si ağırlıklı olarak sürdüren Köktürk, evli ve iki çocuk babasıdır.

SEMBOLİK FORMLAR FELSEFESİ il MİTİK DÜŞÜNME

Ernst CASSIRER

Türkçesi: Milay KÖKTÜRK

HECE YAYINLARI

Hece Yayınları; 121 Felsefe: 2

Birinci Basım: Eylül 2005 ©Hece Yayınları

Kapak Tasarımı: Sarakusta Dizgi/Düzelti: HECE Teknik Hazırlık: HECE Baskı: öncü Basımevi

Takım: 975-8988-2 3-9 ISBN: 975- 8988-25-5

HECE YAYINLARI Konur Sk. No: 3 9/1 Kızılay/ Ankara Yazışma: P.K. 7 9 Yenişehir/ Ankara Telefon: Fax:

(0 312) 419 6913

(O 312) 419 6914

e-posta: [email protected]

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ I GİRİŞ I "MİTOLOJİ FELSEFESİ" PROBLEMİ !

7 15 15

BİRİNCİ BÖLÜM DÜŞÜNME FORMU OLARAK MİTOS I 55 I. Kısım : Mitik Nesne Bilincinin Temel

Sistemi ve Niteliği /

55

II. Kısım: Mitik Düşünmenin Müstakil Kategorileri / 1 0 1

İKİNCİ BÖLÜM SEYİR (GÖRÜ) FORMU OLARAK MİTOS MİTİK BİLİNÇTE MEKAN VE ZAMAN DÜNYASININ İNŞASI VE DÜZENLENİŞİ / 1 1 9 1. Kısım: Temel Karşıtlık / 1 1 9 II. Kısım : Mitos Formları Öğretisinin Ana Çizgileri -

Mekan, Zaman ve Sayı l .Mitik Bilinçte Mekanın Düzenlenişi 2. Mekan ve ışık - "Yön belirleme" problemi 3. Mitik zaman kavramı 4. Mitik ve dini bilinçte zamanın oluşması 5. Mitik sayı ve "kutsal sayılar" sistemi

/ 1 32 / 1 32 / 1 47

/ 1 62 / 1 82 / 212

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YAŞANTI FORMU OLARAK MİTOS I 229 MİTİK BİLİNÇTE ÖZNEL GERÇEKLİGİN KEŞFİ VE BELİRLENİŞİ I 229 1. Kısım: Ben ve Ruh / 229 II. Kısım: Ben Duygusunun Mitik Yaşantı ve

Birlik Duygusundan Ortaya Çıkışı 1 . Canlılar topluluğu ve mitik sınıf teşkili-Totemizm 2. Kişilik kavramı ve kişisel tanrılar - Mitik ben kavramının aşamaları III. Kısım: İbadet ve Kurban

/ 256

/ 256 / 29 1 / 317

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM MİTİK BİLİNCİN DİALEKTİGİ I 337

ÖNSÖZ

"Sembolik Formlar Felsefesi"nin takdim edilen ikinci bu cildinde uy­ gulanmaya çalışılan anlamda bir "mitik bilinç eleştirisi"ni, eleştirel ve bi­ limsel felsefenin bugünkü durumu karşısında sadece cüretkar bir girişim olarak değil, ayrıca açık bir çelişkililik, anlamsızlık olarak görmek gere­ kir. Çünkü Kant'tan beri eleştirinin ifadesi, felsefi sorunun başvurduğu, kendine özgü anlam ve geçerlilik biçimi felsefe tarafından oluşturulma­ yan, ortada, "imkanının şartları"nın araştırılması için bulunan bir olgunun mevcut olduğu kabulünü içerir. Acaba mitosun dünyası herhangi bir şekil­ de teorik bilginin, sanatın ya da ahlaki bilincin dünyasıyla karşılaştırılabi­ lecek bir olgu mudur? Ya da, mitosun dünyası en baştan, varlık öğretisi olarak felsefenin kendini uzak tutması, içine dalmaması ve kendini ondan daima açık ve biçimde ayrı tutması gereken görünüş alanına ait değil mi­ dir? Gerçekte bilimsel felsefenin tüm tarihi bu ayrılma ve çözülüp gitme konusunda birbirini izleyen kavga tarihi olarak incelenebilir. Bu kavganın formları teorik özbilincin eriştiği aşamaya göre o kadar çok değiştiği hal­ de, kavganın asıl yönelimi ve genel eğilimi, çok açık ve belirgin biçimde ortaya çıkar. Ve bu karşıtlık, tam kesinliğini, ilkönce felsefi idealizmde kazanır. Sözü edilen karşıtlık gerçekten kavramlaştığı ve varlık düşüncesi, onun içinde temel ve ilk/asıl problem olarak bilindiği anda, mitosun dün­ yası, var-olmayan şeyler alanının mülkiyeti olur. Eskiden beri, ikaz işare­ ti olarak Parmenides'in sözüyle, bu alana dikkat çekilmiştir. Bu söz, dü­ şünceye, var-olmayan ile her türlü teması ve meşguliyeti yasaklar. Felse­ fe, emprik algı dünyası açısından uzun zamandan beri arkasında bıraktığı bu uyarıyı, mitosun dünyası açısından kesinlikle dikkate almıştır. Uyarı en azından, düşüncenin kendi gerçek dünyasını ve kendi gerçek meşruluğunu kazanmasından itibaren, ilk ve son kez aşılmış ve geride bırakılmış gibi görünmektedir. Romantizmin bu batmış dünyayı tekrar keşfetmesinde ve Schelling'in, bu dünyaya, felsefe sistemi içinde sağlam bir yer vermesin­ den itibaren, elbette bu noktada bir değişimin meydana geldiği görülmek­ tedir. Fakat mitosa ve karşılaştırmalı mitolojinin temel sorularına yeni ve canlı ilgi •. mitos formunu çözümleme ve onun malzemesini araştırma pek yararlı olmamıştır. Bu malzemeyi, bugün, sistematik din biliminin, dinler 7

tarihinin ve etnolojinin bu alanla ilgili olarak yaptıkları çalışmalar sayesin­ de, çok zengin biçimde önümüze serilmiş bulmaktayız. Bu çok-çeşitli ve çok-parçalı malzemenin sistematik birliği problemi ise, ya genellikle artık söz konusu edilmemekte ya da şayet söz konusu edilirse, sadece gelişim psikolojisinin ve genel toplum psikolojisinin metodlarıyla çözülmeye ça­ lışılmaktadır. Eğer mitosun kaynağı, "insan doğası"nın belirli temel eği­ limlerinden doğru açıklanır ve mitosun gelişmesinde ilk baştaki nüve ol­ duğu anlaşılan psikolojik kurallar gösterilirse, mitos o zaman kavranabilir. Mantık, ahlak ve estetik konusunda çok sık denenmiş olan bu türlü bir açıklama ve mecra değişimi formuna karşı, onlar, daima kendi sistematik haklılıkları içinde kendi yerlerini korudular; böylece onların hepsi, "nes­ nel" gerçekliğin bağımsız bir ilkesini tanık gösterdikleri ve ona dayandıkla­ rı için, psikolojik çözümlemelerin hepsine karşıt durumda bulunmaktadırlar. Bu türlü dayanakları yetersiz olan mitos ise, bununla, ilk ve son kez sadece psikoloji alanına değil, aynı zamanda psikolojizm anlayışına da devir ve tes­ lim edilmiş gibi görünür. Mitosun oluşum şartları konusunda bilgi edinme, burada, bağımsız bir mevcudiyetin olumsuzluğuyla aynı anlama gelmekte­ dir. Onun içeriğini anlamak, sadece, mitosun nesnel geçersizliğini gösterıne, mitosun varlığını borçlu olduğu genel fakat yine de tamamıyla "öznel" ya­ nılsamanın farkında olma anlamına gelir. Ve şüphesiz sadece mitik anlatım teorisinde değil, aynı zamanda sanat teorisinin ve estetiğin temeliyle ilgili girişimde de her zaman yeniden or­ taya çıkan türden bu "yanılsamacılık", zihinsel ifade formları sistemi açı­ sından bakılır bakılmaz, içinde güç bir problem ve ağır bir tehlike taşır. Çünkü eğer bu formların toplamı gerçekten sistematik bir birlik teşkil edi­ yorsa, o zaman birinin kaderi, onun bütiln diğerleriyle bağlanmış olma�ın­ da yatmaktadır. Bir formda rastlanan her olumsuzluğun, böylelikle doğru­ dan ya da dolaylı olarak diğerlerini de kapsaması gerekir. Bütünlük salt bir topluluk olarak değil de zihinsel-organik birlik olarak düşünülürse, tek ba­ şına bir parçanın her yok edilişi, bütünü tehdit eder. Eğer zihinsel kültürün temel forınlannın mitik bilinçten hareketle oluştuğu göz önünde tutulursa, mitosun bu bütün içinde ve bütün için aynı kesinlikte bir anlama sahip ol­ duğu sonucu çıkar. Bu formların hiçbiri en baştan bağımsız bir varlığa ve açıkça sınırlanmış gerçek bir yapıya sahip değildir; tersine, hepsi adeta herhangi bir mitos yapısı içinde örtülmüş ve gizlenmiş olarak karşımıza çı­ kar. "Nesnel zihnin" alanı, yani birleştirmenin görülebildiği değil de, nes­ nel zihnin ilk başta mitik içerikle oluşturduğu somut birliğin görülebilece­ ği alan, neredeyse hiç yok gibidir. Bilginin ürünleri gibi sanatın ürünleri ve ahlakın, hukukun, dilin, tekniğin içerikleri; onların hepsi burada aynı 8

temel ilişkiye işaret eder. "Dilin kaynağı" sorusu, "mitosun kaynağı" so­ rusuyla birbirinden ayrılamayacak biçimde iç içe geçmiştir. Böyle olunca her ikisi diğeriyle birlikte ve karşılıklı ilişki içinde konumlanabilir. Aynı şekilde sanatın, yazının, hukukun ve bilimin kaynakları problemi de bizi, onların hepsinin mitik bilincin doğrudan ve ayrımlaşmamış birliği içinde henüz sakin bir şekilde yattığı aşamaya geri götürür. Bilginin, mülkiyet kavramı gibi teorik temel kavramları; zaman, mekan ve sayı ya da hukuk ve toplum kavramları, ayrıca tekniğin, sanatın, ekonominin ayrı ayrı olu­ şumları da, bu zincirlenme ve kuşatılmadan tedricen ayrılıp gider. Ve bu varoluşsal ilişki, salt-varoluş açısından incelenmedikçe ve sindirilmedikçe, kendi gerçek anlamı ve derinliği içinde kavranamaz. Zihnin yaşantısındaki gibi burada da oluş bir varlığı gösterir, ki, o varlık olmaksızın oluş kavra­ namaz ve kendine özgü "hakikati" içinde bilinemez. Bizzat psikoloji, mo­ dem bilimsel yapısı içinde, bu ilişki ile ilgili bilgi verir: Çünkü oluşsa! problemlerin çözümünün, saf kendisi için değil, sadece iç yapı problemle­ riyle yakın bağlantı içinde ve hepsini kapsayan bağıntıyla bulunabileceği düşüncesi, burada çok net biçimde görülür. Eğer bu ilk temelin başlangıcı kavranamaz ve bilinemez kalmaya devam ederse, eğer bu temel, mitostaki gerçek bir zihinsel biçimlendirme şekli olarak tanınmayıp şekilsiz kaos ola­ rak kabul edilirse, zihnin tek tek tözel ürünlerinin mitik bilincin ilgisizliği ve genelliğinden ortaya çıkışı, gerçekten doğru olarak anlaşılamaz. Bu şekilde ele alındığında, mitos problemi, He gel 'in "Zihnin Fenome­ nolojisi" olarak işaret ettiği genel problem çerçevesine eklenir ve bu yüz­ den tüm psikolojik ya da psikolojistik nitelikli dar çerçevenin dışına çıkar. Mitosu, içsel ve zorunlu ilişki içinde, zihnin fenomenolojisinin evrensel görevine bağlamak, dolaylı olarak Hegel'in fenomenoloji kavramını ifade edişinin ve belirleyişinin sonucu olarak anlaşılabilir. Hegel "Fenomenolo­ ji"nin önsözünde şöyle söyler: "Kendini ...gelişen zihin olarak bilen zihin, bilimdir.Bu bilim, zihnin gerçekliği ve zihnin kendi esas unsurlarıyla in­ şa ettiği kendi dünyasıdır.... .Felsefenin başlangıcını, bilincin bu unsurlar­ da bulduğu kabul ve talep oluşturur. Fakat bu unsur, kendi tamamlanışını ve saydamlığını, sadece kendi oluş hareketiyle kazanır. Yalın doğrudanlık biçimine sahip olan şey, genel şey olarak saf manevlliktir....Bilim kendi açısından, bu ortam içinde ve bu ortamla yaşayabilmek ve canlı kalabil­ mek için, özbilinç talep eder. Bunun tersi, olarak ise, birey, bilimin en azından bu duruş noktasından kendisine merdiven uzatmasını, bu duruş noktası içinde bizzat merdiveni göstennesini talep etmelidir. ....Eğer bili­ min bilinci, kendi k�ndisiyle karşıtlık içindeki nesnel şeyleri ve nesnel şeylerle karşıtlık i·;indeki kendi kendisini bildiği bilim bilincinin duruş

9

noktasından başka şey olacaksa, .... buna karşılık o zaman bilimin unsuru, ona (bilince), artık kendi kendisinin sahip olmadığı öbür tarafta kalan bir uzaklıktadır. Bu iki parçadan her biri diğeri için gerçekliğin karşıtı gibi gö­ rünür. ... Bilimin istediği şey, bizzat kendinde mevcuttur. Bilim, doğrudan özbilinçle ilişki içinde, kendini kendisinin karşıtı olarak gösterir; ya da bu aynı karşıtlık, bizzat kendi kesinliğinde kendi gerçekliğinin ilkesine sahip olduğu için, bilim, kendisi için kendisinin dışında olmak suretiyle, gerçek olmayış formunu taşır. Bu yüzden bilim bunun gibi unsuru formla birleş­ tirmeli; ya da daha ziyade bu unsurun bizzat kendine ait olduğunu ve bu aitliğin nasıllığını göstermelidir. Bu şekildeki gerçeklikten mahrum olan olarak bilim, sadece kendi başına, henüz içte olan, ruh olmayan, sadece zi­ hinsel töz olan amaçtır. Bu kendi-başına oluş dışlaşmalı ve bizzat kendisi için ortaya çıkmalıdır. Bu, sadece özbilincin bir olarak kendisiyle konum­ lanması anlamına gelir. ... İlköhce var olduğu şekliyle bilme ya da doğru­ dan ruh, ruhsuzdur; o duyusal bilinçtir. Gerçek bilmenin oluşması için ya da bilimin kendi saf kavramı olan unsurunu üretmek için, bilinç, uzun bir yolu aşmaya çalışmalıdır." Hegel'in duyusal özbilinçle "bilim"in ilişkisi­ ni işaret ettiği bu cümleler, tüm kuşatıcılığı ve netliği içinde, mitik bilinç­ le bilginin ilişkisi için de geçerlidir. Çünkü bilimin oluşumu için gerçek başlangıç noktası, yani bilimin doğrudan biçimde başlangıcı, duyusal se­ yir alanınoa değil, mitik seyir alanında bulunur. Duyusal bilinç olarak ad­ landırılan şey, ayrıca açıkça ayrılmış tek tek algı çevrelerine, renklerin, seslerin vs. duyusal "unsurları"na ayrılan bir "algı dünyası"nın mevcudi­ yeti, bizatihi bir soyutlamanın, "verilmiş olan"ın teorik düzenlenişinin ürünüdür. Özbilinç bu soyutlamaya yükselmeden önce, "şeyler"in ve on­ ların "özellikler"inin dünyasında değil, daha ziyade doğaüstü biçimlerin ve tanrı biçimlerinin, mitik kuvvetlerin ve güçlerin dünyasında; mitik bi­ lincin ürünlerindedir ve onlarda yaşar. Hegel'in talebine göre, bundan do­ layı, ''bilim"in doğal bilince merdiven uzatması gerektiği zaman, bilim, bizzat kendinden yukarıda kalan bu merdiveni daha derin bir aşamaya doğru yerleştirmelidir. Bilimin "oluş"u hakkındaki bilgi, -zamansal an­ lamda değil, düşüncede olan anlamında anlaşılınca-, eğer bilimin, mitik doğrudanlık alanından ortaya çıkışı ve belirginleşmesi gösterilir ve bu ha­ reketin yasası gibi yönü de belirlenirse, tamamlanır. Ve bu noktada, sırf, felsefi sistematiğin bir talebi değil, bizzat bilginin bir talebi söz konusu olur. Çünkü bilgi, mitosu basitçe kendi sınırlarının dışma çıkararak onu kontrol altına alamaz. Bilgi için, sadece, önceden kendine özgü içeriği içinde ve kendi özel varlığına göre kavradığı şeyi ger10

çekten aşıp aşamaması söz konusudur. Bu zihinsel çaba sonuçlanmadıkça, teorik bilginin zafer kazanmış olduğuna inandığı kavga daima yeniden or­ taya çıkar. Bilgi şimdi, görünüşte kesin zafer kazandığı düşmanı, kendi asıl merkezinde tekrar bulur. "Pozitivizm"in bilgi öğretisi bu şey-durumu konusunda açık bir kanıt sunar. Fiili verili-olanın saf gerçek olanın mitik ya da metafiziksel zihnin "öznel" malzemesinden ayrılığı, burada incele­ menin gerçek amacını teşkil eder. Bilim kendi gerçek forınuna, öncelikle tüm mitik ve metafiziksel mevcut-parçalan kendinden uzaklaştırarak eri­ şir. Ve elbette Comte'un öğretisinin gelişimi, başlangıçta henüz dikkate alınmadığı düşünülebilecek unsur ve motivlerin, bizzat kendi içinde canlı ve etkili kaldıklarını gösterir. Her mitik olanı bilimin ilk ve tarih öncesi za­ manına sürgün etmeyle işe başlayan Comte'un sistemi, bizzat kendisini mitik-dini bir üstyapı içinde sona erdirir. Ve böylece, teorik bilgi bilinciy­ le mitik bilinç arasında, ikisinin de birbiri karşısında -Comte'cu "üç aşa­ ma" anlamında- keskin bir zamansal çatlakla ayrılması anlamında, bir boş­ luk mevcut olmadığı görülür. Bilim, çok uzun zaman, sadece başka bir form damgaladığı, çok eski bir mitik miras saklar. Bilim için burada yüzyıl­ lar boyunca süren, bugün henüz daha sona erınemiş ve kuvvet kavramını tüm mitik bileşenlerinden çözmeye ve bu kavramı saf bir fonksiyon kavra­ mı içine yerleştirmeye yönelmiş olan kavgaları hatırlamak yeterlidir. Ve bu noktada, sadece tek tek temel kavramların içeriği belirlenirken birdenbire ortaya çıkan bir karşıtlık değil, bir de teorik bilginin gerçek formuna derin­ lemesine inen bir çatışma söz konusudur. Mitosun bugün saf metot öğretile­ ri alanında da kendisi için yeniden bir tabiiyet ve vatandaşlık hakkı talep et­ mesi durumu, teorik bilgi formunda, mitosun Logos karşısında gerçekten net bir sınırlamaya pek az eriştiğini, her şeyden daha iyi kanıtlar. Şüphesiz mi­ tos ile tarih arasında asla mantıki ve net bir ayrılmanın açıkça gerçekleştiri­ lememesi, her tarihsel kavrayışın gerçek mitik unsurlarla iç içe olması ve bu unsurlara zorunlu olarak bağlı olması durumu görülmektedir. Bu tez haklı­ lık taşıyorsa, o zaman bununla sadece tarih değil, ayrıca kendi köklerinden biri olarak mitik unsurlara dayanan tüm manevi bilimler sistemi, bilimin ala­ nından çekilip alınmış ve mitosun alanına terkedilmiş olur. Mitosun, bilimin çevresine bu şekilde el atıp saldırması, sadece, mitos önceden esas alanının içinde zihinsel olan ve zihinsel biçimde muktedir olan şey olarak tanındığı zaman başarıyla geri püskürtülebilir. Mitosun gerçekten aşılması, onun bi­ linmesine ve tanınmasına dayanmalıdır: Mitosun kendine özgü anlamı ve sı­ nırları, sadece onun zihinsel içyapısını çözümleme yoluyla belirlenebilir. Bu inceleme ilerlerken, bu genel görevi net olarak belirleyebildiğim ölçüde, elbette onu:ı uygulanmasında karşılaşılan güçlükleri de açıkça his-

11

settim. Burada, açılmış ve hatta oldukça kesin biçimde belirlenmiş bir yol, ilk ciltte bahsedilen dil felsefesi problemleri kadar açıkça mevcut değildir. Dilin sistematik olarak incelenmesi, içeriksel değil de metodik olarak Wil­ helm v. Humboldt'un temel araştırmalarına bağlanabildiği halde, mitik düşünme alanında bu türlü metodik "ders kitabı" eksiktir. Son on yılların araştırmalarıyla açığa çıkan materyal zenginliği bunun için hiçbir ek üs­ tünlük sunmadı. Takdim edilen zenginlik, sistematik kavrayış eksikliğini ortaya çıkartacak yerde, sadece mitik olanın "içteki formu"nu net biçimde ortaya çıkarttı. Eldeki inceleme, bu kavrayışla yaklaşılabilecek bir yol eşi­ ğine adım atmayı ümit eder. Fakat ben, bu incelemenin, bu yolu gerçekten baştanbaşa katettiğine inanmaktan uzağım. İncelemenin kapsadığı şey, hiçbir şekilde bir sonuç değil, yalnızca başlangıç olmak ister. Burada te­ şebbüs edilen soru koyma, sadece sistematik felsefe tarafından değil, aynı zamanda ayrı ayrı bilimsel disiplinler; özellikle dinler tarihi ve etnoloji ta­ rafından kabul edildiği ve bu sorunun ardına düşüldüğü zaman, bu araştır­ manın asıl hedeflediği amaca, sürekli gelişen çalışmayla gerçekten erişile­ bileceği ümit edilebilir. Bu cildin hazırlıkları ve tasarıları, Hamburg'a davet edilerek Warburg kütüphanesiyle yakın ilişki kurmamdan çok önce, hayli ilerlemişti. Burada ben, mit araştırmaları ve genel dinler tarihi alanı ile ilgili zengin, yeterli ve eşsiz malzemeyi sadece önümde bulmadım; aynca bu malzeme düzenli ve sı­ nıflanmış biçimde, Warburg ortamıyla kazandığı zihinsel damgalanmışlıkla, uyumlu ve merkezi bir problemle !lişkilenmiş olarak ortaya çıktı. Bu prob­ lem kendi çalışmamın temel problemiyle çok yakından ilgiliydi. Bu örtüşr-!e beni tekrar tekrar tahrik etti; bir kez adım attığım yolda ilerlemeyi iyice teş­ vik etti; bu örtüşme, bu kitabın üstlendiği sistematik görevin, bizzat manevi bilimlerin somut çalışmasından ve cnların gelecek için önem taşıyan temel­ lenmesini ve derinleşmesini elde etme çabasından doğmuş olan talepler ve eğilimlerle içsel olarak birleştirilmesi sonucunu doğurur. Warburg kütüpha­ nesini kullanırken, çalışmama en başından olumlu bakan Fritz Saxl, bana bir yardımcılık ve uzman-kılavuzluk yaptı. Onun çok önemli yardımları ve kişi­ sel katılımı olmaksızın, malzemenin temininde ve iyice kavramakta karşılaş­ tığım birçok güçlüğü aşamayacağımın bilincindeyim. Bu yüzden bu kitabın, ona burada içten teşeY-.kürümü sunmadan yayımlanmaması gerekir.

Hamburg, Aralık 1924 ERNST CASSIRER

12

MİTİK DÜŞÜNCE

GİRİŞ "MİTOLOJİ FELSEFESİ" PROBLEMİ

Mitik bilincin içeriklerinin felsefi bakımdan incelenmesi, onların teorik olarak kavranması ve yorumlanması teşebbüsü, bilimsel felsefenin ilk başlarına kadar geriye gider. Felsefe mitosa ve onun ürünlerine, diğer büyük kültür alanlarından daha önce yönelir. Bu, tarihsel ve sistematik olarak açıkça anlaşılabilir. Çünkü esas felsefe kavramının net ifadesine, önce felsefenin mitik düşünmeyle mü­ cadelesinde erişilir ve felsefenin gerçek görevine çok bilinçli bi­ çimde nüfuz edilir. Felsefe teorik dünya incelemesi ve dünya açık­ laması olarak kurulmaya çalışıldığında, kendini, doğrudan görünen gerçekliğinin kendisiyle değil, daha ziyade bu gerçekliğin mitik kavranışı ve yeniden şekillendirilmesiyle karşı karşıya görür. Felsefe "doğa"yı, -bizzat felsefi refleksiyonun işbirliğiyle- gelişmiş ve oluşmuş deneyim bilinciyle kazandırılan yapısıyla önüne serilmiş halde bulmaz; tersine, her varoluş biçimi ilk olarak mitik düşünmenin ve mitik hayal gücünün atmosferiyle örtülmüş şekilde ortaya çıkar. Felsefe, kendi formunu ve rengini, kendi özel kesinliğini, ön­ celikle bu atmosfer vasıtasıyla kazanır. Dünya bilince, empirik "şeyler"in bir bütünü olarak ve empirik "özellikler"in bir karmaşık yapısı olarak verilmeden uzun süre önce, mitik güçlerin ve etkilerin bir bütünü olarak verilmiştir. Felsefi düşünüş ve kendine özgü 15

GJ

E

R

N

S

T

C

A

S

S

I

R

E

R

felsefi bakış açısı da, dünya kavramını bu düşünsel ilk temelinden ve ana zemininden ayıramaz. Felsefi düşünmenin başlangıçları, uzun süre, kaynak probleminin felsefi ve mitik ifadesi arasında, aracılı ve adeta kesin olmayan bir konumlama taşır. İlk başlardaki

0 Grek

felsefesinin bu problem için oluşturduğu kavramda, apxı

(başlangıç, menşe') kavramında, bu ikili ilişki özlü ve açık biçim­ de ifade edilir. Bu kavram mitos ve felsefe arasında bulunan sınırı, onları ayıran ve ayrılmış alanları onlar arasında paylaştıran bir sını­ rı işaret eder. Bu kavram, mitik başlangıç kavramıyla felsefi "ilke" kavramı arasındaki geçiş ve ilişkisizlik noktasını gösterir. Felsefe­ nin metodik özbilinci ne kadar gelişirse ve Eleacılıktan itibaren, varlık kavramı bağlamında ne kadar net bir "eleştiri"de, bir xp{6ıç (seçme, hüküm)' de ısrar ederse, elbette logosun artık oluşmuş olan ve özerk ürün olarak yerini koruyan yeni dünyası, mitik güçlerin ve mitik tanrı biçimlerinin dünyasından o kadar açıkça ayrılır. Fakat her iki dünya, artık doğrudan yan yana bulunamayınca, en azından biri, diğerinin bir ilk aşaması olarak görülür ve buna haklılık kazan­ dırmaya çalışılır. Burada, Antik bilimin yapısal oluşumuna ait olan "mecaz!" mit yorumunda, bunun nüvesi bulunur. Felsefi düşünme­ nin didinerek elde ettiği yeni varlık ve dünya kavramı karşısında, mitosa herhangi bir esaslı anlam ya da -sadece dolaylı olsa bile­ "hakikat" tahsis etmek geriyorsa eğer, bu, sadece, mitosun bu dün­ ya kavramına bir işaret ve ön hazırlık olarak görülmesiyle mümkün olabilir. Mitosun sembolik içeriği, refleksiyonun açığa çıkarmak ve mitosun gerçek çekirdeği olarak keşfetmek zorunda olduğu bir ak­ li bilgi içeriğini kuşatmakta ve gizlemektedir. Grek "aydınlanması" yüzyılından, özellikle 5. yüzyıldan itibaren, bu mit yorumu metodu uygulanır. Bu metot, Sofistler'in yeni temellendirdikleri "kanıtla­ ma öğretisi"nin gücünü hevesle denedikleri bir metottur. Mitos, güncel felsefenin kavram diline çevrilerek, ister kurgusal, ister do­ ğabilimsel ya da ahlaki olsun, bir gerçekliğin elbisesi şeklinde kav­ ranarak anlaşılıp "açıklanır". 16

SE M BO L İ K

FO R MLA R

FE L SE FE S İ

I I

Mitik olanın kendine özgü oluşturma gücünün henüz doğrudan etkisinde olan Grek düşünürlerinin bile, bu kanaate, yani mitik sembol dünyasını tümüyle yeniden düzenlemeye götüren bu görüşe çok net biçimde karşı çıkmaları, tesadüf değildir. Platon Sofist­ ler'in ve retorikçilerin yaptığı şekildeki bir mit yorumu denemelerine, etkili ve alaycı bir üslOpla karşı çıkar. Sofistler ve retorikçiler, Platon için, bir kurnazlık oyunundan ve kaba, zahmetli bir çaresizlikten başka hiçbir şey değildir. (aypoıxoç 6o
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF