Eric J. Hobsbawm - Devrim Çağı

April 2, 2018 | Author: Deniz Kasap | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Eric J. Hobsbawm - Devrim Çağı...

Description

Devrim Çağı

Eric Hobsbawm

Yüzyılımızın en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Eric Hobsbawm 1917 yılında İskenderiye'de doğdu. Öğrenim hayatını Viyana, Berlin, Londra ve Cambridge gibi farklı §ehirlerde sürdürdü. İngiliz Akademisi, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi gibi birçok saygın kurulu§a üye olan Hobsbawm, uzun yıllar Londra Üniversitesi'nde öğretim Üyesi olarak çalı§tı. Emekliliğinden sonra New York "New School for Research"te çalı§mayı sürdürdü.Hobsbawm'ın çok sayıdaki yapıtlan arasından bazılan §unlardır:

Avrupa'nın en kapsamlı

toplumsaltarihi olan, Devrim Çağı (1789-1848), Sennaye Çağı (1848-1875), imparatorluk Çağı (1875-1914) veAşınlıklar Çağı (1914-1991). Bunların dı§ında Pıimitive Rebels, Sanayi ve imparatorluk, Bandits, On History, Labouring Men and Worlds of Labor, ve Jazz Scene anılmaya değer yapıtlarıdır. En son kitabı, c az tarihinden ayakkabı tamircilerinin radikal geleneğine kadar uzanan geni§ bir yelpazede yer alan yazılarının derlendiği "Uncommon People"dır.

D

'

.

Hobsbowm, E. J. Devrim Çağı

ISBN 975-7501-41-71 Türkçesi,

Sahadır

Sina

Şener 1 Dost

Haziran 2003, Ankara, 380 sayfa.

Tarih-Avrupo-19. yy.-Fronsa!ingiltere-Kaynokça-Dizin

Kitobevi Yayınlan

DEVRİMÇAÖI Avrupa 1789-1848

E.]. Hobsbawm

ISBN 975-7501-41-7 The Age of Revolution E. J. HOBSBAWM © E.J. Hobsbawm, 1975

Bu kitabın Türkçe yayın haklan ONK Ltd. Şti. aracılığıyla Dost Kitabevi Yayınları'na aittir. Birinci Baskı, Ekim 1998, Ankara İkinci Baskı, Eylül 2000, Ankara Üçüncü Baskı, Haziran 2003, Ankara İngilizceden çeviren, Bahadır Sina Şener Düzelıi: Halim Yurdakul

Teknik Hazırlık, Mehmet Dirican • Dost İTB Baskı ve Cilı, Pelin Ofset Dası Kiıabevi Yayınlan

Karanfil Sokak, 29!4, Kızılay 06650, Ankara Tel: (0312)4188772 Fax: (0312)4199397 [email protected]ı.ır

Bu kitap, The Age of Revoluıion'ın Weiden & Nicholson baskısından çevrilmi§tir: Fransızca parçaların çevirisi için Mehmet Emin Özcan'a teıekkür ederiz..

İçindekiler

Önsöz

7

Giriş

9

I. Kısım: Gelişmeler

13

1 1780'lerin Dünyası

ıs

2 Endüstri Devriini

36

3 Fransız Devrimi

63

4 Savaş

89

5 Barış

112

6 Devrimler

123

7 Milliyetçilik

147

Kısım:

161

II.

Sonuçlar

8 Toprak 9 Endüstri

163 Dünyasına Doğru

184

1OYetenekiilere Yükselme ll

Çalışan

Yoksullar

Olarıağı

200 219

12 İdeoloji: Din

237

13 İdeoloji: Laiklik

254

14 Sanatlar

274

15 Bilim

299

16 Sonuç: 1848'e Doğru

320

Haritalar

333

Notlar

345

Kayrıakça

358

Dizin

365

Onsöz

Bu kitap, burada 'çifte devrim' adı verilen olguyu -1789 Fransız Devrimi ile çağda§ı olan (İngiliz) Endüstri Devrimi'ni- ilgilendirdiği ölçüde, 1789 ile 1848 arasındadünyanın uğradığıdönü§ümün izini sürmektedir. O nedenle, tam olarak ne bir Avrupa ne de bir dünya tarihidir. Bu dönemde çifte devrimin yansımalarından etkilenen ülkelere, üstünkörü de olsa değirımeye çalı§ tım. Bu dönemde devrimin üzerlerindeki etkisi ihmal edilebilir boyutta olanlarıysa atladım. Dolayısıyla okur, kitapta Mısır hakkında bir §eyler bulacaktır, ama Japonya hakkında bulamayacaktır; İrlanda hakkında Bulgaristan'dan, Latin Amerika hakkındaysa Afrika'dan dahafazla §ey bulacaktır. Bu, bu kitapta göz ardı edilmi§ olan ülkelerin ve halkların tarihlerinin, kitapta yer alanlardan daha az ilginç ve önemsiz olduklarıanlamına gelmemektedir-doğal olarak. Kitabın görüngesini, esas olarak Avrupa'nın, daha kesin bir anlatımla Frarısa-İngiltere'nin olu§ turmasının nedeni, bu dönemde dünyanın -en azından büyük bir bölümünün- Avrupalı, daha doğrusu Fransız-İngiliz bir temelden hareketle dönü§üme uğraml§ olmasındandır. Ne var ki, pekala daha ayrıntılı biçimde ele alınmayı hak eden bazı konular, yalnızca yer darlığından dolayı değil, (ABD tarihi gibi) bu dizide yer alan diğer ciltlerde uzun uzadıya ele alındıkları için bir yana bırakılmı§lardır.

8

DEVRiM ÇAGI

Kitabın amacı, ayrıntılı bir anlatım sunmak değil,

yorumlamak ve Franvulgarisation dedikleri şeyi yapmaktır. Kitabın ideal okuru, geçmişe merak duymakla kalmayıp dünyanın bugünkü duruma nasıl ve neden geldiğini ve nereye gittiğini anlamak isteyen, kuramsal bir yapıya sahip, zeki ve eğitimli yurttaş tır. Metni, ancak daha eğitimli bir okur kitlesinin taşıyabileceği bilginlik gereçleriyle doldurmak, hem yersizdi hem de bilgiçliklik olacaktı. O nedenle dipnotlanmda, neredeyse tümüyle kitapta geçen alıntıların ve rakamların alındığı kaynaklara; özellikle tartışmalı veya §aşırtıcı açıklamaların olduğu bazı durumlarda da otoritelere yer verdim. Buna karşın, böylesine geni§ kapsamlı bir kitabın dayandığı malzemeler hakkında bir §eyler söylemek doğru olacaktır. Bazı tarihçiler, belli alanlarda diğer tarihçilerden daha uzmandır (ya da tersinden söylersek daha bilgisizdir). Oldukça dar bir alan dışında, tarihçiler büyük oranda ba§ka tarihçilerin çalı§malanna bel bağlamak zorundadır. ı 789-ı848 arasındaki döneme ili§kin bu ikincil yazın bile tek başına, bütün dillerden okuyahuecek durumda bile olsa herhangi bir ki§inin bilebileceklerini çok a§an bir basılı eser yığını olu§turmaktadır (Oysa bütün tarihçiler gerçekte topu topu bir avuç dille sınırlıdırlar). O yüzden elinizdeki kitabın büyük bölümü, ikinci ya da üçüncü el kaynaklara dayanmaktadır ve kitabın yazan kadar bir uzmanı da üzecek kaçınılmaz kısaltınaların yanı sıra hatalar içerecektir ister istemez. Kitapta, daha ileri araştırmalara rehber ola_cak bir kaynakça sunulmaktadır. Tarihin dokusu, onu bozmadan ipliklerine ayırmaya olanak vermese de, kılgıl amaçlardan dolayı konunun belli ölçülerde alt bölümlere ayrılması gerekmektedir. Ben, kitabı çok kaba olarak iki kısma ayırmaya çalı§ tım. İlk kısımda, genel olarak dönemin ana geli§meleri ele alınırken, ikinci kısımda çifte devrimin ortaya çıkardığı toplum türünün taslağı yapılmaktadır. Ancak bu iki kısım arasında bilerek yapılmı§ çakı§tırmalar vardır; aralarındaki ayrım kuramsal bir sorun değildir, kolaylık sağlamak sızların lıaute

amacıyla yapılmıştır.

Kitabın çe§itli yönlerini benimle tartışan ya da taslak veya prova halindeyken bölümleri okuyan, fakat hatalanından sorumlu olmayan, ha§ ta J. D. Bernal, Douglas Dakin, Ernst Fischer, Francis Haskell, H. G. Koenigsberger ve R. F. Leslie olmak üzere çeşitli kişilere te§ekkür borçluyum. Özellikle ı 4. Bölümde, Emst Fischer'in fikirlerinden çok yaradandım. Bayan P. Ralph, sekreter ve araştırma asistanı olarak çok büyük yardımda bulundu. Bayan E. Mason da dizini hazırladı.

E. J. H. Londra,

Aralık ı 961

Giriş

Sözcükler, çoğu zaman belgelerden daha güçlü tamklardır. Bu kitapta ele alınan altını§ yıllık dönem içersinde icat edilmi§ veya çağda§ anlamlarını esas olarak bu dönemde kazanmı§ birkaç sözcüğe göz atalım. Bunlar, 'endüstri', 'sanayici', 'fabrika', 'orta sınıf', 'çall§an sınıf', 'kapitalizm' ve 'sosyalizm' gibi sözcüklerdir. 'Aristokrasi' ve 'demiryolu'nun yanı sıra 'liberal' ve 'muhafazakar' gibisiyasal terimler, 'milliyet', 'bilim adamı', 'mühendis', 'proletarya' ve (ekonomik) 'bunalım' gibi sözcükler de bunlar arasın­ dadır. 'Faydacı' ve 'istatistik', 'toplumbilim' ve daha pek çok çağda§ bilimin adı, 'gazetecilik' ve 'ideoloji', bu dönemde uydurulmu§ ya da uyarlanmı§ sözcüklerdir.* 'Grev' ve 'yoksulluk' da öyledir. Çağda§ dünya bu terimler olmadan (yani §eyler ve onlara adlarını veren kavramlar olmadim) dü§ünüldüğünde, 1789 ile 1848 arasında patlak veren ve insanın tarımı, metalürjiyi, yazıyı, kenti ve devleti bulduğu • _Bu sözcüklerin çoğu, ya bu halleriyle uluslararası dol"§ımdadır ya da sözlük anlamları korunarak çe§itli dillere çevrilmi§letdir. Ömeğin 'socialism' [sosyalizm] veya 'industry' [endüstri] az çok uluslararası olarak geçerli sözcüklerken, 'demir yol [iron road]' tamlaması, çıktığı ülke dı§ında her yerde çevrilerek alınml§tır.

10 DEVRiM ÇAGI

o uzak çağlardan beri insanlık tarihindeki en büyük dönü§ümü olu§ turan bu devrimin ne denli derin ve köklü olduğu da anla§ıl~caktır. Bu devrim, bütün dünyayı dönü§türdü ve hala da dönü§türmeye devam etmektedir. Fakat bu devrime bakarken, herhangi bir toplumsal çerçeveyle, siyasal örgütlenmeyle veya uluslararası güç ve kaynak dağılımıyla sınırlanama­ yacak olan uzun vadeli sonuçlarıyla, belli bir toplumsal ve uluslararası duruma yakından bağlı olan ilk ve tayin edici evresini birbiiinden özenle ayırmakzorundayız. 1789-1848 büyük devrimi, 'endüstri' olarak endüstrinin değil, kapitalist endüstrinin; genel olarak özgürlüğün ve e§itliğin değil, orta sınıfın ya da burjuva liberal toplumun; 'modern ekonomi'nin veya 'modern devlet'in değil, merkezinde, birbirine kom§u ve rakip Büyük Britanya ve Fransa devletlerinin bulunduğu dünyanın özgül bir coğrafi bölgesindeki (Avrupa'nın bir bölümündeki ve Kuzey Amerika'nın birkaç bölgesindeki) devletlerin ve ekenomilerin zaferiydi. 1789-1848 dönü§Ü· mü, bu iki ülkede ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan özünde ikiz bir karga§adır. Fakat bu çifte devrimi -daha ziyade siyasal bir nitelik ta§ıyan Fransız Devrimi ile daha çok endüstriyel bir nitelik ta§ıyan (İngiliz) Devrimi'ni-, onun ba§lıca ta§ıyıcıları ve simgeleri durumundaki iki ülkenin tarihine ait bir §ey olmaktan çok, daha geni§ çaplı bölgesel bir volkanın ikiz krateri olarak görmek yanlı§ olmaz. Patlamaların aynı anda Fransa'da ve Britanya'da meydana gelmek zorunda olması ve birbirinden çok az farklılık göstermesi, raslantısal olmadığı gibi, ilginçlikten uzak bir durum da değil­ dir. Fakat, Çinli ya da Afrikalı bir gözlemcinin bakı§ açısından olduğu kadar, diyelim İ.S. 3000 yılındaki bir tarihçinin bakı§ açısından da, bu patlamaların Kuzeybatı Avrupa'da bir yerde ve onun deniza§ırı uzantıla­ rında meydana geldiklerini ve o sırada dünyanın ba§ka bir yerinde ya§anma olasılıklarının bulunmadığını belirtmek, diğer her §eyden daha önemlidir. Yine bu patlamaların, bu dönemde burjuva-liberal bir kapitalizmin zaferinden ba§ka bir biçim almalarının tasavvur bile edilemeyeceğini belirtmek de aynı ölçüde önemlidir. Böylesine derin bir dönü§ümün, 1789'dan, hatta 1789'un hemen öncesindeki onyıllardan çok daha gerilere gitmeden anla§ılamayacağı besbelli bir §eydir ve çifte devrimin hallaç pamuğu gibi gibi atacağı Kuzeybatı dünyasının eski rejimlerinin [ancien regime] bunalımını yansıttığı açıktır. 1776 Amerikan Devrimi'ni, ister İngiliz-Fransız devrimleriyle e§it öneme sahip bir patlama olarak, ister bu devrimierin en önemli dolaysız habercisi ve uyancısı olmaktan ibaret görelim; temel önemi, ister 1760-89 arasın­ daki anayasa bunalımlanna, ister ekonomik altüst olu§lara ve canlanma-

GiRiŞ

1J

lara verelim, bütün bunlar en iyi halde bu büyük atılımın vesilesini ve zamanlamasını açıklayabilirler, temel nedenlerini değil. Bir çözümleme, cinin tarihte ne kadar geriye gitmesi gerekir? Onyedinci yüzyıl ortasındaki İngiliz Devrimi'ne mi, Reformasyon'a mı, Avrupa'nın dünyayı askeri yol, dan fethinin ve sömürgeler kurmasının ba§langıç tarihini olu§ turan anal, tıncı yüzyılın ba§ına mı, hatta daha öncesine mi? Bu sorun, buradaki amaçlanmız açısından ilgi alanımızın dı§ında kalmaktadır; çünkü böy, !esine derinlemesine çözümleme, bu kitabın zamandizinsel sınırlannın çok ötesine götürecektir bizi: Bizim burada yalnızca §Unu farketmemiz gerekiyor: Bu dönü§ümün toplumsal ve ekonomik güçleri, siyasal ve zihinsel araçları, Avrupa'nın, geri kalanını da devrimcile§tirmeye yetecek büyüklükte bir bölümünde çoktan hazırdı. Sorunumuz, bir dünya pazannın, yeterince etkin bir özel giri§imciler sınıfının, hatta (İngiltere'de) özel kan ençokla§tırmanın hü, kümet politikasının temeli olduğu önermesine kendini adam!§ bir devletin doğu§ unu izlemek olmadığı gibi, teknolojinin, bilimsel bilginin veya birey, ci, laik, ilerlemeye inanan ussalcı bir ideolojinin evrimini izlemek de değildir. Henüz yeterince güçlü ve yaygın olduklannı varsayamasak bile, 1780'lerde bütün bunların var olduklannı veri olarak kabul edebiliriz. Öte yandan, dı§ görünümünün bize tamdık gelmesinden, Robespierre ile Saint-Just'un giysilerinin, davranı§lanmn ve yazılarmın, eski rejimin salonlannda hiç de yadırganmayacak olmasından, reformcu fikirleriyle 1830'lann burjuva İngilteresi'ni dile getiren Jeremy Bentham'ın tam da aynı fikirleri Rus Büyük Katerina'ya da öneren aynı adam olmasından ve orta sınıf ekonomi politiğinin en a§ırı önermelerinin onsekizinci yüzyı, lın İngiliz Lordlar Kamarası'nm üyelerinden gelmi§ olmasından, bütün bu yadsınamaz gerçeklerden dolayı çifte devrimin yeni olma niteliğini gözden kaçırmak gibi bir ayartıya kapılmamamız gerekiyor. Şu halde bizim sorunumuz, yeni bir ekonominin ögelerinin ve yeni bir toplumun varlığını değil, onların zaferini açıklamak; önceki yüzyıllarda kalenin temellerini nasıl azar azar oyduklarını değil, kaleyinasıl fethettik, lerini izlemektir. Aynı zamanda da bu ani zaferin, ondan en dolaysızca etkilenen ülkelerde ve kapılan artık bu yeni güçlerin (geçenlerde yayım, lanan ve bu dönemin dünya tarihini ele alan bir kitabın ba§lığmdaki ifadeyi kullanırsak 'fatih burjuvazi'nin) yıkıcı etkilerine açılan dünyanın geri kalanında yol açtığı köklü deği§iklikleri izlemektir. Çifte devrim Avrupa'nın bir bölümünde ortaya çıktığından, en bariz ve dolaysız etkilerini yine burada gösterdiğinden, bu kitapta ele alman tarihin, esas olarak bölgesel bir nitelik ta§ırnası kaçınılmazdır. Yine, dünya

12 DEVRiM ÇAGI

devrimi, İngiltere'nin ve Fransa'nın olu§turduğu çifte kraterden dı§a ba§ta Avrupa'nın dünyaya yayılması ve dünyayı fethetmesi biçimini aldı. Gerçekten de çifte devrimin dünya tarihi açısından en göze batan ve dünya tarihinde bir benzeri daha olmayan sonucu, batılı birkaç rejim, özellikle İngiltere tarafından yerkürenin egemenlik altına alınması olacaktı. Eskiçağ uygarlıkları ve dünya imparatorlukları, batının tüccarları, buharlı makineleri, gemileri ve silahları kar§ısında teslim oldular ve çöktüler. Hindistan, İngiltere'nin genel valileri tarafından yönetilen bir eyalet haline geldi; İslam devletleri, bunalımın pençesine dü§tü; Afrika, doğrudan fetihe açıldı. Hatta büyük Çin İmparatorluğu, 1839-42'de kalelerini batının sömürüsüp.e açmak zorunda bırakıldı. 1848'e gelindiğinde, batılı yönetimlerin ve i§adamlarının i§gal etmeyi yararlı bulabilecekleri herhangi bir ülkenin batı tarafından fethedilmesinin önünde hiçbir engel kalmamı§tı. Batının kapitalist giri§im gikünün ilerlemesi de, artık yalnızca zaman meselesiydi. Bununla birlikte, çifte devrimin tarihi, yeni burjuva toplumunun zaferinin tarihi değildir yalnızca. Aynı zamanda, ömre bedel1848'de geni§lemeyi daralmaya döndürecek olan güçlerin de doğu§ tarihidir. Üstelik 1848'e gelindiğinde, kaderingelecekte uğrayacağı olağanüstü ters yüz olu§ kendini çoktan göstermeye ba§laml§tı. Geçerken belirtelim, yirminci yüzyılın orta-· larınaegemen olan batıya kar§ı dünya çapındaki ba§kaldırı, o dönemde yeni yeni farkedilebilmekteydi. Batının fethettikleri ülkelerin, ona kar§ı kullanmak üzere batının fikirlerini ve tekniklerini benimsedikleri bu sürecin ilk evrelerini ancak İslam dünyasında (1830'larda Türk imparatorluğunda batılıla§ma reformlannın ba§lamasında ve hepsinden öte Mısırlı Mehmet Ali'nin gözardı edilmi§, fakat önemli giri§imlerinde) gözlemleyebiliyoruz. Fakat Avrupa'da da muzaffer yeni toplumun yerini almayı tasadayari güçler ve fikirler çoktan ortaya çıkmaktaydı. 1848'e gelirken, 'komünizm hayaleti' Avrupa'yı çoktan sarmı§tı. 1848'de ise hayalet kaçırıldı. Bundan sonra uzun süre, özellikle çifte devrimin en dolaysız biçimde dönü§türdüğü batı dünyasında, gerçekten de hayaletlerkadar güçsüz kaldı. Fakat 1960'lann dünyasından dönüp o günlere baktığımızda, çifte devrime tepkiden doğan ve ilk klasik formülasyonuna 1848'de kavu§an devrimci sosyalist ve komünist ideolojinin tarihsel gücünü azımsama ayartısına kapılmamalıyız. Modern dünyanın ilk fabrika sisteminin Lancashire'de kurulmasıyla ve 1789 Fransız Devrimi ile ba§layan bu tarihsel dönem, ilk demiryolu ağının kurulmasıyla ve Komünist Manifesto'nun yayımlanmasıyla sona ermektedir. doğru yayıldığından,

I Geli~meler

1 1780'lerin Dünyası

Le dix-lıuitieme siecle doit etre mis au Pantlıeon.* -Saint-Justl

I 1780'lerin dünyasında gözlemlerrecek ilk §ey, bizim dünyamızdan aynı anda hem daha büyük hem de daha küçük olmasıdır. O günlerde ya§amı§ en eğitimli ve bilgili kimseler, diyelim Alexander von Humboldt (1 7691859) gibi bilimadamı ve gezgin biri bile, oturulan dünyanın ancak belli bölümlerini biliyorlardı (Bilimsel açıdan Batı Avrupa toplumlarından daha az geli§mi§ ve daha az yayılmacı-cahil Sicilyalı köylülerin ve Burma dağlarında ya§ayan ziraatçıların ya§amlarını sürdürdükleri, ötesinin bilinınediği ve bilinmeden ·de kalacak olan yeryüzünün ufacık parçalarına varana dek- toplulukların 'bilinen dünyalar'ı ise çok daha küçüktü). Deniz yataklarına ili§kin bilinenler, yirminci yüzyılın ortalarına kadar kayda değer olmamakla birlikte, James Cook gibi onsekizinci yüzyıl denizcilerinin üstün yetenekleri sayesinde okyarrusların yüzeylerinin tamamı olmasa da büyük bir kısmı çoktan ke§fedilmi§ ve haritaları çıkartılmı§tı. Modern ölçüdere göre fazla dakik sayılınasa da kıtaların ve pek çok ada• "Onsekizinci yüzyılı Panteon'a koymalı."

16 DEVRiM ÇAGI nın ana hatları bilinmekteydi. Avrupa'daki sıradağların büyüklükleri ve yükseklikleri kesinliğe yakın ölçüde, Latin Amerika'nın bazı bölümlerindekiler çok kabaca biliniyor; Asya'dakiler hemen hiç, Afrika'dakilerse (Atlaslar d1§ında) kesinlikle bilinmiyordu. Çin ve Hindistan'dakiler dl§ın­ da dünyanın büyük nehirlerinin akı§ yönleri, kendi bölgelerindekileri bilen ya da bilebilecek durumda olan bir avuç avcı, gezgin ya da coureursde-bois* dı§ında herkes için bir sırdı. Bir iki bölge dı§ında -ki pek çok kıtada kıyıdan ancak birkaç mil içeri girilebilmi§ti-, dünya haritası gezginlerin ya da ka§iflerin yollarını belirten i§aretlerin kestiği beyaz yerlerle doluydu. Fakat uzak karakollardaki resmi görevlilerden ve yolculardan edinilen kaba ama yararlı ikinci, üçüncü el bilgiler göz önüne alındığında, bu beyaz yerler gerçekte olduklarından çok daha büyük olmalıydılar. Yalnızca 'bilinen dünya' daha küçük olmakla kalmıyordu; insani ko§ullar bakımından değerlendirildiğinde, gerçek dünya da küçüktü. Pratik amaçlarla hiçbir nüfus sayımı yapılmadığından, bütün demografik değer­ lendirmeler tahminierin ötesine geçememektedir; fakat dünyanın, büyük bir olasılıkla bugünkü nüfusun üçte birini geçmeyen bir nüfusu beslediği açıktır. Eğer sıkça ba§vurulan tahminler. çok yanlı§ değilse, Asya'da ve Afrika' da dünya nüfusunun bugünkünden daha büyük bir bölümü; Avrupa'da (bugünkü 600 milyonluk nüfusa kar§ılık) 1800'de yakla§ık 187 milyonla daha küçGk bir bölümü; Amerika'daysa kesinlikle daha az bir ·bölümü ya§amaktaydı. 1800'de kabaca her üç insandan ikisi Asyalı, her be§ insandan biri Avrupalı, her on insandan biri Afrikalı, her otuz üç insandan biri Amerikalı ya da Okyarrusyalı idi. Modem zamanlardakine yakın yoğunlukta bir nüfusu barındırmı§ olması mümkün Çin, Hindistan ve Bçıtı veya Orta Avrupa'nın bazı kısımları gibi entansif tarım yapılan kimi küçük bölgeler ile kentsel yoğunluğun fazla olduğu yerler dı§ında, bu çok daha az nüfusun, dünya yüzeyine çok daha seyrek olarak dağıldığı açıktır. Nüfus az olduğuna göre, insanların etkin biçimde ya§ayabildiği alanlar da azdı. Yakla§ık 1300-1 700'lerde ya§anan 'küçük buz çağı'ndaki kadar soğuk ya da yağı§lı olmamakla birlikte günümüze göre daha yağı§lı ve soğuk olması olası iklim ko§ulları, insanların kuzey kutbuna yerle§melerini engellemekteydi. Sıtma gibi salgın hastalıklar, pek çok bölgede yerle§menin önünde hala bir engeldi; örneğin uzun süre bo§ kalmı§ Güney İtalya'nın kıyı ovalarına insanlar ancak ondokuzuncu yüzyılda ve yava§ ya va§ yerle§meye ba§ladılar. İlkel ekonomi biçimleri, özellikle avcılık ve (Avrupa' da) toprakları ziyan edecek biçimde hayvanların mevsimlik ola·ormancı.

1780'LERiN DÜNYASI

17

rak göç ettirilmesi, Apulia ovaları gibi bütün bir bölgenin insan yerle§imine kapalı kalmasına neden olmaktaydı: Ondokuzuncu yüzyıl ba§larında Roma ovasının turistik basma resimlerinde, birkaç harabenin, bir iki sığırın bulunduğu sıtmanın kol gezdiği ıssız yerler, tuhaf görünü§lü pitoresk haydutlar, bu tarz bir peyzajın tanıdık görüntüleri arasındadır. Tabii o tarihlerde Avrupa'da bile sahanın girdiği toprakların çoğu, hala kıraç çalılık, su dolu bataklık, engebeli otlak ya da ormanlıktı. Yine insanlık, bugüne göre bir üçüncü bakımdan da daha küçüktü: Bir bütün olarak alındığında, Avrupalılar bugünkünden belirgin biçimde daha kısa ve hafiftiler. Bu genellerilenin dayandığı askere alınanların beden ölçüleriyle ilgili yığınla istatistikten bir örnek alırsak: Ligurya sahilincieki bir kantonda, ı 792-9 tarihlerinde askere alınanların yüzde 72'si ı .50 metreden daha kısaydı. 2 Bu, onsekizinci yüzyıl sonlarında ya§ ayan insanların bizlerden daha dayanıksız oldukları anlamına gelmez. Fransız Devrimi'nin sıska, bodur, talimsiz askerleri, sömürge dağlanndaki cılız gerillalara denk bir fiziksel direnç göstermi§lerdi. Hergün otuz mil olmak üzere bir hafta durmaksızın tam teçhizatlı olarak yürüyü§ yapmak, sıradan bir uygulamaydı. Ancak seçkin muhafız alayları ve zırhlı süvari bölükleri olu§ turulurken kralların ve generallerin 'uzun boylular'a özel değer vermelerinden de anla§ılacağı gibi, bizim ölçüderimize göre, o günkü insanların fizik gücünün çok zayıf olduğu da bir gerçektir. Ancak, dünya pek çok bakımdan daha küçük idiyse de, haberle§medeki zorluklar ve belirsizlikler onu uygulamada bugünkünden çok daha büyük yapmaktaydı. Bu güçlükleri abartmak istemem. Ortaçağın ya da onyedinci yüzyılın ölçütlerine göre onsekizinci yüzyıl sonları, çok sayıda ve hızlı haberle§me olanağınınvarolduğu bir çağdı; hatta demiryolu devriminden önce, yollarda, atlı arabalarda ve posta hizmetlerinde hatırı sayılır iyile§tirmeler yapılmıştı. ı 760'larla yüzyılın sonu arasında Londra'dan Glasgow'a yolculuk, on oniki günden altmış iki saate inmişti. Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında kurumla§an posta arabası sistemi ya da diligences, Napoleon Savaşları ile demiryolunun geli§i arasındaki dönemde inanılmaz boyutlarda yayılmış ve sadece görece bir sürat değil -Paris Strasbourg arası posta hizmetl ı833'te otuzaltı saat tutuyordu-, aynı zamanda düzenlilik de getirmi§ti. Fakat karadan yolcu ta§ ıma koşullan yetersizdi; gönderilen maliarsa hem yerine geç-ula§ıyor, hem de son derece tuzluya patlı­ yordu. Devlet i§lerini görenler ya da ticaret yapanlar, birbirlerinden ayrı değildi: Bonaparte ile yapılan savaşların ba§larında İngiliz posta idaresinin elinden yirmi milyon mektup geçtiği sanılmaktadır (ele aldığımız dönemin sonunda bu sayı on ~at artmıştı); fakat o günün dünyasında yaşayanların

18 DEVRiM ÇAGI çoğu

için mektup, okuyamayacakları için yararsız bir §eydi ve -pazardan pazara yapılanlar d1§ında- yolculuk olağandl§ıbir i§ti. Karayolundan gitmeleri ya da mallarını karadan göndermeleri gerektiğinde, bunu ya yürüyerek ya da ondokuzuncu yüzyıl ba§larında bile günde yirmi milden daha az yol yaparak Fransız yük ta§ımacılığının alnda be§ini kar§ılaml§ olan yava§ seyreden yük arabalanyla yapıyorlardı. Kuryeler, yazı§maları uzak mesafelere ta§ıyor; sürücüler, salianmaktan kemikleri yer değt§tiren ya da arabaya yeni deri süspansiyonlar takılml§sa kokudan mideleri altüst olan bir düzine yolcunun bulunduğu posta arabalarını sürüyorlardı. Soylulaı; özel arabatarıyla onlarla yarl§a kalkıyorlardı. Fakat dünyanın büyük bölümünde kara ula§ımına, atının ya da katırının yanında yürüyen arabaemın hızı egemendi. O nedenle, bu ko§ullarda su yoluyla ula§ım, kolay ve ucuz olmakla kalmayıp, (rüzgar ve hava ko§ullarındaki belirsizlikler d1§ında) aynı zamanda daha da hızlıydı. Goethe, İtalya gezisi sırasında deniz yoluyla Napali'den Sicilya'ya dört günde gitmi§ ve üÇ günde dönmü§tÜ. Rahat olsun diye karadan yolculuk etseydi, bu yol akıllara durgunluk verecek bir süre tutabilirdi. Bir limana yakın olmak, dünyaya yakın olmak demekti: Gerçek anlamda . Londra, Norfolk'un Breckland'indeki köylerden çok, Plyınouth'a ya da Leith'e yakındı; Sevilla'ya Veracruz'dan ula§mak, Valladolid'den ula§maktan, Hamburg'a Bahia'dan gitmek, Pomeranya hinteriandından gitmekten daha kolaydı. Su yoluyla ula§ımın ba§lıca kusuru, uzun aralıklarla yapılmasıydı. 1820'de bile Londra'dan Hamburg'a ve Hollanda'ya haftada yalnızca iki, İsveç'e ve Portekiz'e bir, Kuzey Aınerik;:ı'ya ise ayda bir posta gidiyordu. Ancak Bostan'un ve New York'un Paris ile temasının, diyelim Karpatlardaki Mararnaras bölgesinin Budape§te ile olan bağlantısından daha yakın olduğu da bir gerçektir. Yine bir sürü malı ve insanı devasa uzunluktaki okyanuslardan a§ırmanın daha kolay olması gibi -örneğin 44.000 ki§ iyi be§ yıl içerisinde (1769-74) Kuzey İrlanda limanlarından Amerika'ya deniz yoluyla göndermek, be§ bin ki§iyi üç ku§akta Dundee'ye ula§tırmaktan daha kolaydı- birbirinden uzakta:ki ba§kentleri birbirine bağlamak, kırla kenti birbirine bağlamaktan daha kolaydı. Basrille'in dü§tüğü haberi Madrid halkına onüç günde ula§ırken, ba§kente 133 kilometre uzaktaki Peranne'da halk 'Paris'ten gelecek haberler' için ayın 28'ine kadar beklemi§ti. O bakımdan 1789'un dünyası, sakinlerinin çoğunluğu için hesaplanamayacak kadar büyüktü. İnsanların büyük çoğunluğu, askere alınmak gibi ba§larına kötü bir §ey gelmedikçe doğdukları kontlukta hatta mahallede ya§ar ve ölürdü: 1861'e gelindiğinde bile Fransa'nın doksan bölgesinden yetmi§inde nüfusun onda dokuzu, doğdukları bölgeden hiç ayrıl­ mamı§tı. Dünyanın geri kalanı, devlet görevlilerinin meselesiydi ve söy-

1780'LERiN DÜNYASI

19

lenti konus uydu. Orta ve üst sınıflardan bir avuç insan için çıkarılanların gazete yoktu (ı8ı4'te bile bir Fransız gazetesinin olağan satışı 5000 idi) ve çok az ki§i okuma biliyordu. Haberler daha çok yolculardan, tüccar, seyyar satıcı, gezgin usta, göçebe zanaatkar, mevsimlik işçi, gezgin rahip ya da hacılardan, kaçakçı, soyguncu ve panayırcılara dek uzanan geniş ve karışık, ba§ıbo§lar, serseriler gibi nüfusun yer değiştiren kesimlerinden ve elbette sava§ sırasında halka tebelle§ olan, barı§taysa oralarda kışlayan askerlerden alınıyordu. Doğal olarak resmi kanallardan da -devlet ve kilise- haberler gelmekteyciL Fakat bu tür devlet kurulu§larında ya da kilise te§kilatında çalı§an yerel görevlilerin büyük bölümü, ya yörenin insanlarıydı ya da ya§am boyu hizmet vermek için aralarına karı§ml§ kimselerdi. Sömürgeler d1§ında memurların merkezi hükümet tarafindan atanması ve birbiri ardına ta§rada göreve gönderilmeleri, daha yeni yeni ortaya çıkan bir uygulamaydı. Devletin bütün ast görevleri arasında bir tek, teseliiyi ülkenin envai çe§it §arabında, kadınında ve atlarında arayan kıta subaylarından belli bir bölgeye takılıp kalmadan ya§amaları beklenebilirciL dışında

II Bu yapısıyla 1789'un dünyası, ezici oranda kıra dayanmaktaydı. Bu temel gerçek iyice sirıdirilmeden, bu dünyayı anlamak olanaksızdır. Kent olgusunun hiçbir biçimde geli§mediği Rusya, İskandinavya gibi ülkelerde ya da Balkanlarda nüfusun yüzde 90 ile 97'si kırsal alanda ya§amaktaydı. Hatta gerilerneye ba§lamış olsa da güçlü bir kent geleneğinin bulunduğu bölgelerde bile kırsal ya da tarımsal nüfusun yüzdesi olağanüstü yüksekti: Elimizdeki tahminlere göre Lombardiya'da yüzde 85, Venedik'te yüzde 7280, Kalabriya ve Lukaniya'da yüzde 90'ın üzerindeydi. 3 Gerçekten de hızla geli§mekte olan birkaç endüstri ya da ticaret bölgesi dı§ında, her be§ sakminden en az dördününköylü olmadığı büyücek bir Avrupa devleti bulmak için kendimizi epey zorlamamız gerekir. İngiltere'de bile kentli nüfus, kırsal nüfusu ilk kez ı85 ı 'de geride bırakabilmi§tir. Ku§kusuz 'kentli' sözcüğü, iki anlama da gelmektedir: ı 789'da bizim ölçüderimize göre gerçekten büyük denebilecek iki Avrupa kentini, yakla§ık bir milyon nüfuslu Londra ile yarım milyon nüfuslu Paris 'i ve nüfusu 100.000 ya da üzerinde, Fransa'da iki, Almanya'da iki, İspanya'da dört, İtalya'da be§ (Akdeniz geleneksel olarak kentlerin yurduydu), Rusya'da iki ve Portekiz, Polanya, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İskoçya ve Avrupa Türkiyesi'nde de birer tane olmak üzere yirmi kadar yerle§keyi içermenin yanında, aynı zamanda bir insanın, çevresinde devlete ait binaların ve

20 DEVRiM ÇAGI soyluların evlerinin bulunduğu katedral meydanından tarlalara kadar birkaç dakikada dola§abileceği yığınla küçük ta§ra kasabasını da kapsamaktaydı. Ele aldığımız dönemin sonlarında (1834) bile kentlerde oturan Avusturyalıların yüzde ondakuzunun dörtte üçünden fazlası, 20.000'den az, yarısı da iki ila be§ bin nüfuslu kasabalarda ya§amaktaydı. Fransız gezgin zanaatkarlarının Tour de France'ları [Fransa turları] sırasında uğra­ dıkları; onaltıncı yüzyıla ait çehreleri, durgun geçen sonraki yüzyıllar sayesinde kehribardaki sinekler gibi korunmu§; Alman romantik §airlerinin §iirlerinde geçen dingin manzaraların arka planını olu§ turan; İspan­ yol katedrallerinin yarlar misali yükseldiği; çamurları arasında Hasidik Yahudilerin, mucize yaratan hahamlarının önünde el pençe divan durduğu, Ortodoks olanlarının §eriatın ilahi inceliklerini tartı§tıkları; Gogol'ün müfetti§inin zenginleri korkutmak ve Çiçikof'un ölü canlar alımını kafasında tartmak amacıyla içine daldığı kasabalardı bunlar. Fakat aynı zamanda gayretli ve hırslı gençlerin ya devrim yaptıkları ya da ilk milyonlarını kazandıkları veya her ikisini birden gerçekle§tirdikleri kasabalar da yine bunlardı. Robespierre, Arras'tan; Gracchus Babeuf, Saint-Quentin'den; .Napoleon ise Ajaccio'dan gelmi§ti. Bu ta§ra kasabaları, küçük de olsalar birer kentti. Gerçek bir kentli, çevresini ku§atan ta§raya, zeki ve bilgili birinin, güçlü, kalın kafalı, cahil ve aptal ki§ilere duyduğu küçümsemeyle bakardı. (Dünyayı görmü§ gerçek bir hayat adamının ölçütleriyle uyu§uk geri bir kır kasabasının böbürlenecek bir §eyi yoktu: Alman halk komedileri 'Kraehwinkel'i -küçük belediyeler-:-, daha belirgin ki§ilik özelliklerine sahip köylülere yaptıkları gibi acı­ masızca alaya alırlardı). Kent ile kır ya da daha doğrusu kent i§leriyle tarım i§leri arasmda kalın bir çizgi vardı. Pek çok ülkede, gümrük bariyeri, hatta eski sur izleri, bu ikisini bölmekteydi. Prusya'da olduğu gibi uç örneklerde, vergi ödeyen yurtta§ları gözetim altında tutmaya can atan devlet, kentsel ve kırsal faaliyetleri neredeyse tamamen birbirinden ayırml§tı. Hatta katı bir idari ayrınun bulunmadığı yerlerde bile kentliler, çoğu zaman fiziksel olarak köylülerden uzaktı. Doğu Avrupa'nın geni§ bölgelerinde, Slav, Macar ya da Romen göllerinin ortasında Alman, Yahudi ya da İtalyan adaları olarak ya§ıyorlardı. Çevrelerindeki köylülerle aynı dinden ve milliyetten olan kentliler bile farklı görünüyor/ardı: Farklı giysiler giyiyorlardı ve gerçekten de çoğu durumda (kapalı kapılar ardında çalı§an ve imalat yapan sömürülen nüfus d1§ında), daha uzun, daha ince yapılıydılar. • Köylülerden daha • Ömeğin, 1823-?'de Brüksel'de yaşayan kentliler, çevrelerindeki köylerde yaşayan köylülerden ortalama 3 cm., Louvain'dekilerse 2 cm. daha uzundular. Hepsi de ondokuzuncu yüzyıla ait olmakla birlikte, bu konuda ha tınsayılır miktarda askeri istatistik bulunmaktadır. 4

l780'LERiN DÜNYASI

21

kavrayl§lı ve daha okuryazar olmakla gurur duyuyorlardı ve muhtemelen de öyleydiler. Ne var ki ya§am tarzlan nedeniyle çevrelerinin d1§ında olup bitenler hakkında hemen hemen köylerde sıkl§mı§ kalml§ olan köylüler kadar cahildiler. Ta§ra kenti, özünde haLa kırsal ekonomiye ve topluma aitti. Çevrelerindeki köylülerin sırtından geçiniyorlardı. Ta§ra kentlerinin meslek sahipleriyle orta sınıfhalkı, tahıl ve hayvan ticareti yapıyor, çiftlik ürünlerini i§liyor, avukat ve noter olarak soylularm malikanelerinin i§lerine ya da toprağa sahip olan veya i§leyen toplulukların ya§ amlarının önemli bir parçası olan bitmek bilmeyen davalara bakıyorlardı; kırdaki iplik eğirmecilerine ve dokuınacılanna sipari§ veren, sonra bunları toplayan tüccar-giri§imciydiler ve bütün bunlardan daha saygın olarak hükümeti temsilen kiliseyle lord bulunmaktaydı. Bu kentlerdeki zanaatkarlar ve dükkan sahipleri, çevrelerindeki köylülere ve köylülerden geçinen kasabalılara mal satarlardı. Ta§ra kenti, Ortaçağ sonlarındaki görkemli günlerinden sonra hazin bir gerileme içine girmi§ti. 'Özgür kent'den ya da kent-devletten neredeyse eser kalmaml§tı; uluslararası ticaretre bir uğrak yeri ya da daha büyük bir pazar için üretim yapan imalatçılarm merkezi olmaktan artık çıkml§tı. Gerilemekte olduğun­ dan, tekelini elinde tuttuğu ve dl§arıdan gelen herkese kar§ı savunduğu kendi pazanna giderek artan bir inatçılıkla sıkı sıkıya yapı§ml§tı: Genç radikalterin ve büyük kent hilebazlarının alaya aldıkları ta§tacılığın büyük bölümü, bu ekonomik öz-savunma hareketinden kaynaklanmaktaydı. Güney Avrupa'da kibar beyler ve zaman zaman da soylular, malikanelerinden kazandıklan kiralada buralarda ya§amaktaydı. Almanya'da, her biri büyücek birer malikaneden ibaret olan sayısız küçük prenslikteki bürokratlar, itaatkar ve sessiz köylülerden topladıklan gelirlerle Serenissimus'un isteklerini gerçekle§tiriyorlardı. Onsekizinci yüzyıl sonlarının ta§ra kenti, Batı Avrupa'nın bazı bölgelerinde ılırnlı klasik ya da rokoko tarzı ta§ binaların egemen olduğu fiziksel görünümünün tanıklık ettiği gibi, müreffeh ve geni§leyen bir topluluk olabilirdi. Fakat bu refah, kırdan gelmekteyciL

III O nedenle tarım sorunu; 1789'un dünyasında temel bir sorundu ve kıta

Avrupası iktisatçılannın ilk sistemli okulu olan Fransız Fizyokratları~ın neden toprağı ve toprak kirasını, net gelirin tek kaynağı olarak doğallıkla varsaydıklarını anlamak kolaydır. Tarım sorununun hassas noktası, toprağı

i§leyenlerle ona sahip olanlar; zenginliği üretenlerle zenginliği biriktirenler arasındaki ili§kiydi.

22 DEVRiM ÇAGI Tarımdaki mülkiyet ili§kileri açısından bakıldığında, Avrupa'yı -ya da daha doğrusu merkezi Batı Avrupa'da bulunan ekonomik yapıyı- üç büyük kısıma ayırabiliriz. Avrupa'nın batısında deniza§ırı sömürgeler uzanmaktaydı. Önemli bir istisna olarak Amerika'nın kuzeyindeki Birle§ik Devletler ile, bağımsız çiftçiliğin yapıldığı daha az önemli birkaç bölge dı§ında, buralardaki ziraatçı tipi, zorunlu emekçi ya da fiilen serf olarak çalı§an bir Yerli ya da köle olarak çalı§tırılan bir Zenci idi; çok daha nadir olarak da kiracı köylü, ortakçı ya da buna benzer biri bulunmaktaydı (Avrupalı ziraatçıların nadiren doğrudan üretim yaptıkları Doğu Hint Adaları'ındaki sömürgelerde, toprağı denetleyenterin uyguladıkları tipik zorlama biçimi, ürünün belli bir miktarının -örneğin Hollanda'ya bağlı adalarda baharat ya da kahvenin-zorla alınmasına dayanmaktaydı). Ba§ka bir deyi§le tipik ziraatçı, Özgür olmayan ya da siyasal baskı altında bulunan biriydi. Tipik toprak lorduysa, büyük yan-feodal malikanenin (lıacienda, finca, estancia) ya da bir köle planrasyonunun sahibiydi. Yarı­ feodal malikaneye özgü ekonomi, ilkel ve kendine yeterli, ya da belli ölçülerde salt bölgenin talebine kar§ılık veren bir ekonomiydi: İspanyol Amerikası, yine fiilen serf olan Yerliler tarafından üretilen maden ürünleri ihraç etmekteydi, ama çiftlik ürünlerinde fazla bir varlık göstermiyordu. Merkezi, Güney Amerika'nın kuzey sahilinde (özellikle Kuzey Brezilya'da) ve ABD'nin güney sahilleri boyunca uzanan Karaibierde bulunan köleplantasyon ku§ağına özgü ekonomi, §eker, daha az ölçüde tütün ve kahve, boya hammaddesi ile Endüstri Devrimi'nden sonra ba§ta pamuk olmak üzere ya§amsal önem ta§ıyan birkaç ihraç ürününün üretilmesine dayanmaktaydı. O nedenle bu ekonomi, Avrupa ekonomisinin ve köle ticareti yoluyla Afrika ekonomisinin bütünleyici bir parçasını olu§turmaktaydı. Temelde, ele aldığımız dönemde bu ku§ağın tarihini, §ekerin gerilemesi ve pamuğun yükseli§i açısından yazmak mümkündür. BatıAvrupa'nın doğusunda, özellikle kabaca Elbe nehri boyunca uzanan, bugün Çekoslovakya adını alan ülkenin batı sınırlarından, güneyde Trieste'ye inen ve Doğu Avusturya'yı batısından ayıran hattın doğusunda, tarımda sertliğin hüküm sürdüğü bölg'e bulunmaktadır. Toplumsal açıdan (Danimarka ve Güney İsveç'in bir bölümü dı§ında) İskandinavya hariç, İtalya'nın, Taskana ve Umbria'nın güneyinde kalan kesimleriyle Güney İspanya da bu bölgeye girer. Bu geni§ ku§ak içerisinde yer yer teknik olarak özgür köylüler ya§amaktaydı: Slovenya'dan Volga'ya kadar bütün bu bölgeye dağılml§ Alman köylü kolonicileri; İlirya'nın iç bölgelerindeki vah§i kayalıklarda fiilen bağımsız kabileler, Pandurlar ve Kazaklar gibi yüzyılın sonlarına kadar Hıristiyanlarla Türkler ya da Tatarlar arasında

1780lERiN DÜNYASI

23

askeri sının te§kil etmi§ bölgelerde ya§ayan aynı vah§ilikte köylü sava§çılar, lordun ve malikanenin menzili dı§ında kalan öncü özgür göçerler ya da büyük ölçekli çiftçiliğin söz konusu bile olmadığı geni§ ormanlık alanlarda ya§ayan kimseler. Ancak bütün olarak bakıldığında, tipik ziraatçı özgür olmayan biriydi; aslında onbe§inci yüzyılın sonlarıyla onaltıncı yüzyılın ba§larırtdan itibaren neredeyse kesintisiz bir biçimde kabaran serflik seli altında kalmı§tı. Doğrudan Türklerin yönetimi altında bulunmu§, o tarihlerde hala da bu durumda olan Balkanlarda durum bu boyutta değildi. Türklerin feodalizm öncesi özgün tarım sistemi (her birimin kalıtsal olmayan bir Türk sava§çısını beslediği kaba bir toprak bölü§ümü), uzun zaman önce bozularak Müslüman beylerin yönetimindeki kalıtsal bir toprak m ülkü sistemine dönü§mܧ olmasına kar§ın, bu beyler çok nadiren çiftçilikle uğra§maktaydılar; yalnızca olabildiğince köylülerden sızdırıyorlardı. Bu. yüzden Balkanlar, Tuna'nın ve Sava'nın güneyi, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Türk egemenliğinden ayrıldıklarında, son derece yoksul ve yoğunla§mı§ tarımsal mülkiyerin varolmadığı ülkeler olsalar. da, özünde köylü ülkelerdi. Yine de Balkan köylüsü, bir Hıristiyan olarak yasal bakım­ dan özgür değildi ve en azından beyin menzili içersinde olduğu sürece de bir köylü olarak de facto [fiilen] özgür değildi. Bölgenin geri kalanında tipik köylü, haftanın büyük bölümünü lord un toprağında wrunlu çalı§mayla ya da buna benzer yükümlülüklerle geçiren bir serfti. Özgürlüksözlüğü bazen okadar büyük olabiliyordu ki, Rusya'da ve Polanyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, topraktan ayrı olarak satılabilen ta§ınır bir mal olan köleden hemen hemen hiçbir farkı kalmıyordu. (1801 'de Gazette de Moscou'da §öyle bir ilan yayımlanml§tı: "Satılık: Terbiyeli ve görünü§leri iyi üç arabacı, yanında her ikisi de farklı el i§lerinde becerikli ve güzel görünü§lü 18 ve 15 ya§lannda iki kız. Aynı evden, biri 21 ya§ında, okumayı, yazmayı, müzik aleti çalınayı bilen araba kull~nan, diğeri bay ve bayanların saçlarını yapmakta usta, aynı zamanda piyano ve org çalan iki berber.". Serflerin büyük bir bölümü ev i§lerinde çalı§tırı­ lırdı; 1851'de Rusya'da bütün serflerin yakla§ık yüzde 5'i evlerde çalı§tırılı­ yordu.5 ). Batı Avrupa ile ticaretin ana güzergahında bulunan Baltık denizinin iç bölgelerinde, batının ithalatçı ülkelerine gönderilen ihraçmallarının (tahıl, keten, kenevir ve genellikle gemicilikte kullanılan orman ürünleri) büyük bölümü serf tarımıyla sağlanıyordu. Diğer yerlerdeyse tarım, daha çok Saksonya, Bo hemya ve büyük ba§kent Viyana gibi oldukça ilerlemi§ bir imalatın ve kentsel geli§menin varold uğu, ula§ ılınası mümkün en az bir bölgeyi içinde barındıran bölgesel pazarlara dayanmaktaydı. Ne var ki, bu pazarların çoğu geri kalmı§ti. Karadeniz yolunun açılması

24 DEVRiM ÇAGI

ve Batı Avrupa' da, özellikle İngiltere' de kentle§menin artrhası, SSCB'nin endüstrile§mesine kadar Rus dı§ ticaretinin ba§lıca ürünü olarak kalacak olan Rusya'nın tahıl ihraÇ ürünlerini yeni yeni uyarmaya ba§lamı§tı. O nedenle doğuda sertliğin egemen olduğu bölgeler, deniza§ırı sö mürgelere benzer biçimde, Batı Avrupa'nın yiyecek ve hammadde üreten 'bağımlı ekonomiler'i olarak görülebilir. Gerçi köylülerin statüsünün yasal ayrıntıları biraz farklı olmakla birlikte, İtalya'nın ve İspanya'nın serf tarımı yapılan bölgelerinin de benzeri ekonomik özellikleri vardı. Genel bir anlatımla, buraları, büyük soylu malikanelerinin bulunduğu yerlerdi. Sicilya'da ve Endülüs'te bu malikanelerin birçoğunun, kölelerin ve coloninin, bölgeye özgü topraksız gündelikçitere dönü§türüldüğü Roma latifurulia sisteminin soyundan gelmeleri pekala mümkündür. Bu malikanelerin sahibi olan düklerin ve baronların gelirleri, sığır yeti§tiriciliğinden, tahıl üretiminden (Sicilya, eski bir ihraç ambarıdır) ve biçare köylülerden zorla alınmı§ diğer §eylerden gelmekteydi. Şu halde, sertliğin egemen olduğu bölgelere özgü toprak lord u, sahip olduğu büyük malikaneyi eken ya da sömüren bir soyluydu. Bu malikanelerin büyüklüğü, insanın hayal gücünü zorlayacak boyutlardadır: Büyük Katerina, gözdelerine kırk ile elli bin arasında serf vermi§ti; Polonyalı Radziwill'lerin İrlanda'nın yarısı büyüklüğünde mülkleri vardı; Potaeki'nin Ukrayna'da üç milyon dönüm toprağı vardı; Haydn'ı himaye edenMacar Esterhazy'nin sahip olduğu topraklar, bir ara yedi milyon dönüme çıkml§tı. Yüzbinlerce dönümlük malikanelerin varlığı olağan bir durumdu.* Bunlar çoğunlukla bakımsız, ilkel ve verimsiz de olsalar, prensiere yara§ır gelir getiriyorlardı. Bir Fransız ziyaretçinin viran haldeki Medina Sidonia mülklerinde gözlemlediği gibi, İspanyol asilzadesi, "uzaklardan kükremesiyle kendisine yakla§anları korkutan ormandaki bir aslan gibi hükmetmi§" 7 olmalıydı; öte yandan, İngiliz milordunun ferah ölçütleriyle bile, nakit para sıkıntısı yoktu. Kodamanların altında, büyüklükleri ve ekonomik olanaklan deği§en toprak soylusu bir sınıf, köylüleri sömürmekteydi. Bazı ülkelerde orantısız biçimde büyüktü ve bunun sonucu olarak da yoksul ve ho§nutsuzdu; soylu olmayanlardan, esas olarak siyasal ve toplumsal ayrıcalıklan ile çalı§mak gibi soylulara yakı§mayan uğra§larda bulunmaya kar§ı isteksizliğiyle ayrılmaktaydı. Macaristan ve Polanya'da toplam nüfusun onda birini, İspanya'da onsekizinci yüzyıl sonunda yakla§ık yarım milyonunu • Çekoslovakya'da, kabaca 25.000 dönümün (10.000 hektar) üzerindeki seksen ırıalikane, 1918'den sonra kamula§tırıldı; burıların arasında Schoenbomlann ve Schwarzenberglerin 500.000 dönüm, Liechtensteinların 400.000, Kinskylerin 170.000 dönüm toprakları da bulunuyordu. 6

1780lERiN DÜNYASI

25

-ya da ı82 7'de Avrupa'daki toplam soyluların yüzde lO'u kadar 8- oluştur­ maktaydılar. Ba§ka yerlerdeyse sayıları çok daha azdı.

IV Avrupa'nın

geri kalanında tarımın yapısı, toplumsal açıdan farklı değildi. Yani, köylünün ya da tarım işçisinin gözünde, malikanesi olan herkes bir 'soylu'ydu ve hakim sınıfın üyesiydi; ya da tersine, (töplumsal ve siyasal ayrıcalıklar kazandıran ve biçimsel olarak hala yüksek devlet görevlerine giden yegane yol olan) soyluluk ya da asillik statüsü, malikanesiz dü§ünülebUecek şeyler değildi. Çoğu Batı Avrupa ülkesinde bu tarz dü§ünüş biçimlerinde ifadesini bulan feodal düzen, ekonomik açıdan müdası giderek geçiyor olsa da, siyasal bakımdan hala canlıydı. Gerçekten de, soyluların gelirlerinin; fiyatların ve harcamaların yükseli§i kar§ısında çok geride kalmasına neden olan feodal düzenin tam da bu kullanı§sızla§ması [eskimesi], aristokrasinin, tek devredUemez ekonomik varlığı d urumundaki doğu§ tan gelen ayrıcalık­ larını ve statüsünü görülmedik bir yoğunlukla kullanmasına neden oldu. Kıta Avrupası'nın tamamında soylular, halk tabakasından gelen devlet görevlileri oranının ı 7ı9'da yüzde 66'dan (ı 700'de yüzde 42), ı 780'de yüzde 23'e dü§tüğü İsveç'ten9 , 'feodal tepki'nin Fransız Devrimi'ni çabuklaştırdığı Fransa'ya dek, a§ağı tabakadan rakiplerini, tacın gölgesindeki kazanç kapısı makamlardan attılar (3. Bölüme bakınız). Fakat toprak sahibi soylular arasına katılmanın görece kolay olduğu Fransa'da, hatta dahası toprak sahibi ve soylu statüsünün her tür zenginliğe ödül olarak verildiği İngiltere'de olduğu gibi, bu düzenin bazı bakımlardan belirgin biçimde zayıf kaldığı yerlerde bile, malikane sahipliğiyle hakim sınıf statüsü arasındaki ilişki değişmemiş, hatta sonraları biraz daha sıkıla§mı§tır. Ne var ki, ekonomik bakımdan batının kırsal toplumu son derece farklıydı. Yasal bağımlılığın can sıkıcı pek çok izini hala ta§ıyor olmakla birlikte, karakteristik köylü ortaçağın sonlarında serf statüsünü büyük ölçüde yitirmiş tL Karakteristik malikane de, uzun zaman önce ekonomik bir girişim birimi olmaktan çıkarak, kiralan ve diğer parasal gelirleri toplama sistemine dönüşmü§tÜ. Büyük, orta ve küçük, az çok özgür olan köylü, toprağın karakteristik işleyicisiydi. Toprağı kiralamışsa, bir toprak lorduna kira (ya da birkaç yerde üründen pay) ödemekteyciL Teknik bakımdan mülk sahibi olan bu köylünün, prense ödediği verginin, kiliseye ödediği ondalığın ve bazı angaryalarm yanmda (ki bunların hepsi yüksek toplumsal tabakanın göreli muafiyetleriyle çeli§mekteydi), paraya dönü§türülsün dönü§türülmesin (ürününü lord un değirmenine götürmek gibi) kendisine

26 DEVRiM ÇAGI kar§ı

yerel bir lord u vardı. Fakat bu siyasal büyük bölümü; genelde, zengin bir köylü azınlığın, daimi ürün fazlasını kent pazarında satarak tüccar çiftçi durumuna gelme eğilimi gösterdiği ve, küçük ve orta ölçekli köylülerin çoğunluğunun, toprakları onları ücret kar§ılığında tarlada ya da imalathanede yarım gün çalı§mak mecburiyerinde bırakmayacak kadar küçük değilse, topraklarında geçimlik üretim yaparak ya§adıkları köylü tarımının geçerli olduğu bir bölge olarak boy gösterecektir. Tarımsal geli§me, ancak birkaç bölgede safkapitalist bir tarıma bir adım daha yakla§mı§tı. İngiltere, bunların ba§ında geliyordu. Burada toprak mülkiyeri son derece yoğunla§mı§ olmakla birlikte, karakteristik ziraatçı, emek · kiralayan, ticari üretim yapan orta ölçekli kiracı-çiftçiydi. Cılız, küçük mülk sahipleri, rençberler ve benzerlerinden olu§an büyük kitle, bu durumun görülmesini engellemekteyciL Fakat (kabaca 1760-1830 arasında) . bu ayrıklar temizlendiğinde, ortaya köylü tarımı değil, bir tarımsal giri§imdler sınıfı, çiftçiler ve geni§ bir tarım proletaryası çıktı. Kuzey İtalya ve Hollanda gibi ticari yatırımın geleneksel olarak çiftçiliğe yapıldığı ya da uzmanla§ml§ ticari ürünlerin üretildiği Avrupa'nın birkaç bölgesinde de güçlü kapitalist eğilimler görülmekteydi, ancak bu istisnai bir durumdu. Bir ba§ka istisna da, Avrupa'nın geri bölgelerine özgü dezavantajlarla, dünyanın en geli§mi§ ekonomisine yakın olmanın dezavantajlarını birlikte ya§ayan mutsuz bir ada olan İrlanda idi. Burada, Endülüslü ya da Sicilyalı çiftlik sahiplerine benzeyen, toprağının ba§ında bulunmayan bir avuç çiftlik sahibi, zorla para-rant almak suretiyle geni§ bir kiracı kitlesini sömürmekteydi. Avrupa tarımı, birkaç geli§mi§ bölge dı§ında teknik açıdan hala hem geleneksel hem de §a§ırtıcı biçimde verimsizdi. Ürünleri, hala çavdar, buğday, arpa, yulaf ve Doğu Avrupa'da halkın temel yiyeceği olan kara buğday, sığır, koyun, keçi gibi hayvan ürünleri, domuz ve kümes hayvanları, bir miktar meyve ve sebze, §arap, ip için yün, keten, kenevir, bira için arpa gibi geleneksel ürünlerdi. Avrupa'nın beslenmesi hala bölgeselciL Ba§ka iklimierin ürünleri, nadir olarak bulunuyor ve belki tropik ülkelerden ithal edilen en önemli gıda maddesi olan ve tatlılığı benzersiz insani acılara mal olm u§ §ekerin dı§ ında, lüks mal sayılıyordu. 1790'larda dönemin en ileri ülkesi olan İngiltere'de ortalama yıllık §eker tüketimi ki§i ba§ına 7 kilogramdı. Fakat Fransız Devrimi'nin olduğu yıl, İngiltere'de bile ortalama ki§i ba§ına çay tüketimi ayda 50 gram kadardı. Amerika kıtasından ve diğer tropikal bölgelerden ithal edilen yeni . ürünler, biraz tutunmaya ba§lamı§tı. Güney Avrupa ve Balkanlarda mısır (yerli buğdayı) epey yayılmı§tı -Balkanlarda gezgin köylülerin yerle§mele-

çe§itli yükümlülükler

ta§ıdığı

bağlardan sıyrıldığında Avrupa'nın

1780'1ERiN DÜNYASI

27

rinde onun payı vardı- ve Kuzey İtalya'da pirinç belli bir ilerleme kaydetmi§ti. Çe§ idi prensliklerde, çoğunlukla gelir amaçlı bir devlet tekeli olarak tütün yeti§tirilmekteyse de, modem ölçüdere göre kullanımı fazla değildi: ı 790'da ortalama bir İngiliz ayda 40 gram kadar tütün içiyor ya da çiğni­ yordu. İpekböceği üretimi, Güney Avrupa'nın bazı bölgelerinde yaygındı. Yeni ürünlerin ba§ında gelen parates (belki diğer yiyeceklere nazaran dönüm ba§ına bariz §ekilde daha fazla insanı besieyebildiği için olsa gerek) ba§lıca ürün olarak yeti§tirildiği İrlanda dı§ında, kendine daha yeni yeni yol bulmaktaydı. İngiltere ve Alçak Ülkeler dı§ında, köklü bitkiler ve saman dı§ında diğer yem bitkilerinin sistemli bir biçimde yeti§tirilmesi hala oldukça istisnai bir duru1:9du ve §eker için pancarekimine yoğun biçimde ancak Napoleon Sava§lan ile ba§landı; Elbette onsekizinci yüzyıl, tarımda durgunluğun ya§andığı bir yüzyıl değildi. Tersirıe, uzun bir demografik geni§leme, büyüyen kentle§me, ticaret ve imalat çağı, tarımsal iyile§meyi te§vik etmi§, aslında bunu zorunlu kılmı§tır. Yüzyılın ikirıci yarısından itibaren, modem dünya için son derece niteleyici bir görüngü olarak nüfus ta §a§ırtıcı ve kesintisiz bir artı§ ın ba§ladığına tanık olurımu§tur: Örneğin ı 755 ile ı 784 arasında Brabant'ın (Belçika) kırsal nüfusu yüzde 44 artmı§tL 10 Fakat İspanya'dan Rusya'ya kadar demekler kuran, hükümet raporları hazırlayan ve propaganda amaçlı bildiriler yayımlayan sayısız tarımsal iyile§tirme yanlısını en fazla etkileyen §ey, tarımdaki ilerlemelerden çok, tarımsal geli§menin önüne dikilen engellerin büyüklüğüydü.

V Tarım dünyası

uyu§uktu; belki kapitalist tarım sektörü bu açıdan istisna tutulabilir. Ticaret, imalat ve her ikisiyle birlikte giden teknolojik ve anlıksal etkinliklerse, kendine güvenliydi, canlıydı ve geni§lemekteydi; bunlardan kazanç sağlayan sınıflar da etkirı, kararlı ve iyimserdi. Dönemin gözlemcisini en doğrudan etkileyecek §ey, sömürgelerin sömürülmesiyle yakından bağlantılı olan ticaretteki muazzam yayılmaydı. Oylum ve sığa olarak hızla büyümekte olan deniz ticareti, dünyayı sarmakta ve Kuzey Ariantik Avrupası'nın tüccar topluluklarının cebini doldurmaktaydı. Bu topluluklar, sömürge gücünü, Avrupa ve Afrika'ya mal ihraç eden Doğu Hint Adalan'nın sakinlerini soymak için kullandılar. • Bunlar ve Avrupa • Aynı zamanda Avrupa'nın bu mallara artan talebini kar§ılamak üzere çay, ipek ve porselen siyasal

aldıkları Uzak Doğu'ya da belli ölçülerde aynı §eyi yaptılar. Fakat Çin'in ve Japonya'nın bakımdan bağımsız olmaları, bu ticareti bir ölçüde korsanvan hale getinnekteydi.

28 DEVRiM ÇAGI

malları, Amerika kıtasındaki durmaksızın büyüyen plantasyon sistemleri için köle alımında kullanıldılar. Buna kar§ılık Amerika'daki plan tasyonlar da, Avrupa'nın doğu-batı ticaretinin geleneksel mallan olan tekstil ürünleri, tuz, §arap ve diğerleriyle birlikte yeniden doğuya dağıtılmak üzere Adamik'teki ve Kuzey Denizi'ndeki limanlara her zamankinden daha fazla ve daha ucuza §eker, pamuk vs. ihraç ettiler. 'Baltık'tan da tahıl, kereste ve keten geliyordu. Doğu Avrupa' dan, bu ikinci sömürge ku§ağın­ dan, tahıl, kereste, keten, keten bezi (tropik ülkelere yapılan karlı bir ihra ca ttı), kenevir ve demir gelmekteyciL Bunun yanında -ekonomik bir dille ifade edecek olursak, Amerika'nın kuzeyindeki İngiliz sömürgelerinde (1 783'ten sonra Kuzey ABD) etkinliklerini giderek arttıran' beyaz göçmen toplulukları dahil- Avrupa'nın görece geli§mi§ ekonomileri arasında ticaret ağı her zamankinden çok daha yoğun bir hal aldı. Ta§ralı muhterisin hayallerinin çok ötesinde bir zenginlikle sömürgelerden dönen naboblar ya da plantasyon sahipleri, bu yüzyılda yapılan ya da yeniden in§a edilen (Bordeaux, Bristol, Liverpool gibi) görkemli limanları olan gemiciler ve tüccarlar, çağın gerçek galipleriydi ve bu bakımdan onlarla ancak, servetlerini karlı devlet hizmetlerinden sağlayan büyük memurlar ve bankerler a§ık atabilirdi; çünkü bu, 'kar, tacın altında' deyi§inin hala geçerliliğini koruduğu bir çağdı. Onların yanında, tarım dünyasından mütevazı bir servet edinmi§ avukatlar, malikane idarecileri, yerel içki imalatçıları, tacirler ve benzerlerinden olu§an orta sınıf, sakin bir ya§am sürdürmekteydi; hatta imalatçılar bile çok yoksul bir akrabadan hallice görünüyordu. Çünkü madencilik ve imalatçılık, Avrupa'nın her yanında hızla geni§liyor olmakla birlikte, tüccar (ve aynı zamanda Doğu Avrupa'da çoğu zaman feodal lord) bu i§lerin ba§lıca denetçisi olma konumunu sürdürmekteyciL Bu durum, geni§lemekte olan endüstri üretiminin esas biçiminin; zanaatkann, ya da köyfünün tarım dı§ı emeğinin ürününün tüccar tarafın­ dan pazarda satılmak üzere satın alındığı eve i§ verme ya da sipari§ sistemi denen bir biçimi olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu ticaret biçiminin büyümesi, kaçınılmaz olarak ilk endüstri kapitalizmi için ilkel bir durum yarattı. Malını satan zanaatkar, (özellikle hammaddesini tüccardan aldığı, hatta üretim araçlarını tüccardan kiraladığı zaman) parça ba§ı ücret alan bir i§çiden ba§ka bir §ey olmuyordu. Aynı zamanda dokumacılık da yapan köylü, küçük bir arazi parçasına sahip bir dokumacı haline gele biliyordu. ݧlemlerin ve i§levlerin uzmanla§ması, eski zanaatkarları bölmekte ve köylüler arasından yarı vasıflı i§çiler yaratabilmekteyciL Eski usta zanaatkarlar ya da bazı özel zanaatkar grupları veya belli bir yerel aracılar grubu,

1780'LERiN DÜNYASI

29

ta§eron ya da ݧveren durumuna gelebiliyordu. Fakat bu merkezilikten yoksun üretim biçimlerinin kilit denetmeni, yitik köylerin veya arka sokakların emekçisini dünya pazarına bağlayan ki§i, bir çe§ it tüccardı. Bizzat üreticilerin saflarından doğan ya da doğmakta olan 'sanayiciler' se, doğru­ dan onlara bağlı olmadıklarında bile, tüccarların yanında küçük ݧ sahipleri konumundaydılar. Özellikle endüstri İngilteresi'nde birkaç istisna da yok değildi. Demir ustaları, büyük çömlekçi Josiah Wedgwood gibi adamlar, mağrur ve saygın kimselerdi; tesisleri, dünyanın her tarafından gelen meraklılarca ziyaret edilirdi. Fakat tipik sanayici (bu sözcük henüz icat edilmemi§ti), bir endüstri kaptanından çok bir çımacıydı. Buna kar§ın, statüleri ne olursa olsun, ticaret ve imalat i§leri çok parlak bir geli§me göstermekteydi. Onsekizinci yüzyıl Avrupa devletleri arasında en parlak ba§arılara imza atını§ olan İngiltere, gücünü ekonomik ilerlemesine borçluydu ve bunun sonucu olarak 1780'lerde, son derece deği§ik ba§arı düzeyleri sergilemi§ olsalar da, ussal bir politika izleme iddiasıyla hareket eden kıta Avrupası'ndaki bütün devletler, ekonomik büyürneyi te§vik ettiler. Henüz ondokuzuncu yüzyıl akademiciliği tarafından üstün bir 'saf', a§ağı bir 'uygulamalı' dal aynınma uğramamı§ olan bilimler, kendilerini üretimdeki sorunların çözümüne adadılar: 1780'lerin en gözalıcı ilerlemeleri, geleneksel olarak endüstrinin gereksinimlerine ve atölye uygulamalarına en yakın konumdaki kimya alanında gerçekle§ti. Diclerat ile d'Alembert'in Büyük Ansiklopedisi, salt ilerici toplumsal ve siyasal dü§ünceyi değil, teknolojik ve bilimsel ilerlemeyi de içeren bir özetti. Çünkü, gerçekten de onsekizinci yüzyılı derinden biçimlendirmi§ olan insan bilgisinin, ussallığın, zenginliğin, uygarlığın ve doğa üzerinde kurulan denetimin ilerlemekte olduğu inancı, yani 'Aydınlanma', gücünü esas olarak üretimden, ticaretten ve her ikisiyle kaçınılmaz olarak ili§kisi olduğuna inanılan ekonomik ve bilimsel ussallıktan almı§tı. Bunun yanın­ da, Aydınlanmanın en büyük savunucuları, ekonomik bakımdan en ilerici sınıflar, zamanın elle tutulur ilerlemeleriyle doğrudan ilgisi bulunan tüccar çevreleri ve ekonomik olarakaydınlanmı§ toprak lordları, bankerler, ekonomide ve toplum ya§amında idari konumda bulunan bilimsel dü§ünen yöneticiler, eğitimli orta sınıf, imalatçılar ve giri§imeiler gibi sınıflardı. Bu insanlar, matbaa cı ve gazeteci, mucit, giri§imci ve dirayetli bir ݧadamı olan Benjamin Franklin'i, geleceğin etkin, kendi kendini yeti§tirmi§ ussal yurtta§ ının bir simgesi olarak selamladılar. Bu tür yeni insanlar, okyanusun öte yakasından gelecek somut örneklere gereksinmesi olmayan İngilte­ re'de, ta§rada, gerek bilimsel ve endüstriyel gerekse siyasal ileriemelere kaynaklık eden demekler kurdular. Birmingham'daki Lunar Society'de

30 DEVRiM ÇAGI

[Ay Derneği], çömlekçi Josiah Wedgwood, modern buharlı makinenin mucidiJames Watt ve iş ortağı Matthew Boulton, kimya cı Priestley, biyolog ve evrim kuramının öncüsü küçük soylu Erasmus Darwin (büyük bilgin Darwin'in büyükbabası), büyük matbaa cı Baskerville bulunmaktaydı. Bu insanlar; her yerde, sınıfsal ayrımların gözardı edildiği ve çıkar gözetmeyen bir §evkle Aydınlanma ideolojisinin propagandasının yapıldığı Farmasbn localarına doluştular. Çifte devrimle ilgili dü§ünceler (hatta bunlar, İngiliz fikriyatının Fransız yorumu oldukları hallerde bile) en geni§ uluslararası geçerliliklerine. Fransızların formülasyonları sayesinde ulaşml§ olmakla birlikte, bu ideolojinin önde gelen iki merkezinin (İngiltere'nin ve Fransa' nın) aynı zamanda çifte devrimin de merkezleri olmalan anlamlıdır. 'f\ydınlanmı§' dü§ünceye, laik, ussal ve ilerici bir bireycilik egemen olmaktaydı. Bireyi, zincirlerinden; hala dünyanın dört bir kö§esine gölgesi dü§en ortaçağın cahil gelenekçiliğinden, ('doğal' ve 'ussal' dinden ayrı olarak) kilisenin hurafelerinden, insanlan dağuma ve ilgili ba§ka ölçüdere göre alt ve üst olarak hiyerarşiye ayıran usdl§ılıktan kurtarmak, Aydınlanmanın ba§lıca amacıy­ dı. Özgürlük, e§itlik ve (bunları takiben) bütün insanların kardeşliği, onun sloganlarıydı. Zamanı geldiğinde bunlar, Fransız Devrimi'nin sloganları oldular. Bireysel özgürlüğün hakim olmasıyla, en hayırlı sonuçlan yaratmak mümkün olabilecekti. En olağanüstü sonuçlar, bireysel yeteneğin ussal bir dünyada engelsiz bir biçimde uygulanmasından beklenebilirdi; aslında bunu çoktandır görmek de mümkündü. Tipik bir 'aydınlanml§' düşünürün ilerlemeye duyduğu tutkulu inanç, yansısını, çevresindeki bilgide, teknikte, zenginlikte ve uygarlıkta görebileceği ve belli bir haklı­ lıkla da kendi dü§üncelerinin durmadan ilerlemesine yarabileceği gözle görülür artış ta bulmaktaydı. Aydınlanma düşünürünün ya§adığı yüzyılının başlarında cadılar hala yakılmaktaydı; aynı yüzyılın sonlarındaysa Avusturya gibi aydınlanmış devletler, sadece işkenceye izin veren yasaları değil, köleliği de kaldırmı§lardı. Feodalitenin ve kilisenin yerleşik çıkarlan gibi, ilerlemenin önüne dikilmi§ geriye kalan tüm engeller de süpürülse, kim bilir daha neler olabilirdi? Özgür toplumun kapitalist bir toplum olacağını doğallıkla varsayan pek çok ·aydınlanmacının varlığına, üstelik bunların siyasal bakımdan da belirleyici kimseler olmalarına kar§ın, 'Aydınlanma'ya bir orta sınıf ideolojisi demek, tam olarak doğru qeğildir. 11 Kuramsal olarak Aydınlan­ manın amacı, bütün insanları özgür kılmaktı. Bütün ilerici, ussalcı ve humanist ideolojiler onun içinde örtük olarak bulunmaktaydılar; aslında onlar Aydınlanmadan çıkmaktaydı. Ne var ki, uygulamada Aydınlanma-

1780'LERiN DÜNYASI

31

nın gerektirdiği özgürle§imin önderlerinin, soylulardan çok toplumun orta tabakalarından gelen yetenek ve liyakat sahibi ussal insanlar olmalan ve onların etkinliklerinin ortaya çıkardığı toplumun da 'burjuva' ve kapitalist bir toplum olması anla§ılır bir durumdu. . _ - Pek çoğu -1780'İere kadar- aydınlanmı§ mutlak monarklara inanmı§ Aydınlanmanın kıta Avrupası'ndaki savunucularının siyasal bakımdan ihtiyatlı ve ılımlı tuturulanna kar§ ın, 'Aydınlanma' nın devrimci bir ideoloji olduğunu belirtmek çok daha doğru olur. Çünkü Aydınlanma, Avrupa'nın pek çok yerinde hakim olan toplumsal ve siyasal düzene son verilmesini ima etmekteyciL Anciens n'gime'lerden kendini gönüllü olarak fesh etmesini beklemek çok fazla olurdu. Tam tersine, daha önce gördüğümüz gibi, bu rejimler bazı bakımlardan yeni toplumsal ve ekonomik güçlere kar§ı kendilerini tahkim etmekteydiler; ve (İngiltere, Birle§ik Eyalerler ve çoktan yenilclikleri ba§ka birkaç yer dı§ında) tutunabildikleri kaleler, tam da ıhmlı aydınlanmacıların bel bağladıklan monar§ilerdi.

VI Devrimini onyedinci yüzyılda gerçeklqtiren İngiltere ile önemsiz birkaç devlet di§ ında, Avrupa kıtasının i§levlerini sürdüren bütün devletlerinde, mutlak monar§iler hakimdi; monar§inin egemen olmadığı devletler ya anar§iye yuvarlanmı§ ya da Polonya gibi kom§ulan tarafından yutulmu§tU. Kilisderin geleneksel örgütlenmeleri ve ortodoksileriyle desteklenmi§, uzun geçmi§leri dı§ında salık verilecek yanları kalmamı§ bir yığın kurumla çevrelenmi§ toprak sahibi soyluların olu§turduğu hiyerar§inin tepesinde, Tanrının inayerine mazhar olan kalıtsal manarklar bulunmaktaydı. Vahim boyutlarda uluslararası bir rekabetin ya§andığı bir çağda devletin tutunurulu ve etkili olmasına duyulan ihtiyacın, uzun zamandır monarkları, soyluların ve diğer yerle§ ik çıkar sahiplerinin anar§ik eğilimlerini dizginle- . meye ve devlet aygıtını mümkün olduğunca aristokrat olmayan memurlarla doldurmaya mecbur ettiği doğrudur. Bunun yanında, onsekizinci yüzyılın son yarısında bu ihtiyaçlar ve kapitalist İngiltere'nin uluslan1rası arenadaki a§ikar ba§arısı, pek çok manarkı (daha doğrusu danı§manla­ rını), ekonomik, toplumsal, idari ve dü§ünsel modernle§me programlan uygulamaya yöneltti. O günlerde prensler 'aydınlanma' sloganını, benzer nedenlerle günümüzdeki hükümetlerin 'planlama' sloganını benimsernelerine ve yine günümüzde bu sloganlan kuramsal olarak benimseyen kimilerinin uygulamada hemen hiçbir §ey yapmamalanna ve uygulamada pek çok §ey yapanlarınsa, gelirlerini, zenginliklerini ve güçlerini artırmanın

32 DEVRiM ÇAGI

en güncel yöntemlerini benimsemenin pratik avantajlarıyla kar§ıla§tınldı­ ğında 'aydınlanmı§' (ya da 'planlı') toplumun gerisinde yatan genel fikirlere çok az iltifat göstermelerine benzer biçimde benimsemi§lerdi. Oysa orta ve eğitimli sınıflada ilerlemeye bağlı olanlar, umutlarını gerçekle§tirmek için çoğu kez 'aydınlanml§' bir monar§inin güçlü merkezi aygıtını arıyorlardı. Prens in, devletini modernle§tirmek için bir orta sınıfa ve onun fikirlerine gereksinimi vardı; zayıf bir orta sınıf da, kökle§IDݧ aristokrasinin ve kilisenin çıkarlarının ilerlemeye kar§ı direni§lerini kır­ mak için bir prense gereksinim duyuyordu. Ne var ki, gerçekte ılımlı ve yenilikçi de olsa, mutlak monar§i, her §eyden önce kendisinin de üyesi olduğu, değerlerini §ahsında simgelediği, desteğine büyük oranda bağımlı olduğu toprak sahibi soylular hiyerar§İ· siyle bağları koparınayı olanaksız görüyordu. Teorik olarak istediğini yapmakta özgür olsa da mutlak monar§i uygulamada Aydınlanmanın, ileride Fransız Devrimi'nin popülerle§tireceği bir terirole feodalite ya da feodalizm adını verdiği bir dünyaya aitti. Böyle bir monar§i, elindeki bütün kaynakları, otoritesini güçlendirmek, sınırları içinde vergi gelirlerini, dı§ında gücünü arttırmak içirı kullanmaya hazırdı; bu durum onu pekala yükselen toplumun güçlerine de destek vermeye götürebilirdi. Bir malikaneyi, sınıfı ya da eyaleri bir ba§kasma kar§ı oynayarak politik elini güçlendirmeye hazırdı. Ne var ki ufku, tarihinin, i§levinin ve sınıfının tarihiyle sınırlıydı. Ekonomik ilerlemenin gerektirdiği ve yükselen toplumsal grupların talep ettikleri kökten toplumsal ve ekonomik dönü§ümü hiçbir zaman istememi§ti; böyle bir dönü§ümü gerçekle§tirmeye ise asla yetenekli olmamı§tı. Bilinen bir örneği alalım. Prensierin danı§manları arasında bile, serfliğirı ve feodalizmden kalma köylü bağlarının kaldırılması gereğinden ciddi §ekilde ku§ku duyan usçu dü§ünürlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Böyle bir reform, 'aydınlanmı§' bir programın ba§lıca özelliklerinden biri olarak kabul edilmekteydi ve Madrid'den St Petersburg'a, Napoli' den Stockholm'e kadar, Fransız Devrimi'nden önceki çeyrek yüzyılda böyle bir programa imza atmayacak tek bir prens yoktu. Ne var ki, gerçekte 1789'dan önce köylülerirı kurtulu§una dayanan yegane hareketler, Danimarka ve Savoy gibi küçük ve örnekleyici olmayan devletlerle bazı prensierin özel malikanelerirıde ortaya çıkml§tı. Böylesi büyük çaplı bir kurtul u§ eylemirıe, 1781 'de Avusturya imparatoru II. Joseph kalkı§ını§, ama tahmin edilenin üzerirıde bir köylü ayaklanması ve yerle§ik çıkarların siyasal direni§i kar§ısında ba§arı­ sız olm u§, yüzüstü bırakılmı§tı. Avrupa'nın bütün batısı ve ortasında tarım­ daki feodal ili§kileri kaldıran, doğrudan etki ve tepki yaratan ya da örnek olu§turan Fransız Devrimi ile 1848 devrimi oldu.

1780'lERiN DÜNYASI

33

Demek ki, 'burjuva' toplumunun eski ve yeni güçleri arasında, elbette İngiltere'de olduğu gibi burjuvazinin zaferinin çoktan tescil edildiği yerler dı§ında,

çözülmesi olanaksız, sonralan açığa çıkacak gizli bir çatl§ma hüküm sürmekteydi. Bu rejimleri daha da kırılgan yapan §ey, üç yönden; yeni güçlerden, giderek direni§inin sertliğini artıran kökle§mi§ eski yerle§ik çıkarlardan ve yabanci rakiplerden gelen bir baskıya maruz kalmalan oldu. En zayıf ve kırılgan oldukları nokta, uzaktab ya da sıkı denetlenemeyen eyaletlerdeki veya sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerde olduğu gibi, eski ve yeni muhalefetin çakl§ma eğilimi gösterdiği yerlerdi. Örneğin Il. Joseph'in 1780'lerde Habsburg monar§isinde gerçekle§tirdiği reformlar, Avusturya Hollanda'sında (bugünkü Belçika) ortalığı birbirine katını§ ve doğal olarak 1789'da Fransızlannkiyle bulu§an bir devrimci hareket ortaya çıkarmı§tı. Daha da yaygın olarak, Avrupa devletlerinin deniza§ın sömürgelerinde ki beyaz göçmen topluluklar, kendi merkezi hükümetlerinin sömürgedeki çıkarlan tamamen merkeze bağlayan politikalanna kar§ı direndiler. İrlanda'nın yanısıra Amerika kıtasının her yanında, İspanya, Fransa ve İngiltere'de bu tür göçmenler, -her zaman, merkeze nazaran ekonomik bakımdan daha ilerici güçleri temsil eden rejimler adına olmayan- özerklik isteyen hareketler ba§lattılar. Bunu, ya İrlanda gibi pek çok İngiliz sömürgesi bir süre için ban§çıl yollardan ya da ABD gibi devrim yoluyla ba§ardılar. Ekonomik geni§leme, sömürgelerdeki geli§me ve 'aydınlanml§ mutlakçılık'ın reform giri§imlerinin yarattığı gerilimler, 1770'lerde ve 1780'lerde bu tür çatı§malar için vesileleri artırdı. Kendi ba§ına alındığında eyaletlerin ya da sömürgelerin muhalefeti, vahim bir olay değildi. Bir iki eyaleti kaybetınek, eski yerle§ik monar§ileri yıkmazdı; nitekim sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerin ba§lıca kurbanı durumundaki İngiltere, eski rejimierin zayıflığından etkilenmeyerek, Amerikan devrimine kar§ ın eskiden olduğu gibi istikrarlı ve dinamik bir güç olmaya devam etmi§tir. Ülke içinde iktidarın büyük ölçüde el deği§tirmesine yol açacak·ko§ullann mevcut olduğu pek az bölge vardı. Durumu dayanılmaz hale getirense, uluslararası rekabetti. Çünkü uluslararası rekabet, bir devletin kaynaklarını ba§ka hiçbir §eyin yapamayacağı kadar im tahandan geçiren bir olguydu. Bu sınavdan geçemeyenler, sarsılıyor, parçalanıyor ya da yıkılıyordu. Ondokuzuncu yüzyılın büyük bir bölümünde Avrupa'nın uluslararası sahnesine böylesine bir rekabet egemendi ve (1689-1713, 1740-8, 1756-63, 1776-83 ve ele aldığımız döneme denk gelen 1792-1815'te olduğu gibi) Avrupa'da depre§en genel sava§ dönemlerinin gerisinde bu olgu yatmaktaydı. Bu,

34 DEVRiM ÇAGI

İngiltere ile Fransa, aynı zamanda bir anlamda eski ve yeni rejimler arasın­ da bir çatı§maydı. Çünkü, ticaretre ve sömürgelerde kaydettiği hızlı ilerleme yüzünden İngiltere'nin dü§manlığını çeken Fransa, aynı zamanda sözcüğün klasik anlamında en güçlü, seçkin ve etkili bir aristokratik mutlak monar§iydi. Yeni toplumsal düzenin eskisi kar§ısındaki üstünlüğü, hiçbir yerde bu iki devlet arasındaki çatı§madan daha canlı bir örnek sunmamı§tır. Çünkü İngiltere, belirleyici nitelikleri deği§se de biri dı§ında bu sava§ların tümünü kazanmakla kalmadı, bu sava§ları görece daha kolay bir biçimde örgütledi, parasal olarak destekledi ve yürüttü. Öte yandan Fransız monar§isi, İngiltere'den daha büyük, nüfusu daha fazla ve potansiyel kaynakları bakımından daha zengin olmakla birlikte, bu sava§ları yürütebitmek için çok büyük çaba harcadı. YediYıl Sava§ları'nda (1 756-63) yenildikten sonra Amerika'daki sömürgelerde patlak veren ayaklanma, Fransa'ya durumu tersine çevirmek için bir fırsat verdi. Fransa da bu fırsatı kullandı. Gerçekten de müteakip uluslararası çatı§mada, İngiltere kötü bir yenilgi aldı ve Amerika'daki imparatorluğunun çok önemli bir parçasını kaybetti. Yeni ABD'nin müttefiki olan Fransa ise sonuçta zafer kazanmı§tı. Fakat maliyet çok ağırdı; Fransız devletinin içine dü§tüğü zorluklar, onu kaçınılmaz olarak ülke içinde bir siyasi bunalım dönemine sürükledi ve altı yıl sonra da bu bunalımdan Devrim doğdu.

VII Şimdi

geriye, Avrupa (daha kesin bir anlatırula Kuzey Batı Avrupa) ile geri kalanı arasındaki ili§kilere bir göz atarak, bu hazırlayıcı nitelikteki dünya turunu, çifte devrimin e§iğine kadar getirip tamamlamak kalıyor. Avrupa'nın (ve onun deniza§ırı uzantıları olan beyaz göçmenlerin) dünya üzerindeki eksiksiz siyasal ve askeri egemenliği, çifte devrim çağının bir ürünü olacaktı. Onsekizinci yüzyıl sonlarında Avrupalı olmayan büyük devletlerin ve uygarlıkların pek çoğu, henüz beyaz tüccar, denizci ve askerlerle görünü§te e§it kü§ullarda kar§ı kar§ıya gelmekteyciL O günlerde Mançu hanedam döneminde nüfuzunun doruğunda olan büyük Çin imparatorluğu, henüz kimsenin kurbanı durumunda değildi. Tersine, eğer bir kültürel etkile§meden söz edilecekse, bunun yönü doğu. dan batıya doğruydu. Avrupalı sanatçılar ve zanaatkarlar o zamana dek yanlı§ anla§ılml§ Uzak Doğu motiflerini eserlerinde çok sık olarak kullanır ve ('porselen' gibi) yeni malzemelerini Avrupa'nın kullanımına uyarlayarak sunarken, Avrupalı filozoflar da bu son derece farklı ama yüksek olduğu kesin uygarlığın dersleri üzerine kafa yoruyorlardı. Kom§U Avrupa dünyanın

1780'LERiN DÜNYASI

35

deviederinin (Avusturya'nın, ama hepsinden öte Rusya'nın) askeri güçleri kar§ ısında zaman zaman sarsıntıya uğrayan (Türkiye gibi) İslam devletleri, henüz birer hurda yığını olmaktan çok uzak olmalarına kar§ın, ondokuzuncu yüzyılda bu hale geleceklerciL Afrika, Avrupa'nın askeri sızınalarına kar§ı bağı§ıklığını sürdürüyordu. Ümid Burnu'nun çevresinde yer alan küçük bölgeler dı§ında, beyazlar, kıyıdaki ticari bölgelerde toplanml§tı. Ne var ki, Avrupalı ticari ve kapitalist giri§imin hızı ve yoğunluğu giderek artan geni§leme süreci, çoktandır bu ülkelerin ve bölgelerin toplumsal düzenlerini a§ındırmaya ba§lamı§tı; daha önce görülmedik boyutlarda korkunç bir köle ticareti yoluyla Afrika; rakip sömürgeci güçlerin gerçekle§tirdiği sızmalar yoluyla Hint Okyanusu; ticaret ve askeri çatı§· malar aracılığıyla Yakın ve Ortadoğu, hepsi de bu süreçten nasiplerini almaktaydı. Avrupalılar, uzun süre önce, onaltıncı yüzyılda öncü İspanyol ve Portekiıli sömürgecilerin, onyedinci yüzyılda da Kuzey Amerikalı beyaz göçmenlerin i§gal ettikleri bölgelerin hayli ötesine yayılan doğrudan istila hareketlerine çoktan giri§mi§lerdi. Bu konuda hayati ilerlemeyi, zaten Moğol imparatorluğunu yıkarak Hindistan'ın bir bölümü (özellikle Bengal) üzerinde teritoryal bir denetim kurtnlı§ olan İngiltere gerçekle§tirmi§ti ve bu, onları ele aldığımiz dönemde bütün Hindistan'ın hakimi ve yöneticisi yapacak bir adımdı. Batının teknolojik ve askeri üstünlüğü kar§ısında Avrupalı olmayan uygarlıkların fazla bir §ansı olmadığı zaten öngörülebilir bir §eydi. 'Vasco da Gama çağı' denen §ey, bir avuç Avrupalı devletin ve Avrupa kapitalizminin, bütün dünya üzerinde tam (ama bugün görüldüğü gibi) geçici bir egemenlik kurduğu dört yüz yıllık dünya tarihi, doruğuna varmak üzereydi. Avrupalı olmayan dünyaya aynı zamanda nihai kar§ı saldırıya geçmesi için gereken ko§ulları ve teçhizatı sağlayacak olsa da, çifte devrim Avrupa'nın geni§lemesini kar§ı konulmaz bir hale getirecekti.

2 Endüstri Devrimi

ݧleyi§leri, nedenleri ve sonuçları ne olursa olsun, bu tür i§lerin sonsuz bir değerleri vardır ve

nereye giderse gitsin, insanları dü§ünmeye sevketmek gibi birerdeme sahip olan bu son derece çalı§kan ve yararlı adanun yeteneklerine büyük iltifat kazandınrlar ... İnsanları, sorgulamadan, dܧünmeden, heves etmeden, bütünüyle atalarının yoluna zincirleyen bu miskin, uyu§uk, apıalca kayıtsızlıktan, bu tembellik gafletinden kurtul ve iyiyi gerçekle§tireceğinden emin oL Brindley, Watt, Priesley, Harrison, Arkwright gibi adamların eserlerinden, ya§amın her yolundan nice dܧünceleı; nasıl bir çalı§ma azmi doğmU§tur, bir dܧün ... Watt'ın buhar makinesini görüp de uğra§ısına dalıa büyük bir canlılıkla sarılmayacak bir insan, hayatın hangi yolunda bulunabilir? Arthur Young, Tours in England and ~les 1 Bu pis su yolundan, bütün dünyayı gübrelernek üZere, insan gayretinin en büyük nehri Bu pislikten altın akmaktadır. Burada insanlık, en tam ve en lıayvani geli§mesine u!Lı§maktadır; burada uygarlık mucizelerini gerçekle§tiriyer ve uygar insan bir vall§iye dönü§üyor. A. de Toqueville, 1835'te Manchester üzerine söylediklerinden 2

akmaktadır.

I Endüstri Devrimi ile, yani İngiltere ile ba§layalım. İlk bakı§ta bu, kaprisli bir hareket noktası gibi görünmektedir; çünkü bu devrimin yansımaları, ele aldığımız. dönemin sonlarına dek (her halükarda İngiltere dı§ında) kendini açık ve yanılmaz bir biçimde hissettirmedi. Devrimin yansımaları, 1830'dan önce değil, büyük olasılıkla 1840'dan önce de değil, ama yakla§ık o sıralarda duyulmaya ba§landı. Ancak 1830'larda yazın ve sanatlar, kapitalist toplumun yükseli§iyle, (Carlyle'nin deyi§iyle) para bağının, amansız bir altın ve değerli kağıt bağının dı§ında bütün toplumsal bağların ufalandığı bir dünyayla açıkça me§gul olmaya ba§lamı§lardır. Bu yükseli§in en olağanüstü yazınsal anıtı olan Balzac'ın İnsanlık Komedisi, bu onyıllara aittir. Endüstri Devrimi'nin toplumsal etkileri üzerine resmi ve gayrı resmi büyük bir yazın selinin ortaya çıkl§ı (İngiltere'de Bluebooklar ve istatistik ara§tırmaları, Villerme'nin Tableau de l'etat physique et moral des ouvriers'i, Engels'in İngiltere'de İşçi Sımfının Durumu, Belçika'da Ducpetiaux'un yapı­ tı, Almanya'dan İspanya'ya ve ABD'ye kadar [Endüstri Devrimi kar§ı­ sında] deh§ete kapılan ya da kederlenen yığınla gözlemcinin çalı§ması),

ENDÜSTRi DEVRiMi

37

1840'lara kadar gerçekle§medi. Yine, Endüstri Devrimi'nin çocuğu olan ve artık kendi toplumsal hareketleriyle birle§mi§ Komünizm'in -Komünist Manifesto'nun hayaletinin- kıtanın her yanını ar§ınla­ ması, 1840'lara kadar gerçekle§medi. Endüstri Devrimi adı bile, Avrupa üzerindeki görece gecikmi§ etkisini yansıtmaktadır. Bu §ey, İngiltere'de adından önce de vardı. İngiliz ve Fransız sosyalistlerinin -bunlar daha önce benzerleri olmayan gruplardı-, muhtemelen Fransa'nın siyasal devrimiyle benze§im kurarak onu icat etmeleri 1820'leri buldu. 3 Buna kar§ın, Endüstri Devrimi iki nedenden dolayı öncelikle ele alına­ caktır. Birincisi; o, Bastille'e saldırılmadan önce -kaçamak bir ifadeyle'patlak vermi§'ti; ve ikincisi, o olmadan, ele aldığımız dönemin tanıdık simalarını ve olaylarını üzerinde ta§ıyan tarihin gayrı §ahsi kabarı§ını, ritminin karma§ık düzenini anlamamız olanaksızdır. 'Endüstri Devrimi patlak verdi' ifadesi ne anlama gelmektedir? 1780'ler gibi bir tarihte ve insanlık tarihinde ilk kez, toplumların kendi üretici güçlerinih yarattığı zincirlerden kurtulması anlamına gelmektedir; bundan böyle üretici güçler, durmadan, hızla ve bugüne dek sınırsız bir biçimde insan, m.al ve hizmet artı§ı gerçekle§tirmeye muktedir olacaktı. İktisatçılar, buna teknik olarak 'kendini besleyen bir büyümenin kalkı§ noktası' adını vermektedir. Şimdiye dek hiçbir toplum, endüstri öncesi bir toplumsal yapının, noksan bir bilim ve teknolojinin, bunun sonucunda da kıtlığın ve ölümün üretime dayattığı çerçeveyi kıramamı§tı. Elbette . bu 'kalkı§', depremler ya da büyük gökta§ları gibi, teknikten uzak, ona yabancı bir dünyayı §a§kınlığa sürükleyen görungülerden biri değildi. Bu görüngünün Avrupa'daki tarih öncesini, tarihçinin keyfine ve özel ilgi alanına bağlı olarak, daha önce değilse bile İ.S. 1000 yıllarına kadar geri götürmek mümkündür; ve önceki -on üçüncü, onaltıncı yüzyılda ve onyedinci yüzyılın son onyıllarında-, ördek yavrularının beceriksizce kanat çırpı§larına benzer biçimde sıçrama çabaları, 'endüstri devrimi' adıyla yüceltilmi§tir. Onsekizinci yüzyılın ortalarından itibaren kalkı§ için hız toplama süreci öylesine açıkça görülebilmektedir ki eski tarihçilerde Endüstri Devrimi'ni 1760'a kadar geri götürmek gibi bir eğilim gözlenmekteydi. Fakat özenli bir ara§tırma, pek çok uzmanı, belirleyici on yıl olarak 1760'ları değil, 1780'leri seçmek durumunda bırakmı§tır; çünkü bilebildiğimiz kadarıyla, ilgili bütün istatistik kanıtlar, 'kalkı§'a damgasını vuran ani, keskin, neredeyse dikine bir yükseli§in ancak o tarihlerde ortaya çıktığını göstermekteydi. Deyim yerindeyse ekonomi, uçu§a geçmi§ti. Bu sürece Endüstri Devrimi demek, hem mantıklıdır hem de -belki de kı§kırtıcı kavramlardan duyulan çekingenlik nedeniyle olsa gerekproletaryanın

38

DEVRİM

ÇAGI

muhafazakar tarihçiler arasında bir ara böyle bir devrimin varlığım reddetmek ve onun yerine 'hızlanml§ evrim' gibi yavan terimler koymak gibi bir modanın varlığına kar§ın, yerle§ik geleneğe uygundur. Eğer ı 780'lerde ya da o tarihlerde meydana gelen bu ani, niteliksel ve temel dönü§üm, bir devrim değil idiyse, bu durumda bu sözcüğün sağduyucia bir anlamı yok demektir. Endüstri Devrimi, aslında bir ba§langıcı ve bir sonu olan bir olay değildi. Ne zaman tamamlandığını sormak saçmadır; çünkü onun özü, o tarihlerden sonra devrimci deği§imin bir kural halini almasıydı. Hala da sürmektedir; çok çok, bu ekonomik dönü§ümlerin, genel konu§ursak, varolan teknikler içersinde istediği her §eyi üretmeye yetenekli esastan endüstrile§mi§ bir ekonomiyi, teknik dille 'olgun bir endüstri ekonomisi'ni yerle§tirecek kadar ileri gidip gitmediklerini sorabiliriz. İngiltere'de, dolayısıyla da dünyada endüstrile§menin bu ba§langıç dönemi, muhtemelen, neredeyse tam tarnma bu kitapta ele alınan dönemle çakl§maktadır; çünkü, eğer 'kalkı§' 1780'lerde ba§laml§sa, 1840'larda İngiltere'de ağır endüstrinin kurulması ve demiryollarının yapımıyla bittiğiİli söylemekte de hiçbir sakınca yoktur. Fakat Devrimin kendisine, 'kalkı§' dönemine, bu gibi konularda olabileceği kadar bir kesinlikle, ı 780'den 1800'e kadarki yirmi yıl içersinde bir tarih vermek mümkündür; yani, biraz daha önce olmakla birlikte Fransız Devrimi'yle çağda§tır. Nereden bakılırsa bakılsın, bu, en azından tarımın ve kentlerin icadın­ dan bu yana dünya tarihinde gerçekle§mi§ en önemli olaydı ve ba§ını İngiltere çekmekteyciL Bunun bir raslantı olmadığı açıktır. Eğer onsekizinci yüzyılda Endüstri Devrimi için bir yarı§ yapılsaydı, bu yarı§ın tek bir yarı§çısı olurdu. Portekiz'den Rusya'ya, hepsi de en azından günümüzün yöneticileri kadar 'ekonomik büyüme'yle yakından ilgilenen Avrupa'daki her aydınlanmı§ manarkın bakanları ve memurları, pek çok endüstriyel ve ticari ilerlemeyi desteklemi§lerdir. Endüstriyel yapıları çok küçük olmakla ve İngiliz endüstrisinin dünya çapındaki devrimci etkisini gösterebilmek için fazla yerel kalınakla birlikte, bazı küçük devletler ve · bölgeler, örneğin Saksonya ile Liege gibi yerler, gerçekten etkileyici biçimde endüstrile§IDi§lerdi. Fakat devrimden önce bile İngiltere'nin, toplam üretim ve ticaretiyle kar§ıla§tırılabilir boyutlarda olsa bile, kişi başına üretim ve ticaret bakımından ba§lıca potansiyel rakibinin oldukça önünde bulunduğu açıkça görülmektedir. İngiltere'nin ilerlemesi nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, bilimsel ve teknolojik olmadığı kesindir. Fransa, doğa bilimleri açısından hemen hemen kesin biçimde İngiltere'nin önündeydi; İngiltere'de reaksiyon bilime ku§kuyla bakarken, Fransa'da Fransız Devrimi bilimi te§vik ettiğinden,

ENDÜSTRi DEVRiMi 39

herhalükarda matematik ve fizikte Fransız Devrimi'nin çok keskin biçimde vurguladığı bir üstünlüktü bu. Hatta İngiltere toplum bilimleri bakı­ mından da, iktisadı esas olarak Anglo-Sakson bir konu haline sokan -ve büyük ölçüde de öyle kalmasını sağlayan- o üstünlükten henüz çok uzaktı; fakat burada Endüstri Devrimi İngilizleri tartı§masız biçimde ilk sıraya yerle§tirdi. 1780'lerin iktisatçıları, Adam Smith'i, ama aynı zamanda da -belki de daha çok yararlandıkları- Fransız fizyokratlarını ve milli gelir hesapçılarını, Quesnay'i, Turgot'u, Dupont de Nemours'u ve belki de bir ikiİtalyanıda okurlardı. Fransızlar, -İngiltere' de tasarlananlarından çok daha karma§ık bir yapıya sahip- Jacquard dokuma tezgahı (1804) gibi daha özgün yenilikler ve daha iyi gemiler yapmı§lardı. Almanlar, İngiltere'de benzeri bulunmayan Prusyalı Bergakademie gibi teknik eğitim kurumlarına sahipti ve Fransız Devrimi de benzersiz ve etkileyici bir kurum olan Ecole Polytechnique'i ortaya çıkarını§ tl. Eksiklikleri ve kusurları, as ık yüzlü köy okulları ve parlak, çalı§ kan, yükselrnek isteyen, usçu ames Watt, Thomas Telford, Loudon McAdam, James Mill gibi) gençleri ülkenin güneyine gönderen Kalvinci İskoçya'nın sofu, çalkantılı, demokratik üniversiteleriyle bir ölçüde dengelense de, İngiliz eğitim sistemi tatsız bir §aka gibiydi. Anglikan eğitim sisteminden dı§lanmı§ muhalif mezheplerin kurdukları Akademiler hariç, tıpkı miskin devlet ya da gramer okulları gibi, yegane İngiliz üniversiteleri olan Oxford ile Cambridge'in de dü§ünsel bakımdan hiçbir değeri yoktu. Oğullarının eğitim görmesini isteyen aristokrat aileler bile özel öğretmenlerden ya da İskoç üniversitelerinden medet ummaktaydı. Ondokuzuncu yüzyılın ba§larında Quaker Lancashire'ın (ve onu izleyen Anglikan rakiplerinin) bir çe§it okuma yazma seferberliği ba§latmasından önce, ilköğretim sistemi yoktu; geçerken belirtmeli ki, bu yüzden İngiliz eğitim sistemi mezhep çeki§melerinden hiçbir zaman ba§ını alarnam ı§ tır. Toplumsalkorkular yüzünden, yoksulların eği­ tim görmesi de desteklenmiyordu. Şansa bakın ki, Endüstri Devrimi'ni yapmak için fazla bir dü§ünsel incelik gerekmiyordu. * Devrimin teknik yenilikleri (uçan mekik, iplik

a

• "Bir yandan İngilizlerin siyasal yaşamları için, bunu bilgiçlik tasiayarak yapıyor olsalar da, eskiçağ yazarlarının eserlerinden zengin bir hazine çıkardıklarını görmek memnuniyet vericidir; öyle ki parlamentodaki ha tipler, her fırsatta iyi amaçlarla onlardan alıntılar yapıyorlardı ve bu, meclislerinde taraftar bulan, etkisiz de kalmayan bir uygulamaydı. Öte taraftan üretim konusundaki eğilimlerinin baskın olduğu, o nedenle halkı bu uğraşları geliştiren bilimlerle ve sanatlada tanıştırına ihtiyacının açık olduğu bir ülkede, bu gibi konuların çocukların ders kiraplannda yer almadıklarını görmek bizi hayrete düşürınektedir. Buna rağmen, mesleki bir formel eğitimden yoksun insanların bu kadar çok şeyi başarmış olmaları da aynı ölçüde şaşırrıcıdır." W. Wachsmuth, Europaeische Sitteııgesclıichte 5, 2 (Leipzig, 1839), s. 736.

40 DEVRİM ÇAGI

hüküm aleti, masura makinesi) son derece gösteri§sizdi ve kendi atölyelerinde deney yapan zeki zanaatkarların ya da doğramacıların, fabrika i§çilerinin ve çilingirlerin faaliyet alanını hiçbir biçimde a§mıyordu. Hatta James Watt'ın buhar makinesi (1 784) gibi Devrimin bilimsel bakımdan en karma§ık aygıtı bile, bu yüzyılda bilinmekte olan fizikten daha fazlasını gerektirmiyordu -buharlı makineler kuramı, ancak 1820'lerde Fransız Camot tarafından ex post fact [i§ olup bittikten sonra, geriye dönük olarak] geli§tirilmi§ti- ve çoğunlukla madencilikte olmak üzere buhar lı makinelerin kullanılmaya ba§lanması için bu kurama dayanılml§tı. Gerekli ko§ullar varolduğunda, Endüstri Devrimi'nin teknik yenilikleri de, (belki kimya endüstrisi dı§ ında) kendi kendilerine ortaya çıktılar. Ancak bu, ilk endüstricilerin bilimle ve onun pratik yararlarını ara§tırmakla hiç ilgilenmedikleri anlamına gelmez. 4 Ancak bu gerekli ve uygun ko§ullar [bir tek]; bir kralın ilk kez halkı tarafından resmen Vargılanması ve idam edilmesinin, özel kar ile ekonomik geli§menin devlet politikasının yüce amaçları olarak kabul görmesinin üzerinden yüzyıldan fazla bir zamanın geçtiği İngiltere'de gözle görülür §ekilde vardı. İngiltere'nin tarım sorununun çözümüne getirdiği benzersiz devrimci çözüm çoktan uygulanmaya ba§lanmı§tı. Topraksız ya da küçük toprak sahibi köylüyü çall§tıran kiracı çiftçiler tarafından ekilen topraklar, çoktan ticaret kafasına sahip görece az sayıda toprak lordunun elinde toplanmı§tı. Eski kolektifköy ekonomisinden kalma pek çok iz de, Çitleme Yasası (1 760-1830) ve özel anla§malarla temizlendi; fakat bir Fransız, Alman ya da Rus köylüsünden söz edebilmemiz anlamında bir 'İngiliz köylüsü'nden söz edebilmek artık çok zordur. Tarım, uzun süredir esas olarak pazar için yapılmaktaydı; imalat, uzun süre önce feodal özelliklerini yitirmi§ olan kırsal alanın her yanına yayılmı§tı. Tarım, endüstrile§me çağında üç temel i§levini yerine getirmeye çoktan hazırdı: Hızla büyüyen tarım dl§ı nüfusu beslemek için üretimi ve üretkenliği arttırmak; kentlerin ve endüstrilerin durmadan artan potansiyel fazla emek ihtiyacını kar§ıla­ mak; ve ekonominin daha modem sektörlerinde kullanılacak sermaye birikimi için bir aygıt sağlamak (Şu iki i§levinse İngiltere'de muhtemelen çok fazla bir önemi olmamı§tı: Olağan §ardarda halkın büyük çoğunluğu­ nun olu§turduğu tarımsal nüfus arasında yeterince büyük bir pazarın yaratılması ve sermaye ithalinin garanti altına alınmasına yardımcı olacak bir ihracat fazlasının sağlanması). Özellikle gemi ta§ımacılığı, liman tesisleri, kara ve su yollarının iyile§tirilmesi konularında hatırı sayılır bir altyapı yatırımı yapılmı§tı -ekonominin pürüzsüz biçimde ilerlemesi için bütün bir ekonomi için gerekli pahalı genel bir donanım sağlanmı§tı. Siyasi

ENDÜSTRi DEVRiMi

41

ya§am çoktandır kara endekslenmi§ti. Elbette i§adamlarının özel talepleri, öteki yerle§ik çıkarların direnciyle kar§ıla§abiliyordu; ve göreceğimiz gibi, ı 795- ı846 arasında tarımcılar, sanayicilerin ilerleyi§ini durdurmak için son engeli de dikeceklerdi. Ne var ki, bütün olarak bakıldığında, paranın sadece konu§madığı, aynı zamanda yönettiği de kabul edilmi§ti. Toplumun yöneticileri arasında sayılmak için bütün sanayicilerin yapması gereken §ey, yeterince para sahibi almaktı. ݧadamının, daha fazla para kazanma sürecinde olduğuna ku§ku yoktu; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük bölümü, Avrupa'nın çoğu yerinde, rahat bir ekonomik geni§leme ve refah demekti; Voltaire'in Dr Pangloss'unun mutlu iyimserliğinin arka planında bu vardı. Bu geni§lemenin ölçülü bir enflasyonun da yardımıyla er ya da geç bir ülkeyi, endüstri öncesi ekonomiyi endüstri ekonomisinden ayıran e§ikten adataeağı rahatlıkla ileri sürülebilir. Fakat sorun bu kadar basit değildir. Onsekizinci yüzyılın büyük bölümünde endüstriyel geni§leme, derhal ya da öngörülebilir bir gelecekte endüstri devrimine, yani, artık mevcut talebe bağlı olmayıp kendi pazarını yarattığı için büyük miktarlarda ve giderek azalan maliyerlerle üretim yapaçak makinele§mi§ bir 'fabrika sistemi'nin yaratılmasına yol açmadı.* Örneğin İngiltere'de Midlands'de ve Yorkshire'da in§aat malzemelerini ya da evde kullanılan metal e§yalan -çivi, kap kacak, bıçak, makas gibi- üreten küçük ölçekli sayısız endüstri, bu dönemde büyük bir geni§leme göstermi§ olmakla birlikte, hiçbir zaman mevcut pazann bir i§levi olmaktan kurtulamadı. ı850'de, ı 750'dekinden çok daha fazla üretimde bulunmalarına kar§ ın, özünde eski usullerle üretim yapıyorlardı. İhtiyaç duyulan §ey, §U ya da bu tarz bir g~ni§leme değil, Birmingham'dan çok bir Manchester ortaya çıkartacak tarzda özel bir geni§leme biçimiydi. Üstelik öncü endüstri devrimleri; ekonomik büyümenin, her biri çağın ilk buyruğuna göre (ucuza al pahalıya sat) hareket eden sayısız özel giri§im· ci ve yatırımcının birbirini kesen kararlarından kaynaklandığı özel bir tarihsel durumda ortaya çıktılar. En fazla karın, bilinen (ve geçmi§te en fazla karı getirmi§ olan) i§lerden çok, endüstri devrimini örgüdemekten kazanılacağını nasıl fark edebilirlerdi? O zamanlar kimsenin bilmediği bir §eyi: Endüstri devriminin kendi pazarlarını yaratarak e§i görülmedik bir hız kazanacağını nereden ve nasıl öğreneceklerdi? Tıpkı onsekizinci yüzyıl İngiltere'sinde olduğu gibi, bir endüstri toplumunun ana toplumsal temellerinin çoktan atıldığı ortadayken, iki §ey gerekiyordu: Birincisi, • Modem motor endüstrisi, bunun iyi bir ömeğidir. 1890'lardaki motorlu taşıt talebi, modem boyutlarda bir endüstri yaratacak durumda değildi, ama ucuz araba üretme kapasitesi, motorlu taşıtlara modem ölçekte bir kitlesel talep yaram.

42 DEVRiM ÇAGf

makul ucuzlukta ve basit yeniliklerle üretimini hızla artırabilen imalatçıları ödüllendiren bir endüstri ve ikirıcisi, büyük oranda tek bir üretici ülkenin tekelinde bulunan bir dünya pazarı. • Bu dü§ünceler, ele aldığımız dönemde belli açılardan bütün ülkeler içirı geçerlidir. Ömeğirı her ülkede endüstriyel büyümenirı önderliğirıi tüketim malları -tek olmamakla birlikte esas olarak tekstil ürünleri6- imalatçı­ ları yapmaktaydı, çünkü bu tür mallar içirızaten kitlesel bir pazar mevcuttu ve i§ada:mlan onun geni§lemesirıin getireceği olanaklan açıkca görebilmekteydiler. Ne var ki, bu dü§ünceler diğer bakımlardan sadece İngiltere için geçerliydi. Çünkü öncü sanayicilerin kar§ısında çözümü çok güç sorunlar vardı. Diğer ülkeler, ancak İngiltere endüstrile§meye ba§ladığın­ da, öncü endüstri devriminin uyardığı hızlı ekonomik geni§lemenin nimetlerirıden yararlanabilirlerdi. Bunun yanında İngiltere'nin ba§ansı, onunla nelerin elde edilebileceğini göstermi§ oldu: İngiliz tekniği taklit edilebilir, İngilizlerirı becerisi ve sermayesi ithal edilebilirciL Kendi bulu§larını gerçekle§tiremeyen Sakson tekstil endüstrisi, zaman zaman İngiliz teknisyenlerinın gözetimi altında İngilizlerirı bulu§larını taklit etti; Cockerills gibi kıta Avrupası'na ilgi duyan İngilizler, Belçika'ya ve Almanya'nın çe§itli bölgelerirıe yerle§tiler. ı 789 ile 1848 arasında Avrupa ve Amerika, İngiliz uzmanlar, buharlı makirıeler, pamuk makirıeleri ve yatırımlarla doldu ta§tı. İngiltere'nin, bu tür avantajları yoktu. Ama öte yandan İngiltere, yeterince güçlü bir ekonomiye ve rakiplerinin pazarını ele geçirecek kadar saldırgan bir devlete sahipti. Yüzyıllık İngiliz-Fransız düellosunun son ve belirleyici evresi olan ı 793-ı8ı5 sava§lan, belli ölçülerde ABD dı§ında, Avrupalı olmayan dünyadan [İngiltere'nin] bütün rakipierin tasfiyesiyle sonuçlandı. Üstelik İngiltere, kapitalist ko§ullar altında endüstri devrimine öncülük etmeye hayranlık duyulacak kadar uygun bir endüstriye ve buna olanak veren bir ekonomik konjonktüre sahipti: Pamuk endüstrisi ve sömürgeci yayılma.

II Diğer bütün pamuk endüstrileri gibi, İngiliz pamuk endüstrisi de ba§langıçta, endüstrirıirı hammaddesirıi

kerenin bir

olan fustian [dimi]

(daha doğrusu, ilk ürün, pamukla olduğu için hammaddelerinden

alma gücü, nüfus, ki§i ba§ına gelir, ula§ım maliyetleri ve ticaret üzerindeki nedeniyle yava§ ilerlemekteydi. Fakat pazar geni§liyordu ve hayati soru §Uydu: Tüketim malları üreten bir üretici, pazarın, üretimini hızlı ve sürekli geni§lemesine olanak verecek kadar büyük bir bölümünü ne zaman ele geçirecekti?" 5 •

"Satın

kan§ımı

sınırlamalar

ENDÜSTRi DEVRiMi

ürünü olarak geli§ti. Avrupalı imalatçılar, Hint pamuklu mallarının ya da calicoesun [patiska] elindeki pazarı, onları taklit ederek ele geçirmeye çalı§tılar. Ba§larda, iyi ve özenli mallada rekabet edecek ucuz ve adi taklitlerini üretmekle birlikte, çok ba§arılı olamadılar. Ancak, bereket versin, yünlü ticaretinin yerle§ik ve güçlü çıkarlan dönemsel olarak (Doğu Hint Şirketi'nin tamamen ticari çıkarlada Hindistan' dan büyük miktarlarda ihra ca çalı§tığı) Hint pariskalarının ithalatının yasaklanmasım sağladı da yerli pamuk endüstrisinin bu pariskaların yerini tutabilecek mallar üretmesine olanak verdi. Yün, pamuk ve pamuk karı§ımı mallardan daha ucuz. olan bu mallar, içerde mütevazı olmakla birlikte yararlı bir pazar yarattı~ Fakat onların hızla geni§lemesini sağlayan en büyük §ans, deniza§ın ticaretre yatıyordu. Sömürge ticareti, pamuk endüstrisini yarattı ve besledi. Onsekizinci yüzyılda pamuk endüstrisi, Bristol, Glasgow ve özellikle köle ticaretinin de merkezi olan Liverpool gibi büyük sömürge limanlannın hinterlandın­ da geli§ti. Gayrı insani olmakla birlikte hızla geni§leyen köle ticareti, her adımda pamuk endüstrisini daha da uyardı. Gerçekten de bu kitapta ele alınan bütün dönem boyunca kölecilik ve pamuk el ele gitmi§tir. Afrikalı köleler, kısmen de olsa Hindistan'ın pamuklu mallarıyla satın alındı; Hindistan' daki ve yöresindeki sava§ ya da isyanlar bu malların arzını kesintiye uğrattığında da, ortaya çıkan bo§luğu Lancashire doldurdu. Kölelerin götürüldüğü Antiller'deki plantasyonlar, İngiliz endüstrisine pamuk hammaddesi sağlıyor, buna kar§ılık çiftlik sahipleri de Manchester'ın damalı pamuklularını alıyorlardı. 'Kalkı§'ın kısa bir süre öncesine kadar Lancashire pamuklu ihracatının ezici çoğunluğu, Afrika ve Amerikan pazarlarına gidiyordu. 7 Lancashire, sonralan kölelere olan borcunu, bu ticareti koruyarak geri ödedi; çünkü 1790'lardan sonra Birle§ik Devletler'in güneyindeki köle plantasyonlan, ham pamuğun büyük kısmını sağladıklan Lancashire fabrikalannın doymak bilmez ve füze hızıyla yükselen talepleri yüzünden çalı§maya devam etmi§ ve geni§lemi§ti. Dolayısıyla pamuk endüstrisi, bir planör gibi, arkasına bağlandığı sömürge ticaretinin çekmesiyle havalandı. Bu ticaret, yalnızca büyük olmakla kalmayıp, aynı zamanda hızlı ve her §eyden önce görülmemi§ bir geni§· leme vaat edeı;ı.; giri§imciyi, bunu kar§ılayacak devrimci teknikler benim~ serneye te§vik eden bir ticaretti. 1750-1769 arasında İngiliz pamuklu ihracatı, on kattan fazla arttı. Böyle bir durumda bu pazara damalı pamuklulanyla ilk giren birinin kazandığı ödül, astronomik boyutlardaydı ve teknolojik maceralara atılma riskine değerdi. Fakat deniza§ın pazar, özellikle de bu pazar içindeki yoksul ve geri 'azgeli§mi§ bölgeler', zaman içerbirini)

sağlayan deniz a§ın ticaretin bir yan

43

44 DEVRİM ÇAGI

sinde sadece çarpıcı bir biçimde geni§lemekte kalmadılar, aynı zamanda sınırsız ve durmaksızın geni§lediler. Ku§kusuz, tek ba§larına dü§ünüldüklerinde bu pazann her verili kısmı, endüstrinin ölçütlerine göre küçüktü ve farklı 'geli§mi§likteki ekonomiler'in rekabeti, bu pazarı her biri için daha da küçük hale getirmekteyciL Fakat, gördüğümüz gibi, bu geli§mi§ ekenomilerin herhangi birinin yeterince uzun bir süre pazarın hepsini ya da yakla§ık olarak hepsini tekeline aldığı dü§ünülürse, bu durumda o ekonomi gerçekten sınırsız geni§leme olanağına sahip olabilirdi. İngiliz pam~klu endüstrisinin, İngiliz devletinin saldırgan desteğini de arkasına alarak ba§ardığı tam da buydu. Satı§ rakamları açısından Endüstri Devrimi, 1780'lerin ilk birkaç yılı dı§ında, ihracat pazarının iç pazar kar§ısındaki zaferi olarak tanımlanabilir: 1814'te İngiltere, içeride kullanılan her üç yarda pamuklu kuma§a kar§ılık dört yarda, 1850'deyse her sekiz yardaya kar§ılık onüç yarda pamuklu ihraç etti. 8 Buna kar§ılık, geni§lemekte olan bu ihracat pazarında, İngiliz mallarının yurtdl§ındaki ana çıkl§ noktaları olan yarı sömürge ve sömürge pazarları da bu i§ten zaferle çıkml§lardı. Avrupa pazarlarının, sava§lar ve ablukalar yüzünden büyük oranda kesintiye uğradığı Napoleon Sava§lan sırasında bu oldukça doğaldı. Fakat sava§lardan sonra bile ağırlıklarını duyurmayı sürdürdüler. 1820'de, bir kez daha İngiliz maliarına serbest hale gelen Avrupa, 128 milyon yarda İngiliz pamuklusu aldı; ABD dı§ında kalan Amerika, Afrika ve Asya, 80 milyon yarda aldı; fakat 1840'ta, 'azgeli§mi§' bölgeler 529 milyon yarda alırken, Avrupa 200 milyon yarda İngiliz pamuklusu satın aldı. Çünkü İngiliz endüstrisi, bu bölgelerde sava§lar, ba§ka halkların devrimleri ve kendi imparatorluk yönetimi sayesinde bir tekel olu§turmu§tu. Bunlar arasında iki bölge özel bir ilgiyi hak etmektedir. Latin Amerika, Napoleon Sava§lan sırasında neredeyse tamamen İngiliz ithal mallanna bağımlı hale geldi ve İspanya ile Portekiz'den koptuhan sonra (123-4. ve 260. sayfalara bakınız), İngiltere'nin potansiyel Avrupalı rakiplerinin. siyasal müdahalelerinden kurtularak neredeyse tümüyle İngiltere'ye bağımlı oldu. Bu yoksulla§tınlmı§ kıta, daha 1820'de Avrupa'nın dörtte biri; 1840'da yine Avrupa'nın neredeyse yarısı kadar İngiliz pamuklu giysisi satın almaktaydı. Gördüğümüz gibi, Doğu HintAdaları, Doğu HintŞirke. ti'nin te§vikleriyle pamuklu malların geleneksel ihracatçısı haline gelmi§ti. Fakat İngiltere'de yerle§ik endüstrici çıkarlar hakim olduğundan, (Hindistan'ın çıkarlarını saymazsak) Doğu Hindistan Şirketi'nin ticari çıkarları geride kalıyordu. Hindistan, sistemli olarak endüstrisizle§tirilmi§ ve buna kar§ılık Lancashire'ın pamuklutarı için pazar haline getirilmi§ti: 1820'de bu alt kıta, sadece ll milyon yarda pamuklu alırken, 1840'ta bu rakam

ENDÜSTRi DEVRiMi

45

çoktan 145 milyon yardaya çıkmı§tı. Bu, sadece Lancashire'ın pazarlarının memnunluk verici boyutlarda geni§lemesi anlamına gelmiyordu; dünya tarihinde de büyük bir dönüm noktasıydı. Çünkü Avrupa, tarihin ba§ın· dan beri her zaman Doğu'ya sattığından daha fazlasını Doğu'dan ithal etmi§ti; çünkü Doğu, Batı'ya sa ttığı baharat, ipek, patiska, mücevher vs. kar§ılığında Batı'nın hemen hiçbir §eyine ihtiyaç duymuyordu. İlk kez Endüstri Devrimi'nin pamuklu kuma§lan, o zamana dek külçe altın ve gümü§ ihracatıyla soygunculuk karl§ımı bir yöntemle dengede tutulmu§ bu ili§kiyi tersine çevirdi. Sadece muhafazakar ve'kendilerine yeten Çinliler, hala Batı'nın ya da batının denetimindeki ekonomilerin sunduklarını satın almayı reddediyorlardı, ta ki 1815-1842 arasında batılı sava§ gemilerinin de yardımıyla batılı tüccarlar, Hindistan'dan Doğu'ya en masse ihraç edilebilir ideal bir meta buluncaya kadar: Afyon. O nedenle pamuk, özel giri§imcilere, endüstri devrimi macerasına kalkı§malanna yetecek kadar astronomik bir kazanç ve bunu sağlayacak kadar ani bir geni§leme olanağı verdi. Bir taliheseri olarak, aynı zamanda onu mümkün kılacak ba§ka ko§ullar da sağladı. Bu alanda devrim yaratan yeni bulu§lar -uçan mekik, su dolabı, masura makinesi, daha sonra da motorlu dokuma tezgahı- yeterince basit, ucuz §eylerdi ve hemen sağla­ diklan yüksek üretim sayesinde kendilerini amorti edebiliyorlardı. Borç aldıklan birkaç sterlinle i§e ba§layan küçük adamlar, gerekirse bunları parça parça kurabiliyorlardı; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük birikimlerini kontrol eden kimseler, endüstriye büyük miktarlarda yatırırnda bulunmaya çok hevesli görünmüyorlardı. Geni§leyen endüstriyi, günlük kazançlada finanse etmek kolaydı; zira ele geçirdiği geni§ pazarlar ve deği§meyen bir fiyat enflasyonu, kar oranlarını muazzam ölçülere vardınyor­ du. İleride bir İngiliz politikacı, doğru olarak §öyle diyecekti: "Lancashire'ın zenginleri, yüzde be§, on değil, yüzde yüzler, binlerle kazandılar." 1789'da Robert Owen gibi eski bir manifatura tezgahtan, Manchester'da borç aldığı 100 sterlinle i§e ba§layabilecekti; 1809'daysa New Lanark Fabrikalan'nı, ortaklanna nakit 84.000 sterlin vererek satın aldı. Üstelik Owen'ınki görece mütevazı bir ba§arı öyküsüydü. Unutmamalı ki, 1800'lerde İngiliz ailelerinin yüzde 15'inden daha azının, yılda 50 sterlinden daha fazla bir geliri vardı ve yalnızca dörtte biri yılda 200 sterlinden fazla kazanıyordu. 9 Pamuklu imalatının ba§ka avantajlan da vardı. Bütün hammaddeleri dı§arıdan geliyordu; o yüzden, Avrupa tarımının yava§ giden i§lemlerinden çok, sömürgeleri beyaz adama açan zora dayanan i§lemlerle -kölelik ve yeni alanların ekime açılması- bu malların arzını geni§letınek mümkündü; üstelik Avrupalı tanıncıların yerle§ik çıkarlan da önünde bir engel

46 DEVRiM ÇAGI

yaratmıyordu. * 1790'lardan itibaren İngiliz pamuklusu hammadde kaynağını bulmu§tU ve 1860'lara kadar zenginliği ve talihi ABD'nin [yerle§ime] yeni açılan Güney Eyaletleri'ne bağlı kaldı._ Yine, imalatın en ya§amsal noktalarında (özellikle iplik bükümünde) pamuk endüstrisi ucuz ve verimli emek arzında yetersizlikle kar§ıla§tı, o yüzden makinele§meye yöneldi. Ba§langıçta pamuk kar§ısında daha fazla sömürgesel yayılma §ansına sahip olan keten gibi bir endüstri, ucuz, makinele§memi§ üretimin tutunduğu (esas olarak Orta Avrupa, ama aynı zamanda İrlanda gibi) yoksul köylük bölgelerde kolaylıkla yayılabilmi§ olmasının uzun vadede acısını çekti. Çünkü onsekizinci yüzyılda, İngiltere'nin yanısıra Saksonya'da ve Norrnandiya'da endüstriyel geni§lemenin bu bilinen yolu,. fabrikaların kurulmasına yol açmayacak, tersine i§çilerin -bazen eski bağımsız zanaatkarların, bazen ölü mevsimde bo§ zamanları olan eski köylülerin- i§veren olma yolundaki tüccardan aldıkları hammaddeleri, sahip oldukları ya da kiraladıkları aletlerle evlerinde i§ledikleri ve i§lenmi§ ürünü tüccara geri verdikleri 'eve i§ verme' ya da 'evde üretim' denen sistemi geni§letecekti. ** Gerçekten de, gerek İngiltere'de gerekse ekonomik bakımdan ileri dünyanın geri kalanında, endüstrile§menin ba§langıç dönemindeki geni§leme büyük oranda bu tarz olmu§tU. Hatta pamuk endüstrisinde, (ilkel el tezgahı, çıkrıktan daha verimli olduğundan) dokumacılık gibi i§lemler, makinele§mi§ hükümhanderin çekirdeğini olu§turmaya hizmet edecek biçimde, evlerdeki el tezgahlarında çalı§ıin bir dokumacılar ordusu yaratılarak geni§letilmi§ti. Dokumacılık, her yerde iplik hükme i§inden bir ku§ak sonra makinele§mekteydi ve el tezgahlarında çalı§an dokumacılar, ~ndüstrinin artık onlara ihtiyacı kahnadığında, bazen bu kötü kaderlerine isyan ederek tezgahlarının ba§ında öldüler.

III İngiliz Endüstri Devrimi'nin tarihine esas olarak pamuk açısından bakan geleneksel görü§, demek ki doğrudur. Pamuk, devrimcile§mi§ ilk endüstriydi ve ba§ka bir endüstrinin, bir özel giri§imciler ordusunu devrime sürükleyebileceğini dü§ünmek kolay değildir. 1830'lar kadar geç bir tarihte bile, pamuk, fabrikanın ya da mill'in (bu ad, ağır güç makineleri • Örneğin deniza§ırı yün arzı, ele aldığımız bütün dönem boyunca ihmal edilebiür bir önem ta§ıdı, ancak 1870'lerde büyük bir etken haline geldi. •• Ev ya da zanaat üretiminden modem endüstriye giden yolda imalatın evrensel bir evresini oluşturan 'evde üretim sistemi', bazısı fabrika sistenline oldukça yakın sayısız biçim alabilir. Onsekizinci yüzyıl yazarları 'manifaktürler'den söz ettiklerinde kastetrikleri, neredeyse kaçınılmaz olarak ve bütün batı ülkelerinde budur.

ENDÜSTRi DEVRiMi

47

kullanan endüstri öncesi en yaygın tesis olan değirmenlerden [mill] gelmektedir) egemen olduğu yegane İngiliz endüstrisiydi; ilk ba§ta (17801815) esas olarak iplik bükmede, yün ve pamuk taramada, birkaç yardım­ cı i§lemde, 1815'ten sonra da giderek daha fazla dokumada. Yeni Fabrika Yasası'nın ele aldığı 'fabrikalar'dan, 1860'lara kadar sadece tekstil fabrikaları ve elbette pamuk fabrikaları [mill] anla§ıldı. Öteki tekstil kollarında fabrika üretimi, 1840'lardan önce yava§ bir geli§me seyri izliyordu; diğer manifaktürlerse, dikkate alınmayacak boyutlardaydı. 1815'te pek çok ba§ka endüstriye uygulanmakla birlikte, buharlımakine bile, bu konuda öncü olan madencilik dı§ında fazla kullanılmamı§tır. 1830'da modern anlamıyla 'endüstri' ve 'fabrika', hala neredeyse sadece Birle§ik Krallık'ın pamuk alanlan anlamına gelmekteyciL Bu, diğer tüketim mallarında, özellikle büyük ölçüde hızlı kentsel geli§menin uyardığı diğer tekstil ürünlerinde*, gıdada, içkide, çömlekçilikte ve ba§ka ev ürünlerinde endüstriyel yenilenmeyi gerçekle§tiren güçleri azımsa­ mak anlamına gelmez. Fakat öncelikle, bu i§lerde çok az insan çalı§maktay­ dı: 1833'te pamuk i§inde doğrudan ya da dolaylı olarak çalı§an bir buçuk milyon insanın yanına bile yakla§acak bir endüstri yoktu. 11 İkincisi, bu endüstrilerin dönܧÜm gücü çok azdı: Pek çok bakımdan, teknik ve bilimsel olarak çok daha makinele§mݧ ve ileri bir ݧ dalı olan, pamuktan önce devrim geçirmi§ içki üretimi bile, Dublin'in tamamını, İrlanda ekonomisininse büyük bölümünü ba§langıçtaki haline döndüren Dublin'deki büyük Guinness içki yapınıevinin de kanıtİayacağı gibi, (yerel zevkler bir yana) çevresindeki ekonomiyi bu denli etkilemi§ değildi. 12 Pamuğun -yeni endüstri alanlarındaki İn§aat ve diğer bütün etkinlikler, makineler, kimyasal iyile§tirmeler, endüstriyel aydınlanma, gemi ta§ımacılığı için- yarattığı talep, tek ba§ına 1830'lara kadar İngiltere'nin ekonomik büyümesinin büyük bir bölümünden sorumluydu. Üçüncüsü; pamuk endüstrisinin geni§lemesinin, ekonominin bütün hareketlerine yön verecek kadar İngiltere'nin dı§ ticaretinde büyük bir yeri ve ağırlığı olmu§tur. İngiltere'ye giren ham pamuk miktan 1785'te ll milyon libreden 1850'de 588 milyon libreye çıktı; pamuklu giysi üretimi, 40 milyon yarciadan 2.025 milyon yardaya yükseldi. 13 Pamuk imalatçıları, 1816-48 arasında her yıl ilan edilen İngiltere'nin bütün ihracatının toplam değerinin yüzde 40 ile 50'sini yaratmı§lardı. Eğer-pamuk geli§irse, ekonomi de geli§iyor; gerilerse, ekonomi de geriliyordu. Pamuktaki fiyat hareketleri, ülkenin ticaret dengesini belirliyordu. Bir tek tarımda böyle bir güç vardı; ancak o da gözle görülür biçimde gerilemekteydi. • Pazar için üretim yapan manifaktürlere sahip bütün ülkelerde tekstil egemen eğilim oldu: Silezya' da (1800) bütün imalatın toplam değerinin yüzde 74'ünü tekstil ürünleri olu§turmaktaydı. 10

48 DEVRiM ÇAGI

Buna kar§ın pamuk endüstrisinin ve pamuğun yön verdiği endüstri ekonomisinin geni§lemesi, "en romantik hayal gücünün, o zamana dek mümkün olduğunu dü§ünebileceği her §eyle adeta alay eden" 14 boyutlara varsa da, bu ilerleyi§ pürüzsüz olmaktan uzaktı ve yakın dönem İngiliz tarihinin ba§ka herhangi bir döneminde benzeri olmayan devrimci karga§ayı anmasak bile, 1830'larla 1840'ların ba§larında çok ciddi ekonomik . sorunlar ortaya çıkardı. Kapitalist endüstri ekonomisinin bu ilk genel tökezlemesi, yansısını büyürnede belirgin bir yava§lamada, hatta belki de bu dönemde İngiltere'nin milli gelirinde bir dü§Ü§te bulmaktadır. 15 Ayrıca bu ilk genel kapitalist bunalım, tamamen İngiltere'ye özgü bir görüngü de değildi. Bu bunalımın en ciddi sonuçları, toplumsal nitelikteydi: Yeni ekonomiye geçi§, toplumsal devrimin maddi ko§ullarını olu§turan sefaleti ve ho§nutsuzluğu yarattı. Gerçekten de, kentteki ve endüstrideki yoksulların kendiliğinden ayaklanması biçimini alan toplumsal devrim, kıta Avrupası'nda 1848 devrimlerine yol açtı ve İngiltere'de büyük Chartist hareketi ortaya çıkardı. Ho§nutsuzluk, çall§an yoksullarla da sınırlı değildi. Küçük ve uyum sağlayamamı§ i§adamları, küçük burjuvazi, ekonominin belli kesimleri de Endüstri Devrimi'nin ve onun yayılmasının kurbanı oldular. Kafaları basit ve düz i§leyen i§çiler, yeni sisteme tepkilerini, sıkıntılarının sorumlusu olarak gördükleri makineleri parçalayarak ortaya koydular; fakat, §a§ılacak miktarda bir yerel i§ adamı ve çiftçi kitlesi de kendilerini bencil yenilikçilerden olu§ma §eytani azınlığın kurbanı olarak gördüklerinden, kendi çalı§anlarının bu Luddite (makine kırma) eylemine yakınlık duydu. ݧçinin ücretini geçimlik düzeyde tutan ve böylelikle zengine endüstrile§meyi (ve kendi rahatlarını) finanse etme olanağı veren emek sömürüsü, proletaryayıkendilerine dü§man etmi§ti. Milli geliri yoksuldan zengine, tüketimden yatırıma aktarmanın bir ba§ka yanı daha vardı ki, o da küçük giri§imcinin dü§manlığını çekmekteydi. Büyük bankacılar, yani herkesin ödediği vergileri alan -bütün milli gelirin yakla§ık yüzde 8'ini tutmaktaydı 16- kenetlenmi§ bir zümre olu§turan ülke içindeki ve dı§ındaki 'fon sahipleri' (Sava§ ile ilgili bölüme bakın), küçük i§adamları arasında, belki de emekçiler arasında olduğundan daha az sevilmekteydiler; çünkü kendi aleyhlerine olan para ve kredi i§lerinden, ki§isel bir nefret duyacak kadar anlıyorlardı. Napoleon Sava§ları'ndan sonra ekonominin üzerindeki deflasyonun ve parasal ortodoksinin daha da sertle§mesi, ihtiyaç duydukları her krediyi alabilen zenginler için hiç sorun değildi: Bunun acısını çeken ve ondakuzuucu yüzyılda her zaman ve her ülkede kolay kredi sağlanmasını ve mali ortodoksinin kaldırılmasını isteyenler küçük insanlar

ENDÜSTRi DEVRiMi

49

olm u§ tur. • Mülksüzler uçurumuna yuvarlanmanın e§iğine gelmi§ küçük burjuvaziyle emekçiler, o yüzden ortak bir ho§nutsuzluğu payla§maktaydı­ lar. Bu ortak ho§nutsuzluk onları,' radikalizm'in kitle hareketlerinde, 'demokrasi'de ya da' cumhuriyetçilik'te birle§tirdi; aralarında en korkutucu olanları, 1815-1848 arasında İngiliz Radikalleri, Fransız Cumhuriyetçileri ve Amerika'daki Jacksoncı Demokratlardı. Ne var ki, kapitalistlerin bakı§ açısından bu toplumsal sorunlar, Tanrı göstermesin toplumsal düzeni yıkacak olsa bile, ekonominin ilerlemesiyle ilgili sorunlardı. Öte yandan, onun temel harekete geçirici gücünü (karı) tehdit eden, ekonomik sürecin kendi içinde belli bir takım eksiklikler bulunduğu görülmekteydi. Çünkü sermayenin geri dönü§ oranı sıfıra inerse, insanların yalnızca kar için üretim yaptığı bir ekonomi, iktisatçıların dü§ünmekten bile korktukları 'durgunluk durumu'na yuvarlanılabilirdi.ı 7 Bu eksikliklerin en belirgin üçü §unlardı: Ticaretteki yükselme ve dü§Ü§ döngüsü, kar oranlannın dü§me eğilimi ve (aynı kapıya çıkan) karlı yatırım olanaklannın azalması. Bunlardan ilkini, onu ilk olarak dü§ünmü§ ve kapitalist ekonomik sürecin bütünleyici bir parçası ve onda içkin olarak varolan çeli§kilerin bir göstergesi olarak değerlendirıni§ kapitalizmin ele§ tirmenleri d1§ında ciddiye alan olmadı.** Ekonominin i§sizliğe yol açan dönemsel bunalımlannın, üretimi azalttığı, iflaslara yol açtığı iyi bilinmekteydi. Bu bunalımlar yansılarını, onsekizinci yüzyılda (kötü hasat vs. gibi) bazı tarımsal felaketlerde bulmu§tu ve Avrupa kıtasında tarımsal huzursuzlukların, ele aldığımız dönemin sonuna kadar en yaygın · çöküntülerin ba§lıca nedeni olarak kaldığı ileri sürülmü§tür. Ekonominin küçük imalat ve mali sektörlerindeki dönemsel bunalımlar da, en azından İngiltere'de 1793'ten itibaren yakından bilinmekteydi. Napoleon Sava§ları'ndan sonra (1825-6'da, 1836-Tde, 1839-42'de, 1846-8'de) dönemsel yükseli§ ve çökü§ draması, barı§ döneminde bir ulusun ekonomik ya§amına egemendi. 1830'larda, yani tarihin bizim ele aldığımız döneminin bu en ya§amsal on yılında, bunların, en azından ticaretre ve bankacılık ta düzenli dönemsel görüngüler olduklan bulanık da olsa kabul edilmekteydi.ı8 Ne var ki, i§adamları tarafından hala ya özel hatalardan -örneğin Amerikan hisseleri üzerinde yapılan a§ırı spekülasyondan-ya da kapitalist • İngiltere'deki Napoleon sonrası Radikallerden ABD'deki popülistlere kadar, çiftçiler ve küçük giri§irnciler dahil bütün protesto hareketleri, mali gayrı ortodoksi yönündeki talepleriyle tanmabilirler; hepsi de 'para delisi' dirler. " İsviçreli Simonde de Sismondi ile muhafazakar ve köylü kafalı Malthus, daha 1825'ten önce bu yönde savlar geli§tiren ilk ki§ilerdi. Yeni sosyalistler, onların bunalun kuramını, kendi kapitalizm ele§tirilerinin kö§e ta§ı haline getirdiler.

50 DEVRiM ÇAGJ

ekonominin pürüzsüz i§leyi§ine dı§ardan müdahalede bulunulmasından kaynaklandığı dü§ünülüyordu. Bunların, sistemin temelindeki zorlukları yansıttığına inanılmıyordu.

Pamuk endüstrisinin çok açık bir §ekilde gösterdiği gibi, kar marjında ortaya çıkan dü§me ise böyle değildi. Ba§langıçta bu endüstri muazzam avantajlardan yararlandı. Makinele§me, büyük ölçüde kadın ve çocuklardan olu§tuğu için son.derece az ücret ödenen emeğin üretkenliğini büyük oranda artırdı (yani üretilen birim ba§ına maliyeti azalttı).* ı833'te Glasgow'un pamuk fabrikalarında çalı§an ı2.000 i§çiden sadece ikibini, haftada ortalama ll §ilinin üzerinde kazanıyordu. Manchester'daki 131 fabrikada ortalama ücretler, ı 2 §ilinden daha azdı ve sadece yirmibirinde 12 §ilinden fazlaydı. 19 Bunun yanında fabrika kurmak görece ucuz bir i§ti: ı846'da arsa maliyeti ve in§aat malzemeleri dahil 4 ı o makinelik tam bir dokuma fabrikası, ı 1.000 sterline kurulabiliyordu. 2 Fakat her §eyden önce, ı 793'te Eli Whitney'in çırçır makinesini bulmasından sonra Güney ABD'de pamuk ekiminin hızla geni§lemesiyle en büyük maliyet unsurunda, yani hammaddede ciddi bir azalma ya§andı. Buna, giri§imcilerin kar enflasyonundan da (yani, ürünleri yapıldıktanndaki fiyattan daha yüksek fiyata satma eğilimi) yararlandıklarını eklersek, imalatçı sınıfların neden keyifli olduklarını anlayabiliriz. ı8 ı5'ten sonra, bu avantajların giderek kar payının daralmasıyla dengelendiği görülmeye ba§landı. Öncelikle endüstri devrimi ve rekabet, üretiin maliyetlerinde olmasa da bitmi§ ürünün fiyatında sürekli ve çarpıcı bir dü§Ü§ yarattı. 21 İkincisi, ı8ı5'ten sonra genel fiyat iklimi, enflasyon değil, deflasyon iklimiydi; yani karlar, fazladan bir artı§ göstermek bir yana, bir parça geriledi. Örneğin, ı 784'te bir libre bükülmü§ ipliğin satı§ fiyatı 10 §ilin ı ı peni iken, hammaddesinin maliyeti 2 §ilindi (kar payı 8 §ilin ı ı peni); ı8ı2'de aynı ürünün fiyatı 2 §ilin 6 peni, hammaddesinin maliyetiyse ı §ilin 6 peni (kar payı ı §ilin) ve ı832'de fiyatı ı 1.25 peni, hammaddesinin maliyeti 7.50 peni olmu§tU ve bu nedenle diğer maliyerlerle karlar arasında, sadece 4 penilik bir pay kalmı§tı. 22 Elbette İngiliz endüstrisinin -aslında bütün ileri endüstrilerin-her alanında söz konusu olan bu genel durum çok da trajik değildi. ı835'te "Karlar, imalatta büyük bir sermaye birikimi sağlamaya hala yeterlidir" diye yazıyordu, hafifseyen bir edayla pamuk endüstrisinin bir büyük savunucusu ve tarihçisi. 23 Toplam satı§lar yukarı doğru yükselirken, (kar oranları azalırken bile) toplam

°

• 1835'te E. Baines, bütün iplik bükümcülerinin ve dokumacıların haftada ortalama ücretlerinin -bir yıl içersinde iki haftalık ücretsiz izin de dahil- 1O§ilin, el tezgahlarında çall§an dokumacılarınsa 7 §ilin olduğunu tahmin ermi§tir.

ENDÜSTRiDEVRiMi

51

karlar da yükseliyordu. Bütün gereken, astronomik geni§lemeyi sürdürmekti. Buna kar§ın kar paylarındaki daralmanın durdurulmasının, en azından yava§latılmasının gerektiği görülüyordu. Bu da ancak maliyetleri azaltarak yapılabilirdi. Elbette bütün maliyetler arasında en fazla kısıla­ bilecek olanı -McCulloch'un bir yılda hammaddelerin üç katına vardığını hesapladığı-

ücretlerdi.

Ücretler, ya doğrudan yapılan kesintilerle ya pahalı vasıflı i§çilerin yerine ucuz makine bakıcılarının konmasıyla ya da makinenin yarattığı rekabetle kısılabilirdi. Bu sonuncusu, Bolton'da el tezgahında çalı§an bir dokumacının haftada aldığı ortalama ücretin, 1795'te 33 §ilinden ve 1815'te 14 §ilinden, 1829-34'te 5 §ilin 6 peniye (ya da daha kesin bir . ifadeyle, net geliri 4 §ilin 1.5 peniye) inmesine neden oldu. 24 Aslinda parasal ücreder, Napoleon sonrası dönemde §a§maz biçimde azalmaktaydı. Fakat bunun fizyolojik bir sınırı vardı; emekçiler fiilen aç kalmamalıydılar (ama, tabii 500.000 el dokumacısının ba§ına gelen buydu). Ancak ya§a· mm maliyeti dü§ffiܧSe, bu durumda ücretler de bu noktanın altına dü§Ü· rülebilirdi. Pamuklu imalatçıları, ya§ am standardının, toprak sahiplerinin tekeli yüzünden yapay olarak yüksek tutulduğu, hatta sava§tan sonra toprak sahipleriyle dolu bir Parlamento'nun -Tahıl Yasaları ile- İngiliz tarımının etrafına ördüğü ağıt korumacı tarifderin durumu daha da kötüle§tirdiği görü§ünü payla§maktaydılar. Üstelik bunlar, İngiliz ihraç malları­ nın büyümesini tehdit etmek gibi ek bir olumsuzluk da getiriyorlardı. Çünkühenüz endüstrile§memi§ dünyanın geri kalanının tarım ürünlerini satması önlenirse, bu ülkeler yalnızca İngiltere'nin sunahileceği -hatta sunması gereken- mamul malları satın almak için gereken parayı nereden bulacaklardı? O nedenle Manchester i§adamları çevresi, genelde toprak lordculuğuna özel olarak da Tahıl Yasası'na kar§ı militan ve giderek sertle§en bir muhalefetin merkezi ve 1838-46 tarihli Tahıl Yasası Kar§ıtları Birliği'nin bel kemiği haline geldi. Fakat Tahıl Yasası, 1846'ya kadar kaldı­ rılmadı; kaldırılması da hemen ya§am maliyetinde bir dü§meye yol açmadı. Demiryolu ve buharlı çağından önce gıda mallarının serbestçe ithalinin . büyük bir dü§Ü§ yaratıp yaratmadığı da tartı§malıdır. Demek ki endüstri muazzam bir makinele§menin (yani emekten tasarruf ederek maliyetleri azaltmanın), ussalla§manın, üretimi ve satı§ları artırmanın, dolayısıyla kar paylarındaki dü§Ü§Ü, küçük küçük karlann bir araya gelm~siyle telafi etmenin baskısı altındaydı. Ba§arısı, deği§kenlik gösteriyordu. Gördüğümüz gibi, üretimde ve ihracatta fiili artı§ devasa boyutlardaydı; aynı §ey, 1815'ten sonra, o zamana dek elle yapılan ya da kısmen makinele§mi§ i§lerin, özellikle dokumanın makinele§mesi için

52 DEVRiM ÇAGI

de geçerliydi. Bu büyüme, ayrıca bir teknolojik devrim yapmak yerine, esas olarak varolan ya da bir parça iyile§tirilmi§ makinelerin genel uyarlaması biçimini aldı. Teknolojik yenilenme yönündeki baskılarda önemli oranlarda bir yükselme gözlenmekle birlikte (1800-20 arasında pamuk eğirme vs. alanında otuz dokuz, 1820'lerde elli bir, 1830'larda seksen altı ve 1840'larda yüz elli altı yeni patent alınmı§tı25 ), İngiliz pamuklu endüstrisi 1830'larda teknolojik bakımdan bir istikrara kavu§tu. Öte yandan, i§çi ba§ına üretim, Napoleon sonrası dönemde artarken, bu da devrim yaratacak bir ölçüye varmadı. Üretim i§lemlerinde gerçek bir hızlan­ ma, yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacaktı. Çağda§ iktisat kuramının kara dahil etıneye çalı§tığı sermayeden sağla­ nan faiz oranı üzerinde de buna benzer bir baskı vardı. Fakat bu konu bizi endüstriyel geli§menin bir sonraki evresine, temel sermaye malları endüstrisinin kurulmasına götürmektedir.

IV Sermaye malı kapasitesi yeterli olmayan bir endüstriyel ekonominin, belli bir noktanın ötesine geçemeyeceği açıktır. Buriun içindir ki, bugün bile bir ülkenin endüstriyel potansiyelinin tek ba§ına en güvenilir göstergesi, demir ve çelik üretiminin miktarıdır. Fakat, bu geli§menin büyük bölümü için gereken maliyeti son derece yüksek sermaye yatırımının, özel giri§im ko§ulları altında üstlenilmesi, pamuğun veya diğer tüketim mallannın endüstrile§mesindeki aynı nedenlerle olası değildir. Bunlar için, en azın­ dan potansiyel bir pazar zaten mevcuttur: Ne kadar ilkel de olsa bir insan gömlek giyecek ya da evinde araç gereç kullanacak, beslenecektir. Sorun, yalnızca yeterince geni§ bir pazarın yeterince hızlı bir biçimde i§adamlannın görü§ alanına nasıl gireceği sorunudur. Ama, örneğin kiri§ gibi ağır demir aletler için böyle pazarlar mevcut değildir. Bu, ancak bir endüstri devrimi sırasında ortaya çıkar (hatta her zaman da değil) ve hatta (son derece büyük pamuk i§leme fabrikalarıyla kar§ıla§tırıldığında) oldukça mütevazı boyutları olan demir atölyelerinin dahi, daha göz önünde bir §ey yokken gerektirdiği son derece ağır yatırımlara para bağlayanların sağlam i§adamlanndan çok spekülatörler, maceracılar ve hayalciler olması çok daha beklenir bir §eydir. Gerçekten de, Fransa'da bu türden bir spekülatif teknolojik maceracılar hizbi olu§turan Saint Simoncular (194. ve 262. sayfalada kar§ıla§tınn), ağır ve uzun erimli yatırımlara gereksinim duyan endüstrile§me türünün önde gelen propagandacıları olarak hareket etmi§lerdir.

ENDÜSTRi DEVRiMi

53

Bu olumsuzluklar, özellikle metalürjide, daha özelde de demir metalüriisinde geçerliydi. ı 780'lerdeki ham demiri ocakta döverek tavlamak ve hacldeden çekmek gibi birkaç basit yenilik sayesinde demir metalürjisinin kapasitesi artıni§ olmakla birlikte, bu alana yönelik askeri olmayan talepler oldukça mütevazı boyutlarda kalmı§tı ve ı 756-ıBıSarasında art arda gelen sava§lar, sektör açısından son derece doyurucu geli§meler olmakla birlikte, Waterloo'dan sonra ordunun talebinde de keskin bir azalma gözlenmi§tir. Bu talep, İngiltere'yi önde gelen bir demir üreticisi haline getirmeye yetecek kadar büyük değildi. ı 790'da İngiltere, demir üretiminde Fransa'yı ancak yüzde kırk kadar geçiyordu; hatta 1800'de İngiltere'nin demir üretimi, kıtadaki toplam· üretimin yarısından çok daha azdı ve sonraki ölçüdere göre, çeyrek milyon ton gibi çok küçük bir rakama dü§tü. İngiltere'nin dünya demir üretimindeki payı, sonraki on yıllarda da azalma eğilimi gösterdi. Bereket versin, bu olumsuzluklar madencilik alanında, esasen kömür madenciliğinde bu ölçüde geçerli değildi. Çünkü kömürün, ondokuzuncu yüzyılda sadece ba§lıca güç kaynağı olmak değil, aynı zamanda büyük ölçüde İngiltere' deki ormanlahn görece yetersiz olması yüzünden meskenlerde ba§lıca yakıt olarak kullanılmak gibi de bir üstünlüğü vardı. Kentlerirı, özellikle de Londra'nın büyümesi, onaltıncı yüzyılın sonlarından itibaren kömür madenciliğinin hızla geni§lemesine neden olm u§ tu. Onsekizinci yüzyıl ba§larına gelindiğinde, hatta galerilerdeki suyu tulumba ile çekmek için (esas olarak Cornwall'da, demir d!§ındaki madenierin çıkartıl­ ması gibi benzer amaçlarla tasarlanml§) ilk buharlı makineleri kullanan, ilkel bir modem endüstri haline gelmi§ti. Bu anlamda kömür madenciliği, ele aldığımız dönemde büyük bir teknolojik devrime pek gereksinim duymadığı gibi, böyle bir devrim de geçirmemi§ti. Bu alandaki yenilikler, üretimi dönü§türücü nitelikte olmaktan çok, üretimi iyile§tirici özellikler ta§ımaktaydı. Fakat üretim kapasitesi çoktan muazzam boyutlara varmı§tı ve dünya standartlarına göre astronomik ölçülerdeydi. İngiltere, ı SOO'de, on milyon ton kömür, ya da dünya kömür üretiminin yakla§ık yüzde 90'ını üretebilmekteydi. En yakın rakibi Fransa'nın üretimiyse bir milyon tondan daha azdı. Modem ölçülere göre, gerçek anlamda kitlesel bir endüstrile§me içirı yeterince hızlı geni§lememekle birlikte, bu muazzam endüstri, sermaye malları endüstrilerini dönü§türecek temel bir yeniliği (demiryolunu) uyaracak kadar büyüktü. Çünkü bu maden, yalnızca büyük miktarda ve büyük güce sahip buharlı makineler istemekle kalmıyor, aynı zamanda büyük miktarlarda kömürün damardan kuyunun ağzına, özellikle de

54 DEVRiM ÇAGI

gemilere yükleme noktasına götürülmesi için yeterli ula§ım araçlarına ihtiyaç duyuyordu. Yük vagonlarını ta§ıyan 'tramvay' ya da 'demiryolu', bu ihtiyaca kesin bir yanıt oldu. Yük vagonlarının hareketli makinelerle çekilmesi pratik görünmediğiİıden, önce bu vagonların sabit makinelerle çekilmesi dü§ünüldü. Fakat büyük miktarda yükünkarayolundan ta§ınma maliyeti öylesine yüksekti ki, sonunda iç bölgelerdeki kömür madeni sahiplerinin, bu kısa mesafeli ula§ım araçlarını uzun mesafeli ta§ıma için kullanılmasının karlı olabileceğini dü§ünmeye ba§lamaları doğaldı. Denizden içeride, Durham'daki kömür havzasından sahile uzanan hat (1825'te yapılan Stockton-Darlington hattı), modern demiryollarının ilkiydi. Teknolojik bakımdan demiryolu, madenciliğin, özellikle İngiltere'nin kuzeyindeki kömür madenierinin çocuğuydu. George Stephenson, ya§amına Tynesideli bir 'mühendis' olarak ba§ladı ve yıllar boyu neredeyse bütün lokomotif sürücüleri, onun kömür madenierinde yeti§ti. Ondakuzuucu yüzyıl endüstrile§mesinin, halkın hayal gücüne ve aydınların §iirlerine girmi§ tek ürünü olmasından da anla§ılacağı gibi, Endüstri Devrimi'nin ba§ka hiçbir yeniliği, hayal dünyasını demiryolu kadar ate§lememi§tir. Batı dünyasının büyük bölümünde demiryolu yapımıyla ilgili planların hazırlanmasından önce, (ya§ama geçirilmeleri genelde gecikmi§ olmakla birlikte) İngiltere'de (1825-30 dolaylarında) demiryolları­ nın teknik açıdan uygulanabilir ve karlı olduğu açıkça görülmü§tÜ. İlk kısa mesafe hatları, 182 7'de ABD' de, 1828 ve 1835'te Fransa' da, 1835'te Almanya ve Belçika'da, hatta 183 7'de Rusya'da açıldı. Bu furyanın nedeni ku§kusuz, ba§ka hiçbir bulu§un yeni çağın gücünü ve hızını bu denli çarpıcı bir biçimde endüstriyle ilgisiz insanların gözleri önüne sererneyecek olmasından kaynaklanıyordu. Hatta ilk demiryollarının sahip olduğu dikkat çekici teknik olgunluk da, bu izlerrimi çok daha çarpıcı kılmaktadır (Örneğin 1830'larda saatte altını§ mile ula§ılabiliyordu ve daha sonra yapılan buharlı trenler bile bu hızı fazla geli§tiremediler). Piramitleri, Roma'nın su kemerlerini, hatta Çin Seddi'ni birer ta§racılık örneği olarak yanında sönük bırakan, toprak setleri ve olukları, köprüleri ve istasyonlarıyla bir kamu yapıları külliyesi olu§turan, rüzgar hızıyla ülkeleri ve kıtaları a§an duman soluyan dev yılanlan iten bu demir yol, tam da insanın teknoloji yoluyla elde ettiği zaferin bir simgesiydi. Aslında, ekonomik açıdan bakıldığında, demiryolunun pahalı bir i§ olması, onun en önemli avantajıydı. O zamana dek yüksek ula§ım ve ta§ ıma maliyetlerinden ötürü dünya pazarından uzak kalmı§ ülkeleri dı§a açma yeteneğinin, karayolu ula§ımında gerek insan gerekse mal olarak yarattığı muazzam artı§ın ku§kusuz uzun vadede büyük önemi olacaktı.

ENDÜSTRi DEVRiMi

SS

Ancak 1848'den önce bunlar ekonomik bakımdan bu denli önemli değildi. Çünkü İngiltere dl§ında demiryolları çok azdı; İngiltere'deyse coğrafi nedenlerden kaynaklanan ula§ım sorunları, o zamanlar büyük karasal ülkelerdekilerden daha kolay halledilebilir düzeydeydi. * Fakat ekonomirün geli§mesiyle ilgilenen bir ara§tırmacının bakl§ açısıyla, demiryollarının, demir, çelik, kömür, ağır makineler, emek, sermaye yatırımı konusundaki muazzam i§tahı, bu evrede çok daha büyük önem ta§ımak­ taydı. Çünkü sermaye malları endüstrileri, pamuk endüstrisi kadar yoğun bir dönü§üm geçirecekse, gerekli olan kitlesel talebi ancak böyle bir §ey sağlayabilirdi. Demiryollarının ilk yirmi yılında (1830-50), İngiltere'deki demir üretimi 680.000 tondan 2.250.000 tona çıktı, ba§ka bir deyi§le üç kat arttı. 1830 ile 1850 arasındaki kömür üretimi de üç kat artarak 15 milyon tondan 49 milyon tona çıktı. Bu büyük artı§, esas olarak demiryollarından ileri geliyordu; çünkü ortalama her mil hat, salt ray için 300 ton demir gerektiriyordu, 26 İlk kez kitlesel çelik üretimini mümkün kılan endüstriyel ilerlemeler, doğal olarak sonraki on yıllarda oi:taya çıktı. Bu ani, muazzam ve son derece köklü geni§lemenin nedeni, i§adamlannı ve yatırımcılan demiryolu yapırn i§ ine iten usdı§ı gibi görünen tutkuda yatmaktadır. 1830'da bütün dünyada sadece otuz, kırk mil demiryolu hattı bulunmaktaydı ve bu hattın en uzunu Liverpool ile Manchester arasındaydı. 1840'a gelindiğinde, bu mesafe 4500 milin, 1850'deyse 23.500 milin üzerine çıktı. Bu hatların çoğu, 1835-?'de, özellikle de 1844-?'de 'demiryolu manyaklığı' olarak bilirıen spekülatif çılgınlık patla; ması sırasında ve yine çoğu İngiliz sermayesi, İngiliz demiri, makinesi ve know-how'ı ile yapıldı. •• Gerçekten de demiryollarının pek azı diğer giri§im biçimlerine göre yatırımcı için daha karlı olduğundan (çoğu, son derece mütevazı karlar getirirken, bir bölümü de hiç kar getirmemi§ti), bu,yatırım patlamalan usdı§ı gibi görünüyordu: 1855'te İngiliz demiryollarına bağla­ nan sermayenin ortalama getireceği faiz, yalnızca yüzde 3. 7 idi. Ku§kusuz hisse sahipleri, spekülatörler ve diğerleri, demiryollarından a§ırı ölçüde yararlandılar; ama sıradan yatırırncının durumunun böyle olmadığı açıktı. Yirıe de demiryollarına büyük ümitlerle 1840'ta 28 milyonsterlirı, 1850'deyse 240 milyon sterlin yatırıldı. 28 Niçin? İngiltere söz konusu olduğunda, Endüstri Devrimi'nin ilk iki ku§ağımn temel gerçeği §uydu: Rahatı yerinde ve zengin sınıfların elinde, • İngiltere'de denizden yetmi§ mil yüksekte hiçbir yer yoktur ve bir istisna dı§ında ondokuzuncu yüzyılın bütün belli ba§lı endüstri bölgeleri, ya denizin yakınında ya da ona kolaylıkla ula§abilecek uzaklıktaydılar. •• l848'de Fransız demiryollarında kullanılan sermayenin üçte biri, İngilizlere aittiY

56 DEVRiM ÇAGf

mevcut bütün para harcama ve yatırırnda bulunma olanaklarını a§an bir hızla ve ölçüde gelir birikmi§ti (1840'larda yıllık yatırıma ayrılan sermaye, yakla§ık 60 milyon sterlin olarak hesaplanmı§tı29). Ku§kusuz feodal ve aristokratik toplumlar bunun büyük bir kısmını debdebeli ya§am, lüks yapı ve diğer ekonomik olmayan i§lere harcarlardı.* İngiltere'de bile, Devonshire'ın altıncı Dükünün, ondokuzuncu yüzyılın ortasında varisine 1.000.000 sterlin borç bırakınayı ba§aracak kadar krallara layık bir geliri vardı; varisi de bu borcu 1.500.000 sterlin borç alarak kapamı§ ve gayrı menkullerin değerlerini yükseltme i§ine girmi§ti. 3 Fakat, ana yatırımcılar olan orta sınıfın büyük bölümü (gerçi 1840'ta artık yatırım da yapacak kadar zengin olduklarını dü§ündüklerine ili§kin belirtiler varsa da), henüz harcayıcı olmaktan çok tasarrufçuydu. Hanımlan, bu dönemde sayıları artan görgü kurallan kitaplan okuyarak birer 'hanımefendi' olmaya, kiliseleri geni§ ve pahalı üsluplarla yeniden yapılmaya ba§lamı§, hatta kendi kent tarihçilerinin kaç Napoleon altınına çıktıklarını ve ayrıntılarıyla bütün özelliklerini gururla anlattıkları Gotik ve Rönesans taklidi iğrenç belediye binaları ve ba§ka ucube kamu binaları yaparak kolektif ihti§amlarını kutlamaya ba§laml§lardı. •• Yine, modem bir refah toplumu ya da sosyalist bir toplum, ku§ku yok ki bu büyük birikimi toplumsal amaçlarla dağıtırdı. Bizim dönemimizdeyse hiçbir §ey bundan daha az mümkün değildir. Neredeyse hiç vergi ödemeyen orta sınıflar, tam da bu nedenle, açlıklan kendi birikimlerinin tamamlayıcısı olan peri§an durumdaki halkın ortasında para biriktirmeye devam ettiler. Bunun yanında, tasarruflarını yün çorapların içine istiflemekten ya da altın bilezik almaktan mutlu köylülerden olmadıklarından, karlı yatırım alanlan bulmalan gerekti. Fakat nerede? Örneğin mevcut endüstriler öylesine ucuzlaml§tı ki varolan fazlanın yatırıma ayrılan bölümünü bile ernebilecek durumda değildi: Hatta pamuklu endüstrisinin hacminin ikiye katlandığını varsaysak bile, sermaye maliyeti, yatırıma ayrılmı§ bu fazlanın ancak bir bölümünü emebilirdi. Hepsini emecek sünger gibi bir §ey gerekiyordu. ••• Ülke dı§ına yatırım yapmak, besbelli bir olasılıktı. Dünyanın geri kalanı, yani Napoleon Sava§ları'ndan sonra belini doğrultınaya çah§an

°

Elbette bu tür harcamalar ekonomiyi de uyarır, ancak hiç verimli olmayan ve asla endüstriyel geli§meye katkısı olmayan bir yönde. •• Onsekizinci yüzyıl geleneklerine sahip birkaç kent, kamu binaları yapmaktan vazgeçmedi; fakat Lancashire'daki Bolton gibi birkaç tipik endüstri metropolü, 1847-8 öncesinde pratikte gösteri§li olmayan ve faydacı olmayan yapılar inp ettiler. 3 ı ••• McCullohn, pamuk!u endüstrisinin -sabit ve i§letme olmak üzere- toplam sermayesinin, l833'te 34 ınilyon sterlin, l845'te 47 milyon sterlin olduğunu tahmin etmektedir.

ENDÜSTRi DEVRiMi

57

eski hükümetlerle, amaçlarının belirsizliğine aldırmadan her zamanki enerjileriyle borçlanan yenilerinin olu§turduğu dünya, sınırsız kredi almaya adeta can atıyordu. İngiliz yatırımcılar da borç vermeye hazırdı. Fakat ne yazık ki, I820'lerde bu bakımdan son derece vaadedici olan Güney Amerika ikraz tahvilleriyle, ı830'larda oldukça cazip fırsatlar sunan Kuzey Amerika tahvilleri, çoğu zaman değersiz kağıt parçalarına dönü§mekteydi: ı8ı8-ı83ı arasında satılan yirmi be§ yabancı devlete ait ikraz tahviiinden (çıkartıldıklarındaki fiyatla 42 milyon sterlinin yakla§ık yarısını te§kil eden) onaltısı, ı83ı'de ödenmedi. Teorik olarak, bu tahvillerin yatırımcıya yüzde 7-9 getiri sağlaması gerekiyordu; gerçekteyse ı83 ı 'de yatırımcı ortalama yüzde 3. ı kazandı. ı824 ve ı825 tarihli Yunan devletine ait yüzde 5 getirili tahvillerin ı870'lere dek hiçbir faiz kazandırmamı§ olması kar§ısında kim ikraz tahvili almaya cesaret edebilirdi ki? 32 Dolayısıyla ı825'te ve ı835-7'de yurtdı§ına sermaye akl§ında ya§anan spekülatif patlamaların, kendilerine daha az hayal kırıcı alanlar araması son derece doğaldı. ı85ı'de geriye dönerek bu çılgınlığa bakan John Francis, "çalı§kan insanların elinde~i servet birikiminin, yasal ve adil biçimde yapılan sıra­ dan yatırım biçimlerini daima gerisinde bıraktığını gören" zengin adamı anlatmı§tır. "0, parasının, gençliğirıde sava§ tahvillerine gittiğirıi, yeti§kirı­ liğinde Güney Amerika'nın madenlerinde, yol yapmak, istihdam ve i§ yaratmak uğruna çarçur olduğunu görmü§tÜ. Demiryoluna giden sermaye, yararsız bile olsa, en azından onu üreten ülkeye gitmekteyciL Yabancı madenierden ve yabancı borç tahvillerinden farklı olarak, tüketilip bitirilmez ya da tamamen değersizle§mezdi." 33 Ülke içinde (örneğin in§aat gibi) ba§ka yatırım biçimlerirıirı bulunup bulunamayacağı, kesin bir yanıtı hala olmayan akademik bir tartı§ma konusudur. Gerçekte bu olanak demiryollarında bulunmu§tu; özellikle ı840'ların ortalarında, bu hız ve ölçekte sel gibi sermaye akıtılmasaydı, bu demiryollarını kurmak da mümkün olamazdı. Bu, §anslı bir konjonktürdü; çünkü demiryolları bir anda ekonomik büyümenin neredeyse bütün dertlerine deva olmu§tU.

V Endüstrile§menin ardındaki itkiyi izlemek, tarihçinin görevinin yalnızca bir parçasıdır. Diğeri, ekonomik kaynakların seferber edilmesi ve yeniden dağıtılmasını, ekonominin ve toplumun uyumlanmasını izlemektir; bütün bunlar, yeni ve devrimci bir akı§ın sürdürülmesi için gerekliydi.

58 DEVRiM ÇAGI

Seferber edilmesi ve yeniden dağıtılması gereken ilk, belki de en ya§amsal etken emekti; çünkü bir endüstri ekonomisi, tarımsal olmayan (yani giderek kentlile§en) nüfus ta keskin bir yükseli§, buna kar§ ın tarımsal (yani kırsal) nüfusta keskin bir dü§Ü§ ve (ele aldığımız dönemde) neredeyse kesin biçimde nüfusta hızlı genel bir artı§ ~nlamına gelmektedir. O nedenle bir endüstri ekonomisi, ilk etapta, esas olarak ülke içindeki tarımdan sağlanan gıda arzında keskin bir yükseli§i -yani bir 'tarım devrimi'ni- gerektirir.* İngiltere'de kentlerde ve tarımsal olmayan yerle§im alanlarında gözlenen hızlı büyüme, endüstri öncesi biçimler içinde varolan ve bir talih eseri olarak en küçük yenile§tirme giri§imlerinin -hayvancılığa, nadasa, gübrelemeye ve çiftliklere çekidüzen verilmesine ya da yeni ürünlerin benimsenmesine gösterilen bir parça ussal dikkatin- bile orantısız büyüklükte sonuçlar vermesine yol açacak kadar verimsiz olan tarım için uzun zaman bir uyarıcı görevi görmü§lerdi. Tarımda ortaya çıkan bu deği§iklik, endüstri devrimini öncelemi§ ve hızlı nüfus artı§ ının ilk evrelerini olanaklı kılmı§tı; İngiliz tarımının, Napoleon Sava§ları'nın yol açtığı anormal yüksek fiyatların ardından ağır bir ekonomik bunalım geçirmesine kar§ın, bu itki doğal olarak etkisini sürdürdü. Ele aldığımız dönemde, teknolojide ve sermaye yatırımlarında ya§anan deği§iklikler, zirai bilimin ve mühendisliğin olgunluğa eri§tiği 1840'lara kadar hayli mütevazı boyutlardaydı. 1830'larda İngiliz tarımının, onsekizinci yüzyıl ortalarında iki üç kat büyümü§ bir nüfusun tahıl ihtiyacının yüzde 98'ini kar§ılamasını mümkün kılan muazzam üretim artı§ına3 4, onsekizinci yüzyıl ba§larında öncü niteliğindeki yöntemlerin benimsenmesiyle, ekili alanların geni§letilmesi ve ussalla§tırılmasıyla ula§ıldı.

Bütün bunlar da, ortak tarla ve otlaklarıyla ortaçağ komünal toprak kendine yeterli köylü tarımına ve toprak konusundaki modasıgeçmi§ ticariolmayan tutumlara (Çitleme Hareketi'yle) son verilmesi gibi, teknolojik olmaktan çok toplumsal dönü§ümlerle sağlandı. Onaltıncı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar hazırlık niteliğincieki bu evrim sayesinde, İngiltere'yi birkaç büyük toprak sahibinin, makul miktarda kiracı çiftçinin ve çok sayıda kiralık i§çinin ülkesi durumuna getiren tarım sorununa ili§kin bu benzersiz radikallikteki çözüme, her ne kadar arada sırada yalnızca mutsuz kır yoksullarının değil geleneksel ta§ra soylularının da direni§iyle kar§ıla§ılmı§ olsa da, pek fazla sıkıntı ya§anmadan kullanım biçimine,

• Demiryolu ve buharlı gemi çağından -yani ele aldığımız dönemin sona ermesindenönce, (İngiltere 1780'lerden itibaren net bir gıda ithalarçısı olınakla birlikte) yurtdl§ından büyük miktarlarda gıda ithal etme olanağı sınırlıydı.

ENDÜSTRi DEVRiMi

59

varıldı.

1795'teki açlık sırasında ve sonrasında pek çok ülkede centilmen [gentlemen-justice] kendiliğinden benimsenen 'Speenhamland System' adında yoksullara yardım düzeni, eski kır toplumunu, para bağının a§ındırmalarına kar§ı korumaya yönelik son sistemli giri§imdi. * Tarımsal çıkar gruplarının, 1815 sonrası ya§ anan bunalıma kar§ı çiftçiliği korumak için medet umdukları Tahıl Yasası, bütün ortodoks iktisada kar§ın, tarıma tıpkı diğerleri gibi salt karlılıkölçütüne göre değerlendirilecek bir endüstri muamelesi yapma eğilimine kar§ı bir manifesto idi. Fakat bu yasanın, kapitalizmin tarıma nihai giri§ine kar§ı durmaya çah§an artçı eylemler olmak gibi bir kötü yazgısı vardı; sonunda, 1830'dan sonra orta sınıfın radikal ilerleyi§ dalgası ve 1834 tarihli yeni Yoksullar Yasası kar§ısında yenilgiye uğradı ve 1846'da yürürlükten kaldırıldı. Bu toplumsal dönü§üm, ekonomik üretkenlik açısından muazzam bir ba§arıydı; insani acılar bakımındansa, 1815'ten sonra tarımda ortaya çı­ kan ve kır yoksullarını moralsiz ve muhtaç duruma dü§üren ekonomik çöküntünün derinle§tirdiği bir trajedi. 1800'den sonra çitlemenin ve tarımsal ilerlemenin en co§kulu savunucusu olan Arthur Young bile, toplumsal sonuçları kar§ısında sarsılmı§tı. 35 Fakat endüstrile§me açısından, bunlar aynı zamanda arzulanan sonuçlardı da; çünkü bir endüstri ekonomisinin emeğe gereksinimi vardır ve bunu da eski endüstri-dı§ı sektörden değil de nereden bulacaktı? Ülke içindeki ya da (esas olarak İrlanda' dan) göç eden kırsal nüfus, ba§lıca emek kaynağıydı; çe§itli küçük üreticiler ve çall§an yoksullar da onları tamamlıyordu. ** İnsanlan yeni i§lere çekmek, ya da -ki en muhtemel olanı buydu- eğer ba§larda bu çekiciliklere kar§ı ilgisiz ve geleneksel ya§ am tarzlarını terketmeye istekli değilsele~6 , mecbur edilmeleri gerekiyordu. En etkili kamçı, ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ve zorluklardı; yüksek parasal ücretler ve kentin sağladığı özgürlükler de havuç i§levi görüyordu. Çe§itli nedenlerden dolayı, insanlan tarihsel, toplumsal olarak demirledikleri yerlerden kaldırınada etkili olacak güçler, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısıyla kar§ıla§tırıldığında, hala görece olarak yargıçlarca

• Bu sistemle, gerektiğinde mülk vergisinden sağlanan fonlada yoksullara ya§amalannı kadar bir ücret veriliyordu; iyi niyetli olmakla birlikte bu sistem sonunda öncekinden çok daha büyük bir fakirle§meye yol açtı. •• Ba§ka bir görü§e göre de, emek arzı bu tür transferlerden değil, büyük bir hızla yükseldiğini bildiğimiz toplam nüfustaki artı§tan gelmektedir. Fakat bu görü§, bir noktayı gözden kaçırmaktadır. Endüstrile§nܧ bir ekonomide, tarımsal olmayan emeğin yalnızca sayısının değil oraıunın da dikine yükselmesi gerekir. Bu da, aksi halde köyde oturup ataları gibi ya§amayı sürdürecek olan insanların, yapmlannm belli bir evresinde ba§ka yerlere gitmeleri gerektiği anlamına gelir; çünkü kentler, kendi doğal arti§ oranlanndan daha hızlı büyümekteydi. Tarım nüfusu fiilen azalsa da, sabit kalsa da, hatta artsa da durum budur. sağlayacak

60

DEVRİM

ÇAGI

zayıftı.

1850'den sonra sıradanla§acak olan bir kitlesel göç türünü ortaya (1835-50 arasında sekiz buçuk milyon olan toplam nüfusun bir buçuk milyonunun öldüğü) İrlanda Açlığı gibi gerçek anlamda bir doğal felakete kalmı§tı. Yirıe de bu etkenler, ba§ka her yerden çok İngiltere'de çok daha güçlüydü. Eğer öyle olmasaydı, endüstriyi emeğirı içeri girmesini sağlayacak delikten yoksun bırakan köylülerirı ve küçük burjuvazirlin içirıde bulunduğu istikrarın ve görece rahatlığın Fransa'nın ba§ına açtığı gibi, İngiltere'nin endüstriyel geli§mesirıirı engellenmesi i§ten bile olmazdı.* Yeterli sayıda emekçiye kavu§mak bir §ey, doğru niteliklere ve becerilere sahip yeterince emekçiye sahip olmaksa ba§ka bir §eydir. Yirminci yüzyı­ lın tecrübeleri, bu sorunun ya§amsal olduğu kadar çözümü güç bir sorun olduğunu göstermi§tir. İlkin, bütün i§çilerin, endüstriye uygun bir tarzda, yani tarım hayatının mevsimlik ini§ çıkı§larından ya da bağımsız zanaatkarın i§ keyfiyetinden tamamen farklı, düzenli, kesintisiz bir günlük çall§ma ritmirıe uyarak çalı§mayı öğrenmeleri gerekiyordu. Ayrıca parasal özendirmdere de kar§ılık vermeyi öğrenmek gerekiyordu. Bugün Güney Afrikalı­ ların yaptığı gibi, o dönemde de İngiliz i§verenler, durmadan i§çilerin 'tembelliğirıden' ya da eskiden geçimlerirıe yeten parayı kazanıncaya kadar çalı§ıp sonra yattıklarından yakınırlardı. Yanıt, (para cezaları, hukuku i§verenin yanında harekete geçiren 'Efendi Köle' yasası vs. ile sağlanan) sert bir i§ disiplininde, ama hepsinden önce, mümkün olan her yerde i§çiyi, asgari bir gelir elde edebilmesi için bütün hafta durmadan çalı§mak zorunda bırakacak kadar az bir paranın ödenme uygulamasında bulundu (217-18. sayfalada kar§lla§tırın). Çall§ma disiplirıinirı çok vahim boyutlarda bir sorun te§kil ettiği fabrikalarda, çoğunlukla, yönetilmeleri kolay (ve daha ucuz) kadın ve çocuk i§çilerirı çalı§tırılması yoluna gidildi. 18344 7 arasında İngiliz pamuk fabrikalarında çalı§ an bütün i§çilerin yakla§ık dörtte biri yeti§kin erkek, yarıdan fazlası kadın ve kız, geri kalanı da onsekiz ya§ının altında çocuklardıY ifadesini, bu ilk evredeki küçük ölçekli, dağınık endüstrile§me sürecinde bulan çall§ma disiplirıini sağla­ manın bir ba§ka yaygın yolu da, ta§eronluk uygulaması ya da vasıflı i§çileri vasıfsız yardımcılarının fiilen i§vereni durumuna getirmekti. Örneğin pamuk endüstrisinde erkek çocukların yakla§ık üçte ikisi, kız çocukların da üçte biri 'doğrudan ustaların emrinde'ydiler; böylelikle daha yakından izlenebiliyorlardı. Fabrikaların dl§ındaysa, bu tür düzenlemeler daha da yaygındı. Elbette ta§eronun, bu kiralık emeğin i§ ini sermesini önlemekte doğrudan maddi çıkarı vardı. . çıkarmak,

• Bir diğer seçenek de, İngiltere'nin, ABD gibi, kitlesel göçlere bel bağlamasıydı. Aslında İngiltere kısmen de olsa İrlandalılann göçüne güvenmi§tir.

ENDÜSTRi DEVRiMi 61

Yeterli sayıda vasıflı ya da teknik eğitimli i§çi bulmak ya da eğitmek çok daha zor bir i§ti; çünkü, in§aat gibi pek çok i§ pratikte pek deği§meden yapılsa da, modem endüstride, endüstri öncesine ait becerilerden yok denecek kadar az yararlanılmaktaydı. Bereket versin, ·17 89'dan önceki yüzyıllar­ da İngiltere'nin yava§ seyreden yan-endüstrile§me süreci, gerek dokuma tekniğinde gerekse metal i§leme alanında gerekli becerilere sahip i§çilerden oldukça geni§ bir havuz yara tml§ tl. Örneğin kıta Avrupası'nda, ince metal i§leri yapan birkaç zanaatkardan biri olan çilingir, makine yapımcılarının babası haline gelmi§ ve zaman zaman ona adını vermi§tir; İngiltere'de de değirmen ustası ile, (madenlerde ve maden çevrelerinde çoktandır bilinen) 'mühendis' ya da 'makineci'nin durumu buydu. İngilizce 'mühendis' [engineer] sözcüğünün, hem vasıflı metal i§çisini hem de tasarımcıyı ve planlamacıyı anlatması raslantı değildir; çünkü yüksek teknisyenierin büyük bir bölümü, bu makineden anlayan ve kendine güvenen insanlarm arasından bulunabiliyordu. Gerçekten de İngiltere'nin endüstrile§me süreci, bu pladanmaml§ yüksek beceriye sahip arza dayanml§tı; kıta Avrupası ise bunu ba§aramaml§tır. Bu olgu, bu ülkede (ileride bedeli ödenecek olan) genel ve teknik eğitime gösterilen §a§ırtıcı ilgisizliği açıklamaktadır. Emek arzıyla ilgili ya§anan bu sorunların yanında, sermaye arzıyla ilgili sorunların fazla bir önemi yoktu. Diğer pek çok Avrupa ülkesir.den farklı olarak, İngiltere'de doğrudan yatırıma dönü§türülebilecek sermaye konusunda bir sıkıntı söz konusu değildi. En büyük güçlük, onsekizinci yüzyılda bu sermayeyi kontrol edenlerin -toprak lordları, tüccarlar, denizciler, bankerler vs.-, onu yeni endüstrilere yatırmakta gönülsüz davranmalarıydı. Dolayısıyla bu yeni endüstriler faaliyetlerine çoğu zaman küçük tasarruflada ya da borçlarla ba§lamı§ ve karı yeniden üretime yatırarak geli§mi§lerdi. Yerel düzeyde duyulan sermaye sıkıntısıysa, ilk endüstricileri -özellikle de kendilerini yeti§tirmi§ olanları- daha sert, daha tutumlu ve daha haris yapmı§tı. O yüzden i§Çileri de buna uygun olarak daha fazla sömürüye uğradılar. Ancak bu, ulusal yatırıma ayrılan fazlanın yetersizliği­ ni değil, akı§ındaki düzensizliği göstermekteydi. Öte yandan, onsekizinci yüzyılın zenginleri paralarını end üstrile§meden nasibini alan belli giri§imlere, bilhassa ula§ıma (kanal, liman, yol ve ileride demiryolu) ve toprak sahiplerinin kendileri yönetmediklerinde bile paylarını aldıkları madenIere görnıneye hazırdılar. Özel olsun kamusal olsun, ticaret ve maliye teknikleri konusunda da bir güçlük söz konusu değildi. Bankalar, kağıt paralar, hisse senetleri, tahviller, bonolar, deniza§ırı ve toptan ticaret teknikleri, pazarlama vs. yeterince bilinen §eylerdi ve bunlarla ha§ ır ne§ ir olanların ya da olmayı

62 DEVRiM ÇAGI

kolayca öğrenebilenlerin sayısı hayli kabarıktı. Ayrıca, onsekizinci sonunda devlet politikası, kapitalist ݧ ya§amının üstünlüğüne sıkı sıkıya bağlanmı§tı. Bu geli§meyi engelleyici nitelikteki (örneğin Tudorların çıkardığı toplumsal yarara dönük) eski yasalar, uzun zamandır uygulanmıyordu ve sonunda 1813-35 arasında -tarımla ilgili olanlar dı§ında- tamamen kaldırıldı. Teorik olarak İngiltere'nin yasaları, mali ya da ticari kurumları hantaldı ve ekonomik geli§meye yardımcı olmaktan çok köstek olacak tarzda hazırlanmı§tı; örneğin, bir anonim §irket kurulması isteği kar§ısında Parlamento her defasında pahalıya patlayacak 'özel yasalar' çıkarmak zorundaydı. Fransız Devrimi, Fransızlara -ve oradan da kıtanın geri kalanına-bu tür amaçlar için son derece ussal ve etkili bir aygıt sunmu§tU. Uygulamadaysa İngiltere, i§lerini mükemmel yürütüyordu ve aslına bakılırsa rakiplerinden çok daha iyi durumdaydı. İlk büyük endüstri devrimi, ݧte bu riskli, plansız ve empirik yolda yapıldı. Modem ölçütlerle bakıldığında, bu devrim küçük ve arkaikti; İngiltere, bugün bile bu arkaikliğin izlerini ta§ımaktadır. 1848'in ölçütlerine göreyse, yine kentleri her yerden daha çirkin, proletaryası her yerden daha sefil durumda olduğundan*; sisli, dumanlı bir havada, ziyaretçileri tedirgin eden öteye beriye ko§U§turan solgun yüzlü kalabalığından ötürü hayli ürkünç olmakla birlikte, anıtsaldı. Milyonlarca beygir gücünü buhar lı makinelerine ko§mu§, yılda iki milyon yarcia pamuklu kuma§ı on yedi binin üzerinde mekanik iğden geçirıni§, yakla§ık elli milyon ton kömür çıkarını§, .tek bir yılda 170 milyon sterlin değerinde mal ithal ve ihraç etmi§ti. Ticaret hacmi, en yakın rakibi olan Fransa'nın iki katıydı: Fransa, onu ancak 1780'de biraz geçebildL Pamuklu tüketimi, ABD'nin iki, Fransa'nınsa dört katıydı. Ekonomik bakımdan geli§mi§ dünyanın bütün pik demirini üretmekteydi ve kendisinden sonra geli§mi§ ikinci büyük ülkenin (Belçika) ki§i ba§ına kullandığı demirin iki, ABD'nin üç, Fransa'nınsa dört katından fazlasını kullanıyordu. İngiliz yatırım sermayesinin 200 ile 300 milyon sterlin arası bir miktarı (bunların dörtte biri ABD'de, yakla§ık be§te biri de Latin Amerika'daydı), dünyanın her yanından kar payları ve sipari§ler getirmekteydi. 39 İngiltere, gerçekten de 'dünyanın atölyesi' idi. Gerek İngiltere gerekse dünya, bu adalarda, tek yasaları ucuza alıp sınır tanımaksızın pahalıya satmak olan tüccarlar ve giri§imciler tarafından gerçekle§ tirilen Endüstri Devrimi'nin dünyayı dönü§türdüğünü biliyordu. Yoluna hiçbir ~§ey çıkamazdı. Geçmi§in tanrıları ve kralları, bugünün i§adamları ve buharlı makineleri kar§ısında güçsüz kalıyordu. yüzyılın

• "1830-48 arasında bir bütün olarak İngiltere' deki i§çi sınıfının durumu, Fransa' dakinden belirgin biçimde daha kötü" olduğu sonucuna varıyor modem bir tarihçi. 38

3 Fransız

Devrimi

Dünyanın görüp geçirdiği en ÖNEMLİ DEVRİMLER'den birinin gerçekle~me­ sindeki ~u ululuk kar~zsında içi saygı ve hayranlıkla dolrnayan bir İngiliz, lıer türlü erdem ve özgürlük duygusunu yitirmi§ olmalıdır; son üç gündür bu büyük kentte olup bitenlere tanık olma talilıine ermi§ her yurtta~ ı m, benim bu ifademin abartılı olmadığını teslim eder. The Moming Post (21 Temmuz 1789), Basrille'in dü§Ü§Ü üzerine.

uluslar, ~imdiye dek kendilerine lıükmetmi§ olanlan yargılayacaklar. Krallar çöllere, benze~tikleri yabani hayvanların dost çevresine kaçacaklar; Doğa, kendi lıaklannı geri alacaktır. Saint-Just, Fransız Anayasası Üzerine, Konvansiyon'da verilen söylevler 24 Nisan 1793. Pek

yakında aydınlanmı~

I Ondokuzuncu yüzyıl ekonomisi esas olarak İngiliz Endüstri Devrimi'nin etkisi altında §ekillenmi§se, siyaseti ve ideolojisi de Fransızlar tarafından biçimlendirilmi§tir. İngiltere, Avrupalı alınayan dünyanın geleneksel ekonomik ve toplumsal yapılarında yank açacak ekonomik dinamiti sağladı, çağın dünyasının demiryolları ve fabrikalan için bir örnek sundu; bununla birlikte Fransa da onun devrimlerini gerçekle§tirdi, ona dü§üncelerini verdi. O kadar ki üç renkli bayraklar, yeni doğanher ulusun amblemi oldu ve 1789 ile 1917 yılları arasında siyaset, ağırlıkla 1789'un, hatta daha da tutu§turucu olan 1793'ün ilkeleri uğruna ya da onlara kar§ı mücadeleden ibaret hale geldi. Dünyanın çoğu yerinde liberal ve radikal demokrat siyasetin tartı§ma konularını ve sözcük dağarını Fransa sağladı. Pek çok ülkeye hukuk kurallarını, bilimsel ve teknik örgütlenme modelini ve metrik ölçüm sistemini getirdi. O zamana kadar Avrupalı d ܧÜncelere direnmi§ olan eski uygarlıklara, modem dünya ideolojisi ilk kez Fransız etkisiyle sızdı. Bu, Fransız Devrimi'nin eseriydi.* • Bu İngiliz ve Fransız etkileri arasındaki farklar fazla büyütülınemelidir. Bu çifte devrimin merkezlerinden hiçbiri, kendi etkisini herhangi bir özel insani etkinlik alanıyla sınırlamadı; birbirine rakip olmaktan çok, birbirini tamamlıyorlardı.

64 DEVRiM ÇAGJ

Gördüğümüz gibi, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısı Avrupa'nın eski rejimleri ve ekonomik sistemleri için bir bunalım çağı oldu; son onyıllarıysa zaman zaman isyana varan çalkantılarla, sörnürgelerin bazen ayrılmaya varan özgürlük hareketleriyle doludur: Bunlar yalnızca ABD'de (1 776--83) değil, aynı zamanda İrlanda (1 783-4), BelçikaveLiege (1 78790), Hollanda (1 783-7), Cenevre ve hatta bazı iddialara göre İngiltere'de de (1 779) ya§andı. Siyasi huzursuzlukların üst üste geli§i öylesine çarpıcıdır ki günümüzde bazı tarihçiler, içlerinde en heyecan verici ve etkileri en uzun soluklu olmakla birlikte Fransız Devrimi'nin aralarından ancak biri olduğu bir 'demokratik devrimler çağı'ndan söz etmi§lerdir. ı Eski rejimin bunalımının salt Fransa'ya ait bir görüngü olmadığı dü§Ü· nülürse, bu gözlemin belli bir ağırlığı vardır. Aynı biçimde, çağımızda buna paralel bir önemi olan 1917 Rus Devrimi'nin, ya§lı Türk ve Çin imparatorluklarınason veren bütün benzeri hareketleröbeği içinde yalnızca en heyecan vericisi olduğu da ileri sürülebilir. Yine de bu, nirengi noktasını kaybetme k anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi, ba§lı ba§ına yalıtılrnı§ bir olgu olmayabilir; fakat zamanındaki diğer olaylardan çok daha özlüdür ve bu bakımdan çok daha köklü sonuçları olmu§tur. Her §eyden önce, Rusya'yı bir kenara bırakırsak, Avrupa'nın en güçlü ve en kalabalık devletinde ortaya çıktı. 1789'da, her be§ Avrupalıdan biri Fransız' dı. İkinci olarak, kendinden önceki ve sonraki devrimler içinde kitlesel nitelikteki tek toplumsal devrimdi ve benzeri herhangi bir ba§kaldırıdan çok daha radikaldi. Siyasi sempatileri gereği Fransa'ya göç eden Amerikalı devrimciler ile İngiliz 'Jakobenler'in kendilerini Fransa'da ılımlı buluvermeleri raslantı değildir. İngiltere'de ve Amerika'da a§ınlık yanlısı olan Tom Paine, Paris'te)irandenlerin en ılımlıları arasında yer alıyordu. Amerikan devrimlerinin sonuçları, ülkelerin büyük ölçüde daha önceki durumlarını sürdürmeleri oldu; sadece, üzerlerindeki İngiliz, İspanyol ve Portekiziiierin siyasi denetimleri ortadan kalkmı§tı. Fransız Devrimi'nin sonucuysa, Madam Dubarry çağının yerini Balzac çağının alması oldu. Üçüncü olarak, tüm çağda§ devrimler içinde yalnızca Fransız Devrimi dünyayı kapsama niteliği ta§ıyordu. Orduları, dünyayı devrimcile§tirmek için yola koyuldu ve bunu gerçekte yapan fikirleri oldu. Arnerikan devrimi, Amerikan tarihinin can alıcı olayıydı; fakat içinde yer alan ve yanına ka ttığı ülkeler dı§ ında, pek önemli bir iz bırakmadı. Oysa Fransız Devrimi bütün ülkelerde bir dönüm noktası oldu. 1808'den sonra Latin Amerika'nın bağımsızlığını kazanmasına yol açan ayaklanmalara kaynaklık eden, Amerikan devriminden çok Fransız Devrimi'nin yankılarıdır. Fransız Devrimi'nin doğrudan etkisi Bengal'e kadar yayıldı. Burada Ram

FRANSIZDEVRiMi

65

Mohan Roy, ilk Hindu reform hareketini olu§tururken ilhamını Fransız Devrimi'nden aldı ve modern Hindu milliyetçiliğinin babası oldu (1830'da İngiltere'yi ziyaretinde, Fransız Devrim ilkelerine tutkunca bağlı­ lığını göstermek için ille bir Fransız gemisiyle yolculuk etmek istemi§ti). Pek güzel dendiği gibi, Fransız Devrimi, "Batı Hıristiyan dünyasında, İslam dünyası üzerinde herhangi gerçek bir etkiye sahip olan ilk büyük fikir hareketidir" 2 ve bu etki neredeyse dolaysızca gerçekle§mi§tir. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, o zamana dek yalnızca ki§inin doğduğu ya da ya§adığı yeri anlatan Türkçe 'vatan' sözcüğü, Fransız Devrimi'nin etkisiyle 'patrie' gibi bir anlama bürünmü§tü. 1800'den önce, 'köleliğin' zıddı bir durumu anlatan esasen hukuki bir terim olan 'özgürlük', yeni bir siyasal içerik kazanmaya ba§lamı§tı. Devrimin dalaylı etkileriyse evrenseldir; çünkü onu izleyen tüm devrimci hareketler için bir model olu§turdu; verdiği dersler, (beğeniye göre yorumlanıp) modern sosyalizmin ve· komünizmin bünyesine katıldı.* Bu yüzden Fransız Devrimi, çağının devrimi olarak durmaktadır ve en ünlüsü olmasına kar§ın türünün tek örneği değildir. Bu bakımdan, kökenieri sadece Avrupa'nın genel ko§ulları içinde değil, Fransa'nın özgül durumu içinde de aranmalıdır. Özgüllüğü, belki en iyi uluslararası ölçekte gösterilebilir. Fransa, onsekizinci yüzyıl boyunca uluslararası ekonomik alanda İngiltere'nin ba§lıca rakibiydi. Dı§ ticaret hacminin, 1720 ile 1780 yılları arasında dört kat artması endi§e uyandırdı; Batı Hint Adaları gibi belli yerlerdeki sömürge sistemi de, İngilizlerinkinden çok daha hareketliydi. Ancak Fransa, çoktandır dı§ politikası esas olarak kapitalist yayılmanın çıkarlarına göre belirlenen İngiltere gibi güçlü bir ülke değildi henüz. Avrupa'nın ya§lı aristohatik mutlak monar§ileri içinde en güçlü ve birçok açıdan en tipik olanıydı. Bir diğer deyi§le, Fransa'da eski rejimin yerle§ik çıkarları ve resmi çatısı ile .yükselen yeni toplumsal güçler arasındaki çatı§ma, ba§ka ülkelerde olduğundan çok daha §iddetliydi. Yeni güçler ne istediklerini az çok kesin olarak biliyorlardı. Fizyokrat iktisatçı Turgot, toprağın daha etkin biçimde i§letilmesinden, serbest giri§im ve ticaretten, tek bir türde§ ulusal toprağ~n etkin, standartla§tırılmı§ yönetiminden ve ulusal kaynakların geli§mesinin önündeki tüm kısıtla­ maların, toplumsal e§itsizliklerin kaldırılmasından ve akılcı, adil bir yönetim ve vergilendirmeden yanaydı. Ancak 1774-6 yılları arasında, XVI. • Bu, Amerikan devriminin etkisini küçümsemek demek değildir. Ku§kusuz Fransız Devrimi'ni güdülemeye katkısı oldu ve daha dar bir anlamda da, çe§itli Latin Amerika devletleri için Fransız Devrimi'ninkine rakip, kimi zaman da deği§iınli olarak anayasal modeller sağladı; zaman zaman da demokratik-radikal hareketlere esin kaynağı oldu.

66 DEVRiM ÇAGI

Louis'in ilk bakanı olarak böyle bir programı uygulama giri§imi açıkça Bu ba§arısızlık manidardır. Makul ölçüler içirıde bu nitelikteki reformlar mutlak monar§iler içirı uygun ya da ho§ kar§ılanmaya­ cak §eyler değildi. Tersirıe, daha önce gördüğümüz gibi, egemenliklerini güçlendirdiği için, aydınlanmı§ despotlar diye anılan kralların arasında yayılmaktaydı. Fakat aydınlanml§ despotluğun varolduğu ülkelerirı çoğunda bu tür reformlar ya uygulanma §ansı bulamadı (bu nedenle sadece teorik olarak serpildi) ya da siyasal ve toplumsal yapının genel niteliğirıi deği§tir­ menirı uzağında kaldı; yahut diğer bazı durumlarda yerel aristokrasirıin direni§i ve ba§kaca yerle§ik çıkarlar yüzünden ba§arısızlığa uğrayıp ülkeyi önceki halirıden biraz daha derli toplu bir hale getirmekle kaldı. Fransa'da yerle§ik çıkarların direnci daha etkili olduğundan, reformlar burada ba§ka yerlerde olduğundan çok daha hızlı bir biçimde ba§arısızlığa uğradı. Ancak bu ba§arısızlığın sonuçları monar§i için çok daha feci oldu; burjuva deği§im güçleri, bundan atalete kapılmayacak kadar zirıdeydi. Sadece aydınlanml§ monar§ilerden yüz çevirip umutlarını halka ya da 'ulus'a bağladılar. Bununla birlikte, böyle bir değerlendirme, ne devrimirı neden o tarihte patlak verdiğini ve neden o olağanüstü mecraya girdiğini anlamaha bize pek fazla bir mesafe aldırmıyor. Bu bakımdan en iyisi, barut fıçısı Fransa'yı patlatan kıvılcımı fiilen çıkaran 'feodal tepki'yi incelemektir. Yirmi üç milyon Fransız içinde ulusun tartı§masız 'birinci tabakası' olan soylular sınıfını olu§ turan a§ağı yukarı 400.000 insan, a§ağı sınıfların tecavüzüne kar§ı Prusya'da ya da ba§ka yerlerde olduğu kadar iyi korunmu§ olmasalar bile, yine de yeterince güvenli konumdaydılar. Daha iyi örgütlenmi§ durumdaki ruhhan sınıfı kadar olmasa da, vergiden muafiyeti de içeren pek çok önemli imtiyaza ve feodal vergiler koyma hakkına sahiplerdi. Siyasal açıdansa durumlan o kadar parlak değildi. Ethos bakı­ mından tümüyle aristokratik, hatta feodal nitelikli olmasına kar§ ın, mutlak monar§i soyluları siyasal bağımsızlık ve sorumluluktan yoksun bırakml§ ve bunların, zümre meclisleri (estate) ile parlamentolar gibi yıllanml§ temsili kurumlarını da olabildiğince budamı§tı. Krallarca, ba§ta mali ve idari olmak üzere çe§itli gerekçelerle yaratılan son zamanların kostüm soylulan ile yüksek soylular arasında bu olgu, irirıli bir yara gibi varlığını sürdürmekteydi. Kendilerine soyluluk payesi verilmi§ bir orta sınıf, soyluların ve burjuvazirlin çifte rahatsızlığıni., hala varlığını sürdüren hukuk mahkemeleri ve zümre meclisleri aracılığıyla olabildiğince ortaya koymaktaydı. Ekonomik açıdan soyluların endi§eleri hafife alınacak gibi değildi. Maa§· lılar olmaktan çok doğu§ tan ve geleneksel olarak sava§çı olan ve ticaret yapma ya da bir meslek icra etmekten de resmi olarak men edilmi§ bul uba§arısızlığa uğradı.

FRANSIZ DEVRiMi

67

nan soylular, malikanelerinin gelirlerine, eğer gözde olan büyük soyluluğa ya da saray soyluianna dahiiseler varlıklı evlenmelere, mahkeme ücretle- · rine, hediye ve arpalıklara bağımlıydılar. Soyluluk konumunun gerektirdiği masraflar giderek artarken, gelirlerini yönetseler bile ne de olsa bu i§i-bir i§adamı gibi kotaramadıklanndan, gelirleri de dü§üyordu. Fiyat artı§lan, kira gibi sabit gelirlerin değerini azaltmaktaydı. Bu bakımdan, soyluların ana varlıklarını, yani zümrenin tanınmı§ ayrı­ calıklarını kullanmaları doğaldı. Ba§ka ülkelerde olduğu gibi Fransa'da da soylular, onsekizinci yüzyıl boyunca mutlak monar§tnin teknik açıdan yetkin, siyasal açıdan da zararsız olan orta sınıftan insanlarla doldurmayı yeğlediği resmi görevlere kararlı biçimde el attılar. ı 780'lere gelindiğinde orducia bir görev satın alabilmek için dört soylu hanedandan birine dahil olmak gerekiyordu; tüm piskoposlar soyluydu, hatta krallık yönetiminin kilit ta§ ı durumundaki idari makamlar dahi geni§ ölçüde soylularca yeniden ele geçirilmi§ti. Sonuç olarak resmi makamlarla ilgili rekabetteki ba§arılanyla soylular, sadece orta sınıfların tepesini artırınakla kalmadılar, yerel ve merkezi yönetimi ele geçirme yönünde giderek artan eğilimleriyle devletin kuyusunu da kazdılar. Bunlar ve bilhassa ba§kaca pek az gelir kaynağına sahip ta§radaki küçük soylular, gelirlerindeki dü§meyi, benzer biçimde, pek saygın feodal haklarını kullanıp köylülerden para (nacliten de hizmet) sızdırarak dengelerneye çalı§tılar. Ömrünü doldurmu§ olan bu tür haklan canlandırmak ya da varolanların getirisini artırmak üzere ba§lı ba§ına bir meslek olan 'feodistler' ortaya çıktı. Bu mesleğin en tanın­ mı§ simalanndan Gracchus Babaeuf, ı 796 yılındaki modern tarihin ilk komünist ba§kaldırısının lideri olacaktı. Sonuç olarak, soylular sadece orta sınıfların değil, aynı zamanda köylülerin de tepesini artırıyordu. Tüm Fransızların yakla§ık yüzde SO'ini olu§turan bu geni§ sınıfın [köylülüğün] durumu pek parlak değildi. Aslında genellikle özgür ve çoğun­ lukla da toprak sahibiydiler. Soylu malikaneleri toprağın ancak be§te birini, kilise arazileriyse -bölgelere göre deği§mekle birlikte- yüzde 6' sını kapsıyordu. 3 Örneğin, toprağının be§te biri ortak arazi olan Montpellier · piskoposluğunda köylüler çoktan toprağın yüzde 38-40'ına, burjuvazi yüzde ı8-ı9'una, soylular yüzde ı5-ı6'sına, kilise~ ise yüzde 3-4'üne sahipti. 4 Yine de büyük çoğunluk ya topraksızdı ya da topraklan yetersizdi. Geri tekniğin büyümesine neden olduğu bir uçurum ve nüfus artı§ıyla yoğunla§an genel bir toprak açlığı söz konusuydu. Feodal yükümlülükler, kiliseye ödenen ondalık ve diğer vergiler, köylünün gelirinin büyük ve giderek artan bir oranını alıp götürüyor, geri kalanının değerini de enflasyon dü§ürüyordu. Ancak satmak üzere hep bir artık ürünü olan

68 DEVRiM ÇAGI azınlık durumundaki bir kesim köylü, bu yükselen fiyatlardan yararlanabiliyor; geri kalaniarsa §U ya da bu biçimde, bilhassa kıtlık fiyatlarının egemen olduğu kötü hasat dönemlerinde bunun sıkıntısını çekiyorlardı. Devrimden önceki yirmi yılda köylülerin durumunun bu nedenlerden dolayı daha da kötüle§tiğine ku§ku yoktur. Monar§inin mali sıkıntıları, bardağı ta§ıran son damla oldu. Krallığın mali ve idari yapısı büyük ölçüde köhnemi§ durumdaydı; daha önce gördüğümüz gibi, buna çözüm olsun diye giri§ilen ı 774-6 reform çabaları da Parlementlerin (zümre meclislerinin) ba§ını çektiği yerle§ik çıkarlarm direncine yenik dü§tü ve ba§arısız oldu. Fransa, daha sonra Amerikan Bağımsızlık Sava§ı'na karl§tı. İngiltere'ye kar§ı, mali iflas pahasına zafer kazanıldı; bu bakırndan Amerikan devriminin Fransız Devrimi'nin doğru­ dan nedeni olduğu öne sürülebilir. Ba§arı §ansları giderek azalan türlü çarelere ba§vuruldu; ancak ülkenin gerçek ve kayda değer vergilendirilebilme kapasitesini harekete geçirecek köklü bir reform dı§ında hiçbir §ey, giderlerin gelirleri yüzde 20 oranında a§tığı ve etkin hiçbir tasarrufun söz konusu olmadığı bir durumun üstesinden gelemezdi. Versailles, savur~ ganlığıyla sık sık bunalımdan sorumlu tutulmu§Sa da, ı 788'de saray harcamaları, toplarnın içinde ancak yüzde 6'lık bir yer tutuyordu. Sava§, donanma ve diplomasi, harcamaların dörtte birini, mevcut borç faizleriyse yarı­ ~ını olu§turuyordu. Sava§ ve borç -Amerikan sava§ı ile neden olduğu borçlar- monaqinin belini büktü. Hükümetin içine dü§tüğü bunalım, aristokrasiye ve Pariemendere fırsat kazandırdı. İmtiyazları geni§letilmezse para vermeyi reddettiler. ı 787'de hükümetin taleplerini onaylaıiı.ak üzere toplantıya çağrılan, titizlikle seçilmi§ ama yine de asi nitelikteki 'ileri gelenler' meclisi, mutlakiyet cephesinde açılan ilkgedik oldu. İkinci ve asıl belirleyici gedikse, ı6ı4'ten beri ölüme terk edilmi§ olan krallığın eski feodal meclisi, Tabakalar Genel Meclisi'nin (Etats Gerıeraux) toplantıya çağrılması için alınan umutsuz karardı. Böylelikle devrim, aristokrasinin devleti yeniden ele geçirme yönündeki giri§imi olarak ba§ladı. İki nedenle yanll§ hesaplanmı§ bir giri§imdi bu: Soylu ve ruhhan sınıf dı§ında kalan herkesi temsil ettiği varsayı­ lan, fakat gerçekte orta sınıfırı egemen olduğu 'Üçüncü Tabaka'nın bağım­ sız niyetlerini hafife alml§ ve kendi siyasi taleplerini içine saldığı derin ekonomik ve toplumsal bunalımı gereğince değerlendirmeml.§ti. Fransız Devrimi, çağda§ anlamda bir parti ya da hareketin ya da sistemli bir programı uygulamaya giri§en insanlarm gerçekle§tirdiği, yahut öncülük ettiği bir devrim değildi. Devrim sonrası dönemin siması Napoleon'a gelinceye dek, yirminci yüzyıl devrimlerinin bize kanıksattığı türden 'lider- .

FRANSIZ DEVRiMi· 69

ler' bile çıkarmadı. Bununla birlikte, oldukça uyumlu bir toplumsal grup içinde genel fikirler üzerinde çarpıcı bir uzla§manm varlığı, devrimci harekette etkin bir birlik sağladı. Bu grup 'burjuvaii' idi; fikirleri de, filizoflar ve iktisatçıların ifade kazandırdığı, farmasonluğun yaydığı ve gayrı resmi birlikler içinde geli§en klasik liberalizmin fikirleriydi. Bu açıdan bakıldığında, 'filozoflar' haklı olarak Devrim'den sorumlu tutulabilirler. Devrim, aniarsız da gerçekle§ebilirdi; ancak eski bir rejimin salt yıkılmasıyla, yerine etkin ve hızlı bir biçimde yenisinin konması arasındaki farkı onlar yaratml§tır. En genel biçimiyle 1789'un ideolojisi, Mozart'ın Sihirli Flüt'ünde (1791) olduğu gibi masumane bir yücelikte ifadesini bulanmason ciaıngalı bir ideolojiydi. Sihirli Flüt, en büyük sanatsal ba§arılann çoğunlukla propagandayla ilgili olduğu bir çağın propagandacı büyük sanat eserlerinin ilklerirıden biriydi. 1789 burjuvasının talepleri, daha özgül olarak o yılki 'İnsan ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'nde belgelenmi§tir. Bu belge, soyluların imtiyazıarına dayanan hiyerar§ik topluma kar§ı olmakla birlikte, demokratik ve e§itlikçi toplumdan yana bir bildirge değildi. İlk maddesi, "İnsanlar e§it ve özgür doğar; yasalar kar§ısında e§it ve özgür ya§arlar" der; fakat aynı zamanda, "ancak ortak yarar gerekçesiyle" olsa bile, top· lumsal ayrımların varlığım §art ko§maktadır. Özelmülkiyet kutsal, vazgeçilmez ve dokunulmaz bir doğal haktı. İnsanlar yasa önünde e§itti, meslekler yetenekli olan herkese e§it ölçüde açıktı; ancak yarı§ın ba§ında herkesin e§it olması kadar, yarı§macıların yarı§ı birlikte bitiremeyebilecekleri de aynı biçimde önceden kabul edilmi§ti. Bildirge'de, soylular hiyerar§isine veya mutlakiyete kar§ı olarak "her yurtta§ın yasaların olu§umuna katıl­ maya hakkı olduğu" belirtiliyor; ancak bu hak, "ya §ahsen ya da temcilcileri aracılığıyla" kullanılır deniliyordu. Yönetimin temel organı olarak gördüğü temsili meclisin demokratik olarak seçilmi§ olması veya öngördüğü rejimin krallan bir kenara atını§ olması da zorunlu değildi. Kendini temsili bir meclisle ifade eden varlıklı~ar oligar§isine dayanan anayasal bir monar§i, burjuva liberallerirı çoğuna, teorik özlemlerinin daha mantık­ sal ifadesi gibi görünen demokratik cumhuriyetten daha yakın geliyordu. Gerçi, bunu da savunmaktan geri kalmamı§ kimseler yok değildi. Fakat, genel olarak 1789'un klasik liberal burjuvası (ve 1789-1848 döneminin liberali) bir demokrat değildi; ama anayasacılığa, ki§isel özgürlüklerin, özel giri§im güvencelerinin bulunduğu laik bir devlete ve vergi verenlerle mülk sahiplerinin yönetimine irıanmı§ biriydi. Bununla birlikte, böyle bir rejim resmi olarak s1rfkendi sınıf çıkarlarını değil, sonradan (yapılan önemli-bir özde§le§tirmeyle) 'Fransız ulusu' demek olan 'halk'ın genel iradesini ifade edecekti. Kral, artık Tanrının

70 DEVRiM ÇAGI

inayeriyle Fransa ve Navarre Kralı olan Louis değil, Tanrının inayeri ve devletin anayasa hukuku gereğince Fransızlarm Kralı olan Louis idi. "Tüm egemenliğin kaynağı" diyordu Bildirge, "esas olarak ulustadır." Abbe Sieyes'in belirttiği gibi, ulus da dünya üzerinde kendi çıkarından ba§ka bir çıkar tanımaz; ister genel olarak insanlığın, ister ba§ka uluslarınki olsun, kendisininki dı§ında bir yasayı ya da otoriteyi kabul etmezdi. Ku§ku yok ki Fransız ulusu ve onun sonraki taklitçileri, ba§langıçta kendi çıkar. larını diğer halklarınki ile çatı§ma halinde görmediler. Tersine, halklarm genel olarak tiranlıktan özgürle§me hareketini ba§lattıklarını ya da bunda payları olduğunu dü§ündüler. Fakat ilk resmi anlatımını 1789 burjuvazisiyle kazanan milliyetçilikte, ulusal rekabet (örneğin Fransız i§adamları ile İngiliz i§adamlarmın rekabeti) ve ulusların tabiyeri (örneğin fethedilmi§ ya da kurtarılmı§ ulusların, büyük ulusun [la granda nation] [Fransa'nm] çıkarlarına tabiyeti) örtük olarak mevcuttu. 'Ulus' ile özde§le§tirilmi§ olan 'halk', devrimci bir kavramdı; üstelik buna ifade kazandırma iddiasın­ daki burjuva liberal programdan daha da devrimciydi. Ama aynı zamanda iki yanı keskin bir niteliği vardı. Köylüler ve yoksul i§çiler okuma yazma bilmedikleri, siyaseten iddiasız ya da toy olduklan için ve seçim süreci dalaylı olduğundan, Üçüncü Tabaka'yı temsil etmek üzere çoğunluğu bu ciaıngayı ta§ıyan 61 O ki§i seçildi. Çoğu, Fransa'nın ta§ra bölgelerinde önemli ekonomik rollere sahip avukatlardan, yüz kadarı da sermayedarlardan ya da i§adamlarından olu§maktaydı. Orta sınıf, soylular ve ruhhan kadar geni§ bir temsil olanağına kavu§mak için amansız ve ba§arılı bir sava§ verdi. Resmen halkın yüzde 95'ini temsil eden bir grup için ölçülü bir hırstı bu. Şimdi de aynı kararlılık içinde, 'tabakalar' halinde toplanıp oylama yapan, böylece soylu ve ruhhan tabakaların birle§ip kolayca 'Üçüncü Tabakayı' devre dı§ı bırakabildiği Tabakalar Medisi'ni feodal nitelikte bir organ olmaktan çıkarıp bireysel temsilcilerin tek tek oy kullandıkları bir medise dönü§türerek potansiyel oyçoğunluğundan yararlanma hakkı için mücadele ediyorlardı. İlk devrimci yarma harekatı, bu sorun üzerinde gerçekle§ti. Tabakalar Genel Meclisi'nin açılı§ından altı hafta kadar sonra kralın, soylularm ve ruhhanın engelleme hareketinden kaygılarran avam tabakası, kendi §artlarını kabul ederek aralarına katılmaya hazır olan herkesle birlikte kendini anayasayı deği§tirme hakkınma sahip 'Ulusal Meclis' olarak tayin etti. Bir kar§ı­ devrim giri§imi, taleplerini İngiliz Avam Kamarası'nın tarzına yakın biçimde §ekillendirmelerine yol açtı. Zeki ve adı kötüye çıkml§ ~ski soylu Mirebau'nun krala "Majeste, siz bu mediste bir yabancısmız; burada konu§ma hakkına sahip değilsiniz" dediğinde, mutlakiyetçiliğin de sonu gelmi§ti. 5

FRANSIZ DEVRiMi

71

Üçüncü Tabaka, kralın ve imtiyazlı tabakaların ortakla§a gösterdikleri dirence kar§ın ba§anlı oldu. Çünkü sadece eğitimli ve kavgacı bir azınlığın görü§lerini değil, çok daha etkili güçlerin, kentlerdeki, bilhassa Paris'teki yoksul i§çilerin ve kısa süre içirı de olsa devrimcile§en köylülerin görü§lerini temsil ediyordu. Zaten, sınırlı bir reform çalkantısını bir devrime dönü§türen §ey, Tabakalar Genel Meclisi'nin toplantıya çağrılmasının, derin ekonomik ve toplumsal bir bunalımla çakı§masıydı. 1780'lerin sonları, bir dizi karma§ık nedenden ötürü Fransız ekonomisinin hemen bütün dalları için büyük sıkıntılarla dcilu bir dönem olm u§ tU. ı 788 ve ı 789' daki kötü hasat ve oldukça sert geçen kı§, bunalımı daha da ağırla§tırdı. Kötü hasat, köylünün belini bükmekteydi; zira kötü hasat, bir taraftan üreticilerin mahsulünü ancak kıtlık fiyatlarından satahileceği anlamına gelirken, öte taraftan toprakları yetersiz olan insanların çoğunun, hem de yeni hasat döneminden hemen önceki mayıs ya da haziran aylarında tohumluk olarak ayırdıklarını yemek ya da bu fiyatlardan yiyecek almak durumunda kalması demekti. Kötü has adar, ana gıdası ekmek olan kent yoksullarının geçim masraflarını da iki kat artırdığından, ku§kusuz onları da etkiliyordu. Kırsal kesimin yoksulla§masıyla el imalatı ürünlerin pazarı daraldığından ve bu da endüstride bir durgunluğa neden olduğundan, kent yoksullarının gördüğü zarar çok daha büyüktü. Yoksul köylüler, karga§alar ve haydutluklar kar§ısında umutsuzluk ve huzursuzluk içindeydi; ama, tam geçim masraflarının yükseldiği sırada i§leri durgunla§tığı için kentli yoksulların durumu iki kat daha umutsuzdu. Normal ko§ullarda körü körüne ayaklanmaktan öte bir§eylerin ortaya çıkacağı yoktu. Fakat ı 788 ile 1789'da Krallıktah büyük çalkalanma, propaganda ve seçim mücadelesi, halkın umutsuzluğuna siyasi bir ufuk kazandırdı. Bütün bunlar, soylulardan ve baskıdan kurtuluş gibi dünyayı sarsan müthi§ bir fikri gündeme getirdi. Üçüncü Tabaka temsilcilerinin arkasında, ayaklanan bir halk duruyordu. Kar§ıdevrim, bir kitle ayaklanması olarak kalacak §eyi, gerçek bir devrime dönü§türdü. Eski rejimin, ordu artık tamamıyla güvenilir olmarilasına kar§ın, gerektiğinde silahlı gücüyle kar§ılık verınesi ku§kusuz doğal bir §eydi. (Olduğundan daha az silik ve daha az budala olsaydı, daha az ku§beyinli ve daha sorumlu bir kadınla evlenip o denli berbat olmayan danı§manları dinlemeye hazır olsaydı bile, XVI. Louis'in yenilgiyi kabullenip kendini derhal anayasal bir krala dönü§türebileceğini, ancak ayaklan yere basmayan hayaldler öne sürebilirler). Kar§ıdevrim zaten aç, i§killi ve bilenmi§ Paris kitlelerirıi harekete geçirdi. Bu geli§menin en heyecan yaratan sonucu, devrimcilerin silah bulmayı umdukları, kraliyet gücünün simgesi olan devlet hapisanesi Basrille'in zaptedilmesiydi.

72 DEVRiM ÇAGI

Devrim zamanlannda hiçbir §ey, simgelerin yıkılmasından daha etkili değildir. 14 Temmuz' u haklı olarak Fransızların ulusal bayram gününe dönü§türen Basrille'in zaptı, despotluğun yıkıldığını ilan etti ve tüm dünyada özgürle§menin ba§langıcı olarak selamlandı. Kasaba sakinlerinin saatlerini ona göre ayariayacakları kadar düzenli alı§kanlıklara sahip olan Königsbergli vakur filozofKant'ın dahi, haberi aldığında öğle gezintisini ertelemesinin, Königsberglileri gerçekten dünyayı yerinden oynatan bir olayın ya§andığına inandırdığı anlatılır. Asıl önemlisi, Eastille'in yıkılı­ §ının, devrimi ta§ra kentlerine ve kırsal alana yayml§ olmasıydı. Köylü devrimleri, geni§, biçimden yoksun, ba§ı ayağı belli olmayan, fakat kar§ı konulamaz hareketlerdir. Salgın halindeki köylü huzursuzluğu­ nu geri döndürülemez bir dalgaya çeviren, ta§ra kentlerindeki ayaklanmalar ile, anla§ılmaz biçimde ve hızla ülkenin her yanına yayılan (1 789 yılının temmuz sonlan ile ağustos ba§lannda 'Büyük Korku' [Grande Peur] denilen) kitlesel bir panik dalgasının birle§mesi oldu. Fransız feodalizminin toplumsal yapısı ve krallık Fransası'nın devlet mekanizması, 14 Temmuz' u izleyen üç hafta içinde darmadağın oldu. Devlet gücünden geriye topu topu, dağılmı§ bir halde, güvenilirliği hepten ku§kulu alaylar, zorlayıcı gücü olmayan bir Ulusal Meclis ve kısa süre sonra burjuvazinin Paris örneğine dayanarak silahlandırdığı 'Ulusal Muhafız Birlikleri'ni kuran bir yığın belediye ya da ta§ra (bölge) orta sınıf idareleri kalmı§tı. Orta sıiiıf ve aristokrasi, kaçınılmaz olanı hemen kabullendiler: Tüm feodal ayrıcalıklar resmen kaldırıldı; fakat siyasi durum yerli yerine oturduğunda, bu ödünlerinin kar§ılığı olarak fahi§ bir bedel biçildi. Feodalizmin nihai tasfiyesi ancak 1793'te gerçekle§ti. Ağustos sonuna gelindiğinde, İnsan ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'yle Devrim resmi bildirimini kazanml§ .oldu. Burıa kar§ılık kral, her zamanki budalalığıyla kar§ ı çıktı. Kitlesel bir ba§kaldı­ nnın toplumsal içerimlerinden korkan orta sın:ıfin bazı devrimci kesimleri de, artık muhafazakarlık etmenin vaktinin geldiğini dü§ünmeye ba§ladılar. Kısacası, artık Fransız ve onu izleyen tüm burjuva devrimci siyasalann §ekli §emali, esas hatlarıyla açıkça görünmeye ba§ladı. Gelecek ku§aklara bu heyecan verici diyalektik raks egemen olacaktı. Bundan böyle, zaman zaman ılımlı orta sınıf reformculannın, ölümüne bir direni§ için ya da kar§ıdevrime kar§ı kitleleri harekete geçirdiklerini göreceğiz. Kitlelerin, ılımlılann hedeflerini, kendi toplumsal devrimlerini gerçekle§tirmek üzere daha ileri ittiklerini, buna kar§lılık ılımlılann da bölünerek, bundan böyle gericilerle bir dava ortaklığı kuran muhafazakar bir gruba, ya da üzerlerindeki denetimlerini kaybetme tehlikesini bile göze alarak kitlelerin desteği ile henüz gerçekle§memi§ ılımlı hedefleri izleme kararlılığına girmi§ sol

FRANSIZ DEVRiMi

eğilimli

73

bir gruba dönü§tüğünü göreceğiz. Orta sınıfın çoğunluğunun geçmesi ya da bir toplumsal devrim tarafından yenilgiye uğrarılınasına kadar, tekrarlanan ya da yeni çe§itleri bulunan direni§ kalıpları arasında, kitlelerin eyleme geçirili§i, sola kaymalar, ılırnh­ lar arasındaki bölünmeler, sağa kaymalar sürüp gidecektir. Fransız Devrimi'ni izleyen burjuva devrimlerinin çoğunda, ılımlı liberaller çok erken bir a§amada ya muhafazakar kampın içine geri irilecekler ya da buraya transfer edileceklerdir. Gerçekten bunların, ondokuzuncu yüzyılda, giderek artan bir biçimde (en çok da Almanya' da), hesaplanamayacak sonuçlarından korktukları için bir devrim ba§latmaya hiç istekli olmadıklarını, kral ve aristokrasiyle bir uzla§mayı tercih ettiklerini görüyoruz. Fransız Devrimi'nin özgüllüğü, liberal orta sınıfın bir kesiminin, burjuva kar§ıtı bir devrimin e§iğine gidecek kadar, aslında bu e§iğin de ötesine geçecek kadar devrimciliğini sürdürmeye hazır olmasıydı. Bu kesim, adları her yerde 'radikal devrim'in simgesi haline gelen 'Jakobenler'di. N eden? Bir bakıma, sonraki liberallerden farklı olarak o zamanın Fransız burjuvazisinde henüz ürkütücü bir Fransız Devrimianısı bulunmadı­ ğından. Jakoben yönetimin, Devrimi burjuvazinin huzur ve refahının çok ötesine götürdüğü, ılımlılara 1794'ten sonra malum olacaktı; tıpkı, 1793 güne§ i eğer bir daha doğacaksa, ancak burjuva olmayan bir topluma doğacağının devrimciler için apaçık bir gerçek olması gibi. Öte yai:ıdan Jakobenlerin radikalizmi yürütebilmeleri, devirlerinde kendilerininkine tutarlı bir toplumsal seçenek olu§turacak bir sınıfın bulunmamasından dolayı mümkün olabilmi§tir. Böyle bir sınıf ancak endüstri devrimi sürecinde, 'proletarya' ile, ya da daha açıkçası proletaryaya dayanan hareket ve ideolojilerle ortaya çıkabilirdi. Fransız Devrimi'nde i§çi sınıfı henüz kayda değer bağımsız bir rol oynamamı§tır; kaldı ki emek güçlerini satıyor olsalar da, çoğu endüstri dı§ında çall§an bu kitleye i§çi sınıfı demek doğru olmaz. Açtılar, isyan ettiler, muhtemelen hayal kurdular; ne ki, pratik hedefler söz konusu olduğunda proleter olmayan önderlerin ardından gittiler. Köylülüğünse, herhangi birilerine siyasal bir alternatiJ sunduğu görülmemi§tir; köylüler, sadece olaylar zorladığında, neredeyse kar§ı konulmaz bir güç ya da yerinden oyuatılamaz bir nesne olur çıkarlar. Burjuva radikalizminin tek alternatifi, (halk desteğinden yoksun kaldıklannda elden ayaktan kesilen ideologların ya da militanların olu§turduğu küçük yapıları dı§arda tutarsak) emekçi yoksulların, küçük esnafın, tüccar ve zanaatkarların, küçük giri§imcilerin vs. olu§turduğu biçimden yoksun ve çoğunlukla kentsel bir hareket olan 'Sansculottes'lardı [Baldınçıplak­ lar]. Baldırıçıplaklar, bilhassa Paris'in belli 'kesimler'inde, yerel siyasi artık muhafazakar kampa

74 DEVRiM ÇAGI

kulüplerde örgütlenmekteydiler ve asıl göstericiler, isyancılar, barikatların kurucuları olarak devrimin başlıca vurucu gücünü oluşturdular. Marat ve Hebert gibi gazeteciler ve yerel sözcüler aracılığıyla, arkasında, (küçük) özel mülkiyete saygıyı, zenginlere düşmanlıkla, yoksul için hükümet teminatlı işle, ücret ve sosyal giivenlikle, aşırı eşitlikçi ve özgürlükçü yerel ve doğrudan bir demokrasiyle birleştiren bulanık biçimde tanımlanmış ve çeliş­ kili bir toplumsal idealin bulunduğu bir siyasa formüle ettiler. Gerçekte baldırıçıplaklaı; 'burjuva' ile 'proleter' uçlar arasmda yer alan, ama ne de olsa çoğu yoksul olduğu için belki birincisinden çok ikincisine yakın koca bir 'küçük insanlar' kitlesininin çıkarlarını ifade etmeye çalışan evrensel ve önemli siyasal eğilimin bir koluydu. Onu, Birleşik Devletler'de }effersonculuk, Jaksoncu demokrasi ya da halkçılık, İngiltere'de 'radikalizm', Fransa'da geleceğin 'cumhuriyetçiler'inin ve radikal sosyalistlerinin ataları, İtal­ ya'da Mazziniciler ve Garibaldiciler olarak ve daha başka yerlerde de gözlemleyebiliriz. Çoğunlukla devrim sonrası dönemlerde solda yer alan bir orta sınıf liberalizmi olarak d urulmaya meyletmiştir. Fakat 'solda düşman olmaz' diyen eski ilkeyi bırakmaya isteksiz olan ve bunalım zamanlarında 'para duvarına', 'iktisadi kralcılara' ya da 'insanoğlunun gerildiği alnn çarmı­ ha' başkaldırmaya da hazır bir orta sınıf liberalizmiydi bu. Ancak yine de Baldırıçıplaklık, gerçek bir alternatif sağlamadı. Köylülerden ve küçük esnaftan oluşan altın bir geçmiş ya da bankerler ve milyonerlerce rahatsız edilmeyen küçük çiftçi ve zanaatkarlar için altın bir gelecek ideali, gerçekleşemeyecek bir idealdi. Tarih bunları hiç tınmadan ilerledi. Buna karşı tek yapabildikleri, çok çok tarihin yoluna engeller dikmek oldu. Bunu 1793-4'te başardılar ve bu engeller o gün bugün Fransa'nın ekonomik gelişimine mani olmuştur. Gerçekte Baldırıçıplaklık öylesine çaresiz bir görüngüydü ki ismi dahi büyük ölçüde ya unutulmuştur ya da ancak IL Yılda ona önderlik eden J akobenliğin anlamdaş ı olarak hatırlanmaktadır.

II 1789 ile 1791 yıllan arasında muzaffer ılımlı burjuvazi, artık Kurucu Meclis haline gelmiş organ aracılığıyla hareket ederek, hedefini gerçekleş­ tirmeye, yani Fransa'yı ussallaştırmaya ve reform yapmaya girişti. Devrimin en çarpıcı uluslararası sonuçları olan metrik sistem ile Yahudilerin ilk özgürleşme hareketi gibi Devrimin en kalıcı kurumsal başarılarının çoğu bu dönemin tarihini taşımaktadır. Kurucu Meclis'in ekonomik görüşleri tümüyle liberal nitelikteydi: Köylü politikası, ortak arazilerin ekime kapatılması, kırsal girişimcilerin teşvik edilmesi; işçi sınıfı politikası, sen-

FRANSIZ DEVRiMi

dikaların yasaklanması;

75

küçük esnaf politikası, lonca ve esnafbirliklerinin

kaldırılması oldu. Bu, sıradan halka hiçbir somut tatmin sağlamadı. Bir tek, 1790'dan itibaren (yurtdı§ına göç eden soyluların topraklarına yapıl­ dığı gibi) kiliseye ait toprakların satılmasının ve laikle§me sürecinin, ruhhanın güçsüzle§tirilmesi, ta§ralı ve köylü giri§imcilerin güçlendirilmesi ve birçok köylüye devrimci faaliyetlerine kar§ıhk elle tutulur bir ödül verilmesi gibi üçlü bir yararı oldu. 1791 Anayasası, olabildiğince geni§ kapsamlı tutulan mülk sahibi 'etkin yurtta§lar'ın oy hakkına dayalı bir anayasal monar§i sistemiyle, a§ırı demokrasiyi saVU§turdu. Edilgen yurtta§lannsa, adianna yakı§ır biçimde ya§ayıp gidecekleri umuluyordu Gerçekteyse böyle olmadı. Bir taraftan monar§i, eskiden devrimci olan güçlü bir burjuva hizbince kuvvetle destekieniyor olmasına kar§ın, yeni rejimi hazmedemedi. Saray erkanı, yönetimdeki ayaktakımını kovmak ve Tanrı'nın kutsadığı, Fransa'nın en Ka to lik kralını hakettiği yere tekrar oturtmak için Kralın kuzenlerinin gerçekle§tireceği bir haçlı seferi hayaliyle entrikalar çevirmeye ba§ladı. Kiliseyi değil, Kilise'nin Roma'ya mutlak bağh­ lığını kaldırma yönünde bir giri§im olan 1790 tarihli Ruhhanların Sivil Anayasası, yanh§ anlarnalara neden oldu ve ruhban ile inananların çoğun­ luğunun muhalefete geçmesine neden oldu; kralı da, ülkeden kaçmak gibi umutsuz ve ileride görüleceği gibi intihardan farksız bir te§ebbüse sürükledi. Kralın Varennes'deyakalanmasından (Haziran, 1791) sorıra, cumhuriyetçilik kitlesel bir güç halini aldı; zira halkını bırakıp kaçan geleneksel krallar, sadakat görme hakkını kaybederlerciL Öte yandan ılırnlıların uyguladığı kontrolsüz bir serbest giri§im ekonomisi, yiyecek fiyatlarındaki dalgalanmayı artırdı. Bunun sonucunda özellikle Paris'deki kent yoksulları daha da militanla§tılar. Ekmek fiyatlan bir termometre. kesinliğinde Paris'in siyasi hararetini gösteriyordu. Parisli kitleler, belirleyici güçtü; Fransa'nın yeni üç renkli bayrağının, eski krallığın beyazının, Paris'in kırmızı ve mavi renkleriyle birle§tirilerek olu§turulması bo§una değildi. Sava§ın patlaması sorunları son raddeye getirdi; yani, ülkeyi 1792'deki ikinci devrime, IL Yıl'ın Jakoben Cumhuriyeti'ne ve sonunda da Napoleon'a götürdü. Bir diğer deyi§le, Fransız Devrimi'nin tarihini, Avrupa'nın tarihine dönü§türdü. Fransa'yı genel bir sava§a sürükleyen iki güç oldu: A§ın sağ ve ılımlı sol. Kral, Fransız soyluları ve Batı Almanya'nın çe§itli kentlerinde toplanan aristokratlada kilise mensuplan için, ancak bir yabancı müdahalenin eski rejimi geri getirebileceği açıktı. • Uluslararası durumun karma§ıklığı • 1789-1795 yıllan arasında 300.000 kadar Fransız göç etti. 6

76 DEVRiM ÇAGI

ve öteki ülkelerin görece siyasal durgunluğu ortadayken, böyle bir müdahale öyle çok kolayca örgüdenebilecek bir §ey değildi. Yine de soyluların ve Tanrının atadığı hükümdarların gözünde, XVI. Louis'in yeniden iktidara getirilmesinin sadece sınıf dayanl§ması yönünde bir davranı§tan ibaret olmayıp, Fransa'dan çıkan korkunç fikirlerin yayılmasına kar§ı önemli bir güvence olduğu da giderek açıklık kazanıyordu. Sonuç olarak Fransa'yı yeniden fethedecek güçler, dı§arıda bir araya geldiler. Aynı zamanda ılımlı liberaller de, bilhassa Gironde bölgesinden gelen temsilciler etrafında kümelerren siyasetçiler grubu, sava§çı bir güçtü. Bu biraz da, her gerçek devrimin evrensel olma eğilimi ta§ıyor olmasından kaynaklanıyordu. Zira dl§arıda bulunan çok sayıdaki sempatizanları için olduğu kadar, Fransızlar için de, Fransa'nın özgürle§mesi, özgürlüğün evrensel zaferinin yalnızca ilk perdesiydi; bu yakla§ım kolayca, baskı ve tiranlık altında inleyen tüm halkları özgürlüğe kaVU§turmanın devrimin anavatanının görevi olduğu inancına yol açtı. Ilımlı olsun, a§ırı olsun tüm devrimciler arasında özgürlüğü yaymak için gerçekten yüce ve yiğitçe bir tutku vardı; Fransız ulusunun davasını tüm tutsak insanlığın davasın­ dan ayırmak, onlar için gerçekten olanaksızdı. Gerek Fransız, gerekse diğer tüm devrimci hareketler, bu tarihten itibaren, ta ki 1848'e kadar, bu görü§ü kabul edecek ya da kendilerine uyarlayacaklardı. 1848'e kadar Avrupa'nın kurtulu§uyla ilgili bütün tasarılar, Avrupa'nın gerici güçlerini devirmek için halkların Fransızların önderliğinde hep birlikte ayaklanması fikrinin yörüngesinde kaldı; 1830'dan sonra İtalyanların veya Polonyalıla­ rın ayaklanmalarında olduğu gibi, diğer ulusal ve liberal ayaklanma hareketleri de kendilerini,.özgürlüklerini kazanarak diğer herkesin özgürle§· mesini ba§latmaya yazgılı birer Mesih olarak görme eğilimdeydiler. Öte yandan daha az idealle§tirilerek dü§ünüldüğünde, sava§ ülke içindeki birçok sorunun da çözülmesine yardımcı olabilirdi. Yeni rejimin, sıkıntıla­ rını, yurtdl§ına kaçını§ Fransız soylularıyla yabancı tiranların komplolarına

bağlaması ve halkın ho§nutsuzluğunu bunlara yönlendirmesi, ayartıcı ve a§ikar bir yoldu. Daha özgül olarak, i§adamlan, ekonominin önündeki belirsizliğin, devalüasyonun ve diğer sıkıntıların ancak müdahale tehdidinin kaldırılmasıyla deva bulabileceğini ileri sürüyorlardı. ݧadamları ve ideologlan, İngiltere'nin deneyimlerine §öyle bir göz gezdirip ekonomik üstünlüğün sistemli bir saldırganlığın ürünü olduğunu dü§ünmü§ de olabilirler. Onsekizinci yüzyıl, ba§arılı bir i§adamının hiç de barı§a gönülden bağlı olduğu bir yüzyıl değildi. Dahası, kısa zamanda görüleceği gibi, kar amacıyla da pekala sava§ yapılabilirdi. Bütün bu nedenlerden ötürü, ufak bir sağ kanat ve yine Robespierre'in önderliğindeki ufak bir sol kanat dl§ında, yeni Yasama

FRANSIZ DEVRiMi

77

Meclisi'nin çoğunluğu sava§ çığılıkları atıyordu. Yine bütün bu nedenlerden sava§ gelip çattığında, devrimin fetihleri, özgürle§meyi, sömürüyü ve siyasi sapmaları kendi içinde birle§tirecekti. ı 792 yılının Nisan ayında sava§ Uan edildi. Halkın, pek anla§ılır biçimde krallığın baltalamalarma ve ihanetine bağladığı yenilgi, radikalle§meye neden oldu. Paris'in baldırıçıplaklarının silahlı eylemleriyle, ağustos-eylül aylarında monar§i yıkılıp tek ve bölünmez Cumhuriyet kuruldu; Devrim'in I. Yıl olarak kabul edilmesiyle insanlık tarihinde yeni bir çağın ba§ladığı duyuruldu. Fransız Devrimi'nin demir ve kahramanlık çağı, siyasal mahkumlarının katledilmesi, -belki de parlamentarizm tarihinin en dikkate değer meclisi olan- Ulusal Konvansiyon için seçimlerin yapılması ve istilacılara kaf§ı toptan direni§ çağrıları arasında ba§ladı. Kral hapse· atıldı; yabancı istilası, beylik bir topçu düellosuyla Valmy'de durduruldu. Devrimci sava§lar, kendi mantıklarını dayatırlar. Yeni Konvansiyon'daki hakim parti, büyük ݧ çevrelerini ve ta§ra burjuvazisini temsil eden; dü§ünsel bakımdan diğerlerinden oldukça üstün, büyüleyici ve zeki parlamento hatiplerinin olu§turduğu; ülke dı§ında sava§çı, içerdeyse ılımlı bir grup olan Jirondenlerdi. Siyasaları, tümüyle olanaksız §eylerle doluydu. Çünkü, ancak yerle§ik düzenli ordularıyla sınırlı çapta seferlerde bulunan devletler, -tıpkı Jane Austen'in romanlarındaki hanımlada beylerin dönemin İngiltere'sinde yaptıkları gibi- sava§la ülke içi sorunlan birbirlerine bula§tırmamayı umabilirlerdi. Oysa Devrim, ne sınırlı çapta sava§lar verdi, ne de düzenli ordulara sahipti. Çünkü onun sava§ı, dünya devriminin azami zaferi ile toptan kar§ıdevrim anlamına gelen azami yenilgisi arasın­ da gidip gelmekteydi; eski Fransız ordusundan artakalan askerlerse i§e yaramaz ve güvenilmezdi. Cumhuriyet'in önde gelen generali Dumouriez, çok geç~eden dü§man saflarına kaçacaktı. Zafer, salt yabancı müdahalesini yenilgiye uğrarmak anlamına gelecek olsa bile, böyle bir sava§ta, ancak görülmedik ve devrimci yöntemler galip gelebilirdi. Gerçekten bu tür yöntemler bulundu da. Genç Fransiz Cumhuriyeti, bunalım sürecinde topyekun sava§ı ke§fetti, yahut icat etti: Askere alma, karneye bağlanan ve sıkıca denetlenen bir sava§ ekonomisi ve içerde ya da dı§arda olsun askerlerle siviller arasındaki ayrımin fiilen ortadan kaldırılması gibi yollarla bir ulusun kaynaklarının topyekun seferber edilmesi. Bu ke§fin içerimlerinin ne denli deh§et verici olduğu, ancak içinde bulunduğumuz tarihsel çağda açıkça anla§ılır hale gelmi§tir. ı 792-4 devrimci sava§! istisnai bir olay olarak kaldığından, sava§ların devrirolere yol açtığı, devrimleriuse kazanılamayacak sava§ları kazandığı gözlemi dı§ında, ondokuzuncu yüzyıl gözlemcilerinin çoğu bu sava§a pek bir anlam veremediler (hatta dolayı,

78 DEVRiM ÇAGI

bu gözlem bile, bolluğa ve berekete gömülmü§ geç Victöria çağında unutulup gitmi§tir). Jakoben Cumhuriyet ve 1793-4 Terör dönemine ili§kin birçok §eyin, modern topyekun sava§ çabasından ba§ka hiçbir. ko§ulda bir anlam ifade etmediğini ancak bugün görebiliyoruz. Baldırıçıplaklar, haklı olarak kar§ıdevrimin ve yabancı müdahalenin ancak bu yolla mağlup edilebileceğini dü§ündüklerinden değil sadece, böyle bir hükümetin yöntemleri insanlan harekete geçireceği ve toplumsal adaleti daha yakınla§tıracağı için de devrimci bir sava§ hükümetini memnunlukla kar§ıladılar (Hiçbir etkin modern sava§ giri§iminin, onca aziz tuttuklan merkezsiz gönüllü doğrudan demokrasiyle bağda§mayacağı gerçeğini gözden kaçırdılar). Öte yandan Jirondenler, geminden çözdükleri sava§la kitle devriminin biraraya gelmesinin yaratacağı siyasal sonuçlardan korkuyorlardı. Solla rekabet edebilecek donamma sahip değillerdi. Kralı yargılamayı ve idam etmeyi istememekle birlikte, devrimci hamiyerin simgesi haline gelen bu konuda rakipleri 'Montagnardlar'dan Qakobenler) geri kalmamak zorundaydılar; sonunda bu i§in §anı Montagnardların oldu, onlann değil. Öte yandan sava§ı geni§leterek, özgürle§me yolunda genel ideolojik bir haçlı seferine ve büyük ekonomik rakip İngiltere'ye doğrudan bir meydan okumaya dönü§türmek istiyorlardı. Bu amaçlarında ba§arılı da oldular. 1793 Mart'ına gelindiğinde Fransa neredeyse bütün Avrupa ile sava§ halindeydi ve yabancı toprakları ilhak etmeye ba§laml§tı (Bu ilhaklar, yeni icat edilen Fransa'nın 'doğal sınırları' öğretisiyle me§rula§tırılmaktaydı). Fakat sava§ın geni§lemesi, üstelik kötü gitmesi, sadece solun elini güçlendirmeye yaradı ve sava§ı bir tek o kazanabilirciL Sonunda geri çekilen ve ayak oyunlarına ba§vuran Jirondenler, çok geçmeden ta§ rada Paris'e kar§ ı bir ayaklanmanın örgütlenmesine dönü§ecek olan, sola kar§ı yanlı§ yargılarla dolu saldırılara giri§ tiler: Baldırıçıplaklar, ani bir darbeyle 2 Haziran'da Jirandenleri devirdi. Böylelikle Jakoben Cumhuriyeti ba§lamı§ oldu.

III Meslekten tarihçi olmayan eğitimli ki§iler, Fransız Devrimi'ni dü§ündüklerinde, akıllarına gelen ba§lıca §ey, 1789'daki olaylarla Il. Yıl'ın Jakoben Cumhuriyeti'dir. Resmiyet dü§künü Robespierre, babayiğit ve çapkın Danton, soğuk devrimci zarafetiyle Saint-Just, kabadayı Marat, kamu esenliği komitesi, devrimci yargılamalar ve giyotin, en açık seçik gördüğü­ müz imgelerdir. 1789'da Mirabeau ile Lafayette arasında yer alan ılımlı devrimcilerin, 1793'ün Jakoben önderlerinin isimleri, tarihçiler dı§ında herkesin belleğinden silinmi§tir. Jirondenler sadece bir grup olarak ve

FR.MJSIZ DEVRiMi

79

belki de Madam de Roland veya Charlotte Corday gibi siyaseten önemsiz ama romantik kadınların onlara gösterdiği yakınlıktan ötürü anımsan­ maktadır. Uzman çevreleriri dı§ında kim, Brissot, Vergniaud, Guadet ve geri kalanların isimlerini olsun bilir ki? Muhafazakarlar, Terör döneminin, zincirinden bo§anmı§ isterik bir kana susamı§lık ve diktatörlük olduğu yolunda kalıcı bir imge yaratmı§lardır. Oysa yirminci yüzyılın ölçütleriyle, hatta 1871 Paris Komünü sonrasındaki katliamlarda olduğu gibi, muhafazakarların toplumsal deyrimi bastırırken sergiledikleri rakamlara kıyasla, ondört ayda 17.000 resmi infazla Devrim'in toplu kıyımları nispeten makul sayılırdı. 7 Devrimciler, özellikle Fransa' dakiler, Terör dönemini ilk halk cumhuriyeti ve izleyen tüm ba§kaldınların esin kaynağı olarak görmü§lerdir. Bu nedenledir ki zaten, her günkü insani ölçütlerle değerlen­ dirilmemesi gereken bir çağdı o. Bu doğrudur. Ancak Terör'ün arkasında duran kararlı orta sınıfFransız­ lar için, o ne hastalıklı bir §eydi ne de kıyamet habercisiydi; en ba§ta ve her §eyden önemlisi ülkelerini korumanın tek etkin yöntemiydi. Jakoben Cumhuriyeti'nin yaptığı buydu ve ba§arısı insanüstüydü. 1793'ün haziranın­ da, Fransa'nın seks.en vilayetinden altmı§ı Paris' e kar§ı ayaklandı; Alman prenslerinin orduları, kuzeyden ve doğudan Fransa'yı i§gal ediyorlardı; İngi­ lizler, güney ve batıdan saldırmı§tı; ülke çaresiz ve tükenmi§ bir haldeydi. Oysa ondört hafta sonra bütün Fransa üzerinde denetim sağlanml§, i§galciler kovulmu§tu. Bu kez Fransız orduları Belçika'yı i§gal etti; neredeyse kesintisiz ve zahmetsiz kazanılacak olan yirmi yıllık bir askeri zaferler dönemine girmek üzereydiler. Oysa, 1794 martma gelindiğinde eskisinden üç kat daha büyük olan ordu, 1793 martındaki maliyetinin yarısıyla çekip çevrilmekteydi. Fransız parasının (ya da büyük oranda onun yerini almı§ assignat~ ların) değeri, önceleri ve sonraları olduğunun tam tersine, hemen hemen sabit tutulmu§tu. Sıkı bir cumhuriyetçi olmasına kar§ın sonradan Napaleon'un en etkili valilerinden biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin Jakoben üyesi]eanbon St Andre'ın, 1812-1813 yenilgileri altında kıvranan imparatorluk Fransası'nı küçümseyerek izlemi§ olması hiç §a§ırtıcı değildir. II. Yıl'ın Cumhuriyeti, üstelik çok daha az kaynakla, çok daha beter bunalımların üstesinden gelmi§ti. * ·"Ne tür bir hükümet muzaffer olmuştu biliyor musunuz? .. Bir Konvansiyon hükü~eti. Kımuzı bereleri, aha kıyafetleri, tahta pabuçlan ile kuru ekmek ve kötü birayla beslenerek yaşayan ve yorgunluktan tartışamayacak, ayakta duramayacak hale gelip toplantı salonianna serilen minderler üzerinde uyuyakalan tutkulu Jakobenlerin hükümeti. Fransa'yı işte bu tür insanlar kurtardı. Beyler, ben onlardan biriydim. Ve şimdi burada, tıpkı girmek üzere olduğum imparatorluk dairesinde olduğum kadar, bu gerçekle de kıvanç duyuyorum." Aktaran J. Savant, Les Prefets de Napoleoıı (1958), s. 111-2.

80 DEVRiM ÇAGI

Bu kahramanlık dönemi boyunca tabanda denetimi elinde tutan Ulusal Konvansiyon'daki çoğunluğa gelince, bu adamlar için yapılacak tercih basitti: Ya orta sınıfın bakı§ açısından ta§ıdığı bütün kosurlara rağmen Terör'ü seçeceklerdi ya da Devrim'in yıkılmasını, ulusal devletin parçalanmasını ve muhtemelen de ülkenin yeryüzünden silinmesini. Polanya örneği ortada değil miydi? Fakat Fransa ümitsiz bir bunalım içinde olmasaydı, birçoğu pekala daha az sert bir rejimi ve elbette daha denetlenen bir ekonomiyi yeğlerdi. Robespierre'in dü§Ü§Ü, ekonominin salgın bir hastalık gibi denetimden çıkmasına ve adi bir vurgunculuğa yol açtı; dörtnala giden bir enflasyon ve 1797'deki ulusal iflasla doruğuna vardı. Ancak en dar bakl§ açısından bile orta sınıf Fransızların beklentileri, birle§ik, güçlü ve merkezi bir devlete dayanıyordu. Öte yandan, çağda§ anlamlarıyla 'ulus' ve 'vatanseverlik' kavramlarını bizzat yaratmı§ olari Devrim, 'büyük ulus' (grande nation) fikrinden nasıl vazgeçebilirdil Jakoben rejimin ilk i§i, Jirondenlerin ve ta§ra ilerigelenlerinin muhalefetine kar§ı kitle desteğini harekete geçirmek ve Paris'in baldırıçıplaklarının önceden seferber edilmi§ kitlesel desteğini muhafaza etmek oldu. Parisli baldınçıplakların diğer taleplerinin ba§a dert olacağı ileride görülecekti, ama genel askerlik yükümlülüğü ('levee en masse'), 'hainler'e kar§ı terör ve genel fiyat denetimi gibi devrimci bir sava§tan yana kimi talepleri, Jakobenlerin ortak duyusuyla örtü§en taleplerdi. O ana dek Jirondenlerin geciktirdiği, az çok radikalle§tirilmi§ yeni bir anayasa ilan edildi. Bu soylu ama akademik niteliktekt belgeye göre, halka genel oy hakkı, ba§kaldırına, çall§ma ya da hayatını idame ettirme hakkı veriliyordu. Hepsinden önemlisi, herkesin mutluluğunun hükümetin hedefi olduğunun ve halkın haklarının yalnızca sözde kalan değil, kullanılır nitelikte haklar old~ğunun resmi ifadesiydi. Bu, modem bir devletin ilan ettiği gerçekten demokratik nitelikteki ilk anayasaydı. Daha somut olarak Jakobenler, tazminat öngörmeksizin feodal haklardan geriye kalanları kaldırdılar; küçük alıcıların, yurtdı§ına kaçanların ellerinden alınan toprakları satın alma olanaklarını artırdılar ve birkaç ay sonra da San Domingo Zencilerinin cumhuriyet için İngilte­ re'ye kar§ı sava§malarını te§vik etmek üzere Fransız sömürgelerinin tümünde köleliği kaldırdılar. Alınan bu önlemlerin uzun erimli bir sürü sonucu oldu. Bu sayede Amerika'da Toussaint-Louverture'in §ahsında ilk bağımsız devrimci önderin ortaya çıkması mümkün oldu.* Fransa'daysa, o günden • Napoleon Fransası'nın Haiti'yi ele geçimıekte ba§arısız olması, Louisiana Anla§ması (1803) ile A.B.D.'ye satılan geri kalan tüm Amerikan İmparatorluğu'nun tasviye olmasının ba§lıca nedenlerinden biriydi. Böylece Jakobenliğin Amerika'ya ya yıl!§ ının ba§ka bir sonucu da, ABD'yi kıta ölçeğinde bir güç haline getirmek olacaktı.

FRANSIZ DEVRiMi

81

bu güne ülke ya§amına egemen olan; ekonomik olarak geriye dönük, ancak kendilerini Devrime ve Cumhuriyete tutkuyla adaml§ küçük ve orta köylü mülk sahipleri ile küçük esnaf ve dükkan sahiplerinden olu§an zaptedilmez bir kale kuruldu. Hızlı ekonomik kalkınmanın temel ko§ulu olan tarımın veicüçük yatırımın kapitalist yönde dönü§ümü, ernekleyecek kadar yava§latıldı; onunla birlikte kentle§me hızı, iç pazarın geni§lemesi, i§çi sınıfının çoğalması, dolayısıyla proleter devriminin görünmez ilerleyi§i de yava§ladı. Fransa'da uzun süre hem büyük i§ çevreleri hem de i§çi hareketi, kö§eba§ı bakkalları, küçük köylü mülk sahipleri ile kahvehane sahiplerinin olu§turduğu bir denizin çevrelediği adalar gibi, bir azınlık olgusu olarak kalmaya mahkum edildi (9. Bölümle kar§ıla§tırın). Jakobenlerle baldırıçıplakların yaptığı ittifakı temsil eden yeni hükümetin merkezi, bu yüzden belirgin biçimde sola kaydı. Bu durum, hızla Fransa'nın en etkin sava§ kabinesi haline gelen, yeniden olu§turulan Kamu Esenliği Komitesi'nde yansısını buldu. Güçlü, sefih, belki yiyici ama göründüğünden daha ılımlı olan (son krallık idaresinde bakanlık ya pm ı§) son derece yetenekli bir devrimciyi, Danton\ıkaybetti ve en etkili üyelerinden biri haline gelen MaximiHen Robespierre'i kazandı. Kimsenin tarafsız kalamayacağı korkunç ve görkemli II. Yıl'ı hala §ahsında somutladığı için, erdem sanki ki§isel tekelindeymi§ gibi a§ın bir duyarlığa sahip olan bu züppe, tez canlı, ate§li avukatın kar§ısında pek az tarihçi serinkanlı olabilmi§tir. Cana yakın biri değildi; bugünlerde onun haklı olduğunu dü§ünenler bile, genç Saint Just'ü, yani Sparta cennetleri mimarının l§ıltılı matematik keskinliğini ona yeğleme eğilimindel er. Büyük bir adam değil­ di, hatta yer yer sığ biriydi. Ancak Napoleon sayılmazsa, Devrimin kursadığı ve hakkında bir tapı geli§tirilmi§ tek ki§iydi. Böyle olmasının nedeni, Jakoben Cumhuriyet'in, tarih için olduğu gibi kendisi için de bir sava§ kazanma aygıtı değil, bir ideal olmasından kaynaklanıyordu. Tüm iyi yurtta§lann ulusun nazannda e§it olduğu ve halkın, hainlerin hakkından geldiği, adalet ve erdemin korkunç ve görkemli hükümranlığıydı bu ideal. Bu gücü onaJean-Jacques Rousseau (a§ağıdaki 268-70. sayfalara bakınız) ve billurla§mı§ bir haklılık inancı vermekteydi. Resmen diktatörlük yetkilerine sahip olmadığı gibi, resmi bir görevi bile yoktu; kendisi de Konvansiyon'un -bütün yetkileri elinde toplamasa da, en güçlü- alt komitelerin.den biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin bir üyesiydi sadece. Onun iktidarı, halkın, Paris kitlelerinin iktidarı; onun terörü, halkın terörü deınekti. Nitekim onu terk ettiklerinde, o da dü§tÜ. Arkalarma aldıklan bu desteğe yabancıla§mak zorunda kalmaları, Robespierre'in ve Jakoben Cumhuriyet'in trajedisiydi. Rejim, orta sınıf

82 DEVRiM ÇAGI

ile emekçi kitleler arasındaki ittifaka dayanıyordu; fakat orta sınıfJakoben­ ler için baldırıçıplaklara verilen ödünler, mülk sahiplerini korkutmadan kitleleri rejime bağladığı için ve bağladığı sürece ho§görülebilirdi; ve bu ittifakta orta sınıf Jakobenler belirleyici konumdaydılar. Bunun yanında, sava§ın gerekleri her hükümeti, baldırıçıplakların serpilip geli§tiği kulüp ve kesimlerin özgür, yerel ve doğrudan demokrasisinin, gönüllü milis birliklerinin, kar§ılıklı savlara dayanan özgür seçimlerin pahasına, merkezile§me ve disiplin yönünde önlemler almaya zorlamaktaydı. 1936-1939 İspanyol İç Sava§ı sonrasında, Anar§istler aleyhine Komünistleri güçlendiren süreç, Hebert'in baldırıçıplaklannı harcamak pahasına Saini:-Just türünden Jakobenleri güçlendirdi. 1794'e gelindiğinde hükümet ve siyaset yekpare bir hal almı§tı ve dizginler, -en mission delegeler aracılığıyla­ Komite'nin ya da Konvansiyon'un doğrudan görevlendirdiği ki§iler ile Jakoben subayların ve yerel parti örgütlenmeleriyle bağlantılı resmi görevlilerin elindeydi. Son olarak, sava§ ın ekonomik gereklilikleri de halk desteğini soğuttu. Kentlerde fiyat denetimi ve karne uygulaması, kitlelerin yarannaydı; fakat ücretierin dondurulması onlara hayli zarar verdi. Kırsal bölgelerde yiyeceklere sistemli biçimde resmen el konulması (bunu ilk savunanlar kentli baldırıçıplaklar olmu§tur) köylüyü yabancıla§tırdı. Bundan ötürü kitleler, bilhassa baldırıçıplakların en sözünü sakınma­ yan sözcülerinin, yani Hebertçilerin yargılanıp idam edilmelerinin ardın­ dan, ho§nutsuzluğa ya da tekinsiz ve küskün bir edilgenliğe girdiler. Bl1 arada, §imdi ba§ını Danton'un çektiği sağcı muhalefete yönelik saldırılar, rejimin daha ılımlı destekçilerinin teyakkuza geçmelerine neden oldu. Bu hizip, her ne kadar sermaye birikiminin unsurları olsalar da dolandırıcı­ lara, vurgunculara ve karaborsa simsarianna sığınak sağlamaktaydı. ve onları bastırmak için kaçınılmaz biçimde gündeme gelen katı bir püritenlikle haklanndan gelinineeye dek toplumsal devrimierin ba§lannda hep varolagelen ahlakdl§ı, Falstaff-vari* bir hovardalık ve savurganlık bizzat Danton'un §ahsında toplandığından, bu çok daha kolay oldu. Tarihin Dan tonları, Robespierrelerin ya da Robespierreler gibi davranma iddiasın­ da olanların kaf§ısında her zaman yenilgiye uğramı§lardır. Çünkü bo hemliğin ba§arılı olamadığı yerde, sert ve dar görü§lü bir adanmı§lık ba§arılı olabilir ancak. Robespierre, her §eyden önce sava§an Fransa'nın çıkarları adına çürümeyi ve yiyiciliği ortadan kaldırınakla ılımlıların desteğini kazanml§, ama özgürlüklere ve para kazanmaya sınırlamalar getirmekle bir o kadar da i§adamlarının düzenini bozmu§tU. Son olarak da, hiçbir büyük • Sir John Falstaff, Shakespeare'in IV. Henry ve Wiııdsor'uıı Şen Kadınları adlı eserlerinde yer alan §İ§man, §en §akrak ve ahlaksız bir §Övalye tiplemesi -
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF