Emre 1974tr

May 3, 2017 | Author: Yunus Emre | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Emre 1974tr...

Description

Table of Contents Gökler/Evrenler

5

Musa Peygamber İle Büyücüler Arasındaki Karşılaşma ...

24

Göklerin ve Yerin Melekutu - Ve Diğer İki Konuyla ...

30

Miras Ayetlerinin Çözümü

36

Kötülük Problemine Cevap

42

George Orwell ve romanı "1984" hakkında yazdığım ...

52

Gelen Sorulara Verdiğim Cevaplardan Ve Tweetlerimden ...

56

İyiler Mutlaka Kazanır

65

Maide 33'te Bahsedilen Nefsi Müdafaa ve Kısastır

73

Evrendeki Kusursuzluk Kendi Şart ve Hedeflerine ...

78

Ekşi Sözlük’e Yazdıklarımdan Örnekler

79

İnsanların ve Cinlerin Kötü Enerjilerinden Korunma

83

Yaşlanmayla mücadele - Uzun Ömür ve İslam

86

Eğer herkes ayetlerin dediğini yapsaydı nasıl ...

90

Mucizelerin devamı...

91

Meşhur (uydurma) Hadisteki Yönlendirmeye Dikkat

94

Rabbimiz bir işi/oluşu farklı yollarla gerçekleştirmekte

99

Kainatı Veya Zihninizi Put Edinmeyin

104

19 Mucizesi ve 9:128.-129. ayetler

118

Ruhçuluk ve Uzantısı Tasavvufun İçyüzü

119

Armagedon

120

1995 İlluminati kart oyunu

144

Bir agnostikle yaptığım tartışma (1. kısım)

152

Bir agnostikle yaptığım tartışma (2. kısım)

169

Mısır Firavunlarının çaprazlama merakı

187

Kuran`a göre canlılar birbirinden ayrı yaratılmışlardır

190

2

Peygamber döneminde inkarcılara gelen azap

199

Kuran ve Nur

204

Ahiret Evreni(Rabbin Katı) ve ebedi yaşam

207

Nuh Tufanı Bölgesel ve tek topluma yönelikti

210

Kader ve Özgür irade

218

Kuran'ın olayları anlatımı

238

Gerçek İslam`a yönelirken dikkat edilmesi gereken ...

240

Kuran köleliği kaldırmıştır

242

Rabbimizin sorular sormasındaki amaç

245

Kuran’da bahsedilen ateistler

249

Zaman-zamansızlık ve Rabbin Katı

251

Kainattaki herşey O'nun yaratmasıyla...

255

Ruhla ilgili bir soruya cevabım

259

Bir mezhep-hadis inanırına cevabım

262

Ruhçuluğun Hıristiyanlıktaki tezahürleri

264

Dört boyutlu bir şekil: Hiperküp

270

Tevrat'ta yaratılmışların Tanrı zannedilmesi

272

Yine ayetlerden bir bilgelik dersi daha

279

Rabbimizin bizlere sorduğu sorular

280

Kuran bir semboller kitabı değildir

283

Rabbimizin bilmesi özgür iradeyi etkilemez

288

2010’lu yıllara giriyoruz

290

Evrim inancının bir zararı daha

292

Ruhçu öğreti "ateizmin açık yöneticisi olmak için" ...

294

Kadın ve erkeğin fiziksel olarak karşılaştırılması

299

Kuran'a göre dünya ve ahiret bir bütündür

303

Lüks israf değildir

309

Kim demiş cennet yan gelip yatma yeridir diye?

312

Evrendeki kusursuzluk kendi şart ve hedeflerine ...

314

Tüm insanların namazı arayışı

316 3

Bir mezhep inanırına forumdaki 5 sorum

319

Tasarımın incelenmesini isteyen ayet örnekleri

321

Kuran`da sadece nefsi müdafaya izin vardır

327

Kuran`ın bilimi emretmesi

331

Bilgiler bile birer inançtır

335

Eğer herkes ayetlerin dediğini yapsaydı nasıl ...

338

Hız mı yoksa yavaşlık mı?

340

Gerçekte ılımlı Müslüman hangi taraf?

342

Izdırap değil mutluluk seçilmelidir

343

Değişimi amaç yapma yanılgısı

345

Kader ve özgür iradeyle ilgili sorulara verdiğim ...

349

Bir piyango biletinin düşündürdükleri

356

Madde de gerçektir

359

İslam`da canlıların ruhu-hayaleti yoktur

363

4

Gökler/Evrenler Teğabün 3. gökleri ve yeri hak/gerçek olarak yarattı; sizi biçimlendirdi ve görünüşlerinizi güzelyaptı. Yalnız O'nadır dönüş. Talak 12: Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de onların benzerini/mislini yaratmıştır. Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki, Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz. Evvelki yazılarımda Kuran'da, Rabbimizin yarattığı birden fazla (ama sınırlı sayıda) gökten/evrenden bahsedildiğini , ve bunların arasından sonsuzluk/ölümsüzlük yurdunu içeren Ahiret Evreni'nin ise "Rabbin Katı” olarak isimlendirildiğini göstermiştim: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/zaman-zamanszlk-ve-rabbinkat.html http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/ahiret-evrenirabbin-kat-veebedi-yasam.html Ve de şehitler veya elçiler gibi iyilikte çok ileri seviyede olan bir kısım insanın, şimdiden yani kıyameti beklemeden bu farklı fizik yasalarına sahip evrende tekrar yaratılarak nimetlerle dolu yaşamlarına başladıklarını anlatmıştım. http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/islamda-canllarn-ruhuhayaleti-yoktur.html Bu çalışmamda da hem ayetlerde yaratılan evrenler hakkında verilen diğer bilgileri sunacağım, hem de bu birden fazla ama sınırlı sayıda (zaten tüm sayılar sınırlıdır) evrenin var olduğunu gösteren farklı yeni delilleri de paylaşacağım. Öncelikle belirtmeliyim ki, "Rabbin Katı" adı verilen ahiret evreninin/mekanının da birden fazla evreni içinde barındıran bir yapı olabileceğini de gördüm. Yani cennetler ve de cehennem kendi içlerinde de ayrı ayrı evrenler olabilir , ya da gruplar halinde birkaç evrenin içinde olabilirler. Ve eğer öyleyse, Rabbin Katı bu alt evrenleri bünyesinde barındıran mekan/kat olmakta. 5

-Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47'den alınma) Melekler ve Rûh, miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselirler ona. (Mearic 4) Ayetlerde bizim evrenimiz ve ayrıca ahiret evreni/evrenleri(Rabbin Katı) birçok ayrıntısıyla anlatılmakla beraber, diğer evrenler hakkında genel ifadeler kullanılmaktadır. Bu arada hatırlatmak gerekir ki, Arapçada 7 (yedi) ifadesi aynı zamanda çokluğu belirtir. Yani ayetlerde 7 gök denildiğinde rakamsal olarak yedi evrenden bahsediliyor olabileceği gibi, çok sayıda/birçok/birden fazla sayıda gök/evren de kastediliyor olabilir. Talak 12: Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de onların benzerini/mislini yaratmıştır. Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki, Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve Allah'ın bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz. Bu ayette de "yedi" kelimesini çokluk belirten ifade olarak ele alınca bize "birçok evrenin ve de mislince de yerin/gezegenin yaratıldığı" bilgisinin verildiğini görüyoruz zaten ("yedi göğü ve yerden de onların benzerini/mislini yaratmıştır"). Ve bu bağlamda yeryüzünün de gökteki gezegenlerden biri olduğu vurgusu da yapılmış oluyor tabiatiyle. Ama böyleyse bile, yani rakamla yedi evrenden değil de birçok evrenden bahsediyorsa bile ayetler, burada anlatılan asla günümüzde bazı bilimadamlarının inanmaya çalıştığı gibi "sonsuz paralel evrenler" değildir. Sınırlı sayıdadır ve aynı şekilde mislince olan içlerindeki gök cisimleri de belli bir sayıdadır. Zaten gerçekte sonsuz sayıda hiçbirşey olamaz. Sonsuzluk yurdunda da yaşımız hiçbir zaman sonsuza ulaşmayacak ama yaşam sürecimiz (her yıl bir yaş artarak) sonsuza dek durmadan sürecektir. Yani süreç sonsuza dek devam edebilir ama başlangıcı olan veya zaman mekan içinde olan sayı hiçbirzaman sonsuza ulaşmaz. (Bu ve ilgili ayetleri; dünyanın 7 kat katmanı ile yerküremizin etrafını saran atmosferin 7 katmanını anlattığı, veya atomların 7 katmanını, ya da galaksileri anlattığı şeklinde farklı farklı yorumlayanlar da vardır. Bana göre ise bu yorumlar ancak ayetin ikincil-üçüncül, yani yan anlamları olabilir). Ayetlerde "gök" kelimesinin hem bir gezegeni veya gökcismini 6

sarmalayan gökyüzü, hem de evren anlamında kullanıldığı açık. Ama özellikle/çoğunlukla evren kastedilmektedir bu ifade ile... Yani "gökler" denildiğinde "gezegenler ve göklerini" kapsayan bir anlam da olmakla birlikte, daha çok "evrenler" anlatılmaktadır Kuran'da... Ayrıca "gökte" ifadesi ile bazen evrenimizin dışında olan şeyler de anlatılmaktadır. Çünkü "yön olarak" bizim için göğe denk gelmektedir kainatımızın dışındakiler de... Muminun Suresi 17: Yemin olsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık! Ve biz yaratılıştan/yaratılmışlardan gafil de değiliz. "Üstünüzde yedi yol yarattık" sözünü kimi yorumcular bedenimizdeki yollar (örneğin damarlar, sinirler, akupunktur enerji yolları vb.) olarak görürken, kimi ise vücudumuzdaki yedi çakrayı anlattığını iddia etmektedir. Ama tabii aslında yine yedi gökten veya "çok sayıda" evrenlerden/göklerden bahsetmekte ayet. Diğer görüşler ise yine ikincilüçüncül anlamları olarak ele alınabilir... Nebe 12. Üstünüzde yedi sağlam/aşınmaz kurduk. 13. Bir de parıl parıl parlayan kandil yerleştirdik. *** AYETLER IŞIĞINDA "EVRENLERİN BİRBİRİNDEN AYRI OLDUĞU" VE "İÇİÇE OLDUĞU" 2 FARKLI MODEL AKLA GELMEKTE 1. Başlangıçta bu evrenlerin/göklerin birlikte ve bütünlük içinde yaratıldığını ve sonra ayrıldığını görüyoruz: Nuh 15: "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?İnkar edenler gökler ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı görmüyorlar mı? (Enbiya 30). Kuran'da anlatılan Big Bang ile yoktan yaratılma ve göğün genişlemesi sadece bizim evrenimizi kapsamıyor. Aynı zamanda diğer evrenler de yoktan yaratılıyor ve onlar da genişliyor. Bakara Suresi 117: O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir şeyi yaratmak isteyince sadece "ol!" der, oluverir. Enam 101. Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Eşi olmadığı halde nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi bilendir. 7

Zariyat 47: Göğü gücümüzle biz kurduk ve onu biz genişletmekteyiz. Rahman 7: Göğü yükseltti ve ölçüyü/dengeyi koydu. Rad 2: Görebileceğiniz bir direk olmadan gökleri yükselten, sonra tüm yönetime egemen olan, güneşi ve ayı buyruk altına alan ALLAH'tır. Hepsi belli bir süre için akıp gitmektedir. Tüm işleri kontrol eder ve ayetleri detaylı olarak açıklar ki Rabbinizle kavuşma konusunda kuşkunuz kalmasın. Göklerin/evrenlerin yükseltilmesi ifadesi, onların genişletilmesi anlamına da gelmektedir. Ayrıca bu uzaklaşma evrenler arasında da gerçekleşiyor olabilir. Eğer böyle ise Big Bang ile sadece galaksiler yıldızlar değil, evrenler de ortaya çıktı ve birbirlerinden uzaklaşıyorlar, ve de ileride Big Crunch ile de sadece bizim içinde bulunduğumuz evren değil, tüm evrenler (ahiret evreni/evrenleri hariç) aynı tekilliğin içine kapanacaklar/çökecekler demektir. Ama elbette ki evrenlerin herbiri aynı anda ama ayrı ayrı içe kapanma tekilliğini yaşayıp ondan sonra da birbirleriyle bütünleşerek tek bir noktada yok oluş aşmasına geçecek de olabilir. Elbette ki tüm bu evrenler, Ahiret Evreni/Evrenleri de dahil olmak üzere maddidir. Bütün yaratılmışlar böyledir ve "madde ötesi alem, ruhlar alemi" gibi safsatalar ise ruhçu öğretinin zihinlere yerleştirdiği, tamamen İslam dışı kabullerdir. Ve yoktan varedilen bu alemlerin hepsi de gerçektir: ANKEBUT 44. Allah gökleri de yeri de hak/gerçek olarak yaratmıştır. Kuşkusuz, bunda, iman sahipleri için mutlak bir mucize vardır. http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/madde-de-gercektir.html 2. Yedi kat gök ile ilgili ileri sürülebilecek bir diğer görüş de evrenlerin içiçe geçmiş tek bir bütün yapı oluşturduğu düşüncesi olacaktır. Yani bizim evrenimiz en içteki ilk kat, ikinci evren ise onu çevreleyen daha büyük boyuttaki ikinci kat, diğerleri de yine aynı şekilde hep bir önceki evreni (ve de daha öncekileri) içine alan bir yapı... Ama eğer böyle tüm evrenler içiçe aslında toplamda tek bir mega, hiper evreni oluşturuyorsa yine bu yapının çifti olarak, ondan ayrı bir başka yapının da olduğunu düşünebiliriz. Bu modelde de yine evrenler genişlemekte ve sonları bir 8

kara delik tekilliğinde olmaktadır elbette. EVRENLER BAŞLANGIÇTA SIVI FORMDAYDI Yoktan varedilen evrenlerin öncelikle su veya su gibi sıvı bir aşamada var oldukları daha sonra ise diğer formlara ulaştıkları anlaşılıyor: Hud 7: O, odur ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. O'nun arşı da su üzerinde idi. Böyle yapması, iş ve davranış yönünden hanginizin daha güzel olduğunu belirlemek için sizi denemeye yöneliktir. Sen, "Kuşkusuz, sizler ölümden sonra diriltileceksiniz!" dediğinde, küfre batanlar hemen ve kesinlikle şöyle derler: "Bu apaçık bir büyüden başka şey değildir." O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudanoluşturduk. Hâlâ iman etmeyecekler mi? (Enbiya 30). Zaten son bilimsel bulgular da evrenimizin ilk halinin sıvı formda olduğunu göstermekte. Fussilet Suresi 11 Sonra buhar/duman halindeki göğe yöneldi de ona ve yerküreye şöyle seslendi: "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" Onlar şöyle dediler: "İsteyerek geldik!" 12 Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir. Her evrenin farklı işlevi ve özellikleri var. Ayrıca evrenlerin yaratılması/düzenlenmesi sonucunda dünyaya en yakın göğün, yani bizim evrenimizin yıldızlarla donatıldığını görüyoruz burada. Bu bilgi başka ayetlerde de verilmektedir: Saffat 6. Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. Mülk 5: Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık. Ve, içinde yaşadığımıza evrene özgü bir durum gibi gözüküyor, yıldızlar içermesi... Diğer evrenlerde (en azından bazılarında) ise bambaşka bir yapı sözkonusu olmalı. Zaten Ahiret Evreni'nde, özellikle cennette ışık ve ısı için Güneş'in, yani yıldızların kullanılmadığını şu ayet doğrultusunda 9

düşünebiliriz: İnsan Suresi 13. Koltuklar üzerine yaslanarak otururlar orada. Ne bir güneş görürler orada ne de kavurucu bir soğuk... (Tabii burada sadece kavurucu sıcak görülmeyeceği de kastediliyor olabilir. Buna karşılık yıldızların üzerindeki ateş ortamının cehennemi andırdığına vurgu vardır bazı ayetlerde). Rabbin Katı adı verilen Ahiret Evreninde fizik yasaları da bizim evrenimizden biraz farklı, ayetlerde anlatıldığı üzere...(bu konuya yukarıda linklerini verdiğim yazılarımda değinmiştim). *** YARATILIŞIN ÇİFTLER HALİNDE OLMASI DA EVRENİN TEK OLMADIĞINA İŞARET EDER Bilindiği üzere Kuran'da herşeyin çiftler halinde yani birden fazla sayıda yaratıldığı anlatılmakta: Yasin 36: Şanı yücedir o Allah'ın ki toprağın bitirdiklerinden, onların öz benliklerinden ve nice bilmediklerinden bütün çiftleri yaratmıştır. Zariyat 49: Öğüt almanız için de herşeyi çiftler halinde yarattık. Bu bağlamda; evren de yaratılmış bir kul olduğuna göre, tek ve eşsiz olmamalı zaten. Tüm yaratılmış varlıklar eşlidir. Kıyamet sonrası geriye sadece "Rabbin Katı”, yani Ahiret Evrenleri kalacak ama yine birden fazla evren içindekilerle yaşıyor olacaktır (ayetlerde "ahiret göklerinin" ve de "yerkürelerinin" sonsuza dek varolacağı vurgulanmakta). Kısacası; birden fazla evren yaratıldığının dolaylı da olsa bir başka anlatımını da bu ayetler sunmaktadır. Eşi ve benzeri olmayan bir tek yüce Allah'dır. Yarattığı kulların ise eşleri(aynı veya zıt), yani kendilerinin birden fazla sayıda olmaları sözkonusudur. *** EVRENLER "BÜYÜK ÇATIRTI/BİG CRUNCH" İLE SONLANACAK Evrenimizin ve diğer evrenlerin (Ahiret Evreni/Evrenleri hariç, çünkü o daima var olacaktır) sonlanışı aynı anda yani birlikte gerçekleşecektir. Daha önce de söylediğimiz üzere, Kutsal Kitabımızda belirtildiğine göre içe çökerek, "Big Crunch" ile meydana gelecektir bu durum: 10

Enbiya 104. O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz.Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz. Zümer 67. Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüşhaldedir.Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından. Kasas Suresi 88: Allah'ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O'ndan başka. O'nun yüzü dışında herşey helâk olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. Enbiya 104. ayette bizim evrenimizin çöküşü/preslenmesi anlatılırken, Zümer 67. ayette ise başka göklerin/evrenlerin de aynı akıbeti yaşayacağı belirtilmekte. Buna karşılık Kasas Suresi 88. ayette ise bizim evrenimizdeki her şeyin (evrenin kendisiyle birlikte) mutlaka yok olacağı vurgulanmakta. Hac 65: Görmedin mi, Allah yeryüzündekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi. O'nun izni olmaksızın yerkürenin üstüne düşmemesi için göğü O tutuyor. Allah, insanlara karşı elbette Raûf, Rahîm'dir, Fatır 41. Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye tutuyor. Yemin olsun, eğer çöküp giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Halîm'dir O, Gafûr'dur. Hac 65. ayette evrenimizin, Fatır 41. ayette ise tüm evrenlerin Big Crunch'a, yani içe çökerek yok olmaya karşı Allah tarafından korunduğu belirtilmekle birlikte, dilediğinde bu içe kapanmayı gerçekleştirebileceği de hatırlatılmakta. *** Zümer 68. Sura üflenmiştir; Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yere yıkılmıştır. Sonra sura bir daha üflenmiştir. İşte hepsi ayağa kalkmış bakıyorlar. Bu 68. ayette bahsedilen "istisna kimseler", yani o anda ölmeyecek veya bu dehşeti deneyimlemeyecek kişiler listesine, cennette şimdiden yaşamakta olan kullar da dahildir. 11

Onların içinde bulunduğu evren sonsuza dek var olacaktır, belirttiğimiz üzere. Neml 87: Sûra üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği dışında herkes, göklerdekiler, yerdekiler dehşet içinde kalacaktır. Hepsi boynunu bükmüş bir halde O'nun huzuruna gelir. *** "ARZU DELİLİ" DE AHİRET EVRENİNİN ÇOKTAN YARATILMIŞ OLDUĞUNA İŞARET EDER Ayrıca, Allah'ın varlığını ve sonsuz yaşamın gerçekliğini gösteren meşhur "Arzu Delili" de Ahiret Evreninin ve de yaşantısının şimdiden var olduğuna kanıt oluşturur diye düşünüyorum. Çünkü insanlar yaşamlarının hemen/kesintisiz devam etmesini ister. Genlerinde, programlarında bu arzu kodlanmış gibidir. Kimse tekrar dirilmek için binlerce veya milyonlarca yıl beklemek istemez. Bu bağlamda ölümünden hemen sonra cennet yaşamına kavuşan bir kısım da olsa kulların olduğunu kabul etmek daha rasyoneldir arzu deliline göre. Arzu Delili'nin ne olduğu ve de ayrıntıları için Caner Taslaman'ın ilgili kitabı şuradan ücretsiz okunabilir: http://www.canertaslaman.com/2012/08/arzu-delili-arzulardan-allahaulasmak/ Dediğim gibi Arzu Delili ahiretin yaşamının şu anda da var olduğunu gösteriyor bence. Bunu da şöyle maddelendirelim: 1- İnsanların doğal ve sağlıklı arzularının genelde karşılığı olduğunu görüyoruz (örneğin su içme arzusunun karşılığı olarak suyun bulunması/var olması vb...). 2- Hemen hiç kimse binlerce veya milyonlarca yıl yok olmuş vaziyette kalmak/beklemek istemez, ara verilse bile yaşantısına en kısa zamanda devam etmek ister, özellikle cennet hayatına hemen kavuşmak ister. 3- Bu bağlamda en azından hakeden bazı kullar hiç bekletilmeden cennette şimdiden yaratılarak sonsuz yaşamlarına başlamışlardır . (ve dolayısıyla bunun gerçekleştiği bir mekan/mekanlar mevcuttur). Bunun yanı sıra, arzu deliline göre insanların arzu ettiği nimetler çoğunlukla evvelden yaratılmış yani hazır durumdadır. Bu açıdan da arzu deliline göre yine cennetin gelecekte değil de şimdiden var olduğunu 12

düşünmek daha mantıklı olandır. Ayrıca bu bakış açısı/sorgulama, dünyadaki nimetlerin benzerlerinin cennette de olduğunun bir başka ispatını da sunmakta. *** Enbiya 19: göklerde ve yerde kim varsa O'na aittir. Ve O'nun katındakiler, O'na ibadet etmekten ne çekinirler ne de yorulurlar. Rahman 29. göklerde ve yerde kim varsa O'ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır. Nahl 49: göklerdeki ve yerdeki canlı şeyler de melekler de yalnız Allah'a secde ederler ve hiç de büyüklük taslamazlar. İsra 55: Rabbin, göklerdeki ve yerdeki kimseleri de daha iyi bilir. Yemin olsun biz, peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kılmışızdır. Davûd'a da Zebur'u verdik. Bu ve benzeri diğer ayetlerde tekrar ve tekrar gördüğümüz üzere, diğer evrenlerde de canlı kimseler var. (Tabii bu ayetler bizim evrenimizin dünyamız dışında başka alanlarında da canlı varlıkların olduğunu anlatıyor olabilir ayrıca). Bunların bir kısmını melekler oluşturmakla birlikte, bir kısmını ise şehitler ve peygamberler gibi cennette şimdiden yaratılarak yaşamaya başlayan özel insanlar/kullar oluşturmakta (bunların dışında başka kimseler de sözkonusu gözüküyor). İsra 44. Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halîm'dir, Gafûr'dur. *** Şura 5. gökler, üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyor. Melekler de Rablerinin hamdiyle tespih ediyorlar ve yeryüzündekiler için af diliyorlar. Gözünüzü açıp kendinize gelin! Allah'tır ancak hep affeden, hep merhamet eden. Meryem 90: Bu söz yüzünden neredeyse gökler çatlayacak, yer parçalanacak, dağlar yıkılıp çökecek. Rahman 33. Ey cin ve insan toplulukları! göklerin ve yerin bucaklarından/köşelerinden geçip gitmeye gücünüz yeterse, hadi geçin gidin. Bilgi ve güç dışında birşeyle geçip gidemezsiniz! 13

Gerek göklerin üstlerinden çatlayacak gibi titreşmelerinden bahseden ayetlerdeki ifadeler, gerekse Rahman Suresi 33. ayette evrenlerin ve dünyanın çaplarından/köşelerinden bahsedilmesi , gerekse de Talak Suresi 12. ayette “Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de onların benzerini/mislini yaratmıştır" denmesi, evrenlerle gezegenlerin küremsi, yani şekilsel olarak benzer yapıya sahip olduklarını da vurgulamakta. Ayrıca bu bucakları yani gezegenlerin ve evrenlerin sınırlarını geçebilmek için özel bir güce veya teknolojiye, ilme veya imkana sahip olmak gerektiği de anlatılmakta. Başka bir deyişle gezegenler ve hatta evrenler arası yolculuğun aslında mümkün olduğu, ama bunun insanlar ve cinler açısından hiç de kolay olmadığı bilgisi veriliyor. İnşikak 19: Ki, siz, mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz/geçeceksiniz! Tabakadan tabakaya geçmek ifadesi de hem gezegenler arası, hem de evrenler arası yolculuğu (Ahiret Evreninde yaşamaya başlamak da diğer evrene geçiştir) anlatmakta. *** Mumin 57: Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışından daha büyük bir şeydir. Ne var ki halkın çoğu bilmez. (Evrenlerin ve gezegenlerin yaratılışı insanların yaratılışından daha görkemli bir şeydir). Taha 4: Yeri ve o yüce mi yüce gökleri yaratandan bir vahiy olarak indirdik. (Ve Evrenlerin yaratılışı da dünyanın/gezegenlerin yaratılışından daha görkemlidir). Hadid 21. Rabbinizden bir affa ve Allah ile resulüne inananlar için hazırlanmış bulunan, eni de yerle göğün eni kadar olan bir cennete doğru yarışarak koşun. Bu, Allah'ın dilediğine vereceği bir lütuftur. Allah, o büyük lütfun sahibidir. Ali İmran 133. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan cennete doğru yarışır gibi koşuşun. O, takva sahipleri için hazırlanmıştır. Hadid Suresi 21. ayetten Cennetin en az evrenimiz kadar büyük/geniş olduğunu anlıyoruz. Başka bir deyişle sonsuzluk yurdunun kendisinin bir evren olduğunu...Zaten içinde muhtemelen trilyonlarca ve belki de daha fazlada sayıda kulu barındıracak(ve bir kısmını şimdiden barındırmakta) 14

olan ve aynı zamanda onların (içindeki insanların ve diğer canlıların) sonsuza dek sıkılmadan çeşitli nimetler ve mutluluklar içinde yaşamasına vesile olacak mekan bir evren büyüklüğünde/genişliğinde olmak durumunda. Buna karşılık Ali İmran 133. ayette ise "eni göklerle yer kadar olan" ifadesi kullanılmakta. Bilindiği üzere Kuran'da birden fazla cennetin olduğu anlatılır ve hatta onların bazı farklı özelliklerine de kısaca değinilir. Ama aynı zamanda bu cennetlerin toplamına da yine cennet denilir. İşte bu ayette de tek bütün halinde tüm cennetlerden/toplamlarından bahsedildiğini düşünüyorum. Muzzemmil 12: Bizim yanımızda bukağılar var, cehennem var! Kalem 34: Takva sahipleri için, Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır. Cehennem ve cennetin çoktan yaratılmış vaziyette olduğunu bu ve bunun gibi ifadeler içeren ayetlerden tekrar tekrar anlıyoruz. Ahiret evrenlerinde haz ve ızdırap, iyiler ve kötüler tamamen birbirinden ayrılmış durumdadır. Buna karşılık bizim evrenimizde ise haz ve ızdırap içiçedir.Zaten imtihan dünyası hedefleri gereği cennet ile cehennemin karışımı bir yapıya sahiptir ve de sonludur kainatımız. Fakat ahiret alemi ölümsüzdür ve cennet ile cehennem birbirine uzaktır... Gerek dünyamızda gerekse ahiret yurdunda canlıların formları sabit olmakla birlikte, cennette yaşlanma ve ölüm de olmadığına göre orada canlı formları bu açıdan da, hem de sonsuza dek sabittirler. Ve yine Ahiret Evreninde zamanın bizim evrenimizden farklı aktığını ayetlerden öğreniyoruz: -Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (Hac Suresi, 47'den alınma). *** Mülk Suresi 5 Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık. Bizim evrenimizin yıldızlarla donatıldığını ve bu yıldızların üzerinde cehennemi andıran bir ateş ortamı olduğunu ayetlerin anlattığını belirtmiştik: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2012/01/mucizelerin-devam.html 15

Burada şuna dikkat edilmelidir; yıldızların üzerindeki bu ateş ve ışınların, içinde bulunduğumuz imtihan dünyasında bile şeytanlara azap edici ve engelleyici olduğu açıklanmaktadır. Yani bazı kimselerin iddia ettiği gibi yıldızlar taşa falan benzetilmiyor veya meteorlardan bahsedilmiyor, yıldızların üzerlerindeki ateşten, sıcaklıktan ve ışıktan bahsedilmektedir. Ayrıca yıldızların üzerindeki bu ateş ortamının Cehennemi andırdığına da vurgu var . Zaten konuyla bağlantılı diğer ayetlerde olay açıklığa kavuşmakta: CİN SURESİ 8. "Biz göğe gerçekten dokunduk da onu titiz ve güçlü bekçilerle ve kayıp giden ışınlarla/alevlerle doldurulmuş bulduk." 9. "Biz eskiden, onun, dinlemek için oturulan yerlerinde otururduk. Ama şu anda kim dinlemeye kalksa kendisini gözetleyen bir alev/ışık bulur." Saffat Suresi 6. Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. 7. Ve her türlü inatçı-âsi şeytandan koruduk. 8. Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce konseyi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar; 9. Kovulurlar. Ve onlar için, yakalarını bırakmayan bir azap vardır. 10.Bir söz kapan olursa, onu, delici bir ışın izler. Görüldüğü üzere atıştan kastedilen ışık/alevdir. *** Tekvir Suresi 11 Göğün örtüsü soyulup indirildiğinde, 12 Cehennem kızıştırıldığında, 13 Cennet yaklaştırıldığında, Kıyamet döneminde Evrenimizle Ahiret Evreni arasında geçiş kapıları açılmıştır ve bu sayede cennet ve cehennem görünür hale gelmiş, çünkü yaklaştırılmıştır. Bu aşamada bizim evrenimiz yok olma, Big Crunch aşamasını yaşamaktadır. *** 16

EVRENLER/GÖKLER ARASI GEÇİŞİ SAĞLAYAN "GÖK KAPILARI" Nebe 19: Gök açılmış, kapı kapı oluvermiştir. Hesap günü , uzun zamandır cennette yaşamakta olan istisna kulların dışında kalan diğer kimselerin cennetle veya cehennemle tanışma vaktidir. Ve yine, bu anlatımlarda da cennet ve cehennemin kıyamet günü yaratılmadıklarını, çünkü zaten var olduklarını (daha evvelden yaratıldıklarını) tekrar ve tekrar görüyoruz, anlıyoruz.Evrenler arası geçişi sağlayan "gök kapılarının" yine burada işbaşında olduğunu da görüyoruz. Araf 40: Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz. Cennete girebilmek için o evrenin kapılarının (gök kapıları) açılmasının gerekli olması... Hicr Suresi 14 Üzerlerine gökten bir kapı açsak da oradan yükseliyor olsalardı. 15 Kesinlikle şöyle diyeceklerdi: "Bizim gözlerimiz döndürüldü, bakışlarımız sarhoş edildi. Belki de biz büyüye çarptırılmış bir toplumuz." Muhtemelen burada, inkarcıların, günümüzde Cennet ve Cehennemin var olduğu diğer evren veya evrenlere geçişleri gök kapılarından sağlansa ve bu kişiler gözleriyle tanık olsalar bile ahirete inanmayacakları söylenmekte. İbrahim 48: O gün yerküre başka bir yerküreye dönüştürülür. Gökler de öyle. Hepsi o Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın huzurunda dikilir. Kıyamet döneminde dünya ve bir çok evren yok edilmeye başlanmıştır. Önce ayetlerde anlatılan felaket sahneleri gerçekleşir ve bu tablo yerküre ve evrenlerde çöküş döneminin sancılarıdır. Dolayısıyla da hızlı bir değişimdir yaşananlar. Ama kullar mahkemeleri sonrası , ölümsüz olan (Big Crunch'ı yaşamayacak olan) ahiret evrenlerinde ve onların içindeki başka bir yeryüzünde yaşamaya devam edeceklerdir. Yani artık başka bir yeryüzünde ve de başka bir evrendeler (veya evrenlerdeler...). Aktarım gerçekleşmiştir. Ama elbette ki, cennete girmek için kıyameti beklemeyen istisna kullar, iyilikte önde gidenler ise zaten çoktandır bu ölümsüzlük yurdunda yaşamaktaydılar. 17

Hud 107. Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar; ancak Rabbin dilerse başka. Rabbin, dilediğini Yapandır 108. Mutluluğu hak edenler ise, gökler ve yer kaldığı sürece cennette kalıcıdırlar. Rabbin dilerse başka. Kesintisiz bir ödüldür bu. Yine buradaki gökler "ahiret evrenleri", yer ise cennet ve cehennem halklarının üzerinde yaşadığı yeni yerkürelerdir. Yani burada dünyamızın kıyamette yeniden yaratılmış, evrimleşmiş halinden falan bahsedilmiyor, zaten şimdiden var olan ahiret evrenleri ve içlerindeki gezegenlerden bahsediliyor. Bunun başka bir delilini şu ayette de görüyoruz: Zumer 74. Onlar da şöyle derler: "Hamd olsun o Allah'a ki bize vaadini yerine getirdi, bizi yeryüzüne mirasçılar yaptı. İşte cennetten istediğimiz yerde konaklıyoruz. İş yapıp değer üretenlerin ödülü ne de güzelmiş!" Cennettekiler Allah'a hamdederken "bizi yeryüzüne/yere" mirasçılar yaptı demekte, çünkü cennetteki yeni bir yerküredeler (veya cennetteki diledikleri gezegende konaklıyabiliyorlar). Zariyat 22.Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de. (cennetin de cehennemin de hazır vaziyette ve dünyanın dışında/gökte olduğu anlatılmakta yine). Şehitler ve peygamberler gibi yarışta önde gidenlerin cennet yaşamına çoktan kavuştuklarını gösteren ayetlerin birkaçını burada da paylaşalım: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır." müjdesinde bulunurlar. (Ali imran suresi 169-170) Meryem 56. Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o, özü-sözü tam uyuşan bir kişiydi, bir peygamberdi. 57. Onu yüce bir mekâna yükselttik. Ali İmran Suresi 55 Allah şunu da demişti: "Ey İsa, senin canını alacağım, 18

seni kendime yükselteceğim; seni, inkar edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım.Ve sana uyanları, inkar edenlerin, kıyamete kadar üstünde tutacağım.Sonra bana olacak dönüşünüz; tartışıp durduğunuz şeyler hakkında aranızda ben hüküm vereceğim." KIYAMET GÜNÜ CENNETTE ÇOKTANDIR YAŞAMAKTA OLANLAR DA MAHŞER MEYDANINA ÇAĞRILMAKTA Şu an cennette yaşayan peygamberler kıyamet günü tanıklar olarak mahkeme alanına çağrılacaklar: Mürselat 11: peygamberler bekleme yerlerine vardırıldığı vakit.Nahl 89: Her topluluk içinden, kendilerine karşı bir tanık gönderdiğimiz, şunlara karşı da seni tanık olarak getirdiğimiz gün... Biz sana bu kitabı, her şeyi açıklayan, bir yol gösterici, bir rahmet ve müslümanlara bir müjde olarak indirdik. Zümer Suresi68. Sûra üflenmiştir; Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yere yıkılmıştır. Sonra sûra bir daha üflenmiştir. İşte hepsi ayağa kalkmış bakıyorlar. 69. Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. 68. ayette yine istisna insanların, yok ediliş sürecinden etkilenmeyeceği belirtildikten sonra, 69. ayette de bu cennette korunmakta olan kullardan elçilerin tanıklar olarak çağrılacağı da yine açık bir şekilde anlatılmaktadır. İnşıkak Suresi 7. O zaman kitabısağdan verilen, 8. Kolay bir hesapla hesaba çekilecek, 9. Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Mahkemesi biten iyi kulun zaten cennette olan ailesine, yakınlarına geri dönmesinden bahsediyor gibi ayet. Buradaki kolay hesaba çekilen kişi cennette yaşıyorken, temsili (yani sonucu belli) kısa ve kolay bir mahkeme için kıyamet günü çağrılmış da olabilir. Tıpkı peygamberlerin tanıklar olarak, cennetten kısa bir süreliğine de olsa çıkıp kıyamet meydanına gelmeleri gibi... (bu aile/yakınlar cennette sonradan tanışılan kişileri de içerebilir, hatta sırf onlardan oluşuyor da olabilir). 19

Ayrıca şu ayetlerin son peygamberin daha dünyada yaşarken Ahiret Evrenlerini ziyaretini anlatıyor olma ihtimali vardır: Necm Suresi 13 Yemin olsun ki onu bir başka inişte de görmüştü. 14 Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında. 15 O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe. 16 O vakit kuşatıp sarıyordu Sidre'yi kuşatıp saran, 17 Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. 18 Yemin olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Bu tespite itiraz edenler 13. ayetteki "onu başka inişte de görmüştü" ifadesinin vahiy meleğiyle ilk karşılaşmayı anlattığını gösterdiğini iddia etmekteler ama gerçekte ise buradaki ifadeden böyle ilk karşılaşma anlamı çıkmaz (sadece "böyle de olabilir" şeklinde bir zihin jimnastiği yapılabilir). Bu arada ilginçtir ki mezhepçilerin bir kısmı cennet ve cehennemin şimdi var olmadığını, kıyametten sonra yaratılacağını düşünmelerine karşın, Muhammed Peygamberin Ahiret Evrenlerini, yani cennet ve cehennemi ziyaret ettiğini de kabul ederler (Miraç inancı). Kuran'a göre ise sonsuzluk yurdu zaten çoktan yaratılmıştır görüldüğü üzere. Yani insanlar rivayetleri ve diğer kaynakları bir kenara bırakıp sadece Kuran'ı dinin gerçek kaynağı olarak görselerdi çoktan çelişkili kabuller ortadan kalkmış olurdu.. ARAF HALKI DA CENNETTE YAŞAMAKTA OLANLARDANDIR Kutsal Kitabımızda bahsedilen "Araf halkının" da, cennette şimdiden yaşamakta olan ve daha sonra bu sonsuzluk yurduna yeni girecek olan, yani kendilerine katılacak kimseleri karşılamak için sınıra gelen kişiler olduğunu düşünüyorum: Araf Suresi 46. İki taraf arasında bir perde ve A'raf üzerinde de hepsini (hem cennetlikleri hem de cehennemlikleri, yüzlerindeki) işaretleriyle tanıyan erkekler vardır. (Bunlar), henüz cennete girmemiş olan, fakat girmeyi bekleyen, cennet halkına: "selam size!" diye seslendiler. 47. Gözleri ateş halkı tarafına çevrildiği zaman da; "Rabbimiz, bizi şu zalim toplulukla beraber bulundurma!" dediler. 20

48. A'raf halkı, yüzlerindeki işaretleriyle tanıdıkları birtakım adamlara da ünleyerek dediler ki: "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiçbir yarar sağlamadı." 49. Allah onları hiçbir rahmete erdirmeyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennetliklere dönerek): "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz!" dediler. (Hatırlarsanız Ali imran 170. ayette cennette yaşamakta olanlar, sonradan kendilerine katılacak olanlar için benzer bir şekilde konuşuyor "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır." diyorlardı). Vakıa Suresinde ahirette 3 sınıf olacağımız söylenmekte: Vakıa Suresi 7 Ve sizler, üç çift/sınıf oluvermişsinizdir. 8 İşte uğur ve mutluluk yâranı. Nedir uğur ve mutluluk yâranı? 9 İşte şomluk ve bunalım yâranı. Nedir şomluk ve bunalım yâranı? 10 Ve oluşta önde gidenler, yarışta önde gidenler... 8. ayette kıyamet sonrası nimet yurduna girecek, 9. ayette cehenneme girecek kullardan bahsedilirken, 10. ayette ise zaten cennette yaşamakta olan öncü sınıftan bahsediliyor. Böylece 7. ayette bahsedilen 3 sınıf tamamlanmış olmaktadır. Konuyla ilgili diğer ayetleri/delilleri yukarıda linklerini verdiğim yazılarımda vermiştim. Ayrıca şu çalışmamda da belirttiğim üzere hiç dünyada yaşamadan doğrudan cennette yaratılan kullar bile olabilir: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2013/11/kotuluk-probleminecevap.html Şura Suresi 29. ayet: -Gökleri ve yeri yaratıp onlarda çeşitli yaratıklar yayması O'nun ayetlerindendir. O, dilediği zaman onları toplayabilir. Dikkat edilirse göklerde de , dünyamızda da yaratıkların yayıldığından bahsediliyor. Yani diğer evrenlerde de şu an yaşamın olduğu yine açıkça gözükmekte. Ve yine her evrenin içinde yerküreler/gezegenler olduğu da vurgulanmakta dolayısıyla. Meryem 93: Göklerde ve yerde bulunan herkes, Rahman'a kul olarak 21

gelecektir. *** Maide 17: Yemin olsun ki, "Allah Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler küfre batmışlardır. De ki: "Allah; Meryem'in oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzündeki insanların hepsini helâk etmek istese Allah'a karşı kimin elinde bir güç vardır!" Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Allah her şeye Kadîr'dir. İyilikte ve sevapkarlıkta çok ileri seviyede olan kulların şu anda nimetler yurdunda yaşamakta olduklarını delilleriyle defalarca gördük. Dolayısıyla İsa Peygamber de tıpkı diğer elçiler gibi canlı durumda. İşte Maide Suresi 17. ayette de bu duruma farklı bir şekilde tekrar vurgu da var. Burada deniliyor ki: göklerde yani ahiret evreninde yaşamakta olan İsa Peygamberi, annesini ve de bunun dışında şu anda yeryüzünde var olan sizleri yaşatmaya devam eden Allah'dır, dilerse buna son verebilir ve bu yüzden yaratılmış hiçbir kulu ortak koşmayın, ilahlaştırmayın... Elbette İsa ve annesi Meryem şu an yaşamakta olduğu için bu ifade kullanılmıştır. Rad Suresi 15: Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez ve sabah-akşam Allah'a secde eder.Nahl 49: Göklerdeki ve yerdeki canlı şeyler de melekler de yalnız Allah'a secde ederler ve hiç de büyüklük taslamazlar. Diğer evrenlerdeki (ve de dünyamızdaki) canlılar ve melekler ayrı ayrı anıldığına göre oralarda da meleklerin dışında başka canlı varlıkların olduğu bilgisinin bir başka sağlamasına, kanıtına daha sahip olmaya devam ediyoruz. Göklerin ve yerin melekutu (içyüzü/hükümdarlığı) ile ilgili tespitimi paylaşdığım yazımı da tekrar vereyim yeri gelmişken: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2014/10/goklerin-ve-yerin-melekutuve-diger-iki.html Son olarak; "alem" kelimesi "dünya, kainat, evren" anlamlarına da gelmekte. Ve Kuran'da "alem, alemler" ifadeleri birçok ayette geçiyor. Örneğin: Mümin Suresi64 Allah odur ki, yeryüzünü sizin için durulacak yer, göğü bir bina yaptı; sizi yaratıp donattı ve görünüşünüzü güzel yaptı, sizi temiz 22

ve güzel nimetlerle rızıklandırdı. İşte bu Allah'tır sizin Rabbiniz! Âlemlerin (Evrenlerin) Rabbi olan Allah ne kadar yücedir! 65 Hayy O'dur! Tanrı yoktur O'ndan başka. Dini kendisine özgüleyerek dua edin O'na. Hamt olsun âlemlerin (Evrenlerin) Rabbi'ne! 66 De ki: "Ben, Rabbimden bana açık-seçik ayetler gelince, sizin, Allah'ın berisinden yakardıklarınıza kulluk etmekten yasaklandım. Ben, âlemlerin (Evrenlerin) Rabbi'ne teslim olmakla emrolundum." İşte ayetlerdeki bu "alemler" ifadesini "evrenler" şeklinde tercüme edenler de vardır. Evet "alem" kelimesi bildiğimiz evreni/kainatı da kapsayan geniş bir anlama sahiptir gerçekten. Selam ve sevgiler.

23

Musa Peygamber İle Büyücüler Arasındaki Karşılaşma - Ve Diğer Konular Tam İman ve Gerçek/Kalıcı Çıkara Yönelmek Şuara 41. Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a dediler ki: "Eğer biz galip gelirsek bize gerçekten ödül var, değil mi?" 42. "Evet, dedi, siz o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız." 43. Mûsa onlara dedi ki: "Atacağınız şeyi atın!" 44. Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini ortaya attılar ve dediler: "Firavun'un onur ve yüceliği aşkına biz, evet biz galip geleceğiz." 45. Mûsa da asasını attı. Bir de ne görsünler, o onların hüner olarak ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor. 46. Bunun üzerine büyücüler, secdelere kapandılar. 47. Dediler: "İnandık âlemlerin Rabbi'ne." 48. "Mûsa'nın ve Hârun'un Rabbine." 49. Firavun haykırdı: "Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Anlaşıldı, o sizin hepinize sihirbazlığı öğreten büyüğünüz. Yakında bileceksiniz. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim ve yemin olsun sizi toptan asacağım." 50. Dediler: "Zararı yok, biz nasıl olsa Rabbimize döneceğiz, 51. Ümidimiz odur ku, Rabbimiz hatalarımızı bağışlar çünkü biz ilk inananlar olduk." Tam bir iman ve aynı zamanda gerçek/kalıcı çıkarına yönelme örneği. Burada o güne kadar günahkar durumda olan büyücüler, tanık oldukları delil sayesinde hatalarının farkına vararak birden tüm benlikleriyle Allah'a teslim oluyorlar. Hem makam/şöhret ve diğer alacakları ödüllerden vazgeçiyorlar, hem de hayatlarını bile tehlikeye atarak açıkça gerçeğe yöneliyorlar (ve tabii aynı zamanda geçmişte tüm yaptıkları yanlışlar için 24

tövbe ediyorlar). İlk bakışta fedakarca gibi gözüken bu davranışları aslında tam tersine, bugüne kadar yaptıkları kendilerine zulümden yani kendilerini fedadan kurtulup, hakiki kurtuluşa ve sonsuz başarıya ulaşmanın adımıdır. 50. Dediler: "Zararı yok, biz nasıl olsa Rabbimize döneceğiz, 51. Ümidimiz odur ku, Rabbimiz hatalarımızı bağışlar çünkü biz ilk inananlar olduk." İşte en içten tövbekarlık ve teslim olma örneklerinden... Ve “gerçek/kalıcı çıkarın ne olduğunu anlama ve ona yönelme bilgeliğine ulaşma, iyiliği seçmek.. En ufak kuşku veya belirsizlik sözkonusu bile değil zihinlerinde, gerçeğin farkına tümüyle varmışlar. Zaten herkes doğuştan/yaratılıştan gelen içlerindeki ayetler, ve de daha sonra karşılaştıkları deliller sayesinde bu gerçeğin farkındadır, ama kimileri inatla bu apaçık bilgiye sırtını dönmeye ve dolayısıyla kendini ve etrafındakileri mahvetmeye çalışır ömrü boyunca. Fakat burada görüldüğü gibi, tanık olunan yeni deliller bu inadı birden kırarak secdeye kapanmaya vesile olabilmekte bazen. İyilik ve mantık üzerine olan bir kimse zaten daha fazla direnemez, gerçeği inkar zulmüne son verir. Bir diğer nokta; buradaki büyücüler tövbe edip kurtuluşa ulaşmayı hakettiklerinden, yani toplamda iyi tarafları daha ağır basan kişiler olmalarından dolayı böyle bir deneyim yaşıyorlar. Zaten herkes hakettiğine kavuşturuluyor bu 2 günlük imtihan dünyasında: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/kader-ve-ozgur-irade.html İslam dininin, bizlere gerçek kurtuluş ve çıkarımızın ne olduğunu, ona nasıl ulaşacağımızı öğrettiğini anlatmıştım: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/izdrap-degil-mutluluksecilmelidir.html Gerçekte kendini ve etrafını mahveden, sonsuz anlamda feda edenler cehennem ehli olan kötülerdir, buna karşılık “gerçek çıkarcılar” ise gerek kendisini, gerekse etrafını kurtuluşa ve mutluluğa yönelten, cennet ehli iyilerdir. http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2013/03/iyiler-mutlaka-kazanr.html Ankebut 6. Kim bizim için çaba gösterirse, kendisi için çaba göstermiş olur. ALLAH hiç kimseye muhtaç değildir. 25

Bu arada 49. ayette geçen, antik Mısır Firavunlarının çaprazlama merakının nedenini şurada açıklamıştık: http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/msr-firavunlarnncaprazlama-merak.html Twitter'da şöyle yazmıştım: -Bazen yenilirsin ama aslında kazanmışsındır, bazen de kazanırsın ama aslında yenilmişsindir, ama en güzeli kazanıp gerçekte de kazanmaktır.- İşte bu olaydaki büyücüler, bahsettiğim yenilirken kazananlardır.Ama en güzeli, kazanırken kazanan Musa Peygamberin yaşadığıdır elbette yine. Adem ve Eşinden Sonra Başka Kimseler de Doğrudan Topraktan Yaratılmış Olabilir Bakara 36. Bunun üzerine şeytan onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: "Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin. Belli bir süre kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanma imkânı olacaktır." 37. Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb'dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm'dir, rahmetini cömertçe yayar. 38. Hepiniz oradan aşağı inin. dedik. Benden size bir yol gösteriş ulaşır da kim bu yol gösterişime uyarsa artık böylelerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederle de yüzyüze gelmeyeceklerdir. 36. ayette ilk insan olan Adem ve eşinin yasak ağaca yaklaşması sonucu aşağıya inmelerinden bahsedilirken, 38. ayetteki ifadeler ise , bu dünya için yaratılan bazı diğer insanların da topluca inmesine işaret ediyor gibi. Çünkü 36. Ayette zaten emir veriliyor, 38 ayette ise tekrardan hem de bu sefer “hepiniz inin” denilmesi ve ayrıca onlara elçiler geleceğinin de söylenmesi bu düşünceyi kuvvetlendiriyor. 1- Ayetlerdeki ifadeler Adem ve eşinden sonra daha başka insanların da doğrudan topraktan yaratıldığını gösteriyor gibi. Eğer durum öyleyse, insanlığın çoğalmasının nasıl gerçekleştiği konusu da daha bir netliğe kavuşur. 2- İnsanların dünyada imtihan edilmelerinin nedeni Adem ve eşinin 26

işlediği günah değil(sadece Adem ve eşi bu işledikleri günahın ceremesini çeker). Herkes kendinden sorumludur ve zaten en başından evrenimizde imtihan(yani kendimizle yüzleşme) için yaratıldık. Şu yazımda da bu konuya felsefi açıdan ve delilleriyle değinmiştim: Hiç Yaşlanmayan Bir Canlı: Turritopsis Nutricula Casiye 4: Ve sizin yaratılışınızda, her yana yaydığı canlılarda, kesinliği yakalayan bir topluluk için ibretler, işaretler vardır Canlılarda deliller olduğunu söyleyen bu tarz ayetler doğrultusunda, denizanalarındaki sonsuz yenilenme yeteneğini, ahirete delil olarak görebiliriz. Turritopsis Nutricula adıyla bilinen bir denizanası türününün kendini sürekli yenileyerek daima genç kalabildiği ve yaşlanmanın dışında bir etmen olmadığı takdirde ölümsüz olduğu açıklandı. Yani bir hastalık veya kaza/saldırı başına gelmediği takdirde milyarlarca yıl bile (daha doğrusu sonsuza dek) yaşlanmadan yaşayabildiği belirtiliyor. Bu durum da bize ahiret yaşantısındaki sürekli gençliğin, dünyamızda bile canlı örneğinin olduğunu gösteriyor. Tabii buna karşılık, farklı fizik yasalarına sahip Ahiret Evreninde (Rabbin Katı'nda) ise ebedi gençliğin yanında ilave olarak ebedi sağlık ve yaşam da garanti altındadır. Bu arada, ahiret yaşantısında sadece cennette değil, cehennemde de bedenlerin sürekli yenilenmesi ve sürekli sabit formda kalma sözkonusu elbette: Nisa 56: Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe yaslayacağız. Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye, derilerini öncekinden başka derilerle değiştireceğiz. Allah Azîz ve Hakîm'dir. Ayetlerde Beynimizden Bahsediliyor Kutsal Kitabımızda beyin organından bahsedilmediği iddiası dile getirilir, ama gerçekte ise Kuran'da beyin organından açıkça bahsedilmektedir: Alak Suresi 15 İş, sandığı gibi değil! eğer vazgeçmezse yemin olsun, o alnı mutlaka tutup sürteceğiz! 16. Oyalancı, günahkâr alından (perçemden), Ayetlerde "günahkar alın" denilmekte. Yani günahı işleyen/planlayan 27

organın baş kısmında, alın hizasında olduğu vurgulanmakta. Bu yüzden "alın", günahkar ilan edilmiş... Düşünce ve sorumluluğun beyin organında (alın hizasında/kafada) olduğu net bir şekilde anlatılmakta Kuran'da. Bunun yanı sıra; günümüzde biliminsanları, yalan söyleme olayından beynin ön kısmının sorumlu olduğunu belirtiyorlar. Bu bilgi de ayetlerdeki ifadelerin kusursuzluğunu bir kez daha gözler önüne sermekte. Bu sık sorulan soruya da kısaca tekrar cevap verelim: İsa Peygamber öldü, ama tıpkı diğer peygamber ve şehitler gibi Rabbin Katı'nda (Ahiret Evreninde) tekrar yaratıldı. Başka bir deyişle bedenli olarak cennette yaşamakta şu an. Kısacası sadece İsa değil, diğer tüm peygamber ve elçiler de cennette yaşamaktalar şu anda... Delillerden/ayetlerden bazılarını buraya aktaralım: Meryem 56. Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o, özü-sözü tam uyuşan bir kişiydi, bir peygamberdi. 57. Onu yüce bir mekâna yükselttik. Ali İmran Suresi 55 Allah şunu da demişti: "Ey İsa, senin canını alacağım, seni kendime yükselteceğim; seni, inkar edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım.Ve sana uyanları, inkar edenlerin, kıyamete kadar üstünde tutacağım.Sonra bana olacak dönüşünüz; tartışıp durduğunuz şeyler hakkında aranızda ben hüküm vereceğim." -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169-170) ZARİYAT 22. Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de. HADİD 28

21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete koşun. ALLAH'a ve elçisine inananlar için hazırlanmıştır. Bu, ALLAH'ın dilediğine ve/veya dileyene verdiği lütfudur. ALLAH Büyük Lütuf sahibidir. Bir arkadaşımla birlikte hazırladığımız videoların bazılarının Vimeo adreslerini de verelim (daha önceden belirttiğim üzere bu ve diğer çalışmalarımız Kuran Araştırmaları Grubu'nun videoları bünyesine de dahil edildiler); Dinin Tek Kaynağı Kuran'dır. Peygamberlerin gerçek sünnet ve yaşam öyküleri de yalnızca yine Kutsal Kitabımızdadır: Ruhçuluğun İçyüzünü anlattığımız videomuz: Ruhçuluğun Truva Atı olan Tasavvufun içyüzü: Selam ve sevgiler

29

Göklerin ve Yerin Melekutu - Ve Diğer İki Konuyla İlgili Kısa Yazılarım Göklerin ve Yerin Melekutu(İçyüzü/Hükümdarlığı) 75.Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun. 76. Gece onun üstünü örtünce bir gezegen gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Gezegen battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu. 77. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum." 78. Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben." 79. "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben." İbrahim Peygamber burada tüm evrenin de tıpkı bu tanık olduğu gök cisimleri gibi doğup battığını fark etmişti diye düşünüyorum. Ve bu yüzden de kendisi yaşadığı sürece sabit gibi duran yeryüzünü/tabiatı veya uzayı/evreni de aynı hataya düşerek Rabbi olarak görmeye kalkmadı; dediğim gibi güneş, yıldız ve gezegenler gibi, üzerinde bulunduğu dünyanın da, içinde bulunduğu kainatın da gelip geçici birer kul olduğunu anlamıştı. Hem de bunlar ömrü boyunca ona sabit gibi gözüküceği için çok daha kolaylıkla yapabilirdi bu hatayı. Ama burada ona tüm evrenin de içindekilerle birlikte birgün yokedileceği dolaylı olarak gösterilmekte. Güneş, ay veya gördüğü gezegenin doğuşu ve batışı, evrenin de doğuşu ve batışını (yaratılışını ve yokedilişini) temsil ediyordu/anlatıyordu ona aynı zamanda. Zaten 75. ayette “Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.” denilerek bu 30

durum anlatılmakta. Yani evrenlerin ve dünyanın bir başlangıca ve sona sahip olduğu... (sonlanma konusunda tek istisna tabii ki “Rabbin Katı” adı verilen Ahiret Evrenidir ki onun da bir başlangıcı olmasına karşın sonsuza dek var olacaktır, yani yok olmayacaktır). http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/zaman-zamanszlk-ve-rabbinkat.html Ve tabii ki Big Bang ile Big Crunch da (yaratılış ve yok edilişin vücuda geliş şekli) kendisine bu örneklerle anlatılmış olmaktadır. Çünkü gördüğü gezegen, ay ve güneş önce doğuyor yani bir başlangıç noktasında gözüküyor, sonra yükselmeye başlıyor ve zirve noktasına erişiyor, sonra da batmaya yani aşağıya inmeye başlıyor ve en sonunda da tamamen batarak gözden kayboluyorlar. Evrenin Big Bang (ortaya çıkışı ve genişlemesi) ve Big Crunch (içine çökerek yok olması) aşamaları da bu yöndedir gerçekte. “Batıp gidenleri sevmem” sözünü, bu olayın aslında tüm kainatı kapsadığını anlayarak söylemişti. Bu alemdeki herşey bir gün batacak yani yok olacaktı. Kısacası; İbrahim Peygamber bu yaşadığı deneyimle, evrenin ve içindeki tüm diğer varlıkların da aynı döngüleri yaşadığını kavradı ve tüm gördüklerinin (hatta diğer göklerin/evrenlerin bile), birer kul olduğunu farkederek bunları yoktan vareden yüce Allah'a teslim oldu. Ve yine fark etti ki yüce Rabbimiz yönetici ve gözlemci olarak her yerde, ama varlık olarak evrenimizin (ve de diğer evrenlerin) dışındadır. Hiçbir yaratılmışda tanrısallık yoktur. Bu arada evrenimizin ve de diğer evrenlerin (Göklerin), “Rabbin Katı” adı verilen “Ahiret Evreni” hariç, içe çökerek sonlanacağını haber veren ayetleri de paylaşalım: Zümer 67: Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından. Enbiya 104: O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz. 31

Kullar Doğruluk/İyilik Üzerine Yaratıldıklarının Farkındalar Dünyanın dört bir tarafında herkesin, yanlışa veya kötülüğe yönelen kimseler ve yaptıkları şeyleri tanımlamak için kullandığı "sapmış” veya “sapkınlık" gibi ifadeler de insanların özde doğruluk/iyilik üzerine yaratıldığını ve programlandığını gösteriyor aslında. Bu tanımlama kutsal kitaplarda da yine yanlış yolda olan kullara yönelik kullanıldığı gibi, dediğim gibi tüm dünyada insanların dilinde, bilgisinde vardır. İnsanlığın kollektif bilincinde bulunduğu görülen bu sözcükler, başlangıçta kusursuz düşünce ve davranış üzerine yaratıldığımızın kabul edildiğini dolaylı da olsa gözler önüne seriyor. Şöyle bir düşüncek olursak, sapmak, dönmek eylemi her zaman kötü değildir gerçekte. Çünkü bir insan bazen yanlışından dönerek doğruya, güzele de sapabilir. Fakat biz bu ifadeleri sadece yanlışa sapan, yani doğrudan dönen kimseler için veya ilgili yanlış davranışların kendisi için, olumsuz anlamda kullanırız hep. Bilinçaltından da olsa biliriz ki; başlangıçta/doğuştan zaten doğru yol üzerinde olduğundan insanlar, kötülüğe ve yanlışa yönelenler içindeki "doğrudan/vahiyden/ruhdan sapmış, yani uzaklaşmış" demektir. Ve böyle kişilere kısaca "sapmış", ilgili davranışa da “sapma” denir. Gerek inanç konusunda olsun, gerek davranış veya başka bir konuda... Kutsal kitabımızda da; doğruluk ve iyilik üzerine ve de temel vahiyle yoğrulmuş bir şekilde yaratıldığımız gerçeği şöyle anlatılır: 7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik, " diyemezsiniz. 7: 173 Yahut, "Atalarımız önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız, bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin, " diyemezsiniz. - Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30) Anne karnındayken verdiğimiz sözün yanı sıra, temel önemli ilahi bilgiler (vahiy, yani ruh) genlerimize işlenmiş durumda, ve böylece tıpkı 32

başkalarına iyilik yapmanın doğru olan şey olduğunu "bilmek" gibi, Allah'ın var ve de tek olduğunu da "biliyoruz" aslında. Gerçeği inkar edenler veya hurafelere inananlar, bile bile bu hatalarını yapmakta yani gerçekte. Ve bu yüzden sorumluyuz,(mazeretimiz yok ahirette), bu bilgi(temel vahiy) içimizde olduğu için, ve de Kuran ayetlerini tasdik ettiği için(Kuran'ın gerçekliği delillere dayandığı için)...Şu an içinde yaşadığımız imtihan dünyasında gerçek dine ve bilgilere inanmakla, buna karşılık hurafelerden ise uzak durmakla yükümlüyüz. Hatırlamıyor gibi gözükmemiz yüzeyde, derine inince hepsini hatırlıyor ve de bize işlenen tüm bilgilerin, gerçeğin farkındayız. İşte insanoğlu yüzeyde pek farkında olmasa da, gerçekte bu sebeplerden dolayı, genelde belli bir derecenin üzerinde kötülük veya yanlış şeyler düşünenleri/yapanları, ve de davranışın kendisini tanımlamak için aynı ifadeler kullanılır tüm dünyada. Hatta psikoloji/psikiyatri alanında bile aynı tanımlamalar kullanılmaktadır. Başlangıçta(doğuştan) doğru bilgilere sahip olduğunu kişinin, doğru yol üzerine varedildiğini, ama sonradan içindeki ayetlere sırtını dönerek, yanlışa yöneldiğini, yani yanlış yola "saptığını" söylemiş oluyoruz. Bilinçaltından da olsa bunun farkındayız aslında. Ayetlerde de bu şekilde tanımlanır doğrulardan ve iyilikden uzaklaşan insan veya cinler elbette: İbrahim Süresi 18: Rablerine nankörlük edenlerin amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın tarumar ettiği küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu, dönüşü olmayan sapıklığın ta kendisidir. Nisa Suresi 116: Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir. Ve dediğim gibi tüm dünyadaki insanlar da ayetlerin verdiği bu bilgiyi onaylamakta; “aşırı sağlıksız düşünce ve davranış” içinde olanları aynı şekilde adlandırmaktadır (farklı inançlardaki insanların iyilik/kötülük, doğru/yanlış anlayışları birbirinden yüz seksen derece farklılıklar gösterebilmekte birçok konuda, ama yapılan eyleme ve yapan kişiye yönelik kullanılan terim aynıdır).Böylece aslında hem evrensel ve kesin 33

doğruların/iyiliğin varlığını ve hem de insanların baştan doğru yol üzerine yaratıldıklarını kabul ettiklerini göstermekteler. Zümer Suresi 10 ve 53. Ayetlerle İlgili Soruya Cevap… Zümer Suresi 10 ve 53. ayetlerinde “de ki” ifadesinden sonra “kullarım” denmesinin nedenini soranlara verdiğim cevabı burada da paylaşmak istedim. (Zümer 53) De ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir. Sadece bu ayetlerde değil, başka örneklerde de görüyoruz benzer durumu. Kuran’daki bu anlatım özelliğinde “aktar/bildir” veya “tarafımdan söyle” anlamında “de ki” ifadesi kullanılmakta. Şunu de: ‘Kendinden öncekileri doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjde olarak ALLAH’ın izniyle bunu kalbine indiren Cibril’e her kim düşman olursa, (Bakara97) Yine “de ki” ifadesinden sonra “bunu kalbine indiren” denmektedir görüldüğü üzere. Yani burada aslında peygamberin insanlara, konuşurken bire bir söyleyeceği diyalogdan falan bahsedilmiyor. Burada “de ki ” bu cümleyi “birebir söyle” değil, çünkü peygamber sohbet ederken cümleyi “benim kalbime indiren” şeklinde söyleyecektir. Ya da “Allah şöyle dememi /aktarmamı istedi” deyip ayetteki şekliyle cümleyi sunacaktır. Enfal 38. Küfre sapanlara söyle: “Eğer son verirlerse eskide kalmış olan, kendileri için affedilir. Eğer yeniden başlarlarsa, daha öncekilere uygulanan yol ve yöntem, eskisi gibi devam etmiş olacaktır.” Casiye 14. İman edenlere söyle: “Allah’ın günlerini ummayanları affetsinler ki, O, bir toplumu kazandıklarıyla cezalandırsın.” Yine “de ki” den sonraki cümleyi birebir aktarması istenmiyor burada. Zaten ayet okununca bu bilgi de verilmiş oluyor. Yani ayrıca bir daha 34

söylenmesine de gerek kalmıyor. Ama dediğim gibi bir sohbet sırasında insanlara bu ifadeyi sunmak isterse peygamber, hitabına uygun hale getirecektir. Buradaki anlam “onlara aktar/tarafımdan bildir” şeklindedir. Bu açıdan bakılınca Zümer 10 ve 53. ayetlerdeki “de ki” ifadelerinde de bir aykırılık olmadığı rahatlıkla görülebilir: Zümer 53 De ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir. Bu ayetlerde de peygamberin insanlara “kullarım” şeklinde seslenmesi değil, cümlenin uygun şekilde aktarılması isteniyor. Ayrıca dediğim gibi, zaten buna gerek bile yok, bu ayetler olduğu gibi aktarılınca insanlar bilgiyi de almaktadırlar. Bu bağlamda ayetlerin en doğru çevirisi “söyle” yerine “aktar” veya “tarafımdan söyle” şeklinde başlamak durumundadır ve bu şekilde tercüme edenler var zaten: Zümer 10.Tarafımdan söyle: “Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun! Bu dünya hayatında güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik vardır. Allah’ın toprağı/yeryüzü geniştir. Sadece sabredenlere, ücretleri hesapsız ödenecektir.” Zümer 53. Onlara bildir: ‘Kendilerine karşı sınırı aşan kullarım, ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. ALLAH tüm günahları affedicidir. O Bağışlayandır, Rahimdir.’ Selam ve sevgiler

35

Miras Ayetlerinin Çözümü Miras ayetleri olan Nisa 11, 12 ve 176'nın her biri, gerçekte ayrı ayrı ayrı durumlar için ayrı formüller sunuyor. Hatta bu ayetlerdeki her cümle de kendi içinde ayrı durum ve formülden bahsetmekte... İnternette araştırırken, bu 3 ayetin kendi içinde ayrı formül verdiğini farkedip söyleyenlerin olduğunu gördüm. Fakat dediğim gibi sadece ayet değil, ayetlerdeki her cümle de ayrıca kendi içinde farklı bir durum ve paylaşımdan bahsetmekte. Her cümle ayrı bir mirasçılar listesi ve alacakları oranları vermekte. Cümlede kimlerden bahsediliyorsa, sadece onlar mirasçı demektir.Yani ya sırf onlar varlar hayatta, ya da başkaları da olsa da yine de sırf onlar miras almaya hak kazanıyor durumdalar. Bundan dolayı da, aslında mezheplerin uyguladığı gibi birbirlerine karşı oran , ortak formül, avliye falan yok. Mesela Nisa 11'de " İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. " ifadesi tek başına ayrı bir formül (sadece kız çocukları varis ise ve ikiden fazla kız iseler bu oran geçerli, yoksa diğer şık ve şartlarda sözkonusu değil). Ve böylece taşlar yerine oturuyor. Her durumda miras yetiyor. Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, ama yine ayetler ışığında bu artan miktarın kimlere verileceği de bulunur. (Mesela Nisa 8. ayet...) Şimdi bu bahsettiğimiz miras paylaşımını anlatan Nisa 11, 12 ve 176. ayetleri yazıp sonra da bir tanesi üzerinden çözümleme örneği sunalım: Nisa 11. Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar 36

bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir. 12. Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının anababası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir. 176. Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir. Örnek olarak mesela 11. ayetin verdiği bilgileri açalım. Bu ayetlerin her birinin, hatta onu da bırakın içlerindeki her cümlelerinin de ayrı ayrı durumlar içinde ayrı formüller sunduğunu söylemiştim. Çözümlemesini sunalım: 11. "Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar." Yani eğer mirasçılar sadece çocuklardan oluşuyorsa ve hem dişi hem de erkek çocuklar varsa , erkek çocuklar 2 birim alırken dişi olanlar ise 1 birim alacaklar. Kısaca bir örnekle 300 L. miras varsa ve bir erkekle bir kadın çocukları sözkonusu ise, erkek 200 L. alırken kadın 100 L. alacak. “İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır.” Yani eğer mirasçı olarak sadece kız çocukları varsa, ve sayıları da ikiden 37

fazla ise mirasın üçte ikisi onlarınmış. Burada dikkatinizi tekrar çekmek isterim ki; burada istenen, kızların üçte iki alması sadece ve de sadece bu durumda geçerlidir. Yoksa diğer şart ve durumlarda böyle bir pay sözkonusu değil. (Bu arada 176. ayetteki ifadeyi de gözönünde bulundurunca, eğer varisler 2 kız çocuksa da yine üçte ikiye ortaktır bu 2 kişi). Yine 300 L. örneğinden devam edecek olursak, sadece kız çocukları var ve sayıları ikiden fazla ise 200 lirasını aralarında paylaşırlar. “Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur.” Ayetin içindeki bu devam cümlesinde belirtildiği üzere eğer ölen geriye sadece tek bir kız çocuğu bıraktıysa (ya da başkaları olsa da mirasçı durumunda olan sadece o ise ), mirasın yarısını alabiliyormuş. Yine 300 Lira üzerinden gidersek 150 Lirası bu tek kız çocuğunun demektir. “Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır.” Bu ifadeden anlıyoruz ki bu sefer mirasçının çocuklarının yanında anne ve babasını da geride bırakmış ve bu yüzden onlara da pay var ( her biri için altıda bir...). 300 Liranın 50 Lirası annenin, 50 Lirası babanın, geriye kalan ise çocuklarındır. “Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer.” Nisa 11 ayeti içinde geçen bu cümlede ise “sadece anne ve babanın mirasçı olduğu” durumdan bahsediliyor. Yani bu sefer çocuklar falan yok, sadece vefat edenin anne ve babası mirasçıdır(eğer geride kardeşler falan kaldıysa bile onlar mirasçı durumunda değiller). Bu durumda anne üçte bir alıyormuş. Babadan cümle içinde bahsedildiği halde pay oranı verilmediğine göre geriye kalan yani üçte iki de babanın demektir. Bu vaziyette anne 300 Liranın 100 Lirasını alırken baba ise 200 Lira alır. “Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir.” 38

Vefat edenin annesi var ama babası yoksa, ayrıca da kardeşleri varsa annenin payı altıda bire iniyor. Geriye kalanı kardeşler paylaşıyor. Ama tekrarlayalım, eğer baba da olsaydı , sadece anne ve baba terekeyi alacak, kardeşlere pay düşmeyecekti...(Ve ayetlerden anlaşıldığı üzere, eğer ölenin çocuğu varsa yine kardeşler pay alamaz). Aynı şekilde 12 ve 176. ayetlerde de cümle cümle ayrı özel durum ve formüllerden bahsedilmekte . Mesela 12. ayette ölen geriye eş bıraktıysa , 176. ayet ise geride sadece kardeş/kardeşler bıraktıysa taksimin nasıl olacağını anlatmakta ve dediğim gibi yine bu ayetlerin içindeki her cümle kendi başına birer mirasçı listesi ve de formül içermekte. Dilerseniz Nisa 176. ayeti de bu bağlamda kısaca inceleyelim: 176 Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir. Burada da "sadece kardeşler mirasçı ise" oranların ne olduğu anlatılıyor ve tabii ki yine her cümle ayrı bir liste ve ayrı bir formül sunuyor : Eğer mirasçı sadece 1 kızkardeş ise mirasın yarısını, Eğer mirasçı 1 erkek kardeş ise mirasın hepsini alıyor, Eğer 2 kızkardeş mirasçı ise üçte ikisini almakta, Eğer yine sadece kardeşler mirasçı ise ve bunlar kadınlı erkekli yani her iki cinsiyetten ise terekenin tamamını bire(kadın) iki (erkek) şeklinde paylaşırlar. Bu arada geride kalan sadece birçok erkek kardeş varsa bu kardeşlerin mirasın tamamını alacağını, veya sırf ikiden fazla kız kardeş varsa (11. ayetten de işaret alarak) bu kızkardeşlerin mirasın üçte ikisini alacağını (kendi aralarında eşit bölüşerek) da dolaylı olarak anlamaktayız bu ayetlerden. Zaten Nisa 11 ve 176. ayetleri alt alta okursanız, 11. ayette sırf çocuklar mirasçı olduğunda erkek ve kız çocuklara verilen oranlarla, 176. ayette 39

sırf kardeşler mirasçı olduğunda erkek ve kız kardeşlere verilen oranların birebir aynı olduğunu göreceksiniz. (Yeri gelmişken belirtelim; Nisa 12. ayetin bir cümlesinde bahsedilen kardeşlerle birlikte ölenin eşi de mirasçıdır. Ama bu 176. ayette ise “sadece kardeşler” mirasçıdır.) Özetle: 11. ayette eş yok, 12. ayette eş varken, 176. ayette ise yalnızca kardeşler varken taksimin nasıl yapılacağı anlatılmakta… Ve bilindiği üzere, ayetlere göre esas olan vasiyettir ve bu oranlar vasiyet yerine getirildikten ve eğer varsa borçlar ödendikten sonra geriye kalan malın paylaşımı içindir. Görüldüğü üzere mirasın yetmemesi , avliye gibi sorunların hiçbiri yok gerçekte. Ayetler kusursuz bir şekilde miras paylaşımını anlatıyor. Buradaki önemli nokta, her cümlenin ayrı bir mirasçılar listesine göre ayrı bir formül verdiğini görebilmektir. Yani ayetlerin içindeki her bir cümle, özgün bir mirasçı listesi vermekte ve bu durumda mirasçıların ne alacağını anlatmakta. Miras paylaşımıyla ilgili problemler çözülürken, kalan mirasçıların kim olduğuna bakılır ve bu tablonun mirasla ilgili ayetlerin hangi cümlesine denk geldiği belirlenerek miras taksimi yapılır. Bir örnek olarak şu meşhur 3 kız mirasçı içeren soruyu çözelim. “Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”. Burada hem eş hem de çocuklar miraçı olduğuna göre Nisa 12. ayetin dördüncü cümlesi ilgili taksimi anlatmaktadır (zaten bu ayetin her cümlesi, geride kalan eş varsa yapılması gerekenleri anlatmaktadır) : “Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir.” Adam geride eşini bırakıyorsa ve de çocukları da varsa sadece bu kişiler mirasçı olabiliyor bu cümleye göre. Eşi terekenin sekizde birini alır ve geriye kalan sekizde yedi de çocukların olur. Vefat edenin anne, babası veya kardeşleri varsa bile bu durumda pay alamaz. Dediğim gibi her cümle ayrı bir mirasçı listesi ve formül veriyor, ve her zaman miras yetiyor görüldüğü üzere. 40

Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, yine yazımın başlarında belirttiğim üzere bu artan mirasın kimlere verilebileceğini gösteren işaretler içeren ayetler var... Örneğin: Nisa 8: Mirasın paylaştırılmasında hısım-akraba, yetimler, yoksul ve çaresizler de hazır bulunurlarsa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel ve hoş bir söz de söyleyin. Selam ve sevgiler

41

Kötülük Problemine Cevap Enbiya Suresi 35 Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz. İlginç bir şekilde tarih boyunca filozofundan ilahiyatçısına kadar birçok kimse "kötülük problemi" başlığı altında dile getirilen "Allah varsa ızdırap ve kötülük niye var", "neden insanların yanlışlar yapmasına seyirci kalıyor", "kötülüğün kaynağı ne" şeklindeki garip soruların içine dalmış. Aslında bu soruların cevabı gerekse Kuran ayetlerinde, gerekse içimizdeki ve kainatımızdaki ayetlerde, hatta mantığımızda cevaplı vaziyettedir. Yeter ki tabloya bütün olarak bakmayı bilelim... Kötülük problemi diye bir problem sözkonusu bile değildir aslında tabii ki.Bu dünya imtihan, yani kişinin kendisiyle yüzleşme diyarıdır ve aynı zamanda da bazı küçük ceza veya mükafatların sunulmaya başlandığı yerdir. Ve bu dünyada başa gelen her sıkıntı veya mutluluk da hem imtihan, hem de kişiye hakettiğini yaşatma işlevini görmektedir. Kader ve Özgür İrade başlıklı yazımda bu konuyu delilleriyle anlatmıştım: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/kader-ve-ozgur-irade.html İçinde yaşadığımız evrenimiz cennet ile cehennemin bir karışımıdır. Nasıl ki cennette sırf haz varsa, veya cehennemde ise sırf ızdırap varsa, ikisinin karması olan bu dünyamızda ise haz ve ızdırap içiçedir. Yine dediğim gibi bu yaşamda başa gelen kötülükler de aslında kişinin kendi elleriyle yaptıkları veya yanlış düşünceleri/inançları yüzünden yaşanmaktadır. Rum suresi 36 İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda, onunla ferahlar, şımarırlar. Kendi ellerinin hazırladıkları yüzünden kendilerine bir kötülük gelip çatsa, hemencecik ümitsizliğe düşerler. Şura Suresi 30 Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor. İşte bu dünyadaki olumsuzlukların kötüleri ve iyileri ortaya çıkarmanın yanı sıra böyle bir işlevi de var; uyarı ve ceza... Kötülüğü yapan kendisiyle yüzleşiyor ve neden cehennemlik olduğunu veya cennetlik ise bile bu dünyada neden geçici sıkıntı çektiğinin vb. 42

ayrıntıların farkına varma şansı oluyor bu sayede. Buna karşılık bu kötülüğe maruz kalan kişi ise aslında zaten bir şekilde yaşayacağı ızdırabı/cezayı tadıyor. Eğer başkasından kötülük görmeseydi bile kaza veya hastalık gibi bir unsurla yine denk bir ızdırabı tadacaktı. Başkasına kötülük yapmak da, gerçeği inkar etmek de, veya hurafelere inanıp Allah'a iftira atmak da hep insanın içindeki kötülükle yüzleşmesinin türevleri. Yani zulüm deyince akla sadece başkasına şiddet uygulamak falan gelmesin. Kötülük problemi denilen şeyin yanlış algılanma nedenlerinden biri de bu ayrıntılara dikkat edilmemesi, konunun bütünlük içinde değerlendirilmemesidir. Zümer Suresi 32 Allah hakkında yalan düzenden ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kafirler için bir barınak yok mu? Bunları aslında Allah kötülüğü/yanlışı yarattığı için falan yapmıyor insan, özgür irade sahibi olunca zaten bunları yapacağı için o kişi, Rabbimiz ona istediğini ve hakettiğini veriyor. Tüm ızdırapların sorumlusu kullardır. Gerek dünyadaki, gerekse de cehennemdeki...Eğer benliklerin tamamı iyiliği seçmiş olsaydı sadece cennet ve cennetimsi yerler var olurdu kullar için. Yunus Suresi 44 Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar. -İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah`tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.(Nisa Suresi 79. ayet) İnsanoğlu yaratılıştan kendisine verilen temel vahiy sayesinde iyiliğe ve gerçeğe yönelmeye hedeflenmiştir. İçindeki ayetlere sırtını dönmeyen bir kul, doğuştan başkalarına iyilik yapmanın ve tek Tanrıya inanmanın doğru yol olduğunu bilir: 7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik, " diyemezsiniz. Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın 43

yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30) Hatta sonradan kendisine ulaşan vahiy ve deliller sayesinde de bu yolu pekiştirilmiştir. İnsan Suresi 3 Biz onu yola kılavuzladık. Artık ya şükredici olur ya nankör. Bu sayede insanoğlunun hiçbir mazareti yoktur Efendisine karşı. Çünkü iyiliğe ve kötülüğe eşit uzaklıkta yaratılmanın da ötesinde, aslında iyiliğe programlanırcasına yaratılmıştır insan ve daha sonra da çeşitli yollarla bu durum pekiştirilmiştir. Buna rağmen kötü olmayı seçenin en ufak bir sığınağı yoktur. *** Yüce Allah daha yaratmadan kimin özgür iradesiyle neler yapacağını ve karakterinin nasıl olacağını bildiğinden, doğrudan cennette yaratılmayı haketmeyenleri yaratmış olmakta bu evrenimizde . Başka bir deyişle, bu dünyada imtihan için yaratılan hiçkimse tam masum değil, yoksa en ufak bir ızdırap deneyimine maruz kalmazlardı: Ahzab Suresi 72 Biz emâneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar, ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi. 73 Bunun böyle olması, Allah'ın; ikiyüzlü erkeklerle ikiyüzlü kadınlara, şirke sapmış erkeklerle şirke sapmış kadınlara azap etmesi, mümin erkeklerle mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Nahl Suresi 61 Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler. Bu arada tekrar belirtelim, Rabbimiz kimin, sonsuza dek imtihan edilse ne yapacağını, hangi yanlışları sergileyeceğini bildiğinden, bu evrenin sakinleri genel olarak O'nun gözünde olumsuz konumda. Yoksa bunun Adem ve eşinin yasak meyvayı yemesiyle bir ilgisi/bağlantısı yok. Kimse bir başkasının günahından dolayı suçlanamaz ve herkes kendi yaptıklarıyla ve yapacaklarıyla değerlendirilmekte yüce Allah tarafından. 44

Yani Hıristiyanlıktaki günahkar doğma inancıyla karıştırılmamalı bu...Ayrıca ruhçu öğretideki tekamül/evrim için dünyaya gelme inancıyla da bir ilgisi yok bunun . Adem ve eşi o hatayı yapmasaydı da zaten bu dünya için yaratılmışlardı.Çünkü hakettikleri buydu...Ve Efendimiz bunu en başından biliyordu. Ve belirttiğim üzere, dünya yaşamı cennet ile cehennemin bir karışımı. Nimetler ve belalar içiçe bu yüzden evrenimizde. Bu durum da aslında yine hakettiğimize kavuşmak için tasarlanmış yine.Gerek deneyim açısından, gerekse de imtihan açısından... Ortada, kolektif tablo yani sistem açısından hakettiğin geçici minik cezaya veya ödüllere (bu yaşamdaki sıkıntılar cehennemdekilerle kıyaslandığında ufak çaptadır) maruz kalma var. Fakat burada cehennemden farklı olarak yaşadığın ızdıraplarda böyle bazen bir taşla iki veya daha fazla kuş vuruluyor. Yani başına gelen sıkıntı bir kaza veya hastalık falan değil de başkası tarafından sana yapılan birşey ise, bu aynı zamanda hem o kişinin (yani kötülüğü yapanın) kendisiyle yüzleşmesi ve ahiret için aleyhinde delil, ona tuzak oluyor, hem de senin (kötülüğe maruz kalanın) hakettiğin sıkıntıyı denk getirilerek yaşaman oluyor. Şimdi diyebilirsiniz ki küçük veya genç yaştaki biri henüz kötülük yapmadan neden sıkıntılar yaşayabiliyor hayatta? Bir kul henüz günah işlemeden de ızdırapları yaşamaya başlayabiliyor çünkü Rabbimiz o kişinin neyi hakedip haketmediğini, neler yapacağını ve nasıl bir karaktere sahip olacağını biliyor . Yine herşey o kişinin hakettiği doğrultusunda gerçekleştirilmekte yüce Allah tarafından. Aynı şekilde bu hayatta yaşadığımız ve ahirette yaşayacağımız mutluluk, başarı ve nimetler de... Kısacası olaya bütünsel, ve kolektif açıdan bakılırsa, aslında bu dünyada bile hiç haksızlık yok. Sadece haksızlık, olayın kendi içinde olabilmekte. Yani bu imtihan dünyasında kimse kimseye kötü bir söz söylemeye bile yetkili değilken, bir kişi başkasına kötülük yapıyorsa bu zulmü gerçekleştiren günah işlemiş oluyor. Ama dediğim gibi bütünsel açıdan bakınca yine herkes hakettiğine "denk getirilerek" kavuşturuluyor aslında. Kaldı ki, dünya hayatı tek başına değerlendirilmemeli, sonsuz ahiret yaşantısıyla birlikte ele alınmalıdır. O zaman ilahi adaletin nasıl mükemmel bir şekilde işlediği çok daha net görülebilecektir. Bu imtihan evrenimizde bile Rabbimizin kusursuz planı işlemektedir ve buradaki hayat da tıpkı cennet veya cehennem gibi, tasarım amacına 45

mükemmel bir şekilde hizmet etmektedir. Eski bir yazımda da belirttiğim üzere: Bizim dünyamız ve evrenimiz; 1-İmtihan (kişileri kendileriyle yüzleştirme) dünyası hedefine yöneliktir. 2-Cennet ile cehennemin karışımı karma bir hayat (ödüller ve uyarı ve/veya ceza niteliğindeki ızdırapları tatmak) 3-Sonunda mutlaka canlılarının ve hatta evrenin kendisinin öleceği sonlu bir yaşam içerir. İşte bu evrendeki kusursuzluktan kasıt, bu 3 maddeye uygun-hizmet eden olma açısından mükemmelliktir, çünkü yaratılış amacı budur. Ama buna karşılık ahiret evreninin yaratılış amacı ve şartları farklı olduğundan, ahiret dünyasındaki kusursuzluk da bambaşkadır. Fakat ceza ve ödüller dünya ve ahiret bütünlüğünde temelde aynı hedefe hizmet etmektedir. *** Evrenimizde yaşananlara yine bütünsel açıdan, sistem açısından bakacak olursak her işde bir hayır vardır bu bağlamda, ama birey açısından bakacak olursak durum hiç de böyle değildir elbette. Kişiler için bazı işlerde hayır varken bazı şeylerde ise şer vardır bu hayatta (ve de ahirette). Dünya yaşantımız, yani kainatımız cennetle kıyaslanırken bazen olumsuz ifadelerle tanımlanırken, buna karşılık yoklukla/hiçlikle ve/veya cehennemle karşılaştırıldığında ise övülmekte ve içindeki nimetlere vurgu yapılarak şükredilmesi gereken güzellikler diyarı olarak tanımlanmaktadır ayetlerde.(Buradan da dünya hayatının cennetimsi yanının cehennemi tarafından daha ağır bastığı sonucu da çıkarılabilir...). Yani ayetlerde bu dünya hayatının önemsizliği ve geçiciliği belirtilirken, "güzellikleri yaşama" açısından yine cennetle kıyaslandığında ortaya çıkan tablodan bahsedilmektedir. Yoksa yokluğa veya cehenneme kıyasla evrenimizin güzellikleri övülürken, "imtihan yaşamı" olması işlevinden dolayı da önemi vurgulanmaktadır. Zaten bu açıdan bakarsak, yani sonsuz hayatımızı şekillendirecek olan imtihan anı olduğunu farkedersek bu yaşantımızın, aslında en önemli dönemi yaşadığımızı da söyleyebiliriz... *** 46

Yukarıda evrenimizin yaratılış amaçlarından bahsettim.Bir de sadece biz kullar açısından olaya bakacak olursak bu imtihan dünyasında yaratılış amacımız: Rabbimize kulluk, kendimizle yüzleşmek, gerekli ikazları almak, ve bazı küçük ceza veya mükafatları daha bu dünyada tatmaya başlamaktır... Bu bağlamda ortada kötülük problemi diye adlandırılan, yani "kötülüğün kaynağı nedir" şeklinde dile getirilen sözde sorun, sözkonusu bile değildir gerçekte yine. Secde Suresi 21. Ayet: Şu da bir gerçek ki, onlara en büyük azaptan önce o yakın azaptan (dünya azabından) da tattıracağız, belki dönerler. Rum Suresi 36. Ayet: Bir de Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar; ellerinin yaptığı birşey sebebiyle başlarına bir kötülük gelince de (hemen) her ümidi kesiveriyorlar. Nasıl ki kimse çıkıp "Allah varsa cehennemde neden ızdıraplar ve zebaniler var" diye bir problemden bahsetmiyorsa, aslında dünya için de durum aynı. Bizim kainatımız cehennem kadar ızdırapla örülü değilse de, bir cennet de değil. Cennete kıyasla cehennemimsi, cehenneme kıyasla ise cennetimsi bir yer gibi durmakta evrenimiz. Çünkü nitelik olarak her ikisinin, yani cennet ile cehennemin ortasında ve hazla ızdırap harmanlanmış, dengelenmiş durumda. Buna karşılık ayetlerde "Rabbin Katı" adı verilen ve şu anda da var olan "Ahiret Evreninde" ise böyle bir karışım, denge yoktur. Mutluluk ve nimet diyarı ile, ceza/sıkıntı diyarı birbirinden tamamen ayrı vaziyettedir ve o evrenin sakinleri, yani içinde yaşayan canlıları ise ölümsüzdür. Zaten farklı fizik yasalarına sahip bu sonsuzluk/ahiret yurdu... http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/zaman-zamanszlk-ve-rabbinkat.html http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/ahiret-evrenirabbin-kat-veebedi-yasam.html Bu dünyadaki kullar davranış ve düşünce açısından cennette yaşayanlar gibi mükemmel olsalardı bırakın cehennemi, dünyada bile yaratılmazlardı diye düşünmekteyim Hatta doğrudan cennette yaratılan kullar olabileceğini de düşünüyorum. Hiçbir şekilde ızdırabı yaşamayan...Ve ayrıca, doğrudan cennette yaratılmayı hakedecek kadar iyi olan kimseler varsa, dereceleri dünyada yaşamış ve yaşayacak olan herkesden daha yüksek de olabilir. 47

Bu dünyamız (ve de evrenimiz) cennetle kıyaslandığında bir ceza yeri gibi kalmakta zaten. Ama tekrar belirtmek gerekirse, cehennem veya yoklukla yani var olmama durumuyla kıyaslandığında ise mutluluk ve nimet diyarıdır. Bu bağlamda dünyadakiler, cennet ile cehennemin, nimetle ızdırabın karışımı bir deneyimi ve kendileriyle yüzleşmeyi yani imtihanı haketmiş olan kullar. "Sadece ödüle dayalı bir sistem yaratılamaz mıydı", ya da "madem biliyor kimin imtihanı geçeceğini, sadece iyileri yaratamaz mıydı" şeklinde de sorular gelmekte. Elbette ki yüce Allah dileseydi bu şekilde de kurabilirdi sistemi ama O en doğrusunu, iyisini ve tabii ki dilediğini yapar. Rabbimiz böyle bir sistem ve düzen yarattı, çünkü en mükemmeli, olması gereken buydu. Yine nasıl ki "neden cennetlikleri veya herkesi cehenneme atmıyor" şeklinde bir itiraz gelmiyorsa bunda da durum tamamen aynıdır aslında. Kimse neden iyilerin cennette ödüllendirildiğini sorgulamaz, çünkü bunun zaten olması gereken şey olduğunu bilirler. Ama iş kötülerin yaratılıp cehennemde cezalandırılmasının doğruluğuna gelince nedense aynı bilgeliği göstermekten kaçınıyor genelde insanoğlu. http://emre1974tr.blogspot.com/2013/03/iyiler-mutlaka-kazanr.html Rabbimizin iyileri ve iyiliği ödüllendirmesi gibi, kötüleri ve kötülüğü azabıyla tanıştırması da merhametinin, iyiliğinin ve kusursuzluğunun sonuçlarındandır. Ortada hiçbir problem falan olmadığı gibi, kusursuz bir uygulama ve sistemin içinde hakettiklerimizi yaşama sözkonusu. Cehennemdeki acılar gibi dünyadaki acılar da kimsenin başına piyangodan çıkmıyor, yine aslında tamamen yüce Allah'ın adaleti ve de iyiliği, kusursuzluğu tecelli etmekte. Yani kulların özgür iradeleriyle birbirlerine yaptıkları kötülükler de bu durumun bir parçası. Teğabün Suresi 11 Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah'a inanırsa Allah O'nun kalbini doğruya ve güzele kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi biçimde bilmektedir. Rum Suresi 41. Ayet: İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler. Kimlerin cenneti kazanacağını bilerek yaratması ve onları ödüllendirmesi gibi, kötülerin de kimler olacağını bildiği halde onları yaratması ve 48

cezalandırması da aynı güzel ve mükemmel işlemin vücuda gelmesidir. Ve tabii ki dünyadaki geçici mükafat ve cezalar da öyle... Bakara Suresi 81 İş onların sandığı gibi değil! kötülük ve çirkinlik kazanan, suçu kendisini kuşatmış olan kişiler, ateşin dostudurlar. Sürekli kalacaklardır onun içinde. Özetle konuyu toparlayacak ve bir iki önemli ayrıntı daha ekleyecek olursak; bugüne kadar tarihte "kötülük veya şer problemi" başlığı altında birçok filozofun, ilahiyatçının veya diğer insanların da zihinlerini meşgul ettiği söylenen bu konu dediğim gibi gerek ayetlerde, gerekse de mantığımızda zaten çözümlü vaziyetli, cevap çok basit ve açık.Daha yaratmadan kimin iyilerden , kiminse kötülerden olacağını bilen Rabbimiz bu benlikler hakettiğine kavuşsun diye onları vücuda getirmekte. Kötüleri ve kötülükleri cezalandırmak için cehennemi yaratmış durumdadır ama ondan önce cennet ile cehennemin karışımı olan dünyamızda imtihanı, yani kulların kendileriyle yüzleşmelerini sağlamakta ve ahirette olası itirazları ortadan kaldırmakta.Ayrıca, bu dünyamızdaki gerek doğal felaketler olarak adlandıradığımız ızdıraplar (deprem, sel, kazalar, hastalıklar ve yaşlanma vs... ) gerekse de insanların özgür iradeleriyle başkalarına kötülük yapma yoluyla vücuda getirdikleri ızdıraplar hem ceza, hem uyarı, hem de zulmü yapanları kendileriyle yüzleştirme (imtihan), kötülüklerini açığa çıkarma görevini yerine getirmekte. Buna karşılık Ahiret Evreninde, yani Rabbin Katı'ndaki cehennemdeki acılar ise tamamen ceza işlevini yerine getirmektedir. Necm Suresi 31 Göklerde ne var yerde ne varsa Allah'ındır. Bu, Allah'ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir. Dünya ve ahiretteki tüm acıların tek sorumlusu kullardır. Kulların özgür iradeleriyle kötülüğü seçmeleridir... Tabii cinler de bu gruptadır ve onların yaptığı yanlışlar, insanları saptırmaları da yine bu kötülüğün kaynağına dahildir: Bakara 168. Ey insanlar! Yeryüzündeki nimetlerden temiz ve helal olmak şartıyla yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size açık bir düşmandır. 169. Hiç kuşkusuz o, size kötülük, çirkinlik/düzensizlik ve pislik emreder. Ve size, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi buyurur durur. 49

Bu arada yine yüce Allah'ın, kimlerin kötülüğü seçeceğini bildiğinden, zalimleri topluca cezalandırmak için bazen aynı coğrafya ve dönemde yaratarak, biraraya getirerek helak ettiğini de görmekteyiz: Ankebut 30. Lût dedi: "Rabbim, şu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et." 31. Elçilerimiz, İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz şu kentin halkını helâk edeceğiz. Çünkü ora halkı zalim oldular." Ve nasıl ki cehennemdeki sıkıntılar ve acılar için "kötülük problemi" gibi bir saçma bir düşünce oluşturulmuyorsa, dünyamız/evrenimiz için de oluşturulamaz. Çünkü her iki evrende de ızdıraplar benliklere hakettikleri deneyimi yaşatma hedefine yöneliktir ve durum aynıdır. Aynı şekilde dünya ve cennetteki hazlar da iyilere ve iyiliğe hakettiği ödülü verme amacına hizmet etmektedir.Yine bu durum da hem dünyada hem de ahirette bir bütünlük içerisinde adaleti sağlamaktadır ki zaten kimse bu nimetlendirerek ödüllendirme olayını sorgulamaz bile. Ama özgür iradeyle seçilen kötülüğün vücuda gelmesine izin vererek cezalandırmak da, tıpkı iyiliği mükafatlandırmak gibi doğru, mükemmel ve iyi olan şeydir.Yüce Allah'ın merhametinin ve iyiliğinin sonucudur... Dünya ve ahiretteki felaketler, kötülüğe karşı yüce efendimizin, Rabbimizin öfkesinin yansımasıdır. Muhammed Suresi 28 Olacak olan budur! Çünkü onlar, Allah'ı öfkelendiren şeylerin peşine düştüler, O'nun hoşnutluğundan tiksindiler; sonunda Allah bütün amellerini boşa çıkardı. Şura Suresi 16 Kabul edilişinin ardından Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri Rableri katında geçersizdir. Bunların üzerlerine öfke, kendilerine şiddetli bir azap vardır. Ta-Ha Suresi 81 Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne öfkem inerse o uçuruma gider. Ve tabii ki yanlışını fark edenlere o anda bu duruma karşı tövbe kapısı açıktır: Tevbe Suresi 118 Geride bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, öz benlikleri kendilerini sıkıştırmıştı; Allah'ın öfkesinden kurtulmak için yine Allah'a 50

sığınmaktan başka çare olmadığını fark etmişlerdi. Sonra onlara tövbe nasip etti ki, eski hallerine dönsünler. Hiç kuşkusuz, Allah, tövbeleri çok çok kabul eden, rahmeti sınırsız olandır. Ortada kötülük problemi yoktur, tam tersine, kötülüğün ve kötülerin açığa çıkarılması ve her 2 dünyada da daima cezalandırılması vardır. Problem sadece kulların hastalıklı düşünce ve davranışlarındadır. Ve de kötülüklerin, ızdırapların tek kaynağı da özgür iradeleriyle yanlışı/zulmü seçen kullardır. Ve bizlerin yapması gereken elbette iyiliğe ve gerçeğe yönelerek hem bu dünyanın daha cennetimsi bir yer olmasına katkıda bulunmak ve hem de asıl önemlisi tabii ki ahirette de gerçek kurtuluşa/cennete ulaşmaya, Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmak olmalıdır. Selam ve sevgiler

51

George Orwell ve romanı "1984" hakkında yazdığım entry " Bindokuzyüzseksendört" Romanının orjinal kapak resimlerinden biri

Ekşi Sözlükte büyük harf yazımı olmadığından entrymin tüm harfleri küçük. Sözlük'teki başlık "George Orwell". Ve şöyle yazmıştım: george orwell özellikle "1984" adlı romanını ele alacak olursak; yazar george orwell bir komünist görüldüğü kadarıyla(ya da en azından bir zamanlar öyleymiş). ama şu kandırılan, materyalist/ateist solculardan olma ihtimali yüksek. ve illuminati ile vücuda getirdiklerini sonradan öğrenerek bunun şokunu yaşıyor gerçek hayatında da. öncelikle marks'ın ve diğer illuminati ajanlarının insanlara söylediği yalanları hatırlamak lazım. onlara göre üretim araçları birgün kimsenin elinde olmayacaktı ve ürünler/zenginlik eşit paylaşılacaktı.önce sosyalist dönem yaşanacaktı. bu, devlet eliyle kolektivizmin egemen kılınacağı dönemdi.yine onların yalanlarına göre daha sonra insanlar/toplum daha 52

da evrimleşecek ve devlete de gerek kalmayacaktı.yani devletsiz/komünist döneme, nihai sona ulaşılacaktı. artık iktidarı ve serveti elinde bulunduran biri veya azınlık olmayacak, zenginler ve de yönetici bir iktidar söz konusu olmayacaktı. sınıfsız (hem mali hem de siyasi açıdan sınıfsız) bir dünya toplumu oluşacaktı. ülkeler, din, milliyetçilik gibi kavramlar da tarihe karışacaktı onların kaleme aldığı uydurmalara göre. tabii bu ruhçu öğretinin (şeytanların) insanların ayaklarını kaydırmak için ortaya attığı planın insanlara yutturulma çalışmasıydı. gerçekte ise insanlara ve onlara verilen nimetlere/hediyelere düşman olan iblis, insanların her 2 dünyada da ızdıraplar içinde kalmasını ve kaybetmesini hedefliyordu. bu sapkın kolektivist firavun öğretisini (komünizmi) gerçekte onları köleleştirmek, ızdıraba ve sefilliğe yuvarlamak ve dini de ellerinden alarak ahirette de sonsuza dek cehennemi yaşamalarını sağlamak için bir araç olarak ortaya çıkarmıştı. tek tanrı inancını ortadan kaldırmak, cinsellikle de dahil olmak üzere tüm nimetlere insanoğlunun da düşman olmasını ve onlardan uzaklaşmasını sağlamak, maddi ve manevi işkenceleri çeşitli maskelerle insanlara benimsetme ve iç dengelerini alt üst etme planlarını tarih boyunca uyguladılar. bu yüzden ruhçu öğretinin bulaştığı her felsefe veya din; sefillik, ızdırap ve komünizm unsurlarını temelinde barındırdı. tabii diğer temelleri arasında da evrim, panteizm, kutsal insanlar vs. bulunmakta... işte yazar orwell kafasındaki komünizm (ve ondan önceki aşama olan sosyalizm) ile gerçekteki arasındaki farkı, daha da kötüsü komünizmin içyüzünü görmeye başlayınca yıkıma uğramış gibi gözüküyor. ilk farkettiği, amacın özgürlük ve refah değil, tam tersi olduğu gerçeğidir. zaten kolektivist felsefenin bireyi hiçe saydığını ve sanki sosyalizm iyi birşeymiş gibi sunulan ambalajında bile bireylerin yani insanların kolayca harcanan fareler olarak görüldüğünü baştan fark etmesi gerekiyordu. dahası, bireyci yani liberal olmadan demokrasi diye birşeyin bile olmayacağını düşünememiş. hatta toplumcu da olunamayacağını...ve yaşadığı hayalkırıklığı gittikçe daha da derinleşmiş. illuminati hakkında çok şey öğrenmiş ve hatta onlardan bazı şeyler belleğine bile yerleşmiş gibi. ama tekrar belirtmek gerekirse, olayı yine de tam çözememiş olabilir.belki de karşısındakileri(sosyalizmi vücuda getirenleri) hala materyalist/ateist, sadece iktidar düşkünü bir oluşum 53

olarak tanımış ve algılamış olabilir(burası tartışılır). bunlar madolyonun veya buzdağının çok küçük bir parçası tabii. örneğin cinselliğe ve hazza neden düşman olduklarının felsefi temelini belki tam bilmiyor da olabilir(ya da tam tersi...). bu oluşumun kendini tanrı olarak görmesini sadece iktidar anlamında ele alıyor romanda. ama gerçekte ise onlar kendilerini panteist/ruhçu felsefede gerçekten tanrı olarak görüyorlar...(ya da dediğim gibi yazar bunları da biliyor belki ve sembollerle aktarıyor bilgilerini). farkettiği veya açıkça aktardığı hurafeler arasında; zıtlıkların birliği inancı, maddenin hayal olduğu kabulü, nimetlerden uzaklaşılıp ızdırabın hedeflendiği, kötülükle iyiliğin karışması, bireyin önemsizliği vs. var. bu arada 11 sayısını defalarca tekrarlamış romanında. ya "11 yıl" lafı geçiyor, ya 11 dakika veya kişi... baştan sona birçok kez bu sayıyı kasıtlı olarak kullanmış gözüküyor. yazarın iç dünyasına dönecek olursak, hayal kırıklığı ve öfke içindeki bir komünist (orwell) var demektir. eski topluma göre sadece iktidar/zenginlik el değiştirmekle kalmıyor, halkı/insanlığı bitirmeye niyetli bir şeytani oluşumla karşı karşıya olduğunu farkediyor. yarattığı 1984 dünyasında piramit şeklinde devasa yapıların bulunması da, yine orwell'in komünizmin; illuminati ve dolayısıyla kabalacı/ruhçu öğretinin maşası olduğunu bildiğini gösterdiği şeklinde yorumlanabilir. son olarak; çiftdüşün uygulaması her zaman insanlara uygulanmakta olan bir yöntem gibi gözüküyor. insanların kafası çeşitli yollarla karışık hale getirilmekte, robotlaştırılmakta ve çelişkilerle dolu düşüncelere/inançlara sahip olmaları sağlanmakta. direkt cinlerin zihne yönelik saldırılarında da buna benzer sonuçlar ortaya çıkıyor. yani tarih boyunca zaten var. geçmişi/kayıtları değiştirme muhabbeti, aynı zamanda incil ve daha eski kutsal kitapları değiştirme olayını da kapsar. yenisöylem denilen şey de daha çok değiştiremedikleri kitapları, örneğin kuran'ı etkisiz hale getirmeye çalışma, insanların onu anlamasını engellemeye çalışma planlarının parçası olabilir. eğer kullanılan dili değiştirirlerse, kitap aynı bile kalmış olsa, onu okuyunca farklı şeyler anlaşılmaya başlar...başka bir deyişle;kıyamete kadar dini kaynak olarak bir tek kuran korunduğundan bu dünyada, dili değiştirmek yoluyla kitabın 54

anlaşılmasını engelliyor, daha da kötüsü yanlış anlaşılmasını sağlamayı hedefliyor olabilirler uzun vadede. ve big brother insanların gerçeğe imandan vazgeçip, hurafelere, onların hastalıklı öğretisine inanmasını hedeflemekte yine romanda. ve bu dünyadan öbür dünyaya da insanların böyle kafir bir şekilde gitmelerine çalışmakta. zaten bu da ruhçuluğun başlıca hedefidir maalesef. yazar bu konuda da çok şey biliyor veya en azından sezinlemiş durumda gözükmekte. insanlığı bu oluşum ve tehlikelerine karşı uyarmakta gibi... konunun, komünizmin sinsi iç yüzünün daha iyi anlaşılması için şu yazılarım okunmalı: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/armagedon.html http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/ ... oyunu.html http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/ ... rleri.html komünizmin kökenini oluşturan ruhçuluğun içyüzünü anlattığımız videomuz: http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc **** Entrymin linki de şurada: https://eksisozluk.com/entry/31817394 Selam

55

Gelen Sorulara Verdiğim Cevaplardan Ve Tweetlerimden Örnekler Öncelikle, Twitter'a yazdığım sözlerimden birkaçını paylaşayım sizlerle. Hemen ardından ise internet dünyasında din ve felsefe alanında yöneltilen sorulardan ve onlara verdiğim cevaplardan bir iki örnek sunmak istiyorum: -Kuran insanların gerçek çıkarlarının ne olduğunu gösterir ve bu çıkarlara ulaşabilmenin, kalıcı kurtuluşu elde edebilmenin yollarını sunar. -Alacağımız kararlar sadece bu dünyayı değil, ahiret dünyamızı da şekillendireceğinden, derin düşünerek davranışlarımızı sergilemeliyiz. -Zorluklardan, başkalarından korkmayın, sadece senaristten korkun. -Elimizdeki sahte İncil veya Tevrat, ya da "rivayetler" adı verilen dedikodular dinin kaynağı değildir. Sadece Kuran Allah'ın dinini sunar. -Kuran aklı kullanmayı, sorgulamayı ve bilimi emreder. Zaten bu yüzden hurafeler ve zannın peşinden gitmek yasaktır. -Allah gözetleyici ve yönetici olarak heryerdedir ama "varlık olarak" evrenimizin dışındadır. -İslam'da bazı fedakarlık gibi gözüken emir ve yasaklar aslında uzun vadede hem bu dünyada hem de ahirette hazzı-çıkarı sağlayan isteklerdir. -Yüce Allah dünya ve ahirette, hayatın her alanında güzellikler içinde olmanızı ister. -Cennet lüksün, görkemin ve mutluluğun zirve noktasıdır ve bu nimet ve ölümsüzlük yurdu en az kainatımız kadar geniştir. -Dinin tek kaynağı olarak Kuran'ı görüp gerçek İslam'a yönelenler reformcu değil, tam tersine, antireformcu muhafazakarlardır din alanında. -Ahiret Evreninde yani Rabbin Katı'nda canlı formları o kadar sabittir ki, yaşlanma bile yoktur... -Devri daim makinaları çoktan yapıldı aslında ve bu düzenekleri 56

gerçekleştirmek için sadece yerçekiminden yararlanmak bile yeterlidir. -Bu dünya hayatı sonsuz yaşamımızı belirleyen imtihan olduğundan, zannedilenden çok daha önemlidir. -Sadece din alanında değil, felsefeden bilime kadar her alanda insanoğlu hurafelere yönelme eğiliminde. -Doğru düşünce ve davranışta sonsuza dek inatla sabit kalmalı, yanlışta ise biran bile durulmamalıdır. -Haberlerde 19 ve 11 sayılarının ne çok geçtiğine dikkat edin... -"Birey açısından" her işte bir hayır yoktur, bazısında hayır ve bazısında ise şer vardır -Ama genele bakıldığında, yani Allah'ın planı açısından herşeyde hayır vardır ve herkes hakettiğine kavuşturulmakta, dünya ve de ahirette. -Her yılın kendine özgü karakteristiği, kollektif bilinci var ama bu periyotlar 1 Ocak'da değil Eylül ortası başlıyor. -Her 17 veya 18 Eylül tarihlerinde yeni yılın tınısının/karakteristiğinin başladığını söylemiştim, yani bugün aslında gerçek yılbaşı. -İnsanlara haklılığınızı kabul ettirmeden rahatlamamanız demek, aslında o insanların düşüncelerine boyun eğiyorsunuz demektir. -Yapacağınız iyilikleri ertelemeyin, zamana yaymaya değil biran önce gerçekleştirmeye çalışın. -Avrupa ve Amerikan yapımı film, dizi ve çizgi filmlerde "Tanrı" yerine "tanrılar" ifadesi iyice yerleşmeye başladı, dikkat... -Müzik dinlemek, satranç oynamak veya film izlemek de, tıpkı yeme-içme ve cinsellik gibi bedensel-zihinsel hazlardır. -İmtihanla ilgili bazı önemli seçimlerimizde bize özgür irade verilmekte, ama bunun dışında bazı alanlar ve anlarda ise yönetiliyoruz. -Çevrenizdeki insanlar, yaşadığınız yer(hatta kaçıncı katta oturduğunuz), yaptığınız egzersizler, yiyip içtikleriniz...Kişiliğinizi etkiler. -Ve içinde bulunduğunuz yıl/dönem bile tınısıyla/karakteristiğiyle sizi etkisi altına alır. -Gerçek bir psikolojik analiz veya çözümleme ancak Kur'an Öğretisi ışığında yapılabilir. 57

-Bazen farkında bile olmadığımız birçok nimet veya tam tersine, musibet gerçekleşmekte yaşantımızda, hatta bazısı iki işlevi birden görmekte. -Çocuk sahibi olmayı arzulayanlar, her iki dünyada da güzellikleri yaşayacak iyi ve cennetlik evlatlar istemeli dualarında. -Yaşadıklarınız size birşey anlatıyor, kulak veriyor musunuz? -Değişimi amaç yapma veya mutlak evrim yanılgısından kurtulup, bazı şeylerin sonsuza dek aynı kalması gerektiğini fark etmeli insanlık. -Başkalarından mı yoksa aslında kendinizden mi çekiniyorsunuz? Ya da kolektif bilinçten mi...? Bunların hiçbiri olmamalı cevabınız. -Aslında mücadele ettiğiniz çoğu sorun, ana/gerçek sorunun semptomları/belirtileri. -Rabbimizin iyileri ödüllendirmesi gibi, kötüleri azabıyla tanıştırması da merhametinin, iyiliğinin ve kusursuzluğunun sonuçlarındandır. Takip etmek isteyenler için Twitter adresim(orada sözlerin aşağıdan yukarıya doğru okunması gerektiğini biliyorsunuz): https://twitter.com/Emre_1974tr Gerek internet forumlarında, gerekse de mail veya chat aracılığıyla çeşitli sorularla karşılaşıyoruz. Bu sorulara verdiğim cevaplardan da birkaç tanesi: Soru: İnsanların haramları helal kılmaya kalkma veya onlara uymama huyları bilinmekte ve ayetlerde eleştirilmekte. Peki bunun tam tersi durum olan, helalleri haram ilan etmeye kalkmaları da ayetlerde anlatılıp eleştiriliyor mu? CEVABIM: Elbette.İmtihan dünyasında kullar, din/hayat alanında rablik taslamaya kalkarak haramları helal ilan etmek kadar kadar, hatta daha da çok, helalleri haram kılmaya kalkma yarışına girmiştir tarih boyunca. Böylece, aslında yeryüzünde de hazzı, maddi/manevi zenginliği ve mutluluğu sağlayacak olan din, tam tersine, ızdırabın ve sefilliğin merkezi haline getirilmeye çalışılmıştır şer güçlerince. Dini yozlaştıranların değişik amaçları olmakla birlikte, en temel hedefleri iki dünyada da insanların kaybetmesini ve nimetlerden uzak kalmasını sağlamaktır. Serbest olan şeyleri yasakmış gibi göstermeye kalkanlar şöyle eleştirilmektedir 58

Kuran'da: Kehf Suresi 26- Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Nahl Suresi 116 Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar. Enam Suresi 138 Kendi kuruntularına uygun olarak şöyle dediler: "Şunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bizim dilediğimizden başkası yiyemez bunları." Hayvanlar var, sırtlarına binmek yasaklanmıştır; hayvanlar var, Allah'a iftira yüzünden üzerlerine Allah'ın adını anmıyorlar. Allah onları üretmekte oldukları iftiralar yüzünden cezalandıracaktır. 139 Şunu da söylediler: "Şu hayvanların karınlarındakiler erkeklerimize özgülenmiştir; kadınlarımıza haramdır. Yavru ölü doğarsa kadın-erkek hepsi onda hak sahibidir." Bu nitelendirmeleri yüzünden Allah cezalarını verecektir. Hakîm'dir O, Alîm'dir. 140 Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. 143 Sekiz çift: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinin kuşattığını mı? Eğer doğru sözlü iseniz bana ilimle haber verin." 144 Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki "İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerince kuşatılanı mı? Yoksa Allah size bunu önerirken siz de tanıklık mı ediyordunuz?" İlim dışı bir şekilde insanları şaşırtmak için yalan düzüp Allah'a iftira edenden daha zalim kim olabilir? Allah, zulme sapan bir topluluğa kılavuzluk etmiyor. 145 De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir murdar." Iztırar haline düşen, başkasının hakkına dokunmamak, zorunluluk sınırını da aşmamak şartıyla bunlardan 59

yiyebilir. Çünkü senin Rabbin çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 148 Şirke batanlar şöyle diyecekler: "Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık." Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki: "Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz." 150 Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. Yunus Suresi 59: De ki: “Size ne oluyor ki Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir kısmını haram, bir kısmını helal yapıyorsunuz?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” Maide Suresi 87 Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez. Kalplerinde hastalık bulunanların güzelliklere ve kolaylığa sırt çevirip ızdırabın peşinden gitmeyi sevdiğini şu ayetler de tekrar gözler önüne seriyor: Sebe Suresi 18. Biz onlarla, içini bereketle dolduğumuz kentler arasında, sırt-sırta vermiş kasabalar oluşturduk; Bunlar arasında gidiş-gelişler belirledik. "Geceleri ve güdüzleri, güven içinde gezip dolaşın oralarda." dedik. 19. Ama onlar, tutup şöyle dediler: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını uzaklaştır!" Böylece kendilerine zulmettiler de biz de onları efsaneler haline getirdik; hepsini darmadağın ettik. İşte bunda, gereğince sabreden, yeterince şükreden herkes için elbette ibretler vardır. Bir de; aslında böyle helalleri harammış gibi gösterenler tanrılık taslayarak, kendilerini Allah'a ortak koşarak en büyük haramı işlemiş olmaktadırlar. Aslında bunun tam tersini yapanlar bile, yani haramları helalmiş gibi göstermeye kalkanlar bile uzun vadede sefilliğin ve acıların peşinden gidiyor ve yine Rablik taslıyor demektir. İnsanların bilinçaltları-bilinçleri ve de davranışları gerçekten ilginç... 60

SORU 2: Nahl Suresi 8. Hem binesiniz diye hem de bir süs olarak atları, katırları, eşekleri de yarattı. Ve bilemeyeceğiniz daha neler yaratır O... Doğada katır diye bir hayvan yoktur, insan müdahalesi ile ortaya çıkmıştır. Öyleyse ayette niye Allah'ın yarattığı hayvanlar arasında sayılmakta? CEVABIM: Bütün canlıları, hatta var olan her nesneyi yaratan Allah'dır. İnsanların müdahalesinin olup olmaması bu durumu değiştirmez. Allah yaratmak için fizik yasalarını , insanı vb.şeyleri vesile edebilir. Ama tasarlayan,onun oluşumu için gerekli yasaları ve malzemeyi yoktan yaratan yaratan yine O'dur. Şans denilen şey bile kaderden başka birşey değildir. Vakia suresi 56:" Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?" 57:"Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir?" 58:"Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? " 61: " Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi? 62:"Şimdi bana, ektiğinizi haber verin. 63:Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 64:Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız." 67:Ya içtiğiniz suya ne dersiniz? 68:Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 69:Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? 70:Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi, 71:Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 72:Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık." 70. ayette tutuşturduğumuz ateşi bile aslında bizim tutuşturmadığımız,Allah'ın onun ortaya çıkması için gerekli oluşumu var ettiğini,bu sayede ondan yararlanabildiğimiz anlatılıyor. Ayrıca yine tüm teknolojiler de Allah'ın koyduğu yasalar sayesinde var edilebilmektedir. 61

Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O’nun ayetlerindendir. Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. (42 Şura Suresi, 32-33) Kamer Suresi 3. Ayet: Yalanladılar; kendi heves ve kuruntularına uydular. Oysaki her iş ve oluş karara, ölçüye ve düzene bağlanmıştır. Dolayısıyla tüm araç gereçlerin de asıl yaratıcısının elbette yüce Rabbimiz olduğu Kuran'da vurgulanır. İbrahim Suresi 32 Allah odur ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi. Zuhruf Suresi 12. Ayet: Tüm çiftleri de yaratan O'dur. Ve O, sizin için gemilerden ve hayvanlardan binmekte olduğunuz şeylere de vücut verdi;13. Ki onların sırtlarına kurulasınız, sonra oraya kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlaya da şöyle diyesiniz: "Adı ve kudreti yücedir bunu bizim emrimize verenin! Yoksa biz bunu kendimize yanaştıramazdık." Casiye Suresi 12. Ayet: Allah size denizi boyun eğdirdi ki, içinde gemiler O'nun emriyle akıp gitsin, lütfundan istekte bulunasınız ve şükredebilesiniz. Sadece gemileri değil, diğer tüm taşıma araçlarını da aslında Rabbimizin yarattığı şöyle haber verilmekte: Ya-sin Suresi 42 Onlar için gemilere benzer, binecekleri başka şeyler de yarattık. Kültür ve bilim alanlarındaki birikimler konforumuzu sağlayan nimetleri vücuda getiriyor gibi gözükse de, gerçekte bu nimetleri bize sunan yüce Rabbimizdir: Hadid Suresi 25 Yemin olsun, biz, resullerimizi açık-seçik delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitap'ı ve ölçüyü de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar/adaletle doğrulsunlar. Ve demiri de indirdik. Onda zorlu bir kuvvet ve insanlar için birçok yarar vardır. Allah bu sayede, kendisine ve resullerine, gayba inanarak kimin yardım edeceğini bilecektir. Allah Kavî'dir, Azîz'dir. Enbiya Suresi 80 Ona, sizi sizin şiddetinizden koruyacak olan zırh yapma 62

sanatını öğrettik. Peki siz şükrediyor musunuz? Kısacası; teknolojik nimetleri bile kendisinin bizler için var ettiğini ve bundan dolayı şükretmemiz gerektiğini söyleyen yüce Efendimiz, elbette tüm canlıların da yaratıcısıdır ve ayetlerinde bunu belirtmektedir. Hatta ayetlerdeki ifadelere dikkat edilirse, bilim ve teknoloji sayesinde gelecekte ortaya çıkacak ürünleri bile O'nun yarattığı/yaratacağı söylenmektedir. SORU 3: Mülk Suresi 16 O göktekinin, sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer aniden çalkalanmaya başlar. Mülk Suresi 17 O göktekinin, çakıl taşları taşıyan bir rüzgârı üzerinize salmayacağından emin misiniz? O zaman bileceksiniz nasılmış uyarım! Yaratıcımız zaman ve mekan dışıdır. Yani evrenimizin içinde değil dışındadır. O halde bu ayetlerde neden kendisinden "gökteki" diye bahsedilemektedir? CEVABIM: Allah evreni ve zamanı yoktan var etti ve zaten bu yüzden O'na şirk koşmak en büyük günah olmaktadır. Çünkü yaratılmış hiçbirşey kendisinin bir parçası veya ortağı değil. Efendimiz tüm yarattıklarından ayrıdır varlık olarak. Ama gözlemci ve yönetici olarak her noktada ve anda vardır. Rabbimiz "varlık olarak" kainatımızın dışındadır dedik... Peki durum böyle olunca, evrenimizin dışı, "yön olarak" bize göre ne taraftadır? Gökyüzü tarafındadır yine elbette. Çünkü evrenin sınırları gökyüzündedir. Oturduğumuz yerden bir perdenin arkasına doğru bakmak istersek, bunu nasıl yapmaya çabalarız? Perdeye doğru bakarız değil mi? Aslında baktığın perde değil, perdenin ötesidir(her ne kadar göremesen de...) Allah da (varlık olarak) evrenin sınırlarının dışında, yani yarattıklarından ayrıdır. Buna karşın bize göre "yön olarak" gökyüzü tarafında kalmaktadır. Ama gerçekte göğün/evrenin dışındadır tabii. Aynı şekilde "Ahiret Evreni'nde", yani ayetlerdeki adıyla "Rabbin Katı'nda" olan cennet de bizim evrenimizin dışında olmasına karşılık, yön olarak 63

bizim için yine gökyüzü hizasına denk gelmektedir, çünkü evrenimizin sınırları ve dışı o yöndedir. Bu durum Kuran'da şöyle belirtilmekte: Zariyat Suresi 22 Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de. Başka bir deyişle cennet de cehennem de göktedir denmekte. Tabii burada bizim kainatımızdaki uzay boşluğu değil, diğer evrendeki mekan anlatılmakta. Farklı fizik yasalarına sahip Ahiret Evreni'nden (Rabbin Katı) bahsedilmektedir... Bu bağlamda tekrar anlıyoruz ki, evrenimizin ötesinde olanlar için de "gökte" ifadesi kullanılmakta. Çünkü dediğim gibi yön itibarıyla dışarıya yani yukarımıza denk gelmektedir evrenimizin sınırları ve ötesi. Ayrıca, Mülk Süresi 16 ve 17. ayetlerde uzayda bizi bekleyen bir tehlikeden veya varlıktan bahsediliyor da olabilir . Örneğin bir gezegen, karadelik veya bilinç sahibi başka birşey... Selam ve sevgiler

64

İyiler Mutlaka Kazanır Allah'ı inkar etmek veya O'na ortak koşmak da, tıpkı başkasına eziyet etmek gibi içimizdeki kötülükle yüzleşmenin bir türevidir. Yine insanın vahye ve doğumu sırasında verdiği söze sırtını dönmesi ve kendine zulmetmesi sözkonusu. Hatta bize yaratılışımızda verilen en temel vahiy/ilahi bilgi Allah'ın varlığı ve tekliği bilgisi olduğundan, inkarcılar ve şirk koşanlar; daha en temel noktada doğrudan ayrılmaya başlamış demektir. "Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: 'Ben, Rabbiniz değil miyim?' 'Evet, tanıklık ediyoruz,' derler. Böylece diriliş günü, 'Biz bundan habersizdik,' diyemezsiniz" (Araf Suresi 172). "Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez." (Rum Suresi 30). Ayrıca ilk insana ve daha sonra İsa'ya "ruh üflenmesinden" bahseden ayetler de, yine bu durumu anlatmaktadır. Çünkü Kuran'da ruh "vahiy" anlamında kullanılmaktadır (bir de "vahiy meleği" için de özel isim olarak Ruh ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz). Secde Suresi 9: Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz! Bize yaratılışımızda işlenen bu bilgiler sayesinde daha doğuştan tek Tanrı inancına sahip olur, ve başkalarına iyi davranmak gibi erdemlere sahip oluruz (tabii içindeki ayetleri/vahyi dışlamayanlar için geçerli bu durum). Ve hep belirttiğim üzere, genlerimizde bulunan bu ilahi bilgilerden dolayı Kuran'a iman etmekle yükümlüyüz. Kuran'ın ilettiği vahiy içimizdeki ayetlerle uyum içindedir ve bu durum, onun Allah tarafından gönderilen kutsal kitap olduğunun en büyük ve temel delilidir. Fussilet Suresi 53 Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde 65

göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi? Bünyesindeki ilahi bilgilerle uyum içinde davranışlar sergileyen kimse iyilik üzere ve gerçeğe iman içinde yaşar demiştim. Bu söylediğime itiraz olarak, bazı inançlı kişilerin yaptıkları kötülükler karşı delil olarak sunulmaya kalkılabilir. Ama böyle başkalarına zulmeden ve buna karşılık inançlı tabir edilen kişilere baktığımızda aslında çoğunun yine şirk içinde olduğu ve yanlış şeylere inandıkları görülecektir. Gerçekten şirkden arınmış ve dosdoğru dini inanç içerisinde olan bir insan, kötülüklerden ve yanlışlardan elinden geldiğince uzak yaşayacaktır. Ya da geçici bir süre hatalı davranış içinde olsa dahi en kısa sürede bunun farkına varıp kendisine çeki düzen verecektir. Veya başka açıdan örnek verecek olursak; iyi bir insan inkar veya şirk içinde olsa da, günün birinde mutlaka doğru inanca kavuşacaktır bu dünyada. İmtihanının son dönemlerinde de olsa, kendisini cennete götürmeye yetecek minimum düzeyde de olsa dini kabule ulaşacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kişilerin hayatlarına bir bütün olarak bakmak gerektiğidir. Hem zaman açısından, hem de tüm alanlardaki yaptıklarını değerlendirme açısından...Ve sadece Rabbimiz bilmekte kimin iyilerden olacağını, imtihanı başarıyla tamamlayacağını... Bu yüzden herhangi birinin belli bir zaman diliminde veya bazı alanlarda yaptıklarına bakarak sonsuz kötülerden mi veya iyilerden mi olduğunu biz bilemeyiz. Bu konuyu "Kader ve Özgür İrade" başlıklı yazımda açıklamıştım: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/kader-ve-ozgur-irade.html Özgür iradeleriyle iyiliği seçenler ahirette mutlaka kazanırken, bu dünyada da nimetleri yaşamaya başlarlar. "Allah da onlara hem dünya nimetini verdi hem de ahiretin güzel sevabını verdi; öyle ya Allah güzel iş yapanları sever." (Ali İmran suresi 148. ayet) İyilik denilen olgu, ezeli olan Allah'ın yine özelliklerinden/sıfatlarından biridir.Yani öyle sonradan imtihan için oluşturulmuş kurallar falan değildir bu kavram aslında.Yüce Yaratıcımız iyidir ve O'nun sevgili/yakın kulları da iyilerden olmak durumundadırlar. İmtihanımız da tamamen bunun üzerine kuruludur. Tur Suresi 28. "Biz daha önce O'na yalvarırdık; O, İyilik edendir, 66

Rahimdir." *** Bir insan veya topluluk yanlış/hurafe inançların peşinden gidiyorsa ve ısrarla gerçeğe/bilgiye, ayetlere yönelmekten kaçınıyorsa, bu dengesizliğin diğer davranışlarında da kendini gösterdiğini belirtmiştim. Tarihte, inkarlarında ısrarcı olan toplumların, yanlış inançlarının yanı sıra, özellikle insanlara zarar verici/zulmedici başka hatalı davranışlar da sergilediklerini görmekteyiz zaten. Ayetler ışığında bu durumu delillendirecek olursak; Cahiliye döneminde şirk içindeki Arapların bazılarının çocuklarına yönelik zalimlikleri: Tekvir Suresi 8 - O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda, Enam Suresi 137 - Böylece onların ortakları, çocuklarını öldürmeyi bile müşriklerin çoğuna iyi bir şeymiş gibi gösterdiler. Böylece onları mahvettiler ve dinlerini karıştırıp bozdular. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Onlardan ve uydurdukları şeylerden uzak dur. Antik Mısır döneminde Firavun ve yönetimindekilerin vücuda getirdiği zulüm: Kasas 4. Gerçek şu: Firavun o yerde egemenlik kurmuş ve ora halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir topluluğu horlayıp eziyordu: Bu topluluğun erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarına hayasızca davranıyor/kadınların rahimlerini yokluyor/kadınlarını hayata salıyordu. O gerçekten fesadı yayanlardandı. Lut Kavminin gelen misafirlere bile tacizkar tavrı vardı: Hicr Suresi 67. Şehir halkı, elçileri duymanın sevinci içinde geldi. 68. Lût dedi: "Bunlar benim konuklarımdır, aman beni utandırmayın!" 69. "Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin." 70. Dediler: "Seni el âlemin işiyle uğraşmaktan men etmemiş miydik?" 71. Lût dedi: "Eğer bir şey yapacaksanız, işte kızlarım!" 72. Senin ömrüne yemin olsun ki onlar, kendi sersemlikleri içinde bocalıyorlardı. 67

73. Nihayet o korkunç titreşimli ses, onları güneş doğarken yakaladı. 74. O kentin üstünü altına getirdik/üst düzeydekileri alt düzeye indirdik. Ve üzerlerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırdık. (Bu arada belirtelim, Lut Kavmi de diğer kavimler gibi öncelikle, inkarcılığından dolayı helak edilmiştir. Zaten muhtemelen yarısı veya yarıya yakını kadınlardan oluşan bu toplumun tüm bireyleri eşcinsel, zinacı veya tacizkar değildi. Buna en net delil Lut'un eşinin de geride bırakılıp helak edilen kötülerden olmasıdır. Tamamını pençesine alan ana/asıl günah Allah'a ortak koşmak ve ayetleri inkardı yine. Diğer dengesiz davranışları ve günahları ise yine vahye sırt çevirmenin, zalimliğin yan tezahürleri, sonuçları idi.) Ankebut Suresi 32 İbrahim dedi: "Ama orada Lût var." Dediler: "Orada kim olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Elbette ki onu ve ailesini kurtaracağız. Karısı hariç. O, geride kalanlardan olacak." Ad Kavminin zorbalığı: Şuara Suresi 128.Her yüksek tepeye/yola şaşılacak bir bina kurarak/bir işaret dikerek mi eğleniyorsunuz! 129.Sanayi üreten yerler edinerek sonsuzlaşmak ümidine mi düşüyorsunuz? 130.Yakaladığınız vakit zorbaca yakalıyorsunuz? Medyen Halkının da ticarette hile yapma ve başkalarının malına zarar verme yoluyla yine insanlara karşı duyarsız ve zulmedici olduğunu görmekteyiz: Hud Suresi 84. Medyen'e, kardeşleri Şuayb'ı göndermiştik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yok sizin. Eksik ölçüp yanlış tartmayın. Sizi nimet-bereket içinde görüyorum, ama sizin için sarıp kuşatan bir günün azabından da korkuyorum." 85. "Ey toplumum! Ölçüyü ve tartıyı tam bir dürüstlükle yapın. İnsanların eşyalarını tırtıklamayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak dolaşmayın." 86. "Eğer inananlar iseniz, Allah'ın bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim." 68

( Geçmişteki helak edilen toplumları düşündüğümüzde dikkati çeken bir başka ayrıntı da; Allah'ın kötüleri/zalimleri dünyada da bazen biraraya getirip, onların toplu bir şekilde kendileriyle yüzleşmesini sağlamasıdır. Geçmişte helak edilen toplum demek aslında Allah'ın, kendi iradeleriyle kötülüğü seçecek olan birtakım zalimleri aynı tarih ve coğrafyada biraraya getirmiş olması demektir). Büruc Suresinde de yine inkarcıların Müslümanlara işkence yaptıklarını görmekteyiz: Büruc 5. O tutuşturulan ateşin adamları, 6. Onlar onun başında oturmuşlardı. 7. Ve hepsi, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı. 8. Onlardan sadece, Azîz ve Hamîd Allah'a iman ettikleri için öc alıyorlardı 9. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Allah her şeye tanıktır. 10. Şu bir gerçek ki, inanan erkeklerle inanan kadınlara işkence edip sonra da tövbe etmemiş olanlar için, cehennem azabı vardır. Onlar için yangın azabı da vardır. 11. İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur. Kısacası; ayetlere yönelmeyen insanlar birçok alanda hastalıklı düşünce ve davranışlara sürüklenebilmekte. Zaten doğru ve güzel olan davranış veya düşünce, aslında ancak Rabbimizin bizlere öğrettiği bilgilere ve emirlerine uzanmakla mümkün olmaktadır. Gerek yaratılışımızda bize verilen, gerekse sonradan Kitap'tan öğrendiğimiz...Gerek farkında olarak, gerekse olmayarak... Ateistler de dahil olmak üzere herkesin erdemli ve doğru yanları buna dayanmaktadır. Farkında olmasalar da içlerindeki ayetlere kulak verdikleri noktalarda güzel ve sağlıklı davranışlarda bulunuyor insanlar. *** Müslüman, yani sadece Allah'a teslim olan, imtihan serüvenini başarıyla tamamlayacak kişinin aynı zamanda iyi bir insan olduğunu, buna karşılık cehennemliklerin ise kötüler olduğu gerçeğini Kuran'da görmeye devam edelim: 69

Beled Suresi 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir? 13. Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o. 14. Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o, 15. Yakındaki bir yetimi, 16. Yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu. 17. Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o. 18. İşte böyleleridir uğur ve bereket dostları. Hakka Suresi 30 "Tutun onu, derhal bağlayın onu!" 31 "Sonra cehenneme sallayın onu!" 33. "Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu." 34. "yoksulu doyurmaya özendirmiyordu." 35 "Bugün onun için burada bir sıcak dost yoktur." Ali İmran Suresi 198 Ama Rablerinden korkanlar için altlarından ırmaklar akan cennetler var.Allah katından bir konukseverlikle sürekli kalıcıdırlar orada.Allah katındaki ödüller iyiler için daha hayırlıdır. Nahl Suresi 122 Dünyada ona güzellik verdik, âhirette de o mutlaka barışsever iyiler arasında yer alacaktır. İnfitar Suresi 13. Şu da kuşkusuz: İyiler tam bir nimet içindedir, 14. kötülerse cehennemin ta ortasında. Kalbi güzelliklerle dolu birinin inanmadığı için kazayla cehenneme gitmesi, veya zalim bir kulun haketmediği halde cennete gitmesi diye birşey yok hiçbir zaman. İyiler mutlaka kazanıyorlar imtihanı. Allah'a iman etmek ve şirkden uzak durmak dürüstlüğün bir tezahürü iken, inkar veya ortak koşup başka efendiler edinmeye çalışmak ise o kişinin en azından kendisine zulmüdür. Gerçek bilgileri kabul edip yanlış inançlardan uzak durmak, erdemli 70

yaşamak da güzel ahlakın parçasıdır. Bunun yanısıra, tek efendimiz olan Allah'ın bizden istekleri aynı zamanda yeryüzündeki sıkıntıları gidermeyi veya en aza indirgemeyi, buna karşılık dünyadaki güzelliklerden en üst seviyede yararlanmayı da amaçladığından, yine her açıdan, O'nun yolunda yürümek eşittir iyilik olmaktadır. Zekatı sürekli yerine getirmek (ekonomiden tutun bilgi birikimimize kadar her alanda paylaşımda bulunmak), ihtiyacı olanların yardımına koşmak ve güzel davranışlar sergilemek, yalanlardan, hırsızlıktan, cinayetten ve diğer kötülüklerden de uzak durmak, tüm dünyanın çıkarları doğrultusunda güzellikler üretmek, maddi ve manevi zenginliği ve barışı sağlamak, Allah'dan başka kimseye/kul köle olmamak ve kimseyi de köle edinmemek, verilen sözleri yerine getirmek...Bunların hepsi de merhametin ve iyiliğin temel parçalarından. Kuran'da bunlar ve hatta daha bile fazlası istenmekte kullardan. Bakara Suresi 83 İsrailoğullarından şöyle bir söz de almıştık: Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik ve güzellikle davranın. İnsanlara güzeli ve güzelliği söyleyin. Namazı/duayı yerine getirin, zekâtı verin. Bütün bunlardan sonra siz, pek azınız müstesna, sırt çevirdiniz. Hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz. En'am Suresi 151 De ki onlara: "Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Anababaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah'ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz." Özetle; cennet ehli mutlaka dünyada da güzellikler üreten ve düşünen iyi insanlardan oluşurken, cehennem ehli ise en başta kendisine ihanet içinde olanlardan oluşmaktadır. Yunus Suresi 44 Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar. Kendine acımayan, aslında başkalarına da merhamet etmeyecektir genelde. Ve ayetlerde anlatılan kıssalarda görüldüğü üzere öyle de olmaktadır. 71

Ayrıca, yapılan her kötülük o kişinin aynı zamanda kendi özbenliğine zulmetmesi demektir. Başkaları için kurduğu her kötü niyetli tuzak, aslında kendisi için kurulan ve de içine düştüğü tuzak demektir (ahirette aleyhine delil olması ve içindeki zalimlikle yüzleşmesi için). *** Rabbimiz bizleri hem kulluk etmemiz, hem de herkesin hakettiğine kavuşması için yarattı. Güzellikleri hakeden benlikler cennete , azgın ve bozguncu benlikler ise cehenneme kavuşsun diye...Bu yüzden iyiliği seçenler mutlaka kazanırken, zulmü seçenler kaybedecekler. Selam ve sevgiler

72

Maide 33'te Bahsedilen Nefsi Müdafaa ve Kısastır Bu çalışmamda; Maide 33'de bahsedilen "çaprazlama" meselesinin ne olduğundan bahsedeceğim, ama ondan önce kısaca başka bir konuya değinerek giriş yapmak istiyorum; Kuran'a göre hırsızlığın cezasının ne olduğuyla ilgili de çok soru gelmekte. Kitapta ifade edilen el kesme cezasının eli tamamen kesmek mi yoksa çizdirip işaretlemek mi olduğu konusu üzerinde duruluyor özellikle. Kuran'ı bütünlük içinde ele alınca genel olarak hemfikir olunan sonuç şudur; Kitapta hırsızlık vakalarıyla ilgili el kesme ifadesi 3 anlamı da içermekte: 1- Elini kesme 2- Elini çizdirme (işaretleme) 3- İmkanını kesme, yani hapsetme ve buna benzer kısıtlamalar getirme. Dikkat edilirse ayetlerde anlatılan, Yusuf Peygamberin öyküsünde de hırsızın alıkonulduğunu yani hapsedildiğini görüyoruz. Hırsızlığın büyüklüğüne/derecesine ve hırsızın durumuna göre bu 3 uygulamadan birinin yapılması isteniyor ayetlerde diye düşünmekteyiz. Ayrıca mağdur yani mal sahibi isterse hırsızı affedebilir veya başka özel durumlardan dolayı hırsıza hiç ceza verilmediği vakalar da olabilir (örneğin açlıktan/mecburiyetten dolayı çalma, kleptomani/çalma rahatsızlığı yüzünden bunu yapma vs...). Zaten ayetlerde, birey hakkına yönelik en büyük ihlal olan cinayet suçu için bile mağdur yakınlarına affetme yani cezayı hafifletme yetkisi verildiği dikkate alınırsa, nisbeten daha hafif bir suç olan mal/para gasbında yine aynı af kapısı her zaman açık demektir. Ama ben yazımın başında da dediğim gibi asıl Maide Suresi 33. ayette bahsedilen "çaprazlama " konusuna değinmek istiyorum ve bu konuda yeni birşey söyleyeceğim. Durum zannedilenin tam tersinedir. El ve 73

ayakları çaprazlama kesme uygulamasını aslında putperestler kendilerine boyun eğmeyenlere/Müslümanlara uygulamaktaydı ve ayette bahsedilen de, peygamber döneminde bundan vazgeçmeyen zalimlere karşı aynı şekilde karşılık vererek savunma mücadelesi yapılmasıdır. Öncelikle iyi anlaşılmalıdır ki ilgili ayet saldırganlara karşı Müslümanların yaptığı savunma savaşıyla ilgilidir. Zaten şu yazımda da belirttiğim üzere İslam'da sadece nefsi müdafa, yani savunma savaşına izin vardır: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/kuranda-sadece-nefsimudafaya-izin.html Ve işte yine nefsi müdafadan bahseden bu ayet, o zamanlar imanlılara zulüm yapanlara ve bunu inatla sürdürenlere yaptıklarının aynısıyla karşılık verme, onlara yaptıklarını tattırmakdan/iade etmekten bahsetmektedir: Maide Suresi 33: "Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır. 34. Ancak onları ele geçirmenizden önce tövbe edenler bunun dışındadırlar. Artık Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu bilin." Dediğim gibi, o dönemde durup dururken Müslümanlara saldıran ve bundan da, yani savaştan vazgeçmeyen, barışa yanaşmayan zalimlere karşı nefsi müdafa mücadelesi ve kısas istenmektedir sadece. Kuran'ın anlattığı üzere, Müslümanlara karşı putperestler bu çaprazlama uygulamasını gerçekleştirmekteydiler eskiden beri (özellikle Mısır Firavunları). Konunun anlaşılabilmesi için öncelikle şu çalışmam okunmalı: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/msr-firavunlarnn-caprazlamamerak.html Texe Marrs'ın Codex Magica isimli kitabında da anlattığı üzere Antik Mısır dininde "X" yani "çaprazlama işareti" güneş tanrısı Osiris'in simgesiydi ve bu yüzden onlar için kutsaldı . Mısır kralları gömülürken elleri ve ayakları çapraz pozisyonuna getirilirdi. Eski Mısır medeniyetinden kalma yazıtlarda, tapınak ve piramitlerin duvarlarında da X sembolü sıkça 74

görülmektedir. Ayrıca kendilerine karşı gelenleri cezalandırırken yine bu çaprazlama ritüelini kullanırlardı. Ayetler de; putperestlerin eski çağlardan beri, Müslümanlara karşı şiddet uygularken bile çaprazlama takıntılarını sürdürdükleri bilgisini vermektedir. Taha Suresi'nde anlatılan olayda, Firavunun Müslüman olanlara yönelik olarak el ve ayakları çaprazlama kesme yöntemine başvurmaya kalktığını görmekteyiz: Taha Suresi 63. Dediler ki: "Şunlar, iki büyücüden başka birşey değillerdir. Büyüleriyle sizi toprağınızdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu silip yok etmek istiyorlar. 64. "Hemen hünerlerinizi birleştirin; sonra saf bağlamış olarak gelin! Bugün, üstün gelen kurtulmuş olacaktır. " 65. Dediler: "Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız. " 66. Mûsa dedi: "Hayır, siz atın!" Bir de ne görsün! Onların ipleri, sopaları, yaptıkları büyüler yüzünden, kendisine gerçekten koşuyorlarmış hayaline verdi. 67. Mûsa birdenbire içinde bir korku duydu. 68. Şöyle dedik: "Korkma, üstün gelecek olan sensin!" 69. "Sağ elindekini yere bırak! Onların, sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yalayıp yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Büyücü ise nereye gitse iflah etmez. " 70. Bunun üzerine büyücüler secdelere kapanıp şöyle seslendiler: "Hârun`un ve Mûsa`nın Rabbine inandık!" 71. Firavun dedi: "Ben izin vermeden ona inandınız öyle mi? O size, büyüyü öğreten büyüğünüzdür. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve yemin olsun sizi hurma ağaçlarına asacağım. O zaman iyice bileceksiniz, hangimizin azabı daha şiddetli ve sürekli. " 72 Dediler: "Biz seni, bize gelen açık-seçik kanıtlara ve bizi yaratmış olana asla tercih etmeyeceğiz. Verdiğin hükmü uygula. Senin hükmün olsa olsa bu dünya hayatında geçer. " Firavunların pagan, Spiritualist/Ruhçu temele dayalı, ve çapraz işaretini 75

kutsal gören öğretisi antik Mısır dönemiyle sınırlı kalmadı elbette. Günümüze kadar varlığını çeşitli adlarla dünyanın dört bir tarafında sürdürdü( yahudi mistisizmi de bu öğretinin temeli üzerinde inşa edildi) ve hala da sürdürmekte(örneğin uzakdoğu meditasyonlarında bacaklar çapraz pozisyonuna getirilip transa geçilir vs.). Binlerce yıldır çeşitli versiyonlarıyla insanları şirke batırmayı sürdüren Ruhçuluk, elbette her dönemde olduğu gibi peygamberimizin döneminde de putperestler üzerinde etkiliydi. Ve dolayısıyla o zamanın çok tanrıcıları, Müslümanlara karşı aynı şiddeti ve yöntemi sürdürmekteydiler. Tıpkı daha önceki peygamberlerin dönemlerinde de olduğu gibi... Texe Marrs'ın Codex Magica isimli kitabından bazı resimler

76

Ve tekrar belirtelim; böyle eskiden beri Müslümanların el ve ayaklarını çaprazlama kesen ve bu eylemlerini sürdüren paganlara/putperestlere karşı kısas olarak , yani onlara yaptıklarının aynısının uygulanması bir seçenek, bir savunma stratejisi olarak sunulmuş Maide Suresinde. Peygamberleri ve takipçilerini ülkelerinden çıkarınları aynı şekilde ülkeden sürmek, onlara saldıranlara aynı şekilde karşılık vermek, kısaca "göze göz, dişe diş" izninden bahsedilmiş. Ve dediğim gibi, kitabı bütünlük içinde okuyunca görmekteyiz ki bu, Müslümanlara verilen savunma savaşı izni, eğer saldıranlar müminlere bu yaptıklarından vazgeçip barışa yanaşırlarsa bitiyor. Başka bir deyişle burada bahsedilen çaprazlama olayının hırsızlıkla veya o kişinin inanıp inanmamasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece fiziksel olarak saldıranlara karşı savunma savaşı ve kısas isteniyor o dönemde hepsi bu. Yoksa herkes dilediği şeye inanmakta veya inanmamakta ve bu doğrultuda yaşamını yönlendirmede özgürdür. Kimseye inancından dolayı tokat dahi atılamaz Kuran'a göre. Selam ve sevgiler

77

Evrendeki Kusursuzluk Kendi Şart ve Hedeflerine Göredir (video formatında) Evrendeki Kusursuzluk Kendi Şart ve Hedeflerine Göredir başlıklı yazım Kuran Araştırmaları Grubu tarafından video haline getirildi: http://www.youtube.com/watch?v=4TK-29trpQ8 Selam ve sevgiler

78

Ekşi Sözlük’e Yazdıklarımdan Örnekler Ekşi Sözlük'te açılan başlıklara verdiğim cevapların birkaçını paylaşayım sizinle dedim. Sözlüğün formatı gereği bütün harfler küçük... Her entrymin altına da sözlükteki adresini verdim... Selam ve sevgiler ------------------------------------------------------------------------------------------------------beş yıldızlı otelde iftar yemeği vermek gayet güzel, islam'ın hedeflediği doğrulardandır. öncelikle, lüks israf falan değildir, bu iyi anlaşılmalıdır: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/luks-israf-degildir.html ikincisi, bazıları "oruç tutmak yemek bulamayanların halini anlamak içindir" gibilerinden birşeyler söylüyor, sonra da bu kendi söylediklerine ciddi ciddi kendileri de inanıyor. sanki kuran'da böyle bir ayet varmış gibi bu kendi kafalarındaki senaryoya göre haramlar türetmeye kalkıyorlar (iftarda çok yemek günah, lüks ve güzel veya kaliteli yemek haram gibi bir ton zırva inanç..) o zaman onların bakış açısına göre ramazanda kaliteli ve güzel seks de haram olmalı. oruçda seks yapmak yasak öyle değil mi? öyleyse oruç seks yapamayanların halinden anlamak için(onların hayali bakış açısına göre) ve yine öyleyse ramazan geceleri seks yapacaklar eşleri güzel ise (ya da kadınlar için kocaları yakışıklı ise) seksten uzak durmak zorunda kalmalılar. çünkü "lüks sekse" giriyor bu durum. hele ki haz fazla olmamalı. hatta eşleri güzel (veya yakışıklı) olanlar bu eşlerinden boşanıp çirkin insanlarla evlenip mütevazi bir cinsel ilişki yaşamalıdır ramazan gecelerinde. ayrıca ilişkiye girilen yer kirli ve sıkıntı veren bir ortam olmalı ki, seks 79

yapamayanların halinden anlasın... komedi bir çıkarım olurdu değil mi bu? elbette, tıpkı "oruç yemek bulamayanların halinden anlamaktır ve bu yüzden iftar yemeği lüks ve çok olmamalıdır" diyenlerin zırvalıkları gibi.. orucun birçok hikmeti vardır ve bunu yalnızca rabbimiz biliyor. bu yüzden biz kafamızdan "oruç şunun içindir, şunu sağlar" gibi şeyler söyleyemeyiz. sadece ve de sadece rabbimiz yetkilidir din konusunda hüküm vermeye: http://www.kurandakidin.net/ ramazanda en güzel yemekleri en lüks ortamlarda yemek, diğer günlerden daha bile fazla hakedilen bir durumdur. http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=25580128 ben prensip icabı sünnete karşıyım diyen çocuk müslüman çocuktur. yahudi gelenek ve uygulamalarını rededip bir müslüman hayatı yaşamayı istediğini belirten kişidir. islam dininde allah'ın yarattığı mükemmeldir ve durup dururken ameliyat edilemez: tın suresi 4 biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık. ortada sağlık durumu gibi özel bir neden yokken, hem de başkasını zorla ameliyat ettirmeye kalkmak, allah'ın yarattığını değiştirmek tamamen islam dışı bir uygulamadır kuran'daki gerçek islam hadis/mezhep ve tasavvuf öğretilerinden çok farklıdır. http://www.kurandakidin.net/ http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=25938492 filmlerde genelde işgalci uzaylıların yenilmesi uzaylı filmlerinde görülen birçok mantık hatasından biridir. yoksa eğer bir uzaylı saldırısı olsaydı, adamlar bilmem kaç ışık yılı uzaktan düğmeye 80

basar dünyadaki canlıları oradan bitirirdi. hatta düğmeye bile basmasına gerek yok. ayrıca dünya üzerine bir gemi yaklaşacaksa ya robotlarını gönderirler ya da bu gemilerin kendileri bilgisayarlar tarafından yönetilen robotlar olur. yani pilotsuz birimlerle saldırırlar, onlardan birinin parmağı bile incinmez. şimdi bu komediyi geçtikten sonra asıl konuya gelelim. bugünlerde hemen her hafta bir uzaylı saldırısını anlatan film sinemalara gelmekte. beyinler yıkanıyor, insanlar uzaylı saldırısına inanacak kıvama getiriliyor. illuminatinin planında böyle bir senaryo(sahte uzaylı saldırısı) olduğu yıllar önce oyun kartlarında işlenmişti. konuyla ilgili olarak şöyle yazmıştım: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/1995-illuminati-kart-oyunu.html yani eğer bugünlerde bir saldırı görürseniz bilin ki aslında onlar uzaylı falan değil. hepsi bir komplonun parçası. http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=26333925 evrenin her şeyi kapsayan tek bir ruhunun olması islamiyet'e göre yaratılmışların ruhu olmadığına ve de tüm yaratılmışlar allah'dan ayrı olarak yoktan var edildiklerine göre tamamen islam dışı bir inançtır. yalnız şu olabilir, rabbimiz biz insanlara verdiği gibi evrene de bir bilinçzeka vermiş olabilir. evrenin kendisini de bir başka birey, başka bir kul olarak görecek olursak onun da kendi içinde özellikleri vardır. evren de big bang ile doğmuş, big crunch ile sonlanacaktır ayetlere göre: http://www.mucizeler.com/2011/11/buyuk-patlama%E2%80%99danbuyuk-cokus%E2%80%99e/ yani o da bizler gibi bir yaratılmıştır sadece. ama evrenin kozmik zekası varsa bunu ruh-hayalet falan ile karıştırmamalıyız. çünkü islam'da yaratılmışların ruhu-hayaleti yoktur: http://emre1974tr.blogspot.com/2011/07/islamda-canllarn-ruhu-hayaleti81

yoktur.html ayrıca evrenin kendisini tanrı ile özdeşleştirmek veya o'nun bir parçası olarak görmek hatası da büyük bir sapmadır. evreni tapmanın değişik bir versiyonudur. hayır, tüm yaratılmışlar rabbimizden varlık olarak tamamen ayrı ve yoktan yaratılmışlardır. zaten bu yüzden şirk en büyük günahtır: o (allah) evren'i (gökleri) ve yeryüzünü yoktan yaratandır. o, bir işin olmasına karar verirse yalnızca "ol" der, o da hemen oluverir. 2-bakara suresi 117 ihlas suresi 3 ne doğurmuştur o, ne doğurulmuştur! http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=20555499 kuran-ı kerim dinin tek kaynağı, insanlara kıyamete kadar ışık tutacak yol göstericidir. incil ve tevrat(ve de daha eski kutsal kitaplar) değiştirildiklerinden, koruma altında olmadıklarından bugün dinin kaynağı durumunda değiller. hele ki rivayet ve söylenti adı altındaki hadis kitapları hiçbir zaman... sadece kuran korunmuştur ve islam'ın(yani gerçek dinin) tüm gerekli bilgilerini eksiksiz bir şekilde barındırmaktadır. namazdan hacca kadar tüm ibadetlerin ayrıntısı bile mevcuttur. apaçık ve din alanında eksiksiz olan kuran, birinci açık anlamında ve bütünlük içinde okunmalı, başka hiçbir kitap yanına eklenmemeli: http://www.kurandakidin.net/ ayetlerin açık-ilk anlamında okunması gerektiğini anlatan yazım: http://www.diniyazilar.com/2011/06/kuran-bir-semboller-kitabi-degildir/ kuran mucizeleri: http://www.mucizeler.com/ http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=17892562

82

İnsanların ve Cinlerin Kötü Enerjilerinden Korunma Sad Suresi 41. Kulumuz Eyyûb'u da an! Hani, Rabbine şöyle seslenmişti: "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu." 42. "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak bir yer, işte içilecek soğuk bir su!..." dedik. 43. Ona bizden bir rahmet ve özü temizlere bir hatırlatma olarak, ailesini ve beraberlerinde, benzerlerini bağışladık. Cin veya insanlardan şeytanlar, bazı kişilere sıkıntı verebilirler. Zaten cinler de tıpkı insanlar gibi maddi varlıklar(ateşten yaratıldılar) ve dolayısıyla diğer canlılara fiziksel zarar vermeleri gayet olağan. Hicr Suresi 27 Cini/İblis'i de daha önce kavurucu ateşten yaratmıştık. Verdikleri vesveseler, ayrıca telepatik etkileri ve kötü enerjileri ile yaşam enerjinizi olumsuz etkileyebilir hatta uzun vadede bunalıma bile sokabilirler. Onların kötü enerjilerinden korunmada namaz kılmak, (yalnız Allah'a)dua etmek, Kuran okumak, sürekli Allah'ı anıp şükretmek, iyilik ve hayır işlerinde yarışmak gibi güzellikleri gerçekleştirmek önemli yer tutar. Zaten dünya ve ahiret bir bütündür, ibadetler ve güzel ameller sadece ahireti değil bu dünyamızı da güzelleştirmektedir... Nas Suresi Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla... 1. De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! 2. İnsanların yöneticisine, yönlendiricisine, 3. İnsanların ilahına; 4. Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin/o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden, 5. İnsanların göğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o; 83

6. Cinlerden de insanlardan da olur o!" Fussilet Suresi 36. Eğer şeytandan gelen kötü bir dürtü seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın! Çünkü en iyi işiten O'dur, en iyi bilen O... Araf Suresi 201. Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda görülmesi gerekeni görürler. Bunun yanında, Eyyub Peygamberin öyküsünde gördüğümüz üzere, uğradığı sıkıntıyı gidermesi için Rabbimiz kendisine doğal bir ilaç olarak su veriyor ve ondan hem içmesini, hem de yıkanmasını istiyor. Belki de bu özel şifalı bir su ama genel olarak suların bu sorunda fayda verdiği sonucuna ulaşabiliriz. Bu bağlamda, kötü enerji yayan bazı insan ve cinlerin olumsuz etkisinden sıyrılmada bazı başka gıdalar da yardımcı olabilir belki.Özellikle vücudumuzu radyasyondan koruyan besinler, şifalı bitkiler etkili olabilir.Çünkü bedendeki radyasyonu dışarı atan bir gıda aynı zamanda olumsuz enerjiyi de temizleyebilir. Keçiboynuzu ve yoğurt gibi besinler tüketmek kötü enerjilerden korunmada ve vücutta oluşan bazı sorunları gidermede rol oynayabilir. Ayrıca dünyadaki en etkili radyasyon temizleyici bitkilerden kabul edilen Kore Ginsengi de akılda tutulmalıdır. Uzakdoğulu Ginseng zihnimizden cildimize kadar genel olarak sağlık ve denge kazandıran bir gençlik iksiridir aynı zamanda. Direncimizi arttırdığından, dışardan gelen olumsuz etkilere karşı da güçlü kılar. Özellikle de strese karşı... Bu kıssada dikkati çeken noktalardan biri de, Rabbimizin diğer bazı örneklerde olduğu gibi doğrudan sıkıntıyı gidermeyip, bu sefer çözümü(suyu) sunmasıdır. Böylece, bu olayı bizlere aktaran ayetler sayesinde tüm insanlığa konuyla ilgili yol gösterilmiş de olunuyor. Dua etmek, Allah'a sığınmak ile fiziksel olarak tedavi olmak çelişen şeyler değildir. Ya da başka herhangi bir konuda Rabbimizden yardım istemek ile elimizden geldiğince o işi gerçekleştirmek için çalışmak, çözüm üretmek... Herşey (kendi yaptıklarımız da dahil olmak üzere) vesiledir, ilahi planın parçasıdır zaten. Biz her zaman var gücümüzle sorunları 84

çözmek için çalışmalı ve mücadele etmeliyiz. Ayrıca her zaman iyilik ve iman yolunda yürürsek, Rabbimiz zaten cennetimsi güzellikleri daha bu dünyada da yaşatmaya başlamaktadır. Selam ve sevgiler

85

Yaşlanmayla mücadele - Uzun Ömür ve İslam Mezhep-hadis takipçilerinde yaşlanmayla mücadele edilemeyeceği inancı hakim olmuştur. Bu inancın çıkış noktası uydurma rivayetlerdir elbette. Ayrıca yine hadis-mezhep ve tasavvuf öğretilerinde uzun ve sağlıklı ömür için çabalamak, yeryüzündeki sıkıntıları en aza indirgemek için mücadele etmek dünya düşkünlüğü gibi gösterilmeye çalışılmış çoğunlukla ve karşı çıkılmıştır. Ama Kuran, yani İslam öğretisinde durum çok farklıdır. Zaten mezhep ve tasavvuf öğretileri İslam dini ile zıt olduğunu yine burada da çek net bir şekilde gösteriyor. Ve bilindiği üzere hadis adı verilen dedikoduların veya mezhepsel, tasavvufi kabullerin hiçbir geçerliliği yoktur Allah'ın dininde. Rabbimizin söylediği üzere sadece Kuran dinin kaynağıdır. Bilinmeli ki İslam'a göre yeryüzü tekamül veya acı çekme yeri değil, imtihan yeridir ve bu imtihanı başarıyla geçme şartı da kendiniz ve tüm insanlık için güzellikler üretmek, yeryüzünü cennetimsi bir hale getirmeye çalışmaktır(şirkten uzak gerçek iman da bunun baş köşesindedir). Yine bu bağlamda hastalık, sakatlık ve yaşlanmayla mücadele de Kuran'ın hedeflediği amaçlar arasındadır. Kuran'da yaşlanma ve hastalıklar çaresizdir diyen, bunları önlemek için mücadele edilmemelidir diyen bir ayet yoktur. Tam tersini söylemekte ve istemektedir Rabbimiz. Ayetler asırlarca dinç kalan insanlardan bahsetmektedir. Ankebut Suresi: 14: Yemin olsun, biz Nûh'u toplumuna göndedik de o onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan yakaladı. çünkü zalimlerdi onlar. Görüldüğü üzere Nuh peygamber dünyada "en az" 950 yıl yaşamış. Ayrıca Kuran'da anlatılan öyküsünde toplumunda bunu garipseyen kimseyi görmediğimize göre o medeniyette böyle asırlarca yaşamak sıradan bir olay olabilir. Yani ya genetik olarak yaşlanmaya karşı dirençliydiler ya da şifalı bitki ve gıdalarla, egzersizlerle gençlik formülünü biliyorlardı.Bir 86

diğer şık da, çok ileri bir bilim-teknoloji seviyesine sahip olmaları ve bundan yararlanarak kolay kolay yaşlanmamaları (Bu ihtimallerin birden fazlası da birlikte etkili olmuş olabilir). Kaldı ki sadece peygambere özel bir durum bile olsa bu, yine bu dünyada da bir insanın çok uzun yıllar dinç olarak yaşayabileceğini göstermektedir. (Diğer bazı peygamberlerin ve başka kişilerin de çok uzun bir ömür yaşadığını iddia eden kaynaklar var). Bunun dışında mağara ehlinin yaşlanmadan uzun süre yaşamasından da bahseder ayetler(fakat oradaki mucize fizik yasalarının dışında da gerçekleştirilmiş olabilir). Günümüzde de özellikle genetik bilimi uzmanları insan ömrünün uzatılabileceği, asırlarca ve hatta binlerce yıl ihtiyarlıktan ve hastalıklardan uzak bir dünya serüveninin deneyimlenebileceğini belirtmekteler.Hatta kimi bilimadamları "Kutsal kitaplarda yazan uzun ömürlü insanlar yeniden gerçek olmak üzere" şeklinde cümlelerle bu gelişmeyi haber verdiğine göre, bu durumun dinin verdiği bilgilerle uyum içinde olduğu bu açıdan da görülebilir. Bir Müslümanın gayesi tabii ki Allah'ın rızasını kazanmasını sağlayacak güzel bir hayat yaşamaktır. Yani bu dünyada yaşamın uzunluğu değil, cenneti hakedecek amellerin gerçekleştirilmesi, imtihanı başarmak esas amaçdır. Ama yaşlanmayla mücadele de bu duruma aykırı değil, destekleyici bir durumdur. Bir insan hiç yaşlanmasa bile bu dünyada yine de ölümlü olacak. Sadece yaşadığı süre içinde dinç ve sağlıklı kalmayı başaracaktır. Yaşam kalitesi artacaktır. Bu durum da o bireyin hem daha mutlu olmasını, hem de daha sağlıklı düşünmesini, daha olgun davranışlar sergilemesini sağlayabilir. Hatta sağlıklı ve dinç bir insan başkalarına yönelik güzellikler üretmek için, sağlıksız ve çökmüş bir insana göre daha fazla güç ve imkana sahip demektir. Ayrıca sağlıklı ve uzun yaşayan bir insanın bilgeliğinin artma şansı da doğacaktır. Daha bilgili, tecrübeli, hayat ve ayetler hakkında çok daha uzun süre düşünmüş, ve hep bunu dinç bir beden ve zihinle yapmış bir insanın gerçek dine ve iyiliğe yönelme ihtimali de biraz artabilir. Zaten dediğim gibi; kutsal kitabımıza göre hayat kurtarmak tüm insanlığı kurtarmak gibi hayırlı bir davranış olduğuna göre yine ömrü uzatmak, yaşlanmanın getirdiği tahribatı engellemek için araştırmalar yapmak da bu kapsamdadır: 87

-Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. (Maide Suresi 32. ayetten alınmadır). Yaşlanmayla mücadeleye karşı çıkan bazı kişiler bunun Allah'ın yarattığını değiştirme, yasasına karşı çıkmak şeklinde algılıyorlar hatalı bir şekilde. Hayır, durum yine tam tersinedir. Bir insanın sürekli veya çok uzunca süre dinç ve sağlıklı kalmasının sağlanması Allah'ın yarattığını değiştirmek değil, korumaktır. Bir organın, örneğin gözün hep keskin bir şekilde görmesi mi yaratılışın korunmasıdır, yoksa dejenere olup işlevini yitirmesi mi? Ya da bir insanın saçlarının dökülmesi mi orjinal şeklinin değişmesidir yoksa hep gür saçlara sahip olması mı? Allah'ın yarattığı bedenin en sağlıklı halinin ve aynı zamanda da şeklinin korunmasıdır daimi gençlik. Zaten cennette de sonsuza dek sabit formu korunacaktır canlıların... Yeter ki Allah'ın yarattığı canlıların orjinal, sabit şekilleri üzerinde oynanmasın, farklı organlar veya canlılar yaratılmaya çalışılmasın bilim yoluyla. Gençliği korumak orjinal formu korumaktır. Yapılacak olan çalışmalar da bu sabitliği sağlamak için olmalıdır, yoksa değiştirmek için değil. Bir diğer dikkat edilmesi gereken husus da, Antiaging uygulaması adı altında uzakdoğu öğretilerinin benimsetilmeye çalışılması tuzağına düşülmemesi gerekliliğidir. Uzun yaşamı sağlayıcı egzersizler olarak bazen bazı pagan uygulamalar, panteizm ve reenkarnasyon gibi inançlar yani kısaca ruhçuluk insanlara aşılanmaya çalışılmaktadır bazı kesimlerce. Gerçekte ise bunların sağlıkla bir ilgisi yoktur. Allah'ın yasası sıkıntılarla ve ızdırapla mücadeleyi emreder. Sağlıklı ve genç kalmak için çalışmak, insanlığın mutlu olmasını sağlamak da bunu gerçekleştirmenin bir parçasıdır, sürekli belirttiğimiz üzere. Bu ama genetik bilimiyle olur, ama doğal gıda/şifalı bitki veya egzersizlerle... Bu arada dünyanın en uzun ömürlü insanlarının genelde Müslümanlar arasından çıkması da , gençliği ve sağlığı korumanın Allah'ın istediği bir şekilde yaşamakla nasıl kolkola gittiğinin bir başka sağlamasını sunmaktadır(örneğin bilinen en uzun ömürlü insan Azeri Shirali Mislimov’dur). Zaten namaz kılmak, oruç tutmak, Allah'ın diğer emir ve yasaklarına 88

uymak insanın daha uzun ömürlü olmasını sağlamaktadır birçok açıdan. Kısacası İslam dini yaşamı uzatma, gençliği sürekli veya daha uzun süreli yaşanır kılma çabasını zaten içermektedir. Ve sadece bu konuda değil, yaşamın her alanında kaliteyi ve mutluluğu arttırmanın, güzellikleri çoğaltıp cennetimsi bir dünya için çalışmanın Kuran ilkelerinden olduğu bilinmelidir. Bu dünyevileşmek falan değildir. Zaten Kuran'da dünya ve ahiret güzelliği bir bütündür.Bu dünyada kendiniz ve tüm insanlık için vücuda getirdiğiniz iyilik ve yardımlar aynı zamanda ahiretiniz için de yatırımdır. İkisi birbirinin destekleyicisidir, sanılanın aksine. Din dışı olan ise kötülük, sefillik ve ızdırabın peşinden gitmektir. Allah'ın dini kalıcı gerçek çıkarlarımızın ne olduğunu bize gösterir ve bu yolda yürümemizi hedefler. Selam ve sevgiler

89

Eğer herkes ayetlerin dediğini yapsaydı nasıl bir dünya olurdu? (video formatında) Eğer dünyadaki tüm insanlar imanlı olup ayetlerin dediğine harfiyen uysaydı nasıl bir tablonun karşımıza çıkacağını anlattığım yazım birçok yerde yayımlanmıştı. Şimdi de bu yazımı Kuran Araştırmaları Grubu video haline getirdi: http://www.youtube.com/watch?v=05Z7b-XI_ZE Selam ve sevgiler

90

Mucizelerin devamı... Nuh Suresi 16 "Ve Ay'ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş'i bir kandil haline getirdi." Bilindiği üzere bu ayette Güneşin ışık üreticisi bir kozmik lamba olduğu ve buna karşılık Ay'ın sadece gelen ışığı yansıttığı gerçeğine vurgu var. Ayrıca yine mucizevi şekilde, gökyüzündeki diğer yıldızların da birer ışık üreticisi devasa lamba olduğu söylenmekte Kuran'da: Mülk Suresi 5 Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık. Saffat Suresi 6 Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. Fussilet Suresi 12 Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir. Bu ve benzeri ayetlerde, gördüğümüz yıldızların da aslında birer güneş, veya tersine düşünecek olursak, Güneşimizin de bir yıldız olduğu söylenmekte. Ayrıca bu Güneş ve diğer yıldızların üzerinde "alev" olduğu bilgisi de açıkça sunulmakta.Hatta yıldızların üzerindeki ortamın cehennemi andırdığı bilgisine de gönderme var... Çok uzağımızdaki yıldızların da üzerinde alevler barındırdığı, cehennemi bir ateş yapısına sahip olduğu o günlerde insanlar tarafından pek bilinen birşey değildi. Bu arada Kuran'da yıldızlar için "necm", gezegenler için ise "kevkeb" ifadesi kullanılmaktadır. Ayrıca tıpkı bugün bilimadamlarının söylediği gibi kıyamette bu yıldızların ışıklarını yitirecekleri ve sonlanacakları bilgisi de yine Rabbimiz tarafından bize bildirilmişti: Mürselât Suresi 8 Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman Yıldızlarla ilgili bu bilgilerden sonra yine Kuran'ın dünyamızın yapısıyla 91

ilgili olarak verdiği bilgiye tekrar bakalım: Naziat Suresi 30 Bundan sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlattı. Bu ayetten dünyanın tıpkı yumurta gibi geoit şeklinde yaratıldığını anlamakla birlikte, işaret ettiği bununla da sınırlı kalmıyor. Çünkü dünya yumurtaya dış görünüşünün yanı sıra iç yapısıyla da benzemektedir. Evet yumurta ile dünya birbirine benzerdir. Öncelikle dış görünüş açısından ele alacak olursak; Her ikisinin de göbek kısmı yani ekvator bölümü, kutuplara nazaran daha geniştir. Şişkin kısımdan kutuplara doğru gittikçe küçülme görülür yine her ikisinde de . Yani şekil olarak kesinlikle parelellik vardır. Ve dünyanın bu geoid şeklini anlatmak için verilecek en iyi örneklerden biridir yumurta. Bunun dışında YUMURTA DIŞ YAPI KADAR İÇ YAPISI İLE DE DÜNYAMIZI ANIMSATIR. Bir yumurtanın ortasında koyu sarısı vardır. Bu merkez sarının etrafında iyice cıvık beyaz katman(akı) vardır. En dış kısımda ise ince kabuk vardır. Dünyamızın da merkezinde çekirdek vardır(ki yumurtanın sarısına denk gelir görünüm ve yapı olarak) Çekirdeğin etrafında eriyik(cıvık) manto tabakası vardır(bu da yumurtanın akına karşılık gelmektedir kabataslak) Ve en dış kısımda ise ince yerkabuğu vardır(Bu da yumurtanın ince kabuğuna denk gelmektedir)

92

Selam ve sevgiler

93

Meşhur (uydurma) Hadisteki Yönlendirmeye Dikkat Büyük bir tuzak içeren uydurma hadis şöyle demektedir: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teala hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizi, Da'avat 105, (3533) Yani bu rivayete/dedikoduya göre bir toplum hiç günah işlemezse yok edilirmiş. Ama tabii ki bu yalan insanları saptırma, günaha yöneltme amaçlı uydurulmuştur. Gerçek ise bunun tam tersidir elbette. Rabbimiz bir toplumu hiç günah işlemezse değil, tam tersine, günaha batarsa helak etmektadir ve Kuran'da da bu bilgiyi bize iletmekte: Yunus Suresi 13 Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları, zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde inanmadıkları için, helak ettik. Günaha batanlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız. İsra Suresi 17 Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter. Araf Suresi 4 Nice yurtları ve medeniyetleri yere batırdık biz. Öyle ki, geceleyin yahut öğlen uykusu uyumakta oldukları bir sırada azabımız tepelerine iniverdi. 5 Azabımız onlara gelip çattığında, yaptıkları, şu çığlığı yükseltmekten başka bir şey olmamıştır: Biz gerçekten zalimlerdik. En'am Suresi 6 Kendilerinden önce nice yurt ve medeniyeti yerle bir ettiğimizi görmediler mi? Biz o yurtlara yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş, üzerlerine gök bereketini bol bol indirmiş, nehirleri altlarından akar hale getirmiştik. Derken, onları kendi günahlarıyla helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil oluşturduk. Ayrıca Rabbimiz iyilikte yarışan ve günahtan/haramdan uzak duran toplumları yok etmek şöyle dursun daha bu dünyada nimetlerle 94

buluşturuyor ve cennetimsi güzel bir yaşam sunuyor: Hud 117: Halkı erdemli davrandığı sürece, Rabbin kentleri yok edecek değildir. Enfal 53. Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir Cin Suresi 16. Eğer yolda, kıvamında yürüselerdi, onlara bol bir su ile suvarırdık, 17. Ki onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden/Kur'an'dan yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar. Araf 96 O medeniyetlerin halkı inanıp korunsalardı, elbette ki üzerlerine gökten ve yerden bereketler saçardık. Ama yalanladılar, biz de onları, kazanır olduklarıyla yakalayıverdik. Görüldüğü üzere hadis öğretisi Kuran öğretisinin(İslam'ın) tam tersini insanlara benimsetmeye çalışarak felsefi temeli istediği hale getirmeyi amaçlıyor. Peki günahı insanlara masum göstermek isteyen ve bu uğurda din maskesini kullanan kimdi? Araf Suresi 11 Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o. A'raf Suresi 16 Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." Fatır Suresi 5 Ey insanlar, Allah'ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın. Ayetlerde belirtildiği üzere bu cin(İblis) çeşitli yalanlarla insanları günaha yönlendirmeye çalışmaktadır. Araf Suresi 9. "Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz." 20. Derken, şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: "Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak 95

tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir." Tarih boyunca, yani ilk insandan beri hep aynı oyunu oynamaya çalışmaktadır şeytan. Eğer doğrudan insanları kötüleğe çağırsa birçok insan kaçabilir ondan, ama birçok hileyle, maskeyle ve de adım adım zihinleri pişirerek ele geçirmektedir. Bu tuzağa çok dikkat. Doğru yol üzerine kurularak insanların dünya ve ahirette ızdıraba sürüklenmesini hedefliyor... Ve bu cinin insanların ayaklarını kaydırmak için kullandığı ana öğretisi tarih boyunca Spiritualizm yani Ruhçuluk olmuştur. Konuyla ilgili videomuzu yine veriyorum: http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc Ruhçu Öğreti insanların cehenneme yuvarlanmasını hedeflediğinden, bunu gerçekleştirme yöntemlerinden biri de günahı masum hatta zorunlu birşey gibi göstermek için çabalamasıdır. Tekamül ve mutlak dualite inançlarını insanlara benimseterek kötülüğü ve ızdırabı sanki kurtuluşa ulaşmak için gerekli şeylermiş gibi sunma hinliğini sergilemektedir. Bu amaçla İncil gibi koruma altında olmayan eski kutsal kitapları bile değiştirip dini dejenere etmeye kalktılar. Ama Kuran Allah tarafından koruma altındaydı ve bu yüzden ona dokunamıyordu insanlar ve cinler.O zaman da Kuran'ın yetersiz olduğu hurafesini topluma kabul ettirerek hadisleri(rivayetleri/dedikoduları), mezhep ve tasavvuf öğretilerini(dolayısıyla da ruhçuluğu) dine ortak etme zulmüne giriştiler. Aslında Rabbimizin söylediği üzere bize bırakılan ve korunan tek dini kaynak kutsal kitabımızdı ve din alanında yalnızca ona sarılmalıydık: Casiye Suresi 6 İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah'tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?! Kitap’ ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. 6-Enam Suresi 38 http://www.youtube.com/watch?v=GTBNUXNQhsA Ruhçuluktan korunmuş olan yeryüzündeki tek kaynak da yine Kuran'dır ve 96

yine ona yönelerek Allah'ın dinini öğrenebilir, doğru yaşam/imtihan felsefesine ulaşabiliriz. Yazının konusu olan meşhur hadis/rivayet ise, dünyayı imtihan değil de tekamül yeri gibi gösterme bozgunculuğunu işlemenin yanı sıra, Allah'ın sanki kullarının hata yapıp sıkıntıya düşmelerini istediği gibi bir izlenim yaratmaya çalışmaktadır. İşin ilginci bu hadis o kadar benimsenmiştir ki birçok kimse tarafından ayet bile sanılmaktadır maalesef... Tekrar edelim; Rabbimiz günah işlemeyen toplumları değil, günahkarkötü toplumları yok etmekte ve yerine hayırlı-iyi milleti getirmektedir. Ve günahdan uzak duran birey ve toplulukları ise daha bu dünyada bile mükafatlandırmaya başlamaktadır: Enfal Suresi 51. "İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez." 52. Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişi gibi. Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de Allah onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah Kavîdir, çok güçlüdür; azabı çok şiddetli yapandır O. 53. Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir Muhammed Suresi 38 İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılan insanlarsınız. Ama bir kısmınız cimrilik ediyor. Oysaki, cimrilik eden kendi aleyhine cimrileşmiş olur. Allah Ganî'dir; yoksul olan sizlersiniz. Eğer yüz çevirirseniz, Allah yerinize başka bir toplum getirir. Ve onlar, sizin benzerleriniz olmazlar. Ve Rabbimiz; helak ettiği ve edeceği toplumları ahirette de cehenneme atacağını söylüyor. Buradan da Allah'ın günah işlemeyen bir toplumu dünyada da yok etmeyeceğini rahatlıkla farkedebiliriz. Çünkü bilindiği üzere iyiler, ayetlere uyanlar cennete gidecekler... Zaten düşünsenize, işlenen tek bir günah bile bazen zincirleme başka günahlara ve sıkıntılara da yol açabilir. Yanlışın çoğu gibi azından da elden geldiğince uzak durulmalıdır. Maide Suresi 90 Ey iman edenler! Uyuşturucu/şarap, kumar, tapılmak için 97

dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktik; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Ayrıca Ruhçu Öğreti başka bir "cinlik" yaparak hiç günah işlememeyi "tanrısallık" olarak göstermeye çalışmaktadır ve aklı sıra günahdan tamamen uzak duranın aşırıya kaçmış olduğunu telkin etmektedir. Ama, halbuki örneğin cennetteki insanlar da hiç günah işlemezler ve bunun tanrılaşmayla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur ( aynı şekilde ahiret evreninde ölümsüz olmanın da...) : Vakıa Suresi 25. Ne boş bir laf işitirler orada ne de günaha sokacak bir şey. Belki eğer bir kişi veya topluluk hiç günah işlemeyecek olsaydı, Allah bunu daha onları yaratmadan bildiğinden, doğrudan cennette varedeceği düşünülebilir (zihin jimnastiği yapacak olursak). Yani bu dünyanın sıkıntılarını hiç yaşamayacakları.. Ama bu durumda bile dünyada(evrende) yaratıp sonra helak etmesi söz konusu olmayacaktı. Zaten doğrudan cennet yaşamına başlamış olurlardı... *** Rabbimiz bizlere günahdan uzak durun diye emrederken buna karşılık insanların düşmanı İblis ise günaha çağırmaktadır. Allah Adem'e ve eşine "şu ağaçtan uzak durun" derken, İblis ise "ağaca yaklaşın o sizi geliştirecek" yalanıyla harama yönlendirmektedir. İşte yazının başında verdiğim hadis de aynı şekilde günahı yüceltmeye ve hatta cazip göstermeye çalışmaktadır. Aynı tuzağı içermektedir... Sadece bu olay bile, insanların hadis denilen dedikodu ve rivayetlerden neden uzak durması gerektiğini çok etkili bir şekilde gözler önüne seriyor. İslam öğretisinin tam zıttı bir felsefe insanlara ustaca aşılanmaya çalışılıyor ne yazık ki... Koruma altında olmayan İncil ve daha eski kitaplarda da durum benzerdir ve onlar da din dışıdır artık. Kuran ise korunan tek kitap olarak gerçek İslam'ı sunmakta ve bizleri aydınlatmaktadır.Yüce Allah'ın emrettiği üzere başka hiçbir kitabı veya kaynağı ortak etmeden tek dini rehber olarak Kuran'ı yani O'nun sözlerini kabul etmeli insanlık... Selam ve sevgiler

98

Rabbimiz bir işi/oluşu farklı yollarla gerçekleştirmekte Fatır Suresi 43.Yeryüzünde büyüklendiler, kötülük planladılar. Halbuki kötü plan sahibine geri teper. Geçmişlere uygulanan sünnet (yasa) dan başkasını mı bekliyorlar? ALLAH'ın sünnetinde bir değişiklik göremezsin; ALLAH'ın sünnetinde bir sapma göremezsin. Fetih Suresi 22 Eğer küfredenler sizinle savaşsalardı, sırtlarını dönüp kaçacaklardı. Sonra, bir dost da bir yardımcı da bulamazlardı. 23 Bu, Allah'ın öteden beri işleyip duran yolu-yöntemidir. Allah'ın yol ve yönteminde (sünnet) hiçbir değişme bulamazsın. Ayetlerde belirtilen "Allah'ın sünneti" kainat yasaları değildir. İlgili ayetler bütünlük içinde ele alındığında bahsedilenin Allah'ın temel dini emir ve uygulaması olduğu net bir şekilde görülmektedir. Allah'ın varlığı ve birliğine iman, şirkten uzak durmanın zorunluluğu vb. temel inançlar tüm toplumlara iletilmiştir. Zaten ilk insandan itibaren sadece ve sadece İslam'ı sunmuştur bizlere Rab. Gerek içimizdeki(yaratılışta verilen) ayetler, gerekse kutsal kitaplar her zaman aynı ilahi temel bilgileri vermektedir. Gelen din aynıdır ama bazen ayrıntılarında imtihan veya ceza amaçlı farklı emirler de söz konusu olmuştur. Geçmişte kimi yahudi toplumlarına tırnaklı hayvanların etlerinin veya Cumartesi çalışmanın yasaklanması gibi... Ya da yine buzağaya tapan topluma bir inek kesme emri verilmesi veyahut inkarcı Semud kavmine belli bir deveyi kesme yasağının getirilmesi gibi...Ama temel inanç ve emirler hep aynıdır.Şirk ve inkar her zaman en büyük günah, çalmak gibi birey hakkına zarar veren eylemler ise her zaman yasaktır. Allah'ın dini değişmez, kulların bu evrendeki serüveni boyunca tek bir ilahi din(İslam) olmuştur. İnsanlar Allah'ın dininin ismini (hatta kitaplarını değiştirip) Hıristiyanlık veya Yahudilik gibi asılsız adlar takmışlardır 99

geçmişte ama gerçekte hepsine sadece İslam gelmişti ve tüm peygamberler Müslümandı. Buna karşılık kainatın yasaları, yani Allah'ın yaratış yöntemi değişebilir, çok farklı örnekler sergilenebilir. Ve Kuran'da da anlatılan, "mucize" denilen kavram da genellikle bu evrenin düzeninin bizlere izin verdiği şeylerin dışında gerçekleştirilen iş-oluşlardır. Kainat yasalarının dışına çıkmak zaten sadece Rabbin yapabileceği bir olaydır. Evrenin yasalarının sınırları içindeki mucizeler-deliller birgün bilim ve teknoloji sayesinde kullar tarafından da gerçekleştirilebilir. Ama asla, hiçbir kul fizik yasalarının dışında birşey yapamaz. Bu yüzden bir mucizenin insan yapımı değil de, Allah'ın gerçekleştirdiği evrensel bir delil olduğunu asıl bu sıradışı olaylar göstermektedir. Adem ve İsa'nın "anne+baba=doğum" olmadan yani cinsellik(seks) olmadan yaratılması(atasız doğrudan can verilme), ölülerin diriltilmesi, İsa'nın çamurdan yaptığı şekillere can verilmesi, Musa'nın asasının yılana dönüşmesi vb. ayetlerin verdiği örnekler açıkça Allah'ın gerçekten sınırsız kudrete sahip olduğunu ve kendi koyduğu yasalara tabi olmadığını ispatlamaktadır. Kainat yasası dediğimiz şey Rabbimizin "yapış şeklidir" aslında.Sürekli aynı şekilde yaptığına tanık olduğumuzdan dolayı biz onu otomatik gerçekleşen ve değişmez bir şey gibi algılıyoruz. Buna karşılık Allah bize "bakın bunu aslında ben yapmaktayım ve dilersem tam tersi şekilde de yapabilirim" dersini vermekte, ayetlerde anlattığı bu yaşanmış öykülerdeki mucizelerle. Ve hiçbir düzene veya güce bağlı kalmak zorunda olmadığını, bu düzenleri yaratanın da kendisi olduğunu tekrar tekrar gösteriyor. Ali İmran Suresi 49 Onu, Beniisrail’e şöyle konuşan bir resul yapacak: “Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde birşey yapar, ona üflerim de Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır. ” Maide Suresi 110 Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem`in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs`le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla 100

konuşuyordun. Sana Kitap`ı, hikmeti, Tevrat`ı, İncil`i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu. " Görüldüğü üzere yine tıpkı Adem, İsa ve "ahiretteki insanların" yaratılışında olduğu gibi, bu ayetlerde anlatılan İsa Peygamberin mucizelerinde kuş ve benzeri canlıların yaratılması da sıra dışıdır. Hatta doğrudan topraktandır. Başka bir canlıdan türetilme söz konusu olmadığı gibi, anne ve baba, yani cinsellik bile yoktur bu özel yaratışlarda. Ahiretteki yaratılışın da aynı bu şekilde olmakta olduğu da defalarca vurgulanmaktadır yine Kuran`da. Hele ki evrenin yaratılışının da "yoktan" olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, Allah'ın çeşitli şekillerde yarattığı ve buna karşılık "düzen dediğimiz fizik yasalarının" ise sadece belli bir alanı kapsadığı daha iyi fark edilebilir. A'raf Suresi 107 Bunun üzerine Musa, asasını yere attı; birden korkunç bir ejderha oluverdi o. A'raf Suresi 117 Biz de Musa'ya şöyle vahyettik: "Hadi at asanı!" Bir de ne görsünler, asa, onların ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor. Panteist felsefedeki evren=tanrı anlayışında kainat yasaları tanrısal, değişmez kutsal şeyler zannedilmekte ve bazı kişilerce onlara da tapınılmaktadır maalesef. Ama gerçekte ise evren de yoktan yaratılmış bir kuldur. Ve kainat düzeni dediğimiz şey de, yine gerçekleştiricisi Allah tarafından değiştirilebilir ve hatta ayetlerde sunulduğu üzere zaman zaman değiştirilmişlerdir. Bir başka "delil" daha verelim: Bakara Suresi 259 Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. 101

Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum." Benzer bir Mucize de Musa'nın döneminde sunulmuştur: Bakara Süresi 72. Siz bir adam öldürmüştünüz de onunla ilgili olarak çekişip duruyordunuz. Oysaki Allah, sizin sakladıklarınızı ortaya çıkaracaktı. 73. Şöyle dedik: "Kesilen ineğin bir parçasıyla öldürülen adama vurun." İşte böyle diriltir Allah ölüleri. Size ayetlerini gösteriyor ki, aklınızı işletebilesiniz. Kainatın yoktan var edilmesi zaten öncesiz yaratılmanın, mucizenin en muhteşem örneğidir: O (Allah) Evren'i (Gökleri) ve yeryüzünü yoktan yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. 2-Bakara Suresi 117 İlk insanın yaratılması toprak ve su denilen materyallerden gerçekleşiyor ama bir canlıdan gelmediğinden dolayı o da düzen(cinsellik ve doğum) dışıdır. Burada sunduğum diğer bazı örneklerde de durum böyledir. Ayrıca ahiret evreni(Rabbin Katı) için olan ikinci yaratılışta da yine cinsellik ve doğum olmadan insanları canlandırma, yani topraktan yaratma olayı vardır. 29: 19 ALLAH’ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29: 20 De ki, “Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün. ” Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH’ın her şeye gücü yeter. Tabii bu fizik yasalarının dışında gerçekleşen olayların yanı sıra, içinde gerçekleştirilen mucizeler de vardır. Ama dediğimiz gibi bu tür olaylar birgün bilim ve teknoloji sayesinde insanlar tarafından da gerçekleştirilebilir (ve gerçekleştirilmektedir de). Madde görünmez yapılabilir, hastalıklar iyileştirilebilir, ateşte yanmayan malzemeler üretilebilir, yağmurlar yağdırabilir(hava durumuna müdahale), deniz yarılabilir vs... Ama kainat yasalarının dışına çıkmak asla hiçbir kul tarafından bilim veya teknoloji ile gerçekleştirilemeyecektir. Hiçbir zaman 102

yoktan var edemeyecekler, bir asayı canlı bir hayvana dönüştüremeyeceklerdir. Bir tek Allah bunları yapabilmektedir, işte bu sebepten dolayı asıl bu (fizik yasalarının dışında, düzen dışı gerçekleşen) mucizeler delilin O'nun tarafından geldiğini gözler önüne sermektedir. Yoksa bir ileri medeniyet, bilimde geri kalmış bir topluma teknolojik olaylar sunsa bu da mucize olarak anlandırılır, bu ilkel toplumun onların söylediklerine iman etmesi beklenirdi. Hayır, asıl mucizeler yani deliller, fizik yasalarının dışında gerçekleşenlerdir. Zaten kulları, elçilerin getirdiklerine iman etmekle yükümlü kılan başlıca nedenlerden biri budur(diğeri de içimizdeki ayetlerle uyumlu ayetler/kitaplar sunmalarıdır). Getirdikleri çağlarüstü yani evrensel kanıtları/ayetleri hiçbir kul hiçbir zaman gerçekleştiremez. Yüce Yaratan'ın belli bir fiziki sisteme bağlı kalmak zorunda olmadığını bu mucizeler yoluyla görmemiz, O'nun ortak koşulamaz, özgür iradeye sahip tek efendi olduğunu tam olarak algılamamızı sağlamakta. Tekrar şuna dikkat edilmeli; bu düzen dışı olan gelişmeler/mucizeler de aslında Allah'ın planının parçası. Bir işi birden fazla yöntemle/yolla gerçekleştirmesidir bu olanlar... Nasıl ki "yoktan yaratma" , "doğrudan topraktan yaratma", "canlıdan türetme(doğum)" , "ahiret evreninde herkesi topraktan yaratma" gibi farklı farklı canlandırma yöntemleri uyguluyorsa, örneğin insanlara vahyetmede de birçok yöntem kullanmaktadır: Şura Suresi 51 Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur; yahut da bir resul gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. Yüceler yücesi O'dur; hüküm ve hikmet sahibi O'dur. Bu örnekler çoğaltılabilir. Sınırsız güce ve özgür iradeye sahip olan Rabbimiz bir şeyi sınırsız farklı yöntemlerle gerçekleştirebilir. İşte bize sunulan delillerle de buna şahit olmamız sağlanmaktadır. Selam ve sevgiler

103

Kainatı Veya Zihninizi Put Edinmeyin Son günlerde yine, insanlara düşünce gücüyle hayatlarını yönetebilecekleri ve kaderlerinin tanrıları olduğu gibi safsatalar bolca aşılanmaya başladı.İçine girdiğimiz 10 yıllık mistik periyodun da etkisiyle bu tür inançlara eğilim daha da artmaktadır maalesef. Sürekli olarak belirttiğimiz gibi, ruhçu öğretinin temellerinden olan, insanın tanrısal varlık olduğu hurafesi; tıpkı panteizm, ruhbanlık, evrim, reenkarnasyon veya çilecilik gibi binlerce yıldır insanlığa benimsetilmeye çalışılmıştır. Çoğu zaman da bu, din alet edilerek yapılmıştır bazı güçlerce. Hinduizm, Kabala veya Tasavvuf gibi adlar altında hep bu ruhçu öğreti, çeşitli versiyonlarıyla insanlara verilmeye uğraşılmaktadır. Amaç hep aynı, insanları farkına varmadan(ya da vararak) çok tanrıcı yapmak, hatta kendilerine ve tüm evrene tapınmalarını sağlamak... Günümüzde özellikle Spiritualizm veya New Age adıyla bir kez daha zihinlere yerleşme eğilimindedir yine aynı putperestlik. İşte bu Ruhçu öğretinin içyüzünü anlattığımız videomuzun linkini de yeri gelmişken tekrar vereyim: http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc *** Düşünce gücü ile zenginlik ve diğer isteklerimize kavuşabileceğimiz, başımıza gelecek olayları yönlendirebileceğimiz iddiasında olan birçok kitap türemiş durumda tüm dünyada. Ve açıkça veya dolaylı yoldan aslında insanların yaratıcı(tanrı) olduğu zırvalığı tüm dünyaya yayılmaya çalışılmaktadır... Ve ilginçtir, insanların bir kısmı ya bu inancın ne anlama geldiği üzerinde kafa yormadıklarından dolayı, ya da kendilerini kutsal varlıklar olarak görme ve şirk koşma eğiliminde olduklarından dolayı pek bir arzuyla bu tür iddiaların peşinden gidiveriyor. Gerçekte ise, alemleri yoktan var eden Rabbimizin yarattığı hiçbir kulun(kainat da dahil olmak üzere) hiçbir yaratıcılığı ve ortaklığı yoktur: 104

*** Fatır Suresi 3 Ey insanlar, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini anın! Allah'tan başka yaratıcı mı var? Sizi gökten ve yerden rızıklandırır. O'ndan başka ilah yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor da yüz geri çevriliyorsunuz? Tur Suresi 35 yoksa onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? yoksa bizzat kendileri mi yaratıcıdır? Vakıa Suresi 59 siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa yaratıcılar bizler miyiz? *** Başımıza gelen herşeyi, hakettiklerimiz ve imtihanımız doğrultusunda yüce Allah yönlendirir ve yaratır: *** Şura Suresi 30 Size gelip çatan her musibet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah birçoklarını da affediyor. Teğabün Suresi 11 Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah'a inanırsa allah o'nun kalbini doğruya ve güzele kılavuzlar. ve allah her şeyi en iyi biçimde bilmektedir. *** Sadece, eşsiz Rab kaderin efendisidir . İnsanlar tüm mallarını, teknoloji ve düşüncelerini biraraya da getirseler asla buna ortak dahi olamazlar: *** Nisa Suresi 78. Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır. Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik isabet ettiğinde, "Bu, Allah katındandır!" derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda, "Bu senin yüzündendir." derler. De ki: "Hepsi, Allah katındandır." Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar! 79. İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah'tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter. *** Evrenimizde ve de ahiret evreninde cennetteki tüm nimetleri yaratan ve bizlere sunan sadece O'dur(ve bu evrenleri de yaratan yine sadece 105

Allah'dır). Eğer Rabbimiz sürekli bize ikramda bulunmasa büsbütün mahrum kalırız: *** Vakia Suresi 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? *** Düşüncelerimizin yoğunlaşmasının, yani beynimizin gücünün olayları şekillendirmede bir rolünün olmadığının iyice bilinmesi gerekiyor. Zaten dediğim gibi eğer bir insan böyle zannediyorsa, yani örneğin olayları zihninin bir rüya gibi yönettiğini düşünüyorsa aslında bilmeden de olsa kendine tapıyor(ya da ortak koşuyor) demektir. *** Nahl Suresi 37 Sen onların iyiye ve doğruya ulaşmalarını tutkuyla istesen de Allah, saptırdığına yol göstermez. Hiçbir yardımcıları da olmaz onların. Sebe Suresi 54. Artık kendileriyle, iştahla arzuladıkları şey arasına engel konmuştur. Tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Gerçek şu ki onlar, tutarsızlığa iten bir kuşku içindeydiler. *** Görüldüğü üzere olayların gidişatında önemli olan insanların çok arzulaması, düşünceleri değil, Rabbimizin dilemesidir. 106

Aynı şekilde, belirttiğimiz üzere kainat da bizler gibi yaratılmış olan bir kuldur ve onun da yaratıcılığı, bir tanrısal yanı yoktur. Yani ruhçu öğreti türevlerinde öğretilen "düşüncelerinle isteklerini sipariş ver ve evrene gönder, er geç yerine getirecektir" gibi iddialar da tamamen saptırıcı ve şirki arzulayan hurafedir. İnsanın kendine ve kainata tapmasını hedefleyen tuzağın parçasıdır tüm bunlar. Çok açık bir şekilde insanlar ve evren tanrı yerine koyuluyor (panteizm tuzağının bir uzantısı zaten bu hurafeler de). Nahl 56 Tutuyor, kendilerine verdiğimiz rızıklardan, hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah'a yemin olsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. İnsanların bir şeyi dileme-isteme olayı bile Allah'ın izniyledir ve planının bir parçasıdır(hangi şıklar karşısında özgür irademizle neyi istiyeceğimizi biliyor Rabbimiz): *** İnsan Suresi 30 Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. Tekvir Suresi 29 Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz! Fetih Suresi 11 Bedevilerden, geri bırakılmış olanlar sana şöyle diyecekler: "Bizleri, mallarımız ve ailelerimiz oyaladı. O halde bizim için Allah'tan af dile." Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: "Allah size bir zarar dilerse, yahut bir yarar murat ederse, O'nun sizin için dilediğine kim engel olabilir?" Doğrusu şu ki, Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdardır. *** İnsanlar bazen yaşayacakları olayları hissedebiliyor ve bu doğrultuda düşüncelere dalıyorlar.Kaderleri doğrultusunda korku veya arzuları olabiliyor. Sonra çok istedikleri veya korktukları şeyler gerçekleşince bunları zihinlerinin gücüyle kendilerinin yarattıklarını zannedebilmektedirler.Hayır, bunlar zaten gerçekleşecekti Allah tarafından. İnsanların zihin gücüyle hiçbir katkısı ve ortaklığı söz konusu bile değil .Biz kullar sadece dualarmızla O'ndan isteyebiliriz hepsi o kadar. Yani bir olayı, biz ondan korktuğumuzdan veya çok istediğimizden dolayı beyin gücüyle kendimize çekiyor falan değiliz. Herşeyi, yaratıcımız 107

Rab gerçekleştirmekte. Düşünsenize, sizi korkutan veya canınızı sıkan şeyle ilk tanıştığınızda, nasıl birşey olduğunu bile bilmiyordunuz. Ama yine de başınıza gelmişti... Hatta bazı başınıza gelen musibetlerin farkına dahi varmıyorsunuz. Herşeyi vücuda getiren sadece yüce Yaratan olduğuna göre arzularımızı gerçekleştirmesi, gerçek kurtuluşa ulaşmamız için yalnızca O'na yönelmeliyiz: *** Bakara Suresi 45 Sabra ve namaza/duaya sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir. Meryem Suresi 48 "Sizden de Allah dışındaki yakardıklarınızdan da ayrılıyorum; Rabbime dua edeceğim. Umarım, Rabbime yakarışımla bahtsızlığa düşmem." Secde Suresi 16 Yanları yataklarından uzaklaşır; korku ve ümitle Rablerine dua ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da dağıtırlar. Mümin Suresi 14 Kâfirler hoşlanmasa da siz, dini yalnız O'na özgüleyerek, Allah'a dua edin! Fatiha Suresi 5 yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bakara Suresi 107 Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir velî vardır ne de bir yardımcı. Nahl 53 Sahip olduğunuz her nimet Allah'tandır. Sonra size bir zorluk/keder dokunduğu zaman yalnız O'na yakarırsınız. *** Rabbimiz hurafeleri-zanları terk edip, delile dayalı gerçek bilgiye-inanca yönelmemizi emretmektedir: *** İsra Suresi 36. Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. Ali İmran Suresi 151 Allah’ın, kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştukları için, küfre sapanların kalplerine korku 108

salacağız.Barınakları ateştir onların.Ne kötüdür o zalimlerin varacakları yer! *** Ve hep belirttiğim üzere; Allah'ın dışında bir güçten isteklerimizin gerçekleşmesi yolunda dilekte bulunmak demek, o şeye tapmak, ortak koşmak anlamına gelmektedir. Bu ister bir türbe olsun, ister bir canlı veya heykel olsun, isterse de kainat veya zihnimiz olsun fark etmez. Hiçbir kutsallığı ve yaşamla ilgili gücü yoktur bu kulların, yaratılmışların. Ve bu durumun bir istisnası bile söz konusu değildir. Bir de zihnimizin bedenimiz üzerindeki etkisi ile bu zihin gücüyle olayları yaratma konuları birbirine karıştırılabilmekte. Yani zihnimiz örneğin bağışıklık sistemimizin güçlü veya zayıf olmasına, hastalıkların iyileşmesine yardımcı oluyorsa, ya da beynimizin telepati vb. özellikleri varsa, sanki bunlar diğer konulara da delil gibi sunulup, aralarında bir bağlantı varmış gibi gösterilmeye çalışıyor. Zaten ruhçu öğreti bunu her alanda yapmaya çalışıyor. *** İsra 67 Denizde size bir zorluk dokunduğunda, O'nun dışındaki tüm yalvardıklarınız ortadan kaybolur. Fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. İnsan çok nankördür. İsra 68 Peki, kara tarafında sizi yere geçirivermesinden yahut üstünüze çakıl savuran bir kasırga göndermesinden emin misiniz? Sonra kendinize hiçbir vekil bulamazsınız. *** Gerçekten zorda kaldığında insanoğlu aslında çoğu kez Allah'a yönelir ve içten bir duayla yardım ister. Ve bunun sonucunda en zorlu anlarda bile herşeyin çabucak lehine döndüğünü deneyimler birçok kez. Aslında bu sıkıntıyı başa getiren de, gideren de sadece Rabbimizdir. Ama sıkıntı veya tehlike geçince yine eski haline dönüp ortak koşmaya başlar çoğu insan. Herşeyi yaratıp yönetenin kim olduğunu görmezden gelmeye çok hevesli insanoğlu ilginç bir şekilde. Hem de defalarca işin gerçeğini anlatangösteren olaylar yaşadığı halde... Kimi zaman kendisini düzlüğe çıkaranın şans olduğunu zanneder, kimi zaman da beyin gücü vs. ile bunu kendisinin gerçekleştirdiğini iddia edecek kadar raydan çıkar. Ya da daha başka ortak koştuklarının yardım ettiğini düşünmeye başlar... 109

*** Zümer Suresi 49. İnsana bir kötülük dokunduğu zaman bizi çağırır; ancak ona bir nimet verdiğimiz zaman ise: "Bu, bana bilgimden dolayı verilmiştir," der. Aslında o bir testtir, ne var ki çokları bilmez. Mülk Suresi 21 Peki, O, rızkını tutarsa kim var sizi rızıklandıracak? Hayır, bir azgınlık ve nefret içinde inat etmekteler. *** Bu arada panteist inanç içerisinde olanların, yani kendilerini ve kainatı Allah'ın parçası olarak görenlerin yanılgısına şu ayetler de güzel cevap vermektedir: *** İhlas Suresi 3 Ne doğurmuştur o, ne doğurulmuştur! *** (Allah ne bir şeyden türemiştir, ne de kendinden birşey türetmiştir.Yarattıklarını tamamen kendisinden ayrı, başka bir deyişle yoktan var etmiştir.) *** 6:101 Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Eşi olmadığı halde nasıl olur da çocuğu olur? Her şeyi o yaratmıştır ve o, her şeyi bilendir. Enam suresi 1 Hamt Allah`adır! o ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar. *** Rabbimiz herşeyi kendisinden ayrı yani yoktan yarattığından dolayı hiçbir ortağı yoktur ve bu yüzden şirk en büyük günahtır. Ve yaşadığımız dünya bir rüya veya hayal alemi değil, tamamiyle gerçektir: *** Teğabün Suresi 3 Gökleri ve yeri gerçek olarak yarattı; sizi biçimlendirdi ve görünüşlerinizi güzel yaptı. Yalnız O'nadır dönüş. 110

İbrahim Suresi 19 Allah'ın gökleri ve yeri hak(gerçek) olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi yok eder, yepyeni bir halk getirir. *** Ruhçuluğun insanlara aşılamaya çalıştığı düşüncelerin asılsız ve de uzak durulması gereken şeyler olduğu bilgisi ayetlerde defalarca vurgulanmakta görüldüğü üzere. Başka bir deyişle İslam'ın tam zıddıdır Ruhçuluk. Ayrıca, insanların yanlışlarından biri de başka insanların kendisi hakkında ne düşüneceği, onların gözüne girebilmek ve övgü veya onayını alabilmek için neler yapabileceği üzerinde kafa yorması ve hatta ömrünü bu uğurda geçirmeye çalışmasıdır. Aslında tek övgüsünü ve onayını almamız gereken yine yüce Yaratıcımız'dır. Falanca kişinin hakkımızda ne düşüneceği değil, Rabbimizin hakkımızda ne düşündüğü üzerine kafa yormalı ve bu uğurda güzellikler üretmek için çalışmalıyız. Zaten Allah'ın rızasını kazanmak bu dünyada güzellikler üretmekten ve insanlara iyilik yapmaktan da geçtiğinden, yine bunun sonucunda iyi-güzel insanların hakkımızda olumlu düşünmesini sağlamış olma ihtimali de artacaktır. Başkalarının gözündeki imajınız için çabalamanız tamamen boştur. Hatta göreceksiniz ki sizin için falanca görüşte olan birisi, yıllar sonra kendiliğinden tam tersi görüşe sahip oluvermiş. Hatta bazen bir bakmışsınız öyle yıllar sonra falan da değil, sadece birkaç saniye sonra tamamen değiştirmiş düşüncesini... İnsanlardan değil yalnızca Yaratandan çekinilmeli. Allah'ın sevgisi ve takdirini hakedenlerden olmanın dışında kalıcı bir kazanç yoktur. Ahiret yaşantısını, yani sonsuz serüvenimizi belirleyecek olan da sadece budur. Ama dediğim gibi bunun yolu da aynı zamanda insanlara ve kendine iyilik yapmaktan geçmektedir. *** Zümer Suresi 38 Onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, yemin olsun "Allah!" diyecekler. De onlara: "Peki Allah dışındaki yakardıklarınız hakkında ne diyorsunuz? Allah bana bir zarar vermek istese, O'nun vereceği zararı uzaklaştırabilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilese, O'nun 111

rahmetini tutabilirler mi?" De ki: "Bana Allah yeter! Tevekkül edenler O'na dayanıp güvenirler." Zümer Suresi 52. ALLAH'ın dilediğine rızkı genişletip daralttığını bilmezler mi? İnanan bir toplum için bunda dersler vardır. *** Zaten Allah'ın dışında başka şeylerden medet umanlar daha bu dünyada da sıkıntıları yaşamaya başlıyorlar. Belki hayatlarında belli bir süre işler yolunda gidiyor gibi gözükse de, günün birinde yani daha bu imtihan dünyasında bile işlerin sarpa sardığını görmeye başlıyorlar. *** Tevbe Suresi 118 Geride bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, öz benlikleri kendilerini sıkıştırmıştı; Allah'ın öfkesinden kurtulmak için yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını fark etmişlerdi. Sonra onlara tövbe nasip etti ki, eski hallerine dönsünler. Hiç kuşkusuz, Allah, tövbeleri çok çok kabul eden, rahmeti sınırsız olandır. Yunus Suresi 107 Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kaldıracak olan başkası değil, yine O'dur. O sana bir hayır dilerse, O'nun lütfunu reddedecek yoktur. Kullarından dilediğini lütfuyla nasiplendirir. Gafûr'dur O, Rahîm'dir. *** Allah bize bu dünyada güzellikler-ödüller sunarken veya bazı sıkıntılar tattırırken-cezalandırırken, bilincimizi bu durumla uyumlu frekans içine sokabilir. Başka bir deyişle; yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız doğrultusunda bir zihin haline sahip olabiliriz bazen. Ama yine burada bizim düşüncelerimiz doğrultusunda gerçekleşmiyor olaylar, sadece, olacaklarla uyum içerisinde oluyor bazen düşünsel dünyamız. Ayrıca Allah'tan başka hiçbirşeyden korkmamak gerektiğinden, bunun ihlali, yani başka şeylerden aşırı korkulması, bir ceza olarak da o kişiye Rabbimiz tarafından yaşatılabilir. Ve yine burada o kişinin düşünce gücü vs. söz konusu değildir. Var eden ve yöneten her zaman tektir. Ayrıca dikkat edin, birçok kez, korktuğumuz şeyler başımıza gelmiyor, tam tersine onlardan korunuyoruz. Ya da çok istediğimiz şey birçok kez gerçekleşmeyebiliyor. Zaten düşünce gücü olayı gerçek olsaydı dünyada 112

fakirlerin veya başka sıkıntıları olanların birçoğunun bu durumları hep sürmezdi. Çünkü çoğu içten bir şekilde sıkıntılarını aşmak istiyor.Ama bunu yapabilecek tek bir varlık vardır, o da tüm nimet ve sıkıntıları veren, ahirette de yine herkesi hakettiğine göre cennete veya cehenneme koyacak olan, yönetiminde ortağı bulunmayan Rabbimizdir. Zaten hiçbirşey kendiliğinden olmuyor, iyi veya kötü başa gelen her olayı O yaratmaktadır. Kainatı yoktan var eden ve içindeki tüm iş ve oluşların da yöneticisi, yaratıcısı tektir. Yüce Allah ortak koşmayı affetmediğini yine ayetlerinde şöyle bildirmektedir: *** Nisa Suresi 116 Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir. *** Bu bağlamda, özellikle yapılmaması gereken şey olan ortak koşmak, Allah'tan başka yaratıcı güç kabul etmek ve ondan medet ummak davranışının bu türevini; yani düşünce gücüyle olayları yönlendirebileceğiniz inancını/hurafesini de tamamen terk etmek gerekmektedir. Zaten putlara tapanlar da o heykellerin kendilerini değil, temsil ettikleri şeyleri yaratıcı güç olarak görüyorlardı ve birçoğu da panteist felsefe içinde bunu yapıyordu. Yani o gücün Allah'ın bir parçası veya yansıması olduğunu sanıyorlardı. Günümüz putperestlerinde de durum yine aynıdır... Yine söyleyelim; Tasavvuf yoluyla bu inanç, İslam dünyasına da benimsetilmeye çalışılmıştı geçmişte. Ve kısmen de etkili oldular. Şimdi ise modern görünümlü maskelerle insanlara kendilerinin tanrı oldukları veya bir parçası/yansıması oldukları görüşü ustaca aşılanıyor. Amaç hep aynı: insanları şirke bulamak... Söz Tasavvufdan açılmışken konuyla ilgili videomuzu da vereyim: http://www.youtube.com/watch?v=CgaphLgwtMo Tasavvuf ruhçuluğun İslam dünyasına sızabilmek için kullandığı truva atıdır. 113

Yani aslında İslam dini ile taban tabana zıttır. Ama ayet cımbızlayarak, ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek veya Kuran dışı kaynakları dine ilave ederek sanki Tasavvuf İslami birşeymiş gibi benimsetilmeye çalışıldı. *** ARAF Suresi 16. Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." 17. "Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Bir çoklarını şükreder bulamayacaksın." 18. Allah buyurdu: "Çık oradan, yenik düşmüş ve kovulmuş olarak. Onlardan sana uyan olursa yemin olsun ki, cehennemi tamamen sizden dolduracağım." *** Evet İblis insanların ayaklarını kaydırmak için din yolu üzerine kuruluyor ve şirk tuzağını çeşitli kapanlarla kuruyor. İnsanların çoğu da bu tuzağa yakalanıyorlar. Başlarına gelen güzellikleri kendilerinin yarattığını sanan insanlar, Allah'a şükretmeyecektir. Kendilerine ve/veya kainata pay çıkaracaklardır... Günümüzde Ruhçuluk veya New Age gibi isimlerle de bilinen paganizm bu cinin öğretisidir gerçekte. Bu durumu farkedip kurtuluşa uzanmanın yolu yalnızca Kuran'ı dini kaynak edinerek ona sarılmaktan geçmektedir. Çünkü sadece Kuran korundu ve ruhçuluğun kollarını/vantuzlarını uzatamadığı yeryüzündeki tek sağlam dini kaynak odur. Bu dünya hayatının amacı imtihandır, yani insanın içindeki iyilik veya kötülükle yüzleşmesidir. Bu yaşamın diğer işlevi de daha bu dünyadayken bazı küçük mükafat veya cezaları tatmaya başlamaktır. Bu kendimizle yüzleşmemiz sonucunda da ahirette itiraz hakkımız ortadan kalkmış oluyor. İçindeki kötülüğe defalarca bizzat tanık olan veya içindeki iyiliği deneyimleyen biri artık neden sonsuz cehennem veya cennete gittiğini biliyor olacaktır ahiret evreninde. Yaratılışımızda ve ayrıca sonradan kitap yoluyla bize verilen ayetlere sırtımızı dönmemek, tek tanrıcı ve iyi bir insan olarak imtihanımızı 114

tamamlamaktır bizden istenen. Bu bağlamda; şu 2 günlük dünyada sözde çıkar elde etmek için hurafelerin peşinden gitmek gibi bir hataya düşülmemeli. Zaten şirk yani ortak koşma en büyük günah ve hata olarak, hem dünyamızı hem de ahiretimizi cehenneme çevirmekten başka bir işe yaramayacak. "Olayları ve hatta maddeyi-evreni kulların zihninin yarattığı-yönettiği" gibi safsatalardan tamamen sıyrılarak, herşeyi sadece Allah'ın yarattığını iyice idrak etmeli ve O'ndan başka bir Tanrı ve yöneticinin olmadığı gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Hiçkimse O'na ortak olamaz. Zaten İslam'ın üstüne basa basa vurguladığı konu bu iken, bunun tam tersi inançlara yani hurafelere yönelmek ahiretteki sonsuz geleceği mahvetmekten başka birşey değildir. *** Bakara Suresi 22 O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden/ürünlerden bir rızık çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah"a ortaklar koşmayın. *** Ve yüce Rab özgür iradesiyle dilerse korkularımızı, dilerse arzularımızı karşımıza çıkarır(ceza veya mükafat). O düşüncelerimizle yönlendirilecek bir hizmetçi değil, efendimizdir. Bizim veya başka bir yaratılmışın hiçbir payı yoktur O'nun yönetiminde. Herkesi hakettiğine dünya ve de özellikle ahirette kavuşturacaktır... *** Hac Suresi 18 Görmedin mi göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun da üzerine azap hak olmuştur. Allah'ın hakir kıldığına ikramda bulunan olmaz. Allah, dilediğini yapar. *** Kainata, zihninize veya falanca puta geleceğinizle ilgili siparişler vermeye kalkma, yani onlara tapma hatasına hiçbir zaman düşülmemelidir. *** En'am Suresi 148 Şirke batanlar şöyle diyecekler: "Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık." Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde 115

yalanlamışlardı. De ki: "Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz.", *** Ahirette sonsuza dek acı ve hüsrana yuvarlanmamak için, işte bu "düşünce gücüyle olayları yaratmak" veya "panteizm" gibi sinsi şirk inançlarından biranönce sıyrılmalı, uzak durmalı kullar. Ruhçuluk ve uzantısı tüm putperest oluşumlara sırt çevrilmeli, safsatalara yaklaşılmamalıdır. Gerçekten de hiçbir yaratılmışta tanrısallık ve efendilik yoktur. Sadece Allah'a yönelmeli ve O'ndan istemeli, ibadetlerimizi de aksatmadan yerine getirmeliyiz. Hiçbirşeyi Rabbimize ortak koşmamalı, tüm yaratılmışların yoktan var edildiği gerçeğinin, yani diğer bir deyişle kulların Allah'tan tamamen ayrı olduğu gerçeğinin her zaman farkında olmalıyız. İyilik ve iman üzere yaşamalı, yüce Rabbin emir ve yasaklarına uymalıyız. Sonsuz ve gerçek kurtuluşun, kalıcı nimetlere ve mutluluğa kavuşmanın tek anahtarı bu. Ayrıca bu sır falan da değil, apaçık Kitabın apaçık ayetleridir. *** Müminun Suresi 59 Onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar, Rad Suresi 22 Onlar, Rablerinin yüzünü arzulayarak sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık dağıtırlar ve kötülüğü güzellikle savarlar. İşte bunlar içindir ölümsüz yurt. *** Namazınızı kılıp zekatınızı veriyor musunuz? İnsanlara iyilik ve hayırda yarışıyor musunuz? Sadece Allah'a yönelerek ve dini yalnızca O'na has kılarak yaşıyor musunuz? Hurafelerden ve haramlardan uzak durup gerçek bilgi, bilim ve güzellik yolunda yürüyor musunuz? Rabbimizin tek korunan ve dolayısıyla tek dini kaynak olan Kitabı Kuran'ı (anlayarak kendi dilinizde) okuyor musunuz? Kısacası Allah'ın emir ve yasaklarına uyuyor musunuz? İşte bu amellerimiz doğrultusunda sadece Rabbimiz belirlemektedir güzellikler içinde mi yoksa sıkıntılar içinde mi yaşayacağımızı... Hem bu dünyada hem de ahirette...Herkesi hakettiğine 116

kavuşturan yalnız O'dur. Selam ve sevgiler

117

19 Mucizesi ve 9:128.-129. ayetler Arkadaşımla birlikte hazırladığımız videomuz: http://www.youtube.com/watch?v=_0Y3fAaukiY Selam ve sevgiler

118

Ruhçuluk ve Uzantısı Tasavvufun İçyüzü Bir arkadaşımla birlikte hazırladığımız videolar;

Kuran ışığında ruhçuluğun değerlendirilmesi: http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc

Yine Kuran ışığında tasavvufun durumu: http://www.youtube.com/watch?v=CgaphLgwtMo

Selam ve sevgiler

119

Armagedon Ruhçu Öğretinin her yoldan insanları etkisi altına aldığını söylemiştik. İncil ve daha eski kutsal kitapları değiştiren, evrimi, reenkarnasyonu ve komünizmi binlerce yıldır insanlara aşılayan bu şeytani oluşum 2. Dünya Savaşı'nı da çıkartmıştı. Sadece Kuran korunduğundan, bu ruhçuluğun tuzağından insanları kurtarabilecek yegâne kaynak olduğunu da biliyoruz. Maddi nimetleri ve dünyayı kötü gösteren, insanları sefilliğe ve ızdıraba yönlendiren spiritüalizm yine bilindiği üzere 3. Dünya Savaşı'nı çıkartmak için geceli gündüzlü çalışıyor. Tasavvuf, kabala, New Age akımı, masonluk, ezoterik tüm örgüt ve oluşumlar Kudüs merkezli tek bir dil, tek para biriminin geçerli olduğu tek bir dünya devleti kurmaya hizmet ediyorlar. Yahudileri dünyanın efendisi haline getirmek amacındalar. Daha doğrusu işin içindeki, hatta tepedeki Yahudiler hedefin bu olduğunu sanıyorlar. Gerçekte ise Yahudilerin bile kıyıma uğrayacağı bir nükleer savaşı hedefliyor şeytanlar. Değiştirilmiş Tevrat ile kendilerine vaat edilmiş toprakları gerekirse katliamlar yoluyla ele geçirme yetkisinin verildiğine inanan Yahudiler bu uğurda İsrail'i kurdular. Ülkemizin bir kısım topraklarını da içeren haritaya kavuşuncaya kadar hiç durmadan her şeyi yapacaklar. Spiritualist-ezoterik örgütler de var güçleriyle onlara hizmet ediyor görünüyorlar. Hatta dediğimiz gibi Kudüs merkezli, Yahudilerin elinde tek bir dünya devleti kurmayı hedefliyorlar. Komünizm bile bu amaca hizmet ediyor, anahtarları savaşsız teslim almak için. Ulus devletleri, dinleri ve bireyselliği ortadan kaldırıp, tek bir potada eriterek kolayca emellerine ulaşacaklar. Diğer yandan evrim ve ruhlar âlemi inançlarını insanlara aşılayarak, hem insanların kendilerine zulmetmelerini sağlıyorlar, hem de gizlice nazizmiırkçılığı yeşertip benimsetiyorlar. Tabii bu arada insanların iç dünyasındaki tüm dengeleri alt üst edip istedikleri kıvama getiriyorlar. 120

Bir de işin Hıristiyan-Evanjelist boyutu var. Bush gibi milyonlarca Evanjelist de Yahudilerin kendilerine vaat edilen toprakları ele geçirmesini istiyorlar. Çünkü Evanjelistlere göre İncil ve Tevrat'taki kehanetler şunu söylüyor: 1-Bu yüzyılda Yahudiler kendilerine vaat edilen topraklara kavuşacaklar. 2-Bu noktadan sonra Yahudiler ile düşmanları arasında büyük bir savaş çıkacak. 3-Yahudiler yenilgiye uğrayacaklar ve bunun üzerine İsa yeryüzüne gelecek. Yani ABD'nin İsrail'i güçlendirip diğer ülkelere saldırtmasının, İsraillilerin hedeflediklere topraklara sınırlarını genişletmesine yardımcı olmalarının temelinde kıyameti getirmek arzusu yatıyor. Kısacası Evanjelist Hıristiyanlar aslında Yahudilerin uzun vadede mahvolmalarını istiyorlar ki bekledikleri Mesih gelebilsin. Ve bu Mesihin kendilerini yani Evanjelistleri gökyüzüne alarak kurtuluşa ulaştıracağını zannediyorlar. Tüm bunların gerçekleşebilmesi için de öncelikle İsrail'in kurulması gerekiyordu, kuruldu. Şimdi sınırlarının vaat edilmiş toprakları kapayacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. Ki kıyamet savaşı aşamasına geçilebilsin. Tüm Avrupa ülkeleri bile avuçlarının içlerinde, tek düşmeyen kale ülkemiz. Bu yüzden bir yandan doğrudan ABD ve İsrail'in dış politikaları ile yıpratılırken, bir yandan da CİA ve Mossad, ülkemizdeki ezoterik örgütlerle birlikte faaliyetleriyle bizi içten istediklere şekle-kıvama getirmeye çalışıyor. Büyük İsrail'in kurulabilmesi için, en büyük engel olarak gördükleri Türkiye'yi parçalamaya çalışıyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi ve Irak'ın işgali de aslında Evanjelistlerin ve Yahudilerin bu hedefine hizmet ediyor. Ülkemizdeki Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri de bu yöndedir. Kürtleri ve Ermenileri bile ülkemizi zayıflatmak için maşa olarak kullanıyorlar. İnsanımızı Kuran'dan islam'dan uzaklaştırmak için de her türlü stratejiyi kullanıyorlar. Ateizm, New Age öğretiler-spiritualizm, Kabala ve hatta tasavvufu yaygınlaştırarak, Kuran'daki gerçek İslam'a insanımızın erişmesini engelliyorlar. 121

Kısacası müttefik bildiğimiz ABD ve İsrail, hakkımızda en ürkütücü planları hazırlayanlar durumundalar. Sadece ülkemiz adına değil, aynı zamanda tüm Ortadoğu ve hatta tüm Dünya adına uyanışa geçme ve bu çılgın amaçları engelleme vakti. Yoksa çok karanlık günler tüm insanlığı bekliyor. Özellikle 2012 yılı faaliyetlerinin hız kazanacağı dönem olabilir. Düşman çok sinsi ve her türlü silahı kullanıyor. Sinema ve televizyonları bile... Türkler olarak çok uyanık ve güçlü olmak zorundayız. Vücuda getirilmeye çalışılan Armagedon'u engelleyebilecek olan kilit ülke biz gözüküyoruz. Bu yüzden tüm planlar bizim üzerimize yapılıyor, sinsi çalışmalarla gücümüz kırılmaya çalışılıyor. *** Bu güçler komünizmin gizli propagandasını çeşitli yollardan yapıp duruyorlar. Örneğin Lemmings adlı ünlü bilgisayar oyunu(ki yıllar önce bu oyunun verdiği gizli mesajı ben açıklamıştım yerli ve yabancı forumlarda) bireyin bütün için kolayca harcanabileceği düşüncesini verdi. Şirinler adlı ünlü çizgi film yıllarca bu felsefeyi aşılamaya çalıştı çocukların zihinlerine. Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı. Şöyle bir hatırlayın Uzay Yolu gibi dizileri, neler oluyordu? 1-Para kullanılmıyordu. Özel şirketler falan yoktu, herkes federasyonun çalışanıydı. Kimsenin özel uzay gemileri de yoktu. Hepsi ortaklaşa kullanılıyordu. 2-Hiç kimse ilahi bir dine inanmıyordu. Ama yoga ve meditasyon yapan insanlar görülüyor, ruhçu öğretinin hakimiyetini sezinliyorduk o kurgusal dünyada. 3-Tüm gezegenler tek bir federasyona bağlıydı. Ulus devletler diye bir şey de yoktu bu dizilerde. 4-İlk bakışta evrensel kardeşliği savunuyor gibiydi ama derinine inilince tam bir ırkçı felsefeye sahip olduğu görülüyordu bu dizilerin. Örneğin 122

Asyalı veya zenci görünümlü insanlar hiçbir zaman gemilerde kaptan olmuyordu. Dizinin kahramanlarının savaştığı kimseler hayvanımsı görünümlü başka ırklardan oluşuyordu. Anglo sakson tipliler her zaman en üst yönetimdeler ve iyiler? Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin "tek bir dünya devleti" hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor. Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular. Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim. Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar. *** Yahudiler ve Evanjelistler boş durmuyor , film ve dizilerde bizleri kötülemek amaçlı senaryolar kaleme alıp insanların bilinçaltlarını yıkıyorlar. Ramazan kağan Kurt'un belirttiği üzere aynı şeyi yıllar önce Araplara yönelik yapmışlardı. Kötü Arap imajını seksenli yıllar ve doksanların başlarında batılıların zihinlerine sinema ve televizyonla yerleştirdiler. Şimdi ise ne olduysa Amerikan film ve dizileri Arapları övmeye ama buna karşılık biz Türkleri kötülemeye başladı. Gelecekte sıranın kimde olduğunu gösteriyor bu çabaları. Ayrıca "rapturealert.com" sitesine bakarsanız şimdiden Türkleri Yecüc Mecüc olarak göstermeye çalıştıklarını görebilirsiniz(uydurma hadislerde de yine Yahudi-Hristiyan kaynaklı aynı iftiraları görüyoruz). Niyet belli, bugün Araplara yaptıklarını, gelecekte bizlere yapmak istiyorlar ve bunun psikolojik temelini kuruyorlar. *** Dünyada din ve ülkeleri yıkıp tek dünya imparatorluğu kurmak isteyenlerin maşası komünizmin aşılanma çalışmalarına dönecek olursak: Bugüne kadar kimilerince ünlü oyun karakteri Mario komünizm ile ilişkilendirildi. Kimilerince de Şirinler ... 123

Ünlü Lemmings oyununun gizli komunizm propogandası yaptığını yıllardır söylüyorum. 1-Tüm Lemmingler tek tipler ve birbirlerinden en ufak bir farkları yok.Toplu bir yaşam sürüp,oyunlardaki gezilerinde hep toplu halde hareket ediyorlar. 2-Lemmings ifadesi hep komünistlerle birlikte anılan bir ifade olmuştur tarihte. 3-Bu oyunda kollektivist başarı için bireylerin kolayca harcanabileceği öğretisi aşılanıyor.Dikkat edin güle oynaya bir iki Lemmingin , hemen her bölümde kendini feda ederek,yok ederek grubu kurtarması isteniyor.Yani bütünün yanında bireyin değersizliği ve kolayca harcanabileceği inancı ustaca aşılanıyor.Çaktırmadan "Önemli olan bütünün çıkarıdır,bireylerin çıkarı önemsizdir" mesajı sürekli bilinçlatına kazınmaya çalışılıyor. 4-Ve tabii ki durup duruken revolution(devrim) adı altında bir versiyonu çıkarmaları da niyetlerini sezinderen halka olmuştur. *** Ruhçu öğretinin binlerce yıldır sosyalizmi insanlara aşılamaya çalıştığını belirtip duruyoruz. Bu uğurda İncil gibi eski kutsal kitaplara sızıp komünist felsefeyi aşılamaya çalıştılar. Ve durum böyle olunca da, olağanüstü zenginliklere sahip Davut ve Süleyman peygamberler birer günahkar gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Konuyla bağlantılı evvelden şöyle demiştim bir forumda: Şeytanın öğretisi olan ruhçu öğretiye göre dünya nimetleri ve madde kötüdür ve bir leştir. Bu yüzden dünya nimetleri ve zenginlik içerisinde yüzen kişiler bir şekilde "kirli" ve "günahkar" olarak gösterilmeye çalışılır. Değişmiş İncil'de de bu olmuş,çok zengin olan Davut ve Süleyman peygamberlere çeşitli iftiralar atılarak aslında zenginlik kötülenmek istenmiştir. Hatta bu peygamberler tam bir peygamber bile sayılmamış,birer günahkar kral gibi gösterilmeye çalışılmıştır.Yabancı filmlerde görmüşsündür belki , Davut ve Süleyman peygamberler sözde günahkar ve isyankar birer kral olarak gösteriliyor. Etraflarında ise yarı çıplak,ellerinde asaları olan fakir ruhbanlar dolaşıyorlar. Sözde asıl peygamberler bu sefil ruhbanlarmış gibi gösteriliyor, bu peygambercikler Tanrı'dan aldıkları ayetleri onları iletiyor gibi bir hava yaratılıyor. Çünkü ruhçu öğretiye göre erdemli ve iyi olmanın yolu sefillikten ve dünya 124

nimetlerinden el etek çekmekten geçiyor. Böyle olunca da hristiyanlıkta, çok zengin ve nimetler içerisinde yaşayan Davut ve Süleyman peygamberlerin peygamberliği tam kabul edilemiyor. Bu yüzden onlara iftiralar atılıyor ve sanki gerçek elçiler onlar değişmiş de çevresindeki sefil ruhbanlar,kahinler gerçek peygamberlermiş gibi gösteriliyor. Kuran ise bu iftiraları şiddetle yalanlar ve gerçekleri yazar.Davut ve Süleyman peygamberler hem çok zengin hem de çok erdemli insanlardır.Allah'ın en sevgili ve cennetlik kulları arasındadırlar.Hatta Kuran'da Süleyman peygamber,belki de en çok övülen ve cennettle müjdelenen peygamberdir.Çünkü Kuran'a göre bu peygamberlerin daha bu dünyada cennetimsi bir yaşama kavuşmaları,onların Allah'ın sevgili kulları olduklarını göstermektedir.Kuran'a göre iyiler bu dünyada da güzellikleri yaşamaya başlarlar.Ruhçu öğreti de ise bu durum tam tersinedir. İncil'e komünist unsurların sokuşturulmasına Yahudi Essenlilerin aracı olmuş olması muhtemeldir.Essenliler mezhebinin kolektivist olduğu söylenmektedir. Marksist Yahudi yazar Max Beer de "Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi" adlı kitabında benzer şeyleri söylemiş. İncil'de serveti kötüleyen ve sol felsefeyi şırınga eden ifadelere örnekler: "Size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin " "İsa şakirtlerine dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat yiyecekten ve beden giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın, onlar ne ekerler, ne de biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları var, Allah onları besler, sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz?". "Eğer kâmil olmak istersen git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacaktır ve gel, benim ardımca yürü". "Yine size derim: Devenin iğne deliğinden geçmesi zengin adamın Allah'ın melekûtüna girmesinden daha kolaydır". Tabii Kuran helal yoldan elde edilmiş zenginliği ve zenginleri överek değiştirilmiş İncil(ler)in bu sinsi propogandasını suratlarına çarpar. Ayrıca yukarıdaki değiştirilmiş incil sözünün de gerçeğini yazarak yine deiştirilmiş kitapların ipliğini pazara çıkarır: 125

A'raf Suresi 40 Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz Yani zenginler değil, büyüklük taslayanlar inkarcılar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceklermiş. Kuran değiştirilmiş eski kutsal kitapların ruhçu yalanlarını deşifre eder. Zenginliği ve nimetleri över. Ve gerçekleri sunar. Zaten bu sayede İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar birdenbire olağanüstü bir medeniyete ulaştılar. Ama ne yazık ki daha sonra birçok Müslüman bile Kuran'ı değil, değiştirilmiş İncil'i hadis ve tasavvuf öğretileri aracılığıyla takip etmeye kalkmış ve bugün sefilliğin-ruhçuluğun pençesine düşmüştür. *** Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı. Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin tek bir dünya devleti hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor. Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular. Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim. Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar. *** Ruhçuluğun şeytani evrim, reenkarnasyon ve sosyalizm inançlarını insanlara binlerce yıldır aşılamaya çalıştıklarını söylemiştik. Bu uğurda kutsal kitapları bile değiştirmeye kalktı. Kuran hariç diğer dini kaynaklarda bu emeline az çok ulaştı. Zaten Hinduizmden tasavvufa kadar birçok pagan öğretide aynı öğeleri görüp duruyoruz. Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren de bilim ve materyalizm maskesiyle aynı temcit pilavını sunmaya, bu inançların yıkıcı etkilerini ve sonuçlarını vücuda getirmeye çalışıyorlar. Ve bu öğreti kendisine piyon olarak yahudileri de avucunun içine aldı. 126

Masonik İlluminati örgütü de komünizm yoluyla dinleri ve ülkeleri yıkarak tek dünya devleti kurma hedefindedir. Ülkeleri, özel mülkiyeti ve bireyselliği yok edip, sürü psikolojiisindeki insanları Yahudilerin emrine verecekler. Kudüs merkezli bir dünya devleti kuracaklar. 1829 yılında İlluminati NewYork'ta bütün din karşıtı unsurları birleştirerek uluslararası bir organizasyon kurma kararı aldı. buna da Komünist Enternasyonel denilecekti. Clinton Roosevelt, Charles Dana ve Horace Greeley'den oluşan bir komite bu yeni oluşumu finanse etmekle görevlendirildi. Ayrıca yine bu komite, Karl Marks ve Engels'in das Kapital ve Komünist Manifesto adlı kitaplarını da finanse etti. İlluminati'nin ünlü ve baş isimlerinden Albert Pike ruhsal rehberinden aldığı bir mesajı dönemin örgüt başkanına bir mektupta iletir. Pike, komünizm, faşizm, siyasi siyonizm gibi ideolojileri kullanarak üç büyük savaşın çıkmasını planlamıştı 1859-1871 yıllarında. Ve bu savaşların 20. yüzyılda çıkmasını arzuluyordu. Üçüncü dünya savaşı da İsrail ile Müslüman ülkeler arasında çıkacaktır planlarına göre. Tabii burada masonlar dünya hakimiyeti ve kendi öğretilerini tek din haline getirmek istiyorlar. İşte evanjelistler de bugün bu durumu kullanarak 3. dünya savaşını çıkartmak ve akılları sıra İsa'yı yeryüzüne getirmeyi arzuluyorlar. Yani iki düşman kutup, şimdilik elbirliği içerisinde gözükmek durumunda kalıyor. İleri vadede ise iki taraf da diğerinin ortadan kalkacağını düşünüyor. *** Jüri Lina Under the Sign of the Scorpion adlı kitabında Karl marks'ın Frankizm'den çok etkilendiğini belirtiyordu. Frankistler de kıyametin kopup yeryüzünün cennete dönüşebilmesi için günahın ve kaosun arttırılması gerektiğini savunuyorlardı zaten. Marks'ın masonluğa geçmesini sağlayan Haham Moses hess idi. Hess, başlangıçta komünizmi bir hayal olarak gören Marks'ı ikna etti ve onu tamamıyla safına geçirdi. Kısacası perde arkasında Hohem Mess 127

vardı ama görünürde Marks sosyalizmi kaleme alıyordu. Hess sınıflar arası mücadeleyi kullanarak Yahudiliğin amacına ulaşacağına inanıyordu. Kendileri dindar insanlar olmalarına rağmen, tanrısız bir sosyolist ideolojiyi insanlara sunarak kimliklerini ve gerçek niyetlerini gizlediler. Yine marks'ın rehberlerinden olan Yahudi Levi Baruch, Talmud'daki "bütün dünya zenginlikleri Yahudilerin olacak" hedefinin sosyalizm maskesiyle gerçekleşeceğini düşünüyordu. Dünyadaki devletleri ve krallıkları yıkmak, ırkları birbiri ile karıştırmak, dinleri ortadan kaldırmak , sonra da kolayca anahtarları alarak Siyanist Dünya Devletini kurmak rüyasıydı. Fakat yine bunu maskelemek için komünistler yahudiliği de kötüleyen yazılar kaleme aldılar. Ama Levi Baruch Marks'a yazdığı mektuplarda gerçek planlarından bahsediyordu(Sallaste, "Les Origines secretes du bolschevisme" Paris , 1930) Marks Kabala ve Talmud öğretilerinden de çok şey almıştı. Bu yüzden Yahudilerin dışında kalan insanların başlarına gelecekler onu ilgilendirmiyordu. Marks Komünist Manifestoyu yazmakla görevlendirildi. Ve kaleme aldıkları , aslında A. Weishaupt ve Clinton Roosevelt'in düşüncelerini geliştirilmiş haliydi. İlluminati bu yolla "din halkların afyonudur" söylemini tüm dünyaya yaydı. *** Moses Hess Yahudi olmayanlara milliyetçilikten kurtulmaları gerektiğini aşılarken, onlara dünya dünya vatandaşları olduklarını söylüyorlardı. Ama iş Yahudilere gelince, tam tersine, koyu birer milliyetçi olmalarını emrediyordu.(Moses Hess, Ausgewaehlte Schriften, Melzer Verlag, Köln 1962) Bu komünist(ve de siyonist) haham Mess, "Roma ve Kudüs, Son Milletler Meselesi" adlı kitabında (1862) Yahudilerin bir devlete sahip olması gerektiğini savunmuştu. 128

Hess, düşüncelerini Tevrat, Talmud ve Kabala'dan alıyordu yine elbet. Kitaplarında Yahudilerin üstün ırk olduğunu açıkça vurgulamakla birlikte, dünya yönetimi hakkının kendilerinde olduğunu da açıkça söylüyordu. Örneğin "Roma ve Kudüs, Son Milletler Meselesi" (1862)... Ve yine bu kitapta İbranice duaları da görülüyor. Theodor Herzl de bir yahudi devleti kurmanın hayali içerisindeydi. Değiştirilmiş Tevrat kehanetlerine göre Filistin'de kurulacak İsrail Yahve'nin Krallığı olacak ve tüm dünyaya hakim olacaktır. Siyonistler Filistine yerleşmeyi planlıyordu ama önemli bir sorun vardı. Yahudilik dünyadaki hiçbir ülkede pek tarımla ve el sanatlarıyla uğraşmıyordu. O yıllarda bir koloni kurmak için bunlar şarttı. Ama bir istisna ülke vardı ve bu ülkede Yahudiler tarımla da oldukça uğraşmaktaydılar. Bu ülke Rusya yani Rus Çarlığı idi. Bu yüzden dikkatler bu ülkeye yöneldi. Çeşitli entrikalarla çarlık yıkılmaya çalışıldı. Bu arada Filistin'e göç etmek ve burayı ülke edinmek özlemi de devam ediyordu. Ama bir yandan da Afrika'da Uganda'nın da geçici olarak yurt edinebilineceği düşünüldü kimi siyonistlerce.Bu düşünce genel kabul görmedi ve Filistenden toprak satın alınmaya başlandı. Rusya'da Siyon'un Dostları örgütü kurulmuştu. Zengin siyonist bankerler Filistinden topraklar satın alırken, diğer yandan oradaki koloni için gerekli olan Yahudi çiftçileri Rusya'dan getirtme planı yapmaktaydılar. Kaynakça Turgut Gürsan Ramazan Kağan Kurt *** Bolşevik hareketi Yahudi çiftçileri Filistin'e göndermek ve Rusya'ya hakim olmak için yapıldı. ABD'deki ve Avrupa'daki yeraltı çetesi tarafından finanse edildi. Ayrıca İlluminati'nin başındaki Rothschild ailesinin Rusya'yla geçmişten kalan bir hesabı vardı. 129

Troçki gibi Yahudi casuslara Rus isimleri verildi(Troçki'nin gerçek adı Bronstein). Bu casus gruplar Rusya'ya gönderildi ve İlluminati'nin tabakası tarafından ülkenin yönetimi ele geçirilmeye çalışıldı.Yine bu gruplar Rusya'nın her yerinde ayaklanmalar ve isyanlar çıkardılar. Bu olaylara tanıklık etmiş Rus generalin ağzından da anlatılmaktadır: Bolşevikler milyonlarca insanı katletti ve böylece illuminati'nin hayalini kurduğu; dinden, özel mülkiyetten ve milli şuurdan arandırılıp Yahudilerin hizmetine verilmiş bir dünyanın ilk ciddi uygulaması gerçekleşir. Artık Filistine çiftçi yahudileri aktarma yolu da tamamen açılmıştır. Yazar Aleksandr Soljenitsin de "Gulag Takım Adaları Cilt 2" adlı çalışmasında, Siyonist Yahudilerin, milyonlarca Hıristiyanın ve Yahudi olmayanın yok edildiği organize Sovyet konsantrasyon kampı sistemini yarattığını ve yönettiğini doğrulamaktadır. Hatta kitabın 79. sayfasında dünya tarihindeki bu en büyük ölüm makinesinin yöneticilerinin isimlerini veriyor. Hepsi de Siyonist yahudilerdir. Kaynakça Ertuğrul Dikbaş *** Yahudi Edward Mandell House ABD'de başkanın baş danışmanı ve 19131921 yılları arasında en güçlü bireylerden biri olarak görülürdü. Kendisi bir Marksist olup amacı Birleşik Devletler'i sosyalist yapmaktı. "Philip Duru: Yönetici" adlı bir kitap yazdı 1912 yılında. Bu çalışmasında, Amerika'nın fethi için bir plan ortaya koyup nasıl partilerin kontrol edileceklerini ve bir sosyalist hükümetin kuruluşunda araçlar olarak nasıl kullanılacaklarını anlatmıştı. Ayrıca ABD parasını kontrol etme metotlarını da söylüyordu. Sonraki gelişmeler kitapta belirtildiği yönde olmaktadır. 1921 yılında Jacob Schiff'in emriyle Yahudi Bernard Baruch ve Edward Mandell House tarafından Council on Foreign Relations-CFR(dış ilişkiler konseyi) kuruldu. Schiff bu örgütün Rothschild komplosunun(İlluminati) sürmesi için gerekli olduğunu düşünüyordu. 16 yıl CFR üyeliğini yapmış olan Chester Ward, Amerikan halkını örgütün 130

niyetleri konusunda uyarmıştı: "Bu seçkinci gruplar içindeki en güçlü kliğin bir tek ortak hedefi vardırbunlar ABD'nin ulusal bağımsızlığının, egemenliğinin teslimiyetini istiyorlar. Ayrıca dünya banka tekelinin küresel hükümetin eline verilmesini hedefliyorlar". Washington D.C'deki FBI merkezinin eski bir üyesi olan Dan Smoot da bu örgütün amacını şöyle anlatıyor: "CFR'ın nihai hedefi bir tek dünya sosyalist sistemi yaratmak ve ABD'yi de onun resmi bir parçası haline getirmektir." Kaynakça Ertuğrul Dikbaş KÜRESEL KÖYÜN EFENDİLERİ *** Bu arada feminizmi de ustaca kullanıyorlar. Amerikan filmlerinde açıkça erkek düşmanlığı yapılıyor. Komedisinden macera fimlerine-dizilerine kadar bir çok yapımda, kadının erkeğe şiddet uygulamasını bilinçaltlara yerleştirmeye çalışıyorlar. Her koldan gelerek, kaotik bir yapıya kavuşturmak için toplumu ellerinden geleni yapıyorlar. Komünizmi ve New Age geleceği akıllara sadece bildik Star Trek(Uzay Yolu) gibi dizilerle yerleştirmekle kalmayıp, artık açıkça reenkarnasyonu gerçekmiş gibi gösteren ve ruhçuluğu Hıristiyanlığa ve diğer dinlere üstün tutan yapımları da sunuyorlar. M.S. 2150 gibi romanlar da yine aynı komplonun uzantıları. Müzik-şarkı yoluyla da özellikle gençler etki altına alınmaya çalışılıyor ne yazık ki. Kısacası sinemadan edebiyata, bilgisayar oyunlarından gazete köşelerine, tv programlarına kadar tüm beyin yıkama araçları kullanılıyor ABD'de ve dünyada. Sosyalizm adı altında tüm dünyayı, bireyleriyle, malıyla mülküyle Yahudilerin eline vermek ve Kudüs merkezli Dünya Devletini kurmak için asırlardır sistemli bir şekilde çalışıyorlar. *** 131

İlluminati'nin yönetici sınıfı da kendilerinin tanrı olduğuna inanmakta. Yalnız bunlar ruhçuluğun solcu felsefesini insanları kendilerine köle etmek için aracı olarak kullanırken, kendilerini şeytanlardan aldıkları direktifler doğrultusunda bambaşka bir mevkide görüyorlar. Evrimi ve komünizmi amaçları doğrultusunda bilim dünyasına sokuşturmak için gerekli gerekli çalışmaları yaptılar. Hegel'in diyalektiğini de temel yıkıcı felsefeleri olarak kullanıyorlar. Hegel'e göre tarih 3 basamaklı bir değişim süreceydi. Tez, antitez ve sentez... İlluminati bunu toplumlarda korku ve ümitsizlik havası yaratarak kullanmaya çalışıyor. Krizler ortaya çıkartıyor, sonra bunun karşısına, başka bir deyişle krize neden olan şeyin karşısına zıttını sunuyor. Ve bu 2 zıttın sentezlenmesi ile geçici bir denge, istikrar sağlanıyor. Yani kaos yaratıldıktan sonra yeni bir düzen için gerekli ortam ortaya çıkarılmış oluyor. Böyle adım adım ilerleyerek totaliter ve Yahudilerin egemenliğinde bir dünya devleti kurma planlarını gerçekleştirmeyi arzuluyorlar. Bu arada dünya nüfusunu da azaltmayı hedefliyorlar. Okült komplocuların çeşitli dernekler kurarak dünya toplumlarını avuçlarının içindeki bir ağda birleştirme çalışmaları da sürüyor. Bu arada gerek bazı politikacılar, gerekse de New Age düşünürleri yeni bir dünyadan her zamankinden daha fazla söz ediyorlar. Tabii dinlerin, milletlerin ve sınırların ortadan kalktığı ve sosyalist düzene sahip bir gelecek tablosu çiziliyor her seferinde. Dünyayı ele geçirdiklerinde, Kudüs merkezli tek dünya ülkesinde efendiler bir avuç insan olurken, diğerleri onlara kulluk edecek. Okült Dünya teorisyenlerinden Vera Stanley Alder şunları anlatıyor: "Tüm yaratılışın ardında bir plan var. Evrimin şu anda ilerlediği hedef Dünya Birliği. Dünya planı şunları içeriyor: Dünya Örgütü...Dünya Ekonomisi...Dünya dini"(Vera Stanley Alder, When Humanity Comes of Age, 1974) Hükümetleri, parayı ve dini kontrol altında tutarak sapkın hedeflerine ulaşacaklarını düşünüyorlar. Ve İlluminati'nin sözde seçilmiş üst düzey yöneticilerinin eline verilecek bir dünya... Bu diktatör uygulamada özel mülkiyet, ülkeler ve dinler ortadan kaldırılacak. Bir zamanlar Hitler ve Mussolini'nin yaptığı faşist uygulamalar da pareleldir. Yine okültizm ve sosyalizm, süper insanlar 132

(yarı tanrı-tekamül etmiş) yaratma gibi hastalıklı kavramlar karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca tek dünya ülkesi hayallerini kuranlar, insanlar tek bir vücut olduktan sonra dünyaya gelecek gizemli bir efendiden de bahsediyorlar. Ruhçu dernek ve yayınlarda dünyayı bu yeni geleceğe hazırlayacak seçkin ve tanrısallaşmış insanlardan bahsedilir. Ayrıca artık ailenin gereksizliği vurgulanarak, yeni bir toplum inşa etmenin gerekli olduğu benimsetilmeye çalışılmaktadır. Özel mülkiyetin, ailenin, ulusun ve dinin olmadığı bir dünyada da insanlar köle olarak ele geçirilecektir kolayca . Sonra da şeytanın egemenliği altında yaşamayı hayal etmektedir İlluminati yöneticileri. Tabii ona Işık Tanrısı gibi adlar takmışlardır. Daha 14 Temmuz 1856'da İngiltere Başbakanı Disraeli şunları söylüyor: "Bu Kamaradan nadiren bahsettiğimiz bir güç var. Gizli cemiyetlerden bahsediyorum. İnkâr etmek yersiz, çünkü Avrupa'nın büyük bir kısmının bu gizli cemiyetlerin şebeke ağı ile örüldüğünü örtbas etmek imkânsız. Peki amaçları ne? Hiçbir şeyi saklamaya çalışmıyorlar. Anayasal bir hükümet istemiyorlar. Dinî kuruluşlara ve özel mülkiyete bir son vermek istiyorlar. Bazıları daha da ileri gidebilir."(Nesta Webster ,Secret Societies and Subversive Movements, s. 71) Görüldüğü gibi ruhçuluğun dünyaya hakim olma planı çok eskilere dayanmakta. Diğer koldan Evanjelistler de , Yahudilerin bile büyük oranda yok edileceği bir 3. Dünya Savaşı'nın çıkması için ellerini ovuşturuyorlar. Onların aklı sıra da böylelikle İsa yeryüzüne gelecek ve onları sonsuza dek mutluluğa kavuşturacak. İşte böyle bir ortamda, Davut Yıldızı olduğu iddia edilen içiçe geçmiş 2 üçgeni kendisine amblem edinen İsrail'in iyice güçlenip etrafına saldırması ve sınırlarını genişletmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Evanjelist Hıristiyanlara göre kıyamet bu sayede başlayacaktır. Kısacası Yahudiler, Evanjelistler ve İlluminati farkında olmadan ruhçuluğun pençesinde, kendilerini ve dünyayı mahvetmenin eşiğindeler. *** Tüm oyunlar üzerimize oynanmaya devam ediyor. 133

Özellikle önümüzdeki 10 yıllık süreçte ruhçuluğu ve diğer pagan inançları ülkemiz insanına benimsetmek için planlar yapıyorlar.Bir yandan Hıristiyan misyonerler, diğer yandan kabalacılar ve spiritualistler gece gündüz çalışıyorlar. Özellikle reenkarnasyon inancını benimsetmek için çok yoğun kampanyalar göreceğiz. Diğer yandan da Yahudiler yıllar önce Filistin'de gerçekleştirdikleri uygulamayı adım adım ülkemizde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ve daha evvel de söylediğimiz gibi, artık Amerikan filmlerindeki hedef de biziz. Şimdilerde Çinlileri, Arapları veya Rusları değil de Türkleri kötüleyen senaryolarla karşı karşıyayız. Şöyle demiştim: Yahudiler ve Evanjelistler boş durmuyor , film ve dizilerde bizleri kötülemek amaçlı senaryolar kaleme alıp insanların bilinçaltlarını yıkıyorlar. Ramazan kağan Kurt'un belirttiği üzere aynı şeyi yıllar önce Araplara yönelik yapmışlardı. Kötü Arap imajını seksenli yıllar ve doksanların başlarında batılıların zihinlerine sinema ve televizyonla yerleştirdiler. Şimdi ise ne olduysa Amerikan film ve dizileri Arapları övmeye ama buna karşılık biz Türkleri kötülemeye başladı. Gelecekte sıranın kimde olduğunu gösteriyor bu çabaları. Ayrıca "rapturealert.com" sitesine bakarsanız şimdiden Türkleri Yecüc Mecüc olarak göstermeye çalıştıklarını görebilirsiniz(uydurma hadislerde de yine Yahudi-Hristiyan kaynaklı aynı iftiraları görüyoruz). Niyet belli, bugün Araplara yaptıklarını, gelecekte bizlere yapmak istiyorlar ve bunun psikolojik temelini kuruyorlar. Her geçen gün sistemli ve daha da yoğunlaştırılmış bir çalışma şeklinde bunları görüyoruz. *** Yahudi Edward Mandell House ABD'de başkanın baş danışmanı ve 19131921 yılları arasında en güçlü bireylerden biri olarak görülürdü. Kendisi bir Marksist olup amacı Birleşik Devletler'i sosyalist yapmaktı. "Philip Duru: Yönetici" adlı bir kitap yazdı 1912 yılında. Bu çalışmasında, 134

Amerika'nın fethi için bir plan ortaya koyup nasıl partilerin kontrol edileceklerini ve bir sosyalist hükümetin kuruluşunda araçlar olarak nasıl kullanılacaklarını anlatmıştı. Ayrıca ABD parasını kontrol etme metotlarını da söylüyordu. Sonraki gelişmeler kitapta belirtildiği yönde olmaktadır. 1921 yılında Jacob Schiff'in emriyle Yahudi Bernard Baruch ve Edward Mandell House tarafından Council on Foreign Relations-CFR(dış ilişkiler konseyi) kuruldu. Schiff bu örgütün Rothschild komplosunun(İlluminati) sürmesi için gerekli olduğunu düşünüyordu. 16 yıl CFR üyeliğini yapmış olan Chester Ward, Amerikan halkını örgütün niyetleri konusunda uyarmıştı: "Bu seçkinci gruplar içindeki en güçlü kliğin bir tek ortak hedefi vardırbunlar ABD'nin ulusal bağımsızlığının, egemenliğinin teslimiyetini istiyorlar. Ayrıca dünya banka tekelinin küresel hükümetin eline verilmesini hedefliyorlar". Washington D.C'deki FBI merkezinin eski bir üyesi olan Dan Smoot da bu örgütün amacını şöyle anlatıyor: "CFR'ın nihai hedefi bir tek dünya sosyalist sistemi yaratmak ve ABD'yi de onun resmi bir parçası haline getirmektir." Kaynakça Ertuğrul Dikbaş KÜRESEL KÖYÜN EFENDİLERİ Texe Marrs'ın da ilginç bir iddiası var: "İnancımızı onların teolojisine bakarak desteklemeyeceğimiz halde, Müslüman alimlerin, uzun zaman önce, bir Deccal'ın geleceği hakkında uyarıda bulunması da oldukça ilginç. Bu şeytani lider ortaya çıktığında C.F.R harflerinden tanınabileceğini ileri sürüyor, ayrıca "tek gözlü" olacağına da işaret ediyorlar. Acaba bu, bir dolarlık banknotlar üzerine basılı İllu-minati'nin her şeyi gören gözü, Horus olabilir mi? Britannica Ansiklopedisi'nin 1904 yılı basımı ikinci sayısında, şu hayret verici paragrafa rastlıyoruz: Deccal, Hz. Muhammed'in dininde sahte Isa olarak bilindiği için, İslam'a da yabancı değil. Tek gözü olacak ve alnında C.F.R harfleri yazacak, kafir (cafir) kelimesinin harfleri. 135

CFR, dış ilişkiler konseyi 1914 yılında Başkan Woodrow Wilson tarafından oluşturulduğunda, yardımcısı Albay House ile Avrupalı komplocu ortakları Britannica Ansiklopedisi'nin haklarını satın aldılar ve 1904 orijinal baskısının 126. sayfasından bu ifadeyi çıkarttılar. Bereket versin ki, bu söylediklerimin doğruluğunu ispatlayacak bir kopya bende mevcut." TEXE MARRS "İLLUMİNATİ" Gerçi burada Hıristiyanlıktaki ve Hadis Öğretisindeki Deccal inancından bahsediyor Texe Marrs ama yine de dikkate değer bir iddia. *** Bolşeviklerin Rusya'da iktidar olmasında Almanların da Amerikalılar gibi büyük katkısı olmuştur. Bu ihtilal sayesinde Almanya Rusya ile çıkarlarına ulaşabileceği bir antlaşma yapabilecekti. Başlangıçta bolşevik değil menşevikler başa geçmişti. Ama onların başındaki Kerensky de komplunun içindeki bir masondu. Rus askerlerinin bir kısmı Kerensky'nin ihanetini anlamış ve müdahale etmek istemişti, ama Kerensky bolşeviklerin ve uluslararası masonluğun yardımıyla Kornilov'u yenilgiye uğrattı ve daha sonra bolşeviklere ülkeyi teslim etti. Başka bir deyişle rusya menşeviklerden bolşeviklerin eline geçmiş oldu. Hatta daha sonra da Almanlar bir süre bolşevikleri kolladı.Bunun karşılığında da Lenin el koyduğu, Ruslara ait zenginliklerin bir kısmını Almanya'ya verdi gizlice. Orak ve çekiç de masonluktan almadır. Eski Ahid'de çekiçden bahsedilir. Ayrıca orak da yine Tevrat'ta geçmektedir: Yeremya 16 16 "Ekin ekeni biçim vakti orakçıyla birlikte Babil'den atın. Zorbanın kılıcı yüzünden Herkes halkına dönsün, Ülkesine kaçsın." Zaten komünist felsefe çok evvelden ruhçu bazı yahudi tarikatlar tarafından değiştirdikleri İncil'e bile sokuşturulmuştu. Tabii bu şeytani ruhçu felsefe sonra bumerang gibi Almanya'ya geri dönmüş ve başına bela olmuştur. Milyonlarca rusun hayatına mal olan bu illuminati (ve ona da hakim olan ruhçuluk) fesadı tüm dünyaya hızla yayılmaya çalıştı. Zaten bu 136

gerçekleşseydi şimdi tüm dünya bir grup insanın elinde köleleştirilecekti.Tıpkı sosyalist ülkelerdeki insanlar gibi... Daha sonra sağcı olarak adlandırılan Mussolini ve Hitler bile aslında bu ruhçuluğun komünist felsefesini kendi amaçları doğrultusunda uygulamışlardır. Yine evrim inancından, süpermenler-sözde üstün insanlar elde etme çalışmalarına kadar aynı öğeler söz konusudur. Bugün hala özellikle ABD'deki bir takım güçler, yaptıkları film, dizi vs. ile komünist felsefeyi zihinlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu arada 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da , İspanyol askerlerinden birinin Landovski'nin cesedinin üzerinde kalın bir defter bulduğu ve bunun İspanyolca çevirisinin "Sinfonia en Rojo Major" adıyla 1950 yılında yayınlandığı iddia edilmektedir. Bu defterde eski Sovyet ajanı Rakovkski'nin 1938'de Moskova'daki sorgulanması sırasında tutulan zabıtlar var olduğu söylenmektedir. Bu defterde yazanlara göre komünizmin gerçek yüzünü bir İlluminati ajanı olan Rakovski itiraf etmektedir.Hatta yine bir mason ve İlluminati uşağı olan Marks'ın kaleme aldığı çalışmalarında kapitalizmle ilgili olarak kasıtlı yanlış çıkarımlarda bulunmasından bile bahsediliyor. Neleri gizlediği de... Kaynakça Turgut Gürsan 20. YÜZYIL DÜNYA TARİHİNİN PERDE ARKASI *** Şimdi bu Rakovski'nin itiraflarına İngilizce olarak göz atabilirsiniz internette.Bir İlluminati ajanı olan Rakovski komünizmin panteist pagan öğretiden geldiğini ve hedeflerinin Yahudilerin egemenlğindeki bir dünya devleti kurmak olduğunu bir şekilde itiraf etmiş. Gerçi ifadelerinden ,kafasının biraz karışmış maşa olduğu da gözlemlenebilir: Yalnız, Rakovski'nin itiraflarının tercümesinde ve sunumunda bazı hatalar olduğu da belirtilmekle birlikte, ana hatlarıyla konuşmanın o şekilde olduğu söylenmektedir. *** Şöyle demiştim: 137

Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı. Şöyle bir hatırlayın Uzay Yolu gibi dizileri, neler oluyordu? 1-Para kullanılmıyordu. Özel şirketler falan yoktu, herkes federasyonun çalışanıydı. Kimsenin özel uzay gemileri de yoktu. Hepsi ortaklaşa kullanılıyordu. 2-Hiç kimse ilahi bir dine inanmıyordu. Ama yoga ve meditasyon yapan insanlar görülüyor, ruhçu öğretinin hakimiyetini sezinliyorduk o kurgusal dünyada. 3-Tüm gezegenler tek bir federasyona bağlıydı. Ulus devletler diye bir şey de yoktu bu dizilerde. 4-İlk bakışta evrensel kardeşliği savunuyor gibiydi ama derinine inilince tam bir ırkçı felsefeye sahip olduğu görülüyordu bu dizilerin. Örneğin Asyalı veya zenci görünümlü insanlar hiçbir zaman gemilerde kaptan olmuyordu. Dizinin kahramanlarının savaştığı kimseler hayvanımsı görünümlü başka ırklardan oluşuyordu. Anglo sakson tipliler her zaman en üst yönetimdeler ve iyiler? Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin tek bir dünya devleti hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor. Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular. Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim. Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar. Mr. Spock ile tanıdığımız Vulcanlar Yahudileri temsil etmektedirler. Atılgan'ın mürettebatında Rusundan uzakdoğulusuna, zencisine kadar birçok milletten insan vardır. Ama bunların başında Anglo Sakson tipli bir kaptan bulunur. Burada diğer milletlerin efendisi durumunda bu ingiliz ırkı gösterilir. Ama görünürde bu böyledir. Biraz derine inince, asıl zeki olanın ve dolayısıyla gizli kaptanın Spock olduğu fark edilecektir. Yani verilen mesaj açık. Anglosaksonların önderliğinde gibi gözüken ama aslında Yahudilerin egemenliğinde bir dünya imparatorluğu kurulacak.Tıpkı günümüzde ABD ve İngiltere yönetiminde gibi gözüken ama aslında Yahudilerin yönetiminde olan dünya gibi... Dinlerin ortadan kaldırıldığı tek bir dünya devletini komünizm maskesiyle hayata 138

geçirmeye çalışıyorlar. Tabii daha sonra kendi öğretilerini hakim kılacaklar. Yine dizide Vulcanlılar insanlardan ayrı ve aslında üstün bir ırk gibi gösterilir. Beyinleri bir bilgisayardan farksızdır hesaplama vb. konularda. Kötü ırklar olarak da doğuluları sembolize eden tipler sunulur. Spock'ın, daha doğrusu Vulcanlıların meşhur selamının nerden geldiğine bakmak istiyorsanız: http://www.upstel.net/rooster/v-salute.html Ayrıca Spock'ı canlandıran ve dizinin yönetmenliğini de yapan Leonard Nimoy Yahudidir. --Şimdi de bu sembolizmde şu ayrıntılara çok dikkat. İlluminati Amerikan dolarının üzerine bile piramidin üzerindeki "tek göz" yani " herşeyi gören göz" sembolünü koydu. Çünkü bu İblis'i temsil ediyordu. Uzay Yolu dizisinde sivri kulaklı Vulcanlılar aynı zamanda cinleri de temsil etmektedirler. Aynı durum şu sıralarda vizyonda olan Avatar filminde de söz konusu. Avatar filmindeki sivri kulaklı insanımsı ırk da aynı zamanda cinleri sembolize etmektedir. İblis'in sembolü olarak tek gözü bunlar filmlerin özellikle afişlerinde kullanıyorlar. Uzay Yolu filmlerinin afişlerinde Vulcanlı Spock genelde tek gözlü olarak gösterilir:

139

Aynı şekilde sinsice komünizm, panteizm, çok tanrıcılık, evrim yani kısacası paganizm propogandası yapan Avatar filmindeki sivri kulaklı insanımsı varlıklar da cinleri temsil etmektedir. Ve İlluminati bu filmde de tek göz sembolünü kullanıp zihinlere yerleştiriyor maalesef. Filmi dikkatli izlediyseniz başroldeki karakter Jake sık sık başını yan tutarak tek göz pozu veriyor. Ve yine filmin afişlerinde bu sivri kulaklı ırk tek göz sembolüyle sunulmuştur: Star Trek yani Uzay yolu dizisindeki İlluminati sembollerinin deşifresine devam: *** BAKARA 67 Mûsa, toplumuna dedi ki: "Allah size, bir inek boğazlamanızı emrediyor." Dediler ki: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Dedi ki: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." 68 Şöyle konuştular: "Çağır Rabbine bizim için, açıklasın bize neymiş o!" 140

Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim ne yaşlıdır ne de körpe. İkisi arası bir inektir." Hadi size emredileni yapın! 69 Şöyle dediler: "Çağır Rabbine bizim için, neymiş onun rengi açıklasın bize." Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim, sarı, rengi parlak bir inektir; seyredenlere mutluluk verir." 70 Şöyle dediler: "Dua et Rabbine, açıklasın bize neymiş o! Çünkü bu inek, bizim gözümüzde başkalarıyla karıştı. Ve biz, Allah dilerse, doğruya ve güzele elbette kılavuzlanacağız." 71 Cevap verdi Mûsa: "Allah diyor ki, bahsettiğim, boyunduruk yememiş bir inektir; toprağı sürmez, ekini sulamaz. Salma hayvandır. Alaca yoktur onda." Dediler ki: "İşte şimdi gerçeği getirdin." Ve ardından onu boğazladılar, az kalsın yapmayacaklardı. Musa'nın toplumunun bir inek boğazlanmasıyla imtihan edilme nedeni, onların bu hayvanlara(ve onların görünümündeki nesnelere) tapınma eğilimi olabilir: TAHA 88. Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: "Bu, hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır. Ama Mûsa unuttu." 89. Görmüyorlar mı ki; o buzağı onlara bir sözü geri çeviremiyor; kendilerine bir zarar veremiyor, bir yarar sağlayamıyor. 90. Yemin olsun, Hârun daha önce onlara şunu söylemişti: "Ey kavmim, siz bununla imtihan edildiniz. Sizin Rabbiniz o Rahman'dır. Artık bana uyun, emrime itaat edin!" 91. Onlar şöyle demişlerdi: "Mûsa bize dönünceye kadar ona tapıcılar olmakta devam edeceğiz." Yani bu hayvanı kutsallaştırmaktan vazgeçip tövbe etmelerinin içtenliğinin açığa çıkarılması için, böyle bir seçenek ile yüzleştirildiler. Ama İsrailoğulları bu emri başlangıçta yerine getirmekte diretirken, daha sonra da tam tersine, başlıca ibadetlerinden biri haline getirmiş gibi görünüyorlar. Bir arınma ritüeli olarak kızıl inek kurban etmek artık onların inancında, dini yaşamlarında yer tutmakta. TEVRAT (ÇÖLDE SAYIM): 1 RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi: 141

2 "RAB'bin buyurduğu yasanın kuralı şudur: İsrailliler'e size kusursuz, özürsüz, boyunduruk takmamış kızıl bir inek getirmelerini söyleyin. 3 İnek Kâhin Elazar'a verilsin; ordugahın dışına çıkarılıp onun önünde kesilecek. 4 Kâhin Elazar parmağıyla kanından alıp yedi kez Buluşma Çadırı'nın önüne doğru serpecek. 5 Sonra Elazar'ın gözü önünde inek, derisi, eti, kanı ve gübresiyle birlikte yakılacak. 6 Kâhin biraz sedir ağacı, mercanköşkotu ve kırmızı iplik alıp yanmakta olan ineğin üzerine atacak. 7 Sonra giysilerini yıkayacak, yıkanacak. Ancak o zaman ordugaha girebilir. Ama akşama dek kirli sayılacaktır. 8 İneği yakan kişi de giysilerini yıkayacak, yıkanacak. O da akşama dek kirli sayılacak. 9 "Temiz sayılan bir kişi ineğin külünü toplayıp ordugahın dışında temiz sayılan bir yere koyacak. İsrail topluluğu temizlenme suyu için bu külü saklayacak; bu, günahtan arınmak içindir. 10 İneğin külünü toplayan adam giysilerini yıkayacak, akşama dek kirli sayılacak. Bu kural hem İsrailliler, hem de aralarında yaşayan yabancılar için kalıcı olacaktır. Değiştirilmiş Tevrat'a göre bu merasim, kirlenmiş kişi ve yerleri temizleme işlevine sahip. İşte bu inanca sahip Yahudiler, bugün Mescidi Aksa'yı yıkıp Musevi Tapınağı'nı yeniden inşa etme planlarında da bu kızıl inek ritüeline yer ayırmış durumdalar. Tapınağın inşa edilebilmesi için, tapınağın yükseldiği alana ayak basmadan Tapınak Tepesi'ne tırmanılamaz görüşünü benimsediklerinden, kızıl ineğe ihtiyaçları var. Çünkü bu tapınak alanı tam olarak bilinmediğinden, yapılacak tek işlem; kusursuz bir kızıl ineğin kurban edilip, yakılıp elde edilecek külleriyle karıştırılmış kutsal suyu Tapınak Tepesi'ne girerken çevreye serpiştirmek ve bu yolla (sözde) arınmayı sağlamaktır diye düşünüyorlar. İşte o zaman bölgedeki camileri yıkarak kendi tapınaklarını yeniden 142

kurabileceklerini zannediyorlar. Ve bu gelişme Yahudi inancındaki Mesih'i getirmeyi hedefliyor. Hıristiyanlar da Yahudilere bu konuda da yardım ediyor çünkü kendileri de İsa'nın gelişi için bu olayın gerekli olduğuna inanmış durumdalar. Bu uğurda İsrailliler ve bazı ABD'li Hıristiyanlar el ele vererek kızıl inek üretme programını başlattılar. İlk denemeler ABD'deki çiftliklerde oldu ama doksanlı yılların başında bu konuda başarısız oldular. Bunun dışında İsrail Hayfa tarafında bir çiftlikte tesadüfü olarak bir kızıl inek bulundu(adı Melody idi). Ama daha sonra hayvanda kısmen renk değişimi meydana geldi ve yine sonuç hüsran oldu. Fakat günümüzde belki de gizlice bu hedeflerini gerçekleştirdiler ve Mescidi Aksa ile Kubbetüs Sahra'yı yıkabilmek için törene hazır hale getirmiş olabilirler. Bugüne kadar bazı Yahudilerin camileri yıkıp kendi tapınaklarını kurmamalarına neden olarak, gelecek büyük tepki ve olası olaylardan çekinmeleri gösteriliyordu. Ama onlar bunu çoktan yapmaya kalkarlardı büyük ihtimalle. Asıl neden, kusursuz bir kızıl ineğe henüz kavuşmamış olmaları olabilir.

143

1995 İlluminati kart oyunu Aşağıda yazdıklarım yabancı forumlardan aktarımlarımlardır: Doksanlı yıllarda piyasaya sürülen İlluminati kart oyununda ikiz kulelere ve Pentagon'a saldırıdan tutun da, salgın hastalıklar üretmeye kadar tüm planları resmedilmişti.

144

11 Mart 2011 tarihindeki Japonya depreminden sonra aslında bunun da kartlarda yıllar önce belirtildiği görülmekte: The Wako Clock tower at Ginza in Tokyo

145

146

Kartın üstündeki saat kesinlikle Tokyo'daki saat ve akreple yelkovan 3 ve 11 rakamlarını gösteriyor. Yani yılın 3. ayı olan Mart ve ayın 11'i. Ve 11 aynı zamanda yıl olan 2011'e de işaret ediyor olmalı. Bitmedi: Deprem sonrası tsunaminin nükleer felakete yol açacağı da dolaylı bir şekilde belirtiliyor. http://www.abovetopsecret.com/forum/thread675301/pg1 --------------------------------------------------------------------------------------Peki gelecekle ilgili planları neler? Kartlara bakarak bir fikir elde edilebilir:

147

İnternetten kartları inceleyebilirsiniz. Gelecekle ilgili olanlar arasında; Dev bir meteorun dünyaya çarpması, sahte uzaylı istilası, komünizmi kullanarak ülkeleri ele geçirmek, teknolojiyi kullanarak sahte mesih projesini gerçekleştirmek vs. ilk göze çarpanlar... Sapkın planlarının işlendiği 1995 basımı kartlardan birkaç tanesi daha şöyle:

üçüncü Dünya Savaşı'nı çıkarma planları çok eski. Ve yine bu kartlarına da işlemişler... Sahte uzaylı saldırılarıyla ilgili kartları: 148

Diğer kartlardan bir kaçı daha:

Sahte uzaylı saldırısı ile tüm dünyayı tek ülke haline getirme planlarını uygulamaya geçirme hazırlığındalar gibi gözüküyor. Öncelikle uzaylılarla ilgili daha çok haber ve açıklamalar duyacaksınız. İnsanların bilinçaltları yakınımızda dünya dışı varlıkların olduğu ve saldırabilecekleri bilgileriyle yıkanacak. Daha sonra kendi sözde uçan daireleri ile saldırılar düzenlemeyi hedefliyorlar. Bu arada bu uzay gemilerindeki sahte uzaylıların şu bildik ruhçu uzaylı dinini tebliğ edeceğinden şüpheniz olmasın. Ruhlar alemi, reenkarnasyon, evrim, komünizm, panteizm gibi pagan inançlarını bu yolla da insanlara bir kat daha benimsetme amacındalar ne yazık ki. İlluminatinin bilim ve teknolojisinin günümüzün 25 yıl ilerisinde olduğu, yaşlanmayı geciktirmek gibi birçok sırra ulaştıkları da iddialar arasında(bu iddiaları yapanların hepsi de bilimadamları) -----------------------------------------------------------------İlluminati kartlarda 1995 yılında gösterdiği ikiz kuleler saldırısını 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirmişti. Bu Japonya depremini de 11 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirdi. 11 sayısı onlar için önemli. Bir diğer dikkat çekici nokta da her 2 olay arasında 10 yıl olması. Yani bir düzeni takip ediyorlar gibi. Bu yıl 2011 yılı olması dolayısıyla tarih hep 11'i vereceğinden, birçok olayı yine bu sene içerisinde gerçekleştirmek isteyeceklerdir ne yazık ki. Özellikle de 11.11.11 tarihi hakkında korkunç planları olabilir. Bir diğer ürkütücü olan ise tabii ki şu bildik 21 Aralık 2012 tarihiyle ilgili olan... Bu tarihte belki doğal olarak hiçbirşey olmayacak ama İlluminati mutlaka birşey planlıyordur. Bu yüzden dünyada filmlerden haberlere kadar birçok kanalı kullanarak insanları doğal bir felaket beklentisi içine sokuyorken, perde arkasından olayı bizzat onlar gerçekleştirme 149

hazırlığında olabilirler. Şimdi şu 2 olayın tarihlerine bir daha bakalım. Yani 11.9.2001 Japonya depreminin tarihi ise 11 Mart 2011 Yani 11.3.2011 Şimdi bu tarihleri toplayalım: 11.9.01+11.3.11 = 22.12.12 Yani bu 2 felaketin tarihlerinin toplamı şu meşhur 21.12.2012 tarihinin sadece bir gün sonrasını veriyor. Tesadüf mü değil mi bilemeyiz şu andan tabii. Zaten yılları toplarken 2001+2011 şeklinde toplarsak bu sefer 4012'yi vermekte... Bu arada 2012 kehaneti Mayalara dayanıyor bilindiği üzere. Ve onların sembolü de tıpkı Mısırlılar gibi piramitler. İlluminati de sembol olarak piramiti kullanır. Ve 11 demişken ilginçdir: 21.12.2012 2+1+1+2+2+0+1+2=11 Bir diğer ilginç nokta da: 11 Mart Japonya depremi Cuma günü idi ve 21.12.2012 de Cuma'ya denk gelmekte. Eğer bu tarihi 21.12.12 şeklinde yazacak olursak: 21 12 12 333 Hem 3 hem de 333 İlluminati için en önemli sayılardan. -----------------------------------------------------------------Amerikan HAARP teknolojisi (High Frequency Active Auroral Research Program)Tesla'nın buluşları üzerine kuruludur. Sanki ABD'de bilimsel araştırma amaçlı kurulmuş sivil bir proje gibi gösterilmesine karşın, İlluminatinin silahı olduğu konusunda hemen tüm 150

araştırmacılar hemfikir. Ve yine hemen herkesin hemfikir olduğu üzere: Bu teknoloji ile depremler ve iklim değişiklikleri yaratılabilir. Uçaklar düşürülebilir Bir ülkeye istenildiği kadar doğrudan enerji yollanarak o ülke yok edilebilir(Tesla ise tam tersine , dünyaya bedava enerji dağıtımını hedeflemişti bu buluşunu gerçekleştirirken). Düşünce kontrolü yapılabilir, insanlar-toplumlar yönlendirilebilir. Bu teknolojinin resmi sitesinden günlük verileri takip edebiliyorsunuz. http://maestro.haarp.alaska.edu/cgi-bin/scmag/disp-scmag.cgi Ve göreceksiniz ki 11 Mart Japonya depreminde veriler artmış ve sonrasında yine normale düşmüştür. Aynı şekilde 17 Ağustos 1999 depreminde de benzer veriler var ama ilginçtir ki depremin tam tarihi olan 17 Ağustos günü ile ilgili olan sayfada veriler karartılmış, ulaşılamıyor yazıyor. Yine Haiti depreminde de veriler paralel bir tablo sunuyor. Depremden birkaç gün önce hareketlilik başlıyor, birgün öncesinde ve deprem günü zirveye çıkıyor, sonra da normale dönmeye başlıyor... Japonya Depremini ele alalım. 6 Martta herşey normal seyrindeyken 7 Martta kıpırdınmalar başlıyor ve hergeçen gün şiddeti artıyor. 10 ve 11 Martta ise doruğa ulaşıyor. --------------------------------------------Kartlardan biri yeni hastalıklar türetmeyi ve de yaymayı, biri de fırtına, rüzgar hortumu gibi felaketleri oluşturmayı gösteriyordu. Yine şu tesadüfe bakın ki bugünlerde bunlar sıradan olaylarmış gibi artarak dünyayı sarmaya başladı. --------------------------------------------------

151

Bir agnostikle yaptığım tartışma (1. kısım) Başka bir forumda bilginin de aslında inanç olduğuyla ilgili yaptığım bir tartışmayı aktarıyorum.Aynı zamanda agnostik felsefeyi de eleştiri süzgecinden geçiriyorum(Emre_1974tr): Emre_1974tr Posted: Feb 21 2006, 01:23 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili On War o şekilde de yorumlayabilirsin,başkası çıkıp bambaşka şekilde de yorumlayabilir.... Sonuçta bu, insanların zanlarının biraz daha işlemeli ve albenili getirilmiş hali.Sonra bir bakmışsın ki "aaa şurada şunu atlamışız" deyivermişler ve 180 derece tersi bir iddiaya yönelivermişler. Eğer A mı yoksa B mi bilemeyiz diyorsa,bu da kesin bir iddiadır.Kesin A veya kesin B diyenden en ufak bir daha az kesinlik taşımıyor. Bilim w-eksikli veya BMW'li falan değildir,bu da bir yanılgıdan ibarettir. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 21 2006, 01:46 AM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Sayın Emre, Zaten agnostizm kesinlik üzerine kuruludur. Yukarıda tam da bundan 152

bahsettik. Ne A ne de B durumu tamamıyla kesin bir ifadedir. Bunun aksini söylemedik. Söylemeyeceğimiz de açık. Bilim w-eksiklidir. Neden? Yukarıda değindik. Her w-tutarlı sistem w-eksiklidir. Yani Her w-tutarlı sistem en az bir kararverilemeyen önermeye sahiptir. Bilim w-tutarlıdır. Neden? Çünkü evreni deneyle inceler bilim. Bilimsel yöntemde deney ve gözlemi esas alır (bilim derken pozitif bilimler, fizik kimya biyoloji demek istediğimi söylememe gerek var mı bilmiyorum). Deney bilimin oluşturduğu kuram yani sistemlerin belitlerini veren yöntemdir. Her fizik kuramının belitleri deney ve gözlemin bilgisidir. Burada deneyleri kararverilemez önerme olarak düşünebilirsiniz. Mevcut kuramınız yapılacak yeni bir deneye kadar w-eksiklidir. Ayrıca bu deney yöntemleri de mevcut kuramların bilgisinin bir sonucu. Yani deneysel yöntem de w-eksiklidir. Bu durumda bilim hep w-eksikli olacaktır. Eğer biri "bilim w-eksikli değildir" derse bu iddiası çürür. Çünkü ilk olarak agnostistik olarak Tanrı bilgisine bilim ulaşamaz. Ama bu yetmeyebilir iddiayı ortaya atan için. İkinci şeyse, bilim asla betimlemeye çalıştığı evrenin gerçek olup olmadığını söyleyemez (gerçek derken, ne demek istediğimi anladınız sanıyorum). Gerçeklik bilim için bir karar-verilemezliktir. Bu yüzden bilim her deneyin gerçek olduğunu KABUL eder. Yani "deneylerin hepsi gerçektir" diye bir karar-verilemez önermeyi doğru olarak belitlerinin arasına atar. (Çok uzattım, kusura bakmayın...) Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 21 2006, 02:56 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili Oktay,ne A ne B de bir kesinlik taşıdığından bu da bir ön yargıdır ve bilimle uyuşmadığı iddia edilebilir.Hayır bence bilim Agnostik falan değildir.Bilgi denilen şey de inançtan başka birşey değildir. Tanrı inancı sadece bir örnek,daha sayısız alana taşıyabiliriz. 153

Ha bazıları bilimi ateist,bazılar Allah'a imanlı,bazıları da agnostik felsefeye dayandırabilir ve öyle yorumlayabilir vs.. Ama dediğim gibi tüm bu şıklarda hepsi de bir kesin inanç üzerine kurulular.Ve agnostik düşünce de bir önyargıdan başka birşey değil.Bu da tarafsız bir bilim olamayacağını gösterir.Her felsefede de bir kabul var. Bilim Tanrı bilgisine de ulaşabilir,ispatlayabilir de...... Agnostik felsefenin diğer hatalı önkabullerinin eleştirilerine gelecek olursak: A-Birşeyin varlığının ispatlanması,kesin olarak inanılması-bilinmesi için "kendisinin" evrende bizzat izlenmesi şart değildir. B-Bilgi denilen şey de inançtan başka birşey değildir.İkisini ayrı görmek bir yanılgıdan ibarettir. Şimdilik bu kadar Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 21 2006, 12:42 PM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Sayın Emre, (1) Bir şey neden kesinlik taşıdığı için bir önyargı olsun? (2) Bilgiyi inanç yapan şey nedir? (3) Her bilgi inanç ve her inanç da bir bilgi ise ancak o zaman birinin diğerinden ayırt etmem. Yoksa siz öyle olduklarını mı düşünüyorsunuz? (4) Dediğim gibi, bilim deneylediği gözlemlediği ve üzerinde kafa yorduğuy şeyin bir yanılgı olup olmadığını bilemez. Gödelci ya da agnostik tutuma göre bilimin bulup da yanılgı olan bir bilgi vardır. Yani yanılgı olup olmadığına karar verilemeyen bir bilgi... Siz bunu her bilgi için söylemek mi istediniz? Ben her bilgi için iyi bir kanıt veremem. Siz verebilirseniz ne ala... 154

(5) Bir şeyin varlığının kanıtlanması için onun izlenmesi bir yoldur, ikinci bir yol ise, olmayana ergidir. İzlenmesi derken tabi ki görmek değil, bilimsel olarak ölçmekten söz ediyorum. Çünkü parçacık fiziğinde, kuarklar, leptonlar gibi parçacıkları göremezsiniz ama varlığı kanıtlanmıştır. Ben buna rağmen Tanrı nın varlığının bilinmeyeceğini söylüyorum... (6) Her felsefede bir kabul var. Evet. Olmalı da. Zaten agnostizm bunun üzerine kuruludur. Yukarıda bolca değindik eğer okuduysanız görmüşsünüzdür. Agnostizm var olan bilgilerin doğru olduğunu kabul ettiğinizde (o bilgiler ne olursa olsun) tutarlı olmaya çalıştığınız vakit, bazı bilgilerin eksik kalcağını söyler. bu bilgilerin en odak noktası Tanrı bilgisidir. Gödel in teoremi de bunun genel halini verir. Her belitlerden (yani kabullerden) oluşan tutarlı sistem w-eksiklidir. KArşı çıktığınız şeyin ne olduğunu tam irdeleyin. Kesip atmayın. Emre_1974tr Posted: Feb 21 2006, 03:29 PM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili Oktay 1-Birşey kesinlik taşıyor ama aslında yanlışsa-iddia hatalıysa, bu bir önyargıdır.Yanlış bir inançtır. 2-Bilgi denilen şey inancın ta kendisidir.O inancın en kuvvetli halidir. O inanca niye iman edersin.Şundan dolayı,seni ikna eden delillere sahipsindir.Örneğin laborotuvardaki deneyler seni ikna etmiş olabilir,örneğin o olayı bizzat yaşaman seni ikna etmiş olabilir,örneğin çok güvendiğin bir kaynaktan okumuş olman seni ikna edebilir,örneğin çok güvendiğin birisinden duymuş olman seni ikna edebilir....tüm bunlar bilgi adını verdiğin inancını oluşturur. Gezegenlerin yuvarlaklığından tut da senin adının Oktay olması bile senin inancından ibarettir.Ama doğru olsun bu inanç ama yanlış.Sen eldeki delilleri yeterli görüp bunlara iman etmiş durumdasın.Ta ki birileri çıkıp 155

bunun tam tersini sana ispatlayıp-seni ikna edene kadar. 3-Evet ikisi de aynı şeydir.Sadece değişik adlarıdır.Eldeki delilleri yeterli bulup o şeye inanmak veya yetersiz bulup inanmak tamamiyle senin iç dünyana kalmıştır. 4-Kanıtları yeterli bulup ikna olmak veya bulmayıp ikna olmamak tamamiyle bireye kalmıştır.Kanıtın iyi olup olmadığına da birey kendi karar vereceği gibi,o şeyin yanılgı olup olmadığına da birey karar verir.Bu kabulün daha fazla kişi tarafından paylaşılıp paylaşılmaması da hiçbirşeyi değiştirmez.Kelle-kabul eden sayısının hiçbir önemi yoktur. 5-İşte bir önyargı önreği daha.Dün de kuarkların varlığının kanıtlanmasının imkansız veya uzaya çıkmanın imkansız olduğunu söyleyen bilimadamları vardı.Hatta bir ara formüllerle 100 küsur km/saat üzerinde hız yapan aracın yapılmasının imkansızlığını ispatlayan(??!!) bilimadamları vardı.Eğer bu hıza ulaşılırsa aracın(neyden yapılırsa yapılsın) dağılacağını kendilerince kesin bir şekilde ispatlamışlardı."İnançlarının" yanlışlığı sonrada ortaya çıktı.Aynı hata felsefi konularda da sık sık yapılıyor ve yanlış inançlara inanılıyor. 6-Bu önkabulün de yanlış olduğunu söylüyorum.Gerçekten doğru bir bilgiye iman etmişsen bu sana dezavantaj değil,avantaj oluşturur tutarlılık açısından.Ve bazı bilgilerin eksik kalmasına falan da sebep olmaz,tamamlanmasına yardımcı olur.Tanrı inancı da yeryüzündeki en geçerli delillere sahip en temel bilgidir. Selam ve sevgiler. ON WAR Posted: Feb 22 2006, 02:37 AM kidemli üye Group: Members Posts: 902 Member No.: 2 Joined: 28-January 06 QUOTE Her felsefede bir kabul var. Evet. Olmalı da. Zaten agnostizm bunun üzerine kuruludur. Yukarıda bolca değindik eğer okuduysanız görmüşsünüzdür. Agnostizm var olan bilgilerin doğru olduğunu kabul 156

ettiğinizde (o bilgiler ne olursa olsun) tutarlı olmaya çalıştığınız vakit, bazı bilgilerin eksik kalcağını söyler. bu bilgilerin en odak noktası Tanrı bilgisidir. Tanri bilgisi diye bir sey yoktur Tanri'ya inanilir onun hakkinda bir sey bilinmez bilinmeside gerekmez. kitabi bir dine inanirsaniz bunu böyle kabul edersiniz. bir müslüman icin yaraticinin var oldugunun kanitinin önemi yoktur zaten bu vahyin kendisi ile celisir.. Tanri bilgisi kanita dayali olsa idi iman denen faktörün olmamasi gerekirdi. kitabi dinler acisindan söylenebilecekler özetle bunlardir. bugün sadece tümdengelimli kestirmeler kullanilmaz tanri cikarimlarinda tümevarimsal savlar özellikle teleolojik savlar günümüzde fizikle ve biyoloji ile ciddi ciddi tartisilmaktadir. sonucta fizik teolojinin en önemli argümanini dogruladi. Gazzali 1000 yil evvel evrenin baslangici olmasi gerektigini vurgulamisti. falan felan.. sonra yazarim biseyler. Emre_1974tr Posted: Feb 22 2006, 02:58 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili On War ben de tam tersini söylüyorum. 157

Bilgi inançtır. Allah'ı da biliriz. Bu yüzden peygamberler insanlara birçok somut deliller-mucizeler göstermişlerdir.Çünkü istenilen körü körüne değil,delile dayanarak inanmak. Ve kuran ayetlerinde de inancın akla ve araştırmaya,delile dayalı olması açıkça istenir. yoksa üçlemeye tapan bir hristiyan hiç suçlanmaz ve yine puta tapan bir hindu hiç günahkar durumuna düşmezdi.Onun gönlü de ona inanmış denilir ve geçilirdi. Ama Allah sadece gerçeğe inanmamızı ve buna da akıl-delil yoluyla ulaşmamızı istiyor. ON WAR Posted: Feb 22 2006, 03:16 AM kidemli üye Group: Members Posts: 902 Member No.: 2 Joined: 28-January 06 o halde bilgi ve inanc ayrimini iyice acmamiz gerekiyor Emre.. bilgi ve inanc dar ve genis anlamlarda birbirinden ayrilmaktadir. pratikte, bilinen bir sey artik iman konusu olmaktan cikar.. mesela suyun kaldirma kuvvetinin oldugu uzun zamandir biliniyor bu iman konusu olmaktan cikar. suyun kaldirma kuvveti kisiden kisiye göre degiserek tercih yapmayi gerektirmeyecek kadar gercektir. öte yandan evrenin olusumu/yaratilisi 158

canli alemin olusu/yaratilisi konusu farklidir. burada kabuller devreye girer. Selam ve sevgiler. Emre_1974tr Posted: Feb 22 2006, 03:23 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili On War,hayır şu ince noktaya dikkat lütfen. Sen şu anda suyun kaldırma kuvvetine iman ediyorsun yani inanıyorsun. Delilleri yeterli bulup varlığına inanmışsın. Ama yarın buna inanmayan bir insan çürütücü delilleriyle çıkıp bu inancını yıkabilir. İsa'yı çarmıha gerilmiş gibi görenler de gözleriyle görmelerine rağmen ,bu bilgilerinde yani inançlarında yanılıyorlardı. Veyahutta günümüzde fotomontajla,bilgisayar teknolojisiyle de böyle yanlış inançlara inandırılabilirsin. Bilgi inancın en kuvvetli halidir.Eldeki deliller seni fazlasıyla ikna etmiştir ve sen o inancının-bilginin gerçek olduğuna inanmaktasındır. selam ve sevgiler. Emre_1974tr Posted: Feb 22 2006, 03:28 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 İlave olarak ilgili eski bir yazımı aktarayım: Bütün kabul edilen bilgiler de birer inançtır.Özel olarak örnek vermek 159

gerekirse;Amerikalıların aya ayak basma olayına bir bakalım.Şimdi ben de dahil olmak üzere Amerikalıların ilk aya ayak basanlar olduğuna herkes bütün kalbiyle inanıyor.Bunun gerçekliğinin ispatı sayısız.Bir kere bu olay televizyonlardan naklen yayınlandı.Aydan örnek getirldi vesaire.....ama buna rağmen bu apaçık bilgiye inanmayanlar var.Bu konuda onların da kendilerince delilleri var.Bunun o dönemde Sovyetlere karşı psikolojik bir üstünlük sağlamak için hazırlanmış komplo olduğuna inanan insanlar bunun ispatlarını sundular.Ve bugün milyonda bir de olsa bir kısım insan onlara inanıyor. Şimdi burada bizim bu aya ayak basış olayına inanmamız bizim inancımız.Bütün ispatlarına karşı bu böyle.Buna karşılık buna inanmayanların inanmamaları da onların inancı. Bunu her bilimsel gerçek için genelleyebiliriz.Hatta gezegenlerin varlığı gibi en basit gerçekler bile inancımızdır.Bu bilgiye inanıp inanmamak,delilleri yeterli sayıp saymamak tamamıyle bize(bireye) kalmış bir şey. Işık hızı aşılabilir mi?Evrim teorisi gerçek mi değil mi? Bütün bunlar da birer inançtan başka birşey değildirler. Şimdi çıkıp "ama şu olay ispatlandı,inanç olmaz "diyebilirsiniz.İster ispata dayansın,ister başka birşeye, YİNE DE ONA İNANIP İNANMAMIZ BİZİM İNANCIMIZDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. Birçok yanlış kuram nasıl çürütüldü sanıyorsunuz.Bilimadamları da dahil olmak üzere o şey herkes tarafından bilimsel gerçeklik zannedilirken,birtakım bilimadamları tarafından bu bilgiye inanılmadı ve daha sonra bu kuşkucu bilimadamları o genel kabulleri kendi ispatlarıyla yıktılar.O yıkılan yanlış bilginin gerçekliğine inanların inancı onların inancı,o bilginin yanlışlığına inanarak o kuramı yıkan bilimadamlarının düşünceleri de onların kendi inancıydı. Bir genel kabul kendince ispatlara bile dayansa bir inançtan başka birşey değildir.O bilgiye inanıp inanmamak,ispatları yeterli ve mantıklı bulup bulmamak bizim bu inancımızı belirler. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 22 2006, 10:32 AM kidemli üye 160

Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Sayın Emre, Çok uç örnekler veriyorsunuz. Verdiğiniz örneklerin hepsine teker teker yanıt vermeyeceğim. Aya gidilmesi bilgisi sınanabilir bir bilgi değildir. Ama ben bilimsel yöntemden söz ediyorum. Sınanabilir bilgi üretmek... Suyun kaldırma kuvveti sınanabilirdir. Bunu herkes evinde deneyebilir. Bir etkinin suya atılan nesnenin ağırlığını daha az gösteriyor. Bu etkiye kaldırma kuvveti demişiz. Siz inancı farklı bir anlamda kullanıyorsunuz. Sizin söylediğiniz şeyle bizim söylediğimiz şey aynı değildir. QUOTE 5-İşte bir önyargı önreği daha.Dün de kuarkların varlığının kanıtlanmasının imkansız veya uzaya çıkmanın imkansız olduğunu söyleyen bilimadamları vardı.Hatta bir ara formüllerle 100 küsur km/saat üzerinde hız yapan aracın yapılmasının imkansızlığını ispatlayan(??!!) bilimadamları vardı.Eğer bu hıza ulaşılırsa aracın(neyden yapılırsa yapılsın) dağılacağını kendilerince kesin bir şekilde ispatlamışlardı."İnançlarının" yanlışlığı sonrada ortaya çıktı.Aynı hata felsefi konularda da sık sık yapılıyor ve yanlış inançlara inanılıyor. Hangi bilimadamı bir cismin 100km/h hıza çıkamayacağını kanıtlayabilir ki? Bunu iddia edenler bilimadamı değiller bir kere! Sadece ev deneyleriyle dünya'nın etrafında dolaşan gece çok sönük ışıkla hareket ettiğini gördüğümüz uyduların bile hızının en az 10000km/h olduğunu hesaplayabiliriz. Bu olay bile sınanabilirdir ve o bilimadamı kılıklı adamların 100km/h sınırının 100 katı bir hızdır. (Eğer hala bu sınırın kanıtında ısrarlıysanız kaynak isteyeceğim). Benim babamın otobanda gittiği hızı ölçtüğüm (direkleri sayarak!) küçüklük yıllarını hatırlayınca bu söylediğinize gülesim geldi doğrusu:D QUOTE Sevgili Oktay,ne A ne B de bir kesinlik taşıdığından bu da bir ön yargıdır ve bilimle uyuşmadığı iddia edilebilir. QUOTE 161

1-Birşey kesinlik taşıyor ama aslında yanlışsa-iddia hatalıysa, bu bir önyargıdır.Yanlış bir inançtır. Önce A ve B nin kesinlik taşıdığı için bir önyargı olduğunu söylediniz ve sonra kesinlik taşıyıp yanlış olduğunda bir önyargı olduğunu söylediniz. Şimdi size 2x2=4 olduğunun kanıtını (bu teoremin kanıtı o kadar da kısa ve kolay değil !) versem siz hala bunun bir inanç olduğunu mu söyleyeceksiniz? Bir kanıt yapıldığında, her zaman kabül olmalıdır. Bunu engelleyemezsiniz. Bu yüzden bu tür kanıtların kabulleri belirlenir ve şöyle denir: "Eğer bu kabuller doğruysa bu böyle olacaktır". Siz bunun kanıtını yaparsınız. Bu kabuller doğru da yanlış da olsa kanıtın kendisi doğrudur (yani "Eğer bu kabuller doğruysa bu böyle olacaktır" önermesi doğrudur). Buraya kadar matematik ve mantık vardır. Sonra devreye fizik vs girer. Bu yapılan kabullerin sınamasını yapar. Yani bu kabuller gerçekten doğru mudur? Bunlar da onaylanınca kanıt gerçek dünyada var olan bir karşılığa sahiptir. Yani artık siz kabulleri kanıtladığınız için kanıtın son cümlesini de ("bu böyle olacaktır" önermesi) doğru kabul edebilirsiniz. Bu son adım da matematiksel mantıktır. Fizik sadece kabulleri doğrulamakla yükümlüydü. Siz fiziğin yaptığı sınamanın bir hata içerdiğini bu yüzden yanlış bir bilgiye ulaşıldığını savunabilirsiniz. Bu olabilir. Çünkü fizik (ya da pozitif bilimler) kesin değildir. Ama geri kalan adımlarda yaptığımız şey yani matematiksel mantık (daha genel olarak matematik) kesindir. Siz kanıtın doğru olduğundan kuşkulanırsanız, kuşkulandığınızdan da kuşkulanmalısınız!! (her ne demekse). Fizikteki hatalar inançtan kaynaklanır. Deney yapılırken bir kabulü görmezden gelirsiniz, çünkü o kabul inançtan dolayı kanıtlanmaya gerek görülmemiştir ya da kabul yaptığınızı fark etmemişsinizdir. Fizik olabildiğince inançtan arınırsa ilerleyebilir. Bilimin agnostistik olması bu yüzdendir. İçinde inanç yoktur. Nesnel olmayan kanıtlanıp çürütülemeyen şey, bilimin konusu değildir, bilimsel bilgi değildir inançtır... Siz farklı bir şeyden bahsediyorsunuz. Siz bireysel bir davraıştan bahsediyorsunuz. Bilim bireysel değildir. Bireye özgü değildir. Genelgeçerdir. Nesneldir. Sınanabilirdir. Bir bilimadamı inançla iş yapabilir ama bilime kattığı/katacağı şey inançtan arınmışsa ancak bilim çevrelerince değerlendirmeye alınabilir. Siz kuranda yazan bir şeyi 162

kanıtlamak isteyebilirsiniz. Bu inancınızın yaptırdığı bir şey olabilir ama sonuç olarak yapmaya çalıştığınız şey inanç taşımamalıdır. Kurana inanan inanmayan herkes bunu sınayıp o şeyin doğruluğunu görmelidir. Her bilgi inanç değildir. İnanç bilginin bireysel yorumudur. Bilimde bireysel yorumlara yer olmadığı için inanç bilimde yoktur ama bilimadamı bireysel olduğu için bilimadamı inançlı olabilir. Lütfen iki kavramı karıştırmayalım. Birinin diğerinden farkı yoksa neden iki isim takılsın ki? Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 22 2006, 12:40 PM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili Oktay,bilim agnostik değildir.Agnostikler bunu böyle görmek isteyip ele almaktadırlar.Tıpkı ateistlerin bilimi ateist,inanırların da imanlı yapması-görmesi gibi.....Üçü de "kesin bir inancı" içeriyor. Şimdi inanç=bilgi meselesine gelelim. Hayır o şeyin tekrarlanabilir olması,o şeyin gerçekliği konusunda bir delildir ve siz bu delille ikna olarak o şeyin gerçekliğine inanmaya başlarsınız. Ben bunu yukarıda da söyledim.İnancınıza ya deneylere bakarak,ya güvendiğiniz bir kaynaktan okuyarak,ya bizzat yaşayarak,ya çok güvendiğiniz bir insandan duyarak........vs. ulaşabilirsiniz. Eldeki delilleri yeterli bulup ikna olmak,veya yeterli bulmayıp ikna olmamak "tamamen bireyin iç dünyasına" kalmış birşeydir. Suyun kaldırma kuvveti,2x2=4,yerçekimi gücü tüm bunlar da inancımızdan başka birşey değil.Biri tam tersi delillerle gelip bu inançlarımızı çürütüp-ikna edinceye kadar bunların gerçekliğine iman ederiz. Elindeki deliller o şeye kuvvetli bir şekilde inanmanı sağlıyor sadece o kadar.Yani inancını arttırıyor. 163

Adının Oktay olması yönündeki deliller de bugüne kadar seni hep ikna etmiş ve adının Oktay olduğuna inanıyorsun. Dünyamızın yuvarlak olduğuna delillerin sonucu ikna olmuşsun ve iman ediyorsun. Bunun tam tersi sana gösterilip-ikna oluncaya kadar da bu inancını sürdüreceksin. Bir ara bilimadamları insan yapımı bir aracın 100 küsur km/saatten fazla hız yapamıyacağını formüllerle ispatlamışlar.Ama inançlarının yanlışlığı sonradan ortaya çıkmış. Aya çıkış örneğimde aya çıkılabilirliği söylemedim.ABD'nin o tarihte aya çıkıp çıkmamasından bahsettim.O olayın düzmece olduğunu iddia edenler delillerini sundurlar ve bugün bir kısım insan onlara inanmakta.Şimdi bizim amerikalıların o tarihte aya ayak basmalarına inanmamız bizim inancımız,inanmayanların inancı ise onların inancıdır.Çünkü bilgi denilen şey de inançtan başka birşey değildir. Ayrıca aya çıkılabilirliğin sınanması da o konudaki inancımızı belirler.Eğer ikna olursan "sen aya çıkılabileceğine iman edersin" hepsi bu.O tekrar ve gözlemler senin ikna olup "inanmanı " sağlar.Yine ta ki biri sana bunun yanlışlığını gösterip seni tersine ikna edene kadar. Ve bu bilginin-inancın kabulü tamamiyle bireyseldir.Tüm bilimadamları bir bilgiye inanırken,bir bilimadamı çıkıp o bilginin yanlış olduğuna inanıyor ve ispatlarıyla günün birinde o inancı yıkabiliyor.Önemli olan bireyin o bilgiye inanıp inanmamamısıdır.Herşey bireyseldir.İnananların sayısının çokluğunun hiçbir önemi yoktur. Ve birey eldeki delilleri yeterli bulup inanmak veya yeterli bulmayıp inanmamak konusunda tamamen özgürdür.Bilimsel bilgi adı verilen inanç da bundan başka birşey değildir. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 22 2006, 05:57 PM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 164

Joined: 30-January 06 Sayın Emre, Hiç iyi örnekler vermemişsiniz yine. Dünaynın yuvarlaklığı, adımın Oktay olması, bir deneyin gerçekliği, vs.. Bunlar bilimin konusu değil. Bilim bir deneyin "gerçek"liğiyle ilgilenmez. Bilim gerçek hakkında konuşmaz, gerçek sanılan hakkında konuşur. Biz burada "gerçek"ten söz etmiyoruz. Bilgiden söz ediyoruz. Bilimsel bilgi diğer bilgilerden ayrılır. Çünkü aynı bilgiye aynı prosedürleri uygulayarak ulaşabilirsiniz. Gerçek olsun ya da olmasın. Şu anda yaşadığınız hayat bir rüya bile olsa, bilim der ki: "bu rüyada bu koşullar altında bunlar olur". Bu dünyanın rüya mı gerçek mi olduğu bilimin konusu değildir. Belki birgün yeni bir şeyler bulunur da konu kapsamına alınır ama şu anda bilim bilginin "gerçekliğiyle" ilgili hiçbir şey söyleyemez! Sadece aynı şeyi tekrarlayınca sonucun ne olacağını söyler. Dünya yuvarlaktır dedik. Hayır öyle değildir! Ya da öyledir! Bu tamamen bakış açısıdır, yorumdur, inançtır. Bunda haklısınız. Ama bilim şöyle der: "Eğer biri yüzeye paralel olacak şekilde hiç sapmadan dosdoğru ilerlerse (jeodezik üzerinde giderse), tekrar başladığı yere (çok hassas olarak o yerin komşuluğuna) varır". Bilim bunu söyler, siz denersiniz ve görürsünüz. Ben denerim öyle olur, vs. Sonra biri çıkıp dünyanın şeklinin bir topa benzediğini söyler. Evet benziyor olabilir ama bu bilimsel bir önerme değildir. Sadece yorumdur, kolaylıktır, kısaltmadır. Bu kahrolası rüyada deneylerinizin sonucunu bilim öngörecektir. İster gerçek olsun ister olmasın. Bunları söyleyince aklıma Platon geldi. İdealar alemi vs. Ya da matrix tarzı şeyler. Eğer Platon haklıysa, bilim idealar aleminin gölge oyununu çözmeye çalışıyor. Eğer matrix gibi bir olgu doğru olsaydı bu sefer de bilim yaşadığımız bilgisayar programının algoritmalarını anlamay irdelemeye çalışıyor. Agnostizm gerçeğin de bilinemeyeceğini öngörür. Aklıma Einstein'ın bir sözü geldi: "Gerçek yoktur, gerçek sanılan vardır". Matematik örneğine gelince, 2x2=4 önermesinin kanıtını hiç biliyor musunuz? Gördünüz mü? Uğraştınız mı? Bu örneği sırf ağızlara takıldığı için bilerek söyledim. Yoksa sizden her sayılabilir kümenin altkümelerinin de sayılabilir olduğunun kanıtını istemedim. Hani insanlar "iki kere iki dört eder" lafını gerçeklik göstergesi olarak söylerler ya o yüzden. Neden 2 kere 2 başka bir şey değildir? Olamaz mı? Evet, bal gibi olur. Ama başka 165

bir sayı kuramı oluşturmak zorunda kalırız. Ama bu mevcut kurama göre 2 kere 2 dört etmek zorunda. Bu bir gerçekliktir. Ama soyut bir gerçeklik. Bunun fiziksel bir gerçekliği yoktur, soyut bir gerçekliği vardır. Ama fiziksel bir bilgiye indirgenebilir. İndirgendiğinde bu soyut gerçekliği kullandığınız için o sizin fiziksel bilginizin soyut modelidir. Bu model gerçektir, eğer deney kuralına uygunsa bu model deneysel bilgiden yeni bilgiler çıkarmaya başlar, bu şekilde ilerlenilir. Ama 2x2=4 ün kanıtının nasıl bir şey olduğunu bildiğinizden şüpheliyim. bilim agnostik olmalıdır. Şu anda agnostik olmasa bile öyle olmalıdır. Eskiden değildi, bu yüzden çok şey (bunların arasında can da var kişilik de var, zaman da var) kaybedildi. Bilim Tanrı diye bir bilgiden yoksun olmalıdır. Ya da bilimin Tanrısı matematik olmalıdır! Bilim ona tapmalıdır. Ama tapamaz, çünkü bilim bir kişilik değildir. Bilimadamına gelince, agnostik olmayanlar da olabilir, olanlar da. Buna bilim karışamaz, ama karışacağı şey adamın makalesinde bunu yansıtmamasıdır. Bilime sunulan her şey agnostik olmalıdır, bilimadamı en nurcu ya da en kafir olsa da sunduğu şey agnostik olmalıdır. QUOTE Eldeki delilleri yeterli bulup ikna olmak,veya yeterli bulmayıp ikna olmamak "tamamen bireyin iç dünyasına" kalmış birşeydir. QUOTE Ve bu bilginin-inancın kabulü tamamiyle bireyseldir.Tüm bilimadamları bir bilgiye inanırken,bir bilimadamı çıkıp o bilginin yanlış olduğuna inanıyor ve ispatlarıyla günün birinde o inancı yıkabiliyor.Önemli olan bireyin o bilgiye inanıp inanmamamısıdır.Herşey bireyseldir.İnananların sayısının çokluğunun hiçbir önemi yoktur. Dediğim gibi, birey istediği haltı yesin ama bilim inanç içermez. birey istediği kadar içerse de... Bilim ortaya konulanı söyler, kanıtları koyar. birey bunlara inanmasa da önemli değildir. İnanmıyorsa gidip kendisi görsün, sınasın, deneyini yapsın. İkna olmadıysa, gelsin bilimsel yöntemlerle çürütsün. Bilim, çürütümünü çürüttükten sonra hala ikna olmadıysa gitsin futbolcu falan olsun! Şu ay örneğini de hiç sevmedim. Yani ABD nin bir kere bilimsel bir kanıtı olup olmadığını bilmiyoruz ki, tarihsel bir olay, sınanabilirliği çok alt 166

düzeyde. Yani aya gidiş kanıtı olduğunu görmediğim bir bilgi. Beni ilgilendirmiyor. Kanıtların yeterli olması demek, bir şeyin olması için önerilen matematiksel modelin fiziksel sonuçlarla uyuşması demektir. Burada ikna söz konusu değildir. Önerilen matematiksel model deney sonuçlarını kanıtlanması istenilen bilgiye götürüyor ve her aynı deney olduğunda bu böyle oluyorsa, istenilen kanıtlanmıştır. Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 22 2006, 06:30 PM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili Oktay benim verdiğim örneklerin iyi ve yerinde olduğunu,ancak söylediklerimi anladığınızda görebilirsiniz.O zamanda zaten benim görüşümde buluşmuş olacağız. 1-Dünyanın yuvarlaklığıyla ilgili söylediğiniz:"Eğer biri yüzeye paralel olacak şekilde hiç sapmadan dosdoğru ilerlerse (jeodezik üzerinde giderse), tekrar başladığı yere (çok hassas olarak o yerin komşuluğuna) varır". Savı da bir inançtan ibarettir hiçbirşey değişmez. Bunun böyle olduğuna birşeyler sizi ikna etmiştir ve siz de buna iman etmişsinizdir bilimadamı olarak. Tıpkı suyun kaldırma kuvvetine ikna olduğunuz gibi.Ve bu da sizin inancınızı oluşturur.Ben gerçeklikten falan bahsetmiyorum.Bilginin doğruluğu veya yanlışlığından da bahsetmiyorum.Bunun sadece sizin inancınız olduğu gerçeğinden bahsediyorum. Bütün bilgilerin senin inançlarından başka birşey değildir.İster bilim alanında olsun,ister adının Oktay olduuğuna inanman olsun. 2-Hayır bilim ateist veya agnostik değildir.Olmamalıdır da...Bu sadece sizin görmek istediğiniz,yanlış "inancınıza" bağlı bir önyargıdır.Bilim bu yanlış önyargılardan arındırılarak gerçek yargı üzerinde temellendirilmelidir. 167

3-Bilimsel kabulleri oluşturan bilimadamları da birer bireydir.Onlar da aynı şekilde "bireysel inançlarını" bir sonuca bağlayarak insanlara "bilimsel bilgi" adıyla sunuyorlar.Ama yine de inancın sunulmasından başka birşey yok ortada.Ondan sonra da bilimadamlarından biri,meslektaşlarının "yanlış inanç" üzerinde olduğunu görüp onların bu inançlarını paylaşmıyor.Daha sonra da ispatlarıyla onların yanlış inançlarını yıkıveriyor. Bir şeyin doğruluğuna veya yanlışlığına iman etmek tamamen bireye kalmış birşeydir.Eldeki delilleri ister yeterli bulup ikna olursun,ister bulmayıp rededersin.Kelle sayısının-çoğunluğun ne dediğinin en ufak bir önemi yoktur. 4-Hayır Ay örneğini canlı yaşayanlar var.Yayınlarla izleyenler var.Hatta eğer gerçekten çıktılarsa aya çıkan astronotlar var.Şimdi bunların ve bizlerin eldeki delilleri yeterli bulup bu olaya inanmamız bizim inancımız,buna karşı deliller getirip inamayanların inancı ise onların.... Eğer sen uzay gemisine binip aya gidersen,bu delili yeterli bulup "kendinin aya çıktığına inanmak" senin inancını oluşturmaktadır.Bu deneyimin ve gözlemin seni ikna etmiştir.Artık sen kendinin aya çıktığına "inanmaktasındır".Ve inancından başka birşey değildir. 5-Bilim tamamiyle inanç içerir.Yine bilimsel yöntemlerle kanıtlandığına inanılan bir şeye "iman edilmeye" başlanır.Bilim zaten tamamiyle inanç(bilgi) üzerine kuruludur.Bunun tersini iddia etmek bile saçmadır.İnancı-bilgiyi kaldırırsanız bilimin de canını okursunuz. Bu bağlamda bilim tamamiyle inanç üzerine kurulu olduğu gibi,ateist veya agnostik de değildir.Böyle bir zemin üzerine koymaya kalkanlar kendi önyargıları ve inançlarında bağnazca ısrarlılar demektir. Gerçi her felsefede bir kabul var,ama bunlardan "yanlış inanç" üzerine olanlar "yanlış yoldalar" demektir.Tüm mesele bu önyargıların ve yanlış inançların yıkılmasında .Gerçeğin görülebilmesinde..... Özellikle de bilgilerinizin inançlarınız olduğunu görebilmenizde...İkisini ayrı olarak görme yanılgısından kurtulmakta..... Selam ve sevgiler.

168

Bir agnostikle yaptığım tartışma (2. kısım) OktayD Posted: Feb 22 2006, 09:32 PM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Sayın Emre, Dediğim gibi sizin inanç dediğiniz şey farklı bir şey. Aynı şeyden bahsetmiyoruz. Siz olayı gerçekliğe bağlıyorsunuz. Bu mesajı gördüğünüze inanıyorsunuz mesela. Bu sizin inanmak anlayışınız. Yani siz gerçekliğin ancak inanmakla elde edilebileceğini savunuyorsunuz. Ben aksini savunmuyorum ama bunu da iddia etmiyorum. Ben gerçekliğe ulaşan bir yol bilmiyorum. Benim konum değil. Bu yüzden, eğer gerçekliğe inançla ulaşıyorsak bilgiye de öyle ulaşırız demiş oluyorsunuz. Bu bilgi yanlış ya da doğru fark etmez, diyorsunuz, ona inançla ulaşılır. Ama işte ben bundan bahsetmiyorum. Agnostizm bununla ilgilenmez. Bilim hele hiç ilgilenmez. Siz olaya bireysel bakıyorsunuz. Bakın sizin dilinizle yukarıdaki cümlelerimi çeviriyorum: "Bilimsel bir deney yaptığınızda, bu deneyi yapan herkes için aynı şeyi inandıracak derecede yapılır." Şimdi oldu mu? Kaç kilobyte'dır size bunu anlatmaya çalışıyordum ama sizin bu kadar farklı bir şeyden söz ettiğinizi de düşünmüyordum. Hep söylerim: "iki kişi düşünce konusunda anlaşamıyorsa ikisi aynı şeyden bahsetmiyordur". Bilim matematik ya da agnostizm sizin bahsettiğiniz şey hakkında ne yorum ne de başka bir şey yaparlar. Bilim bireysel bir bakış açısından oluşmaz. Bilim görüngülerle (fenomen) uğraşır. O görüngülerin kaynağını araştırmaz. Onlar metafiziktir. Sizin her bilginin inanç olması önermesine götüren şey buydu. Hiç kimse çıkıp kendisinin var olduğunu bile kanıtlaması beklenemez. Kişinin 169

kendisi dahi var olduğunu kendisine kanıtlamakta zorluk çekebilir (düşünüyorum öyleyse varım ). Ancak var olduğuna inanabilirsiniz. Siz de var olduğunuza inanıyorsunuz. Var olmak bir görüngüdür. Fizikte bir parçacığın varlığı tam anlamıyla bir görüngüdür. Anlatayım: Siz bir parçacığın varlığını, başka parçacıklarla olan ilişkisiyle kanıtlarsınız. Her aynı koşulda aynı etkiyi bırakan şeye parçacık deriz. Bu etkilerden en önemlisi, momentumdur (klasik mekanikte kuvvet momentum değişimi olarak tanımlanır). Fizik momentum değişimi yaratan her etki kaynağına parçacık der. Yani parçacık deyince küre şeklinde oradan buraya hareket eden bir şey düşünmek yerine, şu şu şu özelliklere ve momentuma sahip "şey" anlıyoruz. Parçacık dediğimiz şey, sadece belli etkilerin adlandırılmasıdır. Görüngüdür. Bilim bu tür etkilere isim takıp olayı basitleştirir ve bu olayları inceler. İster inanın ister inanmayın. Mesela elektron diye -1.602 x 10^-19 coulomb luk yüke sahip, 1/2 spinli, 0.511MeV/c² kütleli ve elektromanyetik dalga özelliği gösteren parçacıklara diyoruz. Mesela -1.602 x 10^-19 coulomb yüke -1e deriz kısaca. Çünkü elektrik ilk bulunduğunda böyle denilmiş. Eğer -3 denilseydi de olurdu (hatta kuarkların -1/3, +2/3 gibi yükleri olmuş olmazdı). Kuarklar da çeşitli deneylerde (hızlandırıcılarda bir protonla bir nötronu çarpıştırarak) elde edilen değişik özelliklere sahip "şey"lerdir. Kısaca bilim, sınadığı görüngülerin kurallarını araştırır. Sizin bahsettiğiniz şekli bilimin umrunda değildir. Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 12:18 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili oktay, Hayır ben olayı gerçekliğe falan bağlamıyorum.Hiçbir alaksı yok.Diyorum ki bilgi denilen şey inançlarımızdır.İster gerçek olsun ister olmasın,ister doğru olsun isterse de olmasın.Eldeki delilleri yeterli görüp iman etmek veya tam tersi bizim inancımızı oluşturur. 170

Agnostizm bununla ilgilenir -ilgilenmez bahsettiğim bu değil.Bilim tamamiyle bununla ilgilenir ve bilim agnostik değildir diyorum. Herkesi ikna eden deliller,deneyler dediğin şey de bir inancı oluşturur.Ama bu deliller yine herkesi ikna etmeyebilir.Bireyin iç dünyasına kalmıştır o sunulan delilleri yeterli bulup bulmamak. Hatta daha evveline gidelim.Bu deneyleri yapıp bir sonuca ulaşan bilimadamları da eldeki deliller sonucu yeni bir inanç elde etmişlerdir ve bunu elde ettikleri inancı topluma "bilimsel bilgi" adıyla sunarlar.Ama sunulan inançtan başka birşey değildir aslında. Bu bilginin(inancın) ne olduğuna karar veren kurul da bireylerden oluşur ve o bireyler de elde ettikleri inancı tüm insanlara sunarlar.Yani o inancın(bilginin) elde edilişinden tutun da ,insanlara sunulduktan sonra diğer bireylerin o inancı kabul edip etmemeleri bile bireysel bir olaydır. Hatta bilimadamlarından ,hatta o kuruldan biri meslektaşlarının bu inancına katılmayabilir ve ileride ispatlarıyla meslektaşlarının yanlış inancını yıkabilir. İster kural olsun,ister bir tanım,ister de de başka birşey.inançtan başka birşey değiller.Öncelikle o kuralın öyle olduğuna ilgili araştıran bilimadamları bireysel bazda ikna olur.Sonra da bunu yine insanlığa sunarlar.O bilimadamlarının sundukları şeye inanmaları-kabul etmeleri onların inancı,etmeyen meslektaşlarının inancı da onların inancıdır.Yine sunulan topluma baktığımızda bu sunulan inancın delillerini kabul edip etmemek,yeterli bulup bulmamak tıpkı bilimadamlarında olduğu gibi bireysel bir olaydır.Ve bu bilgiye inanıp inanmamak da o bireyin inanç dünyasını şekillendirir-oluşturur. Bilim ve felsefesi tamamiyle inanç-bilgi üzerine kuruludur. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 23 2006, 01:26 AM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 171

Sayın Emre, biz böyle anlaşamayacağız galiba aynı şeyleri söylemeye başladık. Demin yazdım bir şeyler sonra birden farkına vardım. Aynı şeyleri yazıyorum. Sizin mesajlarınıza baktım, aynı şeyler. Gelin başka bir açıdan bakalım. Sizin cümlelerinize dikkat ettim. İnanç diye başka bir şeye diyorsunuz gibi geliyor. Yani oradan inanç sözcüğünü attığımda inançla alakası kalmıyor cümlelerin. Bilim zate kesin değildir. Yani şu kesinlikle şöyledir diyemiyorsunuz. Bence siz bilimsel bilginin yorumunu alıyorsunuz. yorum gerçekten de inançtır. Mesela tarihsel bir şey anlatayım: Newton kuramını biliyorsunuz. Newton'un kuramı belli ilkelere dayanır: 1. Eylemsizlik ilkesi. 2. Zamanın mutlaklılığı. Eylemsizlik ilkesi hiçbir şeye dayalı değildir. Çok ilginç bir ilke. Yani inanç gibi duruyor. Ama deneyle gözlemle kanıtlanmış. Yani şöyle diyor: "Bir kapalı sistem (enerji alışverişi olmayan bir sistem) hızını sonsuza kadar korur". Başka bir deyişle "kapalı bir sistemin v hızında giderkenki hali ile durgun hali arasında hiçbir fiziksel ayrım yapılamaz". Yani tüm etkilerden arınmış bir ortamda mekanik yasaları hızınız ne olursa olsun aynıdır". Gerçekten de bunun hiçbir dayanağı yoktur. Tek dayanağı öyle olmasını istememizdir. Yani biz bu şekilde sadece hızdan bağımsız yasaları elde edebiliriz. Hıza bğalı olarak dğeişen fizik yasalarına ulaşma imkanımız olamaz, olursa çelişkiler elde ederiz. Gelelim mutlak zamana. Newton düşündü ki her yerde ve koşulda zaman aynı işler. Yani saatlerimizi aynı anda başlatıp birimiz dolaşsa gelse diğeri inse çıksa, seyehat edip gelse, tekrar birleştiğimizde saatlerimiz aynı değeri gösterecekti. Bu cidden bir inançtı. Bunun hiç mi dayanağı yoktur. Gözlemle öyle gibidir. Bu yüzden bu ilke ile sadece zamanın heryerde aynı olduğu koşulların fiziğini bulabiliriz. Buraya kadar, herkes bu kurama sıkı sıkıya bağlanmıştı. Ama fizik için havada birçok kuram uçuşuyordu. Bir yerde elektrik kuramı bir yerde manyetizma kuramı, bir yerde optik bir yerde mekanik. Hepsi farklı fiziklerdi ve biri diğeri tarafından açıklanamıyordu. birden tam 250-300 yıl sonra, bir hareketlenme olmuştur. Maxwell diye biri Elektromanyetizma kuramını geliştirmiştir. Bu sayede fizik ikiye ayrılır. Mekanik ve elektromnyetizma. Sonra Lorentz Einstein Poincare 172

gibi bilimadamları bu iki kuramı birleştirmek için adımlar atmışlardır. Einstein tüm bu adımları toplayıp tek bir kuram haline çevirmiştir. Ama nasılı önemli !! Einstein makalesinde (1905) kuramı şu ilkelere dayandırdı: 1. Eylemsizlik ilkesi (daha genişletilmiş adıyla Görelilik İlkesi) 2. Işığın sabitliği ilkesi. Einstein dan hemen önce, Michealson-Morley deneyi denilen bir dizi deney yapıldı. Burada görüldü ki ışıkhızı için, bir gözlemci hangi yöne giderse ve hangi hızla giderse gitsin, başka bir gözlemciyle aynı hızı ölçülüyor!! Sadece bu iki ilekeye dayanılarak mekanik yasaları elektromanyetizmayı da içine alacak şekilde değişmiş ve ilerlemiş oluyor. Yani Newton zamanı mutlak olarak düşünmeseydi de ışıkhızının sabitliğini bilseydi hiç böyle olmayacaktı. Ama o zaman Newton'un da aklına takılmış. ortada bir çelişki görülmüş, bunu gidermek için de Newton ışığın hızını sonsuz almıştır. Gerçekten de Einstein'ın denklemlerinde c değerini (ışıkhızını) sonsuza götürünce Newton'un kuramına ulaşırsınız. Bunun anlamı ışığa göre çok küçük hızlarda Newton mekaniği geçerliydi. (Böyle küçük yazınca daha iyi oldu sanki ) Görüldüğü gibi tüm olay bir yaklaşıklıktan kaynaklı. Aynı şey 1. ilkenin de başına gelebilir. görelilik ilkesi de bir gün bir yaklaşıklık içerdiği görülebilir. Ama burada unutmamak gerekir ki belli bir yaklaşıklıkta fizik bilinen fizik geçerlidir. Fiziğin amacı bu yaklaşıklıkları olabildiğince belirginleştirmektir. Bu yüzden fizik kesin değildir. Deney bize her zaman belli bir hata payı verecek. Bu kaçınılmaz. Bu yüzden yaklaşıklıklar vardır. Deneyler hassaslaştıkça daha kesin ve oturaklı şeyler vardır. Bu yüzden diyorum ki o yaklaşıklıktan kuramın kendisi haberdar olamaz. Bu her formel sistem için geçerlidir. Matematiksel bir gerçektir. Bu yüzden başka deneyler yaparız. Bu başka deneyler yeni bilgilerdir. vs şeklinde ilerler. Sonuç olarak bilimdeki her kuram bir formel sistem olduğu için agnostik bir eğilim sergiler. Bu yüzden Tanrı gibi bir şeye ulaşma çabası bilim yolunda başarısızlıkla sonuçlanır. Yukarıda daha ayrıntılı anlattım. Bilim, Tanrı konusunda agnostik olmak zorundadır. Ama ayrıca agnostizmin daha genel bir biçimi olan w-eksikliklidir. Çünkü sanırım agnostizm sadece Tanrı ve tinsel konularda bir tutum sergiliyor. Ben bilimin 173

Gödel'in teoremi nedeniyle Tanrı ve tinsel konularda yorum yapamayacağını söylüyorum. Çünkü formel sistemler tutarlı oldukları sürece w-eksiklidirler. Newton kuramının kendi içinde tutarlılığı vardır. Ama deneyler ışıkhızına yakın hızlarda yapıldığında eksiklik ve çelişkiler baş gösterir. Zaten bu deneyler eksikliğin giderilmesi içindir. lütfen Sayın Emre aynı şeyleri tekrarlamayın. Ben sizin ne dediğinizi anladığımı sanıyorum (ya da inanıyorum ) Ama dediğim gibi bilim bu konuda böyledir. İnançtan uzak durmaya çalışır. İnancın nelere yol açtığını tarihinde örneklemiştir. Ama eğer inancı bildiğimiz anlamın dışında kullanırsanız, yani bilgi sözcüğü yerine inanç derseniz o zaman bir şey diyemeyeceğim. Çünkü o zaman demek istediğim kavramda inanç demiş olamam. O zaman inanç yerine de başka bir kavram kullanmalıyız. Lütfen demek istediğim ince ayrıntıyı düşünün. Nesnellik konusunda biraz düşünelim. En nesnel önerme nedir onu düşünmeye çalışalım... Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 02:47 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 sevgili Oktay öncelikle kısasla başlayayım ben de senin gibi bir kısmı tekrarlayayım. 1-Hayır bilim agnostik falan değildir.Agnostik felsefe gerçek bilimle tamamiyle çelişir diyorum.Bilim bu yanlış yargıdan tamamiyle uzak olmalıdır ve aslında da aynen öyle uzaktır. 2-Şimdi düşüncelerimi farklı bir şekilde anlatmaya geldi sıra. Sevgili Oktay sen inancın ne olduğunu bilmiyorsun.Daha doğrusu yanlış biliyorsun. "SEN ZANNEDİYORSUN Kİ" BİRŞEY KESİN DEĞİLSE,MUALLAKTAYSA,HERKES TARAFINDAN AÇIKÇA GÖRÜLEMİYORSAİSPATLANAMIYORSA BU İNANÇTIR,YOK TERSİ İSE BİLGİDİR. İşte yanlış inancın(bilgin) burada seni çıkmaza sokuyor.Hayır birşey 174

kesinse,sürekli tekrarlarla ispatlanabiliyorsa ve herkese gösterilebiliyorsa yine de inançtır.Hem de inancın en kuvvetli halidir. Onun gerçekliğine inanman senin inancındır.İstediği kadar kesin ve tekrarlanabilen olsun yine de inancındır.Elindeki delilleri yeterli görüp onun gerçekliğine ikna olup iman etmişsindir. O şeye tüm dünya ve evren insanları tarafından inanılıp gözlemlenebilse yine de inançtır.Hatta asıl o zaman kesin bir inançtır. İnanç demek belirsizlik,emin olmamak demek falan değildir.Hayır ,kesinlik çok daha büyük ve kuvvetli bir inanç demektir.o şeyin gerçekliğine çok daha şiddetli bir şekilde iman ediyorsun demektir. Sürekli söylüyorum,yerçekimi gücü,suyun kaldırma kuvveti tüm bunlar senin çok kesin inançların.Her yaşadığın yeni ilgili olay veya gerçekleştirilen her yeni ilgili deney bu inancını daha da kuvvetlendiriyor. Eğer birşey muallakta değil,kesinse ,bu inançların en büyüğü ve netidir.Herkes tarafından gözlemlenip ispatlanabiliyorsa bu da inancın en şiddetli örneklerinden birini oluşturur.O şeyin gerçekliğine çok emin bir şekilde iman etmektesindir artık. Asıl inanç budur.Onun varlığından-gerçekliğinden elindeki deliller sonucu çok eminsindir.Çok ama çok kuvvetli bir inancın vardır artık onunla ilgili.Tam inançlı-imanlı olma hali budur. Selam ve sevgiler. ON WAR Posted: Feb 23 2006, 03:18 AM kidemli üye Group: Members Posts: 902 Member No.: 2 Joined: 28-January 06 uzun uzun yazmissiniz hafta sonu okuyacagim.. inanc ve bilgi arasindaki farklar konusuna dönecegiz. agnostisizm ve bilim.. 175

OktayD kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Sayın Emre yine takrarlamışız Olmadı. Anlatamadım. Sizin cümlelerinizi özeztleyerek basitçe (ince eleyip sık dokumadan) aktarıyorum: (1) Bilim Felsefesi ile Agnostizm çelişir. (2) Bilim hali hazırda agnostistik değildir. (3) Kesin olan bilgi inançtır. (4) Kesin olmayan bilgi de inançtır. demiş olduğunuzu görüyorum. Size kavram karmaşası olduğunu söylemiştim. Eğer anlaşamıyorsak farklı anlam taşıyan aynı kavramları kullanıyoruzdur. Bu son mesajınızla bunun farkına daha çok vardım. Siz cümlelerinizi basitleştirdikçe kullandığınız kavramların anlamları kendini belli ediyor. Benim demek istediklerimle yukarıdakileri karşılaştırın: (1) Bilim felsefesiyle Agnostizm çelişmez. [zaten öyle olmasa 2 de doğru olmazdı] (2) Bilim hali hazırda agnostistiktir. Son iletinizde anlatmak istediğimi anlatamadığım açıkça görülüyor: QUOTE "SEN ZANNEDİYORSUN Kİ" BİRŞEY KESİN DEĞİLSE,MUALLAKTAYSA,HERKES TARAFINDAN AÇIKÇA GÖRÜLEMİYORSAİSPATLANAMIYORSA BU İNANÇTIR,YOK TERSİ İSE BİLGİDİR. Ben öyle bir şey demedim. Demek de istemedim. Öyle zannetmiyorum da. Ben bilginin inançla bağlantısı olmadığını söylüyorum. Bilgi ayrı şey bir bilginin inanç olup olmaması ayrı şey. Kesin bilgi de inanç olabilir, muallak bilgi de olabilir. AMA diyorum ki HER bilimsel bilgi, inanç 176

değildir. Ayrıca HER inanç, bilimsel bilgi değildir! Yani biri diğerininn alt kümesi falan değildir. Benim kullandığım anlamı budur. Ama ötesi var. Yani anlaşamadığımız asıl nokta: Şunu çok iyi anlamanızı istiyorum. Bunu anlatmakta biraz zorlandım. İnanç olan şey bireyseldir. Ama bilim bireysel değildir. Bunu tekrarlamak istemezdim ama bilimadamı inanabilir inançla düşünebilir ama bilim bireysel değildir! Bilime ingirgemeci gözle değil bütüncü bir gözle bakmalıyız. Çünkü bilim bireylerden değil onların çalışmalarından oluşan ama bahsedildiğinde o çalışmalardan bağımsız ifade edilebilen bir üst sistemdir. Karınca kolonileri ya da beynimiz gibi... Siz koloniden ya da beyninizden bahsederken karıncaların her birinden ya da nöronlardan bahsetmezsiniz. Agnostistik yaklaşmakla bilimin bu tutumunu desteklersiniz. Ama isterseniz olmazsınız ve bilim bundan etkilenmez. Etkilenirse bilim olmaz. Biliyoruz ki bir sürü dinde düşüncede bilimadamı vardır ama bilimin kendisi bu bilimadamlarının inanışlarından ilerlemez. Aslında agnostizmi anlatırken buna önem vermek gerekir. Çünkü agnostizmde hem bütüncülük hem de ingemecilik vardır. Agnostizmin kendisi bütüncü iken agnostik olan kişi indirgemeci olarak düşünülmelidir. Matematik de böyledir. Kısaca, sizin bahsettiğiniz şeyi inanç olarak düşünemiyorum, çünkü siz bütüncül bir kavrama bireysel bir özellik yüklemiş oluyorsunuz. Evrendeki her bilgiye inanç olarak baktığınızda bakış açınıza sadece bilimadamları ve onların tikel çalışmaları girer. Oysa bu tikel çalışmaların bütününde bir sistem vardır ve biz ona bilim diyoruz. Anlatabildim mi? Bu yüzden sizin söylediğiniz cümleler çelişkiye düşmemiş olur çünkü tanımları çelişmemeleri için yapılandırılmıştır. Lütfen satır aralarını iki kere okuyun... Ben özellikle sizinkilerin arasını bakmaya ve onları belirterek aynı şeyleri tekrarlamamaya uğraştım. Böylece birbirimizi daha anlayabilir ve tartışmamız uzlaşması belki bir umutla gerçekleşebilir (normal şartlar altında bitmemesi lazım...) Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 11:44 PM kidemli üye 177

Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili Oktay yine dediğimi anlamamışsın veyahutta ben anlatamamışım. 1-İşte o bütüncül sistem dediğin şeyi "bireylerin inancı" belirliyor.O bilimsel kurul bireylerden oluşuyor ve onların-kabulu-inancı,"bilimsel bilgi" adı altında insanlara sunuluyor. Yani yine bireylerin oluşturduğu bir inanç uzlaşımı var.Bu inanç uzlaşımı daha sonra da tüm insanlara aktarılıyor. Yine bireylerden başlayan bir inanç serüveni söz konusu başka birşey değil.Sonra bu bireyler bireysel inançlarını kollektif hale getirse de getirmese de hiçbirşey değişmiyor.Yine de sadece inanç var ortada. 2-Bu bilim grubu-kurulu kollektif bir inanç geliştirince bu sefer inanç ,o noktadan sonra bireysel inançtan kollektif inanca dönüşmüştür.Ama bu kollektif inancı bireysel inançların toplamı ve veya uzlaşması oluşturmuştur. Ondan sonra kurulun kollektif inancı da yine inançtan başka birşey değildir.Ve yine dikkat kuruldaki her birey bu inanca iman ediyor. 3-Daha sonra kurulun dışındaki bireyler de bu inanca katılıp katılmamakta,eldeki delilleri yeterli bulup bulmamakta yine tamamen özgürdür.İster bilimadamı olsun ister olmasın. 4-Bilim agnostik olmamalıdır ve zaten de değildir 5-Lütfen dikkat,algı-kabul olmadan inanç olmaz.Algı-kabul olmadan bir şeye bilgi(inanç) adı verilmez.O şeyi kabul eden bir beyin veya beyinler bütünü olacak ki buna da inanç(bilgi) diyoruz. 6-Ve son olarak bürtünsel de olsa,kesin de olsa,bireysel de olsa,sürekli tekrarlanabilse de inançtır. O şeyin varlığına birey,toplum,kurul ya da başka birşeyin inanıyor olması hiçbirşeyi değiştirmez.Yine sonuç olarak birileri inanıyor ve bu da imandır,inançtır. Yok hiç bir birey inanmasaydı zaten bilgi diye toplumun önüne 178

sürülmezdi.Önce "en az bir kişi bu şeye iman ediyor" ve inancını(bilgi adı verip) sunuyor.Ortada inanç-bilgi olmadan bilim olmaz.Bilgi de inançtan başka birşey değildir. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 24 2006, 12:22 AM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Emre Bey, ya, anlatamıyorum. Sanki bir önceki mesajı atmamışım gibi geldi! Diyorum ya aynı kavramdan bahsetmiyoruz diye. Üstelik tikelden tümele bir özelliği nasıl geçirdiniz anlamadım. eğer öyle olsaydı herşey karmaşık olurdu. Siz cümleleri yazarken harfleri kullanırsınız. Hiçbir harf kendi başına bir şey ifade etmez. İsterseniz harflerin farklı anlamları olsun ama bunları dizince artık o harflerden bahsetmezsiniz, artık cümle vardır. Bir insandan bahsederken, onun hücrelerden oluştuğunu bilirsiniz ama çıkıp da kimse onun hücrelerinden bahsetmez, artık o kişiliğin kendisi vardır. Her hücreye teker teker bakarsanız, bilinçleri olmayan sadece protein üreten birimler olduğunu görürsünüz ama bunların oluşturduğu şey bilinçli dediğimiz bir insandır. Bilim de böyledir. Bilim bir kurul ya da ona benzer bir şey tarafından yönetilmez. Bilimsel çalışmalar bilimi şekillendirir. Bireyler değil onların çalışmaları bilimin yapıtaşlarıdır. Ama bilimden söz ederken onun yapıtaşlarından bahsetmezsiniz. Kimyadan bahsederken, mesela atom yörüngelerinden bahsederken kimse çıkıp da aslında protonların kuarklardan oluştuğunu ve elektronların bu kuarkların etkileşiminden çıkan fotonlarla etkileşerek enerji düzeyleri oluşturduğunu vs söylemez. Kimya fiziğin bir üst sistemidir, ve kimya fiziğin kavramlarından bağımsız olarak ifade edilebilir. Kimya ile Fizik arasındaki bu ilişki deneyle Bilim ile olan ilişki gibidir. Bir bilimadamının ne düşündüğü neye inandığı bilimi etkilemez, bilim hiçbir bilimadamının düşüncesini taşımaz. Bilim bilimadamlarının bir üst düzeyidir. Siz bilimadamındaki inanç kavramını 179

bilime aktaramazsınız. Bilgi de değişir. Eğer bilimadamındaki bir bilgi inanç (benim bahsettiğim inanç kavramı) ise bilimadamı çalışmasıyla bu bilgiyi bilime kazandırdığında; bilimden bahsederken artık o bilgi inanç değildir. Artık o bilimsel bilgidir. Ama bilimadamındaki (aynı bilgi olduğu halde) bireysel bilgidir. Bu bireysel bilgiye inanç diyebilirsiniz. Ama bu bilimsel bilginin inanç olmasını gerektirmez. bilimsel bilgi inançtan arınmış bir bilgidir. Siz bunu bireysel düzeye çektiğinizde ancak inançtan bahsedilebilir. Çünkü bilim iman etmez! Birey edebilir ancak. QUOTE 4-Bilim agnostik olmamalıdır ve zaten de değildir Diyorum işte, aynı şeylerden bahsetmiyoruz. Bilim şu anda agnostistiktir. Agnostizmin tanımında inanç terimi geçmiyor. Bilimin tanımında inanç tanımı geçmiyor. Allah aşkına bu inanç terimini bu başlığa kim soktu??? İnançla bilimin bir alakası yoktur. Lütfen bu terimi bu başlıkta aynı amaçla kullanmayalım. (cidden ya nasıl girdi bu terim, tartışmaya?). Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 12:36 AM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Sevgili oktay anlatamıyorum galiba (kısasss) İşte o bireylerin çalışması ve inançlarına bilimsel bilgi adını veriyoruz.Veyahutta o kurulun inancına bilimsel bilgi adını veriyorsun.Ama yine de inanç var. Bilim tamamiyle inanç üzerine kuruludur ve agnostik olması mümkün değildir. Tekrarlıyorum senin o bilime malolmuş dediğin bilgi,o işi yapan bilim adamı veya bilimadamlarının inancını aktarması sonucudur. Bireylerin inancı olmadan o tez-bilgi oluşturulamazzzzzz. O görüşü-bilgiyi yeni bir yapıtaşını sunanlar yine inançlarını aktarıyorlar 180

hepsi bu. Ondan sonra başkalarının bu inanca katılıp katılmaması bambaşka birşeydir.Ben oluşturulma aşamasında da aynı şeyin olduğunu söylüyorum ki söylememe bile gerek yok zaten böyledir. İster o kuramı oluşturan tek bir bireyin inancı olsun,isterse bir kurulun inancı.İster bir ilk olsun,isterse daha evvelki şeylere ekleme-geliştirme yapılsın.Hiç farketmez.Bunu insanlığın önüne sunanlar ,inançlarını delilleriyle birlikte sunuyorlar. Oluşan kollektif bir yeni inanç olsa da olmasa da hiçbirşey değiştirmez.İnsanlar buna inansa da inanmasa da yine hiçbirşeyi değiştirmez.Sonuçta bilimsel bilgi adında sunulan bir inanç söz konusu. O kuram-bilgi adını verdiğin şey,onu oluşturan veya oluşturanların inancından başka birşey değil. Ve yine söylüyorum ister takım çalışmasıyla oluşur,ister bireysel,isterse ortaya bambaşka bir eser çıksın farketmez.Bu ortaya çıkan şeyi,onu ortaya atan insanların inançları oluşturdu.Sonra da bu inançlarını insanlığa sundular.Onlar inandıklları şeyi,imanlarını insanlara sunuyorlar.Ne kadar zorlarsan zorla bu böyle.Bilgi denilen şey inançtan başka birşey değil. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 24 2006, 04:04 PM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Tikel düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Onca şeyi boşuna yazmışım, sonuçta anlatamadım. Yanıtlarınız için teşekkürler. (Bu başlık amacından uzaklaşmıştır.) Saygı Sevgi ve Mantık... -------------------"Siz de iyi biliyorsunuz ki biz, hepimiz aynı nedenden dolayı matematikçi 181

olduk; tembeliz." Max Rosenlicht Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 04:30 PM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Yok asıl ben anlatamadım.Size yanılgınızı-yanlışınızı ve önyargınızı iyi gösteremedim. Ve son kez anlatarak sizin sayfanızdan ayrılıyorum.Bana mutlaka cevap vermemi gerektirecek bir ifade yöneltmediğiniz taktirde bu son iletim olacak burada.Size zorla inancınızdaki hatayı göstermekle yükümlü değil kimse zaten. 1-Diyorum ki o bilimsel bilgi adını verdiğin şey hokus pokusla var olmuyor.Birileri veya biri onun öyle olduğuna iman ediyor ve sonra da tüm insanlığa sunuyor bu inancını(bilgisini) Şimdi farzedelim ki Oktay adında bir bilimadamı var. Çalışmasında diyor ki; a+s=araba. Buna inanmıştır Oktay adlı bilimadamı ve ispatlarıyla bilim dünyasına sunmuştur.Bu ister takım çalışmasıyla olsun ister tek başına,ister sıfırdan yeni bir iddia olsun isterse de daha evvelkilere birşeyler katarak elde edilsin,hiç farketmez.Oktay(ya da çalışma grubu) kendine "a+s=araba" şeklinde bir inanç oluşturmuştur ve delilleriyle birlikte bilim dünyasındaki onaylayıcı merciye sunmuştur. Sonra bunun gerçek olup olmadığına,bilimsel olup olmadığına ilgili kişiler de karar verir.Ya ikna olup bilimsel bilgi derler ya da redederler.Bakın yine inançtan başka birşey yok ortada. Ve üçüncü aşamada da bu inanç tüm insanlığa sunulur ve dileyen inanır dileyen de inanmaz. Yani bilimsel bilgi adını verdiğiniz inanç üç aşamadan oluşuyor: A-Önce o inanca bir bilimadamı veya bilimgrubu sahip oluyor ve ifadelerini bu inançları doğrultusunda oluşturuyorlar.(İnancın oluşup sunulması aşaması) 182

B-Bu oluşturulan yeni inanç ilgili kabul grubuna sunuluyor.Bu inancınbilginin bilimsel olup olmadığına ilgili kimseler karar veriyor(bu sunulan inancın doğru olup olmadığına,bilimsel olup olmadığına karar verilmesi ve kabul edilmesi aşaması) C-Son olarak da bu inancın tüm insanlığa sunulması.Burada da bireyler bu sunulan yeni inanca iman edip etmemekte tamamen özgürdürler.Ve yine inançtan-imandan başka birşey yok ortada. Başka bir deyişle: A-İnancın oluşturulması(birey veya grup tarafından) ve ilgili merciyeotoriteye sunulması. B-İlgili mercinin bu inanca iman ederek onaylaması ve bilimsel bilgi kabul etmesi. C-Halka sunulması ve bireylerin inanıp inanmaması. Her aşamasında da inançtan başka birşey yok ve olması da mümkün değil zaten. O kayda geçen bilgiler öncelikle birilerinin beyninde şekillenip iddiaya dönüştürülüyor.Yoktan var olmuyor,sadece birileri inancını sunuyor o kadar.Birşeye ekleme yoluyla da olsa bu yine aynı şekilde ekleyenin inancıdır öncelikle.Başka hiçbirşey değil.ve birşeye inanmak inançtan başka hiçbirşey olamaz. Selam ve sevgiler. OktayD Posted: Feb 24 2006, 05:53 PM kidemli üye Group: Members Posts: 200 Member No.: 4 Joined: 30-January 06 Bakınız, hala sizin tikel yönde olduğunuzu kaç mesajdır gösteremedim, önemli değil. Şu iletiyi hiç istemeden atıyorum, ama bir yandan da bir ses bana "at!" diyor. Dayanamayıp yanıtlıyorum... Siz bilimden söz ederken bilimadamından bahsederek gittiniz. Diyorum ki bir süt düzey olan bilimden bahsederken alt düzeydeki 183

bilimadamlarından bahsedemezsiniz. Bahsederseniz o iki düzey aynı düzeydedir. Düzeyler diye biri diğeri cinsinden ifade edilmediğinde yine aynı şeyi koruyan sistemlere diyorum. Bilim ve bilimsel bilgi ayrı düzeydedirler (sanırım siz bir tutuyorsunuz?). ve ben bilimden bahsederken bilimsel bilgi sözcüğünü kullanmadan da aynı şeyleri söylerim. Bu düzey ilişkilerin altta üstte olmasını belirleyen özellik, birinin diğerinin eleman olmasıyla oluşmasıdır. Mesela A düzeyi atomun elektron düzenini ve B düzeni de atomlar arasındaki etkileşimleri açıklıyorsa, B nin her elemanı A nın açıkladığı bir sistem olduğu için A, B nin alt düzeyidir derim. Ben B den bahsederken A daki elemanları kullanmam. A ya göre iki atomun etkileşmesi demek elektronlarının etkileşmesi demektir ama B ye göre elektronlardan söz etmeye gerek kalmaz. Umarım bu örnek yeterlidir. Çünkü bilim de böyledir. Bilim kendiliğinden oluşmuştur. Tıpkı felsefe gibi, matematik gibi. Burada alttaki düzey yani bilimin elemanı olabilen sistemlerin her biri bilimadamlarının çalışmalarıdır. Siz bu alt düzeyden bahsedip durdunuz. İnançtır imandır, vs. Oradaki bilginin inancın ve her neyse onun sonucunda oluşan alt ürün çalışmadır. Bu çalışmaların bireyle bilimadamıyla düşünceyle ve deneyle ilişkisi ve diğer çalışmalarla ilgisi alt düzey bir sistemin elemanlarıdır. Bunun kesin bir dille anlatılan ama düzey dağılımlı birçok sonucu (fizikte bu düzey dağılımı çok önemlidir çalışma aşamasında), deneylerin verileri bilimadamının bireysel inançları vs vardır. Bunlar da sizin haklı olduğunuzu düşündüğüm konudur. Yani bu alt olan düzey, dediğiniz gibi imanla ya da herneyse onla bezenmiş olabilir (olmayabilir de, bilmiyorum). Kaldı ki bilgiyi kesin yapmayan bölüm burasıdır. Bu düzeyde hiçbir bilgi kesin değildir ve gerçekten de buradaki bilgi zihnin gölgeleridir (inanç olabilir demenin başka bir yolu). Bunun bir üst düzeye geçerseniz, tüm bunlardan habersiz bir şekilde konuşabilirsiniz. Artık alt düzeyde olan kesinsizlik burada kesinliğe dönüşmüştür. Bu düzeydeki her bilgi kesindir. Çok ilginçtir ki burada bilgi dediğimiz şey çalışmalarda değildir, evrenin kendisinde de değildir. Buradaki bilgi tamamen soyut bir bilgidir. Kesindir çünkü. Evreni anlatmaz, insanı anlatmaz, çalışmayı anlatmaz, çalışmaların nerede nasıl olduklarıyla ilgili bilgilerdir. Bilimdir. Sonuç bilgisidir. Tarih gibidir. Evreni anlatmak ve anlamak istiyorsanız gidip her çalışmayı incelemelisiniz ama ne yazık ki bunu tikel olarak yapmalısınız. Yani evreni anlamak/anlatmak 184

tikel bir harekettir ve bilim düzeyinde bunu yapamazsınız. Evreni anlamak için inanç devreye girebilir (girebilir, ama girmeye de bilir, bilmiyorum). Ama bilimi anlamak için inanç devreye girmez. Bilim inançtan bağımsız soyut bir olgudur. Soyut olduğu için evrenle olan bağları da soyuttur. İnsan ürünü değildir. İnsanlar olmasaydı yine bilim aynı bilim olurdu ama kimse bilmezdi (çok garip oldu, bu son cümleyi önemsemeyin). Şimdi bilim ve inanç konusundan vaz geçelim. Bu başlık amacından "manyak" derecede saptı Ben bilimden değil agnostizmden söz edecektim. Bilim agnostizme sadece bir örnek olarak söylenmişti. İnanç da araya davetsiz bir şekilde girmişti. Bilim inancı sevmez (her ne kadar bilimadamı sevse de... Karıncalar da karıncayiyenleri sevmez ama karıncayiyenler karınca kolonisinin candostudur. Burada Koloni ile karınca farklı düzeylerdir!!) İsterseniz inanç ve bilimle ilgili bir başlık açın. orada felsefenizin en ince ayrıntılarını tartışın. Ama artık burada olmasın. Burası adına yakışır bi şekilde Agnostizm olsun. Her bilginin inanç olduğuna dair olan felsefeyi başka bir başlıkta tartışmak daha yapıcı olabilir. Lütfen ricamı kırmayın... Agnostizm hakkında birkaç sorum olmuştu. Onları bir daha ama farklı bir şekilde soracağım. Ama şimdi değil, biraz tedbirli (başka yöne çekilmesin diye) davranacağım. Yakında sorarım... Saygı Sevgi ve Mantık... Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 08:28 PM kidemli üye Group: Members Posts: 193 Member No.: 29 Joined: 6-February 06 Şimdi bana zorla cevap hakkı doğurdun ama sevgili Oktay Ben de dayanamayıp yazmak durumundayım. 1-İnancın ne olduğunu ve dolayısıyla bilginin ne olduğunu anlamaya yanaşmak bile istemiyorsun.Önkabullerine körü körüne bağlı durumdasın ne yazık ki. İnanç demek bir şeye körü körüne inanmak değildir.İnanç demek 185

inanmak(veyahutta inanmamak) demektir Bu kadar basit. Hala diyorsun ki bilimadamları imanlı olabilir belki vesaire.Yahu belkisi melkesi yok,ortada inançtan imandan başka birşey yok zaten.İnancını dile getirmekten başka birşey yok.Deneylerin sonucunda elde ettiği görüş de inancından başka birşey değil. Üst düzey bilim dediğin şey de bir inancın yazıya dökülmiş hali o kadar.Yetkili kurul tarafından o şeyin bilimsel olduğuna inanılmış,kabul edilmiş,iman edilmiş o kadar. Bilimadamlarının önyargılarından falan bahsetmiyorum.Doğrudan elde ettikleri sonuçtan bahsediyorum,ulaştıkları inançtan bahsediyorum.Sonra bu inancı onaylayıcı kurula sunmalarından bahsediyorum.Ve bu kurulun bu çalışmaya "bilimsel bilgidir" damgasını vurması için ona önce iman etmesinden bahsediyorum.O sunulan inancın bilimsel kriterlere uygun olup olmadığının belirlenmesi işlemi bile inanç çerçevesindedir. Hayır o bilgi adı verieln şey kendiliğinden oluşmuyor.İnançlar silsilesi sonucunda oluşuyor.Bunu oluşturan da insanlardan başkası değil.Bir bilginin elde edilmesi de,kurul tarafından bilimsel etiketi yemesi de hep inançtır.Hep bireylerin kabulü-imanıdır. Üst düzeydeki kesinlik inancın en güçlü halidir.Ve gerçek iman da budur. HALA BİRŞEY KESİN DEĞİLSE İNANÇTIR DEME HATANIZI SÜRDÜRÜYORSUNUZ HAYIR ASIL O ŞEY KESİNSE TAM BİR İNANÇTIR.HEM DE KATIKSIZ-KUVVETLİ BİR İMAN İÇEREN İNANÇTIR.KESİNLİK DENİLEN ŞEY SADECE DUYULAN GÜVENİ VE İNANCIN KUVVETİNİ YANSITMAKTADIR. Birşey muallakta değilse ,o şeyin gerçekliğine çok daha kuvvetli bir şekilde iman ediyorsun demektir. Yukarıda yazdıklarım gerçekten boşa gitmiş.Ama ileride birgün aydınlanmanız yolunda ışık tutabileceği için yine de görevimi yapmamın mutluluğuyla buradan ayrılıyorum. Selam ve sevgiler.

186

Mısır Firavunlarının çaprazlama merakı Hıristiyan yazar Texe Marrs Mısır Firavunlarının bacakları ve kolları çaprazlama konuma getirme takıntısının nedenlerinden bahsediyor: İn ancient Egypt, the mark of "X" and the symbol of cross-bones in the symbol of an X was very prominent in religious contexts. You can find the X on the walls of a number of ancient Egyptians temples and pyramids... It is the sign of Osiris, the great sun God.. The ancient pharaohs, when they were buried, had the legs crossed in the form of "X" as a sign of devotion to Osiris.'' Codex Magica (Texe Marrs) Pagan Mısır dininde x işareti yani çapraz işareti kutsaldı: These ancient Egyptian figures demonstrate how prevalent was Osiris' sacred sign, "X."

The mummy of Rameses the Great (1279-1213 B.C.) was found in this cedarwood sarcophagus. This pharaoh is thought by Egyptologists to be the ruler who enslaved the Israelites and forced them to build cities.

187

Painting from the Tomb of Rameses I, Valley of the Kings, West Thebes, in Egypt.

The identity of the legends is also confirmed by this hieroglyphic picture, copied from an ancient Egyptian monument, which may also enlighten you as to the Lion's grip and the Master's gavel. Codex Magica Bu durum belki, geçmişte Firavunun neden tehdit olarak bacakları ve kolları çaprazlama kestirmekten bahsettiğini açıklayabilir. Taha Suresi 63. Dediler ki: "Şunlar, iki büyücüden başka birşey değillerdir. Büyüleriyle sizi toprağınızdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu silip yok etmek istiyorlar. 64. "Hemen hünerlerinizi birleştirin; sonra saf bağlamış olarak gelin! Bugün, üstün gelen kurtulmuş olacaktır. " 65. Dediler: "Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız. " 66. Mûsa dedi: "Hayır, siz atın!" Bir de ne görsün! Onların ipleri, sopaları, yaptıkları büyüler yüzünden, kendisine gerçekten koşuyorlarmış hayaline 188

verdi. 67. Mûsa birdenbire içinde bir korku duydu. 68. Şöyle dedik: "Korkma, üstün gelecek olan sensin!" 69. "Sağ elindekini yere bırak! Onların, sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yalayıp yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Büyücü ise nereye gitse iflah etmez. " 70. Bunun üzerine büyücüler secdelere kapanıp şöyle seslendiler: "Hârun`un ve Mûsa`nın Rabbine inandık!" 71. Firavun dedi: "Ben izin vermeden ona inandınız öyle mi? O size, büyüyü öğreten büyüğünüzdür. Yemin olsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve yemin olsun sizi hurma ağaçlarına asacağım. O zaman iyice bileceksiniz, hangimizin azabı daha şiddetli ve sürekli. " 72 Dediler: "Biz seni, bize gelen açık-seçik kanıtlara ve bizi yaratmış olana asla tercih etmeyeceğiz. Verdiğin hükmü uygula. Senin hükmün olsa olsa bu dünya hayatında geçer. " *** Bu çaprazlama işareti pagan Mısır dininde kutsaldı ve bu yüzden özellikle kol ve bacakların çaprazlanma ritüelleri vardı. Kolları ve bacakları X pozisyonunda tutma geleneği dünyanın dört bir yanındaki diğer pagan uygulamalarda da görülebilir. Örneğin uzakdoğuda Hindular meditasyon yaparken bacakları çaprazlarlar. Kuran`da, Firavunun bu geleneğinin olduğu bilgisinin verilmesi gerçekten çok önemlidir. Selam

189

Kuran`a göre canlılar birbirinden ayrı yaratılmışlardır Yazımın bu ilk bölümünde evrimsel yaratılışı savunanların iddialarına kısaca cevap vermeyi hedefledim. İlerideki günlerde kaleme alacağım devam yazımda ise bu evrim inancının içyüzünü, amacının ne olduğu konusunu ele alıp, buna karşılık Kuran`a göre canlıların yaratılışının nasıl olduğunu göstereceğim inşallah. Evrimci yaratılışçıların bir kısmı Adem`i birey olarak kabul etmeme eğilimi içindeyken, bir kısmı da Adem`i ilk insan olarak kabul etmeme eğilimindedir. Gerçekte ise Adem ilk insan ve ilk insan elçidir. Ve de tabiatıyla, bir bireydir de aynı zamanda. Elçi olduğunu hayat hikayesindeki ayrıntılarda görüyoruz zaten(Allah`tan doğrudan aldığı ayetler, özel görevi vs. ) Ayrıca şu ayet de bunu tamamlar: Ali İmran Suresi 33 Allah; Adem`i, Nuh`u, İbrahim Ailesi`ni, İmran Ailesi`ni seçerek alemlere üstün kılımıştır; İlk insan olduğu da yine ayetlerle çeşitli açılardan delilleriyle belirtilmektedir. Kendi tefsirini kendi yapan Kuran, Adem`in öyküsünü farklı surelerde ele alıyor. ÖRNEĞİN BAKARA VE HİCR SURELERİNE BAKALIM: BAKARA 30. Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım. " demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysa ki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsatıp yüceltiyoruz. "Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim. " 31. Ve Adem`e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz. " 190

32. Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alim`sin, herşeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakim`sin, herşeyin bütün hikmetlerine sahipsin. " 33. Allah buyurdu: "Ey Adem, haber ver onlara onların adlarını. "Adem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: "Dememiş miydim ben size!Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim. " 34. O vakit biz meleklere, "Adem`e secde edin" demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. ************* ŞİMDİ BU ADEM`İN İLK İNSAN OLDUĞUNU KESİN OLARAK BELİRTEN VE AYNI ÖYKÜYÜ DEĞİŞİK AÇIDAN ANLATAN HİCR SURESİNE BAKALIM: HİCR 26 Yemin olsun, biz insanı; kuru çamurdan, değişken-cıvık bir balçıktan yarattık. 27 Cini/İblis`i de daha önce kavurucu ateşten yaratmıştık. 28 Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım. " demişti. 29 "Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman, önünde hemen secdeye kapanın. " 30 Meleklerin tümü, toplu halde secde ettiler. 31 İblis müstesna. O, secde edenlerle beraber olmaya karşı çıktı. 32 Allah dedi: "Ey İblis! Sana ne oluyor da secde edenlerle beraber olmuyorsun?" 33 Dedi: "Kuru bir çamurdan, değişken-cıvık bir balçıktan yarattığın bir insana secde etmek için var olmadım. " Ayet cımbızlamaya çalışan evrimciler, ilk insan olan Adem`in yaratılış öyküsünü anlatan Bakara Suresini ele alıp, buna karşılık aynı olayı anlatan Hicr Suresini görmezlikten gelmeye çalışıyorlar. Böylece Bakara Suresindeki "atamak" ifadesini alıp "orada yaratmaktan değil atamakdan bahsediyor" diyorlar. Ama gerçekte ise Hicr Suresinde yaratmaktan da 191

bahsediliyor. Ayetleri cımbızlamadan bütünlük içinde bakınca gerçek tablo ortaya kolayca çıkıyor. HİCR 26 Yemin olsun, biz insanı; kuru çamurdan, değişken-cıvık bir balçıktan yarattık. 27 Cini/İblis`i de daha önce kavurucu ateşten yaratmıştık. 28 Hatırla o zamanı ki Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım. " demişti. Yani ayetin birini görüp diğerini görmezlikten gelmeyeceğiz. Ve de ayetlere sembolik anlamlar yüklemeyeceğiz. Kuran apaçık ayetler içerdiğini defalarca vurgulamaktadır: Maide Suresi 15 Ey Ehlikitap! Resulümüz size geldi. Kitap`tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan-beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah`tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Yusuf Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap`ın ayetleridir bunlar. Şuara Suresi 2 İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap`ın ayetleri... Kuran bir sırlar-semboller kitabı değil, herkesin anlayabileceği ve bire bir gerçek bilgiler içeren net bir kitaptır. Zaten ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek ve/veya ayet cımbızlayarak aklınıza gelebilecek her öğretiyi kitaba onaylatmaya kalkabilirsiniz. Kitabı bütünlük içinde ve apaçık birinci anlamında ele alacağız. **************** Önce ateşten cinler, sonra da topraktan ilk insan Adem yaratılıyor. Ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek, ayet cımbızlayarak pagan evrim inançlarını kitaba yamamaya çalışanlar, çaresizliklerinden bir de şurda cımbızlama ve çarpıtma işlemi yapıyorlar: 2/213 "İnsanlar tek bir topluluktu. Daha sonra Allah onlara müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler gönderdi. " Yine ayet cımbızlama ve hatta bununla da yetinmeyip anlamı eğip bükme işlemi yapanlar, bu ayette sanki insanlar tek bir ümmetken hiç elçi yoktu 192

gibi bir anlam yüklemeye kalkıyorlar. Halbuki orada ilk elçiden bahsedilmiyor, sonra yapılan işlemden bahsediliyor. Benzer bir örnek şurada da var eğer kitaba bütünlük içinde bakılsa: HADİD 26 Yemin olsun, Nûh`u ve İbrahim`i de resul olarak gönderdik. Peygamberliği ve Kitap`ı bunların soyları arasına koyduk. O soylardan bir kısmı hidayete ermiştir. Ama onlardan çoğu, yoldan çıkmış olanlardır. 27 Sonra onların eserleri üzere, resullerimizi art arda gönderdik. Meryem`in oğlu İsa`yı da onların ardınca gönderdik. Ona İncil`i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Bir bid`at olarak ortaya çıkardıkları ruhbaniyeti, onlar üzerine biz yazmamıştık. Allah`ın rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Ama ona gerektiği şekilde saygılı olmadılar. Onların, iman edenlerine ödüllerini verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmış olanlardır. 27. ayette yine "sonra resullerimizi art arda gönderdik" şeklinde ifade var. Ama neden sonra? Nuh ve İbrahim`den sonraki bozulmadan sonra... Yani bu ifadeyle anlatılan bu gönderilenlerin ilk peygamber oldukları değil, yine peygamberlerin gönderilmiş olduğu bilgisidir. Aynı şekilde 2/213 de de anlatılan ilk elçiler değil, yapılan işlemdir. "Bundan sonra şu sebepten dolayı elçiler gönderildi vs. " Evrimsel yaratılışı savunanların yine ayetlerin bir kısmını cımbızlayıp, diğer kısmını görmezden gelmeye çalıştığını görüyoruz. Adem`in eşi: 35 Ve Âdem`e şöyle buyurmuştuk: "Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin ve orada dilediğiniz yerde, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zulme sapanlardan olursunuz. " Nisa Suresi 1 Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan eşini vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah`tan korkun. Rahimlerin haklarına saygısızlıktan da sakının. Şu bir gerçek ki Allah, Rakîb`dir, sizin üzerinizde sürekli ve titiz bir gözetleyicidir. A`raf Suresi 19 "Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz. " 193

Adem`i ve eşini birer birey kabul etmeyip onlara sembolik anlamlar yüklemeye kalkan evrimciler yine bu apaçık ayetlerin bir kısmını görmezden gelmeye çalışırlar. Örneğin sadece NisaSuresi 1. ayeti göstererek, Adem`in eşinden bahseden diğer 2 ayeti görmezden gelmeye çalışırlar ve aslında onun şahıs olmadığını iddia ederler. Zaten öğretilerini ayakta tutmalarının başka yolu da yok. Ya ayet cımbızlayacaklar ya da ayetlere temsili anlamlar yükleyecekler... Fakat kitaba bütünlük içinde baktığımızda Adem bir birey olduğu gibi, açıkça eşinden de defalarca bahsedilmektedir. Adem`den sonra yaratılan insanlar olduğuna ve Adem`den önce de cinler olduğuna göre tabii ki adem yaratıldıktan sonra yalnız başına değildir ve ilk yaratılan insan, ilk "insan elçidir. ". Adem`in birey olduğuna dair deliller vermeye devam edelim: Ali İmran Suresi 59 Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi. Artık o, olur. (burada topraktan yarattı denilen Adem`dir). İsa da tıpkı Adem gibi cinsellik olmadan yaratılmıştır, birinde baba yoktur, diğerinde ise hem anne hem de baba yoktur, durumları benzerdir. Yani klasik "anne+baba(seks)=doğum" şeklinde dünyaya geliş değil de, cinsellik aracı edilmeden sıradışı yaratılmaları söz konusudur. Ayrıca İsa ve Adem`in isimleri Kuran`da 25`er kez geçmektedir. Bu da ikisinin yaratılışı arasındaki benzerliğe bir başka işarettir aynı zamanda. İkisi arasındaki diğer bir parelellik de içlerine doğrudan ruh üflenmesi yani temel vahyin işlenmesidir: Secde 7. O, odur ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı. Ve insanın yaratılışına çamurdan başladı. 8. Sonra onun neslini bir üsareden, hor görülen bir sudan oluşturdu. 9. Sonra ona bir biçim verdi ve onun içine kendi ruhundan üfledi. Sizin için, işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz! Tahrim Suresi 12. Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem`i de örnek 194

verdi. Biz onun içine ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdikledi de içten bağlananlardan oldu. Kuran`da "ruh" kelimesi 2 anlamda kullanıyor: ruh=vahiy(ilahi bilgi) Ruh=vahiy meleği Bu ruh yani vahiy ilk insana yüklendikten sonra, diğerlerine anne ve babadan aktarım yoluyla geçiyor. Ve İsa da babasız yani cinsellik olmadan dünyaya geldiği için(tıpkı Adem gibi) ona da bir kez daha özel olarak vahiy yani ruh işlenmesi söz konusu oldu: Enbiya; 91: Ve o, ırzını titizlikle koruyan kadın. Ona ruhumuzdan üfledik de onu ve oğlunu âlemler için bir mucize yaptık. Yine bu açıdan da Adem ile İsa`nın yaratılışı arasında bir parellilik vardır. YARATILIŞIN SÜRESİ Bu ol demenin vücuda gelmesi bizim açımızdan, yani zaman boyutumuzda trilyonlarca yıl da olabilir, bir salise de olabilir, fark etmez. Adem`in anne babasız direkt topraktan türediğini açıkça ve detaylı bir şekilde ayetler veriyor. Adem`i oluşturan toprak su ile bir araya gelip, isterse milyonlarca veya milyarlarca yılda son şekle gelmiş olsun fark etmez. Şekli tamamlanıp canlılık kazanınca Adem ilk insan Adem oluyor. Yani buradaki vurgu bizim açımızdan kısa veya uzun sürede oluşmuş olması değil, arada başka bir canlı türünün ve hatta anne ve babanın bile olmamasıdır. Yoktan yaratılış sadece Big Bang de(hatta belki ondan da öncesinde)... Ondan sonra eldeki malzemeler kullanılarak aşama aşama yaratma var. Ve geçen süreler var, devirler var. Ama bunu evrimle karıştırmamak için öncelikle evrimin ne olduğunun, derinliğiyle bilinmesi gerekiyor. Evrime göre tüm canlılar birbirinden türemek durumundadır ve sonsuza dek de sürekli değişmek zorundadır. Ve sürekli daha üst seviyeye doğru, mükemmele dolu yol almalıdır(tanrılaşmak). Bu bağlamda evren bile yoktan var olmaz evrime göre, malzemesi en 195

başından beri vardı ve sonsuza dek tanrılaşma yolunda da ilerleyip duracaktır değişim. Bu inanç 19. yüzyıla kadar sadece ruhçu olarak hakimken, bu 19. asırdan itibaren de ustaca bilim ve materyalizm dünyasına sokuşturulmuştur(bir iki uyarlama-değişiklik ile tabii). Ayrıca komünizm de böyle evrim gibi ruhçuluktan gelme pagan bir inançdır. İşte Kuran`daki yaratılışın farkları burada kendini gösteriyor: 1- Madde sonsuzdan beri yoktur, yoktan yaratılmıştır. Allah`tan da ayrıdır. Hiçbirşeyden türememiştir. 2- Evrenin doğması, büyümesi ve yaşlanması bir tekamül evrim değildir. Sadece kendi içindeki evrelerdir. Zaten yaşlanması ve içine çöküp kapanması kıyamettir, yok oluştur. Tıpkı insanın doğması, büyümesi ve yaşlanması gibidir yani. Veya bir insanın anne karnında geçirdiği aşamaları anlatan ayetler evrimi değil, aynı canlının kendi içindeki evrelerini anlatmaktadır. 3- Hiçbir canlı başkasından türemek zorunda değildir. Allah evreni nasıl yoktan yaratıysa, Adem`i de hem de anne ve babasız yaratmıştır. Yani biyolojik big bang ler de vardır. Ve burada yaratılma süresi isterse milyonlarca yıl olsun fark etmez, atasız yaratılma var. 4- Evrime göre herşey sonsuza dek değişmek ve farklı bir yaratığa dönüşmek zorundadır. Kuran`a göre ise tam tersine Allah`ın yarattığı canlılar bir emir gelmedikçe sabittir. Hele ki ahiret evreninde(Rabbin Katı) o kadar sabittir ki, cennette yaşlanma bile yoktur sonsuza dek. Ve bu insanlardan evvel ateşten yaratılmış cinler var ayetlere göre. Melekler de böyle cinler gibi şuurlu ve imtihan içindeki varlıkların nasıl bozgunculuk yaptıklarını bildiklerinden, insanın ilk yaratılışında karşı çıkmaya kalkıyorlar(bakara). Bu geçmişteki olanlara bakıp bir yanlış tahmin yürütmedir sadece meleklerce. Adem`in de tıpkı İsa gibi cinsellik olmadan yaratılmasından tutun da, ahiretteki yaratılışın da ilk yaratılış gibi doğrudan topraktan olacağını söyleyen ayetler, ayrıca İsa`nın topraktan şekiller yapıp Allah`ın izni ile üfleyip yaratmaya vesile olması vs. hep paralel ifadelerdir. Adem`in bırakın atalarının olmasını, anne ve babası bile yoktu. Aynı şekilde, ilk yaratılış gibi olacağı belirtilen ahiretteki yaratılışın da doğrudan topraktan ve atasız bir şekilde gerçekleşeceği anlatılmaktadır ayetlerde. Bu yönde sayısız delil var Kuran`da. 196

NUH SURESİ 17. Ve ALLAH sizi topraktan bir bitki olarak bitirdi. 18. Sonra sizi ona döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır. Görüldüğü üzere bir bitki gibi ilk insan(veya insanlar) doğrudan topraktan yaratılıyor ve ahiret yaşamı için olan ikinci yaratılışta da yine atasız, bir bitki gibi doğrudan topraktan insanlar yaratılıyor. Ama işin ilginci, yine ayet cımbızlamaya kalkan evrimciler bu bitki gibi yerden bitirmekten bahseden ayeti tek başına ele alıp evrime delil gibi sunmaya çalışıyorlar. Ama görüldüğü üzere tam tersine, bu ayet evrim inancını bitirmektedir. Şimdi evrimcilerin aynı şekilde kendi görüşlerine delil gibi sunmaya çalıştıkları ama aslında yine tam tersine, evrimsel yaratılışın olmadığını kanıtlayan diğer ayet örneklerine bakalım: 29: 19 ALLAH’ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29: 20 De ki, “Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün. ” Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH’ın her şeye gücü yeter. 29: 19 ayetinde ilk insanın(ya da insanların) doğrudan topraktan(ve de sudan) yaratılışıyla işlemin başladığı, daha sonra ise doğum yoluyla sürekli olarak bu işlemin tekrarlandığına vurgu var. Ve tamamlayıcı olarak hemen ardından gelen 29: 20 ayetinde de "ilk insanın yaratılışı ile ahiret evrenindeki yaratılış arasında benzerlik olduğu" vurgulanmaktadır. Peki ahiretteki yaratılış nasıl olmaktadır? Doğrudan topraktan, atasız bir yaratılış şeklinde olmaktadır ayetlerde açıkça belirtildiği üzere. Yani sonsuz yaşam için olan ikinci yaratılışta; anne+baba(seks)=doğum şeklinde değil de birbirinden bağımsız olarak, ayrı ayrı bireylerin birden, topraktan doğrudan yaratılması söz konusudur. İşte ilk insan veya insanların yaratılışının da bu şekilde olduğu vurgulanmaktadır bu ayette. 29: 20 De ki, “Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün. ” Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH’ın her şeye gücü yeter. Zaten Adem ile İsa`nın benzer olduğunu vurgulayan ayet de bunu anlatmaktadır. İlk insanın yaratılışında cinsellik aracı olarak kullanılmamıştır. Tıpkı İsa`da da olduğu gibi: 197

Ali İmran Suresi 59 Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi. Artık o, olur. Ve de tıpkı ahiret evreninde de olduğu gibi: NUH SURESİ 17. Ve ALLAH sizi topraktan bir bitki olarak bitirdi. 18. Sonra sizi ona döndürecek ve sizi tekrar çıkaracaktır. Adem, İsa ve ahiret evrenindeki insanların yaratılışı atasız yani anne+baba(seks) olayı olmadan doğrudan olmaktadır. Ve de olmuştur dedik. Yine cinsellik olmadan doğrudan topraktan yaratılışa bir başka örnek de, İsa`nın vesile olduğu canlı yaratma olaylarıdır: Ali İmran Suresi 49 Onu, Beniisrail’e şöyle konuşan bir resul yapacak: “Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan, kuş görünümünde birşey yapar, ona üflerim de Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, ölüleri Allah’ın izniyle diriltirim. Evlerinizde yemekte ve biriktirmekte olduklarınızı size haber veririm. Eğer inananlarsanız, bunda sizin için tam bir mucize vardır. ” Maide Suresi 110 Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem`in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs`le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap`ı, hikmeti, Tevrat`ı, İncil`i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu. " Görüldüğü üzere yine tıpkı Adem, İsa ve ahiretteki insanların yaratılışında olduğu gibi, bu ayetlerde anlatılan İsa Peygamberin mucizelerinde kuş ve benzeri canlıların yaratılması da doğrudan topraktandır. Başka bir canlıdan türetilme söz konusu olmadığı gibi, anne ve baba, yani cinsellik bile yoktur bu özel yaratışlarda. Ahiretteki yaratılışın da aynı bu şekilde olmakta olduğu da defalarca vurgulanmaktadır yine Kuran`da. (Birinci bölümün sonu) 198

Peygamber döneminde inkarcılara gelen azap Rad Suresi 7 Küfre sapmış olanlar şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" Sen sadece bir uyarıcısın ve her topluluk için doğruyu ve iyiyi gösteren bir önder vardır. Yunus Suresi 20 Şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Gayb, Allah'ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de bekleyenlerdenim." Muhammed Peygamberin döneminde Kuran'dan başka mucize-kanıt olmadığını söyleyenler bu ve benzeri ayetleri getiriyorlar. Ama burada anlatılan; sırf inkarcılar istiyor diye o anda Allah'ın mucize göstermediği gerçeği. Bu sadece Muhammed Peygambere özgü değil, tüm peygamberlerde durum böyledir: İbrahim Suresi 11 Resulleri onlara dediler ki: "Biz de sadece sizin gibi birer insanız, fakat Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah'ın izni olmadan bizim size bir kanıt getirmemiz haddimize değil. İnananlar yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." Rad Suresi 38 Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik, onlara da eşler ve evlatlar verdik. Hiçbir resul, Allah'ın izni olmadıkça herhangi bir mucize getiremez. Her süre için bir yazı vardır. Mümin Suresi 78 Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik. Onların bir kısmının hayat ve hatırasını sana anlattık, bir kısmının hayat ve hatırasından sana bahsetmedik. Hiçbir resulün, Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir mucize getirmesi söz konusu olamaz. Allah'ın emri geldiğinde, hakla hükmedilir ve gerçeği hükümsüz kılmaya çalışanlar orada hüsrana uğrarlar. Hud 32. Dediler ki: "Ey Nûh! Sen bizimle uğraştın, bizimle mücadelede çok da ileri gittin. Eğer doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir." 33. Nûh dedi: "Onu size, dilediği takdirde ancak Allah getirir, siz de hiçbir engel çıkaramazsınız." 199

34. "Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermeyi gaye edinsem de öğüdüm size hiçbir yarar sağlamaz. O'dur sizin Rabbiniz ve O'na döndürüleceksiniz." Kitabı bütünlük içinde okuduğumuzda görüyoruz ki, çeşitli mucizeler sunan peygamberler her zaman bunu gerçekleştirmiyor. Çünkü bu bir çocuk oyuncağı değil ve Rabbimiz kimin ne zaman, nasıl delilleri görmesi gerektiğini en iyi bilen ve bu konuda özgürce dilediği gibi davranandır. Çoğu kez, mucize isteyenlere bu olumsuz cevabı veriyorlar elçiler ama sonra yeri geldiğinde de yüce Allah'ın dilemesiyle delil-mucize de geliveriyor. İşte son peygamberde de durum böyledir. Yani ayetlerde belirtilen asla Kuran'dan başka bir delilin olmayacağı değil, o anda sırf inkarcılar istiyor diye bunun gerçekleştirilmeyeceğidir. Nitekim ayetlerde belirtildiği üzere, peygambere ve kendisini izleyen müminlere savaşta meleklerle yardımda bulunuyor yüce Allah. Ve böylelikle inkarcılara bir çeşit gazap gelmiş oluyor.Daha önce de Firavunun toplumuna veya diğer inkarcı topluluklara gelen felaket, bu sefer savaş meydanında arap müşriklere geliyor biraz farklı bir şekilde. Ve yine ayetlerde anlatıldığı üzere, bir inkarcı topluluğun başına ani toplu azabın geldiği vakit, iyilerle kötüler birbirinden ayrılmış vaziyette bulunuyor: A'raf suresi 64 Onu yalanladılar. Bunun üzerine biz onu beraberindekileri gemi içinde kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları boğduk. Gözleri görmez bir topluluktu onlar. Hud suresi 58 Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla birlikte iman etmiş olanları bizden bir rahmetle kurtardık. Biz onları çok ağır bir azaptan kurtardık. Hud suresi 66 Emrimiz gelince sâlih'i ve onunla birlikte iman edenleri bizden bir rahmetle kurtardık. O günün rezilliğinden kurtardık. senin rabbin, evet o, kavî'dir, azîz'dir. Hud suresi 94 Emrimiz gelince şuayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri bizden bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri o yüksek titreşimli sayha yakaladı da öz yurtlarında yere çömelmiş hale geldiler. Fussilet suresi 18 İnananları kurtardık, onlar korunuyorlardı. İşte dediğimiz gibi bu toplu cezanın daha değişik bir versiyonu 200

Muhammed Peygamber döneminde de vücuda geldi. Yine öncelikle müminler ve inkarcıların birbirinden ayrılması için davet yapılıyor: Enfal Suresi 74 O inanıp hicret edenler, Allah yolunda didinenler, o barındırıp yardımcı olanlar var ya, gerçek müminler işte onlardır! Bir bağışlanma var onlar için, bol bir rızık var. Fetih 25 Onlar o kişilerdir ki, küfre sapıp sizi Mescid-i Haram'dan geri çevirdiler, bekletilen kurbanlık hediyelerin, yerlerine ulaşmasına engel oldular. Eğer kendilerini tanımadığınız için çiğneyeceğiniz ve bu bilgisizlik yüzünden üzüntü ve kınayışla karşılaşacağınız inanmış erkeklerle inanmış kadınlar olmasaydı, iş başka türlü olurdu. Böyle olması, Allah'ın, dilediğini rahmetine sokması içindir. Onlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, inkâra sapanları acıklı bir azapla cezalandırırdık. Enfal Suresi 32 Şunu da söylemişlerdi: "Allahımız! Eğer bu, senin katından gelmiş gerçeğin kendisiyse, gökten üstümüze taş yağdır. Yahut bize korkunç bir azap musallat et." 33 Oysaki, sen onların içinde iken Allah onlara azap etmeyecekti. Onlar, af dileyip dururken de Allah onlara azap etmezdi. Hicr Suresi 6. Şöyle haykırdılar: "Hey! Kendisine o zikir/Kur'an indirilen! Sen gerçekten tam bir delisin." 7. "Hadi getirsene bize o melekleri, eğer doğru sözlülerdensen!" 8. Biz o melekleri ancak ve ancak hak üzere, hak bir yolla indiririz. Ve o zaman inkârcılara göz açtırılmaz. Enam 47. Şunu da söyle: "Düşünün bakalım; Allah'ın azabı size ansızın, açıktan geliverse, zalimler topluluğundan başkası mı helâk edilecek?" Şu ayetlerden de, peygamberimiz dönemindeki inkarcıların başına tıpkı öncekilerin başına gelenin benzeri bir felaketin gelmek üzere olduğu izlenimini ediniyoruz: Yunus Suresi 102. Onlar, sırf kendilerinden önce gelip geçenlerin günleri gibisini bekliyorlar. De ki: "Bekleyin! Sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim." 103. Sonunda biz, resullerimizi ve iman edenleri kurtarıyoruz. İşte 201

böyledir. Üzerimize bir borç olarak, inananları kurtarırız. Nahl Suresi 33 Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Allah'ın emrinin gelmesini mi? Onlardan öncekiler de aynen böyle yapmışlardı. Allah onlara zulüm etmemişti. Tam aksine, onlar kendi kendilerine zulüm ediyorlardı. Bakara Suresi 210 Onlar, Allah'ın ve meleklerin buluttan gölgeler içinde kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Bütün iş ve oluşlar sonunda Allah'a döndürülür. En'am Suresi 158 Neyi bekliyorlar? Kendilerine meleklerin gelmesini mi, Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır sahibi olamamış kişiye imanı hiçbir yarar sağlamayacaktır. De ki: "Bekleyin! Doğrusu biz de bekliyoruz." İşte iyiler ve kötüler birbirinden ayrıldıktan sonra karşı karşıya getirildiler ve inkarcıların sorup durdukları şey bir kısmına geliverdi: Enfal 9. Hani siz, Rabbinizden yardım ve destek diliyordunuz; O, sizin dileğinize şöyle cevap vermişti: "Hiç kuşkunuz olmasın, ben size, meleklerden birbiri ardınca bin tanesiyle yardım ulaştıracağım." Enfal 12. Rabbin, meleklere şöyle vahyediyordu: "Ben sizinle beraberim. İmanı olanları sağlamlaştırın. İnkâr edenlerin kalpleri içine korku salacağım; vurun boyunların üstüne, vurun onların her parmağına." Melekler ordusunun geldiğini görebilen şeytan onları görünce hemen olay yerinden uzaklaşıyor: 8: 48 Şeytan, işlerini onlara süslemiş ve: "Bu gün halktan kimse sizi yenemez, ben sizin yanınızdayım, " demişti. İki ordu yüz yüze gelince de, topukları üzerine geri dönüp, "Sizinle bir ilgim yok, sizin görmediğinizi görüyorum ve ALLAH`tan korkarım. ALLAH`ın cezası çetindir, " demişti. 8:50. Bir görseydin o küfre sapanları! Melekler canlarını alırken onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı: "Yangın azabını tadın." Ahzab 9 9 Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Hani, üstünüze ordular gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular salmıştık. Allah, yapmakta olduklarınızı iyice görmektedir. TÖVBE 202

25. Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn gününde de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu hiçbir işinize yaramamıştı. Tüm genişliğine rağmen, yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da sırtınızı dönüp kaçmıştınız. 26. Sonra Allah, resulünün üzerine de müminlerin üzerine de sükûnetini indirmiş, ayrıca sizin görmediğiniz orduları göndermiş de küfre sapanlara azap etmişti. Kâfirlerin cezası işte budur. Bu sefer felaket melekler aracılığı ile geliyor. Burada diğerlerinden farklı olarak inkarcıların hepsi yok edilmiyor Allah tarafından. Ama meydandakilerin hepsi bir şekilde rezilliği ve cezayı tadıyor. Musa ve halkını kovalayan Firavun takipçilerinin başına gelen ızdırapla da paralel noktalar var. İyiler ve kötüler birbirinden ayrılmış durumda ve 2 taraf karşılaşınca iyiler kurtarılıyor. Selam ve sevgiler

203

Kuran ve Nur NUR 35 Allah, göklerin ve yerin Nur`udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah herşeyi bilmektedir. Burada açıkça bir benzetme yapılıyor ve bu yapılan benzetmenin ne olduğu da net bir şekilde yine Kuran`da veriliyor. Ama bazı panteistler bu ayeti kendi inançları doğrultusunda yorumlamaya kalkıyorlar. Hem de başka bir ayette bunu yapanların sapmış kişiler olduğu açıkça belirtildiği halde: En`am Suresi 1 Hamt Allah`adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar. Ayette net olarak nurun da yaratılan birşey, evrenin diğer unsurları gibi olduğu özellikle belirtiliyor. Böylelikle bu yaratılmışları Allah`ın bir parçası gibi görmeye kalkan ortak koşucular bir kez daha deşifre edilmiş olunuyor. İşin ilginci tüm bu ayrıntılı açıklamalara rağmen hala birçok insan aynı şeyi yapmak için adeta birbirleriyle yarışıyor. Nuh Suresi 16 "Ve Ay`ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş`i bir kandil haline getirdi. " (Burada da nur fiziksel ışık anlamında kullanılmakta) -----------------------Şimdi gelelim Nur 35. ayette açıkça yapılan benzetmenin yine Kuran tarafından tefsirine: Tevbe Suresi 32 Allah`ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Allah ise kâfirler hoşlanmasa da nurunu tamamlamaktan başka bir şey 204

istemiyor. İbrahim Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. Bir kitaptır bu. Ki indirdik sana, çıkarasın diye insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan nura; Hamîd, Azîz olanın yoluna... Saff Suresi 8 İstiyorlar ki, ağızlarıyla Allah`ın nurunu söndürsünler. Ama Allah, küfre batanlar hoş görmeseler de nurunu tamamlayacaktır. Teğabün Suresi 8 Artık Allah`a, onun resulüne ve size indirdiğimiz nura inanın. Allah, yapmakta olduklarınızı iyiden iyiye haber almaktadır. Talak Suresi 11 Bir elçi indirmiştir ki, iman edip hayra ve barışa yönelik işler sergileyenleri, karanlıklardan nura çıkarmak için Allah`ın ayetlerini açık-seçik okur. Allah`a inanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları Allah, altlarından ırmaklar akan cennetlere/bahçelere koyacaktır. Onlar orada sonsuza dek kalıcıdır. Allah böylesi için rızkı gerçekten güzelleştirmiştir. Nurun benzetme yapılarak verildiği ayetlerin hepsine birden bakınca; nur kurtuluştur, kurtuluşa(cennete-Allah`ın rızasına) götüren yol ve bilgidir, ve bu bilgi ile yolu sunandır(Zaten günlük hayatta da fiziksel olarak nur yani ışık, gerçekleri görmemizi ve bu sayede yolda yürümemizi sağlar). Bu yolu sunan kullarına, Yaratıcımızdır. Bu sunum da ayetler, Kitap ve dolayısıyla İslam şeklinde gerçekleşmektedir. Evrendeki ayetler, yaratılışımızda bize verilen ayetler, peygamberler aracılığıyla gelen ayetler vs. hep Allah`ın nurudur ve yerde gökte her yerdedir çünkü Allah`ın ayetleri her yerdedir aslında. Bu bağlamda asıl nuru sunan Allah olmaktadır. Çünkü kurtuluşa götüren yolun ve bilgilerin kaynağı da O`dur. Kısacası kurtuluşa ulaştıran aslında Allah`tır. İlk insan ve elçi Adem`den beri hep aynı din, aynı kurtuluş yolu, yani islam(ibadetlerinden inanç sistemine kadar genel hat olarak hep aynıdır) gelmektedir. İnsanlar ısrarla dini dejenere edip, kitapları değiştirdikçe Rabbimiz yine elçileri aracılığı ile İslam`ı, aynı nuru göndermiştir. Son kitap Kuran koruma altında olduğundan artık yeni bir peygamber ve kitap gelme işlemi durmuştur. Kıyamete kadar Kuran insanlara ışık tutacak, iyilerin ve kötülerin kendileriyle yüzleşmesine vesile olacaktır. Zümer Suresi 69 Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya 205

konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Şura Suresi 52. İşte böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur yaptık. Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. Yine nur, yol gösterici, ahiretteki sonsuz kurtuluşa götürücü anlamında kullanılmakta. Ve tekrarlayalım, nurun manevi anlamda yol gösterici, kurtuluşa ulaştırıcı ışık anlamında kullanıldığı ayetlere bakarak panteist inançlarına dayanak arayanlara karşı Kuran yine en güzel cevabı veriyor: En`am Suresi 1 Hamt Allah`adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar. Görüldüğü üzere evrendeki fiziksel nuru kutsallaştıranlar şirk içindedirler. Işığa veya yaratılmış başka herhangi bir şeye kutsallık yüklemek, ortak koşmak için çabalayanlar yine ayetlerin duvarına çarpıyorlar. Ve gerek panteizm maskesiyle gerekse de başka maskeler kullanarak yaratılmışlara ve kendilerine tapınmak için binbir takla atanlar zaten İslam`ın tam tersi bir öğretinin mensubular. Kuran`a göre yüce Allah tüm yarattıklarını kendisinden ayrı, yani yoktan var etmiştir. Ve bu yüzden şirk yasaktır. Selam ve sevgiler

206

Ahiret Evreni(Rabbin Katı) ve ebedi yaşam Ahiret evreninde(Rabbin Katı) yaşayan canlılar ölümsüzdür ve sonsuza dek yaşlanmadan(sabit formda) yaşamlarını sürdürürler. İnsanlar kıyametten sonraki yaratılışta bu ahiret evreninde yaşamına başlayacak ama bazı istisna insanlar(şehitler ve peygamberler gibi) şimdiden bedenli-fiziksel olarak cennette yaşamlarını sürdürmektedirler: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır." müjdesinde bulunurlar. (Ali imran suresi 169-170) Meryem 56. Kitap'ta İdris'i de an. Çünkü o, özü-sözü tam uyuşan bir kişiydi, bir peygamberdi. 57. Onu yüce bir mekâna yükselttik. Ali İmran Suresi 55 Allah şunu da demişti: "Ey İsa, senin canını alacağım, seni kendime yükselteceğim; seni, inkar edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım.Ve sana uyanları, inkar edenlerin, kıyamete kadar üstünde tutacağım.Sonra bana olacak dönüşünüz; tartışıp durduğunuz şeyler hakkında aranızda ben hüküm vereceğim." Bu istisna insanların dışında kalanlar ise kıyametten sonra ahiret yaşamlarına başlamış olacaklar. Ve Rabbin Katı'nda( yani farklı fizik yasalarına sahip ahiret evreninde) yaşam ebedidir: Nisa Suresi 122 İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. sonsuza değin kalacaklardır orada. Allah'ın şaşmaz vaadidir bu. Söz söyleme bakımından Allah'tan daha doğru ve tutarlı kim olabilir? Rad Suresi 24 "Selam size, sabrettiğiniz için! Ne güzeldir şu sonsuzluk 207

yurdu!" derler. Ahiret yaşantısının sonsuza dek sürmesi bazı kimselerce garip karşılanıyor ve "o zaman o canlılar tanrısal olmuyor mu?" gibilerinden kafa karışıklıklarını belirten ifadeler kullanıyor, sorular soruyorlar. Öncelikle, bizler yani yaratılmışlar bir başlangıca sahibiz, ezeli değiliz. Ayrıca daima zamana ve mekana tabiyiz. Buna karşılık yüce Allah zamansız ve mekansızdır. Ve başlangıcı olup, zaman içerisinde yolculuk etmek durumunda olan biz kullar, her zaman sınırlı varlıklar olarak kalmayı sürdüreceğiz. Ahiret yaşantısına dönecek olursak; orada sonsuza dek yani sürekli yaşantımız sürecek ama yaşımız hiçbir zaman sonsuz olmayacak. Çünkü yaşantımızın bir başlangıcı var ve hergeçen yıl yaşımız bir artacak, sürekli büyüyecek ama daima bir sayıya denk gelecek. 1..........................789.............................. .......1122333........................12233499988779...... Her geçen yıl eski yaşımıza bir ilave olacak ve hiçbir zaman sonsuz büyüklükte olmayacak. Buna karşılık bu olay sonsuza dek durmadan sürecek. Kısaca ahiret yaşantısı ebedidir ama yaşayanların yaşları mutlaka sınırlı kalmaktadır.Çünkü başlangıcı olan birşey geriye doğru sonlu demektir. Fakat ileriye doğru sonsuz yolculuk sürecektir. Cennetteki bir insanın yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin, bantı geriye doğru sardığımızda bir başlangıcın olduğunu göreceğiz. Süre(yıllar-yaş) sürekli artacak ama başlangıcı olmasından dolayı hep bir sayıya denk gelecek. Bu arada matematikte hayali olarak sunulan, bir ucu kapalı bir ucu açık sözde sonsuz uzunluklar falan tamamen yanlıştır. Birşey sonsuz uzunlukta olabilmesi için hem başlangıçsız hem de ebedi olmalıdır. Eğer bir yol geriye doğru da olsa bitiyorsa o yol sonludur. Alınan yolculuk sırasında sürekli rakamlar büyür sadece, ama asla , ne kadar büyürse büyüsün sonsuza ulaşmaz. A........B......C....... A ile varılan nokta arası hep belli bir uzunluk olarak kalmaya mahkumdur. 208

Ahiret yaşamı ileriye doğru sonsuza dek sürecektir ama dediğim gibi bantı geriye sardığımızda yani zamanda geriye yolculuk yaptığımızda başlangıca ulaşırız ve orada(geriye doğru) yol biter. Kısacası ebediyen yaşayacağız ama yaşımız hiçbir zaman sonsuz olmayacak(varlığımızın başlangıcı olduğundan dolayı). Ebedi olacağız ama ezeli olmadığımızdan ve de zaman-mekanın içerisinde yolculuk yapmak durumunda olduğumuzdan yine sınırlı varlıklar olmayı sürdüreceğiz. Sınırsız, zamansız ve mekansız olan bir tek Rabbimizdir. Ayrıca, ahiret evrenindeki canlıların sonsuza dek yaşaması Rabbimizin isteğiyle, yaratmasıyla gerçekleşen bir durumdur. Yüce Yaratan hiçbir şeye muhtaç olmaksızın ebediyen var olurken, kullar ise O'nun sayesinde var olabilirler ancak. Bu durum ayetlerde şöyle belirtilmekte: Hud 107. Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar; ancak Rabbin dilerse başka. Rabbin, dilediğini Yapandır 108. Mutluluğu hakkedenler ise, gökler ve yer kaldığı sürece cennette kalıcıdırlar. Rabbinin dilerse başka. Kesintisiz bir ödüldür bu. Yüce Allah, kendisi istediği için sonsuza dek var olacağımızı söylüyor. Ve diyor ki "eğer tersini dilemezsem, oradakileri asla çıkarmayacağım" Ve çıkarmayacağına dair söz de veriyor. Başka bir deyişle "istersem bu hükmümü değiştirebilirim, ama cennettekilerin sonsuza dek orada kalmasını, özgür irademle istediğim için kalacaklar" anlamında bir ifade kullanmakta. Tüm bunları gözönüne aldığımızda, ebediyen yaşayacak olmamızın bizleri kutsallaştırmadığını, tıpkı bu dünya yaşamındaki gibi kullar olmayı her zaman sürdüreceğimizi kolaylıkla görebiliriz. Selam ve sevgiler.

209

Nuh Tufanı Bölgesel ve tek topluma yönelikti Kasas Suresi 59 Senin Rabbin, memleketleri/medeniyetleri, ana merkezlerinde kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe helâk etmez. Biz; ülkeleri/medeniyetleri, halkları zulme sapmadıkları sürece helâk etmeyiz. Rabbimiz, bir toplumu yok etmeden veya cezalandırmadan önce ona resul gönderdiğini ve eğer hatalarında ısrarcı olurlarsa bunu gerçekleştirdiğini belirtiyor. Yunus Suresi 13 Yemin olsun ki biz sizden önceki kuşakları, zulmettikleri ve resulleri kendilerine açık kanıtlar getirdiği halde inanmadıkları için, helak ettik. Günaha batanlar topluluğunu biz böyle cezalandırırız. Demek ki bir medeniyetin mahvı için 1- Zulme sapma(ve sürdürme), 2Elçi gelme şartı var. İsra 15. Kim doğru yola gelirse kendisi için yola gelmiş bulunur. Kim saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçkimse başkasının yükünü çekmez. Biz bir elçi göndermeden hiç kimseyi cezalandırmayız 16. Biz bir toplumu yok etmek istediğimiz zaman onun ileri gelen varlıklılarının orada kötülük yapmasına izin veririz. Böylece o topluma verilmiş söz gerçekleşir ve onu yerle bir ederiz. 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter Yine çok açık bir şekilde, Nuh'un toplumunun başına gelenin de aynı şey olduğu belirtiliyor. Başka bir deyişle bu peygamber sadece gönderildiği toplumu uyarmış ve Nuh Tufanı ile de sadece onlar yok edilmiştir.Zaten Kuran'da defalarca bir bireyin yüzünden başka bir bireyin ve bir kavmin yüzünden başka bir kavmin cezalandırılmayacağı belirtilmektedir. Herkes kendi hakettiği şeye kavuşmakta dünya ve ahirette. Bu bağlamda, Nuh toplumunun yaptığından dolayı değiştirilmiş Tevratta belirtildiği şekilde tüm dünyanın ve insanlığın cezalandırılması söz 210

konusu olamaz. Koruma altında olan tek dini kaynak olan Kuran'a göre Tufan sadece o kavmi cezalandırmış ve yok etmiştir. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. A'raf Suresi 59 Andolsun ki biz, Nuh'u toplumuna gönderdik de o şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin ondan başka tanrınız yok. Üstünüze çok büyük bir azabın inmesinden korkuyorum." A'raf Suresi 65 Ad'a da kardeşleri Hud'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hala sakınmıyor musunuz?" A'raf Suresi 73 Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi." A'raf Suresi 85 Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Size O'ndan başka ilah yok! Size Rabbinizden açık bir kanıt gelmiştir. Ölçü ve tartı da dürüst davranın. İnsanların eşyasına el koymaya tenezzül etmeyin. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Eğer inanan insanlarsanız bu sizin için daha hayırlıdır." Bu örnek ayetlerde de bahsedilen toplumlar cezalandırılmadan önce kendilerine bir(ya da daha fazla) uyarıcı geliyor. Ve yine görüldüğü üzere Ad, Semud veya Medyen halklarının başına gelen ne ise, Nuh halkının başına gelen de tamamen aynıdır. Tıpkı diğerleri gibi, azgınlık yaptıklarından dolayı kendilerine elçi geliyor, onlar yanlışlarını sürdürünce de hak ettikleri cezaya kavuşarak imtihan(kendileriyle yüzleşme) dünyasına veda ediyorlar. İsra Suresi 17 Nûh'tan sonra da nice kuşakları helak ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter. Nuh 21. Nuh dedi ki, "Rabbim, onlar bana karşı geldiler ve parası, çocukları kendisine sadece zarar veren bir kimseye uydular." 22. "Ve hatta büyük tuzaklar kurdular." 211

23. "Dediler ki, 'Tanrılarınızı terketmeyin. Ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, Yeuk'u ve Nesr'i bırakmayın.' " 24. "Çok kişiyi saptırdılar. Öyleyse, sen de zalimlerin şaşkınlığını arttır." 25. Suçlarından ötürü boğuldular ve ateşe sokuldular. Kendilerine ALLAH'tan başka yardımcı da bulamadılar. 26. Nuh dedi ki, "Rabbim, yeryüzünde bir tek inkarcı bırakma." 27. "Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkarcılar doğururlar." 28. "Rabbim, beni, anamı babamı, evime inanan olarak girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin ise ancak yıkımlarını arttır." Burada da açıkça suda boğulup ahirette ateşe sokulanların Nuh halkı olduğu anlatılmakta(25. ayet). Şimdi kimileri 26. ayette sunulan Nuh'un duasının evrensel bir istek olduğunu söyleyecektir. Orada peygamberin kendi arzusu söz konusu, yoksa gerçekleşen olay değil. Kaldı ki oradaki ifade de pekala sadece kendi ülkesindeki zalimleri kapsıyor olabilir. Ama dediğim gibi tüm bunlar bir yana, ayetlerde belirtildiği üzere sadece ve sadece Nuh'un halkı boğulmuştur. Zaten, Nuh'un toplumunun başına gelen bölgesel felaketin benzerleri sonra başka toplumların da başına gelmiştir: 17. Nuh'tan sonra nice toplumları yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter (Nuh Suresi) ZARİYAT 31 İbrahim sordu: "Amacınız ne, ey elçiler?" 32 Dediler: "Biz, suçlulardan oluşan bir topluma gönderildik." 33 "Üzerlerine çamurdan taş atalım diye." 34 "Rabbin katında, sınır tanımazlar için işaretlenmiş taşlar." 35 Orada, müminlerden kim varsa çıkardık. 36 Artık orada, bir ev dışında, müslümanlardan/Allah'a teslim olanlardan hiç kimse bulamıyorduk. 37 Acıklı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık; 38 Mûsa'da da. Biz onu açık bir kanıtla Firavun'a gönderdik. 212

39 O tüm gücüyle/tüm seçkin adamlarıyla birlikte yüz çevirdi ve şöyle dedi: "Bir büyücü yahut mecnun." 40 Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu. 41 Âd kavminde de bir ibret var. Onlar üzerine, her şeyi yerinden söken rüzgârı göndermiştik. 42 Üzerinden geçtiği her şeyi kül haline getirmeden bırakmıyordu. 43 Semûd'da da bir ibret var. Onlara şöyle denmişti: "Bir vakte kadar yiyip içip eğlenin." 44 Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı. 45 Ne kalkıp kaçabildiler ne de kendilerine yardım eden oldu. 46 Daha önce de Nûh kavmini batırmıştık. Çünkü onlar da doğruluktan ayrılmış bir topluluktu. Bir kez daha, dünyanın değil, sadece o bölgenin ve halkının felakete uğradığını anlıyoruz. Nuh, Medyen, Ad, Semud.... tüm bu toplumların başına gelen olay pareleldir. İnkara ve kötülüğe sapıyorlar, kendilerine uyarıcı geliyor, onlar devam ediyorlar kötülüğe ve sonunda cezaya kavuşuyorlar. Hepsi de o toplumun başına gelen ibretlik olaylar. Hadid Suresi 26 Yemin olsun, Nûh'u ve İbrahim'i de resul olarak gönderdik. Peygamberliği ve Kitap'ı bunların soyları arasına koyduk. O soylardan bir kısmı hidayete ermiştir. Ama onlardan çoğu, yoldan çıkmış olanlardır. Hud 32. Dediler ki: "Ey Nûh! Sen bizimle uğraştın, bizimle mücadelede çok da ileri gittin. Eğer doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin şeyi ortaya getir." 33. Nûh dedi: "Onu size, dilediği takdirde ancak Allah getirir, siz de hiçbir engel çıkaramazsınız." 34. "Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermeyi gaye edinsem de öğüdüm size hiçbir yarar sağlamaz. O'dur sizin Rabbiniz ve O'na döndürüleceksiniz." 35. Yoksa, "Onu kendisi uydurdu." mu diyorlar? De ki: "Eğer onu 213

uydurmuşsam işlediğim suç benim aleyhimedir. Ama ben, sizin işlemekte olduğunuz suçlardan sorumlu değilim." 36. Nûh'a şöyle vahyolundu: "Toplumundan, daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıkları yüzünden tasalanıp durma." 37. Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar, mutlaka boğulacaklardır. 38. Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi." 39. "Rezil eden azabın kime geleceğini, sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz." 40. Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca şöyle seslendik: "Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm verilen hariç olmak üzere aileni, bir de iman etmiş olanları." Ama Nûh'la birlikte çok az bir kısmı iman etmişti. Nuh Tufanı'nın tüm dünyayı kapsadığını iddia edenler bu her canlıdan çiftler toplama ifadesine sarılmaya çalışıyor. Ama burada anlatılan o bölgedeki hayvanlardan örnekler toplamaktır. Biri size "tüm elmaları topla" dese, dünyadaki bütün elmaları değil bulunduğunuz yerdekileri kastettiğini düşünürsünüz. Yine aynı şekilde burada da dünyadaki tüm hayvanlardan ifadesi geçmiyor ve kast edilen Nuh'un bulunduğu yerdir. Zaten yeryüzündeki tüm canlılardan örnekler toplaması için bir dünya turu yapması ve belkide bir kent büyüklüğünde devasa gemi yapması gerekirdi. İstenen oradakilerden çiftlerin toplanmasıdır. Peki Nuh Tufanı bölgesel ise nasıl olur da bir ülke sular altında kalırken diğer komşu milletlere bir zarar gelmez? Eğer Nuh toplumu bir adada yaşıyorlarsa bu gayet olası bir durumdur. Ve bu ada belki de Avustralya büyüklüğünde, hatta daha da büyük bir kıta ada bile olabilir. Ve bu durumda , sular altında kaybolmuş ve bu felaket sadece onları etkilemiştir. Şimdi şu ayetlere dikkat: Kamer 214

10. Bunun üzerine yakardı Rabbine, "Yenilgiye uğradım işte, yardım et!" diye... 11. Biz de açtık gök kapılarını seller gibi akan bir su ile. 12. Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular. 13. Ve taşıdık onu levhalar ve çivilerden oluşturulan şey üstünde. 14. Akıp gidiyordu gözlerimizin önünde, bir ödül olarak nankörlüğe uğratılan kişi için. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Ülkeye hem gökten su iniyor, hem de yerin altından sular fışkırıyor ve sonra da sular birleşiyor, 11. ve 12. ayetlerde anlatılanlara göre. Tıpkı bir adanın batmasını andıran bir sahne bu. Adaya(belki de devasa ada kıtaya) 1- Gökten su boşalıyor 2- Yerin altından patlamalar oluyor ve buradan da sular yükseliyor 3- Bunun sonucunda da, yani adaya yukarıdan(gökyüzünden) ve aşağıdan(yeraltından) su hücumu sonucunda, dört tarafındaki denizle buluşuyor bu sel ve ada tamamiyle sular altında kalıp okyanusun derinliklerine dalıyor anlaşıldığı kadarıyla. ANKEBUT 14. Yemin olsun, biz Nûh'u toplumuna göndedik de o onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan yakaladı. Çünkü zalimlerdi onlar. 15. Biz, Nûh'u ve gemi halkını kurtardık ve o gemiyi âlemlere ibret yaptık. Yine cezalandırılanın Nuh toplumu olduğu ve nedeni açıklanıyor. Ayrıca peygamberin 950 yılın üzerinde yaşadığı da belirtilmektedir. Görüldüğü kadarıyla toplumu bu uzun ömrü pek garipsemiyor gibi. Eğer öyleyse, Nuh toplumunda bin yıl kadar yaşamak olağan birşey olabilir ve bu durum bilim ve teknolojide, en azından tıp alanında çok ileri bir medeniyet olduklarına da işaret olabilir. Bilindiği üzere Rabbimiz geçmişte ileri medeniyetlerin de var olduğunu ama inkarlarından dolayı yok olmaktan kurtulamadıklarını belirtmekte. Şimdi diğer bir çok önemli noktaya gelelim: 215

ARAF 65 Âd'a da kardeşleri Hûd'u gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Hâlâ sakınmıyor musunuz?" 67 Hûd dedi: "Ey toplumum! Bende beyinsizlik yok, ben âlemlerin Rabbi'nden bir resulüm." 69 "Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla size Rabbinizden bir ihtar gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, O sizi Nuh toplumundan sonra halefler yaptı ve yaratılışta size daha fazla bir boy-bos verdi. Allah'ın nimetlerini anın ki kurtulabilesiniz." Burada da Nuh kavmi ile Ad kavmi arasında bir kıyaslama yapılıyor ve Ad halkının Nuh halkına göre daha iri ve uzun olduğu belirtiliyor. Yani burada eski insanlar ile yeniler falan kıyaslanmıyor. Sadece ve sadece Nuh ve Ad toplumlarının fiziksel karşılaştırılması söz konusudur. Tıpkı günümüzde İngilizlerin Japonlara göre daha iri ve uzun boylu olması gibi... Rum suresi 47 Yemin olsun biz, senden önce de resulleri toplumlarına gönderdik, onlara açık kanıtlar getirdiler. Nihayet, günah işleyenlerden öc aldık. İnananlara yardım etmek bizim üzerimizde bir haktı. Nuh Suresi 1 Biz, Nuh'u, "Toplumunu, kendilerine korkunç bir azap gelmeden önce uyar!" diye kavmine gönderdik. Ve tekrar tekrar belirtildiği üzere Nuh sadece kendi toplumuna gönderilmiştir ve cezaya çarptırılan sadece onun halkıdır. "Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi." (A'raf Suresi, 64) Tufanın bölgesel olduğuna bir başka kanıt da şu ayetlerdir ayrıca:: İsra 2. Aynı şekilde, Musa'ya kitabı vermiştik. İsrail oğullarını şu gerçeğe iletmek için: "Benden başka bir sahip edinmeyin. 3. Onlar, Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur; o şükreden bir kuldu. 4. Kitapta, İsrail oğullarına: "Yeryüzünde iki kere bozgunculuk çıkaracaksınız ve alabildiğine kibirleneceksiniz," diye bildirdik, 216

Dikkat edin İsrailoğulları "Nuh ile birlikte taşıttığımız kimselerin soyudur" diyor. Eğer Nuh Tufanı bölgesel değil de evrensel olsaydı ve tüm dünyada felaketten sadece Nuh ve gemiye binenler kurtulmuş olsaydı, şu an yeryüzündeki tüm insanlar Nuh toplumunun soyundan olacaktı. Ama hayır, sadece İsraoğulları için Nuh'un gemisine binenlerin devamı deniliyor ayette. Demek ki diğer milletler o gemideki insanlardan türemedi ve kesinlikle o felakette yok edilen sadece Nuh halkıydı. Selam ve sevgiler

217

Kader ve Özgür irade Bu dünya "Allah açısından" bir imtihan dünyası değil. Çünkü zaten yapacaklarımızı biliyor. Bu dünya "eğer sonsuza dek yaşasaydık yapacaklarımızı sembolize eden" bir minyatür -örnek hayat. Ve biz olacakları bilmediğimizden, bizim açımızdan bir imtihan dünyası. Bu yüzden kimi insanların imtihanı "tam da inkârcı anında " sonlandırılıyor Allah tarafından. Ama o adam 2 yıl daha yaşasaydı belki de imanlı olarak ölecekti. Aynı şekilde bir başkası da "tam da cennetlik-imanlı anında" vefat ettiriliyor Allah tarafından. Ama belki 2 yıl daha yaşayıp ölseydi inkârcılardan biri olarak ölecekti. "Sonsuz olarak iyiysek veya kötüysek" ona göre temsili kısa bir ömür yaşattırılıyoruz. Ve bu 2 günlük ömrümüz, eğer bu dünyada sonsuza dek yaşasaydık yapacaklarımızı özetleyen bir kâğıt örneği oluyor. — Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rast geldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş yaptın!" (kehf suresi 74. ayet) "Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. " (80. ayet) "Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin. " (81. ayet) İşte burada çocuk daha büyüyüp günahlarını işlemeden imtihanı sonlandırılıyor. Yani bir kişinin neyi hak edip etmediği en başından belli gibi… Ayrıca çocuk yaşasaydı anne ve babasını saptırabilecekmiş. Ama sapmayı hak etmedikleri için onlar kurtarılıyorlar. Yine bazı ayetlerde cehennemdeki inkarcıların dünyaya geri dönmeyi talep edecekleri ama onlara, eğer tekrar tekrar imtihana gönderilmiş olsalar bile yine imtihanı kaybedenlerden olacakları söyleniyor. Yani sonsuz imtihanlarda bile neyi yapıp neyi yapmayacağımız zaten biliniyor.. Yine aynı şekilde bir ayet, bazı insanların cehennem ehli olarak 218

yaratıldığını söyler. Yani onlar kalben kötü olanlar ve gidecekleri yer en başından belli. Yine bu kısa özet imtihan hayatı yaşattırılıyor o kötülere ki, ahirette kalplerindeki pislikleri görebilsinler, itiraz hakları olmasın. Yanlış anlaşılmasın, o kişiler özgür iradeleriyle kötülüğü seçecekleri için ve Allah da bunu bildiğinden dolayı, onları cehennem için yaratmış oluyor. Yoksa cehenneme gidecek olanları hiç yaratmazdı ve yalnızca cennetlikler var olurdu. Ama onların da, yani kötülerin de vücuda gelmesine izin veriyor. Uzun lafın kısası, hak ettiğine kavuşturuluyorsun. Bu dünya hayatı da kalbindeki erdemi veya hıyaneti temsil eden-özetleyen bir örnekten başka bir şey değil. İyiler mutlaka bir vesileyle cennetin yoluna koyuluyorlar, kötüler ise mutlaka bir vesileyle sapıyorlar ve de tam da cehennemlik anlarında imtihanları sonlandırılıyor. Bir insan ömrü boyunca iman ederken son günlerinde inkârcı olup kaybedebiliyor, buna karşılık diğer bir insan da ömrü boyunca inkâr ederken ömrünün son günlerinde iman ve tövbe edip cenneti boylayabiliyor. Başka bir deyişle "iyiler mutlaka kazandırılıyor", "kötüler ise mutlaka kaybettiriliyor". Yüce Allah karşımıza A ve B seçeneklerini çıkartırsa, hangisini seçeceğimizi bildiğinden, böylelikle yine tamamıyla özgür irademizi kullanarak hak ettiğimiz sonucu almamızı sağlıyor. Yani bu 2 günlük imtihan örneğinde de bir robot değiliz ve hakikaten seçimler bize ait. Ama dediğim gibi, karşımıza hangi şıklar çıkarsa ne yapacağımız bilindiğinden, karşımıza hak ettiğimize kavuşmamızı sağlayacak şıklar(senaryo) çıkartılıyor ki kalbimizdeki iyilikle veya kötülükle yüzleşebilelim. Bir de bu dünyanın bir işlevi daha var. O da bazı küçük sıkıntı ve mükâfatları tattırmaktır. Yine kısacası, bu dünyanın ilk işlevi iyi ve kötüleri ayırmak ise, ikinci işlevi de küçük ceza ve mükâfatların da daha bu dünyada verilmeye başlanmasıdır. *** Bu konuda kafasında kuşku olanlar için birkaç örnek daha verelim: Kasas Suresi 50 Bunun üzerine sana cevap veremezlerse bil ki, onlar sadece iğreti arzularına uyuyorlar. Allah'tan bir kılavuzluk olmaksızın, kendi arzularına uyandan daha sapık kim vardır! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Tevbe Suresi 85 Malları da evlatları da seni imrendirmesin. Allah 219

bunlarla, Dünyada onlara azap etmek istiyor. Kâfir olarak çıkaracaktır canları. Yunus Suresi 70 Dünyada biraz nimetlenme, ardından dönüşleri bize! Sonra biz, inkâr ettikerinden ötürü şiddetli azabı onlara tattıracağız. 9:55 Onların paraları ve çocukları seni etkilemesin. ALLAH bunlarla, onları dünya hayatında cezalandırmayı ve canlarının inkarcı olarak çıkmasını istiyor. A'raf Suresi 179 Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar. Kısacası Allah yaratmadan evvel o kişinin iyiliği mi yoksa kötülüğü mü seçeceğini bildiğinden, kötülüğü seçeceğini bildiği kişiyi cehenneme gideceğini bile bile yaratıyor. Ve o kötüye de bu 2 günlük özet örneği sunuyor. Ama yine tamamiyle özgür iradeler kullanılıyor. 27. Ah bir görsen, ateşin başında durdurulup da şöyle dediklerini: "Ne olurdu, geri gönderilsek, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden oluversek." 28. İşin doğrusu şu: Önceden gizlemekte oldukları karşılarına dikildi. geri gönderilselerdi yasaklandıkları şeyi mutlaka yineleyeceklerdi. Doğrusu, onlar, tam yalancıdırlar.(Enam) Yani zalimler, milyonlarca kez imtihan da edilseler yine imtihanı kaybedeceklermiş. Zaten şu 2 günlük senaryo da kalbimizdeki iyilik veya hainlikle-kötülükle yüzleşmemizi sağlıyor. Yoksa Allah zaten biliyor hakettiğimiz şeyi. Ve bu temsili imtihanda , karşımıza hangi şıklar çıkarılırsa neyi seçeceğimiz bilindiğinden, tam da kalbimizdekilerle yüzleşeceğimiz şıklar yani senaryo karşımıza çıkartılıyor. Sonra imtihanımızın sonlanma anı da, yine iyilerden isek cennetlik, kötülerden ise cehennemlik bir anda gerçekleşiyor. Yoksa bir insanın düşünceleri sürekli değişebilir, bir insan ömrü boyunca bazen imanlı , bazen imansız olduğu dönemler yaşayabilir. İşte burada o insanın vefat anının imanlı mı yoksa imansız anına mı denk geleceği bir 220

şans-tesadüf işi değildir. Cenneti hakedenin imanlı, haketmeyenin imtihanı ise imansız bir anında noktalanıyor Yaratan tarafından. *** Bütün karşımıza çıkarılan şıklar(senaryo), kalbimizdeki iyilikle veya kötülükle yüzleşmemizi ve ayrıca hakettiğimize kavuşmamızı sağlıyor. Ali İmran Suresi: 154-Sonra o kederin arkasından size içinizden bir zümreyi saran bir güven, bir uyku indirdi; diğer bir zümre ise kendi dertlerine düşmüş, Allah'a karşı cahiliyye kanaatine benzeyen gerçek dışı bir kanaat besliyorlar: "Bizim yapacağımız bir şey var mı?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz, bütün iş Allah'ındır." Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları bir şey gizliyorlar, "Bizim bu işte görüşümüz alınsaydı burada öldürülüp gitmezdik" diyorlar. De ki: "Evinizde bile olsaydınız öldürülmesi takdir edilmiş bulunanlar çaresiz yine çıkıp ölecekleri yerleri boylayacaklardı. Allah içinizdekileri yoklamak ve yüreklerinizdekini meydana çıkarmak için bunu başınıza getirdi. Allah sinlerin özünü bilir. 165-Düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela kendi başınıza gelince mi: "Bu nereden?" dediniz? De ki: "O, kendi tarafınızdandır." Çünkü Allah, her şeye gücü yetendir. 166-O iki ordu çarpıştığı gün başınıza gelen de yine Allah'ın izniyledir. Hem müminleri belli edeceği 167-hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara "Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!" denilmişti. Onlar: "Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik" dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. 178-Bir de inkar edenler, kendilerini bırakışımızın, sakın onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onları sadece günahlarını artırsınlar diye bırakıyoruz.Onlara alçaltıcı bir azap vardır. Muhammed 29. Yoksa o kalplerinde maraz olanlar, Allah kendilerinin şiddetli kinlerini hiçbir zaman ortaya çıkarmayacak mı sandılar? 30. Dileseydik onları sana mutlaka gösterirdik de sen onları yüzlerinden kesinlikle tanırdın. Zaten sen onları, sözlerinin tarzından da tanırsın. Allah 221

tüm yaptıklarınızı biliyor. Tevbe Suresi 64 İkiyüzlüler, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin tepelerine inmesinden çekinir dururlar. De ki: "Siz alay edin. Allah, o çekinip durduklarınızı ortaya çıkaracaktır." *** Bir de olayın melekleri-cinleri kapsayan tarafı var. Onlar da kalplerindekilerle yüzleştiriliyorlar. İblis'in Adem'e secde olayında kalbindeki hainlikle yüzleşmesi, onun aslında üst kademe bir melek olamayacağı gerçeğini kendisine gösterdi. Çünkü İblis özgür iradesiyle kötülüğü seçen zalimlerden idi. Sadece bunun bir vesileyle açığa çıkması gerekiyordu: ARAF 11. Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Adem'e secde edin!" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. 12. (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." 13. (Allah) buyurdu: "Öyle ise oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın!" 14. (İblis) dedi: "(Bari) bana (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar süre ver." 15. (Allah) buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin." 16. Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Dikkat edin, İblis, Allah'ın bu olayla onun kalbindeki kötülüğünü ortaya çıkardığını anlıyor. Yani Allah'ın kendini saptırdığını-azdırdığını fark ediyor. Tabii burada bütün suçun kendisinde olduğunu biliyor İblis, çünkü özgür iradesiyle kalbindekileri ortaya döktü. Gerçekle yüzleşti. Bu yüzden öfkeyle isteğinde de bulundu: HİCR 39. (İblis): "Rabbim, dedi, beni azdırmandan ötürü andolsun ki, ben de yer 222

yüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım. 40. Ancak içlerinden kendilerine ihlas verilen kulların hariç. (Benim azdırmam, onları etkilemez.) İblis gerçek kimliği ortaya çıkarılınca, maskesi düşürülünce çok sinirlenip, kendisi de insanları saptırmak istiyor. Ama biliyor ki İblis, kendisinin insanları saptırması da, aslında bazı kötü insanların kalbindeki hainlikle yüzleşmesini sağlamaktan öteye gidemeyecek. Bu yüzden "ihlas verilen kulların hariç" diye çaresizliğini de dile getiriyor. Kısacası bir taşla en az 2 kuş vurulmuş olunuyor. Hem İblis'in gerçek yüzü ortaya çıkarıldı, hem de aynı şekilde kötü insanların maskelerinin düşürülmesine de kendisi kıyamete kadar vesile olacak duracak. Zühruf Suresi 36 Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Meryem Suresi 83 Görmedin mi biz, şeytanları inkârcıların üzerine salmışız da onları oynatıp kıvırttırıyorlar. Kısacası bu dünya-evren hayatında kullar, hakettiklerine özgür iradeleri aracıyla kavuşuyorlar, kalplerindeki iyilik veya kötülüğü görüp deneyimliyorlar. *** Evvelden dediğimiz gibi, Allah hem özgür iradelerinden faydalanarak herkesi kalbindekilerle yüzleştiriyor, hem de hakettiklerine kavuşmalarını sağlıyor bu 2 günlük imtihan örneğinde: ENFAL 8:5 Nitekim Rabbin seni belli bir planın gerçekleşmesi için evinden çıkarmıştı. İnananlardan bir grup bundan hoşlanmamıştı. 8:6 Gerçek ortaya çıkmasına rağmen, göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle onu tartışıyorlardı. 8:7 ALLAH iki gruptan birisini (yenmeyi) size söz vermişti; siz ise, güçsüz olanıyla karşılaşmayı istiyordunuz. Oysa ALLAH kelimeleriyle gerçeği gerçekleştirmek ve kafirlerin ardını kesmek diliyor. 8:8 Ki suçlular hoşlanmasa da hakkı gerçekleştirsin ve haksızlığı ortadan kaldırsın. 223

8:11 Kendisinden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyüp yatıştırıyordu. (Susuzluğun oluşturduğu bunalımdan) sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (umutsuzluğu) sizden savmak, kalbinizi ikna etmek ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten su indiriyordu. 8:17 Onları siz öldürmediniz, fakat ALLAH öldürdü. Attığın zaman da sen atmıyordun; ALLAH atıyordu. Fakat böylece inananları güzel bir sınavla sınadı. ALLAH İşitendir, Bilendir. İyiler emredileni yapma, kötüler de peygamberle savaşıp kaybetmeyi hakettiklerinden, herkesin hakettiğine kavuşması için karşı karşıya gelmeleri sağlandı: 8:42 Hani siz vadinin beri yamacında, onlar da vadinin öte yamacında mevzilenmişti. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Bu karşılaşmayı siz kararlaştırsaydınız karşılaşma konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Oysa ALLAH, yapılması önceden planlanmış bir işi gerçekleştirmekte idi. Böylece, yok edilen, apaçık bir delille yok edilsin, yaşayan da apaçık bir delille yaşatılsın. ALLAH İşitendir, Bilendir. 8:43 ALLAH onları rüyanda sana az gösteriyordu. Onları sana çok gösterseydi, dağılacak ve o konuda çekişip duracaktınız. Fakat ALLAH (sizi) kurtardı. O, göğüslerin özünü bilendir. 8:44 Zamanı gelip kendileriyle karşılaştığınızda sizin gözlerinizde onları az gösteriyor, onların da gözlerinde sizi az gösteriyordu ki ALLAH önceden planlanmış işi gerçekleştirsin. İşler, sonunda ALLAH'a döner. Ve tabii şeytan da, kötüleri peşinden sürükledikten sonra panik içinde olay mahilinden kaçıyor: 8:48 Şeytan, işlerini onlara süslemiş ve: "Bu gün halktan kimse sizi yenemez, ben sizin yanınızdayım," demişti. İki ordu yüz yüze gelince de, topukları üzerine geri dönüp, "Sizinle bir ilgim yok, sizin görmediğinizi görüyorum ve ALLAH'tan korkarım. ALLAH'ın cezası çetindir," demişti. 8:51 "Bu, ellerinizin yaptığına karşılıktır. ALLAH elbette kullara zalim değildir." 8:54 Örneğin, Firavun'un yandaşları ve onlardan öncekiler gibi. Rab'lerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de günahlarından ötürü onları yıkıma uğrattık. Firavun'un yandaşlarını suda boğduk. Hepsi de zalim idiler. 224

İnsanları cehenneme yuvarlamak için çalışanlar, aslında sadece gerçekten kötü olanların kalbindekilerle yüzleşmelerine vesile oluyorlar. Yoksa iyi hiçbir insanı cehenneme yuvarlayamazlar. Saffat 161. Siz ve kulluk ettiğiniz şeyler, 162. O'na karşı kimseyi fitneye düşüremezsiniz. 163. cehenneme salınacak olan müstesna. *** Konuyla ilgili ayetlerden deliller vermeye devam edelim: Ta-Ha 110. Hiç kimse O'nu bilgice kavrayamazken, O onların geçmişini de geleceğini de bilir. (Allah zaten kimin gelecekte ne yapacağını biliyor) 133. "Bize hiç olmazsa bir ayet (mucize) getirmeliydi!," dediler. Daha önceki kitaplarda bulunan beyyine (delil) kendilerine gelmedi mi? 134. Onları, ondan önce bir ceza ile helak etseydik, "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!," derlerdi. (eğer başka bir şıkta denenseydiler, yine ne yapacaklarını biliyor) Enam 109. Tüm yeminleriyle Allah'a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar. Söyle onlara: "Mucizeler ancak Allah'ın katındadır." Mucize geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? ( 110. Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıkları içinde körü körüne bocalar dururlar. 111. Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve herşeyi toplayıp karşılarına dikseydik, Allah'ın dilemesi dışında, yine de inanmazlardı. Ne var ki, çokları cehalet sergiliyorlar. 225

(karşılarına farklı şıklar çıkarılsa, yine ne yapacaklarını biliyor) Rum 51. Yemin olsun, bir rüzgâr göndersek de o yeri sararmış görseler, arkasından hiç şaşmadan nankörlük etmeye başlarlar. 52. Artık sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri takdirde sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. 53. Ve sen körleri de sapıklıklarından aydınlığa çıkaramazsın. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere dinletirsin de onlar müslüman oluverirler. KASAS 56. Sen sevdiğini doğruya iletemezsin. Dilediğini doğruya ileten sadece ALLAH'tır. Doğruya ulaşmayı hakedenleri en iyi bilen de O'dur. Yüce Allah, insanlar sonsuza dek sonsuz varyasyonlarda imtihan edilseydiler hangilerinin iyilerden, hangilerinin kötülerden olacağını gayet iyi biliyor. Bu yüzden şu 2 günlük temsili-minyatür imtihanda herkesin imtihanını hak ettiği üzere sonlandırıyor. Ama yine özgür iradelere dokunmadan yapıyor bunu. Bu 2 günlük imtihanda da karşısına hangi şık çıkarsa neyi seçeceklerini kullarının bildiğinden, tam da kalbindekilerle yüzleşmelerini sağlayacak şıkları karşılarına çıkarıyor ve iyileri cennetlik, kötüleri ise cehennemlik bir anlarında dünyadan alıyor. Örneğin İblis her denileni yapıyordu ama Allah onun kötülerden olduğunu biliyordu. Ve onun kalbindeki hainliği ortaya çıkarmak için de "Adem'e secde" şıkkını karşısına çıkardı. Bunu yapmayacağını biliyordu çünkü. Ve iblis de sonra tuzağa düştüğünü anlıyor ve "beni azdırmana karşılık" diyor. *** Konuya devam edelim: Rabbimiz daha yaratmadan o kişilerin neyi seçeceklerini biliyordu. Hakettiklerini kavuşmaları için de onları yarattı. İyiliği seçecek olanlar cennete, kötülüğü seçecek olanlar da cehenneme gitsin diye: HUD 119 Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. O, onları işte bunun için yaratmıştır. Rabbinin, "Yemin olsun ben cehennemi, tümden insanlar ve cinlerle dolduracağım!" sözü tamamlanacaktır. 226

Ayrıca kimlerin en güzel ahlakta olacağını ve peygamber seçilmeye layık olacağını da en başından biliyor tabii ki. Söylemeye gerek bile yok bunları. Musa'nın öyküsünde de belirgince gözüküyor bu "2 günlük özet imtihan, kalpdekilerle yüzleştirme" olgusu: 28 - Kasas Suresi Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla... 1. Tâ, Sîn, Mîm. 2. İşte sana, açık-seçik beyanda bulunan Kitap'ın ayetleri. 3. İman edecek bir toplum için, Mûsa ve Firavun'un haberinden bir kısmını sana hak olarak okuyacağız. 4. Gerçek şu: Firavun o yerde egemenlik kurmuş ve ora halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir topluluğu horlayıp eziyordu: Bu topluluğun erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarına hayasızca davranıyor/kadınların rahimlerini yokluyor/kadınlarını hayata salıyordu. O gerçekten fesadı yayanlardandı. 5. Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara bağışta bulunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim. 6. Ve yeryüzünde onlara imkân ve kudret verelim. Firavun'a, Hâman'a ve onların ordularına da korkmakta oldukları şeyleri gösterelim. (Allah kullarının hangi seçenek karşısında nasıl tepki vereceğini bildiğinden, bu özgür iradelerin hak ettiklerine kavuşturma planını uyguluyor) 7. Mûsa'nın annesine şunu vahyettik: emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de nehire bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız." 8. Nihayet, Firavun ailesi onu kayıp bir şey olarak bulup aldı. O, kendileri için bir düşman ve tasa olacaktı. Gerçek olan şu ki Firavun, Hâman ve bunların orduları yanlış yoldaydılar. 9. Firavun'un karısı şöyle dedi: "Benim için de senin için de bir göz aydınlığıdır bu. Öldürmeyin onu, bize yararı olabilir, yahut onu çocuk ediniriz." Onlar işin farkında olmuyorlardı. 227

10. Mûsa'nın annesinin kalbi ise bomboş bir halde sabahladı. Eğer inananlardan olması için kalbine bir bağ vermeseydik, onu açığa vuracak bir durumdaydı. 11. Annesi, Mûsa'nın kızkardeşine, "onu izle" dedi. O da onu kenardan gözledi. Onlarsa işin farkında olmuyorlardı. 12. Biz daha önce ona, süt emziren kadınları haram kılmıştık. Bu sırada kızkardeşi dedi ki: "Onun bakımını sizin için üstlenecek, onu eğitip öğretmeyi yüklenecek bir ev halkını size tanıtayım mı?" 13. Nihayet Mûsa'yı öz anasına geri çevirdik ki, o ananın göze aydın olsun, kederlenmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin. Fakat çokları bunu bilmezler. 14. Mûsa, yiğitlik çağına ulaşıp olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. Biz, güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz. ************************ (Sonrasında da Firavun ve peşine takılanlar, kalplerindeki kötülükle yüzleşerek kapanan denizin ortasında imtihan diyarlarını terk ediyorlar) 41. Biz onları, ateşe çağıran önderler yapmıştık. Kıyamet günü yardım göremeyeceklerdir. 42. Bu dünya hayatında da arkalarına bir lanet taktık. Kıyamet günü onlar, çirkinleştirilenler arasında olacaklar. *** Yusuf kıssasında da yine Rabbimizin geleceği bildiğini, şu 2 günlük temsili ve özet imtihanda, insanların özgür iradeleri ile hakettiklerine kavuşmalarını sağladığını görüyoruz: YUSUF 4. Yusuf, bir zamanlar babasına: "Babacığım, on bir gezegeni, güneşi ve ay'ı gördüm, onların bana secde ettiklerini gördüm," dedi. 5. (Babası Yakup:) "Yavrum," dedi, "Rüyanı kardeşlerine anlatma, olur ki sana karşı bir plan kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır. 6. "Böylece Rabbin seni seçmekte, sana rüyaların yorumunu öğretmekte ve daha önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakup ailesine de tamamlamaktadır. Rabbin Bilendir, Bilgedir." 228

Rabbimiz insanların karşısına hangi şık çıkartılırsa hangi tepkiyi vereceğini bildiğinden, yine Yusuf'a ve çevresindekilere de bu yolla kendileriyle yüzleşmelerini sağlayacak serüveni yaşatıyor. 21. Onu Mısır'da satın alan kişi, karısına, "Ona iyi bak, olur ki bize yararı dokunur, ya da onu evlat ediniriz," dedi. Böylece Yusuf'u yeryüzünde yerleştirip ona rüyaların yorumunu öğretiyorduk. ALLAH işini sonuçlandırandır; fakat halkın çoğu bunu bilmez. 22. Büyüyüp erginleşince ona bilgelik ve bilgi verdik. Güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Yine insanların özgür iradeleri ile kader ağlarını örüyor, olaylar birbirini izliyor Rabbimizin planı doğrultusunda. Hatta Yusuf'a rüyalar aracılığı ile geleceğin gösterilmesi bile, başlı başına zaten olacakların belli olduğunu göstermektedir. Rabbimiz hangı seçenek karşısında kimin ne yapacağını biliyor, ve sonsuza dek yaşasaydı-imtihan edilseydi o insanın yapacaklarını temsilen, öyle seçenekler çıkartıyor ki şu 2 günlük dünyada karşısına, insanlar içindeki iyilik veya kötülükle yüzleşmiş oluyor seçtiği şıkla. 47. Dedi ki: "Yedi yıl boyunca ekip biçtiğinizi, yediğiniz az bir kısmının dışında, başaklarında bırakıp depolayın." 48. "Sonra, onun ardından yedi kurak (yıl) gelecek ve sizin depoladığınızın az bir bölümü hariç, o yıllar için önceden biriktirdiklerinizi yiyip bitirecektir 49. "Ondan sonra ise öyle bir yıl gelir ki onda halk ferahlanacak ve onda (meyve) sıkıp, (hayvan) sağacaklar." 54. Kral dedi ki: "Getirin onu, yanımda çalışması için onu atayayım" Kendisiyle konuşup görüşünce, "Sen artık bugün yanımızda önemli bir makamı olan güvenilir birisin," dedi. 55. Dedi ki: "Beni ülkenin maliye işlerinin başına getir. Kuşkusuz ben iyi korur, iyi bilirim," dedi 56. Böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik. Dilediği gibi hareket edebiliyordu. Dilediğimiz kimseye rahmetimizi yağdırırız. Güzel davrananları ödülsüz bırakmayız. Rabbimiz planını yine uygulamaya devam ediyor. 229

Yusuf ailesine de tekrar kavuştuktan sonra, babasına bahsettiği rüyanın da gerçekleştiğine tanık oluyor: 100. Ana ve babasını tahtın üzerine kaldırdı. Hepsi onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Babacığım, bu, önceden görmüş bulunduğum rüyanın gerçekleşmesidir. Rabbim onu gerçekleştirdi. şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra O beni hapishaneden çıkararak ve sizi çölden getirerek bana iyilikte bulundu. Gerçekten Rabbim dilediğine karşı çok şefkatlidir. O, Bilendir, Bilgedir." 101. "Rabbim, sen bana hükümranlık verdin ve rüyaların yorumunu öğrettin. Yeri ve göğü ayırarak yaratansın. Dünya ve ahirette sensin benim Velim (sahibim). Canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat." *** Allah'ın, kullarını kendi içindekilerle yüzleştirmek ve onların neyi hakettiklerini göstermek için daha da hızlandırılmış imtihan örnekleri de mevcut. Zaten şu 2 günlük özet imtihan hayatları, sonsuza dek imtihan edilseydik yapacaklarımıza denk gelecek şekilde hazırlanıyor ve de sonlandırılıyor. Rabbimiz zalimleri içlerindeki kötülükle son bir kez daha yüzleştirmek için süregelen yasasının dışında isteklerle de deniyor bazen. Daha doğrusu ne yapacaklarını bildiğinden, onları da bu gerçekleriyle yüzleştiriyor. DEVEYE DOKUNMA YASAĞI ARAF 73. Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah'ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi." 77. Bu arada dişi deveyi boğazladılar. Ve Rablerinin emrinden dışarı çıkıp şöyle dediler: "Ey Salih! Eğer Allah tarafından gönderilenlerdensen, bizi tehdit ettiğin şeyi önümüze getiriver." 78. Bunun üzerine onları, o şiddetli sarsıntı/o korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler. Burada Musa'nın kavminin denendiği inek kesme emrinin tam tersi, bu 230

sefer bir hayvana dokunmama emri var. Ama zalimler deveyi kesince zalimlikleri bir kez daha açığa çıkmış oldu ve suçüstü sonlandırıldı imtihanları Yaratan tarafından. CUMARTESİ ÇALIŞMA YASAĞI Nahl Suresi 124 cumartesi tatili, sadece onda ihtilaf edenlere farz kılındı. Rabbin, tartışmakta oldukları şey hakkında, onlar arasında kıyamet günü hüküm verecektir. A'raf Suresi 163 Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. 164. İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz? Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." 165. Kendilerine verilen öğüdü unuttuklarında, kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulme sapanları, yoldan çıkmalarından ötürü, acı bir azapla yakalayıverdik. 166. Ne zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelenip başka aşırılıklar yapmaya başladılar, onlara şöyle dedik: "Aşağılık, maskara maymunlar olun!" Bu sefer zalim bir topluluğa son bir kez kendileriyle yüzleşmeleri için Cumartesi çalışma yasağı getiriliyor. Ve onlar da bu yasağa uymayınce(içlerindeki iyiler kurtarıldıktan sonra) acı gerçekle yüzleşiyorlar. Yine zalimleri böyle farklı imtihan etmeye örnek olarak, bir dönem bazı Yahudilere, normalde helal olan şeylerin haram kılınması da gösterilebilir: Nisa Suresi 160 Yaptıkları zulümler ve birçok insanı Allah yolundan alıkoymaları yüzünden daha önce kendilerine helal kılınmış tertemiz şeyleri, Yahudilere haram kıldık. En'am Suresi 146 Yahudilere tüm tırnaklı hayvanları haram kıldık. Onlara ayrıca sığır ve koyunun yağlarını da haram kıldık. Sığır ve koyunun 231

sırtlarının ve bağırsaklarının taşıdığı yağlarla, kemiklerle karışan yağlar bunun dışındadır. Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza olarak yaptık. Biz elbette sözünde duranlarız. Bu arada Rabbimizin, eğer bir insan farklı bir şıkla denenseydi yine o kişinin ne yapacağını bilmesine örnek verelim: İSRA 73 Az kalsın seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrısını uydurup bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi. 74 Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin. 76 Az kalsın bu topraktan çıkarmak için seni sıkıştıracaklardı. Böyle bir durumda onlar orada senin arkandan çok az bir süre kalacaklardı. Eğer peygamber orada desteklenmeden olayların gidişine bırakılsaymış, yanlış bir seçim yapacakmış. Ama peygamber orada bunu haketmediğinden kurtarılıyor o hatayı işlemekten. Çünkü önemli olan o kişinin sonsuza dek imtihan edilseydi yapacaklardır. Bu 2 günlük örnek-minyatür imtihan hayatında da bu doğrultuda, yani hakettiği sonuç doğrultusunda bir yaşam yaşattırılıyor insanlara. Kimin hangi seçenek karşısında özgür iradesiyle ne yapacağı bilindiğinden, hakettiği deneyimi yaşamasını sağlayacak seçenekler karşısına çıkartılarak, kurtulması veya sapması sağlanıyor. Sonra da cenneti hakedenler cennetlik, cehennemi hakedenler de cehennemlik bir anlarında imtihan dünyasına veda ediyorlar. Ayrıca şu 2 günlük dünyada yapılanlar da, sağlamlaştırılmaya veya kalplerin mühürlenmesine vesile oluyor. Ama asıl neden, sonsuza dek imtihan dünyasında yaşasaydı, sonsuz şıklarda denenseydi yapacaklarıdır... *** Ayrıca bu ayetler de insanların bu dünyada kendileriyle yüzleştirilip, ahirette hak ettiklerine kavuşmalarının sağlandığını çok güzel anlatıyor: HAC 53 Bu, Allah'ın; şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlara, gönülleri 232

katılaşanlara bir fitne yapması içindir. Zalimler, geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler. 54 Kendilerine ilim verilenler onun, senin Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler, ona inansınlar da kalpleri ona saygı duysun diye böyle yapılmıştır. Şu bir gerçek ki Allah Hâdî'dir, iman edenleri dosdoğru yola mutlaka ulaştıracaktır. 55 İnkâr edenler ise kıyamet ansızın başlarına patlayıncaya kadar, yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelip çatıncaya kadar, o Kur'an'dan yana kuşku içinde olmaya devam edecekler. ------------------------------------------------------------ -------------------Rabbimiz zaten kimin hangi şık karşısında ne yapacağını biliyor ve bu doğrultuda hakettiklerine kavuşmalarını sağlayacak imtihan ortamını, seçenekleri karşılarına çıkartıyor. *** Kader ve özgür irade konusunda bir başka sağlama da Kuran`ın indiriliş biçimiyle yapılabilir. Bilindiği üzere Kuran ayetleri kısım kısım indi. Hatta bazen gelişen olaylara ve insanların sordukları sorulara ayetlerden cevaplar, açıklamalar geldi. Maide Suresi 101. Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur`an indirilmekte iken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onlardan vazgeçmiştir. Allah Gafûr`dur, Halîm`dir. 102. Sizden önceki bir toplum da onları sormuştu; sonra tutup hepsini inkâr ettiler. Bakara Suresi 215 Sana, neyi infak edip vereceklerini soruyorlar. De ki: "İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizlerle yolda kalan için olmalıdır. Hayır olarak yaptığınızı Allah en iyi biçimde bilmektedir. " Ahzab Suresi 63 İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır. " Ne bilirsin, belki de o saat yakındır! Ve işte zamansız-mekansız olan Allah`ın gözünde zaten Kuran bu gelişen olaylara ve insanların sorularına cevap oluşturacak bir şekilde hazırdı. Yani Rabbimiz insanların özgür iradeleri ile ne yapacağını, neler 233

soracağını, neler olacağını zaten bildiğinden, Kuran böyle kısım kısım ve cevaplar da vererek inmesine rağmen matematiksel ve diğer mucizelerini eksiksiz bir şekilde gerçekleştirmektedir. Çünkü Allah zamanda veya mekanda yolculuk yapmaz ve Kuran zaten bütün olarak O`nun nezdinde hazırdı. Başka bir deyişle tamamlanmış halinin nasıl olacağını biliyordu. Bilindiği üzere zamansız olan Allah için "ileri, geçmiş, şimdiki zaman" gibi zaman halleri içinde olmak söz konusu değildir. Bizler ise zamanda yolculuk yapıyoruz ileriye doğru. Yaratıcımız, kimin hangi şık karşısında nasıl tepki vereceğini bildiğinden, hatta sonsuza dek sonsuz şıklarda imtihan edilseydiler ne yapacaklarını bildiğinden, bu doğrultuda o kişilere 2 günlük bir kendileriyle yüzleşme, bir imtihan hayatı örneği yaşatıyor. Kuran`ın gönderilişi, peygamberlerin gelmesi de bu yüzleştirmenin yani imtihanın parçası. Bu sayede insanlar kendi içlerindeki iyiliği veya kötülüğü görmüş oluyor ve ahirette itiraz hakları kalmıyor: Maide Suresi 19 Ey Ehlikitap! Resullerin arası kesildiği bir sırada resulümüz size geldi; ayan-beyan açıklamalarda bulunuyor. "Bize ne müjdeci geldi ne uyarıcı" demeyesiniz. İşte müjdeci de geldi size, uyarıcı da. Allah her şeye kadirdir. Bakara Suresi 26 Şu bir gerçek ki Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek göstermekten sıkılmaz. Böyle bir durumda, inananlar bilirler ki o, Rablerinden bir gerçektir. Küfre sapmışlar ise şöyle derler: "Allah bunu örnek vermekle ne demek istedi?" Allah onunla bir çoğunu saptırır, bir- çoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar. Allah onunla fasıklardan başkasını saptırmaz. Müddesir Suresi 31 Biz, cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve biz, onların sayılarını da küfre sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; "Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir. Bu 2 günlük kendi içindekilerle yüzleşme(imtihan) hayatı, kulların 234

ahiretteki itiraz hakkını ortadan kaldırıyor demiştik. İlgili ayetlerden örnekler vermeye devam edelim: Nisa 165 Müjdeleyici ve uyarıcı resuller gönderdik ki, elçiler geldikten sonra insanların Allah'a karşı kanıtı olmasın. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. 7:172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim?" "Evet, tanıklık ediyoruz," derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik," diyemezsiniz. 7:173 Yahut, "Atalarımız önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız, bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin," diyemezsiniz. İnkar, ortak koşma veya uydurma atalar öğretilerini izleme gibi sapmalarına karşı insanoğlunun hiçbir mazareti yoktur ahirette. Gerek doğum sırasında verilen, gerekse de sonradan tanıştığımız vahiyler, deliller bu durumu sağlamaktadır. Sonsuza dek sonsuz şıklarda denenseydik özgür irademizle ne yapacağımız biliniyor ve bu doğrultuda 2 günlük bir kendimizle yüzleşme(imtihan) örneği yaşattırılıyoruz. Böylelikle lehimizde veya aleyhimizde hakettiğimiz delil örnekleri toplanmış oluyor. En'am Suresi 123 Biz bu şekilde her kentte/her medeniyette kodamanları, o kent ve medeniyetin suçluları yaptık ki, orada oyunlar tezgâhlayıp tuzaklar kursunlar. Aslında onlar öz benliklerinden başkasına oyun oynamıyorlar ama farkında değillir. Enfal Suresi 30 Küfre sapanlar, seni tutup bağlamaları yahut öldürmeleri ya da yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzak kurar. Ama Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. Tur Suresi 42 Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Doğrusu şu ki, o inkâr edenlerin kendileri tuzağa yakalanmışlardır. *** Yine şu ayetlere de dikkat: İSRA 4. Kitapta İsrail oğullarına şu hükmü verdik: "Siz o ülkede iki kez 235

bozgunculuk yapacaksınız ve çok böbürleneceksiniz (zorbalık edeceksiniz)! 5. Birincisinin zamanı gelince üzerinize çok güçlü kullarımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi. 6. Sonra tekrar size, onları yenme imkanı verdik ve sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık. 7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkınlığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar göndeririz) ki, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler. Yine Rabbimiz kimin ne yapacağını ve ahirette nereyi hakettiğini bildiğini bildirmekte. Bu arada Allah'ın daha yaratmadan kimin cennete veya cehenneme gideceğini bilmesi ve cennetlikleri cennet için, cehennemlikleri de cehennem için yaratması bazı insanlarda felsefi bocalamaya neden oluyor nedense. Yani "madem belli kimin ahirette nereye gideceği, neden çabalıyoruz" gibi garip itirazlarda bulunanlar çıkıyor. Bizim açımıdan belli olan birşey yok. Her ne yapacaksak kendi özgür irademizle yapacağız ve biz sonra öğreneceğiz kimin nereye gittiğini. Ve şu 2 günlük temsili imtihan da, sonsuza dek imtihan edilseydik yapacaklarımızla parelel gerçekleşecek. Yani kimse kazayla cennete ceye cehenneme gitmiyor. Tam tersine, sonsuza dek yaşasaydın ne olacağın belli olduğundan, gerçekten tam hak ettiğin sonsuz diyara gideceksin. Yoksa Allah bilmeseydi kimin sonsuza dek yaşasaydı ne yapacağını, o zaman herkes tesadüfü bir şekilde cennete ve cehenneme gidiyor olurdu. Tombaladan ne çıkarsa, kimi 2 günlük dünyada nasıl denk gelir, nasıl veda ederse o şekilde kazayla cennete veye cehenneme düşerdi. Ama hayır, herkes tam hak ettiği şeye kusursuz bir şekilde kavuşturuluyor yüce Rabbimiz tarafından. Bir yaralı insan düşünün. Yolda görmüşsünüz acil yardıma ihtiyacı var. Şimdi Allah bu kişinin yaşayıp yaşamayacağını biliyor. Ama sen bilmiyorsun. Bu yüzden hemen o kişinin yardımına koşar, canla başla 236

çalışırsın kurtarmak için o kişiyi. İşte imtihan mantığı ve gerçeği de aynen böyle. Biz bilmiyoruz kendimizin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğumuzu(ve de başkalarının). Bu yüzden hem kendimizin hem de tüm insanların yardımlarına koşmalıyız. Hem dünyevi haz adına, hem de sonsuz mutluluk adına.... Sürekli insanların mutlu olacağı güzel davranışlar üretmeliyiz. Selam ve sevgiler.

237

Kuran'ın olayları anlatımı Kuran ağır dile sahip roman gibi değil de, sade bir şekilde anlatır bilgileri ve yaşam öykülerini. Hatta çoğu yerde geçişleri sinematik bir havada sunar. Bu yüzden bir çok yerde "de ki", dediler ki" gibi ifadeleri kullanmaz. Tabii aynı zamanda Kuran'ın matematiksel mucizesi de sağlanmış olur bu yolla. YUSUF 80. Yûsuf'tan ümidi kesince bir kenara çekilip tartışmaya başladılar. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına garanti aldığını, daha önce Yûsuf'a yaptığınız haksızlığı bilmez misiniz? Babam bana izin verinceye, yahut da Allah hakkımda hükmedinceye kadar bu ülkeden ayrılmayacağım. Yargıçların en hayırlısıdır O." 81. Babanıza dönüp şöyle deyin: "Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz." 82. "İçinde bulunduğumuz kente, beraberinde döndüğümüz kervana sor. Biz gerçeğin ta kendisini söylüyoruz." 83. Yakub dedi ki: "Hayır, öyle değil, nefisleriniz sizi yine bir işe itmiş. Bana düşen yine güzel bir sabra sarılmak. Bakarsın Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü Alîm olan O, Hakîm olan O'dur." Burada Yusuf'un kardeşlerinin büyükleri diğerlerine babalarına dönüp ne söylemeleri gerektiğini 81 ve 82. ayetlerde anlatıyor. Ve dikkat edin 83. ayette birden sahne değişiyor ve bu sözlerin babaları Yakub'a aynen söylendiğini ve hatta onun karşılık verdiğini görüyoruz. Yani arada "kardeşleri gidip babalarına bunları söylediler" diye bir ifade kullanılmıyor. Tıpkı bir film sahnesi gibi direkt o sözlerin Yakub'a iletilmiş olduğunu ve onun da cevap verdiğini görmekteyiz. Başka bir örnek: TAHA 43. "Firavun'a gidin, çünkü o azdı." 44. "Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut 238

ürperir." 45. Dediler ki: "Rabbimiz, onun aleyhimizde bir taşkınlık yapmasından yahut yine azmasından korkuyoruz." 46. Buyurdu: "Korkmayın! Ben sizinle beraberim; işitiyorum, görüyorum." 47. Hadi gidin ona! deyin ki; "Biz senin Rabbinin iki resulüyüz. İsrailoğullarını bizimle gönder, onlara işkence etme! Rabbinden sana bir mucize getirdik. Selam, hidayete uyanlaradır." 48. "Azabın, yalanlayıp yüz çevirenler üzerine olacağı bize vahyedildi." 49. Firavun dedi: "Sizin Rabbiniz kim, ey Mûsa?" Burada da Musa ve kardeşi Harun çekincelerini iletiyor. Rabbimiz de karşılık olarak korkmamaları gerektiğini belirtip, Firavun'a söylemeleri gerekenleri bildiriyor. Ve yine dikkat edin 49. ayette birden bu sözleri Firavun'a aynen ilettiklerini ve hatta Firavun'un cevap vermeye başladığını görüyoruz. Yani yine arada "Firavun'a gidip şunları bunları söylediler" gibilerinden bir açıklama yok. Doğrudan sahne geçişi yaşanıyor. Daha böyle bir çok örnekte "dediler", "dedi", "de ki" veya "deyin ki" gibi ifadeler kullanılmadan doğrudan anlatım sağlanmıştır. Bu durum, dediğim gibi, hem anlatıma akıcılık sağladığı gibi hem de Kuran'ın matematiksel mucizesini sağlamaktadır. Mesela Kuran'ın tamamında "de" (kul) ve "dediler" (kalu) 332'şer defa geçmektedir. "De" 332 defa... "Dediler" 332 defa... Selam ve sevgiler.

239

Gerçek İslam`a yönelirken dikkat edilmesi gereken nokta Bugünlerde harika bir gelişme yaşanıyor bilindiği üzere. İnternetin de yardımıyla Kuran`daki gerçek İslam ortaya çıkmakta, hadis-mezhep ve tasavvuf öğretilerinin yerini gerçek din almakta. Ama bunun yanında bazı kimselerce yanlışlar da yapılabiliyor maalesef. Kimi makale veya kitap yazarları ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek ve/veya ayet cımbızlayarak kendi kafalarındaki öğretiyi sunmaya başladı yine(örneğin tasavvufu... ). Kimi bu yolla namaza veya hacca, kimi cinlere ve meleklere hatta cennet ve cehenneme başka ve sembolik anlamlar yükleyerek, apaçık anlamlarını görmezden gelmeye başladı. Aslında "yalnız Kuran" diyen bir insan kendi inanç ve kabullerini de bir kenara bırakıp, din alanında gerçekten yalnızca Kuran`ı rehber edinmelidir. Bir diğer yanlış da birçok insanın bu yazılan makaleleri araştırmadan, Kuran`a bakmadan gerçekmiş gibi kabul etmeye ve inanmaya başlamış olmasıdır. Ama bir Kuran Müslümanı, makaleleri değil, sadece Kuran`ı kaynak edinmelidir din alanında. Yoksa yine aynı hata yapılmış olur, 2 günde uydurma haramlar ve inançlar oluşuverir(tıpkı mezheplerde olduğu gibi). Kuran`la aranıza kendiniz de dahil olmak üzere hiç kimseyi sokmayacaksınız. Zihninizdeki inançları vesaireyi de bir kenara bırakıp, sadece Kuran`ı tek dini yetkili olarak görüp, kitabı bütünlük içinde ele alacaksınız. Ve ayetlerin birinci açık anlamlarını kabul edeceksiniz. Zaten herkes bu samimiyeti gösterse, yani Kuran`ı birinci apaçık anlamında ve bütünlük içinde ele alsa ve başka hiçbir şeyi O`na ortak etmese, gerçek İslam kolayca ortaya çıkacak ve tüm insanlarca aynı şekilde anlaşılacaktır. 240

Hadis-mezhep ve tasavvuf öğretilerinin yerini Kuran`daki gerçek din alabilecektir o zaman gerçekten işte. Ve Kuran`daki gerçek İslam`ın ışıldamasıyla bu güzel dinimiz hızla dünyada da çok büyük ilgi görecektir. Selam ve sevgiler

241

Kuran köleliği kaldırmıştır Bir de kölelik konusu sürekli sorulup duruluyor. Gerçi bazı yazarlar bu konuda gerekli açıklamaları yapmışlar ama ben de değineyim dedim. Kuran köleliği yasaklayıp insanların eşit olduğunu bildirmiştir. Kuran`da belirtildiği üzere peygamberlerin bile köle edinme yetkisi yoktur. Allah`ın dışında, yani yaratılmış bir şeye kulluk-kölelik en büyük günahlardandır: Zümer 29. ALLAH, çelişen ortaklara sahip bir adam ile bir tek kişiye bağlı olan adamın örneğini verir. Bu ikisinin durumu hiç eşit olur mu? Övgü ALLAH`adır. Ancak çokları bilmez. (İnsanın tek bir efendisi vardır o da Rabbimiz. Yüce Yaratan`dan başka bir kimseye kulluk-kölelik şirktir ve bu ayette de yalnız Allah`a kul olan ile, yaratılmışlara da kul olanlar bir örnekle karşılaştırılıyor. Ve bu ikisinin aynı olmadığı belirtiliyor. ) Din bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih`i ALLAH`tan sonra rabler (efendiler) edindiler. Oysa, yalnız tek Tanrı`ya kulluk etmekle emredilmişlerdi. O`ndan başka tanrı yoktur. O, eş koştukları kimselerden de çok Yücedir. (9: 31) De ki: `Kitaplılar! Bizimle sizin aranızda aynı olan bir ilkeye geliniz: ALLAH`tan başkasına kulluk etmeyelim ve O`na hiç bir şeyi ortak koşmayalım, birimiz diğerini ALLAH`tan sonra rabler edinmesin. ` Kabul etmezlerse, `şahit olun, biz müslümanlarız! deyin. (3: 64) Ali İmran Suresi 79. Ayet: Allah`ın kendisine kitap, bilgi ve peygamberlik vermiş olduğu hiçbir kişinin kalkıp da insanlara: "Allah`a değil bana kul olun" diyebilme yetkisi yoktur. Ancak: "Kitabı öğretmekte ve ders alıp vermekte olmanız sebebiyle Allah yolunun erleri olunuz!" der. Hud Suresi 2. Ayet: şöyle ki, Allah`tan başkasına kul olmayın! Ben size O`nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir 242

peygamberim! Enbiya Suresi 98. Ayet: " Siz ve Allah`ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz. " İslam dininden sonra hiçbir Müslüman köle edinememiştir(Kuran`daki gerçek İslam’ın uygulandığı dönemler). Ama cahiliye döneminden kalma kölelerin bırakılması adım adım olmuştur. Ayetler en ufak bir şeyde eldeki kölelerin serbest bırakılmasını, onlara maddi yardım yapılmasını ve çağı gelmişse-istiyorsa evlendirilmesini emreder. Örneğin: 5 Maide Suresi 89 ALLAH rast gele ettiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutmaz. Ancak bile bile ettiklerinizden sizi sorumlu tutar. Yemininizi bozarsanız cezası, ailenize genellikle yedirdiğiniz yemeklerden on yoksulu doyurmak veya giydirmek veya bir köleyi salmaktır. Kim bulamazsa üç gün oruç tutmalı. Bu, bile bile ettiğiniz yeminlerinizin cezası. Yeminlerinizi tutun. ALLAH güzel karşılık veresiniz diye ayetlerini böyle açıklıyor. BELED 12. Zor yolun ne olduğunu bilir misin? 13. Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır; Savaş esirlerinin bile köle edinilemeyeceği açıkça belirtilir. "Sonunda üstün geldiğinizde onları esir alın; onları ya karşılıksız veya fidye karşılığında salın. Savaş durumu kalkıncaya kadar bunu uygulayın. "(47-4) Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler. (Nahl 75) Burada da yine Allah`tan başkasına kulluk eden bir kimse ile, yalnızca Allah`a kulluk eden özgür insan karşılaştırılıyor ve kölelik yeriliyor. Ayrıca zenginliğin de fakirlikten üstün tutulduğunu görüyoruz ayette. Bu ve benzeri ayetler kulluğun sadece Allah`a karşı olması gerektiğini belirtmekte. Ve asıl, hırsızlığın bile yasak olduğu bir dinde, kölelik yani insan 243

özgürlüğünü çalma tamamen kalkmış demektir. Düşünsenize, bir insanın arabasını veya kalemini izinsiz almak bile yasakken, o insanın kendisini çalarak köle edinmek hayli hayli yasaklanmış demektir. Yani bir insanın bir eşyasını bile izinsiz alamıyorsanız, o kişiyi kendinize zorla köle hiç yapamazsınız demektir. Ve yine ayetlerde belirtildiği üzere tüm insanlar dilediği gibi inanmakta ve yaşamakta özgür olduğuna göre imtihan dünyası gereği, yine kölelik yasaklanmış demektir İslam dininde. Selam ve sevgiler.

244

Rabbimizin sorular sormasındaki amaç Kuran'da Yaratıcımızın kullarına sorular sorduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı bazı insanlar "Allah zaten herşeyi bilmiyor mu, neden soruyor?" şeklinde itirazlar dile getiriyor. Yüce Rabbimiz elbette herşeyi biliyor. Hatta gelecekte olacakları bile... Soru sormasının nedeni öğrenmek değil, kullarına hakettiklerini vermek ve yaşatmaktır. Bir soru illa ki öğrenmek için sorulmaz. 1- O kişiye hakettiği bir deneyimi yaşatmak için de sorulur. 2- İfadeyi güçlendirmek, düşündürmek, mesaj vermek vb. amaçlar için de sorular sorulur. Bu bir yana, Allah zaten bu 2 günlük özet imtihan hayatında bizlere hakettiklerimizi yaşattırıp, bizi kendimizle yüzleştiriyor. Ahiret hayatının kendisi böyle "sonucu Allah tarafından bilinen sorular" üzerine kurulu.Dünya yaşantısı bu doğrultuda zaten. Çünkü zaten yüce Rabbimiz, biz bu dünyada sonsuza dek yaşasaydık ne yapacağımızı gayet iyi biliyor ve bunu özetleyen 2 günlük örnek bir imtihan hayatı yaşatıyor. "Kader ve Özgür İrede" başlıklı çalışmamda bunun çözümlemesini ayetler ışığında yapmıştım. Bakara 260 Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Tüm bunlar insanları gerçeklerle ve kendileriyle yüzleştirme planına hizmet eden deneyimler. Ve sorular da bunun bir parçası. Bu sayede ahirette itiraz hakkın da kalmıyor. A'raf Suresi 12 Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni 245

engelleyen neydi?" İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." Burada yine Rabbimiz yarattığı varlığa hakettiği deneyimi yaşatıyor. İblis'in kötülerden olduğunu biliyordu ve bunun açığa çıkması gerekiyordu. Ne söylenirse yapıyordu bugüne kadar İblis ama Adem'e secde şıkkını karşısına çıkartırsa bunu yapmayacağını bildiğinden Allah, bu imtihanı karşısına çıkarttı. Yani kalbindeki kötülükle yüzleştirilip aleyhinde gerekli delil açığa çıkarılmış oldu. İblis de olayın hemen devamında tuzağa düşürüldüğünü anlıyor ve şöyle diyor: 16. Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." İblis "beni azdırmana karşılık" derken işte bu tuzağa düşürülmekten bahsediyor. Çünkü İblis'in özgür iradeyle neyi yapmayacağını ve nerde gerçek yüzünü göstereceğini iyi bildiğinden Allah, bu İblis'in kötülüğünü sergileyeceği imtihanı karşısına çıkartıp zalimliğini sergilemesini sağladı. Kısacası Rabbimiz burada aslında yine sorusunu birşey öğrenmek için değil, tam tersine birşey öğretmek ve deneyimletmek için soruyor. Yani hakettiğine kavuşturuyor... Sebe-40. Hepsini topladığı gün meleklere, 'Şunlar mı size tapıyordu?' der. Sebe-41. Dediler ki, 'Sen yücesin, velimiz (dostumuz) onlar değil, Sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çokları onlara inanıyordu.' İşte yine burada da aslında Allah bilmediği birşeyi sormuyor, zaten en iyi O biliyor. Yine Kullarına hakettikleri deneyimi yaşatıyor. Ayrıca bu ayetlerde cinlerin-şeytanların nasıl melek , ruh vs. kılığında insanları saptırdığını da anlatmakta, insanları bu oyunlara karşı uyarmakta. Maide Suresi 116 Allah şunu da söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Tespih ederim seni. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu 246

elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!" Yine aynı şekilde Rabbimiz İsa'ya merak amaçlı sormuyor, cevabı bildiği gibi, İsa'nın ne cevap vereceğini de kelimesi kelimesine zaten biliyor. Ayrıca Yaratacımızın ifadeyi güçlendirmek, kullarını düşündürmek amaçlı sorduğu sorulara örnekler: ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? FATIR SURESİ 27. ALLAH`ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Onunla çeşitli renklerde ürünler çıkarırız. Hatta dağlarda bile beyaz, kırmızı veya rengarenk katmanlar vardır. Bazı yollar ise siyahtır. 28. Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH`ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır TUR SURESİ 35. yoksa onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? yoksa bizzat kendileri mi yaratıcıdır? 36. yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır, onlar gerekli bilgiye ulaşamıyorlar! 37. yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? yoksa güç ve egemenlik sahibi onlar mı? *** Dediğim gibi, yüce Rabbimizin bu dünyada bizleri imtihan etmesi de aslında O'nun açısından sonucu bilinen bir "kulları kendileriyle yüzleştirmedir". Bu sayede hem kulların ahirette itiraz hakkı kalmıyor, hem de bazı küçük ceza ve mükafatları daha bu dünyada tatmış oluyorlar. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ayrıca "kader ve özgür irade" başlıklı çalışmama da göz atabilirsiniz. 247

Selam ve sevgiler

248

Kuran’da bahsedilen ateistler Kuran'da sadece ortak koşanlardan bahsedildiği, Allah'a inanmayanlara hiç değinilmediği iddiasında bulunanlar var. Durumun böyle olmadığını göseren ayetlere örnekler: HAKKA 33. Çünkü o, Yüce ALLAH'a inanmıyordu. NİSÂ (38) Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır. TEVBE (45) Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler. Yusuf Suresi 37 Yûsuf dedi ki: "Rızıklanacağınız herhangi bir yemek size gelmeden önce onun yorumunu ikinize mutlaka bildiririm." Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Ben, Allah'a inanmayan ve âhireti de tamamen inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim." Şimdi bazıları "ama burada bahsedilen Allah'a inanmayıp başka tanrılara tapanlar, günümüz ateistleri gibi değil" falan diyebilir. Ateistler de Allah'a inanmayan putperestlerdir. Tıpkı bu ayetlerde bahsedildiği gibi... Allah'ın yerine başka ezeli ve ebedi varlık ve güçlere inanıyorlar(kainat, madde,kainatın yasaları...) Ya da hayata egemen yönetici olarak bazı şeylere inanmaktalar. İlla ki bir ritüel yapmak gerekmiyor bir şeyin inanırı olmak için. Aynı durum panteistler için de geçerlidir. Zaten bir panteist putperest ile, ateist putperest arasında da hemen 249

hiçbir fark yoktur. *** Bunun dışında, kainattaki tasarım üzerine düşünülmesini isteyen ayetler de aslında ateistlere yönelik göndermeleri de içermekte. Yoksa yaratıcıya inanan kimseler zaten tasarımı kabul ediyorlar. Bu bağlamda; yaratılmış herşeydeki düzen ve delillere vurgu yapan ayetler de aslında ateizm eleştirisi de yapmaktadır denilebilir. Örneğin: Vakia 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? TÛR (35) Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? RÛM (22) Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır Selam ve sevgiler

250

Zaman-zamansızlık ve Rabbin Katı Yaratıcımız varlık olarak zamansız ve mekansızdır. Bu zaman ve mekanı yoktan yaratmıştır. Ama yönetici-gözlemci olarak(dışarıdan) hem tüm mekan noktalarındadır, hem de tüm zaman noktalarında... geçmiş...................................şimdi.............. ..............................gelecek Biz ise sadece şimdi noktasındayız ve ileri noktalara doğru yolculuk yapıyoruz. Ama Rabbimiz böyle bizim gibi bir noktadan ileriye doğru yolculuk falan yapmıyor. Geçmiş,gelecek,şimdiki zaman gibi kavramlar bize ait. O'nun için böyle bir yolculuk yok. Her zaman noktasını gözlemlemekte ve yönetmektedir. Oraya gitmesine,yolculuk yapmasına gerek yoktur. Çünkü tıpkı geçmişte olduğu gibi aynı anda gelecektedir de, ve yine tıpkı şu andaki noktamızda da olduğu gibi.... İnsanlara "zamansızlık" denilince akıllarına, sanki sadece kol saatinin çalışmasının durduğu ama diğer unsurların aynen devam ettiği bir yaşam şekli falan geliyor. Hayır, zamansızlık yukarıda anlattığım gibi, bizim hayal dahi edemeyeceğimiz bambaşka bir durumdur. Geçmiş, gelecek, şimdiki an diye ayrı ayrı kavramların olmaması demektir. Nasıl ki Rabbimiz mekansız olduğundan, kainatın dışındadır, evrenimizde yolculuk etmez ama dışarıdan yönetici olarak her mekan noktasında ve iş-oluştadır biliyoruz; işte yine aynı şekilde zamansız olan Rabbimiz, yine varlık olarak zamanın dışındadır ama yönetici-gözlemci olarak her zaman noktasında vardır. Eğer bir zaman makinesine binecek olsak, geleceğe ve geçmişe gittiğimizde, yine Allah'ın o zaman dilimini de yönettiğini fark edecektik. Ayrıca zaman makinesinin içindeki zamanı da... 251

Ama yine vurgulayalım; "Varlık" olarak Allah hiçbir şeyin içinde değildir ve tüm yarattıklarından ayrıdır. Zaman ve mekan dışıdır. Zamanın ve mekanın içinde olanlar bizleriz. Zaten bizler için yaratıldı bunlar da... Ve Rabbimiz tüm yarattıklarından ayrı olduğu için, yarattığı hiçbirşey O'nun bir parçası veya yansıması olmadığından ortak koşmak büyük günahtır. 112 - İhlas Suresi 3. Ne doğurmuştur O, ne doğurulmuştur! 4. Hiç kimse onun dengi ve benzeri olmamıştır, olamaz! Konuyu buradan, Kuran'daki "Rabbin katı" ifadesine getirmek istiyorum. Kuran'da Rabbin katı ifadesi 2 anlamda kullanılmaktadır diye düşünmekteyim. 1- Allah'ın nezdinde-gözünde anlamında... 2- İçinde sonsuzluk yurdunun da bulunduğu ahiret evreni anlamında kullanılmaktadır Kuran'da Rabbin katı ifadesi , bizimkinden farklı fizik yasalarına sahip ahiret evreninin adıdır yani aynı zamanda. Mesela bizim evrenimizden farklı olarak yaşam daimidir orada ve yaşlanma, maddenin bozulması söz konusu değildir. Ve bu Rabbin Katı'nda zaman bizimkine göre farklı akmaktadır: -Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir. (22 Hac Suresi, 47) Rabbimiz zamansız olduğuna göre burada "Allah'ın nezdinde" anlamında değil de, "ahiret evreni" anlamında kullanılmaktadır Rabbin Katı ifadesi. Bizim dünyamızda bin yıl geçerken, Rabbin Katı'nda sadece bir gün geçmektedir. Şüphesiz yüce Allah bu mekanı da yoktan var etmiştir. Ama isim olarak "Rabbin Katı" adını vermiştir yarattığı bu yere. Tıpkı "Allah'ın Arşı", "Allah'ın kulu" veya "Allah'ın elçisi" gibi bir tanımlamadır aslında... 252

Hac Suresi 47 Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. Bakara Suresi 112 İş onların sandığı gibi değil!Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah!a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun.Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar... Ali İmran Suresi 15 De ki: “Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi?Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir.” En'am Suresi 127 Rableri katındaki huzur ve esenlik yurdu onlarındır. İşler oldukları ameller yüzünden O, onların Velî'si oluvermiştir. A'raf Suresi 206 Rabbinin katında olanlar, büyüklük taslayıp O'na kulluktan yüz çevirmezler; O'nu tespih ederler ve yalnız O'na secde ederler. Cennet ve cehennem şimdiden varlar ve bazı istisna insanlar kıyamet beklenmeden orada bedenen yaratılarak ceza veya mükafatlarını yaşamaya başlamışlardır(bilindiği üzere diğer insanlar diriliş ve hesap için kıyameti bekleyecekler) Örnek vermek gerekirse: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır." müjdesinde bulunurlar. (Ali imran suresi 169-170) Bu ayetlere göre; 1- Diğer vefat etmiş insanlar gerçekten ölü iken(dirilmeyi beklerken), şehitler onlardan farklı olarak canlıdırlar . 2- Rabbin katında(ahiret evreninde) nimetler içinde yaşıyorlar 3- Cennette konuşurlarken hala dünyada olan ve/veya öldükten sonra henüz diriltilmemiş insanlar hakkında müjde veriyorlar (sonra onlar da cennete katılacaklar anlamında sözler söylüyorlar) Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta, şu an cennette(Rabbin 253

Katı'nda) bulunan insanlar da bizim gibi bedenli, yani maddi olarak canlılar. Zaten Kuran'a göre ruhlar alemi, ruhsal yaşam diye birşey yoktur. Ahiret yaşamı da bedenendir. Hatta melekler ve cinler de dahil olmak üzere tüm yaratılmışlar maddidir zaten(örneğin biz topraktan yaratıldıysak, cinler de ateşten yaratılmışlardır) Bu konuyla ilgili olarak yine benim "İslam'da canlıların ruhu-hayaleti yoktur" başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. ZARİYAT 22. Sizin, rızkınız da göktedir, tehdit edildiğiniz şey de. HADİD 21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete koşun. ALLAH'a ve elçisine inananlar için hazırlanmıştır. Bu, ALLAH'ın dilediğine ve/veya dileyene verdiği lütfudur. ALLAH Büyük Lütuf sahibidir. Cennetin genişliği gökler ve yer kadar denilmekte. Yani başka bir deyişle bizim kainatımız kadar büyük olduğuna işaret edilmekte cennetin. Bu da sonsuzluk yurdunun, kendi fizik yasalarına sahip başlı başına bir evren olduğunun kanıtlarındandır yine. Yani söz konusu olan yer bir bahçe veya kent büyüklüğünde değil, gezegenleri ve gökleriyle içinde yaşadığımız alem kadar devasa bir boyutta. Kısacası, "Rabbin Katı" yine Allah'ın yoktan var ettiği bir mekanın adıdır. Sonsuzluk yurdu o evrendedir, şimdiden sakinleri vardır ve diğerlerini beklemektedir. Selam ve sevgiler.

254

Kainattaki herşey O'nun yaratmasıyla... Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O’nun ayetlerindendir. Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. (42 Şura Suresi, 32-33) Ayette verilmek istenen mesaj açıktır. Eğer bu yaşantımızda birşeyler yapabiliyorsak, ya da birşeyler oluyorsa, bunun bir sebebi var. Eğer bunu sağlayan şey ortadan kaldırılırsa, o iş-oluş da kalakalır. Günümüzde gemiler isterse güneş enerjisiyle hareket etsinler. Yine değişen birşey yok. Bu sefer güneşin ışığı durdurulursa, dünyamıza ulaşmazsa gün ışığı, gemimiz kalakalır. Ya da gemi küreklerle hareket ediyorsa, bu sefer bu yolla hareketi sağlayan fizik yasaları ortadan kalkarsa, gemi hareketsiz kalır. Tabii burada anlatılan şey hayatın her alanı için de geçerlidir. Ya da yaşamın sürmesi için gerekli olan unsurlardan biri ortadan kalkarsa yaşam da kalmaz gezegenimizde. Bir uçağın veya kuşun havada kalmasını sağlayan fizik yasaları ortadan kalkarsa onlar uçamazlar. Nahl Suresi 79 Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Allah'tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir topluluk için elbette ki izler-işaretler vardır. Kısacası Şura Suresindeki “yelkenli gemi” hem “yelkenli gemiyi”, hem “diğer tüm teknolojik araçları”, hem de hayatımızdaki “bütün gerçekleştirdiğimiz veya gerçekleşen işleri” anlatmaktadır. Bütünün bir küçük parçası verilerek, o bütün göz önüne getiriliyor. Yasin 42. Onlar için gemilere benzer, binecekleri başka şeyler de yarattık. Kendimizin yaptığını veya kendiliğinden gerçekleştiğini zannettiğimiz herşey, aslında Allah’ın yarattığı düzenle ve/veya yarattığı diğer şeylerle gerçekleşebilmekte. Ya da başka bir deyişle bunları doğrudan Rabbimiz gerçekleştirmektedir, yaratmaktadır. 255

Vakia Suresi: 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. 74. O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt). 75, 76. Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindirGemilerin hareketsiz kalakalmasına bir benzer başka örnek de insana yönelik olarak verilmektedir Bakara Suresinde: 20. Şimşek neredeyse gözlerini çarpıp götürüverecek.Kendilerine her aydınlık sunduğunda, orada yürürler.Üzerlerine karanlık binince çakılıp kalırlar.Eğer Allah dileseydi, işitme güçlerini de gözlerini de elbette alıp götürürdü.Çünkü Allah herşeye Kadir'dir. 21. Ey insanlar!Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin ki, korunabilesiniz. 22. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı.Ve gökten bir su indirdi de onunla si- zin için meyvalardan/ürünlerden bir rızık çıkardı.Artık bilip durduğunuz halde Allah'a ortaklar koşmayın. Bilim ve teknoloji denilen şeyi Allah'ın koyduğu fizik kanunları, bize verdiği akıl ve ilim sayesinde gerçekleştirebiliyoruz. Kısacası gerek doğal, gerekse teknolojik nimetler, hepsi Allah'ın eseridir. 256

Geçmişteki, şu andaki ve gelecekteki... Nahl Suresi 8 Hem binesiniz diye hem de bir süs olarak atları, katırları, eşekleri de yarattı. Ve bilemeyeceğiniz daha neler yaratır O... Nahl Suresi 81 Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O'na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz. Zaten kaderimizde de programlanmıştı insanların neyi ne zaman keşfedip kullanacakları. Aslında yine tüm bunlar, şu 2 günlük imtihan hayatımızda kendimizle yüzleşmemiz, ahirette neyi hakettiğimizi görmemiz ve de bazı ufak mükafat veya cezaları daha bu dünyada tatmamız için: Casiye Suresi 22 Ve Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Ta ki her benlik, kazancının karşılığıyla, hiç kimse zulme uğratılmaksızın, yüz yüze getirilsin. Necm Suresi 31 Göklerde ne var yerde ne varsa Allah'ındır. Bu, Allah'ın; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi içindir. Allah'ın sürekli olarak birşeyi tekrar tekrar yaratması, insanlar tarafından sanki kendiliğinden oluşan mekanik bir düzen gibi algılanmasına karşın, aslında yine Rabbimizin doğrudan yaratışları söz konusudur: Neml Suresi 64 Yoksa yaratmaya başlayıp sonra tekrar tekrar yaratan ve sizi gözeten ve yerden rızıklandıran mı hayırlı? Allah'ın yanında bir ilah mı var? De ki: "Getirin susturucu kanıtınızı, eğer doğru sözlüler iseniz." Ankebut Suresi 19 Hiç görmediler mi, Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu tekrarlıyor/yeni baştan yapıyor. Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır. Kamer Suresi 3 Yalanladılar; kendi heves ve kuruntularına uydular. Oysaki her iş ve oluş karara, ölçüye ve düzene bağlanmıştır. Ama aynı zamanda Rabbimiz bunların kendiliğinden-değiştirilemez bir düzen falan olmadığını, dilerse farklı şekillerde yaratabileceğini,yani koyduğu yasaları da değiştirebileceğini, hatta bu düzenlerin sonradan var olduklarını da örnekleriyle gösteriyor. 257

Örneğin yaratmak için anne+baba=doğuma yani cinsellik aracılığına ihtiyacı olmadığını delilleriyle sunuyor: Ali İmran Suresi 59 Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir.Onu topraktan yarattı, sonra ona “ol” dedi.Artık o, olur. (İsa da tıpkı Adem gibi cinsellik olmadan yaratılmıştır, birinde baba yoktur, diğerinde ise hem anne hem de baba yoktur, durumları benzerdir) Yine doğrudan(atasız) yaratmaya örnek: Maide Suresi 110 Hani, Allah şöyle demişti: "Ey Meryem'in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs'le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap'ı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: "Açık bir büyüden başka bir şey değil bu." Bunun dışında ahiret evreninde insanların yine doğrudan topraktan yaratıldığını, hatta kainatın yoktan var edildiğini belirten ayetler de bu durumu güzelce tasvir eder. Selam ve sevgiler.

258

Ruhla ilgili bir soruya cevabım İslam'da canlıların ruhu-hayaleti olmadığını çalışmamda ayetlerle göstermiştim: http://www.diniyazilar.com/dy/oku/1425/islamda-canlilarin-ruhuhayaleti-yoktur.htm Şimdi bu konuyla ilgili bana gelen soruyu ve altına verdiğim cevabı da aktarıyorum; Başka bir forumda Shaban nikli katılımcı sordu: QUOTE Hocam, farzedelim dünyada mükemmel bir klonlama ve senin beynindeki hatıralarını vs yi içeren tüm bilgiyi başka bir beyne kopyalama teknolojileri olsun. Senin aynını klonladılar ve beynindeki bilgiyi aynen o klonuna aktardılar. Yani senin madde olarak aynını yarattılar. Sonra sana dedilerki, sen kopyanda zaten yaşamaya devam edeceksin." Kabul eder misin? Yerinde olsam ben etmem, çünkü o klon sen değilsin, tamamen başka biri. Ne onun yediği pirzolanın tadını alırsın, ne de onun etini yakan ateşin acısını hissedersin. İşte ruh kavramı bence burdan geliyor. Eğer Allah beni ödüllendirmek yahut cezalandırmak için tekrar diriltecekse, o ben olmalıyım, beni temsil eden başka bir varlık değil. Aksi durumda ben bugün, ahirette başka bir varlığın mutlu yaşaması için bir anlamda kendimi belli şeylerden mahrum eden bir enayi durumuna düşerim.İşte bu yüzden benim hiç yok olmayan bir parçam olmalı ki, yarın ahiretteki ceza yada ödülün muhatabı olsun. Keza İsra 85'te Allah peygabere "sana ruhtan sorarlar, deki bu konuda bana çok az ilim verilmiştir" diyor. Herhalde peygambere vahyi ya da cebraili sormuyorlar, bildiğimiz ruh olayını soruyorlar. Eğer ruh diye bir şey olmasa Allah, o eskilerin masalıdır der geçer, ama öyle demiyor. Bilmiyorum dediklerim hakkında ne düşünürsün ? vesselam 259

CEVABIM Senin bahsettiğin "canının bedenle bütünleşmesi sonucu ortaya çıkan nefsin". Hayır, ahiretteki yaratılış senin kopyan değil, sen olacaksın. Ama bu nefsin, tek başına var olabilen ve düşünebilen varlık falan değil. Yaşam enerjisinin(ki o da elektrik gibi maddidir) bedenle buluşması sonucu yine sana özgü nefsin ortaya çıkacak. Senin sen olman için, içine bir hortlağın girmesi gerekmiyor. Tam tersine, onun olmaması gerekiyor. Yoktan nasıl yaratıldıysan ve bu "sen" olduysan, yine aynı şekilde olacak Verdiğin ayette vahiy ve ilgili melekten bahsediliyor. Ama yine ortada hortlakla ilgili bir soru falan yok. Fakat hadis veya İncil gibi başka kaynakların etkisi altında kalırsan, ruhları soruyor zannedersin. Kuran'da özel isim olarak Ruh(vahiy meleği) hep tek başına geçer. Hiçbir insana ait falan değildir. O da senin benim gibi bir kuldur ve görevi de vahyi iletmektir. Bir de şu ayetler de konuyla bağlantılı: KAF 2 İş sanıldığı gibi değil! Kendilerine içlerinden bir uyarıcı geldi diye şaştılar da şöyle dediler o küfre batanlar: "Acayip şey bu!" 3 Ölünce mi, biz toprak olunca mı? Çok uzak bir dönüştür bu." 4 Toprağın onlardan neyi eksilttiğini pek iyi bilmişizdir biz. Her şeyi saklayıp koruyan bir Kitap var katımızda. İnkarcılar, öldükten sonra bedenlerinin tamamiyle yok olacaklarını düşünüyorlar. Ama 4. ayette onlara gerekli cevap veriliyor. Parmak uçlarına kadar tüm bilgiler kayıtlıdır ve yeni yaratılışta yine "aynı insanlar" olarak var olacaklardır. ********* 260

Bu dünyadaki bedenin de sürekli yenileniyor. Her 8 yılda bir falan tüm hücrelerin yenilenmiş oluyor. Son araştırmalarda, bugüne kadar yenilenmediği düşünülen beyin hücrelerinin bile yenilendiği iddiaları var. Yani 10 yıl önceki bedeninden hiçbir kırıntı yok şu anda. Seni sen yapan, senden bir parçanın kalması değildir. Seni sen yapan, Allah'ın gözünde senin sen olmandır. Allah'ın sana yüklediği değer ve bireyselliktir. Bir zaman makinasına atlayıp geçmişe gidebilsen kendinin eski haline ulaşacaksın. Ama ortada bir sorun olacak, 2 tane sen olmuş olacaksın. Bir zamanda yolculuk yapan, bir de geçmişe gittiğinde karşılaştığın sen.İki tane Şaban yanyana gelmiş olacak. Ama Allah seni birey olarak yarattığından, sen yine benliğinden birşey kaybetmemiş olacaksın. İkizler, kopyalama olayı başkadır, bu bambaşka... Allah seni birey olarak yaratmış ve seni biliyor. Seni sen yapan parçan-molekülün vs. değil, budur. Selam ve sevgiler.

261

Bir mezhep-hadis inanırına cevabım Bir forum'da mezhepleri savunan katılımcı, Kuran'da namazın, abdestin ve diğer ibadetlerin ayrıntısının olmadığını iddia etti. Bense ona durumun tam tersini olduğunu, Kuran'ın tüm ibadetlerin ayrıntılarını içerdiğini delilleriyle gösterdim. Örneğin abdestin ayrıntısıyla anlatımı şöyledir Kuran'da: NAMAZ ABDESTİ Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda; Yıkayınız: yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi. Sıvazlayınız: başınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Eğer hasta veya yolculukta iseniz, veya biriniz ayak yolundan geldi ise, ya da kadınlara dokunduysanız, ve de su bulamamışsanız: Temiz bir toprakla yüzünüzü ve ellerinizi sıvazlayın. Allah size zorluk çıkarmak istemez. Allah sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki; şükredersiniz. 5- Maide Suresi 6 BOY ABDESTİ Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de -yolculuk hali müstesna- yıkanıncaya (gusül edinceye, boy abdesti alıncaya) kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculuktaysanız, biriniz ayak yolundan gelmiş, yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinizi ve ellerinizi sıvazlayın. Allah affedici, bağışlayıcıdır. **************** İşte Rabbimizin abdestte belirlediği ve bildirdiği tüm ayrıntılar bunlardır. Bunun dışında ayrıntı ilave etmeye kalkmak, Rablik taslamaktır. Ya da Allah'ın sözlerinin dışında dini hüküm verici kaynak edinmek, Allah'a ortak koşmak demektir. Tabii tartıştığım mezhep-hadis inanırı katılımcı ezberine devam etmeye kalktı ve ayetlera karşı şunları söylemeye kalktı(aklı sıra ayetlerin yetersiz olduğunu savunuyordu); 262

Cübbeli nikli katılımcı söyledi: "Nasıl temizleneceğim? Mendille mi su ile mi? ? Cünüplük ne demek? "kadınlara dokunduysanız" ne demek? Otobüste kadına değersem cünüp müyüm? Kadın bana değerse o da cünüp mü? BEN DE ONA ŞU ŞEKİLDE CEVAP VERDİM Bak Kuran senin bu yaptığının aynısını yapmaya kalkanları(apaçık ve detaylı ayet bilgilerine iman etmek istemeyenleri, olmayan ayrıntılar eklemek isteyenleri), senin gibileri bir örnekle ne güzel anlatıyor: BAKARA 67 Mûsa, toplumuna dedi ki: "Allah size, bir inek boğazlamanızı emrediyor." Dediler ki: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Dedi ki: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." 68 Şöyle konuştular: "Çağır Rabbine bizim için, açıklasın bize neymiş o!" Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim ne yaşlıdır ne de körpe. İkisi arası bir inektir." Hadi size emredileni yapın! 69 Şöyle dediler: "Çağır Rabbine bizim için, neymiş onun rengi açıklasın bize." Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim, sarı, rengi parlak bir inektir; seyredenlere mutluluk verir." 70 Şöyle dediler: "Dua et Rabbine, açıklasın bize neymiş o! Çünkü bu inek, bizim gözümüzde başkalarıyla karıştı. Ve biz, Allah dilerse, doğruya ve güzele elbette kılavuzlanacağız." 71 Cevap verdi Mûsa: "Allah diyor ki, bahsettiğim, boyunduruk yememiş bir inektir; toprağı sürmez, ekini sulamaz. Salma hayvandır. Alaca yoktur onda." Dediler ki: "İşte şimdi gerçeği getirdin." Ve ardından onu boğazladılar, az kalsın yapmayacaklardı. -------------------------------------------------------------------------------Selam.

263

Ruhçuluğun Hıristiyanlıktaki tezahürleri Ruhçu öğreti-paganizm binlerce yıldır insanlara panteizmi, çok tanrıcılığı, çilekeşliği, kutsal insanları,kolektivizmi, evrimi ve komünizmi aşılamaya çalışıyor. Bu uğurda İncil gibi eski kutsal kitaplara bile sızıp pagan felsefeyi şırınga etmeye çalıştılar. İblis söz vermişti din yolu üzerine kurulup, insanları aldatacağına. A'raf Suresi 16 Dedi: "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım." İblis'in dini dejenere etmeye çalışacağı ve insanları yine din maskesiyle aldatmaya çalışacağı bilgisi Kuran'da verilmektedir: Fatır Suresi 5 Ey insanlar, Allah'ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi sakın aldatmasın! O yaman aldatıcı, o çok gururlu, sizi sakın Allah ile aldatmasın. İnsanların ayağını kaydırıp, onların dünya ve ahirette nimetlerden uzak kalmasını istiyordu bu cin, her zaman dini yozlaştırmaya çalışırken... Hıristiyanlık yine Hinduizm ve diğer dinlerde olduğu gibi sonradan ruhçu paganizmin egemenliği altına girip değişime uğramış, kaynağı bile değiştirilmiş, bugünkü halini almıştır. Hatta adı bile sonradan değişmiştir. Bu ruhçulukta zenginlik ve nimetler olumsuz şeyler olarak gösterilir.Ve durum böyle olunca da, olağanüstü zenginliklere sahip Davut ve Süleyman peygamberler birer günahkar gibi gösterilmeye çalışılmıştır Hıristiyanlıkta. Cinlerin öğretisi olan ruhçu öğretiye göre dünya güzellikleri ve madde kötüdür ve bir leştir. Bu yüzden dünya nimetleri ve zenginlik içerisinde yüzen kişiler bir şekilde "kirli" ve "günahkar" olarak gösterilmeye çalışılır. Değişmiş İncil'de de bu olmuş, çok zengin olan Davut ve Süleyman peygamberlere çeşitli iftiralar atılarak aslında zenginlik kötülenmek istenmiştir. Hatta bu peygamberler tam bir peygamber bile sayılmamış, birer günahkar kral gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Yabancı filmlerde de görmüşsündür belki, Davut ve Süleyman peygamberler sözde günahkar ve isyankar birer kral olarak gösteriliyor. Etraflarında ise yarı çıplak, 264

ellerinde asaları olan fakir ruhbanlar-kahinler dolaşıyorlar. Sözde asıl peygamberler bu sefil ruhbanlarmış gibi gösteriliyor ve sanki bu kahinler Tanrı'dan aldıkları ayetleri onlara iletiyor gibi bir hava yaratılıyor. Çünkü ruhçu öğretiye göre erdemli ve iyi olmanın yolu sefillikten ve dünya nimetlerinden el etek çekmekten geçiyor. Böyle olunca da Hıristiyanlıkta, çok zengin ve nimetler içerisinde yaşayan Davut ve Süleyman tam peygamberlerden bile sayılamıyor. Bu yüzden onlara büyük iftiralar atılıyor ve sanki gerçek elçiler onlar değilmiş de çevrelerindeki kahinler gerçek peygamberlermiş gibi sunuluyor. Kuran ise bu iftiraları yalanlar ve gerçekleri yazar. Bu elçiler hem çok zengin hem de en erdemli insanlardandır.Allah'ın en sevgili ve cennetlik kulları arasındadırlar. Hatta Kuran'da Süleyman peygamber, belki de en çok övülen ve cennetle müjdelenen insandır. Kuran'a göre elçilerin daha bu dünyada cennetimsi bir yaşama kavuşmaları,onların Allah'ın sevgili kulları olduklarını göstermektedir. İslam'a göre iyiler bu dünyada da güzellikleri yaşamaya başlarlar. Ruhçu öğreti de ise bu durum tam tersinedir. -Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarını uydurdular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı(Bakara 102'den alınmıştır) Sad Suresi 30 Davûd'a Süleyman'ı armağan ettik. Ne güzel kul! Hep Allah'a sığınır, yakarırdı. İncil'e komünist unsurların sokuşturulmasına Yahudi Essenlilerin aracı olmuş olması muhtemeldir. Essenliler mezhebinin kolektivist olduğu söylenmektedir. Marksist Yahudi yazar Max Beer de "Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi" adlı kitabında benzer şeyleri söylemiş. İncil'de serveti kötüleyen ve sol felsefeyi şırınga eden ifadelere örnekler: "İsa şakirtlerine dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat yiyecekten ve beden giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın, onlar ne ekerler, ne de biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları var, Allah onları besler, sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz?". "Eğer kâmil olmak istersen git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacaktır ve gel, benim ardımca yürü". 265

"Yine size derim: Devenin iğne deliğinden geçmesi zengin adamın Allah'ın melekûtüna girmesinden daha kolaydır". Tabii Kuran helal yoldan elde edilmiş zenginliği ve zenginleri överek değiştirilmiş İncil(ler)in bu sinsi propogandasını suratlarına çarpar. Ayrıca yukarıdaki değiştirilmiş incil sözünün de gerçeğini yazarak yine değiştirilmiş kitapların ipliğini pazara çıkarır: A'raf Suresi 40 Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz. Yani zenginler değil, büyüklük taslayanlar inkarcılar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceklerdir. Kuran, zenginliğin ve nimetlerin yanı sıra bilimi ve bu yolda çalışmayı da destekler. Ve gerçekleri sunar. Zaten bu sayede İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar birdenbire olağanüstü bir medeniyete ulaştılar. Ama ne yazık ki daha sonra birçok Müslüman bile Kuran'ı değil, değiştirilmiş İncil'i hadis ve tasavvuf öğretileri aracılığıyla takip etmeye kalkmış ve bugün sefilliğin-ruhçuluğun pençesine düşmüştür. Ruhçuluğun diğer unsurlarındandan ruhlar alemi ve kutsal insanlarruhbanlar inançlarını yine Hıristiyanlıkta görüyoruz. Azizler(ermişler), rahipler yine tıpkı diğer ruhçu öğretilerde olduğu gibi Hıristiyanlığa da sokuşturulmuştur. Hadid Suresi 27 Sonra onların eserleri üzere, resullerimizi art arda gönderdik. Meryem'in oğlu İsa'yı da onların ardınca gönderdik. Ona İncil'i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Bir bid'at olarak ortaya çıkardıkları ruhbaniyeti, onlar üzerine biz yazmamıştık. Allah'ın rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Ama ona gerektiği şekilde saygılı olmadılar. Onların, iman edenlerine ödüllerini verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmış olanlardır. Tevbe Suresi 31 Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O. Yine paganizmin temellerinden panteizm ilk bakışta Hıristiyanlıkta yok 266

gibi gözükse de, aslında üçleme de kendi içinde parelel mantığı içerir. Tek Tanrının üçleme şeklinde tezahür ettiğine inanılır. Bu inancı, ruhçuluğun etkisi altındaki diğer din ve öğretilerde de görüyoruz. Örneğin Hindular da aslında tek tanrıya inandıklarını, sayısız tanrılarının ana Yaratıcının bir yansıması veya tek bir bütünün parçaları olduğunu ifade ederler. Yani çok tanrıcı olduklarının farkına dahi varamazlar panteist felsefe içerisinde, hatta en hakiki tek tanrı inancının bu olduğunu iddia ederler. Ama gerçekte tam bir şirk batağındadırlar. Maide Suresi 73 Yemin olsun ki, "Allah, üçün üçüncüsüdür!" diyenler de küfre batmıştır. Bir tek Tanrı dışında hiçbir ilah yoktur. Bu söyleyegeldiklerine son vermezlerse, onların küfre sapanlarına korkunç bir azap mutlaka gelip çatacaktır. Izdırabın övülmesi, evlilikten uzak durmak gibi unsurlar da yine pagan ruhçuluktan Hıristiyanlığa ve daha evvelki dinlere geçmiştir. Yine bu doğrultuda İsa'nın sefillik ve işkence dolu bir hayat yaşadığı yalanı benimsenmiştir. Sonra bu inançlar uydurma hadisler ve tasavvuf yoluyla İslam dünyasına da aşılanmak istenmiştir. Hatta reenkarnasyon inancı bile... Yine Hıristiyanlıktaki cennet inancı da ruhçuluk doğrultusunda şekillenmiştir. Belki ilk bakışta bedensel ve maddi ahiret dünyasını kabul etmektedir değiştirilmiş İncil, ama gerçekte pagan mistisizmdeki gibi, oradaki yaşam derviş-aziz yaşantısı gibi kabul edilir. Yeme içme ve cinsellik-evlilik gibi nimetler olmayacaktır değiştirilmiş İncil`e göre: Matta 22: 30 "Dirilişten sonra insanlar ne evlenir, ne de evlendirilir, gökteki melekler gibidirler. Luka 20: 34 İsa onlara şöyle dedi: "Bu çağın insanları evlenip evlendirilirler. 20: 35 Ama gelecek çağa ve ölülerin dirilişine erişmeye layık görülenler ne evlenir, ne evlendirilir. 267

20: 36 Bir daha ölmeleri de söz konusu değildir. Çünkü meleklere benzerler ve dirilişin çocukları olarak Tanrı`nın çocuklarıdırlar. Çünkü bilindiği üzere, ruhçuluğa göre maddi nimetler kötüdür ve insanoğlu dünya-ahirette bu nimetlerden uzak kalmalıdır. Bu kabuller yine tasavvuf gibi öğretilerle daha sonraları İslam dünyasına da aşılanmaya çalışılmış, insanın ahiret yaşantısında tanrısallaşacağı, birleneceği ve maddi nimetlerden ebediyen uzak kalacağı inancı ustaca işlenilmiştir. Ama gerçekte ise Kuran`a göre tam tersine, nimetler insanlar için yaratılmış olağanüstü hediyelerdir ve ahirette sonsuza dek insanlar bu hediyeleri deneyimleyecektir. İnsanoğlu sonsuza dek insan olarak kalacaktır: "Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet aldığı her şey var. ve siz orada süresiz kalacaksınız. "(Zuhruf Suresi 71. ) Cinsellikten satranca kadar aklınıza gelebilecek tüm nimetler vardır cennette: -De ki "Allah`ın kulları için verdiği süslenecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin temiz olanlarını kim yasak edebilir?"yine de ki "bunlar dünyadaki inançlı kişilerindir. ahirette ise yalnız onlarındır". ayetlerimizi anlayanlara bu şekilde açıklamaktayız. (Araf süresi 32. ayet) Ayrıca ruhçulukta kötülük ve günah tekamül için gerekli görülür. Ve yine bu hastalıklı görüşe göre ızdırap da gerekli olduğundan, biri sana kötülük yapsa bile karşı koymaman istenir. İşte yine ruhçuluktaki bu inanç da değiştirilmiş İncil'e eklenmiştir: Matta 5:38-44 38 "'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. 39 Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. 40 Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. 41 Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. 42 Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin." 268

43 "'Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin' dendiğini duydunuz. 44 Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Bu ruhçu felsefenin gerçek amacı ise günahı ve kötülüğü masum göstermeye kalkmak, yeryüzünden iyiliği ve adaleti kaldırıp kötülüğün egemen olmasını sağlamaktır. Ayrıca yine insanların insanlara kul olmasınının yolunu açmaktır... Kısacası ilk bakışta sevgi dolu gibi gözüken bu İncil sözleri aslında tam tersine, ızdırabı, günahı ve şiddeti istemektedir. Bir tek Kuran korunmuştur bunlardan ve bu yüzden tek geçerli dini kaynak odur. İslam günahdan uzak durmayı ve birey haklarının korunmasını emreder. İncil ve Tevrat koruma altında olmadıklarından dolayı bugün bu değiştirilmiş halleriyle din dışıdırlar. Sadece Kuran Allah'ın gerçek öğretisini ve yolunu sunmaktadır. Eğer Kuran'ın tek dini kaynak olduğunu kabul edip gerçek İslam'a yönelirsek, ruhçuluğun tuzaklarından korunabilir ve Rabbimizin istediği gerçek bir mümin, doğruluk üzere bir tek tanrıcı, Müslüman olabiliriz. Her iki dünyada da güzelliklere ve kalıcı kazanca ulaşmanın yolu da buradan geçmektedir. Selam ve sevgiler.

269

Dört boyutlu bir şekil: Hiperküp Eğer evrende 4 boyutlu şekiller varsa, işte kübünün 3 boyutlu gölgesini görebilirsiniz. Ama dikkat edin ekranınız 2 boyutlu. Yani 4 boyutlu bir şeklin, 3 boyutlu gölgesini sizin 2 boyutlu ekranınızda, 2 boyutlu olarak görüyorsunuz. Yani gölgenin gölgesi... Bu teorik hiperkübü internette ilgili sitelerde görüp inceleyebilirsiniz. Eğer bizler iki boyutlu olsaydık, üç boyutlu bir topun veya kürenin sadece 2 boyutlu bir gölgesini görebilecektik ki bu da bir daire olacaktı bizim için. Ama 3 boyutlu bir topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini de tam olarak göremiyecektik. Şimdi biz 3. boyuttan baktığımız için rahatça topun 2 boyutlu daire şeklindeki gölgesini görebiliyoruz. Ama 2 boyutlu canlılar yukarıdan bakamıyacağı için gölgenin yalnızca bir kısmını görecekler arkasını göremiyeceklerdir. Daha doğrusu gölgeyi bir "dışbükey çizgi" şeklinde görecekler ve tam olarak algılayamayacaklardır 2 boyutlu olarak bile... Bunu engellemek için bizim hiperküp de yaptığımız gibi şekli "şeffaf" hale getireceklerdir. Bu sefer de şekli(2 boyutlu gölgeyi) tam olarak görebilecekler ama birbirleriyle bağlantılı bir dışbükey ve bir içbükey çizginin içiçe geçtiği ve karıştığı izlemine kapılacaklardır. Kaldı ki şeklin 3 boyutlu asıl orjinal halini hayal bile edemeyeceklerdir. Bu arada Kabe arapça "küp" anlamına geliyor. Kabenin şekli bir küpü anımsatıyor hatta milimetrik olmasa da şekil itibariyle küp olduğu söylenebilir. (bir dikdörtgen prizma olduğu da söylenebilir tabii) Ve bu yüzden bazı kimseler Kabe ile hiperküp arasında bağlantı kurmak istiyor ama bu özellikle ruhçuların yaptığı biraz zorlama bir zihin jimnastiği. Bunun dışında başka bir tespiti sunmak istiyorum. İki boyutlular dünyasında hiçbir canlı, 3 boyutlu canlılardan kaçamaz, saklanamaz. Evinin içine saklandığını zanneden ve 3 boyutlu varlığı 270

göremeyen iki boyutlu canlının evine yukardan hiçbir engele takılmadan girebilir. Çünkü onun 2 boyutlu dünyasında yükseklik diye birşey olmadığından örneğin çember şeklindeki bir duvarın onu koruduğunu zannederken yukarıya doğru tamamen savunmasızdır. Sadece bununla da kalmıyor. Bedeninin içi, hatta organlarının içini bile görebilir ve dokunabilir bir üst boyuttaki varlık. Aynı şekilde 4 boyutlu veya daha fazla boyutlu bir canlı olsaydı o da 3 boyutlu varlıkları her yerde rahatça bulabilecek, hatta isterse iç organlarına bile müdahale edebilecekti. Örneğin (eğer üst boyut diye birşey varsa tabii) 4. boyutta yaşayan bir meleğe karşı ne durumda olduğumuzu daha iyi anlayabiliriz artık sanırım. Selam ve sevgiler.

271

Tevrat'ta yaratılmışların Tanrı zannedilmesi Evet değişmiş eski kitaplarda elçiler-peygamberler melek veya tanrı zannediliyor. İşte anlatan kişinin baştan tanrı zannettiği hava aracının temsili resmi:

a UFO as imagined by Blumrich HEZEKİEL Rab'bin Görkemi Hezekiel'e Açıklanıyor BÖLÜM 1 Hez.1: 1 Otuzuncu yılda*fa*, dördüncü ayın* beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrı'dan gelen görümler gördüm. D Not 1:1 "Otuzuncu yıl": Anlamı kesin olarak bilinmiyorsa da, Hezekiel'in yaşının otuz olduğu sanılıyor. Hez.1: 2 Kral Yehoyakin'in sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci 272

günü, Hez.1: 3 Kildan* ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin* Hezekiel'e seslendi. RAB'bin eli orada onun üzerindeydi. Hez.1: 4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu. Hez.1: 5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu; Hez.1: 6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı. Hez.1: 7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç* gibi parlıyordu. Hez.1: 8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı. Hez.1: 9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu. Hez.1: 10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı. Hez.1: 11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu. Hez.1: 12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı. Hez.1: 13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu. Hez.1: 14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı. Hez.1: 15 Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm. Hez.1: 16 Tekerleklerin görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi 273

parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi. Hez.1: 17 Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu. Hez.1: 18 Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu. Hez.1: 19 Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe, tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Hez.1: 20 Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. Hez.1: 21 Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi. Hez.1: 22 Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı. Hez.1: 23 Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı. Hez.1: 24 Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten'in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı. Hez.1: 25 Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu. Hez.1: 26 Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu. Hez.1: 27 Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve 274

çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı. Hez.1: 28 Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB'bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. Görünce, yüzüstü yere yığıldım, birinin konuştuğunu duydum. Rab Hezekiel'i Çağırıyor BÖLÜM 2 Hez.2: 1 Bana, "Ey insanoğlu, ayağa kalk, seninle konuşacağım" dedi. Hez.2: 2 O benimle konuşur konuşmaz Ruh içime girdi, beni ayaklarımın üzerinde durdurdu; benimle konuşanı duydum. Hez.2: 3 Bana, "Ey insanoğlu, seni İsrail halkına, bana başkaldıran o asi ulusa gönderiyorum" dedi, "Onlar ve ataları bugüne kadar bana karşı geldiler. Hez.2: 4 Bu halk dikbaşlı ve inatçıdır. Seni onlara gönderiyorum. Onlara, 'Egemen RAB şöyle diyor diyeceksin. Hez.2: 5 Bu asi halk seni ister dinlesin, ister dinlemesin, yine de aralarında bir peygamber olduğunu bilecektir. Hez.2: 6 Sen, ey insanoğlu, onlardan ve sözlerinden korkma! Çevrende çalılar, dikenler olsa, akrepler arasında yaşasan bile korkma. Asi bir halk olsalar bile, onların söyleyeceklerinden korkma, onlar yüzünden yılgınlığa düşme. Hez.2: 7 Seni ister dinlesinler, ister dinlemesinler, onlara sözlerimi söyleyeceksin. Çünkü onlar asi bir halktır. Hez.2: 8 Sen, ey insanoğlu, sana söyleyeceğimi dinle! Bu başkaldıran halk gibi asi olma! Ağzını aç, sana vereceğimi ye!" Hez.2: 9 Baktım, bana doğru uzanmış bir el gördüm; içinde tomar halinde bir kitap vardı. Hez.2: 10 Tomarı önümde açtı, her iki yanı da yazılıydı. Orada ağıtlar, iniltiler, figanlar yazılıydı. BÖLÜM 3 275

Hez.3: 1 Bana, "Ey insanoğlu, sana verileni ye. Bu tomarı yedikten sonra git, İsrail halkına seslen" dedi. Hez.3: 2 Böylece ağzımı açtım, yemem için tomarı bana verdi. Hez.3: 3 Bana, "Ey insanoğlu, sana verdiğim tomarı ye, mideni onunla doldur" dedi. Bunun üzerine tomarı yedim. Bal gibi tatlı geldi bana. Hez.3: 4 Sonra şöyle dedi: "Ey insanoğlu, İsrail halkına git, onlara sözlerimi ilet. Hez.3: 5 Çünkü seni konuşması anlaşılmaz, dili zor bir halka değil, İsrail halkına gönderiyorum. Hez.3: 6 Evet, seni konuşması anlaşılmaz, dili zor, dediklerini anlamadığın halklara göndermiyorum. Onlara gönderseydim, seni dinlerlerdi. Hez.3: 7 İsrail halkı seni dinlemek istemeyecektir, çünkü o beni dinlemek istemiyor. Bütün İsrail halkı dikbaşlı ve inatçıdır. Hez.3: 8 Seni onlar kadar inatçı yapacağım, senin alnını onlarınki kadar katılaştıracağım. Hez.3: 9 Alnını çakmak taşından daha sert bir kaya gibi yapacağım. Her ne kadar asi bir halksalar da onlardan korkma, yılma." Hez.3: 10 Bana, "Ey insanoğlu, iyice dinle ve sana söyleyeceklerimi yüreğine yerleştir" dedi, Hez.3: 11 "Şimdi sürgünde yaşayan halkına git ve seni ister dinlesinler, ister dinlemesinler, onlara, 'Egemen RAB şöyle diyor de." Hez.3: 12 Sonra Ruh beni kaldırdı ve arkamda, "RAB'bin görkemine kendi yerinde övgüler olsun!" diye büyük bir gürleme duydum. Hez.3: 13 Canlı yaratıkların birbirine çarpan kanatlarının çıkardığı sesi, yanlarındaki tekerleklerin gürültüsünü, büyük bir gürleme duydum. Hez.3: 14 Ruh beni kaldırıp götürdü. RAB'bin güçlü eli üzerimde olduğu halde, üzüntüyle, öfkeyle gittim. Hez.3: 15 Kevar Irmağı kıyısındaki Tel-Abib'de yaşayan sürgünlerin yanına 276

geldim. Orada, yaşadıkları yerde onların arasında şaşkınlık içinde yedi gün kaldım. ***************************************** Bu yukarıdaki resimdeki aracın tam yere indiği sırada bir de her 4 kolundan tekerleğin çıkıp yerde dönmeye başladığını düşünün. İşte size yine tanrıyla karıştırılan bir obje daha. Şimdi ben de bir devam senaryosu yazayım: Ezekiel dehşetle yere kapanmıştı. Ama karşısındaki ürkütücü şeyden ses gelmeye devam ediyordu: -Ne yapıyorsun? Sen de böyle yaparsan....ben de senin gibi insanım. Tahtta oturan insanımsı varlık araçtan aşağıya inmişti. -Hayır dostum ben tanrı falan değilim. Alemlerin Rabbi olan Allah tektir ve yaratılmış hiçbirşeye benzemez. Zaten bu evrende de değildir o,yarattıklarından tamamen ayrıdır.Ben de senin gibi Allah'ın bir elçisiyim. Kalk ayağa çok önemli görevilerin var. Bu görmüş olduğun araçlar eski çağlarda çok olağandı ama şimdi seni şaşırttı biliyorum. Eskiden o kadar gelişmiş medeniyetler vardı ki.....ama birçoğu inkar ve kibirleri yüzünden helak edildiler.Yine aynı sorun dünyada var. Onları uyarmalı ve tek Allah'a imana davet etmelisin.......... Evet peygamber uzay aracına binerek büyük bir gürültü içerisinde götürülüyor. Ayrıca tevratta diğer pekçok elçi Rab zannediliyor, onlarla güreş tutularak ,el ense çekilerek tuş ediliveriyor. Bazı yerlerde de bu tür elçiler veya taşıtlar "melek" zannediliyor. Aynı hatayı hindu metinlerinde de görüyoruz. Gelişmiş teknoloji kullanan insanlar melek,tanrı veya yarı tanrı yarı melek zannediliyor. Kuran'da ise böyle bir çorba,karıştırma asla bulamazsınız. Melekse melek, Allah ise Allah, elçi ise elçi, taşıt ise taşıttır bahsedilen. Örneğin Süleyman peygamberin emrine verilen 3 çeşit araca hiçbir zaman melek veya Rab denildiğini göremezsiniz. Çünkü Kuran insan gözlemi bir hadis kitabı değil, doğrudan Allah'ın sözlerini içermektedir. Selam ve sevgiler. 277

278

Yine ayetlerden bir bilgelik dersi daha ARAF 163. Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. 164. İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: "Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı bir topluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz? Dediler ki: "Rabbinize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." Kimin sonsuz zalimlerden olduğunu veya kimin iyilerden olduğunu bir tek Rabbimiz bilir. Bugün Müslüman olan yarın vazgeçebilir veya zaten gerçek bir Müslüman olmayabilir veya bugün inkarcı olan yarın iman edebilir. İşte burada 164. ayetteki gerçekleri tebliğ edenlerin cevabı muhteşem. Tam bir bilgelik... Evet bu sayede hem saflarını belli etmiş oluyorlar, hem de Allah'ın bildiği ama onların o an bilmediği, sonradan iman edecek olanlara vesile olmuş olacaklar. Şu 2 günlük imtihan, insanları içindekilerle yüzleştirme dünyasında, herkes bir vesileyle hakettiği imana veya imansızlığa kavuşacak. Ki ahirette aleyhlerinde veya lehlerinde deliller önlerine sunulabilsin. Rabbimiz hepimizin, sonsuza dek bu dünyada yaşasaydık iyilerden mi yoksa kötülerden mi olacağımızı bile biliyor. Bize de bir imtihan örneği yaşattırarak, kendimizle yüzleştiriyor. Selam ve sevgiler.

279

Rabbimizin bizlere sorduğu sorular Birkaç örnek verelim: DİŞİ (ankebut) 29:19 ALLAH`ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29:20 De ki, "Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün."6 Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH`ın her şeye gücü yeter. ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? FATIR SURESİ 27. ALLAH`ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Onunla çeşitli renklerde ürünler çıkarırız. Hatta dağlarda bile beyaz, kırmızı veya rengarenk katmanlar vardır. Bazı yollar ise siyahtır. 28. Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH`ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır TUR SURESİ 35. yoksa onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? yoksa bizzat kendileri mi yaratıcıdır? 36. yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır, onlar gerekli bilgiye ulaşamıyorlar! 37. yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? yoksa güç ve egemenlik sahibi onlar mı? Enbiya Suresi 43 yoksa onların; kendilerini bize karşı siperleyecek tanrıları mı var? Ne kendilerine yardıma güç yetirebilirler ne de bizden bir dostluğa muhatap olurlar. 280

-------------------------------------------------------------------------------Enbiya Suresi 50 Bu, bereketli bir Zikir'dir ki, onu indirdik. yoksa siz onu inkâr mı ediyorsunuz? -------------------------------------------------------------------------------Neml Suresi 60 yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size bir su indiren mi hayırlı? Biz o suyla sizin için gözler-gönüller açan bahçeler bitirdik. Sizin, onların bir tek ağacını bitirmeniz mümkün değildi. Allah'ın yanında bir ilah mı var? Hayır! Ama onlar döneklik eden bir topluluktur. -------------------------------------------------------------------------------Neml Suresi 61 yoksa yeri bir karargâh yapıp şurasına-burasına nehirler serpiştiren, üzerine dayanaklı dağlar konduran ve iki deniz arasına bir engel yerleştiren mi hayırlı? İlah mı var Allah'ın yanında!? Hayır! Ama onların çokları ilimden nasipsizliği sürdürüyorlar. -------------------------------------------------------------------------------Neml Suresi 62 yoksa zorda kalan yalvardığında, onun imdadına yetişip sıkıntı ve kaderi kaldıran, sizi yeryüzünün hükmedenleri kılan mı hayırlı? Allah'ın yanında bir ilah daha var mı!? Ne kadar da az ibret alıyorsunuz! -------------------------------------------------------------------------------Neml Suresi 63 yoksa size karanın ve denizin karanlıkları içinde yol gösteren ve rahmetini önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi hayırlı? Allah'ın beraberinde bir ilah daha mı var?! Allah, onların ortak tuttuklarından uzaktır, arınmıştır. -------------------------------------------------------------------------------Neml Suresi 64 yoksa yaratmaya başlayıp sonra tekrar tekrar yaratan ve sizi gözeten ve yerden rızıklandıran mı hayırlı? Allah'ın yanında bir ilah mı var? De ki: "Getirin susturucu kanıtınızı, eğer doğru sözlüler iseniz." Vakia Suresi 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 281

66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? ********************************************************** Selam ve sevgiler.

282

Kuran bir semboller kitabı değildir Kuran apaçık ayetler içerdiğini defalarca vurgulamaktadır: Maide Suresi 15 Ey Ehlikitap! Resulümüz size geldi. Kitap'tan saklamış olduklarınızın çoğunu size ayan-beyan açıklıyor; çoğundan da geçiyor. Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Yusuf Suresi 1 Elif, Lâm, Râ. O apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar. Şuara Suresi 2 İşte sana gerçeği apaçık gösteren Kitap'ın ayetleri... Kuran bir sırlar-semboller kitabı değil, herkesin anlayabileceği ve bire bir gerçek bilgiler içeren net bir kitaptır. Ve tüm ayetleri için geçerlidir bu durum. Zaten bu sayede aracılara, sözde kutsal insanlara falan ihtiyaç kalmadan doğrudan ve tek kaynak olarak okuyabiliyoruz. Kuran'ın açıklayıcısı da yine yalnız Kuran'dır. Eğer kitabı bütünlük içinde ve birinci açık anlamında okursanız mutlaka gerekli ayrıntıların verildiğini göreceksiniz: Bakara Suresi 242 Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. En'am Suresi 46 De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah'tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar! Nur Suresi 18 Allah size ayetleri iyice açıklıyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir. Bakara Suresi 118 Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..."Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti.Kalpleri birbirine benzemiştir.Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır. KIYAMET 17. Onu toplamak ve okumak bize düşer. 18. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. 283

19. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır. Bir surede anlatılan bir konu veya ifade hemen yine aynı surede açıklanabildiği gibi ilerideki başka surelerin içinde de açıklanması söz konusudur. Bu yüzden dediğimiz gibi kitabı bütünlük içinde okumak şarttır. Zaten eğer Kuran'ın tüm ayetleri birinci açık anlamında olmasaydı, ortada din diye pek birşey kalmazdı. O zaman herkes kendi kafasına göre bir din şekillendirebilirdi. İnsanlar hoşlarına giden ayetlere iman eder, gitmeyen ayetlere ise "sembolik bunlar" der ve maskeli inkarı uygulardı. Ve sembolik ilan ettiği ayete kendi uydurduğu anlamları yükleyerek din diye sunmaya kalkardı. Başka bir deyişle ortada kitap diye birşey kalmaz, herkes ayetlerde kendi görmek istediklerini görür ve kendi dinini kurardı.Ve aracılara, ruhbanlara ihtiyaç duyulurdu kitabı yorumlamak için. Ama çok şükür Rabbimiz herkesin anlayabileceği kolaylık ve açıklıkta kitabını göndermiştir. Ayetlerde anlatılanlar birebir gerçektir ve Kuran din alanında eksiksizdir. Bu arada bu konuda itiraz etmeye kalkanların öne sürmeye kalktığı 2 şeye cevap vereyim: Kuran'da halk deyimlerinin kullanılmasını örnek göstererek bazı ayetlerin apaçık anlamlarda olmadığını iddia etmeye kalkanlar var. Ama aslında bu deyimler de apaçık sözlük anlamında kullanılmaktadır ve yine bir küçük çocuğun bile kolayca ve herkesle aynı anlayabileceği netliktedir. Mesela "güneşin doğması" deyince bu ifadenin gündüz olması olduğunu herkes anlar. Yine ortada bir sembol-sır falan yok. Ya da Allah'ın eli, Allah'ın ipine sarılmak gibi ifadeler de yine birincil, sözlükteki anlamdadır. Ya da "yüzü kararmak" deyince de yine açık sözlük anlamında bir deyim söz konusu. Bunun dışında Kuran bir şeyi başka birşeyi benzeterek açıklayacaksa yine bunu kendisi açıkça belirtir ve benzettiği şeyin ne olduğunu yine kendisi verir. "Şu şuna benzer, şunun örneği gibidir" şeklindeki ifadelerle hem benzetme yaptığını gösterir hem de neyi neye benzettiğini de açıklar. Bir ayette "sarp yokuş nedir bilir misin?" dedikten sonra "o yokuş köle azad etmektir" diyerek köle azad etmeyi yokuşa benzettiğini açıklıyor. Eğer bir benzetme yapıyorsa bunu mutlaka açıklıyor : 284

BELED 11. Fakat o, sarp yokuşa atılmadı. 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? 13. O tutsak bir boynu çözmek(köle azat etmek) tir. 14, 15, 16. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi, yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Yine böyle benzetme yapılan ayetlere örnekler verelim: Bakara Suresi 74 Sonra bunun ardından kalpleriniz yine kaskatı kesildi.Taş gibidir o.Belki daha da katıdır.Taşların bazıları var ki, ondan ırmaklar fışkırır.Bazıları var ki, çatır çatır yarılır da içinden su çıkar.Öylesi var ki, Allah korkusundan aşağılara düşer.Allah, yapıp durduklarınızdan gafil değildir. Yunus Suresi 27 Kötülük kazananlara ise kötülüğün miktarınca karşılık vardır. Ama yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak kimse yoktur. Yüzleri gece parçalarından karanlıklarla kaplanmış gibidir. Ateşin dostlarıdır bunlar. Sürekli kalıcıdırlar içinde. Hac Suresi 31 Allah'a ortak koşmadan, hanîfler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir. Furkan Suresi 44 Yoksa sen bunların çoğunun işittiğini, akledip düşündüğünü mü sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar. Buralarda da neyin neye benzetildiği açıkça tam olarak anlatılır. Yani yine bir bilinmeyen, bir sır-sembol yoktur. Ayet bire bir bilgiyi vermektedir. Bunların yorumu kişiden kişiye değişmez, çünkü açıkça birinci anlamda verilmektedir yine ayetler. Şimdi yine ayetlere sembolik anlamlar yüklemeye kalkıp dini işlerine geldiği şekle büründürmeye çalışanların dayanak olarak sunmaya kalktıkları ayete gelelim: ALİ İMRAN 7- O ki sana bu kitabı indirdi. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır (muhkem), ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır (müteşabih). Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı 285

anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. Onların gerçek anlamını ise kimse bilmez, ancak istisnadır ALLAH ve derin bilgiye sahip olanlar "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır," derler. Akıl ve anlayış sahiplerinden başkası öğüt almaz. Ayetleri keyiflerince yorumlamak isteyenler, bu ayetin kitabın bazı bölümlerinin sembolik olduğunu anlattığını iddia ediyorlar. Ama gerçekte, burada ayetlerin bir kısmı mecazdır bir kısmı semboliktir yani dilediğinize iman edip dilediğinize iman etmeyin falan demiyor.Veya işinize geldiği yerde ayeti kabul edip işinize gelmediği yerlerde "hayır semboliktir" diyebilirsiniz falan demiyor.BU AYET DE TÜM AYETLERİN APAÇIK VE BİRİNCİ ANLAMDA OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. AMA BİR KISIM AYETLERİN İSE BİRİNCİ AÇIK ANLAMLARININ DIŞINDA İKİNCİL VE ÜÇÜNCÜL ANLAMLARI DA OLDUĞUNU ,İNKARCILARIN AYETLERİN APAÇIK ANLAMINI İNKAR EDİP BU SEMBOLİK ANLAMLARIN PEŞİNE DÜŞECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Yoksa sembolcülerin dediği gibi olsa zaten ortada kaynak falan da kalmaz, herkes kendi uydurduklarının peşine düşerdi. Tüm ayetler birinci açık anlamındadır. Önce bunu kabul edip kitabı bütünlük içinde ele alacağız. Ondan sonra bazı ayetlerin bu açık ilk anlamlarının dışında başka ikincil veya üçüncül anlamlarının da olup olmadığı üzerinde zihin jimnastiği yapacağız. Ama önce mutlaka o ayetlerin de ilk-açık anlamına iman edeceğiz. Yoksa hangi ayetin ilk anlamı dışında başka anlamlar içerdiği ve bu anlamının ne olduğunu bir tek Allah bilir. İnsanlar ise sadece "bu ayet ayrıca şu anlamı da içeriyor olabilir" şeklinde kesin olmayan ifadelerle zihin jimnastiği yapabilirler. Maalesef bugün birçok kimse kafasındaki değer ve öğretileri kitaba onaylatabilmek için, ayetlerin açık anlamını inkar edip temsili anlamlar yükleme hastalığını sergiliyor. Tıpkı ayet cımbızlama gibi bu yol da aslında Kuran öğretisini dolaylı veya maskeli inkardan başka birşey değildir.Kimi cennet ve cehenneme, kimi meleklere veya cinlere sembolik anlamlar yükleyerek apaçık ayetlerin apaçık bilgisini çarpıtmaya kalkıyor. Yine bu yolla ayetlerde var olan şeyleri yok, olmayan şeyleri de var gibi göstermeye kalkabiliyorlar. Zaten bu yöntemle her kitaba her öğreti onaylattırılır. Çünkü bir şeye semboliktir dendi mi artık sözleri her yöne çekilebilir. 286

Bu yüzden apaçık ve tek dini kaynak olan Kuran'ı, açık-birinci anlamında ve bütünlük içinde ele alıp okuyacağız. İşte o zaman hem Kuran'daki gerçek İslam kolayca ortaya çıkacaktır, hem de din anlayışı kişiden kişiye değişmeyecektir. Selam ve sevgiler.

287

Rabbimizin bilmesi özgür iradeyi etkilemez Allah’ın bizlerin özgür iradelerimizle ne yapacağımızı bilmesi, bazı insanlar tarafından “özgür irade olmadığı” şeklinde yorumlanıyor. “Demek ki bilinenin tersini yapamayacağız” şeklinde itirazlar yükseliyor. Hayır, özgür irademizle neyi seçeceğimizin bilinmesi, iradenin özgürlüğünü etkilemez. En ufak bir bağlantı dahi yoktur. Bir şeyin tersini yapabilmek başkadır, yapmak ise bambaşkadır. Örneğin falanca olayda A şıkkını seçecek bir insan diyelim. Rabbimiz de bunu biliyor. Tersini de yapma, yani bu şıkkı seçmeme özgürlüğü de var. Ama kendi kararıyla A şıkkını seçecek. Kısacası A şıkkını seçme hareketini yapmayabilir, ama yine de yapacak. Allah bildiği için seçmiyor insan, kendisi özgür iradesiyle A şıkkını seçtiği için Yaratıcımız biliyor. Bu konuya bambaşka bir örnek verelim: Hud 107. Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar; ancak Rabbin dilerse başka. Rabbin, dilediğini Yapandır 108. Mutluluğu hak edenler ise, gökler ve yer kaldığı sürece cennette kalıcıdırlar. Rabbin dilerse başka. Kesintisiz bir ödüldür bu. Yüce Allah burada bize gelecekte ne yapacağını söylüyor. Ve diyor ki "eğer tersini dilemezsem, cennettekileri asla çıkarmayacağım" Ve çıkarmayacağına dair söz de veriyor. Başka bir deyişle "istersem bu hükmümü değiştirebilirim, ama cennettekilerin sonsuza dek orada kalmasını, özgür irademle istediğim için kalacaklar" demekte. Bu özgür irade konusunda ikinci bir sağlama, delil daha sunuyor bizlere. Biz bu durumda Allah'ın gelecekte ne yapacağını biliyoruz. Ama demek ki bizim gelecekte Allah'ın ne yapacağını bilmemiz, O'nun 288

özgür iradesini etkilemiyor. Tıpkı O'nun bizim ne yapacağımızı bilmesinin, bizim özgür irademizi etkilememesi gibi. Bir şeyi "yapabiliyor olmak başka, yapmak bambaşkadır". Ve bu durum özgür iradenin sonucudur. Selam ve sevgiler.

289

2010’lu yıllara giriyoruz Gözlemlediğim kadarıyla her on yıllık dönemlerde insanoğlunun kolektif bilinci sırayla bir "içedönük ve mistik", bir "dışadönük ve daha materyalist" karakter sergiliyor. Günümüzde(20. ve 21. yy.), o yıllara ait filmleri, kitapları, televizyon programlarını vs. mercek altına alıp bunu gözlemlemek oldukça kolay. Örneğin yetmişli yıllar içedönük ve mistik iken(ruhçuların önemli romanları vs. de bu yıllarda yazılmıştır) seksenli yıllar dışa dönük ve coşkulu bir dönemdi. Aynı şekilde 90'lı yıllar yine mistik ve içe dönük(Uzakdoğu öğretileri vs. her yanı sarmıştır) bir bilinç halindeyken 2000'li yıllar(şu an içinde bulunduğumuz 10 yıllık dilim) yine dışa dönük ve materyalist bir karakter sergilemektedir. Şimdi bu 10 yıllık periyodu da terk etmek üzereyiz. 2009 yılından itibaren dönüşüm başlayacak ve 2010 yılında yeniden mistik, içe dönük bir 10 yıllık süreç başlayacaktır. Tabii bugüne kadar süren döngünün sürmesi durumunda? Peki, bu yeni 10 yıldaki gizemci hava ateistlerin durumunda ne gibi bir değişikliğe yol açacaktır? Birçok arkadaş ateistliği terk edip en az bir yaratıcıya inanmaya başlayacaktır. Kimi Müslüman olacak, kimi Hıristiyan, kimi deist... Ama reenkarnasyon, evrim, panteizm gibi pagan inançlar her dine ve kişiye daha da sızmaya çalışacaktır. Çünkü içe dönük dönemlerde ruhçuluk her zaman daha da yaygınlaşmaya müsait bir ortam bulmaktadır. Yine Uzakdoğu öğretileri, doğal tedaviler vs. daha da canlanarak tüm ülkelerin hayatına girmeye başlayacaktır. İyi olanla kötü olan, doğru olanla yanlış olan harmanlanmış bir vaziyette her koldan etkinliğini hissettirecektir. İşte bu yeni dönemde, ateistlerin Hinduizme veya Ruhçuluğa değil de, İslam'a yani gerçeğe yönelmeleri mi söz konusu olacak bunu zaman 290

gösterecek. Evet, artık materyalizmin baskın olduğu 10 yıllık süreç yerini mistik döneme bırakmak üzere. Bir hurafeden(ateizm) sıyrılırken başka bir hurafenin(ruhçuluk vs.) eline düşülmesi yine karanlığın içinde kalmayı sürdürmek demektir. Tabii bu dönemdeki en büyük sıkıntı da, tasavvuf, kabala vs. gibi akımların güçlenmesi ve dinleri paganlaştırmaya çalışmalarının daha da belirginleşecek olmasıdır. Bilim dünyasına ise evrim hurafelerini zaten benimsetmiş olan ruhçuluk, bu süreçte buna reenkarnasyon inancını eklemeye çalışacaktır. Zaten materyalistlere bilim maskesiyle(tıpkı daha evvelden komünizm ve evrimi benimsetmeleri gibi) bu hurafe "ruh göçü" inancını da aşıladıkları zaman, iyice öğretilerini dünyaya yerleştirmiş olacaklardır. Ondan sonra ruhlar alemi ve reenkarnasyon hurafelerine inanmayan insanlar bilim düşmanı olmak ve cahillikle suçlanmaya başlayacaktır(yine tıpkı evrim hurafesinde olduğu gibi). Not: Bu yazımı 2008 yılında kaleme almıştım. Selam ve sevgiler.

291

Evrim inancının bir zararı daha Ruhçuluğa göre herşey sürekli gelişerek tanrılaşmak durumundadır. Bu yolculuğa tekamül-evrim adı veriliyor. Hiçbirşey(canlılar, evren, yaşam boyutu vs.) sabit kalmamalı, yerini başka bir forma bırakmalıdır bu hurafe inanca göre. Yine batıl bir din olan ateizme de bu ruhçu inanç, aynı pagan kaynaktan geçmiştir. Bunlara sıkça değindik. Şimdi sadece bu evrim inancının yasaklarharamlar üretmedeki yerine bir gönderme daha yapmak istiyorum. Ruhçu öğretinin bulaştığı hemen her oluşumda, tekamül için nimetlere sırt çevirme ve acı çekmenin gerekliliği kabulü vardır. Ayrıca yine bu inanç, günah işlemenin de gerekli olduğu sapkın kabülünü aşılamaya çalışmıştır(ki amacı insanların ayaklarını her 2 dünyada da kaydırmaktır). Bugün dünyada birçok insan, sırf tekamül inancından dolayı şiddetiızdırabı ve kaosu, hatta savaşları arzulamaktadır. Irkçılık ise zaten başlıca yıkıcı sonuçlarından biridir bu felsefenin... Ayrıca toplumların geleneğinde yeşeren birçok yasağın da temelinde bu evrime inanmak yatmaktadır. Sanattan, oyunlara-eğlenceye kadar birçok yasağın perde arkasındaki baş aktördür. Evrim inancına göre asla sabit kalmamalı, sürekli değişmeli ve gelişmelisinizdir. Eğer birşeyin sizi fiziksel veya bilgisel olarak geliştirdiğini ispatlayamazsanız, o şey günahlar listesine girmiş demektir. Sadece sizi mutlu ediyorsa-haz veriyorsa, 2 açıdan yasaklar evrim inancı size bunu. 1- Sizi geliştirmediği ve değiştirmediği için boşa vakit kaybettiğinizi söyler. 292

2- Olgunlaştırıcı olan şey ızdıraplı olandır kabülünde olduğu için, bir de bu açıdan size mutluluk veren nimeti yasaklamaya kalkar. Ayrıca sonsuza dek sürecek bir değişim ve ızdırap lanetini de gizlice bilinçlere yerleştirir. Böylece yine çaktırmadan depresif ve umutsuz bilinçaltları oluşturur. İster Hindu olun, ister ateist, ister kabalacı veya sufi..... Ruhçuluğun pençesindeki bu kollardan hangisinde olursanız olun, kendinizi güzelliklere karşı sınırlamak ve çirkinliklere-kötülüklere doğru ise koşmak durumundasınız demektir. Kendinize zulmettiğinizi fark edemeden ağır ağır pişirmektedir bu pagan oluşum. Selam ve sevgiler.

293

Ruhçu öğreti "ateizmin açık yöneticisi olmak için" atakta Her zaman ateistlerin evrimi(tekamül), komunizmi ve de Nazismiırkçılığı(evrimleşmiş sarışın ırk yalanı) ruhçulardan aldığını söylüyorum.Benim yaklaşık 10 yıldır söylediğimi başkaları da söylemeye başladı: http://www.gnostics.com/newdawn-1.html Komunizm, ırkçılık ve evrim binlerce yıldır bu öğretinin insanlara sistemli bir şekilde aşılamaya çalıştığı temel dogmalardır. Hitler de bilinen çılgınlıklarını medyumları aracılığıyla aldığı direktifler doğrultusunda yapmış, New Age öğretisini dünyaya hakim kılmak için zalimliklerini vücuda getirmişti. Amaçları dinleri ateizm maskesiyle ortadan kaldırdıktan sonra ruhçu öğretiyi açıkça hakim kılmak. Ve şimdi de spiritualism ateistlere gizli yöneticilik yapmaktan sıkılmış olmalı ki açıkça onları egemenliği altına alma çalışmalarına başlamış gibi gözüküyor. Bu öğreti değiştirilmiş İncillere ve hatta Tevrat'a bile sızmış durumda ne yazık ki. Bir tek Kuran korunmuştur ve insanlara gerçek dini, mutluluğu ve kurtuluş yolunu kıyamete kadar sunacaktır. Bu ruhçu öğretinin tuzaklarını deşifre edip, planlarını boşa çıkartıp, insanlara umut yolunu gösterecek yine bir tek Kuran olacaktır. ******************* Bu arada ayetlerden: A'raf Suresi 27 Ey ademoğulları! şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, size de bir fitne musallat etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz o şeytanları, inanmayanlara dostlar yaptık. 294

A'raf Suresi 201 Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda görülmesi gerekeni görürler. Enfal Suresi 48 şeytan onlara, yaptıklarını süslü gösterip şöyle demişti: "Bugün size galip gelecek kimse yok, ben yanınızdayım." Fakat iki topluluk yanyana gelince iki topuğu üstüne çark edip şöyle dedi: "Ben sizden uzağım. Ben sizin görmediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkarım. Allah'ın cezası çok şiddetlidir." İbrahim Suresi 22 İş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi: "Allah size hak bir vaatle vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uydunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Aslında ben sizin, daha önceden beni şirk aracı yapmanıza karşı çıkmıştım. Zalimler için acıklı bir azap öngörülmüştür." Meryem Suresi 83 Görmedin mi biz, şeytanları inkârcıların üzerine salmışız da onları oynatıp kıvırttırıyorlar. Zühruf Suresi 37 Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar. Bakara Suresi 102 Süleyman'ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarını uydurdular.Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı.Ve Babil'de Harut ve Marut adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, "biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma"demedikçe hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı.İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı.Yemin olsun ki, onu satun alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Özbenliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi Nisa Suresi 118 Allah o şeytana lanet etmiştir. Demişti ki o: "Senin kullarından belirli bir pay elbette alacağım." -------------------------------------------------------------------------------Nisa Suresi 119 "Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. 295

Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah'ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır. En'am Suresi 100 Allah'a bir de cinleri/gözle görülmeyen yaratıkları ortak koştular. Oysaki, onları O yaratmıştır. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar isnat etme saçmalığını gösterdiler. Şanı yücedir O'nun! Onların nitelemelerinin ötesindedir O! 40. Gün olur, onların hepsini bir yere toplar, sonra meleklere sorar: "Şunlar, sadece size mi kulluk/ibadet ediyorlardı?" 41. Melekler derler ki: "Tespih ederiz seni! Bizim Velî'miz sendin, onlar değil. Doğrusu şu ki, onlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu cinlere iman etmekteydi ******************************* Eski bir iletimde şöyle demişim: Günümüzde gündemde olan iki konuyla ayrıca tekrar taraftar kazanmaya başlamıştır ruhçuluk. Bunlardan biri alternatif tıp,diğeri de ufolar meselesidir. Aslında bu iki konunun bu öğretiyle doğrudan bir ilişkisi yok.Ama ruhçu öğreti bu konuları sahiplendiğinden,bu alanlardaki ispatlar sanki ruhçuların inançlarını ispatlıyor bir görüntü oluşturuyor ve böylelikle gün geçtikçe inanırlarını arttırıyor. Alternatif tıp adı verilen şey aslında binlerce yıldır uygulanmakta olan,geleneksel doğal tedavi ve korunma yöntemlerine verilen addır.Bunların arasında akupunturdan tutun da bitkisel kür ve tedavilere,ayurvedaya kadar bütün geleneksel yöntemler yer alır. Günümüzde bu doğal yöntemler bilimin merceğe altına girmiştir.Artık hastalıkların tedavisinin tabiatta var olduğu kabul edilmiş ve alternatif tıp bilimin süzgecinden geçirilmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda özellikle bitkisel tedaviler ve akupuntur üniversite ve hastanelere kadar girip kabul görmüştür.Bitkilerle ve diğer doğal ilaçlarla ilgili her geçen gün yeni ispatlara ve buluşlara rastlıyoruz. Akupunturun etkinliği de zaten yıllar önce ispatlanmıştı. Ama nasıl etki ettiği bir yıl öncesine kadar bilimsel olarak açıklanamıyordu. Artık gelişen teknoloji 296

sayesinde vücudumuzdaki enerji akımı da gözlemlenir olmuştur ve bir yıldır artık akupunktur tamamen bilimsel bir yöntem olarak tıpdaki yerini almıştır. Yalnız bu yöntemlerin kabul edilmesiyle birlikte pekçok insan bunlarla birlikte uzakdoğu öğretilerini ve tabiatıyla ruhçu öğretiyi de benimsemeye başlamıştır. Çünkü bu yöntemlerin gerçekliğinin ispatlanması sanki reenkarnasyon, enkarne olan ruhlar alemi, tekamül gibi safsataların da ispatlanmış olduğu izlemini veriyor. Halbuki ne tabiatın iyileştirici gücü ne de akupunturun gerçek olması bu öğretinin nimetlerinden değildir.Ama ne yazık ki şeytan kendi öğretisiyle ,gerçekleri öyle güzel bir şekilde harmanlamıştır ki insanların bunları ayırtedebilmesi çok zordur. Aynı olayı ufo meselesinde de görüyoruz.Bir tür ufo dini üretilmiştir. Yine burada safkan bir ruhçu öğreti görüyoruz. Reenkarnasyondan tutun da ,tekamül inancına kadar, tanrısal varlıklardan tutun da madde düşmanlığına kadar bütün temel putperest inançlar karşımıza dikiliveriyor. Eğer olur da yarın öbürgün dünya dışı araçların varlığı ispatlanacak olursa, bu da sanki ruhçu öğretinin bir zaferi gibi gösterilecek ve pek çok insanın bu dine iman etmesi sağlanacaktır. Ama halbuki yine ortada hiçbir bağlantı yoktur. Tamamen bir ilizyonla, dünya dışı uygarlıkların bulunması, bu uydurma ufo dininin ispatı yani ruhçuluğun doğruluğu haline getirilmiştir. Gerçekten şeytan yine yapacağını yapıyor. Ve söz verdiği gibi insanların ayağını kaydırma projesini korkunç bir disiplin içerisinde hayata geçirmeye devam ederek öğretisini tüm dünyaya bir şekilde benimsetmeye devam ediyor. ********************* Başka bir forumda "antiateist" sordu: "Ruh yok diyorsunda Amerikada FBI ile medyumlar ortak çalışıyor. Medyumlar ölen ruhlar ile konuşuyor ??" CEVABIM: İşte onlar cinler diyorum ben de. Sana birkaç iyilik yapıp , uzun vadede çok büyük saptırmalara zemin hazırlıyorlar. Özellikle ünlü kişileri seçip o insanlara ruhçuluğu aşılıyorlar. 297

Eğer gerçekten hortlaklar olsaydı, hiçbir cinayet çözümsüz kalmaz, kurbanın ruhu mutlaka intikamını alırdı. Medyumlara filan da gerek yok, direkt kendileri katilin hayatını cehenneme çevirirlerdi. Diyoruz ya, modaya göre ruh, modaya göre uzaylı veya tnrısal bir üst boyut varlığı gibi kendilerini tanıtarak pençelerini atıyorlar. Başlangıçta bir iki ufak tefek iyilik (örneğin Cenk Koray'a onda şifa gücü olduğu bilgisini vermişlerdi) yaparak güven kazanıyor, uzun vadede ise spiritualizmi yaygınlaştırıyorlar. Bakın çok kötü günler yaşıyoruz. Türkiye ve ABD başlıca hedefleri gözüküyor ruhçuların. İletişim kaynaklarını ele geçiriyorlar, küçük çocukların zihinlerine nüfus ederek sahte reenkarnasyon örnekleri yaratıyor, İslam inancının içine bile çaktırmadan bu dini sokuşturuyorlar. Evvelden Almanya'yı mahvettiler. Şimdi ise buralara yöneldiler. Önümüzdeki yıllarda ruhlara ve reenkarnasyona inanmayanı yobaz ilan edecek bir ortam yaratma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar. Biliyorsunuz evrim hurafesi de itinayla benimsetilmişti insanlara. Bu konunun şakaya gelir bir tarafı yok. Hele ki bizim için artık hiç yok. Sevgi ve bilgelik maskesiyle geliyorlar, bilim ve din dünyasını ele geçirmek için gece gündüz çalışıyor bu cin ordusu. Kuran'a yönelerek gerçek islam'ı ve öğretiyi kavramadıkça bu tuzakları göremezsiniz. Dün ruhlara(dindarlar) ve evrime(bazı dindarlar ve tüm materyalistler) inandırıldınız, bugün ise reenkarnasyona sıra geldi. İnsanın tanrısal parçası, ölümsüz ruhu-hayaleti-hortlağı yoktur. Bu pagan inançla mücadele için geldi İslam-Kuran. Selam.

298

Kadın ve erkeğin fiziksel olarak karşılaştırılması Kuran'da kadın ve erkeğin eşit değerde olduğu vurgulanır. Tek üstünlüğün bireysel bazda takvada olduğunun altı çizilir.Yani insanlar eşittir, sadece kim daha takva sahibiyse , Allah'ın gözünde o bireysel açıdan daha üstündür. Benim bu sayfada ele alacağım konu,kadınların fiziksel ve zihinsel(beyin de fiziktir) açıdan da erkeklerin gerisinde olmadığını göstermeye çalışmaktan ibaret olacaktır. Bazı önyargıların yıkılması ve gerçeklerin görülmeye başlanması açısından faydalı olacağını umuyorum. Şimdi erkeğin en azından şimdilik üstün gözüktüğü birkaç şeyi sıralayalım. 1- Erkekler kadınlardan daha güçlü vücudlara sahiptirler. 2- Erkek kadına cinsel tacizde bulunursa kadının hayatı kararabilir ama buna karşılık kadın erkeğe cinsel tacizde bulunursa bu erkeği onure edip hayata bağlayabilir-yaşama sevinciyle doldurabilir. 3- Satranç gibi zeka oyunlarında da dünya şampiyonları hep erkeklerden çıkmaktadır.Sadece bir iki kadın oyuncu önemli dereceler elde edebilmiştir. 4- Nobel ödüllerinin sahipleri,önemli buluşların sahipleri yine genelde erkeklerdir. 5- Hatta kadınların uzmanlık alanı olan yemek yapma konusunda da baskın karakter erkeklerdir. Bir İskender Kebap gibi önemli yemeklerin mucidleri erkekler olduğu gibi, dünyanın en iyi ahçıları da genelde erkeklerden çıkmaktadır. 6- Dünya tarihindeki önemli filozoflar,bilgeler-düşünürler olarak kabul görenler yine ezici çoğunlukla erkeklerdir. 7- Dünyada yönetici durumunda olan başkanlar da yine ezici çoğunlukla erkektir ve tarih boyunca da böyle olmuştur. Bunlar akla gelen ilk birkaç şeydir sadece. 299

İlerleyen iletilerimde de kadınların üstün olduğu tarafları, hatta fiziksel güç gibi alanlarda bile kadınların erkeklere üstünlük sağlayabildiği özellikleri açıklayacağım.Yukarıda saydığım maddelerin içeriğindeki konular derinlemesine incelendiğinde, bu maddelerin bazılarında da gözden kaçan önemli noktalar olduğunu görebileceğiz. ********************************************************** Şimdi erkeklerin en bariz şekilde üstün olduğu düşünülen beden gücü ve dayanıklığıyla ilgili bazı yanlış inançları kırmaya başlayalım. Evet erkekler daha güçlüdürler ama 1- Kadınlar ağrıya karşı daha dayanıklılardır. 2- Kadınlar erkeklerden daha uzun yaşamaktadırlar genelde(ama bunu erkeklerin tehlikeli ve stresli işlerde çalışmasına bağlayan da çok) 3- Kadınlar strese daha dayanıklıdırlar. 4- Kadınlar bir dövüşde veya yaşamsal bir mücadelede vücudlarını daha çok dengede tutup ayakta kalabilirler. 5- Kadınların vücudu daha esnektir.Bu yüzden birçok kadın güreşçi erkek güreşçiyi rahatlıkla ciddi turnuvalarda bile tuş edebilmiştir. 6- Erkeklerin vücutlarının üst kısmı kadınlarınkinden açık ara güçlüdür ama vücudun belden aşağısına sıra gelince iş değişmektedir. Kadınların bacak gücü erkeklerinkine oldukça yakındır. Hatta kadınların kalça gücü,yani bacaklarla rakibi makasa alıp sıkma gücü erkeğinkinden fazladır.Ve bu alan kadının fiziksel olarak şiddet uygulamada erkekten güçlü olduğu tek alandır. Bu yüzden geliştirilen Brezilya Jiu Jitsusu kadınların işine çok yaramaktadır.Orada öğrendiği tekniklerle bir kadın bir erkeği çok rahat mahvedebilir(belden aşağısını kullanan teknikler) 7- Zaman zaman kadınlar araçsız serbest stilde suyun derine dalma rekorlarında veya araba yarışı gibi alanlarda erkekleri geçebiliyorlar ki bunlar da fiziksel bir başarıdır aynı zamanda. 8- Kadınların açlığa ve susuzluğa karşı daha dayanıklı oldukları da iddia edilmeye başlandı son zamanlarda. ************************************************* 300

Kadınların fizik gücü olarak öyle erkeklerden pek de geride olmadığını belirttik. Peki neden kadınlar bir dünya şampiyonu satrançcı çıkarımıyorlar.Ve niye genelde erkekler kazanıyor bu oyunda. Bunun başlıca birkaç nedeni var bence. 1- Kadınlar erkekler kadar özgür değiller toplumda.Daha küçük yaşlardan itibaren ev işleri ve benzeri sorumluluklarla donatılıyorlar. Buna karşılık erkek çocukları her zaman eğlenceye ayıracak bolca vakit bulabiliyorlar.Bu da bilgisayar oyunlarından satranca pekçok hobiyi edinmelerini sağlıyor.Küçük yaşardan itibaren satranç tutkusuyla tanışan erkekler,birer yetişkin olduklarında bu konuda uzmanlaşmış olabiliyorlar.Buna karşılık kadınların bu kadar şansı olmuyor bu konuda. Ayrıca erkek çocukları bu konuda yüreklendirilip kurslara falan gönderilebiliyor. 2- Satranç da aslında bir savaş oyunudur.Eski hint ordularındaki savaş birimlerini temsil eder taşlar.Tahtada şiddet görmezsiniz ama amaç karşı orduyu yenilgiye uğratmaktır. Kızlar ise savaşla ilgili ne romanlardan,ne filmlerden ne de oyunlardan o kadar hoşlanmazlar.Bu da satranca erkekler kadar ilgi göstermemelerinde bir etken olabilir. 3- Satrançta geliştirilen taktikler,stratejiler,ünlü açılışlar ve devam yolları vs. hep erkeklerin ürünü olmuştur ve dolayısıyla da erkek karakterine daha uygundur. Nasıl ki milletten millete oyun karaketeri ve stratejileri değişiyorsa,kadın ve erkek satrancında da strateji ve oyun tekniği farkları olmalıdır diye düşünüyorum. Örneğin Almanlar ve İngilizler daha soğukkanlı olduklarından,sağlam sinirleriyle çok iyi defans yapabilirler. Ama buna karşılık bir brezilyalı sıcakkanlılığının etkisiyle hücum oynayarak daha etkili olabilir.Veya kuzey ülkeleri insanları sade ve takım oyunu oynarken,güney-sıcak iklimin insanları daha yaratıcı ve bireysel oynayarak başarı elde ederler. Aynı şekilde kadınlar da kendi karakter ve özelliklerine uygun stratejileri, oyun planlarını ve tekniklerini geliştirmeliler ki erkeklere bu oyunda kafa tutup üstünlük sağlayabilsinler.Yoksa erkekler tarafından kendi 301

karakterleri doğrultusunda tasarlanmış teknikleri benimsemeleri bir hatadır. ********************************* Konuyla ilgili şunları da eklemek istiyorum. Bir erkekle bir kadın kıyaslanırken birşey unutuluyor. Erkekler arasında bile daha kaslı ve iriyarı olan erkek daha güçlüdür. Haliyle daha kaslı ve iriyarı olan bir erkek,daha az kas oranına sahip olan bir kadından güçlü olacaktır ki erkekler arasında bile bu böyledir. Ama aynı kas-yağ-kemik oranına,aynı zamanda aynı boya ve ağırlığa sahip bir erkekle bir kadın karşılaştırıldığında arada pek büyük bir güç farkının olmadığını göreceğiz. Evet yine erkek biraz daha güçlü ve hızlı olacaktır.Çünkü hormanları ona bu avantajı sağlıyor. Ama buna karşılık kadının da esnek olma,dengede üstünlük sağlama gibi özellikleri sayesinde durum neredeyse eşitlenmektedir.Fark çok azalmaktadır. ************************************* İŞTE BİR ÖRNEK (GÜREŞ) Michaela Hutchison ABD'de 2006 yılında yüksek okullar arası Alaska turnuvasında,kendi kategorisi olan 103 poundda erkek rakiplerini yenerek şampiyon oldu ve tarihi bir başarıya imza attı. Çünkü bu bir ilk... ************************ Tezime dayanak olarak Brezilya Jiu Jitsusu erkekler kategorisinde yarışmaya hak kazanmış 2 kız güreşçinin(jiu jitsu tarzı) erkek rakiplerini yendiği maçlar: http://www.youtube.com/watch?v=nRPD7bOoSpc http://www.youtube.com/watch?v=IjoYlLj_XpA ************************************* Ve son olarak: http://www.kurandakidin.com/?page_id=249 Selam ve sevgiler.

302

Kuran'a göre dünya ve ahiret bir bütündür Kuran mükafat ve cezaların bu dünyada da yaşanmaya başlayacağını söylüyor: -Allah`ın mescitlerinde, Allah`ın isminin anılmasını engelleyen ve onların harap olmasına çalışan kimselerden daha zalim kim olabilir? Bunların oralara korka korka girmekten başka çareleri yoktur. Bunlara dünyada zillet, ahirette de büyük bir azap vardır.(Bakara 114) -O inkar edenleri, dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım, onların hiçbir yardımcıları da olmayacak! (Al-i İmran suresi 56. ayet) -Allah da onlara hem dünya nimetini verdi hem de ahiretin güzel sevabını verdi; öyle ya Allah güzel iş yapanları sever. (Ali İmran suresi 148. ayet) (Bu ayette hem dünyada hem de ahirette cennet yaşamına,güzelliklere, nimetlere kavuşan insanlardan bahsediliyor.) - Bizi, doğru yola yönelt.nimet verdiklerinin yoluna ilet.(Fatiha 6-7) -Onlardan kimileri de "Rabbimiz, bize dünyada da,ahirette de en hayırlısını, en güzelini ver, bizi ateşin azabından koru"der. İşte bunlar kazandıkları şeylerden paylarını alırlar.(Bakara 201-202) (Bu ayette de hem dünyada hem de ahirette güzellikleri isteyenlerin doğru yolda olduğu belirtiliyor) -Şeytan sizi kötülüğe çağırır,fakirlikle korkutur ve cimriliği emreder. Allah ise bolluk vericidir.Allah`ın ihsanı boldur, her şeyi O bilir. Dilediğine Allah zenginlik ve bolluk verir. Şüphesiz ki böyleleri büyük bir hayra ermiştir. Aklı erenler bundan ibret alırlar(Bakara 268) -De ki "Allah`ın kulları için verdiği süslenecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin temiz olanlarını kim yasak edebilir? "Yine de ki "bunlar dünyadaki inançlı kişilerindir.ahirette ise yalnız onlarındır". Ayetlerimizi anlayanlara bu şekilde açıklamaktayız.(Araf Suresi 32.ayet) (Bu ayette dünyadaki güzelliklerin aslında müminler için hazırlandığı söyleniyor.Ama bilindiği üzere bu dünyadaki nimetlerden inkarcılar da yararlanabiliyor.Ahirette ise yalnızca müminlerin yararlanacağı söyleniyor.) 303

-Ey inananlar!Allah`a ortak koşanlar pis insanlardır.bu yıldan sonra onları mescid-i haram`a yaklaştırmayın,yoksulluktan çekinirseniz bilin ki Allah,yakında sizi bol nimetleriyle zengin edecektir.Allah bilendir,hüküm ve hikmet sahibidir.(Tevbe Suresi 28. ayet) -O Allah ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır.(Bakara 29) -Ey insanlar!yeryüzünde bulunan rızıklardan helal ve hoş olarak yiyin(Bakara 168) -Allah seni öksüz bulup barındırmadı mı? Yine seni şaşırmış bulup da doğru yola iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? (Duha suresi 6-7-8. Ayetler) (Burada dikkat edilirse önce istenmeyen, kötü durum, sonra da istenen güzel durumlar belirtiliyor. Öksüzlükten barınmışlığa terfi, şaşırmışlıktan doğru yola giriş ve en son olarak da fakirlikten zenginliğe yükselmek.) -Süleyman dua etti "ya Rabbim,beni bağışla. Bana bundan sonra kimsenin erişemiyeceği saltanat ver. Şüphesiz bütün muradları ihsan eden sensin."(Sad Suresi 35. ayet) (Ayrıca Süleyman peygamberin mal sevgisini Allah`ı anmak için istediği ve kimsenin erişemiyeceği bir saltanatın kendisine verildiği söyleniyor başka ayetlerde.) "Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen,başkasının malı olmuş bir köle ile, katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan bir kimseyi örnek verir. Bunlar hiç bir olurlar mı? (Nahl 75) Evet burda da kimseye faydası dokunmayan fakir ve özgür olmayan bir kimseyle etrafına hayır işleyen ve zekat veren zengin ve özgür bir kimse kıyaslanıyor ve zenginlik üstün tutuluyor. - Allah size kolaylık diliyor zorluk dilemiyor (Bakara 185. ayetten) (Bu ve benzeri pek çok ayete göre Allah`ın kullarında görmek istediği ;mümkün mertebe sıkıntısız, kolaylık ve güzelliklerle dolu hayattır.) Taha Suresi 124. Ayet: Kim benim zikrimden/Kur`anımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. ( ayette günahkarların bu dünyada sıkıntı dolu bir hayat yaşayacağı, ahirette de kaybedenlerden olacağı belirtiliyor.) Allah`ın yeryüzünde cezalandırma yöntemlerinden biri fakirlik verme ve nimetlerden kısmadır: Enam Suresi 146. Ayet: Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram ettik. 304

Bir de bunlara sığır ve koyunun, sırtlarında, barsakları üzerinde veya kemiklere yapışık kuyruk kısmının dışındaki yağlarını da haram ettik. Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza yaptık. Şüphesiz Biz, her hususta doğru söyleriz. (Bu ayette ceza olarak, normalde haram olmayan şeylerin yasaklandığı görülüyor.) - Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah`tan bir gazaba çarpıldılar.(Bakara suresi 61. Ayetten...) (Yine Allah`ın bu dünyada azap etme yöntemi olarak yoksullaştırmayı yani dünya nimetlerinden kısmayı görüyoruz.) Nisa Suresi 160. Ayet: Yahudilerin zalimlikleri ve Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle onlara helal edilmiş olan bir çok temiz ve hoş nimetleri kendilerine yasakladık. (Yine günahkarlığın sonucu olarak dünyadaki güzelliklerin yasaklanmasını görüyoruz.) DÜNYADAKİ SIKINTILARIN SEBEBİ İNSANLARIN YAPTIKLARI YANLIŞLARDIR -Bunun nedeni şudur: Allah, bir kez bir kavme verdiği bir nimeti, onlar kendilerindeki bu nimete erme sebebini değiştirmedikçe değiştirecek değildir ve Allah, işiten ve bilendir. (Enfal suresi 53. ayet) (Eğer bir insanın veya kavmin başına felaketler sürekli geliyorsa mutlaka birşeyler yolunda gitmiyor, uyarılıyor demektir. ) Buna karşılık iyilik yapanlar güzellikleri bu dünyada da yaşamaya başlıyorlar.Yani güzelliklerle imtihan ediliyorlar çoğu kez: Enfal Suresi 17. Ayet: Sonra onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, lakin Allah attı. Bu da mü`minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten Allah işitendir, bilendir! Cinn Suresi 16.-17. ayet Ayet: Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık. Ki onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden/Kur`an`dan yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar. Ayrıca Kuran maddi,teknolojik ve askeri açıdan güçlü olmamazı emrediyor: Enfal Suresi 60. Ayet: Sizler de onlara karşı gücünüzün yettiği her çeşit kuvvetten savaş için beslenen atlardan hazırlayın; onunla hem Allah`ın düşmanı hem sizin düşmanınızı, hem de sizin bilmediğinizi fakat Allah`ın 305

bildiği diğer düşmanlarınızı korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız mükafatı size tamamen ödenir ve hiç zarara uğramazsınız. (Bu da maddi güç ve zenginlikle olur.Özellikle günümüzde teknolojik ve maddi güç olmadan bu emri yerine getirmenin imkanı yoktur.) Enam Suresi 140. Ayet: Bilgisizlik ve düşüncesizlikle çocuklarını öldürenler ve Allah`ın kendilerine rızık olarak verdiği nimetleri, Allah`a iftira ederek yasaklayanlar, kesinlikle zarar ettiler. Şüphesiz onlar, yanlış gittiler ve hiçbir zaman muvaffak olamadılar. (Dünya güzelliklerini günah olarak görmek ve onlara sırt çevirmek sapma olarak gösteriliyor) DÜNYA VE AHİRET BÜTÜNLÜĞÜNÜ VURGULAYAN AYET ÖRNEKLERİ VERMEYE DEVAM EDELİM: Tevbe Suresi 74. Ayet: Allah`a, söylemediklerine dair yemin ediyorlar. Andolsun ki, o küfür sözünü söylediler, müslüman olduktan sonra yine kafirlik ettiler ve başaramadıkları cinayeti kurdular. Oysa öç almaya kalkmaları için kendilerini Allah`ın peygamberiyle, ilahı lütfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep de yoktu. Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur, şayet yan çizerlerse Allah onları dünyada ve ahirette acı bir azaba uğratır; onların yeryüzünde ne bir kayırıcısı ne de bir yardımcısı bulunur. Hasr Suresi 3. Ayet: Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, mutlaka dünyada kendilerine azap edecekti. Ahirette ise onlara ateş azabı vardır. Araf Suresi 152. Ayet: Şüphesiz o danayı tanrı edinenlere Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında da bir zillet erişecektir. İşte iftira edenleri böyle cezalandırırız. Fussilet Suresi 16. Ayet: Biz de kendilerine dünya hayatında zillet azabını tattırmak için uğursuz günlerde üzerlerine sarsar rüzgarı (dondurucu veya çok gürültülü bir kasırga) gönderdik. Elbette ki, ahiret azabı daha zahmetlidir; hem de onlar kurtarılamayacaklardır. Zümer Suresi 26. Ayet: Geliverdi de Allah onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi. Günahkarlar bu dünyada yaptıklarını tatmaya başlayarak cezalandırılmaya başlıyorlar.Aynı zamanda bu dünyadaki sıkıntılar bir uyarıcı görevi de görüyor: Secde Suresi 21. Ayet: Şu da bir gerçek ki, onlara en büyük azaptan önce 306

o yakın azaptan (dünya azabından) da tattıracağız, belki dönerler. Sıkıntıların sorumlusu insanlardır. Allah hiçbir zaman kullarına zulmetmez,insanlar kendi kendilerine zulmederler sadece: -İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah`tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.(Nisa Suresi 79. ayet) Rum Suresi 36. Ayet: Bir de Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar; ellerinin yaptığı birşey sebebiyle başlarına bir kötülük gelince de (hemen) her ümidi kesiveriyorlar. Rum Suresi 41. Ayet: İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat meydana geldi (ki Allah) yaptıklarının bazısını kendilerine tattırsın ki vazgeçsinler. Sura Suresi 30. Ayet: Başınıza ne musibet geldiyse kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Oysa bir çoğunu da bağışlıyor. **** Doğru yolda olanlar yine daha bu dünyada mükafatlandırılmaya ve güzelliklerle imtihan edilmeye başlıyorlar: Ankebut Suresi 27. Ayet: Biz ona İshak ile Yakub`u da ihsan ettik, peygamberliği ve kitabı onun zürriyetinde kıldık, kendisine dünyada mükafatını verdik. Şüphesiz o, ahirette de iyilerdendir. Mumin Suresi 51. Ayet: Elbette Biz peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin dikileceği günde yardım edeceğiz. Zümer Suresi 10. Ayet: Tarafımdan söyle: "Ey iman eden kullarım, Rabbinize takva ile sığının. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Allah`ın toprağı geniştir. Ancak sabredenler mükafatlarına hesapsız erdirilir." Nahl Suresi 122. Ayet: Ve Biz ona dünyada bir iyilik verdik. Şüphesiz ki o, ahirette de mutlaka iyiler arasında olacaktır. Nahl Suresi 41. Ayet: Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda hicret edenlere gelince, kesinlikle onları dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükafatı ise daha büyüktür, eğer bilseler. İbrahim Suresi 27. Ayet: Allah iman edenleri hem dünyada, hem de 307

ahirette değişmeyen sözle sağlamlaştırır. Haksızlık edenleri ise şaşırtır ve Allah, ne isterse onu yapar. Yunus Suresi 64. Ayet: Onlara dünya hayatında da ahirette de müjde vardır. Allah`ın sözlerinde değişme yoktur; İşte bu büyük kurtuluş! Bakara Suresi 265. Ayet: Allah`ın hoşnutluğunu aramak ve kendilerini veya bir kısmını Allah yolunda pay sahibi kılmak için mallarını harcayanların durumu ise bir tepenin üstünde bulunan, üzerine kuvvetli bir sağnağın yağıp meyvelerini iki kat artırdığı bir bahçenin durumuna benzer. Bir sağnak yağmazsa, ona mutlaka bir çisinti düşer. Allah, yaptıklarınızı gözetliyor. **** Selam ve sevgiler.

308

Lüks israf değildir Kuran'da israf haram kılınmaktadır. Bunu da Müslümanlar çok iyi bilir. Buraya kadar her şey çok iyi ama işin içine bir kelime katarak Kuran'da yasaklanmayan bir şey de çaktırmadan yasaklanmaya kalkılır pek çok kişi tarafından. Bu da "lüks”tür. Kuran’da övülen Davut ve Süleyman peygamberlerin anlatıldığı örnek hayatlarında bolca kullandıklarını gördüğümüz lüks ve konforu, Kuran’ın hedeflediği bu güzellikleri sanki israfmış gibi göstermeye çalışılmıştır ve bunda da başarılı olunmuştur. Hemen pek çok Müslümanın kafasına lüks=israf inancı yerleştirilmiştir ne yazık ki. Hâlbuki israfın lüks ile doğru değil ters orantısı vardır çoğu kez. Lüks ve kalitenin arttığı yerde, sağlamlık, kalıcılık artar ilk olarak. Örneğin çoğunlukla kaliteli ve pahalı eşyalar çok daha dayanıklı olur ve uzun vadede ucuz eşyalardan daha ucuza gelir. Çünkü o lüks malzeme veya eşyadan bir tane tüketinceye kadar, adisinden 2–3 tane tüketirsiniz çoğu kez(kaliteli ve pahalı ayakkabılarla ucuzlarını düşünün).Bu yüzden bir Çin atasözü " ben ucuz mal satın alacak kadar zengin değilim" der. Ucuz ve kalitesiz malın zararı her zaman mal kaybıyla da sonuçlanmaz. Bu mallar insan sağlığı ve veya hayatına da mal olabilir. Kalite ve lüksün arttığı yerlerde ise güven daha fazladır. Bunun yanı sıra lüks olan şeyler, daha az tüketime başka yönlerden de vesile olurlar. Örneğin halka açık bir tuvalette son teknolojinin kullanıldığını düşünelim. Her şey otomatik, elinizi musluğun ağzına uzattığınızda su otomatik olarak akıyor, elinizi çektiğinizde yine lazer sistemi sayesinde otomatik olarak suyun akışı kesiliyor. Bu su israfını engellediği gibi, elinizi değmediğiniz için hijyen de sağlanıyor ve oradan mikrop kapma ihtimaliniz azalıyor. Aynı şekilde sabunluktan sıvı sabun da otomatik olarak elinize dökülüyor, yine el değmeden ellerinizi makinede kurutuyorsunuz... Bütün bunlar israfı ve hastalığı engelliyor. Ama bu konfor ve lüksün olmadığı bir tuvalette ise hem israf hem hastalıklı ortam artıyor. Özellikle buradan sarılık virüsü olan hepatit b kapma ihtimaliniz söz konusu... 309

Kuran'da lüks ve konfor kesinlikle israf veya haram olarak gösterilmez, tersine bir güzellik olarak görülür ve hedeflenir. Dediğim gibi peygamberlerin Kuran'daki hayatlarında bunun örneklerini görebiliriz(saraylar, köşkler, heykeller, sanat eserleri, bilimsel ve teknolojik yenilikleri teşvik etmek, her iş ve hizmette iyiyi, kaliteyi, sağlamlığı ve kolaylığı hedeflemek, hayatı kolaylaştırmak ve güzelleştirmek...). İnsan ihtiyacı bir tek yaşamı devam ettirecek şeylerden ibaret değildir. Yeme içme, barınma ve cinsel ihtiyaçlarının yanı sıra, sanat, bilim ve vb. ihtiyaçları da vardır. Bu da Allah'ın kullarında görmek istediği lüksü ve zenginliği doğurmaktadır. Bu yüzden pahalı da olsa bir sanat eseri satın almak(eğer maddi durumunuz buna müsaitse) israf falan değildir. Veya hayatı kolaylaştıracak kaliteli ve sağlam teknolojik eşyalar satın almak da günah değil tersine sevap listesine girer. Ayrıca altın gibi lüks maddeleri kullanmak da israf değildir.Yine tersine bunları kullanmamak israftır.Tabiatta insanın hizmetine sunulmuş bir güzelliği kullanmamak bu zenginliğin bir işe yaramaması, yani heba edilmesi demektir.Düşünün, bir meyvenin tüketilmesi mi israftır yoksa o meyvenin tüketilmeyip çürümeye bırakılması mı…? Allah bir Kuran ayetinde evrende yarattığı bütün güzellikleri bizim için yarattığını ve bunlardan yararlanmamızı ister. Ve yine ayette bu helal nimetleri size kim haram kılabilir der. Zaten lüks malzeme veya hizmet tüketimi olmasa üretim diye bir şeyin olması mümkün değil. Eğer insan sadece hayatta kalmasını sağlayacak şeyleri satın alsaydı o zaman, ne beyaz eşya, ne otomobil ne de diğer konfor üretim fabrikaları olacaktı. Sadece tarım ve küçük işletmeler var olacak, bu da sadece güzelliklerin israfına değil, aynı zamanda fakirlik ve işsizliğe de yol açacaktı. Yine insanlar sadece hayatta kalacak kadar tüketseydi ne güzelim oteller, ne de tatil köyleri olacaktı. Bu da yine işsizliği ve fakirliği arttıracaktı. Bugün söylendiği gibi, sadece turizm potansiyelimiz bile bizi olağanüstü zengin bir ülke yapabilir... İşte bu güzellikleri değerlendirmek değil, değerlendirmemek israftır. 310

Onlardan bolca yararlanmamak yazık etmektir. Onları çöpe atmaktır. İsraf bir şeyi tüketmek değil, tersine tüketmeyip heba olmasını, boşa gitmesine neden olmaktır. Örneğin suyu boşa akıtırsanız bu israftır. Ama onu kullanırsanız israfın tam karşıtı bir hareket yapmış olursunuz. İslam dünyasında yeniden Kuran'a yöneliş sayesinde bu lüks-israf ilişkisi yeniden yorumlanmalı ve gerçek görülmelidir. Uydurma hadisler ve kökeni İslam dışı olan öğretiler yüzünden bugün Müslüman ülkelerin çoğu sefillik, gerilik ve israfın pençesindedir. Buna karşılık değiştirilmiş kutsal kitaplara sahip olan Yahudi ve Hıristiyanlar, o değiştirilmiş kitaplarının değil de Kuran'ın prensipleri doğrultusunda yaşayarak bilimin, teknolojinin, konforun, sanatın, doğal güzelliklerin kısaca lüksün tadını çıkarmaktalar. Tüketim ve üretim had safhada… Diğer yandan da tüketimin olmadığı ülkeler zenginleşmek bir yana gittikçe daha da kuruyor ve fakirleşiyorlar. Zaten lüksün günah olarak görüldüğü bir yerde sefillikten başka bir şeyin oluşması da söz konusu değildir. Selam ve sevgiler.

311

Kim demiş cennet yan gelip yatma yeridir diye? Kuran ayetlerinde dünya nimetlerinin benzerlerinin, artı, hiç bir kalbin bilmediği ve duymadığı cennete has nimetlerin de bulunduğu vurgulanır. Bu ayetlere bir örnek vermek gerekirse; "Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet aldığı her şey var.ve siz orada süresiz kalacaksınız."(Zuhruf Suresi 71.) Bu ifade şu demek.Bu dünyada sizin için yaratılmış nimetlerin hepsi cennette de var. Bu ayet ve diğer ayetlerde belirtilen nimetler, yan gelip yatmayla, seksle, yeme içmeyle sınırlandıramayız. Tamam, bunlarda çok büyük nimetler ve cennette varlar. Ama bunların yanı sıra hareket etmek, sanatla uğraşmak, okumak, bilimsel araştırma ve çalışmalarda bulunmak, spor yapmak, satranç gibi oyunlar oynamak, gezmek ve daha sayısız dünyaya özgün nimetler de bu haz ve nimet kapsamına girer. Nefsimizin arzu ettiği her şey cennette olacaktır. Zaten sadece yan gelip yatmak eksik bir nimet olurdu. Ayetlerde anlatılan huriler, meyveler ise birer örnek, bütünün küçük bir parçasıdırlar(ama kesinlikle bunlarda vardır).asıl liste ise yukarıdaki ayette verilmiştir. Herhalde Kuran’da televizyondan satranca kadar sayfalar dolusu bir nimet listesi hazırlanacak değildi. Kısaca, orada nefsinin arzu ettiği her şey olacaktır denilmiştir. Bir de bu nimetlerin sembolik olduğunu iddia eden arkadaşlara iki ayet daha göstererek yazımı tamamlamak istiyorum. -De ki "Allah`ın kulları için verdiği süslenecek şeylerle rızık olarak verdiklerinin temiz olanlarını kim yasak edebilir?"yine de ki "bunlar dünyadaki inançlı kişilerindir. ahirette ise yalnız onlarındır".ayetlerimizi anlayanlara bu şekilde açıklamaktayız.(Araf süresi 32.ayet) Dikkat edin ayette bu dünya nimetlerinin tümü inançlı kimselerindir, ama cennette ise yalnızca onlarındır deniliyor. Yani bu dünya nimetlerinin 312

benzerlerinin ahirette cennet halkına verileceği, dünya nimetlerinin tümünün orada da olacağı dolaylı da olsa belirtilmekte. Diğer ayet:"inanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandıkça: bu daha önce de rızıklandığımız şeydir, derler. Onlara o dediklerine benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve onlar orada ebedi kalacaklardır."2/25 Bu ayette de cennet ehli, cennet meyvelerinden yeyince, bu yediklerinin dünyadaki meyvelerle aynı, yani benzer olduklarını söylüyorlar. Ayrıca bazı ayetlerde cennet içeceklerinin formülünün hangi bitkilerden oluştuğu dahi söylenmektedir. Bütün bu apaçık ayetlere sembolik demek zorlama olacağı gibi, bunları sembolik saymak o ayetleri inkâra da yaklaştırır insanı. Ha bunlar saçmalıktır olamaz demişsin, ha bu böyle olamaz semboliktir demişsin. Selam ve sevgiler.

313

Evrendeki kusursuzluk kendi şart ve hedeflerine göredir 32:7 O yarattığı her şeyi mükemmel hale soktu. İnsanın yaratılışına balçıktan başladı. 51:7 Mükemmel çizilmiş yörüngelere sahip göğe and olsun ki 7:190 Onlara kusursuz bir çocuk verince, O'nun kendilerine verdiği bu hediyeyle ilgili olarak O'na ortaklar koşmaya başladılar. ALLAH onların ortak koştukları her şeyden çok yücedir. ************************************************************ **** Allah'ın yarattıklarındaki kusursuzluk, yani kusursuz tasarım, o yaratılanların yaratılış nedeni ve şartları doğrultusundadır. Bizim dünyamız ve evrenimiz 1-İmtihan dünyası hedefine yöneliktir. 2-Cennet ile cehennemin karışımı karma bir hayat 3-Sonunda mutlaka canlılarının ve hatta evrenin kendisinin öleceği sonlu bir hayat içerir. İşte bu evrendeki kusursuzluktan kasıt, bu 3 maddeye uygun-hizmet eden olma açısından mükemmelliktir. Yani kişinin imtihan edilebileceği ortama hizmet, kişinin gerektiğinde yeryüzünde hazzı veya ızdırabı yaşayabileceği ortamı oluşturmaya hizmet ve belli bir süre yaşadıktan sonra son bulmaya hizmet etme açısından kusursuz bir şekilde tasarlanıp yaratılmıştır. Çünkü bu dünyanın-evrenin-yaşamın hedefleri bunlardır. Bu evren yaratılış amacı ve şartlarına hizmet açısından gerçekten de "kusursuzdur". Ama buna karşılık ahiret evreninin yaratılış amacı ve şartları farklı olduğundan, ahiret evrenindeki kusursuzluk da bambaşkadır. Bu sefer "ölümsüz-ebedi olma",sürekli hücrelerin yenilenmesi ve yaşlanmama gibi 314

özellikler, o ahiret dünyasının şartlarında ve hedeflerinde kusursuzluktur. Çünkü yaratılış gayesi bunları içermektedir ve "mükemmel" bir şekilde bu hedefe hizmet edecek şekilde tasarlanmışlardır. Selam ve sevgiler.

315

Tüm insanların namazı arayışı Yüce Allah sistemini öyle bir kurmuştur ki, eğer emir ve yasaklarına uyarsanız daha bu dünyada nimetleri yaşamaya başlıyorsunuz, yok eğer uymazsanız daha bu dünyada sıkıntıları... Namaz kılma da bunlardan biridir. Namaz kılmak başlı başına insan psikolojisine iyi gelmesinin yanı sıra, sabah namazının vakti, tam da tabiatın canlanmaya başlayıp, neşe ve huzurun en üst seviyeye ulaştığı andır. Ve bu anda uyanıp kalkan kişi hiçbir şey yapmasa bile, yine de yaşama sevinciyle dolacaktır. Bir de namazını kılarsa duyacağı mutluluk, huzur ve coşku katlanarak büyüyecektir. Bunun yanı sıra, akşam namazının vakti tam da yine huzurun, içe dönüklüğün, dinlence halinin zamanıdır. Yine bu anda, yani tam vaktinde kılacağınız namazla bu geçiş evresinden maksimum faydayı edinmeyi sağladığınız gibi, bu geçiş döneminden kaynaklanabilecek sıkıntıları da minimuma indirebilirsiniz. Yani günde 3 kez kılınacak namaz size maddi ve manevi sayısız yarar sağlayacaktır. Daha cennete gitmeden, bu dünyada onun izlerini algılamanıza vesile olacaktır. Bunun bedensel ve zihinsel sağlığınıza faydaları saymakla bitmez. İşin sevap, Allah’a yaklaşma gibi bilinen asıl güzelliklerini tekrardan söylemeye gerek bile duymuyorum. Ha peki bunu yapmazsanız, işin sevap-kulluk kısmı bir yana, dünya nimeti olarak neler kaçırmış olursunuz? Şu olur; şu an batılıların ve Uzakdoğuluların yaptığı gibi yogadan, meditasyondan, alnınızdaki enerji noktanızı uyarma işlemlerinden(Shirodhara) medet ummaya başlarsınız. Depresyon ve stres içinde yüzer, namazın sağlayacağı güzellikleri bu saydığım metotlarda arama telaşına düşersiniz. Aslında bugünkü dünyada meditasyon, yoga çılgınlığı, Shirodhara çılgınlığı yaşanıyorsa, bunun altında aslında namazın aranması yatıyordur. Onun eksikliği yatıyordur. Ayurveda’daki gerçek adıyla "Shirodhara" tekniğini internetten, arama 316

motorlarından bulup inceleyebilirsiniz. Ve insanlar sabahları tam da güneşin doğma vaktinde kalkıp yoga yapma telaşı içindeler bugün. Çünkü bunu yapınca daha huzurlu olduklarını, stres ve depresyonlarında azalma olduğunu düşünüyorlar. Ve sabah güneşin doğma vaktinde yapılacak bu arınma jimnastiğine "güneşe selam" adını veriyorlar. Ve yine bu yoga uygulamasını incelerseniz, haraketlerin namazla büyük oranda benzerlik gösterdiğini göreceksiniz. Aynı şekilde akşam vakti de buna benzer bir yoga egzersizi yapılıp, insanlar huzura ve sağlığa kavuşmaya çalışıyorlar. Bir de bunun dışında yine genelde günde 2 kez meditasyon yapmaya çalışıyorlar. Ve yine aslında insanlar namazı arıyorlar. Onun vereceği güzellikleri, nimetlere kavuşabilmek için çırpınıyorlar. Ama ne yazık ki bu mutluluğu yanlış bir yerde arıyorlar. Peki madem namaz kılmak meditasyon ve yoga gibi uygulamalardan üstündür diyoruz, o zaman bunu doğrulayacak somut bir delil olmalı. Evet, var. Hem de bir ayurveda uzmanı olan Dr. Deepak Chopra’nın bile itiraf ettiği ve hatta bazı kitaplarında işlediği gibi, dünyanın en uzun ömürlü insanları Müslümanlar arasından çıkmaktadır genelde. Ve bu insanlar Uzakdoğulular gibi meditasyonla veya ginseng gibi süper besinlerle değil, namaz, oruç gibi ritüeller ve yoğurt, kırmızı et gibi besinlerle bunu gerçekleştirmişlerdir. “Süper yüzyıllıklar” adı verilen uzun ömürlü bireylere sahip toplumlar bugünün coğrafyasında Gürcistan, Azerbaycan gibi yerlerde görülmektedirler. Özellikle dağlık alanlarda yaşarlar. Ama genleri karma olduğundan, bilim adamları onların uzun ömürlü olmalarını genetik faktörle değil, yaşam biçimleriyle açıklamaktadırlar. Bilinen en uzun ömürlü insan Azeri Shirali Mislimov’dur. 1973 yılında 168 yaşında yaşama veda ettiği söylenmektedir. Özellikle Azerbaycan-İran sınırındaki Lerik kasabasının sağlıkları insanları dikkat çekiyor. Zaten namaz kılma ve oruç tutmanın faydaları artık bilim dünyasınca da keşfediliyor. Bunlar yogadan da, diğer tekniklerden de sağlığa ve yaşam 317

kalitesine daha çok faydalı. Umarız tüm dünyadaki insanlar, farkında olmadan arayıp durdukları namazı keşfederler ve gerçek mutluluğa ve kurtuluşa doğru bir adım daha atarlar. Selam ve sevgiler.

318

Bir mezhep inanırına forumdaki 5 sorum 1- Allah namazın 3 vakit olduğunu ve nasıl kılınacağını söylüyor ayetlerinde. Bu bağlamda, senin din adamların mı daha iyi biliyordur, yoksa Allah mı? Ve neden? 2-Tevrat ve İncil`de üçleme geçmediği halde, kendini dine adamış, uzman, binlerce yılın birikimi olan Hıristiyan uleması insanlara "üçlemeye tapacaksınız" diyor. Buna karşılık bazı din adamı olmayan Hıristiyanlar "hayır üçlemeye tapmak yanlışa sapmaktır" diyor. Sence ömrünü ilahiyata adamış Hıristiyan din adamları mı daha iyi biliyor, yoksa üçlemeyi kabul etmeyen ama din adamı olmayan Hıristiyanlar mı? Ve neden? 3- Yine ömrünü dine adamış, bütün kutsal kitapları bilen, bilgilientellektüel Hindu din adamları "ana tanrının yansıması olarak sayısız alt tanrı var" diyor. Şimdi bu uzmanlaşmış, bilgili Hindu din adamları mı doğruyu biliyor? Yoksa sen mi doğruyu biliyorsun(çok tanrıyı redederek)? Ve neden? 4- Ömrünü İslam`a adamış bir alevi ilahiyat profesörü, Ali`yi kutsallaştırırken, Allah`a ortaklar koşarken, o mu daha iyi biliyor? Yoksa bir İslam profesörü olmadığın halde sen "hayır olmaz öyle şey" diyerek, daha mı iyi biliyorsun? Ve neden? 5- Allah Kuran`dan başka bir kaynağı yasaklamışken, bunu defalarca ayetlerinde söylerken... Allah mı daha iyi biliyor "yalnız Kuran" derken? 319

Yoksa sen mi daha iyi biliyorsun "hayır, hadislere, icma, kıyas ve diğer yardımcıları da ihtiyacımız var" derken? Ve neden? Selam ve sevgiler.

320

Tasarımın incelenmesini isteyen ayet örnekleri Yaratılıştaki tasarım ve düzen üzerine düşünülmesi ve araştırma yapılması istenen ayet örnekleri: BAKARA (164) Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır. ÂL-İ İMRÂN (190) Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. ÂL-İ İMRÂN (191) Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. CÂSİYE (4) Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. GAŞİYE 17. Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! 18. Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! 19. Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! 20. Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır! MÜLK 321

(3) O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? MÜLK (4) Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. ARAF 185. Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki bundan sonra artık hangi söze inanacaklar? FURKÂN (49) O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan bir çok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. NEML (86) Onlar görmüyorlar mı ki biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır. KAMER (49) Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. VÂKI`A (57) Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz? TÎN (4) Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. NEBE 7. Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? 8. Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık. 9. Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık. 10. Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. 11. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık. 322

12. Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik. 13. Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık. 14, 15, 16. Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık. DİŞİ (ankebut) 29:19 ALLAH`ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29:20 De ki, "Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün."6 Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH`ın her şeye gücü yeter. ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Vakia 62. Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O halde düşünseniz ya! 63. Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz: 66. “Muhakkak biz çok ziyandayız!” 67. “Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!” 68. İçtiğiniz suya ne dersiniz?! 69. Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!.. 71. Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. 74. O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt). 75, 76. Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, 323

büyük bir yemindirRÛM (22) Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır ZÜMER (6) O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı.2 Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hakimiyet) yalnız onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? MÜ`MİN (57) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. TÛR (35) Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? HACC 5. Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir. YASİN 77. İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi 324

mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. 78. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?” 79. De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O her yaratılmışı hakkıyla bilendir.” 80. O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. 81. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir. YÛNUS (6) Şüphesiz gece ve gündüzün ardarda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır . Ey cin ve insan toplulukları, eğer göklerin ve yerin çaplarından aşıpgeçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak `üstün bir güç (sultan)` olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33) Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104) Yeryüzünün bitirdiklerinden, kendi benliklerinden ve daha bilmediklerinden hepsini eşler halinde yaratan çok yücedir. ( Yasin Suresi 36 ) Düşünüp ibret almanız için her şeyi eşler halinde yarattık. 51Zariyat Suresi 49 Güneş de bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün Olan ve Bilen`in takdiridir. 36Yasin Suresi 38 İşte bunlar bizim insanlara verdiğimiz örneklerdir. Ancak bilgi sahiplerinden başkası bunlara akıl erdiremez. 325

29Ankebut Suresi 43 Yıldızlar söndürüldüğü zaman 77 Mürselat Suresi 8 Görmüyor musun ki; Allah bulutları sürer, sonra onları birleştirir, sonra onları birbirlerinin üstüne yığar ve sen de yağmurun bunların arasından çıktığını görürsün. Gökyüzündeki dağlardan dolu yağdırır, onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecek. 24Nur Suresi 43 ********** Selam ve sevgiler.

326

Kuran`da sadece nefsi müdafaya izin vardır İslam karşıtlarının yaptığı en güzel çarpıtma taktiklerinden biri de ayet cımbızlamadır. Bu yolla surenin bağlamından koparılan ayet alınır ve aslında sadece savunma savaşına izin veren söylemler sanki saldırı savaşını ve dinsel baskıyı emrediyormuş gibi gösterilir. Örneğin: 9 - Tevbe Suresi 1. Allah ve resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış bulunduğunuz müşriklere bir ültimatomdur bu; 2. Yeryüzünde dört ay daha dolaşın ve bilin ki siz, Allah`ı âciz bırakamazsınız. Şu da bir gerçek ki, Allah küfre batanları rezil eder. 3. Bir de Allah ve resulünden insanlara Büyük Hac günü bir duyuru var: Allah da O`nun elçisi de müşriklerden kesinlikle uzaktır. O halde, tövde ederseniz bu sizin için hayırlırdır. Yok eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, siz Allah`ı acze düşüremezsiniz. Küfre saplananlara acıklı bir azabı muştula! 4. Antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size karşı bir eksiklik sergilemeyen ve aleyhinizde başka birine yardım etmeyenler müstesnadır. Artık, onlara verdiğiniz sözü belirlenen süreye kadar tam bir şekilde koruyun. Şu bir gerçek ki Allah, sakınanları sever. 5. O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr`dur, Rahîm`dir. 6. Eğer müşriklerden biri senden güvence dilerse/senin yanına gelmek, sana komşu olmak isterse, ona güvence verip yakınlaşma isteğini kabul et ki, Allah`ın kel dinleyebilsin. Sonra da onu, güvenli gördüğü yere kadar götür. Böyle yapmanın gerekçesi şudur: Bunlar bilmeyen bir topluluktur. 7. Müşriklerin Allah katında, onun resulü katında ahitleri nasıl olabilir! Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız müstesna. Bu şekilde antlaşması olanlara, onlar size doğru-dürüst davrandıkça, siz de doğru327

dürüst davranın. Allah, sakınanları sever -------------------------------------------Şimdi burada açıkça antlaşmayı bozup saldıran inkarcılara karşı siz de onlara karşı savunma amaçlı savaşın emri vardır.Ama antlaşmaya aykırı davranmayan , saldırmayanlara siz de saldırmayın, size saldıranlar da bundan vazgeçerlerse hemen siz de barışa yönelin denmektedir ayetlerde. 9:12 Anlaşma yaptıktan sonra andlarını bozar ve dininize saldırırlarsa, o inkarcılığın önderleriyle savaşın; çünkü onların andı artık geçersizdir. Belki vazgeçerler. -------------------------------------------------------------------------------9:13 Andlarını bozan, elçiyi sürmeye yeltenen ve sizinle (savaşı) ilk defa başlatan topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? İnanıyorsanız asıl çekinmeniz gereken ALLAH`tır. -------------------------------------------------------------------------------9:14 Onlarla savaşın ki, ALLAH ellerinizle onları cezalandırıp rezil etsin, sizi zafere ulaştırsın ve inanan toplumun göğsünü ferahlatsın, Yine aynı sürede saldıranlarla savaşın kendinizi savunun emri vardır. İşte tüm savaşla ilgili sürelerde istenen budur. Ama çarpıtma tekniğine başvurmak isteyenler bu nefsi müdafayla ilgili ayetlerden birini cımbızlıyor ve sanki durup dururken inkarcıları yakalayıp öldürün deniyormuş gibi bir hava yaratılıyor.) Ama aslında istenen tek bir şey vardır, sana saldırana karşı kendini savun,onlar vazgeçerlerse sen de barış yap. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. "(2 Bakara Suresi , 190-193) 328

Evet bu savunma savaşıyla ilgili ayetlerden de biri cımbızlanırsa sanki inanmayanlara saldırın gibi bir ifade varmış gibi gösterilir ki bu strateji hep izlenmektedir. -------------------------------------------------------------------------------------Kuran`da düşünce özgürlüğü temeldir. Çünkü imtihan dünyasının gereği insanlar dilediğine inanacak ki ahirette ondan sorumlu tutulabilsinler. Bu yüzden islam`da sadece tebliğ vardır. Kimse kimseye düşüncesinden dolayı bir tokat bile atamaz yoksa kendine yazık etmiş olur: -------------------------------------------------------------------------------Mearic Suresi 42 bırak onları! Dalsınlar, oynasınlar kendileri için belirlenen günlerine ulaşıncaya kadar. -----------------------------------------------En`am Suresi 112 İşte böyle, biz peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine lafın yaldızlısını fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. bırak onları, düzdükleri iftiralarla başbaşa kalsınlar; -------------------------------------------------Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüpçıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (60 Mümtehine Suresi, Herkes dilediğine inanmakta ve yaşamakta özgürdür ki, ahirette inancından dolayı sorumlu tutulabilsin: Bakara Suresi 256 Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. Doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah`a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir. 29. De ki, "Bu gerçek senin Rabbindendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Biz zalimler için onları çepeçevre saracak bir ateş hazırladık. Onlar her ne zaman feryad ederek yardım isteseler, derişik asit gibi yüzleri haşlayan bir su sunulur. Ne kötübir içecek, ne kötü bir son! 10:99 Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi inanırdı. Öyleyse, sen mi halkı inanmaları için zorlayacaksın? 329

Evet düşünce özgürlüğü ve dilediğin gibi yaşama serbestliği vardır. Ve nefsi müdafa dışında savaş yasaktır. Hatta tokat bile atamazsın. Sadece nefsi müdafaya izin veren ayetlerin dini bir konuda baskıyla yakından uzaktan alakasının olmadığının, amacın tamamen saldırganı durdurmak olduğunun en güzel kanıtlarından biri de şu ayettir: HUCURAT 9. Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun! Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah`ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever. Görüldüğü üzere saldıran taraf bir müslüman topluluk ise bile onlarla barışa yanaşıncaya kadar, başka bir deyişle saldırılarından vazgeçinceye kadar mücadele edin diyor. Her zaman ayetlerde istenen barışın sağlanması, saldırganın-zulmedenin durdurulmasıdır. Yoksa herkes dilediği inancı yaşamakta serbesttir. Selam ve sevgiler.

330

Kuran`ın bilimi emretmesi 1- Kuran`ın verdiği bilgiler pozitif bilimler tarafından gün geçtikçe keşfedilmektedir. 2- Allah birçok ayetinde bilimsel araştırmayı istediği gibi, birçok ifadesi de bu alanlarda ilerlemiş, bilgi sahibi kimselere yöneliktir: ENBİYÂ (30) İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Bu evrenin ve ayrıca canlıların başlangıcını araştırıp bulanlara yönelik bir ifadedir. Yoksa bu bilgilere ulaşamamış insanlar için "göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi" demenin bir anlamı kalmazdı. Ayette söylenen bilgileri "görebilmenin" yolu bilim ve teknolojide ileri gitmektir. DİŞİ (ankebut) 29:19 ALLAH`ın yaratılışı nasıl başlatıp, nasıl tekrarladığını görmediler mi? Bu, elbette ALLAH için kolaydır. 29:20 De ki, "Yeryüzünü dolaşın ve yaratılışın nasıl başladığını görün." Sonra, yine ALLAH (ahiretteki) son yaratılışı başlatacaktır. ALLAH`ın her şeye gücü yeter. Allah bizden canlıların ve tüm kainatın yaratılışının araştırılmasını istiyor. Bu da bilimsel araştırmayla olabilecek birşey tabii ki. Sadece yaratılışın başlangıcı değil, günümüzde süregelen tekrarların da araştırılmasını istiyor. Ondan sonraki aşama da, evrenin sonu geldikten sonra ikinci yaratılışın olup olamayacağı üzerine kafa yormamız. KAMER (49) Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. İşte bu ölçü ve denge sayesinde bilimsel araştırma, deney vb. şeyler yapabiliyoruz. Kaos denilen şeyde bile uzun vadede kendince bir düzen vardır. 331

MÜ`MİN (57) Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler. Yine ilim sahibi insanların gerçekleri görebilecekleri, akletmeye daha yakın oldukları söylenir: FATIR SURESİ 27. ALLAH`ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? Onunla çeşitli renklerde ürünler çıkarırız. Hatta dağlarda bile beyaz, kırmızı veya rengarenk katmanlar vardır. Bazı yollar ise siyahtır. 28. Aynı şekilde, insanlar, hayvanlar, çiftlik hayvanları da çeşitli renklerdedir. Bundan dolayıdır ki kulları arasında ALLAH`ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. ALLAH Üstündür, Bağışlayandır. Neml 40. Kitap bilgisine sahip olan birisi de, "Ben onu, gözünü kırpman için geçen süreden daha çabuk getirebilirim," dedi. Onu yanında duruyor görünce, "Bu Rabbimin bir lütfudur. Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi sınıyor. Şükreden kendisi için şükretmişolur. Nankörlük eden de, bilsin ki benim Rabbim Zengindir, Şereflidir," dedi. Burada kitap bilgisi bilimde ileri derece olmadan başka birşey değildir. Maddeyi gözünü kırpma süresinde naklediyor. Kötülüklerin-yobazlığın kaynağı olarak cehalet ve ilimsizlik gösteriliyor ayetlerde: Enam Suresi 139. Şunu da söylediler: "Şu hayvanların karınlarındakiler erkeklerimize özgülenmiştir; kadınlarımıza haramdır. Yavru ölü doğarsa kadın-erkek hepsi onda hak sahibidir." Bu nitelendirmeleri yüzünden Allah cezalarını verecektir. Hakîm`dir O, Alîm`dir. 140. Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle Allah`ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah`a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Sadece ve sadece delillerin ve aklın peşinden gitmemiz emredilmektedir: İsra suresi 332

36. Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. 6. Ey iman sahipleri! Özü-sözü bozuk birisi size bir haber getirdiğinde, hemen araştırıp inceleyin/delil arayın! Yoksa bilgisizlikle bir topluluğu suçlar da yapmış olduğunuza pişmanlık duyar hale gelirsiniz. Nahl Suresi 56. Tutuyor, kendilerine verdiğimiz rızıklardan hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah`a yemin olsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. 57. Tutuyor, Allah`a kızları nispet ediyorlar. Hâşâ! O, bunlardan arınmıştır. İştah duydukları şeyler de kendilerinin mi? 58. Onlardan birine kız çocuk müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir. Öfkeden kuduracak gibidir o. 59. Kendisine muştulananın utancından ötürü toplumdan gizlenir. Hakaret/eziklik üzere tutsun mu onu yoksa toprağın bağrına mı gömsün onu. Bakın ne kötü hüküm veriyorlar! Evet burada da yeryüzündeki nimetleri cansız şeylerin yaratmadığı vurgulanıyor ve ayrıca kız çocuğu oldu diye öfkelenenler yerilip cahillikle itham ediliyorlar. Mülk süresi 3. Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O`dur. O Rahman`ın yaratışında/yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun? 4. Sonra bakışı iki kez daha döndür! Umudunu kesmiş olarak döner sana göz. Utanmış, bitkin düşmüştür o. Burada da gökyüzünün ve evrenin araştırılması emrediliyor ve meydan okunuyor. Herhangibi bir düzensizlik ve başıboşluk göremeyeceksiniz. Ne kadar araştırırsanız araştırın, sadece bunu tasdik edeceksiniz deniliyor. Bunlar sadece birkaç örnek. Sayısız, bu yönde ayet var. Ne kişi sayısı ne duygular-zanlar, ne de hurafeler geçerlidir. Bunların hiçbir hükmü yoktur... Sadece akıl, ispat, araştırma ve sorgulama sonucu gerçek bilgilere-inanca kavuşmamız istenmektedir bizden. 333

Selam ve sevgiler.

334

Bilgiler bile birer inançtır Bütün kabul edilen bilgiler de birer inançtır. Özel olarak örnek vermek gerekirse; Amerikalıların aya ayak basma olayına bir bakalım. Şimdi ben de dâhil olmak üzere Amerikalıların ilk aya ayak basanlar olduğuna hemen herkes bütün kalbiyle inanıyor. Bunun gerçekliğinin ispatı sayısız. Bir kere bu olay televizyonlardan naklen yayınlandı. Aydan örnek getirildi vesaire. Ama buna rağmen bu apaçık bilgiye inanmayanlar var. Bu konuda onların da kendilerince delilleri var. Bunun o dönemde Sovyetlere karşı psikolojik bir üstünlük sağlamak için hazırlanmış komplo olduğuna inanan insanlar bunun ispatlarını sundular. Ve bugün milyonda bir de olsa bir kısım insan onlara inanıyor. Şimdi burada bizim bu aya ayak basış olayına inanmamız bizim inancımız. Bütün ispatlarına karşı bu böyle... Buna karşılık buna inanmayanların inanmamaları da onların inancı. Bunu her bilimsel gerçek için genelleyebiliriz. Hatta gezegenlerin varlığı gibi en basit gerçekler bile inancımızdır. Bu bilgiye inanıp inanmamak, delilleri yeterli sayıp saymamak tamamıyla bize(bireye) kalmış bir şey. Işık hızı aşılabilir mi? Evrim teorisi gerçek mi değil mi? Bütün bunlar da birer inançtan başka bir şey değildirler. Şimdi çıkıp "ama şu olay ispatlandı, inanç olmaz "diyebilirsiniz. İster ispata dayansın, ister başka bir şeye, YİNE DE ONA İNANIP İNANMAMIZ BİZİM İNANCIMIZDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR. Birçok yanlış kuram nasıl çürütüldü sanıyorsunuz. Bilim adamları da dâhil olmak üzere o şey herkes tarafından bilimsel gerçeklik zannedilirken, birtakım bilim adamları tarafından bu bilgiye inanılmadı ve daha sonra bu kuşkucu bilim adamları o genel kabulleri kendi ispatlarıyla yıktılar. O yıkılan yanlış bilginin gerçekliğine inanların inancı onların inancı, o bilginin yanlışlığına inanarak o kuramı yıkan bilim adamlarının düşünceleri de onların kendi inancıydı. Bir genel kabul kendince ispatlara bile dayansa bir inançtan başka bir şey değildir. O bilgiye inanıp inanmamak, ispatları yeterli ve mantıklı bulup 335

bulmamak bizim bu inancımızı belirler. Kısacası, bilgi = delillere dayalı kuvvetli inanç diyebiliriz. Bir takım deliller sonucunda o şeyin gerçekliğine tüm kalbimizle inanmaya bilgi adını veriyoruz. Adımızın ne olduğundan tutun da, yerçekiminin gerçekliğini kabule kadar her şeyi inancımızdır. Ne yazık ki insanlar “inanç” ile “zannı” birbirine karıştırıyorlar günümüzde. Belirsiz ve delile dayalı olmayan şeylere inanmak zandır, tahmindir. Kuran ise zannın, yani ispata dayalı olmayan şeylerin peşinden gitmeyi yasaklar: İsra Suresi 36. Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme, çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. Hucurat Suresi 6. Ey iman sahipleri! Özü-sözü bozuk birisi size bir haber getirdiğinde, hemen araştırıp inceleyin/delil arayın! Yoksa bilgisizlikle bir topluluğu suçlar da yapmış olduğunuza pişmanlık duyar hale gelirsiniz. Bu yüzden tüm hurafe inançlar yasaktır ve böyle delile dayalı olmayan şeylerin peşinden gidenlerin ahirette hüsrana uğrayacağı belirtilir. Buna karşılık Kuran’ın Allah’ın sözü olduğu ve değişmediği gerçeği delillere dayanmaktadır. Bu delillerin çok önemli bir kısmını www.mucizeler.com sitesinde inceleyebilirsiniz. Tüm bunları, yaratılışımızda bize işlenen temel vahiyle de birlikte ele alınca, Kuran’ın söylediklerinin tamamıyla gerçek olduğunu kolayca görebiliyoruz. Bize yaratılışımızda verilen temel ilahi bilgilere vurgu yapan ayetlere de örnekler verelim: 7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik, " diyemezsiniz. 7: 173 Yahut, "Atalarımız önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız, bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin, " diyemezsiniz. Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH 336

insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30) Bu temel vahyimiz sayesinde doğuştan Allah’ın varlığını ve tekliğini, insanlara iyi davranmanın güzel bir şey olduğunu vb. şeyleri biliriz. Tabii eğer bu yaratılış programımıza sırtımızı dönmemiş isek… Ve içimizdeki bu temel bilgiler, Kuran’ın gerçekliği konusunda da bize önemli bir sağlama, ispat sunmaktadır. Yaratılışımızda bize işlenen vahiyle(ruhla) uyum içerisinde olduğundan Kuran, ayetlere iman etmekle yükümlüyüz. Çünkü delile dayanıyor gerçekliği. Bir zan değil, gerçek bilgi(inanç) söz konusu. Rabbimizin bizden isteği; hurafeleri-zanları terk edip gerçek bilgiyeinanca yönelmemizdir. Selam ve sevgiler.

337

Eğer herkes ayetlerin dediğini yapsaydı nasıl bir dünya olurdu? Herkes Allah`a ve ayetlere inanıyor dediklerine de harfiyen uyuyor: Cinayet diye birşey yeryüzünde kalmazdı Hırsızlık diye birşey de.... Dolandırıcılık da tarih olurdu. Yalan söyleme, iftira atma ve kötü söz söyleme de.... Savaşlar ortadan kalkardı. Yeryüzünde şiddetin her türlüsü kaybolurdu. Faiz-tefecilik vb. başkalarına zarar vererek kazanma olmazdı. Ekonomik girişim özgürlüğü ve mülkiyet hakkı olurdu. İnsanlar birbirleriyle selamlaşmadan geçmeyecek kadar birbirlerine saygılı olurlardı. Tüm dünya ülkeleri elele verir, sadece insanlığa daha iyi bir dünya oluşturmak için yarışırlardı. Dünya tek bir ülke gibi olur, dolaşım, yerleşme özgürlüğü tüm dünyada en üst seviyede olurdu. Zina olmayacağı için her çocuk aile ortamında doğar ve büyürdü. Özel şirketler vb. güçler sadece kendilerinin değil, tüm insanların çıkarını ve hazzını düşünür , bu doğrultuda güzellikler üretirlerdi. Dünyanın en fakir insanı bile 5 yıldızlı otellerde haftalarca tatil yapabilirdi. Bilimde, teknolojide, sanatta ve demokraside şimdi bile hayal edemeyeceğimiz kadar ilerlenirdi. Tüm insanlar hem kendilerinin, hem de tüm dünyanın "gerçek çıkarları" doğrultusunda yaşar ve yardımlaşırlardı. Tabiat korunurdu. Hastalıkların,sakatlıkların ve hatta yaşlanmanın büyük ölçüde önüne 338

geçilirdi. İyilik, huzur,mutluluk ve maddi-manevi tüm zenginlikler-konfor her yeri kaplardı. Bu dünya cennetimsi bir hale getirilir, ahirette de kazananlardan olunurdu. ******************************** Not : Bu yazım Kuran Araştırmaları Grubu'nun "Yaşamın İçinden Dini Yazılar" adlı kitabında da yayınlanmıştır. Selam ve sevgiler.

339

Hız mı yoksa yavaşlık mı? Günümüzde her şey hız üzerine kurulmuş gözüküyor. Her geçen gün daha hızlı ulaşım araçları yapılıyor ve hız rekorları kırılıyor, işler daha hızlı yapılmaya çalışılıyor, bilgiye çok daha hızlı ulaşılıyor, işlemler daha hızlı yapılıyor. Hatta futbol ve basketbol gibi oyunlar bile çok daha hızlı oynanıyor, oynanması için kural değişikliğine bile gidiliyor. Durum böyle olunca yani günümüzde daha hızlı eşittir daha iyi inancı yerleşince, hayatın her alanında daha yüksek bir hıza ulaşılmaya çalışılıyor. Peki, bu inanç ne kadar doğru? Bence bu inancın haklı olduğu noktalar var,yanıldığı noktalar da. Evet, daha süratli ulaşım araçlarının yapılması, daha hızlı bilgisayarların yapılması, bunlar hızın gerekli ve güzel olan yanları. Ama bu demek değildir ki her alanda her zaman daha hızlı eşittir daha iyi. Bazı durumlarda yavaş ve sabırlı olmak hızlı olmaktan daha güzel ve faydalıdır. Ve de üstündür. Bir kere insan için hız, yaratıcılığı öldüren bir unsur olabilmektedir. Aşırı tempolu bir yaşam uzun vadede insanı yıpratır ve dejenerasyona sebep olabilir. Çok çalışmak, oraya buraya koşturmak, hiç dinlenmemek ve tatil yapmamak… Ve buna benzer şeyler ilk başta bir şeyler kazandırıyor gibi görünse de daha sonraları götürüsünün getirisinden çok olduğu görülür. Sakin yaşam sürenler ise uzun vadede daha çok ve güzel şeyler üreteceklerdir. Ve kesinlikle daha yaratıcı olacaklardır. Zaten tarihte yaratıcı beyinler hep çalışkanlıkla, tembelliğin dengelendiği bir yaşam sürmüşlerdir. Bugün bunu oyunlarda da görebiliriz. Daha hızlı ama daha fakir ve düz oyunlar. Bugün basketbolu hızlandıracağız diye yeni kurallar koydular ve bu basketbolun yok olma noktasına gelmesine sebep oldu. Çünkü artık herkes tek düze ve yaratıcılıktan uzak oynuyor. Ama bunun dışında hızın nimet ve güzelliklerini inkâr edecek değiliz. Bence yapılması gereken, hızın faydalı olduğu ve zararlı olduğu alanların, 340

durumların iyi belirlenmesi ve dengenin sağlanmasıdır. Ne hız lehindeki çalışmalardan vazgeçilmelidir ne de tembellik ve durağanlığın önemi gözden kaçırılmalıdır. İkisinin birbirinin tamamlayıcısı olduğu fark edilmeli ve buna göre yeni bir gelişim, yaşam felsefesi geliştirilmelidir. *** Yıllar önce yukarıdaki yazıyı kaleme almıştım. Aslında yaşama dini açıdan baktığımızda daha da önem kazanmaktadır konu. Şu dünyada yaptıklarımız sonsuz yaşamımızdaki, yani ahiret yaşantımızdaki konumumuzu belirleyecek. Gerçi Rabbimiz sonsuza dek sonsuz şıklarda denenseydik ne yapacağımızı biliyor ve bize 2 günlük bir örnek imtihan, bir kendimizle yüzleşme ortamı sağlıyor. Ama biz imtihanın sonucunu bilmiyoruz ve bu hayatımızdaki her adımımızı büyük bir dikkatle atmalıyız. Bir satranç oyununda bile bazen bir hamle üzerinde uzun uzadıya düşünürüz. Kaldı ki bu dünya hayatı bir oyun da değil, çok ciddi ve önemli bir dönemdir. Alacağımız kararlar sadece bu dünyayı değil, ahiret dünyamızı da şekillendireceğinden, acele etmeden, derin düşünerek davranışlarımızı sergilemeliyiz. İnsanlara yardım eli uzatmak, ibadetler için hergün mutlaka geniş bir vakit ayırmak, hem kendimiz hem de tüm insanlık için güzellikler-iyilikler üretmek bizi gerçek ve sonsuz mutluluğa götürecek anahtar olacaktır. Selam ve sevgiler.

341

Gerçekte ılımlı Müslüman hangi taraf? Yalnızca Kuran`ı dini kaynak edinerek, gerçek İslam`a yönelen insanlara şu günlerde "ılımlı Müslüman" veya "tatlı su Müslümanı" gibi tanımlamalarda bulunuluyor. Yani Kuran’daki gerçek dine yönelen insanlar, İslam`a çok da bağlı olmayan, dini günün şartlarına göre yumuşatarak yarım yaşayan kişiler olarak tanıtılmaya çalışılıyor. Gerçek ise, böyle olması bir yana dursun tam tersinedir. Kuran’dan başka dini kaynak edinmeyen Müslümanlar en tutucu, dinlerinin orijinal haline sadık grubu oluşturmaktadırlar. Dini tam anlamıyla yaşamak, hayatı tamamıyla İslam`a göre yönlendirmek de yine Kuran`daki dine yönelenlerin başarabildiği şeylerdir. Gerçekte İslam en ilerici ve güzelliklerle dolu yaşam felsefesini sunduğundan, bu yoldan gidenler dini modern çağa uydurmaya çalıştıklarından dolayı değil, sadece dini gerçek haliyle yaşadıklarından dolayı bunu yapmaktadırlar. Aslında "ılımlı ve tatlı su Müslüman’ı" olanlar, mezhep ve hadis öğretilerini benimsemiş olanlardır. Çünkü onlar o kadar ılımlıdır ki, Yahudilerden sünnet etme ve recmi, Hıristiyanlardan başörtüsünü, yine diğer öğretilerden çilekeşliği, inzivaya çekilmeyi ve ortaklar koşmayı almışlardır. Hadis ve mezhep öğretilerini benimseyenler, Kuran`ın yanında başka kaynakları da kabul ettiklerinden, Kuran`a bağlılık açısından, yani İslam`a bağlılık açısından "ılımlı" bir yol izlemektedirler. Hatta yine o kadar ılımlıdırlar ki, Hinduizm`den, ruhçuluktan bile birçok öğeyi almışlardır. Buna karşılık "yalnız Kuran" diyenler muhafazakâr yapılarıyla, İslam dışı hiçbir öğeyi din diye benimsemezler. Hurafeleri yanlarına yaklaştırmazlar. Selam ve sevgiler.

342

Izdırap değil mutluluk seçilmelidir BAKARA 57. Ve bulutu üstünüze gölgelik yaptık ve size kudret helvasıyla bıldırcın indirdik: "Rızık olarak size verdiklerimizin, en temizlerinden yiyin. " Dedik. Onlar zulmü bize yapmadılar, onlar kendi benliklerine zulmetmekteydiler. 58. Şöyle demiştik: "Girin şu kente; orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve `affet bizi` deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha fazlasını veririz. " 59. Ne var ki zulme sapanlar, bir sözü kendilerine söylenmiş olandan başkasıyla değiştirdiler. Bu- nun üzerine biz, bu zalimler üstüne, ürettikleri kötülüklere karşılık olarak gökten bir pislik indir- dik. 60. Bir zamanlar Musa, toplumu için su istemişti de biz, "değneğinle şu taşa vur" demiştik. Taştan hemen oniki göze fışkırmıştı. Her bölük insan kendilerine özgü su kaynağını bilmişti. "Allah`ın rızkından yiyin, için; yeryüzünde bozgunculuk yaparak şuna buna saldırmayın. " demiştik. 61. Siz şöyle demiştiniz: "Ey Musa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız; bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin. "Musa şöyle demişti; "Siz daha aşağı bir nimete daha üstün bir nimeti mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır. "Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah`tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah`ın ayetlerini inkar ediyor ve haksız yere peygamberlerini öldürüyorlardı. İstan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı. Burada İsrailoğulları kendileri için özel olarak üretilmiş olağanüstü gıda olan Kudret Helvası`nı beyenmeyip, daha düşük kalitedeki diğer yiyeceklere yönelmek istiyorlar. Bazılarına bu ilk bakışta "çeşitlilik ve zenginlik istemek" gibi gelebilir". Ama hayır, yüz çeşit çadır, bir lüks villa veya şato etmez. Yüz çeşit çadırı seçerseniz bir şatoya karşılık, zenginliği değil, fakirliği ve ızdırabı 343

seçmişsiniz demektir. "Daha aşağı bir nimeti, daha üstün olana değişmek" insanların kendine zulmetmesidir. Ve mutluluğu, hazzı bırakıp, ızdırabı ve zulmü seçmek sapmadır. Yani insanların kendine zulmetmesi erdem değil, zalimliktir. Bu yüzden hem kendimiz, hem de tüm insanlık için iyiyi, güzeli ve mutluluğu seçmeliyiz. Ahirette cennete gitmenin yolu, bu dünyada da kendimize ve insanlığa güzellikler sunmaktan geçiyor. Tabii ızdırap ve kötülükten uzak durmaktan da geçiyor diğer bir deyişle. Kuran "insanların gerçek çıkarlarının" ne olduğunu gösterir" ve "bu çıkarlara ulaşabilmenin, kalıcı kurtuluşu elde edebilmenin yollarını gösterir. " Bazı fedakarlık gibi gözüken emir ve yasaklar da aslında uzun vadede hem bu dünyada hem de ahirette hazzı-çıkarı sağlayan isteklerdir. Satranç oynayanlar iyi bilir, bir veziri yem olarak verip birkaç hamle sonra rakibinizi mat edebilirsiniz. İşte orada o veziri almak aslında rakip için o anda kazanç gibi gözükse de birkaç hamle sonra büyük bir ızdıraba dönüşecektir onun adına. İşte Kuran böyle tuzaklara karşı insanları uyarır, "mat etme" yani nihai kazanç ve ızdıraptan kurtulma yollarını gösterir. Selam ve sevgiler.

344

Değişimi amaç yapma yanılgısı Evet değişiklikler güzeldir, insan hayatına yenilik ve çeşitlilikler katar. Hatta bazen ve veya bazı alanlarda mutlaka gereklidir de... Örneğin teknoloji ve bilimin sınırlarına henüz gelinmedi, bu alanda sürekli evrimleşilecek ve ilerlenecektir. Bu da yepyeni nimetler ve yaşam tarzı sunacaktır insana. Bunlar değişimin gerekli ve de faydalı olduğu taraflar. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var. Değişimi mutluluğa götürecek araç değil de amaç olarak gören ,olumlu olumsuz demeden sırf değişiklik olsun diye değişim isteyen sağlıksız bir düşünce yapısı da hakim dünyada ne yazık ki.. Bunun bir benzeri noktaya "olumlu çeşitlilik ve olumsuz çeşitlilik" konusunda (ALTERNATİFORUM'DA) değinmiştim. Çeşitlilik ve farklılık ne kadar çok olursa o kadar iyi olur. Ama siz tutup, sakatlıkları, hastalıkları, ırkçı düşünceleri ve buna benzer çeşitli olumsuzlukları da sırf çeşitlilik olsun diye gerekli olarak görürseniz işte o zaman film kopar. Olumsuz çeşitliliğin fakirleştirici etkisini görmez ve onunla mücadele etmezseniz, bu zenginlik değil fakirlik olur demiştim. Yine sırf değişim olsun diye olumsuz değişimi kabullenirseniz aynı hataya düşersiniz. Yani sağlıklı halinizden sıkılıp hasta olmayı veya sakatlanmayı arzularsanız bu dediğim sağlıksız ruh haline bürünmüşsünüz demektir. Ya da başıma biraz üzücü ve sıkıntılı olaylar gelsin artık diyorsanız, yine sırf değişim olsun diye değişiklik olsun diyen, değişime tapan gruba girmişsiniz demektir. Hayat sonsuz denilebilecek olumlu değişimi yaratacak kombinasyonlara sahipken, olumsuz değişime yönelmek gerçekten trajediktir. Bu olumlu kombinasyonlar sonsuz bir süreç içerisinde insanın hayatına sonsuz bir zenginlik katacak potansiyele sahiptir. Ama olumsuzları ise zenginlik değil fakirlik katar. Bu yüzden her şeyde değişim istemek büyük bir hatadır. İyi olan, mükemmel olan değiştirilirse bu evrim değil dejenerasyon, güzellik değil 345

çirkinlik olur. Ve evrim her şeyde değil bazı şeylerde vardır ve gereklidir, yoksa oluşacak olan gelişme değil bozulma olacaktır. Değişimi mutluluğa ve güzelliğe giden bir araç değil de amaç yapanlar, bu hatalı bakış açılarından dolayı güzelliklerin bile yıkılmasını, hatta yok olmasını isterler farkında olmasalar da. Çünkü onlara göre mutlaka daha güzel ve daha iyi vardır, bir şeyde mutlak mükemmelliğe, güzelliğe ulaşılmış olabileceğini düşünmezler bile, düşünecekler olsalar da kabule yanaşmazlar. Hatta bunu kabul etseler de sırf değişim için yine güzelliğin yıkılmasından yana oy kullanırlar. Her şey sürekli değişmelidir, yaşam şekli, hali, hatta evrensel yasalar, yaşam formatları bile (onların gözünde). Evrimciler ister ruhçu, ister materyalist olsun bunu hayal eder genelde. Eğer ahiret inancına sahipse ve cennete inanıyorsa bile onun sonsuz olmasını kabullenemez. Çünkü onların gözünde amaç güzelliğe ulaşmak ve muhafaza etmek değil, nasıl olursa olsun sürekli değişimi yaşamaktır. Bu yüzden ölümü ve yok oluşu sürekli ister ve tasvip ederler farkında olmadan. Dediğim gibi ölümsüzlüğe,cennet yaşamının bile daimi olmasına tahammülleri yoktur farkında olmasalar bile... O da miladını doldurup bambaşka oluşumlara geçilmelidir onlara göre... Bu inanç ruhçu öğretiden tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Kendini safkan ruhçu olarak gösterebileceği gibi, materyalist veya Hıristiyan, Müslüman veya Yahudi şeklinde de gösterebilir bu inanç. Her inancın arasına sızmıştır. Hatta İslam gibi tam karşıt bir inancın içerisine bile... İslam dünyasına Tasavvuf, Musevi dünyasına ise Kabala öğretisiyle girmiştir bu öğreti. Tabii daha başka versiyonları da mevcuttur... Değişimi araç olarak değil de amaç olarak görenler çoğu kez kendi rüya ve idealleriyle bile büyük bir çelişki içerisindedirler. Örneğin birçok evrimci güzelliklere ulaşmayı hedefler. Hastalıklar, fakirlik hatta ölüm ortadan kalksın, savaşlar ve olumsuzluklar artık olmasın der. Ama bir yandan da inançlı bile olsa bu evrimciler, cennetteki sonsuzluğu bile kabullenemez bir ruh hali sergilerler. Birden bir bakmışsınız ki "acısız hayatın ne anlamı var, kötülük olmadan iyiliğin tadına varılabilir mi" gibilerinden tam tersi bir inancı açığa vurmaktalar. Hatta dediğim gibi dünyadaki acıları, ölümü bile istemez gibi görünürken, birdenbire 346

cennetteki ölümsüzlüğü bile istemez bir yapıya bürünürler. Cennetin bile bir gün yok olmasını isterler. Farkında olmadan bu dünyadaki tüm kötülük ve olumsuzlukları över, yüceltir Ve de isterler. İşin trajik yanı, bu çelişkilerinin çoğu kez farkına bile varamazlar. Bu arada başka bir yazımda daha geniş bir bakış açısıyla değinmek istediğim bir konuya kısaca burada da değinmeden geçemeyeceğim. Bu dünyadaki acı ve ıstıraplar övülürken, buna kanıt olarak yanlış bir sembollendirme yoluna gidilir. Bu dünyadaki acı ve sıkıntılar, yiyeceklerdeki acı, ekşi gibi tatlarla sembolleştirilir ve buna karşılık yaşamdaki güzellikler de yiyeceklerdeki "tatlı" tadıyla özdeşleştirilir. Ve ondan sonra çıkıp da "sırf tatlı yenir mi biraz da acı ve ekşi tatları tadacaksın ki hayatını yaşayasın" derler. Ama buradaki temel hata bu eşleştirmede yatmaktadır. Çünkü acı ve ekşi de tıpkı tatlı gibi bir tattır, yani bir nimettir. Bunlar eşit derecede güzelliklerdir. Tatlı bir elma da, acı bir biber de Allah'ın bize sunduğu eşit derecede mükemmellikte güzelliklerdendir. Birinin diğerine bir üstünlüğü yoktur. Ama kimisi kişisel tercihinden dolayı tatlıyı, kimisi de tuzlu veya acıyı tercih edebilir. Yani acı tat hayattaki olumsuzluğa veya ızdıraba karşılık değildir. Tıpkı tatlı gibi ayrı bir nimet, ayrı bir hazdır. Hayattaki olumsuzluklar ise bir nimet çeşidi değil bir bela, üzücü bir durumdur. Aynı sembolleştirmeyi renklerde de yaparız. Örneğin siyah rengi kötülüğe, beyaz rengi ise iyiye, güzelliğe denk gelecek şekilde sembolleştiririz. Ama hâlbuki siyah ve beyaz eşit derecede güzellikteki 2 renktir. Ne siyah kötülüğü temsil eder, ne de beyaz iyiliği... SEMBOLLEŞTİRMEYİ DAHA DOĞRU BİR ŞEKİLDE YAPMALIYIZ Beyaz ve siyah aynı değerde birer renktirler. Eşittirler. Aynı şekilde yiyeceklerdeki tatlar da renkler gibi eşittirler. Bu yüzden bunlardan biri iyiliğe güzelliğe, bir diğeri ise kötülüğe, ızdıraba denk gelemez. Bunlar bizim hatalı ve /veya eksik sembolleştirmelerimizden kaynaklanmaktadır. Eğer illaki sembolleştirme istiyorsak bunu daha doğru ve dikkatli bir şekilde yapmalıyız. Örneğin bunu tatlarda yapacaksak hayattaki ızdıraba karşılık olarak herhangi bir tadı kullanmamalıyız. Çünkü dediğim gibi bütün renkler gibi tatlar da eşit derecede güzellikler(nimetler)dir. Bunlardan herhangibi birini çirkinliğe sembolleştiremeyiz, hepsi ayrı güzelliklerdir. Hiçbiri çirkin veya sıkıntı verici değildir. Hepsi de mutluluk 347

ve haz vericidirler. Ama hayattaki üzücü olaylar, olumsuzluklar ise nimedin, güzelliğin tam tersi olan "bela”dırlar. Bu yüzden sembolleştirmemizi de bunu göz önüne alarak yaparsak daha sağlıklı sonuç elde ederiz. Mesela sıkıntının sembolü olarak bozulmuş, çürümüş veya zehirleme aşamasına gelmiş yiyecekleri kullanabiliriz. Yani "tatlı-acı" gibi güzel tatlar veya "siyahbeyaz" gibi güzel renkler değil de olsa olsa "bozulmuş, çürümüş, tatsızlaşmış, zehirleyici ve iğrelti hale gelmiş" şeyler kötülüğü, sıkıntıyı sembolize edebilirler. Bu açıdan bakıldığında da hayattaki ızdıraplar, üzüntüler, kötülükler hayatın tadı tuzu falan değildirler. Ya da hayatın renkleri değildirler. Olsa olsa hayatın bozulmuş, tatsızlaşmış, zehirleyici, istenmeyen deneyimleridir. Yanlış eşleştirme ve sembolleştirmelere dayanarak hayattaki olumsuzlukları övmek büyük bir hatadır. Bu yanlış inançlar yüzünden hayattaki kötülüklerle yeterince iyi mücadele edemeyebiliriz. Öyle ya madem sıkıntılar hayatın tuzu biberi, o zaman onlarla niye var güçle savaşılsın? Hastalıklar, felaketler, sakatlıklar, savaşlar, ölümler, yaşlanma, fakirlik ve tüm kötülükler... Bunlarla niye mücadele edilsin o zaman. Hatta bir insanın acı çekince değişik bir güzellik yaşayacağı veya onun ongunlaşacağı inancına sahipseniz, o kişiye kötülük yapma yolunu tercih bile edebilirsiniz. Çünkü bu yanlış inanç sonuçta bu kapıya çıkıyor. Öyleyse bir insana iyilik veya kötülük yapma arasında bir fark kalmıyor. Sadece değişik tatlar tatmasını sağlıyorsunuz. Bu düşünce kötülük yapmanın da aslında iyilik yapma olduğu yanlış inancına götürür insanı. Selam ve sevgiler

348

Kader ve özgür iradeyle ilgili sorulara verdiğim cevaplar QUOTE(redfinity @ Mar 28 2008, 04:30 AM) "Redfinity: 13:15'de bu kaleme ne olacak? Tanrı: Ben tersini dilemezsem, kalem masadan düşecek Redfinity: Peki dusmesini diliyor musun? Tanri: .... Burada tanri ne diyor bana? Bir tek yanit bekliyorum" Cevabım: Redfinity: 13:15'de bu kaleme ne olacak? Tanrı: Ben tersini dilemezsem, kalem masadan düşecek Redfinity: Peki dusmesini diliyor musun? Tanri: .... —Evet. Veya —Hayır. Diyecektir ve gerçekleşecektir. Diğer söylediğine gelince, Allah “bize yönelik o ifadeleri kullanıyor”. Allah biliyor ama sen, ben bilmiyoruz: 11:107 Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar; ancak Rabbin dilerse başka. Rabbin, dilediğini Yapandır. 11:108 Mutluluğu hak edenler ise, gökler ve yer kaldığı sürece cennette kalıcıdırlar.12 Rabbin dilerse başka. Kesintisiz bir ödüldür bu. Ayrıca “sizi sınıyoruz bakalım ne yapacaksınız” gibilerinden ifadeler de hep bize yönelik bilinmeyendir. Yoksa Allah açısından ne imtihan var, ne de zamanda yolculuk. Orada senin soru sorup istekte bulunman bile aslında bilinenin, 349

senaryonun bir parçası. Ve üçüncü yanlışın “bir şeyi yapabiliyor olmak ile yapmayı” birbiriyle karıştırıyorsun. Örneğin Allah istese cennetlikleri cehenneme, cehennemlikleri de cennete koyabilir veya herkesi cehenneme koyabilir. Ama bunu yapabiliyor olması, yapacağı anlamına gelmiyor. Yani sen Allah'a "hadi değiştir emrini bakalım değiştirebiliyor musun?" demen aslında aynı zamanda "hadi cennetlikleri cehenneme at, bakalım atabiliyor musun, eğer onları cehenneme atamazsan, özgür değilsin" demek kadar boş ve hatalı. İyileri cennette zorunlu olduğundan değil, istediği için tutuyor. Selam ve sevgiler. ******************************** QUOTE(redfinity @ Mar 29 2008, 03:54 AM) "Cennet veya cehennemden bahsetmiyorum. Konuyu oraya getirmeyecegim. Gostermeye calistigim sey, Allah'in Alim-i mutlak sifatindan oturu gelecegi degistiremeyecegi, yani, gelecekte su anda bildiginden farkli birsey yapamayacagi. Dolayisi ile onun bile ozgur iradesi olmadigi. Bu diyalog ayni basta yazdigim gibi tamamlanacaktir: Redfinity: 13:15'de bu kaleme ne olacak? Tanrı: Ben tersini dilemezsem, kalem masadan düşecek Redfinity: Peki dusmesini diliyor musun? Tanri: Evet (dedigini varsayiyoruz. Istersen hayir'i da secebiliriz). ......(1) Redfinity: 13:15 de kalem masadan dusecek yani. Oyle mi? Tanri: Evet. [Bu noktada tanrinin bilgisi kalemin dusecegi seklindedir] ..[saat 13:12 olur].. Redfinity: Kalemin dusmesini engelleyebilir misin? Tanri: Bunu yapapamam? Redfinity: Neden o? Tanri: Cunku bunu yaparsam biraz onceki bilgimin yanlis oldugu ortaya 350

cikar. Bu yuzdende gelecegi degitiremem. Ozgur iradem yoktur. Emre, bu probleme mantikli bir cozum bulmaya calismak gercekci bir yaklasim olmaz. "Inanmak irrasyonaldir ama yine de inaniyorum" yanitini ben saygi duyarak kabul ederim." CEVABIM: Tam tersine, "inanmamak, inkar etmek" irrasyoneldir. Dediğimi anlamadığını görüyorum. Cennet meselesinde ne demiştim? İşte buradaki uyarlama da aynısı olacak dedim. Anlayabilmen için diyaloğuna yerleştireyim: Redfinity: 13:15'de bu kaleme ne olacak? Tanrı: Ben tersini dilemezsem, kalem masadan düşecek Redfinity: Peki dusmesini diliyor musun? Tanri: Evet (dedigini varsayiyoruz. Istersen hayir'i da secebiliriz). ......(1) Redfinity: 13:15 de kalem masadan dusecek yani. Oyle mi? Tanri: Evet. [Bu noktada tanrinin bilgisi kalemin dusecegi seklindedir] ..[saat 13:12 olur].. Redfinity: Kalemin dusmesini engelleyebilir misin? Tanri: Tabii Redfinity: Hani düşecekti? Tanrı: Zaten düşecek.Birşeyi yapabiliyor olmak , onu yapmak zorunda olduğun anlamına gelmiyor. Kararım kalemin düşeceği şeklinde ve de düşecek. Yani Redfinity: Cennettekileri cehenneme atabilir misin? Tanrı: Evet atabilirim. Redfinity: Ama cennetten hiç çıkmayacaklarına söz vermiştin. Tanrı: Evet verdim ve de çıkmayacaklar. Onları cehenneme atabilme gücümün olması, atacağım anlamına gelmiyor. Kararım hep cennette kalacakları yönde. 351

********************************* QUOTE(redfinity @ Mar 29 2008, 04:56 AM) "Dedigim gibi su anda cennet veya cehennem'den bahsetmiyorum. Su en son yazdigin cumledeki problemlere bakalim: Tanrı: Zaten düşecek.Birşeyi yapabiliyor olmak , onu yapmak zorunda olduğun anlamına gelmiyor. Kararım kalemin düşeceği şeklinde ve de düşecek. Birincisi, bu bir cocugun "ucabilirim ama canim istemiyor" demesine benziyor. "Istersem kalemin dusmesini engelleyebilirim ama engellemiyorum" cumlesinin bundan hic bir farki yok. Ikincisi "kararim" ne demektir. Bir karar verilebilmesi icin o kararin oncesinde "kararin verilmedigi bir belirsizlik" ani olmasi gerekir. Yani gecmiste allah icin kararin verildigi bir an mi var? Bunun nesi acik degil anlamiyorum; Allah bir karar verdigi anda (gelecek bir anda kalemin masadan dusmesi), o olay onun bilgisi olmustur. Bu bilgi degisemeyecegi icinde allah kararini daha sonraki bir anda degistiremez. Yani, olay "yapabiliyor fakat yapmak zorunda degil" degil "yapamiyor".." ********************** CEVABIM: Hayır dostum, bunu da defalarca açıkladık. "Bilinmeyen bizim açımızdan" . Bu yüzden bize yönelik olarak bu ifadeleri kullanıyor Tanrı. "bakalım ne yapacaksınız diye sınadık" "cennette sonsuza dek kalacaksınız, ama tersini dilersem başka" "bana dua edin-dileklerinizi iletin " Zamansız olan Allah için zaten gelecekte gerçekleşecek birşey yok. Ama zamanlı olan bizlerin algılayabileceği şekilde belirtiyor ifadeleri. Cennet ve cehennemle ilgili verdiğim örnek bunu çok iyi temsil ediyor. Redfinity: Cennettekileri cehenneme atabilir misin? 352

Tanrı: Evet atabilirim. Redfinity: Ama cennetten hiç çıkmayacaklarına söz vermiştin. Tanrı: Evet verdim ve de çıkmayacaklar. Onları cehenneme atabilme gücümün olması, atacağım anlamına gelmiyor. Kararım hep cennette kalacakları yönde. Allah isterse cennettekileri cehenneme atabilir. Ama "özgür iradesiyle onları hep cennette tutmaya karar vermiş". Ve bize bu kararını açıklıyor: "sonsuza dek cennette kalacaksınız, ama tersini dilersem başka" Allah özgür iradesiyle bizi sonsuza dek cennette tutuyor. Böyle olmasını istediğinden dolayı. Ve bize bunu açıklıyor. Birşeyi yapabiliyor olmak başka, yapmak zorunda olmak bambaşka. Ama Allah yapıp yapmamakta özgür olduğu için cennettekileri cehenneme atmıyor. Burada bizim "Allah'ın cennettekileri cehenneme atmayacağını bilmemiz" "Allah'ın özgür iradesini etkilemiyor". Yani Allah'ın yapacağını bilmemiz, Allah'ın özgür iradesi üzerinde hiçbir etkisi olmayan birşey. Tıpkı Allah'ın bizim yapacaklarımızı bilmesinin, bizim özgür irademiz üzerinde hiçbir etkisi olmadığı gibi. Allah insanları "biz bildiğimizden dolayı değil, öyle istediğinden dolayı cennetinde sürekli tutuyor" Ve bize bunu açıklıyor. Yani Redfinity'ciğim, senin bu iddian düşündüğünün tam tersine, özgür iradeye yepyeni bir ispat örneği daha sundu. Görüldüğü üzere "bilindiği için yapılmıyor", tam tersine "özgür iradeyle o şık seçildiği için biliniyor". Yani şu ayetlerde zaten "senin diyaloğun"cevaplanmış durumda: Hud 107. Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar; ancak Rabbin dilerse başka. Rabbin, dilediğini Yapandır 108. Mutluluğu hakkedenler ise, gökler ve yer kaldığı sürece cennette kalıcıdırlar. Rabbinin dilerse başka. Kesintisiz bir ödüldür bu. Yüce Allah burada bize gelecekte ne yapacağını söylüyor. 353

Ve diyor ki "eğer tersini dilemezsem, cennettekileri asla çıkarmayacağım" Ve çıkarmayacağına dair söz de veriyor. Başka bir deyişle "istersem bu hükmümü değiştirebilirim, ama cennettekilerin sonsuza dek orada kalmasını, özgür irademle istediğim için kalacaklar" demekte. Bu özgür irade konusunda ikinci bir sağlama, delil daha sunuyor bizlere. Biz bu durumda Allah'ın gelecekte ne yapacağını biliyoruz. Ve Allah diyor ki "siz bunu bildiğinizden dolayı değil, ben böyle olmasını istediğimden dolayı cennettekiler hep kalacaklar" "Ama istersem bunu değiştirebilirim" Demek ki bizim gelecekte Allah'ın ne yapacağını bilmemiz, O'nun özgür iradesini etkilemiyor. Tıpkı O'nun bizim ne yapacağımızı bilmesinin, bizim özgür irademizi etkilememesi gibi. Birşeyi "yapabiliyor olmak başka, yapmak bambaşkadır". Ve bu durum özgür iradenin sonucudur. Selam ve sevgiler. ******************************* Aziz sordu: "sevgili dostum özgür irade var diyorsun ardındanda bir senaryoyu oynuyoruz diyorsun bu nasıl bir çelişki olmuyormu eğer bir zamanlar şöyle bir tezim vardı yaratan bilmek istemiyor olamazmı diyordum ama buna kuranda dayank bulamadım kuran devamlı kul(köle) olacaksınki bu dünya imtihanını kazanasın diyor sorarım size kim gününü gün etmekten hoşlanmaz kendimden örnek vereyim evliyim ve iki oğlum var evli olmayı yani bağımlı olmayı istemezdim eğer iman etmiş olmasaydım delimiyim başkalrının sorumluluğunu sırtıma alıyım hayatımı yaşardım beni bunlardan alı koyan özgür irademmi sence iyi düşün" CEVABIM: 1- Hayır, dediğimi anlamamışsın sevgili kardeşim. Allah bizim özgür irademizle neyi seçeceğimizi biliyor. Ve bunu 354

kullanarak hakettiğimize kavuşacağımız şıkları karşımıza çıkartıyor. Yani seçim tamamiyle senin özgür iradene ait. Ama Allah seni neyin seçeceğini bildiğinden,kalbindeki iyilik veya kötülükle yüzleşmeni sağlayacak şıkları karşına çıkartıyor. Örneğin İblis o güne kadar her denileni yapıyordu. Eğer Allah dilesydi yine yapacağı bir şeyi söylerdi örneğin "gidin dünyada şu işi yapın" derdi. Ama Adem'e secde edin deyince İblis'in kalbindeki hainliği ortaya çıkaracağını bildiğinden bu şıkkı çıkarttı karşısına(secde etmek ya da etmemek). 2- Kesinlikle özgür iradeye sahibiz. Selam ve sevgiler.

355

Bir piyango biletinin düşündürdükleri Öyle bir piyango çekilişi yapılsın ki,her bilet 1 trilyon(1000000000000) rakamdan oluşsun. Tabii böyle anormal rakamlara sahip biletlerin olabilmesi için çok korkunç sayıda da biletin(sonsuz denilebilecek sayıda) basılması ve satılması gerekir. Ama hayal bu ya yapıldığını farzedelim.Ve tüm biletlerin de tükendiğini varsayalım. Yani bir kişiye çıkacak piyango başka çaresi yok. Ama bu nasıl olacak? Bir trilyon kez sizin biletinizdeki rakamlar kuradan çıkabilir mi? Birinci top tamam tuttu, ikinci top tamam bu da tuttu diyelim .Ama bunun böyle bir trilyon kez tekrarlanması imkansız gözüküyor. Fakat buna karşılık bu olay gerçekleşecek başka yolu yok. Bu sayıyı ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım, yine piyango bir bilete çıkmak zorunda. BU OLAYIN BANA DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ BAŞKA BİRŞEY DE.......... Rastgele,tesadüfü gibi gözüken şeylerin bile aslında böyle olamayacağı... Evet burada piyango bir bilete çıkmak zorunda ve çıkacak da... Ama bir biletin bir trilyon rakamının sırayla kuradan çıkması, yani bir trilyon kez o biletin rakamlarının kazanması kendiliğinden rastgele olması imkansız bir durum. Düşünün bir kere, bir şeyin rastgele olmadığını ispatlamak için deney ve gözlemlere başvururuz. Eğer o olay defalarca tekrarlanıyorsa bu tesadüfü bir olay değil, bir düzendir deriz. Bu olay şansa olmuyor deriz. Binlerce kez aynı olay tekrarlanıyorsa, artık bunun tesadüfle alakasız bir şey olduğunu kabul ederiz. Buna karşılık burada bu olay tam bir trilyon kez tekrarlanıyor. Hiç bir deney veya gözlem bu kadar çok tekrara sahip olmadığı halde sonuç kabul ediliyorsa, bu olayın da şansa olamıyacağı düşünülmelidir. 356

Dediğim gibi biletlerin rakam sayısını bir trilyondan, katrilyona, hatta katrilyon kere katrilyona da çıkarabiliriz. Ama yine birşey farketmeyecek bir bilet kazanmak zorunda olacaktır. Yani sonsuz rakama doğru çoğaltılsa biletin üzerindeki rakam sayısı, şanslı bilet yine sekmeden kazanacaktır, numaraları torbadan sırayla çıkacaktır. Bunun şansa olması imkansızdır. *** Bu söylediğimi "bir trilyon adet biletle falan" karıştıran arkadaşlar oluyor. Onun için bu noktada tekrarlıyorum: Şu anda piyasadaki biletler 6 rakamdan falan oluşuyor. Yani her bir biletin üzerinde 6 rakam var. Çekiliş yapılınca, yani torbadan 6 top seçilince bu biletlerden biri mutlaka kazanıyor. Çünkü altılı tüm kombinasyonları içeren biletler basılmış durumda. Benim piyango örneğimde de bu biletlerin her birinin üzerinde tam bir trilyon rakam var. Yine bir trilyon rakamın oluşturacağı tüm kombinasyonları kapsayan biletler basılmış durumda. Yani kura makinasından bir trilyon top düşüp, sonuç açıklanınca, yine bir bilet kazanmış olacak. Evet bir bilet kazanacak. Ama kazanabilmesi için tam bir trilyon kez sırayla rakamlarının kuradan çıkması gerek o şanslı biletin. Yani birinci top makinadan düştü diyelim ki 5 rakamı. Tamam tutttu. İkinci top kura makinasından çekildi bu sefer mesela 8 numara, tamam bu da tuttu....Böyle böyle tam bir trilyon kez kazanacak olan biletin rakamları sırayla kuradan çıkacak. Bu şansa kendiliğinden olması imkansız birşeydir. Yani başka bir deyişle, bir yazı tura olayı bile şansa kendiliğinden olamaz. Ama yazı ve turada bir kerede olay sonuçlandığından mucizeyi kolay fark edemeyebilirsiniz. Buna karşılık böyle bir trilyon rakamlı bir bilette olayın şansa olmadığını kavrayabilirsiniz. Hatta bu bileti bir katrilyon, ya da seksilyon rakamlı da yapabiliriz. Yine bir bilet kazanacak. Ve bu sefer şanslı biletin rakamları bir seksilyon kez 357

kuradan çıkacak. Hiçbir deney bir trilyon kez tekrarlanmadığı halde oradaki düzen kabul edilir. Bu bilette tam bir trilyon kez, sırayla numaraları kazanmış durumda. Onu bırakın, bir makinayı bile bir trilyon kez çalıştırmaya kalksanız, birinde makina çalışmaz veya değişik bir tepki verebilir. Ama burada aynı bilet, hiç sekmeden bir trilyon kez üstüste kazanıyor. Her bir topun çekilişi bir saniye bile sürse, tüm topların(1 trilyon adet) çekilişi asırlarca sürecektir ve "şanslı" bilet bu süre zarfında sürekli kazanmak durumunda olacaktır. Evet, kainatta şans diye birşey yoktur, şans dediğimiz şeyler bile aslında kaderin kendisidir. Selam ve sevgiler.

358

Madde de gerçektir Ruhçu öğreti ve onun izinden giden tüm oluşumlar aslında maddenin bir hayalden, bir ilizyondan ibaret olduğunu iddia ederler hep. Buna kanıt olarak öne sürdükleri şeylerden ilki maddenin aslında enerjiden oluştuğu, maddenin kökenine inilirse enerji dalgalanması vb. şeylerle karşılaşacağımızı söylemeleridir. Bir de işin içine ışığı falan sokarlar, akılları sıra maddenin aslının ilizyon, dumani ve hayaletvari bir şey olduğunu ispatlarlar. Ama hesaba katmadıkları bir şey var, enerji denilen şey de madde dışı bir şey değildir. Madde onun konsantre haliyse, enerji ise maddenin dağınık ve değişik halidir. Işık denilen şey de maddeden başka bir şey değildir. Yani maddenin kökenine inilince yine karşımıza madde ve gerçeklik çıkmakta. Maddeyi hayal zannedenlerin öne sürdükleri ikinci delil ise, madde âleminin aslında duyu organlarımızın oyunları sonucu varmış gibi algılandığını belirtmeleridir. Eğer biz bir şeyi görüyorsak o şey var olduğu için değil, gözümüz öyle algıladığı için gördüğümüzü, eğer bir şeyi duyuyorsak aslında yine kulak adlı alıcımızın yarattığı şeyi algıladığımızı söylerler. Yine burada hesaba katmadıkları bir şey var. Eğer söyledikleri gibi madem onlar gerçek değil, alıcılarımızın oluşturduğu bir ilizyon hepsi. Öyleyse niye bir alıcımız bozulunca hemen tamire yani tedaviye koşuyoruz. Madem alıcılarımın oynadığı oyun bütün bunlar öyleyse bir şaşının objeleri çift görmesi de, sağlıklı bir gözün tek görmesi kadar normal ve sağlıklıdır. Öyleyse neden sağlıklı gözün gördüğü teki kabul ediyorsunuz da şaşı gören gözü "sağlıksız" ve yanlış görüyor kabul ediyorsunuz. Veya niye kataraktlı bir gözün ışıkların etrafında hale görmesini "sağlıksız" ve "yanlış" kabul edip tedaviye başvuruyorsunuz. Madem gerçeklik denilen şey alıcılarımızın ilizyonundan ibaret niye bu durumu "hatalı" kabul edip ameliyatlara, ilaçlara veya bitkisel kürlere başvuruyorsunuz. 359

Yine aynı şekilde kulağı ağır işiten birini niye "sesleri sağlıklı bir şekilde işitemiyor" deyip tedavi etmeye kalkıyorsunuz. Nedenini ben söyleyeyim. Çünkü madde gerçektir ve ilizyon değildir. Öyle alıcılarımızın oyunu falan hiç değildir ve evrensel değişmez ölçüleri vardır. Bu yüzden bu ölçüleri sağlıklı bir şekilde algılayamayınca, madde gerçekliğini sağlıksız bir şekilde algıladığınızı anlıyor ve hemen tedaviye koşuyorsunuz. Eğer madde bir hayal olsaydı buna gerek kalmazdı. Maddenin gerçekliği sabittir ve kişiden kişiye değişmez. Tabii alıcılarınızda bir bozukluk yoksa. Şimdi vereceğim ayetler konumuzla doğrudan ilgili değil. Çünkü birinci anlamları, Allah`ın gönderdiği ayetleri ve peygamberleri yalanlayanları eleştirmekte. Kendilerine getirilen apaçık kanıtlara rağmen sapkınlıklarını sürdürenlerden bahsedilmekte. Yalnız ayetlerin apaçık birinci anlamlarını kabul ettikten sonra, ayetlerin işaret ettiği başka anlamlara da kafa yorabiliriz öyle değil mi? Tabii bizim yükleyeceğimiz bu ikincil ve üçüncül anlamlar birer iddia ve varsayım olmaktan ileri geçemeyecektir. Bu yüzden şimdi bu söyleyeceklerimi sadece "bir beyin jimnastiği" olarak kabul ediniz lütfen. Bunun dışında bir amacım yok. —Sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da onu elleriyle yoklasaydılar, muhakkak o küfürlerinde inat edenler yine "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir. " diyeceklerdi. (Enam Suresi 7. ayet) Bu ayetin açık anlamı dışında başka işaretlerine bakacak olursak; size apaçık bir şekilde alıcılarınızla algılayabileceğiniz fiziksel şeyler sunduğumuz halde sizler bütün bu gerçekleri bir ilizyon ve hayal kabul etmekte ısrar ediyorsunuz anlamına da gelebilir mi? -"İşte bu sizin o yalan deyip durduğunuz ateş!" diye. —Bu da mı sihir, yoksa siz görmüyor musunuz? (Tur suresi 13 ve 14. ayetler) Yine bu ayetin birinci açık anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak; işte madde âlemine hep bir hayal, hep bir ilizyon dediniz durdunuz, şimdi tadın şiddetli ateşin azabını bakalım görün madde gerçekmiymiş yoksa ilizyon mu? Anlamında da dolaylı bir uyarı içeriyor olabilir mi acaba? 360

Tur Suresi 44. Ayet: Onlar gökten bir parçayı düşerken görseler `Birbiri üstüne yığılmış bir bulut" diyecekler. Kamer Suresi 2. Ayet: Hala bir mucize görseler, yüz çevirip: "Süregelen bir sihir!" derler. Bu ayetlerde de, birinci anlamları dışında, acaba madde âlemini bir ilizyon olarak gören ve "maddenin kökeninde üst üste yığılmış enerji dalgalanmaları" falan var deyip gerçekliğini inkâr etmeye kalkanlara bir uyarı olabilir mi? -Hem görsen onları, Rablerinin huzuruna durdukları zaman! O: "Nasıl şu gördüğünüz gerçek değil miymiş? " diyecek, onlar da: "Evet Rabbimiz hakkı için gerçek!" diyecekler. O zaman: "Küfrettiğinizin cezası olarak azabı tadın!" buyuracak. (Enam Suresi 30 ayet) Yine bu ayette birinci ve gerçek anlamda şüphesiz ki kâfirlerin dini inkârlarının sonucu yaşadıkları hüsran anlatılıyor. Ama yine ayetlerin birinci anlamı dışında beyin jimnastiği yapacak olursak, dolaylı da olsa, madde âlemini tüm ispatlarına rağmen bir ilizyon kabul edenler eleştiriliyor olabilir mi? Dediğim gibi bütün bu ayetleri yazmamdaki neden zihin egzersizi yapmak sadece. Zaten ayetlerin ikincil ve üçüncül anlamları için çıkıp da kimse kesin olarak "şu şöyledir" diyemez. Diyenler yanılgı içerisindedir. Fakat bazı ayetler doğrudan da, maddenin-yaratılmışların gerçek olduğu bilgisini bizlere vermektedir: AHKAF 3. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak gerçek ile ve belli bir süreye göre yarattık. İnkar edenler, uyarıldıkları şeyden yüz çevirmektedirler. ANKEBUT 44. Allah gökleri de yeri de hak olarak yaratmıştır. Kuşkusuz, bunda, iman sahipleri için mutlak bir mucize vardır. Allah "gerçek"-"hak" olarak yarattığını da belirtiyor ayetlerinde. Ayrıca bazı ayetlerinde yarattığı varlıklar üzerine yemin ediyor. Örneğin: TIN 1. Yemin olsun incire, zeytine, 361

2. Tûr-i Sîna`ya, 3. Ve şu güvenli kente ki, Rabbimiz bir hayalin üzerine yemin etmez. Gerçekler ki üzerlerine yemin etmekte. Kısacası ruhçu öğretinin insanlara benimsetmeye çalıştığı "herşey algılarımızın bir oyunu, gerçekte madde bir hayalden ibarettir" inancı doğru değildir. Yine her zaman ki gibi ruhçuluk, insanları yanlış inanışlara ve hatta inkara yönlendirmek için çırpınmaktadır. Bunu fark etmenin yolu yine "yalnız Kuran" deyip İslam`a yönelmekten geçmektedir Selam ve sevgiler.

362

İslam`da canlıların ruhu-hayaleti yoktur İslam`da insana ait ölümsüz ve tanrısal parça ruh inancı yoktur. Yaratılan her şey maddidir. Hatta cinler ve melekler bile (örneğin cinler ateşten yaratılmışlardır). Cennet ve cehennem de farklı fizik yasalarına sahip diğer evrenlerdedir ve sapına kadar maddedir. Ruhçu öğretinin İslam dünyasına uydurma hadisler ve tasavvuf öğretileriyle sızması sonucunda bugün Müslümanlar uydurma ruhlar âlemine iman ettirilmektedir. Hatta Kuran`ı tercüme derken ayetlerde "nefs, can" geçen yerlerde "ruh" denilerek çeviriler bile çarpıtılmıştır. Kuran`da gerçekten ruh diyen ayetler "vahiy"den ve de bu vahyi ileten Cebrail adlı vahiy meleğinden bahsetmektedir. Yani Kuran`da; Ruh = Vahiy Ruh = Vahiy meleği Kuran`a göre kabir azabı veya mükâfatı yoktur. Hemen hemen herkes kıyamet sonrası, mahşer gününde tekrar yaratılacak ve sonsuz yaşamlarına kavuşacaklardır. Yalnız dikkat ederseniz hemen hemen herkes dedim. Çünkü Kuran`a göre istisna insanlar var. Bu konuda bazı yazarlar güzel tespitlerde bulunmuşlardır. Kimdir bu ayrıcalıklı insanlar? Bunlar Firavun gibi günahkârlıkta çok aşırıya giden büyük günahkârlarla, şehitler gibi sevap kazanmada çok ileri seviyede olan cennetlik insanlardır. Firavun gibi günah işlemede çok aşırı bir seviyede ileri giden insanlar daha kıyamet beklenmeden cehennemde yaratılarak daha şimdiden ateşte yanmaya başlamışlardır. Ahirette ise cezalarını daha şiddetli bir şekilde çekmeye başlayacaklardır: - Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı 363

gün de: "Tıkın firavun ailesini en şiddetli azaba!" (denilir). (Mümin Suresi 46. Ayet ) Burada firavun ve ailesinin şimdiden sürekli ateşe atıldığı, kıyamet sonrası ise asıl azaba atılacağı söyleniyor. Yanı bunlar şimdiden beden olarak cehennemde yaratılmışlardır. Diğer uç gurup ise iyilikte çok ileriye gidenlerdir. Bunlar da kıyamet beklenmeden şimdiden cennette bedenen tekrar yaratılmışlar ve mükâfatlandırılmaya başlanmışlardır. Bunlara örnek olarak şehitleri verebiliriz: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169-170) Burada da açıkça ayetler, şehitlerin kanlı ve canlı bir şekilde yani bedenen cennette şimdiden yaşamaya başladıklarını ve nimetler içinde olduklarını söylüyor. Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. -Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği mutlulukla sevinç duyarlar ve arkalarından şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücahitler hakkında: "Onlara hiçbir korku yok ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. " müjdesinde bulunurlar. (Ali İmran suresi 169–170) Bu ayetler bile ruhlar âlemi safsatasını yerle bir etmeye yeterlidir. Eğer insanların ruhu olsaydı, tüm insanlar öldükten sonra yaşıyor olacaktı ve ayet "herkes canlıdır aslında " falan derdi. Ama öyle demiyor. Şöyle diyor: -Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar. Yani "sadece şehitler gibi istisna insanlar kıyamet öncesi yaşayabiliyorlar. " Çünkü diğer insanlar ölüler ve kıyameti bekliyorlar ikinci yaratılış için. Ve ruhları olmadığından cansızlar. 364

Ama şehitler şimdiden cennette yaratıldıklarından (Rabbin katı), diğer insanlardan farklı olarak şimdiden ikinci yaşamlarına başlamış bulunuyorlar. Kıyametten sonra kendilerine katılacak diğer insanları da bekliyorlar. Yine insanların ruhu olmadığına Kuran`dan delil vermeye devam edelim: Yasin 51–52: Sûra üfürülmüştür! Bak, işte kabirlerden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar. Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan? Rahman`ın vaat ettiği işte bu! Peygamberler doğru söylemişler. " Eğer bu insanlar öldükten sonra ruhlar âleminde yaşamaya devam etselerdi, bu âlemde yaşayacakları binlerce ve hatta belki de milyonlarca yıl boyunca ahiretin gerçek olduğu acı gerçeğini yudum yudum özümsemiş olacaklardır. Ama hayır, bu insanlar dünyada öldükten sonra ilk defa kendilerine geliyorlar ve büyük bir şaşkınlık içinde "meğerse doğruymuş" gibilerinden bir şeyler söyleyerek büyük bir şok yaşıyorlar. Çünkü ruhsal yaşam diye bir şey yok. Onlar vefat ettikten sonra kıyamete kadar cansız bir şekilde beklediler ve uyandıklarında yani ikinci yaratılışlarında da acı gerçeği gördüler. Bazı insanların şimdiden cennete girdiğine bir diğer delil olarak şu ayetleri de verelim: Yasin Suresi(20-29): Kentin öbür ucundan bir adam koşarak gelip şöyle dedi: "Ey topluluk, bu elçilere uyun!" "Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. " "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyecek mişim ben? Ve sizler de O`na döndürüleceksiniz. " "O`ndan başka tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorluk/zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazlar. " "Bu durumda ben elbette ki açık bir sapıklığın içine düşerim. " "Ben, sizin Rabbinize iman ettim, artık dinleyin beni!" 365

"Gir cennete!" denildi. Dedi: "Kavmim bir bilebilseydi? Ki Rabbim beni affetti; beni, ikram edilenlerden kıldı. " Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. Olan, sadece korkunç titreşimli bir sesti. Ve bir anda sönüverdiler. ************* Eğer kıyametten sonraki cennete girişten bahsetseydi, o zaman o adamın toplumu zaten onu görüyor olurdu. Ama hemen ölümünden sonra bedenli olarak cennete giriyor, diğerleri ise daha yeryüzünde olduğundan ve/veya henüz dirilmediğinden, "kavmim, Allah`ın beni affedip cennetine aldığını bilebilseydi" demekte. ************* RUM 55. Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı. 56. İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. " Eğer bu günahkarlar ruhlar aleminde binlerce veya milyonlarca yıl azaplar içinde yaşamış olsalardı, o zaman onlara bekleme süresi kısa gelmek bir yana dursun tam tersine olduğundan da uzun gelecekti. Ama görüldüğü üzere, dirildikleri andan itibaren kendilerine ilk defa geliyorlar ve dünyadaki bekleme sürelerinin çok kısa olduğuna yemin ediyorlar. Ayrıca ilim ve iman içinde olanlar onlara şöyle diyor: "Yemin olsun, siz, Allah`ın Kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz. " Yani hem "siz kıyamet gününe kadar beklediniz" diyorlar hem de "siz daha önce bunu bilmiyordunuz" diyerekten onların bilinçlerinin ilk defa yerine geldiğine vurgu yapıyorlar. Bu arada Kuran'da ruh kelimesi sadece tekil olarak geçmektedir. Ruhun çoğulu olan "ervah" kelimesi ayetlerde asla geçmez. Bu da ruhların olmadığına dair bir başka sağlama, kanıt daha sunmaktadır bizlere. 366

İNSANA AİT RUH İNANCININ YAPTIĞI BOZGUNCULUKLAR 1.İnsana ait tanrısal parça ruh inancı insanların rableştirilmesinin kapısını ardına kadar açıyor ve bunun sonucunda kutsal insanlar, tapınılan sefil ruhbanlar ortaya çıkıyor. 2.İnsana ait ruh inancından dolayı çoğu insan tekâmül safsatasına inanıyor. Ve bu yüzden acı çekip olgunlaşacağına inandığından kendine zulmediyor veya başına bir musibet geldi mi bunu iyi bir şey zannedip kurtulmak için şevkli davranmayabiliyor. Hâlbuki Kuran'a göre başımıza gelen musibetler hiç de hayra alamet değildir ve günahlarımızdan dolayı bir uyarıdırlar. 3.İnsana ait ruh inancından dolayı insanüstü bir varlık olabileceğine inanan ruhbanlar dünya nimetlerine sırt çevirerek kutsallaştığına inanıyorlar. Bu sapkınlığı bir erdem olarak görüyorlar. Hatta kimisi cennet nimetlerini bile istemiyor ve ilahlaşmaktan başka bir şeyi gözü görmüyor(birlenme inancı). 4.İnsana ait tanrısal parça ruh inancından dolayı ölümün güzel bir şey olduğu zannediliyor. Çünkü bu inanca göre ruh bedene hapistir ve ölüm ruhun özgürlüğüne kavuşması-birlenmesi demektir. Bu hastalıklı düşüncenin sonucunda ne yazık ki insan hayatına verilen önem azalabiliyor ruhlara inanan insanlarda. 5.Yine insana ait ruh inancından dolayı birçok insan reenkarnasyona inanıyor. Bu da her dirilişte bambaşka bir yaratık olunacağı anlamına geliyor. Ve bu da farkında olunmasa da ölen kişinin bir daha geri gelmemek üzere yok olması demektir. Çünkü başka bir bedende başka bir kişilikte hatta başka cinsiyet veya türde dünyaya geleceksen sürekli, ölünce şu anki sen bir daha oluşmamak üzere yok olacak demektir. Yani tam bir materyalist inanca bürünüyor işin derinine inince. 6.Ruh ikizi inancı görülüyor birçok ruhçu öğretide... Bunun sonucunda yalnızca ruh ikiziyle birlikte olan insanın tekâmül edip mutlu olabileceği safsatasına inanılıyor. Bu da cinselliği çaktırmadan yasaklama-kısıtlama hinliğini içeriyor. 7.İnsana ait ruh inancı ve tekâmül safsatası aslında günah işlemenin gerekli olduğu yanlış inancına da götürüyor insanları. Çünkü tekâmül için dünyaya gelen ruh günah işleyip acı çekmeli ki mükemmelliğe giden yolda olgunlaşabilsin deniliyor. Bu inanç kabala öğretisiyle Museviliğe, 367

tasavvuf öğretisiyle de İslam dünyasına sokuşturulmuştur. 8.İnsana ait ölümsüz ruh inancı, bedenli yeniden yaratılıp ahirette maddi yaşayacağımız gerçeğini bazı kimselere inkâr ettiriyor. Ruhçular maddeyi küçümsedikleri hatta bazıları iğrendikleri için sonsuz yaşamın bedenli değil de ruh olarak olabileceğini söyleyiveriyorlar. Kutsal kitaplardaki maddi sonsuz yaşamı anlatan ayetlere sembolik anlamlar yükleyerek dolaylı yoldan inkâr ediyorlar. 9.Yine bazı ruhçular Allah'ın yarattığı bu maddi evrene şükretmek bir yana dursun,ona "leş" diyerek hakaret ve nefretlerini kusuyorlar.Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklere nefret ve hainlik içinde olabiliyorlar.Kendi uydurdukları madde ötesi aleme tapınıyorlar ve ona ulaşmak için çırpınıyorlar. 10.Ruhun tekâmülü inancı sonucunda kişisel ve toplumsal bazda ayrımcılık-üstünlük meselesi ortaya çıkıyor. Kimi insanlar kimi insanlardan üstün kabul edildiği gibi kimi ırklar da diğer ırklardan üstün tutulabiliyorlar. Bazı ruhçular sarışın renkli gözlü insanın tekâmül etmiş üstün insanı temsil ettiğine inanırlar. Hatta Hitler’in zalimliklerinin arkasında bile bu ruhçu-ırkçı sapma vardır. Büyük ruh adlı varlıktan medyumlar aracılığıyla aldığı direktifler doğrultusunda bilenen çılgınlıklarını yapmıştır Hitler. 11.Ruhlara inanan insan cinlerin aldatmalarına daha yatkın oluyor. Ruh çağırma seanslarında ya şarlatanların yalanlarına kanıyorlar ya da cinlerin ruh kılığında söyledikleri yalanlara... Yakınlarının veya hayatta olmayan ünlü insanların ruhlarıyla görüştüğünü sanan kimseler, bu celselerde aldıkları bilgileri mutlak doğru zannedip yoldan çıkabiliyorlar. Selam ve sevgiler.

368

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF