Ekminezi - Geçmiş Yaşamlara Transla Geri Dönüşler (Kitap No 09).pdf

September 29, 2017 | Author: Tamam Yeter | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Ekminezi - Geçmiş Yaşamlara Transla Geri Dönüşler (Kitap No 09).pdf...

Description

EKMİNEZİ GEÇMİŞ YAŞAMLARA TRANSLA GERİ DÖNÜŞLER Hazırlayanlar Halûk Egemen ŞAHİKAYA Suat BERGtL Cahit CÜMBÜŞEL

T A Ş Matbaası İstanbul — 1978

Kitap No: 9 - EKMÎNEZÎ

★ Bilim Araştırma Grubu, dünya-dı§ı bir Göksel Misyon’a hizmet etmektedir. Bu Göksel Misyon’un bir belirli programı vardır. Bu programın içeriği, tedricen tüm dünya insanlığına duyurul­ maya başlanmıştır. Bilim Araştırma Grubu, yapıtlarından elde ettiği tüm geliri, sırada olan pek çok diğer yapıtlarını bastırmak üzere değerlendir­ mektedir.

*

Science Research Group Mission.

se&t KUHSELMAN Y E EKMİNEZÎ ÇAUŞM ALAail Biz burada ipnoz ve psikolojik ayrışma hallerinde ekminezi olayının mümkün olup olmadığı fikri üzerinde durmak ve bu yolu biraz aydınlatmak istiyoruz. Önce ekminezinin ne demek olduğunu kısaca izah edeyim. însan, ömrünün her hangi bir çağında görüp geçirmiş olduğu bütün olayları en ufak ayrıntısına kadar ruhunda tekrar canlandırabilir. Yâni bizim anladığımız mânada unutma olayı yoktur. İşte ruha giren ve hiç birisi kaybolmıyan izlenimlerin her hangi bir zamanda bütün tazelikleriyle ve kendilerine refakat eden fizik ve duygu unsurlariyle tekrar canlan­ ması haline ekminezi denir. a — Psikolojik İnfisal ve İElaninezi İpnoz halinde süje üzerinde yapılan deneylerden uyandıktan sonra onun haberi olmaz. Psikolojik ayrışma (infisal) halinde bulunan' süjelerde ise, süje her zaman maddî âlemdeki varlığının idrakinde olduğundan, deney sonrası, deney sırasında geçen bütün olayları hatırlar. Sonuçlan bir olan bu iki araştırma yolundan İkincisi­ nin daha pratik, kolay ve aym zamanda daha verimli ol­ duğunu zannediyorum. 20

Manyetik ipnoz halinin her insan üzerinde meydana getirilebilmesi kolay bir iş değildir. İstatistiklere göre bu işteki başarı oranı yüzde 10-15 i geçmez. Bundan baş­ ka her insannı «kayıtsız, şartsız kendisini deneycilerin iradelerine terk ve teslim» etmesi de kolay kolay temin edilemez ve nihayet uyku halinin bâzı anzalan ve bun­ lardan ötürü başarısızlıklar da bir çok bakımdan işi .güç­ leştirir. Buna karşılık, ne yaptığını bilen, iradesine tamamiyle sahip olduğunu idrak eden ve olaylan her zamanki bilinciyle takip edebilen bir insan, süje olmağa daha ko­ laylıkla razı olabileceği gibi aynşm a halindeki süjelerin, ipnoz halinde sözkonusu bazı anzalara uğramaması da bu halin lehine kaydedilecek bir neticedir. Biz kendi de­ neylerimize göre bu yoldaki başarı oranının en aşağı yüz­ de yetmişi bulduğunu gördük. Bununla beraber psikolojik ayrışma halinin gelişimi­ ne ait etütler heniiz mükemmelleşmiş değüdir. Dolayısıy­ la ipnoz yoluyla ekminezi araştırmaları bir müddet daha evvelki usulün önünde yürüyecektir. (Yıl : 1940) Şimdi biz burada evvelâ hipnotik hallerle olan ekmineziyi kısaca gözden geçirdikten sonra psikolojik ayn ş­ ma haliyle de bu işin yapüabileceğini gösteren hazırlık mahiyetindeki kişisel deneylerimizden bahsedeceğiz. b — îpnoz Halinde Ekminezi Bu enteresan ruhî haletin yorumuna Dr. Pitre’in gözlemiyle başlamak istiyorum. Dr. Pitre’in süjesi 17 yaşında bir kızcağızdır. Ken­ disi çocuk iken kaba bir Gaskonya diliyle konuşuyordu. Fakat sonradan bu dili unutmuş ve Fransızca konuşmaya başlamıştı. Süje ipnoz halinde 12 sene gençleştiriliyor, bu suretle beş yaşmda bir çocuk halini alıyor. O sırada o, 21

Fransızcayı unutuyor ve Gaskonya diliyle konuşmaya başlıyor. 5 yaşına ait hayatının olaylarını ayrıntılı olarak bu dille anlatıyor. Kendisine Fransızca hitabettikleri za­ man o, buna cevap vermiyor. Çünkü bu dili, henüz öğren­ memiştir. Aynı zamanda beş yaşından sonraki hayatına dair sorulan suallere de cevap veremiyor. Zira bunlar kendisince, geleceğe ait meçhul şeylerdir. Aşağıdaki örnek bu hususta bizi biraz daha ileri gö­ türüyor ve ipnoz halindeki ekminezinin ne kadar büyük bir realite olduğunu ifade ediyor. Burada hatırlamanın yalnız psikolojik tarafım değil, psikolojik olaylara refa­ kat eden fizyolojik tezahüratım da görüyoruz. Yalnız bu örneği tetkik ederek süjenin geçmişte bugün yaşar gibi yaşadığını kolayca anlıyabiliriz. Bu örneği P. Janet’den alıyorum. Profesör, süjesi Rose’u ipnoz haline koyduk­ tan sonra iki sene evveline götürüyor, fakat bu sırada hiç akima geîmiyen bir olay ile karşılaşıyor. Kadın ıstırap çekmeğe başlıyor. Profesörün sorgusuna cevap vermek istemiyor, utanıyor. Fakat nihayet hal ve tavriyle gebe olduğunu anlatıyor. Bu sırada karnının da şiştiği görü­ lüyor. Hakikaten o tarihte bu halin meydana gelmiş oldu­ ğu scnradan anlaşılıyor. P. Janet’in diğer bir süje ile yaptığı deneyi de yukardakine benzer. Bu süjenin sol gözü kördür. Kendisi bu anzamn anadan doğma olduğunu iddia ediyor. Profesör süjeyi ipnoz haline koyduktan sonra 7 yaşma getiriyor. O, hâlâ kördür. Fakat bir sene daha gençleştirilince, yâni 6 yaşına götürülünce süjenin körlüğü kayboluyor ve iki gözüyle de görmeğe başlıyor. Demek o, sol gözünün gör­ me yeteneğini 6 yaşında iken kaybetmiştir. 6 yağındaki hayatına döndüğü zaman, iki gözünün görme yeteneğin­ den bol bol faydalanan kızcağızın bu halini, geçmişin

22

alelâde bir hatırlanmasından başka türlü bir olay olarak yorumlamak gerekir. Aşağıdaki örnek, ekminezi hakkında okuyucularıma daha açık fikirler verebilir: «Jeanne R... 24 yaşındadır... Kolayca hipnotize edi­ lebilmektedir. Histeriktir. Hipnozdan sonra meydana ge­ len bütün olayları unutmaktadır... «Kendisine 6 yaşında olduğu söylendi. Bunun üzerine o, kendini ailesinin yanında görmeğe başladı: Akşam ye­ meği sonu sohbetindedirler, kestane soyuyorlar. Onun ca­ nı uyumak istiyor ve kardeşinin yardımını istiyor. Fakat erkek kardeşi yerdeki kestanelerden evler yapıyor. «O, çok tembeldir, ancak kestanelerin on tanesini soyabildi. Geri kalan kestaneleri benim soymam gerekiyor.» «Bu halde iken lim o j lehçesiyle konuşuyor. Okuyup yazmasını bilmiyor. Ancak A. B. C. yi tanıyabiliyor. Fransızca bir kelime bile konuşamıyor. Küçük kızkardeş! uyumak istemiyor, «9 aylık kızkardeşimi daima badi badi dolaştırmak lâzım.» diyor Burada «J.R... bir çocuk ha­ lindedir... «Kendisine iki dakika sonra 10 yaşında olacağı söy­ lenince bütün fizyonomisi değişiyor. Şimdi Moustiersler’in şatosunda bulunmaktadır. Oradaki tabloları hayranlıkla seyrediyor. Kendisiyle beraber olan kız kardeşlerini so­ ruyor, Konuşmasını yeni öğrenmiş çocuklar gibi konuşu­ yor. «İki seneden beri okula gitmektedir. Fakat şimdi oraya devam edemiyor. Annesi çoğunlukla hasta oldu­ ğundan kız ve erkek kardeşlerine kendisi bakmak zorun­ dadır. 23

«Yazıyı 6 aydan beri öğrenmektedir. Çarşamba gü­ nü yazdığı bir kompozisyondan bahsediyor. Bütün bir sayfayı ezberden ve oldukça kolaylıkla yazabilmiştir. Bu, 10 ya§ında iken olan yazısıdır. Bununla birlikte imlâda henüz o kadar ileride değildir. «Marie Couteau benden daha az hata yapıyor, ben daima Marie Puybaudet ve Marie Couteau’dan geriyim. Fakat Marie Louise Roland benden de geridir. Zannedersem içimizde en çok yanlış yapan Jeanne Beaulieu’dür.» «Kendisine 15 yaşında olduğu söylendi. Monmart’da Bayan Brunerier’nin yanındadır. «Yarın bir tören var, bir düğün töreni... Benim kavalyem L/eon olacak. Oh! ben baloya gidemiyeceğim. Bayan Brunerier oraya gitmemi istemiyor. Fakat ben onbeş dakika kadar' ondan gizli ola­ rak baloya gideceğim.» «Petit Savoyad’ı yazıyor. Evvelki yazısı ile bunun arasında büyük fark var. Uyandıktan sonra bu yazısını görünce çok hayret ediyor. Çünkü onu tamamiyle unut­ muştu. On yaşında iken yazdığı parçaların kendisine ait olduğunu kabul etmiyor.» Bir çok diğer örnekler içinde bu örnek bazı ince nok­ ta1ariyîe ekminezi hakkında daha açık bir fikir verebilir. Burada geçmiş vakaların alelade hatırlanması değil, geç­ miş bir hayatın alışkanlıkları, duygu ve anlayışları, yete­ nekleri ve nihayet fizyolojik ve psikolojik bütün imkân­ ları o zamanki gibi tekrar canlanmaktadır. Şimdi ipnoz halinde olan ekmineziye ait kendi de­ neylerimin bir iki tanesinden bâzı parçalan yazacağım. Bunun sebebi, bu deneylerde tesbit edebüdiğim ufak bir hususiyettir ki bu hususiyet ipnoz halinde ekminezinin sıhhatini ve hakikatini ispat etmeğe yarar: Burada dik­

24

kat edilirse süje ipnoz halinde geçmişteki hayatını anla­ tırken onlan saati saatine ve hattâ dakikası dakikasına söylüyor. Fakat uyku zamanlarına, rasgetirilen saatlerde ne yaptığı kendisinden sorulunca susuyor, cevap vermi­ yor ve derin bir uyku halini gösteriyor. Halbuki yalnız ba bahisler üzerinde değil, genel kültürü itibariyle de bu süje bilgisizdi. Hele onun böyle metapsişikteki ekminezi am alarını inceden inceye düşünüp etrafı aldatmak için onları tatbik edebileceğine inanmak mümkün olmaz. Bundan başka süjenin ipnoz halinde olduğu ve şuurunu tamamiyle kaybetmiş; bulunduğu, hattâ uyku halinin soır.nambülizm derecesine kadar üeri götürüldüğü, tarafl­ ınızdan kullanılan bir çok soruşturma usulleriyle tespit cGi’mişti. O, esasen dış âlemle, dünya ile alâkasını gev­ şetmiş bulunuyordu .Şu halde onun geçmiş zamanlardaki uyanık hallerine ait olayları birer birer söylemesine kar­ şılık, uyku saatlerinde sessizliğini muhafaza etmesi ve hiç bir sözümüzü işitmeyip derin bir uyku halinde gö­ rünmesi bilimsel anlamları haiz olsa gerektir. Bu kişi Kabil’de bir tıp müessesesinde müstahtemdir. Ve ismi Nebi Han’dır. tarihli celse tutanağından:) «S — Şimdi saat 9,30.' Sizi dokuzbuçuk saat genç­ leştiriyorum. Bugün saat 12 deşiniz. Şimdi ne yapıyor­ dunuz? (7 /in /9 4 5

«C «S «C «S sunuz? «C

— — — —

Müessesedeyim. Orada ne yapıyorsunuz? Güneşte duruyorum. Birbuçuk saat daha gençleştiniz, ne yapıyor­

— Kan anyonun. 25

«3 — Saat sekiz oldu, ne yapıyorsunuz? «C — Çay içiyorum.

«S — Siz kimsiniz? «C — Ahmet Nebi. «S — Sizi iki saat daha gençleştiriyorum, saat se- ' kizbuçuk oldu ne yapıyorsunuz? j «C — Evdeyim. «S — Evde ne yapıyorsunuz? «C — Marangozla konuşuyorum. «S — Yedibuçuk saat daha ne yapıyorsunuz?

gençleştiniz,

saat bir,

« C — ........................

«S — Cevap vermeniz gerekli, saat birdir? «C — ................... .

«S — Niçin cevap vermiyorsunuz, nizin sebebini söyleyiniz? «C — ..... ............

cevap vermeme­

«S — Saat dokuzbuçuk ilh..» Aynı süje ile yapılmış birçok deneylerden bir tane­ min daha veriyorum. (27/IH/945 tarihli celse tutanağından:) «S — Siz 1321 senesi Hut (*) ayının onuncu günü Kiıat dokuzbuçuktasmız, ne yapıyorsunuz? (Süje bu su­ retle iki sene gençleştirilmiş bulunuyordu.) «C — Evdeyim. «S — Evde ne yapıyorsunuz? «C — Hiç. «S — Şimdi 1320 senesi Hut ayının onuncu günü sa­ brı h saat dokuzu elli dakika geçiyor, ne yapıyorsunuz? «C — ... Elbise giyiyorum.

«S — Şimdi iki saat daha ihtiyarladınız, saat üç ol- i du, ne yapıyorsunuz. «C — ..................

«S — Şimdi on oldü. «C — Barülamana gidiyorum. lıştığı müessese vardır.)

«S — Saat beş oldu ne yapıyorsunuz, şimdi artık ' bana mutlaka cevap vereceksiniz ve bir şey söyliyeceksiniz? «C — .................. ■

«S — On beş dakika daha ihtiyarladınız, ne yapı­ yorsunuz? «C — Darülamandayım.

«S — Nebi Han! Nebi Han, bana cevap veriniz. «C — .................. (Bu sırada süje âtıl ve bir külçe : halinde, operatörün sözlerine karşı hiç bir duygu hali , göstermeden derin derin uyumaktadır.)

«S — On beş dakika daha buçuk oldu? «C — Darülamandayım.

(Burada süjenîn ça­

ihtiyarladmız, saat on-

«S — Orada ne yapıyorsunuz? «C — Konuşuyorum.

«S — Saat yedi oldu, şimdi ne yapıyorsunuz? «C — .................... 26

(♦) Afganistan’da kullanılan ay isimlerinden biri27

«S — Kiminle konuşuyorsunuz? «C — Kâzım ile. «S — Ne konuşuyorsunuz, siz ne söylüyorsunuz? «C — Ben dinliyorum. (Unutulmasın ki bu sırada süje üç sene evvel geçmiş bir günün her hangi bir saat ve hattâ dakikasındaki olayı anlatmaktadır.) «S — O ne söylüyor? «C — Münakaşa yapıyor. «S — Hangi meseleyi münakaşa yapıyor? «C — Kandıhar meselesini. «S — Hangi kandıhar meselesi? «C — Benim orada olduğumu... ve amcamın da orada olduğunu... ve orada yaptırdığımız ev hakkında konuşuyor. «S — Şimdi üç sene daha gençleştiniz, 1317 senesi Hut ayının onundasınız saat on. Ne yapıyorsunuz? « C — ___ ... (Barsaklarmdan hasta olan süjenin söylemek istemediği, ihtimal o sırada bir işi vardı.) «S — (Bir kaç pas daha yapıldı.) Şimdi siz 1317 senesi Hut ayının onundasmız saat dokuzbuçuk. Ne ya­ pıyorsunuz? «C ‘— (Yüzünde ıstıraplı bir ifade belirdi) U fffff!... Barsaklanm ağrıyor. (Süje bu tarihte ağır bir barsak hastalığı geçirmiştir.) «S — Altı ay daha genç oldunuz. «C — Evet. «S — Şimdi 1315 senesi Hut ayının onundasmız, yâni iki sene daha gençleştiniz. Ne yapıyorsunuz.

«C — H astaya iğne yapıyorum (Süje o tarihlerde hakikaten başka bir müessesede, yâni sanatoryumda has­ tabakıcılık yapıyordu.) «S — Nerde iğne yapıyorsunuz? «C — Sanatoryumda. «S — Sanatoryumun neresinde? «C — İğne odasında. «S — Yanınızda kim var? «C — Mehmet Hakim. O tarihte operatör adı geçen sanatoryumun şefi bu­ lunuyordu ve süjenin sözkonusu ettiği Mehmet Hakim, oranın baş hastabakıcısı olarak hâlâ vazifesine devam ediyordu. Fakat burada dikkate değer nokta, süjenin ye­ di sene evvelki bir gün ve saatte yaptığı işi halen yapı­ yormuş gibi anlatmasıdır. Aşağıda vereceğim aynı süje ile yapılmış deneyler­ den diğer parçalar bu süjenin ipnoz halinde biraz daha gençleştirilmiş yaşlarına aittir. (3/IV/945 celsesi tutanağından:) «S — Siz şimdi 1310 senesinin Cevza (*) ayının onunda bulunuyorsunuz. Yâni yirmi yaşındasmız (Süje btı suretle yaklaşık 11 sene gençleştirilmiştir.) Sabah, «aat on, nerdesiniz? «C — Evdeyim. «S — Şimdi saat onbir oldu, ne yapıyorsunuz «C — Tarladayım. (♦) Afganistan'da kullanılan ay isimlerinden biri.

bir çok sebepten, kolay olan psikolojik ayrışım haliyle bu çeşit incelemelerin daha verimli çalışmalara yol açacağı­ nı söyliyebiliriz. Bunun için ekmineziye ait ilkel çalışma­ lara önem verdik. Bu deneylerimiz, yenidir ve daha iler­ letilmeğe muhtaçtır. Fakat bunlar mükemmelleştirildiği takdirde geçmiş zamanlan ve hattâ geçmiş hayatları, adeta dünkü veya bu sabahki olayları hatırlar gibi ve onların içinde (şüphesiz ancak tabiat kanuniannm im­ kân ve izni oranında) şimdi yaşıyormuşcasına, herke­ sin hatırlaması mümkün olabilecektir. Bu halin top­ lumda, ilim hayatında oynıyacağı rolleri şimdiden tahmin etmek bile mümkün olmaz. Aşağıda vereceğim örnekler psikolojik aynşım halin­ deki ekminezi tezahürlerinin yorumuna yarıyacak ilk de­ nemelerdir. Bu yolda yüründüğü takdirde daha verimli ve faydalı sahalara çıkılabileceğinden şüphe etmiyorum. Deney hazırlığı: Bu deneyde kullamlan süje, N... adında ve 18 yaşın­ da bir kızcağızdır. Tahsüi ancak orta derecededir, asabî mizaçlı değüdir, sıhhati iyi ve akli durumu normaldir. Evvelce asistanlardan birisi tarafından çarşıdan bası resimli kartlar tedarik edilmişti. Bu kartlar deneylerin devam ettiği müddetçe asistanlar, operatör ve süje tara­ fından görülmemek üzere zarflara konup kapatf mıştır. Şunu da işaret edelim ki, deneylerin bütün devammca sü­ je, çalışmamızın şekli ve gayesi hakkında hiç bir şey bil­ miyordu. Kendisi topluluğumuza ilk defa 20/11/940 da Bay Dr. Zühtü Tinel tarafından takdim edilmiş ve takdim edildiği gün deneylerin ilk safhasına başlanmıştı. Deney neticelerini bozmamak için yapacağımız işler hakkında süjeye hiç bir şey söylememeğe karar vermiştik. 32

(20/11/1940 Çarşamba deneyi:) «Bu deney İstanbul’da Çemberlitaş’ta, Dr. Zühtü Ti­ nerin evindeki ilmi toplantılarda ilk deüa takdim edilen Bayan N... ile yapılmıştır. Operatör Dr. B. Ruhselman,dır. Süjeye, herhangi bir deneyin yapılmağa başladığı hissini vermemek için onun okul hayatına ve gündelik meşguliyetlerine dair gelişigüzel bir takım sualler sorul­ duğu sırada söz getirilerek kendisine bir kart gösterilece­ ği ve ona dikkatle bakması gerektiği tembih edildi. Kız­ cağıza, bu teklifin manasını anlamağa vakit bırakmadan saat tam 9,30 da kapalı zarflardan bir tanesi gelişigüzel açıldı ve içindeki resim Dr. Z. T... tarafından on saniyelik bir müddetle süjeye gösterildi. Süje ile kendisi arasındaki mesafe yaklaşık bir metre idi. Sonra operatör kartı eline aldı ve resimli tarafına bakmadan kartın arkasma, aklı­ na ilk gelen yedi kelimeyi birbiri altına yazdı. Resimli tarafını eliyle kapatarak süjeye bu yazılan beş saniyelik bir müddetle gösterdi. Bundan sonra kart tekrar zarfa konuldu ve kapatıldı, üzerine de deney tarih ve saati yazıldı. Bundan sonra süjenin fikrini ve duygusunu, gör­ düğü resimlerin ve yazıların tesirinden uzaklaştırmak ve onun, bunları ezberlemesine meydan vermemek için ken­ disini daha ilgilendiği başka kcnular üzerine çekmeye başladık. Esasen o, bu işlerden bir şey anlamıyor ve ka­ fasında onları kimbilir nasıl yorumluyordu. Dolayısıyla pek kısa bir zamanda gördüğü şeylerin hâtırasını kendi ­ sinden uzaklaştırmak kolay olmuştu. Bu deneyler ara­ mızda kararlaştınlmış muhtelif zamanlarda ve başka başka resimlerle tekrar edildi. Yalnız her deneyde kart­ lan süjeye gösterme müddeti kısaltılıyordu. Meselâ 14/12/1940 tarihinde gösterdiğimiz kartlardan birisini yedi saniyelik, İkincisini de beş saniyelik müddetle süjeye göstermiştik. Bu suretle deneyin ilk kısmı bitmiş o'uyor-

33

du. Bundan sonra süjeye kendisiyle olan işlerimizin bittiği­ ni ve artık celselerimize iştirak etmesine lüzum kalmadı­ ğını söyledik. O, bunlardan hiç bir şey anlamaksızın biz­ den ayrıldı. Fakat kendisi uzaktan tâkip ediliyordu. Çün­ kü onun hiç beklemediği ve her şeyi unuttuğu bir zaman­ da deneylerin ikinci kısmı başlıyacak ve neticeler alına­ caktı. Bu suretle süje ile görünür hiç bir temas olmadan iki ay geçti. Karar verdiğimiz bir günde süje dâvet edi­ lerek deneylere devam edildi. Bu deneylerden bir iki ta­ nesinin tutanağını yayımlıyorum. (24/1/1941 celsesi tutanağından:) «Süje psikolojik ayrışım haline (transa) kondu ve tedricen hayatının gerisine doğru gönderildi, ilk kartı kendisine gösterdiğimiz ana kadar getirildi. «S — Dr. Bay Zühtü size bir kart gösteriyor. Onu görüy ormusunuz ? «C — Evet. «S — Ne görüyorsunuz? (Hatırlatırız ki bu kartın içeriğinden evvelce hiçbirimizin haberi yoktu.) «C — Bir Mısır kartı görüyorum. ancak on saniye kadar gösterilmişti.)

(Bu kart süjeye

«S — O kartta neler görüyorsunuz? «C — îki atlı adam, iki kişi deve çekiyor. (Kartta birisi ön plânda büyük, diğeri de arka plânda küçük ve üzerlerinde birer insan bulunan iki at, var. Kenarda da uzakta iki deve gidiyor. Öndeki deveyi, gövdesi arka ta­ rafta kaldığı için güçlükle ancak bacakları görünebilen bir adam, arkadakini de devenin yanında yürüyen diğer bir adam sevketmektedir.) 34

«S — Başka ne görüyorsunuz? «C — Birkaç kişi yürüyor. (Yedi kişi yürümekte­ dir.) «S — Başka? «C — Bir ağaç var. (Önde bir tek hurma ağacı yük­ selmektedir. Fakat en arka plânda ve uzakta ayn ayrı farkedilemiyen ağaçlar ve ağaçlık bir saha mevcut.) «S — Kartın arkasına bakınız ne görüyorsunuz? «C — Yazılar görüyorum. (Bu kartın arkasına kurşun kalemle yedi kelime şu sıra ile yazılmış bulunmaktaydı: Kalem, tebeşir, kitap, defter, hokka, kâğıt, lâstik.) « S .— Yazılan okuyunuz. «C — Tebeşir... Kalem... Defter... Hokka... Lâstik. (Tam bu sırada dışarda süjeyi rahatsız edici bir gürültü meydana geldi. Celseyi sona erdirmek zorunda kaldık. Burada sıranın bozukluğu göz önüne a’ınmazsa yedi ke­ limede iki hata ile başarı elde edümiştir denilebilir.) (22/2/1941 tarihli celse tutanağından:) «S — Şimdi 14/12/1940 günündeyiz. Bugün cumar­ tesi. Saat 4.45. «C — Evet. «S — Dr. Zühtü bey size bir kart gösteriyor. (Bu kart süjeye üç ay evvel yedi saniyelik müddetle gösteril­ mişti.) «C — Görüyorum. «S — Ne görüyorsunuz? «C — Camiye benzer bir yer, kubbeli falan. (Kart Arabistan çarşılarından birisini gösteriyor. Buradaki 35

manzara hakikaten kubbeleri ile Türkiye’de bir cami av­ lusuna benzetilebilir.) S — Başka ne görüyorsunuz? «C — Ortada bir merkep görüyorum. (Yolun orta­ sında bir merkep durmaktadır.) «S ■— Başka ne görüyorsunuz? «C — Bunun üzerine bir yük sarıyorlar, görüyorum. (Bir erkek merkebin üzerine bir yük yüklemektedir.) «S — Başka ne görüyorsunuz? «C — Karşımda iki pencere var, birisi üst tarafta, diğeri alt tarafta. Bu pencerelerin üstleri yuvarlak, İkin­ cisi biraz ufak, (çarşının üzeri kubbelerle, bölmelerle ör­ tülü. Bu bölmeler arasında yukarıda birisi birinci böl­ mede önde, diğeri de ikinci bölmede arkada iki pencere var. İkinci pencere birinciye nazaran daha küçük ve aşa­ ğıda görünüyor. Pencerelerin üstleri kavisli.) . «S — Daha neler görüyorsunuz? «C — Aşağıda sola doğru altı yedi kişi görüyorum. Ayakta duruyorlar, konuşuyorlar. (Solda ayakta dört ki­ şi konuşuyor vaziyette durmaktadır. Daha önde dört kişi oturuyor.) «S — Sonra? «C — Bu kadar görüyorum. «S — Arkada bir şeyler var mı? «O — Arkada sol tarafta iki üç kişinin durduğunu görüyorum. «S — Merkebe dikkat ediniz ne vaziyettedir? «C — Yüzü bana doğru. (Merkebin yüzü ön tarafa, süjeye bakıyor.) «S — Merkebin rengi nasıl? «C — Siyah. (Koyu kahverengidir.)

«S — Merkebin yanında duran var mı? «C — İki kişi. (Merkebin sol tarafı ile duvar ara­ sından geçmek üzere yürüyen bir kadın var. Merkebin sağında bir erkek yük yüklüyor.) «S — Ne yapıyorlar ? «C — Sol tarafta erkek sağ tarafta kadın. yük yüklüyor.

Erkek

«S — Erkeğin kıyafeti nasıl tarif ediniz? «C — Yün elbiseli, Mısırlıya benziyor. (Arabistana mahsus bir kıyafet.) «S — Şimdi dikkat ediniz! Dr. size diğer bir kartı gösteriyor. (Bu ikinci kart süjeye hemen evvelki birinci karttan sonra beş saniye bir müddetle gösterilmişti.) «C — Evet görüyorum. «S — Ne görüyorsunuz? «C — Bir dere. Üstten, yuvarlağımsı bir köprü ge­ çiyor. Köprünün üstünde bir kız.... Dayanmış duruyor. Aşağıda ördekler var. Kızı, bu ördeklere bakıyor, görü­ yorum. (Kartın sol tarafında bir dere akıyor. Derenin üzerinde kavisli tahta köprü var. Bir kız köprünün üzerir.de bir eliyle köprünün parmaklığına dayanmış aşağı­ daki ördeklere bakar vaziyette duruyor.) «S — Başka ne görüyorsunuz? «C — Kızın arkasında bir ağaç var. (Doğru) «S — Başka? «C — Derede karmakarışık bir sazlık var. (Derenin sol ve sağ sahillerinde sazlığa benzâyen bitkiler var.) «S — Başka ne görüyorsunuz? «C — Etrafı açık yeşü ovalar görüyorum. (Köprü­

36 37

nün öbür tarafında derenin diğer sahilinden itibaren ye­ şil sahalar görünüyor.) «S — Başka? «C — Yedi tane görünüyor.)

ördek var.

(Resimde altı ördek

«S — Bunlar ne yapıyorlar? «C — Suyun içindeler.. (Dört tanesi suyun içinde iki tanesi de sudan çıkmış vaziyette.) «S — Hepsi suyun içinde mi? «C — Kimisini sudan çıkıyor gibi görüyorum. «S — Kaç tanesi suyun içinde? «C — Beş tanesini suyun içinde görüyorum. Sağ ta­ rafa doğru geliyorlar. (Dört tanesi suyun içinde. Hepsi­ nin yüzleri sağ sahile yönelmiş.) «S >— Kaç tanesini sudan çıkıyor gibi görüyorsunuz? «C — İki tanesi. (Doğru.) «S — Kaç tane ağaç görüyorsunuz? «C — Kızın arkasında bir ağaç köprünün öbür ta­ rafında. ..) Bu neticeler çok önemlidir. Belki ilk bakışta alışılmış bir hal gibi görünen bu hatırlamaların zannedildiği gibi olmadığını okuyucularımın takdir etmesi kolaydır. Hiç görmediğiniz bir tabloya, beş sayı saym aya kadar bakınız. Bu işi yaptıktan sonra üç ay onunla ilgilenmeyiniz. Üç ay sonra tabloda gördüğünüz şeyleri hatırlamağa çalışı­ nız. A’acağmız netice ile yuk ardaki neticeleri karşılaştı­ rınız. Bunu yaptıktan sonra Bayan N ... ile yapılan deney­ lerin mânas'm ve ciddî araştırıcılara bu çeşit deneylerin neleri vâdetttğini kolayca takdir edeceksiniz. Kaldı ki siz deneyin mahiyetini .bildiğiniz için ne yapsanız resmi unut­ 38

mamak için azçok iradî bir gayret sarfedersiniz. Bu işi hiç bir şey sezdirmeden diğer bir arkadaşınızla yaparsa­ nız iki üç ay sonra resimden onun akimda hiç bir şeyin kalmamış olduğunu görürsünüz. (20/3/1941 tarihli celse tutanağından:) (Süjeye yirmi gün evvel gelişigüzel Fransızca bir ders kitabının beşinci sayısı, on saniyelik müddetle gös- \ terilmişti. Süje, Fransızcayı ancak güçlükle okuyabilecek kadar az biliyor. Bu sayfanın başında bir Okul sınıfı res­ mi vardır. Altında da bu sınıftaki eşyaya ait şu yazılar yazılıdır: Premiere leçon, L a classe, levez vous. 1 2 3 4 5

— — — — —

«S «C «S «C «S «C «S «C

Regardez Regardez Regardez Regardez Regardez

— — — — — — — —

le le la le la

professeur garçon füle tableau craie.)

Kaçmcı sayfayı görüyorsunuz? Beşinci. Kaçm a ders? İkinci. (Yanlış.) Sayfanın başında ne var? Bir sınıf resmi. Bu sayfada yazı var mı? Var.

«S — Okuyun bakalım o yazıyı? «C — La classe, levez vcus, regardez le professeur, regardez la fille, regardez le garçon, regardez la craie. Arada geçen yanlış kelimeler ve sıranın bozukluğu önce hâtıraların henüz yeniliği, ikinci olarak süjenin Frânsızcaya hâkim olmaması ve ihtimal bu yüzden bilinçli faali­ yetlerin işe karışması üe ügili olsa gerektir. (6) 39

edasındaki kanapeye uzanan süje, tuhaf deneyimlerini gerçekten ‘yaşamaktadır’. Bu olgunun temelinde rantazi ya da gerçekler de yatsa süjenin kişisel gerçeklik duyu­ suna (sense of reality) yeni bir boyut eklenmiş sayılır süje, seyreden kişilerce görünmeyen çiçekler koklayabilir, sadece zihninde görünür halde olan objeleri görebilir ve dokunabilir ve o anda etkisi altında kaıdığı olayların ge­ rektirdiği şekilde, fiziki ya da duygusal acılar hissedebüir. Muhtemelen, bu nedendendir ki, tecrübeli bir hipnotizör olan Bloxham her zaman, süjede gerçekten ızdırap çektiğini gösteren belirtiler ortaya çıkar çıkmaz süjeyi uyandırır. Bloxham’m teyp kayıtlarından derlenen vaka­ larda bu tedbirli davranışın çeşitli örneklerini izleyebili­ riz. Bloxham’m iddiasına göre, ekminezi vakalarını içe­ ren teyp kayıtlarına gerçeklik duygusunu veren, bu ka­ yıtların en çekici olan, yani tarihçiler tarafından ayrıntı­ lı olarak incelenebilecek ekminezi uygulamaları değil de, bu tür örneklerin dışında kalanlardır: «Teyp kayıtlarımın çoğu çok can sıkıcıdır. Yaşayıp hiçbir şey yapmadan ölen - belki de ev hanımları olan, yaşamlarında hiçbir şey olup bitmeyen alelade insanlar­ dır. Sizin dinlediğiniz teyp bantları araştırmalarımın sa­ dece en ilgi çekici kısımlarıdır.» (3) f — Bloxham’m Ekminezi Kayıtlan Bloxham’m teyp kayıtlan arasında en ilginci, ekmi­ nezi yoluyla altı değişik yaşama geriye dönen bir kadına ait olanıdır. Otuz yaşlarında, evli ve bir ofiste görevli olan Jaııe Evans altı geçmiş yaşamı hakkında apaçık konuşa­ biliyordu. 46

Jane Evans’m ekminezi uygulamalarına ait kayıtlar­ dan ilk üçü oldukça etkileyicidir. Zira, sözkonusu yaşam­ lar çoğumuzun hiç bilmediği tarih dönemleriyle ilgilidir. Ancak, bu kayıtlarda değinüen hususları kontrol etmeye başladığımızda her şey yerli yerine oturmaktadır. Belirli tarilı kiıapianyla tarihçilere başvurduğumuzda, bu ya­ yam öykülerindeki çoğu inanılmaz ayrıntıların geçerlili­ ğine şahit olmaktayız. Yanıt hemen her zaman aymdır: «Doğru» ya da «Doğru olabilir». Hatta bazı aynntılar için önceleri «Hayır, bu böyle değildir» diyen tarihçiler, araştırmalanm biraz daha ile­ riye götürdüklerinde düşüncelerini değiştirmişlerdir. Bloxham’m ügi çekici kayıtlan sadece Jane Evans’m yaşamlarından ibaret değildir. Süjelerin, bu yaşamların­ da hiç ziyaret etmedikleri kentler ve ülkelerden söz ettik­ leri ekminezi örnekleri de mevcuttur. Bazen çok kültürlü insanlar ekminezi altında cahil ve kaba bir kişiliğe bü~ ıünmekte ve tanınmayacak bir sesle konuşarak şaşılacak derecede bir argo, geçmiş zaman deyimleri ve geçmiş bir çağın sokak yaşamı bilgisini ortaya koymaktadırlar. Üzerinde en çok durulan vakaların birinde, Swansea’~ den gelen tahsilli bir adam ekminezi altında ikiyüz yıl geriye giderek İngiliz Donanması’na ait otuziki topluk bir firkateynde, ağır şartlar altında yaşadığı sefalet içindeki yaşam deneyimini anlatmaktadır. Bu denizcinin öyküsü, bir Fransız gemisinden atılan top güllesinin ayaklarını parçalamasıyla son bulur. Bu vakada da görüldüğü şekilde şiddet ya da ani ölümle son bulan örneklerin yüzdesi yüksektir. Nitekim, tanınmış reenkamasyon araştırmacısı Dr. lan Stevenson şöyle söylemektedir: «... Hepimiz bizi en çok ne duygu47

lanchrmışsa en iyi onu hatırlarım. Peki, zihnin bu yasası neden zihinlerinde önceki yaşamlarının anılarını taşıyan­ lara da uygulanmasın? Gerçekten de bu özelliği, bir va­ kanın güvenilirliğinin bir belirtisi olarak sayagelmişimdir...» (3) g — Blcraham’uı Süjesi Jaııe Efvaııs’m Geçmiş Yaşamları Jane .Evans’m ekminezi altmda geriye dönerek an­ lattığı altı geçmiş yaşamı, tarih sırasıyla, şunlardır: 1. Roma devri İngiltere’sinde Iivonia İ.S. 286 2. York, İngiltere’de Rebecca , 1190 3. Jacgues Coeur’ün hizmetçisi Alison , 1451 4. Aragon’lu Cath erine’min nedimesi Anna, 1502 5. Londra’lı terzi kız Ann , 1702 6. Maryland, Amerika’da rahibe Grace , 1920 ve şimdiki Jane Evans .................. doğum ; 1939 Bu oldukça ilgi çekici listede yaşamlar arası geçen en kısa süre onbeş yıl kadar görünmektedir. O da rahibe ö race’in ölümü ile Jane Evans’m 1939’daki doğumu ara­ sındaki süredir. (3) h — Jane Evaaıs'm, İS . 286’dald Yaşamı 20. Yüzyıl’m Jane Evans’ı ipnoz altmda Livonia ola­ rak, İ.S. 286 yıllarının Roma devri İngiltere’sine ait bir entrika ve isyan olayının orijinal öyküsünü anlatmıştır. Bu 3. Yüzyıl yaşamı, Jane Evans’m altı ‘Geçmiş yaşamı’nm en eskisi ve Bloxham için kaydettiği ekminezi celselerinin de en sonuncusudur. Livonia, kendisinden çok yaşlı olan Titus’un karısı­ dır. Titus, ailesi ile o zamanki York kentinin banliyösün­ 48

deki bir villada yaşamakta olan, Roma’nın ileri gelen ki­ şilerinden Constantius’un oğluna Latince, Yunanca ve şiir dersi verir. Livonia’nm, İngiltere’nin hareketli bir devresine rast­ layan öyküsü oldukça ilginç tarihi isimler ve hususlarla doludur. İnsanı hayrete düşüren bu yaşam öyküsünü ay­ rıntılı olarak incelemeye değer: Bloxhamı : Bu bahçe sizin mi? livcnia ; Hayır, Sefir Constantiııs’un evinin bahçesi. Onun hanımı... B (sözünü keserek): Onun adı ne? L : Bayan Helena. B : Bayan Helena şu anda seninle mi? L : Hepimiz bahçedeyiz. Sefirin oğlunun, askerlik öğretmeni ile birlikte yaptığı çalışmaları izliyoruz. Bah­ çede çarpışıyorlar. Öğretmeni kendisine hem taktik hem de kılıcım, zırhını ve kalkanım nasıl kullanacağını öğre­ tiyor. Livonia, oğlanın adının Constantine olduğunu söy­ lemektedir. L : Kocamla ben büraya ük geldiğimizde İngiltere’yi Patronius Aguila yönetiyordu... B : öyle mi? L : Evet. Hiç de iyi bir yönetici değildi. Sonra, Constantius başa geçirildi. B : Constantius iyi ve adil bir kimse mi? L : Evet, çok adil, çok iyi. Emri altında iki kişi, iki önemli kişi var. Ülkenin diğer bölgelerini yöneten bu ki­ şilerden biri Caius Flaverius ve diğeri de Curio’dur. 49

Şurası muhakkak ki Livonia, Roma ordusu safların­ dan yükselerek sonraları Roma imparatorluğunun başına geçen Constantius Caesar’dan söz etmektedir. Constantius’un karısının adının Helena, oğlunun adının ise Constantine olduğu da bir gerçektir. Aynı Constantine' yıllar sonra, İstanbul’u (Constantinople) kendisine başkent edinerek Hıristiyanlığı Roma dünyasının resmi dini hali­ ne getiren Büyük Constantine olacaktır. Bu ilginç öykünün tek sorunu, Constantius adının, tarih kitaplarında 286 yılının İngiltere Valisi olarak geçmemesidir. Roma devri Ingilteresi üzerine otorite sayılan Prof. Brian Hartley’e göre, aynı Livonia’nın anlattığı şe­ kilde Constantius’un l.S. 283 üe 290 yıllan arasında ne yaptığı hakkında tarih kayıtlarında gerçekten de bir boşluk vardır. Tarihin karanlıklanna gömülmüş birçok aynntıyı aydınlatan Livonia, öyküsünü villadaki bir ziyafet hazır­ lığım anlatarak sürdürmektedir. Bu bir aynlık toplantı­ sıdır, ancak ufukta isyan bulutlan da belirir. L : Roma’dan Constantius için bir haberci geldi... Domina (Latince: ‘Evin hanımı’), Allectus adında birinin Constantius’a bir mesaj getirdiğini biliyor. Constantius Roma’ya çağnlıyor, Roma’nm şimdi iki imparatoru var * iki imparatoru. B : Kim onlar? L : İmparator Diocletion ve İmparator Maximianus... B : Bu sizi nasıl etküeyecek? L : Hiçbir şekilde. Ancak, Sefir’in şimdi Roma’ya, imparatorluğun, içinde İngiltere’nin de bulunduğu yansı­ nın yönetimini üstlenen Maximianus’a gitmesi gerekiyor. 50

‘Livonia* celsesinde anlatılan bu olayların ve sözü edilen isimlerin hepsi de tarihi gerçeklere uymaktadır. Bu ekminezi örneğinde de izlediğimiz gibi Bloxham’ın süjeleri, ‘geçmiş yaşamları’ hakkında konuşurken, hiçbir şekilde, o anda içinde bulunduklan zamanın ilerisine ge­ çemezler. Geçmişlerinin belirli bir anından bahsedebilirler ama öykülerinin bir sonraki safhası, aynı gelecek yıl bi­ zim için nasıl meçhulse onlar için de öylesine meçhuldur. Livonia da, geçmiş deneyimlerim açıklarken, birkaç da­ kika sonra kendi ağzından dinleyeceğimiz olaylardan o anda haberdar değildir. örneğin, olaylann ailesini nasıl etkileyeceği sorusuna Livonia, «Hiçbir şekilde», diye karşılık vermektedir. An­ cak, öykünün ilerideki safhalannı dinledikçe bu etkinin, Livonia’nm çevresindeki bütün kişilerin yaşamım sarsıcı bir nitelikte olduğu anlaşılacaktır. Livonia, duyduğu sahte güvenceye karşın yine de haberci Allectus hakkmdaki kadınsı sezgisinde yanılma­ mıştı : L : Allectus denilen bu adamdan hoşlanmıyorum. Ko­ cam bunun kadınlara özgü bir kuruntu olduğunu söylü­ yor, ancak ben ondan hoşlanmıyorum. B : Burada yaşamaktan memnun musun? L : Evet, çok mutluyuz. Ama, Constantius’un geriye dönmesine üzülüyoruz. Allectus’dan hoşlanmıyorum, do­ nuk bakışlan var - donuk bakışlan. B : Yeni yönetici o mu olacak? L : Hayır kocamın söylediğine göre, Constantius Ro­ ma’ya giderken yerine yönetimi yürütecek binlerini bı­ rakmalıdır. Kocam, Constantius’un Valerius ile Curio’yu 51

görevlendirerek, birini güney diğerini de kuzey bölgesinin başına getireceğini sanıyor...

B : Allectus’un karısı da yanında mı? L : Hayır. Allectus Romandan gelmişti ama işin tuha­ fı, Titus’un anlattığına göre, Roma’dan Constantius’a ive­ di bir mesaj getiriyor olmasına rağmen Gessoriacum’da (Fransa’nın Boulogne limanının Roma devrindeki adı) durarak donanmanın başında bulunan Carausius’la gö­ rüştü. Eğer, biran önce Constantius’a ulaşması o kadar önemli idiyse yolda neden dursun ki - Allectus’dan hoş­ lanmıyorum - Âllectus’dan hoşlanmıyorum. Tarih kitaplarından da öğrendiğimize göre Allectus, Gessoriacum’daki (Boulogne) bir donanmanın bağında bulunan Roma amirali Carausius’la birlikte İngiltere’deki Roma yönetimini devirmeyi planlamıştı. Bir süre için başarılı olduklarından dolayı, bu isyancıların yüzlerini o günlerde bağımsız îngütere adına basılmış paraların üze­ rinde görebiliriz. livonia, karanlıkta kalan bu tarihi olayı, İ.S. 286 yıllarında Roma yönetimine karşı yürütülen bu başkal­ dırmayı gerçekte olduğu şekilde bize aktarmaktadır: B : Şimdi, zaman biraz daha ilerledi. Şu anda neler oluyor? İL: Verulam’a (St. Albans kentinin Roma devrindeki adı Verulamium’du) doğru ilerliyoruz. Domina, Constantine, Favonius, Hilary, ben ve Titus. Yolumuzda ilerliyo­ ruz - etraf karanlık, (süje burada bir süre için ara veri­ yor) Allectus’a güvenmemiz gerektiğini biliyordum. * Constantius Româ’ya hareket ettiğinde Carausius donan­

52

mayı buraya getirdi. Karaya çıkarak İngütere’yi ele ge­ çirdi - Carausius üzerimize gelerek yönetimi teslim aldı ve biz de kaçmaya mecbur olduk - Allectus evimize geldihizmetçilerimizden bazılarını öldürdü - ancak Favonius, Allectus’un adamlarından birkaçını öldürmeyi başardı ve biz de karanlıkta yola koyulduk. Verulam’a gördüğümüz o küçük villaya gidiyoruz... B : Allectus hakkmdaki yargın doğruydu, değü mi? JL: Şimdi ise İngiltere’yi Carausius yönetiyor... B : Carausius kötü bir insan mı? L : Evet... İngiltere artık Roma’ya değil, Carausius’a aittir. B : Anlıyorum..,, L : O, İngiltere’yi ele geçirdi... (Ara) Valerius öldü. B : Öldü mü? ıL: Valerius öldü - Curio halâ öldü wVenılam’a gidiyoruz.

sağ, fakat Valerius

Livcnia’nın iddiasına göre İngiltere’yi yönetmek üzere görevlendirilmiş olan Valerius ile Curio’nun iane tarih kitaplarında rastlanamamaktadır. Allectus’Ia Carausius, Roma’ya bağımlı olmadan, İn­ giltere’yi tam dokuz yü süreyle yönetirler, ta ki ülkeyi tekrar Constantiusun kendisi ele geçirene kadar. Livonia ile Heîena bu yıllan sessiz sedasız saklanarak geçirirler ve Livonia’nm öyküsü de Carausius ile Allectus’un devril­ meleri ile birlikte bilinen tarihi gerçeklere yönelir: B : Sonradan, Allectus haklımda hiçbir şey işittiniz mi? ıL: Allectus Carausius’u öldürdü. 53

B : (açıkça şaşırmış bir halde) Ne? B : Allectus Carausius’u öldürdü ve öldürdüğünde de Roma’nm İngiltere’ye kargı savaş açtığı haberi geldi... Allectus şimdi Roma ile savaş halindedir. B : Adam gönderiyorlar mı? L : Evet. Evet. Constantius’un geriye döneceğini nıyoruz.

Ba­

Gerçekten de 293 yılında Constantius ile Roma tü­ menleri Carausius’un Fransa’daki deniz üssünü ele geçir­ diler. 296 yılında da İngiltere’nin düşmesi ve Livonia’nm da sonradan belirttiği gibi, Allectus’un öldürülmesiyle birlikte Roma yönetimi Constantius tarafından yeniden tesis edildi. Livonia’ya göre Heîena ile ev halkı, Constantius’u beklemek üzere eski villalarına döndüler. Ancak kendile­ rini hiç de hoş olmayan bir sürpriz bekliyordu: L : Villaya vardığımızda, Constantius’un gönderdiği ve bizden önce gelmiş olan birçok eşya ile karşılaştık... Constantius’un dönmesini bekliyoruz. B : Allectus’a ne oldu? L : Allectus öldü. B : Onu biri mi öldürdü? L : Sanırım. Constantius’un dönüşüne hazırlanmak için biran evvel buraya gelmek telaşmdan dolayı fazla birşeyden haberimiz olmadı. Onun gelmesini bekliyoruz. Curio da geldi... Kocamı bir kenara, çekerek ona birşeyler anlatıyor. Favonius da onlarla - ve Curio gidiyor. (Ara) Titus bana anlatmaya geliyor. Ah, zavallı Domina, ah! Constantius’u bekliyor ama bilmiyor ki Curio, Cons­ tantius’un kendisini kanlıktan azlederek Maximianus’un 54

kızı Theodora ile evlendiğini ve onu da buraya getirmek­ te olduğunu anlatacaktır - biz ne yapabiliriz ki ? B : Birlikte mutlu olduklarım sanıyordum? L : Evet. Bir neden olmalı. Curio Titus’a, Constan­ tius’u ‘Caesar (Sezar) Constantius’ yaptıklarını söyledi. Galerius admda birini de ‘Caesar Galerius’ yapmışlar. Constantius, Maximianus’un kızı Theodora ile evlenirken Galerius da Dirocletian’m kızı üe evlenmiş. (Ara) Titus’uü bana söylediğine göre Constantius, ilk karısını terkettiğkıi Jüpiter Mabedinde açıklayarak Prenses Theod'ora’yla evlenmeye mecburdu. Daha şimdiden, Theodora’dan bir çocuğu - iki çocuğu - olmuştu. Bütün bu anlatılanlar tarihi gerçeklere tıpatıp uy­ maktadır. Nitekim, ortak imparatorlar, Maximianus ile Diocletian, devleti sağlamlaştırmak amacıyla güçlü Ro­ malılar olan Constantius üe Galerius’u kızlarıyla evlen­ meleri için ikna etmişlerdi. Ancak, Constantius öldüğün­ de, Sezar payesine Theodora’dan olan çocuklarından biri değil de terkettiği Helena’dan olan oğlu Constantine eriş­ ti. livonia, kocasının öğrencisini bekleyen muhteşem gelecek hakkında hiçbir şey bilemezdi. Çünkü, söylediği­ ne göre, kocası ile birlikte imparator Diocletion’m dev' rinde öldürülmüşlerdi. Constantine’in Roma İmparatoru olm ası ise daha ilerki tarihlere rastlayacaktır. Livonia’nm yaşamı, bundan sonra izleyeceğimiz l2. Yüzytfdaki yaşamında da olduğu gibi, şiddetli bir ölümle sen bulur. Galerius’un tüm Hıristiyanların öldürülmesini emretmesi sonucunda bir süre önce Hıristiyanlık dinisıe geçen Livonia ile Titus için tehlike çanlan çalmaya baş­ lar. özellikle, Titus’un aşırı bir adım atmak üzere olması Livonia’yı korkutmaktadır: 55

L : ... Titus papaz olacağından dolayı endişelenmek­ teyim. Onu papaz yapması için bir adamı bekliyorlar. Hepsi de bu adamı sabırsızlıkla bekliyorlar ve o adam geldiğinde Titus papaz yapılacak. B : Onu papaz yapmak üzere gönderilen adamın adı­ nı biliyor musun? L : Sanırım Ossius’dur. B : Ossius nereden geliyor? L : Bilmiyorum... «

JL: Hayır korkmuştum. Eve geldim. Dışarı çıktım. Dışan çıktım ve eve geldim. Titus’un eve gelmesini bekli­ yorum ama gelmiyor. Titus gelmiyor. Favonius... B : Favonius’a ne oldu? Lıi Titus’un öldüğünü söylemeye geldi. B : Titus öldü mü? JL: Evi yaktılar. Neden? Neden? Bir zararları yok ki. Titus öldü, Aibanus kaçtı. Titus öldü. B : Onlan kim ele verdi dersin?

B : Şimdi, zaman biraz daha ilerledi. Ossius orada mı? L : Evet, Verulam’a eve gidiyoruz Yoldayız ama, son zamanlarda olagelen dehşetli şeylerden dolayı sinir­ liyim. Diğer kentlerde Hıristiyanların evlerini yakıyor­ lar. Bu eve Titus’un papaz olması için gidiyoruz. B : Şimdi evdesiniz - burası Albanus’un evi mi? (Aibanus, Livonia’mn öyküsünde daha önceden geçen, o devrin önemli bir Hıristiyan misyoneridir. livonia ile Titus’u Hıristiyan yapan da Albanus’dur. Bu kişinin o devirde Verulamium’da katledilmiş Hıristiyan şehidi St. Al ban olması mümkündür. Bu olaydan sonra bu kente St. Alban adı verümiştir.) L : Hayır, başka birinin evi. Adım bilmiyorum. Bu insanların adlarım pek bilmeyiz. Odanın içi karanlık, mumlar yanıyor. Sinirliyim. Titus benimle birlikte değil. Albanus’la birlikte gitti, bense korku içindeyim. E traf çok sessiz ama, korkmamamı, Tanrılarının beni koruya­ cağını söylüyorlar. B : ... Kocan papaz yapılacağı zaman orada değildin değü mi? 56

JL: Bilmem. (Ara) Titus öldü. Nerede olduklarını an­ layabilmek için dışarıya çıkıyorum. Titus’u bulmaya ça­ lışacağım. Favonius da benimle geliyor. (Ara). EVİ bulma­ ya çalışıyoruz, (sesi, dehşet içinde kaldığım gösteriyor) Heryer yanıyor. Çevremizi alevler sarmış. Askerler geli­ yor, sokaklardan askerler çıkıyor. Durdular, bizi mi dur­ duracaklar? (Ara) Hayır. Favonius bizim Hıristiyan ol­ madığımızı söylüyor. Favomus’la birlikte yürümeye devam ediyoruz - Favonius’u tanıyorlar - bulmaya çalışıyoruz u Titus’u bıraktığım evin nerede olduğunu hatırlayamıyo­ rum - korktuğumdan dolayı dışarı çıkmıştım. Her yanda alevler içinde kalmış evler var. Ben de onunla kalmalıy­ dım - ben de onunla kalmalıydım. Yoluma devam ediyorum. E traf da koşuşan birsürü insan var - (panik içinde) Favonius nerede? Gitmiş Favonius gitmiş - yalnız başımayım, insanlar koşuşuyor­ lar - askerler geliyor - herkes koşuşuyor, Favonius’u bu­ lamıyorum - o iridir - Favonius’u bulmalıyım - Titus’u bıraktığım evi de bulamıyorum, her yanımda insanlar koşuşuyor, çığlık atıyor, bağırıyorlar - alevler - askerler geliyor - ah, hayır, hayır yapmaym. 57

Anlaşıldığına göre, bu noktada livonia dehşet içinde ölür. (3) i — Jane Evans’m 1190 Yılındaki Yaşamı Jane Evans’m 12. Yüzyılda Rebecca adında bir Mu­ sevi olarak geçirdiği yaşamı Bloxham’la yaptığı ilk ekminezi seansında ortaya çıkmıştır. Aynı livonia gibi İngiltere’nin York kentinde yaşa­ yan Rebecca ile varlıklı kocası Joseph kırk yaşlarında, iki erkek çocuk sahibidirler. Aile’nin en büyük sorunu, îngütere’de doğmuş bulunmalarına rağmen İngiliz sayıl­ mamaları ve toplum dışına düşmüş ‘varlıklı Yahu diler* olarak hor görülmeleridir. Kocasının giysilerini tarif ederken bu hususu da açıkça belirtmektedir: Rebecca: Uzun elbiseler giyer. Pahalı elbiseler ama, pahalı değilmiş gibi görünmelidirler. Varlıklı olmamızdan dolayı hor görülüyoruz. Evlerimizi kıskanıyorlar. Hepi­ mizin, Musevi olduğumuzu göstermek için, kalbimizin üze­ rinde sa n armalar, daireler taşıması gerekiyor. BlosJıam: Bu daireleri taşımaya mecbur olmak sizi üzüyor mu? R : Evet. B : Öyle mi? R: Evet. Dinimizden dolayı bizimle alay ediyorlar. Temizlendiğimizden, oğullarımızı eğittiğimizden, temiz olmayan şeyleri yemediğimizden dolayı bizimle alay edi­ yorlar... Musevi olduğumuzu göstermemiz için bizi, bu yamalan giysilerimizin üzerine takmaya mecbur tutuyor­ lar. Ancak; Rebecca ile ailesinin, arma taşımaya mecbur 58

edilmenin aşağılayıcılığındasn runları vardı:

daha da tedirgin edici so­

B : Sizler kendi aranızda mutlu musunuz? R : Aile arasında mutluyuz, fakat endişeliyiz. Chester, Londra ve Lincoln’da meydana gelen ve Musevileri hedef alan ayaklanmalardan dolayı sinirlerimiz bozuk. B : Ayaklanmanın nedeni ne? R : Her zaman bizden nefret ederler - her zaman biz­ den nefret etmişlerdir. Yortu ile Fısıh bayramı arasında York kentinde bir salgın oldu - ikiyüz kadar Hıristiyan öldü - Museviler’den hiç ölen olmadı. Bunun için bizi suç­ ladılar. Bizi suçladılar. (Ara) Paramızı ödünç alırlar eğer Museviler olmasaydı ne yapacaklardı ki? Kated­ rallerini inşa etmek için ve İrlanda’daki savaşlann mas­ rafını karşılamak için bizim paramızı ödünç alırlar. Mu­ sevi* er olmasa ne yaparlardı ki? B : İrlanda’da savaşlar mı var? R : Bu iki, üç yıl önceydi - savaşların masrafını kar­ şılamak üzere Museviler’den ödünç para aldılar. Bu pa­ rayı vermeyip de ne yapabiliriz? Nitekim, Kral H. Henry’nin, İrlanda’ya yaptığı se­ ferleri finanse etmek üzere Musevüer’den ödünç para al­ mış olduğu hemen hemen kesindir. B : Bu parayı alan kral kimdir? R : Henry Plantagenet (ara); iyi bir kraldır Musevilere karşı iyidir. Bize ödenmesi gereken paralar için mah­ kemelerde dava açtığımızda bize yardım eder. Karşılığın­ da kendisine, geriye aldığımız paranın on (ara) onda bi­ rini veririz.

B : Kralı hiç gördün mü? R: Hayır. Burada anlatılanlar da Plantagenet Hanedanı’ndan gelen Kral Henry’nin ve Museviler ile ilişkisinin tam bir tarifini yapmaktadır. Ancak, Rebecca öyküsünün bura­ sında, henüz Henry’nin öldüğü yıldadır ve daha o günler­ den bu ortaçağ toplumu içinde, kısa bir süre sonra York kentinin Museviler için trajik bir sonuç yaratacak olan güçleri kıpırdanmaya başlamışlardır bile: R : ... ve şimdi Henry’nin ölmesiyle... B : (sözünü keserek) Henry öldü mü? R : Şimdi iyi kral Henry’nin ölmesiyle birlikte kral Richard ülkeden ayrıldı. Kral Rdchard da onlarla birlikte Haçlı Seferleri’ne katılıyor — şimdi bize kim yardım ede­ cek? Artık hiç kimsenin himayesinde değiliz. Otuz yıl sü­ reyle bizi Henry korudu ve şimdi bizi himaye edecek hiç kimsemiz yok. B : Peki hangi yıldayız? R : 1189. B : York’u terketmek istiyor musunuz? R : Hayır evimi bırakmak istemiyorum ama o kadar da kötü şeyler oluyor ki. Kocam çoğunu bana anlatmıyor, ancak bazı Museviler’e olanlar hakkında kulağıma fısıltı­ lar geliyor... Rebecca, yaşam öyküsünün bir hayli dramatik olan sonlarında, tarihi birer gerçek olan York Katliamı ile Musevilerin York Kalesi’ne sığınmak istemeleri dayını an­ latmaktadır: B : Şimdi zaman ilerledi. Evden ayrılmaya mecbur oldunuz mu?

60

R : Evet. Evet, hepimiz gitmeye mecburduk. Komşu­ muz Benjamin’in evine geldiler. Evden çığlıklar ve duman kokulan geliyordu. Gitmeye mecburduk. Kocam ile oğlum paramızı sırtlarındaki torbalarda taşıyorlardı — gitmeliy­ dik — kaçtık (ara) kaleye gitmek istedik — kaleye var­ mak için arka yollardan gittik ama bizi izliyorlardı. Ko­ cam, gümüş dolu bir torbayı yararak içindekileri, bizi izleyenler gümüşleri toplamak üzere duralasınlar diye yola döktü. Çığlıklan duyuyor, insanlardan gelen yanık koku­ sunu alıyorduk. Korkunçtu. (Oldukça heyecanlı bir halde konuşmaktadır.) Kaleye vardığımızda bizi içeri almadılar - surların birazcık içerisinden öteye bırakmadılar - fakat, bize sığı­ nacak bir yer sağlamadıklanndan, dışanda toplananlar dışanya çıkmamızı söyleyerek bağınyorlardı - dışanya çıkmamızı söyleyerek bağırıyorlardı - ve ah - korkunç. Bize bağırıyorlar ve çığlıklar atıyorlar. B : Ne diye bağınyorlardı? R : Dışanya çıkmamızı ve katledilmemizi istiyorlar ve bunları söylüyorlardı. Biz kafirdik ve bize, hiç oğlan çocuklarını çarmıha gerip germediğimizi soruyorlar ve çok kötü, korkunç şeyler bağınyorlardı... kapılara vur­ maya başladılar ve biz, hepimiz surların hemen berisindeydik ve bizi daha öteye bırakmıyorlardı... B : Öyle mi? R : (ızdırap içinde) Korkunç - korkunç - bizi içeri bırakmadılar - bizi içeri alacaklanha söz verdiler ve kapılann hemen berisinden öteye bırakmadılar. B : Rachel de sizinle mi? (Rebecca’nın kızının adı Rachel’dir) R : Evet, oğlum da., Dışan çıkmayı başardık - biri

61

bize yardım etti - kocamın, bize yardım etmesi için para verdiği birisi. Kaleden dışarıya çıkarak Hıristiyanlar’a ait bir kiliseye sığındık ve biz - bu kilisede bir papazla kilise kâtibi vardı ve biz onları tutarak bağladık ve onla­ ra, arkamızdakilere bizim orada olduğumuzu söylemedik­ leri sürece birşey yapmayacağımızı söyledik - aşağıya, mahzenlere indik - küisenin altında - o kadar açtık ki birşeyler yememiz gerekiyordu - bütün bulabildiğimiz şaraptı ve şarabı içtiğimiz için bize kafirler diye hitap ettiler - törenlerde kullandıkları şaraptandı - içmeye mecburduk - susamıştık - aç ve susuzduk. Hepimiz bu­ radayız, çığlıkları işitiyoruz - korkunç şeyler. Papaz bize, Londra ile Chester’de ayaklamalar olduğunu ve Musevi­ ler’in öldürüldüğünü söyledi. Bütün Museviler’in öldürül­ mesini John emretmişti - bütün Museviler’in öldürülme­ sini. B : Gerçekten mi! Fakat size birşey olmayacak, de­ ğil mi? R : Biz saklanıyoruz. Üşüyoruz. Açız. Burası rutu­ betli ve kilisenin tepesinden olanları görüp duyabiliyoruz York dışındaki büyük kapılardan, kapılar, kapıların he­ men dışından çıkan alevleri görebiliyoruz. B : Şimdi kilisede değil misiniz? E : Kilise büyük kapıların hemen dışında ve bizim orada olduğumuzu düşünmeyeceklerini ümid ediyoruz... Bütün paramızı kaybettik. B : Nasü kaybettiniz? R : Çoğunu kaleden çıkabilmek için vermeye mecbur olduk. B : Varlıklı olmadığınızı düşünürlerse artık sizinle Ügilenmeyeceklerdir, değil mi? 62.

ı

R : Yine de bizden nefret ediyorlar. B : Öyle mi? R : Onların inancında olmadığımızdan dolayı yine de bizden nefret ediyorlar. (Gerilim içinde bir ses, bu çare­ siz durumun içinde çırpınıp durmaktadır.)... Ama biz onların kilisesindeyiz ve Tanrı evi yine de Tanrı evidir ama bizi burada bulurlarsa kesinlikle öldüreceklerdir. Ama korunmalıyız - kocam yorgun, bacağı yaralı ve in­ cinmiş - dinlenmeliyiz - açız. B : Fakat kilisede emniyettesiniz, değil mi? R : Hıristiyanların kilisesinde değil - bizleri burada istemiyorlar - bize gitmemiz gerektiğini söylediler ama, biz de kaçmamaları için onlan bağladık - kendilerine bir zararımız dokunmayacağım söyledik. B : Orada sen ve ailenle birlikte kaç kişi var ? R : Sadece biz. B : Peki, diğer ikisini bağlamayı nasıl becerdiniz? R : Kocam ve oğlum - onları bağladık. B : Şimdi ııe oluyor? R : (panik içinde bir sesle) Halâ daha geldiklerini duyuyoruz - alevleri görüyoruz - kilisenin tepesinden alevleri görüyoruz. B : Bu hangi kiliseydi? R : Karardıktı, sadece sığındık. B : York Katedrali değil, değil mi? R : Hayır, hayır - York kapılan dışında ufacık bir kilise (sorulara zorlukla cevap veriyormuşçasına uzaktan gelen bir sesle), büyük bakır kapının dışında, York’un 63

büyük bakır kapısı, York’un bakır kapısı (sönerek kaybo­ lan ses, sonradan giderek artan bir heyecan ve histeri hali içinde eski tonuna ulaşır). Onları duyuyoruz - halâ daha çığlıklarını işitiyor ve korkuyoruz - Rachel ağlıyor - kocam bize yiyecek bulmak üzere gitti - yiyecek bulmak üzere gitti ve oğlum da onunla gitti - kilisede saklanıyo­ ruz ama onları halâ daha duyuyoruz - oğlumun dönmesini bekliyoruz - henüz gelmedi - henüz gelmedi - gürültülerin yaklaştığım duyuyoruz, atları duyuyoruz. Atlar daha da, daha da yaklaşıyorlar... B : Umarım, oğlunla kocan az sonra dönerler? R : Evet, dönmeliler, dönmeliler, endişeliyiz, korku­ yoruz - yaklaştıklarını duyuyoruz, yaklaşan atları duyu­ yoruz, çığlıkları, bağırtıları duyuyoruz - «Yahudileri ya­ kın, Yahudileri yakın, Yahucüleri yakın.» (Ara) Joseplı nerede? Neden dönmüyor? (Ara - sonra neredeyse çığ­ lık atar) Aman Tannm - geliyorlar - onlar - geliyorlar - Rachel ağlıyor - ağlama * ağlama - ağlama. (Ara) Aah, kili­ seye girdiler - onlan duyuyoruz - kiliseye girdiler - papaz bağlarını çözdü - papaz serbest kaldı - onlara burada ol­ duğumuzu söyledi - geliyorlar - aşağıya iniyorlar - papaz serbest kaldı ve onlar aşağıya geliyorlar. (Ara - korkudan anlaşılmaz hale gelen bir sesle) Ah, hayır - hayır, hayır, Rachel’i değil! Hayır onu almayın - yapmayın - durun onu öldürecekler - onlar - yapmayın - Rachel’i değil, ha­ yır, hayır, hayır, hayır - Rachel’i değil - ah, RachePi al­ mayın - hayır, Rachel’i almayın - hayır, hayır, hayır, ha­ yır, hayır, Rachel’i almayın * hayır. B : (şoke olmuş bir halde) Onu almayacaklar değil mi? 64

R : (bedbaht bâr sesle) aldılar...

Rachel’i

aldılar - Racheİ’ı

B : Sana bir zararları dokunmayacak, değü mi? (Sessizlik.) B : İyi misin? Seni yalnız bıraktılar, değil mi? R : Karanlık... karanlık. Bloxham süjeyi uyandırır. (3)

k — Jane Evans’m 1451’deki Yaşamı Jane Evans, bu ekminezi seansında, Ortaçağ Fransası’nda Kral VII. Charles’ın danışmanı ve mali desteği olan varlıklı tüccar Jacques Coeur’ün hizmetçisi Alisen olarak deneyimlediği yaşamım anlatmaktadır. Coeur, ya­ şamının zirvesinde Fransa’nın en güçlü ikinci adamıydı ve düşüşü de buna uygun olarak dramatik oldu. İhanete uğrayarak, kralm kız arkadaşını zehirlemekle suçlandı. Alison öyküsünde, beşyüz yıllık bu esrarlı cinayeti yeni­ den sözkonusu etmektedir. Coeur’ün asü hatası, krala ve diğer asillere büyük miktarda ödünç paralar vermek ol­ muştu. Uyduruk suçlarla itham edilerek ölüm cezası ta­ lebiyle yargılandı. Cezasının en ilginç yanı ise tüm malı­ na kral tarafmdan el konulması ve kendisine olan borç­ ların iptal edilmesiydi. 1450 yıllarında gencecik bir kız olan hizmetçi Alison, Jacques Coeur hakkında çok şeyler bilmekte ve, aynı di­ ğer ekminezi deneylerinde olduğu gibi, öyküsü hiçbir şe­ kilde tarihi gerçeklerin kuru bir anlatımıyla smırlanmamaktadır. İpnoz altında ortaya çıkan Alison, aniden netleşen renkler görmeye başlar - bunlar, «kırmızı, yeşü ve altın 65

renginde kumaş toplan» dır. Hepsi de efendisi Jacques Coeur’e aittir. Bize Coeur’ü tarif eder: (Bkz: Res.-2) Alison: Orta boyda - kenan beyaz kürkle bezenmiş siyah tünik - kırmızı pantalon. BIoxîıanı: Efendi’nin yüzü nasıl? A: Nahif - nahif bir yüz - zeki bir yiiz. B : Büyük bir burnu var mı? A : Hayır, hayır! (Ara) Orta boyda - bütün o güze­ lim elbiseler, zengin birinin giyinebileceği şekilde çok güzel giyimli, basit fakat güzel - kenan kürkle bezenmiş, siyah kadifeden bir tünik giyiyor - kırmızı pantalon, ha­ lis ipekten pantalon, kırmızı renkte güzelim ayakkabılar Cordova derisinden olduklarını söylemişti - belinde mü­ cevherlerle bezenmiş bir kemer ve boynunda da bir zin­ cir var.

Resim 2 ; Jane Evans’m ‘orta boylu, ince, zeki yüzlü, güzel giyimli’ olarak tarif ettiği Jacques Coeur.

Bundan sonra Bloxham sorularını Alison’un geçmişi­ ne yöneltir: B : Senin adın ne? A : Bana Alison derler. B : Kimsin sen? A : Efendim beni İskenderiye’den getirdi. B : Mutlu musun? A : Ah evet. Efendim çok iyidir. Bana - beni küçük bir kızken satın aldı ve evine getirerek okuma yazma öğretti - bana Alison adını koydu. B : önceden adın neydi? A : Bilmiyorum. Adım yoktu. 66

B : Güzel misin? A: Hayır, hayır. Elbiselerim güzel. yerden, her yerden mal getirir ve satar.

Efendim her

B : Efendin seni nereden satın aldı? Pazar yerinden mi? A : Hayır, hayır. O - hastaydım ve beni gördü - İs­ kenderiye’deki efendimin evine geldi - ufacıktım ve has­ taydım ve hiç kimse beni istemiyordu - beni buraya ge­ tirdi ve bana çok iyi davrandı. Gerçekten de Jacques Coeur, Beyrut ve Kahire’nin yanısıra sık sık İskenderiye limanına da uğruyor, Papa’67

dan aldığı özel izinle ‘kafirlerle ticaret yapıyordu’. Bu izin, Coeur’ü servet sahibi yapmıştı. Kısa bir süre son­ ra Fransızlar, ‘Jacques Coeur kadar zengin’ deyimini kullanmaya başlamışlardı bile. Birçok evi olmasına rağmen Coeur, doğduğu kent olan Bourges’deki ’L a Chaussee’ adlı malikânesinde ka­ lıyordu. 15. yiizyüda yer alan yaşamı da işte muhteşem malikânede geçen Alison, eve gelmesi beklenen bir ziya­ retçiden söz etmektedir: A: O - halâ daha onu bekliyoruz, hepimiz heyecanlı­ yız... çok güzel olduğu söyleniyor. B : Bana onun adım söyleyebüir misin? A: Ona, Fromenteau’dan gelen Bayan diyorlar. B : Çok özel bir kişi mi? A: Ah evet. B : Özelliği nereden geliyor? A: KraTın kız arkadaşıdır. B : Ah, hangi kral? A: Charles (Ara - sonra tereddüt içinde bir ad mı­ rıldanır) B : François? A: Hayır, hayır, (Ara) Hatırlamıyorum. Charles - Charles de Valois! (Bkz: Res.-3) B : Efendinin krala saygısı var mı?

(Ara)

A: Pek yok. (Ara) O, Fromenteau’lu Bayan’dan, Agnes Sorel’den çok hoşlanıyor. B : Agnes ne? A: Sorel - Fromenteau’lu Bayan. Alison’un tüm anlattıkları tarih kayıtlan ile tam bir 68

Pteyim 3 : J .Coeur’ü, Agnes Sorel’i öldürmekle itham eden Fransa Kralı VII- Charles. Jane Evans’m söylediğine göre, kralın ince, örümcek bacakları ve *ımm bir Valofs burnu’ varrîl.

uyum içindedir. Ancak, Bloxham tekrar Coeur ile aralanndaki ilişkiye döndüğünde Alison, Jane Evans’ın tüm ekminezi deneyimlerinde düştüğü en büyük hatayı ya­ par: A: Bana karşı çok iyidir. Kendime ait güzel bir odam var. Ben onun kızı gibiyim, güzel giysiler. Derdini bana açar, benimle konuşur... îyi giyinmemden hoşlanır... B : Hiç mücevher takar mısın? A: (üzüntülü bir sesle) Hiçbir yere gitmem ki mü­ cevher takayım. 69

E : Evde takmaktan hoşlanmaz mısın? A : Evet ama evde mücevherleri görecek kimse yok ki. B : Efendin hiç evlendi mi? A: Hayır, şeyleri sever...

büdiğim kadarıyla

hayır. Sadece güzel

Halbuki, tarih kayıtlarına göre Jacques Coeur evliy­ di ve yaşamının sözkonusu edilen döneminde de, hepsi büyük yaşlarda olan tam beş çocuğu vardı. Peki, Coeur hakkında böylesine ayrıntılı bilgiye sahip bu kız nasıl oluyordu da Coeurle ilgili tüm tarih kayıtlarına geçmiş bu gerçeği bilemiyordu. Jane Evans’m ekminezi seanslarıyla ilgilenenlerden baztfan bunu önemli bir hata olarak, bazılarıda ipnoz altındaki süjenin basit bir hafıza kaybuıa uğraması şek­ linde değerlendirmektedirler. Bir düşünce de, Coeure tutulan bu çocuk yaştaki kızın duygusal bir davranışla hareket ederek gerçekleri kabul etmek istememesi üze­ rinedir. Tuhaf olan şu M bu tür bir hata, Jane Evans’m geç­ miş yaşam öykülerini tarih kitaplarından okumuş olma­ sı ihtimalim ortadan kaldırmaktadır. Coeur’ün evli olma­ sı, kendisi hakkında yazılanlar arasında en belirgin olan hususlardan: biridir. Tekrar Alison’un öyküsüne dönecek olursak bu kes, Jaeques Coeur’ün yaşammı altüst edecek olaydan, Fro menteau’lu Bayan’m ölümünden söz ettiğini göreceğiz: A : Herkes kaygılı - efendim bayağı endişeli. B : Öyle mi? 70

A : Evet, bayağı endişeli. Fromenteau’lu Bayan ölü­ yor. Rahatsızlığının nedenini bilmiyorlar. Efendim, zehir­ lenmiş olduğunu söylüyor. B : Ah! A: Efendim, zehirlenmiş olduğunu söylüyor. B : Herhangi bir kimseden şüpheleniyor mu? A : Louis, Louis de Valois’den şüpheleniyor. Louis hiç­ bir yerde bulunamıyor. B : Şimdi, zaman biraz daha ilerledi. Şu anda neler oluyor? A: Fromenteau’lu Bayan öldü. (Ara) Kral teselli edilemiyor, teselli edilemiyor... Efendim hesabına korku­ yorum. Hizmetçilerin söylediğine göre Louis, Agnes’i öl­ dürenin efendim olduğu rivayetini yaymakla meşgul, Louis, Jacaues Coeur’den nefret ederdi. Jacques Coeur’den nefret eder ve o - efendime bir zarar vereceklerinden korkuyorum. Eğer ona birşey yaparlarsa ben ne olaca­ ğım? Efendimi öldürürlerse ben ne olacağım? B : Efend:nin bu işle hiç bir ilgisi yoktu, değil mi? A : Hiçbir ilgisi yoktu. Agnes’i severdi. Onun gerçek arkadaşıydı. Bu işle hiçbir ilgisi yoktu ama onu suçlu­ yorlar. 15. yüzyıl tarihçileri de Agnes Sorel’in, kralın oğlu olan Dauphin Louis tarafından zehirlendiği düşüncesi üzerinde Alison’la birleşmektedirler. Sonunda, Alison’ım korktuğu başına gelir. Coeur’ün Agnes’i zehirlemiş oldu­ ğu rivayeti sarayda yayılır. Sahte kanıtlar sayesinde de 1451 yılında hapse atılır. Olayları yaşayan Alison’un öy­ küsünün, Coeur’im düşüşünü ve görüldüğü kadarıyla, kendinin de ölümünü canlandıran son bölümü ise şu şe­ kilde gelişir: 71

B : Peki, zaman ilerledi. Şu anda neler oluyor? A: Geliyorlar. Kral, efendimin bütün varlığına el koydu... Varlığına el koydu - onu yıktı ve bu kadar za­ mandır krala destek olmuştu. Şimdi de güzel Agnes’i efendimin zehirlediğinden bahseden Louis’e inandığını söylüyor. (Ara) Ama o yapmadı ki! Efendim, askerler buraya geldiği takdirde bana bir zararları dokunacağın­ dan korkuyor. Benim gitmemi istiyor. Ama ben gitmeye­ ceğim. Gitmeyeceğim ve onu bırakmayacağım - onu bıra­ kamam. Burada onunla kalıyorum ve askerler geldiğinde, askerler geldiğinde ne olacağını bilemiyorum. Gelmelerini islemiyorum. Kral’m adamları gelip de varımızı yoğumu­ zu elim'zden almadan önce alabileceğimiz herşeyi aldık efendim bunlan, kendisi için saklayacak olan bir arkada­ şına verdi. Bu kral bizi yıktı. Nasıl minnettarlık bu! Onun için yaptıklarımızdan sonra. B : ‘Prenslere güvenme.’ A : Hayır, hayır, hayır. Ama efendim krala karşı o kadar iyiydi ki, o kadar iyiydi ki. B : Sanırım kral, ona olan borcunu ödeyemeyeceğini hissetti ve sonunda malının tümünü çaldı. A : Hayır - bilmiyorum. Ancak, Louis tahta geçti­ ğinde Fransa için esef edilecek bir gün olacakıtr. Sanı­ yorum, çok geçmeden, Louis de tahta geçecektir. E : Pekala, zaman biraz daha ilerledi. oluyor? A: Karanlık, karanlık. B : Askerler geldi mi? A : Askerler geldi, askerler geldi. 72

Şimdi neler

B : Sana bir şey yaptılar mı? A: Hayır, yapmadılar. Efendim bana bir üaç verdi ve uykuya daldım. B : Efendin de ilaç aldı mı? A : Hayır. B : Almadı mı? A: Hayır. Jacques Coeur «ilaç almamıştı». Haziran 1451’de, Taillebourg kalesinde krala teslim oldu. Yalan yanlış bir takım suçlamalarla yargılandı. Sonunda, hayatı bağışlan­ mıştı ama hapsedilmekten de kurtulamadı. Ancak, Jacques Coeur’ün öyküsü Alison’unki birlikte kapanmamak­ tadır. Tutuklanmasından tam üç yıl sonra kaçarak Ro­ ma’ya gitti. Papa kendisini, Osmanlılar’a karşı sefere çı­ kan bir donanmanın başına geçirdi. 1456 yılında, bu se­ fer sırasında aldığı yaralardan dolayı, Küçük Asya (Ana­ dolu) sahilleri açıklarında öldü. Alison, Jacoues Coeur’ün Bourges’deki evinin her yanını, Coeur’e ait eşyaları ve hattâ 15. yüzyılın ünlü ressamlarını da anlatabüiyor, ayrıntılı olarak tarif ede­ biliyordu. 15. yüzyıl Fransa’sı hakkında elde edilen bu ayrıntılı bilgiler Alison’un1 öyküsünü, Jane Evans’m ekminezi seanslarının en etküeyici olanlarından biri haline getirmektedir. (3) (Bkz: Res.-4) i — Jane Evans’m Yaşam Kişilikleri Değişmeye Başlıyor Jane Evans’m son üç ‘geçmiş yaşamı’ çarpıcı bir davranış ve kişilik değişikliği göstermektedir. Ancak, Livonia, Rebecca ve Alison’un ‘yaşamlarındaki’ tarilıi ayrıntı zenginliği son üç yaşamda artık kaybolur. . 73

yüzyıl Ispanya’sında Prenses Catherine’nin nedimesi ola­ rak deneyimlediği yaşamları açıklamıştır. Sözkonusu yaşamları bu kes tarih sırasına göre de­ ğil de ekminezi seansında ortaya çıkış sırasına göre in­ celeyeceğiz. m — Jane Evaaıs’m 1702’deki Yaşamı 1702’lerde yaşamış olan terzi kız Anıı Tasker’iıı öy­ küsü bir elbise tarifi ile başlar. Babasını tanımayan bu genç kız, annesi ile birlikte Paddington’da yaşamakta ve Londra’daki bir evde, kendinden başka beş kızla birlikte bir terzi kadın için çalışmaktadır. Muhtemelen öğrenim görmemiş olan genç Ann uzun saatler çalışmakta ve sürekli olarak yorulduğundan ya­ kınmaktadır. Jane Evaııs’m önceki ekminezi uygulama­ larında ortaya çıkan olgun kişilerin aksine Ann, sıkıntı içinde, konuşmaya üşenen, kendi içine kapanık bir ka­ rakter olarak belirir: Resim 4 : Jane Evans’ın ipnoz altındaykeaı tarif ettiği ve Jaogues Coeur’e ait olan, Bourges’doîd crtaçağ evi

Bu yaşamlarda diğerlerime kıyasla tarihî içeriğin da­ ha az olması insanı hayal kırıklığına uğratıyor ama, öte yandan da bazı yaşamların o kadar dramatik olmayıp basit bir şekilde geçirilmesi oldukça doğaldır. Bu yaşamlardan ilk ikisini kapsayan ekminezi seans­ ları çek kısa sürmektedir, Bloxham, bunların her ikisini de bir gecede kaydetmiştir. Hipnoz altındaki Jane Evans önce, 18. yüzyıl Londra’sında oldukça çekingen bir terzi kız olarak, sonra da - ikiyüz yıl daha geriye giderek - 16. 74

Bk)xlıam: Tahtta bir kral mı yoksa kraliçe mi var? Ann : Bir kraliçe. B : Hangi kraliçe bu? A : Kraliçe Anne. B : Evet, anlıyorum. A : (Sözünü hiç sakınmadan) Şişman bayan. B : Sen Kraliçe Anne’i gördün mü? A : Hayır. B : Evli misin? A: Hayır. 75

B : Bir arkadaşın var mı? A: Hayır. B : Kaç yaşındasın? A: Sanırım onyedi. B : Kardeşlerin var mı? A: Evet.

B : Gloucester Dükü için mi? A : Gloucester Dükü öldü - Kraliçe Anne’in tek ço­ cuğuydu ve onun için özel bir cenaze merasimi yaptılar.

B : Kaç tane? A: İki.

B : Özel bir cenaze merasimi mi yaptılar?

B : Büyüğün mü oluyorlar, küçüğün mü? . A : Büyüğüm. „

B : Bu cenaze merasimini gördün mü? A : Hayır. Yaklaşamadım.

B : Ne iş yaparlar? A: Ordudalar B : Ama çarpışmıyorlar, değil mi? A : Yurt dışmdalar. B : Başka bir ülkeye karşı çarpışıyorlar mı? A: Sanırım Fransa’dalar. B : Fransa’da mı? Çarpışıyorlar mı? A: Evet. B : Kiminle çarpışıyorlar? A: Fransa’dalar - Marlborough ile beraberler. B : Marlborough ile mi? A: Evet. Ona Marlborough derler. B : Kardeşlerini üniforma içinde gördün mü? A : Hayır. B : Çok özel kişilerden birini gördün mü ya da onla­ ra elbise diktin mi? A : Hayır. 76

B : Görmedin mi - Ne gibi özel durumlar oldu? A : Gloucester Dükü için bir geçit resmi yaptılar.

A : Evet.

B : Yaklaşamadın Geçit resminin hiçbir kısmım gör­ medin mi? A: Pek fazla değil. B : Görmek için nereye gittin. A: Şehre gittim. B : İçinde bulunduğun sokağı biliyor musun? A : Hayır. B : Bilmiyor musun? A: Çoğumuz gittik. B : Çok kederli miydiniz? A: Hayır. (Ara) Onu tanımıyordum. Sözü geçen tarihi kişilerle ilgili olarak anlatılanların doğruluğuna rağmen Ann Tasker’in umursamaz davranı­ şından sıkılan Bloxham süjeyi zamanda ileriye götürür: B : Şimdi, zaman biraz üerledi. Şu anda ne yapıyor­ sun? A : Kirli, iğrenç bir odadayım - insanlar hasta. B : öyle mi - Ah, yoksa orası bir meyhane mi? 77

A: Hayır - korkunç bir koku, iğrenç bir oda, insan­ lar hasta, yuvarlamıyorlar, hasta. B : İçiyorlar mı? A : Hayır. Hastalar. mi?

B : Sadece hastalar mı? Ah, yoksa salgın gibi birşey

A: Yaşadığım yerde daima salgın vardır - pislik ve koku, berbat bir şey - insanlar yıkanmıyorlar

Catherine’nin tarifi gerçeklere uymaktadır. Anna, Prenses’in ebeveynleri olan Kral Ferdinand ile Kraliçe İsabella’nın adlarım da doğru olarak veriyor. B : Şfu ara olagelen çok özel herhangi bir şey var mı? A : Prenses Catherine’nin evliliği * İngiltere’ye gidi­ yor.

B : (Gerçekten hasta mı bu insanlar? A: Ateşli hastalık - sıcak koku...

B : Kiminle evlenecek? A : Prens Arthur.

B : Seni uyandıracağım...

B : Sen de onunla gidecek misin? A : Evet.

Jane Evans uyandığında, «Karıncalanıyorum, .kor­ kunç bir koku var,» diyordu. Bloxham açıkladı: «Bu se­ ferki pek hoş değil diye uyandırdım seni. Hemeyse, is­ tersen diğer bir yaşamım deneyelim.» n — Jaııe Evans'm löOl’&eki Yaşamı Böylece, tekrar hipnotize edilen Jane Evans, içinde­ ki adamlarla atların yolculuğa hazırlandığı bir avlu gö­ rüntüsünü tarif eder. 1501 yılırım Mayıs ayında İspanya Prensesi Catherine, İngiliz Prensi Arthur ile evlenmek için yapacağı yolculuğa hazırlanmaktadır. Jane Evans ise Anna adında bir nedimedir: Bloxlnamı: Bana Prenses’i tarif edebilir misin? Anna: Tombul, sade ama çok hoş. B : Seni hangi adla çağırıyor ? A : Anna. B : Esmer misin yoksa kumral mı? 78

A : Prenses Catherine gibi - esmer ile kumral arası belirgin bir ten rengi yok.

B : Peki, avludaki atlılar ne yapıyorlar? A : Bize refakat etmek üzere bekliyorlar. B : Sanırım, çok heyecanlısındır ? A : Hayır. Prenses ağlıyor - kraliçeyi bırakmak iste­ miyor - ah hayır, İngiltere’ye gitmek istemiyor. B : Peki, kraliçe ne diyor bu işe? A : Çok üzüntülü - bütün çocukları evlendi. B : Prenses kaç yaşında? A : Onyedi ya da onsekiz. B : Sen kaç yaşındasın? A : Aynı yaşta. B : Sarayda yaşamak hoşuna gitse gerek? A : Mutlu bir yerdi ama artık değil. Kraliçe kederli Prenses dışında bütün çocuklar evlendi - ve şimdi de onun, soğuk ve ıslak Ingütere’ye gitmesi gerekiyor - o da gitmek istemiyor. 79

B : Evliliği kim kararlaştırdı? A: Kral Ferdinand - İngiltere Kralı ile birlikte. B : İngiltere Kralı kim? A: Sanırım, Henry - evet, Henry - Arthur’un çelim­ siz olduğunu işittik - Prens Arthur zayıftır. Prenses’in oynedi değil de onaltı yaşında olmasının dışında tüm hususlar tarihi gerçeklere uymaktadır. Deniz yolculuğu sırasında Anna’nm kendini iyi his­ setmemesi yüzünden Rloxham zamanı ileriye kaydırmış, bu nedenden de yolculuk ile ilgili bölüm çok kısa geçmiş­ tir: A: Korkunç fırtınalar - Prenses ağlıyor. B : Onu teskin ediyor musun? A: Ben de hastayım ve ağlıyorum... B : Tüm saray mensupları da hasta mı? A: Ah, evet. B : Şimdi, zaman ilerledi - şu anda neredesin? A: Yolda gidiyorum... Tarih kayıtlarına göre Kral İspanyol misafirlerini, Bath piskoposunun Dogmersfield’deki Sarayı’nda karşı­ lar. Onbeş yaşındaki Prens Arthur da oradadır. O günlerde on yaşlarında olan Prens Henry daha o zamandan Arthur’dan iridir. Sekiz yıl sonra Catherine ile kendisi evlenecek ve VHI. Henry olacaktır. Asına, bu ilk karşüaşmaya ait bazı şeyler bilmektedir: B : İngiliz sarayında ne kadar kaldınız? A : İngiliz sarayında değiliz - Londra dışındaki bir evde, büyük bir evde kaldık. 80

B : Peki, orada neier oluyor? A : Beni geriye gönderecekler - çoğumuz Ispanya’ya geri döneceğiz. B : K ralla karşılaştınız mı? A: Hem onu, hem de Prens Arthur’u gördük - çok solgun - kardeşi Henry, çok kıvırcık saçlı, yakışıklıydı kırmızı saçlı, kıvırcık Henry. Ama Arthur çelimsiz ve solgun görünüyordu - Prenses de öylesine dinç ve Dağ­ lıklı ki - Arthur onun yanında solgun ve ufak görünüyor. Bir ay sonra, Aralık 1501’de Aragon’lu Catherine ile Prens Arthur evlendüer. Prenses onaltı yaşında, Prens ise onbeş yaşındaydı. Nisan ayında da, ya salgından ya da veremden Arthur öldü. Anlaşüdığına göre Anna, düğünden hemen sonra yola çıkan Santiago Başpiskoposu ile birlikte Ispanya'ya dönenlerin arasındaydı: B : Şimdi, kıyıya vardınız - gemiye herhangi bir yerde konakladınız mı? A : Hanlarda konakladık.

binmeden önce

B : Hangi hanlarda kaldığınızı biliyor musun? A: Hayır. Vardığımızda karanlıktı ve yağmur yağı­ yordu, her zaman yağdığı gibi. B : Bana, geminizin adını söyleyebilir misin? A : Hayır. B : Pek ilgilenmedin mi? A : Çok rahatsızdım - hastaydım. B : Ama, herhalde, döndükten sonra hastalığın sür­ meyecek, değil mi? 81

A : Hayır - kendimi rahatsız hissediyorum - sıcak başım ağrıyor - sıcak. B : Yolculuktan sonra mı? A: Evet, fakat sıcak ve başım ağnyor - hastayım. B : Sana kim bakıyor? A: Bir doktor çağırdılar - başıma bir şeyler koyu­ yorlar - ateşi durdurmak için - halâ daha sımsıcağım sıcağım, o kadar sıcak ki. B : Zaman biraz ilerledi - kendini daha iyi hissediyor musun? A: Halâ daha sıcak, karanlık. Ekminezi seansının bu noktasında Bloxham, Jane Evans’ı uyandırdığından Aıına’mn Ispanya’daki ailesini tekrar görüp görmediğini bilemiyoruz. (3) o —- Jane Evans’m 1920’deki Son Geçmiş Yaşamı Jane Evans’m altıncı ve nihai ‘geçmiş yaşamı’ diğer­ lerinin tümünden çok değişiktir. Bu kez, yakın zamanlar­ da Amerika’da yaşamış bir rahibe olarak karşımıza çık­ maktadır. Rahibe Grace, tüm yetişkin çağını bir manastırın du­ varları arkasında geçirir. Bu, dini yaşama ayak uydura­ mamış olan Amerikalı rahibenin, Jane Evans’ın diğer geçmiş kişiliklerinin tam tersine, dış dünyadaki olağan olaylardan hemen hemen hiç haberi yoktur. Rahibe Grace’in çocukluğu, Iova Eyaleti’nin Des Moines kentinde geçmiştir. Soyadının ‘Ellis’ olduğunu be­ lirtir. Bu soyadma Des Moines’de geçen yüzyıldan beri rastlanmaktadır. Ancak, birçok güçlüklerden dolayı, ra­ hibenin mensup olduğu aile henüz saptanabilmiş değildir.

82

Bir sorun da ‘Grace’ adının, ‘spiritüel kişiliği’ sem­ bolize etmek üzere manastırda konmuş olmasıdır. Genç Bayan Ellis’in geçen yüzyılda Des Moines’de büinen adı herhalde ‘Grace’ değildi Rahibe Grace’in dış dünyadaki olaylardan haberdar olmaması Jane Evans’m bugünkü kişüiğine de zıt düş­ mektedir. Birinci Dünya Savaşı hakkında bildiği herhan­ gi bir şeyi akima getirmeye çalışan rahibe, Jane Evans’m okulda öğrendiği ya da asker olan babasından duyduğu tarihi gerçeklere hiç değinmemektedir. Rahibenin edin­ miş olduğu malumat üe Jane Evans’ın hafızası arasında herhangi bir bağ yok gibidir. Grace’in öyküsü ilerledikçe, genç kadının tereddütle­ rinden yaşlı rahibenin daha bir oturmuş düşüncelerine ve uzunca konuşmalarına doğru giderek olgunlaşan bir ki­ şiliğe rastlıyoruz. Bu yaşam öyküsü sanki hüzünlü bir günlüktür, önceleri içi kuşkular ve hayali günahlar ile dolu genç bir kadın, manastır yaşamına karşı hafifçe başkaldınr - çok yemek yer, makamsız şarkılar söyler, koşar ve güler. Ancak, ihtiyarlığı sırasında, geçirdiği mafsal iltihabı (arthritis) nedeniyle sakat kaldıktan son­ ra bir tür huzura kavuşur. Artık, «benden hoşlanıyorlar ya, gerisi umurumda değil,» demektedir. İlginç bir husus da, Jane Evans’m da bir ara mafsal ütıhabı geçirmiş olmasıdır. Ne var ki, onun rahatsızlığı Grace’inki kadar ciddi değildi. Bu kez, ekminezi deneyi, Jane Evans’m «sütunlar kemerlerle birlikte birçok sütun» görmesiyle başlar: Bloxham: Bu sütunlar çok mu yüksek? Grace: Hayır. Burası (ara), burası sütunlu bir yoL

R : Yol mu - ah evet. G: (hayret dolu bir sesle) Burası - burası uzun bir yol - burası - yürüyen insanlar var - insanlar var - şimdi birçok insan - alay halinde. B : Alay halinde mi?

Sol eldeki yüzük, bir rahibenin sembolize eder . B : Haçın var mı?

spiritüel

evliliğini

G: Ah evet; Hepimizin haçı var. B : Senin haçın neden yapılmış?

G: Alay halinde, bir sırada iki kişi var. B : Giyimleri nasıl?

G: Sanırım, fildişinden. B : Rahibe olarak mutlu musun?

G: Bunlar rahibe (ara) bir çan sesi işitiyorum. B : Çalıyor mu?

G: Ah evet. B : Bir rahibe olarak özellikle neyle uğraşıyorsun?

G: Evet. Evet. Gezinti yerini (ambulatory) görüyo­ rum. B: Bu ne tür bir alay? G: Dua alayı. (Ara) Acele ediyorlar. B : Sen de bu alayın içinde misin? G: Evet. B : Adın ne? Seni hangi adla çağırırlar?

G: Mutfaktayım. Bir kutum var - şifalı bitki dolu bir kutu - bu bitkileri yetiştiriyorum. B : Mutfakta ne tür yemek pişiriyorsun? G : Her tür yemeği - öylesine, sade yemek değil - sa­ de yemek değil - biz, şifalı bitküerle hazırlanmış yemeği severiz, ben de şifalı bitkiler yetiştiririm. B : Ekmek yapar mısın?

G: Grace. B : Yaşın kaç?

G: Ben değü. Ben değil. Ekmeği bîr başka yapar. B : Ne kadar süredir rahibesin?

G: Genç yaştayım. B : Bir rahibe adayı mısın?

G: Uzun süredir - yok, gerçekte o kadar uzun değil. Uzun bir süre gibi geliyor.

G: Hayır. B : Sen de siyahlar mı giyiyorsun? G: Evet - hayır. Hayır. Siyah değü - gri renkte. (Ara) Parmağımda bir yüzük var - bir yüzük, parmağım­ da bir yüzük. B : Hangi elinde? G: Sol alîmde.

rahibe

B : Hiç günah çıkarttığın oldu mu? G: Hayır - sadece, yemem gerekenden fazla yeriır. ama bu bir günah çıkartmak mı? B : Bunu da günah çıkartarak açıklamaya mecbur­ sun öyle mi? G: Sanırım bu da ‘bedensel bir düşkünlüktür’. B : Baban ne iş yapardı? 85

G: Babam - bilmem - babamı hatırlamıyorum. Baba­ mı hatırlayamıyorum. B : Baban, sen ufakken mi öldü? G: Evet - bizi annem büyüttü. B : Kardeşlerin var mı? G: Hayır. Ufak bir erkek kardeşim vardı, o da öldü. Sonradan sadece annemle ben kaldık. B : Yaşadığınız yerin adı neydi? G: Maryland - hayır - Maryland, aklımda Maryland var - orası Maryland değildi - Maryland değildi. B : Babanın adı neydi? G: EHis. B : Ailenin nereden geldiğini biliyor musun? G: Annem, Ingiltere’den geldiklerini söylerdi. B : Sen manastıra gitmeden Ingiltere’nin kralı kimdi? G: Kral değildi - bir kraliçeydi - Victoria. B : Peki Amerika’nın başkanı kimdi? G: (ara) Hatırlamıyorum. B : Neden bir rahibe olmaya karar verdin? G: Bunu annem istedi - ailem koyu Katolik’ti - Kato­ lik. B : Evlenmek istemez miydin? G: Bana hiçbir fırsat tanınmadı ki - ben her zaman annem her zaman benim bir rahibe olmamı istedi - ben de gençtim. B : Güzel bir kadın mısın? G: Bilmem - günahtır bu. B : Son zamanlarda ne gibi olaylar oldu?

86

^

*

G: Buraya biri geldd - burada bir bayan - inzivaya çekilmeye geldi. İlginçti - onlara bakmamamız ya da on­ larla konuşmamamız gerekiyor ama - yine de ilginçti çok güzeldi. B : Rahibeler arasında hiç kıskançlık oluyor mu? G : Ah evet. Rahibeler arasında kıskançlık oluyor -incir çekirdeğini doldurmayan şeyler... B : Bir arkadaşın var mı? G: Marguerite, Marguerite - bir ahçıdır. B: Manastırınız nerede? G: Aklımda Maryland var ama Maryland’da olduğu­ nu sanmıyorum. Maryland’da olduğunu sanmıyorum. B : Bir zamanlar nerede yaşadığını söyleyebilir mi­ sin bana? G: Des Moines. B : Sokağın adım hatırlayabilir misin? G : Sokak değil - sokak değil - dışardaydı - bizim * bir yoldu - Yol İki, Des Moines. B : (yanlış anlayarak) Des Moines’e giden yol. G: Hayır - Yol İki, Des Moines. B : Babanın vaftiz adı neydi? G: darence. B : Peki, annenin vaftiz adı neydi? G: İrma. Geçen yüzyüda Des Moines hızla büyüyen bir kent­ ti. 1851’de sadece beşyüz kişiyi barındırırken altı yıl son­ ra eyalet başkentinin, Iova City’nin yerini aldı. İşin ilginç tarafı Des Moines’in, Amerika’daki ‘Mağfiret Rahibeleri 87

ne (‘Sisters of Mercy’) ait otuzdokuz manastırın tesis edildiğini kentlerden biri olmasıdır. B : Rahibe olduğundan beri anneni gördün mü? G: Bir ara ben rahatsızken geldi - mafsallanın mafsallarım - romatizma dediler - kol ve bacaklarımdaki mafsallarım. Annem geldi - şişmiştim - ellerim azıcık eğ­ rildi. B : Şimdi kaç yaşındasın? G: Otuz - otuzbeş... - insan farketmiyor - zamanın geçtiğinin farkında değilim. B : Dış dünyadan haber alıyor musun? G: Evet - rahibeler dışan çıkıyor - bazı rahibeler dışarıya çıkıyor - ben de çıkıyordum ama son zamanlar­ da değil. Gitmek istiyorum ama beni göndermiyorlar sanınm - ah - sanının, benim hesabıma korkuyorlar. B : Öyle mi? G : (hafifçe güler) insanlar - ben insanlarla ilgileni­ yorum... - insanları görmek istiyorum. B : Konuşmak da mı? G: İnsanlarla konuşmak - evet - çocuklarla mak...

konuş­

B : Geriye dönmeyeceğinden mi korkuyorlar? G: Ah, geriye dönerdim - sanırım, bazan hesabıma korkuyorlar. Evet, bazan aklıma düşünceler gelmiyor de­ ğil - insanları düşünüyorum - insanlan severim - konuşan insanları - benimle konuşan insanlan - tartışan, münaka­ şa eden - sadece dua edip etrafta dolaşan - dua edip et­ rafta dolaşan değil.

B : Burada evliya gibi rahibe hiç var mı? G: Bazıları azizelere yaraşır kişiler - evet - sanırım, beni dehşet içinde karşılıyorlar. Ben biraz farklıyım, bi­ raz fa rk lıy ım - aslında, çoğundan oldukça farklıyım. B : Dış dünya üe halâ daha ilgilendiğin için mi? G: Evet. Evet. Grace başka itiraflarda da bulunur: G: ... Koşanm, gülmemem gereken zamanlarda gü­ lerim ve makamsız şarkılar söylerim - şarkı söylerim. Bu yaşam öyküsünün sonlarına doğru dış dünyada büyük bir savaş çıkarken, Grace de geçirdiği mafsal ilti­ habından dolayı korkunç ağnlar çeker ve sonunda sakat kalır: B : Şimdi, zaman ilerledi - son zamanlarda dış dün­ yadan! bir haber aldın mı? G : Evet - bir savaş var - biz katılmadık - biz katıl­ madık - Almanya ile İngiltere savaşıyor - savaştıklarını duyduk - duyduğumuza göre savaşıyorlar. B : Hangi yılda olduğunu biliyor musun? G: 1914-15 olmalı - sanınm öyle olmalı. Hatırladığı­ ma göre, rahibelerden biri 1914-15 olduğunu söylemişti. Ben sakatım artık. Ingütere ile Almanya savaşı Amerika 1916’ya kadar katılmadı.

1914’de

başlattı ve

B : Sakat mısın? G: Evet, sakatım - ellerim ve bacaklarım sakat kal­

88

89

dı - korkunç ağrılar - dayanılmaz ağrılar - insanlar iyi çok iyi - ama ben sakat kaldım. Arık köşesinde oturan Rahibe Grace, ihtiyarlığın da getirdiği bir tevekkülle birlikte yaşamla uzlaşma yolun­ dadır: G: ... - dışanya gidemiyorum - şimdi dolaşamıyo­ rum - ben sadece - burada oturuyorum...

B : Şimdi kaç yaşındasın? G: Altmış - altmış yaşlarında - iyice sakatım - kor­ kunç ağrılar * karnımda korkunç ağrılar. Beni yiyip bi­ tiriyor sanki - gülümsemeye ve gülmeye çalışıyorum ama dayanılmaz bir ağn bu - dayanılmaz bir ağrı. Bloxham'ın süjesi o kadar rahatsızdı ki onu uyandı­ rarak ekminezi seansım bitirdi. (3)

B : Sana büyük bir saygı ile mi davranıyorlar? ,G: Ah hayır! Ah hayır! Hayır. Hayır. Saygı değil ama benden hoşlanıyorlar ya, gerisi umurumda değil. B : Daha büyük bir yere gitmek ister misin? G: Daha büyük bir yere gitmek isterdim, ama sanınm şimdi giderek her yanım kaskatı kesiliyor ve daha da zayıf düşüyorum - şimdi, olduğum yerde kalmak iste­ rim - şimdi, olduğum yerde kalmak isterim. B : Şimdi, zaman biraz ilerledi - savaş hakkında ne­ ler duydun? G: Savaş bitti - rahibelerden biri savaşın korkunç olduğunu söyledi - dehşetli gazlan ve dehşetli bombalan vardı - ve - dediğine göre, korkunçtu - korkunç ve kötü şeylerin fotoğraflannı görmüşlerdi - Almanya savaşı kaybetti - Almanya kazanmadı. B : Daha başka bir şey duydun mu? G: Hayır. B: İtalya’dan haberler var mı? G: Haberler var ama ben - ben bunları dinleyecek halde değilim. 90

91

bir medyumluk da yapmıştı; ve toplantımıza ilk kez ka­ tılan genç bir hanım. Diğer süjelerin bir kısmı uyanık bir kısmı ise hafif uyku durumunda idiler, (uykucuk). Bu anda diğerlerini bırakarak o anda en iyi olan bu iki medyuma konsantre olmaya karar verdim. Bir «geriye döndürme» (:«age regression») planlıyordum. 4. BÖLÜM ; v ? «Geriye döndürme» olayı şudur: insanlar ipnoz al­ tında yaşamlarının daha önceki bir zamanına döndürüleTHORAVALD BETHLEF&EN VJG EKMİNEZİ bilirler. Bu durumda süjeler, o ana değin yaşamış olduk­ ları tüm olayları, tamamen unutmuş oldukları en ince ayrıntılarına kadar bilirler Bu dununda süjeler tamamen «îki defa doğmak bir defa doğmaktan daha az şaşırtıcıdır. geri döndürüldükleri yaşın her türlü tavırlanmalarını ta ­ Tabiatta her şey ölür ve yeniden canlanır» kınmakta, örneğin geri döndürülmüş oldukları yaşta iken nasü yazmaktaysalar, yine aynı karakterde yazmaya VOLTAIRE başlamaktadırlar. Hipnozda geriye dönüş, süjenin yaşa­ mının geçmiş dönemlerini hatırlaması demek değildir, sü­ a — Dethlefsen ve Ekmiııezi’yi Şimdiki Sca Yaşam je geriye götürülmüş olduğu anı her türlü duygu ve dü­ İçin Ruîîanıışı şünceleri ile yeniden yaşar. Örneğin, 40 yaşındaki birisi 3 Haziran 1968’de, Münih’te bazı tanıdıklarımla yine 8 yaşma geri döndürüldüğünde bu kişi 8 yaşındayken bir evde buluştuk. Sakin bir gece geçirmek ve bu arada yazmış olduğu yazının aynısını yazar; yazısında 8 yaşın­ da baza ruhsal deneyler yapmalı istiyorduk. Bu akşamın dayken yapmış olduğu hataların aynısını yapar; bu ya­ benim içfn son derece önemli olabileceğini gerçekten dü­ şamında matematik profesörü olmuş olsa bile, kendisine şünemezdim, çünkü pazartesi akşamlarım yalnızca soh­ dokuzun kare kökü sorulduğunda bunun cevabım kesin­ betlerimiz için kullanırdık. Fazlaca da bir şey beklemi­ likle bilemez. Bu olayın taklit ya da benzeri hususlar ol­ yorduk. duğu sık sık ileri sürülmekte ise de bunun böyle olmadı­ ğını kanıtlamak için bir çok ülkenin sayısız Bilim Ens­ Her zaman olduğu gibi ipnoz deneylerini yine ben titülerinde bu olay deneysel olarak gösterilmektedir. yönetiyordum. Odada hazır bulunanlardan gözlerini ka­ (Rkz: Şek.-l, B kz: Şesk.-2) pamalarını, tüm gerginliklerini atarak gevşemelerini ve W.H. Roberts ve D. Blâck’in gözleri miyoptur. Bun­ sadece benim monoton sözlerime konsantre olmalarını ri­ lar hipnotize edilerek gözlerinin henüz bozuk olmadığı ca ettim. Bir kaç dakika içerisinde iki kişinin derin hipyaş dönemlerine geri götürüldüler. Bu deney sırasında notik uykuya geçtiklerini gördüm: Bay Rudolf T., 25 ya­ süjeler sürekli olarak kontrol edilmekteydiler. Bu kontğında bir teknisyen; Rudolf bundan aylar önce başarıh 92

93

6 Ya^mda ”Re

l 'nnarcL

Vo

el

7Yoı$tr>claı "R ein fıard Vogel Vûiiche'n 8Y)L£ir\ ayn olarak Kalvin ipnoz halindeyken eski hayatlarından birine geldiği zaman o zamanların dilini yazıp, konuşa­ PSİKOLOG IRVIN MORDES VE ÎLGÎNÇ EKMİNEZİ bilmektedir. DENEYLERİ Widener 1942 yılında Philadelphia’da dünyaya gel­ mişti. Onuncu sınıfta tahsiline ara vermek zorunda kal­ «Ben, R a’mn güzel Isis Tapınağı’ndaki oğluyum. Kal- mış ilk olarak şansını Hollywood’da denemişti. Fakat bu likrates’in ruhuyum. Babam Amon’un sevilen adamların­ film endüstrisi merkezinde bir iş bulamayınca tekrar dan Nechtanebo ITdir. 2284 yıl sonra tekrar dünyaya Philadelphia’ya dönmek zorunda kaldı. Burada bir süre, geleceğim.» kuaför okuluna devam ettikten sonra, bu işin müdürlüğü­ nü yapmış fakat çok geçmeden yine meslek değiştirmek Medyum Kalvin Widener tarafından transta iken zorunda kalarak Baltimore’da eşi Dolares’le birlikte bir yazılan hiyeroglif yazılan yetkililer tarafından incelenip oto galerisi işletmiştir. (Bkz: Res. - 5) değerlendirilmiştir. M.Ö. 342 yılında kuvvetini kaybeden 30. sülâleden olan KaUikrates 2284 yıl sonra tekrar diri­ b —- Wide®ıer ve Transa Girişi leceğini bildirmiştir. Yapılan hesaplara göre bu tarih* Post-hipnotik telkin ile epeyce derin bir transa giren (1942) medyum Kalvin Widener’in doğum tarihidir. medyumun bundan önceki hayatlarında (geriye doğru) a — Mtmiııezi SüjesS Kalvin VVidener ve Yaşamları 18. yüzyılda yaşamış Leo Vinoy isimli bir İngiliz, M.Ö. ı 342’de sona ermiş otuzuncu sülalenin son Firavunu Nech­ Tecrübe Washington D.C. «First Spiritual Science» tanebo ITnin oğlu Kallikrates ve nihayet Uranüs’te yaşa­ da, 18 Temmuz 1970’de yapılmıştı. Celseyi bir psikolog ve hipnotizör olan Irvin Mordes yönetiyordu. Irvin Mor­ mış Neuron isimli bir varlık olduğu anlaşılmıştır. des, süjesi Kalvin Widener’i hipnotik transa soktuktan Widener ekminezi denemelerinde beyaz bir hah üze­ sonra akıllara durgunluk verici bir reenkamasyon örneği 1 rine tamamen gevşemiş (:relaxed) olarak uzanır, profes­ ortaya çıkarılmıştır. yonel bir hipnotizör olan Irvin Mordes elini süjenin göz­

i



Baltimore Metafizik Araştırmalar Cemiyeti’nde 196Ö yılından beri Kalvin Widener üzerinde ekminezi deneme­ 134

leri üzerinde gezdirerek: «Ben Hur!.. Bu kelimeleri işit­ tiğin zaman derini uyku haline gireceksin. Benden ve sa135

dece benden bu kelimeleri işittiğin zaman uyku bastıracak. Derin, gayet derin bir uykuya gireceksin» şeklinde telkinlerde bulunur. (Bkz: Res. - 6)

Resim 6 : Psikolog ve Hipnofcizijr Irvin Mordes

Resim 5 : KAİLVIN VVİBEJVEB

1 36

Transa girerken genellikle Widener’in göz yuvarlak­ ları arkaya doğru kayar, nefesi ve kalp atışları hızlanır. Sonra gözleri tamamen kapanır ve artık transa girmiş demektir. Operatör I. Mordes tekrar konuşur: «Gerilere, yüzlerce, yüzlerce yıl gerilere gidiyorsun. Gerilere.» Süje­ nin soluk alışları, sanki bir uzun mesafe koşucusuymuş gibi, daha da hızlanır, bu arada sakin duran vücudu da zaman zaman (ispasmodik) titremeler geçirmektedir ve artık bir yerden sonra oto satıcısı Kalvin Widener, Mısır Firavunlarından Kallikrates’tir. (Bkz: Res. - 7, Res. - 8) 137

Resim 7 : Operatör Mordes, Widener>i doriıı transa sokuyor

şekilde bedeninin fizik kontrolünü kaybetmiş ve düşmüştür

Ekminezi medyumlarının bir çoğunun tersine, Kalvin büyük bir gevşeme içinde sadece sorulan sorulan cevap­ landırmakla kalmaz, fakat zaman zaman (transtan çık­ madan) ayağa kalkarak da, o hayatındaki sahneleri can­ landırmaya çalışır. Evvelki hayatlarından birinde mağa­ ra adamı olarak yaşadığı zamanlarda annesini öldüren bir kimseyi hatırladığı zaman, onu sakatlamak amacıyla, sağa sola hamleler yapmaya başlamıştı. Klasik Yunanca, eski İbranice, şivelerine uygun tarzda Latince, İtalyanca, Normanca, Fransızca, eski İngilizce ve Atlantça yazılar yazmış bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bu dillerin anlaşıl­ ması için celselerde çeşitli tercümanlar bulundurulmuş­ tur. Araştırıcılar Kalvin’in eski hayatlarının birçoğunu izlemekte zorluk çekmektedirler, fakat bunlardan iki ta­ nesinin doğru olduğunu gösterir deliller ele geçirilmiş bulunmaktadır. c — YVidener ve Firavun Olarak Yaşadığı Hayat Pers Kralı III. Artaxerxes’in Mısır’a karşı kazajıdiğı savaştan az önce iktidarda bulunan 30. Sülale’nin son fi­ ravununun oğlu olan Kallikrates tarihsel kayıtlarda bulun­ maktadır. Fakat, Kalvin’in Mısır dilini ve hiyeroglifini doğru kullanmasından dolayı, bunun üzerinde önemle du­ rulmaktadır. Kalvin’in transtaki ifadelerine göre, iki yıl tahtta kalmıştır ve muhtemelen sonradan bununla ilgili kayıtlar ortadan kaldırılmıştır. Tarihsel ve arkeolojik delillere göre Nectanebo-II son Mısır Firavunu olarak gö­ rünmekteyse de, uzmanlar onun; ölüm tarihi üzerinde he­ nüz ortak bir karara varmış bulunmamaktadırlar. Bazı­ larının inandığına göre Pers istilasıyla onun ölümü ara­ sında iki yıllık bir devre bulunmaktaydı. «Gerilere, çok gerilere gidiyorsun. İçinde bulunduğu­ muz zamandan çok gerilere gidiyorsun. Çok süratli ola139

rak geçmişe Mısır’a doğru gidiyorsun. Sen Kallikrates’sin. Benimle konuşabilirsin. Ben senin arkadaşınım ve daima yanındayım. Şimdi neredesin? Benimle konuşabi­ lirsin. Nasıl bir yerde bulunuyorsun? Benim dilimde ko­ nuşabilirsin. Evet. Evet?» Hipnotizör kulağını derin uykuda bulunan medyu­ mun ağzına yaklaştırarak mırıltıları duymaya çalışır: «Kaya-yanıyor.» «Hâlâ şimdiki zamanda bulunuyor» dedi operatör Mordes ve tellime devam etti: «Şimdi geri gidiyorsun, hiç durmadan geri gidiyorsun. Mısır’a doğru. Benimle konuşabilirsin. Adın ne? Neredesin?» Medyum yine mırıltı halinde cevap verir: «Ben-Polidorus’um» daha fazla bir şey söylemeden, çok büyük bir acı içinde imiş gibi kıvranarak inler. Bu durum üze­ rine operatör, hazır bulunanlara bir açıklamada bulunur. «O savaştaki ölüm halini yaşamadan daha eskilere bir türlü inemez...» ve medyuma dönerek telkine devam eder: «Gerilere, çok eskilere gidiyorsun. Mısır’a doğru... Şimdi adm ne? Neredesin?» Derin transta medyum Kalvin Widener’in dudakları kıpırdar: «Kaili-kra-tes». «Evet şimdi Kallikrates’sin. Benimle rahatça benim dilimde konuşabilirsin.» Buna rağmen medyum, anlaşılmayan bir dilde konuş­ maya devam etmektedir. Sesinde otoriter bir ton vardır. «Sum Tamarah». «Evet sen Tamarah’m Sutahn’ısın. Sutahn’ı. Büyük Kallikrates...»

Tamarah’m

Bundan sonra medyum heyecanlı soluk almaya, çe­ ne ve dudaklarını titretmeye başlar. Sanki bir şok geçir­ mek üzeredir. Bu sırada seyircüer de çok heyecanlıdır. Birden gözleri kapalı olduğu halde ayaklan üzerinde doğrulur. Kollarını göğsü üzerinde birleştirir. Görünme­ yen bir zırh ve mihfer giyiyormuş gibi hareketler yapar. Operatör hazır bulunanlara hitaben: «Giyinmesini beklemeliyiz» der. Seyircilerden bazılan, -acaba savaş ha­ zırlığı için mi?- diye düşünürler. Bu sırada Kallikrates aniden ellerini kuvvetlice üç defa birbirine vurur. Belli ki Kallikrates birisini yanma çağırmıştır. Bu sırada derin soluk almalar da kesilmiştir. Yüksek sesle konuşmaya başlar ve ses tonu gittikçe yükselerek korkunç bir hâl alır: «An tom tahn no Aman. On tahratesset Tamarah. An dah Zotun Zaraclı Kallik­ rates. Om parah Zotun de Taborah. Om parah tezat Bako-An ton taratah Kallikrates. Um parah tezat ta. Um parah nach Pomam pah zetet! Um parah tezet Tamarah •ton tarah keyten kagata seeynton tata Kallikrates. Nun tundach todo Bako!» «Firavun Kallikrates, ben buradayım» der operatör. «Tunun tau Nagato» diye cevap verir medyum. «Seni dinliyorum büyük Kallikrates. Senin için ne yapabilirim?» diyen operatöre Kallikrates cevap verir: «Tun tun terasau ploanti!» Sonra «Sapho!» diye bağırır. «Şimdi Isis’in en büyük rahibini çağınyor» diye fı­ sıldar operatör. Kallikrates bu sırada ellerim iki defa çarpar: «Non ponteat-sunta K am .» Bu sırada belinden kılıcım sıyınyormuş gibi yaparak vahşi bir şekilde ileri bir hamle ya­ 141

par. Hazır bulunanlar arasındaki bayanlar bu sırada çok korkmuşlardır. Bundan sonra medyum biraz sakinleşmiş­ tir. Bundan sonra operatör düz bir tahta üzerine beyaz bir kağıt iliştirerek medyuma uzatır: «Büyük Kallikrates halkınıza hitaben gu kağıda bir mesaj yazabilir misiniz?» öteki eline verilen kalemi de uzunca bir süre inceledikten sonra hiyeroglif yazmaya başlar. Bu olay seyirciler ara­ sında epey hayret uyandırmıştır. Heyecanlanıp kağıda dokunanlara operatör ihtar etmek zorunda kalmıştır. (Bkz: Kes. - 9)

Kesim 9 : Kallikrates biraz sonra Hiyeroglif yazacak 142

«Büyük Kallikrates, bu yazdığınız mesajı halkınıza üeteceğim. Merak etmeyin» dedikten sonra operatör medyumdan tekrar İngilizce konuşup konuşamayacağını sorar. Uzunca bir sessizlikten sonra Kallikrates konuş­ maya başlar: (İngilizce olan sözleri şöyledir): «Ra'nın kral oğlu Kallikrates, Kuzey ve Güneyin kralı olarak Teb’e gidecek ve Mısır Tanrıçası Amenartis ile görüşe­ cektir.» «Bu söylediklerinizi de halkınıza bildireyim mi?» diye sorunca operatör, bu sefer Kallikrates Mısırca ce­ vap verir: «Bunu Samentep’e büdir.» Çeşitli sorular arasında, kendisine Nil’in sağ kıyısın­ da (asırlarca unutulmuş) bir kanalın krokisi sorulduğun­ da, bunun yerini gayet açık olarak çizmiştir.

Resim 10 : Kallikrates bir mezar durusunu canlandırıyor 143

Başka bir bilmece de Nectanebo’nun karakteriyle il­ gilidir. Tarihsel kayıtlara bakılırsa Nectanebo ülkesini yıllarca Doğudan gelen saldırılara karşı koruyabümiş iyi bir savaşçıydı. Bununla birlikte, gerek Sir Wallis Budge, gerekse Sir Plin ders Petrie’nin ifade ettiklerine göre Nectanebo, Artaxerxes’le olan karşılaşmasından sonra hayatım kurtarmak üzere kaçmıştı. Bu onun karakterine uygun düşen bir davranış olmuyordu. Acaba Artaxerxes’le karşüaşan Firavun, Kallikrates olamaz mıydı? Kalvin’in -davranışları, Kallikrates’i yaşarken dramatik bir havaya bürünmektedir. Celselerden birisinde ope­ ratör Mordes süjeniıı hafızasını, Persler’in başkent Teb’e ilerlemeleri tarihlerine çekmişti. Mordes bu durumday­ ken, sorusunu sorduğu zaman Kallikrates (yani Kalvin) irkilerek Mısırca «Sus konuşma» anlamına gelmek üzere «Trais» demişti. Bir Tann-kralı rahatsız etmeye kimse cesaret edemez. Sonra Kallikrates orada bulunanlardan birinden bir kılıç alırmış gibi yaparak, (kılıcı) başının üzerinde tuta­ rak kaim, gırtlaktan gelen bir sesle bağırmıştır. Bundan sonra bir örtüyü başının üzerinde tutar vaziyette batıya dönerek dua etmeye başlamıştır. Yüksek sesle şu tanrı­ ların isimlerini saymıştır: Aus&r, Tehuti gibi... Sir Wallis Budge’e göre bunlar Osiris, Isis ve Thoth’un eski telaf­ fuzlarıdır. Kallikrates olarak Kalvin doğumdan mezara doğru götürülmektedir. Çeşitli dualar etmiş, yiyecek isimlerin­ den bahsetmiş, savaş planlan tanımlamış, Mısırca telaffuzlanyla doğru olarak şehir isimleri vermiştir: Gebtui, Iabu, Tebneter, Basta, Sau, Philae, Anu, Meniefr (Memphis) ve Uisa (Thebes). Kendisinden tahtta bulunuşuyla ügili olarak birşeyler yazması istendiğinde (Eski Mısır 144

Katipleri gibi) bağdaş kurarak yere oturmuş ve kesik uçlu bir kalemle hiyeroglif yazısı yazmıştır. Sonradan bu yazıları inceleyen Washington’daki belli başlı •üniver­ sitelerden birinin Semitik Dilleri Bölümü başkanı kağıt üzerindekiler! «Çok güzel yazılmış...» olarak tanımlamış­ tır. Egiptoloji Bölümü’nden mezun bir öğrenci olan Ro­ bert Michaels ise daha da ileri giderek, «20. yüzyıl uz­ manlarından daha iyi...» diye söylemiştir. Bu hiyeroglif­ leri Kalvin’in gözleri kapalı (transta) yazdığı da unutul­ mamalıdır. (Bkz. Şek. - 5)

Şekil 5 ; Kallikrates, Mısır’lı Firavun (t ö. 343)

Kalvin’in, Kallikrates’le ilgili hatırlamalarına karşı ciddî bir itiraz, H. Rider Haggard’m romanıyla ilgili bu­ lunmaktadır. Zira gerek Kallikrates gerekse, (yine Kal­ vin’in eski hayatlarından biri olarak ortaya çıkarılmış bulunan) 18. yüzyılda yaşamış İLeo Vinoy isimleri sozkonusu romancının bir eserinde geçmektedir. Bu romanda zaten reenkamasyon konusu işlenmektedir. Yıllarca, psi­ kologlar, ipnoz altında yapılan çalışma!arm fantast'k şeyler ortaya çıkardığı görüşünü savunmuşlardır. Bu­ nunla ilgili olarak Kalvin’in de ipnoza girdiği zaman bu 145

romandan bazı bölümleri hatırlamakta olduğunu ileri sürmektedirler. Bununla birlikte bu teori Kalvin’in Mı­ sır’la ilgili hayretler verici bilgisini, bu bilginin nereden geldiğini açıklayamamaktadır. (5). d — VVidemer’iın İngiltere’deki Yaşamı İngiltere’nin Southampton bölgesinde 1761’den 1788’e kadar Leo Vinoy olarak yaşamış olan Kalvin’in hayatım tespit etmek maksadıyla araştırıcılar Kalvin’e 1700’lerdeki hayatla ilgili olarak çok ayrıntılı sorular sordular Celselerde hazır bulunan bilgüerle de karşı­ laştırılmadı Kalvin’in cevapları. Bütün bunların yerine Southampton’un en büyük gazetelerinden «Southern Evening Echo» ile irtibat kuruldu. Arşivci bayan Elsie Sandell’in çahşmalan da üave edilerek makale gazetede yayımlandı. Leo Vinoy olarak, Kalvin ebeveynleri Charles ve Borothea’nin, Southampton’daki High Street’in doğusun­ da bulunan Holy Rood Mezarlığı’na gömülü olduğu ifade etmişti. Mezarlığın adı ve konumu doğru bulunmasına rağmen maalesef sözkonusu döneme rastlayan gömülme yerleri 1942 Harbi sallarında tahrip edilmiş. Söylediği­ ne göre Leo Doğu Caddesindeki Rev. Richard Mant’ın Okuluna devam etmişti ve bu okul daha sonraları High Caddesine taşınmıştı. Miss Sandell bu konuyla ilgili ola­ rak sadece özel bir okul öğretmeni olarak çalışan Richard Mant adını tespit edebilmişti. Kalvin, daha sonraları Leo’nun, Mr. Ward’m Gençler Akademisi’ne devam etti­ ğini bildirmişti. Orada High Caddesi’nde bir akademi iş­ letmiş olan gerçekten de bir Mr. Ward bulunuyordu. M.‘ss Sandell’in bulgularına göre bu okulda okutulan dersler arasında eskrim, dans ve Fransızca da bulunu­ yordu. Belki de Leo’nun, Şehir Toplantı SaJonu’nda sık 146

sık oynadığını söylediği kadril dansını öğrendiği yer burasıydı. 18. yüzyıl İngiltere’sinde bu dans çok meşhurdu fakat kayıtlarda Kalvin’in verdiği isimde bir salona rastlanmadı. Bununla birlikte High Caddes'ndeki Audit Nouse olsun, ya da Batı Quay’daki «Lcng Rooms» olsun Kalvin’in verdiği isimle çağırılıyor olabilir. Kalvin, Leo’nun muntazam olarak «Hampshire Chronicle» okuduğunu bildirmiştir. Bu gazete Southampton’da çıkarılan ilk gazetedir ve Kalvin, kurucusu olan Sir Jam es Linden’i tanımaktadır. 1772’de çıkmış olan gazete gerçekten de o şehir için en eski gazeteydi. Kitap­ çı Jam es Zinden tarafından çıkarılmıştı ama onun bu başarısından dolayı taltif edilmiş olduğuna dair bir kayıda rastlanmadı arşivde. Leo olarak Kalvin, Lcndra ile Southampton arasında çalışan bir araba işletmesinin sa­ hibi olarak Jam es Cöx’un kızı Veronica Cox ile nişanlan­ mış olduğunu da söylemişti. Bayan Sandell, Jam es Cox’un Londralı bir tüccarla böyle bir iş yapmış o’duğunu kayıtlardan çıkarmıştı. İşletmenin bürosu «Vine Inn» de bulunuyordu. Kalvin, Leo’nun banka işlerini arkadaşla­ rından Richard Vernon Sadlair’in sahibi bulunduğu Sadlair and Company’de gördüğünü ifade etmişti. Araş­ tırmalar göstermiştir ki gerçekten de böyle bir banka ük olarak 1778’de Southampton’da hizmete açılmıştır. Kalvin 11 adet caddenin adını da vermiştir: Windmill Lane, Bag Row, E ast Westwate. Kayıtlarda Conventry Street hariç diğerleri bulunmuştur ve Miss Sandell bu caddenin bir zamanlar bulunmuş olabileceğinden şüpheli bulunmaktadır. Zira son 200 yılda pek çok caddenin adı değiştirilmişti. Kalvin-Leo, William Rogers diye birinin araba işlet­ meciliği yapmış olduğunu da söylemiştir. Southampton, Mitre Inn’de merkezi bulunan bu işletmenin de varlığı 147

ortaya çıkarılmıştır. Kalvin keşin olarak ve doğru bir şe­ kilde St. Michael Meydanı’mn o zamanlar bir pazar yeri olduğunu da söylemişti. Eski haritalar bahk pazarının orada olduğunu doğrulamaktadır. Eğlence için Shirley veya Nittly Commons’a gittiğini söyledi. O zamanlarda böyle yerlerin, her ikisinin de bulunduğunu fakat Nitt* ley’in «Netley» şeklinde yazılmakta olduğunu tespit etti­ ler. 18. yüzyıl Southampton’la ilgili olarak Kalvin’in söy­ lediklerinin çoğu bu şekilde arşivlerdeki kayıtlarla doğru­ lanmış olmasına rağmen, araştırmacüar bunun izahının sadece reenkamasyonla yapılabileceği kanısında bulun­ mamaktadırlar. Kalvin trans halinde bulunurken klervoyan örnekleri de göstermişti. Bu bakımdan doğru enfor­ masyonu DDl yoluyla da almış olabüeceği ihtimali orta­ da bulunmaktadır.

e — Widener’in Atlantis ve Uranüs Yaşamları

Şekil 6 : WMener’iıı transta yazdığı yazı örnekleri. En altta Adana, Atlantistti genç bir katim (İ-Ö- 15 000)

Atlantis’le ilgili bir soru sorulduğunda, Adana isimli 18 yağında bekâr bir kız olarak sorulara cevap vermiş ve başka planetlerden gelen insanlarla uçmaktan hoşlanma­ dığım belirtmiştir. (Bkz: Şek. - 6) Şimdiki Kalvin Widener’in Uranüs’teki hayatı fizik olmayan (non-physical) bir beden içinde geçmiştir. Bu­ radaki adı Neuron idi. (Bkz: Şek. - 7)

f — Psikolog Jerome Kubi v© JEkminezi Bunlardan başka kanıtlanması daha zor görülesi Kalvin’in 13 eski hayatı daha var. Açıkçası Baltimore Metafizik Araştırmalar Derneği’nin önünde büyük araş­ tırmalar bulunmaktadır. Bu gibi çalışmalara bazılarının umursamaz görünmelerine rağmen bazı ilim adamları da 148

149

ilginç görüşler© sahip bulunmaktadır. Bunlardan Balti­ more Üniversitesi psikologlarından Jerome Rubi’nin söz leri göyle: «Bugünkü evresi görüşümüze uygun düşmüyor diye ruhsal olayları gerçek dışı diye göstermek açıkça gayrı itmi bir tutum demektir. Unutmamalıdır ki, bugünkü bilimsel başarılarımızın hemen hepsi tarihte kısa bir süre önce imkansız ya da mantık dışı olarak nitelendiriliyor» du». (1)

Resim 11 : Medyumun transtan sonrn yaptığı ilk iş, büyükçe bir bardak su t Çim ek olmuştu

150

Resim 12 : Celse bittiği zaman, 100-000 yıllık geriye gidişin tesirleri medyumun yüzünden açıkça okunuyordlu

151

noz ve reenkamasyon araştırmacısı olarak savunduğun­ da bütün bu eleştirilere cevap vermiş oldu. Böylelikle, ‘Bridey Murphy olayı’ da uyandırdığı ilgi, yarattığı tar­ tışma ortamı üe birlikte reenkamasyon ve ekminezi ko­ nularını ilgilendiren klasik bir vaka haline geldi. (7) 6. BÖLÜM ORİJİNAL RAZI EKMİNEZİ ÖRNEKLERİ a — TRridey Murphy’ Kfasâük V aka» Pueblo, Colorado’lu işadamı Morey Bernstein, Virginia Tighe adındaki bir ev kadınını hipnotize ettiğinde ortaya çıkan ekminezi vakasını 1956 yılında yayımladığı zaman reenkamasyon konusu da bir anda popüler olmuş­ tu. Bayan Tighe ipnoz altındayken, Bridey Murphy adındaki îrlandalı bir kız olarak 19. Yüzyılda deneyimlediği bir önceki yaşamını gayet net bir şekilde hatırla­ mıştı. «Bridey Murphy’nin Aranması» («The Search for Bridey Murphy,» London, Hutchinson, 1956) hafta­ larca, en fazla satan yerli kitaplar listesinin başında yer aldığı gibi İngiltere’de de aranılan bir kitap olmuştu. Bridey Murphy’nin öyküsünün uyandırdığı ilgi çok geçmeden şüphecilerin tepkisine uğradı: Başta «Chicago American» gazetesi olmak üzere birçok eleştirmen, B a­ yan Tighe’nin 'hatıralarının’ Şikago’da geçen çocukluk günlerine dayandığım ileri sürmeye başladılar. Brown Üniversitesinden Prof. C.J. Ducasse, ölüm ötesi yaşam inancı üzen ne yayımladığı bir kitapta Bayan T.'ghe’yi tüm sahtekârlık iddialarından arındırıp temize çıkararak Bemstein’ı da kendini bu konulara adamış ciddi bir ip­ 152

b — Artist Gleım Ford’un Geçmiş Yaşamları ve Ekminezi ’ııiın Fizyolojik Belirtileri Film yıldızı Glenn Ford, en azından iki hayatına inanmaktadır. İpnoz altında yapüan deneylerden Eonra bu anlaşılmıştır. Enkamasyonlarmdan birinde îskoçyalı, daha öncekinde de bir Fransız olarak yaşamıştır. Her ikisinde de ortak olan atlara karşı beslediği sev­ gidir. Bu hayatında da aynı sevgi devam etmektedir. Ak­ tör, bir gazeteciye, bu konuya girişini şöyle anlatmıştır: «Ruhsal bir şahsiyet tarafından kaleme alınmış bir ese­ rin füminde rol alacaktım. O zaman, ruhsal ilme iyice inanıp inanmadığımı bilmiyordum. Bunun varlığına, ger­ çekten emin olabilmek için kendi kendime araştırmalar­ da bulundum.» Ruhsal fenomenlere karşı olan bu merakı tanınmış aktörü Los Angeles’li doktor Maurice Benjamin’e kadar götürmüştür. Dr. Benjamin kendisiyle bir sene kadar hipnotik çalışmalar yaptıktan sonra Ford’un evvelki ha­ yatları ortaya çıkmıştır. «Hk deneylerde hipnotize ola­ madım. O1zaman zannettim ki aktörler hipnotize edilebil­ mek için hiç de elverişli kimseler değil. Birkaç seanstan sonra Dr. Benjamin, Ford’un şuuraltı baskısını kırmaya ve onu transa sokmaya muvaffak olmuştu. Bundan önceki hayatmda Glenn Ford, Charles Steward isimli bir müzik öğretmeniydi. Bu hayatmda 1774-’te Elgin-Scotland’da doğmuştu. Yine aynı ülkede tüber­ 1 53

külozdan 1812’de bedenini terketmişti. Bu hayatına ait yaşantılarını anlatırken Ford, İrlanda İngilizcesiyle konuşuyordu. Piyano öğretmenliği yanında, en çok sevdiği şeyler atlarıydı. Bu hayatma ait kendi anlattıkları banttan kendisine dinletildiğinde, kendisinin İrlanda aksanıyla konuştuğunu duyunca çok meraklanmıştı. Ayrıca bu hayatma ait deneylerde transta iken Beethoven ve de Mozart’ta oldukça zor parçalan kolaylıkla çaldığı görülmüştür. (Artist şimdiki hayatında piyano çalmasını bilmiyor.) Daha evvelki hayatıyla ilgili deneylere başladığı zaman, Dr. Benjamin transtaki aktöre, «Neredesiniz?» di­ ye sorduğunda, «Versailles.» cevabım almıştı. Bunu söyledikten sonra Ford birden lisanı değişmiş ve 1600’îerin Paris Fransızcasım konuşmaya başlamıştır. Transtan çıktığında, birkaç deyimden başka Fransızcaya ait birşey hatırlayamamaktadır. Bu hayatında da aktör, Fransa’da 14. cü ıLouis zamanında yaşamıştır. O' zaman adı %aunvaux’dur ve zamanının aristokrasisini beğenmemektedir. Fakat aristokrat sınıftan bir kadına aşıktır. Bu kadının kocası durumdan haberdar olduğu zaman Launvaux’u öldürtür. Glenn Ford o zaman aldığı kılıç yarasınm izini şimdiki hayatında da taşımaktadır ve zaman zaman ra­ hatsız olmaktadır. Göğüs kemiği hizasına rastlayan bu yarayı, aynı yerde şimdiki oğlu Peteı de taşımaktadır. Bu tecrübelerden sonra birçok hatıralan yanında bilhas­ sa atlanyla ügili olanlan daha iyi hatırlamıştır aktör. Şimdiki hayatında ilk ata biniş 10 yaşına falan rast­ lar. Bu ilk binişte, semere hiç te yabancı olmadığını his­ settiği zaman kendisi de şaşırmıştı. «Ata ilk bindiğim gün, sanki semer benim bir parçam gibi birşeydi» şek­ linde konuşmuştur. 11 yaşında polo oyunlarına katılma­ ya başlamış, 14 yaşında usta bir binici olmuştu. 154

I 1 | | I )' \

Kendisiyle yapılan röportajdan sonra Glenn1 Ford sözlerini su cümlelerle tamamlamaktan kendini alama­ mıştır. «Başkalarına nakletmenizi isteyebileceğim bir tek şu var: O da, ölümden korkmamalarıdır. Bu hayatın ötesinde çok şeyler var. Korkulmaması gerekir.»

r j | j 1 ■

1 ,

4 resim görülüyor..! — Uyanık halde, 2 llipnotik trans halinde, 3 — Onyaşma ge­ tirildiği zaman, 4 — Altı yapna getirildiği zaman yaptığı resimler.

c — Eîrnıinezi ile Sefaletinin Nedeni Saptandı Prens Galitzin admda bir zat, Hamburg’da parkta gezinirken fakir bir kadının bankın üzerinde yatmakta olduğunu görüyor. Kadma acıyarak onu otele yemeğe davet ediyor. Yemek yendikten sonra bir manyetizör olan Prensin akima kadım uyutmak geliyor ve dostları­ nın yanında onu uyutuyor. Kadın uyumadan önce ancak kötü bir şive üe Almancadan başka bir dil bilmezken, uyuduktan sonra evvelki hayatma indirilince, herkesin hayreti içinde düzgün bir Fransızca ile konuşmağa başlı­ 155

yor. Ve kendisinin bu hayatındaki sefaletinin nedenini anlatıyor: 18. asırda Bretanya’da deniz kenarında bir şatoda iyi bir hayat geçiriyormuş. Bir âşığı varmış ve kocasın­ dan kurtulmak istiyormuş. Bunun için kocasmı bir kaya­ nın tepesinden denize yuvarlamak sureti ile öldürmüş. Kadın bu cinayetin yerini ve hâdiseyi bütün tafsilatı ile anlatmış. Bilâhare Prens Bretanya’ya gittiği zaman, yap­ tığı tahkikatta kadının tarif ettiği şatoyu görmüş. Şato­ da vaktiyle genç ve güzel bir kadının yaşamış olduğunu ve bu kadının kocasmı denize atmak suretiyle öldürmüş olduğunu öğrenmiş. Sonradan bu fakir kadın hakkında yapılan tahki­ katta, Hamburg’da serseriyane dolaşan ve hiç bir tahsili olmıyan ve Almanca’dan başka bir dil bilmeyen zavallı bir insan olduğu anlaşılmıştır. Kendisi çok fakir ve sefil­ dir. Kötü bir Alman şivesinden başka hiç bir dil bilmez­ ken, bir kaç dakikada güzel bir Fransızca ile konuşması, tahsilden, bilgiden mahrum bu kadının sefaletinin nede­ nini Neo-Spiritüalizm dili ile anlatması ve Hamburg’dan dışarı hiç çıkmadığı halde Bretanya sahillerinde cer ey ar. eden bir trajedinin kahramanı olduğundan bahsetmesi enteresandır. d — Öte Alem’de Yaşam ve Ekımnezik Etüdü Ruhim, ne kadar bir süre için enkarne olmadan (ge­ ne doğmadan) spatyomda kalacağım belirleyen katı bir kural yoktur. Anlaşıldığına göre, ‘öte alem’deki serbest irade de ancak bu fizik dünya ortamında olduğu kada­ rıyla mevcuttur. Yani, bazı kişilerin nasıl, nereye ve ne 156

zaman dönecekleri konusunda sahip oldukları kişisel seçme hakkı, bu işleri tertip ve tanzim eden ‘öte alem’deki yüksek rehberlerin izniyle diğer insanlardan çok daha fazla olmaktadır. Bazan, yaşamlar arasında geçirilen devre sırasında kişiye, yeni bir bedene girmenin bütün yönlerini ölçüp biçmek için yeterince imkân tanınır. San Diego, California’lı Arlene Robertson, 29 Ağustos 1974’de yapılmış bir ekminezi seansı sırasında bu konuya değinmektedir: Marcia: Bedenini terkettin, ışık içindesin ve tekrar hür olduğunu farkettin. Buradan nereye gideceksin? Be­ denini terkettiğinde neredesin? Arlene: Diğer bazı arkadaşlarla birlikte bir ağacın altındayım ve oturmuş konuşuyoruz. Burası şahane. Gü­ neşli ve açık. Burası bir tür üniversiteye benziyor ve he­ pimiz dışarıda toplandık. Fikirlerimiz ile düşüncelerimiz­ den söz ediyoruz. M: Burası dünya üzerinde bir yer değil, değil mi? A: Hayır. M: Bunun üzerinde duralım. Bana burayı anlat. A : Hava çok güzel ve berrak. Gökyüzü masmavi. Temiz bir etki uyandırıyor. M: Ne gibi insanlarla birliktesin? A : Hepsi çok bilgili insanlar - bilginler. M: Burada bir öğretmen var mı? Bu insanlara kim öğretiyor? A : İsa’ya benziyor. M: Nasıl görünüyor? A: Sanki ışık yayıyormuş gibi görünüyor. 157

M: Bu yerde başka neler görüyorsun? Herhangi bir bina var mı? Her şey dışarıda mı? A: Her şey dışarıda. Güzel çiçekler. Aklıma ‘bilge­ lik’ kelimesi geliyor. M: Bilgelik öğrendiğin yer burası mı? A : Evet. M: Bu insanlardan birine bu yerin neresi olduğunu sorar mısın? A : Bunun, yaşamlar arası yaşam yeri olduğunu söy­ lüyorlar. M: Bu yaşam nerede geçiyor? A: Bizim dünyada anlamayacağımız bir başka bo­ yut bu. M: Eğer bu yer o kadar güzelse neden tekrar dün­ yaya dönüyorsun? A: Dünya seviyesinde daha fazla bilgelik öğrenmek için.

, M: BÜgeliği neden spatyomda öğrenmiyorsun?

A : öğrenebilirsin ama sonradan Dünya’ya dönerek bunu uygulamaya mecbursun. Hepsi çepeçevre oturur ve ne zaman geri döneceğine karar verirler. Ne zaman, geri­ ye dönerek burada öğrendiğin bilgeliği kullanman (Dün­ ya seviyesinde kullanman) gerektiğim söylerler ve sen de dünyaya istediğin zaman dönebilirsin. Brnıu gaka konusu yaparlar. Yani - «Oldukça tembelleştin; tekrar geriye dönmen gerekmez mi, ne dersin Joe?» gibi şeyler söyler­ ler. Bir tanesi, «Burada yeterince bulunmadım. Dönme­ den önce biraz daha kalmak isterim,» der. Bir diğeri «Ah, yok canım, sen tembelleşiyorsun» diye karşılık ve­ rir. Hepsi birden gülerler. 158

M: Şimdi, dünyaya geri dönüyorsun. Bu kez hangi özel dersi öğrenmen gerekiyor? A : Sevgi vermem gerektiğini hissediyorum. (4) e — Işık Ülkesi Öte Alem’den Yeryüzüne Boğjnak ve Gerekçeleri Bu ekminezi seansında Valerie Brock adındaki süje, New England’da ağır çalışma koşullan altmda geçirilmiş bir yaşamdan sonra deneyimlediği spatyom yaşamını ta­ rif etmektedir: M arda: Buradan nereye gidiyorsun? Valerie: Sanınm kendi başıma ufak bir yoldayım. M: Nereye gidiyorsun? V: Erica. M: Bana bu yeri anlat? V : Işık dolu ve çok hoş. M: Nasıl bakıyorsun? V : Baktığımı sanmıyorum. !M: Işıkla bir misin? V: Evet, sanırım öyle.

v

M: Yaşamlar arası gittiğin yer burası mı? V: Evet. M: Burada ne yaparsm? V: Konuştuğum insanlar olur, onlar da seninle ko­ nuşurlar ve kendi anlayışlanm sana açıklarlar. Çok bilgi sahibidirler; birçok çalışmalar yapmaktadırlar. Bizler pek tekâmül etmemiş olduğumuzdan benden fazla bir şey beklemezler. 159

M: Anavatanın neresi? Dünyada mi yaşıyorsun? V: Dünya ve burası. Dünya’ya gitmeye devam etme­ liyim; nasibim bu benim. M: Dünya’da çok yaşam deneyimledin mi? V: Evet, ah evet, birçok. EKMtNEZÎ

M: Söyle bana, öğretmenin var mı? V: Evet, tümüyle ışıktan, çok parlak bir kişi. M: Bir formu var mı? V : Evet, uzun ve ince, başının etrafında da büyük bir güneş var. Çok parlak olduğundan kendisine pek bak­ mam. Yine de benimle konuşur. M: Şimdi kendisiyle konuşabilir misin? V: Çok meşgul olduğumuzu söylüyor. Dalıa fazla öğrenmem lazım. Burada her an öğrenmem gerekiyor. M: Bana bu ışık ülkesini anlat. V: Burada yürüyemezsin. Sıçraya sıçraya gidersin. M: Diğer insanlar da yaşamları arasında buraya mı gelirler? V: Hayır, her zaman değü. Bazan sürekli geriye dö­ nerler. Buraya, yaşamlarım gereğince değerlendirenler gelirler. Bazı insanlar hiç bir şey yapmazlar ve geriye dönerek tekrar tekrar aynı şartlan deneyimlerler. M: Neden Valene olarak geriye döndün? V: Yardım etmem gerekiyor. Yardım etmek için orada elmalıyım. Onlar bunu bilmeden, sessizce yardam etmek!.. (4)

160

Genel Sonuçlar

a b c d e

— — — — —

Tüm kişiler dünyada çok sayıda hayat geçirir, Dünyanın çeşitli zamanlarında ve yörelerinde doğulur, Çeşitli sosyal statülerde deneyimler için doğrulur, Evrim ihtiyacına göre erkek veya kadın olunur, Her yaşam içioı bir yaşam programıyla doğulur.

1 2 3 4 5

— — — — —

Her varlıgm bir yaşamlar anı-kayıt merkezi vardır. Dünya yaşamlarının fizik-spiritik tüm safahati kayıtlanır. Spatyom yaşamlarının tüm safahati kayıtlanır. Kişliye özel evrim kayıt merkezi mükemmel düzenlidir. Ekminezi’de kişinin bu kayıt merkezi okunabilir.

a b c d e

— — — — —

Her yaşamın deneyimlerinin kalıplan aynen saklanır, Kayıt merkezi, kayıtları enerjetik olarak yapar, Kayıt merkezi’nin kayıt yapıcı kanal-araçları vardır, îyilik ve kötülük kaydeden Melekler (sembolik) bunlardır, Kayıtların sonuçlan kişinin evrim kaderini oluşturur.

1 2 3 4 5

— — — — —

Kişinin kayıt merkezi yüksek şuur yapısı içerisindedir. Kayıt merkezleri îdareci Varlıklar’ca incelenir, gözetlenir. Kayıt merkezleri idarecilerin izni kadar ayrıntılı okunabilirKayıt merkezi kişinin genel evrim düzeyini gösterir. Varlığın evrenlerdeki sonsuz evrimi daima kayıtlanır. 161

SIRIUS MİSYONUNDAN AÇIKLAMA.V

Dünya insanlığı yeryüzüne) bir belirli kozmik derece evrimini edinmesi üzere getirilmiş ye binyıllardır evrİmleştirilmektedir. Bu evrim bir inisiyasyondur da, diğer bir deyişle. Inisiyasyonunun kaba yontuluş ve duyarlılaşma aşamalar:nı aşmakta olan insanlığa, yakın bir gelecekte, hak ettiği Yüksek Rahmet olan APAÇIK BİLGİLER, kozmik bazı olaylar sonucun­ da verilecektir.

★ «Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyoriKnı. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların ye­ niden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha yönelmiş olacaktır. Bu mil'etler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen mu­ zaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm, yeryüzünden yok olacak ve yer­ lerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı g ö z e t m e y e n yeni bir âhenk ve işbirliği çağı egemen olacaktır.»* ATATÜRK ( *) 1933, Dr. M. Gönlübol ve Dr. C. Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Siyaseti. 162

Şimdilik BÎLGİ KİTABI olarak zikredeceğimiz ve bir «önder Plan» aracılığıyla vahyedilen orijinal BÎLGÎLER’den kendilerinin direktifleriyle oluşturulan BİLGİ KİTABI, «önder Plân» tarafın­ dan, indirilişinin sonunda son haliyle tamamen ta-sdik olunmuşturîslamiyetin Kitabı Kuran’m indirilişinin tamamlanmasından sonra Hz. Muhammed tarafından «son arz’da», Cebrail’e ezber yoluyla tekrar edilmiştir. B
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF