dua ve şifa..şaban döğen

March 20, 2017 | Author: Veysel Türk | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download dua ve şifa..şaban döğen...

Description

Bediüzzaman Hazretleri Lem’alar’da der ki: “Şeriat-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddiâ ediyorum ve bunun ispatına hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risâle-i Nuriye, Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (asm) meseleleri ne kadar hikmetli ve hakikatli olduğuna, yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risâle, o hikmetleri bitiremeyecek.” Bediüzzaman Hazretleri aynı yerde, İslâmın meseleleri ve prensiplerinin, bizzat müşahedesiyle, zevken ve binlerce tecrübesiyle ruhî, aklî ve kalbî özellikle sosyal hastalıklarda son derece faydalı bir deva olduğunu, felsefî ve hikmetli meselelerin onların yerini tutmayacağını da gayet net olarak belirtir.1 Evet, Kur’ân, içinde yaşadığımız problemlerin yegâne çözüm kaynağı. Hayata mâl edildiği, hakikatleri bir bir yaşandığında halledilemeyen mesele kalmaz. Değil sadece mânâlarını anlayıp pratiğe dökmek, onu bizzat okumanın, Esmâ-i Hüsna’yı zikretmenin de streslerden tutun nice rahatsızlıklara ilâç olduğu da bir hakikat. Dünkü makalemizde Esmâ-i Hüsna’nın insanın organlarında bile nasıl müsbet sonuçlar meydana getirdiğini belirtmiştik. Biogeometrinin mûcidi Mısırlı doktor İbrahim Abdülkerim mânevî enerjiyle dolmak için Esmâ-i Hüsna’yı okuduktan sonra şu meâldeki âyetleri okumanın da enerjiyi kat kat arttırdığını ortaya koymuş. Bu âyetlerin meâlleri şöyle: “Allah mü’minler topluluğunun gönüllerini ferahlandırsın ve kalblerindeki ıztırabı gidersin.”2 “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerin derdine bir şifa, mü’minlere bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”3 “Onda insanlar için şifa bulunur.”4 “Biz Kur’ân’dan mü’minler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz.”5 “Hastalandığında bana şifa veren Odur.”6 “O, iman edenler için bir hidayet rehberi ve bir şifadır.”7 Meâllerini verdiğimiz bu âyetlerin asıllarını okumanın şifa verdiği birçok tecrübeyle sabittir. Bunlardan biri, büyük âlim Kuşeyrî’nin başından geçiyor:

Birgün Şeyh Ebu Kasım Kuşeyri rüyasında Peygamberimizi (asm) görür. Mahzundur Kuşeyrî. Sebebini sorar Allah Resûlü (asm). Oğlunun hasta olduğunu söyler. Bunun üzerine Kâinatın Efendisi (asm), “Neden şifa âyetlerinden istifade etmiyorsun?” der. Bunun üzerine İmam Kuşeyrî yukarıya aldığımız âyetleri okur ve oğlu şifa bulur.8 Evet, en büyük şifa kaynağı, Kur’ân. Dipnotlar: 1- Lem’alar, s. 60. 2- Tevbe Sûresi : 14. 3- Yunus Sûresi: 57. 4- Nahl Sûresi: 69. 5- Şuara Sûresi: 80. 6- İsra Sûresi: 82. 7- Fussılet Sûresi : 44. 8- el-Burhan fî Ulûmi’l-Kur’ân: 1:435.

Namazların arkasında günde beş defa tesbihat yapmayı mesleklerinin, hizmetlerinin gereği görenler öğle, akşam ve yatsı namazlarının sonunda İsm-i Âzam, sabah ve ikindi namazlarından sonra da Tercüman-ı İsm-i Âzam duâlarını okurlar. Esmâ-i Hüsnadan birçoklarını içine alan bu duâları sırf Allah için okur, mükâfatını da yine O'ndan beklerler. Bunların ahirette kazandıracağı sevaplar yanında dünyada da birçok derde devâ olduğunun farkında mıyız? Bu duâları yapan herkes her şeyden önce büyük bir gönül huzuru hisseder. Çünkü ruh, kalp, akıl ve hissiyat gıdalarını alır, rahatlarlar. Bu isimlerin fizyonomimizi olumlu yönde etkilediğini de yeni öğrendik. Belki de huzurumuz bu olumlu etkilenmelerden kaynaklanmaktadır. İlâçların hammaddelerinin tabiattaki bitki ve madenlerden meydana geldiğini biliyoruz. Bütün bu nesnelerin Esmâ-i Hüsnanın birer tecellisi olduklarını da. Zaten bir kısım muhakkik evliya da eşyanın hakikatlerinin Esmâ-i İlâhiyeden ibaret olduğunu açıkça söylerler.

Esmâ-i Hüsnâ kâinatta tecelli ettiğinde ilâçların hammaddeleri ortaya çıkıyor da, Esmâ-i Hüsna zikredildiğinde kâinatın küçük bir modeli olan insandaki bir kısım hastalıklar niçin şifa bulmasın? Vücut frekans dalgalarını ölçme anlamına gelen biyogeometri ilminin mucidi kabul edilen Mısırlı Dr. İbrahim Abdülkerim bunu tesbit etmek için tam üç yılını vermiş. Birçok deney yapmış ve bu deneyler sonucunda Esmâ-i Hüsna zikrinin insan fizyonomisinde son derece olumlu sonuçlar meydana getirdiğini, organlara enerji verdiğini, güçlendirdiğini ortaya koymuş. Acaba hangi isim, ağırlıklı olarak hangi uzuvlar üzerinde etkili oluyor, şifa dağıtıyor? Dr. Abdülkerim Nur, Vehhab ve Habir isimlerini zikrettiğinde on dakika içerisinde gözlerinin iyileştiğini tesbit etmiş. Bu isimlerin korunmak için kullanıldığını da belirtiyor. Yaptığı deney ve araştırmalar esnasında daha çok hangi ismin hangi organa enerji verdiğini, tedavi sağladığını da keşfetmiş. Meselâ Rezzak isminin mide ve kalp damarlarını tedavi ettiğini, Kavî isminin adaleleri güçlendirdiğini, Ğani isminin sinirleri yatıştırdığını, Müheymin isminin romatizmaya iyi geldiğini, Hayy isminin böbrekleri tedavi ettiğini, Reşid isminin prostat hastalığını düzelttiğini, Rauf isminin diz ve kalın barsağı tedavi ettiğini ve sair Esmanın bir kısım dertlere deva olduğunu bir bir ortaya koymuş. Esmâ-i Hüsnayla tedavi için el, ağrıyan yerin üzerine konmakta, bolca Esmâ-i Hüsna okunmaktadır. Dr. Abdülkerim mânevî enerjiyle dolmak için Esmâ-i Hüsnayı okuduktan sonra bir kısım şifa âyetlerini okumanın da enerjiyi kat kat arttırdığını tesbit etmiş.1 Bu âyetlerin neler olduğu üzerinde de bir sonraki makalemizde duralım. Dipnot: 1- Geniş bilgi için bknz: http:/bafree.net; Ahmet Altun, Besmele Mucizesi (Cihan Yayınları), s. 126-133.

Başlıktaki ifade “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur”1 meâlindeki âyetten muktebes. Huzur ve mutluluk arayan insan için işte hazır bir reçete! Hem de insanı yaratan Yaratıcı tarafından. Yaratan yarattığını bilmez mi?

Maddeten büyük gelişmeler gerçekleştiren insanoğlunun bir türlü huzuru, bunun için uzman bir tabip bulamayışı, çareyi yanlış yerde aramasından başka neyle izah edilebilir? Yüzyıllar öncesinde mevlid yazarı Süleyman Çelebi, “Bir kez Allah dese aşk ile lisan / Dökülür cümle günah misl ü hazan” derken bu teşhisi yine Kur’ân eczanesinden sunmuş. Sonbaharda yaprakların dökülüşü gibi aşkla Allah denildiğinde elbette insan sadece günahlardan arınmakla kalmaz her türlü dert, problem ve sıkıntılardan da kurtulur. Çünkü yegâne huzur kaynağı Allah’ı zikretmektir. Gelişen modern ilmin de sonunda bu gerçekte karar kılması Kur’ân’ın eşsiz bir mû'cize olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Hollandalı bilim adamı Prof. Dr. Fander Hofen, Allah ismini vird edinmenin sinirleri yatıştırdığını, nefes alıp vermeyi dengelediğini, en ağır psikolojik hastalıkları dahi tedavi ettiğini ortaya koydu. Prof. Fander Hofen, günde 100 ile 1000 arasında Allah lâfzını zikretmenin psikoljik rahatsızlıklar içerisinde bulunan hastalara bir şifa ve ilâç olduğunu, onları sakinleştirdiğini tesbit etti. Prof. Hofen’in yaptığı deney ve araştırmaya göre Allah demenin tahminlerin ötesinde insanı rahatlattığı görülmüş. Allah kelimesindeki ilk harf olan ve göğsün üst kısmından çıkan “elif” harfi, nefesi düzenlemek için sadece bir başlangıçtır. Sonra dilin ucuna değdirerek söylenen “lâm” harfi hızlı tekrarlandığında saniyeden daha az bir zamanda nefes durdurarak insanı rahatlatmaktadır. Sonra da Hollandacadaki “h” harfine benzeyen “ha” akciğeri kalbe bağlayarak kalp atışlarını düzenlemektedir. İnsan fizyonomisini, bu ve bunun gibi kudsî kelimeleri zikretmekten başka birşeyle huzur ve sükûna erdirmek mümkün değildir. Gözü güzel manzara, kulağı güzel ses, burnu güzel koku ve mideyi leziz yiyecek ve içeceklerle doyurarak sükûna erdiren Allah, dilin gıdası olan zikirle de vücudu ruhen, kalben rahatlatmakla kalmamakta, fizikî yönden de teskin etmektedir. “Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur” 1 âyeti ne kadar da mû'cizevî bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Dipnotlar: 1- Ra’d Sûresi: 28.

“Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilâflarıyla tebeddül eder (değişir), noksan ve fazlalaşır. Meselâ havaya olan ihtiyaç her anda var, suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur, gıdaya olan hâcet her günde olur, ziyaya olan ihtiyaç ale’l-ekser haftada bir defa lâzımdır ve hâkezâ… “Kezâlik, manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefâvittir (farklı farklıdır). Her anda ‘Allah’ kelimesine ihtiyaç vardır; her vakit Besmele’ye, her saatte ‘Lâ ilâhe illallah’a ihtiyaç vardır ve hâkezâ...”1 Mesnevî-i Nuriye’deki bu satırlarda belirtildiği gibi bedenimiz havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi ruh, kalp, akıl ve hissiyatımız da manevî gıdalara muhtaçtırlar. Onun için “Allah” demeden, “Besmele” çekmeden, “Lâ ilâhe illallahı” zikretmeden duramayız. Bu kudsî kelimelerin sadece insan ruh, kalp, akıl ve hissiyâtında değil insan fizyonomisinde de olumlu etkiler meydana getirdiğini biliyor muyduk? Yapılan son araştırmalarda bu gerçek ortaya konmuştur. Allah denildiğinde aklın enerjisi artmakta, fikre kuvvet gelmekte, vesveseler uzaklaştırılmaktadır. Mısırlı psikolog Prof. Dr. Ramiz Taha Muhammed, psikolojik problemleri bulunan bir kısım hastalarda yaptığı araştırma, inceleme ve deneyler sonucunda Allah’ı ve güzel isimlerini zikretmenin stres ve bunalımları hızla tedavi ettiğini ve büyük ölçüde giderdiğini görmüştür. Prof. Dr. Taha Muhammed daha çok bu deneylerde EûzüBesmele, Sübhanallah, Allâhüekber, Estağfirullah, Âyete’l-Kürsî, Lâ ilâhe illallah, İhlâs, Felak, Nas ve Esmâ-i Hüsnâ gibi zikir ve sûreleri sık sık tekrar etmiş ve olumlu sonuçlar almıştır.2 Ruhsal Gelişim ve Kader isimli eserin yazarı Dr. Ender Saraç da Esmâ-i Hüsna’yı zikretmenin meditasyon ve diğer enerji teknikleri gibi enerji verip huzur kazandırdığını, beynin bazı merkezlerindeki bir kısım enerjileri aktif hâle getirdiğini belirtiyor. Sıkıntı içinde bulunanlara el-Vekil, asabî olanlara el-Halim, sevgisi az olanlara elVedud, şaşkınlık içinde bulunan, nereye gideceğini bilemeyenlere elHadi, acıma duygusu az olanlara er-Rahman ve er-Rahim isimlerini, diğer bir kısım rahatsızlıklara da başka Esmâları zikretmelerini tavsiye ediyor. Dr. Saraç, Esmâ-i Hüsna’yı tekrarladıkça eksik enerjilerin tamamlanacağını, zararlı enerjilerin törpüleneceğini, insanı sükûnet ve huzura kavuşturacağını; egosunu terk eden, teslimiyet içine giren insanın enerji tasarrufu yapacağını, arzularına kavuşacağına da dikkat çekiyor.3

Demek bu mukaddes kelimelerle sadece mânevî yapı değil, maddî bünye de gıdalarını alıyor. Dipnotlar: 1- Mesnevî-i Nuriye, s. 195. 2- Besmele Mû'cizesi, s. 130-132. 3- A.g.e.

Cenâb-ı Hak Yüce Kitabından inananlar için bir hidayet rehberi ve şifa olarak bahseder.1 Evet, Kur’ân bir öğüt, hidayet ve rahmet olduğu gibi kalblerdeki hastalıklar için de bir şifadır.2 Hz. İbrahim (as) “Hastalandığımda bana şifa veren Odur”3 derken Allah’tan şifa bekliyordu. Biz de şifayı Allah’tan bekliyoruz. Peygamberimiz de (asm) bir hastayı ziyaret ettiğinde şöyle duâ etmişti: “Allah’ım, hastalığımı ve sıkıntımı gider. Ey insanların Rabbi, şifa ver. Şifa veren ancak Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Senden hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum.”4 Öyleyse şifayı Allah’tan isteriz, diğer hususlarda olduğu gibi sihir gibi bir felâket esnasında da O'na yönelir, şifayı O'ndan bekler, yüce kelâmı Kur’ân’ındaki şifa âyetlerine müracaat ederiz. Sebebi bilinmeyen ve hiç geçmeyen bir iç sıkıntı içinde misiniz? Dünyaya sığmaz oluyor, cendereye sıkıştırılmışcasına patlayacak hâle geliyor, çabucak, hem de basit bir meseleye dahi kızıyor, birisi hâlinizi hatırınızı sorsa “Ne var ne yok” dese bile kızıyor, çabuk parlayıp peşinden hemen pişmanlık duyuyor musunuz? Doğuştan böyle bir durumunuz yoksa bu sihir yapıldığının işareti olabilir. O zaman hemen Kur’ân’ın bu husustaki şifa âyetlerine başvuracaksınız. Dürüst, içi dışı tertemiz, ahlâklı, faziletli bir insan güzelce bir abdest alır, bir kaba tuz koyup kıbleye yönelerek üç defa, “Allâhümme salli alâ Muhammed’in ve alâ âl-i seyyidina Muhammed ve sellim” diye salât ü selâm getirir. Sonra 34 defa Ve’d-Duhâ, 17 defa Âyetü’l-Kürsî, daha sonra da 11 defa Yunus Sûresinin 81-82. âyetlerini okur. Tekrar 3 defa salâtü selâm getirip tuza üfler ve her defasında tuzu karıştırır. Sonra da sihre maruz kalan kişiye bir defa yalatır. Ayrıca bu tuz pişirilen yemeğe tuz yerine konulabilir. Başkası da bu tuzu

kullanabilir. Yalnız cünüp kişi, aybaşılı ve lahusalı kadın el sürmemelidir, yoksa faydası gider, tesiri kaybolur. Eğer gerçekten kişide sihir varsa en geç üç gün içerisinde neşeli, mütebessim, anlayışlı bir kişi hâle gelir. Değişiklik olmadığı takdirde bu hâlinin sihirden değil, doktorluk bir hastalıktan dolayı olduğu anlaşılır. Doktora gitmelidir. Şerlerden korunma yollarından biri de Amenerresûlü’yü okumak. Bir hadis-i şerifte Bakara Sûresinin son iki âyeti olan Âmene’r-Resûlü’yü yatmadan önce okuyan kimsenin Cenâb-ı Hakk’ın himaye ve koruması altına girdiği bildirilir. Yarın da İnşaallah diğer korunma şekillerine yer verelim. Dipnotlar: 1- Fussılet Sûresi: 4. 2- Yunus Sûresi: 57. 3- Şuara Sûresi: 80. 4- Tirmizî, Daavât: 112.

Cenâb-ı Hak Yüce Kitabından inananlar için bir hidayet rehberi ve şifa olarak bahseder.1 Evet, Kur’ân bir öğüt, hidayet ve rahmet olduğu gibi kalblerdeki hastalıklar için de bir şifadır.2 Hz. İbrahim (as) “Hastalandığımda bana şifa veren Odur”3 derken Allah’tan şifa bekliyordu. Biz de şifayı Allah’tan bekliyoruz. Peygamberimiz de (asm) bir hastayı ziyaret ettiğinde şöyle duâ etmişti: “Allah’ım, hastalığımı ve sıkıntımı gider. Ey insanların Rabbi, şifa ver. Şifa veren ancak Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Senden hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa istiyorum.”4 Öyleyse şifayı Allah’tan isteriz, diğer hususlarda olduğu gibi sihir gibi bir felâket esnasında da O'na yönelir, şifayı O'ndan bekler, yüce kelâmı Kur’ân’ındaki şifa âyetlerine müracaat ederiz. Sebebi bilinmeyen ve hiç geçmeyen bir iç sıkıntı içinde misiniz? Dünyaya sığmaz oluyor, cendereye sıkıştırılmışcasına patlayacak hâle geliyor, çabucak, hem de basit bir meseleye dahi kızıyor, birisi hâlinizi hatırınızı sorsa “Ne var ne yok” dese bile kızıyor, çabuk parlayıp peşinden hemen pişmanlık duyuyor musunuz?

Doğuştan böyle bir durumunuz yoksa bu sihir yapıldığının işareti olabilir. O zaman hemen Kur’ân’ın bu husustaki şifa âyetlerine başvuracaksınız. Dürüst, içi dışı tertemiz, ahlâklı, faziletli bir insan güzelce bir abdest alır, bir kaba tuz koyup kıbleye yönelerek üç defa, “Allâhümme salli alâ Muhammed’in ve alâ âl-i seyyidina Muhammed ve sellim” diye salât ü selâm getirir. Sonra 34 defa Ve’d-Duhâ, 17 defa Âyetü’l-Kürsî, daha sonra da 11 defa Yunus Sûresinin 81-82. âyetlerini okur. Tekrar 3 defa salâtü selâm getirip tuza üfler ve her defasında tuzu karıştırır. Sonra da sihre maruz kalan kişiye bir defa yalatır. Ayrıca bu tuz pişirilen yemeğe tuz yerine konulabilir. Başkası da bu tuzu kullanabilir. Yalnız cünüp kişi, aybaşılı ve lahusalı kadın el sürmemelidir, yoksa faydası gider, tesiri kaybolur. Eğer gerçekten kişide sihir varsa en geç üç gün içerisinde neşeli, mütebessim, anlayışlı bir kişi hâle gelir. Değişiklik olmadığı takdirde bu hâlinin sihirden değil, doktorluk bir hastalıktan dolayı olduğu anlaşılır. Doktora gitmelidir. Şerlerden korunma yollarından biri de Amenerresûlü’yü okumak. Bir hadis-i şerifte Bakara Sûresinin son iki âyeti olan Âmene’r-Resûlü’yü yatmadan önce okuyan kimsenin Cenâb-ı Hakk’ın himaye ve koruması altına girdiği bildirilir. Yarın da İnşaallah diğer korunma şekillerine yer verelim. Dipnotlar: 1- Fussılet Sûresi: 4. 2- Yunus Sûresi: 57. 3- Şuara Sûresi: 80. 4- Tirmizî, Daavât: 112.

Allah Resûlü’nün (asm) her konuda örnek olduğunu, sihre maruz kaldığını, bundan kurtulabilmek için Cebrail’in getirdiği sûreleri okuduğunu biliyoruz. Evet, sihri ve onun gibi daha nice derdi def edecek iki sûre Muavvizeteyn diye bilinen Felâk ve Nas Sûreleridir. Bu sûreleri okuyarak her türlü tehlikeden Allah’a sığınır, O'ndan yardım bekleriz. Sihrin yedi büyük günahtan biri olduğu malûm. Böyle bir dert

olmasaydı Cenâb-ı Hak onun şerrinden Kendisine sığınmamızı hiç ister miydi? İster sihir yapılmış, belirtileri görülmüş olsun, ister olmasın böylesi tehlikelere karşı Cenâb-ı Hakk’a her zaman sığınmalıdır. Felak ve Nas Sûrelerinin meâllerine baktığımızda bu sığınmanın ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz. Farkında olduğumuz veya olmadığımız nice tehlikelerden ancak O'nun yardımıyla korunabiliriz. Felak Sûresinin meâli şöyle: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. De ki: Sığınırım sabahın Rabbine. Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğünde gecenin şerrinden. Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden. Haset ettiğinde hasetçinin şerrinden.” Nas Sûresinin meâli de şöyle: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. De ki: Sığınırım insanların Rabbine. İnsanların melikine. İnsanların ilâhına. İnsanların kalbine sinsice vesvese verenlerin şerrinden. Cinden ve insanlardan olan şeytanların şerrinden.” Peygamberimiz (asm) yatmadan önce Muavvizeteyn’i ve İhlâs sûresini okur, ellerine üfleyip vücudundan ulaşabileceği yerlere sürerlerdi. Bunu üç defa tekrarladığını Hz. Ayşe’nin rivayet ettiği bir hadis-i şeriften öğreniyoruz.1 Başka bir hadis-i şerifte de İhlâs Sûresi ile birlikte bu iki sûrenin sabah ve akşam okunduğunda insanı her türlü kötülükten korumaya yeteceği2 bildirilmiştir. Her türlü kötülük içerisine şüphesiz sihir de girmektedir. Her insan kendine maddeten koruma bulamaz, tutamaz. Ama her mü’min başına gelebilecek maddî ve manevî tehlikelere karşı manevî korumalar edinebilir. Bunun için duâlarla Allah’tan yardım dilenir. Bu duâlardan biri de Âyete’l-Kursî’dir. Bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre bu faziletli âyet sabahleyin okunduğunda akşama kadar, yatarken okunduğu takdirde de sabaha kadar Allah’ın koruması altına girilmiş olur. Yatağa girerken Âyete’l-Kürsî’yi okuyan kimseye şeytan yaklaşamaz. Fatiha ve Âyete’l-Kürsî’nin okunduğu eve de hiçbir insan ve cinnin nazarı değmez. Daha başka korunma yolları da var. Bunun üzerinde de İn- şaallah bir sonraki yazımızda duralım. Dipnotlar: 1. Buharî, Fedâilü’l-Kur’an: 14; Tıbb: 39; Daavat: 12; Müslim, selâm: 50. 2. Neseî, İstiâze: 1.

Allah’ın iki türlü âyeti vardır. Biri kâinat kitabının âyetleri, diğeri de Kur’ân âyetleri. Birincisine tekvinî, ikincisine de teşriî âyetler denir. Birincisi irade sıfatının, diğeri de kelâm sıfatının neticesidir. Allah en küçük yaratıklardan en büyüklerine varıncaya kadar kâinattaki herşeye yoğun bir gayret ve faaliyet vermiştir ki hedeflerine kolayca ulaşabilsinler. İşte bu tekvinî emri, teşriî emir teyid eder, insanoğluna çalışma emredilir, çalışmanın esas olduğuna dikkat çekilerek şöyle buyurulur: “İnsan için çalışmaktan başka birşey yoktur. Yaptıklarının karşılığını muhakkak görecektir.”1 Çalışma ve hizmet yeri olan, hiçbir yaratığın boş durmadığı, tembelliğe kaçmadığı bir dünyada yeryüzünün halifesi olan insanın çalışmaması söz konusu değil. Nasıl kendini tembelliğe atabilir? Diğer mahlukata göre daha çok çalışacakken herşey bitmiş gibi nasıl rahata meyledip keyfe düşebilir? Aslına bakılırsa rahatlık meyli, istirahata çekilme arzusu bir insanı sarmayadursun daha yaşarken felâketin eşiğinde bulur kendini. Çünkü, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, rahatlık meyli “Umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası”dır.2 Sonra dünyada, “En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı işsiz adamdır. Zira, atalet, âdemin biraderzâdesidir [yokluğun küçük kardeşidir]; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”3 Onun içindir ki, “Rahatlık içinde boş olan insan, ömründen şikâyet eder. Çalışıp iş yapan kimse ise hâline şükreder” küllî bir düstur hâline gelmiştir. Bu sırdan dolayı da, “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” sözü atasözü gibi kullanılır olmuştur.4 Çalışmayı değil, tembelliği şiar edinen insanlara Mehmet Akif de çok yerinde olarak çatmış: “Yer çalışsın, gök çalışsın sen utanmazsan otur! Bunların hakkında bir bahanen var mı? Dur.… Ey, bütün dünya ayaktayken; yatan! Leş misin, davranmıyorsun. Bari Allah’tan utan.” Dipnotlar: 1- Necm Suresi: 39-40.

2- Münazarat, s. 138. 3- Hutbe-i Şâmiye, s. 138. 4- Lem’alar, s. 128.

Atomdan koca koca kürelere kadar başımızı kaldırıp baktığımızda hummalı bir faaliyet ve hareket görürüz. Bunlar nice gerçekleri anlatır bizlere. “Sa’y, asıl esastır”1 diyen Bediüzzaman, kâinatta bulunan bu bıkma bilmez faaliyetin, kâinattaki cins ve türlerin “sessizce bir konuşması ve konuşturması,” bu faaliyetten doğan hareket ve yok oluşların da bir “tekellümâtı tesbihiye”2 olduğunu söyler. Demek kâinat sessizce konuşuyor ve bu konuşmalarıyla yaratıcılarını tenzih ve tesbih ediyor, Onun bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu ilân ediyorlar. Tembelliğe yer yoktur kâinatta. Sükûn, sükûnet, monotonluk, durgunluk ve tembelliğin yokluk ve bütün bütün zarar olduğunu; hareket, faaliyet yenilik ve değişimin ise varlık ve hayır olduğunu belirten Bediüzzaman, bunu şöyle dile getirir: “Sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nev'î ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücuttur, hayırdır.”3 Bu dünya çalışma ve hizmet yeri, ahiret de ücret diyarıdır. Burada dünya ve ahiret için çalışılacak, muaccel ücretler burada, müeccel ücretler de ahirette verilecektir. Onun için mükâfatı, ücreti, sonucu dünyada aramak kadar yanlış birşey olamaz. Bu dünya mükâfat ve istirahat yeri değildir ki insan çalışmasın, kendini tembelliğe atsın. Öyleyse insan, özellikle Müslüman tembelliğe; bütün bütün işler bitmiş, ücret, ödül alınmış gibi istirahata da yer vermemelidir hayatında. Tembellik, rahatlık arzusu aynı zamanda yokluk demektir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.”4 Bu ve buna benzer sakıncaları sebebiyle Allah Resûlünün (asm), “Allah’ım, âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, düşkün ihtiyarlıktan sana sığınırım”5 duâsında tembellikten de sakınmaya yer vermesi ne

kadar yerinde. Tembelliğe kâinatta en küçük bir yer dahi yokken nasıl olur da biz kendimizi tembelliğe atabiliriz? Dipnotlar: 1- Sözler, s. 685. 2- Mektubat, s. 58. 3- A.g.e., s. 49. 4- Lem’alar, s. 16. 5- Buharî, Daavat: 38; Müslim, Zikir: 15.

Cenâb-ı Hak, şeytanın bizim ap açık düşmanımız olduğunu birçok âyetinde açıkça bildirmekte, ona uymamamızı emretmektedir. Şeytana uymayan kurtulur. Uyan ise hem dünyada, hem de ahirette rezil ü rüsvay olur. Şeytanın kimsenin iradesine hükmedemeyeceğini, zor kullanıp kötülüğe sevk edemeyeceğini biliyoruz. Şeytan iradeleriyle peşine takılan azgın ve taşkın kimselere çok zarar verir. İhlâslı kimselere ise dokunamaz. Nitekim rahmetten kovulduğunda şeytanın ihlâslı kullara zarar veremeyeceğini bizzat kendisi de itiraf eder, der ki: “Ey Rabbim, madem ki Sen beni rahmetinden uzaklaştırdın; ben de yeryüzünde kötülükleri onlara [Âdemoğullarına] hoş gösterip hepsini azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirdiğin kulların müstesnâ.” “Allah da şöyle buyurur: ‘İşte böylece ihlâsla kulluk etmek, Benim rızama ulaştıran dosdoğru bir yoldur. Şüphesiz ki Benim kullarımı zorla saptıracak bir gücün yoktur—ancak sana uyan azgınlar müstesna.”1 Evet, şeytanın gücü ancak kendini dost edinenlere yeter. Allah’a hakkıyla inanıp tevekkül edenlere ise yetmez. Kur’ân’da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir: “Şüphesiz ki onun, iman edip de Rabbine tevekkül edenler üzerinde hiçbir kuvveti yoktur. Onun gücü, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlara yeter.”2 Demek şeytan kendine tâbi olanları kandırabiliyor ancak. Tevekkül eden ve takva sahibi olan kimselere ise birşey yapamaz. Çünkü takva sahipleri şeytanın vesveselerine kulak vermezler. “Şeytandan sana

bir vesvese geldiğinde ise Allah’a sığın” buyuran Rabbimiz o takva sahiplerinin hakkı hakikati göreceklerini de şöyle anlatır: “Takva sahipleri, kendilerine şeytandan bir vesvese iliştiğinde güzelce düşünür ve derhal hakkı görüverirler. Şeytanlar ise, kardeşleri olan kâfirleri sapıklığa sürükleyip dururlar; bir daha da yakalarını bırakmazlar.”3 Demek oluyor ki şeytan ihlâslı, takva sahibi ve mütevekkil insanlara dokunamıyor, onlara bir zarar veremiyor. Şeytanın yaptığı ise, ancak vesvesesiyle insanı kandırmaktan ibarettir. Bunu da kalplerinde hastalık bulunanlara yapabilir. Bir âyette kalblerinde şüphe ve nifak hastalığı bulunanlara ve kalbleri inkârla katılaşmış olanlara şeytanın verdiği vesveseden söz edilir. Bir imtihan vesilesi yapmak için Allah buna müsaade etmektedir.4 Şu halde şeytan da, şeytanın oyuncağı olan büyücü de ve sâir şer güçler de takva sahibi, halis, muhlis ve mütevekkil kimseler üzerinde etkili olamazlar. Dipnotlar: 1- Hicr Sûresi: 39-42. 2- Nahl Sûresi: 99-100. 3- A’raf Sûresi: 200-202. 4- Hac Sûresi: 53.

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF