Doğan Cüceloğlu - İnsan Ve Davranışı

March 9, 2017 | Author: Ctyvlle Addct | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Doğan Cüceloğlu - İnsan Ve Davranışı...

Description

VI DAVRANIŞI in s a n

PS İKOLOJİNİN TEMEL K A V R A M L A R I

DOĞAN CÜCELOGLU

R e MZİ KİTABEYİ

s.'*

V

Büyük Fikir Kitapları Dizisi: 96 İn s a n

v e d a v r a n iş i

/ Doğan Cüceloğlu

lSBN-13: 978-975-14-0250-9 lSBN-10: 975-14-0250-6 BlRİNCİ BASIM:

Ağustos, 1991 Eylül, 2006

ON BEşlNCI BASIM:

Kitabın bu basımı 3000 adet olarak yapılmiftır. Remzi Kitabevi A.Ş., Akmcrkez, E 3- 14, Etüer 34337. İstanbul Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 "mvvr.remzi.com.tr [email protected] Remzi Kitabevi A.Ş. tesislerinde basılmıştır.

Bu kitabı lise edebiyat öğretmenim Cahit Okurer'in aziz hatırasına sunuyorum.

SUNUŞ

G İR İŞ “Mson uö Dauranışu psikoloji biliminin temel kavrâmlanriı Türk toplumu ve.kültürüne mal edebilmek İçin yazılmıştır," Madum görühûıiılû bu cümle uzun yıllar devam etmiş olan karmaşık ve güçlü uğraşılan kapsaıhaktadır. Türk toplumu din merkezli geleneksel kültürden, bilimsel düşünce mer­ kezli çağdaş demokratik Batı uygarlığına geçişi yaşıyor. Devlet düzeni (idare, yasalarm yapımı ve uygulanması, eğitim, ordu) çağdaş Batı uygarlığının anla­ yış ve değerlerini temel aldığı halde, toplum yaşamı (çocuk terbiyesi, aile içi ilişkiler, komşuluk ilişkileri, ahlak anlayışı] geleneksel kültürü temel alır. 1989 Aralık ayında MEF dercanesinin “Ana-Baba Okulu"na konuşucu olarak davet edilmiştim. Toplantıya katılan birçok ana-baba. lise çağındaki çocuklarının kendilerini önemsememelerinden, onlara boş vermelerinden ya­ kındı. Başı örtülü bir anne, oğlunun kendisine. "Başmı böyle örttüğün sûre­ ce senin sözünü kimse önemsemez: sana saygı duymamı nasıl isteyebilir­ sin?!" dediğini ve bu duruma çok üzüldüğünü ifade etti. Gördüğüm kadarıyla, eına-babalann evde öğretmek istediği yaşam düzeni ile. okullarda öğretilen yaşam felsefesi birbirinden farklıydı; farklı dünya anlayışlannı ve farklı değerleri ifade etmekteydi. Ana-babalann geleneksel kültür değerlerine göre yaşamlarmı düzenlemeleri, çocuklan tarafından tepki ve alayia karşıla­ nıyordu. Modem Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsız ve güçlü bir devlet olarak yaşayabilmesi için. Batı uygarlığına geçişi zorunlu görmüştür. Onun önderli­ ğinde Türk devletinin bütün kuruluşları yeniden düzenlenmiştir. Ne var kİ, Türk insanını değiştirmek ve geleneksel kültürden çağdaş uygarlığın kültürü­ ne yöneltmek, devletin yapısını yeniden düzenlemekten daha da zor ve kar­ maşık bir işti. Geleneksel kültürün anlayış ve değerleriyle, çağdaş uygarlığm anlayış ve değerleri arasındaki çelişki ve çatışma, günümüz Türk insanınm en belirgin ve baskın psikolojik özelliğini oluşturur. İnsanı değiştirebilmek için önce in­ sanı anlamak gerekir. İnsanı anlamak psikoloji biliminin görevidir. Çok kar­ maşık tarih ve kültür koşullan İçinde oluşmuş Türk toplumu ve onun insanı. Batı kültürü içinde gelişmiş bir psikoloji bilimi İçinde kavranamaz. Ne var ki, henüz elimizde tam anlamıyla gelişmiş bir «Türk psikoloji bilimi» de yoktur; bir noktadan İşe başlamak gerekiyor; bu kitap böyle bir başlangıç noktası ol­ mayı amaçlıyor.

8

İNSAN VE DAVRANIŞI

önceleri İki üniversitenin felsefe bölümlerinde okutulan psikoloji, so3rut ve kuramsal bir bilgi olarak ele alınmakta, Türkiye’nin koşullan içinde uygu­ lamalı yönleri üzerinde durulmamaktaydı. Bugün uygulama3ra dönük psiko­ loji canlanmakta ve uygulayıcılar eğitim, endüstri, sağlık alanlannda rağbet görmektedir. Psikoloji konulanna artan ilginin hızı ve kapsamını, Baltaşlann Stres adlı kitabmm ikinci baskısmın (1986) sunuşunda bulabiliriz: Zuhal Ballaş 1973'te tlgilendtgi konuyu somnlaru «stres* ceuobım uercUğinde, çoğunluğu üniversite çevresinden olan soru sahipleri kendisine ikinci bir soru daha yöneltiyoriardv «Stres nedir?» Aradan geçen 14 yıl içinde artık hiç kimse »stres nedir?» diye sormu­ yor, Bugün artık çoğu doğru olmasa da, herkesin kafasında bir stres kavrarm uor. Ancak bugün yeni bir soru ile karşı karşıyayız: »Stresle başaçüalahüir mi? Nasıl?* Prova baskısı EylüVde yapılan Stres ve Başaçıkma Yollan, 26 Ekimde 3250 adet basılarak piyasaya çıktı ve tam iki ay sonra da tûkendL Kitabm gördüğü bu ilgi kendi alarunda önemli bir boşluğu doldurduğunun açık işa­ retiydi" Uygulamalı alanın yanı sıra, araştırma3ra dayalı kuramsal psikoloji de Türk toplumunu ve insanını anlamak İçin gereklidir. İnsan, Aile, Kültür adlı kitabmda Çiğdem Kağıtçıbaşı bu konuya geniş yer ayırmaktadın "insanın durumunu anlamayı ve onu değiştirmeyi amaçlayan bütün giıişiırûe.rin temelinde »bir insan modeli» vardır. Böyle bir model insan dav­ ranışı ve ilişkilerinin nasıl kavramsaliaştınlacağını gösterir ve bunların ge­ liştirilmesi için gereken kuralcı çatıyı oluşturur. Bazen açıkça ortaya konan bazen sadece varsayılan psikolojik insan moK^lleri, ekonomiden psikoterapiye kadar uzanan geniş bir alanda insan davranışının nasıl şeJdlleneceğini açıklayan ele alışlara temel teşkil etmiştir, •insan modeli», özellikle üçüncü dünya ülkelerinin gelişim çabalarında ve onlara önerilen gelişme modellerinde de kullandır. Hatta salt teknoloji/ bilgi transferi ve ekonomik gelişme modellerinin uygıdanabilirlik beklentile­ ri bile insanların belirli şekillerde davrandıktan varsayımına dayanır. ... insan davranışının konu edildiği temel disiplin olan psikoloji bu »insan modelUnin oluşmasında ve tartışmasız kabul edilmesinde önemli bir rol oy­ namıştır. ..." (1990, s. 19). Geleneksel kültür İçinde tanunlanan anne-baba, kan-koca. ögretmenöğrencl, işveren-işçi. doktor-hasta, devlet-vatandaş vb. ilişkilerini, çağdaş bi­ limsel değerler çerçevesinde Türk psikologlan yeniden tanımlama gayreti İçinde bulunuyor. Böylece Türk psikologlan günümüzde, «çağdaş demokratik uygar Türk İnsan modeli» yaratma işlevini yüklenmiştir. Yaratılan bu «insan mbdeli»nin bilimsel ve gerçekçi oluşu. Atatürk’ün özlediği anlamda uygar bir ulusun temelini oluşturacaktır. Çağdaş demokratik uygar Türkiye’nin yara­ tılmasında, Türk psikologlannın önemli görevler başaracağı kanısındayım.

SUNUŞ

9

KİTABIN DİLİ Dil konusunda toplumumuzdaki görüşler dört temel grupta toplanabilin (1) dilde değişmeye taraftar olmayanlar; (2) dilin topluma getirilecek devrimlerin bir aracı olduğuna, bu nedenle Türkçe'nin temelden ve hızla değiştiril­ mesi gerektiğine inananlar; (3) Türk toplumundaki sosyal, ekonomik, politik ve kültürel değişmeleri dilin yansıtmasım İsteyenler ve (4) Türkiye'nin artık Batılı bir toplum olduğunu, bu nedenle Türkçe'nin bol miktarda Batı dillerin­ den kelimeler almasının sağlıkh olduğunu düşünenler. Bu kitapta daha çok (3) no.lu anlayış baskm olmuştur. Ancak Türk dili oluşum İçindedir; bir görüşün doğru, değerlerinin yanlış olduğunu söylemek gerçeğe uymaz; her görüşün haklı olduğu yanlan vardır. Ne var ki, aynı say­ fada hem «İmkân», hem de «olanak» kelimelerini kullanmamı büyük bir “suç" olarak gören ve «tek başma bir görüşün» doğru olduğunu savunan kimseler olacaktır. Elimden geldiğince tutarlı olmaya çalışmakla beraber, günlük ko­ nuşma dilindeki özelliklere de yer vermeye çalıştım; bu nedenle «yaşam» keli­ mesini tutarh olarak kullanırken “Ben buna hayat mı derim?" deyişini oldu­ ğu gibi bıraktım. Oldukça teknik konularda ise bilimsel terimleri oıjinal dilinden alarak kullandım. «ihtiyaç» glbl bazı psikolojik terimler günlük konuşma dilinde kullanıl­ maktadır. Bu tür kavramlann teknik ve bilimsel anlamını pekiştirmek ama­ cıyla «gereksinme» glbl yeni Türkçe karşılıklarmı kullandım. Bu konuda Türk psikologları arasında görüş farklılığı olduğunun bilincindeyim. Benim kişisel tercihim, olanaklar elverdiği ve anlam bakımmdan bir kayıp olmadığı sûrece, teknik kavramlan yeni Türkçe karşılıklarıyla karşılamaktır. Böylece, kavra­ mın bilimsel anlamı, günlük dilden gelen çağnşımlardan arınmış olur ve tek­ nik bir psikolojik kavram olarak kesinliğini korur. Bu nedenle «şartlama» ye­ rine «koşullama», «hafıza» yerine «bellek» vb. terimleri tercih ettim.

TEŞEKKÜRLER Bu kitabm elinizdeki biçimde size ulaşmasmda birçok kimsenin katkısı oldu. Dr. Kurtuluş öztopçu kitabı baştan sona okudu, anlatım belirsizlikleri­ nin temizlenmesine yardımcı oldu. Doç. Dr. Acar Baltaş ve Doç. Dr. Zuhal Bal taş kitabın tümünü gözden geçirerek anlatım, terminoloji, eklemeler ve çı­ karmalar konusunda değişik katkılarda bulundular. Bu meslektaşlarım, özellikle Acar Baltaş, kitabın üslubunu temelden etkilemiştir. Prof. Dr. Sirel Karakaş'm ikinci ve üçüncü bölümle İlgili eleştirileri, bu bölümlerin biçimlen­ mesinde etkili oldu. Dr. Karakaş, üzerinde halen çalışmakta olduğu psikoloji terminolojisi çalışmalanndan yararlanmama İzin verdi. Prof. Dr. Suna Tevrüz onbeşinci bölümde eleştirileriyle. Prof. Dr. Necla ön er psikoloji terminolojisi ve Türkçe yayınlar sağlayarak bana yardımcı oldular. Yücel Perinçek İçerik ve üslupla İlgili değişik önerileriyle katkıda bulundu. Kitabm birinci baskısmdan sonra Doç. Dr. Nilbfer Voltan-Acar. Dr. Ergun Başer ve ProL Dr. Fa­ ruk Erem önerilertyle yardımcı oldular. Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fa­

10

İNSAN VE DAVRANIŞI

kültesi Araştırma GörevUsl Mehmet TOrkeıl kitabm 4. baskısım dikkatle oku­ yarak gözden kaçmış olan referans eksikliklerini tamamlamamda ve bazı uç ifadeleri düzeltmemde katkıda bulunmuştur. Remzi Kitabevi sahipleri Erol Eıduran ve Ömer Erduran kitabın hazırlanışı süresince teknik vc içerik yö­ nünden değerli katkılarda bulundular. Adlarım yukarda verdiğim kişilere İçten teşekkûrleıimi sunmayı zevkli bir görev sayı^rum. Onlarm katkıları olmadan insan ve Davranışı elinizdeki gelişmesine erişemezdL Son olarak Ayşen. Elif. Umur. Ayşe. Hakan ve Salvador Leanos'a teşek­ kür etmek İstiyorum; onlann gösterdiği anlayış ve destek olmadan bu kitaba ne başlayabilir, ne de bitirebilirdim.

İÇİNDEKİLER

Bolam 1

PSİKOLOJİ BİLİMİldN DOĞASI

1.

g ir iş .

2.

DEĞİŞİK YAKLAŞIM TORLERİ, 26 Nörobiyolojik Yaklaşım. 26 • Davranışsal Yaklaşım. 28 • Bilişsel Yaklaşım. 29 • Psikoanalltik Yaklaşım, 30 • Fenomenolojlk Yaklaşım. 32

21

3.

BİLİMSEL PSİKOLOJİNİN KAPSAMI. 34 Psikolojinin Tanımı, 34 • Psikolojinin Alanları, 35 • Deneysel PsÜcoloft, 35 • Fizyolojik Psikoloji 36 • Gelişimsel Psikohfi, 36 • Kişilik PsiköU^isi 37 • Sos­ yal PsiköloJU 38 • Bilişsel PsIkoloJU 38 • Klinik ve Danışmanlik Psikolojisi, 38 ■• Okul ve Eğitim PsikölojisU 39 • Endüstri Psikolc^ist 39 • Yeni Gelişen Psi­ koloji Alanlan. 39

4.

ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ. 40 Giriş. 40 • Deneysel YOntem. 41 • Gözlem Yöntemi. 42 • Tarama Yöntemi, 43 • Test Yöntemi. 44 • Vaka Tarihçesi Yöntemi. 45

5.

PSİKOLOJİ BiLİMiNiN TÛRKTOPLUMUNDAKi YERİ, 46 Giriş, 46 • Birey Düzeyinde Psikolojinin Yararlan. 46 • Psikolojinin Grup ve Toplum Düzeyindeki Katkısı, 48

Bölüm 2

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ KARA KUTU ÖRNEĞİ, 51 Bilinci Deneme. 52 • İkinci Deneme. 52 • Oçûncû Deneme. 52 DAVRANIŞ ÖRNEĞİ. 53 İLK DÜZEY: SİNİR HÜCRESİ. 54 Temel Birim: Nöron (Sinir Hücresi), 54 • Sinir Hücresinin Yapısı. 54 • Sinir Hücresinin İş l^ ş l: Üç Tûr Bilgi İşlem. 57 • l.Tûr: Akson boyunca iletim, 58 • Elektrokimyasal süreç: Aksiyon potansiyeli, 58 • 2. TYIn Sinapslarda aktaran ve sinirsel aktartcüar, 6 1 *3 . Tör; Bütünleme, 62 4.

İKİNCİ DÜZEY: HÜCRE GRUPLAŞMALARI. 63 Grup Türleri, 63 • Gctiricf, Götürücü ve Birleştirici Gruplar, 63

12 5.

ÜÇÜNCÜ DÜZEY: SiNİR SİSTEMİ, 64 Çevresel Sinir Sistemi, 65 • Merkezi Sinir Sistemi: Beyin ve Omurilik. 66

6.

BEYİN. 67 Beyin Araştırmalarında Kullanılan Teknikler, 67 • Be3mln Temel Yapılan, 71 • Arka Beyin, 71 • Orta Beyin, 72 • Ön Beyin, 74 BEYİN KABUĞU VE DAVRANIŞ, 75 Beyin Kabuğundaki Duyu Alanlan, 76 • Hareket ve Beyin Kabuğu, 78 • öğrenme, Düşünme ve Beyin Kabuğu, 78 • Konuşma ve Beyin Kabuğu, 79 • Aynk-be3Tİn Deneyleri, 80

8.

İÇ S A l^ l BEZLERİ, 84 Hipofîz Bezi, 85 • Tlrold Bezi, 86 • Adrenal/Böbreküstü Bezi, 86

9.

DAVRANIŞ VE GENETİK. 87 Kromozomlar ve Genler, 88 • Baskın ve Altlan Genler, 90 • Kromozomlarla İlgili Anormallikler. 91 »Tkiz Çalışmaları, 92 • Seçerek Çiftleştirme ve Ken­ di Yakınından Türetme Çalışmaları, 93 • Kalıtım, Çevre ve E>rim. 93

10. ÖZET. 95

Bölüm 3

DUYUM VE ALGILAMA 1.

ALGISAL EŞİKLER. 99 Özel Alıcılar, 99 • Mutlak Eşik, 99 • Fark Eşiği, 100

2.

DUYUSAL UYUM. 101 Duyusal Uyumun Etkileri, 102

3.

ik in c il

4.

İŞİTME, 108 Ses Dalgalan, 108 « Kulak Yapısı, 109 • İşitme Kuramlan. 110 • Sesin Ye­ rini ve Uzaklığını Anlamak, 111

5.

GÖRME, 112 Işık, 112 • Gözün Yapısı. 113 • Retina: Çubukçuk ve Mızrakçıklar. 114 • Karanlığa Uyum, 116 • Renk Duyusu, 117

6.

ALGILAMA VE YAŞANTI, 118

7.

ALGI YANILMALARI .119 Algı Yanılmalan ve Halüsinasyon. 121

8.

ALGILAMA SÜREÇLERİ, 121 Seçici Dikkat. 121 • Örgütleme, 123

9.

KARMAŞIK ALGILAMA SÜREÇLERİ, 125 Örüntü Algılaması. 125 • Hareket Algılaması, 126 • Derinlik Algılaması, 127 • Derinlik Algılaması Doğuştan mıdır. Yoksa öğrenUıniş midlı?, 130 • Dil Algılaması, 130

DUYULAR, 102 Birincil ve ikincil Duyular, 103 • Dokunma Duyusu, 104 • Pozisyon Duyu­ su, 104 • Koklama Du3njsu. 105 • Tad Duyusu. 106

10. ALGISAL DEĞİŞMEZLER, 131

13 11. ALGISAL BEKLENTİLER. 132 12. ALGISAL GELİŞİM VE ÖĞRENME, 135 13. ÖZET, 136

Bölüm 4

ÖĞRENME 1.

KLASİK KOŞULLAMA. 140 Pavlov'un Deneyleri, 141 • Kazanma ve Sönme, 141 • Klasik Koşullama örnekleri, 142 • Genelleme ve Ayırt Etme, 142 ® Klasik Koşullamanın De­ ğişik KuramScd Yorumlan, 143

2.

EDİMSEL KOŞULLAMA, 144 Skinner’ın Deneyleri. 145 • Koşullanmış Pekiştirme. 148 • Pekiştirme Tari­ feleri, 149 • Davranışı Biçimlendirme, 151 • İnsan Davranışının Edimsel Koşullanması, 153 • Otonom Tepkilerin Edimsel Koşullanması ve Blyobildirim, 155

3.

PEKİŞTİRME KAVRAMI, 156 Premack Kurak, 157 • Pekiştirmenin Miktan ve Gecikme Süresi, 158 • ö ğ ­ renmede Cezanm Rolü, 159 • Beyin Uyaniması ve Pekiştinne, 161

4.

BİLİŞSEL (ZİHİNSEL) ÖĞRENME, 162 Kavrama Deneyleri, 162 • Zihinsel (Bilişsel) Yapılar. 163

5.

BİLGİSAYAR YARDIMIYLA ÖĞRENME. 165 Bireyselleştirilmiş Öğretim. 165 • öğretim Programı. 166

6.

ÖZET. 167

Bölüm 5

BELLEK 1.

BELLEĞİN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ. 170 Belleğin Oç Aşaması. 170 • İki Tür Bellek. 171

2.

KISA SÜRELİ BELLEK. 171 Kodlama. 171 • Fotografsı İmge. 172 • Depolama. 173 • Ara-bul-geriye ge­ tir. 174 • Kısa Süreli Bellek ve Düşünme. 176 • Kümeleme. 177

3.

UZUN SÜREU BELLEK. 179 Kodlama. 179 • Depolama ve Ara-bul-geriye gelir. 181 • örgütleme ve Bağ­ lam. 183 • Bozucu Etkiler. 185 • Unutmada Heyecansal Etkenler. 186

4.

BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ. 187 Kümeleme ve Bellek Genişliği. 187 • Hayal Etme (İmgeleme) ve Kodlama. 188 • Aynntılama ve Kodlama. 189 • Bağlam. 189 • örgütleme. 190 • Arabul-geriye getir İçin Alıştırma Yapma. 191 • Altı Aşamalı Bellek Geliştirme Yöntemi. 191

5.

KISA VE UZUN SÜRELİ BELLEKLER ARASINDAKİ İLİŞKİ. 192 iki Türlü Belleğin Varbgını Destekleyen Kanıtlar. 192 • İkili Bellek Kuramı, 194

14 6.

YAPILANDIRICl BELLEK. 196

7.

ÖZET. 198

Bölüm 6

BİLİŞİM: DİL. KAVRAMLAR VB PROBLBM ÇÖZÜMÜNDE DÜŞÜNCE 1.

GELİŞEN BİLİŞİM ALANI. 201 Beş Yaklaşım, 202

2.

DIL, 204 Fonem ve Morfemler, 204 • Tümleç Yapısı Grameri, 205 • Derin ve Yüzey­ sel Yapı, 206 • Dörtûştûrümlû Gramer, 206 • Anlama/Hatırlamada Yapı­ landırma ve Yeniden Yapılandırma, 207 • Dilin öğrenilmesi, 209 • Dillri Öğrenilmesiyle İlgili Kuramlar, 211« Şempanzeler ve Dil, 213 • Dil ve Dü­ şünce, 214

3.

KAVRAM OLUŞTURMA, 215 Kavram Tanımı, 215 • Kavramlar ve Dil, 216 • Kavram Oluşturma Kuram­ ları, 217

4.

PROBLEM ÇÖZME, 219 Problem Çözümündeki Dört Aşama. 219 • Alt-amaçlar ve Planlama. 219 • Deneme ve Yanılma 3^a da Içgörü, 221 • Problem Çözmede Karşılaşılan Güçlükler, 221 • Benzetme Modelleri, 222

5.

BELLEK VE BiLiŞiMl ETKİNLEŞTİRMEK, 222 Dikkat Et, 222 • Tekrar Et, 223 • Organize Et, 223 • Uygun Bellek Teknik­ leri Kullan, 223 • Yeni Deyişler Uydur, 224 • Birbirleriyle Etkileşen imgeler Oluştur, 224 • Belleğin Yetersiz Olduğu Durumlar: Bağlamın önemi, 225 • . Nerede ve Nasıl ÇalışmaÛ^ 225

6.

ÖZET. 226

Bölüm 7

GÜDÜLENME 1.

GİRİŞ, 229 Güdülenmenin Tanımı, 229

2.

GÛDÜLENMEYE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR, 230 Dürtü Kuramı, 230 • Özendirici Uyancı Kuramı, 231 • Optimal-DüzeydeUyanlma Kuramı, 232 • içgüdü Kuramı, 232 • Basımlama, 234 • Bllinçdışı Güdülenme Kaynağı, 235 • Maslow'un Gereksinme Derecelemesi, 235

3.

AÇLIK, 238 HomeostaUs Kuramı. 238 • Aç Olduğumuzu Bize Bildiren Ipuçlan, 238 • Hipotalamik Denetim. 241 • Dış Uyancüar ve Açlık, 241 • Aşın Şişmanlık, 242

4.

SUSUZLUK, 243 Hücrelerde Su Kaybı. 243 • Kanın Hacminde Azalma, 244 • Ağız Kuruluğu ve Susuzluk. 244 • Birincil ve İkincil İçme Davranışları, 244

15 5.

CİNSİYET, 245 Cinsiyetin Diğer Güdülerden Farkı, 245 ♦ Cinsiyet Konusunda Araştırma Yapma Zorluğu, 246 • Cinsel Davranışta öğrenmenin Etkisi. 247

6.

BİR GÜDÜ OLARAK DUYUSAL UYARIM, 248 İçkaynakb ve Dışkaynaklı Ödül, 249

7.

KARMAŞIK İNSAN GÜDÜLERİ, 250 İnsan Gereksinmelerinin Değişik Türleri. 250 • Başarma Gereksinmesi, 251 • İlişki Kurup Yalanlaşma Gereksinmesi. 255 • Bilişsel Tutarlılık Ge­ reksinmesi, 256 • Denetim Altında Tutma Gereksinmesi. 256 • Gereksin­ melerin Zaman İçinde Değişimi. 257

8.

ÖZET. 258

Bölüm 8

HEYECAN HEYECANLARIN İNCELENMESİ. 262 Hqrecanlann Sınıflandırılması ve Tanınması, 263 • Mantık ve Heyecan, 264 ®Heyecanın Değişik Tanımlan. 264 HEYECANLARIN FİZYOLOJİSİ. 265 HEYECAN KURAMLARI. 266 James-Lange Kuramı, 266 • Cannon-Bard Kuramı, 267 • Bilişsel Kuram, 268 • Sosyobiyolojlk Kuram, 269 DOĞUŞTAN GETİRDİĞİMİZ VE SONRADAN ÖĞRENDİĞİMİZ İFADELER, 269 5.

HEYECANIN SÖZSÜZ İFADESİ, 272 DU Olarak Sözsüz İfade, 272 • Göz İlişkisi. 272 • Hareket. Beden Durumu ve El-Kol Davramşlan. 273 • Kişisel Mekân. 274 • İki Anlamlı Mesajlar. 275 KAYGI, 276 Kaygı Nedir?. 276 ♦ Kaygının Nedenleri. 277 • Kaygı Yararlı Olabilir mi?. 278

7.

ENGELLENME. 278 Engellenmenin Tanımı ve Bazı örnekler, 279 • Gecikme Engellenmesi. 270 • önleyici Engellenmesi. 280 ÇATIŞMA, 281 Çatışmanın Tammı ve Bazı örnekler, 282 • Çatışma Türleri, 282 • Çatış­ ma İçindeki Davranış. 284

9.

ÖZET. 287

Bölüm 9

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ V£ HEYECANLAR 1.

GİRİŞ. 289 Çok Fazla Güdülenebilir miyiz?, 290 • Kaygı ve öğrenme, 290

16 KAYGI VE GERGİNLİKLE BAŞAÇIKMA YOLLARI. 292 Kaygı ve Gerginlik Belirtileri, 293 • Bilinçli Başaçıkma Yollarından Otohipnoz Tekniği. 293 • Bilinçli Başaçıkma Yollarından Dereceli Gevşeme Tekni­ ği. 294 • Bilinçli Başaçıkma Yollanndan Kaynağı Bulma Tekniği, 297 • Bi­ linçsiz Başaçılana Yollan; Savunma Mekanizmalan, 301 BAŞAÇIKMA YOLLARI. 304 Giriş. 304 • Bilinçli Başaçıkma YoUan, 305 • Güvenli Girişkenlik Eğitimi, 308 • Çözümü Olmayan Sorunlarla Başaçıkma, 310

3.

eng ellenm eyle

4.

ENGELLENMEYE BİLİNÇSİZ YAPILAN TEPKİLERDEN BİRİ OLARAK SALDIRGANLIK, 312 Uyuma Götürücü ve Uyumu Bozucu Türden Saldırganlık. 313 • Yer Deglştlnniş Saldırganlık, 313 • Saldırganlık öğrenilmiş bir Davranış mıdır?, 314

5.

ENGELLENMEYE BİLİNÇSİZ YAPILAN TEPKİ1£RDEN BİRİ OLARAK ACİZLİK VE DUYGUSAL ÇÖKÜNTÜ, 317 öğrenilmiş Acizlik, 317 • Duygusal Çöküntüden Kurtulma, 318

6.

ENGELLENMEYE YAPILAN DİÖER BİLİNÇSİZ TEPICİLER, 320 Gerileme, 320 • Hayal Dünyasına Kaçma. 320 • Kendi Kendini Yıpratıcı ve Ket Vurucu Davranışlar, 320

7.

STRES VE BAŞAÇIKMA YOLLARI, 321 Genel Uyum Belirtisi, 321 • Stresin Nedenleri ve Sonuçlan. 321

8.

TÜRKİYE’DE YAPILAN STRES ARAŞTIRMALARI, 324 Stresle Başaçıkma Yollan. 325

9.

CİNSİYET, 326 Giriş, 326 • Cinsiyet ve Pornografi. 327 • Bireysel Farklılıklar, 328

10. ÖZET. 328

Dölüm 10

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM 1.

GİRİŞ, 331

2.

GELİŞİM SÜREÇLERİ VE GELİŞİME FARKLI BAKIŞ TARZLARI. 332 Biyolojik Süreçler, 332 • Çevreden Gelen Etkiler, 333 • Etkileşim Süreçle­ ri. 335 • Farklı Görüşlerin Kaynaşımı ve Akla Gelen Bazı Sorular. 338

3.

DOĞIDVI ÖNCESİ DEVRE, 339 Hamilelik Süresinde Dış Etkiler. 341

4.

BİREYİN BEDENSEL VE HAREKETSEL GELİŞİMİ, 342 Doğumla Gelen özellikler, 342 • ilk İki Yılda Görülen Hareket Gelişimi. 342 • İki ile Beş Yaş Arasında Bedensel Gelişme. 344 ♦ Beş ile Oniki Yaş Arasmda Bedensel Gelişme. 345 • Ergenlik Çağı; Onİki ile Onsekiz Yaş Arasmda Bedensel Gelişme. 345

5.

BİLİŞSEL g e l iş im , 346 İlk İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim, 346 • İki Uc Beş Yaş Arasında Biliş­ sel Gelişim ve Dil. 347 • Beş İle OnlkJ Yaş Arasında Bilişsel Gelişim, 349 • Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim, 352

17 6.

SOSYAL VE DUYGUSAL GEÜŞİM, 354 ilk İki Yılda Görülen Sosyal ve Duygusal Gelişim, 355 • İki İle Beş Yaş Ara­ sında Sosyal ve Duygusal Gelişim, 357 • Beş İle OnIkl Yaş Arasında Sosyal ve Duygusal Gelişim, 358 • OnIkl Ue Onsekiz Yaş Arasında Sosyal ve Duy­ gusal Gelişim, 359

7.

TEMEL GELİŞİM SÜREÇLERİ, 361 Çocukluk Süresince Biyolojik Etkiler, 361 • Çevrenin Etkisi. 361 • Etkile-, şim Faktörü. 363

8. YETİŞKİNLİK VE YAŞLANMA. 364 Yetişkinlik ve Yaşlanma Süresince Bedensel Gelişim, 364 • Yetişkinlik ve Yaşlanma Devresinde Bilişsel Gelişim, 365 • Sosyal ve Bilişsel Gelişim. 366 9.

ÖLÜM: SON AŞAMA, 367

10. ÖZET. 369

Bölüm 11

GEIİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM GİRİŞ, 371 ÇOCUĞA KÖTÜ DAVRANMA. 372 Sorunun Kapsamı. 373 • Gelişim ve Toplum Yönünden Tartışılması. 374 • Kötü Davranılan Çocuklann Gösterdikleri Davranış özellikleri, 375 • Kötü Davramşm Altında Yatan Nedenler, 376 • Çocuğa Kötü Davranma önlenebUlrml?, 380 3.

BOŞANMA, 380 Sorunun Kapsamı, 381 • Gelişim ve Toplum Yönünden Etkileri, 381 • Bo­ şanmanın Çocuklar Ozerindeld Etkileri. 381 • Boşanmanm Eşler Üzerin­ deki Etkileri. 384 • Boşanma ya da Boşanmama Karan. 384 GENÇ YAŞTA ANNE OLMAK. 385 CİNSEL FARKUUKLAR VE CİNSEL ROLLERİN KAUPLAŞMASI, 387 Cinsel Farklılıklar, 387 • Cinsel Farklılıklann Altında Yatan Nedenler, 388 • Cinsel Rollerin Kalıplaşması, 391

6.

ORIA-YAŞ KRİZİ: GERÇEK Mİ YOKSA HAYAL Mİ?. 395 Gelişim ve Toplum Yönünden Orta Yaş Krizi. 396 • Orta-Yaş Krizinin Varlı­ ğını Destekleyen Kanıtlar, 397 • Orta-Yaş Krizinin Varlığına Karşıt Kanıt­ lar, 400 • Sonuç. 400

7.

ÖZET. 401

Bölüm 12

KİŞİLİK V£ KİŞİLİK KURAMLARI 1.

KİŞILIK PSİKOLOJİSİNİN ALT-ALANLARI. 403

2.

k iş il iğ in

tn o

TANIMI, 404

18 3.

FREUD’UN KiŞiLİK KURAMI, 406 KişUlgin Üç Temel Birimi, 407 • Büinçalü, 409 • Kişiliğin Dinamiği. 410 • Kişiliğin Gelişimi, 412 • Freud'un Kuramına Yapılan itirazlar, 414 « Yeni Freud'cular, 415

4.

ÖZELLİK YAKLAŞIMI, 416 Temel Varsayımlar, 416 • Tipler, 417 • Değerlendirme Ölçekleri ve Kişilik Profilleri, 418 • Kendi Kendini Değerlendirme ve Başkalannm Değerlendir­ mesinin Karşılaştırılması, 419 • Kaç Tane önemli Kişilik özelliği Vardır?, 419 • Kişilik özellikleri Yaklaşımının Karşüaşbgı Diğer Sorunlar. 420 • Rotter'm İ-D ölçeği, 421 • E^senck'ln İçedönûk-Dışadönük ve OturmuşUçan Soyutlan, 422

5.

ÖĞRENİLMİŞ BİR DAVRANIŞ OLARAK KİŞİLİK. 423 Genel öğrenme Yaklaşımı. 423 • Miller ve Donald. 424 • Sklnner’in Yoru­ mu, 425 • Bandura'nın Görüşü. 426 • Rotter'm Yaklaşımı. 426 • öğrenme Yaklaşımmm Eleştirisi. 427

6.

BENLİK KURAMLARI. 427 Benlik Yaklaşımı, 427 • Rogers'm Benlik Kuramı, 428 • Maslow'un Kura­ mı, 429 • Benlik Kuramının Eleştirisi, 430

7.

ÖZET. 430

Bölüm 13

NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR PSİKOLOJİSİ 1.

NORMALDIŞILIĞIN TANIMI. 434

2.

NORMALDIŞI DAVRANIŞA PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLAR. 435 Psikodinamik Yaklaşımlar, 435 • Davranışçı Yaklaşımlar, 436 • Varoluşçu-Insancıl Yaklaşımlar, 437 • BiyoloJIk-Tıbbl Yaklaşımlar, 438 • Etkile­ şimsel Yaklaşım, 438

3.

NORMALDIŞI DAVRANIŞIN TEŞHİS KATEGORİLERİ. 439

4.

KAYGIYLA İLGİLİ BOZUKLUKLAR. 440 Kaygı Halleri, 440 • Fobiler, 441 • Obsessif-Kompalsif Bozukluklar 443

5.

BEDENDE GÖRÜLEN BOZUKLUKLAR, 444 Konversiyon Histerisi, 444 • Psikojenlk Ağn, 445 • Hipokondriyasis, 446 • Hlperkondriyasis, 446

6.

DISSOSİYATİF BOZUKLUKLAR, 446 Psikojenlk Amnezi, 446 • Psikojenlk Fûg, 447 • Birden Fazla Kişilik. 447

7.

PSİKOZLAR, 447 Şizofreni, 448 • Şizofreni Türleri, 449 • Şizofrenin Nedenleri. 450 • Psikotik Duygusal Bozukluklar, 453 • Psikotik Duygusal Bozukluklann Nedenleri, 457

8.

ORGANİK ZİHIN BOZUKLUKLARI. 459 Beyin Zedelenmesinin Yol Açtığı Bazı Bozukluklar, 459

9.

PSİKOFIZYOLOJİK BOZUKLUKLAR. 461

19 10. KÖTÜ ALIŞKANUKLARA fTUTKUNLUĞA) BAĞLI BOZUKLUKLAR, 462 Alkolizm, 463 • Patal Alkol Sendromu. 465 • Alkolizmin Nedenleri. 465 11. PSİKOSEKSÜEL BOZUKLUKLAR, 466 Teşhir (Egzibisyonizm), 467 • Irza Geçme, 467 • Psikoseksûel Tutukluklar. 468 12. KİŞİLİK BOZUKLUKLARI, 469 Anösosyal Kişilik, 470 13. ÖZET. 471

Bölüm 14

PSİKOTERAPİ YÖNTEMLERİ 1.

PSİKOUMİK TERAPİ YÖNTEMLERİ, 475 Pslkodinamlk Yaklaşım: Pslkoanaliz, 476 • Varoluşçu-insancıl Terapi. 480 • Davramşçı Terapi. 489 • Davranışm Tedavi Türleri, 491 • Sistematik Dayarsızlaştırma; 491 • Kendine Güvenli Davranış Eğitimi 492 • Örnek Cestererek Tedavi Yöntemleri 493 • Edimsel Koşullama Yöntemleri, 494 • Mar­ kayla Ödülleme, 494 • Kendini-Denetim, 495 • Biyobtidirim 495 • İtici Uyarıcılara Koşullama Yöntemi, 496 • Bilişsel Davranış Terapisi, 497

2.

ÜÇ TEMEL PSİKOLOJİK YAKLAŞIMIN KARŞILAŞTIRIUdASI. 499 Eldektik Yaklaşım, 500 • Grup Tedavisi, 501 • Toplumsal Akıl Sağlığı Yaklaşunı, 503

3.

BİYOLOJİK YAKIAŞIMLAR, 504 İlaçla Tedavi. 504 • Bedensel Tedavi. 506

4.

TERAPİYE GENİŞ KAPSAMLI YAKLAŞIMLAR: İKİ ÖRNEK. 507

5.

ÖZET. 510

Bölüm 15

SOSYAL PSİKOLOJİ 1.

SOSYAL PSİKOLOJİNİN KONUSU. 514

2.

İNSANLAR ARASINDAKİ İLİŞKİLERİ ETKİLEYEN BİREY-IÇl SÜREÇLER, 515 Diğer İnsanlarla Ügili İzlenimlerimizi Nasy Oluştururuz. 515 • Yükleme Kuramı, 515 • Tutumlar ve Tutum Değişmesi. 521

3.

KİŞİLER ARASI BİR SÜREÇ OLARAK ÇEKİCİLİK, 525 Çekiciliğin Psikolojik Denge Kavramıyla Açıklanması, 526 • Kişiler Arası Çekiciliğin öğrenme Kavramlarıyla Açıklanması, 529 • Kişiler Arası ÇeVdclÜk Araştırmalannm Temel Bulgulan, 530 • Çekiciliğin Temel Birimleri, 532 • Tutumlar, Yüklemeler ve Çekicilik, 532

4.

GRUPLARIN ETKİLERİ. 532 Sosyal Etki Kuramı. 533 • Sosyal Etki Kuranıma Bazı örnekler. 533 • Grup İçinde önderlik, 537 • Grubun Verimliliğini Etkileyen Faktörlere Başka Bir Açıdan Bir Bakış. 539

20 5.

HOŞLANMA VE SEVME, 539 Hoşlanma ve Sevme Farklı Şeyler mi?. 539 • Sevdiğinizden Nasıl Emin Olabilirsiniz?, 540 • Uzun Süreli İlişkiler, 541

6.

ÖNYARGILAR 643 önyargüann Kaynaklan Nelerdir?, 544 • önyargüan Azaltma veya Orta­ dan Kaldırma Olanağı Var xm?. 546

7.

SOSYAL NORMLAR 546

8.

k it l e

9.

YARDIM ETME DAVRANIŞI. 551 Sorumluluğun Dağılımı. 551 • Diğerlerinin Davramşlannın Etkileri. 552 • Yardıma İlk Koşan Kişilerin özellikleri, 552 • Bizim Topluma özgü Bazı Yönler. 552

İLETİŞİMİNİN ETKİLERİ, 549 Gazete. Radyo ve Televl:^na Aynlan Zaman. 549 • Kitle İletişiminin Siya­ sal Tutumlara Etkisi, 550

10 KALABAUÖIN EHTKİLERİ. 553 Kişisel Mekân, 553 • Rahatsızlığın Nedeniyle İlgili Yükleme, 555 • Deneti­ mi Elinde Bulundurmak. 555 • Yabancılar ve işbirlikçi Davranış. 555 • Bûtûn Etkenler Biraraya Gelince, 555 11. ÖZET. 556

Birinci Bölüm

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

Bu bölümü okuduktan sonra şu sorulann cevaplarını verebllmelislniz: 1. 2. 3. 4. 5.

İnsan daumnışım açıklamada kullanılan birbirinden farklı psikolojik yaklaşım türieri nele^tr? Psikolojiyi nasıl tanımlarsınız? Psikolojinin incelediği dauramş cüanlan nelerdir^ Psikoloji bilimi hangi araştırma yöntemlerini kullanır? Psikoloji okumanın bir birey olarak size ne gibi yararlan olabiliri Psikoloji biliminin Türk toplumuna getirebileceği ne gibi yararlar vardır?

1. GİRİŞ Konumuza 8 Haziran 1985 tarihli Hürriyet Gazetesrnin bir haberiyle başlayalım. Sivas Yanaçık Cezaevi'nden kaçarak eşi Firdevs He 2 çocuğunu öldü­ rüp birini de yaraladığı Idiasıyla yakalanan 42 yaşındaki Mehmetşah Demirtaş, “Eşim kötü yola düşmüş. Namusumu temizledim. ÇocukJan da ortada kalıp perişan kalmaması için öldürdüm* dedi. Uyuşturucu kaçakçılığından 8 yıla hükümlü bulunduğu* Sivas Yanaçık Cezaevi'nden cezasının bitimine 14 ay kala firar eden Mehmetşah Demirtaş Abdullahpaşa Mahallesi'ndekl evine giderek ölüm saçü. önce eşi 38 yaşındaki Firdevs'in kafasına bir şaıjör mermi boşaltan Mehmetşah Demirtaş, şaıjör değiştirerek evde bulunan çocuklarını da kurşun yağmuruna tuttu. Km 21 yaşındaki Ayçan olay yerinde. 15 ya­ şındaki Ahmet Demirtaş ise kaldınldıgı hastanede öldü. Gülcan Demirtaş ise olaydan “kolundan yaralı” olarak kurtuldu. Yetiştirme yurdundaki 2 çocuğu 7 yaşındaki Ercan ile 6 yaşındaki Özcan'ı da öldürmeye giden Mehmetşah Demirtaş. önlem alıp operasyona geçen polis tarafından çıkmaz bir sokakta silahıyla yakalandı. Yukardaki haber değişik yönlerden incelenerek farklı değerlendirmeler yapılabilir. Kimi araştırmacılar, olayı salt hukuksal açıdan inceleyip gerek yanaçık cezaevi düzeniyle, gerekse buraya konulan mahkûmların denetimiy­ le İlgili yöntem ve yönetmelikleri tartışma konusu yapar. Diğer bir araştırma­ cı, bu kişinin soşyo-ekonomik nedenlerle bu davranışa itildiğini düşünerek.

22

İNSAN VE DAVRANIŞI

yukandaki gazete haberini, politik bir İdeoloji doğrultusunda ele alıp açıklama3Ta çalışır. Dindar kişi, ölen ve öldürenin din kuralları ve geleneklerine göre bir değerlendirmesini yaparak.- dln.l buyruklar çerçevesinde bir yoruma ulaşır. Psikolog olayı, bireyin içinde ve dışında yer alan iki grup faktörün etkile­ şimi çerçevesinde açıklar. Mehmetşah Demlrtaş'm İçinde yer alan faktörler onun sinir sistemi ve salgı bezlerinin İşleyişini, güdülenmesini, algılama ve düşünme süreçlerini içerir. Mehmetşah Demlrtaş'm dışında yer alan faktör­ ler fiziksel ve sosyal olmak üzere yine iki gruba bölünür. Fiziksel faktörlere örnek olarak hapishanenin yapısı, olaym geçtiği yerin mekân boyutları verile­ bilir. Sosyal faktörlere örnek olarak Mehmetşah Demlrtaş'm içinde bulundu­ ğu toplumun gelenek ve görenekleri, sosyal değerleri, arkadaş grubunun on­ dan beklentileri verilir. Psikologun kullandığı kavramlar bilimsel olarak de­ nenmiş, değişik kişiler tarafından tartışıldıktan sonra geçerliği saptanmış kavramlardır. Psikoloji, insan davranışmın altmda yatan temel nedenleri bulmaya çalı­ şan bilimsel çabaya verilen addır. Birinin önünde duran bir bardak suya uzanıp alması gibi bize son derece basit görünen davranışlardan, yukardakl gazete haberlndekine benzer, acı sonuçlar veren karmaşık davranışlara ka­ dar uzanan geniş kapsamlı bir alanı vardır. Bu kitabın amacı, psikoloji bili­ minin temel kavramlan ve yöntemlerini okuyucuya tanıtmaktır. Psikoloji bili­ minin temel kavramlarım tanıyan okuyucu, kendi davranışlarma olduğu ka­ dar başka İnsanların davranışlarına da. şündlye kadar alışagelmiş olduğu bakış ve açıklayış biçimlerinin ötesinde, daha bilimsel olarak bakabilecektir. Psikoloji, yukarda verller{)cinayet olayındaki gibi, bir tek kişi veya bir tek davranışla İlgilenmez. Gazete ve dergilerde yer alan başlıklar İnsan davranışlannm değişik yönlerini gösterir ve daha karmaşık davranışları konu edinir. Son yıllarda yayınlanan gazete ve dergilerden gelişigüzel bazı örnekler alalım: /"Hasetle bilenmiş bir saldırganlık..." "Son yıllarda artan aydın düşmanlığımn sebepleri nelerdir?" (JVoicia, 27 Aralık 1987, s. 66.) /"Cln-sellikFantezller: Düşler Dünyasında Seks..." [Nokta, 10 Ocak 1988. s. 48-53.) / “Ablama aşık olan İsviçreliyle evlendim" (Gurbetin Gelinleri dizisinden. Hürri­ yet, 31 Ocak 1985, s. 2.) /"Bu çocuğu annesi de istemedi, babası da. Boşa­ nan kan-kocanm adliyede bıraktığı 4 yaşındaki kızlarına komşular sahip çık­ tı." [Hürriyet, 22 Mart 1985, s. 3.) /Aynı gazetede o gün şu başlığı da okuya­ bilirsiniz: "TÜRKİYE'DE MUTLU KADIN ÇOK AZ... Prof Dr. Adnan Ziyalar, hüzün dolu şarkı, film ve romanlann insanlara umutsuzluk aşıladığını, bu­ nun da bunalımlara yol açtığını öne sürdü.” /Yine bir başka haben "İKİ KI­ ZIYLA İLİŞKİ KURMUŞ...Cinsi sapık baba hakime: “Beni asm" diye yalvardı." [Hürriyet, 6 Nisan 1985, s. 5.) /Bu ola^ann arkasında yatan davranışların açıklanmasmı. aynı Mehmetşah Demlrtaş'm davranışmda olduğu gibi, deği­ şik kimseler kendilerine göre farkh farklı yaparlar. Psikolog bu konulara, bu kitapta göreceğiniz yöntem ve kavramlar çerçevesinde yaklaşır. Bireyin içinde yaşadığı toplum karmaşıklaştıkça, bireyin davranışlarmı İnceleyen psikoloji biliminin katkısı da o derece önem kazanır, örneğin, otuz

PSİKOLOJİ B İU M İN İN ^ Ğ A S I

23

Resim 1.1 Aynı nesneyi değişik formlarda gördüğOmOz gibi, insan davranışını da birçok açılardan incelemek olanağı vardır. Yukardaki şekilde «melek»» ve «şeytanklardan hangisini görüyorsunuz? yü Önce “Üniversite Gençll|inin Sorunları" diye bir konu üzerinde düşünme­ yen Türk toplumu, bugün gençliğin yaşammı etkileyen politik, ekonomik, sosyal ve kültürel etkenleri, bilimsel bir yaklaşım tarzı içinde incelemek zo­ rundadır. Böyle bir yaklaşım, üniversite öğrencisinin davranışlannı etkileyen geniş bir etkenler yelpazesini ele alır, örneğin, bu tür bilimsel bir yaklaşım. Türk çocuğunun aile içinde nasıl yetiştirildiğiyle ilgilendiği gibi, üniversitenin geçmişte, şimdi ve gelecekte Türk toplumundaki farklı işlevlerini de inceler. Kaç türlü çocuk yetiştirme yöntemi vaı? Bu yöntemler hangi tip kişilik gelişi­ mine yol açQTor? Üniversitenin İşlevleri içinde bu tip kişilikler U3oımlu bir ge­ lişim gösterebiliyor mu? Bunun gibi daha birçok sorular akla gelebilir: Eğitim sistemimiz öğrenci­ nin yetenek ve potansiyelini keşfedebiliyor mu. gelişüreblliyor mu? Gerçekten eğitilmiş bir kimse olmaya özendiriyor mu? Bu sorudan daha önce sorulması gereken soru aslında şu: Gençlerimiz lise ve Üniversite dönemlerinde bilgi, is­ tek ve yeteneklerine uygun öğretim kurumuna seçilip yerleştirilebiliyor mu? Bu sorulara cevap bulamamış bir toplum, gençlerinin yetenek ve potansi­ yelini büyük ölçüde harcar. Bir toplumun en önemli serüeti, hâzinesi o toplu­ mun insarüannm. zihin gûcû^ zekâ ve yetenekleridir. Her İnsan yaşama atıldık­ tan sonra deneme-sınama yöntemiyle, el yordamıyla, büyük bir zaman ve emek'kaybıyla ve kişilik örselenmesiyle kendini bulabiliyorsa. bunun sorum­ luluğu nerede yatar? Her sene tekrar tekrar üniversite sınavına girenler, üni­ versiteyi bitirdikten sonra şu veya bu nedenle mesleği İle ilgili dallarda çalı­

24

İNSAN VE DAVRANIŞI

şamayanlar. tekrar okumak lstqrenler kimleri İlgilendiriyor? Bu tür sorunla­ ra bilimsel cevaplar aramak zamanı gelmiştir. Otuz, kırk yıl öncesine kadar bu tûr sorunlarla ilgilenmemiş olan Türk toplumu, buna benzer yüzlerce önemli “İnsan sorunu"na bugün cevap bul­ maya çalışıyor. Osmanlı devrinde herkes “Sultan’m buyrugu"nun yeterli ol­ duğunu düşünürdü. Bugünkü modem Türk toplumu, son derece karmaşık yöntemleri İçeren parlamenter sistemle İdare ediliyor. Bir kişinin buyruğuyla yönetilecek bir ülke değiliz artık. Okuyucu şöyle düşünebilir: “Ben elektrik uzmanı değilim ve olmayı da düşünmüyorum, bu nedenle, elektrik konusunun temel kavramlarını ve yön­ temlerini ögrenmöye hiç ihtiyaç duymadım." Aynı temel düşünce biçimini iz­ leyerek: “Ben psikolog değilim ve psikolojiyi bir meslek olarak seçmeye de ni­ yetim yok. Psikololintn temel kavramlannı ve yöntemlerini anlatan bir kitabı okumaya niçin İhtiyaç duyayım? “ Böyle düşünen okuyucuya aşağıdaki cevap verilebilir. “Elektrik uzmanı değilsiniz ama. gündelik yaşamınızda elektrik enerjisiyle değişik biçimlerde karşı karşıya kalıyorsunuz. Sözgelimi, elektrikli ev araçlanm, daha başka elektrikli araç ve gereçleri kullanıyorsunuz. Temel kurallara uyulmazsa, elektrik akımına kapılıp ölûneblleceğlnl veya kısa devre yapan elektrikli aletin yangm çıkartabileceğini bilmeniz gerekir. Aynı şekilde doktor değilsiniz ama. temel sağlık kurallarına uymanın sizi hastalıklardan koruyacağını biliyorsunuz." Bunlar gibi, doğumundan ölümüne kadar birey olarak yaşantısmı sür­ dürdüğü toplumda, sosyal ilişkiler ve İletişimler yumağı ve odağı İçinde bulu­ nan insan, psikoloji biliminin yardımıyla önce kendini, sonra da diğer insanlan tanıyarak, çok yönlü ve karmaşık yaşam biçimini yönlendirme durumun­ dadır. Psikoloji bugün hayatın her alanında kendisini hissettiren bir bilim dalı­ dır; reklamlardan, zayıflama rejimlerine, personel seçiminden, iş veriminin arttırılmasına ve modem yönetim ilkelerinin İşletmelerde uygulanmasına ka­ dar geniş bir alana yayılmıştır. Bireyin psikoloji biliminin temel kavramlarım bilmesinin hem kendisine ve hem de İçinde yaşadığı topluma getireceği yararlan iki temel grupta topla­ yabiliriz: (1) Kendi davranışlarının nedenlerini daha iyi anlamaya dayanan yararlan (2) toplum olarak daha sağlıklı ve demokratik bir düzen oluşturmayı kolaylaştıran yararlar. (1) Psikoloji insan davranışlannın bilimi olduğundan, bireyin değişik tür­ den davranışlannı sürekli olarak İnceler ve ilgilenen blr^e. kendi davranışlannı daha iyi anlayabilme olanağı verir. Böylece birey, kendi davranışlannın nedenleri konusunda daha bilinçli bir insan olur. Bu şekilde bilinçlenmiş bir eş. ana-baba, öğretmen, yönetici veya İşveren daha sağlıklı davranma olana­ ğına sahiptir. Ben 1960 yıllannda İstanbul Ûnlversltesi'nde Öğrenciyken, sınıftaki kız öğrencilerden biri abuk sabuk konuşmaya, sandalyelere tekme atmaya ve önüne çıkana vurmaya başladı. Durum fakülte idaresine bildirildi ve yardım İstendi. Fakültedeki yetkili bir yönetici “O kızın bütün İstediği güzel bir da-

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

25

Resim 1.2 Psikoloji kavramlarını bilen anne çocuğunun geKşimine daha etkin katkıda bulunur.

yak. Şöyle evire çevire bir döversin, bak nasıl kuzu kuzu oturur" görüşünü savundu. Hiç kimse, o anda gerçekten yardıma İhtiyacı olan öğrenciyi bir psl-. kologa ya da pslkiyatrlste götürmeyi düşünmedi. Polis geldikten sonra, usul olarak kızın psikiyatrik gözlemden geçirilmesi istendi. Ve o zaman bir şizoirenik tablonun varlığı ortaya çıktı. Bu öğrencinin ailesi ve sosyal çevresindeki öğretmen, arkadaş gibi diğer kimseler psikoloji konusunda bilinçli olmadıklan İçin hiç kimse ona sağlıklı bir yardım eli uzatamaınıştı. (2) Demokratik sistemle idare edilen bir toplumun vatandaşı, kendi bilgi ve görgüsü çerçevesinde doğru seçimlerde bulunabilir. Bilimsel bilgilerle do­ natılmış bir seçmenin kolay yoldan oy kazanmak isteyen, şarlatan politikacıyı engelleme gücü vardır. Bilinçli seçmen kitlesi demokratik rejimin en güçlü te­ minatıdır, Bilinçli seçmen, insan konulannda daha gerçekçi, daha yapıcı ka­ rarlar alınmasınm garantisidir. Psikoloji konusunda yazılmış bu genel kitabın, okurun kendini olduğu kadar toplumu da anlayabilmesi için yeırarlı olduğuna, umarım okuyucu inanmıştır. Psikoloji genç bir bilim olduğu ve insan davranışı gibi biyoloji, fiz­ yoloji. kimya ve diğer bilimlerin süreçlerini içine alan son derece karmaşık bir konuyu incelediği için, fiziksel doğayı konu edinen uzun bir geçmişe sa­ hip bilimlerin ulaştığı kesinliğe ulaşamamıştır. Bu nedenle. a3mı davranış ol­ gusunu açıklayan birbirinden farklı psikolojik yaklaşımlar vardır. Psikoloji­ nin gelişen bir bilim olmasından ka3maklanan bu özelliği ve birbirinden farklı yaklaşımlann varbğı. okuyucuyu psikolojinin önemli bir bilim olduğu konu­ sunda şüpheye düşürmemelidir. Türkiye gibi süratle değişen bir toplumun, örgütlenmiş ve çağdaş bir toplum olarak yaşayabilmesi için, Türk anababasının, öğretmeninin, yöneticisinin, politikacısının, eğiticisinin, askerinin

İNSAN VE DAVRANIŞI

26

ve İŞ adamının Türk İnsammn davranışmın altında yatan temel faktörleri iyi anlaması gerekir. Davranış bilimleri Türkiye'nin üzerinde özellikle durması gereken bir konudur. Aşağıda, insan davramşmın temellerini değişik açılardan inceleyen mo­ dem psikolojinin belli başh yaklaşım biçimlerini özet olarak gözden geçirece­ ğiz.

2. DEĞİŞİK YAKLAŞIM TÜRLERİ İnsanm basit bir davranışı bile, birbirinden farklı yaklaşımlarla açıklana­ bilir. Örneğin, bir kimsenin bir bardak suya uzanma davranışını ele alalım. Nöroblyolojlk yaklaşım (neurobiological approach) bu davranışı. İnsanın için­ de yer alan filo lo jik , nörolojik süreçlere dayanarak İnceler. Davranışsal yak loşun (behaviorlal approach). aynı dav­ ranışı bedenin İçindeki hiçbir sinirsel oluşuma değinmeden, uyancı ve tepki kavramlar^la açıklar. Bilişsel yaklaşım (cognitive approach) su bardağına uzanma davranışını, kişinin amaçlan ve beklentileri yönünden İnceler ve daha çok bilişsel (zihinsel) süreçlere önem verir. Su bardağına uzanmak gibi oldukça basit bir davranışta olduğu ka­ dar gelişim, öğrenme hatırlama, unut­ ma, heyecan vb. gibi psikolojinin kar­ maşık konulanna da değişik yönlerden bakılabilir. Bu kısımda psikolojinin belli başb beş farklı yaklaşımını tanıtacağız. Bu yaklaşımlar birbirlerinden tümüyle İlgisiz görüş biçimlerini yansıtmazlar; her bir görüşün bir diğeriyle kesiştiği, ortaklaştığı yaınlar vardır. Yaklaşımlan in­ celerken, biri "doğru" diğeri *yanlış" biçiminde bir yorum içine girmek doğru değildir. İncelenen davranışa ve inceleyenin amacına göre açıklama türlerin­ den biri daha “uygun" görülebilir. Nöroblyolojlk Yaklaşım Her davramşın temelinde son derece karmaşık sinirsel süreçler yer alır. Beyinde oluşan sinirsel süreçler belirli bir düzen izleyerek kaslara geçer ve gözlenebilen davranışlar halinde dışa yansır, insan beyni 13 milyan aşkın si­ nir hücresi ve baglantılanndan oluşur. Bu karmaşık düzenin nasıl çabştığmı a3omtılanyla bilebilmek yoğun araştırma gerektbir. Normal İnsan beyni üzerine deneysel araştırma yapmak, okuyucunun kolayca tahmin edebileceği nedenlerden dolayı, ahlaki ve yasal yönlerden mümkün değildir. Bu yüzden beynin işleyişiyle ilgiU bilgilerimiz, hayvanlar üzerinde yapılan deneysel araştırma bulgulanna olduğu kadar, tralîk kazala-

p s ik o l o j i

BlUMiNiN DOĞASI

27

nndan sonra yapılan beyin amellyatlannda yapılan gözlemlere dayanır, örne­ ğin. trailk kazası sonucu b ib in in belirli bir bölgesi yaralanmış Idşinin hatır­ lamayla İlgili sorunlan, bellekle beynin o bölgesi arasında ilişki olduğunu dü­ şündürür. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, beynin İşleyişiyle bireyin davramşı ve yaşantısı arasında bir ilişki olduğunu kanıtlamıştır. Örneğin. be}dne yerleştirilen elektrotların uyarılmasıyla hayvanlarda, kızgınlık ve korku belir­ ten davranışlar ortaya çıkartılmıştır. Aynı biçimde, insan beyninin belirli böl­ gelerinin elektrikle uyanlmasıyla hoş ve hoş olmayan izlenimlerin ortaya çıkhğı gözlenmiştir. Beyin ameliyatı süresince beynin belirli bölgelerinin elekt­ rikle uyarılması, geçmişteki olayların son derece aynntüı .ve açık bir biçimde hatırlanmasına yol açmıştır. Bu yaklaşımı uygulayan bir psikolog, girişte gazete haberi olarak verdiği­ miz davranışı nörobiyolojlk süreçler çerçevesi içinde İncelediği zaman. Mehmetşah Demirtaş’m davranışını beynin değişik bölgelerinin işlevleriyle açıkla­ maya çalışır. İlerde daha ayrmtılı olarak tartışacağımız gibi, b ^ n in değişik bölgeleri birbirinden farklı işlevler görürler. Bu İşlevlerden biri beyin kabu­ ğuyla ilgilidir. Korteks olarak adlandırılan beyin kabuğu, çoğu kere saldırgan eğilimleri sınırlama ve ket vurma gibi bir işlev görür. Beyin kabuğu, entelek­ tüel faaliyet içinde bulunan eğitilmiş kişilerde daha çok gelişir ve bu nedenle, yüksek eğitim görmüş kişilerde saldırgan davranış daha azdır. Davranışı nörobiyolojlk süreçlerle açıklayanlar, kişinin salgı bezlerinin ça­ lışmasını, kamn kimyasal yapısını ve b i­ reyin beslenme düzenini de açıklamala­ rına temel etken olarak alırlar. Bu şekil­ de düşünen psikologlara göre çevrede olan değişiklikler, örneğin havanın basmcmdakl, ısısındaki, veya nemindeki değişiklikler, vücuttaki nörokimyasal olaylan etkiler ve davranışta nörokimyasal değişiklikler kendini gösterir. Bizim “bahar yorgunluğu" dediğimiz ruh hali­ nin altında iklimle ilgili faktörler yatar. İnsan beyninin son derece karmaşık bir işleyiş düzeni olması ve araştırmalarm deneysel olarak yapılamaması, davramşm nörobiyolojlk temelleri üzerinde­ ki bilgimizin oldukça sınırlı kalmasına yol açar. Buna karşılık blre3dn davranışrnı. davranışın içinde oluştuğu çevre koşullarıyla açıklamaya çalışan psiko­ loglar. davramşsal yaklaşımı geliştirir­ ler. Böylece deneysel yöntemin rahatlıkla kullanılabileceği bir yaklaşım olanan d S elektrik faaliyetleri beyin bölgelerinin doğar. fonksiyonlan araştınlır.

28

İNSAN VE DAVRANIŞI

Davranışsal Yaldaşnn İnsan zihninin işleyiş biçimini tncelemeie, İlk başlarda psikolojinin temel konusu olarak kabul edilmişti. Başlangıçta felsefenin yoğun etkisi altında olan psikoloji, bireyin düşünme ve anlama yetenekleri üzerinde çalışmayı ön plana almıştı. îçebakış (introspection) yöntemini kullanan o devrin psikolog' lan, düşüncenin yapısmı anlamaya çalışıyordu. Psikologların çoğunluğunun felsefe eğitimi almış olması ve psikolojik araştırma becerilerinin olmayışı, içe-* bakış yönteminin düzensiz bir biçimde kullamimasma yol açü. Araştırmalardan elde edilen, güvenilir olmaktan uzak ve ne anlama geldiğl belirsiz veriler, psikologlar arasında ciddiye alınmamaya başlandı. Bu yüz­ den. Amerikalı psikolog James B. Watson 1920’lerde, zihinde olup biten dû' şûnce ve duygularla hiç ilgilenmeden, bireyin gözlenebilen davranışlannı in­ celemeyi a m a ç la }^ davranışsal yaklaşımı önerdi. Davranışsal (behavioral) yaklaşım, bireyin gözlenebilen ve dolayısıyla, öl­ çülebilen davranışlannı incelemeyi psikolojinin tek bilimsel yöntemi olarak savunur. Bu görüşe göre Îçebakış, düşünce ve duygu gibi, deneğin kendisin­ den başka kimsenin gözlemesine olanak vermeyen bir olguyu içerdiğinden, özneldi. Davranışsal yöntem ise, herkesin gözleyebildiği bir olguyu içerdiğin­ den. nesneldi. Bilimsel yöntemin nesnelliği Ûzik. kimya, biyoloji gibi diğer bi­ lim dallarında oldukça yerleşmiş bir özellik olduğundan, davranışsal yönte­ min nesnel olma özelliği, onun “bilimsel yöntem"le eş anlamlı imiş gibi algı­ lanmasına yol açtı. Davranışsal yaklaşım, uyancı-davranış (U-D) psikolojisi olarak da bilinir. Uyancmın cinsi, şiddeti ve tekran ile davranışın türü, kuvveti ve frekansı arasmdaki ilişkiyi inceler. Ayrıca, dav­ ranışı pekiştiren ödüllendirme koşullannı da ele alır. Harvard Oniversltesi Profesörlerinden B.F. Skinner, bu ko­ nudaki çalışmalarıyla ün yapmıştır. Uyancı-davramş psikolojisi orga­ nizmanın içinde olup biten biyolojik veya bilişsel süreçlerle ilgilenmez. Ama­ cı çevredeki uyarıcı koşullarla, ortaya çıkan davranış arasındaki ilişkiyi ince­ lemektir. Organizmanm içindeki süreç­ lerle ilgilenmediği İçin bu yaklaşıma “boş organizma" yöntemi admı verenler de olmuştur, ögremne süreci, çevrede­ ki ödüllendirme (reward) koşullânyia açıklanır Resim 1.4 B. F. Skinner geliştirdiğt kenefi adıyla bilinen öğrenme kutusuyla psikolop laboratuvannda.

U-D yaklaşımı, gazete haberi ola­ rak verilen Mehmetşah Derrıirtaş'ın ka­ rısını ve iki çocuğunu öldürmesini.

PSİKOLOJİ BİİİMINİN DOĞASI

onun içinde yaşadığı çevrenin ddOllendlnne koşuUannda arar. Mehmetşah belirli bir toplumda yetişmiş ve belirli ödüllendirmelerle koşullandınlmıştır. Kansmı ve çocuklarım öldürmek, onun İçinde bulunduğu koşıdli^ yönünden en ödüllendirici davranıştır. Cczaevl'ndekl dedikodu. Mehmetşah'a. kan­ sızın ne yaptığım bildiren/kişi veya ki­ şilerin gözünde küçük dOşmek.*bir er­ kek olarak yaşammın sonuna kadar namusu lekeli olarak onursuzca yaşa­ mak” seçeneklerinin yamnda. kansmı öldürerek "namusunu temizlemek.” Mehmetşah Demirtaş'ın içinde bulun­ duğu koşullar içinde en ödüllendirici öğrenilmiş davranıştır.

29

Resim 1.5 "Adamı iyi koşuUadımi Her klavyeye basışımda bana yiyecek veriyor."

Basitleştirerek özetlemeye çalıştığımız U-D psikolojisi, psikoloji biliminin gelişiminde önemli bir basamağı oluşturur. Bir bilim olarak üniversitelerde ve sosyal yaşamda psikolojinin yaygın olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde U-D yaklaşımı, 1930-1960 yıllan arasmda en belirgin yaklaşım olmuş ve bir­ çok araştırmanın temelini oluşturmuştur. Daha sonraki yıllarda İse, Avru­ pa'da daha kuramsal ve bilişsel süreçlere ağırlık veren psikolojik yakiaşımlann gelişmesiyle, etkisi zayıflamıştır. Günümüzde psikologlar, bilişsel (zlhlnsel/cognitlve) süreçleri hesaba katmadan, yalnızca nesnel çevre koşullanyla U-D yaklaşımı içinde, bireyin davranışlannı açıklamanın olanaksız olduğunu düşünürler. Bilişsel Yaklaşım Bilişsel (cognitive) psikologlar insanı, edilgen (pasif) bir yaratık olarak de­ ğil, algılayan, uyancılan işleyen, anlamlandıran etken (aktif) bir sistem ola­ rak görürler. Onlara göre, inşam diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik, insanın gelen uyancılan işleyebilme, anlamlandırabilme yeteneğidir. Bilişsel oluşumlar (cognitive processes) deyince akla algılama, bellek ve düşünme gibi zihinsel bilgi işlem süreçleri gelir. Bu süreçleri kullanarak bi­ rey çevresi ve kendi hakkında yeni bilgiler edinir, eski olaylan hatırlar, orta­ ya çıkan sorunları çözer ve gelecekle ilgili planlar yapar. Algılama, bellek ve bilgi İşlem süreçlerini inceleyen dala bilişsel psikoloji (cognitive psychology) adı verilir. Bilişsel psikoloji organizmanm içinde yer alan bilişsel süreçlerin türü ve yapısıyla, gözlenebilen davranışlann türü ve Özellikleri arasındaki ilişkiyi araştırır. U-D psikolojisinin insan davramşma yaklaşımını mekanik ve basit bulan psikologlar. 1960'laıdan beri bilişsel süreçlere ağırlık vermeye başladılar. Bi­ lişsel psikologlar, Mehmetşah Demirtaş'ın hareketini onun bilişsel süreçlertyle açıklarlar. Mehmetşah'm davramşmm, onun toplumu ve kendini algılama

İNSAN VE DAVRANIŞI

30

Resim 1.6 Şempanzeye dil öğretilebilir mi? Bu tür araştırmalar İnsan dilinin yapısı ve bilişsel sOreçlerin işleyişiyle ilgili önemli keşiflere yol açmıştır. şeklini. İnançlannı ve tuturıâannı bilmeden açıklanamayacağını savunurlar. Onlara göre, bireyin algılaması onun fiziksel ve sosyal çevresini belirler. Fi­ ziksel çevre, algılama sürecinden sonra “uyancı çevre" durumuna geçer; de­ mek oluyor ki, salt nesnel uyarıcıdan söz edemeyiz. Bilişsel psikologlara göre, Mehmetşah'm İçinde yetiştiği ailenin inançları, onun yaşamım etkileyen kişilerin tgtumlan ve tavırları, onun dünyayı ve ken­ dini belirli bir biçimde algılamasına yol açar; belirli durumlarda belirli tûr davranışlarda bulunmasma olanak sağlar. Mehmetşah'm içinde bulunduğu aym fiziksel ve sosyal çevre İçine Amerikan toplumunun değerleri içinde yetiş*mIş biri koyulsa, olayları değerlendirmesi ve bilişsel süreçleri algılaması farklı olur. Bu nedenle Mehmetşah'm yaptığı türden bir davranışta bulunmaz. Bilişsel psikoloji zihinsel süreçleri İncelerken deneysel yöntemler kullan­ maya özellikle dikkat eder. Nesnel yöntemlerle deneysel olarak bireyin zih­ ninde yer alan bilişsel süreçleri inceler, bireyin dış dünyayı nasıl İçselleştirip, “Iç dünya" olarak temsil ettiğini anlamaya çalışır. Psikoanalitik TaMaşım Slgmund Freud psikoanalitik yaklaşımın kurucusudur. Kendisi Avustur­ ya'da tıp eğitimi görmüş, özellikle nöroloji alanında uzmanlık çalışması yap­ mıştır. ABD'de davramşsal yaklaşım kuvvet kazanıp yaygınlaşırken, Avru­ pa'da psikoanalitik yaklaşım gelişmekteydi. Daha önce incelediğimiz yakla­ şımlar deneysel bir yöntem kuUandıklan halde, psikoanalitik yaklaşım her

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

31

Resim 1.7 Sigmund Freud psikoanalizin kurucusudur ve psikoloji tarihinde en etkOi kişilerden biridir.

bireyin kendi geçmişini inceleyen *Vaka çalışmalan" (case studles) yöntemini kullanır. Freud'un getirmiş olduğu kavramlar geniş biçimde tartışılmış ve zamanla psikoloji biliminin değişik alanlarını etkilemiştir. Freud’a göre insanoğlunun doğuştan getirdiği iki temel kuvvetli eğilim vardın cinsellik (sexualUy) ve saldırganlık (agression). Bu İki temel eğilim in­ sanoğlunun bir toplum içinde uyumlu yaşamasmı zorlaştırdıgmdan, cinsellik ve saldırganlık davranışlan, ana-baba. öğretmen gibi çocuğun sosyalleşme­ sinde önemli rol oynayan kişilerce çocukluktan İtibaren sürekli baskı altında tutulur ve cezalandınhr. **Kardeşine vurulur mu?", “Yapmal Ayıpl", "Çek elini oradan terbiyesizi", "Oranı, buranı gösterme elâleme, utanmaz!" gibi ifadeler toplumun cezalandıncı tutumunu temsil eder. Freud'a göre, toplum tarafından hoş karşılanmayan cinsiyet ve saldırganhk duygulan bûinçalttna (subconscious) itilirler, çûnkû bu tûr düşünce ve istekleri sürekli bilinçte tutmak bireyde geıginlik ve rahatsızlık yaratır. BiUnçaltma itilmiş aızulann farkmda olamayız, ancak onlar bizim davranışı­ mızı etkilemeye devam ederler. Pslkoanalitik yaklaşım dil sürçmesi, unutma­ lar. hatalar ve buna benzer davranışlan bilinçaltmdakl İsteklerin İfadesi ola­ rak kabul eder, örneğin, belirli bir kişinin adını hatırlamakta zorluk çekiyor­ sanız. onunla İlgili olumsuz bir bilinçaltı "depolamanız!" var demektir. Bilinçaltma itilme zorunda kalan istekler orada kaybolup gitmezler; şu veya bu biçimde toplumca kabul edilebilen davramş kılıfma bürünerek (sanat bilim, spor alanlannda) kendilerini ifade ederler.

32

İNSAN VE DAVRANIŞI

Psikoanalltik yaklaşım, Mehmetşah Demlrtaş'ın kansını ve iki çocuğunu öldürmesini saldırganlık dürtüsünün bir ifadesi olarak görür. Mehmetşah saldırganlık gûdûsûnû tam kontrol altına almış bir kimse değildir, çûnkû aile­ sinde ve içinde bûyûdOgû sosyal çevresinde bu yönde etkin bir sosyalleşme içine girmemiştir. Mehmetşah'm saldırganlık dûrtûsû, onun sosyalleşme sı> rasında edindiği saldırganlığı denetici etkenlerden daha kuvvetlidir. ‘ Bu sal­ dırganlığı karısına ve çocuklanna karşı niçin gösteriyor?" sorusuna da. onun bireysel gelişim süreçlerine, özellikle de kendi anne ve babasıyla ilişkilerine bakarak cevap aranır. Psikoanalltik yaklaşımı kitabın diğer bölümlerinde daha aynntıh tartışa­ cağız. Psikologlar, psikoloji alamnda ortaya atılan her kuramsal kavramı de­ neysel olarak somutlaştınnak istediklerinden, psikoanalltik kavranılan kuş­ kuyla karşılarlar, örneğin, bilinçaltı ve bilinç süreçlerini, birbirinden farklı iki temel gruba a3nnnak yerine, farkmda olmanın derecesine göre değişen be­ lirsiz bir süreklilik çizgisi üzerinde görürler. Bireyin doğuştan saldırgan olduğuna inanan Freud, insanoğlunun ‘ öl­ dürme" içgüdüsünün etkisi altmda birey ve toplum olarak sürekli savaş İçin­ de yaşayacağına inanır. İnsanlar ile hayvanlar arasında bu açıdan bir farklı­ lık görmez. Freud'un, İnsanda olumsuz bir temel özellik olduğu görüşü tüm pslkologlarca paylaşılmaz. Aşağıda ele alacağımız fenomenolojik yaklaşım bi­ reyin temel özelliği konusunda Freud’dan farklı bir görüşü temsil eder. Fenomenolojik Yaklaşım Fenomen (phenomenon) kendini ve dış dünyayı kendine özgü bir biçimde algılayan kişinin öznel yaşantısı’ na (subjective experience) verilen isimdir. Fenomenolojik yaklaşım, bireyin davıanışlannı anlayabilmek için, onun ken­ dine özgü algılayışını ve yaşantısını bilmemiz gerektiğini savunur. Bireyin davranışını ne çevre koşullan ne de organizmadaki btyolojlk dürtüler, istek­ ler. gereksinmeler belirlen Bireyin davranışını biçimlendiren en önemli et­ ken. onun kendini ve ç e v r ^ o andaki anlamlandınş biçimi, başka bir deyişle bireyin o andaki fenomenidir. Her iki yaklaşım da bireyin içinde oluşan süreçlere ağırlık verdiğinden, okuyucu, daha önce incelediğimiz bilişsel yaklaşımla şimdi incelemekte oldu­ ğumuz fenomenolojik yaklaşıra arasmdaki farkın ne olduğunu açıklıkla göremeyebilir. Bilişsel yaklaşım, bireyin bilişsel süreçlerini deneysel yoldan ince­ lemeyi amaçlar: duyum, algılama, bellekle ilgili süreçler, düşünme, problem çözme vb. gibi alanlarda düzenli ve deneysel gözlemlerle insan zihninin İşlev­ sel (fonksiyonel) bir modelini oluşturmaya uğraşır. Fenomenolojik }raklaşım bireyin öznel yaşantısına önem verir, onun dışında başka hiçbir veri tanımaz. Fenomenolojik yaklaşımı benimsemiş pslkologlarca deneysel yöntem, bi­ reyin tümlügûnû görebilme yeteneğinden uzak, son derece sınırlı bir yöntem­ dir. İnsanın davranışını etkileyen, ona yön veren en önemli etkeni (fenomeni) deneysel yöntemle inceleme olanağı yoktur. Deneysel yöntemle elde edilen bilgiler, bütünden kopuk parça parça bilgiler olup, bireyin tümünü anlamaya götürmezler. İnsanı anlayabilmek için, onun yaşamında neyin anlamlı oldu-

PStKOUXJl BtÜMtNtN DOĞASI

33

Resim 1.8 Fenomenolojik yaklaşım\n kuruculanndan Cari Rogers (gözlOklO olan) bir etkileşim grubu içinde görülüyor.

ğunu, ne3Tl gerçekleştirmeye çalıştığını, bir başka deyişle onun fenomenini ahlamamız gerekir. Fenomenolojlk yaklaşımı benimsemiş psikologlar. Mehmetşah Demirtaş'ın davranışım anlayabilmemiz için, kendisiyle konuşarak onun fenomeni­ ni anlamamız gerektiğini savunurlar. Bireyin fenomenini anlamak uzun za­ man alabilir; fakat yetenekli bir psikolog, eninde sonunda bu görevi başarır. Fenomenolojlk yaklaşımı benimseyen psikologlara göre. Mehmetşah kendi fe­ nomeni içinde, kendisi İçin en anlamlı olanı yapmıştır. Sorun, bu fenomeni ortaya çıkaran koşullan anlamakta. Mehmetşah’m olaylan görüş biçimini iyi kavrayabilmekte yatıyor. Mehmetşah'm davranışmı. ancak onun fenomenini anladıktan sonra an­ lamlı görebiliriz; diğer yaklaşım biçimleri, birey olarak Mehmetşah'm ancak bir parçasmı görebilirler. Ancak fenomenolojlk yaklaşım bireyin tûmlûğûnO koruyabilir. Bireyin davranışı dış ve iç çevre koşullanyla mekanik bir biçimde oluşmaz. Birey, içinde bulunduğu çevre koşuUannda o anda ne gibi davranış seçenekleri olduğunu görür ve birini seçer. Mehmetşah. seçeneklerinin ne ol­ duğunu biliyordu ve öldürme seçeneğine karar verdi. Başka bir ifadeyle, ga­ zetelerde sık sık duyduğumuz “kader kurbanlan” anlayışma karşı çıkan fenomenolojik yaklaşım, bireyin seçme özgürlüğüne sahip olduğunu savunur. Bireyin seçme özgürlüğü, seçeneklerinin farkında oluşu, insanla hayvan arasmd^cl en belirgin farklılığı oluşturur, tnsan davranışını denetleyebilen

34

in s a n v e

DAVRANIŞI

özgür bir yaratıktır, insanoğlu seçme Özgürlüğünü sürekli kendini gerçekleş­ tirme (self actualizatlon) yönünde kullanır. Blre3rin temel doğasım. Freud*un öne sürdüğü gibi b^rolojik yapıyla toplum yapısının çatışması değil, kişinin kendi tüm potans^ellni gerçekleştirmek, geliştirmek ve yaşamını anlamlandırmak çabası oluşturur. İnsanın temel doğası. Freud*un inandığının aksine, smırsız bir şekilde olumludur. Fenomenolojik yaklaşım görüşünü benimsemiş psikologlar edebiyat ve güzel sanatlann her daimi* insanın doğasım anlamada bir fenomen alanı ola­ rak kullanırlar ve daha önce de belirttiğimiz gibi, deneysel çalışmalardan uzak dururlar. Fenomenolojik yaklaşım modem psikolojiye bir katkı olarak kabul edil­ mekle beraber, günümüzün psikologları, psikoloji biliminin bilimsel yöntem­ lerle ilerleyebileceği yönündeki inançlarını devam ettirirler. Bazı psikologlar, fenomenolojik yaklaşımdan vazgeçmeden deneysel veriler toplamanın müm­ kün olduğuna inanır ve veri toplama çabalarını sürdürürler.

3. BİLİMSEL PSİKOLOJİNİN KAPSAMI İnsan davranışının bilimi olan psikolojinin birbirinden farklı yaklaşımları içerdiğini gördük. Bu bölümde psikolojinin hangi alanlan kapsadığını incele­ yeceğiz. Önce psikolojinin tanımıyla İncelememize başlayalım. Psikolojinin Tanımı Psikoloji diğer bilimlere kıyasla kısa bir geçmişe sahiptir. Bu kısa süre içinde psikoloji değişik biçimlerde tanımlanmıştır. İlk tanım *insan zihninin yapısmın incelenmesf biçimindeydi, insan zihnini gözl^ebilmenin olanaksızbğı karşısında bunalan ilk psikologlar. John B. Watson*un önderliğinde psikolojiyi, '‘gözlenebilen davıanışlarm bilimsel İncelenmesi* biçiminde ta­ nımlamışlardır. Onlara göre psikoloji, ancak diğer doğa bilimlerinde kullanı­ lan den^sel yöntemle bilimselliğe kavuşur. Deneysel yöntem, organizmanm içinde bulunduğu çevrenin koşuUannı etkin bir biçimde denetlemeyi gerektirdiğinden, yöntemin hayvanlar üzerinde kullanılması daha kolay ve uygun oluyordu. Bu nedenle davranışçı psikoloji araştırmalannm çoğunluğu hayvanlar üzerinde yapılmış, elde edilen bulgular daha sonra insanlara genellenmiştlr. Bu gelişimin etkisi altında psikoloji zamanla, “hayvan davranışının ince­ lenmesi” anlamma gelmeye başlamıştır. Davranışsal deneysel yaklaşımı uy­ gulayan psikologlar, insan ve hayvanlar arasında gözlenen farklann genellik­ le bir nicelik ve karmaşıklık derecesinde oluştuğunu düşünmüşlerdir. Nite­ kim. insana Özgü olarak bilinen dil davranışım bile, hayvan deneylerinden elde edilen kavramlarla açıklamışlardır. İnsan zihninin davranış üzerindeki etkisini kabul etmeyen bu yaklaşıma, psikoloji İçinde tepki oluşmaya başlamış ve bilgi işlem (Information Proces­ sing) mühendisliğinin geliştirdiği kavramların yardımıyla. 1960'lardan bu

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

35

yana insan algılaması, bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri İnce­ leyen bilişsel (zlhinsel/cognitlve) psikoloji ortaya çıkmıştır. . Bu gelişmeler günümüz psikolojisinin tanımım etkilemiştir. Modem psi­ koloji günümüzde, davranışı ve davranışın altında yatan süreçleri büimsel olarak inceleyen çalışma alanı olarak tanımlanır. Bilişsel (zihinsel) süreçleri doğrudan gözleme olanağı yoktur; organizmanın davranışları gözlenerek ya da nörolojik bulgular kullanılarak onlann varlığı saptanır. Bilişsel süreçlerin doğrudan gözlenememiş olması, yapılan çalışmanm ya da psikolojinin bilim­ sellik değerini yitirmez. Çünkü bilimsellik bir yöntem somnudur; incelenen konudan çok, o konunun nasıl incelendiği çalışmanın bilimselliğini oluştu­ rur. Yöntem konusuna girmeden önce (bu konuyu ilerde daha aynntılanyla ele alacağız), psikolojinin ilgi alanlarını özet olarak gözden geçirelim. Psikolojinin Alanlan Bir insanm günlük yaşamı birbirinden farklı değişik yönler içerir. İnsan yaşamının değişik yönleri psikolojinin değişik alanlar geliştirmesine yol aç­ mıştır. Ali Gûleryüz'ûn günlük yaşamına bakarak, bu hayali vatandaşm gün­ lük yaşamı süresince, ne gibi farklı durumlarla karşılaştığını görelim. AH Güleıyüz her zaman olduğu gibi bu sabah da saat 6'da uyandı. (Günde iki paket sigara içtiğinden sürekli öksürür ve sık sık nefes darlığı çeker. AH Bey’in karısı Nebahat Hanım sigara içmez ve sigara kokusun­ dan da nefret eder. Kocasının uyanır uyanmaz yatak odasmda bir sigara yakması, Nebahat Haramı rahatsız eder ama. bu konuda daha önce yapbgı ricalar, şikayetler, nihayet kavgalar sonuç vermediğinden, kendi ken­ dine homurdanarak yatağın öbür tarahna dönmekten başka birş^ yapa­ mayacağım bilir.) İlk sigarasmdan sonra Ali Bey çay suyunu ocağa koy­ du. banyoya gitti ve orada kabızlığmın hâlâ devam ettiğini gördü. Sabah kahvalbsında şeker, yağ ve yumurtadan uzak durmasını doktoru ısrarla belirtmiş olmasına rağmen. "İyi bir sabah kahvaltısı yapamazsam, h ^ a t mı derim ben bunal" diyerek, canının çektiği biçimde kahvaltısını yaptı. İşine gitmek için 7:15'te otobüs durağına gitti ve hergün olduğu gibi, ilk gelen otobüse bindi. Artık tanışık olduğu şoförle merhabalaştı. Çalışmış olduğu devlet dairesine girerken, buğûn müdürle hangi konuda görüşe­ ceğini düşündü. Ortaokulda okuyan ortanca kızının matematik öğretme­ niyle bugün görüşmesi gerektiğini hatırladı ve bu konuda müdürden daha önce izin almadığı için kendisine kızdı. Ali Güleıyûz*ü kendi yaşamıyla başbaşa bırakalım ve şimdi psikolojinin değişik ilgi alanlanm gözden geçirelim. Deneysel Psikoloji Psikolojinin her alanında deney yapıhr, ancak, psikolojinin tarihsel geliş­ mesinden doğan nedenlerle, bazı çalışma türleri deneysel psikoloji (experi­ mental psychology) olarak bilinir. Deneysel psikologlar, belirli bir davranışı etkileyen çevre koşullarını ve uyancdan aynntılı bir biçimde tanımlayıp ölçe­ rek. uyancmm hangi davranışı, nasıl ve ne derecede etkilediğini bulmayı

36

İNSAN VE DAVRANIŞI

amaçlar. Sigara İçme miktan ile öksürme davranışı arasında bir ilişki var mı? Alınan nikotinin miktan ile, öksürük davranışının türü ve sıklı|ı arasın­ da nasıl bir ilişki gözlenir? gibi sorular, deneysel psikolojinin alanı içindedir. Ali Gûleıyûz üzerinde deneme yapılarak, sigaradaki nikotinin beden üze­ rindeki etkisi incelenmeye kalkılsa, insan sağlığını korumayla ilgili Türk yasalanyla karşılaşılır. Yasal sorunlann yanı sıra ahlaksal sorunlar da vardır. Bu önemli sorunlara göz kapatıp deney gizlice uygulcinmaya kalkışılsa, o za­ man insan çevresinin karmaşıklığından doğan deneysel denetim zoıiugu or­ taya çıkar. Deneyin bilimsel olabilmesi için, Ali Gûleryûz’ûn ne yediğinin, ne içtiğinin, ne zaman ne tûr davranışlarda bulunduğunun denetim altına alın­ ması gerekir. Böyle bir denetim, insan olarak sahip olduğu özgürlükleri Ali Bey*in elinden alır, işte bu nedenlerle deneysel psikologlar, hayvanlar üzerin­ de araştırma yapmayı daha kolay bulurlar. Tarihsel gelişimi içinde ele ahndıgında yapabileceğimiz en belirgin gözlem şudur: Deneyisel psikoloji, değişik çevre koşullarının davranışı nasıl etkiledi­ ğini ha3Tvanlar üzerinde yaptığı araştırmalarla bulmaya çalışır. Deneysel psi­ koloji deyince günümüz pslkologlannın aklına, hayvan davranışlan üzerinde yapılan çahşmalar gelir. Fizyolojik Psikoloji Ali Güleıyûz'ün sabah kahvaltısmda yediği reçel, ekmeğine sürdüğü yağ, onun sağlığını nasıl etkiliyor? Yenilen, içilen maddelerle, davranışın herhangi bir lUşkişI var mı? Bu tip sorularla fizyolojik tphystologicafi psikoloji uğraşır. Fizyolojik psikoloji, genel anlamda tanımlandığında, biyolojik süreçlerie dav­ ranış arasmdaki İlişkiyi inceler. Duyu organlannın yapısı ve işleyişi, kana karışan hormonların fizyolojik sisteme ve dolayısıyla davranışa olan etkisi de inceleme konusu İçine girer. Nörologların üzerinde çalıştığı konular davranışı ilgilendiriyorsa, fizyolojik psikolojinin ilgi alanı İçine girer. örneğin, beynin hangi bölgesi konuşma davranışını denetler? Dışardan gelen inancıların türü ile b ^ n ln uyanldıgı bölgenin, davranış yönünden önemi nedir? Pstkofarmakolojl ad^la son yıllarda gelişen bir dal, alman degi*şik ilaç türleri ile bireyin duygu, düşünce ve davranışı arasındaki ilişkiyi in­ celer. Pslkofarmakoloji, fizyolojik psikolojinin bir alt dalıdir. Gelişimsel Psikoloji Gelişimsel (developmental) psikoloji, blr^dn kronolojik yaşıyla onun davranışmın türü arasındaki ilişkiyi inceler. Ali Güleıyûz'ün çocuğu orta okuldadadır ve matematik dalında bazı sorunları vardır. Acaba matematik kavram­ larım Öğrenmedeki kolaylıkla, bireyin yaşı arasmda bir ilişki var mı? Böyle bir soru, gelişimsel psikolojinin inceleme konusu içine girer. Duyu organları­ nın yaşm ilerlemesine paralel olaiak nasıl geliştiği, konuşma gibi oldukça karmaşık Önemli bir davr^ışın. hangi yaş aşamalarında ne gibi gelişim ba­ samakları gösterdiği gelişim psikologlanmn ûzerflıde çalıştığı sorunlara bir­ kaç örnek oluşturur. Gelişimsel psikolojinin diğer bir konusu da çocuğun

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOÖASI

37

içinde bûyûdûgû çevre özellikleriyle onun geliştirdiği davranış türleri arasın­ daki ilişkiyi İncelemektir. Bireyin gelişmesinde çevrenin rolünü İncelemek, günümüzde gittikçe önem kazanan bir araştırma konusudur. Aile içindeki etkileşimlerin türü ço­ cuğu ne biçimde etkiler? Boşanmış anne ve babanın çocukları, boşanmamış anne ve babanm çocuklanna kıyasla farklı bir gelişim gösteriyorlar mı? Okul çevresi çocuğu hangi yaşlarda ve nasıl etkiler? Günümüzde gelişim psikolojisi çocuğun gelişimi ile ilgilendiği kadar, yaşlılık konusuyla da ilgilenir. Benim Amerikan toplumunda gözlediğim önemli farklılıklardan biri, bireylerin ana-babalanyla olan ilişkileriyle ilgilldin Yaşlı ana-babalar, çocuklanyla beraber olmak yerine genellikle kendi başları­ na kalmayı tercih ediyorlar. Aym gözlem onların çocukları için de geçerli, on­ lar da yaşlan ilerledikçe ana-babalanndan olabildiğince bağımsız olmaya ça­ balıyorlar. İyice yaşlanan ana-babalar, kendi kendilerine bakamaz hale gelince, yaş­ lı kimseler İçin yapılmış hastane türünden *‘huzurevlerl"ne gitmeyi çocuklannın yanında kalmaya tercih ediyorlar. Ba3nramlarda ya da ayda bir çocuklan tarafından ziyaret edilmek onlara doğal ve yeterli geliyor. Gözleyebildiğim kadanyla, Amerikan toplumundaki yaklaşım, Türkiye'de bugün İçin geçerli olan yaklaşımdan farklıdır*. Dede ve büyükannenin yakında olduğu ve torunlarıyla İsteyerek ve seve­ rek sıkı ilişkiler içinde bulunduğu bizim geleneksel geniş kapsamlı aile ya­ şantımızla. bireylerin kendi ufak “çekirdek atletlerinin dışına çıkamadığı Amerikan tipine uygun dar kapsamlı bir aile yaşamı birbirinden farkh İki aile ortamını oluşturur. Gelişimsel psikoloji bu farklı ortamların çocukların gelişi­ mini hangi biçimlerde ve hangi derecelerde etkilediğini araştırır. Kişilik Psikolojisi Kişilik (personality) psikolojisi, bireylerin kendilerine özgü davranış, dü­ şünce ve duygu biçimleriyle ilgilenir. Ali Güleryüz, doktorun önemle belirtme­ sine rağmen yine de, sabah kahvaltısmda yumurta, reçel ve yağ kullanmaya devam eder. Sağlıkla ilgili bu tutum, Ali Bey'in sürekli özelliklerinden biri mİ? Kızının matematik öğretmeniyle görüşmek için müdürden işten erken çıkma izni istemeyi ihmal edişi, Ali Bey’in sağlığı konusunda takındığı tutu­ mu hatırlatmıyor mu? Günlük yaşamı içinde birey her an hem çevresiyle, hem de kendisiyle sü­ rekli etkileşim halindedir. Birey bu tür etkileşimlerde bulunurken kendine özgü duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir. Davranış, düşünce ve duygu özelliklerini İncelemeyi kişilik psikolojisi üstlenmiştir. ICişiliğin nasıl or­ taya çıktığını araşbran kişilik psikolojisi, kişiliğin yapılaşmasını etkileyen de-

(•)

Türkiye'yi son zlyarctlınde, büyük şehirlerde "huzurevi" sayısının artmakta oldu­ ğunu gözledim. Huzurevleri, gittikçe endüstrileşen her toplumun kaçmılmaz bir parçası oluyor.

38

İNSAN VE DAVRANIŞI

glşkenlerl çeşitli boyutlarda inceler, örneğin. "Ali Gûteryûz'ûn ana-bahasında da aynı ihmalkâr tutum gözlenebilir mi? " ( genetik, biyolojik yaklaşım boyu­ tu), "Ali Bey'de gözlediğimiz bu davranış onun içinde yetiştiği yalan çevresinin bir ûrûnü mû? "(kültürel yaklaşım boyutu), “Ali Bey*in kendine özgü gözlem ve yaşantüan mı onun yaşama bakış biçim ini belirler? "( Fenomenolojik yaklaşım boyutu). Kişilik psikolojisi, bunun gibi değişik yünleri inceleyerek bireye özgü davranış, düşünce ve duygu biçimlerinin temelinde yatan genel yapılan bul­ mayı amaçlar. Sosyal Psikoloji Bireyler birbirlerinden yalıtılmış olarak kendi başlanna yaşamazlar. Günlük yaşamm akışı içinde diğer kimselerle yüzlerce, binlerce etkileşim içi­ ne girerler, örneğin. Ali Güleıyüz*ün sabah kalkar kalkmaz sigara yakması, onu karısıyla belirli bir etkileşim içine sokar. Otobüse binerken otobüs şofö­ rüne selam vermesi, onun bir gün içinde yapacağı yüzlerce sosyal etkileşimin başlangıcmı oluşturur. Bireylerin birbirleriyle etkileşimini inceleyen psikoloji dalına sosyal (soclal) psikoloji adı verilir. Sosyal psikolojinin araştırma kap­ samı içine, kişilerin birbirlerini algılamasında etkisini gösteren önemli değiş­ kenler olarak tutumlar, kişisel çekicilik, uyma, itaat (boyun eğme/c»bedience), sosyal normlar, İkna etme ve edilme ve benzeri gibi ilerde ayrıntılarıyla ele alacağımız konular girer. Bilişsel Psikoloji Ali Güleıyüz'ün sabahlejin kalkmca sigarasını yakabilmesi, aynaya ba­ kınca kendisini tanıyabilmesi, mutfaktaki eşyaların yerini bilebilmesi, onun belleğiyle gerçekleşir. Bellek (hafıza/memöry) nedir? sorusunu bilişsel psiko­ loji inceler. Algılama, düşünme, hatırlama ve unutma, problem çözme ve dil davranışının altında yatan süreçler konusunda }rapılan araştırmalar bilişsel psikolojinin kapsamı İçine girer. Ali Bey kızmın matematik ögretmen^le gö­ rüşmesi gerektiğini hatırlamıştır, ne var kİ. müdürden bu konuda İzin almayı unutmuştur, insanlar niçin bazı bilgileri hatırlar, diğer bazı bilgileri unutur­ lar? Bu tür sorular bilişsel psikolojinin inceleme alanı içine girer. Klinik ve Danışmanlık Psikolojisi Ali Güleıyüz'ün günlük yaşamından verdiğimiz kısa anlatım, karısıyla ilişkisinin pek sağlıklı olmadığını ortaya koyar. Ali Bey’in karısıyla İlişkileri­ nin doyumsuzluğunun temelinde hangi etkenler vardır? Niçin günde iki pa­ ket sigara İçmeye devam ediyor? Doktor’un kesin uyarılanna rağmen, niçin sağlığını korumamakta ısrar ediyor? Bu gibi sorulan araştırmak ve bireye düşünsel, duygusal ve davranışsed düzeyde yardımcı olmak, çevresiyle daha uyumlu bir İlişki kurmasını sağlamak, klinik (clinical) psikolojinin amaçlan içine girer. Danışmanlık (counseling) psikolojisi ise, bireyin kendi yaşammın değişik yönleriyle ilgili kararlar vermesine yardımcı olabilecek bilgi ve yete­ nekleri bireyde geliştirmeyi amaçlar, örneğin, bir genç, danışman psikologun yardımıyla kendi kişiliğine, arzu ve İsteklerine, tutumlanna, bireysel değerle­ rine, ilgi ve yeteneklerine en fazla uyan mesleğe yöneltilir.

PSİKOLOJİ BİİİMİNİN DOĞASI

39

Okul üe Eğitim Psikblolisl ''Hangf konu, kime ve nasıl AgretilmellcUr?" sorusuyla okul ve eğitim (educaCionaD psikolojisi İlgilenir. Eğlümde verimin en ûst düzeye ulaşması İçin öğretmen nasd yetlştirilmelL öğretim programı gerek İçerik, gerek biçim olarak nasıl düzenlenmeli, smıf ortamım etkileyen değişkenleri nasıl değer* lendirmeli gibi sorular, okul ve eğitim psikolojisinin ügUendigl konulardan blrkaçma örnek oluşturur. AH Gûleıyûz*ûn kızmın matematik ögretmentyle görüşmesini gerektiren sorunlardan bazılannın. okul ve eğitim psikolojisini İlgilendireceğinden emin olabiliriz. Psikolojinin bu dalı, psikoloji biliminin bulgulan çerçevesinde, okul ortamım ve eğitim sürecini, en eUdn düzeye get ir m ^ amaçlar. EindûstTi PsİkdU^isl Endüstriyel (İndustrlal) psikoloji belirli bir İşe en uygun kişiyi, veya belir­ li bir kişiye en ı^gun İşi seçm ^le ilgilenir. Endüstriyel psikolog, hem aıaşbrmayla, hem de uygulamayla İlgilenir, örneğin, bir endüstri kuruluşunda yeni bir makine geliştirilirken, değişik seçenekler arasından hangi makinenin dü­ zeninin en düşük hata riskiyle çalışabileceğini endüstriyel psikolog araştırır. Aynca, bu endüstri kuruluşunda çalışan bireylerin İşten doyum almalannı sağlamayı ve üretimde verimlilik düzeylerini yüksek tutabilmeyi amaçlayan çevresel, psikolojik ve sosyal düzenlemeler getirir, örneğin, AH Bey'in çalıştığı yerin orada çalışanlan daha etkin ve verimH bir biçimde nasıl etkileyeceğini endüstriyel psikolog araştırır ve bellrH çözüm yollan önerir. Yeni Gelişen Psikoloji Alanları Toplum yaşamı karmaşıklaşıp, bireyin davramşlannın kökenleri aydmHğa kavuştukça, yeni psikoloji alanlan oluşur. Bunlardan bazılannı kısaca şöyle tanımlayabiliriz; Adalet psikolojisi (forensic psychology) yasalann hem yapımı, hem de uy­ gulanması yönleriyle ilgilenir. İnfaz sistemlerinin verimliliği, hapishane ve ıs­ lahhanelerdeki koşuUann bireyleri nasıl etkilediği, bu alanın ilgi konulan içi­ ne girer (Bkz. Erem..F„ 19İ38). Bilglsayarlann geUşmesl ve günlük jraşamm farklı yönlerini etkisi altına alması, psikologlann konuyla ilgilenmesine yol açmıştır. Yapay zekâ (artlilcial intelligence) konusuyla İlgilenen psikologlar, bireyin düşünce süreçlerini ve zihninin işleyişini taklit edebilen bilgisayar programlan geliştirme çabası içindedirler. Örneğin, bir dilden başka bir dile bilgisayar aracıbğıyla çeviri ya­ pabilme olanağını, bu tür psikologlar araştırır. Çevre (ecologlcal) psikolojisi de yeni gelişen bir dal olarak, bireyin veya grubun, davranışmı etkileyen çevresel değişkenleri inceler. Çevresel etkenler renk, mekânın bpyutlan, ısı, ışık gibi fiziksel değişkenler olabileceği gibi, bi­ reylerin belirli toplumsal olaylan ( cenaze, düğün, cinayet evlenme, kız ka­ çırma vs.) yaşadığı boyutlan belirten değişkenler de olabilir. Sağlüc (health) psikolojisi psikoloji ve tıp alanlarında ^ttikçe kabul edilen yeni bir alandır. Günümüzde geleneksel tıbbm yerine, yeni bir bilimsel yakla­ şımı temsil eden modem tıp anlayışı geçerlldir. Geleneksel tıp modeli içeri­ sinde,geliştirilmiş olan medikal biyolojinin, insan sağlığ^la ilgili bütün konu-'

40

İNSAN VE DAVRANIŞI

lan kapsadığı varsayılıyordu. Modem tıp içinde bio-psiko-sosyal model geliş­ miş ve medikai biyolojinin yerini almıştır. Sağlık psikolojisi yeni geliştirilen blo-psiko'soşyal modelin bir bölümünü oluşturur. Genel olarak görevleri. 20. yüzyılın sqn çeyreğinde elde edilen araştırma bulgulan ışığında, davranış organizasyonlan ve davramş değişiklikleri yapmaktır. Bunlat: (1) Sağlığı korumak, (2)

Sağlığı geliştirici davranış ve yaşam biçimlerini geliştirmek.

(3)

Hastalıklardan korunmak ve hızla İ3dleşmek.

(4) Sağlık bakım sistemlerine İşlerlik kazandırmak. olarak tanımlanmıştır. Sağlık, “hasta ya da sakat olmama hail değil fiziksel zihinsel ve sosyal yönden tam bir b^Uk hail* olarak tanımlanır. Modem tıb'm temelini oluştu­ ran bio-psiko-sosyal modele göxe. bu yapılar birbirlerinden bağımsız işlemez­ ler. Sagbk psikologlan. zihnin bedeni nasıl etkilediğini araştırırlar. Bu tûr araştırmalardan elde edilen verileri, İnsanın “sağlıklı yaşam" kalitesini yük­ seltmede uygularlar. 20. yüzyıl başlarmdaki ölümcül hastalıklar, birden ortaya çıkan ve hızla sonuçlanan akut enfeksiyon hastahklan idi. Bugün ise ölümcül hastalıklar kanser ya da kalp rahatsızlıkları gibi kronik özellikte. Yaşama biçimimiz ve kararlanımzla. sağlıklı yaşamayı ya da hasta olmayı seçebiliyoruz. Sağlık psi­ kolojisi açısmdan önemli olan bireylerin semptomatik dönemdeki sağlığa iliş­ kin değerlerini, sağlık davramşlanm taramak ve bilişsel-davranışsal yakla­ şımlar (kuramlar) uygulayarak, bireyin sağlıgınm her yönüyle gelişmesine olanak sağlamaktır. Spor Psfkolo/islyenl gelişen bir psikoloji alanıdır. Dr. Ergun Başer, Uygu­ lamalı Spor Psikolofisi adlı kitabmda. spor psikolojisinin İlgi alanlarını şöyle sıralar: ¿aşer. £.. 1988. s. 42.) (1) Sportif etkinliğin psikolojik özellikleri. (2) Sporcuların sportif etkinliklerini sürdürmeye hazır oluşlarının psikolojik analizleri, (3) Spor ve kişilik. (4) Sporda küçük grupların psikolojisi. (5) Sporcu seçiminde psikolojik ilkeler. (6) Sporcu hazırlanmasında iradenin rolü. (7) Sporculann yarışmalara hazırlanmalannda psikolojik yöntemler.

4. ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Giriş Bilimi diğer uğraşı dallanndan ayıran en belirgin özellik, kullandığı yön­ temdir. Bilimsel yöntem, verileri toplayışı ve analiz edişi yönünden diğer bilgi edinme yöntemlerinden ayrılır. Bilimsel yöntemi ayırt edici özellikleri şöyle sı­ ralayabiliriz:

PSİKOLOJİ BlUMtNİN DOĞASI

41

(1) DûzenUdtr, ^ i r l l bir konuyu gelişigüzel değil, belirli bir düzen çerçe­ vesinde adım adım İnceler. (2) Veriye daycaıır. Bilimsel yöntem doğanm belirli bir yönüyle ilgili top­ lanmış verilerle uğraşır. Olm ^an, gözlenemeyen. tutanağa geçirilem^en sü­ reçlerle ilgilenmez. (3) Nesneldtr. Bilimsel yöntemin, bir kişinin algılayışı ya da otoriterisini aşan bir yönü vardır . Bilimsel araştırma yapmak İçin eğitilmiş herhangi bir kimsenin tekrarlayabileceği biçimde sorunlar belirlenmeli, tanımlar yapılmalı verilerin toplanması ve analizi ortaya konmalıdır. (4) Analitiktir. Bilimsel yöntem olgulan parçalarma a}rırarak ve her bir ol­ gunun altmda yatan temel değişkenleri birbirinden yalıtarak İncelen bu ince­ leme sonucunda neden-sonuç Üişkilerine ulaşır. (5) Tekrar edilebilir. İlgilenilen konu doğanm bir parçası olarak tekrar tekrar gözlenebilen bir konu olmak zorundadır. Yalnız bir kere olan ve bir daha ortaya çıkmayan olayları bilimsel yöntemlerle inceleyemeyiz. Psikolojinin kullandığı değişik yöntemler vardır. Hangi psikolojik araştır­ ma yönteminin kullanılacağım, incelenen konunun türü, psikologun araç ve gereç olanaklanmn sının ve araştırmanm içinde yapıldığı ortamın koşullan saptar. Aşağıda, günümüzde kullanılan psikoloji araştırma yöntemlerini özet olarak gözden geçireceğiz. Daha aynntıh bilgi için okuyucu Karakaş (1988) ve Tevrûz'den (1989) yararlanabilir. Deneysel Yöntem Deneysel yöntemin en belirgin özelliği, deney yoluyla değişkenler arasında­ ki ilişkileri keşfetme çabasıdır. Değişkenler (varlable). “gözlenebilen ve farklı değerler alabilen özelllk"ler olarak tanımlanır, örneğin, cinsiyet bir değişken­ dir çünkü gözlenebilir bir özelliktir ve erkek - dişi olmak üzere iki farklı değer gösterir. Gözlenebildiği ve haAilen ağıra doğru farkh değerler alabildiği İçin ağuitk, başka bir değişken olarak tammlanabilir. “ Cinsiyetle ağırlık arasmda bir ilişki var mı?" sorusu, iki değişken ara­ smda olasılı bir İlişkiye yöneliktir. Aynı bi­ çimde. bireyin yaşı ve öğrenme yeteneği ayn ayn degişkenierdir ve "yaşla öğrenme yete­ neği arasında ne tür bir İlişki var?" sorusu, bir araştırma konusu olarak ele almabilir. Deneysel yöntem konuya belirli bir yak­ laşım tutumunu belirtir. Değişkenlerin de­ ğerleri denetim altmda tutabildiği ortamlar­ da deney yapılır. Bu ortamı gerçekleştirebil­ mek üzere laboratuvarlar (deney odaları) geliştirilir. Deney odaları, incelenen değiş­ kenlerin değerlerini saptamaya olanak sağ­ lar. Den^rsel yöntemde kullanılan değiş­ kenler bagtmstz (independent) ve bağımlı 11,1 Resim 1.9 "Önemli bir benlik krizine (dependent) değişken olarak İki grupta top- gjrçjim ^ n i sürekli kontrol grubuna la n ır. koyuyorlar."

42

^NSAN VE DAVRANIŞI

İçilen alkol miktanyla el titremesi arasmda bir ilişki olup olmadığını anlamak için bir deneysel araştırma planlandığmı düşünelim. Bu amaçla, birbirleriyle yaş, cinsiyet ve diğer önemli değişkenler yö­ nünden denkleştirilmiş beş grup alınsın. Birinci gruptakllere 10, ikinci gnıptakilere 20 ve onar gram artışla devam ederek so­ nunda beşinci gnıptakilere 50 gram alkol verilsin. Her bir grupta el titremesi, alkol verilmeden önce ve alkol verildikten belirli bir sûre sonra ölçülsün. Deneyde alkol bağımsız, el titremesi bağımlı değişkendir. Bir değişkenin miktaŞekli 1.2 Deneyin grafik sonuçlan nna bağımlı olarak, öbür değişkenin değe^ rinde bir farklılık gözlentyorsa, ilişki bir kural olarak ifade edilir. Bilimsel kuramlar ise, bağımlı ve bağımsız değişken­ ler arasmdaki ilişkiyi daha karmaşık ve soyut düzeyde belirten ifadelerdir. Deneysel yöntemi kullanabilme olanağı olduğu sûrece psikologlar bu yön­ temi kullanmayı yeğlerler. Fakat d e n ^ odasına sokulamayan psikolojik araş­ tırma konulan vardır. Bu nedenle başka psikolojik yöntemler geliştirilmiştir. Geliştirilen yöntemlerden biri aşağıda ana batlarıyla inceleyeceğimiz gözlem yöntemidir. Gözlem Yöntem i Deneysel yöntem her araştırma konusuna kolaylıkla uygulanamaz, çün­ kü İncelenen olayın altında yatan değişkenler her zaman deney odasında de­ netlenip ölçülemez. Bu nedenle, gözlem (observation) yöntemi psikolojide sık sık kullanılır. Gözlem yöntemi, belirli bir davranış olayını etkilemeden olduğu gibi gözleyerek daha iyi anlamak için kullanılır. Elimizde olanaklar olsa ve hem yasal hem de ahlaki yönden sakıncası ol­ masa, Ali Gûleıyûz'ûn evinde ve İş yerinde TV kameraları kullanarak onun günlük davranışını (onun haberi olmadan) gözleyebiliriz. Böylece gözlem yön­ temini kullanarak Ali Gûleıyûz'ûn çocukları ve eşiyle kurduğu ilişkinin nite­ liği İle ilgili bazı bilgiler elde ederiz. Ali Bey'in günlük yaşamında yer alan de­ ğişkenlerin tümünü deneysel koşullar altında İncelememiz olanağı bulunma­ dığı için, onun yaşamıyla ilgili veri toplama amacımıza doğal gözlem yöntemi daha uygun düşebilir. Gözlem yöntemi bir bilimin İlk gelişim aşamalarında daha sık kullanılır. Yapılan gözlemler değişkenler arasındaki ilişkiler olduğu sonucuna götürür­ se, daha aynntüı yeni araşünnalar düzenlenir. Gözlem yönteminin verdiği bilgi, bilimsel gelişimin ilk aşamasını oluşturur. Gözlem aşamasmdan sonra deneysel yöntem kullanılır. Daha önce gözlem yöntemiyle saptanan ilişkileri incelemek bilimin gelişi­ minde ikinci aşamayı oluşturur, örneğin, Ali Bey'in gece yatağında rahat

p s ik o l o j i b il im in in

DOĞASI

43

Resim 1.10 Kişiler doğal ortamları içinde gizlenerek, davranışlarını etkileyen önemli faktörler incelenir. uyuma derecesiyle, o gûn içtiği sigara miktan arasında bir ilişki gözlediğimizi varsayalım. Bu gözlemsel aşamadan sonra, kaç sigaranın ne kadar rahatsız­ lık getirdiğini daha deneysel bir yöntemle inceleyebilecek duruma geliriz.. Gözlem yöntemi son derece yoruma açık bir yöntemdir. Gözlenilen ola}an ne olduğu yoruma açık olduğu gibi, niçin sorusuna cevap veren ve olayın altın­ da yatan nedensel düzenin açıklanması da yoruma göre değişebilir. Görüldü­ ğü gibi, farklı beklentileri, eğitimleri ve anlayış biçimleri olan bilim adamlan. aym olayı gözledikleri halde, gözledikleri dayın ne olduğu ue niçin ortaya çıktığı konusunda birbirleriyle anlaşamayabilirler. Görüldüğü gibi, gözlemsel dene­ yin, öznel yorumlara pek açık kapı bırakmayacak biçimde yapılaştınlması önemlidir. Böyle bir yapüaştırma gözlemlere nesnellik getirir, yukanda söyle­ diğimiz türden öznel algılama ve yorum aynlıklannı ortadan kaldınr. Gittikçe gelişen görsel ve işitsel kayıt aletleri, gözlem yönteminin daha nesnel bir biçim­ de yapüaştınlaıak bilimsel araştırmalarda kullanılmasına yardımcı olmuştur. Tarama Yöntem i İncelenmek istenen olayı doğrudan gözleme olanağı olmadığı zamanlarda soru listesi aracılığıyla ve mülakat yöntemiyle, dolaylı bir biçimde gözlemle­ mede bulunulur. Örneğin. Ali Güleıyûz'e sorular sorarak, onunla değişik zamanlaıda mülakatlar yaparak, evdeki ve İşteki günlük yaşamıyla İlgili temel değişkenleri öğrenebiliriz. Tarama yöntemi (survey method) pazar araştırmalarında, siyasal oyların dağılımının belirlenmesinde, kamuoyu yoklamalarında sık sık kullanılır. So­ rulan sorulann içeriği, soruluş biçimi, sıralanması, birbirleriyle İlişkisi, soru­ lan soran kişinin sorma biçimi ve 8oni)ru cevaplayan kiş^le ilişkisi, göz önü-

44

İNSAN VE DAVRANIŞI

ne alınması gereken önemli yönlerdir. Kim* lere sorulann verildiği ve elde edilen bulgu* lann kimlere ve ne derecede genelleştirile­ bileceği, dikkat edilmesi gereken yönlerden birkaçıdır. Test Yöntemi Test yöntemi psikolojinin önemli araş­ tırma yöntemlerinden biridir. Önceden ko­ şullan belirlenmiş durumlar yaratarak, bi­ reylerin bu koşuUar içinde nasıl davrandı­ ğını gözlemek için kullanılan araç veya ay­ gıta. test adı verilir. Bireylerin birbirlerine göre nasıl bir sıralanma içinde olduklan, testler yoluyla ortaya çıkanlır. Örneğin, Müzik Yetenek Testi verilerek bir grup kişi­ Reslm 1.11 *Bu soruya nasıl cevap nin, müzik yeteneği yönünden, nasıl bir sı­ vermemi istersin? Bir aile reisi olarak ralanma içinde olduklan ortaya konur. mı. orta gelirii bir vatandaş olarak mı, yoksa bir parti üyesi olarak mı? Aynı biçimde, bireylere Zekâ Testi verile­ rek. birbirlerine göre nasıl bir zekâ sıralan­ masında olduklan gözlenebilir. Günümüz­ de. davranışın hemen hemen her yönüyle ilgili geliştirilmiş testler vardın ö r ­ neğin tutum testleri, zekâ testleri, yetenek testleri, kişilik testleri, kaygı test­ leri. benlik bilincinin türünü inceleyen testler, vb. gibi. Test alanı son derece karmaşık konulan kapsayan önemli bir psikolojik araştırma alanıdır. Testin içeriği, testin yapısı, testin uygulanması, testin yorumlanışı bu alanın belli başlı yönlerini oluşturur. Her bir alt-başlık önemli yöntemsel ve davranışsal sorunlan İçeı^. Psikologlar, test konusunun kap­ samı içine giren değişik konularda birbirleriyle her zaman aynı fikirde değil-

Resim 1.12 Psikobg kişilik testlerinden birini uyguluyor.

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

45

dir. Bazı konularda anlaşırlar, bazı konularda birbirlerine aykın İfadelerde bulunurlar. Alı Cûleryûz'e zekâ testi vererek onun Türk Toplumu İçinde genel zekâ sıralamasında nerede yer aldığını bulabileceğimiz gibi, kişilik testi, müzik ye­ tenek testi, matematik yetenek testi vb. vererek, farklı bireysel özelliklerini de belirleyebiliriz. Gazetelerin magazin sayfalarında sık sık verilen “lyl bir eş misiniz?", “Ro­ mantik mi, yoksa gerçekçi misiniz?", “Kıbbık mısınız?". “Ne kadar çapkm oldu­ ğunuzu öğrenin!" gibi testlerin, bu bölümde sözünü ettiğimiz bilimsel testlerle hiçbir ilişkisi yoktur. Gazetelerde verilen “testler" okuyucuyu eğlendirmek ve merakını kamçılamak amacmı güder. Herhangi bir bilimsel değer taşımaz. Vaka Tarihçesi Yöntemi Bireyin geçmişinde yer alan olayları, betimsel bir biçimde yansıtan “bi­ reysel hlkaye"ye vaka tarihçesi (case hlstoıy) adı verilir. Vaka tarihçeleri, ço­ ğunlukla geçmişteki olaylann hatırlanıp söylenmesi yoluyla oluşturulur. Ha-

Reslm 1.13 Psikolojik bozuklukların incelenmesinde vaka tarihçesi önemli bir yöntemdir. Bu resimleri çizen kadın çoklu kişilik gösteriyordu ve vaka çalışması olarak ele alındığında, her bir resmi farklı bir kişiliğinin yaptığı ortaya çıkarıldı.

46

İNSAN VE DAVRANIŞI

tırlayan kişinin algısal sürecindeki öznellikler, yeniden yapılaştırma süreci içinde etkilerini gösterir. Bu nedenle psikologlar, vaka tarihçelerinde olayın kendisinin değil, “hatırlandığı biçimde" inclelendlğini sürekli göz önünde tu­ tarlar. Psikologlar bazı ender hallerde bireyi uzun bir zaman boyutu içinde gözleyerek günlük tutarlar. Fakat bu tür vaka tarihçeleri azdır, çoğunlukla, hatırlama yoluyla yeniden yapılaştırma türünden vaka tarihçeleri kullanıbr. Vaka tarihçesi yöntemi, özellikle klinik psikoloji alanında kullanılır. Ali Güleryüz'ûn çocukluğu, delikanlılığı, gençlik devrelerinde yer almış önemli olaylarla ilgili sorular sorarak, onun vaka tarihçesini geliştirerek bu­ günkü davranışlannı anlamaya çalışırız. Böyle bir girişim, daha önce de be­ lirttiğimiz gibi, klinik psikologlar tarafından kullanılır.

5. PSİKOLOJİ BİLİMİNİN TÜRK TOPLUMUNDAKİ YERİ Giriş Psikoloji biliminin Türk^toplumundaki yerini tartışmak iki düzeyde yapı­ labilir: (1) Psikoloji biliminin bugünün Türkiye'sindeki yeri, (2) Psikoloji biliminin Türk toplumunda alabileceği potansiyel yer. Günümüzde Türkiye üniversiteleri Ortadoğu ve Balkan Ülkeleri İçinde, İsrail dışında, en gelişmiş psikoloji bölümlerine sahiptir. Tanınmış Batı üni­ versitelerinde, kendi konularında dünyaca bilinen bilim adamlarının rehber­ liğinde yetişmiş birçok Türk psikologu, değişik Türk üniversitelerinde görev yapmaktadır. Bu bilim adamları, zaman ve gayretlerinin büyük bir kısmını, mezuniyet öncesi (lisans düze}^!) eğitim ve öğretime ve üniversitede yöneticilik yapmaya harcarlar. Üniversite yönetimini etkileyen ve hangi konulara ne kadar pará aynlacagına karar veren yöneticiler, ders vermenin ötesinde araştırma çabalanna pek zaman ve para ayırmazlar. Bu nedenle Türk psikologlan ancak kı­ sıtlı bir biçimde araştırma yapabilir. Bazı bilim adamlan kendi kişisel gayretleriyle, koşullan zorlayarak, araş­ tırana ve ya3nn yapabilmekteyse de, Türk psikolojisini modem toplumdaki yef rlne ulaştıracak güce sahip değildir . Bu nedenle, bilimsel yönden iyi yetişmiş olmalanna rağmen, Türk bilim adamlannın büyük bir çoğunluğu, psikoloji biliminin Türk toplumuna yapabileceği katkıları gerçekleştirmekten uzaktır. Bu 3Tûzden bu bölümü, psikoloji biliminin topluma yapabileceği potansi­ yel yararlara ayıracağım. Psikolojinin Türk toplumuna yapabileceği katkılar birey, grup ve toplum düzeyinde ele alınabilir. Birey Düzeyinde Psikolojinin Tararları Psikoloji alanmı incel^ren ve psikolojinin temel kavram ve süreçlerini öğ­ renen birey kendi davranış, düşünce ve duygulannı daha iyi anlama olanağı­

PSİKOLOJİ BİLİMİNİN DOĞASI

47

m bulur. Psikoloji biliminin temel kavramlannı anlamış bir Türk insanı, ken­ di davranışlarını etkileyen İç ve dış etkenlerin daha bilimsel olarak farkmda olur, örneğin. Ali Gûleryûz. girişte kısaca özetlediğimiz günlük hikâyesinde, kendini tamyan biri olarak karşımıza çıkmıyor. Ali Bey psikolojinin temel kavramlannı bilerek yaşamına bakabilseydl. kendi günlük davranışlannın te­ melinde yatan sonınlannın farkına varabilirdi, örneğin, sigara Uıyaklsl olu­ şunun temelinde yatan unsurun yaşam gerginliği olduğunu görebilinll. Bu düzeyde kendini gözleyebilen Ali Bey, yaşam gerginliğini, yaşam kaygısını ni­ çin bu şiddette duyduğunu soruşturabilir ve temelde kendisine güveni olma­ yan bir benlik kavramı (self concept) geliştirmiş olduğunu gözleyebilirdi. Psikoloji biliminin geliştirdiği anlayış. Ali Be/i daha da ileri bir kavrayış düzeyine çıkarabilir ve kendi benlik kavramımn altında, büyük bir olasıliİda ana-babasınm etkilerini görmeye başlardı. Ali Gûleryûz bu anlayışa ulaşabllseydi. davranışınm temelinde yatan nedenlerin farkmda olmayan bugünkü Ali Be3T*den İarklı bir kişi olurdu. Büyük bir olasılıkla sigarayı bırakır, kendi çocuklarını ve karısını daha mutlu eden bir yaşam sürdürebilirdi.* Psikoloji biliminin kavram ve süreçlerini bilen kişiler, kendi davranışlan üzerinde daha düzenli gözlemler yapabilirler. Psikolojinin yöntemleri ve İçeri­ ği konusunda bilgisini geliştirmiş bir birey, kendi davranışına önyargılar, kabplaşmış gelenekler ve görenekler çerçevesinde değil, bilimsel bir yaklaşım içinde bakabilir, örneğin, “kızını dövmeyen dizini döver" sözünü yeniden ve daha bilimsel biçimde gözden geçirir. Psikoloji bilmeyen kişinin, toplumupıuzda sık sık rastladığımız kalıplaş­ mış cevaplann arkasına sığınarak çözümler aramaktan öte başka bir seçene­ ği yoktur. Bilimsel psikoloji açısından insan davranışına bakabilen kimse, daha bilimsel, gerçekliği denenmiş kavramlar aracılığıyla insan sorunlarına yaklaşım tavn geliştirir, örneğin, küçüklüğümden beri sık sık duyduğum bir söz bireyin tatlı ve yağlı yemesiyle ilgilidir: "Ye tatli3a içme suyu, yanarsa yansın; Yc yağlıyı iç suyu, donarsa donsun!" Benim yakın çocukluk çevremde bu söze dayanarak yeme içmesini düzenlenıiş kimseler bilirim. Bilimsel tutum içindeki bir kimsenin bu sözü hemen soruşturacağını ve bu sözün geçerli olup olmadığını araştırmadan körü körüne inanmayacağını bekleriz. Gıda olarak alınan tatlı ve yağlının kişinin bedensel sağlığı yanında, bireyin duygu ve düşüncelerini de nasıl etkilediği konusunda yapılan araştır-

(•)

Sigarayı bırakma konusu, kişinin bireysel ve aile mutluluğuyla İlgili olarak, sade­ ce bir Örnek olarak yukarıda verilmiştir. Bu örnekte, kişinin kendi davranışlarının altında yatan etkenlerle ilgili içgörû ve anlayışın onun davramşını etkileyeceği be­ lirtilmektedir. Sigarayı İçmeyi bırakma konusunda etkili yöntemler geliştirmiş olan bilişsel vc davranışçı yaldaşımlar, bu nedenle burada incelenmemiştir.

48

ÎNSAN VE DAVRANIŞI

mâlar, İlginç sonuçlar vermiştir. Bu araştırmalar, tatlının birçok kimsede ka­ ramsarlık ve çöküntü duygusu yarattığım gösteriyor. Araştırma sonuçlarından haberdar olan birey, yemekten sonra çöken ani karamsarlığın nedenini yediği baklavada arayabilür ve o anda daha olumlu bir davranışa yönelerek, karşılaştığı biyokimyasal zeminli bir duygusal çö­ küntüye kendini kaptırıp koyuvermez. Bu örnekler, bireyin yaşazmnm her yönüyle ilgili olarak çoğaltılabilir. Sonuç olarak şunu söyliyebiliriz: Psikolojinin temel kavramlarım ve sü­ reçlerini bilen birey, kendi duygu, düşünce ve davramşlarmm altmda yatan nedenleri daha iyi anlayabilir. Şimdi okuyucu sorabilir: “ Kendi düşünce, duygu ve davranışlannı daha ^ anlamanm yaran nedir? Türkiye'nin, kendi kendisini dinleyen. 'Acaba bu davranışı ben şimdi niçin yaptım?' diye sürekli düşünen kişilerden oluşan bir toplum olmasını mı istiyorsunuz?" Bireylerin davranışlannın altmda ya­ tan psikolojik nedenleri sürekli deşen kişiler olmasını salık vermiyorum. Bu­ rada söylemek istediğim bir bilinçlenme konusudur. Psikoloji biliminin içeriğini bilen birey kendi davranış, düşünce ve duy­ gularıyla ilgili bir bilinçlenme düzeyine ulaşır. Bilinçlenme düzeyine ulaşan kimse, yaşamının değişik yönlerini tam anlamıyla yaşayabilme olanağına ka­ vuşur. Daha iyi bir baba veya anne, daha yakın ve doyurucu bir eş olur, mesleğini bir öğretmen, doktor, subay, müdür, vb. olarak daha etkin bir bi­ çimde uygular. Psikolojik bilinçlenmeyle kendini daha iyi anlayabilen kimse, eşini, çocu­ ğunu, öğrencisini, yanında çalışan diğer kişileri de daha iyi anlar. “Ben ken­ dimi anlamak istemiyorum. Bilgisiz kalmanın meziyetlerine inan^orum* dü­ şüncesini taşıyacak, eğitim görmüş normal bir kimse düşünülemez. Bilgisiz kimsenin mutlu bir yaşam gerçekleştirme olanağının, bilinçli kimseye oranla daha kısıtlı olduğunu hepimiz biliriz. Psikolojinin Grup ve Toplum Düzeyindeki Katkısı Günlük yaşamımıza kısaca bir göz attığımızda, çevremizdeki diğer kimse­ lerle sürekli olarak ilişki içinde olduğumuzu görürüz. Genellikle grup ortammda diğer kişilerle ilişki içine gireriz, ûmegin, aile her toplumda rastlanan temel bir gruptur. Gruplar toplumun yapı birimleri olarak düşünülebilir. Gruplann düzenli ve sağlıklı bir biçimde işlemesi sonucu toplum düzenli ve verimli işler. Amerika'dan Türkiye'ye ziyarete geldiğimde evli çiftlerle ilgili olarak dik­ katimi şu konu çekti: yeni evlenen çİiUerln evlilik yaşamlarında karşılaştıklan en büyük sorun, kadmın ana-babasıyla kocanın ana-babası arasındaki ilişkideki gerginlik olmaktadır. Gözlemlediğim kadarıyla, toplumumuzda evle­ nen çiftlerin aileleri de bir bakıma birbirleriyle evleniyorlar ve ailelerdeki bü­ yükler. çocuklanmn mutluluğundan daha çok. birinci plana, maalesef, kendi gurur ve bencilliklerini koyuyorlar. İki aile arasında oluşan gerginlik çoğu kere bazı beklentilerin yerine geti­ rilmemesinden doğuyor ve yeni evlilerin arasındaki ilişkiye kendini yansıü-

PSİKOLOJİ BİLİMiNİN DOĞASI

49

yor. Türkiye’deki genç evlilerin mutluluğu, iki birey arasındaki ilişkiyi aşıp, aileler arasmdaki ilişkiyi de kapsıyor. İki aile arasındaki ilişkiyi iyi yönde ge­ liştirdiğimiz an, çiftler arasmdaki evlilik ilişkisi de iyi yönde gelişiyor. Grup ilişkilerinin doğasını inceleyen psikologlar, önemli kavramlar ve teknikler geliştirmişlerdir. Bu kavram ve teknikler, aile ilişkileri İle İlgili ola­ bildiği gibi, bir şirket idare heyetinin veya smıftaki öğrencilerin davranışmı da Ugilendlrebilir. Şirket yöneticisi, askeri birliğin komutanı, sınıfta ders ve­ ren öğretmen, hastaneyi yöneten başhekim, mahalle veya köyü yöneten muh­ tar ve benzeri kişiler, psikolojinin yöntem ve kavramlanndan faydalanarak, gruplanndaki insan ilişkilerini düzenli, sağlıklı ve verimli yönde geliştirebilir­ ler. Bireyin ve grubun psikolojisini bilen kişi, iyi yönetici olmaya adaydır. Türk toplumu geleneksel, dini bir toplum olmaktan çıkıp laik, modem, en­ düstriyel bir toplum olma süreci içine girmiş bulunduğundan, gruplarm çahşmasıyla ilgili bilgi ve teknikler, sosyal yaşamın her yönünde gerekli olmaya başlamıştır. Kağıtçıbaşı (1990) .Türk kalkınmasının altında bulunan insan modelinin. Batı psikologlarının önerdiği insan modelinden farklı olabileceğine işaret eder. Kalkınma çabasının altında yatan temel insan modeli açıklığa kavuş­ madan gösterilen gayretler, Türk kültürünün temel yapısına uymayan un­ surlara göre planlanacağından verimli olmaz. Üstelik bu tür gayretlerle elde edilebilecek bir ekonomik kalkınma, önemli sosyal ve siyasal huzursuzlukla­ ra yol açar. Grup düzeyinde söylediklerimiz, genel toplum düzeyinde de geçerlidir. Bir toplumu arkasına alabilen ve kendi görüşleri çerçevesinde toplumu düzenleyebilen siyasal önderler, insan psikolojisiyle ilgili bazı temel kavram ve süreçleri iyi bilen insanlardır.

İkinci BAlüm

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

Bu bölümü okuduktan sonra şu sorulann cevaplarını verebilmelisiniz: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8.

Sinir hücresinin temel yapısı hangi bölümlerden oluşur? Sinirsel uyanm bir hüo râden diğerine nasıl aktanhr? Sinir hücrelerinin biraraya gelmesinden oluşan kaç tür grup vardır ve isimleri ne­ lerdir? Beyin kaç bölümden oluşur ve beyin araştırmalarında hangi yöntemler kullamlu? . Beyin kabuğunun insan davranışı için önemi nedir? Beyin kabuğunun değişik yöreleri ile değişik insan davranışlan arasında ne gibi bir ilişki vardır? Aynk beyin nedir ve ayrık beyin üzerinde yapılan araştırmalar beyinin işleyişi ile ilgili bize ne gibi bilgiler verir? Kaçtûr İç salgı bezi vardır ve ne gibi işlevleri yerine getirirler? Gen nedir ve insan davranışıyla ne gibi ilgisi vardır? Kaç tür gen vardır? İkizler üzerine yapılan çalışmaların psikolojik önemi nedir?

insan davranışının temelinde yatan nedenleri anlamaya çalışan psikologa 1ar. İnsanın biyolojik yapışma ve onun nasıl çalıştıgma İlgi gösterirler. Tip bi­ liminin değişik dallarmdaki gelişmeler. İnsan davramşmm altında yatan bi­ yolojik temelleri anlamamıza yardımcı olur. Bu nedenle fizyoloji, nöroloji gibi tıp bilimleriyle, psikoloji gibi davranış bilimleri arasında sıkı bir bilgi ahşveıişl sOıegellr. Bu bölümde sinir sistemi ve İç salgı bezlerinin yapı ve işleylşlninln davranışı nasıl etkilediğini İnceleyeceğiz. Daha somut bakabilmek İçin konumuza bir örnek vererek gireceğiz, öm egln adı “Kara kutu ömegrdir.

1, KARA KUTU ÖRNEĞİ Aşağıdaki gibi bir durumla karşılaşıldığını varsayalım; “Kara kutu” adın­ da bir kutunun İncelenmesi gerekiyor. Kutı^un giriş ve çıkış uçlan var ve uçlar aracılığıyla kutuya belirli sayısal degerîer. “girdlTer verilebiliyor. Kutu kendisine verilen sayısal değerler üzerinde bazı İşlemler yaparak öbür ucun­ dan başka değerler, “çıktı"lar üretiyor. Verilen sayısal değerler üzerinde belir-

52

Gtndi

Şekd 2.1 Kara kulunun giriş ucun­ dan verilen değerier, çıkış ucundan verilen değerierie karşılaştırılır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

11 işlemler 3rapabllen kutunun nasıl çalıştığı bulunmak isteniyor. Kutunun giriş ve çıkış uçlan belirleniyor ve deneme başlıyor. Birinci Deneme Kara kutunun giriş ucuna 1,2.3 gibi sa3asal değerler verildiğinde, çıkış ucundan 2.4,6 gibi çıkış değerleri elde ediliyor. Sonuçlara ba­ karak. kutunun işlevinin giren değeri ikiyle çarpmak olduğu sonucuna varılıyor. Daha sonra sonuç pek doyurucu bulunmuyor çün­ kü kutunun düşünüldüğünden daha karma­ şık olduğu ve çevredeki ışık ve ses miktarma göre işleyişini değiştirdiği söyleniyor.

İkinci Deneme Aym deney karanlık bir odada yapıldığında, yukanda verilen giriş değer­ lerine karşılık olarak 1. 4 ve 9 çıkış değerleri elde ediliyor. Bu denemede kara kutunun karanlıkta verilen giriş değerlerinin karesini alarak (1^, 2®. 3* gibi) çıkış değerleri verdiği gözleniyor. Üçüncü Deneme Yukandaki değerler sessizlikte yapılan denemelerin sonuçlandır. Yüksek düzeyde gürültü koşullan içinde yapılan deneyde, sessiz koşullar altmda el­ de edilen değerlerin yansının elde edildiği görülüyor. Bu sonuçlar nasıl açıklanabiliı^ Başka bir deyişle, kara kutu ışıklı ya da karanlık, sessiz ya da gü­ rültülü ortamlann farkına nasıl vanyoı? Kara kutu açılarak gözlenmek istendiğinde, işlemez hale geliyor ye ku­ tuyla deneme yapma olanağı ortadan kalkıyor. Bir süre sonra Imianlık ve ışık hallerini ayırt edemeyen bozuk bir kara kutu bulunuyor. Normal İşleyen kara kutu İle bozuk kara kutunun iç yapılan karşılaştırılıyor. Karşılaştırma sonucunda, hangi iç yapının çevredeki ışığı ^'algılama*' işlevini yüklendiği an­ laşılıyor. Karşılaştırma yöntemi kullanılarak, sesin şiddetini “algılayan" iç ya­ pı da keşfediliyor. Karşılaştırmalar, kara kutunun iç yapısıyla onun işlevleri arasmdaki İlişktyl ortaya çıkarıyor. Psikologlann İnsan davranışıyla ilişkileri, yukarda anlatılan kara kutu ilişkisine benzer. Psikologlar, insan davranışmm temelinde yatan temel fak­ törleri anlayabilmek için, kara kutu denemesine benzer'durumlar yaratırlar. İnsanm be3mini açarak psikolojik denemeler yapmak olanağı olamadığı İçin, davranış bozukluklan gösteren kimseler öldükten sonra beyinleri incelenir, böylece belirli beyin yapılan ile davranışın türleri arasmda İlişki kurmaya ça­ lışılır. Kara kutu benzetmesini yaparken, insan sinir sistemi ve davranışmm karmaşıkligmı da unutmamak gerekir. Kara kutu örneği, psikologlann İnsan davranışıyla ilgili olarak karşılaştığı gerçek sorunun binlerce defa basitleşti­ rilmiş bir modelini temsil eder.

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

53

2. DAVRANIŞ ÖRNEĞİ Masa üzerinde duran bir bardak suyu alıp içmek İsteyen insanı düşü­ nün. Suyu içebilmesi için kişinin, en azmdan aşağıdaki işlemleri yapabilmesi gerekin (1) (2) (3)

Su gereksinmesi olduğunun farkma varması. su bardağım ve İçindeki suyu tanıması. o koşullar içinde suyu içmesinin İçinde bulunduğu sosyal ortam İçinde normal bir davramş olduğuna karar vermesi. (4) eli su bardağına uzanırken, bardakla eli arasında sürekli olarak kı­ salan mesafeyi, geri-blldirim sürecinden 3rararlanarak« doğru algıla­ ması ve bardağı yakalayabilmesi. (5) bardağı yakalayan elin bardağı belirli bir kuvvet derecesinde kavra­ ması (çok sıkarsa bardak kırılır, gevşek tutarsa bardak elinden dü­ şer), (6) elin kavradığı bardağm ağıza uygun hız ve mesafede getirilmesi (aynı (4)*te olduğu gibi burada da sürekli geri-blldirim sürecinden fayda­ lanmak gerekir), (7) ağızın açıüş^rla bardağın dudaklara dokunuşu arasmda, (8) 3Tutkunnıa davranışımn hızıyla ağıza giren suyun miktarı arasında, (9) yutkunma davranışıyla nefes alma davranışı arasında, (10) ağıza girmesi istenilen su miktarı ile bardağın ağızla oluşturduğu açı arasında ve buna benzer yüzlerce davramşsal ve algısal süreç arasında dengeleme ve işbirliği (koordinasyon) yapabilmesi gerekir. Yukarıda saydıklarımız aklımıza geliveren ve kabaca göze çarpacağını umduğumuz olaylardır. Her bir davranışm altında yatan binlerce sinirsel sü­ reç. saniyenin binde ve hatta milyonda biri kadar ufak birimlerle ifade edile­ bilen kısa bir zaman sûresi içinde sinir sisteminde gerçekleşir. Böylece, dış dünyadaki ışınsal eneıji (bardak görüntüsü), gözün retinasına iletilir, oradan da diğer görsel sinirler aracılığıyla insan be}nrıinin değişik bölgelerine gönderi­ lerek anlamlandırılır. Bu anlamlandırmanın sonucunda, uzanıp bardağı al­ ma ve suyu içme davranışı gerçekleşir. Bir bardak suyu içmenin basitliğinin yanında, hastasına kalp ameliyatı yapan bir doktorun davranışının altında yatan süreçleri tahmin edin. Doğanın değişik yönlerini anlamaya çalışan bilim adamlarının zihinsel faaliyetlerinin ve onları ifade etmede kullanılan dil davranışının altında yatan sinirsel süreç­ lerin karmaşıklığını dûşûnûn. Bu örneklerde de gördüğünüz gibi insan sinir sistemi, çok yönlü ve karmaşık davranışların ortaya çıkmasına olanak verir. Bu bölümde ilk olarak, İnsan sinir sisteminin yapısını ve İşlevlerini göz­ den geçireceğiz. Oku}rucunun hatırlaması gereken önemli nokta şudur. Sinir sistemi ile ilgili çalışmalar henüz oluşum halindedir. İnsan beyni, insan bey­ nini incelemektedir. Kendisini bilimsel çalışma konusu yapan insan beyni, ne kadar büyük bir karmaşıklığa sahip olduğunu görmekte ve her yıl binler­ ce araştırma ile bu bilinmeyen sim çözmeye çalışmaktadır. Burada verilen

54

in s a n v e

DAVRANIŞI

bulgular, okumayı öğrenen öğrencinin İlk alfabe)rl öğrenmesi gibi başlangıç, temel bilgilerini İçerir.

3. İLK DOZEV: SİNİR HÜCRESİ İnsan sinir sistemi, bedenin her yerine yayılmış olan ve her birimi birbiriyle ilişki halinde bulunan bir elektriksel ve kimyasal iletişim ağıdır. Bu ileti­ şim ağını anlayabilmemiz için, önce sinir düzenini oluşturan temel birimleri çeşitli düzeylerde inceleyeceğiz. İlk düzeyde sinir hücrelerini göreceksiniz. Nöron adı verilen sinir hücreleri sinir sistemini oluşturan temel birimlerden­ dir. İkinci düzeyde sinir hücre gruplaşmalarını inceleyeceğiz. Bu gruplaşma­ lar sinir hücrelerinin belirli bir işlevi yerine getirmek için biraraya gelmeleri sonucu oluşur. Daha sonra, üçüncü düzey olarak, tüm sinir sisteminin nasıl bir düzen içinde çalıştığım gözden geçireceğiz. En son aşamada da beynin kı­ sımlarına. bu kısımlann işlevlerine ve birbirleriyle ilişkilerine bakacağız. Temel Birim: Nöron (Sinir Hücresi/neuron) Sinir sistemi, bedenin diğer organlan gibi hücrelerden oluşmuştur. Sinir sisteminin bir parçası olan İnssm beyninde 13 milyar kadar sinir hücresi vardır. insan beyninin ortalama ağırlığı ise ancak 1,5 kilo civanndadır. Sinir sistemi iki tür hücreden oluşur. Nöron adı verilen bir tür sinir hüc­ resi. organizmanın her türlü işleminin temelinde yatar. Bu İşlem dışarıdan gelen uyancılann algılanarak onlara yapılan tepkilerin altmda bulunduğu gi­ bi, kalbin ve midenin çalışması gibi iç organlarla da ilgili olabilir. Nöron bizim üzerinde duracağımız temel sinir hücresidir çünkü, öğren­ me. hatırlama, düşünme, algılama gibi bilişsel davranışlan da İçeren her tür­ lü insan davramşmm temelinde bulunur. Clia (gliali) hücre adı verilen diğer bir tür sinir hücresinin işlevleri tam anlamıyla açıklığa kavuşmamıştır. Şim­ dilik bildiğimiz, bu hücrelerin nöronlann çalışmasını destekleyici ve onları besleyici bir işlevi olduğu yönündedir. Son yapılan araştırmalar, glia hücrele­ rinin insan belleğinde önemli rol oynadığmı gösteriyor. Fakat verilerin başka araştırmalarla desteklenmesi gerekir. Sinir Hücresinin Tapısı Sinir sistemindeki hücrelerin tümüyle doğarız. Bir nöron öldüğü zaman yerine yenisi gelmez. Beynin ağırlık kazanması, yeni nöron eklenmesinden değil, nöronlann ve glia hücrelerinin büyümesinden ve aralannda bağlantılar kurulmasmdan İleri gelir. Temel işlevi duyusal ahcüar (receptor), diğer nöronlar ve kaslarla İletişim kurmak olduğundan, nöronun yapısı bedendeki diğer hücrelerin yapısından farklıdır. Bunun yanmda, nöronlar kendi aralannda gördükleri işleve göre farklı yapılara sahiptirler. Şekil 2.2’de, tipik bir nöron yapısı gösterilmiştir. Şekil 2.3'de ise sinir sisteminde rastlanan beş ayn nöron gösterilmiştir.

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

55

HO cragövtoi

Sloptazma (höcro8iV0i) I*

Çe»röeH

Sinaptik kesecMar (kesit göıOrrtO)

DiğernOronundendrtti SInapttkaralık

Şekli 2.2 Sinir hOcresi/nÖron ve hücreyi oluşturan kısımlar. Alt kısımdaki büyütülmüş şekil sinaps yapısını göstermektedir.

OnurUkttbduntfi hareket nOronu

OerideU uzmanla^manuşdıa

Koku elma

Ktsa

am^Aon

Şekil 2.3 Sinir sisteminde bulunan değişik nöron tOrleri. A: dendrit B: hücre gövdesi C: akson, 0: akson ucu (uç ftrça/çıplak akson)

56

ÎNSAN VE DAVRANIŞI

Biçimleri ne olursa olsun nöron­ lar ûç kısımdan oluşun hücre göV' dest dendriSler ve akscn. Hücre göv­ d esi Şekil 2.2'de gösterildiği gibi hücre çekirdeği hücre sıvısı ve hücre zam dan oluşur. Hücre sıvısı (sitoplazmcO pelte yapısını andırır ve hüc­ renin yaşamasını temin eden besle­ yici maddeleri içerir. Hücre zan hüc­ renin smırlannı belirleyen bir deri işlevini görür. Hücre çekirdeği hüc­ renin nasıl büyüyeceğini ve büyü­ yünce ne biçim alacağım belirleyen kromozomlan ve genleri içerir. Hücre gövdesini, ağaç dallan gibi çıkan ve elin pamıaklannı andıran dendrit adı verilen uzantılar çevre­ ler. Dendritlerln değişik türleri var­ dır. Şekil 2.2*de görüldüğü gibi, dendritler uzun, ince ve kıvrımlı ola­ bildiği gibi, kısa bir çalı görünümü de alabilir. Akson (axon) hücre gövdesinden çıkarak uzanan bir kuyruğu andınr. Aksonun boyu, sinir sisteminde gör­ düğü işleve bagh olarak değişir; mili­ metreden daha küçük veya bir met­ reden daha büyük olabilir. Bazı nöronlann aksonlan miyeltn fcıiı/yla (myelin sheath) kaplıdır. Miyelln kılı­ fı sinir akımının daha süratli olarak akson üzerinden iletilmesini sağlar. Basit hayvanların sinir sistemlerinde rastlanmayan miyelin kılıfı, evrimsel aşamada yüksek basamakta bulu­ nan hayvanların sinir sisteminde bulunur ve en çok insanm sinir sis­ teminde gelişmiştir. Bu gözlem, miyelinin evrimleşme içinde bir aşamayı gös­ terdiği düşüncesini destekler. Şekil 2.2'de görüldüğü gibi, miyelin kılıfı bazı yerlerde boğumlanmış ve akson, iki boğum arasında miyelinsiz kalmışbr.

Şekil 2.4 Sinaptik aktarımda adımiar; (1) Sinirsel aktancı (nörotransmiter) nöronun hücre gövdesinde oluşur ve akson ucuna gelir. (2) Sinirsel aktancı. kesedk denen ufak kapçıklara doluşur. (3) Gir elektrik akımı ya da aksiyon potansiyeli akson ucuna ulaşınca, keseciklerdeki sinirsel aktarıcılar, sinaps aralığına boşalır. (4) Sinapstaki aralıktan geçen sinirsel aktancılar diğer hücrenin öendritindeki alıcı yerlerine dolar. (5) Alıcıların yerlerine dolan sinirsel aktarıcı, sodyum iyonlannın, sinapstan sonraki hücreye geçmesine yol açar. (6) Sinirsel aktarıcı, sinapstan önceki hücreye giderek, yeniden kullanılmak üzere, hazır beklemeye başlar

Bazı aksonlar uca doğru ikiye a3mlıp yan aksonlar (auxiliary axon) oluş­ tururlar. Akson uçlarmda uç fırça (end brush) diyebileceğimiz çalı görünü­ münde bir kısım vardır. Uç fırça sinaptik birleşim yerlerinde (synaptic knob) biter. Uç fırçalarda sinaptik kesecikler (sinaptik kapçıklar/synaptic vesicles) vardır. Sinaptik keseciklerin içlerinde sinirsel aktancûar (neurotransmltters)

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TCMELLERl

57

adı verilen kimyasal maddeler bulunur. Bu kimyasal maddeler sinirsel akı­ mın bir nörondan diğer bir nörona aktarılmasında İşlev görürler. Sinaps adı verilen bu birleşme yerlerinde sinirsel akım bir nöronun aksonundan bir baş­ ka nöronun dendritlerine ulaşır. Şekil 2.4'de yalnız iki nöronun birleştiği bir sinaps gösterilmiştir. Gerçekte bu durum enderdir. Normal olarak İnsan sinir sisteminde yüzbinlerce nö­ ron sinapslarda btrbirtyle ilişki içine girer. Bu durumda düşünülebilecek nö­ ron birleşimleri hemen hemen sonsuz denebilecek kadar çoktur. İnsan sinir sisteminde bulunan botûn sinaptik birleşimleri temsil edebilecek bir bllgisayann, en modem mikro-transistörler kullanılsa dahi, yer küresinden daha bûyOk bir hacmi kaplayacağı hesaplanmıştır. İnsan elinin avucu içine sığabllen ve ancak 1.5 kilo ağırhğmda olan beynin karmaşıklığım, böyle bir karşı­ laştırmadan sonra daha tyi anlayabiliyoruz.

Resim 2.1 Bu fotoğraf, sümüklüböcekteki sinapsların 2000 defa büyütülmüş şeklidir. Gördüğünüz gibi basit bir sinir sisteminde bile yüzlerce sinap bağlantı kurmaktadır.

Sinir Hücresinin İşleyişi: Üç Tür Bilgi İşlem Sinir hücresinin yapısını bir dereceye kadar öğrenmiş bulunuyoruz. Şim­ di de sinir akımının bir hücreden diğerine nasıl geçtiğini İnceleyelim. Sinir akımlan elektro-kimyasal süreçlerdir. Bir nöronun dendritl ona yakın diğer nöronlann faaliyetinden etkilenir ve bu uyanm aksonda bir elektrik yüklen­ mesine yol açar. Elektrik yüklenme belirli bir dereceye geldiğinde bir elektrik­ sel akım harekete geçer ve hücre gövdesinden aksona ve oradan da sinaptik birleşim yerlerine doğru akar.

58

İNSAN VE DAVRANIŞI

Elektriksel enerji bir Watt’m milyarda birine denktir ve nöronun herhan­ gi bir noktasında ancak saniyenin binde biri, yani bir milisaniye kadar du­ rur. Bu enerji sinaptik birleşim yerine geldiğinde sinaptik keseciklerde bulu­ nan slnlrsel-aktancılan etkiler. Etkilenen kimyasal maddeler sinaptik aralıktan (synaptic gap) geçerek öbür nöronun dendritlerine ulaşır. Sinaptik arahk santimetrenin iki milyonda biri boyunda çok ufak bir aralıktır. Bu ufak aralı­ ğı geçen sinirsel aktarıcılar diğer nöronun dendrltlerini etkiler ve sinirsel enerji, yeni nöronda tekrar başlar. Nöronun değişik kısımlan sinirsel enerjinin akımmda belirli bir rol oy­ nar. Sinirsel enerjinin bir sinir hücresinden geçişi sırasında ûç tûr aktarma işin içine giren (1) Bir nöron başka nöronlar tarafmdan uyanldığından. kendisine gelen değişik uyanlann tûmûnû özetleyebilen bir işleve gereksinmesi vardır, özetleyici işleve bütünleme (iritegration) adını veriyoruz. Bu işlevden yararlanarak belirli bir nöron, diğer nöronlardan gelen enerji akımlannı bütünleştirir ve bütünleşmiş enerjinin düzeyi belirli bir aşamaya ulaşmca tepkide bulunur. (2) Elekrokimyasal enerji belirli bir şiddete ulaşınca nöron, sinirsel enerJbi akson tepeceğinden aksona aktarır ve enerji, akson boyunca sinaptik bir­ leşim yerine doğru akar. Bu akışa akson boyunca iletim (axonal conduction) adını veririz. (3) Aksondan gelen sinirsel enerji sinaps aralığından elektro-kimyasal maddelerden oluşan sinirsel aktancılar aracılığıyla diğer nöronlann dendrit­ lerine ulaşır. Bu ulaşım sinaptik aktarım (synaptic transmission) admı alır. 1. Tür: Akson boyunca iletim önce akson boyunca sinirsel enerji akımmı inceleyelim. Bir elektrik akımmın tel boyunca ilerlemesi, sinirsel akımın akson boyunca ilerlemesine ör­ nek olarak verilmek istenebilir, ne var ki gerçekte bu benzetme doğru değil­ dir. Her şeyden önce, sinirsel akım elektrik akımından daha yavaştır. Şimdi­ ye kadar tesbit edilen verilere göre akson geçimi en hızlı saatte 300 kilomet­ re. en yavaş 40-50 santimetre olur. Sinirsel akımın akson boyunca İlerlemesine bir dinamit Htili daha İyi bir örnek oluşturur. Kibrit yakıldıktan sonra İltlİe çok yaklaşbnimazsa. fitil ateş almaz. Ancak kibrit yeterli derecede yaklaştınidığında fitil ateş ahr. Kibritin ateşi İster küçük, İster büyük olsun, fitil tam kapasiteyle yanmaya başlar. Fi­ tilin ateş alan kısmı, kendisine bitişik kısmı ateşler ve böylece yanma fitilin sonuna kadar devam eder. Akson bp3mnca akan sinirsel eneıji buna benzer, aradaki tek fark şudur, fitildeki yanan madde yerine, akson boyunca elektrokimyasal bir oluşum devam eder. Aynca, fitil bir kere yandıktan sonra bir da­ ha ateşlenemez, ancak akson tekrar tekrar uyanlabilir. Elektrvkimyasal süreç: Aksiyon potansiyeli Sinir eneıj İsinin akson boyunca akmasının temelinde elektroklmyasal (electrochemical) süreç yatar. Şekil 2.5, 2.6 ve 2.Tde görüldüğü gibi, elektrokimyasal süreç iki aşamahdır. Sinir hücresinin içindeki sıvı iyon (lon) adı ve-

DAVRANIŞIN BlYOUXJlK TEMELLERİ

Tekrar 6aj)lanmış dinlenme hali

Aksiyon potansiyeli

59

Dintenme hali

Uç (»çaya gider-

Sinir aktmınmydnO Şekil 2.5 Elektro kimyasal enerjinin akson boyunca akışı, hücre zannın her iki yanında bulunan elektrik yüklü potasyum ve sodyum iyonlarının vartığıyla gerçekleşir. Hücre zarı uyarılınca sodyum (Na*^) lyonlan hücre zarının İç kısmına akarlar. Bu değişme aksiyon potansiyelini ortaya çıkarır. Daha sonra içerde bulunan potasyum (IC) iyonlan hücre dışına akarak dinlenme halindeki durumu yeniden yaratırtar.

rüen elektrik yûklû ufak zerreciklerle doludur. Sinir hücresinin dışında kalan sıvıda da farklı elektrik yûklû İyonlar vardır. Hücre zan sadece bazı İyonların bir yandan diğerine geçmesine izin verir. Dinlenme durumunda hücre zan potasyum iyonlanm (K*) geçirir. Sodyum lyonlan (Na^ İse hücre zanndan geçem^ecek kadar büyük olduklan için dışanda kalır. Hücre içi ve hücre dışı sıvılardaki iyonlar farklı yoğunlukta olduklanndan, sinir hücresi dinlenme halinde İken zann içinde ve dışında az bir elektrik gerilimi vardır. Hücre zannın iç kısmı, hücre zannın dış kısmına göre biraz daha negatif elektrik yüklüdür. Bu duruma hücrenin polarize hall (polarized) denir. Hücre gövdesi yakın nöronlann sinaptik aktancılan tarafından uyarıldı­ ğında. İyon geçirgenlik derecesi birdenbire değişen hücre zan. sod3mm b^onlarmı geçirebilir bir duruma gelir. Geçirgenlik derecesinin değişmesi, aksiyon potansiyel (action potential) adı verilen elektrokimyasal süreci akson boyunca sürdürecek biçimde başlatır. Dışanda kalan s o c ^ m iyonlan İçeriye akmaya başlar. Sodyum iyonlannm akışı sonucu, zann o kısmmın içi, dışarıya göre daha pozitif yûklû duruma gelir. Bu duruma hücre zannın depolarize hall (depolarized) denir. Zann bir noktasındaki elektrik yük değişikliği (depolarizasyon) zann bu noktaya bitişik diğer yerlerinde geçirgenlik derecesinin değişmesine yol açar ve pozitif elektrik yûklû sodyum iyonlannm içeriye akışı sonucu, o noktada da depolarizasyon olur. Depolarizasyon olan kısım, aynı yûklû İyonlar birbiri­ ni ittiğinden. İçerde bulunan pozitif elektrik yûklû potasyum (KT İyonlannm dışanya çıkmasma yol açar ve denge böylece yeniden kurularak dinlenme ha’ li oluşur. Bu zincirleme değişim, daha önce bahsettiğimiz fitilin yanması gibi.

60

in s a n v e

DAVRANIŞI

aksonun sonuna kadar devam eder, özel ola­ rak, aksiyon potansiyeli hücre zannın iki ya­ nında bulunan iyonların yer değiştirmesiyle oluşur. Sinirsel akımın gûcû akson bkûrenln dille hiç ilişkisi olmadığı söylenemez. Konuşma ve yazma gibi dilin hareketle ilgili kısımlarının sol yan-kûreyle ilgili olduğu açıktır, fakat bir kelimeyi tanıma ve anlama sag yan-kûrece de başanlabilir. Deneyler, sol yan-kûrenin dille ilgili işlevleri üzerine 3rûkledigini ve sag yan-kûreden. dil açısından daha yetenekli bir durumda olduğunu gös­ termiştir. Okuma, yazma ve matematiksel işlem yapma gibi becerileri sol yan-kûre daha uzmanlaşmış bir biçimde işleyebilir. Sag yan-kûre mekânda kendimizi yöneltmemizi, yapısal biçimleri ve yapısal örûntûlerl tanımamızı ve müzik formlannı hatırlamamızı ve tanımamızı sağlar. İki beyin yan-kûresl normal koşullar altında sürekli birbirleriyle iletişim halindedir ama. her birinin fark­ lı işlevi vardır. ı Bugün birçok psikolog, sol yan-kûrenin entelektüel, analitik, kritik dü­ şünceden. sag yan-kûrenln İse mekânla ilgili, artistik ve sezgisel algılama­ dan sorumlu olduğunu dûşûnûr. Ne var kİ. böyle bir genelleme, beyin gibi son derece karmaşık İşlevleri olan bir yapı için oldukça yetersizdir. Shanon

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

83

(1980) adında bir araşünnacının bulgulan, sol yan-kûrenln müzik kompozis­ yonunda kullanıldığım göstermiştir. Özellikle, müzik kompozisyonunda veri­ len kararlar karmaşıklaştıkça , sol b ^ n daha da işin İçine girmiştir. Bu bul­ gulardan anlaşılabileceği gibi, bir yan-kûrenin tek tûr bir İşlemi yOklendiğinl söylemek doğru olmayacaktır. Diğer aynk-bcyin çalışmalan başka yönlerde de hayret verici gözlemlere yol açmıştır. Bu sonuçlardan biri de aynk-beyin a m e l^ tı geçinniş kimsele­ rin. bazı işlevleri, normal beyinli kimselerden daha İyi yapabilmeleridir. Ellenbeny ve Speny (1980) adındaki araştırmacılar aynk-beyin ameliyatı geçirmiş kimselerin bir yan-kûresine bir görev verirken, aym anda diğer yan-kOreye bir başka görev vermişlerdir. Aynk-beylnli kimseler *‘lki İşi aym ayna anda yapma” türünden görevlerde, normal beyinli kişilerden daha ûstûn başan göstermişlerdir. Bu gözlemden çıkan sonuç şudur: Normal beyin, belirli bir görevi yerine getirirken, o görevin türüne göre bir yan-kOreyl ağırlıklı olarak kullansa dahi, diğer yan-kûreyle sürekli iletişim halindedir ve beyin “bir bûtûn olarak çalış­ ma” eğilimindedir. Ameliyat sonucu iki bağımsız y a n -k û r ^ a3mlınca, beynin bir bütün olarak çalışabilmesi ortadan kaldmldıgmdan, her bir yan-kûre kendi başma bağımsız olarak bir görevi, diğer yan-kûreden hiçbir kanştmcı etki gelmeden başarabilmektedir.

“Adam

siyah kaşlar veb/y/k“

Şekli 2.21 üstteki resim perdede görülen resimdir. "Ne görQ/or8unuz?*d{/6 sorul­ duğunda ayrık beyinli denekler. "Siyah kaşlan ve bıyığı olan bir adam” dedikleri halde, "İki resimden hangisini görüyorsun, gösteri" dendiğinde, kadın resmini gös­ termişlerdir. Konuşmanın sol yarım kürenip, göstermenin sağ yarımkürenin etkisin­ de olduğunu kanıtlayan bir deli) de budur.

84

İNSAN VE DAVRANIŞI

Diğer hayret verici bulgulardan biri de kadın ve erkek beyinleri arasında­ ki farklılıkla ilgilidir. Ladavas. Umilta ve Rİccl-Bira (1980) adlı araştırmacıla­ rın bulgularına göre kadınlar fotograflaıdaki heyecansal İfadeyi sag yanküreleriyle daha kolayca tanırlar. Erkeklerde İse sag ve sol yan-kûreler. fo­ toğraflardan heyecansal İfadeyi tanıma bakunmdan bir farklılık göstermezler. Bir başka gözlem sag ya da sol elin baskm olmasıyla ilgilidir. Genel ola­ rak bir toplumun yüzde 2 ile 5'i ârasmda değişen bir oranı solaktır. Sag elini kullananlarda sag ve sol yan-kûreler yukarıda anlattıgMnız türden bir İşleyiş tara gösterdikleri halde, sol elin baskın olduğu kişilerde iki yan-kûre arasın­ daki bu fark kaybolur. Bu kişilerde her iki yan-kûre birbirine eşit işlevler yapmaya yönelir. Bazı solaklarda ise. sag eli hakim olanlarda görülen yankûre işleyişlerinin tam aksi bir tablo çıkar (Piazza. 1980). Kişinin yapmakta olduğu davranışa göre, o davranışın temelinde yatan beyin bölgesi faaliyet gösterir. Örneğin, birey konuşurken sol yan-kûre. sag yan-kûreye göre daha aktif dur. Aynı birey, mekân algılamasıyla ilgili bir fa­ aliyete başlayınca, sol yan-kûredeki faaltyet azalırken sag yan-kûredeki faali­ yet artar. Bu gözlemleri dikkate alan bazı bilim adanılan, bizim, birbülnden farkh görevler yapan İki farklı beyin yan-kûresiyle doğduğumuzu söylerler. Diğer bazdan ise. bunun doğuştan olmadığını, kişinin gelişme devresindeki yaşantılanna ve elde ettiği becerilere dayalı olarak, beyin yan-kûrelerinin . özelleşmiş işlevler geliştirdiklerini söylerier. Bu sorunun cevabını henüz bilmtyoruz. İlerde yapılacak araştırmalarla açıklığa kavuşacak bir soru olarak, şimdilik her iki yoruma da olasıbk tanımak zorundayız. Akılda tutulması gereken en önemli konulardan biri şudur. Beyin tûm olarak çalışan bir sistemdir. Bazı beyin bölgeleri belirli işlevler İçin uzmanlaş­ mış olabilir. Fakat her bir be3rin işlemi beynin tûmûnû ilgilendiren bir olay­ dır. En basit beyin işleminin bile temelinde çok sayıda son derece karmaşık ilişkiler yatar. Bqnnl, değişik yerleri birbirinden habersiz olarak çalışan, bir­ birinden kopuk işlevler toplamı olarak görmek yanlıştır. Beyin her bölümü diğerleriyle ilişki kurmuş bir sistemdir ve bir bûtûn olarak çalışır. Bu bütün­ leşmiş bağlam içinde bazı bölgeler, bazı işlevler konusunda uzmanlaşmıştır. Şimdi davranışımızı etkileyen bir başka sisteme, iç salgı bezlerine baka­ lım. Sinir sistemiyle ilgili çalışmalar ilerledikçe, sinir sistemiyle İç salgı bezle­ ri düzeninin İlişkisi açıklığa kavuşmaktadır.

8. İÇ SALGI BEZLERİ Vücudumuzda iki tûr salgı bezi vardır: Kanallı bezler ve kanalsız bezler. Kanallı bezler (duet gland). ağızda salya oluşması, gözden yaş akması ve ter­ leme durumlarında olduğu gibi belirli bir kanaldan salgılarını akıtan bezler­ dir. İnsan davranışını önemli ölçüde etkilemediklerinden, bu bezlerin işleyiş­ leri psikologlann pek ilgisini çekmez. Kanalsız bezlere iç salgı bezleri (ductJess/endocrlne glands) adını veriyo­ ruz. çünkü hiçbir kanal aracılığı olmadan salgılarım doğrudan kana boşaltır-

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

85

/^oAcMylbm tnmoflu, ıfaotreftı(rSH);adM)al kMitaMlıfACTHK

90fMdM)(FSKLH.M

fıomnı (ADH) «BolBtoaln

/Mbourinsainvi

aatraim vBpraouttfMt

Şekil 2.22 Kanalsız ve kanallı bezler (endokrin) ve bu bezlerin salgıladrklan hormonlar.

1ar. İç salgı bezlerinin salgılanna hormon (hormone) adı verilir. Honnonlar in­ san davranışım önemli ölçüde etkilediklerinden, psikologlar iç salgı bezleri­ nin yapısı ve işleyişiyle yakından ilgilenir. Şekil 2.22'de iç salgı bezlerinin yerleri ve ürettikleri hormonlar gösteril­ mektedir. Honnonlar kana doğrudan kanştıgından hormonlann etkisi, be­ dende smırlı bir yeıi değil, daha yaygın bir alanı etkiler. Aynca, hormonlann etkisi kendini zaman içinde gösterir. Buna karşılık, sinir sisteminde oluşan bir uyanima bedenin belirli bir bölgesini etkiler ve ortaya çıkan etki kendini hemen gösterir. Hormonlar kan yoluyla İç organlara, diğer salgı bezlerine ve merkezi sinir sisteminin belirli bölgelerine gider. Hormonun türü ve gittiği yere göre beden değişik tepkiler gösterir. Aşağıda, üç temel iç salgı bezini ve onlarm ürettiği hormonlan İnceleyerek, honnon ve davranış arasındaki ilişkiye bir göz ataca­ ğız. Hİpofiz Bezi Hipofîz bezine (pltultary gland). iç salgı bezlerinin orkestra şefl adı verilir. Hlpotalamus yakmında yer alan hipofiz bezi, hipotalamusun denetimi altın­ dadır ve çok sayıda hormon üretir. Bu hormonların bazdan salgı bezleriyle İl­ gili olmayan dokulan, bazdan İse diğer İç salgı bezlerini etkiler.

86

İNSAN VE DAVRANIŞI

Hlpoİlz bezinin sekiz civarında hormon ürettiği saptanmıştır. Biz bunlar­ dan birkaçım ele afacagız. Bu hormonlardan en önemlilerinden birinin adı antidiûretik hormon CADH)dur. Antl()İQretlk hormon hlpotalamusta üretilir v6 hlpoflz bezinde depo edilir. Bu hormon böbrekleri etkiler ve onun etkisi altın­ da böbrekler, vücudun İç organlarından almıp İdrar kesesine aktarılan su miktarım azaltırlar. Vücuttaki susuzluk arttıkça ADH miktarı artar. Normal koşullar altmda kana sınırh miktarda ADH girer. Bedendeki su miktarı artarsa, kana verilen ADH miktan azalır ve hatta tamamen durur. Bu koşullar altında böbrekler bol miktarda suyu İdrar torbasına aktarırlar. Böylece, ADH bedendeki su miktarım koruyarak, İç organların ve kanın fonkslyonlannı tam anlamıyla yapabilmesini sağlar. Oksitokin hlpoflz hormonlarından bir diğeridir. Dûz kaslan etkiler. Çocuk doğururken kadmlann iç rahim kaslarının kasılmasını sağlayarak bebeğin dışarıya doğru itilmesini sağlar. Doğuran annenin memesindeki sût bezlerin­ den sût akması da bu hormonun etkisi altındadır. Büyüme (gelişme/growth) hormonu, adından da anlaşılacağı üzere. çeşlÜİ metabolik fonksiyonları etkileyerek hem kemik hem de kas gelişimine yön ve­ rir. Hormon az olursa gelişim durur ve birey cüce kalır. Büyüme hormonu­ nun fazla olarak kana kanşması genç yaştaki bireyin süratli ve aşın boy atmasma yol açar. TİTOİd Bezi Boğazda nefes borusunun ön kısmında bulunan tiroid bezi tiroksin (thyroxin) adı verilen bir hormon üretir. Tiroksin bedenin metabolizmasını et­ kiler, oksijen kullanımını ve dola}nsıyla vücud ısısını arttırır. Fazla miktarda tiroksin üretilirse hipertiroidizm (hyperthyroidism) adı verilen durum ortaya çıkar. Hipertiroidizm gösteren bir kimse hemen heyecanlanabilir, sürekli ger­ gindir ve uyumakta zorluk çeker. Bunlara İlaveten zayıflama başlar, sürekli terler, sürekli susuzdur ve kalp atışında artma vardır. Tiroksin üretiminde azalma olursa hipoiiroidizm (hypothyroidism) adı ve­ rilen hastalık gözlenir. Hipotiroidlzm gösteren bir kişinin bedensel ve zihinsel büyümesi durur. Hlpotiroid yetişkinler çabuk ağırlık kazanır, kendilerini cansız hisseder ve çoğu zaman yorgundurlar. A d r e n a l/ B o b r e k Ü s t ü B e z i ( a d r e n a l g la n d s )

Böbreklerin üst kısmında adrenal bezleri bulunur. Adrenal bezleri birden fazla hormon üretirler. Bunlardan davranışı önemli ölçüde etkileyen birka­ çından söz edeceğiz. Kortizol (cortisol) hormonu karaciğerdeki depolanmış şekerin serbest bırakılmasım sağlar, böylece vücut anında gerekil enerji kaynağına sahip olur. Kortizolün sentetik olarak üretilmişine kortizon (cortisone) adı verilir ve deği­ şik cilt hastalıkları, aleijik semptomlar ve artirit tedavisinde kullanılır. Korti­ zon kullanan kimselerin bazen depresyona girdiği görülmüştür. Bu gözlem­ den hareket edilerek, kortizol hormonunun akıl hastalıklannm gelişmesinde bir rolü olabileceği üzerinde durulur.

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

87

Adrenal bezleri andr{^en (androgen) ve estrojen (estrogen) adı verilen cin­ siyet hormonlarım da üretirler. Androjen erkeklerde, estrojen kadınlarda gö­ rülen bir grup hormonun adıdır. Asimda hem erkeklerde hem de kadınlarda her iki hormon da üretilir, ancak erkeklerde androjen ve kadınlarda İse est­ rojen daha baskındır. Bu hormonların dengesi bozulacak olursa bireyin gö­ rünüşünde ve davranışında değişiklikler gözlenir. Kadınlarda £azla miktarda androjen hormonu üretilirse sesleri kalınlaşır, yüzlerindeki tO^er sakala dö­ nüşür ve memeleri küçülmeye başlar. Erkeklerde estrojen baskm olmaya başlarsa sesleri İncelmeye, sakallan çıkmamaya ve memeleri gelişmeye baş­ lar. Cinsiyet değiştirmek işteyen kişilere, geçmek istedikleri cinsiyete uygun hormon verilerek, biraz önce sözünü ettiğimiz ikincil türden cinsel özellikle­ rin bireyde gelişmesi sağlanabilir. Adrenogenltal sendrom (adrenogenital syndrome/AGS) adı verilen duru­ mu gösteren kişilerde doğuştan erkeksi özellikler görülür. Bu durum hem er­ keklerde hem de dişilerde gözlenir. AGS durumunu gösteren bir kızın cinsel organının dış görünümü erkek organını andınr. Böyle bir kız erkek çocuklar­ la oynamaktan hoşlanır, diğer kızlara göre giyimlerine ve görünüşlerine daha az düşkündür. Epinefrin (epinephrine) adı verilen hormon bireyi ani. acil durumlara tep­ ki yapmaya hazırlar. Bir diğer adı adrenalin (adrenaline) olan bu hormon ka­ na kanşınca kalp atışı ve dolayısıyla kan basıncı artar. Adrenalin, kam İç sin­ dirim organlarından alır ve çizgili iskelet kaslarma yöneltir. Terlemeyi arttırır. Norepinefrin (noreplnephrlne) ya da noradrenalin (noradrenalin) adı veri­ len hormon, adrenal salgı bezlerince üretilir ve sinaptik kavşaklarda bulunan biyokimyasal maddelerden biridir. B in d e k i ve sempatik sinir sistemindeki nöronlar arasında nöroelektriksel akımm akışmı sağlayarak sinir sisteminin çalışmasında önemli bir rol oynar.

9. DAVRANIŞ VE GENETİK Sinir sistemi her insanda aynı şekilde mİ çalışır? İnsanlann çevreyi algı­ layışları. algıladıkları dış dünyaya tepkileri aynı mıdır? Bu tür sorular, kişile­ rin doğuştan getirdikleri özelliklerle, sonradan çevreden öğrenerek kazandıklan özelliklerin bir karşılaştırmasını yapmamızı zorunlu kılar. Kalıtıma bağlı, kalıtsal özelliklerin ana-babadan çocuğa geçişini incele­ yen bilime genetik (genetics) adı verilir. Yukarıda ifade edilen türden sorulara, cevap vermek için son zamanlarda psikologlar genetik bilimine ilgi gösterme­ ye başlamışlardır. Psikologlann bu il^si sonucu ortaya davranışsal genetik (behavioral genetics) adında yeni bir çalışma alanı çıkmıştır. Davranışsal ge­ netikle ilgilenen psikologlar zekâ, akıl hastalıkları, kişilik türleri gibi davramş özelliklerinin kahtımla ne derece ilgisi olduğunu araştırırlar. Kalıtımm davramşı etkileyip etkilemediği konusu psikoloji İçin yeni bir konu değildir. Psikoloji kuruluşundan beri, kişinin doğuştan getirdiği kalı­ tımla ilgili davranış özellikleri ile, öğrenme sonucu ortaya çıkan davramş özelliklerini karşılaşümuş ve bazı genellemeler yapmıştır. Ne var ki, bunun

İNSAN VE DAVRANIŞI

88

sistematik bir biçimde bilimsel olarak uygulanması davranışsal genetik alanınm kurulmasıyla başlamıştır. Sivas Yanaçık Cezaevl'nden kaçarak eşi Firdevs Üe 2 çocuğunu öldüren Mehmetşah Demirtâş bu davranışı doğuştan getirdiği özelliklerden dolayı mı yapmıştır? Sivas'ta bu haberi duyan Mehmetşah Demirtaş'm komşusu "Demirtaş ailesinden başka ne beklenir kil? Babası katUdl. dedesi katildi, tabii ki oğlu da katil olacakl” şeklinde konuştuğu zaman. Mehmetşah'm davranışını ondaki genlere bağlamaktadır. Bu haberi TOrklye'nin başka bir yerinde oku­ yan kişi "Mehmetşah Demirtaş. Sivas bölgesinin örf ve adetlerine göre hare­ ket etmiştirr diyorsa, o zaman bu davranışı sonradan öğrenilen sosyal değer­ lere bağlamaktadır. Bu iki açıklama biıblrine taban tabana zıttır. Davranışsal genetik çalışmaları, bu İki yaklaşım biçiminin hangisinin doğru olduğunu bulmaya yöneliktir. Değişik çalışmalann sonucunda ortaya çıkan bilimsel görüş şudur: Kalıtım bireyin temel eğilimlerini ve davranışın alt ve üst smırlannı belirler. Çevrenin getirdiği olanaklar, alt ve üst sınır ara­ sında davranışın nerede gerçekleşeceğini saptar. Şöyle bir örnek verelim: Birey 95 Üe 110 arasında bir ZB (zekâ bölümü) potansiyeli ile doğmuş olsun. Bu zekâ potansiyeli bireyin kalıtım özellikleriyle belirlenmiştir, iy i çevre koşullan içinde, desteklenip yüreklendirilerek büyü­ tülmüş kişi 110 civannda bir ZB oluştururken, kötü, çevre koşullan içinde büyütülmüş kişi 95 yakınlannda bir yerde ZB’ûnû gerçekleştirir. Böylece. ka­ lıtım bir alt ve üst sinir çizerek bir dağılım alanı belirler, ancak çevrenin zen­ ginliği, fakirliği, destekleyici veya engelleyici oluşu, bu dağılım İçinde ZB'nin nerede gerçekleşeceğini saptar. Kromozomlar ve Genler İnsan bedeninden alınan bir hücrenin çekirdeği incelendiğinde, kromo­ zom (ehromosome) denüen ve çift çift dizilmiş bulunan ufak parçacıklar görü­ lür. Her bir hücrede 23 çift halinde 46 kromozom bulunur. Kromozomlar gö­ rünüşlerine göre X kromozomlar ya da Y kromozomlar adını alır. Büyükler X harfine benzer, küçükler İse Y harfine. İlk 22 kromozom çifti birbirine benzeyen X veya Y kromozomlarından olu­ şur. Fakat 23. çift birbirine benzer olmayabilir, bu çift bireyin cinsiyetini be-

Kıt W )İKW XXXXXXXX 1

2

3

4

16

16

XA 13

5

K K 14

17

6

7

18

X X 19

M

8

XXxj( 9

10

it

X 20

12

A 21

22

V

23 Şekil 2.23 YirmiOç çift kromozomun görünümü. 23. çift hem erkekler hem de kadınlar için verilmiştir.

?

DAVRANIŞIN BtYOWUtK TEMELLERİ

89

lirler. Eğer 23.c0 çiftteki kromozomlann her ikisi de X kromozomu İse birey dişidir. Kro­ mozomlardan biri X diğeri Y İse bireyin cinsi­ yeti erkektir. Kromozomlar kalıtımın temel birimlerini bünyelerinde taşırlar. Kuvvetli bir mikroskop­ la incelendiğinde kromozomlarda, gen (gene) adı verilen birimler görülür. Sayılan tam bi­ linmemekle beraber her bir kromozomda bin­ lerce gen bulunduğu tahmin edilmektedir. Her gen deokslribonükleik asit (deoiqnibonucleic acid) adı verilen ve Di\İA harfleriyle gösterilen bir kimyasal madde molekülüdür. Molekülün yapısı. Şekil 2.24'te görüldüğü gi­ bi, bir İp merdivenin kıvrılarak heîozonlaşmış, çlft-spiral biçimini andınr. Merdivenin dış kısmında şeker ve fosfat sıralamasından oluş­ muş bir dizi vardır. Merdivenin basamaklan baz çiftlerinden oluşmuştur. Bunlardan birin­ cisi adenine-thymine, İkincisi de guanlneeytosine baz çiftidir, Bu merdiven basamaklan rolündeki maddeler bireyin kalıtımsal özel­ liklerini belirler. Kalıtımla İlgili bilgilerin tü­ Şekll 2.24 DNA yapısının şemaSı mü merdiven basamaklanmn diziliş biçimin­ bir görönOiTiö. P= fosfat. S= şeker. de saklıdır. A= adenin, T = thymine, G= guanin, C= eytosîne. Hücre bölünmesi Hücre çoğalması sırasmda fcıvnk merdi­ ven açılır, merdivenin basamaklarını oluştu­ anında, şeklin alt kısmında görOMüğO gibi, iki yeni yapı oluşur. Bu ya­ ran baz çiftleri bölünür ve çiftlerdeki bazlar pılar birbirlerinin ö m anlamıyla ay­ birbirlerinden ayrılır. Tek başına kalan baz­ nısıdır. lar. yeniden bir çift oluşturmak üzere, hücre sıvısında bulunan karşıt bazlarla birleşirler. Bu aşama sonucunda DNA zinciri kendinin lynısmı üretir (kendini rcpllke eder) . Bu üreme, hücre sıvısından gerekil iaddelert alarak merdivenin basamaklarını aynı sırada ve aynı sa3nda çofaltakla başarılır. Bedendeki her bir hücre tamamen aynı genetik yapıya sa>Ur. Hücre radyasyona tabi tutulursa veya doğal koşullar altmda mutasyougrarsa hücrenin genetik yapısı bozulur. Mutasyona uğramış genler, etnüreme hücrelerinde yer almadıkça gelecek nesillere aktanimaz, yalnız o 7in gelişimsel yönünü değiştirir. Üreme hücrelerinde bir mutasyon ol­ ía gelecek nesiller bu değişimden etkilenir. ısan hücresinde, daha önce de belirttiğimiz gibi 46 kromozom bulunur, n üreme hücrelerinde bu sayı 23’tür. Erkeğin sperminde ve kadmm tasmda 23 tek kromozom vardır. Yumurta döllendl^nde. erkek sper1 kromozomlar yumurtadaki kromozomlarla eşleşir ve döllenen hür«-» ıdet, yani 23 çift kromozom oluşur. Kadmm yumurto-'m her zaman bir X kromozomudur.

İNSAN VE DAVRANIŞI

90

da Y kromozomu vardır. Rahim İçinde olan ya da rastgele ortaya çıkan koşul­ lar. yumurtanın X tûrû ya da Y türü bir spermle döllenmesine yol açar. Döl­ lenme X spermiyle olmuşsa 23. çift XX olur ve doğan çocuğun cinsiyeti dişi olur. Döllenme Y spermiyle olmuşsa oğlan çocuğu doğar, çOnkû 23.cû çUl XY yapısını gösterir. İnsan genleri henüz teker teker sayüamamaktaysa da bir tek insan hüc­ resinde 20.000 ile 120,000 arasında gen olduğu tahmin edilmektedir. Dölle­ nen yumurtadan başlamak üzere İnsan bünyesinin her bir organmm nasıl gelişeceğine ve yaşamının ilk ânından ölünceye kadar her bir aşamada ne gi­ bi özellikler göstereceğine dair bilgiler genlerde depolanmıştır. Genler saçımızm, gözümüzün, cildimizin rengini, kemiklerimizin uzunluğunu, kısacası be­ denimizin tüm fiziksel yapısmı belirlerler. Baskın ve Altkm Genler Kromozomlarda olduğu gibi, genler de çiftler oluştururlar. Örneğin, her bir birey hem anneden hem de babadan saç rengiyle llglÜ gen taşır. Bu gen­ ler bir çift oluştururlar ve kendi aralarındaki ilişkinin türüne göre bireyin saç rengini belirlerler. Bazı genler baskm (dominant), bazı genler de altkm (recessive) karakterde­ dir. Gen çiftlerinde belirleyici olan unsur baskın ve altkm genlerin biraraya ge­ liş şeklidir. İki baskm ya da bir baskın ve bir altkm gene sahip olan birey bas­ kın genin, iki altkın gene sahip olan birey ise aitkın genin özelliğini gösterir. Göz rengim alarak bir örnek verelim: Kahverengi göz rengi baskın, mavi göz rengi İse altkm bir geni İfade eder. Aşağıdaki tabloda kahverengi ya da mavi gözlü ana-babanın çocuklannda oluşabilecek gen çiftleri görülmektedir.

Ana-babanın ikisi de mavi gözlü

m m

m (mm) (mm)

m (mm) (mm)

m a v i gözlü .

B Ana-babanm İkisi de kahverengi gözlü K K

K

(KK) (KK)

K (KK) (KK)

k a h ve re n g i g ö z lü

K K

K (KK) (KK)

m (Km) Ofai)

k a h v e re n g i g ö z lü

C Ana-babanın biri kahverengi biri de mavi gözlü

K K

m (Km) (Km)

m (Km) (Km)

ra

k a h v e re n g i g ö z lü

m K (Km) m (mm)

(Km) (mm)

% 5 0 k a h ve ren g i % 5 0 m a vi g ö d ü

K m

K (KK) (Km)

m (Km) (mm)

% 7 5 k a h ve re n g i % 2 5 m a v ig o z lii

DAVRANIŞIN BÎYOLOJtK TEMELLERİ

91

Bu tabloda da görüleceği gibi ana-babanın her ikisi de mavi gözlûyse (A), her iki taraftan da altkın gen geleceğinden çocuk mavi gözlü olur. Anababanm her ikisi de kahverengi gözlü olduğunda ise (B), çocuğun kahverengi gözlü olması daha muhtemeldir. Ancak hem anada hem de babada mavi göz geni varsa ve çocuktaki gen çiftini bu genler oluşturmuşsa, çocuk mavi gözlü olur. Ana-babadan biri mavi biri de kahverengi gözlü isie (C) daha önce belirt­ tiğimiz koşullar içinde çocuk ya mavi ya da kahverengi gözlü olur. Eğer ana-babanm ikisi de mavi gözlü değilse, çocuğun mavi gözlü doğup doğmayacağını evvelden söylemek zordun çünkü ¿lÜbn ye dağılışı hücreden hücreye başkadır ve döllenme sırasında: raatgele bir süreçle ana-baba hücreleri birleşir. Kromozomlarla İlgili Anonnallikler Kişinin gösterdiği belirli gelişimsel ve davranışsal bozuklukların altında kromozom bozukluklannm yatügı saptanmıştır. Var olan 23 çift kromozom­ dan son çiftin cinsiyeti belirlediğini daha önce söylemiştik. Normal olarak 23.cü çift XX ise birey dişi, XV İse erkek olur. Araştırmalar, bazı kişilerin bu normal durumu göstermediğini açıklığa kavuşturmuştur. Gözlenen durum­ lardan biri 23. çiftte yalnız bir tek X in bulunmasıdır. Bu hale Turner sendromu adı verilir. Turner sendromu gösteren bireyin cinsiyeti dişi, boyu kısa, boynu kat­ merli olur ve bluğ çağında cinsel bakımdan gelişemez. Bu bireyler matema­ tiksel işlemler, mekânsal ilişkileri anlama gibi bazı zihinsel faaliyetlerde bece­ riksizlikler gösterirler. Kline/elter sendromu adı verilen durumda 23. çift XXV yapısını gösterir. Bunlardan bazılan erkek olarak gelişirler ama, cinsel gelişmelerinde ve fizik­ sel görünümlerinde bir durgunluk vardır ve zihinsel gerilik gösterirler. Bu ya­ pıyı gösteren bazı kişiler kadın olarak gelişebilirler ve bedensel olarak bir ge­ rilik göstermezler. Uluslararası yüz metre koşu yarışmasına 196Tde katılan PolonyalI bir kadın atlet bu kromozom yapısını gösterdiğinden, bir başka de­ yişle 23. çiftte ek bir kromozomu olduğundan yarışma dışı bırakılmıştır. Bazı erkekler fazladan bir kromozomu İle doğmuşlardır ve 23. çift X W yapısmı gösterir. Bu erkekler daha iri, daha saldııgan ve cinsel açıdan daha aktiftirler. Bunlann daha kolaylıkla suç işleme eğiliminde olduklan ve bu nedenle daha sık ceza evine girdikleri iddia edilmiştir. Ancak bu iddialar son yıllarda yapılan araştırmalarla çürütülmüştür, küçüklükten beri kendi yaşıtlan arasında daha cüsseli olmalarmın. onların daha saldırgan olmalanna yol açtığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Kromozom bozukluklan yalnız 23 . çiftte gözlenmemiştir. Yimlbirlnci çift­ te gözlenen XXX yapısı Down sendromu adı verilen ve daha önce mongoloit adı ile blUnen zekâ geriliğine yol açmaktadır. Bu kişilere, gözleri yukan kal­ kık ve göz kapaklan şişkin olan yüz yapılan Moğol ya da Çinli yüz yapısmı andırdığından, mongoloit adı verilmişti. Bazı özellikler kromozomlarm eksiklik veya fazlaligmdan değil, baskın ya da altkm genlerden dolayı ortaya çıkar. Erkeklerde erken yaşta saçlann dö­ külmesi baskın bir gen özelliğinden dolayıdır. Renk körlüğü ise altkm gen

92

İNSAN VE DAVRANIŞI

özelliklerinin sonucu kendini gösterir. Son zamanlarda yapılan yayınlarda İçe-dönûklûk (sosyal hayattan çekinen, utangaç ve sıkılgan) ve dışadönûklûk (sosyal hayata açık, serbest, konuşkan ve girişken) adı verilen kişi­ lik özelliklerinin kısmen kahtımla İlgili olduğu düşünülmektedir. Bunun gibi şizofreni adı verilen akıl hastalığmın da kalıtımla sıkı ilişkisi olduğu çok sa}ada bilim âdamınca savunulmaktadır. İkiz Çalışmaları Davranışın kalıtımla ilgisini inceleyebil­ mek için izlenen yollardan biri ikizlerle ilgili bilimsel gözlemler yapmaktır. İki tûr ikiz var­ dır: İki ayn yumurtanın, iki farklı spermle döllenmesinden oluşan ikizlere kardeş ikizler (çlil yumurta İkizl/di^gotic twins) adı verllr. Kardeş ikizler aynı zamanda doğmalanna rağ­ men. genetik yapılan bakımından, ayn za­ manlarda doğmuş iki kardeşi andınrlar. Özdeş ikizler (tek yumurta ikizi/identical, mono^gotic twins) bir yumurtanın döllendik­ ten hemen sonra İkiye bölünmesiyle ortaya çı­ kan iki hücre topluluğunun gelişmesi sonucu iki bireyi oluştururlar. Bu nedenle, genetik yapılan bakımından tam anlamıyla birbirleri­ ne benzerler. Araştırmacılar, kardeş ikizlerle özdeş İkiz­ lerin kendi aralarındaki davranışsal benzer­ likleri karşılaştırarak, çevrenin mi yoksa kalı­ tımın mı belirli bir davramş üzerinde daha et­ kin olduğunu gözleyebileceklerini düşünürler. Çevre her iki ikiz türünde de aynı kalmakta, Rasim 2.4 Resimdeki bûyOktor ama genetik yapı kardeş ikizlerde farklı, öz­ 1(ardeş ikiz*^ küçükler ise ikiz’dir. deş ikizlerde 33^01 bulunmaktadır. Gözlenen davranış kardeş İkizlerde birbirinden farklı, ancak özdeş İkizlerde benziyorsa, gözlenen davranışın temelinde, yukarıda söylenen nedenlerden dolayı kalıbmın yattığı söylenir. Gözlenen davranış her Udz türünde de benzerlik gösteriyorsa o zaman davranışın temelinde çevre­ nin etkisinin yattığı rahatlıkla söylenebilir. Zekâ bölümü üzerinde yapılan çalışmalar, özdeş ikizlerin kardeş ikizler­ den daha çok benzerlik gösterdiklerini saptamıştır. Buna karşüık kardeş ikiz­ ler. a3m zamanlarda doğmuş normal kardeşlerden daha fazla birbirlerine benzerlik gösterirler. Bu bulgular, zekânm gelişmesinde hem kalıtımm hem de çevrenin karşılıklı olarak birbirini etkilediğini gösterir. Ne var ki, araştır­ malarla İlgili sorunlar ve tartışmalar sürmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde bu araştırma konulan biraz çekinilen, bir tür “sakmcalı araşürma alanlanm” oluşturur, çünkü araştırma bulgulan

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

93

..iXxn ırk” ve "aşağı ırk” tartışmalarına yol açabilme potansiyeline sahiptir. Diğer yandan sosyalizm felsefesine kendini adamış bilim adamlan da. değiştirllmesi olanaksız “ırk’ ın değil, değiştirilme olanağı bulunan sosyal koşullann zekâ bölümünü saptadığını kanıtleuna eğilimindedirler. Bu konuda süre­ gelen tartışmalar, bilimsel olmaktan çıkarak. İdeolojik ya da politik tartışma görünümüne bürünebilir. Seçerek Çiftleştirme (selective breeding) ve Kendi Yakınından Türetme (inbred) Çalışmaları Davramşsal genetik seçerek çiftleştirme yöntemiyle kalıtımın davranış üzerindeki etkisini bulmaya çalışır. Araştırmalar evrimsel aşamada alt basa­ maklarda olan hayvanlar üzerinde yapılır. Fakat bulunan neticeler insanlara uyarlanabilir, çûnkû genetik yapının çalışma şekli evrenseldir. Seçerek çiftleştirme yöntemi şöyle uygulanır, önce bir davranış seçilir, daha sonra bu davranışı değişik derecelerde gösteren hayvanlar kendi aralannda çifleştirillr. Şöyle bir örnek alalım: Bir farenin, labirentin bir ucundan .girip diğer bir ucundan çıkmak için harcadığı zamana “öğrenme hızı" diyelim, öğrenme hızı yüksek olan dişi fareleri, öğrenme hızı yüksek olan erkek fare­ lerle. aynca öğrenme hızı düşük olan erkek ve dişi fareleri de kendi aralannda çiftleştirelim. Bu işlemi birçok nesiller bo)runca uy­ guladığımızda, kendi yalanından türetme (İnbred) yöntemini kullanmış oluruz: bu yöntemle iki grup fare gittikçe birbirinden farklılaşır ve sonuç olarak, öğrenme hızı yüksek ve öğrenme hızı düşük İki grup or­ taya çıkar. Kendi yakınından türetme İşle­ mi bir yıl devam ederse, iki grup arasmdakl fark büyür. Rosenzwelg*ln araştırması yukanda verdiğimiz sonuçlan destekle­ miştir (Rosenzwelg, 1969). Araştırmalann arkasmda yatan temel mantık şudun Bir davramşm temelinde kalıtsal bir özellik 3ratıyorsa. seçerek çift­ leştirme, davranışın ortaya çıkış derecesi­ ni gelecek nesillerde değiştirir; davranış kalıtımdan bağımsız olarak çevre koşullaŞekil 2.25 Labirenti öğrenme yetenek­ nnm etkisi altında oluşuyorsa, seçerek lerine göre seçilerek çiftleştirilen fare­ çiftleştirme sonucunda davranışta bir deği­ ler her kuşakta birbirinden ayniarak. farklı iki grup olma eğilimi göstermiştir. şiklik olmaz. Kalıtım, Çevre ve Evrim Yukanda anlatılan seçerek çLÎUeştirme deneyi değişik kimselerin kafasın­ da “Demek davranışı belirleyen temel etken kahtımmışr düşüncesine yol açabilir. Sosyobtyolojlye göre, yakandaki düşünceye paralel olarak tüm sos­

94

İNSAN VE DAVRANIŞI

yal davranışların temelinde genetik olarak saptanmış nedenler bulunmakta­ dır. Bu yaklaşım gerçegl bütünüyle açıklayamamaktadır. Yukarıdaki fare de­ nemesine benzer başka deneyler gösteriyor ki. çevrenin U3rancılık yönünden zengin veya fakir oluşu, hayvanın ya da insanm davranışınm hızmı veya tü­ rünü etkiler, örneğin, labirentin geçiş yollan değişik renklerle boyanır ve fare yavrulannm oynamaktan zevk aldığı döner dolaplar gibi bazı oyuncaklar ko­ nursa öğrenme hızınm değiştiği gözlenmiştir. Bu gözlemler davramşsal genetik üzerinde çalışan bilim adamlannı şu genellemeye götürmüştür: Kalıtım belirli davranış özelliklerinin alt ve üst sı­ nırlarım belirler. Bu sınırlar içinde davranışm gerçekte nerede oluşacağını çevre özelliği belirler. Bu anlamda davranışın son biçimini, kalıtımla çevre arasmdaki sürekli etkileşim belirlemektedir. Şizofreni hastalığına yakalanan kişilerin akrabalarında da bu hastahğa rastlandığı gözlenir ve akrabahk derecesinin yakmiığı arttıkça, şizofreninin görülme olasılığı da artar, özdeş ikizler arasında bu olasılık %86 olarak göz­ lenmiştir. Hastalık yüzde yüz kahtımsal bir hastalık olsaydı, özdeş ikizlerin her ikisinde de gözlenmesi gerekirdi. Kahtım önemli bir belirleyici etkendir ve bireyde'hastahğın temelini oluşturur. Fakat bu temelin ortaya çıkıp çıkmamasmı çevrenin özelliği belirler. E^nrimsel açıdan bakıldığında seçerek çiAleştirme ile çevreye uyum ara­ sında sıkı bir İlişki gözleriz. Herhangi bir hayvan türü yeni bir ortama girdi­ ğinde. 3raşamını sürdürebilmesi için ortamın gerekli kıldığı uyumu göstermek zorundadır. Hayvan türünün içindeki bazı bireylerin genlerindeki kromozom­ lar, çevreye uyum sağlamaya elverişli davramşlara yol açarlar. Bu bireyler yaşamlanm sürdürürken, diğerleri elenmeye başlar. Bir süre sonra belirli ka­ lıtımsal özellikleri taşıyanlar hayatta kalırlar ve diğerleri ortadan tamamen kalkar. Çevre koşullan değiştikçe bu süreç kendini tekrar eder; yeni çevrenin zo­ runlu kıldığı davranışlan yapmaya olanak veren kalıtımsal yapıya sahip olan­ lar yeni bir kuşak oluşturarak yaşamlanm devam ettirebilirler. Kalıtımsal ya­ pılan yeni çevrenin gerekil kıldığı davranışı yapmaya olanak vermeyen birey­ ler ise ortadan silinirler. Yukanda söylediklerimiz, canlılann evrim olayınm bir yönünü oluşturur. İnsanoğlunun ortama U3rum göstermesi yönünden bugün karşılaştığı en önemli sorun "saldırganlık davranışlını denetleyebilmesi sorunudur. Yer kü­ resini yüzlerce defa yok edecek güçte silahlar dünya politikasını etkileyen güçlerin elinde bulunuyor. Tarih içinde gözlediğimiz savaş davranışını insan­ oğlu değiştirmezse, kendi kendini yokedebilir. “Savaşçı" olmalarıyla övünen devletlerin bu yeni durumda ortadan silinmeleri büyük bir olasılık haline gel­ miştir. Hepimizin önemle üzerinde durması gereken bir konu “barışçı" olmak­ la övünen milletlerin nasıl yaratılabileceğidir. Bu konuda başansız olursak, insanlık olarak yeıyüzü üzerinden silinip gitme tehlikesiyle karşı karş^a kâ­ iniz.

DAVRANIŞIN BİYOLOJİK TEMELLERİ

96

10, ÖZET Sinirsel iletimin temel birimini oluşturan sinir hücresi (nöron), hücre gövdesi, dendrltler. akson ve akson ucundaki ürçalardan oluşur. Bir nöron yeterli derecede uyarıldığı zaman elektriksel bir tepki oluşur ve bu tepki ak­ son boyunca sinaptik bağlantıya doğru akar. Sinapük keseciklerin İçindeki kimyasal sinirsel aktarıcılar aksondan gelen uyancının etkisi altında sinapUk aralığa boşahrlar ve yakındaki nöronun dendritlerini uyarırlar. Elektrokimyasal akım hücre zarının her iki tarafmda yer alan elektrik yüklü İyonların yer değiştirmesiyle akson boyunca akar. Hep ya da hiç ilkesi­ ne göre çalışır. Mutlak dinlenme devresi hücre zannın hiç uyanlamadıgı kısa bir zaman sûresine verilen addır. Sinirsel aktarıcılar sinaptik bağlantıdaki nöronu uyarabildiği gibi, uyarılmaya ket vurucu bir etki de yapabilir. Bir sinapsta uyarıcı ve ket vurucu türden çok sayıda sinirsel aktarıcı aynı zaman­ da etkide bulunabilir. Bu durumda, uyancı ve ket vurucuların cebirsel topla­ mı sonucu nöron ya uyarılır ya da ketlenir. Hücre gövdeleri bir araya gelerek nûkleus ve gangiiyonlan oluştururlar. Aksonlar ve dendrltler ise bir araya geldikleri yere göre akson gruplan (traktlar) ya da sinirleri oluştururlar. Getirici nöronlar duyu organlanndan beyine bügi getirirler. Götürücü nöronlar beyinden kaslara ve salgı bezlerine emirler götürürler. Merkezi sinir sistemi beyin ve omurilikten oluşur. Çevresel sistemin so­ matik bölümü merkezi sisteme bilgi getirir ve kaslara emirler götürür. Çevre­ sel sistemin otonom bölümü iç organlarm ve yapılann işleyişlerini denetler. Otonom sistemin sempatik bölümü bizi acil, ani durumlara hazırlar. Para­ sempatik sistem ise kişiyi normal dinlenme haline getirir. Beyin çalışmalannda üç temel teknik kullanılın Beyin kısımlannm çıka­ rılması, beyindeki elektriksel faaliyetlerin kaydı ve beynin elektriksel ya da kimyasal uyanmı. Beyin üç ana bölümden oluşur: ö n beyin, orta beyin ve arka beyin. Arka beyin medulla, serebellum ve ponstan oluşur. Orta beyin nisbeten küçüktür ve arka beyinle ön beyin arasındadır. Beyin sapı evrimsel gelişme içinde en ilkel yapıyı oluşturur, arka ve orta beyni içerir ve ön b ^ n le ilişki kurar. Retiküler aktivasyon sistemi (RAS) beyin sapmın içinde yer alır ve beynin uya­ rılma derecesini denetler, ö n beyin talamus. hipotalamus. llmbik sistem ve serebrumu içerir. Talamus gelen duyusal uyancüan beyin kabuğuna yansı­ tır. Hipotalamus heyecanların, arzulann ve isteklerin denetlendiği yerdir. Limbik sistem duygusal davranışlarm, öğrenme ve belleğin, dikkatin denet­ lendiği merkezdir. Her bir beyin yan-kûresi dört loba aynlır. Alm (frontal) lobu hareketle İl­ gilidir, çeper (parietal) lobu beden duyümlanyia. şakak (temporal) lobu işit­ me, ense (oksipital) lobu görmeyle ilgili işlev görürler. Ahn lobunda merkez oluk boyunca karşılıklı yer alan duyusal ve motor korteks, duyum ve hare­ ketle ilgili işlevler görür. Beyin kabuğunun bağlantı kurucu alanları öğren­

96

İNSAN VE DAVRANIŞI

me. düşünme ve dil gibi yüksek beyin işlevleriyle İlgilidir. Aynk beyin çalış* malan, dille İlgili süreçlerin, genellikle sol yan-kûrede. mekânla ilgili sâzlû ol* mayan süreçlerin ise genellikle sağ yan*kûrede yer aldığını göstermiştir. Bu işlevsel uzmanlaşmanın yanı sıra, beynin bir bûtûn olarak çalıştığı ve her bir işlemin beynin diğer kısımlanyla ilişki içinde olduğu gözlenmiştir. Hipoiİz bezi, vücudun çalışmasını önemli biçimde etkileyen birbirinden farklı sekiz hormon üretir. Tirold bezinin ürettiği hormonlar bedenin metabo* lizmasını düzenler. Adrenal bezinin ürettiği hormonlar, diğer fonkstyonlannm yanı sıra, ikincil türden cinsel belirtileri ve heyecansa! tepkileri denetler. Kalıbmın davranışı etkile3rip etkilemediği konusundaki son bilimsel dü­ şünce şu merkezdedir. Kalıtım davranışın alt ve üst smırlannı belirler, ya* şantınm türü İse. kalıtınım belbiedigi bu smırlar İçinde davranışm gelişim noktasun saptar, insan bedenindeki her hücrede 46 adet (23 çift) kromozom vardır. Büyük kromozomlar X küçükler ise Y biçiminde bir görünüme sahip* tirler. Her bir kromozom binlerce genlerden oluşur, bu genler karmaşık DNA moleküllerinden meydana gelmiştir. Genetik bilgileri bu moleküller taşır. Babanın spermi ve annenin yumurtası 46 kromozomun ancak yansma sahiptir. Sperm ve yumurta birleşerek döllenme oluşunca, bireyin 46 kromo* zomu ve böylece genetik yapısı tamamlanmış olur. Altkm genlerden ikisi bir arada olursa, bu altkm genin Özelliği bireyde ortaya çıkar. Aksi halde baskın genin özelli^ gelişir. Kromozomla ilgili anormallikler geri zekâlılığa, bedensel deformasyona ve normaldışı cinsel gelişmelere yol açar. Genlerin yapısı zekâ düzeyini ve şizofreni gibi bazı akıl hastalıklanna yatkınlığı belirler. Seçerek çiftleştirme ve Inbred (çok yakın akrabalanyla çiftleştirerek üret* me) davranışın temelinde yatan genetik etkenleri anlamak için yapılan araş* tırmalarda kullanılan iki teknik türüdür. Soşyobtyolojl, tüm sosyal davranışlann temelinde genetik olarak saptanmış nedenler yatbgını iddia eden sosyo­ lojik akımın adıdır.

üçüncü Bölüm

DUYUM VE ALGILAMA

Bu bölümü okuduktan sonra şu sorulann cevaplarını verebllmelisiniz: /. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.

Hangi uyancı şiddetlerini duyu organlarvmz alabilir? Duyusal uyum nedir ue ne gibi etkileri vanüT? Duyular birincil ve ikincil duyular ölancJc gruplandınlabilir mİ? Hangi duyular ikincil duyulan oluşturur? Nasıl işitiriz? Kulağın temel yapı birimleri nelerdir ve nasıl çalışırlar? Nasıl görürüz? Gözün temel yapı birimleri nelerdir ve nasıl çalışırlar? Algılama ile günlük yaşantımız arasında ne gibi bir İlişki vardır? Algı yanılması nedir ve niçin önemlidir? Algılamada seçicilik ve örgütleme niçin önemlidir ve bu süreçlerin etkisi önlenebi­ lir mİ? Algısal beklentiler niçin önemlidir: gelişim ve öğrenmeyle ne ilgisi vardır?

1 Ekim 1987 sabahı saat 7:42’de, her zaman olduğu gibi yatağımın üzerinde bağdaş kurmuş sabah medltasyonumu yapıyordum. Arkamı da­ yadığım duvar titremeye başladı. Binada gürültüler olduğunu duyuyor­ dum. Medltasyonumu yapmaya devam ettim, çünkü apartmanın üst ka­ tında oturan kişilerin çevrelerine karşı pek saygılı insanlar olmadıklannı bildiğimden, onlann yine kavga etmeye başladıklarını düşündüm. Belki kavgaya o gün biraz erken başlamış olabilirlerdi. İki katlı bir binanın alt katındaki orta dairede oturuyordum. Her kat­ ta dört daire vardı. Ahşap bir bina olduğu için üst kattaki dairedeki hare­ ketler, yürüyüş, zıplayış, veya düşüşler, benim oturduğum alt kattaki da­ irede rahatlıkla duyulablllyordu. Sürekli yüksek sesle ve kavga edermiş gibi İspanyolca konuşan Meksika kökenli ufak tefek bir kadınla, sıska, uzun boylu, kollan dizlerine kadar uzayan, saçlan dökülmeye başlamış otuz yaşlannda bir erkek üst katta oturuyordu. 1 Ekim sabahı patırtı ve gürültünün onlardan geldiğinden o kadar emindim ki, durumumu hiç bozmadan, medltasyona devam ettim. Bir yandan ne kadar kaba olduklannı düşünüyor ve İçimde kıpırdanmaya başlayan kızgınlığı hissetmeye başlıyordum, diğer yandan da, dışarda olup biten olaylara rağmen derin medltasyon yapabilmeyi öğrenmem İçin bundan daha lyl fırsat olamayacağını düşünüyordum. Altımdaki yatak sallanmaya başladı. Yalnız yatak değil, bütün oda sallanmaya başladı. Binanın tümünün sarsıldığını ve uğultu halinde bir gürültünün her tarafı sardığını duydum. İnsan çığlıkları, çocuk ağlayışı ve gürültüler gelmeye başladı. Yukandakilerin bütün binayı bu kadar sallayamayacaklannı düşünürken, bunun bir deprem olduğunu farket-

98

İNSAN VE DAVRANIŞI

tim. Tann’nın beni koruyacağı düşüncesi aklıma geldi. O düşüncenin he­ men ardından da dervişin, “Önce eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Al­ lah'a emanet et" sözünü hatırladım. Bina tam anlamıyla sarsılmaya başladı. Tahtalann gıcırtılanm duy­ maya başladım. Daha fazla meditasyon durumunda kalamadım. "Acaba neresi daha emniyetli?" diye düşündüm ve aklıma ilk gelen şeyi yaparak kapı çerçevesinin altında durdum. Ellerimi kapı çerçevesine dayayarak ayakta durmaya gayret gösterdim. Sarsıntı ve sallantı alttan ve yanlar­ dan geliyordu. Odanın içindeki eşyalann, kitapların, gece lambalarının sallandığını ve yerlerinden oynadığım görüyordum. Pencere camlan şid­ detle sarsılıyordu. Bir yandan korkuyordum, bir yandan da o anda ola­ ğanüstü bir olayı yaşadığımın farkındaydım ve bunun bilincinde olmanın heyecanını hissediyordum. Yukarıda anlatılan olayda gördüğünüz gibi deprem başladığında çıkan gürültüyü yanlış yorumladım; yukarıda oturan erkekle kadmın kavga ettikle­ rini zannettim. Fakat aynı binada oturan diğer kimseler deprem olduğunu hemen anlamışlar ve daha emniyetli olur diye, bina önündeki açıkhğa çık­ mışlardı. Bireyler arasındaki bu tür anlayış farklılıklarının temelinde olaylan algılama şekli yatar. Aîgu duyu verilerini örgütleyip yorumlayarak çevremizde­ ki nesne ve olaylara anlam verme sürecine verilen addın Bu aşamada duyum (sensatlon) ile algı (perceptlon) arasmdaki farklıhğa dikkat edelim. Duyum, alıcı organlann çevredeki enerjinin etkisi altında uyanlmasıyla ortaya çıkan nörofızyolojlk süreçlere verilen addır. Duyumu İncele­ yen psikologlar alıcı organın yapısını, sinirsel enerjinin akış yollarını, çevre­ nin özelliği ile ortaya çıkan sinirsel eneıjinin türü arasındaki ilişkiyi inceler­ ler. Duyum düzeyinde bakılırsa, deprem anında duvarın sallantısının nasıl duyumlandığı, yatağın sarsılışının ve dışardaki gürültünün hangi alıcı organ­ lar aracüığıyla sinirsel eneıjiye dönüştürüldüğü soruşturma konusu olur. A lgı süreciyle İlgilenen psikologlar, birbirinden bağımsız olarak değişik du}aı organlanndan gelen duyusal verilerin, anlamlı bir bütüne nasıl dönüş­ tüğünü araştırırlar. Duvann sarsılmasını yukarıda oturan kişilerin kavgası biçiminde niçin anlamlandırdım? Hangi noktada “deprem oluyor* kararma vardım? Psikologlar, İkisi de birbiriyle yakmdan ilişkili olduğundan, hem du­ yusal süreçlerle, hem de algısal süreçlerle ilgilenirler. Önce duyusal süreçler yer alır, onun hemen arkasmdan algı gelir. İkisi arasındaki zaman farkı o ka­ dar kısadır ki. normal koşullar altında bu kısa süreyi biz algılayamayız ve bü nedenle duyumla algılama aynı anda oluyor zannederiz. Alıcı organlar, nesne ve olayların özelliklerine göre farklı duyusal veriler üretirler. Nesne ve olaylann özelliklerinden, kırmızılık, ağırlık, sıcaklık, yu­ muşaklık, hızlıhk gibi tanımlayıcı belirtileri kastediyoruz. Bu özellikler, duyu­ sal düzeyde nöroflzyolojik eneıjiye dönüşürler ve bu aşamadan sonra algı sü­ reci başlar. Algılamada bizim daha önceki yaşantı ve deneyimlerimizin etkisi büyüktür. Ben depremi ilk başta, daha önceki yaşantılanma dayaneuak. yukandaki kişilerin kavgası olarak algıladım. Bu anlamda, her algılaı^a olayı, gelen duyusal verilere dayanılarak, dış dünya hakkında kurulan bir kuramdır. Bu kuram tahkike ve denemeye açık.

DUYUM VE ALGILAMA

99

geçici bir kuramdın daha sonradan gelen duyusal verilerle ya daha kuvvetle­ nir ya da zayıflayarak yerini başka geçici bir kurama terkeder. Her birey kurammı. kendi yaşantısı ve deneyimleri çerçevesinde kurar. Bu özelliğinden dolayı temelde algı, son derece öznel bir süreçtir, insamn yarattığı her şey kendi algısal süreçlerinden geçerek oluşur. Uygarlık ve kûltOrûn temelinde de bu süreçler yatar. Bu bölümde hem duyusal, hem de algısal süreçleri inceleyeceğiz. Önce duyu organlanna ve duyusal süreçlere »bakacağız. Daha sonra, daha yüksek düzeyde zihinsel (bilişsel) süreçlerin İşin içine girdiği algısal süreçleri gözden geçireceğiz.

1. ALGISAL EŞİKLER özel Alıcılar Birisi size, **Ben kulağımla görür, gözümle işitir ve cildimle tad alınm” de­ se herhalde ciddiye almazsınız, veya onun akıl hastası olduğunu düşünürsü­ nüz. Biz. son derece değişik enerji türlerinin İçlçe girdiği karmaşık bir çevre­ de yaşarız. Uzmanlaşmış alıcı organlar (rcccptors). çevredeki belirli eneıjl tür­ lerine seçici tepki gösterirler ve böylece biz duyumsama ve algılama sürecine başlarız. Örneğin, göz ışık dalga boylanna. .kulak ses dalg^ boylarına, dil kimyasal enetjiye seçici tepki gösterir. Bu alıcı organların yapılan birbirlerin­ den farklıdır. Psikologlar şimdi altı veya yedi du3ru organından bahsediyorlan Göz. ku­ lak, dil, cilt, burun, hareket algılamasını sağlayan kas eklem yerlerindeki ki­ netik alıcılar ve denge duyumunu veren iç kulakta yanm-daire kanallannda bulunan alıcılar. İleride alıcıların yapılarını ye fonksiyonlannı daha aynntılı olarak inceleyeceğiz. Muüak Eşik Güney Kaliforniya'da günde ortalama 30 kadar deprem olduğu saptan­ mıştır. Burada oturan insanlar, duyarlı aletler tarafından kaydedilen dep­ remlerin ancak belirli bir derece üstünde olanlannı fark edebilir. Alıcı organ­ lar çok düşük düzeydeki uyarıcı şiddetine tepkide bulunamazlar. Duyarlı aletler tarafmdan ölçülebilen bazı ses dalgalarını biz duyamayız. Bazı ışık uyancüan o kadar düşük şiddettedir ki. göz tarafından alınmaları olanaksız­ dır. Bir alıcı organm uyanlabildiği en ufak uyancı şiddetine mutlak eşik (absolute thresholdl’adı verilir. Mutlak eşiği bulmak için yükselen ve alçalan uys^cı şiddetleri yöntemi kuUanıbr. örneğin, görme duyusunu ele alarak bu yöntemi uygulayalım. Bi­ reyin görebildiği ışık şiddetinde başlayarak, bu ışığı gittikçe azaltıp, sonunda göremeyeceği bir ışık şiddeti düzeyine indiririz. Bu yolu izleyerek öyle bir ışık şiddetine geliriz ki. birey bu noktada. ışığı görüp görememe arasında bocala­ maya başlar. Tepkilerinin yüzde ellisi “Evet görüyorum." diğer yüzde ellisi de “Ha3nr göremiyorum" biçiminde olur. Bu iş defalarca tekrarlanır ve hesapla bir değer ortaya çıkarılır. Bu değer bireyin mutlak eşiğini gösterir.

İNSAN VE DAVRANIŞI

100

Kişinin yorgunluk derecesine, verilen uyancının türüne ve hangi koşullar altında verildiğine göre, eşik değerlen değiştiğinden, "mutlak" kelimesini kul­ lanmak doğru değildir. Ne var ki, bu kelime bir terim olarak psikologlar tarafmdan oldukça yaygm bir şekilde kuUânılmaya devam ediliyor. İhblo 3.1’de belirli duyu organlarının mutlak eşikleri, günlük yaşantımızda anlamh olabi­ len bir dille ifade edilmiştir. Tablo 3.1 Duyu organlanmızın yaklaşık mutlak eşik değerleri Görme İşitme Tat alma Koku alma Dokunma

Karanlık bir gecede 60 km'den bir mum ışığı Sessiz bir ortamda 5 metreden bir kol saatinin işleyişi Sekiz litrelik bir suda bir çay kaşığı şeker Altı odalı bOyûk bir evde bir damla esans Bir santimetre yükseklikten yüzüne düşen bir sineğin kanadı

Fark Eşiği Duyu organlanna ulaşan uyancılar sürekli olarak aynı düzeyde kalmayıp değişim gösterirler. Uyancılarda meydana gelen sürekli değişikliklerin hangi­ lerini fark ederiz? Birkaç Örnek vererek konuyu daha somutlaştıralım, örne­ ğin. karanlık bir odada yakılan bir kibrit hemen farkedlllr. Ne var ki 200 wattlik bir lambayla aydınlatılmış bir odada yanan kibriti, kimse fark ede­ mez. Bir uyancıda fark edilebilen en ufak şiddet değişimine fark eşiği (difierence/dliTerential threshold) adı verilir. Mutlak eşikte olduğu gibi, alçalan ve yükselen şiddet dereceleri kullanılarak, deneğin yüzde elli fark ettiği ve yüzde elli fark edemediği miktarlar bulunur. Bulunan miktarlar o bireyin fark eşiği­ ni belirtirler. Fark eşiği, bireyin içinde bulunduğu fîzyolojlk koşullara, uyancının baş­ langıç şiddetine, kişinin dikkat derecesine ve diğer bazı koşullara bağlı ola­ rak değişir. Her şeye rağmen, genel olarak bir gözlem yapmak olanağı vardır. Alman fizyologu E. H. Weber fark eşiği üzerinde 1834*te çalışmalar yapmış ve şimdi Weber oranı tWeber's fraetion) olarak bilinen formülü gelişUrmlşlir. Bu oran: -T“ « k

Resim 3.1 Ernst Weber

olarak ifade edilir. Bu fonnüldeki /. uyancının temel şiddetidir; D/, fark edilebilen uyarıcı miktandır; k. te­ mel uyancı şiddeti ile fark edilebilen şiddet arasında­ ki değişmez ilişkiyi, katsayıyı gösterir. Bir örnek vere­ lim. Fârzedelim kİ elinizde 100 gramhk bir ağırlık var [D ve bu ağırlıktan 102 gramhk ağırlığı ayırt edebili­ yor ve böylece 2 gramlık bir farkı hissedebiliyorsunuz (DJj; bu durumda k'nin değeri. 2/100 = .02 dir.

DUYUM VE ALGIUVMA

101

Bu oran değişmez kabul edilirse, ön tahminlerde bulunmaya başlayabiliriz. örneğin, elinize konan 400 grambk (I) bir ağırlıktan farkı ayırt edilebile­ cek hangi agırlığm diğer elinize konması gerektiğini hesaplayabilirsiniz. Yukandaki formülü uyguladığınızda, 8 gramlık bir farkın (DI) birey tarafından hIssedUebileceginİ, ve ağırlığın 408 gram olması gerektiğini bulursunuz. Tab­ lo 3.2, değişik du30 i organlarımız için Weber katsayılannı veriyor. Tablo 3.2. Değişik duyu organları için Weber katsayıları Görme (parlaklık) Kinestezi Acı (ısıyla orta3ra çıkan) İşitme (orta frekanslar) Basınç (deri) Koku Tat (tuz)

1/60 1/50 1/30 1/10

1/7 1/4 1/3

2. DUYUSAL UYUM Sabah traş olduktan sonra kullandığmız kolonyanın kokusunu ancak birkaç dakika koklayabilirsiniz, daha sonra kokusunu alamazsınız. Ocakta pişen yemeğin kokusunu eve ilk girdiğinizde kuvvetle algılarsınız, ama bir sûre sonra koku kaybolur. Şu anda giydiğiniz elbiselerin cildinize dokundu­ ğunun farkında mısınız? Bir dakika kadar gözlerinizi kapayın ve sessiz kahn. Ne gibi sesler var çevrenizde? Dikkat etmqre başlayınca, şimdiye kadar farkında olmadığınız bazı seslerin farkma varmaya başladınız mı? Yukarıda anlatılanlar duyusal uyum (sensoiy adaptalion) için verilebile­ cek örneklerdir. .Bir sûre sürekli olarak uyardan duyu organı, uyarıcının şid­ detinde ve özelliğinde bir değişiklik olmazsa, duyarlüığını kaybeder, duyusal eşikte yükselme olur. Ahcı organ gelen uyarıcıya alışır ve tepkide bulunma­ maya başlar. Uyanada bir değişiklik olursa, duyu organı yeniden tepkide bu­ lunmaya başlar. Duyusal uyumla ilgili denemelerden birisini siz evde yapabilirsiniz, içine su doldurup elinizi sokabileceğiniz ûç kap alın. Kaplardan birine soğuk, diğe­ rine sıcak ve en son kaba da ılık su koyun. Sağ elinizi soğuk suya, sol elinizi sıcak suya sokun ve iki dakika kadar bekletin. (Saatiniz yoksa. lOOrden başlayıp 1120ye kadar sayın.) Daha sonra ellerinizi ılık suya sokun. Göre­ ceksiniz. sağ ve sol eliniz size farklı duyumlar gönderir. Aynı ılık suyu sağ eli­ niz “sıcak", sol eliniz ise "soğuk" hisseder. Bu olayı, sağ ve sol eldeki alıcı hücrelerin içinde bulundukları ısıya du­ yusal uyum yapmalarıyla açıklarız. Her duyu organımız için duyusal uyum geçerli bir kuraldır. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir: "Ben aynı nesneye veya kişiye sürekli baktığım halde, gözüm niçin uyum yapmıyor? Niçin bu kişiyi

İNSAN VE DAVRANIŞI

102

veya nesneyi hâlâ görmeye devam ediyorum?” Günlük hayatta gözle İlgili du­ yusal uyum olmamasımn nedeni, göz sürekli kıpırtı İçinde olduğundan gö­ rüntünün retinada hep aym yere düşmemesidir. Deneysel koşullar altında görüntü retinada aynı yere düşürüldüğünde, kısa bir süre sonra retinanm duyusal uyum yaptığı ve görüntü algılamasının da kaybolduğu gözlenmiştir. Duyusal Uyumun Etkileri Duyusal uyum nedeniyle çevremizde sûreglden belirli uyancılara dikkat etmemeye başlarız. Böylece, algılama yeteneğimizin tüm gücü, çevrede deği­ şen ve bizim bilmemizde yarar olan uyancılara ayrılabilmektedir. Du3rusal uyum olmasaydı ve İç çamaşırlarmızın, vücudunuzun ısısının, çevredeki ses­ lerin tümünün sürekli farkında olsaydınız, smıfta ders dinlemek İçin dikkati­ nizi toplayamaz, okuduğunuz kitabı anlamakta güçlük çekerdiniz. Etrafınız­ da sizi ilgilendiren bir konu konuşulurken ders çalışmayı hiç denediniz mİ? Aynı anda hem konuşma3a dinlemek hem de ders çalışmak olanağı hemen hemen yok gibidir. Ancak etraftaki konuşmaya duyusal uyum yaptığımızda konuşmayı algılamayız ve dikkatimizi derse verebiliriz. Doğanın düzeni gereği, duyusal uyumun yararlı olmadığı yerlerde, orga­ nizma koruyucu mekanizmalar geliştirmiştir, örneğin, ağnya uyum yapamı­ yoruz. Bir başka deyişle, elinizi ateşe koyduğunuz veya dişiniz ağndığı za­ man. bir süre sonra ağnya uyum yapmanız söz konusu değildir. Böylece. uyum yapamama sayesinde, kendimize zarar verecek unsurlardan uzak du­ ruruz. Daha önce sözünü ettiğimiz gibi, günlük normal koşullar altında gö­ zün görüntüye u3rum yapması zordur, çünkü göz sürekli titreşimler yaparak görüntüyü retinanm farklı yerlerine düşürür. Birçok alıcı oıganm duyusal uyum yapabilmesi ve bazı du3nı organlannın bu uyumu yapamaması, bireyin çevredeki tehlikeli durumlardan sakınarak en verimli bir algılama süreci için­ de bulunmasına yol açar.

3. İKİNCİL DUYULAR Cildimize ve vücudumuzun iç kısımlanna yayılmış sinir hücreleri kendilerine özgü bazı İşlevler geliştirmişlerdir. Duyu hücreleri adı verilen bu hüc­ reler “gönne". “işitme", “tad alma” gibi iç ve dış çevrenin durumu hakkında bize bilgi verirler. Duyu hücreleri tür organizasyon gösterirler; (1)

Vücudun belirli bir yerinde toplanarak bir duyu organı oluştururlar; işitme organı ve görme organı buna örnektir.

(2)

Bazı duyu hücreleri vücudun belirli yerlerinde toplanırlar, fakat kendileri bir organ oluşturmazlar. Tad alma hücreleri dilde, damak­ ta ve geniz adıyla bilinen buiunun ağızla birleştiği yeıxie toplanmış­ tın ancak dil ve damak yalnız bir tad alma organı değildir.

(3)

Bazı duyu hücreleri vücudun her yerine yayılmıştır, ne bir organi­ zasyon gösterirler, ne de belirli bir yerleşme bölgeleri vardın dokun­ ma ve ısı duyusunu alan hücreler bu türdendir.

DUYUM VE ALGILAMA

103

Duyu hücreleri özel bir tip sinir hûcreleridir.dlğer sinir hücrelerinden ay­ rılan yönleri vardır. Diğer hücreler uyanhnayı* sinaptik ortamdan abrken. du­ yu sinir hücreleri İç veya dış çevredeki eneıji türlerine seçici tepkide bulu­ nurlar. örneğin, göz dış çevredeki belirli ışm dalgalarma seçici tepkide bulu­ nur ve böylece çevremizi görmemizi sağlar. Kaslardaki ve eklem yerlerindeki hareket algılayıcı duyu hücreleri, iç çevredeki faaliyetler hakkında bize bilgi verir. Her duyu hücresinin tepkide bulunduğu eneıji türü farklıdır; kimi ısı­ ya, kimi mekanik basınç ve harekete, kimi kimyasal yapıya, kimi ses dalgalanna seçici tepkide bulunur. Beyin, bu duyu girdilerini alarak iç ve dış çevre hakkmda bilgi sahibi olur. Birincil ve İkincil Duyular Günlük yaşantınızı gözlediğinizde, görme ve işitme oıganlannızı diğer du­ yu organlanndan daha fazla sıklıkta kullandığınızı fark edeceksiniz. Hayvan­ lar aleminde ise. hayvamn türüne göre başka bir duyu organmın. onun gün­ lük hayaünda daha fazla Önem kazandığını görürsünüz. Bazı hayvanlar kok­ lama oıganını, bazı hayvanlar dokunma orgamnı, bazı hayvanlarsa tad alma organını daha sık kullanırlar. İnsanlar kültür ve uygarlıklannı büyük ölçüde görme ve işitme organı üzerine kurmuşlardır. En önemli aracımız dil. günümüzde gösterdiği etkinli­ ğe işitme ve görme olmadan hiçbir zaman ulaşamazdı. Değişik sanat türleri, özellikle müzik, resim, heykeltraşlık, mimari görme ve işitme duyusu üzerine kurulmuştur. Kurtlar kendilerine alt alanm sınırlarını, o sınınn değişik yerle­ rini idrarlarıyla, kokusal biçimde işaretleyerek belirlerler. Biz insanlar ise kendi evimizin sınırlarını levhalarla, ya da parmaklıklarla belirtiriz*. Yukarıda belirttiğimiz gibi insanoğlunun geliştirdiği kültür ve uygarlık, işitme ve görmeye daha önemli bir yer verir. “Kiralık ev“ levhası yerine “kira­ lık ev" kokusunu kullanmıyoruz. Bildiğiniz gibi, trafik kurallarımız görme ve İşitme duyusuna dayanılarak yapılmıştır. Görme ve işitme organının insan İçin olan öneminden dolayı, bu duyu organlarma birincil duyu organları denir. Diğer duyu organları da bize önemli bilgiler verir ve önemli işlevler görür. Fakat, görme ve işitme organlanna oranla daha az sıklıkta kullanıldıkları için onlara ikincil duyu organları adı verilir. Aşağıda önce, ikincil duyu organı olarak adlandırdığımız duyu organlannı inceleyeceğiz. Bunlar sıcak ve soğuk duyuları, basınç duyularını alan dokunma duyusu, bedenimizin hangi pozisyonda bulunduğunu bildiren po­ zisyon duyusu, çevremizdeki kokulan almamıza yarayan koku ve yediğimiz ytyecekleıin tadını bildiren tad duyulandır.

(*)

Bazı kimselerin duvarlara “su dökmeleri”, onların şehrin o bölgesini kendi sınırlan olarak ilan etme arzusundan gelmemektedir. Halk tuvaletlerinin sık olmayışı ve vatandaşın bir^sel geçmişinde duvara ”su dökme“ alışkanlığının oluşu, “ihtiyaç halinde* bu davranışı hemen ortaya çıkarabilmektedir. Köpeklerin ve kurtların yaptığı gibi evimizin sınırlannı idrarla tanımlamaya çalışırsak, o zaman kurtlarınkine benzer bir sistem kullanmış oluruz.

104

İNSAN VE DAVRANIŞI

Dokunma Duyusu Cildimiz sıcaklık, soğukluk, basınç, acı ve agn duyxımlannı alır. Birkaç yıl öncesine kadar dört duyumun her biri İçin derimizde ayn sinir hücreleri bulunduğu kabul edilirdi; bu yorumun yetersiz olduğu anlaşılmıştır. Gerçi derimizde ba­ zı sinir hücreleri sıcaklığa daha çok tepkide bu­ lunur ama. sıcaklığa başka alıcı hücreler de tep­ ki yaparlar. Bu durum soğukluk, basınç ve acı duyumlan İçin de söz konusudur.

Şekil 3.1 Ilık ve soğuk uyarıl­ manın sonucu sıcaklık duyumu ortaya çıkar. Helezon borular­ dan ılık (40-44°C) ve soğuk (05*’C) su geçirilince denek avu­ cunun yandığını hisseder. Bu deney, sıcaklık duyumunun ılık ve soğuk alıcılarının aynı anda uyarılmasıyla ortaya çıktığını gösterir.

Deneylerin ayrmtılanna girmeden, elde edi­ len bulgulan kısaca özetlemekle yetinelim; Deri­ deki alıcı duyu hücreler birbiriyle sürekli etkile­ şim içindedir: deri duyumlannın temelinde, tek tek sinirsel hücreleri değil, karmaşık ve blrbllerlyle ilişki içinde olan “duyu hücre örûntüleıi" yatar. Acı, sıcaklık, soğukluk ve basınç, basit tek tip alıcı hücrelerin değil, birbirinden farklı türden hücrelerin etkileşimleri sonucu ortaya çı­ kar. Pozisyon Duyusu

Bedenin nasıl bir pozisyonda olduğunu bildi­ ren alıcı hücreler iki türdür. Birinci türü oluştu­ ran kinestetik alıcılar (kinesthetlc receptors) kas, kiriş ve eklemlerde yer alırlar. Hareket ettiğimiz zaman, bedenimizin neresinin ne gibi bir hareket yaptığını bize bu duyu hücreleri bildirin hangi kaslann gergin, hangilerinin gevşek olduğu, beden ağırlığımızın hangi ayak üzerinde ne kadar bulunduğu ve bedenin geri kalan kısmmın hangi pozisyonda olduğu hakkında bize bilgi verir. Bu alıcı hücreler olmasaydı, bedensel hareketimizi koordine etmek zor olurdu. Değil yalnız dans etmek ye bazı akrobatik hareketler yapmak, yürü­ mek bile olanaksız hale gelirdi. Bedenimizin dengesi hakkında bilgi veren denge duyusu hücreleri (equlllbratory receptors). kulağın iç yapısına yakm olan yanm’daire kanalları (semlcircular canals) ve vestibûler torbalar (vestibular sacs) içinde yer alırlar. Kulağın yapısmı İncelerken bu kanallara da değineceğiz. Şekil 3.5*te inceleye­ ceğimiz gibi, vesübüler torbalar, kulağın satyangozu ile yanm kanallar İçinde bulunur. Denge duyusu hücreleri bedenin yer çekimine göre ne pozisyonda bulunduğunu bildirir ve bedenin hangi kısımlarmın ne biçimde etkilendiğini gösterir. Birbirlerine düşey durumda üç yanm daire kanalı vardır. Kanaİlann içi sı­ vı ile doludur. Başm hareketiyle bu sıvılar da hareket eder. Baş hareket edin­ ce. kanallann iç kısımlannda yer alan kılcal sinir uçlanna bu sıvı basınç ya­ par, basınç sinirsel enerjiye dönüşür ve beyine sinirsel mesaj olarak gider.

DUYUM VE ALGILAMA

105

Vestibûler torbacıklar İçinde biraz daha peltemsi bir sıvı vardır. Başın hareke­ ti. sıvı dolu torbanın duvarlannda yer alan kılcal sinir uçlarının uyarmasma yol açar. Bu sinirsel eneıji de beyine gider. Beyin yarım daire kanallarından ve vestibûler kanaldan gelen duyusal bilgileri alır ve bedenin denge durumuyla ilgili algılamayı oluşturur. Koklama Duyusu Koklama duyusu bazı hayvanlar için en önemli duyudur. Örneğin, köpekbalıgmm gözü pek görmez ama koku alma duyusu çok gelişmiştir. Köpekbalı­ ğı beyninin b0}rOk bir kısmı, insan beyninin ise ancak ufak bir kısmı koku al­ ma işlevine ayrılmıştır. Koku duyusu, duygu ve heyecan yaşantımızla sıkı sı­ kıya ilgilidir. Bu nedenle, yetişkin kadın ve erkekler güzel buldukları kokulan sürünmek için önemU miktarlarda para harcamaktan çekinmezler. Burnun üst kısımlarında koku epltali (olfactory epithelium) adı verilen alıcı hücreler vardır. Buruna giren gazlar, burun içinden geçerken koku epl­ tali hücrelerini uyanr, bu uyarılma sinirsel enerji olarak beyine gider ve ora­ da algılanır. Koku alma hücreleri, herhangi bir sinaplik bağlantıdan geçme­ den beyinle doğrudan ilişki kurar.

Burun boşhj^u

Şekil 3.2 Koku alma sistemi.

106

İNSAN VE DAVRANIŞI

Koku alma hücreleri, yaşamımız boyunca, her İki veya ûç günde bir sürekli olarak ken­ dilerini yenilerler. Yeni hücreler henüz koku alamaz durumdayken gelişirler; bir sûre son­ ra olgunlaşıp koku alabilecek duruma gelirler ve iki, ûç gûn sonra ölerek yerlerini başka ye­ ni hücrelere bırakırlar. Bu bilgiler, iki araştırmacmm (Gıazladeİ & Grazladeİ) 1978 3nlında yapüklan bir araştırma sonucu elde edilmiş­ tir.

Resim 3.2 Uyuşturucu madde ka­ çakçılığına karşı, uyuşturucu mad­ denin kokusunu almak için özel eği­ timli köpekler kullanılır.

Temel kokuların ne olduğu konusunda bilim adamları henüz aralarında anlaşabilmiş değildir. Kokuyu tanımlayan bir kelime bul­ mak zordun bulunan kelimeler ise basit değil­ dir. Önceleri altı temel koku olduğu s^lenirdi. daha sonra dokuz temel koku olduğu orta­ ya atıldı, ne var kİ bu savunularm bilimsel bir temeli yoktur.

Tad Duyusu Tad tomurcukları (taste buds) adı verilen tad alma duyusunun alıcıları dilin yanlarında, arkasında ve gırtlakta yer alırlar. Bu alıcılar sıvılaşmış mad­ deleri duyumlayablllr. Aynada kendi dilinize baktığınızda, diliniz üzerinde birçok çıkıntılar görürsünüz. Her bir çıkıntı çok sayıda tad alma tomurcuğu­ nu içerir ve her tomurcukta da 20*den fazla tad alma hücresi vardır (Resim 3.3). Dilimizde, vücudumuzun diğer yerlerine yayılmış bulunan dokunma, acı ve ısı (sıcak-soğuk) alıcı hücreleri de vardır. Bu alıcılar tüm tad ve lezzet alma deneyimine katkıda bulunurlar. Tad alma alıcılan, önceleri özelleşmiş işlevlere göre iş bölümü yapmış ola­ rak bilinirdi. Son }allarda yapılan araştırmalar, hücrelerde bu kadar uzman­ laşma olmadığını, her bir tad alma hücresinin dört temel tada tepkide bulu­ nabildiğini göstermiştir. Fakat şunu da belirtelim ki. her bir alıcı hücrenin daha kolaylıkla tepkide bulunduğu, bir anlamda tercih ettiği belirli bir temel tad vardır. Dört temel tad tatlı, tuzlu, ekşi ve acıdır. Şekil 3.3 de gösterildiği gibi, dilin uç kısmında bulunan hücreler daha çok tatlıya, dilin geriierine doğru gittikçe hücreler sırayla tuzluya, ekşiye ve acıya daha duyarlı hale ge­ lirler. Şeklide de görüldüğü gibi, tad alma alanları arasında bir çakışma söz konusudur. Yiyeceğin tadım ve lezzetini yalnız dilimizdeki tad alma hücreleriyle du­ yumsamayız, burnumuzdaki koku alma hücreleri de yiyeceğin tadı ve lezzeti hakkında bize önemli bilgiler verir. Soğuk algınlığıyla burnumuz tıkalı olduğu zaman yemeğin pek tadını alamadığımızı hepimiz biliriz; burnumuz tıkalı İken yiyecekler lezzetini kaybeder. Böyle bir deneyiminiz olmadıysa, burnu­ nuzu ve gözünüzü kapayın ve yediğiniz yemeğin lezzetini duyumsamaya çalı­ şın. Yiyeceğin sertliği ya da yumuşaklığı, sıcak veya soğuk oluşu yiyecek zev-

DUYUM VE ALGILAMA

107

kimizl etkiler. Yemeklere baharat konmasınm te­ melinde. koku ve acılar ekleyerek dili ve burnu zengin bir biçimde uyarmak amacı yatar. Birey içinde bûyûdûgû kültürün, ortamın et­ kisiyle belirli tür bir "damak lezzeti"ne alışır ve bu lezzeti sık sık yiyeceklerinde arar. "Acılı Ada­ na Kebabı" yemeye alışmış biri, haşlama sebze tûrû yiyeceklerde pek lezzet bulamaz. Türkiye'ye Tıalu gelen İngiliz de. "Acılı Adana Kebabrna ahşmakta güçlük çeker. Bunun gibi, yiyeceğin görünüşü de o yemeği ne kadar iştahla yiyeceğimizi etkiler. ŞdkJI 3.3 Dil üzerinde değişik Hangi görünüşün "zevkli" bir yiyecek görünüşü tadiara duyarlı oian kısımlar. olacagmı. yiyeceğin içinde hazırlandığı kültür ve Bu şekilde de görüldüğü gibi, yemek yeme alışkanlıkları belirler, örneğin, bazı bazı tad bölgeleri birbirieriyle kültürlerde yan kanh et iştah açıcı bir görüntü çakışırlar. arzederken, bazı kültürlerde mide bulandırıcı olarak kabul edUlr. Hayvanlann yiyecek maddelerine yaptıklan tercihli davranış gözlenerek, farklı hayvanlann farklı tad alma alıcılanna sahip olduğu anlaşılmıştır, örne­ ğin. kedi tatlıya hiç ilgi göstermez, fakat fare ve at tatlıyı sever. Kedide tatlı ahcı hücresi olmadığı halde, fare ve atta vardır. Köpek ve maymunlar suyun tadını alabilir, fakat insanlar suyu tadamaz; ancak suyun içindeki maddeleri tadabilir (Houston, Bee, Rimm. 1983, s. 102).

Resim 3.3 Tad tomurcuklannm büyültülerek çekilmiş resmi.

JNSAN v e DAVRANIŞI

108

4. İŞİTME işitme birincil duyulanınızdan biridir. Konuştuğumuz dil. işitme duyumu üzerine kurulmuştur. Hepimizin bildiği gibi dil. bugünkü insan uygarlıgınm temelinde yatar. "Nasıl işitiriz?" sorusuna ses olayını inceleyerek başlayaca­ ğız. Daha sonra kulağın yapısını ve işitmenin nasıl gerçekleştiğini açıklayan kuramlan inceleyeceğiz. Ses Dalgalan Ses duyusu sıkışan ve gevş^en hava moleküllerinin yarattığı ses dalgalannın kulaktaki alıcı hücreleri eücilemesiyle oluşur. Ses dalgalan su üzerinde görebildiğimiz dalgalan andırır. Durgun bir havuza taş attığmızda taşın düş­ tüğü yer merkez olmak üzere, merkezden uzaklaşan ve uzaklaştıkça büyüyen halkalar görürsünüz. Halkalar merkezdan uzaklaşarak büyüdükçe, kuvvetle­ rinden kaybederler ve belirli bir uzaklıktan sonra ortadan kaybolurlar. Su yü­ zeyinde gördüğümüz bu dalgalan, su moleküllerinin biraraya gelerek sıkış­ ması ve daha sonra gevşemesi meydana getirir. Ses dalgalan da aynı biçimde oluşur. Belirli bir ses kaynağı, örneğin bir davula vurulan tokmak, hava moleküllerinin biraraya sıkışıp daha sonra gev­ şemesine yol açar. Davula vurulan tokmaktaki mekanik eneıjl, davulun deri­ sini. tokmağın vuruş şiddetine orantılı olarak titreştirir. Titreşen deri, kendi­ sine temas eden hava moleküllerini harekete geçirir. Hava moleküllerinin tit­ reşimi demek, moleküllerin sıkışması (compression) ve sıkışmayı takiben gev­ şemesi (rarefaction) demektir. Gevşeme ve sıkışma birbirini izleyerek hava tit­ reşimini oluşturur. Hava titreşimlerinin hızı, deniz dûze}^nde saniyede 340 metre civarındadır. Şekil 3-4'te davuldan yayılan ses dalgalan şematik olarak görülüyor. Bu dalgalar birbini takip eden iniş çıkışlardan oluşur ve sinüs dalgası (sine wa­ ve) adıyla bilinir. Sinüs dalgasmın tepeleri hava moleküllerinin sıkıştığı bölge­ lere. vadileri de gevşediği bölgelere karşılıktır. Bir ses dalgasının önemli ûç boyutu vardın frekans, genlik ve karmaşıklık. Saniyedeki tekrar miktan. o ses dalgasının frekansım (frequency) oluştu­ rur. Şekil 3-4'te yatay düz çizgi hava moleküllerinin ilk başlangıçtaki orijinal Hava moydilerl

En falla 8ik)şi(Uı En fazla govşekEk (enyCksakbasıı^ (en dûşOk basınç)

ı

Da^ix)yu-

EnyCks^

Endüşük

Ş«kil 3.4 Ses dalgasının ortaya çıkışı ve yapısı.

DUYUM VE ALGILAMA

109

durumunu gösterir. Bu çizgiye yatay eksen diyelim. Dalganın herhangi bir noktasından bir sonraki iniş çıkıştaki aynı noktaya kadar olan uzaklığa dal­ ga boyu (wave length) adı verilir. Yüksek frekanstaki seslerin dalga boyu kı­ sa. dûşûk frekanstaki seslerin dalga boyu uzundur. Sesin frekansı hertz (Hz) birimiyle ölçülür ve saniyedeki dalga sa3nsını İfade eder. Sesin frekans değişi­ mini. o sesin perdesi (pitch) nin yükselmesi ya da azalması olarak algılarız. Yüksek frekansh (dolayıs^la kısa dalga boylu) sesler yüksek perdeden, alçak frekanslı (dolayısıyla uzun dalga boylu) sesler alçak perdeden ses çıkanrlar. Kulağımız ses dalgalannın hepsini dujrma yeteneğine sahip değildir. İn­ san kulağı yaklaşık 20 ila 20.000 Hz arasındaki sesleri duyabilir. Piyano tel­ leri 30 İle 3,000 Hz. tuba adı verilen müzik aleti 45 İle 320 Hz. keman 190 ila 3,000 Hz arasında değişen frekansta sesler çıkarabilir. Bir baritonun sesi ise 96 İla 320 Hz arasmda değişir. Bir ses dalgasının genligi (amplitude), şekil 3-4*te gösterildiği gibi, yatay eksen İle sesin tepeciği arasındaki dikey izdüşümün 3raksekllği ile ölçülür ve o sesin şiddet derecesini belirler. Sinüs dalgasındaki tepecikler yatay eksen­ den ne kadar uzaksa, o ses o kadar şiddetli demektir. Birisine. “Yüksek sesle konuşma“ dediğimiz zaman, fizik biliminin terimleri içinde. “Sesinin genliğini azalt“ diyoruz. Desibel (dB) ses şiddetini ölçmek için kullanılan bir birimdir. Sesin şiddeti arttıkça kulağı rahatsız etmeye başlar ve 120 desibeli geçince acı hissi verir. Bir kimse. 90 dBlİk bir sese sürekli maruz bırakılırsa, o kim­ senin işitme yeteneğinde zamanla bozulma başlar ve kulak duyarlığını kaybe­ der. Frekans ve sesin şiddeti beraberce işitme deneyimini etkiler. Kulağımız en çok 1,000 İle 3,000 Hz arasındaki seslere duyarlıdır. Bu frekans dağılımı­ nın altındaki ve üstündeki sesleri duyabilmemiz için sesin şiddetinin daha yüksek olması gerekir. ŞeikiJ 3-4’te verilen sinüs dalgası tek bir ses tonunu temsil ediyor. Gün­ lük hayatta duyduğumuz sesler böyle tek sesli değildir, birçok ses aynı za­ manda birbirini etkileyerek kulağımıza gelir. Sesin bir temel frekansı ve bir de bu frekansın katsayılan olan armonileri (overtones) vardır. Temel ses to­ nunun tepeleri ve vadileri karmaşık ses dalgasında da kendini gösterir. Temel dalga yapısının üstüne diğer dalgalar biner ve düz bir dalga çizgi­ sinin yerini, ufak girintileri ve çıkmtılan olan bir dalga yapısı alır. Pl}ranoda orta sı tuşuna vurduğunuzda çıkan ses dalgasında temel frekans olarak 256 Hz bulunur. Bu temel frekansa ek olarak 512, 768 ve 1024 Hz’llk armonik dalgalar da ortaya çıkar. Armonik sesler temel frekansın iki, üç ve dört katı­ dır. Armonik frekanslar, genlikleri temel dalgadan az olduğu halde, algılana­ bilen şiddettedir ve temel sesin algılanış biçimini önemli ölçüde etkiler. Kulak Yapısı Şekil 3-5 kulağın yapısını gösteriyor. Şekilde gördüğünüz gibi, kulak dış kulak, orta kulak ve iç kulak olmak üzere üç değişik kısımdan oluşur. Dış kulak kulak kepçestylc, işitme kanalından oluşur ve dış çevredeki ses dalgalannı alıp, kulak zarına yöneltme İşlevini görür. Kulak zarı dış ku­ lakla orta kulak arasında yer alan İnce bir zara verilen isimdir.

lio

in s a n v e

DAVRANIŞI

Orta kulak kıkırdaktan oluşmuş bir boşluktur ve burada birbiriyle bağ­ lantılı Oç kemik parçası yer alır. Kulak zanyla temas eden kemiğe, biçimin­ den dolayı çekiç (hammer) adı verilir. Çeklçe temas eden İkinci kemiğin adı örs (anvil) ve ona temas eden ûçûncû kemiğin adı da üzengidir (stlmıp). Ozengi. otKÜ pencere denen ve orta kulakla İç kulak arasında yer alan bir zar­ la temas halindedir. Bu zara oval görünüşünden dolayı oval pencere adı veril­ miştir. Ses kulak kepçesi ve İşitme kanabndan kulak zanna gelince, ses dalgasımn biraz önce incelediğimiz dalga boyu, frekansı ve şiddeti gibi özelllklerlhe bağlı olarak kulak zannı titreştirir. Kulak zarının titreşimi sırayla çekiç kemiği, örs kemiği, üzengi kemiği ve oval pencereyi titreştirir. Gördüğünüz gibi buraya kadar sesin iletimi tamam^la fîziksel bir olay olarak gerçekleşir. Kulak zannın yüzeyi oval pencerenin yüzeyinden daha bdyük olduğundan, kulak zanndaki titreşim şiddet kazanarak oval pencere^ ulaşır. Ses kulak zanna gelinceye kadar gücünden kaybettiğinden, oval pen­ cere azalan gücü telafi eder. Kulağm iç yapısında salyangoz (köklea/cochlea) biçiminde içi sıvı dolu bir kısım vardır. Oval penceredeki titreşimler salyangoz İçindeki sıvıyı titreşti­ rir. Salyangozun İç duvannda baziler zar (basilar membrane) denen bir kısım vardır. Ses titreşimine uygun olarak baziler zar titreşim yapar. Bu hareket Korti organı (organ of Corti) denilen kısımda bulunan alıcı kirpiksi hücrelert uyanr. Salyangozdaki sıvı d];şardakl sesin özelliklerine göre titreşmeye başla­ yınca, alıcı sinir hücreleri mekanik enerjiyi sinirsel enerjiye dönüştürürler ve sinirsel eneıjiyi beyin ses olarak algılar. İşitme Kuramları Korti organı bir bezelye büyüklügündedir ve sesi duyumlayan alıcı kir­ piksi hücreler bu organ üzerindedir. Nasıl oluyor da birbirinden farklı binler­ ce sesi bu kadar ufak bir organ ayırt edebiliyor? İki temel kuram bu olayı Yarımddre Hanaltar . (Hareket duyumu) Çekiç

Üzengi

\

Oval pencere i$ilme sinirt

Köklea

östeMboresu

Şekil 3.5 İnsan kulağının yapısı.

DUYUM VE ALGILAMA

111

-KolümnmoMÇBksaMI Ba^üerzarvekılcai höoreler K l a n ı n ı m ^ a s ı n A gflrOnCşû

BazJierzarvelotealhOcretof ond pancara jraianınd^ İdeal has.bai)nbu^arb6)runea lOOHdk bk saknım otla^ çıkaracakitr.

Şekil 3.6 İşitme kuramları.

açıklamaya çalışır, ilk kuramın adı yer kuramıdır (placc thcory) ve sesin per­ desiyle. saİ3rangoz İçindeki baziler zann uyarıldığı yer arasında bir ilişki ol­ duğunu varsayar. Bu kurama göre, yüksek frekanslı sesler, zann oval pence­ re yalanındaki dar ucunu, düşük frekansb sesler de zann orta kısmını etki­ ler. İkinci kuram frekans kuramı (freqençy theory) olarak bilinir ve beyine gi­ den sinirsel eneıji frekansının beyin tarafından perde olarak yorumlandığını varsayar. Bu kurama göre, baziler zardaki tüm alıcılar bütün frekanslara duyarhdır. Frekansla ilgili bilgi, alıcı hücrelerin deşaıj frekansında, şiddet ile il­ gili bilgi ise uyarılan sinir sayısında kodlanır. Araştırmalar, her iki kuramm da doğru yönleri olduğunu gösteriyor. Bilim adamlan hem yer kuramının, hem de frekans kuramının nasıl işittiğimizle ilgili gerçeğin bir kısmını açıkla­ dığı görüşündedirler. Sesin Terini ve Uzaklığını Anlamak Sesin kaynağmm yerini saptamak : Bir çocuğun gözlerini kapatm ve bir sesin nereden geldiğini parmağıyla işaret ederek göstermesini isteyin. Gözleri kapalı olduğu halde çocuk, ses kaynağmın yönünü doğru olarak gösterir. Se­ sin kaynağmı nasıl saptayabiliyoruz? Araştırmalar iki önemli etken keşfet­ miştir: etkenlerden ilki, iki kulak arasındaki uzaklıktan kaynaklanan sesin kulaklara ulaşımındaki zaman farkıdır. İnsanlar 0.00003 saniye gibi çok kısa bir zaman farkını algılayabilir (But1er ve Flannery. 1980). Ses dalgası, önce sesiı^kaynagı yönünde olan kulağa ve kısa bir zaman sonra da diğer kulağa ulaşır. Aradaki zaman farkı, sesin kaynağının hangi yönde algılanacağını belirler. Sesin frekansı yükseldikçe zamana dayanarak yapılan aynm zorlaşır. Se­ sin ka3mağının nerede olduğunu algılamada zaman farkı yanında, sesin ku­

112

İNSAN VE DAVRANIŞI

laklara hangi şiddette geldlgl de bir İpucu olarak kullanılır. Ses kaynağı yö­ nündeki kulak ses dalgasını. Öbür yöndeki kulaktan daha şiddetli alır; şiddet farkı sesin kaynağının hangi yönde olduğunu belirtir. Ses tam karşıdan, ya da tam tepeden geliyorsa, İki kulağa gelen ses arasında zaman ve şiddet farkı olmaz. Bu durumda sesin kaynağını saptamak zorlaşır. Bu durumlarda baş sağa sola, aşağı yukarı çevrilerek, zaman ve şiddet İpuçlan yakalanır ve sesin kaynağı anlaşılır. Ses kaynagmm uzakUğmı algdamak : Sesin yansıyarak ilerleme özelliği, sesin kaynağının uzaklığmı algılamamızda temel etkendir. Bir ses ne kadar yankılı olarak kulağımıza ulaşıyorsa, o sesin kaynağı o denli bizden uzakta demektir. Deneysel koşullar altında laboratuvarlarda yapılan denemelerde, sesin yankı özelliği denetim altında tutulduğunda, deneklerin ses kaynağınm uzaklığını algılamada hata yapma}ra başladıkları gözlenmiştir. Bir sesin hangi yönde hareket ettiğini algılamak: Ses kaynaklan sabit ol­ mayabilir. Yolda hareket eden bir arabayı düşünün; gözleriniz kapalı da olsa, arabanın hangi yönde gittiğini anlayabilirsiniz. Dpppler etkisi (Doppler efiect) denen olay, ses kaynagmm hareket yönünü algılamamıza yardım eder. Ara­ banın hareket ettiği yönde yayılan ses dalgalan, arabanın hızmdan oluşan bir basınç altmdadır ve bundan dolayı sıkıştırılmış bir durumdadır. Ters yön­ deki ses dalgalan ise. yine arabanın hızından dolayı, gevşek durumdadır. Bu olaya Doppler etkisi adı verilmiştir. Kulağımız ses dalgalanma sıkıştınimış veya gevşek olduğunu hissedebilir. Bu duyular, ses kaynağının gidiş yönü hakkında, beyinde bir algılama oluşturur. Vücut İçinde kalp atışı, kanın dolaşımı, sindirim organlannın çalışması gibi ses çıkaran sürekli hareketler vardır. Düşük frekanslı olduklarından bu sesler duyulmaz. Kulağınızı parmaklannızla kapatın ve bir sûre kalbinizin atışını dinleyin. Kalbinizin sesini sürekli duysaydınız. dış dünyadaki sesleri algılamakta güçlük çekerdiniz. Çok alçak frekansların algılanmayışı, bu ba­ kımdan işimize yarar.

5. GÖRME Görme, birincil duyulanmızdan biridir. "Gözün gördüğüne, akıl inanır" sözü, göz duyumuzun bizim bilgi edinmemizde ne kadar önemli olduğunu ifade eder. “Nasıl görüyoruz?" sorusuna geçmeden önce, görme duyumuzun temel "maddesi"olan ışık uyarıcısını inceleyelim. Işık Gözümüzün algılayabileceği ışık eneıjisi. geniş bir elektromanyetik dalga dağılımının ufak bir bölümünü oluşturur. Örneğin, radyo, televizyon, radar ve röntgen dalgalan, yukanda sözünü ettiğimiz elektromanyetik dalga dağılı­ mı içinde yer almalanna rağmen, gözümüz bu dalgalan algılayacak yetenekte değildir. Elektromanyetik dalgalann hava molekülleriyle ilişkisi yoktur, onlann yapılan elektromanyetik enerjinin yoğunlaşması ve zayıflaşmasından oluş­

DUYUM VE ALGILAMA

113

muştur. Elektromanyetik dalganm. aynı ses dalgasında olduğu gibi, dalga boyu, dalga tepeciği, dalga vadisi gibi özellikleri vardır. Elektromanyetik dal> ga boylan bûyûk bir çeşitlilik gösterir; görülebilen ışınlann dalga boylan 380 İle 760 nanometre (nm) arasmda değişirken (lm = 1.000.000.000 nm) bazı radyo dalgalannın boyu kilometrelerce uzunlukta olabilir. Görülebilen ışmlann dalga boylan ışığın rengini (color/hue), dalga genliği İse ışığın şiddetini (Intensity) ya da parlaklığını (brightness) oluşturur. Kar> maşıklık, ışık dalgasının saf mı, yoksa birçok ışık dalgasıyla beraber mİ bu­ lunduğunu belirtir ve rengin tokluğu (saturation) olarak adlandırılır. Saf renkler tok renklerdir. G ö z ü n T a p ıs ı Göz karmaşık fakat son derece mükemmel İşleyen bir mekanizmaya sa­ hiptir. Bir mum ışığını 35-40 km uzaklıktan görebilen duyarlığa sahip olan göz, son derece parlak güneş ışığında da görevini yapar. Gözümüze birkaç santimetre yakmiıktaki nesneleri görebildiğimiz gibi, bizden milyarlarca ışık yılı uzaklıkta bulunan yıldızlan da görebiliriz. Gözümüzün yapısını inceleye­ rek görme işlevini nasıl yerine getirdiğini anlayalım. Şekil 3-7'de görüldüğü gibi, gözde birbirinden farklı yapılar bulunur. Işık göze öndeki saydam tabakadan (comea) girer, iris (iris), gözün renkli kısmı­ dır ve kaslardan oluşur. İrisin ortasında yer alan gözbebeği (pupil), iris kasla-

Görmednlıl i

Şekil 3.7 (a) Sağ gözOn enlemesine kesit görüntüsü, (b) retinanın kesitinin büyütülmüş görünüşü. İD a

114

İNSAN VE DAVRANIŞI

nnm büzülmesi ya da gevşemesiyle büyüyüp küçülerek güze giren ışık xnlkta> nnı denetler. Güzbebeğinl geçen ışık göz merceğine (lens) gelir ve göz merceglnden geçerek retina (retina) üzerinde toplanır. Otonom sinir sisteminin parasempatik bolümü İrisin hareketlerini denetler ve böylece retina Üzerine çok fazla ışık düşmesine ve retinanın zarar gör­ mesine engel olur. İris sempatik sistemin de etkisi altındadır. Omeğin, duy­ gulandığımız. veya İlgilendiğimiz zaman, göz bebeğimiz genişler. Hess. Seltzer ve Shlien (1965) adlı üç Amerikalı psikolog yaptıklan bir araştırmada erkek­ lerin çıplak kadm resimleriı^e baktıkları zaman göz bebeklerinin genişlediğini gözlemişlerdir. Diğer araştırmalar da İlgi duyduğumuz nesnelere bakarken göz bebeğimi­ zin büyüdüğünü saptamıştır. Gazete veya TV reklamı hazırlayan şirketler, or­ taya çıkardıkları reklamlardan hangisinin daha ilginç olduğunu, reklamları seyrederken seyircilerin göz bebeklerinin bûjrüme ve küçülmesini, deneğin karşısına konmuş aynaya benzeyep aletler yoluyla ölçerek anlayabilirler. Göz merceği uzak ve yakın cisimlerin görüntüsünü retina üzerine açık ye net olarak düşürebilmek için sürekli uyum yapar. Yakındaki cisimlere bakam­ ken mercek kalınlaşır ve uzaktaki cisimlere bakarken İncelir. Değişik neden­ lerden dolayı göz merceği bu yeteneğini kaybedebilir. Mercek sürekli kalın kal^orsa. kişi yakın görüşlü (nearsighted). bir başka deyişle miyop olur. Böyle bir kimse yakındadcI cisimleri açık ve net görür, fa­ kat uzaktaki cisimleri açık seçik göremez, öbür yandan, hipermetrop adı veri­ len uzak görüşlü (farsighted) kimselerin göz mercekleri kalınlaşma yeteneğini kaybetmiştir ve yakındaki nesneleri açık seçik .görmekte zorluk çekerler. Göz küresinin tam yuvarlak olmadığı durumlarda kişi astigmat olur. Astigmat olanlar yatay ve dikey düzlemleri net olarak göremezler. Mercek bozuklukları yaşlılıkta sık sık kendini gösterir. Yukanda saydığı­ mız her üç tür görme bozukluğunu gözlük takarak gidermek olanağı vardır. Gözün yapısına genel olarak baktıktan sonra şimdi de görmemize olanak veren sinir hücrelerini İnceleyelim. Retina: Çubukçuk ve Mızrakçıklar Retinada iki türlü görme hücresi vardır. Hücrelerin biçimlerinden dolayı biline çubukçuk (rods) öbürüne de mtzrakçık (cones) adı verilir. Şekil 3-7’de bu hücreler gösterilmiştir. Geniş bir ışm tayfına karşı duyarlı olan çubukçuklar aynı zamanda düşük şiddetteki ışığa da duyarlılık gösterirler. Bu özel­ liğinden dolayı gece karanlığında daha çok çubukçuklan kullanırız. Mızrakçıklar belirli sınırlar içindeki dalga uzunluklarına duyarlıdırlar ye bir görüşe göre, her bir dalga boyuna tepkide bulunan mızrakçık ayrıdır. Eİu özelliklerinden dolayı mızrakçıklar renk algılamasına olanak verirler. Mızrakçıklar düşük şiddetteki ışığa duyarlı değildir ve gece görüşünde pek yararh olmazlar. Şekil 3-7 (b) ve Şekil 3-8*de görüldüğü gibi retina üç tabakadan oluşur. Görme algısına olanak veren çubukçuk ve mızrakçıklar. beklentimizin tersi­ ne. retinanın en alt tabakasını oluştururİEur ve diğer İki tabakanın gerisinde kalırlar.

DUYUM VE ALGILAMA

115

Şekil 3.8 Retinaya ışığın gelişi ve uyarımın beyine götOrûtüşO

îki uçlu görme hücreleri çubukçuk ve ımzrakçıkJann önünde yer alırlar. Kendileri ışığa duyarlı değildir, fakat çubukçuk ve mızrakçıklar tarafından uyarılırlar. Ikl-uçlu-görme-hûcreleri de kendilerinden sonra gelen tabakayı oluşturan gangliyon hücrelerini uyarırlar. Gangliyon hücrelerinin uzun aksonlan gözden beyine giden görsel siniri oluşturur. Şekilden de anlayacağınız gibi, göze gelen ışık, retinadaki çubukçuk ve mızrakçıga ulaşmadan önce, saydam tabakadan, göz bebeğinden, iç-gözdeki sıvıdan, gangliyon hücreleri­ nin ve daha sonra da, ikl-uçlu-görme-hücrelerinin oluşturduğu tabakalardan geçmek zorundadır. Görme sinirleri biraraya toplanarak göz küresini terk eder. Sinirlerin göz küresinden çıkış noktasmda görsel alıcı hücreler yoktur. Bu nedenle, iki gö­ zümüzde de bir kör nokta (blind spot) vardır. Günlük koşullar altında, göz sü­ rekli ufak hareketler yaptığmdan, kör noktanın farkına varmayız. Fakat bazı koşullarda kör noktayı algılama olanağı vardır. Şekil 3-9*da verilen yönerge dikkatle okunup uygulanırsa, kör noktanın farkına varılabilir.

Şekil 3-9 Kör noktanızı görebUtrsiniz. Kitabı önOnOzdo tutun. Sol gözOnûzO kapayın ve noktaya gözünüzü dikin. Çevresel görüşünüz içinde X işaretini görmeye devam edersiniz. Şimdi kitabı yavaş yavaş kendinize doğru getirin. Belirli bir noktada X işareti kaybolur. Bu anda X'ln görünümü kör noktanız üzerine düşmektedir. Sağ gözünüzü kapayıp aynı işlemleri yaparak, sağ gözünüzün kör noktasını da keşfedebilirsiniz.

116

İNSAN VE DAVRANIŞI

Retinada iki-uçlu-görme hücrelerinden ve gangllyon hücrelerinden daha çok çubukçuk ve mızrakçıklar vardır. Her bir gözde ortalama 120 milyon çubukçuk. 6 milyon civannda mızrakçık ve yalnız bir milyon gangltyon hücre bulunur. Mızrakçıklar yoğun bir biçimde yalnız JoveadsL bulunur. Şekil 3.7 (a)'da görüldüğü gibi, fovea kör noktaya yakın mercimek büyüklüğünde ufak bir girintidir. Çubukçuklar ise. fovea hariç, retinanın her yerine dağılmış durumdadır. Göze yan taraflardan giren ışık daha fazla çubukçuklan etkiler, çünkü yandan giren ışıklar fovea üzerinde odaklaşmaz ve retinanın üzerinde geniş bir alana yayılır. Çubukçuklar renk algılamasına duyarh olmadığından, gö­ zün kenarından gördüğünüz nesnelerin rengini seçmeniz zordur. Yukarıda da söylediğimiz gibi iki-uçlu-görme-hücrelerinln sayısı, çubukçuklann sayısından daha azdır. Böylece» çok sayıda çubukçuk ancak bir ikl-uçlu-hücreyi uyanr. Birçok İki-uçlu-hücre bir gangliyon hücresine bağla­ nır. ö te }randan foveadaki mızrakçıklarda durum farklıdır, her bir mızrakçık hücresi bir tek ikl-uçlu-hûcreye ve o da bir tek gangliyon hücresine bağlanır. Demek oluyor kİ. çubukçuklar beyine ancak geniş bir alandan toplanmış, ge­ nel bir bilgi gönderebildikleri halde, foveadaki mızrakçıklar beyine tek tek özel mesaj gönderebilirler. Bu nedenle foveadaki görüş daha ayrıntılı ve net olur, foveanın çevresinde oluşan görüşün ise pek a3onntılan olmaz. öte yandan, birçok çubukçuğun birtek Ikl-uçlu-hücrede toplanmasından dolayı çubukçuk görüşü en hafif ışığı görebilen bir duyarlılığa erişmiştir. Dü­ şük düzeydeki ışık uyancısı tek başma bir ikl-uçlu hücreyi uyaracak kuvvet­ te olmasa dahi, çok sayıda çubukçuklan birikerek iki-uçlu-hücreye ulaşınca, o hücreyi uyaracak kuvvete erişir. Bu nedenle, karanlık bir gecede bir yıldıza doğrudan bakıldığında pek parlak görünmez; fakat yıldızın yanındaki bir nok­ taya göz dikilip, çevresel görüşle bakılırsa, yıldızın parlaklığının arttığı fark edilir. Fakat parlaklıktaki artma ile birlikte görünümdeki netlik kaybolur. Karanlığa Uyum Gözümüz, hem karanlığa hem de aydınlığa uyum yapabilecek yetenekte­ dir. Gündüz hiç sinemaya gittiniz mi? Sinema salonuna ilk girdiğinizde per­ denin dışında hiçbir şeyi göremezsiniz. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş kol­ tuklan ve oturan. İnsanlann siluetlerini görmeye başlarsınız. Karanlık or­ tamlarda ışığa duyarlık kazanmaya karanlığa uyum (dark adaptation) adı ve­ rilir. Bunun tam tersi olan aydınlık ortamlarda ışık düzeyine duyarsızlık ka­ zanma sürecine. ışığa uyum (llght adaptation) adı verilir. Işığa uyuma örnek olarak, karanlık bir odadan birdenbire aydınlık bir yere çıkmayı verebiliriz. Karanlık bir odadan aydınlığa birdenbire çıktığımızda, gözümüzü kırpıştıra­ rak ışık miktannı azaltmaya çalışırız daha sonra gözümüz ışığa uyum sağladıktap sonra normal gün ışığından rahatsız olmayız. Şekil 3-10 çubukçuk ve mızrakçıklann karanlığa uyum eğrisini veriyor. Şekilde gördüğünüz gibi çubukçuklar 10 dakika gibi kısa bir süre içinde uyumlannı tamamlasalar da belirli bir ışık şiddetinin altındaki ışıklara hiçbir zaman duyarlılık kazanamazlar, öte yandan çubukçuklar. uzun zaman

DUYUM VE ALGILAMA

117

Şekil 3.10 Karanlığa uyum eğrileri. Bu eğriler mızrakçık veya çubukçukların duyarlı olduğu en ufak ışık miktannı göstermektedir.

uyum sürecini devam ettirerek daha dûşûk düzeylerdeki ışıklara duyaıiıbk kazanabilirler (Wist, 1976). Bu bulgunun bir iQrgulamasi ikinci Dünya Savaşı'nda gece uçuşu yapan pilotlarda yapılmıştır. Gece uçuşu yapan pilotlar, uçuş saatinden önce karanlık odaya abnmışlar ve gece kamufle edilmiş düş> man şehirlerini keşfedebilmek için, gözlerinin kenarından bakarak çevresel görüş eğitimine girmişlerdir. Renk Duyusu Renk duyusu İnsanlarda gelişmiş olduğundan birbirinden farklı değişik renkleri görebiliriz. Renkleri üç temel boyutta toplamak gelenek olmuştur. Bunlar kırmızı-yeşil, san>mavi ve styah-beyaz boyutlarıdır. Organizma her üç boyuttaki renkleri görebiliyorsa ona trikromaiik (trichromatic), iki boyuttaki renkleri görebiliyorsa dikromatik (dichromatlc). yalnız bir tek boyuttaki renk­ leri görebiliyorsa monokromatik (monochromatic) adı verilir. özellikle erkeklerde rastlanan ve renk körlüğü adı verilen bir görme bo­ zukluğu vardır. Bu görme bozukluğuna sahip kimselerin bazıları kırmızı ile yeşili, diğerleri ise mavi ile sarıyı ayırt edemez. İnsanların büyük çoğunluğu trikromatik görüşlü iken, bu kimseler dikromatik görüşlüdürler. Dikromatik görüşlü kimseler arasmda kırmızı-yeşU körlüğü en yaygm olanıdır. Kırmızı, mavi ve yeşil temel ışık renkleridir. Diğer bütün ışık renkleri bu üç temel rengin karışımından elde edilebilir. Temel renk kavramını kullana­ rak renkleri nasıl algıladığımızı açıklayan çeşitli renk algılama kuramları var­ dır. Bunlardan en tanınmışı Young-Helmholtz kuramıdır. İlk olarak Thomas Young tarafından 1802'de ileri sürülen bu kuram da­ ha sonra Hermann von Helmholtz tarafmdan 1852*de gözden geçirilerek daha da geliştirilmiştir. Young-Helmholtz kuramına göre her temel renk (kırmızı, mavi, yeşil) için ayn bir mızrakçık hücresi vardır ve bu* hücreler ancak kendi

118

İNSAN VE DAVRANIŞI

ışık dalgalarına tepkide bulunurlar. Diğer renkler, ûç farklı mızrakçık hücre­ sinin değişik derecelerde uyanlmas^rla ortaya çıkar. Bu kuram son derece basit ancak o derece de kapsamlı olduğundan, yaygm kabul görmüştür. Fakat daha sonralan renk körlüğüyle ilgili araştırmalar geliştirilince Young-Helmholtz kuramı geçerliğini yitirmiştir. Renk körü olan kişilerin ya kırmızı-yeşil. ya da mavl-san renkleri ayırt edemediğini öğrendik. Halbuki Young-Helmholtz kuramma göre kırmızı, yeşil ve mavi için ayn ayn mızrakçık hücreleri bulunur. Dolayısıyla bu kuram renk körlerinin niye sa­ dece bazı renk çiftlerini görmediğini açıklayamaz. Bu nedenle, renk algılamasım açıklamak için, karşıt süreçler kuramı ortaya atılmıştır. Karşıt süreçler kuramı (the opponent-process theoı^: Bu kavram Ed­ ward Herlng admda bir bilim adamı tarafından 1870 yılında ortaya atılmıştır. Onun kuramma göre birbirine zıt ûç süreç vardır. Süreçlerden biri rengin şiddetiyle (styah-beyaz). diğeri kırmızı ve yeşil renklerle, bir diğeri de san ve mavi ile İlgilidir. Her süreç iki biçimde İşler. Sürecin bir aşamasında bir renk, diğer aşamasında başka bir renk algılanır. Her sürecin iki durumu vardır ve her durumda farkh bir renk algılanır. Bir süreç aynı anda iki durumda birden olamayacağmdan, tek sûrece bağlı kırmızı-yeşil, veya san-mavi gibi renkler aynı anda algılanamaz. Fakat kırmızı-san, mavi-yeşil, mavi-kırmızı. san-yeşii duyumlan algılanabilir. Bu kuram belirli bir renge bir sûre baktıktan sonra ortaya çıkan sonraki görünüm (after image) olayını da açıklayabilmektedir. Şekil 3.2rdekl renk tablosuna iki daklkabk bir sûre baktıktan sonm gri zemine baktığınızda tab­ lonun bir hayalini görürsünüz. Fakat bu görüntüde asıl tablodaki kırmızı rengi yeşil, sarı rengi de mavi olarak görürsünüz. Bunun açıklamasını karşıt süreçler kuramı şöyle yapar: Kırmızı renge bir sûre bakıldığında, kırmızıyeşil zıt süreçlerinden kırmızı olanı uyarılır ve kırmızı alıcıları bu sûre İçinde yorulur. İki dakika sonra göz gri zemine çevrildiğinde yorulan kırmızının yeri­ ne, zıttı olan yorulmamış yeşil alıcılar faaliyete geçer ve sonraki görünüm ye­ şil olarak algılanır. Renk duyumuyla ilgili araştırma yapan psikologlar, Young-Helmholtz ve karşıt süreçler kuramlarının her ikisinin de doğru yanlan olduğunu ve renk duyusunu açıklamak için, bu iki kuramın her İkisinden de yararlanılması ge­ rektiğini belirtirler.

6. ALGILAMA VE YAŞANTI Duyu organlannı ve temel duyulan yukanda kısaca gözden geçirdik. Da­ ha önce de belirttiğimiz gibi, duyu, alıcı hücrelerin dış çevredeki fiziksel ener­ jileri yakalayarak sinirsel enerjiye çevirmesiyle oluşur. Bu sinirsel eneıjl be­ yinde İşlenir ve işlemin sonucunda bir algısal ûrûn ortaya çıkar. Bu işleme algüama (perceiving) ve ortaya çıkan ürüne de algı (perception) adı verilir. Algı, duyudan farklıdır. Algılama anmda beyin, blre3dn İçinde bulunduğu durumdan beklentilerini, geçmiş yaşantılannı. diğer duyu organlanndan ge­ len başka duyulan, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba^ katar. Gelen du­

DUYUM VE ALGILAMA

119

yulan seçme, bazılarım ihmal etme, bazılannı kuvvetlendirme, arada olan boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme bu aşamada yapılır. Duyu organlannm beyine ilettikleri duyular basittir. EÜgılama ise geçmiş öğrenme ve deneyimlerimizin de işin içine girdiği son derece karmaşık bir sü­ reçtir. Daha önce sözünü etmiş olduğumuz deprem ola3rmı dûşûnûnl Dep­ rem olayının devam ettiğini anlamakta zorluk çektiğimi hatırlaym. Algdama sürecini inceledikçe, süreci etkileyen değişkenleri daha ayııntılanyla yalan­ dan incelteceğiz.

7. ALGI YAN ILM ALyy Algılama sürecini incelemeye başlamadan önce, bazı algı yanılmalannı kısaca gözden geçirelim. Algı yanılmaları, algılama düzenimizin hata yapmaya açık olduğunu ve algı ûrOnOnûn mükemmel olmadığını göste­ rir. Algı yanılmalarmı inceleyerek, algılama sürecinin temelinde yatan bazı iş­ levleri keşfedebiliriz. Bu nedenle, algısal süreçleri ele almadan önce, algı yanılmalannı kısaca gözden geçireceğiz. İlk olarak Ponza illüzyonu (algı yanüsaması) olarak bilinen olayı ele ala­ lım. Şekil 3.1 Te bakın. Birbirine yatay çizgiler aynı büyüklükte olduğu hal­ de, sayfamn yukarı kısmında bulunan çizgi, sayfanın altı kısmında kalan çiz­ giden daha uzun görünüyor. Ponzo yanılsaması, uzaklık algılamasmda, birblriyle mekânda kesişen çizgileri bir referans, karşılaştırma birimi olarak kullEUidığıınızı ortaya çıkarmıştır. Böylece beyin, yukandaki yatay çizgiyi uzakta algılar ve bu uzaklığı telafi etmek için bir miktar büyüklük ekler. Yapılan de­ nemeler. Ponzo yanılsamasınm yalnız kağıt üzerindeki çizimde değil, gerçek hayatta da gözlendiğini göstermiştir. Karanlık bir odada, 3 metre uzaklıkta İğne ucu büyüklüğünde bir ışık noktasına göz dikilir ve ışığm şiddeti arttınlıp azalblırsa, yerinde durduğu halde, ışık noktası yaklaşıyor ve uzaklaşıyormuş gi­ bi algılanır. Buna gamma olayı adı verilir. Işık şid­ detlenince yakında, zayıfladıkça uzakta algılanır. Bu yanılsama, ışık ka3magının uzaklığının algılanmasmda. ışığın şiddetinin İpucu olarak kullanıldı­ ğını gösterir. Şekil 3.12'de başka yanılsama örnekleri görü­ lüyor: (a)

Cb)

Mûüer-Lyler yanılsaması: Her iki çizgi de aynı uzunlukta olduğu halde yukandaki çizgi aşağıdakinden daha uzun görünüyor. Poggendorjf yanılsaması : Köşegen çizgi sanki sürekli değil, bir noktada kınk gibi görünüyor. Gerçekte çizgi düzdür ve yatay ® ^ , duruma yaklaştıkça yanılsama ortadan kaybolur.

ması. Bu şekilde görülen ıkı Kalın çizgiden hangi« daha uzun göıOnmekledir?

İNSAN VE DAVRANIŞI

120

I (3 0

oOo

oo

o a .OOO oo

X V 2

Şekli 3.12 Değişik algı yaniisamalan.

(c)

Wundt yanılsaması: Yatay çizgiler birbirine paralel olduğu halde, sanki ortada bel vermiş gibi gözükürler.

(d)

Zoliner yanılsaması: Köşegen hatlar birbirine paralel olduğu halde ufak kesik çizgiler bunlan birbirine yaklaşıyor ya da uzaklaşıyormuş gibi gösteriyor.

Resim 3.21 Sonraki görünüm (after image) olayı: renk tablosunun ortasındaki noktaya gözünüzü dikerek iki dakika süreyle bakın. Bu sürenin biti­ minde bakışınızı sağdaki gri alanın ortasındaki noktaya çevirin. Gözünüzde beliren hayaldeki renkler, renk tablosundaki renklerin tamamlayıcı renk­ leri olacaktır. Diğer bir deyişle, mavinin yerinde sarı, kırmızının yerinde yeşil, yeşilin yerinde kırmızı ve sarının yerinde mavi renk gözükecektir.

DUYUM VE ALGILAMA

(e)

(0 (g) (h) (D

121

Ortadaki yuvarlak her İki şekilde de aynı büyüklükte olduğu halde, kûçûk daireler arasında yer alan soldaki yuvarlak, sağdaki şekildeki orta yuvarlağa göre daha bûyûk görünür. Bir şeyin eksik olduğu hissediliyor ama. ne olduğunu anlaşılamı­ yor. insan şekillerinden hangisi daha bûyûk görünüyor? ölçülürse, hepsinin aynı boy olduğu bulunur. Hangi çizgi ^ n ln devamıdır? Bir cetvel alın ve deneyerek bulun. Bourdon yandsaması: Şeklin sol kenan gerçekte dûz olmasına rağ­ men. eğik gözükür.

Algı Yanılmaları ve Halüsinasyon Yukanda verdiğimiz örneklerden sonra sanırız ki. algı yanılmalannın var­ lığından şüpheniz kalmamıştır. Algı yanılmaları yalnız fiziksel nesne ve olaylan kapsamaz, sosyal durumlan. insan davranışlannı da içerir, örneğin, bir kimse kendisine söylenen bir sözü, söyle3^nin niyetinden farklı şekilde yo­ rumladığı zaman bir algı yanılması vardır. Sosyal durumlarla ilgili algı yanılmalan ya düzenli ve tutarlı, ya da gelişigüzel ve seyrek bir biçimde olur. Bir insan düzenli ve tutarlı algı yanılmalan gösteriyorsa, bu tür algılama­ ya halüsinasyon (hallucination) adı verilir. Haiûslnasyonlar bireyin akıl sağlığmda bir dengesizliğe işaret eden aşın halüsinasyon hallerinde, bireyler teh­ likeli davranışlarda bulunabilirler. Örneğin, bir kimsenin kendisini casusla­ rın takip ettiğini düşünmesi ve arkasından yürüyen her kimsenin bir ajan ol­ duğunu varsayması düzenli ve tutarlı bir halûsinasyondur. Bu kimsenin, birgün tesadüfen arkasında yürüyen birini tabancayla vurup öldürmesi müm­ kündür. Yanılsamada var olan bir nesne farklı algılanır. Haiûslnasyonda kişi blmayan bir şeyi algılar. Genellikle yanılsama belirli bir flziksel nesne ya da olayı, halüsinasyon bir sosyal olayı ya da etkileşimi içerir. Yanılsama, o nes­ neye bakan her kimse tarafından hemen hemen aynı biçimde algılanır, fakat halüsinasyon. ancak bir kimseye özgü algı yanılmasım temsil eder. Bu yönle­ ri göz önünde tutulduğu zaman, halüsinasyon ve yanılsamanm farklı farklı olaylar olduğu açıkça görülür..

8. ALGILAMA SÜREÇLERİ Şimdi algılamanm Önemli iki sürecini ele almaya hazınz. Bunlardan ilki seçici dikkat, diğeri de organizasyondur. Seçici Dikkat (selective attention) Dış dünyada olup bitenlerin büyük bir kısmını duyu organlarımız yaka­ lar, ne var ki biz bu enerjilerin farkına varamayız. İnsanoğlu, çevresini seçici bir biçimde algılar. Duyu organlarımızın yaiwdadigi uyarıcıların ancak bir kısmım seçerek algılarız. Örneğin, şu anda kitabı okumayı bırakın ve gözleri­ nizi kapatıp, çevrenizdeki sesleri dinleyin. Uzakta veya ysikmda farkına vardı-

122

in s a n v e

DAVRANIŞI

gınız yeni sesler var ım? Kalbinizin atışını hissedebiliyor musunuz? Ayagmızda çorap var mı, kitabı okurken çorabın olduğunun veya olmadığmın farkında mıydınız? Oturduğunuz yer yumuşak mı, yoksa sert mi? Bedeninizin duru­ mu nasıl; beliniz, omuzunuz, boynunuz rahat mı, yoksa gergin misiniz? Dış uyancılann hepsinin farkında olarak okumaya devam etseydiniz, okuduğunuzdan bir şey anlayamazdınız. Beynimizin giren duyu verilerini iş­ leyerek anlamlı bir algı oluşturma kapasitesi son derece smırbdır. Bu neden­ le beyin, belirli değişkenlerin etkisi altmda sürekli seçerek algılar. Seçme ola­ yı, algılama olayının en belirgin özelliklerinden biridir. Algısal seçimi etkileyen değişkenleri iki temel grupta toplayabiliriz. Bun­ lardan ilkini algılanan uyancıyla ilgili özellikler. İkincisini de algılayan bireyle ilgili özellikler oluşturur. Algısal seçimi etkileyen uyarıcıyla Ügili değişkenler: Dış dünyadaki uyancüar, belirli bazı özelliklerine göre dikkatimizi çeker ve hemen algılanırlar. Bu özelliklerden en başta geleni uyancınuı değişkenliğidir (change in stimu­ lus). Değişiklik gösteren uyancı hemen dikkati çeker. Seçiciliğin temelinde hem duyusal uyum, hem de evrimsel yaşam kavgası yer alabilir. Daha önce de sözünü etmiştik, bir duyu organı belirli tür bir uyancıya uzun sûre maruz bırakılırsa, duyu organı o uyancıya uyum yapar. Uyancıda bir değişiklik olduğu zaman, duyu organı hemen farkına vanr. Ev­ rimsel yönden, uyarıcı değişkenliğinin hemen farkına varmanın önemini kav­ ramak zor değildir. Doğada, hayvanlara gelen tehlike, hareket halinde olan diğer yaratıklardan gelir. Bu nedenle hem avlayan, hem de avlanan hareket­ lerine dikkat etmek zorundadır. Geçmişte biz insanlar bazı hayvanlar gibi av­ cıydık. Kendi karnımızı doyurmak ve çocuklarımızı beslemek ancak İyi avcı olmakla mümkündü. Reklam şirketleri hareket eden reklamlarla, uyarıcının bu özelliğinden yararlanmak İsterler. Aynı hareketin tekrarı (repetition) ilk başlarda dikkati çeker, daha sonra tekrara uyum yapılır. Fakat algısal uyum ortaya çıkmadan önce, tekrar edilen uyancı tümüyle algılanır. Dikkatimizi çeken uyancı özelliklerinden bir diğeri de uyarıcının bûyûktûgûdür (size). Uyancı büyüdükçe dikkatimizi daha çok çeker. Aynı biçimde uyananın şiddeti (intensity) de dikkati etkiler. Parlak renkler, yüksek sesler, şiddetli acı, kuvvetli koku hemen dikkatimizi çeker. Renkli uyancılar. renksiz uyancılandan daha kolaylıkla dikkatimizi çeker. Renkler arasında da. saf renkler, kanşık renklerden dikkati daha çok çeker. Tüm saf renkler arasmda da kırmızı ve mavi, san ve yeşile göre dikkati daha çok çeker. Algısal seçimi etkileyen algılayıcıyla ûgüi değişkenler: İçinde bulunduğu­ muz durumla ilgili beklentilerimiz (expectation) o durumda bulunan uyancılardan hangisini seçeceğimizi önemli derecede etkiler. İşten dönüp eve gelir­ ken çocuklann bizi karşıladıklan köşede “gözümüz onlan arar." İlgiler (interests) ve o anda içinde bulunulan gereksinmeler (needs) algı­ sal seçimi etkiler. İstanbul'da aynı sokakta yürüyen İki turistten biri mimar­ sa evlerin yapı biçimlerine dikkat eder, diğeri kedileri seviyorsa sokak kedile­ rini gözler. Aynı biçimde, aç olan birey lokantadan gelen kokulan hemen farkeder. tok olan ise bunlann farkına bile varmaz.

DUYUM VE ALGILAMA

123

İnançlar (bellefs) ve blrqrsel değerler (values) de aynı biçimde algılama­ mızı etkiler. Dindar bir kişi, bir konuşmanın dinle ilgili kısımlanna , öbür yandan bir sanatkâr, aynı konuşmanın sanatla ilgili yönlerine dikkat eder. Örgütleme Algılama ile İlgilenen psikologların öğrendikleri İlk şey. algının bir örgüt­ leme olduğudur. Dûn3ra}a rasgele bir araya gelmiş, gelişigüzel nesnelerin di­ zildiği bir çevre olarak görmeyiz. Bize gelen duyulan derler, toparlar, organize ederek bir anlam veririz. Algı, kendisini oluşturan duyusal girdilerin toplammdan daha fazla bir anlam İfade eder: Bu gerçeği, algısal psikoloji üzerinde* çahşan ilk Alman psikologlan gestalt kelimesi İle ifade ettiler. Bazı organizas­ yon kurallan -gestalt ilkeleri- algılamamızı etkilen bu kurallardan önemli blrkaçmı kısaca belirtelim: Şekiî-Zemin (figure-ground) îlişktsi : Bûtûn algılamalarda bir şekil ve bir zemin vardır. Şekil, arka yüzeyi oluşturan zemin İçinde anlamını ka­ zanır. Şekil-zemin İlişkisi bütün duyu organlannı kapsar. Kuş sesini dinlerken, trafik sesi arka­ da bir zemin oluşturur. Birisi sırtımıza dokundu­ ğunda, elbisemizden sürekli gelen duyum zemi­ ne. kişinin dokunmasıyla oluşan duyum şekle örnektir. Otunna odasının alışageldiğimiz koku­ su zemin, mutfaktan gelen soğan kokusu şekil­ dir. Görsel alanda şekil bize daha yakındır ve bir nesne izlenimi verir, bir biçimi vardır: zemin İse tanımlanması zor bir madde İzlenimi taşır. Şekil. a}rnı aydmiık şiddetinde olsa dahi, zeminden da­ ha aydmiık görünür. Şekil daha etkile3dci bir iz­ lenim yapar ve daha iyi hatırlanır. Şekil ve zeminin blrblrlyle yer değiştirdiği al­ gılamalarımız vardır. Bir biçimi önce şekil olarak görürken, biraz sonra zemin olarak görebiliriz. Ancak, bir biçimi, aym anda hem şekil hem de zemin olarak göremeyiz. Şekil 3.13 ve 3.14 bu­ nun güzel örnekleridir. Şekillerdeki çizimleri hem şekil hem de zemin olarak a3mı anda görmeye ça­ lışın. Şekil 3.13'tekl çizimi hem vazo hem de yüz olarak aynı zamanda göremezsiniz. Uzun zaman kör kalmış kişiler ameliyat sonrası görmeye baş­ layınca. şekll-zemin ilişkisini hemen algılayabilir­ ler. Bu gözlemler,, şekil-zemin algılamasmm do­ ğuştan gelen bir özellik olduğunu, öğrenme sonu­ cunda kazandığımız bir davranış olmadığını gös­ terir.

Şekil 3.13 (OsttB): Dönüşüm gösteren şekil. Hem insan yü­ zü hem de vazo şekil olarak görünebilir. Ama. aynı anda hem şekil hem de zemin olarak görülemez. Şekil 3.14 (Altta): Çizgilerle belirtilmiş küp. Bu küpün hangi köşesi size daha yakındır? Kü­ pe sürekli bakarak algılamanız­ da ortaya çıkan değişimi izle­ yin.

İNSAN VE DAVRANIŞI

124

'. ‘ A •^4

^

«

1

' r * 's

Şekil 3.15 Tamamlama. Görünen şekiller dağınık biçimde kağıt üzerinde duran lekelerden oluştuğu halde, biz belirli bir yapıyı tamamlayarak görebilmekteyiz. Tamamlama (closure): Bir nesnenin tûmû görülmese de, o nesnenin tü­ mü görülûyoımuş gibi algılama tam olur. Gerçekte algılama, ancak ender ola­ rak tümden nesnelerden gelen duyulara dayanır. Bize gelen bölük pörçük du­ yulan biz tamamlarız. Şekil 3.15’e bakın, görülen gerçekte bazı siyah lekeler oLmasma rağmen, tamamlama sonucu, köpek Ue at ve üzerindeki binici görü­ lür. Şekll-zemln İlişkisinde olduğu gibi tamamlama kuralı da yalnız görsel alana özgü değildir, bütün duyu alanları İçin geçerli bir kuraldır. Konuşmak­ ta olan birisinin sözleri yanm yamalak duyulduğu halde, o kişinin ne dediği tamamlama kuralına dayanarak algılanabilir. Devamlılik (contlnulty): Algısal alanımızda bulunan ve aynı yönde giden birimler birbirleriyle ilişkili görünür. Bu algısal eğilimin adı devamlılıktır. Şe­ kil 3.1 6'ya bakm; yukarıdaki şekildeki İki çizgi birbirinden bağımsız görünür. Ancak, aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi, üst üste çakıştınidığı zaman, eski çizgiler ortadan kalkar ve devamlılık kuralının etkisi altmda yeni bir algılama ortaya çıkar.

][][][] Şekil 3.16 Devamlılık kuralına Örnek.

Şekil 3.17 Yakınlık kuralından dolayı birbirine yakın çizgileri gruplarız.

DUYUM VE ALGILAMA

Yakınlık (proxlmlty): Birbirine yakın olan nesneler gruplandırılarak algdanırlar. Görsel alanda olduğu gibi, diğer alanlarda da bu geçerlldir. Sokakta birkaç kişiyi beraberce toplu olarak görünce onları grup olarak algılarız ve sokakta kendi başına yürüyen kişilerden ayırt ederiz. Müzikteki ritim algılamasının temelinde, zaman içinde birbirine değişik yakınlıklarda bulunan vuruşlar yatar. Dûm tek, düm tek, dûm tek bir ritim oluştururken, dûm dûm tek tek. dûm düm tek tek ayn bir ritim oluşturur. Şim dibucûm leyiok uman ızz orl la şacak. Son cûmleyi anlamakta zorluk çekmenizin altında, haıüe-

125 • • • • • • • • • • • • • JJ5SSS*ooo**J •#oooooooooo« J # o o o o o J îJ îJ î ••o o o o o o «««e o ••00##000® ««® oSooü oS ooooS JJJJJJJ JJ JJJJ Şekil 3.1e. Benzerlik. Ufak dairelerin benzerilği nasıl bir biçim algılayacağımızı belir-

rin sizin alışageldiğinizden daha farklı biçimde gruplaşması yatar. Şekil 3.17 görsel olarak yakmlık kuralını açıklamaktadır.

^

Benzerlik (similarity): Birbirine benzer birimler bir algısal bütünlük ka­ zanırlar. Kalabalığa baktığımız zaman bazı özelliklerine göre bir^leri grupla­ rız: yaş benzerliğine göre grupladığımızda çocuklan. gençleri, orta yaşlıları.ve ihtiyarlan görürüz; cinsel benzerliği kullanarak erkek ve dişi gruplannı algı­ larız. A}mı topluluğu, giydikleri gi}reilerin renklerine göre de gruplayabiliriz. Şekil 3-18’de benzer yuvarlaklann bir algısal birim oluşturdukları gözlenir. Yukanda sözünü ettiğimiz kurallar (şekil-zemin İlişkisi, tamamlama, de­ vamlılık, yakınlık ve benzerlik) algılamamızın organize olmasında önemli rol oynarlar. Beynimiz, gelen duyusal verileri sürekli İşler ve son derece karma­ şık süreçler sonunda bir algısal ürüne ulaşır. Yukandaki genel tartışmalar­ dan sonra, algısal süreçlere şimdi daha aynntılar^la bakabiliriz.

9. KARMAŞIK ALGILAMA SÜREÇLERİ Algılama sürecinde dış ve iç etkenler birbirlerini etkileyerek bir algı ürü­ nü oluştururlar. Dış etkenler, çevrede bulunan ve bizi etkileyen uyarıcılardır. Bu etkenlerin, yukanda kısaca gördüğümüz bazı kuraüar çerçevesinde, algı­ sal süreci nasıl etkilediğini incelemiş bulunuyoruz. İç etkenler dediğimiz za­ man. dışandan gelen duyusal verileri i ş l ^ ş tarzımızla İlgili psikolojik süreç­ leri kastederiz. Ûrûntü algılamasından başlayarak. İç etkenlerin algılamamız­ da oynadığı rolü inceİQrelim. Örûntü Algılaması (pattem recognition) Bildiğiniz bir melodiyi sekiz yaşmdaki çocuk söylüyor, tanıyorsunuz; 50 yaşmda kaim sesli bir erkek söylüyor, yine tanıyorsunuz; piyano veya ke­ manla çalınıyor, yine tanıyorsunuz. Bir kelime İster el yazısı. İster kitap bas­ kısı olarak size gösterilsin, isterse söylensin, aynı kelimeyi tanıyorsunuz. Bir üçgen hangi büyüklükte olursa olsun, üçgen olarak tanıyabiliyorsunuz. Bu

126

in s a n v e

DAVRANIŞI

tûr örûntûlerl nasıl tanıyabiliyorsunuz? Bu dununu İki farklı şekilde açıkla­ yabiliriz: İlk açıklama tam kaltba vurma (template matchlng) kuramı olarak İsim­ lendirilebilir. Bu görüşe göre, her bir örûntûnûn belleğimizde yerleşmiş bir kalıbı vardır ve gelen duyusal verileri kalıba vurarak nasıl bir örûntO algıla­ makta olduğumuza karar veririz. Bu kuram, birçok gözleme cevap veremediği için bugün modem psikolojide geçerliliğini yitirmiştir. İkinci açıklama tarzı özellûc analizi (feauture analysis) adı altında bilinir; her bir örûntûnûn belirli bir özellikler kümesi oluşturduğunu varsayar. Bu görüşe göre, biz duyusal verilerdeki belirli özellikleri^ algılarız ve bu özellikle­ rin bir araya geliş taızmdan örûntûyû tanımlarız. Kedilerin belirli biçimleri görmeleriyle ilgili yapılan araştırmalar, kedinin beyninde görsel işlevleri sürdüren sinirsel hücrelerin ayn ayn özelliklere tep­ kide bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Kedinin karşısma d ik ^ bir ışık çizgisi konduğu zaman kedinin beyninde belirli tipten nöronlar bu çizgiye tepkide bulunmuş, diğer nöronlar tepkide bulunmamıştır. Buna benzer biçimde, ya­ tay çizgiye başka nöronlar ve köşegen çizgilere daha başka nöronlar tepkide bulunmuştur. Bu gözlemler özellik analizi kurammı destekler. İnsanlann örûntûlerl algılamasının temelinde bu tûr farklı nöronlann yattıgmı iddia edecek durumda değiliz, çûnkû kedi üzerine yapılan deneyler­ den elde edilen sonuçlar, İnsanlara genelleştirilemez, İnsan algılaması son derece karmaşık süreçleri içerdiğinden, genelleme yaparken dlklcatli olmalı­ yız. Fakat, insanlann örûntû algılamasmın temelinde, belirli türden bir özel­ lik analizi süreci yattığını düşünebiliriz. Bu konuda araştınnalar yoğun bi­ çimde sürmektedir. İnsanın örûntû algılamasınm temel süreçleri ^ c e anlaşılırsa, örûntûlerl insan gibi algılayabilen makineler yapmak olanağı doğar. Böylece. İnsan ko­ nuşurken kelimeleri tanıyan ve söylenen sözleri yazı haline dönüştüren ma­ kineler yapma olanağı doğar. Bu makineler yapılamadığı sûrece, örûntû algı­ lamasının tam anlamıyla kavrandığı söylenemez. Hareket Algılaması (movement perception) Hareket algılamasının en basit açıklaması şudun Birbiri peşi sıra uyanlan nöronlar, bu hareketi beyine aktarırlar ve bt^lece biz hareketi algılarız, örneğin, sırtınıza dokunan bir el hareket edince, birbiri peşi sıra alıcı sinirsel hücreler uyarılır ve bu dizisel uyarılma beyinde hareket olarak algılamr. Sağ taraftan bize yaklaşmakta olan bir arabanm sesi, önce sağ kulağımıza gelir, araba yaklaştıkça sesin şiddeti artar ve araba bizi geçince gittikçe zayıflayan ses önce sol kulağa, daha sonra sağ kulağa ulaşır. Bu uyarılma dizisi işitme hücreleri aracılığıyla beyine iletilince, ses kaynağınm, bir başka deyişle ara­ banın. hangi yönde hareket ettiği algılanır. Hareket algılamasının açıklaması her zaman böyle basil değildir, örne­ ğin, yan yana duran iki trenden biri hareket ettiğinde, içinde olduğunuz tren hareket etmemiş olsa dahi, sanki siz gidiyormuşsunuz gibi algılarsınız. Bir tenis maçmı seyrederken, gözünüzle tenis topunu İzleyebilsenlz ve böylece

DUYUM VE ALGILAMA

127

topun görüntüsünü sürekli retinanın aynı noktasına dûşûrebilsenlz dahi, yi­ ne de topun hareketini algılarsınız. Hareket algılamasının temelinde çok sayıda değişken yatar. Bunlardan biri zeminin sürekli değişmesi ve şeklin sürekli görüntü sahamızda kalması­ dır. lYen ömegl bu değişkenin etkisini kanıtlar. Başın sağa sola harekeü. te­ nis topu örneğinde olduğu gibi, görsel algılamayla blrleşince, hareket âlgılâması ortaya çıkar. Birbirinin görüntülerini, bazen engelleyen ve bazen de en­ gellemeyen nesnelerin varbğı. hareket algüamasma yol açar. Görüntünün be­ lirgin bir büyüklük ve şiddet düzeyinde başlayıp, zaman İçinde gittikçe küçü­ lerek zayıflaması hareket algılamasına yol açar. Demek oluyor ki. hareket al­ gılaması. bir tek değişkenle açıklanabilecek basit bir olay olmayıp, çok sayıda değişkeni İçeren oldukça karmaşık bir süreçtir. Görünüşte hareket (apparent movement) şeklin değil, zeminin hareketin­ den doğan bir hareket algılamasıdır. Kovboy fllmlerlnde. görünüşte hareket sık sık uygulanır. Aktör, yalnız belden yukansı görülebilecek bir şekilde at eğerine oturtulur ve arkadaki manzara belirli bir hızda sürekli değiştirilir. Filmi s^ ed en ler. sanki kovboy at üzerinde gidiyormuş gibi bir İzlenim edi­ nirler. Stroboskobik hareket (stroboscoplc movement) ışıklı reklamlarm ve ilim sanayinin temelinde yatan bir tür hareket algılamasıdır. Birbirine yakm ışık­ lar birbirini izleyerek yamp söndüğünde, hareket eden bir ışık dizisi görürüz. Sinemada, gerçekte perde üzerine belirli bir hızda birbirini İzleyerek düşen görüntüleri kopuk kopuk değil, hareket halinde algılarız. Otokinetik etki (autokinetic eflect) adı verilen hareket yanılsaması psikologlan halen şaşırtmaktadır. Tamamıyla karanlık bir odada bulunan ufak bir ışık noktasına sürekli bakıldığmda. flziksel olarak ışık noktası kıpırdamadığı halde, psikolojik olarak sanki hareket ediyormuş gibi görünür. Bu hareket iz­ lenimi. odada daha başka ışık noktalan yaratıldığında, ya da oda halifçe aydmlatıldığında kaybolur. Demek oluyor ki. referans noktalanndan yoksun kaldığı anda kişi karanlık odadaki ışık noktasını hareket ediyor olarak görür. Derinlik Algılaması (depth perception) Retinamız İki boyutlu olduğu halde görsel algılamamız üç boyutludur. Hangi değişkenler veya ipuçlan üç boyutlu görüntüyü yaratır? Yapılan araş­ tırmalar. çlil ve tek gözle ilgili aşağıdaki ipuçlanmn kullanılarak derinlik algı­ lamasına ulaşıldığmı göstermiştir. Çiji-göz görüşü (binocular Vision): Sol göz ve sağ göz, görüş alanınm bi­ raz farklı yönlerini görür, örneğin, bir kitaba baktığımız zaman, şekil 3.19*da gösterildiği gibi, sol göz kitabı belirli bir açıdan, sağ göz biraz daha farklı bir açıdan algılar. Sağ göz retinasma düşen kitap görüntüsü, sol göz retinasma düşen kitap görüntüsünden farklıdır. Beyin, görüntüdeki bu farklılığı derinliği değerlendirmede kullanır. Deği­ şik açılardan alınan görüntülerde değişmeyen birimler uzak, değişen birimler de yakm olarak algılanır. Böylece oluşan İki farklı boyutlu görüntüyü beyin birleştirir ve stereopsis adı verilen bir süreç aracılığıyla üç boyutlu bir kitap algüamasma dönüştürür.

128

İNSAN VE DAVRANIŞI

Burada ilginç bir gözlemde bulunalım: Tav­ şan. ceylan gibi avlanan hayvanlann gözleri yaıidadır ve böylece yandan gelen tehlikeleri hemen görebilirler. Aslan, kaplan gibi avlayıcı ha3rvanlann gözleri, insanlardaki gibi öndedir ve bu ne­ denle çift göz görüşünden yararlanabilirler. Çljt-gözûn kesişme açılan (binocular conver­ gence): Uzaktaki cisimlere baktığımız zaman gözlerimiz ve bakış çizgisi birbirine paralel bir duruma girer, cisim yaklaştıkça, gözler İçeri doğ­ Sağ gözün İÜ gözün Sol gözün ru döner ve bakış çizgileri birbirini kesmeye baş­ algıladığı algıladığı lar. Kesiş açısı, cismin yakmiıgına orantılı olarak görüntü görüntü görüntü büyür. Görme çizgilerinin kesişme açılarının de­ Şekil 3.19 İki gözOn farklı gö recesine göre, cismin uzaklığı ve yakınlığı hak­ rûş açılar; vardır. kında bir nkir sahibi oluruz. Araya girme (interposition): Bazı derinlik ve uzaklık algılaması çili göz gerektirmeyen İpuçlanna dayanır. Bunlardan biri objelerin birbirlerinin görüntülerini kapatması, bakılan nesne İle gözün arası­ na girmesinden oluşur, öndeki nesne, arkadaki nesnenin görüntüsünü ke­ ser; görüntüsü kesilen nesneyi arkada, araya giren nesneyi önde algılarız. Cöruntû zayıflaması (aerial perspective): Yakındaki nesneler açık, seçik ve parlak görünürler, uzaktaki nesnelerin görüntüleri bulanık ve zayıfdır. Ge­ niş bir ovada yakındaki tarlalarm ve tepelerin açık seçildiğine karşıt, uzakta­ ki tepeler ve dağlar bulanık ve sönük gözükürler. Örûntû gradyanı (texture gradient): Yakındaki nesnelerin aynntüannı gö­ rürüz, fakat nesne uzaklaştıkça aynntılar kaybolmaya başlar. Bir ormanın kenannda duralım ve bakalım; ormanın bize yakın kısımlannda ağaçların gövdelerini, dallaıını, yapraklarını görürüz; ormandan uzaklaştıkça ayrıntılar kaybolur. İyice uzaklaştığımızda yalnız halı gibi bir yeşillik görürüz, aynntılar tamamen kaybolmuştur. Buna örüntü gradyeni adı verilir.

Şekil 3.20 Bu fotoğrafta birçok ipuçlarını birlikte görmekteyiz: Araya girme, görüntü zayıf­ laması. Örüntü gradyeni. çizgilerin uzakta kesişmeleri ve görsel büyüklük ipuçları, birlikte uzaklık hakkında fikir verirler.

DUYUM VE ALGILAMA

129

Doğrusal uzantûann yaklaşımı (linear pers­ pective): Bir tren yoluna baktığınız zamkn. birbi­ rine paralel uzanan hatların sizden uzaklaştıkça birbirine yaklaştığı izlenimini edinirsiniz. Bu ola­ ya doğrusal uzantılann yaklaşımı adı verilir. Doğrusal uzantıların yaklaşımı, derinlik ve uzak­ lık algılamasında kuilandığımiz bir diğer algısal İpucudur. Şekil 3-20 iki boyutlu kâğıt ûzeriılide derinlik algılamasını, doğrusal uzantıların yakla­ şımı ile nasıl yarattığımızı gösterir. Şekli 3.22 Derinlik algılama­ sında göreli büyüklük bir ipucu Yükseklik (elevation): Görsel alanda yüksek­ te bulunan görüntüler daha uzakta, alçakta bu­ olmaktadır. Bu İki şişe görüntü­ sü sizin gözünüzden aynı lunan görüntüler daha yakında algılanır. uzaklıkta olduğu halde, küçük Göreli büyüklük (relative size): Nesnelerin gö­ olan daha uzaktaymış izlenimi­ reli bû3rûklûgû, derinlik ve uzaklık algılamasmda ni vermektedir. İpucu görevi üstlenirler. Büyük olan yakında, ufak olan uzakta olarak algılanır. Şekil 3.22'de hangi şişe daha yakında görülüyor? Günlük hayatta derinlik ve uzaklık algılamasında kullandığımız ipuçları birbirileriyle tutarlıdır. Şekil 3.23'te, blrblrleriyle tütarlı olan ve olmayan Ipuç-

1 rî Şekil 3.23 Göreli bOyflklOk ve ipucunun tutaılıiığı. (a) Göreli bOyOklOk ken­ di başına: Küçük şekil daha uzakta algılanmaktadır, (b) Her üç ipucu da birbirleriyle tutarlıdır: Görel büyüklük, uzaklaşan çizgilerin kesişimi, yük­ seklik. (c) Yükseklik ve göreli büyüklük birbiriyie tutarsızdır: Küçük şekil cüce bir kimse olarak algılanmaktadır, (d) Yükseklik büyük şekille tutarlı­ dır: Küçük şekil dev bir insan yapısında algılanmaktadır, (e) Yükseklik her iki şekilde de tutarsızlık göstermektedir: Büyük şekil dev bir kimse olarak, küçük insan ise küçük bir cüce olarak algılanmaktadır.

130

İNSAN VE DAVRANIŞI

lan beraberce verilmiştir. Bu şekle bakarak algılamanızda hangi ipucunun et> kin olduğunu gbzl^ebilirslnlz. Örneğin. Şekil 3.23 (c). (d) ve (e)*de görüldüğü gibi, göreli büyüklüğün ve yüksekliğin çelişkili olduğu görüntülerde, yükseklik ipucuna daha ağırlık veririz ve göreli büyüklük algılamamızı değiştiririz. Hareket Paralaksı (motion parallax): Trenle İstanbul’dan Ankara*}ra gitti­ ğinizi farzedin. Haydarpaşa gaımdan çıktıktan sonra pencerenizden bakıyor­ sunuz, tren yolunun kenannda ağaçlar var, ilerde bir açık alan, gençler top oynuyor, biraz daha geride evler ve evlerin arkasmda da bir tepe var. Vago­ nun penceresinden bakarken agaçlarm hızla, top oynayan insanlann, evlerin ve tepenin ise daha yavaş sizden uzaklaşüğmı izliyorsunuz. Biz hareket eder­ ken. yakm olan objeler uzak olan objelerden daha hızlı uzaklaşırlar. Uzaklaş­ ma hızmı beynimiz hesaba katar ve nesnelerin bizden göreli uzakhğı baklan­ da bir karara vanr. Bu ipucuna hareket paralaksı adı verilir. Derinlik Algılaması Doğuştan mıdır. Yoksa öğrenilmiş midir? Her davranış alanında olduğu gibi, algılamemın da doğuştan getirdiğimiz (innate) yetenekler sayesinde mi, yoksa sonradan öğrenilmiş (leamed) beceri­ ler sonunda mı ortaya çıktığını merak ederiz. Bu soruya cevap ancak yapılan deneylerle verilebilir. Gibson ve Walk(1960) admda iki psikolog, zekice ve us­ talıkla hazırlanmış bir deneyi bebekler ve hayvan yavrulan üzerinde yapmış­ lardır. Şekil 3.24’te görüldüğü gibi, biri sığ biri deıin Üd yüzey renkli karelerle kapla­ nıp üzerine kınimaz kaim bir cam konula­ rak, görsel bir uçurum yarablmıştır. Araş­ tırmacılar. yaşlan alb İle ondört ay arasmda değişen bebekleri uçurumun orta yeri­ ne koymuşlardır. Bebeklerin anneleri ço­ cuklarını sığ taraftan çağırdığında çocuk, sığ taraû geçerek hemen annesine gitmiş­ tir. Fakat anne görsel uçurum tarafmdan çocuğu çağırdığında, çocuk eliyle cama vurduğu halde, karşıya geçmemiştir. Ayakta durabilen bir günlük keçi yav­ rulan. 24 saatten küçük civcivler, aynı görsel uçurumda denemeye konduğunda, insan bebeklerinde gözlenen davranışlara benzer davranışlarda bulunmuşlardır. Bu denemelerin sonucunda bugün biliyoruz ki. derinlik algılaması doğuştan getirdiği­ miz bir yetenektir. Resim 3.24 İnsan ve hayvan yavrulan hareket edebildikleri andan itibaren de­ rinlik algılamasında bulunurlar. Resim­ de görülen bebek görsel uçurumu algı­ lamış ve uçurumun öbür yakasına geç­ memiştir.

Dil Algılaması Dil algılaması oldukça karmaşık bir süreçtir. İnsanlann temel iletişim aracını oluşturan dilin, değişik düzeyleri olduğu-

DUYUM VE ALGILAMA

131

nu ve her bir düzeyde son derece karmaşık süreçleri İçerdiğini aklımızda tu­ tarak. burada kısaca dilin yazılı ve sözlü algılamasından bahsedeceğiz. Şu anda sizin yaptığınız okuma İşlemine bir göz atalım. Biliyoruz kİ. yavaş oku­ yanlar ve hızlı okuyanlar vardır. Mason (1980) adlı psikolog, yaptığı araştır­ malar sonucunda, hızlı okuyan kimselerin okurken, bir satırda gözlerinin da­ ha az sayıda atlama yaptığmı keşfetmiştir. Biz okurken gözümüz durma ve sıçrama hareketleri yapar. Hızlı okuyanların bir satırdaki durma ve sıçrama­ ları daha az sa3ndadır. Demek oluyor ki, hızh okuyanlar satırın daha büyükçe bir kısmmı bir ba­ kışta görürler ve her bir göz atlaması, daha büyük bir kelime grubunu içerir. Yavaş okuyanlar, bunun tersine, ufak ufak kelime öbeklerine bakarlar. Diğer bir dc3dşle, yavaş okuyanlar hece düzeyinde okuma birimlerini oluştururken, hızlı okuyanlar kelime ya da tümce düzeyinde okuma birimlerini oluşturur. Denemeler, bireyler okuma egserslzlerl yaparak okuma alışkanlıklarını geliş­ tirdikçe, hece ve kelime gibi küçük okuma birimlerinden, tümce . cümlecik ve tüm cümle gibi daha bü3rük okuma birimlerine yükseldiklerini göstermiştir. Daha önce bildiğimiz kelimeleri okumak, bilmediğimiz kelimeleri oku­ maktan daha az zaman alır. Çok iyi bildiğimiz bir kelimenin yazılışındaki ha­ tayı görmemiz daha zordur, çünkü iyi bildiğimiz kellme3ri bir birim olarak al­ gılama eğiliminde olduğumuzdan, her bir harfine ve hecesine bakaıak analiz etmeyiz; bu nedenle o kelimenin yazılışındaki eksik veya yanlış harfi görme­ miz zorlaşır. Bilmediğimiz kelimelerin harflerinin teker teker farkına varma­ mız daha kolaydır. Yukarıda verilen örnekler yazılı dille İlgilidir. Konuşma dili üzerinde yapı­ lan araştırmalar da, yazılı dille ilgili denemelerin sonuçlarına benzer sonuç­ lar vermiştir. Ganong (1980) gürültülü bir ortamda dinleyicilere verdiği keli­ meleri tanımalannı söylemiştir ve günlük dilde kullanılan, bilinen kelimele­ rin, daha önce bilinmeyen kelimelerden daha kolaylıkla duyulduğunu gör­ müştür. Araştırmanın ortaya çıkardığı diğer ilginç bir bulgu da şudur: Kelimeler tek tek verilmek yerine, cümle İçinde verildiği zaman, kelimelerin tanınması kolaylaşır, özellikle, içinde bulunulan ortam, belirli bir kelimenin duyulma olasılığım arttınyorsa, başka bir İfadeyle kelimenin duyulması bekleniyorsa, kelime daha kolaylıkla algılanır (Mills, 1980). örneğin, kebapçıda söylenen “Bursa", “yoğurtlu", “acılı", “yağsız" gibi kelimeler daha kolaylıkla algılanır ve anlaşılır. Bir doktor muayenehanesinde aynı kelimeleri anlamakta güçlük çe­ kebiliriz.

10. ALGISAL DEĞİŞMEZLER Duyu organianmızın aldığı duyusal veriler beyin tarafından sürekli ola­ rak düzeltilir ve böylece algı dünyamızda süreklilik oluşur. Örnek olarak ye­ mek masasının üzerindeki tabak, bardak, çatal ve kaşıklan düşünün. Masa­ yı algılarken, yalnızca gözünüzün retinası üzerine düşen verilere dayanmış olsaydınız, masanın üzerindeki tabaklar siz uzaktayken oval, yaklaşınca yu­

132

in s a n v e

DAVRANIŞI

varlak gözükürdü; bardaklar uzaktan ufak, ya­ kından büyük bardak olurdu. Bu durum algısal ' dünyamızda, altmdan çıkılmaz bir karmaşabk yaratır ve çevreye uyumumuz olanaksız hale ge­ lirdi. Beynimiz bu karmaşayı önlemek için algı­ sal değişmezleri (perceptual constancy) yaratmış­ tır. Şimdi algısal değişmezlere kısaca bir göz ata­ lım. Büyüklük değişmezliği (size constancy): De­ ğişik uzaklıklardan algılamamıza rağmen, nesne­ lerin büyüklüğünü aynı görmemizin altmda ya­ tan algısal sürece büyüklük değişmezliği adı ve­ rilmiştir. Masadaki bardaklan değişik uzaklıklar­ da aynı büyüklükte görmemizin sebebi budur. Biçim değişmezliği (shape constancy): Daha önce verdiğimiz masadaki tabaklar örneğinde, hangi mesafeden olursa olsun tabaklan yuvarlak görmemizin altında, biçim değişmezliği yatar. Bir başka örnek açılan bir kapının yarattığı görsel İz­ lenimle verilebilir. Şekil 3.24*te görüldüğü gibi kapalı kapı retinamızda dikdörtgen görüntüsü uyandırır. Kapı yavaş yavaş açılırken retina üze­ rindeki görüntüsü sürekli değiştiği halde biz ay­ nı kapıyı algılamaya devam ederiz..

Şetdl 3.25 Biçim değişmezliği. Kapı açılırken retinamıza dü­ şen görüntü sürekli değişmesi­ ne rağmen biz dikdörtgen bir kapı görürüz.

Renk ue parlaklık değişmezliği (color and brightness constancy): Gölgedeki karın beyaz, güneş ışığındaki kömürün siyah görüldüğü gibi, değişik ışık şiddetleri altındaki renkler ve parlakl^ a r ı aynı algılanır. Bu İki göitintünün göze yansıttığı ışık miktarı aynı olduğu halde, iki fark­ lı renk görmeye devam edilir. Şekil 3.25*te, par­ laklık üzerine yapılan bir deneyin açıklaması gö­ rülüyor. Siyah kadife, çevresi gözlenebildiği za­ man. parlak ışık altında dahi siyah görülmeye devam eder. Fakat, çevre görünmez hale getiril­ diğinde. kadife beyaz olarak görülür.

11. ALGISAL BEKLENTİLER Algılamalarımızın büyük bir çoğunluğu algısal beklentilerimizin (percep­ tual expectations) etkisi altındadır. Diğer bir deyişle, beklediğimiz şeyi algıla­ rız. Deneyimlerimize dayanarak hem nesnel, hem de sosyal çevremizle İlgili birçok beklentiler geliştiririz ve bu beklentiler daha sonraki algılamalarımızı sürekli etkiler.

DUYUM VE ALGILAMA

Nesnel dünyamızla ilgili beklentilere örnek olarak, biraz önce sözünü ettiğimiz algısai değişmezler gösterilebilir. Aynca, “gerçek dünya" dediğimiz dış çevrede, nes­ nelerin birbirini nasıl etkilediğini öğrene­ rek beklentiler geliştirmiş bulunuyoruz: Yağxnur yağarsa toprak ıslanır, taş cama çarparsa kırılır, keskin bıçak keser, vb. Sosyal çevremizle ilgili beklentilerimiz dr, aynı nesnel çevremizle ilgili beklentUerimiz gibi, yaşantımız içinde gelişir. Babamn yanmda sigara içilmez, bacak bacak üstüne atılmaz; lise çağındaki genç kız, okulda tamştıgı erkek arkadaşını eve geti­ rerek "Bu arkadaşınım adı Mahmut ve ben onunla evleneceğim* diyemez. Türk kültürünün tanımlamış olduğu "uygun davranışlar" ve yine aynı kültürün olumsuz değerlendirdiği "biçimsiz davra­ nışlar" vardır. İçinde yetiştiğimiz kültür­ den gelen algısal beklentiler sürekli bizi et­ kisi altında tutar. Biz de algılamalarımızı ve davranışlanmızı bu beklentiler içinde tutmaya çakşırız. 1 Ekim, 1987’de Kalifor­ niya'da deprem olurken, önce yukarıdaki apartmanda oturanlann gürültü yaptığını ve evi salladığını düşünmem, benim daha önce geliştirdiğim beklentilerimden gel­ mekteydi. Aynı şekilde, 1. Bölüm'de sözü­ nü ettiğimiz Sivas Yanaçık Cezaevi'nden kaçan Mehmetşah Demirtaş'm davranışım da, onun içinde yetiştiği kültürel değerler ve yargılar etkilemiştir.

133

ŞMdstmşiaaaydiniaDian

Çovm iyta birSas aJgıUmn Kfidie s iy ^ gfirOnOr.

ifAla aydıniaiilan^ siyah kadla

Yainakufla gOrfldiga zaman siyah kttiia bsraz öbfA alytanır.

Şekil 3.26 Çevrenin ışık değişmezliği­ nin algı üzerindeki etkisi.

Bireyin daha önceki deneyimlerinin al­ gısal beklentilerini belirlediğini İngiliz Ant­ ropologu Tümbull'un (1961) aşağıdaki gözleminde de bulabiliriz. Aihka ormanlannda pigmeler aıasmda çalışan Tumbull, sık onnankktan dolayı pigmelerin hiç uzun ve geniş bir açık alan görmediklerini öğrenir. Bir gün kaldığı pigme kampından malzeme almak İçin başka bir yere gider­ ken yamna bir pigme alır. Ormandan açıklığa çıktıklarında bir mandamn uzak­ ta otladığım görür. Pigme, daha önce manda gördüğü ve mandanm ne olduğu­ nu bildiği halde, uzaktaki mandanm yakında bir böcek olduğunu zanneder. Örnekteki plgmenin daha önceki yaşaım, onun uzaktaki nesneleri algüamasmı etkiler ve bu nedenle, derinlik algılamasıyla ilgili ipuçlannı kullanma­ dan. yalnız retina üzerindeki görûntûyie algılamasına sebep olur.

134

İNSAN VE DAVRANIŞI

A 13 C D lE 10 II 12 13 14

0

>)

Şekil 3.27 Belirsiz şekiller, (a) genç bir kadını mı. yoksa yaşlı bir kadını mı gösteriyor? (b) deki 13 her iki satırda ayn ayn okunmaktadır.

Şekil 3.28 Algısal sihirbazlık: şimrS insan, şimcH fare. Bir arkadaşınızla şu deneyi yapın. Her iki dizi çizimler! kapayın, önce yukardaki dizideki resimleri soldan sâğa teker teker arkadaşınıza gösterin ve her gördüğü çizimi tanımasını isteyin. Son çi­ zimi bir insan olarak görecektir. Daha sonra başka bir arkadaşınıza alttaki diziden başlayın ve soldan sağa siz gösterdikçe isimlendirmesini söyleyin. Sondaki aynı resmi o fare olarak görecektir.

Nesnenin ya da davranışın içinde yer aldığı sosyal durum veya bağlam (ilişkiler çerçevesl/context) da sügılamanuzı etkiler. Şekil 3.27 (a)’da •'bir genç kadm gizlenmiştir, bulun" yönergesi verildiğinde, genç kadm görülür, "bir yaşlı kadın gizlenmiştir, bulun" yönergesi verildiğinde, yaşlı kadm algılanır. Aynı şekilde (b)'de İlk dizide gözlenen B harfi, ikinci dizi de 13 olmaktadır. Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırma (Bruner ve Goodman. 1947) fa­ kir çocukların, zengin çocuklanna göre, bozuk parayı daha büyük gördükleri-

DUYUM VE ALGILAMA

135

nl ortaya çıkarmıştır. Fakir çocuklar, bozuk paraya, zengin aileden gelen ço­ cuklardan daha fazla değer verir ve yüksek değer veriş, onların paranın bü­ yüklüğünü abartmalanna yol açar. İçinde yetişilen kültür, o anda İçinde bulunulan ortam, gereksinmeler ve benzeri her şey, algısal beklentileri etkiler. Bu nedenle algılamalar "mutlak" bir gerçek olamaz. Her blre3rin algılaması o bireyin "gerçeğini* oluşturur. Bu bilimsel gerçeğin unutularak, kendi bildiği ve gördüğünün “Tek Doğru Yol" olarak savunulması, diğerlerinin algılamasına saygı göstermeyen, bireyin öz­ gürce algılama ve düşünmesine sürekli zincir vuran bir ortam yaratır. Bu or­ tam, özgür düşünen kimselerin yetişmesini ve gelişmesini kısıtlar.

12. ALGISAL GELİŞİM VE ÖĞRENME ‘'Algılama yeteneği doğuştan mı gelir, yoksa algdamanm temelinde sonra­ dan öğrenilmiş beceriler mi yatar?” sorusu, felsefe tarihi İçinde, önce Descartes. Kant, daha sonra Berkeley ve Locke gibi değişik fılozoflarca tartışılmıştır. Psikologlar daha sonra bu soruya bilimsel bir cevap bulma çabasına giriş­ mişler ama fazla başarılı olamamışlardır; çünkü algılama son derece öznel ve çabuk gelişen bir olaydır. Ne var kİ bugün, daha önce bildiklerimizden daha fazlasmı biliyoruz ve değişik konularda daha belirgin fikirlerimiz var. Bilim adamlan yukarıda sözünü ettiğimiz “doğuştan mı, yoksa sonradan öğrenilmiş beceriler mİ?" sorusuna cevap ararken üç temel yöntem kullanırlar (1) Kör doğup sonradan ameliyatla gözleri açılanlar üzerinde araştırma­ lar yapılması. (2) Yeni doğan hayvanlann değişik görsel koşullar altında laboratuvarda yetiştirilmesi. (3) Normal insan bebekleri ve hayvan yavrulanyla algı denemelerinin yapılması. Şimdi kısaca bu yöntemlere bir göz atalım:

(1) Sonradan görenler: Von Senden (1960) kör doğan ve katarakt am yatı geçirerek yetişkin yaşta gözü açılan kişilerle İlgili araştırmalar yapmıştır. Araştırmacmın bulgulanna göre, ameliyattan çıkan kişi, şekil-zemin İlişkisini hemen görebilir; gözlerini şekil üzerinde tutabilir, şekli gözden geçirebilir ve şekil hareket edince gözleriyle onu lzle3reblllr. Bu kimseler göremezken elleriyle tanıyabildikleri nesnelerin görüntüsü­ nü tanıyamamışlar ve. üçgeni tanımak için kenarlarma elleriyle dokunarak saymaları gerekmiştir. Bu kimselerin görme yetenekleri yavaş gelişmiş ve hiç­ bir zaman doğuştan görenlerin düzeyine ulaşamamıştır. Bir nesneyi görmeyi öğrendikten sonra, o nesne başka bir bağlam içinde gösterildiğinde, tanıya­ mamışlardır. Gregory (1966) admda başka bir araştırmacı gözleri sonradan açılan bir kimse üzerinde aşağıdaki gözlemleri yapmıştın Görsel duyunun baskın hale gelmesi hiçbir zaman mümkün olmamıştır halbuki görme sorunu olmayan kişilerde bu baskm bir duyudur. Bu kişi hiçbir zaman görmesine güven duy­ mamıştır. Gözleri görmediği dönemde tek başına sokağı geçebildiği halde, gö-

136

İNSAN VE DAVRANIŞI

zû açılınca elinden birisi tutmayınca sokağı geçemez hale gelmiş, trafiğin kendisini korkuttuğunu söylemiştir. Görme duyusunu çoğu zaman kullan­ mamıştır ve hava kararınca karanlıkta oturmayı tercih etmiş. ışığı yakma iht^acı duymamıştır. (2) Özel koşullarda yetiştirilen hayvanlar : Yeni doğan, kedi yavrulanna yan saydam gözlükler takılmıştır. Gözlükte kullanılan yan saydam cam. bi­ zim günlük dilde buzlu cam dediğimiz türden bir camdır ve ışığı geçirdiği hal­ de. nesnelerin biçimini görmeye olanak vermez. Oç ay sonra gözlükleri çıka­ rıldığında kediler büyüklük (size), parlaklık (brightness). renk tonunu (hue) ayırt edebilmişler, ancak hareket eden bir nesneyi gözleriyle takip edememiş­ lerdir. Derinlik algılaması gösterememiş ve farklı biçimleri birbirlerinden ayırt edememişlerdir (Riesen. 1965). Araştırmalardan öğrenfyoruz kİ. sözünü ettiğimiz son üç yetenek erken yaşlarda öğrenilmektedir. (3) insan bebekleri ue hayvan yavruları üzerinde yapılan araştırmalar : Görsel uçurumla ilgili bölümde bu yöntemi açıklamıştık. Keçi ve civcivler üzerinde yapılan denemeler, 24 saatlik ya da ondan daha erken doğmuş hay­ vanlar üzerinde yapılabilmiştir, ama insan bebekleri hareket etmeye 6 ay ci­ varında başladığı için, ancak o yaşlardaki bebekler kullanılmıştır. Bebekler ve hayvanlar konuşamadığı için ancak davranışlan gözlenerek algılan yo­ rumlanabilir. Bugünkü psikologların çoğu şu düşüncededir; Birçok algısal yetenek do­ ğuştan gelir; fakat çok sayıda başka algısal süreçler de öğrenmeye dayalıdır. Doğuştan gelen yetenekler ve sonradan öğrenilen beceriler birbirlerini sürekli etkiler. En doğru bilimsel yol. her iki etkenin, yani doğuştan getirilen yete­ neklerin ve çevreyle etkileşim sonucu öğrenilen becerilerin, algılamanın te­ melinde yattığını kabul etmektir. Bazı tür algılama süreçlerinde doğuştan ge­ tirilen yetenekler, başka tür algılamalarda ise, sonradan öğrenilen beceriler daha büyük rol oynar.

13. ÖZET Duyu, duyu organlarınm getirmiş olduğu henüz işlenmemiş bilgidir. Algı, gelen bilgileri İşleyerek belirli bir yapı ve organizasyona sokma İşlemine veri­ len addır. Mutlak eşik, bir bireyin tepkide bulunabilmesi için gerekli en kü­ çük uyarıcı şiddetini gösterir. Uyarıcıda meydana gelen değişikliğin fark edil­ diği en küçük miktara fark eşiği adı, verilir. Uyarıcının şiddetine göre fark eşi­ ği değişir. Uyarıcı sürekli İse ve enerji düzeyinde bir değişiklik meydana gelmtyorsa duyu organı uyarıcıya uyum yapar ve tepkide bulunmamaya başlar. Basınç, acı. sıcak ve soğuk deri duyumlannın belli başlılannı oluşturur. Farklı türden deri alıcıları belirli biçimlerde uyanlarak deri duyulan ortaya çıkartüabillr. Hareket alıcılan kaslarda, tendonlarda (kas kirişi) ve eklemlerde yer alır ve bedenimizin durumuyla ilgili bize sürekli bilgi sağlarlar. .Denge alıcılan kulaktaki yanm kanallarda ve vestibuler torbacıklarda bulunur ve bedenin denge durumuyla İlgili bilgi verirler.

DUYUM VB ALGILAMA

137

Buruna giren gazlar burunun ûst kısmında bulunan koku alma hücrele­ rine çarparlar ve koku alıcılarını harekete geçirirler. Koku alıcıları birkaç günde bir değişirler. Bazı araştırmacılar, temel 6 veya 7 koku olduğunu ve her bir koku türü için özel bir koku alıcı hücre bulunduğunu söylerler. Her tat alıcı hücre temel tatlardan birine (taüı. tuzlu, ekşi, acı) daha fazla duyarlıdır. fakat diğer tatlara da tepkide bulunur. Bu hücreler dilin belirli bölgelerine yerleşmişlerdir. Hava dalgalan, moleküllerin basınçla sıkışması ve sonra hemen gevşeme­ sinin birbiri ardından tekrar etmesiyle oluşur. İşlemin tekrar sayısı sesin fre­ kansını oluşturur ve sesin perdesi olarak işitilir. Dalganın genliği sesin yük­ sekliği olarak İşitilir ve titreşimin şiddeti 3rükseldlkçe artar. Karmaşık bir ses temel bir dalga boyu ile dalganm armonilerinden oluşur. Sesin karmaşıklığı o sesin tınısı olarak algılanır. Kulağa gelen ses dalgalan kulak zannı titreştirir, titreşim kulak zanndan çekiç, örs ve üzengi kemikleri aracılığıyla orta kulaktan geçer ve oval pencere yoluyla salyangoz adı verilen içi sıvı dolu bir bölüme gelir. Salyangozun için­ deki baziler zar bükülür ve Korü organındaki kirpiksi hücrelerin hareket et­ mesine yol açar. Hareket eden kirpiksi hücreler beyine sinir akımının gitme­ sine yol açar. Bir ses kaynağının nerede ve ne kadar uzakta olduğuna zaman, şiddet ve yansıma gibi ipuçlannı kullanarak karar veririz. Görülebilen ışık dalga boylan 380 ile 760 nm (nanometre) arasında deği­ şir ve renk ya da ton olarak algılanır. Işık dalgasının genliği parlaklık olarak algılanır. Bir rengin tokluğu, o rengin ne kadar saf olduğunu gösterir. İşık, sırayla saydam tabakadan, iristen ve mercekten, göz yuvarlağının arka kısmından geçer ve ışığa duyarlı olan retina üzerine düşer. Yakını gör­ me. uzağı görme ve astigmatizm, uygun mercekler kullanarak, görüntünün retina üzerine düşmesi sağlanarak düzeltilebilir. Mızrakçıklar renk görmemizi sağlayan hücrelerdir. Düşük şiddetteki ışık dalgalarına duyarlı değildirler. Çubukçuklar ise renk görmemize yardımcı ol­ mazlar, değişik dalga boylanna ve şiddet derecelerine duyarlıdırlar. Çubuk­ çuklar ve mızrakçıklar retinada İki kutuplu hücrelerin ve gangllyon hücrele­ rinin arkasında yer alır. Kör nokta gangUyon hücrelerinden gelen aksonlarm beyine gitmek üzere gözden çıktığı yerde oluşur. Fovea mızrakçıkJann yoğun olarak bulunduğu küçük bir çukurluğa verilen addır. Çubukçuklar. fovea hariç, retinanın her yerine yayılmışlardır. Karanlığa uyum halinde, hem mızrakçıklar ve hem de çubukçuklar. uyarıcının düşük eneıji düzeyine duyarlı duruma gelirler. Renk görmeyle ilgili Young-Helmhotz kuramı üç tip mızrakçık olduğunu öngörür. Bunların biri kırmızı, biri mavi biri de yeşil renk içindir. Zıt süreçler kuramı ise kırmızı ve yeşil İçin bir tür süreç, sarı ve mavi için bir başka sü­ reç ve değişik şiddet derecelerini duyumsamak için daha başka bir süreç ol­ duğunu farzeder. Her süreç İki biçimde işler. Sürecin bir aşamasında bir renk, diğer aşamasında da başka bir renk aigdanır. Algı daha önceki deneyimleri ve öğrenme süreçlerini içerir. Algı yanılma­ ları. algılama düzenimizin hataya açık olduğunun en güzel kanıtıdır. Uyancı-

138

İn s a n v e d a v r a n iş i

nın değişik olması, hareketli olması, tekran. bûjrûklûgû, şiddeti ve rengi dik­ katimizi çekmede etkilidir. Bireyin gereksinmeleri ve değerleri onun algılayışı­ nı bûyûk ölçüde etkiler. Algısal organizasyonu, şekil-zemin. tamamlayıcılık, devamlılık, mekânda yakınlık ve benzerlik eğilimlerine göre yaparız. Örüntû tanıma İse kalıba vurma v ^ a özelliklerin analizi yoluyla başarılır. Hareket algılaması birbirine yakın abcılann birbiri ardı sıra uyarılmasıy­ la ortaya çıkarılabilir. Bunun yanında, görünüşte hareket, stroboskobik ha­ reket ve otokinetik etki de hareket algılaması 3raratan uyancılardır. Derinlik algılaması birçok etkenin katkısıyla ortaya çıkar. Bu etkenler: ÇÜl-gözle görüş, çlfl-göz açılarmın kesişmesi, araya girme, örûntû. }rûkseklik. doğrusal bakış, göreli büyüklük ve hareket paralaksıdrr. Derinlik algüamasmda kullandığımız yeteneklerin bû}rûk bir kısmı doğuştandır. Yazılı ve sözlü dilin nasıl algılandığıyla İlgili araştırmalarda yazı ve sesle­ rin birim olarak algılandığı, dil alışkanlığı geliştikçe algılanan birimlerin ge­ nişlediği (bir heceden tûm bir cümleye kadar) görülmüştür. Algısal değişmezlik, sürekli değişen duyusal girdilere rağmen nesnelerin biçimlerini, büyüklüklerini, yerlerini ve renklerini değişmeden algılamamıza verilen addır. Beklentilerimiz doğrultusunda algılanz. bu olaya algısal bek­ lenti denir. Uyancımn içinde yer aldığı bağlam, o uyancının algılanışını etkiler. Bazı algılama yetenekleri doğuştandır, ne var kİ kişinin öğrendikleri ve deneyimleri, doğuştan gelen bu yeteneklerin gelişmesinde önemli bir rol oy-

Dördüncü Bölüm

ÖĞRENME

Bu böIûmû okuduktan sonra şu soruların cevaplarım verebilmelisiniz: J. 2. 3. 4. 5.

Klasik koşuUama nedir ve haç tûr yorumu vardır9 Edimsel koşuBama nedir ve insan ^renmesiyle ne gibi bir i^isi vardır? Pekiştirme öğrenmek için gerekli midir? Premock pekiştirmeden ne onlar? Pe­ kiştirme olanak ceza kuüanmanm ne gibi sakınccdan vardır? Bilişsel öğrenme kurammm daha önceki öğrenme kuramlarından ne gibi farklan vardır? Bilgisayar kullanarak öğrenmekfaydalı mıdır? Mçin?

Biyologlar, İnsanın biyolojik yapısında son on bin 3nldır anlamlı bir de|lşikllk olmadığım size hemen söyleyebilirler. Ne var kİ. on bin 3nl önceki İnsan toplumunun yaşayış biçimiyle. bugOnkO İnsanın yaşayış biçimini karşılaştır­ dığınızda. arada son derece önemli farklar olduğunu görürsünüz. On bin yıl önceki ilkel insanı, zaman içerisinde yolculuğa çıkararak bu­ günkü şehir yaşammm içine getirebllseydik. otobüse ya da trene binme, tra­ fiğin yoğun olduğu bir sokakta karşıdan karşıya geçme gibi bizim her gün yaptığımız davramşlan yapamaz ve büyük bir olasılıkla bir trafik kazasmda hayatmı kaybederdi Unutmayalım, on bin yıl öncesinin insanı, bizim şu an­ daki sinir sistemimizin, öğrenme yeteneğimizin a3mısına sahiptir. İçinde bulunduğumuz uygarlığı yaratmamız, daha önceki İnsanlardan daha zeki, veya daha yetenekli olduğumuzdan değil, daha çok şey öğrenmiş olduğumuzdandır. İnsanın öğrenme yeteneği onun yaşayış tarzının sürekli değişmesine olanak verir. Uygar toplumlar eğitim sistemlerini önemli bir ulu­ sal sorun olarak algılar ve sürekli daha iyi öğretim yöntemleri geliştirmeye çabalarlar. Psikologlar, psikoloji biliminin ilk başmdan beri öğrenme konusuna ilgi göstermiş ve öğrenmeyle ilgili değişik kuramlar ve açıklama biçimleri geliştir­ mişlerdir. Bu bölümde, öğrenme konusunun temel kavramlan İncelenecek ve yeri geldikçe kavramların nasıl uygulandıklan gösterilecektir. öğrenmeyi çagnşmüı öğrenme ve bilişsel (zihinsel) öğrenme olarak iki te­ mel gruba ayırabiliriz. Çagnşımh öğrenmenin iki türü, klasik koşullama ve edimsel koşuUamadır.

140

İNSAN VE DAVRANIŞI

Resim 4.1 Pavlov, asisânlan ve koşullama deneği olarak kullanılan köpek. öğrenme kavramlannı tarihsel oluşumu İçinde ele almak uygun görün­ düğünden, önce Pavlov'un klasik koşullama deneylerinin anlatımıyla başla­ yacağız. Daha sonra SkJnner'ın geliştirdiği edimsel koşullama yöntemini İnce­ leyeceğiz. Pekiştirme kavramını, oynadığı kritik rol dolayısıyla, ayrıntılarıyla gözden geçireceğiz. Bilişsel (zihinsel) öğrenme ve bilgisayar yardımıyla öğre­ tim konuları, bölümün son konularını oluşturacak.

1. KIASİK KOŞULLAMA Ivan Pavlov 1849 - 1936 yıllan arasında yaşamış bir Rus fizyologudur ve Îl^ lo jlk araştırmalarının büyük bir kısmını köpeklerin koşullanmaları Üze­ rine yapmıştır. Bir gün Pavlov, üzerinde araştırma yaptığı bir köpeğin, boş yemek çanağını görünce, sanki kendisine yemek veriliyormuş gibi salgı üret-

Şekll 4.1 Klasik koşullama deneyi. Pencereden ışık (koşullu uyarıcı) verilince köpeğin önündeki tabağa otomatik olarak et tozu (doğal uyarıcı) gelir.

ÖĞRENME

141

ligini gözlemiştir. Olayı daha aynniıh olarak incelemek İsteyen Pavlov. köpek­ ler üzerinde koşullama deneyleri yapmaya karar vermiştir. Pavlov'un Deneyleri Deneyden önce köpeğin ağzının yan tarafı ameliyatla alınarak ağzmdaki salya miktarı kolaylıkla ölçülebilecek duruma getirilmiştir. Daha sonra ses­ ten yalıtılmış bir laboratuvarda, kaçamayacak bir biçimde tespit edilmiş ve bu duruma alıştıktan sonra deneye başlanmıştır. Köpeğin görebileceği yerde bir ışık yanmış ve ışıktan birkaç saniye sonra köpeğe et verilmiştir. Işık yan­ dığında köpek herhangi bir salgılamada bulunmamıştır. Fakat et verildiğinde köpek normal salgılamasmı yapmıştır. Bu düzen defalarca tekrar edildikten sonra, yalnız ışık yandığında, sanki kendisine et verilmiş gibi köpek salgıla­ mada bulunmuştur. Pavlov, köpeğin ışığa yaptığı salgılama davranışına koşullu tepki (conditioned res­ KOŞULUMAOANÖNCE ponse) adını vermiştir. Köpek. ışıkla yiye­ Koşullu Uyarıcı------------------- -- Ya hiç tepki yokter, cek arasında bir ilişki kurmuş, diğer bir yo da ilgisiz bir tapio vardır deyişle ışığa koşullanmıştır. Et verildiği za­ man köpek doğcd olarak salgılamada bulu­ Doğal Uyarıcı ■■■ , Doğal tepki nur. Pavlov buna doğal (unconditioned) (saigıianıa) (ylyocak) tepki adını verir. A3mı düşünce çerçevesi İçinde et, doğal uyanadır, çünkü et uyancısına salgısal tepkide bulunmak için kö­ peğin herhangi bir eğitimden geçmesine gerek yoktur. Bir koşullanma süreci sonücunda ışık, et gibi salgılama davranışını Oltaya çıkardığından, ışığa da koşullu (con­ ditioned) uyarjcı adı verilir. Şekil 4.2'de şe­ matik olarak bu ilişkiler belirtilmiştir. Kazanma ve Sönme Doğal uyarıcı ile koşullu uyananın beraber verildiği her bir tekrara deneme (trial) ve organizmanın iki uyancı arasın­ daki ilişkiyi öğrendiği devreye kazanma (acquisition) adı verilmiştir. Doğal uyancı İle koşullu uyancı arasındaki zaman ilişki­ si birbirinden farklı üç durum gösterebilir. Pavlov'un deneyini göz önünde tutarak üç farklı durumu şöyle anlatabiliriz: (1)

Işık ve et aynı zamanda verilir ve köpek salgılamaya başlayıncaya kadar ışık devam eder. Buna eş zamanlı (simultaneous) koşullama adı verilir.

Şekil 4.2 Klasik koşuilamanın çizimle gösterilmesi. Koşulsuz uyarıcı ile koşul­ suz tepki arasındaki ilişki, deneme baş­ lamadan önce vardır ve öğrenilmesine gerek yoktur. Koşuillu uyarıcı ite koşul­ lu tepki arasındaki ilişki ise öğrenilmiş bir ilişkidir. Bü öğrenme, koşullu ve ko­ şulsuz uyarıcıların bir sûre çiftleştirilme­ si ve daha sonra bunu koşulsuz tepki­ nin izlemesiyle ortaya çıkar. Koşullu tepki, koşulsuz tepkiye benzemekle be­ raber. ikisi arasında bazı kûçOk farklar vardır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

142

(2)

Işık yanar ve bir sûre sonra et verilir. Salgılama başlayınca ışık sön­ dürülür« buna gecikmeli (delayed) koşuIİama adı verilir (3) Işık yanar, fakat et verilmeden önce söner. Daha sonra et verilir. Bu­ na iz (trace) koşıdlaması adı verilir. Doğal uyarıcı (Pavlov’un deneyinde et) ile koşullu uyarıcının (ışık) tekrar tekrar beraber verilmesi ikisi arasındaki bağı kuvvetlendirir, teknik terimiyle. pekiştirir. Pekiştirme (reinforcement) denemeleri sonucu koşullu tepkinin (salgılamanın) kuvveti artar. Doğal uyancı (et) verilmeden yalnız koşullu uya­ rıcı (ışık) verilerek denemeler yapılırsa, koşullu tepki (salgılama) kuvvetinden kaybetmeye başlar ve bir sûre sonra artık ortaya çıkmaz; bu olaya sönme (ex­ tinction) adı verilir. Klasik Koşullama Örnekleri Otonom sinir sisteminin İşlevleri üzerinde klasik koşullama türünden de­ neyler yapılmıştır. Bu deneylerin sonucunda hemen hemen her otomatik fiz­ yolojik işlevin koşullanabileceği gösterilmiştir, örneğin, soğuk suya el soku­ lursa kan damarlannızda büzüşme olur. Yapılan bir deneyde, sol kol suya sokulurken zil çalınmış, denemeler birkaç kere tekrar edildikten sonra, yal­ nız zil sesine tepki olarak damarlarda büzülme gözlenmiştir. Hava üflenen göz. elde olmaksızın (refleks olarak) kırpıştırılır. Hava üfle­ me ile belirli bir tondaki ses birçok kez beraber verildikten sonra yalnız ses verildiğinde göz kırpması ortaya çıkar. Bu deneme 5 ile 7 günlük bebekler üzerinde yapıldığında, aynı koşullanma gözlenmiştir. Bunun gibi çok sayıda deney, otonom sinir sisteminin işlevleri üzerinde klasik koşullama yapılabile­ ceğini ortaya koymuştur. Limon görünce ağzınız sulanır mı? Yiyecekle ilgili öğrendiklerimizin çoğu, klasik koşullanma tûründendir. Genelleme ve Ayırt Etme Genelleme (generalization): Belirli bir uyarıcıya koşullanan tepki, ilk uya­ rıcıya benzer diğer uyancılar verildiğinde de ortaya çıkar. Köpekle yapılan ilk deneyde, ışık yerine koşullu uyancı olarak bir ses tonu kullanılırsa köpek, koşullamanın yapıldığı orijinal ses tonundan başka seslere de koşullu tepki­ de bulunur. örneğin, ilk koşullu uyancı “S or sesi olsun. Köpek koşullandıktan son­ ra, “Sol" sesi verildiğinde, sanki et verilmiş gibi salgılamada bulunur. “Sop sesi yerine, köpeğe “Fa“ veya “La" sesi verildiğinde, daha önce bu seslerle hiç koşullanma denemesi yapılmadığı halde köpek yine salgılamada bulunur. Daha sonra verilen ses. ilk verilen sese ne kadar yakın olursa, salgılama o kadar çok olur. Daha sonra verilen ses tonu orijinal ses tonundan uzaklaş­ tıkça. koşullu tepkinin şiddeti azalır. Bu olaya genelleme adı verilir. Genelleme sayesinde, daha önce karşılaşmadığımız yeni uyanolara. evvel­ den öğrendiğimiz U3rancılara benzerlik derecesine göre tepkide bulunuruz. Ses, dokunma, koku. ışık. renk, tat gibi değişik uyancılarla yapılan denemeler, genelleme ilkesinin duyu organlarının tümü için geçerli olduğunu göstermiştir. Volkova adlı bir Rus psikologu, insanların belirli anlam içeriğine de koşullanabileceğini göstermiştir (Volkova. 1955). Çocuklar Üzerinde yapılan bir

ÖĞRENME

143

araştırmada çocuğa sevdiği bir yiyecek (doğal uyancı) verilirken, “iyi" anlamı­ na gelen Rusça kelime (koşullu uyancı) yüksek sesle araştırmacı tarafından söylenmiştir. Koşullanma İşlemi tamamlandıktan sonra, araştırmacı çocukla­ ra Rusça cümleler söylemiştin cümlelerin bazılan "iyi" bir anlamsal içeriği, bazılan ise "kötü* bir anlamsal İçeriği ifade eder. "Çiftçi arkadaşma yardım etti." ve "Leningrad güzel bir şehirdir." gibi olumlu anlam taşıyan cümleler verildiğinde çocuklann ağzı sulanmış, fakat "öğrenci öğretmenine kaba dav­ randı." ya da "Arkadaşım hasta" gibi olumsuz anlam taşıyan cümlelere her­ hangi bir salgılamada bulunmamışlardır. Bu araştırma, genelleme olayınm son derece geniş bir alanı kapsadığını gösterir. Ayırt etme (dlscrimination) genellemenin bir anlamda karşıtıdır ve aynı zamanda onu tamamlayan bir süreçtir. Genelleme benzerliklere yapılan bir tepkidir, ayırt etme ise farklılıklara yapılan bir tepki. Seçici pekiştirme ve söndürme yöntemleriyle ayırt etme tepkisi ortaya çıkartılır. Şöyle bir deney uyguladığımızı düşünelim; Bir köpeğe "Do" sesi verildik­ ten hemen sonra hailf bir şok verilir. Köpeğin Galvanik Deri Tepkisinin (GDT), şoktan sonra arttığı gözlenmiştir. (GDT. derinin elektriksel akıma ne kadar dirençli olduğunun bir ölçüsüdür. Tehlikeli durumların yarattığı kor­ ku, kaygı gibi duygusal tonlar GDTyi yükseltir, sakin durumlarda İse GDT düşer.) "Do” sesi defalarca koşullandıktan sonra "Sol" sesi verilmiş, fakat bu sesten sonra herhangi bir şok verilmemiştir. İlk başlarda köpek "Sol" sesine de yüksek GDT göstermiş, genelleme yapmış, fakat bir sûre sonra, yalnız “Do" sesine yüksek’ GDT göstermiş. “Sol" sesine ise hiçbir tepkide bulunma­ mıştır, başka bir deyişle köpek iki sesi birbirinden ayırt etmesini öğrenmiştir. Bir çocuk köpek tarafından ısınlırsa. önce bütün köpeklerden korkmaya başlar, bu aşamada bir genelleme vardır. Bir sûre sonra çocuk yalnız kendi­ sini ısıran türden sahipsiz köpeklerden korkar ve diğer ev köpeklerinden korkmamaya başlar, bu aşamada ayırt etme ortaya çıkmıştır. Günlük hayat­ ta bu tür örnekleri sık sık duyarız veya gözleriz. Genelleme ve ayırt etme öğ­ renme sürecinin vazgeçilmez bir yönüdür. Yalnız klasik koşullama türünde değil, edimsel koşullama ve sosyal öğrenme gibi diğer öğrenme türlerinde de ortaya çıkar. Klasik koşullamanın tek bir yorumu yoktur. Aşağıdaki iki temel kuram­ sal yorum, aynı öğrenme olaymı açıklamada kullanılmaktadır. Klasik KoşııUamanm Değişik Kuramsal Tonımlan Klasik koşullamanın hem bilişsel (zihinsel) psikoloji hem de davranışsal psikoloji yönünden açıklamaları yapılmaktadır. Zihinsel yaklaşım, klasik koşullamanın temelinin algılama ve belleğe dayandığını savunur. Bu görüşe gö­ re. köpek ışıktan sonra etin geleceğini "bilir." çünkü denemeler sonucunda ışıktan sonra et geldiğini belleğine kaydetmiştir. Bir başka deyişle köpek ko­ şullu tepki yapar, çünkü koşullu uyarıcıdan sonra doğal uyarıcının geleceğiy­ le ilgili bir "beklenti" geliştirmiştir.

144

İn s a n v e d a v r a n iş i

Resim 4.2 'Or. Pavlov, belki zarfları yala> masını Öğretebilirizr

Davranışsa] yaklaşım ise daha me­ kanik bir açıklamaya baş vurur ve öğ­ renmenin herhangi bir algılama ya da anlayış (biiişsel/zihinsel süreç) gerek-f lirmeden otomatik olarak oluştuğunu savunur. Bu görüşe göre koşullu uyarı­ cı ile doğal uyarıcının zaman içinde bir­ birine yakın olması koşullamanın te-f melini oluşturur. Zamanda yakınlık (temporal contiguity) iki uyarıcı arasınj da otomatik olarak bir çağrışım ilişkisi kurulmasına yol açar ve iki uyarıcı be­ raber tekrar edilince ilişki pekiştirilir.

Rescorla (1968) zekice hazırlanmış bir deneyle, yukarıda sözünü ettiği­ miz iki görüşten hangisinin daha geçerli olduğunu bulmaya çalışmıştır. Grup A ve grup B olarak adlandırdığı iki grup fareden Grup A farelerine 16 dene4 meden dördünde ses tonuyla birlikte şok verilmiştir. Grup B farelerine onaltı denemenin dördünde, aynı Grup A’daki gibi, ses tonu şokla verilmiştir. Fakat bu farelere ses tonu verllmec^n aynca dörj şok daha verilmiştir. Zaman içinde yakınlık klasik koşullamanın temelini oluşturuyorsa. Grup A ile Grup B arasında herhangi bir farklılık olmaması gerekir, çünkü her iki grupta dört defa ses tonuyla şoka maruz kalmıştır. Klasik koşullamanın te­ melinde beklenti geliştirme yatıyorsa, A grubunun B grubundan daha Ijri öğr renmesl gerekir, çünkü A grubunda her ses tonundan sonra şok verilmiş ve başka hiçbir zaman şok verilmemiştir. Başka bir İfadeyle. A grubundaki farö “Sesi duydum, demek kİ şok hemen bunu takip edecek" beklentisi içinde olaj bilir. B grubundaki fare ise bu tür beklenti içine giremez, çünkü dört defa sesle birlikte, dört defa da ses verilmeden şoka maruz kalmıştır. Deneyin sonuçlan zihinsel görüşü desteklemiştir. A grubundaki farelerin tümünde klasik koşullama görüldüğü halde. B grubundaki hiçbir farede kol şullama görülmemiştir. Deneyin sonuçları, basit bir öğrenme düzeyinde bile zihinsel süreçlerin önemli bir rol oynayabileceğini gösterir. Şimdi, edimsel koşullama adı verilen, daha farklı bir öğrenme türünü gözden geçirelim.

2. EDİMSEL KOŞULLAMA PavloVun deneylerinde doğal tepki, örneğin salyalama. doğal bir uyancı olan ete yapılmaktaydı. Organizma bazen öyle davranışlar gösterir ki. davranışm doğal uyarıcısını göstermek hemen hemen olanaksızdır. Bir odaya kon­ muş bir köpeği düşünün. Köpek kalkar, gezer, bir köşeye gidip yatar, kaşı­ nır. esner, sağa bakar, sola bakar, gözlerini kapar, kulağını oynatır ve benze­ ri daha nice davranışlarda bulunur. Davranışların her birinin altında yatauı ayn ayn uyarıcılar bulmak zor­ dur. Bu tür davranışlara psikoloji dilinde edimsel (operant) davranış adı veri­

ÖĞRENME

145

lir. "Operan!" kelimesiyle hayvanın çevresi üzerinde bir işlemde, edimde bu­ lunduğu kasdedilir. Türkçe'de "operan!" karşılığı "edim" kelimesini, "operan! behavior" karşıhgi "edimsel davranış" deyimini kullanıyoruz." Şimdi edimsel koşullamayla ilgili ilk denerleri yapan Amerikalı psikolog Skinner'ın çalışmalannı anlatarak, edimsel öğrenmenin temel kavramlannı İnceleyelim. Skinner'ın Deneyleri Skinner Harvard Üniversitesi psikoloji profesörlerindendir. İlk deneylerini bir kutu içine koyduğu fareler özerine yapmıştır. Zamanla bu kutuya bazı aletler İlave etmiş ve l^ylece herkesin kolayhkla araştırma yapabileceği bir alet durumuna getirmiştir. İlk kullanıcısının ve yapıcısınm adından dolayı kutu. "Skinner kutusu" olarak bilinir. Resim 4.3’te Skinner kutusunun bir resmi görülüyor. Resimde görüldüğü gibi, farenin pisliğinin geçmesi için kutunun alt kısmı tel çubuklardan yapıl­ mıştır. kutunun ön kısmında bir yiyecek kabı ve kabın üstünde bir delik var­ dır. Bu delik bir hortumun ucudur ve hortum kutunun dışındaki bir yiyecek kabma bağlanmıştır. Deliğin üstünde üzerine basılabilecek bir manevlla var­ dır. Kutunun yine ön kısmında yukanda bir ufak ampul vardır ve deneyicinln denetimi altmdadır. Fareyi kutuya yalnız başına koyduğunuz zaman fare tipik olarak sağa so­ la bakar, gezer, her şeyi koklar, bu arada manevilaya da basar. Kutuda belirli bir sûre, örneğin yanm saat veya bir saat bırakılarak, farenin o sûre İçinde manivelaya kendiliğinden ne kadar basacağı saptanır. Manivelaya kendiliğin­ den basma sayısına "temel sayı" adı verilir. Bu süreden sonra deneyici. fare­ nin manivelaya her basışında yiyecek kutusuna bir yiyecek tanesi dûşeçek şekilde düzeni ayarlar. Manivelaya basınca yiyecek tanesi hortumdan otoma­ tik olarak yiyecek kabına düşer, fare bunu yedikten sonra manivelaya 3dne basar. Bir sûre yiyecek verilmeye devam edilir. Farenin manivelaya basma sayısında bir artma gözlenir.

Rodlm 4.3 Edimsel koşullamada kutlanılan Skinner kutusu. İD 10

146

İNSAN VE DAVRANIŞI

Fîarenln manivelaya basma sayısmdaki artış, manivelaya basma davranışınm yiyecekle pekişttrilmesiyle (reinforcement) açıklanır. Belirli bir sûrenin sonunda yiyecek kesilir ve fare manivelaya basınca kaba yiyecek düşmez. Fa­ renin manlvela3ra basma sayısı zamanla azalarak Ük baştaki “temel sayı"ya yaklaşır. Farenin manivelaya basma sayısmdaki azalma, pekiştirmenin (yiye­ ceğin) kesilmesiyle açıklanır ve davranış azalmasına sönme (extinction) adı verilir. Deneyci, fareye ayırt etme (discrimination) davranışmı öğretmek İçin şöy­ le bir düzen kurar; Kutu içindeki ışık yanarken fare manivelaya basarsa yiye­ cek düşer, ışık sönükken manivelaya basarsa yiyecek gelmez. Bir sûre sonra farenin ışık yanıkken defalarca manivelaya bastığım, fakat ışık sönükken hiç basmadığını ya da az bastığını gözleriz, örnekte ışık uyarıcısı, manivelaya basma davranışmı denetleyen ayırt edici (dlsrlmlnatlve) uyonct; görevini yük­ lenmiştir. Yukanda anlatılan deneyde gözlediğiniz gibi, fare deneysel koşullar İçin­ de. yiyeceği almak İçin bir davranışta bulunmak zorundadır, yoksa yiyeceğe ulaşamaz. Klâsik koşullamada İse köpeğe, köpek İsler davranışta bulunsun, ister bulunmasın, et verilir. Klasik koşullamada köpek pasif, edimsel koşulla­ mada İse fare aktiftir. Farenin manevUaya basma davranışının pekiştlrüebllmesl için bir pekiştireç (peklştlrici/relnforcer) verilmelidir. Pekiştireç, hayvanın doğal gereksinmelerini karşılayabllen bir nesne veya süreç olabilir, örneğin, açlık dürtüsünü yiyecek, susuzluk dürtüsünü su karşılar ve bunlar koşullama deneylerinde pekiştireç olarak kullanılır. Daha ileride sözünü edeceğimiz gibi, pekiştireç bir süreç de olabilir. Organizmanm bir süre oynayabilmesine İzin verilmesi, b lr ş ^ açıp kurcalaması da pekişti­ reç olarak İşlev görebilir. Belirli bir edimsel davranışı bir pekiştireç izlerse, o edimsel davranışın ortaya çıkma olasılığı artar. Edimsel kuuuet: Edimsel koşullanma deneylerinde kullanılan kavramlar­ dan biri edimsel kuvvettir (operant strength). Fare sürekli Skinner kutusu­ nun içinde bulunduğundan, manivelaya İstediği sayıda basmakta seıhesttlr. Beş ya da 10 dakika gibi belirli bir zaman süresi İçinde farenin^manivelaya basma sa}nsı arttıkça, öğrenilen edimsel davranışın kuvvetinin arttığı, mani­ velaya basma sayısı azaldıkça edimsel davranışın kuvvetinin azaldığı kabul edilir. Belirli bir zaman sûresi içinde yapılan davranış sayısına davranım ora­ nı (response ratio) adı verilir. Davranım oranı genellikle birikiçl (kümülatif) eğri (cumulative curve) adı verilen bir ölçümle gösterilir. Farenin manivelaya her basışında yüksekliği be­ lirli miktarda artan bir kalem ucu. belirli bir hızda dönen bir silindir üzerine iz bırakır. Fare manivelaya hiç basmazsa kalem ucu yatay bir eğri çizer. Fare manivelaya çok sayıda basarsa kalem ucu birdenbire dikleşen bir eğri çizer. Çizilen eğrinin yataylığı veya dikliği, davranım oranı hakkında bize bir fikir ve­ rir. $ekil 4.3A’da davranışı kazanma (öğrenme) devresinde iki farenin davranım oranlan verilmiştir. A faresi 30 saat. B faresi İse 10 saat aç bırakılmıştır.' Şekil 4.3B’de İse sönme süresince yapılan toplam davranım sayısı gösteril­ miştir. Yüz pekiştirmeden sonra sönme, tahmin edileceği gibi, daha yavaş

ÖĞRENME

olur. Tek bir pekiştirmeden sonra sönme daha hızlı olsa bile yine de beklenenden çok daha yavaştır. Arcdüclı (partlal/intennittent) pekiştir^ me: Farenin her davranışı değişik aralık­ larla pekişürilirse ne olur? Edimsel dav­ ranış aralıkh pekiştirildiğinde, oldukça düzenli ve tutarlı sonuçlar elde edilir. Şt^le bir deney düzenleyelim: Tekir ve Boncuk adında iki kedi alahm ve her İkisi­ ni de ufak birer kafese koyalım. TckIr’in sırtı bize dönükken her miyavladığında kafesin kapısı açılsın ve et verilsin, öte yandan Boncuk'a sırtı bize dönükken beş defa miyavladıktan sonra et verilsin. Tekir ve Boncuk bu davranışı İyice öğreninceye kadar denemeye devam edilsin. Tekir ve Boncuk edimsel davranışı İyi­ ce öğrendikten sonra, edimsel davranış söndürülsün. Başka bir ifadeyle, hiç pekiştlrmeslz deney tekrar edilsin ve hangi kedinin nasıl bir sönme süreci göstereceği­ ne bakılsın. Şu sonuç elde edilin Boncuk miyavlamaya uzun sûre devam eder, bu­ Şekil 4.3 A. Öğrenme süresindeki birikici eğri. Yukarıdaki ağri iki farenin öğ­ nun yanında Tekir kısa bir sûre sonra renme sûresindeki manivelaya basma edimsel davranıştan vazgeçer. davranışını göstermektedir. B. Sönme Aralıklı pekiştirme etkisi adı verilen bu süresindeki birikici eğri. Bir farenin tek olay az önceki deneyde şöyle açıklanabilir: bir pekiştirmeden ve 100 pekiştirme­ Tekir'in öğrenme sırasmda karşılaştığı du­ den sonra gösterdiği sönme eğrisi gös­ terilmiştir. rumla. sönme sırasında karşılaştığı du­ rum arasında belirgin bir fark vardır. Di­ ğer yandan. Boncuk'un öğrenme ve sönme sûrelerinde İçinde bulunduğu du­ rumlar birbirlerinden o kadar belirgin bir biçimde farklı değildir. Bu gözlemden günlük hayatımızda yararlanabilir miyiz? Ağlayarak, mız­ mızlanarak kendi İstediğini babasına yaptırmak İsteyen bir çocuğun bu tûr davranışına ara sıra boyun eğen baba, bu davranışın çocukta sürekli olarak kalmasına yardımcı olmaktadır. Çocuğun davranışını ilerde söndürmek zor­ dur. Bir ülkede değişik aralıklarda genel af yasası çıkararak suçluların salıve­ rilmesi. suç İşleme davranışından vazgeçmeyi değil, tam aksine, suç işleme davranışının, değişik durumlarda daha akılhca bir davranış olarak görülme­ sine yol açar. Baba çocuğun kötü davranışını görmemezlikten gelip, ihmal et­ meli ve yalnızca iyi davranışını pekiştirmelidir. Ceza sistemi, herkesi affede­ cek yerde, ancak önemli olumlu değişim gösteren tutuklulan affetmelidir. Önemli olan tutuklulann İyi davranış geliştirmelerine olanak hazırlamak ve geliştirilen İyi davranışlan pekiştirmektir.

148

İNSAN VE DAVRANIŞI

Koşullanmış Pekiştirme Pavlov yaptığı deneylerde koşullu uyancı adını verdiğimiz ses tonunu bir peklştlreç olarak kullanmanın mümkün olduğunu gözlemiştir. Kısaca söyle­ nirse, köpeğe ses tonundan sonra yiyecek verilmiş ve köpek bir dizi tekrar­ dan sonra ses tonunu duyunca, aynı ete yaptığı gibi, salya akıtmaya başla­ mıştır. Daha sonra aynı köpeğe önce ışık ve hemen ardından ses tonu veril­ miştir. Işık ve ses böyle bir sûre beraberce verildikten sonra köpek ışığa sal­ gılama tepkisinde bulunmaya başlamıştır. Anlaşılıyor kİ ses tonu, peklştlreç bir özellik kazanarak, et gibi işlev görmeye başlamıştır. Deneyde, et doğal pe­ klştlreç, ses tonu koşullanmış pekiştireçtir. Edimsel koşullanmada da koşullanmış pekiştirme kullanılabilir. Bu defa Sklnner kutusundaki fare manivelaya bastığında, mekanizma öyle ayarlan­ mıştır* ki, önce bir ses du5rulur ve sesten sonra yiyecek kabına yem düşen Böylece hayvan bir sûre koşullandıktan sonra, bu kez davranışı söndürme devresi başlar. Davranışın söndürülmesi sûresi içinde fare manivelaya bastı-f ğında ne ses duyulur, ne de kaba yiyecek gelir. Sönme tam gerçekleştikten sonra manivelaya basma davranışının tamamen ortadan kalktığı görünür. Bu aşamada ses mekanizması yeniden çalıştırılır ve fare manivelaya bastığın­ da yalnız ses duyulur. Sesin yeniden duyulmaya başladığı bu devrede, fare­ nin manivelaya basma davranışında birdenbire bir artma görünür. Yiyecek verilmediği halde, sesin duyulması fare İçin bir peklştlreç olarak işlev görme­ ye başlamıştır ve ses, yiyeceğin peklştlreç özelliğini kazanmış bulunmaktadır. Koşull^m ış pekiştireçler, doğal pekiştireçlerle kurduklan İlişkileri saye­ sinde İşlev kazanırlar. Doğal pekiştireçler, yiyecek ya da su gibi bireyin biyo­ lojik gereksinmelerini doğrudan karşılayabllen nesne veya süreçlerdir. Yukardakl örnekte verilen ses gibi koşullu pekiştireçlerle, yiyecek ve İçecek gibi doğal pekiştireçler arasındaki İlişki nasıl açıklanabilir? Daha önceleri, koşullanmış pekiştireçle doğal peklştlreç arasındaki ilişki­ nin mekanik bir tekrar İlişkisi olduğu düşünülürdü. Bir başka deyişle, İki tür peklştlreç ne kadar çok sayıda birlikte verilirse, hayvanın o derecede koşulla­ nacağı düşünülürdü. Klasik koşullamayla ilgili olarak daha önce de belirttiği­ miz gibi, yapılan.deneyler, koşullu uyancmın etkisinin, doğal uyancıyı önc^ den kestIrebtIme derecesine bağlı olduğunu göstermiştir. Aynı bulgu edimsel koşullama İçin de geçerlidir.. İki uyancı arasındaki İlişki, zaman İçinde birbirlerini mekanik bir biçimde İzlemelerinin ötesinde bir İlişkidir. Bir uyancı, doğal bir pekiştirecin verileceğini önceden belirttiği ölçüde, belirtmekte olduğu o doğal pekiştireçin özelliklerini kazanır. Eğer uyancı Üe peklştlreç arasında önceden kestirebllme İlişkisi gelişmemişse, za­ man İçinde birbirlerini izlemeleri bir anlam taşımaz. Koşullanmış pekiştireçler insan hayalında önemli rol oynarlar. Bunun en güzel örneğini parayla ilgili olaylarda görürüz. Para dediğimiz kâğıt ya da me­ tal nesnenin kendisi, bizim hiçbir doğal gereksinmemizi doğrudan karşılaya­ maz. Ne var kİ,, doğal gereksinmelerin büyük bir çoğunluğunu elde etmemizi sağladığından, para önemli bir koşullu peklştlreç olarak yaşamımızda önemli rol oynar.

ÖĞRENME

149

Pekiştirme Tarifeleri Aralıklı pekiştirme hayvanların öğrenme süreçlerini anlamlı bir şekilde etkiler. Değişik deneyler bu gözlemi tekrar tekrar ortaya koymuştur. Aralıklı pekiştirme temel İki boyut çerçevesinde değiştirilebilir: (1) Pekiştirmeler ara­ sındaki aralık ya dauronım sayısı ya da geçen zamanla saptanır (2) aralıklar ya düzenli ya da düzensiz bir biçimde olur. İki temel boyutun her biri kendi içinde İki seçenek gösterdiğinden, ikisinin biıaraya gelmesinden dört tip ara­ lıklı pekiştirme türü çıkar. Aralıklı pekiştirme türlerine pekiştirme tarifeleri (reinforcement schedules) adı verilir. Dört tip pekiştirme tarifesini kısaca göz­ den geçirelim: Değişmez oranlı (ibced ratio) tarife (DzO) : Bu tarife uygulandığında belirli bir sayı davranımdan sonra pekiştirme verilir ve pekiştirilmeyen davranımla pekiştlıçilen davramm oranı değişmez. Örneğin her 20 davranımdan sonra Ük davranım pekiştirilir bu durumda oran l/20*dir. Değişmez aralıklı (Axed interval) tarife (DzA) : Bu tarife uygulandıgmda. son pekiştirilen davranımdan belirli bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan İlk davranım pekiştirilir, örneğin, değişmeyen aralıklı tarife 60 saniye olsun; fa­ reye son pekiştirilmiş davranışından sonra 60 saniye hiçbir pekiştireç veril­ mez; bu sûre geçtikten sonra, yapılan ilk davranım peklştlriUr. Değişen oranlı (variable ratio) tarife (DnO) : Her bir denemede belirli bir sayı davranımdan sonra davranış pekiştirilir, fakat pekiştirilmeyen davranım sa}nsı bir denemeden diğerine değişir. Bu tarifenin akılda tutulması gereken bir özelliği, bir deney süresi için belirli bir ortalama pekiştirme oranı olması ve bu oranın her deneyde aynı kalmasıdır. Birçok tekrardan oluşan bir deney sûresinde kullanılan 1/20 ortalama oranı, 0 ile 40 arasında değişen oranla­ rın her bir tekrarda değişik bir biçimde bir araya getirilmesiyle ortaya çıkar, örneğin İlk tekrarda oran 1/36, ikinci tekrarda 1/4 ve benzeri biçimdedir, ancak ortalama bir deney devresi içinde her zaman 1/20 olarak kalır. Değişen aralıklı (variable Interval) tarife (DnA) : Her denemede belirli bir zaman aralığından sonra davranış pekiştirilir, fakat zaman arabğı bir tekrar­ dan diğerine değişir. Deney sonucunda ortalama bir zaman aralığına ulaşılır. Örneğin, deneyde ortalama 60 saniyelik bir pekiştirme aralığı yaratılmak İs­ teniyor. İlk tekrarda 4 saniye, ikinci tekrarda 116 santye aralık verilmiş ol­ sun. iki tekrarm ortalaması 60 saniyedir. Deney 10 tekrarı kapsıyorsa. 10 tekrarın ortalaması 60 saniye olur, ancak her bir tekrarın süresi 0 saniye ile 120 saniye arasında değişebilir. Her bir pekiştirme tarifesi kendine uygun davranış biçimleri geüştlrir. Değişmez zaman aralıklı tarife uygulanan hayvanlann davranışı tipik küme­ lenme gösterir; pekiştirilme verilmeyen sûrede hayvan pek aktif değildir. Pe­ kiştirme zamanı yaklaşınca faaliyet artar, öğrencilerin çoğunun ders çalışma biçimleri değişmez aralıklı tarifeyi hatırlatır; sınav günü gelinceye kadar ça­ lışma yoktur, sınav gününden önceki gece bÖ ^n gece çalışılır ve öbür sınava kadar yine kitap ve notlar bir yana bırakılır. ^ Değişen aralıklı tarifeler ise sürekli devam eden bir davranım gösterirler, çünkü her an için, pekiştirme geleblAr. öğrencilerin sürekli çalışmalarını

150

İNSAN VE DAVRANIŞI

DEĞİşmiEZARALBaj

O E Ö İŞ 0 1 A R A U K L I

Zaman

Zbnan

DEĞİŞMEZ 0RAT«J

DEĞİŞEN ORANU

Şekil 4.4 Dört pekiştirme tarifesinin birikid eğri olarak gösterilmiş tipik sonuçlarını görüyorsunuz. Kesik çizgfler davranımın pekiştiriidiği nok> talan gösterir. Değişmez oranlı pekiştirme tarifelerinde, her ödüllendir­ meden sonra duraldama okiukça tipik bir sonuçtur. Değişmez aralıklı pekiştirme tarifelerinde ise iki pekiştirme arasında düşük bir kavis ol­ dukça tipik bir gözlemdir.

sağlayabilmek İçin, öğretmen sömestr içinde beş sınav yapılacagmı söyler, ancak sınavlan ne zaman yapacağım açıklamazsa öğrenciler sürekli hazır ol­ mak zorunda kalırlar. Çünkü smav okulun başlamasından iki hafta sonra da yapılabilir, altı halta sonra da. öğrenciler sürekli hazır olmazsa kötü not al­ ma olasılıkları artar. Balık tutmaya çahşan kişi de bu durumdadır; balığın ne zaman geleceğini bilmediğinden sürekli uyanık olmak zorundadır. Oranlı tarifeler, aralıkh tarifelerin aksine, yüksek akıcılığı olan davranım1ar ortaya çıkanrlar ve bu özelliklerinden dolayı sanayide ve kumar gazinolarmda en çok kullanılan pekiştirme tarifelerini oluştururlar, işçisine parça ba­ şına ücret veren işveren, bu sistemi kullanmaktadır. Değişen oran tarifesi kullanıldığı zaman, davranım genellikle yüksek frekansta ortaya çıkar ve sön­ meye son derece dirençlidir, kumar gazinolarındaki makinelerde en sık kulla­ nılan sistem budun

ÖĞRENME

151

Davranışı Biçimlendirme Sirklerde hayvanların insanı hayrete düşüren çeşitli davranışlarda bu­ lunduğunu gönnûşsûnûzdûr. Köpekler, keçiler, güvercinler, vb. gibi hayvan­ lar duruma uygun bir biçimde kurnazca davranışlar gösterirler, örneğin bir köpek sahibi "Yat!" deyince yatar. “Elimi sık!“ deyince sag ön ayağını uzatır, yemekten sonra masanın üzerindeki boş bira şişesini ağzında mutfağa götü­ rür. Bu tûr davramşlar köpeğin yaşamında daha önceden olmayan yeni davramşlardır ve klasik koşuUama yöntemiyle ögretilemez. Bu davramşlann öğretilebilmesi. bir başka de3rişle hayvanın davranışımn biçimlendirilebilmesi için edimsel koşuUama yöntemi kullanılır. “Yat!" deyin­ ce sırt ûstû yatan bir köpeğe bu davranışı nasıl öğreteceğimizi inceleyelim. T a t” kelimesi burada koşullu uyarıcıdır. Kelime söylenirken köpek ilk başlar­ da kuyruğunu sallamak, sağa sola bakmak, gelip dokunmak gibi değişik tür­ den davranışlarda bulunur. Bu davranışlar amnda yere doğru eğilme davra­ nışı gösterdiğinde köpeğe hemen et verilir. Köpek ikinci kere yere doğru daha çok eğildiğinde et verilir. Nihayet yere dokunduğu zaman et verilir. Bu adım­ dan sonra köpek sırt ûstû dönme yönünde bir hareket yaptığı zaman et veri­ lir. Deneyi yapan kişi, istediği davranışı seçip pekiştirerek ve istemediği dav­ ranışı İse pekiştirmeden söndürerek, köpeği belli bir davranışa doğru yönlen­ dirir. Yine hatırlatalım kİ, bu denemeler süresince köpeğe her keresinde

Resim 4.4 Bu filler daha önce hiç taburede oturmadıkları halde, davranış biçimlendirme sonucunda sirklerde böyle gösteriler yapa­ bilirler.

152

İNSAN VE DAVRANIŞI

Şekil 4.5 Bir güvercine kafesindeki beyaz yuvarlağın ortasındaki siyah noktayı gagalama­ sını nasıl öğretirsiniz? (A) Güvercin kafese konduğunda gelişigüzel sağına, soluna, aşağı yukarı bakınır. (B) Beyaz yuvarlağa döner, (C) Yiyecek kabına yiyecek gelir (gOvercin pekiştiriiir). (D) Güvercin önce yuvariağa baktığı için. (E) daha sonra yuvarlağa bakarak yak­ laştığı için ve (F) en sonunda siyah noktayı gagaladığı için pekiştirilir. Bundan sonra, an­ cak siyah noktayı gagaladığı zaman yiyecek verilir.

T at!" kelimesi söylenir. Yukanda açıkladığımız bu sûrece davranışı biçimlen­ dirme (behavior shaping) adı verilir. Sabırh İseniz ve ortamınız uygunsa, kedinizin veya köpeğinizin davranışı­ nı belirli bir derecede biçimlendirebilirsiniz, önemli koşullardan biri» köpeğin ya da kedinin davranışmı biçimlendirdiğiniz sûre içinde, yiyecek konusunun sizin denetimizin altında olmasıdır. Browns ve Jenkins (1968) adında İki Amerikalı psikolog güvercinler üze­ rinde şöyle bir deney yapmışlardır. Üzerinde daha önce hiçbir deney yapılma­ mış aç bir güvercin deney odasına konmuştur. Deney odasındaki bir düğme her bir dakikanın 6 saniyesi süresince ışıklandırılmış. 54 saniye ışıklandırılmamıştır. Işıklı devrenin sonunda bir yiyecek parçası otomatik olarak güver­ cinin görebileceği bir kaba gelmiştir. Güvercinin davranışı ile yiyeceğin verilişi arasında herhangi bir ilişki bu­ lunmamaktadır. çünkü güvercin ne yaparsa yapsın, ışık yanıp söndükten sonra yiyecek otomatik olarak kuşa verilir. Bir süre sonra güvercin düğme ışıklandırılınca gagalamaya başlamıştır. Bu olaya kendiliğinden biçimlendirme (autoshaping) adı verilmiştir. Kendiliğinden biçimlendirme olayının altında hem klasik hem de edimsel koşullamanın yatüğı kabul edilir, önce ışıkla yiyecek arasında zamanda biti­

ÖĞRENME

153

şiklik İlkesine dayanarak bir ilişki kurulmuştur. Işık U3^ncısı. }riyecek uyancısma koşullanmıştır. Bu süreç klasik koşullamanın bir parçasıdır. Daha sonra güvercin ışıkh düğmeye, yiyecek uyancısı gibi davranma}^ öğrenmiştir. Bu süreç de edimsel koşullanmanın bir parçasıdır. İnsan Davranışının Edimsel Koşullanması Verplanck adında bir Amerikalı psikolog deneklere haber vermeden şöyle bir deney uygulamıştır. Üniversite öğrencileri bir deneye katıldıklarının farkmda olmadan araştırmacı ile konuşmuşlardır. Konuşma süresinde araştır­ macı. öğrencilerin kullandıkları belirli tür cümleleri pekiştirmiş, diğer cümle­ leri pekiştirmemlştlr. Öğrenci “Kanaatımca." “öyle zannediyorum kİ," "Bana öyle geliyor ki.“ şeklinde başlayan cümleler kullandıktan sonra araştırmacı "Evet haklısmız," “Bana da öyle görünüyor." "Gerçekten dediğin gibi," şeklin­ deki cevaplarla öğrencinin ifadelerini pekiştirmiştir. Pekiştirme devresinden sonraki söndürme devresinde ifadelerden sonra araştırmacı hiçbir şey söyle­ memiştir. sessiz kalmıştır (Verplanck, 1955). Pekiştirme devresinde deneklerin kişisel görüş belirten ifadelerinde an­ lamlı bir artma olmuş, sönme devresinde ise aynı tip ifadelerde bir düşüş gö­ rülmüştür. Araştırmacı deneysel koşullar altmda öğrencilerin sözlü davranışlarmı, Skinner kutusuna konmuş güvercinin davranışlarım denetlediği biçim­ de denetleyebilmiştir. Denek araştırmacının ne yaptığımn farkına vardığında aynı etki elde edilir mi? Hayır! Deneğin farkına varması koşullama sürecini etkiler, aynı sonuçlar alınmaz. Ne var kİ. farkında olmadığı zamanlarda, tıpkı kafesteki güvercinin davranışında görüldüğü gibi, öğrencinin davranışı biçim­ lenir.

Resim 4.5 Hem insanlar hem de hayvanlar edimsel davranışı günlük yaşamlannda sık sık göslerirter.

154

İNSAN VE DAVRANIŞI

Demek oluyor ki, aynı hayvan davranışlannda olduğu gibi, İnsan davra­ nışlarında da, belirli davranışlar ödüllendirilerek, pekiştirilerek, o davranışın ortaya çıkma olasılığı arttırılır, ödüllendirmenin ve davranışın türü, gözönûnde tutulması gereken önemli bir konudur. Lepper, Greene ve Orant (1973) admda üç Amerikalı psikolog, gereksiz durumlarda pekiştirme yapmanın olumsuz sonuçlar verdiğini aşağıdaki araştırmalanyla göstermişlerdir. Araştırmacılar, iki grup çocuğu denek olarak kullanmışlardır. Birinci grupta, çocuklann zaten zevk alalrak oynadıklan bir oyuna yeni bir pekiştirme düzeni gelirmişler ve her oyundan sonra çocuklara "İyi 0}runcu Madalyası" adında bir ödül vermeye başlamışlardır. İkinci grup­ taki çocuklara hiçbir ödül verilmemiş, çocuklann oyunlanna devam etmeleri­ ne izin verilmiştir. Birkaç haila sonra çocuklar serbest oyun saatlerinde sınıflarında gözlen­ diklerinde, ödül verilen grubun bu oyundan artık zevk almadığı ve ödül veril­ mediği takdirde oyuna devam etmek istemedikleri gözlenmiştir. Bu gruptaki çocuklar, oyun oynadıktan sonra ödül verileceğini "beklem^e" başlamışlar­ dır. Kendi hallerine bırakılan çocuklar ise, yine zevkle oyun oynama)ra devam etmişlerdir. Oyunun kendisi bir süreç olarak onlara pekiştirme rolünü gör­ meye devam etmiştir. Yukandaki örnek, dış ve İç ödüllerin fjarklı etkilerde bulunduğunu göste­ rir. Dış ödül verildiğinde, yeni öğrenilen davranış artar ve devaun eder. Ancak bir davranış zaten öğrenilmişse ve İç ödüllendirme yoluyla devam ediyorsa, o davranışa yeniden bir dış ödül getirmek, evvelden kurulmuş olan düzeni bo­ zar. Herhangi bir davranış öğrenimini dış ödülle başlatıp, öğrenildikten sonra, davranışın sürdürülmesini zamanla iç ödüle çevirmek, daha anlamlı olur. Böylece, birey dışandan bir şey beklemeden, o davranıştan zevk aldığı için, davranışı devam ettirir. Okula yeni gitmeye başlamış çocuğumuza ev ödevlerini zamanında yap­ masını öğretmek istediğimizi varsayalım. İlk başlarda çocuğa her ev ödevini bltlrişlnde, "Aferin." gibi bir sözlü, veya istediği bir oyuncağı almak gibi nes­ nel bir dış ödül veririz. Bir süre sonra çocuk ev ödevini zamanında yapmaya başlayınca, ev ödevini tamamlamış olmanın zevkini almaya başlar, "başarı duygusu" onun iç ödülünü oluşturur. Bu noktada dış ödülü kesmek gerekir. İnsan davranışının biçimlendİrilmesinde bireyin içinde büyüyüp yaşadığı toplumun gelenek ve görenekleri, kültürü önemli bir rol oynar. Kültür belirli türden davranışları istenen, uygun, beğenilen davranışlar olarak pekiştirir, bazı tür davranışları ise yerer, aşağılar ve böylece zamanla söndürür. Böylece kültür son derece kudretli ve yaygın bir sosyal pekiştirme düzeni getirir. 1. Bölûm'de verdiğimiz gazete haberini şimdi bu bilginin ışığı altında yeniden gözden geçirelim: Sivas Yanaçık CezaevTnden kaçarak eşi Firdcvs ile 2 çocuğunu öldü­ rüp birini de yaraladığı İdlasıyla yakalanan 42 yaşındaki Mehmctşah Demlrtaş, “Eşim kötü yola düşmüş. Namusumu temizledim. Çix:uklan da ortada kalıp perişan kalmaması için öldürdüm" dedi.

ÖĞRENME

155

Mehmetşah Demirtaş Sivas bölgesinde doğmuş, büyümüş ve böylece Türkiye’nin o bölgesinin dünya ve yaşam anlayışını, kültürünü öğrenmiş ve benimsemiştir. Onun söylediği sözler son derece anlamlıdır: ’’Eşim kötü yola düşmüş.” Mehmetşah Demirtaş İyi yoUa kötü yolu nasıl ayırt edebiliyor? Mehmetşah’m kullandığı ve o bölgenin insanlarmın çoğunluğu tarafın­ dan paylaşılan bir sosyal değerler düzeni ona “İyi" ve “kötü” davranışın ne ol­ duğunu öğretmiştir. O bölgede yaşayan halkın benimsediği kültür değerleri bu durumda Mehmetşah’m nasıl davranması gerektiğini belirler. Herkes Mehmetşah’m “erkek” olmadığım, kansmnı kötü yola düşmesine bile bile göz yumduğunu ve bundan dolayı ”namussuz” bir İnsan olduğunu kendisine bil­ dirir ve öyle bir davranışa İter kİ, o davranış kültür değerlerinin zaferiyle sonuçlamn "Nanmsımm temizledimT Mehmetşah’m çocuklarıyla İlgili söyledikleri de yine o bölgenin kültür de­ ğerleriyle tutarhdır. "Çocuklanmı ortada kalıp p>erişan kalmaması İçin öldür­ düm." Demek kl, Mehmetşah’m anlayışma göre ortada kalan çocuğa sahip çıkmak, o çocuğun yetişmesiyle, tyl bir İnsan olarak büyümesiyle ilgilenmek, o bölge İnsanlanmn kültür değerleri arasmda yer almaz. Yalnız ana-baba ço­ cuklarını yetiştirmekle sorumludur, anne öldürüldüğü ve baba hapishanede olduğuna göre, çocuklar ortada kahp, rezil olurlar. Mehmetşah Demirtaş kendi kültür değerleri içinde tutarlı hareket etmek­ tedir. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk Devrimleri’nden geçmemiş olsa ve eski geleneksel değerler İçinde yönetilen bir ülke olarak kalsaydı, büyük bir olasalıkla, Mehmetşah'm davranışı o kadar dikkati çekmezdi. Atatürk “Batı Uygarligrnın kültür değerlerini, yeni kurmuş olduğu Türki­ ye Cumhuriyeti'nin temeline koymuş ve böylece yepyeni bir ödûlleme ve ceza­ landırma sistemi Türk toplumunda İşlemeye başlamıştır. Modem Türk yasalan, geleneksael bölgelerimizde hâlâ yaşayıp giden değerler düzenine göre ça­ lışmaz; Batılı ülkelerin dünya ve yaşam anlayışına göre düzenlenmiştir. Mo­ dem eğitimin ulaşamadığı Mehmetşah Demirtaş gibi kişiler, yaşamlannı gele­ neksel değerlere göre düzenler, fakat bu davranışlar, yeni bir dünya görüşü­ nü temsil eden modem yasalara göre cezalandınhr.* Her toplumun kültürü, o toplumun İnsanlarmı, belirli bir sosyal değerler sistemi İçinde ödüllendirir ya da cezalandınr. Böylece, belli değerleri koruyan bir toplum düzeni kurulur, veya kurulmuş olan toplum düzeni kendi değerle­ rini korur. Otonom Tepkilerin Edimsel Koşullanması ve Biyoblldirim Psikologlar, klasik koşulleuna ile edimsel koşullama arasında önemli farklar olduğunu kabul ederler. Yakın zamana kadar klasik koşullamanm, iç organlarm ve salgı bezlerinin çalışması gibi, İstemimizin denetimi dışmda bu­ lunan süreçleri kapsadıgmı, öte yandan edimsel koşullamanm. çizgili kaslan(•)

Bu konularda daha ayrıntılı bilgi almak isteyen oku3rucu yazarın YenSden insan insona (COceloglu, 1991Jvefj/iDû?ûnDo5ruKararVer(Cûceloğlu, 1993) kitapların­ dan yararlanabilir.

156

İNSAN VE DAVRANIŞI

mızın davranışı gibi. İstemimizin denetimi altında bulunan süreçleri içerdiği düşünülmüştür. Daha başka bir deyişle, bu düşünce, klasik koşullamanm otonom sinir sisteminin denetimi altmda bulunan davranışlara, edimsel koşullamanın işe merkezi sinir sisteminin denetimi altmda bulunan davramşlara uygulanabil­ diğini kabul eder. Son on yılda yapılan araştırmalar bu düşünüş tarzını de­ ğiştirmiştir. Edimsel koşullamanm otonom sinir sisteminin denetimi altında bulunan davranışlara da uygulanabildiğini bugün artık biliyoruz. , Yapılan araştırmalann temel yapısmı şöyle bir örnek vererek açıklayabili­ riz; Tans^rondan şikâyeti olan bir kimse bir bilgisayar ekranımn karşısına oturtulur. Kan basıncmı ölçen alet *hasta"ya takılır. Bu aletin bağlı olduğu bilgisayar ekranında hasta kendi kan basmamın ne düzeyde olduğunu göre­ bilmektedir. Hasta ekran karşısında bir saat süreyle oturtulur. Bu sûre içinde kan basıncı bazen yükselir, bazen alçalır. Hasta, kan basmcmm düşük olduğu anlarda ne gibi düşünce ve duygular İçinde olduğu­ nun farkma varmaya başlar ve kan basıncmı düşürmek İstediği zaman, bu tür duygu ve düşünceleri hatırlamak ister. Bir süre böyle bir eğitimden geçen kişi, hiçbir ilaç almadan, kendi kan basıncım düzenleme gücüne erişir. Bu tür uygulama kalp atışı, midenin aşın asit salgılaması, elinde olma­ dan gerginlik duyma gibi hallerde başarıyla kullanılır. Bu yönteme biyobildlrim* (biyolojik geri-blldirim/bloreedback) adı verilir. Biyobildirim tıp alanında günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır, llaçlann olumsuz yan etkilerin­ den sakmılması gereken hastalarda, biyobildirim özellikle önemli bir görevi yerine getirir.

3. PEKİŞTİRME KAvRAMI Klasik koşuUama deneylerinde pekiştirme koşullu ve koşulsuz uyancılann (örneğin, zil sesi ve et) beraberce verilmesini ifade ediyordu. Edimsel kbşullamada. istenen davranışın ortaya çıkma sayısını arttıran her uyarıcıya pekiştirme adı verilmiştir. Her iki koşuUama sürecini kapsayan genel kural şöyle İfade edilebiUn Btr davranışta ortaya çıkma olasılığtnı arttıran her türlü uyanaya pekiştirme adı uenlir. Pekiştireçleri iki gruba ayırmak olanağı vardın Olumlu pekiştireçler ve olum suz ı>eklştireçler. Olumlu (positlve) pekiştireçler verildiği zaman davranı­ şın ortaya çıkma olasılığı artar. Yiyecek, su. övgü bu tür pekiştireçlere örnek oluşturur. Olumsuz (negatlve) pekiştireçler ortadan kaldırıldığı, ya da verilme­ diği zaman davranışm ortaya çıkma olasılığı artar; elektrik şoku, rahatsız edi­ ci bir gürültü gibi uyarıcılar olumsuz pekiştireçlere örnektir. Yapılan edimsel koşuUama deneylerinde olumsuz pekiştirme genellikle deneğin denetimi altmdadır ve denek istenilen davranışı 3raptığı anda olumsuz pekiştirme orta­ dan kalkar. Örneğin, Skinner kutusundaki fare manivelaya basınca, kutu­ nun altındaki ızgaraya verilen elektrik şoku otomatik olarak kesilir. (*)

Biyobildirim kavramı daha kapsamlı olarak 14. Böl0m‘de verilmiştir.

ÖĞRENME

157

Ödül (reward) kelimesi» olumlu pekiştireç kavramıyla eş anlamü olarak kullanılabilir, fakat ceza (punishment) kavramı olumsuz pekiştirme kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılamaz. Ceza istenmeyen davranışa verilir. olum< suz pekiştireç ise istenen davranış ortaya çıktığında çekilir. Olumsuz pekişti­ reç. İstenen davranışm ortaya çıkma olasılığını arttırır. Ceza istenmeyen davranışm ortaya çıkma olasılığını azaltır. Fremack Kuralı Premack (1959) pekiştireç olarak uyancı yerine faaliyeti kullanmayı öner­ miştir. Ona göre. Skiımer kutusuna konan fare yiyecek verildiği için değil, yeme faaliyeti olduğu için manivelaya basma sayısını artırır. Organizmanm sık sık yapageldiği bir hareket, organizmanın daha seyrek olarak yaptığı baş­ ka bir faaliyet için pekiştireç rolOnO oynar, örnek olarak, iki çocuk alalım; bunlardan biri şekere dûşkOn olup sık sık şeker yesin, diğeri ise şekerden pek hoşlanmasm fakat top oynamayı sevsin. Bilinci çocuğa top oynama öğretilmek istendiğinde, acaba şeker yeme pe­ kiştireç olarak kullanabilir mi? Evet kullanılabilir! Top oynaması öğretilmek isteniyorsa, her top oynayışından sonra çocuğa şeker yeme olanağı verilmeli­ dir. bir başka deyişle çocuk şekere ancak top oynamakla ulaşabilmelidir. İkinci çocuğa İse şeker yeme öğretilmek İsteniyor. Bu durumda çocuk bir şe­ ker yedikten sonra top o3mama olanağı verilmeli ve böylece top oynama, şe­ ker yeme olayına bağımlı kılınmalıdır. Sonuçta birinci çocukta şeker yeme, ikinci çocukta İse top oynama pekiştireç görevini görür. Bu tür gözlemler sonucu Premack. kendi adıyla bilinen aşağıdaki iki ilke­ yi ileri sürmüştün (1) Belirli bir anda, her bir organizmanın bir pekiştireçler mertebesi (hiyerarşisi) vardır. Bu mertebe düzeninin tepesinde, bütün ola­ naklar sağlandığında organizmanın doğal olarak yapacağı ilk faaliyet yer alır. Diğer faaliyetlerin ortaya çıkma olasılığı mertebedeki yerine bağımlı bir bi­ çimde göreli olarak azalır. (2) Bu mertebe İçinde yer alan her davranış, ken­ dinden üst bir faaliyet tarafından pekiştirilebilir ve kendinden daha alt düz^lerdeki faaliyetler için bir pekiştireç rolü oynar. Bu ikinci ifade Premack il­ kesi olarak bilinir. Premack ilkesi ana-babaların uzun zamandır uyguladığı bir yöntemi bi­ limsel olarak ifade etmiştir: Oğluna “Ev ödevini bitir, sonra sinemaya gidebillrslnP diyen baba Premack ilkesini kullanmaktadır. Çocuğa islediği olanak­ lar sağlansa, o ders çalışma yerine sinemaya gitmeyi tercih eder. Demek ki sinemaya gitme davranışı, ev ödevini yapma davranışına göre, çocuğun faali­ yetler sıralamasında daha üst bir düzeyde yer alır. Ana-baba, “önce sinema­ ya git. daha sonra gelince ev ödevini yap!" derse yanlış bir yöntem kullanmış olur. Bu durumda ödev yapılmaz. Bu kural eğitimde ve çocukların davranışlarını denetimde son derece et­ kin bir biçimde kullanılabilir, önemli olan ilk adım, davranışını değiştirmek istediğimiz bireyin faaliyetlerinin mertebe yapısını keşfetmektir. İkinci adım da, üst düzeydeki bir faaliyeti, öğretmek istediğimiz davranış için pekiştireç olarak k^ullanmaktır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

158

Blre3Tİn faaliyetlerinin mertebe yapısını keşfetmeye çalışırken akılda tu­ tulması gereken önemli nokta şudur: Tercih edilen faaliyetler, bireyin içinde oluşturduğu gereksinmelere göre değişir: aç birey yemek yemek, susuz birey su içmek İster. Böylece hiç değişmeyen bir mertebe yapısı yerine, zamanla değişebilen esnek, dinamik bir mertebe yapısı düşünmek daha gerçekçi olur.

1 2 3 4 5 6 7 8 9

10

Günler

Şekil 4.6 A. Pekiştirme miktarı. Fare­ ler T biçimindeki bir labirenti pekiştireç (yiyecek) miktarı arttıkça daha çabuk ¿ğrenmişlerdir B. Pekiştirmenin gecikti­ rilmesi. Bu Oç grup fareye, labirentin sonuna eriştiklerinde, farklı geciktirme sürelerinde pekiştirme verilmiştir.

Pekiştirmenin Miktarı ve Gecikme Süresi Psikologlar pekiştirme miktannın öğ­ renmenin hızını etkileyeceğini düşünmüş­ ler ve düşüncelerini denemek için aşağıda­ ki deneye benzer deneyler yapmışlardır. Oç grup fare alınmış ve bir labirent denemesi­ ne tabi tutulmuştun Birinci gruptaki fare­ lerin yaptığı her doğru davranış bir yiyecek táñesele ödüllendirilmiştin ikinci gruptaki farelere iki yiyecek tanesi verilmiş üçüncü gruptaki fareler ise dört yiyecek táñesele ödüllendirilmiştir. Farelerin öğrenme hızıy­ la verilen pekiştirme miktarı arasında doğ­ rusal bir İlişki gözlenmiştir dört yiyecek ta­ nesi verilen fare en hızlı, tek yiyecek tanesi verilen fare İse en yavaş öğrenmiştir. Acaba pekiştirmenin ne zaman verildi­ ği önemli bir etken midir? Yapılan deney­ sel araştımıalar göstermiştir ki. pekiştir­ menin davranıştan hemen sonra verilmesi süratli öğrenmeye yol açmakta, pekiştir­ menin verilmesi geciktikçe öğrenimin hızı azalmaktadır. Yine bir labirent deneyinde fareler üç gruba ajTilmış. ilk gruptaki fare­ ler hiç gecikmeden ödüllendirilmiş, ikinci gruptaki farelere 5 saniye, üçüncü grupta­ ki; farelere ise 30 saniye gecikmeden sonra ödülleri verilmiştir. Araştırma sonuçları, 6 saniye sonra ödüllendirilen ikinci gruptaki farelerin on gün sonra ilk gruptaki farele­ rin düze3dne gelebildiğini göstermiştir. Ama 30 saniye gecikmeyle pekiştirilen üçüncü gruptaki fareler hiçbir zaman ilk iki gruptaki farelerin öğrenme düzeyine erişememiştir. Yukandaki bilgileri günlük yaşama şöyle uygulayabiliriz: Çocuğun yeni bir davranış öğrenmesini İsteyen öğretmen ya da ana-baba, çocuğa, önemli göreceği bir

ÖĞRENME

159

miktarda ödül vermelidir, "ilk devrede karnende hiç zayıf getirmezsen seni si­ nemaya götüreceğimi" diyen bir baba, bûyûk bir olasılıkla, çocuğuna İyi bir ödül ortamı yaratmamaktadır . öte yandan "İlk devrede karnende hiç zayıf getirmezsen sana bisiklet alacağım!" diyen bir diğeri, çocuğunu önemli bir derecede ödüllendiriyor olabilir. Bu örnekle, çocuklann iyi not alabilmeleri için ille de maddesel olarak ödüllendirilmeleri gerektiğini söylemek istemiyoruz. Açıklığa kavuşmasını is­ tediğimiz. çocuğun davranışını ödüllendirmeye karar verilmişse, önce çocu­ ğun neyi ödül olarak algılayacağını bilmenin gerektiğidir. Ayrıca, "Baban ge­ lince senin yaptıklannı babana söyleyeceğim!" diyen anne, gecikmeli bir ceza sistemi kullandığından, çocuğun öğrenme süreci pek etkin olmaz. Kötü dav­ ranıştan hemen sonra gelen ceza daha etkin olur. Öğrenmede Cezanm Rolü Türkçe'de “Kızını dövmeyen dizini döver" sözü özellikle kız çocuklannın eğitiminde dayağın gerekli olduğunu mu ifade eder? "Kızlann niçin erkekler­ den daha çok dövülmeye ihtiyacı var?" sorusuna verilecek cevaplar bizim kültürümüzün ilginç yönlerini aydınlatabilir. Ana-babalara sorulduğunda, cezanın hem erkek hem de kız çocukları için gerekli olduğunu söylerler. Bir­ çoklarımız "sopanın cennetten çıkma" olduğunu sık sık işitmişizdir. Çocuklanmızı İlk okula götürdüğümüz zaman "Eti senin, kemiği benim!" sözüyle öğ­ retmene bırakırız. Bu düşünüş tarzı yalnız Ttirklere özgü değildir, örneğin. Amerikan Ingilizcesİ'nde “Spare the rod and spoll the chlld" (Sopayı vurmaz­ san çocuğu şımartırsın) sözü aynı temel anlayışı ifade eder. Ceza davranışı değiştirme ve İyi davranışı öğretme bakımından gerçekten etkin bir yol mu­ dur? Ceza gelişigüzel değil, son derece bilinçli bir biçimde kullanılmalıdır. Ce­ za uygulamasının getirdiği değişik sakıncalar vardır. Her şeyden önce ceza­ nın etkisi önceden kestirilemez, ö te yandan ödüllemenin etkisini önceden kestirmek hiç te zor değildir. ödûUeme, “Yaptığını tekrar eti" mesajını verir. Ceza ise, “Yaptığını bir daha yapma!" mesajmı verir, ancak çocuğun neyi yap­ ması gerektiği konusuna bir açıklık getirmez. istenilen davranışm ne olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan çocuk, cezanm getirdiği kargaşalıkta, belki de daha önce yaptığından daha kötü bir davranışa yönelebilir. Cezanın ikinci sakıncası, ortaya çıkardığı yan etkilerin­ den kaynaklanır: Cezalandırılan birey cezalandıranı (öğretmen, ana-baba, ve­ ya işvereni) ve cezanm verildiği ortamı (sınıf, ev. işyerini) sevmemeye başlar. Bu kişilerden ve ortamlardan uzak durmaya çalışır. İyice düşünülmeden gelişigüzel verilmiş ceza bireyin onurunu ve özbenllğini son derece İncitici olabilir. Bunun sonucu bireyden tehlikeli karşıt tepki­ ler gelebilir. Lise öğrencisi iken son derece efendi, saygılı, sakin bir sınıf ar­ kadaşımın müdür yardımcısıyla okulun merdivenlerinde yumruklaşmaya baş­ ladığını gördüğümü hatırlıyorum. Müdür yardımcısı, öğrenciyi tanımadığı halde, ayakkabı bağlan çözük ve kıravatı gevşek olduğu için, diğer öğrencile­ rin önünde onun gururunu kinci hakaret taşıyan ifadeler kullanmıştı.

İNSAN VE DAVRANIŞI

160

Bu örnekte, mûdûr yardımcısı öğrencinin iyiliği için onu cezalandırdığını düşündüğü halde, öğrenci okuldan kovulmayı, hatta o anda Ölûmû bile göze alarak o tûr onur kinci hakaretlere maruz kalmak istememiştir. Besbelli kİ cezalanan ve cezalandıran, o anda, iki farklı anlam dûnyasındadırlar. Cezalandırmanın sakıncalan göz önünde tutularak etkin öğrenme durumlan yaratılabilir. Cezanın etkin bir öğrenme ortaıhı yaratması için aşağı­ daki şu ilkeleri göz önünde tutmak gerekir; (1)

Cezalandıniması düşünülen, istenmeyen davranışın niçin ortaya çıktığını gerçekçi bir şekilde anlamak gerekir.

(2)

Cezalandınlan davranışın yanı sıra, yapılması istenen davranışm ne olduğunun da açık seçik belirtilmesi ve istenen bu davranışın her ortaya çıkışında ödüllendirilmesi gerekir.

(3)

Ceza verilmeden önce cezanın verileceğini belirten ön belirtiler, uyancılar, İkazlar verilmelidir.

(4)

Ceza belirli bir anlam sistemi içinde verilmeli ve bir davranışın niçin cezalandırıldığı, ya da ödûllendirildiğl açık seçik anlamlı bir biçimde bireye anlatılmalıdır.

(5)

Ceza, İstenmeyen davranışın her ortaya çıkışında tutarlı bir biçimde uygulanmalıdır.

Şöyle bir örnekle yukarıdaki ilkeleri açıklığa kavuşturalım. Diyelim ki 14

3raşındakİ Timur okuldan sonra arkadaşlarıyla buluşuyor ve eve geç geltyor. Bu nedenle ders çalışmaya pek vakit bulam^or ve aldığı notlar gittikçe düşü­ yor. (1)

Timur niçin eve gelmek istemiyoı? Bunu anlamaya çalışmali3nz. Belki de onun için ev sıkıcı bir ortam. Evde herkes blrbiıiyie kavga ediyor ve ona değer veren kimse yok. Ya'da onun yaşıtında, onun kafa dengi konuşacak hiç kimse yok. Ayrıca, eve arkadaş getirmesi­ ne de izin verilmiyor. Ancak ev dışında arkadaşlanyla beraber olabi­ liyor.

(2)

Timur’a açık seçik “Okuldan sonra eve gelmeni ve evde derslerine çalışmanı istiyorum" mesajı verilmelidir. "Okuldan geç geldiğin her gün için sana verilen cep harçlığından X miktarı keseceğim. Okuİdan doğru eve gelip derslerine çalıştığın zaman hafta sonu seni fut­ bol maçına götüreceğim."

(3)

Bir kavanoz içine görülebilen bir yere çocuğun haftalık harçlığı ko­ nur ve her gelmediği gün onun gözü önünde X miktar kavanozdan alınır.

(4)

Timur’un zeki ve yetenekli bir kişi olduğu, böyle yetenekli bir kişinin eğitimsiz olarak yaşama anılmasına ana-baba olarak İçinizin elver­ mediği ve ders çalışmasını onun saygıdeğer bir meslek adamı olarak yetişmesi İçin istediğiniz anlatılmalıdır. Bu konuda onun ilkrl sorul­ malı ve onun söyledikleri samimiyetle ve İlgiyle dinlenmelidir. Timur

ÖĞREI^ÎME

(5)

161

sizin niçin bu biçimde davrandığınızı iyice anlamalıdır. Sizinle hem* llkir olması zonınluğu yoktur, önemli olan sizin niçin bu ceza düze­ nini kurduğunuzu anlayabilmesidir. Okuldan her geç gelişinde X miktar para kavanozdan alınmalı ve bundan hiçbir zaman taviz verilmemelidir. Ayrıca ödûlleme için ne söz verilmişse mutlaka yapılmalıdır. Yapılan araştırmalar, anında, geciktirmeden ve tutarlı olarak uygulajıan cezalandırmalann en et­ kili yöntem olduğunu göstermiştir.

Beyin Uyarılması ve Pekiştirme Pekiştirmeyle ilgili tartışmayı beyin uyarılmasmdan söz etmeden bitireme­ yiz. James Olds adlı Amerikalı bir psi­ kolog farelerin beyinleri üzerinde mlkroelektrotlar aracılığıyla yaptığı araştır­ malarıyla tanmır. Araştırmacı 1950*Ierln ortalanna doğru yaptığı araştırmalannın birinde elektrodu. yanlışlıkla, farenin hipotalamusunun yakınlannda bir bölgeye yerleştirmiştir. Bu bölgeye hafif elektrik şoku verildiğinde, şokun uygulandığı ortama farenin tekrar tek­ rar döndüğü gözlenmiştir.

Şekil 4.7 Bir pekiştireç olarak beynin uyarıl­ ması. Farenin manivelaya basması onun beynine yarım saniye süreyle 60 devrelik bir akım verir. Akımı yeniden alabilmesi için hayvanın yanm saniyeden sonra yemden manivelaya basması gerekir. Hayvanın davranışı birikici kaydedici aletiyle kaydedi­ lirken osiloskop akımın verilişini denetler. Elektrotlar hipotalamusun orta-önbeyin böl­ gesine yerleştirildiğinde fareler, dakikada 100 kere manivelaya basma davranışı gibi yüksek bir oran göstermişlerdir.

Fare Skinner kutusuna konup, manivelaya basarak kendi kendini elektrikle uyarabilecek bir duruma konduğunda, dakikada yüz kere mani­ velaya basarak, daha önce hiç görül­ memiş olağanüstü bir uyarılma davra­ nışı göstermiştir. Fareler saatte ortala­ ma 2,000 kere manivelaya basmışlar ve yorgunluktan hareket edemeyecek hale gelinceye kadar hiç kesintisiz 15 veya 20 saat kendi kendilerini uyarma­ ya devam etmişlerdir. James Olds’un araştırmalarından sonra beyin uyanimasıyla ilgili yüzler­ ce araştırma yapılmıştır. Büyük bir kısmı iareler, maymunlar ve kediler üze­ rinde uygulanan bu araştırmalarda beyinin her bölgesi elektrotlar aracılığıyla uyarılmıştır. Bazı beyin bölgelerinin uyarılmasından hayvanlar hoşlanmış ve bu bölgelerin uyarılması olumlu pekiştireç İşlevini görmüştür. Hayvanlar bazı beyin bölgelerinin uyanimasından ise hoşlanmamışlardır. bu bölgelerin uyarılması olumsuz pekiştirme İşlevini yüklenmiştir. Beyinin bazı bölgelerinin uyarılması ya da uyanlmaması ise hayvanın davranışında hiçbir değişiklik yapmamış, başka bir ifadeyle, bu bölgelerin uyarılmasınm hiçbir pekişUricİ etkisi olmamıştır. İD 11

İn s a n v e d a v r a n iş i

162

4. BİLİŞSEL’ (ZİHİNSEL) ÖĞRENME Psikoloji bilimi birbirinden değişik yaklaşım tarzlarını içerir. Bu değişik yaklaşım tarzlarım kısaca 1. Bölûm'de gözden geçirmiştik. Hatırlayacağınız gibi bilişsel (zihinsel/cognttive) yaklaşım bireyin algılama, hatırlama ve dü­ şünme gibi bilişsel süreçlerine ağırlık verir. Bilişsel yaklaşım tarzmın öğren­ meyi nasıl anladığım ve açıkladığını tartışmadan, öğrenme konusunun tümü­ nü gözden geçirdiğimiz söylenemez. Daha önce ayrıntılarıyla incelediğimiz klasik ve edimsel koşullama yakla­ şımları'öğrenmenin temelinde çagnşım ilişkilerinin yattığını kabuUenir. Zihin­ sel yaklaşım taraftan psikologlar bu açıklamayı yetersiz bulurlar. Onlara göre öğrenmenin temelinde organizmanın algılaması, hatırlaması, düşünmesi, başka bir deyişle, bilişsel süreçleri ve yapıları yatar, öğrenme deneyine konan organizma "neyin neyle ilişkili olduğunu algılar, anlar” ve daha sonra test edildiğinde, daha önce algılamış olduğu ilişkileri hatırlar ve ona göre davranır. Demek oluyor kİ organizma mekanik bir şekilde değil, çe\Teyi ye kendi davranışını bir algılama ve anlama sürecinden geçirdikten sonra davranır. Bilişsel psikologlar, .bu tür öğrenmeyi yalnız insanlara özgü bir süreç olarak görmezler, zihinsel süreçlerin hayvanlann öğrenmesinin de altmda yattığını kabul ederler.* Görüşlerini hayvanlar ve İnsanlar üzerinde yapılmış deneylere dayanarak savunurlar. Aşağıda bu tür öğrenme deneylerinden örnekler vere­ ceğiz. Kavrama Deneyleri Alman psikologu Köhler 1925 yılında yayınlamış olduğu araştırmalarında şempanzeler üzerinde yaptığı öğrenme deneylerinden söz eder. Deneylerinde kullanmış olduğu şempanzelerden birinin adı Sultan’dır. Sultan üzerine yapı­ lan iki deney psikolojinin klasik deneyleri arasına girmiştir. Bu deneylerden birinde Sultan'ın elinin ulaşamayacağı bir uzaklığa yiye­ cek konmuştur. Sultan’ın yiyeceğe ulaşabilmesi İçin Önce elinin yetişebildiği kısa sopayı alması, sopa aracılığıyla daha uzun sopaya ulaşıp kendine çek­ mesi gerekir. Bu da yeterli değildir. Sopalar öyle yapılmıştır ki. biri diğerinin ucuna takılabilir ve ancak iki sopa birleşiminden ortaya çıkan yeni uzunluk İle yiyeceğe ulaşılabilir. Sultan bu deneyde başarılı olmuş ve sopalan kendine çekip birbirine ek­ leyerek. elde ettiği birleşik uzun sopayla yiyeceği kendine çekebilmiştir. Her aşamada Sultan sağma soluna bakmış, durmuş, kaşınmış, yeniden sopalara yönelmiş ve çözüme adım adım yaklaşmıştır. Sultan’ın ikinci deneyi, ulaşamayacağı bir yükseklikte aşılı duran muza erişmesidir. İçinde üç boş sandık bulunan odanın tavanından muz sarkmak­ tadır. Sultan zıplar, kaşınır, odadâ" gezer, sonra bir köşeye oturur. Bir süre(•*)

(•*)

K a v r a m la ilg ili a ç ık la m a 6 . B ö lü m ü n b a ş ın d a S . 2 0 5 ‘lc v e rilm iştir.

ÖĞRENME

163

Resim 4.6 Bu Qç resim Suttan'ın “muza erişme sorunu’'nu nasıl çözdüğünü adım adım göstermektedir.

sonra “Ha şimdi anladım!" dercesine kalkar, sandıklan üst üste kor, üstüne çıkar ve muza ulaşır. Yukandakl her iki deneyde de. hayvanın içinde bulunduğu ortamı algıla­ ması. o ortamda bulunan nesnelerin birbiriyle nasıl İlişkisi olduğunu kaı;raması gerekir. Algılama ve kavramayı gerektiren araştırmalar, şempanze gibi evrim merdiveninde yOksek basamaklarda bulunan hayvanlarda gözlendiği gibi, fare ve güvercin gibi daha dûşûk düzeylerdeki ha3rvanlarda da gözlen­ miştir. Bilişsel (Zİhinsel/Cognİtive) Yapılar Berkeley kasabasındaki Kaliforniya OnIversitcsi’nde psikoloji binasının adı Tblman Blnası'dır. (Amerika'nın hemen hemen önemli üniversitelerinin tümünde psikoloji bölümlerinin, bizim üniversitelerimizdeki fakülte binaları büyüklüğünde, kendi binaları vardır.) Amerika'da davranışçılığın en yüksek zirvesine ulaş­ tığı. davranışçı yaklaşımı kabul etmenin bilimsel psiko­ lojinin temel gereklerinden biri olarak görüldüğü devre­ lerde. Edward C. Tolman. tek başına bilişsel (cognitive) yaklaşımı savunmuştur. Diğer psikologlar gibi o da fare­ ler üzerine deneyler yapmışsa da Tolman'ın amacı, fare­ lerin mekanik koşullama yoluyla değil, zihinsel süreçler yolı^la Öğrendiğini kanıtlamaktı. Tolman Öğrenme dene­ yindeki farenin, öğrenme durumunda yer alan birimlerin zihinsel resimleri ile bir bilişsel harita (cognitive map) ge­ liştirdiğini öne sürmüş ve tezini gizil öğrenme (latent leaming) üzerine yaptığı araştırmalarla desteklemiştir.

47 £

q

Tolman

164

in s a n v e

DAVRANIŞI

Gizil öğrenme, öğrenme sürecinin den ^ yapılırken kendini göstermediği, fakat daha sonraki bir anda öğrenilen davranı­ şın ortaya çıktığı durumlara verilen bir ad­ dır. Gizil öğrenme türünden araştırmalar­ da hayvana bir sûre hiçbir pekiştireç veril­ mez. Daha sonra uygun pekiştireç verilme­ ye başlanmca. birdenbire istenilen doğru davranışı yapan hayvan, bir sûre önce kendisinde bir gizil öğrenme sürecinin yer almış olduğunu gösterir. Şekil 4.8, aşağıda anlatacağımız araş­ tırmada kullanılan labirentin şematik yapı­ sını göstermektedir. Oç grup fare alınmış ve birinci gruptaki farelere labirentin çıkış kapısmı bulduklannda yiyecek (pekiştireç) verilmiştir. İkinci ve ûçûncû grup farelere, labirentin çıkış kapısını bulduklan halde; ilk on gün hiçbir pekiştireç verilmemiştir. Onbirinci günde ikinci grup far^re, ilk gruptaki gibi pekiştireç verilmeye başlan­ mış, fakat ûçûncû grup fareye hiçbir pekiş­ tireç verilmemiştir. Araştırmaya yedi gûıi daha devam edilerek son verilmiştir. Araş­ tırma sonuçlannı anlayabilmek İçin Şekil 4 . 8 'de verilen çizelgeye bakalım: Çizelgede görüldüğü gibi her ûç grup fare ilk günlerde bir miktar öğrenme gös­ Şekil 4.8 Kesik siyah çizgiyle belirtilen termişlerdir. çûnkû daha az hata ile labi­ fareler, 11.d gün pekiştirilmeye başla­ rentin çıkış noktasına ulaşma}ra başlamış^ nınca. gri çizgiyle belirtilen ve sürekli pekiştirilen fareler kadar, hatta onlar­ lardır. Pekiştirilen grup diğer iki gruptan dan biraz daha iyi şekilde yiyecek kutu­ daha süratli öğrenmiştir. Onbirinci günde sunu bulma davranışı göstermeye baş­ ikinci gruptaki fareler pekiştirilmeye baş­ lamışlardır. Grafiğin altında bu araştır­ lanınca. ilk gruptaki fareler dûze3dnde bir mada kullanılan labirentin çizimi bulun­ başarı göstermeye başlamışlardır. maktadır. / Bu gruptaki farelerin onbirinci günde­ ki ani başarısını şöyle açıklayabiliriz: Fare­ ler. pekiştirmenin verilmediği sûre içinde birşeyler öğrenmeye devam ettiler. Tolman*a göre, farenin esas öğrendiği labirentin bilişsel şemasıdır. Bir başka deyişle, öğrenme gizil olarak devam eder, daha sonra pekiştirme verilince, gir zil öğrenme ortaya çıkar ve davranışta gözlenebilir. Daha önce öğrendiği biliş­ sel şemayı uygulamak için hiçbir sebep görmeyen fare, kendisine pekiştirme verilmeye başlanınca, gizil bilişsel şemalannı. yiyecek elde etmek amacıyla davranışa dönüştürür. Bugün modem psikolojide egemen olan görüş şudur: Koşullama tûrû öğ­ renme ve bilişsel süreçler yoluyla öğrenme. İki farklı öğrenme tûrûnû İfade

ÖĞRENME

165

eden Bu İki farklı öğrenme tûrû birbirlerini tamamlayıcı bir rol oynarlar. Davranışımızın öyle yönleri vardır ki, hiçbir bilişsel süreci gerektirmeden oto­ matik olarak koşuUama yoluyla öğrenme ortaya çıkar: diğer yandan, davranı­ şımızın öyle yönleri de vardır kİ. bizim tam bilinçli olarak farkında olmamdı ve dikkat etmemizi gerektirir. , Bu öğrenme türlerini bir ölçeğin İki ucu olarak düşünebiliriz, ölçeğin bir ucunda, limon kesildiği veya hoşumuza giden bir yemeğin kokusu burnumu­ za geldiği zaman ağzımızın sulanması gibi, koşullama yoluyla öğrenilen davramşlar yer alır. Orta noktada yabancı dil. ya da araba sürmeyi öğrenme gi­ bi. hem zihinsel süreçleri hem de sürekli tekrarlamayı gerektiren, davranış türleri bulunur, ölçeğin diğer ucunda ise belril bir felsefî düşünüş tarzını anlama, açıklama gibi öğrenme durumlan vardır. İnsan davranışınm büyük bir çoğunluğu, yalnız koşullama veya yalnız zi­ hinsel süreçlere dayanma yerine, ölçeğin iki ucu arasında bir noktada yer alır. Benim görüşüme göre teknolojik yapıya dayanan günümüzün modem toplumlannda. büyük şehirlerde yaşayan İnsanların davranışlannın büyük bir çoğunluğu zihinsel süreçleri gerektirir. Bu nedenle. okuUanmızdakl eği­ tim programlarını yapılaştınrken. insanın bilişsel süreçlerinin önemi göz önünde tutulmalıdır.

5. BİLGİSAYAR YARDIMIYLA ÖĞRENME Bireyselleştirilmiş öğretim İlkokul, ortaokul ve lise sınıflarında öğrenci sa3nsı 40 - 60 arasında deği­ şir. Her öğrenciye bir öğretmen atamak, dünyanın en zengin ülkelerinde bile, olanaklı değildir. Smıftakl öğrenci s £ ^ ı arttıkça, öğretmenin verimliliğinin azaldığmı hepimiz biliyoruz. Bazı eğitimciler, bilgisayar aracılığıyla, her öğ­ renciye bir öğretmen verilme durumunun yaratılabileceğini düşünmüşlerdir. Bilgisayar aracılığıyla yapılan eğitimin en belirgin özelliği bireysel bir eğitim oluşudur. Bilgisayarlı eğitimde, öğrenci belirli bir konuda çalışmak için bilgisayarın başına oturur. Yazı makinesinde olduğu gibi, bilglsayann hangi tuşunun hangi görevi yaptığı daha önce kendisine anlatılır, öğrenci belirli tuşlara ba­ sarak konuyu ekrana getirir. Her konunun sonunda, o konuyla ilgili sorular ekrana gelir ve her soruya cevap olarak değişik seçenekler verilir, öğrenci yanlış seçeneği seçerse, ekrana otomatik olarak şöyle bir ifade gelir. "Vermiş oiduğımuz cevap yanlıştır. Bu soruyla ÜgÛl konu şimdi yine ekrana geliyor; okuduktanjsonra aynı soruyu lütfen yeniden cevaplandırın," Öğrenci yeniden okur, cevaplandırır, öğrenci doğru cevabı bulursa, bilgisayar bu davranışı "Evet, cevabmız doğrul Lütfen öbür soruya geçin." mesajıyla karşılar. Bilgi­ sayarlar. öğrencinin yaşına ve konunun içeriğine göre programlanır. Belirli bir konu}ru, belirli bir öğrenci düzeyine göre programlamak bilgisa­ yarla öğrenimin en önemli yönüdür. Bir öğrencinin zihinsel gücüne ve İlk baştaki temel bilgi düzeyine uygun bilgisayar programı geliştirmek, bilgisa­ yarla eğitimin en can ahcı noktasını oluşturur. Bu yön İhmal edilirse, bllglsa-

in s a n v e

166

DAVRANIŞI

yarla eğitimin hiçbir üstünlüğü kalmaz. Amerika'da okullarda, endüstride ve ordu eğitim merkezlerinde bu konuda yapılan denemeler son derece olumlu sonuçlar vermiştir. Bilgisayarla eğitimin başarılı olabilmesi için, öğretilen konunun en İnce aynntılanna kadar birimlerine ayrılması ve ayrılan birimlerin değişik zorluk düzeylerinde, öğrencinin bilgi ve yeteneğine uygun bir biçimde bir program olarak yapılaştıniması gerekir. Konuyu analiz ederek birimlerine indlığeyen uzmanlarla, analiz edilmiş birimleri bilgisayar dilinde uygun bir biçimde programlayan uzmanlar, bilgisayarla öğrenme akımının en önemli öğeleridir. Bu uzmanlar olmadan işe yarar, etkin bir bilgisayarla eğitim düzeni geliştir­ mek olanaksızdır. Bilgisayar cihazlarının varhğı. eğitimin kalitesini kendili­ ğinden yükseltmez. Öğretim Programı Yukanda sözünü ettiğimiz iki grup uzman beraberce çalışarak, öğretilen her konu İçin bir bilgisayar programı geliştirebilir, öğretim programının geliş­ tirilmesi şu basamaklan içerir: ( 1 ) öğrencinin öğrenmeye başlamadan önceki bilgi tabanı ile öğrenme sürecinin sonunda ulaşılması İstenen bilgi tavanının saptanması, (2)

Saptanan tabanın gerçekçi olup olmadığını anlamak için bazı örnek öğrenci gruplan Üzerinde denemeler yapılması ve her öğrencinin bel­ li başlı bireysel eksikliklerini giderebilmesi İçin bazı yardım olanaklânnm programın başına konması. .

(3)

Taban ve tavan arasındaki uzaklığın anlamlı birimlere bölünmesi ve her birimin en etkin bir biçimde öğrenciye verilmesi. Konu birimi ve­ rildikten sonra test sorulan verilmesi ve cevaplann değerlendirilmesi,

(4)

Verilen cevaplara dayanılarak öğrencinin yeni tabanınm değerlendi­ rilmesi ve bu tabana uygun yeni konu birimine geçilmesi.

öğretim programlan geliştirilmeden önce, pilot araştırmalar yapılarak öğ­ rencilerin hangi noktalarda bilgi eksiklikleri olduğu saptanmalıdır. Program yapüaştınldıktan sonra sürekli gözden geçirilmeli ve eksiklikleri tamamlan­ malıdır. öğrenci neyi bilmediğini hemen göıeblldiği ve kendi başına ve kendi hmnda çalışabildiği için bilgisayarla öğretim verimli bir öğrenim ortamı oluşturür. Psikolojik yönden bilgisayarla öğrenimi üstün kılan etkenler şunlardır: (1)

Etkin etkileşim: öğrenici öğrenilen malzemeyle etkin bir biçimde (active) etkileşim halindedir. Her adımda öğrenilen bilgi test edilir ve öğrenimde eksiklikler varsa, bu eksiklikler giderilinceye kadar, öğre­ nilen malzeme tekrar tekrar gözden geçirilir. Bilgisayar olmadan böylesine bireyselleşmiş bir etkin etkileşimi öğrenim yaşamına sok­ mak zordur.

(2)

Anında geri-büdlrtm (immedlate feedback): öğrenci bir hata yaptığı zaman, bilgisayar bunu anında öğrenciye iletir ve yapılan hatanın

ÖĞRENME

167

düzeltilmesi İçin yeni bir öğrenme olanağı sağlar, öğrenme sırasında yapılan hatanın hemen bildirilmesi, hem hayvanlar hem de insanlar üzerinde yapılan öğrenme denemelerinde olumlu sonuçlar vermiştir. Anında geri-blldirimin sağlandığı öğrenme ortamlarmda denekler, konuyu daha süratli ve daha az hata yaparak öğrenir. Geri-bildirim konusunda göz önünde tutulacak diğer bir yön de. öğrenim sırasında pekiştireçlerin hemen verilmesidir. Öğrenci bilgi­ sayar aracılığıyla öğrenirken, yalnız yaptığı hatalar hakkında değil, aynı zamanda doğru cevaplan hakkında da hemen gerl-bildlrlm alır: bilgisayar, her doğru cevaptan sonra, öğrencinin 3raşına uygun ola­ rak pekiştlreç niteliğinde ekranda “Başardınız! Tebrikler!" gibi bir mesaj gösterebilir. Bu tür mesajların özellikle küçük yaştaki öğren­ ciler üzerinde güdüleyici bir etkisi olduğu gözlenmiştir. (3)

Öğrenimin, bireyselleştirilmesi: Bilgisayar aracılığıyla öğrenim yapan öğrenci kendi hızmı kendisi belirleyebilir. Hızlı öğrenen bir kişi İse daha süratli bir biçimde konulan beller ve öğreniminde İlerler; daha yavaş öğrenen biriyse, kendi hızma göre konuyu öğrenir. Bireyin ek­ siklikleri varsa, o eksiklikler özel programlar aracılığıyla ortadan kaldırıldıktan sonra temel konunun öğrenilmesine başlanır, örne­ ğin. cebir dersine başlayan fakat çarpma, bölme gibi temel İşlemler­ de eksikliği olan bir öğrenci, bu eksikliğinin farkına vardıktan son­ ra. bu konulardaki eksikliklerini gidermek İçin başka bir programla bir süre çalışır. Böylece, dört işlem konusundaki eksikliklerini ta­ mamlayarak. cebir konusunu çalışmaya hazır hale gelir.

6. ÖZET öğrenmeyi çağnşımlı öğrenme ve zihinsel öğrenme olarak iki temel gruba ayırabiliriz. Çağnşımlı öğrenmenin iki türünü gözden geçirdik: Klasik koşullama ve edimsel koşullama. Klasik koşullamada organizma İki uyancınm birbiriyle ilişkili olduğunu öğrenir: edimsel koşullamada ise organizma belirli bir edimin (davranımın). belirli bir sonuca götürdüğünü öğrenir. Pavlov‘un denemeleri çağnşımsal öğrenmenin temelinde yer alan önemli ilkelerin öğre­ nilmesinde yararlı olmuştur: Pekiştirme, kazanma, sönme, genelleme ve ayırt etme bu kavramlardandır. Sklnner*m denemeleri edimsel koşullama kavramını geliştirmiştir: Daha önce doğal^ olarak ortaya çıkmayan bir davranışı yeni bir uyarıcı ortamında ortaya çıkarma olanağı Sklnner'm yaklaşımının temelini oluşturur. Edimsel davranış organizmaya ortamdaki p»ekiştireçlere ulaşmanın yolunu açar. Be­ lirgin bir ödüle ulaşan edim pekiştirilir ve a3mı ortamda yeniden ortaya çık­ ma olasılığı artar. Edimin gûcû öğrenilen davranışın ne kadar sıklıkta kendini gösterdiği ile ölçülür. Pekiştirme kavramı Skinner'm denemelerinden sonra daha bir önem ka­ zanmış ve bu konuda birçok ayrıntıların farkına vanimıştır. Bunlardan biri

168

İNSAN VE DAVRANIŞI

aralıklı pekiştirme kavramıdır: Ekiimsel davranışın her zaman değil, belirli aralıklarda pekiştirilmesini İfade eder. Aralıklı pekiştirmeyle ödüllenen davra­ nışlar sönmeye daha dirençli olurlar. Bir davranımın ortaya çıkma olasılığını yükselten her olaya pekiştireç adı verilir. Pekiştirme her zaman birincil, doğal pekiştireçlerle olmaz. Doğal peklştlreçle beraber bulunarak koşullanan ve böylece pekişüreç özelliğini ka­ zanan ödüller vardır: Para ve sosyal övgü bu anlamda koşullu pekiştireçlerdlr. Koşullu pekiştireçlerln varlığı, öğrenme denemelerinde kullanılabilecek ödûlleme türlerini artırır. Davranışı biçimlendirme edimsel koşullama yoluyla mümkündür: iste­ nen edimi seçici bir biçimde ödüllendirip, İstenmeyen edimi yine seçici bk bi­ çimde söndürerek organizmanın davreuıışını biçimlendirebiliriz. Sirklerde gösteri yapan hayvanların davranışlan, edimsel koşullama İlkelerinin uygu­ lanmasıyla, yani davranış biçimlendirmesi süreçleriyle yapılır. Davranış bi­ çimlendirme süreçleri yalnız görülebilen davranışlara değil. İç organlann ça­ lışmasıyla İlgili olarak da kullanılabilir. Davranışı biçimlendirme ilkeleri kalp atışı, kan basıncı gibi iç organlann çalışmasını düzenleyici olarak kullanıldı­ ğında btyobüdirim admı alır. Premack İlkesine göre daha sık yapılan faaliyetler, daha az yapılan faali­ yetler için pekiştireç görevini görürler. Pekiştireçin miktarı ve gecIktirilmesL başka bir deyişle davranımdan ne kadar sonra verildiği, ögrenm^l etkileyen önemli faktörlerdendir. Ceza bir davranımın ortaya çıkma olasılığını azaltan olaya verilen addır. Zihinsel öğrenmenin insanlarda çağrışımsal öğrenmeden daha önemli bir rol oynadığım ileri süren psikologlar vardır. Bu psikologlar ha3nran davranışlar^la ilgili öğrenme denemelerinin daha yakmdan gözden geçirildiğinde, on­ ların temelinde de zihinsel süreçlerin bulunacağını İleri sürerler. Gizil öğrenme deneyleri, zihinsel haritaların ve zihinsel yapıların davra­ nış ifade edilmeden (dışlaştınlmads^n) önce oluştuğunu ve yapılan davranış­ ların zihinsel süreçlere bağımlı olarak yapıldığını göstermiştir. Bilgisayar yardımıyla öğrenme eğitimde önemli bir gelişme}ri İçerir. Bilgi­ sayar yardımıyla öğrenmenin diğer öğrenme yöntemlerine göre üstünlükleri öğrencinin öğrendiği konuyla etkin etkileşim kurabilmesi, anında geri­ bildirim alabilmesi, öğrenilen konu ve düzeyini kendi gereksinmelerine uydu­ rabilmesidir.

Beşinci Bölüm

BELLEK

Bu bölümü okuduktan sonra şu sorulann cevaplannı verebilmelisiniz: J. 2. 3. 4. 5.

Kaç tûrİLL bellek vardır ve hangi aşamaları içerir? Kıza süreli bellek nasıl çalışır? Kısa süreli belleğin kapasitesi nasıl arttınlabûii? Uzun süreli bellek nasıl çalışır? Uzun süreli belleğin eUdrdiğlni nasıl arttırırız? Kısa ve uzun süreli belleğin varlığını destekleyen ne gibi kanıtlar var?

Sinir sisteminin evrimini incelerken gördüğümüz gibi, insanoğlunun biyolojik yapısının bugünkü halini almasfı milyarlarca yıl almıştır. 1 0 bin yıllık bir süre, milyarlarca yılı kapsayan bu devre ile karşılaştırıldığında çok kısa kaldığından 1 0 bin yıl önceki insanın biyolojik yapısıyla bugünkü insanın bi' yolojik yapısı arasında anlamlı herhangi bir fark olmadığını söyleyebiliriz. On bin yıl önceki insanın sinir sistemi bizimkinin hemen hemen aynısı olduğu halde, onun yaşadığı toplum ve günlük yaşam biçimi, öğrenme konu­ sunu incelerken gördüğümüz gibi, bugün bizim içinde yaşadığımız toplum­ dan farklıydı. Olanak olsaydı da. bir zaman atlaması yaparak, on bin yıl ön­ cesinden bir yetişkin insanı bugünün İstanbul'una getirebilseydik. iki yaşa­ ma biçimi arasındaki farkı daha iyi görürdük. Bu "ilkel" Insanm. İstanbul'da kendisini tehlikeye sokmadan, bir gün yaşayabilmesi hemen hemen olanak­ sız olurdu. Bir araç altında kalarak, ya da elektrik tellerinde kavrularak can verebilİrdL Aynı biyolojik yapya sahip, fakat değişik iki zaman diliminde yaşayan bu iki İnsan arasındaki üarklılık nereden ileri gelir? Sorunun cevabına Öğrenme konusunu tatışırken değinmiştik. İlkel toplumla bugünkü modem toplumun kültür ve sosyal düzeni arasındaki farklılık, İki toplumun öğrenme dene3dmlerinde yatar. Kültür, insandan inscina. kuşaktan kuşağa bilgi ve görgü aktanrmnı sagTayan ortamı oluşturur. Kültür bir toplumun belleğidir, toplum yaşantüannı ve yaşantılardan öğrendiği sonuçlan kültür içinde kuşaktan kuşa­ ğa aktanr. İki toplum arasındaki fark, bilgi birikiminden doğar ve kültür, bu birikimin oıiamını oluşturur. İnsanlann belleği olmasaydı, bir insan belirli bir deneyiminden öğrendiği davranış ve görüşleri saklayamaz, her defasında aynı davranışları yeni baş­ tan Öğrenmek zorunda kalırdı. Belleğin olmadığı yerde öğrenimden ve ögreni-

İNSAN VE DAVRANIŞI

170

len şeylerin birikiminden söz edilemez. Bellek sayesinde insanoğlu dil ve kül­ türü geliştirebilmiş ve böylece son derece karmaşık modem toplumlar oluşturabilmlştir. Sinir sistemimiz 1 0 bin yıl Öncesine göre aynı potanstyele sahip­ tir. ne var ki kültürümüz ve toplumsal hayatımız 1 0 bin yıl Öncesinkinden binlerce defa daha karmaşıktır. Bellek yeteneğini hesaba katmadan insanm bugünkü ulaştığı aşamayı anlamaya olanak yoktur.

1. BELLEĞİN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ Belleğin iki temel boyutta belirgin özellikleri vardır. Birinci bp3nJt belleğin aşamalarım ifade eder: kodlama, depolama ve ara-bul-geriye getir aşamaları. İkinci boyut belleğin türlerini ifade eden kısa süreli ve uzun süreli bellek. Belleğin Üç Aşaması İlkokul birinci sınıfta, alfabeyi öğrenmeye çalışan bir öğrenciyi düşüne­ lim, öğretmen tahtaya “A** harilnl yazar ve hariln nasıl okunduğunu söyler. Bir süre sonra öğretmen harfi tahtaya yazar ve, diyelim kİ Ali'den okumasını ister. Ali "A" harfini doğru olarak söyler. Ali'nin “A" harfini söylemesi, onun belleği sayesinde mümkün olmuştur. Bu olayda üç aşama yer alır. Birinci aşama kodlama (coding) aşamasıdır. Ali, öğretmen harfi gösterdi­ ği zaman belleğinde bu harfi, diğer harflerden farklı olabilecek biçimde kodla­ mış tır. Kodlamadan sonra Ali geçen süre içinde kodladığı bilgiyi bir yerde depolamıştır. Bu aşama}ra depolama (storage) aşaması denir. Öğretmen yeni­ den sorduğu zaman AU depolaomş olduğu bilgiyi bulmuş ve geri getirmiştir. Bu aşamaya ara-bıd’geriye getir (retrleval) aşaması denir. Alı, öğretmen harfi söylemesini istediği zaman cevap veremezse, onun belleği üç aşamadan birinde aksamış olabilir: Ya açık seçik harfi görememiş ve diğer harflerden ayırt ederek kodlayamamış. ya depolama aşamasmda bir aksaklık olmuş ve kodlanan harf daha önce Ali'nin bildiği diğer bilgiler ara­ sında kaybolup gitmiş ya da İyi depolanmış olduğu halde ara-bul-geıiye getir aşamasında depolanmış bilgiyi bulup çıkarmak olanağı olmamıştır. Şekil 5.1 şematik olarak bu aşamalan gösterir. Bellek üzerine yapılan psikoloji araştır­ maları her bellek aşamasının kendine özgü işleyiş kurallannı bulmaya yönel­ miştir. İlerde bu araştırmaların bulgularından söz edeceğiz.

BeBefieyeıieştiıHir

B eM te tutulur

Belleiaen çağrılır

Şekil 5.1 Belleğin Qç aşaması. Unutma, bu üç aşamadaki süreçlerden birinin aksamasıyla açıklanmaktadır.

BELLEK

171

ik i Tûr BeUek Birçok araştırmadan sonra bugün en azından iki tûr bellek olduğunu bi­ liyoruz. En azından diyoruz, çûnkû bazı psikologlar ûç tûr bellek olduğunu savunmaktalar. Biz bu kitapta kısa süreli (KS) ve uzun süreli fUS) olmak üzere İki tûr bellekten söz edeceğiz. Bazı psikologların duyumsal bellek adını verdikleri çok kısa süreli (short-term) bellek tûrûnû, kısa süreli belleğin bir parçası olarak kabul edeceğiz. Kısa süreli bellek birkaç dakikayı geçmeyen hatırlama durumlarında gö­ rülür. uzun süreli (long-term) bellek ise saatler, günler, aylar ve yıllan kapsa­ yan hatıralarla İlgilidir. Her belleğin kendine özgü kodlama, depolama ve Arabul-geriye getir aşamalan vardır. Daha önce sözü edilen ilkökul öğrencisi Ali örneğine dönelim, öğretmen “A" harfini tanımladıktan hemen sonra Ali'ye “Bu hangi harf? Söyle!“ diye sorduğunda. Ali kısa süreli belleğini kullanır, öğretmen birkaç saat sonra ay­ nı soruyu sorduğunda. Ali bu defa uzun süreli belleğini kullanr. Kısa süreli bellekle uzun süreli bellek arasındaki ayınm. farkında olarak, bilerek kullan­ dığımız bilgi ile. farkında olmadan, bilmeden kullandığımız bilgiye benzer. Bu konuda konuştuğumuz dille ilgili örnek verebiliriz: Bir kimseyle ko­ nuşurken ne söylediğimizin ve niçin söylediğimizin farkındayızdır; ne var kİ. o anda konuştuğumuz dilin dizim kurallarını düşünmeyiz. Dilin kurallan bi­ linç düzeyine çıkarmadığımız bir bilgi hâzinesidir; konuştuğumuz konu ise. o anda dikkatimizi verdiğimiz, bilinçli olarak yaptığımız bir iştir. Uzun süreli. bellek bir okyanus gibi zengin ve derindir. Bilgi hazînemizin tûthû uzun sü­ reli belleğimizdedir. Kısa süreli bellek İse son derece sınırlı bir havuzu andınr. Biz ancak bu kûçûk havuz aracılığıyla o bilgi olıyanusuyla ilişki kurabili­ riz. Şimdi kısa ve uzun süreli belleklerde kodlama, depolama ve ara-bulgerlye getir aşamalanna bir göz atalım.

2. KISA SÜRELİ BELLEK ögrentten bilginin ancak iki flç saniye gibi kısa bir sûre tutulduğu durumlarda bile kodlama, depolama ve ara-bul-geriye getir aşamalan yer alır. Kodlama Algılama konusunu İncelerken söylediğimiz gibi dış çevredeki uyancüann hepsi algılanamaz, belirli bir seçme süzgecinden geçirildikten sonra ancak belirli bir kısmı algılanır. Seçilen uyancılar algılandıktan sonra kısa süreli belleğe geçer. Bu demektir ki. dış çevrede bulunan uyancüann ve olaylann bir çoğu kısa süreli belleğe hiçbir zaman ulaşamaz. Belleğe girmemiş olaylann. deneyimlerin hatırlanması söz konusu değil­ dir. Çoğu kimseler belleklerinden şikayet ederlen bOyûk çoğunlukla bu kim­

172

İNSAN VE DAVRANIŞI

selerin şikayetleri belleklerinden değil, seçici algılama süreçlerinden kaynak­ lanır. Başka bir İfadeyle, neye dikkat edip neye dikkat etmedikleri konusun­ da bir aksaklık vardır. Sorun, kodlama aşamasındadır. Ûmegin, yanm saat önce bakkala gitmiş bir arkadaşınıza bakkalın ayakkabısının rengini soruh, size doğru cevap veremez: çûnkû bakkalın ayakkabısmın rengine bakmak ve onu aklında tutmak onun dikkat ettiği bir konu değildir. Çevrede olan nesne ve olaylar, o olay ya da yaşantmm türüne uygun bir duyusal kodla algılanır ve kısa süreli belleğe gelir. Bir evin adresini işittiği­ miz zaman sesle ilgili kodu, resme baktığımız zaman görsel kodu kullanırız. Harf, kelime gibi dille ilgili uyancılarda sesse! kodun ağırbk kazandığı göz­ lenmiştir. Bu konuda araştırma yapan psikologlardan biri, şöyle bir araştırma yön­ temi kullanmıştır. Bir grup deneğe, R L B K S J gibi bir dizi sessiz harf veril­ miştir. Birkaç saniye sonra deneklerden, gördükleri harf dizisini aynen yaz­ maları istenmiştir. Verilen cevaplann çoğu doğru olmakla beraber denekler bazı dizilerde hata yapmışlardır, örneğin yukandaki harf dizisini R L I K ^ olarak yazmışlardır. "B" harfi, ses benzerliğinden dolayı T * harfiyle yer değiş­ tirmiştir. Yapılan hatalann temelinde harflerin ses benzerliğinin yattığı göz­ lenmiştir. (Conrad, 1964). Bu araştırma gösterir ki, dille ilgili uyarıcılar ister sözlü, isler yazılı verilsin, sesle ilgili kodlama ön plana geçmektedir. Yapılan çalışmalar resimlerin hatırlanmasında sesle ilgili kodlama yerine, görsel kodlamanın daha ağır bastığını göstermiştir. Bazı küçük çocuklarda fotoğraflk belleğe rastlanmıştır. Bu tûK^çok aynntılı belleğe psikolojide fotografsı imge (image) adı verilir. Potografsı İmge Çoğumuz gördüğümüz bir resmi bir sûre belleğimizde tutabiliriz, ancak belleğimizdeki imge (image) genellikle a3nrmtılannı kaybetmiş, sönük bir im­ gedir. Bazı kimseler gördükleri bir resmi veya manzarayı bütün ayrıntılarorja açık seçik bir biçimde belleklerinde tutabilirler, örneğin, üç çocuğun oyun oynarlarken resmini çekelim ve çekilen resim, etrafiaki ağaçlan, çiçekleri, kuşlan ve çocuklann oynamakta olduğu oyuncaktan göstersin. Bu resim bize gösterildikten bir süre sonra “Ortada yer alan kız çocuğu­ nun elbisesinde kaç benek var?“ diye sorulsa, çoğumuz bu soruya doğru ce­ vap veremeyiz. Fakat bazı kimseler, birkaç saniye düşündükten sonra bu so­ ruya doğru cevabı bulabilirler. Bunu nasıl başardıktan sorulduğunda. “Res­ mi gözümün önüne getiriyorum ve kız çocuğunun elbisesinin beneklerini saytyoruml“ derler. Aynntılı İmge 5-10 dakika bellekte kalabilmektedir. Bu kişi­ lere “fotoğraf bellekli" ya da daha teknik terimiyle fotoğraf imgeli (eidetic imageıy) adı verilir. Fotoğraf imgeli kimselerin sayısı oldukça azdır. Çocuklar üzerinde J^pılan deneyler ancak yüzde beşinin yanm dakikadan biraz uzun sûre aynntılı olarak resmi belleklerinde tutabildiklerini göstermiştir. Yetişkinler arasında bu oran daha da azdır. Fotoğraf imgeli kimseler bir resme 3 - 5 saniye bak-

BELLEK

173

tıklan sonra, bu resmi bütün a3rnntılanyla belleklerinde 5 - 10 dakika tuta­ bilirler. Resme 3 saniyeden daha az sûre bakarlarsa, bellekteki imgenin bazı kısımları ayım tısız olur. Demek oluyor ki, 3 - 5 saniyelik zaman deneğin res­ mi belleğine kodlaması için gerekil bir zamandır. Denek sürekli gözlerini kırpıştınrsa. veya gözlerini başka bir yöne çevirirse fotoğrafsı imge kaybolur. Fotografsı İmge çocuğun arzu, ilgi ve beklentileri yönünde değişim göste­ rir. örneğin, çocuk sevdiği oyuncaklarla ilgili ayrıntıları bütün açıklığıyla "gö­ rebildiği; halde, ilgisini çekmeyen nesne ve olayların aynntılannı pek "göre­ mez." Demek oluyor kİ. fotografsı imge, fotoğraf makinesinde oluşan bir gö­ rüntü gibi mekanik olarak değil, deneğin ilgi, arzu ve beklentileriyle etkileşe­ rek oluşur (Haber. 1969). Depolama Kısa süreli belleğin küçük bir kapasitesi vardır. Ortalama olarak bu ka­ pasite yedi “birim’ llktir. Bazı kimseler beş birimden sonra, bazı kimselerse dokuz birimden sonra kısa süreli belleklerinde hata yapmaya başlarlar. Kısa süreli belleğin kapasitesinin 7 ± 2 olması sizi hayrete düşürebilir, çünkü günlük yaşamınızda kişilerin belleklerinin değlşlk^tenekler gösterdiğini gözlemlşsinizdir. Günlük yaşamda bireyler arasında gözlemiş olduğunuz bellek­ teki yetenek farklılığı, uzun süreli bellekten ileri gelir. Kısa süreli belleğin kapasitesi yukarıdaki 7 + 2 formülüyle ifade edilebi­ lir. Bu gözlemi ilk yapanlardan biri bellek üzerine çalışmalanyla ünlü Alman psikologu Ebbinghaus'dur (1885). Amerikalı psikolog George MiIÎer kendi çalışmalannda yedi rakamını tekrar tekrar görmüş ve kısa süreli belleğin kapa­ sitesini “sihirli rakam yedi" adı altında belirtmiştir (1956). Kısa süreli belleğin kapasitesini psikologlann nasıl belirlediğini herhalde merak ediyorsunuzdur? Kullanılan araştırma yöntemi oldukça basittir. Birbirlyle İlişkisiz bir dizi kelime, rakam, ya da sembolden oluşan öğrenilmesi gereken “birim" deneğe verilir ve deneğin birimleri doğru sırada hemen hatır­ laması istenir. Birimler deneğe süratle verilerek, deneğin uzun süreli belleğiy­ le bu birimler arasında ilişki kurmasına'olanak verilmemiştir. Hatırlanan bi­ rim sayısı kısa süreli belleğin kapasitesini yansıtır. Denemenin ilk başlarında deneğe üç, dört birim vererek başlanır. Denek­ lerin hepsi birimleri kolaylıkla hatırlar. Daha sonra düzenli bir biçimde bi­ rimlerin sayısı artar. Bazı denekler 5 birimden sonra, bazı denekler 9 birim­ den sonra hata yapmaya başlarlar ve diğerleri, bu iki rakam arasında yer alan bir yerde kendi kapasitelerine erişirler. Bu- kapasiteye bireyin bellek ge­ nişliği (memory span) adı verilir. Siz kendi üzerinizde, veya bir arkadaşmız üzerinde bu tip bir deneme yapabilirsiniz. Sizin ve arkadaşınızın bellek geniş­ liğinin 5 ile 9 birim arasında yer aldığını görürsünüz. Kısa süreli belleği. 5 ile 9 arasında rafdan oluşmuş bir kutu gibi düşün­ mek olanağı vardır. Aşağıda vereceğimiz tartışmanın kolaylığı için 7 rafı olan bir kutuyu örnek alalım. lİTet, Timur. Osman. Zuhal. Acar. Elif. Suna. Mahir gibi bir isim dizisini vererek kısa süreli bellek genişliğini denemek istiyoruz.

174

İNSAN VE DAVRANIŞI

B Kısa sûreB t^llek boş

Başka bircim girer

İffet girer 1

Kısa sûref belek doMu

1 Tim ur

|

Kısa sOrell belek boş

Suna Met Acar Zuhal Osman Timur

Şekil 5.2 Yerini alma ilkesi. Kısa süreli belleğin sınırlı kapasitesinden dolayı, yeni eklenen bir bi­ rim. eski birimlerden birinin kaybına yol açar. Şekil 5.2‘de belirtildiği gibi railar altalta dizilmiştir ve Ük gelen birim. ''İf­ fet," en üst rafa konur. İkinci birim, Tim ur" gelince, ly^ birim alttaki rafa ge­ çer ve ikinci birim onun üstündeki rafta kalır. Bu süreç üçüncü, dördüncü ve diğer gelen birimler için de söz konusudur. Bütün raflar dolunca yeni gelen her birim, örneğin “Mahir", en alttaki raflakini, yani "Iflen atarak kutu için­ deki yerini alır. Kısa süreli belleğin kapasitesinin bu biçimde açıklanmasına yerini alma ilkesi (principle of displacement) adı verilir. Bu ilke yalnız bellek genliğini açıklamakla kalmaz, kısa süreli bellekte unutmanın mekanizmasını da açık­ lar. En alt raftan ablan birim bellekten çıkar, artık hatırlanması olanaksızdır, bir başka deyişle unutulmuştur. Bazı psikologlar unutmayı yerini alma ilkesiyle açıklama yerine, renkli resmin zamanla gittikçe rengini kaybetmesi gibi, sinirsel izin zayıfla3rıp orta­ dan kaybolmasıyla açıklamayı tercih ederler (Reltman, 1974). Bu psikologla­ ra göre, içten tekrar, kaybolmaya yüz tutmuş sinirsel izin yeniden kuvvet ka­ zanmasına yol açtıgmdan, hatırlamaya yardımcı olur. Her iki görüş de bugün modem psikolojide yerini korumakladır. Hangi görüşün doğru olduğu ile ilgili henüz kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Ara-bul-geriye getir (retrieval) Kısa süreli bellekteki bilginin sürekli farkında olduğumuz için, bizden is­ tendiğinde bilgiyi hemen hiç zaman geçmeden bulup çıkarmak mümkünmüş gibi düşünürüz. Günlük yaşamda, kısa süreli bellekteki bir birimle ilgili soru­ lan soruya verilen cevabı bulmak için, sanki hiç zaman gerekmiyormuş gibi

BELLEK

175

bir izlenim ediniriz, ûmegin. yukarıdaki isim listesi verildikten sonra» size “Üstede Necla ismi var mıydı?” diye sorsalar, sorunun sorulmasıyla, sizin “Eîvet.” ya da “Hayır” diye cevap verişiniz arasında hiç zaman geçmiyormuş gibi düşünebilirsiniz. Bu İzlenim yanlıştır. Sorulan belirli bir bilgiyi cevaplar­ ken ne kadar zaman harcandığı konusunun denemelerle nasıl incelendiğini şimdi kısaca gözden geçirelim. Stemberg adlı Amerikalı psikolog aşağıdaki yöntemle kısa süreli belleğin ara-bul-gerlye getir İçin ne kadar zaman istediğini araştırmıştır. Her deneme­ de deneğe, bellek listesi adı verilen bir dizi rakam verilmlşllr. Bellek listesin­ deki rakam sajnsı yediden azdır, bu nedenle deneğin rakam dizisini kısa sü­ reli belleğinde tutması bir sorun olmaz. Bellek listesi gösterilip kaldırıldıktan bir süre sonra deneğe bir test raka­ mı verilir ve deneğin bu rakamın bellek listesinde olup olmadığına karar ver­ mesi istenir. Denek cevabını “Evet" veya “Hayır" kelimeleriyle belirtir. Test ra­ kamı verilmeden önce bellek dizisi kaldınldıgından, deneğin cevap verebilmesi İçin, kısa süreli bellekte depoladığı bellek liste­ siyle test rakamını karşılaştırması gerekir. Denekler bu tür denemelerde ender ola­ rak hata yaparlar. Araştırmacının esas ilgi­ lendiği deneğin karar verme sürecinin hızı­ dır. Karar verme zamanı, test rakamının verüj[?ıesiyle deneğin “Evet" ya da “Hayır" diye­ rek, verilen rakamın bellek listesinde yer alıp almadığım belirttiği an arasında geçen süredir. Karar verme zamanı kısadır ve sa­ niyenin bindebirini belirten milisaniyeyle öl­ çülmesi gerekir. Denek, uzunluğu değişen yüzlerce listeyle denemeye tabi tul ulur. So­ nuçta. araştırmacı bellek listesindeki rakam sayısının artmasıyla, karar verme süresi arasında bir ilişki olup olmadığını incele­ miştir. Şekil 5.3 araştırma sonuçlannı göster­ mektedir. Şekilde de görüldüğü gibi, bellek listesindeki rakam sayısının artışıyla, karar için gerekli zaman süresinin artışı arasında KısasOrefibeüekıeHİ sıkı bir ilişki vardır. Bellek listesinde her ra­ birim sayısı kam artışı, karar verme sûresinde 40 milisaniyelik bir artışı gerektirir. Denek bu ka­ dar kısa bir zaman süresinin farkında değil­ Şekil 5.3 Bir araştırma süreci olarak dir, ancak deney sonuçlan, bellek listesin­ ara-bul-geriye getir. Kısa süreli bel­ lekteki birim sayısına doğrudan bağlı deki rakam sayısı arttıkça, listede test raka­ mının bulunup bulunmadığına karar ver­ olarak karar verme zamanı artar. "Evet" ve “Hayır" cevaplarının her ikisi mek için gerekli zamanın arttığını göster­ de düz bir çizginin doğrultusunda bu­ mektedir. lunmaktadır.

176

in s a n v e

DAVRANIŞI

Karar verme süreci ûç aşamadan oluşur. İlk aşamada test rakamının kodlanması ve algılanması gerekir. İkinci aşamada, test rakamı teker teker bellek dizisindeki rakamlarla karşılaştınlır bellek dizisinde bir rakam varsa 40 milisaniye, iki rakam varsa 80 milisaniye, ûç rakam varsa 120 mllisaniye gerekir. OçOncû aşamada denek “Eîvet" veya “Hayır” düğmesine basmak İçin bir tepkiyi harakete geçirir. Birinci ve ûçûncû aşama toplam olarak 400 mlllsaniyelik bir zaman gerektirir ve bu zamanın bellek listesindeki rakam sayısıyla ilgisi yoktur. İkinci aşamada gerekli zaman bellek listesindeki rakam sayısınm 40*la çarpılmasıyia bulunur. Bflylece karar verme sûresi

)

400 + 40 n

formülüyle gösterilebilir. Bu formûide n kısa süreli bellekteki birim sayısım ifade eder. Böyle bir formül Şekil 5.3*te verilen sonuçlan gayet güzel açıklar. Sonuçlar kısa süreli beliekteki araştırma sürecinin seri bir süreç (serial Pro­ cessing) olduğunu gösterir. Başka bir iiadeyle test rakamı, bellekteki her ra­ kamla sıradan karşılaştırılır. Bu tür araştırmalar değişik khltûrlerde. değişik sosyo-ekbnomik düzey­ lerde. hatta akıl hastabğı belirtileri gösteren kimselerle yapılmış ve hep aynı sonuçlar alınmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, kısa süreli belleğin ara-bul-geriye getir düzeni tüm insanlan kapsayan evrensel bir süreçtir (Stemberg. 1969). Kısa Süreli Bellek ve Düşünme Araşürmacılar. kısa süreli^elleğin insan düşünme sürecini doğrudan et­ kilediği kanaatindedirler. Birçpk psikoloğa göre, 3rukanda örneğini verdiğimiz kısa süreli bellek kapasitesi, insan düşünmesinin de smınnı belirler. Bir ar­ kadaşınız üzerinde şu denemeyi yapabilirsiniz: Arkadaşınıza şu iki işlemi ay­ nı anda yapmasını söyleyin: Bir telefon numarasını (2374347) ezberlemeye çalışırken, aynı zamanda bir çarpım işlemini (6x13) zihinsel olarak yapmaya kalkışsın. Tek tek alındığı zaman yapılması gayet kolay olan bu işlemler, bbraber verildiğinde, her ikisi de kısa süreli bellekte işleneceğinden, kısa süreli belleğin kapasitesini aşar ve birbirlerini çelmeler. Kompozisyon derslerinde öğretmenlerimiz uzun cümleler yerine, kısa ve öz cümlelerle yazmamızı öğütler. Bu öğüt Türk liselerinde verildiği gibi, ABD ve büyük bir olasılıkla diğer ülkelerin liselerinde de verilir. Kısa ve öz cümle­ lerle yazma öğüdünün altında kısa süreli bellek kapasitesi yatar. Cümleyi oluşturan alt cümleciklerdeki kelime sayısı 7 ± 2 kuralını aştığı andan itibaren okuyucu okuduğu cümlenin anlamını kavramakta güçlük çekmeye başlar. Bazı kimselerin kısa süreli bellek kapasitesi diğer kimselere kıyasla biraz daha yüksek olduğundan (yukarıdaki kural 5 İle 9 arasmda değişen bir kaplısite yelpazesi oluşturur) bazı kimseler uzun cümleleri anlamakla daha âz zorluk çeker. Fakat herkesin bir sının vardır ve kısa cümlelerle yazmak, yaidığınızı her türlü okuyucunun rahatlıkla anlamasına olanak sağlar. Bazı psi­ kologlar yaptıktan araştırmalarla bu sonucu bilimsel olarak kanıtlamışlardır (Daneman ve Carpenter, 1981: Miller ve Kintsch, 1980). Şu anda aklınıza şöyle bir soru gelebilir: “Konuşurken ya da yazarken ortalama yedi kelimeyi aşmayan türden cümleler kullanmak zorunda niı-

BELLEK

177

Resim 5.1 "Hakim Bey. bana sorulan sorularla ilgili konuları uzun süreli belleğime kaydetmem gerektiğini şimdi anlıyorum; ne var ki. maaiesel onian hep kısa süreli belleğime kaydetmişimi"

yım?" Yukandaki verdiğimiz bilgiler çerçevesinde verilebilecek cevap “Evet” Ur. Fakat sorunun cevabını kesin olarak vermeden önce, kümeleme kavramı­ nı incelememiz gerekir. Kümeleme Günlük yaşamımızda öğreneceğimiz konular, bize ufak ufak birimler ha­ linde verlhîiez. öyle anlar vardır kl, uzun birkaç c û m l^ hatırlamamız gere­ kir. örneğin bir yere nasıl gidileceğini bize söyleyen kimsenin tekrar etmeye zamanı yoktur ve verilen yol tariHnl hemen obanda bellememiz zorunludur. Bu durumlar kısa süreli belleğimizin kapasitesmi aştığı halde bu tür görevleri belleğimiz, çoğu kere rahatlıkla başarır. Nasıl oluyor da kısa süreli bellek kendi kapasitesinin üstünde görülen bu görevleri kısa süreli bellek başarabi­ liyor ve öğrenilen malzemeyi uzun süreli belleğe aktarabiliyor? Sorunun cevabmın altmda kümeleme (elustering) süreci yalar. Bir bellek deneyinde size şu harf dizisi verilsin ve belleyip hatırlamanız is­ tensin:

1R E L Z Ö G N I R A L K U C O Ç . Büyük, bir olasılıkla 17 harilik diziyi ezberlemeniz ilk başta olanaklı gö­ rülmez. Şimdi dizeyi sondan başa okuyun: ÇOCUKLARIN GÖZLERİ. 17 harf­ lik dizi, sizin bildiğiniz İki kelimeye indirgendi. Bu iki kelimeyi tanımakta ve hatırlamakta hiç güçlük çekmezsiniz. Nasıl oldu da harf dizisi iki kelimeye in­ dirgenebildi? Bu soruya verilen cevabın altında Türkçe dilbilgisi kuralları ya­ tar. Türkçe dilbilgisi kuralları uzun süreli bellekte depolanmıştır, bu bilgi ara­ cılığıyla 17 harflik bir diziyi, iki birimlik bir kelime dizisi haline dönûştûrebildik. İD 12

178

İNSAN VE DAVRANIŞI

Uzun süreli bellekteki bilgileri­ niz aracılıg^la size verilen yeni bi­ rimleri anlamlı bir biçimde gruplama sürecine kümeleme adı verilir ve her gruba da küme (cluster) denir.

Resim 5.2 Resimdeki öğretmen iki sınıfa, tah­ taya yazdığı rakamları ezberlemelerini söyle­ mektedir. Her iki sınıfa da aynı rakamlar veril­ miştir. Yukardaki resimde öğretmen rakamları ûçio gruplar halinde kümelemiştir. Aşağıdaki resimde ise. sayıların gelişigüzel dizilmeyip be­ lirli bir kurala göre sıralandığını belirtir, ancak kuralın ne olduğunu söylemez, öğrencilerden kuralın ne olduğunu bulmaları beklenir. Kuralı keşfeden öğrenciler diziyi hatasız olarak hatır­ lamışlardır. Sayıların dizimindeki kural sayfa 199'da verilmiştir.

Şimdi daha önce sorduğumuz şu soruyu cevaplayabiliriz: Konu­ şurken veya yazarken ortalama yedi k e lim ^ aşmayan türden cümleler mİ kullanmalıyım? Hayır, evvelden bildiğimiz günlük konularda yedi­ den daha fazla sayıda kelimeden oluşan cûmleierie konuşmak ye yaz­ mak hiçbir zorluk orta3ra çıkarmaz. Uzun süreli belleğimizdeki Türkçe bilgisi sayesinde duyduğumuz keli­ meleri. belirli anlam birimlerine, başka bir deyişle cümleciklere * ve cümlecikleri de cümlelere kümeleye­ ceğimizden. teker teker kelimelerin farkında bile olmayız. Ne var ki. yepyeni bir konuda ve bilmediğimiz kelimelerle yazılan bir yazı, ya da yapılan konuşma, bize büyük zorluk verir, çünkü bu konuşma veya yazı­ yı kümelemek kolay olmaz. Yeni ke­ limelerin kullanıldığı durumlarda, kısa süreli belleğin kapasitesine dik­ kat etmemiz ve kısa cümlelerle ko­ nuşma ya da yazmamız gerekir. Kümeleme yalnızca kelimelerle değil, öğrenilen her konuda yapıla­ bilir, önemli olan kûmelemeye te­ mel olacak bildiğimiz ve kullanabile­ ceğimiz bir düzenin olmasıdır. Dille ilgili olarak verilen örnekte, dilin gramer düzeni, kümeleme sürecinin temelinde yatar.

Dilbilgisi gibi aşina olunan, bilinen her düzen, bir kümeleme sistemi oluşturabilir. Bu sistem aracılığıyla bilinmeyen yeni uyancılar kümelenebilir, örneğin. 145319231989 rakamlannın bir okuyuşta ezberlenip ve aynı sırada hatırlanması istense zorluk çekilir, çünkü 1 2 rakamdan oluşan bir sayı dizi­ siyle karşı karşıya bulunulmaktadır. Ancak bu dizi şu şekilde görûlebilse, 1453 (İstanbul'un fethi), 1923 (Türkiye Cumhuriyetin kuruluşu), 1989 (80*lerin son yılı) kümelenerek Üç birimlik bir dizi haline dönüştürülmüş

BELLEK

179

olur. Oç biıimlik dizinin öğrenmesi ise çok kolaydır. Bu örnekte, daha önce­ den bilinen tarihler, yeni verilen birimleri kümelemek için kullanıldı. Kümeleme sayesinde son derece karmaşık ve uzun uyancı birimlerini, önceden bilinen az sayıda birim gruplanna indirgeme olanağı vardır; bu ola­ naktan yararlanarak, smırlı kapasitesi olan kısa süreli bellek, oldukça kar­ maşık bilim, felsefe, sanat ve bilgi düzenlerini yaratabilmektedir. Bir telefon numarasının kodlanması da buna örnektir. Sayılar ûçlû ve ikili gruplar hali­ ne getirilerek (145 31 92 gibi) kolayca akılda tutulabilir.

3. UZUN SÜRELİ BELLEK Kısa süreli bellek biyoflzik. uzun sOrelİ bellek ise biyokimyasal bir süreç­ tir. Bir bilginin uzun süreli belleğe girmesi protein sentezi İle gerçekleşir. Otuz saniye geçtikten sonra hatırlanan her bilgi veya olay uzun süreli bellekten çağrılır. Uzun süreli bellek, kısa süreli bellekten kendisine bilgiyi birkaç dakikadan başlayan ve günlere, haftalara, yıllara, hatta bir ömür bo­ yuna uzanan sürelerde saklayabilir. Yapılan araştırmalar, dakika ve saat gibi kısa süreli zaman sûreleri içinde yapılmıştır, fakat aylan ve hatta yıllan kap­ sayan birkaç psikolojik araştırma da vardır. Aynı kısa süreli bellekte olduğu gibi, uzun süreli bellekte de, kodlama, depolama ve ara-bul-geriye getir sü­ reçlerini İnceleyeceğiz. Kodlama Dış dünya olaylannın ve insan yaşantısının tüm boyuUannı kapsayan bir kodlama (codlng) sistemi insan belleğinin bilgi kaydının temelini oluştu­ rur. Ses. ışık, renk, tat, koku, dokunma, gibi insan duyu organlanna karşıhk olan her uyancı türü bellekte kodlanabilir. Sözlü iletişimde anlam en önemli kodlama aracıdır. Yapılan bazı araştırmalar bireylerin, dinledikleri cümlele­ rin anlamını kavradıktan sonra kelimeleri unuttuklannı. fakat kelimelerin oluşturduğu cümlenin temelinde yatan anlamı rahatlıkla hatırladıklarını gös­ termiştir (Sachs. 1967). İnsan zihni yazılı ya da sözlü dil yoluyla gelen uyancılann içerdikleri an­ lamı bulup çıkararak, gelen uyancıları değil, fakat bu uyancılann içeriğini oluşturan anlamı bellekte tutar. Bu nedenle, anlamsız bir biçimde bize veri­ len, birbiri3de ilişkisiz kelime çiAleri gİbİ uyancı dizileri anlamh ilişkiler İçine sokulursa, belleme kolaylaşır. Şöyle bir örnekle açıklayalım: Size bir dizi kelime çilli verilsin ve dizideki kelime çiftlerinden biri st^lenlnce sizin öbür kelimeyi hatırlamanız istensin örneğin, torak - kitap kelime çiftinde, tarak dendiğinde (uyancı kelime) sizin kitap kelimesini (tepki davranım) hatırlamanız isteniyor. Böyle bir belleme durumunda, iki kelime arasında anlamlı bir ilişki kurulursa, hatırlama mlktan arüu*. Anlamlı ilişki iki türlü kurulabilin Ya (1) tarak ve kitap kelimeleri aynı cümle içinde kullanılır ftarak kitabın içinde saklı”), veya (2 ) tarak ve kitap hayalinizde birbiriyle ilişkili hale getirilir (kitap içinde duran bir tarağın res­ mi düşünülür). Cümle içinde kullanılarak, ya da hayalde birbiriyle ilişki İçine

180

İNSAN VE DAVRANIŞI

sokulan kelimeler uzun zaman bellekte kalır. Bower adlı Amerikalı psikolog 1972*de bir dizi araştırma yapmış ve cümle içinde kullanılan veya hayalde ilişki haline sokulan kelime çiftlerinin hatırlanma dülzeyinin %75, yalnız ez­ berleme yoluyla hatırlama düzeyinin İse %35 düzeyinde olduğunu gözlemiştir (Bower. 1972). Bellenmesi istenen malzemenin ne kadar aynnbsma gidilirse, bellekte b kadar İyi kahr. Birey, bellemek istediği malzemenin ayrmtılanna ulaşmak için değişik yöntemler kullanabilir, iki örnek verelim; birinci örnek bir kelime dizisini, ikinci örnek çalışıp öğrenme durumunda olduğunuz bir konuyu oluştursun. Belleme durumunda olduğunuz her kelimenin değişik düzeylerde aynntılarma gidebilirsiniz. örneğin, öğreneceğiniz kelime dizisindeki kelimelerden biri kavalye ol­ sun. Kelimeyi öğrenirken başka hangi kelimenin söylenişine benziyor diye düşünebilir ve “sandalye” kelimesinin söylenişine benzediğini keşfedebilirsi­ niz. Benzetmeyi yapbgmız eında. belirli bir düzeyde ayrmülara inmiş ölürsü­ nüz. Kavalye ile “sandalye" kelimeleri arasmda bir İlişki kurarak (örneğin sandalye üzerinde oturan kavalye ) daha da aynntıya girebilirsiniz. Yaşamımzda hiç kavalye olup olmadığınızı düşünerek, belirli bir deneyiminizle keli­ me arasında bir bağlanü kurabilirsiniz. Böyle bir bağlantı kurduğunuzda da­ ha ayrıntılı bir kodlama yapmış olursunuz. Anderson ve Reder adlı iki psikolog, aynntılara İnme derecesiyle hatırla­ ma arasında doğrusal bir ilişki bulmuştur. Araşürmacılann elde ettiği sonuç-

Resim 5.3 Daha önceleri bilgi, soldaki resimde görülen manyetik teyp­ lere kaydedilirdi. Sağdaki resimcte görülen mikroçiplerin keşfi, çok ufak bir mekâna büyük miktarda bilgi depolama olanağı vermiştir.

BELLEK

181

lâra göre, en ufak ayrmtılanna inilerek kodlanan kelime en tyl. hiç aynntılanna inilmeden kodlanan kelime en kötü hatırlanır (Anderson ve Reden 1979). Sonradan sınanacağınız bir konuyu kitaptan öğrenme durumu İkinci ör­ neğimizi oluşturuyor. Anderson 1980*de şöyle bir deneme yapmıştır: iki grup öğrenciye aynı ders metnini vermiş ve bir sûre sonra bu konudan sınava gire­ ceklerini söjrlemiştlr. Birinci gruptaki öğrencilere (deneme g^bu), daha orüar okumaya başlamadan belirli sorular verilmiş ve sorulara cevap aıarcasma okumalan İstenmiştir. İkinci gruptaki öğrenciler (kontrol grubu) kendilerine bir şey söylenmedi­ ği için normal günlük alışkanlıklan İçinde metni okumuşlardır. Deneme gru­ buna sorulan çalışma sorulan sınavda sorulan sorulardan farklı olduğu hal­ de. bu gruptaki öğrenciler, kontrol grubundaki öğrencilerden daha İ3rl hatır­ lamışlardır. Deneme grubundaki öğrenciler metni okurken aynntılanna gir­ miş ve cevap arayarak okumuşlardır^ bu nedenle hatırlama düzeyleri, kontrol grubunda bulunan ve günlük alışkanlıktan İçinde okuyan kişilerden daha yüksek olmuştur (Anderson. 1980). Depolama ve Ara-bul-geriye getir Kısa süreli bellekte İşlenen bilgi, uzun süreli belleğe aktanbr ve burada depolanır. Hatırlamak istediğimiz bilgiyi aramaya başlarız. Hatırlayabilmemiz için iki koşulun yerine getirilmesi gerekin ( 1 ) Hatırlamak istediğimiz bilginin bellektö depolanmış olması ve (2 ) depolanmış bilgiye bizi götüren ara-bulgeriye getir ipuçlannm var olması gerekir. Çoğu zaman bilgi bellekle bulunduğu halde ara-bul-geriye getir İpucu­ nun olmaması yüzünden bir türlü hatırlayamayız. Bazı gözlemler böyle hatır­ layamama olaylannın pek seyrek olmadığım gösterir. SankL kitaplıkta bir ki­ tabı bulmak İçin yaptığımız işleme benzer bir durumla karşı karşıyayız. Ara­ dığımız kitabı bulamadığımız zaman şu olasılıklar akla gelin (1) Aradığımız kitap kitaplıkta yok; (2 ) kitap var. fakat yanlış yere konmuş: (3) kitabın fişi kaybolmuş, kitabın nerede olduğuna dair bir İpucu yok. Aradığımız kitapla İl­ gili bu olasılıklar, uzun süreli bellekte aradığımız bir bilgi İçin de geçerlldir. Sınavda hatırlayamadığımız bir bilgiyi, sınavdan sonra hatırladığımız çok olmuştur. Aynca. “dllinıin ucunda" olayı da son derece İlginç bir olaydır. Söy­ leyemediğimiz bir İsmi, sanki “dilimizin ucunda" tutarız ve bir başimsı “Avu­ kat Celal Bey*in İsmini mİ hatırlamaya çalışıyorsunuz?" diye sorduğunda, ga­ yet kesin olarak. “Hayır! Başka birinin ismini hatırlamaya çalışıyorum." di­ yebiliriz. Aradığımız İsmi İçeren bir liste verilse, o adı hemen tanıyabiliriz. Hipnozla llgUl çalışmalar da ilginç sonuçlar vermektedir: günlük bilinç düze­ yinde hatırlayamadığı olayları, kişiler hipnoz altında hatırlayabilmektedirler. Bu gözlemler gösteriyor kİ. belirli bir bilgi bellekte olduğu halde, uygun ara-bul-geriye getir ipucu olmadığı için hatırlanamaz. Bilginin bellekte depo­ lanması kadar, uygun ara-bul-geıiye getir İpuçlarının bulunması da önemli­ dir. Şöyle bir deneme yaparak bu gözlemi kanıtlayabilirsiniz. Değişik kelime gruplanm belirten bir dizi kelime alın.» örneğin, Tablo 5-1’de verilen meyve

182

İNSAN VE DAVRANIŞI

(elma, armut.vb.). hayvan (at. eşek), mutfak eşyası (tabak, çatal), renk (kırmı­ zı. san), giyecek (celoet. gömlek) gibi kelimelerden oluşan bir liste olsun. On kişi civannda bir arkadaş grubu alın. Liste}d onlara bir kere okuyun, okudu­ ğunuz listedeki kelimeleri belleklerinde tutmalannı. biraz sonra onlara bu kelimeleri soracağınızı söyleyin. Arkadaş grubunu şimdi beşer kişilik iki kûçOk gruba ayınn. Birinci gru­ ba kelimelerin kategori isimlerini verin: "Meyve isimlerini söyle", "şimdi de hayvan İsimlerini sCyle'" gibi. İkinci gruba hiçbir ipucu vermeyin. "Listeden hatırladığınız kelimeleri söyleyin" yönergesini verin. Birinci gruptakilerin. İkinci gruptakilerden daha fazla sayıda kelime hatırladığını görürsünüz. Bu aşamada, ikinci gruptakilere. aynı birinci gruptakilere yaptığınız gibi kategori isimlerini verin: "Meyve isimlerini söyle", "şimdi, hayvan İsimlerini söyle" gibi. Onların kelimeleri hatırlama oranının birinci gruptakilerin düze­ yine geldiğini görürsünüz. Bu deney gösteriyor kİ. isim kategorileri ara-bulgerlye getir İpuçlan olarak verildiğinde hatırlamada bir artma olmaktadır. Tablo 5.1 isim kategorilerini içeren isim listesi. İsim kategorileri: (1) Meyve, (2) hayvan, (3) mutfak eşyası, (4) giyecek, (5) renk. elma at çatal san ceket gömlek armut eşek kaşık mavi şeftali tabak çorap

erik deve bardak pembe kilot çilek ceylan bıçak yeşil elbise İnek pembe muz

Yukandakl deneyden de anlaşılacağı gibi ne kadar çok ara-bul-geriye getir ipucu varsa, hatırlama da o derece de iyi olur. Tanıma İle hatırlama arasındaki kolaybk farkı da ara-bul-geriye getir İpuçlannın miktarıyla açık­ lanabilir. Tanıma, size verilen bir uyancıyla daha önce karşılaşıp, karşılaş­ madığınıza karar vermenizi gerektirir, "Geçen günkü toplantıda kimleri gör­ dün?" diye size sorulsa. Ahmet Tarladeşen‘in ismini hatırlayamayabilirsiniz. Fakat. Ahmet Tariadeşen'i başka bir toplantıda gördüğünüzde, kendisini tamrsmız. Tanıma durumunda daha fazla sayıda ara-bul-geriye getir ipucu (Ahmet TarladeşenTn görünümü, yüz ifadesi, davranışları, sesi, giyimi, vb. gibi) bu­ lunduğundan, belleğiniz ipuçlannın hepsini ya da birçoğunu kullanır ve sizi

BELLEK

183

"hatırlama'' olayına götürür. 0te yandan, yalnız bir tek ipucunun ("Geçen gûnkû toplantı") bulunduğu durumda Ahmet Tarladeşen'i "hatırlama" olasılı­ ğı düşüktür. Acaba bellekteki bilgi, sürekli bellekte kalır mı. yoksa zamanla kaybolur mu? Doğru ara-bul-gerfye getir İpucu kullanılırsa bellekteki bûtOn bilgüerl hatırlamak olanağı var mı? Soruların cevaplanhı bugün kesin olarak yeremi­ yoruz. Bazı psikologlar. beUektekf bilgilerin, manyetik banda kayıtlı ses veya görüntü gibi sinir sisteminde kayıtlı olduğunu ve manyetik banttaki kayıtla­ rın zamanla zayıüadıgı gibi, sinir sistemindeki bilgi kayıtlarının da zamanla zayıflayacağım kabul ederler. Bazı psikologlar ise, bellekteki bilgilerin hiçbir zaman kaybolmadığını, fa­ kat o bilgilere ulaşmak için gerekli ara-bul-geriye getir ipuçlannın, "ipucu" olmak özelliklerini zamanla yitirdiklerinden "unutma olayının" ortaya çıktığı­ nı savunurlar. Diğer bazı psikologlar, her iki sürecin de geçerliği olduğunu kabul ederler. Onlara göre, deneyimin türüne bağımlı olarak, unutma olayın­ da bazı zamanlarda "İzlerin za3ailamasr kuramı, bazı zamanlarda da, "ipucu­ nun özelliğini kaybetmesi" kuramı geçerli olur. Hatırlamayla ilgili yapılan araştırmalar, ara-bul-geriye getir İpuçlan kay­ bolmasının. hatırlayamama ola)nnm en belli başlı nedenlerinden biri olduğu­ nu gösterir. Şimdi, ara-bul-geriye getir'i kolaylaştıran ya da zorlaştıran ne­ denlere bir göz atarak bellekle ilgili konumuzu sürdürelim. örgütleme ve Bağlam Hatırlamada iki faktör önemli rol ojrnar: ( 1 ) örgütleme (organizing) ve (2) bağlam (ilişkiler çerçevesi/context). Bilginin öğrenimi, başka bir deyişle kod­ lanması sırasmda birey bilgiyi istediği şekilde örgütleyebilir. Bilgiyi öıgütlemede kullanılan düzen akla yatkın, evvelden bilinen bir düzense, hatırlama sırasında ara-bul-geriye getir ipucu olarak kullanılır. Size liste halinde verilmiş doğa bilimleriyle ilgili yüzü aşkın bir dizi kav­ ramı öğrenme durumunda olduğunuzu varsayalım. Size anlamlı gelecek bi­ çimde örgütleyerek kavram dizisini öğrenmek istiyorsunuz. Farzedelim kİ, en dıştan içe doğru giden bir örgütleme düzeni kullanıyorsunuz: Evrenin yapı­ sıyla ilgili kavranılan bir grup olarak topluyorsunuz, daha sonra güneş siste­ miyle ilgili kavrsunlan alıyorsunuz ve bunu yer küresini ilgilendiren kavram­ lar izliyor. Daha sonra, yer küresindeki, canlı ve cansız varlıklan ve cansız varlıklann hareketiyle İlgili fizik kavramicirmı grupluyorsunuz, canlılann ya­ pısıyla ilgili biyoloji kavramlannı ve en sonunda da insan davranışlanyla ilgili psikoloji kavramlannı da bir kümeye koyuyorsunuz. Habrlamayla ilgili deneyler tekrar tekrar göstermiştir ki. örgütlenerek öğ­ renilen bil^, hiç örgütlenmeden bellenen bilgiden iki veya üç kat daha kolay hatırlanır. Yukandaki örnekte görüldüğü gibi, verilen kavram dizisini, size anlamlı gelecek bir biçimde örgütlediğinizde, kavramlan hatırlama oranmız yüksek olur. Kodlama sırasında örgütlenen bilgi, acaba niçin daha İyi hatırlanır? Bu soruya psikologlar şu cevabı verin Kodlama sırasında kullanılan Örgütleme düzeni, ara-bul-geriye getir anında İpucu olarak kullanılır. Kullanılan düzen

184

İNSAN VE DAVRANIŞI

daha önce bilindiğinden, kodlama sırasında bilgileri örgütlemede yol göste­ rir. örgütleme düzenini doğduğunuz, büyüdüğünüz ve iyi bildiğiniz bir ma­ halleye benzetebiliriz. Kodlama sırasında bu mahallenin belirli sokaklannı ve bu sokaklarda daha önceden bildiğiniz evleri ziyaret eder ve size verilen, yeni bilgileri bu evlere bırakırsınız. Sizden bilgiler yeniden geri İstendiğinde, başka bir deyişle hatırlama sırasında, yerlerini çok İyi bildiğiniz evleri yeniden sı^ rayla ziyaret eder ve bırakmış olduğunuz bilgilere ulaşırsmız. Hatırlamayı kolaylaştıran diğer bir faktör de. bilginin kodlanması sırasmda yer alan bağlamın (ortamın), bilginin hatırlanması sırasında da bulunup bulunmamasıdır. Bu ifadeyi biraz daha açarak şöyle diyebiliriz: Her olay bir bağlam içinde oluşur. örneğin şu anda siz bu kitabı belirli bir ortamda okuyorsunuz, etrafınız­ da belirli olaylar oluyor. Diyelim kİ evlnlzdesiniz, en rahat ettiğiniz koltuğa oturmuş kitabı okuyorsunuz. Sevdiğiniz tür müzik hafiften çalıyor. Anneni­ zin pişirdiği yemeğin kokusu geliyor ve dışarıda oynayan çocukların sesini duyuyorsunuz. Kendi evinizde olmanın, sevdiğiniz müziği dinlemenin, sevdi­ ğiniz bir yemeğin pişirildiğini bilmenin verdiği bir huzur var İçinizde. Dışarı­ da oynayan çocuklarm sesi, hafifçe çalınan müzik, koltukta oturmanız, ye­ meğin kokusu dış ortamı, dış bağlamı oluşturur. Okudukİannız da. bu çerçe­ ve İçinde yer alır, öte yandan, o andaki duygularınız ve tutumlannız İç orta­ mınızı, iç ilişkiler çerçevenizi oluşturur. Sınava girdiğinizde, kitapta okuduğunuz bilgileri hatırlamanız istenir. Bü durumda öğrenme (kitabı okurken) ve hatırlama (sınavı alırken) anlannda hem dış bağlam, (ortamın), hem de iç bağlam farklıdır. Bağlamlardaki bü farklılıklar, ara-bul-geriye getir sürecini sekteye vurur ve hatırlama zorlaşın öğrenme anındaki bağlam, hatırlama anındaki bağlama ne kadar benzerse, hatırlama o kadar kolay olur. Başka bir deyişle, sınav ortamına benzer bir or­ tamda bilgi öğrenilirse, sınavda hatırlanması daha kolay olur. Kişinin duygu ve tutumlarını belirten iç bağlam da hatırlama sürecini et­ kiler. örneğin, neşeliyken öğrendiğiniz bir şiiri, üzüntülü bir ruh hali İçin­ deyken hatırlamanız zorlaşır. Bu tür gözlemler duruma (hale) bağlı bellek (State dependent memory) adında yeni bir kavramın gelişmesine yol açmıştır. Bu kavrama göre kişi bir bilgiyi kodlarken hangi ruh durumu içindeyse (han­ gi haldeyse) o bilgiyi o ruh hali içinde en kolay hatırlar. Abartarak şöyle bir örnek verebiliriz: Ekrem Bey’le Mahmut Bey meyha­ nede tanışıyorlar. Mahmut Bey oldukça kafayı bulmuş durumda. Ertesi gün tesadüfen Mahmut Bey’le Kapalıçarşı’da karşılaşan Ekrem Bey’In bir tanıdık gibi davranıp konuşmasını Mahmut Bey yadırgıyor, çünkü Ekrem Bey'le da­ ha önce hiç karşılaşmamış olduğundan emindir. Aynı akşam ikisi meyhane­ de yine aynı masada buluşuyorlar. Mahmut Bey biraz kaiayı bulduktan son­ ra, Ekrem Bqr’l bir gece önceki tanışmalarından hatırlıyor ve gayet arkadaş­ ça davranıyor, ama gündüz Kapalıçarşı’da karşılaştıklannı hatırlayamıyor. Bu haliyle Mahmut Bey. duruma bağlı bir bellek örneği verir. Sanki Mahmut Bey’in bir “sarhoş durumdaki belleği", bir de “normal durumdaki belleği" ol­ mak üzere, biribirinden farklı iki belleği, farklı zamanlarda işlev görür.

BELLEK

185

Resim 5.4 "öğrendiklerinizi sınavda hatırlamanız önemlidir. Hatırlamayı etkileyen faktörlerden biri de, öğrenme ve hatıriama ortamlannın benzerliğidir.”

Bozucu Etkiler Bir ara-bul-gerlye getir ipucu birden fazla bilgiyle İlişki kurar ve her biri İçin ara-bul-gerlye getir İpucu olarak İşlev görmeye başlarsa, o zaman bozucu etkiler (interference) kendini gösterir ve hatırlamada aksaklıklar ortaya çıkar. Şöyle bir örnek verelim; Okuldan eve dönerken kitap almayı unutmamak İçin yüzüğünüzü sol elinizden çıkarıp sağ elinizin parmağına takıyorsunuz. Elinize baktığınız zaman sağ elinizdeki yüzük size kitap almanızı hatırlatır, başim bir deyişle bir ara-bul-gerlye getir ipucu olarak İşlev görür. Bir süre sonra almanız gereken üç şey daha olduğunu düşünüyorsunuz: Yazı makinenize şerit, kalem açacağı ve arkadaşınızın doğum günü için bîr kart. Sağ elinizdeki yüzüğün almanız gerekenleri size hatırlatacağını zihniniz­ den geçiriyorsunuz. Okuldan çıktıktan sonra sağ elinizdeki yüzüğün gerçek­ ten farkına vanyorsunuz ve bunun size birşeyler hatırlatması gerektiği için böyle yaptığınızı hatırlıyorsunuz, ancak almanız gereken şeylerin ne olduğu­ nu hatırlayamıyorsunuz. Hatırlayamama olayını psikologlar. İpucu olarak kullanılan uyarıcıda yer alan bozucu etkilerle açıklarlar. Aynı ara-bul-gerlye getir ipijicu birden fazla bilgi birimiyle İlişki haline getirildiğinden, bilgiler bir­ birlerine ket vururlar. Hatırlamak istediğiniz şeyleri örgütleyerek ara-bul-geriye getir ipucunun verimliliğini arttırabilirsiniz. Örneğin, almak istediğiniz şeyleri birbiriyle ilişki haline getirerek bir örgütleme geliştirebilirsiniz. Yazmak ve okumak nülerinin üzerine kurulmuş şöyle bir örgütleme kurabilirsiniz: Kalem açacağı kalemin, şerit, yazı makinesinin yazması için; doğum kartı arkadaşınızın, kitap sizin okumanız için gerekli.

186

İNSAN VE DAVRANIŞI

Böyle bir örgütleme yoluyla, sag parmaktaki yüzük, bfrbirlyle hiç İlişkisi olamayan dört birim yerine, okuma ve yazma gibi birbiriyle ilişkili İki arabul-gerlye getir ipucuyla İlişki haline sokulun örgütleyerek bellemenin hatır­ lamada yararlı olduğunu kanıtlayan çok sayıda araştırma vardır. Unutmada Heyecansal Etkenler Hatırlama son derece mekanik bir hadise midir, yoksa İnsan heyecanlan unutmada rol oynarlar mİ? Birçok araştırma ve tartışmalardan sonra, heyecanlann dört farklı biçimde hatırlamayı etkilediği düşünülmektedir. Heyecan dolu olaylar, heyecansız olaylardan daha fazla insan zihnini uğ­ raştırır ve bu nedenle, zihinde daha çok tekrar edilir. İnsanlar dertleri ve muUuhiklan gibi heyecan verici olaylan değişik kimselerle paylaşarak tekrar ederler. Örneğin, büyük bir depremle uyandığım ve korkuyla evin sallanışmı. yatagm salıncak gibi oynadığını gördüğüm 1 Elûm 1987 sabahını hiç unutmamışımdır. O sabah ne yaptığımı, nerede, kimlerle olduğumu gayet tyi hatırlı­ yorum. Mektuplarda depremi yazdım. Çevremdeki herkes bu konuda konuş­ tu: birbirimize o anda aklımızdan geçenleri anlattık. Deprem olayını ve bu olayla gelen duygu ve düşünceleri tekrar tekrar paylaştığım İçin belleğimde bu olayların izi kuvvetlendi ve olayı hatırlamam kolaylaştı. Heyecanlann ha­ tırlamaya İlk etkisi, yukarıdaki örnekte belirttiğimiz gibi, heyecan yüklü olaylann tekrarlanma özelliğinden ileri gelir. Heyecanlann hatırlamaya ikinci etkisi, onlann yarattığı bozucu elktlerden ileri gelir. Korku, kaygı, kızgınlık gibi heyecanlar, hatırlanması İstenilen bilgiye dikkatin odaklanmasını engeller ve bir bulanıklık, dağınıklık getirirler. Bu durumu öğrenciler bazen kuvvetli bir biçimde sınavda 3raşarlar. İlk soru­ yu okuyunca anlamakta güçlük çeken öğrenci şöyle düşünmeye başlar: “İlk soruyu anlamakta dahi güçlük çekiyorsam, diğer sorulan ben nasıl cevaplan­ dırabilirim?" İlk sorunun uyandırdığı kaygı ve gerginlik, ikinci sorunun anla­ şılmasını daha da güçleştirir. Oçûncü soruyu bu tutum içinde okuduğunda kendine güveni iyice sarsılır . öğrenci sakin bir kafayla, dikkatini hiç dağıt­ madan sorulan cevaplayabilmiş olsaydı, daha İyi bir not alabilirdi. Yalnız kaygı, kızgınlık ve korku gibi olumsuz duygular değil, aşın coşku, sevinç, sürpriz de hatırlama üzerinde bozucu bir etki yapar. Heyecanlann bu tür etkisine bozucu etki adı verilir ve ara-bul-geriye gelir İpuçlannın dikkat­ ten kaçması biçiminde kendini gösterir. Duruma bağb bellek kavramını tartışırken heyecanlann üçüncü etkisini de söylemiş olduk. İç dünyamızın ve o andaki deneyimlerimizin türü, olaylan ve öğrendiğimiz bilgileri hatırlamada bize ara-bul-geriye getir İpucu verir. Başka bir deyişle, hüzünlü bir ortamda öğrenilen bllgüer. böyle hüzünlü bir ortamda daha iyi hatırlanır. Aynı şekilde sevinçli ve mutlu bir haldeyken öğ­ renilen bilgiler, ya da meydana gelen olaylar, yine sevinçli ve mutlu durum­ larda daha kolay hatırlanır. Bower adlı bir psikolog, hipnotizmadan etkilenmeye yatkın bir grup de­ nek almış ve bir hafta boyunca birer saat süreyle anılarını yazdırtmıştır. Bl-

BELLEK

187

reyler anılarını yazarlaricen. duygusal durumlannı da yazmışlardır. Bir hafta sonra denekler rastgele İki gruba ayrılmışlar, birinci gruptaki denekler hipno­ tizma aracıhg^la hOzOnlû, ikinci gruptakiler ise neşeli bir duygusal duruma sokulmuşlardır. Hipnotizma yoluyla hûztknlû duruma sokulanlar genellikle hûzûnlû anlarda olup biten olaylan hatırkunışlar; öte yandan, neşeli duruma sokulanlar ise, kendileri mutlu iken ölüp: bitenleri (Bower, 1981). Bu deney, bireyin iç dûnyaşınm duygusal (aiTective) tonunun, hatırla­ mada önemli bir ara-bul-geriye getir İpucu olarak İş görebileceğini gösterir. Heyecanlann hatırlamaya etkisinin dördüncü tûrû, bastırma kavramıyla İfade edilir. Bazı psikologlar, Freud'un ortaya koyduğu bastuma (repression) kavramıyla unutma olayını açıklar. Açıklamaya göre, beliıÜ bir olay son dere­ cede olumsuz duygular yaratan ve bireye acı veren tûrdense, birey o olayın hatırlanmasına olanak veren ara-bul-gertye getir ipuçlarını tümden bilinçaltı­ na iter ve normal koşullar altında acı veren olayı hatırlamaz. Bu kavram kli­ nik psikolojide, psikoterapi sürecinde sık sık kullanılan bir kavramdır. Bu kavramın deneysel olarak incelenmesi olanaksızdır, hiçbir psikolog deneme amacyla deneklerine bûyûk acı çektirip, acı olayı deneklerin bilin­ çaltına atıp atmadıklanna bakamaz. Çûnkû böyle bir deneme ahlak kuralla­ rını ve yasaları çiğnemek anlamına gelir. Bastırma kavramı, deneysel yön­ temle araştınlamadığı halde, gözlemler yoluyla psikoterapi süreçlerinde izlen­ miş ve bu nedenle canlılığını korumuştur.

4. BELLEĞİN GELİŞTİRİLMESİ Kısa ve uzun süreli belleğin kodlama, depolama ve ara-bul-gerlye getir süreçlerini inceleyerek belleğin nasıl çalıştığını anlamaya çalıştık. Şimdi da­ ha uygulamaya dönük olarak bellek konusunu tartışacağız. Belleği geliştirme olanağı var mı? Soruya kısa süreli ve uzun süreli belleği göz önüne alarak iki aşamada cevap vereceğiz. Kümeleme ve Bellek Genişliği Kısa süreli belleğin 7 ± 2 formülüyle ifade ettiğimiz bir kapasitesi olduğu­ nu daha önce söylemiştik. Bu kapasiteyi artırmak olanaksızdır. Ne var ki., kü­ meleme olaymdan yararlanarak, her küme içine giren birimlerin sayısını arttı­ rabiliriz. Böylece, lasa süreli bellek 7 birimlik bir kapasitede kalsa bile her bi­ rimin içeriği daha karmaşık ilişkilerin bulunduğu bir küme oluşturur. Daha önce verdiğimiz örneği hatırlayın: 145319231989 dizisi 12 rakamdan oluş­ makta ve kısa süreli belleğin kapasitesini aşmaktadır. Fakat diziyi 1453. 1923, 1989 biçiminde kümeleyince üç birimlik bir dizi haline getirmiş oluruz. Bu durumda, kısa süreli bellek tüm kapasitesine erişmek için, yukarıdaki türden dört veya beş küme daha alabilir. Gördüğünüz gibi, sonuçta belleğin birim kapasitesi sabit kalırken, birimlerin kapasiteleri artar: kendi İçinde kar­ maşık ilişkiler bulunduran her küme bir birim olarak algılanır.

188

İNSAN VE DAVRANIŞI

Bireyler kendi özel düzenlerini geliştirerek sayılan kûmelemeyi öğrenebi­ lirler. ABD’de yapılan bir araştırma, SF harfleriyle belirtilen bir kişinin kendi­ ne göre bir kümeleme düzeni geliştirerek 79 sayılık bir diziyi bir duyuşta bel­ leyebildiğin! ortaya ko3rmuştur. Kendisi koşucu olduğu İçin SF, sayılan bir millik koşu sürelerine bölmüş ve dört sayılık her süreyi bir birim olarak bel­ lemiş. daha sonra kümeleri de kendi içinde üst kümelere koyarak bir yapı oluşturmuştur, önce üst kümeleri hatırlayan SF. daha sonra her kümenin içini hatırlamaktadır. İlk bakışta inanılmaz gibi görünen 79 rakamlık bir sayı dizisini bir kere duyduktan ya da okuduktan sonra hatırlama olayını, böyle basit bir kümele­ me sistemiyle açıklamak çok sayıda kişiyi hayrete düşürmüştür (Eılcson. Chase ve FaJoon, 1980). İsterseniz kendiniz de bir sistem geliştirerek böyle beUek gösterilerinde bulunabilirsiniz. SF sayılar yerine harfler verildiğinde ortalama yedi civannda harf hatırlayabilmiştir. Bu da gösteriyor »ki. SFnln başarısının temelinde onun belleğinin kapasitesi değil, kullanmış olduğu kü­ meleme düzeni yatmaktadır. Şimdi “Uzun süreli belleği geliştirmek olanağı var mı?" sorusuna döne­ lim. Aşağıda uzun süreli belleğin kapasitesini artırmak için kullanılan bazı uygulama yöntemlerini İnceleyerek bu soruya cevap vermeye çalışacağız. Hayal Etme (İmgeleme) ve Kodlama Hayal etme yoluyla hatırlamayı kolaylaştırmak mümkündür. Hatırlamayı kolaylaştırmak İçin hatırlanacak bilgiyi veya olayı kodlama sırasında belleğe yardımcı olacak bir düzenleme kullanmak gerekir. Belleğe yardımcı düzenle­ melere teknik deyimiyle mnemonics ("nlmonlks" diye okunur) denir. Herkes kendine göre belleğe yardımcı bir düzen geliştirebilir, ancak en çok kullanı­ lan İki türü vardır: ( 1 ) Ver çağrışımlı yöntem (method oflocl) ve (2 ) anahtar ke­ lime yöntemi (key-word method). Yer çağnşımlı yöntem, iyi bilinen bir yerle öğrenilecek bilgi arasında bir çağrışım kurmayı gerektirir. Şöyle bir örnekle yer çağrışımlı yöntemi açıkla­ yalım: Bir toplulukta konuşma yapacaksınız ve yapacağınız konuşmada se­ kiz temel düşünceyi ifade etmeye karar vermiş bulunuyorsunuz. Düşüncele­ rinizin sırasını hatırlamak sizin için önemli, çünkü bu düşünceleri ancak be­ lirli bir sırada verdiğinizde dinleyicilerin anlamlı bir sonuca ulaşabileceğini düşünüyorsunuz. Yer çağrışımlı yöntemi kullanmaya karar veriyorsunuz. lyl bildiğiniz bir yeri, örneğin kendi evinizi, belleğe yardımcı düzen olarak kullanmak istiyorsunuz. Hayalinizde evinizin dış kapısından giriyorsunuz, 1^ bildiğiniz her yere konuşmada kullanacağınız düşüncelerin birini koyuyorsuntiz. Dış kapıya İlk llkrl. misafir odasının kapısına ikinci fikri, misafir odasın­ daki TVye üçüncü fikri, odadaki koltukların her birine birer fikir bırakarak mutfağa geliyorsunuz ve mutfağın kapışma ve buz dolabına birer fikir bırak­ tıktan sonra listenizi tamamlamış oluyorsunuz. Böylece lyl bildiğiniz bir böl­ geyle. konuşmada kullanacağınız fikirleri çağnşım haline getirmiş oldunuz. Topluluk karşısında konuşmayı yaparken, hayalinizde evin dış kapısın­ dan girip misafir odasından geçerek mutfağa gitmeniz yeter. Söylemek İstedi-

BELLEK

189

giniz flklrleıi* daha önce bırakmış olduğu­ nuz belirli yerlerde sizi bekltyor bulursu­ nuz. Anahtar kelime yöntemi yeni bir ya­ bancı dil öğrenilirken sık sık başvurulan belleğe yardımcı bir yöntemdir, öğrenil­ mek İstenen dildeki bir kelimenin anla­ mıyla, Türkçe bir kelime arasında hayali bir ilişki kurulur. Türkçe kelime her düşü­ nüldüğünde bu hayal akla geleceğinden, yeni dildeki kelimeyi hatırlatır.

Resim 5.5 "Gençken bellek sorunu di­ örneğin, İngilizce beer (bira) kelimesi ye bir şey bilmezsin. Ne var ki. benim Türkçe •bir’* kelimesine benzer biçimde yaşıma gelince belleğe yardımcı yön­ temler kullanmak zorunda kalırsın." söyleniyor diye düşünüyor ve “bira fıçısı biçiminde yazılmış “ 1 “ rakamım“ hayal ed^orsunuz. Anahtar kelime Türkçe “1" ralmmı olur. Anahtar kelimenin söylenişi, İngilizce kelimenin söyleniş biçimini size hatırlatır, hayal etme yoluyla da İn­ gilizce kelimenin anlamı aklınıza gelir. Yabancı dilde yeni kelimeler öğrenir­ ken bu yöntemi kullanabilirsiniz. Aynntılania ve Kodlama Ne kadar ayrıntılarına gidilerek öğrenilirse, bilginin o kadar daha rahat hatırlanacağını daha önce görmüşlük. En iyi a3mntılama. öğrenilecek bilgi ya da olayla ilgili sorular sorarak, sorularla ilişkili ayrıntılan bellemekle olur. örneğin, İstanbul’daki “köprü altı çocuklan"yla İlgili bir konuyu İnceledi­ ğinizi düşünün. Çocuklann köprü altında kalmasına yol açan nedenlere İliş­ kin sorular sorabildiğiniz gibi, ayrıca, köprü altı çocuklarının İstanbul'u nasıl etkilediğiyle İlgili sorular da sorabilirsiniz. Bu çocuklar Türkiye’nin neresin­ den geliyor? Ana-babalann dindar olma dereceleriyle, çocuklannı sahipsiz bırakmalan arasında bir ilişki var mı? Çocuklarla uğraşan ve onlara yardım eli uzatan bir kuruluş var mı? İstanbul Belediyesi ve valilik, çocuklara göz­ den çıkarmış bir biçimde mİ davranıyor, yoksa onlara sahip çıkıyor mu? İncelediğiniz olayın sebep ve sonuçlarıyla ilgili sorular sordukça, aynniılama (elaboratlon) yapmış olursunuz ve öğrendiğiniz her aynntu bir ara-bulgerlye ğetir İpucu olarak belleğe yerleşir. Ara-bul-geriye getir İpucu olarak belleğe yerleşen ayrıntılar, hatırlama anında bilginin kolayca bellekten alınıp ortaya çıkarılmasına yol açar. Bağlam İlişkiler çerçevesinin önemli bir ara-bul-geriye getir ipucu olabileceğini daha önce tartışmıştık. Bir konu belirli bir yerde, belirli saatlerde, belirli bir süre için öğreniliyorsa. o konu en iyi yine aynı koşullar altında hatırlanır. Bu demektir kİ. her dersin sınavı o smıila. aynı saatle, aynı öğretmen tarafından

İNSAN VE DAVRANIŞI

190

verilirse en yüksek başan elde edilir. Ne var ki, değişik nedenlerle bu olanak her zaman sağlanamaz. Örneğin, Üniversiteye Giriş Sınavı sizin daha önce bulunmadığınız şehirlerde, hiç gitmediğiniz okuUarm dersane veya salonlarmda yapılmak zorundadır. Dış çevreyi zihinde taşıyarak, kodlama ve hatırlama bağlamları arasmda bir ilişki kurulabilir. Örneğin, Üniversiteye Giriş Sınavı’na hazırlanırken, ken­ di odanızda, kendi masanızda çalıştımz. Smava başka bir şehirde, bilmediği­ niz bir okulun smifinda girdiğinizde, zihninizde kendi çalışma odanızı canlan­ dırabilir ve smava, sanki kendi çahşma odanızda cevap veriyormuş gibi dav­ ranabilirsiniz. Böyle bir tavır takındığınız zaman, bilgiyi öğrenme (kodlama) aşamasmdaki bağlamla, aynı bilgiyi sınavda kullanma (hatırlama) bağlamı arasmda zihnen bir benzerlik kurmuş olursunuz. Zihnen yarattıgmız bağlam, smav durumunda ara-bul-geriye getir İpucu olarak İş görür ve sizin haürlamanıza yardımcı olur. Örgütleme (organize etme) Belleği geliştirme yöntemlerinden biri de, öğrenme (kodlama) aşamasmda öğrenilecek bilgiyi size anlamlı gelecek biçimde örgütlemektir. Burada size kelimesinin altım birkaç kere çizmek gerekir. Öğrenmekte olduğunuz bUgİyi size bir anlam ifade edecek şekilde yapılandırır ve konulan alt ve üst düzey­ lere yerleştirerek bir mertebeleme oluşturursanız, bilgiyi hatırlamanız daha kolay olur. Örnek olarak bellekle ilgili bu bölümü ele alalım. Değişik kavramlan göz­ den geçirdik. Bu kavramlar birblriyle ilişkisiz, kendi başma ortada kalan kav­ ramlar değildir. Her kavramın diğerleriyle ilişkisi vardır, ’ilişkileri görebildim mi?” sorusunun cevabını, “kavramlan kendinize göre yapılaşbnp, bölümün

Uzun Süreli Bellek

Kısa Süreli Bellek

Kodlam a

İşitsel kod

G örsel kod

D epolam a

Sınırlı

A r a -b t ^ e r iy e getir

D izk e l aram a

Korflama

Depolam a ve ara-bul-geriye getir

Anls^

Ara-bul-gertye gelir bozukhJkian

RişkBer kurma; aynntılam a

O rganizasyon ve ^ U e r ö rö n t ö s a

Bozucu e ti^

Duygusal taktöder

Şekil 5.4 Bellekle ilgili önemU kavramlann nasıl organize olabileceği konusunda bir örnek.

BELLEK

191

tûmûnûn özetini çıkararak" verebilirsiniz. Şekil 5.4, bellekle* ilgili önemli kavramlann birbirleıiyle İlişkilerini benim nasıl algıladığımı göstermektedir. Siz, daha başka bir organizasyon oluşturabilirsiniz; oluşturduğunuz örgütleme si­ ze daha anlamh gelebilir. Yaptığınız organizasyon size anlamlı geldiği sûrece, doğru yoldasınız demektir. Böyle bir örgütleme hatırlamanıza mutlaka yar­ dımcı olur.Ara-bul-geriye getir için Alıştuma Tapma Bir bilgiyi kodlarken (öğrenirken), onu nasıl arayıp-bulup-gerlye getirece­ ğinizi (hatırlayacağınızı) planlar, ara-bul-geriye getir ipuçlarını açık seçik be­ lirterek alıştırma yaparsanız, hatırlamanız o kadar kolaylaşır, örneğin, sınav için bir derse çalışıyorsunuz, sınav 120 sayfalık bir konuyu kaps^or. Çalış­ mak için 3 gûnûnûz var. Bu ûç günde 120 sayfayı belki 4 defa okuyabilirsi­ niz. ancak bunun size pek bir yaran olmayacaktır. Şöyle bir çahşma tarzı size daha yararlı olur: ilk aşamada konunun tü­ münü kısaca gözden geçirin ve belli başlı temel ana başlıklan öğrenin, örne­ ğin, bellek konusunda kısa süreli bellek, uzun süreli bellek olmak üzere İki temel grup var. Her temel konu kodlama, depolama ve ara-bul-geriye getir ol­ mak üzere alt başlıklara bölünmüş. Alt başlıklann altında da, kısa süreli bel­ lek kapasitesi, görsel kodlama, işitsel kodlama gibi daha aynntılı düzeylerde kavramlar var. İkinci aşamada, her alt başlık, ya da kavramla İlgili sorular sorun; "Kısa süreli belleğin kapasitesini geliştirmek olanağı var mı? Nasıl?" Her başlıkla İlgili soruyu o başlığın yanına yazın. Ûçûncû aşamada konuyu, sorulara ce­ vap ararcasına okuyun. Bûtûn sorulann cevabını verdikten sonra, dördüncü aşamada, konuyla İlgili yeni sorular sorun ve yeni sorulann cevabını bulmak Üzere yeniden okuyun. Böylece. pasif bir okuyucu olmaktan çıkar, aktif bir okuyucu durumuna gelirsiniz. Değişik aşamalarda sorular hazırlarken, sınavda sorulabllen türden so­ rular hazırlarsanız, o dersten alacağınız not mutlaka yükselir. En İyi çalışma yöntemi, öğrenme anında ara-bul-geriye getir İpuçlannı gözönûnde tutarak tekrar etmektir. Altı Aşamalı Bellek Geliştirme Yöntemi Şimdiye kadar söylediklerimizi altı aşamalı bir yöntem olarak ifade edebi­ liriz. Bu bellek geliştirme yöntemi uygulanırsa, aynı zaman sûresi içinde da­ ha iyi öğrenir ve öğrendiklerinizi daha iyi hatırlarsınız. Yöntemin altı adımı aşağıda verilmiştir.: Aşama 1. Gözden geçirin. Öğrenmek istediğiniz malzemeyi gözden geçirerek malzemenin nasıl düzenlendiğini anlamaya çalışın. Zamanı­ nız varsa, konunun ana hatlarını düzenleyerek kendi kelimelerinizle kısaca yazın. Daha sonraki aşamalarda okuduğunuz bilginin düzen­ lediğiniz özetin neresinde yer aldığını sürekli hatırınızda tutun. Daha önce söylediğimiz gibi, öğrenmekte olduğunuz bilgileri örgütlemenin.

192

İNSAN VE DAVRANIŞI

belleğe büyük yardımı olur, örgütleyerek, organize bir biçimdeıkonuyu çalışarak, daha İlk adımda belleğinize büyük bir yardım sağlamış olursunuz. Aşama 2. Soru hazırlayın, örgütlediğiniz her konu bölümüyle İlgi­ li sizin İçin anlamlı ve öğretmeninizin sorma olasılığı yüksek olan so­ rular hazırlaym. Aşama 3. Okuyun. Hazırladığınız sorulara cevap ararcasına eli­ nizdeki metni okuyun. Aşama 4. İlişkiler kurun. Sorulan cevapladıkça, bölümler arasın­ da ne gibi bir ilişki olduğunu anlamaya çalışın. Metni yazan kişi, be­ lirli bir plan çerçevesinde, bir dizi düşünceyi anlamlı bir biçimde an­ latmaya çalışmış. O yazarın kafasındaki planı keşfetmeye çalışın. “Konulann birblriyle ilişkisi nasıl kurulmuş?", "Konu tümüyle man­ tıksal bir bütün oluşturuyor mu?" Bu sorulara cevap bulmaya çaba­ layın. Aşama 5. Tekrar edin. Her bölümü bitirince birkaç kere tekrar edin ve o bölümde hatırlamakta zorluk çektiğiniz kavramlann farkına vann ve özellikle o kavramları gözden geçirin. Aşama 6. Yeniden gözden geçirin. Konunun tümünü yeniden göz­ den geçilin ve yukandaki her adımı tam anlamıyla yapıp yapmadığı­ nızı saptamaya çalışın. Bu aşamada, konunun temel bölümlerini ve her bölümdeki ana kavramları zorluk çekmeden hatırlayabilmeniz ge­ rekir. Bu yöntem örgütleme, ayrıntılama ve ara-bul-geriye getir için alışbrma yapma ilkelerini kullanır. Altı aşamalı bu yöntem okullarda ve diğer eğitim kurumlannda öğrenilmesi gereken değişik konular için başanyla kullanılabi­ lir.

5. KISA VE UZUN SÜRELİ BELLEKLER ARASINDAKİ İLİŞKİ Daha önceki sayfalarda, kısa ve uzun süreli olmak üzere iki tür bellek ol­ duğunu gördük ve bunlann İşleyiş biçimlerini inceledik. Psikologlar iki türlü bellek olduğunu nasıl anlıyorlar? Hangi kanıtlara bakarak birbirinden farkh iki tür bellek olduğunu söyleyebiliriz? Aşağıda bu sorulann cevaplarını ara­ yacağız. İki Türlü Belleğin Varlığını Destekleyen Kanıtlar Deneysel ve klinik kaynaklardan gelen kanıtlar iki tür bellek olduğunu destekler. Deneylerden elde edilen sonuçlara göre kısa süreli bellekle uzun süreli bellek arasında şu farklılıkları gözlüyoruz: Her şeyden önce, kısa süre­ li bellekte sessel kod. uzun süreli bellekte ise anlamsal kod önemlidir. İkinci olarak, kışa süreli belleğin depolama kapasitesi 7 ± 2 kuralıyla ifade edilebil-

BELLEK

193

dlgl halde, uzun süreli belleğin kapasitesi sınırsızdır. Oçûncû olarak, kısa sü­ reli bellekten ara-bul-gerlye getir hemen heme^ hatasız olduğu halde, uzun süreli bellekten ara-bul-geıiye getir işlemi hata yapmaya son derece eğilimli­ dir. Yukarıdaki deneysel gözlemler, iki tür bellek arasında kodlama, depola­ ma ve €u*a-bul-gerlye getir işlemi âşahıalanndâ, öhenill farklılıklar bldtığuıiü gösterir; Klinik gözlemler de, iki tür belleğin varlığını destekler sonu^İar Vermiştir. Başlarına büyük bir darbe yiyen HiŞİlcrin ba7.ılaıı retrogipad anmezl len tülden bir beUek semptpmu gösterirler, k etr^ ra d arm^ dönük bellek boşlugu/retrögrade amnesia) darbe olayından hemen önce oIşm biten hadiselerin hatırlanamamasına verilen addır. Bu kişiler, kazanın nasıl oldu­ ğunu hatırlayamazlar ama, daha önce belleklerinde bulunan bilgi ve hatıralan yerli yerindedir. Bu durum şöyle açıklanır: Kaza bireyin kısa süreli belleği­ ni etkilemiş ve hemen kazadan önce olan hadiseler, kazanm şokuyla silinmiş­ tir. Hayvanlar üzerinde yapılan denemeler bu yorumu destekleyici yöndedir. Yeni bir davranışı öğrenen hayvana, öğrenmenin yer almasmdan sonraki de­ ğişik sûrelerde elektrik şoku verilmiş, şokun verilme zamanıyla, hayvanili ye­ ni öğrendiği davranışı hatırlaması arasındaki ilişki gözlenmiştir. Yeni öğreni­ len davranış, veya bilgi, kısa süreli bellekte 30 saniye kadar kalır ve sonra uzun süreli belleğe aktanlır. Şok. İlk 30 saniyesi İçinde verilirse, öğrenilen davranışın uzun süreli belleğe geçme fırsatı olmaz ve hayvan yeni öğrendiği davranışı uzun süreli belleğinde kodlayamaz. Şok öğrenmeden 30 saniye son­ ra verilirse, hayvan öğrendiği davranışı uzun süreli belleğine kodlayabilir.

" ■:■

‘ :' ’■'.i

w .•

'v • :

Resim 5.6 Retrograd amnezi başa gelen darbelerden ortaya çıkar. Darbenin şiddetine göre, am­ nezi birf(âç dakikadan, birkaç güne, haftalara, hatta aylara kadar değişebilir. Resimdeki at binici­ si. kazadan önce olanları hiç hatırlayamam ıştır. İD 13

194

İNSAN VE DAVRANIŞI

Klinik gözlemlerden gelen diğer bir kanıt de. beyin amellyaUannı İlgilen­ dirir. Epileptik (sara) nöbetleri sık ve kuvvetli tekrar eden bazı hastaların temporal loplardaki hlpokampuslan beyin ameliyatıyla çıkartılır. Kasta ame­ liyattan sonra eski bildiklerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmez, fakat yeni bilgileri öğrenemez, ûmegln, ameliyat geçiren biri, eski evinin adresini ve eve nasıl gidileceğini gayet iyi hatırlayabildiği halde, ameliyattan sonra taşındığı ve bir senedir oturduğu yeni evinin adresini ve yolunu hâlâ bilemez. Besbelli ki hipokampus kısa süreli bellekle ilgili bir beyin bölgesidir ve bu bölgenin çı­ kartılması kısa süreli bellek işlevlerini ortadan kaldırmaktadır. Deneysel ve kliniksel gözlemler, iki tür bellek olduğunu destekler. Şimdi de iki tûr belleğin birbirleriyle nasıl bir ilişkisi olduğunu görelim. İkili Bellek Kuramı Yukarıda da gördüğümüz gibi, kısa ve uzun sûreU iki bellek hipotezi de­ neysel ve klinik gözlemlerce desteklenmektedir. Fakat bu görüş psikolojideki tek görüş biçimi değildir. Diğer yaklaşım biçimlerinden ayırt edebilmek için, şimdiye kadar incelediğimiz kısa ve uzun süreli belleğin varlığım kabul eden yaklaşıma ‘ İkili bellek kuramı" adı verilir. İkili bellek kuramını savunan psi­ kologlar. öğrenilen bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktanmın temelinde tekrar etme olayını görürler. Aşağıdaki araştırma sonuçlan bu gö­ rüşü destekler. Bir deneğe, kırk kadar gelişigüzel kelimeden oluşan bir kelime dizisi ve­ rilse ve sonra ondan, aklında kalanlan hiçbir sıra düşünmeden söylemesi is­ tense, en çok listenin sonunda yer alan kelimeleri hatırlayabildiği görülür. İkinci en iyi hatırlanan, listenin başındaki kelimelerdir (Şekil 5.5). İkili bel­ lek kuramma inanan psikologlar bunu şöyle açıklan Listenin sonundaki ke­ limeler henüz daha kısa süreli bellekte olduğu için halen tekrar edilmektedir ve kaybolmamıştır; bu nedenle onlar en iyi hatırlanırlar. Listenin başındaki kelimeler verilmeye başlandığında kısa süreli bellekte başka kelime yoktur ve ilk kelimeleri bir süre tekrar etmek olanağı vardır. Daha sonra kelimeler çoğalmca, tekrar etme olanağı kalmaz, bu nedenle listenin ortalanndaki keli­ meler en az hatırlanır. Ezberlenecek kelime listesinden hemen sonra deneklere zihinsel aritme­ tik problemleri verelim ve böylece onlann listedeki son kelimeleri tekrar et­ melerini önleyelim. Yukarıdaki açıklama tarzı doğruysa, listenin sonundaki kelimelerin hatırlanma oranında bir düşme olacaktır. Gerçekten de deneyler. Şekil 5.5 B’de gösterildiği gibi, beklenen sonuçlan vermiştir. Listedeki kelimelerin deneğe veriliş hızının da kelimelerin hatırlanma oranını etkilemesi gerekir. Kelimeler ya saniyede bir, ya da iki saniyede bir deheğe gösterilebilir. Saniyede bir verildiğinde kısa süreli bellekte pek tekrar zamanı olmaz ve bu nedenle, hatırlama oranı, iki saniyede bir kelime veril­ mesine oranla daha düşük olur. Şekil 5.5 C'de gösterildiği gibi, gerçekten de deney sonuçlan bu beklentiyi doğrulamışbr. Şekilde görebileceğiniz gibi, lis­ tedeki son kelimelerin hatırlanması yönünden saniyede bir veya İki saniyede bir verme pek farklılık yaratmamıştır; çünkü listedeki son kelimeler, kelime­ lerin deneğe veriliş hızlan ne olursa olsun, kendilerinden sonra fazla kelime

195

BELLEK

gelmedl|lnden tekrar edilme olanağı bulur­ lar. Daha dnce tartıştığımız deneysel ve kli­ nik sonuçlara, şimdi sdzOnû ettiğimiz göz­ lemler de eklenince. İkili bellek kurammın geçerliliğini kabul etmek zorunda kalırız. Ne var kl. bilim adamları belirli bir görüşü ya da kuramı kolay kolay kabul etmezler; sürekli yeni açıklama tarzlannm. yeni yaklaşımla­ rın peşinde koşarlar. Bellek kuramında da durum böyle olmuştur.

U zun-süeli benek

B

İkili bellek kuramma itiraz eden psiko­ loglar. bu kuramın açıklayamadığı bazı olaylara İşaret ederler. Nedir bu olaylar? Her şeyden önce mekanik tekrarın belleme­ yi kolaylaştırmadığı deneylerle saptanmış­ tır. Tekrann etkili olabilmesi için anlamlı bir biçimde ve İstekle yapılması gerekir (Cralk ve Watkins, 1973). Bu psikologlar, tekrann basit bir süreç olmayıp, değişik gö­ rünümleri olan karmaşık bir olay olduğunu göstermişlerdir. İkinci olarak, ikili bellek yaklaşımı, bir­ den çok ara-bul-geriye getir ipucu kullanıl­ dığında hatırlâmanm niçin koiaylaştıgmı açıklayamaz. Daha önce gördüğümüz gibi, birey kodlama sırasında aynı bilgiyi çevre­ deki veya daha önce sahip olduğu bilgilerle İlgili değişik ipuçlanyla ilişki haline getirir­ se. o bilginin hatırlanması kolay olur. Bu gözlemleri yapan psikologlar. İkili bellek kavramına, öğrenilecek bilginin kod­ lanma sürecinin derinliğini ifade eden yeni bir kavramın eklenmesi gerektiğini savu­ nurlar. Hatta bazıları, ikili bellek değil, farklı derinlik düzeylerinden oluşan bir tek bellek yeteneğinden söz edilmesini isterler (Cralk. 1979). Onlara göre, üzerinde ısrarla durulan ve birçok ara-bul-geriye getir İpuçlarıyla ilişki haline getirilen bilgi, daha de­ rin düzeylerde işlemlendiğinden daha çok hatırda kalır. Yüzeysel işlemden geçen diğer bilgi İse. bellekte pek yer etmez. Bu ilginç kuram psikolojide henüz tam ağırlığını ortaya koyamamıştır. Günümüzde

Hesaplama olmadan Hesaplama yaptıktan sonra

2 saniyelik gösterme hızı •1saniyelik gOstennehıu

1

10

20

30

40

Kelfanenin üstedeki yed

Şekil 5.5 Serbest çağrışım deneyle­ rinde gözlenen eğriler, üstedeki yeri­ ne göre bir birimin hatırlanması olası­ lığı değişir. En yüksek olasılığı (ihti­ mali) listedeki son birimler, ondan sonraki ikinci en yüksek olasılığı liste­ nin başındaki birimler, en düşük olası­ lığı ise listenin ortalarında yer alan bi­ rimler gösterir. (A) Listedeki son bir­ kaç birimin hatırlanması kısa süreli bellekle gerçekleştirilir. Diğer birimler uzun süreli bellek kullanılarak hatırla­ nır. (B) Listeyi öğrenmeyle hatırlama arasındaki süre içinde deneklere bir zihin aritmetiği görevi verilirse, yalnız­ ca kısa süreli belleğin sonuçlan etki­ lenmektedir. (C ) Listedeki birimlerin daha yayaş gösterilmesi, uzun-süreli belleğe dayalı hatırlamanın daha iyi sonuçlar vermesine yol açar.

196

İNSAN VE DAVRANIŞI

psikologlann bûyûk bir çoğunluğu İkili bellek kuramını temel kabul ederek kitap yazar ve araştırma yapar.

6. YAPILANDIRICI BELLEK Şimdiye kadar basit kelime dizileriyle ve derse çalışma gibi daha karma­ şık düzeyde bellekten söz ettik. Günlük yaşamda karşılaştığımız olaylar ve bilgiler değişik karmaşıklıkta ve yapıdadır. Öğrenilecek bilginin ya da olayın karmaşıklık derecesi arttıkça belleğin bir başka özelliği kendini belirtmeye başlar. Bellek pasif bir depolama yeri olarak hareket etmez, aktif bir biçimde gelen bilgileri yapılaşünr, eklemeler ve çıkarmalar yapar, boşlukları “uygun bir biçimde“ doldurur. Belleğin bu yönüne yapılandınct (construclive) özellik adı verilir. Yapılandincilik, belirli bir kültürde yetişmiş olmamızdan ileri gelir. Belirli bir kültürde yetişmiş olmak demek dünyaya, olaylara, bireylerin davranışlanna bakış tarzı ve anlam verme bakımından belli bir görüşü, belli bir düzeni, toplumun diğer üyeleriyle paylaşmak demektir. Kültür, paylaşılan değerler ve algılama tarzıyla canlılığını bulur ve toplumda yaşar. Kültür, hangi durumda neyin nasıl yapıldığı takdirde “uygun" düşeceğini bize öğretir. Hangi durum­ larda hangi davranışlann daha olasılı olduğunu bize söyler. Farkında olma-; dan kültürün “uygunluk" ve “olasılık" düzenlemelerini günlük yaşamla ilgili algılarımızda sürekli kullanınz. Kültürün bu özelliği belleğin yapdandıncıltğı biçiminde kendini gösterir. Aşağıdaki türden bir.^tkileşimi okuduğunuzu farzedin; Mümtaz, elindeki şişeden bir yudum daha aldıktan sonra kansına. "Bıktım arük! Bu evde yemek hiç zamanında hazır olmayacak mı!" diye bağırdı. Karısı, kızgın biçimde mu^ağa girdi, ağlamamak için kendini zor tuttuğu belliydi. Bir sûre sonra size "Mümtaz karısıyla konuşurken sarhoş muydu?" diye sorulsa, bûyûk bir ihtimalle "E>et" cevabını verirsiniz. Niçin? Çünkü size ve­ rilen hikayede Mûmtaz'ın elindeki şişeden bir yudum daha aldığı söyleniyor. Evinde karısına kızgın bir İfadeyle konuşan Mûmtaz'ın elindeki şişenin İçki şişesi olduğunu ve bıi nedenle duygularım kontrol etmekte zorluk çektiğini düşünmeye başlamanız doğaldır. İçinde yaşadığımız kültür “İçki - kötü duygular - ailede uyumsuzluk ve kadar benzer olduğu dikkati çekmektedir.

123

M2

^^^•231

Şekil 8.2B. Siniıiilik/Kızgmlık boyutunda en yüksek değeri alan ctört yüz ifadesi. Eski değer alan yüz ifadeleri sinirli oimanm tam zıttını ifade etmektedir. Şekil 8.2C. Iç-kaynaklı/Oış-kaynaklı boyu­ tunda Amerikan. Japon ve Türk gruplarının yüz ifadelerini değerlendirmeleri. Ağız ve gözlerin bu boyutta en önemli rolü oynadıklanna dikkat edin.

1-59



(r i î ' ı)-H1

( © '^ '

272

İNSAN VE DAVRANIŞI

mezsek onlann gerçek duygulanın anlamamız zor olur. Türk öğrenci hocaya saygısını yere bakarak, Amerikalı öğrenci hocanm gözünün İçine bakarak ifa­ de eder. Bu nedenle, benim de yakından gözlediğim gibi. Amerika'da ders ve­ ren çoğu Türk İlk başlarda uyum zorluğu çekmişlerdir.

5. HEYECANIN SÖZSÜZ İFADESİ Gittikçe endüstrileşen toplumumuzda yazılı dil eski geleneksel toplumda olduğundan daha önem kazanmaya başlamış, okuyup-yazabilme modem toplumda birey İçin en gerekli becerilerden biri olmuştur. Şoförlük gibi ol­ dukça yaygm bir beceriyi kullanabilmek için sûrûcû ehltyetlne ve sürücü eh­ liyeti alabilmek için de en azından İlkokul diplomasına gerek vardır. Gelenek­ sel toplumda sözlü dil önemliydi, modem toplumda yazılr dil ön plana geç­ miştir. Bir Dil Olarak Sözsüz İfade Günlük yaşamımızdaki ilişkilerde en önemli görevi yazılı ve sözlü dil de­ ğil, duygu ve heyecanlanmızı ifade eden sözsüz iletişim jrüklenir. Yüz ifadele­ rimiz. bedenimizin duruşu, konuşma tarzımız, el-kol hareketlerimiz, sesimi­ zin tonu bir kimseye karşı nasıl duygular İçinde olduğumuzu İfade eder. Kadın-erkek İlişkilerinin kısıtlı olduğu geleneksel toplumlarda, dı^gulan "gö­ zün dili" ifade eder. Aşağıdaki gibi birçok şarkı bunu dile getirir ve "bakışın* önemini anlatır. Bir bakış bir bakışa neler neler anlatır B ir bakış bir bakışı saatlerce ağlatır Psikologlar, normal koşullar altında günlük İnsan ilişkilerinde, mesajm yüzde seksenbeşinin sözsüz iletişim aracılığıyla anlatıldıgmı s^lemektedir. Geriye kalan yüzde onbeşlik kısım sözle ifade edilir. Bu kadar önemli olan sözsüz iletişimin değişik türlerini kısaca gözden geçirelim. Oöz İlişkisi Göz ilişkisinin süresi sosyal etkileşimde önemli bir mesaj taşır. Bu mesaj kültürden kültüre ve her kültür İçinde bir sosyal ortamdan diğer bir sosyal ortama göre değişir. Örneğin Amerikan kültürü içinde, bir erkek bir kadınla göz ilişkisini biraz uzun tutarsa, o kadına yakınlık duyduğu ve bu yakınlığın temelinde büyük bir olasıhkla cinsel bir çekim olduğu düşünülür. Aynı kül­ tür içinde bir erkek diğer bir erkeğe bir süre bakınca aynı cinsel anlam anlaşıhr. Eşcinseller, diğer eşcinsellerle bu yolla tanışırlar. Türkiye’de bir erkeğin diğer bir erkeğe biraz daha uzun bakışı "merak", "acaba bu kim?" veya "daha önceden tanıyor muyum?" biçiminde yorumlanır. Eşcinsellik Amerika'daki gi­ bi toplumun her kurumuna yaygmlaşıp bir günlük olay haline gelmediği için, başka bir erkeğin bakışını cinsel yönden değerlendirmek akla gelmez. I Daha önce de söylediğimiz gibi, Amerikan toplumu içinde bir gencin baş­ ka bir kimseye saygı ve ilgi göstermesi, o gencin doğrudan diğer kimsenin gö-

HEYECAN

273

zûnûn İçine bakmasını gerektirir. Tûrkiye*de İse gens^ saygı dtydugu kimse­ nin yanmda yere bakarak saygı ve İlgisini bellrür. Benim görev yaptığım Amerikan üniversitesinde. Amerikana göçmen olarak gelmiş çok sayıda Viet­ namlI öğrenci, aynı Tûrkler gibi, profesörün yanında saygılarım yere bakarak İfade ettiklerinde, Amerikalı profesör çoğu kere öğrencinin yalan söylediğini ve utancından kendi yüzüne bakamadığmı düşünmüştür. Vietnam kültürün­ de saygı l ^ e s i olan yere bakma davıamşı. Amerikan kültüründe sahtekârlık İfâde eder. Hareket, Beden Dununu ve ^ -K o l Davranışlan Hareketlerimizle, bedenimizin pozisyonuyla, el-kol davranışlarımızla duy­ gularımızı bazen farkında olarak, bazen farkında olms^arak belirtiriz. Amerlkaya İlk geldiğimde, masanm üzerine ayaklarım koyarak kitap okuyan kız üniversite öğrencilerine hayret etmiştim. Bacaklarım açarak masanm üzerine serbestçe koymayı bir *hamm*dan hiç beklemiyordum. Aşağıdaki olayı, öğrenci olarak .İlk kez Amerika'ya geldiğimde yaşadım. "John adında başka bir Amerikalı doktora öğrencisine aym ofiste araştırma asistanı olarak çalışıyordum.. Saygı duyduğum. Amerika çapında ünlü psiko­ loji profesörü hocam bir gün ofisimize geldi. John masanm üstünde hiç yerin­ den kıpırdamadan hocaya "Merhaba" dedi, ben ise kendimi ayakta ceketimi düğmelerken buldum. John'un bu kadar kaba olabileceğine inanamorordum. Beni ayakta "hazırol" durumunda gören hoca, John'la konuşmak amac^la odaya girmiş olduğu ve ona doğru yöneldiği halde, benimle İlgilenmek zorunda kaldı, “Nasılsm? Evden ha­ ber alıyor musun?" gibi bazı nezaket ifade eden sözler söyledi. Ben soru­ larına büyük bir ciddiyet ve saygıyla cevap verince biraz tuhaf oldu, şa­ şırdı ve konuşma3Ti nasü bitireceğini bilemedi." Türkiye’den Amerikaya yeni git­ miş biri olarak "hocaya saygı göster­ me" davranışmı Türk kültüründe yapıldığı şekilde Amerikah profesöre gösterdim. Amerikalı profesör, böyle bir davramşm saygı gösterme oldu­ ğunu pek anlayamadı, çünkü benim yaptığım ayağa fırlama, hazırol du­ nuna geçme, ceketini düğmeleme gi­ bi davranışlar, ancak Amerikan or­ dusu İçinde eğitimde olan bir erin yapacağı türden davranışlardı. Üniversite ortamı içinde bir dok­ Reslm 8.3 Şimdi durumu öğrenmiş bulunuyor­ tora öğrencisinin böyle davranması sunuz; kadının yOzOnde daha önceki heyecan­ dan daha farklı bir heyecan görüyor musunuz? aşın bir davranıştı ve profesör beİD 18

274

İn s a n v e d a v r a n iş i

nim davranışımdan rahatsız olmuştu. John’ın davranışı ona daha doğal ve rahat geliyordu, öte yandan, ben Türkçe’deki profesörüme, John’m kendi profesörüne davrandığı gibi davranmış olsaydım, gayet iyi biliyorum ki, bilim­ sel yeteneklerim kuvvetli de olsa, başka bir bahaneyle, asistanlıktan atıhrdım. Sosyal etkileşim içinde olan kişiler, birbirlerini nasıl algıladıklarını sü­ rekli olarak sözsüz mesajlar aracüıgıyla belirtirler. Ne var kİ mesajlar, kültür­ den kültüre, bir sosyal ortamdan başka bir soyal ortama değişiklikler göste­ rir. Bir kimsenin yaşma, mevkiine, cinsiyetine göre ve içinde bulunduğumuz sosyal ortama uygun olarak beden, el-kol hareketlerimiz değişir. Sözsüz me­ sajlar, o sosyal durum içinde o kişiyle nasıl bir ilişki kurmak istediğimizi be­ lirtir (Mehrablan. 1971). Kişisel Mekân Eklward T. Hail (1966) her kültürün insan ilişkilerini dûzenl^en sessiz bir dü (silent language) olduğunu söyler. Bu diUn bir parçası olarak, insanlar birbirleriyle etkileşirken aralarındaki uzaklığı, kişisel mekânı sürekli ayarlar­ lar. Yakın hissettiğimiz kimseye bize daha yakına gelme fırsatı tanırız, ancak yabancı birini uzakta tutanz. Hail, dört tür kişisel mekân tanımlar: (1) içli-dışU uzaklık: Bu uzaklık birbirlerini yakın hisseden ve içll-dışlı olan kimseler için kullanılabilir. HaU, Amerikan kültürü için bu uzaklığın 0 ile 45 santim arasında değişebileceğini ifade eder. (2) Kişisel uzaklık : Günlük normal koşullar altmda diğer İnsanlarla iliş­ ki içindeyken kullanılan uzaklık. Hail. Amerikan kültürü için bu uzakhğm 45 ile 1 2 0 santim arasında değişebileceğini söyler. (3) Sosyal uzaklık : Bir toplum İçinde bulunulduğunu size hatırlatan ve başkalannm farkında olmanızı gerektiren uzaklık. Bu uzaklık içinde bu kim-

Resim 8. 4 Bu kişilerin birbirlerini ne kadar yakın hissettiklerini anlamakta zorluk çeki­ yor musunuz?

Resim 8.5 BOyük için rahat olan kişisel uzaklık, bebek için tehc£t edici olabilir.

HEYECAN

2 75

selere “merhaba" demek geregl duyulur. Bu uzaklık 120 İle 350 santim ara­ sında değişir.

(4) Herkesin bulunabileceği uzaklık: 3.5 metre İle 9-10 metre arasında değişen bir uzaklık içindeki kimselerin farkında olunur ama. onlarla herhan­ gi bir ilişki kurmak gereği duyulmaz, ne onlar size, ne de siz onlara “merha­ ba" demek gereğini duyarsmız. Yukanda verilen uzaklıklar Amerikan kûltûrû için verilmiştir. Kültürden kültüre bu uzakhklann değiştiği gözlenmiştir, iki örnek vererek kişisel mekâm ilgilendiren uzaklıklann önemini belirtelim. İlk örnek aynı kültürden olan kimseler arasında, ikinci örnek İse. farklı kültürlerden olan kimseler arasmda yer alır. örnek 1. On kişilik kapasitesi olan bir asansöre biniyorsunuz ve gerçek­ ten de on kişi asansöre giriyor. Bu sıkışık asansörde hiç tanımadığmız kimse­ lerle yüzyüzesiniz. Birbirinizin soluk ahş verişini duyuyorsunuz ve normal koşuUar altında bedeninizin başkalanna dokunması ayıp olan kısımlaıi. hiç tanımadığınız karşıt cinsten kimselere dokunuyor. Bu ortam hangi kültür içinde olursa olsun, son derece gerginlik yaratan bir durumdur. Böyle bir du­ rumda kendimizi bulduğumuzda, gerginliği azaltmak için geneUikle göz İlişki­ sinden kaçmınz ve elimizden geldiğince beden ilişkisini azaltarak sürekli ta­ vana bakarız. Örnek 2. A kültüründen olan kimse. Hall’ın yukanda verdiği uzaklıklara göre mekân ilişkilerini ayarlamaya alışmış biri olsun. B kültüründen olan di­ ğer kimse ise. daha 3rakın mesafelerde ilişkileri kurmaya alışmış biri. A ve B belli bir ortamda birbirleriyle etkileşimde bulunmaya başlaymca, her İkisi de büyük rahatsızlık duyar. A başka kültürden olan Byi saldırgan, adabmı ve sınınnı pek bilmeyen bir kimse olarak algılar. B ise A'yı, soğuk, kendini be­ ğenmiş ve umursamaz bulur. Kaynağının ne olduğunu bilemedikleri halde, birbirleri hakkındaki olumsuz güçlü izlenimler geliştirirler. İki Anlamlı Mesajlar Sözlü ve sözsüz mesajlar aynı iletişim etkileşimi İçinde kullanılarak iki anlamlı mesajlar (double-edged messages) oluşturulur, örneğin ses tonunu öyle ayarlayabiliriz kİ. sözlü olarak İfade ettiğimizin tam aksini beUümlş olu­ ruz. “Benim oğlum tertipli biridirf" diyen anne, bu sözü farklı ses tonunda söyleyerek, oğlunun son derece dağınık bir kimse olduğunu İfade edebilir. Bu tür İletişime büyüklerimiz istihza, veya hiciv adını vermişlerdir. Dikkat etmemiz gereken nokta, bir etkileşimde hem sözlü hem de sözsüz mesajlar verildiğinde, sözsüz mesajın her zaman daha ağırlıklı olduğudur. Bir başka deyişle, sözsüz mesaj, sözlü mesajın nasıl yorumlanacağını belirler. Bir kimse, “Ah bugün çok mutluyuml“ ifadesini, olumsuz bir duyguyu belirten ses tonu ve yüz İfadesiyle yapmışsa, sözlü ifadesi, o olumsuz yönde yorumla­ nır. Sosyal ortamda yer alan İnsan İlişkileriyle İlgili olarak şu genellemeyi ya­ pabiliriz: Birbirleriyle etkileşim halinde buluneın kişiler, her yerde ve her za­ man, hiç farkında olmadan, sözsüz mesajlara, sözlü mesajlardan, daha ağır­ lık verirler. Belki de bu insanın biyolojik evrimiyle ilgili bir yönüdür.

276

ÎNSAN VE DAVRANIŞI

Dil, insan gelişiminde sonradan ortaya çıkmış bir iletişim aracıdir. İnsan­ lar. aynı hayvanlar gibi, uzun bir sûre yaşamlarmm devammı, sözsüz iletişi­ me dayanarak gerçekleştirmişlerdir. Bu biyolojik alışkanlık halen etkisini sürdürmektedir. Mehrabiaiı ve Weiner (1967) yûz ifadeleri, ses tonu ve sözlü içerik olmak üzere ûç tûr mesaj tanımlamışlar ve mesaj türlerinden hangisinin kişiler arasmdaki iletişimde daha etkin olduğunu bulmak istemişlerdir. Sözlü içerik ancak yüzde on gibi kûçûk bir rol oynamış, buna karşıhk en çok yûz ifadesi etkin bulunmuş ve onu iaes tonu izlemiştir. Daha sonra başka araştırmacılar (Ekman, Friesen. O'Sullivan ve Scherer, 1980; Hall, 1980) bu genellemenin basit olduğunu, içinde bulunulan ortama, konuşulan konuya ve birbirleriyle etkileşimde bulunan bireylerin özelliklerine göre, yûz İfadesine, ses tonuna ve sözlü içeriğe verilen önemin değişebileceğini savunmuşlardır. İki anlamlı mesajlar bir aile ortamında sık sık kullanılırsa, çocuklann ye­ tişmesinde bir etki yaratabilir mi? Konuyla ilgilenen araştırmacılar, çocuk­ luk şizofrenisi gösteren hastaların ailelerini incelemişler ve bu ailelerde, diğer ailelere göre daha fazla İki anlamlı mesajlar kullanıldığmı gözlemişlerdi (Helm, Fromme, Murphy, & Scott. 1976). Çocuk sevildiğini ya da reddedildi­ ğini anlayamaz, ağız bir mesaj verirken, beden ayn bir mesaj verir. Çocuğun ailesiyle ilişkisinde nerede olduğunu anlayamadığı "ortada kalış” hali, çocuklanna sürekli olarak kötü davranan ana-babalann etkisinden daha da kötddûr. Çocuklarını döven ana-babalann çocuklannda. farklı uyum ve kişilik bozukluklan gözlenmiş, fakat yüksek şizofreni oranına rastlahmamıştır. Bu konuyu şu gözlemi tekrar ederek noktalayalım: Sözsüz iletişim, duy­ gu ve heyecanlarm İfadesinde, sözden daha etkindir ve insanlar arasındaki etkileşimde önemli bir rol oynar.

6. KAYGI Şimdiye kadar heyecanlann önemini, fizyolojisini, heyecanlarm tanımlannı, heyecan kuıamlarmı ve heyecan ifadelerini gördük. Şimdi, sık sık yaşa­ dığımız ve yaşamımızı sürekli etkileyen heyecanlardan biri olan kaygi)n göz­ den geçireceğiz. Daha sonra 9. Bölüm'de. kaygmm günlük yaşamımızda bizi nasıl etkilediğinden daha aynntılı olarak söz edeceğiz. K ay^ Nedir? Kendinizi Fatih'in yerine koyun! İlk defa evden ayrılıp kendi başınıza yaşayacaksmız. ilk defa büyük bir şehre gidiyorsunuz. İlk defa bir üniversite ortammda olacaksmız. Bu durumda. Fatih'in duyduğu heyecanlardan biri, doğal olarak, kaygıdır (anxiety). Diğer heyecanlarm tanımmda olduğu gibi, kaygının da tanımım yapmak zordur. Fakat, kaygmm ne olduğu konusunda hiçbirimizin şüphesi yoktur. Kaygı* aşağıdaki şu heyecanların birini veya çoğunu İçerebilin ÖzûntU sıkın­ tı. korku, başanstzbk duygusu, acizlik, somıcu bilememe ve yargdanma.

277

HEYECAN

Bazı psikologlar korkuyla kaygı ata­ sında ûç önemli fark bulunduğunu s i l e r ­ le r (1) Kaynak: ‘Ben andan korkanmi" örneğinde olduğu glbU korkunun kaynağani :biliriz, ancak kâygınin kaynağı belirsiz­ din (2) şiddet* Korku kaygıdan daha şid­ detlidir (3) sûre: Korku daha kısa süreli­ dir, kaygı ise uzun sûre devam eder. Korku ve kaygı arasmdaki benzerlikle­ re dayanarak pslkolo^ar. koiku sırasmda ortaya çıkan ilzyolojik oluşumlann, kaygı anmda da gözlenebileceğini ileri sürmüş­ lerdir. İddia deneysel gözlemlerle destek­ lenmiştir. Bu nedenle, psikologlar kalp atı­ şı. kan basıncı, kanm klm3rasal yapısı, Galvanik Deri Tepkisi, nefes ahş. nefes ve­ riş oranı gibi değişik filo lo jik belirtileri kaygı ölçmede kuUanırlar.

g. g ğı makyajla abartır.

iiadesini yapu-

Kaygının Nedenleri Heyecanlann nedenlerini* bireyin çevresini algılayış tarzından ayırmak olanaksızdır. Belirli bir ortam içinde kendisini güven altında ve huzurlu his­ seden bireyde korku, ya da kaygı olmaz. Diğer yandan aynı çevredeki başka biri, çevreyi tehlikeli bulabilir ve bu algılamayla İlgili h^ecanlan yaşayabilir. Hangi sosyal ortamın nasıl algUanacagmı içinde yetiştiğimiz kültür bize öğre­ tir. Bu nedenle, hangi ortamın hangi tûr kayg( 3raratacağı bir kültürden diğe­ rine farklı olabilir. Ancak, bütün toplumlar için geçerli bazı genellemeler yap­ mak olanağı vardır. Bu genellemeler, kaygı duygusunun ortaya çıkmasma yol açan ortamlardaki bazı ortak yönleri belirtir. (1) Desteğin çekilm est Fatih'in annesi, babası, kardeşi Hatice, evdeki odası, çalışma masası, komşulan, arkadaştan, evdeki köpek, kedi onun yaşammm bir parçasıyken. birdenbire kendisini yabancı bir şehirde, yabancı bir evde, aile, akraba, arkadaş ve tanıdıklannm hepsinden uzakta bulur. Ye­ ni çevrpsinde şimdiye kadar alışagelmiş olduğu “destekler" yoktur. Alışılagel­ miş çevrenin ortadan kalktığı böyle durumlarda insanlar kaygı duyar. (2) Olumsuz bir sonucu beklemek: Pek hazırlanmadan sınava girme, traflk cezasınm belirleneceği traAk mahkemesinde duruşmayı bekleme gibi olumsuz sonuçlann ortaya çıkacağı durumlarda kaygı duyarız. (3) îç çelişk i: İnandığımız ve önem verdiğimiz bir Akirle, yaptığımız dav­ ranış arasmda bir çelişki ortaya çıktığı zaman kaygı türünden bir gerginlik dıiyanz. Daha önce güdülerle AglU olarak belirttiğimiz gibi, bilişsel çelişki önemli bir güdü ve heyecan kaynağıdır. Çelişkiyi giderecek bir çözüm yolu ararız: çözüm yoluna ulaşıncaya kadar bir derece kaygı duyarız, örneğin, nükleer silahlann insanhgı yok edecek güçte tehlikeli bir gelişme içinde oldu­ ğuna inanan birey, bu silahlann geliştirildiği bir laboratuvarda çakışmak zo­ runda kalırsa, kendisini sürekli bir gerginlik ve kaygı İçinde bulur.

278

İNSAN VE DAVRANIŞI

(4) Belirsizlik : Gelecekte ne olacağını bilememek insanlar İçin en belli başh kaygı nedenlerinden biridir. İlerde olumsuz türden olaylaıın olacağını bilmek, ne olacağını hiç bilmemeye yeğlenir. Tarih içinde insanoğlunu düşünmeye ve keşfet­ m e İten nedenlerden biri belirsiz­ liği kaldumak gûdûsû olmuştur. İn­ sanoğlunun belirsizliği ortadan kal­ dırmak İçin sosyal kurumlan ve kûltûrû, bilim ve teknolojiyi yarattı­ ğı söylenebilir. Belirsizliğin kaygı yarattığını Şekil 8.3 Yanda anlatılan deneyden beklenen şöyle basit bir deneyle gözleyebilirsi­ bulgu. Sonuç belirsizleştikçe fizyolojik belirtile­ niz. tlç grup denek alın ve ortamı riyle ölçOlen kaygıda bir artma gözlenmektedir. onlann Galvanik Deri Tepkisini Öl­ çebilecek şekilde hazırlayın (Galva­ nik Deri Tepkisi bir kaygı göstergesi olarak kullanılır.) İlk gruba 15'e kadar saydıktan sonra hafif şiddette, ikinci gruba orta şid­ dette bir şok verileceğini söyleyin ve örnek şoku gruptaki deneklere uygulaym. Üçüncü gruba hiçbir şey söylemeyin ve Örnek şok vermeyin. Saymaya başlayın 15'e yaklaştığınızda en çok kaygıyı hangi grup gösterir? Evet, üçün­ cü grup en yüksek Galvanik Deri Tepkisi göstereceklir. Kaygı Tararb Olabilir ini? Kaygının yararlı veya zararlı olduğunu anlayabilmek İçin iki faktörü bil­ memiz gerekin ( 1 ) Kaygının derecesi ve (2 ) başarmayı amaçladığımız görevin zorluk düzeyi. Kaygının şiddeti ve bizim başarmak istediğimiz görevin zorluk derecesi, kaygının yararlı ya da zararlı olduğunu belirler. Zor bir fizik proble­ mini anlayarak çözümleme gibi, oldukça karmaşık bilişsel İşlemleri İçeren bir görevi başarma durumunda, kavgmm zararlı olduğu gözlenmiştir, öte yan­ dan, belirli nesneleri önceden beİlrlenmiş gruplara seçtirme gibi, basit bir İş­ lemi gerektiren durumlarda orta derecedeki kaygı, göreve daha erken başla­ mada ve daha erken bitirmede yararlı bulunmuştur. 9. Bölüm'de kaygmın öğrenmeyle ilişkisini tartışacağız. Günlük yaşamı­ mızda kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan kaygılarla başaçıkabilme yollanna da aym bölümde değineceğiz. Şimdi, engellenme olarak adlandırdığımız baş­ ka bir heyecanı ele alalım.

7. ENGELLENME Gece geç saatlere kadar derse çalışarak bugünkü sınava hazırlandınız. Geç yattığmızdan dolayı sizinle aynı odada kalan arkadaşmızın sabah kalkı­ şını ve evden çıkışını duymadınız. Çalar saati kurduğunuzu zannediyordu­ nuz. fakat kurmayı unutmuşsunuz.

HEYECAN

279

Uyanınca geç kaldığınızı anlıyor ve kahvaltı yapmadan kitaplan alıp, oto­ büs durağma koşuyorsunuz. Fakülte önünden geçen otobüs siz gelmeden bir dakika önce duraktan kalkmış, uzaklaşan otobüsün ancak arkasmı görC^orsunuz. Sınava geç kalmamak için dolmuş durağına gidiyorsunuz, sizden önce gelenler uzun bir kuyruk oluşturmuşlar. Beklemeye başlıyorsunuz. Pek sık dolmuş gelmtyor. Sınava yarım saat kala dolmuşla okula yetlşemeyeceğinlzi anlıyor ve koşarak bir taksi durağma gidiyorsunuz. Taksi sizin zannettiğinizden daha ağır gidiyor, çünkü o saatte yoğun bir şehir trafiği var. Fakülteye yaklaştığınız zaman başka bir araba yandan sizin taksiye çarpıyor. Şoför “Ulan hayvan kör müsün?" diye dışan çıkarken, siz telaşla saatinize bakıyorsunuz. Sınavm başlamasına 8 dakika var. Şoförün eline taksimetrenin yazdığı parayı tutuşturup, koşarak fakülteye geliyorsunuz. Sınıfa son giren öğrenci sîzsiniz, nefes nefesesiniz ve çalıştıklannızı unutmuş olmaktan korkuyorsunuz. Profesör sınav sorulannı dağıtır­ ken. yanınıza kalem almadığınızı farkediyorsunuz. Bitkin bir halde başınm elleriniz arasına alıp bir süre o durumda kaldıktan sonra, yakınınızda oturan bir başka öğrenciden fazla kalemi varsa size ödünç verip veremeyeceğini so­ ruyorsunuz. Engellenmenin Tanımı ve Bazı örnekler Yukandaki öğrencinin duygulan engellenme duygusuna bir örnek oluş­ turur. Elde etmek istediğimiz bir nesneye, ulaşmak İstediğimiz belirli bir amaca varmamız, veya bir gereksinmemizin giderilmesi önlendiği zaman orta­ ya çıkan olumsuz duygu}^ engellenme (frustration) adı verilir. Bazı psikolog­ lar engellenme kavramını bir davranış olayı, başka bir deyişle bireyin İstediği bir amaca ulaşmasmın engellenmesi anlamında kullanırlar. Bazı psikologlar İse bu kavramla, engellenme sonucu bireyin İçinde oluşan duygu ve heyecanı belirtirler. Biz İkinci anlamda. )ranl bir duygu ve heyecan belirten bir kavram olarak engellenme terimini kullanacağız. Kaygı ve engellenme çoğu kez bir arada olabilir. Kaygı daha çok geleceğe dönük, bir durumun veya davranışın ortaya çıkaracağı sonuçla ilgilidir ve bi­ reyin kendisini muhtemel olumsuz bir durumdan korumasına yöneliktir. En­ gellenme, kızgınlık ve saldırganlık duygularının ağır bastığı bir süreçtir. Yukanda anlattığımız smava gecikme durumunda olan öğrenci, büyük bir olası­ lıkla hem kaygı, hem de engellenme duyar. Ancak İki duygu birbirinden farklıdır. Sınavda başanlı olup olmayacağını düşünerek kaygılanan öğrenci, kendisini U3randırmadığı için arkadaşma, ça­ lar saati kurmadığı ve yanına kalem almadığı için de kendisine kızar. Kızgın­ lık duygusu mantıklı olmak zorunda değildir ve kendisine kasıtlı olarak her­ hangi bir kötülük yapmayan kişilere, hatta durumlara dahi uygulanır, örne­ ğin. smava geciken öğrenci otobüsün bir İki dakika beklememesine, dolmuş durağındaki kuyruğun uzunluğuna, kaza yapan arabanın şoförüne kızabilir. Böyle durumlarda hem kaygı, hem de engellenme beraberce hissedilebllir. Engellenmeye bireyler değişik tepkilerde bulunurlar. Bazı kimseler sal­ dırgan olurken, bazıları içlerine kapanabilir: bazılan kendisini karamsarlığa

280

İNSAN VE DAVRANIŞI

bırakır, bazılarıysa “battı balık yan gider" anlayışıyla hiçbir şeye önem verme­ yebilirler. Her davranışın kendine özgü sonuçlan vardır. Engellenmeyle nasıl başaçıkılacagım sonraki bölümde daha aynnüh olarak inceleyeceğiz. Şimdi engellenmeyi ortaya çıkaran ûç temel nedeni gözden geçirelim. Bunlar: (ij Gecikme, (2) önleme ve (3) çatışma olarak ûç grup içinde toplanabilir. Gecikme Engellenmesi Engellenme duygusunun temelinde bulunduğumuz ortamda neyin ne za­ man olacağına dair beklentilerimiz önemli bir rol oynar. Çoğu zaman bu bek­ lentilerin farkmda değUlzdir. Öngörülen sûre içinde beklediğimiz olay olmaz­ sa engellenme duygusuna kapılırız, örneğin, oğullarına kız İstemeye giden ana-baba, “Allah'ın emri, peygamberin kavliyle, sizin kızı bizim oğlana istiyo­ ruz“ dedikten sonra, kız ailesi. “Biz bir düşünelim, taşmalım. size cevabımızı daha sonra bildiririz“ demiş olsun. Farzedelim ki. erkek ailesinin beklentisi bir hafta, ya da en geç iki hq/ta içfnde cevabı almak, kız ailesinin beklentisi ise. kızın bûtûn akraba ve büyüklerine danıştıktan sonra bir iki ay içinde er­ kek tarafına cevap vermek. Bu gecikmeden dolayı erkek tarafı engellenme hisseder ve büyük bir olasılıkla, istenmediklerini dûşûnûr. Başka bir örnek, bir grup arkadaşın otobüsle bir gezi yapmasından veri­ lebilir. Diyelim ki, gezide otobüsün sabah “erken” hareket etmesine, yolda ba­ zı turistik yerlerde mola vermesine ve amaçlanan şehre akşam saat 6 ’da var­ masına karar veriliyor. Gezi grubundaki kişilerden biri o sabah geç uyanmış ve otobüse 45 dakika geç gelmiştir. Geç kalan beklendiği için yolda verilecek bazı turistik molalar İptal etmek zorunda kalınıyor. Geç kalan kimseyi bekler­ ken hissedilen duygu engellenmedir. Önleyici* Engellenmesi Bir amaca ulaşmayı önleyen, engel olan nedenler şu ûç grupta toplanabi­ lir. (1) Nesnel önleyiciler (obstacles) veya olaylar. (2) sosyal ve yasal önleyici­ ler (3) kişiden kaynaklanan önleyiciler. (4) çatışma.

(1) Nesnel önleyiciler ya da ola yla r: Evinize girmek istiyorsunuz, ne var ki evin anahtarım dairede unuttuğunuzdan kapi3n açamıyorsunuz. Sevdiğiniz kimse başka bir şehirde oturuyor, onu her görmek istediğinizde 8 saatlik oto­ büs yolculuğu yapmak zorundasınız. Yeni aldığınız eve taşınmak için hazırla­ nırken ev yanıyor ve yeni evinizde oturamıyorsunuz. Yukarıda anlatılan en­ gellenme duygularının temelinde kapı, uzaklık ve yangın gibi fiziksel nesne ve olaylar yer alır.

(*)

Burada ’önleyici* kelimesini İngilizce ’obstacle’ kelimesinin karşılığı olarak kullanı­ yorum. ‘Obstacle* kelimesinin Türkçe karşılığı ’engel’. Osmanlıca karşılığı ’mânla’dır. ’Mânla* kelimesini eski olduğu için kullanmıyorum. Öbür yandan ‘engel’ keli­ mesini kullanırsam ‘engel engellenmesi’ gibi tuhaf bir söylejriş ortaya çıkıyor. Bu nedenle, b ir dcujraruşın y a p û m a sıru n ö n le n m e s i s o n u c u o rta y a ç ık a n e n g e lle n m e a n ­ la m ın d a, ’önleyici engellenmesi* deyimini kullanıyorum.

HEYECAN

281

Jc" ■

i

^

! ı :': '■*



Resim 8.7 Soldaki iki resimde görülen çocuk, psikoloji laboratuvarında kendisini oyuncaklar­ dan ayıran engeli (önleyiciyi) aşmaya çalışmış, başaramayınca ağlamaya başlamıştır. Sağ iki resimdeki çocuk ise. durumun imkansızlığını anlayarak, hiçbir denemeye girişmeden hemen ağlamaya başlamıştır. (2) Sosyal ve yasal önleyiciler: Üniversitede tanıştığı yabancı uyruklu bir âşık olan genç, ana-baba ve bütün tanıdıklannın Itlraz^la karşılaşıyor. Köyde sevdiği genç fakir olduğu için, başlık parası karşılığı zengin bir ihtiyara ‘‘satılan* kız ve onunla evlenmek isteyen delikanlı, toplumun gelenekleri ve görenekleri içinde bir şey yapam^orlar. büyüklerin dediklerine boyun eğiyor­ lar. Kendi başlanna 3razlık evlerinde rahat sakin bir tatil yapmak isteyen bü­ yükbaba ve büyükanne, kızlannın ve oğuUannm kendileriyle kalmak isteme­ lerine “hayırr diyemiyorlar. Bu Örneklerde bir sosyal değer, gelenek, veya an­ layış engellenmenin temelinde yatar. (3) Kişiden kaynaklanan (personal) önleyiciler: Bazı engellenmeler ger­ çekçi olmayan beklentilerden doğar. Kısa boylu olduğu halde profesyonel basketbolcu olmak isteyen genç, kendini engellenme duygusuna kaptırır. İleri gelen müzisyenlerden biri olmak isteyen ‘ses tonuna sağır* genç, kendi yete­ neklerinin yetersizliğinden kaynaklanan engellenmeyi yaşar, önemli konular-, da karar vermeden önce, beklentilerin gerçekçi olup olmadığına bakılmazsa, engellenme duygusunu kaçmılmaz olur. Engellenme duygusunun önemli nedenlerinin biri de çatışmadır. Çatışma kendi başına önemli bir konu olduğu için, daha aynntılı bir biçimde başlı ba­ şına bir konu olarak ele almak daha yararlı olur.

6. Ç A T IŞ M A İnsanoğlu karmaşık bir yaratık olarak aynı anda birçok güdünün etkisi altında bulunur. Bazen güdüler birbiriyle çelişkiye düşerler. Yann sınav ol­ duğu için yoğun olarak derse çalışması gerektiğini bilen öğrenci, aynı zaman­ da arkadaşlarıyla sinemaya gitmeyi de ister. Ne var kİ, hem sinemaya gitme­

282

İNSAN VE DAVRANIŞI

yİ. hem de derse çalışmayı aynı anda gerçekleştirmesi olanaksızdır; İki istek birblıiyle çatışır. Çatışma, yukarıdaki örnekte belirtildiği gibi, iki ya da daha fazla güdünün aynı anda etkin olduğu durumlarda ortaya çıkar. Çatışmanın Tanımı ve Bazı örnekler Çatışma (confllct). birbiriyle uyuşmayan Üci veya daha fazla güdünün aynı anda bireyi etkilediği anlarda ortaya çıkar; güdülerin türüne, şiddetine, İçinde bulunulan ortama göre değişik görüntüler gösterir. Küçük bir çocuk İlk defa gördüğü bir hayvana hem dokunmak ister, hem de o hayvandan korkar. Ör­ neğin, bu bölümün girişinde sözünü ettiğimiz Fatih çatışma İçindedin Evden ayrılarak kendi yaşamını kurup bireysel bağımsızligmı kazanma yolunda ilk adımlarını atmak İster, ancak tek başına yabancı bir şehirde olmanın korku­ sunu da yaşar. Başka bir örnek, kendi seçtiği alanda doktora yaparak mesle­ ğinde ilerlemek İsteyen üniversiteli genç kadmm yaşamından verilebilir: Bu kişi, doktora yaparak hızla mesleğinde İlerlemek İster, ama a3mı zamanda, sevdiği gençle erken yaşta evlenerek bir an önce anne olmak da İster. Belirli bir konuda karar vermede zorluk çekmeye, gerginleşmeye başla­ yan kişi, büyük bir olasılıkla, bir çatışma İçindedir. Bu kişi, biraz sakinleşip İç dûnyasmı gözleyebilirse, birbiriyle çatışan güdülerinin farkına varabilir. Birey, çatışmasınm temeline ulaşıp, birbiriyle çatışan güdülerin farkına var­ dıktan sonra, karar verme sürecini daha akıllıca ve daha kolayca yapabilir. Karar verme süreci, çatışmanın türüne göre de değişir. Birbirinden farklı tür­ den çatışmalar vardır ve her türlü çaüşma, kendine özgü sorunlarla beraber gelir. Çatışma konusunu daha kapsamb tanıyabilmek için aşağıda çaüşma türlerini gözden geçireceğiz. Çatışma Türleri Psikologlar üç tür çaüşma tanımlarlar: (1) Yaklaşma-yaklaşma (appro­ ach-approach) çatışması. (2 ) kaçınma-kaçınma (avoidance-avoidance) çaüşması ve (3) yaklaşma-kaçınma (approach-avoidance) çatışması. (1) Yaklaşma-yaklaşma çatışması : Gerçekleştirmek istediğimiz iki amaç biıbirleriyle çaüşma içindedir. Hem erken yatmak ve uzun sûre U3Tuyarak dinlenmek, hem de o gece TVTdekl programı seyretmek İstiyoruz. Yaz taUlinde deniz kıyısına gidip bol bol güneş alünda yürümek, yüzmek ve dinlen­ mek isUyoruz. ancak aynı zamanda yaz süresince geçici bir iş bularak çalışıp para kazanmak ve motorsiklet almak istiyoruz. Bu tip çatışmalarda her İki amaç da bizim için olumludur, ne var kİ ikisini aynı anda gerçekleşUrmemIz olanaksızdır, birini seçmek zorunluluğu vardır. (2) Kaçmma-kaçınma çatışması : Yukarıda verilen örnekle iki “iyi"den birini seçmek durumundaydık. Yaşam her zaman böyle güzel sorunlar getir­ mez. bazen iki *kötü"den birini seçmek zorunda kalırız. Şöyle bir örnek düşü­ nün: Remzi, zar zor ortaokulu bitirdikten sonra artık okula gitmek istemedi­ ğini babasına söyler. Babası. ‘ Sen bilirsin oğlum" der. ‘ Ben okumadım, şimdi ayakkabıcılık yapıyorum, şen de okumazsan ya ayakkabıcı çırağı olarak be-

HEYECAN

2 83

nlm yanımda çalışmaya başlarsın, veya terzi çırağı olarak seni amcanın yanı­ na veririm." Remzi ne okula gitmek, ne de çıraklık yapmak İster. Ancak, kendisine tanman iki seçenekten başka bir seçeneği olmadıgmı da bilir. Remzi'nln içinde bulunduğu, kaçınma-kaçınma türünden çatışmadır. Başka bir örnek, evlenme durumunda olan bir üvey kızın yaşammdan verilebilir. Kendisi ûç yaşındayken annesi ölen Pembe'nin babası başka bir kadmla evlenmiş ve Pembe analığıyla hiç uyuşamadıgı İçin acı yaşantılarla dolu bir çocukluk geçirmiştir. Şimdi 17 yaşındadır ve kendisini mahallenin dul kasab^la evlendirmek istemektedirler. Kasapla evlenmek İstemediği gibi, anabğıyla aynı evde kalmak ta istemez. İki istenmeyen durum arasında kalan Pembe de kaçınma-kaçınma çatışması içindedir. (3) Yaklaşma-kaçmma çaüşmasv Bazen bir amaç aynı zamhnda hem iyiistenilen. hem de kötû-istenllmeyen özelliklere sahip olur. Bu durumda kişi o amaca hem yaklaşmak hem de ondan kaçmak İster, örneğin, bir arkadaşın doğum gûnû partisindesiniz ve İçki İçmek istiyorsunuz. İçki içmenin sizi biraz sarhoş edeceğini, ve böylece daha hoş sohbet olacağınızı ve ger­ ginliğinizi atarak diğerleriyle biraz daha serbestçe ilişki kurabileceğini­ zi umuyorsunuz, içki, bu yönleriyle size çekici geliyor. Ancak, partiden sonra uzun sûre araba kullanacak­ sınız ve içki içerseniz, uykunuzun geleceğini ve kaza yapma olasılığı­ nın artacağını biliyorsunuz. Bir yan­ dan içmek istiyorsunuz, bir yandan içmekten çekiniyorsunuz. Babamın anlattığı aşağıdaki hi­ kâye de yaklaşma kaçınma çatışma­ sına bir örnek olabilir. "Kızın kısmetlisi çıkmış ve ailesi kızın fikrini alarak kızı vermiş. Düğün günü her şey yolunda git­ miş ve nihayet oğlan evi. gelini al­ mak için kız evine gelmişler. Aile­ sine son derece bağlılığıyla tanı­ nan kız. iki gözü İki çeşme ağlıyormuş. Babası kızını bir köşeye çek­ miş ve, “Kızım, niye ağlıyorsun, eğer o adama varmak istemiyor­ san, bana şimdi söyle, düğünü şu anda İptal edeylmt" demiş. Kız gö^aşlan ve hıçkınklar arasında "Babacığım sen benim ağlamama bakma, ben hem aglanm. hem de giderim!" diye cevap vermiş.

Resim 8.8 Yaklaşma-kaçmma çatışması.

284

in s a n v e

DAVRANIŞI

Bu hikâye, büyüdüğüm kasabada herkes tarafından bilinir. Kasabalılar kendilerinin yaklaşma-kaçınma çatışma türünden bir durum İçinde olduklanm diğerlerine anlatabilmek için, “öyle bir durum kİ kardeşim, hem ağlıyo­ rum, hem de gidiyorum!" ifadesini sık sık kullanırlar. Çatışma İçindeki Davranış Çatışma durumlannda nasıl davranırız? Bir kimsenin davramşma baka­ rak onun hangi tür çatışma İçinde olduğunu anlayabilir miyiz? Bu sorul^ psikologlan sürekli ilgilendirmiş ve onlara cevap bulabilmek için çok sayıda deneysel gözlem yapılmıştır. Psikolojinin diğer alanlannda olduğu gibi, bu alanda da hayvanlar üzerinde deneyler yapılmış ve araştırma bulgulan İn­ sanlara genellenmiştlr. Deneylerden birini örnek alarak elde edilen bulgulann insanlara nasıl uygulan^iıbileceğlnl tartışalım. Judson Brown (1948) şöyle bir deneme yapmıştır. Bir fare, tahtadan bir yol boyunca giderek yolun sonundaki yiyeceğe ulaşıp yemeyi öğrenmiştir. Fare yiyeceğe ulaşma ve yeme davranışını iyice öğrendikten sonra, ikinci aşamada yiyeceği yerken fareye hafif şok verilmiştir. Üçüncü aşamada fare deneysel yola konmuş ve davranışı gözlenmiştir. Bu aşamada fare yaklaşma -kaçınma çatışması içindedir. Yiyecek onu çektiği için yolun sonuna doğru, başka bir deyişle pekiştirme verilen yere doğru yürümüş, ancak pekiştirme noktasına yaklaştığında tereddüt göstermiş, şoktan korktuğu için geri dönüp ayrılmak iştemiş, fakat yiyecek çekici geldiğinden ayrılamamış, yeniden geri dönmüştür. Farenin davranışı yolun sonuna yaklaştığında bir İleri bir geri salmım göstermiştir. Brown deneyi aşamalara bölüp her aşamada ölçümler yapmak İstemiştir. Şekil 8.4*te gösterildiği gibi, farenin boynuna koşum vurulmuş ve yiyeceğe ulaşmak İçin farenin ne kadar kuvvetle İpi çektiği ölçülmüştür. Fare yiyeceğe yaklaştıkça ipi daha kuvvetli çekmeye başleunıştır. İkinci aşamada farenin şoktan kaçmak İçin ne kadar kuvvetle çektiği öl­ çülmüştür. Şekil 8.5’te görüldüğü gibi, fare şokun verildiği pekiştirme nokta­ sına yaklaşmca kuvvetle çekerek oradan uzaklaşmaya çalışnuş, fakat pekiş­ tirme noktasından belirli bir uzaklığa eriştikten sonra çekme kuvveti azal­ mıştır. Böylece, deneysel yol boyımca hem yaklaşmanm, hem de kaçmanın, hangi noktada hangi kuvveti gösterdiği saptanmıştır. Şekil 8.4 ve Şekil 8.5’i karşılaştırdığınızda, şu İki gözlemi rahatlıkla yapabilirsiniz: (1) Kaçınma davranışmın kuvveti yüksek başlar, pekiştirme noktasından uzaklaştıkça sürat­ le azalır, (2 ) ilk 1 2 0 santimde kaçınma davranışı daha kuvvetli olduğu hal­ de, 1 2 0 santimden sonra yaklaşma daha kuvvetli bir duruma geçer. Hem yiyeceğe hem de şoka maruz kalmış bir farenin davranışı hangi nok­ tada salınmaya başlar? Brown'in deneyi, bu noktanm pekiştirme yerinden 1 2 0 santim uzaklıkta olacağını söyler. Fare 120 santimi geçerek pekiştirire noktasına 3raklaştığı zaman, şok korkusu, başka bir deyişle kaçınma davra­ nışı daha kuvvetli olmaya başlar ve fare geri dönerek şok noktasından uzak­ laşır. Pekiştirme noktasmdal20 santimi geçerek uzaklaşan farede, yaklaşma davranışı (yiyecek isteği) daha kuvvetli olur ve yeniden 1 2 0 santime kadar pekiştirme noktasma yaklaşır. Şekil 8 .6 , daha önceki iki şeklin üst üste bin-

HEYECAN

Yiyecek V M im y w

-7 ^

YlyaoA veım» noktasından maMık (cm. oiaıak)

Şekil 8.4 (Üstte) Yiyecek verme noktasından uzaklık' la farenin ipi çekme kuvveti arasındaki ilişki. Bu yaklaş­ ma eğiliminin kuvvetini öl­ çer. Şekil 8.5 (Ortada) Şok verme noktasından uzaklık­ la farenin ipİ çekme kuvveti arasındaki ilişki. Bu kaçma eğiliminin kuvvetini ölçer. Şekil 8.6 (Altta) Kaçma ve yaklaşma eğilimlerinin birbiriyle etkileşimi. Fare son noktaya 120 santimetreden daha Üazla yaklaşırsa, geri dönecek ve uzaklaşacaktır, çûnkfl bu noktadan sonra kaçırtma eğitiminin kuvveti, yaklaşma eğiliminin kuvve­ tinden daha bOyOktflr. Son noktadan 120 santimetre uzaklığın ötesine geçince, yaklaşma eğiliminin kuvve­ ti, kaçınma eğiliminin kuv­ vetinden daha bOyOk ol­ makta ve bu nedenle fare geri dönerek bitim noktası­ na doğru ilerlemektedir. Fareyi kendi haline bırakır­ sak. 120 santimetre dvannda bir davranış salınımı, yani gidip-dönme davranışı gösterir.

285

286

İNSAN VE DAVRANIŞI

dlrUmlş görünümünü vermektedir. Şekildeki çizim salınımın 1 2 0 santim clvannda olacağını graAk olarak gösterir. Farenin salınım gösterdiği 1 2 0 santim uzaklıktaki noktayı değiştirmek olanağı var mı? İki değişken bu nokta}^ belirlemektedir: Farenin açlık dere­ cesi ve verilen şokun kuvveti. Fare çok acıkırsa, ne pahasına olursa olsun yi­ yeceğe gitmeye çalışır, yaklaşma davranışının kuvveti artar, peldştlrme nok­ tasına 120 santimden daha çok yaklaşır. Aynı şekilde, şokun derecesi azalın­ ca farenin kaçmma davranışının kuvveti azalır ve fare korkmadığı için pekiş­ tirme noktasına daha da yaklaşır. Brown araştırmayı yaymlarken öç sorunun cevabını vermeye çalışmıştır. Şimdi bu sorulan kısaca gözden geçirelim. Soru 1. Araştırmanuı sonuçlan insan dauranışlanna uygulanabilir mi? Brown “Evet” cevabını verir. Bunun en güzel örneğini, beraber yaşayan çiftle­ rin sürekli birbirlerinden ayrılıp tekrar biraraya gelmelerinde görebiliriz. Eş­ ler. birbirlerine yakınken birbirlerinin olumsuz yanlannı görmeye başlar ve **Bu durum çekilmezi” diyerek kaçınma davranışını gösterip, birbirlerinden ayrılırlar. Ayrılan çiftler, beraber yaşamlarmın güzel yönlerini hatırlar ve yak­ laşma davranışını göstererek birbirlerine dönerler. Beraber yaşamaya başlaymca. yine kötü yönleri görmeye başlar ve tekrar kaçınma davranışına gider­ ler. Çiftin birbirlerini algılamalannda bir değişiklik olmazsa, uzun sûre salı­ nım devam eder. Soru 2. Yaklaşma’yaklaşma çatışmasında davranış nasıl olur? Brown’a göre sorunun cevabı kolayca verilebilir. Ona göre, iki seçenekten birine yak­ laşan birey, hangi seçeneğe yaklaşırsa, o seçenek daha çekici olmaya başlar ve birey bu yöne daha kuvvetle yaklaşır. Bu nedenle, yaklaşma-yaklaşma tü­ ründen olan çatışmalarda ilk adım en önemli adımdır. Örneğin, sevdiğiniz bir kızla evlenmek isttyorsunuz, ne var ki, size rakip başka bir erkeğin olduğunu anlıyorsunuz ve sevdiğiniz, hanginizi seçeceği konusunda karar verem^or. Kız arkadaşınız yaklaşma-yaklaşma çatışması içindedir. Siz. ona çiçek verme gibi onu mutlu eden davranışlarda öbür erkekten daha önce davranırsanız, rekabeti kazanma olasıhğmızı arttırmış olursunuz. İlk adımı sizin atmanız ve kadmın size biraz daha yakın gelmesini sağlamanız onun karar vermesinde en önemli elken olur. Soru 3. Kaçmma-kaçmma çatışma durumunda davranış nasıl bir özellik gösterir? Bu cins çatışmayı çözmek zordur. Bir seçeneğe yaklaşınca o seçe­ nek gittikçe daha kötü görünmeye başlar, bu nedenle dönüp öbür seçeneğe yaklaşırsmız, ne var ki. o zaman da öbür seçeneği daha olumsuz görmeye başlarsınız. Bu durumda İnsanlar şu yollardan birini seçerlen a) En az kötü olan se­ çeneğe gitmek, b) orta bir noktada durarak, hiçbir davranışta bulunmamak, ya da c) sanki ortada bir sorun yokmuş gibi davranarak, gerçekten kopuk bir hayal dünyasına, veya akıl hastalığına sığınmak. 9. ve 15. Bölümlerde heyecanların ve çatışmalann günlük yaşamdaki yerlerinden ve sosyal psikoloji alanında nasıl algılandıklanndan daha aynntıb olarak söz edeceğiz.

HEYECAN

287

7. ÖZET Heyecanlar, denetim altında tutamadığımız loıvveüi duygulardır. Bu duy­ gular davranışımızı etkiler ve yön verir. Psikologlar heyecanın ûç yönünü İn­ celemişlerdir; öznel yaşantı, gözlenebilen davranış ve Ü rolojik değişmeler. Bu ûç yön her zaman blrblrlyle aym yönde değişiklik göstermez. Heyecanlar hoş ve hoş olmayan heyecanlar olarak gruplanabildiği gibi, zayıf ve kuvvetli olarak da gruplanabilir. Bazı psikologlar temel heyecanlar adını verdikleri bir grup heyecan tanımlamışlar ve diğer heyecanların bu te­ mel heyecanlarm karışımından türediğini savunmuşlardır. Heyecan ve düşünce birbirinden bağımsız değildir, biri diğerini etkiler. Heyecanlar, oldukça kanşık bir dizi sûrecd içerir. Uyarıcı ortamını, uyancınm algılanıp anlaşılmasını, algılanan olayla ilgili duyulan duyguyu, ortama yapı­ lan tepkiyi ve bu tepkinin çevrede yaptığı değişikliği kapsar. Otonom sinir sistemi, heyecanlarla birlikte ortaya çıkan birçok fizyolojik değişikliklerin temelinde yatar. Otonom sinir sisteminin sempatik kısmı, he­ yecan durumlarında vücudun duruma uygun çabuk ve kuvvetli tepkide bu­ lunabilmesine yol açıcı değişiklikler yapar. Heyecanı ortaya çıkaran durum ortadan kalktıktan sonra, bedenin normal duruma geçmesini parasempatik kısım sağlar. James-Lange kuramı uyarıcı ortammın bizde fizyolojik değişiklikler yaptığmı, bu değişikliklere uygun olarak davranışta bulunduğumuzu ve davranış­ larımıza göre heyecanlanmıza isim verdiğimizi söyler. Bu kurama göre "ağla­ dığımız için hüzünleniriz" ve “titrediğimiz için korkarız." Deneyler bu kuramı desteklememiştir. Cannon-Bard kuramı hlpotalamusa merkezi bir görev verir: Dış uyancılar hlpotalamusu uyanr ve hlpotalamus hem beyin kabuğuna durumu bildirir hem otonom sinir sistemine. Beyin kabuğu durumu algılayıp anlamamıza, otonom sinir sistemi uygun fizyolojik değişikliklerin ortaya çıkmasına yol açar. Bilişse] kuram hangi heyecanı yaşadığımızın temelinde, bizim çevreyi na­ sıl anlamlandırdığımızın yattığını söyler; fizyolojik değişiklikler geneldir ve bir heyecandan diğerine pek değişmez. Sosyobiyolojik kuram heyecanların İnsan türünün devamıyla ilgili oldu­ ğunu söyler. Bu kurama göre heyecanlann çevreye uyum ve türün yaşamını devam ettirici bir görevi vardır. Heyecanlann İfadesinde hem doğuştan getirdiğimiz, hem de sonradan öğ­ rendiğimiz yetenekler yatar. Sözsüz İletişim heyecanlann ifadesinde son dere­ ce etkinliği olan bir "dlTdir. Hoş ve hoş olmayan olarak İsimlendirdiğimiz he­ yecanlar. yüz ifadeleri, el-kol hareketleri, bedenin aldığı değişik pozisyonlar, ses tonu gibi sözsüz mesajlarla anlatımlarını bulurlar. Göz İlişkisi sözsüz iletişimin önemli bir parçasıdır. Bireylerin çevresini, görünmeyen bir “kişisel uzaklık" çemberi kapsar ve çemberin yarı çapı İki ki­ şi arasındaki ilişkinin ve sosyal ortamın türüne göre değişir. İki-anlamlı mesajlar sözlü mesajlarla bir anlamı, sözsüz mesajlarla başka bir anlamı verirler, iki mesajın duygusal tonu birbiriyle çelişir. Kinayeli, hi-

288

İNSAN VE DAVRANIŞI

civli konuşma olumlu duygu ifade eden bir aûzlû mesajİn, olumsuz duygu ifade eden bir sözsüz mesaj eşliğinde verilmesiyle gerçekleştirilir. İki insan arasındaki etkileşimde, yüz ifadesi, söz ve sesin tonu ayn türden ve a}m mik­ tarlarda iletişimde bulunurlar. Nedeni kesin olarak bilinmeyen bir korku ya da tedirginlik olarak tanım­ lanan kaygının değişik kaynaklan bulunabilin Kaynaklar arasmda alışılagel­ miş olan desteğin ortadan kalkması, bir cezanın verilme olasılığına İnanma, ortamdaki belirsizlik veya bunlann bir karışımı yer alır. Yapılacak bir görev karmaşıklaştıkça kaygı başansızlığa götürür. Basit işlerin yapımında ise, kaygı daha verimli olmaya götürür. Engellenme, güdülerin amacına ulaşamamasıyla ortaya çıkar. Engellen­ me nedenleri arasında, ödülün geciktirilmesi, ya da amaca götürücü davranı­ şın önlenmesi yer alır. Amaca götürücü davranış, ya çevredeki engeller, ya toplumun kural, görenek ve yasaları ya da bireyin yetersizliğinden dolayı en­ gellenir. Çatışma, aynı anda ulaşılması olanaksız olan birden fazla gOdûnûn işin içine girdiği ortamlarda çıkar. Oç tûrû vardın Yaklaşma-yaklaşma, kaçınmakaçmma ve yaklaşma-kaçınma çatışmalan. Yaklaşma-yaklaşma tûrû çatışmalarda, çatışmaya konu olan seçenekler­ den birine yaklaştıkça o seçeneğin özendirici özelliği artar ve diğer seçenek kuvvetini kaybeder. Aynı durum, ters yönde, kaçınma-kaçınma tûrû çatışma­ lar için de geçerlidir: Olumsuz bir seçeneğe yaklaştıkça o seçeneğin iticiliği artar ve o seçenekten uzaklaşmaya çalışırız. Kaçınma güdüsünün artması ya da azalması, yaklaşma gûdûsûnûnkûnden daha hızlı olur.

Dokuzuncu Bölüm

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

Bu bölümü okuduktan sonra şu soruların cevaplannı verebllmelisiniz: J. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

Kaygı ve gerginlikle başaçıkabiUr miyiz? Nasıl? Engellenme günlük yaşamımızda ne gibi sorunlar yaratabilir ve burüarki nasıl başaçıkabiUjiz? Koç tÛJİil salduganhk vardır ue hangi durumlarda ortaya çıkar? Acizlik ve duygusal çöküntünün kaynaklan nelerdir ve günlük yaşamımızda bizi nasıl etkiler? Niçin hayal dünyasına kaçarız ve kendi kendimizi yıpnaocı daurtınışlarda bulu­ nuruz? Stres r^dir ve nasıl başaçdabı? Cinselliğin günlük yaşamımızdaki yeri nedir ve ne gibi bireysel farklılıklar gözlenir?

Güdü ve heyecanlar, hayvanların ve İnsanların çevreye uyum saglamalanna vc böylece yaşamlannı sürdürmelerine yardımcı olur. Acıktığımızın ya da susadığımızın farkında olamadığımızı döşûhûnl Bu durumda sağlığımız mut­ laka tehlikeye girerdi. Aynca, korku heyecanını bilmeyen bir tür olsaydık, teh­ likeli durumlardan sakmamaz ve daha erken yaşta yaşamımızı kaybederdik Kızgınlık ve saldırganlık duygulan olmasa “bize ait olan'ı koruyamaz, engel­ lenme duygusu olmasa önümüze çıkan zorlukları aşamazdık. Cinsel güdülen­ memiz olmasaydı, insan soyunun sürdürülmesinden söz edilemezdL

1. G İR İŞ Güdü ve heyecanlanmız uyum görevlerinin yanı sıra bazı sorunlan da be­ raberlerinde getirirler. Çoğu kimsenin yaşamında yer alan olumsuz dı^gular. bire3Tin mutsuz ve verimsiz bir hayat yaşamasına yol açar. Bu bölümde, birey­ l e ^ mutsuzlu||^ ve başansızligma yol açan belli başlı heyecanlan ele alıp. hİyccâÖanh ortaya çıkardığı sorunlarla fsaşaçıkma yoUannı tartışacağız. önce güdü ve kaygı konusuyla İlgili bir soru)^! ele alalım: Güdü ve kaygmm derecesiyle, bireyin başansı arasında bir ilişki var mı? Bu soruyu ce­ vaplamak için, güdünün derecesiyle ilgili çahşmalara bir göz atabm. İD 19

İNSAN VE DAVRANIŞI

290

Çok Fazla Güdülenebilir miyiz?

Koiaylş

Yerkes ve Dodson (1908) adlı İki Ame­ rikalı psikolog, güdülenme derecesiyle davranışm verimi arasındaki İlişkiyi yirminci asnn başlannda yayınladıklan bir araştır­ mayla incelemişlerdir. Onlanh bulgulan bugün Yerkes-Dodson İlkesi olarak bilinir.

Yüksek ;

zzl iI

• ^ Oıte-

2

z: 3 OûşOk: Oûsûk

Orta

Yüksek

Güdülenme düzeyi

Orta zorluktaki t}

Yüksek"

Orta

Dûşûk" Düşük

Orta Güdülenme düzeyi

Zor iş

Yüksek

Bu İlke onların araşümıalannda yaptıklan gözlemleri özetler Güdülenme dere^ cesiyle yapılacak işin zorluk derecesi ora­ sında ters bir ilişki vardır. Yapılacak iş. mektubu zarfa koyup zarû kapatma gibi basit ve kolaysa, yüksek derecede güdü­ lenme velimi arttınr. Yapılacak İş. soyut matematiksel formüllerin İrdelenmesi gibi, bilişsel süreçleri İçeren karmaşık bir duru­ mu gösteriyorsa, o zaman yüksek güdü­ lenme verimi azaltır, düşük derecelerdeki güdülenme daha başarılı olur. Şekil 9.1 kolay, orta zorlukta ve 3rüksek zorluktaki görevlerde, güdülenme derecesinin başanyı nasıl etkilediğini göstermektedir.

Yüksek ■

Bu bulgulann günlük yaşamımızla İlgi­ li önemli sonuçları vardır. Örneğin, satranç oyunu konusunda yüksek derece gûdülü olmak sizin yararınıza olmaz. Arkadaşınız­ la satranç oynayacagmız zaman bunu hatı­ rınızda tutun. Kazanıp kaybetmenin o ka­ dar önemli olmadığı durumlarda daha İyi Gûdaeıune düzeyi satranç oynayacagmızı hatırlaym. Genel olarak hatırlayacağmız ilke şu: Yapacağı­ Şekil 9.1 Yerkes-Dodson ilkesi. nız İş ne kadar bilgi ve akıl yürütmeyi ge­ Kolay işlerde yüksek güdülenme, rektiriyorsa. sakin ve rahat bir zihinle o İşe zor işlerde İse düşük güdülenme daha yüksek verime (başanya) gö­ girişmek o kadar sizin yarannıza olur. türür. Bahçeyi veya evi temizlemek, yemek pişirmek gibi pek dikkat gerektirmeyen basit işlerde güdülenme derecesinin yüksek oluşu, işin daha çabuk ve daha tyi yapılmasına yol açar, öğrenci olarak sizin bu bulgulardan çıkaracağınız sonuç şu olabilir; Ders çalışırken, kendinizi sakin tutun, büyük bir heyecan içerisinde dersi anlamaya çalışmaktan sakmın. Sakin bir tutum İçinde çalışm ve sınavda ne not alacağınızı düşünmeyin . Başannız daha yüksek olur. Kaygı ve Öğrenme Kaygı ve öğrenme arasındaki İlişki, güdülenme ve başan arasındaki İlişkiye benzer, öğrenilen malzeme basit ve kolaysa, yüksek kaygı derecesi bu-

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA CÖDÛ VE HEYECANLAR

291

nun çabuk öğrenilmesine yol açar, öğrenilen malzeme karmaşık ve zorsa, o zaman yüksek kaygı öğrenmeyi zorlaştırır (O’Nell, Splelberger. & Hansen, 1969) Ganzer'in (1968) çalışmalarına göre, }rüksek kaygı gösteren kimseler, bir yaparken çevrede bulunan yabancılar kendilerine bakarsa son derece et­ kilenirler: Başkalan tarafından gözlenirlerken bir işi başarmaya çalışan yük­ sek kaygılıların başarı dereceleri birdenbire düşer. Kaygı dereceleri düşük olanlar ise, başkalannın kendilerini gözlemelerinden o kadar etkilenmezler. İŞ İ

ABD'de doktora programmda iken kendi başımdan geçen bir olayı kaygı derecesiyle başarı arasındaki ilişkiye örnek olarak verebilirim: ABDye gidip University of Illinois'de doktora programına kabul edildiğim ilk sömestir me­ zuniyet sonrası düzeyinde üç ders aldım, ilk haftanın sonunda öğrendiğim şu oldu; Her ders için ortalama haftada yüz sayfa okumam gerekiyordu ve okuduklarımdan sınavda sorumluydum. Büyük bir azimle sürekli okumaya ve özet çıkarmaya başladım. İkinci haftanın sonunda farkma vardığım ikinci acı gerçek şu oldu: Hiç yemesem, İçmesem, uyumasam ve 24 saatimi okuma­ ya ayırsam, okuma malzemesini bitirmem olanaksızdı çünkü o zamanki İngi­ lizce bilgim çerçevesinde, saatte ancak üç sayfayı okuyup özetleyebiliyordum. ilk tepkim telaş oldu, ikinci tepkim büyük bir karamsarlık ve duygusal çöküntü. Bana yardım eden hiç kimse yoktu. Karamsarlık İçinde bir hafta geçirdikten sonra şu karara vardım: “Bu İngilizce düzeyinde doktora progra­ mını bitirmem ve derece}^ alarak Türklye^e dönmem olanaksız. Ne var kİ, okul beni programdan alıncaya kadar burada olmamdan faydalanarak, veri­ len okuma malzemelerini ‘anlamak amacıyla* okuyup hem İngilizcemi ilerlete­ ceğim, hem de psikoloji konusunda bilgimi arttıracağım.** Bu karan aldıktan sonra pek kaygılanmadan, telaşa kapılmadan ve ol­ dukça rahat okudum. Altıncı haftada, hocalann üçüncü hafta İçin verdiği malzemeleri okuyordum. Ancak şunu gördüm kİ. her okuduğumu daha ty\ anlıyor ve hiçbir şeyi anlamadan atlamıyordum. Yedinci haftada İki önemli olayın farkına vardım: (1) Okuduklarım birbirleriyle ilgiliydi ve daha önce verilen bir kitap 3ra da makaleyi anlamış olmam, daha sonra okuduğum yazılan daha kolaylıkla anlamamda yararb oluyordu ve (2 ) okuma hızımda bir artma olmuştu, artık saatte 1 0 sayfayı Özet çıkara­ rak okuyabiltyordum. Onuncu haftanın sonunda diğer öğrencilerle olan mesafeyi kapatmaya başladım ve onalüncı haftanın sonunda, üç dersin İkisinden A (pekiyi), birin­ den B (iyi) alarak sömestri bitirdim. İlk sömestrdeki bu deneyimim bana büyük bir ders oldu. Yukanda anlat­ tığım yaşantıdan sonra, doktora programım boyunca not ve sınav sonuçları­ na ağırlık vermedim. Doktoramı almış olduğuma kendi kendimi inandırdım. “Ben bu programda derece için değil, öğrenmek İçin bulunuyorum ve öğren­ mekten büyük bir zevk alıyorum" diye düşündüm. Böylece başarılı veya ba­ şarısız olma konusundaki kaygım tamamen ortadan kalktı. Kendimi tümüyle öğrenmeye verdim, zor gelen konularda uzun uzun düşündüm, yan okuma­ lar yaptım, hocalara sorular sordum ve tamamıyla anlamadan, hiçbir konu-

292

ÎNSAN VE DAVRANIŞI

yu atlamadım. Başanyla doktora programmı bitirdiğim zaman, ne hayret ettim, ne de çok sevindim. Spİelberger (1962) Amerikan üniversite öğrencileri üzerinde araş­ tırma yapmış ve okuma-ögrenme (akademik yetenekle) kaygı derecesi arasmda herhangi bir İlişki olup ol­ madığını araştırmıştır. Onun bulgu­ Otta Alsak lan Şekil 9.2'de verilmiştir. Şekilde Akademik yalanekdOzayl de görüldüğü gibi, çok düşük ve çok Şekil 9.2 Orta derecede Eücademik yetene< 3üksek yetenekli kimselerde, kaygı ğl olan öğrenciler arasında, dûşûk kaygı derecesiyle akademik başan arasın­ düzeyi olan öğrenciler, }rûksek kaygı dûze> da bir ilişki bulunamamıştır. Ancak« yi olan öğrencilere göre daha başanlı ol­ öğrencilerin büyük bir çoğunluğunu muşladır. Çok yüksek ve çok düşük aka­ demik yetenek düzeyinde olan öğrenciler­ oluşturan orta yetenekli kimselerde, de, yüksek ya da düşük kaygılı olmak bir yüksek kaygı öğrencinin akademik fark yaratmamıştır. başansım düşürmüş ve az kaygılı öğrenciler daha başanlı olmuşlardır. Splelbeıger’ın bulgusu, benim kendi üzerimde yaptığım gözlemi desteklemek­ tedir. Sınav kaygısı, eğitim başansı önündeki en ciddi engeldir. Türkiye'de, Üni­ versite Giriş Smavı'na hazırlanan 4711 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırma­ da, öğrencilerin sürekli kaygı düzeylerinin, ameliyat olacak hastalann kaygı düzeylerinden daha yüksek olduğunu ortaya konmuştur (Baltaş ve ark.. 1988). Eğitimcilere ve ailelere. Üniversite Giriş Smavı'na hazırlanan öğrenciler için güdülenme aracı olarak kaygı yükseltici yaklaşımlardan uzak durmaları önerilir. Sınava hazırlananlara, kaygıyla başaçıkacak teknikleri okul rehber­ lik servislerinin öğretmeleri büyük önem taşımaktadır. Bu kısmı bitirmeden önce şu önemli noktayı belirtelim: Bu bölümde gün­ lük yaşamda karşılaştıguhız normal güdülenme ve heyecan sorunlarıyla ilgi­ leniyoruz. Güdü ve heyecanla ilgili sorunlar büyüyebilir ve önemli davranış bozukluklanna dönüşebilir. Davranış bozukluklanyla ilgili kuramlan ve bun­ ların terapi yöntemlerini 13. ve 14. Bölümlerde a}mntılanyla ele alacağız. Bu bölümde günlük yaşamda karşılaştığımız türden sorunlarla ilgileneceğiz ve onlarla başa çıkabilme yollarını tartışacağız.

2. KAYGI VE GERGİNLİKLE BAŞAÇIKMA YOLLARI Kaygı zannettiğimizden daha da yaygm olarak günlük yaşamımızı etkiler. Çevrenizdeki bazı kimseleri “vesveseli", “sürekli endişe içinde" olan kimseler olarak tanımlayabilirsiniz. Kendiniz de zaman zaman kaygıya kapılmış ve iş

OONLOK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

293

göremez hale gelmiş olabilirsiniz. “Acaba okulun giriş sınavını kazandım mı?”, “Acaba ev zamanmda satılacak mı?”. “Maaşlarda bir artış olacak mı?” “Hd gOn önce kafeteryada bana gülümseyen kız. beni tekrar gördüğünde ta­ nıyacak mı?“ türünden sorular bizde, zayıf veya kuvvetli dereceleıde kaygı ve geıglnlik yaratabilir. Kaygı durumlarıyla nasıl başaçıkabiliriz? Bu kısımda kaygı ve geıglnlikle başaçikma yöntemlerinden bazılannı özet olarak tanımla­ yacağız. Kaygı ve gerginlikle başaçikma yollannı İki temel grupta toplayabiliriz; Bilinçli olarak uygulanan teknikler ve farkında olmadem uyguladığımız tek­ nikler. Farkmda olmadan uyguladığımız tekniklere savunma mekanizmaları adı verilir. Savunma mekanizması kullanan birey, kaygı ve gerginliği azalt­ mak İçin bir teknik kullandığımn farkında değildir. Bilinçli olarak kullandığı' mız teknikler öğrenme sonunda elde ettiğimiz davranıştan İçerir. Kaygı ve gerginlikle başaçıkmak için bilinçli teknikleri incelemeden önce, kaygı varbgını gösteren davranış belirtilerini kısaca gözden geçirelim. Kaygı ve Gerginlik Belirtileri Tablo 9.1. kaygılı ve gergin insanda gözlenebilen belirtilerin bir listesini veriyor. Tabloda görülen belirtiler sizde ya da yakınlanmzda varsa, bilinçli başaçikma tekniklerinden birini veya birçoğunu kullanmayı deneyebilirsiniz. Ancak dikkat etmeniz gereken bir konu var: Bu belirtiler, bedensel hastalık­ ların belirtileri de olabilir; bireyde uzun zamandır gözlenmiş ve onun günlük yaşammı etkiler dereceye gelmişlerse, bireyin bir doktora gidip muayene olmasmda yarar vardır. .

Tab lo 9.1 Kaygı Belirtileri

nefes darlığı

mide ağnsı

terleme

İshal ya da kabızlık

nefes ahp vermede düzensizlik

aşın tepkide bulunma

kesik kesik nefes alma

titreme

gerginlik

el ve ayak parmaklarının soğukluğu

kalp çarpıntısı

sürekli yorgunluk

aniden sinirlenme

sürekli başağnsı

belagnsı

boyun kaslannın gergin olması

Bilinçli Başaçikma YoUamdan Otohipnoz Tekniği HoUand ve Tarlow (1980) adlarındaki psikologlar otohipnoz tekniğinin kaygı ve gerginlik azaltılmasında etkin bir biçimde kullanılabileceğini savun­ muşlardır. Alışılageldiği anlammda hipnoz, başka birinin, davranış ve algıla­

294

İNSAN VE DAVRANIŞI

mamızı etkilemesini ifade eden kendi denetimimiz altında yapabileceğimiz bir süreç akla gelmez. HoUand ve Tarlow bir. insamn kendi kendini hipnotizma edebileceğini ve böyiece istenmeyen düşünce ve duygulan atıp, daha isteni­ len bir dûşûnûş ve duyuş biçimine girerek, kaygı ve gerginliğini atabileceğini İleri sürmüşlerdir. Onlann teklif ettiği teknik şu basamaktan içerin (1) Rahat bir sandalyeye bedenin yukan kısmını dik tutacak biçimde oturun. Sandalye boş bir duvardan 1.5 veya 3 metre uzaklıkta olsun. Duvara g6 zûnûzûn hizasından 30 santim yüksekliğinde bir noktayı bir bant yapıştı­ rarak ya da toplu iğneyle lşaretle3rin. (2) Gözünüzü duvardaki noktaya dikin ve hiç acele etmeden sakin bir bi­ çimde nefes alıp vermeye başlayın. Derin ve muntazam nefes alm ve yavaş yavaş gayet sakin bir şekilde nefes verin. Her nefes alış verişte, ondan sıfıra doğru birer birer sayın. (3) Bir rakamına ulaştığınızda duvardaki noktaya bakmaya devam edin ve bu arada eliniz ve kolunuzun ağırlaşmaya başladıgmı ve onlan kıpırdat­ manızın mümkün olmadıgmı düşünmeye başlayın. (4) Şimdi göz kapaklannızın gittikçe ağırlaştığını ve gözlerinizi açık tut­ manın gittikçe zorlaştığını düşünmeye başlayın. Göz kapaklarınız sanki on­ larda ağırlık asılıymış gibi aşağı doğru kapanıyor, gözünüzü açık tutmak ola­ naksız hale geliyor. Şimdi gözlerinizi kapatın (belki bu anda göz kapaklannız kendiliğinden kapanır). (5) 2 . adım'da olduğu gibi yine ondan aşağı doğru saymaya başlaym ve her sayışta derin, muntazam ve sakin nefes alıp verin. Sadece nefesinizi dü­ şünün ve başka hiçbir şey düşünmeyin. Nefesinizi çaydanlıktan çıkan bir su buharı gibi düşünün ve sanki görüyormuş gibi buharın burnunuzdan girişi­ ni. ciğerlerinize gidişini ve sonra yine burnunuzdan çıkışmı hayal edin. (6 ) Nefes ahş veriş sayımını yaparak bir sayısına geldiğiniz zaman kendi­ nizi bir banyo küvetinde ılık su içine gömülmüş hissedin. Ilık suyun cildinizi nasıl sardığını düşünün. Kendinizi tamamen gevşek bırakın, kendi kendinize “gevşe, bütün vücudunu gevşek bırak" deyin. Vücudunuzu suyun içinde gö­ mülmüş ve tamamıyla gevşemiş bir durumda bırakın bu durumu devam etti­ rebildiğiniz kadar sürdürün. Aklınıza düşünceler gelmeye başlayıp, günün sorunlanyla İlgili planlar yapmaya başladığınız andan itibaren gözünüzü ya­ vaş yavaş açın ve bir sûre o durumda gözü açık kaldıktan sonra kalkıp, gün­ lük faaliyetlerinize başlayın. Bal taş ve Baltaş (1986) stresle başaçıkma yollannı anlatırken bedenle il­ gili ve zihinle ilgili olmak üzere iki grup teknikten söz etmişlerdir. Bizim yukanda verdiğimiz teknik esasında Baltaş’lann vermiş olduğu değişik zihinsel tekniklere benzer. Bu tekniklere ileride sırası geldikçe değineceğiz. Bilinçli Başaçıkma Yollarından Dereceli Gevşeme Tekniği Baltaşlar bedendeki kaslan adım adım gevşetme yollarını şu başlıklar altmda ahrlar; Progresif gevşeme, progresif gevşeme eğitimi ve progresif gevşe­ me egzersizi için temel bilgiler (Baltaş ve Baltaş. 1986. 180-194). Burada gev­

GONLOK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

295

şeme tekniğinden bu denli uzun söz etmeyeceğiz, okuyucuya bir Ûklr vermek için HoUand ve Tarlow (1980)’dan esinlenerek 24 basamaktan oluşan bir özetleme yapacağız. Daha fazla bilgi isteyen okuyucu Baltaşlann yaymmdan yararlanabilir. Kendinize rahat bir ortam seçin. Sakin, hiç olmazsa 30 dakika sizi kimse­ nin rahatsız etmeyeceği bir odada bir hah veya minder üzerine uzanın. (1) Sağ yumruğunuzu sıkın, bir sûre tutun ve gevşetin. El kaslarmızm eliniz sıküıyken ve daha sonra gevşeyince, nasıl hissettiğine dikkat edin. (2) Şimdi aynı yumruğunuzu yavaş yavaş sıkın ve bir sûre sonra yavaş yavaş gevşetin. Yine dikkatinizi kaslarınızdan ayırmayın yumruk sıkılırken ve gevşerken nasıl bir değişiklik olduğunu gözleyin. (3) Şimdi sol yumruğunuzu sıkın, bir sûre tutun ve gevşetin. (4) Sol yumruğunuzu yavaş yavaş sıkın ve bir sûre öyle tuttuktan sonra yavaş yavaş gevşetin. (5) Sanki bir ağırlık kaldırıyormuş gibi her iki kolunuzu da bileklerden bükerek pazulannızı gerin, kademeli olarak bu gerginliği iyice arttırm,ve son­ ra tamamıyla gevşek bırakm. (61 5. basamağı yavaş yavaş tekrar edin. (7) Kolunuzu aşağıya indirin, ellerinizin arkasını bacaklarınızın üzerine koyun ve kollannızı geriye doğru gittikçe artan bir kuvvette itin. Daha sonra tümden gevşetin ve kolunuzun arka kısmında yer alan kaslarınızın farkma vaıın. (8 ) Şimdi kollarınızı bedeninizin yan tarailanna bırakın ve bütünüyle gevşetin ve gerginliğin kolunuzdan akıp dışarı çıktığını hayal edin.

Resim 9.1 Kaygıyı azaltmak için derin dinlenmeyi öğrenen kişiler.

296

İn s a n v e d a v r a n iş i

(9) Kaslannızı yukan doğru kaldırarak abımızı kınştınn ve gerin. Bir sû­ re öyle geıgin tuttuktan sonra gevşetin ve serbest bırakın. (10) Alnınızda. kaşlannızın arasında kalan kısmı iyice gerin ve bir sûre gergin tuttuktan sonra gevşetin, rahat bırakm. (11) Gözkapaklannızı sıkı sıkıya kapatm; bir sûre iyice sıkın. Daha son­ ra» gözünüzü açmadan gözkapaklannızı gevşetin. Gözkapaklannızın ve gözü­ nüzün çevresindeki kaslann gergin ve gevşek olmalan arasmdaki derin farka dikkat edin. (12) Dişlerinizi sıkarak çene ve şakak kaslannızı İyice gerin. Bir sûre sonra gevşeterek çeneniz gevşek bir şekilde, ağzınız yan açık kalacak bir bi­ çimde bırakın. (13) Boyun kaslarınızın farkına varmak İçin kafanızı arkaya doğru atın ve boynunuzun arkasındaki kaslan iyice gerin, daha sonra kaslarmız gergin durumdayken başınızı Önce sağa, sonra sola çevirin, daha sonra da öne doğ­ ru eğin. Bir sûre gergin tuttuktan sonra gevşetin. (14) Omuzlarınızı yukan kaldınp. omuzla boyun arasında kalan kaslan gerin, bir sûre gergin tutun ve daha sonra bütünüyle gevşetin. (15) Omuzlcuınızı. daha sonra kollarmızı. ensenizi, boynunuzu, çenenizi, gözkapaklannızı ve alnmızı tamamıyla gevşetin. Yoıgunluğun ve geıginligin yukandan aşağı doğru omuzlannızdan kollannıza. oradan da parmak ucu­ nuzdan yere akıp döküldüğünü hayal edin. GerginÜğİnizin gittikçe hafifle­ mekte olduğuna dikkat edin. (16) Derin nefes alın ve göğsünüzde oluşan gerginliğe dikkat edin. Nefe­ sinizi tutun ve göğüs kaşlannızın gerginliğini gözleyin. Şimdi nefes vererek tümden gevşeyin. (17) Şimdi yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye başlaym. Her nefes verişte bedeninizin gevşediğini dûşûnûn. Nefes alıp vermeye devam edin ve bedeninizin diğer kısımlanndaki yorgunluğun nefes alıp verir­ ken gittikçe kaybolup gittiğini gözleyin. (18) Şimdi kann kaslarınızı kasın ve bir sûre gergin tutun. Daha sonra gevşetin ve kann kaşlannızın gergin ve gevşek olduklan zaman aralanndaki büyük farka dikkat edin. (19) Omuriliğinizin iki yanındaki kaslan gerin, bedenin diğer yerleri gev­ şekken bu kaslann gergin olmasına dikkat edin. Bu kaslan biraz gergin tut­ tuktan sonra gevşetin ve aradaki farka dikkat edin. (20) Nefes abp vermeye devam edin ve bedeninizin ûst ya da alt kısmın­ da. gergin hangi kas varsa gevşetin. Bedeninizde hiçbir gergin kas kalmayıncaya kadar gevşemeye devam edin. (21) Şimdi kalça ve bacaklarınızın kaslarını iyice gerin ve bir sûre sonra gevşetin. Bu kaşlannızın gergin veya gevşek olmalan arasındaki bü3rûk farka dikkat edin. (2 2 ) Topuklarmızı kaldırmadan ayak uçlannızı yukan kaldırarak baldır kaslannızdakl gerginliği arttınn. Kaslarınız gerginken ayak parmaklannızı oynatarak kas gerginliğinizi^ iyice farkına vann. Daha sonra ayak ucunuzu

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

297

normal duruma getirip kaslarınızı tamamıyla gevşeterek aradaki farkı gözle}rin.

(23) Topuklarmm kaldırmadan ayak uçlarınızı geriye doğru İterek diz altmdakl baldır kemiklerinin ön kısmındaki kaslan gerginleştirin. Bu kasları bir sûre gergin tuttuktan sonra gevşetin ve aradaki farkı gözleyin. (24) Şimdi bûtûn bedeni gözden geçirin ve başınızdan başlayıp, ayak ucuna kadar kaslaımızm tûmûnû gevşetin. Baş. alın, gözkapaklan. çene, bo­ yun ve ense, omuzlar, kollar, göğüs, karın, kalça, bacak, baldır ve ayak kas­ lan tümden gevşek bir şekilde 3ratın. Düzgün nefes alıp vermeye devam edin. Kaslannızdaki gerginliğin kollannızdan ve bacağınızdan akıp gittiğini gözle­ yin. Bu şekilde 5-10 dakika rahatça yatın. Burada önemli nokta, kaslannız gergin ve gevşek olduğunda ne kadar farklı olduklannı hatırlamanızdır. Bu egzersizi birçok kere yaptıktan sonra, zihin yoluyla verdiğiniz emirlere kaslarınız hemen uymaya başlar. İlerde her­ hangi bir gûn göğüs kaslannızın gergin olduğunu ve nefes alış veriş düzeni­ nizin bozulduğunu gözlediğiniz zaman, bu kaslan önce gerip daha sonra tamam^la gevşeterek kas gerginliğini önlemeniz mümkün olur. Yukanda verilen türden bir gevşeme ve rahatlama tekniği, işten geldikten sonra her gün 15-20 dakika uygulanırsa, kaygı ve gerginlik büyük ölçüde azalır. Zaman geçtikçe bedeniniz bu tekniğe alışarak, daha derin düzeylerde dinlenme olanağı yaratır. Günlük hayatın getirdiği kaygı ve gerginlikten kur­ tulmak isteyen okuyucu bu teknikten ya da Ballaş ve Baltaş*m (1986) öner­ diği buna benzer bir teknikten yararlanabilir. Bilinçli Başaçıkma Yollarından Kaynağı Bulma Tekniği

Otohipnoz ve gevşeme tekniğinin yanı sıra, kayg^ra yol açan nedenleri bulup çıkanp anlayarak da kaygının şiddetini azaltmak olanağı vardır. Kaygı­ ya yol açan nedenler ya bire3dn içinde bulunduğu ortamda ya da bireyin ben­ lik kavramıyla ilgili olarak onun yetersizlik duygusunda yatar. Bu nedenle, kaygıya yol açan temel nedenleri anlamak kolay bir iş değildir. Ne var kİ, bı­ kıp usanmadan yapacağımız bir iç-gözlem sonucu bizi kaygılandıran olay ya da durumlan anlama olanağımız vardır. Aşağıdaki yöntem bu amaçla veril­ miştir ya aynen ya da size uygun ufak bazı değişiklikler yaparak, uygulayabi­ lirsiniz. (1) Kaygınızın Jorkına oann ve kaygûı olduğunuzu kabul edin. En önem adımlardan biri budur. Kaygılı olduğunuzun farkına varamazsanız kendi kendinize yardımcı olamazsınız. Siz kaygılıyken bedeniniz ve ona bağlı olarak davranışlannız az ya da çok değişir, örneğin daha yüzeysel solunum, daha sık kalp çarpması, dikkatinizi belirli bir konuya toplayamama, hemencecik alınma veya en ufak birşeye öfkelenme gibi belirtiler, kaygı sonucu ortaya çı­ kar. Bedeninizin ve davranışlarınızın farkındaysanız bu değişiklikleri hemen gözleyebilirsiniz. Kaygılı olduğunuzun farkma vardığınızda önünüzde iki ola­ nak vardın Kaygılı olduğunuzu ya kabul eder ya da etmezsiniz. Kaygılı oldu­ ğunuzu kabul etmezseniz, bundan sonraki adımlan uygulama fırsatını bula­ mazsınız.

298

İNSAN VE DAVRANIŞI

(2 ) İçinde bıdunduğımuz dunundan bir sûre uzaklaşuı ue durumunuzu gözden geçirin. Ömegln» evdesiniz ve ev ortamında iken kaygılı duruma girdiginizi fark ettiniz ve bu kaygımn altında yatan nedenleri bulmaya karar ver­ diniz. Karannızı uygulamaya koyabilmek İçin ev ortamından bir sûre uzaklaşm ve ev durumunuzu gözden geçirin. Bir sûre uzaklaşmak değişik biçimlerde yapılabilir. Bir yürüyüşe çıkabi­ lirsiniz. Ud-Oç saatlik bir vapur veya otobüs yolculuğu yapabilirsiniz veya bir parka gidip kuşlara yem atarak zamanmızı geçirebilirsiniz. Ne yaptıgmız önemli değil, önemli olan bir sûre ev ortamından uzaklaşmanızdır. Kaygmız iş órlam ela ilgiliyse, işten bir sûre uzaklaşın, ya da İş başında olniadıgmız bir zamanda aşağıdaki basamaklan gözden geçirmpye devam edin. (3) Kendinizi en rahat hissedeceğiniz ortamı hayal edin. Fciızedelim ki yeni evlisiniz. Eşinizin ablası, sizin bulunduğunuz şehirdeki belirli bir dok­ torda tedavi olmak için iki haita kadar sizin evinizde kalacak. Eşinizin ablası­ na yardımcı olmayı içtenlikle istiyorsunuz. Ne var ki. ilk ve İkinci adımlarda belirtildiği gibi, kaygılanmaya başladığınızı fark ettiniz ve kaygımn temelinde yatan nedenleri bulmak için paıkta bir yürüyüşe çıktınız. Kaygınızm ka3mağmı bulmak için kendinizi kaygısız bir ortamda hayal etmek istediniz. “Ken­ dimi hangi durumda en rahat ve kaygısız hissederim?” sorusuna cevap ola­ rak hayalinizi çalıştırmaya başladınız. Bu sorunun cevabı olarak, eşinizin ablasımn olmadığı zamanlarda kendi­ nizi en rahat hissedeceğinizi keşfettiniz. İçinizde bir suçluluk belirdi. Çünkü eşinizi seviyorsunuz ve onun için önemli bir kişi olan ablasına yardım etmeyi gerçekten İçtenlikle İstiyorsunuz. Farkına vardınız kİ. eşinizin ablasının sizin pişirdiğiniz yemekleri sevmqreceglnden ve sizi eleştireceğinden çekiniyorsu­ nuz. Yemek pişirmeyi pek bilmiyorsunuz ama. eşiniz sizin pişirdiğiniz yemek­ lerden şikayet etmiyor, aksine iyi pişmemiş yemek ikiniz arasında bir şaka­ laşma konusu oluyor. Ancak, eşinizin ablasının sizde kalırken yemek pişirme konusunda sizi yargılayacağından korkuyorsunuz. Farkına vardığınız şu olu­ yor: Yemek pişirme konusu olmasa kaygınız ortadan kalkacak ve eşinizin ab­ lasını misafir etmekten memnun kalacaksınız. (4) Kaygmm temelinde yatan nedenlerin sizin benlik kauramınızı nastl et­ kilediğini anlayın. Ekinizin ablasının sizde kaldığı sûre içinde sizin pişirdiği­ nizin yemeklerden hoşlanmayacağı ve kardeşi İçin sizin iyi bir eş olmadığınızı düşüneceği olasılığının, kaygınızın temelini oluşturduğunu 3. adımda keşfet­ tiniz. Şimdi bir adım daha derine inerek, kaygı yaratan bu durumun sizin benlik kavramınızı nasıl etkilediğini anlamak gerekir. Bir sûre düşünüp, ken­ di kendinize değişik sorular sorarak, bu etkileri keşfedebilirsiniz. Örneğin, “Yemek pişirme konusunun dışında, eşimin ablasının bizde kalmasmın bende uyardığı başka kaygılar var mı?“ diye sorabilirsiniz. Soruya cevabmız “Hayır” ise. son derece özel ve sınırlı bir konuda kaygılandığınızı anlamış olursunuz'. Yukarıdaki soruya cevabınız “Evet" ise, durum “yemek pi­ şirme* konusunun ötesine gider ve daha yönlü düşünerek, kaygınızın gerçek kaynağını veya kaynaklarını keşfetme yolunda ilerlemeniz gerekir. (5) Kaygtmzm ortadan kalkması içtn uygulayacağınız kısa süreli ve uzun süreli çözüm ycilarmı saptayın. 4. adımda kaygınızın son derece sınırlı bir

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

2 99

alanda, başka bir deyişle yemek pişirmek konusunda olduğunu keşfettikten sonra çözümünüz, o özel alandaki sorunu ortadan kaldırmaya yönelik olur. Bu konuda değişik çözüm yollan uygulayabilirsiniz. Çözüm yollanndan bazılan kısa süreli, bazdan İse uzun süreli olur. Kısa süreli çözümlerden bazdan şunlar olabilir; a) önünüzdeki bir hafta İçinde 5 ya da 6 yemeğin nasü pişirileceğini, iyi bilen birinden iyice öğren­ mek; b) konuyu eşinizle konuşmak ve onun fikrini aldıktan sonra ablasma önceden bildirip, yemek konusunda yüksek beklentiler içinde olmamasını bildirerek, onu 3riyecek konusunda hazırlamak; c) eşinizin ablasınm gelişini bir fırsat bilerek bazı yemeklerin nasıl pişirildiğini ondan öğrenmek; d) yemek pişirme konusundaki kaygınızın önemsiz olduğuna karar vererek, evinizde hiçbir değişiklik yapmamaya karar vermek. Bu son seçenek, eşinizin ablası­ nın sizi olduğunuz gibi kabul etmesini beklediğinizi, şu andaki benliğinizden memnun olduğunuzu, başkalannı memnun etmek İçin kolaylıkla değişmek istemediğinizi belirtir. Uzun süreli çözüm yollan, bir kimsenin kendini derinden anlamasını ge­ rektiren türden yaklaşımlardır, örneğin, yemek pişirme konusundaki kaygı, kişinin "dış merkezli" bir kimse olduğuna İşaret eder. Dış merkezli kimse, hep başkalannı memnun etmek İçin çabalar, bütün amacı başkalannın ken­ disine eleştiri yöneltmemesini sağlamaktır. Bunun karşıtı olan “iç merkezli" kimse, karar verirken kendi duygu ve düşüncelerini merkez alır. (Dış merkezli ve iç merkezli kişiler konusunu daha aynntılı olarak 12. Bölüm'de tartışacağız.) Bir kimsenin dış veya iç merkezli olması, o kimsenin içinde büyüdüğü aile ortamıyla ilgilidir. Bir kimsenin dış merkezli bir kimse olmaktan vazgeçip, İç merkezli biri olması, bireyin karar vermesine bağlı olarak hemen bir günde gerçekleştirilebilen kolay bir iş değil­ din uzun bir arayış ve düşünüşü, o kimseyi geçmişte ve şimdi etkileyen fak­ törlerin düzenli bir sistem İçinde anlaşılmasını gerektirir. Bu anlayışa ulaşa­ bilmek bir süre psikoterapi gerektirebilir. Bu yaklaşım uzun süreli bir yakla­ şımdır ve kaygmm temelinde yatan sorunları çözüme yöneliktir. Tem ek pişirme konusunun dışında, eşimin ablasının bizde kalmasının bende doğurduğu başka kaygılar var mı?” diye sorduğunuzda cevabmız “Evet" ise» kaygınızın kaynağı yemek pişirme konusunun dışına çıkar, daha başka yönleri İçerir. Akla değişik olasılıklau* gelir: a)

Belki eşinize güveniniz tam değildir ve onun kolayca ablasının olum­ suz etkisi altında kalabileceğinden korkabilirsiniz;

b)

eşinizin ailesiyle sizin aileniz arasındaki ilişki, ikiniz arasında bir so­ run olarak kendini gösterebilir:

c)

siz kendine güveni olma3ran birisi olarak hemen hemen herkesin ya­ nında kaygı duyabilirsiniz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bunlar hemen ortadan kalkacak, türden nedenler değildir. Uzun süre üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken so­ runları kapsar.

İNSAN VE DAVRANIŞI

300

(6 ) Kısa sureli çözüm yollarını hemen uygulamaya koy ue uzun süreli çö­ zümler için gerekli adımları atmaya hazırlan. 4. ve 5. adımlarda farkına var­ mış olduğunuz nedenlere dayanarak önce kısa süreli çözümleri hemen uygu­ lamaya koyun. Kısa süreli çözümlerde hatırlayacağınız en önemli nokta şu olmahdın İlk adım, en zor adımdır. İlk adımı attıktan sonra, yavaş yavaş di­ ğer adımlar onu izler. İşe ufak ve basit adımlarla başlamakta yarar vardır. Diyelim ki. yemek pişirme konusundaki kaygınıza çözüm yolu olarak, eşinizin ablasmdan ye­ mek pişirmeyi öğrenmeye karar verdiniz. İlk adım, eşinize ablasına mektup yazmak istediğinizi sÖ3İemek olur. İlk adımı atmak gayet kolay olur ve kaygı derecenizi azaltarak size olumlu yönde bir eneıjl verir. İkinci adım, eşinizin ablasına mektup yazmaktır. Mektupta, onun hastalığma üzüldüğünüzü, kendisine burada yardımcı olabilmeyi istediğinizi, fakat yemek pişirmeyi pek bilmediğiniz için, ona iyi yemek pişirememekten kaygı­ landığınızı yazarsmız. Mektubunuza devam ederek« kendisinin burada teda­ visine devam ederken size bazı yemekleri öğretebilirse memnun kalacağınızı söylersiniz. Ondan beklediğinizin size yemek tarifesini vermesi olduğunu, bü­ tün işi sizin yapacağınızı söylersiniz. Ûçûncû adım olarak, evin telefon olanağı varsa, eşinizin ablası gelmeden önce onunla telefonda konuşmayı planlayabilirsiniz. Her adımda kaygı dere­ ceniz azalacak ve daha yapıcı çözümler için adım atma isteğiniz artacaktır. Ufak adımlardan elde edeceğiniz destek ve eneıji size, daha temel sorunkıra uzun süreli çözümler İçin yaklaşma cesaretini verir. (7) Kaygı için harcadığınız enerji ve zamanın size hiçbir yaran olmadığım ımutmaym. Kaygıyı ortaya çıkaran nedenlerin Ikl temel grupta toplanabilebeğlni söylemiştik: a)

Bireyin içinde bulunduğu ortamdan kaynaklanan nedenler, veya

b)

Bireyin kendisiyle ilgili yetersizlik algılamasından kaynaklanan ne­ denler.

Bu nedenleri ortadan kaldırıp, kaygıyı sıfıra indirmek zordur, ancak za­ man içinde, sizin.yapacağınız çabalar sonucu kaygı ortadan kalkar. Bu çaba­ yı gösterirken akılda tutulacak en önemli konu, kaygılanarak harcanan ener­ ji ve zamanın size hiçbir yaran olmadığıdır. Kaygınm temelinde yatan neden­ leri, kaygılanmaya devam ederek hiçbir şekilde çözemezsiniz. Aksine çözümü zorlaştınrsınız. Kaygıya harcadığınız enerji ve kaygılanmanın ortaya çıkardığı nöroflzyolojik koşullar, sizin dikkatinizi ve düşünme kapasitenizi olumsuz yönde etkiler. (8 ) Kaygmızı abartmaktan sakının. Olumsuz duygulan abartarak oldu­ ğundan daha da kötü göstermek çoğumuzun alışkanlığıdır. Böyle bir eğilim kısır döngü yaratın Kaygı abartılınca daha çok kaygıya, daha fazla kaygı da­ ha çok abartmaya, abartma kaygının yeniden artmasına yol açar. Böylece. enerji ve zaman kaygıyı çtfâme yerine, kaygıyı büyütüp, beslemeye harcanmış olur. Bu kısır döngüye girmekten sakının.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

301

Şimdfye kadar bilinçli çözüm yollanndan söz ettik. Aşağıdaki bölümde, İnsanların kaygı veren durumlarla bilinçsiz olarak nasıl başaçıkma girişimle­ rinde bulunduklanm inceleyeceğiz. Bilinçsiz Başaçıkma Yollan: Savunma Mekanizmalan Savunma mekanizması farkında olmadan, bilinçsiz olarak kaygıdan kur­ tulma çabasma verilen İsimdir. Belirli ortamlar bireyde kayg^a yol açıyorsa, bu tür ortamlarda birey bilmeden savunma mekanizmalannı kullanmaya başlar. Kaygmın nedenleri bireyin benlik kavramıyla ilgiliyse, o zaman birey savunma mekanizmalarını değişik ortam ve durumlarda gösterir. Savunma mekanizmalarının birçok türleri vardır. Savunma mekanizmalannm ortaklaşa paylaştıklan özellikler vardır. Pay­ laşılan bu genel özelliklere kısaca göz attıktan sonra, sık sık gözlenen savun­ ma mekanizmalarından yedisini tanımlayacağız. Savunma mekanizmalannm genel özellikleri şunlardın (1) Savunma mekanizmasını kullanan blr^'. davranışınm gerçek işlevi­ nin farkında değildir. Savunma mekanizmalanna, bu anlamda, bilinçsiz davranişiar olarak bakılır. (2) Savunma mekanizmalannm etkisi altında, gerçeği olduğundan biraz daha farklı algılarız. Bir dereceye kadar kendi kendimizi cMatnwca işin İçine girer ve böylece algılamadaki bu değişiklik bizdeki kaygı düzeyinin azalması­ na ol açar. (3) Savunma mekanizmalan kaygımızı azaltmada gerçekten etkindir ve yaşamımızda ortaya çıkan zor durumlan kendimizi yıpratmadan atlatmamıza yardımcı olur. (4) Savunma mekanizmalan herkes tarafından kullanılır ve normal bir davranış biçimi olarak kabul edilir. Aşağıda anlatılan bazı savunma mekanizmalannı okurken, büyük bir olasılıkla, bu mekanizmalardan birkaçını ya kendinizin, ya da tanıdığınız bazı kimselerin kullandığını fark edeceksiniz. Bu durumda kendinizi veya öbür bireyi yargılamayın, çünkü savunma meka­ nizmalan her sağlıklı İnsanın zaman zaman başvurduğu bir davranış türü­ dür. Birey çevreye uyum yapmak için sürekli olarak savunma mekanizmalannı kullanırsa, sorun o zaman ortaya çıkar. Ara sıra başvurulan savunma mekanizmalan. kaygı derecemizi azaltarak çevreyle geçici olarak daha etkin etkileşimde bulunmamızı sağladığmdan. sağlıklıdır. Sürekli olarak kullanılan savunma mekanizmalan İse, tam aksine çevreye uyum yapmamızı bozar ve sağlıksız sonuçlara götürür. Bu dört noktayı göz önünde tutarak temel savunma mekanizmalanndan belli başhlannı gözden geçirelim: Mantığa bürüme (rationalization): Bu tip savunma mekanizması, bireyin yapmış olduğu belirli bir davranışı haD/letici mazeretler bulma biçiminde kendisini gösterir. B ir ^ mazeretler bularak, kendi davranışını olduğundan daha az yanlış, ya da tuhaf gösterme eğilimindedir, örneğin, sınavda kopya çekerken yakalanan öğrenci, bu yüz kızartıcı davranışmı Örtbas etmek için.

302

İNSAN VE DAVRANIŞI

“Herkes öğrenciyken kopya çeker." ya da “Kopya çekme fırsatı veren öğretme­ nin dersinde kopya çekilir" gibi bir genelleme yaparak, kendi davranışını ma­ kul göstermeye çalışır. Çok para harcayarak bûyûk borçlarm altına giren kişi, “Borç, yiğidin kamçısıdır." gibi bir söyleyişin arkasına sığınarak borçlanma davranışını olumlu bir atılım olarak gösterme çabasındadır. Hiç uygun olmayan ortamlarda uygun olmayan İsteklerde bulunan kişi. “İsteyenin bir yûzû kara, vermeyenin iki yûzû," diyerek uygunsuz davranışını mantığa bürür. Bu tür mantığa bürüme ve makul gösterme çabalan, bireyin kaygısını ge­ çici olarak azaltarak, zor ve utanç verici bir durumu bireyin kolaylıkla atlat­ masına yol açar. Karşıt tepki geliştirme (reactlon formatlon): Bu savunma mekanizması, gerçekte hissettiğiniz duygulann tam aksini yaptığınız zaman kendisini gös­ terir. Gerçek duygulannızı göstermek, içinde bulunduğunuz durum içinde uygun kaçmayacağından, gerçek duygulannıza zıt fakat o durum içinde ka­ bul edilebilen duygulan göstermeye başlarsınız. Buna karşıt tepki geliştirme adı verilir. Örneğin, sevdiğiniz bir ablanız, kocası kazada ölünce, iki çocuğunu ala­ rak sizinle oturmak üzere yanınıza geldi. 2^amanla ablanızın sizin yaşamınıza karışmaya başladığını ve çocuklann sürekli gürültü yaparak sizin çalışmanı­ zı olumsuz yönde etkilediğini görüyorsunuz. İçinizde ablanıza ve çocuklanna karşı bir kızgınhk belirmeye başbyor. ne var ki İçinizdeki öfkenin farkına va­ rınca. suçluluk hissediyorsunuz. Çünkü, kocasının ölümünden sonra ablanı­ za ve çocuklanna yardımcı olacak tek kişi sîzsiniz. Gerçekte hissettiğiniz kızgmlığı göstermek uygun olmadığı için, kızgmhk duygusunun yerine onlara şefkat ve sevgi duygusu göstermeye çalış^orsunuz. Bu davranışınız, karşıt tepki geliştirmeye bir örnektin şefkat gösterisi yaparak, kızgınlık duygusu­ nun ortaya çıkaracağı kaygıdan kurtulmuş oluyorsunuz. Bastırma (repression): Bazı düşünceler bizde derin kaygı doğurabilecek potansiyele sahiptir, örneğin, her an bir nükleer savaşın ortaya çıkma olası­ lığı bu tür bir düşüncedir. Amerika'nın Kaliforniya Eyaleti sürekli depremle­ rin olduğu bir bölgededir. Bu bölgede ortalama her otuz yılda bir son derece şiddetli deprem olduğu saptanmıştır. Böyle bir depremde binlerce insan ya­ şamını kaybeder. Televi^on. radyo, gazeteler ve hükümet yayınları sürekli olarak vatandaşları depreme hazır olmaları için uyardıkları halde, büyük bir kitle, sanki böyle bir olasılık hiç yokmuş gibi hareket eder. Bizde derin kaygı uyandırabilecek böyle düşünceleri bilinçaltına iterek bastırırız. Böylece olumsuz düşüncenin etkisi altında ortaya çıkabilecek kay­ gıyı önlemiş oluruz, ölüm olayını çoğu kere hiç düşünmeyişimiz de. bastırma türünden bir savunma mekanizmasına örnek olarak verilebilir. İnsanlann ölümlü olduğunu bildiğimiz halde biz davranışlarımızı, planlanmızı sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaparız. Oldukça yaşlı insanlarda sık sık gözlenen para biriktirme ve kimseye yardım etmemek gibi durumlar, ölüm düşüncesini bas­ tırma davranışma örnek olarak verilebilir.

GONLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

3 03

Bastırma davranışı klinik psikolojinin sık kullandığı kavramlardan biri­ dir. Kavramın deneysel olarak gözlenmesi zor olduğundan deneysel verilerle pek desteklenmemiştir. Ne var kİ, birçok klinik gözlemi açıklamada büyük ko­ laylık sağladığından, bastırma kavramı klinik alanda gücünü korumaktadır. Yansıtma (projectlon): Bireyin kendisinde bulunan kusurlan başkaların­ da görme davramşına yansıtma adı verilir. Başkalarına hiç yardım etmeyen ve sürekli kendi çıkanm gözleyen bencil biri, “Herkes kendi başının çaresine bakıyor, kimse bir diğerine yardım eli uzatmıyor," diyerek, etrafındaki kimse­ leri suçlar. Birey, yansıtma yoluyla kendisinde bulunan olumsuz yönleri “zo­ runlu ve gerekli” imiş gibi gösterir. Kendisinde bulunan kötü özellikleri baş­ kalarında görerek birey kendini, olumsuz özellikler açısından başkalanndan farklı görmez. Birey yansıtma davranışında bulunarak, “Ne yapayım, herkes böyle, ben de böyle olmak zorundayım; böyle davranmam yaşamın zorunlu bir sonucu, benim elimde olan birşey yok." mesajını verir. Özdeşleşme (identiflcatlon); Birey kendinde bulunan özellikleri özenilir bulmadığı zaman, kendisi olmaktan çıkıp, istediği özelliklere sahip başka bi­ riymiş gibi kendini algılamaya ve davranmaya başlar. Kendisini bir başkasımn yerine koyma ve davranma eğilimine, özdeşleşme adı verilir. özdeşleşmeye kolaylıkla örnekler verilebilir: Çirkin bir genç kız. kendini beğendiği bir film artistiyle özdeşleştirerek, o artist gibi gİ3inlp. süslenerek çirkinliğini unutur. Genç bir erkek, mahallenin kabadayısıyla kendini özdeş­ leştirerek bedeninin zayıflığının doğurduğu kaygının üstüne çıkar. Yukanda verilen iki örnekteki ortak yön, bireylerin kendilerindeki özellikleri begenmeyip. sanki başka biriymiş gibi hareket etmeleridir. Yer değiştirme (displacement): Bizde kaygı uyandıran sorun, gücümüzün yetmediği bir kimse, ya da denetimimiz altında olmayan bir olaysa, kaygımızı veya kızgınlığımızı gücümüzün yettiği bir kimseye yöneltiriz. Ofisteki müdüre kı^m memur, öfkesini evdeki karısına boşaltır. Memurun kansı. kocasına ifade edemediği kızgınlığı denetimi altında olan, gücünün yettiği çocuklannı azarlayarak İfade eden çocuk da evdeki kediyi ya da köpeği (ekmeler. Böylece birey gücünün yetmediği kimseyle mücadele etmenin doğuracağı kaygıdan kendisini uzaklaştırmış olur. Yüceltme (sublimation): Toplumsal yönden kabul edilmeyen saldırgan ve­ ya cinsel eğilimler, yüceltme mekanizması aracılığıyla biçim değiştirerek top­ lumun kabul edebileceği alanlarda ifadelerini bulurlar. Örneğin, sürekli dö­ vüşmek ve başkalanna “posta koymak" İsteyen kişinin bu davranışı, bekçi ya da polis olduğu zaman görevinin bir parçası olarak görülür. Soyut kavramlara bürüme (Intellectualization): Bizde kaygı uyandıran duygusal (aifectlve) bir durumu soyut kavramların ışığında görerek, gerçekle ilişkimizi kesme eğilimine, soyut kavramlara bürüme adı verilir. Yakını ölen kimse, bu k im s ^ bir daha hiç göremeyeceğini bildiği halde, ölümü son dere­ ce soyut bir olay yaparak duyduğu acıyı bastırmaya çalışır. Sık sık soyut

304

İNSAN VE DAVRANIŞI

kavramlara bürüme davranışını gösteren kimselerin kendi duygularının farkma varmaktan korktuğu düşünülür. Bu kişiler, kendilerine en yakm hisset­ tikleri eşlerine ya da çocuklanna dahi duygularmı ifade edemezler. Duygusal yaşamlan son derece soyutlaşıp günlük yaşamdan uzaklaşmıştır. Haycd dünyasına kaçma (fantasy escape): İçinde bulunulan durum kaygı uyandıran bir durumsa, hayal dünyasına kaçıp orada daha hoş bir durum içinde kendimizi düşünerek« içinde bulunduğumuz durumun ortaya çıkardığı kaygıdan kurtulmuş oluruz. Örneğin, sekreterlikten hiç hoşlanmayan genç kadın kendini hayal dünyasmda son derece başanh bir avukat gibi düşüne­ rek, sekreterliğin verdiği kaygıdan kurtulur. Fakir bir genç, kendisini başarılı bir sporcu olarak boğazdaki yalısında hayal eder ve böylece fakirliğin verdiği eziklikten bir an için kurtulabilir. TelaJI (compensatlon): Kendimizi zayıf gördüğümüz bir alandaki eksikliği­ mizi, kuvvetli olduğumuz başka bir alandaki başarıyla örtme çabasma t e l^ denir, örneğin, zihinsel yetenekleri kısıth olan bir kimse spor alanında bü­ yük başarılar kazanarak bu eksikliğini giderebilir. Erkeklerin dikkatini çeke­ meyen çirkin bir kız, çalışıp başanlı bir biçimde doktorasını yapar ve bilim alanında başarılı bir kimse olarak herkesin dikkat ve takdirini çeker. Kadıhlann dikkatini çekemeyen çirkin bir erkek başarılı bir ressam ya da heykeltraş olarak kadm vücudunu en ince ayrıntılarına kadar İfade etme olanağı bu­ lur ve bu davranışından dolayı da büyük bir takdir ve destek görür. inkâr (denial): Birey daha önce yapmış olduğu bir davranışı kabul etme­ yip, inkâr ederek de bir savunma mekanizması gösterebilir. Çirkin bir davra­ nışta bulunan kimse. “Hayır ben hiçbir zaman o kişiye kaba davranmadım, sürekli saygılı davrandım.“ diyerek daha önceki davranışını inkâr eder. Birey böylece, kötü davranışından doğacak kaygıyı önlemeye çabalar. Farkında olmadan yaptığımız savunma mekanizmaları, kaygımızı azalt­ ma yolunda bize yararlıdır. Her kimse, değişik zamanlarda şu veya bu savun­ ma mekanizmasını kullanır. Bu bölümü okuduktan sonra kendinizin ya da arkadaşlarınızın davranışlım ın bazılarını savunma mekanizması olarak gör­ meye başlayabilirsiniz. Böyle bir gözlemde bulunduğunuz zaman doğal bir süreç içinde olduğunuzu bilin ve ne kendinizi ne de başkalannı yargılayıp, kmamayın. Bir kimse sürekli olarak savunma mekanizmalarını kullanarak gerçekle ilişkisini kesiyor, çevresine ve yaşama uyumunda zorluk çekiyorsa, ancak o zaman bu kimsenin psikolojik tedaviye gereksinmesi var demektir.

3. ENGELLENMEYLE BAŞAÇIKMA YOLLARI Giriş Daha önce açıkladığımız gibi engellenme amacına ulaşamamış, önlenmiş güdülerin ortaya çıkardığı heyecan halidir. Değişik şiddet derecelerinde her

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

3 05

gûn engellenme duygusunu yaşarız. Bu kısımda engellenmeyle nasıl başaçıkabflecegimizl göreceğiz. •» Kaygılanma konusunda olduğu gibi, engellenme konusunda da başaçıkma yollarını iki temel grupta toplayabiliriz:

1 ) Bilinçli ve planlanmış başaçıkma yollan. 2) Bilinçsiz ve planlanmamış başaçıkma yollan. Ük gruptaki davranışlar düşünülerek belirli bir program çerçevesinde hazırlannuştır ve birey hangi davranışı ne amaçla yaptıgmın farkmdadır. İkinci gruptaki davranışlar ise planlanmamıştır ve ken^llğinden ortaya çıkan tepki­ lerden oluşur. Birey bu davranışıyla engellenme duygusu arasındaki ilişkinin çoğu kez bilincinde değildir. Aşağıda hct grup davranışı ayn ayn İnceleyece­ ğiz. Günlük yaşamında birey, her iki türden başaçıkma davranışmı da aym anda gösterebilir. Bilinçli Başaçıkma ToUan Engellenme duygusunun kaynağı, kaygıda/olduğu gibi, ya çevrede ya da engellenme duygusunu yaşayan bireydedir. Engellenme duygusu, bireyin İçinde bulunduğu sosyal ya da fiziksel çevreden kaynaklanıyorsa, onunla başaçıkmak İçin atılacak adımlar, bireyin kendi özelliklerinden kaynaklanan engellenme duygusuyla başaçıkmak için atılacak adımlardan farklı olur. Be­ lirli bir engellenme duygusu aynı zamanda hem ortamın koşullarından, hem de bireyin kişisel özelliklerinden kaynaklanabilir. Aşağıda her iki tür kaynak­ tan gelen engellenme duygusuyla başaçıkmada kullanılan gûvenli-gbişken (asserUve) yaklaşma gözden geçireceğiz. Şöyle bir örnekle tartışmamıza başlayalım: Bir üniversite öğrencisi kendi­ siyle aynı sınıfla bulunan karşıt cinsten biriyle arkadaşlık kurmak İstiyor. Daha kolay anlatabilmek için bu kişilere İsim verelim; erkeğe Selim, kıza da Şule adlanm verelim. Şule'nin Selim'le arkadaşlık kurmak istediğini varsaya­ lım. (1) Hangi güdünün engellendiğini anlayın : İlk adımda engellenen, ama­ cına ulaşamayan güdüyü bulmaya yöneliriz. Şule. Selim'le konuşamadığı sü­ rece engellenme duygusu yaşar çünkü onunla arkadaşlık kurarak yalanlaş­ ma amacına ulaşamamıştır. (2) İsteğinizi gerçekleştirmenize neyin engel olduğunu anlayın: Şule, "en­ gelin ne olduğunu" kendisine sorduğunda, farklı cevaplar alır. Cevaplardan bazıları Selim'in ve kendisinin içinde bulunduğu koşullardan, diğer bazdan ise Şule'nin veya Selim'in kendi kişisel özelliklerinden kaynaklanır. İçinde bulunulan koşullara Örnek olarak şunlan verebiliriz: Selim üniver­ site yurdunda kalmaktadır ve her gûn yurttaki arkadaşlanyla okula gelmek­ te. sınıfla onlarla beraber oturmakta, beraber yemek yemekte ve okuldan sonra yine beraberce yurda dönmekledir. Bu durum içinde Şule'nin Selim'le yalnız konuşması olanaksızlaşmaktadır. Çevreden gelen başka bir engel. Selim'le telefonla konuşma olanağmm bulunma3nşıdır. Yurdun telefonu vardır ama. }rurt ofisinde bulunan telefonla İD 2 0

306

in s a n v e

DAVRANIŞI

konuşmak İçin kim olduğunuzu ve kiminle konuşmak istediğiniz söylemek zorundasmız. Bu koşullar altmda Şule Selim’c telefon ederse, durumu arkadaşlannın öğreneceğinden korkmaktadır. Şule bu aşamada duygulannm kimse tarafmdan bilinmesini İstememektedir. Çevre ya da İçinde bulunulan koşullardan ka3maklanan engellere diğer bir örnek de. Türk kültüründe bir kızm erkekle arkadaşlık kurmak İçin girişimlerde bulunmasının olağan kar­ şılan mamasıdır. . Bu nedenle Şule, rahat ve serbestçe hareket etme özgürlü­ ğünü kendisinde bulamamaktadır. içinde bulunulan ortamın koşullarının yanı sıra. Selim veya Şule’nin ki­ şisel özelliklerinden kaynaklanan engeller de vardır: Şule bir genç kız olarak kendini, o kadar çekici ve güzel bulmamaktadır. Selim’I yakışıklı ve erkeksi gördüğü için, başka kızlann Selim’den hoşlandıgmı düşünmektedir ve bu ne­ denle, Selim'in belki de bir kız arkadaşı olduğunu düşünmektedir. Selim ta­ rafmdan beğenilmeme korkusu Şule'nin daha girişken olmasmı engellemek­ tedir. Aynca Şule, kendi yaşıüanna göre, biraz daha çekingen bir kişilik yapı­ şma sahiptir. Başkalarının gelişigüzel yapıverdikleri davranıştan. Şule düşü­ nerek, İyice gözden geçirerek yapar; hata yapmaktan, başkalannın kendisini ayıplama ya da kınamasmdan çekinir. (3) Uygulamaya dönük durum değerlendirmenizi yapın: Iç ve dış engelle­ ri gözden geçirdikten sonra uygulamaya dönük bir durum değerlendirmesi yapm. Bu aşamada Şule hangi engellerle ne zorlukta başaçıkabileceglnl düşün­ melidir. Selim’le sözlü İletişim kurmak zorunda mıdıı? Belki de mektup yaza­ rak İletişim kurma daha kolay olabilir. Aynca. Selim'le yalnız konuşmak yeri­ ne. kendisinin Selim’in grubuna katılarak, önce o grubun bir parçası olmak ve herkesle arkadaşlık kurmak daha kolay ve makul bir adım olabilir. Bt^lece SelImM daha yakından tanıma olanağı bulabilir ve Selim'in kendisi için lie gibi duygular beslediğini daha Önceden öğrenebilir. Şule kendi utangaçlığını ve çekingenliğini de gözden geçirebilir, bunun sonunda, o andan itibaren daha girişken bir kimse olmaya ya da, “Ben ken­ dimi şu anda olduğum gibi kabul ediyorum ve hiçbir şekilde değişmek iste­ miyorum," karanna varabilir. Görünümü konusunda da aynı şekilde karar­ lar alabilir. Ya giyimine daha dikkat edip, kendisine yakışan türden elbise ve renkleri giymeye özen göstermeye başlayabilir ya da “Ben neysem oyum, kim­ seye kendimi beğendirmek zorunda değilim. Beğenen beni olduğum gibi be­ ğensin." düşüncesiyle hareket edebilir. Iç ve dış engellenme kaynaklannı göz­ den geçirerek kişi kendisi için en uygun adımlara böylece karar verebilir. (4) Uygulamaya dönük bir plan yaparak, adım adım planınızı gerçekleşti­ rin ı Durumu değerlendirip, kendisi için neyin önemli olduğuna karar verdik­ ten sonra, artık Şule planını yapmaya ve adım adım bu planı gerçekleştirme­ ye hazırdı:r* Şule durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Selim’in grubundaki her­ kesle arkadaş olmaya ve kendisini hiç değiştirmeden olduğu gibi bırakmaya karar vermiş olsun. Planını gerçekleştirmek için smıRa onlann yakınma oturmaya, onlarla konuşmak için fırsatlan değerlendirmeye, öğle yemeğinde

GONLÛK YAŞAMIMIZDA GODO VE HEYECANLAR

307

onlarla beraber olmaya ve bazen onlarla beraber yurda yürümeye karar ve­ rir. Selim'le ilişkisini bir süre ikinci plana atmaya karar verir. Bir ilişki geli­ şirse. bunun doğal, hiç zorlamadan gelişmesini ister. Fakat bu potans^^el ilişkinin gelişmesi için gerekli ortamm koşullarını hazırlamada kendisinin bir şeyler j^pablleceğlnl görür. Şule planım bu temel düşünceler çerçevesinde düzenler. Engellenme duygusuyla nasıl başaçıkabilecegimiz konusuyla ilgili olarak yukandaki adımlan böylece gözden geçirdikten sonra, şimdi bazı genelleme­ lerde bulunalım. Genelleme İ. Engellenme duygusuyla başaçıkmak İçin sizin faal olmanız gerekir, EngeUenme duygusunun etkisi altında son derece kızgın ve bozuk bir ruh hali içinde hiçbirşey yapmamak, size bir çözüm getirmez. Yukanda verilen örnekte Şule faal olarak engellenme duygusuyla ilgilen­ miştir. Pasif olarak ele alsaydı, büyük bir olasılıkla daha fazla sigara içmeye başlar, içki içerek ‘yaşamın acı ve haksızlıklarla dolu olduğundan" söz eder ve karamsar bir dünya görüşünü dile getiren şarkı ve türküleri dinleyerek, daha da duygusal çöküntüye girerdi. Bu aşamada, içindeki kızgınlık ve bo­ zulma duygusunu, yer değiştirme savunma mekanizması aracılığıyla, ideolo­ jik amaçlar için kullanırdı. Böyle bir savunma mekanizmasına giren Şule'nin bir süre sonra belirli bir "solcu" ya da "sağcı" grubun parçası olma olasılığı yükselir. Gördüğünüz gibi, yukandaki adımlan İzleyerek aküf bir tavır içinde engellenme duygusuyla uğraşmak. Şule'nin kendisi, ailesi, arkadaşları ve ge­ nel olarak toplumun psikolojik sağlığı bakımmdan daha yararbdır. Genelleme 2. EngeUenme duygusuyla başaçıkmada. çevreden kaynakla­ nan engelleri olduğu kadar kişinin kendisinden kaynaklanan engelleri de gözönüne almak zorunda3nz. 3. Bölüm*de algılama konusunu incelerken söyle­ diğimiz gibi birey, kendi algılaması yoluyla psikolojik çevresini belirler. Bir ki­ şinin çevresindeki kişi ve olaylar, o kişinin belirli tür düşünce ve tutumlardan dolayı engel durumuna gIrebiUr. Bu nedenle, kişinin kendisindeki özelliklerin farkında olması, onun çevresindeki engellerle başaçıkmasmda yararlı olur. Şule, Türk kültürünün değerleri ve normlan çerçevesi İçinde düşündüğü ve çevresini "Türk kültürü gözlüğüyle" gördüğü için. İçinde bulunduğu or­ tamda bazı engeller algılar. Şule’nin güdüsüne benzer bir güdüye sahip tipik Amerikalı bir üniversite öğrencisi kız. Selim durumunda olan erkeğe telefon etmekten hiç çekinmez ve oldukça belirgin bir şekilde, bir kadın olarak Selim*e İlgi duyduğunu belirtir. Çevrede Selim'e ilgi duyan başka kadınlar var­ sa, diğer kadınlan safdışı bırakarak Selim'in dikkatini kendi üzerinde topla­ maya çalışır. Bunu yaparken de o kadar saklı ve gizli şekilde hareket etmez, oldukça açık davranır. Yukanda anlatılmaya çalışılan temel fikir şudun Farklı kültür ve sosyal, ortamlardan gelen kişiler, farklı sosyal değer ve normlar içinde büyüdükle­ rinden. aynı çevre içinde farklı engeller görürler. Çevredeki engellerin temeli, bu anlamda, bizdeki algılama özelliklerine bağlıdır. Bu özelliklerin bilincinde olmak, engellenme duygusuyla daha etkin ve başarılı bir biçimde uğraşma­ mızı sağlar.

308

İNSAN VE DAVRANIŞI

Ceneüeme 3. Kendisinin ve çevresinin bilincinde olan kişi haşaçtkamayacağı türden engellenme duygusunun ortaya çikmasmı büyök ölçüde önleyebi­ lir. Bu genelleme son derece açık seçik olduğundan daha da aynntılanna giı^meye gerek görmüyoruz. Kendini ve çevresini tanıyan kişi, arzu ve isteklerini gerçekçi bir anlamda değerlendirebilir, ortama ve kendisine uygun olmayan ve3ra gûcûnûn yetmeyeceği durumlara kendini sokmaz. Böylece, engellenme henüz ortaya çıkmadan önlenmiş olur. Şule’nin durumu son derece doğal bir gelişmeyi gösterir. İki cinsiyet ara­ sındaki çekim doğanın en gûçlû yönlerinden biridir. Şule bu çekimi reddet­ miyor, bir Türk üniversite öğrencisi olarak, kendi yaşamına ve ortamına uy­ gun başaçıkma yollan anyor. Böylece sağlıklı bir yaşam çabası İçine girmiş bulunuyor. Bu çabanın sonunda daha olgun, daha derin, gelişmiş ve tecrübe kazanmış biri olur. Güyenll Girişkenlik Eğitimi Engellenmenin iki tür kaynağı olduğunu, bunlardan birinin çevre, diğeri­ nin de birey olduğunu yukanda belirttik. Bireyden kaynaklanan en belli başh engellenme nedeni, klşinln^kendlne güveni olmaması ve istediğini açık seçik söylememesidir. Ne istediğliil söyleyemeyen kişi, istediğini elde edemez ve so­ nuçta hırçın, kırgın, mutsuz bir kişi olma yolunda adım adım ilerler. Psikologlar ne istediğini söyleyemeyen kişiler üzerinde araştırmalar yap­ mışlardır. Bu araştırmalann sonuçlarına dayanılarak eğitim yöntemleri geliş­ tirilmiştir. Geliştirilen yöntemler uygulanarak eğitilen bireyler, çevrelerindekilerle güvenli bir biçimde iletişim, kurabilir ve öğrendiklerini günlük yaşam­ larında uygulayabilirler. Bilimsel çahşmalarm sonucu “Güvenli Girişkenlik Eğitimi” (assertiveneşs tralnlng) adı altında yeni bir uygulama alanı gelişmiştir. (Bu konuda daha aynnülı bilgi İçin şu yazarlann yayınlarına bakabilirsiniz: Baltaş ve Baltaş. 1986; Halama, 1976; McFall & Tvventyman, 1973; Twentyman & McFall, 1975.) Güvenli girişkenlik eğiUml bireyin diğer insanlarla kurduğu iletişim biçi­ mine yöneliktir. Bireyin duygu ve düşüncelerini en etkin ve yapıcı bir biçim­ de karşısındakine iletmesini öğretmeyi amaçlar. Tipik bir güvenli girişkenlik eğitimi şu adımlardan oluşur: (1) Birey kendi ileUşim biçimini gözden geçirip, kendine özgü iletişim davranışlannm farkına vanr. Söylemek istediklerini içinde tutan, başkalan İzin vermedikçe konuşmayan, farklı biçimde düşündüğü halde ayıp olmasm diye çevresindekilerinln düşüncelerine itiraz etmeyen, içinde biriktirip birikti­ rip bir süre sonra patlayan bir kimse misiniz? Bu aşamada böyle sorulann cevabı araştırılır. (2) Güvenli iletişimin yer almadığı sosyal durumlar gözden geçirilerek, bireyin niçin güvenli ve girişken davranışı ortaya çıkaramadığı üzerinde dü­ şünülür. Böyle bir çaba bireye İki yönde faydalıdır Her şeyden önce bireyin kendisini anlamasma ve nasıl bir benlik kavramı geliştirdiğini görmesine yar­

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

309

dımcı olur. Iklnd yaran da« b ir ^ n yeni öğreneceği güvenli girişken İletişim davranışımn bu tür ortamlarda kendisine nasıl faydalı olacağını görmesinde yatar. (3) Birey İçin önemli bir iletişim örnek olarak ele alınır. Bireyin bütün aynntılanyla İletişim olaymı hatırlamasına yardımcı olunun diğer kimseye ne s^^ledlği. nasıl davrandığı ve iletişimde bulunurken neler hissettiğini hatırla­ ması istenir. Aşağıdaki sorular olayı tüm aynntılanyla hatırlaması için bireye verilin a)

Göz teması; Konuştuğunuz kimseyle göz teması kurdunuz mu?

b)

El. kol ve beden hareketleriniz: Gergin bir durumda mıydmız? Eli­ nizi kolunuzu istediğiniz gibi hareket ettiriyor muydunuz? Bedeni­ niz dik ve o kimseye dönük müydü?

c)

Yüz ifadeniz: Yüz İfadeniz çekingen ve güvensiz bir inşam mı. 3roksa kendine güvenil bir kimseyi mi tanımlıyordu?

d)

Ses tonu: Söylediğiniz şeyin önemine uygun bir ses tonu kullandmız mı? Hafif ve çekingen bir ses. söylediğinizin önemini azaltabilir.

e)

Konuşmanm akıcılığı: Kesik kesik konuşma, konuşanın kendine güveni olmadığı izlenimini verir. Akıcı konuşma, kendine güvenil ve bilgili bir kimse izlenimini yaratır.

i)

Zamanlama: Konuşmak istediğiniz konuyu zamanında konuşabildi■nlz mi? Yoksa uzun zaman geçtikten sonra mı konuştunuz?

g)

İçerik: Konuşmanızın İçeriği düşüncelerinizi tam yansıtıyor muydu? Yoksa düşündüğünüzden daha az söylemek zorunluluğu altında mı konuştunuz?

(4) Güvenli girişken bir kimsenin aynı durumda kurduğu iletişim davra­ nışını gözleyin ve kendi iletişim davranışınızla onunkini karşılaştırın. Aradaki farkları açık seçik görünceye kadar karşılaştıq$ıayı tekrar edin. (5) Daha güvenli girişken iletişim kurmak için sizin başka hangi yollara başvurabileceğinizi saptayın. Ne gibi İletişim seçenekleriniz var? Seçenekleri­ nizin bir listesini yaparak hatınnızda tutun. (6 ) Gözünüzü kapatın ve her iletişim biçimini hayalinizde canlandırarak gözden geçirin. Ses tonu, yüz ifadesi, içerik gibi yukarıda sıralanan boyutları düşünün. Yaklaşım biçimlerinden hangisinin en etkin olabileceğine karar ve­ rin. (7) Hayalinizde canlandırdığmız iletişim davranışınızı tanıdığınız blris^le uygulamaya ko3run ve sahnede bir aktör gibi rolünüzü oynaym. Bu kimsenin sizin iletişim davranışlarınızı dcğerlendirmesinL hatalarınızı düzeltmenize yardımcı olmasını sOyleyin. (8 ) Tam anlamıyla rahat ettiğiniz bir iletişim davranışı geliştirinceye ka­ dar 6 . ve 7. adımlan tekrar edin. Otomatik olarak davranabilecek hale gelin. (9) Şimdi gerçek yaşama hazır hale geldiniz demektir. Eğitiminizi gerçek yaşamda kullanarak, kendine güvenli ve girişken bir İnsan olarak iletişimini­ zi kurun. Hâlâ çekingen ve utangaç davranıyorsanız, bu konuda yardana ih-

310

İNSAN VE DAVRANIŞI

t^acınız var demektin uzman bir psikologdan yardım aramaktan çekinme­ yin. Güvenli girişken iletişim bire}rin muüulugunun temel taşlanndan biridir. İstek ve düşüncelerini açık ve seçik bir biçimde ifade edemeyen aciz kişinin, mutlu ve başarılı olması olanaksızdır. Bu konuda çaba harcayarak güvenil girişken iletişim kurmayı öğrenmek için yapacağınız zaman ve para yatınmı. mutluluğunuz ve başarınız yönünde yapacağınız en İyi yabnm olacaktır. (1 0 ) Öğrendiğiniz yeni bilgiler çerçevesinde, günlük durumlardaki ileti­ şim davranışlannızı gözden geçirip, her gûn daha güvenli ve girişken iletişim­ de bulunmaya çabalayın. Birdenbire başarıya ulaşmayı beklemeyin. İletişim davranışınızdaki değişiklik yavaş ve dereceli olarak ortaya çıkar. Unutmayın ki. güvenli girişken iletişimin altında, sağlam ve bilinçli bir benlik bulunur. Benlik yapışım anlamak ve değiştirmek insanoğlunun karşılaşabileceği en zor işlerden biridir. Güvenli girişken iletişimin faydalan günlük yaşamdaki ilişkilerde kendini hemen gösterir. Bu Özelliğinden dolayı, güvenli girişken iletişim eğitimi psiko­ lojik tedavinin önemli bir parçası haline gelmiştir. 14. BölOm’de psikoterapi konusunu tartışırken bu konuya yeniden değineceğiz. Güvenli girişken iletişim, çözümü kişinin iletişim biçiminde yatan sorun­ larla ilgilidir. Bazı sorunlar vardır ki, içinde bulunduğumuz koşullar içinde, çözümleri olanaklı değildir. Şimdi bu tür çözümü olmayan sorunlarla nasıl başaçıkılabileceğini inceleyeceğiz. Çözümü Olmayan Sorunlarla Başaçıkma Bizde engellenme duygusu yaratan bazı durumlan değiştirecek gücümüz yoktur. Yeteneğimiz olmayan bir konuda başarıya ulaşmaya çalışma buna bir örnek olabilir. Gerekli boy uzunluğu ve diğer atletik yetenekleri bulunmayan bir kimse, basketbol o}rununda başarılı olmayı istese de, başanlı olamaz. Başka bir ör­ nek de ‘ gönlünü kaptırma" alanından verilebilir, siz bir kimseye âşık olabilirslniz.ancak karşınızdaki kimse size karşı böyle bir duygu beslemeyebilir. Ne yaparsanız yapm, kişinin duygularını değiştiremezsiniz. Bu örnekler çoğaltı­ labilir. İş yaşamında öyle durumlar vardır ki. elinizden gelen her şeyi yapüğınız halde, piyasada olan beklenmedik değişiklikler sizin planlarınızı altüst edebilir. Bu örnekler göstermektedir ki, engellenme duygusu normal yaşamm bir parçasıdır, istesek de. istemesek de şu ya da bu derecede engellenme duygusunu yaşanz. Engellenme duygusunu yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak kabul edebilmek, sağlıklı yönde ilk adımı oluşturur. Böyle bir kabullenme» daha gerçekçi ve dédia olgun bir yaklaşım biçimine İşaret eder. Yukanda sözünü ettiğimiz olgun yaklaşım biçiminin yanı sıra, engellenme duygusuyla başaçıkmada bize yardımcı olacéde iki önemli adım daha vardır. Her iki adım da için­ de bulunduğumuz çevrede değil, bizim kendimizde bazı değişiklikler }rapmamızı gerektirir. Bu adımlardan biri engellenme duygusuyla ilgili hoşgörü dü­ zeyimizi arttırmayı, diğeri de bizim beklenti düzeyimizi alçalimayı İçerir. Bu İki yaklaşımı temel çizgileriyle kısaca İnceleyelim.

GONLOK YAŞAMIMIZDA GO d O VE HEYECANLAR

311

Engellenme duygusuyla ilgili hoşgörü düzeyimizi artumak: Bireylerin en­ gellenme duygusuyla İlgili hoşgörü düzeyleri eğitimle değiştirilebilir. Belirli bir e|ltJm sonucu, kişinin engellenme duygusu yaratan çevreyle u)rum içine girmesi sağlanır. Kelster ve Updergraff (1937) çocuklar üzerinde yaptığı araş­ tırmalarda, engellenme duygusunun etkisi altmda çabucak hırçınlaşan çocuklann, eğitimle daha sakin biçimde davranmayı öğrenebildiklerini göster­ miştir. Çocuklar, sorun yaratan çevreyle “adım adım yaklaşım” biçiminde ugraşma}^ öğrenmişlerdir. Bir bütün olarak algıladıklarında başaçıkılamayacak büyüklükte görülen sorunlar, durumu yapılandıran öğelerine ayrıldıktan sonra daha rahatlıkla başaçıkılabilecek duruma gelir. Aynı yaklaşımm yetiş­ kinler İçin de geçerli olduğu gözlenmiştir. Bu tekniği şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Babasının ölümünden sonra ailenin en büyüğü durumunda kalan Kadir kendisine birçok sorumluluklar yüklendiğinin farkındadır. Kadir, bir yandan babasının kaybına üzülür, bir yandan da yeni sorumlulukların altından nasıl kalkacağmı düşünür. Cenaze işlemleri, cenazeden sonra yapılması gerekli resmi işler, daha sonra verasetle İlgili işlemler, küçük kardeşlerin eğitimiyle ilgili sorunlar, annenin bakımı, kardeşlerin blriblrlerlyle İlişkilerinde ortaya çıkabilecek gerginlikler ve malmülk kavgası Kadlr‘1 geceleri uykusuz bırakır. Bu aşamada Kadir durumun tümünü algılar ve durumun tümü onun ba­ şa çıkabileceğinden daha bü3rûk gözükür. Kadir durumu oluşturan öğeleri te­ ker teker görebilir ve her öğeyi teker teker çözmeyi planlarsa, sorun daha kü­ çülür ve gücünün yetebileceği bir durum ortaya çıkar. Bu yaklaşım içinde ol­ duğu zaman Kadir, önce cenaze işlemlerini ele alır ve geri kalan diğer konu­ lara “şimdilik” kafasını yormaz. Cenaze işlemleri bittikten sonra, ikinci adım­ da doldurulacak resmi evraklan ve formları düşünmeye başlar. Bu aşamayı hallettikten sonra üçüncü aşamaya geçer. Böylece her aşamanın çözümüyle kendini biraz başanb hisseder ve on­ dan aldığı kuvvetle ikinci aşamaya geçerek küçük adımlarla günlük yaşamım devam ettirmeyi amaçlar. Durumu oluşturan öğeleri algılayıp, her öğeyi teker teker ele almak. Kadir İçin, durumun tümünü algılayıp tepkide bulunmaktan daha kolay olur. Bu yaklaşımla Kadir daha başarılı olur ve engellenme duy­ gusunun alünda o kadar ezilmez. Beklenti düzeyini alçaltmak : Bireyin beklentileri onun mutlu veya mut­ suz olmasını etkileyen temel faktörlerden biridir. Basit bir örnek alalım: Ulaş­ mış olduğu bir köy evinde kendisine yiyecek ve içecek verileceğini bekleme­ yen kimse, sunulan bir bardak ayranı şükranla karşılar ve köylülerin davra­ nışından memnun kalır. Ziyafet bekleyen bir diğer kimse, kendisine sunulan bir bardak ayranı küçümser ve köylülerin kendisine kaba davrandıgmı düşü­ nür. Beklentilerimiz, bizim engellenme duygumuzun temelinde yatan önemli etkenlerin başında gelir. Beklentilerimizi bir ölçek boyunca değişen derecelerde düşünmek müm­ kündür. Bu ölçeğin bir ucunda mistiklerin “bir hırka bir lokma" anla3nşı, di­ ğer ucunda da, ne kadar kazanırsa kazansın hiçbir zaman elindekiyle yeUn-

İNSAN VE DAVRANIŞI

31 2

meyen ‘ gözünü hırs bûrûmûş” kimseler bulunun Her UcJ ucun da kendine özgü sakıncaları vardır, önemli olan bireyin bu beklenti ölçeği üzerinde ken­ disi için gerçekçi olan dengeyi bulabilmesidir. Bugünkü Amerikan toplumunda. Amerikan gençliğinin kendisinden baş­ ka hiç kimseyi düşünmeyen, paradan başka hiçbir değer tanımayan, sürekli kazanç peşinde olup yaşamın güzelliklerinden zevk alamayan kişiler olduğu­ nu söyleyen yazarlar çoğalmakladır (Chaféis. 1974: Houston. 1981). Bati uy­ garlığının etkisi altındaki modem Türk toplumundaki değişim “bir hırka b^ lokma" anlayışından gittikçe uzaklaşma yönündedir. Sünes günlük yaşamımizm bir parçası haline gelme yolundadır. Kazanç hırsına bürünmüş, kazancın dışında yaşamda başka değer tanımayam kimselerden oluşan bir toplum yo­ lunda süratle ilerlediğimiz kanısı oldukça yaygındır. Umarız her Türk, yuka[nda sözünü ettiğimiz ölçek üzerinde kendisi için en geçerli beklenti noktasını bularak, mutluluğunun temelini kaybetme tehlikesinden kendisini koruması­ nı bilir. Şimdiye kadar engellenme duygusuna yapılan planlı tepkilerden söz et­ tik. Engellenme duygusuna kendisini kaptıran kişi her zaman bilinçli ve planlı hareket etmez. Aşağıca, engellenme duygusuna tepki olarak bilinçsiz yapılan davranışlan gözden geçireceğiz.

4.

ENGELLENMEYE BİLİNÇSİZ YAPILAN

TEPfdLERDEN BİRİ OLARAK SALDIRGANLIK İstanbul'da arabanızla köprü üzerinden Avrupa yakasından Anadolu yakasma geçiyorsunuz. İkinci şeritte arabanızı sürerken, arabanın motoru tek­ lemeye başladı ve kısa bir süre son­ ra tamamıyla durdu. Arkanızdaki araba komasını çalmaya, başladı, dönüp arabanın sürücüsüne baktı­ ğınızda onun oldukça kızgın bir ta­ vır içinde “Haydi git, yolun ortasın­ da durulur mu?" diye bağırdığını duydunuz. Birkaç saniye sonra onun arkasındaki sürücünün de komasını çalarak bağınnp çağırma^ ya başladığını İşittiniz.

„ , « « o 11^ 4 . .. 1 4 , ^ Resim 9.2 Bu İki kişinin birbirlerine ne dcdflderini tahmin etmeniz o kadar zor olmasa gerekir.

Yukarıda anlattığımız bu durum şehirlerde sık gördüğümüz manza­ ralardan birini oluşturur. Yolu en­ gellenen sürücü, engellenme duygusunu komasını çalarak, bağınp ça_ , “ “« i' « ‘i " - ^agınp çağırma Çoğu kere karşılıklı ağız kavgasına.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

313

bazen de yumruklaşmaya dönüşür. Saldırgan davranış, engellenme duygusuna yapılan tipik bir davranıştır. Saldırgan davranışlardan bazıları engellenme duygusunu ortaya çıkaran durumun ortadan kalkmasına yardımcı olur, bazılar^rsa durumu daha da kötüleştirir. Uyuma OÖtÜrücÛ ve Uyumu Bozucu Türden Saldırganlık Başka bir kasabadan gelen ortaokul öğrencisi Akın'ın sınıfındaki öğrenci­ lerden bazılan onunla sürekli alay eder, yeni olduğu İçin onu baskı altına alırlar, içlerinde Kayhan adlı bir öğrenci onu özellikle sürekli rahatsız etmek­ tedir. Bir gün Akm kızarak Kayhan’la kavga eder ve Kayhan'dan daha kuv­ vetli olduğu için onu döver. Bu dövüşmeden sonra çocuklar artık Akın’ı ra­ hatsız etmezler ve başka bir grup öğrenci onu arkadaş olarak kabul edip, aralarına alırlar. Akın'ın saldırgan davranışı, kendisini kızdıran Kayhan ve grubunu bir engel olarak ortadan kaldırmaya yardımcı olmuştur. Bu anlam­ da Akm'ın dövüşmesi, uyuma götürücü türden bir saldırgan davranış olmuş­ tur. Daha Önce verdiğimiz araba örneğindeki saldırganlık ise uyumu bozucu türden bir saldırganlıktır. Köprü üzerinde araba kullanan hiçbir kimse, bile­ rek ve isteyerek arabasını yolun ortasında durdurmaz. Sürücünün elinde ol­ mayan nedenleıden dolayı motor durmuştur ve sürücü, kendi arabasınm arkasmdakl kişiler kadar duruma sinirlenmiştir ve engellenme duygusu içinde­ dir. Duran arabanm arkasındaki sürücülerin koma çalmalan ve bağınp çagırmalannın temelinde, akla yatkın hiçbir sebep yoktur. Duran arabanın sü­ rücüsüne bağınp çağırarak küfretme, herkesin sinirinin gergin olduğu bir anda, son derece tehlikeli bir durum yaratır. Bu kimseler birbirlerine ne ka­ dar küfrederlerse etsinler, birbirleriyle ne kadar yumruklaşırlarsa yumruk­ laşsınlar. bu davranışlan motordaki anzayı gidermeye yardımcı olmaz. Ter Değiştirmiş (dİsplaced) Saldırganlık Engellenme sonucunda ortaya çıkan kızgınlık ve "bozum olma" duygusu bazen ifade edilemez. Örneğin, bizden kuvvetli olan kimseye, ya da otorite durumunda bulunan kişiye olan kızgınlığımızı ifade edemeyiz. Bu durumlar­ da, bizden daha zayıf, aciz kimse veya hayvanlardan kızgınlığımızı çıkartırız. Kızgınlığımızı esas ka3mağına değil de. kızgınlığımızla gerçekte hiç ilgisi olma­ yan zayıf ve aciz kimselere yöneltmeye, yer değiştirmiş saldırganlık adı verilir. Büyürken sık sık gözlediğim olaylardan biri şuydu: Belediyenin hizmet götürmeyi ihmal ettiği fakir bir mahalledeki tek çeşmenin başına yirmi ya da otuz kişi su almaya giderdi. Su bol miktarda akmadığı için kişiler ancak sa­ atlerce bekledikten sonra testi ve kovalarını doyurabilirdi. Bu kişiler arasın­ da sık sık kavga çıkar, her gün taşla yaralanan çok sayıda kimse orayı savaş alamna dönüştürürdü. Dövülenler genellikle küçük çocuklar, veya genç kız­ lardı. Kuvvetliler, acizleri saf dışı yapmayı böyle beceriyorlardı. Engellenme

314

İNSAN VE DAVRANIŞI

duygusunun temelinde yatan "belediyenin İhmaliyle" uğraşmak blreyieıin gü­ cünün ötesinde bir sorun olarak görüldüğünden, hiç kimse "hökûmeüe uğ­ raşmak" istemiyordu. Miller ve Bugelski (1948) adlı iki psikolog aşağıdaki şu ilginç deneyi yap­ mışlardır: Yaz kampına gitmiş bir grup genci, her akşam belirli saatlerde hoşlanna giden bir ilim se3rretmeye edıştırmışlardır. Bir gûn psikologlar ol­ dukça sıkıcı bir ödev vererek, gençlerin uzun sûre bu ödevle uğraşmalarım sağlamışlar ve böylece onların görmeyi arzu ettikleri bir filmi görmelerini en­ gellemişlerdir. ödevden önce ve ödevden sonra, gençlerin Amerika’daki değişik gruplara takındıklan kalıp tavırlar ölçülmüştür, ödevden sonra, gençlerin kalıp tavırlannın olumsuzluk derecesi anlamlı bir biçimde artmıştır. Sıkıcı ödevle orta­ ya çıkan engellenme duygusu kendisini başka gruplara yöneltmiş, engellen­ me duygusunu gerçekte ortaya çıkaran deneylcilerle ilgili herhangi bir tepki belirmemiştir. Yer değiştirmiş saldırganlık yalnız birey dûze3dnde değil, toplum düzeyin­ de de görülür. Ekonomik sıkmtılar geçiren ülkelerde herkesin duyduğu en­ gellenme duygusu yer değiştirerek azmhklar suçlanmaya, yakalanıp dövül­ meye ve her kötülüğün altında onlarm yattığı st^rlenmeye başlanır. Köprü üzerindeki sürücülerin birbirlerine bağırıp çağırması motorun tamirini ger­ çekleştiremediği gibi. Nazi Almanya'sında Yahudilere yapıldığı türden, bir toplumun, içindeki azınlıklan baskı altma alıp onlara eziyet etmesi, o toplu­ mun ekonomik ve toplumsal sorunlarını çözmez, aksine eskilerine ilave ola­ rak yeni sorunlar 3raratır. Saldırganlık Öğrenilmiş bir Darramş mıdır? Çoğu bilim adamı saldırganlığın doğuştan getirilmiş bir davranış olduğu­ nu ileri sürmüştür. Freud, saldırgan davranışın ifade edilmediği takdirde be­ lirli türden bir eneıjİ olarak içimizde kalacağını savunmuş ve birçok davranış bozukluklarının, doğal ifadesini bulamamış saldırganlık eğiliminden kaynak­ landığını ifade etmiştir. Hayvanların davranışlarını onlann doğal ortamlarında gözleyen etologlann çoğu, saldırganlığı doğuştan gelen ve hayvanın yaşamını sürdürmesinde önemli rolü olan bir davranış olarak görürler. Onlara göre, hayvanm çevre­ sindeki tehlikeleri önlemesinde, en kuvvetli erkeğin dişileri döllemesi sonu­ cunda kuvvetli bir neslin dogmasında ve yiyeceğin daha kolaybkla temininde, saldırganlık davranışı önemli bir işlevi yerine getirmektedir (Elbl-Eibesfeldt. 1970). Psikologlann hemen hemen tümü, insanlarda saldırganbğın yalnız do­ ğuştan gelen faktörlere indirgenemeyeceğini. öğrenmenin saldırganlık davra­ nışının türü ve miktarı üzerinde önemli bir etkisi olduğunu savunur. Psiko­ loglann bu görüşü kabul etmelerinin temelinde deneysel çalışmalar yatar. Bandura (1973) üç grup çocuk üzerinde yapılan bir denemenin sonuçlannı değerlendirdiğinde, öğrenmenin etkisini açık seçik görmüştür. I. Grup, içi doldurulmuş oldukça büyük bir oyuncak bebeğe diğer çocuklann saldır-

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

31 5

Resim 9.3 Çocuk yetişkinden gördOgÛ saldırganlığı taklit eder. Resimde gÖrdOğûnOz çocuklar fUmde gözlemiş oldukları yetişkin gibi dolma bebeğe vurmuş, tekmelemiş, kaldırıp atmıştır.

gan davranışım gösteren bir film seyretmişlerdir. II. Grup’takl çocuklar, yetiş­ kinlerin bebeğe }rapbklan saldırgan davranışlan se3rretmlşlerdlr. III. Grup’taki çocuklar, ya saldırgan davranışın bulunmadığı bir ilim seyretmişler ya da sal­ dırgan davranışta bulunmayan yetişkinleri gözlemişlerdir. Çocuklar daha sonra bebekle başbaşa bırakılmış ve davranışlan gözlenmiştir. Şekil 9.3*te gördüğünüz gibi saldırgan davranışı gözleyen gruptaki çocuklar, bebeğe tek­ me ve tokat atarak saldırgan davranışta bulunmuşlardır. Çocuklann çevrele­ rinde gördükleri davranışlan model olarak aldıktan ve model çerçevesinde ha­ reket ettikleri bu tip deneylerde açık seçik gözlenmiştir. Çocuğun çevresinde gördüğü davranışlan taklit etmesi sosyal öğrenme­ nin temelinde yatar. Bu öğrenme mekanizması nedeniyle, saldırganlık davranışmda, toplumlar ve kültürler arasında farklılıklar gözlenir, örneğin, ABD’de kaldığım süre içinde trafik kazasmın sonucunda birbiriyle kavgaya tutuşan iki sürücü görmedim. Birbirine bağıran çağıran kişiler yerine, birbirleriyle hiç konuşmayan, kaza yerine polisin gelmesini bekleyen ve ancak polisin sorulanna cevap veren asık suratlı kişiler gözledim.

316

İNSAN VE DAVRANIŞI

Model lOrO

Şekil 9.3 Canh veya Hlmc çekilmiş saldırgan modcllcfl seyretmek çocuğun saldırgan davranışının artmasında önemli bir etken olmaktadır.

Türkçe’deki gözlemlerim İse genellikle “Ulan İnek kör mûsûn?" biçiminde bir hakaretle başlamış ve uzun sûren bir ağız kavgasına ve çoğu kere, onun da ötesinde İtişip, kakışmaya dönüşmüştür. 0te yandan Amerika'da hiçbir şey söylemeden kişinin tabancasmı çeke­ rek hemen karşıdakine ateş etmeye başlaması daha yüksek olasılıkta bir da|vranıştır. Türkiye'de bagınp. çağırma ve itiş kakışa rağmen, bu durumlarda À1dûrücû silah kullanma olasıhğı düşüktür. Toplumdan topluma saldırganlık davranışının değiştiğine işaret eden bu gözlemler, saldırganlık d aı^ n ış tühl ve miktarmın, sosyal öğrenmeye büyük derecede bağlı olduğunu gösterir. özetlemek gerekirse, engellenme duygusuna yapılan en tipik davranışlar­ dan biri saldırganlıktır. Bireyi engelleyen nesne veya kişiye yapılan saldırgan­ lık. bazen duruma uyum yapmaya, bazen de uyumsuzluğa götürür. Bizi en­ gelleyen kişi ya da olay gücümüzün dışında ise. engellenme sonucu ortaya çı­ kan kızgınlık yer değiştirir ve gücümüzün yettiği kişi ve nesnelere yönelir. Saldırganlık davranışmm öğrenmenin etkisi altında kaldığını gösteren araş­ tırmalar vardın ne zaman, nerede, kime karşı, ne derecede, ne tür saldırgan­ lık yapılacağmı öğreniriz. Modem toplumlarda, saldırganlıkla başaçıkma başlıbaşına bir uzmanlık alam olma yolundadır.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

317

5. ENGELLEiiMEYE BİLİNÇSİZ YAPILAN TEPKİLERDEN BİRİ OLARAK ACİZLİK VE DUYGUSAL ÇÖKÜNTÜ Güvenli girişkenlik egidmi engellenme duygusunun ortaya çıkmasını ön­ lemede, veya ortaya çıktıktan sonra uyumlu bir biçimde ifade edilmesini sağ­ lamada etkin bir yoldur. Belirli derecelerde ortamma uygun olarak yapılan saldırganlık davranışmm, bireyi daha uyumlu yapabileceğini gördük. Bunlahh Ötesinde öyle durumlar vardır ki. organizma engellenme duygusuna uy­ gun hiçbir davranışta bulunamaz, bunun sonucu olarak da engellenme duy­ gusuna ek olarak yeni davranış sorunlan ortaya çıkanr. Öğrenilmiş acizUk Qeamed helplessness) ve duygusal çöküntü (dépréssion) böyle iki davranıştır. Bunları ana hatlanyla aşağıda gözden geçireceğiz. I

öğrenilmiş Acizlik Kedi, köpek« fare, ya da tavşan gibi herhangi bir hayvanı öyle bir duruma sokun kİ, hayvan ne yaparsa yapsın belirli zamanlarda acı veren bir elektrik şoku ile karşılaşsm. Bu durumu bir saat kadar devam ettirdikten sonra, or­ tama yeni bir özellik getirin. Bir başka deyişle, şimdi şok verilmeden önce hayvan belirli bir mekanizmaya dokunarak şoktan kurlulabllsin. Şoktan kurtulma olanağı veren yeni durumu hayvanın öğrenemedlglni, sanki "ne yapayım, elimden hiçbir şey gelmez, kaderimin yazısı olan elektrik şokundan kurtulmam olanaksız" anlayışı içinde hareket ettiğini görürsünüz. Öte yandan, daha önce elektrik şoku verilmemiş başka bir grup hayvan, elektrik şokundan kurtulmayı hemen öğrenir. Maier ve Seligman (1976) bu tip araştırmalan gözden geçirmişler ve hemen hemen bütün hayvan türlerin­ de, yukarıda tanımlanan öğrenilmiş acizlik davranışının deneysel koşullar alünda ortaya çıktığını gözlemişlerdir. İnsanlara acizlik öğretilebilir mi? Bu sorunun cevabını aramak İçin Hiroto M974) bir grup deneği, ne yaparlarsa yapsınlar önleyemeyecekleri, rahat­ sızlık verecek derecede şiddette gürültüye bir sûre maruz bırakmıştır. Daha sonra, d e n ^ durumuna, gürültüyü önleyebilecekleri bir mekanizma eklen­ miştir. Denekler gürültüyü durdurabilecek sonradan eklenen olanağı kullan­ mamışlar. hayvanlann yaptıklan gibL bir anlamda "kaderlerine nza göstermişlerdlrl*. Savaş esirlerinin, kendilerine yapılan işkence ve haksız muamele­ ye bir süre sonra nza gösterip, bu konuda hiçbir girişimde bulunmamalan. öğrenilmiş acizlikle açıklanabilir (Strassman, Thaler ve Sehein (1956). öğrenilmiş acizUk kavramı sosyal adalet ve gerçek demokrasi kavramlanyla sıkı sıkıya İlişkisi olan bir kavramdır. Doğup büyüdüğüm Silifke kasa•basmda Say Mahallesi'nde yaşayan bir grup “Aptallar" olarak bilinirdi. Ma­ hallenin erkekleri demirci, kalaycı, hamal, kadmlan ise genellikle evlerde hiz­ metçi olarak çakşırdı. Mahallenin bazı erkekleri şoförlüğü öğrenip, meslek olarak kamyon şoförlüğü yapmaya başladıklarda, böyle bir mesleği onlar için yüksek bulduklanndan. bütün Sillike hayretler içinde kalmıştı. Aptallar­ dan hiç kimse öğretmen, doktor, veya mühendis çıkmazdı.

İNSAN VE DAVRANIŞI

3 18

Amerika Birleşik DevleÜeri’nde zenci ve diğer azınlıklarla ilgili olarak da aym gözlemi yapmak olanağı vardır. Burada ortaya çıkan soru şudur: Amerlkadaki zenciler ve Slliike’dekl “Aptallar,*’ yeteneksiz olduklan için mi eğitim İsleyen yüksek statülü mesleklere yönelmiyorlar, yoksa asırların toplumsal koşuUaması sonucu ortaya çıkan öğrenilmiş bir acizlikle mi karşı karşıyadır1ar? Toplumsal düzeyde önemli bir kavram olarak karşımıza çıkan öğrenilmiş acizlik« bireysel düzeyde kazandan başanlann açıklanmasında da ele alınabi­ lir. Kendi aile ortamı içinde sürekli horlanan, çalışma olanağı verilmeyen bir çocuk, okulda başansız olduğu zaman niçin hayret ediyoruz? İleride bu öğ­ renciye olanak verilse dahi, başarılı olabilir mi? Amerikan kültürü Ue Türk kültürü arasında gözlediğim en önemli fark­ lardan biri şudur: Türk kültüründe fakire acıma. “Allalı bilir feleğin hangi tokadıyla adam bu hallere düştü?" düşüncesiyle, fakir adamı içinde bulun­ duğu kötü durumla ilgili bireysel sorumluluktan kurtarma eğilimi daha kuv­ vetlidir. Amerikan kültüründe İse kuvvetli eğilim, bireyin çevrenin koşuUannın üstünden gelebilecek güçte olduğu biçiminde kendini gösterir: "Hangi sosyal ortamdan gelirse gelsin, her birey içinde bulunduğu kötü durumdan, isterse kendini kurtarma olanağına sahiptir. Bireyin içinde bulunduğu o kö­ tü durum devam ediyorsa bunun altında İki neden olabilir: (1 )

Birey o durumun sürmesini istiyordur, ya da

(2) o durumu değiştirecek gayreti göstermek istemiyor. Başka bir deyiş­ le tembeldir." Bu açıdan bakıldığında, TOrkler. öğrenilmiş acizlik kavramını. Âmerikahlara göre daha kolayca anlayabilirler. Amerikalılar için bu kavramın anlaşıl­ ması oldukça zordur. Duygusal Çöküntüden Kurtulma Seligman (1977) duygusal çöküntünün temelinde acizlik duygusunun yattığını savunur. Ne yapılırsa yapılsın İçinde bulunulan kötü durumun de­ ğiştirilemeyeceği inancı bireyi duygusal çöküntüye götürür. Bu anlayışın bir sonucu olarak. Seligman. bazı eğitim programlanyla duygusal çöküntünün ortadan kaldırılabileceğini ileri sürmüştür. Araştırmacı aşağıdaki beş noktanm önemli olduğunu ve bireye eğitimle kazandınlabilecegini ifade eder: (1) Saldırganlık eğitim i: Bu eğitimde bireye gerektiğinde çevresinde ken­ disine engel olan kişilere kızgınlık gösterebileceği ve kızmanın., öfkelenmenin ve bu duygulan göstermenin olumlu bir davranış olduğu öğretilir. Psikolog bireyi öylesine bunaltır kİ, nihayet birey patlar ve öfkesini gösterir. O anda psikolog kızgınlık ifadesini olağan bir davranış olarak karşılar. Birey, kızgın­ lık göstermenin korkulacak bir davranış olmadığını böylece anlamış olur. (2) Güvenli girişkenlik eğilim i: Daha önce bu eğitimi gözden geçirdik. Bi­ reyin duygu ve düşüncelerini olduğu gibi ifade edebilmesi ve gerektiği zaman “Hayırl" diyebilmesini öğrenmesi, bu eğitimin temel amaçlandır.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

319

(3) Küçük aduTÛaTİa ilerleme : Yapılması gereken işi en ufak aynntılarma kadar kûçûk adımlara bölme ve her adımı teker teker ele alıp başarma, bu tekniğin özûnû oluşturur. Her adım başarıldığında, adıma uygun ufak bir ödüllendirme uygulanır. örneğin, bir öğrenci matematikten İkmiale kalmış düruıhdâ ye şıp sonbahaıtla bütünleme smaihnâ girecek. Öğrenci matematik köhüsühd^ korkmakta ve başaramayacağına şimdiden İnanmaktadır: Kûçûk adımlarla İlerleme tekniği bu duruma uygulanırsa, matematik dersindeki konuların bir listesini yapıp, her konu}^! kendi içiıide eri kolaydan en zora doğru sıraya dizip öyle İşe başlamak gerekir, öğrenci kolay olan kav­ ram ve İşlemleri başardıkça onu "Aferinl" diyerek, veya not vererek ödüllen­ dirmek gerekir. Yavaş yavaş daha zor kavramlara geçilir, öğrencinin mate­ matik dersine bûtûn olarak bakması önlenir, yavaş yavaş daha karmaşık ko­ nulara geçilir. (4) Yapûacak tş listesi: Bu teknik yukarıda kullanılan kûçûk adımlarla İlerleme tekniğine benzer. Bireyden yapılacak İşleri bir liste halinde dizmesi istenir. Liste yapılırken çok sayıda adımı içeren büyük “paketler" yerine, ufak sayıda adımlardan oluşan gerçekçi bir liste yapılır, örneğin, “evi temizleme* ifadesi yerine, fazla sayıda kûçûk adımdan oluşan bir “paket* oluşturulur. Paketin içinde şöyle kûçûk adımlar yer alabilin 1) Yatak odasmı derle, toparla ve düzenle. 2) bulaşıklan yıka. 3) banyoyu temizle. 4) misailr odasını sûpûr, 5) yatak odasmı sûpûr, 6) pencereleri temizle, vb. Kûçûk adımlann her biri bitirildiği zaman deneğin ödüllendirilmesi, bireyde bir başarma duy­ gusu yaratır. Bu izlenim bireydeki acizlik duygusunu siler, yerine kendi ya­ şamına kendisinin yön verdiği, başarılı bir insan duygusu geçmeye başlar. (5) Duygusal çöküntünün sınırlı ve geçici oluşu: Duygusal çöküntü içinde olan kişi, içinde bulunduğu zaman kavramını yitirmiştir ve yaşamınm tümü­ nün duygusal çöküntü içinde geçeceği izlenimi içindedir. Duygusal çöküntü­ nün geçici olduğunu ve her kişinin yaşammda belirli zamanlarda böyle duy­ gulan yaşayacağını bilmenin yaran vardır. O bakımdan rahatlayıp, duygusal çöküntüyü pek ciddiye almamak gerekir. Bazı duygusal çöküntüler çok gûçlûdûr ve bireyi intihara kadar götürebilir. Bizim söylediğimiz rahat davran­ ma. şiddetli olmayan günlük geçici çöküntüler için geçerlidir. Şiddetli çö­ küntülerde kişinin en kısa zamanda bir ruh sağlığı uzmanına görünmesi ge­ rekir. özetlemek gerekirse, aşın engellenme duygusu, öğrenilmiş acizlik ve duygusal çöküntü haline yol açabilir. Birçok psikolog duygusal çöküntü ile acizlik duygusu arasmda bir ilişki olduğunu düşünerek duygusal çöküntü­ nün tedavisi İçin bazı eğitim uygulamalan hazırlanuşlardır. Eğitim süreçleri­ nin amacı, bireyin kendisinin kuvvetli ve kudretli olduğu duygusunu ona vermektir. Bu duygu kûçûk adımlardan elde edilen gerçekçi başanlarla yer­ leştirilir. Daha büyük ve karmaşık başarılara yavaş yavaş ilerlenir.

320

İNSATİ VE DAVRANIŞI

6. E N G E L L E N M E Y E Y A P IL A N D İĞ E R B İL İN Ç S İZ T E P K İL E R Engellenme duygusuna bilinçsiz yapılan diğer tepkilerden ûç tanesi bire­ yin kendi İç dünyasına dönüktür. Bunlar gerileme, hayal kurma ve kendi kendine ket-vurucu davranışlardır. Gerileme (regression) Birey engellendiği zaman çocukken yaptığı davranışlara dönerse buna gerileme denir, örneğin, 12 yaşındaki kızınız sinemaya gitmek için sizden izin istedi, siz de gitmesine izin vermediniz. Kızınız bebekken konuştuğu dile döner ve ûç yaşındaymış gibi konuşmaya başlarsa, gerileme davranışı göste­ riyor demektir. Bebek konuşması sizi etkilemiyorsa, o zaman yine bebeklikte yaptığı gibi ağlamaya başlayabilir. Bu tip davranış ortadaki engeli kaldırmak için yapılan bir girişimi belirler ve çoğu durumlarda etkili olabilir. Gerileme­ nin sık sık kullanılışı kendi başına bir sorun olabilir. Hayal DUnyasma Kaçma (fantasy) Engellendiğimiz zaman hayal dûnyasma kaçarak kendimize daha hoş ha­ yali bir çevre yaratabiliriz. Ara sıra hayal dünyasına kaçış bizdeki gerginliği gidererek günlük yaşamdaki sorunlarla daha etkin bir biçimde uğraşmamın yardımcı olur. Fakat birey hayal dünyasına kaçışı sık sık kullanmaya başla­ dığı zaman, gerçekle ilgisini kesmeye, hayal dünyasıyla gerçek dünyayı birbi­ rine kanştırmaya başlar. Böyle bir durumda hayal dünyasına kaçış, bireyin günlük yaşamma uyumunu zorlaştırmaya başlar. Çok zor koşullar altında okuyan bir öğrenci ara sıra kendisini okulu bi­ tirmiş, mesleğine atılmış, gönlünce sevdiği bir eşi ve çocuklarıyla hayal edebi­ lir. Böylece öğrencilik yaşamının verdiği zorluklardan, hayal dünyasında bir dereceye kadar kurtulmuş olur. Bu hayal ara sıra devam ettiği sûrece yarar­ lıdır. Ancak, birey okulu bitirmeden kendini hayal dünyasında sürekli mes­ lek adamı olarak algılayıp, gerçekte öğrenci olduğunu unutursa. İşte o za­ man, bireyin uyumunu zorlaştıran bir durum ortaya çıkmış olur. Kendi Kendini Yıpratıcı ve K et Vurucu Davranışlar (self-defeating reactions) Engellenme duygusu bazı kişileri kendilerini yıpratıcı ve ket vurucu dav­ ranışlara yöneltir. Engellenme duygusunu yaralan sorunlann üzerine gidip o sorunlann çözümünü aramak yerine, birçok kişi sorunlardan kaçma davranışma yönelir. Kaçma davranışlan çoğu kez bireyin kendisini yıpratıcı bir özelliğe sahip­ tir. Bazı kişiler çok yemeye ve kilo almaya, bazı kişiler aşın sigara içmeye başlarlar. Çoğu kimse engellenme duygusunu yenemedikleri için alkolik olur, ya da uyuşturucu ilaç alışkanlığı geliştirirler. Bazıları ise aşın dindarlığa ve­

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

321

ya gizil dini örgütlere yönelirler. Engellenme duygusunun üstesinden geleme­ yen çok sayıda insan aşın uç özelliği taşıyan ideolojik akımlara katılırlar. Böyle davranışlar, bireyin temelde yatan sorununu hiçbir zaman çözemez, ancak o bireyi bir sûre kendi sorunundan uzak tular.

7. S T R E S V E B A Ş A Ç IK M A Y O L L A R I Stres kavramı endüstrileşen her toplumun hemen öğrendiği psikolojik kavramlardan biridir. Baltaş ve Baltaş'ın (1986) Türkçe yayım kavramı aynntılanyla incelemektedir. Burada kısaca kavramı tanıtacağız. Genel Uyum Belirtisi Bir organizma çevresine sürekli uyum yapma durumuyla her an karşı karşıyadır. Bireyin dış çevresindeki fiziksel koşullar ya da içinde bulunduğu sosyal ortamdaki psikolojik koşullar uyumu ya kolaylaştınr ya da zorlaştınr. Uyumun zorlaştığı anlarda organizma bedensel ve psikolojik olarak yorulma­ ya başlar. Dış çevredeki fiziksel koşullara basit bir örnek olarak havanm so­ ğukluğu verilebilir. Hava soğudukça birey kendini korumak ve bir anlamda çevreye uyum yapmak için üstüne birşeyler giymek, ya da daha sıcak bir or­ tama gitmek zorunlugunu duyar. Psikolojik koşullara örnek olarak da Üni­ versite giriş sınavlanna çalışan bir kimseyi düşünebilirsiniz. Sınava hazırlan­ ma kaygısı, sınavda geçme veya kalma korkusu bireyde gerginlik yaratır. Bi­ reyin, fizik ve sosyal çevreden gelen uyumsuz koşullar nedeniyle, bedensel ve psikolojik stnırlarmm ötesinde harcadığı gayrete ‘‘stres" adı verilir. Psikolog Selye (1976) stresin üç dönemli bir süreç olduğunu İleri sürer. İlk dönem alarm tepkisi adını alır. Bu dönemde otonom sinir sistemi gayet faal bir duruma geçer ve salgı bezlerini uyararak kana bol miktarda adrena­ lin ve onun etkisi altında ortaya çıkan diğer biyokimyasal maddeleri pompa­ lar. Salgıbınn etkisi altında vücut alarm durumuna geçer ve ortaya çıkacak acil durumlarla uğraşmaya hazırlanır. Stres veren uyancı ya dâ ortam devam ederse ikinci dönem ortaya çıkar. İkinci basamağa direnç dönemi adı verilir. Bu dönemde organizma yapmış ol­ duğu alarm tepkisini ortadan kaldırır, stresli ortama “bir tür uyum“ yapar ve kandaki biyokimyasal maddeleri geri çeker. Organizma, sanki normal koşul­ lar altında İşliyormuş İzlenimini verir. Ne var ki. gerçekte organizma yorul­ maktadır ve içten İçe direncini yavaş yavaş kaybetmektedir. Üçüncü basamağı oluşturan tükenme döneminde beden artık stresin baskısına dayanamaz, direncini kaybeder. Uk alarm dönemindeki bazı belirti­ ler geri döner, hastalıklar ortaya çıkmaya başlar ve bazı durumlarda ölümle sonuçlanır. Stresin Nedenleri ve Sonuçlan Stresin ka3maklannı iki yönden gruplayabillrlz: 1) Stres kaynağını bede­ nin içinde veya dışında oluşuna göre gruplamak olanağı vardır, örneğin diş ÎD21

322

İNSAN VE DAVRANIŞI

Tablo 9.2 Değişikyaşamolayiannmağtıiıkpuanlan* OLAYLAR

AĞIRLIK PUANI

Eşin ölOmû Boşanma Eşinden ayn yaşamak Hapla ctzasına çarptırılmak Aileden yakın birinin ölûmû Önemli bir kişisel yaralanma v^a hastalık Evlenmek İşten atılmak Elşiyle yeniden biraraya gelme Emekli olma Aile üyelerinden birinin önemli bir sağlık sorunu Hamilelik Cinsel sorunlar Aileye yeni katılmalar (doğum, evlilik, vb.) İş durumunda ortaya çıkan önemli sorunlar Gelir durumunda meydana gelen önemli değişiklikler Yakın bir arkadaşm ölûmû Farklı bir işe başlamak Eşle olan sürtüşme ve tartşmalann alışılagelmişin ötesine geçmesi Bûyûk miktarda ipotek altına girme Ödenmeyen borç nedeniyle bankanın eve cIkoyması İşteki sorumluluk yükünde önemli değişiklik Kız ya da erkek çocuğunun evden ayniması Kayınvalide, kayınbaba. gelin, görümce gibi evlilik yoluyla kurulmuş alo-abalık ilişklleıindcki sorunlar Göze batacak derecede önemli bir kişisel başarı Kadının cv dışında çalışmaya başlaması ya da işi bırakması Okula başlamak veya okuldan mezun olmak Hergûnkû yaşama koşullannda meydana gelen sürekli değişiklikler Kişisel alışkanlıklarda meydana gelen değişiklikler Patron veya amirle olan llişkilenie ortaya çıkan sorunlar Çalışma koşullannda ya da iş saatlerinde ortaya çıkan değişiklikler Yeni bir semte taşınmak Yeni bir okula başlamak Dinlenme ve eğlenme yaşamınızla İlgili alışkanlıklonmzda ortaya çıkan değişiklikler Dini alışkanlık ve uygulamalarda ortaya çıkan önemli değişiklikler Sosyal faaliyetlerde önemli değişiklikler Bir miktar İpotek altına girmek Uyku saatlûinde meydana gelen değişiklikler Aile üyeleriyle biraraya gelme sayısında değişiklik Yiyeceğin tûrû v^a yeme zamanında meydana gelen önemli değişiklikler Tatile gitme Bayram ziyaretleri ve hediye verilişiyle İlgili sorunlar Yasalara karşı işlenmiş küçük suçlar

100 73 65 63 63 53 50 47 45 45 44 40 39 39 39 38 37 36 35 31 30 29 29 29 28 26 26 25 24 23 20 20 20 19 19 18 17 16 15 15 13 12 11

* T. S. Holmes vcT. H. Holmcs’ın "Short-term intruslons Into life-style routinc" adlı maka­ lesinden adapte edilmiştir. Jo u rn a l o f P s y c h o s o m a tic R esea rch , 14, sayfa 121-123» 1970.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

323

agnsı bedenin İçinde olan bir stres kaynağıdır, öte yandan, sürekli yüksek derecedeki gürültülü ortam, bedenin dışında yer alan bir stres ka3magma ör­ nektir. 2) Bir başka gruplama daatreslerl bedensel ve psikolojik kökenli ola­ rak ayınr. Yukarıdaki örneklerde verilen diş agnsı ve gürültünün her ikisi de bedensel türden stres kaynağıdır. Bir yakımn ölmesi, boşanma, iki kişi ara­ sındaki darılma ve küsmeden ileri gelen stresler İse, psikolojik türdendir. Bazı Amerikalı psikologlar olayların belirli bir stres ağırlığı ve bir anlam­ da “stres katsayısı" olduğunu ileri sürmüşler ve geniş çapta bir araştırmaya girerek. Amerikan toplumu içinde stres veren olaylann bir listesini yapmış­ lardır (Holmes & Holmes, 1970: Holmes ve Masuda, 1974). Listeyi Tablo 9.2*de ver^oruz. Bu psikologlara göre, bir kimse bir yü İçinde toplam olarak 300 ya da daha yukan stres puanı toplarsa, stresin ağırlığı altında değişik bedensel ve psikolojik hastalıklao* geliştirme İhtimali artar. Tablo 9.2*de verilen stres olaylannın agırlıklan Amerikan kültürü içinde anlamlıdır. Salamon Sorios tarafından. 1982 yılında İzmir'de yapılan araştır­ ma sonucunda Türkiye'ye özgü stres puanlan saptanmıştır. 116 maddelik öl­ çekte yer alan hayat olayları arasında en yüksek stres değeri taşıyanlardan ör­ nek olarak seçilenler Tablo 9.3'te verilmiştir. Bu tablodan da görüleceği gibi, Türk kültürü içinde yapılan araştırmalarda listece yeni bazı olaylar eklenmiş ve tabloda gösterilen olaylann agırlıklannda da bazı değişiklikler olmuştur. Tablo 9.3 Türkiye'de değişik yaşam olaylarının ağırlık puanları* OLAYLAR Çocuğun ölümü Eşin ölûmû Eş tarafından aldatılma Anne veya babamn ölOmû Hapse mahkûm olma Çocuğun ağır biçimde hastalanması veya sakatlanması Evlilik dışı hamilelik İstemediği cvliUgl yapma Eşin ağır hastabgı. kaza veya yaralanması Anne-baba geçimsizliği veya aynima Eş İle ciddi anlaşmazlık Ağır hastalık, kaza, yaralanma Boşanma Büyük ölçüde borçlanma Hakkında kötü söylentiler çıkarılma Evlilik dışı ilişkiye girme Çocuk düşürme veya düşük yapma Yakın bir dostun ölümü istenmeyen gebelik Anne-baba ile anlaşmazlık ve onlardan baskı görme Çocuğun okul başansızlıgı Nişanlıdan aynima

AĞIRLIK PUANI 92 90 87 87 86 85 83 83 79 78 77 75 73 72 72 68 68 66 65 64 62 58

* Sorias, S.: Hasta ve normallerde yaşam olaylannm stres verici etkilerinin araştınlması. Yaymlaxunamış doçentlik tezi. İzmir, 1982.

324

İNSAN VE DAVRANIŞI

Okuyucu İçin önemli olan, bazı olaylann stres agırlıklannm farklı oldu­ ğunu ve toplam stres ağırlık puanlan çoğalınca, bireyin ciddi hastalıklara maruz kalabileceğini, öğrenmesidir. Frledman ve Rosenman (1974) standart risk faktörlerinin kroner kalp hastalıklannın ancak %50'sini açıklayablldigini, hastaların diğer %50'slncİe böyle bir risk faktörü söz konusu olmadığı halde kroner kalp hastalığının gö­ rüldüğünü ortaya koymuştur. Kalp cerrahı olan iki bilim adamı. 35-59 yaşlan arasmdaki 3524 erkeği 15 yıl boyunca İzleyerek, belirli bir davranış biçimi­ nin kroner kalp hastalığına sebep olduğunu son derece açık bir biçimde kömtlamışlardır. Kroner kalp hastalığı açısmdan 3rûksek risk taşıyan A Tipi Davranış Biçi­ mine sahip bir kişinin özellikleri şunlardır: 1) Hareketlilik, 2) dürtü ve İhti­ ras. 3) rekabet, saldırganlık ve düşmanlık duygulan. 4) zaman baskısı, ve 5) tek açılı kişilik. Bu özellikleri göstermeyen rahat, sakin ve güvenli kimselere B Tipi Dav­ ranış Biçiml’ne sahip denir (Baltaş ve Baltaş. 1986: Goldband. 1980; Lovallo ve Plshkln, 1980). Araştırma sonuçlan. B Tlpl'nde olan kimselerin. A T İp l’ne sahip kimselerden daha uzun yaşadıklarını ve daha az hastalandıklannı gös­ termiştir.

8. TÜRKİYE’DE YAPILAN STRES ARAŞTIRMALARI Ortaokul giriş sınavına hazırlanan çocukların büyük stres altında olduklan, her yıl sınav döneminde kamuoyunu işgal eden bir konudur. Bu konuda yapılan bir araştırma (Baltaş ve Demirhindi. 1981), benzer sosyo-kültûrel ye sosyo-ekonomik koşullan paylaşan ve giriş sınavına hazırlanmayan çocuklann daha büyük stres altında olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü bu çocuk­ lar. kendilerinin bir yatınm ve hazırlık yapmaya değmediklerini düşünerek, bir azmhk problemi yaşarlar. Bu araştırmadan stres doğuran faktörün sına­ va hazırlanmak olmayıp, ailelerin tutumlan olduğu görülmüştür. Daha sonraki 10 yıl İçindeki gelişmeleri değerlendirmek amacıyla yapılan bir başka araştırmada, pslkometrik ölçümlerle, biyokimyasal laboratuvar öl­ çümleri arasındaki ilişkiler araştırılmıştır. Bu sûre içinde çocuklannı giriş sı­ navına hazırlajran ailelerin sayısının artması ve konunun toplumsal bir pres­ tij durumuna gelmesi nedeniyle, özellikle kız öğrencilerin stres düzeylerinde bir artış görülmüştür. Pslkometrik değerlendirmelerle, biyokimyasal veriler olarak ele alınan İdrarda ortaya çıkan stres yıkım ürünlerinin, birbirlerini dogruladıklan da araştırmanın bir diğer sonucu olmuştur (Baltaş ve Baltaş, 1990). Bu araştırma da, stres doğuran faktörün öğrenme koşullan ve ailelerin tutumlan olduğunu ve ailelerin daha büyük bo}rutlarda stres yaşadığını orta­ ya koymuştur. Dünyadaki değişim ve gelişmeler farklı ve alışılmamış stresler yaratabilir. Örneğin. 1989 yılında Bulgaristan'dan göçetmek zorunda bırakılan soydaşla-

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

325

nmız. insanlık tarihinin yakın zamanda benzeri olmayan bir stresini yaşa mak zorunda bırakılmışlardır. Göçeden soydaşlanmızm stres düzeyleri, dep­ resyon ve kaygı düzeyleri Türk bilim adamlan tarafından araştırılmıştır (Baltaş ve Ballaş. 1990; Togrol. 1990). Türkçe'de stres ölçekleri üzerine yapılan bir diğer çalışma da Leiğhton Stres Düzeyleri Ölçegi'nİn standardizasyonu olmuştur (Ballaş, 1981).

Stresle Başaçıkma Yolları Stres modem insanın günlük yaşamının bir parçasını oluşturur. Sabah­ leyin kalktığınızda suyun ya da elektriğin kesik olması, kaloriferin yakıt yok­ luğundan yanmaması ve bu nedenle evin soğuk olması, otobüs duraklarında­ ki İzdiham, iş yerindeki sigara dumanı ve insanlann sürekli hırçın bir tavır ve ses tonu içinde birbirieriyle konuşmalan, öğle yemeği için gittiğiniz lokantamn pisliği, garsonların kabalığı, yemeğin geç ve soğuk gelmesi, akşam eve dönerken otobüste çektiğiniz sıkıntınm Özerine uğradığınız bakkalın nezaket­ sizliği ve her şeyi biraz daha pahalı satması, evde çocukların hırçınlığı, eşi­ nizle annenizin geçimsizliği, stres kaynağı olarak sürekli sizi etkiler. Bu günlük strese hastalık, ölüm, ayrılık ve benzeri gibi diğer olaylar ekle­ nince, artık daha fazla dayanamazsınız, önemli hastalıklar kendini gösterme­ ye başlar. Stresli olaylan önlememiz çoğu kez olanakh değildir. Bu nedenle stresli başaçıkma yollarını öğrenip, günlük yaşamımıza uygulamakta btfyûk yarar vardır. Ballaş ve Ballaş (1986) stresle başaçıkma yollannı bedenle, zihinle ve davranışla ilgili olmak üzere ûç grupta toplar; İlk grupta gevşeme teknikleri, değişik beden egzersizleri ve beslenme biçimleri yer abr. İkinci grubu oluştu­ ran zihinsel başaçıkma yollan, uyumsuzluğa yol açan inançlarla uğraşma ve zihinsel düzenleme tekniğini içerir. A tipi davranış biçiminin değiştirilmesi, güvenli girişkenlik davranış eğitimi ve zaman düzenlemesi teknikleri üçüncü gruptaki davranışçı başaçıkma yollarını oluşturur. Bu teknikler }aıkarda sözO edilen Türkçe yayında aynntılanyia verilmiş olduğundan burada aynca tartışmayacağız. Şu önemli noktaya işaret etmek­ le yetineceğiz: Bizim için esas olan ve vurgulamak istediğimiz yön, stresin te­ melinde insan algılamasının ve deyimlerinin değerlendirmesinin yattığıdır. Bireylerin olaylan anlamlandınşı. değerlendirişi ve yönlendirişi stresi azaltma veya çoğaltmada temel faktördür. Demek oluyor ki. stresler esas olarak insamn olaylan değerlendirme ve çözümleme biçiminden kaynaklanır. Aynı fiziksel ve sosyal ortam İçinde bazı kimseler son derece gergin ve stresli.^bazı kimseler ise daha rahat ve mutlu olabilir, örneğin, bir üst parag­ rafla günlük yaşamım kısaca özetlediğimiz kişi “Allahım benim ne suçum vardı da beni bu durumlara soktun? Benim de özel bir arabam, yalım, yatım olamaz mıydı?" diye yaşamına lanet okurken, başka biri. ‘ Allahım verdiğin nimetlere binlerce şükürler olsunl" diye içtenlikle dua edebilir. Okuyucu hangi insanm daha mutlu, rahat ve sağbklı olacağını tahmin etmekte zorluk çekmeyecektir.

326

İNSAN VE DAVRANIŞI

9 . C İN S İY E T Giriş Cinsel davranış yetişkin İnsanın günlük yaşamının bir parçası olduğu halde, bilimsel İncelenmesi ve açıkça konuşulup tartışılması, diğer güdülere göre, daha zordur. Çoğu konularda olduğu gibi. Türk toplumu cinsellik konu­ sunda da geleneksel görüş ve alışkanlığmı değiştirme süreci içindedir. Gaze­ telerde, dergilerde bu konuya yer ayıniması, okuyuculardan mektuplar gel­ mesi. bazı hastanelerde psikologların seks terapisti olarak görev yapmaları Türk toplumundaki gelişmelerin bir göstergesidir. Psikologlar, diğer insan davranışlarında olduğu gibi, cinsel davranışa yaklaşımlarında da birbirlerinden farklılıklar gösterilirler. Bir grup psikolog cinsel davranışı tamamıyla biyolojik bir güdü olarak ele alır ve açlık, susuz­ luk nasıl inceleniyorsa, cinsel davranışın da aynı biçimde İncelenip, o biçim­ de algılanmasını önerir (Sinclair, 1977; Timmers, 1977). Onlara göre cinsel davranışın açlık ve susuzluk gibi diğer biyolojik güdülerden farklı biçimde al­ gılanması. insan toplumlannın bilgisizliğinden ileri gelen tarihsel bir yanılgı­ dır. Bu yanılgılardan ne kadar çabucak kurtulunulursa. o kadar “gerçek** o kadar çabuk bulunmuş olur. Bu yaklaşımı kabul eden psikologlarca, gele­ nekler, görenekler, dini görüşler bu “gerçeğe” ulaşmaya engel teşkil eder. Bazı psikologlar, cinselliğin betimsel (tasviri/decripttve) olarak çalışılma­ sının konunun anlaşılmasma bir derece yardımcı olacağına inanırlar ama, cinselliğin doğasmm diğer güdülerden farklı bir yaşantıyı içerdiğini kabul ederler. Susuzluk, açlık gibi biyolojik gereksinmelerin benlik algılayı^^la iliş­ kisi daha yüzeyseldir ve bireyin insan İlişkilerindeki yeri, cinsellik kadar önemli değildir. Cinsel davranış iki bireyi birbirleriyle son derece yakın bir ilişki içine sokar ve yoğun duyguların gelişmesine zemin hazırlar. Bu duygu­ ların oluşturduğu ortam içinde bireyler mutlu ya da mutsuzluk duygusunu yaşarlar. Cinsel davranışın bir yönü de bireylere getirdiği sorumlulukta yatar. Be­ raber yemek 3riyen iki kişi birbirlerine karşı sorumlu bir ilişki geliştirmezken, cinsel ilişkide bulunan bireyler, birbirlerine karşı özel bir sorumluluk geliştir­ meye başlarlar. Bu psikologlara göre, cinsel ilişki, bir toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin temelinde yatar. Bu nedenle tarih boyunca her toplum cin­ sel ilişkiyi düzenleyici tedbirler ve kurallar geliştirmiştir. Kurallar sayesinde gençler, belirli bir aşamaya gelmek için çabalamışlar, kızlar kadınlık, erkek çocuklar erkeklik olgunluğuna erişmek İçin uğraşmışlar ve bu olgunluğa eriş­ tiklerini, her toplumun kendine özgü gelenek ve göreneklerine göre İspatla­ dıktan sonra, evlenmelerine İzin verilmiştir. Bu psikologlara göre toplumlarm cinsel davranışla ilgili, gösterdiği duyarhlık, tarihsel bir yanılgıya değil, insa­ noğlunun sağduyusuna işaret eder. Bilimsel çalışma, son derece karmaşık yönleri olan cinsel davranışı basite İndirgemeye değil, onun biyolojik, psikolo­ jik ve sosyal yönlerini anlamaya yönelik olmalıdır.

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

327

Cinsiyet ve Pornografi Psİkologlann yaptığı araştırmaların bazılan pornografik yayınların cinsel davranışla İlgili etkisini inceler, önceleri pornografik yayınlann daha çok er­ keklere yönelik olduğu ve böyle yayınlardan daha fazla erkeklerin hoşlandığı düşünülürdü. ABD'de yapılan araştırmalar bunu dogrulamamıştır. Araştır­ malara göre kadınlar pornografik yayınlara daha örtük fakat sürekli bir ilgi gösterir ve bu yaymlara bakarak onlar da uyarılır (Kutschlnsky, 1971 Mann, Sidman ve Starr, 1971). Pornografi üzerine yapılan araştırmaların gösterdiği diğer bir bulgu da şudur: Pornografi, hem erkeklerde hem de kadınlarda cinsel uyanmı artınr, ancak bu artış ancak 24 saat kadar sürer. Bu sûreden sonra bireyler eski normal uyarım düzeylerine döner. Pornografik yajrmlann topluma yararlı veya zararlı olduğu konusunda tartışma gûnceUlğlnİ korumaktadır. Bu konuda da görüşler değişiktir. Bazı kimseler pornografinin serbest olmasını savunurlar. Oy kullanma yaşına ge­ len kişi, kendisi için neyin yararlı ya da zararlı olacagmı bilir yaşa gelmiştir. Pornografik bir dergi alıp evinde okumayı istiyorsa, bunu uygun yerlerden alabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bazı kimseler, toplumun bazı temel ahlak kurallan üzerinde anlaşıp bu kurallan korumamız gerektiğini savunurlar. Bu kişilere göre pornografi, top­ lum düzenini tehdit eden, lûıdınlann bir cinsel nesne imiş gibi kullanıldığı

55 vsyukansı

ŞekU 9.4 Zaman cinsel konulardaki tutumlarda daha geniş bir hoşgörü getirmektedir. Yukardaki diyagram ABD’de 30 yıl süresin­ ce ortaya çıkan tutum değişmelerini göstermektedir.

328

in s a n v e

DAVRANIŞI

bir dünya ve toplum görüşünü yaygınlaştıran, hiçbir yapıcı yönü olmayan bir yayın türüdür. Pomograilk yayınınm olup olmamasının bir toplumun öz­ gür olup olmamasıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Bu görüşü savunanlar, temel ah­ lak kurallannı korumak için her toplumun bu yayınlan yasaklaması gerekti­ ğini düşünürler, öte yandan Jones ve Joe (1980), ya}rınlanması yasaklana­ rak kısıtlanan konunun, okuyucu gözünde daha abartıldığını göştermlşlerdir. Onlara göre, yasaklanan yayınlar daha ilgi görür ve daha etkin olur. Hızla değişen Türk toplumundaki değişmeleri gözleyebilmek için, cinsel davranışın değişik yönleriyle İlgili psikolojik ve sosyal araştırmalar yapılması­ na ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaca Türk pslkologlan yaptıklan yayın ve araştırma­ larla cevap verme çabası içindedirler. Cinsel davranış bozukluklannı biyolo­ jik bir İşlevsel bozukluğun ötesinde göremeyen doktorların sa}ası azalmaya başlamış, psikolojik yönün farkında olanlann sayısında artış olmuştur. Cinsel davranışın psikolojisinin farkmda olan bireyler, eski geleneksel cinsel rol kalıplan içinde “kadın ne yapmedıdır" ya da “erkek ne yapmalıdır“ gibi sorulann ötesine geçerek, kendi kişisel özelliklerini anlamaya başlarlar. Bu süreç toplumun hem erkek, hem de kadın kesiminde sürmektedir. Türk kadmının ve erkeğinin kendi cinselliğini tanımlamalannda bu değişmenin et­ kileri görülür. Yukarda da değindiğimiz gibi, bu yeni kişiliğin özelliklerini ve eskisinden nasıl farklı olduğunu, bilimsel araştırmalarla İncelememiz gerekir. Bireysel Farklılıklar Cinsel davramş bireysel farklılıkların en yaygın olduğu alandır. Hem er­ kekler. hem de kadmlar arasında cinsel alanda büyük bireysel ayrılıklar var­ dır. Cinsel yayınlar, belirli bir tür cinsel davranışı ve sevişme tekniğini model davranış olarak gösterme çabasına girmişlerdir. Bunun sonucunda öyle bir ortam yaratmışlardır ki. okuyucular, eşlerin mutluluğunun temel kaynagınm sevişirken kullamdıklan cinsel teknikte yattığı izlenimini edinmeye başlamış­ lardır. Bu tür sonuçlar araştırmalarca desteklenmemiştir. Utangaç bir erkek, hiçbir teknik kuUanmadan son derece mutlu bir evlilik yaşamı yaşayabildiği gibi, serbest ve atılgan biri değişik cinsel tekniklere rağmen doyumsuz bir ev­ lilik yaşamı sürdürebilir (VIncent, 1956). Okuyucuya bu konuda söylenecek en bilimsel söz şudur: “Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, başkasını taklit yerine size doğal gelen davranışı yapın. Kendi ilişkinizi başkalannm beklenti­ lerine göre değil, kendi değerlerinize ve beklentilerinize göre gerçekleştirin.“

10. ÖZET Günlük yaşamımızda yaşadığımız güdüler ve heyecanlar bize yararlı ol­ duğu gibi, çevreye uyumumuzu bozucu da olabilir. Yapılacak İş zorlaştıkça, en ufak kaygı veya heyecan verimimizi olumsuz yönde etkiler. Sıkıcı işlerde İse tam tersi bir etkileşim söz konusudur. Diğer bir deyişle, jrûksek düzeyde

GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA GÜDÜ VE HEYECANLAR

329

güdü sıkıcı işlerdeki verimin artmasına yol açar. Yüksek kaygıh üniversite öğrencileri derslerinde daha az başanlı olur, kaygı düzeyi azaldıkça dersler­ deki haşan yükselir. Dereceli gevşeme ve otohipnoz teknikleri k ayg^ azaltır ve denetim altın­ da tutmakta faydalı olur. Kaygıyı denetim altmda tutmakta yararlı diğer bir yaklaşım biçimi de kaygınm ka3magma gitme tekniğidir. Kaygılı olduğumuzu farkederek temelde nedeni araştırmaya başlamalıyız. Kaygınm temel nedeni­ ni bulduktan sonra uygun davranışlarda bulunarak kaygıyı denetlemeye baş­ larız. Savunma mekanizmalan bireyin farkında olmadan yaptığı davranıştan belirtir. Savunma mekanizmalan iki yönde işlev görür: İlk İşlev kaygı veren durumun algılanmasını engelleme şeklinde kendisini İfade eder. Savunma mekanizmalannm ikinci işlevi algılanan kaygının derecesini azaltmaktır. Sa­ vunma mekanizmalan bir anlamda gerçekten kaçışı, veya gerçeği çarpıtmayı içerir. Zor zamanlarda, kaygının ve gerginliğin derecesini azaltarak bize fay­ dalı olur. Herkes değişik zamanlarda, değişik derecelerde savunma mekaniz­ masını faydalı bir biçimde kullanır. Belli başlı savunma mekanizmaları şunlardır: Mantığa bürüme, karşıt tepki geliştirme, bastırma, yansıtma, özdeşleşme kurma, yer değiştirme, yü­ celtme. soyut kavramlara bürüme, hayal dünyasına kaçma, telafi. İnkâr. Bu mekanizmalann birçoğu birbirleriyle ilişkilidir ve bir salkım gibi birarada bu­ lunurlar. Engellenme duygusu bilinçli ve bilinçsiz olarak iki tür davranışa yol açar. Bilinçli davranışta engellenme duygusunu ortaya çıkaran engeller tanımlanır ve onları ortadan kaldırmak İçin adım adım ilerlenir. Engelleri ortadan kal­ dırmak için bir atılımda bulunmak gereği vardır. Bireyleri atılım yapmaktan alıkoyan en önemli etken onlarm çekingen ve utangaç olmalandır. Bu çekin­ genliği ortadan kaldırmak için bireylere güvenil girişkenlik eğitimi verilir. Gü­ venli girişkenlik eğitiminde kişinin kendini açık ve seçik olarak serbestçe ifa­ de edebilmesi için rol oynama gibi değişik yöntemler kullanılır. Çözümü olmayan sorunlardan kaynaklanan engellenme duygusunu şu iki yaklaşımla hafifletebiliriz: 1) Daha çok hoşgörülü olmayı geliştirerek. 2) beldenti düzeyimizi düşürerek. EngeUenme-saldırganlık kuramma göre, engellenme duygusunun sonucu ortaya çıkan dürtü, saldırganlık davranışının temelinde yalar. Bu davranış, güdünün önüne geçen engellere saldırma şeklinde kendini gösterir. Yer deglştinniş saldırganlık, engellenme duygusunu ortaya çıkaran gerçek engellere değil, gücümüzün yettiği daha zayıf kimselere yöneltilmiş saldırganlıktır. Gerçek engeller bizden daha güçlü olduğu için onlara saldırmaktan kaçınırız. Saldırganlık davranışı doğuştan kökenli olduğu gibi, sonradan öğrenilmiş bir davramş da olabilir. Çoğu kez hem doğuştan gelen hem de öğrenilmiş fak­ törler saldırganlık davranışının ortaya çıkmasında aynı zamanda elkül olurlar. önüne geçilemeyen aşın engellenme duygusuna bazen umursamazlık, acizlik, ya da duygusal çöküntüye bürünerek tepkide bulunuruz, öğrenilmiş acizlik, bir hayvanı veya İnsanı kendi kontrolü dışında, istese de önüne geçe-

330

İNSAN VE DAVRANIŞI

medlgl bir cezaya fflâruz bırakarak ortaya çıkarılabilir. Denetimi alünda ol­ mayan faktörlerin kendisine acı verdiği durumlarda bir sûre bırakılan insan, daha sonra kendi denetimi altına alabileceği ceza durumlannda dahi aciz bir tutum İçinde kalır. Duygusal çöküntü acizlik duygusuna benzer ve organiz­ ma aynı biçimde davramr. Sehgman adlı psikolog duygusal çöküntünün temelinde öğrenilmiş aciz­ lik duygusunun yattığını savunur ve saldırganlık, güvenli girişkenlik ve ufak adımlarla başarma eğitimleriyle tedavi edilebileceğini ileri sürer. Birçok duy­ gusal çöküntüler bir sûre sonra kendiliklerinden ortadan kalkarlar. Daha önceki çocuksu davranışlara dönüşe gerileme adı verilir ve bazı kimseler belirli engellenme durumlannda bu davranışı gösterir. Hayal dünya­ sına kaçış da engellenme duygusuna yapılan bir tepkidir. Bazı kimseler aşın yiyip kilo alarak, alkolik ya da uyuşturucu ilaç alışkanlıgı geliştirmiş biri haline dönerek engellenme duygusuna tepkide bulu­ nurlar. Aşın dindar veya ideolojik uçlardaki kimselerin davranışlanna. engel­ lenme duygusuna yapılan tepki olarak bakılabilir. Genel uyum belirtisi adı verilen kurama göre stres*in ûç dönemi vardır: Alarm tepkisi, direnç dönemi ve tükenme dönemi. Stres hem akıl hem de be­ den hastalıklanna yol açar. Değişik yaşam olaylarmın değişik stres agırlıklan vardır. A Tipi Davranış Biçimi gösteren bireyler sürekli zamanın farkındadırlar, kendi kendilerini baskı altında tutarlar ve.ani atılımlar yaparlar. Stresi azalt­ mak için bedensel, davranışsal ve zihinsel teknikler vardır. Bireyin cinsel davranıştan bilimsel İncelenmeye kolayca almamayan bir davranıştır ve toplum, diğer davranışlara tanıdığı özgürlüğü böyle davranışla­ ra tanımaz. Türk toplumu da dahil, çoğu toplumlar, cinsel davı*anışa verdik­ leri anlam ve algılayışı değiştirmektedirler. Pornografik yayınlar erkeklere olduğu kadar kadınlara da çekici gelir. Pornografik yayınlann cinsel uyarma etkisi ancak 24 saat sürer. Bu tür ya­ yınlara karşı takınılan tavır değişiktir. Yasaklanan pornografinin çekiciliğinin arttığı gözlenmiştir. Toplum değiştikçe, cinsiyet anlayışı ve ona bağlı olarak cinsel davranış da değişir. Herkesin kendine özgü bir cinsel davranışı vardır ve şimdiye ka­ dar yapılan araşürmalann bulgulan, cinsel konuda herhangi bir tekniğin di­ ğerinden daha ûstûn olmadığını göstermiştir.

Onuncu Bölüm

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

Bu bölümü okuduktan sonra şu soruların cevaplannı verebilmelislniz: J. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8»

Jnsan gelişiminde biyolojik ve çevresel faktöder aynı derecede ml etkindir^ Doğum öncesi devrede hangi gelişim süreçleri yer alır? Beyin gelişimi ve bedensel gelişim ayru düzeni ml izler? insan değişik yaşlarda hangi aşamalardan geçerek gelişir? Bilişsel gelişimin aşamalan nelerdir? Her aşamanın ne gibi özellikleri vardır? Sosyal ve duygusal gelişimin aşamalan nelerdir? Her aşamanın ne gibi özellik­ leri vardır? Biyolojik etkenler ve çeure birbirlerini nasıl etkiler? Yetişkinlik ve yaşlarunada beden ve zihinde ne gibi değişikler ortaya çıkar? Bu değişmeler günlük yaşamı nasıl etkiler? Ölüm, gelişimin son aşaması olarak düşünülebilir mi? Ölüm olayına yaklaşma bakımmdan toplumlar arasındafarklar var mı?

1. GİRiŞ Çevrenizdeki insanları gözlediğinizde, onlann birbirlerine benzer veya farklı yönlerini görürsünüz. Ahmet sakin, rahat bir insan. Kolay kolay kız­ maz, bol bol güler ve olduk olmadık şeye üzülmez. Deniz atılgan, yanşkan (rekabetçi/competltlve) ve sürekli dikkati kendi üzerinde toplamak isteyen bir kişidir. Kendisinden başka birinin başarılı olacağı bir ortamı hemen terkeder ve ancak kendisinin başardı olabileceği ortamlan seçer. Sıtkı ise, sü­ rekli üzüntü ve kaygı içinde, ne yapacagma karar veremeyen bir kişidir. Onu mutlu edebilmek zordur, çünkü başardı olduğu konulara önem vermez ve başaramadığı konulan gözünde büyütür. Bu kişilerin davranış özelliklerini açıklayabilmek için, onlann içinde ye­ tiştiği aile ortamını, nasd bir çevre içinde hangi etküerln altında büyüdükleri­ ni bilmek isteriz. Bu isteğimizin temelinde, bireyin bugünkü davranışıyla. İçinde yetiştiği ortamın özellikleri arasında bir ilişki olduğu düşüncesi yatar. İnsan gelişimi, çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir ve kişi gelişim süreçlerinin etkisini ömrü boyunca taşır. Bu bölümde gelişim sürecini inceleyeceğiz, önce gelişimin temel süreçlerine ve bu süreçleri açıklayan farklı bakış tarzlarına değineceğiz.

İNSAN VE DAVRANIŞI

332

2. GELİŞİM SÜREÇLERİ VE GELİŞİME FARKLI BAKIŞ TARZLARI Gelişim çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir. Psikologlar gelişim sürecine üç temel açıdan bakarlar: 1) Biyolojik bir süreç olarak gelişim, 2) çevrenin et­ kisi altında yapılaşan bir gelişim ve 3) biyolojik yapının ve çevre özellikletiı^ birbirlerini karşılıklı etkiledikleri bir gelişim. Bu açılann her biri gelişim oiaymın farklı yönlerine ağırlık verir ve kendilerine özgü bir kuramsal yaklaşım kuUamr. Biyolojik Süreçler Yeni doğan bir bebeğin, doğduktan bir hafta sonra yürüyerek annesiyle alışverişe çıkügını duysanız, inanmazsınız. Birinin şaka yapmak için böyle bir hikâye uydurduğunu düşünürsünüz. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla, seksen yaşındaki bir Ihtiyann güreştiğini söyleseler, bunu hayretle karşılarısı­ nız. Bu güreşte, büyük bir olasılıkla gencin galip geleceğini düşünürsünüz. | Davranışlarımızm temelinde belirli biyolojik aşamalar yer alır. Her aha -baba, çocuğun belirli aylarda yürümeye başladığım size söyleyebilir. Belirli bir aşamada çocuk diş çıkarmaya başlar. Dilin gelişimi de kendisini belirli aşamalarda gösterir. Tek hücreyle yaşama başlayan İnsan yavrusu, bu hücrenin içindeki gen­ lerde kodlanmış bilgilerin yönergesine uyarak, belirli aşamalarda değişik geli­ şim basamaklarına ulaşır. Dokuz ay önce bir tek hücreden İbaret olan orga­ nizma, bebek doğduğunda, tam bir İnsan bedeninin yapısına ulaşmıştır.

Resim 10.1 Annenin memesine yanağı dokunan çocuk ağzını açar ve memeye doğm dönerek araştırmaya başlar. Meme ucunu bulunca otomatik olarak emmeye başlar.

YAŞAM BOYUNCA GELlŞlM

333

Doğumdan sonra bûyûme ve gelişme devam eder ve değişik aşamalaıda beden faiklı iç salgılar üreterek boyun uzunluğunu, sesin tonunu ve cildin görünüşünü belirler, örneğin, tiroid bezinin salgıladığı tiroksin salgısı, yaşamm ve ergenliğin ilk yıllarında bol miktarda üretildiği halde, daha sonraki aşamalarda azalır. Aynı şekilde, kızlarda estrojen ve erkeklerde testosteron salgılan, ergenliğin ilk aşamalannda bol miktarda üretildiği halde, daha son­ raki aşamalarda azalır. Demek oluyor ki, bedenin içinde belirli bir yerde bir btyolojik saat çalış­ makta ve belirli zamanlarda belirli salgılan harekete geçirmektedir. Bu tür biyolojik oluşumlar, gelişim sürecinin en önen^l temellerinden birini oluştu­ rur. Bazı psikologlar bireyin doğuştan getirdiği biyolojik özelliklerin önemli olduğuna dikkati çekmişlerdir. Bunlardan Amerikalı psikolog Amold Gesell (1954) olgunlaşmaya dikkati çekmiş ve ilk defa olgunlaşma (maturation) kavramını psikolojik bir kavram olarak kullanmıştır. ABD'de davranışçı psi­ koloji okulun baskın olduğu bu dönemde yalnız çevreden gelen koşullanma­ ların davranışı biçimlendirdiği görüşüne inanıldığı için Gesell'İn görüşüne psikologlar arasında pek önem verilmemiştir. Halbuki bugünkü modem psi­ kolojide, biyolojik süreçlerin önemi kabul edilmekte ve davranışın biyolojik temelleri yoğun bir biçimde araştınimaktadır. Biyolojik temele dayanan sü­ reçler çok önemli olmalanna rağmen gelişimin ancak bir boyutunu oluştu­ rurlar. Çevreden Gelen Etkiler İnsanın İçinde yetiştiği çevre koşullarının o kişiyi her yönden derin bi­ çimde etkilediğini bilmek için psikolog olmaya gerek yoktur. "Çevre koşullan gelişen kişiyi hangi yönlerde ve ne biçimde etkiler?** sorusu pslkologlann üze­ rinde araştırma yaptıklan en eski konudur. Çevre bireyi öğrenme yoluyla etkiler. Psikologlar öğrenmeyi değişik ku­ ramsal yaklaşımlar İçinde incelediklerinden, çevrenin bireyi nasıl etkilediğini, değişik biçimlerde değerlendirmişlerdir. Bu nedenle önce öğrenme süreçleri ve öğrenme kuramlan açısından çevrenin etkisini tartışacağız. Daha sonra beslenmeyi ve aile içindeki duygusal etkileşimleri de içeren daha geniş çerçe­ veli bir yaklaşıma değineceğiz. Öğrenme Süreçleri ve Öğrenme Kuramlan Açtsmdan Çevrenin E tkisi: Da­ ha önce 4. Bölüm*de incelediğimiz her öğrenme kuramı, çevrenin çocuğu na­ sıl etkilediğ^le ilgili olarak görüş belirtmiştir. Klasik koşullama öğrenme kuramma göre, çocuk ve ana-baba ilişkisini şöyle ifade edebiliriz: Çocuk altı ıs­ landığında. acıktığında, veya başka bir nedenle rahatsız bir durumda oldu­ ğunda ağlar. Ağlayan çocuğun yanına gelen ana-baba. çocuğun altım değişti­ rerek ya da onu besleyerek onu rahat bir duruma getirir. Çocuk zamanla, “rahatlık" ve “iyi hissetme" duygusuyla ana-babanın varlığını birbirine koşullamaya başlar. Zamanla sırf ana-babanın varlığı çocukta rahatlık, huzur, gü­ venlik duygulannı uyandırmaya başlar.

334

in s a n v e

DAVRANIŞI

Klasik koşullama yaklaşımına göre, çocuğun küçükken geçirdiği hoş ol­ mayan deneyimler, kendilerini korku ve çekingenlik biçiminde yetişkin ya­ şamda gösterebilir. Çocuğunun yanında sürekli öfkeyle bağıran baba, ileride kızgın olmadığı zamanlarda da çocukta korku tepkisi doğurur. Küçükken kö­ pek veya kedi tarafından ısınlmış bir çocuk, köpek ya da kedi korkusunu ye­ tişkin bir kişiyken de taşır. Edimsel koşullama. çocuğun bazı davranışlarının güçlenip, bazı davramşlannm sönmesini şöyle açıklan Çocuk annesine bakıp gülümsediği za­ man, anne çocuğunu kucakla3ap öpüyor ve ona güzel şeyler söylüyorsa, ço­ cuğun anneye gülümseyerek bakma davramşmda bir artma olur, öte yan­ dan, anne ancak çocuk ağladığı zaman ilgi gösteriyorsa, çocuğun ağlama davranışında bir artma olur. İlkokul birinci smıfta, yeni yeni alfabeyi sökme­ ye çalışan bir öğrencinin ana-babası. her yaptığı hatada çocuğu azarlarsa, kı­ sa bir zaman süresi içinde, çocukta okumaya karşı bir isteksizlik belirir ve belki de bu çocuk, okul ve okumayla ilgili faaallyeÜere yaşamı boyunca sü­ rekli olumsuz tepkide bulunur. Çocuğun başkalarına bakıp, onlan model olarak öğrendiğini savunan gö­ rüşe göre, çocuğun davranışlannı açıklayabilmek için, çocuğun gelişme çev­ resinde gördüğü ‘‘model davranışlarda bakmak gerekir (Bandura & Walters, 1963). Sürekli küfür eden kavgacı bir adamın oğlu, çok büyük bir olasılıkla küfürbaz ve kavgacı olur. En gergin durumlarda soğukkanlılığını koruyan ve ağırbaşlılıkla sorunlara yaklaşan başka bir babanm oğlu ise, babasmdan gördüğü modelin etkisi altında, soğukkan­ lılıkla ve kavga etmeden ilişkilerini sürdü­ rür. Hepimizin bildiği "Kenanna bak bezini al. anasına bak kızını al" atasözü, Ameri­ kalı psikolog Bandura‘nın sosyal öğrenme modelini etkin bir biçimde özetler. Bu gö­ rüş, küçük çocukların çevresini eğitim amaçlarına en uygun biçimde düzenlemek isteyen kişilerin duyarlılıkla üzerinde dur­ duğu bir görüştür. Yaşamında hiç okula gitmemiş, okula ve eğitime saygısı olmayan bir ana-baba ortamından okula gelen öğrenciyle, annesi babası sürekli okuyan ve normal günlük yaşammın akışı içinde sürekli kitap oku­ nan bir ortamda yetişen öğrencinin okul­ daki başarılan aynı olmaz. Bu iki çocuk, aynı okula, aynı sınıfa gittikleri halde, iki farklı gerçeği temsil ederler, R - i m 10Æ Model ala.3 k ûö-enme çocuk gelişiminin önemli bir kısmını oluştumr.

çok küçük y a ş anaokuluna göndererek, çocuklar arasındaki aile ortamından kaynaklanan

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

335

farkları kapatmayı önermişlerdir. Bu önerinin uygulamada ortaya çıkaracağı durum, çocuk-aile ilişkisinin değişik yönleri ve anayasanın insan haklan konusunda ortaya attığı temel anlayış ile yakmdan ilgilidir. Bu nedenle üzerinde kolayca karar verilerek hemen çözüme ulaşılacak bir konu değil­ dir. Daha Geniş Anlamda Çevresel Fhrkldıklar: Çevrenin farklı yönleri vardır, örneğin, alınan gıdanın miktan ve türü, içinde yetişilen ortamın temizliği ve sağlıklı oluşu, hava kirliliği, spor olanaklannın varlığı veya yokluğu, çocuğun bedensel ve psikolojik gelişimini etkiler. Amerika’da göçmenler üzerinde yapı­ lan araştırmalar göçmen ailelerin çocuklannm. ana-babalanndan daha uzun boylu ve spor dallarmda daha başarılı olduğunu, daha az hastalığa yakalan­ dığını göstermiştir. İki kuşak arasmdaki bu fark, yeni neslin aldığı gıdalarm vitamin, mine­ ral ve protein bakımından daha besleyici olmasıyla açıklanır. Türkiye’de de gelir düzeyi yükselip, sağlık hizmetleri yaygınlaştıkça, nesillerin boylannın uzunluğunda ve genel olarak bedensel gelişmelerinde olumlu değişiklikler olacağı beklenir. Köyde doğmuş fakat okuyarak meslek sahibi olmuş anababaların şehirde büyüyen çocukları, ana-babalanndan daha uzun boylu olurlar.

Etkileşim Süreçleri Bireyin biyolojik süreçleriyle bulunduğu çevrenin koşullan sürekli etkile­ şim halindedir. Biyolojik oluşumlar belirli bir çevrenin verdiği olanaklara ba­ ğımlı olarak biçimlenir. Çevreyle biyolojik yapının sürekli etkileşim içinde bu­ lunduğunu kabul eden psikologlar, etkileşim süreçlerine önem verirler ve onlann gelişimin yönünü ve derecesini belirlediğini kabul ederler. Son zamanlarda Amerikalı psikologlann çoğu çocuklann genetik yapıya bağlı olarak farklı mizaç yapılanyla doğduklannı kabul etmektedir (Plomin & Row, 1979; Goldsmith & Gottesman. 1981). Bu temel biyolojik bir süreçtir. Çocuğun mizacının türü, çocuğun çevresiyle kurduğu ilişkinin türünü belir­ ler (Carey, 1981). Sürekli ağlayan ve mızmızlanan “zor mizaçlı" çocuklann uykulan ve yemeleri düzenli değildir, bunlar her şeye ağlarlar ve çevrelerinde olup biten olaylarla ilgilenmezler. Böyle çocukların anneleri zamanla, çocuklanna karşı umursamaz olur ve onlara olan düşkünlüklerini kaybederler (Ba­ tes, 1980). Bu tip çocuklar daha sonra okulda problem çocuk olmaya yönelir­ ler. Sürekli ağlamayan “kolay mizaçlı" çocuklann. ana-babalarıyla ilişkileri başlangıçtan iyidir ve zaman içinde çocuk, çevredekilerle dciha olumlu ilişki­ ler geliştirmeye devam eder. "Kolay mizaçlı" çocukların okulda öğretmenlerle ve diğer öğrencilerle daha iyi ilişki kurdukları ve daha başanlı olduklan göz­ lenmiştir. Çocuğun bilişsel gelişimi ve genel olgunluk düzeyi de. onun çevreden na­ sıl ve ne kadar etkileneceğini belirler. Yaşlan farklı olan iki çocuğun bilişsel

336

İNSAN VE DAVRANIŞI

gelişimleri farklı olacağından, aynı ortamda değişik algılamalarda bulu­ nurlar ve bu nedenle, farklı şeyler öğrenirler. Çevreden bağımsız bir bi­ yolojik gelişimden bahsetmek, ya da biyolojik süreçleri hesaba katmadan çevrenin etkisinden söz etmek eksik bir yaklaşımı gösterir. Gelişim, bireyin doğuştan getir­ diği biyolojik süreçlerle, çevre koşullannın sürekli etkileşimi içinde olu­ şur. Etkileşimsel yaklaşımı temel kabul etmiş psikologlar, çevrenin ve biyolojik yapının değişik yönlerine ağırlık verirler. Bu nedenle etkile­ şimsel yaklaşım İçinde birbirinden farklı kuramlar yer alır. Kuramlar­ dan en belirgin ûçûnû aşağıda kısa­ ca özetleyeceğiz. Etkileşim Kuramları: Oç temel yaklaşım tarzı gelişimsel psikologla­ rın görüşlerini etkilemiştir. Bunlar­ dan biri bireyin pslkoseksûel gelişi­ mine önem vermiştir ve Freud’uh Reslm 10.3 Özdeş ikizlerde bile mizaç farklılık­ ları gözlenir. Resimdeki ikizlerden biri *kolay* adıyla bilinen pslkoanalitik okulu oluşturur. İkinci yaklaşım tarzı bire­ mizaçlı diğeri de ‘zor mizaçlı* kişilik geliştirmiş­ lerdir. yin psikosoşyal gelişimine önem ve­ rir ve Erik Erikson tarafından geliş­ tirilmiştir. Üçüncü görüş bireyin bilişsel gelişimine ağırlık verir ve Jean Pldget tarafmdan geliştirilmiştir. Pslkoanalitik görüşe göre psikolojik gelişimin temelinde iki güç vardır: (1) Cinsel ve saldırganlık güdüleri. (2) Çevredeki davranışlar. Freud’un kuFamıhı ileride daha aynntılanyla inceleyeceğimiz için burada ancak psücoseksûel (psychosexual) kuramının iki önemli noktasına değineceğiz. İlk nokta, yaşamın ilk yıUannda yapılandınlan özeUiklerln son derece kuvveül olduğu ve sonradan değişmeye direnç gösterdiğidir. İkinci nokta, bi­ reyin gelişiminin birbirini izleyen pslkoseksûel aşamalardan oluştuğudur her aşama bedenin bir bölümüyle ilişki halindedir (Tablo 10.1 kısaca her aşamanın özelliklerini belirtmektedir). Her aşamada çocukla ana-baba ara­ sındaki ilişkinin yeniden düzenlenmesi gerekir. Her aşamadaki etkileşim ço­ cuğun yaşamını etkiler ve etkilerin toplamı bireyin kişilik Özelliklerinin teme­ lini oluşturur. Erikson (1963, 1980) gelişimin aşamalardan oluştuğunu kabul eder, an­ cak bireyin cinsel gelişimi yerine onun sosyal gelişimini temel kabul eder. Bu nedenle onun kuramı, psikososyal (psychosoclal) kuram adını alır. Her aşa-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞiM

Tablo 10.1. Freud. Erikson ve Piaget tarafından önerilen gelişme aşamaları F R B U m JN

RS İK O S E K S O EL

C E Ü g lM AŞAM ALAR I



ERlKSOmJN PSİK060SYAL OSÜŞİM AŞAMALARI

P tA G E TN tN B İLİŞS EL G E LİŞ İM AŞAM ALAR I

Orol aşama: Ağız uya> Temd güven ve bunun karşül temel güvensizlik: nlmanın odak nokta­ Bebek kendine bakan kişiye güven bağlan sını oluşturur; çocuğu kurmalıdır. memeden kesmek çok zordur.

Duyusal-hareketsel aşama (0-2): Bebek dış dûı^ayla duyu oıganlan ve nesnelerle yaptığı faaliyet­ lerle etkileşim kurar.

Anal aşama: Anüs uyanlmaıun odak noktasını oluşturur: tuvaIcle gitmeyi öğretme temel btr adımı oluş­ turur.

Operasyon (İşlemi öncesi devre (2Çocuk zihinsel İmgeler veya ke­ limeler yoluyla dış nesne ve olaylan temsil eder: nesneleri gruplara ayumaya başlar, fakat akıl yürüt­ me ncsneleıin görünüşlerine ve hareketlerine bağlı kabr.

BagımsiziJc ve bunun karşül utanç ve şüphe: Çocuk bağımsızlık peşindedir. Tuvalet egiUml ^ beccrllemczse utanma duygusu yerleşir.

rS

Fallik aşama: Cinsel Girişim ve bunun karşıtı suçluluk duygusu: Ço­ organ uyanimanın cuk daha kendine güvenil ve saldırgan olur; odak noktasıdır; aynı aynı cinsiyetten ana-babayla çatışma suçluluk cinslen ana-babayla duygusuna yol açabilir. özdeşleşme kurmak temel adımı oluşturur.

-12

Örtük aşama: Cinsel enerji basünlmışUr. Savunma mckanlzmalanmn gelişimi en bnemh görevdir.

Üreticilik ya da aşağılık duygusu: Çocuk kultûrûn gerektirdiği bûlûn becerileri (okuma yazma, bisiklete binme, vb.) kazanmak zorundadin aksi halde aşağılık duygusu gdiştirir.

Somut işlemsel aşama' Düşünce­ nin Boyullaşınası yönünde atılan bityûk bir adım bu aşamada ger­ çekleşir. Deneyimlerine dayana­ rak çocuk toplama, çıkarma, sınıfbma ve sıraya dizme gibi bazı ye­ ni zihinsel işlemleri yapabilir.

3-18

Genttol aşama* C lnsd oıganlar uyanlmonın ylne odak noktasıdın olgun clnsd İlişkiler gelİşUrebllmek en önem­ li görevi oluşturur.

Benlik özdeşleşmesi ue bunun karşılı rol bunaltmc Genç kişi cinsel ve mesleksel benlik özdeşimini gerçekleştirmeli ve yeni değerler aramalıdır.

Fcrmel işlemsel aşama: Birey so­ yut ve karmaşık zihinsd İşlemleri kullanarak sorunlara sistematik olarak yaklaşabilir. Nesnelere da­ yanmadan soyut kavranılan ve sembolleri kullanabilir. Her yetiş­ kin bu aşamaya ulaşamayabilir.

9-26

VakınÎık ve bunun karştı yalnızldc Yetişkin gerçekten yakın ve mahrem olan ilişkiler geliştir­ me durumundadır; aksi halde kendini soyut­ lanmış ve yalnız hisseder.

6-40+

Oretidiik ve bunun karşül verimsİ2Uic Yetişkin ‘meşaleyi gelecek nesillere aktaracak* biçimin­ de. çocuk yetiştirme, yaratıcı davranışlarda bu­ lunma, başkalanna yardım gibi, bazı faaliyetle­ re girmelidir. Aksi halde kendini verimsiz ve değersiz hisseder.

0+

Benlik kaynaşum ve bunun karşılı çökkünlük ve bezginlik: Son aşama olarak yetişkin, daha önedei aşamaları kaynaştırarak, kendisinin ge­ lişerek nasıl bir İnsan haline geldiğini kabul et­ melidir. Aksi halde çökkûn ve iç banşı olma­ yan bir insan olur.

İD 22

338

in s a n v e

DAVRANIŞI

mada çocuğun gereksinmeleri ve toplumun çocuktan beklentileri değişir. Ço­ cuk kundaktan kurtulup hareket etmeye başlaymca« ana-baba çocuğun ha­ reketlerini denetlemeye ve çocuğun neye dokunup neye dokunamayacağım belirlemeye başlar. Çocuğun bağımsızlık eğilimi gittikçe kısıtlanır. Çocuğun bağımsızbk eğilimi ile. ana-babanm denetim eğilimi arasmdaki etkileşim bir dengeye ulaşır ve bu denge her çocuk için ayn ayn oluşur. Bu dengenin özelliği, çocuğun daha sonraki yetişkin yaşammdaki kişilik özellik­ lerinin temelini oluşturur. Freud ile Erikson arasmdaki farklardan bir diğeri de şudur: Freud gelişimi ilk çocukluk yıllanna sınırlar, öte yandan Erikson, gelişim sürecinin ve bu sürecin bir parçası olarak bireyin bağımsızlık eğilimi ile toplumun bireyi denetim altına alma çabasmm. ömür boyu sûrdQgQnû kabul eder. Tablo 1 0 . 1 'de gösterildiği gibi, her aşama kendi ikilemini berabe­ rinde getirir ve bireyi yeni bir denge arayışma götürür. İsviçreli psikolog Piaget daha çok bireyin algılama ve düşünüş tarzmı kapsayan bilişsel gelişim ile ilgilenmiş ve onun kuramsal yaklaşımı çok sayı­ da gelişim psikologunu etkilemiştir (Piaget 1964, 1980; Piaget & İnhelder. 1969). Piaget’nin yaklaşımı büişsel-gel(şim (cognitive development) kuramı olarak bilinir. Piaget hem olgunlaşmanın, hem de öğrenmenin etkisini kabul eder an­ cak çocuğun faal olarak sürekli bir etkileşim içinde olmasını temel olarak.görûr. Çocuğun çevresiyle ister o)run, İster başka biçimde sürekli etkileşim için­ de olması, onun zihinsel (bilişsel) gelişiminin yönünü ve derecesini belirler. Çocuk her aşamadâ kavramlar ve yaklaşım tarzlan geliştirerek belirli bir bi­ lişsel dengelemeye (cognitive balance) ulaşır. Yeni ortamlar ve yeni deneyim­ ler bazen bilişsel dengelemeyi bozar. Bilişsel dengelemesi bozulan çocuk yeni bir dengelemeye ulaşabilmek için yeni kavramlar geliştirme, veya yeni yakla­ şım tarzları uygulama yoluna gider. Böylece bilişsel gelişim sürekli işler. Bilişsel gelişimin olabilmesi için, yukarda verilen örneklerden de anlaşıla­ cağı gibi, çocuğun çevresiyle sürekli etkileşim halinde olması gerekir. Esasın­ da çocukta gözlenen bilişsel dengeleme süreci, yetişkinlerde de olur, ne var ki yetişkinlerde daha az sıklıkta gözlenir. Yeni bazı deneyimlerden dolayı yetiş­ kinin bilişsel dengelemesinde bir bozulma olursa, yetişkin de yeni dengeleme yollan arar ve bu dengelemeyi buluncaya kadar düşünüş tarzını değiştirmeye devam ederi Bilişsel dengelemenin yetişkinlerde sık sık değiştiğini gözlemeyiz, çünkü yetişkin günlük yaşamında karşılaştığı olaylann hemen hemen hepsi­ ni. kendisinde var olan kavram ve düşünce süreçleriyle açıklayabilir. Piaget dé gelişimi birbirini izleyen aşamalardan oluşan bir süreç olarak kabul eder (Tablo 1 0 . 1 'e bakınız.). Her aşamanın, kendisinden sonra gelen aşama için bir basamak oluşturduğu ve aşam2Üann sırasmm değişmediği ka­ bul edilir. Her aşama için üç psikoloğun teklif ettiği yaşlarda bazı farklılıklar vardır ama. benzerlikler farklılıklardan daha fazladır. Farklı Görüşlerin Kaynaşımı ve Akla Gelen Ban Somlar Gelişim olaymı hiçbir görüş kendi başına açıklayamaz. Her psikolojik ku­ ram gelişim sürecinin belirli bir yönünü açıklar. Gelişim çalışmalannda her kuramsal yaklaşımm temel görüş ve kavramlarından faydalanabiliriz. Geli-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

339

şlm kuramlarının birbirlerini tamamlasalar da Ud temel soruda ayrılıkları vardır. Bu temel sorulan aşağıda kısaca anlatacağız. Birinci soru : Gelişme sürekli bir çizgiyi mi takip eder, yoksa birbirinden doğaları itibarıyla farklı adımlardan ve aşamalardan mı oluşur? Biyolojiyi ya da çevreden gelen öğrenme etkilerini temel alan görüşler, sürekli bir sürecin varlığım kabul ederler. Her aşama son derece ufak, fakat sürekli olarak de­ vam eden biyolojik olaylardan oluşur, öğrenmeyi temel kabul eden psikolog­ lar da aynı görüşü kabul ederler ve ufak adımlardan oluşan sürekli bir Öğ­ renme olayının gelişimin temelinde yattığını düşünürler. Etkileşime önem ve­ ren psikologlar İse. Tablo lO.Tde de gördüğünüz gibi, özellikleri itibarıyla bir­ birinden farklı aşamaların varlığını savunurlar. ikinci soru : Bireyin temel kişilik yapısını tanımlamada ve belirlemede, tik aşamalardaki etkiler, daha sonraki aşamalardaki etkilerden daha mı önemli^ dir? Kritik devre (critlcal period) adı verilen bir aşamanın, hayvanlann geli­ şiminde önemli olduğunu etologlann çalışmasından öğrenmiştik. Aynı kav­ ram çocukİEUın gelişimi için de kullanılabilir mi? Freud'un psikoanalitik yaklaşımı, kritik devre anlayışına yakın düşer, öte yandan öğrenmeyi gelişimin temeli olarak kabul eden psikologlar, insan­ oğlunun her yaşta değişebileceğini kabul ederler. Böylece. psikoanalitik yak­ laşımı kabul etmiş psikologlar, insanm olumlu yönde gelişimi konusunda bi­ raz karamsar olduklan halde, öğrenmeyi temel kabul etmiş.psikologlar iyim­ serdirler; çünkü onlar bireylerin her yaşta kendi hatalarmı düzeltip, yeni ge­ lişme süreçlerini öğrenebileceğine İnanırlar. Bu inancın etkisi altında, fakir çevreden gelen çocuklann zengin çevreden gelen çocuklann aşamasına ula­ şabilmesi İçin yeni eğitim programlan teklif eden kişilerin başlannda. öğren­ me pslkologlan gelirler. Yukanda incelediğimiz }raklaşım tarzlannı gözönünde tutarak, çocuğun anne rahmine düşüşünden, yaşlanıp ölümüne kadar geçen zaman süresi içinde ortaya çıkan süreçleri gözden geçirelim.

3. DOĞUM ÖNCESİ DEVRE Çocuğun gelişimine yumurtanın döllenmesi anından itibaren bakmak ge­ rekir. Döllenme amnda anneden gelen 23 kromozom babadan gelen 23 kro­ mozomla birieşir ve o insan yavrusunun biyolojik yapısının temeli olan 46 kromozumu oluşturur. Her bireyin 46 kromozumu. o bireyin biyolojik gelişim aşamalannı ve bu aşamaların hangi zamanlarda olacağını programlar. Biyo­ lojik zamanm saati döllenme anından itibaren çalışmaya başlar. Yumurta fallop kanalı adı verilen kanaldan rahime doğru giden bir yol iz­ ler. Yumurta rahime yaklaştıkça erkeğin spermiyle karşılaşma ve dolayısıyla döllenme olanağı artar. Ana-babanın cinsel birleşimi sonucunda vajina kana­ lıyla rahim yolunda ileriden erkek spermi yumurtayı döUer ve bu andan iti­ baren bir insan yavrusu. 46 kromozomdan oluşan tek bir hücre olarak yaşamma başlamış olur. Döllenen hücreye zigot (zygote) adı verilir. Zigot yaşamı-

İNSAN VE DAVRANIŞI

340

nın ilk daklkalanndan İtibaren m ito sis (mltosis) adı verilen hücre bölün­ me ve çoğalma faaltyetine başlar. (Mltosis süreci daha aynntılı olarak 2 . Bölûm'de anlatıldı.) Mltosis İlk iki hafta sürekli da­ vam eder, ikinci haftanm sonundİa hücreler farklı türlere bölünmeye başlarlar. Hücrelerin bir kısmı geli­ şen hücre kümesini kaplar ve çepe­ çevre kuşatır. Bir başka hücre gru­ bu, çepeçevre kuşatılan bu hüct^ Şekil 10.1 Döllenme sOrecini gösteren çizim. grubunu rahime bağlar. OçüncÜ Sperm Fallop kanalından geçerek yumurtayla hafta İle 7. hafta arasmda gelişmekkarşılaşır ve yumurtayı döller. ta olan hücre grubuna embrüjo (embıyo) adı verilir. Aynı hücre gnibu gelişmesine devam eder ve 8 İle 40 hafta arasında fetûs (fetus) adını alır. Bu devre İçinde gelişen organizma besinini plasenta (placenta) adı verilen or­ gana bağlı göbek bağmdan ahr. Plasenta embriyonun rahime bitiştiği 3rerde gelişir ve embriyo ile rahim arasmda yer alır. Plasenta annenin kanından besleyici maddeleri alır, zararlı maddeleri bir dereceye kadar süzer ve yeni ge­ lişen organizmanın kan dolaşımına boşaltır. Şekil 10.2'de görüldüğü gibi 7. haftanın sonlan ve 8 . haftanın başlannda. ağız, burun, kollar, eller, bacaklar gibi insan organlannın bazılan tanınabilir hale gelmiştir. Hamileliğin geri kalan 7 ayında gelişim devam eder ve organlar daha belirgin hale gelir. Sinir sistemi, gelişimini en son tamamlar ve çocuk doğduktan sonra da biyolojik gelişimini sürdürür. Şekil 10.2'de görüldüğü gibi doğumdan önceki gelişimin sırası bireyin kromozomlahndaki programda vardır ve dış etkilerden oldukça bağımsızdır. İnsan embriyo ve fetüsleri hemen hemen hep aynı sırada ve a)mı hızda geli-

Em briyo 3-7 Hafta

s S) ®

Fetos 8-38 Hafta

B

12

16

Şekil 10.2 Doğumdan önceki temel gelişim aşamaları.

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

341

şirler. Biyolojik temelli ve dış faktörlerden pek etkilenmeyen bu sûrece olgun­ laşma adını verdiğimizi daha önce belirtmiştik. Olgunlaşma adımları son de­ rece kuvvetli bir biyolojik faktörü ifade eder ve hem psikolojik hem de ü ro lo ­ jik bozukluklar gösteren annelerde bile, kendisini aynen gösterir. Hamilelik Süresinde Dış Etkiler Hamilelik sırasmda gözlenen biyolojik olgunlaşma süreci kuvvetli genetik bir programlamaya da3randıgı ve değişik çevre koşullan altmda kolay kolay aksamadan belirli bir düzen içinde kendini gösterdiği halde, bazı hastalıklar ve çevre etkileri fetûsûn gelişimini engeller. Tablo 10.2*de bu etkilerin bir öze­ ti verilmiştir. Dış faktörlerin ortaya çıkış zamanı, embriyo-fetüsûn nasıl ve ne biçimde etkileneceğini belirler. Organizmanın en hızlı geliştiği sûrelerde olumsuz bir dış faktör en yüksek etkisini yapar; aynı dış etken, organizmanın yavaş geliş­ tiği bir devrede o şiddette etki yapamaz, örneğin kızamık hastalığı hamileli­ ğin ilk üç ayında çocuğun işitme organını bozar, tik üç ay içinde kulak ve iç işitme organlan gelişmesini tamamlamış olduğundan, kızılcık hastabğı daha sonraki aylarda bir etki yapmaz. Öte yandan, hamileliğin son ûç ayında ço­ cuğun sinir sistemi en yoğun gelişme devresinde olduğundan, bu devrede an­ nenin beslenmesinde görülen bozukluklar, çocuğun beyin gelişmesini en et­ kin bir biçimde etkiler. Tablo10.2 Hamilelik Süresindeki Temel Dış Etkenlerin Olumsuz Etkilerine Örnekler DIŞ ETKENİN TOrO

EMBRİYO YA DA FETOS ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Annenin gıdasında yetersizlik (çok az protein ya da çok az kalori var)

Beyin hücrelerinde azalma, düşük sayısında artma, doğumdan sonraki İlk yıl içinde gözlenen bebek ölüm­ leri. Sağıriilc. Bazen kalp arızalan vc diğer bedensel bozukluklar. Cüzamlı annenin çocuğu %25 ihdmalle ölü ya da normal altı bir bebek olarak doğar. Alkolik annenin çocuğu alkol alışkanlığına yatkın ola­ rak doğar ve birçok bedensel bozukluklan berabe­ rinde getirir. Az miktarda alınan alkolün bile bebeğin gelişmesini anlamlı ölçüde önlediği saptanmıştır. Sigara tiryakisi annelerin bebekleri daha zayıf doğar ve çok daha sık hastalanır. Çay ve sigara tiryakisi annenin bebeğinin tam ağırlığına kavuşmadan doğduğu gözlenmiştir. Beden hücreleri tam gelişim kapasitesine ulaşama­ maktadır.

Annenin kızamık hastalığına yakalanması Annenin cüzam hastalığına yakalanması Annenin alkolik olması

Annenin sigara tiryakisi olması Annenin çay vc kahve tiryakisi olması

Doğumdan sonra çocuk, gelişimine birçok yönden devam eder* Bundan sonra çocuğun gelişmesi bedensel, bilişsel ve duygusal olmak üzere üç temel boyutta incelenecektir..

342

İNSAN VE DAVRANIŞI

4. BİREYİN BEDENSEL VE HAREKETSEL GELİŞİMİ Çocuk dogmadan önce başladığı gelişim sürecine doğduktan sonra da devam eder. Psikologlar çocukta gözlenen bedensel ve hareketse! gelişimi dört temel devrede incelerler: 1) Doğumdan İki yaşma kadar. 2) 2 İle 5 yaş arası. 3) 5-12 yaşlan arasmdaki devre ve 4) 12-18 yaşlan arasındaki devre. Onsekiz yaşından sonra da bireyin bedensel değişiklikleri devam eder, bu de­ ğişiklikler de daha İleride ele alınacaktır. Doğumla Gelen Özellikler Bebek aşağıda kısaca özetlenen becerilerle birlikte doğan (1) Görme duyumu oldukça gelişmiştir. Her iki gözünü bir tek nesne üze­ rine odaklayabilir, hareket eden bir objeyi izleyebilir ve bazı renkleri ayırt ede­ bilir. En önemlisi İnsan yüzüne özellikle Ugl gösterir ve Ük İki hafta içinde göz göze bakabilir beceriye erişir. Bebeğin İnsan yüzüne ilgi göstermesi ve göz te­ ması kurabilmesi, bebekle ana-baba arasmda türün devamı için gerekli son derecede önemli bir İletişim ilişkisinin doğmasma olanak verir. (2 ) Yeni doğan bebeklerin kulağı çok geniş bir ses bandına tepkide (spektrum) bulunabilir. Gerçekte bebeğin en fazla duyarlılık gösterdiği ses İn­ san sesidir. İnsan sesindeki perde ve şiddet değişikliğinin farkma varabilen bebek, kısa bir sûre içinde ‘ aşina* olan sesle ‘ yabancı” olan sesi ayırt edebi­ lir. Ayrıca, yeni doğan bebek sesin geldiği yönü algılayabllme yeteneğini de beraberinde getirdiğinden, başını sesin geldiği yöne çevirerek uygun davranı­ şı gösterebilir. (3) Bebekler, koklama ve tat alma duyu organlan da oldukça gelişmiş olarak dünyaya gelirler. Birbirinden farkh kokulan ve temel tatlan kolaylıkla ayırt edebilirler. (4) Yapılan araşürmalar yeni doğan bebeğin hem operant hem de klasik koşulluma yoluyla öğrenebildiğini göstermiştir (SameroİT &l Cavanaugh, 1979; Stamps. 1977). (5) Bebek duyu oı^anlannın doğuştan itibaren hemen hemen mükemmel bir biçimde işleyişinin yanı sıra, kendisini besleme konusunda son derece ya­ rarlı bazı refleksleri de beraberinde getirir. Bunlann başında emme refleksi gelir. Anne memesini veya emziği dudağında hisseden bebek hemen emmeye başlar. Bu refleks o kadar kuvvetlidir ki. emecek birşey bulamayan çocuk parmagmı emer. Doğumla gelen özellikler üzerine algılama ve hareketle ilgili yeni beceriler öğrenilmeye başlar. Şimdi ilk iki yılda bebekte gözlenen hareket gelişimine bir göz atalım. bk İki Tüda Görülen Hareket Gelişimi Çocuğun ilk yıllardaki hareket gelişimi şematik olarak Şekil 10.3’te gös­ terilmiştir. Şekilde yer alan gelişim aşamaları, Maıy Shirley adlı bir Amerikalı psikologun 1933 yılında yaptığı araştırma bulgularına dayanılarak saptan-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞiM

343

Yeni doğan

1 aylık

2 aylık

3 aylık

Anne kammda}ğ durumu

Çene kalkık

Göğüs kalkık

Uzanma ve yakalama çabası

5 aylık

4 aylık Yardımla toturma

KiKakta otuı;ma itesneyi tutma

9 aylık

8 aylık Yardanla ayakta durma

Eşyaya tutunarak ayağa kalkma

Eşyaya tutunarak ayakta durma

Merdiven basamaklarını tırmanma

6 aylık

7 aylık

Çocuk san iyesin d e oturma. Önünde saüanan nesneyi yakalama

Kendi başına oturma

■10 aylık

11 aylık.

Emekleme

Binden tutulduğunda yürüme

14 aylık

15 aylık

Tek başına ayakta durabilme

Kendi başına yürüme

Ş e k il 10.3 İlk onbeş a yd a bebeğin gösterdiği hareket gelişimi.

344

İNSAN VE DAVRANIŞI

mış. daha sonra yapılan araştırmalar, bu temel sıralamaya herhangi bir deği­ şiklik getirmemiştir. Şekilde görmüş olduğunuz hareket aşamalarına bakar­ ken akılda tutulması gereken önemli nokta şudur: Her çocuk ayn aylarda, haftalarda ya da günlerde farklı aşamalara ulaşabilir: fakat her çocuk göste­ rilen aşamalan sırasıyla takip eder, başka bir deyişle hiçbir çocuk oturmadan emeklem^e ve emeklemeden yürümeye başlamaz. Dünyanm değişik yörelerinde yapılan araşbrmalar. çocuğun hareket ge­ lişmesinde izlediği sıranın evrensel olduğunu göstermiştir. Hangi ırktan veya milliyetten olursa olsun ve hangi iklim kuşağında bû}rûrse büyüsün, her ço­ cuk Şekil 10.3'te gösterilen gelişim sırasını izler. Bu gözlem, hareketsel gelişi­ min ilk yıllarda olgunlaşmaya bağlı biyolojik bir süreç olduğunu gösterir.

)

İki İle Beş Taş Arasında Bedensel Gelişme Bedensel gelişme sürekli bir olaydır, iki yaşmdaki çocuk, yetişkinin du­ yusal yeteneklerinin hemen hemen tümüne sahiptir. Bu nedenle, beş yaşın­ dan sonra duyusal yetenekte bir gelişmeden söz edilmez, ancak beyni geliş­ mesi devam eder. Ikl 3^şmdaki çocuğun beyni, yetişkin İnsan beyni ağırlığı­ nın %75’i kadardır. Bu oran beş yaşında %90*a ulaşır. Beyinde meydana ge­ len değişikliğin büyük bir kısmı, var olan olan beyin hücrelerini birbirine bağlayan bağlantıların çoğalmasıyla açıklanabilir. Aynca yaş ilerledikçe ak­ sonları kapsayan miyelin tabakasında da bir gelişme gözlenir. İki ile beş yaş arasında çocuğun hareketlerinin tür ve sayısında da bir artma gözlenir. Çocuk ayak parmaklan üzerinde 3rürûyebilir. bir adım atarak merdiven basamağına çıkabilir, üç tekerlekli bisiklete binebilir. Bu davranış gelişmeleri esas itibariyle olgunlaşmaya bağlıdır, ancak hareket etme özgür­ lüğü bol olan çevrede gelişim daha çabuk ve tam anlamıyla ortaya çıkar.

Resim 10.4 Yaşıtlar arasındaki ilişki çocukların gelişmesinde önemli rol oynar.

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

345

İki ile beş yaş arasında boy uzama hızı yavaşlar. Doğumda bebek ortala­ ma olarak boyunun %30'unu kazanmış olarak dünyaya gelir. İki yaşında ye­ tişkin bo3runun yaklaşık yansına ulaşan çocuk, iki yaşından sonra bedensel yönden pek gelişmez. Yıllık gelişim %5 dolayına düşer, daha sonra ergenlik .çağında! yeniden hızlanır. Beş ile Oniki Yaş Arasında Bedensel Gelişme Yukanda da belirttiğimiz gibi, okul çağmda gözlenen bedensel gelişme yavaş bir tempoyu iz­ ler. Çocuk bu süre içinde boy atar, daha karma­ şık hareketleri becerebilecek hale gelir ve beden­ sel kuvvetinde bir artma olur, ancak bu değişik­ likler yavaş bir biçimde olur ve dikkati çekmez. İlk iki yıl içinde gözlenen yürümeye başlama gibi bü­ yük davranış aşamalan gözlenmez. Çocuğun iki tekerlekli bisiklete binmeyi öğrenmesi belki de bu devrenin en önemli yeni davranışıdır. Ergenlik Çağı: Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bedensel Gelişme Ergenlik çağı, hem bedensel, hem de psikolo­ jik açıdan birçok temel değişikliklerin oluştuğu bir çağdır. Lise öğrencileri bu çağın son kısmını yaşar, üniversite öğrencileri İse bu çağdan pek uzaklaşmış sayılmazlar, bu çağın hatıraları onlann belleğinde canlılığım hâlâ korur. Resim 10.5 Resimde görülen her iki kız çocuğu da oniki Ergenlik çağındaki değişiklikler, cinsel salgı yaşındadır. Biri diğerinden bezlerinin kana bol miktarda salgı bıralunalanyia daha çabuk gelişmiştir. Her başlar. Erkeklerde testosteron (testosterone) kız­ alanda gözlenen bireysel larda estrojen (estrogen) salgılan beyindeki hipofarklılıklar, bireylerin gelişme flz bezinin uyanimasıyla bol miktarda üretilmeye zaman ve hızında da kendini gösterir. başlanır. Kızlarda gözlenen değişiklikler daha erken yaşlarda ortaya çıkarlar. Kızlann göğüsleri 11 ^ ş dolaylannda gelişme gösterir. Bu yaşta kızlar ^ r a tli bir biçimde boy atmaya başlarlar, ne var ki 13 yaş civannda boy uzaması yavaşlar. Bu yaşlarda mensturasyon kendini gösterir. Erkek çocuklarda gelişme kızlardan iki yû daha geç başlar. Erkeklerin }njmurtalannın ve penislerinin gelişimi 12-13 yaşlannda başlar ve yetişkinlikteki büyüklüğüne 15-16 yaşlannda erişir. Or­ talama olatak boy sıçraması 14 ile 15 yaşlannda görülür (Tanner. 1970). Ve­ rilen rakamlar ortalama rakamlardır ve büyük bireysel farklar gözlenebilir, örneğin 10 yaşında mensturasyona başlayan kızlar olduğu gibi on yedi yaşı­ na kadar mensturasyon göstermeyen kızlar da olmuştur. Erkeklerdeki deği­ şiklikler de 10 ile 18 yaşlan arasında farklılık göstermiştir. Hem kızlarda hem de erkeklerde büyüme belirli bir sırayı takip eder. El­ ler ve ayaklar ilk büyüyen organlardır. Daha sonra kollar ve bacaklar ve en

346

İNSAN VE DAVRANIŞI

sonra da beden gelişir. Bu nedenle önce ayakkabılar kûçûlûr. daha sonra pantolonlar kûçûk gelmeye başlar ve en sonunda da gömlek, bluz ve ceketler değişir. Bedensel gelişim sırasında kızlarda kas gelişimi, erkeklerinklne göre ikin­ ci planda kalır. Bunun sonucu olarak, tam g a m ıy la gelişmiş bir kadınm be­ deninde daha çok ya| bulunur, erkeğin bedeninde ise daha fazla kas vardır. Ergenlik çağındaki bedensel gelişimin ilginç yönlerinden biri de. kızlar İle er­ kekler arasındaki ciğer ve kalp gelişimindeki farklılıktır. Erkeklerin ciğer ve kalbı kızlannkine göre daha büyüktür, kalp atış sayısı beden duıgun haldey­ ken daha düşüktür ve kanın oksijen taşıma kapasitesi daha yüksektir. Bu nedenle ergenlik çağında erkekler kuvvet, hız ve bedensel dayanıklılık bakım­ dan daha 3rüksek bir etkinlik gösterir ffhnner. 1970). Bedensel gelişimin yanı sıra bireyin diğer yönleri de gelişmeye devam eder. Şimdi algılama ve düşünmenin temelinde yatan bilişsel gelişm ^ ince­ leyelim.

5. BİLİŞSEL GELİŞİM Çocuk içine doğduğu dünyayı anlama çabasmı sürekli bir biçimde sür­ dürür ve basitten başlayıp gittikçe karmaşıklaşan bir zihinsel düzen geliştire­ rek. çevresine uyum yapmayı becerir. Temel yaş gruplanna göre bilişsel geli­ şimi şu aşamalardan geçen hk İki Tüda Görülen BUlşsel Gelişim Bebek doğumunun ilk gününden itibaren çevresini keşfetme çabasına başlar. Keşif çabasında kullandığı temel araçlar doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yeteneklerdir. Plaget. Tablo lO.Tde belirtildiği gibi, bu devreye duyusal'hcıreketsel (sensory-motor) aşama adını verir. Dokunma gibi basit duyusal verilerden, tutma ve emme gibi basit hareketlerden İşe başlayan ço­ cuk. temel süreçlerin üzerine yenilerini koyarak çevresini anlayabilecek bir bilişsel sistem geliştirmeye başlar. Bilişsel gelişimin aşamalarından birini çocuk nes­ nelerin değişmezliğini (object constaney) keşfederek ba­ şarır. önceleri bebek için nesne ancak kendi görsel alanı içindeyken vardır. Nesne ortadan kaldınlınca, nesnenin yok olduğunu, artık var olmadığım düşünür. Eline aldığı topun, ya da çıngırağın, on dakika önce eli­ ne aldığı aynı çıngırak ya da top olduğunu bebek bil­ mez. Onun için her an dünya yeni baştan var olur ve duyu organlarının dışında bîr dünyanın varlığı düşü­ nülemez. Resim 10 6 Jean Piaget.

Bir yaşına doğru çocuk nesnenin değişmezliği kavramını anlamaya başlar ve göz önünden kaldınlan bir nesnel, etrafına veya masanın altına bakarak arar, iki

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

347

Resim 10.7 Önündeki oyuncak kâğıtla kapatılan 4 aylık çocuk, sanki oyuncak hiç yokmuş gibi davranır, arayıp bulmaya çabalamaz. Piaget bu davranışı, çocukta nesnelerin devamlılığı kavramının oluşmayışıyla açıklar.

yaşına doğru bebek dış nesne ve olaylann iç iemsi/cflerini (Internal represen­ tation) geliştirmeye başlar. Nesnelerin sürekli olduğunu ve göz önünden kaldınhnca bile var olmaya devam ettiklerini anlayan çocuk, bu nesneyi bir sü­ reçle temsil etmeye başlar. Böyle bir İç temsil süreci, kavram ve dil gelişimi­ nin başlangıcını oluşturur. İç temsil sayesinde çocuk orada bulunmayan bir nesneyi ya da olayı temsil etme yeteneğine kavuşur. Değişikliklerin olabilmesi için çocuğun çevreyle etkileşim içinde olması gerekir. Piagetye göre olgunlaşma süreci kendi başına çocuğun bilişsel gelişi­ mini açıklayamaz. Olgunlaşma çocuğun sinir sistemini geliştirerek onun da­ ha karmaşık algılamalar yapabilecek bir düzeye gelmesini sağlarken, çocu­ ğun çevresiyle duyusal ve hareketsel etkileşim yapması bilişsel gelişimin te­ melinde yatan öğrenme deneyimlerini oluşturur. İki İle Beş Taş Arasında Bilişsel Gelişim ve Dil Piaget bu d evr^e operasyon-öncesl (pre-operational) devre adını verir. Bu devrede daha önce kazanılan iç temsil süreçleri daha karmaşık ve çok yönlü olmaya başlar. Çocuk bu devrede kelime kullanmaya ve İlkel bir düzeyde İlk olarak bir sembol İle bu sembolün temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi anla­ maya başlar. Kelimeyle nesne arasındaki ilişkiyi anlayan çocuk, böylece önü­ ne açılan yeni dünyayı keşfetmeye başlar. Çocuk İç temsilden, başka bir deyişle kelime, kavram ve sembollerin ver­ diği zenginlikten faydalanarak oyun yaşamına yeni zenginlikler getirir, örne­ ğin. bir ağaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba rollerine girerek arkadaşlanyla yetişkin Üişkileıini taklit oyunları oynamaya başlar. Birçok çocuk hayali arkadaş icat ederek, bu hayali arkadaşı evine davet eder, beraber yemek yer. Böylece çocuklar son derece canlı, fakat tehlikesiz bir macera yaşamı dene­ meye başlarlar. Bu sembolik, hayali ve oyunsal maceralar sayesinde çocuk yavaş yavaş gerçek yaşama hazırlanır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

348

Çocuğun bu yaşta becerdiği önemli adımlardan biri nesneleri kategorilere ayırmayı öğrenmesidir. Nesnelerin büyüklük, renk, biçim gibi belirli duyusal özelliklerine göre sınıflanması, nesnenin değişmezliği aşamasından sonia kendini gösterir. Bu nokta Plaget’nin kuramı İçin önemlidir. Plaget bilişsel gelişmenin adım adım ilerlediğini, her adımın kendinden daha önce geliştiri­ len bilişsel yapılan kullandığını İfade eder. Ikl yaşından önce nesnelerin de­ ğişmezliği aşamasının gerçekleşmesiyle, 2-5 yaş arasında nesnelerin smıilahdınlması aşaması arasındaki ilişki, Piaget'nin sözünü etliği ilişkiye güzel bir örnek oluşturur. Beş yaşma ulaştığında çocuk, bir nesneyi a3m. bağımsız bir nesne olarak değil, o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir, örneğin, iki yaşındaki çocuk bir yuvarlak ve biri küp İki nesneyi aynı biçimde algılarken, beş yaşındaki çocuk yuvarlak nesneyi “küre" kavramının, diğer n e s n ^ “küp" kavramının bir temsilcisi olarak görebilir. Beş yaşındaki çocuk soyutla­ ma ve genelleme adımını g^çekleştlrmlşUr. Dil Gelişimi : iki yaşındaki çocuk bir veya İki kelimeden oluşan İfadeler kullanabilir. Dil gelişimi 2-5 yaş arasında süratli bir gelişim gösterir. Dil geli­ şiminin ana hatlan Tablo 10.3‘te özetlenmiştir. Bir yıl içinde çocuğun dil geli­ şimi hayret verici bir hızda gelişir. Çocuk üç yaşını doldurduğunda 3-4 keli­ meden oluşan cümleler kullanmaya başlar ve bu cümlelerde Îlillerin geçm^, şimdiki, ya da gelecek zamanlarını doğru olarak kuUanır. Beş yaşına geldik­ lerinde çocuklar kendi dillerini başanyla ve gramer kurallarına uygun o la r ^ kullanabilecek beceriyi kazanmıştır.

Tablo 10.3 Yaşamın İlk Beş Yılında Dil Gelişiminde Görülen Temel Aşamalar Doğumdan 1aya kadar 2-5 ay 6-12 ay 12 ay 12-18 ay 18-24 ay 24-60 ay

Ağlamanın dışında başka sese rastlanmaz Bebek "agu* sesleri çıkartır Bebek sesleri kendi kendine tekrar eder ilk kelime. Bir sesi, bir nesneyi veya olayı belirtmek İçin tutarlı ve düzenli biçimde ilk defa kullanır Cümle yerine kullanılan tek kelime. Ikl heceli/kelimeli ifadeyi ilk defa kullanır İki kelimeyi bir cümle içinde sık sık kullamr Kelime hazînesi artar, cümlelerde kullanılan kelime sayısı artar. Piillerin zamanlarında değişiklik yaparak, kelimelere yeni ekler getirerek daha karmaşık gramer kurallanna uygun yapılar kullanılmaya başlar.

DÛ ve Düşünce Arasındaki İliş k i: Dil gelişimi ile çocuğun bol miktarda sembol kuUanmaya başlamasının aynı devrelerde ortaya çıkması, araştırma­ cıları iki olay arasmda nasıl bir ilişkinin olduğunu araştırmaya yöneltmiştir. Bildiğimiz gibi, kelimeler semboldür ve bu çağda çocuk sembolleri k u lla n ıl becerisine ulaşmıştır. Bu gözlemin sonucu olarak bazı psikologlar, sembolik düşünmenin temelinde dil gelişiminin yattığını savunmuşlardır.

YAŞAM BOYUNCA GELiŞiM

3 49

Plaget tam aksini savunun ona göre sembollerin temelinde kelime yat­ maz, kelimelerin temelinde sembol kullanma yeteneği yatar. Çocuk bir ağaç dalma at gibi binmeye başladığında, ağaç dalı atın yerine geçer, sembolik bir anlam kazanır. Çocuk zihninde yarattığı bir resmi de sembol olarak kullana­ bilir. Demek oluyor kİ, kelimeler çocuğun kullandığı sembol türlerinden an­ cak bir tanesidir, kelimelerin yanı sıra çocuk daha başka semboller de kulla•mr. Plaget*ye göre dil gelişimi, çocuğun bilişsel gelişiminin belirli bir aşamaya ulaşmasının doğal bir sonucudur. Bilişsel gelişimin temelinde dil gelişimi de­ ğil. aksine, dil gelişiminin temelinde bilişsel gelişim yatar. Beş ile Oniki Yaş Arasında Bilişsel Gelişim Okul çağı adı verilen beş ile onIkl yaş arasındaki devrede çocuğun biliş­ sel gelişimi temel değişiklikler gösterir. Plaget bu aşama}ra somut operasyon­ lar (concrete operations) devresi adını verir. Piagetye göre bu devrede çocuk yeni ve son derece etkin zihinsel beceriler geliştirir. Doğumundan İki-ûç ay sonra nesnelerin yok olduğunu zanneden bebek, onikl ay clvannda nesnelerin değişmez olduğu aşamasına ulaşır. Beş yaşma doğru çocuk nesneleri zihinsel olarak temsil eder, ancak bu kavramlar ve semboller üzerinde zihinsel İşlemler yapamaz, örneğin. ^Masanın üzerinde duran b6ş kalemden İkisini kaldırdığımda, masanın üzerinde kaç kalem ka­ lır?" gibi bir soruya zihinsel cevap veremez. Çocuk yedi yaşma doğru yaklaş­ tıkça toplama, çıkaıma gibi bilişsel işlemleri yapmaya başlar. Beş yaşındaki çocuk yukandaki soruya ancak masanın üzerine kalemleri koyup, ikisini kal­ dırdığınız zaman cevap verebilirken, yedi yaşındaki çocuk zihninden doğru cevabı hemen bulabilir. Bu zihinsel İşlemlere Plaget operasyon adım verir. Yedi yaşındaki çocuğun zihnen düşünüş tarzı, beş yaşındaki çocuğun so­ mut olarak elleriyle 3raptığı masanın üzerinden kalemleri kaldırma İşlemine benzediği ve çocuk Iç temsilciler aracılığıyla düşündüğü İçin, Plaget bu İşlem­ lere somut operasyonlar adını vermiştir. Çocuğun daha önce nesnelerle oyna­ ması. nesneleri İkiye bölüp bir kısmını bir yere, diğer bir kısmını başka bir yere götürmesi, çocuğun somut operasyonlar geliştirmesinin temelinde yatar. Piagetye göre, çocuğun zihinsel gelişiminin temelinde, onun çevresiyle sürek­ li etkileşim hahnde bulunması yatar. Bu dönemde çocuk bir olayı diğer İnsanlann gözünden görmeye başlar. Kitlenin değişmezliği: Kitlenin değişmezliği (conservatlon) kavramı, Plaget*nin çocuklann bilişsel gelişimiyle İlgili olarak keşfettiği önemli kavramlar­ dan biridir. Bu kavram kendini operasyon-öncesl devrede değil, somut ope­ rasyonlar devresinde gösterir. Eşit büyüklükte ve aynı biçimde olan İki bar­ dak suya eşit miktarda su koyun ve çocuğa gösterin. Çocuk size, bardaktaki sulann aynı olduğunu söyleyecektir. Daha sonra çocuğun gözü önünde, bar­ dakların birindeki suyu daha dar ve uzun bir başka bardağa boşaltın (Şekil 10.4*e bakm). ince uzun bardaktaki sujoın düzeyi daha yüksek olur. Çocuğa iki bardaktaki suyun eşit olup olmadığını sorduğunuzda, operas­ yon öncesi devredeki çocuk, "Uzun bardaktaki su daha fazla!" diye cevap ve­ rir. Somut operasyonlar devresine girmiş bir çocuk İse "Daha önceki bardak­ tan boşaltün, aynı miktarda su olması gerekiri" diye cevaplandırır. Çocuk.

İNSAN VE DAVRANIŞI

350

somut operasyonlar aşamasma geldiğinde, gözüyle görmOş olduğu suyun yüksekliği­ nin ötesine geçerek suyun rniktannın ve hacminin aynı olduğunu anlayabilmekte­ dir. Böylece çocuk değişen duyumsal veri­ lerin ötesinde bir “değişmezlik" kavramını gerçekleştirecek düzeye ulaşır. Değişmezlik kavramınm temelinde geriye-dönûştûrebüme (reversibility) yatar. “Ne­ den daha fazla su yok, bak daha yüksek gözükmüyor mu?“ diye çocuğa sorulduğun­ da. çocuk “Daha önceki bardağa boşaltsam aynı düzeye geliri" Ya da. "Yeni su ekleme­ din kİ!" gibi cevaplar verir. Demek oluyor ki çocuk, o anda uzun bardakta gördüğü su­ Resim 10.6 yun yüksekliğini, zihninden daha önce gör­ müş olduğu su kodesine dönüştürebilmektedir. Daha önce duyu organlarıyla yapılması gereken İşlemler şimdi zihnen yapılabilmektedir. Gertye-dönûştûrebilme, bu aşamada gelişen zihin İşlemle­ rinden biridir. Stnıjlama: Çocuğun sınıflama (classiflcatlon) becerilerinde de bu yaşta bir gelişme gözlenir. Somut operasyonların oluştuğu bu aşamada çocuk iki önemli beceriyi geliştirir. Becerilerinden biri sm ıf içerme (class inclusion) be­ cerisidir, başka bir deyişle bir sınıfa (kategorfye) alt olan nesnelerin, başka bir sımfin alt dizisi olabileceğini çocuk anlar, örneğin, köpekler hayvanlar sınıfınm bir alt dizisini oluştururlar. Çocuğun kazandığı ikinci önemli beceri, daha önceki devrede ancak nesnelere dokunarak gerçekleştirebildiği sınıfla­ ma sürecini zihninde sembolik olarak yapabilmesidir.

1.ADIM

*BanlaklartfakI sumiktan eşlttn?*

Z A D IM

il 3 .A D M

sunriktarıefltmi. fuhdR mı yoksa daha çok suvar?*

Şekil 10.4 Kitlenin değişmezliği üzerine tipik bir deney. Çocuğa içinde eşit miktarda su bulunan iki bardak gösterilir, daha sonra bardakların birindeki su. biçimi değişik başka bir bardağa boşaltılır.

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

351

Operasyon öncesi devreyle somut operasyonlar devresi arasındaki şınıilama farkını göstermek İçin şu örneği verelim. Elinizde oyuncak* hayvan. İn­ san. otomobil gibi üzerinde değişik resimlerin bulunduğu bir deste kart (52 adet), bulunsun. Aklımızdan bir kart tutuyoruz, çocuğun yirmi soru sorarak bu kartı bulması isteniyor. Operasyon öncesi devredeki çocuk tipik olarak, her karü. “Bu mu?" diye eliyle göstererek birbiri peşine sorar. Amaç, 3drml soruda kartı bulmaktır. Yirmi soruda kartı bulmak gerçekten zordur. Çocuk ya tesadüfen karta rast­ lar, ya da çoğu kez olduğu gibi kartı bulamaz. Somut operasyon devresindeki bir çocuk kartlara bakar, kafasında kart­ lan sımflar ve “Oyuncak gösteren bir kart mı? Otomobil resmi olan bir kart mı?" diye sorarak belirli kart sınıflannı elimine etmesini öğrenir. “Smıflan eli­ mine etme" becerisi ancak somut operasyonlar devresinde kendini gösterir ve bu nedenle doğru kartı bulabilme şansı daha yükselir. Cinsiyet R olleri: Somut operasyon devresinde gözlenen değişikliklerden biri de, çocuğun cinsiyet rollerinin (sex roles) değişmezliğini anlamasıdır. Oç veya dört yaşındaki çocuk kadm-erkek kavramını anlamıştır ve kadını, hem gerçek yaşamda hem de resimlerde, erkeklerden her zaman ayırt edebilir. Fa­ kat bu yaşta çocuğun anlamadığı cinsiyetin sürekli oluşudur. Ancak beş ya­ şma geldiğinde çocuk cinsiyetin sürekli olduğunu anlar ve elbise değiştirmek ya da saç uzatmakla cinsiyetin değişmeyeceğini kavrar. Bir anlamda deıha önce nesnelere uyguladığı “kitlelerin dcglşmezUğl* kavramını, bireyin cinsiye­ tine uygulamaya başlamıştır. Haycd ve Gerçek : Somut operasyon devresinde çocuk gerçek dünya (rea­ lity) ile hayal dünyası (fantasy) arasındaki feirkı da kavramaya başlar. Daha önce ana-babanın söylediği masalları gerçekmiş gibi dinleyen çocuk, bu dev­ rede masalm gerçek olmadığını anlar ve bu kavrayış İçinde masalları dinler. Çocuklar yeni yıl civarında hediye getlıdlğl kabul edilen Noel Babaya uzun sûre inanırlar. Amerika'da yapılan bir araştırma çocuklann 6.5 yaşına kadar Noel Babaya inandıklanm, daha sonra onun gerçek değil bir hayal kişiliği ol­ duğunu anladıklannı göstermiştir (Benjamm, Langley. & Hall. 1977). Bu yaş kültürden kültüre ve her kültür içinde çocuğun İçinde bulundu­ ğu sosyal ortama göre biraz değişebilir, örneğin, erken yaşta çalışmaya baş­ layan ve para kazanarak ailesini desteklemek zorunda kalan çocuğun hayal ile gerçek arasındaki ayrımı daha erken yapacağı beklenir. Yukarıda adı veri­ len araştırmacıların gözlemleri böyle bir hipotezi destekler yöndedir. Anlatılanlar özetlenirse operasyon öncesi devreden somut operasyonlar devresine geçen çocuğun bilişsel alanda başardığı değişiklikler üç temel grupta toplanabilir: (1) Çocuk nesnelerin ve olaylann renk, biçim, yükseklik gibi dış duyu­ sal özelliklerinin baskısmdan kurtulup, onlann kitle, hacim, sayı gibi iç özel­ liklerini kavrayabilecek hale gelir. Bu değişiklikler çocuğun cinsiyet anlayı­ şında. sayı kavramının gelişmesinde, mekân ilişkilerini kavramasında kendi­ ni gösterir. (2) Okul çağındaki çocuk bir olayı diğer insanın gözüyle görebilmeyi za­ manla daha iyi becermeye başlar. Operasyon öncesi devrede çocuğun düşün­

352

İNSAN VE DAVRANIŞI

ce tarzını Piaget ego-merkezli (egocentrlc) düşünce olarak tanımlar. Egomerkezll olmaktan kurtulup, diğer kişinin gözüyle dünyayı görebilmek çociıgun sosyal ilişkilerinde yem bir aşamaya yol açar. (3) Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine kafasında geliştirdiği semb ler ve zihinsel operasyonlar aracılığıyla İşlemler yapmaya başlar. G ördû ^ nesneleri sınıflar, sınıflar arasındaki ilişkileri gözler ve dış dünyada bir deği' şiklik yapmadan kendi zihin dünyâsında o yaşa göre oldukça karmaşık zihin­ sel buluşlara ulaşır. . Tabii çocuk bu değişiklikleri beş yaşına girdiği doğum gününde yapmâz. Yukarıda özetini verdiğimiz değişiklilder uzun bir zaman sûresi İçinde oluşma­ ya devam eder. Çocuklar arasında gelişme sûreleri bakımından bazı farklılıklan olabilir. Bazı çocuklar 7-8 yaşında bazı zihinsel operasyonlan geliştirir­ ken. bazdan 9-10 yaşında bu gelişmeyi tamamlar. Fakat bilişsel gelişmenin her çocukta gösterdiği yön. gittikçe soyutlaşan ve karmaşıklaşan bir zihinâel operasyonlar dizisidir. Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim Bu devrede zihinsel gelişim somut operasyonlardan formel operasyonîapa (formal operatlons) geçer. Formel operasyonlar düzeyine gelen birey artık ye­ tişkin dünyasıyla tam bir iletişim içine girmeye hazırdır, çûnkû bilişsel gelişi­ min en son aşamasına gelmiştir. Formel operasyonlar gelişirken bireyin kişi­ lik yapısı da gelişir ve bireyin ahlak anlayışında olduğu kadar, kendini algıla­ yışında da temel değişiklikler yer alır. Plagefye göre formel operasyonların gelişimi 12 İle 14 yaş arasında bir devrede başlar. Operasyon öncesi çocuk eliyle nesnelerin yerlerini değiştirip belirli bir sıraya koyabilir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk düzenle­ meyi semboller aracılığıyla zihninde yapabilir. Formel operasyonlar devresin­ de İse çocuk semboller düzeyinden bir aşama ötesine giderek düşünce düze­ yine ulaşır. Bu düzeye ulaşan bir çocuk, belirli bir sorunu çözebilmek iç ^ değişik hipotezler geliştirir ve her hipotezi birer birer dener. Çocuğun düşün­ cesine ve sorunlara yaklaşmasına bir düzenlilik, formel yapı, akıl yürütme süreci gelmiştir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk var olan* nesneleri gösteren sembollerle düşünürken, formel operasyonlar devresindeki çocuk olası (muhtemel) seçenekler üzerinde düşünebilir. Mantıksal düşüncenin kendini gösterdiği düşünce tarzlarından biri tüm­ den gelimdir. Tümden gelim düşünme tarzında (deduetive reasoning) belirli bir genelleme, doğruluğu kabul edilen bir temel düşünce alımr ve bu düşün­ cenin doğurduğu olasılıklar bulunur. Bu düşünce genellikle şu tip cümle ya­ pısıyla kendini gösterir: Eğeır A doğruysa, o zaman B*nln doğru olması gere­ kir. örneğin, “Eğer Erikson’un kuramı doğruysa, o zaman 12 yaşındakllerin düşüncelerinde formel operasyonlar gözleyebilmeliyiz." Küçük çocuklarda gözlenen daha fazla tümevarım (induetive reasoning) türünden akıl yürütmedir. “Annem köpekten korkmuyor, babam köpekten korkmuyor, öyleyse benim de köpekten korkmamam gerekir“ gibi. Bu tip akıl yürütme türünde çocuk, tek tek deneyimleri aracılığıyla bir genellemeye ula­ şır. Yetişkinler hem tüme varım hem de tümden gelim akıl yürütme biçimle-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

353

linl kullanırlar. Bilişsel aşamasının bu devresine gelen çocuk. 14 yaşından sonra. a}mı bir yetişkin gibi, her iki tür akıl yürütmeyi de kullanabilir. Her birey formel operasyonlan tam anlamıyla geliştirmeyebilir. Bilimsel düşünmenin ve mantıksal konuşmanın son derece önem verildiği Batı uygar­ lığında daiıi. yetişkinlerin ancak %60'ının tüm formel operasyonlan geliştire­ bildiği tahmin edilmektedir. Bilim ve teknolojinin toplumsal ve kültürel yaşantılann temeli olmayan diğer uygarlıklarda, bu oranın daha da düşük ol­ duğu düşünülmektedir. Piaget bu durumu bir etkileşim olayı olarak yorumlar, başka bir deyişle bilişsel bakımdan formel operasyonlara hazır hale gelen birey, çevreden bu yönde uyarım ve teşvik görürse gelişmesini tamamlar, toplumsal çevre bu düşünsel gelişmeyi beğenmiyorsa ve birey kendini mantıksal düşünmesinden dola}rı toplumdan yabancılaşmış hissediyorsa, bu tip düşünmeden uzaklaşır (İnhelder & Piaget. 1956). Yukarıdaki açıklamaya ek olarak Piaget, İçinde yetiştiği kültürel ve top­ lumsal çevrenin çocuğun bilişsel gelişimini şu şekilde etkilediğini açıklan Ço­ cuk bir» aşamadan diğerine, daha önceki aşamadaki düşünce tarzı yetersiz kaldığı ve çevresine uyum yapabilmek için zorlandığı için geçer. Bazı toplumlarda çocuk formel operasyonları kullanmak için zorlanmaz, doğa ve toplum çevresine uyumunu somut operasyonlar aşamasındaki düşünce tarzıyla 3rapablllr. Belki de bilim ve teknolojinin baskın olmadığı tarım ülkelerinde, for­ mel operasyonların gelişmesi bu nedenle durur. Bilimsel ve teknolojik bilginin her aşamada gerekli olduğu endüstrileşmiş ülkelerde, formel operasyonlara dayalı düşünce biçimi, bireyin eğitimini ba­ şarıyla tamamlayıp doktor, mühendis, bilgi işlem uzmanı gibi başarılı bir meslek sahibi olabilmesi için gereklidir. Böyle toplumlarda eğitimin temelini formel operasyona dayalı düşünce oluşturur. Ahlaksal Düşüncenin Gelişmesi: Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz algıla­ ma ve düşünsel gelişme, çocuğun nesneler ve olaylarla ilgili bilişsel gelişme­ sini ifade eder. Çocuk insan ilişkilerini de algılar ve bu alandaki bilişsel geliş­ me onun ahlaksal (moral) düşüncesinin temelini oluşturur. Kohlberg ahlak­ sal düşüncenin gelişmesini. Piaget*nin kuramına dayandırmış ve ahlaksal düşüncenin gelişmesini gösteren yedi aşamalı bir tablo oluşturmuştur (Kohl­ berg & Elfenbein. 1975; Walker 1980). Bu tabloya göre çocuk en somut ve yüzeysel ahlak anlayışmdan en soyut ve derin bir ahlak anlayışına ulaşır. Aşamalan kısaca özetleyerek gözden geçirelim. 1. Aşama, Ceza (punishment) ve itaat (obedience) yönelimi: Davranış bütünüyle dışardan denetlenir. Dışarıdan gelen emirler, cezalar ve ödülleme1er davranışın yönünü belirler. Cezalandınlan davranış kötü, ödüllendirilen davranış iyidir. Gücü elinde tutan otoritenin (yetişkinlerin) her dediği doğru­ dur. ' 2. Aşama, Bireysellik (Individualism), amaca yönelik değiş tokuş (instru­ mental exchange) : Bireyin gereksinmelerini gideren her şey doğrudur. Karşısındaklyle doğru dürüst bir alış veriş ve değiş tokuş kurabilmek bir kimse­ nin doğru yolda olduğunu gösterir. Bireyler arasındaki anlaşma ve söz ver­ melere değer verilir. İD 23

354

İNSAN VE DAVRANIŞI

3. Aşama. İyi çocuk yönelimi: Diğerlerini, özellikle kişinin aile üyeleri gibi yakını olan kimseleri memnun etmek için yapılan hareketler doğrudur. Bire­ yin kendisinden bekleneni yapması en doğru hareket biçimidir. 4. Aşama. Yasa ue düzen (law and order) yönelimi: Çocuğun algılaması aile sınırlanm aşmış ve tüm toplumu kapsamaya yönelmiştir. Bireyin görevi­ ni yapması, yasalara boyun eğmesi, yasayı temsil eden otoriteyi dinlemesi ahlaksa] davranış olarak görülür. 5. Aşama. Toplumla sözleşme (social contracts) yönelimi :Yasalar Önemli­ dir. ancak bu aşamada yasalar, istendiğinde değiştirilebilen sözleşmeler ola­ rak görülür. Yasaların amacı toplumun büyük kesimine hizmet edebilmek ol­ duğuna göre, sırası geldiğinde bu amacı gerçekleştiren diğer seçeneklerin dü­ şünülmesinde de bir sakınca olmamalıdır. Sözleşme ve anlaşmalar bir kez yapıldıktan sonra her iki tarah da bağlayıcı bir özellik taşır. 6. Aşama. Evrensel ahlak ilkeleri (universally ethical principles): Bu aşa­ mada bireyin düşünüşünü temel ahlak İlkeleri belirler. Ahlak ilkeleriyle yasa­ lar arasında çoğu kez bir çelişki olmadığı için, ahlak ilkelerine uyan birey kendiliğinden yasaya uygun davranmış olur. Ne var kİ. yasa ve ahlak İlkeleri arasında bir çelişki olduğunda, bireyin ahlak ilkelerine uyması beklenir. 7. Aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlak anlayışı: Bu aşamada birey kendini, içinde yaşadığı toplumu, insan ırkını aşan evrensel bir düzen kur­ maya çabalar ve bu kutsal düzenin bir parçası olarak her ş ^ le uyum İçinde yaşamaya yönelir. Bu tip düşünüşün temelinde Mevlana'nın. Yaratıcıya du­ yulan sınırsız sevgi ve bağlılığın yattığı. “Gel ne olursan gel. evimiz gönül evi­ dir. kapısı herkese açıktır" anlayışı yatar. Kohlberg'e göre bu gelişim aşamalan evrenseldir ve her aşama kendinden bir önceki aşama gerçekleştikten sonra kendini gösterir. Çocuk "diğer kimse­ nin" görüşünün, olaya bakışının farkına varıp, onu kendi düşüncesiyle ilişki haline getirebildiği oranda ahlaksal gelişme devam eder. Fakat, her bireyde ahlaksal gelişme aşamalannm tümünün gelişmesi beklenemez. Sosyal ve kül­ türel çevresine bağımlı olarak her birey kendi koşullan İçinde ahlak gelişmesi­ ni sürdürür. Bu nedenle bireyler arasında aşama farklılıklan gözlenebilir. "Ahlaksal düşüncenin gelişim düzeyi ile, bireyin ahlaksal davranışı ara­ sında bir ilişki var mıdır?" sorusu psikologları sürekli ilgilendirmiştir. Bu ko­ nuda yapılan araştırmalar kesin bir sonuca ulaşamamış ve psikologlar açık seçik bir genellemeye gidememişlerdir. Varılan en belirgin sonuç sudur: Ah­ laksal düşünce bireyin ahlaksal davranışını belirleyen değişkenlerden biridir. Ahlaksal davranışı, yasaklanan davranışın çekicilik derecesi, bire}dn içinde bulunduğu grubun baskısı, yakalanma ihtimalinin düşük veya yüksek olma­ sı gibi başka faktörlerde etkiler. Her b ir^ e göre değişkenlerin değeri farklı olabileceğinden, bu konuda herkes için geçerli bir genelleme yapmak zordur.

6. SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞtM Çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi duyusal, hareketsel ve bilişsel geli­ şime paralel olarak oluşur ve değişik aşamalardan geçerek onun topluma gir-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

355

meşini hazırlar. Aşağıda sosyal ve duygusal gelişimin her basamakta göster­ diği temel OzeUlklerl İnceleyeceğiz. bk bel Yılda Görülen Sosyal ve Duygusal Gelişim İlk iki yıl çocuğun kişiliğinin yapılaşmasmda önemli rol oynar. Erikson*un kuramma göre (Erikson. 1963) çocuğun güven duygusunu geliştirme­ si, onun yaşammda en önemli rolü oynayan annesiyle olan ilişkisinin türüne bağlıdır. Çocuk, annesinin kendini bırakıp gitmeyeceğine ve annesinin kendi­ sine önem verdiğine İnanırsa, güven (trust) duygusu doğal olarak gelişir. Ço­ cuk annesinin kendisiyle sürekli beraber olacağına ve kendisine önem verece­ ğine inanamazsa, onda güvensizlik (distrust) duygusu gelişir. Çocuğun ilk iki yıl içinde geçtiği duygusal ve sosyal aşamalan üç temel basamakta toplayabiliriz (Houston, Bee, & Rlmm. 1983):

i. Doğum’ 5 ay : Çocuk henüz kimseye bağlılık geliştirmiş değildir. B aşamada çocuk yabancılara ve kendini besleyen herkese gülümser. Beş ay clvanna doğru çocuk kendisine bakan annesiyle özel bir bağlantı kurmaya baş­ lar bağlılık dereceli olarak gelişir. öğrenme psikologlan çocuğun annesine ve babasına bağlanmasını, “öğ­ renme sonucu“ ortaya çıkan bir davranış olarak görürler. Bu görüşe göre ço­ cuk. beslenme ve bakım sonucu kendini iyi hissetme duygusuyla, ana-babasının yanında olmasmı çağrışım haline sokar. Bilişsel gelişmeyi temel alan psikologlar ise. bağlanmanın temelinde çocuğun zihinsel gelişmesini görürler. Onlara göre çocuk nesnelerin sürekliliği kavramını geliştirmeden, annenin ya

Resim 10.9 Annelerin çocuklanyla kurdukları ilişkinin türü güven duygusunun temelini oluşturur.

356

İNSAN VE DAVRANIŞI

da babanın her zaman aynı kimse olduğunu kavrayamaz. Bu nedenle, biliş­ sel gelişim çocuğun sosyal ilişkilerinin temelini oluşturur. 2. 5-10 ay ı Özel bağımlılık devresi. Çocuk kendisine bakan kimseye, ço­ ğunlukla anneye özel bir bağımlılık geliştirir, ona daha çok gülümser, o ya­ nından ayrıldığı zaman huzursuz olur, aşina olmayan sosyal durumlarda sı­ ğınılacak bir kucak olarak onu görür. 3. 10-24 ay : Çocuk yavaş yavaş diğer kimselere, anneye olduğu kadar kuvvetli olmasa da. bağlılık geliştirmeye başlar. Baba, bakıcı kadın, büyük anne, abla, abi gibi kimseler çocuğun bağlandığı kimseler arasına girer. Fakat bu kimseler annenin yerini alamaz, çocuk en kuvvetli bağını İkinci aşamada annesiyle kurmuştur ve anneye bağlılık, bu aşamada kuvvetini kaybetmez. Erlkson'un kuramını hayvanlar üzerinde yapılan gözlemler de destekler. Harlow adlı Amerikalı psikologun şempanze yavrulan üzerinde yaptığı araştiTr malar, ilginç bulgular ortaya koymuştur (Harlow & Harlow. 1972: Suomi & Harlow. 1971). Erken yaşta annesinden ve diğer şempanzelerden ayrılarak ya­ lıtılmış bir ortamda yetişen şempanze yavrulan, yetişkin duruma gelince son derece yetersiz davranışlarda bulunur­ lar. Diğer şempanzelerle oynayamaz, cinsel ilişkiyi normal uygulayamaz ve kendi çocuklan olduğunda, onlan na­ sıl yetiştireceklerini bilemezler.

Resim 10.10 Soldaki erkek şempanze cinsel ilişki için uygun pozisyona geçememekte­ dir.

Şempanze yavrusu doğumdan sonra İlk 7-8 ay yalıtılmış ortamda bı­ rakılıp. daha sonra sosyal ortama ko­ nursa. ayrı kaldığı ilk aylann olumsuz etkisi büyük olur ve hiçbir zaman ye­ rine konamaz. Geriye dönüşümü olma3ran bir olumsuz etki şemf>anzenin yaşamında her zaman kendini göste­ rir. Bu gözlemlere bakarak şempanze yavrularının doğumdan sonraki İlk aylannın sosyalleşme açısından kritik bir devre oluşturduğunu söylemek ye­ rinde olur.

insan yavrulan üzerinde şempan­ ze yavrulanyla yapılan türden araştır­ malar yapılmamıştır. Fakat çocuğun içinde yetiştiği değişik aile ortamlanm inceleyen Ainsworth adlı psikolog, şempanzelerde gözlenen bulgulara son de­ rece benzer süreçlerin insan bebekleri için de geçerli olduğu sonucuna var­ mıştır (Ainsworth. Blehar. Waters, & Wall. 1978). Ana-babaya karşı güven duygusu geliştiremeyen çocuklar, ilkokul çağında arkadaşlık kurmakta, be­ raber oyun oynamakta zoriuk çekerler ve dersle ilgili konulara diğer çocukla­ ra göre daha az İlgi duyarlar. Çocuğun İlk yıUanndaki sosyal ve duygusal gelişimi, besbelli ki bireyin daha sonraki yıllardaki sosyal ve duygusal davranışlarının temelini oluşturur.

YAŞAM BOYUNCA GELlŞlM

357

Çocuğun İlk yıUardakl sosyal ve duygusal gelişimini onun bUişsel gelişimin­ den ayn düşünemeyiz. Her İki gelişim birbirini etkiler, iyi bir ortamda yetişen çocuk daha çabuk bilişsel gelişimini tamamlar. Buna karşılık bilişsel zemin çocuğun daha etkin sosyal ve duygusal ilişkiler geliştirmesine yol açar. Sabık­ sız ilişkiler ortammda yetişen başka bir çocuk ise bilişsel gelişimi: yönOnden gecikir ve bu gecikme sosyal ve duygusal gelişmenin gecikmesine yol açar. İki ile Beş Yaş Arasında Sosyal ve Duygusal Gelişim Bu devrede çocuk kendi girişimiyle ve diğerlerinden bağımsız olarak işler becermeye çaüışır. Gtyecegini kendisi seçmeye çabalar, ayakkabısını kendisi baıglamak ister. sokaJeta çıkıp o3mamak ister. Bedensel gelişimi ve dil olanaklan çocuğun çevresiyle daha bağımsız ilişkiler kurmasına olanak verir. Çocu­ ğun isteklerine tümüyle uyan ana-babalar, çocuğun smır tanımayan İstekle­ riyle karşılaşabilirler. Çocuğa bir derece özgürlük tanıyarak kendi istedikleri­ ni yapmasına olanak sağlamak, fakat bunu ölçülü bir biçimde yaparak çocu­ ğu tamamıyla başıboş bırakmamak, gerçekleşti­ rilmesi zor bir görevdir. Bu devrede ana-baba. çocuğu hem ezmeden hem de başıboş bırakma­ dan zor dengeyi kurmaya çalışır. Çocuğun bağımlılık davranışı bu devrede kendini pek göstermez ve çocuk sanki annesine hiç gerek duymuyormuş gibi hareket eder. Fakat zor durumlarda kaldıgmda, “başı sıkıştığında" ilk başvuracagı ve yardıma çağıracağı kişi anne­ dir. Bir yandan anne desteğine olan gereksinme­ si, diğer yandan bağımsız bir birey olarak kendi istediğini yapma isteği çocuğu etkiler (Rappoport, 1972). Çocuklarm sosyal gelişmesinin bir parçası olarak oyun davranışları da bir gelişme gösterir. Daha önce etrafmda gördüğü her oyuncağa saldı­ ran ve "başkasının 0 }aıncagı" kavramını anlama­ yan bebek, bu devrede paralel oynayan çocuk du­ rumuna gelir. Paralel oyunun özelliği, her çocu­ ğun kendi oyununu diğer çocuğun oyununa ka­ rışmadan. onun yanı sıra oynamasıdır. Daha sonra oyun llişklİerlndekl gelişim işbirliğine daya­ lı oyun aşamasma gelir. İşbirliğine dayalı oyunda her çocuk aynı oyun İçinde yer alır ve farklı görev­ ler yüklenir; "Ben anne olayım, sen doktor ol. sen bakkal ol" gibi. Holmberg (1980) çocuklarm 030 ın davranışlannı gözlerken, bazı çocuklann diğerle­ rinden daha iyi işbirliği kurduklarını, iyi ilişkiler geliştirmede diğer çocuklardan daha üstün ol-

Resim 10.11 Emin gördüğü ortamda annesine gereksinme­ si yokmuş gibi davranan ço­ cuk, bir yabancı ortama girince hemen annesinin eteğine yapışır.

358

İNSAN VE DAVRANIŞI

duklanm gözlemiştir. Holmberg iyi ilişkiler kuran çocuklann. bebekken güven duygusunu sağlıklı bir biçimde geliştirdiğini savunur. Bu görüş Erlkson*un gelişim kuramma uygundur. Beş Ue OnIki Taş Arasında Sosyal ve Duygusal Gelişim Bu devrede çocuk okula gitmeye hazırlanır. Okula başlayan çocuktan ba> zı zihinsel ve sosyal beceriler kazanması beklenir. Çocuk beldentilerin farkın­ dadır ve okuldaki başarısı beklentilere uyarsa kendisini başarüı, uymazsa başarısız hisseder. Erikson çocuğun sosyal gelişmesiyle ilgili kuramında bu devredeki İki uçlu boyutu çalışma (industry) ve aşağüüc (inferiority) duygusu olarak tanımlar. Çalışma, bireyin okulda öğrenmesi gereken becerileri kaza­ nabilmesi gereken çabayı İfade eder; aşagıhk duygusu çocuğun başarısız ol­ duğu zaman kendisini nasıl algılayacağını belirtir. Erikson. çocuğun ilk yaşlarda kazandığı temel güven duygusuyla okulda­ ki başarısı arasında bir ilişki olduğunu savunur. İyi bir ana-baba ilişki orta­ mı içinde yetişen çocuk, temel güven duygusunu kazandığı İçin, okulun ken­ disine getirdiği yeni öğrenme aşamalannı korkmadan karşılayabilir ve başarı­ lı olur. Temel güven duygusunu kazanamamış çocuklar ise tam başan göste­ remezler. Çok sayıda araştırma Erikson'un beklentilerini desteklemiştir (Bradley & Caldwell, 1976; Hess, Shipman, Brophy & Bear. 1969.) Bilişsel gelişmesinin hızlı olduğu ve okulda birçok beceriler öğrendiği bu devrede, çocuğun sosyal ilişkilerinde de bir süreklilik ve tutarlılık görülür. Okula başlamadan önce kız veya erkek demeden karışık bir biçimde grup ku­ ran ve oynayan çocuklar, ilkokul çağında kendi cinsinden olan çocuklarla oyun oynama)a yeğlerler. Kızlar, kız çocuklannın oluşturduğu kendi gruplan içinde, erkekler erkek çocuklanndan oluşan gruplan İçinde oyun oynarlar. Freud’un kuramını izleyen psikologlar bu davranışı örtük (latent) cinsiyet dürtüsüyle açıklarlar. Onlara göre cinsel dürtü ilkokul devresinde örtük bir biçimde gelişir ve davranışta kendini göstermez. Kohlberg ise, bu çağda çocuklann kendi cinsiyetlerinin sürekliliğini keş­ fettiklerini ve eşclnssel grup İçinde seks rollerini öğrenmeye başladıklannı ile­ ri sürer (Kohlberg, 1966). Eşcinsel oyun davranışının nereden kaynaklandığı­ nı henüz bilmiyoruz. Bu devre için söylenebilecek en kesin şey, bu yaştaki ço­ cuklar arasında arkadaşlığın gittikçe önem kazandığıdır. Arkadaşlığın önem kazanması, bundan sonraki ergenlik devresinde de sürer ve yaşıt gruplannm baskısı, ailenin etkisine denk, hatta ondan daha da üstün olmaya başlar. Çocuk arkadaşlıklannm nasıl geliştiği ve hangi boyuLlan kapsadığı psikologlann gittikçe ilgisini çeken bir alan olmaya başlamıştır. Bu konuda şu sorular pslkologlann ilgisini çekmektedir: Çocuk en erken hangi yaşta “arka­ daş" edinmeye başlar? Çocukluk arkadaşlığı ne kadar sürer? Arkadaşlık kurmada çocuklar arasında farklılıklar var mıdır ve farklılıldar lleriki yaşlar­ da da devam eder mİ? Bu sorulan bir kültür içinde inceleyebileceğimiz gibi, kültürler arasında da inceleyebiliriz: Amerikan çocuklannın - hem kız hem de erkek - arkadaş-

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

359

hk kurma biçimleri ve İlişkileriyle Türk çocuklannm arkadaşlık kurma biçim­ leri ve arkadaşlık İlişkilerinin türünde farklılıklar var mıdır? Böyle karşılaş­ tırmalı araştırmalar bizi sosyal ortamın çocuğu nasıl ve ne yönde etkilediği konusunda aydınlatıcı bulgulara götürür. Onlki Ue Onsekİz Taş Arasında Sosyal ve Duygusal Gelişim özdeşleşme ve arkadaşlık bu devredeki sosyal ve duygusal gelişimin İki önemli yönünü oluşturur, önce özdeşleşme sürecini gözden geçireceğiz, daha sonra ergenlik çağındaki arkadaşlık konusunu tartışaçağız. Özdeşleşme : Bu devreye ergenlik çağı admı veriyoruz. Ergenlik çağmda gelişmekte olan bireyin kendi benliğini bulması ve tanımlaması, başka bir de­ yişle özdeşleşmesi (İdentlty acvhlevement) en önemli basamağı oluşturur. Eılkson bu aşamada bireyin, hem cinsel hem de mesleksel olarak, benliğini oluşturma çabası İçinde olduğunu düşünür. Eıikson*un kuranımı temel alarak araştırmalannı sürdüren James Mar­ da (1980) özdeşleşmeyi şu boyutlar içinde değerlendirin Benlik ( 1 ) içseldir. (2 ) birey tarafından yapılandınlır. (3) dinamiktir. (4) bireyin yeteneklerini, inançlarını ve her alandaki yaşantılannı kapsar. Marcla’ya göre bu yapı ne kadar iyi gelişirse, birey kendi özelliklerinin ve "bireyselliğinin" o kadar farkında olur ve kendisinin kuvvetli ve zayıf tarailanm o kadar iyi görür. Bunun sonucu olarak da daha gerçekçi bir benlik an­ layışına ulaşır. Marda özdeşleşme statüsü (identlty status) adını verdiği dört basamaklı bir kuram ileri sürer. Basamaklar sıra içinde gelişir, ne var ki herkes bu basamaklann tümünü geliştiremeyebilir. bazı bireyler basamaklann birinde ta­ kılabilir. (1) Dağmıklik (moratorium): Birey özdeşleşmesini oluşturmak için var olan seçenekleri henüz gözden geçirmemiş ve bir seçim yaparak kendini bir özdeşleşmeye adamamış ya da bağlamamıştır. (2) Körû-körûne bağlılık (foreclosure): Birey kendisine daha önce öğreti­ len ana-babamn görüş ve değerlerine körû-körûne bağlıdır. İncelemeden ve kendisi bu konuda önemli bireysel bir deneyim geçirmeden, sanki kendi de­ ğerleriymiş gibi ana-babanm görüş ve değerlerini sürdürür. (3) Askıya almak (dÜTusion): Birey “özdeşleşme krlzl"nln tam ortasmdadır. Daha önce inandığı bütün değerleri yeniden gözden geçirir. Bu devrede bi­ rey, henüz hiçbir görüş ve değere bağlanmadığı İçin, kendini havada hisseder. (4) Özdeşleşmenin başarılması (İdentlty achievement): Birey değer ve gö­ rüşleri gözden geçirmiş ve kendi İçin en uygun bulduğu bir özdeşleşmeye kendini adamış ve bağlamıştır, özdeşleşme geniş kapsamlıdır, içine bireyin genel yaşam ve mesleksel amaçlannı alır.

360

İNSAN VE DAVRANIŞI

Araştırmalar, özdeşleşmenin başarılmasının 18-24 yaşlan arasında ger­ çekleştiğini gösterir. Erlkson aşamalann daha erken yaşlarda oluştuğunu İİÇrl sürmüştü. Araştırma sonuçlan ise, özdeşleşme gelişmesinin uzun sûre de­ vam ettiğini ve bireyden bireye değişen bir gelişim temposu gösterdiğini ka­ nıtlamaktadır. Bir sûredir tartışageldiğimiz bilişsel, ahlak ve özdeşleşme gelişim aşamalannm blrblrleriyle ilişkisi var mıdır? Sorunun cevabı “evet"tir. Boume (1978) formel operasyonlar devresine ulaşan bireylerin, daha kolaylıkla öz­ deşleşmeyi başarabildiklerini göstermiştir. Zihinsel gelişimin hızı, hem ahlak­ sal hem de özdeşleşme gelişiminin hızıyla ilişkilidir. Araştırmalar bu ilişkiyi keşin olarak gösteriyor, ancak hangi alanın daha önce geliştiğini kesinlikle bilmiyoruz. Birey 12-18 yaşlan arasında ûç alanda­ ki (bilişsel, ahlak ve özdeşleşme) en önemli gelişmelerini tamamlar. Plaget ge­ lişimin olabilmesi için, ilk adım olarak çocuğun bir dengesizliğin (disequlibrium), bir yetersizliğin farkına varması gerektiğini söyler. 12-18 yaş arası, er­ genin en arayış içinde olduğu, ana-baba ve çevresine en çok ters dûştûğû ve kendisiyle toplum arasındaki dengesizliği en yoğun olarak yaşadığı bir devre­ dir. Ergenlik Çağında Arkadaşlık : Bireyin en bûyûk bilişsel, duygusal geliş­ me gösterdiği ve her şeyi eleştirip, soruşturup kendine özgü yeni bir dûn}^ kurmaya çalıştığı ergenlik çağında (adolescence). gencin dayanabileceği eh önemli güven kaynağını arkadaşlık oluşturur. Her konuda dengesizlik İçinde olan ve denge oluşturmaya çalışan çocuk, arkadaşlık konusunda dengesizlik içinde değildir. Bu yaşlarda yaşıtlarının çocuk üzerindeki etkisi, çoğu kez ai­ lenin etkisi kadardır, hatta bazı ülkelerde, ondan da büyüktür. Amerika Birleşik Devletlerl’nde bu yaş grubuna, “onlu yaştaki kimse" arilamına gelen teenager adı verilir. Bu grup onûç ile ondokuz arasındaki yaş­ lan kapsar. Teenager'hk döneminin kendine özgü belirli psikolojisi olduğu kabul edilir ve doğal olarak herkesin bu aşamadan geçmesi beklenir. Türki­ ye’de biz böyle bir kategori geliştirmiş değiliz. Bu yaştaki çocuklann daha ön­ ceki yaşlarda olduğu gibi, her şey üzerinde kolaylıkla aynı görüşleri paylaş­ madığını biliriz, ne var ki arkadaş grubunun aileden daha önemli olduğunu söyleyemeyiz. Amerikalı psikologlann birçoğu, bu yaş grubundaki gençlerle ilgili araş­ tırma yapıp bulgularını tartışırken, sanki kendi bulgulan, o yaş grubundaki bûtûn dünya çocuklannı kapsarmış gibi akıl yürütürler. Psikologlann yaptığı en önemli hata, İnsan davranışını İncelerken, bireyin İçinde yetiştiği kûltûrd ve sosyal ortamın etkisini hesaba katmayışlandır. Türkiye’de 12-18 yaş ara­ sında gençlerin davranışlanmn özellikleri, Amerika’lılannkinden farklıdır. Bu fark, iki ülkedeki aile yapısı, ana-babanın çocuklarıyla kurduklan ilişkinin tûrû ve kültürün aile üyelerinin ilişkilerini düzenleyen değer ve görüşlerinde­ ki ayrılıklardan doğar. Amerika'da yapılan araştırmalar 13-15 yaşlan arasındaki çocukların en çok arkadaş grubunun etkisinde kaldığını gösterir (Coleman. 1980). Kendine güveni en az olan, özdeşleme gelişmesinin en kanşık noktasında bulunan

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

361

bireylerde arkadaşlar daha fazla etkin olur. Bilişsel gelişiminde formel op>erasyonlara geçmiş, ahlaksal gelişiminde belirli ilkelere ulaşmış birey arkadaşlannın etkisinden bağımsız karar verebilir. Yapılan araştırmalar, aileyle olan ilişkinin kuvveti ve tûıtknûn en önemli etkenlerden biri olduğunu göste­ riyor. Görülüyor ki duygusal gelişim, bilişsel gelişim, ahlaksal gelişim ve sos­ yal gelişim elele gitmekte, birbirlerini etkileyerek bireyin gelişiminin tümünü belirlemektedir.

7. TEMEL GELİŞİM SÜREÇLERİ Bireyin gelişiminde önemli rol 03 mayan biyolojik kaynaklı ve çevreden ge­ len etkilere, yetişkinlik devresine geçmeden önce yeniden bir göz atalım; bire­ yin doğuştan getirdiği biyolojik etkenlerin olduğu kadar çevrenin de gelişim üzerindeki etkisini böylece iyi anlayabiliriz. Çocukluk Süresince Biyolojik Etkiler Çocuğun biyolojik gelişiminin altında olgunlaşmanın yattığını artık ke­ sinlikle biliyoruz. Bo3oımuzun uzaması, elin kolun büyümesi için yeni bir be­ ceri öğrenmemize gerek yok. Zamanı gelince organlar gelişmesini yapar, za­ manı gelince bu gelişme durur. Bebeğin oturması, emeklemesi, yürümesi gibi hareket gelişmesi de olgunlaşmaya dayalı bir süreçtir. Düşüncenin ve algılamanın gelişmesinde de olgunlaşma önemli bir rol oynar. Beynin gelişmesi çocuk doğduktan sonra devam eder ve miyelinlenme yoluyla sinir hücreleri birbirlerinden daha bağımsız uyarma ve U3ranlma ola­ nağına kavuşur. Miyelin tabakası oluşurken beyinde başka bir süreç daha yer alın Hücreler birbirleriyle bağlantı kurmaya ve işlevsel gruplara ayrılma­ ya başlarlar. Her iki süreç de olgunlaşmaya bağlıdır (Tanner. 1970). Olgun­ laşmaya bagh bu iki süreç beyinde yer almadan, ayakkabının bagmı bağla­ mada gerekli olan el-kol hareketlerini bireyin koordine etmesi, bunun da öte­ sinde. daha açık seçik düşünebilmesi olanaksızdır. Demek oluyor ki olgun­ laşma. bilişsel süreçlerin temelinde bulunan gerekli bir aşamadır. Çocuğun mizacının, kısmen ana-babanın genetik etkisiyle yapılaştığma inanan bilim adamları bugün çoğunluktadır. Çocuğun genetik yapısı, onun bedensel ve psikolojik süreçlerinin her yönünü etkiler. Yüz yapısı, sesin to­ nu, ergenlik, gelişme çağındaki gelişmelerin sırası ve zamanlaması bireyin genetik yapısıyla ilgilidir. Çevrenin Etkisi Biyolojik süreçler gelişmenin temelini ve her aşamanm zamanmı belirler ama, gelişmenin içeriğini etkileyen önemli faktör çocuğun içinde yetiştiği çev­ renin özellikleridir. Aşağıda çevrenin üç ana boyutuna bakacağız: Ekonomik düzey, okul yaşantısı ve aile içindeki etkileşimin türü. Ekonomik Düzey : Amerika Birleşik Devletleri'nde fakir ortamdan gelen çocukların zihinsel gelişmelerinin, zengin ortamdan gelen çocuklara göre da­

362

İNSAN VE DAVRANIŞI

ha yavaş olduğunu yapılan psikolojik araştırmalar göstermiştir. Bu farklılık 4 yaşından itibaren kendini göstermeye başlar. Hem zekâ hem de bilişsel ge­ lişme ölçümlerinde kendini gösteren bu farklılık nereden kaynaklanır? Çev­ redeki hangi özellikler bu sonuçlara götürür? Yukarıdaki soruya verilen cevaplardan biri, çocuğun beslenme biçiminde yatar. Fakir ortamdan gelen çocuklann anneleri ya cahillik ya da parasızlık sonucu daha yetersiz beslendiklerinden, gebeliklerinin İlk günlerinden İtiba­ ren beslenme farklılıkları doğmaya başlar. Fakat Amerika'daki araştırmalar, yetersiz beslenme faktörünü ortadan kaldırdıktan sonra da. fakir ortamdan gelen çocukla, zengin ortamdan gelen çocuk arasında zekâ ve bilişsel gelişim farklannı ortaya koymuştur. Demek oluyor kİ, beslenme yetersizliği iki grup arasındaki farklılıklan tümüyle açıklayamaz. Yapılan araştırmalar, Amerika’da fakir annelerin çocuklarına daha az ilgi gösterdiklerini, çocuklarına karşı daha haşin ve sert davrandıklarını ve çocu­ ğun ilgi ve isteklerini pek hesaba katmadan kendi İsteklerini birinci planda tuttuklarını göstermiştir. Annelerin bu tip davranışları, çocuğun zihinsel ve duygusal gelişimini önler. Görülüyor kİ. çocuk yeterli gıda alsa bile, bizzat fa­ kirliğin kendisi, zihinsel gelişimi önler. Fakirlikle beraber gelen bir etkileşim türü vardır. İşte esas sorun, çocuğun ana-babasıyla bu cins etkileşiminde yatar. Türktye’de yapılan araştırmalar daha farklı özellikler ve sonuçlar içerebi­ lir. Eğitim yapmış, meslek sahibi ve dolayısıyla iyi gelir dûze3rinde bulunan büyük şehirde oturan ana-babalann çocuklarıyla, küçük kasabada oturan ve orta gelirli bir aile ortamında yetişen çocuklann zihinsel ve sosyal gelişmele­ rinin karşılaştırması yapıldığında İki grup arasında anlamlı bir fark buluna­ cak mıdır? Kişisel görüşüm küçük kasaba çocuklannm gelişimleri lehine bir fark bulunacağı yönündedir. Annesi evde oturan, çevresinde dede. hala, am­ ca gibi kendisini seven kimselerden oluşan daha yoğun bir etkileşim orta­ mındaki kasaba çocuğu, annesi çalışan ve sabahleyin erkenden anaokuluna bırakılan büyük şehir çocuğundan daha Süratli gelişir. Yukarıda İfade etti­ ğim beklenti yapılan araştırmalarla doğrulanırsa, ailenin gelir düzeyinin ço­ cuğun gelişimiyle doğrudan bir ilişkisi olmadığı, çocuğun etrafındalü kişilerle kurduğu İlişkinin sayısının ve içeriğinin, çocuğun gelişimini belirleyen temel etkenler olduğu söylenebilir. Okul : Okula gitmeyle bilişsel gelişim arasında bir ilişkinin bulunduğu gözlenmiştir. Okula giden çocuklarda gerek somut, gerekse formel operasyon devrelerinin gelişimi, okula gitmeyen çocuklara göre daha hızlı olmuştur. Okula gitmeyen çocuklann büyük bir kısmı formel operasyonlan geliştireme­ mişlerdir (Sharp. Gole. & Lane, 1979). Okula gitmeyle bilişsel gelişim arasın­ daki ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? içinde bulunduğu bilişsel aşama, onun çevresine uyum yapmasında ye­ tersiz kaldığı zaman, çocuk bilişsel gelişimin bir aşamasından diğer bir aşa­ masına geçer. Demek oluyor kİ. formel operasyonlan gerekli kılan bir çevre yarattığı İçin okul yaşantısı çocuğu gelişmeye zorluyor. Okula gitmeyen ço­ cuk böyle bir gereksinmeye sahip değildir. Daha önce okula gldeme}rlp sonra okula gitme olanağı bulan çocuklarda formel operasyonlann süratle geliştiği

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

363

gözlenmiştir. Bu gözlem Piaget'nin kuramını destekler. Aile İçindeki Yaşantı; Aile için­ deki bireylerle çocuğun kurfugu ilişki, çocuğun gelişimini etkileyen en önemli etken olarak kendisini gösterir. Burada sorulacak soru şu­ dur: "Hangi tûr aile ilişkisi çocuğun gelişmesinde en verimli ortamı ya­ ratır?" Baumrlnd (1972) ûç çocuk yetişUrme tûrû tanımlar: (1) Bilinçli otorite (authoritati­ ve): Çocuğun aile içinde önemli bir insan olduğu kuşkusuz kabul edil­ Resim 10.12 Okula yeni başlayan bu çocuğun yaşamına gOçlü yeni bir faktör eklenmiştir: miştir ve ana-baba çocuğa sevgi. İl­ Öğretmen! gi ve onun gereksinmelerine duyar­ lılık gösterir. Sevgi ve ilginin yanı sıra, çocuğun neyi yapabileceği ve neyi yapamayacağı açık ve seçik bir biçimde belirlenmiştir ve temel ilkelerden hiçbir zaman vazgeçilmez. Omegin, çocuk konuştuğu zaman onun söyledik­ leri dikkatle dinlenir ve her sorusuna, çocuk tatmin olunca}^ kadar sabırla cevap verilir. Ancak, çocuğun kendi o3runcaklannı kendisinin toplaması söy­ lenmişse bu görevinden hiçbir zaman afTedilmez. Oyuncaklarını toplamadığı zaman çocuğa hatırlatılır ve çocuk uyum göstermezse mutlaka uygun biçim­ de cezalandınlır. (2) Baskıcı otorite (authoritarian): Çocuktan yalnız itaat etmesi beklenir, onun düşünmeye, konuşmaya ve kendisine özgü bir dünya geliştirmeye hak­ kı yoktur. Ana-baba çocuk sevgisini ona gösterilen haşin ve sert disiplinle ifade eder. (3) Sınırsız hoşgörü (permissive): Çocuğun Her İstediği yapılır, çocuğa hiçbir sınır tanınmaz, hiç ceza verilmez. Gelişim psikologları, bu ûç çocuk yetiştirme tününden ilki olan bilinçli otoritenin en verimli çocuk yetiştirme tarzı olduğunu söylerler. Bilinçli otori­ tenin hakim olduğu ilişkilerden oluşan bir aile ortamında, çocuk gelişimini daha iyi yapar ve yalnız bilişsel yönden değil, duygusal ve sosyal yönden de başarılı olur. Etkileşim Faktörü Biyolojik etkenler ve çevre özellikleri her bireyde sürekli etkileşim halin­ dedir. Daha önce mizacı İtibarıyla mızmızcı ve huysuz olan bir çocukla, uysal ve sakin mizaçlı bir çocuğun ana-babayla farklı türden ilişkiler geliştireceğini söylemiştik. Bu. bireyin doğuştan getirdiği özelliklerin, onun kendi çevresele etkileşerek nasıl psikolojik bir ortam yarattığına örnektir. Başka bir örnek olarak da. bireyin erken ya da geç ergenliğe ulaşması verilebilir. Erken boy atan, sesi kalınlaşan, sakalı çıkmaya başlayan erkek çocuğu, çevresindeki­

364

İNSAN VE DAVRANIŞI

lerden yetişkin muamelesi görmeye başlar. Çocuğun kendini algılayışı, kendi­ ne güven derecesi ve cinsiyet rolünü benimsemesinin hızı, erginlik'gelişmesi­ ni iki, veya ûç yıl gecikmeyle yapan diğer bir çocuktan farklı olur. Her iki ör­ nekte de biyolojik yapının verileriyle, çevrenin etkileşim içinde olduğunu gö­ rüyoruz. Yalnız bedensel özellikler değil, zihinsel özellikler de çevreyle etkileşim halinde bireyin davranışını biçimlendirir. Konuşkan çocuk, az konuşan ço­ cuktan daha farklı bir etkileşim geliştirir. Cinsiyetin sürekli olduğunu daha önce kavrayan çocuk, bunu geç kavra}ran çocuktan daha farklı arkadaşlıklar geliştirir. Bilişsel gelişmesi süratle oluşmuş ve formel operasyonlar devresine girmiş biri, formel operasyonlara girmemiş yaşıtına göre, daha farklı bir okul başarısı ve arkadaş grubu geliştirir. Söylediklerimiz, çocuğun bir bûtûn ola­ rak geliştiğini gösterir. Bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişme alanları birbirleriyle İlişki halinde, birbirlerini etkll^erek gelişir. Birey 18 yaşmdan sonra gelişm ^e devam ediyor mu? Yetişkinlik devre­ sini gelişimin bir parçası olarak ele alabilir miyiz? Son zamanlarda psikoloji­ de bu alanda bûyûk ilgi belirmiştir. Bu ilginin sonucu olarak psikologlar, ye­ tişkinlik ve yaşlanma devrelerini gelişim kavraml^ı içinde ele alıp incelemeye başlaımşiardır. Aşağıda, gelişim yaklaşımı içinde yetişkinlik ve yaşlanma dev­ relerini gözden geçireceğiz.

8. YETİŞKİNLİK VE YAŞLANMA Yetişkinlik çağında da öğrenmeye ve bir anlamda gelişmeye devam ede­ riz. Son zamanlarda yaşam-boyu-gelişme-psikolo/tsi (life-span developmental psychology) bir alan olarak Amerikan psikolojisine girmiştir. Bu alanı İncele­ me konusu olarak seçen psikologlar, gelişme sürecinin çocuktaki kadar belir­ gin olmasa da. yetişkinde de kendine özgü bir biçimde devam etliğini kabul ederler. Aşağıda bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişme tK ^ tla n n ı ye­ tişkinlik ve yaşlanma devrelerinde ana batlarıyla inceleyeceğiz. TetİşkInllk ve Yaşlanma Süresince Bedensel Gelişim Bedensel fonksiyonların yaşlanma sonucu nasıl değiştiği üzerinde araş­ tırma yapan psikologlardan biri Shock'dır (1962). Diğer bedensel işlevlerin yanı sıra kalbin ve ciğerlerin işleyişini inceleyen Shock. insan bedeninin en verimli çalışma devresinin 25-30 yaşlan arasmda gerçekleştiğini gözlemişth*. Otuz yaşmdan sonra bire3rin bedensel faaliyetlerinde yavaşlama başlar. Bu yavaşlama bireyin organlarmm yenilenmemesinden ka3maklanir. 25-30 yaşı­ na kadar insanlann ciğer ve kalplerinde bol miktarda yedek hücre bulunur. Otuz yaşından sonra yedek hücre sayısı azalır ve harcanan hücrelerin yerine yenisi konmaz. Azalan hücreler kalp ve ciğer kapasitesini düşürür. Bireyin bedensel ve zihinsel faaliyeti, hücre kaybının az ya da çok olmasını etkiler. Bedenen faal olan insanlarda hücre kaybı az olun bazı 50 yaşındakiler faal olmayan 30 yaşındaki kişilerden daha iyi durumdadır. A3mı durum beyin

YAŞAM BOYUNCA GELİŞİM

365

hücreleri için de geçerlidir: zihinsel faaliyette bulunan kişiler, zihinsel faali­ yette bulunmayan kişilere göre daha az sayıda beyin hücresi kaybeder. Kasch (1976) yaptığı araştırmada aktif ve pasif kimseler arasındaki farkı açık seçik göstermiştir. Bedensel değişmeye en belirgin örnek kadınlann “âdetten kesilme" olarak bilinen menopoz devresidir. Bu aşamada kadının yumurtalığı artık dölleme yapamaz. Menopoz 42-52 yaşlan arasında olur. Bu dönemde bedensel deği­ şikliğe paralel psikolojik değişiklikler de görülür. Menopoz devresinde kadı­ nın sık sık depresyona girdiği kanısı yaygın olmakla birlikte, araştırmalarla henüz desteklenmemlştir. Bir duygudan diğer duyguya hızla geçiş şeklinde kendisini gösteren duygusal salınım konusunda da. kadınlar arasında geniş bireysel farklılıklar vardır. TetişkİAİİk ve Yaşlanma Devresinde Bilişsel Gelişim Yetişkinlerin zihinsel yetenekleri üzerine yaî^ılan son araştırmalar (Sehaie. 1980). gençlik dönemine kıyasla problem çözmede bir yavaşlama olduğunu, ancak yaşantılann birikiminden doğan tecrübenin verdiği avantajdan dolayı zihinsel kapasitenin anlamlı bir kayba uğramadığını ortaya koymuştur. Yetiş­ kinlerin zihinsel kapasitesinin sürekliliğiyle İlgili daha önceki araştırmalar kesimleri karşılaştırma (eross sectional) adı verilen bir yöntemle yapılmıştır. Bu yöntem, her yaş grubunu temsil eden bir grup bireye aynı zihinsel test verilerek uygulanır. Böylece 16 yaş grubundan bir kesim. 25 yaş gru­ bundan bir kesim. 35, 45. 55, 65, 75 yaş gruplanndan birer kesim almarak, bu kesimlerden abnan test sonuçlan karşılaştırılır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar ise uzunlamasına (longitudlnal) karşılaştırma yöntemini kullanmışlardır. Bu yöntem belirli bir grup bireyi se­ neler boyu gözler ve teste tabi tutar. Kesimleri karşılaştırma yönteminin en önemli sakmcası. değişik yaş kesimlerindeki kişilerin değişik yönlerden denkleştirilmemiş olmasıdır. Örneğin, bugünkü 16 yaşındakilerln hepsi lise eğitimi görmüş olmalanna rağmen. 65. 75 yaşlanndakllerin çok azı lise eğiti­ minden geçmiştir. Son iki grupta yer alanlar büyürken, dünya harplerinin ekonomik sıkın­ tıları onlann okula gitmelerini önlemekle kalmamış, doğru dürüst yemek ye­ meleri dahi bir sorun olmuştur. Aynca, bugünün insanı, sağlığını korumak için ne yapması gerektiğini bilir ve bedensel olarak sürekli faal durumdadır. Bu kadar farklı kültürel, sosyal ve ekonomik koşullarda yetişen gruplann zi­ hinsel becerilerini, gruplar arasında sanki yalnız yaş farkı varmış gibi karşı­ laştırmak. gerçeğe ters düşer. Bu nedenle psikologlar, kesimleri karşılaştır­ ma yöntemiyle elde edilen bulgulara bugün pek geçerli gözle bakmazlar. Yaşlılarda görülen bilişsel fonksiyonlann kaybı iki temele indirgenebilir: (1) Bireyin kan dolaşımında meydana gelen arızalardan dolayı kanın beyine yeterli miktarda gidememesi, örneğin, kalp krizi geçiren kimse, ana veya, kıl­ cal damarlarının bir kısmını kaybederse, zihinsel etkinliğini önemli ölçüde kaybeder. (2 ) Sosyal ve zihinsel yönden yalıtılmış bir yaşam yaşayan bireyler, öğrenmeye meraldi ve insanlarla sürekli ilişki içinde bulunan kişilere göre

366

İNSAN VE DAVRANIŞI

Zihnen daha çabuk çökerler. Bedensel bakımdan faal olan, okuyan, öğrenen ve diğer İnsanlarla sürekli ilişki içinde olan bireylerin yaşlanması, onlann zl> hinsel güçlerinde önemli bir değişikliğe yol açmaz. Sosyal ve Bilişsel Gelişim Tablo 10.1'de Erikson*un gelişme kurammda yetişkinlikle İlgili ûç ikilem yer almaktadır. İlk ikilem 2 0 yaşlan civannda meydana gelir ve IçÜ-dışlı (intimate) yakın ilişkiler kurma ve yalıtûma (isolation) uçlanndan oluşur. Bireyler diğer insanlardan bağımsız yaşamak ve aynlıklannı sürdürmek istedikleri sûrece. lçli>dışh yakın bir ilişki kuramazlar. lçli>dışlı yakın ilişki kurmak iste­ yen kimse, kendiyle diğer bir kişi arasmda bir kaynaşma ister. Kendi özdeş­ leşmesini gerçekleştirmiş bir kimse böyle bir kaynaşımdan korkmaz, çûnkû belirli bir dûz^de sürekli olarak kendi varlığının ve amaçlannm farkındadır, özdeşleşmesini gerçekleştirememiş bir kimse içli-dışh ilişkiler kurmaktan korkar, çünkü öbür kimseyle olan ilişki içinde kaybolup gitmekten çekinir. Böyle bir çekingenlik kişileri diğer kimselerden yalıtır ve sosyal yaşam bakımmdan fakir bir ortama götürür. Yirmi yaşlann ortasmda başlayan ve 40 yaşlarına kadar sûren diğer bir İkilem ûreticûlk (generatlvity) ve durgunluk (stagnation) uçlarından oluşur. Erikson'a göre bu devrede b ir ^ zevk için cinsel ilişkinin ötesine geçer ve ço­ cuk yetiştirmeyi daha birinci plana almaya başlar. Çocuk yetiştirme üreticili­ ğin bir yönüdür, işte üretkenlik, sanatta üretkenlik, meslekte üretkenlik bu devrenin özelliğini oluşturur. Birey üretkenlik durumuna geçemiyorsa. yaşa­ mına bir durgunluk ve anlamsızlık gelir. Orta-yaş krizi olarak bilinen bu du­ rumu inceleyen psikologlar, Brikson’un ikilemiyle orta-yaş krizini ilişki İçinde görürler (Levinson, 1980: Gould. 1980). Orta-yaş krizi içinde olan birey yaşamma anlam veren bir amaç, bir ilişki, bir meslek arayışı içindedir. Demek oluyor ki. üreticilik halini gerçekleştiren ve yaşayan yetişkinler, durgunluk halini ve dolayısıyla orta-yaş krizini yaşamazlar. Erİkson’a göre en son aşama şu ikilemden oluşur. Benlik kaynaşunı (ego Integrlty) ya da çökkünlük (despalr).. Gittikçe yaşlanan ve ölümün yaklaştığı­ nı gören birey ya kendi varlığını ve benliğini, kendisinden daha üstün ve sü­ rekli bir düzenle kaynaştırmayı becerir, veya ölümle birlikte yok olacagma inanarak çökkünlük ve bunalıma düşer. Yaşamını gözden geçirip, kendisini aşan bir düzeni arayış, çocuklann evlenip evden ayrılması, emekliye aynima, kendi yaşıtından birinin ölümü gibi olaylarla başlayabilir. Erikson’un gelişim aşamasını kabul etmeyen psikologlar, kendi gelişim kuramlarını savunurlar; bazıları, birbirini İzleyen kademeli aşamalar yerine, bireyin kişilik özelliklerinin sürekli oluştuğu bir sosyal ve duygusal gelişim düzeni İleri sürerler. Şu anda en baskın görüş Erlkson’unkl olduğu İçin, di­ ğer görüşlerin tartışmasına girmeyeceğiz. Yetişkinlik dönemine alt gelişim kuramlarını gözden geçirirken cinsiyet, sosyo-ekonomik sınıf ve kültür farklarım göz önünde tutmamız gerekir. Kadmlann ve erkeklerin gelişimleri, davranışları aynı mıdır? Bazı farklar varsa, bu farklar ne derece önemlidir? Bazı araştırmalar (Sangulllano. 1978; Hodgson & Plsher, 1979) gelişimin aşamaları bakımından ve her aşamanın bireyin

YAŞAM BOYUNCA GELiŞİM

3 67

yaşamında oynadığı Önem bakımından, cinsiyeüer arasında fark olduğunu göstermiştir. Sosyal smıf kavramı da kuvvetli bir kavramdır. Neugarten (1975) zengin ve fakir ortamdan gelen bireylerin yetişkinlik sûresinde evlenme, okula git­ me. çocuk sahibi olma gibi davıamşlanmn ayn ayn zamanlarda oluştuğunu göstermiştir. Zenginler daha geç evlenmekte, daha geç ve daha az çocuk sa­ hibi olmakta, daha geç emekli olmakta ve uzun sûre mesleksel faaliyetlerini sürdürmektedirler. Zenginlerin “altm yıllar” olarak baktıklan 40-45 yaşına, fakirler emeklilik yaşı olarak bakmaktadır. Kültür faiklan da önemli etkiler getirebilir. Kırk 3raşındaki büyük şehirde öğretmenlik yapan bir Amerikah kadınla, yine bûyûk şehirde öğretmenlik ya­ pan bir Türk kadınını ele aldığınız ve karşılaştırdığınız zaman, kültürden ge­ len önemli farklar bulabilirisiniz. Amerikalı kadın çocuklann evden ayrılma­ sını sabırsızlıkla bekler ve gerçek yaşamının çocuklar evden aynidıktan son­ ra başlayacağını düşünürken: İtirk kadını genellikle çocuklanyla ilişkisini sürdürebilmek için nasıl bir }mşam düzeni kurması gerektiğini düşünür. Benzer düşünce aym yaş ve sosyal gruptaki Türk ve Amerikan erkeğine de uygulanabilir. Kültürler arasındald farkları görebilmek için farklı ülkeler­ de yapılan karşılaştırmalı araştırmalann sonuçlanna bakmak gerekir. Kuramlann hemen hemen hepsi Amerikan kültürü içinde. Amerikan toplumunun ve insanının sorunları araştırılarak yapıldığı İçin, başka toplumlann insanlannm, örneğin Tûrklerin gerçeğini yansıtmayabilir. Türk psikologlannm psikolojinin değişik alanlanndaki araştırmalan. kültürler arasındaki farklan ortaya çıkarması bakımmdan ayn bir önem taşır. Cevaplandınlması gereken son bir soru, bireyin yaşamında bir süreklili­ ğin mi, yoksa birbiri peşine sıralanmış değişik aşamalar dizisinin mi söz ko­ nusu olduğudur. Cevap sorunun her iki yönünü de kapsar: Bireyin yaşamın­ da hem bir süreklilik vardır, hem de birbirinden farklı gelişim aşamaları. Bi­ reyin kişilik yapısında, dünya görüşü ve tutumlannda kendine özgü özellik­ ler ömür boyu devam eder, ancak aynı birey doğumundan Ölümüne kadar değişik gelişim aşamalanndan geçer. Bireyin sürekli özelliklerinin olması, onun değişik gelişim aşamalarından geçmeyeceği anlamına gelmez.

9. ÖLÜM: SON AŞAMA Türk toplumunda ölüm “Allah’ın emri" olarak bilinir ve dinine bağiı inançlı bir kişinin, ölümü yaşamın diğer olaylan gibi doğallıkla kabul etmesi beklenir. Büyüdüğüm kasabada birisinin yakım öldüğünde, o kimseye “Allah'm emri” şeklinde bir hitapta bulunulurdu. Şimdi o ifade, sebebini bilme­ diğim nedenlerden ötürü “Başınız sağolsun"a dönüştü. Amerikan toplumunda yakını ölen bir kimseye Türkçe’de öldüğü gibi söy­ lenecek bir “kalıp ifade” yoktur. "Özgünüm" İfadesi kullanılır. Aynı ifade çoğu kez, "Arfederslniz" yerine de kullanıldığmdan, pek bir anlam taşımaz. Ameri­ kan toplumu, gençliğe ve geleceğe yönelik bir toplum olduğundan, bizim kültûrdekine benzer "yaşlıya saygı" kavramı yoktur, ölüm konusu hemen he­

368

İNSAN VE DAVRANIŞI

men hiç konuşulmaz ve evinde rahat döşeğinde ölen kimseye ender rastlanı­ lır. Hasta hemen hastaneye taşınır ve öleceği kesinleşen hasta« "ölmesi bekle­ nen hastalar odası’ na konur. Birey öldükten sonra, cenazesi bu işlerde uz­ manlaşmış bir şirket tarafından kaldırılır. Ancak kimsesizlerin cenazeleri bu şirketlerin aracılığı olmadan kaldırılır. Yaşlıların ailelerinden ayn olarak ölmesi ve gençlerin ölüm hadises^le ilgi­ li hiçbir şey bilmemesi, bazı Amerikan psikologlannı ve düşünürlerini bu ko­ nuda araştırma yapmaya ve yazmaya götürmüştür. Elizabeth Kupler-Ross (1969) ve Schulz & Alderman (1974) araştırma ve yazılarıyla toplumu bu konu­ da aydınlatmaya çahşmışlardır. Küpler-Ross'un araştırmaları, ölümden sonra ruhun devam edeceğine İnanan kimselerin ölümün acısını yenebildiklerlhi göstermiştir, ölümle birlikte varlıklannın tamamen ortadan kalkacağına ve bi­ lincin ancak bedenle var olabileceğine inanan kimseler, büyük bir bunalım içi­ ne düşerler. Aile içinde sevdikleri kimselerin arasında son nefesini vereceğini bilen kimseler, daha huzurludurlar. Hastanede, aile üyelerini hailanın belirli günlerinde yanm saat gören ve büyük bir olasılıkla yanında hiç kimse olma­ dan bir hastane yatağında öleceğini bilen kimse, daha çok acı çeker. Bütün bu gözlemler değişik yayın organlarıyla topluma ulaştırılmaktadır. Türkiye’de endüstrileşme ve şehirleşme geliştikçe aile küçülmekte ve “çe­ kirdek aile’ yapısına dönüşmektedir. Büyük şehirlerde açılan "Huzur Evleri" Amerika'daki yaşlı evlerinin bir başlangıcıdır. Belki din ve kültür farkı bu ey­ leri gerçekten ‘huzurevi* yapabilir. Ne var kİ. para ve mülk kazanma hırsı gençlerin tek yaşama amacı haline gelen modern toplumumuzda. üretemeyen ve sadece tüketici durumunda bulunan yaşlı ve hastaların pek ilgi göreceğini sanmıyoruz. Türkiye'de yapılacak kapsamlı araştırmalar, bu konuda başla­ yan değişikliğin yönünü bize gösterecektir.

Resim 10.13 Ölüm döşeğindeki dedesini öpen torun; dede kanser teşhisi konmuş ölümlerini bekleyenier için düzenlenmiş özel bir hastanede kalmaktadır.

YAŞAM DOYUNCA GELİŞİM

369

10. ÖZET Gelişim psikologlan yaşam boyunca ortaya çıkan davranış ve bilişsel de­ ğişiklikleri incelerler. Gelişim olayını değişik yönlerden inceleyen farklı ku­ ramsal yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımlardan biri, kişinin doğuştan getirdiği biyolojik oluşumlara önem verir ve belirli değişikliklerin belirli bir zaman dü­ zenlemesi içinde biyolojik olarak programlanması anlamına gelen olgunlaşma kavramını, gelişim sürecinin en önemli yönlerinden biri olarak görür. Bir diğer gelişimsel yaklaşım, gelişimin temelinde öğrenmeye yol açan çevresel etkenlerin yattığını savunur. Bu tezi savunan psikologlar kendi ara­ larında klasik koşullanma, operant koşullanma ve sosyal öğrenme modelleri­ ne göre farklı gruplara ayrılırlar. Ortak yanları gelişmenin temelinde, çevre koşullarından kaynaklanan öğrenme yaşantısının yattığını savunmalarıdır. Üçüncü görüş hem biyolojik, hem de öğrenme yaşantılannın önemini ka­ bul eder, fakat çocuğun etkileşiminin gelişimin temelini oluşturduğunu savu­ nur. Freud'un psikoanalitik görüşü, psikoseksüel gelişimini bireyin kişilik yapısınm temelinde kabul eder. Erikson'un pslkososyal gelişim kuramı İse. bireyin bağımsızlık atılımıyla. toplumun bireyi denetim altında tutma eğilimi arasında bir denge geliştirmenin, bireyin gelişiminin temelinde yattığmı savu­ nur. öte yandan Piaget, çocuğun algılama ve düşünme biçimini oluşturan bi­ lişsel gelişimi temel süreç olarak alır. Bilişsel gelişim bire)rin biyolojik getirimleriyle çevrenin etkileşimi içinde oluşur ve biçimlenir. Doğum öncesi devredeki gelişmenin hemen hemen tümü, olgunlaşma sü­ recinin denetimi altındadır. Değişimin biçimi ve sırası her embriyo ve fetüs için aynıdır ve dış faktörlerden kolay kolay etkilenmez, önemli olan dış et­ kenlerin başında annenin aldığı gıda türü ve bazı aylarda geçirdiği hastalık­ lardır. Doğumda bebek oldukça iyi görür, işitir ve sesler arasında bilinen, aşina olduğu seslerle yabancı olan sesleri aynt edebilir. Dokunma, koku alma, tat alma duygulan oldukça iyi işler haldedir. Bu ilk aylarda bebekler hem ope­ rant hem de klasik koşullanma yoluyla öğrenebilirler ve önemli reflekslerinin tümüne sahiptirler. İlk iki yılda çocuğun hareket becerileri süratle gelişir ve çocuk bir yaşın­ da yürümeye başlar. Çocuğun hareket becerilerinin gelişmesinde çevrenin uyancı olanaklan bakımmdan zengin bir çevre olması ancak sınırlı bir etki yapar. Gelişme esas itibanyla olgunlaşma süreciyle oluşur. 2 ile 5 yaş ara­ sında, çocuktaki hareket becerilerinin gelişmesi devam eder, fakat 5 ile 12 yaş arasındaki sürede yeni bir hareket gelişmesi görülmez. 1 2 ile 18 yaş ara­ sındaki devrede en b^irgln gelişme, bireyin bedensel görünümünde olur ve değişik salgı bezlerinin çıkardığı iç salgılar aracılığıyla ortaya çıkar. Kızlar er­ keklerden daha çabuk gelişir ve cinsel görünümleri biçimlenir. Erkeklerin ge­ lişmesi kızlannkinden biraz daha gecikmeyle ortaya çıkar, fakat daha uzun sûre devam eder. Doğumdan sonraki ilk iki yıldaki bilişsel gelişme nesnelerin sürekliliği ve iç temsil süreçlerinden oluşur. 2 ile 5 yıl arasında çocuk daha önceki bilişsel İD 24

370

İNSAN VE DAVRANIŞI

gelişmeleri pekiştirir, fakat bilişsel alandaki en dnemli gelişmesini 5>12 yaş­ lan arasında somut operasyonlar kazanmasıyla gösterir. Böylece çocuk iç temsilcileri somut olarak kullanabilir ve tüme vanm türünden akıl yürütme­ ye başlar. Ergenlik çağında çocuk formel operasyonlara ulaşmaya başlar ve somut operasyonlardan oldukça düzenli soyut matematiksel denebilecek tür­ den düşünme düzenlerine ulaşmaya başlar. Bilişsel g e liş m ^ paralel olarak çocuğun ahlaksal düşünmesinde de değişiklikler gözlenir. Çocuk dış otorlteritelerin ve toplumun kullandığı “yanlış" veya “doğru" kategorilerinden başla­ yıp daha bireysel ve içerikleşttrdiği bir İlkeler düzeni içinde ahlaksal yargılara ulaşmaya başlar. Sosyal gelişme bakımından ilk iki yılda çocuk temel güven duygusu ve temel baghlıklan oluşturmayı gerçekleştirir. Temel bağlılık ve güven duygusu çocuğun kişiliğini ve davramşım ömrü boyunca etkiler. 2 ile 5 yaş arasmda çocuk daha bağımsız olmaya doğru yönelir, ancak, bir yandan da arkadaşhk1ar oluşturma}^ becermeye başlar. 5-12 yaş arasında çocuk gittikçe kendi cinsiyetinin ve cinsel rollerin farkına varmaya başlar ve bunun bir sonucu olarak, kendi yaşıtı hemcinslerime oynamayı tercih etmeye başlar. Ergenlik çağında yaşıtlannm etkisi artmaya devam eder ve ailenin etkisinden daha ağır basmaya başlar. Yetişkinlikte bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal değişme devam eder. Modern psikologlar gelişimi, doğumdan ölüme kadar olan bütün ömür boyu içinde incelerler. Bedensel değişiklikler bireyin aldığı gıda tarzına ve yine onun kadar önemli olan faaliyet derecesine bağlıdır. Bilişsel değişiklikler de bireyin yaşayış biçimiyle sıkı sıkıya İlişkilidir. Diğer insanlarla faal bir biçim­ de ilişki içinde olan ve zihinsel olarak öğrenmeye ve üretmeye dönük bir ya­ şamı olan bireyler bilişsel zindeliklerinden ömürlerinin sonuna kadar pek birşey kaybetmezler. Sosyal bakımdan yalıblmış ve zihinsel yönden sönük bir çevre içinde yaşayan kimseler çabuk ihtiyarlarlar. Erikson yetişkinlikte üç aşama görür. Her aşama bir ikilemle kendisini ifade eder. İlk aşama 20-30 yaşlan arasında kendini gösterir ve içll-dışlı yakm ilişkiler kurma, ya da İnsanlarla ilişki kuramadan yalıtılmış bir yaşam içinde bulunma biçiminde bir ikilemle ifade edilir. İkinci aşama 30-40 yaşlan ara­ smda yer alır ve üreticilik veya durgunluk biçiminde ifadesini bulur. Üçüncü aşama kırkından sonra ortaya çıkar ve ikilem benlik kaynaşımı ya da çökkün­ lük ve bezginlik olarak ifade edilebilir. Erlkson'un bu gelişim aşamalannı ka­ bul etmeyen ve bireyin kişilik özelliklerinin aşamadan geçmeden bir süreklilik içinde ömür bcyu devam ettiğini ifade eden psikologlar da vardır. Gelişimin en son aşaması ölümdür, ölüm, toplumun ve bireyin dinsel inançlarıyla sıkı sıkıya ilişkili olduğu için, bireyden bireye, aileden aü^e ve bir toplumdan diğerine değişiklik gösterir. Bu konudaki araştırmalar, dinsel İnançları kuvvetli olan kimselerin kendilerinin ve diğer yakınlarının ölümünü daha sakinlikle kabul etmeye hazır olduklarını göstermiştir.

Onbirincl Bölüm

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

Bu bölümü okuduktan sonra şu sonılann cevaplarını verebllmelisiniz: 1. 2. 3. 4. 5.

Çocuğa kötü davranma niçin önemli bir konudur? Kötü davranılan ve davranan^ tonn ne gibi özellikleri vardır? Boşanmanm çocuklar ve boşanan eşler üzerinde ne gibi etkileri vardır? Genç yaşta anne olmak ne gibi psikolojik ve sosyal sorunlar ortaya çıkartır? Cinsel roller sözünden ne anlıyorsunuz? Cinsel rollerin kalıplaşması ne gibi davraruş sorunlan yaratır? Orta yaş krizinden ne anlıyorsunuz? Orta yaş krizinin varlığım destekleyen ya da desteklemeyen ne gibi kanıtlar vardır?

1. GİRİŞ Bu bölümde gelişme sûreçler^le yakından ilgili bazı toplumsal konulan ele alacağız. Yetişkin bire3in davranışlarını etkileyen en önemli etkenlerden biri, kişinin çocukluktan getirdiği algılayış, duyuş ve davranış alışkanlıklandır. Toplumu oluşturan bireylerin davranışlannı anlayabilmek için, onların hangi tûr bir aile ortammda ne gibi bir çocukluk yaşamı geçirdiklerini bilme* miz gerekir. Bu kişiler eğitim görmüş öğretmen, doktor, avukat gibi meslek sahibi bireyler olabilir, veya Mehmetşah Demirtaş gibi okula gitmemiş bir kimse olabilir. İster eğitim görmüş. İsterse görmemiş olsun, her birey İçin ge­ çirmiş olduğu çocukluk yaşamı önemlidir. Mehmetşah'm çocukluk yaşantısıra bilmeden onun davranışlarını tam anlamıyla açıklamak zordur. Bu bölümde çocuğun yetişmesini olumsuz yönde etkileme potansiyeli olan bazı konulan ele alarak, toplumumuz için anlamlarını inceleyeceğiz. Bu konularm başmda çocuğa kötü davranma (çocuğun istisman/child abuse) gelir. Aile İçinde ana-baba tarafından kötü davranılan çocuğun, ne gibi psi­ kolojik özellikler gösterdiğini değişik yönleriyle göreceğiz. Aynca, boşanmanın çocuğu ve ana-babayı nasıl etkilediğini inceleyeceğiz. Gözden geçireceğimiz diğer bir konu erken yaşta anne olan kimselerin çocuklannı etklle3rlş biçimle­ ri ve topluma getirdiği sorunlardır. Kadın ve erkeklerin farklı oluşlan doğuş­ tan mı. yoksa toplumdan mı kaynaklanır? Bu konuyu da değişik yönlerden ele alacağız son olarak, orta-yaş krizi adı verilen dönemi inceleyeceğiz.

372

in s a n v e

DAVRANIŞI

2. ÇOCUĞA KÖTÜ DAVRANMA* Son on yıldır Amerikan toplumunun ilgisini çeken konulardan biri ço­ ÇOGÜKURIN KSTO nUMElQIBI M I M S I cuğa kötü davranma (child abuse) ko­ I. ULUSAL KUNGRESİ nusudur. Yapılan araştırmalar, çocuğa ) 2 .t4 H AZİRA N IM9 kötü davranmanın hayret edilecek idıdar yaygm olduğunu gösterir. Aç bıra­ kılan. dövülen, cinsel bakımdan kulla­ nılan. sigara ve demirle yakılan ve ka­ ranlıkta elbise dolabına kilitlenen ço­ cukların sayısı oldukça yüksektir. Çocuğa kötü davranma Türkçe'de A. 0 . E|Mm Blllmlefl FıkOhnl. ILO ve Çocuk ve İhmalini Önleme Dcrncjl’nec gûnûn konusu temel bir sorun olarak U NICEF İle W HO'nun IfblrilSIyle pek konuşulmaz. Bu durum, iki biçidıDOxenlenniIftir; de yorumlanabilin (1) Türkiye’de çocu­ ğa kötü davranma olarak nitelenebile­ cek bir sorun yoktur (2) Türkçe’de bu konuda bir duyarlılık yoktur ve dola3hsıyla sorunun varlığını veya yokluğunu gösterecek yeterli veri toplanmış değil­ UDİTcnIied RaMrlA|A . ) dir; sorunun varlığını veya yokluğunu, 100. YIL SALONU TkMİAgta - Aalcan varsa ne kadar yaygın olduğunu söyle­ yebilecek durumda değiliz. Bu konuda Türkiye’de veri toplan­ Resim 11.1 Haziran 1989'da düzenlenen I. mamış olması, kendi başına yorumlanUlusal Kongre'nin program başlığı. . maya değer bir konudur. İnsan kaynaklannın değerinin bilincine varmış bir toplum olduğumuz pek söylenemez, insana verilen genel anlamdaki değbr pek yüksek olmadıgmdan. çocuğun yetiştiriliş biçimine verilen önem de o kiadar yüksek olmaz. Türkiye, son derece ileri görüşlü büyük bir liderin önderli­ ğinde. en önemli bayramlarından birini çocuk bayramı olarak ilan etmiş dün­ yadaki ilk ülkedir. Ne var kİ. yüz>nllardır sûren geleneksel insan anla3rışı ton­ lumun günlük yaşamım daha derinden etkiler ve çocuğun bilinçli bir gelişme

(*)

Bu konu Türkiye’de "Çocuk Istisman* başlığı altında tartışılıyor. Bu konuyla bilim­ sel olarak ilgilenen demeğin adı "Çocuk Istismannı ve İhmalini Önleme Demeği" Adresi, Meşrutiyet Cad., Hatay Sokak. No. 8/5, Kızılay - Ankara. / insan o e D a v r a ­ n ışı’ nm yazıldığı dönemde çocuğa kötü davranma konusunda Türkiye'de yapılan 'bilimsel faaliyetlere ulaşma imkânım bulamadım. Meslektaşlanm Acar ve Zuhal Baltaş’m verdikleri özet bilgilerle yetinmek zorunda kaldım. Kitabın gözden geçiri­ lerek genişletilmiş ileriki baskılarında. Türkiye’de bu konuda yapılmış araştırmala­ ra da ayrıntılı olarak yer ayıracağım. / Duru ve öz bir Türkçe olduğu için a t ú s e karşılığı "çocuğa kötü davranma", "ehdd n e g le c t karşılığı da "çocuğun ihmali* deyi­ mini kullanıyorum. Meslektaşlardan gelecek tepkilerin ışığı altmda bu deyimleri, kitabm İlerdeki basımlarında yeniden gözden geçirmeyi planlıyomm.

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

373

ortamı içinde büyümesi gerçekleşemez. **Kızmı dövmeyen dizini döver." “Dayak cennetten çıkmadır" gibi atasözleri, ço­ cuğu nasıl yetiştirmemiz gerektiği ko­ nusunda ata yadigârı “rehberimiz" ol­ muştur. Bir ana-baba çocuğunu İlko­ kula götürdüğünde, ögretmeıie “Hoca hanım, eti sizin, kemiği bizim" sözünü, çocuklannm ^ terbiyesi İçin gerekli bir söz olarak görür ve İyi niyetle söyler. Çocuk yetiştirme ve çocukla aÜe içinde kurulan ilişkinin türd Tûrkiye*nin en önemli konusudur. Uygar, sağlıklı, sevecen, sorumlu İnsanın temeli, ço­ cukla kurulan aile içindeki ilişkilerde yatar. Ijd ilişkilerden iyi, kötü ilişkiler­ den kötü çocuk yetişir. Bu nedenle, ço­ cuğa kötü davranma konusu Türkiye İçin önemlidir.*

11.2 Kendini değersiz hisseden hûzûnlO bir çocuğun bütün vücudu acizlik Sorunun Kapsamı ve çöi(kOnlOk mesajını verir. Çocuk İstismarı ve İhmalini önle­ me I. Kongresinde Baltaşlann (1989)' sunduğu ve Anadolu Liselerine Giriş Smavma Hazırlanan Öğrencilerin Duygusal İstismarı" adlı aıaşbrmalannda anne. baba, öğretmen tutumlan reddetme (reJecUon), düşmanlık/ saldırganlık (hostlUty/aggression) ve katılık (rlgldity) boyutları üzerinde karşılaştınlmıştır. Araştnma sonuçlanna göre en olumsuz ve zedeleyici tutum öğretmenlerde görülüyor. Babalar süreçle değil, sonuçla ilgileniyor (nasıl çahşıldığından çok, smavlarda başarılı olup olmama önemli görülüyor). Aımelerde ise çocuktan sevgisini esirgeme en yüksek düzeye ulaş^or. Türkiye'de sorunun ne kadar yaygın olduğunu bilmiyoruz., Türk araştırmacılan. yukarda verilen örnekteki gibi veriler topladıkça, konunun kapsanu ve içeriğini daha iyi anlayacağız. Araştırma yaparken. Amerika'da kuUanılan ölçme ve sorunu tanımlama süreçleriyle. Türkçe'de kullanılan ölçme ve tanım­ lama teknikleri farklı olur. Çocuğu disiplin altma almak ve terb^e etmek ama-

(*)

Meslektaşım Doç. Dr. Zuhal Baltaş, i n s a n v e D a v r a n ış ı baskıya verilmek üzereyken şu özet bilgiyi verdi: “Türkiye'de “çocuk suçluluğu" konusundaki en yetkin uzman­ lardan biri olan Prof. Dr. Esin Konai)ç. “Çocuk İstismarım ve İhmalini önleme Dernegl'nin başkamdir. Doç. Dr. Sezen Zeytinoğlu ve Doç. Dr. Şeyda Kozacı. Dr. Fatoş Erkman bu konuda çalışan psikologlar. ILO. UNICEP ve WHO İşbirliği Uc düzenle­ nen I. Kongre 1989 yılmda yapıldı. 1988 yılında kurulan Türkiye'deki demek, 1977 yümda kurulan “International Society for Prevention of Child Abuse and Neg­ lect* adh demeğin anlayış ve pipgrami doğrultusunda çalışıyor."

İNSAN VE DAVRANIŞI

374

cıyla kullanılan ceza ile, çocuğa kötü davranma arasındaki ayrım, Üd Ülke­ nin kültür, gelenek ve görenek farkları göz önüne alınarak tanımlanır.

'— r i - L ________

' •STÜPTCS «kraMONkart.

wdersizs,

BoGOGuguannesi ie istemedi,mbaa da Reslm 1 1 .3 Hürriyet. 22 Mart 1985.

Çocuğunu hem seven, hem de ge­ rektiğinde döven bir anne veya baba, çocuğu dövdüğü zamanlar mutlaka çocuğa kötü davranmış mı oluyor? Genel düzeyde zor olmakla birlikte, her çocuğun özel durumu göz önüne alındığında, bir ayınm yapmak kolay­ dır. Ana-babanın sırf kendi bencil duygulannm etkisi altmda çocuğu sü­ rekli dövmesi, ona acı vermesi açıkseçik olarak kötü davranma tanımı­ nın İçine girer. Bu tür ana-babalar, çocuğun gelişimiyle ilgili herhangi bir amaç taşımazlar, çocuk kendilerine rahatsızlık vermediği sûrece çocuğun varlığının farkında değildirler. Çocuk kendilerinden ilgi, zaman, dikkat iste­ diği zaman hışımla çocuğu cezalandınrlar. Çocuk acı içinde kıvaıanarak ortadan çekildiği ve onlann algısal or­ tamında bulunmadığı sürece, anababa için sorun yoktur.

Yukarıdaki Örnekleri kullanarak, kötü davranma İle terbiye amacıyla ço­ cuğu cezalandırma davranışını birbirinden a3aran temel özelliği belirtebiliriz. Terbiye amacıyla verilen cezada çocuğun “kötü" davranışı bırakıp, “iyi* davra­ nışı kazanması beklenir. Amaç, çocuğun iyiliğidir. Çocuğa kötü davranmada ise. çocuğun davranışını düzeltme, onu daha iyiye götürme amacı güdülmez. Çocuk yaşadığı için, sanki bu dünyaya geldiği için suçludur ve çocuk var ol­ duğu için cezalandınlır. Amerika'da Çocuğa Kötü Davranma Ulusal Merkezi'nden elde edilen ra­ kamlara göre ABD'de yılda bir milyona yakın çocuğa kötü davranılır. Bunlann 2 0 0 .0 0 0 'e yakın bir kısmı bedensel olarak aşın kötü davranışa maruzdur. 1 0 0 .0 0 0 kadanna cinsel olarak kötü davranılır ve geri kalan kısmı ise. anababadan hiç ilgi görmez, bakımsız sokağa bırakılır (Besharov, 1977). Bu an­ lamda Amerika'da 18 yaşınm altmdaki her 40 çocuktan birine kötü davranılır. Araştırmalar kötü davranmanm azalmayıp, gittikçe artbğım göstermektedir OVÜliams. 1980). Gelişim ve Toplum Yönünden Tartışılması Kötü davranılan çocuğun gelişim psikolojisi bakımından olduğu kadar, toplumun gelecekteki yetişkin bireyi olarak da ligiyle incelenmesi gerekir. Ge-

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

375

llşim yönünden kötü davranılan çocuğa bakıldığında şu sorulan sorabillri2 : Kötü davranış çocuğu nasıl etkiler? Çocuğun bedensel yara ve berelerine pa­ ralel olarak« zihinsel ve duygusal yara ve bereleri de var mıdır? Bedensel ya­ ralar ^eşeb ilir» acaba çocuklukta alınan psikolojik 3raralar iyileşebilir mi? Çocuğun ana-babadan gördüğü kötü muamele onun kendine, ana-babasma ve genel olarak bütün insanlara olan temel güven duygusunu nasıl etkiler? Bunun gibi gelişimle Ugili daha birçok sorunun cevaplandırılması gerekir. Çocuğa kötü davranma nereden kaynaklanıyor? Bu soruyu sorduğumuz zaman çocuğuna kötü davranan kişilerin toplumun hangi kesiminden geldi­ ğiyle, ne gibi psikolojik ve sosyal özelliklere sahip olduğuyla ilgileniyoruz de­ mektir. Bu kişilerin kendileri çocukken onlara nasıl davranılmıştu? Onlarm kişisel özellikleri diğer kimselerin özelliklerinden farklı mıdır? Çocuklanna kötü davranan kişiler çevreden gelen baskıların ve streslerin etkisi eıltında mı böyle davranıyorlar? Kötü davranılan çocuklann belirli davranış özellikleri, onlara kötü davranılmasma yol açıcı neden oluyor mu? Bir başka deyişle, kötü davranılan çocuklar temel özellikleri bakımından diğer çocuklardan farklı mıdır? Yukarıdaki ve benzeri diğer sorulan cevaplandırdığımız zaman çocuğa kötü davranmanın temelinde yatan nedenleri büyük ölçüde anlamış oluruz. Bu anlayış sonucunda bazı programlar geliştirerek çocuklara kötü davranılmasını önlemek olanağı buluruz Aynca, elde ettiğimiz bilgilerin sonucu, ço­ cuklukta kötü davranma sonucu belirli kişilik ve davranış bozukluğu geliştir­ miş bireylere uygun psikoterapi teknikleri uygulamak olanağına kavuşabili­ riz. Aşağıda, bu sorulan sırasıyla ele aleılım: Kötü Davranılan Çocukların Gösterdikleri Davranış Özellikleri Kötü davranılan çocuk acı içerisindedir. ABD'de kötü davranılan çocuk­ ların yüzde 3 İle 4*û aldıklan yaralarm sonucu ölür. Yüzde 25-30*u gözünü, kulağım kaybeder, ya da kolu bacağı kırılarak bedenen sakat kalır (Helfer. 1975). Çocuklann d in s e l ve duygusal gelişmelerinde ortaya çıkan aksaklık­ tan saptamak, ölçmek ve yukandaki gibi istatistiğe vurmak o kadar kolay de­ ğildir. Elde dilen bilgiler kötü davranılan çocuklann gelişiminde önemli ak­ saklıklar olduğunu göstermektedir. Reidy, Anderegg, Tracy ve Cotler’İn (1980) yayınladıklan araştırma, kötü davranılan çocuklann zekâ düzeylerinin, aynı ekonomik düzeydeki kendi 3raşıtlanmn ortalama zekâ düzeylerinin alünda olduğunu göstermiştir. Burada akla gelen sorulardan biri şudur: Zekâ geriliği kötü davranmanın sebebi mİ. yoksa sonucu mudur? Zekâ geriliği çocuğun öğrenmesini zorlaştınr ve kolay ögrenemeyen çocuk daha çabuk cezalandınlır. Diğer yandan zeki ve kolay öğ­ renen çocuk, ana-babası tarafından daha çok sevilir. Bu soruya kolayca ce­ vap vermek olanağı yoktur. Money ve Aımecillo (1980), kötü davranan ana-babalanndan alınarak başka ailelerin yanına konan çocuklann öğrenme düzeyinin yükseldiğini göz­ lemişlerdir. Bu gözlem, kötü davranışm çocuk üzerindeki olumsuz etkisine

376

İNSAN VE DAVRANIŞI

İşaret eder. Büyük bir olasılıkla iki yönlü bir etkileşim söz konusudur: Yavaş öğrenen çocuk daha da cezalandırılıp, gelişimi kısıtlanır. Gelişimi kısıtlanan çocuk daha da düşük başan gösterir ve düşük öğrenme dûze3ri onu kötü dav­ ranışa daha çok maruz bırakır. İlkokul ögrenclslyken öğretmenin, sürekli tokatlayarak öğrenciye mate­ matik probleminin nasıl çözüleceğini öğretmeye kalkıştığını hatırlıyorum. Problem nihayet çözüldüğünde, çocuğun her İki yanağı da tokat yemekten kırmızüaşırdı; O öğretmen, “Tokadı yedikçe zihnin açıldı değil mi?’’ diye güle­ rek bir tokat daha vurur ve onu yerine oturturdu. Tahtaya kalkan İkinci ço­ cuk korkudan bildiğini unutur, tokat hakkını aldıktan sonra o da yerine otu­ rurdu. Söz konusu öğretmenin ne kadar yanlış bir eğitim anlayışı İçinde ma­ tematik öğrettiğini şimdi açık seçik görebiliyorum. Ancak, küçük bir çocuk­ ken. öğretmeni her zaman haklı görürdük. Haksız olan biz ahmak öğrenciler­ dik. Böyle bir öğretmenin olumsuz etkisi altında yetişen öğrenciler matema­ tikten soğur ve bilim dalında gelişme yeteneklerine büyük bir psikolojik engel konur. O öğretmenin yaptığı açık seçik “kötü davranma“ idi ve umarım bugü­ nün modem Türkiye Cumhuriyeti’nin okullannda böyle davranışlar yer alma­ maktadır*. Kötü davranılan çocuklar okul çağında arkadaşlık kurmakta zorluk çe­ kerler. Yapılan araştırmalar bu çocukların diğerlerine göre daha saldırgan, güven duygulan düşük, sebatsız, çoğu kez uygun olmayan biçimde davranan kimseler olduğunu göstermiştir. Kötü davranılan çocuklann zihinsel, sosy^ ve duygusal bakımdan gelişmelerinde büyük aksaklıklar olduğu artık bugün t^ ış m a götürmez bir biçimde ortaya konmuştur. Çocuğa bu kadar zararlı olan kötü davranmanın altında yatan nedenler nelerdir? Aşağıda bu konuda yapılan araştırmaların sonuçlannı göreceğiz. Kötü Davranışın Altında Yatan Nedenler Çocuğa kötü davmnmanın altında yatan nedenleri üç temel grupta toplayabillhz: (1) Ana-babayla İlgili nedenler; (2 ) Ana-babanın, çocuğun ve bütün ailenin içinde yer aldığı çevreyle ilgili nedenler (3) Çocuktan kaynaklanan ne­ denler. Kötü davranma olayında bu nedenlerin hepsi büyük bir olasılıkla İşin İçine girer. Konuya getirdiği kolaylık nedeniyle biz her grubun içine giren ne­ denleri ayn ayn İnceleyeceğiz ve daha sonra bir sentez yapmaya çalışacağız. (1) Kötü Davranan Ana-baba : Çocuklarına kötü davranan ana-babalann birbirine benzer yönleri var mı? Bu soruya cevap vermek için yapılan araştır-

(•)

İstanbul'un Ycniköy semtinde 1986-88 arasında iki yıl çocuklannı ilkokula gönde­ ren bir Türk üniversite profesörü, bir ilkokul öğretmeniyle bir öğrencinin annesi arasında şu konuşmaya tanık olmuştun " A n n e : öğretmen hanım, bu çocuk aritmetikten çok zayıf, verilen problemleri çözemiyor. Biz evde sürekli dövüyoruz. lütfen siz de sınıfta dövün de zihni açılsın. Ö ğ r e t m e n : Siz hiç merak etmeyin, benim tokadım onun zihnini açar."

g e l iş m e v e g

On l Ok y a ş a m

malar, kötü davranan ana-babalar arasında tûmû için geçerli bir genel özellikler dizisi bulamamıştır. Bazı psikologlar, çocuğuna kötü davranan ana> babalann çocuklarıyla İlgili yüksek beklentileri oldu­ ğunu. bu yOksek beklentileri gerçekleştiremediği için çocuklanna kötü davrandıklanni varsaymışlardır. Fakat araştırmalar bunu kanıUamamıştır, yüksek beklentisi olan ana-babalann tûmû çocuklarına kötü davranmaz. Bir başka grup psikolog, ana-babalann çocuklanndan duygusal destek ve arkadaşlık bekle­ diğini ve bunu bulamaymca çocuklanna kötü dav­ randığı hipotezini ortaya atmış ama. bu hipotez de aıaştırmalarca desteklenmemiştir.

377

-

nnınaiiıiDi iM«k.

zst____ I»

M*>

ir«wiwhiı>«Mw>ı>iM u a o S ^

Gnsihsa pm ıkeb:aba â ki "Benya ialvsın ard"ıdiye İki kızıyla iU ^ i kunnu$...

Çocuğuna kötü davranan ana-babalann araların­ daki en önemli ortak nokta, hemen hemen hepsinin kendileri çocukken kötü davranışa maruz kalmış ol­ masıdır. Çocukken ana-babalarından kötû davranış gören bireyler, bir diğer kimseye sevgiyle bağlanma ve bu sevgi temelinde bir ilişki oluşturma yeteneğini Resim 11.4 Hürriyet, 6 geliştirememişlerdir. Aynca. sosyal öğrenme kuramcıNisan. 1985. lannın da söylediği gibi, bu ana-babalar çocuklanna iyi davranma modelinden mahrumdurlar. Bildikleri yegâne davranış modeli kötü davranma modelidir. Engellenme ve stres hallerinde kullanabilecekleri ye­ gâne model dayak atma, saldırma veya çocuklan kendi başlanna bırakarak onlan tamamıyla ihmal etme modelidir, çûnkû kendi ana-babalanndan bunu görmüşlerdir.

Bu son nokta, yani ana-babanın kendileri çocukken göıdûkleri ilişki bi­ çimlerini öğrenerek daha sonra ana-baba olunca, kendi çocuklanna aynen uygulamalan. bir toplumun çocuk yetiştirmeyle ilgili sosyal değerlerinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bu görüşe göre. Türk toplumu gibi ataerkil bir aile yapısına sahip toplumda, baba ve çocuklar arasındaki mesafe her za­ man uzak kalır, baba ailedeki düzeni koruyucu, korkulan bir otorite olarak görünmek ister. "Baba korkusu" aile İçindeki düzeni kurmakta ve sürdür­ mekte önemli rol oynar. Bu nedenle annelerin "Akşam gelince babana söyle­ yeceğim" tehdidinin etkin olduğunu görürüz. Amerikan toplumunda babadan korku bizdekl gibi sosyal değerlere daya­ lı bir temelden mahrumdur. Amerikalı psikolog, çocuğuna Türk babası gibi davranan Amerikalı babayı "kötü davranan" kişi olarak tanımlayabilir. Ancak Türk babasının davranışlarını. Türk pslkologl^n olarak biz "kötü davranış" olarak smıllayamayız. Çocuğa yapılan kötü davranış, bir toplumun temel kültür değerleri içinde ele alınıp incelenmelidir. Aksi halde, bir toplumun in­ san davranışlarım değerlendirirken kullandığı kültürel bakış açısını, diğer bir başka topluma uygulamış oluruz. Soruna böyle bir yaklaşım, sosyal bilim araştırma tekniği bakımından sakıncalıdır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

378

(2) Kötü Dauranmanın Çevre Koşullan : Kötü davranmanın nedenlerini kötü davranan ana-babanın kişiliklerinde arayacak yerde, sosyal çevrede arayan araşünnacılar da olmuştur. Bu araştırmacılardan biri James Garbarino’dur (Garbarlno ve Sherman, 1980; Garbarino, 1976). Onun araştırmala­ rından birinde gelir düzeyleri aynı olan iki grup ailenin çevrelerini karşılaştır­ mıştır. Aile gruplanndan biri çocuklanna kötü davranan ana-babalardan oluşur, diğer grup ise aynı ekonomik düzeyde olan fakat çocuklanna kötü davranmayan ana-babalardan oluşur. Karşılaştırma iki tür ailenin yaşadığı çevre koşullannda aşağıdaki bulgulan göstermiştir: Çocuklarma kötü davranan ailelerin özellikleri: Çocuklar eve döndüklerinde ana-baba çoğu kez evde yoktur. Ana-babanın komşuluk İlişkileri pek yoktur, komşulanyla İlişki kurma­ dan kendi başlanna yaşarlar. Ana-baba yüksek stres altındadırlar. Evde olmadıklan zaman çocukların bakımıyla ilgilenecek bir kimse ya da bir kuruluş yoktur. Ana-baba oturduklan mahalleden memnun değildir ve bu sosyal çevre­ nin çocuklannı yetiştirme bakımından iyi olmadığını düşünürler. Çocuklar kendi aralannda pek oyun oynamazlar. Çocuğuyla oturan bekar anne sayısı daha fazladır. Aile sık sık ev değiştirir. Garbarino’nun vardığı sonuç, çocuklanna kötü davranan ana-babalann yalnız ve bunalım içinde olduğu yönündedir; yaşamlanndan mutlu olmayıp, stres içindedirler, içinde oturduklan çevreyi beğenmezler ve kendilerine duy­ gusal bakımdan destek olacak, ara sıra çocuklanna bakacak kimse yoktur. Aile ortamı bunalım ve stresi artUnyorsa, çocuğa kötü davranma olasılı­ ğı yükselir. Bu sonuç daha önce stres, bunalım ve saldırganlık arasmdaki İlişkiyle ilgili söylediklerimizi kanıtlar. Düşük gelir, fazla çocuk sayısı stres kaynaklannm başında gelir. Yaşammdan memnun olmayan anne veya baba, gücünün kolaylıkla yettiği küçük çocuğu döverek bir ölçüde rahatlar. Anababanın böyle bilinçsiz duygusal boşalımının bedelini İse, gelişmekte olan ço­ cuk yaşamı bo}runca öder. Çocuğa kötü davranmanın nedenlerinden ana-babanın kişilikleriyle ve İçinde yaşadıklan aile ortamlanyla ilgili nedenleri gördük. Acaba kötü davra­ nılan çocuğun bazı özellikleri ona kötü davranılmasına yol açıyor mu? Aşağı­ da bu sorunun cavabını vermek özere yapılmış araştırmaların sonuçlanna bakalım. (3) Çocuktan Kaynaklanan Nedenler: Kötü davranan ana-babalar bütün çocuklanna kötü davranmazlar. Aile içindeki belirli çocuklar kötü davranışa muhatap olur, diğerleri aynı muameleyi görmez. Neden bazı çocuklar daha kötü muamele görür? Yapılan araştırmalar ve gözlemler, kötü davranılan çocuklann belirli özelliklere sahip olduğunu göstermiştir.

OELtŞME VE OONLOK YAŞAM

37 9

Bu özelliklerin başında, kendisiyle konuşulduğunda çocuğun çoğu kez cevap vermemesi ve kendisine söylenenlere pek dikkat etmemesi yer alır. Ya­ vaş öğrenen ve kendisine öğretilen şeylere İlgi göstermeyen çocuk daha kötü muameleye maruz kabr. Vasta ve Copitch (1981) adlı iki psikolog araştırma­ larında çocuklara, öğrenme zorluğu olan bireyler gibi rol yaptırmışlar ve öğ­ retmenin davranışlannı gözlemişlerdir. Çocuk sanki zor öğreniyormuş gibi rol yaptıkça öğretmen sinirlenmiş ve sonunda çocuğa kötü davranmaya baş­ lamıştır. Bu araştırmadan da anlaşılıyor kİ, stres ve engellenme düzeyi 1le ço­ cuğa kötü davranma arasında sıkı bir İlişki vardır. Kötü davranılan çocuklarla kötü davranılmayan çocuklar karşılaştınldığmda şu özellikler gözlenir: Doğumdaki ağırlık Yaş Cinsiyet Mizaç

Bedensel sokaflıic

Kötü davranılan çocukların doğum ağırlığı nor­ malden düşüktür. Kötü davranılan çocuklann çoğunluğu üç yaşın­ dan küçüktür. Kötü davranılan çocuklann çoğunluğu erkektir. Huysuz, sürekli ağlayan ve yeme, uyuma düzenle­ ri ^ zu k olan çocuklara kötü davranılma olasılığı artar. Bedensel sakatlığı olan çocuklara kötü davranma olasılığı daha yüksektir.

Ainsworth (1980) adlı psikolog çocukla yetişkin arasındaki ilişkiyi kötü davranmanın temelinde görür. Ona göre çocuk nasıl ana-babaya bağlılık aşa­ masından geçerse, ana-baba da çocuğa bağlanma aşamasından geçer. Ainsworth*e göre, yukandaki özelliklerin çoğunu kendinde bulunduran çocuğa ana-babanın bağlanması zordur. Annenin çocuğa bağlanması için, doğum­ dan sonraki İki hafta içinde çocuğu kucağına alıp onunla etkileşim kurması gerekir. Normal ağırbğm altında doğan çocuğu hastanede özel bakım odalannda uzun sûre tuttuklanndan, annenin bağımlılık geliştirmesi zorlaşır. Ço­ cuk ağlayınca kucağına alan anne, çocukla etkileşim kurar, çocuk ağlar, an­ nenin gözüne bakar, anne ona yiyecek verir, çocuk ağlamaktan vazgeçer, an­ nesine sanlır ve bu etkileşim ikisi arasındaki bağı kuvvetlendirir. Annesine bakmayan veya sakat olduğundan dolayı İlişki kuramayan çocuk annesiyle bağımblık geliştirme bakımından güçsüz durumdadır. Bağımlılık gelişmeyin­ ce. stres ve engel durumlarında annenin v ^ a babanın çocuğa kötü davran­ ması daha kolay olur. Kötü davranmanın altında yatan nedenlerin bir sentezi : Çocuğa kötü davranmama altmda yatan nedenlerin çok yönlü olduğunu görüyoruz. Aşağı­ daki koşullar bir araya geldiğinde çocuğa kötü davranma davranışının ortaya çıkma olasılığı artan (1) Ana-babanın çocuğa kötü davranma eğiliminde olması. (2 ) içinde yaşanılan aile ortamının stresli olması, ana-babanın yaşamlannın zor bir devresini yaşıyor olması ve yakın çevrelerinde onlara destek ola­ cak kişilerin bulunmaması.

380

İNSAN VE DAVRANIŞI

(3) yetiştirmesi zor, yavaş öğrenen, insan İlişkilerine tepkide bulunmaya bir çocuk bulunması. Faktörlerin hiçbiri kendi başına çocuğa kötü davran­ mayı açıklamaz. Bütün bu koşullar blraraya gelince kötü davranmanın orta­ ya çıkma olasılığı yükselir. Çocuğa Kötft Davramna Önlenebilir mi? Yukarıda çocuğa kötü davranmanm altında yatan temel nedenleri gör­ dükten sonra, şimdi şu sonJ3ru sorabiliriz: Çocuğa kötü davranmayı önleye­ bilir mi3rlz? Ana-babanın kimiliğini değiştirip, onlahn kendilerine olan güven­ lerini arttırıp, daha rahat ve sevecen insanlar yapabilir miyiz? Bu sonjya ce­ vap vermek için psikolog olmak gerekmez. İnsanlan değiştirmek dünyadaki en zor işlerden biridir. Kişilerin stresle nasıl başa çıkacağını öğretmek müm­ kündür. ancak öğrenme sürecinin başlayabilmesi için bireyin böyle konulara ilgi duyması ve yaşamının bu yönünü değiştirmeyi istemesi gerekir. Ayrıca, ana-babayı bir dereceye kadar değiştirmek olanağımız olsa bile, çocuğu de­ ğiştirme olanağımız kısıtlıdır. Çocuğun davranışını değiştirmek için onuh çevresini degişürmemiz gerekir. Sevimsiz bir çocuğun olumsuz davranışlanıü umursamayıp, olumsuz davranışlara rağmen bir sevgi ortamı yaratmak vç onu bu ortam içinde uzun süre tutmak zor bir görevdir. Amerikada yapılan gözlemler aşağıdaki değişiklikler gerçekleşince çocuğa kötü davranma derecesinde bir azalma olduğunu göstermektedin (1) Ana-babanın arkadaş edinerek kendilerine bir sosyal ortam yaratma­ ları, (2) Ana-babanın kendi benliklerine daha güvenli kişiler haline gelmeleri. (3) Çocuklarına bütün zorluklara rağmen şefkat ve sevgiyle hareket etme­ leri gerektiğine inanmalan. / Daha önce yukarıda da söylediğimiz gibi Türkiye'deki çocuğa kötü dav­ ranma Amerika'dakinden farklı olabilir. Türkiye'deki koşullan kendi özelliği içinde incelememiz ve bu koşullar İçinde karar vermemiz gerekir. Amerika'da matematik profesörü bir Türk, benimle yaptığı bir konuşmada, Türkiye'deki çocukluğunu düşündüğünde, çocuğa kötü davranmanın ne kadar yaygın ol­ duğunu şimdi anladığını söylemiştir. Bu profesör, uzun sûre Amerika'da kal­ mış olduğu için. Amerikan toplumundaki çocuğa kötü davranma tanımını farkında olmadan kabul etmiş ve Türkiye'deki koşullara uygulamaya başla­ mıştır. Türkiye'de çocuğa kötü davranma vardır ve büyük bir olasılıkla, belir­ li aile türlerinde oldukça yaygındır. Ancak. Türkiye’deki çocuğa kötü davran­ ma Amerika'dakinden farklı bir içerik ve biçim gösterir, l'ürkiye'deki araştır­ maları kendi özellikleri içinde değerlendirmemiz gerekir. ‘

3. B O Ş A N M A Çocuğa kötü davranma çocuğun yaşamını sürekli biçimde etkileyen olumsuz bir yaşantıdır. Acaba ana-babanın boşanması da çocuk üzerinde böyle olumsuz bir etki )rapar mı? Aşağıdaki bölümde boşanmanın çocuk ve ana-baba üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.

GELİŞME VE GONLÛK YAŞAM

381

Soninun Kapftanu Boşanma Türkiye’de glUIkçe yaygınlaşan bir olaydır ve çok sayıda TQrk çocuğu boşanmış ana-babanın yanında büyümektedir. Şu anda yayınlanmış belirli bir kaynak gösterememekle beraber, sosyal baskının az olduğu bûyûk şehirlerde boşanma sıklığının daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Gelişim ve Toplum Yönünden Etkileri Boşanmanın etkilerine hem çocuk hem de boşanan ana^baba yönünden bakılabilir. Çocuk yönünden bakıldığında ûç temel sorun akla gelir. Bu so­ runlardan ilki boşanmanın çocuğun günlük yaşamına getirdiği etkilerdir. Da­ ha öncbki bölümde çocuğun çevresinin zenginliğinin ve ana-babasıyla ilişki­ sinin miklannın ve türünün çocuğun yetişmesini etkilediğini görmüştük. Ço­ cuğun aile ortamı, boşanma sonucu önemli değişikliklerle karşı karşıyadır. Bu değişiklikler çocuğun psikolojisini hangi yönlerde ve nasıl etkiler? İlgilen­ diğimiz ilk soru budur. İkinci sorun çocuğun boşanma sırasında kaç yaşında olduğuyla ilgilidir. Erikson'un sosyal. Preud'un pslkoseksûel gelişim modelleıinde yaşın, belirli gelişim aşamalarını göstermesi bakımından ne kadar önemli olduğu görmüş­ tük Çocuk küçük yaşlarda iken ortaya çıkan bir boşanma, onun gelişimini derinden etkiler. Bizi düşündüren üçüncü sorun boşanmadan sonra çocuğun ana-babadan birinin yanmda kalmış olmasından kaynaklanır. Çocuklar genellikle anneyle kalırlar ve babalarını ya haftada bir kez. ya da daha seyrek olarak görürler. Çocukların ana-babadan biriyle kalması onları nasıl etkiler? Boşanmış aileden ge­ len kızlar ve erkekler, boşanmamış aüeden gelen çocuklardan farklı mıdır? Araların­ da bir fark varsa, bu fark nerededir? Eşler için de önemli sorunlar vardır. Boşanma her iki kişiyi de aynı biçimde mi etkiler? Çocuklu ve çocuksuz aileleri fark­ lı mı etkiler? Boşananların yaşı boşanma­ da bir rol oynar mı? Çevrenin boşanmaya takmdığı tavır boşanmanm etkisini arttinr veya azaltır mı? Bütün bu sorular araştır­ ma konusu olmuş ve belirli derecelerde bazı sonuçlara ulaşılmıştır. Aşağıda bu so­ rularla Ügm araştırma sonuçlannı İncele­ yeceğiz. Boşanmanın Çocuklar Üzerindeki Etki­ leri Boşanmanın içinde olduğu İlk yıl. hem çocuk hem de boşanan çiftler İçin en kan-

M

.

Resim 11.5 Çocuğunu birkaç saatliği­ ne ancak hafta sonu gören boşanmış baba, çocuğun psikolojik gereksinme­ lerini karşılayamaz.

38 2

İNSAN VE DAVRANIŞI

şık ve zor yıllardan biridir. Amerika'da boşanmış olan 48 aileyi uzunlamasına gözleyen Hetherlngton. Cox ve Cox (1975. 1978, 1979) adlı psikologlar boşan­ manın İlk yıbnda çocukların daha huzursuz olduklannı. zamanında yemek yemediklerini ve yatağa gitmediklerini, daha arsız ve söz dinlemez hale gel­ diklerini gözlemişlerdir. Boşanan anne veya baba çocuklanna daha az zaman ayırmış ve çocuklarıyla pek ilgUenememişlerdir. Bu araştırmacılar “aile düzensizlik puanı" (family disorganization score) adı altında bir puanlama sistemi geliştirmişler ve bu puanlama sistemi aracı­ lığıyla aile ortamındaki düzensizlik derecesini rakamlarla gösterme olanağını elde etmişlerdir. Her ailede belirli bir derece düzensizlik söz konusudur. Araş­ tırmacıların ilgilendiği bölgedeki boşanmamış ailelerin ortalama "düzensizlik puanı" 13 civanndadır. Kocasından boşanmış bir annenin düzensizlik puanı boşandıktan iki ay sonra 20, bir yıl sonra 23 ve iki yıl sonra 16 civarındadır. Görüldüğü gibi zamanla "aile düzensizlik puanı" (fEimlly disorganization sco­ re) azalır, ancak boşanmamış aileye göre yine de yüksek düzeyde kalır. Bu tür gözlemler başka araştırmacılann bulgulannda da tekrarlanmıştır. Boşanma kız ve erkek çocuklan aynı derecede mİ etkiler? Araştırmalar erkek çocuklann boşanmadan daha çok etkilendiğini gösterir. Erkek çocuk­ lar kendilerini daha yalnız hissederler, çevreden onlara gösterilen ilgi daha azdır. Boşanan ailelerde çocuklar genellikle annenin yanında kaldıgmdan. kızlar bir anne modelini sürekli görebilir, ancak erkek çocuklar baba mode­ linden yoksun kalırlar. Bu olumsuz etki, annenin geniş bir aileden geldiği durumlarda, bir başka deyişle dede, amca, teyze, hala, veya daymm sürekli çevrede bulunduğu durumlarda ortadan kalkar. Boşanmanın uzun süreli etkilerine baktığımızda çocuğun boşanma sıra­ sındaki yaşının önemli bir etken olmadığını görüyoruz. Wallerstein ve KeUy (1980) yapüklan araştırmalarda 5 yaşından kü­ çük çocuklann boşanmadan hemen sonra be­ lirgin davranış bozukluktan gösterdiğini kanıt­ lamıştır. Bu davranış bozukluktan zaman içeri­ sinde düzelmiş ve annesi babası boşanırken da­ ha yüksek yaşta olan diğer çocuklann davranışlanndan farksız duruma gelmiştir. Boşanmanın uzun süreli etkileri nelerdiı? Çocuklann okuldaki başanlan. arkadaşlarorla ilişkileri ve genel olarak mutluluklan açısından gözden geçirildiğinde, bu konuda yapılan araş­ tırmalar kesin ve açık-seçik bulgular vermez. Wallerstein ve Keliy'nin araştırmalan çocuklann üçte birinin boşanmadan beş yıl sonra son derece mutlu, başarılı diğer üçte birinin ise mutsuz, başansız olduğunu gösterir. Rosenthal ^“ b“yo!.î^%^^Sun hCWnlO ve çekingen bOyüme ..olasilifli yOksektir.

boşanmış ve boşan m ^ış alledcn gelen çocuklann okuldaki başanlan arasında anlamlı bir fark olup olmadığını araştır­

g e U ş m e v e g O n l Ok y a ş a m

383

mışlardır. İki grup çocuğun okul başarılan arasında herhangi bir fark bulun­ mamıştır. Başka araştırmacılar çocuğun okuldaki davranışı, arkadaş sayısı, okula karşı tuUımu Üzerinde araştınnalar yapmışlar, fakat yine İki grup arasmda anlamlı bir fark bulamamışlardır. Boşanmış aileden gelen çocuklar kendi evliliklerinde başanlı olabilirler mi? Bu soruya açık seçik şu ya da bu yönde cevap vermek olanağı yoktun araştırmalar birbirlyle çelişen sonuçlar vermektedir. Price-Bonham ve Balswick (1980) bu konuda yapılan araştırmalan gözden geçirdikten sonra şu so­ nuca varmışlardın Boşanmış aileden gelen bireyler kendi evliliklerinde bo­ şanma eğilimini biraz daha belirgin olarak gösterirler, ancak aradaki fark o kadar büyük değildir. Yukarıdaki araştırmacıların vardığı sonuçlan kabul et­ meyen başka psikologlar kendi araştırmalannda, boşanmış ve boşanmamış aileden gelen bireylerin boşanma sayısı arasında anlamlı herhangi bir fark bulamamışlardır. Araştırmalann birblıiertyle çelişen sonuçlar vermelerinin bir nedeni bo­ şanma faktörünün dışmda başka hiçbir faktörü işin içine katmamış olmalandır. Aileler birbirlerinden büyük farklılıklar gösterebilirler, örneğin, çocu­ ğun boşanmadan etkilenip etkilenmemesinde, ana-babanm boşanma anında birbirlerine davranma biçimleri önemli rol oynar. Birbirlerine saygı, ile davra­ nabilmiş, çocuklar önünde kavga etmekten kaçınmış ana-babanın çocukları, günlük yaşamlarına daha çabuk uyum gösterir. Bir başka önemli faktör de, boşanmadan sonra çocuğun hem anne, hem de babayla ilişkisini sürdürebilme olanağıdır. Boşandıktan sonra evden ayrı­ lan ve çocuğunu aramayan babalar çoğunluktadır, böyle babalann erkek ço­ cuktan en sorunlu kimseler olmuşlardır. Babanm yerine geçen, çocuğa sevgi ve ilgiyle davranan bir üvey baba. da5rı. amca. dede, veya bir komşu erkek varsa, çocuk bunalıma düşmez. Babanın yokluğu en çok erkek çocuklar üze­ rinde etkili olur. Bu nedenle. Amerika'da •Ağabey" (Big Brother) adı altında gönüllülerden oluşan bir kuruluş vardır. Erkek çocuğu olan boşanmış anne, buraya başvurarak, oğluyla haftada üç-dört saat beraber olacak, onunla oy­ nayacak gönüllü bir yetişkin erkek İster. Topluma hizmet amacıyla buraya başvuran gönüllüler böylece, babasız erkek çocuklanna "abllik" ya da "baba­ lık" yaparlar. Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri özetlenecek olunursa şunları söyleyebiliriz: Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri kısa ve uzun süre ol­ mak üzere iki grupta toplanabilir. Boşanmanın kısa süre içindeki etkileri da­ ha belirgindir, özellikle beş yaşındaki küçükler üzerinde olumsuz etki daha da açıktır. Zaman geçtikçe boşanmanm kısa süreli olumsuz etkileri kaybolur. Uzun sûre boyunca gözden geçirildiğinde İse boşanmanın olumsuz bazı etkileri açık seçik gözlenir. Ana-baba tek tek çocuklar^la ilgilerini kesmemek için gayret gösterir ve çocuk onlara güvenini yitirmezse, çocuğun gelişmesinde herhangi bir olumsuz etki gözlenmez. Babasız büyüyen erkek çocuklannın babaya olan gereksinmeleri büyüktür bu nedenle çocukların babanın yerini alacak bir yetişkin erkekle güvenli ve sevgi dolu bir ilişki kurmalan önem ka-

384

İNSAN VE DAVRANIŞI

Boşanmanın Eşler Üzerindeki Etkileri Boşanma ana>baba için de zor bir olaydır. Boşanan çiftlerin boşanmadan etkilenmesi kısa ve uzun sûre İçinde izlendiğinde şu sonuçlar görülür: Bo­ şanmanın İlk aylarında, özellikle İlk İki-ûç ay İçinde her iki taraf da en zor devrelerini geçirirler. Erkekler ekonomik açıdan daha bağımsız olduklanndan ve genellikle çocuklann bakımını üzerlerine almadıklarından kısa süreli olumsuz etkiden kendilerini daha çabuk kurtanriar. Anne sadece kendi başınm çaresine bakma durumunda değildir, aynca çocuklarının bakımını da düşünmek zorundadır. Bu durum kadına yeni ekonomik külfetler ekler ye kadm birçok yönden baskı altına girer. | Çiftin yeni duruma ahşması zaman alır. Bazı kimseler için bu süre kısa, bazı kimseler İçin ise uzundur. Uzun süre beraber yaşamış olan çilllerj kendi amaçlarını ve kendi kişiliklerini, birbirlerinden bağımsız olarak yeniden tammlamak durumundadır. Evlilikte sorunların oluştuğu devre, Plaget'nln te­ rimlerini kullanırsak. bû3nük bir dengesizlik devresidir. Boşanma, her iki bi­ reyin kendi yaşamlan için yeni bir denge arayışının sonucudur her birey biı dengeyi kendi olanakları içinde gerçekleştirmeye çalışır. Kimisi aylar, kimisi yıllar sonra bu dengeyi gerçekleştirir. Bazı kimseler yeni bir denge geliştirme­ den ikinci, üçüncü ve dördüncü evliliklerine girerler. Yeni dengeyi geliştire­ bilmiş olanlar kendilerini daha mutlu, daha olgun, yaşamı ve kendilerini da­ ha iyi anlamış insanlar olarak yeni bir döneme girerler. Bireyin boşandıktan sonra yeni bir yorum yapıp, kendini yenileyerek ve gelişerek yeniden yaşamına dönmesinde şu temel etkenler rol oynan (1) EkoTKmıfk koşullar: Para sorunu içinde bunalan anne veya baba geli­ şimini yapamaz ve büyük bir olasılıkla mali sıkmtılar ve sorunların içinde bunalıp tıkanır ve bu sorunların ötesine geçemez. (2) Çocuk sayısı: Çocuk sayısı arttıkça anne ya da babanın kendi sorun­ ları için ayıracağı zaman ve eneıji azalır ve birey çocuklanna bakmanın öte­ sinde kendi sorunlarıyla olumlu bir biçimde ilgUenemez. (3) Destekleyici çevre: Boşanan bireyin çevresinde onu seven, ona destek ve yardımcı olan kimseler varsa, boşanmanın olumsuz etkisinden bire3rin kurtulması daha kolay olur. En kötü durumda olan, boşandıktan sonra ekonomik güçlükler İçinde, hiç kimsesiz, çok sayıda çocukla ortada kalan kişidir. Boşanmanın etkisin­ den en kolay kurtulabilen ise ekonomik olanaklan elverişli, kendini seven insanlann arasında, bir çocuklu veya çocuksuz kişidir. Boşanma ya da Boşanmama Karan Çok yakın zamana kadar topluma egemen olan anlayış. “çlfUer evlilikle­ rinde mutsuz dahi olsa, çocuklannın hatın İçin boşanmamalıdır” biçimindey­ di. Bu anlayış gittikçe değişmektedir. Bugünkü baskın görüş, mutsuz evlili­ ğin ne çiftlere, ne de çocuklara yararlı olacağı yönündedir. Bu görüşe göre, mutsuz ana-baba yerine, mutlu anne veya babanın yanında çocuk daha sağ-

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

385

İlkli yetişir. Fakat bu anla}aş bilimsel olarak henüz kanıtlanmış değildir. Bo­ şanma sonucu kendisini daha mutlu bir ortam İçinde bulan ana-babanın ya­ madaki çocuğun da. anne ya da babası gibi, daha mutlu olduğu gözlenmek­ tedir. Çocuğun hem anneyle, hem de babayla etkileşmeye gereksinmesi var­ dır. Ancak bu etkileşim olumlu ve sağlıklı bir etkileşim olursa yararlıdır. önemli olan nokta şudun Kendi sorunlarını çözmek durumunda olan ana-babalar, çocuklannın da sorunları olduğunu düşünmeli ve boşanma ka­ çınılmaz ise, bu süreci çocuklar İçin en acısız hale getirmeye dikkat göster­ melidir. *Ne pahasma olursa olsun boşanmamak gerekir" anlayışı ne kadar yanlışsa, "evlilikte mutsuz olduğun zaman hemen ilk fırsatta boşan" anlayışı da o derecede sağlıksızdır. Acele verilmiş sağlıksız kararlann acısını hem ye­ tişkinler hem de. belki daha büyük derecede, çocuklar çekerler.

4. G E N Ç Y A Ş T A A N N E O L M A K Kız ve erkeklerin erken yaştan itibaren birbirinden aynldıklan kapak bir toplum durumundan, beraber oynadıkları, aynı sınıfla okudukları, sinema, tiyatro, plaj gibi değişik sosyal ortamlara beraberce katılabildikleri daha açık bir toplum durumuna geldikçe, genç kızlar ve erkekler arasındaki ilişkiler yo­ ğunlaşır. BÛ3Tük şehirlerin oluşmasıyla, bireyler Üzerinde toplumun "başkası gö­ rürse ne der?" türünden "deneUejrIcl baskısı" azalmıştır. Toplumun gelenek, görenek yapısındaki değişmeler bireylerin evlilik öncesi ilişkiler kurmasma daha kolaylıkla olanak veren bir ortam sağlamıştır. Böylece gençlerin büyük bir kısmı daha sağlıkk İnsan ilişkileri geliştirme olanağı bulmuş ve karşıt cinsten bir kimseyi günlük yaşamın doğal bir parçası olarak kabul etmeye başlamıştır. Diğer yandan, bu gelişmeye ayak uyduramamış, veya arkadaşlık kurma yeteneğini henüz geliştirememiş kimseler, cinsiyetler arasındaki bu olanağı sosyal gelişme amacıyla kullanamamış ve arkadaşhk "cinsel ilişki kurulan kimse" olarak gerçekleşmiştir. Sonuçta çok sayıda genç kadın erken yaşta anne olmuş ve hem kendi yaşamlarına, hem de topluma yeni sorunlar getir­ mişlerdir. Amerika'da yapılan araştırmalar 15 ile 19 yaşlan arasındaki genç kızlann %40'ının cinsel bakımdan aktif olduğunu göstermiştir (Chilman. 1980). Bu rakamlar zenciler arasında daha yüksek (%63 dvannda) ve beyazlar ara­ sında daha azdır (%31 civannda). Cinsel bakımdan faal olan kesimin yansı gebeliği engellemek için herhangi bir önlem almadıklanndan. erken yaşta an­ ne olan kıziann sayısı son 30-40 yılda İki katmdan daha fazla artmıştır. Genç annelerden, babasız doğan bu çocuklar birçok sorunlan beraberlerinde getirirler. Bu anneler geneUikle fakir ve iyi eğitilmemiş toplum kesiminden geldiklerinden çbcuklannm bakımı büyük sorunlar yaratır. Amerika'da yapılan araştırmalar göstermektedir ki, diğer bütün koşullar eşitlense dahi, erken yaşta (15-19 yaşlan) doğum yapan annelerin çocuklan, İD 25

İNSAN VE DAVRANIŞI

386

Resim 11.7 Genç yaçta tek*anne olanlar, analı-babah aile ortamının verdiklerinin tümünü çocuklarına veremezler.

zekâ bakımından genellikle daha dûşûk düzeydedir. Zekâ farkı doğuştan olınayıp» ğ^nç annenin kendi başına çocuğuna sağlayabildiği ortamın fakirliğin­ den ka)maklanır (Broman, 1981). Genç yaşta anne olan genç kadınların şu özellikleri taşıdıktan görülmüş­ tür. Eğitim :

Genellikle okulda başarısızdırlar ve büyük bir olası­ lıkla mezun olamadan okuldan ayrılırlar.

Evlilik:

Çok daha erken yaşta evlenirler.

Boşanma:

Boşanma olasılığı daha yüksektir.

Çocuk sayısı:

Ortalama çocuk sayısı 4-5 arasmdadır. diğer yan­ dan 20‘sinden sonra anne olanlann ortalama çocuk sayısı 2-3 arasındadır.

G elir:

Aşağı gelir dûze3rlndedirler ve hayatları boyunca dü­ şük gelir düzeyinde kalma olasılıklan yüksektir.

Türkiye’de genç yaşta aı6ıe'olanlar üzerinde yapılacak araştırmalar, genç annelerin Türkiye'nin hangi/ bölgelerinden olduğunu, hangi sosyo-ekonomik kesimden geldiğini, ne tür bir ailb ilişkisi içinde bulunduğunu gösterecektir. Bu araştırmalann en önemli yaran», toplumsal bir sorunun temelinde yatan nedenleri bize gösterebilmesidir, nedenleri anladıktan sonra, sorunu önleye­ cek tedbirler almak daha da kolaylaşır. Amerika'da yapılan araştırmalar» genç yaşta anne olan kimselerin çocuklannı yetiştirmek için gerekli "annelik becerilerini" bilmediklerini, kendi be­ beklerine bakamadıklan gibi, kendi kendilerine destek olacak mesleksel bece­ rilerden de yoksun bulunduklannı, ömürleri boyunca sürekli bağımlı bir ya-

GELİŞME VE GONLÖK YAŞAM

387

şam sürdürdüklerini göstermiştir. Bu toplumsal sorunu çözmek için okullar­ da temel cinsel bilgilerin verildiği dersler konur, gebeliği önleme teknikleri öğretilir. Türkiye'nin toplumsal yapısı içinde böyle önlemlere gerek kalmaya­ bilir. Aile yapısı kuvvetli bir toplum olarak kalabildiğimiz sOrece. aile içindeki terbiye ve iletişim İlişkileri bu sorunu daha etkin bir biçimde çözer. Ancak bi­ linen şudur ki. Türkiye'de genç annelik, kırsal kesimdeki erken evliliklerin ortaya çıkardığı bir sorundur. Türkiye'deki durumu bilimsel olarak araştır­ madan. bu konuda çareler önermek yerinde olmaz.

5. CİNSEL FARKLILIKLAR VE CİNSEL ROLLERİN KAUPLAŞMASI •Erkekler ve kızlar birbirlerinden psikolojik yönden farkb mıdıri»" Bu so­ ruyu arkadaş çevresinde, aile toplantısında, bir sosyal ortamda sorduğunuz­ da. herkesin kendine göre bir fikir ileri sürdüğünü görûrsOnOz. Soru hem ki­ şisel, hem de kuramsal yönden ilginç olduğundan herkesi İlgilendirir. Soruyu. •Kızlarla erkekler gayet tabii birbirinden farklıdırf biçiminde ce­ vaplandıranlara sorulacak ikinci soru, bu farklann nereden kaynaklandığı olur; •Erkek ve kızlar arasındaki farklar doğuştan, kalıtım yoluyla mı gelir; yoksa toplum içindeki yaşantılardan mı kaynaklanır?^. Bir an İçin kızlaria erkekler arasında bilimsel olarak ölçülebilen somut farklılıklar bulunmadığı düşünülse dahi, yine de, •algılama dûnyasrnda var olan farklılıklarla ilgilenmek gerekir. Toplumdaki algılama kalıplan, kadınlan ve erkekleri belirli kalıplar İçinde algılamaya yol açar. Bu algısal kalıplar top­ lumdan topluma değişir ve bunlann İncelenmesi kendi başına ilginç bir konu oluşturur. Erkek ve kadınlar arasında cinsiyete bağlı farklılıklann olup olma­ dığı. varsa bunlann kaynağının ne olduğu ve toplumda var olan “algılama kalıplan“nın bizi nasıl etkilediği gibi sorulan aşağıda cevaplamaya çalışacağız. Cinsel Farklılıklar •Erkekler kızlardan psikolojik yönden farklı mıdır?“ sorusuna psikologlar hem “E v e f hem de “Hayır" cevabını verirler. Bu konuda ûç temel davranış listesinden söz etmek mümkündür. Listelerden ilki fTablo 11.1) hemen he­ men bütün psikologlann kız ve erkeklerin birbirlerinden farklılık gösterdikle­ rini belirttikleri davranıştan kapsar, ikinci liste fTablo 1 1 .2 ) psikologlann üzerinde anlaşamadıktan davranıştan gösterir. Üçüncü liste fTablo 11.3) ise cinsel yönden farklıhk göstermeyen davrâmşlan kapsar. Tablo 11.1'de verilen davranışlar oldukça geniş kapsamhdın Bedensel görünüm farkından başlayarak kişiler arasındaki ilişkilerin türüne kadar ge­ niş bir alanı kapsar. Göz önünde tutulması gereken önemli nokta şudur: Her davranış ya da görünümle ilgili alanda kızlar ve erkekler arasında büyük bir çakışma ve paralellik vardır. Kızlarm kendileri arasmdaki davranış özel­ liklerinin dağılımı çok geniştir, örneğin saldırganlık gibi belirli bir davranış konusunda kızlar arasmda büyük farklılıklar gözlenir:

İNSAN VE DAVRANIŞI

388

Tabloll.1 PsikologlarırrÖzerinde anlaştıklan cinsiyete bağlı farklılık gösteren davranışlar

D A VR AN IŞ

FA R K LILIĞ IN T O r O

Saldırganlık

Erkekler kızlardan daha saldırgandır. Bu farkbhk İki yaşından İtibaren kendini gösterir.

Mekân ilişkileri

Erkekler mekân ilişkilerini görmede kadınlar­ dan daha İyidir.

Matematiksel akıl yürütme

Ergenlik çağından itibaren erkekler kızlardan daha üstündür.

Sözlü beceriler

İlk İki senede kızlar daha süratli dil gelişimi gösterirler. Sözlü akıl yürütmede erkeklerden daha üstündürler ve ergenlik çağından itibaren daha akıcı bir dile sahiptirler.

Baskınlık

Erkekler ilkokul çağından itibaren daha baskın kişilik gösterirler.

Kendine güven

Erkekler verilen görevleri doğru yapacakları konusunda kendilerine daha çok güvenirler.

Olgunlaşma hm

Kızlcu' daha çabuk olgunlaşırlar; kızlar doğum­ da 6 hafta, ergenlikte iki yıl öndedirler.

Okul notlan

Okul süresince kızlar erkeklerden ortalama ola­ rak daha yüksek notlar alırlar.

A3mı gözlem erkekler için de doğrudur, onlar da kendi aralarında bûyûk bireysel farklılıklar gösterirler. Bazı kızlar belirli bir davranış biçiminde, örne­ ğin saldııganlıkta. erkeklerden daha aşın olabilir. Bazı erkekler İse. yine bu geniş bireysel farklılıklardan dolayı, kızlardan daha akıcı dil yeteneğine sa­ hiptir. Yukandakl tabloda verilen sonuçlar ortalama sonuçlardır. Ayşe ve Ha­ şan gibi bireyleri karşılaştınrken değil, kızlar ve erkekler olarak İki grubu karşüaştınrken kullanılmalıdır. Buradaki tablolarda verilen sonuçlar Batı ülkelerinde yapılan araştırma­ lar ve gözlemlere dayanılarak geüştirilmiştir. Batı ülkelerinden başka toplumlarda yapılan araştırmalar farklı sonuçlar verebilir. Cinsiyetler arasmdaki farklülkiarla ilgili araştırma sonuçlarını bûtûn dünya insanlanna genelleyemeyiz. Böyle bir genelleme, toplumlar arası karşılaştırmalı araştırma ve göz­ lemlere dayanılarak yapılabilir. Cinsel Parklılıkların Altında Tatan Nedenler TablcT 1 1 . 1 'de verilen davranışlar, kız ve erkekler arasında var olan farklan göstermektedir. Cinsiyete bağlı bu farkların altında yatan nedenler biyo­ lojik ve3ra çevresel olabildiği gibi, her ikisinin etkileşiminden de ileri gelebilir. Her ûç faktörün de cinsiyete bağlı farkları belirlemede etkin olduğu bugOn bilinmektedir.

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

389

T a b lo n .2. Psikologların Özerlerinde anlaşamadıkları cinsiyete bağlı farklılık gösteren davranışlar.

DAVRANIŞ veya KIŞlÜK ÖZELLİĞİ

BULGULAR V E ANLAŞMAZLIK KONULARI

Faaliyet düzeri

Erkeklerin daha faal olduğu dOşOnOlOr. araş­ tırma bulgulan ise bunun ancak 3 İle 6yaşlan anısında geçerii olduğunu göstermektedir.

Benlik billnd

Erkeklerin daha olumlu benlik bilinci olduğu kanaab yaygındır, ancak araşbrma bulgulan son derece tutarsızdır.

Korku, çekingenlik ve kaygı

Kızlar korkulanm daha kolaylıkla dile getirebi­ lirler. ancak bu kızlann daha fazla korktuklan anlamına gelmez.

itaat

Kızlann daha çok söz dinleyeceği beklenir, an­ cak araştırma bunu desteklememektedir.

Başkaları tarafından beğenilme İsteği

Kızlann başkalan tarafından beğenilmeye daha istekli olduklan söylenin veriler kızlarla erkek­ ler arasında fark göstermemektedir.

Empad (E^uyuml

Kızlann daha empatik olduğuna inanılın bul­ gular bu kanıyı desteklememektedir.

Başkalarının yardımına koşma

K^‘ve erkekler arasında belirgin, tutarlı bir farklılık gözlenmemiştir.

Zor anlarda destek olma

Araşbrma verileri tutarsızdın ancak, bazı du­ rumlarda kızlann daha çok destek olucu davra­ nış gösterdikleri gözlenmiştir.

Ta b lo 1 1 .3 Cinsiyetler arasında fark gösterm eyen bazı davranışlar.

D A V R A N IŞ v e y a K İ Ş iL İ K Ö Z E L L İ Ğ İ

BULGULAR

Bağımlılık

Kızlann daha bağımlı olduğu yönünde kuvveti bir varsayım olduğu halde, bulgular böyle bir sonuç göstermemektedir.

Başarı gereksinmesi

Kızlann başan gereksinmesinin daha düşük ol­ duğu kabul edilir. Bulgular bu konuda cinsiyet­ ler arasında bir fark göstermemektedir.

Öğrenme yeteneği

öğrenme yönünden erkekler ve kızlar arasmda hiçbir anlamlı fark gözlenmemiştir.

Zekâ

Zekâ testlerinin hiçbirinde cinsiyetler arasmda tutarlı bir fark bulunmamıştır.

390

İNSAN VE DAVRANIŞI

Maccoby ve JackIin (1980) adlı araştırmacılar bu konuda yapılan araştırmalan gözden geçirdikten sonra, saldırganlıkla hormonlar arasında ilişki bu­ lunduğu sonucuna varmışlardır. Bu ilişki yalnız insanlarda değil, hayvanlar arasında da gözlenir. Maymunlar hamileyken erkek hormonu verilirse doğan dişi maymunlar, diğer norma) dişilerden daha saldırgan olurlar. Aynı gözlem, ya doğuştan ya da yanlış uygulama sonucunda fazla erkek hormonu bulu­ nan kızlarda da yapıhr. Bu da gösteriyor kİ. biyolojik yapı ile saldırganlık davranışı arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Deborah Weber (1977) kızlar ve erkekler arasmdaki mekânsal algılama ve sözel akıcılık yönünden farklarla ilgili olarak ilginç bir kuram geliştirmiştir. Bu kurama göre erken gelişim, beynin sol yarım kûresinlnin daha önce geliş­ mesine yol açar. Dil yeteneği beynin sol yarım küresinde yerleşmiştir. Buna karşılık, mekânsal algılama yeteneklerinin merkezi ise sağ yanm küredir. Sol yarım küre erken gelişince baskınlık kazanır ve sağ yanm kürenin gelişimini bir dereceye kadar önler. Kuram doğruysa, sözlü gelişim ve mekânsal algüamanm zayıflığı, cinsel farklılıktan çok, erken ya da geç gelişim sorunudur. Webei^in yaptığı araştırmalar bu kuramı desteklemiş, erken gelişen erkek ve kızlar, geç gelişenlere göre sözlü yeteneklerde başanlı. ama mekânsal algıla­ mada başansız olmuşlardır. Tablo ll.T d e gösterildiği gibi, ergenlik çağında sözlü ve mekânsal algılama yönünden kız ve erkekler arasındaki farklar bü­ yür. Bu gözlem de Weber'in kuramını desteklemektedir. Cinsiyetler arasmda varlığı kabul edilen farklüıklann hepsi b^oloJİk ya­ pıya indirgenemez. Sosyal çevrenin kız ve erkek çocuklarla ilişki kuruş biçimi de onlann farklı yetişmelerinde önemli bir etken olur, örneğin, ana-babanm kız çocuklanyla daha çok sözlü etkileşim kurduğu gözlenir: kız çocuklarının erken yaşta sözlü gelişimlerinin altında yatan nedenlerden biri bu olabilir. Çocuklann **kız gibr* veya “erkek gib r davranmalarının altında, her İki cin­ siyete ayn ayn davranış modelleri uygulanmasının yattığını düşünen pekçok psikolog vardır. Erkek çocuklarının bebeklerle, kız çocuklarının kamyon ve in­ şaat oyuncaklarıyla oynamaları önlenir, ilkokul çaglannda “cinsiyete uygun“ davranış göstermeleri için çocuklann kendileri birbirlerine baskı oluşturur. John Money (1976) cinsel organı tam teşekkül etmeden doğan çocuklar üzerinde araştırmalanyla tanınır. Onun bulgulan. ana*babanın çocuğu erkek zannedip erkek gibi yetiştirdiğinde, çocuğun erkek gibi davrandığını ve ken­ dini öyle algıladığını gösterir. Buna karşılık, ana-baba çocuğu kız kabul edip, ona göre yetiştirirse, çocuk kız gibi davranır. Bu yanlışlık iki ya da üç yaşın­ dan önce farkına vanlır ve düzeltilirse, çocuk davranış değiştirmesi yapabilir, fakat 2-3 yaşından sonra, bütün uğraşmalara rağmen çocuğun davranış özelliği değiştirilemez. Bu araştırmalar. 2-3 yaşına kadar çocuğun kritik bir dönemden geçtiğini gösterir. Yukandaki verilen örnekler, cinsiyete bağlı davranışların temelinde hem biyolojik etkenlerin, hem çevresel etkenlerin yattığını gösterir. John Moncy’in araştırmaları ise iki temel etken grubunun birblrlyle etkileşim halinde oldu­ ğunu ortaya koyar. Çocuğun çevresi, biyolojik farklan arttırabilir veya azaltabüir.

GELİŞME VE GÜNLOK YAŞAM

391

R e sim 11.8 S osya lleşm en in bir parçası olarak çocuklar u ygu n cinsel rollerde o yu n oynarlar.

Cinsel Rollerin Kalıplaşması Cinsiyetler arasında davranış ve özellik farklılıklan konusunda insanlann kalıplaşmış algılayış biçimleri vardır. Bu kalıplaşmış algılamaların gerçek­ le hiçbir ilişki olmayabilin ancak İnsanlar kalıp yargılara *sanki gerçekmiş** gibi inanırlar. Değişik davranış özellikleri gösteren birbirinin zıddı sıfatlar dizisi oluştu­ rulsa ve bu sıfatlann hangisinin “erkeglrnsr hangisinin -kadınımsı" olduğunu göstermeleri deneklerden istense, acaba nasıl bir sonuç elde edilir? Örneğin: Çok konuşkan .................................... Hiç konuşkan değil Korkak .................................... Cesur Temiz .................................... Pis

özelliklerinden hangisi. bûyOk bir olasılıkla erkek davranışını, hangisi kadm davranışını göstermekedir? Bir başka anlatımla, "tipik bir erkek" ve "ti­ pik bir kadın" yukarıda verilen özelliklerden hangisini daha çok gösterir? Bu tûr araştırma Broverman ve meslektaştan tarafından ABD*de uygu­ lanmıştır (Broverman, Vogel. Broverman. Clarkson ve Rosenkrantz. 1972). Araştırmacılar, deneklerin hangi özelliğin istenen, beğenilen, "iyi" özellik ol­ duğunu belirtmelerini de istemişlerdir. Tablo 11.4 ve 11.5'te. erkek ve kadın için "iyi" kalıp algılamalannm listesini verdik.

3‘9 2

İNSAN VE DAVRANIŞI T a b lo 11.4. Erimeklerle ilgili algılam a kalıbında “iyi" olarak görülen Özellikler.

Saldırgan Bağımsız Duygusuz Tarafsız Baskın Kolayca etki altında kalmaz Yanşkan Mantıklı Dobra dobra konuşur Kolay alınmaz Maceraperest

Kolay karar verir Kendine güvenil önderlik yapar Hırslı Iş yapma yeteneği var Matematik ve bilim alanlarına ilgili önemsiz olaylara aldırmaz Faal Dünya işleriyle İlgili Duygu ve düşünceleri ayırt edebilir Dış görünüşü İazla önemsemez

T a b lo 11.5. Kadınlarla ilgili algılam a kalıbında “iyi* olarak görülen özellikten

Konuşkan ZarifKibar Başkalannm duygulannın farkındadır Dindar Dış görünümlerine özen gösterirler

Tertipli Sakin Güvenecek birine gereksinmesi vardır Sanat ve edebiyatla ilgilidir Hassas duygulan kolaylıkla ifade edilebilir

Tablolar İncelendiğinde, erkeklerle ilgili algılama kalıplarının daha olum* lu olduğunu görüyoruz. Demek oluyor ki. kadın ve erkek davranışlar^la İlgili algılamamız önceden belirlenmiş kalıplarm etkisi altında kalmakla yetinmi­ yor. bu kalıplara •İ5ri" ve "kötü* nitelikler de veriyoruz. Nitelikler incelendiğin­ de, erkeklerin davranışlarmın çoğunlukla daha “iyT olarak algılandığı sonu­ cuna varıyoruz. Bu tablolarda verilen özellikleri daha önce Tablo 1 1 . 1 . 11.2 ve 11.3 de ve­ rilen özelliklerle karşılaştırdığınızda, bazı algılama kalıplannın gerçekle ilişki­ li olduğunu CTablo 11.1‘de verilen özellikleri içerdiğini), fakat çok sayıda ka­ lıpların gerçekle hiçbir ilişkisi olmadığını görürüz, örneğin. Amerikan toplumunda yapılan araştırmalar erkeklerin kadınlardan daha güvenli, daha man­ tıklı olduğunu, duygu ve düşüncelerini birbirinden daha iyi a3rırt edebildiğini göstermemiştir. Algılama kalıplan toplum içinde yaşar ve çocuklara öğretile­ rek kuşaktan kuşağa kültürün bir parçası olarak aktanhr. Algılama kalıplan çocuklann yaşamlannda nasıl bir işlev görüyor? Şimdi bu konuyu ele alalım. Çocuklarda Kaltplama : Algısal kalıplann gelişimi erken yaşlarda başlar. İki, iki-buçuk yaşlanndaki çocuklarda cinsel algılama kalıplanna rastlanır, ilkokul çağındaki çocuklarda kalıplar tam anlamıyla yerleşmiştir. Bu konuda uzunlaniasma araştırma yapan Kuhn. Nash ve Brucken (1978) erkek çocuk­

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

393

larıyla llgUl kalıplann daha belirgin olarak ortaya çıktığını, kızlarla İlgili ka­ lıpların ise o kadar belirgin olmadığını gözlemişlerdir. Dört ve beşinci sımf öğ­ rencileri erkeklerin kuvvetli, atılgan, acımasız, hırslı, baskın ve cesur olduklarmı açık seçik belirtmişlerdir. Kadınlarla ilgili kalıplar o kadar belirgin ol­ mamakla beraber, bu yaştaki çocuklar kadınlann zayıf, duygusal, yumuşak kalpli, sevecen olduklarını söylemişlerdir. Çocuklar kalıplan bu kadar erken yaşta nereden öğrenirlen Bu kalıplarla dogmadıklanna göre, çevrelerinden, özellikle ana-babalanndan ve evdeki di­ ğer kişilerle olan ilişkilerinden. Bunun yanı sıra TV programlan da kalıplatın öğrenilmesinde önemli bir kaynak oluşturur. Cinsel algılama kalıplan Türkiye'de, özellikle küçük kasabalarda ve kır­ sal kesimde belirgindir. Geleneksel Türk kültürü, eğitim, endüstrileşme ve şehirleşme süreçleri sonucunda değişikliğe uğramıştır. Türkiye'de yapılacak araştırmalar, bu etkenleri göz önünde tutmak zorundadır. “Saçı uzun, akh kısa“, 'T:iinin hamuruyla erkek işine karışma“ gibi dili­ mizde bulunan bir dizi deyiş, kadm ve erkekleıle İlgili kalıplatın bulunduğu­ nu ve erkeksi özelliklerin daha beğenilir ve istenilir özellikler olduğunu göste­ rir. Türkiye'de bu konuda yapılacak araştırmalar, toplumumuzun psikolojisi yönünden ilginç ve ilerideki gelişmeler için yol gösterici olur. Yetişkinler Arasında Kalıplama: Bilimsel bir makalenin ne derece iyi ya­ zıldığını ve yazann konusunu ne kadar iyi bildiğini araştırmak İçin bir araş­ tırma düzenlediğimizi varsayalım. Üniversite öğrencilerini denek olarak kulla­ nalım ve bu deneklerden yansına makalenin bir kadm tarafından yazıldığını, diğer yansına yazann erkek olduğunu söyliyelim. Bu makalenin değerlendir­ mesinde iki grup arasında herhangi bir fark gözlenir mi? Mischell (1974) bu araştırmayı ABO'de uygulamış ve erkek yazann daha yüksek değerlendirildi­ ğini bulmuştur. Cohdıy (1976) adlı psikolog 9 aylık bir bebeğin bir oyuncakla oynayışını yüzlerce üniversite öğrencisine video aracılığıyla göstermiştir. Bu öğrencilerin yansına bebeğin kız olduğu, diğer yansına da erkek olduğu söylenmiştir, iki grubun bebeği algılayıştan ve bebeğe atfettikleri duygular birbirinden anlamlı bir biçimde farklı olmuştur. Çocuğun davranışı aynı olduğu halde, denekler kafalanndaki cinsel algılama kalıplannı kullanarak, “erkek“ ve “kız” bebeğe “uygun“ algılamalarda bulunmuşlardır. Kadının değeri konusunda Türkiye Cumhuriyeti önemli eğitim adımlan atmıştır. CğiUm okulda yapılan ve iktidara bağlı olarak Milli Eğitim Bakanlıgı'nın programı içinde gerçekleştirilen bir süreçtir. Toplumun kültür yapısı bu işleıhin dışmdadır. Erkek ve kadın eşitliğini bir ülkenin okulunda okutu­ lan ders kitaplarının konularına bakarak değil, toplumda yaşayan kültür de­ ğerlerine anlayabiliriz.

KADININ YANINA OTURMANIN CEZASI Etkin ailesi Karamürsel'den İstanbul'a geliyordu. Melih Etkin, eşi. al­ tı aylık çocuğu, ağabeyi. ağabe}rinin eşi. iki çocuğu, kayınbiraderi ve 15 yaşındaki küçük kardeşi, saat 8.30'da İzmir'den gelen ve İstanbul'a giden

394

İNSAN VE DAVRANIŞI

34TT241 plakalı otobüse bindiler. Herkes boş bulduğu yere yerleşti. Me­ lih Etkin de İkinci sıradaki yaşlı hanımın yanına müsaade İsteyerek otur­ du. Otobüs kalkar kalkmaz şoför muavini başına dikildi: — Firmamızın bir usulü vardır, kadın yolcuların yanma erkek otura­ maz. Aksi halde 250 lira ceza ödersiniz. Hemen kalkın, kalkmazsanız sizi aşağı indiririm. — Firmanızın usulünü tartışmak istemem. Ama başka yer bulun oturayım. Otobüste yer yok. — Olmaz kalkacaksınız. Melih Etkin'in yanında oturduğu hanım müdahale etti... — Ne mahzuru var beyin yanımda oturmasında, bırakın otursun. Bu sefer tartışmaya şoför karıştı: — Hayır oturamaz! Otururum, oturamazsın tartışması sürerken şoför Karamürsehn 10 kilometre uzağında otobüsü yolun kenarına çekti: — İn aşagıl Bu sefer de inersin, inmezsin tartışması çıkU. işe, kendisini otobüs firmasından olarak tanıtan biri de kanştı. Sonunda Etkin ailesi dagbaşında kaldı. Çoluk çocuk. 9 kişi yol kenanna yığıldı. Sabahın ayazında birbuçuk saat araç beklediler. Bir mlnübüs hallerine acıyarak onlan aldı, İzmit'e götürdü. İzmit’ten başka bir otobüse bindiler ve altı saat sonra İs­ tanbul'a vardılar. (28 ^ lü l 1976, MUliıyet. Haşan Pulur'un Olaylar ve İnsanlar köşesinden) Orta Nokta : Androfen : Erkek ve kadın özelliklerini kendi kişiliğinde den­ geleyen bireye androjenik birey adı verilir. Son zamanlarda bu konuda ligi artmış ve cinsel kalıpların ötesinde kişilik oluşturabilen bu kişiler üzerine ya­ pılan araştırmalar yoğunlaşmıştır. Androjen kimse erkeğin “yetenek ve bece­ ri" özelliklerinin yanı sıra, kadının “sıcaklık ve jfade kolaylıgfnı bünyelerinde birleştirebilir. Spence ve Helmreich (1978) yaptıklan araştırmada androjenik kimselerin kendilerine daha ytiksek güven duydukiannı. diğer kimselere karşı daha an­ layışlı davrandıklarını ve daha yüksek başarma güdüsü taşıdıklarını göster­ miştir. Feldman, Biringen ve Nash (1981) yaşam dönemiyle androjenllk dere­ cesi arasında bir ilişki olduğunu gözlemiştir. Yapılan araştırmalarda erken yaşla evlenen ve çocuk sahibi olan genç yetişkinler arasında, geleneksel cin­ sel özellikler en yüksek derecede gözlenmiştir. Bir başka deyişle bu grubun androjen puanı en düşüktür. Erkekler ve kadınlar kendilerini toplumun bek­ lediği cinsel roller içinde tanımlamışlardır. Öte yandan bûyük-baba ve büyûk-anneler kendilerini tanımlarken hem kadın hem de erkek özelliklerini kullanmışlardır. Bu aşamada erkekler kendilerini daha İyi ifade etme yönün­ de gelişirken, kadınlar daha bağımsız olma yönünde bir gelişme göstermişler­ dir, Bir başka deyişle, bu çağda kadın ve erkeklerin androjen puanı en yûksektlr.Androjenl konusunda yapılan araştırmalar yeni ve az sayıda olduğu için, bu konuda genellemelere ulaşmak henüz erkendir. Feldman ve arkadaşlaımın araştırma bulgulan (Feldman, Biringen ve Nash. 1981), kişilerin dav-

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

395

ranışlannda kadınımsı ve erkeğimsi davranış özellikleri göstermesinin altında yatan en önemli faktörün, bireylerin içinde bulunduğu sosyal durumun gerekleri olduğu yönündedir. Sosyal durum, bireyin erkeksi davranışlar gös­ termesini gerektirdiğinde, böyle davranışı erkek daha çok gösterir, bu tür davranışlan beklenmediği başka sosyal durumlarda kalıplaşmış davranışlar­ dan uzaklaşabilir. Gençlik, orta yaşbiık, İhtiyarlık gibi yaşamm değişik çaglannda değişik sosyal konumlar içine gireriz. Bu sosyal konumlar bireyin farklı biçimlerde davranmasını gerektirir. Yaş ilerledikçe içinde bulunulan durumun gereksin­ meleri değişir ve dolayısıyla, bizim cinsel kalıplara bağlı olarak davranmamız­ da da değişiklik olur. örneğin tanıdığım biri, karısına mutfakta yardım ettiği için erkek arka­ daşları arasında alay konusu olmuştu, öte yandan, bir başka toplantıda yine tanıdığım çalışan çifllerden koca, arkadaş toplantılarından birinde “Yemeği karım pişirirse, bulaşığı ben yıkanm; ben pişirirsem o yıkar" biçiminde ko­ nuşmuş ve bunun doğal olduğunu herkes kabul etmişti.. Bu iki gözlem. Tür­ kiye'nin cinsel algılama kalıplan yönünden büyük bir değişme içinde olduğu­ nu gösterir. Öyle zannediyorum ki eğitim, büyük şehirde yerleşme, ekonomik düzey ve diğer ülkelerde bulunma süresi bu konudaki davranış değişikliğinin altında yatan temel faktörlerdir.

6, ORTA-YAŞ KRİZİ: GERÇEK Mt YOKSA HAYAL Mİ? Çocukluğumda "Kırkından sonra azanı teneşir paklar" sözünü sık sık duymuşumdur. “Teneşir paklar" deyiminden ölümün kastedildiğini biraz bü­ yüyünce anladım, ancak "kırkından sonra azmak" deyimiyle ne3rin kastedildi­ ğini uzun sûre pek anlayamamıştım. Dikkatimi çeken, kadmlar aralarında dedikodu yaparken başka kadınlann kocalan hakkında bu deyimi kullanma­ larıydı. Yaşım İlerledikçe "kırkından sonra azma” deyiminin, "kendinden daha genç kadınlara cinsel ilgi göstermek" anlammda kullanıldığını anladım. Ma­ hallemizdeki kadınlar kocaların "azması"ndan. sık sık görülen ve belirli özel­ likleri herkes tarafmda bilinen bir durummuş gibi bahsederlerdi, işte şimdi, geleneksel Türk kültüründe "kırkından sonra azma" olarak nitelenen "orta yaş krizi" (mid-life crisis) döneminin Özelliklerinden ve bu dönemle ilgili araş­ tırma bulgulanndan söz edeceğiz. ABD'de “orta yaş krizi" üzerine yazılmış son derece popüler kitaplar (Shechy, 1974: Mayer, 1978; Davitz ve Oavitz. 1976). konuyu herkesin İlgilendiği bir konu haline getirmiştir. Bu kitaplar 40 yaşına erişen yetişkinlerin yaşamlannda önemli değişiklikler yaptıklannı ileri sürer. Orta yaşlı kimselerin bir bölümü işlerini bırakır, başka yere taşınır, bir başka kadın ya da erkekle İliş­ ki kurar, boşanır, karamsarlığa gömülür, alkol kullanma eğilimi artar, yaşa-

396

İNSAN VE DAVRANIŞI

mini yeniden gözden geçirip davranışlarını yöneten değerleri İnceler ve ömrü­ nü boşu boşuna harcayıp harcamadığına karar vermeye çabalar. Taşamımdaki son şans" anlayışı, bu devreye kriz özelliğini verir. Bu kitaplann söylediği gerçekten doğru mudur? Yetişkinlerin bü3rük bir çoğunluğu gerçekten bu aşamadan geçer mi? Bu aşamanın gelişim ve top­ lum yönünden psikolojik geçerliği var mı? Bu sorulan aşağıda cevaplamaya çalışacağız, önce, orta yaş krizini gelişim ve toplum yönünden ele alalım. Gelişim ve Toplum Yönünden Orta Taş Krizi Erikson*un kuramı 40 yaşlan civanndan önemli bir geçiş devresinin ya­ şandığım ifade eder. Bu geçiş devresinde birey kendi yaşamını gözden geçirin Çocuklar yetişmiştin meslek yaşamında kazanılacak başarılar elde edilmiş­ tir. kitaplar yazılmıştın ailenin geliri yerindedir. Acaba bunlar gerçekten bire­ yin yaşammda yapmak istediği şeyler midir? “Bütün bu *başanlann* gerçek değeri nedir?" sorusu sorulur. Erikson'un gelişim kuramını benimsemiş olan Daniel Levinson (1978, 1980), yetişkin erkekler üzerinde araştırmalar yapmıştın*. Bu araştıımalann bulgulanna dayanarak 40-45 yaşlan arasındaki hemen hemen bütün erkek­ lerin orta yaş krizinden geçtiklerini savunur. Bu kriz şu üç sorunda kendini gösterir: (1) Yetişkin insan olarak neleri gerçekleştirip, neleri gerçekleştiremedikle­ rine bakarak bir yaşam değerlendirmesi yapmak; (2 ) genç/yaşlı, yıkma/yapma, erkeksi/dişi ve bağhlık/bağımsızlık gibi iki kutuplu olma özelliği gösteren temel nitelikleri kendi bünyesinde kaynaştıra­ rak daha bütünlüğe ulaşmış bir insan olma çabası göstermek, insan bu aşa­ mada çok sayıda konuyla uğraşma ve bir çözüme ulaşma durumundadır, ö r ­ neğin yaşlılıkta, bağımlılık gereksinmesi varken bağımsızlığım korumak gibi. Bunlarla uğraşan insan aynı zamanda; (3) kendi yaşamı için yeni bir yön seçebilmell ve bu yönde yeni bir düzen yaratabilmelidir. Levinson'un araştırmalan sonucu yukarıda özetlediğimiz sorunlar bire-

34 n içinde olan, onun kendi yaşamını algılamasmın temelini oluşturan nite­ likteki sorunlardır. İç sorunlar bireyde bazı davranışlara yol açabilir veya aç­ mayabilir. Yetişkin birey bu sorunlarla uğraşırken hayatının akışı ve topluma uyumu açısmdan hiçbir ipucu vermiyorsa, onun içinde yer alan bunalım ve arayış çabasıyla İlgili birşey bilemeyiz. Ancak birçok kişi, bu bunalım ve ara­ yışın sonucunda karamsarhğa gömülür, psikoterapiye başlar. u}ruşturucu veya alkole yönelir, ya da anlaşılması zor bedensel hastalıklar geliştirmeye başlar. Bazı kimseler bu stresli devrede iş değiştirirler, boşanırlar, eski mes­ leklerini bırakıp yeni bir meslek seçerler. Şimdiye kadar söyledl^erimlz Erikson'un gelişim kuramına dayanılarak yapılan ifadeleri kapsar. Bazı psikologlar Erikson'un yaptığı gibi gelişimin böyle aşama aşama, basamak basamak adımlardan oluşmadığını, sürekli bir gelişlm çizgisinden söz edilmesi gerektiğini, gelişimi ve gelişim sorunlannı be­

GELİŞME VE GÜNLÜK YAŞAM

39 7

lirli aşamalara ayırmanın gerçeği yan sıtm adığı söylerler. Aşağıda orta yaş krizi ile ilgili kanıtlan gözden geçirirken, bu iki tip yaklaşımın bulgulanm karşılaştırma olanağı bulacağız. Şimdiye kadar yapılan araştırma ve yaymlarda hep erkeklerin söz konu­ su edildiğine okuyucunun dikkatini çekmek isteriz. Kadında orta yaş krizinin olup olmadığı, varsa kriz devresinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, ne gibi sorunlarla uğraştığı pek İnceleme konusu yapılmamıştır. ABD toplumunda kadın sorunlan önem kazandıkça. Amerikan pslkologlan doğal olarak bu yönde araştırmaya yönelirler. Orta-Taş Krizinin Varlığını Destekleyen Kanıtlar Yetişkinlerin orta yaş döneminde krizli bir devre geçirebileceklerini des­ tekleyen birçok neden vardır. Bu nedenleri dört grupta toplayabiliriz: (1) Aile yapısında olan değişiklikler. (2 ) meslek yaşamında ulaşılan aşama, (3) ana-babalarla olan ilişkiler ve (4) bedensel yaşlanma ve ölümün kaçınılmazlığını algılama. Bu nedenleri şimdi teker teker kısaca inceleyelim.

(1) Aile yapısında da saplanıp kalımş olur. Birey belirli bir aşamadaki zevk gellıicl davranışa aşın düşkünse ya da o davranışı yapmaktan aşın engellenmişse saplanma ortaya çıkar, örneğin, bir çocuk memeden çok erken veya çok geç aynimışsa. ağızdan zevk alma türü­ ne saplanma geliştirir. Bu bireyin yetişkin bir kimse olduğunda ağızdan zevk almayı devam ettirmek için diğerlerinden daha fazla sigara içmesi, içki alma­ sı. sakız çiğnemesi, yemek yemesi beklenir. Çocuk anal devrede aşın düşkünlük ya da aşın engellenme durumlarma sokulmuşsa, bu aşamada saplantısı olur. Örneğin, çocukken titiz bir tuvalet eğitiminden geçen kimse anal tutucu, başka bir deyişle sıkı, cimri, sürekli kendini' denetim altında tutan bir kimse olarak gelişir, öte yandan tuvalet eğitimi son derece gevşek olan bir kimse ise anal itici bir kişilik özeUigl geliş­ tirir. Bu kimse, aldırmaz, vurdum diiymaz ve dağınık bir kimsedir. Yukandaki örneklerden de görüldüğü gibi, psikoseksûel gelişim aşamalarmdan birinde saplanıp kalan kimse normal yetişkin uyumu yapmakta zorluk çeker. Saplanma, yetişkin aşamalarda ortaya çıkacak zevk alma biçimlerinin gelişmesini engeller ve bireyin daha doyumlu bir yaşam sürdürmesini önler. Ûst-Ben*in Gelişimi : Failik aşamada kız çocukları ve erkek çocukları benlerlne özgü çatışmalardan geçerler. Bu çatışmanın çözümü üst-ben'in ge­ lişiminin temelini oluşturur. Kız çocuklan. Freud'a göre, bu aşamada babala­ rına cinsel ilgi du3rarlar ve annelerini kıskanırlar. Fakat büyüyüp gelişebil­ meleri İçin annelerine gereksinmeleri vardır, annelerine karşı açıkça cephe alamazlar. Bu çelişkiyi çözebilmek için kız ço­ cukları babalanna duydukian cinsel arzuyu bastınp, annelerini model alır ve kendilerini onunla özdeşleştirirler. Bu çelişkiye Freud, Yunan mitolojisin­ den esinlenerek. Elektra kompleksi (Electra complex) admı vermiştir. Aym aşamada erkek çocuk annesi­ ne cinsel yönden yakmlık duyar ve ba- ^ bayı ortadan kaldırmak ister, ancak bu arzu ona kaygı getirir, çünkü baba daha büyük ve kuvvetlidir, belki de baba onu ortadan kaldırabilir. Bu çelişkiyi çöze­ bilmek için çocuk annesine karşı duy­ duğu cinsel arzulan bastınr ve babasını örnek alarak kendisini onunla özdeşleş­ tirir. Freud bu sürece Odipüs (Oedipus) kon^)leksi adım verir. Sonra erkek çocuk büyüdükçe kendine uygun cinsel eş bulmayı becerir. çocuk ödipOs kompleksini göstermektedir.

414

İNSAN VE DAVRANIŞI

Freud'a göre, normal gelişim İçin komplekslerin çözüme ulaşması, son derece önemlidir. Kendi cinsinden olan ana-babayla özdeşleşme kuran ço­ cuk. uygun toplum rollerini, sosyal değerleri, kuralları, işleyiş biçimini öğren­ meye başlar. Bu aşamada çocuğun ana-babasmdan öğrenmiş olduğu toplum kurallan, kendisi yetişkin olunca uyması gereken toplum kurallanmn aynısı­ dır. Toplum değerleri ve kurallan ûst-ben'in temelini oluşturur. Fallik aşama­ sında çocuğun çelişkiyi çözüme ulaştırması, yalnız ûst-ben*İn sağlıklı bir bi­ çimde gelişmesine yol açmakla kalmaz, aynı zamanda, çocuğun yaşamının ilerikl aşamalannda. yetişkin bir kimse olarak, uygun cinsel ilişkiler geliştir­ mesine de olanak sağlar. Freud'un Kuramına Yapılan İtirazlar Psikoloji biliminin temel kişilerinden biri olan Freud, bugünün modem psikologlan tarafından birçok yönden eleştirilmiştir. Eleştirileri dört başlık altmda toplayarak özetleyeceğiz. (1) Deneysel yöntemin uygulanamcmıası: Freud kavramları hep kuram­ saldır. Bu kavramları destekleyen, veya karşı çıkan deneysel veri yoktur. FVeud'un kavramlarını kabul edebilmesi için bir psikologun klinik verileri, başka bir deyişle vaka çalışmaları sırasında elde edilen gözlemleri. Freud'un kuramı açısından incelemesi gerekir. Böyle bir yaklaşım ise çoğu psikolog için bilim­ sel bir yaklaşım değildir. Bilimsel yaklaşımm en önemli özellilderinden biri denemeye açık olması, ölçülebilen değişkenlerin birbirlerini nasıl etkiledikle­ rinin denetim altında saptanmasıdır. (2) Cinselliğin aşırı vurgulanması: Freud'a yapılan eleştirilerden bir diğeri de. kişilik gelişiminin temeline cinsiyeti koymasıdır. Bu eleştiriciler şu göz­ lemden hareket ederler Bugünkü modem toplumlann çocuk yetiştirmelerin­ de ve yaşamlannda cinsel tabular az rol oynar. Daha geniş ve rahatlamış bir cinsel ilişkiler ortamı içinde yetişen bu toplumun üyeleri, akıl hastalığına da­ ha mı az yakalanırlar? İstatistikler, modern toplumdaki akıl hastalıklarının 8 a}rısınm geleneksel toplumdakinden daha az değil, aksine daha fazla oldu­ ğunu gösterir. Cinsel bastırma akıl hastalıklarının temelinde yatsaydı. mo­ dem toplumda akıl hastalıklannm azalması gerekirdi. Demek oluyor ki. cin­ sellik akıl hastahklannın temelini oluşturmamaktadır.* (3) Nörotik kişilerin gözlemine dayalı bir kuram olması: Bir kısım psikolog­ lar Freud'un kuramında kullandığı kavramlan. nörotik kişiler olan kendi hastalanmn davranışlarında yaptığı gözlemlere dayandırarak geliştirdiğini ileri sürerler.. Bu eleştiriciler, pslkoanalitik kuramın bütün insanlara geçerli olabilmesi için hem nörotik hem de normal İnsanlar üzerinde yapılan gözlem­ lere dayandırılması gerektiğini Uerİ sürerler.

(*)

Freud. yaşamının önemli bir bölümünü, cinsel konuların sıkı bir baskı altında tu­ tulduğu. admı İngiltere Kraliçesi Victoria'dan atan. Victorian dönemde geçirmiştir. Birçok psikolog Freud'un kuramını bu devreye yapılan bir tepki olarak görür.

KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI

415

4. Her şeyi açıklayabilen» gücü sınırsız bir kuram olm ası: Freud’un kura­ mı her insan davranışını nörotlk bir davranış olarak yorumlayabilir. Kuramm yanlış olduğunu gdstermek olanağı yoktur. Örneğin. İnsan İlişkilerinde saldırgan ve terbiyesiz bir kimseyse. FYeud’un kuramı kişinin kuvvetli saldır­ ganlık dürtülerinin etkisi altında böyle davrandığmı söyler. Kişi son derece nazik ve terbiyeli bir İnsansa, Freud'un kuramı, onun son derece kuvvetli saldırganlık duygulan olduğunu, ancak bu duygulan açıkça davranışlannda göstermekten korktuğu için, savunma mekanizmalan kullanarak saldırganlığmı ‘ nezaket ve terbfyelilik maskesi” altında sakladığını söyler. Her türlü sınamaya kapalı ve yanlışları ispat edilemeyen hipotez ve ku­ ramlar bilimsel yöntem yönünden pek değer taşımazlar. Çünkü böyle hipotez ve kuramlar gerçeği keşfetmek İçin bilimsel bir araç olmaktan çıkar, bir siya­ sal İdeoloji ya da din gibi bir inanç konusu olurlar. Daha önceleri de belirttiğimiz gibi, bütün bu eleştirilere rağmen. Freud'cu düşünce pslkoanalltik psikoloji dalının temelini oluşturur ve çok sayı­ da klinik psikolog tarafından kullanılır. Yeni Freud’cular FYeud'u İzleyen tanınmış psikologlar, onun temel kavramlannı ve yakla­ şım biçimini benimsedikleri halde, bazı önceliklerde ve vurgulayış biçimlerin­ de ondan ayrılmışlardır. Bunlardan Cari Jung ve Alfred Adler’i aşağıda kısa­ ca tanıtacağız. Cari Jung: Cari Jung cinsel dürtülerin pslkoanalltik yaklaşımda fazla abartıldığını düşünmüştür (Oelman, 1981). Kendisi, diğer dürtülerin de önemli olduğunu savunmuştur. Jung. cinsel dürtülerden daha çok. insanm amaçlarının olmasına ve bu amaçlara ulaşmak için bireyin yaşamında çaba göstermesine önem vermiştir. Bu anlamda Freud*dan daha iyimser bir eğilim İçindedir. Jung içedönük (Introvert) ve dışadönûk (cxlravert) kavramlarını ilk kullanan kişidir. İçedönük kimsenin düşünceleri ve ilgileri iç dünyalanna doğru yönelmiş­ tir; diğer kimselerle az birlikte olurlar. Diğer taraftan, dışadönûk kimse sürekli başkalarıyla beraber olmak İster ve hiç y^nız kalmak İstemez. Jung, bir kimsenin etkin bir yaşam sürdürebilmesi için bu İki yönü denge İçinde tutması gerektiğini savunmuştur. Ona göre ki­ şilik sorunlan. İçedönüklük ve dışadönûklük arasın­ daki var olan dengesizlikten doğar. Jung, Freud’un bilinçaltı kavramını kabul etmiş, fakat bilinçaltının iki tür olduğunu savunmuştur: ( 1 ) Bireye özgü bilinçaltı ve (2) bireyin daha önceki İnsan­ lığın duygulannm, korkularmın ve çabalarının sak­ landığı ortak (kolektif/collectlve) bilinçaltı Her İnsan­ da bu İki bilinçaltı vardır ve onun davranışlannı etkiResim 12.7 1er. Sanat eserlerinde ve rüyalanmızda ortak bilinçaltı Cari Jung.

416

İNSAN VE DAVRANIŞI

kendini İfade eder. Bir sanatçının yapıtında dile getir­ diği korku ve tutkulan bûtûn insanlar tarafından paylaşıl£^ ortak bllinçalb sayesinde kolaylıkla anlayabümekteyiz. Jung*un düşüncesi yalnız psikolojiyi değil. a3mı zamanda sanatı, felsefeyi ve din düşüncesini etki­ lemiştir.

Resim 12.8 Alfred Adler

Alfred Adler : Adler'İn Freud’dan aynidığı en belir­ gin nokta onun üstünlük (superiority) çabasına verdiği önem olmuştur. Adler’e göre, üstünlük duygusu insan­ ların elde etmek istediği esas güçtür ve cinsel dürtüden daha kuvvetlidir. Bu duygu bireyin, diğerlerinin yanın­ da, kendisini üstün veya aşağı olarak tanımlamasına yol açar. Temel aşağılık duygusu blre)rin bebekliği sıra­ sında, gerçekten aciz ve yardıma muhtaçken oluşur ye yerleşir. Bireyin yaşamının geri kalan kısmı bu duygu­ dan kurtulma çabası içinde geçer. Birey diğerlerinden baskın olmak, üstünlük geliştirmek için çabalar. Aşağı­ lık duygusu (inferiority complex) Adler*in oluşturduğu kavramlardan biridir.

Freud’un klasik yaklaşımından ayrılan psikolog ve psikiyatristler de vardır. Bunlardan fîröc Erikson'un psikososyal gelişim kuramını 10. Bölüm*de gördük. Freud'un biyolojik dürtü ve güdülere çok önem verdiği­ ni düşünen ve insanların biyolojik güçlerin elinde oyuncak olmadığını savunan, ancak kuramsal a ç ıd ^ Freud gibi düşünenler arasında Karen Homey, Haıiy Stack Sullivan ve Erich Fromm sayılabilir. Bu düşünür­ ler bireyin sosyal yönüne daha fazla ağırlık verirler ve id*den çok. bireyin ego’sunu birinci plana alırlar. Onla­ Resim 12.9 ra göre ego. id’le üst-ben arasında aracı olmanın öte­ Erich Fromm sinde. kendi başına bir güçtür ve sosyal tanınma İster; olumlu amaçlan gerçekleştirmeye çabalar ve kendisi için bağımsız bir yaşam geliştirir. Şimdi de kişilik konusunu kişinin davranı­ şında gösterdiği özelliklere bakarak inceleyen pslkologlann kavramlannı ve yöntemlerini İnceleyelim.

4. Ö Z E L L İ K Y A K L A Ş IM I Temel Varsayımlar Kişiliğin özelliklerini (personality traits) İnceleyerek kişiliğin yapısını araştıran bu psikoloji kolu, Freud'un düşünceleri gibi bir kuramsal yapı gös­ termez. Bu akımı İzleyen psikologlara göre, bireyin kişiliği temel özellikleri­ nin bir sentezidir: bu özellikler bilinirse, bireyin kişiliği de öğrenilmiş olur.

KİŞİLIK VE KİŞİLİK KURAMLARI

4 17

Kişilik AzeUikleri biıbirine zıt sıfatlar halinde ifade edilebilir: îyi-kölH faaldurgun, atılgan-çektngen, gûvenli-şûphecL gergin-rahat, htrslı kalender gibi. Bu tûr yüzlerce sıfat çifti, ya da psikologların diliyle söylersek ölçek, geliştirflebilir. Bu ölçekler üzerinde bir insanın aldığı puanlar, o bireyin kişiliğini bize gösterir. Bu ölçekler aracılığıyla kişiliğin bir tür ‘‘resmini* çizme olanağı doğar. Aşağıda bu alanda yapılan çabaların belirgin olanlannı gözden geçire­ ceğiz. Tipler Sheldon (1954) bireylerin bedensel yapılanna göre kişilik tiplerinin belir­ lendiğini savunmuş ve ûç tip kişilik Önermiştir: ( 1 ) Mezemorf (mesomorph) kuvvetli, kaslan gelişmiş beden yapısı olan, kaba, gürültülü, ağır bedensel faaliyetlere ilgi duyan kişilik tipidir. (2) Ektomorf (ectomorph) ince uzun beden yapısı içinde, sakin, utangaç ve çekingen kişilik tipidir. (3) Endomorf (endomorph) kısa ve tombulca beden yapısı içinde, neşeli, yaşamından memnun, arkadaş canlısı kişilik tipidir. Bu kuram oldukça basit ve kolayca denenebilecek bir yaklaşımdır. Nite­ kim birçok çabşma beden tipi ile kişilik türü arasında varsayılan ilişkiyi araş­ tırmış, ancak herhangi anlamlı bir bağlantı kuramamıştır. Araştırmalann olumsuz sonuç vermesi nedeniyle tip kuramı geçerliğini yitirmiştir. Bu kura­ mı izleyen psikolog bugün hemen hemen yok denecek kadar azdır.

Endomorf

Ektomorf

Şekil 12.2 Beden tipleri ve kişilik. İD 27

Mesomorf

İNSAN VE DAVRANIŞI

41 8

Değerlendirme ölçekleri ve Kişilik Profilleri Yukanda s^lediglmlz gibi, kişilik özellikleri üzerinde çalışan psikologlar kişiliği, çok sayıda özelliğin blraraya geldiği bir sentez olarak düşünmüştür. Kişiliği ölçebilmek için birbirine zıt sıfatlardan oluşan ölçekler geliştirmişler­ dir. örneğin, kişilik özelliği olarak cana yakuüüc boyutunu ele alalım. Bu bo­ yutun İki ucu vardır bir uç cana 3rakınlığı. diğer uç ise soğuk bir kimse olma­ yı ifade eder. Bu iki boyutu yedi basamakla birbirinden ayırt edelim ve her basamağa bir değer verelim: Cana yakın:

: Soğuk çok

oîdukça b in a

ne yakın biraz ddukça ne soğuk

çtdc

Şimdi bu ölçek üzerinde kendinizi değerlendirin. Kendinizi cana yakın bir kişi olarak mı. yoksa soğuk bir kişi olarak mı bilirsiniz? Diyelim kİ kendinizi cana yakın bir kişi olarak algılıyorsunuz. Fakat bunun derecesini bilmek isti­ yoruz: Kendinizi çok cana yakın buluyorsanız “I ” nolu basamağa ‘ çarpr işa­ retini koyun. Kendinizi oldukça. cana yakm buluyorsanız 2. biraz cana yakm buluyorsanız 3 no.lu basamağı işaretleyin. Kendinizi ne cana yakm, ne de so­ ğuk buluyorsanız, veya bu boyutla ilgili hiçbir fikriniz yoksa, o zaman orta­ daki 4 no.lu basamağı işaretleyin. Aynı düşünüş biçimi öbür uç İçin de geçerlidir. Biraz soğuk 5, oldukça soğuk 6 ve çok soğuk bir insan için 7 no.lu ba­ samağı İşaretleyin. Şekil 12.3 üç kişinin 6 ölçek üzerinde kişilik görünümünü vermektedir. Daha kolaylıkla okunabildiği İçin ölçekler dik^lemesine yerleştirilmiştir. Gö­ rüldüğü gibi bu kişiler birbirinden farklı özelliklere sahiptirler. Bir kişinin böyle ölçekler üzerinde değerlendirildiği grafiklere psikologlar kişilik projüi admı verirler.

Bajkın

Atılgan

Gürültülü

Aktif

Pratik

Şekli 12.3 Üç tipik kişilik profili.

Kaba

KİŞİÜK VE KİŞİLİK KURAMLARI

419

Kendi Kendini Değerlendirme ye Başkalannm Değerlendirmesinin Karşılaştırılması Kişilik ölçekleri üzerindeki değerler bazen bireyin kendisinden elde edilir. *Baskın-A]tkın ölçeği üzerinde kendinizi hangi basamakta görüyorsunuz?" dtye sorularak, bireyin her ölçek üzerinde kendisini değerlendirmesi istenir. Bu değerlendirmelere dayanılarak bireyin kişilik proiHi çıkanlır. Bu tip kendl-kendini değeriendirme tam gerçeği göstermeyebilir, çünkü siz kendinizi, şu ya da bu nedenle, olduğunuzdan daha değişik göstermek İsteyebilirsiniz. Yöntemin bu eksikliğini gidermek İçin psikologlar, o kişiyi tanıyan bir başkasını da değerlendirici olarak kullanırlar. Başka birinin değerlendirilme­ sine başvurulduğunda, değerlendirenin o kişiyi İyi tanıdığı varsayılır. Bu var­ sayım ne kadar geçerlldir? Bireyi tanımayan birisi, sanki tanıyormuş gibi hareket eder ve ona göre ölçekleri değerlendirirse, farklı bir kişilik proAll elde ederiz. Belki de en geçerli yol. her iki tür değerlendirmeyi (hem kendi-kendinin hem de başkalanmn değerlendirmesi) yaptırmak ve daha sonra bu İki değer­ lendirme arasındaki tutarlılığı araştırmaktır. Bu uygulamanın sonunda iki gözlemin birbiriyie uyuştuğu yönleri geçerli veri olarak kabul etmek gerçeğe daha yakın olur. Kaç Tane Önemli Kişilik özelliği Vardır? Türkçe’de kaç tane kişilik özelliği vardır? Bu konuda kesin bir sayı söy­ lenemez ama. 10-15 binin üzerinde olduğu kesindir.* Bu kadar özelliğin her biri için bir değerlendirme ölçeği geliştirirsek altından kalkamayacağımız bir işin altına girmiş oluruz. Bu büyük yükün altmdan kalkabilmek İçin psikologlar bazı İstatistiksel yöntemler kullanmışlardır. Kişilik özellikleri Üzerinde çalışan psikologlar şu­ nu farketmişlerdin Bu özelliklerin bir kısmı birarada bulunur, sanki bir öl­ çek demeti oluşturur, örneğin ölçek A (atılgan çekingen) üzerinde düşük de­ ğer alan kişi, ölçek D (faal-durgun), H (kuuuetU-zayıJ) ve ölçek M (cesurkorkak) üzerinde de aynı düşük değerleri alır. Bu ölçekleri bir demet olarak düşünebiliriz, ölçekler arasında var olan bu tip demet ilişkileri gösteren ista­ tistiksel yönteme Faktör Analizi adı verilir ve FA simgesiyle gösterilir. Çok sa­ yıdaki kişilik özellikleri FA yöntemiyle temel faktörlerine (demetlerine) indir­ genir.

(*)

İngilizce'de yapılan araştırmalar 20.000‘in üzerinde kişilik özelliği bulmuştur. Aym araştırmalar Türkçe için yapılsa bu rakama çok yaklaşık sonuçlar vereceğini tah­ min ediyoruz. Aklınıza gelebilecek bir çok Türkçe fiil, uygun ekler getirilerek bir kişilik özelliğine dönûştürülebilin Vurmak Dilinden VURUCU, atmak Dilinden ATAR, ya da ATICI, anlamaktan ANLAYIŞLI, korumaktan KORUYUCU, vb. Bu tür Üreticilik olanağı Türk diünin temel özelliklerinden biridir. Bu nedenle, diyebiliriz kİ, Türkçe kelime türetme yönünden sımrsızdır. Yukanda söylediğimiz 10-15 bin Türkçe lUşiUk özelliği, halen halk arasında kullanılan terimler düşünülerek veril­ miş bir rakamdu-.

420

İn s a n v e d a v r a n iş i

FA yöntemiyle araştınna yapmış çoğu araştırmacı “İnsan kişiliğinin temel boyutlarını“ bulduklarım söylemiştir. Araştırmacılann buldukları boyutim* hem sayı hem de içerikleri bakımdan birbirlerinden farklıdır. Her araştırmacı kendi bulduğu verileri tartışmasına temel almış ve sanki kişilik yalnız bu bo­ yutlardan oluşuyormuş gibi düşünmüştür. Bazılan iki veya ûç temel boyut­ tan söz ederken, bazı psikologlar (örneğin. Cattell. 1973) 16 ya da 20 arasın­ da değişen bcyut keşfetmiştir. Araştırmacılann böyle birbirini tutmaycin so­ nuçlar elde etmeleri, alanda karşılaşılan tek sorun değildir. Karşılaşılan daha başka sorunlan aşağıda kısaca göreceğiz. Kişilik Özellikleri Yaklaşımının Karşılaştığı Diğer Sorunlar Kişilik özellikleri yaklaşımı ûç önemli noktada bize bilgi vermekten aciz­ dir: (1) Belirli sosyal durumlar içinde birey kişilik özelliklerini nasıl ve ne de­ recede değiştirir. (2) özeUikler nasıl gelişir ve (3) özellikler birbirleriyle nasıl bir ilişki, nasıl bir yapılaşma ve bütünleşme gösterir? ilk soruya ilişkin olarak okuyucu birçok gözlemde bulunabilir, örneğin sessiz, sakin, içine-dönûk zannettiğimiz bir kişi, kendi arkadaş or1,amını bu­ lunca çenesi kapanmayan geveze biri haline dönüşür. Hiç çalışmayan tembel biri olarak bildiğimiz kişi, bir arkadaş grubu içinde takım halinde çalışma}^ başlayınca, dişini tırnağına takarak en yüksek gayreti göstererek hepimizi hayrete düşürür. Bunun gibi çok sayıda örnek verilebUir. örneklerin altında yatan temel nokta, bireyin içinde bulunduğu ortamm onun davranışmı belirleyen önemli etkenlerden biri olduğudur. Kişilik özel­ likleri de. bir davranış olarak, bu genellemenin içine girer. Kişi, içinde bulun­ duğu sosyal durumdan bağımsız olarak kişilik özelliği gösteremez. Halbuki bu alandaki kişilik değerlendirme ölçekleri sosyal durumu gözönûne almaz. Kişilik özellikleri kuranunın en büyük zayıilıklarından biri budur. ikinci soru gelişim konusudur. Bu kuramlann herhangi bir gelişim açılan yoktur. Şu anda var olanı tanımlar, ne var ki kişinin bu duruma nasıl geldiği konusunda gelişimsel bir bakış açısı geliştirmez. Freud’un yaklaşımı gelişim dönemlerine büyük ağırlık verir. Kişilik Özellikleri yaklaşımı, Freud'un yakla­ şımıyla kıyaslandığında, bireyin geçmişi hakkında bize hiçbir şey söylemez. Oçûncû nokta, özelliklerin birbirleriyle nasıl bir etkileşim içinde olduğu ile ilgilidir. Bir insanı bir dizi kişilik özelliği olarak düşünemeyiz. İnsanın en önemli özelliklerinden biri, bir bütün oluşudur; bütün oluş yalnız biyolojik yapıya değil, psikolojik yapıya da özgüdür. Bir dizi kişilik özellikleri sıralaya­ rak herhangi bir İnsanı anladığımızı söyleyebilir miyiz? özellikler birbirleriyle nasıl bir etkileşim içindedirler? Hangisi baskın, hangisi altkındır? Bu gibi sorunlan cevaplamadan başanh bir kişilik kuramı geliştirmiş olamayız. Bütün bu eleştirilere rağmen şunu ifade etmeliyiz kİ. özellikler yaklaşımı psikologlann insanın kişilik yapısına dedıa çok boyutlu olarak bakmasını ye istatistiksel araştırma tekniklerinin daha da gelişmesini sağlamıştır. Kişiliğe yaklaşım boyutlanndan biri de aşağıda göreceğimiz iç merkezli ve dış merkez­ li denetim açısından olmuştur.

KİşlUK VE KİŞİLİK KURAMLARI

421

Rotter'm İ-D (İçten-Dıştan Denetimlilik) Ölçeği Julian Rotter (1966, 1975) kişilerin kendi yaşamlarını denetleyebilme güçleri bakımından birbirlerinden farklılıklar gösterdiklerini gözlemiştir. însanm kendi yaşamım denetleyebilmesi ne demektir? Birey yapmak istediği davranış için gerekli gûcû kendinde görüyor mu, yoksa bir başkasmın iznini alması mı gerekiyor? Rotter geliştirmiş olduğu boyutun bir ucuna içten dene­ timlilik (internal locus o f control) ve diğer ucuna da dıştan denettmiÜÛc (exter­ nal locus o f control) admt vermiştir. İçten denetimlilik ucuna yakın olan kişi, çevresinin kendi denetimi altın­ da olduğunu ve isterse yaşamını istediği yöne çevirebileceğine İnanır. öte yandan, dıştan denetimlilik ucuna yakın olan kişi çevresinde olup bi­ tenleri etkilemekten kendisinin aciz oluğunu ve yaşamını kaderin belirlediği­ ni, kendisinin elinden gelen birşey olmadığına inanır. Kincey (1981) zayıflama programına giren kişiler üzerinde yaptığı araştırmada içten denetimli kişilerin daha kolaylıkla kilo kaybettiklerini gözlemiştir. Kişiler yaşamlarmm her yönünde ve her durum içinde tutarlı olarak bu uçlardan birine daha yakın düşerler mi? örneğin gûçlû. kuvvetli bir yapı ustasmm, kendi başma evine ek bir oda yapabileceğine güveni vardır, “Ben bu­ nu yapabilirimi“ diye düşünür. Ne var ki belediyeden “inşaat ruhsatı" almak için gerekli formlan ve memurlann sorulanm düşündüğü zaman kendisine güveni yoktur, bir nevi merhamet dilenir. “Benim buna aklım yetmezi Bana aci3nn da. şu ruhsatı verin!“ duygusu içindedir.

Resim 12.10 İçten denetimli insanlar kendi yaşam lannı ilgilendiren konularda biraraya gelirler ve sorunları çözerler. Resimde görülen kimseler “Belediyeden yardım bekleme davranışı* yerine sorunlannı beraberce çözüme yönelm işlerdir.

İNSAN VE DAVRANIŞI

422

Görüyorsunuz, yaşanun bir yönünden diğer yönüne kişinin içten-dıştan denetimli olma boyutu üzerinde aldığı yer değişebilir. Collins (1971) kişilerin yaşamlarının değişik yönlerinde farklı inançlannm olduğunu ve bu farklı inançlann. onlann belirli bir konuda İç veya dış merkezli bir kimse olmalarım etkilediklerini araştırmalarıyla göstermiştir. Eysenck'in İçedönük-Dışadönük ve Oturmuş-Uçan Boyutları İngiliz psikologu Hans Eysenck içedânûklûk-dtşculönûklûk (Introversionextraversion) ve oturmuş-uçan (stable-unstable) olmak üzere kişiliğin temel iki boyutu olduğunu ileri sürmüş ve araştırmalannda bu iki bo3rutun önemli değişkenler olduğunu hipotezlemiştir (Eysenck ve Eysenck. 1963). içedönük (Introverted) kimseler İç dûnyalannda olup bitenlere daha çok önem verirler, dışadönük (extraverted) kimseler İse dış dünyada olup biten olaylara dönük­ tür. Oturmuş (stable) kimseler çevrelerine daha İyi uyum yapmış oldukları halde, uçan (unstable) kimseler pek iyi uyum yapamazlar. Bu Ikl boyutu ke­ siştirdiğimiz zaman dört grup kişilik yapısı ortaya çıkar.

İçedönük Otıumuş Uçan

Dışadönük

1

2

Oturmuş-lçedönük

Oturmuş-Dışadönûk

3

4

Uçan-lçed6nÛk

Uçan-Dışadönûk

Şekil 12.4 IçedönOklOk-dışadönOkİOk ve oturmuş-uçarı boyutlarının kesişiminden ortaya çıkan dört grup kişilik yapısı Oturmuş-içedönûk bir kimse, (Şekil 12.4*te 1 no.lu hücre) sakin, güveni­ lir. dikkatli, durgun ve kendini denetim altında tutabilen bir kimsedir, ûte yandan, oturmuş-dışadönük kimse (2 no.lu hücre) hoş sohbet, aldırmaz, atıl­ gan ve önderlik yetenekleri olan bir kimsedir. Uçan-İçedönük kimse (şekilde­ ki 3 no.lu hücre) topluluktan kaçınır, karamsardır, katıdır, sürekli kaygılıdır ve ne zaman neşeli ne zaman kızgın olacağı bilinemez. Ve nihayet, uçandışadönük kimse (4 no.lu hücre) hemen alınan, saldırgan, çabucak heyecan­ lanan, çabucak değişebilen, hareketli biridir. Eysenck İnsanları temel dört İdşilik grubu içinde tanımlama olanağını böylece yaratmıştır. Daha önce kişilik özellikleri kuramına karşı söylediğimiz üç temel eleşti­ ri. Eysenck*ın kuramı için de geçerlidir. Bu dört gruba giren kişiler her sosyal durumda sürekli aynı biçimde mİ hareket ederleı? Sosyal durumun kişiliği belirleyen yönleri yok mudur? Ayrıca, verilen iki temel boyut biıbiriyle nasıl bir ilişki içindedir ve nihayet, nasıl bir gelişim süreci bu boyutlann yapılaşmasmı sağlar? Bu sorulan bilimsel bir biçimde cevaplayamadığı için Eysenck'in yaklaşımmm etkinliği smirh kalmıştır.

KlŞlLlK VE KİŞİLİK KURAMLARI

423

5. ÖĞRENİLMİŞ BİR DAVRANIŞ OLARAK KİŞİLİK Amerikan psikologlarınm İnsan davranışıyla İlgili dûşûnûş biçiminde öğ­ renme kuramlan önemli bir yer tutar. Kişilik konusu bunun dışında kalma­ mıştır. Çoğu Amerikan psikolog gözle görülemeyen, ölçûlemeyen ego, id, ûstben gibi soyut kavramlardan hoşlanmaz, kişiliğin "öğrenme tarihçesini yansı­ tan davranış alışkanhklan"ndan başka birşey olmadığını söyler, öğrenme açısmdan kişiliği açıklayan temel yaklaşımları aşağıda ele alacağız, önce, ge­ nel öğrenme açısından kişiliğe yaklaşımı konu edinelim. Genel öğrenme Yaklaşımı Genel öğrenme yaklaşımına göre, insanın davranış özelliklerinin nedeni onlann öğrenme tarihçesinde yatar, örneğin, bir insan saldırgan davranıyor­ sa, bunun nedenini onun geçmiş dene3rimlerinde aramak gerekir. Bu kişi de­ ğişik durumlarda saldırganlığı sayesinde istediğini elde etmiş ve bu nedenle saldırgan davranışı pekiştirilmiştir. Büyük bir olasıhkla bu kişi saldırgan davranışına devam edecektir. Aynı mantığı kullanarak diyebiriz ki. kişi ko­ nuşkansa onun geçmişinde ya konuşmak ödüllendirilmiştir, ya da sessiz kal­ mak cezalandırılmıştır. Bu yaklaşıma göre kişilik konusunun diğer davranış konulanndan herhangi bir farkı yoktur. Bütün insan davramşlannda olduğu gibi, kişilik de bir davranış örüntüsüdûr ve daha önce 4. Bölüm'de tartıştığı­ mız öğrenme kavramlarıyla açıklamak olanağı vardır. Pekiştirme ve Cezalanduma : Öğrenme yaklaşımı pekiştirmenin davranı­ şımızı biçimlendirdiğini savunur. Yetişmiş olduğumuz çevrede sakin ve ağırbaşb kimseler ödüllendirilmiş, hemen kızan kişiler cezalandırılmışsa, ileride­ ki davranışlarımızda daha sakin kimseler olarak davranma eğiliminde olu­ ruz. Geçmişte ödüllendirilmiş davranışlar, gelecekte kendilerini daha sık gös­ terirler. Pekiştirme birincil türden olabilir, veya sosyal dediğimiz ikincil tür­ den olabilir. Birincil türden olduğunda doğrudan bedenle ilgili yiyecek, cinsel tatmin, uyku, ya da kucaklanma gibi ödüller kullanılmış olabilir. İkincil tür­ den olanlar sosyal beğenme, onaylanma ve teşvik gibi davranışlarda gözlenir. Kısacası kişinin davranışının geçmişte nasıl koşullandınidığını bilmek, onun ileride nasıl davranacagmı ve kişiliğini bize söyler. GeneUeme ve Ayırt Etme : Bu kavramları daha önce 4. Bölüm'de incele­ miştik. Kişiliği açıklarken bu kavramlar sık sık kuUanılır. Genelleme kavramma göre, belirli bir sosyal durumda belirli bir davranış ödüllendirilirse, ile­ ride aynı durumlarda aynı tür davranışı gösterme eğilimi kuvvetlenir. örneğin, bir çocuk evde sürekli mızmızlanma ve ağlama ile istediğini elde edebiliyorsa, okulda ve oyun bahçesinde de aynı davranışı gösterme eğilimin­ de olur. Fakat her sosyal durumda davranış aynı tepkiyle karşılanmaz. Ağla­ ma ve mızmızlanma ile evde her İstediğini elde eden çocuk, okulda oyun oy­ narken bu davranışm İşlemediğini anlar ve sonuç olarak evde bir tür, okulda daha başka bir tür davranmayı öğrenir, örneğin, evde mızmızlanan çocuk, okulda gülerek ve "lütfen" diye rica ederek İstediğini elde etmeyi öğrenir. Bu sürece ayırt etnfie adı verilir.

424

İNSAN VE DAVRANIŞI

öğrenme yaklaşımına göre bir kimse belirli bir sosyal durumda birbirin­ den farklı davranışlar gösterebilir. Sakin, hoş bir kişi, bir sûre sonra hareket­ li ve saldırgan bir kimse haline gelebildiği gibi, bağımlı veya bağımsız bir kim­ se görünümüne de bürünebilir. Bu değişik davranışlan aynı kimsede görmek mümkündür. Kişinin hangi davranışı göstereceği, o bireyin içinde bulunduğu sosyal durumu nasıl algıladığına bağlıdır. Sosyal durum içinde davramşının nasıl ödüllendirileceğini tahmin eden birey, ödüllendirilme olasıhgı en yüksek olan davranışı seçer. Sakin olmak onun istediğini elde etmesine yardımcı olacaksa sakin olur, saldıı^an olmak ödüllendirilecekse, o zaman saldırganlık davranışını gösterir. Bu yaklaşım sosyal ortamın, durum’ un. bireyin davranışını belirleyen eh önemli faktör olduğunu varsayar (Mlschel. 1973). Bu yaklaşım, daha önce gözden geçirdiğimiz kişilik özellikleri yaklaşımına taban tabana ters düşer. Kişilik özellikleri yaklaşımı, kişinin özelliğinin değişmez olduğunu ve değişik durumlarda bireyin aynı davTcinacağını kabul eder.

Miller ve Donald Miller ve Donald (1941) FYeud’un ortaya attığı kişilik kavramlarının öğ­ renme süreçleriyle açıklanabileceğini ileri süren ilk Amerikalı psikologlardır. Onlar. Freud'un kavramlarının içeriğine itiraz etmemişler, bu kavramlann in­ san davranışında önemli rol oynadığını kabul etmişlerdir. Onlann itiraz ettik­ leri. kavramlann tanımı ve deneysel temelidir. Miller ve Donald’ın yolunu iz­ leyen psikolog Feshbach, Stiles ve Bitter (1967) aşağıda anlatılan denelerin­ de. bilinçaltı saldırganlığı laboratuvarda göstermişlerdir. Araştırmacılar iki denek almışlardır. Denek A ya deneyin gerçek amacı söylenmemiş, denek Bye durum anlatılmış ve onun araştırmacılarla işbirliği yapması sağlanmıştır. Deney iki aşamadan oluşmuştun İlk aşamada A ve B birbiriyle etkileşim kurmuş ve işbirlikçinin (Fnin) öbür deneği (A*yı) kızdırıp, sinirlendirecek türden hareket etmesi sağlanmıştır. İkinci aşamada görünüşte bir öğrenme durumu yaratılmıştır. Bu aşama­ da A zannetmektedir kİ. B karmaşık bir davranışı öğrenme çabası İçindedir ve bu çaba içindeyken kendisine gelişigüzel, hiçbir düzeni izlemeyen sahte ufak şoklar verilmektedir. Ne zaman A biz, ya da onlar kelimelerini kullanır­ sa B. sanki kendisine şok veriliyormuş gibi davranmıştır. Aya, kendisinin kullandığı bu kelimelerle şok verme arasında herhangi bir ilişki olduğu söy­ lenmemiştir. Zamanla. A'nm kullanmış olduğu biz ve onlar kelimesinin sayısında git­ tikçe bir artma olduğu gözlenmiştir. Başka bir deyişle A, kızgın olduğu Byi cezalandırıcı bir biçimde davranmıştır. Fakat bu araştırmada kullanılan de­ neklerin hiçbiri ne yaptıklarının farkında olmamışlardır. Başka bir ifadeyle, karşıdakini cezalandırıcı saldırgan güdü bilinçaltında olduğu halde davranış­ ta etkisini göstermiştir. Araştırma bulgulan, bilinçaltı saldıganlık kavramının ölçülebilir somut göstergesi olarak yorumlanmıştır.

KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI

4 25

Skinner’m Torumu Sklnner'ın adını 4. Bölûm'den hatırlayacaksınız. Edimsel koşullama kavramlarının insan davranışının her yönüne uygulanabileceğini savunan Skinner (1971), kişiliği belirten kavramların, gerçekte o kişinin edimsel koşullanma tarihçesini davranışta belirttiğini sâyler. Oç davranış alanında Skinner'm görüşünü ince­ leyelim: Fobik davranışlar, saldırgan davranışlar ve son olarak da kumar oynama davranışı. Fobik tepkiler. Sklnner*e göre, klasik koşullama kurallanna uygun olarak gelişir ve bireyin davranış repertuannda yerleşir. Fobik tepki nevroUk, akla uygun ol­ Resim 12.11 mayan bir korkudur ve genellikle bir nesne, yer, veya B. F. Skinner. olayla bağlantı halindedir: Atlardan korkma, kediden korkma, kapalı ya da yüksek yerlerden korkma gibi. Freud*a göre fobik tepki­ ler bireyin uzlaştıramadığı bilinçaltındaki çelişkilerden kaynaklanır. Skinner'e göre ise, fobik tepki klasik koşullanmadan başka bir şey değildir. örneğin, köpek fobisi olan bir kimsenin geçmişi İncelendiğinde, küçük­ ken kendisini bir köpeğin ısırdığını, hastaneye kaldırılarak kuduz aşısı yapıl­ dığını öğreniriz. Hastanede kaldığı süre içinde bu kimseye acı veren çok sayı­ da iğne yapılmış ve tadı pek hoş olmayan ilaçlar verilmiştir. Bütün bu olum­ suz yaşantılar, köpek ısırmasıyla koşullanmış durumdadu*. Bu nedenle kişi köpek gördüğü zaman, klasik koşullanmasının etkisi altmda, korkma ve çe­ kinme davranışı (fobisi) gösterir. Saldırganlık davranışıyla ilgili olarak, sık sık saldırganlık davranışında bulunan bir çocuğu örnek alalım. Bu çocuğun İçinde yetiştiği ortam İncelen­ diğinde. Sklnner’e göre şunları bulacağız. Bu çocuk, saldırgan davranmadığı zaman kimse ona dikkat etmfyor ve kendisinden kuvvetli olan diğer abla ve abller ona ne ytyecek. ne de c ^ n c a k bırakıyor. Bu ortam İçinde çocuk ancak saldırganlık davramşıyla bit-şeyler elde edebileceğini öğrenmiş bulunuyor. Kendi ailesi içinde öğrendiği bu davranışı, diğer ortamlara genelleyerek, ya­ şam biçimi olarak sürekli saldırgan davranmaya başlıyor. Freud’un bireyin doğuştan getirdiği ve Id'in bir parçası olarak gördüğü saldırganlığı. Skinner diğer öğrenilmiş davranışlardan biri olarak görmüş ve saldırganlık davranı­ şıyla. diğer tür davranışlar arasmda hiçbir fark olmadığını belirtmiştir. Kumar oynayan kişinin, kumar 03 mamaktan kendini alakoyamamasını Skinner, daha önce 4. Bölüm'de gördüğümüz değişen oranlı pekiştirme kav­ ramıyla açıklar. Değişen oranlı pekiştirme ile öğrenen farelerin sürekli klav­ y e bastıklarını ve bu davranışın sönmesinin zor olduğunu yapılan deney­ lerden biliyoruz. Skinner. kumar oynamaktan kendini alamayan kişilerin, de­ ğişen oranlı pekiştirmenin etkisi altında davrandığını ve onlann bu davranı­ şıma. deneydeki farenin davranışı arasında esasında bir fark olmadığını sa­ vunmuştur. Bu davranışı açıklamak İçin. Freud’un ileri sürdüğü türden gözlenemeyen iç süreçlere ve olgulara gitmeye gerek olmadığını söyleyen Skin­ ner. bireyin dışında, onun çevresinde olan ve gözlenip ölçülebilen birimlerle kumar oynama davranışının açıklanabileceğini savunur.

426

İNSAN VE DAVRANIŞI

Yukanda verilen her ûç davranış örneğinde de id, ego ve ûst-ben kavram­ ları kullanılmadan bireyin davranışlannın açıklandıgmı savunan Skinner, ki­ şilik alanında araştırma yapan psikologların öğrenme kavramlannın ötesinde başka kavramlara gerek duymaması gerektiğini dOşûnûr. Bandura'mn Görüşü Albert Bandura (1977) Sklnner’in söylemiş olduğu klasik ve operan t koşullama kavramlarına İtiraz etmez, ancak insan öğrenmesinin sosyal bir or­ tamda oluştuğunu ve çocuklcuın en önemli öğrenme yaşanülanmn başkalannın davranışlarım gözleyerek oluştuğunu savunur. Bandura bu tûr öğrenme­ ye gözleme yoluyla öğrenme (observatlonal leaming) adım verir. Ona göre çocuk öğrendiği davranışı sürekli yapmak zorunda değildir, hatta davranışın ödüllendirilmesi de gerekmez. Bir kişinin öğrenmesi için ge­ rekli yegane koşul, bir başkasını be­ lirli bir davranışı yaparken gözleme­ sidir. TSrnin çocuklar üzerindeki et­ kisiyle ilgili deneyler, Bandura’mn gözleme yoluyla öğrenme kuramını destekler sonuçlar vermiştir, özet olarak şunu söyleyelSliriz: Bandura kendisinden Önce ileri sürülen öğ­ renme kavramlarım sosyal bir or­ tam içinde değerlendirir ve en önemli insan öğrenmesinin başkalannı gözleme yoluyla oluştuğunu sa­ vunur. Bu görüşe göre kişilik, baş­ kalarının davranışını taklit ve gözleR e.lm 12.12 Sosyal öğrenme gözlem , yoluyla olur.

ö g «n H n H ş örû n tû sû d û r.

d a v ra n ış la r

Rotter'ın Yaklaşımı öğrenme kavramlarını kullanarak kişilik kavramına yaklaşan psikolog­ lardan biri de Julian Rotter’dır (1972). Rotter’ın kuramına beklenti-değer [escpectancy-value) kuramı adı verüir. Birey belirli bir davranışı, o davranıştan bir sonuç beklediği İçin yapar, b ir ^ için bu davranıştan elde edeceği sonu­ cun bir değeri vardır. Belirli bir durumda beklenti ya da değerden biri çok düşükse, davranış ortaya çıkmaz. örneğin, çocuk odasını topladığı zaman kendisine şeker verileceğini bili­ yorsa, şekeri elde etmek istediğinde odasını toplar. Çocuğun canı şeker İste­ miyorsa, o zaman odayı toplamaz. Örneğin çocuk şekeri istiyor ancak, odayı toplasa dahi kendisine şeker verilmeyeceğini biliyorsa (düşük beklentisi var­ sa) o zaman da odayı toplamaz. Rot ter böylece, kişinin davranışını iki temel faktöre indirger: (1) Beklenti ve (2) davranıştan elde edeceği sonucun değeri. Görüldüğü gibi Rotter hem Bandura ile hem de Sklnner’le temel bazı kavramları paylaşır. Bandura sosyal ortama ve gözlemlemeye önem verir ve onun sistemi içinde insan algılaması (bilişsel süreçler) önemli yer tutar. Rot-

KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI

427

tcr’m sisteminde de bilişsel süreçler önemli yer tutan Beklenti (expectation) kavramı temelde algılamaya ve bilişsel süreçlere da3ranır. Rotter'ın değer (va­ lue) kavramı Skinner*ın da önem verdiği ödüllendirme kavramını karşılar ama« bu davranışsal değil, algılama (bilişsel) düzeyinde bir ödüllendirmedir. öğrenme Taklaşımınm Eleştirisi öğrenme yaklâşımmın kişiliği açıklamasıyla ilgili bazı eleştiriler vardır. Bunlann başında kişiliğin sürekliliğini, değişmezliğini açıklayamama gelir, öğıtnm e yaklaşımmı bu açıdan eleştirenlere göre kişilik. blre3rln ortamında bulunan ujrancılann etkisiyle ortaya çıkan ve onun ödenme tarihçesini 3ransıtan bir davramş örûntûsû değildir ve durumun getirdiği koşulların ötesine gider. Kişilikte bir devamlıbk. değişmezlik vardır. Bireyler değişik durumlar­ da kendüerlne özgü davranırlar. Bu eleştirilere göre, kişilik özellikleri sürekli­ dir ve bireyin kendi içinde tutarlıdır: yalnız pekiştirme - ödûlleme kavramla­ rıyla açıklanamaz. İkinci eleştiri bireyin doğuştan getirdiği mizaç ve davramş eğilimleriyle il­ gilidir. Genetik faktörlerin kişilik yapısında önemli bir yeri olduğunu savu­ nan psikologlar, biyolojik yapıya bağlı kişilik özellikleri ve davramş eğilimleri­ nin öğrenme kavramlarıyla açıklanamayacağını ileri sürerler.

6. BENLİK (KENDİLİK) KURAMLARI Bazı psikologlar benlik (kendilik/seli) bilinctnl insan davranışının temeli­ ne koyarlar ve bu temelden hareket ederek psikolojik kuramlarını oluşturur­ lar. Bazı kavramların kullanılışında aralannda ayrılık gösteren ‘ benlik kuramcılan” değişik sonuçlara ulaşabilirler. Ne var ki. kişilik ve psikoterapi ala­ nında çalışan bu psikologların görüşleri temelde benzerlikler gösterir. Bu te­ mel yaklaşım değişik adlarla bilinir: Benlik kuramlara insancıl yaklaşım, ken­ dini gerçekleştirme kuramları veya fenomenokijik kuramlar gibi. Benlik Taklaşımı Benlik yaklaşım kavramlarının çoğu açık-seçik ve kesin değildir. Ajmca bu kavramların deneysel olarak araştınimalan da zordur. Ne var ki. kişiliğe yaklaşma bakımından yine de yararlı bir bakış biçimi oluştururlar. Aşağıda, benlik yaklaşımmm genel özelliklerinden söz ettikten sonra İki örnek yaklaşı­ mı inceleyeceğiz. iyimser bir Voklaşım : Benlik kuramlannın en belirgin özelliklerinden bi­ ri, insan doğasma iyimser bir bakıştır. FYeud insanı iç dürtülerinin elinde sü­ rekli itilen bir varlık, öğrenme psikologları ise çevresel koşullann tutsağı ola­ rak görür. Buna karşılık benlik kuramcıları, insan doğasının sürekli mutlu­ luk aradığma, insanm kendisi ve doğasıyla uyum içinde yaşamak için bilinçli olarak seçimler yaptığma İnanır. Yaşamdan doyum sağlamanın insanın için­ de doğuştan var olduğuna inanırlar. Bu görüş, sürekli çatışma içinde olan Freud’un insan görüşünden daha iyimser bir görüştür.

428

İNSAN VE DAVRANIŞI

Mekanik Olmayan bir Yaklaşun : Gerek Freud*un, gerekse öğrenme kuramlannın İnsana yaklaşımı oldukça mekaniktir. FVeud'un yaklaşımında iç güçlerin (İd. ego ve Ûst-ben) arasındaki çatışma bireyin davranışını ve psikolo­ jik dünyasını oluşturur, öğrenme kuramları dış olaylarm (ödûlleme ve ceza­ landırma) bireyin davranışını belirlediğini savunur. Her iki kuıan^sal yakla­ şım da bireye pek seçme ve karar verme olanağı tanımaz. Bu kuramlara göre mekanik süreç ve güçler bireyin davranışmı belirler. Benlik kuramı bireyin, yaşammı doyumluluga ulaştırma yönünde sürekli seçim yaptığmı savunur. Benlik kuramını destekleyen psikologlara göre birey son derece karmaşık bir organizmadır ve kendi kaderi üzerinde kendisinin karar verme gûcO vardır. Birey, fyiye gitme, gelişme ve mutluluğa ulaşma yönünde kararlar verir. ^Şimdl'Ue-Burada'* Yaklaşmu : Benlik kuramcıları kişinin başmdan geç­ miş daha önceki olaylara önem vermez ve çocuklukta olan hadiselerin yetiş­ kin bireyin davranışını belirlediğini kabul etmezler. Onlann önem verdikleri şu anda kişinin kendisini ve çevresini nasıl algıladığı ve seçimlerini nasıl yaptığıdır. Geçmişe değil, şimdiye önem verirler. Yukardaki anlattıklarımız benlik kuramcılan arasmdaki temel varsayım­ lardır. Şimdi, benlik kuramcılarından biri olan Cari Rogers'ın kuramını ala­ rak ana batlarıyla gözden geçirelim. Rogers'ın Benlik Kuranu Cari Rogers (1961, 1977) İnsan doğasına İ3dmser bakan psikologlann ba­ şında gelir. Ona göre her insan doğuştan mutluluğu arar, potansiyellerini gerçekleştirmek için çabalar. Gelişme ve İyiye doğru değişme insanın doğa­ sında vardır. Rogers benlik bilincine önem verir. Bir kimsenin benlik bilinci onun ken­ disiyle İlgili düşüncelerini, algılamalannı ve kanaatlerini içerir: kendisini na­ sıl gördüğünü özetler. Benlik bilinci iyi. kötü, ya da ortada olabilir. Benlik bi­ linci her zaman gerçeği yansıtmayabilir. Yetenekli olduğu halde bir insan kendini yeteneksiz görebilir veya yeteneksiz bir kişi İse, kendini yetenekli zannedebilir. Benlik bilinci bizim kendimizi nasıl gördüğümüzü İfade eder. Herkes daha olumlu, daha gelişmiş bir benlik geliştirme çabası içindedir. Olumlu bir benlik bilinci geliştirebilmemiz İçin koşulsuz sevgi (unconditlonal love) içinde yetişmemiz gerekir. Koşulsuz sevgi, birey ne 3raparsa yapsm onun sevgi ve saygıya layık olduğunu kabul eden an­ layışın ûrûnûdûr. Bizim bazı davranışlanmız yanlış olabilir ve bu nedenle cezalandırılabilir, ancak insan olarak biz yaptığımız hataların ötesinde her zamân sevümeyc ve sayılmaya değer yaratıklarız. Davranış cezalandınlır. fakat birey sevilir ve sayılır. Bu anlayış içinde ana-babalar. çocuklanna “Yaptığın davranış kötüydü, onun cezaiandıniması gerekir, ama unutma kİ sen benim gözümde hatalann ötesinde değerli bir Resim 12 13 yaratıksın, seni seviyor ve sayıyorum" biçiminde yakCarl Rogers. laşmalıdu-.

KİŞtUK VE KİŞİLİK KURAMLARI

429

Koşulsuz sevgi içinde büyüyen klşiIeHn benlik anlayışlan gûçlû ve olum­ ludur. Yapılan davranışla benlik bilinci arasında bir farklıhk varsa o zaman kaygı ortaya çıkar. Farklılık ne kadar büyükse, kaygı da o kadar kuvvetli olur, örneğin. Hatice kendisini iyi bir genç kız olarak biliyor. Birgûn babası cüzdanını roasanm üzerinde bırakmışken Hatice kendisini birkaç arkadaşıy­ la birlikte sinemaya götürecek kadar para alıyra. Bu durumda Hatice davramşmı ya kötüler, "Ben iyiyim, ama bu yaptığım hırsızlık, kötü bir davranış* veya akla uygun biçime sokar. '‘Babamın çok parası var. birazını alsam pek fark etmez, bunda hiç kötülük yok* gibi. Rogers bireyin kendini aldatmaya başlamasıyla kaygı düzeyinin artacağı­ nı ve zamanla bire3dn benlik bilincinin temelinden sarsılacağını söyler. Yukanda anlaülan durumda en sağlıklı yol. Hatice'nin kötü bir davranış yaptığını kabul etmesi ve bu davranışın kendine uymadığını bilerek bir daha yapma­ maya karar vermesidir. Hatice kendini kötüleme ve aşağılamaya gitmemeli­ dir. çünkü davranışmm kötü olması, onun kötü bir insan olduğu anlamma gelmez. Hatice kendini kötülemeden uygunsuz davranışından uzaklaşmalıdır. Kendi kendimizi aüetmemiz ve kendimizi koşulsuz olarak sevmemiz ve saymamız, bizim sağlıklı yaşamımızın ve gelişmemizin temel ilkesidir. Ma8İow*nn Kuıamı Daha önce 7. Bölüm'de Maslow'un insan gûdûlenmestyle ilgili kuramını görmüştük. Maslow’un kuramı çoğu kez kişilik kuramı olarak da algılanır. Kuramda benlik bilinci önemli bir yer tutar ve bu nedenle yeniden kısaca ha­ tırlamakta yarar vardu*. Tablo 12.1. Maslow’un Kenefini Gerçekleştirmiş bir Kişide Gördüğü Bazı özellikler Gerçeğin biiincbiiecck yönlerini doğru olarak algılar. Bilinemeyecek olanların bilinemeyeceğini doğru olarak algılar. Gerçeği olduğu gibi kabul eder. Kendini olduğu gibi kabul eder. Başkalarını olduğu gibi kabul eder. Yaşamın getirdiği olaylan tam anlamıyla yaşayarak tadını çıkarma eğili­ mindedir. Kendiliğinden hareket eder. Yaratıcı bir biçimde davranabilir. Kendine ve yaşama gülebilir. İnsanlığa değer verir ve onun sorunlarını ciddiye alır. Son derece yakın ve derin birkaç dostu vardır. Yaşamı bir çocuğun gözü ve kalbiyle görüp yaşayabilir. Gerektiğinde çok çakşır vc sorumluluğunun farkındadır. Dürüsttür. Çevresinin farkındadır, sürekli çevresini araştınr vc yeni ş" ■r, yüksek not aldığında İse onu övmüşle—" dereceler ahp. hiç pekiyi alama—

436

tNSAN VE DAVRANIŞI

dan bilinç yüzeyine çıkjnaya başlamıştır. Fakat Murat, mükemmeliyetçi ana •babasına karşı duyduğu kızgınlığın bilinç düzeyine çıkmasından korktuğundan. kızgınlığı kendine yöneltir ve bunun sonucu olarak da duygusal çökün­ tüye (depresyona) kapılır. Psikoanalitik yönelimli bir terapist Belkıs’ın durumunu şu şekilde görür: Belkıs küçük kızken babasını çekici bulmuş (Elektra kompleks) ancak bu duygulanndan korkmuş ve kabul etmek istememiştir; çünkü bir kızın iyi ve temiz olması gerektiği kendisine öğretilmiştir. Şimdi yetişkin bir kadın olarak kendi babasına benzeyen kocasından başka bir yetişkin erkeğe cinsel çekilim duyar, ne var ki bu duygular. a}mı çocuklukta olduğu gibi, şimdi de kabili edilemeyen türden duygulardır. Bu duygulardan kurtulmak için cinsel duygulan başka erkeklere yansıtır ve böylecc kendisinin değil, diğer erkeklerin kendisine cinsel yakınlık duydu­ ğuna kendisini inandınr. “iyi ve yardımsever* bir kadm olduğunu kendine iispat etmek için kendine evrensel bir görev veren sesler duymaya başlar. Bu tür duyma ve yansıtma yöntemleri savunma mekanizmalandır. fakat bu sa­ vunma mekanizmaları onun kaygısını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda onun gerçekle ilişkisini de keser. Bu tutum daha da ilerlerse, daha sonra tanımmı göreceğimiz, paranold şizofreni tanısını alır. İbrahim küçük yaştan itibaren duygularını ifade etmemeyi, her şeyi için­ de tutmayı öğrenmiştir. Bu nedenle bütün kızgınlık ve saldırganlık duygulanm bilinçaltına depolamış-¿urumdadır, ancak otuz yaşından sonra depolan­ mış duygular kendilerini ifade etmeye başlar. İbrahim kızgınlık duygulann­ dan o kadar korkar ki, bu duygulann farkına varınca ne yapacağım bilemez ve büyük bir kaygı içine girer. Psikodinamik yaklaşıma göre tbıahim kaygı nevrozu gösterir. Davranışçı Yaklaşımlar Davramşçı psikologlar normaldışı davranışlann. a3men diğer davranışlar gibi öğrenilmiş davranışlar olduğunu savunurlar. Normaldışı davranışlaıin klasik koşullama. edimsel koşullama. sosyal öğrenme kavramlanyla açıkla­ nabileceğini ifade ederler. Son zamanlarda bilişsel süreçleri de kullanmaya başlayan davramşçı yaklaşımlara rastlıyoruz. Örneğin, bilişsel dauranışçı te­ reci yaklaşanı (cognitive behavior theraphy approach) adı verilen bir düşü­ nüş tarzım benimseyen psikologlar (jRImm ve Masters. 1979; Rimm ve Lefebvre, 1981; Bandura. Adams. Hardy ve Howell. 1980) bilinçli düşüncenin normaldışı davranışın gelişiminde ve bu davranışın sürdürülmesinde önemli rol oynadıgmı ileri sürerler. Şimdi de Murat. Belkıs ve İbrahim'in durumlahnı davranışçı yaklaşımın nasıl açıklayacağını kısaca belirtelim: Davranışçı pslkolo^ara göre Muıat'm lisedeyken en önemli ödülü dersle­ rinden pekiyi notunu almaktı. Şimdi bu pekiştiriciden mahrumdur. Duygu­ sal çöküntü açıklamalanndan biri, alışılagelmiş ödüllendirmenin bireyin ya­ şananda artık bulunmaması şeklindedir (Sanchez ve Lewinsohn. 1980). Üni­ versitede ancak orta ve iyi alabilen Murat bu notlan ödüllendirici bulmadığmdan duygusal çöküntüye düşmektedir.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

4 37

Davranışçı yaklaşım İçinde duygusal çöküntünün bir diğer açıklaması da “ödüllendirme sürecinin bireyin denetimi altında olmaması" şeklindedir (SeIlgman, 1975; O'Rourke, Tryon ve Raps, 1980). Belki de Murat'm sorunu ne yaparsa yapsm, artık pekiyi notunu alamamasından ileri gelmektedir. Bu­ nun sonucu olarak kendisini çaresiz görür ve duygusal çöküntüye girer. Belkıs büyürken ne zaman bir yanlışlık ve hata olsa, ana-babasmın bu hatayı hep başkalanna yüklediklerini görmüştür. Belkıs'ın bildiği tek yol budur. Kendi yaşamında olagelen başansızlıklann« engellenmelerin ve bozulma­ ların suçunu başkalanna atar. Dışandan sesler duymak, başkalannı suçla­ mak için güzel bir bahane yarattığından, bu ka)mağa başvurur ve bu nedenle seslerin varlığma inanır. İbrahim kaygı nöbetlerinin hiç sebepsiz ortaya çıktığını söyleyecektir, an­ cak davranışçı bir terapist bu kaygı nöbetlerinin ortaya çıkmasını sağlayan bazı özel uyancılar olduğuna inanır ve bu tür uyarıcıları İbrahim’in çevresin­ de arar. Bu uyancılar kendilerini değişik biçimlerde gösterebilir; İbrahim ka­ labalıktan, yabancı yerlerden, ya da kendisini değerlendirecek kişilerin bu­ lunduğu ortamdan kurtarmak çabası içinde olabilir. Büyürken, kendisiyle il­ gili gerçekçi olmayan }rüksek beklentiler geliştirmiş olabilir. Şimdi kendisini başansız gördüğünden, başarısızlığını saklamak için, kişilerle bir araya gel­ mekten çekinebilir.

Varoluşçu-İnsancıl Yaklaşımlar Varoluşçu-insancıl yaklaşımlar başlığı çok sayıda psikologu kapsar, an­ cak. bu psikologlann birbirleriyle ilişkileri o kadar açık seçik, belirgin değil­ dir. Bu yaklaşımın temel varsayımı şudun İnsanlar psikolojik gelişim, büyü­ me ve sağlıklı denge yönünde davranmaya meyilli olarak doğarlar. Bu eğilime kendini gerçekleştirme (selT-actualization) veya yalnız gerçekleştirme (actuali­ zation) eğilimi adı verilir. Cari Rogers’ın (Rogers, 1951, 1970, 1980) danışan-merkezli terapi (client centered theraphy) yaklaşımı, bu insancıl okulun en yaygın olarak kullanıla­ nıdır. Fıitz Peris'ın (Peris, 1970) Geştalt yaklaşımı da. insancıl okul yaklaşımmı kabul eden kişilerce, sık sık kullanılır. Varoluşçu-insancıl yaklaşıma göre birey, arzu ve gereksinmelerini tutark bir biçimde, kendi psikolojik gelişim ve büyüme yönünde ifade etmek ister. Bu ifadeler kendini bazen saldırganlık, bazen cinsellik, bazen de bağımsız ol­ ma biçiminde gösterir. Ne var ki böyle ifadeler çoğu kez çocuğun çevresince kabul edilmez ve çocuk değişik biçim ve derecelerde cezalandırılır. Bireyin sağlıklı bir biçimde büyümesinin engellenmesi, onun temel bazı gereksinme­ lerini ve arzulanm inkâr etmesine, onlann farkında olma yeteneğini kaybet­ mesine yolaçar. Murat gerçekte ne istediğinin farkında olmadığı için duygusal çöküntüye uğrar. Gerçek arzu ve gereksinmelerini inkâr etmeye alıştığmdan, bir süre sonra onlann farkmda olma yeteneğini kaybeder. Belki de Mutat üniversiteye gitmek istemez, ama inkâr onun gerçek isteğinin farkına varmasım engeller.

438

İNSAN VE DAVRANIŞI

Bu isteğinin farkına varma çabası yerine duygusal çöküntüyü tercih eder, böylece hem gerçek arzusunun farkma varmayı, hem de sevmediği, istemedi­ ği üniversite derslerine çalışmayı önlemiş olur. Belkıs niçin evrensel göreve çağnhr? Belki de yalnız bir ev kadını olmanın ötesinde, gönlünün çektiği mesleğiyle ilgili bazı arzulan vardır, fakat bu arzu­ lan kabul edip farkına varamaz, çünkü başansızhktan korkar. Kendinin da­ ha önemli olduğuna İnanmak için evrensel bir göreve çağrıldığına inanmaya başlar. Belki de cinsel yönden yetersiz olduğunu düşünür. Böyle bir eksikli­ ğin farkına varmak onu rahatsız edeceğinden, o eksikliği başkalannın, özel­ likle kocasımn kendisini ‘'cinsel yönden kötüye kuUandığı" biçiminde gösterir. İbrahim şu anda yaptığı işi artık doyurucu bulmaz, ancak yaşlandığım hisettiği için bir meslek değiştirme aşamasında olmadığım düşünür. İşini de­ ğiştirme olasılığı ona kaygı verir. Kaygı nöbetleri yüzünden işiyle ilgili derin bir bilinçlenme}re erişemez ve belki de, işiyle ilgili sevmediği bazı faaliyetleri durduramaz. Biyolojik-Tıbbi Yaklaşımlar Biyolojik yaklaşımı kabul eden psikologlar normaldışı davramşm teme­ linde İki temel faktör ararlar: (1) Genler yoluyla ana-babadan çocuklara ge­ çen kalıtımsal faktörler ve (2) beslenme türü, alınan ilaçlar, iklimde meydana gelen değişiklikler gibi çevresel faktörlerin etkisi. altında bedende meydana gelen biyokimyasal dengesizlikler. örneğin, Murat'm duygusal çöküntüsü ya kalıtımsal yolla anababasmdan bir eğilim olarak kendisine geçmiştir, ya da onun İçinde bulun­ duğu çevresel koşullar onun bedeninde, özellikle beyninin btyokimyasında. dengesizlikler yaratmıştır. Bu düşünce Belkıs'ın şizofreni türünden davranı­ şını da aynı biçimde, başka bir deyişle ya kahtımsal ya da biyokinıyasal den­ gesizlik olarak açıklar. İbrahim'in kaygı nöbetlerinin de biyolojik ve kimyasal nedenlerle açıklandığım okuyucu kuşkusuz tahmin eder. Biyolojik nedenlerle açıklamalar yapan psikologlar, belirli araştırmalara dayanırlar. Duygusal çökûntû/depreşyon ile biyolojik nedenlerin İlişkisi üze­ rinde yapılan araştırmaları Özetleyen yayınlar (Rosenthal. 1971; Bertel^n, Harvald ve Hauge. 1977: Akıskal ve McKlnney, 1975) kalıtımın ve biyokimya­ sal dengenin önemli etkenler olduğunu göstermektedir. Böyle araşürmalaTa şizofreni (Carlson. 1971) ve kaygı konusunda da (Lader, 1967) rastlıyoruz. Etkileşimsel Yaklaşım Bütün bu yaklaşımları gördükten sonra modem psikologun etkileşimsel (Interactive) bir tutum takınması gerekir. Etkileşimsel tutum, insan davranışınm son derece karmaşık bir sistem olduğunu kabul ederek bireyin değişik faktörlerin etkisi altında davrandığını düşünür. Bu nedenle tekçi görüşü de­ ğil. her psikolojik okulun öne sürdüğü temel faktörlerin etkisi olduğunu dü­ şünerek açıklamalarım yapar. Bu görüş psikodinamik görüşün çelişki kavrammı, davranışçı görüşün öğrenme yaşantılar^la ilglU titizliğini. İnsamn gelişme ve bütünleşme gücünü vurgulayan varoluşçu görüşün gerçekleşme kavramını ve nihayet kalıtım ve

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSlKOLCXJlSl

439

btyoklmyasa] yapıda kendini gösteren btyolojik faktörieri önemser. Nonnaldışı davranışm ve içinde oluştuğu ortamın tûrû bazı kavramları daha olanaklı, bazılannı İse daha olanaksız kılar. Psikolog bu çoklu seçim İçinde, kendisine en fyi açıklama getiren kavramlar dizisini seçmek zorundadır. Etkileşimsel görüş, yukanda sözünü ettiğimiz Darklı yaklaşım biçimlerin­ den herhangi birinin, bütün davranış bozukluklarını tek başına açıklamakta yeterli olamayacağım baştan kabul eder. Bu nedenle, belirli bir psikologun yalnız biyolojik nedenlerle ilgilenmesi, bir başkasının öğrenme kavramlanndan başka hiçbir kavrama ilgi göstermemesi, etkileşimsel görüşe göre, sağlık­ lı bir yaklaşım değildir.

3. N O R M A L D IŞ I D A V R A N IŞ IN T E Ş H İS K A T E G O R İL E R İ Normaldışı davraıuşlann türlerinin gözlenmesi ve değişik türlere, katego­ rilere ayrılarak her birinin ayn ayn isimlendirilmesi teşhis için önemli bir adı­ mı oluşturur. Teşhis kategorileri, psikolog ve psikiyatristler arasında belirli bir mesleksel dilin doğmasına yol açmıştır. Bu dilin kaynağı milattan önceki yıllara kadar gider. Hipokrat bazı davranış bozukluklannı tanımlamış ve ma­ nia, melankoU (depresyon) ve beyin humması (phrenitis) İsimlerini vermiştir. Bundan yaklaşık yüz yıl önce bir Alman doktor. Emil Kraepelin (1896). bugünkü sınıilandırma düzeninin temelini atmış ve yaptığı sınıflandırma bu­ güne kadar etkisini sürdürmüştür. ABD'de ülke çapında bir sınıflandırma ve teşhis birliği sağiamak için Amerikan Psikiyatri Birliği, Akd HastaltkIan Teş­ his ve istatistik Elkitabı (The Dlagnostic and Statistical Manual of Mental Dİsorders) adlı kitabı 1952*den bu yana üç defa gözden geçirerek bastırmıştır. Her gözden geçirme, yeni yapılan araştırmaların ve bulguların ışığı altında ki­ taba yeni düzenlemeler ve ilaveler getirmiştir. Şu anda kitabın üçüncü göz­ den geçirilmiş baskısı, teşhis kategorilerini tanımlamada temel olarak kulla­ nılır. Şimdi akla şu soru gelin Acaba psikiyatristler ve psikologlar belirli bir davranış bozukluğunun teşhisinde birbirleriyle ne kadar tutarlı davranırlar? Belirli bir davranış bozukluğuna değişik psikiyatristler aynı adı verebilir mi? Bu konuda birçok araştırma yapılmıştın elde edilen sonuçlar pek İç açıcı de­ ğildir. Nevroz adı verilen davranış bozukluklarıyla ilgili olarak yapılan teşhis­ lerde psikiyatristler ve psikologlar birbirleıiyle çelişkiye düşmüşler (Zubln, 1967); ancak, psikoz ve beyin zedenlenmelerl hakkında ise daha tutarh teş­ hislerde bulunmuşlardır. Aşağıda verilecek kategoriler Akıl Hastalıkları Teşhis ve istatistik Elkitabı’ nın üçüncü gözden geçirimine dayanılarak yapılmıştır. Bu kategorileri okur­ ken, bunlann bir deneme olduğunu ve okujoıcuya bir flkir vermek İçin bura­ ya aktarıldığını unutmaym. Kendinizin ya da çevrenizdekllerin davranışlarma isimler verip etiketlemeye kalkışmayın. Yalnız bilginizi ve algılamanızı artır­ mak İçin kullanın, fakat bir terapist gibi çevrenizdekilere tedavi yollan göste­ recek tavırlar takınma}an. Bu görevi psikiyatrist ve psikologlara bırakın.

440

İNSAN VE DAVRANIŞI

4 . E C A Y G IY L A İL G İL İ B O Z U K L U K L A R Kaygı, insanın günlük davranışında en sık gözlenebilen bir haldir. Her­ keste değişik derecelerde kaygı vardır ve hiç kaygısı olma3ran kimse hemen hemen yoktur. Fakat, kaygının tûrû ve derecesi önemlidir. Kaygı bireyin gün­ lük yaşamınm merkezi olur ve birey kaygı üzerinde odaklaşırsa, o zaman kişi normal yaşamım sürdüremez hale gelir. Bu haller bireyin değişik davramş bozukluklan geliştirmesine yol açar. Bu bölümde kaygıdan kaynaklanan bu cins davranış bozukluklan anlatılmaktadır. Kaygı Halleri Kaygı nöbeti İçinde olan kişi sürekli kaygılandığı halde, kaygınm kaynağım göstermekte zorluk çeker. İbrahim'in kaygı nöbeti, böyle kaynağı belirsiz bir kaygı türüdür. Kaygısı yüksek olan kişiler, kaygı halinin etkisi altında çok sayıda bedensel ve psikolojik belirtiler geliştirirler. Bu belirtilerden bazılan aşağıda sıralanmıştın Kaslann çok gergin olm ası: Kaşlar sürekli çatıktır, kaslar sürekli gergin­ dir. KİŞİ gevşeyemez ve gerginlik kaslara bir titreme getirir. Otonom sinir sisteminin yüksek düzeyde faal olması : Terleme, kalbin çarpması, avuçlann soğuk olması, baş dönmesi, mide bulanması ve İshal bu belirtilerden bazdandır. (Otonom sinir sisteminin İşleviyle İlgili olarak 2. Bölüm’e bakınız.) Tedirgin bekleyiş hali : JJzûlme. kendine ve başkalarına olabilecek kötü şeyleri düşünmekten kendini alakoyamama hali görülür. Dikkati toplamada zorluk : Bir iş üzerine dikkati toplamakta zorluk çek­ me, çabucak sinirlenme ve uykusuzluk halleri görülür.

Şekil 13.1 Kaygı derecesiyle zor bir konuyu öğrenme arasındaki ilişki. Kaygının çok düşük olduğu hallerde öğrenme verimli olmamaktadır. Orta derecedeki kaygı en iyi öğrenme koşulunu oluşturmaktadır. Kaygı orta derecenin üstüne çıkarak yükseldikçe, öğrenmenin verimi düş­ mektedir.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSlKOUWlSl

441

Panik halleri de kaygı hallerinden biri olarak gösterilebilir. Panik aşın kaygı hallerinde kendini gösterir. Panik derecesinde kaygı duyan kişiler solu­ num zorluklan da çekerler. Solunum zorîuklan kesik kesik ve sık sık nefes alma şeklinde kendini gösterebildiği gibi, nefes almada tıkanıklık biçiminde de ortaya çıkabilir. Kaygı, daha önce de söylediğimiz gibi, değişik derecelerde, hemen hemen herkeste bulunur; Şiddeti ve sürekliliği arttığı zaman bir sorun olarak karşı­ mıza çıkar. Esasında biç kaygı duymayan kişilerin verimliliğinde bir düşük­ lük söz konusudur. ŞekÜ 13.1, kaygı derecesiyle öğrenmenin verimlilik dere­ cesi arasmdaki ilişkiyi gösterir. Şekilde görüldüğü gibi, kaygı derecesinin çok düşük olduğu hallerde öğrenmedeki verim de düşüktür. Kaygı orta dereceler­ de İken öğrenmedeki verimlilik düzesd en yüksek noktasına ulaşır. Orta nok­ tayı aşan kaygı, öğrenmedeki verimliliği azaltır. Kaygı en yüksek derecelere ulaştığı zaman, başka bir deyişle birey panik derecesinde kaygılandığı za­ man, öğrenmede verimlilik, şekilde gözlendiği gibi, yine en düşük düzeye İn­ mektedir. Fobiler Herkesin hem kaygısı, hem de korkusu vardır. Bu doğaldır. Ne var kİ, korkunun derecesi kişinin günlük yaşamını aksatacak düzeye erişip onun nor­ mal işlevini engellediği zaman doğal olmayan bir du­ rum söz konusudur. Bu durumda Jtrfjflerden (phobias) s & ederiz. Fobilerin en beliren özelliklerinden bir! onlann kaynağınm bilinçsiz oluşudur. Fobilerin kaynağı, Freud’un yaklaşımına göre bilinçaltında çözümlen­ m e l i çelişkilerdir. Bu çelişkiler çözümlenmedikçe, yalnız fobinin ortadan kkidınimasma çalışmak yetersik ve anlamsız bir çabadır. Örneğin, zararsız yı’a n d ^ korkan bir yetişkin erkeJ n yılan fobisi, Freıd'cu\ yaklaşıma göre, onun ödipOs konq>leksi soucuıida babasıyla ilişkisinin çözOmleyememiş ol­ asından llert gelir. Bu kişi, bilinçaltmda. cinsel ornm kaybetmekten korkar. Davranışçı görüşe İnaı b ir ilk o lo g h a s t ^ tedavi etse ve yılan korku­ dan kurtarsa bile, biünçalbndakl çelişki henüz mlehmediğl için, kişi kendisine başka bir fob! ablo 13.1 belli başlı fobilerin bir listesini ver­ dir. Psikolo^ar, ibbtlerl iki kategoriye ayınrısit fobiler ve karmaşık fobiler. Basit fohi phobhd oldukça İyi belirlenmiş tek bir nesne rumdan gelen korkuyu tanımlar. Karmaşık ıplex phobia) ise çok bcyutludur. Örneğin

Resim 13.2 D a h a önc0

b ir

k ö p e ğ in s a td m s m a u ğ ra y a n kişiler, bOtûn k ö p e k l e r i n k o tk m a y a b a şla rt’ k o rio 'i—

İNSAN VE DAVRANIŞF

442

yılandan korkma, ya da yüksek yerlerden koriana basit fobilere örnektir, öte yandan, agorafobi adı verilen türden fobi, dışanda. toplum İçinde, yabancı kimselerin arasmda ortaya çıkar ve görüldüğü, gibi son derece karmaşık uyancüan İçerir. Agorafobi'nin asimdan çevirisi "*çarşı ve pazar yerinden kork­ mazdır. fakat psikoloji yazılarında “açık yerden korkma“ biçiminde adlandmlmıştır. Tablo 13.1 Sık sık gözlenen bazı fobiler. POBtNiN İSMİ Akrofbbl Agorafobi Ailurofobi Antofobl Antrofobl Akuvafobi Astrafdbi Brontofobi Klostrofobi Kinofobl Ekulnofobl Herpetofobl Mlzofobl Nlkotofobl Ofldofobİ Payrofobl

KORKULAN UYARICI Yükseklik Açık alan Kimiler Çiçekler İnsanlar Su Şimşek Gökgarültüsû Kapalı yer Köpek Atlar Kertenkele Pislik, bulaşıcıhk Karanlık, gece Yılanlar Ateş

Şimdi Örnek bir vaka İle fobilerden birini inceleyelim: Aliye 33 yaşlarında agorafobisi olan bir ev kadınıdır. Yabancıların ya­ nında. genellikle kalabalık yerlerde her zaman oldukça tedirgin olan bir kişiliğe sahiptin Son yıllarda onun tedirginliği ve utangaçlığı tam anla­ mıyla bir fobi haline dönüşmüş ve günlük yaşamını olumsuz yönde etki­ lemeye başlamıştır. Katiyen evden çıkmak istememektedir. Komşuya da­ hi gitmeyi düşünmeyen Ali'ye, bir sinema veya lokantaya gitmek İstedi­ ğinde bile içine korkular girmektedir. Bakkala gitmekten korktuğu için alışveriş yapamamakta ve bu nedenle de suçluluk duymaktadır, çünkü bir ev kadını olarak evin yiyeceklerini kendisinin alması gerektiğine inan­ maktadır. Bakkaldan alınacakları başkalarından rica ederek eve getlrtebllmektedlr. Kocası veya büyük oğlu evde İse, onları bakkala göndermek­ tedir. Onlar kendisinin agorafobisi olduğunu bilmektedir. Ama. onlar ev­ de yoksa, o zaman bir komşudan rica etmekte, fakat agorafobisi olduğu­ nu söylemekten utandığı İçin başka bir mazeret uydurmaktadır. Son za­ manlarda kocasıyla bu sorunu yeniden konuşmuşlar ve bir terapiste baş­ vurmaya karar vermişlerdir. Sosyal fobiler de kannaşık fobilerden biridir. Sosyal fobinin temelinde “Başkalan beni görünce ne der?“ türünden, başkalannm yargılamasından

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

443

korku vardır; böyle kimseler toplum İçinde, hatta telefonda bile başkalarıyla konuşmaktan çekinirler. Terapistlerin basit ve karmaşık fobiler arasında ayırım yapmasının teme­ linde yatan en önemli neden şudun Basit fobiler b ir ^ n günlük yaşamım pek aksatmaz, buna karşılık karmaşık fobiler b ir ^ n yaşama uyumunu zor­ laştırır. Buna ek olarak, basit fobilerin tedavisi daha kolaylıkla gerçekleştiril­ diği halde, karmaşık fobiler tedaviye direnç gösterirler. Aynca. bazı karmaşık fobiler, kaygı nöbetlerde birlikte gelir, işte bu nedenlerle, psikologlar basit ve karmaşık fobileri biıbirlerlnden ayırt ederler. Fobilerin kola^ıkla ortadan kalkmayışını psikologlar genellikle şu iki te­ mel faktörle açıklarlar: (1) Belirli bir uyancıdan, örneğin köpekten korkan birey, bu uyancıdan sürekli kaçmdığından. uyarıcıyla olumlu bir dene3rim geçirmeyi olanaksız kı­ lan ilk korku ömür boyu sürer. (2) Korkuyu devam ettirici diğer bir faktör de. korkulan nesne ya da du­ rum yeniden ortaya çıktığında kişinin kendi kendine sürekli olumsuz mesajlar vermesi ve böylece olumlu bir denorindn gelişmesini önlemesidir, örneğin, uçaktan korkan kişi, uçağa bindiğinde sürekli kendi kendine "Şimdi uçak dü­ şecek ve ben öleceğimi" derse, hiçbir zaman uçakta uçmanm zevkine varamaz. Olumlu deneyim böyle önlenince, ilk korku kuvvetini koruyarak devam eder. Yukarıda söylediklerimizden fobilerin tedavi edilemez olduğunu çıkarma}rın. Çoğu kimse tedavi sonucu bu davranışlardan kurtulur. Her kişinin özel durumuna göre gerekli tedavi uygulandığından, genel bir sonuca varmak yanlış olur. Obsessif-Kompalsif Bozukluklar Obsessif-kompalsif (obsessive-compulsive) bozukluklar düşünme ve dav­ ranma saplantılarını ifade ederler. Obsesslfblr kişi kafasına takılan bir fikir­ den kurtulamaz, fikir kafasında sürekli tekrar eder, bir nevi düşünce saplan­ tısı oluşur. Belirli bir şarkıyı hiç istemediğiniz halde sürekli zihninizde tekrar ettiğiniz anlar oldu mu? Bu durumun aşın derecesi obsessifllğl İfade eder. Kişi belirli bir davramşı yapmaktan kendini alıkoyamıyorsa ve belirli bir davramşı yapmaya saplanıp kalmışsa, o kişfye kompalsif adı verilir. Bu ikisi, ya­ ni bir d ü ş ü n e ^ veya bir davranışa saplanma çoğu kez birarada ortaya çıkar ve böyle bozukluklara obsessif-kompalsif bozukluklar adı verilir. Obsessifkompalsif bozukluklar genellikle şu üç türde kendini gösterir: (1)

Bireyin kendine ya da başkalarına zarar vereceğiyle İlgili düşünce­ ler.

(2)

Pislik ve bulaşıcı hastalıkla ilgili düşünceler.

(3)

Sürekli olarak tekrar tekrar şüphe etme.

Birinci türden obsessif düşünceye ilk defa anne olan kimselerin bazüannda rastlanır. Anne küçük bebeğini öldürüvereceğini düşünür ve bu dü­ şüncesinden dola3n kendini suçlu hisseder. Bunu kimseye söyleyemez, ancak

İNSAN VE DAVRANIŞI

444

bu Akri kafasında sürekli tekrar eder. Bu nedenle, çocuk doktorlarının birço­ ğu. ilk doğum yapan annelere. “Ara sıra çocuğa kızgınlık duymalarının, h at^ onu terketmeyl düşünmelerinin doğal olduğunu, böyle duygular geldiğinde pek ciddiye almamaları gerektiğini" söyleyerek onları bir nevi hazırlarlar. Cid­ diye alınma3ran düşünce zamanla kuvvetinden kaybederek ortadan kaybolur. Pislik ve bulaşıcı hastalık düşüncesine saplanıp kalmış kişiler ellerini günde elli, bazen yüz defa yıkarlar. Bu kimselerin bazılarınm yıkamaktan el­ lerinin derileri soyulmuş, yara olmuştur. Artık hiçbir şeye dokunamaz hale gelince genellikle tedavi yollan ararlar, özellikle davranışçı yaklaşım bu tip davranışlann tedavisinde etkin olur. Sürekli ve tekrar tekrar şüphe etme değişik kimselerde, değişik konular­ da kendisini gösterir. Örneğin, eve hırsız gireceğinden kuşkulanan kişi, eve yeni kilitler vurdurur, pencerelere yeniden demir parmaklıklar koydurur, bu­ nunla da yetinmez, akşamlan uyuyamaz, her yanm saatte bir kalkarak kapı­ yı ve pencereleri yeniden kontrol eder. Aldığı önlemler onun yeniden tekrar tekrar şüphe etmesini önlenmez.

4. BEDENDE GÖRÜLEN BOZUKLUKLAR Kaygının sebep olduğu bedensel (somatoform) bozukluklar herhangi bir fizyolojik neden olmadan kendini gösterir. Bir başka deyişle, psikolojik ne­ denler bedensel aksaklıklara yol açar. Aşağıda bu tür bozuklukların dördünü inceleyeceğiz. Bunlar sırasıyla konversiyon histerisi, psikojenik ağrı/acı. hipokondrlasis ve hlperkondriaslsdir. Konversiyon Histerisi Histeri (hysterla) kelimesini duyduğunuzda büyük bir olasılıkla kendisini duygulanna kaptırmış, aklın kontrolünden çıkmış bir kişi aklınıza gelir. Günlük anlamda kelime değişik anlamlarda kullanıldığı halde, psikologlar ye psikiyatristler bu kelimeyi son derece teknik bir anlamda kullanırlar. Terim eski Yunanlılar tarafmdan hiç bedensel bozukluğu olmadığı halde bayılan, sağır olup duymayan ve bedeninde felç durumları gösteren kişiler için kulla­ nılmıştır. Freud böyle kişilerin davranış bozukluklannı konversiyon (biçim değişi­ mi/converslon) olarak adlandırmıştır. Ona göre bllinçaltındaki kaygı verici çatışma biçim değiştirerek kendini bedende gösterir. Bugün çok sayıda psi­ kolog Freud'un açıklamasını kabul etmediği halde, yaygın olarak kabul edil­ miş olan biçim değlşimi/konverslyon de3rimlni kullanır. Konversiyon histerisi olan bir kişi fizyolojik ve nörolojik hiçbir neden ol­ madığı halde belirli işlevsel yetersizlikler gösterir. Şöyle bir vaka alarak kon­ versiyon histerisini örnekleyelim: Hatice 19 yaşındadır, önce kulakları uğuldamaya başlamış ve birkaç gün sonra da hiç ses duyamaz hale gelmiştir. Doktorların inceleme ve

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSlKOU>JlSl

445

analizleri sonucunda işitme organında ve beyinde herhangi bir bozukluk bulunamamıştır. Kısa süreli psikoterapi hiçbir sonuç vermemiş ve Hatice konuşanların dudaklarına bakarak onların ne dediğini anlamayı öğren­ meye başlamıştır. Hatice üzerinde nöroloji bölümünde yapılan incelemeler İlginç so­ nuçlar vermiştir. Arkasında aniden el çırpmaya herhangi bir tepki göster­ memiştir. ama aletler boyun ve baş kaslarında gerilme olduğunu kaydet­ miştir. Sanki kaslar sesi işitmeye tepkide bulunmaktadır. Bir dakika sonra yeniden el çırpma sesi verildiğinde kasların tepkisi ortadan kalk­ mıştır. Başka bir deyişle. Hatice sese yaptığı doğal tepkiyi önleyebilmiş­ tir. Davranışçı bir tedavi uygulanarak bazı koşullama deneyleri düzen­ lenmiştir. Kendisine şok verileceği ve şoku hissedince elindeki düğmece basması söylenmiştir. Her şoktan önce bir ses verilmiştir. Bu ses bazen şok uygulanmadığı halde verilmiştir. Hatice'nin parmaklarındaki kassal faaliyetler onun sesi duyduğunu göstermiştir. Terapist Hatice’ye artık hastalığının geçtiğini ve yann artık duymaya başlayacağını söylediği hal­ de, Hatice'nin durumunda bir değişiklik olmamıştır. Fakat bir sabah Ha­ tice’nin işitmesi kendiliğinden geri dönmüş ve o günden itibaren Hatice işitme duyusunu hiç kaybetmemiştir. Konversiyon histerisinin altında yatan neden nedir? Hatice niçin İşitme duyusunu ’’kaybetmiştir?" Bugün üzerinde anlaşılan açıklama tarzı şudur: Konversiyon histerisi kişinin psikolojik yaşamında bir işlev görür, başka bir deyişle onun yaşamını daha az tedirgin eder ve böylece daha rahat zaman ge­ çirmesinde etkin olur, örneğin. Hatice'nin annesi onu sürekli eleştiren, sü­ rekli azarlayan bir kadın olduğu İçin onlar devamlı kavga ederlerdi. Hatice işitme yeteneğini kaybedince kavgalar da bitmiştir. Bu açıklamayı destekleyen gözlemlerden biri de askeri hastanelerde konverslyon histerisine daha çok rastlanmasıdır. Savaş alanında yaralanma ve diğer zorluklardan kaçma bir erkeğin şerefine yakışacak türden hareketler ol­ madığı İçin birey, hiç farkında olmadan, bilinçalündaki korkunun etkisiyle, konversiyon histerisi yaratır ve böylece şerefi zedelenmeden savaşın getirdiği tehlikelerden kurtulur (Martin. 1981). Daha önce bu hastalığın hep kadmlarda görüldüğü zannedilirdl. fakat yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığı­ nı gösterir. Erkekler ve kadınlar hemen hemen aynı oranda konversiyon his­ terisi gösterirler. PsİkoJenik Ağn Pslkojenlk ağn konversiyon histerisine benzer, tek farkı duyu organlannda bir İşlev bozukluğu yerine, bedenin değişik yerlerinde sürekli bir ağnnın veya acının olmasıdır. Bedensel ağrının fi2yolojik ve nörolojik olarak nedenini bulmak olanağı yoktur. Konversiyon histerisinde olduğu gibi psIkoJenik ağn bireyin yaşamında belirli bir U5rumu sağlar, başka bir deyişle bir işlevi vardır, örneğin böyle ağn ve acılann tutsağı olan kişi, kendisine kaygı verecek daha kötü durumlan düşünmekten kurtulun diğer bir başkası, başka türlü göre­ mediği ilgi ve sevgiyi bu acılar sayesinde elde eder.

446

in s a n v e

DAVRANIŞI

Hlpokondriyasis Bazı kimseler sürekli sağlıklarından şikayet eder ve her fırsatta doktora giderler. Her gün bir başka yerleri ağnr, çeşitli hastalıklara yakalanır, bede­ nin değişik yerlerinden çeşitli şikayetleri vardır. Bütün Uaçlann İsimlerini bi­ lir ve sürekli değişik haplar içerler. Bu kişiler hipökondriyasis (hypochondria­ sis) hastalığının belirtilerini gösterirler ve bunlara hipokondriyak adı verilir. Freud’cu psikologlar, hlpokondrlyaslsl yer değiştirme adı verilen savun­ ma mekanizmasına bir örnek olarak alırlar. Onlara göre, blllnçalündakl çö­ zülmemiş çelişkiden doğan kaygıyla doğrudan uğraşamayan kişi, bu kaygı­ dan kurtulmak için bedensel hastalıklar icat eder. Davranışçı psikologlar İse, bireyin küçüklükten İtibaren ancak hastalık bahanesiyle kendi üzerine dik­ kati çekebildiğini ve bu nedenle hipokondriyak olduklannı ileri sürerler. Öte yandan varoluşçu psikologlar, davranışçüann dediklerine benzer bir tarzda düşünürler. Onlara göre, bu kişilerin düşük benlik değerleri vardır ve bun­ dan kaçınmak için başkalannın dikkatini ararlar, ilgiyi ancak hastalık baha­ nesiyle elde edebileceklerine inanırlar. Hiperkondriyasis Hiperkondriyasis (hyperchondrlasis) yukanda anlatılan hlpokondrlyasls’In tam tersidir. Çok ender görülen bu davranış bozukluğunu gösteren ki­ şiler. hastalık belirtileri ortada olduğu halde doktora gitmezler. Bu kişilerin çoğu kalp hastalığından, kanserden, böbrek ya da karaciğer iltihaplanmasın­ dan ölürler, çünkü daha önceki belirtileri önemsemedikleri için, doktora git­ tiklerinde - daha doğrusu doktora götürüldüklerinde - İş işten geçmiş, geç kalınmıştır. Hipcrkondriyasisin de bireyin yaşamında bir İşlevi \ardin Bu bi­ rey ya "bana bir şey olmaz, ben kuvvetliyim” gibi bir benlik bilincini korumak ister ya da hastalık ihtimali ona kaygı verdiğinden bir kaçınma davranışı içi­ ne girer. Hlpokondriak günlük yaşammı aksatan sürekli şikayetlerde bulu­ nur, ne var kİ hiç olmazsa sık sık doktora gider ve bir hastalığı varsa tedavi imkanı arar. Hiperkondriyak'm sonu ise çoğu kez ölümle biter.

6. DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR Dissosb^tif (dissociative) bozukluklar, bireyin bütünlüğünü parçak^cı. bölücü bozukluklardır. Başka bir deyimle birqrln bir kısmı, onun diğer kısım­ larından a3mlır ve ilişkisiz bir biçimde işlemeye başlar. Oç temel dissosiyatif bozukluğu ana hatlarQrla inceleyeceğiz: Psikojenik amnezi, psikojenik fûg ve çoklu kişilik. Psikojenik Amnezi Amnezi, bellek kaybının tıp dilindeki teknik ismidir. Bireydeki bellek ka­ yıplan ya beyinde oluşan bazı organik bozukluklardan ya da psikolojik ne­ denlerden oluşur. Psikojenik amnezi (psychogenic amnesia) organik hiçbir nedeni bulunamayan bellek kaybına verilen isimdir. Psikojenik amnezi genel-

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSiKOLCXJiSl

447

İlkle seçici bir biçimde oluşur; yani birey belli türden bazı olaylan hatırla­ maz, başka türden olaylan hatırlar. örneğin, Kore'deki Türk birliğinde savaşmış Hallt Çavuş kendi birliğin­ den çok sayıda erin öldüğü süngü muharebesini savaştan hemen sonra unutmuş, olayla ilgili hiçbir şeyi hatırlamaz olmuştur. Hipnoz altında bütün olayı hatırlayabilmiş ve hatırlarken büyük acı çekmiştir. Sorulduğunda, ken­ disinin iyi bir çavuş olmadığını, iyi bir çavuş olsaydı, kendi emrindeki hiç kimsenin ölmemesi gerektiğini söylemiştir. Hipnoz altında yapılan tedavide, süngü muharebesinde erlerin şehit olmasının doğal olduğu, kendisinin bun­ dan sorumlu olmadığı söylenmiş ve buna inanması sağlanmışbr. Tedaviden bir süre sonra Hallt Çavuş'un belleği yerine gelmiştir. PslkoJenİk Füg (Tüm Bellek Kaybı) Psikojenik fûg/tûm bellek kaybı bir anda bire3rin bütün belleğini kaybet­ mesine verilen isimdir. Bu durumdaki bir birey kim olduğunu, nerede otur­ duğunu, ne İş yaptığını, şu anda nerede olduğunu, niçin orada bulunduğunu bilemez; başka bir deyişle bütün belleğini tamamQrla kaybetmiştir. Bu du­ rum, birkaç saat veya en fazla bir ya da iki gün gibi genellikle kısa sürelidir. Çok ender dunımlarda birkaç yıl sürer. Belleğini kaybeden kişi, birdenbire durup dururken belleğini yeniden kazanır. Böyle hastalar Üzerinde yapılan araştırmalar, hastanın, hipnozun etkisi altmdayken en ufak aynntılanna kadar çocukluğunda olan olaylan hatırladığmı, fakat hipnozdan çıkınca hiçbir şey hatırlamadığını göstermiştir. Demek oluyor ki bellek sinir sisteminde bozulmadan kalır, ne var kİ belleğin içeriği­ nin bilinç düzeyine çıkmasında aksaklık vardır. Birden Fazla Kişilik Birden fazla (çoklu) kişilik genellikle kadmlarda. ender olarak da erkek­ lerde görülen bir davranış bozukluğudur. Bu durumdaki İnsanlar birden faz­ la kişilik gösterirler. Kişilikler birbirlerinin farkında değildirler ve geneUikle zıt özelliklere sahiptirler. Temel kişilik kibar, sakin ve temkinli ise, ikinci ki­ şilik kaba, sürekli faal ve uçan bir özellik gösterir.. Bazı kişiler iki değil, üç ve dört kişilik göstermişlerdir. Birden fazla kişilik sık sık gözlenen bir bozukluk değildir. Ortaya çıkışı oldukça enderdir ve çok sayıda ilime konu olmuştur.

7. PSİKOZLAR Psikoz (psychoses) önemli psikolojik bozukluklara verilen addır ve genel­ likle hastanede tedaviye gerek gösterir. Psikozlar İki genel kategori İçinde İn­ celenir: (1) Fonksiyonel ve (2) organik psikozlar. Psikoz herhangi bir beyin zedelenmesine veya bozukluğuna bağlanmadığı zaman fonksiyonel psikoz adını alır. Fonksiyonel psikozlardan en yaygın olanlan, şizofreni ve pslkotlk duyusal bozukluktur. Beyin zedelenmesi, beyin tümörü, ya da beynin çalışmasındaki aksaklıklardan doğan psikozlara orga­ nik psikozlar adı verilir. Fonksiyonel psikozlar üzerinde yapılan çalışmalar.

4 48

İNSAN VE DAVRANIŞI

beynin biyokimyasal işleyişin veya organik yapısının bu bozuklukların teme­ linde yatabileceğin! göstermiştir. Başka bir deyişle, organik ve fonksiyonel psikozlar arasındaki farklılık gittikçe azalmaktadır. Fakat elde edilen veriler kesin bir karar vermeye yeterli olmadığı için, psikozların iki kategorisi arasın­ da yukarıda verilen aynm, halen yaygın bir biçimde kullanılır. Şizofreni Şizofreni bir grup belirtiye verilen isimdir. Bu hastalığın en belirgin özel­ liği bireyin düşünme tarzında bozukluklar göstermesidir. Bu düşünce bozukluklan kendilerini genellikle varsam, halüsinasyon, delûzyon ve tuhaf konuş­ ma biçiminde gösterirler. Halüsinasyon gerçekte olmayan şeyleri görmek ve­ ya işitmek gibi algı bozukluklarına verilen isimdir. Şizofrenide en sık rastla­ nan halüsInasyonlar duyusaldır. Şizofren olan herkes mutlaka halüsinasyon göstermez: öte yandan, LSD gibi ilaç alan kimseler, şizofren olmadıklan hal­ de halüsinasyon deneyimi yaşarlar. Halüsinasyon sügısal bir bozukluk olduğu halde, delûzyon (sanrı/ deluslon) düşünce ve İnançla ilgilidir. Delüzyonu olan kişiler gerçekte hiçbir geçerliği olmayan düşüncelere sanki onlar doğruymuş gibi inanırlar. Şizofrenlerde görülen sanrı kişiyi merkez alır ve kişinin baskı altına alın­ dığı (persecution), kişinin mûhteşemliği (grandloslty) ya da bilerek kişinin hak­ kının yendiği (reference), dûşûnçelerl şeklinde kendini gösterir. Birey kendisi­ nin sürekli takip edildiğini, telefonunun dinlendiğini ve bir gün arabasına bomba konarak havaya uçurulacağını. böyle kuşkuları uyandıracak hiçbir neden yokken sürekli söylüyorsa, birey baskı altına alınma sannsı gösterir. Kendisinin dünyayı kurtarmak için yeniden gelmiş Hazretl Isa olduğunu söy­ leyen birisi ise muhteşemlik sannsını göstermektedir. Belediyenin yeni açıl­ makta olan yol için evinin bahçesinin bir kısımını almasını, kendisi orada oturduğu için belediyenin yolu bu güzergâhtan geçirdiği biçiminde yorumla­ yan kişi, şizofreninin bir diğer özelliği olan bilerek kişinin haklonı yeme sarinsını gösterir. Şizofrenlerin hepsi sanrı belirtisi göstermezler; aynca, “normal" insanla­ rın çoğu bazı zamanlar, bazı konularda, sannya benzer düşünce biçimi gös­ terirler. Konuşma özellikleri şizofrenlerime bazen çok belirgindir, bazen de pek be­ lirgin değildir. Şlzofrenlk konuşma mantıksal bir yapı göstermez ve sanki ge­ lişigüzel kelimeler rasgele dizilmiş izlenimi verirler. İstanbul Çapa Hastahanesi’nde bir hastanın konuşmasını hatırlıyorum: Hasta '‘Yüzbaşım Eyüp kal­ dırımlardaki sineklerin fırıncılarda okuyup boyunlarından asılmasını it oğlu it" gibi anlaşılmaz sözler söylediğinde, bu cümlenin gerçekten bir cümle olduğu­ nu ve kendi bilgisizliğimden dolayı bu cümlenin anlamını çıkaramadığımı zannetmiştim. Böyle ilişkisiz kelime dizileri şlzofrenlk konuşmanın tipik özel­ liğidir. Duygusal yalınlık (ilattening of aiTect) şlzofrenlk Idmselerln gösterdiği davranış belirtilerinden biridir. Donuk yüz ifadesi, monoton bir konuşma, monoton bir duygusallık ve hiçbir heyecan belirtisi olmadan yapılan davra-

NORMALDIŞl DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

449

nışlar. bu belirtilerdendir. Kendi içine kaçma, diğer lıisanlaıia İlişki ktırmaktan kaçınma (InteıpeiBonal wlthdraw^ü) şlzöfı«n^e görülen b^kia beUıtlljerdlr. Bu belirtileri göateren kimseler kendi İç dûny^anna kaçarak diğe;r ln> sanlarla kontışmaktâh, etkileşim kurmaktan kaçşurlâk Kendi İç dûnyi^^^^ liann y^amlarıiW;:iherkezi o l ^ k gelişir^ ki. bir neyin uygun. nÇ3^ rfarketmeibieis^ kendflertne:kûnuşnra,;ğQlıh gömerin dalıp gitmesi, bai^n itoplum içinde mastür­ basyon İç dünyaya gitmenin bir sonucudur. Bu kısmı bitirmeden okiıyucüya. şizofreni blaidmih hÇpsirilh bu:tür dav­ ranışları göstermediğini hatırlatalım. Bazı işlzofrenÜert ;ânlâyabÜmek için dik­ katle İncelemek gerekir. Şizofreni Türleri Şizofreni, daha önce de söylediğimiz gibi, birbirinden farkh davranış bo­ zukluklarını içerir. £n sık gözlenen şizofreni türleri şunlardır: Dağuuk/dezayanize tp : Dağınık şizofreni (disorganized schlzophrenia) olan kişilere, günlük yaşamda halk. ‘ Bu adam delirmiş" der. Bu tûr şizofreni gösteren kişiler tümden kendi İç dOnyalanna kapanmış, dış dünyayla hiçbir İlişkileri kalmamış kişilerdir. Hastaneye kaldınlmazlarsa çok yaşamazlar. Kendi kendilerini besleyemezler, giyinme ve yemelerine dikkat edemezler, davranışlarının hangi ortamda ne arılama geleceğini bilemezler ve en önemli­ si diğer kimselerle iletişim kuramazlar. Katatonik Ccatatonic) tp : Bu tûr şizofremi kendisini özel bir bedensel davramş türüyle ifade eder. Bu kişiler ya çok faaldirler ya da heykel gibi donar kalırlar. Heykel gibi donduklannda kaslar son derece gergindir ve hiç kıpır­ damadan belirli bir durumda saatlerce, bazen günlerce kalırlar; Bazı hastalar ‘ mum esnekliği" adı verilen donukluk türü gösterirler, el. kol. ya da bacaklan belirli bir pozisyona getirildiğinde, geti­ rildikleri o pozisyonda kalırlar, ancak, yeniden başka bir pozisyona konmak istendiklerinde esnektirler, pek direnç göstermeden yeni duruma, sanki mum­ dan yapılmış gibi, bedenlerini uydurur­ lar. Kendilerine dokunulmazsa bırakıl­ dıkları son durumda sürekli kalırlar. Donuk haldeyken hastalar çevrele­ rinde olup bitenlerin farkında mı. değil mi kesin bilinmez. Bazı hastalar sanki farkındaymış gibi bazı belirtiler verirler. İD 2 9

Resim 13.3 Bu şizofrenik hasta bu duruluda saatlerce donar kalır.

İNSAN VE DAVRANIŞI

450

bazılan ise. hiçbir belirti göstermezler. Hastalar çok faal durumda oldukları zaman sürekli ve denetim altma alınmayan türden davranış gösterirler. Bu davranışların çoğu saldırganbk türünden davranışlardır ve çoğu kez çevreye ve kendilerine zarar verir. Katatonik şizofreni eskiden daha sık rastlanan bir hastalık tOrûydû. Bu­ günlerde sık sık gözlenmemesi son yıUarda gelişen antipsikotik İlaçlarla açık­ lanır. Bu ilaçlar hastalığı tedavi etmekten çok. hastalığın belirtilerini ortadan kaldırır. Paranoid tip : Paranoid şizofreni}^ diğer türlerden ayıran en önemli özel­ lik sanrûı (delusional) düşüncenin bireyin davranışında önemli bir rol oyna­ masıdır. Sanniı düşünce bir dereceye kadar diğer şizofrenilerde de olabilir ama. paranoid şizofrenideki sanrı iyi organize olmuş, düzenli ve tutarlıdır. Paranoid şizofreni hastalığına sahip kimseler, her konuda normal konuşur ve normal davranırlar, ancak sanrılarının olduğu konuya gelince, normaldışı davranışlan kendini göstermeye başlar. llkökul öğretmeni B.L., öğretmen okulunu bitirdikten sonra Güney­ doğu Anadolu'da küçük bir kasabaya atanmış ve orada 4 yıl öğretmenlik yapmıştır. B.L., Milli Eğitim Bakanlığı’ndan daha büyük bir şehre tayini­ ni istemiş, fakat büyük şehirlerdeki kadrolar dolu olduğu için bekleme sırasına konmuştur. B.L.. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu davranışından kendi okul müdürünü sorumlu tutmuş ve okul müdürünü “bakana gizli­ ce mektup yazmakla“ suçlamıştır. Bir süre sonra suçladığı kimselerin sa­ yısı artmış, sonunda Milli Eğitim Bakanı'nı da içine almıştır. B.L., parla­ mento üyelerine mektuplar yazarak durumu anlatmaya çalışmış, nihayet Başbakan'a ve Cumhurbaşkam'na yazarak şikayetini dile getirmiştir. Bu mektuplara da cevap alamayan B.L.. bütün hükümet idaresinin “satıl­ mış“ olduğunu, kendisi bir devrim yaparak İdare3r1 ele almazsa, bu hükü­ metin ülkeyi “düşmana“ satacağını söylemce başlamıştır. Bu düşüncesi­ nin sonucu olarak önce Cumhurbaşkanım, daha sonra Başbakan'ı ve di­ ğer bakanlan öldünnesi gerektiğine İnanmıştır. Psikiyatrik tedavi altma alınan B.L.. 6 ay sonra hastaneden çıkmış ve iki sene sonra yeniden aynı sanniı düşünceler kendini gösterdiğinden tekrar hastanede tedavi altına alınmıştır. Ayrışmamış tip : Aynşmamış (undiiferentiated) Şizofreni, davranış bozuk­ luğunun ilk aşamasında teşhiste sık sık kullanılır. Hasta aynşmamış bir şi­ zofreni tablosuyla hastaneye almın bir süre sonra aynşmamış tablo yu kanda verilen üç tipten biri yönünde gelişebilir. Rezidûel tip : Yukanda verilen dört kategori her zaman teshişte yararlı ol­ mayabilir. başka bir deyişle bu dört kategorinin içine girmeyen, kesin olarak özellilderi belirlenemeyen şizofrenler de vardır. Psikiyatrlst, veya psikolog, hastayı yukanda verilen dört kategoriden birine sokamıyorsa. o zaman “rezidüel şizofreni“ adı altında bir teşhis koyar. Şizofreninin Nedenleri Şizofreninin nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Ne var ki, bilim adamlan bazı faktörlerin şizofreninin oluşumunda önemli rol oynadığmı dû-

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

451

şûnûrler. Bu faktörleri şu gruplarda toplayabiliriz: (1) Biyolojik faktörler. (2) psikolojik faktörler. (3) öğrenmenin etkisiyle ortaya çıkan faktörler. (4) ailenin yapısı ve işleyiş tarzıyla ilgili faktörler ve (5) kalıtım ve çevrenin etkileşimini İçeren faktörler. Aşağıda bu faktörlerin şizofreniyle ilişkisini ana hatlarqrla göreceğiz. BİyotoJlk Faktörler: özdeş ikizler Özerinde yapılan araştırmalar kalitunm şizofrenide oynadığı rolü göstermlşUr. örneğin, özdeş ikizlerden birinin şizof­ reni teşhisiyle hastaneye yatırıldığını düşünelim. Diğer ikizin şizofreni teşhi­ siyle hastaneye kaldınima olasılığı nediı? Diğer ikizin şizofreni olma olasılığı, diğer insanlara göre daha yüksekse, o zaman biyolojik faktörün şizofrenide önemli bir rol oynadığını söylemek olanağı vardır. Bir insanın şizofreni teşhisi konarak hastaneye kaldınima olasılığı %1'dir. Başka bir de3rişle, toplumda normal koşullar altında, her 3r0 z kişiden birinin şizofreni gösterme olasılığı vardır. Halbuki şizofreni teşhisi konmuş özdeş iki­ zin kardeşinin şizofreni olma ihtimali %30 ile %50 arasında değişir. Görüldü­ ğü gibi, özdeş İkizin diğerinin şizofreni olma İhtimali, toplumdaki başka bir kimseden 30 ya da 50 defa daha fazladır (Rosenthal. 1970; Martin. 1981). özdeş ikizlerin ötesinde daha başka veriler de vardır; örneğin, üyelerin­ den biri şizofreni olan bir ailenin öbür üyelerinin şizofreni olma IhUmali. top­ lumun diğer üyelerinin şizofreni gösterme olasıhğının üstündedir (Rosenthal. 1970; Kety. Rosenthal. Wender ve Schulsinger. 1976). Fakat unutmamamız gereken bir husus vardır: Biyolojik faktör, başka bir deyişle kalıtım, şizofreni­ nin altında yatan tek faktör olsaydı, kardeşi şizofreni olan özdeş ikizlerin hep­ sinin şizofreni olması gerekirdi. Halbuki durum bu değUdİr. Demek oluyor kİ. b^olojik faktör önemli bir faktör olarak kendini gösterdiği halde, şizofreninin temelinde yatan tek faktör değildir. Daha başka nedenler de aramak gerekir. Kalıtımm önemli olduğunu söyleyen bilim adamları, şöyle bir açıklama yapmaktadırlar Kahtım bireyin biyolojik yapısını belirleyen genleri getirir. Genler bireyin diğer biyolojik yapısını belirlediği gibi, beynin biyokimyasal ya­ pısını da belirler (Levitt ve Lonowskl. 1975; Bacopoulos. Spokes. Bird ve Roth. 1979; Kety. 1972). Genlerde çıkabilecek bir özellik, beyin yapısını şizof­ reni olmaya yönelik bir şekilde etkileyebilir. Beynin biyokimyasal yapısıyla il­ gili olarak yapılan araştırmalar henüz yenidir ve yoğun biçimde devam et­ mektedir. Bilim adamları, şizofreninin biyolojik nedenleri konusunda bir tek açıkla­ ma üzerinde henüz kendi aralarında anlaşmış değildir. Bilim adamları ara­ sında en yaygın kabul görmüş olan açıklama, nöronsal-aktancılar adı verilen bir tür biyokimyasal maddelerin, şizofrenik hastalarda normal işlevini göre­ mediği, dolayısıyla bir beyin hücresinden diğerine normal sinirsel mesajlarm gönderilemediği şeklindedir. PsOcolqlik Faktörler : PsikoanaliUk yaklaşıma göre, şizofreni zayıf bir ego'nun varhğına işaret eder. Ego. bireyin gerçekle ilişkisini kuran kısmıdır. Şizofrenilerde gerçekle ilişki çoğu kez koptuğundan böyle bir yaklaşım ilk ba­ kışta anlamh gelir. PsikoanaliUk yaklaşım şizofreniyi oral aşamada bir sap­ lanma; (oral fiksasyon) olarak görür. Başka bir deyişle bu kişiler stresle kar­

452

İNSAN VE DAVRANIŞI

şılaşınca, yaşamlarının İlk ^bek lik yılına, ilk gelişim aşamasına geri döner­ ler. İlk bebeklik yılında ego henüz gelişmemiş olduğundan zayıftır. Pslkoanalltlk yaklaşım böylece kendi içinde tutarlı bir açıklama getirmek­ tedir. Ne var kİ, bu tutarlı açıklama, daha önce Pıeud'cu yaklaşımı tartışır­ ken s^lediğimiz gibi, kendisini bilimsel araştırma ve gözleme açmaz. Bilim­ sel olarak pslkoanalltlk yaklaşımı incelemek, deneysel sonuçlara ulaşmak olanağı yoktur. Öğrenmenin Etkisi: Şizofrenin tedavisinde bazı koşullama ilkeleri, hastanm bazı davranışlannm değişmesine yol açmıştır. Örneğin, mantıklı ve tutarh konuşma ödûllendlrildlği zaman, hastanın bu tip konuşmasında bir artma gözlenmiştir (Melchenbaum. 1969). Şizofreniklerin genelde yavaş olan tepki zamanı ödüllendirme yoluyla artırılmıştır (Salzinger, 1981). Hastaneye .yatınlan şizofrenlerin hastanedeki davranışlan. kendilerine “İyi" davranışlarma karşıhk çikolata, sigara veya başka yiyecek ve içeceklerle değiştirebilecekleri Jeton verilerek bir dereceye kadar denetim altına almmış ve “fyi" davramşlarda bir artış gözlenmiştir (Paul ve Lentz, 1977), Bu tûr göz­ lemler bazı psikologlann şizofreninin aile ortammda öğrenilmiş bir davranış olduğunu ve yine öğrenme yoluyla tedavi edilebileceğini iddia etmelerine yol açmıştır. Bazı psikologlar ise bu görüşü kabul etmezler. Onlara göre, şlzofrenik davranışlann koşullama yoluyla değiştirilebilmesi, şizofreninin öğrenilmiş bir hastalık olduğunu kamtlamaz. örneğin, bir hastalık sonucu bacak kaslan . zayıflayan ve normal yürüyüşünü kaybeden kişi, belirli bir öğrenme programı sonucu yeniden yürümesini öğrenebilir. Böyle bir gözlem bu kişinin yürüyü­ şünü. öğrenme sonucunda kaybettiği anlamına gelmez. Şizofrenide de durum aynıdır; davranış değişimi, hastalığın temelinde öğrenme yattığını kanıtla­ maz. Şlzoftenin gelişiminde öğrenmenin nasıl bir etkisi olduğu henüz doğru­ dan gözlenememektedir. Aile Yapısı ve Aile tlişkileri; Aile içindeki İlişkilerin türü ve çocuğun kü­ çüklükten itibaren aile içinde kendini bulduğu etkileşim örüntüsü, onun benlik bilincini, dünya görüşünü ve diğer insanlarla ilişkisini büyük ölçüde etkiler. Belirli tür aile ilişkilerinin, o ailenin çocuklannda şizofreni gelişimini kplaylaştıcdığım. hastalığa yol açtığını savunan psikologlar olmuştur, öm eğta, Ailetl (1955) çocuğun kendini emin hissetmediği kaygı ve kızgınlık ortâmmda şizofreni geliştirmeye yöneldiğini iddia etmiştir. Lidz (1973) şizofrenik bir aile yapısı olduğunu, bu tip ailenin birbirine düşmanlık hisleriyle doliı birçok bireyden oluştuğunu ve ana-babadan birinin diğerini tümüyle baskısı altma aldığını söyler. Varoluşçu psikologlardan bazılan, bizim şizofreni olarak adlandırdığımız normaldışı davranışın, çocuğun bulunduğu aile ortamının içinde ele alındiğmda hiç te normaldışı olmadığını, başka bir deyişle o aile ortamı içinde en İyi uyumu sağlayan davranış olduğunu ifade etmişlerdir (Laing ve Bsterson. 1971). Jacob (1975) bu konu üzerinde yapılan araştırmalan gözden geçirmiş­ tir. Onun dikkate aldığı değişkenler çatışma, duygularm ifadesi ve bir anababanm diğerine baskınlığı olmuştur. Bu değişkenler çerçevesinde şizofreni-

NORMALDIŞ! DAVRANIŞ PSlKOLOJİSl

453

İClin geldiği ailelerle normal aileleri karşılaştırdığında. İki grup aile arasında herhangi anlamlı bir fark bulamamıştır. Jacob’un dikkati çeken yegane bul­ gusu şu olmuştur. Şizofrenik kişilerin geldiği ailede iletişim, diğer normal ailelerinklyle karşüaştınldıgında. daha belirsiz ve gerçekle daha az ilişkilidir. Bu konuda daha açık-seçik bir karara varmak ileride daha kapsamlı araştır­ malarla mümkün olacaktır. Kalttım ve Çevrenin EtkÛeşûni : Bugün şizofreninin nedenleriyle ilgili en yaygın görüş kalıtım ve çevrenin etkileşimini kabul eden görüştür. Bu görüş, şizofreninin temelinde kalıtım yoluyla gelen etkenlerin bulunduğunu, ancak bu etkenlerin şizofreninin ortaya çıkmasma yeterli olmadığmı ifade eder (Meehl. 1962 Zubin ve Spring, 1977). Başka bir deyişle, biyolojik etkenler, .“ge­ rekli fakat yetersiz** bir koşulu oluşturur. Genler yoluyla gelen şizofreni po­ tansiyelinin ortaya çıkabilmesi için, bireyin bu hastalığa yol açıcı bir çevrenin olumsuz etkisine maruz kalması gerekir. Çevrenin olumsuz etkisi stres olarak kendini gösterir, örneğin. A kişisi şizofreniye yatkm genlerle doğmuştur, fakat son derece sağlıkh bir aile orta­ mı içinde bûyûmûş ve yaşamım rahaU stressiz bir ortam içinde geçirmiş ol­ duğu için ömrü boyunca şizofreniye yakalanmamıştır. öte yandan aynı gen yapısına sahip B kişisi düzensiz, sağlıksız bir aile ortamı içinde bûyûmûş, stresli bir yaşani geçirmiş ve şizofreni hastalığına yakalanmıştır. C kişisinin genlerinde herhangi bir şizofreni özelliği yoktur ve ne kadar stresli bir du­ rumda bulunursa bulunsun, şizofreni hastalığma yakalanmaz. Şimdi okuyucunun aklına şu soru gelebilin Ne kadar stres bir kimseyi şizofren yapar? Bu soruya henüz cevap verebilecek durumda değiliz. ÇOnkû genler yoluyla gelen şizofrenik eğilimin derecesini ölçmek henüz mümkün de­ ğildir. Genlerin “şizofren olmaya yatkınhk derecesi" farkh farklarsa, buna bağh olarak, şizofreniye yol açan stres derecesi de farklı olur. Şizofreniye İleri derecede yatkmiığı olan bir kişi, en ufak streste hastalığa yakalanır, yatkınlığı az olan kişi ise birçok stres hallerinde hastalık belirtisi göstermez. "Ne kadar stres bir kimse3ri şizofren yapar?** Sorusuna cevap vere­ bilmek İçin hem genlerin getirdiği şizofrenik eğilimi, hem de çevrenin stres derecesini ölçebilmemiz gerekir. Psikoloji bilimi bu ölçümleri yapacak olanak­ lara hlsnüz ulaşmamıştır. Psİkotik D ı^gnsal Bozukluklar Duygusal bozukluklann şiddeti arttığı zaman, psikoz kategorisinin Üdncl en büyük hastalıkları oluşur. Normal olarak hepimizin günlük yaşamımızın akışı içinde duygusal çöküntü ve coşkulu zamanlarımız olur. Ne var ki bun­ lar geçicidir ve belirli bir düzen göstermezler. Duygusal bozukluğu olan kişi duygusal çöküntü ve duygusal coşkulanmalann esiri olmuştun İstese de is­ temese de bu duygulardan kendini kurtaramaz. Böyle kişiler toplumda nor­ mal bir çahşma yaşamı sürdüremezler, çünkü bu duyguların etkisi altında çevrelertyle uyum sağlayamazlar, verimli bir çalışma yaşamı sürdüremezler. Bu bölümde depresyon (duygusal çöküntü), mani (duygusal coşku), manidepresyon (coşku-çöküntü)*ve intihar psikozlarından söz edeceğiz.

454

İNSAN VE DAVRANIŞI

Depresyon (duygusal çökûntû/depresslon): İçinde bulunduğumuz duruma göre hepimiz ara sıra duygusal çöküntü içine gireriz; kimimiz bir yakınımızın acı ölüm haberini du3runca, kimimiz sınavda düşük not alınca« kimi­ miz yapacak başka hiçbir şey olmayınca duy­ gusal ^çöküntü belirtileri gösteririz. Bazı kim­ selerde duygusal çöküntü sûresi günler, haf­ talar, hatta aylarca sürebilir, fakat birey gün­ lük yaşamın gereklerini normal olarak yerine getirir. Bu kişiler sinirsel çöküntü tepkisi (neurotic depresslve reaction) içindedir. Duygusal çöküntünün şiddeti artarsa ve birey kendi kendine bakamaz hale gelirse, bu duruma psikotik depresyon (duygusal çöküntü pslkozu/depressive psychosis) adı verilir.

Resim 13.4

Resim 13.5 Vincent van Gogh* dan Sorrow, Kasım, 1882.

Tablo 13.2 duygusal çöküntü içinde olan kimselerde gözlenebilecek belirtilerin bir liste­ sini vermektedir. Bu listede bulunan belirtile­ rin hepsi bir kimsede gözlenmeyebilir. En be­ lirgin özellik kişinin kendini değersiz ve yeter­ siz görmesidir. Diğer özelliklerden yaygm olanlar yaşama sevincini kaybetme, sürekli yorgun olma, her şeye karamsarlıkla bakma­ dır. Bazı hallerde hasta sürekli hareket halin­ dedir, bir dakika yerinde oturamaz. Bu kişiler çenelerini kapayamazlar. sürekli konuşurlar, kendilerinden ve çevrelerinden hep şikayet ederler.

T a b lo 13.2. D uygusal Ç öküntü Belirtileri.

Hüzünlü yüz İfadesi Durgunluk Yetersizlik duygusu Hemen yorulma Bükülüp, kamburlaşma İntihar arzusu

Hiçbir şeye ilgi duymama Rahat uyku uyumama Konuşmanın yavaşlsunası Kararsızlık Umutsuzluk İştahın kaybolması

Mani Hali (duygusal coşku/manla): Duygusal coşku/mani hali, duygusal çöküntünün tam tersidir. Kişi bu durumdayken sürekli neşelidir, kendine güveni vardır, her şeyi yapabileceğine İnanır, gücünün yetmeyeceği işleri yap­

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

45 5

maya kalkar, çûnkû gerçekle İlişkisi kopmuştur. Bu nedenle bûyûk şirketler kurmaya kalkar, ya da politikaya atılıp ülkenin başına geçeceğine İnanır. Bu kimseler yerinde duramaz, sürekli evi temizlerler, arabalarını günde ûç dört defa yıkarlar, evin içindeki mobilyanın yerlerini sürekli değiştirirler ve her önlerine gelene şaka yaparlar. Kendi yaptıkları şakaları çok gülünç bulurlar, başkalarım rahatsız ettiklerinin farkında bile değildirler. Bu özelliklerinden dolayı böyle kişilerin çevresinde bulunmak zorlaşır. Bu halleri yalnız gündüz­ leri değil, geceleri bile devam eder, uyuyamazlar, ancak bundan şikayetçi de­ ğildirler. çûnkû uyku3ra gereksinme duymazlar. Psikoz ManOc Dépressif (bipolar bozukluk/coşku-çökûntû psikozu/ manlc-depresstve psychosis): Bazı kimseler değişik zamanlarda hem coşku, hem de çöküntü duygulanna gömülürler. Coşku devresi haftalarca, hatta ba­ zen aylarca sürebilir. Bu devreyi normal bir sûre İzler. Normal davranış sûre­ sinden sonra çöküntü devresi başlar ve uzun sûre devam eder, önceden kestirilebilecek bir düzeni yoktur, ne zaman başlayacağı, ne ka­ dar süreceği bilinemez. Her insamn yaşammda coşkulu ve çökûntûlû zamanlar olur. Bu kişiler hasta değil­ dirler. Unutmaym kl biz burada aşın şiddet­ ten ve uzun sûre devam eden hallerden söz ediyoruz. Okuyucu .'-kendinde veya başka yakmlannda gözlediği değişik duygusal halleri, duygusal çöküntü ya da coşku halleri olarak hemen etiketlememelidir. İstatistiklere göre, duygusal bozukluklar­ dan hastaneye kaldırılan kişilerden yüzde el­ linin üstünde bir bölümüne duygusal çökün­ tü teşhisi konmuştur. Yüzde otuzu bipolar bozukluk ve ancak %9’u yalnız coşku psiko­ zu gösterir. Duygusal bozukluklar nüfusun ■ancak % Tinde gözlenir; hatırlayacağınız gibi şizofreni oranı da bu yûzdede kendini göste­ rir.

Resim 13.6 'Dernek dûn manyak­ tın! Amma da matrak iş! Ben de dûn depresyondaydım!”

Duygusal psikozlar ani olarak gelişir ve kendini gösterir, tedavi görsün görmesin, bir sûre sonra kendiliğinden ortadan kalkar. Şizofreniye yakala­ nanlar hastanede ömürleri boyunca kalabilirler, ne var kl duygusal bozukluk gösteren kişiler, belirli çöküntü veya coşku devresini atlattıktan sonra hasta­ neden taburcu edilirler. Bir yakınınız veya kendiniz belirli bir duygusal çö­ küntü içine girdiğinizde, bu gerçeği hatırlayın: içinde bulunduğunuz duygu­ sal durum, siz tedavi olsanız da. olmasanız da bir sûre sonra geçer. Bunu bi­ lerek umutsuzluğa kapılmadan o zor devrenin geçmesini bekleyin. intihar : ABD*de her yıl, her 10,000 kişiden biri intihar eder. Bu rakam çöküntü psikozu içinde bulunan kişilerde daha yüksektir, duygusal çökün­ tü İçinde olan her 1000 kişiden biri İntihar eder (Hipplc ve Cimbolic, 1979).

456

İNSAN VE DAVTİANIŞI

Birçok psikolog bu rakamın gerçeğin al­ tında olduğunu ifade eder, çûnkû ölüm raporu veren doktorlar, az bir Ihtlin^ dahi olsa, ölüme yol açan başka bir neden varsa, İntihar yerine o nedeni raporlanna yazarlar, intihar eden kişi­ nin ailesine bir yüz karası olacağı dü­ şünülerek doktorlar ellerinden geldiği kadar aileye yardımcı olmaya çalışırlar. Bu nedenle gerçek rakamm yukarıda verilenin birbuçuk katı olduğu düşünü­ lür. Yüzde İtibanyla kadınlann daha çok intihardan sözetmeİerlne rağmen gerçekte İntihar edenler çoğunlukla er­ keklerdir. ABD’de İntihar edenlerin %70*i erkektir. Demek oluyor kİ sözlü düzeyde kadınlar İntihardan daha sık söz eder, fakat erkekler pek söz etme­ den davranışı uygular. Son zamanlarda yapılan istatistikler, mesleklerine önem verip ciddiye alan, kadmlar arasında in­ tihar oranınm erkeklerinkine yaklaştı­ ğını göstermektedir. ^ İntihar insanın içinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle.ortaya çıkar. Bu devre genellikle kısadır ve eğer atlatılaResim 13.7 İntihar adenlerin birçoğu yOksek yerlere çıkarak kendilerini aşağı bilirse, kişi intihar etmediğine sevinir. atarlar. Intlhann belirtileri genellikle duygusal çöküntü, sessizlik, kendini beğenmeme ve küçük görme, kendini suçlama, yaşamı anlamsız görme şeklindedir. Böyle belirtiler veren kişiler sürekli İzlenmeli, yalnız bırakılmamalıdır. Bu kişiler, genellikle oldukça belirgin İfadeler kullanarak intihar niyetlerini ifade ederler. “Benim yaşamaya hakkım yokl", “Bu yaşam da bu kadarmış, yüzü­ me gözüme bulaştırdım, hem kendimi hem de beni sevenleri sükûtu hayaİe uğrattım. Artık sonu geldil“, “Artık benim için hiçbir şeyin anlamı kalmadıl" İntihar edenlerin birçoğu yakınlarına veda mesajlan bırakırlar. Hatta “Bu zarh şimdi açma, ben gidince açarsın“ gibi imalı laflar da ederler. Böyle davramşlan ve sözleri çevresindeki bir bireyde gören kişi, kendi çevresindeki diğer bireyleri haberdar ederek muhtemel bir intihann önüne geçebilir. Derin duygusal çöküntü içinde olan kişiler, çoğunlukla bu duygu­ sal çöküntünün sona erme aşamasında intihar eder. Bunu açıklamak zor­ dur. Çöküntü içinde olan kişinin hareket edemediğini, sonlara doğru davran­ ma gücünün yerine geldiğini, ve bu gücü kendi yaşamına son verme şekllndİe kullandığını ifade eden bir hipotez ileri sürülmüştür.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

45 7

Psikotik Duygusal Bozuklukların Nedenleri Duygusal bozuklukların nedenlerini incelerken araştırmacılar duygusal çöküntü, duygusal coşku ve coşku-çökûntû arasında pek ayırım yapmazlar ve hepsini birarada incelerler. Bu incelemelerin sonuçlan (Rosenthal. 1970; Bertelsen, Haıvald ve Hauge, 1977) göstermektedir ki biyolojik faktör, yani kahtım. duygusal bozukluklann oluşumunda önemli bir yer tutar, özdeş ikizler üzerinde yapılan araştırmalar göstermiştir kİ. özdeş İkizlerden biri duygusal bozukluk gösterince, öbürünün duygusal bozukluğa yakalanması %75 bir olasılığa ulaşır. Halbuki normal nüfusta bu İhtimal %1'den biraz dü­ şüktür. İki grup arasmdaki fark, özdeş ikizlerin arasmda müşterek olan biyo­ lojik faktörün önemini gösterir. Şizofrenide olduğu gibi beynin biyokimyasal yapısının bu tip psikozlaım temelinde yattığı inancı psikologlar arasmda oldukça yaygındır. Fakat bu kanaatin yaygınlaşmasına rağmen, henüz duygusal bozukluklarla, belirli bir biyokimyasal madde arasında kesin bir ilişki bulunmuş değildir. Bu konuda araştırmalar yoğun biçimde devam etmektedir. En belirgin ilişki, norepinejrin (norepinephrine) denilen bir sinirsel aktarıcı maddenin miktarıyla duygu­ sal çöküntü ve duygusal coşku arasında gözlenmiştir (Goodwin ve Athanaslous. 1979). Norepinefiln miktarının azlığı çöküntüye, çokluğu coşkuya yol açar. Sewtonin adında bir başka sinirsel aktarıcı maddenin duygusal bozuk­ luklarla ilgili olduğunu savunan psikologlar da vardır (Asberg. Thoren. Traskman, Bertilsson ve Rlngberger. 1976). Bir başka görüş de norepinefrin* İn duygusal çöküntüde, serotonin'ın ise duygusal coşkuda önemli rol oynadı­ ğı yönündedir. Bu konuda yakında daha açık seçik bir fikrimiz olacağı mu­ hakkaktır; şu anda devam eden araştırmalar 3rakında daha kesin sonuçlar verecektir. Psikol^lk Faktörler: Freud'a göre psikolojik bozukluklann birçoğu çocuk­ luğa geri dönüşü içerir, başka bir deyişle birey kûçûk yaştaki davranış biçi­ mine geri döner. Bu görüşe göre duygusal çöküntü, bireyin İki ya da ûç yaşı­ na geri dönüşünün sonucu olarak ortaya çıkar; birey bu yaşlarda ana babasmdan yeteri kadar sevgi görmemiştir. Bu kişiler yetişkin olarak başkalannm takdir ve sevgisini elde edemedikleri zaman kızarlar, fakat bu ölke kendilerine yönelir. Depresyon, kendilerine yönelmiş öfkenin, kendinden nef­ ret biçiminde İfade edilişidir. Birey kendinden nefret etmenin ötesine geçebi­ lirse, o zaman, ölke ve nefretin yerini, çocuksu bir kendini-sevme alır. Spitz (1964) ve Bowlby (1960) gibi Freud'u İzleyen bazı psikologlar kûçûk yaşta ana veya babayı kaybetmenin duygusal çöküntünün temelinde yattığım ifade eder. Aklskal ve McKinneıy (1973) hayvanlar üzerinde yapılan bazı araştırmalara dayanarak şu gözlemde bulunmuşlardır: Erken yaşta anababasmdan birini kaybeden çocuğun beyin gelişmesinde, özellikle önbeytnde, bir duraklama olur, ûnbeyindeki gelişim kısıtlaması bireyin daha sonra hoş duygular duymasını ve ödûllemeye tepkide bulunmasını bûyûk ölçüde engel­ ler. iS^ud'un görüşünün ötesinde başka psikplojik yaklaşımlar da duygusal bozukluklan açıklayıcı girişimlerde bulunmuşlardır. Bunlardan SeÜgınan

458

İNSAN VE DAVRANIŞI

(1973) öğrenilmiş acizlik kavramını kullanarak duygusal çöküntüyü açıklar. Buna göre, kendi denetimlerinin ötesinde uzun sûre acı ve strese maruz ka­ lan ve bunu önlemek için ellerinden hiçbir şey gelmeyen kişiler, bu durumu “ben aciz bir kişiyim, benim elimden hiçbir şey gelmez" biçiminde yorumlaya­ rak bütün yaşamlanna genellerler. İlerde yaşamlannda strese maruz kaldıklannda, bu durumdan kurtulmak için ellerinden bir şey gelmeyeceğini dü­ şündüklerinden duygusal çöküntüye girerler. Bu açıklama, mantıksal bir yo­ rum tarzına dayandığı izlenimini veriyor, gerçekte bu kuramın temelleri, da­ ha Önce 9. Bölûm'de ele aldığımız gibi, hayvanlar üzerinde yapılan araştırma­ lara dayanır. Seligman İlk kuramını daha da geliştirmiş ve bilişsel yönleri de kapsa­ mıştır (Abranson. Seligman ve Tasdale, 1978). Bu yeni görüşe göre kişiler içinde bulunduklan durumdan kendilerini sorumlu gördükleri zaman duygu­ sal çöküntüye girerler. ûmeğin. fakir olduğu için çocuklarını okula gönderemeyen, evde İyi gıda bulunduramayan bir kişi bu durumdan kendini sorumlu tutarsa, bu kişinin duygusal çöküntüye girme olasılığı oldukça yüksektir. Başka bir de3dşle kişi, kendisine okula gitme olanaklan verildiği zaman okula gitmediğini, kendisine iyi İş olanaklan açıldığı zaman hiçbir sorumluluk duymadan işe gitmeyip ar­ kadaşlarıyla sürekli bira İçtiğini, geleceği düşünmeden hiçbir İşe yarar beceri geliştirmediğini düşünüyor ve bunlardan dolayı şimdi İçinde bulunduğu fa­ kirlikten kendini sorumlu tutuyorsa, kendini suçlu hisseder ve suçluluk his­ si kendine kızgınlığa, kızgınlık ta duygusal çöküntüye dönüşür. Ûte yandan, eğer bu kişi "Benim elimden ne gelin her şey kadere, kısme­ te bağlı) Eğer Allah isteseydi beni zengin ederdi, 'demek ki benim ve çocukla­ rın kaderinde fakir olarak büyümek varmış, ben kaderimi değiştirememr bi­ çiminde düşünürse, o zaman şu anda içinde bulunduğu durumdan hiçbir sorumluluk du3rmaz ve dolayısıyla herhangi bir duygusal çöküntüye girmez. Bu görüşü destekleyen deneysel sonuçlar vardır (Goiin. Sweeney ve ShaeiTer. 1981). Davranışçı psikologlann duygusal çöküntüye yaklaşımlan biraz daha farklıdır: Onlara göre duygusal çöküntü dış ödüUemenln, başka bir deyişle pekiştirmenin olmamasından kaynaklanır. Bu görüşü desteklemek için zevk verici hoş olaylara katılan kişilerin daha az duygusal çöküntü gösterdiklerine işaret ederler. Aynca, duygusal çöküntü içinde'olan bireylerin İnsan ilişkileri bakımmdan oldukça geri kalmış kişiler olduklannı ve bu nedenle, toplumsal yaşamlannın kısıtlı olduğunu belirtirler. Fakat burada duygusal çöküntünün mü sosyal ilişkilerde körelmeye, yoksa sos3ral ilişkilerdeki yetersizliğin mi duygusal çöküntüye yol açtığı sorusu ortaya çıkar. Bu soruya davranışçılar, ellerindeki veriler çerçevesinde, açık seçik bir cevap veremezler (Carson ve Adams. 1981). Duygusal çöküntü konusunda en kapsamlı bilişsel psikolojik kuramı öneren Aaron Beck (1967)*dir. Ona göre, duygusal çöküntü içinde olan kişiler çevrelerinde olan biten olaylan kendi yeterlilik ya da yetersizlikleri yönünden değerlendirirler. Bu kişiler çoğu kez kendilerini yetersiz bulur ve kendilerin­

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

4 59

den nefret ederler, yetersiz kişi olmaktan kurtulup, yeterli bir kişi olacakları­ na dair hiçbir ümitleri de yoktur. örneğin, Veysel aynı sınıftaki Ayten'le duygusal bir İlişki kurmak İster ama. bir türlü cesaretini toparlayıp onunla konuşamaz. Nihayet bir gün Ayten’l sinemaya davet eder. A)4en o gün sinemaya gidemeyeceğini, teyzesine gitmesi gerektiğini söyler. Veysel duygusal çöküntüye eğilimli bir kimseyse. Ayten'in davranışını bir reddetme olarak yorumlar, kendisinin çekici bir kim­ se olmadığını ve hiçbir kızın kendine ilgi duymayacağını düşünür ve kendi kendine kızar. Kızgmbk duygusal çöküntüye dönüşür. Gerçekte Ayten. Vey­ sel'e İlgi duyuyor olabilir ve hakikaten teyzesine gitmesi gerektiği için o gün sinemaya gidememiş olabilir. Ne var kİ Veysel. Ayten'in gerçek duygularını hiçbir zaman öğrenemeyecektir, çünkü o reddedildiğini düşünerek duygusal çöküntüye girecek ve bir daha Ayten'le konuşmayacaktır. Beck'in kuramına dayanılarak geliştirilen tedavi tekniği, hastalarda başanyla kullanılmış ve iyi sonuçlar elde edilmiştir (LaPolnte ve Rimm. 1979: Rush. Beck. Kovacs ve Hollon, 1977: Rush ve Watkins. 1981). Bu konuyu kapatmadan son bir gözlemde bulunalım. Gördüğünüz gibi psikolojik açıkla­ malardan birçoğu yalnız duygusal çöküntüyü açıklamakla İlgilenmiş, duygu­ sal coşkuyu açıklamaya girişmemişlerdir.

8. ORGANİK ZİHİN BOZUKLUKLARI şimdi. be}rinde meydana gelen organik bozukluklara bağlı olarak kişinin davranışmda gözlenen anormalliklere yer vereceğiz. Beyindeki organik bozuk­ luklar gözlenebilen ve üzerinde inceleme yapılabilen türden bozlukluklaıdır. Bu organik bozukluklar, organik zihin bozuklukları (organlc mental disorders) adı verilen bir grup hastalığm kaynağını oluştururlar. Aşağıda beyin zedelen­ mesi sonucu ortaya çıkan değişik davranış bozukluklannı genel olarak ince­ leyeceğiz. Beyin Zedelenmesinin Neden Olduğu Bazı Bozukluklar Meslek yaşamlarmın sonuna doğru profesyonel boksörlerin konuşmaları yavaşlar, dil sürçmeleri artar ve hareketleri normal hızım ve ritmini kaybe­ der. Bu davranış değişiklerinin altında yatan temel neden, boks maçlan amnda kafalarına vurulan yumnıklann beyin zarlarını değişik yerlerde zede­ lemesidir. Boksla ilgisi olmayan "normal insanlar" da başlarına vurma sonu­ cu beyinlerinde meydana gelen yaralar nedenty^le davranış bozuklukları gös­ terirler. Beyin yaralanması yalnız başa vurma sonucu meydana gelmez, daha başka nedenleri vardır. Beyin zedelenmesi sonucu ortaya çıkan davranış bozukluklannm en belli başlılannı aşağıda ana batlarıyla veriyoruz. Genel Felç Hali : Bulaşıcı hastalıkların birçoğu beyni zedeleyerek genel felç hali (general paresis) yaratabilir, örnek olarak sUUis (frengi) hastalığına yakalanan birinin, hastalığın son devresindeki durumu verilebilir. Sifilis hastalıgma yakalanan kişiler duygusal kütleşme, hemen sinirlenme ve bir derece bellek kaybı gösterirler. Bu aşamada kişiyi yanlışlıkla nörotik biri olarak teş­

460

İNSAN VE DAVRANIŞI

his etmek olasıhğı çok kuvvetlidir. Hastalık ilerledikçe birey şizofrenide oldu­ ğu gibi paranoid sanrılar göstermeye başlar. Şizofrenlerden farkh olarak bu kişiler belleklerini bûyOk ölçüde kaybe­ derler. Aynca zihinleri sürekli dağınıkbr. şizofrenlerde gözlenen açıklık ve berraklık yoktur. Psikolojik bozulma artarak zaman içinde devam eder ve ge­ nel felç halinin ortaya çıkışmdan ortalama beş sene sonra, hastalığa yakala­ nan kişi genellikle ölür. Sifilis hastalığmm tedavisi antibtyotikler sayesinde bugün bir sorun olmaktan çıkmıştır: erken teşhis konursa hastanın kurtanlması kolaydır. Korsakoü Psikozu: Sürekli alman bir ilaç veya başka bir kimyasal madde beyinde zedelenmeye ve işlevsel bozukluğa yol açabilir. Devamlı alkol alan ve yaşamlannm uzun bir sûresini alkolik olarak geçiren kimselerde Korsakov psikozu (Korsakoff *s pşychosis) denen ve beynin bozulması nedeniyle ortaya çıkan bir hastalık görülebilir. Bu hastalığın en göze çarpan belirtisi anterograd bellek kaybı (anterograde amnesia) adı verilen durumdur. Anterograd bellek kaybına yakalanan kişi yaşamında son zamanlarda yer alan olayları hatırlayamaz. Örneğin, öğle ya da akşam yemeğinde ne yedi^ni hatırlayamaz (Butters ve Cermak, 1980). Bu kişiler belleklerinin durumunun farkında olduklanndan diğer kişilerden saklamaya çalışırlar ve çoğu kez hatırlayamadıklan şeyleri bazı uydurma olaylarla örtbas ederler, öldükten son­ ra yapılan otopsiler bu kişilerin beyinlerinde yâygm bozukluklar olduğunu göstenniştir. Alkolik olmanın derecesi ve sûresiyle anterograd bellek kaybı­ nın derecesi arasmda doğrusal bir ilişki bulunmuştur; erken yaştan İtibaren çok İçen birinde görülen bellek kaybı, az içen birinde görülen bellek kaybın­ dan daha fazladır (Butters ve Cermak. 1980). Korsakov hastalığının ilginç yanlanndan biri; hastanın zekâsının hasta­ lıktan etkllenmemesldir. Hastanede yıllarca kalan hasta, akşam yemeğinde ne verildiğini, doktorunun adını ne olduğunu, hastanenin kantinine nasıl gi­ dileceğini hatırlayamaz, fakat kendisine zekâ testi verildiğinde, zekâ bölümü 115 veya daha üstünde bulunabilir. Bu sonucun açıklaması, zekâ testlerinin genellikle uzun sûre önce öğrenilen bilgileri test etmesinde }ratar. Bu hastalann daha önceki öğrendikleri bilgilerinde bir bozulma veya aksama olmaz, an­ cak son anlarda öğrenilen ve yaşanılan hadiseler unutulur. Korsakov hastalığmm temelinde B vitamini eksikliğinin yattığını' söyleyen bilim adamlan vardır (Levitt. 1977; Butters ve Cermak. 1980). Bu bilim adamları, alkoliklerin genellikle gıdalarma ve özellikle vitaminlerine dikkat etmediklerini, beynin normal çalışması için gerekli olan B vitaminlerini alma­ dıklarım ve bunun neticesi olarak da bellek kaybma uğradıklarını savunmuş­ lardır. Bu hipotezi tetkik etmek için Haug (1978) çok sayıda Korsakov hastasım teker teker incelemiş ve bu hastalann çoğunlukla gıdalanna dikkat etmedik­ lerini saptamıştır. Ne var kİ aynı araştırmacı, önemli sayıda bazı Korsakov hastalarının gıdalarına özen gösterdiklerini ve her gûn vitamin aldıklannı da saptamıştır. Bu son gözlem kötü gıda almanın ve vitamin eksikliğinin Korsa­ kov hastalığmm temelinde bulunduğunu savunan hipotezi çürütmektedir.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

461

Belki de kötü gıda ve B vitamini eksikliği, hastalığın daha çabuk ortaya çıkmasını sağ­ lar, ancak kendi başlanna Korsakov hastalığı­ nı açıklayamaz. Zekâ GerIKğt : Bir kimsenin davranışı de­ ğişik sosyal ve eğitim ortamlannda sürekli ye­ tersiz kalıyorsa bu kişi zekâ geriliği (mental retardation) gösteriyor demektir. Doum sendromu zekâ geriliği türlerinin en yaygın olanı­ dır. Daha önce mongolism olarak bilinen bu hastalık, genellikle kırk yaşına doğru hamile kalıp doğum yapan annenin çocuğunda görü­ lür. Beyindeki bir bozukluk Down sendromunun temelinde yatar. Bu çocuklann başlan küçük ve gözleri çe­ kiktir (bu nedenle daha önce bu hastalığa mongolism adı verilmiştir) ve zekâ bölümleri Resim 13.8 Down sendromlu bir genellikle 20 ile 50 arasında değişir (Gustavçocuk. son, 1964). Hasta bebekteki kromozom yapısı normal değildir, hastalık bu kromozom bo­ zukluğundan ortaya çıkar, fakat kromozom bozukluğu ana-babada gözlen­ mez. Kalıtımın ne kadar etkin olduğu bilinmemektedir. Down sendromu gös­ teren bebekler çok yaşamazlar, çünkü düzeltilmesi olanaksız kalp hastalıklanyla doğarlar. Hastalığın tedavisi yoktur. Modem tıp bugün hamileliğin be­ şinci ayında çocuğun bu hastalığa yakalanmış olup olmadığını teşhis edebil­ mektedir (Dunn. 1973).

9. PSIKOFIZVOLOJIK BOZUKLUKL\R Uzun süre devam eden psikolojik durum bedenin işleyişini etkiler, stres ya da kaygı gibi olumsuz bir duygu bedensel bozukluklara yol açar. Psikolo­ jik nedenlerin yol açbğı hastalıklara psikojizyolojik (psychophysiological) veya psÜcosomatik (psychosomatic) hastalıklar adı verilir. Bu hastahklan histeri­ den ayjrt etmek gerekir, histeride bedensel bozukluk yoktur. Psikoflzyolojik bozukluklarda ise bedensel bozukluk vardır ve tedaviyle hastalık önlenebilir. Psikosomatik hastalıklardan biri hipertansiyon (hypertension) adı verilen yüksek kan basıncıdır. Doktor hipertansiyon şikayeti ile gelen hastanm. önce böbrek fonksiyonlanna bakar. Böbrek fonksiyonlarında hiçbir bozukluk göre­ mezse. hastaya değişik sorular sorarak onun yaşamında yüksek stres olup olmadığını bulmaya çalışır. Psikolojik stresin 3rüksek olduğunu görürse onu bir psikoterapiste gönderebilir. Doktorun kişisel eğilimine göre bu kişinin hastalığının teşhisi değişebilir; kimi doktorlar psikosomatik hastalıkların psikoterapi yoluyla daha iyi tedavi edileceğine inanırlar, bazılan ise, hastalığın sebebi stres de olsa, ilaç yoluyla

462

İNSAN VE DAVRANIŞI

tedavinin en doğru yol olduğunu düşünürler. Doktorların tavsiyesine göre bir tedavi yolu seçilir. Şunu da unutmamak gerekir ki, dolctorlann hepsi psikolo­ jik yaymlar ve çalışmalardan aynı derecede haberdar değildir. Hastayı tedavi etme durumunda olan doktor, kendisinin stres konusundaki psikolojik bilgi düzeyine göre, stres ve hipertansiyon arasında bir ilişki kurabilir. Hipertansiyon ciddiye alınması gereken bir hastalıktır, tedavisi yapılmadı­ ğı takdirde ölümle sonuçlanır. Beyin kanaması ve koroner kalp krizinin en başta gelen risk faktörlerinden biri hipertansiyondur. ABD'de yapılan istatis­ tikler. bu hastahğın kadınlarda ve zencilerde daha sık gözlendiğini ortaya ko­ yar. Cinsiyet ve ırk faktörünün temelinde yatan neden henüz bilinmemektedir. Hipertansiyondan başka stresle ilgili hastalıkların başında değişik ülser türleri gelir. Duedonal ülser küçük bağırsağın üst kısmında ufak delikler bi­ çiminde kendini gösterir ve daha çok, 35 - 45 yaşlan arasmdaki erkeklerde gözlenir. Büyük bağırsağın şişmesi ve kanamasına ûlseratif koUtis adı verilir ve psikolojik stres altmda zamanla gelişir. Tablo 13.3, psikolojik stresle ilgili diğer hastalıklann bir listesini vermektedir. Tablo 13.3. Stresle ilgili Bazı Bedensel Hastalıklar Astım Bel ağrısı Kabızlık Cildin kızarması ve şişmesi Ağnb menstumsyon Kalp çarpıntısı Ülserli kolit Uykusuzluk

Hıçkınk nöbetleri Cinsel isteğin azalması veya kaybı Şiddetli baş ağrısı Kaslann sürekli gerginliğinden doğan ağn Yüksek kan basıncı (Hipertansiyon) Gastrit

10. KÖTÜ ALIŞKANLIKLARA tTÜTKUNLUĞA) BAĞLI

BOZUKLUKLAR

İnsanlar günlük yaşamları İçinde değişik ilaçlara, yiyeceklere, sigara ya da alkole tutkunluk geliştirebilirler. Türkiye’de bu tutkunluklann en yaygm olanı sigara, çay ve kahve tiryakiliğidir. Alkol tutkunluğunun ne kadar yay­ gın olduğunu kanıtlayacak istatistiksel veriler şu anda elimizde yoktur. Deği­ şik tutkunluklar içinde en sık üzerinde durulan ve incelenen alkolizm adı ve­ rilen alkol tutkusu olmuştur. Son zamanlarda sigara İçme üzerinde yapılan araştırmalar, sigara içme Üe ciğer kanseri ve diğer önemli bedensel hastalıklar arasındaki lllşkl3rl hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde gösterdiğinden, bu konuya da önem verilmtye başlanmıştır. Şimdi, en belirgin tutkunluklardan bİıi olan alkolizmi te­ mel özellikleriyle İnceleyelim.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

463

Alkolizm Alkolizmin üzerinde durulması gereken önemli değişik yönleri vardır. Her şeyden önce alkolizm bir toplumun İşgücünü felce uğratarak, o toplumu baş­ ka topiumlara el açan duruma düşürebilir. Bu toplumsal yönü ABO'de yapı­ lan istatistiklere dayanarak daha iyi belirtebiliriz. ABO*de yapılan araştırmalar Amerikan toplumunun %75‘inln alkol kullandığmı gösterir. Alkol kullanan herkes alkolik değildir, ne var ki bu kişiler alkolik olmaya her zaman açık bir kapı tutarlar. Nitekim Amerikan toplumunda erkeklerin %10*u ve kadınlann %4'û alkoliktir. Son Callup araştırma­ sı (1981) yetişkinlerin %22'sinin aile yaşamlarının alkolizmin etkisi altında bulunduğunu ve alkolün yuvalarına mutsuzluk getirdiğini göstermiştir. Bu ülkede alkolizm, bir direğe ya da duvara çarpma veya şeritten çıkıp yuvarlanma gibi tek arabayı İçeren trafik kazalannın %66*sının temelinde ya­ tar (Nlven. 1979). Coleman. Burcher ve Carson (1980) İntihar vakalannın %50'sinln alkolizmle ilgili olduğunu bulmuşlardır. Bazı araştırmacılar (Berry. Boland. Laxson, Hayler, Slllman, Fine ve Felnsteln) 1974 5alında ABD'de al­ kolizmin etkisiyle yılda 24 milyar dolarlık parasal bir kayıp olduğunu hesap­ lamışlardır. Araştırmacılar, toplam parasal kaybı şu alt bölümlerde incele­ mişlerdir: Üretim kaybından doğan kayıp 9.35 milyar dolar Tedavi masraflan 8.29 milyar dolar « Trafik kazalarından doğan masraflar 6.4 milyar dolar Unutmayın kİ bu rakamlar 1974 fiyat endekslerine göre hesaplanmıştın yukarıda verilen masraflann bugünkü değerleri, bu rakamlann iki katından yüksektir. Yukanda ele aldığımız toplumsal yönden sonra, şimdi de davranışı ve duygulan etkilemesi yönünden alkolü inceleyelim. Araştırmacılar bireyin davramş ve duygulannm türüyle kandaki alkol düze}d arasında ilişkiyi araş­ tırmışlar ve şu sonuçlan elde etmişlerdir. Kandaki alkol düzeyi kişinin kaç bardak içtiğiyle kesin orantılı değildin çünkü bireyin ağırlığı, İçmeden önce yediği yiyeceğin türü ve metabolizmasının çalışma tarzı bireyden bireye deği­ şir ve kandaki alkol düzeyini etkiler. Kandaki alkol düze}^ %.05 (binde 5) iken bireydeki etkisi bir rahatlama, gevşeme ve **huzur duyma” biçiminde oluşur. Bu etkinin altında, alkolün İki farklı işlevi yatar: (1) Alkol sédatif bir İlaç olan Vallum ya da Librium almış gibi gevşet (cl, rahatlatıcı bir etki yapar. (2) Buna ilave olarak alkol karaciğer tarafından şeker yapısında bir mad­ deye dönüştürülerek beden hücrelerinin gıdası olarak kullanabilir. Başka bir deyişle, alkolden sonra duyduğumuz duygulardan bazıları çikolata, baklava veya lokum yedikten sonra duyduğumuz duygulara benzer. Bu gıda özelliğin­ den dolayı bazı alkolikler sırf alkol içip başka hiçbir şey yemeden günler, hatta haftalarca güçlerini önemli ölçüde kaybetmeden yaşamlarını sürdürür­ ler.

464

İNSAN VE DAVRANIŞI

Alkol besleyici diğer maddelerden, protein mineral ve vitaminler gibi, hiç­ birini bulundurmadığı için, görünüşte aldatıcı bir beslenme getirir. Kana şe­ ker pompalayarak bireyin sağlığını ve gûcûnû yüzeysel olarak devam ettirir ve bu nedenle de onun hemen bir tedavi edici bir çare aramasmı önler. Alko­ liklerin maruz kaldığı hastalıkların çoğunun temelinde kötü beslenme yatar. Kandaki alkol düzeyi %.08*e çıkınca bireyin araba kullanmasının altında yatan algılama ve tepkide bulunma yetenekleri oldukça aksar. Fakat bu mik­ tar yasalar çerçevesinde henüz maalesef bir suç sayılmaz. Yasaya göre kişi­ ler, ancak kandaki alkol düzeyleri % .lû olarak araba kullanırlarsa suçlu sa­ yılırlar. Kandaki alkol miktarı %.20*yi bulan kişilerin ayakta durmalan zorla­ şır ve birey el kol davranışlannı pek koordine edemez. Kandaki alkol düzeyi %.30*u bulan kişiler doğru dürüst konuşamazlar ve çoğu kez kendilerinden geçerler. Kandaki alkol miktan %.50*ye ulaşan çoğu kişiler nefes alamaz, bo­ ğularak ölürler. Arkadaşlanyla buluşup üç-beş kadeh atıştıran “akşamcrmn, arabasınm direkstyonuna geçtiğinde niçin bir ölüm makinesi haline geldiğini, umarız okuyucu şimdi daha tyi anlayabilmektedir. Kime alkolik denir? Bu konuda çalışan araştırmacılar aşağıdaki şu öl­ çütleri kullanarak bir kişinin alkolik olup olmadığını saptarlar. Bu ölçütleri kullanarak siz de kendi ailenizden ya da komşulannızdan birinin alkolik olup olmadığmı teşhis edebilirsiniz. (1) işlevsel Bozukluk ; Alkol bireyin ailesel, sosyal Ve mesleksel faaliyetle­ rini önemli ölçüde aksatır. (2) Alkolün Etkisinin Gittikçe A zalm ası: Aynı sarhoşluk, "kafayı bulmuşluk" derecesini elde etmek için birey gittikçe daha çok alkole gereksinme gös­ terir. Böyle bir kişi büyük miktarlarda alkol aldığı halde, diğer kimselerden daha farklıdır ve pek sarhoşluk belirtisi göstermez. Bu kimseler "Alkol beni etkilemezi" diye Övünürler ve "kafayı bulmak" için başkalarının içliğinden iki veya üç misli daha fazla içerler. Böyle birine rastladığınız zaman bÜ3rûk bir olasıhkla alkolik birini görüyorsunuz demektir. (3) (içkiyi Bırakınca GörûlenJ Kesilme Belirtileri: Alkolik kişi alkol bulama­ dığı zaman, ya da kendi isteğiyle alkollü içki içmeyi bıraktığı zaman genellik­ le şu belirtileri gösterir: Titreme, mide bulantısı, terleme, kaygı nöbetleH, ateşlenme nöbetleri, düşünce kanşıklığı, sannlar ve varsanüar. Kişinin alköllkllk derecesine göre belirtilerden birkaçı veya tümü gözlenebilir. Kişi ağır bir alkolik değilse, biraz terleme ve titreme ile İçkiyi bırakabilir. Ağır alkolik olanlar yukarıda verilen belirtileri bütün şiddetiyle gösterirler. Ağır alkollklenn bu davranışlarına Delirium Tremens adı verilir. Bir kim­ se Delirium Tremens türünden şiddetli belirtiler gösteriyorsa, bu kişinin bu devre içinde ölme olasılığı oldukça yüksektir. Bu nedenle alkolden çekilme süresinde böyle şiddetli belirtiler gösteren kişilerin hemen doktor bakımı altı­ na alınması gerekir. (4) Bedensel Hastalıklar : Alkoliklerin bedensel hastalıklarının kaynağımn çoğu karaciğerle ilgilidir. Bu hastalıklar sanhk, siroz ve safra kesesinin iltihaplanması olarak kendini gösterir. Ayrıca bu hastalıklara Uaveten sinir sisteminin işlevinde de birçok bozukluklar ortaya çıkar. Alkolikler, doktorun

NORMALDIŞI D A V I ^ I Ş PSİKOLOJİSİ

465

kendilerine alkolü bırakmalan gerektiğini ve hastalıklannın temelinde alko­ lün yattığmı söylemelerine rağmen alkolü bırakamazlar. Alkolü bırakamama alkolik olmanın en belirgin özelliklerinden biridir. (5) Alkolün Neden Olduğu Bellek Kayıplan : Bazı kimseler, geçici bellek kayıplan gösteriden Alkoliklerde görülen geçici bellek kayıplanna Alkolün Neden Olduğu Bellek Ka3nplan adı verilir. Bu kişiler günlük hayatlannı nor­ mal olarak sürdürebilirler, örneğin, pilot uçağı hava alanına indirir, operatör doktor ameltyalmı yapar, marangoz üzerinde çalıştığı mobilyayı tamamlar. Ne var ki bellek kaybım İçeren devre geçtikten sonra bu kişiler yaptıklarıyla ilgili bir şey hatırlayamazlar. (6) MOctar/Sıklık Gösterpesi: Sık sık ve büyük miktarlarda içen kişinin alkolik olma ihtimali, seyrek ve az içen birinden daha yüksektin Her akşam içen ve eve geldiği zaman İçki masası kurulmai^ışsa sinirlenen kişi büyük bir olasılıkla alkoliktir. Bazı kişiler ancak belirli sosyal toplantılarda içerler, bazı kişilerse içmek için bahane ararlar. Alkole tutkusu olan kişi, her fırsatı de­ ğerlendirerek alkollü içki almayı amaçlar. (7) Alkolün Kullanıldığı Zaman : Alkolikliğin ölçütlerinden biri de. gündüz alkol alınmasıdır. Gündüz alkol alan kimselerin büyük çoğunluğu alkoliktin Bu kişiler belirli bir düzeyde alkol alarak gündelik hayatlarını bir süre daha ve bir ölçüde aksamadan sürdürebilirler. Fatal Alkol Sendromn Kadınlar hamileyken alkollü içkileri sık sık kullanırlarsa fetüs devresin­ deki bebekleri alkol olumsuz yönde etkiler. Bu etkilerin tümüne Îatal alkol sendromu (fetal alcohol şyndrome) adı verilir. Hamileliğin ilk ya da son üç ayında yoğun içki İçilirse fetüs İçin zararlı olur. Ne kadar İçildiğine bağlı ola­ rak bu devrede çocuk düşürme, gelişimin durması, yüz yapısında bozukluk­ lar ve zekâ geriliği ortaya çıkar. Hamile kadınlar için zararsız içki düzeyi var mıdır? Araştırmacılar bu konuda belirli bir miktar verememektedirler. Hamile kadınlann içld içmemesi şimdilik İzlenecek en emin yol olarak görünmektedir. Alkolizmin Nedenleri Alkolizmin nedenlerini btyolojik ve psikolojik olarak İki grupta inceleyece­ ğiz. Biyolojik Faktörler: Alkolizmin kalıtımla ilişkisi olduğuna dair destekleyi­ ci veriler vardır. Alkoliklerin yakın akrabalanmn %15-25'i alkoliktir. “Normal" ailelerden gelen kişilerde bu rakam %3'tür (Cotton. 1979). Alkolizmin belirli aile üyelerinde yaygm olduğu iki biçimde yorumlanabilir; Ya biyolojik faktör, yani kalıtım alkolizmin nedenidir ya da çocuğun büyüdüğü ailesel çevrede al­ kolik kişilerin bulunması yeni yetişenlere kötü örnek olur ve öğrenme yoluyla alkolizm aile İçinde sürer. Bu İki faktörden hangisinin kuvVetlİ olduğunu bu­ labilmek için özdeş ikizler üzerinde yapılan araştırmalara bakılır. Özdeş ikizler üzerinde yapılan araştırmalar kalıtım faktörünün önemli ol­ duğunu gösterir, özdeş ikizlerden biri alkolikse, diğerinin alkolik olma ihti­ mali %54*tûr. halbuki özdeş olmayan farklı yiimurta ikizlerinde bu olasılık İD 30

4 66

İNSAN VE DAVRANIŞI

hemen hemen yan yanya düşer, başka bir deyişle %28*dir (KaiJİ. 1960). Baş­ ka bir araştırmacı (Gooc^win. 1979) evlat edinme yoluyla bebekken ev değiş­ tiren çocuklar üzerinde inceleme yapmıştır. E^lat edinilen çocuk btyolpjik babasmı görmediği ve onun etkisi altında yetişmediği halde, eğer biyolojik ba­ bası alkolikse kendisinin alkolik olma ihtimali %18*dir. Babası alkolik olma­ yan ve bebekken evlat edinilen diğer çocuklann ancak %5*i alkolik olmuştur. Bu rakamlar erkek çocuklar için geçerlldir, kızlar için genetik faktör zayıf, hatta hemen hemen hiç etkisizdir. PsOcolofÜc Faktörler: İnsanlar niçin içki içerler? Bu sorunun cevabı ge­ nellikle “içki insana rahathk verir, bir sûre günlük gerginlikleri ve dertlerini unutturur, onun için içki içilir" biçimindedir. Bu görüş deneysel olarak teste tabi tutulmuştur: Tucker. Vuchinich. Sobell ve Malsto (1980) adındaki dört araştırmacı, sosyal yaşamlarında normal olarak içen iki grup deneği farklı stres koşuUanna koymuşlardır. Gruplardan biri düşük düzeyde stres getiren bir ortama, diğeri ise yük­ sek stresli bir ortama konmuştur. Daha sonra her iki gruba İçki içme olanağı verilmiş ve yüksek stres koşulu altında çalışan grubun, düşük stres koşulu altında çalışan gruptan dört kat fazla içtiği gözlenmiştir. Fakat stres, elektrik şokunun kuvvetini yükseltmek olarak tanımlandığı zaman içki içme davranı­ şında bir artma gözlenmemiştir. Bu konuyla İlgili araştırmalar gözden geçirildiğinde şu önemli nokta orta­ ya çıkar: Gerçekte stresin derecesi ve stresin ortadan kalkması önemli değil­ dir; deneklerin inancı en önemli etkendir. Birey alkolün stresi ortadan kaldıracağma inanıyorsa, stresli zamanlarda İçkiye sardır, gerçekte alkolün stresi ortadan kaldırıp kaldırmaması önemli değildir. Araştırmaların ortaya çıkardığı önemli bulgulardan biri de erkek ve kadmlar arasındaki farklılıktır; Kadmlan alkolik olmaya iten nedenler, erkeklelinkinden farklıdır, daha doğrusu kadınlar, erkeklerinkiyle kıyaslandığmda. daha farklı türden streslere alkolün yardımcı olacağına inanırlar: Duygusal yönden sıkıntılı anlar, duygusal yalnızlık ve çevrenin değişik beklentilerinden oluşan sosyal baskı kadmı içki içmeye yöneltir. Ayrıca kadınlar çevredeki kö­ tü davranış modellerinden daha fazla etkilenirler. Kız çocuğu, ailesinde ve yakın çevresinde İçki içen varsa, bu kişiyi örnek alır ve taklit yoluyla İçkiye başlar. Erkeklerde biyolojik faktörler önemli rol o3naarken, kadınlarda psiko­ lojik faktörler daha ön plana geçerler. Araştırmalar şu gerçeği de ortaya koy­ muştun Alkolizm üzerinde araştırma yapılan bütün toplumlarda, erkek alkp■İlklerin oranı kadın alkoliklerden birkaç defa daha yüksektir. Gelecek bölüm­ de tedavi yollannı incelerken alkolizme yeniden döneceğiz.

11. PStKOSEKSÜEL BOZUKLUKLAR Nedeni psikolojik olan cinsel davramş bozukluklanna psikoseksüel bo­ zukluklar adı verilir. Burada psikoseksüel bozukluklardan üçünü ele alaca­ ğız; Teşhir. ırza tecavüz ve psikoseksüel tutukluklar.

NORMALDIŞI DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİ

467

Teşhir/Egzibisyonİzm Teşhir (egzibtsyonizm) bözukluğu en sık 18-28 yaşlan arasındaki erkek­ lerde gözlenir. Teşhir hastalığı olan erkek, sertleşmiş penisini yolda, tren is­ tasyonu gibi kalabahk yerlerde karşıdan gelen bir kabına gösterirken ya bu sırada, ya da hemen sonra mastürbasyon davranışında bulunur. Bu kişiler hiçbir zaman kadınlara saldırmazlar ve karşıdaki kadm teşhir sonucunda ne kadar şoke olur ve tepki gösterirse o kadar hoşlanna gider. Hastalık hakkında bildiklerimiz polisçe yakalanan teşhlrcilerie yapılan mülakatlardan gelmektedir (Janda ve Klenke-Hamel. 1980). *TeşhircUer daha sonra uza tecavüz eden kişier haline gelirler ml7* sorusu psikologları düşün­ dürmüştür ve bu konuda uzunlamasına yapılan araştırmalar bu soruya “Ha­ yır” cevabını vermiştir. Bu kişiler hiçbir zaman saldırgan duruma geçmezler. Değişik psikolojik yaklaşımlar bu hastalığın nedenini değişik etkenlerde aramıştır. Psikoanallttk görüşe göre teşhircilik kastrasypn korkusuna yapılan bir tepkidir. Bazı psikologlar teşhircllerin erkek olarak kendilerine güvenleri olmadığmı ve teşhircilik yoluyla, dolaylı olarak kendi erkekliklerini kamtladıklannı söylerler. Bazı öğrenme psikologları kişinin geçmişinde cinsel ödül­ lendirilmenin ancak başkalarmı şoke ederek gerçekleştiğini, bu nedenle teş­ hir yoluna giderek aynı türden pekiştirme aradıklannı ifade ederler. Hiçbir yorum biçimi deneysel olarak kanıtlanmış değildir. İrza Geçme (Tecavûz-Rape) Irza geçme ileri endüstri toplumlannın. özellikle de ABO*nln ciddi prob­ lemlerinden biridir. Ülkemizde ırza geçme toplumsal bir problem bo3rutunda değildir. Buna karşılık Janda ve Klanke-Hamel (1980) 1968 ile 1975 yılları arasında ABD'de ırza tecavüz olaylarının % 80 arttığmı bulmuşlardır. Bu ya­ zarlara göre ABD'deki gerçek ırza tecavüz sayısı polis tutanaklannm gösterdi­ ğinden 5 defa daha fazladır, çünkü tecavüz edilen kişilerin çoğu, adlarının polis dosyasına geçmesini İstemezler. Polise gelen olayların %50’sinde erkek tecavüz ettiği kadını tanımaz, %10*unda kadın aile üyelerinden biridir. Irza tecavüz olaylannm çoğu daha önceden düşünülmüş ve planlanmıştır, çok ender hallerde kontrol altma alınamayan ani bir dürtünün etkisiyle ortaya çıkmıştır. Araştırmacılar ırza tecavüz eden kişileri dört kategoriye ayırırlar: (1) Scddtrgan Tipler : Bu kişiler kadınlardan nefret eden kişilerdir ve nef­ retlerini ırza tecavüz biçiminde ifade ederler. (2) Amoral Tipler: Bu kişiler, biraz aşağıda gözden geçireceğimiz sosyopatik kişilik yapışma sahiptirler ve kadını bir cinsel nesne olarak görmenin öte­ sine geçemezler; kendi davranışlarının sorumluluğunu hiçbir zaman anlama­ mışlardır. Özellikle alkolün etkisi altında ırza tecavüze yatkın hale gelirler ve cinsel yönden çekici buldukları kadına,* başka hiçbir sorumluluk duymadan saldında bulunurlar. (3) Çift Standartlı Tipler: Bu kişiler, biraz açık saçık giyinen ve neşeli ha­ reket eden kadınm ırzına tecavüz edilmesinde bir sakınca bulmazlar. “Kaşınmasa böyle giylnmezdi. besbelli kİ istiyordu" düşüncesiyle hareket ederek cin-

İNSAN VE DAVRANIŞI

468

sel saldınlannı akla uygun biçime sokarlar. Tecavüz edilen kadm mahkemeye* çıktığında, sanığı sa­ vunan avukatlann kanıtlamak is­ tedikleri en önemli nokta kadınm erkeği “tahrik ve teşvik" ettiğidir. Bunu kanıtlayabilirlerse erkeğin ırza saldınsı “normal" bir davranış olarak gözükecektir.

m : lek; ya da İcetsH İ b ^ d İ a İ ^

■;vVV/jideıiyOidu^VV'';/^^^^

/■:;:;y!/»;Pahi;encii^»ÇÎ^^

lubundia

".'«* î A -İ m«İ . . -V

:.--^..!:r,.)^f:,mı anda birarada olduklannda onların etkileşimi nasd olur? Örneğin, hangi durumlarda kadınlar başardı davranışlannm altmda kendi becerilerini ve özelliklerini bulurlar? Bir kimse hangi durumlarda başansızbğını çevresel koşuUardan çok kendi özelliklerine atfeder? Bir kişiyi İyice tanımaya başlayınca, o kişinin günlük davranışlarındaki değişkenlik derecesi öğrenilmeye başlamr ve davranıştaki değişme, beklenile­ nin dışına çıkınca, bu değişik davranış çevresel koşullara atfeddir. örneğin, her zaman güler yüzlü olan arkadaşınız, bir gün asık suraüı biri olarak kar­ şınıza çıkarsa, bu davranışı onun sınava hazırlanmak için uykusuz kalması­ na atfedersiniz. Yükleme süreci insan iUşkllerl içinde temel bir yer tuttuğundan psikoloji içindeki önemini korur. Yükleme konusunda öğrendiğimiz kavramları ve sü­ reçleri. daha önce gözden geçirdiğimiz konulara uygulayabiliriz. Bu uygula­ malara birkaç örnek verelim: Gelişim konusunu 10. Bölûm’de incelerken ahlak yargılan da incelen­ mişti. Bir kimse bir suç işlediği veya kaba bir söz söylediği zaman, ya da faki­ re yardım edip, hayır kurumlanna bağışta bulunduğu zaman, kişinin davranışınm altında yatan niyetle İlgili bir yüklemede bulunulur. Bu yükleme bu

İNSAN VE DAVRANIŞI

620

Tablo 15.2 Başkalarının davranışını kişinin özelliklârine yOklememize yol açan faktörlerin bir özed.

FAFCrÖR

A Ç IK L A M A / Ö R N E K

Yüksek tutarlılık

Bir kişinin değişik durumlarda aynı biçimde davran­ dığı ne kadeir sık gözlenirse, onun davıamşının altın­ da yatan nedenler o ölçüde kişinin kendi özellikle­ rine yüklenir.

Göze babcılık (sallence)

Ne kadar göze batarsa, dikkati çekerse (farklı elbise­ ler giyme, farklı konuşma ve davranma gibi) o kişi­ nin davramşının altında yatan nedenler o ölçüde kişinin kendi özelliklerine yüklenir.

Aksini yapma

Bu dikkat çekmenin bir başka yönüdür. Herhangi bir grubun üyeleri, belirli bir toplantıda aym biçimde davranırken (bir politikacıyı alkışlarken ve onu överken) bu davranışı yapmayan kişi göze batar ve o kişinin davranışı onun kişisel özellikleriyle açıklanır.

Başarılı uygulama

Bir kimse belirli bir durumda başarılı bir iş yapbgmda, o kişinin başarısı onun kişisel özelliklerine }Klklenir.

Beklentimize uyan davramşlar

Bir kimse beklendiği gibi davrandığında (başanb ol­ ması beklendiği zaman başanlı ve başarısız olması beklendiği zaman başarısız olduğunda) bu kişinin davramşı o derecede kişilik özellikleriyle açıklanır.

Diğer kişi hakkmda bilgi eksikliği Bir kişi ne kadar az tamnırsa, o kişinin davranıştan o derecede çevre koşullarıyla açıklanır. Diğerleri ve biz başkalannın davranışlannı daha çok kişiye bağlı özelliklerle açıklzıma eğiliminde olduğumuz halde, kendi davramşlanmızı daha fazla çevresel koşullarla açıklarız.

davranışla İlgili verilecek kararın temelini oluşturur. Hayır kurumlanna yar­ dımda bulunan kişi iyi bir kişi olduğu için mi bu davranışta bulunmuş (kişi­ sel özelliklerle ilgili bir yükleme) yoksa içinde bulunduğu koşullar xm onu bu davranışa zorlamıştır (çevresel koşullara bağımlı bir ytikleme). Yükleme kavramı, kişilik ve normaldışı davranışlarla ilgili konularda, davranışı açıklayıcı bir süreç olarak kullanılabilir. Örneğin. Peplau. Russell ve Heim (1980) araştırmalarında şu gözlemde bulunurlan içinde bulunduk­ ları sosyal yalnızlığın, kendi sosyal beceriksizliğinden kaynaklandığmı düşü­ nen öğrenciler (kişiye yükleme), çökkün bir ruh hali içindedirler ve bu konu­ da herhangi bir değişiklik olabileceği konusunda umutlan yoktur, öte yandan, yalnızlıklannın içinde bulunduktan koşullardan kaynaklandığmı dü­ şünen öğrenciler (çevre koşullanna yükleme), kendilerini karamsarlığa kaptır­ maz. Rizley (1978) kolaylıkla karamsarlığa kapılan kimselerin, kötü olaylar­

SOSYAL PStKOLOJt

521

dan kendilerini sorumlu tuttuklarını gözlemiştir, başka bir deyişle kendilerini gereğinden fazla sorumlu tutmak eğilimi ile karamsarlık eğilimi elele gider. Yükleme kavranılan, çocuğa kötü davranma konusunda da uygulanabi­ lir. Ağladığı için çocuğunu döven anne veya baba, çocuğun ağlama davranışı­ nın altmda yatan nedeni çocuğun kişisel özelliklerine yüklemektedir. Bu şe­ kilde davranan bir anne, eğer bebek isterse ağlamasını hemen durdurabile­ ceğini dûşûnûr. Anne yükleme sürecinin kaynagmı kişisel özelliklerden, çev­ resel özelliklere, başka bir deyişle o andaki duruma bağlı koşullara kaydıra­ bilirse. çocuğa kötü davranmaktan vazgeçecektir. Yukanda verilen örnekler, yükleme sürecinin yaygın olarak kullanılabile­ ceğini gösterir. Yükleme kavranunın bu tûr uygulanması kişilik, normaldışı davranışlar, ahlak algılamasında gelişme ve diğer psikoloji alanlannda yeni açıklama biçimlerinin ortaya çıkmasına yol açar. Bilim alanı olabilmesi için, yukanda verilen örnekteki gibi, psikolojinin belirli bir alanında geliştirilmiş olan bu temel kavramm. psikolojinin diğer alanlannda da kullanılabilmesi gerekir. Psikoloji henüz bu örgûnlûğû kazanmış değildin bu ilerde başarıla­ cak bir aşamadır. Tutumlar ve Tutum Değişmesi Bireyin içinde yer alan süreçlerden biri de tutumlardır (attltudes). Tutumlann kaynağı, davranışa etkisi ve zaman İçinde değişimi, sosyal psikolog­ ların ilgisini sürekli çekmiş ve tutum konusunda sayısız denebilecek çokluk­ ta araştırma yapılmıştır. Önce tutumlann bir tanımını verelim. Baron ve Byme'a göre (1977. s. 95.): Tutumlar oldukça organize olmuş uzun sureli duy­ g u inanç ve davranış eğilimleridir. Bu eğilimler diğer insanları, gruplaru JUcirleri, ülkenin diğer yörelerini ya da nesneleri konu edinir. Bu tanımın temelinde iki önemli özellik yatan (1) Tutumlann oldukça uzun süreli olması. Geçici olarak bireyin gösterdiği bazı eğilimleri, o bireyin tutumu olarak görmeyiz. Bir eğilimin tutum olabilmesi İçin, bir^rin o eğilimi oldukçâ uzun süreli olarak göstermesi gerekir. (2) Bilişsel, duygusal ve dav­ ranışsal birimleri içermesi. Tutum yalnız bir düşünce veya duygu değildir. Tutum olarak tanımladığımız eğilimin içerisinde kendini İnanç olarak ifade eden bilişsel, duygu ve heyecanlan İçeren duygusal ve gözlenebilen faaliyetle­ ri İçeren davranışsal öğeler vardır. Sosyal psikologlann hepsi bu birimler üzerinde araştırma yapmaz; bazılan tutumun bilişsel yönüne ağırlık verir ve yalnız o yönünü düşünerek araş­ tırma yapar, diğer bir psikolog ise tutumun duygusal öğesine ağırlık verir. Fakat modem psikologlann bugünkü anlayışı, tutumlan bu üç yönü bera­ berce ele alarak incelemektir. İkna (persuaston) ve Tutum Değişmesi: Tutumlan inceleyen psikologlar tutumlann değişmesiyle de ilgilenmişlerdir. Bireylerin belirli konudaki tu­ tumlan nasıl değiştirilir? Tutum değişmesinin ortaya çıkması İçin gerekli ko­ şullar nelerdir? Psikologlann bu sorularla ilgilenmelerinin pratik nedenleri vardın Siyasal tutumların değişmesi bir partinin yerine diğer partinin İktida­

522

İNSAN V E DAVRANIŞI

ra geçmesini sağlar. Reklamlar müşterinin tutumlarını etkileyerek, bir şirke­ tin daha fazla kâr etmesine yol açar. Atatürk'ün, modem bir TOrk ulusu ya­ ratma çabasmda olduğu gibi, belirli bir dünya ve yaşam anlayışı, tutum de­ ğişmesi yoluyla bûtûn bir ulusa mâl edilerek, yeni bir düzen kurulabilir. Bunun gibi daha birçok uygulama alanlannı gösterilebilir. Bu uygulama .alanlan ilerde yeniden ele alınacaktır: şimdi İkna etme ile tutum değişmesi arasmdaki ilişkiyi inceleyen araştırmalann ne gibi sonuçlar verdiğini gözden geçireceğiz. İkna Edici (persuasive) iletişim : Ayşe Hanım komşusu Gölden Hanım'a “X marka çamaşır tozuyla ıslattığım zaman çamaşırlar daha İyi temizleniyor” derse. Gölden Hanım'ın çamaşır yıkama konusundaki tutumunu değiştirebi­ lir. Tutum değiştirmenin en sık kullanılan yöntemi sözlö iletişimdir. Duygu, döşönce ve davranışları sözlö iletişimle etkilemeye çalışırız. Sözlö iletişim tu­ tum değişmesinde etkili midir? Tablo 15.3 bu konudaki araştırma bulguları­ nı özetliyor.

Tablo 15.3. Tutum değişmesini etkileyen sözlü iletişim (aktörten.

Aşağıdaki koşullar gerçekleşirse sözlü ilcUşİm daha İkna edici olur. İletişim kaynağı (konuşan kişi): 1) Konuştuğu konuda uzman olarak algılanırsa. 2) Bu konuda kendisinin herhangi bir çıkan yoksa (güvenilir bir kimseyse). 3) Hoş bir görünümü varsa. Mesaj (konuşulan konunun içeriği): 1) Dinleyenin ilk tutumundan ancak orta derecede farklıysa. 2) Tartışılan konunun hem lehinde hem de aleyhinde bilgiyi içerirse. 3) Dinleyeni davranışa itecek korku ya da istek gibi orta derecede duy­ gu ve heyecanlar yarabrsa. 4) Orta derecede bir sıklıkta tekrar edilirse. 5) Dinleyenin ne yapması gerektiği hakkında yol gösterici ayrıntılı bilgi verirse. Dinleyici: 1) Konuşanın görüş noktasını destekleyecek bir İfadede bulunacağı konusunda daha Önceden söz vermişse. 2) Konuşma sırasında, konuşanın vermiş olduğu görüşün karşıdnı düşünmekten alıkonacak biçimde meşgul edilmişse. 3) Konuya kişisel ilgisi varsa. 4) Olumlu bir ruh hali içinde İse.

Her (aktörön etkisi değişik biçimlerde ortaya çıkar. Uzmanlık ve gövenilirlik beraberce bir kişinin (nonılıriıdım belirler. İnanıhr kaynaklar daha ko­ laylıkla tutum değişmesine yol açarlar. Burada ortaya çıkan sorun şudur. Bi-

SOSYAL PSİKOLOJİ

523

rlne göre İnanılır olan kaynak, başka birine göre inanılır olmayabilir. Başka bir deyişle, konuyu seçerken dinleyicinin kimi inanılır kaynak olarak kabul edeceğini düşünmek gerekir. İnanırbga İlave olarak, tartışılan konunun her İki yönünü, yani hem leh­ te hem de aleyhte savunularını vermek de önemlidir. Konuşucunun tutumu­ na yakm bir tutum içinde iseler, dinleyicilere tartışmanm 3ralnız bir yönünü vermek daha etkin olur. Dinleyiciler, konuşucunun temel tutumundan farklı bir tutum İçinde iseler, o zaman tartışmanın her iki yönünü vermekte fayda vardır. Tartışmanın her iki yönünü veren kişiyi dinleyiciler daha dürüst bir kişi olarak algılar; böylece konuşanın inanılırlıgı artar. Fakat hangi strateji­ nin kullanılacağına. dinle3dcinin başlangıç tutumu bilinmeden karar verile­ mez. Baştan karar vermede konuşacak kişi zorluk çeker. Gözönüne alınması gereken üçüncü bir husus şudur: Dinleyicinin ilgi­ lendiği konularda etkin olabilmek için iyi hazırlanarak, tutarlı ve ayrıntılı bir konuşma yapmak gerekir. Konuşan iyi hazırlanmaz ve konuştuğu konuyu tyi takdim edemezse, dinleyicinin tutumunda istenilenin aksi yönünde bir değiş­ me olur. Şöyle bir örnekle açıklayalım: Türkiye’de doktorlar uzak köylere sağlık hizmeti götürmeye dönük bir program öneriliyor ve staja başlayan tıp öğren­ cilerinin gönüllü olarak bu programa katılmaları isteniyor. Bu amaçla Türki­ ye çapında bir çağrı yapılarak tıp öğrencileri Ankara'da bir toplantıya çagnlıyor. İlgilendikleri için toplantıya 400'ün üstünde tıp stajyeri katılıyor. Bu toplantıda iyi hazırlanmış, bütün aynntıları düşünülmüş bir konuşma yapı­ lırsa. stajyerlerin büyük çoğunluğu programa katılır. Pek düşünsel içeriği ol­ mayan. birçok sorulan cevaplamayan, hazırlıksız bir konuşma yapılırsa, staj­ yerlerin programa olan İlgileri olumsuz yönde etkilenir ve bu programa ilerde ilgi göstermezler. CönûUû. (voluntarji Tutum Değişmesi: Tutumun davranışsal yönü değiş­ tirilirse. bilişsel yönün zaman içinde davranışa uyacak biçimde değiştiğini, araştırmalar göstermiştir, örneğin. "A" ideolojisini benimsemiş bir öğrenci grubu, kasaba lisesinden üniversiteye yeni gelmiş Hasan'ı aralanna almak is­ terler. Hasan dindar bir aile ortammdan gelmektedir ve “A" ideolojisini benimsememektedlr. Ne var kİ yeni üniversite ortamında yalnızdır ve aynca pa­ ra bakımından sıkıntı içindedir. İlk başta “A" grubuna katılması doğrudan istenirse Hasan hemen reddeder, ö le yandan onun “A" grubunun çay ve pik­ nik gibi ideolojik olmayan sosyal toplantılarına katılması sağlanabilirse, za­ man İçinde “A" grubuna karşı olan duygu ve düşüncesi olumlu yönde değişir. Bu tür tutum değişmesi ilk olarak tanınmış psikolog Festinger (1957) tarafmdan önerilmiştir. Onun kuramına bilişsel çelişki (bilişsel tutarsızlık/ cognitive dissonance) adı verilir. Fesünger, temel varsajrım olarak her insanm duygu, düşünce ve davranışı arasında bir denge aradığını, bu denge olmadığı zaman ortaya çıkan çelişkinin kişiyi rahatsız ettiğini düşünür. Bu bilişsel çe­ lişki. Festinger'e göre, insanın sürekli düşünme, araştırma ve değişmesinin temelinde yatan ana güdüdür. Çelişki giderildikten sonra bilişsel uyum olu­ şur ve bireyin o konudaki gerginliği ortadan kalkarak, huzura kavuşur.

524

İNSAN VE DAVRANIŞI

Festinger'm kullandığı klasik örnek sigara içen bir kimsenin davranış^rla ilgilidir. Doktor Mehmet günde iki paket sigara içer ve bir doktor olarak sigaranın zararlarım gayet ^ bilir.* Sigara içme davranışı ile. sigaramn zararlı olduğunu söyleyen bilgi birbiriyle çelişki halindedir. Bu durumda Doktor Mehmet'in önünde bilişsel çelişkiyi ortadan kaldıracak ûç seçenek vardır: (1) Sigara içme davranışını değiştirme ve artık sigara içmeme; (2) sigarayla ilgili araştırmalann geçerliğini inkâr etme ve sigara içmenin gerçekte kendisine zararb olmadığına kendisini İnandırma; (3) bu konudaki algılamasmı karmaşıklaştırarak, başka bahaneler bul­ ma. örneğin, "sigara sayesinde gerginliğimi gidertyorum*, "başka hiçbir zev­ kim yok. yegane zevkim bu sigara, bu da elimden alınırsa, yaşamın anlamı kalmaz", "ölüm Allah'm emri, sigara İçmişim veya içmemişim fark etmez, vak­ ti zamanı gelince nasıl olsa hepimiz öleceğiz” diye düşünceler geliştirebilir. Bu konuda ilginç araştırmalar yapılmıştır. Şöyle bir örnek alalım: Bir grup deneğin yalan söylemekle ilgili tutumları ölçülüyor. Deneklerin tümü yalan söylemenin kötü olduğunu ifade ediyor. Bu denekler üç gruba ayrılı­ yor; İlk gruptaki deneklere, ufak bir yalan söylemelerine karşılık bir çeyrek, ikinci gruptakilere yanm ve üçüncü gruptakllere bir altın veriliyor. Bu deneyin sonuçlan, öğrenme ve bilişsel çelişki kuramlanna göre farklı olur: öğrenme kuramı en büyük tutum değişimini en yüksek parayı kazanan gruptaki kişilerde bekler, çünkü onlar en kuvvetli pekiştirmeyi almışlardır. En az tutum değişimi en küçük pekiştireç alan İlk grupta beklenir. Festinger'm bilişsel çelişki kuramı ise tam aksini beklen En az para alan gruptaki kişiler en yüksek bilişsel çelişkiyi yaşarlar, çünkü onlann yalan davranışını haklı gösterecek yeterli bir neden yoktur. En yüksek parayı alan grup ise. yalan davranışlannı haklı gösterecek yeterli bir neden gösterebile­ cekleri için (şu kadar para yalan söylemeye değer) bilişsel çelişki içine gir­ mezler ve bu nedenle yalan söylemeye karşı tutumlarında önemli bir değişme gözlenmez. Festinger'm beklentileri araştırma bulgularıyla desteklenmiştir (Monson, 1980). Bu araştırmalarda gözlenen bir yön şudur: Tutum değişmesi, birey gö­ nüllü olarak katıldığı zaman en İyi sonucu verir, zorunlu olarak katıhnan fa­ aliyetlerde tutum değişmesi gözlenmez. Zorunlu durumlarda denek davranışmdaki değişimi çevresel koşullara yükler ve bu davranıştan kendini sorumlu tutmaz. Göz önüne alınacak ikinci bir yön de şudun Tutum değiş­ mesi sonucu ortaya çıkan davranışın, günlük yaşamda diğer insanları etkile(*) Türkiye'de sigara tutkunluğuna karşı bilimsel bir çaba gösteren kişilerden biri Fı­ rat Üniversitesi Halk Sağlığı Anabillm Dab Başkanı Prof. Dr. Erol Sezer'dir. Dr. Sezer'in aıaşbrmalan Türk doktorlannın yüzde 47'sinin sigara İçtiğini göstermekte­ dir. Hasta muayene ederken sigara İçen hekimlerin oranı yüzde 56'dır. Bir hekimin sigara içmesi ve bu .davramşı hastalannm yamnda sürdürmesi, bilgi ve davramş arasında îutarlüık bekleyen psikolojik kurama ters düşmektedir. Bu göz­ lemin hem bilimsel hem de kültürel açıdan ilginç dogurgulan olduğu kamsındayız. Ne var ki. bu konudaki tartışmalara genel ders kitabı niteliğindeki bu kitapta yer verem^eceğlz." (Bkz. Sezer, E.. 1992)

SOSYAL PSİKOLOJİ

525

ylci bir yeri olmalıdır. Bu İki özellik biraraya geldiğinde önemli tutum değiş­ meleri ortaya çıkar. Ttiiumlar ve Davranış : Tutumlann bilişsel yönü İle davranışsal yönü arasmda gerçekten bir tutarlılık var mı? Yalan söylemenin kötü olduğunu söyleyen ana-baba, çocuklanna ara sıra yalan söylemez mİ? Fakire, acize yardım et diyen dindar tüccar, gerçekten fakire ve öksüze jrardım ediyor mu? Kadm ve erkeğin yasalar ve sosyal yönden eşit olduğunu sö3deyen ba­ ba. yüksek eğitim İçin hem oğlunu hem de kızını aynı derecede teşvik ediyor mu? Sosyal psikologlar yakın zamanlara kadar tutumlann bilişsel yönü İle davranışsal yönü arasmda pek sıkı bir bağ gözleyemediler. Son zamanlarda yapılan araştırmalar daha ince aynntılan göz önüne almaya başlayınca, tu­ tumun bilişsel yönü ile davranışsal yönü arasmda daha sıkı bir bağ gözlen­ miştir. Tablo 15.4'te bu konuda yapılan araştırmalann bulgulan özetlenmiş­ tir. Bu araştırmalara göre tutumun bilişsel yönü İle davranış arasında İlişki şu dört koşul yerine geldiği zaman ortaya çıkar. Tutum (1) kuvvetliyse, (2) bireyin kişisel yaşantısma dayalıysa, (3) birey İçin önemli olan diğer kişilerce destekleniyorsa ve (4) sık sık kendini ortaya koyma şansı varsa. Bu faktörlerden biri ya da birkaçı eksik olduğu zaman tutumun bilişsel yönü İle davranışsal yönü arasındaki ilişki aksar. Yalan s^^lemenin kötü ol­ duğunu s^leyen baba, herkesin birbirine yalan söylediği bir toplum içinde 3raşıyorsa, kendi babası ve annesi sürekli kendine yalan söylemişse, kendi ar­ kadaş grubu içinde bu konuda herhangi bir duyarblık yoksa ve yalan söylen­ diği zaman çevresinde kimse aldırış etmiyor ve bunu önemli bir konu yapmı­ yorsa, yalan konusundaki düşüncesiyle davıamşı arasmda sıkı bir ilişki olmaz.

Tablo 15.4 Tutum değişikliğini etkileyen iletişim faktörleri Aşağıdaki faktörler var olduğunda sizin davranışınızla tutumunuz arasında sıkı bir ilişki olun 1) .2) 3)

4)

Tutumunuz konusunda kendinize güveniniz var ve bu konudaki dü­ şünceleriniz gayet açık ve seçik. Tutumunuzun konusu olan kişi, grup, veya nesneyle kişisel bir yaşan­ tınız var. Yapmaya n iy etle n d iğ in iz belirli bir davranış var. Bu niyet sizin tutu­ munuza dayalı olarak gelişmiştir ve sizin için önemli olan diğer kişile­ rin de sizin gibi davranacagmı düşünüyorsunuz. Geçmişte niyet ettiğiniz şekilde hareket etüniz. Bu şekilde davranmak sizin kuvvetli bir €Ûtşkanlığtntz .

526

İNSAN V E DAVRANIŞI

3. KİŞİLER ARASI BİR SÜREÇ OLARAK ÇEKİCİLİK Şimdtye kadar diğer kişiler hakkında nasıl İzlenimler oluştururuz ve tutumlanımz hangi koşullar arasında davranışa yansır konusunu inceledik. Bu konular kişinin İçinde olan süreçlerdir. Şimdi kişiler arasmda yer alan sûreç' lere bakacağız. Bu süreçlerden biri kişiler arasındaki çekiciiiktir (attraction). Çekici' İlk konusuyla ilgili kişiler arası ilişkileri (uzun süreli ilişkiler, hoşlanma ve sevme gibi) daha İleride ele alacağız. Burada çeklclllk olayınm altmda yatan temel psikO' lojik süreçleri gözden geçireceğiz. Sosyal psikologlar çekiciliği birblrin' den tarkh yaklaşımlaria açıklarlar. Bu yaklaşımlardan İlki öğrenme. İkincisi de bilişsel denge kuramıdır, öğrenme kav­ ramlarını 4. Bölûm*de gözden geçirdiğimiz için önce denge kuramı açısından kişiler Resim 15.1 Birbirleriyle ilgilenmelerinin arası çekiciliği inceltelim . altında yatan ne? ÇeKlcilik mi? Çekiciliğin Psikolojik Denge Kavramıyla Açıklanması Bilişsel çelişki kuramı adı altında denge kuramlanndan birini gördük. Denge yaklaşımlarının hepsi, bireyin İç dünyasında ve dış dûnyasmda bir denge aradığını kabul eder ve bu dengeyi buluncaya kadar bireyin faal olarak İç ve dış dünyasında değişimler yapacağını bekler. Birey iç dünyasında dü­ şünce. duygu ve inançları arasında bir uyum kurmaya çalışır. Düşünce, duy­ gu ve inançlarıyla, dış dünyaya dönük olarak yaptığı davranıştan arasında bir tutarlılık, bir denge arar. Kişiler arası çekiciliği denge kavramlanyla açık­ layan Helder (1958) ve Ncwcomb’dur (1956, 1961). Heider üçlü bir ilişki İçinde denge kuramını tartışmıştır. Bu üçlü ilişki­ nin birimlerinden biri ilişkide bulunan kişi (K). İkincisi ilişki içinde bulundu­ ğu diğer kimse (D) ve üçüncü birimde bu İki kişi arasında etkileşime yol açan bir konudur (X). Konu bir nesne, bir kişi, bir olay ya da bir yer olabilir. Şekil 15. rde bu üç birim arasmda dengeli ve dengesiz ilişkiler görülüyor. Helder’e göre, bireyler ilişkilerinde uyum ve denge aradıklanndan. zaman içinde, ya iç dünyalannda veya ilişkilerinde değişiklikler yaparak, dengeli ilişkilere doğru bir gelişme gösterirler. Heider. kişiler arasındaki ilişkilerde dengeye simetri ve dengeli ilişkilere de simetrik ilişkiler adım verir. Simetrik olmayan ilişkiler simetrik olmaya doğru sürekli bir eğlUm içerisindedir. Si­ metriyi gerçekleştirmek için en sık kullanılan yöntem, aralanndaki farkları gidermek amacıyla kişilerin iletişim kurmalarıdır. İletişim sayesinde bir süre sonra ilişkideki simetri başarılır. Şekil 15. rdeki örneklere ek olarak şu ilişkiyi verebiliriz; Arkadaşmız Nec­ la. biyoloji profesörünün iyi bir insan olduğunu düşünüyor ve siz de bu dü­ şünceye katılıyorsunuz. Bu durumda ilişkiniz dengeli, bir başka deyimle sİ-

527

SOSYAL PSİKOLOJİ

r

Döner Kebap

Dengeli sisteme iki örnek

hohlanır

r

Kojma

boklanmaz -

^ '

\ + boyanır

\

Sami ^-------------------------- ^ Zehra

Dengesiz sisteme üç örnek



hojianır

hohlanır

Zehra

Sami hohlanmaz Bamya yemeği

hohlanmaz

Ş e k il 15.1 H eider ve N ewcom b'un kuram larında sö zü edilen ba zı dengeli ve de n g esiz sistem lere örnekler.

528

İNSAN VE DAVRANIŞI

metriktir. Hoşlandığınız bir kim s^le bir konuda aynı fikirde olduğunuz za* man İlişkide simetri var demektir. Yeni başlayan bir ilişkiyi örnek olarak ele alalım; Hasan'la bir arkadaş toplantısmda karşılaştınız ve onunla biraz konuştuktan sonra onun Reşat Nuri Gûntekin'in romanJannı okuduğunu öğrendiniz. Gûntekin'in Idtaplanhı SİZ de severek okuyorsunuz ve şimdiye kadar sizden başka bu kitaplan oku­ yan başka klm s^le tanışmadmız. İkiniz de aynı konuya önem verdiğiniz ve hoşlandığınız için Hasan'la ilişkinizi geliştirmek istiyorsunuz. Bu noktada Heider, sizin Hasan'la simetrik bir ilişki geliştireceğinizi bekler, başka bir deyiş­ le Hasan'ı olumlu bir gözle görüp, ondan hoşlanmanız, onu çekici bulmanız bûyûk bir olasılık içindedir. Yalnız mantık kuralları içinde bu durum ele almdığında Hasan'dan hoş­ lanmanız ya da hoşlanmamanızın eşit ağırlıkta olması gerekir. Ancak durum mantıksal (lojik) değil, psikolojik bir yapıya sahiptir ve bu nedenle Heider si­ zin Hasan'ı çekici bulacağmızı bekler. Heider ve Newcomb’a göre simetrik iliş­ kiler rahat, hoş ve daha uzun süreli olurlar. Dengesiz ilişkiler bireyleri rahatsız eder ve bu nedenle kendimizi dengesiz bir ilişki içinde bulduğumuz zaman bu ilişkiyi değiştirmek isteriz. Örneğin kadınlarm. a3nıı erkekler gibi askere zorunlu olarak almması konusunda ar­ kadaşınızla anlaşamıyorsunuz. Siz. bir Türk vatandaşı olarak kadınlarm da erkeklerin sahip olduğu özgürlük ve sorumluluklara sahip olması gerektiğini ve erkekle kadın arasmda bir aynm yapılmamasını savunuyorsunuz. Arkada­ şınız. kadınlan askerlik eğitim ve yaşantısına zorlamanm insancıl olmayacağrnı. hem ordunun savaş gücünün düşeceğini, hem de kadınlann ev ekono­ misindeki önemli rollerinin aksayacağım savunuyor. Bu fikir farklılığı sizin ilişkinizde bir dengesizlik yaratacaktır. Bu dengesizliği ortadan Kadınlann askere alınmasıyla ilgili tutum

Arkada;

Şekil 15.2 kaldırmak için şu yollar açıktır: (1) Arkadaşınızı sizin gibi düşünmeye ikna edersiniz, ikiniz de aynı şekil­ de düşüneceğizden ilişkideki dengesizlik ortadan kalkmış olur. (2) Arkadaşınız sizi kendi görüşüne ikna edip dengesizliği ortadan kaldınr. (3) Kadınların askere alınması konusunda düşünce değişikliği sağlana­ mazsa, arkadaşmıza karşı tutumunuzda değişiklik yaparak, başka bir deyişle ona karşı olumsuz bir tavır takmarak dengesizliği ortadan kaldırabilirsiniz, i Siz ve arkadaşınız arasında hemfikir olmadığmız konuların sayısı fazlay­ sa. zamanla arkadaşınıza karşı duyduğunuz olumlu duygu, ilgisizliğe ve bir sûre sonra belki ondan hoşlanmamaya dönüşür.

SOSYAL PSİKOLOJİ

529

1973-1980 yıllan arasında Türkiye’de Üniversite öğretim üyesi olarak gö­ rev yaparken, üniversite öğrencileri arasındaki sağ ve sol İdeoloji farklılığmm, onlann sosyal ilişkilerini belirleyen tek faktör olduğunu gözlemiştim. Üniver­ site gençlerine o yıllarda. ”Evleneceğiniz kimsede aradığınız en önemli özellik nedir?” d^e sorulduğunda, büyük bir çoğunluğu ideolojik konuda aynı bi­ çimde düşünmeleri gerektiğini İfade etmiştir. Kişiler arasındaki ilişkilerde dengenin temel olduğunu ifade eden kura­ mı. aşağıdaki biçimde özetleyebiliriz: 1. Dengeli ilişkiler hoştur ve bu tûr ilişkiler devam etme eğilimi gösterir. 2. Dengesiz ilişkiler rahatsız edicidir ve uzun süreli değildir. 3. Birey* kendisi gibi dûşûnön. duyan v ^ davranan kişileri daha çekici bulur. ^ 4. Birey bir kişiden hoşlaındığı’zaman, o kişinin kendisi İçin önemli bir­ çok konuda benzer düşüneceğini varsayar. Birazdan göreceğimiz gibi^bu dört beklentinin her biri araştırma bulgulanyla desteklenmiştir. Fakat araştırma sonuçlarına geçmeden önce, kişiler arası çekiciliğe öğrenme açıcından nasıl yaklaşıldığını inceleyelim.

Kişiler Arası Çekiciliğin öğrenme Kavramlarıyla Açıklanması Clore ve Byme (1974) klasik koşullama kavramlanm kişiler arası çekiciliği açıklama­ da kullanmışlardır. Onlann uygulayışı son derece basittin Bir kişi hoş bir durumda iken o anda çevresinde bulunan diğer kimseleri de hoş bulmaya başlar. Diğer yandan, bir kimse hoş olmayan bir yaşantı içindeyse, o anda çevresinde bulunan diğer kimselerden de hoş­ lanmamaya başlar. Dikkat edin, bu araştır­ macılar. ödül ve cezalandırma gibi edimsel koşullama kavramlanm kullanmazlar. Yalnız klasik koşullama kavramlanm kullanırlar. örneğin, kışın dışanda kar yağarken dağ evinde, ocaktaki ateşin başında, elinizde en sevdiğiniz içkiyle hoş ve rahat bir duygu için­ de oturuyorsunuz. Bu kurama göre, dağ evin­ de hoş duygular içindeyken, o sırada çevre­ nizde bulunan kişileri de hoş ve sevimli bulacaksınız. Bu kişiler sizin bu ortamda bu­ lunmanıza herhangi bir katkıda bulunsunlar veya bulunmasmlar. sırf çevrenizde olmala­ rından dolayı, onlan hoş bulacaksınız. Şimdi kişiler arası çekicilik konusunda yapılmış araştırmaların bulgulanna bir göz atalım. İD 34

Resim 15.2 Birçok etken, kişilerin birbirlerini çekici bulmasını etkiler.

İNSAN VE DAVRANIŞI

530

Kişiler Atclsi Çekicilik Araştım ıalannın Temel Bulgulan Tablo 15.5'te. kişiler arası çekicilik Üzerine yapılan yüzlerce araştırmanın bulgulan özetlenmiştir. Bu tabloda gözlenebileceği gibi dört temel faktör (benzerlik, gözeilik, aşinalık ve yakınlık) kişiler arası çekiciliğin temelinde bulunur. Şimdi bu faktörleri gözden geçirelim.

Tablo 15.5. Kişiler arası çekicilik Özerine yapılan araştımia bulgularının özeti Aşağıdaki özelliklere sahip olan kimseleri çekici buluruz: 1)

2) 3) 4) 5)

Genel olarak birçok konuda bize benzer olan kimseler. a) Düşünce, duygu vc davranışlannda bize benzer olan kişiler. b) Bizim bedensel güzelliğimiz kadar güzelliğe sahip olanlar. c) İçinde bulunduğumuz grup ya da toplumsal çevrede bizimle aynı sos­ yal statüye sahip olanlar d) Bizimle hemen hemen aynı yaşta olanlar. Çekici görünümü olanlar. Bizden hoşlananlar Sık sık görüştüğümüz (bildiğimiz, aşina olduğumuz) kimseler Bize yakın oturanlar (mekânsal yakınlık)

Benzerlik: Bize benzer olan kimselerden hoşlanacağımızı hem denge hem de öğrenme kuramı bekler ve araştırma sonuçlan bu beklentiyi destekler. Benzerliğin gerçekte var olup olmaması o kadar önemli değildir, göz önünde tutulması gereken, cdgüanan benzeriigijı (percelved simllarity) var olup olma­ masıdır. Şöyle bir araştırma örneği vererek algılanan benzerlikle çekicilik arasın­ daki Üİşkİ3rl açıklayalım. Otuz kadar Üniversite öğrencisine bir dizi tutum öl­ çeği vererek onlann siyasal tutumlannı. din. kadın-erkek Ülşklleıi. eğitim ve diğer konulardaki eğilimlerini saptayalım. Aradan 5-6 ay geçtikten sonra, bu bireylere şöyle bir görev verelim: “Size birkaç degerlendinne yaptıracağız. Eli­ nizdeki spnuçlar. bazı kimselerin belirli konulardaki tutumlannı ölçerek elde edilmiştir. Sizden öğrenmek İstediğimiz, bu sonuçlara bakarak, kiminle arka­ daş olmak, görüşmek, tanışmak İstediğiniz veya istemediglnizdir. Size verilen ölçek üzerinde “çok isterim“ den “hiç İstemem** e kadar uzayan basamaklar­ dan birini işaretleyerek düşünceniz! belirtin.** Araştırtnacılar. 5-6 ay önce bu kimselerin kendUerlnin doldurduklan tu­ tum değerlendirmelerine bakarak, bu kimseye değişik derecelerde benzer ya da farklı tutum değerlendirmeleri doldurmuşlardır. Böylece araştırmacılar, denekle, hayali diğer kimse arasındaki benzerlik miktannı düzenli bir biçim­ de değiştirdikten sonra düşüncelerini belirtmeleri için denelclere vermişlerdir.

SOSYAL PSİKOLOJİ

531

Bu koşullar altında, benzerliğin derecesi İle diğer kimseyi çekici bulma arasında doğrusal bir İlişki bulmuşlardır. Başka bir deyişle, diğer kimsenin tutumlan deneğin tutumlanna ne kadar benziyorsa, denek o kimseyi o dere­ ce çekici bulmuştur. Bu bulgular yalnız belirli bir kültür ve toplum veya be­ lirli bir yaş grubu ve cinsiyet için değil, her toplum ve kültürde, her yaştaki erkek ve kadm İçin geçerlldir (Byme, 1970). Laboratuvar koşullan altmda tutum ölçekleriyle yapılan bu tür benzerlik araştırmalan, yaşamdaki bütün koşullan kapsamaz. Bu nedenle, bu tür araştırma sonuçlan gerçek yaşam durumlanna hemen genellenmemelidir. Gerçek yaşam koşullannda, kişilerin değişik konulardaki tutum ve İnançlannı hemen öğrenemeyiz. Tutum ve inançlarını öğrenebilmemiz için, insanlarla uzun zaman etkileşim kurmamız gerekir. Ayrıca, kişilerin birbirlerinden hoşlanmalannın altında yalnız benzerlik değil, aynı zamanda birbirlerini “tamamlayıcr. birbirlerinin eksik kalan yönlerini destekleyici bir ilişki İçinde olmalan da önemlidir. Bu konuya ileride yeniden döneceğiz. Bedensel GûzellOc: Toplumumuzda. çoğu toplumlarda olduğu gibi, gaze­ te ve TV reklamlarında, güzel ve çekici görünümlü kimseleri zenginlik, rahat­ lık ve huzurla sürekli çağnşım içinde görürüz. Bu nedenle, bedensel güzellik diğer olumlu özelliklerle çağrışım haline gelir ve böyle olumlu özelliklerle çağ­ rışım içinde bulunan bir kişiyi, psikolojik bakımdan da hoş ve çekici bulma eğilimimiz kuvvetlenir. İlişki kurmak istediğimiz kişilerin bedensel olarak çok güzel olmasını mı isteriz? Yapılan araşürmalar. hayal dünyasında bir ilişkiden söz edildiğinde, kişinin bedensel bakımdan son derece güzel kimselerle ilişki kurmayı hayal ettiğini Takat gerçek yaşamdaki ilişkilerden söz edilince, ancak kendisi kadar bedensel güzelliğe sahip kimselerin tercih ettiğini gösteriyor (Berscheid. Di­ on, Walstcr ve Walster, 1971). Aşinalık : Bizce bilinen, aşina olduğumuz kimseleri daha hoş ve çekici bulduğumuz gözlenmiştir. Bu sonuca dayanarak bazı pikologlar. örneğin Zajonc (1965), sık sık görme ve beraber olmanın hoşlanmaya yol açacağını iddia eder. Onlara göre, önemli olan iki kişi arasındaki etkileşimin İçeriği değil­ dir; etkileşim konusu ne olursa olsun, etkileşimlerden ortaya çıkacak aşinalıktan dolayı beğenme ve hoşlanma ortaya çıkar. Reklamcılar şu ilkeyi sürekli kullanırlar: "Satılacak malı sık sık gösterin­ ce müşteri mala zamanla aşinalık kazanır ve bu aşinalık nedeniyle maldan hoşlanmaya başlar." Kişiler arası ilişkilerde de bu ilke kuilanılabilin "İlk başlarda hoşlanılmasa dahi, sık sık görüşülen kimse, zaman içinde daha da beğenilmeye başlanır." Mekân içinde yakınlık: Mekân içinde yakınlığın kimlerle arkadaş olunup, kimlerie ilişki kurulacağını büyük ölçüde etkilediği gözlenmiştir (Nahemow ve Lawton. 1974). SmıÜa yakın oturanların birbirleriyle konuşma imkanı, siz­ den uzakta oturan kimselere göre daha çoktur. Bu yakınlık zaman içinde aşi­ nalığa yol açar. Ve sonuç olarak bu kimseler daha hoş ve çekici bulunur. Ma­ halle içindeki komşuluk ilişkilerinde de mekân yakınlığının etkili olduğu söylenebilir, başka bir deyişle bize daha yakın olan komşuyla daha sık görü­ şür ve sonuç olarak da. onlardan daha fazla hoşlanırız.

532

İNSAN VE DAVRANIŞI

Çekiciliğin Temel Bilimleri Yukanda saymış olduğumuz dört temel değişken (benzerlik, bedensel gûzeUik» aşinalık ve mekân içinde yakmiık) laboratuvar koşullan altında elde edilmiştin günlük yaşamdaki koşullarda farklı biçimlerde etkinlikler göstere­ bilir. Çimeğin, kendini beğenmeyen, kendinden hoşlanmayan bir kimse, ken­ dine benzer diğer bir kimseden hoşlanmaz. Günlük yaşamda, mekan içinde yakınlığın ve aşinalığın her zaman l)d sonuçlar vermediğini biliyoruz. En kan­ lı savaşlar komşu devletler arasında olmuştur ve birbirine kızan, küsen, ya da kavga eden çoğunlukla birbirine komşu olan kişiler veya köylerdir. Yukandakl temel birimler bize bir ilkir verir, ama bu birimlerin gerçek etkisini an­ layabilmek için, kişilerin nasıl bir ilişkiler örûntûsû/bağlamı (context) İçinde birbirleriyle etkileşim kurduklannı bilmemiz gerekir. Günlük }raşamdakl lllı^kllerle ilgili bazı sorunları biraz İleride ele alacağız. Tutumlar, Yüklemeler ve Çekicilik Tutumları, yüklemeyi ve çekiciliği ayn ayn İnceledik. Bu faktörler günlük yaşamda birbirlerlyle İlişkilidir. Şöyle bir örnekle aralarmdaki İlişkiyi göstere­ biliriz: Zengin bir kimse, şehrin fakir semtlerinden birine bir hastane yaptırı­ yor. Bu davranışın altında yatan neden zengin kimsenin kişiliğinde görülür ve onun hayırsever bir İnsan olduğuna karar verilirse, bir insan olarak daha çekici görülür, öte yandan, milletvekili olmak İçin politik bir yatırım olarak hastaneyi yaptırdığı düşünülürse, pek sevimli bir kimse olarak görülmez. Bu verilen Örnekte, semt hastanesine yönelik olumlu tutum ve zengin kimsenin davranışma yapılan yükleme, o kimsenin çekici ya da itici bulunmasıyla iliş­ ki halindedir. Başka bir örnek psikolojik denge ile çekicilik arasmda ilişkiye verilebilir. Aynı gün, Ahmet. Zuhal ve Coşkun admda üç kişiyle tanışmış bulunuyorsu­ nuz. Diğerlerine kıyasla, siyasal ve eğitimle İlgili göitişlerinize Ahmet daha yakm ve kendi içinde tutarlı. Sizin psikolojik dengenizi bozmadığı İçin Ahmet'le simetrik bir ilişki içine girersiniz, Zuhal ve Coşkun'a kıyasla onunla arkadaş­ lığınız daha çabuk ilerler. Günlük yaşamda davramş, duygu veya tutumları birçok değişken aynı anda etkiler. Günlük yaşamdaki davranışlan bu bütün­ selliğin içinde ele almak ve açıklamak gerekir.

4 ^ G R U P L A R IN E T K İL E R İ Bireyin İçinde ve iki birey arasmda gözlenen değişkenleri İnceledikten sonra, şimdi bireyin grupla ilişkisini gözden geçirelim. Grup, sosyal yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Toplum içinde yaşa}ran her kişi, en küçük gnip olan aile biliminden başlayarak, değişik sosyal, ekonomik, dinsel ve meslek­ sel gruplara üyedir, örneğin siz, “Ben üniversite öğrencisiyim" diye kendinizi tanımladığınız zaman, kendinizi “üniversite öğrencileri" grubunun bir üyeisi olarak görürsünüz. “Ben erkeğim" diyen kişi, aynı biçimde, kendini “erkek­ ler" grubunun üyesi olarak algılar. Bu kısımda, grup ve kalabalığm bireyi na­ sıl etkilediğini inceleyeceğiz.

SOSYAL PSİKOLOJİ

533

Sosyal £tki Kuramı Latan^'nin (1981) sosyal etki kuramı (social impact theoıy) en yaygın ola­ rak tartışılan kuramlardan biridir. Latan6 bazı temel ilkeler çerçevesinde, grup ve kişi arasındaki İlişkileri açıklamak ister. Ona göre, fizikçiler yerçeki­ mi gibi doğadaki bazı temel kuvvetleri inceliyorsa, sosyolog ve sosyal psiko­ log. toplumdaki bazı temel kuvvetleri incelemelidir. Bu görüşten hareket ede­ rek, sos}ral etkileşimi açıklamak amacıyla üç temel ilke önerir. ^ Sosyal faktörler birey üzerinde etkilerini belirli bir kural çerçevesinde ya­ par. Birçok sosyal faktör bireyi etkilediğinde, birey bu etkileri şu özelliklere göre algılar: (1) Sosyal faktörün kuvveti, (2) sosyal faktörün kişinin yaşamın­ da zaman ue mekdn bakımından yakın olması (3) sosyal faktörün etkiledi­ ği kişi sayısL ( (1) Profesör, öğrenci için kuvvetli bir sosyal faktör oluşturur, ne var kİ öğ­ rencinin tanımadığı sokaktaki bir kimse sos3ral faktör olarak o kadar kuvvetli değildir. Belirli bir toplumsal yapı içinde, örneğin bir devlet kuruluşunda, yüksek mevkilerde bulunanlar, düşük mevkilerde bulunanlara kıyasla daha büyük sosyal güce sahiptir. Yüksek mevkilerde bulunan çok sayıda kimse, tek bir kimseye kıyasla, daha etkili olur. Bu kimseler, başka kuruluşlardan değil, sizin çalıştığmız kuruluştan iseler, etkileri daha da artar. (2) Bireyi etkileyen her bir kimsenin kendine özgü kişisel etkisi, o anda kaç kişinin blre3ri etkilemekte olduğuna bağlıdır. Sayı arttıkça, her bireyin ki­ şisel etkisi azalır, örneğin, okula gittiğinizde karşılaştığınız ilk arkadaşmız “Saçm çok uzamış traş ol" tavsiyesinde bulundu. O gün on kişi size bu ifadeyi kullanmışsa, ilk kişinin etkisi en kuvvetli, onuncu kişinin etkisi, en zayıf olur. Her biri sosyal etkiyi arttırır, ama gittikçe azalan miktarlarda bir artma olur. (3) Aynı sosyal etkiye maruz kalan kişilerin sayısı arttıkça, her bir birey üzerine düşen sosyal etkide bir azalma olur. Şöyle bir örnekle bu ilkeyi açık­ layalım. Bir yazılı ödevden sonra profesör sizi odasına çağınyor ve hazırladığmız kâğıdı, aynntılanyla eleştirerek, yeniden yazmanızı tavsiye ediyor. Bu profesörle etkileşiminiz sizin üzerinizde kuvvetli bir etki yaratır. Öte yandan profesör, smıftakl bütün öğrencilerin müşterek hatalarım gözden geçirir ve eleştirirse, bu öğrencilerden biri olarak sizin üzerinizdeki etkisi, profesörle yalnız konuştuğunuza kıyasla, daha zayıf olur. Sınıftaki öğrenci sayısı arttık­ ça, profesörün sizin üzerinizdeki etkisi azalır. Bu durum bizde, “elle gelen düğün bayram" deyimine uyar. Yukarıdaki bu üç temel ilkQri kullanarak Latane sosyal etki süreçlerini açıklama çabasına girişmiştir. Aşağıda bu sosyal etkileri özet olarak gözden geçireceğiz. Sosyal Etki Kuramına Bazı örnekler Uyma, otoriteye boyun eğme, kutuplaşma ve bireyin grup içindeki davra­ nışının niteliğinin değişimini, grubun birey üzerindeki etkilerine örnek olarak aşağıda ele alacağız. Uyma (uygu/conformity): Tanıdığınız bir grup kişiyle yemekli bir toplan­ tıdasınız. Konuşma Türkiye’deki üniversitelerin tümünün devlet kuruluşu olup olmaması üzerinde sürdürülüyor. Sizden başka masadaki herkes, tüm

63 4

İNSAN VE DAVRANIŞI

TOrk üniversitelerinin devlet kuruluşu olmasını, özel kişi ya da kuruluşlann yüksek ¿gltlm okullarından uzak durmasım savunuyor. Siz bu konuda farklı dûşûnOyorsunuz; yüksek eğitim kuruluşlannm eğitim kuruluşlarınca denet­ lenerek öğretim ve eğitimin kalitesinin derecesinin saptanmasım istiyorsu­ nuz; ancak bu konuda yalnız devletin söz sahibi olmasım istemiyorsunuz. Masadaki kişilerin hepsi o kadar kuvvet ve inançla kendi Hkirlerini ortaya koyuyorlar kİ. durumun ciddiyetini anlıyorsunuz ve nasıl bir davranışın en uygun olacağı konusunda düşünmeye başlıyorsunuz. Gruptakiler birbirlerini destekifyor ve fikirlerini kuvvetli biçimde ifade ediyorlar. Onlarla aynı görüşteymiş gibi konuşursanız, kendinize olan saygı­ nızı kaybedeceksiniz! Bunu yapmak istem^orsunuz. Parklı düşündüğünüzü söylerseniz onların arkadaşlığım kaybedeceğinizden korkuyorsunuz. Hiç ko­ nuşmaz ve sessiz durursanız, herkesin dikkatini çekeceğiniz muhakkak, si­ zin fikirlerinizi de dinlemek istediklerini biltyorsunuz. Bu duruma kişiler arası çekicilik yönünden bakılırsa, masadakilerl top­ lantıdan sonra daha az çekici bulacagmız söylenebilir. Bilişsel denge ve çeliş­ ki yönünden bakıhrsa. ya üniversitenin devlet eliyle işletilmesi konusundaki tutumunuzda ya da arkadaşlannızia sosyal ilişkilerinizde bir değişiklik yap­ manız gerekir. Latanö’nin yukarıda verilen ilkeleri yönünde bu duruma bakı­ lırsa. masadaki kişilerin mevkilerinin sizden yüksek oluşu (o kişilere sizin verdiğiniz önemin derecesi) ve bu kişilerin düşüncelerinin birbirlerine benzer­ liği davranışınızı belirler. Önem verdiğiniz kişiler aynı biçimde düşünüyorsa, onlar gibi davranma olasılığmız artar. Bir grubun beklentilerine bireyin uyması konusunda hem gruplar arasın­ da. hem de bireyler arasında farklar vardır. Bazı gruplar grup üyelerinin tü­ münün aynı biçimde giyinmesini, dûşûnûp davranmasını zorunlu kılar. Or­ du ve emniyetle ilgili kuruluşlarda bu yön önemli bir disiplin ve eğitim konusunu oluşturur. Bazı gruplarda ise grubun beklentisi o kadar açık seçik tanımlanmamıştır ve bireyler üzerinde pek büyük bir baskı yoktur. örneğin, öğrenci olarak sınıfa girebilmek için kıravat takma zorunluğu yoktur ve öğrenciler arasında sınıfta giydikleri gtysiler yönünden büyük bir farklılık vardır. Gruplar arasında farklar olduğu gibi, grup içindeki bireyler arasında da u}miianın derecesi bakımından farklar vardır. Bu farklar kişinin grup üyelerini nasıl algüadığmdan ve onun benlik bilincinden kaynaklanır, örneğin, birey grup üyelerini önemli buluyorsa, onların istediği }rönde dav­ ranma eğilimi (lyması) artar. B ir^ kendisini pek önemli birisi olarak görmü­ yorsa ve kendi özdeşliğini grup üyeliğinde ayınyorsa. içinde bulunduğu gru­ bun beklentilerine uyma derecesi artar. Otoriteye itaat (boyun eğme/obedience) : Otorite olarak bilinen kişinin söylediklerine boyun eğme, itaat etme konusunda Stanley MÜgram*m (1963. 1974) artık klasikleşen araştırmasını gözden geçirelim. Araştırma aşağıdaki biçimde uygulanır: Laboratuvara gelen denek, orada bulunan başka bir kim­ seye tanıştınlır. Bu ikinci kimse araştırmacının işbirlikçisidir, fakat denek bunu bilmez. Araştırmacı deneğe “Sizin göreviniz bu kişiye bir dizi kelime3ri ezberletmektir" der. Bu görevin bir parçası da ezberlemeyi yapan kiş^e elekt­ rik şoku vererek onun hata yapmamasına yardımcı olmaktır. Elektrik şoku­

SOSYAL

p s ik o l o j i

535

nun 30 düzeyi vardır ve şiddeti 15 volt’tan 450 volta kadar değişir. Şok dü­ zeylerinin üzerinde “hafif şok", “orta derecede şok* ve “tehlike, çok şiddetli şok“ gibi levhalar vardır. Her hatadan sonra deneğin şokun düzeyini artırma­ sı istenir. D en ^ boyunca araştırmacı odada deneğin yanında bulunur ve de­ neğe sürekli talimatlar verir. Deneğe şokun düzeyini her hatadan sonra art­ tırmasını söyledikçe, denek tereddüt edip araştırmaya devam etmek istemediğinde araştırmacı, “devam etmeniz çok önemli ve gereklidir" şeklinde konuşur. Ayrıca, listeyi öğrenme durumunda bulunan işbirlikçi kişiye döne­ rek “olacak her şeyden ben sorumluyum" der. Bu koşullar altında deneklerin %65'i, 450 voltluk şok da dahil bütün dü­ zeylerdeki şoklan uygulamışlardır. Gerçekte “öğrenci - işblrllkçi"ye hiçbir şok verilmez, fakat işbirlikçi, volt 300’e yaklaştıkça “çok acı veriyor", “artık daya­ namıyorum" gibi ifadeler kullanır ve elini ayagmı titreterek çırpmır. Oçyûz volttan sonra kişi donup kalır ve hiçbir davranışta bulunmaz. (Bu deneyden sonra Amerikan Psikoloji Derneği, Mesleksel Ahlak Kurallan Komitesi kur­ muş ve psikologların bu tür deney yapmalarını ahlak kurallanna karşı bul­ muştur, Bu nedenle artık deneklere büyük kaygı veren bu tür deneyler yapı­ lamamaktadır.) Yukandaki bulgulan Latan6*nin ilkeleri içinde açıklamak olanağı vardır. Denek üzerinde araştırmacının etkisi kuvvetlidir, çünkü araştırmaanm önem­ li bir üniversitede profesör olduğunu denekler bilirler. Profesör o anda durum-

Resİm 15.3 Sol ûst köşede “şok veren“ alet görülüyor. Sağ üst köşede sahte de­ nek (araştirma asistanı) “elektrikn sandalyeye" bağlanıyor. Sol alt köşede, gerçek deneğe örnek bir şok veriliyor. Sağ ait köşede, bir denek “deneye daha fazla de­ vam edemeyeceğini“ söyleyerek ayağa kalkıyor.

536

İNSAN VE DAVRANIŞI

da mevcuttur ve sürekli deneğe baskı yapar, kurallan aynen uygulamasını söyler. Bu kuvvetli etkiye İlave olarak profesörün etkisi deneğin yaşamında zaman ue mekân bakunından yakındır, yani o anda ve laboratuvarda yer alır. Bir üçüncü faktör de. araştırmacının sonuçtan kendisinin sorumlu olacağını söylemesi, böylece deneğin sorumluluk duygusundan kurtulmasıdır. Savaşlarda görülen vahşetin psikolojik yapısını şimdi daha iyi anlayabi­ lirsiniz. Hitler Almanya’sında yaşayan Yahudi’leri ölüm kamplanna götüren­ ler ve onlan canlı canlı gaz odalarına koyarak öldürüp yakanlar. Mllgram'm yukandaki araştırmasına katılan Amerikalı öğrencilerden pek farklı kişiler değildiler. Alman kültürü İçinde otoriteye, devletin emrine koşulsuz boyun eğme istenilen, beğenilen bir özellik olarak küçüklükten her çocuğa öğretil­ miştir. Parlak üniformalarıyla devleti temsil eden kişiler, itaatin meziyet oldu­ ğuna inandırılmış kimselere, “Yahudilerin kötü olduğunu, devletin yüksek çıkannm bütün Yahudilerin öldürülmesini gerektirdiğini" söylediler ve söyleneni aynen yapmalarını istediler. Yukarda anlatılan deneyle, Alman­ ya’daki durum arasındaki benzerliği şimdi daha açık seçik görebiliriz. So­ rumluluk, emri verenlerdedir. Kutuplaşma (polarization): Şöyle bir örnekle kutuplaşma olayını açıkla­ yabiliriz. Altı arkadaşınızla birlikte belirli bir konuyu (örneğin, okul yemekha­ nesindeki mutfağın temizliğini nasıl sağlamak gerektiğini) tartışmak üzere biraraya gelmiş bulunuyorsunuz. Tartışmaya başlamadan önce her arkadaşınızın nasıl bir tutum İçinde olduğunu az çok biliyorsunuz. Hiç kim­ se aşın değil, herkes ılımlı bir tutum içinde. Toplantıda mutfak temizliği ko­ nusu tartışıldıktan sonra, ^.er bir arkadaşınızın, bir öncekine kıyasla daha aşın bir tutum takındığmı görüyorsunuz. Grup İçinde onlann görüşlerinde gözlenen bu aşın uça gitme olayına kutuplaşma adı verilir. Myers ve Lamın (1976) bu tür kutuplaşmanın grup üyeleri konuyu tartışırlarsa ortaya çıktığı­ nı gözlemiştin konu tartışılmazsa, kutuplaşma ortaya çıkmaz, çıksa bile dü­ şük düzeyde olur. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Ebbesen ve Bowers (1974) kutuplaşma­ nın nedenini grup içinde ortaya çıkan iletişimin özelliğinde görürler. Her grup üyesi kendi bireysel denqrimlerine göre mutfağın pis olduğunu ve temiz tutul­ ması gerektiğini bilir. Her bireyin deneyimi digerlerininidnden farklı olabilir. Grup içinde meydana gelen tartışma ve etkileşim, Idşilerln deneyimlerini ve görüşlerini paylaşmalarına yol açar ve böylece. önceleri yalnız kendi deneyimi çerçevesinde belirli bir derecede tutum takınan birey, kendi görüşünü destek­ leyen başkalannm getirdikleri görüşleri de ekleyerek daha kuvvetli bir tutum geliştirir. Başka bir deyişle grup bir tür deneyimlerin birikim deposu rolünü oynar, önceleri yalnız kendi sebepleri çerçevesinde belirli bir tutum takınan birey, şimdi grupta depolanan sebeplerin hepsini bilmektedir ve bu nedenle daha aşın bir tutum edinir. Sayısal olarak ifade edilirse, mutfakla ilgili önce 3 nedeni varsa, grup tarüşmasından sonra her bir kişinin 10-15 nedeni olur. Grup içindeki Davranışın Nüeliğtntn Degişimt Bireyler belirli bir işi grup içinde ya da kendi başlanna yaparsa davranışlannın niteliğinde değişmeler olur. Bazı durumlarda grup içinde bireyler daha verimli, fakat bazı durum­ larda daha verimsiz olmuşlardır. Zajonc (1965) grubun birqrl nasıl etkilediği­

SOSYAL relKOLOJİ

537

ne bakarak bu durumun açıklanabileceğini söyler. Grup içinde olmak bireyi kuvvetli biçimde güdülüyor ve bireyin kaygı düzeyini yükseltiyorsa, basit iş­ lerde bireyin verimi grup İçinde arlar. Yapılacak İş karmaşıksa ve sakin dü­ şünce ve yaklaşım tarzını gerektiriyorsa, bireyin grup içindeki veıiml düşer. Kaygı düzeyi ile verim arasmdaki İlişkiyi Yerkes-Dodson ilkesi adı altmda da­ ha önce gözden geçirmiştik. Burada yeni birşey söylemiyoruz. Yeni olarak söylediğimiz tek şey, bireyin kaygı düzeyinin onun grup içinde olması veya olmamas^la değişmesidir. Grup İçinde Önderlik Bazı gruplar belirli bir amacı (örneğin, kaTeteıya mutfağının temizliğini gerçekleştirmek a m a ç la yemekhane yöneticileriyle konuşmak ve anlaşmaya varmak gibi) gerçekleştirmek için oluşur. Gruplar amaçlarını gerçekleştinnek için nasıl işler? Grup içindeki herkes aynı etkinliği gösterir mİ, yoksa bazı kimseler grubun önderi olarak daha etkin bir duruma mı geçer? önderler birbirlerine benzer mi. yoksa birbirlerinden farklılar mı? Bir önderi hangi özellikler daha başank yapar? Bu tür sorular sosyal psikolojik birçok araştırmalara yol açmış ve bu araştırmaların sonucunda bazı önemli *bulgulara ulaşılmıştır. Elde edilen bulgulan Tablo 15.6*da özetledik. Tablo 15.6. Grubun verimliliğini belirleyen temel faktörler FAKTÖR

FAKTÖR ETKİSİNİN YÖNÜ K

Grup üyelerinin yetenekleri

Grubun büyüklüğü

Grup üyelerinin birbirine bağlılığı Liderlik biçimi

Grubun başarmak İstediği amaçla ilgili grup üye­ lerinin beceri ve bilgileri ne kadar üstünse, bir bütün olarak grup o işi o kadar İyi yapar. Genel olarak büyük gruplar, küçük gruplara kıyasla daha başanlıdırlar. Fakat grubun büyük­ lüğü arttıkça, belirli bir noktadan sonra etkisi azalır ve gruba eklenen her yeni üyenin verimli­ liğe katkısı gittikçe küçülür. Öte yandan, grup üyelerinin grup İçinde bulunmaktan ve yaptıkları işten elde ettikleri doyum, grup büyüdükçe azalır. Grup üyeleri birbirlerine nc kadar bağlıysa, grup 0 kadar verimli olur. Bütün liderlerin paylaştığı bir dizi kişilik özelliği yoktur. İki türlü liderlik biçimi vardır İşe yönelik ve kişilere yönelik. Grup önderinin liderlik biçi­ mi. grubun yapacağı İşin türü ve grubun yapısı­ na göre farklı etkinlikler gösterir. Tamamıyla İşe yönelik liderler, grubun koşullan çok iyi ya da çok kötü olduğu zaman cn başanlıdırlar. Kişilere yönelik liderler, grubun yapacağı İş tamamen değil kısmen yapılandınimış, liderin kudretinin nisbeten düşük ve grup üyelerinin aralarındaki tlişklleıin oldukça i^ri olduğu zamanlarda en ba­ şarılıdır.

İNSAN V E DAVRANIŞI

538

Bu tablodan da görüleceği gibi kişiler önderlik özellikleriyle doğmazlar, önderlere özgü kişisel özellikler yoktur. Yapılmak istenilen işin gerekleri, grup içinde bulunan kişilerin özellikleri, bilgi ve becerileri, iletişim davranışİan kimin lider olacağını belirler. Grup ve gerçekleştirilmek istenen amaç de­ ğiştikçe. kişilerin lider olabilme olasılıkları da değişir. Fiedler (1971) grupta önderlik biçimleri üzerinde yaptığı araştırmalarla tanınmıştır. Grup İçindeki kimselerin birbirlerine karşı olan duygularından yararlanarak bir sistem geliştirmiştir. Grupta en az istenilen kimseye (least preferred coworker, LPC) karşı takınılan tavırlara, tutumlara bakarak önder­ lik biçiminin grup içindeki etkinliğini inceler. Deneğe “şimdiye kadar beraber çalıştığınız kimseler arasmda beraber çalışmayı en az istediğiniz kimseyi dü­ şünün ve o kimseyi aşağıdaki ölçekler üzerinde değerlendirin“ yönergesi veri­ lir. ölçekler, birbirine zıt sıfatlan içerir ve sekiz basamaklıdır: Yardım sever............................................................... Yardım sevmez Sıcakkanlı........................................................... Soğuk 8

7

6

5

4

3

2

1

Bazı kimseler en az istedikleri kimseler hakkında aşın olumsuz değerlen­ dirme yapmışlardır, bazı kimselerin değerlendirmesi ise daha ılımlı olmuştur. Fiedler şu varsayımdan hareket eder: Beraber çalışmayı en az istediği kimseyi oldukça olumsuz olarak değerlendiren kimseler işe dönük bir liderlik biçimine sahiptirler, öte yandan. ılımlı olarak değerlendirenler ise kişilere yönelik bir li­ derlik biçimine sahiptirler, bu tür kişiler yalnız grubun yapacağı işe değil, aynı zamanda grup İçindeki kimselerin birbirleriyle ilişkilerine de önem verirler. Bu iki tür İnsandan hangisi daha İyi bir grup lideri oluı? Bu sorunun cevabı şu İki faktöre bağlıdır: (l) Grubun başarması gereken iş nedlı? (2) li­ derin grup içindeki kudreU nedir? Grubun yapacağı iş iyi yapılandırılmış ve tanımlanmışsa, bunun yanı sıra grup üyelerinin birbirleriyle ve grup lideriyle ilişkisi iyi İse ve grup liderinin rolü önemliyse, o zaman İşe dönük liderlik bi­ çimi başarılı olur. Yukandaki koşuUar yoksa ve yapılacak iş belirsizse, grup üyeleri birbirini tanımıyorsa ve lidere önemli bir rol verilmemişse, işe dönük grup lideri yine başarılı olur. Bu ikinci durumda işe dönük lider belirsiz du­ ruma ve İşe bir yapı ve açıklık getirir. Kişiler arası ilişkilere önem veren kişi­ lere yönelik lider, orta derecelerde (yapılacak İş az çok biliniyor, kişiler birbir­ lerini pek iyi tanımıyor ve grup liderinin kuvveti pek yüksek değilse) en etkin olabilmektedir. Bu koşullar altında kişilere dönük lider, ilişkileri kuvvetlendi­ rir ve grup üyelerinin birbirlerine tutkunluğunu arttırarak iyice tanımlanma­ mış İşi daha da yapılaştınr. Bu İlerlemenin sonucu lider daha saygmiık kaza­ nır ve etkinliğini arttırabilir. F1edler*ın bu yaklaşımını psikologların hepsi en doğru yol olarak kabul etmezler. Fakat Fledler'ın liderlik konusundaki kuramını doğrulayan araştır­ malar vardır (Strube ve Garda. 1981). Şunu kesinlikle söyleyebilecek durum­ dayız: Her türlü grup koşullan ve grup işi için geçerli liderlik özelliklerine sa­ hip bir kimse yoktur. Grup İçindeki liderlik, gruba ve işe bağlı olarak birçok faktörlerin etkileşimi sonucunda oluşur.

SOSYAL PSİKOLOJİ

539

Grubun Verimliliğini Etkileyen Faktörlere Başka Bİr Açıdan Bakış Grubun davranışını ve verimliliğini İncelerken yalnızca grup düzeyindeki süreçlere bakmak yanlış olur. Daha önce gözden geçirdiğimiz bireyin içinde ve bireyler arasmda yer alan süreçler de grubun işleyişini ve verimliliğini et­ kiler. Örneğin, grup İçindeki liderin yaptığı bir davramşı grup üyelerinin yorumlamasınm altında yükleme süreçleri yatar. Bu yükleme süreçleri sonu­ cunda her grup üyesi grup liderinin kişiliği ve güvenilirliği konusunda kişisel bir karara ulaşır. Her grup üyesinin ulaştığı bu kararın türü grubun işleyişi­ ni etkiler. A3rnca. grubun yapacağı İşe karşı grup üyelerinin tutumlan ve grup üyelerinin birbirlerini hoş veya İtici bulmalan onlann davranışlannı et­ kiler. Grup etkileşimde bulundukça grup üyelerinin birbirine bağlılığı artabi­ lir de azalabilir de. Aynca, yapılacak İş konusunda üyeler aralarında konuş­ tukça, daha önce değindiğimiz kutuplaşma olayı ortaya çıkabilir. Bu örnekler, ilk bakışta sanki birbirlerinden kopukmuş gibi görünen sos­ yal psikoloji kavramlarmm gerçekte birblrlyle ilişki İçinde olduğunu gösterir. Temel bazı süreçler, hem kişinin hem de grubun davranışını etkiler. Bireyin günlük yaşamındaki etkileşimlerinin çoğu, sosyal psikolojinin geliştirmiş ol­ duğu kavramlar İçerisinde açıklanabilir.

5. HOŞLANMA VE SEVME önceki bölümlerde kişiler arası çekiciliği etkileyen değişkenleri inceledik. Çekiciliğin ötesinde kişilerin birbirlerinden hoşlanmasına ve hoşlanmanın da ötesinde sevmesine yol açan faktörler nelerdirt» Neden bazı ilişkiler uzun sü­ reli olur da bazı İlişkiler bir süre sonra sona ereı7 Boşanma davalannın git­ tikçe arttığı ülkemizde, bu tür sorulan incelemekte yarar vsırdır. Bu kitabı okuyan kişilerin çoğunluğu üniversite çağında olacağına göre, şimdi içinde olduklan ya da ileride kuracaklan uzun süreli ilişkilerin temelinde yatan fak­ törleri anlamalan onlann kişisel mutluluğu bakımmdan önem taşır. Konu­ nun tartışmasına hoşlanma ve sevmenin benzer ve farklı yanlannı inceleye­ rek başlayalım. Hoşlanma ve Sevme Farklı Şeyler mİ? Kendi ilişkilerinize bakın, hoşlandığınız ve sevdiğiniz kişileri düşünün. Hoş bulduğunuz herkesi sever misiniz? Sevdiğiniz herkesi hoş bulur musu­ nuz? Hoşlanma ve sevme arasındaki farklılık duygunun derecesinde mİ ya­ tar? Psikolog Zick Rubin (1973) sevgi ve hoşlanmanın birbirinden farklı şeyler olduğunu söyler. Ona göre hoşlanma, bir kişiye saygı ve sıcak duygular bes­ lemeyi içerir. Sevme İse bağlanmayı, kişiye önem vermeyi ve mahremiyeti ge­ rektirir. Rubin'in yaptığı araştırmalar seven kimselerin birbirlerini benzer olarak algüadıklannı. birbirlerine karşı bir bağlılık duygusu taşıdıklarını, ge­

540

İNSAN VE DAVRANIŞI

lecek yıllarda beraber olmayı düşündükle­ rini ve birbirlerine daha uzun ve dalıa sık baktıklarım göstermiştir. Birbirlerinden hoşlanan kişilerde İse en sık gözlenen kar­ şılıklı saygı ve İyi nlyetdlr.

Resim 15.4 Hoşlanma ve sevme aynı şeyler mi? Resimdeki kişiler birbirleri­ ni seviyorlar mı?

Rubin Amerikalı bir psikolog olarak Amerikan toplumu İçindeki hoşlanma ve sevmeyi araştırmıştır. Türk toplumu için­ de. özellikle Türk toplumunun kentsel ve kırsal bölgelerinde sevme ve hoşlanma kof nusunda yapılacak karşılaştırmalı bir araştırma dizisi, Rubin'in yukanda verilen bulgularım destekleyebilir veya Türk toplumuna özgü yeni özellikler ortaya çıkara­ bilir. Amerika'daki araştırma bulgulannm Türkiye’de de aynen kendini göstermesi beklenemez.

Sevdiğinizden Nasıl Emin Olabilirsiniz? Bir kişiyi sevdiğinizi, ona âşık olduğunuzu nasıl anlarsmız? Herhalde siz bu yaşta bir ya da birkaç kez sevmiş, ya da sevdiğinizi zannetmişsinizdir. Sevginizin gerçek olup olmadığını nasıl anlarsınız? Bu konuda psikologlann söyleyecekleri, maalesef pek doyurucu değildir, özellikle Amerikan psikolojisi, davranışçı yaklaşımm etkisi aJtmda, son dere­ ce zengin ve İnsancıl olan sevme, sevda, bağlanma, şefkat ve aşk gibi duygu­ lan incelemede büyük yeteneksizlik gösterir. Bu tür duygulann bilimsel ola­ rak incelenmesi gerçekten zordur. Sevgiye Ikl tür yaklaşımdan söz edllebiiin (1) S e v g ^ bedensel filo lo jik süreçlerin özel bir yorumlanışı olarak ele alan yaklaşım ve (2) sevgiyi kendine özgü bir süreç olarak ele alan yaklaşım. Schachterve SInger’ın (1962) heyecanlar üzerine yaptıklan araştırmalair sonucu, heyecanlann bedenin fizyolojik ve nörolojik iç koşullarına yapılan bir yükleme olduğu yönünde bulgular elde edilmiştir. Bu görüşe göre, eğer belirli bir insanı gördüğümüzde kalbimiz sık sık çarpar, yüzümüz kızarır, nef fes alışımız değişirse, bu duyguya “sevgr adını veririz, .^mı Üzyok^lk değişf meler (kalp çarpması, yüz kızarması, nefes almada değişme), ormanda yalnız dolaşırken vahşi bir ayıyı görünce ortaya çıkarsa, o zaman bu duyguya *korr ku” adını veririz. Bu yaklaşım, içinde bulunulan duruma yapılan yüklemeye ağırlık verir. Sevdanm içeriğini pek göz önüne almaz. Asırlar boyunca şiirle­ re, romanlara ve şarkılara konu olmuş aşkların yalnız fizyolojik koşulların yorumlanışı olarak anlaşılmasmı kabul etmekte bazı düşünürler zorluk çe­ ker. Bu düşünürler “Sevginin özel bir yapısı, özel bir içeriği yok mudur?“ so­ rusuna olumlu cevap verirler. Sevgiyi iki birey arasmda özel bir psikolojik süreç olarak gören psikolog ve düşünürler de vardır. Rubin (1973) bunlardan biridir. Daha önce de be­ lirttiğimiz gibi Rubin, sevginin hoşlanman m ötesinde bazı kendine özgü öğe-

SOSYAL

p s ik o l o j i

541

lerl (bağlanma, önem verme ve mahrem^et gibi) içerdiğini ifade eder. Ru* bin'in yanı sıra Hany Stack SulUvan (1953) sevginin özel bir ilişki olduğunu söyler. Ona göre seven kimse, sevdiğinin mutluluğunu ve onun em n ^ tte ol> masmı, en az kendisininki kadar ister ve onu korur. Fromm (1956) bu görüşe katılır ve insan sevgisinin bağlayıcı ve zenginleştirici içeriğini dile getirir. Psikologlar yalnız deneysel yolla insan davranışlarına baktıklânhda« ç < ^ kez "özel bir mesleksel körlüğe" girerler. Bu nedenle sevgi ve aşk gibi zengin insan duygulannı açıklamakta son derece yüzeysel ve yetersiz kalırlar. Bu tûr körlükten kurtulmak için psikologlarm edebiyata, düşünürlere, şairlere kendilerini açmalannda fayda vardır. Uzun Süreli İlişkiler Okuyucu bu noktada şu soruyu sorabilir "Ben defalarca âşık oldum ve bir sûre sonra da âşık olduğum kişileri unuttum, ama bazı kişiler sevdikleri kimselerle ilişkilerini devam ettirdiler. Nasıl oluyor da bazı ilişkiler kısa sûre> 11, bazı ilişkiler uzun süreli oluyor?" Bu sorunun cevabını kesin bir biçimde verme olanağı yoktur. Bireyin ilişkilerinde, içinde bulunduğu sosyal duruma, yaşa, eğitime, aile ortamma, dini İnançlara, siyasal ideolojilere bağlı olarak değişiklikler olabilir. Bu konuda 3rapılan psikolojik araştırmalar aşağıdaki ûç temel faktörün önemli olduğunu göstermektedir: Benzerlik : Benzerliğin kişiler arası çekicilikte önemli bir rol oynadığım daha önce söylemiştik. Bireylerin birbirlerini benzer olarak algılamaları, iliş­ kilerin uzun veya kısa süreli olmasında önemli bir rol oynar. Algılanan ben­ zerlik kişileri birbirlerine yaklaştırdığı gibi, ilişkilerinin uzun süreli olmasma da yol açar. Algılanan benzerlikler bedensel güzellik, tutumlar, hoşlanılan ve hoşla­ nılmayan nesne ve konular ve gereksinmeler konusunda olabilir. Meyer ve Pepper (1977) 66 evli çift üzerinde yaptıklan bir araştırma sonucunda, iyi an­ laşan ve evlerinde huzurlu olan çiftlerin hem kişilik hem de algısal bakımdan birçok konuda benzerlik gösterdiğini bulmuştur. Tamamlayıcıltk : Winch (1958) yaptığı bir araştırmada kişiler arası ta­ mamlayıcılığın kişilerin eş seçimi üzerinde önemli rol oynadığını gözlemiştir. Daha sonra evli çiftler üzerinde yaptığı araştırmalar, ûç temel boyut üzerinde birbirlerini tamamlayıcı bir İlişki içinde olan çiftlerin daha mutlu olduklannı göstermiştir: (1) Atılganlık - durgunluk. (2) destekleme - desteklenme ve (3) baskınlık - altkınlık. » Bu noktada aklınıza şu soru gelebilir: "YuWrida benzerliğin önemli oldu­ ğunu söylediniz, şimdi ise. birbirinden farklı olmanın uzun süreli ilişkilerin temelinde yattığını söylüyorsunuz. Bu iki ifade arasında bir çelişki görmüyor musunuz?" İlk bakışta böyle bir soru geçerli görünmektedir. Araştırmacılar, ilişkile­ rin değişik aşamalarına baktıklan zaman arada bir çelişki olmadığım gör­ müşlerdir. Başka bir deyişle, ilişkinin ilk kuruluş aşamasında kişiler arası algılanan benzerlikler önemli rol p}mar. Birey benzerlik faktörü sayesinde, di-

542

İNSAN VE DAVRANIŞI

ger birçok aday arasından seçerek biriyle İlişki İçine girer. İlişkiye girildikten sonra zamanla, kişiler birbirlerinin tamamlayıcı yönlerini arar, bir anlamda birbirlerinin eksiğini giderme yoluna girerler. Burada iki noktayı belirtmekle fayda vardır. Bunlardan ilki, toplumsal/ kültürel bakış açısıdır. Başka bir deyişle, ilişkiler, bireylerin İçinde yetiştikle­ ri toplumun kültürüne ve dünya anlayışına göre farklılık gösterebilir. Bu yönden Türkiye'de erkek kadın ilişkilerinin nasıl başladığını ve aile içinde na­ sıl gelişip, olgunlaştığını araştırmak gerekir. İkinci olarak, tamamlayıcılık ve benzerliğin kişilerin ilgilendikleri ve benimsedikleri konuların hangi düzeyin­ de olduğuna bakmak gerekir. İki kimsenin aynı dinden, ya da siyasal ideolo­ jiden olması oldukça yüksek düzeyde so3rut bir benzerliktir. Ne var kİ bu kimselerin birinin ıspanak, diğerinin marul sevmesi oldukça somut düz^de bir farklılıktır. Yüksek düzeyde benzerliği olan kimseler, somut düzeydeki farklılıklara daha hoşgörülü olabilirler. Son derece dindar bir adam, kansının başka erkeklerle dans etmesini veya yazın plaja gitmesini hoş karşıla­ maz. Burada karısıyla kendisi arasında mutlak benzerlik arar, öte yandan karısının kadın günlerine gitmesini hoş karşılar, çünkü kendisinin de erkek arkadaşlarıyla buluşup "erkek erkeğe" konuşacaklan vardır. Bu noktada bir tamamla}acılık söz konusudur. Olumlu Etkileşimler : Uzun süreli ilişkilerin diğer bir özelliği de bu tür İlişkilerdeki olumlu yönlerin olumsuzlardan daha baskın oluşudur. Robinson ve Price (1980) evli çiftler üzerinde yaptıkları araştırmada mutlu çiftlerin birblrleıiyle ilişkilerinde hep olumlu yönleri gördüklerini, mutsuz çiftlerin İse ilişkideki olumlu yönleri görmeyip olumsuz yönler üzerinde dikkatlerini yo­ ğunlaştırdıklarını bulmuşlardır. Eklerin birbirlerini destekleyici hoş davranış­ larda bulunmalan, onların evlilikten doyumlu olmalarmın temel nedenlerin­ den biridir. Sosyologların evlilik ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmalar, evlilikte doyumun beş temel faktörle ilgili olduğunu ortaya koymuştur: (1) Eşlerin birbirlerini sevgi ve saygıyla algılamalan. (2) duygusal doyum, (3) et­ kin iletişim, (4) benimsenen roHerln blrbirleriyle uyum ve uzlaşma İçinde ol­ ması ve (5) etkileşimin miktarı. Bu faktörler olumlu yönde kendilerini göster­ diklerinde evlilik her iki çift için de d c^ m lu olur ve evliliğin uzun süreli olması ihtimali artar. Toplumun temeUni aile oluşturur. Ailenin de temelinde, biri kadın biri er­ kek olmak üzere iki yetişkin insanın uzun süreli doyumlu bir ilişki İçinde bu­ lunması yatar. Uzun süreli doyumlu ilişkiler kurmakta bazı insanlar daha başarılıdır. Uzun süreli ilişkide doyumluluğa götürücü başarılı ilişkinin altın­ da yatan temel faktörler tam anlamıyla anlaşılmış değildir. Bazı kişiler özel becerilere mİ sahiptir? Bu becerilerin altında kişilik özellikleri mi yatar? Olumlu olarak başlayan ilişki hangi noktada ve niçin olumsuz bir ilişki hali­ ne dönüşür? Bu ilişki yeniden olumlu yapılabilir mi? Bu soruların cevaplannı ayrıntılarıyla bilmiyoruz. Bu tür soruların cevaplan araştırmalar yoluyla ortaya çıkınca, kişiler arası ilişkilerle ilgili konularda özellikle evlilik terapi­ sinde. büyük aşamalar kaydedilecektir. Daha önce yukanda söylediğimiz gi­ bi, Amerikalı psikologların Amerikan toplumunda yaptıklan araştırma bulgu-

SOSYAL PSİKOLOJİ

543

Resim 15.5 Aile toplumun çekirdeğidir ve birbirlerini seven, değerli bulan, beraber olmak isteyen insanlardan oluşur.

lan Türk kültür ve toplumuna aynen uygulanmayabilir. Bu nedenle. Türk pslkologlannm Türk toplumu içinde araştırma yapmalannı teşvik edici orta­ mı yaratmak zorunda3nz.

6. ÖNYARGILAR önyargılar (prejudice) yaşamın bir parçasıdır. Farkında olmadan düşünce ve davranışlarda önyargılar kullanılır. Çoğu kez önyargılann kendimizde var olduğunu kabul etme3riz. farkına varsak bile onlann etkisini tümüyle ortadan kaldırmakta büyük zorluklarla karşılaşırız. Önyargının iki temel öğesi vardın (1) Bir grup ya da kişiye karşı olumsuz bir duygu^ (2) kalıp yargu bireyleri tanımadan onlan bir grubun üyesi olarak yargılamak (stereoteype). önyargıda böylece hem duygusal hem de düşünsel öğeler bulunur. Bu iki öğenin etkisi altmda kişi ayırt edici dauranışta (ayınm/ discrimination) bulunur. Başka bir deyişle, aynı koşullar altında aynı biçimde davranılması gereken iki kişiye farklı farklı davranışlarda bulunur, örneğin, otomobil tamircisi, kadın ve erkek müşteriye ayırt edici bir biçimde davranır. Lokantaya giden iki müşteriden birine dış görünüşünden dolayı daha kötü muamele edilir, önyargı kökü derinlere giden olumsuz bir tutumdur ve bir­ çok sosyal durumda kendini gösterir.

544

İNSAN V E DAVRANIŞI

Sabah gazetesl'nin 27 Ocak 1989 gûnkû "Al Kalemi Eline" köşesinden Gökhan Oökçe'nin yazısmı okuyalım: TORKİYENİN GELECEĞİ ÖFKELİ PSİKOPATLARA KALACAK

Sl^ Dante gibi ömrünün ortasında olan erişkinler, siz gelecekte bizim blacak dünyanın şimdiki sahipleri. Ondokuz yaşındaki üniversiteli bir genç olarak soruyorum size gözünüz arkada kalmadan yannınızı böylesine "güvendiğiniz" biz gençlere nasıl emanet edeceksiniz? Üniversite öğrencisi diye evinizi kiraya vermek istemediğiniz, rastgele evinizin önünden bir günde 4-5 kez geçti diye namus duygulannız kaba­ rarak yolunu kestiğiniz, hakkını aramak için sesini yükseltince "80 önce­ sine mi dönüyoruz" diye galeyana gelip "bu anarşistlerin başını ezmeli* diye ahkâm kestiğiniz, iki genç insanı samimi havada görünce Cuma vaazlannda "din elden gidiyor" diye camileri inlettiğiniz, sizin gençken sa­ hip olduğunuzdan birazcık daha tegür diye çekemediğiniz gençliğe nasıl olur da geleceğinizi emanet edersiniz? Siz ana-babalar. siz olgun, görmüş geçirmiş insanlar. Ne olur: kendi­ niz gençken ana-babalannızın size yaptığı yanlışlık ve hataların intikamı­ nı bizden almaya çalışm an. Sîzler, zamanı ve biz gençleri anlamamakta direnirseniz Türkiye'nin geleceği baskılarınızla eksik kalmış, dengesiz ve ölke küpü psikopatlara kalacak. Gökhan Gökçe, toplumdaki gençlere karşı kullanılan önyargıları yukardakl yazıyla dile getiriyor. Bir üniversite öğrencisi olarak siz, yukanda belirti­ len gözlemleri ve yaşantıları şu anda kendi yaşammızda yaşıyor olabilirsiniz. Bu önyargılar nereden geliyor? Şimdi önyargılann kaynaklarıyla ilgili görüş­ leri inceleyelim.

Önyargıların Kaynaklan Nelerdir? Dört temel yaklaşım önyargılann kaynakJannı açıklama girişimindedin (1) Önyargı Çocuklukta Öğrenilmiştir : Bu görüş en baskın yaklaşımlar­ dan biri olup, önyargılann küçük yaştan itibaren aile içinde öğrenildiğini ileri sürer. Çocuk biraz büyüyüp okula gitmeye başlaymca, içinde yetiştiği mahal­ le, kasaba onu etkilemeye devam eder. Çocuğun çevresinde söylenilen sözler, yapılan davranışlar, yargılamalar, dedikodular, uydurulan lakaplar çocuklânn zihinlerinde izlerini bırakırlar ye onların da ana-babalau-ı veya komşulan gibi aynı önyargılan benimsemelerine yol açarlar. Sabah Gazetesinin Al Kalelmi Eline köşesine yazan Gökhan Gökçe bu görüşü paylaşmakta ve "Sağlıklı bir toplum istiyorsanız, gençleri sağlıklı bir sosyal ortam içinde yetiştirin" önerisinde bulunmaktadır. (2) Önyargı Kişiliğin Bir Parçasıdır: Bu görüş, önyargı geliştirmeye uygup otoriter kişilik tipleri olduğunu ileri sürer (Adomo, 1950). Bu kişiler genellik­ le otoriter bir çevre İçinde ve baskı altında bûjrûmüşlerdir ve başkalannı ayırt edip cezalandırmak onlar için yaşamın doğal bir parçasıdır. Bu görüş daha sonra yapılan araştırmalarla desteklenmemiştir. Çiğdem Kâğıtçıbaşı (1970)

SOSYAL PSlKOLOJÎ

545

önyargı davranışının otoriter kişilik yapısından çok« kişinin içinde yetiştiği toplumun değer yargılar^la ilgili olduğunu göstermiştir. 3. Grup Üyeliğinin Doğal Bir Sonucu Olarak önyargı : Tajfel ve Tumer (1979) insanlann doğuştan nesne» olay ve diğer İnsanları sınıflama, kategorileme eğilimi olduğunu söyler. Bu kategorlleme İnsanlar arasmda gruplaşmalaxa yol açar» "biz* ve ^onlar” ortaya çıkar. Yaptığı araşürmalarda kişileri geli­ şigüzel gruplara koyup, onlara gelişigüzel isimler veren Tajfel, bir sûre sonra her grubun kendi özdeşliğini geliştirdiğini ve diğer grubu yargılamaya başla­ dığım görür. Ona göre, hangi gruptan İsek, o grubu "iyi**, diğer grubu “kötü’* görme égillml geliştiririz. Yine Sabah gazetesinin ‘Al Kalemi Eline Köşesl”nde yazan Özlem Dumer (27 Ocak 1989) yalnız bizim toplumda değil, belki de evrensel olarak iyi bili­ nen İki karşıt grubun sorununu yazarak bu konuyu dile getirin KAYINVAİJDEİER

SİZE SESLENİYORUM

Evet kayınvalideler size sesleniyorum. Evliliğinizin İlk yıllannda hiç bocaladığınız olmadı mı? Aym zamanda da iş. ev kadınlığı ve anneliği birarada yürütmeye çalıştınız mı? Peki bu üç bü3rûk görevi yapmaya çalı­ şırken bilinden birini eksik yaptığınız veya tamamlayamadığınız olmadı mı? Ne olur bütün kayınvalideler» siz de gelin oldunuz. Birazcık sevgiyi gelinlerinize çok görmeyin. 4. Önyargının Temeli Olarak Algdanan Benzerlik M iktarı: Kişilerarası çe­ kicilik ve tutum değişimi alanındaki araştırma bulgularına dayanarak Rokeach (1960} önyargılann temelinde algılanan benzerlik ve farklıhgm yattığım ileri süzmüştür. Bize benzeyenleri çekici bulup onlardan hoşlanır, fakat bize benzemeyenlere karşı olumsuz bir tutum gelişttriılz: Farklılık ne kadar çok­ sa, olumsuz tutumun ya da önyargının şiddeti de o kadar fazla olur. Türkiye'ye gelen göçmenler belirli bölgelere yerleştirilir, bu bölgedeki İn­ sanların gelen göçmenlere gösterdikleri önyargıların derecesi, göçmenlerin bölgedekllere ne kadar benzeyip benzemediğine bağlıdır. Göçmenler dil, din. görünüş ve sosyal adetler bakımından yerel halka benziyorsa, onlara karşı önyargı gelişmez. Göçmenler sarışın ve yerel halk esmerse, dinleri farklıysa, konuştuktan dil Türkçe değilse, yerel halk bu farklılığa önyargı geliştirerek tepkide bulunur. İnsanlann kendilerinden farklı olanlardan çekinmeleri ve savunucu bir davranış olarak önyargı geliştirmeleri değişik yönlerden yorumlanabilir. Ken­ dine saygısı düşük, kendi örf ve geleneklerine İnançtan zayıf bir toplumda, savunucu davranış ve önyargılama daha kuvvetli olur, insanlar eğitildikçe ve dünya görüşleri geliştikçe aradaki farklüıklarc^n korkmaz ve bütün insanlar arasında genel olan özellikleri görerek önyargıdan kurtulabilirler. Toplumumuzda birçok ön}rargı yoğun biçimde sürmektedir, önyargılann farkına varabilmek için Türkiye'nin değişik bölgeleriyle ilgili lakaptan ve bu bölge insanlarıyla ilgili fıkratan düşünün. Güldürücü olduğu söylenen bu tür fıkralar, esasmda önyaıgılan sürdürmekte bir araç olarak kullanılmakta ve toplumumuzu psikolojik bakımdan bölmektedir. İD 35

in s a n v e

546

DAVRANIŞI

önyargıları Azaltma veya Ortadan Kaldırma Olanağı Var nu? ûnyargılan ortadan kaldırma ya da azaltma İçin yapılan denemelerin çoğu Amerika'da ırk İlişkileriyle ilgili önyargılar üzerine yapılmıştır. Bu konuda ön­ celeri Allport (1954). daha sonraları da Amir (1969) yaptıkları araştırmalarıyla tanınmıştır. Araştırma bulgulan önyargılann azalması İçin gruplann aşağıda­ ki koşullar altmda birbirleriyle ilişki İçinde olması gerektiğini göstermiştin (1) İki grup eşit sosyal statüye sahip olmalıdır. (2) (3)

İki grup paylaşılan bir genel amaç üzerinde beraberce çalışmalıdır. İki grup arasmdaki ilişki o ortamda otorite olarak bilinen kişilerce desteklenmelidir.

(4)

Gruplar arası ilişki, iki grubun üyeleri arasmda paylaşılan ilgilerin varolduğu algılamasma götürmelidir. Bu koşullardan biri veya birkaçı yerine gelmediği zaman gruplar arası İlişki Ön3rargi3rı azaltacak yerde artınr. Gökhan Gökçe’nin yazısında belirttiği kuşaklar arası önyargılamanın ortadan kalkması İçin, yukandaki koşullar uygulandığmda: (1) Yaşlılar ve gençler eşit sosyal statüye sahip olmalıdır. Gerçekte İse Türk toplumunda yaşlı olmak kendi başma bir 3rüksek sosyal statü İşaretidir. (2) Yaşlılar ve gençler, belirli bir amaç için berabefce çalışmalıdır, örne­ ğin. bir politik ya da sosyal programda işbirliği yapmalıdır. (3) Gençler ve yaşlılar arasmdaki bu ilişki, hem gençlerin hem de yaşlıla­ rın saygı duyduğu otoritelerce, örneğin siyasal lider ya da toplumdaki gÛçlû kimselerce, onaylanmalı ve desteklenmelidir. (4) Hem gençler, hem de yaşlılar benzer amaç ve ilgileri paylaştıklarım algılamahdır. Gökçe'nin yazısında tanımladığı *1ki genç insanı samimi havada görünce" yaşlılar ve gençler farklı algılamalarda bulunurlar. Yaşlı “kızın na­ musunun elden gittiğini” algılarken, genç bunu "karşıt cinsten biriyle uygar­ ca insancıl ilişkiler kurma” olarak görür. Kaynana ve gelin arasındaki ilişkiler için de yukandaki dört faktör uygu­ lanabilir. Türk toplumunun kültür değerleri İçinde genç gelin ve yaşlı kayna­ na eşit algılanmaz. Yukandaki dört koşul yerine geürelemeyecegl İçin de, bu alandaki önyargılar büyük bir olasılıkla bir kuşaktan diğerine aktanbp gide­ cektir.

7. SOSYAL NORMLAR Toplum İçinde yaşamlannı sürdürürken bireyler beürli kurallara ve top­ lumsal beklentilere uymak zorundadır. Bu kural ve beklentilere sosyal norm (social norm) adı verilir ve toplum üyeleri davranışlannı bu kurallara ve bek­ lentilere uydurmaya özen gösterirler. Bir toplumun sosyal normlan. diğer İn­ sanlarla etkileşimde kullanılacak davranışın sınırlarını önceden belirlediği için, davramşı önceden kestirme olanağı verir. Böylece karşıdaki kimsenin davranışının ne olacağını her an “tahmin etme” zorunda kalmayız.

SOSYAL PSİKOLOJİ

547

Glbbs (1965) sosyal normların tanımında ûç özellik görür: (1) Belirli sos­ yal bir durumda davramşm ne olması gerekUgi konusunda görüş birliği (2) davranışm ne olacağı hakkmda grubun üzerinde anlaştığı bir beklenti (3) beklenilen davranış yapılmadığı zaman herkesin “ceza vericiligi“ Üzerinde an­ laştığı bir tepki. Sosyal normlar böylece. belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkmda yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı zaman ceza verici bir tepki doğurarak yaptırım gücü yaratan kurallar olarak tanımlanabilir. Yaptınm gücü, en haili! tasvip etmemeyi gösteren dudak bük­ meden başlar, gruptan atılma veya öldürmeye kadar gider. Kitabm birinci bö­ lümünde verdiğimiz gazete haberini şimdi yeniden okuyalım. Sivas Yanaçık Cezaevfndcn kaçarak eşi Firdevs İle 2 çocuğunu öldü­ rüp birini de yaraladığı İdlasıyla yakalanan 42 yaşındaki Mehmetşah Demlrtaş, “Bşim kötü yola düşmüş. Namusumu temizledim. Çocukları da ortada kalıp perişan kalmaması İçin öldürdüm“ dedi. Mehmetşah Demlrtaş*m davramşınm altmda sosyal normları görmemek olanaksızdır. ‘ Eşim kötü yola düşmüş“ ifadesini kullanan Mehmetşah kendi­ si hapiste olduğuna göre, kendisine getirilen “haberlerden" karısının "kötü yola" düştüğünü öğrenmiş bulunuyor. Ona bu haberi getirenler Mehmetşah*ın kansmm bazı davranışlannın. o yörenin sosyal normlanna uymadığını görüyorlar ve sosyal normun altmda yatan sosyal değerin korunması için ha­ rekete geçiyorlar. Tasvip edilmeyen davranış konusunda dedikodu yapmak ceza verici tepkilerden biridir. Büyük bir olasılıkla birçok kimse Mehmetşah*a gidip, “Sen ne biçim erkeksini Kann böyle davranırken onu sağ bırakır mısm? Başm dik bir erkek gibi yaşayabilmek İçin namusunu temizlemen gere­ kir” mesajmı vermişlerdir. Mehmetşah krjısını öldürmese hapishanede her­ kesin maskarası olurdu, ya da bir başkası “Sen erkeklerin yüz karasışmI" diye onu öldürebilirdi. Davramşımızm altmda yatan sosyal normlann çoğu kere farkmda değilizdir. Bu normlar ihlal edildiği zaman farkma vannz. Yabancı ülkelerde bir sû­ re kalanlar bu deneyimi sık sık yaşar. Amerikana öğrenci olarak geldiğim ilk günlerde, aşağıdakine benzer olaylan sık sık yaşadım. İngilizce Bölümü'ne bir kursa kayıt için gittiğimde, üniversite öğren­ cisi olan ve yarım zamanlı olarak çalışan genç sekreter kız candan bir gü­ lümseyişle “Günaydın. Size yardıma olabilir miyim?" diye beni karşıladı­ ğında onun benden hoşlandığını anlamıştım. Besbelli ki beni ilk görüşte sevmişti. Güzel bir kız olduğu için benim de ona kanım kaynadı. Fırsat buldukça birbirimize bakışarak gülümsedik. Gerekli formu doldurup ofisten aynlırken bana yine candan gülümseyerek “İyi günler" diledi. O sabah kitaplıkta çalışırken hep onu düşündüm. Bir saat sonra öğle yemeği İçin çalışmama ara verip sokağa çıktığımda, İngilizce Bölümü'nde gördüğüm kız karşıdan geliyordu. Heyecanlandım, nasıl bakayım, ellerimi cebime mi sokayım, yoksa dışarda mı bırakayım diye düşünürken kız beni tanımadan yanımdan geçti gitti. Gözlerime İnanamadım. Bir saat önce ba­ na “âşık" gibi davranan genç kız. şimdi sanki ben hiç yokmuşum gibi dav­ ranmıştı. içimde büyük bir kızgniık belirdi. Amerikalı kızlarca bir tuhaf­ lık olduğunu ve onlara hiçbir zaman güvenmemek gerektiğini anlamıştım.

548

İNSAN V E DAVRANIŞI

Daha sonra oda arkadaşım Pete*e durumu anlattım. Kahkahalarla gülerek, kızın davranışında hiçbir tuhaflık olmadığını, görev başınday­ ken. görevinin geregl bölüme gelen kişilere nezaketle ve ilgiyle hizmet et­ mesi gerektiğini, bunun sevme ve hoşlanma gibi hiçbir özel kişisel anlamı olmadığını söyledi. "Ofisteyken o genç kızdan o şekilde davranması bekle­ nir^ dedi. Bu olaydan sonra bana gülümseyen Amerikalılara, özellikle kadmlann samimiyetine hiç inanmadığımı, hepsinin "durum gerektirdiği için" gülümse­ diğini düşündüğümü hatırlıyorum. Zamanla anladım ki. ben Amerikalı kızın gülümseyişini Türk kültürünün normları çerçevesinde değerlendirmişini. Resmi yerlerde çalışan bir Türk kızı genç bir erkeğe gülümsemez, oldukçja "resmi" bir yüzle görevini yapar. Gülümserse, o gülümseyiş o kişiye dönüktdlr ve özel bir anlam taşır. Tûrlâye'de geleneksel kültür İçinde ciddi kız beğenilir, "herkese sıntma" davranışı pek tasvip edilmez. Amerikan kültürü içinde sdrekll gülen kız daha tercih edilir, özellikle hizmet verilen yerlerde gülümseme davranışı mutlaka beklenir. Amerika'ya gelen Türk öğrencilerin çoğu, Amerikahlann "arkadaş canlısı" olduğunu zannederler. Başka bir deyişle, onlarda benim yaptığım türden an­ layış hatası yaparlar. Zamanla, Amerikahlann gösterdikleri davranışm blzdçkl arkadaşlık anlamına gelmediğini algılamaya başlarlar. İki kültür arasında­ ki bu farkı gördüğü anda birey hem kendi kültürünün hem de Amerikan kültürünün arkadaşlıkla ilgili normlannı anlamış olur. Yaşamın her yönüyle ilgili durumlarda farkında olmadan davranışımızı etkileyen sosyal normlar vardır. Bu normlar bizim sosyal ilişkilerimizi biçim­ ler ve daha etkili ve verimli iletişim kurmamıza olanak sağlar. Bu normlara uymayan kişilere verilen en hafif ceza onları alay konusu }rapma. en ağın da tabu ölüm cezası olur. Misafir gidilen yerde yemekte geğirme bizim toplumümuzda "ayıp"tır. Çin'in bazı alt kültürlerinde yemekte ve yemekten sonra ge­ ğirme, yemeğin lezzetli olduğunu belirttiğinden davet edenlere bir tür İltifat anlamma gelir. Tercüman gazetesinin 8 Nisan 1975 tarihli sayısında şu habe­ ri okuyoruz: "Namusumuzu beş paralık ettin" de3rlp 15 darbe indirdi. Güngören'de bir er ablasını keserle döve döve öldürdü. Ahmet Yalçın adında bir asker, evli bir erkekle kaçan sonra da başka bir erkekle ilişki kuran ablası-

Ahmet Yalçm'ın davranışının altmda yatan sosyal norm, abla ve erkek kardeş arasındaki ilişkilerin, bizim kültürde son derece birbiri içine girmiş, özdeşleşmiş (identity) ilişkiler olduğunu İfade eder. Çoğu toplumlarda kız ye erkek kardeş arasındaki ilişiler. birbirlerinden sımrlan oldukça ayrılmış, ba­ ğımsız ilişkiler olduğundan, ablası evli erkekle ilişki kursa dahi erhjjek kardeş onu kendisi için onur sorunu yapmaz. O sadece kendi yaşamını düzenlemek­ ten sorumlu olduğunu düşünür. Son gazete haberimizi yine Milliyet *ten alalım. 28 Kasım 1976, Haşan Pulur Köşesinde sandalyeye oturmuş bir erkek ve onun yanında çimenlerin üze-

SOSYAL

p s ik o l o j i

549

rlne diz çCkmûş bir kadın var. Resmin alimda "KERAMET TÜRK ERKEKLE­ RİNDE* başlığı var ve başlığın altında şu yazı yer alıyon "Münih'teki Türk İşçilerinden bir grup kendi aralannda maç düzenle­ mişlerdi. Bizim "Ağa" karısını alıp maça geldi. Kendisi sahanın kenannda sandalyeye kuruldu, kansı İse çimende çAmeldI. Bunu gören bir Alman. Mustafa Ekrem Aydm'a. "Sizin Türk erkeklerini kıskanıyorum" dedi. "Şu hale baki Kendisi paşa gibi kurulup oturmuş, kansı yanında diz çök­ müş, ne İsterse yapıyor. Susadı mı limonata, acıktı mı sandviç veriyor. Bizimkiler öyle mİ? Kanlanmızın etrafında pervane oluruz, yine yaranamayız. Bizimkinden bir kurtulsam, hemen bir Türk kadını ile evlenece­ ğim." Mustafa Ekrem Aydın gûIdû: "Keramet onlarda değil, yani kadınlanmızda değil, erkeklerimizde! Bizim kadınlar, adamına göre muamele ederler. Evlenirsen görürsün, bak seni nasıl İşe koşarlari"

8. KİTLE İLETİŞİMİNİN ETKİU3Rİ Modem toplumun en önemli özelliklerinden biri, iletişim teknolojisinin bi­ reyin günlük yaşamında yoğun biçimde yer alması ve toplumdaki hemen he­ men herkesin kitle iletişiminin kapsamı içine girmesidir. TV. radyo, gazete, dergi ve büyük alanlarda yapılan toplantılar özgür modem toplum yaşamının bir parçasıdır. Bu kısımda kitle iletişiminin etkileri üzerinde duracağız. Gazete, Radyo ve Televizyona Ayrılan Zaman TV modem Türk toplumunun günlük yaşamının bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Türk ailesi ortalama günde 5-7 saatini TV önünde beraberce geçl-

Resim 15.6 Çocuklar bırakılırsa. TV . önünde saatterce otururlar.

550

İNSAN VE DAVRANIŞI

rlr. TV dizileri, hatta İV d ek l bazı reklamlar günlük konuşma konusudur. Radyo haber kaynağı olarak en sık kullanılan kitle İletişim aracıdır. T\rden daha yaygındır ve topluma İvedi olarak haber ulaştırmada en etkin araçtır. Türk ailesinin radyosu hemen hemen sürekli çalar ve gerek müzik, gerek ha­ ber, gerekse sohbet ve bilgi programlan bireyin günlük yaşamını etkiler. Tür­ kiye'deki gazeteler, destekledikleri siyasal görüşe göre ulusal ve uluslararası o^ylann yorumlarım değişik biçimlerde yaparlar. Her gazetenin siyasal, ideo­ lojik veya sosyo-ekonomik yönden belirli özelliklere sahip bir okuyucu kitlesi vardır. Gazeteler. TV ve ra^ oya kıyasla devletin daha az yönetici etkisi altın­ dadırlar ve bu nedenle siyasal oylann oluşmasında TV ve radyodan daha önemli bir rol o}rnarlar.

Kitle İletişiminin Siyasal Tutumlara Etkisi Tutumlann değişimi ve kişiler arası çekicilik konusunda yapılan araştır­ malara baktığımızda, aşandaki üç faktörün siyasal adaylara oy verilmesinde etkin rol oynayacağım bekleriz: (1) Bizim tutum ve kanaatlerimize benzer gö­ rüşleri olan siyasal adaylan daha çekici bulacağız ve büyük bir olasılıkla on­ lara oy vereceğiz; (2) iki aday arasında yukandaki faktör eşit olduğunda, görûnûşünû 'daha beğendiğimiz kişiye oy vereceğiz ve (3) yukandaki iki faktör bakımmdan da eşit olan iki aday arasından, daha önceden bildiğimiz, aşina olduğumuz kiştye ay vereceğiz. Yukandaki her üç beklenti de siyasal oy veriliş üzerine yapılan araştır­ malarda kendini göstermiştir. Byme. Bond ve Diamond (1969) araştırmalannda benzerlik, görünüş ve aşinalık faktörlerinin hem Amerikan başkanhk hem de senatörlük seçiminde geçerli olduğunu göstermişlerdir, örneğin, uzun boylu erkeklerin daha hoş görünüşlü olduğu düşünülen Amerikan toplumunda sürekli olarak başkanlık seçimlerini uzun boylu aday kazanır. Amerikan toplumu değişik ırklardan, dinlerden ve kültür yapılarından oluşmuş karmaşık bir toplumdur. Ortalama olarak Amerikan ailesi her beş yılda yeni bir bölgeye taşınır. Bu derece,hareketli bir toplumda, birbirini tanı­ yan ve birbiriyle kaynaşmış bölgesel bir toplum oluşamaz. Bu nedenle kitle iletişim araçlan kişilerin tek bilgi kaynağıdır. Ne var ki Türkiye'nin toplumsal yapısı değişiktir. Örneğin, yıllar sonra benim doğduğum, çocukluğumu geçir­ diğim ve ortaokulu bitirdiğim kasabaya gittiğimde babamı, amca ve ağabeyle­ rimi tanıyan, benim kim olduğumu bilen sayılamayacak kadar çok kişiye rastladım. Kasabaya geldiğimi herkes o gün öğrenmişti. Fakat İstanbul, İz­ mir, Ankara gibi büyük şehirlerde klşüer birbirlerine böylesine baglantıh de­ ğildir. Bu nedenle ağızdan agıza haber küçük kasabalarda büyük etkinlik gösterdiği halde TV. radyo ve gazete bü3rûk şehirlerde daha çok etkinlik gös­ terir. Bu demektir ki, Türkiye'de büyük şehir sayısı arttıkça, toplum karma­ şıklaşıp endüstrileştikçe, siyiasal görüşlerin oluşumunda kitle iletişim araçla­ rı daha etkin olmaya başlar.

SOSYAL psikoloji

551

9. YARDIM ETME DAVRANIŞI İnsaıüann birbirlerfyle etkileşimlerinde gözlenen yönlerden biri de yar­ dım davranışıdır. Gözü pek iyi görmeyen yaşlı bir kadını caddenin bir taraûndan diğer tarafina geçerken gördüğünüzde, elinden tutup caddeyi geçmesine yardımcı olmak istersiniz. İki ûç kişiyi yaşlı ve bakımsız birini sokak ortasmda döverken görseniz, dövülen kişiye gidip yardım etmek, döven kişilerin elinden kurtarmak İstersiniz. Bu tür yardım etme eğilimi her insanda olduğu halde, bazı durumlarda kişiler yardım davranışını göstermezler. Bu konuda yapılan araştırmalar Amerikan toplumu içinde geçerli olan koşullan yansıtır. Bir Tûrk'On yardım etme davranışım açıklarken. Türk toplumu için geçerli başka faktörleri de hesaba katmak gerekir. Amerikan toplumunda yardım etme davranışı üzerine yapılan araştırmalarda gözlenen faktörleri aşağıda ince­ ledikten sonra, göz önüne alınması gereken diğer faktörleri de kısaca gözden geçireceğiz. S o n ım lu lu ğ ım D a ğ ılım ı Latane ve Nida (1981) yaptıklan araştırmacla yardımı gerektiren durum­ da bulunan kişilerin sayısının, yardımcı davranışın ortaya çıkıp çıkmamasmda önemli rol oynadığını gözlemişlerdir, örneğin, orta yaşlı bir erkek sokakta

Retim 15.7 Farkında oldukları halde hiç kimse yerde yatan ada­ mın yanına gelip, yardıma gereksinimi olup olmadığını sormamıştır. Eğer çevrede sadece bir kişi olsaydı, yerde yatana ilgi gösterirdi.

552

İNSAN VE DAVRANIŞI

3rûrûrkcn birden göğsünü tutup, sendeleyip, yere yıkılırsa ortada yardım edil­ mesi gereken bir durum var demektir. Bu durumda o adamın çevresinde }ralnız siz varsanız, yardım etme olasılığmız yüksek olur. Sokaktaki kişilerin sa3nsı arttıkça yardım etme eğiliminiz de azalır. Büyük bir şehirde kalabalık bir caddede göğsünü tutarak yere yığılan bir adama çok sayıda kişi merakla ba­ kar ve büyük bir olasılıkla 3rürümelerine devam ederler. Bu Örneklerde gözle­ nen faktöre "sorumluluğun dağılımı* admı veriyoruz. Yardımı gerektiren du­ rumda kişi sa}ası ne kadar azsa, sorumluluk o kadar odaklaşır* kişi sayısı arttıkça sorumluluk dağılır. Diğerlerinin Dayranışlannm Etkileri Yardım davranışını etkileyen önemli diğer bir etken de, çevrede bulunan diğer kişilerin nasıl davrandıklandır. Sokakta yürürken göğsünü tutarak ye­ re yığılan kişinin çevresinde birçok kimse olsa dahi, onlardan biri yardım et­ me davranışını gösterirse, diğerleri bu davranıştan etkilenir ve onlar da yar­ dım etmeye başlar. Yardıma ihtİ3racı olan kişiye ilk iki-üç dakikayı bakarak geçiren kişilerin, aralanndan biri yardıma koşunca, yardım edene katıldıkları ve yardım elini uzattıkları gözlenir. Tardıma İlk Koşan Kişilerin özellikleri Yardıma ilk koşan kişileri diğerlerinden ayıran özellikler var mıdır? Yar­ dıma ilk koşan kişilerde şu özelliklerin bulunma olasılığımn daha yüksek ol­ duğunu gözlenmiştin (1) O anda olumlu bir duygu İçinde olan kişiler, kar ramsar ya da çökkûn kişilere kıyasla daha yardımcıdır. (2) Özel becerileri olduğunu düşünen kişiler daha kolaylıkla yardıma koşar, örneğin, ilk yar­ dım kursu almış bir kimse, göğsünü tutarak yere yıkılan bir kimseyi gördü­ ğünde, böyle bir kursa devam etmemiş bir kimseye kıyasla, daha çabuk yar­ dım davranışına geçer. (3) KişÜerin benlik kavramlan olumlu ve kendilerine güveni yüksekse daha çabuk yardım elini uzatırlar. Türk Toplumuna Özgü Bazı Yönler Istanburda. 65 yaşlarındaki halamla 1979 yılmın baharında* Boğazm Anadolu yakasında bir araba gezisi yapıyorduk. Halam "Oğlum arabayı so­ kak kenanna çek. beni burada bekle" dedi. Kendisine neye ihtiyacı olduğunu sorduğumda, "ikindi namazının vakti geçiyor, şu evlerden birine girip, nama­ zı kılacağım. Çok zaman almaz, beş dakikada gelirim" cevabını verdi. Kendir sine burada tanıdığı birisinin olup olmadığını sorduğumda son derece doğal bir İfadeyle. "Tanımaya ne gerek var, Müslüman evi değil mi bunlaı?" dedi ve karşısına çıkan ilk evin kapısını çaldı. İçeri girdi, namazmı kıldı, çıktı ve yo­ lumuza devam ettik. Bir yıl sonra Los Angeles’la idim ve yolda elindeki paketi zorla taşıyan yaşlı bir kadma yardım için “el uzattım". Yaşlı kadın korkuyla paniğe kapıl­ dı. "Hayır, senden yardım istemiyorum, beni yalnız bırak. Ben kendim taşı­ rım" dedi. Bu iki gözlem bir toplumun kültür, gelenek, görenek, dil ve din ba-

SOSYAL psikoloji

553

kımmdan benzer değer ve görüşlere sahip olup olmamasının yardım davranı­ şını etkileyeceğini gösterir, öyle sanıyorum ki. halam kapıyı çalıp “Namaz kı­ lacağım. bana yer gösterin" davranışını Bebek’te 30 daireli bir apartmanda gösteremezdi. Anadoluhisan’nın kûçûk evlerinde oturan kişilerin kendi dün­ ya görüşünü paylaştıklarını biliyordu. Toplumumuzla ilgili söz konusu etmek istediğim diğer bir yön de erkek ve kadm arasmdaki ilişkilerle ilgilidir. Yardımı gerektiren durumda tek erkek sîzseniz, etrafınızda birçok kadın olduğu halde, sorumluluğu üzerinizde duyarsmız. Fakat sizden başka erkekler varsa, o zaman sorumlulukta bir dağıl­ ma olur ve büyük bir olasılıkla, sizin yardım davranışınızın ortaya çıkmasın­ da azalma görülür. Kadın yerine küçük çocukları koyarsanız aynı gözlemde bulunursunuz. Bu söyledliderimiz Türkiye’de yapılan deneylerle doğrulanır­ sa, sokakta hastalanan bir erkeğe yardım etme davranışını, yalnız diğer ye­ tişkin erkeklerden beklediğimiz ortaya çıkar. Bu beklentinin altmda kadm ve çocuklann bu durumda yardım etme davranışını gösterme bakımından yete­ nekli olmadığı varsayımı yatar. Bu sonuç Türk toplumunun Amerikan toplumunun gerisinde veya İlerisinde olduğunu göstermez; iki toplumun farkh kültür ve sosyal değerlere sahip olduğunu gösterir.

10. KALABALIĞIN ETKİLERİ Son yıllarda psikologlar çevre koşullarının, özellikle kalabalığm, kişinin duygu, düşünce ve davranışını nasıl etkilediğini araştırmaya başlamıştır. Bu araştırmalann düzenli biçimde yapıldığı alana çevre psikolojisi adı verilir. Çevre psikolojisi şehirlerin kuruluşunda, binaların mimari yapılannın planlanmasmda, iş yerleri ve parkların düzenlenmesinde büyük katkıları olan bir alandır. Kalabalığın etkisini inceleyen çevre psikolojisiyle ilgilenen psikolog­ lar dört faktörün kişinin davranışını etkilediğini gözlemişlerdir. Bu faktörler sırasçrla şunlardır: (1) Bire3rin kişisel mekânının içine girilip girilmemesi, (2) bireyin içinde bulunduğu rahatsızlığın nedenini kalabalığa atfedip etmemesi. (3) kalabalığa rağmen bireyin gereksinmelerini gidermek için kendi davramşı üzerinde denetim gücünün olup olmaması ve (4) kalabalığı oluşturan kişile­ rin birbirlerine yabancı veya birbirleriyle işbirliği yapmış kişiler olup olma­ dıktan. Şimdi bu faktörleri ele alalım. Kişisel Mekân Amerikalı antropolog Hail (1966) bireylerin birbirlerinden farklı dört me­ kânı olduğunu ileri sürer. Bunlardan ilki mahrem mekândır ve 0 İle 50 santi­ metre arasında değişir. İkincisi kişisel mekândır ve 50 santimetre ile 125 santimetre arasında değişir. Ûçüncûsü sosyal mekândır ve 125 santimetre ile 4 metre arasında değişir. Dördüncü mekâna Hail genel topluma açık me­ kân admı verir ve bu mekânın 4 İle 10'metre arasında değiştiğini söyler. Ki­ şilerin mahrem mekânı kalabalık dolayısıyla yabancılar tarafından sürekli ih­ lal edilirse, bu durum kişide stres yaratır (Sommer 1959, 1969).

55 4

tNSAN VE DAVRANIŞI

Resim 1S.8 Rahat ve geniş bir ortamdan çok kalabalık bir ortama geçmek insanları birçok yönlerden etkiler.

Burada tanımladığımız bu dört mekânın büyüklükleri Amerikan toplumu için verilmiştir, fakat bu mekânlar toplumdan topluma ve kültürden kültüre değişir, örneğin, bir Hintli ya da Arap’ın kişisel mekânı daha küçük olduğun­ dan. bu kişiler Amerikalılarla konuşurken bilmeden onların mahrem mekânı İçine girer. Bu nedenle böyle biriyle konuşan Amerikalı sürekli geriler, diğer kimse de bilmeden onu iter. Amerika'ya yabancı öğrenci olarak gelenlere bu konuda aydınlatıcı bilgiler verilerek, bu tür rahatsız edici durumlar önlenme­ ye çalışılır.

SOSYAL PSİKOLOJİ

555

Kalabalığın en rahatsız edici yönü, kalabalık içindeki bireylerin tanımadıklan, bilmedikleri kimselerin mahremiyet ve kişisel mekânlarını ihlal etme­ leridir. Kalabalık kişisel mekâm ihlal etmiyorsa, kalabahgın b ir ^ üzerinde olumsuz etkisi görülmez. Rahatsızbğın Nedeniyle Üglli Yükleme Worchel ve Yohal (1979) kalabalıgm olumsuz etkisini araştırmak İçin de­ nekleri ufak bir odaya toplamıştır. Daha önce deneklerin bir kısmma "Bu. odada kulağın işitebileceği eşik şiddetinin altmda sûrekii bir gûrOltû vardır ve bu ses sizi biraz rahatsız edebilir* denmiş, diğer deneklere ise hiçbir şey eklenmemiştir. Denemenin sonucunda rahatsızlıklarım gerçekte olmayan “duyulmayan gürültüye" yükleyen denekler kalabalıktan rahatsız olmamıştır. Hiçbir açıklama yapılmayan denekler ise kûçûk odadaki kalabalıktan rahat­ sız olduklarım ifade etmişlerdir. Demek oluyor ki kişinin kalabalıktan rahat­ sız olması, onlann kendi rahatsızlıklarının kaynağını bildikleri anlamma gel­ mez. Bazı durumlarda kalabalık, bir grup İnsanın rahatsız olmasına yol açbgı halde, onlar bu rahatsızlığın kaynağım başka yerlerde ararlar. Denetimi Elinde Bulundurmak Epstein'e (1981) göre kalabalıkla İlgili en önemli faktör, kişinin kendi dilediğince hareket edip edememesi, yani, b ir ^ n davranışmm kendi denetimi altında olup olmamasıdır. Birey istediği kadar yiyebilmekte midir, istediği ka­ dar sessizliğe sahip midir, kişisel mekânı kendi denetimi altında mıdır, yeter­ li fakat aşın olmayan derecede diğer insanlarla İlişkisi var mıdır? Bu sorulann cevabı *Evet*se kalabalıgm birey üzerindeki olumsuz etkisi gözlenmez. Bu tûr bilgiler, yatılı okullarda yatakhane blnalarmın organizasyonundan, fabri­ kalarda üretim gruplarmm düzenlenmesine kadar kullanılır. Yabancılar ve İşbirlikçi Davranış Kalababgm olumsuz etkileri, beraber olan kimselerin biıblrleriyle işbirliği yapıp, sûrtûşmeslz yaşaması sonucu büyük miktarda azalır. Aynı sayıdaki iki grup insanı, aynı büyüklükteki yerlere koyduğumuzu düşünelim. Bu iki gruptaki insanlar kalabalıktan aynı derecede şikayetçi midir? Ha3rır. kişile­ rin birbirlerlyle işbirliği yapıp yapmamasına bağlı olarak farklı sonuçlar alı­ nır. Kalabalık, işbirliği yapan kişileri az, birbirlerlyle işbirliği yapmayan kim­ seleri İse fazla olumsuz yönde etkiler (MacDonald ve Öden, 1973).

Bütün Etkenler Biraraya Gelince Bu etkenlerin hep birlikte olumsuz biçimde etkilerini göstermeleri kişiler üzerinde büyük strese yol açar. Amerika'da hapishaneler üzerine yapılan araştırmalarda bu durum ortaya çıkmıştır. Epstein (1981) hapishaneler üze­ rinde yapılan araş tırmalan gözden geçirmiş ve şu genel bulgulara ulaşmıştın Aym hücrede kalabalık bir biçimde yaşayan tutuldular daha sık hastalan­ mışlar. daha fazla psikolojik bozukluklar göstermişlerdir. Kalabalık hücrelere atılmış bu tutuldular arasmda ölüm miktan genellikle daha 3rüksektir.

556

İNSAN VE DAVRANIŞI

Burada İncelediğimiz dört faktör açısmdan bakılınca hapishanelerdeki durumu anlamak kolaylaşır. Hücredeki tutuklunun kişisel mekânı sürekli ihlal edilir, birey kendi çevresi ve davranışları üzerinde denetime sahip değil­ dir. kiminle görüşeceğini ve konuşacagmı kendisi denetleyemez. Hapishane­ de hücrelere atılmış kimseler birbirleriyle işbirliği yapıp uyum içinde yaşaya­ cak kimseler değildir, sos3ral ortamda sürekli gerginlik ve kızgınlık vardır. Amerikan kültüründe bireyin diğerlerinden farklı ve bağımsız olması sü­ rekli üzerinde durulan bir toplumsal değer yargısıdır. Amerikan toplumunda çocukların doğuştan itibaren kendi özel odalan vardır. Bu nedenle o toplum içinde yetişmiş kimseler kişisel mekânlarmm ihlal edilişine ve bağımsız ola­ rak kendi davranışlarını denetleyememelerine kuvvetli olumsuz tepkide bulu­ nurlar. Öte yandan, kalabalık ailenin çoğunlukta olduğu bir toplumda yeti­ şen, birçok kimseyle yateık odasında yatmış, bûyûk sofrada yemek yemeye alışmış, grup içinde çalışmış, eğlenmiş bir kimsenin kalabalığa tepkisi o ka­ dar şiddetli olmaz. Bu demek değildir ki kalabalık bazı toplumlarda olumsuz etkiler yapar, bazı toplumlarda yapmaz. Burada göstermek Istediğihıiz. bire­ yin kalabalığa duyarlılığının, içinde yetişmiş olduğu koşullar ve onun geliştir­ miş olduğu beklentilerle ilişkili olduğudur. Gittikçe bû3Tûyen ve kalabalıkla­ şan şehirler, okullar, işyerleri, hastaneler, öğrenci 3rurtlan gibi yerlerin planlanması ve düzenlenmesinde, kalabalığın etkisiyle İlgili faktörlerin önem­ li uygulama olanaklan vardır.

11. Ö Z E T Sosyal psikologlar, bireyin, toplum içinde ve yalnızken, diğer insanlarla ilgili düşünce, duygu ve davranışlannı incelerler. Bireyin içinde ve bireyler arasında yer alan süreçleri ayırt ederler. Birey içinde yer alan süreçler, diğer kişiler hakkında izlenim oluşturma ve tutumların oluşumu ve değişimi adı altında toplanabilir. Bireyler arasında yer alan psikolojik süreçlerden kişiler arası çekicilik kavramını inceledik. Yükleme süreci bireyin İçinde yer alan ve o bire3rln diğer kimseler hak­ kında bir İzlenim oluşturmasını etkileyen temel bir psikolojik olaydır. Yükle­ me sürecinin altında, diğer kimselerin davranışlanmn alünda yatan nedenle­ ri anlama isteği yatar. En sık kullanılan yükleme nedensel yüklemedir. Bireyin yapmış olduğu davranışın nedenini ya o bireyin kişiliğinde olan bir özellikte ya da bire3rin içinde bulunduğu ortamın koşullannda ararız. Bu yüklemelerden hangisini yapacağımız kişinin davramşıyla İlgili tutarbhgmı. diğer kimselerin o davranışı aynı biçimde yorumlama derecesini ve bu davra­ nışın ne kadar kişiye özgü olduğunu algılamamıza bağlıdır. Yükleme sürecinin genel bir temel eğilimi vardın Genellikle davranışm al­ tında yatan nedeni kişinin özelliğinde ararız. Bu temel hatanm yanı sıra baş­ ka bir eğilim daha vardın Bireyler yükleme yaparken başkalanmn davranışlanyla ilgili olarak daha fazla kişisel özellikle İlgili yüklemelerde bulunurlar, fakat kendi davranışlarım duruma bağlı nedenlere yüklerler. Diğer bir eğilim

SOSYAL PSİKOLOJİ

557

de bireyin kendi davranışlarını değerlendirirken başanlıysa kendi özellikleri^ ni. başarısızsa çevreden gelen koşullan davranışının nedeni olarak gösterme­ sidir. Tutumlar duygu, düşünce ve davranış biçimlerini içerirler. Davranışların değişimi ancak bellili özelliklere sahip lleUşlm dunımlannda gerçekleşir. İle­ tişimde bulunan kişi yüksek tnanırkğa ve çekici bir kişiliğe sahipse, konu üzerinde söylenen sözler dinleyenin tutumundan bOyûk farklar göstermiyor­ sa ve bu iletişim sık sık tekrarlanıyorsa tutumda değişiklik meydana gelir. Bireyin önce belirli bir durumda davranmasını sağlayarak da tutum de­ ğişmesi ortaya çıkabilir. Bu davramş bireyin daha önceki tutumundan fark­ lıysa. birey bilişsel çelişkiye düşer. biUşsel çelişkiden kurtulmak için birey eski tutumunu yeni davranışına uyacak biçimde değiştirir. İki kişi arasında yer alan ilişki, sosyal psikologlann üzerinde yoğun ola­ rak çalıştığı bir inceleme alanıdır. Onlar iki kişinin birbirini hoş ya da itici bulmasını iki yaklaşımla açıklar: Denge kuramlan ve öğrenme kuramları. Denge kuramı tutum, dûşûnûş ve duyuş tarzımıza benzer tutum, duygu ve düşünceleri olan kişilerin, uyum ve denge uyandıracağı için, bize hoş görü­ neceklerini ifade eder, öğrenme kuramı İse. klasik koşuUama kavramlarını kullanarak hoş ortamlar içinde karşılaştığımız kişileri, koşullanma olayından dolayı hoş bulacağımızı ifade eder. Yapılan araştırmaların bulgulan her Ud kuramı da destekler yöndedir. Kişisel çekiciliğin altmda yatan faktörleri şöyle sıralayabiliriz: Benzerlik, bedensel güzellik, sık sık görüp aşina olma ve me­ kânda yakınlık. Grup içi ve gruplar arası ilişkilerle ilgili olarak sosyal etki, grubun verim­ liliği ve liderlik konulannı gözden geçirdik. Sosyal etkiyle ilgili olarak üç te­ mel ilkeyi inceledik. Bu temel ilkeleri kullanarak gruba uyma, otoriteye itaat olaylannı gözden geçirdik. Otoritenin kuvveti, grup üyelerinin benzer düşün­ mesi ve birçok kişinin bireyi aynı yönde etkilemesi. u}rma ve İtaat davranışını doğurür. Grubun verimliliği grup üyelerinin becerikliliği, grubun büyüklüğü, grup üyelerinin birbirlerine bağlılığı ve lider durumunda olan kişinin davranış bi­ çimine bağlı olarak değişir. Sosyal psikolojinin kavramları bireyin içinde, bireyler arasmda ve grupta yer alan psikolojik olaylan açıklar. Yükleme, çekicilik, tutum değişmesi bire­ yin günlük yaşamıyla sıkı sıkıya ilişkilidir ve toplumun önemli sorunlarının altmda yatar. Sosyal etkileşimin altmda yatan temel İlkeler önyargılar, kitle iletişiminin etkileri, sevme ve uzun süreli ilişkiler, başkalanna yardım ve kalabalığın et­ kileri gibi geniş bir alanı kapsayan toplumsal sorunlara uygulanabilir. Hoş­ lanma ve sevme birbirlerinden farklı iki olaydır. Sevme bağlanmayı, kişiye önem vermeyi ve mahremiyeti içerir. Hoşlanma ise saygı ve sıcak duygular beslemeyi İçerir. Sevmeyi, âşık olma3n. içinde bulunulan nöro-flzyolojlk durumun bir yorumlamşı olarak açıklayan hipotezin yam sıra, sevgiyi kendine özgü psikolo­ jik bir süreç olarak açıklayan psikologlar da vardır. Birbirleriyle uzun sûre İlişki İçinde bulunan Kimseler birbirlerini İnançlar, tutumlar, gereksinmeler

55 8

İNSAN V E DAVRANIŞI

ve davranışlar bakımından benzer görürler. Doyurucu uzun süreli ilişkilerde kişiler birbirlerine karşı olumlu duygu ve düşünceler geliştirirler. Ön3rargı bir başka gruba karşı duyulan olım^uz bir duyguyu ve bununla birlikte yapılan ayırt edici bir davranışı İçerir. Önyargmın temelini kabplaşmış algılamalar oluşturur, önyargmın kaynagmı çocukluktaki gçlişme çevre­ sinde gören psikologlar vardır. Çocuk çevresindeki önemli kimseleri model ahr ve bu kişilerin davranışlanm taklit ederek onlann önyargdarmı farkında olmadan kabul eder. Bazı diğer psikologlar önyargımn temelinde otoriter kişi­ lik tipinin yattığım savunurlar. Bir başka grup psikolog önyargmm farklı olan kişi ve gruplara karşı bireyin normal bir savunucu davranışı olduğunu ileri sürer. önyargüann ortadan kaldınimaısı kolay değildir. Birbirlerine kaırşı önyar­ gılı olanlann aşağıdaki koşullar İçinde ilişkiye girmeleri önyargının ortadem kalkmasında en etkin yol olarak kendisini göstermiştin (1) İlişkide bulunan kişiler eşit statüde olmalıdır, (2) paylaşılan bir genel amaç üzerinde beraber­ ce çalışmalıdırlar. (3) iki grup arasmdaki ilişki, o ortamda otorite olarak bili­ nen kişilerce desteklenmelidir ve (4) gruplar arasında başlatılan ilişki, İki grubun üyeleri arasında müşterek ilgilerin olduğu algılamasına götürmelidir. Bu koşullar yerine gelmediği z a m ^ önyargılarda artma görülür. Sosyal normlar, belirli durumlarda nasıl davrandması gerektiği hakkmda yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı zaman ceza verici bir tepki doğurarak yaptınm gücü yaratan kurallar olarak tanımlanabilir. Yaptınm gücü en hailû tasvip etmemeyi gösteren dudak bükmeden başlar, grup­ tan atılma veya ölüme kadar gider. Kitle iletişimi tutumlarımızı ve davranışlarımızı etkiler, özellikle siyasal tutumlann oluşması ve oy verme davranışıyla ilgili olarak kitle iletişiminin etkileri araştırılmıştır. Seçmenler kendileri gibi düşünen, hoş görünüşlü ve aşina olduklan kimselere oy verirler. Adaylardan hiçbiri bilinmiyorsa, adı sık sık duyulan adaya oy verme olanağı artar. Başkalarına yardım davranışı incelendiğinde üç temel faktör ortaya çık­ mıştır. (1) Yardımı gerektiren durumda kaç kişi bulunduğu. (2) var olan diğer kişilerin ne yaptıkları ve (3) bireyin yardım edeceği konuda kendi becerilerine güven duygusu. Durumdaki kişi sayısı arttıkça sorumluluk dağıhr ve yardım davranışının ortaya çıkması azalır. Bir kişi yardıma koşarsa diğerleri de yar­ dıma gelir. Kendi becerilerine güvenen kişiler hemen yardıma koşabilir. Kalabalığın etkilerini çevre psikolojisi inceler. Kalabalığm etkilerini dört temel faktör belirler: (1) Bireyin kişisel mekânmın sık sık ihlal edilmesi. (2) bireyin içinde bulunduğu rahatsızlığı kalabalığa yüklemesi, (3) kendi gerek­ sinmelerini gidermek için gerekli davranışlar üzerinde denetiminin olmaması ve (4) beraber bulunduğu kimselerin işbirliği yapmaması.

TERİMLER

a d alâ psikolojisi (forensic psychology) Yasaların yapıih ve uygiiılanıhasının suç davranışıyla ilgisi­ ni araşurari pirikbloji dalı. adrcnal/bdbrekiistli b ib eri (adrenal glands) Böb­ rek flstOnde yer alan bir çiil endokrin bezi, adroıalln (adrraaltne) Adrenal bezlerinin ürettiği hormona verilen ad. Bp hormon korku ve "kaçış" anlannda kana bol miktarda karışır. (Epîncfrin adı da verilir.) a fu l (aphasia) Konuşma ve anlama yeteneğinin kaybolmasına yol açan dille İlgili hastalık, akson (axon) Sinir hücresinin gövdesiodoı çıkan ve sinir akımlannı diga* uçtaki hOcrelere götüren si­ nir uzantısı. alfa litml/dalgası (alpha rhythm/waves) Beyin din­ lenme halindeyken kendini gösteren saniyede 7 Uc 10 devreli beyin dalgasıAitmi. algı yanılmasıyyanılsaraa/illflzyon (illusion) Algı­ lanan ilişkilerle gerçekte olan ilişkilerin birbirine uymaması, örneğin, kısa algılanan bir çizgi, ger­ çekle algılama alanmda bulunan diğer çizgilerle aynı uzunluktadır. algı/algdama (perception) Gelen duyusal verileri organize ederek anlamlaşurma sOreci. Bu süreç sonunda oluşan anlamlı flrUo. algılama kalıbı (stereotype) Bir grubun bOlOn üye­ lerinin aynı güdüleri ve karakteristikleri taşıyaca­ ğını kabul eden varsayım. algısfii beklenti (perceptual expectancy) Algılama sOrecini etkileyen önceden yapılaşmış zihinsel kurgu. algı değişmezliği (perceptual constancy) Sürekli de­ ğişen, yetersiz, eksik, tutarsız duyusal verilere rağmen, tutarlı ve sürekli bir dünya algılama, a b a (receptor) Belirli türden enerjiye tepkide bulu­ nan uzmanlaşmış duyu sinir hücresi, aim lobu/dn beyin (frontal lobe) Beynin hareketle İlgili olan aim kısım. allkın/çekinik gen (recessive gene) Ancak bir baş­ ka çekinik gc^c beraberken taşıdığı fiziksel özel­ liği organizmada gösterebilen gen. amfetaminler (amphetamines) Merkezi sinir siste­ mini aşırı uyaran bir grvp il^ . amnezl/lMİlek kaybı (onnesia) Bellek kaybı. Kaza­ lardan sonra ortaya çıkabildiği giM, Imstuma tü­ ründen bir savunma mdcanizması da olabilir, ancak gözlenebilen fark (^ s t noUceable difference (jnd)) Fark e§igi ‘ne baL androjen (androgen) Teslislerin ürettiği erkek hor­ monu. androjeni (androgyny) Erkek ve kadın özellikleri­ nin kanşumna v a ilo ı ad. anormalAıormaldışı davranışlar psikolojisi (abnmnal psychology) Topltan tarafmdan kabul edilemiyecek türden davramşlan tanımlayan, araşnrm, ve anlamaya çalışan psikoloji dalıdır, antlsosyal kişilik (antisocial personality) Toplumun kural ve kanunlarına uyamayan, kendim kontrol

SÖZLÜĞÜ edemeyen, çekinme ve kontrol özellikleri olma­ dan davranan kişilik türü. Psikopatik kİfîlUt adı da verilir. ara-bul-geriye getir (retrieval) Bellekte (fepolanmış olan bilgiye ulaşıp onu hatırlamak, aracı nöron (intemeuron) Gelen ve giden duyusal bilgileri koordine eden nöron, araçsal/enstrümental koşullama (instrumental conditioning) Yapıldığı zaman bir ödüle götüren davrammın giuikçe kuvvetlenecegiıu ve bu ödül­ le bir ilişki kuracağını düşünen koşullama tekni­ ği. Operam kofullama adı da verilir, arka beyin (hindbrain) Beynin cn alı kısmı; beyin sapı, medulla, ve serebellumdan oluşur, armonik (overtone) Temel ses dalgasıyla beraber ortaya çıkan ses dalgaları. Armonilerin frekansı temel ses dalgasmın katsayılarından oluşur, artkafa lobu/oksipltal lop (occipital lobe) Beyin kabuğunun görme işlevinde kullamlan bölümü. asitiJkolln (acetylcholine (ACh)} Bazı nöronların sinapslarında bulunan bir tür sinirsel aktancı atfetme/yükleme kuramı (attribution theory) (bk^ yükleme/atfetme kuramı) ayırt edld davramş/ayınm (discriminaüon) (1) Al­ gılamada, iki uyarıcı arasındaki farkı algılayabil­ mek. (2) Koşullamada, iki uyancıya farklı farklı tepkilerde bulunabilmek. (3) S o^al psikolojide. Önyargılı davranarak, ırk ya da din ayu’unında ol­ duğu gibi, aynı sosyal durumda bireylere farklı davranmak.

B bag/çağnşım kuram ı (association theory) Kavram­ sal öğrenmenin iki kavram arasında yer alan pe­ kiştirilmiş tekrarlardan ıduşıugunu ifade eden öğ­ renme kuramı. bağı mil değişken (dependent variable) Bağunsız değişkende olan değişiklikler sonucunda ^ a da onunla birlikte) ölçülebilen farklılıklar gösteren . deği şken. Psikolojik denemelerde bağımsız değiş­ ken genellikle bir uyanaya yapılan tepkidir, bağımsız değişken (hidqiemlent variable) Deneyicinin denetimi alUnda olan ve etkisi gözlenmek için değerlori değiştirOen faktör, bağlam (context) (bkz. ilişkiler bağlamı) ba^anm a/baglılık (atucivnaiı) iki birey arasında yer alan olumlu ıkıygularla yüklü ilişki. Bu tttr ilişkiler genellikle çocuk, ana-baba, kardeşler ve yakın arkadaşlar arasuıda olur, baam lam a (imprinling) Kuluçkadan smıra yumur­ tadan yeni çıkan bir kuşun, örneğin ördeğin, çevrminde ilk yürüyen nesneyi takip etmeye başla­ ması ve bu nesneye baglanmasL baskm/başat gen (dominant gene) Gen çiftinde bu­ lunduğu zaman bireyin bedensel görünümünde et­ kisini ortaya çıkaran gen. bastırma (repressiım/supıaessioo) Hoş olmayan dü­ şünce ve duygulvı bastırıp düşünmeme ve bilinç aluna itme eğilimi.

578 başarı testi (achievement test) Toplamı ve çıkarma gibi belirli becerileri ölçmeyi amaçlayan test, başarma gcrckdomesl (need to achieve) MOkem* melliyet standartlarına ulaşmak ve a^mak gerek­ sinmesi. ^ bellek genişliği/bcUek depolama kapasitesi (me­ mory span) Bir tek takdimden sonra bireyin tek­ rar edebildiği maddelerin (harf, sayı, kelime) sa­ yısı. Bellek genişliğinin 7±2 olduğu kabul edilir. bellck/haAza (memory) Öğrenilen bilgileri depola­ maya ve istenildiği zaman kullanmaya olanak sağlayan yetenek. belleğe yardımcı teknikler (mnemonic techniques) Bildiğimiz mataryelle yeni öğrenmekte olduğu­ muz materyali ilişki içine sokarak bellekte daha iyi tutmaya yardımcı olan tcloukler. benlik bilinci/ benlik kavramı (self-concept) Ken­ dimizle ilgili bfltttn düşünceler, algılamalar, doy­ gular ve değerlendirmelerin tümünün etkileşimin­ den doğan sonuç algı. beyin dalgası (brain wave) Yaşayan organizmalarm beyinlerinin Oreuiği elekirik akımı, beyin kabugu/screbral korteks (cerebral cortex) Serebrumun üst kısmını kaplıcan girintili çıkmtılı kırışıklarla kaplı olan beyin yüzeyi. Milyarlarca sinir hücresinin ilişkisinden oluşan bu kısımda insanm yüksek zihinsel faaliyetleri yer alır, beyin loptan (lobes) Beynin esas kısımları. Herbir yarım kürede dört lop vardn. beyin sapı (brain stem) Omurilikten gelip beynin içine girerek ön beyine doğru giden kısım, beyin yanklan (fissures) Beyin kabuğundaki derin girintiler ve katlanmalar. beyin yarım küresi (cerebral hemisphere) Beynin sağ ve sol yanm kısımları. Bu yarım küreler si­ metriktir ve her biri dört beyin lobundan oluşur, biçim değişmezliği (shape constancy) Bir nesnenin retina üzerine düşen görüntüsünün değişmesine rağmen algılanan biçiminin aynı kalması, bilgisayar yardımıyla öğrenim (computer-assisted learning) Öğrenme durumunda bilgisayar kullana­ rak bilginin takdimi, depolanması ve tekrarında daha kişisel ve daha esnek bir düzenin gelişürilmesi. bilinç süreçleri (conscious processes) Sadece bire­ yin doğrudan farkmda olduğu düşünce, duygu, al­ gı ve hayaller gibi iç süreçler. Diğerleri, bu süreç­ leri bireyin sözel . ifadesinden öğrenebilir, doğrudan farkında olamazlar, bilinçaltı (unconscious) Farkında olunmayan fakat davranışı etkileyen bilgi, dürtü ve güdüler, bilinçaltı güdülenme (unconscious motivation) Davranışlarm alundakj gerçek nedenlerin bilin­ çaltında yattığmı savunan güdülenme kuramı, bilinç Öncesi (preconscious) Şu anda haberdar olun­ mayan fakat farkına varılabilecek düşünceler, bilinçsiz başaçıkroa yöntemleri (unconscious co­ ping methods) Kıygıyı azalunak için farkında ol­ madan yapılan davramşlar. bilişim/kognlsyon (cognition) İnsanın algılama, ha­ tırlama ve dflşünmesÜKk yer alan zihinsel faali­ yetlerin tümü. bilişsel ahenk (cogm'live consonance) İnançlar, duygular ve davranışlar arasıntte tutarlılık ve uyu­ şumun olması.

bilişsel çeUşkl/tutarsızlık (cognitive dissonance) İnançlar, duygular ve davranışlar arasında tutarlı­ lık ve uyuşumun olmaması. Bilişsel çelişki/ tutarsızlık kuramı bu tür çelişkilerin bireyleri kuvvetli olarak güdOlediğini ve gerginliğe götür­ düğünü söyler. Bu gerginlikten bırtulınak için bi­ rey ya davranışını, ya inananı, ya da duygusunu değiştirir. bilişsel tuterlıük (cognitive consistency) Algılama, hatırlama ve düşünme alanında olan zDıinseİ/ bilişsel birimlerin duygusal tonunun birbiriyle uyısn/ahenk içinde olması. bUişscl/kognitlf dengeleme (equilibration) P i^ get'nin kullandığı bir terimdir. Çocuk, yaşantılarını/deneyimlerini bu mekanizma sayesinde orga­ nize ederek anlamlı bir hale getirir ve çevresiyle etkileşimde kendini denge içinde görilr. | birlikte olma/yakınlaşma gereksinmesi (afilliation) Diğer insanlarla baaber olma ve etkileşim kurma gereksinmesi. biyobildirjm/biyodönflt (biofeedback) Beyin ve dente ilgili bilgileri kullanarak bu bölgedeki sörcçleri denetim altma alma tekniği, bozucu etkiler kuramı (interference theory) Yem ve eski öğrenmenin bellekteki bilgileri hatırlama­ yı etkileyeceğini kabul eden gİkUş. büyüklük değişmezUgt (size constancy) Retina üzerine düşen görüntüsü değiştiği halde algılanan nesnenin aym kalması. büyüme hormonu (growth hormone) Bedenin bü­ yümesini denetleyen hormon; hipoflzbezi üretir.

Cannon-Bard kuramı (Connon-Bard theory) Heye­ canlan nörofızyolojik mekanizmalarla açıklayan bir kuram. Çevreden gelen uyarılma beynin hipotalamus vc talamus bölgelerinde belirli faaliyetle­ re yol açar ve bu sinirsel faaliyetler hem otoñomik sinir sistemine hem de beyin kabuğuna aktarılır. Otonomik sinir sitemi heyecanlarda gö­ rülen bedensel değişikliklerin temelinde yatar. Beyin kabuğuna gelen uyarılma ise heyecan duy­ gusunun hangi türden olduğunu anlamamıza yol açar. ceza (punishment) Edimsel koşullama doıcylerinde istenmeyen bir davranışı ortadan kaldırmak için verilen nahoş uyarıcı. < coşku-çökOntü psikozu (bkz. manik depr^if psi­ koz) cinsel steriotipler/kalıp tipler (sex stereotypes) Toplumun inançlarından kırnaklanan ve toplumum üyelerinin çokluğu tarafından paylaşılan ka­ dın ve erkek rolleriyle ilgili ön yargılar.

çağrışım alanları (associaiion areas) Beyin kabuğu­ nun algılama, öğrenme, düşünme ve ¿1 gibi yük­ sek zihinsel süreçlerle ilgili olan alam. Beyin ka­ buğunun bu kısmı duyusal ve motor alanlar arasında yer alır. çatışma (conflict) Birbiriyle uyuşmayan iki güdü ya da dününün aynı anda uyarılması sonucu ortaya çıkan psikoljik durum. çekiç (hammer) Kulak zarındaki titreşimi alıp örs kemiğine aktaran ona kulaktaki kemik.

579 ^ p e r lobu (parietal lobe) Beyin kabuğunun beden dayutnlanyla İlgili işlevler gören kısmı. (evresel sinir sistemi (peripheral nervous system) Beyin ve omuriliğin dıpoda kalan ganglia ve di­ ğer ilişki kurucu oöraılardan oluşan sinir ağı. çiit-giSz görOşa (binocular vision) Sağ ye sol gözfln fairidı, şöriİioOnüİv ^ ^ u ^ a n kaynaklanan ve

ukaklikaigüan^ çö rophy) Aşırı duygusal çöküntü halindeki haslalarm şakaklarına uygulanan orta şiddetteki elektrik şoku. Bu şok epilepsi nöbctl^ine benzer bir du­ rum yaratır ve duygusal çöküntüden hastanın bir sûre için çıkmasına yardıma olur, embriyo (embryo) Yummta döllendikten sonraki 3 ile 7 hafta arasındaki hAa-e topluluğu, endokrin/lç salgı bezleri (endocrine) Salgılarını doğrudan kana akıtarak davranışı etkileyen salgı bezleri. engellenme/bozulma duygusu (fruslration) Bir gü­ dünün giderilmesi engellendiği ya da gecikürildiği zaman onaya çıkan olumsuz duygu, epinefrin (epinephrin) Böbrek üstü bezler tarafın­ dan salgılanan ve acil durumlarda organizmanın gerektiği biçimde davranmasına yol açan salgı. Adrenalin adıyla da bilinir, ergenlik (adolescence) Bûluğ ile olgunluk çağlan orasında yer alan 13 ile 20 yaşları arasındaki dev­ re. estrojen (estrogoı) Her iki cinsin adrenal bezleri ta­ rafından üretilen bir cinsel hormon. Dişilerde da­ ha çok miktarlar üretilir. Dişilerde görülen ikincil derecedeki cinsel karakteristiklerin gelişmesine yol açar. eşik (ıhrcshold) Duyu organınının yüzde elli tepkide bulunduğu en küçük uyarıcı şiddeti, etolojl (cıhology) Türlere özgü davranıştan o türle­ rin içinde bulunduğu doğal çevre içinde inceleyen bilim.

fark eştgl (difiference ıhrcshold) İki uyarıcı arasında fark edilebilen en ufak şiddet farkı. fctûs (fetus) Döllenmeden 8 ile 40 hafta sonraki devre içinde bulunan insan organizması. Hzyolojik psikoloji (physiological psycbology) Davranışın alunda yalan fizyolojik süreçleri araş­ tıran psikoloji alanı. Konusu içine sinir sistemi­ nin. beynin, salgı bezlerinin ve genetik süreçlerin incelenmesi girer. fobi (phobia) Gerçekte hiç bir tehlike olmadığı hal­ de ortaya çıkan belirli bir nesneye ya da duruma özgü aşm korku hali. fonem (phoneme) Konuşulan dilde anlamlı en ufak ses birimi.

Galvanik Deri Tepkisi (GDT) (Galvanik Skin Response (GSR)) İnsan derisinden elektrik akunuun hangi dirençte geçtiğini belirlen bir gösterge. Elektrik deriden ne kadar kolay geçerse bireyin o kadar heyecanlı olduğu kabul edilir. gelişim psikolojisi (deveiopmental psychology) Bü­ yüme ve gelişme sonucu davranış ve bilişde orta­ ya çıkan değişiklikleri inceleyen psikoloji dalı. gen (gene) Her hücrenm kromozomunda bulunan vc kalıtımla ilgili özelliklerin aktarılmasım sağlayan birim. genelleme (gcneralization) (1) Kavram geliştirme, problem çözümü ve öğrenmenin akurımı durum­ larında bireyin bir dizi neme ya da durum arasın­ da müşterek olan bir özelliği ya da prensibi keş­ fetmesi. (2) Koşullamada. koşullanan bir uyarıcıya yakın benmlikie oUn diğer uyarıcılara da organizmanm tepkide bulunması. genetik bilimi (genetics) Genlerin yapısmı, işleyişi­ ni ve etkilerini ı^asıl gösterdiğin i,araştıran biyolo­ ji bilim dalı. genetik mühendislik (gcnaic engineering) İslen­ meyen bir geni çıkarıp yerine istenilen bir geni koymayı amaçlayan biyoloji uygulama alam. gerçekleştirme (actualization) Doğuşun getirdiği­ miz ve hem biyolojik hem de psikolojik gereksin­ melerimizi yapıcı bir biçimde oruya koymamıza yol açan lemel eğilim. gereksinme (necd) Su. yiyecde. hava gibi gerekil maddelerin eksibnesindoı (toğan bir bal. gcri-netim/gcri-bildirim/dfinût (feedback) Etkile­ şim içinde bulunan iki bireyin birbirlerinin mesaj­ larını nasıl algıladıklarına dair verdikleri karşıt mesaj. gerileme (regression) Engellenme durumunda bire­ yin çocukluk devrelerindeki davranışlar göster­ meye başlaması. geriye doğru bozucu ctki/ket vıırmıı (retroactive intcrferenccAnhibition) Sonradan öğrenilen bilgi­ lerin ilk öğrenilen bilgilerin hatırlanmasını engel­ lemesi. ket vurması. getirld nöron (afferent neuron) Uyarıcıları duyu organlarından merkezi sinir sistemine götüren si­ nir hüaesi. görcli/nlsbl dlnlenme/refrakter devresi (relative refractoy period) Mutlak dinlenme devresinden sonra gelerf devre. Bu devrede, normal şiddetteki bir uyarıcıya tepkide bulunmayan nöron, ^ e r çok kuvvetli uyarıcı verilirse uyanlabilir. gSrme klazmı (optic chiasm) OksipiiaJ lopta her iki gözden gelen görme sinirlerinin birleştiği ve daha sonra Iict iki gözü her iki yarım küreye bağlamak üzere ayrıldığı yer.

581 görüntü zayıflaması (ipucu olarak) (oerial perspek* tive) U z^lık algılamasında kullanılan bir ipucu. Bizden uzakta olan nesnelerin aynniılarını ve par­ laklıklarını kaybettiklerinden daha sönUk görün­ düklerine işaret eder. gözbebeği (pupil) İris ortasında bulunan ve gelen ışığın miktarına göre ufalıp bUyüyoı delik, göz titremesi: REM / hızlı göz hareketleri (rapid eye movements REM) Uyurken gözlerin hızlı ufak hareketler yaşanası. U^kaya dalarkm ve rü­ ya görürken ortaya çıkar. gramer/dil bilgisi (grammar) Dilin ses ve yapı bi­ rimlerinin nasıl diziieceğini ve nasıl anlam taşıyaağını oluşturan bilgi düzeni, gfldülenme/gflda (motivsston) Davranışa enerji ve yön veren güç. güdüler piramidi (pyramld of motives) Maslow’un güdüler mertebesi; biyolojik güdüler temelde ve daha karmaşık psikolojik güdüler Osuc yer alır. Temel biyolojik gereksinmeler giderilmeden daha üst düzeydeki güdüler etkili olamazlar.

H hep ya da hiç ilkesi (all-or-none priciple) Bir sinir hikrcsi eğer ateşlerse yapabileceği en kuvvetli ateşlemeyi yapar. heyecan (emotion) I^ıygımun şiddetli hali. Duygu­ ya nazaran (tenetimi daha zordur ve lemelinddci fizyolojik süreçler daha belirgindir. Davramşı kuvvetli olarak etkiler. hipnoz (hypnosis) Bir kimsede yüksek derecede sa­ kinlik. gevşeme ve telkin altında kalabilme hali yaratan tekniğe verilen ad. Bu teknik psikoterapide kullanıldığı gibi, diş ve genel cerrahide de kullanılmakatadır. hlpoflz bezi (pitultary gland) Endokrin sisteminin **orkeslra ş ^ ." En azından sekiz salgı/hormon üretir. Bu hormonlardan biri bedensel büyümeyi denetler, bir kısou diğer endokrin bezlerinin çalışmasma yol açar, ancak bir kısmı salgı bezi ol­ mayan yapılara gider. hlpokondrlyasis (hypochondriasis) Kişinin kendini sürekli hasta hisseaiği ve bu yüzden devamlı üzüntü duyduğu durum. homcostasis (homeostasis) İnsan bedeninin belirli bir düzeyde su, yiyecek, hava, istirahat ve ısı miklannı sürdürerek yaşamını devam ettirmesine yol açan biyolojik mekanizma. hormon (hormone) Endokrin bezleri tarafından üre­ tilen ve kana karışarak bedeni ve davranışı etkile­ yen organik-kimyasal madde. hücre gövdesi (celi body) Bir sinir hücresiAıOronun hücre zan içinde kalan çekirdek ve siloplazmastna verilen ad. hücre zan (celi membranc) Hücrenin dışını kapla­ yan ve elektrik yüklü maddelerin geçişine izin ve­ ren ince madde.

î İçgüdüsel davranış (instincıive behavior) Belirli uyarıcı şartlan altında kendiliğinden yapılan ve öğrenmeye dayanmayan doğuştan getirilen davra­ nış örünlüieri.

id (id) Freud'un kişilik kuramında, bireyin tüm iç­ güdülerinin depolandığı, bireye enerji veren kay­ nak. iki anlandı mesajlar (double-edged messages) Ay­ nı anda hem olumlu hem de olumsuz anlam taşı­ yan sözel ve sözel olmayan mesajlar. Hiciv ve is­ tihza buna örnek olarak verilebilir, ikizlerle çalışma tekniği (twin study technique) tek ve çift yumurtalı ikizleri karşılaşurarak yapılan çalışmalar. ileriye doğru bozucu etki (proactive interference) Şimdi öğrenilen bilgilerin daha önce öğrenilen bilgilerle kanşması ve hatırlamayı güçleştirmesi. İlişki kurup yakınlaşma gereksinmesi (need to af­ filiate) Diğer insanlarla beraber olma ve ilişki kurma isteği. İlişkiler bağlamı/çerçcvesi/ortamı, bağlam (con­ text) Algılamanm, dUşüiKoıin ya da davramşın içinde oluştuğu fiziksel, sosyal^ülıürel ya da psi­ kolojik çevre. iris (iris) Göze giren ışık mOctannı denetleyen ve gözün Önünde yer alan renkli tabaka, istendi davranımlar (voluntary actions) Çizgili kasların merkezi sinir sisteminin denetimi altında yaptığı hareketler. iyon (ion) Sinir bOcresinio dışındaki ve Içinddci sı­ vıda bulunan elelnrik yüklü birimler. Bu birimle­ rin hücre zarmdan içe ve dışa akışları ateşleme potansiyelini belirler.

K kaçınma-kaçınma çatışması (avoidancc-ıvoldancc conflict) Her iki davranış seçeneğinin de istenilmediği güdülenme durumu, karanlığa uyum (light adaptation) Uzun süre ışığa maruz kalan retinanın daha az duyarlı hale gelme­ si. karşıt süreçler kuramı (opponent process theory) Renk görmenin birbirinden farklı üç süreci içerdi­ ğini ileri süren görüş. Bu süreçlerden biri kırmızı ve yeşile, diğeri sarı ve maviye, en sonuncusu da uyarıcının şiddpüne tepkide bulunur, karşıt tepki geliştirme (reaction formation) Kaygı­ yı azalLmak amacıyla gerçek duygunun lam tersi hareket ölmek, örneğin, gerçekle kızgın olduğu­ muz kişiye nezaketle ve gülerek davraıunak. kavram (concept) Nesne ve düşüncelerin benzerlik­ lerine dayanılarak zihinde bir grup oluşturması, kaygı/endişe (anxiety) Belirsiz bir korkunun ya da kötü birşey olacağına dair hissin sürekli baskın olduğu psikolojik hal. kazanma (acquisition) Klasik, edimsel ve sözel koşullamada davranımm tekrar sonucunda kuvvet­ lenmesi. kendl-yakınmdan (cinsel) türetme (inbred su-ain) Deneysel hayvanlan aralanndaki farkları kaldır­ mak amacıyla kendilerine en yakın benzerleriyle çiftleşıirmc. kendine güvenli davranim (assertiveness) Saldır­ ganlığa ya da ezikliğe başvurmadan düşünce ve isteklerini olduğu gibi ifade edebilme, kendine güvenli davranım eğitimi (assertiveness u-aining) Bireyin yaşamındaki kaygı ve stresi or­ tadan kaldırmak amacıyla bireye kendine güvenli davranımı öğreten yöntemin uygulanmast

5 82 kendlni'g^rçekleşUrme (self-actualizalion) Mask>w*un gOdOler mertebelemesinde en üst basa­ mak. Bu basamakta olan kimse yaşamının her Biında bflyOk bir doyum içindedir ve. yaşamın an­ lamını ve enginliğini sürekli yaşar, kinestetlk/hareket alıcıları (kinesıheüc recepu^) Kaslarda, eklemlerde, tendonlarda bulunan ve be­ denin hareketleri ve durumu hakkında bilgi veraı duyusal alıcı organları. kısa süreli bellek (short tenn mcmory) Tekrar edil­ mediği takdirde bir dakika içinde bilginin kaybo­ lacağı kısa süreli bilgi depolama yerL kişilik ((personality) içinde bulunduğu tüm çevreyle ilişkisinde bireyin kendine üzgU, tutarlı, sürekli davranış örüntüsü. kişilik bozuklukları (personality disorders) Toplu­ ma zarar verip rahatsız etliği halde, o davranışı yapan kişiyi rahatsız etmeyen kişilik özelliği. kİ^sel uzam/mekan (pcrsonal space) Başkalan izinsiz girdiği zaman rahatsız olacağımız gözle görülmeyen ama zihnimizde fiziksel olarak sıntrlarım çizdiğimiz uzam. klasik koşullama (classical conditioning) Bir dav­ ranışın daha önce nötr olan başka bîr uyancıya bağlanmasına yol açan koşullama tekniği, klinik psikoloji (clinical psychology) Davranış ve kişilik bozukluklarını tedavi etmek abacıyla psi­ koloji bilgisini kullanan alan, kodlama (encoding) öğrenilen bilgileri belleğe kaydederken kullandığımız süreç, konvcrsiyon histerisi (conversion hysteria) Beden­ sel hastalık belirtisirun altında hiç bir organik ak­ saklığın bulunmadığı nevroz türü, korpus kallosum (corpus callosum) İki yarım küre­ yi birbirine bağlayan kaim sinirsel bağ. , Korsokof psikozu (KorsakofTs psyehosis) Uzun sü­ re alkolik olmaktan doğan ve kişinin yaşadığı en son olayları haiırlıyamaması biçiminde kendini gösteren organik hastalık. Kort! Organı (Organ of Corti) İç kulaktaki baziler zar üzerinde bulunan ve titreşimleri sinirsel akım haline çeviren sinir hücreleri topluluğu, koşullama (condiüoning) Birbiriyle ilişkisi olma­ yan bir uyarıcıyla bir davranunm zaman içinde çiftleştirilmesi sonucu birbirlerine bağlanması, kör nokta (blind spot) Görme sinirlerinin göz yu­ varlağından çıktığı ve ışık uyarıcısına duyarlı ol­ mayan nokta. kritik dönem (criUcal period) Organizmanın geliş­ mesinde belirli türden etkiye ve davramş gelişme­ sine çok açık bir dönem. Bu dönem, etkilerini si­ lip ortadan kaldırmak olanağı olmadığı için "İcriLik'’lir. kromozomlar (ehromosomes) Hücre çekirdeğinde bulunan mikroskopik yapılar. Bu yapılar çiftler halinde bulunur ve bir dizi oluşuırular. İnsan hüc­ resinde 46 kromozom, yani 23 çift vardır. Kromo­ zomlar kalıtımla ilgili bilgileri depolayan genleri taşırlar. kulak zan (eardrum) İşitme kanalının dış kısmıyla orta kulak arasında yer alan zar. kutuplaşma (polarizadon) Bir gruptaki üyelerin ço­ ğu birbiriyle hemfikir ise, belirli bir konu üzerin­ deki grup içi taruşma, gruptaki kişilerin konuyla ilgili bireysel tulumlarını daha uç noktalara iter.

kutuplaşmış (polarized) Bir sinir hücresinin dinlen­ me halindeki durumu; bu durumda hikrenin için­ deki sıvı h to m in dışma göre daha çok negatif eldcirik yüklü iyonlar taşır, kümelenıc (clustoing) Verilerin belli gn^İar içinde organize olması. Bu tilr organizasyon uzun süreli belleğe yardımcı olarak kullanılır.

libido (libido) fîrcud'un kişilik kuramına göre, id’dç bulunan ve tüm davranışları gOdüleyen cinsel enerji. limbik sistem (Ihnbic system) Orta beyinde bulu­ nan bir dizi yapı. Bu yapılar bireyin güdüsel ve duygusal davranışlarun düzenler. Uyuma-uyanma; heyecanlanma-sakinleşme. beslenme, cinsel ilişki kurma bu tür davramşlara ömdcür. M

manik depresll/coşku-çdkOntfl pdkozu (manic d e ^ ss iv e psyehosis) Bir tür psikoz hail. En be­ lirgin özelliği bireyin sürekli mutluluk ve depresr yon halleri arasında değişen bir duygusal yaşam içinde olması. mantığa bürüme (rationalization) Kendine saygıyı koramayt amaçlayan bir savunma mekanizması. Birey esasında pek hoş olmayan bir davranışına çeşitli mazareüer bularak, bu davranışı olduğun­ dan daha iyi bir gOıünOme sokar, medulla (medulla) Ak beynin bir kısmı. Bu kısun İnsanın solunum, kalp auşı ve kan basma gibi fa-f aliyetlcrini denetler. menopoz (menopause) Kadınlarda yumurtalama ve adet-gönnenin^criyodun kesilmesi; genellikle 42 ve 52 yaşları arasında olur, merkezi sinir sistemi (central nervous system) Si­ nir sisteminin beyin ve omurilikten oluşan kısmı.: mızrakcıklar/konller (cones) Gözün retina tabaka­ sında bulunan ve renk duyumunu sağlayan sinir hücreleri. mitosis (mitosis) Zigotta hücre bölünme süreci. Bu süreç sonunda oluşan yeni hüaeler, bölünen hüc-| renin birer kopyasıdır. mJyelin zan/kıbA (myelin sheath) Dazı nöronların aksonunun çevresine sarılmış elektrik akımını ge­ çirmeyen beyaz bir zar. Miydin zarı sinir akımı­ nın hızmı ve etkisini arturır. motor/hareketle ilgili korteks (motor cortex) öh lobun el kol ve beden hareketlerini yönelen kıs-

nu.

mutlak dinlenme devresi (absolute refractory peri­ od) Sinir hücresinin ilk ateşlenmesinden hemen sonra gelen ve sinir hücresinin yeniden uyarılma­ sının olanaksız olduğu devre mutlak eşik (absolute threshold) algılanabilen en düşük duyusal uyarın şiddeti N

norraaldışı davranışlar psikolojisi (bkz. anormal davranışlar psikolojisi) nöroblyolojl (neurobiology) sinir sistemini oluştu­ ran birimlerin yapısını ve işlevlerini inceleyen bi­ lim dalı.

583 ndroD (nearon) sinir sitemini oluftnnuı temel birim httere; s i n ir i enerji, bu h to e araalığıyla bede* nin bir yerinden ba|ka bir yerine ulafir. ndrotransmiter (ncurotransmiaer) (biâ. sinirsd ak­ tarıcı)

obsesir-kompalsif nevroz (obsesslve-compulıive nerosis) Bireyin denetimini altında bulunmayan ve sürekli kendini tekrar eden olomtuz, hoş olma­ yan dOşüiK:olerin bulunduğu nevroz lOrtt. Bu nev­ roza sahip kimseler belirli davranıştan tekrar et­ mekten yakJaşma çatifuıası («pproKh-approach coniHa) Bireyin ulaşmaya çalışügı iki amaan aym anda bulunmasından ortaya çıkan çatışma, yanlamasına yank (lateral fîssure) Her bir yaran kürenin yanlarında bulunan derin yank. Bu yarıgın alboda temporal/şakak lobu bulunmakladır, yansılma/projekslyon (projeciton)' Kendimizde olan fakat farkına varmak istemediğimiz özellik­ leri başkalarında görmek ve böylece kendimizde olduğunu görmemek. yapay zeka (artificial intelligence) Elektronik bilgi­ sayarlar aracılığıyla bilgi işleme yeteneği, yarım kanallar (semicurcular canals) Kulakla den­ ge duygumuzun temelini oluşturan içi sıvı dolu kemiksel yapılar. yer değişmezliği (locaiion constaney) Bir objenin bulunduğu yeri, değişik bakış açılarından bakılsa dahi, aynı olarak gönne sikeci. yer değiştirme (displacement) Kişinin, kendisinde kaygı yaralan ve üstesinden gebneye gücü yetme­

yeceği bir kişi ya da donunla karşüaşiıguıda, kay­ gı ve kızguılığmı gücünün yettiği bir kişiye yö­ neltmesi. Yerkes-Dodson İlkesi (Yerkes-I>odson principle) En etkin uyarılma düzeyinin yapılacak işin zorluk derecesine bağlı olduğunu ifade eden güdülenme ilkesi. yumurta (ovum) Kadınlardaki cinsel üretme hücre­ si, 23 kromozom bulundurur, yüceltme (sublimaıicNi) Engellenmiş güdüleri top­ lum tarafından kabul edilebilecek biçimlere dö­ nüştüren savunma mekanizması, yûkleme/atfetme kuramı (attribuiion ıheory) Sos­ yal davramşın algılanmasında, bu davranışı yapan Idşiye ya da o davramşm içinde oluşnığu duruma özgü sebepler yüklediğimizi ifade eden kuram.

zlgot/dölut (zygote) Döllenme esnasında iki cinsi­ yet hücresinin birleşimiyle oluşan hücre.

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF