Dianne Hofmeyr - Ay Gozu Cs

January 23, 2017 | Author: Murat Temelli | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Dianne Hofmeyr - Ay Gozu Cs...

Description

••



• •







Cinayet planları ve taht kavgasıyla örülmüş büyük bir macera, bir antik Mısır romanı... Buyülenmiş gibi duruyordum. O alev alev gozlere bakarken öfkesini üzerime çektiğimi hissettim. Onun olumcül

58 ısırığmı bekleyerek

durdum. Kollarımı göğsümde çapraz/adım ve korumak için boğazımı tuttum. Gucu böyle büyüktü işte! Boynunu kabartmış, -�iıi.-ıı firavunun alnında oturuyordu. Bütün düşmanlarına zehir tükürmeye hazır. Alev alev bakışlarıyla onları kavurmaya hazır.

Mısır'ın güzel kraliçesi Tiy öldü. Şimdi onun en büyük oğlu Tuthmosis'i öldürüp tahta oturmasını engellemek için bir komplo kuruluyor. İsikara'nın onu kurtarmaktan başka çaresi yok. Genç prensle kaçarak onu, hakkı olan tahta oturtmak için müttefik arayışında, Nubiya'ya yolculuk ediyor. Yolculukları iki genci, egzotik bir köle ile birlikte, Nil boyuna, çöle ve kalabalık pazarlara götürüyor ve onlar, peşlerindeki Yüksek Rahiplerden bir adım önde kalabilmek için çabalıyorlar. Ama dört yanları tehlike ve ölümle çevrili... Kime güvenebilirler? Bu kaçış nasıl sonlanacak?

uır�ı

.

• • ••

www.tudem.com

�inizden düşüremeyeceğiniz bir-roman... Muhteşem! The Guardian '.Nihayet, antik Mısır'ı tam olarak gözümüzde canlandıracak iyi bir hikaye çıktı. Child Education Antik Mısır'ın güzel kraliçesinin htkiyeleri kolay unutulmayacağa

�zer, özellikle de bu kadar �aca kaleme alınmışsa...

School Librarian

• •

• •• •

Dlanne Hofmeyr Afrika'nın en güney ucunda, deniz kenarında büyüdü. Defterini ve fotoğraf makinesini alıp çıktığı Mısır, Tunus, Senegal, Çin, Vietnam ve Sibirya yolculukları sayesinde prestijli M-Net Kitap Ödülü'nü, Gençlik Edebiyatı dalında Sanlam Altın Ödülü'nü, Genç Afrika Ödülü'nu ve

IBBY aldı.

Ay Gözü'nü, Güneş Gö7v takip edecek.



© 2008, Tudeııı• Cum.lıuri!:JCC Dulvan No: 302/501 35220 Alsancak - IZMIR metin haklan c. 2007, Dıanne Hofincyr ilk basım 2007 !:Jılında. ingılterc'de "E!:Je of ehe Moon" adı ıle Siınon&Schuster UK rtd tarafından 9erçcklcştiri1m4cir.

Yazar: Dianne Hofıneyr Türkçeleştiren: Nıran Elçi Kapak:

w"vw .blacksheep-uk.com

Yayın Yönetmeni: İlke Aykanat Çanı Editör: Perçem U. Çetiner Dizgi

-

Grafik: Tudeın

Baskı: Ertem Matbaa• O 312 284 18 14

Binncı Basını: E!:Jlül 2009 (3000 adet) İlonci Basım: Aralık 2010 (3000 adet)

ISDN 978 - 9944

-

69

-

290 - 8

Tüm haklan saklıdır. Bu !:Jayının hiçbır bölümü, telifhoklo sohibinın önceden yazılı izni olmaksızın tekrar üretilemez, bir erişim sisteminde tutulamaz, herhangı bır bıçımde elektronik, mekanik, fotokopı, kayıt !:JO do diğer yollarla iletilemez.

www.tudem.com

�AY�

GÖZÜ DIANNE HOFMEYR

()tudem®

AY. YILDIZLARIN HÜKÜMDA R ! . KADIN LARIN KORUYU CUSU. BİLGELİGİN, GERÇEGİN VE SIRLARIN GÖZÜ... lki parmağınız olmadan kamış kalem tutmak zordur. Bu yüzden, Teb şehrinden uzakta, Büyük Nehir'in kıy1sın­ da oturmuş, güçlükle yazıyorum hikayemi. Belki zamanla sözcükler gerekliği gibi taşa kazınır ve gerçek herkesçe bi­ linir. Zehir, kölelik ve cinayet; hepsi bu hikayenin parçası. Adım lsikara. Babam, Timsah Tanrı Sobek'e adanmış Tapınak'ın rahibi ve mumyacısıdır. Ama ilk önce yaramı açıklamalıyım. tik iki parmak, yay parmaklandu. Sağ elim zorla açılıp yere yapıştınlana, satırla iki parmağım birden kesilene ka­ dar, onlann önemini anlamamıştım. Bağırsaktan yapılmış kirişi çeken, oku hedefine gönderen onlardu. Kirişi çeker­ ken güç çok önemlidır. Ama asıl mesele bu iki parmağın oku nasıl salıverdiğidir; onu denetler ve ona yön verir: Tam düşmanın kalbine. Bir okçuyu sakatlamak için, yay parmaklannı kesmek­ ten daha iyi bir yol var mıdır?

6 Ikimiz arasında, nişancılıkta daha üstün olan Anuket'ti. Kirişi, ondan iki kal iri birinin gücüyle çekerdi ve oku, bir avcının şaşmaz gözüyle gönderirdi hedefine. Ölümcül bir kusursuzlukla! Yan yana durduk. Yan yana yakalandık. Savaş meyda­ nındaki kız kardeşler gibi. Ama artık bu geride kaldı. Oku­ mu ve yayımı bıraktım, erkek gömleği yerine kızlara daha çok yakışan elbiselerden giydim. Anuket de öyle. Ama kız elbisesi, insanın içindeki ateşe engel olmuyor. lkimiz de hala kemerlerimizde hançer taşıyoruz. Bir kızın entrikalardan ve savaşlardan bahsetmesi tuhaf gelebilir. Ama sizi bekleyen pek çok tuhaf ve sıra dışı şey var. Yazı yazabilmem bunlardan biri. Pek az kız yazman vardır. Ama babam bana iyi öğrelti. Yalnızca kamış kalem kullanarak sözcükleri papirüs üzerinde şekillendirme sa­ natını değil; aynı zamanda yeni, akıcı, bitişik hiyeratik yazı sanatım da. Bu tarz, hiyerogliften daha hızlı yazılıyor ve sabırsız mizacıma daha uygun. Anlatacak çok şey var. Sözlerim benden daha hızlı, ka­ mış kalemim isten yapılmış mürekkebimi bulaştırıyor ve papirüs üzerinde kara lekeler bırakıyor. Hikayem öyle hızlı büyüyor ki, yeterince mürekkep hazırlayacak is ve özsuyu­ nu bulamazsam kanla yazarım . . . gerekirse kendi kanımla.

BİRİNCİ BÖLÜM BÜYÜK TİMSAH TAN R I S O B E K Erkek kardeşim çığlık atmadan önce bir anlık sessizlik oldu. Ses içimi paraladı. Hala kulaklarımda çınlıyor; işitti­ ğim en kötü çığlık. .. Timsah çukuruna giden yolda koştum. Taş duvarın ke­ narına tutunuyordu. Bir timsah kolunu yakalamış, bir ha­ reket ve ses fırunası içinde, başını sallayarak onu çekiştiri­ yordu. Çukurun içinde, diğer timsahlar da ona ulaşma he­ vesi içinde sıçrıyor, kıvranıyor, ağızlarım şaklauyorlardı. "Sopayı getir! Sopa, Kara! Bir şey yap!" diye bağırdı Ka­ tep. Gözleri dehşetle donuklaşmışu. Çılgınca arandım. Her zaman duvarın yanında duran ça­ tallı timsah sopası yerinde değildi. Yerinde hiçbir şey yok­ tu. Silahım yoktu. Hayvanın demirden çenelerinin arasına sokacak, gözlerini oyacak, kafasına vuracak hiçbir şey. . . Donakalmışum. Timsahların vahşetini bilirdim. Habersiz­ ce kurbanlarına saldırmalarını. Onları suyun altına çekmeden

8 önce nasıl silkelediklerini. Kuyruğuna son bir kez yaslana­ cak, gövdesini son bir kez gerecek, erkek kardeşim Katep'i havaya fırlatıp daha güçlü, daha

ölümcül bir kavrayışla ya­

kalayacaku. O zaman her şey için çok geç olacaktı. Çılgınca dönerek elime ne geçtiyse attım. Kum, daha fazla kum. Tüm gücümle o kertenkele gözlerine fırlattım. Tekrar tekrar, havaya bir kum futınası yolladım. Timsah aniden, vahşi ve öfkeli bir hırlama eşliğinde ba­ şını şiddetle salladı. Sonra erkek kardeşimi bırakıp çuku­ run dibine çöktü. Katep bitkin bir halde yere yığıldı. Kanlı kolu öyle paralanmıştı ki artık kola benzemiyordu. O kadar çok kan vardı ki öleceğini düşündüm. Her yer böylesine kanlanmışken nasıl yaşayabilirdi? Ama Katep ölmedi. Timsahlar kurban törenleri için besleniyordu. Beslenip bakılmalan Katep'in sorumluluğuydu. Tapmak Yüksek Rahibi olan babam, Timsah Tann Sobek'i hoşnut etmek için onlara kutsal adaklar sunardı. Ayın belirli dönemle­ rinde timsahlar törenlerle yıkanır, biri seçilip öldürülür ve mumyalanırdı. Benim işim mumyalamaya yardımcı olmaktı. Reçineleri kanştırıyor, keten mumya bezlerini hazırlıyordum. Tim­ sahlar hantal yaratıklardı ve bezlere sarılmaları zordu. Bez­ ler üst üste binsin, bir örgü deseni oluştursun diye belli bir yöntem kullanılıyordu. Daha sonra, mumyanın üzerine göz ve diş resimleri yapılıyordu.

9 Benim en çok zevk aldıgım kısım budur; o vahşi gözleri ve korkunç dişleri çizmek. Ama onları gerçek yaşamdaki kadar korkutucu yapmayı asla başaramıyorum. Mumyalanmış timsahlar, Sobek'e arkadaşlık etsinler diye Tapınak'ın altındaki kutsal dehlizlere konur. Sıra sıra timsah, tıpkı somunlar gibi, taş rafiara dizilmiştir. Tanrıla­ rın besini. Ama Katep'in geçirdiği kazadan sonra timsahlara bak­ ma işi bana düştü. Katep'in yarası iyileşti, ama giden kolu, geride öfkeli bir çolak bırakmışn. Katep'in Yüreğinin iyileşmesi daha uzun sürdü. Yolunu kaybetmiş, huzursuz birine dönüştiı ve bundan bahsetmeyi reddediyor. Kaza onu sessiz ve hınçlı biri yapll, alev alev öfkesini söndürecek hiçbir şey yapa­ mıyor. Katep bir avcıydı. Av çomağını bir kez savurarak yabani kuşları indirebilir, okuyla tavşanları sıçrayışlannın ortasında vurabilirdi. Avlanamaz olduktan sonra Katep, ar­ tık Katep değil. "Ben gidiyorum!" diye bildirdi bir sabah. "Neden?" Sabırsızlıkla omuzlarını silkti. "Burada yerim yok. Yap­ tığım

her şey iki elin becerisini gerektiriyor. Kapana kısıl­

mış hissediyorum. Çaresiz. Gitmek zonmdayım." Ona bakakaldım. imkansızı istediğini bildiğimi biliyor­ du. "Nereye gideceksin?" "Emin değilim.'' "Ee? ..

"

10 Yine omuzlarını silkti. Omuzlan, oynatacak tek kolu kaldığını unutmuştu sanki. "Belki Sudan'daki deve lüccarlarının çöl kamplarına. Ya da Nubiya'daki allm ve amelisl madenlerine. Ya da Sina'daki lurkuaz madenlerine." Onu süzdüm. Bu dünyayı bırakıp Yeralu Dünyası'na gi­ deceğini söylemişti sanki. "O kadar uzağa mı?" demeyi başarabildim yalnız. Ses­ sizliği, gerçekte ne anlatmak istediğimi bildiğini söylüyor­ du: Çolak bir kolla ne yapacaksın? "Seni bir daha göremeyeceğim. Nubiya, Sudan ve Sina, Mısır'm sınırlarından çok uzakta. Onlar bizim

düşmanı­

mız!" Yüzünden bir gülümseme geçti. Öfkesine rağmen ya­ kışıklıydı. "Mısır'ın düşmanları; benim değil Kara!" Sonra başını iki yana salladı. "Burada

llalamam.

Babamın istediği

gibi, bir rahip ya da bir taş ustası olamam." Çıplak ayağımla kumları tekmeledim. "Neden olarnı­ yormuşsun?" diye sordum. Öfkesini ve huzursuzluğunu anlıyordum oysa. Gitme kararlılığını anlıyordum. Ben ne kadar yalvarırsam yalvarayım

gideceğini. . . gitmek zorunda

olduğunu biliyordum. Sakat kolunu salladı. Onunla havayı dövdü. "Böyle bir şeyle taş kesen taş ustası duydun mu?" Yara izleri hala taze ve kırmızıydı. Korkunç bir görüntüy­ dü. Ama aynı zamanda büyüleyiciydi. Katep'in kolundaki

11 her yara izini, kendi kolumdaki benler kadar iyi tanıyor­ dum. Babam yaralı kolu uyuşturmak için akrep zehri şı­ rınga ellikten, lime lime etleri kesip deriyi diktikten sonra her gün onları temizlemiş, merhem sürmüş, sargılarını de­ ğiştirmiştim. Şimdi, yara izleri derisinin üzerinde, kendi hikayelerini anlatan hiyerogliflere dönüşmüştü. Katep'in onlara bak­ maya dayanamadığını biliyordum. Bu sakat kolu taşımak onun için bir yük. Ondan uzaklaşmak, kaçmak istemesine şaşmamak gerek. Kaçtığı kişi ben ya da babam değil. Ko­ lundan kaçıyor. Kafamın içinde biliyordum bunu, ama yüreğim farklı konuşmama sebep oluyordu. "Gitme! Lütfen gitme! Gidemezsin! Bir gün

birlikle gi­

deceğimizi söylemiştin. Planlar yaptık. Unuttun mu? Mi­ moza ağacının çatalında, timsahların kuma yumurtlaması­ nı izlediğimiz gün." Bana kavurucu bir bakış fırlattı. "O zaman çocuktuk." Peruğumdaki örgüleri savurarak ona döndüm ve göz­ lerimi kıstım. Haddi bildirilmiş bir çocuk gibi hissediyor­ dum. "Verdiğin sözün değeri bu kadar mı?" Mimoza dikenleriyle parmaklarımızı kanatrnıştık. Baş­ parmağımı onunkine bastırmıştım ve kanlarımız birbirine karışmıştı. Kanla verilmiş bir sözdü bu. Buna gerek yoktu. Kanlarımız zaten birdi. Aynı düşünceleri, aynı duyguları paylaşıyorduk. Aramızda, örümcek ağı kadar ince ve gü­ müşsü bir bağ vardı. Görünmez, ama o kadar güçlü. Kızgm konuşmak zordu.

12 "Teknenin yansı bana ait!" diyebildim yalnızca. Ama o benim ne düşündüğümü biliyordu: Art1k kim benimle ba­ hğa çıkacak? Ya da kapan kurmaya, kurbağa kızartmaya? Kim timsah çukurunun duvarında yürümek konusunda bana meydan okuyacak? O da bana baktı. Aklımdan geçenleri okumuştu. "Tim­ sah duvarında yürümemeye söz ver." Yüzümü buruşturdum. "Hah! Şimdiye kadar tehlike seni endişelendirmiyordu! Labirente ilk defa girdiğimde bana meydan okuyan

sendin!"

"O farklıydı. lki kişiydik. Oraya da gitme lsikara!" Neden bana Kara yerine lsikara diyordu? Artık onun kız kardeşi değildim. Saç örgülerimin arasından kızgın bir bakış fırlattım ona. "Beni bırakma!" "O zaman sen de gel." Başımı iki yana salladım. "Gerçek'in beyaz tüyü adına, bunu yapamayacağımı biliyorsun! Anneme ölüm döşeğin­ de verdiğim sözden dönemem. Babama bakacağıma dair ona söz verdim; keten dokuyacağıma, Tapınak'ta ona yardım edeceğime, mumyalar için reçine kaynatacağıma, mumya­ lama aletlerine göz kulak olacağıma." Kumlan yine tekme­ ledim ve öfke gözyaşlarıyla savaşarak sertçe yutkundum. "Şimdi timsahlara da bakmam gerekiyor!" "Uyuyor görünseler bile güvenme onlara." "Hah! Senin öğüdüne ihtiyacım yok!" Güneş ışığına karşı gözlerimi kısarak ona baktım, fikrini değiştirmesi için meydan okudum.

13 "Kara, bu kadar kızma." Bir anlığına kendi öfkesini unuttu ve sağlam elini boynuma doladı. Diğer kolunun da bana sarılmak istediğini hissettim. Ama sakat kol havada amaçsızca çırpındı. Bunun yerine gür, haşin bir sesle ko­ nuştu. "Ben Sobek! Aç hayvan gibi kaparım!" "Kes şunu! Sobek'le alay etme!" Gözyaşlarımı görme­ sin diye iltim onu. Ellerim boynumdaki aytaşı tılsıma gitti. Kem gözden korunmak ve Katep'i korumak için ayak baş­ parmağımla kuma Horus'un Gözü'nü çizdim. Sabah, Katep yelken açarken ona boynuna asması için küçük, keten bir kese verdim. lçinde kurutulmuş bir ker­ tenkele ve kurbağa var. Bir de onu koruması için annemin saçlarından bir tutam. Aynca, içinde nar, fasulye tanesi, iki somun ve yabani kuş eti dolu bir çömlek bulunan bir boh­ ça. Kuşu, av çornağımla kendim vurmuşmm. Sonra ona, pazaryerinde takas ettiğim küçük, mavi camdan tılsımı uzattım. "Bir akrep. Kötülüğü kovalasın diye. Sina kayalarının altındaki akreplere karşı dikkatli ol." "Sina'da akrep oynatıcı olarak çalışan adamlar var." Onu süzdüm. Henüz gitmemişti, ama şimdiden benim bil­ mediğim şeyler biliyordu. Yüreğime akrep iğnesi kadar kes­ kin bir şey battı. "Ama, ya onların buyüsü işe yaramazsa?" Katep bir kahkaha attı. "Endişe etmeyi bırak! Akrep Tanrıçası Seqet beni korur!"

14 Sonra Büyük Nehir'e kaulan gümüş su şeridinde süzul­ dü. Teknesine ayak uydurmaya çalışarak çamurlu kıyıda koştum. Yanında koşmamın yarattığı baskı, tıpkı kıyıya atılmış çapa gibi, onu durdurabilir diye umuyordum. Ama hayır, kayığı hafifçe ilerliyordu ve benim ayaklanın çamu­ ra saplanıyordu. 'Seni bir daha göremeyeceğim! " diye seslendim peşin­ den. Ve bunun doğru olmaması için Hathor'a çabucak, ses­ sizce dua ettim. "El bette göreceksin." "Güvende olduğuna dair işaret yolla bana. Timsahlar ve hipopotamlar teknenden uzak dursun diye şarkılar söyle, dualar et. Mızrağım ve av çomağını unutmadın, değil mi?" Bütün bunlara başını sallayarak ve bana gülümseyerek yanıt verdi. "Timsahlara karşı dikkatli ol. Tekne sazlara takılırsa sa­ kın suya girme. Yalnızca ayak bilegine kadar geliyor olsa bile!" Katep kahkaha attı. "Hayattmın geri kalanı boyunca teknede mi kalmam lazım?" "Dikkatli ol Katep!" "Endişelenme, bir daha yakalanmam. Sobek'e adağımı adadım zaten." Sıntn. Yelken ipini çenesinin altına sıkıştınp sol kolunu kaldırarak veda etti. Bana son bir kez baktı. Sonra sırtını döndü ve sağlam eliyle kürek çekmeye başladı. Artık ona ayak uyduramaz olunca durup sazdan tekne­ nin rüzgara ve dalgalara karşı koymasını izledim. Bir kez

15 daha kolyemdeki pürüzsüz aytaşmın serinliğine dokun­ dum, saz örgü bileziğimdeki düğümleri yokladım ve bütün şerlerin bağlanmasını, Katep'ten uzak olmasını diledim. Katep'in ve teknenin gittikçe küçülmesini izledim. So­ nunda suyun üzerinde, bilinmeyen bir yere doğru süzülen bir güve kadar oldu. Gözlerimi kırpışurdım ve esinlide ku­ rumasın diye kıstım. Boğazıma şişmiş, öfkeli bir kurbağa gibi bir yumru oturdu. Büyük Nehir'e yelken açanların ya ileriye ya da geriye bakuklan söylenir. O sabah, Katep giderken, gende bırak­ llğı her şeye smını dönmüştü. Geri dönüp bakmasını dile­ yerek onu izledim. Ama dönmedi! Bir kez bile! O tekneyle birlikte yüreğim de gitti. Katep'in tekneyi alıp bensiz gidebileceği hiç aklıma gelmemişti. Onun pe­ şinden baktım ve benim hayatımın da değişmesini diledim. Ama dilekler tehlikelidir; gerçekleşmek gibi bir alışkanlık­ ları vardır. Ertesi sabah, kesilmiş bir keçiyi boynuzlarından tutup limsah çukuruna sürükledim. Sandığımdan daha ağırdı. Bu işi bana bıraktığı için Katep'e lanet ettiın. Şişkin memesine bakarak dişi bir keçi olduğunu anlaya­ biliyordum. Keçinin yavrusu şimdi diğer keçilerin arasında aranıyor, annesinin dolu memesini bulmak için burnunu uzauyor olmalıydı. Ama babam timsahlara yalnızca dişi keçi kurban etmek gerektiğine inanıyordu. Erkek keçiler bu iş için fazla değerli, diyordu. Onlar gelecekteki surunün tohumunu taşıyorlar.

16 Ama ya dişi keçiler? Sürunun asıl geleceği onlar değil mi? Ama babam bana karşı hoşgörüsüzdü ve Katep'in gi­ dişi, onun her zamankinden de hoşgörüsüz davranmasına sebep oluyordu. Keçi ağırdı. Babam onun boğazını kesmişti, kesiğin çev­ resinde sinekler uçuşmaya başlamıştı bile. Bedenin kum­ larda surüklenen toynaklarının bıraktığı izde kan damla­ ları kızıl lal taşları gibi parlıyordu. Onun ölmüş olmasına seviniyordum. Adaklar genellikle canlı olur. Ama Katep gittikten sonra, keçiyi önceden kesmesi için babama yal­ varmıştım, böylece onun melemesini dinlemek zorunda kalmayacaktım. Çukura yaklaşırken ayaklarım geri geri gidiyordu. Ça­ tallı sopayı daha sıkı kavradım. Dişi keçinin kanının kokusunu, sütünün taşıdığı ılık ve tatlı havayı alan timsahlar çukurlannda huzursuzlanıyor­ du. Onların öfkeli uslamalarını, taşa çarpan kuyruklarının gurultusünü, şaklayan çenelerini ve birbirlerine saldırdık­ larını duyabiliyordum. Kuyruklanna dikkat et, diye uyarmıştı Katep beni. Hatırlatmasına gerek yoktu. Babam Katep'in yatağını boş bulduğunda perişan ol­ du. "Neden veda etmeden gitti? GiLmesine gerek yoktu ki. Burada kalıp benim mesleğimi oğrenebilirdi. Tapınak'ta yardım ederdi. Benden mumyalama sanatını öğrenirdi.''

17 Babama karanlık bir bakış fırlattım. "Benim çıkardığım iş yeterli degil mi? Senin yardımcın ben değil miyim? Katep mumyalama sanatını oğrenmekle hiç ilgilenmedi. Dahası, gitmek zorunda olması onun suçu değil. Timsahın suçu ! " "Sus! Dilini tut! En kutsal timsah tarafından, Sobek ta­ rafından seçilmiş olmak şereflerin en büyüğüdür." "Ben şerefsiz ölmeyi tercih ederim," diye terslendim. Babam başını iki yana salladı. "Kara! Kara! Sen fazla dikbaşhsın. Başını derde sokacaksın. Sana kadınlara uygun adetleri öğretecek bir anneye ihtiyacın var. Kendi adına çok fazla konuşuyorsun. Konuşmamayı öğrenmen gerek. Konuşmadan önce düşünmeyi öğrenmen gerek." "Ama! . . " "Yeter!" Katep'in kolunu kaybettiği gün, babam timsah çukuru­ nun girişinin üzerine şu yazıyı yazmıştı:

Timsafı Tann So­ bek tarafından yenmek, sonsuza dek Tanrılara ait olmaktır. Ama sözler Katep'ten çok babamı teselli ediyordu. Şimdi, o sözcüklerin altından geçerken tüylerim diken diken oluyordu. Bir timsah tarafından yenmeye hiç niye­ tim yoktu. Katep'in veda etmeden gitmesinin babamı nasıl kızdır­ dığını, nasıl incittiğini anlayabiliyordum. lkimiz de onu anlatamayacağımız kadar özlüyorduk. O giuikten sonra ev sessizleşmişti. O gidince bazı şeyler de onunla gitmişti. Yemeklerimizi onun oturduğu yerin karşısında, sessizce, kendi düşüncelerimize dalarak yiyorduk.

18 Benim düşüncelerim daha çok yemek pişirmek, keten dokumak, timsahlan beslemek, sulamak, onlann bakımı­ nı yapmak gibi gündelik işlerden uzaklara kaçıyordu. Dü­ şüncelerim yabanıl ve özgürdü. Onlar Katep'le birlikteydi; onun o an ne yaptığını, keşfettiği nehri, bensiz keşfedeceği yeni şeyleri düşünüyordum. Keçiyi çukura fırlatmaya hazırlanırken aniden, Katep'in gidişiyle aramızdaki bağın koptuğunu anladım; asla kop­ mayacağını sandığım bagm. . .

İKİNCİ BÖLÜM GÖZ KAMAŞTIRICI ATEN Büyük Nehir'in sulan, maviliği gökyüzünden çalmadan uzun zaman önce uyandım. Doğudaki yıldızlar solmaya başlamıştı. Soğuk hava yüzünden kollarımdaki tüyler di­ ken diken olmuştu. Boynumdaki aytaşı kolyeye dokundum -talih için üç kez- sonra papirus orgu bileziğimdeki yedi düğümü yokladım ve yakında olabilecek herhangi bir şerre karşı her bir düğümü yardıma çağıran duaları fısıldadım. Ellerim ben düşünmeden kolyeden düğümlere gitmişti. Bunlar, nefes almak ya da yüzüme yaklaşan bir sineği ko­ valamak kadar kendiliğinden yapılan törenlerdi. Kil fırındaki kozler hala canlandırabileceğim kadar sı­ caktı. Gece boyunca kabaran iki somunu ateşe sürdüm ve közleri çevrelerine çektim. Kısa süre sonra, sıcak arpa hamuru kokusu havaya yayıldı. Sonra sessizce aşagı kata indim, babamın yatak odasının ve Katep'in boş köşesinin on ünden geçtim ve sessiz, gölgeli avluya çıktım. Havuzdaki

20 balıklar bile uyuyordu. 1lava olgunlaşmaya yüz tutmuş hurmalann ve incirlerin kokusuyla doluydu. Hastalıkların o gün evimize girmesini önlemek için girişi bir mimoza dalıyla süpürdüm. lki koscle kova aldım ve babamın banyo suyunu getir­ mek için nehre gittim. Mandalar ahırlarında huzursuzca kıpırdanıyor, bataklık otlarıyla kaplı adacıklardaki taze çi­ menlere ulaşma hevesiyle itişip kakışıyorlardı. Solgun gök­ yüzünün oluşturduğu zeminde boynuzlar, karanlık lirler gibi yükseliyordu. Bazı sabahlar, ılık çöl rüzgarı o liderde türkü çalardı. Uzak yerlerden gelen tuhaf, büyüleyici bir türkü. Ayakları­ mı oynatan, kum tepelerinin üzerinde dönmeye başlamala­ rına sebep olan bir ses. Bugün rüzgar yoktu. Yalnızca nehir kıyısına Laşıdığım kovaların derilerini sertleştiren sabah serinliği. Su taşkınları geliyordu. Sular her gün daha da yükseli­ yor, küçük adalar gözden kayboluyordu. Gerçek'in ve Bil­ geliğin Tanrısı Thoth gün ışığım ve karanlığı tartıyordu. Kısa süre sonra terazi eşitlenecekti ve sonra gün ışığı daha ağır basmaya başlayacaku. Her sabah, ışık doğuda yükselirken, ince bir dilime ben­ zeyen yeniayın yolunu gözlerdim. Bu sabah yeryüzünün kı­ yısının hemen üzerinde süzulüyordu. Eğirilmiş keten iplıgi kadar ince, saydam bir dilim. Aytaşı kolyeme dokundum ve Ay Tanrıçası, Kadınların Koruyucusu Hathor'a seslendim.

21 Yeniay, tören gününü gösteriyordu. Timsahlar, şerden anndınlmak üzere nehirdeki taş havuza getirilecekti. Bu­ gün bir tanesi Sobek'e kurban edilmek üzere seçilecekti ve kendi çukurlanna giden geçitten geçmesi engellenecekti. Ayak bileklerirrtin çevresindeki su kıpırtısız, sessiz ve soğuktu. Aşağılarda vahşi nehir timsahtan olmadığından emin olmak için su yüzeyinde hava kabarcığı aradım ve sonra havuzun taş duvarında delik olup olmadığını kont­ rol ettim. Kutsal bir timsahın kaçmasına izin vermek kötü alametti. Ama henüz geçidi açan taşı itmek için çok erkendi. Çu­ kurdaki timsahlar güneşte ısınana kadar yerlerinden kıpır­ damazdı . Dişi keçiden sonra onları bilerek beslemcmiştim. Onlan suya indirmek kolaydı. Ama çukura geri götürmek zordu. Onları geri gitmeye zorlamak için köy çocuklarının zil çalmaları, sopalarını duvarlara vurmaları gerekiyordu. "Çukurda kesilmiş bir keçi bırakmayı unutma," demişti Katep. "Yeni yeni çürümeye başlamış bir keçi! Çürük etin ko­ kusu, pislik yığınına çöken sinekler gibi geri getirir onları!" Şimdi suyun üzerinde nilüfer çiçeklerinin tatlı kokusu süzülüyordu. Güneş yeni yeni yükseliyor, suyun altındaki tomurcukları su üstüne çekiyordu. Nilüfer çiçekleri her ak­ şam yine kapanıyor, karanlık suya gömülüyor, altın yürek­ lerindeki kokuyu taç yapraklarının arasına saklıyorlardı. Nehir kıyısına ilk giden bendim. Diğer köylü kızla­ rın hiçbiri gelmemişti henüz. Yeterince erken gelen kızın en yakışıklı Tanrı tarafından selamlanacağını söyleyerek

22 şakalaşırdık; Nefertem, Mavi Nilüfer Tanrısı, güneşi gök­ yuzüne çıkaran Gündogumu Tanrısı. Kafasında bir nilü­ ferle nehirden yükselir, aslan kadar güçlü bedeniyle kızı alıp gölurürdu. Hcpimız seçilmiş kişi olmak isterdik; ama ne kadar er­ ken gelirsem geleyim, onu hiç germedim. Kovalarımı doldurdum, babamın banyo suyu güzel koksun diye üç nilufer çiçeği kopardım, sonra üzerime sardığım bezin eteklerini sıkıp suyunu çıkardım ve dönüp yürüdüm. Şimdi odun dumanı kokusu vardı ve bebekle­ rin ağladığını, köpeklerin havlayarak çöp yığınlarındaki kemikler için dövüşluğünü, tarlalarda çalışmak üzere yola koyulmuş olan kadınların şarkı söylediğini duyabiliyor­ dum. Aniden biri bağırdı. Arkama bakum. Suda sessizce yü­ zen dev bir tekne görünce nefesim kesildi. Bu, Tapınak ambarları için vergi toplayan her zamanki mavna değildi; o mavna lahıl çuvallarıyla gelirdi. Babam onları saklar, hasa­ dın kölü olduğu zamanlarda köylüleri beslemek için kulla­ nırdı. Gelen, Tapınak kilerleri için küpler dolusu yağ, lop top keten getiren mavna da değildi. Bu tekne, tuhaf, yabancı bir nilüfer gibi, güneşin sıcak­ lığı tomurcuğuna ulaştığında açılmış, nehrin derinlikle­ rinden çıkıvermişti sanki. Altın süslemelerinden yansıyan güneş goz kamaştırıyordu. Tahta gövdesinin her yeri oy­ malarla süslenmiş; parlak kırmızı, turkuaz ve mavi renkli desenlerle kaplanmıştı. Kendine has bir gücü varmış gibi

23 kayarak ilerliyor, sabah sisinde hayalet gibi parlıyor, ışıl­ dıyordu. Bu, Ra'nın altın teknesiydi ve doğrudan Yeraltı Dünya­ sı'ndan gelmişti. Sonra suya çarpan küreklerin sesini duydum. Ve adam­ lann güneşe karşı silüetlerim, küreklerden saçtıkları mü­ cevhere benzeyen su damlalarım gördüm. Bu, gerçek kü­ rekçileri olan gerçek bir tekneydi ve kocaman, koyu kırmı­ zı yelkeni Mısır'ın Çifte Tacı ile süslenmişti. Tekne yakla­ şırken pruvasında Horus'un Göru olduğunu, yan tarafında hiyeratik yazı ile

Göz Kamaştırıcı Aten

yazdığını gördüm.

Kraliçe Tiy'in teknesiydi. Kırmızı tentenin altındaki altın tahtta onu ve akbaba ta­ cının havada süzülen kanatlarını görmeyi umarak nefesimı tuttum. Neden bu kadar erken bir saatte nehre açılmıştı? Ama tekne yaklaştığında, orada bir adamın oturduğunu gordüm. Süslü giysisine, tacına ve benekli leopar derisine bakarak onun, Yuksek Rahiplerin En Yükseği Wosret ol­ duğunu anladım: En Güçlü Kişi. Tekne doğrudan Tapınak iskelesine yanaştı. iskeleye doluşmuş olan köylü oğlanlar kendi aralarında didişiyor, atılacak halatları yakalamak için uzanıyorlardı. Teknenin kaptanı pruvada duruyordu. Sarındığı kısa keten bez dı­ şında çıplaktı. Yüzünden çalı gibi, kızıl bir sakal uzanıyor, göğsündeki kıllarla buluşuyordu. Peruğu yoktu ve sakalları kadar keçeleşmiş kızıl saçları omuzlanna vahşi bir pelerin gibi dökülüyordu. Saçlarını, alnına doladığı beyaz şeritle tutturmuştu.

24 Sonra adamların hepsinin, başlanna aynı bantlardan tak­ mış olduğunu fark ettim: Beyaz yas bandı. Kim ölmüştü? Hathor'a kısa bir dua fısıldadım; o yalnız­ ca Ay Tanrıçası değildi, aynı zamanda ölenlerin ruhlarını Oau'ya götüren Tanrıçaydı. Tekneden hizmetkarlar indi ve Yüksek Rahiplerin En

Yuksegi lapis lazuli* , turkuaz ve gökkuşağı renklerini ta­ şıyan başka mucevherlerle kaplı alun tahtırevanında kı­ yıya çıkanlırken, onun önunden kötü ruhlan kovalamak içın ziller çaldılar. Tahtırevanın yolundaki kumlar hurma yapraklarıyla süpuruldu ve o ınerken yere kıymetli yağlar serpildi. Babam patikada koşa koşa geldi. Tapınak kıyafetleri­ ne burünmüştü bile, boynunda geniş altın bir şerit vardı, kollarına altın timsah bilezikleri dolanmıştı. Gomleginin ketenini doğru düzgtln dokuduğum ve düzleşsin diye gece boyunca ağır bir tahtanın altına bıraktığım için memnun oldum. Babam öne koştu ve eğildi. "Efendimiz, Wosrel. En Güçlü Kişi!" Yüksek Rahiplerin En Yukseği elini kaldırdı ve kalaba­ lık sustu. Çıkık elmacık kemikleri, belirgin burnu ve iri burun delikleri yüzüne etten kemikten değil de oyma tah­ tadanmış görünümü veriyordu. Kara kaşlarının altındaki gozlen camdan gibiydi. Bir heykelin yüzüne yerleştirilmiş siyah lavtaşlan. Cansız kertenkele gözleri. * Bırkaçmıneral den oluşan, çokeskı çaglardan beri mucevherolarak kullanılan, ko)'u mavi renkle bir taş turu. 1 L N.1

25 "Henuka. MajesLeleri Kraliçe Tiy'in, Sobek Tapınağı' ndaki güvenilir rahibi ve mumyacısı olarak seni özel bir mumyalama işlemi için almaya geldim." Babam eğildi. "Şahsen geldiğinize göre çok önemli biri olmalı efendimiz." Wosret'in gözleri hiçbir şe} anlatmıyordu. "Bunu söy­ leyemem." "Kızım lsikara yardımcımdır. Mumyalama işlemi çok önemliyse onun yardımına ihti}'acım olacak." Wosret'in soğuk bakışları bir anlığına bana kaydı ve kaçlı. Sırtıma vuran güneşe rağmen, içimden küçük bir ür­ perti geçti. "O zaman söyle de acele etsin. Hava sıcak. Gecikmeme­ li}'tZ. Bedenler bozulur." Hizmetk�rlarına hitaben parmak şıklam ve eğilip tahurevanı bir kez daha omuzlarına aldılar. "Bedenler? .. " Daha fazlasını sormak istiyordum, ama babam bir bakışıyla susturdu beni. "Kara, ihtiyaç duyacağım aletleri, mürver reçinelerini, hckenu ve nemscn, Larçm kabuğu, karanfil ve yağ al. Ta­ pınak Kitabelerı Kitabı'm da getir. Sonra sandığı bağla ve kille mühürle ki kimse karışnrmasm. Tören peruğu kutu­ sunu ve pilili keten giysilerimı hazırla. Hemen yola çıkma­ ya hazır ol.'' Gözlerimi kısarak ona baktım. "Ya timsahlar? .. Bu sa­ bah, gündogumundan önce yeniay çıktı. Bugün, tören ve Sobek'e adak günü." Babam başını iki yana salladı. "O iş beklemek zorun­ da. Yüksek Rahiplerin En Yükscği'nin Lalepleri önceliklidir.

26 Mumyalama işiyle ilgilenmeli, ölen her kimse, Yeralu Dünyası'na güvenle gitmesini sağlamalıyız." "Kraliçe Tiy olabilir mi?" "Şşş! Kara! Çeneni tut!" Parıl parıl süslemelerle bezeli tekneye bir bakış fırlattım. "Ama bu onun teknesi." "Ne olmuş?" "Neden teknesini o adam kullanıyor?" "Hişşt! Çok fazla soru soruyorsun! Eşyalarımı getir! Hemen yola çıkmaya hazır ol. Ama ilk önce temiz bir göm­ lek giy ve ayaklarındaki çamuru temizle." Başımı arkaya altım. "Çamurlanmayı ben istemedim ki! Timsah çukurunu kontrol ediyordum." Babam derin derin iç çekti. "Annenin burada olup da sana doğru düzgün davranmayı öğretmesini nasıl isterdim! He­ men üstüne başına çekidüzen ver, aletlerimi al ve unutma; yalnızca sana soru sorulduğunda konuş. Bunun dışında ses­ siz ol. Dik dur. Başını eğ. Söylenenlere katılmıyorsan omzu­ nu silkme ve başını arkaya atma. Yüksek Rahiplerin En Yük­ seği Wosret gerçekten de En Güçlü Kişi'dir. Düşüncesizce davranma ve aklına gelen ilk şeyi söyleme! Dilini ısır!" Şimdi bu sözleri yazarken acı acı iç çekiyorum. Keşke o kadar akılsızca konuşmasaydım. Keşke babamın sözlerini dinleseydim!

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM A N U B İ S. YERALTI DÜNYASl'N I N ÇAKALI Mumyalama odasımn yanındaki küçük girişin kokusu ıgrençti; çürümenin mide bulandıncı, saf kokuları hissedi­ lıyordu. lsmcının içinde yanan ardıç yağı ve başımın üze­ rıne koyduğum parfümlü mum konisi bile pis kokuyu per­ dcleyemiyordu. Çok iyi tanıdığım bir kokuydu. Çürüyen ıç organların, bağırsakların ve mide gazlarının kokusu. Oda küçük ve sıcaktı. Kafam mumyalama töreni için tamamen tıraşlanmış olsa da ter, derimi kanncalandırıyor­ du. Midemin kalktığım hissettim ve ketenden bir maskeyi burnumun ve ağzımın üzerine sıkı sıkı bağlayarak kusma
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF