Çin'in Planlı Kalkınma Deneyimi

July 21, 2016 | Author: altayatli | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

14-15 Aralık 2007 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen TMMOB Sanayi Kongresi'nde sundu...

Description

ÇİN HALK CUMHURİYETİ’NİN PLANLI KALKINMA DENEYİMİ* Altay Atlı Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Giriş 1970’li yılların sonlarından itibaren bir ekonomik reform sürecine giren ve bu süreçte ulaşmış olduğu yüksek büyüme oranlarını halen sürdürmekte olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin kalkınma deneyimi birçok açıdan büyük önem arz etmektedir. 1.3 milyarlık bir nüfusa sahip olan bu ülkenin ekonomik büyüme süreci, küresel dengelerin hızla değişmesine yol açmaktadır ve bu büyümenin kazandırdığı ivmeyle Çin, ekonomik/siyasi/askeri bir güç olarak küresel düzen içerisinde kendisini yeniden konumlamaktadır. İkinci olarak ise, bir geçiş ekonomisi olan Çin’in büyüme süreci, neo-liberal politikalara alternatif bir yaklaşım olarak ön plana çıkmıştır ve bu politikaların ciddi başarısızlıklarının tartışıldığı bir dönemde yirmi yılı aşkın bir süredir yüksek büyüme oranlarını sürdürmüştür. Bu nedenle Çin’in deneyimi, diğer kalkınmakta olan ülkeler için de önemli dersler taşımaktadır. Tarihsel perspektif 1949 yılında Mao Zedong’un liderliğinde kurulmuş olan Çin Halk Cumhuriyeti, o dönemde kendi şartlarına göre uyarlamış olduğu Sovyet tarzı planlı bir ekonomik sistem uygulamaya başlamış ve gerek tarım, gerekse sanayi sosyalist bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bu sürecin çerçevesini ise yine Sovyet modeli temel alınarak hazırlanan beş yıllık planlar oluşturmuştur. İlk beş yıllık plan 1953 yılında devreye girmiş ve bu dönemde sınai kalkınmaya ağırlık verilmiştir. Planlı kalkınmanın ilk yıllarında nispeten bir başarı elde edilmişse de kısa süre içerisinde Çin’de ideolojinin ekonomik rasyonaliteyi nasıl engellediği ve büyümeyi sekteye uğrattığı gözlemlenmeye başlamıştır. 1959-61 yılları arasında uygulanan sınai ve zirai üretimin kısa sürede ve büyük oranlarda artırılmasına yönelik “Büyük İleri Atılım” hareketi çerçevesinde bir yandan Çin ekonomisinin ağırlığının tarıma verilmesi ve diğer yandan da küçük ölçekli *

Bu makale, 14-15 Aralık 2007 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen TMMOB Sanayi Kongresi için hazırlanmıştır.

1

işletmelerle kırsal sanayileşmenin sağlanması amacıyla komünler oluşturulmuş ve sanayi kırsal bölgelere taşınmıştır. Bu dönemde planlama, ekonomik rasyonaliteden çok ideoloji temel alınarak yapılmıştır. Bununla beraber kadroların deneyimsizliği, komün sistemine karşı oluşan muhalefet, Sovyet yardımının kesilmesi ve tarım sektörünün kuraklık nedeniyle beklenen verimi sağlayamaması gibi sebeplerden dolayı plan hedeflerine ulaşılamadığı gibi “Büyük İleri Atılım” kıtlığa ve dolayısıyla milyonlarca insanın ölümüne yol açmış, ekonomik büyüme ciddi bir biçimde sekteye uğramıştır. Benzer şekilde, 1966 yılında Mao’nun başlattığı ve esasında parti içerisinde kendisine karşı olarak oluşan muhalefeti bastırma amacını taşıyan “Kültür Devrimi” de büyük sosyal yaralar açmış ve Çin’in ekonomik kalkınmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Çin GSYİH’si ile ilgili tarihi veriler, bu ideolojik hareketlerin ekonomik sonuçlarını net bir şekilde ortaya koymakta ve 1959-1963 ile 1966-1968 dönemlerinde Çin ekonomisinin küçüldüğünü göstermektedir. Şekil 1: Çin’in GSYİH’sindeki artış (milyar dolar)

Kaynak: Maddison (2003)’deki verilerden faydalanarak hazırlanmıştır.

İdeolojiden ekonomik rasyonaliteye Mao Zedong’un ölümünden sonra 1978 yılından itibaren Çin, Deng Xiaoping’in liderliğinde köklü bir paradigma değişimi sürecine girmiş, ideolojik motifli planlama yerini kademeli olarak piyasa dinamiklerine ve ekonomik rasyonaliteye bırakmaya başlamıştır. Reformlarda

2

tarım sektörüne öncelik verilmiş, bu alanda kollektif yapıya son verilerek, çiftçilerin istedikleri ürünü ekmelerine ve mahsul fazlasını kâr amacıyla satmalarına izin verilmiştir. Çin deneyiminin, eski Sovyet cumhuriyetlerinin deneyiminden en önemli farklarından birisi tarıma verilen önceliktir. Çin’in reform sürecinde tüm ülke için tek bir program yerine her coğrafi bölge ve ekonomik sektör için kendi şartlarına uygun programlar hazırlanmıştır. Reformlar açısından 1980’li yıllar bir hazırlık dönemi olarak geçmiş, 1990’ların başından itibaren Çin ekonomisi dış ticarete ve yabancı yatırıma açılmış, aynı dönemde KİT’lerin yeniden yapılandırılması da hız kazanmıştır. Ülkenin güney kesimlerinde özel ekonomik bölgeler oluşturularak burada yatırımlar teşvik edilmiştir. Daha sonra bu bölgelerde uygulanan liberal politkalar diğer şehirlerde de devreye sokulmaya başlanmıştır. Tablo 1: Çin’de ekonomik reformun kilometre taşları 1978

Komünist Parti Merkez Komitesi’nde “Dört Modernizasyon” ilkesinin kabul edilmesiyle reformların başlaması.

1979

“Açık Kapı” politikasının başlatılarak Çin ekonomisinin dış ticarete ve yabancı sermayeye açılması.

1979

Tarım sektöründe sınırlı şekilde de olsa kollektif yapıdan vazgeçilmesi.

1979

Üç uzmanlaşmış bankanın Merkez Bankası’ndan ayrılması.

1980

İlk özel ekonomik bölgelerin kurulması.

1980

Kamu kuruluşları arası mali ilişkilerde reform.

1984

Sekizden az çalışana sahip bireysel şirketlerin kurulmasına izin verilmesi.

1987

KİT’lerde sözleşme sorumluluğu sisteminin başlatılması.

1990

Shenzhen’de ilk menkul kıymetler borsasının kurulması.

1992

Deng Xiaoping’in “Güney Turu” ile yeni reformların başlatılması.

1993

Komünist Parti Kongresi’nde “Sosyalist Piyasa Ekonomisi” kurulmasına karar verilmesi.

1996

Çin para birimi renminbi’nin cari hesap işlemleri için konvertibıl hale getirilmesi.

1997

KİT’lerin yapılandırılması için geniş kapsamlı bir programın uygulanmaya başlaması.

2001

Çin’in Dünya Ticaret Örgütü üyesi olması.

2003

Komünist Parti Merkez Komitesi’nde sosyalist piyasa ekonomisinin “kusursuzlaştırılması” kararı alınması.

2004

Özel mülkiyet haklarının korunması yönünde anayasa değişikliği.

2006

Komünist Parti Merkez Komitesi’nde “Uyumlu Toplum” ilkesinin benimsenmesi.

Kaynak: Hofman, Zhao ve Ishihara (2007)

3

2000’li yıllarda ise finansal sektörde reformlara ağırlık verilmiş ve 2001 yılında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üye olması, dışa açılma ve küresel ekonomi ile bütünleşme açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu reformlar sonucunda Çin, bugün dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi haline gelmiştir. Çin Ulusal İstatistik Bürosu verilerine göre 2006 yılında %11.1 büyüyerek 2.7 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşan Çin ekonomisi, ABD, Japonya ve Almanya’dan sonra dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi konumundadır.1 Satın alma gücü paritesi olarak hesaplandığında ise Çin’in 10 trilyon dolarlık bir GSYİH ile ikinci sıraya yükseldiği görülmektedir. Çin’in mevcut hızıyla büyümeye devam ederse 2008 yılında Almanya’yı, 2020 yılında Japonya’yı ve 2040 yılında ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağı tahmin edilmektedir. Piyasa sosyalizmi Günümüzde Çin, piyasa ekonomisinin bir çok kurumunu bünyesinde barındırmaktadır. Ancak buna rağmen “piyasa” kavramını “kapitalizm” ile “planlama” kavramını ise “sosyalizm” ile özdeşleştirerek, Çin’in artık planlamadan vazgeçtiği, kapitalist sisteme geçtiğini söylemek yanlış olacaktır. Deng Xiaoping’in sözleri, böyle bir ayrımın doğru olmayacağını ve kavramlar arasında orta bir yol olduğunu göstermekte ve Çin’in bu yolu izlediğine işaret etmektedir: “Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki farkın, piyasa ekonomisi ile planlı ekonomi arasındaki fark olduğunu düşünmemelisiniz. Sosyalizmde piyasa güçlerinin getirdiği kurallar, kapitalizmde ise planlama suretiyle kontrol vardır. Kapitalizmin kontrolsüz serbestlik olduğunu mu sanıyorsunuz? Piyasa ekonomisi ilkelerini benimsersek kapitalist yolu izlememiz gerekeceğini düşünmeyin. Bu doğru değildir. Hem planlı ekonomi, hem de piyasa ekonomisi gereklidir.”2 Bu bağlamda farklı kuramsal alternatifleri, Şekil 2’deki gibi doğrusal bir spektrum üzerinde incelemek mümkündür. Bu spektrumun bir ucunda planlı komuta ekonomisi, diğer ucunda ise serbest piyasa ekonomisi bulunmakta ve geçiş süreci bu iki uç arasında gerçekleşmektedir. Çin deneyiminde –eski Sovyet cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa ülkelerinden farklı olarakplanlamadan bir gecede vazgeçilmemiş, bunu yerine “planlama” kavramı yeniden 1 2

“China to be Third Largest Economy”, China Daily, 11 Temmuz 2007. Deng Xiaoping’in 24 Aralık 1990 tarihinde Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde yaptığı konuşmadan.

4

tanımlanarak, beş yıllık planlar tüm ekonomiyi yönlendiren dokümanlar olmaktan çıkartılmış ve hükümet için stratejik bir yol haritası olarak değerlendirilmeye başlamıştır. Şekil 2

Çin, bu spektrum üzerindeki hareketinde yine eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve Doğu Avrupa ülkelerinden farklı olarak kademeli bir geçişi tercih etmiştir. Guo’nun da belirttiği üzere, “Modern sosyalist hareketlerin de gösterdiği gibi, sosyalizm ekonomideki tüm üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olması anlamına gelmemektedir. Sosyalizm, tarım, perakende ticaret ve orta ölçekli sanayiler gibi bazı alanlarda özel mülkiyetin varlığı ile uyumludur.” (Guo, 2003: s.554). Çin’in reform stratejisi de bu anlayışı benimsemiştir. Bir yandan belirli sektörlerde özel teşebbüse müsaade edilmiş ve girişimciler desteklenmiş, diğer yandan planlama yukarıda belirtilen kapsamda devam etmiş ve bu çerçevede devlet, ekonominin stratejik öneme sahip alanlarını elinde tutmaya devam etmiştir. Guo, “hakim tepeler” olarak nitelendirdiği bu alanları aşağıdaki şekilde sıralamaktadır. (Guo, 2003: s.558) i) Altyapı (enerji, hammaddeler ve taşımacılık) ii) Temel endüstriler (makine imalat, metalurji, elektrik, kimyasal ürünler, inşaat, petrol, doğal gaz) iii) İleri teknoloji (bilişim, telekomünikasyon, biyolojik teknolojiler) iv) Finans ve bankacılık v) Dış ticaret ve uluslararası ekonomik işbirliği vi) Yeni malzeme teknolojileri. Bu yapı, “piyasa sosyalizmi” modeline uymaktadır ve günümüzde Çin hükümeti, ekonomik reformların temel amacını “Çin özelliklerine sahip bir sosyalist piyasa ekonomisi oluşturmak” olarak nitelendirmektedir. Gregory ve Stuart, piyasa sosyalizmini piyasa ve kamu mülkiyetinin bir kombinasyonu olarak tanımlamaktadır: “(Piyasa sosyalizmi) sermayenin mülkiyetinin kamuya ait olduğu, kaynakların tahsisinin ise piyasa vasıtasıyla gerçekleştirildiği karma bir ekonomik sistemdir. Bu sistem sayesinde, sosyalizmin eşitliği ve 5

piyasaların kaynak tahsisindeki etkinliği beraber sunulmuş olur. Devlet üretim araçlarını kontrol eder ve sermaye birikiminin topluma geri dönüşünü sağlar. Kaynaklar öncelikli olarak piyasalar tarafından tahsis edildikleri için planlı sosyalizmin idari ve hesaplamaya yönelik engelleri ile kaynaklara değer biçilmesi gibi birçok sorun çözülmüş gibi görünür.” (Gregory ve Stuart, 1999: s.138). Benzer şekilde Heywood da piyasa sosyalizminin cazibesinin merkezi planlamanın ciddi eksikliklerinin çoğunu telafi ediyor görünmesinden kaynaklandığını düşünmekte, ancak planlamanın sona ermediğini vurgulamaktadır: “Piyasa ortamı, sadece tüketici duyarlılığı ve etkinliğini güvence altına almaz, aynı zamanda bürokratik yapılanmanın sahip olduğu gücün neden olduğu tehlikeleri de yok eder. Mamafih bu, sosyalist piyasanın tamamen plansız olduğu ve regüle edilmediği anlamına gelmez.” (Heywood, 2006: s.273). Piyasa sosyalizmi Çin’e özgü bir model değildir. Bu sistem, ilk olarak 1950’li yılların başlarında Yugoslavya’da komuta ekonomisine alternatif olarak uygulanmaya başlamış ve daha sonra Macaristan’da yapılan reformlar sonucu yeni bir yaklaşımla 1968 yılında “Yeni Ekonomik Mekanizma” adı altında uygulamaya konulmuştur. Nove, Çin’in piyasa sosyalizmini Macar örneği ile özdeşleştirmekte ve aradaki tek farkın Çin’de tarım sektöründe kollektif yapıdan vazgeçilmiş olduğunu belirtmektedir. (Nove, 1990: s.192-193). Buna göre Macar ve dolayısıyla Çin modeli piyasa sosyalizminde kuruluşlar müşterileri ile olan sözleşmeleri ışığında kendi üretim planlarını yaparlar, merkezden idare edilen bir tahsis sistemine başvurmak zorunda kalmadan girdilerini temin ederler. Merkezi planlama devam eder, ancak uygulaması Sovyet sistemine göre farklıdır. Devlet, planlamayı yatırımların yönünü belirlemek, yeni kapasite yaratmak ve yapısal değişimi sağlamak için yapar. Planlarda üretim hedefleri bulunmaz, bunların yerine piyasa dinamikleri, fiyatlar ve kârlılık şirketlerin faaliyetlerini yönlendirir. Diğer yandan KİT’ler devletin kontrolünde kalır. İç pazarın dışa pazarlardan izolasyonu sona erdirilmiştir ancak yine de bir takım dolaylı kontroller söz konusudur. Planlama ile piyasa dinamiklerinin, kapitalizm ile sosyalizmin unsurlarını bir arada bulunduğu bu sistemi incelerken, Çin deneyimi çerçevesinde iki soruya cevap vermek gerekmektedir. Bunlardan birincisi, ekonomide mülkiyet yapısının ve kamu sektörü ile özel sektör arasındaki dengenin ne yönde bir değişim geçirdiği; ikinci soru ise planlamanın piyasa ile nasıl koordine edildiğidir. 6

Ekonomik reform sürecinde Çin hükümetinin amacı, sosyalizmi sona erdirerek kapitalizme doğru yol almak değil, tersine sosyalist ekonomik sistemi değişen küresel ve yerel koşullar çerçevesinde kuvvetlendirmek olmuştur. Bu nedenle, üretim ilişkilerinin temelinde yer alan mülkiyet konusunda da değişim sosyalist ilkelere uygun olarak gerçekleştirilmiş ve kamu mülkiyetinin ekonomideki yerinin gerek niteliksel gerekse niceliksel olarak korunması sağlanmıştır. Çin, eski Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi toplu özelleştirme yöntemini tercih etmemiş, bunun yerine KİT’lerin yapılandırılması yoluna gidilmiş, şirket birleşmeleri yapılmış, özel sektörün ve yabancı sermayenin kanunlarla belirlenmiş limitlere kadar KİT’lerden hisse satın almaları sağlanmıştır. Gao, bu süreci tarihsel olarak üç aşamada ele almaktadır. 1979-1987 dönemini kapsayan birinci aşamada KİT’lerin yönetimlerinde özerklik tanınmış, mülkiyet yapısı değiştirilmese de yöneticilere belirli sınırlar içerisinde özgürlükler getirilmiştir. 1987-1992 dönemini kapsayan ikinci aşamada ise sözleşmeli yöneticiler sistemine geçilmiş ve mülkiyet ile yönetim birbirinden ayrılmıştır. 1992’den sonra ise üçüncü aşamaya geçilmiş ve bu dönemde mülkiyet açısından karma bir yapıya gidilmiştir. Burada temel ilke “mülkiyet yapılarına çeşitlilik kazandırılırken kamu sektörünün ekonomideki hakim pozisyonunun korunması” olmuştur. (Gao, 2003: s.556-7). KİT reformu Halen Çin’in piyasa sosyalizmi sistemi içerisinde KİT’lerin önemli bir ağırlığı vardır. KİT’ler ve kollektif şirketler birlikte GSYİH’nin yaklaşık %60-70’lik bir bölümünü üretmekte ve toplam istihdamın da buna yakın bir oranını sağlamaktadır.3 Devlet, sermaye-yoğun ve nispeten büyük ölçekli olan sektörleri elinde tutmaktadır ve ulusal kaynakların (vergiler ve bütçe dışı gelirler, tabii kaynaklar, kamuya ait diğer varlıklar, kamuya ait olmasa da çeşitli idari yöntemlerle kontrol edilen varlıklar) büyük bir kısmı bu alanlara kullandırılmaktadır. Çin’de tüm KİT’lerin %5’ini oluşturan, ancak kamuya ait toplam varlıkların %70’ine ve toplam kârın ve vergi gelirinin %60’ına karşılık gelen büyük ölçekli KİT’ler limited şirketlere dönüştürülmüş ve aynı sektördeki şirketlerin bir araya getirilmesiyle “ulusal girişim grupları”

3

1978 yılında sınai üretim içerisinde KİT’lerin payı %80, kollektif şirketlerin payı %20 iken, 2000 yılında KİT’lerin payı %25, kollektif şirketlerin payı %35 olarak gerçekleşmiş, özel sektör de dahil olmak üzere diğer şirketlerin payı ise yüzde 40 olmuştur. (Kaynak: Çin İstatistik Yıllığı, 2002)

7

oluşturulmuştur. Bu sayede devlet makine, demir çelik, enerji, telekomünikasyon, metalurji, otomotiv, uçak, uzay ve finans gibi başlıca sektörlerde kontrolünü kuvvetlendirmiş ve makroekonomik politikaları daha rahat uygulayabilir hale gelmiştir. Orta ve küçük ölçekli KİT’ler ise anonim şirket şeklinde yeniden yapılandırılmış, zararda olan bazıları satılmış, ancak bu durumda alıcılar çoğunlukla diğer KİT’ler ya da kollektif şirketler olmuştur. Söz konusu reformun hızı ve kapsamı, hangi KİT’lerin yeniden yapılandırılacağı, yeni mülkiyet yapısının ne olacağı ve hisselerin fiyatı tamamen devlet tarafından belirlenmektedir. Bu sistem sayesinde bir yandan kamu kontrolü sürdürülürken, diğer yandan KİT’lerin daha etkin ve verimli bir yapıya kavuşmaları sağlanmıştır. Guo, KİT yapılandırmasının amaçlarını şu şekilde sıralamaktadır: i) Şirketin sahibinin değişmeden mülkiyet ilişkilerinin yeniden yapılandırılması. ii) Şirketlerin haklarının ve sorumluluklarının netleştirilmesi. iii) Mülkiyet haklarının netleştirilmesi. iv) Devlet işlevleri ile şirket faaliyetlerinin birbirinden ayırılması. v) Şirket faaliyetlerinin piyasa dinamiklerine uyumlandırılması. vi) Teşvikler, verimlilik ve üretkenlik ile ilgili sıkıntıların giderilmesi. (Guo, 2003: s.567) Çin’de mülkiyet yapısı ne olursa olsun tüm şirketlerin karar verme süreçleri piyasa koşullarına göre şekillenmekte, ancak bir yandan devletin etkisi ve zaman zaman müdahalesi de belirleyici olmaktadır. Şirketlerin kullanacakları kaynaklar ve hammaddeler dolaylı olarak da olsa devlet tarafından kontrol edilmektedir. Diğer yandan parti-devlet sistemi Çin siyasetinin özelliklerini ve işleyişini tanımlamakta ve dolayısıyla ekonomi politikalarının parametrelerini belirlemektedir. Şirketler faaliyetlerini ancak bu parametreler çerçevesinde sürdürebilmektedirler. Söz konusu kuruluşlarda devletin çoğunluk hissesine sahip olmasının yanı sıra, Çin’deki sermaye piyasaları da sıkı bir şekilde devlet kontrolü altındadır. Menkul kıymetler borsası, Çin hükümeti tarafından Çin halkının bireysel tasarruflarını finansman sıkıntısı çeken KİT’lere kanalize etmek amacıyla kurulmuştur. Başka bir deyişle Çin’de sermaye piyasaları da özelleştirme amacıyla değil, kamu ekonomisinin kuvvetlendirilmesi amacıyla faaliyetlerini sürdürmektedir. Hangi firmaların halka açılacağını piyasa değil merkezi planlama

8

belirlemektedir. Aynı şekilde hisse fiyatlarını da arz-talep dengesi değil yine devlet belirlemektedir. Planlama ve piyasa Yukarıda görüldüğü üzere, Çin’in piyasa sosyalizmi sistemi içerisinde planlama önemli bir rol oynamaktadır ve planlamanın piyasa ile nasıl koordine edileceğine de yine büyük ölçüde piyasanın kendisi karar vermektedir. Planlama yapılırken, piyasa dinamiklerine ve kamu sektörü dışındaki girişimlere yeteri kadar büyüme alanı sağlanmakta ve rekabet ortamı oluşturulmakta, hatta rekabet ortamının geliştirilmesi için belirlenen alanda yabancı sermaye dahi teşvik edilmektedir. Rekabet ortamı nedeniyle KİT’ler daha verimli çalışmakta ve yeni teknolojilerini daha etkin bir şekilde uygulamaya koymaktadırlar. Planlamanın hangi alanları kapsaması gerektiği sorusunun cevabı ise Çin’in ekonomik kalkınmışlık seviyesine bağlıdır. Çin büyüdükçe uygulamakta olduğu piyasa sosyalizmi sistemi olgunlaşmakta, özel sektör gelişmekte ve devlet müdahalesine ihtiyaç giderek azalmaktadır. Bu süreç içerisinde piyasa dinamiklerinin en uygun çözümleri üretmeye başladıkları alanlarda planlamanın rolü azalacaktır. (Chow, 2005: s.200) Çin’in son dönemlerde sergilemekte olduğu yüksek performansta uygulamakta olduğu piyasa sosyalizmi sisteminin önemli bir rolü olmuşsa da, başarının temelinde bu sistemin tek başına değil, başka faktörlerle desteklenerek uygulanması yatmaktadır. Bu faktörlerin başlıcaları, Çin ekonomisinin giderek artan oranlarda dış ticarete ve yabancı sermayeye açılmış olması, yüksek tasarruf ve yatırım oranları ile işgücünün geçirmiş olduğu yapısal dönüşüm gelmektedir. Ticaret liberalizasyonu Uygulanmakta olan ticaret liberalizasyonu politikaları sayesinde Çin, bugün kalkınmakta olan ülkeler arasında en açık ekonomiye sahip olan ülkelerden birisi haline gelmiştir. 1978 öncesinde dış ticaret tamamen plan çerçevesinde, rasyonel olmayan ve piyasayı yansıtmayan bir şekilde devlet tarafından gerçekleştirilirken, bu sistem kademeli olarak gevşetilmiş ve 1990’ların sonu itibariyle tamamen kaldırılarak Çin, DTÖ üyeliğine hazır bir hale gelmiştir.

9

İthalat tarafında Çin’de reformlar öncesinde tarifeler, kotalar ve lisansların yanısıra bazı dolaylı araçlarla devlet kontrolü sürdürülmüştür. Bu araçlardan bazıları, ithalat yapmasına izin verilen şirketlerin ve ithalatına izin verilen kalemlerin sayısının kısıtlı tutulması, ithal ikame listeleri, kayıt sistemi ve denetimlerdir. Reformlarla birlikte kısıtlamalar kademeli olarak kaldırılmıştır. 1982 yılında %56 olan ortalama tarife, Çin’in DTÖ üyesi olduğu 2001 yılında %15’e kadar çekilmiş, aynı dönemde lisans şartı getirilen ithalatın tüm ithalat içindeki payı %46’dan %4’e inmiştir. Benzer bir süreç Çin’in ihracatında da söz konusu olmuştur. 1991’de tüm ihracatın üçte ikisi lisans ve kotalara tabiyken, bu oran 1999’da %8’e inmiştir. Halen devlet, kendi dış ticaret şirketleri vasıtasıyla stratejik öneme sahip belirli kalemlerin ticaretini kontrolü altında tutsa da, dış ticaret faaliyetlerinin tamamına yakını piyasa koşullarına göre gerçekleştirilmektedir. Dış ticaret yapmasına izin verilen şirketlerin sayısı artırılmış ve her türlü mülkiyet yapısına sahip şirketin bu alanda faaliyet gösterebilmesine olanak sağlanmıştır. Diğer yandan ticarete konu kalemlerin fiyatlandırılmasında reformlar yapılmış, dünya fiyatları ile yerel fiyatlar arasında uyum sağlanmış ve ihracata karşı ayrımcılık oluşturmayan döviz kuru politikaları uygulamaya konulmuştur. Tablo 2: Çin’in dış ticaretinin yapısı 1985

2000

Birincil ürünler

%50.6

%10.2

İmalat ürünleri

%49.4

%89.8

Birincil ürünler

%12.5

%20.7

İmalat ürünleri

%87.5

%79.2

İhracat

İthalat

Kaynak: Story (2003)

Çin’de ticaret liberalizasyonunun gelmiş olduğu nokta, planlamanın tamamen rafa kaldırıldığı anlamına gelmemektedir. Doğrudan ticaret kontrolleri artık kullanılmasa da Çin, bir takım dolaylı araçlarla ihracatını ve ithalatını yönlendirmektedir. Bu araçlar arasında en sık kullanılanlar, tarife ve tarife dışı araçlar ile döviz tahsisi ile ilgili kontrolleridir. Lardy, artan dış ticaretin Çin ekonomisine dolaylı bir etkisi olduğuna, ülkeye yapılan ithalatın ve yabancı firmaların üretimlerinin pazarda rekabeti artırarak yerel firmaların da verimliliklerini artırmalarına yol açtığına dikkat çekmektedir. (Lardy, 2003: s.9-11). 2006 10

yılında 969 milyar doları ihracat, 791 milyar doları ithalat olmak üzere toplam 1.76 trilyon dolarlık dış ticaret gerçekleştirmiş olan4 Çin’de dış ticaretin GSYİH’ye oranı üçte iki gibi oldukça yüksek bir seviyededir. Yabancı sermayeli firmalar tüm üretimin %30’unu gerçekleştirmekte ve bu üretimin beşte üçü Çin pazarında satılmaktadır. Söz konusu yabancı sermayeli firmalar teknoloji ve pazarlama gibi alanlarda sahip oldukları avantajlarla iç pazarda rekabeti artırmaktadır. Tüm Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi Çin’de de yüksek tasarruf ve yatırım oranları büyümenin itici gücü olmuştur. Sermaye stoğunun hızla büyümesi, beraberinde istihdamın tarımdan sanayiye doğru kaymasını getirmiştir. Diğer yandan tasarruflar da sermaye formasyonunu fazlasıyla finanse etmiş ve sonuç olarak Çin, dışarıya sermaye ihraç eden bir ülke haline gelmiştir.5 Bergsten, Gill, Lardy ve Mitchell, aşağı-orta gelir düzeyindeki ülkeler arasında Çin’den başka sadece az sayıda petrol ihracatçısı ülkenin bu konumda olduğuna dikkat çekmektedir. (Bergsten ve diğ., 2006: s.21) Yukarıda bahsedildiği gibi işgücünde tarımdan sanayiye kayış şeklinde gerçekleşen dönüşüm, Çin’in büyümesinde önemli bir rol oynamıştır. Tarımda istihdam edilen işgücünün toplam işgücüne oranı %70’lerden %50’ye inmiş durumdadır. Ülkede tarıma elverişli toprakların azlığı nedeniyle verimlilik oldukça düşüktür. Bu nedenle işgücündeki dönüşüm, Çin ekonomisinde toplam verimliliğin de artmasını sağlamaktadır. Çin deneyiminden alınacak dersler Çin’in uygulamakta olduğu model, bu ülkenin kendi şartlarına göre geliştirilmiş başarılı olmuştur. Aynı modeli farklı şartlara sahip diğer ülkelerde bire bir şekilde uygulamak şüphesiz ki aynı sonuçları vermeyecektir. Ancak buna rağmen, Çin örneğinde Türkiye de dahil olmak üzere diğer kalkınmakta olan ülkeler için alınacak dersler söz konusudur. Öncelikle Çin’in kalkınma deneyimi, başarılı bir piyasa reformunun, özelleştirme olmadan da sağlanabileceğini kanıtlamış olması açısından önemlidir. Yeniden tanımlanarak ideolojiden arındırılan, tamamıyla ekonomik rasyonalite üzerine konumlandıran bir planlama kavramı ile 4

“2006 trade volume and surplus set new records”, China Daily, 11 Ocak 2007. Çin, dünyanın en büyük döviz rezervlerine sahiptir. Haziran 2007 itibariyle Çin’in döviz rezervleri 1.33 trilyon dolar seviyesine ulaşmıştır. Kaynak: “China’s forex reserves top 1.33 trillion dollars”, China Daily, 11 Temmuz 2007. 5

11

bu planlama kapsamında rekabet ortamının geliştirilmesine ağırlık verilmesi; planlamanın devlet tekelini kuvvetlendirmek yerine diğer mülkiyet türlerini geliştirmek amacıyla tasarlanması, Çin’in başarısının ardındaki önemli sebeplerdendir. Çin’in deneyiminde diğer önemli bir unsur da reformların kademeli olarak gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu yaklaşım, Çin ile eski Sovyet cumhuriyetlerinin ekonomik geçiş sürecindeki performansları arasındaki farkın temel sebebidir. Eski Sovyet cumhuriyetlerinde, kademeli bir yaklaşım yerine “big bang” adı verilen, Şekil 2’deki spektrumun sol ucundan sağ ucuna en kısa sürede, şok terapiyle geçmeyi hedefleyen ve dolayısıyla toplu özelleştirmeler gerçekleştirilen bir yaklaşım tercih edilmiş, ancak bu yaklaşımın kısa süre içerisinde olumsuz yönleri ortaya çıkmış ve beklenen performansa ulaşılamamıştır. Çin ise kendi şartlarına uygun, içeriğini, zamanlamasını ve hızını kendi gereksinimlerine göre ayarladığı, kademeli bir reform süreci ile sürdürülebilir bir performans sağlamıştır. Reformlar ülkenin her tarafında ve her sektörde aynı anda başlatılmamış, bir deneme-yanılma yöntemi izlenerek pilot uygulamalar geliştirilmiş ve daha sonra yaygınlaştırılmıştır. Örneğin, yabancı sermaye öncelikle bu amaçla oluşturulan özel ekonomik bölgelerde teşvik edilmiş, buradaki deneyim üzerine yabancı sermayenin diğer bölgelere girmesine müsaade edilmiştir. Reform paketleri ilgili yasal kurumsal düzenlemeler tamamlandıktan sonra devreye sokulmuş ve bu sayede mafyalaşma ve oligarşi önlenmiştir. Lin’in de belirttiği gibi, kademeli bir yaklaşım sayesinde Çin, eski Sovyet cumhuriyetlerinden uygulanan şok terapilerin olumlu sonuçlarını elde etmiş ama olumsuzluklarından da uzak durmayı başarmıştır. (Lin, 2004: s.27) Kademeli yaklaşımın Çin’e sağladığı diğer bir avantaj da, reformların bir ekonomik büyüme ortamı içerisinde gerçekleştirilmesine olanak sağlanması olmuştur. Bu noktada da Çin deneyimi, reformların ekonomik durgunluk ortamı içerisinde yapıldığı eski Sovyet cumhuriyetleri deneyimine göre bir farklılık arz etmektedir. (Story, 2003: s.70) Stiglitz’e göre kademeli bir reform sürecinin iki temel avantajı vardır (Stiglitz, 1994: s.263265). Bunlardan birincisi, kademeli bir reform süreç sayesinde devletin yatırımcılara reformların kalıcı olacağı sinyalini verebilmesidir. Burada olumlu bir döngü oluşmakta, devlet bu sinyali verdikçe daha çok yatırım yapılmakta ve yatırımlar arttıkça da reformların kalıcılığı perçinlenmektedir. Bu olumlu döngü, devlete olan güvenin artmasına ve reformların

12

benimsenmesine yol açmakta; devletin öncelikli sektörleri ön plana çıkartmasına ve kalkındırmasına da olanak sağlamaktadır. İkinci olarak ise Stiglitz, sosyalist bir düzenden piyasa ekonomisine geçişi bir öğrenme süreci olarak görmekte ve kademeli reformların bu öğrenme sürecini desteklediğini ifade etmektedir. Buna göre, bireyler piyasa sinyallerine nasıl tepki vereceklerini, toplum hangi kurumların daha etkin çalıştığını ve kuruluşlar da yeni ortamlarına nasıl uyum sağlayacaklarını öğrenirler. Çin örneğinde bu öğrenme süreçleri sağlıklı bir şekilde sürdürülmektedir. Çin’in planlı kalkınma deneyimi ve uygulamakta olduğu piyasa sosyalizmi sistemi, küreselleşmenin ekonomi boyutunda hakim paradigması olan neo-liberalizme alternatif arayışlarında da dikkate alınması gereken unsurlar içermektedir. 1990’lı yıllarda Latin Amerika’da ve Doğu Asya’da yaşanan ekonomik krizler, devleti ve planlamayı kenara iterek özel teşebbüsü ön plana çıkartan, deregülasyonu, serbest sermaye akışlarını, piyasa fundamentalizmini ve topyekün özelleştirmeyi savunan, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslarüstü kuruluşların reçeteleri ile şekillenen neo-liberalist yaklaşımın ciddi bir şekilde sorgulanmasına yol açmış ve aynı dönemde Çin’in ekonomik büyümesi, dikkatlerin Çin modeline çevrilmesine sebep olmuştur. Pekin Konsensusu Neo-liberalist kalkınma modeli olan “Washington Konsensusu”nun eleştirildiği bu dönemde alternatif olarak “Pekin Konsensusu”ndan söz edilmeye başlanmıştır. Bu kavramı ilk olarak ortaya koyan Ramo’ya göre: “Çin, sadece kalkınmayla yetinmeyen, bunun yanısıra tamamen bağımsız olmalarına imkan sağlayacak şekilde uluslararası sisteme entegre olmayı amaçlayan, tek ve kuvvetli bir ağırlık merkezine sahip bu dünyada kendi yaşam tarzlarını ve siyasi tercihlerini korumak isteyen tüm ülkeler için bir yol çizmektedir. Bu yeni güç ve kalkınma fiziğini Pekin Konsensusu olarak adlandırıyorum.” (Ramo, 2004: s.3-4) Ramo, Pekin Konsensusu’nu üç temel öğe etrafında şekillendirmektedir: i) Yenilikçilik ve sürekli olarak denemeler yapmak. Farklı durumlar, farklı stratejiler gerektirir. Bu nedenle bir hedefe ulaşmak isterken, tek ve önceden belirlenmiş bir yol takip edilemez, duruma ve koşullara göre sürekli yeni yollar denenmelidir.

13

ii) Kalkınmanın ölçütü olarak kişi başına düşen GSYİH değil, eşitlik ve sürdürülebilirlik ön planda olmalıdır. iii) Ülkeler kendi kararlarını hür iradeyle vermeli, büyük ve hegemonik güçlere karşı sahip oldukları avantajları kullanarak kendi faydalarını gözetmelidir. Neo-liberal politikalara alternatif olarak Çin modeli önerilirken, Dirlik’in vurguladığı gibi, Çin’in ekonomik başarısını küresel neo-liberal düzeni başarılı bir şekilde manipüle etmesinden kaynaklandığını da unutmamak gerekmektedir. (Dirlik, 2006: s.7) Diğer yandan Çin modelinin başarısını değerlendirirken, bu modelin henüz çözüm getiremediği sorunlar olduğu da unutulmamalıdır. Bir yandan refah seviyesi artarken, diğer yandan gelir dağılımındaki bozukluk devam etmekte; ülkenin doğusu ve batısı, şehirleri ve kırsal kesimi arasındaki gelir uçurumu giderek büyümektedir. Hızlı sanayileşmenin tetiklediği ekolojik sorunlar artarak devam etmektedir. Öte yandan işsizlik sorunu giderek artmakta ve sağlık, eğitim, sosyal güvence gibi konularda reformlar halkın talebine cevap vermekte yetersiz kalmaktadır. Ne yerel bir model olarak Çin’in planlı kalkınma deneyimi ve piyasa sosyalizmi sistemi, ne de daha genel ve alternatif küresel bir kavram olarak Pekin Konsensusu, tüm ekonomik sorunları çözebilen birer mucize reçete değildir. Bunlar Çin’in kendi şartları çerçevesinde oluşmuş, alternatiflerine göre daha başarılı olmuş ve henüz tamamlanmamış birer süreçtir. Çin’in şu andaki ekonomik performansını planlı kalkınma modelinin başarısı olarak değerlendirirken, bunu bir sonuç değil, süreç içerisinde gelinmiş olan bir nokta olarak ele almak gerekmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı, kalkınmakta olan ülkelerin Çin modelini bire bir olarak uygulamaya teşebbüs etmesi neo-liberal reçetelerin kayıtsız şartsız uygulanmasından farklı bir sonuç yaratmayacaktır. Yapılması gereken Çin deneyiminin başarılı ve başarısız taraflarını değerlendirerek bunlardan çıkartılacak olan dersleri kendi koşullarına göre uyarlamaktır. ***

14

KAYNAKÇA Bergsten, C.F., Gill, B., Lardy, N.R. ve Mitchell, D.J. (2006), China: The Balance Sheet, New York: Public Affairs Chow, Gregory C. (2005), “The Role of Planning in China’s Market Economy”, Journal of Chinese Economic and Business Studies, 3(3), 193-203 Dirlik, Arif (2006), “Beijing Consensus: Beijing Gongshi. Who Recognizes Whom and to What End?”, University of Oregon. Gregory, P.R. ve Stuart, R.C. (1999), Comparative Economic Systems, 6. baskı, Boston: Houghton Mifflin Co. Guo, Sujian (2003), “The Ownership Reform in China: What Direction and How Far?”, Journal of Contemporary China, 12(36), 553-573 Hofman, B., Zhao, M. ve Ishihara, Y. (2007), “Asian Development Strategies: China and Indonesia Compared”, Bulletin of Indonesian Economic Studies, 43(2), 171-199 Lardy, Nicholas R. (2003), “Trade Liberalisation and its Role in Chinese Economic Growth”, Institute for International Economics, Washington D.C. Lin Yifu, Justin (2004), “Lessons of China’s Transition from a Planned Economy to a Market Economy”, China Center for Economic Research, Working Paper Series No.E2004001 Maddison, Agnus (2003), The World Economy: Historical Statistics, Paris: OECD Development Centre Nove, Alec (1990), “Planned Economy”, J.Eatwell, M.Milgate ve P.Newman (editor) Problems of the Planned Economy, New York: W.W.Worton and Co. Ramo, Joshua C. (2004), The Beijing Consensus, The Foreign Policy Centre, London Stiglitz, Joseph E. (1996), Whither Socialism?, 3. baskı, Cambridge: The MIT Press Story, Jonathan (2003), China: The Race to Market, London: Prentice Hall

15

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF