Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. © Copyright 2008 Talat Turhan
Sunuş 1973 yılından 1990’a kadar geçen süreçte Pentagon’a bağlı bir derin devlet işkence köşkünden geçtikten bu yana “kontrgerilla” tanımlaması bağlamında yasal mücadelemi sürdürmeye devam ettim. Gene derin devlet bağlamında istihbarat örgütleri arasındaki kirli ilişkileri, yazdığım kitaplarla ortaya koymaya çalıştım. 1990 yılından bu yana da NATO’nun görünmeyen bölümünü yani NATO derin devletini açıklamaya çalıştım. Daha sonra bu yapılanmaların nereden yönetilip, yönlendirildiğini saptamak uğraşısı içine girdim. Bu amaçla Çeteleşme1 adlı ilk kitabımı yayınladım. Anılan kitapta ABD derin devletini oluşturan gizli örgütlerden; bizim cenahta, belki de, ilk söz eden kişi oldum. Daha sonra, bu konu, cazip gelmiş olacak ki, birçok yazar tarafından aynı konuda çok değerli kitaplar yayınlandı. 2005 yılında yayınlanan Küresel Çete2 adlı kitabımda; bu konuyu biraz daha derinleştirerek küresel çeteyi oluşturan temel örgütleri açıklamaya çalıştım:
- Illuminati - Business & Round Table - Skulls & Bones Society - Bohemian Club (Grove) - The Royal Institute of International Affairs (RIIA) - Chatam House - The Council on Foreign Relations - CFR - Bilderberg (BB) - The Trilateral Commission - TC - Pinay Cercle - Mont Pelerin Society - The European Round Table of Industrialists - ERT Kuşkusuz Amerikan derin devletini oluşturan tüm bu gizli örgütleri deşifre etmek beni aşardı.
Buna karşın, yukarıdaki listede yer alan örgütlerden Mont Pelerin Cemiyeti’nin içyüzünü Mehmet Eymen ile birlikte açığa çıkartmaya çalıştık.3 Bu arada çok değerli araştırmacı ve yazar Halid Özkul’dan, anılan örgütler hakkında ayrıntılı bir kitap yazmasını istedim; sağ olsun beni kırmadı ve gerçekten de derinliği ve felsefi boyutu olan bir kitapla4 isteğimi yerine getirirken beni de onore etmek kadirşinaslığını gösterdi. Gene geçen yıl kaleme aldığım Derin Devlet5 adlı kitabıma bir şema ekleyerek ABD derin devletinin Siyonist ve masonik bağlantılarını açıklamaya çalıştım. Sıra, anılan örgütler içinde en gizemlisi olan ve bugüne kadar hakkında örgütün yapısı ve işleyişine ilişkin ülkemizde hiçbir kitap yazılmayan Bohemian Grove’a gelmişti. Bohemian Grove, Grove ismini bulunduğu mekânın ormanlık bir alan içerisinde olmasından; Bohemia ismini ise üyelerinin pek de toplum kurallarına aldırmayan kişiler olması özelliğinden almaktadır. Birçok kaynakta ise Bohemian Kulübü olarak isimlendirilmektedir. Anılan örgütte genellikle Temmuz ayında iki Cumartesi-Pazar’ı da kapsayacak bir süre içinde ABD’nin global elitleri(!) küresel seçkinleri, yani tüm dünyaya büyük adam diye yutturulan ABD’li örgüt üyesi kodamanlar bir yandan küresel dünyayı yönetmek için kararlar alırken, öte yandan da nekrofili (ölüye tecavüz) dahil her türlü cinsel sapıklık ve sapkınlıklarını tatmin ediyorlar. Bununla da kalmayıp, modern insanın çoktan terk ettiği, pagan dinlerinden kalma dev bir baykuş (Moloch) heykeli altında gam yakma töreni diye adlandırdıkları sözüm ona sembolik insan yakma törenine de katılıyorlardı. Üstelik işledikleri bu alçakça suçları kendi çıkarttıkları yasa ile suç kapsamı dışına alarak Amerikan adaletinin içyüzünü sergilemiş oluyorlardı. Bu örgütün içindeki tüm pisliklere tanık olan ve bir seks kölesi olarak kullanılan Cathy O’Brien isimli bir kadın, bu iğrenç insanların içinden kaçarak her türlü riski göze almış, daha sonradan eşi olan kurtarıcısı Mark Philips ile birlikte Trance-Formation America (Türkçe ismiyle Baykuş İmparatorluğu)6 diye bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap, yaşanan rezillikleri gözler önüne sermektedir. Günümüze değin birçok yazarın bu konuya değindiğinden söz etmiştim, onlar içinde ilginç bulduklarımı önsöze ekliyorum. ABD’nin seçkinlerinin(!) doğu yakasının örgütü olan Kurukafa ve Kemikler Örgütü’nün (Skulls and Bones Society) sapık masonik ritüellerinden çok söz edildi. Şimdi de, ABD’nin batı yakasında, California civarında yer alan bu ultra sapık örgütün içyüzünü gözler önüne sermeye çalışıyoruz. Bu noktada çarpıcı olan şey, birçok ünlü Amerikan Başkanı ve devlet adamının her iki örgüte de üye oldukları gerçeğidir. Tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve antikapitalist tavrımla, 1950 yılından bu yana her türlü riski göze alarak ABD emperyalizmi ile mücadele etmekle ne kadar haklı olduğumun bilinci içindeyim.
Sağduyulu Türk Ulusu, Türkiye ve dünya halklarına yönelik ABD derin devletinin hıyanetini algıladığı için, son anketlere göre ABD aleyhtarlığı % 73’e kadar çıkmış bulunuyor. Umarım ki bu kitap bu oranı daha da yükseğe çeker. Eğer bu umudum gerçekleşirse kitabın da işlevini yerine getirdiğine inanacağım. Bu kitabın oluşmasında ve bilgilerin ortaya çıkartılmasında büyük katkıları nedeniyle M. Faik Kurtulan’a teşekkür eder, saygılarımı sunarım. Talat Turhan 3 Nisan 2006 Kuzguncuk
1.
Çeteleşme, Talat Turhan, Akyüz Yayınları, Haziran 1999
2.
Küresel Çete, Talat Turhan, İleri Yayınları, 1. baskı, Şubat 2005
3. Mont Pelerin Küresel Sermayenin Beyni, Talat Turhan-Mehmet Eymen, İleri Yayınları, 1. baskı, Mart 2005 4.
Gizli Ordular, Halid Özkul, Sorun Yayınları, 1. baskı Aralık 2005
5.
Derin Devlet, Talat Turhan, İleri Yayınları, 1. baskı, Ekim 2005
6. Baykuş İmparatorluğu, Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü, Mark Philips, Cathy O’Brien, Çevirisi: Uğur Alkapar, Aykırı Yayınevi, 1. baskı, 2002
Bohemian Club Tarihçesi Kısa Tarihçe Uçsuz bucaksızmış gibi görünen, içinde 2.000-3.000 yıllık kızılağaçlarla dolu kocaman bir ormanda karanlık çökmeye hazırlanırken dallarından sarkan kuru kafalarla1 süslenmiş bir yolda, garip kıyafetler giymiş bir grup adamın yaptığı esrarengiz törenlerle, bunu 130 yıldır yaşamaya ve izlemeye gelen 1.500-2.000 kişilik bir seçkinler topluluğundan oluşan bir kulüp ve onun dünyamız için öneminden söz edeceğiz. Bohemian Grove (Bohemler Ormanı), San Francisco’nun 70 km. kuzeyinde, Kaliforniya’nın Sonoma kırsal bölgesinde Monte Rio Kasabası yakınında yer alan yaklaşık 2700 akre’lik2 (11.000 dönüm) büyük bir ormanlık alana ismini vermiş; içinden Rusya nehri akıyor. 1872 yılında birtakım politik ve aydın çevrelerin her şeyden uzak bir köşede kafalarını dinleyip karşılıklı fikir alışverişinde bulunmak üzere kurdukları kulübün yazılı olmayan bir takım kuralları var, davet edilenlerin dışında içeri girmek neredeyse imkansız. Kampın her önemli bölgesinde güvenlik görevlileri bulunmakta ve şüphelendikleri kişilerden nasıl ve kim tarafından davet edildikleri soruluyor. Geleneklerini İngiliz erkeklerinin sorun yaratan hanımlarından uzak kalmak üzere erkek erkeğe oluşturmaya alışık oldukları ve birtakım kaçamakları da yaşadıkları kulüplerden alan bu topluluğun içine, görevli olmadıkları sürece hanımların girmesine izin verilmiyor. Yine İngiltere’den gelme alışkanlıktan olacak, zencilerin ve ikinci sınıf insanların da kulübe girmesi yasak.3 Yani yaşlı Avrupa’nın tüm ırk, sınıf ve cinsiyet ayrımcılığı bu kulüpte uygulanıyor. Son zamanlarda basından ve toplumdan gelen rahatsız edici eleştirilerden olsa gerek, bu yasaklar tek tük de olsa zenciler açısından delinmeye başlamış. Her yıl Temmuz ayının başından itibaren yaklaşık üç Cumartesi’yi kapsayan ve iki hafta süren bu kulübün etkinlikleri üç ana başlık altında toplanabilir. Konferanslar, düzenlenen çeşitli eğlenceler ve garip törenler, tabii bütün bu etkinliklerle birlikte tüketilen korkunç miktarda alkol ve uyuşturucu da cabası. Kısacası kampa katılan herkesin anılan bütün etkinliklere katılarak karşılıklı olarak iletişim kurabileceği bir ortam bulunuyor. Bununla birlikte Bohemian Grove’da tek bir kampta herkesin toplandığını düşünmeyin. 120’yi aşkın kamp olduğu söylenen bu kulübe herkesin girmesi mümkün değil. Kimin hangi kampa katılacağına kulüp yönetimi karar veriyor. Peki, öyleyse kimler katılıyor bu kamplara diye soracak olursanız onlar öncelikle beyaz ve dünyanın en seçkin kişileri. Eski ve şimdiki başbakanlar, devlet başkanları, dünyanın en zengin kişileri, aydınlar, gazeteciler, akademisyenler, askeri görevliler, tıp doktorları, artistler, etkin kişiler ve iş adamları. Çoğunluğu Amerikalılardan oluşan katılımcıların bazıları bir Amerikan internet sitesinde4 şöyle sıralanmış.
- George H. W. Bush - Amerikan Başkanı - Dick Cheney - ABD Başkan Yardımcısı - Dwight D. Eisenhower - ABD eski Başkanı - Malcolm Forbes - Yayıncı, Forbes Magazin’in sahibi
- Gerald Ford - Eski ABD Başkanı - Newt Gingrich - Temsilciler Meclisi Sözcüsü - Cumhuriyetçi - Alan Greenspan - Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) - Alexander Haig - Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı ve Genel Sekreteri - ABD Savunma Bakanlığı üst düzey görevlisi
Bşk. NATO
- Herbert Hoover - ABD eski Başkanı - Jack Kemp - Cumhuriyetçi Parti 1996 Başkan Yardımcısı adayı - Henry Kissinger - ABD Dışişleri eski Bakanı - Richard M. Nixon, - ABD eski Başkanı, (Bohemian Grove hakkındaki görüşleri zaman cetvelinde yazıyor) - Colin Powell - ABD eski Dışişleri Bakanı - Ronald Reagan - ABD eski Başkanı - George Schultz - 1982-1989 dönemi ABD Dışişleri Bakanı - Caspar Weinberger5 - 1981-1987 dönemi Reagan yönetiminin Bakanı, Star Wars projesiyle tanınıyor. - Art Linkletter - Şov dünyası - CBS televizyonu yapımcısı - William Randolph Hearst, Jr- Pulitzer Ödüllü gazete editörü, Phi, Delta, Theta Cemiyeti üyesi - Charles Scripps, Scripps-Howard isimli gazeteler zincirinden - Jack Howard-yine Scripps-Howard’dan - David M. Kennedy - Stanford Üniversitesi tarih profesörü - Nathan Myhrvold - Teknoloji Dairesi eski şefi, Microsoft’tan - Seth Shustak - Astronom, SETI Institute - Jesse H. Choper- Başhakim Earl Warren’in hukuk şefi - John Major - İngiltere eski Başbakanı - John Keegan - Askeri tarihçi - William Davidow - Yazar ve yatırımcı sermayedar işadamı - James R. Lilley - Çin ve Kore eski Büyükelçisi - John M. Barry - Yazar, bilimadamı - William Casey, CIA eski direktörü - John Lehman - Deniz Kuvvetlerinden Sorumlu eski Bakan
Savunma
(Yaptığı bir konuşmada I. Körfez Savaşı’nda 200.000 Iraklının öldürüldüğünü iddia etmişti) - Tok Johnson - CNN Başkanı ve The Los Angeles Times eski yayımcısı.
gazetesi’nin
- David Germen (artık katılımcı olmadığı ifade ediliyor) - A.W. Clausen - Dünya Bankası Başkanı Türkiye’de Illuminati adlı kitabıyla tanınan Dr. Texe Marrs’ın iddia ettiğine göre Bohemian Grove toplantılarından birine Adolf Hitler de katılmış. Savaş karşıtları ya da barış yanlılarının tüm dünyada Bush-Hitler benzerliğini öne çıkartmaları, halkların sağduyusunu gösteriyor. Bush ve çetesinin tarikat bağlantıları ve Neo-Con anlayışını yansıtan PaxAmericana, aslında faşist yöntemlerle uzun erimli amaçlarına ulaşmak istemektedir. San Fransisco’daki Merkez Bina Kulübün idari binası şehrin içinde yani San Fransisco’da faaliyet gösteriyor. Söz konusu binanın mimari planları l920’lerde yapılmış ve 1933’te inşaatı tamamlanmış. Binanın dış cephesi tuğla ve betondan oluşuyor. İçinde omate tarzında sona eren, tarihi ve mimari açıdan büyük değere sahip çerçeveler bulunuyor; bu da binanın içini hayli gösterişli bir görünüme ulaştırıyor. Binanın 5 katı ve buna ek olarak asma katları var. Ayrıca binanın kendi tiyatrosu, içinde karikatürik bir tarzda düzenlenmiş barı olan bir ana yemekhanesi, alt katlarda tam donanımlı mutfakları ile üçüncü ve dördüncü katlarda karışık olarak konumlandırılmış yatak odaları ve yönetim ofisleri bulunuyor. Binanın her bölümünü kapsayan bir altyapı master planı mevcut. Kulübün dahili komitelerinde şimdiki ve gelecekteki iyileştirmelerin master plana uygun olabilmesi için daima yorucu tartışmalar yapılmakta. Binanın yaşı göz önünde tutularak mevcut hizmetlerin devam ettirilebilmesi ya da gerekli yenilemelerin yapılması üzerinde önemle duruluyor. Master plan 10 yıllık bir yenilenme süreci içeriyor ve bu, kısa vadeli, orta ve uzun süreli gereksinimleri belirliyor. Bu yenileme ve onarım işleri için de her yıl kulüp bütçesinden payını alıyor. Kulübün Tarihçesi 1872 tarihinde San Francisco’da edebiyat ve sanattan hoşlanan erkeklerin toplandığı bir kulüp olarak organize edildi. O zamanki kulüp evi Sacramento Caddesi’ndeki Astor Oteli’ndeydi. Kulüp sembolü olarak “baykuş” seçildi. 1874 yılında kulübün üye sayısı 182’ye ulaştı. 1875 yılında Weaving Spiders Come Not Here (Buraya İş İlişkileri Kurmaya Gelmeyin) ifadesi kulübün parolası haline geldi. Bu parola Sheakspeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eserinden ilham alınarak seçilmişti. 1877 yılında kulüp, Astor Oteli’nden çıktı ve yine San Francisco’daki Pine Caddesi’nde 430 numaraya taşındı. 1878’de düzinelerce Bohemyalı, Sonoma kırsal bölgesindeki şimdi Taylor kampı olarak bilinen ormanlık arazide eğlenceler düzenlediler. Bu, bugüne kadar uzanan kızıl ormanlarda kamp yapma geleneğine ilk adım oldu. Artık senenin Temmuz ve Ağustos ayları kızıl ormanlarda kamp kurmak ve kişisel tatil yapmak bir gelenek halini aldı. 1882’de kulübün hamisi Nepomuklu Aziz John oldu. Bununla ilgili olarak anlatılan bir efsaneye göre, Bohemia Kraliçesi Johanna’nın itiraflarından oluşan sırları krala ifşa etmediğinden dolayı 1393 yılında Kutsal Roma’nın ve Bohemyalıların kralı olan IV. Wenceslaus’un emriyle Aziz John öldürülür. Bugün Aziz John, Bohemian Club üyelerinin faaliyetlerindeki mahremiyetin haklılığını simgeliyor. Bu arada
sanki konumuzla ilgisizmiş gibi görünse de ilginç bir benzerlik şöyle ifade ediliyor: IV. Wenceslaus, Kutsal Roma İmparatorluğu unvanını elde edebilmek için aynı babadan fakat farklı anneden olan kardeşi I. Sigismund’la mücadele eder. Sigismund ise bugün de hali hazırda İngiliz Krallığı’nın ve Londra Belediyesi’nin de içinde bulunduğu Dragon Court6 (Ordo Draconis) adlı bir kardeşlik örgütünü kurmuş olan kişidir. 1885 yılına gelindiğinde Josef D. Redding kulüpte olağanüstü başarılı bulunarak Bohemian Club’ın başkanlığına seçildi. Artık kulüpte yapılan “kaygıların yakılması” diye adlandırılan töreni sekiz yıl boyunca o tertip edecekti. Redding, Harriman&Harknes’in sahibi olduğu Güney Pasifik Demiryolu Şirketi’nde başarılı bir avukattı ve müzikte de bir deha olarak kabul ediliyordu. 1887 yılında artık kulübün çok çeşitli insan yapılarından ve çoğunlukla San Francisco iş çevrelerinden oluşan 561 üyesi mevcuttu. Bunlar arasında Crocker bankacılık ailesinin 4 üyesi, Spreckle ailesinden 3 kişi, William Randolf Hearst, Körfez bölgesi gemi tamircisi Arthur W. Moore, gazeteci ve yazar Ambrose Bierce, yazar Henry George ve Amy and Navy firmasından 14 görevlilerinden oluşuyordu. Diğer Bohemian Club yazarları ise Charles K. Field, Ina Coolbrith, Bret Harte, Daniel O’Connel ve meşhur yazar Mark Twain’di. 1892 yılında o zamanlar Sequoia Vadisi olarak bilinen şimdiki Bohemian Grove arazisi içinde 21 metre yüksekliğindeki Buda heykeli inşa edildi. Heykel Japonya’daki Kamakura’nın Daibutsu modelinde yapıldı. Bundan sonra bu heykel “kaygıların yakılması” töreninin de bir parçası haline geldi. Bohemian Club’ın başkanı Joseph D. Redding 1893 yılı kamp buluşmasında Cremation of Care (Dertleri, üzüntüleri, ya da gamları yakma ) törenini icat etti ve törenin en üst rahipliğini üstlendi. Birkaç yıl içerisinde işini New York’a taşıyarak yüksek sosyetenin bir üyesi haline geldi. Gene aynı yıl Bohemian Club, ilk defa Sequoia Vadisi’nde bir bölüm araziyi Sonoma Lumber Company adlı bir şirkete kiraya verdi. Bu firma bu araziyi 1899 yılında kendine başka bir yer alıncaya dek kiraladı. 1899’da kulüp, Sequoia Vadisi’nde 10 akre’lik (40,5 dönüm) bir araziyi daha satın aldı ve 67 yıl içerisinde 28 adet daha toprak alımı gerçekleştirdi. Bugün kulübün 11.000 dönümlük arazisi var. İlk defa bu tarihte The New York Times iki makale ile “gam yakma” töreninin ne kadar etkileyici olduğundan söz etti. 1905 yılında The Washington Post gazetesi ilk defa bir Amerikan başkanının, William Howard Taft’ın7 kızıl ormanlardaki Bohemian Club’ı ziyaret ettiğini yazdı. 1913 tarihinde “gam yakma” töreni kampın ilk hafta sonuna denk getirildi. 1914’te ise kulüp üyelerinin sayısı 1.259’a ulaştı. Bunlardan 787’si kalıcı üye, 241 kişi geçici üye, 19’u Deniz Kuvvetleri çalışanı, 49’u askeri görevli, 29’u fakülte öğretim üyesi, 114’ü dost ve arkadaşlar, 20 kişi ise onur konuğu idi. 1920’lerde arazinin içindeki göl ve çevresinde tadilata gidildi. Amerikalıların dışındaki insanların 30 metre genişliğinde, 124 metre uzunluğunda diye bildiği gölün aslında, 30,48 metre genişliğinde ve 121,92 metre uzunluğunda olduğu anlaşıldı. 1929 tarihinde beton baykuş inşa edildi ve artık Bohemian Grove’da 169 tane kamp oluşturulmuştu. 1933’te kulüp üyelerinin eskiden kaldıkları Sir Francis Frake Oteli’nde yenileme yapıldı. Kulüp üyeleri bu sefer 2.000’e ulaşmıştı ve bir sonraki yıl oteldeki inşaat bitirilerek kulüp üyelerine yeni bir kulüp evi kazandırılmış oldu.
1941 yılına gelindiğinde İkinci Dünya Savaşı’ndan dolayı kulüp üyelerinin sayısı 1.643’e düştü. İkinci Dünya Savaşı’nda Edward Teller’la8 birlikte meşhur Manhattan Projesi kapsamında atom bombasını geliştiren nükleer fizikçi Ernest Lawrence yukarıdaki resimde görülüyor. 1981 yılında kulüpteki gölün etrafına toprak ve beton dökülmek suretiyle kıyı hatları yeniden belirlendi. Artık gölün içine yapay bir şelale akıyordu. Göl zambaklarının doğal görüntüsü bozulmasın diye su jetleri gölün altına yerleştirildi. 1994 yılındaki sayıma göre ise kulüpte 124 adet kamp oluştu. Nükleer Sanayicileri Dikkat Çekici! Http://www.sonic.net/~kerry/bohemian/grovenukes.html adlı internet sitesinde yayınladığı makaleyle Kerry Richardson, Bohemian Grove’a katılan nükleer silah sanayicilerine dikkat çekiyor ve nükleer silah üretim, geliştirme ve satış projelerinin İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi kulüpte konuşulduğunu iddia ediyor. Makale 1987 yılına kadarki 8 yıllık bir dönemi kapsıyor ve bu dönem içerisinde nükleer sanayi ile ilgili olan ya da bu konuda devlet adına karar verme konumunda olan ve kulübün yıllık kampına katılan isimlerden söz ediyor. Örneğin Casper Weinberger, o zamanki Reagan9 döneminin Savunma Bakanı görevindeyken kulübe katılır. Harold Brown da, Başkan Carter döneminde Savunma Bakanı’yken katılır. Yine Charles Duncan, ABD hükümetinin nükleer bomba üretiminden sorumlu olan enerji departmanının başındaki isim, nükleer Cruise füzelerinin üreticisi ve 80’li yıllarda ABD devletine en çok iş yapmış ikinci nükleer silah üreticisi olan General Dynamics firması yönetim kurulu üyesi David S. Lewis, şirketi adına kulübe o yıl katılır, daha sonraki yıllarda ise yine General Dynamics firması adına başka isimler kulübe üye olurlar. Yine nükleer silah sanayisinde üretim yapan B-1B bombardıman uçakları ve uzay mekiği yapımcısı Rockwell firmasının CEO’su10 ve yönetim kurulu üyesi Robert Anderson, daha sonraki yıllarda ise aynı firmanın sahibi Willard F. Rockwell’in ismi geçiyor. Sekiz yıllık isim listesinde adı geçen firmalardan birisi de Boeing firması. Firmanın neredeyse tüm yönetim kurulu üyelerinin ismi kulüp üyesi olarak belirtiliyor. Bilindiği gibi Boeing firması da, nükleer Cruise füzelerini uçaklara monte ederek, B-52 bombardıman uçaklarını nükleer bomba taşıyıcısı durumuna getiren firma. Bu firmanın ABD’nin Star Wars (Yıldız Savaşları) projesinde de kontratı bulunuyor. Bohemian Grove’a çok sık katılan firmalardan birisi de “United Technologies Corporation” firması. Firma, ABD devletiyle en büyük iş yapan firmalar arasında yedinci sırada geliyor. Titan, Minuteman III ve Tomahawk, Cruise füzeleri ile Skorsky helikopterleri ve jet motorları üretiyor. Bu firmaların yanı sıra kampa katılan daha onlarca savaş sanayii ve nükleer silah üreticisi firmanın içinde dünya çapında isim yapmış Tenneco Inc., Nortrop Corporation ve TRW Corporation gibi şirketler de var. Bu kadar çok nükleer silah ve savaş sanayicisini ABD’nin ve diğer ülkelerin başkanlarıyla her sene bir araya getiren bu kulüp, acaba makale yazarının iddia ettiği gibi çıkarılması muhtemel olan savaşların ve bu savaşlarda gerekli olan silah ve mühimmatın ya da hali hazırda sürmekte olan bir savaşta daha henüz üretilmiş olan silahların kullanılabilirliğinin konuşulup planlandığı bir yer olduğunu iddia edersek yanılmış olmayız. Kamplar Karmaşası
Bohemian Grove’daki bütün eğlenceler kulübün eğlence komitesinin himayesinde düzenlenmiyor. Bohemyalılar ve misafirleri yıllar boyunca değişerek evrim geçirmiş ve farklı kamplar farklı anlamlar ifade eden etkinlikler düzenlemekteler. İlk başta ağaçlıklar arasında altışarlık ya da on ikişerlik gruplar bir araya gelerek altında yaşadıkları birer çadır kurarak işe başlamışlar. Sonra yavaş yavaş kendi kamplarına özgü gelenekleri oluşturmuşlar. Sonra da yaşadıkları kamplara Cliff Dwellers, Moonshiners, Silverado Squatters, Woof, Zaca, Troyland gibi kendi sevdikleri isimleri vermişler. İkinci adım olarak daha güzel kulübeler veya Kızılderili çadırları kurmuşlar ve kendilerine özgü amblemler geliştirmişler. Kalıcı bir bar ve güzel bir piyano yerleştirmişler. Bugün ise Bohemian Grove’da yapıları ve statüleri itibariyle birbirinden farklı 120’den fazla kamp bulunuyor. Çoğunlukla kamplarda 10 ila 30 kişi kalıyor. Bunlardan sadece bir iki tanesinde 125 kişiden fazla üye barınıyor. Kampların çoğu Nehir Caddesi olarak isim verilen yol üzerine serpiştirilmiş, fakat bazıları başka bölgelere saklanmış; Grove’un merkezine 10-15 dakika uzaklıkta. Kamplarda yapılan eğlenceler genellikle kural dışı ve doğaçlama ortaya çıkıveriyor. Bazıları bir gün Grove’daki tüm caz sanatçılarını aynı gecede bir araya getirirken, bazen de kamp sakinleri, artistleri ve yazarları bir öğlen ya da akşam yemeğinde toplamayı yeğleyebiliyorlar. Birçok kampın kendi sakinleri içinden çıkarttığı amatör piyanistleri ya da şarkıcı grupları da var; bu kişiler kendi kamp sakinlerine güç ve yeteneklerini sergiliyorlar. Fakat kampların bütün eğlencesi çalınan ve sergilenen etkinlikleri izlemekten ibaret değil. Bazı kamplar yemeklerinin ve içkilerinin güzelliği ile tanınıyor. Örneğin The Jungle Camp’da naneli içkiler, Halcyon’da ise üç feet (91,5 cm) büyüklüğünde Martini ün yapmış. Owl’s Nest isimli kamp süresi içinde bir gün yüzden fazla kişiyi bruncha davet ederek davetlilere cin-fiz eşliğinde üzerine yumurta pişirilmiş İngiliz pidesi ikram ediyor. Bütün duvarlar 1967’de o kampın misafirleriyken çekilmiş, geleceğin başkanları olan Reagan ve Nixon’un fotoğrafları ile süslenmiş. 1970’lerde Poison Oak isimli kamp, Bulls Balls adında bir öğlen yemeği ile tanınmıştı. Oraya gelenler, bu yemeğin çok güzel bir ikram olduğunu ve bu kadar küçük bir kamptan böyle bir özgün ikramın çıkmasının beklenemeyeceğine vurgu yapmışlardı. Ayrıca anlatılanlara göre diğer kampların katılımcılarının birbirinden habersiz özgün etkinlikler yaptıklarından da söz ediliyor. Çok iyi bir pornografik arşivleri bulunan ve bu filmleri seyretmenin aslını yaşamaktan dahi daha ilgi çekici olduğuna inanan bu kişiler sapkınlığın bir başka örneğini göstermekte. Neredeyse bütün kamplar kendi mekanlarına diğer kamplardan girmenin serbest olduğunu iddia ediyor. Kime sorsanız en uygun davranış misafirperverlik ve bedava içki ikramı olarak tarif ediliyor. Herkes arkadaşlık kurmanın kolay olduğu görüşünde hatta bazı kamplar dışarı çıkarak ne kadar arkadaş canlısı olduklarını göstermeye dahi çalışıyorlar. Grove’un içinde bulunan küçük müzede çeşitli kuşlar ve memeli hayvanlar sergilenmekte. Bohemian Grove Kütüphanesi’nde tüm kampların gazete kupürleri ve resimlerin yapıştırıldığı ve tarihinin özetlendiği büyük albümler yer alıyor. Bu tarihçelerin çoğunda kampın ismini nereden ve ne şekilde aldığı, kampın kurucuları hakkında anekdotların anlatıldığı ve şu an meşhur olan ve kampı ziyaret etmiş olan Amerikalıların isimleri belirtiliyor. The Lost Angels isimli kamp 1958 yılından beri Los Angeles Şehri’ne olan düşkünlüğünü sergiliyor. Bu tarihçe, üyelerin başka bir kamptan nasıl kopup geldiklerini,
neden orada kendilerini kaybolmuş gibi hissettiklerini ve o kampta Bohemian Grove yetkilileri ile bir kamp ateşi yüzünden yaptıkları tartışmaları anlatan fotoğraflar ve üye listeleriyle son buluyor. Bu tuhaf Lost Angels kampı diğer kamp sakinlerine muzipçe muamele etmekte çok başarılı. Kampa dışarıdan gelenlere çeşitli şaka ve tekerlemeler yaparak Los Angeles geleneklerine uygun bir davranış sergiliyorlar, esprilerin vurgulaması Los Angeles üzerine. Bu arada becerebilirlerse diğer kamplardan gelenler de değerli eşyaları çalıyorlar. Karşılıklı şakalar böyle sürüp gidiyor. Kamp bu basit ve ulaşılabilir tutumlarından dolayı Bohemian Grove’un en popüler kamplarından biri. Bohemian Grove’un resmi ağızları her ne kadar kamplar arasında eşitlik olması gerektiğini vurguluyorsa da, şimdilik böyle bir eşitliğin olmadığı görülüyor. Kamplar arasında bir dalda en çok uzmanlaşmış kimselerin bir araya geldiği yani içinde şarkıcı ve müzisyenlerin toplandığı kamp ise Aviary kampı. Bu kamp sakinleri Bohemian Club korosunun bir bölümünü oluşturuyor. Koronun diğer bölümü ve kulüp orkestrasının tamamının kaldığı kamp ise Tunerville kampı. Band kampı bandoculara ait. Fakülte üyeleri 28 kamp arasında paylaşılmış. İşadamları, bankerler ve politikacılarsa bütün kamplara dağılmış durumda. Fakat ülkenin çok etkili bazı politikacıları ile işadamları birkaç kampta toplanmakta. Bunlardan en seçkin ve diğer kamplardan biraz uzak olanı Mandalay kampı. Nehir yolu üzerinde bir tepede konuşlanmış, pahalı kulübelerden oluşan bu kampa ülkenin yönetim çatısını oluşturan en elit kesimi katılıyor. Cave Man diğer bir kodaman kampı. Burası eski başkan Herbert Hoover ve Richard Nixon’un da kamplarıydı. Bu kampın 1970’li yıllardaki üyeleri aynı zamanda Stanford Üniversitesi’nde etkinlik gösteren son derece muhafazakar bir düşünce kuruluşu olan Hoover Institution düşünce kulübünün yöneticileriydiler. Isles of Aves adlı kamp ise 1980’li yıllarda Cumhuriyetçi Parti’nin yöneticilerinin bir araya geldiği bir kamptı. Özetlersek kamplar Bohemian Grove etkinliklerine başka bir boyut ekliyor ve kulüpte nispeten küçük ve organizasyonca daha zayıf aktivitelere bir temel teşkil ediyor. Yine bu kulüp içi kamplar farklı gruplaşmaların yarı ciddi rekabetleri açısından pratik şakalar ve esprilerle bir uyum oluşturuyor. Eski bir kulüp çalışanının anlattığına göre bu kamplar kulübe bir nevi kolejli kardeşliği ortamı kazandırmış oluyor. 1992 Yılı İtibariyle Kampların Listesi Abbey
Highlanders
Aorangi/Swagatam
Hillbillies
Aviary
Hillside
Better’ole
Hualpai
Bromley
Idle Wild
Camels
Inter Lude
Careless
Iron Ring
Cavemen Cliff Dwellers
Isle Of Aves Jinks Band
Cool-Nazdar
Jungule
Cross Roads
Ladera
Crow’s Nest
Land Of Happiness
Coo Koo’s Nest
Lands End
Derelicts
Last Chance
Dog House
Lost Angels
Dragons
Madrone
Druids
Mandalay
Edge Hill
Mathieu
El Toro II
Medicine Lodge
Esplandian
Meyerling
Faraway
Monkey Block
Five Easy Pıeces Fere Peak
Moonshiners Moro
Friends Of The Forest Necatama Green Mask
Outpost
Halcyon
Owlers
Haven
Owl’s Nest
Hermits
Oz
Hideaway
Parsonage
------------------------------------------------------------------------------Pelicans
Star And Garter
Piedmont
Stowaway
Pig’n Whistle
Sundodgers
Pink Onion
Sunshiners
Poison Oak
Tarry Town
Poker Flat
Thalia
Pow Wow
Three Threes (333)
Puma
The Binders
Rattlers
Timbuktu
Red Fire
T-N-T
Rendevous
Totem In
River Lair
Toyland
Roaring
Turnervılle
Romany
Uplifters
Rugh’n Ready
Utukulu
Sahara
Valhalla
Santa Barbara
Walley Of The Moon
Sempervirens
Wayside Log
Seqouyah
Web
Seven Trees
Whiskey Flat
Sheldrake Lodge
Whoo Cares
Shoe Strıng
Wild Oats
Silverado Squatters
Wohwohno
Skiddoo
Woof
Skyhi (Sky-High) Sleepy Hollow
Ye Merrie Yowls Zaca
Snug Harbor Sons Of Rest Sons Of Toil Spot Dünyayı İlgilendiren Kararlar Mandalay Kampından Çıkıyor Bohemian Grove’da bugün itibariyle var olduğu öngörülen 120’yi aşkın kamp içinde Cave Man, Hideaway, Hill Billies, Hillside, Isle of Aves, Lost Angels, Midway, Owl’s Nest, Sempervirens, Silverado Squatters ve Stowaway gibi kamplarda çok saygın davetliler kalıyor, ancak bunların en başında gelen, Mandalay kampının davetlileri. Uluslararası ilişkiler kurmak üzere orada toplanmış ve gerektiğinde de kendi ülkelerindeki istihbarat örgütleriyle birebir ilişki kurabilecek seviyedeki ülke yöneticilerinden oluşuyor. Bu garip ilişkiler zinciri de bize sanki dünyanın tüm istihbarat örgütlerinin aynı merkez ya da güçler tarafından idare edildiği izlenimini veriyor. Kulübün yöneticileri, seçkinler dışındaki üyelerin Mandalay kampına girmesini engelliyor. Hill Billies ve Stowaway gibi kampların Rockefeller’lar ve Morgan’lar gibi birçok sakininin de şimdiye kadar birçok kez Mandalay kampında misafir edildiği biliniyor.
http://home.planet.nl/~reijd050/organisations/Bohemian_Grove.htm isimli bir internet sitesinden bulduğumuz Mandalay kampı katılımcılarının kimliklerine bakılırsa katılımcıların çoğunlukla CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg ve Trilateral Commission gibi “küresel çete” olarak adlandırılan kuruluşların üyelerinden oluştuğu görülüyor.
Bir araya gelmiş 51 Mandalay kampı üyesi aşağıdaki organizasyonları temsil ediyor.) Not: Mevcut üye listesinde Pilgrims Cemiyeti ve Malta Şövalyeleri oldukça eksik. Az miktarda 1001 Club üyesinin ismi var ancak söz konusu olan Mandalay kampı olunca bunları saymanın bir önemi yok. İngiliz Katılımcılar İngiliz ziyaretçilerin, İngiliz Kraliyeti’ne ve Londra’daki başlıca bankalara sıkı bağları olduğu görünüyor. Eğer İngiliz temsilciler bir geceden fazla kalırlarsa geceyi Mandalay kampında geçiriyorlar. Şimdiye kadar sadece aşağıdaki kişileri tespit edebildik. Biyografileri için üyeler listesine bakabilirsiniz: http://home.planet.nl/~reijd050/organisations/Bohemian_Grove.htm isimli bir internet sitesinden bulduğumuz Mandalay kampı katılımcılarının kimliklerine bakılırsa katılımcıların çoğunlukla CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg ve Trilateral Commission gibi “küresel çete” olarak adlandırılan kuruluşların üyelerinden oluştuğu görülüyor. Not: Mevcut üye listesinde Pilgrims Cemiyeti ve Malta Şövalyeleri oldukça eksik. Az miktarda 1001 Club üyesinin ismi var ancak söz konusu olan Mandalay kampı olunca bunları saymanın bir önemi yok. İngiliz Katılımcılar İngiliz ziyaretçilerin, İngiliz Kraliyeti’ne ve Londra’daki başlıca bankalara sıkı bağları olduğu görünüyor. Eğer İngiliz temsilciler bir geceden fazla kalırlarsa geceyi Mandalay kampında geçiriyorlar. Şimdiye kadar sadece aşağıdaki kişileri tespit edebildik. Biyografileri için üyeler listesine bakabilirsiniz: http://home.planet.nl/~reijd050/organisations/Bohemian_Grove.htm
Küresel Siyonist Derin Dünya Yönetiminin Üçlü Sacayağına Genel Bir Bakış Dünyayı ilgilendiren kararların alındığı Bohemian Club’ın seçkin üyeleri listelere dikkat edilirse başka kuruluşların da üyesi. Biz de bu kuruluşlardan en önemli üç tanesine biraz değinerek bu kulübün arka planını oluşturan zihniyeti biraz daha açığa çıkarmak istiyoruz. Tüm amaçları tek dünya devleti çatısı altında oluşturacakları tek bir finans sistemi ve yine tek bir inanç sistemi (tek din) oluşturmak ve küresel bir diktatörlük tahtında zihniyetlerini kabul ettirmek olan bu dünya seçkinlerinin gizli gündemlerini bir karara bağlamak üzere bir araya geldikleri kardeş kuruluşlar bakın nasıl çalışıyorlar.12 Dış İlişkiler Komisyonu (CFR) Gizli örgütlenmeler, dünyanın olduğu kadar ABD derin devleti yapılanmasının da yapıtaşlarıdır. Şöyle söyleyebiliriz ki; bunları parça parça bir araya getirdiğimiz vakit ABD karar mekanizması ortaya çıkmış olur. Bu örgütlerde yer alan seçkin kişiler karar mekanizmasını oluşturur. Kararlar bunlar tarafından alınır. Tüm bu gizli örgütlerden ve istihbarat örgütlerinden gelen öneriler, çekirdek kadro dediğimiz bir merkeze gelir. Son sözü onlar söyler. Çekirdek kadro 15-20 kişiden fazla değildir. Bu kadroya dahil olmak için tek koşul şudur: Bilderberg üyesi, Trilateral Komisyonu (TC) üyesi, bir de aynı zamanda CFR üyesi olmaktır. Bu çekirdek kadroya yan örgütler ve istihbarat örgütleri hizmet ederler. CFR, Bilderberg veya Trilateral Komisyon’un aldığı tüm kararlar genellikle tasarı halindeki kararlardır. O öneriler toplanır karar merkezine gelir. Karar merkezinin aldığı mutlak karar, savaş kararı, işgal kararı, savaşı durdurma vb. gibi kararlardır. Bu karar alındıktan sonra görünürdeki ABD hükümeti bunu uygulamakla yükümlüdür. Şimdi CFR’in nasıl kurulduğuna bir bakalım; Round Table (Yuvarlak Masa) sürekli katılımcılarının 1919 yılında Paris’teki Majestik Hotel’de yaptıkları meşhur toplantıda alınan kararla dünyanın tek elden idare edilebilmesi için kollarını sıvayan emperyal güçler, 1921 yılında CFR’yi (Council on Foreign Relations) kurdular. Bilindiği üzere Round Table’ın önde gelen isimleri, John D. Rockefeller, John P. Morgan, Andrew Carnaige, Mayer A. Rotschild ve Cecil Rhodes idi.1921 yılında CFR kuruluşunda da yine aynı isimleri taşıyan varisler işin başını çekiyorlardı. Kurucular arasında yer alan kişilerin kimliğine bakıldığında ise bu iddianın kan yoluyla nesilden nesile devam ettirildiğini göstermesi açısından ilginç bir durum ortaya koyuyordu. Bundan yıllar önce bir CIA ajanı olan David Ross tarafından yazılmış olan kitapta bu mekanizma açık olarak ortaya konmuştur. ABD’nin bir görünen yüzü vardır, bir de görünmeyen yüzü. Buna aysberg de denilir. Aysbergin 1/3’ü açıktadır, 2/3’ü gizlidir. Görünen yüz dipteki yapılanmadan emir alır. Yani gizli yapılanma tarafından yönlendirilir ve yönetilir. İşte en dipte de Skulls&Bones (Kurukafa ve Kemik Örgütü) (1832) ve Illuminati (1776) gibi hem gizli faaliyet yürüten, hem de hiçbir legal kılığa girmeyen örgütler vardır. Derin Devlet isimli kitapta örgütlenme yapısı şöyle izah ediliyor:
Görünmeyen hükümet, görünüşte diğer hükümetin normal kısımlarıymış gibi gelen birçok birim, örgüt ve bireyleri içine alır. Dıştan özel gibi görünen ticaret şirketleri ya da kurumları, görünmeyen hükümetin birer organı olabilir. Bir bakıma yeni yeni farkına varılan
gerçek şudur ki, bu görünmeyen hükümet 190 milyon Amerikalının hayatına şekil verir. Barış, savaş gibi ana kararlar halkoyunun bilgisi dışında alınmaktadır. (…) Allen Dules’ın sözleriyle, “İstihbaratımıza hükümet içerisinde öyle bir yer vermiştir ki, buna, dünyanın başka bir hükümeti içinde rastlamak mümkün değildir.”13 ABD başkanlarından Franklin Roosevelt de, 1933’teki bir yazışmasında, “İşin gerçeği şu ki (bunu sen de ben de biliyoruz), büyük merkezlerdeki bir finans unsuru ta Andrew Jackson’ın devrinden bu yana yönetime sahip olmuştur” demektedir. Bir dönemin ABD başkanı, kendisini de yöneten ABD’deki gizli hükümeti bizzat itiraf etmektedir. CFR, ABD yönetimini öyle ele geçirmiştir ki, uygulamada devlet başkanına bağlı olarak gayrıresmi CFR üyelerinden oluşturulan ve “özel grup” olarak adlandırılan bir çalışma grubu ile gerek ABD halkının nabzının tutulmasında, gerekse hükümet uygulamalarının kendilerince rayında gidip gitmediğinin denetlenmesinde çok önemli bir role sahiptir. Her ne kadar CFR resmi internet sitesi zaman zaman yaptığı açıklamalarda, kendilerinin ABD hükümeti ve halkını yönlendirmediklerini, ancak bazı hükümet üyelerinin kendi üyeleri olduğunu kabul ediyorlar. Ancak 1951 yılında Başkan Harry Truman’ın çıkartmış olduğu bir genelge ile ABD’nin derin devleti olarak da anılan CFR’in üyelerinden oluşturulan bir ekip, devlet bakanlığı, savunma bakanlığı ve milli istihbarat örgütü bünyelerini denetlemekle görevlendirilmiş ve yukarıda bahsi geçen “özel grup” oluşturulmuş. Yani hiçbir resmi kimliği olmayan (yasalar üstü) bir cemiyetten seçilen bu ekip o günden bugüne izleme, yönlendirme, ya da denetleme görevini sürdürmekte. Üyelerin konumları da bu gerçeği doğrular niteliktedir. Bu bilgileri edindiğimiz internet sitesindeki makalede belirtildiği üzere Illuminati’nin para kasası olarak da bilinen CFR üyesi Soros’un yasal kılıflara uydurarak yaptığı uyuşturucu kaçakçılığı ya da Amerikan Derin Devleti tarafından yapılan birtakım örtülü ve kirli operasyonları da bu ‘özel grup’ idare ediyor.14 Bu sözde denetleyici grubun tarihte en önemli aktörü Henry Kissinger15 olmuştur. Kendisi CFR’nin en belirgin isimlerinden olmasının yanı sıra, aynı dönemlerde ücret karşılığı David Rockefeller’ın politika danışmanlığını da birlikte yürütmüş ve daha Harry Truman döneminde ABD hükümeti içinde bu “özel grup”ta çalışmıştır. Özellikle Dışişleri Bakanlığı’na getirilen bir CFR üyesi olarak, 1973 yılında Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’e tarihin en büyük silah sevkiyatının yapılması ve ABD’nin Arafat’la diyalog kurmaması için özel gayret sarf etmiştir. Günümüzde, NATO eski Genel Sekreteri Lord Carrington ve Türk işadamı Rahmi Koç’la birlikte “Chase Manhattan Bank”ın baş danışmanlığını da yapmaktadır.16 Bilindiği üzere kendisi de, adına çalıştığı Rockefeller sülalesi gibi bir Yahudidir. Ülkeye 1938’de Almanya’dan göç etmiş ve 1943’te ABD vatandaşı olmuştur. Bu özel grubu oluşturan kişiler ve hatta temsilci olduğu iddia edilen bakanlık görevlileri dahi hepsi CFR üyesidirler. Ayrıca bu denetleyici gruba temsilci gönderen -CIA dahi- ilgili tüm bakanlıklar mutlaka bir CFR’li üye tarafından yönetilmekte, yönlendirilmektedir. Aslında 1975 yılından beri CIA dahil tüm istihbarat örgütleri “Jamaica Protokolü” gereği CFR denetimine alınmıştır. Bu denetleyici grupta çalışanların yaptıkları görevlerden biri ise, bu bakanlıkların uygulamalarında, gerek kendi ülkelerinin halkına, gerekse dünya halklarına karşı hangi psikolojik stratejiyi izlediklerinin denetlenmesi işidir. Bu yolla gerek ABD halkının, gerekse dünya halklarının, kendi düşünce iklimlerinde olmasını sağlamaya çalışmaktalar. Bu özel grubun çalışmalarını yalnızca bir defa Kennedy, bir genelge yayınlayarak işlerliğini bozmuş, fakat onun katledilmesinden sonra sonra grup tekrar faaliyetini devam ettirilmiştir. Anlaşılacağı üzere “Özel Grup”un çalışmasını engellemek, aslında CFR’nin ABD
yönetimi üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmak anlamına geliyordu. John F. Kennedy bununla da kalmamış, Illuminati’ye karşı başka bir hata daha yapmıştı. Bir ABD Merkez Bankası kurmak istemiş ve yine CFR’nin finansal kontrolünü de ortadan kaldırmak istemişti. Bu konularda yasa teklifi verdi. Ancak bir suikasta kurban gittiğinden dolayı bu iki uygulama da gerçekleştirilemedi. Bu nedenle David Rockefeller’ın önderliğindeki dünya zenginleri sahibi oldukları Federal Reserve (FED: Amerikan Merkez Bankası) aracılığıyla bugün hâlâ ABD adına karşılıksız para basmaya devam etmekte ve ülkeyi kendisine borçlandırabilmektedir. CFR’nin arkasında duran en üst örgüt ise ABD Merkez Bankası olarak da bilinen Federal Reserve Bank’tır. Bu bankanın hissedarları aslında yukarıda sözünü ettiğimiz 15-20 kişinin içerisindedir. Bu bankanın nasıl kurulduğuna gelince; ABD, 20. yüzyıl başına kadar merkez bankası olmadan yaşayabilmişti. Yüzyıl başında, ABD’li para tröstleri 1907 paniğine sebep oldu. Bu gelişme Kongre’yi bir Ulusal Para Komisyonu kurmaya zorladı John D. Rockefeller, Jr.’ın kayınpederi Senatör Nelson Aldrich’in başkanlığındaki komisyon, yasal olmamasına rağmen bir merkez bankası kurulması yönünde öneride bulundu (Çünkü o zamana kadar yalnızca Kongre para basma ve değerini düzenleme yetkisine sahipti). (ABD Anayasası Madde 1, Fıkra 8), Federal Reserve Act (Merkez Bankası Yasası) görünürde ekonomiyi istikrara kavuşturmak ve başka krizleri önlemek amacıyla, 1913 Aralık’ında yasalaştı. Fakat bir kongre üyesi olan Lindberg bu konuda Kongre’yi şöyle uyardı:
Bu yasa, yeryüzündeki en büyük tröstü oluşturmaktadır. Para tröstü soruşturmasıyla da varlığı kanıtlanmış olan para gücünün sahip olduğu Görünmez Hükümet’i yasallaştırılacaktır. Jacques Bordiot’un17 1974 yılında yazdığı kitapta Görünmez Dünya Hükümeti’nin hedeflerini aşağıdaki gibi sıralıyordu:
- Uluslararası finans sorunları - Karşılıklı muhaceret özgürlüğü - Gümrük engeli olmaksızın malların serbest dolaşımı - Uluslararası ekonomik birlik - Silahlı Kuvvetler’in kaldırılmasıyla eş zamanlı olarak uluslararası bir kolluk gücünün kurulması - Uluslararası bir parlamentonun oluşturulması - Devlet egemenliğinin sınırlanmasıyla birlikte egemenliğin Birleşmiş Milletler veya uluslarüstü herhangi bir başka hükümete devri. - Belirtilen ilkelere göre bir dünya hükümetinin kurulması. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin bir dünya hükümetine sahip olacağız. Tek sorun bunun işgal ile mi, yoksa gönül rızası ile mi kurulacağı sorunudur.18 1920-1931 tarihleri arasında Temsilciler Meclisi Bankacılık ve Para Komitesi Başkanı olan Louis Mc. Fadden de şunları ifade ediyordu:
Federal Reserve Act yasalaştığında, Birleşik Devletler halkı, burada bir dünya bankacılık sisteminin kurulmakta olduğunu düşünmüyordu. Dünyayı köleleştirmek için birlikte hareket eden uluslararası bankerler ve sanayicilerin kontrolünde bir süper devletin... Federal Reserve’in, gücünü gizlemek için her yolu denemiştir, ama gerçek şu ki FED, yönetimin (ABD ve Dünya hükümetinin) yerine geçmiştir. “Federal” olarak adlandırılmasına karşın Federal Reserve sistemi üye bankaların özel mülküdür ve hepsi CFR temsilcilerinden oluşturulmuştur. ABD’de Ekonomik Çözümler isimli bir dergide de Peter Kershaw, Federal Reserve Bank sisteminin en büyük on hissedarlarını şöyle sıralamıştır: Rothschild Londra ve Berlin Bankaları, Lazard Bros, Paris, Israel Seiff, İtalya; Kuhn-Loeb Company, Almanya, Warburg’ların, Hamburg ve Amsterdam Bankaları, Lehman Bros, New York; Goldman and Sachs, New York; Rockefeller, New York. (Bu ailelerin tümünün değilse bile çoğunluğunun Yahudi olmasının okuyucunun takdirine bırakıyoruz.) Görüldüğü gibi hisse senetlerinin sahipleri, üye olan büyük ticari bankalardır. Franklin Roosewelt zamanından bu yana tüm başkan adayları da CFR üyeleridir. ABD’li ünlü araştırmacı yazar Gary Allen’a göre, tek CFR üyesi olmayan başkan Harry Truman’a, hepsi CFR üyesi olan altı “akil adam” tarafından danışmanlık yapıldı. Başkanlık için 1952 ve 1956’da CFR’li Adlai Stevenson, CFR’li Dewight D. Eisenhower’la yarıştı. 1960’ta CFR’li J. F. Kennedy yine CFR’li Richard Nixon’la yarıştı. 1972 “yarışması” CFR’li Richard Nixon’la yine CFR’li Mc. Govern’in yarışmasına tanık oldu. CFR’li başkan adayları arasında George Mc Govern, Walter Mondale, Edmund Muskie, John Anderson ve John Bentsen de var. 1976’da da Jimmy Carter vardı ve şimdi de CFR Direktörü (1977-1979) George Bush ve de CFR üyesi Bill Clinton bulunuyor. Yani ABD seçimlerinde partilerin birbirlerine karşı rakip olarak çıkarttığı CFR üyeleri başkanlık için yarışıyor. CFR’yi anlatan bir başka görüş de, yine kuruluşun kendi resmi yayını Foreign Affairs dergisinin 50. yıl sayısında ifade edilmiştir. Ulusal Amacımıza Dair Düşünceler başlıklı ve Kingman Brewster Jr. imzalı bir makalede ABD’yi kastederek:
Amacımız kendi milliyetimizden kurtulmak ve “egemenliklerini bizimle paylaşmaları için başkalarını davet ederken biraz risk almak” olmalıdır. Riskler arasında, küresel bir BM hükümetinin güçlerine karşı çaresiz kalıncaya kadar silahsızlanmak da var. Egemenliğimizi, “dünya toplumu” yararına güle oynaya Dünya Hükümeti’ne devretmeliyiz. Medyadaki, eğitim
ve eğlence alanındaki CFR üyeleri de, “hümanizm” ve dünya kardeşliği propagandalarını yayıyorlar. Bir dünya hükümeti altında hepimiz barış içinde yaşamalıyız ve milliyetler ve vatanperverlik gibi bencil şeyleri de unutmalıyız. Kendi sorunlarımızı çözebiliriz. Tanrıya veya moral değerlere ihtiyacımız yok. Bunların hepsi görece zaten, öyle değil mi?.. Çünkü gerçekte biraz manevi karakter ve değerlerimiz olsaydı, bu insanların aslında kötü oldukları sonucuna varabilirdik. Kitabı Mukaddes, para sevgisinin tüm kötülüklerin anası olduğunu söylüyor. Bu insanlar kötüdür, zira parayı ve gücü severken, aç gözlülük onları amaçları için her şeyi yapmaya sürüklüyor. Tüm maneviyat ve bilinçlerini kaybettiler; bu tür kavramların ve de Anayasamızın da modası geçmiş denmiştir. CFR ile kurulacak ilişkilerin önemi artık Türk başbakanları ya da başbakan adayları tarafından da iyice öğrenilmiştir. Bu kurum hatta mümkünse ABD’deki bir dizi Yahudi “düşünce kuruluşu”19 ziyaret edilmeden ABD Başkanı’nı ziyaret etmek sadece havanda su dövmeye ya da ABD ile dış görünüşte sözde bir dostluk gösterisi sergilemekten daha öte bir anlam taşımamaktadır. Bilderberg 19. yüzyılın son zamanlarında Londra’da Illuminati’nin faal merkezi olarak yuvarlak masa toplantıları yapılmaya başlanmıştı. Bu toplantıların ilk resmi lideri, Güney Afrika’yı acımasızca idare etmiş olan ve bu toprakları siyah insanların elinden alan, Cecil Rhodes* idi. Toplantılara katılanlar ise büyük çoğunlukla Rothschild’lerin çeşitli ülke ve iş yerlerinden gelen temsilcilerinden oluşuyordu. Buna koşut olarak ABD’de de Rockefeller’ların önderliğinde toplantılar düzenleniyor, sonra ortak kararlar alınıyordu. 1902 yılında Cecil Rhodes’in ölümünden sonra da toplantılar devam etti ve 1908 yılına gelindiğinde Georgia Eyaleti’ne bağlı Jekyll Adası’nda Nelson Aldrich ve John D. Rockefeller başkanlığında yapılan gizli bir toplantıda Federal Reserve Bank’ın Yönetim Kurulu’ndaki egemenliklerinden istifade ederek baskı ile ABD’de bilimsel bir kur sistemi oluşturma kararı aldılar. Toplantıya katılanlar, J. P. Morgan, City Bank temsilcisi ve Paul Warburg gibi Federal Reserve Bank’ta söz sahibi para babaları da bulunuyordu. 1919 yılında, Paris yakınlarında, Versailles Barış Konferansı’nda bir araya gelen Amerika ve İngiltere’den Yuvarlak Masa’nın seçkinleri, Alfred Milner, Edward Mandel House ve Bernard Baruch gibi kişiler, kendi ülkelerini temsilen toplantılara atandılar ve aslında kendilerinin yarattığı I. Dünya Savaşı’nın sonucu olarak, dünyanın nasıl değişeceğine karar vermeye başladılar. Almanya’ya ödenilmesi olanaksız tazminatlar yüklediler ve böylece savaş-öncesi Weimar Cumhuriyeti’nin, inanılmaz bir ekonomik çöküntü içinde kalıp yıkılmasını garanti altına aldılar. Tüm bunların getirdiği sonuç ise “gayet rastlantısal” olarak Hitler’in gücü eline geçirmesi oldu. Ayrıca, Illuminati’nin Yuvarlak Masa üyeleri, Paris’te Hotel Majestic’teyken, Bilderberg, Dış İlişkiler Konseyi, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu (Royal Institute International Affairs-RIIA), Üçlü Komisyon şebekesini oluşturma girişimlerine başladılar. Buna ek olarak, Versailles’da verdikleri karara göre Filistin’de bir Yahudi anavatanının yaratılmasını destekleyeceklerdi. Ünlü İngiliz gazeteci ve araştırmacı yazar David Icke’nin kitaplarında da anlatıldığı gibi, bu üyelerin her biri ya Rothschild soyundan gelmekteydi ya da onlar tarafından kontrol edilmekteydi. Versailles (Fransa) Barış Konferansı’ndaki, Amerikan Başkanı Woodrow Wilson, Rothschild soyunun temsilcileri ve ABD Yuvarlak Masa öncüleri Colonel House20 ve Bernard Baruch tarafından “önerilmişti.” İngiltere Başbakanı Lloyd George, Rothschild
çalışanı ve Yuvarlak Masa lideri Alfred Milner ve Rothschild hanedanının kurucusu Mayer Amschel, Rothschild’ın torunu Sir Phillip Sassoon tarafından “önerilmişti.” Fransız lider Georges Clemenceau da, gerçek ismi Jeroboam Rothschild olan kendi İçişleri Bakanı Georges Mandel tarafından “önerilmişti.” Bu küresel çetenin kararlarını kimin verdiğini sanıyorsunuz? Hotel Majestic’teki gizli toplantılarının sonucu olarak, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Kuruluşu Londra’da 1920 yılında, Dış İlişkiler Konseyi (CFR) 1921 yılında ve bunları takip eden Bilderberg Grubu (1954), Roma Klubü (1968) ve Üçlü Komisyon(Trilateral Commission-TC) (1973) yılında kuruldu. Tüm bu organizasyonlar, Rothschild’ler, Rockefeller’ler ve Illuminati’nin daha yüksek güçlerine çalışan Henry Kissinger gibi önde gelen beyin-yıkayıcılar tarafından idare edildi ve edilmektedir. 1954 yılında Bilderberg Oteli’nde yaptıkları gizli toplantının hemen sonrasında da durumun gazeteciler tarafından anlaşılması üzerine grubun adı Bilderberg olarak anılmaya başlandı. Her sene toplanan Bilderberg Grubu, sözde, bir nevi “lobicilik” faaliyeti yaptığını iddia ediyor. Katılımcı her ülkenin yüksek nüfuza sahip ya da kilit noktalarda görevli kişilerini toplantıya çağrılıyor. Toplantıda globalleşmeyle ilgili her tür sorun konuşuluyor. Aslında Bilderberg yönetim organları bir gölge dünya kabinesi oluşturmuş durumda ancak hakikaten lobi faaliyeti yürütülen alt kademe toplantı katılımcılarının bundan pek haberi yok. Katılımcılar toplantıdan döndükten sonra ülkelerindeki devlet yönetim mekanizmalarında çok üst düzey görevlere getiriliyor ya da hazırlanıyorlar. Yani Bilderberg toplantılarına katılmış olmak bu insanlar için bir karizma oluşturuyor ki, bunun Türkiye’de de örnekleri mevcut. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Hikmet Çetin, M. Ali Bayar ve Ali Babacan gibi nice devlet görevlisi bu toplantı zincirine en az bir defa katılmış durumda. Ali Babacan’ın 2003, 2004 ve 2005 yıllarında yapılan Bilderberg toplantılarına aralıksız katılması onun hem küreselleşmeci çevrelerde, hem de AKP’de çıtasının yükselmesini gösteriyor. Nitekim 2005 yılında da AB Başmüzakerecisi olarak seçilmiştir. Bilderberg’de oluşturulan gölge kabine, 13 ailelik bir gruba hesap veriyor. Gerek II. Dünya Savaşı, gerek Sovyet Cumhuriyetlerinin dağıtılması, gerekse Bosna-Hersek sorunlarının bu lobi grupları tarafından bu toplantılarda karara bağlanarak yürürlüğe sokulduğu söyleniyor. 1976 yılındaki Bilderberg toplantısına Sovyetler Birliği’nden de on beş temsilci katıldı. Araştırmacıların büyük bir bölümü Sovyetler Birliği’nin ilk defa bu toplantıda “komünizme veda” ettiğini tahmin ediyorlar.21 Daha sonraki yıllarda soğuk savaşı bitirme girişimleri ve Sovyet Cumhuriyetlerinin dağıtılması olayları birbirini takip etti. Bilindiği gibi Mihail Gorbaçov ve Boris Yeltsin de bu işlere imza atan en önemli yöneticilerdi. Bu kişilerin de birer Bilderberg katılımcısı ve üyesi olduğunu unutmamak gerekir. Aslında 1950’li yıllardan beri Sovyetler’den katılımcı temsilciler ve belki devlet başkanları da vardı, ancak Gorbaçov ve Yeltsin’den başka hiçbirinin bu toplantılardaki fotoğrafları gazetelerde basılmadı. Bilderberg’in en önemli özelliği, Boris Yeltsin gibi kişilerin toplantıya katıldıktan sonra kendi ülkelerinde yönetimin başına geçirilmeleri. Aşağıda sayılan kişiler ve toplantıya katıldıktan sonra getirildikleri görevler böyle bir kuralın var olduğunu kanıtlıyor.
Michel Rocard: Fransa Başbakanlığına getirilmeden önce 1991 tarihleri arasında Bilderberg toplantılarına katılmıştı. Bill Clinton: ABD eski Başkanı. 1991 Almanya Bilderberg toplantısı neticesinde 1992’de başkanlığa getirildi.
1988
ila
Tony Blair: İngiltere Başbakanı. 1993 Yunanistan Bilderberg toplantısından sonra 1994’te parti liderliğine, 1997’de de getirildi. Jack Santer: Önceki Avrupa Birliği Devlet Başkanı, dolayı görevden alındı. 1991 Bilderberg
başbakanlığa Yolsuzluktan
toplantısına çağırıldı ve 1995’te Avrupa Birliği Başkanı oldu. Lionel Jospin: 1996’da Bilderberg toplantısına katıldıktan sonra 1997’de Fransa Başbakanlığına getirildi, 2002 yılına kadar iktidarda kaldı. Romano Prodi: 2004’e kadar Avrupa Komisyonu Başkanlığı yaptı, 1980’lerden beri Bilderberg yönetim kadrosunda, 1999 toplantısından sonra aynı yıl Avrupa Birliği Başkanlığı’na getirildi. George Robertson: 1998’de İskoçya’daki Bilderberg toplantısına katıldıktan sonra. 1999’da NATO Genel Sekreterliği’ne atandı. Bunlara daha çarpıcı örnekler de eklenebilir. Mesela 1971’den bu yana gelmiş geçmiş tüm NATO liderleri de hep Bilderbergçiler tarafından atanmış olduğu anlaşılıyor. Joseph Luns: 1971-1984 arasında Bilderberg toplantılarında katılımcısı. Lord Carrington: 1984-1988 Bilderberg katılımcısı ve 1991’den sonra Bilderberg Yönetim Kurulu üyesi (NATO Eski Gen. Sekreteri ve Chase Manhattan Bankası Yön. K. Ü.) Manfred Wörner: 1988-1994 Bilderberg katılımcısı. Willy Claes: 1994-1995 Bilderberg katılımcısı ve NATO eski Genel Sekreteri. Javier Solana: 1995-1999 Bilderberg katılımcısı ve NATO eski Genel Sekreteri, şu anda AB Yüksek Komiseri Lord Robertson: 1999-2003 Bilderberg katılımcısı. Jaap De Hoop Scheffer: 2003’ten beri NATO Genel Sekreteri, Hollanda eski Dışişleri Bakanı, 2003 Bilderberg katılımcısı Bu ilişkiler Bilderberg’in Körfez, Ortadoğu, Bosna, Kosova ve diğer bölgelerdeki uyguladığı politikalara bayağı ışık tutmakta ve aynı zamanda gizliden gizliye yapılan Bilderberg toplantılarında bu kurumun dünya çapında ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Türkiye’de de Süleyman Demirel’ler, Bülent Ecevit’ler22, Hikmet Çetin’ler, Mesut Yılmaz’lar da aynı yollardan geçip iktidar koltuklarına tırmanıp küreselleşmecilerin amacına hizmet için, neo-liberal ekonomik politikalar uyguladılar.23 Bilderberg Ekonomik Konularda da Söz Sahibi Başkan Eisonhower’ın Ekonomik İşlerden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Millon, ABD Kongre Bankacılık ve Para Komisyonu’nda 4 Mart 1959’ta yaptığı konuşmasında üyelerin hepsinin bu kadar samimi olmadığını gözler önüne seriyordu:
Uluslararası Para Fonu (IMF) birçok ülkenin daha sağlıklı mali politikalar izlemesini sağlamıştır. Uluslararası bir kuruluş olarak para fonunun bağımsız hükümetlere mali konularda fikir vermesi ve/veya yardım karşılığında bazı konularda ısrar etmesi gelişmiş ülkelerin hükümetlerinin aynı şeyi yapmalarından daha önemlidir. Bu nokta son derece önemlidir. Para ve maliye gibi hassas konularda hükümetler, nesnel yansız ve yetenekli bir uluslararası kuruluşun görüşlerini ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir diğer hükümetin görüşlerine yeğlerler IMF-Bilderberg İlişkisi Dünyayı yöneten seçkinleri bir araya getiren ünlü örgüt Bilderberg ile IMF ve Dünya Bankası arasında sıkı ilişkilerin bulunması dikkat çekici ancak gündeme gelmeyen bir diğer konu. İngiliz araştırmacı Peter Thompson bu bağlantıya söyle dikkat çekiyor. Bilderberg ve Batı isimli makalesinde IMF ile dünyanın en bilinen gizli örgütü Bilderberg Group arasında organik bir bağ olduğunu söyleyen Thompson şunları açıklıyordu:
Batının uluslararası koordinasyonunu sağlayan aygıtların başında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika elitlerini bir araya getiren Bilderberg toplantıları gelir. Bu toplantılarda alınan kararlar ise Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, OECD ve NATO gibi ekonomik, politik kurumlar aracılığıyla hayata geçirilir Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn’un geçen yıl katıldığı toplantıların sürekli katılımcıları arasında Michel Camdessus ve geçtiğimiz günlerde ülkemizi ziyaret edip birilerini mutlu eden açıklamalar yapan Stanley Fischer’ın da yer alması oldukça dikkat çekici. Dünyanın en objektif finans kuruluşu olduğu ve hazırlanan ekonomik programları ülkemizdeki televoleci akademisyenler ve rantiye sınıfı tarafından büyük bir hararetle desteklenen IMF’yle ilgili iddia ve ilginçlikleri isterseniz hep birlikte gözden geçirelim... IMF’den Yemen’e Ahlaksız Teklif Fransız Basın Ajansı (AFP) tarafından 1996 yılında açıklanan bir haber dünya kamuoyunda IMF’ye olan güvenin iyice sarsılmasına neden oldu. AFP’nin üst düzey bir Yemenli yetkiliye dayanarak verdiği habere göre Yemen 1995’te IMF’den 12 ay vadeli 280 milyon dolar borç istemine karşılık, IMF’ de borca karşılık şu taleplerde bulunur: - Hükümet kademelerinde İslami akımlara karşı mücadele - İslami banka kurma çabalarına izin verilmemesi (o tarihlerde İslam bankası kuruyordu)
edilmesi, Yemen
bir
Çeçen Savaşı’nın Sponsoru IMF mi? İslam on-line adlı sitede yer alan bilgiye göre günlük maliyeti 5 milyon dolara ulaşan Rus-Çeçen Savaşı’nda Rusya’nın IMF tarafından desteklendiği ileri sürülüyordu. Dünya İktisat Enstitüsü’nde görev yapan uluslararası ilişkiler uzmanı Viktor Bosok da bu ilişkiyi şu sözlerle doğruluyor:
Rusya’nın IMF’ye Ekim 99’da 369 milyon, Kasım 99’da da 800 milyon dolar geri ödemesi varken, IMF’den bu dönemde 1 milyar dolar kredi alması son derece anlamlıdır. IMF Afrika’yı Aç Bırakıyor 1993 yılında Afrika Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Hasan Sunmonu, Herald Tribune gazetesinde yayınlanan açık mektupta IMF’nin uygulamalarıyla ilgili olarak şunları anlatıyordu:
IMF ve Dünya Bankası bölgedeki askeri ve kişisel diktatörlükleri sürekli destekleyen bir politika izlemektedir. Bu dönemde IMF ve Dünya Bankası’na yönelik çiftçi protestoları vahşice bastırılmıştır. Bu iki organizasyonun Afrika’ya verdikleri en büyük zarar ise dayattıkları tarım politikaları olmuştur. Fakir Afrika ülkeleri ihtiyaçları olan gıda maddeleri yerine kakao, pamuk, kauçuk gibi tüketimi zorunlu olmayan maddelerin üretimine zorlanmışlar, gıda maddelerini ise AB ve ABD’den ithal etmeye mecbur bırakılmışlardır. Son 10 yılda Afrika 100 milyar dolar borç faizi ödemiştir. Bu borçları ödeyebilmek için kamu kuruluşlarının özelleştirilmesini şart koşan IMF, İngiltere gibi liberal ekonominin kalesi sayılan bir ülkede 12 yılda kamu kuruluşlarının sadece yüzde 12’sinin özelleştirildiği gerçeğini göz ardı ederek, bu konuda siyasi iktidarlar üzerinde baskı kurmuştur. Sonuç olarak IMF ve NATO gibi uluslararası görünümlü ama tek merkezden emir alan kuruluşlar, ya devlet ağzı ile söylenip teklif edilemeyecek ödünleri kopartmak için ya da hakim bir devletin yaptığında büyük tepki alacağı operasyonlarda kullanmak için icat edilmiş kuruluşlar haline getirilmiş. Çalışma planları da Bilderberg Grubu, CFR ve Trilateral Commission gibi organizasyonlar tarafından belirlenmekte. Üçlü Komisyon (Trilateral Commission) Derin dünya oluşumunun ilk ayağı CFR, ikinci ayağı Bilderberg ise üçüncü ayağı da Trilateral Commisson’dur (TC). “Üçlü Komisyon” anlamındadır. Kuruluş tarihi itibariyle de üçüncü koldur. Küresel hedeflerin genişlemesine koşut olarak 1973 yılında kurulmuştur. Üyeleri Amerika, Avrupa ve Japon kökenli işadamları, bürokratlar, bankerler ve akademisyenlerden oluşur. Sayıları 300 kadardır. Söz konusu üç bölge olan Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’nın temsil ettiği Uzakdoğu Ülkeler Grubu arasında ekonomik ve politik tekel oluşturmak amacıyla kurulmuştur Kurucu İsimleri Her ne kadar adresi, yeri, üyeleri belli ise de yaptığı işlerin ardında gizli amaçlar, başta John D. Rockefeller olmak üzere, ABD’li istihbarat örgütleri ve NATO’nun gizli özel savaş örgütleri SHAPE bünyesinde Allied Coordination Committee (ACC) (Müttefik Koordinasyon Komitesi) bulunmaktadır. ABD başkanlarının ve Avrupa, Amerika, Japonya’daki yönetici kadrolarının çoğu TC üyesidir. Tüm dünyada CFR, Bilderberg ve TC birbirinin içine girmişlerdir. Her üçünün de üyesi olan 48 kişi olduğu söylenmektedir. Örneğin Bill Clinton, Brent Scowcroft (Ulusal Güvenlik Konseyi eski Başkanı), John Mark (CIA eski Direktörü), Mc Namara (Savunma eski Bakanı), Henry Kissinger, Walter Mondale (Japonya Büyükelçisi), Benjamin Nye (Hazine Bakanı) gibi dokunulmazlığı olan kişiler ve başkanlar her üç teşkilatın da üyesidirler. Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya arasındaki bir güçbirliği düşleyen ve yeni dünya şartlarının bunu dikte ettiğini iddia eden ünlü
bilim adamı Columbia Üniversitesi profesörü Zbigniew Brezinski’den de etkilenen David Rockefeller bu örgütün kurucuları arasına onu da dâhil etmiştir. Uluslararası üst sınıfların bir araya gelerek gerek Rockefeller’lerin gerekse dünyayı yöneten finans elitinin menfaatlerini dünyadaki ayak takımından koruyacak politik liderlerin, gelişmekte olan ülkelerde iktidara geçirilmesi ve işbirlikçi yapılması amacıyla böyle bir örgüte gereksinim duyulmuştu. Bugün bu grup bütün ülkelerin halklarının, hükümetlerinin ve ekonomilerinin yine çokuluslu bankalarla şirketlerin gereksinimlerine hizmet eder hale getirilmesi için yoğun bir çalışma içindeler. Üçlü Komisyon, ülkelerinde yarının politika yapacak etkin kişileri Z. Brezinski ve D. Rockefeller tarafından özenle ve titizlikle seçilerek toplantılara çağırılmaktadır. Trilateral Commission’un (TC) üç merkezi vardır. Bunlar New York, Paris ve Tokyo şehirleridir. Bütün toplantılar gizli ve basına kapalı yapılır. Kuzey Amerika bölümünün başına D. Rockefeller getirilmiştir. TC ilk bakışta sadece ekonomik faaliyetler için kurulmuş görünmesine karşın gerçek böyle değildir. Daha doğrusu ekonomik operasyonları siyasi operasyonlara dönüştürmek için kurulmuştur. Jimmy Carter buraya üye olarak hayatının başarısını elde etmiştir. 1973’te grubun asli üyesi olmuş; hemen sonrasında D. Rockefeller’in dikkatini çekerek Beyaz Saray’a girmeyi başarmıştır. Bu da Siyonist ve mason finansman liderlerinin desteği ile olmuştur. Siyonist ve mason liderlerin dünyamızı yönetebilmeleri için Carter gibi sadık bir adam, başkanlık için oldukça ideal birisidir. Jimmy Carter döneminde de çoğu büyük bürokratlar ve yöneticiler CFR, BG ve TC üyeliğine katılmışlardır. Dünyanın en büyük bankaları olan Bank of Tokyo, Fuji Bank, Bank of Madrid, Barclay’s Bank, Royal Dutch Petroleum ve Siyonist Anonim Şirketler Exxon, Lehman Brothers, Sears, Boeing, Coca-Cola, Sony, Toyota ve Mitsubishi gibi şirketlerin temsilcileri ve yönetim kadrosu bu komisyona üyedir ve tümü D. Rockefeller’in denetimi altındadır. Jimmy Carter ilk olarak yakın çevresindeki 25 kişiyi TC üyesi yapmış ve ilk demecinde “Bizim için Amerika, Avrupa ve Japonya arasında bir ortaklık aramanın zamanı gelmiştir.” şeklinde konuşarak küreselleşmeye yeşil ışık yakmıştır. Bu noktada IMF ve Dünya Bankası, TC’nin operasyonu için bir sıçrama tahtası görevini üstlenmektedir. Daha sonra birçok ülke borçlandırma yoluyla ekonomik çökertme ve siyaseten bağlama operasyonlarının hedefi haline getirilmiştir. D. Rockefeller’in bankası Chase Manhattan Bank bu borçlandırma operasyonları sırasında o tarihte tam 52 milyar dolar borç vermiştir, tabii ki süper faizle. Bu para günümüzde daha da çoğalmıştır. Sistem içinde her ne kadar üç ayaklı bir ittifak oluşmuş ise de, bu ittifaklar arasında da belli güç dengelerinin korunması gerekli olduğundan üç komisyonda da ABD sermayesi, üstelik kurucu sıfatıyla yer aldığı halde, Batı Avrupa sermayesi son iki tanesine yani BG ve TC’a (Üçlü Komisyon) katılabilmiş ise de Japonya’ya sadece sonuncunun içinde (TC’de) yer almak düşmüştür. Böylece Amerikan sermayesi komisyonlardaki başat gücünü tesis etmeyi ve korumayı başarmış, diğer iki grup ise sonsuza dek bu güçlü haminin vesayeti altına girmiştir. Kumarhane kapitalizmi dünyaya küreselleşme diye yutturulmakta, ABD egemenliğinde bir dünya devleti kurulmasına çalışılmaktadır.
Örgütün Masonik İşaretleri Bu tip örgütlerin hiçbiri sadece ekonomik ve siyasal kavramlarla açıklanamaz. Onların hedeflerinde karmaşık, gizli, tamamen kendilerine özgü bir ideoloji yatar. Eski pagan dinlerini andıran ezotorik kavramlar tüm davranışlarına egemendir. Merkez çemberde yer alan asıl üyelerin anlayabileceği simgesel bir dil geliştirmişlerdir. Bu dil ve inanışın kökeni Eski Mısır, Yunan, Roma inançlarından tutun Kabalistik sembollere değin birçok ayrıntı içerir. Trilateral Commission’un ambleminde yer alan iç içe geçmiş üç tane 6 sayısı aslında İncil’de “şeytanın sayısı” olarak ifade edilen 666’ya denk gelmektedir. Dahası İncil’in bu bölümünde “yerden çıkan canavar” deyimi modern yorumculara göre aslında dünyayı ele geçirmeye çalışan bir gizli örgüte denk gelir. Bu açıdan bakıldığında bu örgütlerin sembollerinde yer alan işaretlerin hiç de rastlantısal olmadığı ve ancak konunun uzmanı olan kişilerce anlaşılabileceği belirgindir. Trilateral Commission’un amblemine dikkatle bakıldığında iç içe geçmiş üç ok dikkati çeker. Daha dikkatle baktığımızda bu okların stilize edilmiş 6 rakamı olduğunu görürüz. Üstelik oklar üç adet üçgenden oluşmuş tek parça bir üçgenin parçaları olarak da algılanabilir. Bunlar bir tür “Teslis” oluşturarak üç altıdan oluşan “şeytanın” gizemli kodunu vermektedir. Bu noktada şu soru aklımıza geliyor: CFR, Bilderberg, TC gibi oluşumlar kıyametin yaklaştığı günlerde ortaya çıkacak canavarın örgütleri midir? Bunların ortaya çıkarmak istedikleri tek dünya devleti, şeytanın hizmetkârı, Deccal’ın krallığı için mi çalışıyorlar? “666”, küresel egemenliğin “cehennem şifresi” olarak mı kodlanmış durumda? Ünlü İngiliz tarihçi Micheal Howard’a göre:
Günümüzdeki modern siyaset, aslında geçmişteki gizli örgütlerin devamıdır. CFR, Bilderberg, TC gibi örgütler aslında geçmiş ezotorik yapıların 21. yüzyıldaki uzantılarıdır. Onlar sadece “politik-spiritüel bir amaca ulaşmak için materyalist sistemleri kullanmaktadırlar. Bütün bunlar bize inanılmaz uçuk gelse de gelişmeler ve olaylar birilerinin bunlara inandığını ve inandıkları şeyi gerçekleştirmek için insanüstü bir çaba sarf ettiğini gösteriyor. George W. Bush yönetimi Evangelist inançları doğrultusunda kıyameti mi tetiklemek istiyor? Kimi Bohemian Grove gibi dinlenme kampı, kimi Kurukafa ve Kemik Cemiyeti gibi kardeşlik ve dayanışma cemiyeti, kimi de Bilderberg, CFR ve Trilateral Commission gibi düşünce kuruluşu hüviyetinde faaliyet gösteriyor ancak bu grupların dünya görüşü ve kurucuları aynı. Dünyayı devletler kanalıyla değil, bu kuruluşlar kanalıyla idare ediyorlar. Biz şimdi Bohemian Grove ile Amerikan yönetiminin ilişkilerine bakmak için konumuza geri dönelim.
Bilinmeyen Bohemian Club Bush Yönetiminin de Bel Kemiğini Oluşturan Bohemian Club Üyeleri 2000 yılının Temmuz ayında 1980’lerin Ronald Reagan yönetiminden kalma Bohemian Grove’lu yöneticiler, daha henüz seçilmiş olan G.W. Bush’un da etrafında önemli rollerini devam ettiriyorlardı. Bugün yine görevlerini sürdürüyorlar. Bu sıralar ne yapıyorlar bir göz atalım. Baba George Bush: İlişkilerini Hillbillies kampında devam ettiriyor. Donald Rumsfeld: Bush kabinesinde Savunma Bakanı - Hillbillies kampına katılıyor. James Baker III: Seçim Danışmanı ve Bush’un sözcüsü - Woof Kampı katılımcısı George Schultz: Seçim Danışmanı ve sözcü - Mandalay kampı
katılımcısı
Colin Powell: Bush kabinesinde Dışişleri eski Bakanı. 80 ve 90’lı yılların Bohemian Club kamplarının en sık katılımcısı, şu an üyesi olabilir. Richard Cheney: Başkan Yardımcısı. En sık Bohemian Club katılımcısı, en son 2000 yılında katıldığı biliniyor. John J. O’Connor: Amerikan Yüksek Mahkemesi hakiminin kocası. Sandra Day O’Connor: Amerikan Yüksek Mahkemesi hakimi- George W. Bush için oy kullanıyor, Pelicans kampı üyesi ancak kadın olduğu için katılamıyor. Antonin Scalia: Amerikan Yüksek Mahkemesi hakimi. 25 Temmuz 1997’de Bohemian Grove’da Gölbaşı konuşması yapmış. Bu kişilerin yedekleri de var: A. W. Clausen: Bank Of Amerika ve Dünya Bankası eski Başkanı. Edwin Meese: Richard Nixon ve Herbert Hoover gibi o da Cave Man kampında kalıyor. Henry Kissinger: Reagan dönemi Dışişleri Bakanı’ydı. Mandalay kampında kalıyor. Stanfords Hoover Institute: Bu kurumun Bohemian Grove’la sıkı ilişkileri var. Fortune 500 Corporation CEO’ları: Bohemian Grove katılımcıları. Bu listeye pek çok isim eklenebilir. Bu kişiler devlet başkanlığı makamına ait gücü denetimleri altında tutuyorlar ve savunma, sanayi, enerji, nükleer sanayi, finans, medya ve askeri kuruluşları temsil ediyorlar. Kamp üyelikleri Bohemian Club’daki Gölbaşı konuşmacılarının ve kulüp aktivitelerinin katılımcılar listesinden elde edilmiş. George Bush ve Donald Rumsfeld’in katıldığı Hillbillies kampında pek çok Kurukafa ve Kemik Cemiyeti (Skull & Bones Society) üyesi de var. Konferanslar
Bohemian Grove, nehir kenarı sohbetleri adıyla her gün öğlen 12.30’da düzenli konferanslar düzenliyor. Örneğin bir gün Savunma Bakan Yardımcısı off the record olarak Deniz Kuvvetleri bütçesi hakkında bilgi veren bir konuşma yapabilir, ya da Meksika Devlet Başkanı “Global Serbest Ticaret”e ilişkin bir şeyler anlatabilir. Üzerinde konuşulan konu ne olursa olsun işin içinde olmanın verdiği bir duyguyla görüşler yüksek bir politik ağızdan “nasıl olsa, belki, asla olmaz” gibi sözlerle açıktan ifade ediliyor. Bu tür konuşmalar 1970’li yıllarda Richard Nixon’un da yaptığı gibi bir tür “test sürüşü” niteliği taşıyor. Bir takım düşünceleri topluma açıklamadan evvel kulüpteki katılımcıların tepkileri ölçülüyor. Bu arada 1971 yılında basın, Richard Nixon’un bir nehir kenarı konuşması yaparak off the record bilgiler vereceğini öğrendiğinde kulüp kendi içinde büyük tartışmalar geçirmiş ve sonunda R. Nixon’dan konuşmamasını ve gelecekte yapılacak konuşmaların da zarar görmesine engel olması rica edilmiş. Bohemian Grove’da bu tür konuşmalar esnasında ya da sonucunda alınmış birçok karar da bulunuyor. Örneğin Harry Truman, II. Dünya Savaşı döneminde atom bombası kullanılmasına ve bombanın da “Manhattan Projesi” kapsamında Hiroşima’ya atılmasına Bohemian Grove’da karar vermiş. Bilim adamlarının konuşmaları ise daha çok belli bir görüş açısını yansıtıyor ki bunun adı da ‘Kapitalist Sistemin Seçkinleri’ ya da ‘Globalizmin Nimetleri’ gibi... 1994 yılında California Üniversitesi Politika Bilimi Bölümü’nün bir profesörü tarafından verilen Gölbaşı konferansında, profesör çok kültürcülüğün tehlikeleri, Afrika merkezcilik ve aile bağlarının zayıflaması konularında konuştuğunda şöyle diyordu:
Seçkinciliğe dayalı fazilet ve becerinin toplumdaki önemi büyüktür. Kendini ifade edemeyen bir elitin hayat savaşımında kurtulabilmesi için de kurulu bağlarımızın ve değerlerimizin olması gerekiyor. Profesör “Kalitesiz halk yığınlarının politika yapmalarına müsaade etmemeleri gerektiğini ve toplumda kuralları elitlerin koyması gerektiğini” anlatıyordu. Kuşkusuz ki bu konferanslar hep çok ünlü kişilerce veriliyor. Örneğin bir köşede Henry Kissinger, George W. Bush ve Donald Rumsfeld bir araya gelmiş, içkilerini yudumlarlarken bir yandan da neden “niteliksiz ve kalitesiz insan yığınlarının yapacağı politikalara güvenilemeyeceği ve ‘otoritenin standartları’ olarak yorumlanabilecek bir takım değerlerin elitler tarafından uygulamaya konulması gerektiğini” konuşuyorlar. Politikacılar ve güçlü şahıslar ilişki ağlarını burada geliştiriyorlar. Her ne kadar da kulüpte Weaving Spiders Come Not Here (Burada iş yapmayın anlamına geliyor) diye bir tabela mevcut olsa da, bu buluşmalarda hükümeti, orduyu ve finansal sektörü temsil edenler bir takım politik kararları burada alıyorlar. Bunlar arasında atom bombasının üretildiği Manhattan Projesi’nin yanı sıra, kimin başkan adayı olacağına dair birçok konu da kulüpte alınan kararlar arasında. Bir de Lakeside Talks diye ünlenen Gölbaşı konuşmaları sırasında büyük politikacıların normalde geniş halk kitlelerine açıklamaktan çekindikleri ancak kendi gerçek görüş ve planlarını yansıtan söyleşiler de yapılıyor. Peki, nedir be Gölbaşı konuşmalarının konu başlıkları?
1991 yılı konuşmaları şu konuları içeriyordu: Joseph Califano (Carter yönetimi Sağlık, Eğitim, Sosyal Yardım Bakanı): Amerika Sağlık Meselelerinde Devrim Helmut Schmidt (Alman eski Başbakanı): 21. Yüzyılın Devasa Sorunları Eliot Richardson (Richard Nixon ve Ronald Reagan yönetimlerinde bulundu): Yeni Dünya Düzenini İfade Etmek John Lehman (Reagan yönetiminde Deniz Kuvvetleri Bakanı): Akıllı Silahlar Richard (Dick) Cheney (Başkan Yardımcısı, Savunma Bakanı): 21. Yüzyılın Ana Savunma Problemleri Gizli örgütlerin üyeleri birlikte çalışarak daha da güçlü hale geliyorlar. Mazlum uluslar ve orta sınıf insanlar devamlı daha da fakirleşirken bu zengin, güçlü ve gizli yapılanma emperyalistlerin değirmenine su taşıyor.. Öncelikle Bohemian Grove’da karşılıklı bir iletişim ve ağ oluşturma atmosferi oluşuyor. Bir kamp ateşinin etrafında Procter&Gamble’ın ya da Bank of America’nın direktörüyle oturabilir, devlet ve savunma eski bakanlarıyla birlikte yapay kuşlara ateş edebilir veya bir CFR direktörü ya da Business Round Table yetkilisiyle birlikte şarkı söyleyebilirsiniz. Bu da sizin etkili ve nüfuzlu kişilerle birlikte geniş zaman geçirmenizi ve onlarla kalıcı ilişkiler kurabilmenizi sağlıyor. Ayrıca bu çok seçkin kişiler kendi aralarında da öbekler oluşturup sohbetler yaptığından, bizzat birinci ağızlardan dünya sorunları hakkında bilgi edinmeniz ve onların görüşünü sormanız da olanaklı. Yapılan nehir kenarı konuşmaları üyenin yaptığı bir tür gayrıresmi yahut aile içi bir sohbet olarak görüldüğünden bu yana, kulüpteki politik tartışma kısıtlamalarının da ihlal edilmesine ses çıkarılmamaya başlanmış. Görünüşte Bohemian Grove global ve bölgesel elitlerin eğlenmek üzere bir araya geldiği bir yer. Ancak perde arkasında ise kulüp, 18. yüzyıl Fransız monarşisinin oynadığı işleve benzer bir role sahip. Her Şey Çok Masum Gibi! Başta da belirttiğimiz gibi orası aynı zamanda dünya kodamanlarının dinlenme kampı. Böyle olunca da bir dinlenme kampında ne tür aktiviteler umulursa bunlar fazlasıyla düşünülmüş. Eğlencelerin de masum olanı ve olmayanı var tabii. Öncelikle masum olanlarından bahsedecek olursak bunlar arasında başta gelen, tiyatro oyunları ve komedi şovları. Bu tarz gösterilerde sahnede kadınlar yerine yine erkekler bu rolü üstleniyor. Kadınların bu kadar dışarıda tutulması hele bu konuda bile dışlanması kamp dışındaki bir takım aktivist gruplar tarafından her kamp dönemi protesto ediliyor. Tiyatro oyunlarına bir örnek verilirse 1980 yılında oynanan bir Yunan mitolojisi, Cronus ve Zeus adlı oyun akıllara geliyor. Oyunda çok zengin bir şekilde ateşli, duman bombalı ve ışıklı efektler kullanılmış. Ama Bohemian Grove’un müdavimlerine soracak olursanız herkesin hemen aklına gelecek olan oyun 1924 yılı yapımı Monte Rio Leydisi.
Oyunun konusu Monte Rio Kasabası’nda da belirli kulübe ve motellerde çalışan pavyon kadınlarına bir kinaye. Bir de 1968 yılı yapımı olan Ophelia’nın Çocuksu Ruhu adlı, sözleri bayağı olarak nitelenen bir oyun. Tabii oyunlarda kadın rollerini üstlenenler hep erkek. Oyunlar kampın katılımcıları tarafından sahneye konduğu için insanlar hep şunu merak edegeldiler; acaba Reagan hiçbir oyunda bir rol üstlenerek sahneye çıkmış mıdır? Çünkü o, kulüp üyeleri arasında rol kabiliyeti en çok olan kişi. Bu arada sahneye konan her cafcaflı oyunun “Bohemyalılara” maliyetinin seans başına en az 25.000 dolar olduğu söyleniyor. Bununla beraber teatral faaliyetler buradaki tek eğlence konusu değil. Katılımcılar burada kendilerini eğlendirecek başka faaliyetler de bulabiliyorlar. Kimi elinde bir içkiyle kızılağaçlarla çevrili yollarda sakince yürümeyi, kimi Rusya Nehri boyunca yürüyerek 150 feet yakınında akan nehri izlemeyi, ya da nehir kenarına inip yüzme için oluşturulmuş olan nehir koyunda yüzmeyi ya da bir kano ile nehirde kürek çekmeyi tercih ediyor. Diğer bir bölüm insan yapay kuşlara veya kapanlara atış yapmayı seçebiliyor, isterse at sürebiliyor. Bohemian Kulübün Seçkin Sapıkları Eğer eğlenceler ile ilgili olarak anlattıklarımız orada yaşananların tamamını kapsasaydı, bu kulüp için bir çeşit emekli dinlenme tesisi olarak düşünebilirdiniz. Ancak bunlar, yaşananların su üstünde görünen kısmı sadece. Bundan sonra anlattıklarımızı işitince dünyanın nasıl bir zihniyet tarafından yönetildiğini göreceksiniz. Kulübe kadınların girmesinin yasak olduğunu söylemiştik ama bir şekilde kullanılmaları durumunda yasak geçerli değil. Eh malum ya beyefendilere temizleyici, garson ya da oda hizmetçisi gerekebilir tabii ki ama bir dakika esas önemli olan şeyi unuttuk galiba: Fahişe! “Canım ne var bunda, adamların burada hiç kaçamağı olmasın mı yani?” diyenleriniz çıkabilir. Ancak kulübün girilmesi en imkansız hale getirilmiş olan Mandalay kampında koskoca o kelli felli devlet adamları ya da cumhurbaşkanlarının gecenin geç saatlerinde çırılçıplakken, ellerinde içki şişesiyle koşarak kadınları kovalaması gibi olayların görüntülenebilmesi durumunda bu kişilerin saygınlığı kuşkusuz sıfırlanabilir. Durumu biz abartmıyoruz. Bu soytarı beyefendilere hizmet etmek üzere yetiştirilmiş yani seks kölesi haline getirilmiş kadınlar bu insanlardan kaçtıktan sonra başlarından geçen olayları anlatabilmek ve seslerini tüm dünyaya duyurabilmek için kitap yazmışlar. Bu hizmeti verebilmek için de kitapta CIA’nın kendilerine uyguladığı “beyin kontrol”24 programını ve üst düzey ABD Başkanları ve yöneticilerine nasıl hizmet ettiklerini anlatıyorlar. Kadınlardan Brice Taylor’un, Teşekkürler Anılarım adlı kitabı 1999’da, Caty O’Brien ise TranceFormation of America (Trans Halindeki Amerika’nın Şekillendirilmesi) adlı kitabı 1995 de yazmış bulunuyor. Kitapta anlatılanları okumadan önce bir insan normal olarak bu kulüp hakkında pek de kötü duygulara sahip olmayabilir. Sonuçta dünyanın en kalantor ve en güçlü kişilikleri yaz ortasında iki haftalığına toplanıyor ve dinlenmek için biraz da kaçamakla karışık bir kamp hayatı sürüyor, tabii böyle bir durumda bu elit insanların gözlerden veya basından uzak olmaları gayet doğal. Ancak o ortamdan canını zor kurtararak kaçan bir kişinin anlattıklarını yazdığı kitaptan okuduğunuz zaman, orada yaşanan olayların, kulüp hakkında hayal edebildiklerinizin sınırları içine sığmadığını görüyor ve dehşetle irkiliyorsunuz.
Bu kitap yayınlanmadan evvel zaten onlarca yıldır Bohemian Grove içinde dönenlerle ilgili birçok dedikodu ayyuka çıkmıştı. Bu konuda olayları yaşayan güvenilir kaynakların da doğruladığı gibi ormanlık arazinin ücra köşelerinde anlaşılmaz olaylar yaşanması söz konusu. Druid25 tarzı törenler, kırmızı kukuletalı ve pelerinli tiplerin Hıristiyanlık dışı acayip ilahiler söyleyerek yürüyüşler yapması ve büyük Baykuş Tapınağı’nın önünde yanan dev ateşte yanan cesetler görülmesi gibi olaylardan birçok defa bahsedilmişti, ancak anlatılan her şey dedikodudan ibaret kalıyordu. O’Brien’ın kitabının özellikle 170. sayfası ve devamını okuduktan sonra Bohemian Klüp hakkındaki şimdiye kadar olan kavrayışlar radikal olarak değişmeye başlıyor. Eğlence, sadece sarhoşluk ya da sınırsız miktarda alkol ve uyuşturucu hap kullanarak manasız homoseksüel davranışlar sergilemekle sınırlı kalmıyor ki. Yaşananlar (bir tür eğlence olarak görünse de) çok daha iğrenç şeyler. Bu koca adamlar (!) insan kaçırma, tecavüz, küçük çocuklarla cinsel ilişki (sübyancılık), Sodomizm26 ve törensel cinayet ya da insan kurban etme gibi rezillikler yapıyorlar.27 Peki, bunlara müdahale eden yok mu? Tabii yok: 1947 yılında çıkarılan “Milli Güvenlik Yasası”ndan dolayı Bohemian Grove’da herhangi bir polisiye araştırma veya soruşturma yapılamıyor. Bu nedenle beyefendilere her türlü sapıklık serbest… Bohemian Grove’daki olayları yine bizzat yaşayan ve neredeyse kurban edilmek üzere olan bir gözlemcinin anlattıklarına göreyse, kulüp ormanının derinliklerindeki bazı kulübeler adeta kutsal bir tapınak gibi korunuyor. Bu gizli yerlere bırakın dışardan gelenleri, hizmetçilerin dahi girmesi yasak. Üzerinde U.N.derground diye okunabilecek bir Underground (Yeraltı odası)’dan söz ediliyor. Burada bir karanlık oda, ayrıca köseleyle kaplanmış bir oda ve bir adet de Necrophilia Odası (Ölülerle cinsel ilişki yapılan oda) bulunuyor. Tıpkı Caty O’Brien’ın de anlattığı gibi: Üzerine programlama uygulanması olanağı kalmamış ya da üzerinde yapılan çalışmalar başarısızlığa uğramış yaşı ileri düzeyde köleler bu ormanlık arazide gelişi güzel bir şekilde kurban edilerek öldürülüyordu. Benim de bu şekilde öldürülmeme çok az bir zaman kalmış olabileceğini hissetmiştim. *** Yazılan kitaplar CIA’nın “Beyin Kontrolü” departmanında yıllarca yönetici olarak vazife görmüş “Svali” takma adlı 45 yaşındaki bir kadının hayatını riske ederek yazdığı Illuminati’yi Terk Eden Bir Kişinin Ahlaksız Komplosu adlı kitabında da ifşa edilenlerle büyük bir tutarlılık gösteriyor. Svali, CIA’nın Mind Control programında 6 üst düzey beyin programcısından biri olarak çalışan bir kişi ve çalıştığı yıllarda kendisine bağlı 30 beyin programlayıcısından sorumlu olduğunu açıklıyor. Tüm bu karşılaştırmalı ifadeleri yorumlayan ünlü gazeteci Henri Makov kendi internet sitesinde, “Eğer dünyayı anlamak istiyorsanız bu üç kadının kitabını mutlaka okumalısınız” diyor. 1957 doğumlu Caty O’Brien kitabında kokain çeken Bill Clinton’lardan tutun da, Ronald Reagan, George W. Bush, Dick Cheney28, ve isimlerini tek tek saydığı bir dizi üst düzey ABD yöneticisine seks kölesi olarak hizmet verdiğini anlatıyor. O’Brien’in kızı Kelly
1980 yılında doğduktan sonra ana-kız bir takım halinde çalışmaya başlamışlar. O’Brien Bohemian Grove’da da çalışırken görevinin Rusya Nehri civarında gezinerek Dünya liderlerini tavlamak ve yarattığı durumlarla da onları tuzağa düşürerek nehir boyunca kurulmuş video kayıt sistemine daha sonra kullanılabilecek ve şantaj yapılabilecek malzeme sağlamak. O’Brien’ın yukarıda aktardığımız diğer bir iddiası şok edici nitelikte. Yaşı geçmiş köleler ya da beyin yıkama programında başarısız olanlar törensel uygulamalarla kurban ediliyor, yani öldürülüyor. Bohemian Grove içinde bazı kulübelerde çeşitli prangalar ve işkence aletleri, seks sunakları ve gruplar için çılgın eğlencelerin yapıldığı odalar bulunuyor. O’Brien, Bohemian Club’da kendisinin bir oyuncak dükkanındaki en değersiz paçavradan üretilmiş bir bebek gibi kullanıldığını söylüyor. O’Brien kitabında şöyle devam ediyor:
Bush özellikle Kızım Kelly’den hoşlanırdı. Cheney, sübyancılık yapamadı çünkü çocuklar ondan korkarlardı. Kitabın bir başka yerinde de Dick Cheney Caty O’Brien’a bir başkan yardımcısının aslında aynı zamanda başkanı adına ülkenin uyuşturucu endüstrisini kontrol altında tutabilmesi için bir casus gibi görev yapması gerektiğini söyler. Hakikaten de George W. Bush’un uyuşturucu kaçakçılığı ve kullanımı ile ilgili bir olaya adı karışmış ancak konumunun getirdiği avantajla herhangi bir şeyle suçlanmamış. Yine kitapta anlatılanlarla koşut olarak George W. Bush’un davranışları çok dengesiz, kendisinin Mind Control’le ilgilendiği, seks ve uyuşturucu kullanma dedikodularının da adının etrafından hiç eksilmediği biliniyor. Hatırlanacak olursa geçen yaz da Margie Schroedinger adlı bir kadın George W. Bush’un kendisine tecavüz ettiğini iddia ederek dava açtı ancak sonunda intihar etti. Yine O’Brien’ın kitabında anlatılanlara dönersek, yazarın yaptığı bir görüşmede ülkenin para musluklarının kontrolünü elinde bulunduran Senatör Robert Byrd, Caty O’Brien’ı doğrulayarak kendisinin uyuşturucu dağıtımı, beyaz kadın ticareti ve pornografi ile uğraştığını kabul ediyor ve bunları dünyanın kara parasını kontrol ederek ülkeye kazandırma amacıyla yaptığını söylüyor. Hani ünlü bir siyasetçi söylemi var ya: “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim; her şey ülke için. Hem vallahi, hem de billahi.” Byrd’a göre halkın %95’i, %5’lik seçkin grup tarafından yönetilmek istiyor ve devlet işlerinin nasıl çalıştığını bilmek istemiyor. Byrd’ın incileri bununla da bitmiyor, dünyadan nasibini almamış millet ve kültürlerin, insan üretme üzerine genetik mühendisliği ve/veya jenosit yoluyla yok edilmesi gerektiğini, her şeyi beyazların hak ettiğini söylüyor ve insanoğlunun artık dev bir adım atarak süper bir ırk yaratması gerektiğini belirtiyor. Cathy O’Brien da Brice Taylor da CIA’nın fahişelikten kuryeliğe hatta katil olmayı içeren bir nevi robotlaştırmaya göre düzenlenmiş MK-Ultra Mind Control (Zihin kontrolü) programı kurbanı. İki kadın da daha bebeklikten itibaren cinsel istismara uğramışlar. Sonra daha çocukken babası tarafından iş ortaklarına veya politikacı dostlara bazen bir menfaat bazen de para karşılığında peşkeş çekilerek fahişelik yaptırılmış, ayrıca birçok çocuk porno filminde de rol verilmiş. Kendisini Mind Control programına, o zamanlar Michigan’ın ayak
takımıyla, uyuşturucu ve çocuk pornografisi ile uğraşan Kongre Senatörü Gerald Ford yerleştirmiş. Gazeteci Henry Makov’a göre gizli Satanik cemiyetlere üye olan aileler çocuklarına nesiller boyunca süren cinsel istismarda bulunarak yarattıkları travmayla beyinlerinde çok kimlikli bir benlik oluşturuyorlar, bu travma neticesinde çocukların beyninde değişik kompartmanlar halinde bir nevi zihin parçalanması oluşuyor; bu da çocuk kurbanlarda olağanüstü bir güçte hatırlama ve dayanıklılık yaratıyor ve çocukların istenildiği şekilde programlanabilmesine olanak sağlıyor. Bu tarz anlayışlar yardım cemiyetleri, kiliseler, gençlik kulüpleri, mason locaları, çocuk yuvaları ve özel okullarda uygulama olanağı barındırabiliyor. Toplumda sürekli olarak savaş, Auschwitz mezalimi, Hiroşima, Kennedy suikasti, 11 Eylül felaketi29 ve Ebu Garib işkenceleri gibi travmalar zaten toplumun duyarlılıklarının azalmasına yol açarken, bir taraftan da dikkatler seks, şiddet, fasa fiso ve içi boş törenlere çekiliyor. Makov’a göre köktendinci Müslümanların Amerika’yı “Büyük Şeytan” olarak nitelendirmesi son derece haklı, hatta doğru düzgün bir grup olsalar, “Mücahidin” grubu, dünyada “Yeni Dünya Düzeni”ne karşı özgürlüğün savunucusu olarak ortaya çıkardı. O’Brien 1988 yılında, yine CIA’nın Mind Control Departmanı’nda üst düzey görevde bulunan Mark Philips tarafından kurtarılmış. Diğer kitabın yazarı 1951 doğumlu Brice Taylor ise daha çocuk yaşlarında iken yani 10’lu yaşlarına bile ulaşmadan Başkan Andrew Johnson ve Başkan John F. Kennedy’nin yatağında uyuyarak başlamış işe. Şu anda bu hanımın yazdığı kitap piyasada bulunmazken, O’Brien’ın kitabını kendisinden satın almak mümkün. Caty O’Brien’ın Banda Kaydedilen Hikayesi Caty O’Brien 4 Haziran, 1996’da Livonia/Michigan’da Mind Control programı hakkında bir sunum yaptığı sırada şunları anlatıyordu;
Benim ve Mark’ın karşınızda konuşmamızı sağlayan Pro Se30 hakkı için şükranlarımı sunarım. Ayrıca buraya gelip de Adolf Hitler ve George W. Bush’un ortak terminolojisi olan ‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘Bilinç Kontrolü’nün ne olduğunu dinlediğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimi sunarım. Bu suçlu insanların ülkeyi kontrolleri altında bulundurma ve bizleri uzun zamandır kontrollerinde tutma sırlarını öğrenmelisiniz; bu sizin de hakkınız. CIA’nın MK Ultra Zihin Kontrolü mağduru olmaktan kurtulduğum için son derece şanslıyım. Biliyorum ki tam da bu noktada kurtularak sizlere bu bilgileri aktarabildiğim için de çok şanslıyım. Birçok devlet hafiyesi ve bilinen birtakım kişiler benim olanları hatırlamama ve beynime yapılmış olan programın bir daha silinememesi fikrine ümitlerini fazlaca bağlamışlardı. Yanıldılar. Onlar hiçbir şekilde insan ruhunun dayanıklılığını öngörmediler. Onlar hiçbir zaman Mark Philips gibi iyi bir adamın bu sırları ortaya çıkarttığında ve bunları insanlık için iyi yolda kullandığında, bir insanın bilincini yok edip kontrol etmek yerine, belleğini yeniden kazandırdığında neler olabileceğini hesaba katmadılar. Şu anda kendi zihnimi ve özgür isteklerimi tamamıyla kontrol edebiliyorum. White House, Pentagon seviyesinde bir zihin kölesi olarak sahnenin gerisinde tanık olduğum şeyleri anlatacağım. Mağdur edilmemin çok olağandışı bir olay olduğunu biliyorum ve kurban
edilmem konusuyla sizleri şok etmek gibi bir derdim yok. Bunun yerine zihni kontrol etmenin unsurlarını ve “Yeni Dünya Düzeni” etkinlikleriyle dünyada hepimizi kontrol etme ve hükmetme planını anlaşılabilir bir şekilde izah etmek istiyorum. Birçok devlet sırrı ve ünlü kişi açığa çıktı. Bugün insanlar ülkemizde ahlakın ve kurumların nasıl bu kadar aşındırıldığını sormaya başladığı için artık daha çok bilgi aydınlığa kavuşmakta. Bu akşam ayrıntılı yanıtlar vererek bu ülkedeki gayretleri daha da etkinleştirmek niyetindeyiz. Ülkemizi kontrolleri altında tutan güçler hep gizli bilgilerin güce eşit olduğu inancına sahip oldular. Biz ne kadar onların sırlarını açığa çıkarırsak, onların güçleri de o kadar aşınmaya uğrar ve ülkemizi onlardan geri alma şansımız artar. Ülkemizin kontrolünü elinde bulunduran güçler fazla akıllı oldukları için çok da derin düşünmüyorlar. Kendi ahlaksızlıklarından dolayı düşünceleri sınırlı kalıyor. Bu, bizim onlardan üstün olduğumuz bir durumdur. Onlar birtakım iyi insanların bilgilerin kullanılabilmesi adına, bu kontrol altında tutulan medyadan geçirilerek sizlere ulaştırılabileceğini hiç hesap etmediler. Bilinenler bütün memlekette olduğu gibi bunun gibi toplantılar, radyo ve televizyonlar aracılığıyla ağızdan ağza tüm kamuoyuna yayılmalı. Bilinenleri yaymak için önümüzde birçok yol mevcut. Bilgilerin yayılması için onların bilmek istemeyecekleri birçok yol var. Bu akşam anlatacaklarımı dinledikten sonra artık şunu iyi anlayın ki bu bir bilinç savaşıdır. Biz bunu psikolojik savaş olarak tanımlıyoruz. Zihin kontrolü bir psikolojik savaş aracıdır. Çünkü bu psikolojik bir şey, biz bununla mantık yoluyla baş edeceğiz, işte bu onların öngörmedikleri bir şey. Onların bizden yapmamızı istediği şey, bu çeşit bilgileri dinleyerek, histerik ve duygusal bir hale gelmemiz ve tüm nefret uyandıran suçları, kontrolleri altında tuttukları medya kanalıyla işiterek birbirimizi vuracak hale gelinceye kadar çılgına dönmemizdir. Hiçbir şey onları, suçun kimde olduğunu anlayamamızdan ve birbirimizi vurup durmamızdan daha fazla mutlu edemez. Bu yüzden mantıklı olalım, verilen bilgileri dinleyelim, bizi nasıl etkilediklerini görelim ve dikkatli davranarak ülkemizi onlardan geri alalım. Halk öne geçti mi, liderler takip eder. Şimdi sizlere kendi mağdur edilmemle ilgili zihin kontrolü olayını anlaşılabilir bir şekilde anlatacağım. Her ne kadar benim uğradığım olay olağandışı bir vaka ise de, kurumsal değerlerimizin erozyona uğramasından, sokaklardaki uyuşturucu savaşlarından ve yaşanan pek çok kötü şeyden daha korkunç değil. Dilerim sizlere verdiğim bilgiler sayesinde bu ülkede neler döndüğünü daha iyi anlayacaksınız. Ben, 1957’de çok çocuklu bir ailenin evladı olarak Muskegon, Michigan’da doğdum. Babam da, annem de birer çocukken istismara uğramışlardı ve beni de seksüel açıdan istismara tabi tutuyorlardı. Hatırlayabildiğim kadar eski bir tarihten beri babam beni seksüel açıdan istismar ediyordu. Bu, benim ilk cinselliğimi karışıklığa itmiştir. Bu, saf bir kurtuluş alanı yaratmıştı. Benim için yemek, içmek gibi bir hal almıştı. Bu nedenden dolayı MKUltra Zihin Kontrolü projesinin hedefi haline geldim. Benim hedef seçilmemin bir başka nedeni de Hitler/Himmler araştırmalarının da ortaya koyduğu gibi, farklı etnik kökenli evliliklerden oluşmuş ailelerden gelen çocuklar üzerinde yapılan uygulama örnekleridir. İnsan aklının kabul edebilmesinin çok zor olduğu travmaları yaşayan insanların bilinçlerinde, bu yaşadıkları travmalarla ilgili olarak birden fazla kompartman oluşuyor ve yaşanan her travma için beyinde ayrı bir kimlik oluşuyor, bu da insanda çoklu kimlik karışıklığı oluşturuyor. Fakat bu yine de insan zihninde yaşanan gelişmelerin tam bir izahı değil. (Konuşmanın arada 5 saniyesi kaydedilememiş)
Anlaşılır gibi değil, anıların kompartmanlara bölünmesi! Ben babamın istismarıyla baş edebilmek için zihnimde onunla ilgili bir kompartman geliştirdim. Babamın istismarı ile uğraşan bölüm işlemeye başlamıştı. Babamın istismarı ile ilgili bölüme bağlanan sinir patikaları gerek duydukça benim o konuyla gerek duydukça tekrar tekrar uğraşmamı sağlıyordu. Beynimin bu bölümü unutkanlık bariyeriyle kapatılıyordu ve bu korkunç konuyla ilgili hiçbir hatırayı anımsamaksızın hayatımı devam ettirebiliyordum. Gerçekten de böyle korkunç bir şeyi koyacak bir yerim yoktu. Bu, benim babamın yaptıklarının ahlak dışı bir şey olduğunu idrak etmem anlamına gelmiyordu. Ben sadece ufak bir çocuktum. Ahlaki olarak hatalı olduğumu anlayabilmem için hiçbir yol yoktu. Bunun yerine ben onun istismarının getirdiği acıya ve daralmaya tahammül ediyordum. Hükümet, uzun süredir yapılan bir araştırmadan anladı ki, hatıraların kompartmanlaştırılması işlemi onların sapık sırlarının gizlenebilmesi amacına yarayabilirdi. Anlaşılır gibi bir şey değil. Zihin, travmaları birer fotoğraf resmi gibi kaydettiği için, bu unutma ya da unutturma bariyerlerinin arkasında tutulan bellek kompartmanı bir resimden (fotoğraftan) ibaretti. Birçok insan John F. Kennedy öldürüldüğü esnada kendilerinin nerede olduğunu ne yapmakta olduklarını iyi hatırlar. Bu, zihnin travmanın etrafındaki olayları nasılda fotografik olarak kaydettiğine dair iyi bir örnektir. Çünkü bu, tüm toplumu travmatize eden bir olaydır. Bu şekilde resmedilmiş bir anı kesinlikle hükümetin çıkarınaydı, çünkü onlar biliyorlardı ki, çocuklarda oluşacak bir kimlik karışıklığı onların da benim gibi fotografik mesaj verme yöntemiyle kolaylıkla programlamalarını sağlayacaktı. Benim olayımda, ben seksüel istismara uğramış biri olduğum için bir seks kölesi olarak kullanıldım ve bu yüzden de benim kolaylıkla etki altında kalabilen programlanmış bilincim bir takım malum politikacıların sapıklıklarıyla baş edebilmemi sağladı. Fakat halkın geri kalan kısmı bu malum politikacıların sapıklıklarını asla bilemeyeceklerdi. Onlar gerçekten de bu sırlarını ilelebet gizleyebileceklerini zannettiler. Eğer üzerimde uygulanan bu programlamadan ustalıkla kurtarılmış olmasaydım, neler olduğu hakkında sizlere bilgi vermeyi ve bir White House/Pentagon seviyesinde bilinci kontrol edilen bir köle olarak şahit olduğum olayları anlatmayı aklımın ötesinden bile geçiremezdim. Annemin psikolojik istismarları ile baş etmek için de yine beynimde ayrı bir kompartman oluşturdum. Kendimi bildim bileli kimlik karmaşası ya da çoklu kişilik bozukluğu yaşıyordu. Bundan dolayı onu yaptıklarından dolayı sorumlu tutmadım fakat buna rağmen beni psikolojik olarak fazlaca istismar ediyor, bunun da üzerimdeki etkileri harap edici oluyordu. Bu yüzden annemin psikolojik istismarları için de ayrı bir kompartman açtığımı fark ettim. Kafamda oluşturduğum başka bir kompartman da babamın beni tabi tuttuğu pornografi meselesiydi. Babamın altıncı derecede bir tahsili vardı ve hayatını çok aşağılık bir şekilde kazanıyordu. Ailemizin gelirini çocuk pornografisinden temin ediyordu. Beni kullandığı çocuk pornografisi üretimini annemin erkek kardeşi Bob dayımla ve tüm Muskegon halkıyla konu ederek gerçekleştiriyordu. Bob dayı Hava Kuvvetleri istihbaratındandı ve Katolik Vatikan Cizvitlerinin de istihbaratında çalıştığını iddia ediyordu. O sıralarda Bob dayı, yoğun bir şekilde çocuk pornografisi üretimi ile uğraşıyordu. Babam benimle ve Bob dayımın köpeği Buster’le bir vahşi çocuk porno filmi yaptığı zaman bu filmi Amerika postasıyla gönderirken yakalandı. Bu olay olduğu sıralarda Bob dayım geldi ve babama Amerika’da MKUltra diye bir uygulama olduğundan bahsetti. Babama, eğer beni bu MKUltra adlı uygulama programına satarsa herhangi bir soruşturmadan muaf tutulacağını anlattı. Babam bunun çok güzel bir fikir olduğunu düşündü. Hükümetin
çocuk istismarını affettiğini düşündü. Beş tane daha çocuk sahibi olarak projeyi geliştirmek istedi. Artık yedi kişi olmuştuk. O sıralarda Michigan havalisinde üretilen porno filmleri, bölge mafyasının oluşturduğu dağıtım zinciriyle satılmaktaydı. Yine o sıralarda hükümetin belli suçlarla ilgili bir grubu da hangi çocukların pornografide kullanıldığını ve hangi çocukların MKUltra programı için hedef seçebileceklerini inceleyebilmek amacıyla çocuk pornografisine ceza uyguluyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki, beş yaşın altında iken daha beyinleri ve zihinleri tam gelişmeden istismara tabi tutulan çocuklar zihin kontrolü uygulamasına daha yatkın oluyorlardı. Bu nedenle hükümetin belli bir grup adamı mafyanın çocuk pornografisi olayını açığa çıkarıyor ve bu olayı zihin kontrol denemelerinde kullanıyordu. Babam artık beni CIA’nın MKUltra uygulamasına satmayı kafasına koymuştu. Bizi bölgemizin porno zincirini elinde tutan mafya lideri ziyaret etti ya da politikacılar bölgemizdeki bu aşağılık işleri ortaya çıkarmaya başlamışlardı. Adamın ismi Gerald Ford’du. Bu kişi daha sonra devlet başkanlığı koltuğuna oturan kişinin ta kendisiydi. Gerald Ford evimize geldi ve babama beni bu projede nasıl yükselteceğini anlattı. Babama benim henüz “dehşeti” bilinçli olarak algılayamayacağımdan dolayı bilinçaltımın nasıl maniple edilebileceğini izah etti. (Dünyadaki bir yeri zihnimde korkunç bir yere yerleştirmek gibi bir şey) Bilinçaltı seviyesinde işlev görüyordum. Bilinçaltındaki zihin, söylenenleri algılamaz, sorgulayamaz ve mantık yürütemez. Size verilen bilgiler hem hipnotik bilinçaltı lisanıyla hem de resmi olarak anıldığı şekliyle NLP ile rahatlıkla kabul ettirilebilir. Babam buna ters psikoloji diyordu ve onu iki haftalık ‘Ters Psikoloji’ kursu için acilen uçakla Boston, Massachusetts’e yolladılar. O geri döndüğü zaman babamın edindiği bilgilerden dolayı benim mağdur edilmem daha da korkunç bir hal aldı. Babam orada ne öğrendiyse bana uygulamaya başladı ve bu uygulamasında her şey bir rüyada oluyormuş gibi, her şey bir masal kitabından anlatıldığı gibi ya da olan şeyler hakikat değilmiş gibi gözüksün diye hayali şeyleri gerçeklik boyutuna tırmandırdı. Gerçekte hayallerle mücadele etmektense yaşananların gerçek olduğuna inanmak benim için daha kolaydı. Babam beni istismar ederken son derece ahlaksızca hareket ediyordu ve hükümetin görevlileri buna ses çıkartmıyorlardı. O esnada babama beni Michigan’daki Mackinac Adası’na götürmesini istediler. Birçoğunuz çok iyi bilirsiniz ki, Mackinac Adası Amerika ile Kanada sınırının ortasındadır ve Michigan Valisi’nin konağı bu adadadır. Orası ülke çapındaki tüm politikacıların toplandığı ve politik meseleleri konuşup tartıştıkları bir inziva köşesidir. O sıralarda Michigan Valisi George Romney’di. Vali Romney toplumun çeşitli kesimlerine zihin kontrolü uygulamasıyla ilgileniyordu. O, gerçekten de topluma zihin kontrolü uygulanması gerektiğine inanıyordu. Benim tabi tutulduğum türde bir zihin kontrolü uygulaması onun tercih ettiği bir türdü. Vali, böyle bir zihin kontrol yönteminin okullarda uygulanması halinde çocukların kafalarının daha çok bilgi alabileceğine de inanıyordu. Michigan eğitim sistemi o sıralar ülke genelinde hatta dünya sıralamasında en üst sıradaydı. Bu da Vali Romney’in ilgilendiği konulardan biriydi. Benim Mackinac Adası’na getirilişimin bir nedeni de Gerald Ford’un sapıklıklarıydı. Gerçi Gerald Ford beni uzun süredir cinsel istismara tabi tutuyordu ama her neyse. O, beni başka istismar edenler gibi bir çocuk sapığı değildi ama bunun yerine daha sıkı kontrol edebilmek için seksüel istismar esnasında travma yaratma yollarıyla ilgileniyordu. Ben onu Try-Sexuel olarak tanımlıyorum. O, her şeyi, her yerde ve herkesle her yaştakiyle deneyimleyebilirdi. Bu önemli bir şey değildi, önemli olan tek şey gücün sapıklığıydı.
O sıralarda beni istismar eden başka bir kişi ise daha sonra Kongre üyesi olan Michigan Senatörü Guy Vander Jagt’tı. O adam tam bir çocuk sapığı idi ve uzun bir süredir beni istismar etmekteydi. Gerald Ford’dan farklı olarak o beni mağdur edidiğim için istismar etmedi. Bu iş yetişkinlere uygulanmaya başladığı zaman da beni hiç Reagan/Bush yönetimi aracılığıyla istismar etmedi. Sadece ben çocukken ve bilincimi zihin kontrolüne hazırlamak ve beni MKUltra programında rol almam için istismar etti. Ben bunları politikacılar tarafından istismara tabi tutulmuş bir kadının elde edebileceği bir tür cazibe kazanmak için anlatmıyorum. Tam tersine, kitabımda bir takım kişilerin ismini vererek bu ülkeyi kim ve ne tür bir güç yönetiyor, amacı ne? Artık anladım ki Michigan’da çoğunuz bu isimlerin kim olduklarını tanıyorsunuz. Amerikan halkı “Yeni Dünya Düzeni”ne inansın diye onlara bir takım aldatmaca uygulamalar yapılıyor. Michigan’daki Mackinac Adası’nda “Yeni Dünya Düzeni”nin zihin kontrol sistemini ve zihin kontrolü mağduriyetinin başka biçimlerini öğrenen ilk kişi benim. Travmatize edildiğim için (İnciltildiğim için) diyalogları fotoğraflandırarak kaydediyordum ve bu program için seçilen diğer insanların nasıl benim gibi zihinsel kimlik karışıklığı yaşamakta olduklarını anladım. Bir insan kimlik karışıklığı yaşadığı zaman sadece kompartmanlara ayırdığı için değil, bazen de çok incitildiği konuyu farklı kompartmanlarda işlettiği için daha önce olmuş olayların hafıza kayıtları olmuyor bu yüzden de yorgunluk veya bıkkınlık nedir bilmiyor ve dayanıklılık korkunç miktarda artıyor. Bu da kimlik karıştırma bozukluğunu artırıyor. Keza, bir insan görüş keskinliğini 44 misli geliştirebilir. Ben bunun olaylar olmadan görmeye çalışma olduğuna inanıyorum. O olay hakikaten olur, gözler fal taşı gibi açılır ve sanki bu, mağdurun kafasının arkasında yeni gözler geliştirmesi gibi bir durumdur. 44 misli görüş keskinliği kazanmak demek çok iyi talim gören bir kişinin ateş ettiği nişan noktasını hiç ıskalamaması anlamına gelir. Onlar hedeflerini hiç ıskalamazlar çünkü bu tip bir keskin görüş onların daha iyi ateş etmeye yatkın olmalarına sebep olur. Bu yüzden de zihinsel kimlik karmaşası yaşayan insanlar askeri operasyonlarda, istihbarat için, ücretli askerlik hizmetlerinde ve paramiliter operasyonlarda kullanılmak üzere tercih edilirler. Ben böyle özel bir alanda asla eğitim almadım çünkü ben bir seks kölesi olarak yetiştirilmiştim. Ben, ülkemizi idare eden politikacıların sapıklıklarına hizmet etmek üzere yetiştirilmiştim. Ve onlar benim gibi bir insanın silah kullanmayı öğrenmesini kesinlikle istememişlerdi. Ben Michigan Mackinac Adası’nda, Katoliklerin de zihin kontrolü ile uğraştıklarına şahit oldum. Bu, hiçbir zaman tüm Katoliklerin kötü insanlar olduğu anlamına gelmez. Söylediklerimin dışında kalan CIA’lıların da tümü kötü olamaz. Anladığım kadarıyla bu işleri toplumun birçok alanında yürüten bir grup insan var. Benim rastgeldiğim insanlar daha çok Katoliklerin yoğun yaşadığı bölgelerden olan ve Katolik bakış açısına göre zihin kontrolüyle ilgilenen kişilerdi. O sıralarda kendisinin bir Cizvit olduğunu iddia eden Kanada Başbakanı Pierre Trudeau, zihin kontrolü ile çok ilgileniyordu, özellikle kitlelerin zihin kontrolü ile. Kendisini Yeni Dünya Düzeni’nin tek dünya kilisesi olarak gören Vatikan Kilisesi’nin bir parçasıydı. Bu ülkede ve dünyada örtülü suçların nasıl işlendiğine dair pek çok konuşma işittim. Bu işler Adolf Hitler ve George Bush gibi insanlar tarafından “Yeni Dünya Düzeni” adıyla hazırlanıp Katolik Kilisesi aracılığıyla uygulanıyor. O sıralarda bir gün, 1966 yılında olması gerekir, ben Muskegon Caddesi’ndeki mahalli Katolik kilisesine ilk katılımımı gerçekleştirdim. O sırada Papaz Don kilisenin başındaydı ve kitlesel ölçekte zihin kontrolü uygulaması yapıyordu. Eminim çoğunuzun bildiği gibi, kilisede çocuk istismarlarının artmasından dolayı birçok Katolik büyük miktarlarda tazminat davaları
açtı. Bunun bir tek sebebi vardı. 1966 yılında, ben ilk defa olarak iştirak ettikten sonra The Rite To Remain Slient31 (Sessiz Kalma Töreni) diye bir şeye tabi tutuldum. Buradaki RITE, ritüel manasında. Ve gizemli bir törene dahil edildim. Okültizm32 tabiî ki Katolik toplumuna ters ve bu babamın da öğrendiği şekilde “Ters Psikoloji” olarak kullanılıyor. Bilinçaltı lisanı veya anlaşılmazlık şeklinde tanımlanıyor. O sırada Vander Jagt içeri girerek Papaz Don’a katıldı ve bana zihnimde çok fena kazılmış olan o korkunç kan travmasını yaşattılar. Bu işlem esnasında bilinçaltımı maniple edebilmek için bana hipnotik lisan ve bilinçaltı lisanı uyguladıklarında kontrolümü kaybetmiştim. Başka bir deyişle, benim üzerinde konuştuğum bu kompartmanlaştırma işi babamın istismarına uğradığımda ihtiyaç halinde oluşturduğum bir kompartıman. Artık o kompartmanın içine girip de onun istismarıyla baş etme yeteneğim kalmamıştı. Rite To Remain Slient ritüelinde bu yeteneğimi kaybetmiştim. Bunun için benim doğal anahtar mekanizmam yerine, bir takım hipnotik kodlar, anahtarlar ve tetikleyiciler eklemişlerdi. Bu sayede benim bu kompartmanıma ne zaman ve ne şekilde gireceklerine kendileri karar vermeye başladılar. Bu yolla devletin özel mesajlar göndermesi yoluyla bu kodlar, anahtarlar ve tetikleyiciler sayesinde benim zihin kompartmanıma girerek sapık taleplerini yerine getirmek üzere programlanmıştım. Bu Rite To Remain Slient’tan sonra artık başımın içinde kendi sesimden başka bir ses duymuyordum, çünkü beynimin farklı kompartımanlarından ve bakış açılarından çıkararak kararlar almaya ve ileri geri bu kararları tartışmaya alışmıştım. Rite To Remain Slient’tan sonra artık sessiz duruyordum. Bundan sonra tek duyduğum şey beni istismar edenlerin bunun tam olarak ne olduğunu ve benden ne yapmamı bekledikleri konusundaki konuşmalarını duyuyordum. Artık hiçbir özgür isteğimi ifade etme yeteneğim kalmıyordu ve kendi özgür isteğimle katılmayacağım olaylara onların zorlamasıyla katılıyordum. Rite To Remain Slient’tan sonra bırakılıyordum ve MKUltra programı içersinde sahibim olacak olan Amerikan Senatörü Robert C. Byrd’a tahsis ediliyordum. Senatör Byrd ben doğduğumdan beri görevdeydi. Şu an dahi halen görevde. O, Senato’nun Tahsisler Komitesi Başkanı. Ülkemizin cüzdan bağlarını elinde bulunduruyor ve gündemi “Yeni Dünya Düzeni” kontrolü, üstelik de bizim bu ülkede arzuladığımız özgürlükler ve kurumsal değerler adına hiçbir şeye sahip değil. Sahibim olarak ne amaçla, nereye götürüleceğime ve nasıl programlanacağıma Senatör Byrd karar verebilirdi. Karmaşık zihin kontrol programlamaları için hangi askeri tesise ya da NASA tesisine götürüleceğime o zaman ve Reagan/Bush dönemi boyunca da karar verdi. Benim hangi örtülü suç operasyonuna katılacağıma hep Senatör Byrd karar vermiştir. Senatör Byrd benim deneyimlediğim ve maruz bırakıldığım ve korku dolu anılarımın kompartmanlaştırılması işleminde son derece sapık ve kabaydı. Senatör Byrd’ın ilk talimat verdiği şeylerden birisi Muskegon’daki Katolik Yüksek Okulu’na gönderilmemdir. Muskegon Catholic Central School’da o sıralarda dışa dayalı eğitimin temel işi sallantılıydı. İnsan zihni üzerindeki travmaların etkilerini deniyorlardı çünkü anladığım kadarıyla İspanyol engizisyonundan bu yana Katolikler bu tip işler yoluyla travmanın insanlar üzerindeki etkilerini öğrenmişlerdi. Yüzyıllar boyunca bilgileri bir araya getiriyorlardı. Ve bu bilgileri Katolik Kilisesi de dahil olmak üzere birtakım suç gruplarına dağıtıyorlardı. Bütün bilgileri topladılar ve CIA’nın Hitler/Himmler araştırmasında elde ettiği bilgilerle birleştirdiler. Bugün artık bu çok güçlü ve oldukça etkili bir zihin kontrol bilgisi haline geldi.
Catholic Central School’da okul saatleri içerisinde diğer öğrencilerle birlikte okült törenlere maruz bırakılıyorduk. Sonuç olarak okulda öğrendiğim her şeyi zihnimde fotoğraflayarak kaydediyordum. Okulda hep A notları alıyordum. Her şeyi mükemmel yapıyordum ama hâlâ hiçbir şey anlayamıyordum. Kazandığım farklı bilgileri nasıl kullanacağımı bilmiyordum. Fakat tahammül ettiğim travmalardan dolayı beynim bilgiyle dolmuştu. Ben Catholic Central’da okurken Gerald Ford Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Bu da benim artık hiçbir yere kaçamayacağıma veya saklanamayacağıma dair iyice ümidimi kaybetmeme sebep oldu. Tabii ki bundan sonra, yani beynimdeki programlamalar silindikten sonra, biliyorum ki kaçacak yerim var ve bu yer tam da onların bulunduğu yer. Ve ben saklanacak birisi değilim. Ama onlar sırlarını sözde ulusal güvenlik denilen bir tür paravanın arkasına saklıyorlar. Fakat şunu anladım ki tüm dünya çocuk istismarına göz yumuyor, çünkü herkes bir şekilde bu istismarın içinde ama yine de bu dünyada bir yerlerde iyi insanların bulunduğuna dair içimde bir umut taşımaktayım. Hakikaten de dünyada yardım almak üzere kaçabilecek bir yer olmadığını hissediyorum. Kilise? Okulum? Mahalli politikacılar? Şu anda biliyorum ki bu konuda Devlet Başkanı’na dahi müracaat edemem. Tam da onların istediği şekilde zihnimin kontrolü açısından kapana kısılmış durumdayım. Çünkü ne kadar çaresiz olursam, onlar beni o kadar kontrol edebilirler. 1977’de Senatör Byrd benim Nashville, Tennessee’ye transfer edilmem talimatını verdi. Orada zihin kontrol programı çok sallantılıydı. CIA operatörleri ülkenin müzik endüstrisi içine yerleştiriliyordu. Uyuşturucular, özellikle de kokain ülkeye dağıtılıyordu. Ve gelirler CIA’nın karanlık bütçesine gidiyordu. Bu, “Yeni Dünya Düzeni”nin kontrolünü finanse ediyordu. Hatta şimdi bile bizim nasıl ülke borcumuz olur? Bu memlekette elde edilen gelirlerin Yeni Dünya Düzeni ile ilgili kontrollere gittiğini bildikten sonra… Eğer bize karşı kullanılan paraya ulaşabilsek dış borcumuz kalmazdı. Şu anda ülkenin müzik endüstrisi halen CIA’nın üstü örtülü operasyonlarının bir parçası ve Senatör Byrd’ın Nashville Tennessee’de kuvvetli bağlantıları var, çünkü kendisini oranın şovmeni gibi görüyor. Kendisini bir kemancı zannediyor. West Virginia’lı olduğu halde Nashville Operası’nda (sanki çalıyormuş gibi) kemanı dahi mevcut; anlaşılır gibi değil. O, sadece ben Nashville’e gönderildiğim sıralarda operada keman çalıyordu. O sıralarda onun arkasında müzik çalan Wayne Cox isminde birisi vardı. Daha sonra Wayne Cox bana sadece müzikallerde değil, politikada da hep Byrd’ın arkasında olduğunu anlattı. Wayne Cox, ben çok travmatize olduğum bir sırada bana okült bir ritüel uygulayarak beni MKUltra programı içinde ilk işleyen kişi oldu. Beni ilk idare eden kişi olarak ayarlanmış yerlerde istenildiği zaman bulunmam için Senatör Byrd’ın talimatlarını uyguluyordu. İlk iş olarak Wayne Cox’un memleketi olan Ckatham, Luisiana’ya götürüldüm. Senatör Byrd beni ilk idare eden kişinin Wayne Cox olmasını istedi, çünkü biliyordu ki Wayne beni daha ileri bir travmaya tabi tutacaktı. Senatör beynimde daha fazla kompartman açılmasını istemişti. Beni daha sonra katılmaya zorlayacakları örtülü operasyonlarda kullanabilmek için kafamda daha fazla kompartmanın programlanmasını istiyordu. Ve bu yüzden çok miktarda okült ritüele maruz bırakıldım. Bu, dinsel inançlarımı maniple etti ve neler döndüğüne dair ümitsizliğe düşmeye başladım. Louisiana Eyaleti’nde Louisiana Senatörü J. Bennett’in idaresi altında bu işe ücret ödenerek katılanlara uygulanan program pek de yolunda gitmediği için, Wayne Cox biraz da
ücretlileri gaza getirmek amacıyla travmayı kullanıyordu. Böylece CIA’nın ücret alarak katılanlara yönelik uyguladığı program neticesinde bu çocukların hepsi kimlik karmaşası problemiyle karşı karşıya kaldılar. Onlar bu gizli operasyonların üstesinden gelmek ve sırları beyin kompartmanlarında saklamak üzere eğitilmişlerdi. Onları, J. Bennet Johnson idare ediyordu. Ve J. Bennet Johnson’un idaresi altında da Wayne Cox gidip, travma yoluyla ücretlileri gaza getiriyordu. 1978 yılına gelindiğinde yeteri düzeyde travmaya katlanabildiğim anlaşıldı ve daha karmaşık bir seviyede programlanmam gerektiğine karar verildi. J. Bennet Johnson beni Tinker Hava Kuvvetleri Üssü’nden aldı. Burası benim bir kaçış operasyonu denemesine katılarak en yoğun zihin kontrolü programlamasına tabi tutulduğum yerdi. O sıralarda J. Bennett Johnson, ücretlileri Güney Amerika’ya gönderiyordu ve kesinlikle inanıyordu ki, ücretlilerle doldurulmuş uçaklar Güney Amerika’ya indiğinde geriye boş olarak dönmeyecekler. Bu yüzden CIA’nın örtülü operasyonlarını fonlamada kullanmak ve yeni dünya düzenine hizmet etmek için uçaklar kokainle dolu bir şekilde dönüyorlardı. Ben, büyük miktarlardaki kokaini Louisiana Eyaleti’nden komşu Arkansas Eyaleti’ne teslim etmek üzere programlanmıştım. Büyük bir miktarı aldım ve daha sonra Mena Havaalanı olarak adlandırdığım Ouachita Ormanı’nda uzak bir havaalanına götürdüm. 1978 yılıydı. Bill Clinton Arkansas Valisi’ydi. Büyük miktardaki kokaini teslim ettikten sonra J. Bennett Johnson tarafından bir bilgi mesajının yanı sıra istediği gizli paketlenmiş bir miktar kokaini ayrıca götürdüm. O sıralarda Bill Clinton’un iki ölçü kokain çektiğine şahit oldum. Evet içine çektiğini gördüm. Bu benim Bill Clinton’la ilgili olarak gördüğüm son rezillik değildi. Ben onu 1980’ler boyunca, mağduriyetim boyunca, kurtarılmama ve kızımın kurtarılmasına kadar hep görecektim. Benim Bill Clinton’la olan seksüel deneyimlerim çok sınırlı. Çünkü tecrübelerime göre Bill Clinton biseksüelliğe hatta daha çok homoseksüelliğe meyilli biri. Bu nedenden dolayı bu sene Bill Clinton’un talimatıyla neticeye dayalı eğitim sisteminde çocuklarımız “Gay Kutlama Ayı” diye bir etkinliğe tahammül etmek zorunda kaldı. Ekim ayı boyunca çocuklarımız Bill Clinton yüzünden homoseksüelliğin faziletlerini öğrendiler. Bu bir gay farkındalığı değildi, bir gay kutlamasıydı. Bill Clinton’un homoseksüel aktivitelerle uğraştığına şahit oldum ve benim bir seks kölesi olarak zihin kontrol programıma giren kişi Hillary Clinton’du. Yine tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki Hillary de çok fazla homoseksüelliğe meyilli bir kişi. J. Bennett Johnson Lousiana’ya döndüğünde hâlâ beni travmatize ediyor ve zihnimi karıştırıyordu. Bana uzaylı olduğunu anlattı. Bu benim en kolay inanabileceğim bir şeydi. Bana aynen bir uzaylı gibi davranıyordu. Bana nasıl da Philadelphia deneyinin bir katılımcısı olduğunu anlattı. Gemi ortadan kaybolduktan sonra bir uzay gemisi olarak geri dönmüştü. O sırada o beni General Dynamics firmasının yüksek güvenliğe sahip bir bölgesine götürdü ve bana çok gizli olan Stealth Fighter’ı gösterdi. Şu ders kitaplarımdan ya da gazetelerden öğrenmediğim üç köşeli Stealth Fighter’ı kastediyorum. O, hakikaten başka bir şey. Bu üç kenarlı teknolojiyi gördüğümde onu hakikaten bir uzay aracına benzettim. Ben sahiden de J. Bennett Johnson’un bir uzaylı olduğuna inanmıştım. Bunu sizlere anlatıyorum çünkü hükümetin kontrolünde olanların sonu iyice çaresiz olmaya kadar gidebiliyor. Teknolojik olarak onlar bizden 25 yıl ilerideler. Onlar bilgide 25 yıl ilerimizdeler çünkü uzun zamandır bizden elde ettikleri bilgileri ulusal güvenlik örtüsü altında saklıyorlar. Son 25 yıldır teknolojik ne değişiklikler oldu. Bilgisayarlar, mikrodalga fırınlar, bunların hepsi 25 yıldır evimizin içinde ve düşünün ki Washington bizim bildiğimiz son teknolojik gelişmenin
en az 25 yıl ötesinde. Onların planı, kendimizi çaresiz hissetmemiz için bu teknolojinin bir bölümünü ortaya çıkarmak sonra da dünyayı bir uzaylı istilasının sardığını iddia etmek. Ben hiçbir zaman uzaylılar yoktur demek istemiyorum. Çünkü ben karşılaşmadım diye, bir şeye yok diye iddia edemem. Fakat kesin bir bilgi alabilmek için hangi devlet aldatmacasının bize yutturulmaya çalışıldığını anlamak ve kendimizi çaresiz hissedeceğimiz şartları oluşturarak bizi “Yeni Dünya Düzeni” ile kuşatma gayretlerini boşa çıkartmak zorundayız. Beni istismar edenler hep de hayal alemimin de yardımıyla uzaylılar, şeytanlar ya da tanrılar olduklarını iddia ediyorlardı. Ama artık ben bu kişilerin en az bizler kadar hukuk kurallarına tabi olan sade insanlar olduklarını ve ülke güvenliği örtüsü altında işledikleri suçları topluma açıklamak üzere huzurunuzdayım. Suç faaliyetleri konusunda herkes aydınlatıldığı zaman kaçmak zorunda kalacaklardır. 1980 yılına geldiğimizde kızım Kelly dünyaya geldi. O, tam da MKUltra projesinin içine doğdu ve benim çocukken tabi olmadığım kadar karmaşık ve yüksek teknolojili bir mağduriyete uğratıldı. Teknoloji çok geliştirilmişti. Kelly doğduğundan itibaren NASA ve askeri tesislere uyumlu bir zihin kontrol programlanmasına tabi tutulmuştu. Ben küçük bir kızken, “Sessiz Kalma Ritüel”lerinden önce kendi başıma özgür düşünceye sahipken on çocuğa sahip olmanın ne kadar güzel bir şey olacağını düşünüyordum. Çünkü inanılmaz ama on tane çocuğun bu dünyada istismara uğramayacağına inanıyordum. Bu çocuk istismarı olayına inanmıyordum ve kızım Kelly doğduğunda bile onun istismarını önleme durumum yoktu. Bu işe kesinlikle bir katkıda bulunmadım ancak engellemeyi düşünemedim. İnanılmaz gibi geliyor ama ona uygulananları durdurmayı düşünemedim. Kendimi kurtarma dürtülerim uzunca bir süredir gerilemişti. Böylece onlar Kelly’i kullanarak beni etkili dürtülerle idare etmeye ve daha sonraki mağduriyetlerimi böyle devam ettirmeye başladılar. Sanki Kelly’nin hayatı buna bağlıymışcasına beni tüm örtülü suç operasyonlarına katılmaya ve işi becermeye mecbur ettiler. Çünkü buna hakikaten inanmıştım. Kelly doğar doğmaz Senatör Byrd bizim ikinci zihin kontrolü uzmanımız olan Alex Houston’un kontrolü altında tutulabilmemiz için Nashville, Tennessee’ye transfer edilmemiz talimatı verdi. Alex Houston, ülke müzik endüstrisinde bir aşamalı hipnozcu ve vantrologdu. O, Kelly ve benim Amerika boyunca, Washington DC’nin içinde ve dışında, Kanada’da, Meksika ve Karayip Adaları’ndaki çeşitli askeri ve NASA tesislerinde zihin kontrolü programlaması için seyahat etmemizi sağlayan kişiydi. Ülke müzik endüstrisi bu işe mükemmel bir örtü oluyordu çünkü bir hayat kadını gibi giyindirilmiştim ve bir yayın yönetmeni gibi davranıyordum. Bu yüzden de insanlar ülke çapında bir şov kadınının profilinin böyle olması gerektiğini düşünmeye başladılar. Bu, halkın gözünde korunması gereken bir imajdı. Senatör Byrd talimat verip de ben ve Kelly zihin kontrol programlamasına götürüldüğümüzde, en baştaki programlayıcımız olan Yarbay Michael Aquino tarafından karmaşık bir zihin kontrol sürecine tabi tutulduk. O, psikolojik savaş bölümünün ve askeri üslerimizde yapımları süregelen okült tapınaklar kümesinin kurucusuydu. Aynı yarbayın adı “Presido Çocuk Yuvası Skandalı”nda da geçiyordu. O, gizemciliği travmaya dayalı zihin kontrolünde kullanır ve edindiğim tecrübelere göre onun şeytani gücü, bir sersemletici silah şeklindeydi. Bu yüksek voltajlı sersemletici, çocuğumun beynindeki hafıza programlarının kompartmanlaştırılabilmesi için uykusuzluk, açlık ve susuzlukla bağlantılı olarak kullanılıyordu. O, bu tarz bir zihin kontrol metodunun devlet işlerini başarmak için yeterli geleceğini biliyordu.
1983 yılında Senatör Byrd benim Beyaz Saray’da bir kokteyl partiye katılmamı istedi ve bir çeşit muhabbet tellalı kapasitesi göstererek beni Başkan Reagan’a sundu. Çok iyi bildiğiniz gibi Başkan Reagan bir aktördür ve bir takım şeyleri tamamıyla farklı göstermek ve bir tür illuzyon yaratmak için rolünü çok iyi oynamış ve halkı aldatmıştır. Ama bu arada perde arkasında yeni dünya düzeni kontrolü meselesiyle uğraşmış ve kurumsal değerleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Daha sonra yine “Yeni Dünya Düzeni”ne hizmet eden Kanada Başbakanı’na dünya barışına ulaşmanın tek çaresinin büyük insan kitlelerinin zihin kontrolü olduğuna inandığını söylemiştir. Oysa kendi edindiğim tecrübelerden biliyorum ki, zihin kontrolü uygulaması hiç akıllıca bir iş değildir ve çok az bir bilinci dahi olmayan kitlelerle ne çeşit bir barış sağlayabiliriz diye merak ediyorum. Eğer kendi bilincimi kendim idare etmezsem kendi özgür iradem olmaz ve özgür iradem olmazsa kendi ruhumu ifade edemem. Maneviyatımı ifade edemem ve kitlelere yapılan derin bir zihin kontrolünün bir parçası olurum ve barış içinde bir topluma sahip olmak adına tamamıyla robotlaşmış bir toplum projesinin içinde yer alırım. Bu kesinlikle benim barış tarifim değil ve kesinlikle zihin kontrolünün sonunda neye varacağını bilmeniz için bir sebep daha. Üzerinde tekrar düşünün ve ona daha halen zaman varken tedbirinizi alın. Bu zaman içerisinde bütün bu olanlardan dolayı Amerikan halkının hiçbir şey yapmıyor olmasının Senatör Byrd’ı fazlaca ilgilendirdiğini de öğrendim. Çünkü o, iyi insanların suç aktivitesi arayışı içinde olamayacaklarını söyledi. İyi insanlar suçlu bir zihne sahip değildir ve suç bilinciyle düşünemezler ve bu nedenle dünya barışı gibi bir konuyu önümüze koyduğumuz zaman çok değerli ve aziz bir şeyi ele almış oluruz, muhtemelen sahnelerin arkasında ne olduğuna bakmayız ve onlar da hiçbir şey yapmayan “iyi” insanlarla ilgilenirler. Bu kez de yanıldılar çünkü ben bütün ülkede insanların bir araya gelerek bilgi almak için toplandıkları kiliselere okültizmin nefret uyandırıcı bir şekilde sızdırıldığını, bu arada kiliselerde çocukların korku ve seks yoluyla istismar edildiğini görüyorum. Sözde uyuşturucuyla mücadele adı altında CIA, rakiplerini elemine etmek için her sokağın köşesine uyuşturucu ticaretini yerleştirmekte ve sokakları kan gölüne çevirmekte. Bu ülkede kurumsal değerler ve ahlak öyle erozyona uğradı ki, artık insanlar bunu sorgulamakta. Biz de bir takım sorular sormalı ve ülkemizi geri almak için bir takım cevaplara ulaşmalıyız. 1980’li yıllar boyunca Reagan’ın Eğitim Bakanı Bill Bennett’le çalışmaya zorlandım. Bill Bennett etrafa Cizvit olduğunu söyler; ancak üzerine konuştuğu Cizvitlik düzeninin ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Bu karışık işlerde istismarcılardan biri olan Lamar Alexander’la beraber okul sistemimize “Neticeye Dayalı Eğitim” sistemini getiren kişidir. “Neticeye Dayalı Eğitim”, çocukların eleştirel analize dayalı yeteneklerini düşürerek öğrenme kapasitelerini artırma programıdır. Öğrencilerin eleştirel analiz yeteneklerini düşürürseniz verilen bilgileri kabul etme kapasiteleri artıyor. Ancak ben görüyorum ki çocuklarını böyle bir sistem için okula gönderen insanlar bu durumdan mutsuzlar. Çocuklar eve tamamıyla değişmiş ve robotlaşmış olarak dönüyorlar ve her şeyi sosyalizmin ve Yeni Dünya Düzeni’nin değerleri ile tanıyorlar. Ev Okulları bu ülkede bir norm haline geldi. Senatör Byrd bazı eyaletlere yapılan devlet yardımını, onlar, Federal Hükümet’in eğitim konusunda yapacağı sistemsel yardımı kabul edinceye kadar durduracağını açıkladı. Bu sene tüm eyaletler “Neticeye Dayalı Eğitim” sistemi yardımını kabul etti çünkü onlara herhangi bir devlet yardımı veya bağışı alabilmenin başka yolu olmadığı söylendi. Amerika’daki biri dışında tüm eyaletler “Neticeye Dayalı
Eğitim” sistemini kabul etti. Sadece bir tek vali Federal Hükümet’in çocukların zihinlerine karışmaya hakkı yok dedi. Bu kişi Alabama’dan Fob James Jr’dır; bu anlaşılmaz kararı için onu alkışlıyorum. Bu “Neticeye Dayalı Eğitim” bizim için çok ciddi bir problem ve “Yeni Dünya Düzeni” kontrolü için Adolf Hitler’in 1936’da söylediği gibi çocukların zihin kontrolü çalışmanın temelini oluşturuyor. O, kimin “Yeni Dünya Düzeni”ni istemediği umurumda değil demişti çünkü o, çocukların zihnine sahip olmuştu. Bunun Washington DC’de de tartışıldığına şahit oldum. Nasıl olur da çocuklarımızı kontrol ederek geleceği kontrol etmeyi düşünebilirler? Okul sistemimizde yapılanlarla ilgili olarak alarm durumuna geçmeliyiz. Özgürlüğün bedelinin daima uyanıklık olduğu söylenir. Elimizde kalan son özgürlük, düşünce özgürlüğü için uyanık olmalıyız. 1980’li yıllar boyunca CIA’nın sözde uyuşturucuyla mücadele programına katılmaya zorlandım ve istemeden bu ülkede sınırsız miktarda uyuşturucuyu taşıdım ve şunu bilmenizi istiyorum ki devlet ahlakımızın ve toplumumuzun erozyona uğramasını istiyor. 1988’de Mark Philips, beni ve kızım Kelly’yi kurtardı. Ben kesinlikle bu zihin kontrol sisteminden kaçmayı düşünemezdim. O, bizi kurtardı ve Alaska’da güvenli ve sakin bir yere götürdü. Hayatımızda ilk defa güvende olduğumuz yer orasıydı ve hatıralar zihnimizdeki ekrandan aydınlanmaya başladı ve bu hatıraların canlanması beni öfkelendirmeye başladı. Benden alınan yıllar beni çok kızdırdı. Daha çok da isteğim dışında katılmaya zorlandığı Federal Hükümet’in gizli operasyonları beni kızdırdı. Kızıma yapılanlara kızdım ve hepimize uygulanmakta olan “Yeni Dünya Düzeni” kontrolü beni kızdırdı. Bu öfke beni herhangi bir düzelmeye karşı gözlerimi kapatacak kadar körleştiriyordu. Elim kolum bağlanmıştı fakat Mark öyle düşünmüyordu. Ona göre en iyi intikam iyileşmeydi. Ve bilinç ve zihin olarak iyileşmemin en önemli yolu mantığımı kullanmaktı ve olanlarla baş edebilmenin en iyi yolu hatıraları ve olayları sözlerle ifade etmekten ziyade yazmaktı. Bu hatıraları yazarken beynimin duyguları dışlayan bir bölümünü kullandım. Geri programlama işlemi ile bilinçli bir farkındalığa sahip olma ve bir çeşit mantık edinmem sağlandı. Sonunda sorgulama, mantık yürütme, eleştirel analiz yapma ve netice olarak anlaşılmazı anlama yeteneğini geri kazandım. Onların bilgilendirmeleri mümkün olan çabuklukla geri programlandı ve bu, hukuku uygulayan üyeler, haberalma servisleri ve hükümete ait gruplarca doğrulandı. Bu haber geniş bir şekilde yayıldı, çünkü biliyorduk ki hiçbir sır saklamazsak sizlere bunları anlatmak için özgür olabilir ve perde arkasında devletin neler yaptığını açığa çıkarabilirdik. Gerçek şu ki halkın % 95’i %5 tarafından sürükleniyor. Bu çok doğru bir tespit çünkü herkes bu gerçeği kabul edemez ya da bu gerçek üzerinden hareket edemez; hatta böyle bir şeyi duymak bile istemez. Tüm ihtiyacımız olan şey, %5’in %3’ünü kazanıp ülkemizi kontrol edebilmek. Bu küçük bir sayı fakat bu bilgiyi dışarı vermeliyiz. Bu bilgiyi mümkün olabildiği kadar uzağa ve çabuk bir şekilde dağıtmalıyız. Kızım Kelly çok şanslı değildi. Bir dizi olay neticesi o, bugün politik bir mahpus olarak yaşadığı Tennessee Eyaleti korumasını bıraktı. Mark bizi kurtardığında o 8 yaşındaydı ve bir sene süreyle aile sevgisi ve sevgi ilişkileri içerisinde yaşadı. Bu süreç içerisinde Mark ve ben birbirimize âşık olduk ve birçok insanın bir ömür boyu arayıp da rast gelemediği bir aşka sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Kelly’ye hayata dair bir bakış açısı kazandıran ve daha önce deneyimlemediği sevgi dolu güzel bir ilişkimiz var. Bu, MKUltra uygulayanlar tarafından politik olarak hapis tutulan ve tedaviyi reddeden kızım için bir umut oluyor.
İnsanın aklına şu soru geliyor, “Hangi ulusal güvenlik gerekçesiyle çocuklara tecavüz edilerek onların masum zihinleri ve bedenleri istismara tabi tutuluyor?” Çünkü “Ulusal Güvenlik” örtüsü altında Kelly’ye uygulanan yasa ihlalleri gittikçe çoğalıyor. Çocuk istismarı ve CIA’nın uyuşturucuya bulaştığı politik ahlaksızlık, “Neticeye Dayalı Eğitim” yoluyla çocuklarımızın düşüncelerini maniple etmeleri ve zihin kontrol yöntemleri söz konusu olduğunda, bu ulusal güvenlik, toplum güvenliğini tehdit ediyor. Bu nedenlerle Mark’a ve bana inanılmaz ölçüde sansür uygulanmakta. Kitabımızı da bu yüzden kendimiz yayınladık. Trance-Formation of America, bilmeye hakkınız olan daha tatmin edici bilgilerle mücehhez olabilmeniz için benim size bu akşam anlattıklarımdan çok daha fazla detaylı bilgi içeriyor. Sokaklarımızı ve ülkemizi geri alabilmek için bu bilgilerin yayılmasına sizler de katkıda bulunun. Teşekkür ederim.33
Başka Kanıtlar: Bohemian Club’da Homoseksüel Hizmetçi New York Post gazetesinin internet sitesinde 22 Temmuz 2004 günü yayınlanan bir habere göre o yılki Bohemian Grove kampına “hizmetçi” olarak işe alınan ülkenin en ünlü homoseksüel porno yıldızından bahsediliyor. Başlık şöyle atılmış:
Güçlü kodamanlar ve politikanın ağır topları Bohemian Grove’da kendilerini her türlü hizmeti vermek için meşhur bir homoseksüel porno yıldızının beklediğinin farkında değiller. Gazete şöyle devam ediyor:
Bize anlatıldığına göre Vahşi Çadlı ismiyle bilinen ve How The West Was Hung filmiyle üne kavuşan porno yıldızı, erkekler kulübü olarak bilinen Bohemian Grove’da mesleğini icra etmek için vale (erkek hizmetçi) olarak işe başladı. Kulübe Cumhuriyetçi Başkan Calvin Coolidge’den beri tüm ABD başkanları ve gazete patronları katılmakta. Bize haberi ileten kulübün gevezesi ‘Grove’da çalışan tüm valeler bu işe kıkır kıkır gülmekte’ diyor ve şöyle ekliyor; Muhafazakar herifler yiyeceklerini ve içkilerini bir gay porno yıldızın elinden alıyor. Yataklarını o yaptığı ve her türlü ihtiyaçlarını o gördüğü halde kodamanlar gerçekte onun kim olduğunu bilmiyor. 2 haftalık kampa o sene katılan kodamanlar, George W. Bush, Dick Cheney, Alan Greenspan, Walter Cronkite, Newt Gingrich, Alexander Haig, Jack Kamp, Henry Kissinger, Colin Powell, John Major (İngiliz Dışişleri Bakanı), William F. Bukley ve CIA eski Direktörü William Casey olarak bildirilmiş. “Vahşi” kulüpteki işine asıl ismini vererek başladığı için gazeteciler Bohemian Grove sözcüsüne belli etmeden sormaya çalışmışlar ki porno yıldızı işini kaybetmesin, ancak sözcü onun geçmişiyle kulübün ilgilenmediğini söylemiş ve “önemli olan şey tüm valelerin kulüpte iyi hizmet vermesidir” demiş. New York Post gazetesi yaptığı yorumda “Vahşi hiç kuşku yok ki görevini mutlaka hakkıyla yapacaktır” diyor ve şöyle devam ediyor:
Bir eleştirmen onun hakkında yazdıklarında, 1999 yılında How The West Was Hung filminde yıldızken bir seks sahnesi esnasında insanı mutlu eden bir gülümsemeye bürünmüştü demiş ve onun gençlik dolu coşkusu onu başarıya ulaştırıyor diye devam etmişti. Kodamanlar politik söyleşileri dinledikleri zamanın dışında 12 metre uzunluğundaki taştan baykuş tanrıya sapkın ritüeller yapıyorlar “dertlerini yakıp” ormanın sık ağaçları arasında özgürce işiyorlar. Ve şöyle bitiriyor:
Kulüp, marifetlerin paylaşıldığı bir yer olarak tanımlanırken aynı zamanda da ilk atom bombasının da patlatılması planının tasarlandığı yer, Richard Nixon’un ifadesine göre ise angaryalarla dolu Allahın belası bir yer. 29 Haziran 1989 günlü The Washington Times gazetesindeki habere konu olan başlık da bütün bu anlatılanları doğrular nitelikte. Bush’un Senatörünün Kitabı Her Şeyi Doğruluyor Aslında bu anlatılanları doğrulayan en önemli haber, birazdan anlatacağımız Gam Yakma Töreni adlı gazetecilik başarısının kahramanı Alex Jones’un ABD Nebraska Eyaleti eski Senatörü’yle 1 Şubat 2002 günü yaptığı söyleşisinde açığa çıkıyor. Bu konuşmanın mp3 formatta ses kaydı “cobalt.com” ve San Francisco Indymedia ve “libertythink.com” adlı site ve yayın organlarında yayınlanıyor. Senatör John DeCamp’ın anlattıklarından Bohemian Club’la olanları doğrulayan bazı açıklamaları şöyle aktarabiliriz:
John DeCamp: Netice olarak Federal Mahkeme’de bir milyon dolarlık bir ceza davasını kazandım ve bu hiç de kolay olmadı. Çocukların istismar edilmesiyle ilgili olarak yazdığım kitaptan hayli zaman sonra bile hâlâ beni gelip kilisede bulan bu çocuklar hakkında konuşmak istiyorum. Kitabıma Paul Bonacci’nin orada yaşadığı anılarının büyük bir bölümünü ve özellikle 1984 yılında yapılan bir yolculuğu yazdım. Çocuğun Sacramento civarında yüksek ağaçlarla dolu, içinde büyük bir kayadan baykuş bulunan bir ormanlık bölgeye götürüldüğü öyküyü size hemen şuracıkta dahi okuyabilirim. Bu kitabı yazdığım sırada Bohemian Grove diye bir yer bilmiyordum. Bu yüzden kitapta yazdığım yeri Bohemian Grove ismiyle anlatmadım. Bahsettiğim çocuk, tören için bu yere götürüldüğünde, o sırada başka bir çocuğa oldukça korkunç şeyler yapılmaktaymış. Orada bulunan diğer üç çocuk da yapılanları seyretmişler. Ben de çocuğun oradaki anılarını ve olaylarda adı geçen diğer çocukların isimlerini alarak kitabıma aynen yazdım. Kitabın ilk baskısı yayınlandıktan sonra da bir takım tehdit telefonları almaya başladım. Telefondaki kişiler bana bunların saçmalık ve iftira olduğunu söylüyorlardı. Oysa ki ben bu telefon konuşmalarından sonra yaptığım işin doğru olduğuna daha çok inanıyordum. Şimdi size okuyacaklarım kelimesi kelimesine çocuğun kendi yazdığı anılarıdır:
“1984 yılının Ocak ayında her yere gittim. Tüm masraflarımı seks ilişkimizden tanıdığım o, King denen adam karşıladı. 1984 yazında bir gün Dallas’a ve Texas’a gittim. Bir otelde tanıştığım birçok patronla cinsel ilişkiye girdim. Patron için YNR Havayolları ve Cam Havayolları ile seyahat ettim. (Bu arada bu hava yolu şirketleri özel şirket ya da charter anlaşmalısıydı) King’in kişisel hiçbir ihtiyacını karşılamadım, sadece nereye git dediyse oraya gittim. Temmuz başında veya içinde bir gün Sacramento CA’ya gittim. Patron beni Omaha’daki özel bir uçuş pistinden yine özel bir uçakla Nicholas’ı da alacağımız Denver’a götürdü. Aldığımız çocuk 12 veya 13 yaşlarındaydı. Hep beraber önce çöl şeridindeki Vegas’a, sonra da bir takım şeyler tedarik etmek için Las Vegas’taki bir çiftliğe uğradık. Sonra Sacramento’ya uçtuk. Beyaz bir limuzin ile alınarak adını hatırlamadığım bir otele götürüldük. Sonra Nicholas’la beni arabayla koca koca ağaçların bulunduğu başka bir bölgeye götürdüler. Oraya varmamız yaklaşık olarak bir saat sürdü. İçinde çırılçıplak soyunmuş olan bir çocuğun bulunduğu bir kulübeye girdik. Tarzan kıyafetine benzer birtakım şeyleri giyinmemizi istediler. Orada çalışanların bazıları da öyle giyinmişlerdi. Bana (o kelimeyi kullanamıyorum) Başka bir deyişle onunla seks yapmamı istiyorlardı. Başta hayır dedim ancak bir silah çıkarıp... Tüm olanları yarım saat ya da bir saat boyunca filme aldılar. Bu sırada bir adam içeri girdi ve hem bizim, hem de çalışan kişilerin genital organlarına tekme atarak dövmeye başladı. Bizi tuttu ve bir yere fırlattı. Sonra da yanımdaki çocuğu tutarak o da onu becerdi. Adam oldukça iri ve uzun boyluydu. Çocuk canı çok yandığı için bağırıyordu. (…) Adam çocuk üzerindeki işini bitirdikten sonra çocuğu sıkıca kavrayarak yanıma doğru getirdi ve cebinden bir tabanca çıkarttı. Bir de ne göreyim, adam silahı çocuğun kafasına ateşledi ve çocuğun kafası patladı. Çocuğun kanı üzerime sıçradı. Ben bağırmaya ve ağlamaya başladım. Adam beni ve Nicholas’ı yere uzanmaya zorladı. Vurduğu çocuğu Nicholas’ın üzerine yatırdı. Nicholas’ı çocukla sevişmeye zorluyorlardı. Sonra benim üzerime koydular. Artık ölmüş olan çocukla beni de sevişmeye zorladılar. Bu çok zalimce bir şeydi. Kafamıza birer tabanca dayamışlar bizi çocukla sevişmeye zorluyorlardı. Sonunda zorla ölü çocuğun dudaklarından öpmemizi istediler. Bize daha pek çok şey yaptırdılar ancak o yaptıklarımızı ne hatırlamak, ne de buraya yazmak istiyorum. Bunlar da bittikten sonra adam Nicholas’a bağırta bağırta uyuşturucu içirdi. Beni de bir ağaca dayayıp başıma silah dayadılar fakat havaya ateş açtılar. Bir yerlerden bir silah sesi daha geldi ve adamı öldürmüş olduğu çocuğu bir oyuncak gibi sürüklerken gördüm. Orada olan ne varsa, adamın cesedi bagaja koyması da dahil olmak üzere, filme kaydedilmişti. Adam beni yanına aldı ve diğerleriyle birlikte uçağa gittik. Çocuğun içinde bulunduğu bavulu gördüm. İçinde yer yer boş alanlar olan çalılık bir arazinin üzerinden geçtik. Boş bir araziye çocuğu fırlattılar. Biri adama, cesede tüm özenin gösterileceğini söyledi.(!) Nicholas’ı o gün akşama kadar otelde görmedim. Karşılaştığımızda uzun süre birbirimizle kucaklaştık ve uzun süre öyle kaldık. 2 saat kadar sonra o Larry King denen adam geldi ve başka bir arkadaş grubu beklediği için duş alarak kendimizi hazırlamamızı söyledi. Aynı duşta birlikte duş aldık ve o Tarzanvari kıyafetlerimizi giydik. Biz temizlenip bu kıyafetlerimizi giydikten sonra bu sefer de birer şort, çorap t-shirt ve ayakkabı giyinmemiz istendi. Bundan sonra bir takım adamların bir toplandığı bir eve götürüldük. Film ellerindeydi ve oynatıp seyrettiler. Adamlar filmi izledikten sonra Nicholas’la benim etrafımıza toplanarak bizi birer oyuncakmışız gibi seyretmeye başladılar. (…)
Alex Jones: Bir takım suçlamalar var, siz bu kitabı yazdınız ve kimse sizi dava etmedi, neden? Demek istediğim, çocuklar nasıl bilebilirlerdi! Sacramento’ya götürüldüler, Grove’a ulaşabilecekleri süre olan bir saat boyunca araba ile gittiler, orayı bütün ayrıntılarıyla tarif ettiler ve bir takım adamların önceden gelmiş olduklarını anladılar. Ben onların büyük gününde orada bulundum ve bu kadar küçük değil, büyük bir kalabalık vardı. Onlar bu tip kıyafetleri tören için kullanılan cansız bedeni taşımak için giyiyorlardı. Hayatının bağışlanması için yalvarması, ateşte yakmaları ve bedenin acı içinde bağırması sadece bu rol için önceden hazırlanan görevlilerin işi. Geçen sene Fox News’de Skull And Bones Cemiyeti ekrana getirildiğinde -Bir kadının gırtlağına çökülmesi ve kan fışkırması görüntülerinden dolayı- neden bir polis soruşturması yapılmadı? Eğer komşularım, onların film kaydında yapıyor olarak göründüğü şekilde beni bir kadının gırtlağına çökmüş ya da şeytana tapıyor görseler beni hemen arkamdan vururlar ve polise yakalatırlardı. Bu polisler benim evimde hiç mi araştırma yapmayacaklardı John? John DeCamp: Burada bir şeyler söylememe izin verin. Ben George W. Bush’un ve çocuklarının ne yapıp ne yapmadıklarını bilmem. Ben bunları bildiğimi tahmin ediyorum. Ben John DeCamp, yani bu kitabı yazan kişi olarak seçimlerde George W. Bush hanesine yazılan en yüksek oyu kazanan kişiyim. Nebraska, New Orleans ve Texas’ta yine en yüksek oyu ben kazandım. Size garanti ediyorum ki o zamanlar neler döndüğünü bilmiyordum. Larry King’in baskıları sonucu 1984’de Southport Ranch’daki Amerikanın en büyük partisinin kongre seçimlerine katıldım. Bu, tam da Paul Bonacci ile hapishanede yaptığım röportajdan sonraya denk gelmişti. Onun gerçekleri anlattığına, hatta o zamanki partiyi ve kongreyi dahi benden daha iyi anlatabileceğine eminim. Aslında keşke orada olsaydınız da onun nasıl biri olduğunu, bazı şeylerin nasıl cereyan ettiğini anlasaydınız. Larry King Washington’un Embassy Row semtinde aylık kirası 5.000 Dolar olan bir köşk kiralıyor halbuki King’in o sıralardaki yıllık kazancı sadece 16.000 Dolar. Alex Jones: Dahası, bu adamlar Bohemian Grove’u karşılıklı konuşarak bir anlaşma zemini oluşturabilmek için kullanıyorlar. Richard Nixon da: “Şimdiye kadar gördüğüm en yalakalarla dolu yer” demiş ancak yine de belli bir gücü elinde tutmak için oraya gitmeye devam etmişti. O, oraya kaşağılanmaya gidiyordu ve siz de bunu açığa çıkarmaya çalışıyorsunuz. Anlaşıldığı üzere rastlantı eseri gibi gösterilen gay-porno star-kodaman ilişkileri ülkenin gazete manşetlerine yansımış, hatta bu konuda Amerikan halkının duyarlılığını artırabilmek için kitaplar bile yazılmış; yorumlamak okurlara düşüyor. Şimdi gelelim kulübün en önemli etkinliğine... “Gam Yakma” Töreni Kulübün olmazsa olmazı haline gelmiş eğlence ile ibadetin bir araya getirildiği ve kampın açılış töreni olarak da ifade edilen “gam yakma” töreniyle ilgili gerçek video filmleri ve haberler artık 4-5 senedir internet sitelerinde sergileniyor. İzinsiz girmenin neredeyse olanaksız olduğu kulüpte geçen olaylar ve özellikle de yapılan esrarengiz törenle ilgili olarak şimdiye kadar pek çok şey iddia edildi ve yazıldı. Ancak bu töreni ilk defa 15 Temmuz 2000 yılında bir gazeteci içeri sızarak görüntülemeyi başardı. Kulübe sızma olayının kahramanı bir gazeteci, yazar, dokümanter film yapımcısı ve Amerika’da yılın en iyi Talk Show’cusu seçilen Alex Jones.
Alex Jones’un bu parlak gazetecilik başarısının ardından aklından şüphe edilen ve mağdur edilirken çıkan insan sesi duyduğunu iddia eden Richard Mc Caslin isminde bir adam, 2002 yılında toplanan kampın içine sızarak bir silahlı saldırı gerçekleştirdi. Törenin detaylarına geçmeden önce bu saldırının nasıl yapıldığına bir göz atmakta yarar var. The Pres Democrat isimli, internet gazetesinden Randi Rossmann ve Lori A. Carter’in Sonoma Hapishanesi’nde yaptıkları söyleşide konuştukları sanık 37 yaşındaki Mc Caslin isimli, düzgün kılıklı, güzel konuşan bir adam. Mc Caslin, mülakattan hemen önceki hafta sonu, komandoyu andıran giyisileriyle Bohemian Grove’da ilerlerken yakalanmış ve çok miktarda ağır cürüm işlemekten suçlanıyor. Kendisini “Hayalet Vatansever” olarak niteleyen Mc Caslin, hiçbir militan, terörist ya da dini gruba bağlı olmadığını ve gayet aklı başında olduğunu iddia ediyor. Başparmağıyla arkasındaki akıl sağlığı koğuşunu işaret eden Mc Caslin, “Beni farklı göstermek isteyebilirler” şeklinde konuşuyordu. Söyleşiden önceki Cumartesi akşamı Mc Caslin, yarı otomatik bir av tüfeği, 45 kalibrelik bir tabanca, bir yay, 1,5 metre uzunluğunda bir kılıç, bir bıçak ve el yapımı bir bomba fırlatıcısı kuşanmış olarak Bohemian Grove’a gitmiş. Yüzünde bir iskelet maskesi ve çeşitli silahlarla Rusya Nehri kenarındaki bekçi kulübelerinin yanından sürünerek içeri sızmıştı. Her sene Bohemian Grove’da eski ve yeni devlet başkanlarıyla çok güçlü kişiler bir araya geliyorlardı. “Sıkı bir direnme bekliyordum” dedi Mc Caslin fakat herhangi bir direnişle karşılaşmamıştı. Yanında kamuflaj desenli malzemeyle kaplanmış bir İncil, önceden yazdığı şiirler ve ilgili broşürler de götürmüştü. Broşürlerden biri Tevrat’ın Levililer bölümünü anlatıyordu ve Mc Caslin tarafından Bohemian Club üyelerinin rütbelerini örtecek bir şekilde yapıştırılmıştı. “Bütün diğer broşürleri idolün (baykuş heykeli) dibine bıraktım” dedi. Cumartesi gecesi, kullandığı pikap kamyonetiyle Sonoma’ya giderek ormanın yakınında karanlık bir yere park etmiş, sürünerek araziye girdiğinde kampta duyduğu seslerden güvenlikçilerden başka kimsenin olmadığını fark etmişti. Bir saat kadar geciktiğinden cep fenerinin pili bitti. Ağaçların dibine iyice karanlık çökmesi yüzünden içerilere sokulmaktan vazgeçti. Karanlıkta baykuş idolünü de bulamayınca bir kabinin içine girip uykuya daldı. Amacı ertesi gün ağardığında idolü yeniden aramaktı. Şafak vakti uykudan uyandı. Çıkıp idolü yeniden aramaya başladı. Kısa süre sonra bularak beraberinde getirdiği işaret ve mesajlarını içeren broşürleri oraya bıraktı. Söylediğine göre yapmış olduğu eylem boşa gitmesin diye bir yemekhane buldu. Orada bulduğu yanıcı ve parlayıcı yağ cinsi maddelerle içerisini tutuşturdu. Mc Caslin “Ben kundakçı değilim” diyor ve ekliyordu. “Yanıcı malzemeyi serperek dağıttım. Yaptığım iş kontrollü bir yangındı.” Yangın çıkınca alarm sistemi devreye girmiş ve güvenlik görevlileri de onu yakalamışlardı. Görevliler sakin davranıp ateş etmedikleri için de Mc Caslin teslim olmuştu. Tutuklandıktan sonra dedektiflere “Bohemian Grove’a çocuklara eziyet edip sonra da kurban edenleri öldürmeye geldim” demişti. Sonoma Country’nin şerifi “Orada anlaşılmaz işler yapan bu insanlarla karşı karşıya gelmeyi planlamıştı” diyordu. Alex Jones’un iki yıl önce gizlice çekip kendi internet sitesinde yayınladığı çok gizli Luciferyan törenlerin yapıldığı video görüntüleri onu bayağı endişelendirmişti. Mc Caslin,
“video görüntüleri bulanıktı ve yüzler seçilemiyordu” dedi. Çünkü görüntüler tören esnasında idolün en az 100 metre uzağından çaktırmadan ve çeşitli zorluklarla çekilmişti. Fakat Caslin bu görüntüler içerisinde kolları bağlanmış ve kurban edilmeye götürülen canlı bir çocuk gördüğünü düşünmüştü. Bununla beraber Alex Jones’in radyosunda Grove’da geçen masalımsı hikayeler de Caslin’in bu saldırıyı planlamasında etkili olmuştu. Eski bir denizci ve Texas’ta altı bayraklı bir eğlence parkında dublörlük yaparak hayatını kazanmış biri olarak karşımıza çıkan Mc Caslin, bekar olduğunu ve eğer evli ve çocuklu olsa böyle bir çılgınlığı göze alamayacağını söylüyordu. Anlaşılıyordu ki Alex Jones’un sansasyonal video çekimleri toplum üzerinde oldukça etkili olmuştu. Şimdi başından beri bahsettiğimiz gazetecilik başarısını anlatmayı sürdürelim. Alex Jones’in yaptığı bu gizli röntgenleme olayı ABD’de özellikle üç büyük televizyon kanalında ve onlarca gazetede yayınlandıktan ve video çekimlerinin orijinalliği kanıtlandıktan sonra büyük ses getirdi. ABD’nin ve tüm dünyanın yayın organları ve Bohemian Grove’u anlatan neredeyse tüm internet siteleri konuyu işlerken Alex Jones’un bu gazetecilik başarısına etmekteler. Alex Jones’un öyküsü bugün, Bohemian Grove hakkındaki en sağlam ve elle tutulan kaynak olarak kabul gördüğü için biz de bu öyküyü kendi anlatımından aktarmayı uygun görüyoruz. Austin, Texas’tan San Francisco’ya ulaştıktan sonra Alex Jones ve diğer takım arkadaşları Violet Nichols ile Mike Hanson İngiliz film yapımcıları ile buluştular ve Bohemian Grove’a girme işini üç gün boyunca planladılar. Bundan sonrasını Jones’un ağzından dinleyelim.
Bohemian Club sarp kayalık ve tepelerle ve 300-400 feet’lik (90-120 metre) iniş çıkışlarla dolu bir alana yayılıyor. Kulüp, vadi duvarlarının içine inşa edilmiş kabin tarzı binalardan oluşuyor. Etrafı vadiden duvarlarla çevrili olan kulübe bir tek kuzeyden giriş olanaklıydı. Giriş yolu asfalt kaplanmış ve buna uygun olarak da Bohemian Avenue ismi verilmişti. Gerçi kulübün etrafını kısa dikenli tellerle örülmüş bir kafes çevreliyordu fakat zaten tepeler ve engebeler sadece bir tek girişten yürüyerek ya da arabayla geçişe izin veriyordu. Bohemian Grove’a yaklaştığımız anda kendimizi giriş kapısına 100 yarda (91,5 metre) kala ağaçların arasına gizledik. Dikenli tellerin ötesine geçtiğimizde kendimizi ancak hendek olarak tanımlayabileceğim bir çukurun içinde bulduk. Etrafında kayalıklar bulunan yolun kenarları boyunca set çukuru kazılmıştı. Bataklık halini almış ve genişleyerek ilerleyen bu setin üzerinden kırılmış ağaç kütüklerini ve diğer yıkıntı parçalarını kullanarak öte tarafa geçtik. Ağaç köklerine sarılarak toprak seti tırmandıktan sonra kendimizi yüzlerce arabanın park ettiği bir arsada bulduk. Birkaç düzine Bohemian Grove çalışanı vardı, hepsi de ya Mercedes-Benz ya da Ford Tempos markalardan oluşan araçlardan iniyorlardı. Ağaçların arasında 100 yarda (91,5 metre) daha yürüdükten sonra karşımıza daha büyük bir otopark alanı çıktı. Bu otoparktaki arabaların modelleri daha yeni ve lüks görünümlüydü. Açıkçası bu alan 2.000 kişilik Bohemian Grove üyelerinin park etme alanıydı.
Anayola gelindiğinde hendek, bataklık ve toprak yığınından oluşturulmuş set 50 yarda (45 metre) kadar uzaklıkta, sağda yani batıda kalıyordu. Bataklığı ya da hendeği bu şekilde aşmakla, 50 yarda (45 metre) soldaki ve 50 metre sağdaki kontrol kulübelerini de aşmış bulunuyorduk. 2 kontrol kulübesinin de etrafından süzülerek çalışanların otoparkından girmeye karar vermemiz çok iyi oldu çünkü her iki kontrol kulübesi de otopark alanından hizalanarak daha içeride kalıyordu. Genel görünüm şuydu: Yolun tam ortasında içinde bir düzine kadar güvenlik görevlisi bulunan büyük bir kontrol kulübesi ile yolun sağ ve sol taraflarında eski savaş filmlerinde olduğu gibi Alman tarzı iki küçük kulübe bulunuyordu. Mike’a geniş kamyonlardan birine binmeye çalışmanın güzel bir fikir olduğunu söyledim. Bu kamyonların arkaları açıktı ve içinde oturmak için konulmuş minderler vardı. Bu kamyonlar Bohemian Grove üyelerini ve çalışanlarını taşıyordu. Ağaçların arasından yürümeye devam ettik ve kulübün üyelerine ait olan otoparka geldik ve orada bizi bir kamyonun almasını beklemeye başladık. Gelen bir kamyona bizden daha yaşlı iki adamla birlikte atladık. Üstü siyah kaplı yolda Bohemian Grove’un derinliklerine doğru ilerlerken tam da laflamaya başlamıştık ki büyük kontrol kulübelerinden birine doğru yaklaşmakta olduğumuzu fark ettik. İki üç dakika içerisinde artık biz bir kamyonun arkasındaydık ve teybimize kayda değer konuşmalar elde etmiştik. İki üye seremonide giyecekleri cüppelerin fiyatlarını tartışmışlardı. (Bunların hepsi videomda kayıtlı.) Kontrol kulübesine yaklaştığımızda ilk çağrı geldi. Kamyon tam da o anda durdu. Yaşlıca, kır saçlı görevli kamyon şoförü ile göz temasında bulundu ve sonra kamyonun etrafını dolaşarak benim ve Mike Hanson’un tam gözümüzün içine gözünü dikti. Açıkçası görevli bizim kamyonda beraber seyahat ettiğimiz iki üyenin misafiri olmamızdan çekiniyordu çünkü Bohemian Grove üyelerinin içeri girerken yanlarında misafir getirme hakkı vardı. Bundan dolayı da bize ne kim olduğumuzu ne de burada ne yaptığımızı sordu. Kulübün misafirleri bize kuşkuyla el sallayıp yollarına devam ettiler. Sonunda biz gerçekten de artık Bohemian Grove’un içerisindeydik. Şimdiye dek acayip dedikodular duyduğumuz bu yerde neler döndüğünü öğrenmemize az kalmıştı. Esrarı çözmeye doğru yaklaşıyorduk. Kamyon birkaç dakika daha yola devam etti ve bizi indirme zamanı geldiğinde durdu. Mike’a gizlenecek bir yer bulmak istediğimi söyledim. Yol kenarındaki oluğun dibinden yol bitimine kadar yürümemiz 45 dakika ila bir saat arasında sürdü. Artık arabaların girmesinin mümkün olmadığı betonlanmış bir yürüme alanına ulaşmıştık. Yol kenarındaki oluğun sonunda 300 feet (90 metre) yüksekliğinde kayalıklardan oluşmuş bir gözlemleme platformuna varmıştık. Bir tarafta Rusya Nehri, diğer taraftaysa Monte Rio Kasabası görünüyordu. “Gam yakma” törenini kaydedebilmek için akşam oluncaya kadar mümkünse çok az çalışan ya da üyeyle konuşma ya da hiç konuşmama fikri benden çıkmıştı. Bu durumda konu dışına çıkıp geriye baktığımda şunu söyleyebilirim ki Grove’un içlerine doğru ilerlediğimiz sırada küçük gölün 30 yarda (27.5 metre) kuzey tarafında bulunan taş baykuşa yaklaşmıştık. Baykuşun altında konumlanan siyah sunağın sadece 7 yarda (6,5 metre) yakınındaydık. Böylece bu konudaki dedikoduların doğruluğunu ispatlamış oluyorduk. Evet, dev bir taştan baykuş vardı ve yine evet ki, bir de sunak mevcuttu. Gölün karşısına geçip Grove’un
derinliklerine ilerlediğimizde suyun üzerinde dik duran metal haçlar dahi görmüştük. Bu küçük metal haçlar konusuna daha sonra yine değineceğiz. Böylece demin söz ettiğim gözlem platformunda bir saat geçirdik. Çevrede kimsecikler yoktu. Birden bire Sonoma kırsal bölgesine ait şerif kıyafetiyle 67 ila 70 yaşları arasında bir beyefendiyi patika yoldan bize doğru ilerliyordu. Geldiğini bile görmemiştik. Eminim ki o şerifti ve bizimle garip bir şifre kullanarak konuşmaya başladı. Direkt bana baktı ve: “1913 yılında burada mıydınız? Siz yaşlılardan biri misiniz?” dedi. Açıkçası ben 27 yaşındaydım ve adam benim 1913 yılında buralarda olmadığımı biliyordu ve ben yaşlılardan biri değildim. Beni denediğini bilerek sakince, “Evet, Hillbillies’lerle birlikteyim...” İzah etmek gerekirse, Bohemian Club olarak içeride 95 civarında farklı kulüp mevcut. Tüm farklı evler ve kütük kabin stilindeki konaklar kayalıkların içine inşa edilmişti, değişik isimleri ve değişik üyelikleri vardı. Henry Kissinger’la, Merkez Bankası Yönetim Kurulu Eski üyesi Paul Volcker ve diğer “Yeni Dünya Düzeni” patronlarıyla en elit kulüp, gazete haberlerine göre Mandalay’dı. Hillbilly kampı Bush’ların yanı sıra Amerikan endüstrisinin önemli şahısları, bankacılar, medya ve hükümet üyelerinden oluşmaktaydı. Tam bu noktada bize, “İyi günler dilerim” dedi ve yürümeye devam etti. Adam gider gitmez Mike’a, “Yeni bir durum almalı ve kendimizi ağaçların arasında gizlemeliyiz” dedim. Böylece kayalık taraftaki toprak setin ve gözlem platformunun arkasına yeniden vardık. Tam yolun yarısındayken iki güneş gözlüklü adamın bizi takip ettiğini fark ettik. Ben yavaşlamaya karar verdim. İki adam kesinlikle özel güvenlik elemanı, gizli servis elemanı ya da önemli birinin özel korumalarıydılar. Bize doğru yürüdüler ve adımızı sordular. Ben de Mike da sahte isimlerimizi verdik ve Hillbilly kampından olduğumuzu söyledik. “Boşverin, kendinizi sıkmayın ve iyi vakit geçirin” dediler. Bu durumda böyle bir karşılaşma ile ikinci kez muhatap oluyorduk bu da takip edildiğimiz anlamını taşıyordu. Mike’a, “Grove üyelerinin bir araya geldiği çok kalabalık bir bölgeye gitmeliyiz” dedim. Sonra birçok kulübe girdik ve kimliklerimizi uydurduk. Epeyce içtik çünkü gittiğimiz her kulüpte çokça içki içiliyordu ve bazı kulüp evlerinde bize şarap ikram ediliyordu. Sonra yola çıktık ve yüzlerce masa ve sandalyenin kurulmakta olduğu bir parti veya şenliğin içine girdik. Mike’a, “Daha büyük yapıların bulunduğu tepelerin arasındaki işaretli yoldan gitsek iyi olur” dedim. Yürüyerek geçilebilen tepelere ulaşmamız 20 dakikayı bulmuştu. Bu sırada bazı çalışanlar bize neden bir kamyona binmediğimizi sordular. Biz onlara yürüyüş yaptığımızı söyledikse de onlar bize şüpheyle baktılar. Dışında geniş avlusu olan birçok kütükten yapma kabinin terkedilmiş olduğunu fark ettik. Biz de Web Camp’a giderek biraz rahatladık. (Kampların, Lost Boys, Doom, Dragon gibi değişik isimleri var.) Bir saat kadar dinlendik, bu arada gizli kameralarımızı doldurduk ve yerimize geri döndük.
Bu arada artık iyice gölgeler uzamış ve alaca karanlık olmasına dakikalar kalmıştı. Birden bire aşağıda yoldan gelen acayip ilahiler ve şarkılar işitmeye başladık. Tabii biz de geri dönüp oraya doğru yürüdük ve karşımızda binlerce adam dev kızılağaçların altında sarhoşçasına ilahiler ve şarkılar söylüyordu. Bu, bir çeşit hayali romandan çıkmış gibi bir şeydi. O sırada hep bir ejderhanın ortaya çıkacağını bekledim. Projektörlerin tepesinden aşağı doğru sallanan kocaman kurukafalar ve şeytani tarzda şekillendirilmiş gözleri parıldayan baykuşlar görülüyordu. Dev projektörlerle aydınlatılan alaca karanlıkta ölümle ilgili her türlü tuzak mevcuttu. Şenlik meraklıları artık dağılarak patika yollardan göle doğru ilerlemeye başlamışlardı. Biz, kalabalığın arasına karışarak onların gideceği yere kadar gitmeye karar verdik. Kalabalık, putun (baykuş) ve sunağın bulunduğu sahilin doğu kıyısına yönelmiş, gölün kuzey ucunun 100 yarda (90 metre) karşısına doğru gidiyordu. Gölün kıyısında yürüdüğümüz sırada kalabalık içindeki insanlara göre çok daha iri yarı bir adam gördük ki bu adam orada gördüğümüz tek zenci idi. Şimdiye dek duymuş olduğun dedikodular gerçek olmaya başlamıştı. “Gam yakma” törenini iyi bir yerden seyredebilmek için sahilin doğu tarafında yerimizi aldık. Zenci, “Rahat edin, kendinizi sıkmayın sıkıntılar omuzlarınızdan kalkıyor. Bu kadar hızlı yürümek zorunda değilsiniz” dedi ve arkadaşımla bana iki adet ful renkli program broşürü uzattı. Programın kapağında altında yanmakta olan bir beden bulunan büyük baykuş Moloch’un da fotoğrafı vardı. (Program broşürü Infowars.com adlı internet adresimden bulunabilir.) Aynı zamanda programın sol alt köşesinde bir bedenin küllerini süpüren ve P. J. baş harflerini taşıyan küçük bir şeytan bulunuyordu. (Bu da yine sitemdeki hikayemin Dark Secrets Inside Bohemian Grove bölümünde görülmekte.) Binlerce insan gölün doğu kıyısında toplanmaya başlamıştı. Bohemian Grove çalışanlarının karşısında duran, kırmızı tişört giyinmiş ve törende bulunmalarına izin verilmeyen hizmetkarlar kendilerinden yaşlı patronları için sandalyeler diziyorlardı. Artık güneş de tepenin ardında kalmıştı. Tamamıyla karanlık çökmüştü ve suyun karşı kıyısını dahi göremez olmuştuk. Etrafta yarasalar uçuşuyor, suyun üzerini büyük bir sis kaplıyordu. (Kuzey California’da fazla sis olur.) Herhalde Kont Drakula yaşasaydı Sonoma kırsalında yaşamayı tercih ederdi. Bu, hayal gibi bir şeydi. Gördüğüm manzaradan tüylerim ürpermeye başlamıştı. Aniden ağaçların arasından siyah cüppeler giyinmiş 30 tören rahibi belirdi. Yüzleri ölü gibi makyajlanmıştı. İki tane ölüm meleği kılıklı adam, üstüne insan bedeni bağlanmış bir vagon çekiyorlardı. Sonra gün boyunca görüp de fark etmediğimiz bir şey gözümüze çarptı. Kıyının batı tarafındaki (biz doğusundayız) ağaçların üzerine çadır gibi siyah örtüler gerilmişti. Vagon, sadece 70 yarda (63 metre) kadar uzağımızda gerilmiş olan bu örtülerin arkasından geçiyordu. Etrafımızdaki insanlar, “Yakın onu! Hak ettiğini bulacak!” diye çığlık atmaya başladılar. Şimdi geri dönüp de tören rahibinin siyah cüppe giymesi mantığının ne olduğuna bakarsak, vagonun üstüne bağlanmış olan beden gibi onun yüzü de ölü gibi makyajlanmıştı ve vagonun önünden ve arkasından ilerleyen diğer otuzar kişilik rahipler grubu da ellerinde taşıdıkları meşalelerle bu iki ölü suratını aydınlatıyordu.
Tanığı olduğum bütün törenin en önemli kısmı başlangıçta yapılanlardı. Vagon, ağaçların dışından gerilmiş olan siyah çarşafların arkasından belli belirsiz bir şekilde inmiş ve aşağı yukarı 10 dakika boyunca da ortalıkta hiçbir şey olmamıştı. “Oh evet yakın bu o… çocuğunu! Öldürün onu! Bunu hak etti!” diye nefret dolu sözlerle bağırıp çağıran bu yaşını başını almış adamlara hiç yakıştıramamıştım doğrusu. Onlardan duyabildiğimiz bütün söylenme ve ağız şapırtıları tören boyunca devam etti. Şimdi kıyının batı tarafında, önde. (Biz 50-60 metre doğusundayız) 100 metre kuzeyimizde put karanlıkta duruyordu. Kimse onu umursamıyordu bile. Herkes kendinden geçmiş bir durumda karşı kıyıda siyah çarşafların ardındaki bağlanmış bedene ne olduğuyla ilgileniyordu. Bunun bir manken mi yoksa gerçek bir insan bedeni mi olduğunu anlayamıyorduk (Bu, New York Observer gazetesinin de gizlice kaydedip yayınladığı gibi bir çeşit Kurukafa Kemik Cemiyeti tarzında yapılan bir törendi. Töreni gerçekleştirenlerin iddia ettiklerine göre onlar mankenlerinin gırtlağına çökmüş kişilerdi.). Sadece manken miydi bilemiyoruz. Hepimiz yapay gölün karşısında olup bitene odaklanmıştık ki, aniden baykuş, bir ışık seliyle aydınlandı. Siyah, kırmızı ve yeşil cüppeler giyinmiş yüz kadar tören rahibi, baykuş heykeline koşmaya başladılar. Çoğunlukla siyah, bazıları kırmızı, birkaç tanesi ise gümüş ve yeşil cüppeler içindeydi. Derken yüksek rahip ortaya çıktı. Ölümle ilgili bütün büyülerini gözden geçirdi. (Geçmişte Grove’da ölmüş olanların ruhları da büyük baykuşun yanına çağırılmışlardı.). Yaklaşık 20 dakika kadar baykuşa dua etti. Babil ve Sur Şehri’nden övgüyle söz etti. (Bu anlattıklarımın size ne kadar acayip geldiğini biliyorum fakat yalnızca Dark Secrets: Inside Bohemian Grove adlı belgesel filmde kadın olduğunu hatırlatmak isterim. Bu belgesel film İngiltere’de ulusal çapta yayınlandı. Örtbas edilmediği takdirde Amerika’da da yayınlanacaktır.) Böylece rahip, Babil ve Sur Şehri’ni güzelce övdü de Babil’in yalnızca bir tane büyük baykuşu vardı. Eğer İncil’i veya o zamanı anlatan bir tarihi belgeyi okursanız, Babil ve Kenan Ülkesi Krallıklarında çocuklar, Baykuş Tanrı Moloch’un önünde yakılıyordu. Aniden fark ettik ki, (Karşı kıyıda perdelerin arkasındaki etkinliklerle ilgimizi çekerlerken bu ilgi giderek adadaki baykuş ve rahibe kaydı.) Geride batı kıyısında başlangıçta vagonu çeken Azrail karakterinde olan kişi şimdi de eski moda bir sandalda bağlanmış bedeni karşı kıyıya geçiriyordu. Ölüm meleği, bağlı ‘beden’i, baykuşun ayaklarının dibinde bekleyen rahibe dolambaçlı adımlarla ilerleyerek getirdi. Siyahlar giydirilmiş iki rahip, bedeni korku verici bir tarzda sürükleyerek ve baykuşun önüne bıraktı. Bir mikrofon sistemi üzerinden beden hayatının bağışlanması için yalvardı. Rahipler onu bağışlamayı reddetti. Onu sunağın üzerine koydular. Koca baykuş onlara bedeni yakmalarını söyledi. (Onların kör talih olarak adlandırdığı) Sanki siyah bir kumaşla bağlanmış bir bedendi bu. Sunağın üstünde ‘ebedi ışık’ olarak adlandırdıkları bir kandil yanıyordu. Yüksek rahip, yanmayan bir meşale aldı ve onu ‘ebedi ışığın’ aleviyle yaktı.
Beden yeniden af diledi. Rahip biraz güçlükle aşağı indi (Zorlukla çünkü rahip oldukça yaşlıydı yürümekte bile zorluk çekiyordu.) ve önündeki odun yığınını tutuşturdu. Küllerden kalan işareti okuyacağını, bunun eski bir inanç geleneği olduğunu söyledi. Bu sahne Hollywood’da görmeye alıştığımız kırmızı pijamaları içindeki şeytana ait değildi, bu bir gerçekti. Babil’in esrarengiz bir dini uygulamasıydı. Vücuttan acı dolu çığlıklar gelmeye devam ediyordu. Birdenbire o gün kıyı boyunca görüp de pek bir anlam veremediğimiz küçük metal haçlar ateşe fırlatılmaya başladı. Tanık olduğum olay bir orta çağ ressamı olan Hieronymus Bosch’un Cehennemden Görüntüler tablosuna benziyordu. Yakılan metal haçlar, siyah ve kırmızı cüppeli rahipler, gümüş cüppeli, kırmızı burunlu bir yüksek rahip, acılar içersinde kıvrananarak yanan bir vücut, dev bir taştan yapılma koca kulaklı bir baykuş, dünya liderleri, bankerler, medya temsilcileri ve bu tip acayip işlerle uğraşan akademik kariyerli bilim adamları. Bu tamamıyla bir delilikti. Tören sona erdi. Yaşlı adam kahkahalar atarak dev kızılağaçlar arasındaki koridordan gitmeye başladı. Mike ve ben de oradan çevik adımlarla sıvıştık. Orayı terk ederken hiçbir engelle karşılaşmadık. Güvenlik görevlilerinin önünden geçerek caddeye, Bohemian Avenue’ya çıktık. Bohemian Grove’u terk etmek içeri girmekten çok daha kolay oldu. Çünkü haberlerde izlediğiniz pek çok dünya lideri, kulübün yakınındaki küçük Monte Rio Kasabası’na gidiyor. Anlatıldığına göre orada onlara servis yapmak için bekleyen barları ve genelevleri ziyaret ediyorlarmış. Dışarı çıktığımızda yolun aşağısında İngiliz medyası bizi almak için bekliyordu. Bize: “Kaydettiniz mi? Kaydettiniz mi?” diye soruyorlardı.36 Bu öykü ile ilgili olarak aslında daha anlatacak çok şey var. Onları da benim web sitemde bulabilirsiniz. Bu büyük bir haber, bu konuda yüzlerce radyo mülakatı yaptım. Eğer herhangi bir medya benimle söyleşi yapmak isterse bu bilgilerin daha fazla yayılabilmesi için seve seve konuşurum.” Neredeyse hiç kesintiye uğratmadan verdiğimiz Alex Jones’un bu çalışması şimdiye kadar Bohemian Grove ile ilgili süregelen dedikoduların çok büyük ölçüde doğru olduğu gerçeğini göstermekte. Ancak biz kulübü ve sakinlerini iki aşamada incelemeyi tercih ettik. Buraya katılanlar gerçekten dünyayı ilgilendiren önemli kararları Bohemian Grove’da mı alıyorlardı, kararları alan bu kişiler biz dünyalıları hangi ortak inanç sistemine göre yönetiyorlardı? Öyle ya biz ülkemizdeki bir başbakanın inanç durumunu iyi kötü biliriz ve ülkemiz hakkında alacağı kararlar da genellikle ona yakıştırabileceğimiz, ondan beklediğimiz kararlardır bu konuda pek bir sürprizle karşılaşmayız. Yani o başbakanı onaylasak da onaylamasak da ne yapacağını aşağı yukarı biliriz. Yahut başbakanımızı ve bizi yönetenleri tanıdığımızı zanneder ona göre oy veririz. Eğer bunun tersi olsa da bizi yönetenlerin inançları hakkında kafamızda soru işaretleri varsa, üstelik onların kapalı kapılar arkasında bir şeyler planladığını öğrensek, herhalde o yönetime karşı tavır alırdık. Öyle ya, bize yapmayı vaat ettikleri şeylerin dışında bir de bize hiç bahsetmedikleri ve yapmayı düşündükleri bir programları varsa bunları bilememekten dolayı bayağı huzursuz olurduk.
Dünya liderlerinin alacağı kararlar tüm insanlığı, dolayısıyla bizi de bağladığından onların bu kararları hangi psikolojiyle ve hangi değerlere inanarak verdiklerini araştırdık. Zaman zaman bizim liderlerimizi de peşlerinden sürükleyen Yeni Dünya Düzeni’nin “Küresel Seçkin”lerinin inançlarındaki sapıklığı kanıtlamak suretiyle ulus-devlet yanlılarına ve anti küreselleşmecilere mesaj vermeye çalışıyoruz. Bir kere Bohemian Grove, gizliliğe son derecede önem vermesi, başta Bush sülalesi olmak üzere katılımcılarının bir kısmının devamlılık gösteren üyeler olması ve yaptıkları ritüellerde ölüm olgusu ve her türlü korku duygusunun işlenmesi hatta tören kıyafetlerinin dahi birbirine benzemesi nedeniyle Skull And Bones (Kurukafa ve Kemikler) Cemiyeti ile büyük bir benzerliğe sahip. İki cemiyette de yapılan törensel ibadetlerin arada semboller değişiklik gösterse de bir şekilde Lucifer’e ithaf edilmesi de diğer bir ortak özellik. Neredeyse tüm üyelerinin mason olduğunun bilinmesi de, bu birlikteliğe ayrı bir anlam kazandırıyor. Garip bir benzerliktir ki, masonluğun bazı derecelerine geçiş için yapılan ritüellerde de neredeyse aynı semboller ve mizansen kullanılmakta. Yani, masonlukta da Lucifer inancı söz konusu. Ve tabii Lucifer’le özdeşleştirilen ve Moloch diye adlandırılan 50 feet (15 metre) büyüklüğündeki bir baykuş heykeli. Törende Garip İlahi Sesleri Törenin yapıldığı gün kulübe ait ormanın ve tören alanının çeşitli yerlerine yerleştirilmiş hoparlörlerden bir çeşit ilahiyi andırır bir şarkı duyuluyordu. Bu ilahiyi andıran şarkı bir Hıristiyan olarak Alex Jones ve arkadaşlarının şimdiye dek hiç duymadıkları türden bir şeydi. Bu, şarkı bir ilahi değil, ancak bir “Şeytani” kaside olarak tanımlanabilirdi Çünkü bildiğimiz kadarıyla ancak Allah’a söylenen kasideye ilahi denebilirdi. Oysa ki bu kaside şeytanın ağzından çıkan ve yine şeytana adanan bir şarkıydı. Kasideyi söyleyen ses, bir baykuşun sesini andıran acayip, tüyler ürpertici bir sesti. Yani uğursuz şarkıyı bir din adamı söylemiyordu. Alex Jones ve yanındaki arkadaşı Mike Hanson duruma alışana kadar kasideyi ürpererek dinlemişler ve banda kaydetmişlerdi. Daha sonra yapılan band kaydı analizlerinde hafif kısık bir baykuş sesiyle kaside söyleyen kişinin eski bir haber spikeri ve Bohemian Club üyesi olan Walter Cronkite’a ait olduğu ortaya çıkacaktı. Oldukça uzun olan bu kasidenin sözlerinin ufak bir bölümünü hoşgörünüze sığınarak aşağıda ilginize sunuyoruz.
Burasının Bohemya Türbesi ve evimizin sütunları olduğunu anla. Kederlerini şehrin tozlarıyla birlikte silip at ve hayatın keder rüzgarlarını havaya savur. Fakat, ormanımızı bilip seven ve bizce Çok sevilen yiğit arkadaşlarımızı buraya getir (Ölmüş arkadaşlarının ruhlarını bekliyor.) Onların çok uzun zaman önceki derinden gelen uğultularının törenimize katılmasına izin ver. (…) Ah ölümlü akılların prensi baykuş Bohemya’nın baykuşu sana yakarıyoruz
Bizi meclisine kabul et. (…) Ah Bohemya’nın büyük baykuşu Sana şükrediyor ve yalvarıyoruz. (…) Bir kere daha seni kovuyoruz Defol aptal gam Ateş seni çağırıyor Defol aptal gam. Evet, bu şeytani kasidenin sözleri uzun, ancak yakarışlarda tanrıdan medet umulmadığı açık; bir de dikkat edilirse37 ölmüş arkadaşlarının ruhlarını da bu şeytan idol vasıtasıyla çağırıyorlar. Nedir Bu Moloch ve Lucifer Meselesi? Moloch,38 Eski Ahit’te (Tevrat) bahsi geçen ve İsrail halkının, uğruna öz çocuklarını adadıkları ölümlü bir tanrının ismi. Temel olarak ölümlü bir tanrıya tapınma olayı Antik Çağ Ortadoğu’sunun tüm halkları ve ülkeleri için değişik isimler altında da olsa geçerli bir inanış biçimiydi. Bu Tanrı Mezopotamyalılar için Orion takımyıldızlarıyla eşleştirilen ve “Büyük Avcı” olarak nitelendirilen Tammuz iken, İncil’de de aynı özelliklerle zikredilen ve “Güçlü Avcı” olarak anılan erken dönem Babil Kralı Nimrod olmuştur. Babil’de ölümlü Tanrı, Bel veya Marduk olarak biliniyorken, Mısır’da Osiris’di. Bu, Tevrat’taki “Altın Buzağı” bölümünde de anlatıldığı üzere İsraillilerin Mısır’ı terk etmek zorunda kalmalarından hemen sonra tapındıkları Tanrı’nın ismiydi. İncil’e göre bu devirde Tanrı’ya ibadet canlı ve çılgın eğlencelerle yapılırdı. İsrailliler kutsal topraklara girdikleri sırada oranın yerli halkı olan ve Nuh Peygamber tarafından babasının günahından dolayı lanetlenen torun Kenan’ın soyundan gelen ve Kenanlılar olarak bilinen halkın inanışlarına teslim oldular ve eski inançlarında ısrarcı olmadılar. Bu da zaten benzer Tanrı’ya farklı isim altında ibadetten başka bir şey değildi. Kenanlılar Yahudilerin andığı şekilde Baal’e39 ve onun hem kız kardeşi hem de karısı olan Astarte’ye40 ibadet ediyorlardı. Dolayısıyla İsrailliler de. (Astarte, Semiramis olarak da anılırdı.) Burada genellikle daha az bilinen şeyse, Tanrı’ya ibadet biçimi çocuk feda etme şeklinde olanı idi. Tanrının karanlık yüzü olarak tanımlanan şey ise Moloch olarak anılıyordu. Baal, Güneşi temsil ediyordu. Moloch ise gece doğan güneş olarak nitelendirilen Satürn gezegenini temsil ediyordu. Bohemian Grove’daki büyük baykuş da Kenan ülkesinin doğusunda yaşayan Ammonluların tapındığı tanrıların büyüğü Moloch’tu. Bu tür ibadet biçimi “Sur” ve “Kartaca” şehirlerini de kapsayan bir şekilde birkaç şehre daha yayılmıştı. İÖ 307 yılında
Kartaca Kenti’nin kuşatılması esnasında Kartacalıların önde gelen 200 ailesi savaşı kazanabilmek için çocuklarını Moloch’un önünde yakarak kurban etmişti. Bazı kaynaklar aslında bu çocukların yakılmadıklarını, bunun yerine ateşin içinden hızla geçirildiğini bu yüzden de çocukların zarar görmediğini iddia etse de, bu konudaki arkeolojik buluntular çocukların kurban edildiğini ortaya koyuyordu. Bu çocuk yakma konusuyla ilgili olarak garip bir bilgiye daha rastlıyoruz. Yakma töreni yapılan ve şu anda artık var olmayan yerin adı Gehenna, yani cehennem kelimesinin kökeni ve bu anlama gelen tüm kelimeler bu kelimeden türemiş. Araştırmalar eski çağlarda Moloch’un şeklini şöyle tanımlanıyor: Oturmakta olan ve kollarını kurbanını almak için öne uzatmış boğa kafalı bir insan. Boğa şeklindeki kafanın anlamı astrolojideki boğa burcunu temsil ediyor ve İÖ 2.000 yılından itibaren, yani boğa burcunun son döneminde, “Yeni Dünya Düzeni”nin başladığı kabul ediliyor. Özellikle bu çağda Marduk, Büyük Tanrı Bel ile yer değiştiriyor ve Panteon’daki41 Annunaki adı verilen yarı Tanrı olan insanlara oranla ekstra güç sahibi diğer tanrıların başına geçiyor. İlginçtir ki Marduk, Bel’in yerine geçtiği zaman sanki tek tanrılı dinlerin gelişine bir işaretmişçesine pagan kültürler için de tek tanrılı inanca doğru bir eğilim beliriyor ve Panteon’daki diğer tanrılar artık Marduk’un değişik bir görüntüsü olarak kabul edilmeye başlanıyor. Böylece Bel-Moloch artık Marduk’u temsil ediyor. Yine İsa’dan sonra ilk yüzyılda kaleme alınan Diodorus Siculus42 adlı bir eserde de Kartaca Tanrısı ya da Moloch hakkında yazılanlar:
Moloch’un imajı kollarını uzatmış kendisine adanacak çocuğu bekleyen bir insan şeklindeydi. Metal imaj, önündeki çukurdan gelen alevlerle ısınarak kızıllaşmış haldeyken kurban edilen çocuk elleri bağlı olarak ateşin içine, idolün önüne bırakılıyordu. Çocuğun feryatlarını bastırmak için bir flüt eşliğinde davullar çalınır, çocuğunu feda eden anneler de adağı gönüllü yaptıklarını kanıtlamak için metin davranışlar gösterir, etrafa gözyaşı, ağlama ve hıçkırık yansıtmazlardı. Çocuğun ölümü genellikle Tanrı’nın da ölümünü ve ölüler dünyasına intikalini temsil ederdi. O, etlerini yiyerek ve kanlarını içerek yeniden kendine ibadet edenlerin arasına dönmüş olurdu. Ölümlü Tanrı çift cinsiyetliydi ve bu yüzden de Tanrıçaya dönüşebilirdi. Böyle olunca da Tanrı’nın kız kardeşi, annesi ya da eşi olarak kabul ediliyordu. Bu kadın aynı anda Venüs ya da diğer bir haliyle Lucifer oluyordu. Yunanistan’da, Ölümlü Tanrı Dionysus olarak bilinirdi. Yunanlılar bu Tanrı’ya olan ibadetlerini Babil’in Aydınlık ve Hakikat Tanrısı Mithras yerine Dionysus’a yapıyorlardı. Benzer bir çocuk kurban etme töreni bu ibadet tarzının da bir parçasıydı. Dionysus, Apollo’ya ve Apollo’nun karşıt Tanrıça’sı olan Athena’ya veya sembolü baykuş olan Minerva’ya43 dönüşebiliyordu. Böylece tüm bu pagan Tanrı inanış biçimine ve geleneklerine uygun olarak baykuş önemli bir Illuminati44 simgesi haline geldi ve Minerva’nın çeşitli derecelerdeki hallerine isimlendirildi.
Bu konuya dair hiç şüphe götürmeyecek bir şekilde bu görüşün üyelerinden birisi olarak Hegel şöyle demişti:
Felsefe gri rengi gri üzerine boyarsa eskimiş bir şekil alır ve gri üzerine gri hiçbir şekilde canlandırılamaz fakat sadece bilinir. Minerva’nın baykuşu da önce kendisini göstermeyen alaca karanlıkta uçar. Ve bundan dolayı Kuzey Amerika Hegel Cemiyeti yayını Minerva’nın Baykuşu ismini taşımaktadır. İpuçları öyle gösteriyor ki, bu Tanrı’ya ibadet etme biçimi, güneş ve ateşle ilintilendirilerek yapılıyor. Güneş Tanrısı olarak tapıldığında Moloch, güneş sıcaklığının hırçın ve harap edici halini vücuda getiriyor. Hıristiyan araştırmacıların yorumlarına bakılırsa, her ne kadar Yahudi ilahiyatı ve Hıristiyanlık İncil’de “güneş”i büyük Tanrı ya da Yehova haline getirdiyse de, sonraları bu Tanrı’yı üstü kapalı bir şekilde çift cinsiyetli olarak tanımladılar. Ay ise onun kadınsı görünümüydü. Netice olarak İsraillilerin Baal’i, adı İncil’de geçen Moab Kabilesi’nin ibadet ettiği Şemeş ve Kenan Ülkesi’ndeki Ammon halkının ibadet ettiği Moloch hep GüneşYehova’yı temsil etmekte. Güneş de cennetin ev sahibi kralı olarak kabul ediliyor. Gördüğünüz gibi bunlar bizim yorumlarımız değil, aslında bunlar, Katoliklerle Protestan-Yahudi ittifakı arasındaki tartışmalar. Çağlar boyu İncil üzerinde oynamalar yapa yapa, kendilerini çoğunlukla şeytanın sembolü olan pagan tanrılarının içine hapsetmişler, bir türlü çıkamıyorlar. İncil’deki pagan öğretileri dedik ya, Hıristiyanlık içine soktukları asıl pagan ibadet ve kutlamalarını Lucifer bölümümde anlatacağız. O zaman inanıyoruz ki Hıristiyanlığın düşürüldüğü hale çoğunlukla Müslüman olan siz okuyucularımız dahi üzüleceksiniz. Lucifer Moloch adıyla bildiğimiz, pagan dönemi baykuş simgeli Tanrı’nın eş sembollerinden birisi de Lucifer demiştik. Gerçi İsis, İştar, Astarte, Semiramis, Athena gibi başka isimler de aynı anlamda geçiyor. Ancak Lucifer isminin bir şekilde Tevrat’ta da geçmesinden olacak ki, ABD’de iktidarı seçim hilesiyle gaspeden Evangelist-Siyonistler ve George W. Bush iktidarının şahin kanadı, dünya egemenliği hedefi yolunda çok önemli bir aşamaya ulaşan Illuminati’ye bağlı cemiyet ve çeşitli düşünce kuruluşları yaptıkları ritüellerde bu ismi kullanıyorlar. Lucifer adı sanki ortak bir şifre. Ezici çoğunluğunun mason oldukları bilinen Bohemian Club üyeleri mason kimlikleriyle localarında törenler düzenlediklerinde bir türlü Tanrı ismini bile veremedikleri ve “Evrenin Büyük Mimarı” olarak adlandırdıkları ilahı, Lucifer’le eş anlamda kullanmaktadırlar. Mason dünyasında ismi çok iyi bilinen İskoç Riti’nin büyük üstadı Albert Pike Morals and Dogma adlı kitabında masonların inanç sistemi hakkında şunları söylüyor:
Masonluk, kendi öğretilerini anlatan kitaplardan da anlaşılacağı üzere tamamıyla eski antik çağlara ait pagan ve şeytani bilgiler içeren eski gizemler öğretisi olarak tanımlanabilir.45
Dünyanın hiçbir yerinde çok üst düzey bir dereceye sahip değilse, yahut özel bir merakı yoksa bir mason genellikle, yapılan mason törenlerinin aslında bir nevi ibadet toplantısı olduğunu ve ibadetin de Lucifer’e ithaf edildiğini bilmez. Zaten tek Tanrı inancının egemen olduğu ve kutsal kitaplarda lanetlenmiş bir şeytan olduğu belirtilen Lucifer’den üst düzey üstat takımı tabanı kaçırma endişesiyle bahsetmez. Oysaki masonların ibadet ettiği Tanrı “Her Şeyi Gören Göz’’ü temsil eder. Bu tanımlama Antik Çağ’daki Mısır’da Tanrı Osiris’e verilen isimdir. Bu da Lucifer’i temsil eder. O an locada bulundurdukları sembol de yine “büyük şeytan”a vekâlet eden bir diğer şeytanı temsil eder. Ortalama masonlar bu simgelerin Eski Mısır veya Babil Tanrıları olduğunu bilseler de Babil ve Mısırlılar’ın tapındığı varlıkların şeytani varlıklar olduğunu ve bu anlayış sapmaları yüzünden tek Tanrılı kitapların gönderildiğini düşünmezler. Her Şeyi Gören Göz (Ulu Göz) Lucifer yahut “Ulu Göz” inancı, Amerika’nın kuruluş felsefesinde bulunmaktadır. Kurucuları genel olarak Yahudi asıllı ve mason olan bu ülkenin bir dolarlık banknotu üzerinde masonların sözünü ettiğimiz “Ulu Göz” felsefesi ya da Lucifer inancı diğer masonik sembollerle beraber bakın nasıl yerleştirilmiş; 1 doların üzerinde bir piramit ve tam üzerinde üçgen içinde bir göz vardır. Altında ise Novos Ordo Seclorum (Çağların Yeni Düzeni) yazmakta olup piramidin altında Romen rakamıyla 13 Ekim 1307 tarihi göze çarpmaktadır. Sağ tarafta kartal ve üstte altı köşeli bir yıldız yerleştirilmiştir. Bütün bunlara bakınca ne görürüz?
- Piramit: Ünlü Giza Piramidi olduğu ileri sürülüyor.13 basamak bir sayıya işaret eder.
Kabbalistik
- Üçgen: Çok bilinen bir masonik işarettir, içindeki göz ise tüm gözleyen Tanrı’nın gözleridir. Doğrudan Tevrat
dünyayı
kaynaklıdır. - Altı köşeli yıldız: 1750’li yıllarda Mayer Amstel Rothschild’in iddiasına göre ünlü Davut Yıldızı’dır. Çağların Yeni Düzeni, “Yeni Dünya Düzeni”nin sloganıdır. Bu ise yeni dünya 1990’ların başında değil, çok daha önceleri yapılan gösterir.
düzeninin bir planın parçası olduğunu
- Piramidin üzerinde yazan Annuit Coeptis yazısı Latince’de, meselimiz olan plan başarıyla tamamlanacaktır”
“Bizim
anlamına gelir. - Amerikan dolarının üzerine Birleşik Devletler’in büyük mührü basılmıştır. Bu, yanılgısız olarak tamamen masoniktir. 13 basamaklı 4 köşeli piramidin üzerinde üçgenin içinde Her Şeyi Gören Ulu Göz altında masonluğun çok eski düşlerinden biri olan Novos Ordo Seclorium yani “Yeni Seküler Düzen”in gelişimini bildirir yazıdır.
Tüm bu sembolleri bir araya getirirsek varacağımız sonuç ABD’nin kuruluş temelleri itibariyle bir mason cumhuriyeti olduğudur. Çünkü ABD, iç savaştan itibaren hayli geniş ve yaygın bir mason örgütlenmesine sahne olmuş ABD Anayasası ve kurumları masonlarca şekillendirilmiştir. Masonik anlatımıyla ifade edecek olursak “Evrenin ulu mimarının ulu gözü” etrafında kurulmuş, kökeni bin yıllara ve Eski Ahit’e dayanan yeni bir dünya inşasının (Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası) dışa vurumudur. Şimdi bir de Illuminati”nin önde gelen temsilcisi Rothschild’lerin “Ulu Göz”ü nasıl tanımladıklarına bakalım. Piramit ve Rothschild’ler 1. basamak, yani en üstte Lucifer (Herşeyi gören göz) 2. basamak, Rothschild sülalesi (Lucifer’le direkt ilişki kurabiliyorlar) 3. basamak, Rothschild sülalesi içinden seçiler 13 Druid papazı (Hıristiyanlık öncesi Seltik ya da Galya Papazı) (Druid Rahibi) 4. basamak, en üst seviyeden olan masonlardan oluşan 33’ler Konseyi 5. basamak, 300’ler Konseyi (Dünyada Illuminati ile direkt temas kurabilen ekonomi, basın, politika gibi alanların temsilcileri-elitleri) 6. sırada B’nai B’rith adlı, Vatikan’da Katolik rahipler arasında yuvalanmış gizli örgüt. 7. basamakta Büyük Doğu Locası 8 ile 12 arası Illuminati’ye ait değil46 Söylendiğine göre piramitin en üst katında olduğunu düşünen masonlar bu şemaya bakılırsa aldanıyor ya da aldatılıyorlar. Şimdi bu bölümde Babil ve Mısırlıların hatta Eski Yunanlıların farklı isimler altında da olsa tanımları birbirine çok benzeyen ve aslında kutsal kitaplarda şeytan olarak nitelendirildikleri sık sık vurgulanan bu şeytan-Tanrı kavramını şöyle toparlamak istiyoruz. Baykuş sembolü genel olarak aklı temsil eden bir Tanrıça’yı simgeliyor. Eğer internette İngilizce terimleriyle ‘baykuş’ ve ‘sembol’ üzerine basit bir araştırma yapacak olursanız baykuş kelimesiyle antik çağın Yunan Tanrıçası Athena arasında sıkı bir ilişki görürsünüz. Yani baykuş, Athena’yı temsil etmektedir. Bu anlam ilişkisi bilime dahi Athene Noctua47 olarak girmiştir. Bu ifade bilimde bir cins baykuşu temsil etmektedir. Hatta bazı filmlerde dahi Yunan Tanrıçası Athena ve evcil baykuşu birlikte görülmektedir. Baykuş hep akıl ve bilgeliğin eşsiz bir sembolü olmuştur. Athena bir baykuştu ve Bilgelik Tanrıçası’ydı. Önce de açıkladığımız gibi Athena’nın başka kültürlerdeki bir adı da Semiramis’dir. Bu da Babil’deki İştar’ın ve Mısır’daki İsis’in bir başka adıdır. İsis ayrıca Yükseklik ve Bilgelik Tanrıçası olarak bilinir. Bu nedenle bir baykuş aynı zamanda İsis’in de simgesidir.
Tarihi buluntulardan da anlaşılacağı üzere Atinalıların metal paralarının bir yüzüne Tanrıça Athena’nın resmi konmuşken, paranın diğer yüzüne de onun simgesi olarak bir baykuş resmi konmuştu. Para biriminin ismi de “baykuş”tu. Efsanevi Kral Arthur’un kuşu olarak bilinen ve omuzu üzerinde duran doğan da aslında bir baykuş şeklinde tanımlanmaktadır. Baykuşu Tanrılaştıran zihniyetin sahipleri bu simgeyi 1 dolarlık para kupürünün üzerine de yerleştirmişlerdir. Para dikkatle incelendiğinde 1 rakamını çevreleyen yaprak şeklindeki kalın çizginin sağ üst köşesinde konmuş küçük bir baykuş görülebilmektedir. Washington’daki devlete ait binaların mimari projelerini inceleyecek olursanız bu yapıların çoğunda mimari tarzda ifade edilmiş bir baykuş sembolü olduğunu görebilirsiniz. Bu sembol sanki bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Kuş bakışı fotoğrafı çekilmiş Amerikan Kongre binasının (Capitol) bahçesinin doğu tarafına dikkatle bakacak olursanız ve burada bulunan iki adet bahçe çevresini de kapsayacak şekilde Capitol’ün tüm çevresini içine alan bir hat çizerseniz binayı içine alan bahçeler kompleksinin bir baykuşu canlandırdığını fark edeceksiniz. Baykuş kavramı yüzyıllardır Hıristiyanlığın ve Batı dünyasının çeşitli mezhep ve inanışlarının içerisinde ama olumlu ama olumsuz bir şekilde yer tutmakta. Bu sembolü olumlu anlamda kullananlar genellikle kitaplı dinler öncesindeki şeytani pagan öğretilerinin etkisi altında kalmış ve bu inançlarına İncil ve Tevrat’tan destek bulmaya çalışarak şeytani inançlarını yasallaştırmaya ve ibadetlerine belli bir örtü veya kılıf uydurmaya çalışıyorlar. Baykuş imgelemesini uğursuz veya şeytani bir simge olarak görenlerse Hıristiyan dünyasında onlara karşı bir muhalefetin gelişmiş olduğunu gösteriyor. İngiltere’deki Yahudi-Hristyanlarının dini araştırmalar için kurdukları bir internet sitesinde48 hıristyanlığın içine girmiş olan pagan öğretileri anlatılırken, Hıristiyanların kutladığı Easter Bayramı ile ilgili olarak çarpıcı bilgilere yer veriyor. Easter ismi Bereket Tanrıçası olarak bilinen ve Tevrat-Hakimler 2;13 de adı geçen Ashteroth’dan türetilmiş. Ashteroth Babil’in büyük tanrısı Baal’in eşi. Babil’deki ismi İshtar (İştar) ya da Semiramis olup Babil Kraliçesi olarak yine Tevrat-Vahiy,17,1-2 de anlatıldığı üzere yeryüzündeki tüm kralları yönetmiş. Semiramis ya da İştar zekice, bugün Hz.İsa’nın annesi olarak bildiğimiz Meryem’e dönüştürülmüş. Yani Katolikler eski Tanrıların anneleri olan Venüs’e, İsis’e, Kibele’ye, Afrodit ve İştar’a yapılan duayı ısıtıp bu sefer de Meryem’e yapıyor. Fakat Tevrat Çıkış. 23.13’te uyararak “Başka Tanrıların isimlerini anmayın ve onlardan bir talepte bulunmayın, nasıl olur da bu uluslar kendi Tanrılarına, Tanrı’yı kızdıracak şekilde hizmet ettiler” dedi. Yine dini tartışmaların merkezinde yer alan bir ayet olan Tevrat, İşaya 14.12’den bahsedilerek bu ayette Lucifer’in “Sabah Yıldızı” olarak bahsedildiği ve Venüs’ün Latince karşılığı olduğu belirtiliyor. Eflatun’un karşılığı olarak da kullanılan Lucifer, yani sabahyıldızı, Aster-Star (bizdeki karşılığı: Yıldız), bir başka haliyle İştar-Astarte, Asteroth ya da Easter’ın aynı anlamlarda kullanıldığı ve ışıktan bir melek olarak görünen şeytan olduğu belirtiliyor. (İncil-2 Korintoslular.11.13) Yine bilindiği gibi Antik Çağ’da İştar onuruna bahar bereket kutlamaları yapılan perhizleri, renkli yumurtaları, tavşanları, haç şeklindeki sıcak çörekleri ve gün doğumu ibadetlerini (Şafak ayinleri) de içerirdi. Bahar festivali esnasında boyanarak yenen
yumurtalar, eski Mısırlılar ve Persler zamanında hayatın yenilenmesi ve bereket sembolü olarak kabul edilirdi. (Encyclopedia British Art “Easter”) Oysaki Tevrat’ta Tanrı, “Sizin festivallerinizden nefret ediyorum” demiştir. (Amos, 5:21) Efsaneye göre kocaman bir yumurta cennetten Fırat Nehri’nin içine düşer. Dışarı Venüs yani İştar çıkar ve ondan sonra da Suriyelilerin Tanrıçası olur. Suriyeliler ona “Jüpiterden düşen Diana” derler. Bu olaya denk düşen açıklama İncil’de vardır. Luka, 12.18’de Hz. İsa cennetten düşen bir şimşek olarak şeytanı tarif eder. Bu nedenle Diana veya İştar’a ibadet etmek şeytana ibadet etmek anlamına geliyor. Yamyamlığın Adı Hıristiyanlıkta “Paylaşım” Yapılmış İncelemeye devam ediyor ve günümüzde Bohemian Grove’da sembolik olarak da olsa yapılan “insan yakma” törenlerinin (ya da isterseniz buna “gam yakma” deyin) geçmişteki izlerini aramaya devam edelim. Tevrat, Tekvin 4, 4’te ifade edildiği üzere Havva hayretle haykırarak “Benim bir erkeğim, bir efendim var” dediğinden dolayı Cain (Kohen ya da rahip) kendisinin efendi olduğunu düşünmeye başladı. Cain Tanrı’dan gönderildikten sonra kendi dinini geliştirdi. Buna benzer olarak Cannibal (Cahna Baal), “Baal Rahip” anlamına gelen başka bir isim ve aynı zamanda insan eti, genellikle de küçük çocukları yiyen “Cain’in dini” anlamına geliyor. Rahip Cain’in kızkardeşi/ya da karısı olan Naamah, Nuh’la evlendiği zaman Baal dininin inananları selle karşı karşıya gelmiş. Nuh’u içirerek sarhoş ettiği ve kendisine ihanet ettiği için kadın, Naamah İsis veya Nemsis olarak tanınıyor. O, Babil’in tahtında oturarak bir elinde şarap kadehiyle tüm dünyayı sarhoş etmek üzere hakiki bir fahişe prototipi çizerek, Babil’in gizemli dinini Ham’ın yardımıyla kurdu. Büyük oğulları Nimrod’du. Nimrod, insan adakların ve özellikle çocukların kurban olarak sunulduğu harlı ateşin temsilcisi olarak “Büyük Çocuk Yutucusu” olarak anılırdı. O, tabii olarak Babil tanrılarının evrensel babası olarak kabul edilirdi. Tanrıların babası olarak Kronos olarak anıldı. Kelimesi kelimesine Bonfire ya da Bonefire (Kemik ateşi) anlamında. (Bu Bonefire kelimesi insan adanması nedeniyle cenaze ateşi olarak benimsendi)50 Yukarıdaki alıntıdan pagan dönemin şeytana (kimilerine göre tanrıya) insan kurban etme anlayışının hem Hıristiyanlığın hem de Museviliğin içine bir şekilde sokulmuş olduğunu da böylece yine bu araştırma sitesinden öğrenmiş oluyoruz. Şimdi biraz da kitaplı dinlerin başlangıçı Museviliğe ait olan Tevrat’ta, insanları yakarak kurban etme konusundan nasıl bahsedilmiş ve Hz. Süleyman ne yapmış bir de ona bakalım. Araştırma sitesinden edindiğimiz bilgilere göre çocukların kurban edilmesini içeren ibadete izin veren ilk İsrail kralı Hz. Süleyman. O da bir dönem Ammon (Babil) halkının Tanrıçası Ashteroth’a (İştar) inananlardandı. Hz. Süleyman bilindiği üzere Tevrat’ta bahsi geçen Moab halkının günahları için en büyük Tanrı Şemoş’a (Chemosh), Ammon çocuklarının günahları için de Molech’a (Moloch) ithafen Kudüs’ün önünde yüksek bir tepeye bir tapınak inşa ettirdi. Bu tapınak Kudüs’ün doğu kapısına açılan bir vadi üzerinde inşa edilmişti. Tevrat-Mezmurlar: bl.106.28’de ifade edildiği şekilde, “Onlar kendilerini Baalpeor’a bağladılar ve kurban ettikleri ölünün etini yediler. Böylece Tanrı’yı kızması için kışkırttılar” Yine Tevrat Jeremiah:19, 5-6 da “Onlar aynı zamanda erkek çocuklarını yakarak kurban etmek için Baal’e yüksek tapınaklar inşa ettiler” denilmektedir.
Yine söylendiğine göre o dönemde (Hz. Süleyman) idolün önünde bir yakma yeri mevcuttu ve idolün elleri yanan kurbanı almak üzere kollarını ateşe uzatmış konumdaydı. Yapılan arkeolojik araştırmalar o bölgenin tam olarak yeni doğan çocukları yakma yeri olduğunu, hatta bir idolün yakınında içinde yanmış insan vücudu külleri bulunan birçok kavanoz gömülmüş olarak bulundu. Siteyi51 incelemeye devam ederseniz Christmas (Noel) ve diğer birçok bayram ve ibadetin aslında Hıristiyanlığın gereği uygulamalar olmadığı, bunların da pagan dönemden kalma adetler olduklarını öğreniyorsunuz. Bunların doğruluğunu yahut yanlışlığını sizin takdirlerinize bırakıyoruz, ancak tüm bu yazılanlardan açıklıkla görünen gerçek şu ki; insan kurban etme gibi ‘dini’ uygulamalar pagan dönemin yani kitaplı dinlerin gelmesinden önceki çağların eseri. Kaldı ki bu ilkel kurban etme olayları hep şeytanı memnun etmek amacıyla yaşanmış. En azından Kuran da dahil olmak üzere tüm kutsal kitaplar sadece tek bir Tanrı’nın olduğunu, bundan önce Tanrı gibi ibadet edilen ve adaklar adanan şeylerin şeytanın bir oyunundan başka bir şey olmadığını anlatıp durmuşlar insanlığa. Bugün bile bir grup insan (Hıristiyan) çıkıp, lanetlenen ve isimlerinin dahi anılmasını yasaklayan kutsal kitapları değişik yorumlamaya başlamışlar ve aslında bu varlıkların ya da sembollerin lanetlenmediğini hatta övüldüğünü bile iddia etmeye başlamışlar. Bu akımın da içinden çok küçük bir bağnaz grup türemiş ve işi daha da ileri götürerek kutsal kitapları da bir kenara atmış sadece ilkel pagan dönemlerin şeytanlarına tapınıyor. Bu insanlar ABD’nin batı yakasındaki Bohemian Kulüp’te her yıl toplanıp kitaplı dinler öncesinde görülen paganist ve satanist ritüelleri uygulayıp şeytanı (Moloch) temsilen baykuş heykeli önünde törenler düzenleyip, insan yakma görüntüleri sergiliyor ve her türlü sapık ilişkiye giriyorlar. Ne mi var bunda? Hemen hemen tümü mason olan bu örgütle eski ve olası ABD Başkanları yanında George W. Bush ve ekibi de var. Sapıklar topluluğu ABD hegemonyası adına İslam coğrafyasını kana buluyorlar. BOP ile Ortadoğu’ya da egemen olmak istiyorlar. Bizim -ılımlı İslamcı- iktidar BOP’a destek olacağını açıkladı. Sıranın bize gelmesini bekleyeceğiz. Yoksa “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde olanlara gereken yanıtı verecek miyiz? Şeytana tapanlarla işbirliği amaçlayan bir İslami anlayış hangi kitapta yazıyor? Dünyada “satanizm” denilen olgu da bu akımın içinden çıkmış durumda. ABD’de iktidarı ele geçiren kadroya göre şeytanı övmek ve “Yaşasın kötülük!” sloganlarıyla toplantılar yapmak da toleransla karşılanması gereken bir “dini özgürlük alanı.” Doğrusu, şeytani ibadet törenlerini üyesi bulundukları mason localarında, “Kurukafa ve Kemikler”, Bohemian Club gibi gizli cemiyetlerde öğrenmiş olan bu küresel çetenin mensupları, bu örgütlerin yanı sıra daha üst cemiyetlere de gereksinim duymuşlar. Bunlar da yine kendi idare ve himayelerinde tuttukları Council of Foreign Relations (CFR), Trilateral Commission (TC), Bilderberg (BG) ve Mont Pelerin52 gibi sözde ‘Think Tank’ kuruluşlarıyla dünya sorunlarını küresel sermaye çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedirler. Şimdi bu küresel çetenin öne çıkmış ismi ve kitabımızın da konusu olan Bohemian Club’un daimi üyesi, aynı zamanda evsahiplerinden birisi olan Bush’tan biraz söz etmek istiyoruz. Seküler Ülkenin Köktendinci Yöneticileri
Amerika’da devletin din alanına hiç girmediği, Kilise’nin de devlet işlerine hiç karışmadığı var sayılarak seküler bir yapı olduğu ve bununla da Türkiye gibi Müslüman ülkelere örnek teşkil ettiği iddia edilir. Bu sekülarizm olgusu ülkemizde akademisyenlerin tez konusu olmuş, hatta ders kitaplarına dahi girmiştir. Hem de “Amerika” örneği verilerek. Türkiye’de bir takım sözde “aydınların” büyük bir hayranlık içinde (aslında vizyon eksikliklerinden) her sorun karşısında Amerika’yı örnek göstermek gibi bir huyları vardır. Hatta bu adresi öyle dillerine dolamışlardır ki Türk için Türk’e uygun bir yol bulmak yerine ikide bir de, “Canım Amerika’yı yeniden mi keşfedeceksiniz?” deyimini dillerine pelesenk etmişlerdir. Bir Amerikan başkanının dinsel olarak katıldığı organizasyonların ve kullandığı ifadelerin yüzde birini dahi ülkemiz başbakanlarının ağzından duyamazsınız. Çıkacak bir lafı cımbızlamak için pençelerini açmış bir kaplan gibi parçalamak üzere pusuda bekleyen bir kısım sözde aydınımız ve medyamız, konu o her zaman ballandıra ballandıra anlattıkları Batılı ülkelerin başkanları olduğu zaman umursamaz davranmaktadırlar. Yanlış anlaşılmamak için açıklamak isteriz ki, bizim eleştirimiz, sınırları her ülkeye göre değişik ayarlanabilecek olan sekülarizm, yahut Fransız laisizmi değildir. Eleştirimiz her şeyin doğrusunu Amerika’da bulabileceğimizi zanneden ve fikir zafiyeti içinde olan bir kısım sözde aydınımızadır. Şimdi şu “uzaydan” gelmeyen, aksine, Amerikan toplumunun kendi içinden çıkarttığı din adamının, pardon Başkanının saçmalıklarından söz edelim. Şimdilerde Amerikalı yazar Stephen Mansfield’in yazdığı The Faith of George W. Bush (G.W. Bush’un İnancı) adlı kitap en çok sözü edilenler arasında. Bu kitap aslında sadece George W. Bush’un değil, diğer Amerikan devlet başkanlarının ve ileri gelenlerinin de inanç yapısını ele almış. Bu, George W. Bush ve diğer başkanlar hakkındaki iddia edilenlerin anlatıldığı ne ilk kitap ne de sonuncusu, ancak bu kitapta geçenler hakkında yine Amerikalı bir gazeteci Rixon Stewart 20 Ekim 2003 tarihli makalesinde neler yazmış beraberce okuyalım. The Faith Of George W. Bush kitabının yazarı Stephen Mansfeld, seçim yılı olan 2000 yılında Başkan’ın dinsel uyanışından bahsettiğini ve bunu Texas vaizi James Robison’a şöyle ifade ettiğini söylüyor:
Öyle hissediyorum ki Tanrı benden devlet başkanı olmamı istiyor. Açıklamam güç ancak memleketin bana ihtiyaç duymaya başladığını seziyorum. Biliyorum bu benim ve ailem için hiç kolay olmayacak fakat Tanrı benden böyle yapmamı istiyor. Mansfeld şöyle devam ediyor:
Aides bir gün Başkan’ı Oval Ofis’te yüzükoyun yere uzanmış şekilde dua ederken görmüş. Sonradan öğrenildiğine göre Amerikan askerleri Irak’a girdiği süreç içerisinde hiç tatlı şeyler yememiş. Amerika’nın boğuştuğu zorlukları İncil diliyle yapılandırıyormuş. Saddam Hüseyin bir şeytanmış ve gitmesi gerekiyormuş. Yazar Bush yönetiminin de aynen Başkan’a benzediğini ve politika ve askeri meseleler kişisel kanaatler ve kutsal amaç doğrultusunda ne hissediliyorsa ona göre halledilmekte.
Şeker orucu tutma gene bir derece makul karşılanabilecek bir eylem ancak Oval Ofis’te yüzükoyun yatarak dua etmek kafalarda şu soruyu doğuruyor: Bush neye tapınıyor? Bu, şeker orucundan çok daha ağır oruçlara mecbur kılınan eski Hıristiyanların Tanrı’sı mı? Yoksa başka bir şey mi? Bu, onun Illuminati kanalıyla hizmet ettiği Tanrı olabilir mi? Bush’un gazetelere yansımış ifadeleri de oldukça fazla sayıda. Örneğin 2004 Kasım ayı başkanlık seçimlerinden önce seçim gezileri esnasında Bush’un Lancaster New Era gazetesinde yayınlanan ifadesi kendisinin Tanrı’yla olan samimi ilişkisini açıkça ortaya serer nitelikte. Gazete, Pennsyvania’ya bağlı Lancaster Şehri’nde yayın yapıyor. 16 Temmuz 2004 tarihli sayısında habere konu olan başkan adayının ifadeleri oldukça ilginç. Seçim çalışmaları nedeniyle Bush bu bölgede eskiden beri faaliyetini sürdüren Amish adlı dini bir cemiyeti ziyaretinde üyelerin çiftlikleri, dini sırları ve kendi dini duyguları konusunda sohbet ediyor ve kabaran dini duygular neticesinde gözyaşları akarken seçimlerde kendisi için dua etmelerini, Kasım ayındaki seçimlerde oy vermelerini istiyor. Bush bunları ifade ederken, “Görevimi yapabilmemin tek yolu güçlü bir Tanrı inancına sahip olmamdır” demekten de geri durmuyor, hatta oturumun sonunda işi daha da ileri götürerek grup üyelerine, “Tanrı’nın benim aracılığımla konuştuğuna inanıyorum, aksi takdirde işimi yapamazdım” diyor. Biz bu filmi ülkemizde yapılan seçimlerde de izlemiştik, değil mi? Ya BBC Ne Anlatıyor? İngiltere’nin ve dünyanın en prestijli haber kanalı BBC, 2. kanalında İsrail ve Araplar Arasında Bir Türlü Ulaşılamayan Barış adıyla yayınladığı bir belgesel dizide Filistin Başbakanı Ebu Mazen ve Dışişleri Bakanı Nebil Şaat ABD Başkanı Bush’la 2003’teki ilk bir araya gelişlerini anlatırlar. Nebil Şaat, Bush’un toplantıda söylediklerini aynen şu şekilde anlatır:
Bush hepimize, “Ben Tanrı’nın bana verdiği bir misyonla görevlendirildim. Tanrı bana, “George! Git ve Afganistan’daki teröristlerle savaş” dedi ve ben de yaptım. Sonra, “George! Irak’a git ve oradaki tiranlığa bir son ver” dedi ve ben bunu da yaptım. Şimdi de bana yeni emirleri geliyor, “Git, Filistinlilerin yeni devletini kur, İsrail’i güvence altına al ve Ortadoğu’ya barış götür” diyor, ben de bütün bunları yapacağım. Aynı toplantıda bulunan Ebu Mazen de aynı şeyleri tekrarlayarak Bush’un kendisine, “Ahlaki ve dini yükümlülüklerimden dolayı size Filistin’de bir devlet kuracağım” dediğini anlatır. Bush’a verilen emir dünyadaki açlığı bitirmek, fakir insanları kurtarmakla ilgili değil; bu insanların bulunduğu ülkelere acımasızca saldırmak ve akla hayale sığmayacak işkenceler yapmakla ilgilidir. Açıkçası, göründüğü kadarıyla sanki iki farklı Tanrı mevcut, bunlardan birincisi Hıristiyanların Tanrısı olarak bilinen, insanları izleyen, rehberlik eden ve sürüsüne önderlik eden bir çoban yani baba diye adlandırdıkları Tanrı. Diğeri ise hiddetli, kötülük edenleri cezalandırmak için fırsat kollayan ve sadece kendi seçtiği birkaç kişiyi yargı günü ödüllendirerek, kötüleri de cehenneme sokup helak edecek olan Tanrı. İşte bu Tanrı’nın kitabı da Amerikalılara Ortadoğu’da bir dizi belalı savaşa girmelerini söylüyor herhalde.
Netice olarak George W. Bush’un hangi Tanrı’yı tercih ettiğini bilemiyoruz ya da hangi Tanrı’ya hizmet ettiğini kendimize sormamız gerekiyor. Bu, merhamet dolu, şefkatli bir baba mı, yoksa kendine göre ödül veya ceza veren intikamcı bir tanrı mı diye. Gerçekte bu saçmalığa inanan yalnızca George W. Bush değil. “Tanrının Askeri” lakabıyla anılan ve Usama Bin Ladin’le Saddam Hüseyin’i avlamak ile görevlendirilen General William “Jerry” Boykin de Hıristiyan gruplara, Bush’un oy verenler tarafından değil, onun şeytanla yapılan global savaşta görev alması için Tanrı tarafından seçildiğini söylüyor. Boykin geçenlerde bir dinleyicisine şöyle sordu:
Neden bu adam Beyaz Saray’da? Amerikan halkının çoğunluğu ona oy vermedi. Neden orada ben söyleyeyim. Bu sabah o Beyaz Saray’da, çünkü onu oraya Tanrı koydu. Gene bir başka oturumda General Boykin, Oregon’daki bir kilisede konuşurken şunları söyledi:
Amerikalılar Yahudi-Hıristiyan köklerini unutmamalıdırlar, dinimiz Yahudilikten kaynaklanmaktadır, İslam radikalleri bu yüzden bizden nefret etmektedirler Görülüyor ki Gen. Boykin, İslam’ın kökleri hususunda cahil fakat onun bu konudaki cehaleti Bush ve Neo-Con’lara hizmet etmekte. En ufak bir fırsatta İslam’a olan düşmanlığını ve Yahudilere, Bush’a ve Siyonistlere olan bağlılığını göstermektedir. Daha da ötesi, gerek Müslümanlığın, gerekse Hıristiyanlığın ortak bir mirasa sahip olduğunu görmezden geliyor. Gerçi George W. Bush bir tek şeye hizmet etmiyor, o da Amerikan halkı. Atlantik’in karşı kıyısındaki meslektaşı Tony Blair gibi George Bush da Illuminati, bir grup medya kodamanı, sanayi kodamanı Avrupa kraliyetleri ve banka hanedanlarına hizmet etmek üzere atanmış. Bu arada bu grupların arasında dikkate değer bir unsur göze çarpıyor; bu da Rothshild Bankacılık Hanedanlığı. Avrupadaki kraliyet sülalelerine çok sıkı bağlarla bağlanmış olmasının ötesinde, Rothschild’lerin Lucifer ile de derin ilişkileri olduğu dedikoduları mevcut. O Lucifer ki, onlara yani Illuminati artıklarına sözüm ona güç veriyor. Bu aldatmaca ve hilelerle de dünyada geniş kitlelerin özgür düşünceleri etki altına alınmaya çalışılıyor. Bir yandan da George W. Bush ve onun Siyonist müttefikleri Ortadoğu’da işi kıyamete vardıracak bir çatışmaya doğru tırmandırıyorlar. Bunu yaparken de sık sık Tanrı’nın adını istismar ediyorlar. Makaleden de anlaşıldığı gibi George W. Bush ve onun altındaki Amerikan yönetimini oluşturan Neo-Con ve Evangelist ekibi dünya sorunlarını çözüme kavuşturabilmek için devamlı Tanrı’ya ve doğaüstü güçlere başvuruyor. Bunun da sebebi Amerikan yönetiminin asla sekülarizme inanan ve uygulayan bir rejim olmaması. Daha Birleşik Devletler’in kuruluşundan itibaren, yönetiminin Lucifer inancına sahip olan mason ve Yahudi asıllılardan oluşan, parasının üzerine dahi Antik Mısır’dan kalma masonik sembolleri koyan başkan ve seçkinleri, “Kurukafa ve Kemikler Cemiyeti” gibi paramasonik şeytani örgütlerde eğiten bir yönetim zihniyetinin “seküler” olduğunu iddia etmek akılla çelişir.
Yukarıda aktardığımız kitap ve makaleler, Bush ve Amerikan yönetiminin kararlarını doğaüstü güçlere dayandırdığına dair her gün yazılan onlarca makaleden sadece birkaçı. Amerikan aydınları ve yönetime muhalif çevreler, ülkede din ve devlet işlerinin ayrılmadığını hatta birbiri içine girdiğini çoktan fark etmiş durumdalar. Daha Bush yönetimi sona ermeden Bush’un doğaüstü ilişkilerinden olumlu ya da olumsuz anlamda bahseden yüzlerce kitap basılmış durumda. Şimdi biraz daha somut bir haberi inceleyecek ve Bush’un gerçek inancı hakkında daha iyi fikir sahibi olmaya çalışacağız. Devir Teslim Töreninde Bush’lar 20 Ocak 2005 tarihinde Bush ailesi Washington’da yapılan Başkanlık Devir Teslim Töreni’ndeydi. Geleneksel törenin fazla ilgi çekici yanı yoktu. Ancak birdenbire Norveç medyasını ve daha sonra da halkını şaşkına çeviren bir şey oldu. George W. Bush ve ailesi törende resmi geçit yapan kıtayı hep birlikte “şeytan eli” yaparak selamlamışlardı. Filmi çeken Norveç televizyon kanallarının spikerleri bu selamın anlamını pek açıklayamamışlar, daha sonra Bush’ların elleriyle şeytan işareti verdiğini anlatmak zorunda kalmışlardı. Bu konuda Norveç televizyonlarının şaşkınlığını haber yapan Amerikanın en saygın kanalı ABC News olayı bakın nasıl aktarıyor yahut çarpıtıyor.
Norveçliler George W. Bush’un selam veriş biçimine şaşırdı. Birçok Norveçli haber kanalı, Bush ailesinin yaptıkları selama hayret etti. 20 Ocak 2005’te Başkan Bush ve ailesi katıldıkları resmi geçit töreninde Texas Üniversitesi’nin geleneksel sevgi işareti olan Hook’em Horns53 selamlamasını Norveç halkına anlatamadılar ve bunun şeytan işareti olduğunu söylediler. Nordiklilerde54 heavy metalci müzik grupları ve onların hayranı olan kitleler, işaret ve en küçük parmakları havaya kalkmış bir şekilde selamlama geleneği şeytanı simgelediğinden Norveç kanalları bunu şeytan selamlaması olarak aktardılar. Oslo’dan Associated Pres muhabiri Scott Applewhite’nin fotoğrafı George W. Bush ve ailesinin resimleri de basılmak suretiyle A. Press Oslo muhabiri kanalıyla Norveç halkının ve medyasının şaşkınlığı ve yapılan selamlamanın anlamı Amerikan halkına yumuşatılarak ya da değiştirilerek anlatılmaya çalışılıyordu. Gerçekten de G. W. Bush’un kızı Jenna’nın gülümseyerek verdiği o bahsi geçen selamlama fotoğrafı Norveç’li bir internet gazetesi olan Nettavisen’de şaşkınlık nidalarıyla aktarıyordu. Oysa bu işaret dünyada İlluminati’ye bağlı tüm devlet başkanları ve başbakanlarının kullandığı ortak selamlama işaretiydi ve “şeytanın dünyaya hakimiyetini” anlatıyordu. ABC News gibi Bush yanlısı haber ajanslarının kendi halklarına bile anlatırken zorlandığı şeytani selamlama için karşıtı olan haber siteleri farklı şeyler söylüyorlardı. Yine biz Alex Jones'un bu konu için nasıl yorum yaptığını araştırdık ve Bush'ların yaptığı el işaretinin gerçek anlamını anlatan bir makalesine rastladık. Makale başlığı, Hayır! O, Hook’em Horn İşareti Değil, “Şeytan’ın Eli”, 21 Ocak 2005 diye başlıyor ve şöyle sürüyor:
Açılış töreninde yapılan şey Illuminati’nin “şeytani el işareti” ile ilgilidir. “Şeytan Eli”(Ya da İtalyancada il cormuti) “şeytan hükmeder” anlamına gelir. Bu, politikacıların, ünlü kişilerin ve heavy metal kuşağı insanlarının şeytani güçlere bağlılıklarını ifade etmek ve şeytanı selamlamak için kullandıkları evrensel bir el işaretidir. “Şeytan’ın Eli” işareti, Steamshovel Press adlı internet haber sitesinin Şeytani Meşale El Değiştirdi manşetiyle işlediği ve fotoğraflarla delillendirdiği Bill Clinton ile George Bush’un alışılageldik işaretleri. Laura ve George Bush 20 Ocak 2005 tarihindeki başkanlık tacı giyme törenlerinde bu el işaretini kullanmışlardı. Önde gelen medya karteli bu acayip esrarlı el işaretini Texas Longhom futbol fanatiklerinin kullandıkları Hook’em Horn işareti olarak izah etmeye çalışmışlardı. Halbuki durum böyle değildi. Şimdiye dek dünyada yaygın olarak George W. Bush, Bill Clinton, Silvio Berlusconi, Elizabeth Taylor, İngiliz Prensi William, Paul Mc Cartney, Metallica, Ozzie, Avril Lavigne, Stephen Dorff, Dave Navaro ve başka birçok kişi bu “Şeytan Eli” işaretini kullanmakta ve fotoğrafları çekilmekteydi. Tüm bu kişiler de Texas futbol takımının fanatikleri olamazdı ya! Michael A. Hoffman’ın 1992’de yazmış olduğu Gizli Cemiyetler ve Psikolojik Savaş adlı kitabın kapağında da, New York eski Valisi Mario Cuomo bu işareti yaparken gösterilmişti. (Adrian Frutiger’in Semboller ve İşaretler adlı kitabında bulabilirsiniz.) “Şeytan Eli”, dünyaca Büyücülük Tanrısı olarak tanınan boynuzlu tanrıyı (şeytanı) simgeler. Tıpkı masonlardaki göklere ulaşmak için kolları uzatma pozisyonu gibi ya da yüzyıllardır yaptıkları gibi “şeytan eli” pozisyonunda tokalaşmak gibi.55 ABC televizyonunun, yapılan şeytan işaretlerini kamufle etme çabalarının aksine, Bush’ların acayip inançları bulunduğuna dair başka ilişkileri de söz konusu. Bu sözde “seküler” Başkan’ın Yale Üniversitesi’ndeyken üye olduğu cemiyetin adı “Kurukafa Kemik Cemiyeti.” Başkan George W. Bush halen bu cemiyetin üyesi. Bunu 2003 seçimlerinden önce soran bir televizyon kanalına da itiraf etti. Hem de yalnız kendisi değil, Bush’lar tam üç nesildir bu ucube cemiyetin üyesi. Dede Prescot Bush ve Baba Bush da bu cemiyetin birer üyesi. Araştırmacılara göre son birkaç on yıllık dönem boyunca ABD artık hep “Kurukafa Kemik Cemiyetine üye olanlar tarafından yönetiliyor. Devletin kilit konumlarında bu cemiyetin üyeleri bulunuyor. Aralarındaki gizli dayanışma sık sık gündemi işgal ediyor. Bu cemiyet hakkında pek çok kitap da yazılmış durumda. Şimdi hakiki diyaloglarıyla biraz da bu cemiyete bir göz atalım. Kafatası ve Kemik Cemiyeti Öğrencilerden biri haykırdı - Toby Amca, ... - Toby Amca, diye tekrarlandı acılı haykırış, Otoriter bir ses: - Kapa çeneni çömez, diye cevap verdi.
Bu sahne, üyeliğe kabul için bekleyen diğer öğrencilerin korkması ve bu uygulamanın kendilerine de yapılacağı izlenimi almaları için taktik icabı sergileniyordu. - Al Gore’a yaptığım gibi seni de genişleteceğim, dedi George W. Bush kılığındaki kişi ve, - Yardım edin, o şeytandır, diye devam etti. Sonra George W. sahiden giriyor, - Al Gore’u öldürdüğüm gibi seni de öldüreceğim. Sessizlik ve derken kapı açıldı. Kadın, erkek herkes çığlık atıyordu. - Çömez kaç! Çömez kaç! Bulunduğum yerden ancak kafasında başlıkları olan birilerinin birbirlerini kovaladığını görebiliyordum. Erotik tarzda inlemeler, sonra gırtlak kesme tablosu, artık şu iyice anlaşılır hale geliyordu ki, tören ilk başta “mezar” diye anılan odanın içinde başlıyor çömezler tabutların içinde (çıplak olarak) avluya çıkarılıyor ve bu seremoni uygulanıyordu. Bu, barbarlar dünyasında ölüp, cemiyetin içine doğma anlamına geliyor olmalıydı. Yukarıdaki diyaloglar New York Observer gazetesi muhabiri Ron Rosenbaum’un gizlice elde ettiği ve Nisan 2004’te N. Y. Observer gazetesinde yayınladığı görüntülü ses kayıtlarından alınmıştır. Yale Üniversitesi’nde Tomb56 (mezar) olarak anılan ve üye olmayanların serbestçe girmesinin mümkün olmadığı bu mekana girerek bu kayıtları gizlice çeken yazarın bu yayını oldukça ses getiren bir gazetecilik başarısı olarak takdir edilmekte. Görenleri şok eden bu hayli çarpıcı törenin bizi neden bu kadar ilgilendirdiği ise gayet açık: Cemiyetin üyeleri arasında Amerika’yı ve dünyayı son üç kuşaktır yöneten başkanlar da bu örgütün üyesiydi. Peki, nedir bu Tomb? Şimdi ona bakalım. Herşey 1832’de başlar. Daha sonra General H. Russell olarak anılacak olan William Huntington Russell, Yale Üniversitesi son sınıfa geçtiğinde öğrenimi üzerine çalışma yapmak üzere Almanya’ya gider. Orada daha sonra Hitler’in de üyesi olacağı Thule örgütü ile tanışır. Bu, bir kurukafa ve çapraz bir şekilde üst üste konmuş iki kemik sembolü ile dikkati çeken gizemli bir örgüttür. Russell, örgütle çok sıcak ilişkiler kurar ve Amerika’ya döndüğünde 14 okul arkadaşı ile birlikte bu örgütün bir şubesini Yale Üniversitesi’nde kurar. Russell’ın bu gizli örgütü kurmasının en önemli nedeni olarak iddia edilen sebep, o devirdeki kamuoyunun masonik örgütlere karşı hoşgörüyle bakmıyor olması, dolayısıyla bu toplumsal baskılar nedeniyle kendisinin de üyesi olduğu Phi-Beta-Kappa adlı masonik örgütün deşifre edilmiş olmasıdır. Örgüt kurulduktan sonra her sene, mezun olan grup kendisinden sonra gelecek 15 kişiyi seçmekte ve bu kişilerin “mezar”a kabulünü müteakip her üyeye 15.000 USD ve bir ayaklı duvar saati hediye edilmektedir. Gizli örgütün kurulmasının bir diğer sebebi olarak yine iddia edilen o ki, Huntington Russel’in üvey kardeşi Samuel Russel’in bir şirketi mevcuttur. Bu şirket Türkiye’den Amerika’ya ve Çin’e kaçak afyon sağlamaktadır ve bu konuda Amerika’nın en önde gelen şirketidir. 1856 yılında Daniel Coit Gilman adlı bir Skull and Bones üyesi, örgütü Samuel Huntington’un bu kaçakçılık şirketi ile birleştirir. Örgüt sayesinde Amerikan siyasi kurumlarına adam yerleştirilmekte, afyon ve diğer uyuşturucuların ülkeye sokulması hususunda şirkete dokunulmazlık sağlanmaktadır. Örneğin Başkan Roosewelt’in dedesi olan Warren Delano Jr’ın bu kaçakçılık şirketinin operasyon şefi olması karanlık ilişkiler ağının bir parçası olarak görülmektedir. Bu gizli örgüt ile ilgili skandallar
bununla da kalmıyor. Cemiyetin üyelerinden Prescott Bush (George W. Bush’un büyük babası) 1920 ve 1940’lı yıllar arasında Investment Bank Brown Brothers ve Harriman’ın idari direktörlüğünü yaptığı sırada, bir grup işadamı ile birlikte Adolf Hitler’e ve Nazi şirketlerine yardım ve yatırımlarda bulunur. Nazi paraları da dede Bush’un yönettiği bu Amerikan bankasında saklanmaktadır. Nazilerle yapılan bu işbirliği ve yakınlık aslında maddi menfaatlerden önce ortak bir inanç ve ideallerden kaynaklanmaktadır. Yani yukarıda da bahsettiğimiz gibi Amerika’daki Kafatası ve Kemik Cemiyeti ve Almanya’daki Thule Cemiyeti arasındaki kardeşlik ilişkisinden bahsediyor Amerikalı araştırmacılar.57 Yine bir tesadüf (!) olsa gerektir ki, 1923’te başlayan ve 1942 yılında Amerikan devletinin düşmanla işbirliği yapıldığı gerekçesiyle duruma el koyduğu bu kampanyanın yatırımcıları arasında gene Rockefeller Ailesi, Standard Oil, DuPont’lar, Morgan’lar ve Ford’lar bulunmaktadır. Tabii bu işbirlikçi hainlerin(!) ABD devleti tarafından neden cezalandırılmadıkları gibi haklı bir soru gelebilir akıllara. Durumu şöyle izah edelim. Aslında Amerikan Derin Devleti ile bu zengin iş adamları arasında herhangi bir çelişki yok. Öncelikle bu iş adamları ve Alman Nazilerinin ticaretin ötesinde bir gündemleri mevcuttu. İsrail denen bölgeye birtakım yaşam zorlukları nedeniyle ve Arapların muhalefeti dolayısıyla bir devlet oluşturacak sayıda Yahudi yerleşmemişti. 1900’lü yılların başlarından beri denenen çeşitli yöntemler hep boşa gitmişti. Son çare Yahudileri oraya yani Rothschild’lerin parayla satın aldıkları “kutsal” topraklara göç etmeye zorlamaktı. Bu, kendini bugün de Merovenj58 olarak tanımlayan çok özel ve “kutsal soy”un dünyayı tek bir devlet çatısı içersinde yönetmesi uğrunda atılacak en önemli adımdı. Esasında Yahudileri çok da umursamayan ancak onların arkasına sığınarak kendi Siyonist emellerine erişmeye çalışan ve her önemli olayda karşımıza çıkan bu aile hanedanlıkları zaten Yahudileri pek sevmeyen kuruluşlarını kışkırttılar ve bu iş kendilerinin de beklemediği ölçüde vahşi bir Yahudi kıyımına dönüştü. Hatta Avusturya’da Naziler tarafından yapılan Yahudi tutuklamaları esnasında Rotschild’lerden biri de ele geçmişti ancak yukarıdan gelen bir emirle ülkeye yararlı, hayırsever kişi olması gerekçesiyle serbest bırakıldı. Yeteri kadar Yahudi, Almanya ve Avrupa’yı terk ettiğinde de artık II. Dünya Savaşı sona ermişti. Bilindiği üzere 1948 yılında İsrail denen zoraki devlet kurulmuştu. Biz yine adı küçük fakat yetiştirdiği kişiler itibariyle büyük olan cemiyetimize dönelim. Yale Üniversitesi’nde okuyan aday adaylarının cemiyete üye kaydedilmesi zor koşullara bağlanmış. 15 adayın içine girecek olan öğrenciler öncelikle WASP-Puriten* bir aileden gelmeli. Sonra zorlu doğa koşullarında savaşçı bir kişilik göstermeli, derslerinde başarılı olmalı ve her şeyden önemlisi sır saklamayı ve arkadaşlarına ihanet etmemesini bilmeli. Bütün yıl izlenerek ve çeşitli vesilelerle sınanarak seçilen 15 aday, Mezar’daki kabul töreninden sonra, üyeler artık birer şövalye olarak ünvanlandırılırlarken, bir ömür boyu dayanışma içersinde yaşayacakları arkadaşlarını tanıyabilmek üzere Deer Island’a gönderiliyorlar. Gizli cemiyet New York’un 350 mil uzağındaki Saint Lawrence Nehri üzerindeki bu adayı 1908’de satın almış. Kış geldiğinde mezar yine toplantılara açılıyor. Perşembe ve Pazar akşamları büyük bir akşam yemeği masasında yapılan toplantılara çoğunlukla eski kodaman mezunlar da katılarak genç üyelere ulusal güvenlikle ilgili konuşmalar yapıyorlar. Gecenin ilerleyen saatleri ise oradaki insanların birbirlerine son zamanlarda geçirdikleri seksüel deneyimlerini ya da eşleriyle olan yatak mutluluklarını anlatmakla geçiyor. Şövalyeliğe yeni kabul edilmiş bir kadın ya da erkek üye ayağa kalkıyor ve hayli loş hale getirilmiş bir ortamda ilk mastürbasyon deneyiminden itibaren şu andaki Yale Üniversitesi’ndeki yaşadığı tüm cinsel deneyimlerine kadar her ilişkiyi orada bulunan topluluğa anlatıyor. Bazen bu deneyimleri yaşadığı partner diğer arkadaşlarının da partneri olabiliyor ancak bu ilişkiler tüm rahatsız ediciliğine rağmen anlatılmaya devam ediliyor. Bunu sırayla diğer 14 şövalye takip ediyor. Cemiyet geleneklerini
1991 yılından itibaren değiştirerek bundan böyle kız öğrencilerden de üye almaya başlamış. Cemiyet içinde yapılan bir oylama neticesinde bu karar oy çokluğu ile alınmış. Kız öğrencilerin alınmasına karşı oy kullananlar arasında Bush’lar da mevcut. Karşı oy kullananların gerekçesi ise orta vadede cemiyetteki kız öğrencilere tecavüz edilme olasılığının yüksek bulunması. Her ne kadar 1998 yılından sonra George W. Bush’un bu toplantılara katıldığı bilinmiyorsa da, 2004 yılında Yale Üniversitesi’ne başlaması nedeniyle George W. Bush’un kızı Barbara’nın da bu gizli cemiyete katılması bekleniyor. Böylece cemiyete üye Bush’ların sayısının 10’u bulacağı düşünülüyor. Tabii bu nedenle de en azından belki de bir defaya mahsus olarak dönemin üyelik giriş töreninde bir tabut içerisinde çırılçıplak mastürbasyon yaptırılması ya da aşırı derecede erotik bulunan başka sahnelerin tekrarlattırılması beklenmiyor.59 Ne diyelim başkan kızı olmanın böyle bir ayrıcalık getirmesini doğal karşılamak lazım herhalde, yoksa küçük hanıma da tatbik ederler mi, bilmek zor. Gene bu konunun araştırmacılarına göre cemiyette insanlar çalmaya teşvik ediliyor. Bu, bildiğimiz türden bir hırsızlık değil. Genellikle çalınmasını bekledikleri şey ilk insanlar tarafından yapılmış sanat eserleri. Bunlar da doğal olaral eski mezarların içinde bulunuyor tabii. Örnek olarak Prescott Bush anlatılıyor. 1917 yılında dede Bush diğer üye arkadaşları ile birlikte Oklahoma’ya giderek Amerikalılara karşı kahramanca savaşmış olan ve Geronimo adıyla bilinen bir Kızılderili liderinin mezarını kazarak ölünün kafatasını çalmışlar ve bunu karbolik asitle temizleyerek Yale Üniversitesi’ndeki Mezar (Tomb) denilen mekanlarında bir yere koymuşlar. Neredeyse 90 yıldır cam bir kutu içerisinde duruyor ve üyeler ona “Geronimo” diye hitap ediyor. Geronimo’nun akrabası olan Ned Anderson isimli bir kişi ısrarla kafatasını Bush’lardan geri istemesine karşın George W. Bush’un cemiyet üyesi olan kardeşi Jonathan Bush, adamı bürosunda misafir ederek kafatasının Geronimo’ya değil de, bir çocuğa ait olduğuna dair bugün de hâlâ ikna etmeye çalışıyor. Mezarlardan birtakım şeylerin çalınıp cemiyet mekanına getirilmesinin sebebi ise oldukça ilginç! Çalıntı eşyaları cemiyet mekanındaki bir Tanrıça’nın sembolüne adamak, evet, getirdikleri eşyaları Eulogia60 isimli bir antik Yunan Tanrıça’sına hediye ediyorlar ve birtakım yasaları çiğniyor olmaları, nasıl olsa aralarından hiç kimsenin onları ele vermeyeceğine olan inançlarından kaynaklanıyor. Kendilerinde Gizli Dünya Devleti’nin gücünü hisseden bu kemik adamların gücü ülke çapında oluşturdukları örgütlenme ağından kaynaklanıyor, bu ağdan kasıt, cemiyetin üyelerini güçlü ve etkili yerlere yerleştirmek. Bunu da bugüne kadar çok iyi bir şekilde başarabilmişler. Tıpkı masonlar gibi, biri bir koltuk kaptı mı hemen ardından kendi alt kademesine bir “kemik adam”ı yerleştiriyor. Kemik Adamlar mı, Merovenjler mi yoksa Illuminati mi desek bu zatlara bilemiyoruz ancak Amerikan seçimlerinde işi hiçte şansa bırakmamışlar doğrusu. Üç adaydan Howard Deen’in de, John Kerry’nin de George Bush’un da bu cemiyetin üyeleri olduğu ortaya çıktı. Seçim kampanyası esnasında Kafatası ve Kemik Cemiyeti üyesi olduklarını gazetecilere itiraf ettiler. Yani sizin anlayacağınız seçimi içlerinden biri kazanıyor ama aslında kazanan daima cemiyet, kaybeden ise dünya halkları. Kurukafa ve Kemikler Cemiyeti’ne, mason localarına ve Bohemian Club’a üye olanlar birbirine çok benzer ritüellerle aslında aynı şeytana inanıyorlar. Bu üç kuruluşta farklı semboller kullansalar dahi bunlar hep aynı varlığı simgeliyor. Kutsal kitapların tapınılmasını yasakladığı ve asla Tanrı’yı temsil etmesinin söz konusu edilemeyeceğini belirttiği semboller kitaplı dinler öncesinde tanrı zannedilmişti. İnanması zor ama dünyaya hakim güçler, kapalı kapılar ardında bu şekilde bir inanç sistemi tercih etmişler ve bizleri ülkemizdeki işbirlikçileri eliyle yönetiyorlar.
Bohemian Grove Karşıtları ve Mary Moore Bu 130 yıllık global elitler kulübünün her sene aynı zaman ve yerde toplanan karşıtları da var. Monte Rio Kasabası ve Bohemian Club civarında her sene toplanan aktivist gruplar bu 277 akrelik61 esrarlı orman içinde neler döndüğünü sorguluyorlar ve alternatif ritüeller yapıyorlar. Örneğin bazı gruplar Cremation Care ya da bizim “gam yakma” töreni dediğimiz tören yerine The Resurrection of Care (Dertleri Canlandırma) töreni icat etmişler. Şimdi savaş karşıtı bu örgütlerden birisine üye olan Daniel Borgström adlı bir aktivistin kendi internet sitesinde anlattıklarını izleyelim. Bohemian Grove ve 25. Yıl Nöbeti Bohemian Grove, başkanların, CEO’ların ve globalizm yanlılarının garip muhabbetler için toplandıkları bir yer. Başkan Herbert Hoover’dan beri her Cumhuriyetçi başkan bu 2700 akre’lik (11 bin dönüm) alanda kamp yapmıştır. Henry Kissinger, Donald Rumsfeld ve Dick Cheney de dahil olmak üzere. Bu erkeklere özgü kulübün onur konuğu ise en son bombayı üreten Teller.62 Aktivite her yıl Temmuz ayı ortasında yapılıyor ve bu devamlı savaş planları yapan ve ekonomik bir takım anlaşmalar peşinde olan adamların çoğu insanları üzmeyi kar sayan, sosyal güvenlik sistemlerini özelleştirmeye çalışan kişiler. İşin kötüsü tüm bu işleri de yapabilecek güçte olan kişiler. “Gam yakma” denilen o acayip ritüel sembolik olarak yaptıkları kamp birlikteliğine de çok uygun düşüyor doğrusu. Kırmızı kukuletalı ve cüppeli Bohemyalılar 40 ayak (12 metre) büyüklüğündeki yosun tutmuş kaya baykuşun dibinde duruyorlar ve tasa ya da gam olarak adlandırdıkları bir yapma bedeni cayır cayır bir ateşin içinde yakıyorlar. Görünüşte günlük hayatın stresi altında yaşayan kulüp üyelerini gerginlikten kurtararak onlara derlerden uzak bir kaçamak sağlıyorlar. Eleştirmenlerin bakış açısına göre her ne kadar masum gözükse de bu ritüel bir çeşit kötülük ya da uğursuzluk üzerine oluşturulan bir kardeşliğe benziyor ve bu kardeşlik sadece kamp süresi boyunca süren bir ilişkiden ziyade gelecekte yapılacak temasları da kapsayan bir ilişki haline dönüşüyor. Öyle görünüyor ki “gam yakma” töreninin asıl amacı, dünya sahnesinde bir takım ahlak ilkelerinin göz ardı edilmesi. Dertleri yok ettikten sonra Bohemyalılar kamp rutinlerine geri dönüyorlar. Söylendiğine göre kimileri günlerini bol bol içki içerek kızılağaç ormanında çiş yapmakla geçirirken, diğerlerinin orada çok önemli işleri var. Günde iki defa nehir kıyısı konferansları var. Newt Gingrich, W. George Bush, Eliot Richardson, A. W. Clausen, George P. Shultz ve Antonin Scalia gibi çok önemli kişiler çok çeşitli konularda off the record sunumlar yapıyorlar ve iktidara geldikleri takdirde nasıl bir politika izleyeceklerine dair görüşlerini belirtiyorlar. Bu söyleşilerde Bohemyalılar hepimizi etkileyecek olan askeri ve politik meseleler hakkında konuşma yapıyorlar. Burası “Manhattan Projesi”nin63 tohumlarının atıldığı yer. Eisenhower’in başkanlığa seçilmesi, 1952 yılındaki Bohemian Grove görüşmelerinden sonra gerçekleşmiş. Richard Nixon da 1968’de Ronald Reagan’la burada başkanlık yarışına katılmayı görüşmüş. Kulübe ait orman bir çeşit içi sigara dumanıyla kaplı bir eski zaman kulis odası sanki. Tabii bu görüşmelerim yapıldığı ormanın onlar için hazırlanmış olan sosyal yapısının daha küçük bir bölümünü işgal ediyor. Bu müstesna kulübün üyeleri birlikte kamp yapıyor, birlikte stres atıyor, birlikte sarhoş oluyor, ağaçların dibine birlikte işiyor64 ve böylece birbirlerine çok sıkı bağlarla bağlanıyorlar. Bohemian Grove bu adamlara öyle bir birlik
duygusu ve sıkı arkadaşlık bağları kazandırıyor ki, bu da onların bir sonraki başkan adayının kim olacağına karar vermek için ya da sosyal güvenlik sistemine yapılacak olan yeni bir saldırı planı için bile ille de yüz yüze gelmelerini zorunlu olmaktan çıkarıyor. Bununla birlikte bu yıllık toplantılar 1980 yılına kadar pek fark edilmemiş. Ta ki 1980’de bir nükleer karşıtı aktivist grup buraya gelip de nükleer güç ve nükleer silah üretiminden kazanç sağlayan şirketleri araştırana kadar. Bu araştırma, burada kimlerin kamp yaptığına dair bir merak uyandırmış. Aktivist gruplar Bu Ülkede Kararlar Nasıl Alınıyor sorgulamasıyla elit grupların karar almak için bu tip özel kamplarda gizli saklı bir şekilde bir araya gelmesi konusuna ve Bohemian Grove’a dikkatleri çekmeye çalışıyorlar. Devlet yönetiminin hakkında pek konuşmadıkları ancak konuşulması gereken bir konu bu, bu nedenle bir barışçı, çevreci ve adalet isteyen gruplar zinciri her yıl eşzamanlı olarak Bohemian Grove’un önünde nöbet tutmaktalar. Bu protesto gösterisi Bohemian Grove Aksiyon Ağı (BGAN)’nin eş kurucusu Mary Moore tarafından kaleme alınıyor. Bu protesto eylemleriyle, bu adamların kim olduklarına ve nehir kıyısı konuşmalarında hangi sorunların konuşulduğuna ve üzerimizden ne şekilde kar sağladıklarına dair kamuoyu eğitiliyor. 2005 yılı bu protesto eylemlerinin 25. yılı ve artık gelenekselleşmiş bir konumda. Çeşitli gruplar sırayla gelip seneden seneye değişiklik gösteren aktivitelerini gerçekleştiriyorlar. Sadece birinde gösteri iki hafta boyunca devam ediyor. Genelde sadece bir öğleden sonrası kadar sürüyor. Bu yıl ileri yaştaki Yeşiller Partisi üyeleri ile bazı grupların da katılım sağladığı 3 gün süren bir etkinlik düzenlendi. 16 Temmuz tarihi bizim için geleneğin bir parçası olarak Oakland’dan arabalarla katılınan Cumartesi aktivitesi günüydü. 80 mil boyunca Sonoma’nın üzüm bağları arasından ve kızıl ormanlardan geçerek Rusya Nehri boyunca arabalarımızı sürdük. Nehir kıyısından devam ederek Monte Rio Kasabası’na doğru indik. Protesto gösterisi için buluşma yeri içinde kasaba sineması ve tiyatrosunu da barındıran bir öğrenci yurdunun önünde bulunan bir köprünün yanındaki otoparktı. Bir düzineden fazla insan ellerinde çeşitli işaretleri ve afişleriyle bulunduğumuz yere ulaşıyordu. Bir masanın üzerine Bohemian Grove ile ilgili magazin haberlerinin fotokopileri yığılmıştı. Makalelerden biri Bohemian Grove içindeki yerleşim binalarının evsiz insanlara açılmasını öneren samimiyetsiz bir yazı idi. Yazının aşağısına doğru bir göz atarak makaleyi okudum:
Düşünün, ülkemizde yaşayan tüm evsiz vatandaşları barındıracak alt yapı burada mevcut ve yazın 2 haftanın dışında bütün yıl boyunca kullanılmadan duruyor. Bu, sorumluların hiç değilse bir kere doğruyu yapıp evsizlik problemini halletmeleri için bir fırsat olacak. Bu yazı, 1980 yılındaki katılımından bu yana bu organizasyonlarda bir anahtar rol oynayan ve birkaç yıl önce artık bayrağı başkalarına devretmiş olan Mary Moore tarafından yazılmıştı. Onu başka web sitelerinde yazdığı makalelerden biraz tanıyordum. Ne zaman Bohemian Grove ile ilgili bir soru ortaya atılsa Mary Moore’a sorulur ve cevabı o verirdi. Birçok durumda içeri sızarak haber yapmaya çalışan gazetecilere o yardımcı olurdu. Bir keresinde Mary’nin yardımlarıyla içeri sızan bir gazeteci gümüşümsü sarı saçlarıyla onu bir
dünya annesi olarak tanımlamıştı. Gerçekten de o onlu yaşlarındayken 1953 San Luis Obispo Country Festival Kraliçesi seçilmişti. Masanın üzerinden çeşitli bildirileri topladığım sırada masanın arkasında oturan 70 yaşlarında bir kadınla sohbet ettim. Masanın bir köşesinde bir albüm duruyordu. “Bunlar geçmiş yıllarda yaptığımız gösterilere ait” dedi. Nihayet Mary Moore’la karşılaşmıştım. Gösterinin başlamasını beklerken üç arkadaşıma iştirak ederek bir şeyler atıştırmaya başladım. Park etme yerinin tepesinde nehre yukarıdan bakan bir kayaya oturduk. Bir kısım insan nehirde yüzerken bazıları da lastik botlarla sağda solda dolaşıyorlardı. Bir kısım insan da nehir kenarında uzanmış Temmuz güneşinin tadını çıkarıyordu. Nihayet gösterinin başladığını gördük ve onlara katıldık. Bu zamana kadar bizim içinde bulunduğumuz grup yaklaşık olarak 65 kişi olmuştu. Eski demir köprünün üzerinde yürümeye başladık. Köprüyü geçip de nehrin karşı kıyısına vardıktan sonra üzerinde Bohemian Way yazan asfalt bir yola koyulduk. Bohemian Grove’un giriş kapısına geldiğimizde bir dizi güvenlik görevlisi bekliyordu. Bu, onların ilerlememize izin verecekleri son noktaydı. Yüksek kızılağaçların arasında dar yolun tam da güneş ışığının aydınlattığı bir yerinde bir kadın “Bir çember oluşturalım” diye bir anons yaptı ve seremoniyi başlattık. Kadın “Buraya dertleri canlandırmaya geldik” diyerek bu yakma töreninin anlamını izah etti. Bohemian Club’un geleneksel iki haftalık kampını “gam yakma” töreniyle başlattığını ve bizim de yaptığımız bu törene “dertleri canlandırma” şeklinde isimlendirerek böylece kendi geleneğimizi oluşturduğumuzu ifade etti. Geçen yıl ve evvelki yıl Starhawk ve Dusty liderliğinde bu tören daha karmaşık bir şamanik halde uygulanmıştı. Bu sene Dusty yine burada bulunmasına karşın pasif bir tutum içine girerek beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu seferki tören birinin gitar eşliğinde şarkılar söylemesiyle başlamış, sonra da bizim sırayla düşüncelerimizi paylaşmamızla sona ermişti. Biri bir Vietnam gazisi, bir diğeri babası ve büyük babası Bohemian Club katılımcısı olmuş bir adam. San Francisco’dan bir adam bu kulüpte globalizasyondan kazanç sağlayan kimselerin kendi şehrindeki kamuoyu gücünden bahsetti. Başka bölgelerden de bir takım katılımcılar vardı ancak katılımcıların çoğu yakın çevreden ve Rusya Nehri civarındaki halktan oluşuyordu. Herkes birbirinin ardı sıra aynı duyguları paylaşmıştı. Çemberi oluşturanların tümü korunması gereken her şeyi sayarak konuşma haklarını kullandı. Kimi kızılağaçların korunması gerektiğini anlatırken, kimi çevrenin korunmasından söz etti, kimi değişikliğe uğrayan insan haklarının korunmasından söz ederken bir diğeri de Bohemian Grove’da haklarımızı çalmayı tezgahlayan bu elitlere karşı her şeyin korunması gerektiğini anlattı. Biri de şunu söyledi: “Bohemian Club’daki bu ruhlarını yitirmiş adamların korunması gerekiyor” Böylece bir süre, korunması gereken şeyleri birbirimize sayıp dökmeye devam ettik. Toprağımız, suyumuz, hava, demokrasi, adil seçimler, sosyal güvenlik, hayvanlar, iklim ve erimekte olan kutupların hep korunmaya ihtiyacı vardı. Daniel Borgström’ün anlattığı bu öyküden, Bohemian Club toplantılarının anlam ve içeriğini çok da fazla anlamaktan henüz uzak olduklarını fakat bu protestoların dünya
halklarının dikkatini bu konuya çekme hususunda önemli bir eylem olabileceğini söyleyebiliriz. Bohemian Grove toplantılarını Porto Allegre’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan anti küreselleşmecilerin gündemlerine almasını öneririz. Böyle Bir Ülkeden Özgürlük ve Ahlak Dersleri… Caty O’Brien’ın anlattıkları ve çeşitli gazete haberleri hatta buraya aktaramadığımız daha onlarca haber ve televizyon yayını hep birbirini doğrular nitelikte. Gün geçmiyor ki bir kilisede yapılan çocuk istismarı, ya da ABD başkanlarının ve yönetim kadrosunun karıştığı çeşitli uyuşturucu olayı yahut sapıklık haberleri duymuş olmayalım. Özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra emperyalizmin bu çürümüş ahlaki yapısının temsilcisi olan ABD’de, dünyanın Müslüman halklarına bir “özgürlük” getirme merakı başladı ki sormayın. Kendi besleyip büyüttükleri radikal İslamı hedef olarak gösterip tek dinli dünya devleti kurmak üzere Müslümanlığı yok etmeye çalışıyorlar. Bu uğurda ülke işgalleri ve insan kıyımları yapıyorlar. Sonra da suçlu, suçsuz topladıkları insanlara akıl almaz işkenceler yapıyorlar. Bu konuda da devamlı yalan söylüyorlar yaptıkları kirli işlerin kokusu çıktığı zaman da göstermelik olarak birkaç maşayı sözüm ona cezalandırıyorlar. Bir yandan radikal İslam’ı besleyip, İslam’ın tamamını başı ezilmesi gereken bir hedef olarak öne çıkarırlarken, kendi kiliselerinin içine her tür pagan inancını sokarak Hıristiyanlığı da kendi sapık anlayışlarına göre şekillendiriyorlar. Neredeyse yirmi otuz yılda bir İncil’i değişikliğe tabi tutarak kendi anlayışlarına uygun bir kitap oluşturuyorlar. Tüm bunlarla da kalmayıp, bizim için temiz ve kutsal olan ibadet yerlerine (kilise ya da sinagog hiç fark etmez) her türlü fuhuş, çocuk sapıklığı (istismarı) ve eşcinsel ilişkileri sokarak daha çocukluk çağlarından itibaren toplumun ahlakını çökertiyorlar. Balık baştan kokar örneği kokain çekmek, ülkedeki uyuşturucu trafiğini idare etmek, eşcinsel ilişkilerde bulunmak, hatta bunun yasalarının çıkartılmasında etkin çalışmalarda bulunmak, perde arkasında yapılan gizemli toplantılara ve sapık törenlere katılmak gibi işlerle anılan ABD başkanları hem kendi ülkelerinin, hem de dünya halklarının kurumsal ve ahlaki değerlerini ortadan kaldırıyorlar. Bizdeki Batı hayranı, kendi ulusunun değerlerini küçümseyen sözde “aydın”larsa halka Batılı gibi, yani bu başkanlar ve onların yozlaştırılmış toplumları gibi yaşamasını öğütlüyorlar. Sık sık Tanrı’yla ilişkide olduklarını ima eden ve ellerinde bulundurdukları atom silahlarını bir gün hangi sapık ya da ahlaksız niyetle kullanacakları belli olmayan “Batılı” yöneticilerin yönetim biçiminin “sekülarizm” olduğunu iddia eden ve onları hala kutsayan aymazlara ne demeli! Kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş olduklarına inanan ve tüm dünyayı bu inanca dayalı ve kendi ürettikleri dinin idaresi altına sokmak isteyen bu küresel çete, Hıristiyanlığın ve İslamiyetin önce değerlerini, sonra da tamamını yok etmeye çalışıyorlar. Hıristiyanlığın içine yüz yıllardır birer virüs gibi soktukları pagan sembollerini Bohemian Grove’un, Kurukafa Kemikler Cemiyeti’nin ve masonluğun perde arkasındaki öğretisi haline getirmiş olan bu kişiler, şimdi de dinler arası yakınlaşma adı altında İslamiyeti de bozmaya çalışarak Siyonizmin uzun erimli amaçları için dünyayı kana buluyorlar. Ulusumuzun daha 80 yıl önce bu kültürel saldırıya dur diyerek kendilerini ülkesinden kovduğunu hatırlamıyormuş gibi yapıyorlar ve bize bir havuç gibi gösterdikleri Avrupa Topluluğu’na girerek teslim olacağımızı zannediyorlar. Üstelik, “Bu topluluğa siz girmek istiyorsunuz, o yüzden de bu kulübün şartlarına uymak zorunda olan sizsiniz” diyerek bizim
bir takım değerlerimizden vazgeçmemizi istiyorlar. Önce Kemalizmden, sonra kendilerinde bu günlerde hiç kalmayan ailevi değerlerinizden, egemenliğinizin bir bölümünden ve sonra da dininizden vazgeçin diyorlar. Onlarla işbirliği ya da ortaklık ilişkileri içinde olan hakim medya da, Batının yozlaşmış yarışmalarıyla ve filmleriyle ülkemiz gençliğini adeta bir tür kültürel saldırıya maruz bırakıyor. Değerler çöküyor, ahlak bozuluyor. Her şeyin Avrupası iyi, Amerikanı makbul. Bizim Avrupa’dan öğreneceğimiz demokratik değerler var sa, onların da bizden öğrenecekleri bir takım değerlerimiz olmalı. Bu bir “değiş tokuş” meselesi. Sihirli sözcük bu olmalı. Yalnız, bunun bir karşılıklı değiş tokuş olabilmesi için taraflardan birinin diğerine egemenliğini teslim etmemesi gerekiyor. Aksi taktirde ilişki farklı kutupların aşkı olmaktan çıkar, köle-sahip ilişkisine dönüşür. Belki şu an bizi yönetenlerin değil ama yüce ulusumuzun bahsettiğimiz bu ilişkileri en iyi şekilde değerlendireceklerine inanıyoruz.
Son Söz Yerine Gizli örgütlerle ilgili araştırmalarım yaklaşık yedi senedir devam ediyor. Bu konularla ilgili olarak anlatılanlar ilk başta bana da çok inanılmaz gibi geldiği için araştırmaya başladım ve duyduklarım daha sonra öğrendiklerimin yanında bir hiç gibi kaldı. Öğrendiğim en önemli şey, ciddi anlamda hiçbir gücün dünyayı ele geçirmek için aleni olarak bir örgüt kurduklarını ilan etmeyeceğiydi. Yani dünyayı ele geçirmek üzere kurdukları örgütler hep başka amaçlar taşıyor gibi görünüyordu. Bu aldatmaca, ya “Yardım Kuruluşu” ya da “Düşünce Kuruluşu” görüntüsüyle gerçekleştiriliyordu. Oysa, ancak bu kuruluşların katılımcıları ve faaliyetleri incelendiğinde örgütün gerçek niyeti ortaya çıkıyordu. İşte bana da cazip gelen şey buydu. Dünyada hiç bir şey göründüğü gibi değildi. Bu sahte görüntülerin arkasındakini öğrenme merakım bana yedi senelik bir belge ve bilgi birikimi sağladı. Gizli örgütlerle ilgili olarak yerli ve yabancı yazarların yazdığı kitapları okudum ve yabancı internet sitelerinde dolaşmaya başladım. Kitaplardan çok değerli bilgiler edinmiştim ama doğrusu bana göre çağımızın en büyük bilgi paylaşım dünyası olan internetten çok daha fazla bilgi edindim. Bazıları internette yalan haber ve bilgilerin de dolaştığını hep söyleyegelmiştir. Ancak gazete ve kitap gibi yazılı eserler arasında da çok fazla miktarda yalan bilgi ve haber dolaşmakta ve bu bizi okuyup doğruyu araştırmaktan alıkoyamamaktadır. İnternetin de yazılı basının bir yansıması olduğuna inanıyorum. İçinizdeki ses size bir süre sonra her türlü yazılı yayında olabileceği gibi internetteki bir haberin de yanlış olduğunu söylüyor. Hem de bu yanlış haber ya da bilgi internet dünyasında daha çabuk bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu yüzden çocuk-yaşlı herkesin internete girmesini ve imkanı varsa yabancı siteleri de dolaşmasını bir zenginlik olarak görüyor ve teşvik ediyorum. Bu kitaptaki bilgilerin arasına yedi senedir biriktirdiğim bazı bilgileri de katmaya beni teşvik eden, gizli örgütler ve derin devlet yapılanmalarıyla ilgili yaptığı çalışmalarla Türkiye’de bir duayen olan saygıdeğer üstadım Talat Turhan’a bana rehberlik ettiği ve beraber hazırladığımız bu kitaba çok değerli bilgi ve katkılarını verdiği için teşekkür ederim. M. Faik Kurtulan 5 Nisan 2006, Kazasker
[email protected]
Dipnotlar 1. Kurukafa masonik bir simge olarak -eğer sırlarımızı saklamazsan sonunda cezanı bulursun, anlamına gelen bir ölüm tehtididir. 2.
Bir acre=4050 m2, yani bahse konu alan yaklaşık 11.000 dönüm araziye
tekabül ediyor. 3.
Bu anlayış da günümüzde yavaş yavaş değişmeye yüz tutsa da gene
masonluktan taşınan bir uygulama. 4.
http://www.rotten.com/library/conspiracy/bohemian-grove/
5. Caspar Willard Weinberger 18 Ağustos 1917’de San Francisco, California’da doğdu. Babası bir avukattı. Harvard Üniversitesi’ni bitirdi ve daha sonra da oradan doktorasını aldı. ABD ordusuna müracaat etti ve 1941’de özel görevli olarak Pasifik bölgesinde çalıştı. 1945-1947 arasında Devlet Mahkemesi’nde hukuk memuru olarak çalıştı. Sonra San Francisco’da bir hukuk firmasına katıldı. Artık politikaya ilgi duymaya başlamıştı. Reagan onu California Devlet Mahkemesi Yüksek Kurulu’na atadı. Daha sonra yine Reagan döneminde Sağlık, Eğitim ve Sosyal Yardım Bakanlıklarını üslendi. Daha sonra başkan yardımcılığı ve bunun yanı sıra da nükleer silah sanayiinin en büyük kuruluşu olan Bechtel Corporation’un genel danışmanlığına getirildi. Savunma Bakanlığı görevi esnasında Amerikan nükleer silahlanması aşırı derecede arttı ve bu yüzden Amerikan bütçesinin borçları üç misline çıktı. Star Wars programının mimarı oldu. 6 senelik Savunma Bakanlığı göreviyle ABD’nin en uzun görevde kalan bakanı oldu. Sonraki yıllarda Forbes Magazin adlı derginin yönetim kurulunda çalışmaya başladı. Halen bu göreve devam ediyor. 6. Avrupa’daki kraliyet soylarını bir araya getiren bir kardeşlik örgütü. Bugün de yaşamını sürdüren örgüt üyeleri kendilerinin Pantheon Tapınağı’ndaki pagan tanrılarının dünyada bedenlenmiş ruhları olduğuna inanıyorlar ve bu nedenle dünyanın kendileri tarafından idare edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Cemiyet simyacılık, büyücülük ve şeytana tapınma gibi faaliyetlerle uğraşıyor. Http://www.royalhouseofstewart.org/ adlı sitede belirtildiğine göre söz konusu cemiyet son zamanlarda daha çok Osmanlı olarak tanımladıkları Türklerin Avrupa’ya girmesini ve eskiden olduğu gibi Avrupa’da sultanların egemen olmasını önlemeyi ve bunu uzun zaman başarmış olan Roma-Bizans İmparatorluğu’nu canlandırmayı planlıyorlar. 7. William Howard Taft 1857 yılında saygın bir hakimin, Cumhuriyetçi Savaş Bakanı Alphonso Taft’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Babası gibi o da Yale Üniversitesi’nin hukuk bölümünü bitirdi. Yale Üniversitesi’nde Kurukafa ve Kemikler Cemiyeti’ne üye oldu. Cumhuriyetçilerin adli atamalarıyla politikada ilerledi. Başkan Roosevelt kendisini önce Savaş Bakanı olarak görevlendirdi. 1907 yılına gelindiğinde ise Başkanlığın ona devredilmesi gerektiğine karar verdi ve 1908’de yapılan Cumhuriyetçi Parti’nin ilk genel kurulunda Taft, ABD’nin 27. Başkanı olarak seçildi. 1921 yılında ABD Yüksek Hakimliğine getirildi, böylece ABD’de hem başkanlık hem de hakimlik yapan ilk kişi oldu. Taft 1930 yılında ölene kadar Yale Üniversitesi’nde profesör olarak görev yaptı. 8. 15 Ocak 1908 doğumlu, Yahudi asıllı bir Macar’dır. Macar asıllı Teller Ede, birçok Yahudi gibi 1930’larda Amerika’ya göç eder. Atom bombasının geliştirildiği
Manhattan Projesi’nin ilk üyesidir. Kendisinin “süper” diye adlandırdığı hidrojen bombasını geliştirmek üzere Los Alamos araştırmasını da düzenleyen nükleer fizikçi yine odur. Ölümünden iki ay önce George W. Bush tarafından Cumhurbaşkanlığı Özgürlük Madalyası’yla ödüllendirilmiştir. 9. Ronald Wilson Reagan (6 Şubat 1911-5 Haziran 2004) Amerika’nın 19811989 yılları arasındaki 40. Cumhuriyetçi devlet başkanıdır. 1967-1975 yılları arasında California Valiliği yapmıştır. Reagan aynı zamanda spor sunuculuğu, köşe yazarlığı, film aktörlüğü, Aktörler Birliği başkanlığı, televizyon aktörlüğü ve motivasyon spikerliği yapmıştır. Masondur. Reagan’a 30 Mart 1981’de bir suikast teşebbüsünde bulunulmuştur. 1980 yılında Jimmy Carter’ı seçimlerde yenilgiye uğratarak başkan olmuştur. Demokratik kapitalizm ve antikomünizm politikalarını benimsemiştir. Sovyetler Birliği ile askeri alandaki rekabet onun döneminde zirveye ulaşmıştır. 1991 yılında Sovyet rejiminin çökmesinde birçok Rus tarihçisi, sosyolog ve bilim adamına göre onun rolü çok büyük olmuştur. İran, Kontra Olayı, Beyrut’ta bombalama ve kendi yönetiminde resmi görevlilerin hüküm giymesi gibi rezaletler hep başkan Reagan döneminde gerçekleşmiştir. Bu yüzden kendisine “Teflon Başkan” lakabı takılmıştır. 10. yöneticisi. 12.
CEO: Chief Executive Officer: Geniş bir şirket ya da organizasyonun tepe Çeteleşme, Talat Turhan, Akyüz Yayıncılık, 1999
Küresel Çete, Talat Turhan, İleri Yayıncılık, 2005 Gizli Ordular RT-CFR-BG-TC, Halid Özkul, Sorun Yayınları, I.baskı, 2005 13.
Derin Devlet, Talat Turhan, İleri Yayınları, 2005, s.10
14.
www.bilderberg.org.
15. Henry Kissinger, 27 Mayıs 1923’te Almanya’da bir bakkalın oğlu olarak doğdu. Almanya’daki ismi Heinz Alfred Kissinger’dir. Yahudi oldukları için Hitler rejiminin kıyımlarından kaçmak için 1938 yılında Amerika’ya göç ettiler. Harvard Üniversitesi’ni bitirerek yine aynı üniversitede öğretim üyeliğine başladı. 1955 yılından itibaren CFR’de de hizmet etmeye başlayan Kissinger, 1969’da Nixon tarafından Ulusal Savunma Danışmanlığına getirildi. Arap-İsrail Savaşı ve barış görüşmelerinde çok önemli roller üstlendi. İsrail tarihinde en çok askeri yardımı bu savaş için Kissinger sayesinde elde etti. 1970 yılında Nixon’un emri ile Şili’deki Allende iktidarının devrilmesi görevini yürüttü. 1972 yılında Vietnam barış görüşmelerini yürüttü. Kuzey ve Güney Vietnam barış için anlaşmayı kabul ettiler Henry Kissinger bu sırada Dışişleri Bakanlığı’na getirilmişti. Ancak Kuzey Vietnam Güneyden askerlerini çekmeyebilirdi. İşte tam da bu noktada anlaşma yapıldığı halde Vietnam’dan çekilmeye karar vermiş bulunan Amerika, çekilme öncesi Kuzey Vietnam’a 11 günde 100.000’den fazla bomba yağdırdı. Bu miktar ABD’nin Hiroşima’da kullandığı atom bombasından daha fazla bir ağırlığa sahipti. Kissinger Gerald Ford’un başkanlığı zamanında da görevine devam etti. Görevi 1977’de Jimmy Carter başkan oluncaya kadar devam etti. Bakanlık görevinden sonra özellikle Reagan dönemi ve daha sonrasında yüksek danışman olarak görev yaptı. Daha derin bilgi için bkz: Henry Kissinger’in İçyüzü, Talat Turhan
16. Who’s Who Of The Elit Members Of The Bilderbergs, Council On Foreign Relations, Trilateral Commission And Skull & Bones Society, By Robert Gaylon Ross, Sr. Published by R.I.E First Printing, July 1995 17.
Une Main Cachee Dirige (Gizli Bir El Yönetiyor), Librairie Français, Paris,
18.
Derin Dünya Devleti Gizli Doktrinin Küresel Efendileri, Atilla Akar,
1974
Timaş Yayınları, 3. baskı, s.95 19. Yahudi yanlısı düşünce kuruluşlarından bazıları: JINSA, AIPAC, Washington Institute gibi kuruluşlar. 20. Edward Mandell House (26.06.1858-28.03.1938) Diplomat, politikacı ve I. Dünya Savaşı sırasında Başkanlık danışmanlığı yaptı. Başkan Woodrow Wilson’un politik danışmanlığını yapan Mandell House, Colonel House olarak bilinir. İngiliz yanlısı ve sol görüşlüydü. Başkan Wilson’u I. Dünya Savaşı’na girmesi için etkileyen en önemli kişiydi. 1919’da Başkan’ın Versailles Anlaşması’nı onaylamasını sağladı. 1921 yılında CFR’nin kurulmasını sağlayan önemli kişilerden biri oldu. 21. http://www.the7thfire.com/new_world_order/final_warning/ EU_and_Bilderberg_Group.html 22. 23. Yayınları
Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri, Talat Turhan, Sorun Yayınları Mont Pelerin-Küresel Sermayenin Beyni, Talat Turhan-Mehmet Eymen, İleri
24. CIA’in MK-Ultra Mind Control Program adıyla çok gizli olarak yürüttüğü bir beyin yıkama ve kontrol programı. Program daha şahıslar çocukken uygulamaya başlanıyor. Bu çocuklar cinsel istismara uğramış olanlar arasından seçiliyor ve elektromanyetik cihazlarla beyinde çeşitli sesler duyurulması suretiyle beyin kontrolü yaratılıyor ve fahişelikten cinayete kadar her suçu işleyebilecek insanlar yetiştiriliyor ve CIA operasyonlarında kullanılıyor. 25. Druid: Antik çağdan kalma çoktanrılı Kelt (Celtic) dininin rahipler sınıfına verdiği ad. Bu rahipler ormanlarda veya mağaralarda çok gizli eğitim görürler ve düzenledikleri törenlerde insan kurban ederlerdi. - Wikipedia Encyclopedia 26. Sodomizm: Sözlüklerde karşı cinsle yapılan anal ve oral seks, aynı cinsle yapılan seks ya da hayvanlarla çiftleşme veya vahşilik olarak izah ediliyor. 27.
Trance-Formation Of Amerika, Caty O’Brien with Mark Philips
28. Richard Dick Cheney, 30 Ocak 1941 de Lincoln, Nebraska’da doğdu. Yale Üniversitesi’nde okuduysa da orada başarı gösteremedi. Diplomasını ve masterini Wyoming Üniversitesi’nden aldı. 1962 ve 1963’te iki defa uyuşturucu kullanırken araba kullanmaktan yakalandı ve ikisinde de hüküm giyerek cezaya çarptırıldı. Nixon ve Gerald Ford’un başkanlıkları döneminde Beyaz Saray’da çeşitli yetkilerde görevler aldı. Baba Bush döneminde Savunma Bakanı olarak görev yaptı. Seçim kampanyalarında bir numaralı danışmanı olan büyük kızı Mary bir lezbiyen olduğu için kendisini “aynı cinsiyettekilerin evlenmesi” konusunda yapılan tartışmaların içinde buldu ve bu konuda en son açıklamasını 25 Ağustos 2004 de yaparak bu tip evlilikler ile ilgili konunun her eyalette kendi verecekleri
kararla çözümlenmesini savundu. Halen Bush’un Beyaz Saray’dan Sorumlu Başkan Yardımcılığı görevini sürdürüyor. 29.
11 Eylül-Baskın, Talat Turhan, İleri Yayınları, 1. baskı, 2004
30. Pro Se, Latin kökenli bir kelime olup kişinin adalet önünde avukatsız olarak kendini savunması anlamında kullanılan bir söz. 31.
Sessiz kalma töreni
32.
Okültizm: Gizli sırlar ile ilgili öğreti ve inançlar
33. Kaynak: http://www.theforbiddenknowledge.com/hardtruth/transcription_cathy_obrien.htm 34. Kaynak, Alex Jones’un www.prisonplanet.com/articles/july2004/220704 nypostgaypornstar.htm isimli internet sitesi. 35. Sacramento CA, Bohemian Club’un da içinde bulunduğu California Eyaleti’ne bağlı bir yerleşim bölgesi. 36.
http://www.roytaylorministries.com/am01223.htm
37.
http://en.wikipedia.org/wiki/The_Cremation_of_Care
38. Bazı kaynaklar Moloch isminin “Melek” isminden türetildiğini belirtiyorlar. Bu Tanrı putperest dönemin İsrail halkının da birlikte yaşadığı Kenan Ülkesi (Özellikle Ammon Şehri) halkının tapındığı ve uğruna çocuklarını kurban ettiği bir Tanrı. 39. Encyclopedia Mithica’ya göre Baal Kenan Halkının İsa’dan 14 yüzyıl öncesinden itibaren ibadet ettiği bereketi ve güneşi temsil eden bir Tanrı. Yine aynı ansiklopediye göre İncil’de Baalzebub olarak anılan ve şeytana bağlı bir melek olarak cennetten düştüğü (kovulduğu) belirtiliyor. Kısacası İncil’de şeytan olarak tanımlanıyor. 40. Astarte’nin aynı anlamda başka isimleri de var. Örneğin: İştar, Ester ve Tevrat’a göre Lucifer, mana olarak da star, yani yıldız anlamında. 41. Panteon, İsa’dan sonra ikinci yüzyılda Romalılar tarafından bugünkü Yunanistan’da inşa edilen ve içinde çeşitli pagan tanrılarının idollerinin bulunduğu tapınak. 42. Diodorus Siculus adlı eser İS 21. yılda Sicilyalı bir tarihçi tarafından 40 cilt olarak yazılan bir eser. Yunanca kaleme alınan eserde Sezar’ın Galya savaşlarıyla, Mısır, Mezapotamya Hindistan, İskitler, Araplar ve Kuzey Afrika ve kısmen de Yunan ve Roma İmparatorluğu tarihi anlatılıyor. Tarihçiler bu eseri genel olarak eleştirmeyen ve güvenilmez olarak kabul ediyor. Bu eserin önemi, daha eski tarih yazarlarının kaybolmuş eserlerinden özgür alıntılarla kaynak teşkil etmesi ve 5. yüzyıldan İÖ 302 yılına kadarki meşhur şahsiyetlerin kronolojik listesini oluşturmasından kaynaklanıyor. (The Columbia Encyclopedia Sixth Edition, Mayıs 2001) 43.
Minerva, eski Romalılara göre Akıl ve Hikmet Tanrıçası.
44.
Illuminati, kendilerini “aydınlanmışlar” olarak adlandırılan ve dünya
yönetimini kendi hanedanlıkları tarafından ele geçirilmesini sağlamayı
hedefleyen ve bunun için de Bohemian Grove, Kurukafa Kemik Cemiyeti, Bilderberg, CFR ve Trilateral Commission gibi cemiyetler kanalıyla dünya siyasetini maniple eden güçlere verilen isim. 45. Morals&Dogma of the Ancient and Accepted Scottish Rite of Freemasonry, 28. derece öğretileri s. 624 46.
www.davidicke.net
47. Bilim sitelerinde bahse konu Athene Noctua, ormanlık yerlerde, bazen yarı çölleşmiş yerlerde ve İngiltere’nin sahil bölgelerinde yaşayan bir kuş olarak tarif ediliyor.. Daha çok İngiltere’ye mahsus olarak görülen bu küçük kuşun boyu 22’cm.dir. Her iki uzun kanadı da açıldığında 55 cm.yi buluyor. Küçük kuşlar, fare ve solucanları yiyerek besleniyor. 48.
www.british-israel.us/17
49.
www.nolajbs.net/forum/index.php
50. Bugün dahi özellikle İngiltere ve Amerika’da Hıristyanların büyük bir bölümü cenazelerini fırında yaktıktan sonra küllerini gömmektedir. 51.
www.british-israil.us.18.html
52.
Mont Pelerin-Küresel Sermayenin Beyni, Talat Turhan-Mehmet Eymen,
İleri Yayınları, 1. baskı, Mart 2005 53. işareti
Hook’em Horn, Texas Longhom futbol takımının taraftarlarının kullandığı el
54. Nordikler birbirine komşu olan 5 İskandinav ülkesine grup olarak verilen isim. Bunlar: İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlanda’dan oluşuyor. 55. Ürdün Kralı’nın CIA ilişkisi için, Çeteleşme, Talat Turhan, Akyüz Yayıncılık, 1. baskı, Haziran 1999 56. ABD’de Connecticut Eyaleti’nde bir üniversite. 1701’de Illing Avorth Kasabası’nda “Collegial Okulu” adıyla kurulmuş. 1707 de Saybrook’a, 1715’te bugün bulunduğu New Haven’a taşınarak, burada gelişerek ABD’nin en eski üçüncü üniversitesi. Puriten din lideri Cotton Mathar’i destekleyen “Doğu Hindistan Şirketi” eski yöneticilerinden varlıklı tüccar Elihu Yale’in (1648-1721) yaptığı bağışlarla gelişen okul, sonradan onun soyadını taşımaya başlamış. 57. Secrets Of The Tomb isimli kitabın yazarı Alexandra Robins’le Guerilla News.Com. adlı internet haber sitesi muhabiri Josh Shore’nin yaptığı mülakattan alınmıştır. Kaynak: http://www.guerrillanews.com/counter_intelligence/doc808.html 58. Merovenjler bir Germen kabilesi olan Sikambrianlar içinden İS V. yüzyılda ortaya çıktı. Bu soy, şu anda günümüz Fransa ve Almanya’sını kapsayan bölgede yaşayan Frankları 200 sene yönetti. Hanedanlığın ismi Kral Merove II’den kaynaklanır. İki babası olduğuna inanılan bu kralın ikinci babası inanışa göre deniz canavarı şeklindeki İsa’dır. Merovenjler döneminde Frankların Roma İmparatorluğu ile çok sıkı ilişkileri olmuştur. Bu dönem hakkındaki bilgiler karartıldığından “Karanlık Çağ” olarak anılmaktadır. Çağımızda da
Bush gibi, Blair gibi bazı Batılı seçkinler Merovenj soyundan geldiklerini, yani Hz. İsa’nın kanını taşıdıklarını, bu yüzden de dünyaya hakim olmaları gerektiğine inanıyorlar. * WASP, White Anglosaxon Protestan yani, Beyaz, Anglosakson ve Protestan. Püriten, “safiyet”, “arınmışlık” anlamlarını taşıyan İng. Purity (Lat. Puritas) kelimesinden (Puritan’dan) gelmektedir. 59.
http://www.guerrillanews.com/counter_intelligence/doc808.html
60. İÖ 322 yılında Antik Yunanistan’daki Panteon Tapınağının bir Tanrıça. (Güzel Konuşma ve Hitabet Tanrıçası.) O devirde çok iyi bir hatip olarak tanınmış Demosthenes ölünce halk, Tanrıça Eulogia’nın cennet katına yüseldiğine ve bir daha dönmediğine inanmıştı. 1832 yılında Kafatası ve Kemik Cemiyeti kurulduğunda cemiyetin kurucuları bu Tanrıça’nın geri geldiğine inandılar ve onu simgeleyen bir resmi cemiyet mekanının duvarına astılar ve çaldıkları şeyleri ona adamaya başladılar. 61.
1 akre= 4050 m2
62. Edvwrd Teller: (15 Ocak 1908-9 Eylül 2003) Hidrojen bombasını icad eden Macar asıllı nükleer fizikçi. Ölümünden 2 ay önce Başkan G. W. Bush tarafından “Başkanlık Özgürlük Madalyası” ile onurlandırıldı. Kaynak: Wikipedia Ansiklopedisi) 63. Manhattan Projesi, Amerikalıların II. Dünya Savaşı esnasında ilk atom bombasını geliştirdikleri projenin adı. Bu proje kararı da Bohemian Grove’da verilmiş. 64. Bu adamların Bohemian Grove’da öyle uluorta işemelerinin ağaçların kutsal olduğuna inanmalarından kaynaklandığı söyleniyor.. *Cecil John Rhodes: (1853-1902).1880’ler ve 1890’larda Cecil Rhodes, elmaslar ve altınlar üzerinden bir servet kazandı. İngiliz kolonisi Ümit Burnu Başbakanı olduğu gibi, ayrıca tüm Güney Afrika’nın sanal diktatörü idi. Kuzey ve Güney Rhodesia’yı (şimdiki Zambia ve Zimbabwe) İngiliz Krallığı’na kattı. Cecil John Rhodes, 5 Temmuz 1853’te, İngiltere Bishop’s Stortford’da doğdu. 17 yaşında verem nedeni ile Oxford Üniversitesi’ne kaydolması engellendi. Güney Afrika’ya gitti ve yeni keşfedilmiş Kimberley elmas yataklarının getirdiği heyecana katıldı. Birkaç ay içerisinde bir servet kazandı. Aktif hayat yeniden sağlığa kavuşmasını sağladı ve eğitimine devam etti. 8 yıl boyunca, Oxford’daki eğitimi ve Güney Afrika’daki işi arasında mekik dokudu. 1881’de mezun olmadan hemen önce, Cape Kolonisi’ndeki meclise seçildi ve üye oldu. 1890’da aynı koloninin başbakanı oldu. Rhodes, ayrıca altın ve elmas yataklarına sahip birçok büyük şirketin kontrolünü de elinde bulundurdu. 1893’de Matabele Kabilesi’ne karşı verdiği savaşta, kabileyi ve Kral Lobengula’yı mağlup etti. Bu arada siyasi rakibi Boers isimli Hollandalı yerlilerin lideri ve Transval Cumhuriyeti Başkanı olan Paul Kruger’e karşı entrikalar çevirdi. 1895’te, Rhodes’in arkadaşı Leander Jameson, Boer hükümetini devirmek amacıyla Transval’a saldırdı. Saldırı başarısız sonuçlandı. Rhodes, başbakanlıktan ve İngiliz Güney Afrika Şirketi’nin yöneticiliğinden istifa edilmeye zorlandı. Rhodes, Matabeleland’a döndü ve oranın doğal kaynaklarını geliştirmeyi amaçladı. Kısa bir süre içerisinde, devlet adamlığı özelliğini gösterebilme şansını yakaladı. Bölgede yaşayan kabile halkı ayaklandı ve bu ayaklanma bastırılamadı. Rhodes kabile şefleri ile konuştu, onların sıkıntılarını dinledi ve huzur sözü
verdi. 1898’de Rhodes yine Cape Koloni Meclisi’ne seçildi. 1899-1902 arasında gerçekleşen Boer Savaşı başladığından itibaren tekrar eski gücünü kazanmaya başladı. Kimberley bölgesinin savunmasında yer aldı, ama sağlığı bozuldu ve 26 Mart 1902’de Muizenberg’de öldü. Rhodes’un Güney Afrika Birliği rüyası 1910’da gerçek oldu. Kap Şehri’ndeki malikanesini Groote Schuur’a devretti ve bu malikâne şimdi cumhuriyet olan o zamanın Birliği’nde görev alan başbakanların konutu oldu. Cape Town Şehri Üniversitesi de aynı zamanda Rhodes’un Groote Schuur Yerleşkesi’nde bulunmaktadır. Rhodes Bursları: Rhodes, servetinin büyük bir bölümünü, Oxford Üniversitesi’ne burs programı kurmaları için bıraktı. Yaklaşık olarak her sene 70 kişiye burs verilmektedir. Her burs 2 yıllıktır. Bursun önceleri sağladığı maddi kaynak olan 300 sterling, senede 2600 sterling’e artırılmıştır. Rhodes burslarına seçilenler Almanya, ABD ve İngiliz Milletler Topluluğu’ndan öğrencilerdir. 1976 yılına dek yalnızca erkekler başvurabilirdi. ABD’de her yıl 32 kişiye burs verilmektedir. Her 8 bölgeye 4’er tane burs düşmektedir. Başvuranlar 18-24 yaş arasında olmalı ve tanınmış bir kolej veya üniversiteden bir dereceyle mezun olma koşulu da bulunmaktadır.
Ek-1 Erol Mütercimler Bohemian Grove (Bohemian Kulübü)* Bohemian Grove (BG) aynı Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880’lerde California’da kurulmuş bir cemiyettir. Üyeleri, törenleri, ritüelleri ve ne yaptıkları çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik aynı anda yüzlerce kişinin hafta sonu toplantılarına katılabileceği niteliktedir. ABD’nin hemen her eyaletinde tapınakları vardır. Sembolleri baykuştur. Ritüellerde baykuşa hitap edilir ve bir fetiş olarak baykuş motif olarak kullanılır. Bohemian Grove’a üye olanlar başka masonik kulüplere de üye oldukları için bu ritüellere ve sembolizme alışıktırlar. 1970’li yıllarda en kilit noktadaki ve zengin 1000 civarında üyesi olan Bohemian Grove üyelerinin ünlülerinden bazıları şunlardı (William Bomhoff; Bohemian Grove and Other Retreats, 1974):
Dwight David Eisenhower (ABD Başkanı) Herman Wouk Robert Kennedy (ABD Başkan adayı) Lyndon B. Johnson (ABD Başkanı) Richard Nixon (ABD Başkanı) Gerald Ford (ABD Başkanı) Ronald Reagan (ABD Başkanı) Bill Clinton (ABD Başkanı) Nelson Rockefeller David Rockefeller Henry Kissinger Edgar Kaiser (Kaiser Industries Başkanı) Henry Morgan (J.P. Morgan Şirketi) Charles Morgan (J.P. Morgan Şirketi) Neil Armstrong (Aydan döndükten sonra katılmıştır) Hoover Enstitüsü’nün bazı ileri gelenleri Wernhern von Braun (Alman roket ve uzay bilimcisi) David Sarnoff (İşadamı) Senator Robert Taft (Taft ailesinin SBS ile yakın ilgisini hatırlayınız!)
Lucius Clay, American Express, Standart Brands, Int. Investment Corporation Başkanı Earl Warren (Yüce Divan üyesi) Kalifornia Valisi Coodwin Knight Kalifornia Valisi Pat Brown Başkan Herbert C. Hoover (1913’te kulübe katılmıştır) Rudolph Peterson (Bank of America’nın eski başkanı) Williams Rogers (Eski CIA bağlantılı Devlet Bakanlığı Sekreteri) Francis Baer (United California Bank eski başkanı) Stephan D. Bechtel (J.P. Morgan direktörü) Gilbert Humprey: (National Steel, General Electric, Texaco, National City Bank of Cleveland, Sun Life Insurance direktörü) Lewis Lapham: (Mobil Oil, Heing, TriContinantal Corp. Başkanı) Edmund Littlefield (Wells Fargo Bank, Hewlett-Packard, General Electric eski başkanlarından) Leonard McCollum (Morgan Trust Capital National Bank eski Bşk.) Dikkat ederseniz Bohemian Grove hem çok zengin hem de en kilit noktalardaki elitlerin oluşturduğu daha üst ve çok daha gizli bir seçkin kulübüdür (Daha detaylı listeler ilerideki çalışmamızda yayınlanacaktır, yer tutmaması açısından sadece bazı çarpıcı görevlerdeki kişileri verdik). Dikkat edilirse en fazla ABD Başkanı üyesi olan kulüp Bohemian Grove’dur. ABD’de kaldığım 7 yıl boyunca her gittiğim kütüphanede ve kitapçıda bu kulüple ilgili bilgi aradım. Bu konuda sadece William Domhoff’un yazdığı bir kitap ile birkaç makale geçti elime. Düşünün 1000’e yakın bir ABD eliti sürekli bir hafta sonu California’da veya diğer eyaletlerdeki çiftlerde toplanıp kadınlı erkekli törenler yapıyorlar ve gizli ritüeller uygulanıyor, inisiyasyon törenleri yapılıyor; insanlar komik komik kılıklara veya durumlara giriyor, çeşitli dramalar ve roller oynuyorlar. Bunlara bir sürü hizmetçi hizmet ediyor, bir sürü polis bunları koruyor, bir sürü kişi bu kulübe geliyor ve bu kulüp 1880’den beri var. ABD’de elime geçen birçok kütüphanenin veritabanında bu kulübe ait bilgi aradım, ama çok sınırlı bilgiye ulaşabildim. Halbuki masonlukla ilgili kitaplar her yerde satılıyordu. Benzer şekilde Skulls and Bones Society (SBS) konusunda da elime geçen kitap sayısı bir avuçtur. SBS de Bohemian Grove gibi çok gizli bir örgüttür. Bu örgütleri ABD’de sorduğum hiçbir Amerikalı bilmiyordu. Üstelik bu kitapta diğer örgütlerle ilgili listeleri yayınlayan kitaplar veritabanından çıkarılmıştı, elimdeki kitapların çoğuna direkt yazarlarına ulaşarak eriştim. Gizliliğin boyutunu herhalde anlayabiliyorsunuz. Neden ve nasıl sağlanır bu gizlilik bunu anlamaya imkân yok. Bu gizliliğin tek hedefi olabilir, törenlerde ve toplantılarda çok ciddi bazı kararların alınması. Örneğin atom bombası projesinin kararının verildiği yerin, siklotronu ilk kurgulayan Prof. Ernest O. Lawrence’a bu kararın verdirildiği yer Bohemian Grove’dur (Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Sion and Schuster, 1968) Vietnam Savaşı’nın yapılması kararının verildiği yer de Bohemian Grove’dur. California’daki çiftlikte bazı zamanlarda ciddi güvenlik önlemli toplantılar yapılır. Çiftlik San Fransisco’nun 65 mil kuzeyindedir; 300-500 kişiyi barındırabilecek ve anayolda ulaşılamayacak, ancak bilenlerin helikopterlerle veya arazi araçlarıyla gidebilecekleri bir alanda tüm çevre yerleşim
merkezlerinden uzaktadır ve çok yoğun koruma altındadır. Bu ana merkezin haricinde başka şehirlerde merkezleri vardır. Bohemian Grove üyeleri belirli aralıklarla toplanıp klasik ritüelik törenlerini yaparlar. Törenleri bir rahip ile bir rahibe yönetir. Törenlerde genellikle allogerik ve yukarıda tanımını yaptığımız dramalar oynanır, fakat törenlerle ilgili yazılanlar da çok sınırlıdır. Bohemian Grove’un merkezinin bu kadar izole olmasına karşın, Bohemian Grove, SBS, Pilgrem Society, Rotery Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre BG’dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün başına getirilemez, Başkan seçilemez; devletle ilgili pek çok önemli karar buradaki toplantılarda verilir. Üyeleri yukarıda saydığımız gibi en kilit noktalardaki kişilerden oluşur; örneğin 1991’de BG’da olup da aynı zamanda önemli şirketlerde yönetici olanların sayısı şöyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 direktör, AT-T 4 direktör, Fırst Interstate Bank 4 direktör, McKeson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrıca pek çok istihbarat örgütünün başkanları veya üst düzey yöneticileri de BG ve SBS üyesidir.
* Kompo Teorileri, Erol Mütercimler, Alfa Yayınları, 2003, s. 403-406
Ek-2 Mine G. Kırıkkanat Baykuş İmparatorluğu* Yıl 1999. Bölge: Kuzey Kaliforniya. Yer: San Fransisco’nun 70 km. dışındaki bir arazi. Arazinin yüzölçümü, 2 bin 700 dönüm. Arazinin sahibi çok özel bir kulüp. Salt erkeklerin üye olduğu kulübün adı: Bohemian Grove. Bee muhabiri Susan Bohan’ın 2 Ağustos 1999 tarihinde yayınladığı yazı şöyle başlıyor:
Bohemian Grove’un zengin muktedirler için düzenlediği yıllık yaz kampı, bu Pazar günü sona erdi. Başkan Herbert Hoover’e bakılırsa, söz konusu toplantı kulübünün tarihine yine: “Dünyanın en seçkin erkekler kulübü partisi” olarak geçti. Bu yılki katılımcılar arasında eski ABD Başkanı George Bush, Teksas Eyalet Başkanı George W. Bush, Henry Kissenger, emekli general Collin Powel, eski Beyaz Ev (Beyaz Saray) sözcüsü Newt Gingrich, DOW Kimyasal ürünleri şirketinin sahibi Frank Popoff ve oyuncu Dany Glover dikkat çektiler… Bu kişileri bir araya getiren bir kulüp toplantısından ne beklenir, sevgili okurlar? Elbette dünya politikasının tartışılması ve ciddiyet, değil mi? Tartışma ihtimaline yanıtınız evetse, doğru bildiniz. Çünkü ABD’nin yeni Yıldız Savaşları senaryosu burada, bu adamlar tarafından yazıldı; iki yıl geçmeden Başkan seçilen oğul Bush tarafından pişirilmekte olan ve uzun erimde sıcağına tatmak olasılığımız bulunan soğuk savaşa geri dönüş, yani ABD’nin silahlanma yarışını yeniden başlatma projesi de aynı kulüp, aynı toplantıda biçimlendi. 1999’daki toplantının kamuoyuna yansıtılan bölümü, Powell’in içeriği açıklanmayan “ABD’nin gelecekteki lider ordusu ve çocukları” konulu konferansı ile kimya sanayicisi Popoff’un ‘Çevresel Yolculuk’ başlıklı bir konuşma yaptığı haberinden ibaretti. Ancak dünyanın efendisi ABD’nin en üst düzeyde uluslararası politikalarını saptadığı bu toplantıdan ‘ciddiyet’ bekliyorsanız yanıldınız. Çünkü Bohemian Grove’da yapılan toplantılar ciddi değil, olağanüstü vahim bir tören olarak adlandırılabilir. Katılımcılar, işe Bohemian Grove’un baykuş tanrısı Moloch’a tapınmakla başlıyorlar. Tanrı baykuşun kulübün ortasındaki dehşet verici heykelinin çevresinde huşuyla dönüyorlar. Derken, kutsal ağaç olarak kabul edilen ağaçların dibine huşuyla işeme törenine geçiyorlar. Katılımcılar, tören sırasında turuncu cüppeler giyiyor, ateşler yakıp çevresinde Ku Klux Klan örgütünü anımsatan ritüeller uyguluyorlar. Bir de… Bir de insan kurban edilen sunakları andıran bir sunak var, arazinin ortasında. Bunlar, Boheiman Grove’da yapılan ayinlerin uzaktan kameralarla tespit edilen ve dünya televizyonlarında yayınlanmış, yani belgesel kanıtları. Kulüp hakkında kanıtlanamayan dedikodular da var ki, tüyler ürpertici: Bohemian Grove üyeliğinden ayrılanlara göre, toplantılarda tecavüz, sübyancılık, nekrofili (ölüsevicilik) yaygın olduğu gibi törensel cinayetler işleniyor ve öldürülen kişi ayinle yakılıyor. Kadın olduğu için üye olamayıp Bohemian Grove “teknisyenleri” tarafından ideal bir Beyaz Ev ‘başkan kölesi’ olarak yetiştirilen Cathy O’Brien, Transformation of America adındaki kitabında kulübün beyin programlama yöntemlerini anlatıyor ve: “Yaşlı köleler programa cevap vermediğinde kurban ediliyorlardı. Bir gün sıranın bana geleceğini hissettim” diye yazıyor. Diyelim O’Brien ve benzer ‘köleler’ maço kulübe kızmış ve iftira atmış. Ancak 1993’te bir San Fransisco gazetesi Bohemian Grove’da düzenlenen kurban törenlerini, bazı kayıp olayları ve aydınlatılmamış cinayetlere bağladığında, başlatılan adli soruşturma nedense 1947 Ulusal Güvenlik Yasası gerekçe gösterilerek durdurulmuştu.
Bohemian Grove’un 2 bin 700 üyesi var ve hem basına kapalı hem de yabancı gözlere. Üyeler kulüp konusunda hiçbir soruya yanıt vermiyor ve: “Burası birbirine benzeyen erkeklerin buluşup eğlendiği bir yer” diye savunuyorlar. Yaptıkları törenleri de zararsız eğlenceler olarak tanımlıyorlar. Belki de doğrudur. Böyle eğlenir muktedir, erkek ve seçkin Amerikalılar. Ama işte, baba-oğul Bush’un eğlenmesi dünyanın yeniden silahlandırılması olup neşelerini kimyasal silah devi Frank Popoff ve Colin Powell ile paylaşınca, ister istemez ‘oyun sahasının’ neresi olabileceğini düşünüyor insan! Dünyayı hangi delilerin yönettiğini görmek için, www.inforwars.com internet sitesine bir göz atın. Ve oturup ağlayın. * Radikal, 1 Haziran 2001
Ek-3 Talat Turhan Türk Kamuoyunca Pek Bilinmeyen Sapık Bir Örgüt: Bohemian Club* Bugüne kadar Skulls&Bones üzerine çok şey söylendi. Ancak az bilinen başka bir topluluğun da çok önemli olduğunu görüyoruz: Bohemian Society. Eğer Skulls&Bones, ABD’nin doğusundaki seçkinleri bir araya topluyorsa, bu topluluk da batısındakilerin örgütüdür. Bohemian Club (Grove) ile ilgili çok karanlık iddialar var. Bu topluluk 1872’de beş kafadar tarafından kuruluyor. Amacı yetişkin erkeklerin her yıl bütün gözlerden uzak kamp yapmaları ve çocukluk ve gençlik yıllarına dönmeleri. Ancak topluluk, kısa sürede, hem üyelerinin niteliği, hem de hakkındaki iddialarla, ün kazanıyor. Bu kulübün etkinlikleri tamamen gizli. Toplantı yeri San Francisco’nun iç kısımlarında, ulaşımın tamamen kapalı olduğu bir vadideki şato. Kimi üye buraya helikopterle geliyor, kimisi ise karadan. Kissinger bu topluluğa da üye. Herbert Hoover’dan itibaren ABD’deki tüm Cumhuriyetçi Başkanların ve Başkan adaylarının da bu topluluğa üye olduğunu görüyoruz. Ford, Nixon, Reagan, Bush, Cheney; buranın üyeleri arasında sayılan isimler. Her yıl göl kenarında düzenlenen toplantılarda önemli kararlar alınıyor. Örneğin 1976’de Reagan ile Nixon burada anlaştı ve Reagan Cumhuriyetçi Parti’nin Başkan adaylığını Nixon’a bıraktı. Regan’ın da önü 1980’de açıldı. Kissenger 1980’lerin stratejisi üzerine ilk brifinglerinden birini burada verdi. Yani burası çok önemli bir topluluk. Ancak burada, sadece dünyanın nasıl yönetileceği tartışılmıyor. Hizmetçilerin bile giremeyeceği gizli alanların ve yeraltı mahzenlerinin bulunduğu kısımlarda üyeler sapıkça partiler de düzenleniyor. Bohemian Society’nin çılgın ayinleri ve partileriyle ile ilgili iddialar arasında; çıplaklık, cinsi sapıklık, homoseksüellik, çocuklara tecavüz, işkence; hatta kurban etme törenleri ve cinayet var. Topluluğun üyelerinin Pagan ritüellerine ve Satanist bazı inanışlara sahip olduğu iddia ediliyor. Bu iddialar o kadar ciddi ki, bir cinayet ihbarı üzerine yerel polis topluluğun arazisine girip soruşturma yürütmek istiyor. Ancak bu engelleniyor. Gerekçe ise çok ilginç: 1947’de yürürlüğe giren National Security Act yani Ulusal Güvenlik Yasası bu topluluğu ve araziyi dokunulmaz kılıyor. Cinayet soruşturmaları bile yürütülemiyor. Ancak burada yürütülen çok gizli toplantılar ve sapıkça eylemler hakkında sadece iki kişi tanıklık ediyor. Bu kişiler orada hizmetçilik yapan O’Brien isimli bir kadın ve küçük kızı. Bu kadının kızına topluluk üyelerince tecavüz ediliyor. Olanları unutmaları için ikisinin de üzerinde beyin yıkama ve zihin kontrolü yöntemleri uygulanıyor. Bu yöntemler doğrudan US Defence Intelligence Agency (ABD Savunma İstihbaratı Ajansı) tarafından geliştirilen yöntemler. Ancak anne ve kız üzerinde başarılı olunamıyor. Büyük ihtimalle son çare olarak katledilmeleri düşünülüyor. Bu aşamada ikisi de kamptan kaçmayı başarıyorlar. Alaska’ya kaçıp psikolojik tedavi altına giriyorlar ve kampın kirli yüzüyle ilgili bir kitap yayınlıyorlar. Ancak kampla ilgili yine hiçbir soruşturma başlatılamıyor.
* Talat Turhan, Küresel Çete, İleri Yayınları, 2004, s. 73-74
Ek-4 Halid Özkul Gizli Ordular* CFR üyelerinin ABD’deki önemli buluşma derneklerinden en önemlisi şüphesiz Bohemian Club’dır. 1872’de bir grup San Francisco’lu gazeteci tarafından oluşturulan yalnız erkeklere ait olan kulübe şimdi grubun mahremiyetini korumak için gazetecilerin üyeliğine izin verilmemektedir. Üyeliğe göz dikenlerin giriş izni için ise, önce 10 ya da 15 yıl bekletilmeleri alışkanlık kazandırılmış durumunda… İlk yıllık toplantı 1879’da Rus Nehri’nin yanında, onların adlandırması ile “Bohemia Ruhu”nu kutlamak için bir araya gelinerek “Ölü Yakma Üzüntüsü” ritüeli ile yapıldı. Orada bir Özgürlük kaygısını sembolize eden kulüp maskotu insan heykeli/resmi yakıldı. O günkü (1999) üye sayıları 2.700’dü. ABD 2000 seçimlerinden birkaç ay önce Ağustos 1999’da, Sonoma Country-San Francisco’nun 70-75 mil kuzeyinde Rio Dağı’ndaki 2700 dönümlük Bohemian Grove’da (100 yıldan fazla bir zamandır burada buluşuluyordu); Kulüp Başkanı Herbert Hoover’ın önderliğinde iki hafta sonu yıllık yaz kampı için yeryüzünün zengin ve en güçlü adamlarının partisi inzivaya geldi. Bunların arasında ünlü aktör Danny Glover, Dow Chemical Başkanı Frank Popoff, Beyaz Saray eski Sözcüsü Newt Gingrich, Emekli General Colin Powell, Henry Kissenger, (o zaman) Texas Valisi George W. Bush ve eski Başkan George Bush’un öyle dikkate değer beraberlikleri yılın olayıydı. (Ama ne ABD basınında hele dünya basınında yer almamıştı!..) Yapılan açıklamalarda; “Lakeside Konuşmaları” yaz inzivası süresince Powell’in “Amerika’nın Ordulara ve Gençlere Önderlik Vaadi” başlığıyla bir demeç; Popoff’un “Çevresel Seyahat” üzerine bir söylev verdiği belirtiliyordu. Bir protesto grubu olan Bohemian Grove Action Network’tan Mary Moore, “Bunlar sık sık kamuya verilen söylevlerden” derken ekliyordu “ve Amerikan kamuoyu onların sırrını paylaşmadı.” Kulüpten bilinmeyen The Bee-(Arı) (ilginçtir ki ABD’de onlara verilen ad budur) farklı çağrılar yanıt verdi. Bohemian Grove Action Network korulukta (grove) sürekli olarak gösteriler yaptığı halde, o yıl hiçbiri olmadı. 2 Ağustos 1982 Newsweek haberine göre, “Yüksek yetenekli/güçlü müşterileri ile gıpta edilen mahremiyeti ve kabbalist ritüelleri Bohemian Grove’u önemli kuşkuya sevk etmiştir. En önemli olaylar, her nasılsa “Lakeside konuşmaları”dır. (Geçmiş konuşmacılar: Alexander Hague ve Casper Weinberger.) Bu yılın konuşması Henry Kissenger’in “80’lerin Meydan Okuması’ üzerineydi.” Kulübün üyesi olan: George P. Shultz, Stephen Bechtel Jr., Gerald R. Ford, William F. Buckley Jr., Fred L. Hartley, Mary Griffin, Thomas Haywood, Joseph Coors, Edward Teller, Ronald Reagan, A. W. Clausen, William French Smith, John E. Swearingten, Justin Dart, William E. Simon, Nixon ve Cheney yüzlerce seçkin politikacı ve işadamlarından bazıları. Amerikalı araştırmacılara göre bu korulukta Druitist ritüeller yapılmaktadır. Druidler kırmızı kukuletalı elbiseleri içinde geçit töreni intizamında yürümekte ve Büyük Baykuş (Molok) ilâhisini söylemekteler. Ölü yakmak için toplanan odun yığınında “cesetler” ile cenaze töreni yapılmakta. Molok Pagan Kültün Kurbanı insan kurban etmektir. Araştırmacılara kaynak olan orada hizmetçi görevi gören erkeklerin tanıklıklarına göre, Bohemian Grove içerisinde saklı yerler, kapalı özel-oda (sanctum), hatta sır yerler dekoru, alanlar bu grubun dışında olan kimsenin (ki hizmetçilerin) gidemediği bir Yeraltı (underground) Salonu (lounge), bir Karanlık Oda, bir Ten Odası ve bir Necrophilia (cinsel dürtülerin bir ceset üzerinde tatmin edilmesi) Odası vardır!
* Gizli Ordular RT-CFR-BG-TC, Halid Özkul, Sorun Yayınları, 2005, s. 192 – 194