Aziz Nesin - Zübük
April 29, 2017 | Author: dalisian | Category: N/A
Short Description
Aziz Nesin...
Description
A Z I Z
N E S İ N
ZÜBUK Kağnı Gölgesindeki It ROMAN
BESİNCİ
BASİM
TEKİN YAYINEVİ
Zübük'ün 1961
ilk
basımı
İkinci
basımı
yılında
yapıldı.
ü ç ü n c ü basımı yılında
1967
(6000) 1969
basımı
(8000)
yılında y a p ı l d ı .
Tekin beşinci sunar.
(6000)
yapıldı.
Dördüncü 1971
(6000)
yılında y a p ı l d ı .
Yayınevi basımını
Zübük'ün övünçle
-İT,
KAĞNI
YDRÖR
DE
GÖLGESİNDE
KENDİ
GÖLGEM
SANIRMIŞ» Atasözü
Bir e s k i E r m e n i evi olan ü ç katlı de
kasabanın
anayolu
genişler.
postane önün
Burada yol,
yazın
t o z l u , baharın ç a m u r l u , kışın karlı bir k ü ç ü k alan o l u r . Saat lenler,
16'ya
doğru
tozlu
kolkola gezenler
liyorlardı.
Postayı
alanda
ikişer-üçer dine-
görüldü.
d a taşıyan
Kaptıkaçtıyı
kaptıkaçtı
bek¬
bu saatlerde
gelirdi. Başlar,
kaptıkaçtının
t ü . Ama yolu değil, nın
tozu-dumanı,
geliş yoluna,
batıya d ö n ü k ¬
havayı g ö z l ü y o r l a r d ı .
kendisinden
Kaptıkaçtı¬
çok önce
havada
gö¬
rünürdü. A l a n d a , alan
üstündeki
iki
k a h v e d e bir kıpırdanış
o l d u . K a s a b a n ı n e n u c u n d a k i evin g ö k l e k e s i ş t i ğ i yer¬ d e k ü ç ü k bir t o z b u l u t u y ü k s e l m i ş t i . —
Geliyor...
—
Hey a s l a n ,
manı k e n d i n d e n
h a b e r c i s i n i salmış g e n e ;
tozu-du-
önde gelir.
—
Bugün
gazete günü
—
Günlerden
Perşembe
mü? değil
mi?
Evet,
gazete
günü... Havadaki geldi,
kara
postanenin
b u l u t yayıla y u v a r l a n a önünde durdu.
büyüyerek
Yavaş y a v a ş ç ö k e n
toz
bulutunun,
rısı
dağılan
duman/n
k a p t ı k a ç t ı çıktı o r t a y a .
lukta
üstüne tırmandı.
altındaki gazete
altından
Branda
paketini
kanarya
Gazetecinin
çırağı
bezinin
aşağıya
sa
b i r so¬
iplerini
çözüp
attı.
K a p t ı k a ç t ı d a n inen y o l c u l a r d a n b i r i n i , o r a d a t o p laşanlar y a b a n s ı d ı l a r . ranışından
besbelli
valiz* y e r e , s o l
Giyinişinden, buralı
elindeki
değil.
duruşundan, Sağ
dergilerle
elindeki kitabı
dav¬ mavi
d a valizin
üstüne k o y d u . Saçları, kaşları, kirpikleri toza b e l e n mişti.
üstünü
başını
silkeledi
eliyle.
Sonra
valizini
y e r d e n a l ı p , yanını y ö r e s i n i t a n ı m a k için b a k ı n d ı . K a p ¬ tıkaçtının g e l d i ğ i y ö n e , i l ç e n i n Sağlı
sollu
karaya ile
tabelâlara
boyalı,
«Modern
içine
bakıyordu.
doğru yöneldi. Yol
yol
kontraplâktan tabelâsında
Palas O t e l i » yazılı
kapıdan
MERHABA KAYMAKAM
çatlamış,
beyaz
boya
girdi.
BEY
Aklı Evvel Bedir Hoca'nın Kara
Zübükzâde Hamza Bey'in Belediye
İbraam evine
Reisiydi.
Belâ
Bey'in
bitişiktir.
oğlu
şöyle
anlatıyordu :
evi,
Çiftverenoğlu
O zamanlar Hamza B e y
Zübükzâde
İbraam
Bey'le
araları
iyice açık. İkisi d e bir p a r t i d e n a m a , o n a n e b a k a r s ı n sen,
birbirlerine
Belediye
Reisi
can
olmak
düşmanı ister.
olmuşlar.
Hamza
Bey
Zübükzâde, de
Belediye
Reisliğini e l i n d e n k a p t ı r m a k i s t e m e z . B i r b i r l e r i n e düş¬ manlıkları
işte
bundan...
B i r s a b a h e r k e n d e n H a m z a B e y ' i n o ğ l u b i z i m eve geldi : 8
' — Fırla arkadaş, fırla!.. Seyir var, görmeler is ter... — Ulan ne seyiri, sabahın bu vakti seyir mi olur muş?' — De ki sinema, de ki t i y a t r o . . . Gel de bir gör hele arkadaş... Ben hemen davrandım, pantolu ayağıma çekip ardına düştüm.. Bunların evine gittik. Beni odunluğa soktu : — Şu deliğe gözünü uydur da dikizle! Bağdadiye tahtalarını söküp, iki evin ara duva¬ rına bir delik açmış. Zübükzâde'lerin mutfağı tabak gibi görünüyor. İbraam Bey'in karısı, anası, kızkardeşi, mutfakta harıl harıl bir işler yapıyorlar. — Beni bunun için mi çağırdın? Elin nâmahre¬ mini gözetlemek delikanlılığa yaraşır mı? diye buna çıkıştım. — Dur hele arkadaş... Bunda nâmahremlik yok. Gözünü ayırma, seyir nerdeyse başlar... Demeğe kalmadı, Zübükzâde'nin sesini duyduk. Yukarı kattan bağırıyor: — Karnı, k a n . . . Ulan larından asarım. Ulan, ben gelecek demiyor muyum? misafiri... N'olacak şimdi? virmesi nerde?
karı! Şart olsun seni saç¬ sana bir haftadır hükümet Hükümet, Zübükzâde'nin Kebaplar hani? Toklu çe¬
Zübükzâde İbraam bağıra bağıra merdivenlerden indi. Karısını bırakıp kızkardeşine d ö n d ü : — Kız şaşkın, ne dinelip duruyorsun?.. Ayağını eteğine dolaştırıp ortada dolanma! Hükümet, ağanın evinde konaklıyacak diyorum sana. Halıları, kilimleri sil süpür. Misafir odasını derle topla. Yorganı, döşeği hep elden geçir.
Cebinden yazılı bir kâğıt çıkartıp kızkardeşine uzattı : — Sen bunu gördün mü, sen bunu yavrum? Kız, — Gördüm, dedi. Hamza Bey'in oğlu kulağımın dibine girmiş, — Bir haftadır bu iş böyle işte. Her sabah kıza bu mektubun başlığını okutur... diye fısıldadı. Zübükzâde, kardeşine bağırdı: — Oku şunu!... Yoksa biz seni ilk'in dördüne kadar boşuna mı mektebe gönderttik? Oku da bak, ağa'na mektup nerden geliyormuş... Kız aldı eline mektubu, okumağa çalışıyor ama bir türlü sökemiyor. — Tıbımım... diye bir ses çıkardı. Zübükzâde İbraam çok kızdı: — Doğru oku!.. Sana ben bunu ezberletmedim mi? — Tıbımım mıydı, tebemim miydi, neydi? — Elinin körüydü. Avanak! Ulan, burda gördüğüğün, hükümetin baş harfleri. Söyle pekiy, nesi? — Hükümetin baş harfleri... — Bak iyi,dinle. Yarın sabah gene soracağım. Bizmezsen gözünü patlatırım. Bak buraya... «Te» de¬ mek Türkiye demek. «Be» demek, Büyük demek... «Me» demek, Millet demek... Tekrar «Me» demek, Meclisi demek... «Tebememe» demek, Türkiye'nin Büyük Millet Meclisi demek... Yâni, hükümet demek, devlet demek, vatan ve millet ve her bişey demek, hükümetin baş harfleri... Ben şunu sana her sabah öğretmiyor muyum? Söyle şimdi. Ağana nerden mek¬ tup geliyor? — Hükümetten! — Aferin. Hükümetin baş harfleri ne? 10
—
Tebememe...
—
İyi. Ne d e m e k , s ö y l e bir b i r . . .
—
«Te»
demek,
büyük demek, memleket
Türkiye
«Me» d e m e k ,
demek, meme,
«Be»
demek,
meme...
millet
demek...
Zübükzâde
İbraam
kızdı,
kendi
kendine söylen¬
m e ğ e başladı : —
Hey A l l a h ı m , s e n b i l i r s i n . . .
rılarla
n'ideceğim
b e n i m . Yarın
yahu?
B e n bu akılsız ka¬
İstikbalimle
oynuyor
bunlar
m i l l e t v e k i l i o l d u k d i y e l i m . A n k a r a ' y a gö¬
t ü r ü r d e b u karıları k i m e g ö s t e r i r i m . . . Bu sefer de
anasına
döndü:
—
A n n e , a n n e , s e n hiç h ü k ü m e t g ö r d ü n mü?
—
Görmedik, sayende göreceğiz onu da...
—
S e n d e ğ i l , d a h a bu k a s a b a bite g ö r m e d i hü¬
kümeti.
Oğlunun
s a y e s i n d e b u r a n ı n f a k i r f u k a r a mil¬
leti h ü k ü m e t g ö r e c e k . Mektubu, —
pijama ceketinin cebine koyup,
Kahvemi getirin benim,
diye
bağırıp s o k a ğ a
çıktı. Hamza —
Bey'in
Arkadaş,
oğluna, herif pijamayla fırladı,
nereye gider
böyle? diye s o r d u m . Hamza B e y ' i n —
oğlu,
Asıl s e y i r b u n d a n s o n r a . . .
dedi.
Z ü b ü k z â d e bizi g ö r m e s i n d i y e , Ç i f t v e r e n o ğ u l l a r ı nın
evinin
Efendi'nin ladık... mış.
arka
kapısından
dükkânının
Zübükzâde,
çıktık. önüne
b i r i n e ayağını
d a r u g a n t e r l i k , sırtında p i j a m a , Kahveyi içip fincanı gara,
şakırtısı,
iki
omuzunda
Zübükzâde
kasabanın 11
sandalye
dayamış.
iskemleye koymuş.
bir elinde t e ş b i h . . .
teşbihinin
Emin
k ö ş e s i n e s i p e r o l u p s e y r e baş¬ kapısının
Birine o t u r m u ş ,
Tüccardan
at¬
Ayağın¬ ceket...
Bir e l i n d e c ı İbraam
ötey başından
Bey'in
duyulur.
— Bu deiiyi mi seyredeceğiz?.. Bırak şunu, kah veye gidelim, dedim. — Dur arkadaş, b e k l e . . . Esas seyir, bundan sonra başlıyacak. Sen burdan kıpırdama... Ben bir koşu gidip kahvedeki arkadaşları çağırayım... Seğirtti g i t t i . Çok geçmedi, beş-on delikanlı t o p laşmışlar, soluya soluya koşarak geldiler. Duvarın köşesine hep siper olduk. Zübükzâde'nin sırtı bize dönük olduğundan siperimiz gayet iyi... — N'olacak? diye Reis'in oğluna soruyoruz. — Durun durun, bekleyin az, simdik g ö r ü r s ü nüz... diyor. Derken Zübükzâde İbraam Bey, yerinden d o ğ r u lup, sağ eliyle de yerden bir temannâ çakarak, — Ve aleykümselâââm Hâkim Bey... diye var se siyle bağırmaz mı? Aman bu ne iş?.. Karşısında kimse yok, herif ha vaya selâm veriyor. Zübükzâde'nin evini bilirsiniz. Karşı sırasında ev mev yok... Yolun karşı yanı, Ka¬ mışlık çayına inen yamaç... — Kime selâm verir bu herif? dedikse de o, eli¬ ni dudağına g ö t ü r ü p , — Susun arkadaşlar, bizi duymasın... Seyir baş¬ ladı, arkasını g ö r ü n . . . dedi. Derken Zübükzâde bir daha yekinip, — Ve aleykümselâââm Reis Bey... diye feryadı bastı.
— Kimi selâmlıyor yahu? diye sorduk. Hamza Bey'in o ğ l u , — Belediye Reisini selâmlıyor... d e d i , babama selâm v e r d i , duydunuz ya... Babam yataktan çıkma¬ d ı , arkadaş. Bu Zübükzâde evliya olmuş, gözleri du¬ var ötesindekileri, yorgan altındakileri görür. Zübükzâde, durup durup selâmı basıyor: 12
— Merhaba başkâtip bey... M e r h a b a . . . Olur başkâtip bey... Bir boş vaktim olursa rahatsız ede¬ rim. Güle güle... Bizi bir gülmedir aldı. Herif göz göregöre ha¬ vayı selâmlıyor. — Vay müdür bey, sabah şerifin hayır oisun... İyilik sağlık, seni sormalı. Olur olur, hiç merak etme, senin o işini halledeceğiz... Reis'in oğlu, — Ortaokulun müdürünü selâmladı, dedi. — Nerden bildin? — Ben artık alıştım oğlum, selâmını dinliye din¬ liye ben de, Zübükzâde gibi, hayallerini görmeye baş¬ ladım. Zübükzâde, yerden bir temenna daha çakıp ha¬ vayı bir daha selâmladı: — Merhabaaa kaymakam bey, merhaba... Ne var ne yok... Bizde iyilik sağlık... Olur olur... Sen hiç merak etme o işi... Ankara'ya yazdım, cevabını bekliyorum.
Zübükzâde İbraam Bey, kasabada adı geçen a¬ dam bırakmadı, hepsinin selâmını aldı, kabul etti. Demek bizim kasabanın ileri gelenleri, her sabah bu Zübükzâde'nin kapısı önünden asker bölüğü gibi ge¬ çer, tekmil verip selâm durur. Neden mi havayı selâmlar? Allah Allah, besbelli canım... Zübükzâde'nin itibarı yüksek denecek. Bak¬ sana Bey, kasabanın memuru âmiri, ağası eşrafı sa¬ bah sabah kapısının önünden geçiyor. Hepsi de Zübükzâde'yi sayıp ona selâm veriyor. İşte Sağlık Merkezi'nin doktoru g e ç t i , Posta Müdürü g e ç t i , Maarif Memuru g e ç t i . . . Selâm vermeyen mi kaldı? «Ve aleyküm selâââm... » diye karga gibi bağırıyor ki, içerde karısı, anası, kızkardeşi duysun. Evin sokağa bakan 13
pencerelerinin perdelerini sıkı sıkı kapattırmış. Karı¬ ları, sokak üstündeki odalara sokmaz k i , biri de pen¬ cereden bakıp, Zübükzâde'nin havayı selâmladığını g ö r s ü n . . . Zübükzâde'nin selâm verirken sesini, arka sokağın evlerinde oturanlar bile duyarlar. Bey, bu bizim Zübükzâdemiz, böyle bir Zübükzâde... Ankara'ya gidip de bilmediği bir otelde kal¬ sa, sabah sabah başını pencereden sokağa sarkıtır, «Ve aleyküm selâââm, başvekil bey» diye bağırır d a , otelciyi d e , oradakileri de başvekilin arkadaşı oldu¬ ğuna inandırır. Bu Zübükzâde, memleketimizin bir yüzkarası a¬ ma, neylersin bey, bir kere mevcut bulunmuş; atsan atılmaz, satsan satılmaz. İster istemez çekeceğiz bu namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok...
HÜKÜMET GELİYOR A l l a h ' ı n kulu İ s m a i l Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u :
Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa, bu ırzı kırığın vasfına yetmez, Bey. Hangi birini anlatsak
ki... Günlerden bir g ü n , ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde oturuyoruz. Bizim burada öteki kazalarda olduğu gi¬ bi şehir k u l ü b ü , tüccar k u l ü b ü , avcılar kulübü ne yok¬ tur. Bir avuç yerin iki elin parmağı kadar adamı... Na sıl olsa oluyor. Ondan ötürü, gidecek bir t e k yerimiz var, ö ğ r e t m e n l e r Derneği... Bir akşam orda oturuyo¬ ruz. Aklı Evvel Bedir Hoca derler, burada nadide y e t i 14
şir cinsten gayetle kıymetli bir namussuzumuz daha var. Velâkin ne de olsa alçaklık mesleğinde Zübükzâde ibraam Bey'in eline su dökemez. Bu Aklı Evvel Be¬ dir Hoca'nın Kara Belâ derler bir oğlu var ki düşman başına... Biz ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde otururken, bu Kara Belâ kapıyı yel gibi açıp gümp diye odanın or¬ tasına düştü. — Dayılar, emiceler, hemşeriler, arkadaşlar, duyduk duymadık demeyin haaa! diye tellâl gibi çı¬ ğırmaya başladı. Tahrirat Kâtibi Rıza Bey çok kızdı, bunu bir gü¬ zel t e r s l e d i : — Dur yiğit, dur!.. Dur k o ç u m , yavaş hele... Sı¬ ğır bile sığırken yaylım dönüşü, ahırının kapısına gel¬ di mi bir böğürür. Bura nere? Muallimler bir karar çıkarıp buraya adımını attırmasalar yeri ya... Sen bu teşrifatsızlığı baban olacak katmerli gavattan mı tah¬ sil eyledin? Bir selâm ver bakalım şöyle efendi gibi.. Tahrirat Kâtibi Rıza Bey'den çekinirler. Kayma¬ kam olmadığı zaman, kaymakam vekilliği yapar da ondan. Yaptığı kaymakam vekilliğini toplasan altı-yedi yılı bulur ha... Sözünü de sakınmaz bir herif... Oğlan tersi yiyince, — Selâmünaleyküm, d e d i . — Ve aleykümselam... Di buyur bakalım, ne ol¬ muş, şimdi anlat! — Aman Rıza Bey emice, havadisler var. Hem de ne havadis... Elli yıl konuşulacak da, sonra da unutulmasın diye tarihlere geçecek. — Koçum, sen Aklı Evvel Hoca'nın oğlu değil misin? Var git, tez babana söyle, gayri anandan hiç¬ bir şüphesi kalmasın içinde. Sen babanın has oğlu olduğunu aha şimdi isbat ettin. Cinsini sevdiğimin,
nasıl d a c i n s i n e ç e k m i ş . O ğ l u m , sizin s o y u n u z u y d u r ¬ mada birinci. Sizde havadis ç o o o k . . . —
Uydurmaysa
surdan
sağ
çıkmıyayım,
Rıza
Bey emice. —
Havadis
olsa
Rum'a v a r a n s e n i n başımızın rağı
belâsından
serpilmiş
bu
çıkmıyacak da,
olsa,
alçaklıkta
namı
diyar-ı
p e d e r i n l e bir d e Z ü b ü k z â d e d e n e n olur.
O n l a r d a o l m a s a ölü t o p ¬
kasabada
kimsenin
memleket haritasından
sesi soluğu
silinip
gide¬
ceğiz. —
Havadisi
— senin
Heyri
( * ) , h a v a d i s , h a v a d i s d e r s i n , sakın
havadis
kara'dan
piç e t t i n i z ya s o n u n d a . . .
dediğin, Zübükzâde
gelecek hükümet
sa o m u ? O c a ğ ı n
bu
İ b r a a m B e y ' e An¬ olmasın...
Yok¬
batsın h e y r i , o n u sağır s u l t a n
habercisi
bile
duydu.
Z ü b ü k z â d e günlerdir tellâl
vilâyete
koşup,
çıkarttı.
belediyenin hoparlöründen
Nerdeyse ilân
etti¬
recek. —
Hakikat
—
Hükümet habercisi
lir M a l i y e V e k i l i bükzâde'ye
gelecek gelecek.
edip
yüzümüze
Hükümetten,
«Biz b u
gözümüze
bir aydır Z ü -
M e k t u p t a «Aman işleri
ib-
karman çorman
bulaştırdık.
İşler
çorbaya
İ ç i n d e n çıkamaz o l d u k . Yedi d ü v e l e v e c ü m l e
ecnebiye gayri
n e d e m e k h e y r i , A l l a h bi¬
m e k t u p yazarlarmış.
raam Bey» d e r l e r m i ş . döndü.
miymiş?
milletine
rezil olacağız.
medet senden.
Evelallah,
Aman sonra
Zübükzâde, sana
güve-
(*) «Heyri» : Bu k o n u ş m a l a r ı n geçtiği yerlerde çok sık k u l l a n ı l a n bir ünlemdir. «Hieri», «hiğeri» gibi söyle¬ nir. «Hey a r k a d a ş , birader, yahu» gibi bir ünlemdir. «Herif» y a d a «hey herif», «hey oğul» dan bozma ol¬ duğu sanılır. Ç ü n k ü o d o l a y l a r d a bu ünlemler de ko¬ n u ş m a a r a s ı n d a çok sık geçer.
rtiyoruz. Bizi garip koma! Seninle meşverete gayetle ihtiyacımız var, İlk tirene atla, acele Ankara'ya gel. Yetiş Z ü b ü k z â d e İbraam Bey...» — Evet, benim de duyduğum aynen böyle. Hü kümet Zübükzâde'ye yazmış, yazmış, bir cevap ala¬ mayınca, sonunda ibraam Bey'e elçi gönderesiymiş... — Koca bir memleketin biricik akıldânesî şu bi¬ zim Zübük... — Hele bak şu bizim Zübükzâdemize... Koca bir hükümetin mektuplarına neden iki satır cevap ver¬ mezmiş? Ulan, hükümeti kızdırıp bizi baba oca¬ ğından sürgün ettirecek, gördün mü rezili sen... — Ne? Kim sürgün edecek? Hükümetin haddine mi kalmış Zübükzâde'ye karşı gele... — Anladık, iyi. Yalnız, ne de olsa başımızda hü¬ kümet diye bulunmuşlar bir kere... İnsan iki satır ce¬ vap da mı veremez hükümet mektubuna? — Vermez ya, vermez. Sen bu bizim Zübüğümüzü az mı belledin heyri... Vaktinde hükümete bü¬ tün bu olacakları bir bir yazıp anlatmış. Hükümete aynen «Etmen, eylemen arkadaşlar» demiş, «bunun sonu boka varacak» demiş. «Siz gelin beni dinleyin, bu kafayı değiştirin» demiş. Demiş her bişeyi demiş ya, gelgelelim hükümette anlayacak zihin olmadığın¬ dan, dinletememiş. Bunun üzerine bizim Zübüğümüz hükümete küsmüş. Hükümete «Bundan kelli ne der¬ diniz varsa görün, benimle de selâmı sabahı kesin» demiş. Gel zaman git zaman hükümet işi sarpa sar¬ dırınca, Zübükzâde'ye amana düşmüş. «Sen bize hiçbir vakit küs olamazsın. Bu bir memleket vazifesi¬ dir. Bize acımasan da memlekete acı. Madem sen, buraya gelmem dedin, öyleyse biz oraya geliriz» di¬ ye haber iletmiş. İşte bizim Zübükzâde'mize gelen misafir, böyle bir misafirdir; hükümet elçisi... 17
—
Alay e d i n ,
alay
edin
bakalım...
Hükümetin
m e k t u b u , Zübükzâde'nin elinde. M e k t u b u g ö r e n , o¬ kuyan var, sen —
Yaa...
ne diyorsun heyri?
Acep Zübükzâde'ye
g e l e c e k olan
vekil
miymiş? —
Tövbe d e ! Vekil
bükzâde
kafiyen
başvekil
ister.
— geldi
kabul
gelirse, etmez,
bildiğim
Zü-
kapısından koğar.
benim
İlle
H e y r i , göz g ö r e g ö r e , evime diyerekten
bütün
kasabayı
h ü k ü m e t erkânı
kandıracak, he
mi?
S o n r a d a h ü k ü m e t e akıl v e r d i m d i y e g e r t g e r t g e r i ¬ necek.
Ulan, senin v e r d i ğ i n
akılla k ü ç ü k s u
dökme¬
ğe g i d e n , kademhanenin çukuruna düşer be... —
Heyri, Zübükzâde
l e c e k bir akıl...
mı? K a s a b a k u r u l d u yağı
değmiş —
İbraam'daki
Değmiştir.
gidermiş.
kele s ü r ü ¬
k u r u l a l ı , t o p r a ğ ı m ı z a bir v e k i l a¬
midir acep? Hilaf s ö y l e m e k
o l d u ğ u n u z d a n bilmezsiniz. huriyetin
ne
Ş u y a l a n l a r a i n a n a c a k bir a v a n a k çıkar
ilânında
bir v e k i l
Başka yol
olmaz.
Rıza B e y iyisini gelmiştir.
olmadığından,
Siz
genç
bilir. C u m ¬
Şarka
bir y e r e
ne yapsın fıkara,
otomobille buradan geçti mecburi. —
Gördün mü
işte,
o n u n d a ayağı
değmemiş
toprağımıza, otomobilinin tekeri değmiş. —
Hayır,
şimdikinden dükkânının
ayağı
da d e ğ m i ş t i r .
besbeter.
Şimdi
olduğu yer var ya...
mış.
Ortalık çamur batak.
mış,
i ç i n d e k i l e r çığırışıp
miz.
Paçaları
sıvayıp
O zamanın
kalaycı
Kör
İşte orasını s u
Bir o t o m o b i l duruyor.
daldık
çamura
batağa,
vardık
içinden çekip
Sırtımıza alıp
geçirdik.
öte
soktuk. «Efendi, nerden geliş,
bas¬ bat¬
Delikanlılık v a k t i ¬
yanma. Efendiyi o t o m o b i l i n çamurdan
yollan
Nuri'nin
Bunu
bunların çıkardık. kahveye
nereye gidiş, kimsin,
n e s i n , necisin?» d i y e s o r u p d u r u r k e n , bir d e ö ğ r e n -
dik ki,
herif v e k i l d e ğ i l m i y m i ş . B a k a r s a n , s e n i n be¬
nim gibi fese
bir a d a m .
bakma,
Bakarsan yağı
herife vekil
bir a d a m .
k i ! ayağı şükür
Neden
d e m i ş l e r «Sen
k e p e n e k altında
püskülsüz
er yatıyor... »
diye...
mekil demezsin canım,
İşte b i z i m t o p r a ğ ı m ı z a
basba¬
bir o v a k i t v e -
değmiştir. Ve ondan sonra da Allah'a ç o k
toprağımızı
vekil
vükelâ
ayağı
çiğnememiştir.
N e d e n d e r s e n ; ç ü n k ü , ş i m d i kalaycı K ö r N u r i ' n i n dük¬ kânının o l d u ğ u y e r d e k i Gelen zır
batak k u r u t u l d u , yol onarıldı.
otomobiller çamura
gider-gelirler,
burda
saplanmadığından eğlenmeden
vızır vı¬
geçip
gider¬
ler. —
Unuttunuz işte.
vekil geldiydi de, —
Hâşa...
İşte b ö y l e duğunu
Geçen
seçimlerden
önce
bir
bir n u t u k ç e k t i y d i y a . . .
O vekil değil, Bey,
bu
mebustu.
Zübükzâde'nin
biz d a h a o z a m a n d a n s e z i n l e d i k .
lan k i m d e v a r ? B e l l e ki
herifteki
» ne alçak ol¬ B u n d a k i ya¬
İngiliz a k l ı . . .
Evime
h ü k ü m e t g e l e c e k d i y e d e y a l a n s ö y l e n i r mi? B u Z ü bükzâde Yarar.
söyler.
Hem
girdi
mi,
kar.
Vekil
de
B u y a l a n l a r hiç nasıl...
Herif,
mi
işine y a r a m a z ?
hükümetin
gölgesine
b u k ü ç ü k y e r d e bir h ü k ü m e t d e o o l u r çı¬ gölgesine
sığınınca,
. yanındaki
vekil
kaç
para eder.
YA
MEBUS
OLURSA... Ebe
Hayriye
Hanım
şöyle
anlatıyordu : «Ah "evlâdım, Sen
yen!
geldin,
ondan yaka
silkmeyen
d e d i k o d u yapmış
mi var...
olmıyayım.
b i r g ü n s e n i d e kandırır d i y e a n l a t m a m
lâzım.
Ama
Ben
de artık buralı
senedir buradayız, sı vatanıyrmş.
o l d u m sayılır o ğ l u m .
insanın
Sekiz
n e r d e karnı d o y a r s a , ora¬
Bizimkiyle
İstanbul'da
evlenmiştik.
H a s t a l a n d ı . B u r d a bağı b a h ç e s i v a r m ı ş , b a b a d a n kal¬ m a evi v a r m ı ş .
Hep söyler d u r u r d u .
Hastalanınca,
h e m h a v a t e b d i l i o l u r , h e m d e g e ç i m i m i z e bir m e d a r olur diye kalktık, geldik buraya... sonra da ölmedi mi... toprağı
çekmiş.
bir d a h a d a
Rahmetliyi
buradan
bu
Kızım
da ö ğ r e t m e n
sonra,
Demek,
buradan
K o c a d a n biraz b a ğ
ev k a l d ı .
üç ay
toprağa verdikten
a y r ı l m a d ı k işte.
suyumuz, yiyecek ekmeğimiz Kısmet işte...
Gelişimizden
Demek, doğup büyüdüğü yerin içecek
kesilmemiş.
b a h ç e , bir d e işte çıktı.
O da
burada
ilkokul öğretmeni. Fakir f u k a r a y e r i d i r a m a , ğuna.
İnsanları
masa...
çok
iyidir.
bakmayın
Yalnız
şu
böyle
oldu¬
Zübükzâde
ol¬
Ah o Z ü b ü k z â d e , ah o Z ü b ü k z â d e . . .
B i r t a r i h t e b u a d a m a h e r nasılsa üçyüz lira b o r ç vermiştim.
Daha
a r a m ı z d a n su ken
o
zaman
sızmıyor.
evlenmemiş.
Gece
gündüz
beraberiz.
bir d e d u y d u k k i e v l e n m i y o r m u . . .
lıklarına
başlamışlar.
biliyor.
Düğün
sını v e r s i n
önce.
maaşından
bir bir
kaldık.
Anasına
Benim
kızım, o
biriktirdi»
Parayı v e r m e d i l e r .
kızımın parayı
dedim.
Biz
Lâkin
buna haber yolladım:
verecekse v e r s i n , y o k s a , onu
bütün
da Der¬
D ü ğ ü n hazır¬ evlenmesini üçyüz
lira¬
öğretmenlik dediğimizle
Zübükzâde de evlendi.
yapalım, Allah mesut etsin... lacak? Ben
«Oğlun
dernek yapacağına
Anasıyla
Ne
bizim p a r a n e o ¬ «Kızımın
parasını
memlekete
rezil
ederim.» Benimkisi
d e akıl
işte.
utanacak gibi değil. Hattâ,
Herif öyle
rezilliklerden
rezil e d e b i l s e k «aman n e
i y i , p r o p a g a n d a m ı y a p t ı l a r . B i r de. üste n e v e r s e k d e h a k l a r ı n ı ö d e s e k ! . . » d i y e c e k . . . O t a k ı m d a n bir r e z i 20
lin rezili... Ben haberi gönderir göndermez hemen o gün anasıyla kızkardeşi bize geldi. Belli ki kendisi göndermiş. Bizi düğüne çağırmadıklarını hiç yüzlemedim. Suratımı iyice astım. Yarım ağızla şöyle, — Hoş geldiniz... Nasıl oldu da böyle bizi hatır¬ ladınız... Soğuk sular mı dökelim, sıcak sular mı? diye bir güzel alay ettim. Ben daha para lâfını açmadan anası, — Aman hiç sorma Hayriyanım, dedi, başımıza gelenleri bir bilsen... Hükümet bizim evde konuklayacak. Duymadın mı yoksa? Ayol günlerdir bizim ev¬ de dur durak yok. Kızım bana bir göz etti. — Ne hükûmetiymiş bu? Bir anası söylüyor, bir kızı: — Basbayağı, bildiğimiz hükümet işte... Hükü¬ metin hepsi, bizim oğlanın can beraber arkadaşı. — Mektup geldi Hayriyanım teyze... Hükümetin mektubu. Ağabeyim mektubu okuttu bana. Vallahi gözlerimle g ö r d ü m . — Kız, söylesene ne yazıyordu hükümetin mek¬ tubunda? •— Mektupta ne yazar işte, selâm kelâm diyor. «Sıhhat ve afiyette olmanızı beş vakitte niyaz ede¬ rim» diyor. «Biz bu işlerden son derece darda kal¬ dık. Yakında sana danışmağa geleceğiz» diyor. — Başka bir şey daha diyordu ya, kız? — Başka «Okuyan efendiye ve mektubu dinle¬ yenlere mahsus selâm» diyor. Ana-kız bir başladılar, ben ağzımı açıp para lâfı edemedim. Anası, — Hayriyanım, dedi, bu gelin bizim oğlanın is¬ tikbalini körietti. Benim İbraam öyle diyor. Hükümet¬ teki arkadaşları «Seni ille mebus çıkaracağız. Sen bu 21
memlekete çok lâzımsın. Vücudundan istifade edece¬ ğiz» diye benim İbraamı zorluyorlarmış. İbraamcık, bu karı yüzünden bir türlü mebusluğu kabul edemiyor. Kan benden besbeter c a h i l , üstelik kubat... Hiç me¬ bus karısı olacak bir hali yok. «Ben bu karıyı Anka¬ ra'ya nasıl götürürüm» diyor İbraam. Sonunda bu ka¬ rıyı boşıyacak. Biri ikisi yok Hayriyanım, boşayacak. Deve boynundaki çan bile «dengi dengineee, dengi dengineee!» dermiş. Bu bizim gelin soyhası, mebus dengi mi? — Bütün kasaba eşrafı, ileri gelenleri her sabah ağabeyime selâm verir, hepsi sayar, hatırını sorar, ö y l e y a , mebus olacak bir adam. Sabahları kapımızın önünden geçip geçip dururlar. Ama ağabeyim yüz vermiyor yoksa... — Hiçbirine değil d e , şu Çiftverenoğlu Hamza'nın selâmını almaz mı, cinim başıma toplanır. — Söyledi ya anne, ağabeyim ne dedi? — öyle y a , dedi. «Bırak dürzüyü ana, selâmını almıyacağım y a , selâm Allahındır. Ondan kabul edi¬ yorum» dedi. İyi. O neyse. Ya Rıza Beye ne demeye selâm verir? — Anne, sana kaçtır söyier ağabeyim. «Bırak selâm verilecek herif değil a, burda kaymakam kâti¬ bi bulunmuş biyol. Selâmını almamak olmaz» demez mi? Biz artık üçyüz lira alacağımızı unuttuk. Ağzımı¬ zı açıp da, ne oldu bizim üçyüz lira diyemiyoruz. Evet, inanmaya inanmıyoruz ama, ya doğruysa... İnsanın içine bir kurt düşüyor. Kaymakamından, belediye re¬ isinden, hâkimine kadar, her sabah kapısının önünde geçit yaparlarmış. Olacak iş değil. Ama olmaz d e m e , olmaz olmaz demişler. Bizim memlekette olmayacak iş mi var? Sahiden hükümette bir tanıdığı var da, b u 22
nu mebus yapacaklarını da duymuşlarsa, inanırım, bu Zübükzâde denen adamın önünde, selâm vermek değil, takla atarlar. Şimdi üçyüz lirayı istesek, olma¬ yacak... Olur da, dedikleri doğru çıkar, mebus olur¬ sa, bize buralarını dar eder. Biz, ana-kız iki garip ka¬ dın...
Belki de karısını boşayacağı dâ doğrudur. Alt ya¬ nı görgüsüz, cahil kadın. Kadın dediğin, erkeğin elinin k i r i . . . Boşayıp eli¬ ni yıkadı mı, b i t t i . Okumuş-yazmış bir kız alır, öyle ya... Bu adam bikere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapmıyacağı kötülük yoktur. Uzatmıyalım oğlum, biz alacağımızı isteyemedik, elimizi ağzımıza kapatıp sustuk. Aradan iki-üç gün g e ç t i . Bir akşamüstü Zübükzâde bizim sokaktan gidiyor. Halbuysa yolu burası de¬ ğil. Selâm verdi. — Nasılsın Hayriyanım Teyze? dedi. Ayaküstü biraz konuştuk. Çok sıkıntıdaymış. Bir-iki güne kadar nerdeyse hükümet kendisine adam göndşrecekmiş. Hükümeti ağırlamak kolay mı? Şim¬ diden dünyanın mesarifini yapmış... — Kendim için bişey değil. Kendimi düşündü¬ ğüm yok, velâkin kazamızın şerefini düşünüyorum. Hükümet bizi bir adam saymış, değil mi ya... Ona göre ağırlamak ister. Bu iş esas belediyenin, kayma¬ kamın, partinin vazifesi... Hangisinde hayır var k i . . . Ama bu, resmî bir ziyaret değil, hususî, şahsıma ge¬ liyorlar. Eh, bugüne bugün... Cebinden çıkartıp mektubu da g ö s t e r d i . Benim kız mektuba baktı. Sahiden resmî bir mektup değil miymiş? üstünde resmî başlık var. — Aman İbraam Bey, bu iş hepimize düşer. Be¬ nim kızın dişinden tırnağından artırıp biriktirdiği biraz 23
parası v a r . sa...
Elin
Bir y a n a
beşyüz
açılınca v e r i r s i n .
liracık
Ne
koymuşuz
olacak...
karşı s e n i
m a h c u p e t m e k bize d e a y ı p . . .
—
istemem...
Aman teyze,
e d e c e k k e n , nasıl o l u r ! . . . çaresine
bakarım.
size
yardım
Sen bırak allasen, ben
Şu bizim
var? Ben m e b u s olsam,
Ben
nasıl¬
Hükümete
bir
a d a m l a r ı m ı z d a akıl m ı
k i m i n için o l a c a ğ ı m ? K e n d i m
için m i , b u r a insanı için mi? Hiç b u n u d ü ş ü n e n y o k . . . Parayı almaz. Nerden
Biz yalvarırız,
aman al,
diye...
bilirsin iç yüzünü? Anası gelir der,
«kasaba¬
nın ileri g e l e n l e r i h e r s a b a h o ğ l u m a s e l â m verir.» Kızkardeşi
gelir der,
Kendisi,
«ağabeyim
karısını
boşayacak.»
« H ü k ü m e t m i s a f i r i m olacak» d e r .
Mektubu
d a c e b i n d e , g ö s t e r i r . İ n a n m a m a k m ü m k ü n mü? İnanı lacak gibi değil ama,
i n s a n , y a o l u r s a , d i y e inanıyor
işte... —
Aman
al!
diye yalvarırım.
Parayı
almaz.
Bu¬
nu zorla kapıdan s o k t u m içeri. —
İ b r a a m Bey, al şu p a r a y ı ! . .
—
Töbe, almam...
—
Canım,
—
Aman
kasabanın şerefini d ü ş ü n .
Al,
diyo
rum. H a y r i y a n ı m Teyze,
Ayıp o l u r c a n ı m , Bir d u y a n —
bir d u l
karısın.
biz s a n a v e r e c e k k e n , o l u r m u h i ç . . .
olursa,
Ayol
sen
kim
kepazelik... duyacakmış.
Aramızda
bir sır.
Kör
olayım k i m s e c i k l e r e s ö y l e m e m . —
Olmaz.
bankada
Bankadan
paramız
çekerim.
Şükür
Allah'a,
var.
Bir t ü r l ü almaz.
Nerdeyse saçsaça,
başbaşa d ö -
ğüşeceğiz. —
A! d i y o r u m o ğ l u m .
Neyse efendim,
Biz s e n i n y a b a n c ı n
o itiş-kakış
arasında,
mıyız?
beş tane
yüzlüğü ben bunun ceket cebinden içeri attım. B u n 24
can önceki Parayı
ü ç y ü z lirayı v e r i r k e n d e
böyle o l m u ş t u .
zoria palto c e b i n e tıkmıştım.
Biz
buna
böylece
beşyüz
daha kaptırdık m ı ! . . .
D ü ş ü n o ğ l u m , o zamanın b e ş y ü z l i r a s ı , ş i m d i n i n b e ş bini e d e r . O ü ç y ü z l e ,
o beşyüzle
b i t s e ne â l â . . .
Biz
iki g a r i p k a d ı n , b u a l ç a k h e r i f e d a h a n e p a r a l a r kap¬ tırdık,
üstelik,
gelenler,
vay
karıyı
da
boşamadı
A h , a r a d a n k a ç yıl g e ç t i . . . dik,
ne beşyüzü...
Zübükzâde
mı!
Vay
başıma
başıma...
mi,
Daha da
Ne o üçyüzü alabil¬ kaç yüzler
ondan yaka silkmeyen
kaptırdık...
mi var?
ÜÇ KOÇ YİĞİT ÇİKTİ YOLA! Tüccardan
Emin
Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Alucan'lı Nuri'nin —
Sabri
Ağa
Nuri Efendi,
zın ç o k lâf y a p m a z . şacağım,
gelmiş.
burdan
Kalaycı
Kör
konuşurken,
s e n a d a m ı n hasısın.
Ç ü n k ü ağ¬
B u n d a n ö t ü r ü sana bir akıl danı¬
demiş.
Kalaycı N u r i ' n i n , Velâkin
pazara
dükkânında surdan
o gün
h i ç de
hakikat,
ağzı
kalabalık değildir.
konuşmuyor.
Ağzını
b ı ç a k aç¬
mıyor. —
Bir e m r i n
mi vardı Sabr'ağa,
Alucan'lı Sabri Ağa'nın Sevcen'lilerle yayla ları açık.
derdi
meselesinden
İki k ö y y a y l a y ı
bitürlü
ri der benim, öbürü der benim...
25
buyur! demiş.
büyük.
Komşu
oldum
olasıya ara¬
bölüşemiyorlar.
köy Bi¬
Bu yüzden arada-
bir v u k u a t d a çıkıyor.
İki k ö y d e n d e d a m a d ü ş e n de¬
likanlılar var. M a h k e m e d e r s e n s ü r g i t . . . A l u c a n tarı
Sabri Ağa düşünüyor,
koysa
koysa,
Efendim,
Zübükzâde
taşınıyor, İbraam
bu Zübükzâde
bu
Muh¬
işi y o l u n a
Bey koyar,
k e n d i l i ğ i n d e n adını
diyor. çıkarmış.
Herif h e r m ü ş k ü l ü h a l l e d i y o r , h e r h a c e t i g ö r ü y o r . Zo¬ ra
düşen,
kapısına v a r ı y o r :
«Aman
Zübükzâde
İbra-
am Bey, ne o l u r s a s e n d e n o l u r . . . » ö y l e ya canım, liri y o k ,
b u h e r i f n e r d e n g e ç i n i r ? Bir ge¬
gideri dersen çook...
Bağı
bahçesi
ç i f t i ç u b u ğ u m u var,
malı m ü l k ü m ü var,
luğu,
Hiçbir
maaşı
m ı var?
şeyi yok.
m i var,
bir memur¬ Bu
bir z i b i d i
Zübükzâde
İbraam'ın
Zübükzâde... Alucan namını
Muhtarı
duymuş,
bir d e s t i p e k m e z , zâde'nin
hacet
Sabri Ağa,
adamının kapısına
Herkes bilir ki,
kalma... Adı leyken,
iki
tulum
varmış.
Aman
İbraam
bu y a y l a
bile A l u c a n Yaylası...
bizimdir, Hâli
kötüye varacak. Aman
Zübükzâde —
İki
köyün
İbraam
Bey...
almış
Bu z a m a n ,
ecdattan
k e y f i y e t böy¬
çıkarlar.
lursa s e n d e n olur, a m a n o c a ğ ı n a d ü ş t ü k . . . nu
Bey,
böyle...
S e v e n c e l i l e r yaylamıza s a h i p
kırılacak.
peynirle,
bir b a k r a ç d a y a ğ y ü k l e y i p , Z ü b ü k -
d e m i ş , vaziyet böyleyken —
sırtına
Ne
o¬
B u n u n so¬
delikanlıları
h a r p açıp
sözü :
namussuz zamanı...
Kimse doğ¬
r u l u k üzere i ş g ö r m ü y o r . D o ğ r u a d a m ı h i ç b i r işin ba¬ şına g e ç i r m i y o r l a r . şu
işe,
şu
deniyor. Bu hanı...
işe
Gazetelerde
okumuşsundur belki;
m ü s a b a k a imtihanıyla m e m u r a l ı n a c a k
imtihan d e d i k l e r i
Namusu
d ü ş ü k olan
ne? N a m u s s u z l u k imti¬ seçilip
imtihanı
y o r . A l ç a k l ı k t a ü s t ü n olan t e r f i e d i p e n çiyor.
Belli,
sizin
köy
h a k l ı . Yayla s i z i n . . . 26
kazanı¬
baş y e r e ge¬ Velâkin,
- a k nerde? Bu
işin
u c u n d a p a r a d ö n e r s e o l u r . Ver¬
gini v e r m e , r ü ş v e t i n i v e r ; b u z a m a n b ö y l e bir z a m a n . . . 3en
size
acıdım.
Ankara'da
tanıdığım
çok.
Velâkin
bu sizin iş, m e k t u p l a , t e l e f o n l a o l m a z . Ben kalkıp se¬ vabıma Ankara'ya g i t s e m gerek. direceğiz.
Başka türlü
Alucanlı — — Bu te
kötü
Ne
kadarlık
kızıyor :
yaylanın t a p u s u n u — rayı
Orası
b a n a ait.
Karışmayın
hemşerilik yapmıyacak
a r k a d a ş ı m ı z var,
Sabri
Sabr'ağa.
iş bize k a ç a patlar? d e y i n c e Z ü b ü k -
demek?
bunca
p a r a ye¬
Sabr'ağa,
A c e p bu
zâde ç o k
olmaz
Sağa sola
Ağa,
mıyız?
yapışır
siz.
Hükümet¬
yakalarına,
sizin
alır g e l i r i m . keseye
davranıyor.
Şart olsun, selâmı sabahı
Zübükzâde,
keseriz...
d i y e pa¬
almıyor. —
duğun
Aman gibi
ibraam
Bey,
nasıl
olur
canım.
Buyur¬
bir n a m u s s u z z a m a n a kaldık. Rüşvet d ö n ¬
meyince iş gören yok... '— O
da
gariplerden — Yol
Canım,
parası —
bizden...
Şanımıza y a k ı ş m a z
sizin
gibi
masarif a l m a k . ta
Ankaralara...
Orda
kalınır e d i l i r .
ne...
Olmaz d e d i m .
Vallaha
işinizi y a p a m a m .
N e r d e y s e b i r b i r l e r i n e g i r e c e k l e r . Para o r t a d a . O i t e r ö t e , ö b ü r ü iter b e r i . . .
Sahipsiz para,
i k i b i n lira,
lâf d e ğ i l . Paranın b ö y l e k e p a z e o l d u ğ u g ö r ü l m ü ş mü? Sonunda Alucan
Muhtarı,
ikibin
lirayı y a v a ş t a n ,
Zü-
b ü k z â d e ' y e g ö s t e r m e d e n , p e y k e m i n d e r i n i n altına sü¬ rüyor. —
A l l a h s e n d e n razı o l s u n . . . d i y e d u a l a r e d e r e k
gidiyor. Aradan
bir zaman geçer. Alucanlı 27
Sabri Ağa yay-
la işi ne oldu, diye gider sorar. Zübükzâde, salt bu iş için Ankara'ya gitmişmiş. Aç köpek çok. Açılan her aç ağıza para tıkmış... üç bin mi yedirmiş, beş bin mi, hesabı belli değil. — Benden yana helâl hoş olsun. Maksadım, hemşerilere bir hizmet. Fakat bunlar yemeyle doy¬ maz. Kalkıp gene bir gitmeli. N'oldu bizim yayla işi diye sormalı... Bunlar hep mideci... Gene kesenin ağzını açmalı... Alucan'lı Sabri Ağa pangınotları çıkarıyor. — İyiliğiniz iyilik... Tuttuğun altın olsun. Velâkin hiç değilse mesarifi olsun ödemek bize farz. Borcu¬ muz? — O nasıl söz? Bir duyan olur da aman, Zübükzâde hemşerilerine «parayla mı iş görür, vay kıya¬ met kopacak, işte alâmet!.. » der. Alucan'lı Sabri Ağa peyke minderinin altına bu se¬ fer üç bin daha koyuyor. Aradan aylar geçer, gene bir haber çıkmaz. Sabri Ağa, arkasındaki adamının sırtında «hedaya», gider Zübükzâde'ye. Zübük başlar: — Aman Sabri Ağa yanlışlıkla olsun iş başında namuslu tek kişi bırakmamışlar, ne dersin... Günden güne ahlâk bozuluyor. Geçende sizin yayla işi için ağır bir mektup yazdım ki, itin önüne bir satırını at¬ san da koklasa, it iken kudurur. Hemi de kime yaz¬ dım, bildin mi? Müsteşarın ta kendisine... «Pek muh¬ terem godoş» diye başladım mektuba. Benim gayetle yakınımdır. İçtiğimiz su ayrı gitmez. Samimiyetimiz çoktur. Yahu ne dersin, cevap bile vermedi. Sizin için kalkıp gene yola düşmek var. Ne yapalım, bir kere üstümüze aldık. Hemşerilik kolay değil arkadaş. Sevabımıza yapacağız bu işi... Alucan'lı Sabri Ağa işte böylece git gel, git gel, 28
bu Zübükzâde denen yor.
Paranın
n a m u s s u z a o n i k i b i n iira kaptırı¬
b e ş b i n i n i , yaylayı
köye orta
malı y a p a ¬
cağız d i y e k ö y l ü d e n t o p l a m a m ı ş mı? K ö y l ü de ya pa¬ ramızı, y a t a p u y u , d e m i ş . . . Ç ü n k ü , başları b e l â y a g i ¬ recek;
S e v c e n i i l e r yaylayı
Alucan Kör Nuri
Muhtarı
işte
d e saçını
bırakmıyorlar. böylece anlatırken,
başını y o l a r ,
Kalaycı
döğünür dururmuş.
Sonunda Sabri Ağa sözünü bitirince,
Kalaycı K ö r N u ¬
ri'ye s o r m u ş : —
Şimdi
dolandırdı.
sana
Gidip
danışmağa
parayı
vermezse vuracağım bu bu
bu
h e r i f bizi
Verirse verir,
namussuzu. Söyle,
ne dersin
işe?.. O s ı r a d a Terzi
Cemal
yüzü m o r a r m ı ş , ağzı — —
de
Cemal
içeri
giriyor.
Cemal'in
k ö p ü r m ü ş , gözü d ö n m ü ş :
Aman Cemal Efendi,
Terzi
ne hal o l d u sana?
anlatıyor:
A r k a d a ş , s e r i d e n bir akıl a l m a ğ a g e l d i m .
b u Z ü b ü k z â d e d e n e n alçağı Beni ya
idam ederler, ya
ederler.
Bunları
var.
geldim,
isteyeceğim.
hep
bugün
m ü e b b e t hapse
biliyorum.
Yalnız
Geride ç o l u k - ç o c u k kalacak.
"de'nin v ü c u d u n u
mahkûm
bilmediğim
Ben
şu
bu Zübükzâ-
ortadan kaldırmakla memleketi
mazarrattan kutarıyorum. A c e p ,
Ben
temizleyeceğim.
bir
b u millî v a z i f e y i yap¬
tım d i y e , «hidemat-ı v a t a n i y y e » d e n a i l e m e maaş b a ğ ¬ larlar mı, y o k s a hakkımı y e r l e r mi?
İşte b u n a bir ce¬
v a p v e r N u r i E f e n d i k a r d e ş i m . B u bir. zibidi Z ü b ü ğ ü
boğsam
mı gerek,
İkincisi d e ,
bıçakiasam
bu
m ı ge¬
rek? Ç ü n k ü , a r k a d a ş , o n u n leşini s e r m e k için harca¬ nan
k u r ş u n a yazık...
Bana ş i m d i l i k bir akıl v e r arka¬
daş... Kalaycı K ö r N u r i ' d e akıl v e r e c e k k a f a m ı kalmış... Dizini y u m r u k l a r , hâl m i o l d u ,
başını
iki y a n a sallar d u r u r m u ş .
Bir
n e d i r b u d ö v ü n m e , d e r k e n Terzi C e m a l 29
anlatmış. Oğlan kardeşi buranın ortaokulunu bitirin¬ ce, ille de lise mektebinde de okuyacağım diye tut¬ turmuş... Fakir terzi, vilâyete göndertip de kardeşini lisede nasıl okuta? Herif geçiminden acizlik getirmiş. Garip terzinin başında yedi nüfus... Birisi buna yol göstermiş:
"— Hükümetin bedava yatılı mektepleri var. G ö n dert oraya okusun. — Yol-yordam bilmeyiz ağam. Bu işe iltimas is¬ ter, arka ister... — Yahu Zübükzâde İbraam Bey'den iyi iltimas mı olurmuş... Hükümet onun bir dediğini iki etmez. Yeter ki istesin yoksa... Dilerse eğer, şimdi oğlanı, lise mektebine değil, üniversiteye göndertir de hoca çıkartır. Zübükzâde gibi var mı heyri? Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor. Herifin her bir yerde eli var, hükümetle mektuplaşıyor, vekillerle sabah akşam telefonlaşıyor; daha da var mı ötesi? Terzi Cemal evine gidiyor:
bir koşu Zübükzâde İbraam Beyin
— Aman İbraam Ağabey, hâl ü keyfiyet böyle, gayri olan senden olur... Zübükzâde de, — Sen, diyor, hiç kasavetlenme. Vekil sıkı ahba¬ bım ki aramızdan su sızmaz. Senii benli konuşuruz. Hattâ beni her nerde görse «Vay len Zübük, nerden çıktın böyle?» diyerekten boynuma sarılır da öpüşü¬ rüz. Böyle ki samimiyetimiz var. Senin kardeşin be¬ nim kardeşim demek. Yazarım vekile... Bu işimi yap¬ mazsan suratına bakmam, derim. Sen bana bırak o işi...
Terzi Cemal, sözü
sağlam aldı ya, 30
Zübükzâde
İbraam'a, kumaşı da kendinden, üç kat elbise dik¬ miş. Ibraam parayı veriyor, Terzi Cemal, — Aman ne demek, senden de mi para alaca¬ ğız İbraam Bey? O para benim ciğerime yapışır. Biz senin iyiliğinin hep mi altında kalacağız... diyerek parayı almıyor. Zübükzâde kızıyor: — Vay, biz her iyiliğimizi parayla mı satıyoruz? Ulan düzenbazlar, benim bu memlekete iyiliklerimi ödemeye kalksanız, kıçınızda don bile kalmaz. Al şu paranı! Bir daha da böyle şey duymıyayım... Terzi Cemal, Zübükzâde'den aldığı parayı gene onun, yeni diktiği elbisesinin cebine gizlice koyuyor, üç elbise böyle gidiyor... Ama Ankara'dan haber yok. Terzi Cemal, — Aman ibraam Bey, mektep vakti geçecek... diye yalvarıyor. — Ne, daha oğlanın mektep işi için Ankara'dan bir cevap gelmedi mi size? Dur öyleyse, şu vekil ola¬ cağa bir iyi döşeneyim... Eline kâğıdı kalemi alıyor, başlıyor yazmaya, yaz¬ dığını da yüksek sesle okumağa: «Pek sevgili karde¬ şim Cibilliyetsiz Osman... » — Kime bu mektup, affedersin İbraam Bey... — Kime olacak, müsteşarın ta kendine... Sami¬ miyiz demedim mi len? Sonra ne düşünüyorsa düşünüyor, — Mektupla olmayacak, ben kalkıp gideyim An¬ kara'ya da senin işini yaptırayım, diyor. ,Terzi Cemal, Ankara'ya yolcu etmeden Zübükzâde'ye bir de palto dikiyor ki, halis mebus paltosu, tam Ankaralık. Terzi Cemal, bunları anlattıktan sonra, cebinden terzi makasını çıkarmış, söyleniyor: — Ulan ben bu herifi, şu makasımla kaput bezi 31
g i b i d o ğ r a m a z mıyım?
Sen
l u m , ö ç kat e l b i s e g i t t i ,
bir akil v e r K ö r N u r i
palto g i t t i . . .
g ö r e g ö r e dolandırdı heyri...
oğ¬
H e r i f bizi g ö z
B u g ü n y a r ı n , b u g ü n ya¬
rın d e r k e n , m e k t e p zamanı d a g e ç t i . U l a n biz b u elbi¬ selerin, nın
paltonun
parasiyle
mektebinde okutamaz
Kör Nuri, hipsiz
ben
mebus çocukları¬ Söyle
Nuri,
söyle
b u Z ü b ü k z â d e ' n i n n ü f u s cüzdanını sa¬
bıraksam, yeri
Kalaycı
oğlanı mıydık?
mi?
Kör Nuri'nin
D i ş i ağrır g i b i ,
konuşacak dermanı
m ı var?
başını s a ğ a s o l a d ö n d ü r ü r d u r u r .
So¬
n u n d a a ç a r ağzını : —
Aman
h e m ş e r i l e r , ' biz
hep
dolandırılmamış
mıyız? Y a h u , b i z d e h i ç m i akıl k a l m a m ı ş ? C e n a b ı Al¬ lah bizim f e r a s e t i m i z i h e p mi başımızdan a l d ı . zibidi Zübük'ün bilmez Vah
miyiz d e ,
yandım,
namussuz,
bu
Biz bu
ne vicdansız olduğunu
düzenbaza gene
para
kaptırırız?
vah...
Meğersem, parasını nını
ne
zavallı
kaptırmamış
Kör Nuri
mı?
görmüşsünüzdür.
de zibidi
Zübük'e
Kalaycı K ö r N u r i ' n i n
üstü
dükkâ¬
açık d ö r t d u v a r .
Kapısı
biie y o k d a , f u k a r a kapı d e l i ğ i n e ç u v a l g e r m i ş . Hava karladı
mı,
Kör Nuri
dükkânının
bir k ö ş e s i n e
üstüne de tavan yerine çul-çaput,
teneke,
sığınır,
meneke,
eline n e g e ç e r s e ö r t e r , k a l a y d ı , b a k r a ç y a m a s ı y d ı , le¬ himdi,
g e ç i n i r g i d e r elin f a k i r i .
geldiğinden
kânını b o ş a l t ! » d e m i ş . Kime
gitsin?
raam
Bey,
babasısm,
sen sen
Kör Nuri'nin etekleri t u t u ş m u ş .
bizim bu için
ağamızsın,
sen
İb-
fakir fukaranın
kasabanın... neyin z o r l u ğ u var...
D u r o ğ l u m , a ğ l a m a . . . O iş kolay, d e m i ş , Be¬
l e d i y e Reisi açık.
üstüne
H e m e n dük¬
Koşmuş Zübükzâde Ibraam'a: Aman
Zübükzâde —
Dükkânı yol
B e l e d i y e «İstimlâk e d e c e ğ i z .
olacak
Ben bu s e n i n
Çiftverenoğlu işini t e p e d e n 32
Hamza
ile
aram
inme y a p t ı r ı r ı m . Ya
valiye söylerim, ya da.. , Olmazsa Ankara'ya gideriz senin hatırın için. Sen üzme canını h e y r i . . . Kör Nuri, ölümlük kalımlık diye kuşağının arasın da sakladığı, kat kat bükülü bütün elli lirayı çıkarıp uzatmış : — Çok veren maldan, az veren candan ağam... Senin Ankara'ya yol. paran bile değil a, bir kahve içersin işte. Bu dükkân gitti mi elimden, ben öldüm İbraam Bey... Zübükzâde bir kızmış, bir kızmış: — Ulan Kör, şimdi öbür gözünü de kör ederim. Yıkıl h u z u r u m d a n ! Parayı Nuri'nin suratına çarpmış da söylemedik söz komamış: — Biz bu memleketin bir Zübükzâdesi olup da, yabanın garip köründen yolluk mu alacağız? Sen git işine, padişah fermanı olsa, dükkânını yıkamazlar. Kalaycı Kör Nuri, elliliği geri almış ama, Zübükzâde hanesinin kırksekiz parça bakır kap-kacağını kalaylamış ki, elli değil, yüzelli liraya yapılmaz. Ayrı¬ ca da bakırdan bir hamamtası, bir ibrik-Ieğen takımı, bir de kazan hediye etmiş. De ki, Kör Nuri'ye bu işler beşyüz liraya patlamış. İş görülse helâl olsun. Bir de bu sabah öğrenmiş ki, Belediye yarın dükkânını is¬ timlâk edecek, yıkmağa gelecekler. Kalaycı Kör Nuri, öbür yanıkları da görünce, o¬ caktan demir çubuğu, tezgâhından da demir keskiyi kapıp, — Yürüyün arkadaşlar! Gayri iş başa düştü, öksüz kısmı göbeğini kendi kesermiş. Bu mülevvesi temizlemeyince bu memlekete rahat yüzü yok. B u , askerlikten bile ileri bir vatan vazifesidir. Yürüyün, şu iblisin işini bitirelim de millet rahata ersin!... Hay¬ din hemşeriler!... diye bir nara vurup atılıyor öne. 33
ö b ü r l e r i daha durur mu? Hepsinin canı yanmış, c i ğerleri köz köz olmuş. İçlerinin yanığı dışlarında t ü terek, birinin elinde saldırma, öbürünün elinde terzi makası, ötekinin elinde demir keski, bunlar, efendime söyliyeyim, küfürün binibir para, söğüp sayarak yü rüyorlar. Bunları bu heyette gören ardlarına takılı¬ yor. O zamanın Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza da, Zübükzâde'nin can düşmanı ya... Duymuş habe ri, hemen seğirtmiş. Alucan Muhtarı Sabr'ağa, Terzi Cemal, bir de Kalaycı Kör Nuri, gözleri dönmüş bu üç yiğit, Zübük zâde'nin kapısını yumrukla, tekmeyle doğuyorlar, öy le ki, Zübük'ün kapısı değil, kale kapısı olsa, yıkıp g i recekler. Derken kapı açılıyor, silâhlı üç yiğit içeri dalıyor. Millet kapı önüne üşüşmüş, olacağı bekliyor. Çiftverenoğlu Hamza, — Tamam, demiş, bunlar Zübük'ü doğram d o ğ ram doğrarlar ya, tulum mu çıkarırlar, kuşbaşı edip tuza mı basarlar, orası belli değil... öç yiğitin içerde kalması yarım saat kadar sürü yor. İçerde tıs yok. Ne bağıran var, ne çağıran... Çiftverenoğlu Hamza, — Gördün mü bak, dedi, herife bir eyvah diye¬ cek zaman da vermedi gaddarlar. Demek birden en¬ sesine binip, bıçağı çaldılar... O böyle derken kapı açılıyor, üç yiğit başlan ön lerinde. — Allah senden razı olsun... — Allah eksikliğini göstermesin ağam... — ö m r ü n uzun olsun... Diyerek, Zübükzâde'ye dualar ederek, yürüyüp gidiyorlar. 34
Benim
dükkâna
çıkarlarken, Bana,
gelip bunları
böyle böyle oldu
—
anlattılar.
Kapıdan
üç yiğidin ellerindeki silâhlar da y o k m u ş . diye anlatılınca,
N a s ı l , b e n size d e m e d i m m i y d i , h e y r i ? d e d i m .
Bu Zübük benim meğe gelen
bildiğim Zübükse,
üç yiğidin
kendisini öldür¬
kıçlarından donlarını da g ö n ü l
rızasiyle alır, s o n r a d a : «Haydf k o ç l a r ı m , g ü l e güle.. » d i y e b u n l a r ı k a p ı d a n salar. B e n d e m e d i m m i size? Hakikat de biteni
böyle olmuş.
bir h a f t a
sorsak, —
kimseye
sıkıştırsak d a , İyinin
bir insan
kadri
m ı var...
Zübükzâde'yi
Bu
üç koç yiğit, olanı
anlatmadılar.
üstünkörü
bilinmezmiş, Hasedinden
Her ne
kadar
şöyle diyorlar: şu
bizim
kazamızda
çatlıyacak hepsi.
çekemiyorlar yahu...
Neymiş sanki,
Bir ev¬
liya g i b i bir a d a m . Fakire f u k a r a y a iyilik e d i y o r , g ü n a ¬ hı da b u . . . Bir hafta g e ç e n d e ,
K ö r N u r i olanı
biteni anlattı,
ü ç k o ç y i ğ i t e l d e silâh k a p ı d a n
içeri g i r i n c e , Z ü b ü k -
zâde
görüyor.
merdiven
ağızlarını —
başında
bunları
Daha
onlar
açmadan, H o ş g e l d i n i z ağalar,
danı s i z d e n a z ö n c e g e l d i . B i r h a c e t i var b e s b e l l i .
diyor, Şu
İlkin
candarma kuman¬
odada beni
onun
bekliyor.
işini g ö r e l i m , sizi
de dinleriz. Bu üç koç y i ğ i d i , c a n d a r m a kumandanının bekle¬ d i ğ i odanın
b i t i ş i ğ i n d e k i o d a y a alıyor. K ö r N u r i d i y o r
ki: —
Yahu,
der demez,
bir benim
kere
herif
ayaklarımın
çıkar d a bizi e l l e r i m i z d e k e s k i ,
candarma bağı
kumandanı
çözüldü.
Yüzbaşı
koca makas, saldırma
g ö r ü r s e , ç i z m e s i n i n altına alır, eze eze y o l k e ç e s i e¬ d e r . A l u c a n M u h t a r ı S a b r ' a ğ a y a b a k t ı m k o r k u d a n he¬ r i f i n ç e n e s i atıyor. D i ş l e r i d e t a k m a o l d u ğ u n d a n , ağ¬ zının
i ç i n d e zıngır zıngır b i r s e s . . . 35
Terzi C e m a l ' i
der-
s e n , b e n z i kül g i b i o l u p , k u r u d ö ş e m e t a h t a s ı n a ç ö k müş.
Anladığım
adını
duyar duymaz
ramarnış. ruz.
doğruysa,
Yandaki
odadan
alttan —
me...
kapıyı
ayakta
kapadık,
konuşmaları
du-
bekliyo¬
geliyor.
*
B e y d i k d i k k o n u ş u y o r , yüz¬
alıyor.
Peki y ü z b a ş ı m ,
sen
o
hususu
hiç
m e r a k et¬
Ben s e n i d e d i ğ i n y e r e t a y i n e t t i r e c e ğ i m Yaza¬
rım a r k a d a ş l a r a . Ankara'ya-*sem
onların
İbraam
kumandanının
kaçırdığından,
Biz o d a y a g i r d i k ,
Zübükzâde başı
altına
candarma
Daha o l m a d ı , kalkar kendim giderim
Gözümün
içine
bakıyorlar ki,
de yapsınlar d i y e . . / Hepsi
hatırımı
b i r »iş
de¬
sayar...
Eh,
p a r t i y e e m e ğ i m i z ç o k g e ç t i . B e n s e n i n d e d i ğ i n i yapa¬ rım. bir
Seni tayin isteğim —
e t t i r e c e ğ i m . Yalnız b e n i m d e s e n d e n
var...
Ne d e m e k , ibraam Bey, buyur, emret allaşkı-
n a . . . C a n baş ü s t ü n e . . . —: Bak yüzbaşı! muamele yok.
hiçbişey istemem. böylece söyle.
Bu
İstemem.
bizim
Anladın
Buranın
mı?"
hiçbir sert
işin
kanunsuz
Bunu gedikline de
insanı g a r i p t i r .
te bu k a d a r ! . . S e n o k e n d i oldu bil.
insanımıza
Ben b u r a d a y k e n ,
Ezdirmem.
İş
için hiç sıkılma. O n u
Hattâ b u r d a n g i d i n c e başın sıkışırsa, o l u r a
insan h â l i , başına bir d e r t g e l i r s e , h e m e n bana b i l d i r . Bir haksızlığa
uğrarsan,
Yaz.
Yaptırmak
boynuma
—
Sağol
İbraam
—
Hadi şimdi
hacetleri
terfiin
Bey...
güle güle...
—
Hemşeriler
gelmiş,
var.
Yüzbaşı, d u a e d e e d e g i t m i ş . nuşmayı
merfiin gecikirse...
borç...
böylece
İ ç e r d e k i l e r , b u ko¬
duyunca,
Aman, demişler,
Bey'imiz c a n d a r m a ne demez... Tuuu...
biz
ne ettik y a h u . . .
kumandanına
İbraam
böyle, derse,
bize
Alucan'lı
Sabr'ağa,
saldırmasını
kuşağının
arası¬
n a s o k m u ş h e m e n . K ö r A l i , u p u z u n d e m i r k e s k i y i so¬ kacak
bir y e r
bulamayınca,
kapının
miş.. Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n de,
arkasına
gizle¬
k o c a t e r z i m a k a s ı elin¬
kalakalmış. —
Hoş
geldiniz ağalar!
diye
Zübükzâde
içeri
g i r m i ş , bir d e e l i n d e k o c a m a k a s ı g ö r ü n c e , r— Ulan Terzi C e m a l ,
o e l i n d e k i ne?
muş.
, Terzi —
diye. sor
•
Cemal;
Elbisen
ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬
mağa g e l d i m , demiş. B a k s e n ş u şaşkınlığa,
makasla ölçü alacak hey-
r i . . . Zübük, —
B e n elbise
mı yatıracağız? O n a d i k iyi Sonra — ver.
anam
bir m a n t o . . . Alucanlı'ya
Senin
Yaylayı
istemem,
Lâkin
bütün
kazancımızı
sana
kadına
bir m a n t o
ister.
demiş.
dönmüş:
iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . .
köyün
Sabr'ağa,
malı
Köylüye
müjdeyi
bilsinler.
yavaşçacık,
kimseye
göstermeden,
p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş . K ö r Nuri'yi dersen, — yor,
B e n i m hiçbir d e r d i m y o k İbraam
hemşeriler
hatır s o r a y ı m iyisin y a . . . biz
o,
daha
ziyaretine
diye
ben
de
gelirken onlara
Bey'im,
gördüm, katıldım.
O h o h , A l l a h d a h a iyi e t s i n . S e n
di¬
b i r hal Nasılsın, iyiysen,
iyiyiz...
B u n l a r kıçlarına
bakarak evden çıkıyorlar.
Biz
bu
işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e m i y e c e k t i k y a , bir tesadüf...
Süvari candarma askerinin biri, Kör Nuri'¬
nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş , onartırmış. izinli
mahmuz demiri bozulmuş, onu
Lâf a r a s ı n d a ,
olduğunu
söyleyince,
candarma
kumandanının
K ö r N u r i aymış.
Alucan'lı na
sokmuş
kaçak
Sabr'ağa, hemen:
bir y e r
saldırmasım
Kör Ali,
bulamayınca,
m i ş . Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n de,
kuşağının
arası¬
upuzun
demir keskiyi
kapının
arkasına
so~
gizle¬
koca terzi makası elin¬
kalakalmış. —
Hoş
geldiniz ağalar!
diye
Zübükzâde
içeri
g i r m i ş , bir de elinde koca makası g ö r ü n c e , —
Ulan Terzi C e m a l ,
o elindeki
ne?
diye. sor
muş. Terzi —
Cemal,
Elbisen
ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬
mağa g e l d i m , demiş. Bak
sen
şu
şaşkınlığa,
makasla
ölçü
alacak
hey-
r i . . . Zübük, —
Ben elbise
mı yatıracağız? O n a d i k iyi Sonra — ver.
anam
bir m a n t o . . . Alucanlı'ya
Senin
Yaylayı
istemem,
Lâkin
bütün
kazancımızı
sana
kadına
bir m a n t o
ister.
demiş.
dönmüş:
iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . .
köyün
Sabr'ağa,
malı
Köylüye
müjdeyi
bilsinler.
yavaşçacık,
kimseye
göstermeden,
p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş .
Kör
Nuri'yi d e r s e n , o, ,
— Benim hiçbir d e r d i m y o k İbraam
yor,
hemşeriler
hatır s o r a y ı m iyisin y a . . . biz
daha
ziyaretine gelirken
diye
ben
de
onlara
B e y ' i m , di¬
gördüm, katıldım.
O h o h , Allah d a h a iyi e t s i n .
bir hal Nasılsın,
Sen iyiysen,
iyiyiz...
B u n l a r kıçlarına
bakarak evden çıkıyorlar.
Biz bu
işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e r n i y e c e k t i k y a , bir tesadüf...
Süvari c a n d a r m a askerinin
b i r i , Kör Nuri'¬
nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş , m a h m u z d e m i r i b o z u l m u ş , o n u onartırmış. izinli
Lâf a r a s ı n d a ,
candarma
kumandanının
o l d u ğ u n u s ö y l e y i n c e , Kör Nuri aymış.
'
— A m a n îzinli mi? D e m e . . . —
Ne yenisi,
İzine y e n i mi g i t t i ?
bugün yirmialtr gün
oldu.
-
Bir ay
izinli. N e r d e y s e d ö n e c e k . . . —
Yahu,
geçen
hafta
Zübükzâde
İ b r a a m .Bey'in
evindeydi... —
Sen ya esrar içmişsin,
ya rüya g ö r m ü ş s ü n . . .
G ö r d ü n mü sen Z ü b ü k ' ü n hünerini. İçerki o d a d a , kendi
kendine
mahsustan
bağıra
bağıra
konuşurmuş
•-Bey. S ö z d e c a n d a r m a k u m a n d a n ı ile k o n u ş u y o r . S o n ¬ r a set.ıni d e ğ i ş e n i - ,
c a n d a r m a k u m a n d a n ı olur,
kendiyle konuşum.uş.
Canını a l m a ğ a g e l e n
kendi
bizim
üç ,
k o ç y i ğ i d i işte b ö y l e k a n d ı r m ı ş . H e r i f l e r h a k i s t e m e ğ e ' gitmişler?
Bir d e
üste v e r m e m i ş l e r mi? Terzi
Z ü b ü k ' ü n anasına bir m a n t o d i k m i ş . minderin
altına
beşyüz
d ö r t tane kapaklı sahan
Cemal,
Alucan Muhtarı,
daha sürmüş.
Kör Nuri
de
hediye etmiş.
Yâni uzun lâfın k ı s a s ı , d i y e c e ğ i m ş u k i , b i r o r d u asker üstüne yürüse, —
Aman
bu Zübükzâde:
aslanlar,
sizin
kumandan
paşanız
be¬
n i m c a n c i ğ e r a h b a b ı m , s ö y l i y e y i m d e hepinizi o n b a ş ı yapsın...
diyerek askerlerin ellerindeki silâhları,
de kendisi istemeden
hem
r ü ş v e t d i y e bıraktırır. A z r a i l ,
h e r i f i n canını a l m a ğ a g e l s e ,
kendi
canını
için p a b u c u n u n t e k i n i bırakır da zor kaçar.
bu.
kurtarmak' Bey,
böy¬
l e b i r n a m u s s u z u n eşi b e n z e r i n e r d e g ö r ü l m ü ş . . .
Y Ü C E YERDEN GELEN HEDİYE Otelci
Satılmış
Bey
şöyle a n l a t ı y o r d u :'. Günlerden cumartesi... Z ü b ü k z â d e İbraam
Bey,
Cumartesi oldu muydu,
ilkin ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n e
gelir. ni...
B i r - i k i lâf a t a r . B i z i m d e i y i c e k a f a m a kızdı y⬠Yahu,
nedir bu
den çektiğimiz... vatsız v a r ı l m ı y o r .
Herifin
bilmekteyiz. Velâkin hikmetse,
herifin
cakasından, şişinmesin¬
Elin z i b i d i Z ü b ü k ' ö n ü n y a n ı n a s â l a namussuzluğunu
karşı
karşıya g e l d i k m i ,
h e r i f b i z i m ağzımızı, d i l i m i z i
m ı a ç a b i l i y o r s u n karşısında? E n kelâ...
cümlemiz
Alçakgönüllülüğü
her ne
bağlıyor.
Ağız
k ü ç ü k l â f ı , v e k i l vü¬
t u t a r s a , vali
sözünü
ağzına
alıyor. V a l i d e n aşağısına k e n d i s i r ü t b e v e r m i ş k i , ha¬ ş a h u z u r d a n , m e c l i s t e n d ı ş a r ı , s ö y l e n e c e k bir söz de¬ ğ i l . A r t ı k i y i c e kızdık...-Atması O akşam
Öğretmenler Derneği'nde, d e r s v e r i p aklını Tahrirat kâtibi
Rıza
Efendi o r d a . . .
••enoğlu
şu zibidi
Zübük'e
bir iyi
başına g e t i r e c e ğ i z .
Hoca o r d a , tüccardan san
dayanılır g i b i d e ğ i l .
için s ö z b i r l i ğ i e t t i k . H e p t o p l a n a c a ğ ı z
Bey o r d a , Emin
Aklı
Evvel
Bedir
E f e n d i o r d a , G e d i k l i İh¬
Hep toplanmışız. Az sonra Ç i f t v e -
Hamza B e y ' l e A l l a h
Selâmet Versin
Murtaza
Efendi de g e l d i . Aklı —
Evvel Biz bu
Bedir
Hoca,
alçağın
afur
t a f u r u n a ses
etmezsek,
b u bizim başımıza ç ı k a r , d e d i . T ü c c a r d a n Emin —
Efendi d e ,
Evet, d e d i , A l l a h
k o r u s u n , şimdi baş edemi¬
y o r u z , s o n r a hiç b a ş a çıkılmaz. İyisi m i , b u n u n b u r n u ¬ nu
zamanında
iyice
kırmalı.
Bir d a h a
insan
g i r e c e k s u r a t ı k a l m a s ı n . . . Yahu n e d i r b e ! başımıza? leti
Evime
kandırır.
hükümet elçi
Hükümet içinde
h e r k e s i aldatır. danışıyor
Hükümet şu
diye yalan
Çiftverenoğlu
sırasına
B u n e belâ
g ö n d e r e c e k diye
mil¬
arkadaşlarım var diye meselede
benden
akıl
söyler...
Hamza
Bey,
" - B u n d a h ü n e r ç o k h e y r i , d e d i , kapısının ö n ü n ¬ de; sandalyeye
karulur,
durup dururken
«Merhaba
Kaymakam Bey», «Ve aleykümselam kumandan bey» diye havayı-selâmlarmış. Bizim oğlanlar görmüşler canim. Delikanlıların maskarası o l d u . Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, — Şimdi, dedi, buna iyi bir ders verelim ki ku¬ lağına küpe olsun. Bunu önümüze alalım, «Ulan sen hiç utanmaz mısın bre alçak?» diye başlayıp, bütün edepsizliklerini bir bir önüne serip dökelim. — ö y l e olmaz. — Ya nasıl olur? — O şimdi buraya gelecek. Geldi mi g e l d i . . . A¬ dam gibi de duramaz. Atmağa haşlar... Hükümet di¬ yecek, efendim, başvekil diyecek, «Beni Ankara'ya çağırıyorlar. Bilmem, gitsem mi ki... » diyecek, filânca vekilden mektup geldi, diyecek, diyecek oğlu diye¬ cek... işte o zaman, daha ağzın', açar açmaz... «Ulan, sen hiç utanmaz mısın Zübük oğlu Zübüğü, kimi kan¬ dırıyorsun?» diye buna hep bitden girişelim... Gedikli İhsan Efendi, —: İsterseniz, şuna iki tokat da atayım, mı? dedi, huzurunuzda şuna iki asker şamarı çekeyim ki, ben¬ den ebedî bir hâtıra olarak acısını canında taşısın. Ne dersiniz? — Ç o k münasiptir... Kaymakam kâtibi Rıza Dey söz aldı: — Yalnız ben bu işe fi/len karışamam, çünkü devlet memuruyum. Ama kalben sizinle beraberim. Hani karışırsam, politika yapıyor filân derler. Darıl¬ mayın, siz de particisiniz. Bu particilerden ç e k m e d İ T ğimiz mF kaldı? Şimdi bu Zübükzâde, size diş geçire¬ mez, memur olduğumdan benimle uğraşmaya kalkar. İşte o zaman, t ö b e , bu herifi keserim. Bana domuz kasaplığı ettirmeyin. —
Çok
doğru.
Amâlvgeliyor... Tetik d u r u n . . . . -- . » Zübükzâde İbraam geldi; selâmı bastı:. — Selâmünaleyküm... Herkes yüzünü eğdi, yarım ağızla fısladı: i — Ve aleykümselam... Susuk duruluyor. Gedikli İhsan Efendi, yanında ki Aklı Evvel Bedir Hoca'ya, — Kalkıp elimin tersiyle iki tokat çarpayım mı? diye fısıldadı. Aklı Evvel Bedir Hoca da, — Aman, dedi, durup dururken olmaz. Sabırlı ol, şimdi başlar o... Başladı da : — Gününü söyleseler ya... Günü belli değil. Ge¬ leceksin madem, bilelim ne zaman geleceğini de ona göre hazırlanalım. Hamza Bey, •— Aman İbraam Bey, ne diyorsun oğlum, hangi makamdan tutturdun gene, anlayalım... dedi. — Canım hiç.".. Ankara'dan mektup aidiydim da... Buraya adam göndereceklermiş. Kaç kişi gele¬ cek, ne zaman gelecek, yazmamışlar k i . . . Bunlar es sek be... Bunlar iki kaz güdemez. Aklınca, bizim eş raflığımızı sınayacaklar. Heheeey, senin gibi beş t a kım birden gelse kapımıza, Zübükzâde ibraam'ın sof¬ rasında yer bulur. Tüccardan Emin Efendi alaylı alaylı, — Neymiş o Zübük İbraam, gelen kim? diye sordu. • — Dürzüler... Ankara'dan... M e k t u p yazmışlar. Cebinden çıkartıp da mektubu Emin Efendi'ye uzatmaz mı? Vayyy!.. M e k t u b u eline alınca Emin Efendi'nin kaşı gözü oynamağa başladı. M e k t u b u oku¬ dukça, gözleri-fincan fincan büyüdü. Yanında oturan
L
Gedıkh ihsan'a uzattı. Aman o Gedikli İhsana bir gör¬ sen Bey. Herifin besbelli mektubu okurken askerliği aklına g e l d i , nerdeyse kalkıp esas vaziyete g e ç e c e k de mektuba selâm duracak. O da mektubu bana'uzattı. Aldım. Başladım okumağa. Ellerim titremeğe baş¬ lamaz mı? Elimin titremesinden mektubu okuyamıyo¬ r u m . Yalnız m e k t u p kâğıdının başlık damgasını gör-, d ü m : Türkiye Büyük Millet M e c l i s i . . . Bir de imzaya baktım k i . . . «Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonu Reisi.» Uzattım Aklı Evvel Hoca'ya. Zübükzâde İbraam, — Gayet samimi arkadaşımdır... dedi. Nee? Bre aman... Arkadaşı da kim? Daha b u Zübükzâde'nîn önünde durulur mu? Tüccardan*
ne yaptığını
g ö r ü n c e eli ayağı do¬
hiç b i l m i y o r .
Biz y a n d ı k
a ğ a , biz y a n d ı k . . . H e m e n a k ı ! e t t i m d e , b e n i m o ğ l a n ¬ l a . İğri N u r i ' y i b i r y a n a ç e k t i m .
— Aman hep birden, «Yaşasın vali babamız, ya¬ şasın vali» diye bağıralım... dedim. Ben nağrayı saldım: — Yaşasın vali babamız, yaşasın milletimiz, ya¬ şasın cumhuriyet, yaşasın demokrasi!... Fakat benim oğlanın koşmaktan soluğu kesilmiş, ağzı açılıyor, sesi çıkmıyor. Davul gümbürtüsünden, zurna sesinden, Hıdırlıktaki topun patlamasından, Be¬ dir Hoca'nın tekbir getirmesinden, benim nağram da¬ vulcu osuruğu gibi duyulmaz olmuş. Bağırıyorum, na¬ sıl bir g ö r s e n , korku bağırması birader... Korku yü¬ reğimi sarmış. İğri Nuri, — Aman Eşref Ağa, nağra vurmanın,sırası değil, gel şuraya bir yere saklanalım. Bu Zübükzâde koca bir valiye enseye tokat; sırta şaplak, şakalaşacak ka¬ dar yakın arkadaşsa, bizi şu tören yerinde hazır ka¬ labalık varken ipe çektirir de, leşimizi camus ölüsü¬ nün yanına atar. Aman, b i n y e r bulup gizlenelim... dedi.
Bizde akıl kalmamış. Tâk'ın ardına yattık. Bizi ordan candarmalar bulup çıkardı. Eyvaah... Benim fakir oğlan, candarmanın önünde hamam kese bezi¬ ne dönmüş. Bizi Zübükzâde İbraam Bey'in huzuruna çıkardılar. Vali ile ikisi kolkola... Vali hazretlerinin suratı kan içinde olduğundan, herife başka bir cel⬠det de gelmiş; sanırsın yüz kâfir kellesi uçurmuş zor¬ lu bir yeniçeri ağası... Ben hemen Zübükzâde İbraam Bey'in ayaklarına kapandım, İğri Nuri tüm yere serilip uzanmış. Zübükzâde İbraam Bey, kundurasının burnuyla dürtüp, — Kalk len gavat,-yüklenin şu k ü r s ü y ü , . , dedi. — Başüstüne İbraam Bey... İbraam Bey, valiye,
— İşte gördün ya, dedi, ben buranın muhalifleri¬ ni hep böyle bir bir ayağımın altında ezeceğim, birli¬ ğimizi bozan bu hayınlan'ya hak yoluna getiririm, ya tahta kehlesi gibi e z e r i m . Tövbe estağfurullah, yahu bizim neremiz muha¬ lif? Allah korusun, bu yaşa gelmişiz, vatana, devlete, hükümete, millete, cumhuriyete ve bayrağa karşı hiç¬ bir muhalifliğimiz görülmemiş... Ama herifin önünde dize gelmişiz, ses edilir mi? Kundurasının burnuyla d ü r t ü p , — Kalkın len koca godoşlar, şu kürsüyü yükle nin!
dedi.
Koca kürsü, iki öküz zor çeker... Biz nasıl can derdine düşmüşüz ki, kürsüyü sırtlandık da bize boş heybe kadar ağır gelmedi. Benim zebun oğlan, — Allah seni başımızdan eksik etmiye Zübük ağa, sana, Muhalif Kadir alçağının tüm sülâlesi kur¬ ban ola!., diye dualar ediyor. Valiyle kolkola eve gittiler. Biz de artlarından kürsüyü taşıdık. Zübükzâde'nin kapısında itler gibi bekleşiyoruz. — K a p ı m d a n ayrılmasınlar! diye buyrultu ver miş.
Bekleriz, bekleriz... — Ağamızın b i n e m r i var m'ola? diye haber ede riz; Cevap g e l i r : — Beklesinler... Şu namussuza bak, hele namussuza. Yahu biz Zübük'ün ne namussuz olduğunu bilmez miyiz? Ama neylersin, herif bizi bir kere fenersiz kıstırmış. — Kapımın iti olun! dese. — Biz o şerefe lâyık mıyız? diyeceğiz. Haber ettiler, Valinin adamları da Zübükzâdenin
evine vali "otomobiliyle geldiler. Bir saat mı, iki saat mı ne bekledik. Derken bunlar çıktı. Biz hemen elle¬ rine, ayaklarına vardık. Vali ile adamları arabaya bi¬ nip gittiler. Zübükzâde bunları selametledi. Sonra hı¬ şımla bize d ö n d ü : — Girin i ç e r i ! . . . Bizi odunluğa ç e k t i . Benim zebun oğlum, odun¬ ların üstüne yığıldı. İğri Nuri dersen, cebinden binlik¬ leri çıkartıp İbraam Beyin önüne a t t ı : — Bunlar hep. senin ağam, canımı bağışla... Savcıya söyleme, beni ele verme, candarmaya ses etme... Kapının bir iti" de beni b i l ! — Ulan o ne? — O mu? Altıbin lira... Beni, Muhalif Kadir al¬ çağı kandırdı".:-Benim bir suçum y o k . : . Hiçbir vakit, benim elim Zübükzâde'mize kalkmaz. Senin ahım al¬ mak bana farz. Şimdi emret, Muhalif Kadir alçağının leşini sürükleyerek huzuruna getireyim... İğri Nuri'nin dili çözüldü, herif bülbül kesildi, baştan sona anlattı. Yahu, ne derseniz deyin bu Zübükzâde soydan ağa. Herif yerdeki para tomarını ayağının ucuyla itti de," — Sok şunu cebine, s o k ! diye bağırdı. İğri Nuri, — Dilersen kes beni, ö l d ü r b e n i . Gayri o paraya .elimi- süremem İbraam Bey... dedi. Başladılar ç e k i ş m e ğ e : — Al şunları yerden] f — Alamam. Ayağını öpeyim oh İbraam Bey, be¬ ni çek vur da o parayı al deme!.. — öyleyse neye Kadr'efendi'den aldın nâmert? Hayvanlık, hayvanlık benimki, oh İbraam Bey. Benim akıldan yana öküzden farkım mı var? Köpeğin
olayım oh
İbraam
Bey,
bağla.
boynuma
ıfj t a k d a
kapına
<
—
Al
—
Alamam...
şu
parayı,-al
—
öyleyse
sen
y e y a r d ı m , -devlete, g u n bir iş.
d i y o r u m . Yoksa ş i m d i . . . ~
onu
b u l u y o r . Azgın
nin kirli çıkıdaki p a r a l a r ı , iyi d e d i n
işine b a k .
Na-
Muhalif Kadr'efendi'*-
partimize nasipmiş...
İ b r a a m Bey, evet,
timiz demek, sen demek.
Parti¬
H e m d e iyi, uy¬
K u r b a n o l d u ğ u m Allahımın
sıl'da hak y e r i n i —
götür partimize'ver.
millete yardım...
partimize...
Par¬
Ben k i m i m k i , g ö t ü r ü p t o ¬
marla parayı partiye v e r e y i m . . .
«Ulan s e n
bunu
ner-"
d e n çaldın? H a n g i t ü c c a r a y o l bağı yaptın?» d i y e , be¬ ni candarmaya verirler. parayı
kendi
de yağ
elinle
Oh
ben ne yapsam?
sen
dibinde kaldı.
Hay A l l a h ,
bize
de farz.
Partimize
ca¬
fedâ... üstümü
yok...
başımı
arandım,
para
denecek
Altı
bin
pangınot,
yerlerde
sürüklenirken,
kundura burnuyla o yana bu yana itelenirken, çıkarıp
b i r - i k i yüz
—
Bu
da
benden
partimize... d e m e m
Değil mi ki, bu Zübükzâde ci¬
b i l l i y e t s i z i bizi ele v e r m e d i , insanlığımızı-gösterip, altında
hiç yakı¬
•
Borcumuz borç.
İyiliğinin
benim
lirayı,
şık a l m ı y a c a k . . .
•
para
Olsa d a a n c a k m e m u r r ü ş v e t i n e y e t e c e k k a d a r
bişey.
de
bu
benim yüreğim
B i r d e n aklıma g e l d i :
•—Partimize yardım nımız
Bey'im,
bağlasın...
Tomarla para odunların şimdi
İbraam
partimize ver ki,
kalacak
d a m a a t t ı r m a d ı , a r t ı k biz
böyle
b i r namlı
namussuzun
değiliz.,
İ b r a a m B e y bana d ö n d ü : —
Sen
ulan
kart gidi,
nutuk kürsüsünü onartıp
y e n i d e n yapılmışa d ö n d ü r e c e k s i n . tacaksın.
Di
h a y d i n yıkılın
Bir d e g ü z e l boya¬
huzurumdan...
Eşref A ğ a y a n a yakıla a n l a t t ı .
Evet,
böylece adam
öldürme suçundan kurtuldular. Hem de heriflerde du¬ anın
b i n i bir p a r a . . .
Görmelisin,
nasıl d u a e d i y o r l a r
Zübükzâde'ye... -
Eeee,
sana
b ö y l e bir Z ü b ü k z â d e ' y l e baş e d i l m e z .
bir şey diyeyim
Zübükzâde
rezili
mi:
Bu
beri
gene de vicdanlı
Ben
benzeri olmayan bir herif.
Neden
d e r s e n , bu herifte bu zihin, bizlerde de bu avanaklık varken, ,mişe
herif i s t e s e ,
önüne
b i z i m b u r a insanını y e d i d e n y e t -
katar da,
davar diye
güder.
Rezil
mezil
y a g e n e d e insanlığını g ö s t e r i p bizi a d a m y e r i n e ko¬ y u y o r . Yoksa b i z , - i n s a n l ı k t a n ç o k dışarıyız. Yahu
bizde
namussuzu rıp,
insanlığın
zerresi
aramızda yaşattıktan
olsaydı, başka,
şöyle
bir
kapısına
va¬
eline ayağına d ü ş ü p , — Aman
Zübükzâdemiz,
d i y e yüz s u y u
n'olursa
senden
olur...
döker miydik...
HÜKÜMETİN
TA KENDİSİ Muhalif
Kadir
Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Bre b e y i m , Onun yeğdir.
dirisiyle
ö y l e bir hayınla s ö y l e ş i p n i d e c e k s i n ? söyleşmekten, ölüsüyle ;
söyleşmek
Görüşüp: bilişecek bir k i m s e " d e # i M r .
ne yazık,
d i l i n e yazık...
Sözü¬
Bir n â m e r t ki nursuz* y ü z ü n e
b a k t ı k ç a için kararır. B u Z ü b ü k z â d e s a ğ u s a ğ l a t t ı , ; bi¬ z i karılar g i b i a ğ l a t t ı . Hayır, bize k i m s e l e r e t m e d i ,
biz
faize ettik... Bilesin, hem de öyle oldu.-Elin y a b a n ' k o puğunu «Beyim şen söylesin, beyim sen böylesin» diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten g e ç t i . Nice yanşak yakılsak boş... Bizi yakıp kül e¬ dip, külümüzü yele savurmada namussuz... Artık ni¬ ce yanşak yakılsak, bu kudurmuşun elinden arınanı¬ mız yoktur. Sen şu hükümete bak ki, nasıl bir hükümet, gelir de böyle bir vicdansızın evinde konuklar. Evi barkı yıkılası «evime hükümet konacak» diye bir ay söy¬ lendi d u r d u . Duymayan, bilmeyen kalmadı. Evet, inanmaya inanmıyoruz. Velâkin «Zübükzâde İbraam Bey'in evine hükümet gelecekmiş» diye sen bana söylüyorsun, ben sana söylüyorum. Söyliye söyliye birbirimizi kandırmaya başladık. Hiç unutmam, bugünkü gibi hatırımda, günlerden cuma... Cuma namazından çıktık, avluda söyleşiyo¬ ruz. Kaymakam kâtibi Rıza Bey, — Heyri duydun mu, Zübükzâde'nin konukları bu gece gelesiymiş... dedi. Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, . — Evet, duyduk, dedi, işi uzattılar ya, sonunda geiiyorl'armış. — Allah vere de geleler, ölü toprağı serpili ka¬ sabanın yolları, hükümet arabasının tekeri nasıl olur¬ muş bir g ö r s ü n . . . — Evet, hükümetin gelmesi iyidir. Kasabamıza faydası dokunur. Hep Zübükzâde'mizin sayesinde. Tanrı Zübükzâde'yi yaramaz işlerden esirgiye, kötü kişilerden koruya... Bre Beyim, şu söyleşmeleri duyunca aklım ba¬ şımdan g i t t i . Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok? Bunların" hepsi bilir ki, bu Zübükzâde, ta¬ rihlerin yazmadığı bir namussuz. Tek ayak üstünde
seksen yalan kıvırır. Uykusunda şeytan aldatmaya gelse, şeytanın ırzına geçip «gözünün yaşını sil!» di¬ y e , donunu da eline verir. Böyle bir soysuzun sözü¬ ne inanılır da «Evet, Zübükzâde'nin evine hükümet geliyor» denir mi? Can başıma sıçradı, '— Hey kaçıklar, dedim, başımızdaki hükümet nasıl bir hükümet olmalı ki, şu Zübükzâde'nin evine konuk gele?.. Bu sözü dememle, hemen toparlandım. Yahuv ben nişliyorum? Hükümet gelmez, diyoruz. Ya gelir¬ se... ö y l e ya, gelirse? Bir de biz bu sözü söyledik diye bizim tiftiğimizi atar, havaya savururlar. İçime "bir korku düştü ki, ,hiç sorma. Koskoca bir kayma¬ kam kâtibi bile «Hükümet Zübükzâde'nin evine kona¬ cak» dedikten sonra, sana bana ne demek düşer? Elbet bir duyup bildikleri var... Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi, — Yâni, dedi,, sen şimdi bu gece Zübükzâde'nin evine hükümet adamlarının geleceğine inanmıyor mu¬ sun? —- Kim inanmıyor heyri? Şimdi biz öyle bir lâf mı dedik? Bir şaka etmişiz söz gelişi, hemen inan¬ mak mı gerek? Aman Zübükzâde İbraam Bey duyar¬ da/anlamaz, gerçek beller... Hükümet adamları gelirse, kazamıza yapacakla¬ rından, edeceklerinden, epiy konuşuldu. İlkin söze t e r s : başlamış bulunduğumdan bunu düzeltmek için İbraam Bey'in övgüsünde hepsini bastırmak da bana düştü: — Hele bir gelsinler, evet, çok iş yaparlar, fuka¬ ranın duasını alırlar. Bunlar hep kimin sayesinde? Zübükzâde'mizin... Her iki dünyada yüzü ak ola! Günden güne namı yücele... Allah eksikliğini göstermiye... • 100
Bir duaya başladım ki, bir duyan- olsa benr ölü evinde cenaze duacısı sanır. Ben diyeyim bir saat, sen de iki saat, biz böyle¬ ce ayaküstü ağız birliği edip Zübükzâde namussuzu¬ nu öve öve göklere çıkardık, Allah Allah... Biz ne¬ den böyleyiz canım? Avludan çıktım, eve doğru yöneldim, içimden, ; — Hey Allah, diyorum; karşıma birini çıkar ki, Zübükzâde namussuzunun can düşmanı olsun da, ben de içimi bir güzel dökeyim. Şu soysuza ağız do¬ lusu sövüp, içimin ateşini söndüreyim, ö y l e bir doğru adam çıkar karşıma hey Allah... • K u r b a n olduğum Yaradan da duamı kabul e t t i . Bir baktım karşıdan Çiftverenoğlu Hamza Bey gelir. İşte Zübükzâde'nin kanını içse, yüreğinin yangını sönmiyecek bir herif.;. Neden dersen bu İbraam, hamza Bey'in elinden Belediye Reisliğini kapmak is¬ tiyor. Başka zaman olsa Cuma namazına gelmediği •••çin,, — Ulan dinsiz, namaz niyaz bilmezsin; mübarek memleketin uğurunu kaçırdın... diye çıkışırdım. Ama içimi dökecek, bir söyleşecek insan bulduğumdan ses etmedim. — Selâmünaleyküm... — Aleykümselam... deyip hal hatır sormağa kalkmadan Hamza Bey söze girişti ve Zübükzâde için demedik söz komadi: — Yahu bu alçak bizi hep mi akılsız belledi? Bu ne
iş
heyri?
Bu
gece
sözde
evine
hükümet
gelesiy-
miş... Hükümet he demek bre kardaş? Bu itin başını boş korsak, yarıntesi gün de «İngiliz Kralı can-ciğer ahbabım olduğundan ziyaretime gelmiş. Velâkin bir karı dalgasından ö t ü r ü gönlüm kırık olduğundan hu¬ zuruma girmekliğine destur v e r m e d i m * diye atacak.
Biz de bile bile yutacağız öyle rai? Yahu aramızdan bir vicdanlı herif çıkıp da, şu Zübük'ü ayağının altına alıp çiğnemiyecek mi? Bu rezilin canını alanın maka¬ mı cennet-i âlâdır... , Aman Bey, nasıl anlatsam sana, Belediye Reisi işte böylece konuşurken, nasıl olduysa ben birden sertelip d e : — Ne demek... Şimdi sen hükümetimiz büyük¬ lerinin İbraam Bey hanesine konacaklarına inanmıyor musun? Bre Hamza Bey, şu temeline tükürdüğüm ka¬ saba kuruldu kurulalı, bunca hükümet gelip geçmiş de, hangi bir ileri gelen hükümet adamı «Varıp biyol şuncağızlar nider, nişler?» diye kalkıp gelmiş? Ulan bîz ne değerbilmez insanlarız... Her nasıl olduysa içimizden bir fbraam Bey çıkmış da hükümeti buyur etmiş. Çekememezlikten onu» da diri diri yiyeceğiz... Ben bu sözleri nasıl dedim hey Allah... Demindenberi «Aman bir sözünü esirgemez kişi çıksa da, dertleşsek» diye içimden geçirip dururken, ben nasıl oldu da böyle konuştum? De ki, içime başka biri girip oturmuş. Konuşan ben değiiim de, içime giren na¬ mussuz... Evet, içime şeytan girmiş. Ben böyle diklenince Hamza Bey şaşaladı. Bir vakit ne diyeceğini bilemedi. Neden sonra toparlanıp, tıpkı benim cami avlusunda yaptığım gibi, • • . — Len heyri, şakadan da anlamazsın, dedi, biz şimdi Zübükzâde'miz için bir kötü söz mü dedik y⬠n i . . . Estağfurullah... Başını sallıyarak yürüdü, gitti. Ben eve geldim. Ağzımı bıçak açmıyor. ' Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, d ü ş ü n d ü m : Biz neden böyleyiz? ö y l e ya canım, bu anasının oğ¬ lu, babası bellisiz Zübük, başımıza getirmedik belâ bırakmamış. Hepimizin ayrı ayrı canını yakmış. Biz
her birimiz,
bunun
n e d e n bu
den
yalanlarına
nimkisi
ipini ç e k m e ğ e g ö n ü l l ü y ü z ,
inanmayız d a ,
korkudan...
İnsan y ü r e ğ i
öyley¬
u ğ u r s u z u d a h a a r a m ı z d a yaşatırız, 1 ne¬
ken
Korku
inanır g ö r ü n ü r ü z ?
dağları
bekler,
demişler.
d a ğ o l s a b u n c a yalanın saldığı
dayanamaz.
Be¬
korkuya
.
Derin d ü ş ü n c e l e r i n s o n u n d a şunu anladım; zim,
Zübükzâde'nin
görünmemiz,
yalanlarına
kumara
inanmazken
b e n z e r bir iş.
doymazmış» derler, ne d o ğ r u . . . yı v e r d i k ç e , v e r e s i rarını
çıkaracak da
yalan-dolanına vet,
gelir,
he
N e d e n ? Ç ü n k ü za¬
kurtulacak.
herif y a l a n d e m e ğ e y a l a n değilse...
inanmtş
«Kumarda ütülen
K u m a r d a insan para¬
mi?
Bizim
inanır g ö r ü n m e m i z
kin, ya yalan
bi¬
de
bundan
diyor,
Zübük'ün
işte...
E¬
biliyoruz.
Velâ-
H e p i m i z e attığı kazıkların
bir
u c u g ö k k u b b e s i n e , bir u c u y e d i kat y e r i n d i b i n e var¬ mış.
Şimdi
rek
biz
yediğimiz
bile,bile yalana
insanın
yalana
kazıklar
çıkar m'ola,
göz y u m u y o r u z .
inanası
diye¬
Kazıklandıkça,
geliyor.
B e n b ö y l e c e d ü ş ü n ü p d ü ş ü n ü p d e r i n l e r e dalmış¬ ken,
Yekdâne
kızım,
—
Baba,
—
Buyursun...
Hamza
Hoş-beşten — ruysa... hani...
sın
Bey şöyle
Koca
kuşansın,
gerek.
M e m e t Çavuş
dedi: Söz g e l i ş i ,
bizim d e b i r i ş y a p m a k l ı -
bir h ü k ü m e t geliyor gerek.
dedi.
bu gece geleceği d o ğ ¬
Evet, d o ğ r u o l m a s ı n a d o ğ r u y a . . . Belediye olaraktan
r e t o p atsın g e r e k . davuHar
Hamza
H ü k ü m e t adamlarının
ğımız g e r e k . lansın,
sonra
Bey a m c a m g e l d i . . .
Yiğitler
K a s a b a y a varışında Hıdırlık'tan
Köylerden kol
at¬
karşıla¬
g e n e y ü z b i r pa¬ kol y i ğ i t l e r çıksın,
doğulsun...
— Eyvaaah... heyri...
Seninki
iyi
akıl
ama
geç
kaldık
— Aman, "durma zamanı değil. Biz Hamza Bey'le ilkin Belediyeye ordan partiye seyirttik. Partinin o zaman başkanı Aklı Evvel Bedir Hoca... Hoca d e d i : — İyi söylersiniz. Velâkin bu gelenler Zübükzâde İbraam Bey'in konukları olduğundan, ona danış¬ mamış; karşılama yapılmaz. Haydi, birlikte varıp Zübükzâde'ye danışalım biyol. O ne buyurursa öyle edelim.
Zübükzâde'nin evine vardık ki, herif in. evi düğün evine dönmüş. Alucan Muhtarı Sabr'ağa tokluyu kes¬ miş de ağacın dalına asmış yüzüyor. Kalaycı Kör Nu¬ ri öteye beriye seyirtip çabalanıyor: Terzi Cemal k a r pı oğlanı olmuş, fır fır dönüyor. Berber' Hakkı dersen kırk yıllık kapı uşağı... Zübükzâde'nin anası, — Buyrun, buyrun... dedi. — Kolay gele bacı... Bulamaçlar, yalamaçlar, gülemeçler yapılmış. Tüccardan Emin Efendi kulağımın dibine girip fı¬ sıldadı: — Heyri, şimdiyecek hükümetin geleceğine ina¬ nım y o k t u . Gene bu Zübük namussuzu bizi bir oyuna getiriyor sanmıştım. Ancak şu olup biteni gözlerimle gördükten kelli, inandım. Anan hükümet gelecek. Hemi de bu hükümet bütün takımıyla taklavatıyla gele¬ cek. Bu ne hazırlık heyri... Hükümet değil, koca ka¬ dının pişirdiklerini bir bölük-eşkiya neferi bir ay yese tüketemez. Evet, ahan simdik anladım; hükümetin ge¬ leceğine kalıbımı basarım. Tüccardan Emin Efendi'nin ardından Gedikli ih¬ san kulağımın dibine s o k u l d u : — Hükümetin geleceğine inandım gitmeli...
dedi. —
Bre Hoca, candarma b u , kaymakam gibi d ö -
ğ ü n ü p ağlamaz, den
sopayı
kaptı
mı Allah yarattı deme¬
üstümüze yürür. —
N'olacaksa olsun h e y r i . . .
h e p b o y n u z l a t a c a k mı? maz
Bu
Bu Z ü b ü k z â d e bize
işler n a m u s u m u z a d o k u n ¬
mı? B u s ö z üzerine c a n d a r m a k u m a n d a n l ı ğ ı n a g i d i l d i .
Onbaşıyı
yatağından
mazmatayı —
kaldırdık.
Onbaşı
uyku
dalgını
okuyunca,
Aman
bu
bir m e m l e k e t v a z i f e s i . . .
Varıp
ku¬
mandana bildireyim... d e d i . Onbaşının am Bey'den
bu
bir
g a y r e t i n e bakılırsa, karın sancısı var.
onun da
İbra-
Hep birden ku¬
m a n d a n evinin kapısına v a r ı l d ı . O n b a ş ı i ç e r i g i r d i . B i r cıgara
içesiye
mazmatayı
kalmadı,
dışarı
çıktı.
Kumandan
Bey
okuyunca,
Aman
iyi...
B u r a insanının
aklı
ö y l e y s e . Ç a b u k bana g e d i k l i y i ç a ğ ı r ı n . . . Kumandan
Bey,
Zübükzâde'nin
başına, g e l d i demiş.
yalan-dolanlarını
b i t i r m i ş d e , h a l k t a n bir ş i k â y e t g e l s i n d i y e b e k l e r m ı ş . B i z i m yazıtı —
şikâyeti yorgan
O Z ü b ü k alçağının,
ledim... diye muş."
altında ahan
yataktan fırlayıp,
•
okuyunca,
s i m d i k anasını
'
Onbaşının
dediğine
bel¬
giyinmiş, seferi ol¬
bakılırsa,
• Kumandan
• Bey
ç o k t a n beri, aman elime zorlu bir iş düşse diye b e k l e r dururmuş.
Hırsızlık mırsızlık,
t e f e k işlere candarmalık,
kumandanın has i ş
kavga
mavga
aldırdığı y o k .
beklemekten
gibi. ufak Kumandan,
tavlı b a r u t a d ö n ¬
müş. Nerdeyse d u r d u ğ u y e r d e ateş alacak... dedi k i :
Onbaşı
—
Bu
bizim
kumandan,
Zübükzâde'yi - vahana
yer, çiğ çiğ yer... Askeriye
işi
g i b i v a r mı?
g i b i tıkır tıkır i ş l i y o r . G e d i k l i dan
Bey de —
Şifendifer
marka
kuşarimış g e l d i .
b i z i m yanımızda,
Şimdi Zübükzâde'nin
saat
Kuman¬
candarma gediklisine, evine g i d e c e k s i n ,
dedi,
evime -hükümet adamları, g e l e c e k diye milleti aldatıp, hanesinde türlü kadın
oynatıp
menhiyyatı
icra e t m e k t e y m i ş .
oturak âlemi y a p m a k t a ,
Çıplak
k ö ç e k oğlan¬
larla d ü ş ü p k a l k m a k t a v e n i d ü ğ ü bellisiz k i m s e l e r i ha¬ nesine
davetle
kumar
teymiş.
Halkın
şikâyeti
oynatmakta ve üzerine
herhangi
ev
esrar
içilmek-
basılacak.
baskından
önce,
rilmemesi
için c a n d a r m a o l a r a k t a n t a h k i k a t ı n ı
bir yanlışlığa
Ancak
m e y d a n ve¬ icra e t
ve bana acele neticeyi bildir. Gedikli, " Başüstüne...
deyip y ü r ü d ü . ,
Candarmalar önde, nin evi ö n ü n e g e l d i k . —
biz a r k a l a r ı n d a
Zübükzâde'-
Gedikli soruşturmaya başladı:
M a z m a t a d a yazılı
olanları
nerden
gördünüz?
- — B a ş e f e n d i , aha ş u d i r e ğ i n t e p e s i n d e n . . . çıkırık m a k a r a s ı
yaptık.
Küfeyle
bir
bir y u k a r ı
Bak çıkıp,
p e r d e s i a r a l ı k p e n c e r e d e n , i ç e r i d e k i rezilliği g ö r d ü k . . . —
Ben d e b i r g ö r m e l i y i m . . . d e d i .
B a ş e f e n d i y i k ü f e y e s o k t u k , ipi ç e k t i k . . . B a ş e f e n di
bir z a m a n s e y r e d a l d ı . Bizim
son verir,
k o r k u m u z şu baskın
ki;
gün
da yapılmaz.
ışır,
bunlar rezilliğe
Başefendi küfe
için¬
de, direk tepesinde tünedi kaldı. —
İndirelim
mi
Başefendi?
diye
seslendik.
Başefendi, —
Ulan
İndirin!., d e d i .
yavaş...
Bağırmayın
herifler
duyacak.
Hıdırlrk cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış. Başefendi, bizi toparladı, — Beri gelin... dedi. Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı: — Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin. Bu evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬ maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m . Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde hiç mi akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬ mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬ şımızdaki hükümet yapabilir. Yahu, o ne kepazelik, t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬ met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬ kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız. Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük. Demek söylentiler doğruymuş ve demek reziilik şehirlerden buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ; Zübükzâde İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬ d i s i . . . Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz, mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬ mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve y o k t u n Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden aklı başına gelip, — Aman, mazmatanın parçalarını toparlayın, hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu
Hıdırlık cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış> Başefendi, bizi toparladı, — Beri gelin... dedi. Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı: — Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin. Bu evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬ maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m . Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde hiç mi* akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬ mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬ şımızdaki hükümet yapabilir. Yahu, o ne kepazelik, t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu.. Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬ met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬ kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız. Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük. Demek söylentiler doğruymuş ve demek rezillik şehirlerden buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ; Zübükzâde İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬ disi.;.. Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz, mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬ mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve yoktur. ı Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden aklı başına gelip, — Aman, mazmatanın parçalarını toparlayın, hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu
parçalan yakıp, le, y a d a
k ü l ü n ü d e t a Hıdırlık d o r u ğ u n d a n ye¬
Kamışlık ç a y ı n d a n s e l e v e r m e l i , y o k e t m e ¬
l i . . . dedi. Giderken —
de:
Haydi s a ğ l ı c a k l a k a l ı n , . ,
Ben
kumandan
beye
r a p o r u m u v e r e c e ğ i m . Dilerse kumandan bey hüküme¬ tin gelmiş o l d u ğ u n u vilâyete bildirir, dilerse b i l d i r m e z ; g a y r i o n a kalmış bir i ş . . . Kimsede ses yok. Ben
evin
kapısından
Herkes girerken
bir y a n a gün
ö t ü y o r . . . A r a d a n b u n c a yıl g e ç t i . mussuzunun
döndü
ışımıştı.
gitti.
Horozlar
O g e c e Z ü b ü k na¬
evindekiler gerçekten
h ü k ü m e t adamla¬
r ı mıydı, d e ğ i l m i y d i , b i l e m e d i k g i t t i . Yaaa işte b ö y l e b e y . . .
Zübükzâde*'den
b i z i m çek¬
m e d i ğ i m i z m i k a l d ı ! . . D a h a d a n e l e r ç e k e c e ğ i m i z bel¬ li değil. Görelim Mevlâm n e ' g ö s t e r i r .
ÖLÜ TOPRAĞI
SERPİLMİŞ
KASABADAN
' MEKTUP ilçe Ortaokulu'nun A l m a n c a • • ö ğ r e t m e n i , bir a r k a d a ş ı n a şu m e k t u b u yazıyor :
.
'
«Sevgili S e n d e n ve d e n i z d e n
metre de y ü k s e k t e y i m . yolculuğundan sonra, geldim. buralarını
belki
vilâyet daha
1286
bir g e c e s ü r e n t r e n
bir c u m a r t e s i s a b a h ı (
Tatil g ü n l e r i n i görmem
1342 k i l o m e t r e uzakta, İki g ü n
) ye
merkezinde geçirip, akıllıca
bir i ş o l u r d u .
A m a bir a y a k ö n c e , A l m a n c a ö ğ r e t m e n i o l a r a k a t a n -
eliğim i l ç e y e k a v u ş m a k için ö y l e s a b ı r s ı z d ı m , yecanlıydım ki, vilâyette kalamadım.
Öyle he¬
İlçeyle il arasın¬
d a yalnız b i r k a p t ı k a ç t ı , h a f t a d a ü ç g ü r i i ş l e r m i ş . B e n t a m zamanında sarısı
hurda
Burada liyordum,
gelmişim,
ilkel
büsbütün
sonra,
içine
düşeceğimi
hazırlıklıydım.
içimden
ülkücü
kanarya
bindik.
b i r yaşayışın
buna önceden
bir şey söyliyeyim mi, Kendimi
öğleden
bir kaptıkaçtıya
bunu
Daha
bi¬
şaşılası
istiyorum da...
göstermem de doğru
ol¬
maz. Biraz d a i ç i m d e m e r a k v a r d ı . B u d u y g u m u , ş i m ¬ di
sana yazarken
bile; utanıyorum.
kalı b i r z e n g i n t u r i s t i n ,
Avrupalı,
bir Uzak D o ğ u ,
Ameri¬
bir A f r i k a içi
ş e h r i n i " m e r a k e d i ş i g i b i , insanın k e n d i y u r d u n d a n b i r i l ç e y i m e r a k e t m e s i ayıp d e ğ i l Balta
girmemiş
u y g a r ulusların ten
içe
mi?
ormanlarda
heyecan
arayan
aslan
avına
gezginleri,
bir b o ğ a yılanına k o v a l a n m a k ,
çıkan
nasıl
iç¬
nasıl y a m y a m ¬
ların e l i n e d ü ş m e k , y u r t l a r ı n a d ö n ü n c e h e y e c a n l a an¬ latacakları
türlü
serüvenler yaşadıktan
sonra
kurtul¬
m a k i s t e r l e r s e , bizim d e i ç i m i z d e , d a h a y o l a ç ı k a r k e n , işte b ö y l e b i r gizli d u y g u var. B u d u y g u y u * ş i m d i b u r d a d a h a iyi anlıyor d a u t a n ı y o r u m . şılası, h e p k ö t ü , lı
gelmişiz.
mızı
açıp
B u r a l a r d a h e p şa¬
hep ilkei ş e y l e r g ö r m e k için hazırlık¬
Her g ö r d ü ğ ü m ü z ş e y e
şaşacağız".
Sonra
da
«ÂaaL.»
m e k t u p l a r d a b u n l a r ı b i r e bin k a t a r a k , landıra anlatacağız.
Neden, böyle
sonra kendikendime, yapmışlar,
bizi
de
bizden
böyle
d i y e ağzı
b i r b i r i m i z e yazdığımız b a l l a n d ı r a bal¬
düşünüyorum
öncekiler
alıştırmışlar,
hep
da,
böyle
gelenek
kur¬
muşlar da ondan, d i y o r u m . Umarım bile,
duygularımızla bancı
ki,
bir Fransız,
bizim y u r d u m u z u n sayıp
dolaşmaz. bir
bir
köyünü
İngiliz,
Kendimizi
uzak i l ç e m i z d e ,
bir A m e r i k a l ı
bucağını,
b i z i m - bu.
kendimize
atlaslara,
ya¬
coğrafya
kitaplarına girmemiş, aptallfğı
b i l i n m e d i k bir ü l k e
- Hoş, yeni g e l d i ğ i m b u ' ilçede, şeyler, çok.
olaylar, Benim
mamız, geri,
keşfetmek
içindeyiz. önceden
sandıklarımdan
kızdığım,
önceden
bunlara
buralara ilkel
beni şaşırtacak
benim
şaşmaya
hazırlıklı
bişey g ö r d ü k mü,
bir k e n t yıkıntılarında,
daha
hazırlıklı
gelişimiz.
sanki içimizde,
İsa ö n c e s i b i r k r a l
ol¬
Kötü, batmış
mezarı
bul¬
m u ş a r k e o l o g u n s e v i n c i n i d u y u y o r u z . B e n d e b u duy¬ gulardan
uzak
kalamamışım.
İ l ç e y e c u m a r t e s i g ü n ü g e l d i ğ i m i ç i n , pazar g ü n ü ¬ nü
burda
kimseyle
geçirmeğe
tanışmadan,
Yol y o r g u n l u ğ u
beni
aramak oldu. Aramak, şey
aranmaz!
risinde
bitirmişti.
boşuna
Aranmadan,
A n c a k d ö r t - b e ş yüz b i r alanın
kendimi
herşey
metre
çevresinde
İlk
bir söz.
süren
işim
bir o t e l
Burda
önüne
hiçbir
çıkıverir.
bir ş o s a y l a ,
herşey toplanmış.
küçük
Bunların
ge¬
evler var.
İlçenin,
tabelâlarırıdaki
«otel»
yazısından
h i ç b i r ş e y i o t e l o l m a y a n iki o t e l i var. r i s t i k Palas Oteli»... ğımız,
tanıtmadan
kararlıydım.
Yol
Oteli»,
içinden
lerdeki
öbürünün
boyunca
geçtiğimiz,
otellerin
de
adı
da
kaptıkaçtıyla
«Modern
gelirken
durakladığımız
çoğunun
başka
B i r i n i n adı «Tu¬
tabelâsına
Palas
uğradı¬
başka
ilçe¬
«Palas»
ek¬
lenmişti. Otellerden miş
diye
birinin
şaşma.
adına
Çünkü
neden
içinde
«Turistik»
k a ç yıl
eklen¬
yaşıyacağımı
b i l m e d i ğ i m b u i l ç e , T ü r k i y e - İran t r a n s i t y o l u üzerin¬ dedir.
Ortasından
sabayı
ikiye b ö l e n y o l d a n , t o z u ,
bıçak gibi
keserek geçtiğimiz toprağı
r a k d u r m a d a n g e l e n g e ç e n özel o t o m o b i l l e r , nın t o p r a k d a m l ı
evlerini
ka¬
havalandıra¬ kasaba¬
kat kat t o z t a b a k a s ı altında
bırakıyorlar. İlk bakışta, insanlar bile, uzun zamandır yattıkları topraktan daha yeni kalkmışlar da, üstlerini başlarını silkelemişler gibi görünüyor. Derileri, bakış¬ ları bile tpzlu, dumanlı... Bu t o z - t o p r a k altında uyuklayan kasabayı, böğrüne saplanıp geçmiş transit yo¬ lu bile, derin uykusundan uyandıramamış. Parmaklarımı topraklara geçirip, ellerimi derin¬ lere daldırıp, kolanınla yolları, tepeleri tutup, bütün bu kasabayı sarsıp sallayacağım, onları tozlarından silkeleyip uyandıracağım sanıyorum. Onbeş - onyedi yaşlarındayken, içimiz içimize sığmaz da, nasıl du¬ varları, kapıları yumruklar, t e k m e l e r d i k ; şimdi işte kendimi öyle güçlü duyuyorum. Transit yolunu, ilçe için büsbütün de- yararsız sanma. Bu y o l , hem de Fransızca yaz'lışıyla «Restaurant» kelimesini ilçeye sokmuş. İkisi otellerin al¬ tında olmak üzere üç aşçı dükkânı var. üçünün de tabelâsında «Restaurant» yazılı. Yalnız birinde «N», birisinde de «S» harfi başaşağı, ters yazılmış. Kara yolundan İran'a, İran'dan bu yana geçen ingilizler, Almanlar, Amerikalılar, tam ilçeden geçerlerken ka¬ rınları acıkırsa, tabelâlardaki «Restaurant» yazısını görüp, arabalarını durduracaklar. Bu arabaların burda durduğu yok ki, aşçıya, otelciye para bıraksınlar. Da¬ ha önce içinden geçtikleri ilçelerde «Palas» otellerde, Restaurant'larda boylarının ölçülerini, güzelce dersle¬ rini almış olacaklar ki, kasaba içinden kurşun hızıyla geçip gidiyorlar. Arabaları bozulanlar, isteristemez kalıyorlar. Kış değilse, arabalarının içinde geceliyoriarmış. Bu transit yolunun ilçeye bir yararı daha olmuş. Burda ilk günü kiminle görüştümse, cebinden Ame¬ rikan cıgarası çıkarıp ikram etti. Hele delikanlılar A-
merikan cıgarasına bayılıyorlar. İlçenin esnafı, b u r d a n ' geçen yabancılar para bırakacaklar diye bekliye dur¬ sun, delikanlılar arabaları durdurup, turistlerden A¬ merikan cıgarası satın alıyorlarmış. Amerikan cıgarasının en ucuzu, bizim en pahalı cıgaramızdan dört kat daha çok paraya alınabiliyor. Ama Amerikan c ı garası ikram etmenin fiyakası başka oluyor. Memur¬ lar da Amerikan cıgarasına özeniyorlar. Delikanlılar, satın aldıkları cıgaralan başkalarına daha pahalıya satarak para kazanıyorlar. Transit yolundan geçenler Alman da olsa, iranlı da olsa, yanlarında Amerikan cıgarası bulunuyor. Buralılar Amerikan cıgarasını yalnızken içmiyorlar, toplu olunca içiyorlar; daha çok ikram cıgarası... Şimdilik anlıyabildiğim, Amerika, uygarlığını ön¬ ce cıgarasıyla yaymaya başlamış. İlçenin iki otelinden biri, alan üstünde, ö b ü r ü elii-altmış adım daha uzakta. Turistik Palas Otelini hiç gözüm tutmadığı için, daha iyi görünen M o d e r n Palas Oteli'ne g i t t i m . Otelin d ö r t odası var. Odanın birine altı, ikisine dörder, birine de iki karyola koy¬ muşlar. Bana, otelin en iyi odası olan iki karyolalı odayı verdiler. Helaya girince, niçin, ne yapmak için buraya gir¬ diğimi unutup dışarı çıkmak zorunda kaldım. Elbise¬ lerimle yatağın üstüne uzandım. Ama kokudan, dura¬ madım. Aşağı indim. Otelin altında, bir yanda kahve, bir yanda ahçı var. Kahvede bulunan otelciye, yatak çarşaflarını, y o r g a n , yastık yüzlerini değiştirmelerini rica ettim. Bir arkadaşım, hem de bir büyük bir otelde kalıyormuş. Yatak çarşafının
vilâyet merkezinde
değiştirilmesini
istemiş de,
— Beyim, daha geçen hafta
d e ğ i ş t i r d i k , temiz¬
d i r , a n c a ü ç kişi y a t t ı . . . d e m i ş l e r . Bana
böyle söyliyen
olmadı.
Yağmurdan, sıcaktan yol yol çatlamış, lı
kontrplâk üstüne,
beyaz b o y a
k a r a boya¬
ile a c e m i c e
«Res-
t a u r a n t » yazılı y e r e g i r d i m . B u r a s ı , i l ç e d e k i ü ç lokan¬ tanın gibi
en iyisiymiş. Toprak taban, olmuş.
Düşmeden
üstünde
basıla basıla b e t o n durabilmek için,
sandalye d e ğ i ş t i r d i m . Ya t o p r a k tabanın lüğünden,
ya
da sandalye
bacaklarının
ta olmayışından sandalyelerin
üç
eğri b ü ğ r ü e ş i t uzunluk¬
üstlerinde dengeli
otu¬
ramamıştım.
İlk g ö r d ü ğ ü m y e r o l u ş u n d a n m ı b i l m e m ,
herşeye,
ince
en
ayrıntılarına
L o k a n t a d a altı s a var.
Aralıklı
masayla,
masa
dek dikkat ediyordum. b i r d e ç o k uzun bir ma¬
tahtaları,
üstüne
kim
yıldır y a ğ l a r ,
yemekler döküle
d ö k ü l e pırıl
şirleşmişler.
Bir ç o c u k ,
bir
kirli
bilir k a ç pırı! şim-
paçavrayla
masanın
ü s t ü n ü s i l d i . Yemek t e n c e r e l e r i n i n d u r d u ğ u y e r e git¬ tim.
Ağızları
miş.
H e p s i n i n ü s t ü n e s i y a h bir t ü l ö r t ü l m ü ş ,
bir t ü l . . . tül
t e p s i l e r sıra
Elimi o y n a t ı n c a , y e m e k l e r i n
kendiliğinden
sandığım, lutu
açık t e n c e r e l e r ,
sıra
dizil¬
dantelli
ü s t ü n d e k i siyah
h a v a l a n d ı , ş a ş ı r d ı m . B e n i m kara t ü l
k a r a s i n e k yığını
içinde kaldım.
Ayıp
d e ğ i l miymiş... olur diye
S i n e k bu¬
lokantadan
çıka¬
m a d ı m . A m a y e m e k l e r i d e y e m e d i m , y e m i ş - g i b i . yap¬ t ı m . Dibi y o s u n b a ğ l a m ı ş , ağzı kırık s ü r a h i i ç i n d e k i s u k i r l i y e ş i l e ç a l ı y o r d u . S u i ç e r k e n , alt d u d a ğ ı m b a r d a ¬ ğın dış k e n a r ı n a s ü r ü l m e s i n d i y e , iki d u d a ğ ı m ı , b i r d e n bardağın
içine s o k u p suyu
Lokantadan
çıkıp
içtim.
ilçeyi şöyle
bir dolaştım.
ö z e l a r a b a d a n çıkan e s m e r b i r a d a m , na
bir ş e y l e r a n l a t m a ğ a ç a l ı ş ı y o r d u .
lerinden
bir ş i k â y e t i
kişi ç e v r e l e m i ş t i .
olduğu
belliydi.
Bir
polis memuru¬ El
kol Onları
N e o l d u ğ u n u a n l a m a k için
hareket¬ beş-on ben
de
sokuldum. Esmer, kısaca boylu, kırkbeş yaşlarında, simsiyah bıyıklarının °*acunu yukarı burmuş bir adam bana, — Her zaman olur bey, dedi, her zaman olur... dedi.
Bu adam, az önce otelde, kendisinden yatak çar¬ şafını, yorgan yüzünü değiştirmesini rica ettiğim a¬ damdı.
— Neymiş? diye sordum. Anlattı: Yabancı arabaları, transit yolundan ge¬ çerlerken, gerek bu ilçenin, gerek köylerin çocukları, çobanları tarla dibine, yol kıyısına gizlenir, arabaları taşa tutarlarmış. Her zaman olurmuş... Birkaç taş ye¬ meden transit yolundan kurtulup sınırı aşan araba pek olmazmış. Araba içindekilerden kafası varılanlar bile olurmuş. Polise şikâyet eden adamın arabasına baktım, şoför yerinin yanındaki cam, atılan taşla kırılmıştı. Esmer adam, Fransızca anlatıyor, polis de ona Türkçe, —' Nerden bulayım yahu, kilometrelerce y o l . . . Hangi veledizina atmış, bilir miyim... diyordu. Bu olayları kanıksamış olan kalabalık da gülü¬ yordu.
Uçları sivri, siyah bıyıklı adamla birlikte yürü¬ yorduk. Adam bana, — Arabadaki sarı karıyı gördün mü? diye s o r d u . Evet, arabada güzel, sarışın bir kız vardı. Uçları sivri, uzun siyah bıyıklı adam anlattı: «— Arabanın içinde bir esmer herifle bir sarı karı g ö r d ü n mü, anla ki herif İranlı, kadın da. Alman.. Bu arabalar hep iran'a gider. Ordart gelen arabalarda sarışın kadın göremezsin... İranlıların Avrupa'ya na¬ sıl, nerden g i t t i k l e r i , bu yoldan mı, başka yoldan mı, bilinmez. Ama arabasız gittikleri belli. Günahları bo-
yurtlarına, yükte
dediklerine
hafif
pahada
göre
ağır
bu
adamlar,
yanlarına
bişey.. a l ı r l a r m ı ş .
O n u Al¬
m a n y a ' d a s a t t ı l a r m ı , ilkin o t o m o b i l alır, s o n r a d a sa¬ rışın
bir A l m a n
kızını k a p t ı l a r m ı ,
gerisin
geri
İran'a
d ö n e r l e r m i ş . G ü n d e y i r m i - o t u z a r a b a b u y o l d a n İran'a sarı kadın taşır. E s m e r a d a m ı n sarı karıya t a m a h ı ç o k oluyor bey. Alman İran
Sarı karının g ö n l ü d e k a r a h e r i f i ç e k i y o r ;
karıları
ması
sarışın
diyesiymiş
taşına,
bu
boyayacaklar.
sarı
Sarı
karılar
kara
kır¬
İran
Şahı
her g e n ç b i r sarışını A v r u p a ' d a n
kap¬
G ö r d ü n m ü , herif, A v r u p a ' n ı n .medeniye¬
memleketine
nasıl
koynuna-alarak... bülbülü
taşına
sarıya
ç o c u k l a r İran'ı d o l d u r a c a k l a r -
ki,
sın g e l s i n . . . tini
İran'a
memleketini
getiriyor,
İranlı
kucağına
herif d e d i n
mi,
oturtarak"
Alamancanın
kesilmiş... »
Uçları s i v r i b u r m a bıyıklı a d a m l a o t e l e k a d a r g e l ¬ dik.
Bu
otelin
sahibi
Satılmış' Bey'miş.
kemiklerine yapışmış. sıçrayacakmış gibi
'Sanki
geliyor.
insana
Eğri,
tünde yaylanarak yürüdüğünden gibi
görünüyor.
İlçede
Esmer derisi
hemen
ince
kısa
ilk tanıştığım
zıp
bacakları
boyu,
zıp üs¬
uzunmuş
Otelci
Satılmış
B e y ' d e n b u r a s ı için e p e y c e b i l g i e d i n d i m . Sana
bütün
ilçeyi,
böyle
ayrıntılariyle
anlatacak
d e ğ i l i m . Bu a n l a t t ı k l a r ı m a g ö r e , g e r i s i n i sen hayal e¬ debilirsin. İlçede te beş olan
bin
ilçenin
Hazirandan
1980 kişi y a ş ı y o r , kişi... güney sonra
köylerindekiferle
Bir g e n i ş d ü z l ü k ü s t ü n e batısından
b ü t ü n yaz
b a t a k g ö l c ü k l e r kalırmış.
bu
birkaç
Hıdırlık D o r u ğ u var.
Hıdırlık o l m a y a n
Hıdırlık g ö r d ü k ,
Çayı
akıyor.
çay kurur, yer yer
Bu batak gölcükler de sinek
üremesi, manda çimmesi için... ğusunda
Kamışlık
birlik¬
kurulmuş
Kasabanın k u z e y do¬ Anadolu'da
i l y o k sanırım.
duyduk.
bir d e ğ i l ,
Her y e r d e
bir
Burayı sevmeğe çalışıyorum, seviyorum d a . . . Bir sevgilim olsaydı da, onun ihanetine uğramış olsaydım, bu ilçeyi sevişilir daha bir romantikleşirdi. Elektrik lâmbaları yandı. Yanan lâmbalar, ortalı¬ ğı daha da kararttı. Çünkü insan, lâmba yanınca or¬ talık aydınlanacak, ışıyacak sanıyor. Tersine/ ölü gö¬ zü gibi sönüksü lâmbalar, karanlığı daha çok belirt¬ mekten başka işe yaramadı. İlçenin ortasından geçen ana yolu boydan boya bir kaç kez dolandım, lüks lâmbaları yanıyor. Tepeden sarkan fışıltılı lüks lâm¬ balarının karantina sarısı ışığı altında toplaşan insan¬ ların suratları uzamış, olduklarından daha da kirli, tozlu, sıska görünüyor. Işıklar altında toplanmış, kâ" ğıt oynuyorlardı. Onları, kahve pencerelerinin, dışın¬ dan seyrediyordum. Eller kollar kalkıp kaikıp, masa¬ nın üstüne oyun kâğıtlarını çarpıyordu. Sana mektup yazmak için otele döndüm. Odamı temizlemek için gazlamışlar mi; mazotlamışlar mı, DDT lemisler mi, anlıyamadım. Bir koku, bir k o k u . . . Kendimi dışarı atmasam boğulacaktım. Havalansın di¬ ye odamın pencerelerini açtım. Kahveye indim. Otelci Satılmış Bey, — Odanızı iyice DDT iettim, dedi, ne tahta ku¬ rusu, ne pire... Bu gece bir uyursunuz, yol yorgun¬ luğunuz gider... Işıklar-öyle kısık yanıyor ki, kahvede de mektup yazamadım. Satılmış Bey'e, : — Lâmbalar hep böyle mi yanar? dedim. — Yok, gecenin onundan sonra ceryan kuvvet¬ lenir de lâmbalar bir parıldar, güneş gibi şavkır da bakamazsın, gözün kamaşır. Biraz sonra dükkânlar¬ da kimse kalmaz, evdekiler de lâmbaları söndürür, uykuya varır. O zaman sen lâmbaları gör... Burda saat 23,30 dan sonra, lâmbalar göz kırpar
g i b i üç kere yanıp yanıp sönüyor; Cereyanın kesile¬ ceğine işaret... O saatten: sonra ortalık karanlık... Gaz lâmbaları yanıyor. Bu ölü ışıktan kurtulmak için sokağa çıktım. Dı¬ şarısı içerden aydınlıktı, çünkü dışarda ay ışığı var, ortalık pırıl pırıl... Anladın ya, herhangi bir Orta Anadolu ilçesin¬ den büyük bir ayırımı olmayan bir yerdeyim işte... Benim daha önce gördüklerimden, duyduklarımdan daha da yoksul, daha da y o k s u n . . . Burada herkesin ağzında bir Zübükzâde İbraam Bey... Herkes onu anlatıyor, onun sözünü ediyor. Merhaba der demez, arkasından Zübükzâde şöyle yaptı, böyle etti, diye başlıyorlar. Adını daha trendeyken duymuştum. Bir kompar¬ tımanda yolculuk ettiklerimizden iki kişi, hiç durma¬ dan saatlerce Zübükzâde İbraam Bey'in zulmünden, -kötülüğünden *Öert yandı. Onların u z u n u z u n yakın¬ malarını dinlerken, hiç sıkılmadım. Anlattıkları çok il¬ ginçti ama, inanılır şeyler değildi. Trenden inince, an¬ cak bir saat kadar kalabildiğim vilâyette de, ondan bundan yine Zübükzâde İbraam Bey'in mera'klı serü¬ venlerini dinledim. Kanarya sarısı kaptıkaçtıda da, .yol boyunca yine o adamın sözü edildi. İşin şaşılası yanı, bu adamın serüvenlerini dinlemekten insan hiç bıkıp usanmıyor. Destan gibi bir adam. Yalnız, kötü bir
destan,
yani
yergi,
taşlama...
Herkes
anlatıp
an
latıp «Affah Defanı ve/sin ulan Zübük... Çilemiz dol¬ madı mı ki, seni Azrail hiç görmez» diye sözünü bi¬ tiriyor. Daha yoldayken onun için anlatılanları dinliye d i n l i y e , gideceğim ilçeden çok bu adamı merak et¬ meğe başlamıştım. Ne yazık, onu göremedim, Ankara'daymış.
«Ya-
kında gelir» manıymış
deniyor. Şimdilik,
gibi
geçenleri
gelen
bu
öğrenmeğe
da anlatıyorlar.
bana bir masal kahra-
adamın
hayatını,
çalışıyorum.
Burdakilerin,
ondan başka anlatacak,
söyleşecek başka hiçbir konuları yok... bükzâde'siz evleri
bu
ilçe
olmayacakmış,
bomboş duracakmış.
içleri,
başından
Ben çalışmasam
Onsuz,
öyle
yada
ki,
Zü-
dükkânları,
b u r d a k i insanların
kafaları, gözleri boşalacakmış. Burada herşeyi
dolduran, Bey...
canlandıran
hep
Kahvede, yolda,
hep
evde.
Zübükzâde
İbraam
her y e r d e o n d a n
ko¬
nuşuluyor. Gece otelde y o r g u n l u k t a n dan
uyumuşum.
çarşafının,
hiç y e r i m i y a d ı r g a m a ¬
Pazar s a b a h ı
yorgan,
gözümü
yastık yüzünün
tirilmiş olduğunu, ama
açınca,
yatak
gerçekten
değiştirilenlerin,
değiş¬
eskisinden
daha temiz olmadığını g ö r d ü m . Sana kahveye
bu
çay içtik. yordum.
mektubu yazmak
indim.
Otelci
Satılmış
için
otelin
altındaki
B e y ' l e karşılıklı
birer
O n d a n i l ç e n i n d u r u m u n u ö ğ r e n m e ğ e çalışı¬ O bana d u r m a d a n Zübükzâde'yi anlatıyordu.
Bir b a k ı m a d o ğ r u ; anlaşıldığına Zübükzâde
demek...
Söz
göre
arasında,
bu
ilçe,
Otelci
yalnız
Satılmış
Bey, —
Memleketimiz
—
Neden?.diye
—
Bizim
garip, dedi,
garip yer bura¬
sı... sordum.
kasabamıza
ölü
toprağı
serpilmiştir...
Bu sözü, gelirken trende birinden daha duymuş¬ tum.
O
da,
kendi vilâyetinin
bakımsızlığını,
sahipsiz¬
liğini a n l a t m a k için «Bizim m e m l e k e t e ölü t o p r a ğ ı ser¬ pilmiş» d i y o r d u . anlamamıştım. nasıl
sessiz,
İlkin b u s ö z ü n
Şimdi kimsesiz,
ne d e m e ğ e geldiğini
sezinler gibi yalnızsa,
oldum.
«ölü
toprağı
Mezarlık serpil¬
miş» d i y e k e n d i m e m l e k e t l e r i n i d e bir mezarlığa b e n -
zetiyorlardr. Otelci Satılmış Bey'e, trendeki adamın sözünü aktardım, — Orası için de ölü toprağı serpilmiş diyorlar... dedim. Satılmış Bey, derin bir iç geçirdi, — Onu bile. elimizden almak isterler, dedi, bura ları, dolayları dolaşsan her uğradığın yerde «buraya ölü toprağı serpilmiş-» derler. Yalandır. Asıl ölü t o p rağı serpilmiş memleket bizim burası... Başka yer olamaz. - - • — Neden? — Taa rahmetli anam söylerdi, ben bebeyken... «Oğul, oğul, buralara ölü toprağı serpilmiş» derdi. O sizin dediğiniz yer bir kere, yüksekte kalır. Oraya ölü toprağı nerden gele? Bak şu yukarı.... Atalarımız, en havalı, en yüksek yere mezarlık yapmışlar. Hıdırlık'ın a l t r h e p mezarlık. Yel vurdu muydu, kabristan t o p rağı kasabanın üstüne serpilir. Şimdi anladın mı Bey, neden buralara ölü toprağı serpilmiş... Satılmış Bey'in anlattıkları içimi kararttı. Kahve nin penceresinden gerideki ölü toprağı serpilen t e pelere yukarı baktım. Buraya haftada iki kere, cumartesi, perşembe günleri,, posta var; gazete de o günler geliyor. İstan bul gazetelerini, yayınlandıkları günden d ö r t gün son ra okuyabileceğim. Cumartesileri üç, perşembeleri dört, gazete birden almak, zorundayım. Posta günleri¬ ne gazete günü de deniyor. Gazeteciye dergiler gel¬ miyor, abone olacağım. Burasını çok sevdim dersem, inan. Çok işler be cereceğimi sanıyorum. Bütün gün ilçeyi gezeceğim. Bütün ilçe dediğim, yarım saatte bitiyor. Ama ben Hıdırlık'a da çıkmak istiyorum. Gözlerinden öper mutluluklar dilerim.
.
— Eğri" b e l i n e
belki
hovardalığa
nuşalım .
b a h a r s u y u y ü r ü m ü ş olsa g e r e k ,
çıkmıştır.
Varsın
olmasın,
biz
ko¬
dedi.
Parti b a ş k a n ı o l d u ğ u m d a n ,
l i ğ i m ieap e d i y o r .
söze d e s t u r v e r m e k -
Çiftverenoğlu
Hamza
Bey'e
bak¬
t ı m , h e r i f i n , y ü z ü n d e n kan ç e k i l m i ş , m e v t a y a d ö n m ü ş . Partimiz
Belediye s e ç i m l e r i n d e alt oldu
B e l e d i y e (Reisliği g i d e c e k , lacak...
Senin düzen
mu,
elinden
herifin düzeni tüm
dediğin,
bozu¬
makina dişlileri
gibi
hep birbirine g e ç m e l i . Birinin düzeni bozuldu mu, bü¬ tün düzen çarkı bozulacak.
Ucu hepimize dokunacak.
Ben söze g i r i ş t i m : - r - Arkadaşlar, Ak koyun
kara
biliyorsunuz,
koyun
ayırt
seçim geldi çattı.
edilecek.
Aramızdaki
ay¬
rılığı gayrılrğı u n u t u p , e s k i d e f t e r l e r i d ü r e l i m , rafa ko¬ yalım. mü,
B e y g i r l e r bile
beygir
akliyle,
canavarı
b a ş b a ş a v e r i r b i r l e ş i r d e a r t ayaklarını
dönerler. vatan,
Bizim
millet,
de
birleşme
din d ü ş m a n ı
zamanımız.
muhalifler,
gördü
canavara Yoksa
bu
a r a m ı z d a k i te¬
p i ş m e y i , d a l a ş m a y ı g e r ç e k b i l i p s e ç i m d e bizi y e r e se¬ rerse,
hepimizin tiftiğini tararlar.
Burda toplaştık ki,
s e ç i m l e r d e n ö n c e muhaliflerin kolunu kanadını, ğını
boynuzunu Böyle
Efendi'nin
kula¬
kıralım.
konuşmamın meramı,
sebebi
Belediye
Hamza'nın e l i n d e n k a p m a k . kavgasına d ü ş t ü k m ü ,
şu
ki,
Reisliğini
Gedikli
İhsan
Çiftverenoğlu
Biz ş i m d i p a r t i c e s e n b e n
muhaliflerin ekmeğine yağ sü¬
rülecek. Bunun zına d a
bir y o l u v a r , - G e d i k l i
bir p a r m a k bal
ğimiz g i b i ,
İhsan
çalmak...
Çiftverenoğlu
Efendi'nin
önceden
işmarı ç a k ı n c a ,
ağ¬
sözleşti-
o söze
gi¬
rişti: — Arkadaşlar, oyuncak; değil,
biz
başka
hep bir işe
kardeşiz. benzemez.
P a r t i c i l i k işi İnsanoğlu'-
nun
yiğitliğini
yol
arkadaşlığında
kumar âleminde sınayacaksın leminde sınayacaksın var;
üç...
benim
Efendi'yle de
bir d â v a m ;
kendisi
Ben
muhterem
benden
haddimi bilirim, arkadaşlarımın Şu
sonuncusu
konuşalım
arkadaşımız
o1 varken
arka¬
Gedikli
b i r alıp v e r e m e d i ğ i m
çok Belediye
İhsan
yok. Ve
Reisliğine
bana
bir,
m u h a b b e t â¬
bunun
Açıkça
Ha o olmuş ha ben o l m u ş u m . . . ve
içkili
Bir d e
particilik arkadaşlığı...
daşlar,
sınayacaksın,
iki,
lâyıktır.
reislik düşmez.
Ben d e o l s a m , o n u n
hizmetindeyim.
Çiftverenoğlu
şaşkınını
gördün
mü
sen?
U¬
lan, b e n sana b ö y l e m i ö ğ r e t t i m ? Nasıl k o n u ş u l a c a ğ ı ¬ nı
sana
bir bir e z b e r l e t m e d i m
Gedikli Bu
Efendi'yle
d ü p e d ü z «Ben
rim.
mi...
bir d â v a m
köprüyü
izniyle.»
demek değil
edilmiyecekti.
Bizde,
oyunuyla elden
kazık
mi?
demek? dayı
Hiç dâva
mava
ahbaplığı
mü, arkasından
atılacağını
«Benim
ne
de¬
o n u n anasını b e l l e r i m
yok yere
da can-ciğer göründün
Tuu.. :
yok»
g e ç e s f y e ayıya
Hele bir reis o l a y ı m d a ,
Allahın fı
İhsan
cümlemiz
lâ¬
sıkıladın
bir a l i c e n g i z
biliriz.
Velâkin,
r e i s l i ğ i k a ç ı r a c a ğ ı m d i y e k o r k u d a n ş a ş k ı n a dö¬
nen Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza d e n e n a l ç a k t a akıl mı
kal¬
mış... Reislik e l d e n g i t t i d e ; G e d i k l i İhsan Efendi reis oldu
mu,
herifin
.kalmamış k i . . . Bey'i
ipe
ipliği
pazara ç ı k a c a k . Y e m e d i ğ i halt
Gedikli
kadar götürür.
İhsan
reis oldu
Gayri
mu,
Hamza
v i c d a n ı n a kalmış
bir
iş... Gedikli
İhsan t e h ¬
likeyi s e z i p , zağar iti g i b i kulaklarını d i k t i .
Hamza Bey b ö y l e k o n u ş u n c a ,
İblis misa¬
li
sırıtıp, — Bre heyri;
sun...
furullah... miş...
bu nasıl söz,
d e d i , , ne d e m e k ol¬
Sen v a r k e n , bana r e i s l i k m i d ü ş e r m i ş . . . Estağ¬ Reislik benim
aklımın
ucundan
geçme¬
O s s a a t işi a n l a d ı m . B u n l a r b i r b i r i n e o y u n oynuyorya,
bakalım
sın,
hangisi
üstün gelecek.
hayır b e n o l m a m ,
Sen
sen olacaksın,
r e i s olacak¬
diye
başladılar
çekişmeğe. —
Töbe,
töbeler töbesi
b a n a hiç bir v a k i t •— B e n v
etmem.
olmam...
senin yanında...
Sen
Sen v a r k e n
reislik düşmez.
baştayken,---
Olmaz vallaha...
Ne' d e m e k . . .
Kabul
B u n c a yıllık
hizmetin.. : —
Allah Allah.. ;
okunmaz yanında —
Ben
neyim
canım.
Benim adım
ö l ü r ü m daha iyi.
Olmam şart
heyri...
Bırak Allasen...
olsun... • • •
•
'
Kaymakam kâtibi
.
•-
Rıza B e y ' i n k a n t e p e s i n e sıçra¬
mış. • • —
Ulan g a v a t l a r ,
şunlara
bak bir...
b i r b i r l e r i n e -reisliği yin
nesini
ye kele
d i y e bir bağırdı
Seçimi
buyur ederler.
birbirinize
bunlara,
kazanmışlar g i b i ,
Hey kafasızlar,
peşkeş çekersiniz?
s ü r ü l e c e k akıl var mı
sizde?
hele
şimdi de ne¬
M e r h e m di¬
Nerdeyse-reis-
liği b i r b i r i n e i k r a m e t m e k i ç i n ç e k i ş e ç e k i ş e s o n u n d a döğüşecekler.
Haydi devlet m e m u r u y u m ,
işlerine ka-
rışmıyayım d i y e s u r d a d u r u p d u r u r k e n , s o n u n d a b e n i patlattınız... Rıza B e y ' i n
patlaması
Çiftverenöğlu'yla mağa fırsat ha
girip —
Gedikli
buldular.
İhsan
kendilerini
Sonra yeniden
madrabazlığa
başladılar:
başka
Hamza
ha s e n . . .
şu s e ç i m
işi...
toparla¬ bir o y u - ,
Bey,
D o ğ r u , . d e d i , a r a m ı z d a t e k l i f mi var,
olmuşum, fendi
iyi o l d u . A r a d a s u s u l u n c a .
ha b e n
Hep bir kapıya çıkar. Asıl m e s e l e
Gelelim/seçime...
Ne dersin
İhsan E ¬
kardeşim?
İhsan bacağını
Efendi,
kıçını
altına a l d ı :
sandalyeden
kaldırıp
öteki
—
Bana sorarsanız...
—
Evet...
—
Yalnız,
—
Elbet..-.
—
Bana s o r a r s a n ı z ,
m i z l i k ister.
Sana bu
d e d i ve s u s t u .
sorarsak?
dediklerim
burda
kalacak.
kendi
içimizde
ilkin
Ne dersiniz,
öyle değil
i ç i n d e m i k r o p var. T e m i z l e m e y i n c e , moy vermez,
timizin
mı?
temizlenecek
Öunu
bana s o r m a
hey A l l a h . . .
namussuzun
Ge)peJeJ;/7r
söyliyeceksiniz?
içinde
Partideki
sıkıysa g e l adını s ö y l e na,
b u m i l l e t bize o y
Ne d e s e m ş i m d i b e n
içinden
ğu belJL
bir. t e
Partimizin
ö y i e m i , d e ğ i l mi?
Başını, bana ç e v i r m i ş b a k a r . nın sırası
mi?
mikrobu
herkes
Par¬
kim
oldu¬
adını
naşı)
bitir
de,
b i y o l . Z ü b ü k z â d e d e m i ş l e r o¬
bir kulağına g i t t i mi
iflahımızı
k e s e r . H e r k e s ba¬
n a b a k ı y o r k i , p a r t i d e n t e m i z l e n e c e k m i k r o b u n adını söyliyeyım.
işi p o l i t i k a c ı l ı ğ a v u r u p ,
—
dedim,
Doğrudur,
iyinin
k ö t ü n ü n ayırdı za¬
m a n ı g e l d i d e g e ç t i b i l e . . . Bir k ö t ü n ü n y e d i mahalle¬ ye
zararı
vardır.
"Başımı —
Satılmış
Ne
dersin
Bey'e d ö n d ü r ü p , Satılmış
Bey
kardeşim?
B ö y l e c e belâyı ü s t ü m d e n . a t t ı m . y o k u ş a v u r m u ş k o c a öküz g i b i —
dedim.
Satılmış
burnundan
Bey,
soluyarak,
D o ğ r u lâfa ne d e n i r , d o ğ r u y a d o ğ r u . . . İçimiz¬
de k ö t ü n ü n o l d u ğ u d o ğ r u
bir söz. O h e r i f i partimiz¬
d e n d e f l e m e y i n c e , s e ç i m kazanılmaz. Bunu
dedikten
s o n r a başını y a n ı n d a k i n e ç e v i r i p ,
— • Ne d e r s i n M u r t a z a Efendi? d i y e s o r a r a k , be¬ lâyı
üstünden savuşturdu. Allah Selâmet Versin M u r -
taza
Efendi. —
.—
Münasiptir... dedikten sonra, öyle
değil
fendi'ye sordu.
mi?
diye
Allah'ın.
Kulu
İsmail
E-
Herkes, ve
bunun
partimizde
aramızdan
bir :
namussuzun
atılmasında
olduğunda
birlik.
Gelgeleiim,
h i ç b i r i d e ş u i ç i m i z d e k i a l ç a ğ ı n adını s ö y l i y e m i y o r d u . Bu
b i z i m insanımızda y ü r e k y o k ,
yürek...
Ulan
kor¬
k a c a k n e v a r ? S ö y l e s e n i z e ş u h e r i f i n a d ı n ı . . . Tuh y ü ¬ reksizler!
Herkes
birbirine
«öyle değil
mi?»,
«Ne
dersin?» d i y e s o r a r a k belâyı s a v u ş t u r a s a v u ş t u r a , d ö ¬ n ü p d o l a ş ı p g e n e bana g e l d i . —
Ne
bir Aklı
dersin?
Evvel
Demeğe
Sen
partimizin
Hoca olarak bu
— şanı
Düşmesiyle, Bu
gibi,
ardına
Deli C e l i !
dürzü
nerde?
inmiş
de
nerde,
Sakalına
mız o l a c a k Aklı
ortamıza
biz k u ş a n ı p si¬
Dağ e ş k i y a s ı kanun
eskidenmiş. kitabına
kıp bakıp m a d d e y e u y g u n a d a m s o y u y o r l a r . hükümeti
çarptı,
B u r a n ı n b i r karı¬
Ulan y o k s a
m ı çıkalım?
eşkiyalar şehire
kasabanın
ve
bağırmaya başladı:
g ö r ü ş e n i y o k mu?
Şimdi
o c a k başkanı
kanadı
m e m l e k e t i n s a h i b i kim?
lâhlanıp d a ğ a
Efendi,
işe...
k a l m a d ı , ' kapının
n a m l u d a n vızlamış m e r m i düştü.
G e d i k l i İhsan
Evvel
Belediye
üfürdüğümün Hoca
hani?
Reisi
Ulan
ba¬ bu
denilen
parti başkanı¬
Ulan sizin
partini¬
zin d e , ulan sizin b e l e d i y e n i z i n d e . . \ Deli C e l i l
essahtan
dellenmiş ki,
daha önünde
d u r u l m a z h e r i f i n . Gözleri f i n c a n f i n c a n dışarı u ğ r a m ı ş , ağzı
köpürmüş...
B i r i m i z ağzımızı
rimizi bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e c e k , Sövülecek,
sövülmesi
a ç s a k herif her b i ¬
bizi k e v g i r e ç e v i r e c e k .
e l h a k iktiza e d e n
her k i m var¬
s a h e p s i n e s ö v ü p s a y d ı k t a n s o n r a , Deli C e l i l ' i n b e d e ¬ ni g e v ş e d i .
Rıza Bey, ne de olsa h ü k ü m e t a d a m ı o l ¬
d u ğ u n d a n lâfın u c u h ü k ü m e t e d o k u n u n c a , —
Höst,
Hükümeti
işin
lım... d e d i .
len Celil
E f e n d i o ğ l u m , o nasıl s ö z . . .
içine s o k m a !
Neyin
nesi a n l a t baka¬
Rıza
Bey'i
bizim
burda
herkes
s ö y l e y i n c e Deli C e l i l , —
Benim
sayar.
O
böyle
ı
hükümetimize
karşı
hiçbir sözüm yok
Rıza B e y e m m i . . . ,diye a ğ l a m a ğ a b a ş l a d ı .
Koca
herif
iki g ö z ü iki ç e ş m e a ğ l ı y o r , a ğ l a m a k t a n b o ğ u l a c a k . . . —
Bre heyri,
Hem ağladı, mış.
«Herif,
hem anlattı.
Karısı y u f k a y a p a c a k ¬
fırında y a k a c a k yok,
sök de dağdan eşeği
n'oldu, anlat hele...
önüne
getir»
katıp
d ö n e m e ç t e Kalaycı
demiş.
çıkmış
bir e ş e k y ü k ü Deli C e l i l ,
yola...
Hıdırlık'ı
Kör Nuri'yi g ö r m ü ş .
kök
kuşlukta, dolaşmış,
K e n d i s i an¬
latıyor : —
İlkin K ö r N u r i o l d u ğ u n u
görseniz bilemezdiniz. muş. Ayağına abadan ğına d o l a k d o l a m ı ş .
bilemedim.
Herif ş e y t a n
gibi
Siz de
bir ş e y o l ¬
bir k ü l o t p a n t o l g i y m i ş ,
baca¬
S ı r t ı n d a bir e s k i a s k e r i y e c e k e t i ,
b a ş ı n d a s i v r i bir k e ç e k ü l a h . . .
Göğsü çaprazlama f i ¬
şeklik,
Allah Allah...
o m u z u n d a bir f i l i n t a . . .
Karşım¬
d a b u h e y b e t t e bir â d e m o ğ l u g ö r ü n c e b e n ş a ş ı r d ı m . C a n d a r m a d e s e m , c a n d a r m a y a b e n z e m e z , e ş k i y a de¬ s e m e ş k i y a y a b e n z e m e z . Yahu b u n e A l l a h ' ı n b e l â s ı d e m e ğ e kalmadı, mavzeri
bana y ö n e l t i p
«Duurr!»
di
y e b a ğ ı r m a z m ı ! . . D i z l e r i m i n bağı ç ö z ü l d ü . Dur d e m e s e d e y ü r ü y e c e k d e r m a n m ı var... Ben d u r d u m , e ş e k durmaz...
Eşeğe
ecinni gibi kime
çüş
«Çüüş,
herif «Ben diyorsun?»
rullah a ğ a m ,
paşam,
diye seslendim. y i n c e «Töbe,
çüüş» d i y e
bir diye
serteldi.
haşa
«Eşşeği
bağırınca,
hükümet kuvvetiyim, «Aman
huzurdan
bahane
sözüm eşeğedir»
bu sen
estağfu¬
eşeğe dedim»
edip yoksa... »
diye yemin
içtim.
de¬ A¬
d ı m a d ı m s o k u l d u m . Bir d e b a k t ı m , b i z i m K a l a y c ı K ö r N u r i d e ğ i l mi? «Ulan o c a ğ ı batası Kör, s e n i bir a d a m belledim dedim.
de
ödüm
«Selâmı
ağzıma
bırak da
geldi,
elli'
selâmünaieyküm»
k a y m e y i v e r bakalım»
dedi. Ben şaka belledim... «Yıkıl! Ne ellisi, Kör? Bu ne biçim şaka?» dedim. Namluyu göğsüme dayamaz mı... «Aman Nuri Efendi...» «Sökül elli kaymeyi...» «Yahu; ben senin Celil Emmin değil miyim?» Ne dese iyi... «Burası vazife y e r i . Tanışlık başka, iş başka. Vazife başında tanıştık yok ve de ben seni şimdi ta¬ nımıyorum.» «Aman Nuri Efendi kardeş, aman Nuri Efendi oğlum... » «Tanımam... Vazife başında babam, gelse tanımam.» «Peki, n'olacak? Bu neyin vazifesi? Sen hangi çetenin askeri oldunda dağ başlarında va¬ zife görürsün?» diye sorduğumda «Ben» dedi, «bu¬ güne bugün hükümet kuvvetiyim.» Anladım ki zaval¬ lı Kataycı deürmiş. Benim adımı boşuna deliye çıkar¬ mışlar. Deli dediğin böyle olur. Herifin elinde mavzer olunca, benim deliliğim söker mi? «Anladım» d e d i m , «hükümet kuvveti olduğun besbelli işte... Bir bakış¬ ta anlamıştım. Hükümetin hangi kuvvetindensin?», «Ben Orman Muhafaza Kuvvetlerindenım» dedi. Gü¬ leceğim, namlu göğsüme dayalı, gülemiyorum/ «Pekiy kardaş, iyi hoş, Orman Muhafaza Kuvvetinden olduğunu beğendim. Velâkin hazır sen böylece silâh¬ lanmış, kuşanmışken bir ormanlık memlekete gitsen, ormanları korusan. Biz d o ğ d u k büyüdük, buralarda orman değil ağaç bile görmedik» dedim. Bir kızdı, nerdeyse tetiği çekip kurşunları göğsüme boşaltacak. Bizim yüzümüzden buralarda orman olmazmış. Biz toprağı kazıp kök sökermişiz. Kök sökünce ağaç na¬ sıl olurmuş... Bir anlattı, bir anlattı, belle ki essahtan Orman Muhafaza'nın memuru olmuş. Evet, biz «Orman Muhafaza» diye bir lâf duymuşuz. Amma o iş, ormanı olan memleketlere mahsus. Biz oldum bit¬ tim ne ormanı görmüşüz, ne de Orman" Muhafaza M e m u r u n u . . . Anlattı, anlattı, sonunda «Çık bakalım elli pangınotu» dedi. «Ne parası ağam?» dedim. «Sa-
n a elli
lira c e z a yazdım» d e d i .
lum?»
«Sen
bir
hükümet
lum diyemezsin, rım... dan
kesmek.»
bet öldürürsün... «Orman «İşte
Gel g ö r k i ,
«Suçun
orman¬
ö l d ü r ü r müsün?
işte
bak,.. «Töbe,
nacağın... dedim*
Ben
«Niyetin
olmasam
kök sökmeğe
s ö k m e k t i ya,
dedi.
sen
s ö k e c e k t i n . - V e r elliliği»
kök sökmiyecektim» dedim. «Gövem
y u f k a y a p a c a k d a fırın
kızdırmak
«Ya bu
yolacaktım. için
gövem
na¬
Ablan istedi»
«Şimdi d a h a b e t e r d e d i n , g ö v e m y o l m a n ı n
yetmişbeş
görülmüş
Besbelli
«Sökmedik bre orman m e m u r u . Sök-
nesi?»
dedirrv(*).
mavzer
El¬
dedim.
neyin
cezası
ne?»
n e r d e , a ğ a ç n e r d e k i , a ğ a c ı kesem»
s e m hakkın var.»
cak
«Suçumuz ö l ü r müsün
elinde.
çıkmışsın» d e d i .
dedi.
oğ¬
onun
kazman,
niyete
hiçbir vakit
y o k s a m b i r e l l i . l i r a c e z a d a h a yaza¬
Ver elliliği... »
ağaç
«Neyin cezası b r e o ğ ¬
kuvvetine
iş
lememişiz...
mi?
kayme... Daha
Sökül
paraları!... »
g ö v e m yolmamışız,
Yahu,
kök kök-
Verecek-param da yok... Herifi sorarsan
hiç ş a k a s ı y o k . M a v z e r i d a y a y ı p b e n i bir g ü z e l s o y d u , üstümden
beş
pangınotum
çıktı.
Parayı
aldı.
«Bir
d a h a g ö r ü r s e m e ş ş e ğ i n i d e alırım. B u s e f e r l i k b u ka¬ dar... » d e d i . Deli Celil'in tık.
Besbelli —
Kalaycı
alırız. Deli
anlattıklarına
K ö r -Nuri d e l i r m i ş .
bir d e
Elin f u k a r a s ı
vah... dedi.
(*)
ağlıya
Bre heyri, d e r d i n
acıyacak y e r d e , geri
ağlıya
bu
aklını
şaş¬
Rıza Bey,
mu? Zavallı
söver sayarsın.
hep
Kör Nuri'ye
Şimdi
oynatmış,
vah,
paran» vah,
-
Celil,
Gövem: Bu olayların geçtiği bölgenin ağaçsız, ç ı p lak b a y ı r l a r ı n d a , k ı r a ç l a r ı n d a ' yetişen d i k e n l i , bodur, sert çalılı bir b i t k i . Tezek t u t u ş t u r m a k , ev f ı r ı n l a n ve t a n d ı r kızdırmak için y a k ı l ı r .
—
Kör Nuri
benimle birlik kasabaya geldi.
Şim¬
di kahvede... dedi. Hemen ki, Allah
Kör Nuri'yi
göstermiye,
anlattığı
gibi
benzer,
Osmanlı
Omuzunda —
kahveden
giyinmiş.
da
Ulan
mavzer.
Bir g e l d i
Deli Celil'in
Yeniçeriye
benzer,
eşkiyaya
benzer,
bir a c a i p
kılıkta...
korucusu
mu
ke¬
Memuru
ol¬
polisine
bu
çağırttık.
hakikat delirmiş.
Rıza
Bey,
ne? Başımıza d a ğ
sildin? diye s o r d u . 1
Kör Nuri, —
Sayenizde
dum...
Oynatmış —
Muhafaza
fakir.
D e m e k o r m a n c ı l ı ğ a yazıldın?
k o y d u bu — Allah
Orman
d e m e z mi?
Allah
razı o l s u n ,
serden
Bey'imiz,
belâdan
Allah
ömrünü
korusun,
acıdı d a beni O r m a n
Biz
Peki
se"ni
kim
işe?
birden
aydık.
Az
uzun e t s i n ,
Zübükzâde
İbraam
M e m u r u yazdırdı.
d a h a sıkıştırıp
soruşturun¬
c a işi ö ğ r e n d i k . Kalaycı K ö r N u r i ' n i n d ü k k â n ı n ı i s t i m ¬ lâkten
kurtaracağım
sızdırdığını
hep
istimlâk edilince bük'ün
üstüne
diye Zübükzâde'nin
bilirdik. «Ya
Kalaycı
paramı,
yürümüş.
çıkar,
ne
g ö r ü r . Yarıntesi g ü n
işini
içinden
Sevincinden
gene
Dur şimdi
Züparanı
Paranın fazla¬ iç c e b i n d e n
Velâkin açsın.
bin
lira
Sana
bir
Seni t e m e l l i bir i ş sa¬
M e m u r o l m a k ister misin?» d i y e s o r m u ş . Nuri'nin
kör gözü
bile
ğ u d u y u n c a , Z ü b ü k ' ü n ayağına «öyleyse,
«Senin
ceketin
bir binlik al.
iyilik e d e y i m d e bana d u a et. hibi e d e y i m .
para
dükkânı
canını... » d i y e
severim.
Şu ç i v i y e asılı
cüzdanı
ondan
Nuri,
Zübükzâde
b e l e d i y e d e yediler. A m a seni sını v e r e c e ğ i m .
ya
Kör
seni Orman ağzından
Muhafaza
ışımış.
kapanmış.
Memurlu¬ Zübükzâde
M e m u r u yazdırayım.
b i r d i l e k ç e yazalım.»
demiş.
Di-
lekçeyî yazmış. Kör Nuri de okuması yazması olma¬ dığından imza yerine dilekçenin altına parmak bas¬ mış. Zübükzâde «Sen artık keyfine bak!» demiş. Ka¬ laycı Kör Nuri, gelmiş gitmiş, bugün yarın, bugün ya¬ rın, bitürlü tâyini gelmiyor. Bu sefer «Ankara'ya gitmezsem olmayacak» demiş. Kör Nuri, dükkanından kalan nesi var, nesi yok satıp, paraları yolluk olsun diye Zübükzâde'nin içerde olmadığı bir sıra, odasın¬ daki rafa bırakmış. Parayı kendisine verse, İbraam Bey'i kızdıracak da işini yapmıyacak diye korkmuş. Bu Ankara'dan gelince «Ulan Kör, işin o l d u ; Tâyinin çıktı. Ziraat Vekiline zorla imzalattım; Ben çıkmadan postaya verdiler. Bugün yarın emrin gelir. Sen he¬ men Orman Muhafaza Memuru elbisesi yaptır, Hıdırlık: yoluna dur. Kök sökmeğe, gövem yolmağa gelen¬ den ceza keseceksin.» demiş. Kör Nuri «Aman bir zarar gelmesin» deyince, «Daha durur it... Vekil haz¬ retleri, hemen işe başlasın, oralarını hep ormanlık yapacağım buyurdu» demiş. Kör Nuri de, Zübükzâde namussuzunun tarifi üzerine, hemen vilâyete koşup eski askeriye elbisesi satın almış, sırtına da mavzeri asıp, çıkmış Hıdırlık bayırına... De ki, gelenden ge¬ çenden haraç alıyor, de ki baç alıyor... Kör Nuri bunları anlatıp,
,
— Bugün yarın tâyinim gelecek, daymış... d e d i .
emrim posta-
Rıza Bey, —
Maaşın neymiş? d i y e - s o r d u .
— Şimdilik maaş yokmuş; ondalık verecekler... Kestiğim ceza paralarının yüzde onu benim. — Gerisi? Kör Nuri'yi bir düşünce aldı. olacak diye hiç düşünmemiş.
' Paranın /gerisi ne
—
O n u da Z ü b ü k z â d e
run...
i b r a a m B e y "bilir, o n a so¬
dedi.
Deli
Celil'le Kör Nuri'yi
dışarı
çıkardık.
Müzake¬
r e y e g i r i ş t i k . G e d i k l i İhsan E f e n d i , — rop
A r t ı k iş o r t a y a ç ı k t ı ,
dedi,
partimizdeki
mik¬
belli... B u n u n ü z e r i n e h e r k e s c o ş t u , a ç t ı ağzını': —
Bu
kaldıkça, şeriler. —
Zübükzâde
biz b u
namussuzu
kasabada
bizim
partimiz
b i r t e k o y alamayız
de
hem-
B u b ö y l e mi? Evet...
Ben b e n k e n ,
oy v e r i r s e m , y u f o l s u n
ben
bana.
bile k e n d i p a r t i m e
O herif partinin
namını
b a t ı r d ı . O bu p a r t i d e y k e n . . . —
O
Şimdi fi
namussuz
yüzünden
hepimiz
pislendik.
m e r k e z e yazıp bir b i r anlatacağız. V e
p a r t i d e n i h r a ç e t t i r e c e ğ i z . Yahu,
suzun elinden çektiğimiz... let o l m u ş .
İstediğini
bu
nedir bu
heri¬
namus¬
U l a n , h e r i f b i r başına dev¬
Orman
Muhafaza
M e m u r u ya¬
par, d i l e d i ğ i n i v a l i t â y i n e t t i r i r . . . B u n e b e . . .
Biz h e p
öldük mü yoksa... Biz b ö y l e k o n u ş u p d u r u r k e n Gedikli
İhsan
Gedikli
ihsan'ın
y o r ya,
ne?
lırsa,
Efendi yok.
—
Emin
c a yıl
Murtaza
Efendi'nin
de
sıvışmış.
bir d o l a p
gelmemesine
Bu
çeviri¬ bakı¬
bir d a l a v e r e d ö n ü y o r . A l l a h S e l â m e t Efendi,
Ş i m d i söz K a d r ' e f e n d i n i n , d e d i , ç ü n k ü o b u n ¬ bu
kasabada
karıştığından, efendi,
bir d e f a r k e t t i m k i ,
iâf arası
bir d o m u z l u ğ u var,
arkamızdan
Versin
iki
m u h a l i f l i k e d i p aramıza s o n r a d a n
muhaliflerin
belediye
ruhunu
seçimlerini
bilir.
Söyle
Kadr'-
kazanabilir
miyiz,
kaza¬
n a m a z mıyız? Kadr'efendi, —
Sordunuz,
söyliyeyim,
dedi,
şimdi bu bizim
b u r a insanlarını h e p t o p l a s a n ı z d a «İçinizden
kim m u -
halif?» diye sorsanız, hiçbiri çıkmaz. Hah, anla ki sen, bunların hepsi muhalif. Bu sıra kasabada hiç muhalif yok görünüyor. Böyle oldu muydu, anla ki hepsi mu¬ haliftir. Sınamışımdır, ne zaman muhalif in" sayısı aza¬ lırsa,, iktidardakiler hapı yuttu demektir. Şimdi gene öyle... Canım siz kendinizden bilmez misiniz? Her biriniz gizli din taşımaz mısınız? Yooo, kızmak yok, bak meselâ şu Zübükzâde. ibraam Bey'i gördük mü, yüzüne durabilir miyiz? Sen söylesin sen böylesin der önüne yatarız. Bu ne demek? Herifi bir kaşık suda bo¬ ğacağız demek. Şimdi bizim durum da o hesap... He¬ le seçim gelsin... Çiftverenoğlu Hamza Bey, — Ne yapmak gerek? diye s o r d u . Kadr'efendi,
— Ne yapılacağını demin Gedikli İhsan Efendi söyledi. Nereye gitti o? Hem akıl verdi hem sıvıştı mı? Yapılacağı, Zübükzâde hergelesini partiden ih¬ raç etmek... Bütün suçu, yapılmış her ne kötülük varsa, onun üstüne atıp partiderr kovmak... Hemi de doğrusu b u . . . ,'
Rıza Bey: — Hele kalkın, ilkin şu Orman Muhafaza işini kaymakam beye. ihbar edin. Hey hey, ne olmalı ol¬ malıydı da, kaymakam izinde olmalıydı, ben de kay¬ makam vekili olmalıydım... Ne yapardın Rıza Bey? — Ne demek? Bir zabıtla doğru savcılığa... He¬ men tevkif müzekkeresi kesilirdi. — Aman öyleyse, çabuk... Doğruca kaymakam beye... Bu işi Otelci Satılmış Bey'le Allah'ın Kulu ismail Efendiye verdik: Onlar ihbarı yapmak için kaymaka¬ ma gittiler. Biz öylece konuşup dururken akşamı da
etmişiz, hava kararmış. Biz başladık Zübükzâde'yi Ankara'ya şikâyet için gerekçeyi düzmeğe.. : Merkez, ya bu herifi partiden atar, ya biz toptan istifa ederiz. Çünkü bu Zübükzâde ile aynı partide olmak şerefi¬ mize dokunuyor ve o partide oldukça hiçbir zaman, seçimi kazanamayız. Biz bunları bir bir kaleme alır¬ ken Satılmış Bey'le İsmail Efendi döndüler. — Ne çabuk? — Sorma kardaş... Bu bizim kaymakam hava karardı mı, aklını yitiriyor. Vardık huzuruna... Zübükzâde demeğe kalmadı. Daha ben «Zü... » derken, lâfı ağzıma tıkayıp, dövünmeğe, saçını başını yolmağa başladı, ünneyip duruyor: «Vay başımaaa... Vay ba¬ şıma... Gene mi Zübük, gene mi o? Yahu, siz başka bir lâf bilmez misiniz? Bıktım sizin Zübük'ünüzden... » Herif susmak bilmiyor. Aman zaman, susmaz... Bir de yere çömelip ağlamağa başlamaz mı!.. Hem ağlı¬ yor, hem de ağıt söylüyor: «Vay ben yandım bu dağ¬ lar başlarında... Gençliğim gitti eyvah... Çürüdüm... » — Siz neylediniz? — Hiç, bıraktık geldik... — İyi, oturun da, şu Zübük aleyhindeki delilleri toplayalım... Zübükzâde aleyhinde delil biter mi? Sayfalar do¬ luyor... Derken Tüccardan Emin Efendi içeri girme¬ di mi? —- Bre Emin Efendi nerdesin? Yahu bugün top¬ lantımız yok muydu? Bu işe sen ön-ayak olmadın mıydı? Emin Efendi, beş eşek yükü odun taşımış gibi yorgun,
— Olanları bilmezsiniz, dedi, gevezelik eder du¬ rursunuz. Neredeydin, başına ne iş geldi diyen yok. — Aman ne oldu?
—
Daha
nerde
ne o l a c a k . . .
Zübükzâde
İbraam
Hani b u r d a t o p l a h r n ı ş s m ı z , Bey?
Parti
toplantısı
olsun
d a g e l m e s i n , g ö r ü l m ü ş mü? B u g ü n n e d e n y o k ? Söy¬ leyin
bakalım, Hep
de'nin
neden yok?
birbirimize
katılmadığı
bakıştık,
ö y l e ya,
bu
Zübükzâ-
hiçbir parti toplantısı olmaz.
Herif,
k o ğ s a n g e l i r . T ü c c a r d a n Emin E f e n d i , —
Siz k i m ,
olmayışını
particilik kim, d e d i ,
bir d ü ş ü n e n
var
Zübükzâde'nin
mı?
—
Aman
—
Z ü b ü k z â d e İbraam Bey p a r t i m i z d e n istifa edi¬
yor.
çabuk söyle,
Duydunuz
mu?
— " Nee? A m a n —
Evet,
aldım.
beri
Ben
bunu
gizliden
haber
lâf alırım d i y e v a r d ı m y a n ı n a . . .
Sa¬
lâf a l a c a ğ ı m d i y e g ö b e ğ i m ç a t l a d ı .
Çiftverenoğlu —
deme...
istifa e d i y o r .
Ağzından
bahtan
neymiş?
Hamza
İyi ya işte, . k ö r ü n
Bey, istediği
bir göz A l l a h v e r d i
iki göz.-.. Biz o n u nasıl e d i p de p a r t i d e n k o ğ a l ı m d i ¬ y e d ü ş ü n ü p d u r u r k e n herif k e n d i l i ğ i n d e n —
Sen ö y l e mi
Bir d e b a k t ı k , gene? ya,
Sıyrılıp g i t t i ,
çıkar g i d e r .
b e l l e d i n ? d i y e bir s e s .
Gedikli İhsan... sıyrılıp
geldi.
/
Ne zaman
gelmiş
Var bir d o m u z l u ğ u
ne? Tüccardan
Emin E f e n d i ,
-— Arkadaşlar,
dedi,
b u Z ü b ü k z â d e ' y i size anla¬
tacak değilim.
Siz b e n d e n
partiden
boşuna olmaz.
istifası
d a bir çıkarı o l m a z s a , s e r ç e partiden
niçin
iyisini Bu
bilirsiniz.
Herifin
namussuz, ucun¬
parmağını o y n a t m a z k e n ,
istifa e d e r ?
H e r k e s i bir d ü ş ü n c e d i r a l d ı . ö y l e y a , k o ğ s a n git¬ meyip sülük gibi. yapışan eder
mi? Satılmış
Bey,
herif,
şimdi
boşuna
istifa
— Bunda bir orostopolluk vardır... dedi. Gedikli İhsan Efendi, — Bu Zübükzâde bir gün önce Ankara'dan gel¬ di mi? ' — Evet, geldi. Kör Nuri'nin Orman Muhafazaya tâyinini de birlikte getirmiş. — Evet, Ankara'dan yeni d ö n d ü . Şimdi de parti¬ den istifa edecekmiş? Neden? Bunu bilmeyecek ne var... Demek ki hükümet sarsılıyor. Bizim parti hapı yuttu demek... Parti çöküyor demek, dağılıyor demek. Zübük g i t t i , bunu öğrendi geldi. Şimdi hepimizden önce partiden istifa ediyor ki, öteki partide post ka¬ pa... ; Allah'ın Kulu İsmail Efendi, — Olsa olsa böyle olur, dedi, başka türlü istifa etmezdi. Fakat bu partide de hiç iş kalmadı... Bana da sorarsanız, dünden çıkarım ya, ar belâsı işte... Murtaza Efendi, — Onu bunu bırakın, dedi, düşünüp durmayla iş olmaz. Partimiz göçüyorsa, Ankara'dan daha yeni ge¬ len Zübükzâde İbraam Bey bu işin aslını iyi bilir. Ne duruyoruz? İbraam Bey'in yanına varalım, işin doğ¬ rusunu öğrenelim, ne dersiniz? Bu haber doğruysa, biz de ayağımızı ona göre atalım... -"'Evet... Zübükzâde'ye g i t m e l i . . . Ağzından bir güzel lâf almalı... Karar mı karar... Hep birlik Zübükzâde İbraam Bey'in hanesine vardık. Başka zaman olsa, ağırlamak için fır döner, aman emmiler diye pervane kesilir. O gün bir d u r g u n . . . Hoşbeşten sonra Çiftverenoğlu Hamza Bey, — Ankara'da daha başka ne var ne yok? diye sordu. Zübükzâde yarım ağızla,
—
Ne o/sun, " h e p b i / d i ğ i n i z g i b i . . . d e d i ' .
Bak şu yor.
Evet,
alçağa,
Zübükzâde'nin tarma
ağzından
partimizin
kerpetenle
çözüldüğünü,
partiden
anlıyan
istifa e d i p b a ş k a p a r t i y e ak¬
olacağı-doğru.
Yoksa
bakan beni kucakladı,
lâf s ö k ü l ü ¬
sarsıldığını
böyle
susmaz,
filânca
başbakan alnımdan ö p t ü ,
şu
b a k a n d a evine y e m e ğ e ç a ğ ı r d ı d i y e b o l k e s e d e n a ¬ tar tutardı.
Bu
herifin Ankara'dan
dönüp
de böyle
ne v a r
ne y o k ?
sustuğu görülmemiş. Arkadaşlar durup —
Eee
İbraam
d i y e bir d a h a , de,'
durup,
Bey,
bir d a h a s o r u y o r l a r . O da her s e f e r i n ¬
•
'
—
'
Ne olsun,
ne
•
hep b i l d i ğ i n i z g i b i . . . d i y o r .
Lâf d ö n ü y o r d o l a ş ı y o r , —
Eee,
İbraam
—
Ne o l s u n . . .
Az sonra
Ankara'da
Bey,
arada gene Ankara'da
biri
soruyor:
ne v a r ne y o k ?
Hep b i l d i ğ i n i z . . .
gene:
—
Ankara'da daha başka
—
Ne
ne v a r ne y o k ?
—
Eee İ b r a a m Bey, A n k a r a ' d a d a h a d a h a ne var
olsun...
yok? —
Hiç...
—
Eee İ b r a a m
Bey, y e d i ğ i n
Ankara'da gördüğünü, — te...--
Vallaha... 1
içtiğin senin olsun,
d u y d u ğ u n u anlat bakalım...
Ne d i y e y i m . . .
Bilmem k i . . .
Hiç iş
.
Eveeet,
işin
renginin
bozukluğu
anlaşıldı ve
bi¬
zim parti foslamış. Bu belli... Zübükzâde'nin ğimiz gibi — partinin
evine g e l i r k e n ,
önceden sözleşti-
Hamza B e y k o n u ş m a ğ a b a ş l a d ı :
İ b r a a m Bey,
b e n i m anladığıma g ö r e , bu bizim
b a ş ı n d a k i l e r işleri
iyice p i s l e t t i l e r .
Balık b a ş -
tan kokar-derler,-kuyruk başı geçti- kokuşmakta... Bu gidiş iyi gidiş değil İbraam Bey, ne dersin? — Valla ne diyeyim... diye boynunu büküyor. Bak şu dürzüye, başka zaman olsa cır cır öten bokluca bülbülü... Şimdi kabir taşı gibi susmuş. Arkadan Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi söze girişti • — Bu bizim partide hayır kalmadı e f e n d i . . . Böy¬ lesi parti olmaz olsun. Millet hepten yüz çevirdi. M u - , halefet günden güne gelişiyor, he mi? ö y l e mi, değil mi İbraam Bey? — Valla bilmem k i . . . Siz iyisini bilirsiniz. Evet, söylemiye söylemiyor ama, gönülsüz ko¬ nuşmasından da belli ki, öğrenmiş. Anlaşılan parti¬ den çıkıp bizi yaya bırakacak. Arkadaşlar, önceden sözleştiğimiz gibi, lâfı aç¬ mam için bana işmar çakıyorlar. Ben sözü aldım: — İbraam Bey, biz arkadaşlarla düşündük, ama sana danışmadan karar veremedik. Evet, bizden .gençsen de, bu particilik zenaatini hepimizden iyi bi¬ lirsin. Biz dedik k i . . . Yahu, nedir bu baştakilerin mil¬ lete ç e k t i r d i k l e r i dedik... Bizi de maşa gibi .kullanır¬ lar, dedik. Şimdi biz bu partiden istifa etsek, ne der¬ sin, haklı değil miyiz? Gelişimiz, sana danışmak için.. Rahatsız ettik... Zübükzâde'nin nursuz suratında en ufacık al⬠met yok ki, içinden geçirdiklerini anlıyayım. Başını yere eğdi, gözleri taban halısında, — Canım, dedi, siz böyle söylersiniz; söylersiniz de bir türlü dediğinizi yapamazsınız. Hepiniz baba dostusunuz ya, darılmayın sözüme emmiler; hiç biri¬ nizde yürek yok. İstifa edecek herif basar istifayı, o •kadar... s.Tamam... İş anlaşıldı, evet, herif partiden çıka-
cak.vo de bildiği gizli meşeler var. O ki partiden is¬ tifa ediyor, demek partiyi çökmüş b i l . . . Satılmış Bey, — Şimdi, hemon... d e d i , bir boş kâğıdın var mı? Ver sen... Ver de bak, yürekli insan nasıimış... Zübükzâde' önceden hazırmış. Yüklük dolabın¬ dan dilekçe kâğıtlarını çıkardı. Hepimize verdi. Satıl¬ mış Bey bana, — Bedir Hoca, senin kalemin kuvvetlidir, benim ağzımdan bir istifaname yaz ve de İstanbul gazetele¬ rinin hepsine yollıyalım ki, millet de başımızdakilerin ne mal olduklarını anlasın... dedi. Kadr'efendi, — Bu işi düşünsek, acele etmesek... deyince, Zübükzâde, • Ben demedim mi, siz söylersiniz, söylersiniz de yapamazsınız... dedi. • Bunun üzerine aldım kalemi elime başladım yaz mağa:. «Parti Genel Başkanlığına, Millet iradesiyle iş başına gelmiş olan parti, ik¬ tidara geceli beri yıllar olduğu halde, vaatlerinden hiçbirini tutmadığı, hattâ tamamiyle ters istikamete giderek, kuru bir kalkınma, edebiyatı arkasında anti¬ demokratik kanunlar çıkararak eski günleri bile mum¬ la aratacak hale getirdiği, durum böyleyken yaptığı¬ mız ikazların da hiçbirinin nazarı itibare alınmadığı, bu sebeple beslediğimiz bütün ümitlerin...» Falan f i ¬ lân, altına «Partiden istifa ettiğimi bildirir ve keyfiye¬ ti umumî efkâra duyurmak üzere arzederim.» Dilekçeyi okudum. Hep beğendiler. Zübükzâde, — Herkes ayrı ayrı yazacağına, t o p t a n , herkesin ağzından yazılsın, altına imzalar basılsın... dedi. Dediği d o ğ r u : öyle yaptık. Altına imzaları attık.
K i m i s i imza a t t ı , k i m i s i m ü h ü r ü n ü b a s t ı ; İ ş b i t i n c e Z ü bükzâde
dilekçeyi
elimden
aldı, y ü k l ü k
kapısını
kit-
ledi, anahtarı da cebine s o k t u . Birden aydım: —
İbraam
Bey, s e n
sonra
mı
imzalayacaksın?
•— Ne imzası, b e n i m z a l ı y a c a k d e ğ i l i m . . . Ben si¬ z e p a r t i d e n ç ı k a c a ğ ı m d e d i m mi? diğimi
Böyle
bir söz de¬
duyanınız v a r mı?
Aman... Yahu...
Deme...
Namussuz
O
bizi
nasıl
iş?
çürük
Bre...
tahtaya
Kardaş...
bastırdı
mı...
Tuu... Bizim —
telâşımızı
Madem
yazarım, —
görünce,
istiyorsunuz,
b e n d e ayrı
bir dilekçe
dedi... Aman
Yazdı.
yaz...
Yazdıktan
sonra
da
hiç
utanmadan
oku¬
d u . P a r t i y e c a n d a n , k a l p t e n , b e d e n e n , c i s m e n v e ru¬ hen
bağlıymış.
Ucunda
dönmiyecekmiş. başına b u lasına
ölüm
kasabada parti
kadar
olsa,
Herkes partiden
koruyacakmış.
parti yolundan
çekilse de,
kalesini Allah
o
bir
kanının s o n
dam¬
da
bera-
partiyle
bermiş. Bunu Şimdi
yüzümüze
karşı
o k u y u n c a apıştık
Hamza —
Bey,
B a k b u n u ç o k b e ğ e n d i k İ b r a a m Bey, d e d i , biz
s e n i n için ç o k d e d i k o d u l a r d u y d u k . ben arkadaşlara, kere
sınamak
gıyabında
istedik.
Biz s e n i
Aferin...
b i r sınayalım
İnanmadık.
söyledim.
c i l i k t e , ö l m e k var, d ö n m e k y o k . . . lıyız.
kaldık.
n'olacak?
Ama
Hattâ
seni
Yiğit a d a m s ı n .
bir
Parti¬
B ü y ü k l e r i m i z e bağ¬
dedik...
Zübükzâde, —
İyi y a , d e d i , siz b e n i sınadınız, b e n de sizi sı¬
n a d ı m . . . siz s ö y l e d i n i z , b i r d e b e n s ö y l i y e y i m d e d i n -
l e y i n . "Sen
k a r a c ü m l e s i kıt, .imzasını z o r a t a n c a h i l i n
b i r i y k e n , b u p a r t i n i n s a y e s i n d e k o c a b i r B e l e d i y e Re¬ isi o l m u ş s u n . . .
Bu
parti
olmasa,
Belediye
Reisliğini
r ü y a n d a g ö r e b i l i r m i y d i n ? Ha? Ş i m d i d e k a l k m ı ş , y o k şöyle y o k böyle... Bize d ö n d ü : —
Ne d e r s i n i z a ğ a l a r d o ğ r u mu?
'
N e d e n i r ? Ç i f t v e r e n o ğ l u için d e d i k l e r i h e p d o ğ
ru... —
Evet...
Ondan — şu
Doğrusun...
dedik.
bana d ö n d ü :
Sen
bir h o c a
kasabaya gelip,
eskisiyken,
köy
imamlığından
p a r t i s a y e s i n d e adın t ü c c a r a çı¬
k a r k e n , h ü k ü m e t i n , o t o m o b i i lâstiği t e v z i a t ı n d a n , o t o ¬ mobil
d e ğ i l yaylı
lâstik
alıp
araban
vilâyette
lâstik
bile
yokken
onar yirmişer
karaborsası
yaptırmışken,
ş i m d i d e k a l k m ı ş , a n t i d e m o k r a t i k h e mi? ,— A m a n
susss!..
leri... Allah, Allah...
Estağfurullah...
Biz o
lâstik¬
R a h m e t l i p e d e r i n l e bir y e d i ğ i m i z
i ç t i ğ i m i z ayrı g i d e r d i . N e d e m e k . . . S e n ş i m d i b u söz-, lerinle
pederinin
ruhunu
muazzep
etmedin
mi?
Bre
İ b r a a m Bey, s e n b e n i m e l i m d e b ü y ü d ü n o ğ l u m . . . Ben söylesem de ne f a y d a . . .
öbürleri Zübükzâ-
de'ye, •— Evet, d o ğ r u s u n . . . d i y e baş s a l l ı y o r l a r . Hele Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza alçağını g ö r s e n ,
ken¬
d i p i s l i ğ i n i ö r t t ü r m e k için h e p s i n d e n ç o k g a y r e t e g e l ¬ miş,
h o c a duasına
«Amiin!»
der gibi, Zübükzâde
be¬
n i m için her n e d e s e , —
Eveeet...
feryadından
Doğru...
ötekilerin
d i y e k a r g a g i b i çığlık atıp,
çığırmasını
bastırıyor.
• • . . B e n i b ı r a k t ı , Satılmış B e y ' e d ö n d ü : —
Birde
adam
u c u kulağını a ş m ı ş . . .
gibi
bıyık salmışsın,
bıyıklarının
Sen bir hancı p a r ç a s ı y k e n ,
par-
ti sayesinde hanını belediyeye yüksek fiyatla istim¬ lâk ettirip, parasıyla turistik palas k u r u p : . . -Sen bizdeki feryadı g ö r s e n . . . — Evet, d o ğ r u u u . . . Uzatmıyalım Bey, bu Zübükzâde denilen haram¬ zade hepimizi bir güzel boyadı, sıvadı; hem d e - b i r b i rimize tasdik ettirmecesine... Sonunda, — Yaşınıza saygım var, dedi, haneme gelmiş, misafirler olmasanız, ben bilirdim size yapacağımı... Herif bizi huzurundan koğsa da haklı. Eline aya¬ ğına vardık. Dilekçeyi bize vermedi. — Hiç kasvetlenmeyin, dilekçeniz bendedir ve de kaybolmaz. Şimdi size versem, surda burda dü¬ şürürsünüz de başınız derde kalır:. Ben saklarım. Bir yere de sırası gelmezse vermem. Sırası gelirse o başka... üstüne tarihini atar, yollarım. Varsın posta parası benden gitsin. O da benden size bir iyilik:.. — Aman kimse duymasın, bir yere g ö n d e r m e de İbraam Bey... Bizde akıl mı var? Bu bir parti es¬ rarıdır. Aramızda... • Kıçımıza bakarak çıktık. Kimsede ses yok... Ne¬ den sonra Kadr'efendi, — Ulan ben size demedim m i . . . Bu herifle oyua olmaz, kendi oyunumuza geliriz-, alt düşeriz, deme¬ dim mi? Bir durup düşünelim demedim mi? Beyinsiz¬ ler, koca bunaklar... Bir namussuzun eline iyice sa¬ kalı verdik mi? Herif şimdi sakalımızdan yular diye: tutarak bizi boz eşşek misali güdecek... D o ğ r u . Bu Zübük Ankara'ya boşuna mı gidiyor.. Ankara'ya varıp, orada türlü siyaset oyunları öğreni¬ yor. Şu bize ettiği hal.is Ankara oyunu. Gece olmuş, gidiyoruz. Bir de sırtında bir k o ç , bir herif çıktı önümüze, — Selâmünaleyküm... dedi.
—
Aleykümselam...
Eğilip, —
Nereye
— yası...
böyle
Zübükzâde ;
Uğur ola...
yüzüne baktım,
Alucan'lı
efendimize...
Köylümüzün
a n l a t t ı . . . Yahu,
gündür Ankara'da
biz
bu
godoşunun
eliyle k ö y d e karı karıyla
S a b r i Ağa,* Bizim
Herif,
on
düne-
bu Sabri Ağa
kapatmış, Ankara'ya gi¬
d i y o r u m d i y e çıkmış e v i n d e n , oyuncu
Zübükzâde'yi
bilmiyor muyuz, A n k a r a ' d a n
ğ i n g e l d i b i l m i y o r muyuz? T u u . . .
—
heda-
•
Bir d e
de
Sabri Ağa.
Sabri Ağa?..
on
gün Alucan
köyün¬
kapanmış...
•
köyün yayla
işi
oldu
demek.
Ankara'¬
d a n e m i r çıkmış d a . . . d e d i . Herkes
evlerine
dağıldı.
Efendi'yle partiye geldik. — sıl
Kulu
İsmail
Efendi,
D ö n e n o y u n u a n l a d ı n mı h e y r i , d e d i , biz na¬
oyuna geldik? —
Oyun çok...
—
İstifa
Emin
Efendi
Hangisini
dilekçesine imza
o n l a r istifayı — —
dedin?
Gedikli
atmadılar.
Tuuu... O gürültüde, ya,
Biz Allah'ın
İsmail
İhsan'la
Tüccardan
Neden?
hiç f a r k e t m e m i ş i m .
Doğru
imzalamadı.
Neden? Neden
olacak...
Bizim aklımız h e p b ö y l e so¬
n u n d a g e l i r . Yahu, G e d i k l i İhsan" b a k t ı k i r e i s l i ğ i Ç i f t verenoğlu'nun olacağına
elinden
Zübükzâde
alamıyacak, olsun
diye,
Çiftverenoğlu
reis
bir a r a l ı k yanımız¬
dan s ü z ü l d ü , g i d i p Z ü b ü k z â d e ' y e , onu partiden ihraç edeceğimizi d u y u r d u . Anladın Başıma v u r m a ğ a kafa...
mı şimdi?
başladım...
Vay
kafa,
bizdeki
ı Peki,
b u Z ü b ü k z â d e ' n i n d u r u p d u r u r k e n par-
tiden
istifa e d e c e ğ i
kendiliğimizden — Onu da lantıyı
h a b e r i n e r d e n çıktı?
nerden uyduran
kendisi
edecekmiş
şaşırttı.
diye
Biz h e r i f i
kafa, vah
Emin
sonra
oyunları... haber
Efendi
neden
Emin
uçurdu,
partiden
miz i s t i f a e t t i k d e , Vah
kendisi...
ileri s ü r ü p d e
Bunlar hep Z ü b ü k ' ü n fa
Biz b u n u
çıkardık arkadaş?
E f e n d i ' y l e isti¬
bizim
aklımızı
ihraç e d e c e k k e n ,
o n u t e k başına
top¬
gelmedi? da
kendi¬
partide bıraktık...
kafa...
B e y anladın
mı bu Z ü b ü k z â d e bizi
nasıl b i r o y u ¬
na g e t i r d i . . . O y u n b a z d a h ü n e r mi ararsın? En baş İn¬ giliz s i y a s e t ç i s i n i s u y a g ö t ü r ü r d e , s u s u z g e t i r i r . Yan¬ dık,, y a n d ı k . . .
B u Z ü b ü k bir
belâ d e ğ i l . . . sın...
Zübük ki,
d i l l e anlatılır
M e ğ e r k i , tuzağına d ü ş e s i n d e anlıya-
Kendi elimizle,
imzaladık d a v e r d i k .
avanak olduğumuza dair senedi Avanaklık senedimiz elinde
ka senedinden sağlam
BUNDAN
ban¬
bir senet...
NAMUSSUZUNU
BULAMAYIZ
Allah'ın Kulu ismail Efendi şöyle anlatıyordu:
Biz sakalı
ele v e r m i ş i z
biyol,
Zübükzâde
dilese
bizi ç i n g e n ayısı g i b i oynatır. T a h r i r a t k â t i b i Rıza B e y 1
bu o l a n l a r ı d u y u n c a , — Hey
dangalaklar,
o
herifin
Sizi k a n d ı r a c a ğ ı belli bir ş e y . . . Hamza
evine
gidilir
mi?
dedi.
Bey,
k u ş l u k t a n k a s a baya kamyonlar doldu. Bu kamyonlarda ne var bilir m i s i n i z ? Sığır, c a m u s , d ü v e v e d a v a r . . . dolusu geliyor. Kamyonun
Kamyonun
birinden
Kamyonlar
biri gelip biri dönüyor.
davarlar boşaltılıyor,
sığır y ü k l ü
öteki kamyon geliyor, ö ğ l e n e kadar kamyonlar bizim kasabaya kurbanlık mal taşıdı. Bunca hayvan nerden gelir?.. Bizim ilçenin bütün hayvanları, bunların yarısı d e ğ i l . A l a n a sığır, d a v a r , c a m u s d o l d u t a ş t ı . Z ü b ü k zâde'ye,
—
Bu nedir? diye s o r d u ğ u m u z d a ,
—
İşte k u r b a n l ı k m a i ! . . d e d i .
Yahu biz bunları k e s m e ğ e
kasap yetiremeyiz...
Gayri her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi, —
Yaşadık, diyor, millet k u r b a n etinden gık d i
yecek. Var olsun İbraam Beyimiz... Kimisi, Bu kadar et dünyada canım etleri
kokutacağız.
yenmez, diyor, yazık
Hiç mi değil sucuk ney
yapılsa da ziyanlık olmasa... B a k t ı m Ç i f t v e r e n o ğ l u Harrıza B e y k ö t ü k ö t ü d ü şünüyor. —
Ne d ü ş ü n ü y o r s u n heyri?. d e d i m .
—
Biz d ü ş ü n m i y e l i m de k i m d ü ş ü n s ü n , d e d i , bu
Z ü b ü k z â d e namussuzunun ettiğini görmez misin? —
Yahu, ne oldu? Bu bizim millete iyilik de mi
yaramaz!.. yun
Bize kalaydı kurbanlık bir
bulamazdık.
Namussuz
kelebekli ko
mamussuz,
her neyse,
herif b e c e r i k l i . . . Bir salhanelik davarı alana yığdı. Bu kadar k u r b a n etini
bir ordu bir ay y e s e tüketemez.
Daha biz A l l a h t a n belâmızı mı -
isteriz!
dedim.
Çiftverenoğlu, —
B r e k a r d a ş , d e d i , senin aklın işte onca erer.
Ş u k a r t ö k ü z ü n aklı k a d a r a k ı l v a r m ı s i z d e ? H e y b e yinsiz!
Ulan,
b u n c a sığırın, davarın
parasını k i m
ö-
d e y e c e k ? Hiç düşünmez misin? Kimimiz k a v u r m a k u ralım, der, kimimiz s u c u k yapalım.;.
K ö r gırtlağınız
dan başka düşündüğünüz y o k . Pekiy, bu kurbanların parasını kim ö d e y e c e k ? Allah
Selâmet Versin
Murtaza
^ Sahi yahu, dedi, bunların
Efendi, parası
nerden çı
kacak? Ulan battık, ulan yandık, ulan bittik... Çiftverenoğlu, —
H e l e aklınızı t o p a r l a d ı n ı z , d e d i , y a n d ı k k i , h e -
mi de
nasıl...
Bu kasaba
insanlarının t ü m parasını
toplayıp alsan, bu kurbanlıkların parası ödenmez. Be lediye iflâs edecek, etti bile... —
Pekiy, bu Z ü b ü k ' ü n aklı neresine kaçtı? K e n
d i s i B e l e d i y e Reisi y a . . . Hiç d ü ş ü n m e z mi bunları? —
Düşünmez. Onun maksadı
m e b u s o l m a k . Ye
di vilâyet insanını, h ü k ü m e t ve parti büyüklerini
ça
ğırmış ki onlara gösteriş yapa da mebusluğu kafesleye...
O biyol m e b u s s e ç i l d i k t e n kelli, biz g e r i d e
kurban borcu ödeyelim,
ona
ne?
Anladın mı
efen
di? Herif göze g i r e c e k . . . —
Ne
—
B i l m e m . B u k u r b a n l a r ı n b o r c u n u biz ö d i y e m i -
yapsak?
yeceğimiz gibi çoluğumuz çocuğumuz ödeyemez torunlarımız, torunlarımızın torunları
ödeyemez.
yumuz
Yandık...
sopumuz ölümüze
sövecek.
ve So
H e r k e s birbirine, «Ne yapsak?» diye soruyor. Kadr'efendi, —
G a y r i y a p ı l a c a ğ ı k a l m a d ı . Elin s o y s u z u n u b a
şa geçirirken
düşünmedik de şimdi
düşünmesi mi
kaldı... İş işten geçti... dedi: Vızır vızır t a k s i l e r g e l i y o r , hususîler geliyor. B i zim
bura böyle bir şenlik g ö r m e m i ş .
Ehalinin hiçbir
şeyden haberi yok, cümbüş ediyor. Derken Bey, vi lâyetten bir o t o b ü s dolusu askeriye muzıkası gelme di mi... Vali şöyle bir yanda duruyor. Çünkü validen büyükleri var. Zübükzâde
cibiliyetsizini bir
görsen,
g ö ğ s ü n ü davul gibi şişirmiş, ortada dolanıyor. Askeriye
muzıkası vurmaya
başladı,
ağırdan
bir
m a k a m . . . C a m i avlusuna varıldı. Şehit tabutta.'.. Aklı Evvel B e d i r H o c a cenaze namazını kıldırır. T a b u t u al dık yürüdük, ö n d e muzıka vuruyor. na gömüldü. Arkadan
Şehit kabrista
nutuklar başladı. Velâkin An
kara'nın adamı dehşetli nutuk çekiyor. Ankara nutuk-
cusunun
dediğinden hiç bişey anlaşılmıyor,
velakin
byr n u t u k - k i i n s a n ı a ğ l a t ı y o r . B e n a ğ l a d ı m . . . B a k t ı m , Ç i f t v e r e n o ğ l u da ağlıyor, Emin Efendi de ağlıyor. A ğ l a m a y a n y o k •canım... E r k e k k ı s m ı a ğ l a r mı? Elin o ğ l u ağlatıyor Bey. O nutku d u y u p da a ğ l a m a m a k olamaz. Çiftverenoğlu, —
İyi n u t u k ç e k i y o r y a , d e d i k l e r i n i b i r a n l a s a y -
dık... dedi. Benim anlayabildiğim bir «Vatan seması...». M e zarın başına g e ç e n , —
Vatan seması... diye başladı mı, gözyaşı zap-
tolmuyor. Emin Efendi, —
Yahu, ben ağlamaktan ö l d ü m , dedi, bir insan
da bu kadar gözyaşı mı olurmuş? D e m e k insanın içi, b i r gözyaşı torbası... En sonunda bizim Aklı
Evvel
Bedir. Hocamız çı-
> kıp duaya başladı. Ne dersin Bey, bizim Bedir Hoca, h e p s i n i bastırdı. Evet, B e d i r H o c a alçağında iş v a r mış.
Onun duasının yanında
nutukçuiarın ses titre
mesi on para etmez. Kalaycı Kör Nuri yanı başımda belirdi, İyi k i , d e d i , g ö z ü m ü n b i r i y o k . . . ö b ü r g ö z ü m , de olaymış, cakmışım.
içimin suyu
hep akacakmış da kuruya-
Bu ağlamaya tek göz yetmez oldu.
K ö r N u r i ' d e lâf ç o k , d u r u p d u r u p y u m u r t l u y o r : ' — E m m i , ben bişey keşfettim. —
Nedir oğlum?..
—
Yahu, bu i n s a n o ğ l u anlamadığı bir lâf o l d u mu
a ğ l ı y o r d e m e k . . . B a k , d e m i n e f e n d i l e r , A l l a h razı o l sun,
nutuk çektiler.
Anladık
mı?
Yok...
Gelgelelim
ağladık. Şimdi de Bedir Hoca Arabî üzerine dua okur.
Ne anladık?
Hiç... Velâkin
ağlamaktan göz
pı-
narlarım kurudu, ötey gözüm' de kör olacak... D e m e k bu benîbeşer, anlamadığı söze ağlıyor, —
hemi?
Besbelli öyie olacak...
B e d i r H o c a rezili
çok yanık ünnüyor.
Gözünün
yaşını kolunun yenine silen silene... Susmaz da... Ulan H o c a
y e t e r , e l v e r d i , bizi
Susmuyor
koca gavat...
Göz
ederler anlamaz,
ağlata ağlata bitirdin.
kaş
ederler
anlamaz.
Ar
dından biri eteğini çekti de, —
Eiverdi
elverdi...
ulan
sakaiına
Bizi a ğ l a t a a ğ l a t a
hocası,
tükürdüğümün
öldürecek misin!., diye
fısıldadı. B u n u d u y u n c a H o c a b ü s b ü t ü n azdı lillâh d e d i k ç e f e r y a d ı
mı...
Allah
gökyüzüne erişiyor.
H o c a duayı b i t i r d i , biz d e b i t t i k . . . Bir d e b a k t ı m , y a h u biz k a n d e r y a s ı i ç i n e g ö m ü l m ü ş ü z . ne bir bıçak geçiren tekbir
B u n e ? Eli
g e t i r e r e k , b i r sığır, b i r
k o y u n yakalamış, kesiyor. Bey, o kabristanı bir gör meliydin...
K u r b a n kanı gövdeyi götürüyor.
sesleri de insanı coşturuyor.
Baktım herkes tekbir getirmekte, tım.
tır.
Tekbir
Durulacak gibi değil... ben d e avazı
bas
Deli Ceiil'in gözleri dönmüş, —
Allah'ını seven
—
Neyliyeceksin
bir bıçak v e r s i n !
—
A m a n e m m i k u r b a n a biz de girişelim, s e v a p
ulan deli
diyor.
domuz?
Bıçağını v e r hele!.. B ı ç a k k a p a n sığır, d a v a r s ü r ü s ü n ü n
müş.
Bacakları
bağlı
bir kelle sıçrıyor,
üstüne yürü
hayvanlar debeleniyor.
surda
bir dana
Surda
kuyruğu hopluyor,
surda bir ö k ü z g ö v d e s i kalkıp kalkıp iniyor. M u h a r e be meydanı desem değil... çıkalım.
Aman
surdan vaktinde
Kana boğulacağız...
İşler bitende,
misafirler
takım
o t o b ü s l e r e binip g i t m e ğ e başladılar.
takım
arabalara,
Kabristana
üç
kamyon
dayandı. Vilâyetten gelmiş lâstik çizmeli
damlar,
kurbanları
a-
sırtlayıp sırtlayıp kamyonlara atı
yorlar. Bu da nesi? Yahu,
bizim
kurbanlar gidiyor.
Lâstik çizmelinin birine sokuldum: —
A r k a d a ş bu
neyin
nesi?
Bu kurbanlar nere
—
N e kurbanı!".. E f e n d i a ğ a ,
nin? hanesinin mallandır.
bunlar vilâyet sal
Biz de m e z b a h a n ı n k e s i m c i l e r i
yiz... Kurbanlar yüklendi,
kamyonlar yollandı.
Fakir
fukara, ortalıkta bişey kalmış mı diye bakmıyor. Ha yır, t e k k e l l e k a l m a m ı ş . O n c a k u r b a n g i t t i , k a l a k a l a yalmz kanları toprakta kaldı. Zübükzâde'ye
vardık:
—
B r e İ b r a a m B e y , bu ne iş?
—
Ne istersiniz, k o c a akılsızlar, bir de b e l e d i y e
bütçesinden kurban
parası mı verecektik...
, s ö y l e d i m , vilâyetin üç g ü n l ü k
Valiye
kasaplık hayvanlarını
buraya yığdırdım. Hem kurban oldu, hem iş görüldü. Şimdi
etleri buzhaneye kaldıracaklar...
B u iş, b i z i m Z ü b ü k z â d e ' n i n
icadıdır. Bu dalgayı
herkes ondan ö ğ r e n d i . Bir yere b ü y ü k l e r d e n biri gel di mi, mezbahanın kasaplık hayvanları, b ü y ü ğ ü n hu zurunda kurban diye kesilir. Aradan bir zaman geçince, Zübükzâde, —
Ş e h i r d e anıt d i k i l e c e k . P a r a t o p l a n s ı n ! d e d i . •
Diriye para bulunmazken
millet ölüye
nerden
Paralar toplanadursun, bir de duyduk;
şehidin
bulacak? mezarı
açılıyor,
kemikleri
muayeneye
gidecekmiş.
Ç ü n k ü bu şehidin kim olduğu bir türlü anlaşılamıyorUçak kumandanlığı
«Hiçbir uçağımız d ü ş m e d i
ve bizim şehidimiz yok!»
muş.
dermiş. Nasıl olmaz yahu,
biz cenaze törenini yapıp g ö m m ü ş ü z bile. Şimdi de
i ş t e anıtını d i k e c e ğ i z . Ş e h i t y o k d a ,
bu türbe neyin
nesi.'..'" •••• • Vilâyetten gelen
doktorun
huzurunda,
savcı,
k a y m a k a m , c a n d a r m a t o p l a n ı p mezarı açtılar, şehidin kemiklerini derleyip toparlayıp B i r b a k a r s a n iyi o l d u . E v e t ,
vilâyete
götürdüler.
toprağımızda bir şehit
türbesi var ama, şehit kim? O n u öğreneceğiz. :
Z ü b ü k z â d e anıt i ç i n s a l m a k o y d u ,
herkes bağış
verecek. Muhaliflerin —
başı
avukat Burhan,
Böyle rezillik olmaz! diye ortaya çıkmaz mı...
Avukat Burhan, domuzun
da domuzu.
başımızda Z ü b ü k z â d e var da, onunla
Allahtan
başedebiliyor.
Yoksa milleti zehirleyip, hepsini muhalif edecek, ibraam Bey, —
avukat Burhan'a haber yolladı:
Biz o n u n n e m e n f i r u h l u a l ç a k o l d u ğ u n u b i
liriz. D i n d i y a n e t i ş l e r i n e d e b u r n u n u s o k u p , bizi a v u katlık
ruhsatını
elinden
ö y l e ya canım.
almaya
mecbur bırakmasın!..
Koca bir şehit
za konuk gelmiş. Vatan
bu, toprağımı
için canını v e r m i ş de şimdi
biz b i r anıtı ç o k m u g ö r e c e ğ i z ? A l t y a n ı
adam başına
e l l i k u r u ş , b i r lira d ü ş e r . Z ü b ü k z â d e , B u r h a n ' a i ç e r ledi, —
A h a , b e n d e n anıt i ç i n , b i n k a y m e !
Herifteki
hamiyyete bak sen.
rını d a , a n ı t s a l m a s ı gibi,
Belediye tahsilda
için avukat Burhan'ın yazıhane
sine göndermiş. Ne dersin, şehit vermediği
dedi.
tahsildarı
anıtına e l l i k u r u ş
kapısından
koğmuş.
Kime
etti? Kendine. M e m l e k e t t e kalp metelik kadar itibarı kalmadığı
gibi,
din
d ü ş m a n ı zındıklığının
ortaya
çık
ması da caba. Birgün toplantıdayız. —
Zübükzâde
ibraam,
Arkadaşlar, d e d i , bu anıt işine g a y r e t v e r i n !
A n ı t , b ü y ü k iş. B i r m i l l e t , g e l e n e k s i z o l m a z . G e l e n e k
ne? Gelenek, t ü r b e d e m e k , işfer
demek,
bildiniz
mi?
ziyaretgâh demek, eski Yahu,
bu
kasabanın
hani
türbesi?
Siz memleketi iyice
mezsiniz;
başka yerlerde türbeden geçilmez. Bir ya
bancı
gelse,
«Hani
ulan
gezmediğinizden bil
sizin
türbeniz?»
dese de,
olmadığını g ö r ü p suratımıza t ü k ü r s e d o ğ r u değil mi? A v u k a t Burhan alçağı, bize gerici dermiş. Ne gerici si?
Biz hâlisinden A t a t ü r k ç ü y ü z ve A t a t ü r k hazretle
rinin izindeyiz. Biz öyle, yatıra matıra, t ü r b e y e , kıtıra inanmayız. Velâkin şehit başka, şehit türbesi. A t a t ü r k rahmetli sağ olsaydı da, şehide t ü r b e yaptığımızı d u yaydı bize
«Aferin!»
türk, şu Burhan gibi Türbenin faydası
çok.
demez miydi? dinsizleri
Hey koca Ata
temizlemedin
Efendim?
de...
Bir k e r e anıt o l s u n ,
t ü r b e ' o l s u n l b u bizim kasabanın namını arttırır v e t u rist çeker.
Yahu, bizim buranın dertlileri, üç günlük
y o l d a k i Arap. H o c a yatırına 'Yazık d e ğ i l
mi
ziyarete g i t m e z l e r mi?..
bu kadar yolu tepsinler?
M a d e m ki
d e m o k r a s i var denmiş bir kere, bir memlekette okul da gerek, hastane de gerek, yatır da gerek! Hepsinin müşterisi ayrı. Ne dersiniz? D o ğ r u söze; ne d i y e l i m . . . Herifin dili güçlü. A n latırken ağzından
bal
akıyor.
Böylesinin
karşısında
a v u k a t B u r h a n d i n s i z i d u r a b i l i r mi? Bunları —
söyleyip,
Anıt için aha da b e n d e n bin k a y m e ! d e d i .
U l a n , b u k a ç ı n c ı b i n ? H e r anıt s ö z ü a ç ı l d ı ğ ı n d a , —
Aha benden bin kayme! diyor.
Sanırsın,
pangınotları
çıkarıp
ortaya atacak.
Bir
kuruş da verdiği yok. Bir akşam partiye giderken, yol üstünde kalaycı K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' i g ö r d ü m . G ö r d ü m y a , i k i s i d e k ö t ü , alı a l , m o r u mor. s o l u y a r a k g i d i y o r l a r .
Baktım
gidişlerine, bir kötü böyle
n i y e t l e r i v a r . İyi i ş e , h a y ı r l ı i ş e
seğirtilmez.
—
U l a n n e d i r , iki ş e y t a n u y g u n a d ı m , b ö y l e y e l
lenerek
n e r e y e varırsınız?
Bunlar kemküm edince,
niyetlerinin iyicene
bo
zuk olduğunu anladım. —
Nedir,
doğru
konuşun!
Suratınız
pancar ke
silmiş., Gene —
kemküm.
Düşün
önüme!..
Bunları önüme katıp
partiye getirdim.
Kulu İsmail Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza,
Allah'ın Satılmış
B e y hep oradalar. Benim bu kadar sıkılamamın sebe bi,
kulağıma çalınan
söylentiler.
Duyduğuma
göre,
Deli Celil'le K ö r Nuri, Canlak köyüne varıp silâh sa,tın
almışlar. Silâhçılıkta
Canlak
köylüsü
üstüne yok
tur. Allah seni inandırsın Bey, bunların yaptığı t a b a n cayı,
Ankara'nın
askeriye
silâh
fabrikası
çıkaramaz.
Gizli silâh d ö k m e k b u n l a r a v e r g i . C a n l a k k ö y ü n ü n ta bancası dedin mi, memlekete nam vermiş. Şimendi f e r m a r k a s a a t nasıl s a a t l e r i n ş a h ı i s e , b u n l a r ı n m a l ı da tabancaların feriştahı. Hattâ bir tarihte, bizim b u ranın c a n d a r m a g e d i k l i s i ,
Canlak k ö y ü n ü n en usta
silâhçı ustasını çağırtıp, —
Tabancamın
gezinde
yamrılık oldu,
al
şunu
onar da getir! demiş. Usta devrisi günü elinde,
kız g i b i
üç tabancay
la gelmiş. — kendi
Başefendi,-demiş, yapım .tabancaların
senin tabancanı arasına
onarıp,
koymuştum.
Velâ
kin, hangisi senin tabancan olduğunu şaşırdım. Bak, işte, tabancalar bunlar. Hangisi seninse b u y u r al!.. Başçavuş
bakmış
bakmış,
kendi
tabancasını
a-
yırt edememiş,
ü ç ü d e t a z e m e n e v i ş l i , pırıl -pırtl t a
banca, yeni çarktan çıkma... Başçavuş, —
Ulan bu ne iş domuz oğlu domuz, seni şimdi
sahtecilikten
derdest etsem, hak değil
askeriye silâh fabrikası
malının
aynısı...
mi?
Ulan bu
Hangisi ha
kiki, hangisi sahte belli d e ğ i l . . . demiş. Kaçak tabanca ustası, —
S e ç de b e ğ e n d i ğ i n i ali d e m i ş .
İşte b u C a n l a k k ö y ü b ö y l e b i r k ö y , y e d i d e n y e t mişe
kaçak silâh yaparlar. K ö r N u r i ' y l e D e l i C e l i l ' i n C a n l a k ' t a n iki t a b a n c a
satın aldıkları Bir-iki —
kulağıma çalınınca
zorlayınca
Kurban olayım
bunlar İhsan
işkillenmişim.
söküldüler:
Efendi,
senden
sır' ç ı k
m a z . Bizi b ı r a k , y o l u m u z d a n a l a k o y m a . Biz b i r h a y ı r l ı iş görmeğe gidiyoruz. — nedir, —
Ulan, sizin elinizden hayırlı bir iş çıkmaz ya, hele
hele...
Memlekete bir hizmetimiz . olsun, dedik.
man bizi ele v e r m e . . . mermi...
işte
Şu Zübükzâde
tabancalar, namussuzunun
A-
işte on b a ğ mundar vü
c u d u n u ortadan kaldırıp, kasabamızın namusunu kur taracağız... — nız...
Aferin!..
Hakikat
hayırlı bir işmiş y a p a c a ğ ı
Siz hele s u r d a d u r u n da bir s o l u k alın... İçeriki
odaya
arkadaşların
yanına vardım.
Olanı
biteni anlattım. Çiftverenoğlu, —
Fakirleri
iki
yıldır s o y m a k t a
bu Z ü b ü k alça
ğ ı . . . Herifi ö l d ü r m e k t e n başka da umarları kalmadı... dedi. Allah'ın —
Kulu
İsmail
Efendi,
Vara yollarından çevirmiyeydin de, Zübüksüz
m e m l e k e t t e başımız dinç k a l a y d ı . . .
dedi.
Emin —
Efendi,
Z ü b ü k ' e d e ğ i l , ş u iki g a r i b e a c ı r ı m . . .
dedi,
damda çürür fukaralar... Ben de, —
İkisinde de ne mal, ne para kalmış. S o n pa
ralarını v e r i p işte bu tabancalarla m e r m i l e r i almışlar., dedim. Çiftverenoğlu, —
H i ç b i l m e z d e n , d u y m a z d a n g e l s e k , nasıl o l u r ,
d e d i , g e l i n b u K ö r N u r i ile D e i i C e l i n h i ç g ö r m e m i ş , yollarından
alakoymamış
olalım.
Bunu söyleyip Emin E f e n d i y e baktı ki, Emin Efendi'nin gözleri hiç beğenilecek gibi d e ğ i l . . . Belli ki, s e ğ i r t i p İ b r a a m B e y ' e lâf y e t i ş t i r e c e k . B u n u ca, birden ciddileşip, —
Bırakın şakayı yahu, dedi, ne e d e c e k s e k ede
lim. Bak sen şu Deli Celil'e b i y o l ,
cinlendi mi, del-
lendi mi, ne oldu gene? Varıp hemen haber versek... Allah —
anlayın
-
İbraam Bey'e
Ne dersiniz?
Selâmet Versin
Murtaza
Bu Deli Celil, benim
zaptolmaz, d e d i , aklına
Efendi,
bildiğim deli domuzsa
koyduysa yapar. Onun için,
aramızdan üç kişi seçelim, elçi olsun. Zübükzâde'ye •gitsinler. K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' d e n h e r k a ç p a r a a lındıysa
geri
verilsin.
ö y l e ya canım... verdi.
Bu Zübük- rezilinin ettikleri el
Fakir fukarayı sağmal davar bilip s a ğ m a k t a . . .
Emin Efendi'yi, Hamza Bey'i bir de beni seçtiler. Deli Celil'le Kör Nuri'ye, •
—• B u r d a n bir y e r e kıpraşmayın, İbraam B e y ' d e
h e r k a ç p a r a h a k k ı n ı z v a r s a , biz g i d i p a l a c a ğ ı z . . . d e dim. Kör Nuri, —
Aman
• İhsan
Efendi, d e d i , d ü r z ü sizi kandırır
da
ayağınızdan
ş a l v a r ı n ı z ı s ö k e r alır.
Sîzin
dilinizden
anlamaz. — bunları
S u s , o nasıl s ö z ! . . H a d d i n e d ü ş m e m i ş . . . d i y e payladım.
Paylamasına payladım ya, içime de bir k u r t düş t ü . Evet, b u Z ü b ü k i t i , n i y e t i m i z i s e z e r s e , d a h a b i z a ğ zımızı a ç m a d a n , k i m b i l i r n a s ı l b i r d ü m e n ç e v i r i p b i z i soyar. Çiftverenoğlu, •— A m a n y o l d a ş l a r , sıkı d u r a l ı m , d e d i , ellerimiz ceplerde dursun,
keselere
mukayyet olalım!
Yolda Z ü b ü k ' e ne diyeceğimizi bir bir tasarladık. —- Z ü b ü k , diyecektik, ulan nedir senin ettiğin bu millete alçak!
Seni reis y a p t ı k d a , başımıza p ü s k ü l l ü
belâ
mı aldık!.. İmdadına
din.
Kör Nuri
ile
yollayacaklardı...
y e t i ş m e s e k nalları
Deli Celil,
seni
diktiy-
eşşek cennetine
B e r e k e t önledik, hayatını kurtardık.
Fakat niyetlerinden
dönecek
gibi değiller. Senin
le
şini s e r e c e k l e r . Y a h e r i f l e r i n p a r a l a r ı n ı v e r , y a d a iş lerini gör!.. N e d i r ulan senin bu dolapların? Ç e v i r d i ğin dolaplar yüzünden kalmadı. Aha, genel Çabuk, sökül
partimizin bir paralık değeri
seçimler
yaklaştı
ne
paraları... Yoksa, arkadaşlarla
olacak?.. eibirliği
ve sözbirliği ettik, partimizin k u r t u l u ş u için seni baş kanlıktan atacağız, elçi
gönderdiler,
bilmiş ol!
Partili
a r k a d a ş l a r bizi
sözümüz b u . . . V a r geri yanını sen
düşün!,. Böylece
kararlaştırdık. Zübükzâde
pısına v a r ı n c a E m i n E f e n d i —
A m a n , hacetim geldi ki
barsaklarım
bozulmuş.
Ben
hanesinin
ka
iki e l i y l e k a r n ı n ı t u t u p , hiç s o r m a y ı n , d e d i ,
caminin
memişânesine
varıp g e l e y i m . Siz hele girin i ç e r i . . . Bak şu tüccar reziline, gene bir bezirgânlık d ü ş ü n d ü . K e n d i s ı v ı ş ı p b i z i i ç e r i s a l a c a k d a Z ü b ü k l e biz d a l a ş a c a ğ ı z . İşin hızı g e ç i n c e k e n d i s i d e b u y u r a c a k . . .
—
Olmaz. Gel
—
Yahu...
yakyoluna
içeri, evde girersin kenefe.
etmeyin!
Selâmünaleyküm
d e y i p a-
gidilmez.
Ç i f t v e r e n o ğ l u kızdı, Emin E f e n d i y i
itekleyip ka
pıdan içeri s o k t u . Ellerimiz ceplerimizde Z ü b ü k z â d e nin yanına vardık. —
Hamza
Bey,
A m a n haa, sıkı d u r u n , g e n e bizi yaşa bastır
masın! dedi. Emin —
Efendi,
Evet, sıkı d u r m a l ı ! . . . d e d i .
Ben de, — A m a n birleşik duralım, çözülmeyelim.
Birlik
k u v v e t t i r . . . B u n a m u s s u z , o r t a y a b i r lâf atar, bizi b i r birimize d ü ş ü r ü r de kanlı bıçaklı eder... d e d i m . —
M e r h a b a İbraam Bey!..
O ne? H e r i f y e r i n d e n k ı p ı r d a ş m ı y o r .
M i n d e r e o-
t u r m u ş , iki d i r s e ğ i n i iki d i z i n e k o y m u ş , b a ş ı n ı d a iki elinin arasına almış —
mevta
misali susuk duruyor.
M e r h a b a İbraam Bey...
H e r i f t e n s e s s o l u k ç ı k m ı y o r . Y o k s a bizi g ö r ü n c e k o r k u d a n g e b e r d i m'ola? Yavaş y a v a ş başını
kaldırıp bize d ö n d e r d i .
O
ne? Y ü z ü s ı r s ı k l a m , g ö z l e r i k a n ç a n a ğ ı n a d ö n m ü ş a ğ lıyor... Yahu bunun anası danası-mı öldü de h a b e r i miz y o k . — si
M e r h a b a , hoş geldiniz emmiler! dedi ama se
cansız. —
Hayrola İbraam Bey, ne oldu kardaş,
—
Ne olsun, hep bildiğiniz,
neyin
var? ya,
ö l ü m Allahın emri
insanın y ü r e ğ i dayanmıyor. -— Başın s a ğ o l s u n . . . —
Hepimizin başı s a ğ o l s u n . . .
Yahu bizim kimimiz,
neyimiz öldü
— 218 —
de haberimiz
yok. Yoksa
parti
büyüklerimizden
birinin
öldüğünü
radyo mu söyledi?.. İ b r a a m B e y s i c i m s i c i m g ö z y a ş ı a k ı t ı y o r 'ki, g ö renin yüreği parçalanır. Koca adam avrat gibi gözya şı d ö k ü y o r ve ç o c u k gibi iç çekiyor. Hepimizin başı sağolsun,
dediğine
bakılırsa,
gene
radyomuz
yeri
d o l d u r u l m a z b i r k a y ı p h a b e r i v e r d i . S o r a m ı y o r u z , da... Emin Efendi, b a n a bir d i r s e k atıp, —
Hadi, başlayın söze! dedi.
-— Söz b ü y ü ğ ü n Emin Efendi, de sen b u y u r . . . —
O l m a z , y a k ı ş ı k a l m a z . . . S e n i n a ğ z ı n lâf y a p a r ,
tahsilin t e r b i y e n var.
Askerlikte sen bir
ben bir bitli piyade n e f e r i . . . söz düşmez.
Di
gediklisin,
Gedikli varken nefere
buyur!
Biz y o l d a neler diyeceğimizi hep belledik de k i min
ilkin söze
başlayacağını karara bağlamadık.
Çiftverenoğlu'na —•• Di
yavaşça,
buyur Hamza
Bey,
sen
particilik işinde
benden kıdemlisin. Benim k ı d e m e . s a y g ı m var...
de
dim. Biz söze
başlama
pazarlığındayken
Zübükzâde
lâfa g i r d i : •— Bu m e m l e k e t . . . şehit ş ü h e d â yüzü suyu hür metine
yaşıyor...
—
O n a ne şüphe İbraam Bey...
—
V a t a n için canını v e r e n l e r i n . . .
Sesi titriyor, sözü hıçkırıklardan kesiliyor. —
Vatan için ve m e m l e k e t için ve de millet için
ve de... H ü n g ü r hüngür, sarsılarak ağlıyor. —
A m a n İbraam Bey, ölenle ölünmez k a r d a ş . . .
—
Bir koç yiğit, öyle bir koç yiğit...
Boğazıma bir y u m r u k geldi, tıkandı.
Ben yüreği
dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Gözlerim bulandı.
İçimden
«Aman oğlum
İhsan,
tut kendini!»
diyorum
k e n d i m e , ne m ü m k ü n . . . Şurama bir d ü ğ ü m geldi o• t u r d u , başıma da bir ağrı saplandı. A ğ l a s a m açılaca ğ ı m y a , a\/\ç> o\ur d\ye kend'vml t u U ı v o v u r a . . . —
Bu vatanın her bir karış t o p r a ğ ı m ü b a r e k şer
hit kanlariyle sulanmış olup... İki g ö z ü çevre,
iki ç e ş m e
ağlıyor. Gözyaşlarını sildiği
ıslanmış da bulaşık bezine d ö n m ü ş .
Göz pınarlarım gevşedi. Ağlarken beni görüyor lar mı d i y e Emin
Efendi'yie
Hamza
Bey'e baktım.
H a m z a Bey, ceketinin yeniyle gözlerini siliyor,
Emin
Efendi zavallısı da b u r n u n u ç e k i y o r . —
Bir millet...
Şehitlerinin...
Her karış vatan
t o p r a ğ ı . . . Akiıma geldikçe kendimi tutamıyorum. Biz millet yolunda, vatan uğruna... G a y r i t u t a m a d ı k k e n d i m i z i , biz d e b i r h ü n g ü r t ü dür tutturduk. Ağla gözüm ağla... Minderlerin üstüne kapanıp başladık
ağlamaya...
Gözlerimizden
kanlı
y a ş l a r gidiyor, gözyaşı sel o l m u ş . Hem ağlıyorum, hem kendi kendime, —
Yahy, tut kendini. Bu da Z ü b ü k itinin yeni bir
numarası işte...
Bizi ' k a z ı k l a y a c a k b e s b e l l i . . . A ğ l a y a
c a k ne var?., d i y o r u m ama olmuyor. Sesini titrete titrete ağladıkça, karşısında mezartaşı olsa
cana gelir
de ağlar. Yanıbaşımda —
Gene bizi
ağlayan
Çiftverenoğlu,
bastırdı,
kendimizi
toparlasak...
diyor. Evet,
bir • toparlasak...
ağlamaktan
kendimize
gelemiyoruz ki... Ben böyle şey ne duydum, ne gör d ü m Bey...
•
•
•
Ağladık, ağladık, sonunda Z ü b ü k alçağı hıçkırık lar arasında sesini şarkıcı oğlanlar gibi titreterek; —
Şehit bizim u ğ r u m u z a canını v e r i y o r da, bizim
i ç i m i z d e o n a b i r anıtı ç o k g ö r e n l e r v a r .
Tuu, yazık
bizim adamlığımıza!.. Para nedir k i . . . d e d i . Emin Efendi çorbacısı, hemen
keseye davranıp
ellilik pangınotu ortaya attı, Hamza B e y de, yüz kay m e y i e l l i n i n "yanına k o y d u , Bent cüzdandan bütünleri
a y ı r d ı m b i r y a n a , iki
onluğu oraya bırakıp, — ririm...
ü s t ü m d e başka para yok, gerisini sonra v e dedim.
Çiftverenoğlu, —
Y a k t ı n y a n d ı r d ı n bizi
İbraam Bey... dedi.
Emin Efendi, —
Ne v e r s e k az...
dedi.
Z ü b ü k «Vatan» diye diye,
«Şehit»
diye diye ağ
lıyor. Gözlerimizi s i l e r e k o r a d a n ayrıldık,: Partiye g e l dik. Murtaza Efendi, • • •••^r- Ne h a b e r ? d e d i . Çiftverenoğlu gözlerini kuruiayarak, burnunu si lerek, —
Anıt işini y o l u n a k o y d u k ş ü k ü r . . . d e d i .
—
Evi b a t a s ı , o c a ğ ı s o n e s i , n e anıtı u l a n ! . . . S i z
oraya neye gitmiştiniz? Sahi, biz Z ü b ü k ' ü n yanına hangi iş için varmış tık?
Unutmuşuz. Emin Efendi, —
Neydi
Allâsen? dedi.
Tahrirat Kâtibi — —
Rıza B e y i ç e r i g i r d i .
D u y d u n u z mu olanları? d e d i . Neymiş?
— - M e z a r d a n çıkan kemiklerin r a p o r u geldi. İn san iskeleti değilmiş. —: Ya —
neymiş?
Yunus
balığı
iskeletiymiş?
edip bildirmiş. Savcılık da
Adlî Tıp
muayene
soruşturmuş. Burdan gi-
d e n bir araba, y u n u s balığı
götürürken, sıcakta ko
kunca
kurt
balığı
atmışlar.
Etini
çakal yemiş,
iske
leti kalmış. Esasen şehit mehit de y o k . Burdan şehir de tören yapıldı denince Ankara şaşmış.
Uçak düş
memiş ki şehit ola...
s a l ı p Hıdır-
Uçak, kara duman
lık D o r u ğ u n d a n b a ş a ş a ğ ı k a y ı n c a b i z i m a v a n a k l a r , u çak düştü
sanmışlar.
—
Ne
diyorsun?
—
Diyeceği böyle...
Hep b i r d e n Aklı Evvel —
. Bedir H o c a y a döndük:
Ulan alçak Hoca, y u n u s balığına bize cenaze
namazı kıldırdın rezil...
Bir de dualar ettin... Tuuu...
Y a h u , o k a d a r k u r b a n k a n ı b o ş a m ı g i t t i , biz b o şu boşuna mı ağladık? Bedir H o c a y a —
çullandık...
Bedir Hoca,
Ben bilir miyim, dedi. İbraam Bey öyle söy
ledi... Ben dediğini yaptım. İşte b ö y l e b e y . . . T ü r b e g e n e y a p ı l d ı . H ı d ı r l ı k y o lundaki
«Yunus Baba Türbesi»
işte odur, z i y a r e t g â h . .
Kısır karılar gider, saralılar, deliler gider, birebir... «Böyle
ineğin
böyle danası
olur» demişler,
bo
ş u n a mı? B i z i m g i b i a v a n a k l a r o l d u k t a n k e l l i , Z ü b ü k ' ün bize ettiği az bile.
Bizi g ü l d ü r ü r d e ağlatır d a . . .
Ağla gözüm ağla... Z Ü B Ü K Z Â D E A V U K A T B U R H A N BEY'İ N A S I L YEDİ?
Tüccardan Emin Efendi şöyle anlatıyordu : Bunun işleri akla zarar Bey... Olmaz olaymış ya, ne edek, olmuş biyoi... S e ç i m l e r gelip çatmıştı. Biz burada, haddimiz o i mayaraktan tüccar
sayıldığımızdan halkımıza ve
köy-
l ü m ü z e h i z m e t t e e l i m i z d e n g e l e n i eksik- e t m e y i z . A l lah sizi
inandırsın,
bapka açamaz.
köylüye benim
açtığım krediyi
Partimizin bütün kuvveti de bu ya...
Hangi bir köylü, hangi bir hemşeri gelip borç para, ödünç bişey, veresiye yok;
mal
istese,
«Buyur hemşerim, al götür!»
bundan
ötürü
B u r h a n zındığı
halka
dayanıyor.
hemşerilerimizi
bizde
«Olmaz!»
İyi m i ?
Partimiz,
'Velâkin
bu
avukat.
durmadan zehirliyor.
Ehâli g i d e r e k , b i z d e n y ü z ç e v i r m e y e b a ş l a r o l d u . S o ruyorum: — ye
Eee a ğ a , s e ç i m l e r g e l d i d a y a n d ı , h a n g i p a r t i
oyunu vereceksin Eskiden —
bakalım?..
olsa,
Bizde ölmek
var, d ö n m e k y o k .
Biz bir t e k
parti biliriz... derlerdi. Şimdiyse, —
Hele bir yel üfürsün de ağam,
yana savuracağımızı meler.
Neden?
biz b i l i r i z . . .
Hep bu
yollu
avukat
harmanı
ne
mırın kırın e t
Burhan
domuzunun
yüzünden. Seçim nerdeyse geldi. Millet içinden pazarlıklı... O t u r u p bir düzen bulalım, dedik. toplandık.
Herkes
onsuz olamaz. duk,
orda,
Evine
Sabahtan partide
b i r Z ü b ü k z â d e yok...
baktırdık
yok.
Oraya
Aman
sordur
b u r a y a b a k t ı r d ı k , ş u r a y ı - a r a t t ı k , yok o l a s ı y o k
olmuş. Murtaza Efendi, —
;
İbraam Bey olmazsa, biz bu
avukat Burhan'-
la baş edemeyiz, dedi. Dediği doğru.
Evet, h e r t ü r i ü
menhiyyat
onda
t o p l a n m ı ş a m a , n e m e lâzım h e r i f p a r t i c i l i k t e i ş e y a r ı yor. Satılmış —
Hiç
Bey, korkmayın,
dedi,
bizim
Zübükzâde
avu-
kat Burhan Bey'i yer be... Herifi gözümüzün önünde Çiğ Çiğ y e r v a l l a h a . . . O n a b i r o y u n e d e r k i , k a t ı r t e p mişe dönderir... — Burhan
Evet, a v u k a t Burhan'ı y e r . . . Ve de bu a v u k a t denilen zındığın yenilip yutulması
caizdir.
Aklı Evvel Hoca da böyle deyince, tamam, akar sular durur...
İyi h o ş y a
Zübük namussuzu
nerde?
Ara, tara yok... -
B i z o n u b e k l i y e d u r a l ı m , o r t a y a ; b i r lâf a t ı l d ı . B i r
zamandanberi direklere gerili telefon telleri çalınma ğa başlamış. Şimdiyecek olmuş iş değil. Telefon tel leri her gün onarılıyor, her gün de çalınıyor. Vilâyet, telefon teli yetiştiremiyor. Telefon M ü d ü r ü , iştir yahu, Türkiye'deki dik» lına
«Bu
ne
b u k a s a b a y a v e r d i ğ i m i z telefon? t e l l e r i y l e , her evden
her eve telefon
hattı ç e k e r
diyormuş. Bu zamanacak telefon teli çalmak kimsenin
ak
gelmezdi.
çe
Şimdiyse rezalet...
Telefon telini
kip k o p a r a n çarığını bağlıyor. H e r k e s i n belinde pantalon bağı telefon teli, don
uçkurları telefon teli...
H e r ahırın k a p ı s ı n d a b i r k a n g a l t e l e f o n t e l i , d e n k b a ğı, hamut bağı, b o y u n d u r u k bağı, dingil tutarı hep te lefon telinden...
Kağnısının özek ağacı bozulan,
te
lefon telini koparıp onarıyor. Bir hesaba vursan, adam başına beş kangal telefon teli düşer, ö t e y a n d a n hü k ü m e t , t e l hırsızlığı ö n l e n s i n d i y e s ı k ı l a y ı p d u r u y o r . Allah Selâmet Versin —
B u hırsızlık h e p
Murtaza Efendi/
Deli
Ceiil'in başının altından
çıkıyor... dedi. Hamza
Bey,
—
N e d e n ? d i y e sordu-:
—
Neden olacak heyri...
ruma memuru oldu Eskiden
bizim
Deli Celil, telefon ko
o l a l ı , t e l hırsızlığı a l d ı
buralarda başını
yürüdü.
kaldırıp telefon teli-
ne bir bakan mı vardı? Kimin aklına gelirdi heyri? Bu Deli Celil telefon muhafızı olunca «Vay d e m e k tele f o n teli
de
lâzımlı
bişeymiş
ki
muhafaza ediliyor!»
d i y e herkes tellere saldırdı birader... Tel çalan çala na... Hep domuzluk Deli Celil'de. —
Doğrudur. Ortaya bir
k o r u m a m e m u r u çık-
mıyaydı kimi kimsenin aklına tel
çalmak gelmezdi.
H e m b u t e l e f o n muhafızlığı d a n e r d e n çıktı ulan? H ü Hat Koruma-Çavuşlarına
kümetin
Satılmış —
ne olmuş?
Bey,
Deli Celil'i telefon
muhafızlığına tayin eden
Z ü b ü k z â d e İbraam Bey... deyince, bu söz burda kapandı.
•
Baktık,
•
•
Zübükzâde'nin geleceği de yok, aranıp
bulunacağı da...
s
Herif, u ç k u r u g e v ş e ğ i n biri. Kimbilir hangi kah penin evinde kapandı kaldı... Devrisi
gün buluşalım d i y e sözleşip ayrıldık.
Nerdeyse akşam
da olacak.
Bizim sürüyü
göreyim diye tutmanın yanına gideceğim.
bir
Mezarlık
tan g e ç e r k e n , harkın içinde bir kıpraşma oldu. Tilki mi, çakal mı, sansar mı diye y ö n e l d i m . Bir de bak tım Deli Gelirle Kör Nuri harkın içinde yuvarlanmış lar, rakı içmedeler. Ş i ş e n i n birini d e v i r m i ş l e r , birini de
yarılamışlar. —
Ulan
bu
nedir imansızlar!..
Başka
safalı
yer
bulamadınız da mı, kabristanda içersiniz. Z i f t için al çaklar! . Bir de baktım, mavzer... —
Deli Celil'in apışı arasında bir •
U l a n o ne? Y o l b a ğ ı n a mı çıktınız, n e d i r ?
K ö r Nuri iyice sarhoşlaşmış, harka yuvarlanmış, sayıklar gibi anlaşılmıyor.
bişeyler
söylüyorsa da
ne
d e d i ğ i hiç.
Deli Celîl, dili dolaşarak. — A m a n Emin ekmek hakkı
emmi,
bizi
bilir yiğitleriz.
kınama, d e d i , biz tuzSenin
çok
iyiliğini
gör
müşüz. K u r b a n olayım, bizi y o l u m u z d a n d ö n d ü r m e ! —
Nedir yolunuz, yol
kesenler?
—
Estağfurullah... yol kesme yok...
—
Ya,
nedir?. Kalk!..
Kalktıysa da sarhoşluktan ayakta duramadı, dev rildi. Belli ki, içtiği rakı, karnına uğramadan d o ğ r u c a kafasına
çıkmış.
—
A y a k sürüme! Yürü! dedimse de boş...
—
Emmi, d e d i , biz K ö r Nuri arkadaşımla and iç
tik. Bu Z ü b ü k ' ü n canını almamış olmayız.
İlle y o k e -
deceğiz. Kimse de önümüzde duramaz. Rahmetli ba bam
mezarından
çıkıp
önüme dikilse,
yıkar çiğner
g e ç e r i m . O n d a n ö t ü r ü , v a r g i t y o l u n a bizi hayır işle mekten alakoyma. Sana saygım var. Ellerinden, ayak larından öperim, var git yoluna!.. Baktım —
işin şakası y o k .
Gazanız m ü b a r e k ola
yiğitler,
d e d i m , yalnız
b u Z ü b ü k n a m u s s u z u ile t ü m m e m l e k e t b a ş e d e m e d i , siz b i r b a ş ı n ı z a n ' i ş l e r s i n i z o ğ l u m ? . —
Biz k e n d i i ş i m i z i g ö r ü r ü z , s e n bizi
bırak he
le ve de görmemiş ol!.. —
P e k i y , n e d i r , ne o l d u ?
Deli Celil anlattı: — Zübükzâde, seni orman m e m u r u yapacağım d i ye oynatmış. Deli Celil de iyicene dellenip «Bana bir iş!» d i y e Z ü b ü k ' ü n ü s t ü n e v a r ı n c a , —
Seni telefon muhafızı yaptım, bir mavzer
as
omuzuna, telefon tellerini bekle!., demiş. Deli Celil'i omuzunda silâh, telefon tellerini bek ler görenler başlamışlar tel çalmağa. D e r k e n candarmalar Deli Celil'i yakalayıp,
— panın
Ulan neyin telefon muhafızı!., diye. b u n u s o altına yatırmışlar..
Döğmüşler ki,«eşek sudan
gelesiye, yer misin, yemez misin... Kötekten Deli Ce lil f e l e ğ i n i ş a ş ı r m ı ş . Diyor ki bana, —
Tabanlarımın
üstünde
duramıyorum,
taban
etlerim çürüdü dayaktan... Demin
ayağa
kalkıp
yuvarlanması, tabanlarının
çürümesindenmiş, ben de sarhoşluktan bildim. Deli Celil, dayağın altında, — B e n i Zübükzâde telefon
muhafızı yaptı, ulan
imansızlar!., d i y e f e r y a t e d e r m i ş . D i n l i y e n k i m . . . Z ü bükzâde'ye sormuşlar, «Benim hiç h a b e r i m y o k , d e m e k adımızı
kullanıp onu
namussuza!.. A m a n benim
bunu
o n s o p a d a h a v u r u n d a ite d e r s gelsin!»
soyar! Bak hele şu
hatirım için namıma beşolsun, aklı başına
demiş.
C a n d a r m a l a r da, —
Al bu da Z ü b ü k z â d e ' n i n hakkına!., deyip, ta
banlarını çürütmüşler. Deli Celil, k a r a k o l d a n atılınca b a r u t olmuş, d ü n yayı
kasıp
kavuracak ya,
neye
yarar,
ayakları tut
muyor, tabanları zonk zonk zonkluyor. Böylece yerde sürünerek İbraam Bey'e,varmış,
ayaklarının
üstüne
dikilemiyor. İbraam Bey, bunu ayaklarının dibinde sü rünür görünce, —
Estağfurullah, demiş, kalk ayağa heyri... Biz
sana insanlık adına bir iyilik ettikse,
ayağımıza ka
p a n m a k n e d e m e k . . . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Evet, seni c a n darmanın elinden kurtardım.
Duyunca yakalandığını
hemen kumandan beye telefon açtım,
«Benim ada
mımdır, bir cahillik etmiş, koyverin!» d e d i m . Seni b i raz o k ş a y ı p s a l ı v e r m e l e r i b u n d a n . . . Y o k s a s e n i n c e zan b ü y ü k t ü . M a h k e m e y e verseler, o n s e n e y e r d i n .
Hadi şükret, bir-iki sopayla gene kurtuldun. Eksik o l m a s ı n l a r , hatırımızı
saydılar da seni bıraktılar...
Bi
zimki bir iyilik. İster bil, ister bilme, o da senin v i c d a nına
kalmış gayri... Deli Celil diyor ki, —
Ben bu sözleri d u y u n c a iyice şaşırmıştım, öy
le ya herif beni bir telefonla, on yıl d a m d a y a t m a k t a n kurtarmış. H e r y e r d e de nâmı g e ç i y o r canım... ben rını ğini
o
şaşkınlıkla bu
öperek,
Zübük,alçağının
«Allah s e n d e n
göstermesin, Allah
duaya
başlamaz
tozlu
paçala
razı o l s u n , A l l a h
eksikli
seni
mıyım...
İşte
bize
İyice
Z ü b ü k ç e k i p gidince, aklım
bağışlaya...»
şaşırmışım
diye
canım...
başıma gelir gibi oldu.
Yahu b e n d a n g a l a ğ ı m da. herif bizi h e m e n u m u m te lefon tellerinin başına k u m a n d a n yapar, sonradan da c a n d a r m a y a pestilimizi çıkarttırır, b i z de kalkar üstü ne herife dua ederiz... Bunun üzerine yanına —
Vay eşek kafa!
sürünerek
Kör Nuri sağdıcımın
vardım, A m a n sağdıç, bak şu hâlime...
Olanı biteni anlattım. Kör Nuri benden ateşli... — yor.
Sağdıç, d e d i , ç o k d e n e n d i bu herif alt o l m u
Biz ş i m d i s e n i n l e b u i n s a n l ı k d ü ş m a n ı n ı n c a n ı n ı
almaya gitsek, bizi g e n e bastırır, kıçımızdan yırtık d o n u m u z u alır d a b i z i cıbıl b ı r a k ı p eder...
ele güne maskara
-
Dediği d o ğ r u . . . Pekiy, ne olacak? K ö r Nuri sağ dıcımla meşverete vardık. yanında hiçbir kimse ve bir yerden hayvan,
Bu
herifin
hiçbişey
medet alamasın.
Yanında
hattâ bir iskemle olsa,
canını
alırken,
olmayacak ki, bu bir insan,
ondan
bir
k u v v e t alıp
türlü düzenler, türlü oyunlar kuruyor, ö y l e mi, öyle... Ö y l e y s e biz bu Z ü b ü k ' ü amansız yakalamalıyız. Evin-
de olsa, p e y k ş d e n , m i n d e r d e n aman bulur. Bunu d a ğ da bir başına yakalamafı... Bu karara varınca, Zübük'ün yolunu gözlemeğe, izini
izlemeğe koyulduk. Sonunda
dık...
Baktık, Beldüzü'nden
işte b u r d a kıstır
bir başına
geliyor,
Kör
Nuri, «Aman sağdıç, mavzeri d o ğ r u l a U dedi. Velâkin Zübük, ardında olduğumuzu sezmiş ki, seğirtti, k e n dini k a b r i s t a n a attı. K a b r i s t a n a sıkıştığı iyi o l d u . T e tiğe basacakken Kör Nuri sağdıcım, — .
Aman, dur! dedi.
•— Ne v a r ?
•
— Ulan, ben kör gözümle
gözünle görmez misin?
g ö r d ü m de sen iki
Baksana
herif namaza dur
du... Evet,
mezarın
Kör Nuri —
başında
namaza, durmuş.
sağdıcım,
Çek tüfeği,
dedi,
namazda
adam vurulmaz.
< ü s t ü n e e l i n d i n s i z i ş e h i t g i d e r . B i r d e b i z i m i l l e t la netler. A m a n d u r . . .
Namazı bitirsin, kafasından çivi
lersin... —
Yok...
kafasından
sak, b i r d e n ölür.
olmaz,
kafasından
vurur
İ s t e m e m . . . A z ı c ı k azıcık ö l e c e k k i ,
b a ş ı n d a ' k e y f e d e l i m . Dur sen, bana bırak, hele nama zı
bir b i t i r s i n . . . V e l â k i n namazı bitirmez,
durmadan yatıp kalkı
yor. «Allahû ekber!.» d e d i k ç e dağ-taş inliyor. «Semiallahü
limen hamide»
diye feryat etmiyor
mu, sesi
dağlarda- yankıyor... —
K ö r Nuri kardaş, bu ne namazı yahu?
n a m a z m ı o l u r , h e r i f b i r s a a t t i r rfamaz k ı l ı y o r . . .
Böyle Gel
şunun it canını bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e l i m . . . d e d i m s e d e , Kör
Nuri, ••— O l m a z , d e d i , n a m a z k ı l a r k e n v u r d u ğ u m u z d u
y u l u r da a m a n . . .
•
^- Pekiy ne olacak?
Baksana
herif gazel okur
gibi «Allahû ekber!..» diye f e r y a t e d i y o r ki, feryadını duyan
imdadına irişsin...
—
Eceline susamıyan
—
Ya bu
namaz?
imdadına gelemez!
dedi.
B u v a k i t n e namazı?..
—
Belki nafile namazı kılıyordur.
—
Eyvah, bu bînamazın
nafile namazı on yıl s ü
rer. Herifin ö m r ü n p e başı s e c d e yüzü g ö r m e m i ş . Ş i m di, bu ecel korkusuyla, kaçırdığı bütün namazları burd a k ı l m a ğ a k a l k a r s a o n yıl s ü r e r . . . Bitürlü namazı tüketmiyor. — Kör
Sabahacak namaz kılarsa
n'olacak?.dedim.
Nuri,
—
Namaz, Allah'ın huzurudur, can alınmaz!
de
—
ö y l e y s e o ğ l u m , v a r g i t s u r d a n iki ş i ş e r a k ı a l
di. da o herif namazı b i t i r m e ğ e g a y r e t v e r i r k e n , biz de kafaları tütsüliyelim. B u r d a b o ş u n a b e k l e n m e z ayaz da
• Kör —
Nuri, U l a n , b u iyi a k ı l . . , d i y e r e k k a s a b a y a s e ğ i r t t i ,
iki ş i ş e r a k ı a l d ı , g e l d i . B i z d e h a r k ı n i ç i n e g i r i p iç meğe başladık.
D e r k e n , Emin emmi, sen üstümüze
geldin... Deli Celil sallanarak işte böyle anlatınca, —
Nerde şimdi Zübük? diye sordum.
—
Deyha şorda! dedi.
—- N e r d e , kızılkana boyanası, nerde? —
Bayahtan burdaydı... A m a n yoksa
biz r a k ı y a
o t u r u n c a Z ü b ü k t ü y d ü mü... Eyvah!.. ö y l e olmuş. Z ü b ü k İbraam, «Allahû ekber!» diye feryadı vurarak, sesini dağlarda,
taşlarda yankıtmış
k ] , d u y u p d a b i r i m d a d ı n a i r i ş e n çıka... B a k m ı ş , i m d a d ı n a g e l e n y o k , iki a h b a p r a k ı y a ç ö k ü n c e , o d a «A-
m a n f ı r s a t b u f ı r s a t . Y a Allah...» d e y i p t a b a n l a r ı y a ğ lamış. Deli Celil yine dellenip, eyvah diyerek, diz döv meğe, çırpınmaya çalınmaya başladı. Kör Nuri'yi dersen,
başını
•
apışının arasına s o k
m u ş , h a r k t a iki b ü k i ü m o l m u ş h o r l a m a k t a . B u n u n ar dına tepmiği indirip, —
Kalk len, g e b e r e s i , d e d i m .
Tepmiği
hızlıca v u r m u ş o l a c a ğ ı m
besbelli: . Kör
Nuri sarhoşu uyku sersemliğiyle benim tepmiği, candarma dipçiği sanıp sayıklamağa başladı, —
Ayağını öpeyim çavuşum... Tövbe benim su
ç u m yok, şart olsun günahım y o k . B e n i m hiçbir, v a k i t Zübükzâdemize
elim
kalkmaz.
Kıyamam...
Ben
şey
tana uyup bir dangalaklık ettim de Deli Celil namus suzuna yoldaş oldum.
«Etme; v u r m a , k ı y m a y i ğ i d e ! »
dedimse de, gözünü kan bürümüş Deli Celil alçağı na dinletemedim. Çekti v u r d u aslan gibi yiğidi... O n u tutun... Benim suçum yok çavuşum...» Gözünü
açmadan
sayıklıyor.
Deli
Celil
bunları
duyunca, gözü döndü, bindi K ö r Nuri'nin tepesine... Fakiri, yol keçesi gibi çiğniyor. K ö r Nuri tepmiği, sil leyi yedikçe, kendini candarma karakolunda sanıp, —
A m a n çavuşum, diyor, elini kana bulayan val-
•laha d a , b i l l â h a d a , t a l l a h a d a D e l i C e l i l . . . Y a p m a , e t me dedimse de... D e l i C e l i l , k u d u r g a n i t g i b i , ağzı k ö p ü r m ü ş ^ s a ğ dıcı ç i ğ n i y o r , h e r i f i p e s t i l e d e c e k . . . —
Dur oğlum,
dur hele...
Siz
buraya
Zübük'ü
o r t a d a n kaldırmaya pusulanıp, şimdi iki sağdıç b i r b i rinizi mi ö l d ü r e c e k s i n i z ? Buna bir şamar çalmamla yere yıkıldı. S ü r ü y e r e k g e t i r d i m z o r u n a . . . K ö r N u r i o r d a yığılı k a l d ı n e o l d u , bilmem...
— 231
—
D e m e k b i z , p a r t i d e Z ü b ü k z â d e g e l s i n d e meşve.ret k u r u l s u n diye b e k l e r k e n , o fakir k a b r i s t a n a sıkış mış, namlu altında nafile namazı kılarmış. Devrisi
gün
meşveret
kuruldu.
Bu
avukat
Bur
h a n d o m u z u n u n işi o r t a y a a t ı l d ı . Ç i f t v e r e n o ğ l u H a m za Bey dedi ki, —
İbraam Bey, bu işde
evelallah,
sonra
güveniyoruz. Şu avukat Burhan'ı ye, bitir! kaldıkça, ahaliyi
memlekette
zehirlediğinden
namayız.
dirlik-düzenlik olmaz. hiçbir vakit
sana
O burda Ve
biz s e ç i m i
de
kaza
Kazanamadığımız da bişey değil, öteki
ka
z a l a r s e ç i m i s i l m e k a z a n ı r k e n , v i l â y e t i ç i n d e iki p a r a lık o l a c a ğ ı z ,
rezillik...
Z ü b ü k ' ü n bir pis pis gülmesi vardı. Yalanan k e diler gibi —
bıyıklarını sıvazlayıp
pis
pis güldü
de,
S i z o işi b a n a b ı r a k ı n , d e d i , b i z e a v u k a t m a -
vukat sökmez. Evelallah onu toz eder de tozunu y e l e çeviririz. Sonra —
sırıtarak,
Siz onu bunu bırakın, dedi, şimdi size bir ha
yırlı h a b e r i m v a r . B e ğ e n e c e k s i n i z . —
Aman
nedir İbraam
—
Kasabamıza bir cami
Bey? yaptıracağız ki,
beri
b e n z e r b i r c a m i d e ğ i l , v i l â y e t t e b i l e eşi o l m a y a c a k . . . İki m i n a r e l i v e h e r m i n a r e s i n d e ü ç e r ş e r e f e l i v e s e kiz k u b b e l i v e r a m a z a n d a m a h y a l ı v e k u b b e içi a l t ı n yaldız bezeli ve içi m e r m e r döşeli ve kapıları ince iş oymalı ve sedef kakmalı ve mihrabı hâlis s o m a k i t a ş ı v e m i n b e r i n a k ı ş l ı , v e K a b e ö r t ü l ü v e a y r ı c a , «Sa.kal-ı Ş e r i f » l i v e k ü r s ü l e r i c e v i z d e n . . . V e d e k a s a b a mızın ş e r e f i n e lâyık, m ü s l ü m a n ı n
göğsünü
kabartan
bir c a m i . . . Karşısına geç bak, seyrine d o y u m y o k . . . Salkım salkım kandilleri nurlu... Herifin ağzından bal akıyor. Anlattı, anlattı,
—
Nasıl, ister misiniz böyle bir cami? diye sor
du. A m a n istenmez mi İbraam Bey, bir de sorar sın... • —-öyleyse
hemen
kasabamızda bir
Cami Yap
tırma Derneği kurulacak... Yahu, şimdi durup d u r u r k e n bu cami de nerden çıktı? A n l a ş ı l a n , k a b r i s t a n d a n a f i l e n a m a z ı k ı l m a k Z ü bük'ün hoşuna gitmedi de, cami yaptırtacak... Camiye hep sevindik. En çok sevinen Aklı Evvel Bedir Hoca... Satılmış —
Bey,
S o r m a k ayıp olmasın ya,
bunun parası
ner
den çıkacak? dedi. Zübük, —
Parası kolay, d e d i , m ü s l ü m a n isterse, bir c a
mi y a p a r k i , t ü m kasabamız k u b b e s i n i n altına girer. —
öyle...
—
Doğru...
—
Evet...
Hep b i r d e n onayladık. Besbelli Z ü b ü k ' ü n bir bil diği olacak. Parayı h ü k ü m e t t e n mi alacak, nedir? Biz o n u n d e d i ğ i ü z e r e i ş e g i r i ş t i k . B i r g ü n Z ü b ü k bizi t o p l a d ı , t o p a r l a d ı , —
A r k a d a ş l a r , bu cami y a p t ı r m a işi, hayır işidir,
p a r t i i ş i , p o l i t i k a işi d e ğ i l . O n d a n ö t ü r ü b ü t ü n m e m leketin müslümanı
bu
işe katılmalı.
Muhalifler^
«Siz
bizi a d a m y e r i n e k o y u p h i ç b i r i ş e k a t m ı y o r s u n u z » d i y e b i z e k ü s ü y o r l a r . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Biz, m u h a l i f , . m u vafık diye
ayrılık çıkarmayız ve
muhaliflerimizi de a-
dam yerine koyarız. Yeter ki onlar, adam gibi adam olsunlar... Biz şimdi bu cami yaptırma işini k e n d i m i ze ve partimize maletmiyelim. Gelin şunu bütün müs-
lüniânfara maiedelim.
Cami
Yaptırma
Derneğimize
muhalifleri de alalım. Ne dersiniz? Ne diyeyim, iyi... Yahu bu Zübük'ün pis yüreğine gökten" n u r m u i n d i , n e d i r . D e m e k ş i m d i c a m i y ü z ü n d e n muhaliflerle barış-görüş olacağız, ç o k güzel... K a s a b a y a ilân e d i l d i , muhtarlar
k ö y l e r e d e k haber salındı,
çağırıldı.
Bir pazar günü ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplan dık. İlkin daha b ü y ü k o l d u ğ u n d a n , partide, belediye lerde toplanılması düşünüldüyse de, —
İbraam Bey,
O l m a z , d i n i ş i n e p o l i t i k a işini k a r ı ş t ı r m ı y a l ı m ,
b i z lâik'iz. T a r a f s ı z b i r y e r o l s u n d i y e
öğretmenler
Derneği'nde toplanalım! dedi. ö y l e yaptık. Kalabalık doldu ki, yapı ç ö k e c e k . . . Köylerden bile takım takım gelmişler.
D e r n e ğ e sığı-
şamıyanlar dışarda kaldı. Bereket, hava güzel...
Zü
b ü k İ b r a a m p a r t i n i n h o p a r l ö r ü n ü a l a n a k u r d u r d u . İçer de her ne konuşulursa, bütün kasabada g ü m b ü r güm bür ötecek, millet dinleyecek. Alan d o l d u , pazar yeri doldu.
Kasabada böyle kalabalık görülmemiş.
Gelelim içeri... En baş köşeler muhaliflere veril m i ş , ö n c e d e n İ b r a a m B e y , « A m a n m u h a l i f l e r i iyi ağır layın!» d i y e b i z e t e m b i h l e d i . M u h a l i f l e r c i g a r a n ı n b i rini s ö n d ü r m e d e n ikincisini buyur ediyoruz. Ç a y kah ve dönüyor. Avukat Burhan'a önde, kaymakam beyin yanında yer verilmiş. D e r k e n Z ü b ü k z â d e ortaya çıktı. Ağzından ballar akarak konuştu. Yanımda duran Gedikli İhsan Efendi, —
Gene bu Z ü b ü k itinin bir Alicengiz oyunu var
y a , nedir, s e z e m e d i m , d e d i . —
Ulan yüreği bozuk, dedim. Zübük'ün
bu din
d i y a n e t i ş i n d e n e g i b i o y u n u o l a b i l i r m i ş . K ö t ü l ü k bizr
d e . Yüreğimiz çürük, herif ne yapsa bizim millete ya ranamıyor.. —
Eh, g ö r ü r ü z , p a b u ç l a r ı g i y e r k e n b e l l i o l u r . A l
lah v e r e de kazığın u c u bize d o k u n m a s a . . . Zübükzâde —
İbraam
dedi.
anlatıyor:
Hep din kardeşiyiz.
Aramızda
ayrılık gayrı-
i:k y o k . E l e l e v e r e l i m , b i r l i k o l a l ı m . M i l l î b i r l i k i y i d i r , ç o k iyidir. Ve biz lâik'iz. D i n işini d ü n y a işinden ayı rırız... rı...
M u h a l i f l e r d e c a n k a r d e ş l e r i m i z . . . S i y a s e t ay Ona kimsenin diyeceği yok...
surda çıkar de...
gönlümüzce
Ama bura başka...
Seçim gelende,
sövüşürüz de, İşte
dövüşürüz
muhaliflere
kucağımızı
açtık. Şimdi cümlenize bir teklifim var: D e m i n d e n b e ri anlattığım
gibi,
bir Cami Yaptırma
Derneği
kura
cağız. Bu d e r n e ğ i n başına akıllı, bilgili, o k u m u ş , sözü dinlenir bir başkan 'gerek...
B ö y l e bir zat aramızda
var çok şükür. Avukat Burhan Bey kardeşimiz kasa bamızın nâdir yetiştirdiği, en değerli, içimizde en ç o k okumuş
bir hemşerimizdir.
Avukat Burhan
Bey
kar
deşimizden rica ediyoruz; kendisi bu Cami Yaptırma Derneğimizin başına g e ç s i n . . . Bize yol göstersin, hep ardından
gidelim. Avukat
lütfen bu hizmetimizi
Burhan
Bey
kardeşimiz,
kabul buyursunlar...
Teklifim
b u , ne dersiniz sayın hemşeriler?.. Bir alkış k o p t u ki, g ö k g ü r l e m e s i yanında hiç ka lır. S o k a k l a r d a a l k ı ş , a l a n d a a l k ı ş , p a z a r y e r i n d e a l kış...
M e m l e k e t alkıştan yıkılacak,
camlar zangırdı-
yor. B e n alkışın kuvvetini ilk o zaman g ö r d ü m . Kıya met kopuyor. Millet, —
Yaşa İbraam Bey, diye bağırarak alkış tutuyor
ki, kulaklar sağır olacak...
'
Bizim doksanlık k o c a İrfan D e d e , h a m i y y e t i n d e n ağlıyor. Gözyaşları
ak sakalından
süzülüyor.
Aklı Evvel B e d i r Hoca, o t u r d u ğ u y e r d e n k a l k t ı :
—
Şükür bugünleri de gördük, muhaliflik m u v a -
fıklık kalmadı. Hep bir din kardeşi olduğumuz b i l i n di... Saat tutmadım ya, çeyrek saat mi, yirmi dakika mı ne, alkış s ü r d ü . A v u k a t Burhan y a v a ş y a v a ş y ü r ü dü, mikrofonun önüne geldi. Velâkin yüzü gölgeli ve. suratı karmakarış.
Kaşlarını çatmış,
nursuz süratini
asmış. U l a n bu a v u k a t B u r h a n alçağına da ş i m d i n'oluyor... .Başladı —
konuşmaya:
Sayın hemşerilerim...
Gösterdiğiniz teveccü
he teşekkür ederim, sağolun. Ancak ben bu vazifeyi yapamıyacağım.
Çünkü...
Bir uğultu yükseldi,
sözünün arkası anlaşılmadı.
Uğultu kesilince avukat Burhan konuştu, —
İlkin b e n k a s a b a m ı z a c a m i y a p t ı r ı l m a s ı n ı d o ğ
ru bulmuyorum... Derdemez, bir homurdanma
çıktı
milletten.
mi,
Ki
•• —
Yuuu!.. d i y e
—
Ulan namussuz!..
—
Zındık!..
—
Kâfir!., d i y e haykırır.
Avukat —
bağırır.
Kimi, °
Burhan,
Müsaade ederseniz,
neden
cami yaptırma
mızın d o ğ r u o l m a d ı ğ ı n ı a ç ı k l ı y a y ı m . . . d e d i . —
İstemez!..
—
Defol!..
—
İn a ş a ğ ı ! . .
—
Çekil!..
Zübükzâde İbraam Bey,
Burhan'ın yanına geldi,
mikrofonu çekip konuştu: —
Muhterem
vatandaşlar,
aziz h e m ş e r i l e r i m l
Bizim her türlü f i k r e hürmetimiz vardır.
Belki Sayın
B u r h a n Bey'in de bir f i k r i olur. O n u n için rica ediyo rum. Müsaade edin de konuşsun. Cami yaptırmamı za neden karşı olduğunu açıklasınlar. Ak k o y u n ,
ka
ra k o y u n seçilsin, vatandaşlar. Herkesin niyeti anla- , şılsın
hemşeriler...
Sonra — diye
sesini yükselterek,
Bir hakikat kalmasın
âlemde Alîahım
nihân!..
bağırdı. Millet bu sözü dua sanıp, —
Amiiin! diye ünnedi.
Bunun üzerine avukat Burhan yeniden konuşma ğa başladı: —• Hemşeriler, isterseniz
susayım,
konuşmıya-
yım... -—Konuş, —
k o n u ş b r e zındık!..
K o n u ş d i n s i z imansız!.. K o n u ş .
Konuştu: —
Sayın/büyüklerim, sevgili hemşerilerim. Bizim
başımıza her ne kötülük gelmişse,
bilgisizlikten
gel
miştir. Biz bilgisizlikten ç o k ç e k t i k , daha da ç e k m e k teyiz. C a m i yaptıralım, diyorsunuz, iyi, hoş... tüne
yaptıralım. Ama
cami
ne
gerek?
Başüs-
Kasabamızda
cami y o k mu? C e m a a t d o l u p d o l u p taşıyor da, cami miz
almıyor mu?
mızdan kalma... Bana kalsa yok... ma
camimiz
Eskidir, yıkıktır,
yeniden
Gelin, bu
Derneği
Şükür Allaha cami
derneği
olmasın
da,
var,
derseniz,
istemez.
kuralım, ama
ataları anlarım.
Çünkü
gereği
Cami
Yaptır
Okul Yaptırma Derneği ol
sun. O k u l yaptıralım. Homurtular gene yükseldi: —
C a m i de ister, okul d a . . .
—
Susalım,
susalım.
Burhan Bey konuştu: —
Kasabamızda bir t e k ilkokul v a r . O da okula
benzemez.
Çocuklarımıza yetmez oldu.
Dershaneler-,
de üstüste yığılmışlar. 70 ç o c u k , 80 ç o c u k bir d e r s a nede.
Hocanın dediği
anlaşılmaz.
Kışı
var,
karı var.
Ç o c u k l a r bir saat y o l d a n yayan yapıldak gelirler. Bıl dır, d u l k a r ı D u d u ' n u n o ğ l u n u , o k u l a g i d e r k e n c a n a v a r ( k u r t ) nasıl
parçaladı,
unuttunuz mu? Kasabanın
ötey başında bir ilkokul daha yaptıralım. yalım.
Topladığımız
para
yetmezse,
Para t o p l ı -
hükümete
anca bunu topladık, üstünü de sen ekle!» Gelin cami işinden dönelim,
«Biz
diyelim.
camimiz var. Okul y a p
tıralım. Avukat Burhan
yumuşak
yumuşak konuşurken,
Z ü b ü k oturduğu yerden ona diklenerek, —
Cami de ister okul da... dedi.
Burhan, —
ö n c e okul ister... dedi.
İbraam Bey, —
-
Biz muhalifleri aramıza b o z g u n c u l u k çıkarsın
lar d i y e s o k m a d ı k .
Muhalif kardeşlerimizin
Bey gibi düşünmediklerini biliyoruz...
Burhan
deyince oda
daki muhalifler, —
Helbette... C a m i isteriz diye çığrışmağa b a ş
ladılar. Avukat Burhan
baktı,
arkadaşları da
kendine
karşı. Birden parladı: —
Yahu, kendimizi kandırıyoruz...
Aklı Evvel —
Bedir Hoca fırladı:
Çocuklar uzaktan
gelirmiş okula...
Ya
cami
ye beli b ü k ü l m ü ş koca'lar n e r d e n gelir? Z ü b ü k z â d e fırlayıp,
Burhan
Bey'in
elinden
mik
r o f o n u k a p m a s i y l e g ü m b ü r g ü m b ü r lâfa g i r i ş t i : —
Muhterem
ve
aziz
vatandaşlarım!
Yahu, bu bizim Z ü b ü k oynağı, tam başbakan ola c a k s o y t a r ı . Yazık, b u k ü ç ü k y e r d e , a r a m ı z d a d e ğ e r i
anlaşılmıyor.
H e r i f i n b i r ^ « M u h t e r e m v e aziz v a t a n
daşlarım!» deyişi var, tıpkısına başbakan ağzı....Böy le dedikten kelli gerisini söylemesi bile boşuna... — terip
Burhan Bey, anlaşılıyor ki, okulu bahane g ö s kasabamıza bi
m a k istiyorlar.
cami-i
Okul,
şerif inşaasına
mâni
ol
okul, der durur... Müslümanlar
b u n u n b a h a n e o l d u ğ u n u a n l a m a z mı? B u n u d e y i p , B u r h a n B e y ' e y ö n e l d i . Elini d e a v u katın suratına d o ğ r u
kaldırınca,
şamarlayacak san
dık. —
Burhan Beeey, Burhan Beeey,
Müslüman
mahallesinde
salyangoz
diye bağırdı.
satılmaz...
Sen,
k e n d i n e gel b i y o l ! Biz bu y a b a n c ı ve zararlı c e r y a n lara
kapılmış sözlerin
ne
demeğe
geldiğini
anlarız
çok şükür. Vah vah... Bir hemşerimizi böyle görmek b i z i ü z d ü . B i z ' b i r l i k o l a l ı m d i y e ç a b a l ı y o r u z , isen i k i l i k ç ı k a r ı y o r s u n . . . Yazııık!.. B u n l a r h e p k o m o n i s t o yuniarı... Bizi, bilmez belleme. Daha sen hangi çayı ra k o d u m s a ordasın... Efendi, şunu bil k i , k a s a b a m ı za cami-i şerif inşa
edilecektir ve de hiçbir kuvvet
b i z i y o l u m u z d a n s'apıtamaz, n e d e b i z . . . Bir alkış k o p t u , sözünün gerisi anlaşılamadı. M i l letin, —
Yaşa
İbraam
Bey!.,
diye
bağırmaktan
sesi
ç a t a II a ş t ı . Zübükzâde'mizin sözü üstüne yok.
Cenabı Allah
bir çene vermiş. Allah k e m gözlerden saklıya. B ö y l e yüz avukatı cebinden
çıkarır.
B u r h a n B e y d e r s e n kıpkırmızı olmuş, -r- B r e Z ü b ü k , d i y e b a ğ ı r d ı , u l a n , c a m i c a m i d e r d u r u r s u n , hey bînamaz, ö m r ü n d e bikez şu camiye y o l u n u ğ r a d ı mı? Burası d o ğ r u y a , a v u k a t Burhan'ın lâfı, g ü r ü l t ü d e n b a ş ç a v u ş u n katırı zartamış gibi g ü m e gitti.
Zübük, —
Biz elhamdülillah
Müslümanız ve .beş vakte
beş d a h a katıp namazımızı e v i m i z d e kılarız...
dedi.
Burhan Bey de, —
G ö r d ü n ü z mü ya, d e d i , namaz e v d e de kılı
nır. İlle c a m i g e r e k m e z . O k u l ö y l e d e ğ i l , ç o c u k l a r e v de okuyamaz, okul ister.
Cami bir tane diyorsunuz,
uzak diyorsunuz. Uzaksa daha iyi... İbadet yerine git m e k için zahmete g i r m e k sevaptır. Herkes
bağırıyor,
—- M ü s l ü m a n a eziyet e d e c e k . . . —
«Müslüman azapta gerek»
diyor dinsiz...
•— Zındığı susturun!.. 1
— Y a h u , bir Müslüman evlâdı y o k mu, şu kâfi
rin dilini k e s e c e k . . . —• H a y ı n ı s u s t u r u n ! . . Kendi partisinden olanlar kürsüye yürüdüler. Avukat
Burhan'ı
—
Çık!
—
İn!..'
—
Defol!...
parçalıyacaklar... .
.
A v u k a t Burhan'ın kuyruğu,'4ku:te§ü->:dQştüsüklüm p ü k l ü m indi aşağı... Z ü b ü k z â d e
'saldıranlara
karşı
göğüs vermese, avukat Burhan'ı paralıyacaklar. Bur han gitti. D u y d u k ki dışarı çıkınca ahâli s ö y l e m e d i k lâf k c m a m ı ş . H e r i f e v i n e z o r s ı ğ ı n m ı ş . Avukat Burhan gidince
Zübükzâde, coştu. An
lattı da anlattı. Hemen orada C a m i Yaptırma Derneği k u r u l d u . D e r n e ğ e m u h a l i f l e r d e n d e ü ç kişi aldık. Z ü bükzâde'ye Dernek Başkanlığı verildiyse de, işlerinin çokluğundan almak istemedi, üç muhalifin direnme si sonunda Derneğimizin Başkanı oldu. Akşam, ordan İbraam Bey,
B e l e d i y e y e vardık.
Zübükzâde
— Burhan
Gayri yüreğinizi diye
ferah tutun,
bir herif kalmadı.
dedi, avukat
Artık onu y o k bilin.
D a h a da bu k a s a b a d a t u t u n a b i l e c e ğ i n i s a n m a m . İşte böylece, kasabamızda
muhalefetin başını ezdik ç o k
şükür. Ş i m d i s e ç i m l e r i silme kazanırız... Gedikli İhsan —
Efendi,
Ben demedim mi, heyri, dedi, Zübük'ün du
r u p d u r u r k e n o r t a y a b i r c a m i işi a t m a s ı b o ş u n a d e ğ i l . . . D e m e k m e r a m ı , a v u k a t B u r h a n ' ı y e m e k m i ş . Ye di işte, y e d i bitirdi. ö y l e de oldu. Cami Derneği kurulduktan sonra, avukat Burhan'ın iler-tutarı kalmadı. Hiç k i m s e dâva sını o n a v e r m e z o l d u . B i r d e d u y d u k ; k a s a b a d a n g e çecekmiş... Bu Zübük, Bey...
ne Zübükoğlu
Bunun oyununa
Ç ü n k ü alttan
Zaloğlu
Zübük'tür, bir bilsen Şüstem dayanamaz.
güreşir ve kancıklığın
her bir kanunu
'bunda toplanmıştır.
EL ÖPENLERİN Ç O K O L S U N Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi şöyle anlatıyordu:
S e ç i m g e l i p d a y a n ı n c a o r t a y a b i r a d a y işi ç ı k t ı . Kasabadan
aday
gösterilecek...
Ankara'dan vilâyete
parti d e m i ş ki, kimin seçim kabiliyeti varsa, onu aday gösterin... Parti binasında toplandık toparlandık. Aklımız sı ra a d a y adayı seçeceğiz de, vilâyete bildireceğiz ki, onlar da Ankara'ya sorup danışalar. — 241 —
Parti
merkezin-
den gelen emirde
«Seçim kabiliyeti olan
aday ayrıl
sın» d e n i y o r m u ş . Çiftverenoğlu Hamza —
Bey,
Arkadaşlar, dedi,
dobra dobra
konuşulacak
m ı , y o k s a g e n e d o l a m b a ç l ı m ı g i d e c e ğ i z , i l k i n b i r an? Iıyalım d a o n a g ö r e . . . Ç i f t v e r e n o ğ l u alçağının neden böyle dediği bilin mekte. Onun meramı, Zübükzâde milletvekili seçilsin de, kendisi de ondan boşalan Belediye Başkanlığına gene eskisi gibi otursun. Zübük'le baş edemiyeceğint anlayınca, ona yol açıyor ki, kendi de onun kuy ruk altında yürüye. Biri değil,
bunların hepsi alçak
canım. Gedikli —
İhsan Efendi o r d a n ,
Ne varmış.
Elbet açık açık konuşulacak, d e
di, seçim gelmiş çatmış, daha bunun gizlisi kapaklısı yok. Kulağımızı ensemizden
g ö s t e r m i y e l i m •arkadaş-
lar. Hamza —
Bey,
Öyleyse, dedi,
burda konuştuğumuz
burda
kalacak, söz mü? —
Dinleyin
arkadaşlara Bu
de'den aman kurtarmanın yolu. ha da çekeceğimiz kalmadı.
kasabayı
Zübükzâ-
Buncadır çektik, da
Saçı bitmemiş öksüzün
hakkını yemiş, beli b ü k ü l m ü ş k o c a n ı n ahini almış bir namussuz. Yahu, bu Hamza B e y ne d i y o r allasen? Herif iyi ce şaşırttı besbelli. Hamza Bey'i
Ulan, Zübükzâde bunu duyarsa
k a t ı r t e p m i ş e d ö n d ü r m e z mi?
T ü c c a r d a n Emin Efendi, —
Bre Hamza oğul, ne dersin sen, dedi, şimdi
b u lâfın s ı r a s ı m ı y a h u ? Biz ö l ü m - d i r i m e g i r m i ş i z , s e n n e s a y ı k l a r s ı n . Evet, Z ü b ü k z â d e ' n i n
bize ettiği ç o k
t u r . A n c a biz o n u b ö y l e g ü n l e r i ç i n b e s l e d i k , y e t i ş t i r —
242
-rr
dik. zü
M e y d a n a salıp k o y v e r e l i m k i , ele-güne y ü z ü m ü ak çıkarsın,
ibraam'ın
nutkunun
karşısında dura
cak muhaliflerden bir babayiğit göremiyorum. Bir nu t u k attı m ı , a n a s ı n d a n d o ğ d u ğ u n a p i ş m a n e d e r m u halifi. S e n ne d i y o r s u n bre Hamza avanağı? Hamza
Bey,
— İkimizin dediği de bir kapıya çıkar, dedi* b e n de senin dediğini diyorum. ğunda sen-ben
kavgasına
Şimdi
mebusluk kuyru
düşmeyelim.
Bu Zübük
namussuzundan kurtulmanın bir tek yolu var, bu al çağı mebus yapıp
başımızdan
savalım da
kasaba
halkı da kendine gelsin. Hele bir mebus olup gitsin de belâ, varsın sonra Ankara'yı
birbirine katsın.
Ne
halleri varsa görsünler, Bizim çektiğimiz yeter oldu. Biz bu herifi m e b u s mızdan
savamayız.
çıkarmazsak, başka türlü başı
Benim dediğim bu.
B e n işi ç a k t ı m .
Yahu
insanoğlundaki şu düzene
b a k b i y o l . B u n l a r h e p d a n ı ş ı k i ş l e r . H i ç d a n ı ş ı k l ı do ğuş o l m a s a , b u lâfları
Çiftverenoğlu,
İbraam Bey
için bu
e d e b i l i r mi? B u n l a r ö n c e d e n b i r b i r i n i n
tükürmüşler,
belli
işte.
Zübükzâde,
ağzına
Hamza'ya «Sen
benim için böyle böyle diyeceksin» demiş, her bir d i yeceğini öğretmiş. Yoksa, haddine mi düşmüş ki, Zü b ü k için ileri geri k o n u ş a . Z ü b ü k i k i ş e y i ç o k iyi bizim
onu
kullandığımızı,
biliyor. Biri,
ürüyen
parti adına
it diye
öne
sürüp
saldığımızı, biri de, k e n d i s i n d e n k a s a b a c a y a k a silkligimizi... Şimdi, elinden kurtulmak
için
bul ol» d i y e eline ayağına d ü ş e c e ğ i z . zamanadek ikilik vardı,-gizliden ikilik...
«Aman
Parti içinde o Seçim gelin
ce herkes bir yana çekmeğe başladı, herkes başına
gidiyor.
Eh,
her yiğidin
y a t a r , d e m i ş l e r . B u n c a yıl mişiz.
Neye?
yüreğinde
biz b u
me-
kendi
bir aslan
partiye hizmet et
Hamza Bey'in sözüne daltabanlar, —
D o ğ r u canım, dediler, ne yandan baksak d o ğ
r u b i r söZ'...
Evet,
bu Z ü b ü k ' ü başımızdan defetme
nin çaresi m e b u s çıkarıp A n k a r a ' y a d e h l e m e k t i r . Yüreğinde aslan yatanların biri de Allah'ın
Kulu
İsmail Efendi, —
O l m a z ö y l e iş, d e d i , m e m l e k e t i n adını
mağa hakkımız yok...
B u r a d a n e y s e ne,
kendi
batır ara
mızda olup gidiyoruz, ö y l e bir adamı mebus diye çı karıp Ankara'lara g ö n d e r m e ğ e yüz ister. T a h r i r a t K â t i b i Rıza B e y ' d i r .
En uygunu
Kendisi kabul etmiyor
y a , biz a r k a d a ş l a r l a r i c a d a b u l u n d u k d a h e d e d i . i ş i n den istifa e d e c e k a d a m . Hiç mi d e ğ i l ,
mebus diye
Ankara'ya gönderilince yüzümüz yere gelmez. G e d i k l i İhsan Efendi de, —
Bana kalsa en uygunu Baha Bey'dir.
b u n c a yılın ö ğ r e t m e n i ,
dediği dinlenir.
Adam
Hazır e m e k l i
de olmuşken, dedi. Kendinin aday olmayacağını bilen, gönlünden ge çirdiğini ileri sürüyor. Baha Bey, d o ğ r u s u akla yakın g e l d i . Evet, e m e k l i o l m u ş , h e m d e h e m ş e r i m i z bir ö ğ r e t m e n . . . H e p razı o l m u ş k e n • Ç i f t v e r e n o ğ l u o r a d a n çıktı: —
Arkadaşlar,
kendine
millete hiç hayrı olmaz.
hayrı
dokunmayanın
Emekli Baha Bey, dersiniz.
Evet, iyi, h o ş , n a m u s l u b i r a d a m . N e y e y a r a r e f e n dim? Ne
yapmış bu adam?
Ş u n c a yılın ö ğ r e t m e n i
memlekette gitmedik, gezmedik yer komamış. Sonun da, d ö n ü p dolaşıp b a b a ocağına gelmiş. Yahu, başını s o k a c a k bir evi yok. B a b a d a n kalanları da satıp sav mış da kardeşinin hanesine sığınmış.
Siz bu adamı
s i m d i k m e b u s l u ğ a nasıl l â y ı k g ö r ü r s ü n ü z ? B i l g i l i y m i ş , 'bitirmiş edermiş, baba çıksın onun bilgisine. Bize bil g i d e ğ i l e f e n d i , işi b e c e r e n k o t a r a n a d a m g i b i a d a m
gerek. Yahu, sizin M i l l e t M e c l i s i dediğiniz yer, d ü ş k ü n l e r o c a ğ ı mı? E m e k l i y e a y r ı l m ı ş d a n e o l m u ş ? B i ze yararı ne heyri? O n u n yerine bizim Z ü b ü k z â d e m i z bunca.yıl
öğretmenlik
etse,
Allah'ın
izniyle
Maarif
Nazırı o l u r d u . Bize işte b ö y l e bir m e b u s ister k i , o r a ya varınca dişe diş, göze göz, haklarımızı k o r u s u n ve şu ölü toprağı serpilmiş memleketi şenlendirsin. Lâ f a k u l a k v e r i n , g e l i n ş u Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y i biz a d a y d i y e ç ı k a r a l ı m o r t a y a . G e r i s i n i siz o n a b ı r a k ı n , m e b u s l u k aslanın
ağzında
olsa
söker
alır.
Bir taşla
iki k u ş v u r u r u z . H e m b ö y l e b i r c a n a v a r ı n e l i n d e n y a kamızı kurtarırız, h e m de kasabamıza bir hayrı olur. Gedikli İhsan Efendi, —
U n u t t u n gitti, dedi, bu Baha Bey namuslu a-
dam, çalmaz çarpmaz. Ç i f t v e r e n o ğ l u da buna karşılık, —
Bir namuslu tutturmuş
gidersiniz, d e d i , na-
' muslu olup da ne olacak, bir iş b e c e r e m e d i k t e n kelli. Varsın
çalsın
çırpsın
da,
arada ucu
kasabamıza
da
dokunsun. Sünepe, uyuntu oturmuş da, çalmamış, ne çıkar efendi? D o ğ r u mu dediğim?
i n s a n d a ağız v a r
sa elbet yiyecek. Adam odur ki, hem yesin hem yedirsin... Çiftverenoğlu,
alçaklıktan yana,
Zübükzâde'nin
o c a ğ ı n d a iyi y e t i ş m i ş , ç ı r a k k e n k a l f a o l m u ş . B u n l a r l a başedilir gibi değil. Gedikli İhsan, —
Bu dediklerin uygun görünür, dedi,
Zübükzâde'nin marifeti ne ki, sen
velâkin
ona böyie gönül
vermişsin. Bey,• b u Ç i f t v e r e n o ğ l u , bir anlattı, bir anlattı,
yoldaşı İbraam alçağını
dinleyenlerin
ağzı açık kaldı.
Biz o n u n oyunlarını bilir sanırdık kendimizi, oysa da ha ne kitaba girmemiş oyunları varmış:
—
Z ü b ü k z â d e İbraam B e y ' i n işleri ç o k ; bildiği
niz v a r ,
bilmediğiniz var.
H o c a ' y l a işini bilmezsiniz.
Orman müteahhidi Salim Salim Hoca,
bilmem ne
kadar ağaç gövdesini bir ayda teslim edeceğim diye kâğıt imzalamış.
O r m a n uzakta, vilâyete üç günlük
y o l . Ağaçları zamanında yetiştiremezse, geciken her g ü n için yüz lira c e r e m e ö d e y e c e k . A r a d a n bir g ü n değil, üç ay g e ç m i ş . Kırık kağnıyla k o c a ağaçlar ta şınır mı? S a l i m H o c a y a n m ı ş k i n a s ı l . . .
Kazancından
g e ç m i ş h e r i f , y a b u b u l a ş ı k t a n nasıl sıyrıla? O r m a n i d a r e s i n d e o n b i n lira d e p o z i t i y a t ı y o r , k u s t u r a r a k a laeaklar. Ne etsin herif şaşırmış.
Bizim
memleketi
mizde her işin ü s t e s i n d e n gelir k i m var? Z ü b ü k z â d e . Koca Salim Hoca, kan-ter
içinde İbraam Bey'in hu
z u r u n a v a r d ı . B e n d e o r d a y ı m . B e n i m ; yanırrîda a ç ı l m a k i s t e m e d i . H e r i f i n b i r sıkıntısı o l d u ğ u - b e l l i , ibra am
Bey, —
Salim Hoca, senin bir karın ağrın var, nedir?
dedi. Salim Hoca o yana bu yana bakınca, :
— Söyle söyle, Çiftverenoğlu benim;
yabancım
d e ğ i l , d e d i , s e n i n karın ağrının ilâcı h e r h a l d e b e n d e olacak. Salim Hoca anlattı: —
Ben yandım İbraam Bey, işler b ö y l e y k e n böy
le. Kime danıştımsa, «Sen ibraam Bey'e var, o sana bir akıl verir. O da akü v e r m e z s e , k u r t u l u ş u n y o k t u r » dediler. S e n bizim hacet kapımızsın, d e r t babasısın. Bizden g e n ç s e n de akıl akıldan üstün. Ellerinden öp e r ı m , a m a n b a n a b i r akıl.. Zübükzâde İbraam Bey güldü: —
Z o r l u ğ u n bu olsun, Salim emmi, bu iş kolay;
B i z b u n u t e r e y a ğ ı n d a n kıl tarırız.
çeker gibi
evelallah kur
Hemen o gün, vilâyete vardık.
Ibraam'ın sözüyle, üçümüz birlik
Noterden
senet üzerine bir şirket
kurduk. S a l i m H o c a , o r m a n d a n o d u n nakliye, işini almış da, sonradan bizimle ortak olmuş hani... Şirketin k u rulması şerefine o gece iyi bir eğlendik. İbraam Bey «İşin o l d u b i l
gayri...» d e d i k ç e , Saiim Hoca keyifle-,
nip paraları s a v u r u y o r ki g ö r m e l e r ister. Hamza
Bey'in
sözünün
burasında
Gedikli
İhsan
Efendi, —-
Savursun
da
görsün...
Zübükzâde
onu
doğ
duğuna bin pişman etmiştir ya... d e d i . Çiftverenoğlu, —
Hâşâ, d e d i , sizin sayenizde bozuk işleri düze
çıkardı. —
O da ne? N e d e n b i z i m s a y e m i z d e ? B i z i k a r ı ş
tırma şimdi... . Hamza —
Bey,
Yahu,
dedi,
siz
olaraktan, ağustosun
belediye
ortasında
meclisinin
azaları
Kamışlık çayı taştı,
ortalığı sel aldı. d i y e r e k t e n zabıt tutmadınız mı, o zap tın a l t ı n d a
imzanız, m ü h ü r ü n ü z y o k m u ?
B a k bak hele bak, bize lâf d o k u n d u r u r . O zaptın altında b e n i m de imzam
olduğundan, daha durulur
mu, sözün yeri geldi: —-
Ben
Evet,
biz,
bak, yaz
sen ortası
o
işi
şimdi
Kamışlık
neye
çayı
karıştırırsın?
taştı
da
ortalığı
sele b o ğ d u diye bir zabıt tuttuk. V e l â k i n biz bu neden yaptık
'bakalım?
Memleketin
işi
menfaatine...
Kimsenin çıkarı y o k bu işte arkadaş. D e r e taşınca ne o l u r , k ö p r ü l e r i s e l alır g ö t ü r ü r . N a f i a d a n y a r d i m g ö r ü l d ü d e k ö p r ü o n a r ı l d ı . Biz, k ö p r ü y ü s e l a l d ı d e m i y e y d i k , k ö p r ü y a p ı l ı r mıydı? B u i ş d e k i m i n - c e b i n e o n para
girmişse ciğerine yapışsın... —
247
—
M e m l e k e t hayrına
bir iş yaptıksa,
şimdi b u n u açığa vurmanın yeri var
mı? Ben b ö y l e c e taşı gediğine k o d u m bellerken, Z ü b ü k z â d e ' n i n çırağı —
Hamza alçağı
Sen öyle bil...
ne dese iyi:
Ulan, şu Kamışlık çayından
y a z b o y u , s e r ç e p a r m a ğ ı m k a d a r s u a k a r m ı k i , siz dereler taştı da k ö p r ü l e r yıkıldı, diye zabıt tutarsınız?
Bu
memleket sele gitti
aklı size v e r e n kim? Ş i m d i
b e ğ e n m e d i ğ i n i z i b r a a m B e y d e ğ i l mi? S i z o z a p t ı i m zalayınca, ne oldu bilin bakalım. Biz de «Ağaçları Ka mışlık çayı
kıyısına y ı ğ m ı ş t ı k ,
sel
hepsini aldı g ö t ü r
dü»' d i y e r e k o r m a n m ü d ü r l ü ğ ü n e b a ş v u r d u k . S e l b u , Allah tarafından bir a f a t . . .
O r t a d a zabıt da var. İşte
böyle, Salim Hoca bir tekini bile taşıtmadığı odunla rın n a k l i y e p a r a s ı n ı
Orman İdaresinden aldı...
mi? Y o o o . . . A r d ı n d a n b i r d a h a . S e l b u k a r d a ş . . .
Bitti Bi
zim taşıtmadığımız a ğ a ç l a n , Kamışlık çayı taşıyıp, sel alıp g i d i y o r . E f e n d i , e f e n d i , k e n d i n e g e l b i y o l , o r t a d a o d u n y o k , a ğ a ç y o k , s e l m e l y o k , biz a ğ a ç t a ş ı m a p a r a s ı ç e k i y o r u z . B u n e a k ı l ? İşte Z ü b ü k z â d e ' n i n k i b ö y l e a k ı l . A k ı l d i y e b e n b u n a d e r i m . B u işin k i m e z a r a r ı var? Hiç kimseye yok... Kazancı dersen çok. Kasaba mıza p a r a g i r d i . Ş u r a d a b i r k a ç y o k s u l d a , s a n k i a ğ a ç k e s m i ş , y ü k l e m i ş g i b i l e r d e n üç-beş k u r u ş aldı da na siplendi. B u n u d u y u n c a b i z h e p d ö v ü n m e ğ e b a ş l a d ı k . Ey vah...
D e m e k biz o z a p t ı
imzalarken oyuna mı gel
mişiz... —
A m a n ihbar olursa yandık. Bir müfettiş gelir
de, şu k ö p r ü yıkan, ağaç gövdesi sürüyen Kamışlık çayı nerdeymiş, bir görelim derse, hapı yuttuk... Ş u u t a n m a z Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n a b a k , b i r d e yılış y ı lış sırıtır d a a d a m ı n k a n ı n ı , i l i ğ i n i k u r u t u r . —
Hiçbişey
de
olmaz,
dedi,
Zübükzâde
işini
bilir ve s a ğ l a m kazığa bağlar. Ne demişler, «Sen ö n ce eşeğini s a ğ l a m kazığa bağla, Allah'a»...
İbraam
Bey'le bir işe
sonra tevekkül ol g i r d i a mi,
gönlünü
ferah tut. Kim ihbar e d e c e k m i ş heyri, İbraam Bey'in b u işe b u l a ş t ı r m a d ı ğ ı b i r a d a m m ı k a l d ı k i , i h b a r e d e . Kim
kimi? Biz burda neden açık k o n u ş u y o r u z ? O r m a n ida
resi dersen,
A l a h razı o l s u n , m e r t a d a m l a r , i b r a a m ,
B e y ' i n eli a ç ı k o l d u k t a n
sonra mert olmamak kimin
gücüne... Açın gözünüzü,
Zübükzâde ibraam böyle
b i r a d a m . Ş i m d i siz k a l k m ı ş , y o k B a h a B e y , y o k Rıza B e y dersiniz... Yahu onlar da, m e b u s o l m u ş ne çıkar, olmamış ne çıkar...
B i z i m i s t e d i ğ i m i z ne?
Aman şu
memleketin fakir fukarasına bir hayrı d o k u n s u n .
İyi
liğe k e m l i k y o k . İbraam Bey'in iyiliği unutulmaz. Yahu, herif taşa t o p r a ğ a para d ö k ü y o r . Kamışlık çayı yata ğının k ı r k k i l o m e t r e b o y u n c a k u m u n u t o p t a n k i r a l a d ı . Dere yatağının k u m u . . . Bir:düşünün. A d a m kuma pa ra bağlıyor. Ş i m d i y e d e k Kamışlık k u m u n u n para ettiği g ö r ü l m ü ş mü? Kimin aklına gelir? K u m kirası diye be lediyeye d o k u z yüz lira girdi. N e y e y a p a r bunu? Hep memlekete iyilik olsun da şu kasaba kalkınsın diye... Tüccardan
Emin
Efendi,
-— Bak orası öyle, dedi,
kendi yok
Allahı var
şimdi, Zübük durup dururken dere kumunu kiraladı. Büyük
iyilik...
Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n u n çenesi açılmış,
ibraam'ın çı
ğırtkanı kesilmişti: — İbraam efendi...
Bey zübüktür mübüktür ya,
işini
bilir
Kamışlık deresinin kumunu kiraladı ve vilâ
yetin en büyük müteahhidini batırdı. Koca müteahhit s e r m a y e y i k e d i y e y ü k l e y i p iflâs bayrağını çekti. sıl o l d u b u iş, b i l i r m i s i n i z ? N e r d e n kafayı ne
diye
taşırsınız da,
Na
bileceksiniz?
gövdenize
yük
O
edersi-
niz... Biz burdan,- Kamışlık çayı taştı da k ö p r ü y ü se! aldı g ö t ü r d ü d i y e z a b ı t t u t u n c a , N a f i a d a İ b r a a m B e y ' in s a y e s i n d e işe el attı. Yeniden bir k ö p r ü yapılacak... İbraam Bey'in niyeti, köprüyü kendi y a p m a k da,
şu
kasabanın aylakları çalışıp cepleri üç beş k u r u ş gör s ü n . . ; A d a m ı n d e r d i hep hayır işi. Taa A n k a r a ' y a git t i d e , işi k u r d u . V e k â l e t t e k ö p r ü l e r i n m o d e l i v a r m ı ş ; ü ç b o y ü s t ü n e , k ü ç ü k b o y , o r t a boy,; b ü y ü k b o y . . . . Z ü b ü k z â d e ' n i n v e k i l sıkı a h b a b ı . V e k i l e « B u b ü y ü k b o y k ö p r ü , bizim oraya k ü ç ü k gelir,
bize en b ü y ü k b o y
i s t e r » d e m i ş . V e k i l d e « A m a n , b u n d a n b ü y ü ğ ü olmaz* bundan büyük bizim memlekette bir Galata Köprüsü var., O d a d e n i z ü s t ü n d e » d e m i ş . İ b r a a m B e y d e « B i zim Kamışlık çayı Galata K ö p r ü s ü n d e n ç o k işlen bil diğin gibi d®ğil, aman o l m u ş k e n m o d e l i n en b ü y ü ğ ü olsun»
demiş.
Vekil'le epiy çekişmişler. Sonunda vekil, Zübük zâde'nin
hatırını k ı r a m a m ı ş ,
«Olsun...»
rünün yapımı eksiltmeye çıkarılmış.
demiş. Köp^
Gerisini
biz bil
mekteyiz. M e m l e k e t i n kırk y e r i n d e n krrktan artık m ü teahhit eksiltmeye katıldı. Eksilten eksiltene...
Bizim
Z ü b ü k z â d e İ b r a a m d a o r d a . ö y l e b i r i ş "ki, y a h u n e kadar eksiğine alsan
gene
dünya kadar kazanacak
sın. B u n l a r b a ş l a m ı ş l a r f i y a t ı k ı r m a ğ a . . . H a b a b a m d e b a b a m , n e r d e y s e işi b e d a v a d a n y a p ı p ü s t e p a r a v e recekler. Fiyat i n d i r m e d e bu bizim müteahhidiyle kimse başedemedi.
vilâyetin
namlı
Zübükzâde
ibra
a m , m ü t e a h h i d e g i t t i , b e n i m ' y a n ı m d a « G e l s e n . b u işi üstüne alma, ben sana açıktan
para vereyim» dedi.
M ü t e a h h i t t e k a f a k a l ı n . . . « O l m a z ! » d e d i k e s t i . ' O za man İbraam Bey «öyleyse, bu iş senin üstünde kal sın, s e n b a n a a ç ı k t a n p a r a ver!..» d e d i . H e r i f e ş ş e k be kardaşım, ona da «Olmaz!» d e d i attı. İbraam B e y de « ö y l e y s e gel bu k ö p r ü y ü ortak yapalım, kazancı
kırışalım»
dedi.
Herif ona da
«Olmaz!» -dedi: Aslına
bakarsan, ibraam Bey, müteahhidi atlatacak ya, ken d i s i b i r b a ş ı n a işi a l a m a z m ı ş , d a h a ö n c e b ö y l e b i r k a ç b ü y ü k iş yapsa, alacak... Z ü b ü k z â d e de kızdı, «Ben den insanlık bu kadar.
G e r i s i s e n i n b i l e c e ğ i n iş,:.»
dedi.
'
* - • " - '
K ö p r ü işi m ü t e a h h i d i n ü s t ü n d e k a l d ı . H e r i f m a kineleri, kamyonları Kamışlık deresine dayadı.
Hep
bildiğiniz iş... A m e l e çadırları k u r u l d u . Çimento ç u valları yığıldı. Bak, a r a d a n iki yıl geçti de k ö p r ü d a ha neye yapılmadı? Hadi, bilin bakalım... Birbirimize
bakıştık,
—
S a h i , n e y e y a p ı l m a d ı ? d i y e biz o n a s o r d u k .
—
Yapılmaz, d e d i , daha da yapılamaz... Bu k ö p
rüyü yapsa yapsa anca bizim
ibraam Bey
yapar...
M ü t e a h h i t h e r b i r hazırlığını y a p t ı ğ ı s ı r a , İ b r a a m B e y ne yaptı? Kamışlık deresi yatağının kumlarını beledi y e m i z d e n yıllığı
d o k u z y ü z liraya- kiraladı.
Müteahhit,
köprünün betonunu kardıracak, kum yok. Kumlar hep İbraam B e y ' i n . D e r e b o y u n d a n b i t e k k u m tanesi ala mıyor ki, beton döksün... Başka da k u m yatağı yok ki buralarda, ordan kum getirtsin. Kumun olduğu yer beş günlük yol. K ö p r ü d e n alacağı bütün parayı k u m taşımağa yatırsa gene Baştan sermayeyi
olmuyor.
dökmüş,
Herif çıldırıyordu.
ne etsin? İbraam
Bey'in
ayağına vardı, itin olayım, beni bağışla, dedi. Ortak olalım, d e d i . S e n karışma,
k u m u bırak, y e t e r d e d i .
Elini s ü r m e , k a z a n c ı n d ö r t t e ü ç ü n ü a l , d e d i . D o k u z yüz liraya
kiraladığın
kum yatağını
bana
bir yıllığına
d o k s a n b i n liraya kirala, d e d i . İbraam Bey'in h a m d o i sun paraya gözü tok. B e y «i : ıh...» çak açmadı. hidi,
«Ulan
Herif her ne dediyse
İbraam
d e d i de d a h a b i ş e y d e m e d i , ağzını b ı Bunun
üzerine vilâyetin namlı müteah
namussuz Zübük,
d u y d u ğ u m kadar var-
mışsm. Evimi ocağımı hatırdın, seni dilerim Allah batıra!» d e d i , s a v u ş t u . Yaa,
işte b ö y l e . . .
Sizin
neden
haberiniz var?
Z ü b ü k z â d e ' n i n bize iyiliği ç o k ya anlayan nerde? Be lediye bütçesine
dokuzyüz
yığdığı çimentonun d o n a n r
lira g i r d i . dondu,
Müteahhidin
donmayanını da
h e r k e s alıp g ö t ü r d ü , işini g ö r d ü . Ş u a z i y i l i k mi? O r dan kaldırılan çimentonun hesabı y o k b e . . . şimdi
kalkmış,
lâf e d e r s i n i z .
ağalar, efendiler,
bizim
Onu
Bir de
bilir o n u söylerim
içimizde ondan
başkası
b u s olamaz, olsa da işe yaramaz, nafile... hayrı olmayanın Zübükzâde'yi
memlekete
hele
bir
me
Kendine
h i ç h a y r ı olmaz... B i z b u
mebus yapıp
Ankara'ya sala
lım, i k i n c i a y ı n a k a l m a d a n v e k i l o l m a z s a , b e n d e n a h bu bıyıkları k e s e r i m de, pazar y e r i n d e eşşek gibi anırırım... Arkadaşlar, d a r p h a n e bile
Zübük
İbraam
gibi para basamaz. A d a m d u r d u ğ u y e r d e icat çıkarıp, bir para zanda
kaynağı
buluyor. Bugüne dek
bir d a v u l c u d a n para alırdık.
bak sen, ramazan davulculuğunu
rama-1
hangi
Zübük'teki
akla
arttırmaya çıkardı
da, milleti birbirine d ü ş ü r ü p , ramazan d a v u l c u l u ğ u n u , beşyüz pangmota kiraladı, Şu
kasabada kaç kişiyiz,
belediyeye gelir sağladı. hangimizin
yaşayıp
hangi
mizin ölü o l d u ğ u belli bile d e ğ i l . Z ü b ü k z â d e , m u h t a ra v e r d i ğ i akılla, kayıtta kimini ölü, kimini diri
gös
teriyor. Herifteki akla bak ki sen, ölüleri diriltti, diri leri ö l d ü r t t ü . . . V e r g i b o r c u geleni ö l d ü r t ü y o r ,
hazi
neden alacağı olan ölüyü diri gösteriyor, ö l ü diri bir birimize karıştık b e . . . Zübükzâde'nin
çığırtkanı
Çiftverenoğlu'nun
konuşması üzerine, o zamanadek, gösterilmesini
bu aday
isteyen Emin Efendi,
— Evet, d o ğ r u , başımıza
Rıza B e y ' i n
devşirsek
dedi, gerek.
d o ğ r u y a d o ğ r u . . . Aklımızı Zübükzâde'nin
eğriliğini
h e p b\V\riz. A m a n e dernvş\er «Yt\an d o \ a n a d o \ a n a g i der de deliğin ağzına böyle olunacak... rulmakta...
g e l d i m i doğrulur:.»
Hayatta
İş, d e l i ğ i n a ğ z ı n a g e l d i n m i d o ğ
Şimdi
biz, i ş t e s e ç i m d e y i z , d e l i ğ i n b a
şına g e l d i k . Z ü b ü k
oğlumun bundan
önceki dolan
ması, dolandırması başka iş... Şu fakir kasabada bi le Zübükzâde milyoner oldu.
N a s ı l o l u r c a n ı m , akıl
mı? S e n b i z i m b u k a s a b a n ı n t o p u n u t o p l a m ı n ı a l s a n d a s ı k s a n , b i z d e n m i l y o n d e ğ i l , i k i y ü z b i n lira ç ı k m a z . P.ekiy, b u Z ü b ü k z â d e b i z i m b u
insanlarımızdan
nasıl
m i l y o n e r o l d u c a n ı m . İşte h e r i f i n h ü n e r i b u . . . Eee, b i zim gibi çulsuzlar Ankara'ya
arasında bu dolapları
mebus
diye varınca
döndüren
neler etmez...
Evet,
aklım yattı, o y u m u da İbraam Bey'e v e r d i m . Bana döndü: —
Ne
dersin?
Ben bu halleri g ö r ü p aklım başımdan gitti.
Ne
, d e s e m g e r e k ? İ t izi k u r t izine k a r ı ş m ı ş , a l a n b e l l i d e ğil, satan belli d e ğ i l . . . Bir adam ki, ölü m e m u r u diri v e t e b d i l h a v a l ı g ö s t e r i p h a z i n e d e n m a a ş a l d ı r t ı r , da-, h a b u n u n n e s i k a l m ı ş . . . Evet, ş u d i n l e d i k l e r i m d e n y ü reğim burkuldu, içime bir k o r düştü ama ne denir? .T- B i ş e y d i y e y i m
mi
arkadaşlar
size,
dedim,
ben baştan beri derim, bizim içimizde mebusluğa Z ü b ü k z â d e ' d e n lâyığı buyruğunda
yoktur.
Ankara'dan gelen parti
«Seçim kabiliyeti
olanı
aday gösterin»
deniliyormüş. Z ü b ü k z â d e dururken bu bizim milleti miz başkasını seçmez. H e m siz
Rıza B e y ' d e n , B a h a
Bey'den ne kötülük gördünüz de, adamcağızları me bus
yapmağa
kalkarsınız?
Şimdi
Zübükzâde
ibraam
d u y a r s a k i , Rıza B e y ' l e B a h a B e y a d a y o l m a k i s t e r Jermiş, a d a m l a r ı o n l a r . Yazıktır,
perperişan eder. B e n i m
acıdığım
günahtır adamlara...
Biz b ö y l e c e k a r a r l a ş t ı r m ı ş k e n ,
Gedikli
İhsan
E-
f-endt'yf b U ü r l ü y o i a g e t i r e m i y o r u z . l ı k t a k i m s e y i b e ğ e n m i y o r , ille —
Aman
İhsan Efendi
Betti ki o, aday
kendi aday olacak.
,
k a r d e ş , . v a z g e ç bu sev
dadan... diyorsak da, —- O
Zübük'se
ben d e
Gedikli
Ihsan/im,
diyor,
bildiğinden- kalmasın, e t t i ğ i n d e n g e r i d u r m a s ı n . Yayı mı kastım, okumu bastım, daha geri d ö n m e m . . . Hoş, beni aday gösterin, d e m i y o r ya, niyeti bel l i . . : Ya devlet başa, ya kuzgun leşe, d e y i p y ü r ü m ü ş . Anladığım şu ki, bu İhsan Efendi tahtına, bahtına g i diyor. Biz b u n a s ö z g e ç i r e m e y i n c e , —
ö y l e y s e bu
işi Z ü b ü k z â d e ' n i n
yüze konuşmak gerek.
O olmamış,
kendisiyle yüz biz
ne d e s e k
boş... dedik. Gedikli İhsan Efendi bir yiğitlendi, —
Siz bana bırakın, dedi, ne o l m u ş yani. Sizde
hiç h a m i y y e t kalmadı mı, yazık... D e m i n d e n b e r i , he- . rifin türlü bin edepsizliğini eyvallah —
anlatır, s o n r a . d a h e r i f e
edersiniz. Doğrusun, doğrusun ya...
Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' e , a c e l e g e l m e s i i ç i n har ber gönderttik. O da bize
«Kusura kalmasınlar, önemli bir işim
v a r . Eve b u y u r s u n l a r » d i y e h a b e r y o l l a d ı . K a l k t ı k , h e p birden gittik. Gedikli
ihsan önden seğirtip giderken
kapıya yanaştıkça ayak sürümeye, geri geri kalmağa başladı. Neyse içeri girdik. —
Bizi anası karşıladı,
Hoş geldiniz, safa geldiniz. A m a n yavaş olun,
İbraam telefonla konuşuyor... Odaya girdik, ibraam gerçekten telefonla konu ş u y o r y a , k o n u ş m a s ı b a ş k a . . . B i z e e l i y l e o t u r u n , işa reti yaptı. Ağzı telefonda, y ü k s e k sesle konuşuyor: —
Beyefendiyi gör kardeşim, gör beyefendiyi...
Beriden bfr s e l â m sarkıt... Biz c a m i derneğimizi, kur duk, paralan mış. N e ? yahu...
topluyoruz.
Ikiyüzbin
Gerisi hükümetimize kal
mi? Anlaşılmıyor
ü ç y ü z b i n m i ? Az!.,
sesin....
Bağır
ü ç y ü z b i n e selâtin camisi
değil, m e s c i t olmaz. Biz selâtin c a m i s i istiyoruz. Ben vatandaşlarıma söz v e r d i m . Beyefendiye benim, tara f ı m d a n söyle. Bir milyondan aşağı göndertirse, töbe, kabul e t m e m de geri ç e v i r i r i m , rezil olur, k a r ı ş m a m . . . Ha?
Ne
dedin?
Evet...
O telefonda konuşurken Hamza —
Gedikli
ihsan yavaşça
Bey'e sordu: B e y e f e n d i d e d i ğ i d e k i m ola?
Hamza Bey, • —
Kim olabilirmiş
kaç beyefendi var? Başbakan
yahu, dedi, bu
Bir tek,..
memlekette
Baş beyefendi, yâni
hazretleri...
—- Amanın
Hamza
Bey,
şimdi
bu
herif
Başba
kan hazretleri için mi böyle der? ••— Ne s a n d ı n d ı ? Oniar fısıldaşırken
Zübük
telefonda
dura
dura
konuşuyor: — Haa...
Dediğin anlaşılmıyor. Bağır ulan, bağır b e ! . . . Olur. Seçimi hiç merak etmeyin,
silme kaza
nacağız; S e n ş i m d i d o ğ r u c a N a f i a V e k i l i n e git, selâ mımı söyle. "Dün g e c e e v i n d e telefonla aradım, y o k muş,
görüşemedik.
Nafia Vekili
olacak deyyusa...
A y n e n böyle söyle... Benim için böyle dedi d e r s i n . . . Biz b u r a y a b i r b a r a j böyle de!
i s t e r i z . A n l a d ı n mı?
Seçimlerden önce baraja
Kendisine
başlanmalı.
Ka
mışlık çayının üstüne barajı oturtmalılar. Ne? Yüzmily o n mu? İsterse beşyüzmilyon olsun. Hiç anlamam... Ben barajımı isterim, o kadar... Böylece söyle... Ba r a j k u r u l m a l ı . S e ç i m işi k o l a y . O n u h i ç m e r a k e t m e y i n . C a m i ile b a r a j o l d u m u ,
seçimi silme kazandık
gitti uian, ne d i y o r u m , başlansın bir, y e t e r . . . G e r i s i ne
karışmayın...
Ha?
Olmaz!..
Emin Efendi,
•
T o z u t t u mu bu Z ü b ü k , ulan Kamışlık çayı bir kuru dere. Barajı nere? d i y e fısıldayınca Hamza Bey, —
Sen keyfine bak, İbraam
Bey istesin yoksa,
s u y u n u da bir y e r d e n bulur, getirir, dedi. Zübükzâde telefonda konuşuyor: — fonla
Beri bak!.. Kaç gecedir Sanayi Vekilini tele arıyorum,
çıkmıyor.
Yoksa
Gar Lokantasında
cıbıl k a n o y n a t m a d a n v a k i t b u l a m ı y o r m u ? N e ? V a l l a h a i y i , b i z b u r d a m i l l e t i ç i n , v a t a n i ç i n u ğ r a ş a l ı m , siz o r d a avrat g ö b e ğ i n i n ç u k u r u n d a rakı için. Heh heh heh... Ş a k a canım. Hakkınızdır, bu yollar helâl olsun size. Haaa, n e d i y o r d u m , S a n a y i Bakanına d e k i , b u r a y a b i r d e f a b r i k a i s t i y o r u z , a n l a d ı n mı? F a b r i k a . E vet, f a b r i k a . S e ç i m d e n ö n c e fabrikamızın temeli atıl m a l ı . N e ? N e f a b r i k a s ı mı? B a y a ğ ı f a b r i k a i ş t e . O r a sını siz d ü ş ü n ü n : H a n g i s i e l v e r i ş l i g e l i r s e o n u y a p ı n c a n ı m . Biz, h ü k ü m e t i n i ş i n e k a r ı ş m a y ı z . B i z i m i s t e d i ğimiz fabrika. Böyle tatlı
konuşurken
telefonun
karşısındaki
her ne dediyse, Zübükzâde celallendi, birden sövüp saymağa başladı, sonra, —
Bu siparişlerimi aynen isterim.
Hadi gülegü-
le! diye bağırıp t e l e f o n u çat d i y e k a p a d ı . S a n k i kızıp bağıran o d e ğ i l m i ş gibi bize d ö n d ü : —
Eee, h o ş g e l d i n i z , s a f a g e l d i n i z !
Telefonda
bağırmaktan ter içinde
kalmış, yaz
mayla terini sildi. —
Efendim, dedi, Ankara'yla konuştum.
Bu bi
zim telefonların Allah belâsını versin. Telefon d e ğ i l , telli belâ. Hıdırlık C i n d o r u ğ u n a çıkıp bu k a d a r bağır s a m , .sesim A n k a r a ' d a n d a h a k o l a y d u y u l u r . T i c a r e t —
256
—
V e k i l i y l e g ö r ü ş t ü k . S i z d e n iyi o l m a s ı n , ç o k y a k ı n a r kadaşımdır.
Fabrikayı
yaptıracağız yaptırmasına
da,
yerini düşünüyorum. Fabrikayı nereye kursak bilmem ki. Şimdi fabrika kuracağımız duyulursa herkes bir birine düşer, ö y l e ya, fabrika senin arsana kurulsun, benimkine kurulsun, Bizim burda, g ö b e k yerde arsa nın e n ş a h ı n ı n m e t r e s i iki l i r a . F a b r i k a y e r i o l d u m u , m e t r e karesi y ü z liraya fırlar. O n d a n ötürü a r k a d a ş l a r f a b r i k a y a p ı l a c a ğ ı lâfı b u r d a k a l a c a k . D ı ş a r d a d u y u l mayacak, aman haa... Birden hatırlamış gibi
Gedikli
İhsan'a,
—- İhsan Efendi, senin Bel D ü z ü ' n d e k i tarla kaç dönüm? diye sordu. İhsan Efendi, c e k e t i n i n
önünü
kavuşturup, el
bağladıktan sonra, — Yetmiş —
dönüm
var
İbraam
Biliyor musun, orası
Bey,
dedi.
tam fabrikalık bir yer.
Yahu, sahi, sipariş verilmiş gibi, ölçü üzerine bir yer. Bakalım,
bikez düşünelim de.
.Metresi yüz kayme
d e n e p i y e d e r . Y o k s a y ü z l i r a a z mı? Gedikli İhsan şaşırdı: —
Zatınız bilirsiniz
İbraam
Bey,
orasını
gayri
k e n d i n i n bil. S e n v a r k e n bize lâf d ü ş m e z . . . Z ü b ü k z â d e bize birer cigara verdi, anası da k a h veleri getirdi, ibraam Bey, - - Eee, n e v a r , n e y o k , d e d i , b e n i i ş l e t m i ş s i n i z . . . Telefon derdinden gelemedim. Buyrun!.. Gedikli
İhsan Efendi,
kendinden önce biri sözü
alır, d i y e b i r d e n b a ş l a d ı : —
İ b r a a m B e y , zatınıza
mâzuratımız
(mâruzât)
var...: — Estağfurullah. Efendi? —
Emir sende.
Nedir? Buyur! Bizimki
Emriniz İhsan
bir dilek...
Sabahtan
beri arkadaşlarla konuşmaktayız.' M e b u s u m u z diye çı k a r m a y a s e n d e n başkasını lâyık g ö r m e d i k . Bizi kırmıyacağınızı bildiğimizden ricamızı —
İbraam
ricaya geldik.
H i ç y a k ı ş ı k a l m a z İ h s a n E f e n d i , Biz s ı r a y ı s a y -
gıyı biliriz. Ne dernek?... de...
Kabul et bu
Bey... Bunca büyükleri, çiğneyip
D ü n y a d a o l m a z , t ö b e o l m a z . B i z d e n ileri s ı r a
da siz varsınız canım. B i r de
Herkes
utanmadan
ne der?
Gedikli
emeklisi
olacak,
b ü k ' ü n ö n ü n e v a r ı p ş a p d i y e e i i n i ö p m e z mi? bir-iki eiini
değil,
çeker,
durmamasıya şap şap öpüyor. o yakalamak ister...
Yahu
Zü Hem
Zübük
herifin
elini
bileğinden koparacak. Z ü b ü k , bir adam gibi: —
El öpenlerin ç o k olsun, el
öpenlerin çok ol
s u n . . . d i y e r e k elini çekiyor. Yahu, bu bizim adamlarımızda hiç adamlık y o k . . . Oğlu yerindeki
Z ü b ü k ' ü n elini ö p ü y o r
ki, öper mi,
e m e r m i , ısırır m ı , y a l a r m ı , b e l l i d e ğ i l . . . —
İbraam Bey, sen bu
ricamıza he d e m e z s e n ,
bil
ki, kalbimiz kırılacak. İşte arkadaşiara sor. ö y l e
mi
hemşeriler? H e p b o y u n kırdık. —
Tabiî.
—
Elbette
canım...
Zübükzâde, / — M ü s a a d e n i z olursa*
s ö z ü m var,
şimdi mebus bey diye önünüze lu, bilmez.
dedi,
geçirirseniz,
beni eloğ
Z ü b ü k z â d e ' n i n g ö z ü n ü m e v k i hırsı b ü r ü
m ü ş , der. El b u , söyler, ağzı t o r b a d e ğ i l ki b ü z e s i n . Kendi namıma, mevkide gözü olanın gözü çıksın. Be nimkisi
memleket aşkı ve
Hattâ-Belediye
Reisliğinden
yorum..... Çiftverenoğlu,
memlekete bile
bir hizmet...
çekilmeyi düşünü .
• •
—
Aman, deme! diye sıçradı. ~ Artık bilmem se
vincinden, bilmem sıkıntısından... Zübükzâde, — Bu belediye hizmetinin bana ç o k zararları olu yor. Kendi işimin başına d ö n m e k istiyorum... d e d i . H a n g i işi?.. Ş u u y u z a b a k h e l e ! . U l a n s e n i n ç i f tin çubuğun
mu var, tarlan, davarın mı var, d ü k k â
nın, tezgâhın mı. v a r da,
işinin başına d ö n e c e k m i ş -
sin!.. : -— Bana on paralık d e ğ e r veriyorsanız, lâfım bir dinlenir lâfsa, d i y e c e ğ i m ş u : lâyığımız
gene İhsan
Efendi
Bence mebusluğa en ağabeyimizdir.
G e d i k l i İhsan'ı g ö r s e n Bey, sun.
Nasıl k ö p e k l e n i y o r ,
önünde yatıp yuvarlanıyor. —
Aman olmaz!
Yahu, sen varken...
gülegüle
bir
olur
k u y r u k sallıyor, Z ü b ü k ' ü n ;
Töbe de!
Şart olsun, olmaz!
Ben senin yanında, haşavzurdan
(Hâşâ huzurdan) bir uyuz m e r k e p kadar d e ğ e r i m yok. Ne demek? Yahu
biz
insansak...
Medeniyet...
Ya
hu... Estağfurullah... Gedikli
İhsan'ın
şaşkınlıktan dili
dolanıyor da,
ne d e d i ğ i n i hiç b i l m i y o r ; lâfları h e p b i r b i r i n e karıştı rıyor: —
Olamaz... Vallaha olamaz, billâha da olamaz,
taiiaha da olamaz, ü ç t e n yediye şart olsun olamaz... Yahu, bu medeniyet...
Lâkin... Cumhuriyetimiz... Va
rolsun... Değil mi ya!... Biz ş i m d i . . . —
İbraam Bey,
kararımız karar.
Bizim adayımız
sensin ve de öldür Allah senden geçmeyiz. Emin Efendi söze karıştı da, şu kepazeliği kesti. Zübükzâde,
oyuncu
karıları gibi kırıtarak,
sanki
idam cezası yemiş gibi boynunu b ü k t ü : —
Bunu ben emriniz
sayıyorum,
d e m siz u y g u n b u l d u n u z , b a n a —
259
—
emriniz...
Ma
halt e t m e k düşer...
Sağolun, varolun... Gösterdiğiniz,bu güvene... Bize bir nutuk ç e k t i , hâlis namussuz n u t k u . . . O
bize,
—
S a ğ o i ! V a r o l ! der.
Biz ona, —
S a ğ o l , v a r o l , yaşa!., deriz.
Bizi kapı dışınacak geçirip uğurladı.
Gedikli
san'da adam içine çıkacak surat kalmadığından,
İhba
şını e ğ i p y ü r ü d ü g i t t i . H e l e b i r - iki lâf e t s e , s u r a t ı n a tüküreceğim. H e r k e s o y a n a , b u y a n a d a ğ ı l d ı . B i z d e A k l ı Ev vel Hoca'yla kahveye doğru gidiyoruz. rüyle
iki
Posta m ü d ü
memur alanda dikili telefon direği dibinde
d u r u y o r d u . . . Telefon tamircisi, tırnaklı demiri ayağı n a t a k ı p d i r e ğ i n t e p e s i n e ç ı k m ı ş . Y e r d e iki h a t ç a v u şu, önlerinde sahra telefonu, bişeyler. yapıyorlar. Selâmiaştık. Posta müdürüne, —
Hayrola Ş e v k e t Bey? dedim.
—
Bırak canım,
dedi, bu
telefonlarla başımız
dertte. —
N e o l d u ki?
—
Deli Celil kendini
telefonların
başına
kral
yaptığından bu yana çektiğimizi bilsen... Telefon tel leri h e p k o p u k . . .
Vilâyet demediğini
çektiğimiz canım!.. Vilâyetten tamirci
komaz, istedik.
nedir Allah
razı o l s u n , g e l d i l e r d e m u a y e n e e d i y o r l a r . —
Telefonlar bozuk
—
Ne diyorsun, on gündür telefonlar işlemiyor.
Hiçbir yerle
mu?
konuşulmuyor.
Aklı Evvel Bedir Hoca, -— N e e ? d i y e h a y k ı r d ı . Şevket — Aklı
Bey,
N e y e şaştın Hoca? d e d i . Evvel
Bedir Hoca,
—
Nasıl
şaşmayalım
Şevket
Bey,
dedi,
yahu
şimdi Zübükzâde İbraam Bey gözümüzün ö n ü n d e A n kara'yla konuştu ya telefonla... Şevket Bey güldü: —
O k o n u ş u y o r , o h e r i f t e l e f o n da o l m a s a g e n e
konuşur. Yunus nus
Baha'nın
Baba yatırını
kuvvetiyle,
Ahmaklığımız
icat etti ya,
Ankara'yla
duyulursa
bile
gayri Yu
konuşur...
m e m l e k e t e rezil olaca
ğız. O n u n i ç i n , —
Yok heyri yok, Bedir Hoca şaka eder, dedim,
İbraam Beyin telefonla melefonla konuştuğu yok... A n l a d ı n m ı ' B e y , a n l a d ı n mı? B u Z ü b ü k ' t e n b i z i m çektiğimiz dille
anlatılmaz.
Kim bilir ne kusur, ne günah işledik ki, d e r s ol sun, ceza olsun diye
Rabbim bu ahlâksızı başımıza
belâ etti.
CAMİDE
CAN
VEREN
MANDA
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi şöyle anlatıyordu ;
O seçim pek y a m a n o l m u ş t u bey. Artık y a p a c a ğımızı y a p t ı k , kirişte...
seçim
sonucunu
bekliyoruz.
Kulağımız
Kimi telefon başında dokuz doğuruyor, k i
mi radyo başında Allah Allah diyor. Hiç böyle bekle yiş görmedim
ben.
Yunus Baba türbesinin başında
dua e d e n mi istersin, yatıp kalkıp namaz kılan m ı . . . Aksama doğru
haberler
gelmeğe başladı.
Vilâyet
merkezinde bizim parti yenik düştü. Eyvaah şu ilçe... Gece telefon geldi ki orda da bizim parti yatık, yüz — 261
—
oyla kaybetmişiz. A m a n şu ilçe, aman bu ilçe... Kimi y e r d e otuz, k i m i y e r d e y ü z f a r k l a alta d ü ş m ü ş ü z . Par timizin kalesi d e d i ğ i m i z ilçede rezil sorma...
Bizim ilçenin
olmuşuz ki hiç
seçim sandıkları
açılmış, oy
lar s a y ı l ı y o r . H e r n e i ş s e , b i z i m o y l a r ı n s a y ı m ı b i r t ü r lü bitirilemiyor. Neye arkadaşlar? Bizim insanlarımızı e b e d e n bebeye tek tek saysan şimdiye d e k sayılmış bitmişti. Bir avuç seçmenimiz var. Vilâyetin her b i r ilçesinden haberler geldi Dörtyüz oyla yeniğiz.
bitti,
Sonunda, bizim ilçenin oy sa
yımı da anlaşıldı. Dokuzyüz oyla ilerdeyiz. Yâni bizim ilçe, muhalif takımını yatırdı.
Yatırdı ne, y e r e s e r d i .
Külahını atan mı, halay ç e k e n mi, horana kalkan m ı . . . Padişah
Topçusu
Memet
Çavuş
Hıdırlık
Doruğunda
kıçtan dolma balyemezi gümbürdetiyor. Zurnacı Çingen Hüsin'le davulcu Topal Veysel'i bir g ö r m e l i . A v u kat Burhan'ın kapısına dayanmış, zurnayı
pencereye
uzatmış, oynak havalardan d ö k t ü r ü y o r . Kemik M i s t i k Oğlan'la Tabansız Ş ü k r ü
oğlan kaşıkları
almışlar el
lerine, Konya baş k ö ç e ğ i yanlarında kaç para eder. Namazı bırakan
rakının başına ç ö k t ü .
Sabaha-
cak içildi, eğlenildi. O konuşulmayan .telefonlar ca yır cayır işliyor. Vali, Zübükzâde'ye,: t e l e f o n d a , —- Gözlerinden öperim İbraamcım... diyor. Ankara'dan telefon üstüne telefon. Bu vilâyette seçimi partimize
kazandıran bizim
ilçe, Allah için d o ğ r u y u s ö y l e m e k gerekirse, b i r Z ü bük, koca vilâyette seçimi
kazandırdı ve de onun
s a y e s i n d e altı kişi d a h a m e b u s s e ç i l d i . Zübükzâde'yi
de biz aday gösterdik.
Doğrusu
hak, ö ğ r e t m e n Baha Bey'indi. Velâkin
Zübükzâde'yi
aday göstermeseydiki
biz
hep birbirimize düşecektik. Bizim onu aday yapma mızın e s a s s e b e b i , n e ş u , n e b u .
,
Biz onu aday göstermiyeydik-, aramızda v a y sen, v a y b e n d:ye b e n l i k k a v g a s ı n a d ü ş ü p b i r b i r i m i z e g i r e c e k t i k . İşte b u n d a n k o r k u m u z d a n , n e s a n a , n e b a n a , k a l s ı n Z ü b ü k o ğ l a n a , d e d i k , b u ırzı k ı r ı k h e r i f i aday gösterip mebus yaptık, Ankara'ya yolcu ettik, Zübükzâde'nin
Ankara'ya yolcu edildiği
gündü.
Kasap Osman kasabayı birbirine kattı. Yahu derdi ne imiş bu Osman'ın diyoruz. Kimse bir şey söylemiyor. Kasap-Osman
barbar bağırıyor ama,
dediğinden
bir
iâf a n l a ş ı l m ı y o r . K o c a h e r i f h ı r s ı n d a n k e k e m e m i o l muş, pepeme mi olmuş, dili: mi tutulmuş, her ne ol muşsa b i t e k dediği
anlaşılmıyor.
Bir bağırtı, çağır
tıdır gidiyor. Bu herife n'oldu c a n ı m . . .
Pazar y e r i n i
birbirine katmış. Aklı Evvel B e d i r Hoca, — V a h h e r i f e , d e d i , g ö r d ü n m ü ••işi, t u h ! . — N'olmuş, Hoca? —
:
Daha n'olsun heyri, herifin dili tutuldu,
d ü n mü? Teres haketti.
gör
Yahu, yatırla şaka olur m u . . .
Yunus Baba yatırına gitmiş, t ü r b e n i n
üstüne destu
run k ü ç ü k aptestim bozmuş. •"A
Sen nerden bildin? —
Bana gelmişti; İlkin e r k e k l i ğ i
de dili tutuldu, vah... Bana geldi,
kesildi, şimdi
«Aman Hoca,, be
nim e r k e k l i ğ i m kesildi. Bir aydır bizim avratla ana bacı olduk.
Zorlanıyorum, zorlanıyorum,
A m a n Hoca bittim»
yürümez...
dedi. Birden anladım.
yoksam Yunus Baba'ya kem gözle
mı
«Ulan it,
baktın?»
de
d i m . K e m g ö z l e b a k s a , k e m s ö z e t s e , i y i . . : Yatrr ü s tüne töbe,
yestehlemiş
namussuz.
Yatır b u ,
adamı
ç a r p a r ki nasıl... İlkini alttan çarptı, şimdi de ü s t t e n . . . ö n c e d e n e r k e k l i ğ i t u t u l d u , s o n r a da dili... Yatırla şa ka olur mu ulan? Aklı
Evvel
Bedir
Hoca
anlatıyor,
habire bağırıyor. —; 2 6 3 —
Kasap
Osman
—
Ne d i y o r s u n aslanım sen?
Bitek sözü
anlaşılmıyor. B u n u
y o r da, ellerini
arkasından
Evi'ne g ö t ü r d ü k .
tuttuk,
zaptolmu-
kanırtıp kıvırdık,
Sağlık
Doktor, uzaktan bir bakışta anladı
da, —
Bırakın herifi, apandisit olmuş, bırakın!
Heri
fin apandisitini patlatacaksınız be!.. —
Ne
—
Ç a b u k bıçağın altına!
olacak?
Şu Aklı Evvel d e n e n k o c a sakallının ettiğine b a k biyol. Herif apandisit sancısından bağırıyor da b i r de kalkmış
Y u n u s balığı
kemiğinden
uydurma yatırın
lâfını e d e r . Doktor, Kasap Osman'ı herifin dili çözülmez m i . . .
bıçağın altına yatırınca, Bıçak korkusundan bülbül
kesilir. —
Aman doktor...
—
Ne
—
Yahu benim sancım yok.
ulan?
—
Neyin
—
Yahu, koca camus gitti.
>.
var?
dık yer k o m a d ı m , y o k . . .
Koca
göregöre. Arkamdan geliyordu.
Sabah beri arama camus y o k oldu göz Cami avlusunu dö
nerken bir de ardıma baktım, camus y o k olmuş. Çal dıkları besbelli.
Döndüm arandım,
yok... —
baktım arandım,
%
Bre O s m a n Efendi dedim, camusunu yitirdin-
se, şunu a d a m gibi s ö y l e s e n e . . .
Ağzın k ö p ü k l e r sa
çarak neye bağırıyorsun da dediğin anlaşılmıyor... A ğ a m , d e d i , kızınca ben b ö y l e o l u r u m . canın yongası demişler. gitmiş yahu...
Mal
Ne demek, koca camusum
C i ğ e r i m e ateş düşmüş, bağırmaz mı
yım. Bağırınca da kendi dediğimi kendim anlamam... Oldu olacak, bıçak altındayken de konuşma da,
bedavadan bir ameliyat ol, derdinden kurtul...
Akıl
mı var?... Kasap
O s m a n o yana çalındı, bu yana d ö n d ü ,
korucular bir yandan arandı,
candarmalar öte yan
dan dolandı, Osman'ın camusu bir türlü bulunamadı. A r a n m a d ı k ahır Hayvan
komadık.
hırsızlığının
cezası
büyük ve de
bizim
kazamızda görülmüş, duyulmuş iş değil. Camusu bir O s m a n aramıyor, a m a n y o l o l u r da bizimki de çalınır malınır diye,
herkes camusun ardına düşmüş.
Kasa
bayı geç, köyler arandı. C a n d a r m a komutanı, —
B e n o c a m u s u ç a l a n ı b u l m a z s a m , b u l u n c a da
y e r e yıkıp yıldızları saydırmazsam, bana da a d a m d e mesinler... diyor.
'
Büyük yemin içti.
Onbeş gün geçip de camus
bulunmayınca, candarma komutanı, bu sefer, —
Camusu
bulana yirmi
l i r a , hırsızı
bulana
elii
lira! dedi. Camus yok
efendi, yahu
bu
mübarek hayvan
gökyüzüne mi uçtu? Ne ölüsü ortada, ne dirisi... Ara dan bir ay geçti, candarma komutanı baktı ki zart zurt sökmüyor. - — C a m u s hırsızına a f ç ı k t ı , g e l s i n k e n d i s i n e h i ç bişey yapılmıyacak,
bir fiske vurulmıyacak!...
diye
tellâl çıkardı. Gene y o k . Ne çalan var, ne camus...
Komutan
bu sefer de, — Her kim çaldıysa camusu bıraksın ortaya, k e n di de gelsin, helâlinden benden yüz pangınotunu al s ı n ! d i y e ilân e t t i . Yok, yahu, yok...
Biz bu c a m u s d e r d i n d e y k e n ,
A v u k a t B u r h a n d a i y i c e işi azıttı, d o m u z l u ğ u n u a r t t ı r d ı . İ b r a a m B e y m i l e t v e k i l i o l d u y a , bu. a v u k a t b o z u n tusu çekemezlikten çatlayacak, ibraam Bey bu mem-
lekete her ne iyilik yapmışsa,
h e p s i n e dil uzatıyor.
Vay efendim, cami de neymiş.
Kasabada cami var
ken, yeniden cami yapmak olur muymuş. Bizim
kulağımıza
geliyor,
Zındık
Burhan
şöyle
diyesiymiş, — Yahu,
onlar namaz
kılmaz.
Eskiden
cumadan
c u m a y a c a m i y e g i d e r , c u m a namazı- k ı l a r l a r d ı . ; C u m a namazı farz bile d e ğ i l . . . Bildiklerinden m i ! Oniar far zı sünneti ne bilir...
C u m a namazına gitmeleri neye,
i b a d e t için mi? V a l l a h a d e ğ i l . . . C u m a d a n c u m a y a c a r mide buluşup, avluda d e d i k o d u y a p m a k için. Birbir lerini çekiştirecekler, namaz da bahanesi. Namaz kı l a c a k M ü s l ü m a n , b e ş v a k i t kılar. B e h i ü l ü n e r d e v u r dular? U n u t t u k mu? A s l a n parçası k o c a Behlül'ü c u ma
namazmdayken
arkasından
vurmadılar
mı?
Bun
lar başı s e c d e d e M ü s i ü m a n r p u s u y a d ü ş ü r ü r d e k a n cıklığına getirip vururlar,
bir de
Müslümanlık, taslar
lar hemı? B e h l ü i ' ü n k a r d e ş i
Ramazan
ne yaptı? A ğ a
sını
namazına
giderken
vuranm
dayısını
cuma
k a p ı s ı n d a v u r m a d ı mı?
Şimdi kime bu
cami
Müslümanlık?
Hiç değilse eskiden cumadan cumaya camiye gider l e r d i . Ş i m d i o n u d a k a l d ı r d ı l a r . C u m a n a m a z ı n a bile. camiye giden
kalmadı.
Bayramı bekliyorlar ki, maz kılalar...
Bunlar hangi
bayramdan
bayrama
Müslüman, bayram
na
Müs
lüman!... Bayram gelecek de, namaza durup, sümme hâşâ,
Allah'ı
kandıracaklar.
Evet k â f i r b ö y l e
dermiş ve
milleti
zehirlermiş.
Y a h u , biz c a m i y e g i t m i y o r s a k . . . A l l a h A l l a h . . .
Ne de
mek? İbadet de gizli, kabahat de gizli, demişler. Ko ca bir kasabaya bir cami yeter mi ya... O n u n da ki rişleri bel v e r m i ş , tepemize ha indi, ha inecek... Yâni şimdi
n'etsek gerek?
Yıkık
mescitte
secdedeyken,
damı üstümüze ç ö k e de, altında mı kalsın Müslüman?
N e d e n y e n i d e n cami y a p t ı r m a ğ a kalktık, işte b u n d a n ö t ü r ü . . . A l l a h razı o l s u n g e n e Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e yimizden;
Eksik olmasın, önayak o l d u da Gamı Yap
tırma Derneğini k u r d u r d u , Pazar y e r i n e , alana, s o k a k başlarına d e l i k l i b i r e r .tahta k u t u k o n d u . K u t u l a r
Kabe
yeşiline boyalı... ü s
t ü n d e «Ey M ü s l ü m a n - v a t a n d a ş ,
cami
inşaasına s e n
d e y a r d ı m et!» d i y e y a z ı l ı . K u t u l a r ı o n g ü n d e , i k i h a f tada bir Belediyeye getirip göz önünde açıyoruz. Bre Bey, sen bu bizim adamlarımızı adam belleme. Yahu, k u t u l a r a b a k ı y o r u z , d o l u . İki a d a m z o r t a ş ı y o r . B i r d e paradan gayri her bişey
mevcut,
yalnız
para
yok.
Herkes gönlünden ne koparsa atmış, kutuyu doldur muş ve
Kabe
yeşili' boyalı
kutumuzu
çöp
kutusuna
d ö n d ü r m ü ş ; cigara izmariti var, d ü ğ m e var, ç a p u t pa ç a v r a , k â ğ ı t yırtığı, e f e n d i m e s ö y l i y e y i m , her ne ak lına g e l i r s e v a r . y a l n ı z p a r a y o k . . . Y a h u , ş u p a z a r y e rine ç ö p tenekesi konsa, h e r k e s ç ö p ü n ü y e r e atar da, k u t u y a k o y m a z k e n , şimdi iane k u t u s u n a ç e r ç ö p d o l dururlar; A m a neye? H e p
Avukat Burhan
tezviratı... Kutudan çıkan
alçağının
paraları yermişiz...
Ulan,
para nerde ki yiyelim, çöp mü yenecek hey ocağı ha t a s ı . . . İane k u t u l a r ı n ı iki k i ş i ı h l ı y a r a k t a ş ı d ı k ç a , m i l l e t d e i ç i n d e n h a z i n e ç ı k a c a k s a n ı y o r . Biz b u p a r a l a r la cami değil, caminin kapısının mandalını yaptıramıy a e a ğ ı z . B u n u n ü z e r i n e , s a ğ o l s u n Z ü b ü k z â d e akıl e t t i d e , s u s a n ı n iki b a ş ı n a , b o y n u ç a n t a l ı iki a d a m k o y d u . -Yoldan k a m y o n m u ş ,
tomofilmiş, otobos neymiş
geçti mi, bizim çantalılar yol ortasında d u r u p elleri ni
kaldırıyorlar: — Dur!..
Ey M ü s l ü m a n l a r ,
cami
yaptıracağız,
g ö n l ü n ü z d e n ne k o p a r s a . . . Elli k u r u ş l u k ,
bir liralık
makbuzlar var,
kes
ha
k e s . . . Bilir misin, kalabalıkta insan b i r b i r i n d e n utanıp
d i n g a y r e t i n e g e l i y o r d a k e s e n i n ağzını a ç ı y o r . B u i ş
tuttu, e p i y p a r a t o p l a d ı k . V e d e k a z a m ı z d a a k s a t a açıidı. Ç ü n k ü , c a m i y e iane t o p l a y a n l a r a , aldıkları pa ranın yüzdeyirmisi verildiğinden,
boynuna
bir çanta,
bir torba geçiren yollara döküldü. Biz
iane işine
gayret vermişken,, günlerden bir
g ü n , bu bizim Tabansız Şükrü var ya... Delibozuk bir garip oğlandır.
Onun bunun kapısından
meczup. Bu Şürk'oğian,
g e ç i n i r bir
«Buldum, buldum, buldum
hey!..» d i y e b a ğ ı r a r a k , b i r y a n d a n d a e l l e r i n i ş ı k ı r d a tıp g ö b e k a t a r a k o r t a y a s a l ı n d ı . Ş ü k r ' o ğ l a n « M ü j d e m i isterim, buidum!» diyerek bağırmakta...
Partide top
lanmış, iane kutularını açmış, içinden çıkan ç e r ç ö p ü ayıklamaktayız. —
Ulan ne b u l d u n dei'oğlan? d e d i k buna.
— Müjdemi verin,
Kasap
Osman
Emmi'nin
ca-
musunu buldum, dedi. —
Deme...
—
Camide buldum. Mihrap önünde secdeye ka
Nerde oğlum?
p a n m ı ş . D e h l e d i m , h a y d a d ı m s a d a b a n a mısın d e m e di, ö l d ü r Allah kıpraşmıyor. Hepbirden sokağa döküldük, camiye vardık ki... Y a h u B e y , o k o c a c a m u s , t a r l a sıçanı
kadar kalma
m ı ş mı? O l u r i ş d e ğ i l . . . K a r a c a m u s u n b i r k e m i k l e r i kalmış, bir de kemikleri
tutan kara derisi...
Kasap
O s m a n d a k o ş u p g e l m i ş , h a y v a n ı n b a ş ı n d a «vah v a h , b e n bunu da mı görecektim» diye gözyaşını sele ver miş.
/ Aklı Evvel Bedir Hoca, —
A m m a n bu rezillik duyulmasın,
burda kalsın.
A v u k a t B u r h a n d u y a r s a , bizi t e f e k o r d a d ü n y a y a t e l lâl e d e r . . . d e d i . Besbelli şöyle olmuş.
ardısıra g i d e r m i ş .
Camus,
Kasap Osman'ın
H a y v a n bu ya, başını o yana
bu
yana vuruyor. C a m i kapısına da bir baş v u r u p .kapıyı aralayınca, içerdeki-yeşil örtüyü dalmış. Bizim caminin kapısı, bildin mi...
Kapı arkasında
çayır belleyip içeri
h a m a m kapısı gibidir, iple ağır d e m i r parçası
asılı o l d u ğ u n d a n , k a p ı y ı a ç m a k i ç i n d ı ş a r d a n sin,
i ç e r d e n ç e k e c e k s i n -ki,
itecek
m a k a r a y a bağlı d e m i r i
y u k a rı ç e k s i n de kapı açılsın, C a m u s b u n u bilir mi? Hayvan içeri
girip de çayır çimen olmadığını g ö r ü n
ce dışarı çıkmak istediyse de, olmamış. V u r m u ş ba şını, v u r m u ş
başını, kapı
doğru çekmesini camide kapalı
bilse,
kalmış.
açılmaz... açacak.
Halıyı,
Kapıyı
kendine
Koca camus bir ay
keçeyi,
döşeme tahta
larını k e m i r m i ş s e d e , s o n u n d a m e c a l d e n d ü ş ü p , m ü b a r e k h a y v a n m i h r a p ö n ü n e yığılı k a l m ı ş . E r i y e e r i y e , bir erimeyen nın
kemiğiyle derisi...
İttik, d e p t i k ,
hiç kımıldayası y o k , b e t e r o l m u ş .
van gözünü dikmiş,
hayva
M ü b a r e k hay
«Etmen, e y l e m e n bırakın can v e
reyim» d i y o r s a d a K a s a p O s m a n mal d e r d i n e d ü ş t ü ğünden
«Müslümanlar,
Allahını
seven
asılsın...»
de
d i . Bana kalsa hiç d o ğ r u d e ğ i l . • — A m a n bırakın, hayvanın d e r m a n ı yok, diz üs tünde duramaz. Buna it yalı yapıp, önüne koymalı da, hayvan yiyip canlansın dediysem de dinletemedim. C a m u s u k u y r u ğ u n d a n asılıp, b a ş ı n d a n ç e k i p z o runa ayağa diktiler. Osman'ın üstüne
Dinelmesiyle
yığılması
bir o l d u .
hayvanın
Kasap
Mübarek hayva
nın b i r k a l k ı m i ı k s o l u ğ u k a l m ı ş , o n u d a t ü k e t i p r u h u nu teslim etti. Az kaidı ki, Kasap O s m a n da camus leşinin altında yamyassı olup can v e r e . . . •alıp,
Leşi öteye
Kasap Osman'ı kurtardık. V e l â k i n , b i r a v u ç y e r d e d u y u l m a d ı k lâf o l u r m u ?
•••
A v u k a t Burhan'ın kulağına gitmiş. tutulur mu? Başladı
söylenmeye:
— 269 —
Daha onun
ağzı
—
U!an b u n l a r n e r e n i n M ü s l ü m a r a . . . Y a h u , m e s
c i d e camus kapanmış, bir ay çıkmamış da, bunların haberi bile y o k . . .
H a n i b u n l a r ı n - n a m a z ı , niyazı?
caminin imamı meyzini
.Bu
nerde? Bir silen süpüren d e .
mi y o k . İçerde ne var diye bir merak eden de mi y o k , başını kapıdan uzatan da mı y o k ? Bunlar hep kulağımıza gelir.
İbraam
Bey olsa,;
sesi soluğu kesilir ya, şimdi meydanı boş bulmuş ko n u ş u y o r . Biz bunları m e k t u p t a İbraam
Bey'e bir bir
bildirdik. İbraam Bey de partiye telefon etmiş.
Ya
kında geliyormuş. Kendisinden önce -karisi'geldi. M a şallah karı, kendini Ankara'ya çabucak uydurmuş ve de A i l a h için sahici m e b u s karısı o l m u ş .
- :
Canım, doğrusunu istersen, bu bizim Z ü b ü k de a d a m d e ğ i l . Evet, i n s a n atar, a t a r a m a b ö y l e m i atar... Atınca karşısındaki,
hiç
değilse yarısına
inanacak.
Tepeden tırnağa yalan olur mu... Z ü b ü k ' ü n karısı ilkin Ebe mış.
Hayriy'anımlara
anlat
O r d a n her biyana yayıldı. Karı milletinin ağzın
d a lâf d u r m a z . İ b r a a m B e y ' i n k a r ı s r h e r g ü n k a p ı k a p ı dolaşıp
anlatıyor.
Bunlar Ankara'ya varınca; birkaç
zaman otelde
kalıp sonra bir kat kiralamışlar. Karısı, —
K a l o r i f e r var da her bir taraf ıscacık, a y a k y o
lu bile ıscacık da, insan insanlığını biliyor.... d e r m i ş . Bir a k ş a m üzeri, telefon çalmış. İbraam'ın karısı telefona koşmuş. Kendi anlatırmış: «Bir herif t e l e f o n d a mi?" diye sordu.
"İbraam Beyefendi evdeler
"Yok, n'idecektiniz?" diye s o r d u m .
" B i r işimiz v a r d ı g ö r ü ş e c e k . . . " d e d i . " N e y m i ş . B i l d i ğimiz işse s ö y l e y i n b a n a "
dedim.
"Sen
kimsin?
raam Beyefendinin hizmatçısı neyi misin?"
İb
deyince
t e p e m attı.
«Ben İbraam Z ü b ü k o ğ i u ' n u n ailesiyim!»
dedim. Herif telefonda
sesini
toparladı,
"Affedersiniz
H a n ı m e f e n d i , biz b i r h ü k ü m e t işi k o n u ş a c a k t ı k : İ b r a a m B e y ' d e n b i r akıl d a n ı ş a c a k t ı k . " d e d i . " S i z k i m s i niz? İ b r a a m g e l i n c e k i m d i y e l i m ? " d i y e s o r d u m . " B e n Başvekilim, aradığımı lütfen söylersiniz!" der demez, ayağımın bağı çözüldü. Telefon elimden d ü ş m ü ş , ben oracığa
yığılı
kalmışım.
Az sonra
bizim
herif
geldi.
" N e o avrat, camus tezeği gibi yayılmışsın!" diye şa ka, e t t i . " B ı r a k h e r i f , B a ş v e k i l h a z r e t l e r i t e l e f o n e t t i , seni
sordu. Sana danışacakları
b i r h ü k ü m e t işi v a r
mış!" d e y i n c e ne d e s e iyi..." " . . . t i r e t dürzüyü, canımı s ı k ı y o r . H e m i akıl d a n ı ş ı r l a r , n e m i d e v e r d i ğ i m i z a k lı tutmazlar" d e di . Bizim İbraam'ın Ankara'da g r a d o s u v a r . H e r k e s o n a akıl d a n ı ş ı y o r . H ü k ü m e t o n a s o r mayıncak,
danışmayıncak
raam dersen
hiçbir adımını
atmıyor.
hiçbirine yüz vermiyor. Ankara'yı
görsen, Z ü b ü k o ğ l u aşağı, Z ü b ü k o ğ l u yukarı... k e s i n ağzıncia Z ü b ü k z â d e . . . oğlu diyorlar.
Bana da
İb bir Her
Bayan Zübük
Hergün bizimkine Başvekilden telefon
geliyor..,»; Karısı b u lâfları k o m ş u
komşu yaydı ve bunlar
bizim burda meydan maskarası oldular. Herkesin di line düştüler. Ç ü n k ü biz, Z ü b ü k ' ü n eliibin n u m a r a s ı n ı g ö r m ü ş ü z . K a r ı s ı b u h i k â y e y i a n l a t ı r a n l a t m a z biz o y u n u şıp d i y e anladık. Karışma dışardan «Ben Baş vekilim» diye telefon eden kendisi. Böyle telefon edip eve gelince de Başvekil hazretlerine ağza alınmaz lâflar s ö y l e y e c e k de caka satacak. Karısı da bunları etrafa duyuracak. rüdü.» .
Karı
«Ankara'da
n a m ı m ı z aldı
yü
diyormuş.
ö n d e n k a r ı s ı g e l d i , n a m l a r ı n ı n nasıl y ü r ü d ü ğ ü n ü
— 271 —
anlatıp k o t a s ı n ı rezil etti. Bu yetmezmiş gibi ardın dan Zübükzâde gelip üstüne tüy dikti. Gece ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplandık. toplanmamız şundan
ki,
ilçemizde
parti
pırtı
Orda ayrılığı
olmadığını gösterelim. Bu memleket hepimizin, değil mi- y a . . . Z ü b ü k z â d e g e l d i . H a k i k a t , h e r i f e m e b u s l u k yaraşmış, üstüne bir başka halâvet gelmiş.
Biz h o p
d i y e a y a ğ a k a l k ı n c a , iki e l i n i a ç ı p , — Aman
aman...
Beni mahcup
ediyorsunuz Al-
lahaşkınıza o t u r u n . . . d e d i . .
.
— E e e e i b r a a m B e y , . n e v a r ne y o k . . . A n l a t da
dinleyelim.
,
Zübükzâde
ağzından
ballar akarak
anlatıyor.
İl
kin güzel güzel anlatırken, sonradan gene ipin u c u n u k a ç ı r m a z mı? H ü k ü m e t , o n a d a n ı ş m a d a n h i ç b i r işe k o y u l m a z m ı ş . B a ş b a k a n l a sıkı f ı k ı l a r , - b i r i ç t i k l e r i a y r ı gidiyor. Zübük,
\
—— B i r g ü n s a b a h t a n a k ş a m a i y i c e ç a l ı ş t ı k , d i y o r , akşam oldu. Hep yorulmuşuz.
Başbakan,
«İbraam,
gel bu gece eğlenelim. Bir hovardalık edelim» dedi. «Ulan o ğ l u m , e t m e , e y l e m e . . . Hiç yakışık almaz» de d i y s e m d e , herif bikez azmış,
ne dediysem dinlete
m e d i m ' Kalktık, makam arabasına binip gittik. Başve k i l e «Gel s e n b u m a k a m a r a b a s ı n ı b ı r a k , bizi t a n ı r l a r . Bir taksiye binelim» d e d i m . B e r e k e t s ö z ü m d e n dışarı çıkmaz.
M a k a m arabasını
savıp
bir taksiye
bindik.
Orası senin, burası benim, gezip dolaşmadık yer komadık, velâkin göniümüzce bir uygun yer bulamadık. N e y s e uzatmıyalım, gece yarısından sonraydı, A n k a ra'nın en i ö k ü s br gazinosuna vardık. Duvarları ayna ve kadife... İncesaz da bir oynak hava t u t t u r m u ş ki, d e m e . gitsin.
Bizim
Başvekil
sağolsun,
iyidir hoştur
d a , i ç i n c e cıvıtır, i ç i p i ç i p t u t t u r d u : « İ b r a a m , ş u kız lardan b e ğ e n e l i m de masamıza ikisini çağıralım.» «U—
272
—
lan oğium etme, seni b e l k i tanımazlar. Lâkin beni b i r t a n ı y a n e d e n ç ı k a r , b i r b i l d i k "görür d e " V a y ş u m e m leketin Z ü b ü k z â d e s i n e bak, millet işini bırakmış, karı dalgasına düşmüş": der» dediysem de dinletemedim. Ben de çakır keyif olduğumdan,
pusulayı şaşırmışım
b e s b e l l i , pilavdan d ö n e n i n kaşığı kırılsın, d e y i p , ga zinonun en güzel
iki k a r ı s ı n a
işmar çekip el ettim.
Karılar, masaya ç ö k t ü . N e y s e uzatmıyalım, y e d i k içtik, garson kaptı.
hesap pusulasını
getirdi.
Ben elinden pusulayı
Başvekil
pusulayı
kapmak istediysem
de,
«Aman olmaz, bu gece sen benim misafirimsin... He saplar benden» dedi. Ne de olsa koca bir Başvekil d e y i p , ben de ü s t e l e m e d i m . İkiye katlı hesap pusula sını açıp bakınca rengi attı, benzi kül o l d u . . .
Yahu,
b u ne? İçki m i d o k u n d u , n e d i r . . . F a k a t , r e n k a t m a s ı beri b e n z e r değil, i ç k i d e n o l m a y a hiç b e n z e m i y o r . Elindeki pusulaya bir göz attım ki, hesap sekizyüz k ü sur lira... Anladım; hesabı ö d e m e y e parası çıkışma yacak,
renginin
solması
ondan.
«Ver buraya!»
diye
e l i n d e n ç e k i p a l s a m , b i r k o c a B a ş b a k a n iki k a r ı - y a nında beş paralık olacak. Ben hemen karılara çaktır madan keseye davrandım, desteden bir binlik çekip, masanın altından binliği uzattım. Ayağımla da ayağını dürtükledim.
Dürtükledim
ya, bana
mısın d e m i y o r .
Masanın altından biri, elimdeki binliği kâptı. Ben baş b a k a n aldı b e l l e r k e n y a n ı m d a k i sarı karıya kaptırma m ı ş mıyız p a r a y ı ? O r a n ı n k a r ı s ı b i r a d e r , p a r a y ı k o k u s u n d a n tanır. G ö z l e r i n i b a ğ l a d a p a r a y ı
uzat, e l i n d e
k a ç para o l d u ğ u n u bilir. D e s t e d e n bir binlik d a h a ç ı karıp gene masanın altından buna uzattım, eline t u t u ş t u r d u m . Parayı alınca bir, «Oooh...» ç e k t i , rahata e r d i . Bana da «İbraamcığım, bu
iyiliğini hiçbir vakit
unutamıyacağım, can yoldaşı ve yiğit arkadaş oldu ğ u n u g ö s t e r d i n . Yarın sabah öderim.» d e d i . B e n de
«Ne demek, arkadaşlık arasında paranın sözü mü ofur, ha s e n i n ha benim» d e d i m . Yâni d i y e c e ğ i m şu k i , g e c e m i z g ü n d ü z ü m ü z birlikte g e ç e r v e ayrımız gayrı mız y o k t u r .
-
Yahu bey, yalan icat oldu olalı, böylesi u y d u r u l m a m ı ş . U l a n b u Z ü b ü k , b i z i d e iki p a r a l ı k e d e r . B u nun burasında muhalifi var, e f e n d i m , partisizi var, ta r a f s ı z ı var... B ö y l e d e a t m a o l u r m u ? Bir hafta kadar kasabada
kaldı, her toplantıda
yeni bir atma, yeni bir yaian-doian... Hemi de eski d e n o l d u ğ u gibi d e ğ i l . Ankara'nın havası herifin at masına yaramış. Eskiden de biliriz, atardı, ama böy lesi d e ğ i l . . . Karısı b i y a n d a n ,
kendi
biyandan
atı
y o r . A v u k a t B u r h a n b u n l a r ı d u y d u k ç a s e v i n c i n d e n zil t a k ı p o y n a y a c a k . «İşte s i z i n s e ç t i ğ i n i z m a s k a r a b u . . . » diyor. N'eydelim, biz de ar belâsına «Dedikleri, evet, doğrudur» diye yalana destek oluyoruz. Biz o n u buraya A v u k a t b o z u n t u s u n u düzlesin, s e sini s o l u ğ u n u k e s s i n diye değil de, elegüne
maska
ra olsun, diye çağırmışız. Canım, bildiğin gibi d e ğ i l , herif iyiden iyiye tozutmuş. G e n e A n k a r a ' y a gitti. G i d e r k e n de bize « Ç a b u k kasabadan bir heyet toparlayın, Ankara'ya gelin, be ni
görün. Kamışlık çayına baraj yaptıracağız, bir de
kasabamıza fabrika
kurduracağız.
Heyet olup
gelin,
barajla fabrikayı isteyin ki, benim de sözetmeğe y ü züm olsun» d e d i . Kalktı gitti. Ardından
biz d e b i r h e y e t k u r d u k .
Gedikli İhsan Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza Bey, O t e l ci Satılmış Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allahın K u lu İsmail Efendi, bir de b e n heyet o l d u k . Her işe bur nunu sokar, aklı erik g e ç i n i r d i y e Bedir H o c a n a m u s suzunu da başımıza g e ç i r d i k , gittik A n k a r a ' y a . O A n kara'da bizim çektiğimiz, ah bizim çektiğimiz... Bize
ne alicengiz oyunları oynadı ki bu namussuz, hesaba kitaba gelir işler değil. Demek bizim
bir
isyanımız o l m u ş k i ,
Cenabı
M e v l â m d a b u b e l â y ı Başımıza m u s a l l a t e d i p , b i z e i b ret dersi vermiş. A m a y o k , bizde gene de anlıyacak kafa yok.
Ş ö y l e b i r hırtı
milletvekili yaparsak, geri
s i n i s e n d ü ş ü n B e y , b i z d e n n e h a y ı r g e l i r . . . Biz b ö y leyiz, bizden ne k ö y olur, ne k a s a b a . . . B ö y l e g e l m i ş , böylece gideriz. Lanetlendik mi, beddua mı aldık ne dir? Çilemizdir, çekeceğiz...
YANLIŞ
GİDİYORUZ
İlçe Ortaokul
Almanca
Öğretmeni bir
arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
Sevgili B u r d a b o ğ u l u y o r u m artık. Edebiyat y a p m ı y o r u m . Gerçekten kesiliyor.
boğuluyorum,
hava yetişmiyor,
Hıdırlık D o r u ğ u ' n d a insanı y e r e
soluğum
çaian
sert
y e l bile, ciğerlerime b o ğ u c u gaz gibi doluyor. A n c a k kendimi bilmemesiye, kendimi yitiresiye içtiğim
•za
man rahat e d i y o r u m . Her sabah dilim paslı, ağzım acı, b e y n i m u y u ş u k uyanınca, bir daha içmiyeyim d i y o r u m . K e n d i k e n d i m e söz v e r i y o r u m . kinmek,
kendime gelmek istiyorum.
birlikte yeniden havasız...
boğulmaya
Buraya gelirkenki
Şöyle bir sil Olmuyor. Günle
başlıyorum, havasızım, coşkunluğumu yitirdim,
içimden taşıp akan su, ölü toprağında göllenip batak tandı.
, B e n i k ı n ı y o r s u n , d e ğ i l mi? B u r d a n b i r k u r t u l s a m , — 275 —
b e n d e k e n d i m i k ı n a y a c a ğ ı m . İ k i n c i y j l b i t t i işte.'.. Ki şi dev olsa, bu işin üstesinden gelemez.
Uyuştum,
kaldım. B e n de onlara şimdi onlar gibi, anlamsız an N
lamsız gülerek, —
N'ööriyon
Onlar da —
heyri? diye hal hatır s o r u y o r u m :
bana,
N'ööriyon heyri? diye
halhatır s o r u y o r u m .
lıyak da gözden mi olak... diyorlar. yok;
bu bir
çıkar yol mu? Ç ö z ü m l e n m e d i gitti şu s o r u n ;
Dizden,
b a ş ta
cımız halka
gözden olmadan mı
inecekmişiz,
yüceltecekmişiz,
başkası
halkımızı
herneyse bişeyier
kendimize
mi.
yapacakmışız...
B ü y ü k ş e h i r l e r d e o t u r u p , h a l k için d ü ş ü n m e k n e k o lay...
Buraya gelmeden
düşünüyorum,
içimi
önceki
iyi n i y e t l i
aptallığımı;
bir halk dalkavukluğu
kaplamış
t ı . B i z i nasıl k a n d ı r d ı l a r , a l d a t t ı l a r , s o n u n d a , h a l k d a l k a v u ğ u yaptılar. H a l k bilir, halk herşeyi
bilir, halkta
b ü y ü k bir sezgi vardır. Yalan, hepsi yalan...
«Halk herşeyi
bilir»
dalkavukluğu bile, halkı kendilerinden ayrı,
demek
bambaş
ka, umacı k o s k o c a m a n bir dev yaratık g ö r m e k değil de
nedir?
Yalandan
dalkavukluk ettikçe,
halkı bu
sever
göründükçe
.yalanlara gerçekten
halka inanan
benim gibi tek-tük kişiler, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, geriliğin
kızgın,
sonsuz çölüne
sızan cılız
sular gibi
kuruyup, bitip gideceğiz. «Halk bilir, halk sezer» s ö z ü n d e , d i k k a t et, halkı bir küçümseme, hiçe sayma, s e v m e m e var. Yalan, bir büyük yalan içinde
uyuşmuşuz.
miyor, hiçbişey sezemiyor. yıllardan beri,
aldatılır,
Halk
hiçbişey bil
Bilse, sezse, bunca yüz
kandırılır mıydı?
Nasıl
bir u-
y u ş t u r u c u yalan b u . . . G e r ç e k t e n bu halkın bilip ö ğ r e n m e s i n i istememişiz. İsteseydik, ö n c e halkımızı b ü t ü n a c ı g e r ç e k l e r i y l e tanır, —
276
ondan —
sonra ne yapma-
mız g e r e k t i ğ i n i
düşünürdük.
Kendi
halkımızı
oluştan
üstün saymak neden, Tanrı bir okur-yazar bile olma y a n insanlara
iltimas mı yapmış?
Bilinçsiz, bilgisiz bir ülkücülükle boşa giden bu i k i yıl s o n u n d a , d ü ş ü n m e m e k i ç i n b e n d e i ç m e k t e n , ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde prafa,
otuzbir, kaptıkaçtı,
p o k e r oynayarak zamanımı ö l d ü r m e k t e n başka bir y o l bulamadım. Biliyorum, şimdi sen gelsen buraya bize n e d e r s l e r , n e a k ı l l a r v e r i r s i n . B e n d e ilk g e l d i ğ i m d e böyleydim. Dışardan sisli, kirli
camlardan kahveleri
dolduranlara bakıyordum. Bir masa çevresinde önle rindeki o y u n kâğıtlarına iğik başları, dışardan bakınca kopukmuş, yokmuş gibi, öylece duran kalabalığa kı z ı y o r d u m . G e c e l e r i ö l ü b i r ışık a l t ı n d a , kirli yüzleri
uzuyor,
sanki bir
bu adamların
dokuma fabrikasında
durmadan gidip gelen iğler gibi, bunların da kirli, y a ğ lı
iskambil
kâğıdı tutan
elleri,
havaya
kalkıp kalkıp,
kırık m a s a m e r m e r l e r i n e i n i y o r d u . K i m gelse aramıza, bir s ü r e s o n r a bizden beter olacak.
Çünkü
biz d e v d e ğ i l i z ,
insanız.
Halkı ilkin kandıran şehir aydını d e ğ i l , k a s a b a ay dını.'Kasabalı aydın, halkı şehirli aydınının sında yardımcılık,
aracılık
ediyor.
Burda
kandırma bunlar
Ge
dikli İhsan Efendi, Aklı Evvel B e d i r Hoca, Ç i f t v e r e n o ğ lu Hamza İsmail
Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allanın
Efendi,
Allah
Selâmet Versin
Murtaza
Kulu
Efendi
gibiler. . Geçen gün yine, bu adamlar toplanmış, köylünün herşeyi bildiği üstüne konuşup, '•— O ne çarıklı erkânıharptir o o o . . . d i y o r l a r d ı . G e d i k l i İhsan Efendi, çarıklı e r k â n ı h a r b i n b i l g i s i ni isbat için bir de şu olayı anlattı: «Manevredeydik. -tutmayan g ü n e y
Bizim bölük bir tepenin rüzgâr
yamacında çadırlı
ordugâha çekil-
misti.
Karanlık bastırınca,
yüzbaşı " B ö l ü ğ ü al, filân
y e r e g ö t ü r " dedi. Çadırları topladık, çıktık yola... Ha v a d a k ö t ü karanlık, g ö k t e t e k yıldız y o k .
Ben atta,
b ö l ü ğ ü n ö n ü n d e y i m . Yola çıktıktan yarım saat sonra, arkadan bir ses geldi: —
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kim o söylenen? dedim, hiç ses çıkmadı.
A r a d a n bir-iki saat geçti, gene arkadan bir ses: —
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kimdir
Gene
o?
kimse çıkmadı.
Bir zaman
sonra bir daha:
—
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kim o söylenen, çıksın!...
Ç ı k m a d ı . Saat de g e c e yarısını g e ç t i , g i d e c e ğ i miz y e r e ç o k t a n varmalıydık. B ö l ü ğ ü n içinden o "Yan lış g i d i y o r u z " ışıdı
sesi, g ü n ışryasıya s ü r d ü .
Bir de gün
ki, ne bakalım, biz o r d u g â h k u r d u ğ u m u z y e r d e
değil
miyiz...
Sabahacak olduğumuz
dönüp durmuşuz. —
"Yanlış
Bu
tepeyi
fırdolayı
sefer,
gidiyoruz"
diye
söyleyip
duran
kim
di? d i y e b ö l ü ğ ü s ı k ı l a d ı m . Onbaşılardan
biri,
*— Başefendi, Hüsün söyledi d u r d u . . . dedi. Bölükte bir Kel Hüsün var, nerdeyse tezkere alacak, daha uygun adım yürümesini beceremez. —
Gel len Hüsün buraya! d e d i m . N e r d e n bildin
sen bizim yanlış gittiğimizi? Geldi. —
Komutanım, dedi,
ordugâhtan
çıktığımızda
ürüzger benim sağ yanağıma v u r u y o r d u . Az gittik, bukez ürüzger sol yanağımı
şamarlamağa
başladı. A n
l a d ı m k i , biz t e p e d e t e r s d ö n d ü k , k a l k t ı ğ ı m ı z y e r e g i - / diyoruz.
"Yanlış g i d i y o r u z ! "
diye ses ettim. Az daha
gittik, ürüzger gene sağdan üfürmeğe başladı. Anla dım ki, gene ters döndük... seslendim.
Gene gittik...
''Yanlış g i d i y o r u z ! " d i y e ü r ü z g e r bir sağ yandan
v u r d u , bir sol yandan esti... Anladım ki, kalktığımız t e p e y i fırdolayı dönüp duruyoruz; —
Ulan Hüsün, dedim, öyleyse, kim bağırdı, di
ye sorunca —
neden çıkmadın
Başefendi, dedi, bir
dırmazdın,
"Yanlış
ortaya? Kel Hüsiin'in lâfına al
gidiyoruz!"
demesine
inanmazdın
ki...» G e d i k l i İhsan Efendi bu olayı anlatıp da, "— Köylümüzdeki
akıl
kimde var!
deyince
artık
dayanamadım... • — S e n b u n a akıl m ı d i y o r s u n İ h s a n E f e n d i , d e d i m , şehirliler d e s e n i n gibi düşünüyorlar, tıpkı senin g i b i , « H a l k ı m ı z akıllıdır, h a l k ı m ı z b i l g i l i d i r . » B u n u n n e resi
akıl?
ö n c e akılsızlık s e n d e n başlıyor.
yüzyılın ortasında da, suratına rüzgâr
insanı
Yirminci
pusula yerine kullanıyorsun
vurmasından yön
buluyorsun...
Sen bu zamanda, Kel Hüsiyin'in yanağını pusula diye Sulanırsan, b u , Kel Hüsiyin'in aklını d e ğ i l , senin akıl sızlığını g ö s t e r i r .
Rüzgâr
dediğin hep biyandan mı
eser? Ya rüzgâr bir sağdan, bir soldan değişik esseydi de, sen Kel Hüsiyin'in aklına uysaydın, yol gidiyo ruz diye t o p u ğ u n u z u n
üstünde
fırdönseydiniz
nasıl
olurdu? Böyle d e d i m ama kime dedim? Hiç bu halk bil gili, anlayışlı olsa, bu
G e d i k l i İhsan Efendi gibileri,
y o k s u l sırtından, geçinebilir mi? Halk bilir, diye halkı u y u t m u ş l a r ; biz d e b u n a a p t a l c a s ı n a k a t ı l m ı ş ı z . B u r a n ı n k ö y l e r i n i g e z d i m . İlk g i t i ğ i m k ö y d e g e c e kalmıştım. Gece helaya gidecektim. —
Helanız nerede? diye s o r d u m .
Elime bakır bir ibrik v e r i p ,
—
Buraları-hep helâ... Şöyle açıl! dediler.
Biçilmiş b u ğ d a y tarlasının içine daldım;,.dik sap* lar v e k e s e k l e r arasında k e n d i m e y e r a ç a r k e n k ö y ü n köpekleri
başıma
üşüştü.
Konuk
olduğum
evdekiler
y e t i ş m e s e , iri k ö p e k l e r b e n i p a r a l a y a c a k l a r d ı . E v d e n , k o m ş u l a r d a n köylüler çıktı.
Onlar beni çevirdi, kö
pekler onları çevirdi. En ortada, ekin sapları ve ke sekler arasında ben, ç e v r e m d e köylülerden bir halka, onların dışında k ö p e k l e r d e n bir halka. K ö p e k l e r hav lıyor, k ö y l ü l e r de k ö p e k l e r e , —
Hoşt hoşt!., diye bağırıyorlar.
A r a d a bir içlerinden biri de bana, —
Korkma Bey, korkma, keyfine bak! diye ses
leniyor. Sen keyfi
g ö r d ü n mü? A y a ğ a kalktım. En ö n d e
elimde ibrikle ben, arkada
« h o ş t hoşt!..»
ran köylüler,
havlayan köpek sürüsü...
daha dışta
diye bağı
Böyle bir törenle eve girdim. İşte heiâsız y a ş a y a n bu k ö y l ü y e biz, hiç utanma dan,
sıkılmadan, —
Sen herşeyi bilirsin . aslanım,
senin sezişin
v a r y i ğ i t i m ! d i y e sırtını s ı v a z l a y ı p o n u u y u t m a y a , k e n edimizi
kandırmaya
çalışıyoruz:
Bu anlattığım köy sin?
Kapıcılıkla.
halkı neyle geçinir, bilir mi
Bunların
gençleri
k a d ı n - e r k e k İs
tanbul'a, A n k a r a ' y a g u r b e t e çıkar, oralardaki da; apartmanlarda
kapıcılık ederler.
k ö y d e kalan yaşlı ana - babalarına para
hanlar
O r d a kazanır, gönderirler;
Beş-on yılda bir döner, k ö y e sılaya gelirler. Baba o c a ğından tam sökülmezler.
Onlar da yaşlanınca gelir,
bu kısır topraklı köye yerleşir, oğullarını kızlarını b ü y ü k şehirlere odacı, kapıcı gönderirler. Saydım, bütün k ö y d e d ö r t ahlat ağacından başka
— 280 —
ağaç yoktu.
Yağmurdan aka aka toprak
kalmamış.
Tarlalar ancak bire b i r b u ç u k , bire iki v e r i y o r . Bir kile t o h u m ekip, t o p r a ğ ı a l ı n ' t e r l e r i y l e sula y a r a k iki k i l e t a h ı l a l a c a k l a r . Y i n e d e b u kısır t o p r a k tan
vazgeçemiyorlar. Bu köylünün hepsi de İstanbul hanlarında, apar
t m a n l a r ı n d a kapıcı durmuşlar, o hanların, a p a r t m a n pembe,
beyaz
fayans döşeli
helalarını yıkayıp temizlemişler.
ların k a l o r i f e r l i ,
mavi,
Ama
köylerine dö
nüşlerinde-kendilerine
helâ yapmamışlar.
Neden? Neden böyle, diye
hiç d ü ş ü n ü y o r m u
yuz? Görgüsüzlük desen; değil, işte helanın en güze lini y ı l l a r c a
görmüşler,
temizlemişler,
kullanmışlar
da... A m a yine de kendilerine helâ yapmıyorlar. Gör m e k , t e k b a ş ı n a b i r işe y a r a m ı y o r . K i ş i n i n , o g ö r d ü ğünü alacak, gerekiyor.
benimsiyecek bir düzeye
O yere yükselmedikçe, ne
yükselmesi görse boş...
Bunlar; yıllarca temizledikleri helaların, kendileri gibi insanlar için değil, yalnız kapıcı, odacı durdukları han ve apartımanlarda y a ş a y a n insanlar için o l d u ğ u n u sa nıyorlar. ^ ş t e biz b u h a l k a «akıllı, b i l g i l i , a n l a y ı ş l ı , s e z g i l i » diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldat mışlar.
Biz d e o y a l a n l a r a a l d a n ı p k ö r ü k ö r ü n e h a l k
dalkavuğu
olmuşuz. Acı
gerçekleri
öğrensek,
öğre
t i l m e d e n , e ğ i t i l m e d e n , halkın bilgili, anlayışlı olamıyacağını k a v r a s a k , o zaman ne y a p m a m ı z g e r e k t i ğ i
ü-
z e r i n d e d ü ş ü n e c e ğ i z . A m a «Halk bilir, anlar» d e y i n c e düşünceye yer kalmıyor artık... Ş e h i r l e r i n k a l o r i f e r l i , pırıl pırıl f a y a n s d ö ş e l i h e lâlarını kullanıp da e v i n d e helası bile o l m a y a n insan lara, '
— H a l k b i l i r , h a l k anlar!., d i y e ' y a p t ı ğ ı m ı z h a l k
dalkavukluğumuza,, içine düştüğümüz aptallığa
bak...
H a l k ı d a h a ç o k s o y m a k i ç i n , bizi d e k a n d ı r m ı ş l a r , h a l k dalkavukluğunu
«Halkçılık»
Şimdi sana Aklı
sanmışız.
Evvel
Bedir
Hocayı anlatıyo
rum. K a d i f e , bir kasketi var, kasketin
güneşliğini hep
sol y a n a a r k a y a d o ğ r u ç e v r i k giyer. K a s k e t i n i n altın d a d a k i r l i , y a ğ l ı b i r t a k k e s i v a r d ı r . C a m i y e c u m a na mazına giderse, şapkayı ayakkabının yanına kor, tak keyle namaz kılarmış. Şişman tostoparlak- bir adam. Sevimli bir yüzü, cana Burdakilerin
yakın da bir konuşması var.
h e p s i ç o k tatlı
inandırıcı...
Her birinin
konuşmalarının
bu
k o n u ş u y o r l a r ; tatlı v e
inandırıcı
ne kadarının yalan
dan birbirlerinden öğrenebilirsin.
olduğunu,
kalmıyor.
Hattâ
bastırıyor. Emin Efendi
tatlı
sonra
Bana kalırsa akıllı
lıktan yana T ü c c a r d a n . E m i n Efendi, hiç de aşağı
sözlerinin,
kimi
Bedir Hoca'dan zaman
onu
bile
b a b a c a n bir a d a m , saçlarını
sıfır n u m a r a m a k i n e y l e t r a ş e t t i r i r . S u
içerken elinin
birini başının üstüne kor, kısa ve ç a r p ı k b a c a k l a r i y l e ördek gibi yürür.
Onun da konuşmasına doyum ol
maz. Burdakiler çok
sövgülü
konuşuyorlar.
Yalnız
İs
m a i l E f e n d i h i ç s ö v m e z . E n ç o k kızdığı z a m a n l a r bile* bağırmaz, s ö v m e z , kızdığı a d a m a yalnız, lu»
der.
«Allanın
kulu»
demekle
«Allahın k u
kızgınlığını
yatıştır
mış olur. Bu y ü z d e n ona «Allahın Kulu İsmail Efendi» lâkabını
takmışlar.
K a r d e ş i m , ne kadar yazsam, burda ç e k t i ğ i m sı kıntıları sana a n l a t a m a m . Karşı karşıya gelmeliyiz-de, başbaşa verip, sana bir hafta, Artık, iyice bunaldım. Beni atamaları için üstüste yok.
Hasta
on gün anlatmalıyım.
burdan başka bir okula
dilekçeler veriyorum.
olmalıymışım,
buranın
havası
da
Cevap hastalı-
ğımı a r t t ı r m a l ı y m ı ş k i ,
beni burdan
nakletsinler. Vilâyetteki hastanede
başka bir yere muayene oldum,
hiçbir h a s t a l ı k b u l a m a d ı l a r , t u r p g i b i y m i ş i m . B u r d a n uzaklaşabilmek için, hasta o l m a y a bile razıyım. D o k torlar anlamadı yorum:
ama,
Umutsuzluk,
ben hastayım. Hastalığımı kırgınlık...
Ruh
çöküntüsü
bili için-
- de gittikçe k e n d i m d e n ayrılıp b a ş k a bir insan o l u y o rum. Bu umutsuzluk, ne
yapmam gerekli olduğunu
b i l m e m e m d e n geliyor. Ne başkaları için yaşıyabiliyorum, ne kendim için...
Başkaları için y a ş ı y a b i l s e m ,
k e n d i m için d e y a ş a m ı ş o l a c a ğ ı m ı , m u î l a n a c a ğ ı m ı b i l i y o r u m , a m a nasıl?.. Sık sık ağlıyorum, ama g ü l d ü ğ ü m h e m e n hiç o l muyor. G e ç e n gün, b ü y ü k bir sinir bunalımı g e ç i r d i m . Pazardı. Sabahtan
gezmeye çıkmıştım. Karşıdan
bü-
r ü ğ ü n e b ü r ü n m ü ş bir kadın g e l i y o r d u . Kadınlar y o l d a , bürüklerinin içine öyle geziyorlar. :
dolanmış, yalnız t e k gözleri açık,
Bu denli
kapandıkları da yetmezmiş
gibi, uzaktan bir e r k e ğ i n geldiğini gördüler mi, daha elli adım ara v a r k e n
hemen önlerini
duvara dönüp,
e r k e k elli adım gsçesîye sırtları d ö n ü k , o t u r u p b e k l i yorlar,
onları
böyle g ö r m e k , insanı
insanlığından
u-
"> t a n d ı r ı y o r . O pazar sabahı, yalnız başıma
giderken, karşı
dan gelen bürüklü bir kadın gördüm. Bürüğünün için d e , a y r ı c a b i r kırmızı y a z m a y l a a ğ z ı , ç e n e s i b a ğ l ı y d ı . İ k i e l i n d e , s u d o l u iki g a z t e n e k e s i t u t t u ğ u i ç i n , b e n i g ö r ü n c e , b ü s b ü t ü n b ü r ü ğ ü n e d o l a n a m a d ı . Yalnız,
iki
elindeki
de
iki t e n e k e y i y e r e
koyup durdu. Yüzünü
ö r t ü n m e d i , sırtını d a b a n a d ö n m e d i . K ı r k y a ş l a r ı n d a . var yoktu. Nasıl oldu ben de bilemiyorum, birden ya nına s o k u l d u m d a , — Bacım,
dedim,
kimden
neye böyle kaçıyor
sun? Bu kasabada yabancın y o k ki senin... Yiğenle—
283
—
r i n , a ğ a l a r ı n , e m m i l e r i n , he'ps,i s e n d e n . K u z u b i l e k u r t tan, sizin er k i ş i d e n kaçtığınız gibi
kaçmaz.
b a c ı m ol,* n e d i r b u , s ö y l e b a n a . . . yemez.
Bak,
i ş t e s e n b a n a sırtını
Anam;
Seni bu erkekler dönüp duvara ka
p a n m a d ı n , ne i y i . . . Ya şu ağzını n e d e n y a z m a y l a k a pamışsın?.. D a h a n e l e r s ö y l e d i ğ i m i ş i m d i t a m o l a r a k -ansıyamıyorum. Ben böyle deyince kadın birden çenesindeki bezi ç e k i p ağzını açtı d a , —
Aha
gördün
Ağzında
bitek
— Neden
mü? diş
dedi. yoktu/Kızgınlıkla,
kapanırmışız!
Bizde
insan
arasına
çı
kacak surat mı kalmış... dedi. Hırsla yürüdü.
tenekelerin Donakaldım.
dınlarına
Bu kadının isyanını ş e h i r ay
anlatabilseydim.
Hiç kendimi
sarıTıp
tahtadan tutamaklarına Ağlamaya
tutamıyorum.
başladım...
Çok
kızgın v e ç o k
d u y g u l u adam o l d u m . O pazar, sabahtan i ç m e ğ e baş l a d ı m . .. Sana yazdığım
b u m e k t u b u ş i m d i z a r f l a y ı p -pos--
taya atacağım, ondan sonra... yine içmeğe... Beynim t ü m uyuşsa da, hiç d ü ş ü n e m e s e m , ç o k daha iyi... Yarın
ibrahim
m u t l a k a tanışıp Gözlerinden rim.
v
Zübükoğlu gelecekmiş.
Onunla
konuşmak istiyorum. özlemle öper,
Mektupların
DİNİNE
bana avuntu
mektuplarını
bekle
oluyor.
İMANINA DOĞRU
SÖYLE
Gedikli ihsan Efendi şöyle anlatıyordu : Bizim
heyet hikâyemizi
Zübükzâde;İbraam
Bey, —
dinlemiş
miydin
bir heyet kurun 284
—
Bey?
da Ankara'-
ya gelip, beni g ö r ü n , d e m i ş t i . Bizi B a ş b a k a n l a g ö r ü ş türecek, Cumhurbaşkanıyla
konuşturacaktı.
Biz de
ilçemize baraj, fabrika yapılmasını; isteyecektik. A m a bizim niyetimiz, barajdan marajdan önce, şu kayma kamı başımızdan atsınlar bir. Böyle k a y m a k a m mı ol u r m u ş , t a v ş a n tersi gibi bir herif, ne sıvanır, ne b u laşır... İçip içip a ğ l a m a k t a n «Vah anam, ben buralar da çürüyecek adam
mıydım?»
diye
v u r m a k t a n , diz d ö ğ ü p saç y o l u p
başını
duvarlara
ağlamaktan başka
b i r i ş g e l m e z e l i n d e n . Evet, b i r i y i l i ğ i v a r s a , İ b r a a m Bey'in
b u y r u ğ u n d a n dışarı
sabamıza on Bey'e
«Şu
çıkmaz.
paralık
yararı
kaymakamı
attır,
Neye yarar,
dokunmamış. başımıza
ka
İbraam
a d a m a , benzer
bir kaymakam göndert» diyeceğiz. Heyetçe çıktık yola, kara'yı bilirim.
Ankara'ya vardık.
Ben
An
A r k a d a ş l a r d a n kimisi hiç g ö r m e m i ş .
Biz otele indik. Aklı Evvel B e d i r H o c a , g e n e bir aklı evvellik
gösterip,
— Arkadaşlar,
dedi,
şimdi
Zübükzâde'nin
yanı
n a v a r d ı k m ı , bizi alır B a ş b a k a n h a z r e t l e r i n i n , C u m hurbaşkanı başla,
hazretlerinin
o y ü k s e k huzura
Kanunda
bile yeri
olsa
huzuruna çıkarır.
Bu üst
v a r m a k ağır hakaret gerek...
Bizi bu
görürlerse; hakaret ettik, diye tevkif
olur.
kılıksızlıkta
etseler yeridir.
O n d a n ö t ü r ü , ilkin k e n d i m i z e bir ç e k i d ü z e n v e r e l i m , kılığı d ü z e l i m , A n k a r a ' i ı k b i r a d a m o l a l ı m . Çiftverenoğlu
Hamza
Bey,
- — Evet, d o ğ r u ; d e d i , B a ş b a k a n h a z r e t l e r i , C u m hurbaşkanı hazretleri bizi Sarayda kabul. eder. Rad yolar, bağlılıklarını
bildiren
h e y e t d i y e bizi s ö y l e r .
Gazeteler heyetimizin resimlerini basar. Hiçbirimizde g a z e t e y e g e ç e c e k kıbal yok. ö n c e giyinip k u ş a n m a k gerek... •
Emin Efendi'nin boyunbağı bile y o k . Allah Selâ-
m e t Versin Murtaza Efendi'yi
sorarsan, kıçında p o
tur, ayağında çedik. B e d i r H o c a , yaz ortası, mes lâs tikle Ankara yoluna düşmüş.
İsmail
Efendi'yi
sorar
san, keten pantolu ütü yüzü görmemiş. Biz h e y e t ç e d ü k k â n l a r a daldık, g i y i m k u ş a m al dık. Fakat bu bizim bura insanı m e d e n i y e t bilmiyor. Nice giyinip kuşansa gene hiç... Bunların boyunbağlarını b a ğ l a d ı m . Ç u l u d e ğ i ş t i r s e l e r d e g e n e a l t ı n d a k i adam, .
bizim
adamımız.
Bedir H o c a y l a , Emin Efendi'ye, —
Şu
saçınızı,
sakalınızı
kırptırın
da
yüzünüz
gözünüz görünsün... dedim. Berbere vardık, traş olduk. Elimizdeki adresi so ra soruştura, ibraam Bey'in oturduğu apartımanı bul d u k . Emin Efendi, y e d i katlı apartımanı g ö r ü n c e , — de
Vallaha göğsüm kabardı arkadaşlar, dedi, bir
bizim
kasabadan
adam
çıkmaz derler,
çıkardık ki, d ü ş m a n çatlatır.
bir adam
Şöyle bir apartımanda
o t u r m a k ne d e m e k . . . AHah makamını daha da yücelt sin. Kendim burda o t u r u y o r m u ş u m gibi memnun o l d u m . . . Herhal, bizim Zübükzâde, apartımanın en üst katında otursa gerek... dedi. O r d a yanılmışız.
İbraam
. Bey,
' en alt katta otur-
m a k t a y m ı ş . Kapının zilini çaldık. İbraam Bey'in karısı çıktı. Bizi g ö r ü n c e , açtığı kapıyı aralayıp, aradan bur n u n u n u c u n u çıkarttı, y a r ı m ağızla, —
Hoş geldiniz.
Bir hacetiniz mi vardı?
İbraam
evde yok... dedi. Belli ki, gelişimizi hiç b e ğ e n m e m i ş . -— Bacı, İbraam Bey'imizi
>
nerde buluruz? diye
sorduk. —
Vallaha hiç belli olmaz,
az ö n c e s i B a ş v e k i l
hazretleri de telefonda aradı. Gene başları darda kal mış da,
İbraam'dan akıl danışacakiarmış...-
Şimdi ne yapsak? Şu görgüsüz karıya bak biyol, Ankara
karısı olduğundan
beri,
insanrığı t ü m y i t i r
miş. •
Ben y ü z ü m ü kızartıp, —
Kız g e l i n , b u
hemşeriler gelince,
nasıl y e n i h u y l a r ,
buyrun
diye
içeri
memleketten almak, ağırla
mak y o k mu? d e d i m . Burnu —
kapının dışında,
Kusura
günüm de...
kalmayın,
kendi
dedi,
içerde kadın
içerde,
böğün
misafir kabul
misafirlerim var.
Bakan
m a k a n karıları. Y o k s a b u y r u n , bir s o l u k alın, d e r d i m . —
Ş i m d i n'olacak? İbraam Bey'i
—
Meclıs'e
—
B i r d e k ö ş k m ü s a t ı n aldınız. A f e r i n ; b e ğ e n
dim,
bakın
bir.
nerde buluruz?
Orda yoksa
Köşk'tedir.
,• —
Yok, C u m h u r b a ş k a n ı köşkünde. O r d a da y o k
sa kulübe bakın. —
Ne z a m a n
-— H i ç
gelir?
bilinmez.
Döndük geriye. Ne etsek? Sora soruştura Mec l i s e gittik. M e c l i s tatil o l d u ğ u n d a n kimseler y o k m u ş . Gene de sora
soruştura köşk'e vardık.
Nöbetçi
as
ker youmuzu kesti, —
Köşk'te Zübükzâde olacak
aslanım,
içeri
bir
haber sal, hemşerilerin geldi diye ilet... dedik. Nöbetçi, —
N e c i d i r , ne iş y a p a r m ı ş ? d e d i .
Zavallı —
asker,
ne bilsin Zübükzâde'yi?
S e n b i r h a b e r ilet, k ö ş k t e n b i l i r l e r , d e d i k .
Nöbetçi telefon
etti.
Yanımıza b i r a d a m
katıp,
bizi b a h ç e d e n içeri aldılar. Bir b ü y ü c e k e v d e bizi bir adamın
karşısına
-— K i m i —
çıkardılar.
arıyorsunuz? dedi.
Zübükzâde
İbraam
Bey'i...
—
K i m .dedin? K i m d e d i n ?
Ş u n a b a k , h ü k ü m e t i n akıl d a n ı ş t ı ğ ı b i r k o c a -İb raam Bey'i
bilmez de sorar...
Bedir Hoca, - — O ğ l u m , s e n i ç e r i h a b e r v e r , o n l a r ;bi!ir İ b r a am B e y ' i . . . d e d i . —
'
'
Ben b i i m e z s e m kim bilirmiş. N e c i , neyin ne
si bu İbraam Bey? Ne iş yapar? —
Ne iş yaptığını bilmeyiz, lâkin mebustur.
?:
~— M e b u s mu, Allah Allah... Hiç bu adda bir me bus tanımıyorum. Neydi, neydi? —
Zübükzâde İbraam...
M e b u s canım. Biz seç
tik, buraya g ö n d e r d i k . Emin Efendi, İsmail Efendi'nin k u l a ğ m a , —
İçime bir kurt yeniği düştü, bu Z ü b ü k itinde
oyun çoktur. Sakın mebus oldum diye bizi aldatma sın...
d e y i n c e İsmail Efendi kızdı,
—
Sus, o nasıl söz...
Cahil kafanla işleri t ü m
karıştırma. Oturduğu apartımanı g ö r d ü n işte... —
Orası doğru, mebus olmayanın...
A d a m bize bir kitap g e t i r d i , ö n ü m ü z e açtı, —
İşte m e b u s l a r ı n .resmi b u r d a , ' a r a y ı n bulun!=
Araya araya bulduk. — .
İşte bu i
Adam, —
Siz
kimsiniz?
dedi.
— - B i z heyetiz, dedik, Zübükzâde'mizi göreceğiz d e . bizi C u m h u r b a ş k a n ı h a z r e t l e r i n e n e y e g ö t ü r e c e k , ; Adam hemen telefonu
açmasıyla
Zübükzâde'yi
buldu: v
— İbraam Bey, ben Cumhurbaşkanlığı başyave
r i y i m . M e m l e k e t t e n sizi g ö r m e ğ e h e m ş e r i i e r i n i z g e l miş... '
O da, - — Eve b u y u r s u n l a r . . . d e m i ş o l a c a k . —
283
—
Yeniden evine d ö n d ü k . Bu sefer anası çıktı, •*— İ b r a a m az ö n c e b u r a d a y d ı . A c e l e h ü k ü m e t t e n çağırdılar da oraya gitti. Size de mahsus selâmı var. Kusura kalmasınlar, yarın gelsinler... dedi. Geceyi otelde geçirdik. eve damladık.
Bu
kez
Devrisi gün, sabahtan
karşımıza yabancı
bir avrat
çıktı: —
İbraam Bey yok...
—
Karısı
nerde?
-T Altı aylık y a p t ı r m a ğ a b e r b e r e gitti. —
Anası
nerde?
—
Komşuya gitti.
D ö n d ü k . Otelin kahvesine daldık. Emin Efendi, —
Y a h u b u altı a y l ı k y a p t ı r m a k d a n e y m i ş ? d e d i .
—
Ş e h i r d e karı kısmı, b e r b e r e gidip kendini al
tı aylık yaptırtır... d i y e anlatınca h e p şaştılar. Akşama eve gittik, y o k ; sabaha gittik, yok... Beş gün
arkasından
koştuk.
Bizim
beyaz göynekler kir
lendi. Birer d a h a aldık. Gideriz evine
«yok!»
derler. Bunlar bizim göre
neği, geleneği toptan unutmuşlar... «Buyur içeri, bir kahvemizi
için de soluklanın!» d e m e k y o k .
Baktık olacağı y o k . Kapıya n ö b e t ç i k o y a l ı m , de dik. Herbirimiz birer saat
kapıda
nöbet
Birgün de böylece bekledik, gene yok...
tutuyoruz. Yahu
bu
herif evine bacadan girmez ya. Artık iyice umudu kes tik, d ö n m e ğ e karar verdik. oturmuş —
Birgün otelin kahvesinde
konuşuyoruz. Bu namussuz, bir daha m e m l e k e t e hiç d ö n m i -
yecek mi... dedim. Bedir Hoca, otel köşelerinde
para tüketmekten
bıkmış, —
Hangi yüzle gelecek? Biz bunun suratına t ü -
k ü r m e z miyiz, t ü k ü r ü k l e b o ğ m a z mıyız... d e d i .
Emin — lıya
Efendi,
Hiç de bişey yapamayız,
bağlar,
dedi, gene
işi t a t
derken evdeki
bulgur
görürsünüz.
Dimyata pirince gidelim
dan olduk, ö y l e ya, buraya geldik ki, fabrika isteye lim, baraj isteyelim, yeni bir
kaymakam
isteyelim.
G e ç t i k hepsinden, şu A n k a r a g u r b e t i n d e parasız ka lıp d a m e m l e k e t e z o r m u d ö n e c e ğ i z n e . . . Biz otelin k a h v e s i n d e b ö y l e para
çekmecesinin
Acımış da —
başına
konuşurken, otelci
oturmuş,
bizi
dinlermiş.
bize,
S i z i n d e r d i n i z ne? d i y e s o r d u .
Anlattık. —
Onun kolayı var, ben şimdi bulurum.
—
Nasıl?
—
Evine
'
—
Sen ne diyorsun
telefon
gündüz nöbet
ederiz. ağam,
tutmaktayız.
biz k a p ı s ı n d a
Herifin eve
gece-
geldiği
mi
var?... —
Durun
siz...
Otelci, Zübük'ün evine telefon etti. —
Burası
Meclis,
. ibraam
sordu.
Bey orda
mı? d i y e
,
N e d e r s i n , İ b r a a m z ı r t d i y e k a r ş ı s ı n a ç ı k m a z mı? Otelci telefonu bana verdi. —
İbraam
Bey,
şükür görüştüğümüze, ben
İh
san... dedim. —
Vay
İhsan
Beyefendiciğim...
diye
söze
giri
şince anladım k i , beni b a ş k a bir İhsan sanmış, —
Ben
—
O
Gedikli
İhsan...
İhsan Efendi,
dedim.
hoş geldin,
safa geldin. Ye
ni mi geldin? —
N e d i y o r s u n İ b r a a m B e y , d e d i m , biz h e y e t ç e —
290
—
geldik.
Zatınızı
aramaktan Ankara'nın
kaldırımlarında,
sersefil, perperişan olduk. —
Ne d i y o r s u n . . . t u . . . v a y anasını... Yahu size
evin adresini de vermiştim.
D e m e k bulamadınız, vah
vah... Nasıl
söğmezsin
şimdi?
Hadi sus,
dedim,
gene
kendime. . Kalktık heyetçe evine vardık. Bizi bir karşılama, bir karşılama,
yere
göğe koyamıyor.
Sarılıp sarılıp
öpüşüyoruz. Anası —
d e r s e n bize,
Ah o ğ u l l a r ı m . . . d i y o r da bir daha d e m i y o r .
İki
aralık,
—
Ah ihsan Efendi o ğ l u m a h . . .
Z ü b ü k ' ü n anası
beni
dışarı
çekti:
Benim bitecik
o ğ l u m u hiç sorma. Ankara kahpelerinin
eline düştü.
G e c e s i gündüzü hiç belli d e ğ i l . A m a n o ğ l u m , o y o ğ lum...
'
Z ü b ü k surdan burdan konuşuyor. Gene hep* es ki t ü r k ü s ü . H ü k ü m e t i n her bir işini
buna danışırlar-
mış.
kalmamış.
Vere vere
gayri
k e n d i n d e akıl
Her
b i ş e y i a n l a t ı y o r d a f a b r i k a d a n , b a r a j d a n lâf y o k . Ya hu
biz b u r a y a n e y e
geldik?
Konuşa
konuşa
akşamı
ettik. Gayri otele dönmenin zamanı... —
Eh İ b r a a m B e y , b i z e m ü s a a d e .
—
Ne d e m e k . . .
K ı r k yılın
başı
gelmişsiniz,
m e k olur mu? Bu g e c e misafirimsiniz.'
git
Dünyada bı
r a k m a m . Olmaz t ö b e . . . Yahu, ele güne karşı... Bir de göz kırptı: —
Bu gece eğlenelim k i . . . Ankara neymiş,' gör
meli... D ü ş t ü ö n ü m ü z e , ç ı k t ı k y o l a . Bizi o t o m o b i l e b i n d i recek, bir o t o m o b i l e sığışamıyoruz. İki o t o m o b i l e d o luştuk.
Zübük'le dört
arkadaşımız
öndeki arabada,
biz arkalarındayız.
Herhal ö n d e k i n i n parasını Z ü b ü k
v e r d i . Emin Efendi bizim arabanın ş o f ö r ü n e , —
Kaç para oğlum? dedi.
—
Yedibuçuk
Emin Efendi
lira. bana,
•— S e n v e r de s o n r a hesaplaşırız... d e d i . . P a r a y ı v e r d i m . B i r y e r e g i r d i k , ö n d e Z ü b ü k . . . İb raam Bey'i gören, —
Buyrun Beyefendi... diye eğilerek yerlere ka
panıyor. Z ü b ü k , eğilen herifi geçtik mi, —
T a n ı r l a r benî, h e p s i t a n ı r . . .
Bunlara ç o k iyili
ğim dokunmuştur... diyor. Bak şu alçağa? Garsonlar selâm verip eğildikçe «Tanırlar b e n i . H e p s i n e iyiliğim vardır» d e m e z mi, in sanı
çatlatacak. Bizi hiç dünya
bilmez sanıyor. Ulan
b i z . . . Biz n e l e r , n e y e r l e r g ö r m ü ş ü z . B u r a s ı l ö k ü s b i r lokanta. Yedik içtik... —
B u r d a n çıkıp eğleneceğiz... d e d i .
Hesap gelince, herkes cüzdana davrandı, ben de d a v r a n d ı m . N a s ı l o l s a , bizi ç a ğ ı r a n Z ü b u k , p a r a y ı d a verecek olduğundan
herkes
paraya
davranmış.
Hep
birbirimizin eiini tuttuk, sen v e r e c e k s i n , ben v e r e c e ğim diye itişmeğe başladık. Zübükzâde, —
Hött!.. diye bağırarak ağalığını g ö s t e r d i . M a
sanın üstüne bütün bir binliği k o y d u . G ö r d ü n mü sen ağa
adamı? G a r s o n parayı aldı, gene g e t i r d i : ; —
Affedersiniz,
bozamadık.
^
Bozukluğunuz
yok
mu? Zübük ceplerini
karıştırdı. Eyvah ki
eyvah," g ö r
d ü n mü, bozuğu yok. Nasıl olsa Emin Efendi, «Sen he—
292
—
sabi ver, sonra, üleşiriz» d i y e c e k . B e n o n d a n atik davranıp, —
S e n v e r hele Emin Efendi, s o n r a hesaplaşırız,
dedim. Emin
Efendi yüz lirayı v e r i n c e öleyazdı.
Oradan
çıktık, arabalara bindik. Herif c e b i n d e n binlikten aşa ğı
para taşımıyor.
Ş o f ö r ü n p a r a s ı n ı g e n e biz v e r d i k .
B u s e f e r iyi b i r y e r e g e l d i k , Karılar
hamamda
gibi
yarı
cennet misâli bir yer.
soyunuk.
Çalgılar desen
takım takım. Şükürler olsun, benim çok bar mar gör müşlüğüm var ama, vel
Bedir Hoca,
böylesini
Zübük'e
görmemiştim. Aklı
selâm verenleri
Ev
gördükçe
şaşalıyor: —
Yahu,
herkes tanıyor İbraam
Beyi be...
Olur
iş d e ğ i l . . . Zübük de, —
Tanırlar... Ç o k iyiliğim vardır bu itlere... diye
gert gert geriniyor. G a r s o n iki m a s a y ı b i r l e ş t i r d i .
Oturduk,
Zübük
soruyor: —
Ne içersiniz ağalar, s ö y l e n !
Ben yekten, —
Fiski!.. d e d i m .
Çiftverenoğlu da,
benden duyunca,
•— Bana da fiski!.. dedi. Emin Efendi, —
A n c a birlik, kanca birlik, benimki de fiski o l
sun... dedi. Bedir Hoca, —
Ulan fiski de ne
Allah muşum.
bilir ya, Allahın
fışkı? d e d i .
b e n f i s k i y i i ç m e m i ş i m , adını d u y
Kulu
İsmail
Efendi,
-—Babandan gördüğünden şaşma! aslan sütüdür... dedi.
Rakı i ç e l i m ,
Aklr Evvel lümanlık —
Bedir Hoca,
sakalını
sıvazlayıp
Müs
taslıyor: Ben içmem!..
—. A m a n e t m e h o c a , ulan s e n evinde k a ç a k ra kı ç e k e r de küplen rakı devirmez misin? —
Sus, töbe de! Duyan da essah beller...
Emin Efendi bir sağından bana, bir solundan A l lah S e l â m e t V e r s i n M u r t a z a E f e n d i y e , —
Aman,
diyor,, aman
davranın
da ç o k içelim.
H e m de içkinin en pahalısı hangisiyse o n d a n getirte lim. —
N e y e Murtaza Efendi?
—
Neyesi v a r mı kardaş? Herifin c e b i n d e binlik.
B u r d a da bin lirayı b o z d u r t a m a z s a , yandık.
Hesabı
bize ödettirecek... Su gibi fiski içiyoruz. Allahın Kulu
İsmail Efen
di, —
B e n , bu f i s k i d e n hiç b i r ş e y anlamadım, aslan:
sütü gelsin. Babadan gördüğümüzden şaşma! dedi. D e r k e n , Z ü b ü k mü işmarı çaktı, y o k s a m buranın göreneği
ney
mi,
masamıza
karılar doluştu.
Murta
za Efendi, Karıların gelmesini
b e ğ e n d i m , dedi, hiç mi
d e ğ i l s e k i z - d o k u z y ü z lira
—
masraf olur da Zübük'ün
b i n lirasını bozarlar. Ben bu bar dalgalarını bilirim; bilmesem de es ki arkadaşlarımdan ç o k dinlemişliğim var. Bu karılar g e l i n c e biz b u r a d a n b i r - i k i b i n l i r a y l a z o r k a l k a r ı z . Aklı
Evvel
Bedir
Hocayı
görsen
şaşarsın.
San
karıyı nerdeyse kucağına oturtacak. Sarı karı, Bedir Hoca'nın sakalını —
okşayıp okşayıp,
Hacı e f e n d i . . . diyor.
Aklı Evvel
helâli, haramı
unutmuş,
sarı karının
ağzına dayadığı kadehi bir-iki d e m e d e n içiyor.
B e n i m payıma karının en hası d ü ş m ü ş , h e m i yaz lık h e m i kışlık bir avrat, elimi atıp n e r e s i n i t u t s a m avucum doluyor. En son —
hatırladığım, karının beni,
Gel şekerim!
diye locaya
sokması,
ondan
sonrasını hiç b i l d i ğ i m y o k . G ö z ü m ü açtım ki o t e l d e k i odadayım.
Karyolalarda öteki arkadaşlar
uyumakta.
Bitişik odayı açtım, ordaki arkadaşlar da horluyor. Bunları —
dürterek
uyandırdım.
Kalkın, davranın arkadaşlar!
Yahu
bir heyet
değil miyiz? B u r a y a u y u m a ğ a mı geldik? Uyananın —
Ben
kimisi, neredeyim?
Kimisi, —
Ben
buraya
nasıl
geldim? V ı ş ş ş L
H i ç b i r i m i z i n b u r a y a nasıl
geldiğimizi
diyor. bildiğimiz
y o k . Allahın Kulu İsmail Efendi, —: A m a n beni bırakın, kıpraşacak mecalim yok... dedi. . Evet, h e p i m i z k ü p e basılı hıyar
turşusuna dön
müşüz. Bir de baktık, Aklı Evvel Bedir Hoca y o k . —
Bedir Hoca'ya
n'oldu?
Herif ortalarda yok.
Emin Efendi su
dökmeğe
gitti, heladan dönüşünde, —
Heyvaah,
ben
bağırarak, yeri göğü
çarpılmışım
arkadaşlar!., diye
ayağa kaldırdı,
otel başımıza
toplandı. Emin Efendi durmadan bağırıyor: — ma
Ulan, polis y o k mu, zaptiye y o k mu, candar
nerde?
vaah...
Kahpeler beni soymuşlar...
Yandım ey-
Beş kuruşum kalmamış...
Murtaza Efendi
bunu yakasından tutup bir yana
ç e k t i : ••••••••• —
Sus heyri, gazeteler duyar da,
fabrika iste-
meye gelen
heyeti
bar karıları
soydu
diye
yazarsa,
bir daha m e m l e k e t e de dönemeyiz. A m a n sus!.. —
S u s u l u r mu?
Sekiz yüz
pangonot yok...
iman y o k mu alçaklarda, cıgara
Din
parası bırakmamış
lar...: —
A m a n sus, memlekete dönesiye hergün
bir
paket birinci, cigaran b e n d e n . . . Emin Efendi'yi susturmaya çalışan Murtaza Efen di elini k e s e y e atıp da b u l a m a y ı n c a , d ö r t yanına b i r çalındı, t o p a ç gibi fırfır d ö n ü p , —
Heyvaah,
soyulmuşum
Müslümanlar!,
diye
feryadı bastı. A m a n sakın, diyerek, ben de elimi iç c e b i m e at tım. A t m a m l a ben de «Aman aman, hey...» t ü r k ü s ü ne g i r i ş t i m . Bizi
h e p s o y m u ş l a r . Biz d ö v ü n ü p ç a l ı n
dıkça, otelci güler, kahveci güler,
müşteriler güler.
A n k a r a milletine rezil o l d u k ki hiç s o r m a . Çiftverenoğlu —
Hamza
Bey,
Arkadaşlar, daha
burda
durulmaz,
hemen
memlekete dönelim... dedi. —
D ö n ü ş parası
nerde
heyri?
Dilenecek miyiz
buralarda? Hamza Bey, ihtiyatlı herif, ne olur ne olmaz d i ye ceketin astar içine keseyi dikmiş. Karılar b u l d u k larını seyi
almışlar, aramışlar taramışlar, bulamadıklarından Hamza
astara
dikili
ke
onu yürütememişler.
Bey,
•— Yol paraları b e n d e n , b o r c u n u z o l s u n . D ö n ü ş te verirsiniz... dedi. B e n i m ü s t ü m d e d a h a b e ş y ü z lira v a r . mış, y ü n
çorabın
içine
koymuştum.
O n u ayır
Karılar
onu
da
bulamamış. ö b ü r arkadaşların da
şuralarına
buralarına
para
sakladıklarını bilirim ya, Hamza Bey'den başkası pa-
ram var, demiyor. En avanağımızın o o l d u ğ u b u n d a n da belli işte... Dönelim dönmeye ya, Bedir Hoca nerde?
Onu
burda k o y u p gitmek olmaz. Murtaza Efendi, —
Bedir Hoca gene aklı evvel olduğunu göster
d i . A l l a h bilir, sarı karının
koynundan
çıkmamıştır,
dedi. Bizim yanımızdaki karılar, n'oldu, biz nasıl bu otelin yolunu bulduk? Bütün gün cak.
uyuyakalmışız.
Bedir H o c a y ı
nerden
Nerdeyse akşam
bulacağız
ola
diye düşünüp
d u r u r k e n , Hoca inleyerek, ıhlayarak geldi. Başı, gözü h e p sarılı sarınmış.
a m a nasıl Ihlıya
sarılı,
gömleğini yırtıp kafasına
pıhlıya gelmesiyle,
döşeğin
üstüne
düşmesi bir oldu. —
O c a ğ ı n bata H o c a , y o k s a g ü r e ş t e sarı
karı
ya y e n i k mi düştün? Bu ne? Bedir —
Hoca,
Yoldaşlar,
ben sabaha çıkmam,
artık - eksik
h a k k ı n ı z ı h e l â l e d i n . . . d e m e z mi? —
Aman Hoca,
—
Yok...-Benim
Allah
geçinden versin.
O
nasıl
söz? n e iyi d a y a n d ı m .
O
ömrüm tamam' hemşeriler. kadar köteği
Ge
öküz yese dayan
m a z ö l ü r d ü . İyi d a y a n d ı m a ğ a l a r . . . —- Maşallah... saba
halkına
Biliriz dayanıklısın. D ö n ü ş t e
dayanıklı
olduğunu
anlatırız.
Bu
ka senin
y e d i ğ i n d a y a k k a r ı s o p a s ı mı? - — K o n u ş a c a k d e r m a n ı m y o k . . . Yalnız k a r ı s o p a sı olsa cana minnet. Bir o r d u erkek başıma doluştu. S a b a h a c a k sopa çaldılar. Biri y o r u l u p bırakınca, biri aldı s o p a y ı . . .
Kırılmadık kemiğim,
çürümedik etim
kalmadı. —
N e y m i ş zorları, ne isterler sen garipten?
— Ne i s t e y e c e k l e r , p a r a . . .
B e n o rakı
zıkkımın
d a n sızmışım ölü g i b i . S o p a y l a k e n d i m e g e l d i m . «He sabı ver!»
dediler.
Hesap dediği
üçbin
üçbin liralık ne y e d i m , içtim, olamaz!»
lira...
«Ben
dediysem de
siz, h e s a b ı v e r e c e k d i y e b e n i b ı r a k ı p g i t m i ş s i n i z . nasıl
arkadaşlık?
Cüzdanı
önlerine
attım.
«Alın
Bu sizin
olsun, başka da on param yok!» dedim. Cüzdandan i k i y ü z e l l i p a n g n o t ç ı k t ı . « P a r a y ı v e r , k e m i k l e r i n i ezer, seni
toz ederiz!»
dediler.
«Tiftiğimi
atıp
külümü
sa-
vursanız, başka param yok!» d e d i m . «Ulan hacı ağa, biz sizi biliriz. S e n i n g i b i ne molozlar, ne k o z a l a k l a r elimizden billâha
geçti,
yok...
çıkar parayı!»
Bastılar sopayı,
dediler.
Vallaha y o k
bastılar sopayı.
Bak
tım kurtuluş yok, «Aman durun şu iç gömleğime di kili k e s e d e ölümlük dirimlik üç beş k u r u ş u m var. Alın a n a n ı z ı n a k s ü t ü g i b i h e l â l o l s u n » d e d i m . G ö m l e k t e n k e s e y i s ö k ü p aldılar, payı...
bin lira çıktı. V u r d u l a r s o
«Aman etmen, eylemen!.. Kuşağa dikili kese
d e k e f e n p a r a m v a r , alın h e s a b ı n ı z ı d a ü s t ü n ü b ı r a kın!..»
Beşbin pangnotun
hepsini
aldılar.
r u k , b e ş b i n liralık k e f e n senin gibi
«Ulan
mo
uyuz çakala ç o k
d e ğ i l mi?» d e d i l e r . «Para d a p a r a , p a r a d a p a r a » d i yerek
vurdular ha vurdular.
devretti,
nöbetleşe döğdüler.
Yorulan
sopayı
«Para v a r s a ,
ötekine bulun a-
lın!» d e d i m . « U l a n , b i z s i z i b i l m e z m i y i z , s i z i n s a k l a dığınız y e r d e n
parayı şeytan bulamaz. Çıkar keseyi!»
Sabah oldu. Baktım leşim ellerinde kalacak. Uç kur deliğindeki döğerler.
«Yahu
paraları siz
boşaltıp
verdim.
Zübükzâde'nin
Daha
bunca
da
iyiliğini
görmüşsünüz. A k ş a m hepiniz önünde iki kat olur eği l i r d i n i z . B u e t t i ğ i n i z a y ı p d e ğ i l mi? Z ü b ü k z â d e d u y a r s a , s i z e b u r a l a r ı n ı d a r e t m e z mi?» d e d i m . « K i m m i ş o Zübükzâde?»
dediler".
«Mebusumuz
İbraam
Bey...»
d e y i n c e b u n l a r b ü s b ü t ü n kızıp, « P a r a y ı s e n d e n a l a c a -
•ğımızı s ö y l e y e n - h e r i f m i ? . . da...» diye kantarlıyı
Hay sana da m e b u s u n a
bastılar. S a b a h
olunca,
kuyruk
s o k u m u m a bir t e k m e indirip beni kapı dışarı ettiler. Ş o r a sora, sürünerek akşama kadar ancak otele ge lebildim. Ben öldüm... sabaha çıkmam...» —
Şu yüzünü,
gözünü
aç,
nedir sarınıp
sarma
lanmışın? —
Aman
açmayın!
diye
yakarmağa
Zorla, çaputları kafasından
başladı.
çektik.
Amanııın...
Bir de ne baksak, Aklı Evvel Bedir Hoca'da saka! bı yık
kalmamış,
tüs
bırakmamışlar, cascavlak
kaş
kirpik yok,
herifin
—
U l a n H o c a bu ne?
—
Sormayın kardaşlar, elimi,
bağladılar, cavlak — müşler;
kellemi
hamam
suratında
tüy
etmişler.
otuna
kolumu,
ayağımı
bulayıp beni
böyle
ettiler. A m a n hoca, seni hamam y o k s a dahası
oğlanına
döndür
d a y a r mı?
Aklı Evvel Bedir Hoca'nın gözleri doldu•
— A r k a d a ş l a r , dermanım tükendi.
Pantolonumu
çıkartın. Pantolon ağına dikili bir k e s e vardır. Keseyi hepinizin gözü ö n ü n d e açın. ö l ü r s e m c e s e d i m y a b a n i l l e r d e s ü r ü n m e s i n . B u p a r a y l a b e n i m e m l e k e t e taşır, o r d a gömersiniz. Ve de suratımın bu halini, v ü c u d u m u n çürüklerini sülâlemden ve muhaliflerden ye
kimse
göstermezsiniz. Biz e r t e s i s a b a h h e m e n A n k a r a ' d a n d ö n d ü k . İlk
işimiz Kasap Osman'a bir dana k e s t i r m e k o l d u .
Ka
sap O s m a n , dananın tulumunu çıkardı. Aklı Evvel Be d i r Hoca'yı dana tulumunun içine d o l d u r u p döşeğine yerleştirdik. Bir hafta diyende tulum kurtlandı; k o k u dan
Aklı Evvel'lerin
hanesine yaklaşılmaz
oldu.
H o c a y ı , d a n a t u l u m u n d a n sıyırdık,'-aldık. z e l c e hamamda terletip yıkatıp
Bir gü
içinin zehirini
aldık.
Koca
Hoca, tüy tüs kalmayınca sovanın
d ö n m ü ş . H o c a iki a y e v i n d e n d ı ş a r ı
cücüğüne
çıkamadı. Yeni
d e n kaş, kirpik edinip, saç sakal çıkınca evinden çı kar oldu. Biz Ankara'dan dönüşün,
baktık ki, bizim s ü m
sük kaymakamı da burdan başka yere tayin etmişler, herif gitmiş. Kaymakama Tahrirat Kâtibi diyor. Hiç k a y m a k a m
Rıza
Bey vekâlet e-
gelmeseydi, çok daha iyiydi.
Rıza B e y n e o l s a b i z i m adamımız,' b i z d e n . . . Kaymakamın
gidişinin
ayındaydı,
Çiftverenoğlu
Hamza, Z ü b ü k İbraam'dan bir mektup aldı. M e k t u b u bize o k u d u . İbraam d i y o r k i :
«Kaymakamı değiştir,
dediniz. Ben de sizin şikâyetinizi
İçişleri
Bakanına
söyiedim. Kaymakam hakkında tuttuğunuz şikâyetna me varakasını Bakanlar Kurulu'nda o k u d u m . Sizin şi k â y e t i n i z d e yazılı
olduğu gibi,
k a y m a k a m ı n gizli d i n
taşıdığını, y ü z ü m ü z e g ü l ü p a r k a d a n sunu kazdığını, muhaliflerle
partimizin
onları desteklediğini, memlekette deşlik havasını ve
millî
kuyu
gizliden pazarlığa girip ikilik yaratıp kar
birliğimizi
muhaliflerle selâmlaştığını, oturup
bozduğunu,
hattâ
konuştuğunu yet
mezmiş gibi, bir de üstelik muhalif partinin ilçe başkaniyle tavla o y n a r k e n ve gizliden rakı içtiklerinin t a r a f ı m ı z d a n g ö r ü l d ü ğ ü n ü h e p a n l a t t ı m . «Ya b u k a y m a kamı burdan sonrasına
atarsınız, ya da beni
karışmam
beni kırmadılar,
haa!»
dedim.
küstürürsünüz, Eksik
olmasınlar,
kaymakamı vekâlet emrine
Belki de mahkemeye verilecek.
Şimdi
aldılar.
size yeni
bir
k a y m a k a m g ö n d e r i y o r u m . Denersiniz bir. Baktınız o l m a d ı , b e ğ e n m e d i n i z , y a z ı n b a n a , o n u d a a t t ı r ı r ı m . Ye ni gönderttiğim kaymakamı
sınayın,
işinize yarıyor,
memlekete ve partimize hizmeti oluyorsa orada kal sın. Olmazsa, bir başkasını düşünürüz.
Memlekette
ç o k ş ü k ü r k a y m a k a m kıtlığına kıran g i r m e d i y a . . . F a b r i k a i ş i , b a r a j işi i ç i n h i ç t a s a l a n m a y ı n . F a b rika ve baraj
için
kında
izniyle
mız
Allahın
kuruİup
dan çıkan kör
b ü t ç e d e n ö d e n e k ç ı k a r t t ı r d ı m . Ya
bacası
barajımız dikilecek.
yapılacak ve
fabrika
Fabrikamızın
bacasın
dumanlardan muhalif
rezillerinin gözleri
olacak...» M e k t u b u dinleyince şaştık kaldık. Biz g i d e n kay
makam için
şikâyet mikâyet yazmadık,
t u t m a d ı k , b u n e iş!.. selâm cık,
zabıt
mabıt
Garip kaymakamın muhaliflere
melâm verdiği tüm yalan.
dairesiyle evinden
Fukara
dışarı ^çıkmazdı
kaymakam-
ki
korkusun
dan, muhaliflere selâm vere... Hamza — ni
Bey,
Ben anladım, dedi, bu Zübük'ün çevirdiği ye
bir dolap...
Bizim
ağzımızdan şikâyetname
yazıp,
altını da bizim y e r i m i z e imzalamıştır. Bu m e k t u b u y a z ı y o r k i , i l e r d e s o r u ş t u r m a n e o l u r s a «Evet biz ş i k â yet etmiştik»
diyelim.
Kaymakamın yeni
gidişinden onbeş
gün
kaymakam geldi. Tahrirat Kâtibi
kadar sonra
Rıza
Bey anla
tıyor. Bir gün bir adam hükümete çıkagelmiş, —— Benim odam neresi, gösterin demiş. Kaymakam odacısı, adamı yabancı görünce, —
Yanlış geldin, burası otel değil hükümet... de
miş. '
Adam, —
Bey kaymakamım!
deyince
odacının
korku
dan az daha dudağı yarılacakmış... —
Buyur!
diye bunu
kaymakamlık odasına sok
muşlar. Hemen Tahrirat Kâtibi
Rıza
Bey tebrike ge
lip, —
Hoş geldiniz Beyefendi!
demiş.
B u k a y m a k a m bizi ilk o n g ü n b i r s ı k t ı , b i r s ı k t ı , — 301
—
h i ç s o r m a . . : B i z b u n a u y g u n dille,, k e n d i s i n i Z ü b ü k ' e ş i k â y e t e d e c e ğ i m i z i anlattık. —
Ben ne
Ne dese iyi:
Zübük'ler görmüşüm hey...
m ü b ü k d i n l e m e m . B a n a vız g e l i r .
Zübük
Beni buraya, sizi
a d a m e d e y i m , d i y e H ü k ü m e t s e ç t i g ö n d e r d i . S i z i gidi. b e n i b i l m e z l e r . . . U l a n sizi t e r b i y e l i m a y m u n a d ö n d ü r mezsem... Ş u n a b a k . B i z b u n u Z ü b ü k ' e y a z s a k , Z ü b ü k bu-r n u e ş ş e k t e n y u v a r l a n m ı ş a d ö n d ü r t m e z mi? Tahrirat Kâtibi —
Rıza
Hele durun,
Böyle zart zurt
Bey,
dedi, bu
etmesine
dilden ben
bakılırsa,
herif
anlarım..
rüşvetçinin
biri. Sizden rüşvet istiyor. Bu açık... B u n c a yıllık tecrübe o ğ l u m . Biz bu saçları
değirmende ağartmadık.
B i r m e m u r g i t t i ğ i y e r d e i l k t e n z a r t z u r t l a işe b a ş l a r s a anla ki onun derdi başka değil, rüşvet... Hele sabre din, yakında yumuşar, balmumu olur... Hay Allah
razı o l s u n , g ö r d ü n m ü s e n
kaymaka
m ı . Y a h u i s t e d i d e e s i r g e d i k mi? A ğ ı z d e l i k t i r , bir şey girecek... ler y ü r ü s ü n . Eski
İstediği rüşvet olsun; yeter ki iş
Biz r ü ş v e t v e r m e d e n ' k a ç a n
kaymakamdan
içine
şikâyetimiz neydi?
er miyiz?
Herif rüşvet:
almasını bile b e c e r e m e z d i . T e k r ü ş v e t alsın da çar kımız d ö n s ü n . . . G e r ç e k m i ş , ayına kalmadan
kaymakam bir y u
muşadı, bir y u m u ş a d ı . . . Böyle bir işbilir ve de vatan daşın
derdine derman
kaymakam görülmemiş.
Eski
d e n o n a y d a h ü k ü m e t k a p ı s ı n d a o l m a z işi, o n d a k i k a d a şıp d i y e ç ı k a r ı y o r . B u a d a m i ç i n o l m a z y o k . M e murlar —
alışmış, Efendim kanun böyle, nizam şöyle... diye bir
bahane bulacak —
olsalar,
H ö t t L Burda vatandaşın
işi
görülecek.
Lâf
istemem. Kanun da nizam da vatandaşa hizmet için!.. diye k e s i p atıyor. Gördün mü sen kaymakamın yiğidini...
Bir gün
durup dururken, —
Toprak dağıtacağım!
Ve de dağıttı.
dedi.
H ü k ü m e t malı
ne kadar toprak,
bahçe, eskiden kalma fidanlık yeri varsa hepsini dağıttı. Yahu herif, h ü k ü m e t
i ç i n d e ayrı
H e r k e s kırk yıldır h ü k ü m e t tamadığı
işlerini
kaymakama
bir hükümet...
kapısından bitüriü çıkar-
dakikasında çıkartır oldu.
dua
Millet,
ediyor.
Bigün partide toplantımız
var,
surdan
burdan
k o n u ş u p yârenlik e d e r k e n Aklı Evvel Bedir Hoca, —• Arkadaşlar,
size bişey
diyeyim mi,
benim
bu kaymakamın işine hiç aklım e r m e d i . . . d e d i . Bedir Hoca'nın suratında tüyler bitmiş, sakalı el tutamı uzamış da, daha y e n i y e n i a d a m arasına çık mağa başladı. —
Neden
Hoca,
ne varmış kaymakamın
işlerin
de? diye sorduk. —
Akıl sır almaz işler, d e d i , bu k a y m a k a m b e y i
mizin ilçemizde işleri akla zarar. Siz ne derseniz d e yin, b e n işkilleniyorum. Bu kam 'V ,
a d a m bir resmî k a y m a
olamaz. — O ne d e m e k ? —
Evet, resmî k a y m a k a m olamaz; y â n i bu a d a m
hükümet kaymakamı değil.
Bir Hükümet kaymakamı,
m ü m k ü n ü y o k , b u k a d a r iyi o l a m a z ,
h a l k a b ö y l e iyi
• hoş davranmaz. Bu işin içinde bir bit yeniği var. Ha yır;
bu adamın
met'kaymakamı
tutumuna
bakarsan
resmî b i r h ü k ü
değil.
—
Ya
ne?
—
Ne olduğunu bilmem. Orasını .Cenabı M e v l â m
bilir. Velâkin
bildiğim
bişey
varsa, bu
kadar iyilik
eden adam resmî k a y m a k a m olamaz ve de hüküme t i n b i r k a y m a k a m ı b u k a d a r iyi o l a m a z . —
Sus Hoca, sus... Aman kulağına gider mider
de... Bu söz orada kaldı. K a y m a k a m toprak dağıtıyor, pazar y e r i n i p a r s e l l e t i p halka d ü k k â n l ı k y e r sattı, ev lerin çıkmayan tapularını çıkarttı, yapmadık iş bırak madı. G ü n l e r d e n b i r g ü n vali, k a y m a k a m l ı ğ a bir iş için telefon ediyor. O sırada k a y m a k a m orda bulunmadı ğından, Tahrirat Kâtibi
Rıza
Bey, valiyle konuşuyor.
B i r a r a Rıza B e y , —
Kaymakam
Bey de şimdi burdaydı, köylüye
toprak dağıtmağa gitti... deyince, vali, —
N e e e ? Ne k a y m a k a m ı ?
Biz o k a y m a k a m ı or-'
d a n k a l d ı r m a d ı k mı? V e k â l e t e m r i n e a l m a d ı k mı? O r da hâlâ h ü k ü m e t t e n habersiz k a y m a k a m l ı k mı eder? diye bağırıyor. Rıza B e y d e , — geldi...
O k a y m a k a m gitti şükür, yeni kaymakamımız der.
•— Y e n i s i ne z a m a n g e l d i ? —
üç aydır burda.
—
Allah Allah, benim hiç haberim yok. O nasıl,
iş? H i ç g e l i p v i l â y e t e g ö r ü n m e d i . N e r d e ş i m d i ? —
Toprak dağıtmağa gitti.
--Ne —
toprağı?
Toprakları hep ucuz ucuz dağıttı.
Pazar y e r i ,
ilçe alanı, cami avlusu hep dağıidı bitti. Şimdi de me zarlığı
dağıtıyor.
Kaymakam
Bey sabah
lıkta... Vali şaşıyor: —
304
—
beri
mezar
—
Nasıl
iş
canım...
Mezarlık dağıtılır mıymış?
Nerden gelmiş bu kaymakam? Rıza B e y , —
E f e n d i m , d i y o r , b u k a y m a k a m ı Z ü b ü k z â d e İb
raam Bey, Ankara'da kaymakamlar içinden seçip be ğenmiş de tâyin ettirmiş; Vali, —
ö y l e y s e , ben yarın oraya geliyorum... diyor.
Ertesi gün vali öğleye d o ğ r u geldi.
Kaymakam
nerde? Yok... K o y d u n s a bul k a y m a k a m ı . . .
Evine a-
d a m k o ş t u r u l d u . K a y m a k a m Bey, çantasını alıp g e c e d e n u ç m u ş . V a l i d e b u işe ş a ş t ı k a l d ı . Belki acele bir iş çıkmıştır da İbraam B e y çağır mıştır, d e d i k . Vali kızdı, bağırdı, çağırdı, g i t t i . Biz de a r k a s ı n d a n « B u r a y a t â y i n e t t i r d i ğ i n k a y m a k a m sır o l du» diye Z ü b ü k z â d e ' y e m e k t u p yazdık. C e v a p g e l d i : «Ben k a y m a k a m m a y m a k a m tâyin ettirmedim.
Orda
Rıza B e y g i b i d e ğ e r l i b i r h e m ş e r i m i z d u r u r k e n , k a y m a k a m n e o l a c a k m ı ş . . . Rıza B e y , s i z i n d i l i n i z d e n a n lar. V a r s ı n o , k a y m a k a m a v e k â l e t e t s i n . . . » Biz bu
işi b i r t ü r l ü ç ö z e m e d i k .
Derken, o gün
gazete günüydü. Kaptıkaçtı postayı getirmiş. Gazete ler dağıldı. Biz de kahvedeyiz. Gazeteyi eline alan, — .
Aaa!.. diyor, d o n u p kalıyor.
Bu insanlar neye şaşar diye ben de baktım ga
zeteye. Ne g ö r s e m , bizim kaymakamın koca bir res mi:
«Bir sahte k a y m a k a m yakalandı.» Y a i ş t e b ö y l e b e y . K ı r k y ı l ı n b a ş ı n d a i l ç e m i z e iyi
bir k a y m a k a m geldi, o da sahte çıktı. A m a iş o kadar la bitse iyi. .Kasabamıza müfettişler d o l d u . kamlıktaki üç memuru tutuklayıp götürdüler.
Kayma Sahte
k a y m a k a m b u n l a r ı d a işe b u l a ş t ı r m ı ş . Rıza B e y a k ı l l ı , tecrübeli olduğundan bu işten tuldu.
paçasını sıyırdı, kur
Biz dişlerimizi bilemiş
Zübükzâde'yi bekliyoruz,
ç i ğ ç i ğ y i y e c e ğ i z , ö y l e k i kızmışız...
Bu alçağın bize
oynadığı oyun hiç unutulur mu? Bedir h o c a , ••'— U l a n , d i y o r , b u r e z i l m e b u s o l d u d i y e h i ç b u ralara
uğramıyacak
mı?
O
rezil
mi? B e n d e B e d i r H o c a y s a m yım?
geçmiyecek
. . Kendi aramızda
liflere yen
elimize
tükürüğe boğmaz mı
böyle
çıtlattığımız y o k .
i ç i n d e kalır»
diye.
konuşuyorsak da
Neden demişler Ne de olsa
muha
«Kol
bizim
kırılır
adamımız;
biz m e b u s s e ç t i r m i ş i z , y a b a n c ı l a r a nasıl d e r i z ? Z a t e n de türlü dedikodular dönüp dolaşıyor. Biz o n u
böyle diş bileyip
beklerken,
bir sabah
d u y d u k ki Z ü b ü k , g e c e yarısı o t o m o b i l l e k i m s e y e g ö rünmeden yunca
ilçeye
gelmiş,
evine
kapanmış. Bunu
du
h e m e n p a r t i d e t o p l a n d ı k . B i z o r a d a nasıl h a
reket edeceğiz diye
meşveret edip Zübük'ü
bekler
ken, o bize h a b e r g ö n d e r d i : —
ö ğ l e d e n sonra ikide
Satılmış Bey'in
sinde vatandaşların dertlerini dinleyeceğim.
kahve Herkes
orda toplansın... Bir de kahveye gittik ki, muhalifler bizden önce kahveye dolmuş. A v u k a t Burhan da hiç sıkılmadan gelmiş.
Saat üçte
utanmadan
Zübükzâde kahveden
i ç e r i g i r d i . G i r m e s i y l e b i r a l k ı ş t ı r k o p t u . , İlk a l k ı ş ı p a t latan da a v u k a t B u r h a n . . .
İnsanoğlunda. hiç utanma
k a l m a m ı ş b e y . . . Y a h u b u r e z i l d e a l k ı ş l a n ı r mı? Aklı —
Evvel
Bedir Hoca,
Biz, d e d i , i ç y ü z ü m ü z ü y a b a n c ı l a r ö ğ r e n s i n i s
temedik. Gelgelelim kendisi çanak tuttu,
bizi b u r a y a
çağırdı. Ş i m d i b e n de h e r k e s i n içinde ağzımı açıp g ö z ü m ü y u m m a z mıyım? herkesin ,
içinde
Hamza Bey,
Bu
Zübük'ün
bir bir anlatmaz
bize
mıyım?
ettiklerini
' — Hele sen dur, -dedi, i l k t e n b e n k o n u ş a c a ğ ı m . Sen en sonra konuşacaksın. Ç ü n k ü senin başın b ü y ü k belâya g i r d i . Saçını sakalını nasıl y o l d u r t t u ğ u n u hep anlatacaksın Hoca, velâkin bizden sonra... Murtaza Efendi, —
Arkadaş, diyor, benim o gazinoda beşyüz li
ram gitmiş, ciğerim yanmış, ben de konuşacağım. B e n i m d e iki ç i f t lâfım v a r y a , h e r i f m e b u s , b a ş ı mıza bir iş miş açar d a . . . . Z ü b ü k z â d e , kahve ocağının
yanındaki
masaya
geçti. Sırıtarak başladı konuşmaya: — — M u h t e r e m hemşerilerim.
Mecliste
aksettir
m e k için sizin d e r t l e r i n i z i d i n l e m e y e g e l d i m . H e p i n i zin derdini, isteğini bir bir d i n l e y e c e ğ i m . Bizim vazi• femiz, p a r t i m i z d e n o l u n , olmayın, hiçbir ayrılık gayrılık g ü t m e d e n , sizlerin d e r t l e r i n i dinlemektir. Emin Efendi iyice kızdı: —
Bak şuna hele...
>
C ü c ü k yumurtadari çıkmış
=da k a b u ğ u n u b e ğ e n m e m i ş . D e r d i m i z i d i n l e m e ğ e g e l m i ş . Ulan sen buranın adamı değil misin? Aramızdan çıkmadın mı,
derdimizi bilmez misin ki,
şimdi bizi
;;dinleyip,de ö ğ r e n e c e k s i n . Şu ağızlara b a k sen b i y o i . . . Kahvedekiler Z ü b ü k z â d e ' n i n her bir dediğini al kışladıkları için, gürültüden Emin Efendinin sözleri d u ssyutmadı, Zübük, s
alkışlara
sırıtıp
sırıtıp
konuşuyor:
: — Evet, sizleri c a n kulağımla d i n l e y e c e ğ i m . V e
lâkin b e m m de sizden bir r i c a m var. Ben sizi dinle meden önce anlatacaklarım var. Bu'ica zamandır A n kara'da kasabamız için neler yaptık, ne gibi faaliyet g ö s t e r d i k , ilkin bunu anlatacağım. S i z e h e s a p v e r m e ğe g e l d i m . A r k a d a ş l a r , şuna inanın k i , A n k a r a ' d a bir dakikam boş geçmiş
değildir.
G e c e - gündüz sizler
için uğraşıyorum,
kasabamıza bir hayrım dokunsun
diye çırpmıyorum. Biliyorsunuz,
geçenlerde
Ankara'ya
heyetiniz
geldi. Heyeti Ankara'da misafir ettim. Eksiğimiz duysa
kusura
kalmasınlar.
Heyetimizi
aldım,
ol
Başba^
kana götürdüm. Başbakanla görüştürdüm. Ve heyetin yanında Başbakana dedim k i . . . Bizim hemşerilerimiz ilçemize bir ç i m e n t o fabrikası istemektedirler. Bu is tekleri için buraya gelmişlerdir. Beni de aracı y a p t ı lar.
Başbakana
«Biz ç i m e n t o f a b r i k a s ı n ı
d i m . İşte h e y e t d e b u r d a .
isteriz»
de
Huzurlarında s ö y l ü y o r u m .
Başbakana aynen böyle dedim: Z ü b ü k , yüzünü Aklı Evvel B e d i r Hoca'ya d ö n d ü rüp ona sordu, —
Bedir Hoca emmi, söyle de
kulaklarıyla duysunlar.
vatandaşlarımız
Siz h e y e t âzalarının
huzurun
d a B a ş b a k a n a b ö y l e d e d i m mi? S ö y l e d e d u y s u n l a r . . . .
İçim'den «Hah» d e d i m
«tam sırası, şimdi
Bedir
H o c a taşı -gediğine k o y s u n da Z ü b ü k z â d e İ b r a a m da b u n c a k i ş i n i n i ç i n d e iki
p a r a l ı k olsun.»
A k l ı E v v e l o t u r d u ğ u yerden,'*' —
Evet, d e d i . İ b r a a m B e y ' i n d e d i ğ i g i b i o l d u .
Tuu...
Sen şu Hoca reziline bak.
T o r b a kadar
sakalından da utanmaz, sakalından büyük yalan söy ler. V a y r e z i l ! . . "
Sakal koyvermekle adam,
adam olmaz;
keçinin
de sakalı var. Zübük, —
Ayağa kalk da söyle
Hoca, hemşeriler hep
duysunlar,,., d e d i . Hoca ayağa kalktı: -
|
'
.
—-Evet, aynen böyle oldu. İbraam Bey heyeti
mizi Başbakan hazretlerinin huzuruna çıkardı. Çaylar k a h v e l e r i ç i l d i . İki s a a t k a d a r s u r d a n b u r d a n k o n u ş —
308
—
t u k t a n s o n r a , İbraam B e y Başvekil hazretlerine «He yetimiz gelmiş, sizden b i r ricaları var» d e d i . Başvekil hazretleri de «Aman estağfurullah... emrederler. Hal kın isteği bize emirdir. C a n baş üstüne, buyursunlar!» d e d i . İşte b i z o s ı r a b i r y a n l ı ş l ı k y a p t ı k , d e m i r t a v ı n da döğülür. ken,
Hazır Başvekil
hazretlerinin gönlü var
iki-üç f a b r i k a b i r d e n istemenin sırasıydı.
Lâkin
b i z i m b a s i r e t i m i z b a ğ l a n d ı d a «Bir f a b r i k a isteriz» d e dik.
• Başvekil
hazretlerinin mübarek yüzü
güldü.
«İs-
- t e d i ğ i n i z f a b r i k a o l s u n . Bir f a b r i k a n ı n lâfı mı o l u r m u ş . Söyleyin şeker fabrikası mı, y o k s a ç i m e n t o fabrikası mı istersiniz?» dedi. İbraam Bey, eksik olmasın o r d a n atılıp « O l m u ş k e n ç i m e n t o f a b r i k a s ı o l s u n » d e d i . B a ş vekil
hazretleri de m a s a s ı n d a k i zile bastı.
yeniden bize kahve s ö y l e y e c e k sandım. ma,
«Hemen
şimdi
Sanayi
Bakanına
Hattâ ben Gelen ada
söyle, bu
bey
lerin ilçesine de bir ç i m e n t o fabrikası yapılsın!» d e d i . Allah Allah... Bu koca sakallı H o c a rüya mı gör müş
ne...
Yahu
dayak yemekten
sen
Ankara
Başbakanı
memleketinin
barında
görmeğe vakit mi bul
dun? .Zübükzâde, — Hoca emmi, unuttun,
doğru
söyledin,
dedi, ben fabrikayı
yalnız
bişeyi
istedikten sonra, arka
mdan d a , « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i m . S ö y l e , h e m ş e r i ler bir de senin ağzından
duysunlar.
Dinine
imanına
s ö y l e . B ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi? A:'./..,— E v e t , d e d i n . « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i n . B a ş vekil hazretleri de «Pekiy bir de baraj yapılsın!» diye b u y u r d u . B u n u n ü z e r i n e «Eh, a r t ı k b i z e m ü s a a d e » d e dik. Başvekil
hazretleri de
«Aceleniz neydi
canım.
Tatlı tatlı k o n u ş u y o r d u k » d e d i y s e de d a h a d u r m a d ı k .
BaşvekiF hazretleri, bizi
kapıya kadar geçirip u"
ladı. Yahu, yalan
bu işler ne zaman oldu?
uydurulmaz.
Artık bu de
Hiç yanlarından da ayrılmadım
ma, bunlar besbelli beni otelde uykuda bırakıp B a . bakanla g ö r ü ş m e ğ e gitmişler. Her nedense bana da d u y u r m a m ı ş l a r . İşte dolanları ş i m d i o r t a y a çıktı. Zübük, —
•
Emin Efendi, sen de anlat da herkesin gönlü
f e r a h o l s u n , d e d i , B e d i r Hoca'nın u n u t t u ğ u -.oldu-,'On-' «Sakın bizi atlat1
l a n da sen anlat. Ben B a ş b a k a n a ma!»
dedim,
hatırında
mı?
Söyle açıkça,
b ö y l e de- 1
d i m m i d e m e d i m mi? N a m u s u n a d o ğ r u s ö y l e ! . . T ü c c a r d a n Emin Efendi kalktı: — Hattâ
Evet, d e d i n . . . B i z d e y a l a n y o k . B ö y l e d e d i n ^ Başbakan
hazretlerine
«Bu
işi
savsaklarsan;,
b i r d a h a y ü z ü n e b a k m a m . S e l â m sabahı' d a k e s e r i m i » , dedin.
•
••„••••-••:.
İyice anlaşıldı.. B u n l a r beni e k i p ,
gitmişler Baş-1
b a k a n a . . . H e p s i de yalan k o n u ş m a k için s ö z l e ş m e d i ler y a . . . Arkadan Zübükzâde, Allahın
Kulu- i s m a i l
Efendi
ye döndü, —
İsmail Efendi,
s e n s ö y l e A l l â s e n , o r d a n sizi
S a n a y i B a k a n ı n a g ö t ü r d ü m m ü , g ö t ü r m e d i m mi?
Ve:
o r d a B a k a n a «Acele b a r a j isteriz!» d e d i m . S ö y l e is mail Efendi, Allanma, Peygamberine d o ğ r u s ö y l e / a h a b ö y l e c e d e d i m m i , d e m e d i m mi? S ö y l e d u y s u n l a r . . . —
•
Evet, d e d i n , İ s t e r i z , d e d i n .
-—Satılmış
Bey nerde?
Otelci Satılmış fırladı: —
Buyur İbraam Bey!
—
Bakana
«Baraj yapılmazsa
' bozuşuruz!»
de-
d i m mi,, d e m e d i m - m i , ' ı r z ı n a nuş.
namusuna doğruyu ko
. —
-
Dedin, vallaha da
dedin, billâha da dedin...
Z ü b ü k anlatıyor, anlatıyor,
sonra bizim heyetten
birini kaldırıp soruyor: — doğruyu
D i n i n e i m a n ı n a d o ğ r u s ö y l e , ırzına n a m u s u n a konuş.
Allahına,
kitabına söyle!
Dedim mi
d e m e d i m mi? H e p s i d e «Evet, d e d i n » d i y o r . — - G e d i k l i ' İhsan Efendi kardeşimiz nerde? i
Sandalyelerin arasına
gizlendimse de namussuz
beni gördü. — 1
Buyur ibraam
— İhsan
Efendi
Bey!
kardeşim,
doğruyu
söyle.
Aha
b ö y l e b ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi? Şimdi
ne yapsam?
b u n c a insanı
«Hayır d e m e d i n ! »
desem,
yalancı çıkaracağım, üstelik, partimizin
d e itibarı kalmıyacak. Bastım y e m i n i . . . av - - — D e d i n . Şu kapıdan çıkmaya kî,
kısmet olmasın
dedin... Ter d ö k m ü ş ü m . O t u r d u m yerime. Zübük,
;•'••*•>'.*— İşte s a y ı n h e m ş e r i l e r , d e d i , k e n d i k u l a ğ ı n ı z l a duydunuz,
inandınız.
barajımız yapılacak.
Yakında fabrikamız kurulacak, Hükümetimize
güvenin ve
ina
nın... .Bir a l k ı ş t ı r k o p t u . A v u k a t B u r h a n y ı r t ı n ı y o r - ' v
— Başımızdakiler sağolsunlar, varolsunlar. Dün-
ya durdukça dursunlar. H a y Allah belânızı v e r s i n , d e d i m i ç i m d e n . Kahve boşaldı, kalabalık dağıldı. Herkes bir yana g i t t i . Z ü b ü k d e e v i n e k a p a n d ı . Biz a r k a d a ş l a r l a p a r t i y e g e l d i k . K i m s e k o n u ş m u y o r . Hiç b i r i n d e , b i r b i r i n i n yüzüne
bakacak surat kalmamış.
Aklı Evvel
Bedir Hoca'ya,
—
Tuh size, d e d i m .
Başbakan hazretlerinin hu
z u r u n a çıktınız d a b e n d e n —
K i m çıktı b e . . .
neye sakladınız?
Başbakanın
yüzünü
gören
kim?.. —
Tuu... Ulan çarpılacaksınız. Bir de utanmadan
y a l a n y e r e y e m i n e t t i n h e mi? —
Onca kişinin
içinde başka
neylersin?
Hayır
d e m e d i n d e s e n , olmaz. Parti i ş i . . . M a l û m . . . Emin Efendiye d ö n d ü m : —
Ya
—
Siyaset icabı
sen? öyle demek
lâzım.
Başbakanla
k o n u ş m a k ne d e m e k ? İtibarımız artar. —
Yazıklar olsun
size,
tuh!.. Ya sen
Satılmış
B e y , s e n nasıl y a l a n c ı ş a h i t l i k e t t i n ? —
Heyri, bunca adamın yalanını çıkarmak e r k e k
l i ğ e s ı ğ a r mı? A r k a d a ş l ı k g a y r e t i y l e . . . yalan yere yeminde hepimizi —
Bilsem...
Ya sen? S e n
bastırdın...
Ben bilir miyim?
Sen
sizi,
benden
habersiz gittiniz sandım. Yoksa doğruyu k o n u ş u r d u m . Bedir Hoca, —
•
Olan oldu, dedi, şimdi
Zübükzâde'yi buraya
ç a ğ ı r a l ı m . Şu e d e p s i z e i k i lâf e d e l i m ; ' ; ,
, •
Z ü b ü k ' ü b u l u r s a n , iki lâf d a et, i k i y ü z d e . . . Z ü bük taksiye binmiş, çoktan gitmiş Ankara'ya. işte bu Z ü b ü k , adama göz g ö r e g ö r e yalan y e r e yemin ettirir. Ah bizim çektiğimiz, daha da ç e k e c e k l e rimiz... TERS A Ç I L A N KAPI ilçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu: Sevgili (
)
S o n u n d a İ b r a h i m Z ü b ü k o ğ l u ile t a n ı ş t ı m . S o n s e — 312 —
çimlerde milletvekili seçilememiş, seçimden sonra da yedi ay Ankara'da kalmıştı. Aradabir buraya geliyor du ama, bitürlü
göremiyordum.
Şimda
Ankara'dan"
göçtü, buradaki evine yerleşti. Onunla
bir a k ş a m ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n d e ta
nıştım. A d a m birden beni sardı. Hiç de anlattıkları g i bi değil, dahası, anlatılanların t e r s i . İçim ısınıverdi. Evet, liseyi bile bitirememîş ama, o l d u k ç a geniş bilgisi var. Dili bura ağzına çalıyor, anlatışı tatlı, dinleniyor, kavrayışlı bir adam.
sözü de
O da benim konuş
mamdan, benden memnun kaldı sanırım. Kırk yaşlarında v a r y o k . Evinden dışarı p e k sey rek çıkıyor. Daha bu yaşta yalnızlığa g ö m ü l m ü ş , küs kün. Hemşefilerinin onunla dostluk yapmağa pek ni yetleri yok.
Yanına
bile sokulmuyorlar.
lâm verip geçiyorlar. uğradığı yok. A r a d a lip yalnız
başına
Uzaktan
Onun da partiye,
bir ö ğ r e t m e n l e r Derneğine
oturuyor.
Yanına
se
belediyeye
gelen yok.
ge
Arada
bir memurlar konuşuyorlar. Küskün bir adam o l d u ğ u belli ya, hiç de kimse den şikâyet ettiği yok. Partili arkadaşlarının ona ç o k kızdıkları anlaşılıyor, ö t e k i hemşerilerinin de hiç sev medikleri belli. Bunca dalavere döndürmüş, dolap çe v i r m i ş adamın n e d e n s e v i l m e d i ğ i n e hiç şaşılmaz. A n cak, bu adamın, bunca kişiyi
nasıl k a n d ı r a b i l d i ğ i n e
a k l ı m e r m i y o r . İki s a a t k a d a r s ü r e n ilk k o n u ş m a m ı z da bana hiç de, anlatılan k ö t ü l ü k l e r i y a p a c a k bir t i p gibi gelmedi. İlk k o n u ş m a m ı z d a , a y r ı l ı r k e n , e r t e s i
akşam için,
beni evine çağırmıştı. İbrahim Bey seçimi kaybettikten sonra, hemşerileri ve p a r t i a r k a d a ş l a r ı , artık e s k i d e n o l d u ğ u gibi bo yuna onun için konuşmuyorlar. Hattâ, pek sözü bile edilmiyor.
Konuşmalarında
«Zübük»,
«Zübük
İbra-
am», «Zübükzâde»
sözleri duyulmaz, o l d u . .
Bu türlü
*•--"'
konuşmalar kesilince de, kasabaya bir durgunluk, bir
't'i
- s u s g u n f u k g e l d i . K a s a b a , ü s t ü n e s e r p i l e n o l u t o p r a - ' ~~, gına g ö m ü l ü p kendi içine k a p a n d ı . Yânı buralılar, c o ş s ; s : p kularını yitirdiler, y ü r ü r k e n , gitsem mi diye urküntülu bir kuşkuyla
adımlarını
'
atıyorlar. v
B i r gün nasılsa Aklı Evvel B e d i r H o c a , y i n e sö- zü İbrahim Zubükzâde'ye getirip, —
Sen o domuzu bilmezsin, dedi, onu böyle gö-
rüp de inanma sakın. Gâvur kıbleye d ö n m e k l e
Müs-
lüman olmaz. Kimbilir böyle pusuda canavar gibi pusmuş dururken gene ne
Ama bu sefer yutacak değiliz. M a y m u n g ö z ü n ü açtı
-
namussuzluklar kuruyordur.
gayrı...
Kimseyi kandıramaz, K i m s e n i n y a n ı n d a ıkı -'"^
paralık itibarı kalmadı. Gene sırnaşıp d u r u y o r ya, al dıran yok. —
İpliği
pazara çıktı.
B e d i r H o c a , b u n c a z a m a n d ı r nasıl
kandınız?
dedim. —
Bakma sen, gafletimize geldi, dedi
-
Sonra ekledi: —
S a k ı n a c ı y ı p m a c ı y ı p , y a n ı n d a d o l a n m a , sana"
. >J'/
bir eder, ölesiye unutamazsın. —
. -.5,)
Anlamadığım bir sey var Bedir Hoca,
bunca
• l ^
d a l a v e r e ç e v i r e n İ b r a h i m B e y , nasıl o l d u d a b u s e f e r milletvekili
'
- ^
.}ZMt
seçilemedi?
Gevrek gevrek güldü: —
Biz avanaklara kalaydı,
biz o n u g e n e aday
g ö s t e r i r d i k ya, bu sefer buyrultu y ü k s e k y e r d e n g e l - .
;
-Ş-Y*
d i . A n k a r a ' d a n , Z ü b ü k ' ü n adı a d a y listesine girmiys-cek, denmiş.
Ç ü n k ü bu rezilin ıçyuzunu Ankara da
ö ğ r e n d i . Aslını astarını .
sorarsan,
bu
Zübük'ün
'X
öyle'-""--.*.
a k ı l a l m a z , b ü y ü k b i r h ü n e r i y o k . B u n u n b ü t ü n mar-ifeti, kapı açmak... — Nasıl kapı açmak?
314
,\
—
Basbayağı kapı açmak. Bu herifin hayatı ka
pı açmakla geçti. Şansı yaver olduğundan şimdiyedek h e p kı,smet k a p ı l a r ı n ı
açıp
şarsın.
eskiden
Bu Zübük'ün
içeri
girdi. Anlatsam
siyasete
şa
aklı ermezdi.
B a b a s ı ölünce, bunlar ana-oğul kaldılar. Birkaç parça tarla kaldıysa da babasından, yediler; Bir evleri kaldı.
onlarımda
Bizim
satıp savıp
Tahrirat Kâtibi
Rıza
B e y b u n a acıyıp, h ü k ü m e t e kâtipliğe aldı. Lâkin o r d a d a hırlı d u r m a m ı ş , attıiar, o d a b a ş ı n ı alıp s a v u ş m a k içira b i r g ü n v i l â y e t e g i d e r . O Sıralarda Parti
da
bizde parti
marti
işi d a h a y e n i .
nedir bildiğimiz yok. Adını duyuyoruz, yeni bir
parti kurulmuş, vilâyete kadar gelmiş, ama daha bi z i m kasabaya ulaşmamış. •
'
B u Z ü b ü k v i l â y e t e gidince,,,
sokakta dolaşırken
içerden gürültüler gelen bir kapıdan içeri dalıyor.
O
k a p ı d a n girmesiyle talihi de açıldı. Şu vilâyette bun c a ev, b u n c a d ü k k â n
kapısı v a r k e n ,
© kapıdan dalmasına ne dersin...
hepsini
bırakıp
Bitişikteki kapıdan
d a i s a ; eski partinin binasına girecek. Girdiği kapı, ye ni kurulmuş partinin vilâyet merkezinin kapısı. S o k a k kapısından girip ikinci kata çıkıyor. O r d a n bir kapıyı daha açıp dalıyor i ç e r i . . .
Bir de bakıyor ki, adamlar
b i r Eiz,un! m a s a y a t o p l a n m ı ş l a r , ç ı ğ r ı ş ı p ç a ğ r ı ş ı p d u r u yorlar. Boş bir sandalye bulup, seninki de çöküyor, onların arasına katılıyor. Bakıyor yanındakine, y ö n ü n d e k i n e , dinliyor çağrışanları, çığrışanları,
o da onlar
gibi y u m r u ğ u n u masaya vurarak bağırmağa başlıyor. Daha parti yeni kurulmuş, oradakiler kim kimdir, bir b i r i n i bilmiyor, pek öyle tanışan edişen y o k . Z ü b ü k ' ü de kendilerinden biri belliyorlar. Hemi de Zübük, ba ğırıp çığırmada onlardan
ileri g i d e r m i ş .
Kaç kere kendisi bize söylemiştir: —
Vallaha
arkadaşlar,
o
kapıdan
içeri
bilerek
girmedim.
A l l a h b e n i o r a y a d ü ş ü r d ü . K ı s m e t işte...-
Bitişik kapıdan daisaymışım, öteki eski partinin içine g i r e c e k m i ş i m , onların arasına d ü ş e y d i m , ben de onlar gibi konuşacaktım. Bu yana düştüm, bunlar gibi k o nuştum.
«Kısmetinde olanın
kaşığında çıkar»
demez
ler mi? M a s a d a k i l e r e baktım, o n l a r bir bağırdıysa b e n on bağırdım. Onlar beni bastırmak istedilerse de o l madı. Evet, Z ü b ü k k e n d i s i
böylece
bize kaçtır anlat
mıştır. Yâni o n u n p a r t i c i l i ğ i , b i l m e d i ğ i dalmasıyla
başlar.
Kaç
kere
kapıdan içeri
sormuşumdur:
—
O ğ l u m Z ü b ü k , ne d i y e b a ğ ı r ı r d ı n ?
—
B r e H o c a E m m i , d e r d i , h e r k e s « H ü r r i y e t ! » di
>
ye bağırıyor, ben de «Hürriyet!» diye bağırdım. M ü s lümanlıkta c u m h u r a u y m a k g e r e k . Biz de uyduk. A k şama doğru, içlerinden biri, —
Kurucu heyeti yazalım! dedi.
Partinin ilk k u r u l u yeni k u r u l u r m u ş . En ç o k b e n bağırdığımdan, başa b e n i m adımı yazarlarken, o r d a n biri beni tanıdı, «Oğlum, sen şuralı Z ü b ü k z â d e ' n i n o ğ l u f i i â n k e ş d e ğ i l m i s i n ? » d e d i . «He» d e d i m , « ö y l e y s e sen git de, sizin ilçede partimizin ocağını k u r ve de o c a ğ ı n b a ş k a n ı ol!» d e d i . '
- ,.
«İyi y a e m m i , b u i ş p a r a i s t e r , l â f l a o l m a z . B e n d e d e r s e n para yok» d e d i m . A d a m , «Bu başımızdaki ik t i d a r k i m d e p a r a b ı r a k t ı . Biz s a n a p a r t i o c a ğ ı a ç a c a k parayı denkleştiririz, hiç meraklanma» dedi. Z ü b ü k İbraam'a parayı vermişler. buraya, partiyi kurdu.
O da d ö n d ü
Lâkin hükümetten korkusun
dan, ne olur ne olmaz diye, kendisi ocak başkanı ol madığı gibi, kurula da girmedi. «Arkadaşlar, benimki si memlekete bir hizmet. B e n i m siyasette gözüm yok» diyerek, ocak başkanlığını bana yıktı. Diyeceğim, bu
Z ü b ü k ' ü n talihi kapı
açmaktan.
Vilâyete bir başka gidişinde, bu sefer her zaman gir d i ğ i kapıyı açmıyor da, onun karşısındaki o d a kapısı nı açıyor, dalıyor içeri.; «Bakalım» d e m i ş kendi k e n d i n e «bu s e f e r k a p ı y ı d e ğ i ş t i r e l i m . K ı s m e t i m i z e n e ç ı kacak?» O y s a , o sıra b i z i m
partide ikilik
ç ı k m a m ı ş mı?
Partimiz ikiye ayrılmış, bir b ö l ü ğ ü eski o d a d a kalmış, bir b ö l ü ğ ü , Z ü b ü k ' ü n daldığı o d a d a toplanmış. Bu iki b ö l ü k t e n biri ötekini ezecek. Z ü b ü k ' ü n ayrılıktan mayrılıktan hiç haberi y o k . Girmiş o d a d a n
içeri, bakmış
ki yeşil örtülü masada toplanmış, çığrışıp çağrışıp d u ruyorlar. Z ü b ü k de çekmiş, sandalyeyi oturmuş, o da onların ağzına bakıp, onlar gibi
bağırmağa
başlamış.
İçerdekiler Zübük'ü de kendilerinden bilmişler. Zübük'ün
gene
şansı y ü r ü m ü ş .
Bilmeden
kapıyı
açıp girdiği o d a d a k i hizip, ö b ü r hizbi y e n m i ş . Yâni
Zübük
İbraam'ın
hiçbişeye
aklının
erdiği
merdiği yok. Niyet çeker gibi, önüne çıkan kapılardan birini açıp içeri
dalıyor.
Bir keresinde d e , bizim daha doğmuştu.
Zübük
d i y e açtığı kapıdan
gene
partiden yeni bir parti «Ya
Allah!..»
girmiş de eski partide
bilmeden
kalmış.
Yoksa en yeni partinin olduğu odanın kapısından gir seydi, yanmıştı. Mebusluğu rüyasında göremezdi. Bu
İbraam gece gündüz
«Allahım,
bana yanlış
kapı açtırma!» diye dua eder. Mebus seçilip Ankara'ya,
gidişinde de öyle ol
muş.. M a l û m y a h e r p a r t i n i n i ç i n d e
kaynaşma olur,
-ayrılık olur. Z ü b ü k z â d e her ne z a m a n , M e c l i s ' t e o l girmişse,
girdiği
odadakiler hep Başbakandan yana olanlarmış.
sun;
Parti'de olsun bir kapı
açıp
İçerde
bir mesele müzakere ediliyor. Z ü b ü k de oturur, on ların d e d i ğ i n e
katılırmış.
Her ne denilse Z ü b ü k de
«he» d i y e b a ş ı m s a l l a r , y ü k s e k t e n k o n u ş u r ı n u s
Bir
böyle, beş böyle, on böyle... S e ç i m l e r d e n altı a y ö n c e s i , b i g ü n g e n e dan birini açıp içeri girmiş.
kapılar
Bu sefer girdiği -yerde.
B a ş b a k a n ı n i s t e m e d i ğ i b i r m e s e l e k o n u ş u l u r m u ş . Bu*? radakiler Başbakana
karşıymış.
Ne
bilsin
garip
Zü
b ü k ? O d a b a ş l ı y o r ö b ü r l e r i g i b i «Evet, ö y l e d i r » , «Ha-r yır, ö y l e o l m a z ! » d i y e a t ı p t u t m a ğ a . A k l ı s ı r a , b u k o nuştukları Başbakanın kulağına
gidecek de, gözüne
g i r e c e k . Evet, B a ş b a k a n ı n kulağına gidiyor. O d a ' k ı - s zıp, «Ya ö y l e m i , biz b u y a ş o d u n l a r ı d a ğ d a n i n d i r i p m e b u s yapalım da, bir de bize karşı gelsinler!..» d i y e r e k .emir v e r i y o r : — Bir daha bu Zübükoğlu listesine
Zübük'ün adını aday
koymayacaksınız!
Artık avucunu yalasın
Zübük,
her zaman
yürümez, kapı açmayla kısmet görünmez.
şans*;
İşte- b ö y l e »
a r a d a t e r s k a p ı da açılır. Aklı
Evvel
;
Bedir Hoca'ya bakılırsa,
Zübükzâde'
nin b ü t ü n b a ş a r ı s r k a p ı açıp içeri d a l m a k m ı ş . Evine gittiğim zaman şaşkınlığım b ü s b ü t ü n arttı. İbrahim Z ü b ü k z â d e ' n i n beni aldığı odartın bir duvarı kitap raflariyle kaplıydı. Raflarda da kitaplar doluydu Konuşmasından da o k u m a y a d ü ş k ü n bir aydın o l d u ğ u anlaşılıyordu. Buralıların her olayı abartarak konuştuklarını e n ceden anlamıştım.
Ç o k zaman
onların sözlerinden
yalanla-doğruyu, uydurmayla g e r ç e ğ i seçip ayıramaz dım. A m a İbrahim Bey'le tanıştıktan s o n r a , o n u n için söylenilenlerin baştan sona uydurma o l d u ğ u n u anla dım. Bu adama acımağa bile başiadım içimden. H e m şerilerinin çekemezliğine uğradığı belliydi. İçiyorduk, içki aramızdaki özdenliği daha da art tırdı. O n u n ç o k zeki, uyanık, uyumlu bir a d a m o l d u ğ u
açıktı. Nasıl olmuştu da sori s e ç i m d e kendisini aday listesine aldırtamamıştı.'Onun için anlatılanların yüzde biri doğru olsa,-işini uydurur, bile .kendisini
milletvekili seçilmese
iyi b i r i ş i n b a ş ı n a g e ç i r t e b i l i r d i . B u n u
çok merak ediyordum. Şerefe üç-dört kadeh kaldırdıktan sonra, ' — B e n i m için üç yıldır b u r d a epiy d e d i k o d u d u y muşsundur, d e d i , s a ğ olsun h e m ş e r i l e r kulağını şişir mişlerdir. •Hiç
saklamadım.
Onun
için
duyduklarımdan bir
kaçını anlattıktan sonra, —
Nasıl o l u r d a sizin g i b i bir a d a m , iktidar par
tisinin içinde; tutunamaz? Ç o k şaşıyorum, rın -yüzde b i r i n e i n a n m a k m a k a n olmalıydınız.
anlatılanla
g e r e k s e , siz şimdi bakan
Hiç değilse bir u m u m müdür o-
lurdunuz... dedim. : J ı p k ı oralıların yerli ağzıyla k o n u ş t u : —
Ne demezsin...
Ankara'ya varmadan
biz de
oyls bildik kendimizi. Lâkin Meclis'e varınca ne gör sek... O r d a öyle zübükler v a r ki, hey heey, bizim zübuklüğümfe*hiş'sökmüyor. Analar
ne
zübükler
do
ğ u r m u ş k a r d e ş i m . Bizim z ü b ü k l ü ğ ü m ü z orda para etmodi. Kendisiyle alay e d e r e k konuşması daha ç o k ho şuma gitti. Gülerek anlatıyordu: ^
Bizim
hemşeriler
gitsinler
de
zübüklük
nasıl
o l u r m u ş , A n k a r a ' d a g ö r s ü n l e r . . . B i z i m k i s i nam-colsun, sar olsun...
-
Hemşerilerinden —
şikâyet ediyordu:
Her ne iyilik yaptımsa,
döndürüp dolaştırıp
a l e y h i m e kullandılar. Size Rüştü Bey işini de anlattı lar mı? -r- Hayır. —
A m a n , nasıl
olmuş da
unutmuşlar...
Vah,
v a h ! Efendim buraya Rüştü
B e y adında bir h ü k ü m e t
tabibi geldi. Körpecik delikanlı. buraya
göndermişler.
Buranın
Tıbbiyeden çıkmış,
havası,
suyu
yarama-:
mış. D o ğ r u s u n u ararsan, b u r d a bunaldı. G ö r d ü n ü z iş te, yaşanacak bir yer değil.
Konuşup görüşecek bir
adam bile yok. Kiminle konuşsan Z ü b ü k diye başlan Zübük~diye bitirir sözü. Rüştü B e y çıldıracak... A m a n b e n i b u d a n alın, i s t e r s e n i z c e h e n n e m e b e l e d i y e d o k toru yapın, diye dilekçe üstüne dilekçe veriyor. Kim dinleyecek...
Doktor
Rüştü'nün sinirleri
bozuluyor,
önüne gelenle kavga ediyor. Avukat Burhan'la arka d a ş olmuşlar. Burhan'ı tanırsınız. —
Evet,
—
Bir namussuz da odur.
.
tanışıyoruz. Bu herif avukatlığın
yüz karası. H ü k ü m e t i n karşısında bir dükkânı var, s ö züm ona avukat yazıhanesi... Kapıdan
içeri bir köylü
girdi mi, daha hoş geldin d e m e d e n , şöyle der, «Sana k ö t ü l ü k e d e n i astır-tayım m ı , y o k s a
hapse
mi attıra
y ı m ? » K ö y l ü , nasıl d a b i l d i d e r d i m i , d i y e ş a ş a r k a l ı r . Bizim köylümüzün
arasında
meyeni yoktur ki... dokunur.
kendisine
kötülük edil
Hiç değilse, birbirine kötülüğü
Dağın doruğunda bir
başına
kalsa, d u r a
maz, k e n d i k e n d i n e k ö t ü l ü k eder. A d a m , k ö t ü l ü ğ e u ğ ramış,
d a h a kızgınlığının d u m a n ı
nın k a n ı n ı
içse
tütüyor.
hırsı d i n m e y e c e k .
Düşmanı
Hapisliğe
hiç
razı
olur m u ! İşte o kızgınlıkla, —
A m a n avukat, ocağına
düştüm, astır şu na
mussuzu! der. A v u k a t Burhan da, —
Astırma dilekçesi y ü z lira, m a p u s a attırma d i
l e k ç e s i elli lira... der. Herifte dilekçe fiyatı, f a t u r a fiyatına....
- -- , . e c z a n e d e hazır
ilâç g i b i ,
Köylü verir yüz lirayı, astırma dilek
ç e s i yazdırtır. A r a d a n bir-iki gün geçti
mi, köylünün
hırsı
da
bıra2
yattşır.
Yazdırdığı
dilekçeyle
düşmanı
s a h i d e n a s ı l a c a k sanır, b a ş l a r a d a m a a c ı m a ğ a . . . D ü ş man d e d i ğ i ' a d a m ı n , ya keçisi bahçesinin çitini geç miş, ya tavuğu bahçesine girmiştir. İçine bi acımadır düşer,
koşar avukat Burhan'a:
^- Aman
etme avukat...
Ben
t i m . Yazıktır astırmıyalım herifi,
bu
işten vazgeç
komşumuzdur çoluğu
ç o c u ğ u var, yazıktır, kıymıyalrm. G e l seri ş u n u beş-on y ı l daima a t t ı r d a a k l ı b a ş ı n a g e l s i n . . . Avukat —
Burhan,
ö y l e y s e ayrı bir hapis d i l e k ç e s i ,
yazılacak...
d e r , b i r e l l i l i r a d a h a . alır. Yani böyle bir namussuzdur. Köylünün iliğini, ka nını s ö m ü r ü r d e d o y m a z . D o k t o r Rüştü buna derdini yanınca, —
Bu işi
İbraam Bey'den başkası yapamaz,
is
t e r s e seni o şıp d i y e istanbul'un g ö b e ğ i n e tayin et tirir... der. B u n l a r jkisi kalkıp geldiler bana. B ö y l e böyle d i ye, a n l a t t ı l a r . D e l i k a n l ı y a b a k t ı m , y ü r e ğ i m p a r ç a l a n d ı . Neden dersen, oğlanın sinirleri bozulmuş, temelli to zutmuş. Durup dururken kaşı gözü, burnu kulağı oy nuyor ve de d u r m a d a n ağlıyor.
Bunlar
muhallebici
ç o c u ğ u . . . G a y r i i s t a n b u l ' a d a g i t s e , b u n d a n hayır g e l mez; tımarhaneye k a p a m a k t a n
başka
umarı kalma
mış. —
Elimizden geleni
yaparız...
dedim,
bunları
savdım. Elimden gelen dersem, ne gelir elimden? Hiç... Vallaha Herkes de bizi bir işler d ö n d ü r ü r , b e c e r i r s a nır. K a r d e ş , b u c e m i y e t t e m e l i n d e n
doruğuna çürü
müş. . B u g ü n b a k a n b a k a n k e n rüşvetsiz bir, iş yaptıram ı y o r . ' H a l i m i z b i t i k t i r , . a h l â k sıfır... H i ç k i m s e n i n m i l l e t v e k i l i n i d i n l e d i ğ i , t a k t ı ğ ı y o k . N e v a r kî, b i z m i l l e t -
vekili olduğumuzdan, yapıyorlar. Hepsi
alınacak rüşvette
bu işte...
biraz
indirim
Herhangi bir vatandaşın
işi b e ş b i n lira r ü ş v e t l e g ö r ü l ü y o r s a , b i z i m i ş i m i z o l du mu üçbine k u r t a r ı y o r / M e b u s l u ğ u n haysiyeti, yüz de otuz, kırk tenzilât... D o k t o r Rüştü için de ç o k u ğ raştım, bitürlü s ö k t ü r e m e d i m .
«Orası da vatanın bir
p a r ç a s ı d e ğ i l mi?» d i y o r l a r . B i r b a k a r s a n d o ğ r u ,
bi
zim kasabamız da vatanın bir parçası ama, yağlı p a r ça d e ğ i l , kel-keleş bir p a r ç a . . . yorlar,
bunun
B a k t ı m işi s a v s a k l ı
olacağı nedir diye açık açık pazarlığa
o t u r d u k . Ç ü n k ü e f e n d i m , onlar da beni D o k t o r Rüşt ü ' d e n r ü ş v e t aldı d i y e b i l i y o r l a r . H e r k e s i nasıl b i t i r sin, kendin gibi...
Babasının hayrına kimsenin beda
vadan ö k s ü r d ü ğ ü yok. S o n u n d a anladık ki, arada üç b i n lira d ö n e r s e , D o k t o r R ü ş t ü ' y ü b u r d a n a l ı p iyi b i r yere gönderecekler.
O da ancak sana olur dediler.
Az para değil ki c e b i m d e n v e r s e m . . . Kendilerine d e s e m , akıllarına olmadık iş gelecek.
Kasabaya dönü
ş ü m d e , b u n l a r ı n i k i s i n i ç e k t i m b i r k e n a r a , o l a n ı bite-: ni anlattım. D o k t o r Rüştü hemen
cebinden paraları
çıkardı, dörtbini önüme saydı. — Şunun bin
lirasını
cebine
sok bıyol,
dedim,
geri kalan üçbini de, şu adrese postala... Allah seni inandırsın'
paraya elimi
bile sürmüş
değilim. Ben d e d i k o d u d a n korkarım. Ve de hattâ, bu işi
yapacak olan
adama,
bir de
cebimizden
ziyafet
ç e k t i k . O d a b i z d e n g i t t i , h e l â l ı h o ş o l s u n . V e l â k i n ner ye yarar birader, bu a v u k a t B u r h a n n a m u s s u z u adımı rüşvetçiye çıkardı. Yahu, di gel de deli olma...
Ulan
d ü r z ü -desen, h â ş â b u r d a n d ı ş a r ı , g e l i p y a l v a r a n , a y a ğ ı m a k a p a n a n siz,
parayı g ö n d e r e n siz...
acıyıp bir aracılık, bir insaniyetlik... bunlar böyle
Yâni
Benimkisi diyeceğim",
alçak...
Z ü b ü k o ğ l u İbrahim çok içten anlatıyordu.
Hele
m e m l e k e t t e r ü ş v e t v e i l t i m a s ı n nasıJ a l ı p y ü r ü d ü ğ ü n ü anlatırken gözleri buğulanmıştı,. nerdeyse ağlayacaktı. B e n i m . d e içim d o l d u . . . A ğ l a m a m a k için k e n d i m i z o r tuttum. » S a n a şunu açıkça bildireyim ki, İbrahim B e y için yapılan d e d i k o d u l a r d a n
hiçbirine artık inanmıyorum.
Tam tersine, onun yurtsever bir kasaba aydını oldu ğuna
inandım.
—
Burda geçirdiğiniz
yıllarda sizin de başınıza
çok şeyler gelmiştir, dedi. Ben de anlattım, içimi d ö k t ü m . . . geleli, o geceki kadar
Buraya geldim
rahatladığımı hiç b i l m i y o r u m .
B u r a y a g e l d i ğ i m i n ilk g ü n l e r i n d e i ç i m i n nasıl ü l k ü c ü lük ateşiyle tutuştuğunu,
ama
kendimden döküle döküle
parçalanıp bittiğimi anlat
tım.
nasıl
x
. —
aylar g e ç t i k ç e
Bir daha k e n d i m e
gelemiyeceğimden korku
yorum... dedim. = Beni burada anlayan tek adam zâde .
İbrahim Zübük
oldu. B i z i m ilk b a ş t a n y a n ı l m a m ı z s u r d a n o l d u . Biz y u r
d u n kalkınmasını; halkın aydınlanmasını, tek tek kişi lerin özel ç a b a l a r i y l e olabilir sanıyoruz. B ü y ü k şehir lerde okuyup öğrenip, bu
kasabalara geleceğiz de
aklımızca buralarda o l u m l u işler göreceğiz. O p h , naşıl *
View more...
Comments