Aytunç Altındal - Bilinmeyen Hitler

April 16, 2017 | Author: voxen | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Aytunç Altındal - Bilinmeyen Hitler...

Description

Bilinmeyen Hitler © 2010, ALFA Basım Yayım D ağıtım San. v eT ic. Ltd. Şti.

Kitabın tüm yayın hakları Alfa Hasım Yayını Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında hiçbir yöntemle çoğal tılamaz. Y ayın cı ve G en el Y ayın Y ö n e tm e n i M . Faruk Bayrak G e n e l M ü d ür Ved3t Bayrak Yayın Y ö n e tm e n i M ustafa K üpüşoğlu K apak T a sarım ı Ferah Perker Grafik U y g u la m a M iraç Şengül

ISB N 9 7 5 -605 -1 0 6-692-9 1. Basım: Aralık 2002 18. Basım: O cak 2014

Baskı ve C ilt M elisa M atb aacılık ÇiftehavuzlarY olu A car Sanayi Sitesi N o: 8 Bayram paşa-İstanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 12088

A lfa B a sım Y ayım D a ğ ıtım S an. ve T ic . L td . Ş ti. T icarethane Sokak N o : 15 34410 Cağaloğlu-Istanbul Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 w w w .alfakitap.com - info@ alfakitap.com Sertifika no: 10905

BÍUNMEYEN HÍTLtfiR A ytu n p A ltin d al

ALFA*

Mina için “A lw ays the beautiful answer who asks a more beautiful questions.” e.e. cu m m in g s

İÇİ NDEKİ LER

Önsöz, 7 tıcü Baskı İçin Açıklamalar, 13 Birinci Bölüm

BÜYÜKANNENİN GÜNAHI 1.1. 1.2. 1.3. 1.4.

Döllersheim’daki Sır.......................................................21 Ağzı Sıkı Bir Kadın........................................................31 Büyükbaba Kim?............................................................52 Ad Değiştirme O yunu.................................................. 66 ikinci Bölüm

BAY KURT 2.1. 2.2. 2.3. 2.4.

Kader Tanrısı Böyle Buyurdu........................................89 Taróttaki Ay Kartı......................................................... 103 Gökten Gelen Mektup.................................................116 Gizli Örgütler Çağı...................................................... 131

Ü çüncü Bölüm

ESRARENGİZ BARON 3.1. 3.2. 3.3. 3.4.

Kutsal Vehm (FeM e)..........................................................161 Karanlık Bir Örgüt: T h u le ...............................................178 Hitler Gelmeden Ö n c e ....................................................197 Bektaşi Baron: R udo lf von SebottendorfF.................... 212 Sonsöz, 261 Ekler, 267 Kaynaklar, 297

ÖNSÖZ

Adolf Hitler, istatistiklere göre İsa M esih’ten sonra hakkında en çok yayın yapılmış kişidir. H itler’le ilgili elli binden fazla yayın vardır. Bu durumda “yeni” ve “bilinmeyen” ne kalmıştır diye sorulabilir? Oysa bu yayınlarla ilgili karşılaştırmalı bir döküm yapıldığında daha pek çok “yeni” ve “bilinmeyen” olayın, tarihin sis perdesinin ardında gün ışığına çıkartılmayı beklediği anlaşılır. B unun nedeni, birçok belgenin uzun yıllar kamuoyundan giz­ lenmiş olmasıdır. Bu belgelerden çoğu özellikle 1991’den sonra açıklanmaya başlandı ve tarihçiler yıllardır kesin “doğru” kabul ettikleri birçok bilgi ve yorum un artık geçersiz olduğu kanısı­ na vardılar. Ö rneğin önde gelen Nazilerden A dolf Eichmann, 1947-1951 yılları arasında Amerikan gizli servislerinin bilgisi dahilinde ABD’de yaşamış ve 1958’de Arjantin’e kaçırılmıştı. 1947’de Macar hükümeti, ABD’ye başvurarak Eichmann’ın bu ülkede olduğunu ve iadesini istemişti. Amerikalı yetkililer Macar hükümetine yanıt bile vermemişler ve Eichmann’m kaçırıl­ masına göz yummuşlardı. 1961 yılına kadar Eichmann’ın ölü olduğu sanılmıştı, ama o başka bir kimlikle Arjantin’de yaşamıştı. Eichmann, daha sonra İsrail gizli servisleri tarafindan yakalandı

ve idam edildi. Amerikalıların Eichm ann dosyasını gizledikleri ancak 2000 yılında açıklandı. Bu kitapta anlatılan nedir? Öncelikle şunu vurgulayayım: B u kitapta bazı “yeni” belgeler, bulgular ve bilgiler var. Fakat bu kitap “yeni” bir Nazizm Tarihi değil. Kitapta H itler’in 1933’e, yani iktidara getirildiği yıla kadar olan hayatından kesider var. Ağırlıklı olarak da H itler’in “ailesi” ve bu ailenin geçmişi var. H itler nasıl bir ailenin çocuğuydu? Bu

AYTUNÇ

A L T IN D A L

soru araştırıldı ve ortaya kelimenin tam anlamıyla “garip” bir aile yapısı çıktı. Kitabın bu ilk bölüm ünde o denli karışık olaylar var ki, okur bu ilk otuz sayfada pes etmezse kitabın sonunu rahatlıkla getirebilir kanısındayım. İkinci olarak kitapta H itler’i siyaset sahnesine çıkartan gizli bir “O kült Ö rg ütü” anlatılıyor. O kültizm (Gizli İlimler) Nazilerin iktidara gelmesinde çok önemli bir rol oynamıştı, fakat yakın zamana kadar N azizm in bu yönü tarihçiler tarafından ya hiç bilinmemiş ya da görm ezden gelinmişti. Bu bölüm de H itler’in, Almanya’nın ve Dünya’nın başına “gökten” zembille inmediği belgeleriyle açıklanıyor. Nazi dönem ine tanıklık etmiş bir Alman tarihçisinin sözleriyle belirtirsek “H ider Bir İş Kazası Değildi!” Ü çüncüsü, bu gizli O kült örgütünü kuran, yöneten ve H itler’e iktidar “Yolunu Açan” (Wegbereiter) bir kişinin hiç değinilmemiş, hep gizli tutulmuş bazı yönleri ilk kez bu kitapta belgeleriyle dünya kamuoyuna açıklanmaktadır. Bu belge ve bil­ gileri, Amerikalı, İsrailli, Alman vd ülkelerin araştırmacılarından önce Türkiyeli okurlar öğrenecekler. Bu bana ayrı bir m uduluk veriyor. Sözünü ettiğim bu gizli O kült örgütünün adı Thule Gesellschaft’tır ve onun kurucusu da tarihçilerin “Esrarengiz Baron” diye tanımladıkları Baron R u d o lf von SebottendorfFtur.

Bu kişi gerçekten de çok esrarengiz bir adamdı. Kitabı okuyunca hak vereceksiniz. H itler’in gerisinde, perde arkasından onu yönlendiren Thule adlı gizli bir örgütün bulunduğuna dikkati ilk çeken akademisyen Dr. Reginald Phelps olmuştur. Phelps, 1963’te Journal o f Modem History dergisinde T hule’yi ve Sebottendorff’u anlatan uzun bir inceleme yayımlamıştı. Bir yıl sonra Alman tarihçi Dietrich Bronder de bu konuyu inceleyen bir kitap yayımladı. Bronder, çalışmasında T hule’nin çok tehlikeli, fakat tarihçilerin dikkatin­ den kaçmış gizli bir O kült merkezi olduğunu anlattı. Bu örgütün kurucusu Baron K udolf von SebottendorfFu ise eşi bulunmaz bir “konspiratör” olarak tanımladı. Öyleyse nasıl olmuştu da bu tehlikeli ve esrarengiz kişi bunca yıl tarihçilerin dikkatinden kaç­ mayı başarmıştı? B unun yanıtı, söz konusu kişinin yaşamıyla ilgili bazı önemli bilgilerin bir ülkenin “D erin Devlet”inin arşivlerinde özenle gizlenmiş olmasıydı. Bu ülke de Türkiye’ydi! B ronder’in kitabından sonra aynı konuyu işleyen başka ki­ taplar da yayımlandı. Bu kitaplardan beşi Amerikalı, dördü de Avrupalı tarihçiler tarafından kaleme alınmıştı. 1989’dan sonra özellikle Avrupalı ciddi televizyon kanalları Nazizm ve O kült bağlantısını işleyen diziler ve belgeseller hazırladılar. Ö rneğin Avusturya Devlet Televizyonu tarafından hazırlanan dizide Thule oldukça ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı. Daha sonra Kanadalı ve Amerikalı özel belgesel yapımcıları da bu konuyu işleyen diziler hazırladılar. Gördükleri büyük ilgi üzerine haftalık video kasetleri ve dergiler çıkarmaya başladılar. G ünüm üzde internette Thule ve SebottendorfF’la ilgili müthiş bir “Komplo Teorileri” (!) yayımlama yarışı sürüyor. Sebottendorff, gerçekten de bir “konspiratör” ve “okült us­ tası” mıydı? Bu sorunun yanıtı evettir. Sebottendorff ve Thule olmasaydı, ne NSDAP (Nazi Partisi) ne Hitler, ne Holokost,

A L T IN D A L AYTUNÇ 10

ne de milyonlarca ölü olurdu. SebottendorfF ve Thule, A dolf H itler’i arkasından iterek tarih sahnesine çıkartan göze görün­ meyen güçlerdi. Öyle ki, H itler’i işbaşına getiren kadrodaki ilk on kişinin tamamı bu gizli örgütün üyeleriydiler. Bunların arasında D ietrich Eckart’ı, Alfred R osenberg’i, R u d o lf Hess’i, içişleri Bakanı W ilhelm Frick’i ve H itler’in avukatı Hans Frank’ı (Polonya Kasabı) saymak yeterli olur sanırım. Alman akademisyen Klaus K reiser’in yazdığına göre, Sebottendorff, H itler’in hem yol göstericisi hem de rakibi ol­ muştu. Başka bir Alman tarihçiye, George L. Mosse’ye göre de Thule Ö rgütü DAP’ı (Alman İşçi Partisi) kurarak Nazilere ik­ tidar yolunu açmıştı. Bu parti kısa bir süre sonra H itler’i Genel Başkanlığa getirdi ve adını NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi. T hule’nin 1200 kadar aristokrat ve zengin üyesi bu partiyi perde arkasından destekledi ve bu üyeler A dolf H itler’i iktidara taşımadan önce T hule’nin “Dünya G örüşü”ne uygun olarak eğittiler. Bilinmeyen Hitler de tarihin en şaşırtıcı liderlerinden biri olan A dolf H itler’in alışılmadık bir portresini okuyacaksınız. Ailesiyle ve yetiştiği ortamla ilgili dünyada az bilinen, Türkiye’de ise bilin­ diğini sanmadığım bazı ‘garip’ özelliklerini bulacaksınız. Daha önemlisi çeşitli sahte kimliklerin ardına saklanarak kendisini tarihten ve akademisyenlerden on yıllarca gizlemeyi başarmış bir “casus”un yaşamını ve Türkiye’deki faaliyetlerini öğreneceksiniz. Bu kişi H itler’in “yol gstericisi” ve “rakibi” olan Baron R u d o lf von Sebottendorff’tur. Baron R u d o lf von Sebottendorff, Türk vatandaşıydı! Sebottendorff’la ilgili bazı resmi belgeler işte ilk kez bu ki­ tapta dünya kamuoyuna açıklandı. ★ ★ ★ ★ ★

Bilinmeyen Hitler alışılmadık bir kitaptır. Kendi alanında bir

“ ı/fe”tir. A dolf H itler’e ve Nazizme yerleşik bakış açısında bir değişiklik yapıp yapamayacağını ileride göreceğiz. Bu kitabı niçin yazdım? Bu kitapta yer alan olaylardan bir bölüm ü 1992-1994 yılları arasında Milliyet, Cumhuriyet ve Sabah gazetelerinde dizi yazılar olarak yayımlandı. Bu dizilerin yayımlanmasından sonra, başta Yahudi Cemaati olmak üzere yurtiçinden ve yurtdışından belirli kişiler benim le temas kurdular. B unların arasından bana özel bilgileri verm ek nezaketini gösterenler de çıktı, bu konuyu yazmamamı isteyenler de oldu. Destekleyenlere de, engellemeye kalkışanlara da teşekkür ediyorum. Yurdunu seven bir yazar ola­ rak görevim bu kitabı yazmaktı; gerisi beni ilgilendirmiyor. Kitapta “kültürel karamsarlık” diye tanımlanan bir çıkış nok­ tası var. A dolf Hitler, Almanya’da “kültürel karamsarlığın” ege­ m en olduğu bir dönemin ve ortamın ürünüdür. A dolf H ider’in günümüzde etkisini hâlâ sürdürüyor olması onun “esrarengiz” karizmasından değil, benzer bir “kültürel karamsarlık” ortamının sürgit olmasındandır. Yeni H ider’ler istemiyorsak, önce onları yetiştirenleri ve bazı yeraltı “O kült” örgüderinin toplumlara aşıla­ maya çalıştıkları “kültürel karamsarlık” ortamlarını ve araçlarını iyi analiz etmeliyiz diyorum. Bilinmeyen Hitler’i İngilizce yazdım. D okuz yıllık bir araş­ tırm anın sonucudur. Türkiye’deki dostlarım, kitabın önce Türkiye’de yayımlanmasını istediler. Bu nedenle kitabı Türkçeye çevirdim. Bu kitaba emeği geçen pek çok insan var. Başta araştırmala­ rıma yardımcı olan çeşidi ülkelerdeki dostlarımı anmak istiyo­ rum . N ew Y ork’ta, B erlin’de, M exico C ity’de, K ahire’de, B ern ’de, Londra’da, M alta’da ve Paris’te bana yardımcı olan dostlarıma

çok teşekkür ediyorum . II. D ünya Savaşı sırasında Almanya’da görev yapmış ve N azizm konusunda uzm an bir yazar olan B ruce Lee kitabın m etnini okudu ve bana yol gösterdi, kendisine te­ şekkür ediyorum . Zarela M artinez, M eksika’da ve N ew Y o rk ’ta bana çok yardımcı oldu, on u n adını da özel olarak anm ak istiyo­ rum . Yeşim B erkün, kitabın İngilizce bilgisayar yazılımını yaptı. Kendisine çok teşekkür ediyorum . Bu uzun ve gerçekten de zahmetli araştırmayı tamamla­

AYTUNÇ

A LT IN D A L

maya beni teşvik eden dostlarıma, değerli kültür adamı Yener Y ılm az’ın şahsında çok teşekkür ediyorum . C engiz A rtam ’ın ise özel bir yeri var: Biliyorum , bu kitabın gerçekleşmesini en fazla isteyenlerden biri de oydu. O nların ve diğer dostlarım ın gayret verici destekleri olmasaydı bu kitabı tamamlayamazdım. Aynı şekilde bazı önem li kaynaklardan yararlanmamı sağlayan değerli bakan ve milletvekillerim ize ve T ürk Silahlı K uvvetleri’nin de­

12

ğerli personeline çok teşekkür ederim . Bana gösterdikleri anla­ yışı her zaman takdirle anacağım. H e r kitap yazarı için bir heyecan ve esin kaynağıdır. Bana esin kaynağı oldukları için Z ey n o ’ya, E m ine’ye ve A hm et M ustafa’ya “İyi ki varsınız” diyorum . Günseli Tarhan’ın ise bu kitabın yazıl­ masına kendine özgü “realizm” anlayışıyla som ut bir katkısı oldu. O na da “uyarıları” için çok teşekkür ediyorum . Aytunç A ltındal İspilandit / İ l Ağustos 2000

ON ÜÇÜNCÜ BASKI İÇİN A ÇIK LA M A LA R

Bilinmeyen H itler ’in dokuzuncu baskısı için bir önsöz yaz­

m am istendi. K itabın bu denli yaygın okunacağım düşünm e­ miştim. Kısa sürede onüçüncü baskı yapmasına doğrusu hem şaşırdım hem sevindim. Bilinmeyen Hitler okunm ası güç, hatta “ O kültizm ”le (Gizli İlimler) ilgili akadem ik içeriği nedeniyle de alışılmadık tarzda zor bir kitaptı. Nasıl olduysa oldu, bilm iyorum , okurlar ilgi gösterdiler ve kitap bir süre için yayınevlerinin çok önem sedikleri ‘E n Ç o k Satanlar’ listesinde yerini aldı... K itabın yayımlandığı E kim 2000’den bugüne kadar (Mayıs 2012) geçen dönem de kitapla ilgili bazı gelişmeler oldu, bunları aktarm ak istiyorum. SayınYılmaz Karakoyunlu, Sabah gazetesin­ de yazdığı bir yazıda (Kasım 2000) kitabın indeksinin olmayışını eleştirdi. Haklıydı. A ncak kitapta yaklaşık 480 kişinin adı geçiyor. Bunlara karışmış oldukları olayları da eklerseniz 700 girişlik bir indeks hazırlam ak gerekiyordu ki b u da teknik olanaklar açı­ sından ne yazık ki yapılamamıştı. Bu konuda okurlardan özür dilem ekten başka yapabileceğim b ir şey yok. Bilinmeyen H itler ’le ilgili ilginç bir yo ru m b ir İsviçre gazete­

sinde yer aldı. H itler’le ilgili T ürkçe basılmış bir kitap hakkında

yabancı dilde bir yorum ilk kez yapılıyordu. İsviçre’nin haftalık Yahudi dergisi J W de araştırmacı Vivian Berg imzasıyla yayımla­ nan yazıda (Aralık 2000) kitapta yer alan iddiaların ve belgelerin çok dikkat çekici olduğu uzun uzadıya anlatılmıştı. Bilinmeyen Hitler’m

yayımlandığı Ekim 2000’den sonra

H itler’in anavatanı Avusturya’da “H itler ve O kültizm ” bağlantısı­ nı inceleyen iki akademik eser yayımlandı. Bunlardan biri Eduard Gugenberger’in Hitlers Visionaire/Die O kkulten Wegbereiter des

14

AYTUIMÇ

A L T IN D A L

Dritten Reichs (3. R eich ’ın Okültist Ö ncüleri/Y ol Göstericileri)

idi. Kitap Viyana’da Mayıs 2001’de U eberreatur Yayınevi’nce çıkarıldı. Bu kitapta Bilinmeyen Hitler de yer almayan bir iddia vardı. Yazara göre Baron R u d o lf von Sebottendorff’un casus olarak kullandığı kod adı ‘Hahawahi’ ve/veya ‘Hakawaki’ idi (s. 91). Ben araştırmalarım sırasında böyle bir kod adına rast­ lamamıştım. Türkiye’deki Alman Gizli İstihbarat örgütlerinden hangisi Baron’u bu adla tanıyormuş ben bulamadım. Olsa olsa bir ‘Takma A d/Lakap’ olabilir bu. Aynı kitabın 88. sayfasında ise Baron Sebottendorff’un iki yıl süreyle Türkiye’de Meksika Devleti’nin Fahri Konsoloslu’ğunu yaptığı belirtiliyor, ki bu bilgi yanlıştır. Bilinmeyen H itler’in Ekler bölüm ünde yer alan ve bana Meksika Dışişleri Başkanlığı tarafından verilmiş olan resmi yazı­ da bu Fahri Konsolosluk görevinin Gugenberger’in iddia ettiği gibi iki yıl değil sadece birkaç ay sürdüğü açıkça gösterilmiştir. Ayrıntıları kitapta bulabilirsiniz. Yine Avusturya’da yayımlanmış olan ikinci kitap ise daha önce eksiklerle çıkmış olan bir kitabın gözden geçirilmiş ve ge­ nişletilmiş yeni baskısıydı. B u da W ilfried D aim ’in Der M ann der Hitler Ideen gab /Jorg L a n z von Liebenfeis't\r (H ider’in Fikirlerini

Aldığı Adam/JLL). Kitap Kasım 2001’deV M A Verlag tarafından yayımlandı. Bu kitapta JLL’nin yazı yazmasının ve konferans

vermesinin 1938’de H itler tarafından yasaklandığı belirtiliyor. D oğrudur, H itler O kült âleminde ünlenmiş kişilerden, bu m eyanda JLL’den de birçok fikir çalmıştı. H itler iktidara gelince kendi karanlık geçmişiyle ilgili bilgilere sahip olan herkesi öldürtm üştü. Kendisinden ‘Plagiarism’ yaptığı JLL’i ise sadece susturmuş. JLL şanslıymış doğrusu! Bu kitaptaki yeni ve şaşırtıcı bilgi ise şudur: Yazarın be­ lirttiğine göre H itler’in kendisinden en çok esinlendiği(!) Bu da, Avrupa’daki Bolşeviklerin başı V. I. Lenin’miş! D aim ’in yazdığına göre Lenin, JLL’in ve diğer O kültistlerin kitaplarını okumuş ve o yıllarda ‘Teozoologie’ diye bir O kült dalıyla adını O kültik ilimlere ilgi duymuş bir lider olduğunu daha önceden biliyordum ve bunu 1979’da bir kitabımda yazmıştım (Haşhaş ve

H IT L E R

ünlendirmiş olan JLL’yle tanışmak istemiş. Lenin’in Ezoterik ve

B İL İ N M E Y E N

Liebenfels’le tanışmak isteyen bir genç lider-adayı daha olmuş.

Emperyalizm ). Ancak Lenin’i H itler’in gözde yazarı Liebenfels’le Ui

tanıştıran kişinin kimliği beni şaşırttı. Yazara göre bu kişi ünlü H elena Petrowna Blavatsky’miş! Buna inanm ak biraz zor geldi ve garipsedim. 1831 doğum lu Blawatska (Rusçası böyle) 1891’de A B D ’de öldüğüne göre Lenin’le JLL’i ne zaman nerede tanıştır­ mış olabilir pek ihtimal veremedim. Yazar da tanışmanın yerini ve tarihini vermemiş...Yeri gelmişken Blavatsky hayranlan için kısa bir notu yazayım. Genç Blavatsky, 1850’de bir R us dans ve Sirk grubuyla İstanbul’a gelmiş ve burada uzunca bir süre ya­ şamıştı. İslam Ezoterizm i ve O kültizm i konularında İstanbul’da bilgiler edinmişti. İstanbul’dan H indistan’a ve T ib et’e gitmiş ve orada on yıl kaybolmuştu. ★ ★ ★ ★ ★

Bilinmeyen H itler’lc ilgili aynı adı taşıyan (The Unknown Hitler)

bir kitap daha var. Bu kitabın yazarı Polonya asıllı bir gazeteci olan W ulf Schwarzwaller. Ancak onun kitabının ilk, yani özgün Almanca baskısı Hitlers Geld (H itler’in Serveti) adıyla yayımlan­ mıştı ve kitabın ana konusu H itler’in edindiği büyük servetin kaynaklarının araştırılmasıydı. Kitap 1989’da yayımlanmıştı .Yazar yeri geldikçe T hule O rg ü tü ’ne ve Baron S ebottendorff’a gön­ derm eler yapmıştı. B u kitapta da benim kitabım da yer almayan

16

AYTUIMÇ

A L T IN D A L

ilginç bir bilgi var, onu da aktarm adan geçmeyeyim. İngiliz soy­ lusu Lord R edensdale’in altı kızından biri olan U n ity Valkyrie M itford, A dolf H itler’e âşık olm uştu. H itler genç kızın bu ilgisini karşılıksız bırakmış, kız da tabancayla kendisini vurarak intihar etmişti! İşte bu genç kızın ablası D iana ünlü İngiliz faşisti Oswald M osley’le evliydi. G enç U n ity M itford, ablasıyla Faşist eniştesini B erlin’e davet etmiş ve onları H id er’le tanıştırmış! D aha ilginci, bu tanışm anın yapıldığı günlerdeyse U n ity ’n in diğer ablası Jessica da C hurchill’in birinci dereceden kuzeni E dm ond R om illy’le nişanlanmış! B u bilgiyi de araştırmacılar için ekliyorum. Sıra geldi en ilginç gelişmeye. Bilinmeyen H itler’dc H itler’in babası Alois’un kuvvetle m u h­

tem elen Alm an veya Avusturya asıllı değil ‘Ç e k ’ asıllı olduğu­ n un altını çizmiştim. B u görüşüm ü doğrulayan bir belge/bilgi geçtiğim iz yıllarda A m erikalı araştırmacıların ilgisine sunulmuş. A m erika’daki bir dostum , C IA arşivindeki H itler’le ilgili bir gizli dosyanın ‘Classified’ (Yayın yasağı konulm uş gizli bilgi) olm ak­ tan çıkartıldığını bildirdi. 3 Aralık 1942 tarihli bu gizli raporun üzerindeki 60 yıllık yayın yasağı kaldırılmış. D osyanın mikrofilm katalog giriş sayısı O S S /C IA 069-5930 olarak bildirilmiş ve ya­ sağı kaldırm a tarihi de anlaşılan iki yıl sonra yürürlüğe girmesi

kaydıyla Mayıs, 2000 olarak düzenlenm iş. Bu belgede H itler’in babasının Ç ek asıllı olduğu belirtilmiş! Bilinmeyen H itler’de ırkçılığın ve N azizm in

tem elindeki

O k ü lt geleneğini ve bununla birlikte gelişen gizli b ir örgütün dünyanın başına ne gibi dertler açtığını anlattım. B u tip gizli örgütler ilginçtir ki günüm üzde geçen yüzyıldan daha etkili dürüm dalar. Ö rn eğin P2 M ason Locası ve A M O R C (Mystical O rder o f R osy Cross) gibi O k ü lt örgütleri ‘Synarchic’ (Devlet Egem enliğine O rtak Baskı G rubu) yapılarıyla devletlerin iktisa­ di, siyasal, toplumsal, tarihsel ve kültürel gelişimlerine müdahale edebilm ek ve onları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebil­ m ek arzusundadırlar. Kitapta som ut b ir olguyu belgelendirerek bu tehlikeye değindim . U m arım bir yararı olmuştur. K itabın Ekler bölüm ünde yer alan ilk fotoğrafta görülen üç kişiden ortadaki şahsın tanınm adığını yazmıştım. Oysa bu kişiyi tanıyorduk, ama belirli bir nedenle adım yazmamıştım, şimdi yazıyorum. Söz konusu kişi Enver Paşa’nm kardeşi N u ri Killigil Paşa’dır. B enzer şekilde E kler b ölü m ü n ü n 3. sayfasında yer alan B aron Sebottendorff’u n büstünün yapılış tarihi de yazılmamıştı, b un un da 1926 olduğunu öğrendim , ekliyorum . ★ ★ ★ ★ ★

Bilinmeyen H itler’m yeni baskılarını gerçekleştiren Y eni Alfa

Y ayınlan’m n yöneticilerine ve çalışanlarına teşekkür ediyorum . Başka b ir kitabın önsözünde buluşm ak dileğiyle... A ytu n ç A ltındal

İstanbul

Birinci Bölüm

BÜYÜKANNENİN GÜNAHI

1.1. D O LLER SH EIM ’ DAKI SIR

B u in sa n la r b e n im g e rç e k k im liğ im i h iç b ir z a m a n ö ğ re n m e m e lid irler. B e n im n e re d e n g e ld iğ im i v e aile g e ç m işim i h iç b ir z a m a n b ilm e m e lid ir. A d o lf H id e r, 1 9 3 0 1

5 Kasım 1937’de Almanya’nın F ührer’i A d o lf H id e r gizli bir savaş konseyi topladı. B u ‘en üst düzeyde gizli’ toplantıya Dışişleri Bakam B aron K onstantin von N eurath, Savaş Bakanı G eneral W erner von B lom berg, G enelkurm ay Başkanı ve Kara K uvvetleri K om utanı Freiherr W erner von Fritsh, D eniz K uvvetleri K om utanı Amiral E rich R aed er ye Hava K uvvetleri K om utam H erm an n G öring katıldılar. H itler, Almanya’n ın ve A vrupa’nın geleceğiyle ilgili gerçek düşüncelerini işte ilk kez bu gizli toplantı sırasında açıkça dile getirdi. Savaş konseyinin toplantısı H itler’in şu kısa konuşmasıyla başladı:

1

R o b e r t G. L. W aite, The Psychopathic G o d -A d o lf Hitler, S ig n et, 1977, s. 156.

“Bu sözlerim benim sizlere vasiyetimdir. Eğer hedefime ula­ şamadan ölürsem gerekeni yapın...” Bu dokunaklı açış konuşmasından sonra H itler bir süre sus­ kun kaldı; sonra ondan beklenmeyecek kadar alçak, fakat kesin kararlılık gösteren bir sesle sözlerini sürdürdü: “B ütün iktisadi ve toplumsal zorluklar, ırksal tehditler ve teh­ likeler toprak yetersizliğinin üstesinden gelinmek suretiyle çö­ zümlenebilir. Almanya’nın geleceği işte buna bağlıdır... Bu toprak

22

AYTUNÇ ALTINDAL

eksikliğini giderm enin yolu Avusturya’nın ve Çekoslovakya’nın Almanya tarafından en kısa zamanda ilhak edilmesinden geç­ mektedir. Almanya’nın toprak eksikliği sorununu çözümlemesi için güç kullanılması tek çıkar yoldur.”2 H itler yine sustu. Gözlerini, sessizce kendisini dinleyen gene­ rallerin yüzlerinde gezdirdi. H itler kendisiyle kolay çalışılabile­ cek bir insan değildi. H er an için duygularını önceden tahm in edilemeyecek bir öfke ve/veya coşkuyla açığa vurabilir ve istek­ lerinin bir an önce yerine getirilmesi için çevresindekilere baskı uygulayabilirdi.3 H itler’in açıklamaları toplantıdaki generallerin üzerinde so­ ğuk duş etkisi yapmıştı. Bu sözler bir ‘vasiyet’ olmaktan çok bir ültim atom u çağrıştırıyordu. Generaller şaşkınlıktan dillerini yut­ muş gibi oturuyorlardı. Acaba Führer durup dururken Almanca konuşan ve onun gibi Katolik inanca sahip komşu Avusturya’yı ve hiçbir askeri tehdit değeri olmayan Çekoslovakya’yı niçin işgal etm ek istiyordu? Üstelik Avusturya onun anavatanıydı.

2

Jo ach im C . Fest, Hitler, Translated from the G erm an by R ic h ard and

3

A lan B ullock, Hitter - A

C lara W in sto n , V intage B ooks, 1975, ss. 539-540. 386.

Study in Tyranny, Sm ithm ark, 1995, s.

1.

Dünya Savaşı biteli henüz yirm i yıl bile olmamıştı.

Almanya’da düzenli ordu dağılmış, silah bulundurm a sınırlan­ dırılmış ve Almanya Versay Antlaşması’yla yüklü ve haksız bir savaş tazminatı ödem ek zorunda bırakılmıştı. H itler bu işgalleri yapabilmek için sokaklarda aylak dolaşan on binlerce başıbozuk askerden ve eski subaylardan oluşturulmuş ‘Siyah Ü niform alı’ SS Birlikleri’ne mi güveniyordu?4 Dünyanın devleri Almanya’nın bu yeni işgalciliğine yine ağır bir ceza keserlerse o zaman yeryü­

aileden asker yetişmiş bu generaller için böylesi serüvenci fikirler Almanya’yı içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa yıkıma dayanıyordu. Tarihçi Sir Alan Bullock şöyle yazmıştı: “H itler kendisi de AvusturyalI olduğu için Almanlık ruhuna sahip bu iki ulu­ su birleştirmek arzusundaydı. Eğer 1934’te İtalya’nın Faşist D iktatörü Mussolini karşı çıkmasaydı belki de ilhak o zaman gerçekleşecekti. N e var ki o dönem de Mussolini zayıf ve ko­ runmasız Avusturya’nın üstünde hak iddia etti. 1935’te H itler Avusturya’da Nazi birlikleri oluşturmaya başladı ve Almanya’yı yeniden silahlandırabilmek için zaman kazanmaya başladı. İki yıl içinde Bavyera’dan gönderilen Naziler, Avusturya’da gizli bir­ 4

SS birlikleri N azi A lm anya’sında çok özel b ir yere sahipti. B u nlar te ­ m ellerin i H .S. C h am b erlain ’in attığı Pagan din ine bağlıydılar. Şöyle ki, SS’lere göre İsa M esih, C h am b erlain ’in dediği gibi,Y ahudi değil, Galli b ir A ryan’dı! SS’ler için bkz.: T h e S S /A libi o f a N a tio n 1922-1945. G erald R eitlin g er, V iking, 1968. A yrıca SS’lerin ‘psikolojisi’ için bkz.: E rv in Staub, The Roots ofE vil, C am bridg e U n i. Pres., 1989, öz ss. 128150. A yrıca bkz.: Louis L. Snyder, Hitler’s Elite, Berkeley, 1990.

H IT L E R

sürükleyebilirdi. Generallerin sessiz kalışları işte bu tedirginliğe

B İL İ N M E Y E N

zünde Almanya diye bir ülke kalmazdı. Belli ki H itler bu tehli­ keyi hiç umursamıyordu. Fakat düzenli ordu disiplini içinde ve

likler kurdular. Bu arada H ider Alman basınında Avusturya’daki Nazi faaliyetleriyle ilgili yazı, haber ve fotoğraf yayımlanmasını yasakladı. AvusturyalI Nazilere kendisinden gelecek emre kadar kim liklerini gizlemelerini emretti.”5 Bu gizli toplantıdan yaklaşık üç ay sonra, 4 Şubat 1938’de H itler o ünlü beklenm edik kararlarından birini yürürlüğe sok­ tu ve aynı gün Genelkurmay Başkanı’yla ona bağlı 14 generali topluca görevlerinden uzaklaştırdı. Görevden alınan generaller H itler’in AvusturyalI Nazileri kullanarak seçimle işbaşına gelmiş A L T IN D A L

on beş yeni komutanı boşalan koltuklara oturtm uştu bile. Aradan

24

beyi Avrupa’ya hükm eden İngiltere’nin, Fransa’nın ve R usya’nın

AYTUNÇ

hüküm eti darbe yoluyla devirmesine karşı çıkmışlardı. Bu dar­ olumlu karşılamayacaklarını düşünüyorlardı. Aynı 4 Şubat günü, H itler planlarını sadakatle uygulayacak bir ay kadar geçmişti ki, 11 M art Cum a sabahı saat 05:30’da Avusturya D evleti’nin Şansölyesi Dr. K urt Schuschnigg yatağının başucunda çalan telefonla uyandı. Telefonda Avusturya Polis ve Güvenlik O rgütü’nün başı Dr. Skubl vardı. “Almanlar Salzburg’daki güm rük kapısını tek taraflı olarak kapattılar. İki ülke arasındaki tren seferleri durduruldu. Alman Birlikleri sınırlarımızda yığınak yapıyorlar.”6 Ertesi gün 12 M art 1938’de Alman Birlikleri ellerindeki Pagan inançlarının simgesi ‘toprağa ve kana tapınmayı’ sembo­ lize eden Gamalı Haçlı bayraklarıyla7 Avusturya sınırını geçerek 5

A lan B ullock, Hitler and Stalin / Parallel Lives, Fontana Press, 1993, s.

6

W illiam L. Shirer, 77ie Rise and Fall o f the Third Reich, S im on and Schus­

7

T h e W ar, E d. Q u in c y H ow e. D o ro th y T h o m p so n ’u n makalesi: The

568. ter, 1960, s. 337. Tragedy o f Munich / Let the Record Speak, P ocket B ooks, 1941, s. 5.

ülkeyi işgale başladılar. İlginçtir ki Hitler, atalarının ve kendisinin eski vatanının işgaline, yeni vatanının ordularıyla ilkin kendi doğum yeri olan sınır kasabası Braunau am In n ’den geçerek başlamaları kom utunu vermişti. 13

M art günü Avusturya’nın işgali tamamlanmıştı ve hızla

kimliklerim açıklayan Avusturyalı Naziler Führerlerini çılgınca alkışlayarak buyur etmişlerdi. H itler Avusturya’da im parator gibi karşılandı ve Leonding’deki aile kabristanına giderek annesinin ve babasının mezarlarına çelenkler koydu.88 R om an-K atolik takvimine göre 13 M art Bitniyalı Kutsal Şehitler günüydü ve tüm kiliselerde yas vardı. Bu şehitler kiliselerini ve Hıristiyanlığı korum ak istedikleri için Pagan askerlerce öldürülmüşlerdi. Avusturya’nın Şansölyesi Dr. Schuschnigg Avrupa siyaset sah­ nesinde beyefendi devlet adamı olarak tanınmıştı. Sofuluğa vara­ cak kadar dindar bir Katolik’ti. Polis Şefi’nden gelen telefondan sonra doğruca kiliseye gitmiş ve daima dua ettiği ‘O u r Lady o f Perpetual Succor’ adlı Azize’nin heykeli önünde diz çökm üştü.9 Güzel Azize Şansölye’ye büyük bir m erham etle bakmış, fakat ikisi Nazi dördü asker altı Alman tarafından makamından yaka paça indirilerek daha sonra çok ünlenecek olan D achau toplama kampına atılmasını engelleyememişti. H itler’in Avusturya’yı ilhakından üç hafta kadar önce 1920’lerden beri Almanya’da görev yapan Amerikalı kadın ga­ zeteci D orothy Thom pson, 18 Şubat 1938’de ilginç bir makale yazmıştı: “Almanya niçin Avusturya’yı işgal etm ek istiyor? Doğal kaynakları için deseniz Avusturya’nın hiçbir hammaddesi yok. Yoksul ve çok ciddi sorunları olan bir ülke Avusturya. Bu 8

Shirer, a.g.e. s. 347.

9

Shirer, a.g.e. s. 338.

haliyle Almanya’nın sırtına yük olur ve gelişmesini engeller. N edir ki eğer daha sonra Çekoslovakya işgal edilecekse önemli bir sıçrama noktasıdır. O durum da Çekoslovakya sarılmış ola­ caktır. Birkaç adım ötedeki Macaristan’ın zengin tarım alan­ ları ve R om anya’nın petrol yatakları artık Alman ordularına direnemeyeceklerdir.” 10 D orothy T hom pson’ın öngörüsü doğruydu. H id er’in esas hedefi de Macaristan ve R om anya’ydı. Ancak H itler hiçbir za­

26

AYTUNÇ

A LT IN D A L

man tek taşla tek kuş vurmamıştı. N itekim , Avusturya’yla ilgili olarak da şeytanca bir gizli planı vardı ve bunu hiç kimse tahm in edememişti. Ertesi yıl aynı günde, 13 M art 1939’da yine Bitniyalı Kutsal Şehitler gününde A dolf H itler’in Pagan orduları ellerindeki ga­ malı haçlı bayraklarıyla Yıldırım Savaşı (Blitzkrieg) taktiğini uy­ gulayarak bu kez Çekoslovakya’yı işgal ettiler. 15 M art’ta Çekler yenilgiyi kabul ettiler. H itler çok neşeli b ir günündeydi. Sekreterlerini yanma ça­ ğırdı: “Hadi bakalım kızlar. Bana birer öpücük verin. Bu benim hayatımdaki en güzel gündür. B ugünden sonra tarihe en büyük Alman olarak geçeceğim.” 11 Sekreterleri H itler’i öpücüklere boğdular. Gariptir ki H itler kendisine dokunulmasından, hele öpülm ekten ve kucaklan­ maktan hiç hoşlanmazdı. Kendisiyle görüşmeye gelen devlet başkanlarıyla bile zorla el sıkışır, sonra en az üç metre mesafede durarak konuşurdu. H itler’in bu garip davranışı onun kokulara karşı aşırı bir duyarlılığı olduğu varsayımına bağlanmıştı. Ama o gün anlaşılan kendi ‘vasiyetini’ kendisi yerine getirdiği için çok m utlu olmuştu. 10

T h o m p so n , a.g.e. s. 5.

11

Fest, a.g.e. s. 539.

Bu iki işgal H itler’in adım bütün dünyada duyurdu. Gözükara bir Nazi, Almanya’nın yeni tanrısını o günlerde şu sözlerle ta­ nımlamıştı: “H itler bizim gözümüzde sadece 12 inançsız havarisi olan o bildik Tanrı’dan (İsa) çok daha yüce bir tanrıydı.” 12 G erçekten de H itler’in şöhreti dünyada yayılmıştı. Fotoğrafları dünya basınında artık birinci sayfalarda yer alıyordu. Oysa H itler’in geçmişte fotoğraf çektirm ek konusunda da çok yadır­ ganan bir davranışı olmuştu. 1920-1930 yılları arasında H ider hiçbir gazeteciye fotoğraf çektirmemiş ve görüntüsünün basında yer almasına izin vermemişti. Almanya’da herkes onu konuşuyor­ du, yazılarını okuyordu, nutuklarını dinliyordu, ama gazetelerin fotoğraflarını basması yasaktı. Amerikalı ünlü gazeteci William Shirer’ın ve yazar Ernest H emingway’in dediklerine göre o yıl­ larda H itler’in bir fotoğrafını elde edebilmek için neredeyse bir servet ödem ek gerekiyordu. Avrupa’da adından en çok söz edi­ len siyasetçinin tek karelik fotoğrafinm çekilmesine bile Naziler Führer’in emriyle engel olabilmişlerdi. Avusturya’nın işgalinden iki ay sonra, Mayıs 1938’de dünya bu işgali, iki Alman ülkesinin doğal birleşmesi şeklinde yorum ­ lamış ve unutm uştu. Mayıs ayının ortalarında Avusturya’daki 17. Askeri Bölge Komutanı General K nittersched doğrudan doğru­ ya H itler’den gelen gizli bir em ir aldı. Buna göre Döllersheim adlı kırsal ve orm anlık köy alanının askeri manevralar için talim alanı olarak açılması isteniyordu.13 12 Fest, a.g.e. s. 522. H itle r 1 Eylül 1939’da da Polonya’ya saldırdı. 2. D ünya Savaşı böylece başladı. B u k o n u ayrıntılı olarak tü m tarih kitaplarında yer almıştır. İlginç b ir y o ru m için, bkz.: Ivan Maisky, Memoirs o f a So­ viet Ambassador, H u tch in so n , 1967, 2. cilt. Maisky, M en şev ik ’ti, fakat Stalin d ö n em in d e İngiltere Büyükelçisi olm ayı kabul etm işti. M aisky A vrupa’da sayılan b ir tarihçiydi. 13 Klaus P. Fischer, N a zi Germany, A N ew History, C o n tin u u m , N e w York,

İki ay sonra, Temmuz 1938’de bu kez de Avusturya Tapu Kadastro M üdürü benzer şekilde doğrudan Hitler’den gelen bir emir aldı. M üdürden en kısa sürede Döllersheim’ın ve çevresinin tüm kayıdarını toplaması isteniyordu. Emre göre Döllersheim tank talim alanı olarak seçilmişti. 1939 yılının başında bir sabah kim­ senin bilmediği, adı duyulmamış yoksul Döllersheim Köyü’nün sakinleri yataklarından kaldırıldılar. Köylüler önce köyün meyda­ nında toplandılar, sonra da yanlarında taşıyabilecekleri eşyaları alıp

28

AYTUNÇ

A LT IN D A L

az ötedeki Çekoslovakya’ya göç etmeleri istendi. Öğleden sonra köye giren Alman tankları köyün okulundan başlayarak kilisesi­ ne ve mezarlığına kadar ne kadar yapı varsa tamamını yerle bir ettiler. Mezar taşları bile parçalanmaktan kurtulamamıştı. Yoksul Döllersheim H itler’in emriyle haritadan silinmişti.14 Nazi Almanya’sı tarafından yeryüzünden silinen ilk yerle­ şim alanı işte sadece çoğunlukla Ç ek ve Moravya asıllı yok­ sul AvusturyalI köylülerin yaşadıkları bu küçük köy olmuştu. Sonraki yıllarda Naziler böyle küçük köylerle yetinmeyip kos­ koca kentleri de tanklarıyla düm düz edip, haritadan sildiler. 2. Dünya Savaşı süresince Almanların saldırganlığı o denli vahşice olmuştu ki hiç kimse yoksul Döllersheim ’ın hazin akıbetini dü­ şünecek lükse sahip olamamıştı. 2. Dünya Savaşı bittikten sonra Alman saldırganlığının boyut­ ları araştırılmaya başlandı. İlkin büyük kentlerin durumları ele alındı. Döllersheim ise yaklaşık 25 yıl sonra tarihçilerin dikkatini çekebildi. Hitler acaba küçük Döllersheim Köyü’nü niçin yerle bir ettirmişti? Eldeki belgelere göre yıkılan köyde tank talimi hiç yapılmamıştı. Kaldı ki bu tür askeri manevra ve talimler için Avusturya’nın sayısız boş alanı vardı, yeni alan açmaya hiç gerek 1995, s. 74. 14

Fischer, a.g.e. s. 74.

yoktu. Üstelik H itler Döllersheim’dan başka hiçbir Avusturya kö­ yüne dokunmamış, tam tersine onları mali ve teknik destek sağla­ yarak kalkındırnııştı. Köyde Nazilerin geleneksel düşmanlan olan komünist, Çingene ve Yahudi de yoktu, kendi halinde tamamı Katolik bir köydü Döllersheim. Öyleyse niçin haritadan silinmişti? A dolf H itler’in çocukluğundan beri mimarlığa meraklı oldu­ ğu ve binaları yıkıp yeniden inşa ettirm ek gibi hayaller kurduğu biliniyordu. O pera binalarını, sarayları, garnizon binalarını yıka­ rak yeni binalar yaptırmak Führer’in en büyük düşüydü. Acaba Führer Avusturya’yı işgal edince yine bu patolojik hayallerinden birine mi kapılmıştı? Bir mimarlık fantezisine m i kurban gitmişti Döllersheim? 1971’de ünlü Alman tarihçi W erner Maser, Döllersheim Köyüyle ilgili bom ba gibi patlayan bir açıklama yaptı. Maser’e göre Döllersheim, H itler tarafından hiçbir zaman tank talim alanı olarak seçilmemiş, dolayısıyla da yerle bir edilmemişti! Maser’in dediğine göre Döllersheim gerçekte 1945’te Almanya içlerine doğru ilerleyen Stalin’in Kızılordu’su tarafından haritadan silin­ mişti. Döllersheim ’ı evleri, okulu, kilisesi ve mezarlığını yıktırıp yok eden H itler değil, bizzat Stalin’di. H iç kimsenin bilmediği ve önemsemediği bu köy Stalin tarafından yok edilmişti. Maser’in açıklamaları üzerine Döllersheim dünyanın ciddi gazeteleri tarafından ele alınmaya başlandı. Avusturya’daki yoksul bir köy acaba niçin önce Hitler, sonra da Stalin gibi iki acımasız diktatör tarafından haritadan silinmek istenmişti? D öllersheim ’ı esrarengiz yapan neydi? Gizli istihbarat örgütleri, gazeteciler, araştırmacılar ve aka­ demisyenler iki yıl süreyle görüşlerini bildirdiler. Sonunda Döllersheim ’ın sırrı çözüldü. K üçük Döllersheim Köyü A dolf H itler’in babası Aloys H itler’in doğum kayıtlarının bulunduğu

yerdi. H itler’in babası belgelere bakılırsa bu köydeki kiliseye kayıdıydı ve H id er ailesinin geçmişiyle ilgili birçok belge de b u ­ rada saklanmaktaydı. Köy yıkılm adan önce bir SS subayı gelerek tüm belgeleri toplamış ve bunları başkent B erlin’deki gizli bir devlet arşivinin kasasına taşımıştı. D aha ilginci H itler’in büyükannesi M aria A nna Schickelgruber de D öllersheim M ezarlığı’nda göm ülüydü. H itler’in emriyle mezarlık yok edilince büyükannesinin m ezarı da sonsuza dek

AYTUNÇ ALTINDAL

bulunamayacak şekilde ortadan kaldırılmıştı. H itler’in en kapsamlı biyografisini yazan G .L.W aite’ın yazdı­ ğı gibi, “H itler yok etm ek için bu köyü rastlantı sonucu seçmiş değildi. Bilerek seçilmişti D öllersheim .”15 D öllersheim ’ın esrarı çözülm üştü, ama tarihçilerin kafalarını karıştıran birçok soru yanıtsız kalmıştı. B ir insan hayatında hiç görm ediği büyükannesinin m ezarını acaba niçin barbarca yok

30

ettirir? B üyükanne böylesine acımasızca cezalandırılmak için acaba nasıl bir günah işlemişti? Yoksa H itler’in sonsuza dek bi­ linmesini istem ediği bir sır m ı vardı? 2.

D ünya Savaşı’nm üzerinden yaklaşık 55 yıl geçti.Tarihçiler

hâlâ kesin olarak H itler’in ailesindeki ‘K im K im dir’i çözebilmiş değiller. Almanya’nın yakın dönem deki en ünlü tarih araştırma­ cısı Klaus P. Fischer’in dediği gibi, “Bu konuda gerçeğe belki de hiçbir zaman ulaşılamayacaktır.” 16 A d o lf H itle r’in

hayatı, kelim enin

tam

anlam ıyla

bir

‘M uam m a’dır. Şu kesindir ki, A dolf H itler, tarihçi Fritz Fischer’in de yazdığı gibi bir ‘İş Kazası’ değildi.17 B irileri ‘O ’nu seçmişler ve yönlendirmişlerdi. 15 W aite, a.g.e. s. 156. 16

Fischer, a.g.e. s. 76.

17

F ritz Fischer, Hitler war kein Betriebsunfall, Verlag C . H . B eck , 1998.

1.2. AĞZI SIKI BİR KADIN

A v ru p a ’n ın aile iç i e v lilik le rin v e aile iç i c in se l iliş k ile rin e n y a y g ın o ld u ğ u b u b ö lg e sin d e d a h i S c h ic k e lg ru b e r ailesi k a rm a ­ şık aile iç i ilişk ile riy le o ld u ğ u k a d a r ak ıl h a sta lık la rı v e b e d e n s e l b o z u k lu k la rıy la d a ü n le n m iş ti. R o b e r t G .L . W aite T h e P sy ch o p ath ic G o d , 1 9 7 718

‘Alınyazısı’19 A d o lf H itle r’in de h em en h er fırsatta b elirt­ tiği gibi o n u n serüvenlerle dolu yaşam ında çok belirleyici bir 18 W aite, a.g.e. s. 149. (W aite k itab ın d a b irç o k araştırm acıd an yararlanarak b ir tü r H itle r A nsiklopedisi hazırlam ıştır. B u n e d en le ay rın tılard a b o ­ ğ u lm am ak için k ay n ak olarak o n u n k itab ın ı ku llan d ım .) 19 A lm anca ‘Schicksalsglaube’ kav ram ın ı T ü rk çey e ‘K adere İn a n m a k ’ diye ç ev irm e k gerekiyor. A n cak H itler, Kavganıd a sürekli o larak ‘F ate’ (veya eski A lm ancadaki, O rlag) kav ram ın ı kullanm ıştır. B u d u ru m d a H itler, K a d er’e ve A lınyazısı’n a in an m ak tay d ı, denilebilir. A lm an lar için, T ö to n -C e rm e n k a v im lerin d e, H ıristiy an lığ ın tersin e ‘K a d er T an rısı’na in an ç vardı; İsa M e sih ’e ve Teslis’e in an ç y o k tu . H itle r d e b u Pagan tanrısına in an ç besliyordu. K avram için bkz.: G ü n te r L anczkow ski,

-------h?

rol oynamıştı. H itler’in esrarengiz aile geçmişiyle ilkel korku ve nefretini yansıtan Yahudi düşmanlığı dikkatlice incelenirse onun ünlü devlet adamı Bismarck’ın, H ohenzollern impara­ torları kayzerlerin ve Devlet Başkanı General H indenburg’un

32

AYTUNÇ

A L T IN D A L

koltuğuna oturabilecek en son şahıs bile olamayacağı açıkça görülür. N e var ki, A dolf H itler bu koltuğa oturmuş ve on iki yıl boyunca Alman halkı onda Tanrısal ve ilahi bir güç bulun­ duğuna inanarak onun emirlerini tartışmadan yerine getirmeyi kabullenmişti. A dolf H itler kendisini Führer (Başbuğ) ilan ederek kendinden önce Almanya’nın başına geçmiş tüm devlet adamlarından daha fazla ünlenmiş, hepsinden daha fazla güce ve yetkiye sahip olmuş ve deyim yerindeyse Almanların yeni Tanrısı olarak yüceltilmiştir. Sadece A dolf H itler değil, ilginçtir ki, belki de aynı ‘Alınyazısı’nın bir oyunu olarak babası Aloys da kendi çapında tuhaf ve sır dolu bir yaşantının kahramanı olmuştur. Örneğin Aloys Schickelgruber’in nasıl olup da hiçbir yasal zorunluluğu yerine getirmeden 6 Haziran 1876’da birdenbire Döllersheim Kilisesi’ndeki doğum kayıt defterindeki adını Aloys Hitler’e çevirtebildiği hiçbir tarihçinin veya istihbarat örgütünün çöze­ mediği bir sır olarak günümüze kadar gelmiştir. Aloys bu işlemi yaptırmak için mevzuat gereği mahkeme kararı çıkartmak gibi yasal bir girişimde bulunmamıştı. Daha ilginci, ad değişikliğini yapan Döllersheim Kilisesi’nin yaşlı papazı Josef Zahnschirm, yasalara göre bu değişikliği yapması için imza atması gerekirken atmamıştı. Hayrettir ki bütün bu eksiklere rağmen ad değişikliği yasal sayılmıştı! Geschichte der nichtchristliclen Religionen, Fischer, 1989, s. 110. Ayrıca Av­ ru p a’daki Pagan tanrılarıyla ilgili olarak bkz.: R o b in Lañe Fox, Pagans and Christians, Penguin, 1986, öz. Ss. 8 3 ,8 8 ,4 1 -4 5 ,1 9 6 vd.

Benzer şekilde sadece ilkokul mezunu olan Aloys’un na­ sıl olup da 13 yaşındayken köyünden ayrılıp Viyana’ya yer­ leştiği ve iddialara göre hiç kimseden yardım görm eden Habsburg Sarayı’nın yönetimindeki imparatorluk Gümrükleri Başmüfettişliği’ne kadar yükselebildiği de Aloys’un hayatındaki halen çözümlenememiş sırlardan biridir. Şu kesinlikle söylenebilir ki H itler’in aile tarihi inanılmayacak kadar karmaşık ve esrarengiz olaylarla doludur. Bu pencereden

müfettişi olduğu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde kanıtlanmış bir gerçektir. Oysa, oğlu A dolf Hitler 21 Kasım 1921’de yazdığı bir mektupta babasının ‘Postacı’ olduğunu altına imzasını atarak belirtmişti. H itler on yıl kadar sonra da bir grup Nazi bürokrata babasının yerel ‘Yargıç’ olduğunu söylemişti. 22 Şubat 1933’te ailesinin ve kendisinin özbeöz ‘Bavyeralı’ olduklarını, 23 Eylül 1938’de de İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’e ailesinin ve kendisinin Anglo-Sakson kökenli, yani safkan İngiliz oldukları yalanım söylemişti.20 “Benim ne düşündüğümü hiçbir zaman bilemeyeceksiniz,” demişti Hitler silah arkadaşı ve bir dönemin Genelkurmay Başkam General Franz Halder’e. “Çevresine hava atmak için benim aklımdan geçenleri bildiklerini yüksek sesle söyleyenlere 20 Waite, a.g.e. s. 41.

hitler

yola çıkanlar çoğunlukla ellerinin bomboş kaldığını gecikerek de olsa görmüşlerdir. Ö rneğin H ider’in babası Aloys’un gümrük

bi li nmeyen

bakılırsa böyle bir aileden A dolf Hitler gibi birinin çıkması yadır­ gatıcıdır. Konu Hitler’in ailesine gelince tarihçiler ve araştırma­ cılar çaresiz kalmakta ve gerçek dünyadan koparak bir yalanlar ve yarı-gerçekli yalanlar âlemine girerek bulanık sularda avlanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu sular bizzat A dolf H itler tarafindan bulandırılmıştır ve onun verdiği bilgileri gerçek kabul ederek

~ w

ben hiç kimselere söylemediğim yalanları söylerim.”21 N edir ki,

34

AYTUNÇ

A L T IN D A L

Hitler yalan söylemiş olmak için yalan söyleyen biri değildi; daima içinde bulunduğu koşulları gizlemek için yalan söylerdi. Hitler’in yalanları ‘taktik’ yalanlardı. 1930’a kadar basma fotoğraf çektirmekten kaçınan Adolf H itler’in gerçek soyadının Schickelgruber olduğunu Nazi Partisi’nin (NSDAP) üyeleri dahi bilmiyorlardı. Macar asıllı gazeteci Hans Habe -sonra Amerikan istihbarat elemanı oldu1932’de Adolf Hitler’in gerçek soyadının Schickelgruber ol­ duğunu keşfedip yazınca Nazilerin boy hedefi haline geliverdi. Naziler öldürmek için Habe’yi aramaya başladılar, o da çareyi Amerika’ya kaçmakta buldu.22 H abe’nin keşfi Almanya’da şaşırtıcı izler bıraktı. Hitler aile geçmişinin sorgulanmasından ciddi rahatsızlıklar duyuyordu. Ailesiyle ilgili bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar H ider’i bir hayli yıpratmıştı. 1933’te Şansölye seçilince yaptığı ilk iş, ailesiyle ve özel hayatıyla ilgili soruşturmaların sürdürülmesini yasaklamak oldu.23 Hitler’in ailesiyle ilgili söylenen her söz hiç kuşkusuz doğru değildi. Bu söylentilerin bir kısmını onun siyasal rakipleri çıkar­ tıyorlardı. Bu söylentileri gerçek sanan birçok yabancı gazeteci ve yazar vardı. 2. Dünya Savaşı sonrasında, bu kişilerin o günlerde yazdıkları asılsız haberler ve yorumlar savaş sonrasında birçok tarihçiyi ve bilim adamını yanılttı. Söylentiler sadece siyasal rakiplerden gelmiyordu. Hitler’i savunan Nazi Partisi üyeleri de çıkan her söylentiyi büyütüyor­ 21 Waite, a.g.e. s. X i. (Önsöz) 22 Hans H abe, Our Love Affair With Germany, G.P. P u tn am ’s Sons, 1953, Ö nsöz. 23 Fest, a.g.e. s. 13.

lar ve kulaktan kulağa yaygınlaşan bu söylentiler yabancı basın mensuplarına kasten duyuruluyorlardı. Böylece Hitler’le ilgili sansasyonel haberler her gün bir yabancı gazetede manşet olu­ yordu. Nazilerin amacı H itler’i ne pahasına olursa olsun dünya basınının ‘gündeminde’ tutmaktı. Nazilerin H itler’le ilgili çıkarttıkları magazin haberlerinden biri de onun kadınlarla olan ilişkisine dairdi. Naziler H itler’in özel hayatında kadına yer vermediğini ve papazlar gibi kadınsız

sonra bu hapishanede cezasını çekmişti. Lurker’in yeminli be­ yanına göre Hider tutuklu bulunduğu sırada çok garip bir olay yaşanmış ve Lurker bu olaya ilk elden tanık ve taraf olmuştu. Olay şöyle gelişmişti: Bir sabah her haliyle pek de normal sayılamayacak siyah giysili bir adam Adolf Hitler’i ziyarete gelmişti. Lurker siyasal tutuklularla görüşmek isteyenlerin kimlik bildiriminde bulunma-

35

lirti. Parti’nin Hitler’e karşı olan Georg Strasser kanadına mensup ‘Sosyalist’ Naziler, Hitler’i gerçek kimliğini gizlemekle suçladılar. Bu suçlamalardan biri kendisi de su katılmamış Nazi olan O tto Lurker adlı bir gardiyanın yazdığı Demir Parmaklıkların Ardında adlı bir kitapta ortaya atılmıştı. Lurker uzun yıllar Almanya’nın ünlü ceza ve tutukevi Landsberg am Lech’te başgardiyanlık yapmıştı. H ider 1923’te başarısızlıkla sonuçlanan Birahane Darbesi’nden

HİTLER

sonra o kadar çoğalmıştı ki kendi partisi içinde bile tartışmalar başladı. Alt rütbelerdeki bazı Naziler, gerçekte Hitler’in yakın çevresi tarafından şaşırtmaca amacıyla çıkartılmış olan söylentileri gerçek sanmaya başladılar. Nazi Partisi içinde görüş ayrılıkları be­

B İL İN M E Y E N

yaşadığını yaymışlardı. Oysa H itler’in hayatına girdikleri bilinen belgelenmiş en az altı kadın olmuştu. Daha ilginci bu altı kadın­ dan beşi yedi kez intihar girişiminde bulunmuş ve üçü hayatına son vermişti! 1930’larda Hitler’le ilgili ortaya saçılan söylentiler bir süre

ları gerektiğini ziyaretçiye bildirmişti. Bunun üzerine adam Adolf Hitler olduğunu söylemiş ve kimliğini göstermişti. Lurker şaşırmış ve Adolf Hitler’in cezaevinde olduğunu söylemişti. B unun üzerine siyah giysili adam şöyle konuşmuştu: “ Gerçek A dolf H itler benim . Sizin cezaevinde tuttuğunu kişi benim kardeşim R u d o lf H itler’dir. Siz onu A dolf H itler adıyla tanıyorsunuz, çünkü şimdilik benim adımı kullanıyor.” Bu garip ve garip olduğu kadar da akıl karıştırıcı olay O tto

36

AYTUNÇ

A L T IN D A L

Lurker’i şahsen tanıyan ve H itler’in yakın dostu -sonra uzak düşm anı- gazeteci Konrad H eiden tarafından 1936’da yayımlanan A d o lf Hitler adlı biyografik kitapta da yer almıştı.24

H eiden, ayrıca uzun yıllar kendisinin de aralarında oldu­ ğu NSDAP’nin üst kadrosunun A dolf H itler’in gerçek adının R o b ert H itler olduğunu bildiklerini de yazmıştı. Bu üst kademe yöneticilerine göre R o b ert Hider, Avusturya O rdusu’nda as­ kerlik yapmamak için kimliğini kardeşi A dolf’la değiştirmiş ve böylelikle askerlikten kurtulmuştu. N e var ki, bu olayı esrarengiz hale getiren bu kimlik değiştir­ me meselesi değildi. A dolf H itler’in gerçekte R o b ert ve R u d o lf adlı kardeşleri hiçbir zaman olmamıştı. N e R o b ert H itler diye biri gerçekte var olmuştu ne de R u d o lf Hitler. Fakat Almanya ve Avusturya’da çok ender rastlanan H itler soyadını kullanan bazı Yahudi aileler vardı. H itler ise Katolik’ti, hapishaneye gelen şahıs, gerçekte H itler efsanesini çoğaltmak amacıyla gönderilmiş eski bir aktördü. 1930’larda Nazi Partisi içinde kimileri A dolf H itler’in gerçek adının R u d o lf H itler olduğunu, kimileri de R o b ert H itler olduğunu sanıyorlardı, ama ortada sadece bir tek 24 K onrad H e id en , A d o lf Hitler - Das Zeitalter der Verantwortunglosigkeit, E uropa Verlag, Z ü ric h , 1936, s. 15.

A dolf H itler vardı. O da bu yanlış kanıyı silip atmaktansa başka yalanlar uydurarak söylenti yangınına körükle gidiyor ve akılla­ rın daha da karışmasından hoşnut oluyordu. Söz, H itler’e ilişkin ad ve kim lik değişikliklerinden açılınca, ilk bakışta gereksiz gibi görülen ilginç bir ayrıntıya değinm e­ den geçm em ek gerekir. Belgelere göre, H itler’in babasının adı Alis’di. Bu sonra Aloys olarak değiştirilmişti. Tıpkı soyadının da Schickelgruber’den H ider’e değiştirildiği gibi. Aloys adının etimolojik kökeni Latince Aloysius’tur. Latince Ludovicus, Aloysius’tan türetilmiş bir sinonim addır. H er iki isim de Fransızca Louis adının Latince formlarıdır. Aloysius ve Ludovicus, Chlodovicus ve Clovis adlarıyla özdeştir. Bu adların günüm üz İngilizce, İtalyanca ve Almancadaki karşılıkları Luigi, Ludwig ve Lewis’tir. Bu açıdan bakılınca, H itler’in babasımn adı etimolojik olarak Fransa’nın ilk ulusal kahramanı sayılan Kral Clovis’e bağlan­ maktadır. Clovis, C erm en kavimlerinden Frankların kralıydı ve Pagan tanrılarına bağlı bu kavimi yönetiyordu. Sonra İS 499 yılının N oel günü, beklenmedik şekilde Katolik dinine geçti.25 Clovis tam bir pragmatistti. En büyük rakibi olan C erm en kavimi Alamanni’yi (Alman) yenmek uğruna kendi Pagan tanrılarını ve­ rip Hıristiyanlığın ‘Babasız’ doğmuş tanrısı İsa’yı almayı kabul et­ mişti. Clovis yeni girdiği dinin taraftarlarını ve O kült sembollerini kullanarak kadim düşmanı Pagan Alamanni’yi yenmeyi başarmıştı; tıpkı ünlü Konstantinen Hıristiyanlığa geçerek aynı O kült sem­ bollerini kullanarak Pagan R om alı rakiplerini yendiği gibi. A dolf H itler’in babası Aloys Schickelgruber de ‘Babasız’ doğ­ muş bir çocuktu. Babasının kim olduğu belli değildi. Annesi ise 25 W. H . C . Frend, The Rise o f Christianity, D a rto n , L o n g m an and T odd, 1984, ss. 800-804.

A L T IN D A L AYTUNÇ 38

yazılanlara göre 41 ya da 42 yaşında26bir kadındı. Adı, Maria Anna Schickelgruber’di. Kilise kayıtlarına göre Aloys, 7 Haziran 1837’de Aşağı Avusturya’nın Waldviertel kesiminin Strones Köyü’nde dünyaya gelmişti. Bir yanda Bohemya ve Moravya, diğer yanda da Tuna N ehri Waldviertel’in sınırlarını belirliyordu. Bu kıraç verimsiz topraklarda oturanlar, tıpkı daha kuzeyde yaşayan eski soydaşları Çekler gibi asık suratlı, kasvetli ve sert karakterliydiler. Avrupa’nın bu bölgesinde aile içi evlilik çok yaygındı ve yine çok sık olarak babası belli olmayan bebek doğumları yaşanırdı.27 O yıllarda Avusturya’nın kırsal alanlarda doğan bebeklerin yaklaşık %40 kadarı evlilik dışı ilişkilerden peydahlanmışlardı.28 Hiç kuşkusuz evlilik dışı çocuk doğumları sadece yoksul köylülerin gerçekleştirdikleri bir günah değildi. Habsburgların saraylarında da benzer bebek doğumları sıkça yaşanmıştı. Avusturya-Macaristan İm paratoru Franz Josef, Avrupa kra­ liyet ailelerinin en soylu ve güzel kadınlarından birisiyle evli olmasına rağmen, tıpkı kendi köylüleri gibi zaferler ve yenil­ gilerle dolu hayatından vakit bulup, demiryolu işletmesinde görevli bir m em urunun Anna Nahowski adlı çok genç ve fettan karısıyla ilişki kurm uştu. Ayrıca o günlerin ünlü sanatçı­ larından Katharina Schratt’la da dostluğu vardı. Franz Josef’in oğlu veliaht Prens R u d o lf da, Prenses Stefanie’yle evli olmasına rağmen 16 yaşındaki genç bir Barones’i ayartarak kendisine metres tutmuştu. 26 Shirer’e göre kadın 42 yaşındaydı {a.g.e. s. 7); Fischer’e göre 41 ya­ şındaydı (a.g.e. s. 74). Bradley F. Sm ith’e göre de kadın 42 yaşındaydı. Bkz. Sm ith, A d o lf Hitler, His Family, Childhoad and Youth, T h e H oover Instution o n War, R evolution and Peace, Stanford U n i., 1967, s. 17. 27 Shirer, a.g.e. s. 7. 28 Samuel W. M itcham , Jr. W hy Hitler? - The Genesis o f N a zi Reich, P roeger, 1996, s. 47.

1830’ların Aşağı Avusturya’sında yaşanmış olan bu yaygın evlilik dışı doğumlar konusu bazı kuşkuların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Halkın %40’ı arasında, hangi erkeğin hangi çocuğun babası olduğu kesin olarak bilinemediği gibi bazı du­ rumlarda da hangi annenin hangi bebeğin gerçek annesi olduğu da kesin olarak belirlenemiyordu. Evlilik dışı ilişkilerden doğmuş birçok bebek sütanne (Stiefmutter) denilen kadınlara veriliyorlar ve bir daha hiç aranıp sorulmuyorlardı. Bu sütanneler kayıtlara gerçek anneler olarak geçiriliyorlardı. Bu durumda Maria Anna Schickelgruber’in Aloys’un gerçek annesi olduğu kesin olarak öne sürülebilir miydi? Gerçi tersini kanıtlayabilmek de zordu, ama yine de bazı ipuçları vardı. Amerikalı ünlü savaş tarihçisi Samuel W M itcham Jr. ilginç bir hususa değinmişti: “Birçok tarihçi Hitler’in Kavgamda yazdıklarını İncil kadar doğru saymak gafletine düşmüşlerdir. Onlara göre H itler’in kendi gençliğiyle yazdıkları tartışmasız doğruydu. Oysa 1965’ten öncesine kadar birçok belge ortaya çıkarılmamış olduğu için bu tarihten önce yazılmış olan kitapların çoğu geçersiz bilgilere, efsanelere ve düpedüz yalanlara dayandırılmıştı. 1945-65 yılları arasında H ider ve Nazilerle ilgili en önemli belgeler Amerika’da hüküm et dairelerinde mühürlü olarak gizlenmişti. Ancak bu tarihten sonra bu belgeler üzerinde sınırlı sayıda bilim adamının araştırma yapmasına izin verildi.”29 M itcham haklıydı. Ö rneğin birçok tarihçi aynı kaynaktan beslenen hatayı tekrarlayarak H ider’in büyükannesi Maria Anna Schickelgruber’in 40 yaşlarındayken doğduğu köyden ayrı­ lıp Graz şehrine gittiğini ve burada hizmetçi olarak çalıştığını ve evin genç oğlu tarafından hamile bırakıldığını yazmışlardı. Üstelik onlara göre Graz’daki bu aile Frankenberger adlı bir 29 M itcham , a.g.e. s. 45.

Yahudi ailesiydi ve Maria Anna da bu Yahudi ailenin oğlu tara­ fından gebe bırakılmıştı. Dolayısıyla da H itler’in büyükbabası da birYahudiydi. Eksik araştırmadan kaynaklanan bu bilgi tümüyle geçersizdi. Şöyle ki, 1965 sonrası ele geçen belgelere göre Maria Anna, Graz’a öm ür boyunca hiç gitmemişti, nerede kaldı çalışma­ sı^). Graz polis kayıdarında bu isme hiç rasdanmamıştı. Dahası 1830’lu yıllarda Graz’da tek Yahudi bile yoktu. Ç ünkü o dönem ­ de Stryia diye bilinen Graz ve çevresinde Yahudilerin yaşaması ALTIN D A L

ilgili kuşkuları daha da artırdı. Maria Anna, Graz’a gitmediğine

40

AYTUNÇ

1496’da yasaklanmıştı. Graz şehrinde Yahudilerin yeniden otur­ masına ilk kez 1856’da izin verilmişti. D iğer bir deyişle Aloys’un doğum undan yaklaşık 20 yıl sonra... ' Graz şehrin kayıtlarının gün ışığına çıkması H itler’in ailesiyle ve Y ahudiden de hamile kalmadığına göre nerede ve kim den hamile kalmıştı? Kaldı ki, tüm hayatı yoksulluk ve zaruret içinde son derece yorucu ve yıpratıcı çiftçilik koşulları içinde geçmiş olan 42 yaşında bir kadının ilk kez hamile kalmak için epeyce gecikmiş bir bedensel yapıda olduğu da ortadaydı. Tarih araştır­ macılarının bu konuya hiç değinmemiş olmaları da manidardı. Sadece 1830’lu yılların Avusturya’sındaki yoksul ve bedenen yıpranmış bir köylü kadını için değil günüm üzün kentli kadınları için bile 42 yaş ilk hamilelik için oldukça ileridir ve tehlikeler içerir. N e var ki, bu çok önem li husus gözden kaçmıştı. Birçok ünlü tarihçi birbirlerinden alıntılar yaparak Maria A nna’nın gittiği şehirde gebe kaldığını ve dokuz aylık hamileyken baba evine döndüğünü ve birkaç gün sonra da çocuğunu burada dünyaya getirdiğini yazmışlardı. Ancak bu ortak yanlışa düşmeyen çok dikkatli bir Alman tarihçi, Kari D ietrich Bracher, Aloys’un do­ ğum unu bambaşka bir şekilde açıklamıştı:

“Aloys’un babasının kimliği belli değildir. Öyle anlaşılıyor ki, M aria Schickelgruber çalışmak için gittiği şehirden çocuğuyla birlikte köyüne dönmüş ve beş yıl sonra da 47 yaşındayken de­ ğirm enci yamağı G eorg H iedler’le evlenmiştir.”30 Eğer Bracher haklıysa bebek birçok tarihçinin yazdığı gibi Strones’te değil, Maria A nna’nın çalışmak üzere gittiği varsayı­ lan, fakat neresi olduğu bilinmeyen bir şehirde doğmuştu. Maria A nna’nın Graz’a hiç gitmediği belgelerle saptanmış olduğuna Başka sorular da vardır. Maria Anna Strones’te doğum yapma­ mış ve/fakat yanında çocuğuyla köyüne dönmüşse bu çocuğun onun çocuğu olduğu kesin olarak nasıl saptanabilir? 42 yaşındaki bebekle köyüne dönmüş olamaz mıydı?

H İTLER

hiç evlenmemiş bu köylü kadın kendisine emanet edilmiş bir

B İL İ N M E Y E N

göre bebek acaba nerede dünyaya gelmişti?

Maria A nna’nın toplumda saygın yeri olan başka bir kadının

H itler’in ailesi konusunda en ayrıntılı çalışmayı yapmış olan tarihçi Bradley F. Smith şöyle yazmıştı: “M aria Anna Schickelgruber -ya da Schicklgruber- Nisan 1795’te, Strones’te doğmuştu. Strones’te 1 (bir) numaralı evde oturan çiftçi Johann Schickelgruber’in on bir çocuğundan bi­ riydi. O n kardeşinden altısı yaşamıştı.”31 A dolf H itler’in karmaşık ruh halini ve nereden geldiğini an­ layabilmek için büyükannesi olduğu varsayılan ve/fakat nedense mezarı torunu A dolf H ider tarafından yerle bir edilerek yeryü­

30 K arl D ie tric h B racher, In tro d u ctio n b y Peter Gay, The German Dictator­ ship, H o lt, R in e h a rt an d W in sto n , Inc., 1970, s. 58. 31 Sm ith, a.g.e. s. 17.

41

evlilik dışı ilişkisinden doğma bebeğini büyütm ekle görevlendi­ rilmiş bir ‘Sütanne’ olmadığı nasıl bilinebilir ki?

zünden kaldırılan Maria Anna Schickelgruber’in yaşamındaki sırları çözmek gerekmektedir. N edir ki, tarihçiler bu konuya da gereken ilgi göstermekten kaçınmışlardır. Maria A nna’nın hayatındaki garipliklerden biri de onun yaptığı varsayılan doğum un tarihiyle ilgilidir. 1965 öncesinde H itler’le ilgili yazılmış kitapların neredeyse tamamında, Maria A nna’nın 7 Haziran 1837’de dünyaya bir erkek çocuk getirdiği ve bebeği aynı gün Döllersheim Köyü’ndeki kiliseye götürüp

42

AYTUNÇ

ALTTNDAL

vaftiz ettirdiği yazılıdır. N e var ki, biri Alman diğeri Amerikalı iki ünlü tarihçi ellerindeki belgelere göre doğum un 7 Haziran’da değil, 17 Haziran’da olduğunu öne sürmüşlerdi. Bu iki tarihçi de diğer tarihçiler gibi bebeğin doğduğu gün annesi tarafından merkez köy olan Döllersheim’e götürülerek vaftiz edildiğini belirtmişlerdi.32 Bu aynı gün vaftiz ettirme kuramı da çok sağlam temellere dayanmamaktadır. 1837 yılının Avusturya’sının kıraç ve yoksul Strones Köyü’ndeki oldukça ileri yaştaki bir kadının ilk çocu­ ğunu doğurduktan hem en sonra onu kucağına alıp bir hayli yol yürüyerek -çünkü hiçbir tanık onun araçla gittiğini görmüş de­ ğildi- Döllersheim Kilisesi’ne gitmiş olabileceğini varsayabilmek olası değildir. Kaldı ki, soğuk kilisenin içinde vaftiz için önceden haberli ve hazırlıklı olmayan papazı beklemesi, uzun sayılabilecek vaftiz ve kayıt işlemlerinden sonra, hâlâ ayakta kalabildiyse eğer çocuğunu alıp yeniden yayan olarak köyüne dönmesi gerektiği de düşünülürse şu meşhur ‘aynı gün vaftiz’ kuramı pek gerçekçi gözükmemektedir. N e var ki, vaftizde hazır bulunmuş kimse yok­ tu, çocuğa da Katoliklik gereği bir vaftiz babası ve annesi atanmış değildi. 32 Sm ith, a.g.e. ss. 17-18.

Bu iki tarihçinin öne sürdükleri gibi M aria A nna’nın bebeği Aloys eğer 17 H aziran’da doğduysa çok garip bir rastlantıya da denk gelmiş demektir. Şöyle ki, Katolik Kilisesi’nin en önemli kitaplarından biri sayılan A zizle r Kitabı’na göre 17 Haziran Katoliklerin çok sev­ dikleri ve saygı duydukları Aziz H erve’nin günüdür. Bu Aziz IS 575 yılında ölmüştü. D oğduktan kısa bir süre sonra garip bir şekilde gözleri kapanmış ve öm rü boyunca bir daha da açılma­ mıştı. N e var ki, Kilise yönetim inde yükselmiş ve ‘A bbot’luk (Başpapaz gibi) mertebesine erişmişti. Aziz H erve’nin sembolü kurttu. Simgesel olarak daima bir kurt tarafından yönlendirilen kör adam olarak tasvir edilirdi.33 Aloys H itler de oğlu A dolf’un dünyaya neler yaptığını gö­ rem eden gözlerini bu dünyaya kapatmıştı. Benzetm e yoluyla söylenirse, o da Aziz Herve gibi kördü. Bu kör adam Aloys, oğlu ‘kurt adam’ H itler tarafından tarihe sokulmuştu ve yönlendiril­ mişti. A dolf H itler olmasaydı babasını hiç kimse tanımayacak ve hayatını da bilmek istemeyecekti. Kaldı ki, H itler gerçektende ‘kurt adam’dı. Adolf, N ordik mitolojide ‘Athal+Wolfa,’ yani şans­ lı kurt adından türetilmiş Almanca bir addı. Ö te yandan A dolf H itler’in N azi Partisi içindeki gizli kod adı da ‘K urt= W olf’ idi. İlginç bir rastlantıyla Aloys eğer 17 Haziran Aziz Herve gününde doğduysa, tıpkı onun gibi gerçek babasını hiç görememiş ve bir kurt tarafından yönlendirilerek tarihe sokulmuştu. Başka ilginç kesişmeler de vardı. Eğer, Bradley ve Jetzinger haklıysalar, 17 Haziran 1837, bir Cumartesi gününe rastlamıştı. Bu durum da Aloys cumartesi günü doğmuş ve vaftiz edilmiş 33

The Book o f Saints, A Dictionary o f Servants o f God canonized by the Catho­ lic Church, C o m p ile d by th e B en ed ictin e m onks o f St. A u g u stin e’s A b­ bey, R am sg ate 6 th E d itio n , A and C B lack, 1989, s. 268.

oluyordu. Aloys’un oğlu A dolf H itler de 20 Nisan 1889’da yine bir Cumartesi günü dünyaya gelmişti. Kuşku uyandıran diğer bir husus da şuydu: Maria Anna, bir­ çok tarihçinin iddia ettiği gibi Strones Köyü’ndeki 13 numaralı evde oturan babasının ve ailesinin evinde değil, gerçekte, kendi aile ocağından dokuz ev ötedeki 22 numaralı evde yaşayan Johann Trummelschlarger ailesinin evinde doğum yapmıştı.34 Bradley Smith’in belirttiğine göre, “Trummelschlarger ve karısı A LT IN D A L

bebekle baba evine geri dönen Maria A nna’yı görmüşlerdi, o

44

sonra bebeğiyle birlikte bu evden ayrılmış ve baba evine sı­

AYTUIMÇ

küçük Aloys’a vaftiz ailesi olmuşlardı. Maria anna doğumdan ğınmıştı.35 Bu durum da gerçekte kendi ailesinden hiç kimse Maria A nna’yı doğum yaparken görmemişti. O nlar kucağındaki kadar! Maria Anna niçin kendi evinde değil de başka bir yoksul köylü ailesinin evinde doğum yapmıştı, bu hiçbir zaman anlaşı­ lamamıştır. Ö te yandan Trummelschlarger ailesi nedense Aloys tarafından dile getirilmemiş, adeta yok sayılmıştı. Oysa bu karıkoca, iddiaya göre, ona vaftiz babalığı ve anneliği yapmışlar ve sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Bu karışık ve kuşku uyandırıcı verilere Maria A nna’nın ilk doğum için çok ileri sayılan yaşını (42 yaş), yıpranmış bedenini -ki birkaç yıl sonra ölüm ü de aşırı yorgunluktan kaynaklanmış­ tı- ve Avusturya’daki evlilik dışı ilişkiler örgüsünü eklediğimizde Maria A nna’nın Aloys’u belki de hiç doğurmamış olabileceği gibi bir sonuca varmak olasıdır. Bir yandan eldeki kayıtlar birbir­ lerini tutmamakta, bir tarihçinin ak dediğine diğeri kara dem ek­ te, diğer yandan Aşağı Avusturya’nın ve Maria A nna’nın içinde 34 Die Ahnentafel, ss. 39 ve 4 4 -45. A ktaran Sm ith, a.g.e. s. 18. 35

Sm ith, a.g. e. s. 18.

bulundukları nesnel koşullar böyle bir doğum un gerçekliğine gölge düşürmektedirler. M aria Anna, Aloys’un gerçek annesi olsa da olmasa da şu bir gerçektir ki, ağzı son derece sıkı, sır saklamasını bilen bir kadınmış! Maria Anna Aloys’un gerçek babasının kim olduğunu hiçbir zaman açıklamadan bugünahın sırrını mezara götürm eyi yeğlemiştir. Bu durum dikkate alındığında ortaya şu sorular çı­ kıyor: Maria Anna ya çocuğun babasının gerçek kimliğini hiç bilmiyordu, onun için açıklayamamıştı, ya da biliyordu, ama açıklanması halinde başına geleceklerden korkmuştu. H er ne halse, bu bilmeceyi çözmek göreviniyleriki yüzyıl­ ların tarihçilerine ve araştırmacılarına bırakarak göçüp gitmişti. Tarihçilerse birçok olasılık bulunmasına rağm en biraz da acul davranarak sonuçta Maria A nna’nın yasak aşkının(!) ve güna­ hının erkek adayı olarak üç ad belirlemişlerdi. Akademisyenlere göre H itler’in aile soyağacını daha fazla araştırmaya gerek yoktu. O nların saptadığı bu üç erkekten biri mutlaka yasak ve gizli aşkın kahramanı olmuş ve bu evlilik dışı ilişkiden doğan Aloys’a genlerini aktarmıştı. Bu üç erkekten ikisi kardeşti. D iğeri ise ünlü Nazi ve Polonya kasabı olarak tanınan Hans Frank’ın, N ürnberg’in duruşmaları sonrasında idam edilmesinden kısa bir süre önce adını açıkladığı bir Yahudiydi. Hans Frank, A dolf H itler’in çok yakın ve gözükara adamlarından biriydi. Öyle ki idam sehpasına çıktığında bile ‘Heil H id er’ diyerek ölmeyi seçti, yalan söylemesi için hiçbir gerekçesi yoktu.36

36 N ü rn b e rg M ahkem esi’n d e yargılanan 23 üst düzeydeki N azin in arasın­ da H ans Frank da vardı. Frank diğ er 12 kişiyle birlikte id am edildi. N a zilerin N ü rn b e rg ’deki tu tanakları için bkz.:W . E. Süskind, D ie Maâıtigen vor Gericht / Nürnberg 1945-6, Paul List, 1963.

İdamından önce hapishanedeki hücresinde kaleme aldığı anılarında Hans Frank, H itler’le ilgili iddiasını şu sözlerle dile ge­ tirmişti: “Maria Anna, Frankenberger adlı Yahudi ailenin yanında hizmetçi olarak çalışırken gebe bırakılmıştı. Frankenberger ailesi bu gebelikten doğacak çocuğun bakımını üsdenmeyi kabullenmiş ve çocuk 13 yaşını dolduruncaya kadar Maria Anna’ya belirli bir aylık ödemeyi kabul etmişti. Bu aylıkların düzenli olarak ödendi­ ğine dair makbuzlar ve mektuplar vardı.” Hans Frank bu soruştur­

46

AYTUNÇ

A LT IN D A L

mayı H itler’in isteği üzerine gizli bir şekilde yürütmüş ve H ider’e iletmişti. Frank, Yahudiler tarafından aylık ödemeler yapıldığını H itler’e söyleyince şaşırtıcı bir yanıt almıştı. H ider hiç öfkelen­ memiş ve Frank’a bakarak, “Evet, biliyorum. Büyükannem Yahudi bir aileden aylık almıştı. Ama bunu çok yoksul olduğu için almıştı, çocuk doğurduğu için değil,” demişti.37 H ider ayrıca büyükanne­ sine bu konuyu sorduğunu ve onun da Aloys’un babasının Yahudi olmadığını kendisine söylediğini belirtmişti. H itler’in sözünü ettiği büyükanne, Klara’nın annesi Johanna Poelzl’di ve bu kadın 1906’da ölmüştü. Birçok araştırmacı H itler’in Maria A nna’yı kastettiğini sanmak yanılgısına düşmüş­ lerdi. Maria Anna, A dolf H itler doğmadan 40 yıl önce ölmüştü. H itler hayatında hiç görmediği bir insanı kendisine tanık olarak gösterecek kadar kronik bir yalancı veya budala değildi. Frank gizli soruşturmasına 1930’daki Nazi Partisi’nin seçim zaferinden hem en sonra başlamıştı. 14 Eylül 1930’da yapılan seçimlerde NSDAP, beklenm edik şekilde 107 sandalye kazanmış ve 6.371.000 oy almıştı. Böylelikle Almanya’nın en güçlü ikinci partisi konum una yükselmişti. 37 Jo h n T o la n d , A d o lf Hitler, D oubleday and C o., 1976, cilt I, s. 258. (A m e­ rikalı ü n lü tarihçi J o h n Toland, 18. yüzyılın ün lü İngiliz ‘E zoterist’i J o h n T oland’ın soyundandır.)

Nazi Partisi’nin resmi yayın organı Voelkischer Beobachter (yayıncısı A dolf Hitler) gazetesinde Avrupa’nın tanınmış yayın­ cılarından ve aristokratlarından İngiliz Viskont Harold Sydney R otherm ere başmakale yazmış ve H itler’i göklere çıkarmıştı. ‘H itler’in Zaferi Alman U lusu’nun Yeniden D oğuşu’ başlıklı makale (Bakınız Ek) tüm dünya basınının gözlerini H itler’e çe­ virmesine neden olmuştu. Bu seçim zaferinin ertesi günü H itler kendi deyimiyle, mide bulandırıcı bir şantajla sarsılmıştı. Şantajı yapan şahıs üvey ağa­ beyi Aloys H itler Jr.’ın, İngiltere’de yaşayan oğlu W illiam Patrick H itler’di.38 Bu ikinci Aloys H itler de çok ilginçtir ki, evlilik dışı ilişkiden doğmuş bir çocuktu. H itler’in babası Aloys H itler yasadışı evlilik yoluyla edindiği bu çocuğunu iki yaşma gelinceye kadar nüfu­ suna geçirmem işti.39 K üçük Aloys’un açgözlü ve serseri oğlu W. P. H itler A dolf H itler’i büyükbabasının Yahudi olduğunu açık­ lamakla tehdit etmişti. İşte bu şantaj nedeniyle Hitler, Frank’tan yeğeninin iddialarını araştırmasını istemişti.40 Şantajla karşılaşan A dolf H itler paniğe kapılmadan yeğenini İngiltere’den B erlin’e davet etmişti. W. P. H itler’in bu buluş­ madan kısa bir süre sonra yazdıklarına göre aralarında şöyle bir konuşma geçmişti: “Ben aile geçmişimi ve kendimi basından yıllarca gizlemeyi başardım. Bu insanlar benim kim olduğum u ve nereden geldiğimi bilmemelidirler... Ailem hakkında hiç­ bir şey öğrenmemelidirler... Şimdi de yeğenimi de keşfettiler. Soruşturmalar yaptırıyorlar. H er tarafa casuslar yollayıp ailemle

38

Toland, a.g.e. s. 257.

39

Toland, a.g.e. s. 257.

40

Toland, a.g.e. s. 258.

ilgili bilgi toplamaya çalışıyorlar.”41 Adolf, yeğeni Patrick’e baba­ sının -evlat edinilen Aloys H itler Jr.- kendisiyle üvey kardeş bile olmadığını, çünkü kendisinin öz babası Aloys H itler tarafından ‘sonradan’ evlat edinilmiş bir çocuk olduğunu söylemişti. H itler, bu şantajdan yeğeni Patrick’e bir m iktar para vererek kurtulm uş ve ona bu tü r açıklamalar yaptığı takdirde başına bir ‘kaza’ gelebileceğini söylemişti. P atrick’in bir süre sonra A B D ’ye gittiği ve soyadını değiştirerek, N ew York’ta yaşadığı öne sürül­

48

AYTUIMÇ

A LT IN D A L

müştür. Aynı iddiaya göre Patrick H itler, 1944’te ,‘Amcası’A dolf H itler’e karşı savaşmak için ABD O rdusu’na katılmıştı.42 B u şantaj olayında ilginç olan başka bir husus vardı. Yeğen H itler ailesinde Yahudi bulunduğunu ve bu Yahudinin de Frankenreiter adlı büyükbabaları olduğunu öne sürmüştü. Hans Frank ise daha sonra yaptığı gizli soruşturm ada Frankenberger adını bulm uştu. Patrick H itler’in Hans Frank’tan önce ailesinde benzer isimli bir Yahudi büyükbaba bulm uş olması oldukça dü­ şündürücüdür. 17 Tem m uz 20 00 ’de

N ew

Yorker dergisinde

H itle r’in

A m erika’da yaşayan üvey kardeşinin ailesiyle ilgili bir incelem e yayımlandı. Yazar T im othy W. R yback, bu aileden adını verm e­ diği bir adamla görüştüğünü ve bu kişinin kendisine “H itler Ailesi’nde Yahudi kanı vardır. H atta bir amcamız şimdi Tel Aviv’de yaşıyor,” dediğini aktarmıştır. Graz Ü niversitesi profesörlerinden N ikolaus Preradoviç, Graz kentinin tü m nüfus kayıtlarını incelemiş ve bu kentte Frankenberger diye bilinen Yahudi b ir ailenin hiç varolmadığım, ama Frankenreiter adlı Katolik bir ailenin bulunduğunu ortaya

41

T oland, a.g.e. s. 257.

42

T im o th y W. A yback, N ew Yorker, 17 T em m u z 20 0 0 , ss. 4 6 -5 8 .

çıkartm ıştı.43 Bu ailenin bir de oğlu vardı. A ncak Aloys doğduğu zaman (1837) bu oğlan sadece on yaşındaydı! H itler’in ailesinde Yahudi kanı bulunduğuna dair iki ya­ bancı gazete de yayın yapmıştı. B unlar İngiliz D aily Mirror’h İsviçre’nin ciddi gazetesi N eue Zürcher Zeitung gazeteleriydi. İlki 14 E kim 1933’te Bükreş’teki bir mezarlıktaki m ezar taşlarından birinin H itler adım taşıdığını, İkincisi de 18. yüzyılda Salamon H itler adlı birY ahudinin A d o lf’u n atalarından biri olduğunun anlaşıldığını yazmıştı.44 H itler’in hayatındaki garip olaylardan biri de yine bu adlarla ilgilidir. H itler 16 yaşındayken uzun boylu sarışın bir genç kız olan Stephanie Jansten’e ilgi duymuştu. N ed ir ki kızın bu ilgiden ha­ beri bile olmamıştı. İleriki yaşlarında H itler kafasım daha çok m i­ marlığa ve müziğe takmıştı. H atta bir de rom an yazmaya başlamıştı, ama ‘kız’ yoktu bu romanda. Fakat nasıl olduysa 1920’de A dolf H itler kendisine bir kız arkadaş bulm uştu. A dolf bu genç kızla ilk kez bir sevgiyi paylaşmıştı. Bu genç kızın adı ilginçtir ki, M im i R eiter’di. H itler’in kadın nüfusunun erkek nüfusundan en az üç milyon fazla olduğu 1920 Almanya’sında ilk aşk için bula bula Yahudi olduğu varsayılan büyükbabasının soyadıyla aynı soyadını taşıyan bir kadın seçmesi herhalde onun garipliklerle dolu hayatına en uygun olan gariplikti. H itler’inViyana yıllarında onu tanıdıkla­ rım söyleyen iki kadın daha vardı. B unlar M arie R in k e ’yle M aria K ubata’ydı. Ancak H ider’in bunlarla gönül ilişkisi olmamıştı.45 H itler acaba niçin büyükannesine Yahudi b ir aile tarafından aylık ödendiğini kabul etmişti? B u para H itler’in açıkladığı gibi M aria A nna Schickelgruber çok yoksul olduğu için ödenm iş 43 W aite, a.g.e. ss. 1 5 0 -1 5 1 . (D ip n o t) 44

Ian K ershaw , Hitler, P e n g u in , 1998, s. 60 4 , D ip n o t 23.

45

Kershaw , a.g.e. s. 49.

olabilir miydi? 1830’ların Avusturya’sında yüz binlerce yoksul Katolik kadın vardı. B ir Yahudi ailesinin 13 yıl boyunca yoksul bir Katolik kadına üstelik hizm etçilik, işçilik gibi bir karşılık almaksızın durup dururken yardım yapmış olacağını düşünm ek fazlasıyla iyimser olm ak değildir de nedir? E ğer bu yardım insanseverlik arzusuyla yapıldıysa o zaman da bu iyilik niçin bunca yıl ‘çok gizli’ tutulm uştu? H itler damarlarında Yahudi kanının bulunm adığını söylemiş­

50

AYTUNÇ

A L T IN D A L

ti, fakat ödem eler konusunu kabul etmişti. B üyük bir olasılıkla A dolf Hitler, Hans Frank’ın sözünü ettiği ödem e m akbuzlarını ve m ektupları babasının ölüm ünden sonra on u n evrakları arasında görm üştü. Aksi takdirde bu ödem elerin varlığını kabul etmezdi. Kaldı ki bu belgeleri bulan Hans Frank’ı da suçlamamıştı. O n u daima en yakınında tutm uş ve üstün görevlerle onurlandırm ıştı. İstese Hans Frank’ı ihanetle suçlayıp kurşuna dizdirtebilirdi. H itler acaba niçin büyükannesinin m ezarını yok ettirmişti? D oğum undan 40 yıl önce ölmüş yoksul ve zavallı bir kadına duyduğu bu kin ve nefretin kaynağı neydi? Böylesine barbarca bir intikam için ortada akla uygun bir tek gerekçe vardı: M aria A nna Schickelgruber gerçekte babası Aloys H itler’in ‘öz anne­ si’ değildi. O na bakmakla ve büyütm ekle görevli kılınmış bir sütanneydi! Ve bu sütanne para karşılığında küçük Aloys’a beş yaşına kadar bakmış, evlendikten sonra da kocasının isteğiyle onu ‘bir daha hiç görm em ek’ üzere başka bir ailenin yanma terk edip gitmişti. Aloys da 13 yaşına gelince Yahudi aileden gelen ödem elerin sona ermesiyle birlikte bu ailenin yanından ayrılmış veV iyana’ya göç etmişti. Anlaşılan A dolf H itler işte bunu, M aria A nna’nın kendisine em anet edilmiş olan çocuğu başkasına terk edip gitmesini hiçbir zaman affetmemişti. Kendi öz annesine marazi bir düşkünlüğü ve hayranlığı olan H itler’den beklene-

bilecek en doğal cezalandırm a ‘kötü kadın’ ve ‘sadakatsiz anne’ M aria A nna’nın m ezarını yeryüzünden sildirm ek olurdu - ki o da bunu yapmıştı.

bilinmeyen hitler

1.3. BÜYÜKBABA KİM?

V ic d a n b ir Y a h u d i ic a d ıd ır.T ıp k ı o n la rın s ü n n e ti g ib i k u s u rlu d u r. A d o lf H itle r46

‘H itler’ soyadı ne tam Almanca ne de tam Avusturya kökenliydi. D aha çok Ç ekçe’de yer alabilecek türden bir soyadıydı. Fakat ilginçtir ki bu soyadını kullanmış hiçbir Ç ek ailesi yoktu. Ü stelik bu soyadı en az altı değişik tarzda yazılabilmişti: H utter, Hiedler, H uettler, H ittler, H üttler ve Hitler. B u yazım karışıklığı o boyut­ lara varmıştı ki, baba-oğul H itlerlerden babanın soyadı kayıtlarını H itler olarak geçerken oğlu A d o lf’u n (Adolfus) resmi doğum ilanında soyadı çift (t) ile, H ittler olarak yazılmıştı. (Bkz. Ek) M aria A nna Schickelgruber’i hamile bırakmış olabilecek iki kardeşin soyadları da nedense tıpkı baba-oğul H itlerler gibi, farklı yazılmış ve kayıtlara öyle geçmişti. Bunlardan biri Jo h an n G eorg H iedler, diğeri de Johann N ep o m u k H u ettler’di. Yazar J. Fest ise aynı kişinin soyadını H ü ttler olarak vermişti. İlginçtir ki A dolf H itler’in babasından geriye doğru belgelenen soyağacın46 W aite, a.g.e. s. 17.

daki bilinen yedi erkekten beşi Jo h an n adını, yedi kadından üçü M aria A nna, biri de Johanna adını taşımışlardı. Eğer M aria A nna gerçekten de Aloys’u n öz annesiyse, öyleyse nerede ve ne zaman gebe kalmıştı? B u sırada H ie d ler/H u e ttle r kardeşler neredeydiler ve 41 yaşındaki hizm etçi M aria A nna’yı gebe bırakan ‘rom antik görevi’ E ylül-E kim 1836’da acaba han­ gisi yerine getirmişti? H ied ler/H u ettler kardeşlerin geçmişi 1672’de doğan ve çiftçilikle geçinen Ştephan H ied ler’e kadar gidiyordu. K onrad H ied en ’a göre bu kardeşlerin babası M artin H iedlerdi. 17 Kasım 1762’de Walterschlag’da doğmuş ve 10 O cak 1829’da Spital’de ölm üştü. Bu kardeşlerin annesi A nna M aria G öschl’dü ve 13 Ağustos 1760’ta doğm uş ve 7 Aralık 1854’te Spital’de ölm üştü.47 B u kadın kocasından iki yaş büyüktü ve Jo h an n N e p o m u k ’u doğurduğu zaman 33 yaşındaydı. A nna M aria Göschl 94 yaşın­ da ölm üştü. Aloys’u n dedesi olduğu varsayılan M artin H iedler Aloys’u n doğum undan sekiz yıl önce ölm üştü; anneannesi(l) öldüğündeyse Aloys 17 yaşındaydı. Akademisyenlere göre M aria A nna’yı gebe bırakmış ola­ bilecekleri varsayılan kardeşlerden Jo h an n G eorg H iedler, 28 Şubat 1792’de D öllersheim ’ın Spital-M üller beldesinde d ü n ­ yaya gelmişti.48 M aria A nna’nın çalıştığı varsayılan, fakat neresi olduğu bir türlü belirlenem em iş olan ‘o ’ kente kadar gidip onu gebe bırakan gerçekten de G eorg H iedler idiyse bu şahıs o ‘aşk gezisi’ sırasında 44 yaşında olmalıydı. M aria A nna ise 41 ya da 42 yaşındaydı. G .L.W aite’a göre G eorg H iedler “işsiz kalmış bir

47

H e id e n , a.g.e. s. 12. (G eneology. M aria A n n a ’n m ö lü m yılı dizgi hatası

48

H e id e n , a.g.e. s. 12. (G eneology)

so n u cu 1842 o larak v erilm iştir; d o ğ ru su 1 8 4 7 ’dir.)

değirm en işçisiydi” .49 Diğer bir yazar Joachim Fest’e göre de belirli işi olmayan, çevre köylerde dolaşarak değirmen işlerinde çalışan ‘gezgincinin’ biriydi.50 Tarihçilere göre bu adam o kadar yoksuldu ki kendisine ait bir yatağı bile yoktu! G eorg H iedler mesleki tanımı itibariyle ‘işçi’ miydi yoksa işsiz b ir ‘gezginci’miydi? 19. yüzyılın başlarına kadar Almanya’d a ‘işçi’ statüsünde olmakla ‘gezgihci’ olmak çok farklıydı. Birinci grup­ takiler köylü-çiftçi (reaya) statüsünden daha üst bir toplumsal A LT IN D A L

işyerlerinde sürekli değil geçici olarak ve ihtiyaç halinde arana­

AYTUNÇ

sanayi işçisi olmak gibi ‘kalifiye’ elemanlık statüsüne ulaşıyorlardı.

54

statüye çıkmış sayılıyorlardı. İkincilerse henüz toprağa bağımlı

H ans-U lrich T ham er’e göre 1830’lardan itibaren bazı gezginci­

rak istihdam edilen kişilerdi. Belirli üretim birim lerinde, örneğin fabrika ve imalathane gibi, sürekli anlaşmalarla çalışanlar zamanla Almanya’daki ve Almanca konuşulan ülkelerdeki ‘gezginci’ (journeyman) kültürü konusunda uluslararası bir otorite olan ler kendilerini ‘işçi’ (Arbeiter) olarak tanıtmaya başlamışlardı. Bu değişikliği yaparken de kendi ‘lonca’ geleneklerini ‘İşçi Birliği’ (association) adı altında yeniden canlandırmayı ve kendi tarih­ sel geçmişlerini yeniden keşfetmeyi umuyorlardı.51 Thamer, bu gezginci loncalarına giriş törenlerini ayrıntılarıyla incelemişti. Buralara üye olabilmenin birtakım gizli ve garip törenlerle ya­ pıldığını ayrıntılarıyla göstermişti.

49 W aite, a.g.e. s. 149. 50 Fest, a.g.e. s. 15. 51

Steven L. K aplan, Understanding Popular Culture, M o u to n Pub., 1984. B u kitapta yer alan H ans U lric h T h a m e r’in, “ O n th e A buse o f H an d ic­ raft: Jo u rn e y m an C u ltu re and E n lig ten ed Public O p in io n in the 18th and 19th C e n tu ry G erm an y ” adlı makalesi, s. 295.

Buna göre, “giriş törenleri (initiation) kadim toplumsal hare­ ketlerde görülen klasik tarzları izliyordu. Giriş kabulü üç aşama­ da gerçekleşiyordu. İlk aşama ‘division’ diye biliniyordu. Bu ilk aşamada aday karanlık bir odaya sokuluyor ve orada kendisinden ‘arınm a’ yapması isteniyordu. İkinci aşama ‘transition’ diye bili­ nen geçiş aşamasıydı. Bu aşamada aday bağlı olduğu loncanın tüm kurallarına tartışmasız uyacağını sembolik acı çekme ve işkenceye dayanarak beyan etm ek zorundaydı. Bu aşamada adaya ‘yeni bir ad’ veriliyordu ve böylelikle yeni bir kimlik edinen aday son aşamaya getiriliyordu. Bu son aşamaya, ‘incorporation,’ yani bütünleşme aşaması deniliyordu. Bu aşamaya gelen aday bir ölüm yemini etm ek zorundaydı. Loncaya yeminle bağlanan aday loncanın sırlarını açıkladığı veya loncanın aldığı kararlara uyma­ dığı takdirde öldürülmeyi göze almak zorundaydı. Bu aşamadan geçen aday artık ‘birader’ olarak tesmiye ediliyordu.”52 G örüldüğü gibi gezginci loncalarına üye olabilmenin koşul­ ları günümüzdeki mason örgütlerinin kabul törenleriyle aynıydı. Gizlilik esastı ve ölüm yemini altında yaşamak zorunluluğu vardı. İlginç olan husus, ikinci aşamadan başarıyla geçen adaya ‘adını değiştirmek’ zorunluluğunun getirilmiş olmasıydı. Bu kural kla­ sik toplumsal gizli örgütlerin tamamında vardır. Anlaşıldığı kadarıyla G eorg Hiedler, 1830’a kadar gezginci olarak yaşamış ve bu tarihten sonraki yıllarda bağlı olduğu lonca­ nın (değirmen) kararı gereği ‘işçi’ statüsüne geçmişti. O yıllarda hiç kimse gezginci olmadığı halde kendisini öyle tamtamıyordu. Bu suçu işleyenler son derece gizli olan ve Almanya’da 13. yüz­ yıldan beri varlığını sürdüren bir ‘yeraltı mahkemesi’ tarafından öldürülerek cezalandırılırdı. Almanya’da kısaca ‘FeM e’ (Vehm) 52 T ham er, abm, s. 291.

diye bilinen bu gizli örgüt özellikle A dolf H itler’in iktidara geti­ rilmesinde çok önemli bir rol üstlenmişti. Acaba Johann G eorg H iedler niçin uzun süreler işsiz kalmış­ tı? Çalışacak iş mi bulamıyordu, yoksa kötü bir gezginci miydi? İlginçtir ki iki ihtimal de doğru değildi. Şurası kesindir ki 1830’lu yıllarda Avusturya ve Almanya topraklarında değirmencilere çok iş çıkıyordu, ama değirmenci loncaları bu iş önerilerini sürekli reddediyorlar ve kısa aralıklarla boykotlar ve grevler yapıyorlardı.

56

AYTUNÇ

A L T IN D A L

Bu boykotlara katılmak zorunluydu. Katılmayanların ‘loncanın o nurunu’ korumadıkları düşünülür ve haklarında ceza kesilirdi. Acaba G eorg H iedler de bu boykotçulardan biri miydi? O döne­ m in koşulları içinde ele alındığında onun da boykotçu olduğu ve bu nedenle de yoksulluğa katlandığı anlaşılıyor. Dahası boykota başlandığında lonca üyelerini bulundukları yerlerden ayrılmaları ve seyahate çıkmaları da yasaktı, gidenlere ‘kaçak’ yaftası yapıştı­ rılıyor ve boykotu kırmakla suçlanıyorlardı. B unu cezası da ağır işkence ve ölümdü. 1835-1836 dönem inde Almanya ve Avusturya’da aralıksız süren journeym an boykotları yaşanmıştı. T ham er’in dediğine göre, “boykotu kırm ak gezgincinin hayatını tehlikeye atmasıy­ la eşdeğerliydi.”53 Dahası, 1834-35 yıllarında aynı topraklarda sayısız ‘A nti-Sem itik’ isyanlar yaşanmıştı. Almanya-Avusturya topraklarındaki otuz kentte Yahudi düşmanlığı kanlı ayaklanma­ lara dönüşmüş ve havralar yakılarak birçok Yahudi öldürülmüş ve malları gasp edilmişti. Tarihçi John Weiss’in yazdığına göre “bu Yahudi düşmanı ayaklanmaları loncalar çıkartmışlardı ve isyan ve öldürm e olaylarına loncaların üyeleriyle küçük esnaf katılmıştı.”54 53 T ham er, abtn, s. 292. 54 J o h n Weiss, Ideology o f Death, Ivan R . D ee, 1996, s. 76.

Johann G eorg H iedler’in içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında 44 yaşındaki işsiz ve m uhtem elen boykotçu, yoksul ve günlük geçimini bile zor tem in eden lonca üyesi bir gez­ gincinin 1836 yılının Eylül-Ekim aylarında bir ‘aşk sürevenine’ çıkarak uzak bir kente gidip 40 yaşının üstündeki bir hizmetçi kadını gebe bırakabilmesi olası mıdır? G eorg H iedler’in yatacak yatağı bile bulunmayan biri olduğu ve ölüm tehdidi altında yaşadığı bilindiğine göre böylesi bir serüvenin kahramanı olabi­ en şiddetli ve yaygın olduğu dönemdi. Bir an için tarihçilerin senaryosunun gerçek olduğunu ve G eorg H iedler’in bu aşk gezisini yaparak M aria A nna’yı çalış­ ortaya şöyle bir soru çıkmaktadır: Yoksulluktan yatacak yatağı dahi bile bulunmayan G eorg H iedler iyi kötü maaşı ve babası­

H IT L E R

tığı meçhul kentte gebe bıraktığını düşünelim. Bu durum da da

B İL İN M E Y E N

leceğini düşünm ek zordur. Kaldı ki Eylül-Ekim ayı boykotların

nın çiftlik evinde ve arsasında pay hakkı bulunan Maria A nna’yı

^

hamile bıraktığı halde acaba niçin onunla evlenmek istememiş-

'J

tir? N eden bu evliliği tam beş yıl erteleyerek 1842 yılına değin beklemiştir? Daha önemlisi, Maria A nna’nın doğurduğu erkek çocuğa niçin kendi adını vermemiş ve onu evlat edinmeyi hiç istememiştir? G eorg H iedler 1842’de M aria A nna’yla evlenmiş, fakat beş yaşındaki Aloys’u istememiştir. Maria A nna’yla bu şartla evlendiği, M aria A nna’nın bu evlilik gerçekleşince çocuğu derhal terk etmiş olmasından bellidir. M aria Anna evlenir evlen­ mez Aloys’u G eorg H iedler’in erkek kardeşi Johann N epom uk H uetler’e bırakmış ve ölünceye kadar (1847) onu bir daha ne aramış ne sormuştur. Acaba bu terk ediş J. Fest’in dediği gibi “bu kadının çocuğu doğru dürüst yetiştiremeyeceğini düşünm üş”55 olmasından mı kaynaklanmıştı? Yoksa G eorg Hiedler, ‘başkasının 55 Fest, a.g.e. s. 15.

çocuğuna babalık yapmak istemediği için m i’ bu çocuğu reddet­ mişti? 45 yaşında baba olmuş bir erkekle 42 yaşında ilk ve ‘erkek’ çocuğunu doğurabilmiş bir köylü kadını için böylesine kesin terk etm e olayı başka nasıl açıklanabilir ki? M aria A nna Schickelgruber, 7 O cak 1847’de Strones’e yakın K lein-M otten K öyü’nde öldü. Ö lü m raporunda boğaz enfek­ siyonu sonucu tıkanm a yazıyordu.56 Ö ldüğünde 52 yaşındaydı. A ğır çalışma koşulları onu erken denilebilecek bir yaşta hayattan

58

AYTUNÇ

A L T IN D A L

kopartmıştı. O öldüğü zaman son 5 yıldır görm ediği biricik oğlu(!) Aloys 10 yaşındaydı. Johann G eorg H iedler ise onun ölüm ünden sonra ‘anlaşıldığı kadarıyla bir köşeye çekilmiş,’57 ve karısından 10 yıl sonra ölm üştü. Tarihçilere göre G eorg H iedler öldüğünde 65 yaşındaydı. Johann G eorg H iedler gerçekten de birçok tarihçinin birbir­ lerinden alıntı yaparak yazdıkları gibi 65 yaşında ölmüş müydü? İlginçtir ki G eorg H iedler nedense, ölüm ünden yaklaşık 19 yıl kadar sonra sapasağlam bir şekilde Aloys Schickelgruber’in adım Aloys H itler olarak değiştirdiği 6 H aziran 1876’da D öllersheim Kilisesi’nin papazının karşısına çıkmış ve Aloys’u n gerçek ba­ basının kendisi olduğunu söylemişti. B u ad değiştirme sırasında G eorg H iedler 84 yaşındaydı ve öldüğü kabul edilen yaştan tam 19 yıl daha fazla yaşamıştı. Ancak son 19 yılını nerede ve nasıl geçirdiği bugüne kadar çözüm lenem em iş bir sır olarak kalmıştır. T ıpkı Aloys’un ad değiştirm e işlemi sırasında olaya tanıklık eden şahsın gerçekte G eorg H iedler değil kendisinden 15 yaş küçük 1807 doğum lu kardeşi Johann N ep o m u k H uettler olduğunun öne sürüldüğü gibi. G ünüm üzde akademisyenler hangi kardeşin D öllersheim ’da bulunup Aloys’un ‘babalığına’ tanıklık ettiğine 56

Fest, a.g.e. s. 16.

57

T olan d, a.g.e. C il t I, s. 4.

karar verememişlerdir. B ir kısmı G eorg H ied ler’in çoktan öldü­ ğünü ve tanıklık edenin Jo hann N ep o m u k H u ettler olduğunu öne sürm ekte, bazıları da tam tersine G eorg H iedler’in birden­ bire ortaya çıkıp D öllersheim papazına bizzat kendi itirafım yaparak Aloys’u n kilise defterinde boş bırakılmış olan ‘baba adı’ hanesine adını yazdırıp onu evlatlığa kabul ettiğini doğrulam ak­ tadır. A dolf H itler’in yaşamındaki ‘belgeli’ karışıklıklardan bir diğeri de budur. Acaba Aloys’u n ad değiştirm e gününde hangi kardeş ölü, hangisi sağdı? Şurası kesindir ki sağlığında Johann G eorg H iedler, küçük Aloys’u evladı olarak kabul etm em iş ve ona babalık yapmak istememişti. Aynı şekilde kesin olan bir diğer husus da M aria A nna’nın evlenir evlenm ez Aloys’u terk etmiş ve b ir daha da ona bakmamış olmasıdır. G eorg H iedler ile M aria A nna çifti bir çocuk sahibi ‘tek’yoksul aile değildi. O n binlerce aile üstelik çok çocuklu ve yoksuldu. Yoksulluk nedeniyle çocuklarını terk et­ m eleri çok ender rastlanan bir olaydı. Dahası M aria A nna h er ay birY ahudiden çocuk için para alıyordu. A dolf H itler bu ö dem e­ leri doğrulamıştı. Öyleyse çocuk niçin terk edilmişti? A çıktır ki ne G eorg H iedler çocuğun gerçek babasıydı ne de M aria A nna gerçek annesi. İkisi de kan bağıyla bağlı olm adıkları bu çocuğa bakm ak istememişlerdi. M uhtem eldir ki çocuğa gönderilen pa­ rayı almışlar, fakat çocuğu başkasının bakım ına terk etmişlerdi. M aria A nna, Aloys 10 yaşındayken öldüğüne göre son üç yıl Y ahudiden gelen parayı kim almıştı? Parayı ya kocası almıştı ya da o n u n erkek kardeşi. Bu ödem elerin nasıl ve kim e yapıldığı belli değildir. E ğer ödem e Aloys’a yapıldıysa bu kez de ortada bir yeddiem in bulunm ası gerekirdi - ki ortada böyle bir kişi yoktu. K üçük Aloys’u n gerçek babası G eorg H iedler değil de on u n erkek kardeşi Johann N ep o m u k H uettlerse kendisinden 12 yaş

büyük olan sevgilisi Maria A nna’m n kendi çocuğunu doğur­ masına rağmen onunla değil de ağabeyiyle evlenmesine çok üzülmüş olmalıdır. Üstelik köy dedikodularına göre Aloys’un babası olarak kendisi gösteriliyordu. (Johann N epom uk 1888’de öldüğünde çocuklarına miras bırakmadı. N e var ki Aloys H itler onun ölüm ünden sonra 6 bin Gulden ödeyip bir çiftlik satın aldı. Bu paranın kendisine Johann N epom uk’tan kaldığı söylendi.) Johann N epom uk sevdiği kadının(!) ağabeyiyle evlenme­

60

AYTUNÇ

A LT IN D A L

sinden sonra çocuğun getirip kendisine bırakmasına hiç itiraz etmemişti. Aloys annesinin soyadı olan Schickelgruber’i taşıyarak 13 yaşına değin Johann N epom uk’un evinde yaşamıştı. İlginçtir ki Aloys, annesi olduğu varsayılan kadının kendisine bıraktığı so­ yadını terk ettikten sonra H itler soyadını almıştı. Oysa 6 Haziran 1876’da kilise defterinde boş duran ‘baba adı’ hanesine hangi kar­ deşin adı yazıldıysa o soyadını alması gerekirdi. Dolayısıyla soyadı­ nın H uettler veya Hiedler olarak yazılması gerekirdi, ama ikisi de yazılmamış ve doğrudan doğruya, hiçbir yasal dayanak olmaksızın Schickelgruber’in üstü çizilmiş, yerine H itler adı işlenmişti. Birçok tarihçinin de gözlemlediği gibi ‘H itler’ bir AvusturyalI için çok bilinen bir ad değildi. M uhtem elen Çekçe ‘H idlar’ veya ‘Hidlarcek’ adlarının bir şekliydi. Bu Çekçe adların çeşitli yazılış ve söyleniş tarzları Waldviertal bölgesinde 1430 yıllarından beri biliniyordu. O dönem de Hydlar veya H ytler şeklinde yazılmıştı. A dolf H itler’in ilginçtir ki babası Aloys tarafından değil annesi Klara tarafından bir büyükbabası 1650 yılında G eorg Hiedler adını taşımıştı. Klara’nın annesinin adıysa önce Johanna H itler’di. Johann Poelzl’le evlendikten sonra değişmişti. Soyadı yazım­ larında değil, fakat okunuşta şive farklılıkları rol oynuyordu. Tıpkı Shakespeare İngiltere’sinde olduğu gibi.58 H itler adı bazen 58 Toland, a.g.e. Cilt I, s. 3.

H üttler bazen H uettler ve H idler olarak okunuyor ve öyle yazıya geçiriliyordu.59 A dolf H itler’in ailesindeki adların karşılığına bakarken N epom uk adı da ilgi çekmektedir. B u ad da tam bir Alman adı değildir. Gerçi Avusturya’da biliniyordu, fakat Avusturya’da ortaya çıkmış değildi. Bu da Ç ekçe’den alınmıştı ve bu dilde çok saygın sayılan ‘N epom ucen’ adından bozmaydı. Ç ek dilin­ de bu adın anlamı ‘işkenceye dayanan erkek’ti.60 Bu ad 13401393 yılları arasında Prag’da yaşamış Johann N epom ucen adlı bir saray papazından alınmıştı. Bu şahıs Kral IV. Wenceslaus’un karısı Kraliçe Sophie’nin sırdaşıydı. Cinsel iktidarsızlık çeken kral kraliçenin kendisini hangi erkekle aldattığını öğrenm ek için Papaz N epom ucen’i sorguya çektirmiş, fakat ağzından söz alamamıştı. B unun üzerine kendisini elleri bağlı olarak nehre attırmış, ancak papaz kraliçenin sırlarını açıklamadan ölmüştü.61 Papaz N epom ucen, N epom uk adıyla 1729’da Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmişti. Çek-Avusturya-Almanya üçgeni içinde kalan Ç eklerin yaşadığı Moravya bölgesinde çok sevilen bir azizdi. Tarihçi John Tolyand’ın belirttiği gibi, “ H itler ailesin­ den birisinin de söylediği gibi ailede Moravyalı kanı vardır.”62 Aziz N epom uk, ünlü Ç ek din reformcusu Jan H us’un öncüsü ve onun örnek aldığı ruhani lider olmuştu. H us’un biyografisini yazan R ichard Friedental’in belirttiğine göre N epom uk’un cesa­ reti Jan H us’un üzerinde azımsanmayacak bir etki yapmıştı. Jan

59 Shirer, a.g.e. ss. 6-7. 60 R ic h a rd F ried en th al,Jan Hus, heretique et rebelle, C alm ann-L evy,T raduit de l’allem and p ar D enise M eu n ier, M u n ich , 1972, s. 51. 61

The Book o f Saints, a.g.e. s. 305.

62 Toland, a.g.e. C ilt I, s. 3.

Hus, Bohemyalı ilk milliyetçi din adamıydı.63 H us’un yakılarak idam edilmesinden sonra fikirleri General Johann Ziska tarafın­ dan yaygınlaştırıldı ve ilk Moravya Kardeşleri Ö rgütü (Brethren) 1430’lu yıllarda A dolf H itler’in ailesi olduğu varsayılan H iedler/ H uettler soyağacının yaşadıkları Aşağı Avusturya’da çok yaygın­ laştı. U zun yıllar Katolik Kilisesi tarafından ezildiler ve yasaklan­ dılar. Bu baskılar sonucunda bir kısmı kılıç zoruyla yeniden eski kiliselerine döndürüldü, fakat Moravya Kilisesi’ni gizlice yaşat­

62

AYTUIMÇ

A L T IN D A L

tılar. Bu kilise 1722’de ilk kez Dresden’de yeniden açılabildi. Bu açılışa kadar H us’a bağlı kalan kardeşlik örgütü ‘Unitas Fratrum ’ gizli faaliyet gösterdi. Kendi özel yerleşim alanlarını kuran bu Moravyalılar ‘H errnhuetder,’ veya kısaca ‘H uettler’ adıyla tanını­ yorlardı.64Almanya’da M artin Luther’in başlattığı Protestan hare­ ketinin öncüleri işte bu Nepomuk-Jan Hus İkilisine bağlı kalan Moravyalı ‘H uettlerler’ olmuştu. H itler Kavgam’âa. dedesinin ‘ge­ cekonducu’ (cottager) olduğunu yazmıştı. İlginçtir ki ‘H uetder’ de aynı anlamda kullanılan bir addı. O da H itler adı gibi ‘küçük mülk sahibi’ (kulübede yaşayan) anlamında kullanılan bir sıfattı. Bu ad benzerliği de Katolik H itler ailesinin geçmişinde Moravya inancının ve kanının bulunduğunun bir işaretidir. O ğluna ünlü Ç ek Azizi’nin adını koyan M artin H iedler hiç kuşkusuz oğlunu bu cesur din adamıyla özdeşleştirmek istemişti. Dolayısıyla Johann N epom uk için, adını ve kimliğini kutsal Ç ek Azizi’nden almış bir köylüydü demek yanlış olmaz. İlginçtir ki Johann N epom uk’un yetiştirdiği Aloys da, onun oğlu A dolf H itler de sanki gizli bir bağ varmış gibi Katolik Kilisesi’nden 63 Aloys Jirasek, Old Czech Legends, trans. M aria K. H o lecek , Forest Books, U nesco, 1992, s. 198. 64

The Encyclopedia o f American Religions, Vol. I., J. G o rd o n M elto n , E ditör, T riu n ıp h B ooks, 1991, s. 28.

daima uzak durmuşlar ve onu hep eleştirmişlerdi. Moravyalılar da aynı bakış açısıyla Katolik Kilisesi’ni eleştirmişlerdi. Johann N epom uk’un üç kızı olmuştu. Bunlardan en büyü­ ğü Johann Poelzl’le evlenmişti. Bu çiftin kızı Klara ise Aloys’le evlenmiş ve A dolf H itler’in annesi olmuştu. Burada yine tipik Hitlervari esrarengiz bir durum söz konusuydu. Bazı tarihçilerin iddialarına göre Aloys’un gerçek babası Johann N epom uk’tu. B u durum da Johann N epom uk oğlu Aloys’u torunu Klara’yla evlendirmiş oluyordu. Bu da tipik bir ensest ilişki demekti. A dolf H itler de ensest ilişkiden doğmuş bir çocuktu! Aloys, Klara’m n annesi Johanna’dan sadece yedi yaş küçüktü ve onunla aynı evde büyümüştü. O rtada ensest ilişki olmadığını ve Aloys’la Klara’nın evliliğinin geçerli sayılmasını sağlamak için Papalık’tan bir belge almak gerekiyordu. N edir ki bu belgeye Klara’nın torun değil yeğen olduğu yazılmış ve izin bu şartla verilmişti.Vatikan’ın bir adamın oğlunu torunuyla evlendirmesi için izin vereceğini um m ak çılgınlıktı. H itler ailesinde ‘olmaz’ yoktu. Kimbilir belki de H itler gerçekten de ensest ilişkiden doğmuştu. H itler’in ‘zalim’ diye nitelendirdiği babasına duyduğu hınç ve öfkeyle ‘zavallı’ dediği annesine beslediği aşırı acıma duygusunun derinliklerinde belki de bu ensest ilişkiyi bilmek yatıyordu. Johann N epom uk’un ikinci kızı Walpurga, Josef R o m ed er (veya Ramader) adlı biriyle evlenmişti. Bu şahıs ünlü ad değiş­ tirm e gününde hazır bulunan dört kişiden biriydi. ‘Walpurga’ adı da N epom uk gibi kutsallığı olan bir addı. 710-779 yılları arasında, daha çok Pagan Almanların yaşadıkları H eidenheim kentinde yaşamış Walpurgis adlı bir rahibeye atfen kullanılıyordu. Azize Walpurga’nın adı 8. yüzyıldan itib aren ‘m u­ cizevi tedavi ve büyücülükte’ anılmaktaydı. Katolik Kilisesi’nin A zizle r Kitabı’im göre her yıl Walpurga Kayası diye bilinen bir

64

AYTUNÇ ALTINDAL

kayadan kutsal bir yağ akmaktaydı ve bu ‘Walpurga Yağı’ her derde deva bir ilaçtı. Walpurga sadece Katolikler için değil, dikkat çekicidir ki, Şeytan’a tapan Satanisder için de çok kutsaldı. Karabüyü ve Okültizmle uğraşanlar heryıl 25 Şubat gününde AzizeWalpurga’mn adıyla gizli bir ayin yaparak ‘kanlarını arıtıyorlardı.’Bu kan arıtma töreni (blood purification), hem gizli hem de Katolik Kilisesi’nin dogmalarına aykırıydı. Garip, ama şu da bir gerçektir ki, A dolf H itler ünlü kitabı K avgam m her sayfasında Katolik Kilisesi’ne aykırı düşmek pahasına büyük halası(!) Walpurga’nin adaşı adına düzenlenmiş Karabüyü ve O kült törenlerindeki gibi ‘kan arıtma’ ve ‘arı kan’ tezlerini işlemiş ve savunmuştu. İşte kendi adı işkenceyle öldürülmüş bir Ç ek Azizi’ne at­ fen konmuş olan bu cahil köylü, kendi kızına da ‘büyücülerin azizesi’nin adını koymuştu ve Aloys da biri azizlik diğeri azizelik iddiasında olan bu insanların arasında büyümüştü. Bu garip ev or­ tamında Aloys kendisiyle ve girdiği aileyle ilgili bazı bilinmeyen­ leri mutlaka Öğrenmiştir. Bunların neler olduklarını belgeleyebil­ mek olası değildir. Bilinen şudur ki 13 yaşındayken bu garip evi ve insanları terk ederek talihim Viyana’da denemiştir. Yıllar sonra bir sabah İmparatorluk G üm rük Müfettişi olarak köyüne dönmüş ve öne sürüldüğüne göre Johann N epom uk’la üç kişiyi yanına alarak her ne pahasına olursa olsun adını değiştirmek amacıyla onları Döllersheim papazının karşısına çıkartmıştır.‘Gizli örgütle­ re’ üye olanların adlarım değiştirmeleri veya ikinci bir ad almaları gerektiğine göre, yoksa Aloys H itler gizli bir örgüte mi alınmıştı? Birçok insan adından hoşnuttur, ama olmayanlar da vardır. Bir de adından hoşnut olduğu halde değiştirmek zorunda kalanlar vardır. Ö rneğin papalar bu tip insanlardır. Adlarından hoşnut ol­ salar da değiştirip yeni bir ad almak zorundadırlar.65 Lewis Spence, 65 B u k onuda özellikle bkz: Hitler’s Pope, J o h n C ornw ell, P enguin, 1999.

Ölüler Kitabı’ndun söz ederken, “T üm doğaüstü varlıklar, iyi ya da kötü olsunlar mutlaka gizli bir ad taşırlar. Bu adları öğrenenlerin

bu güçleri kendi istekleri doğrultusunda kullanabildiklerine ina­ nılır,” demişti.66 Antik dönem de adlara atfedilmiş gizemli güçler vardı. Bazı esrarengiz adların etrafında gizli örgütler oluşturulmuş­ tu. G.A. Gaskell’in dediğine göre, “ad ve onun formu, M adde’nin ve R u h ’un sembolik değerlerini gösteren varlıklardı.”67 Gaskell ayrıca her adın bir kalitesi bulunduğunu ve bu adın alınmasıy­ la söz konusu kalitelerin edinildiğini göstermişti.68 Ç ok dikkat çekicidir ki Aloys ad değiştirme gününde yasal olarak kendisine H iedler/H uettler soyadlarından birini alması gerekirken sadece bazı Yahudi aileler tarafından kullanılan ‘H itler’ soyadını alarak belki de bir tür Yahudilik kalitesi edinmiş oluyordu! Kutsal kitaplara göre ilk ad değiştiriciTanrı’ydı.Israiloğulları’nm Tanrısı Elohim Abraham’ın (İbrahim Peygamber) ve karısı Sarah’ın adlarını değiştirmiş, böylelikle onlara yeni bir R u h ve Beden, diğer bir deyişle yeni bir kimlik ve kişilik vermişti. H itler’in babası da bazı nedenlerle kendisine yeni bir kimlik ve kişilik edinm ek istemiş ve bu amaçla harekete geçmişti. İyi de etmişti! Zira yıllar sonra oğlu A dolf H itler’i stadyumlarda se­ lamlayarak geçen yüzbinlerce N azinin ‘Heil H itler’ yerine ‘Heil Schickelgruber’ diye bağırmaları gerçekten de kulağa hiç hoş gelmeyecekti!69

A ynca, Peter M atheson, The Third Reich and the Christian Churches, E dinb urgh , 1981. 66 Lewis Spence, A n Encyclopedia o f Occultism, C itadel Press, 1993, s. 135. 67 G .A . Gaskell, Dictionary o f A ll Scriptures and M yths, G ram ercy B o o k , 1981, s. 288. 68 Gaskell, a.g.e. s. 525. 69 Toland, C ilt I, s. 5.

1.4. AD DEĞİŞTİRME OYUNU

B iz ik i T a n rı tan ıy o ru z: B iri g ö k y ü z ü n d e , d iğ e ri y e ry ü z ü n d e. Y e ry ü z ü n d ek i T a n rı A lm a n y a ’dır. A d o lf H itler70

6 Haziran 1876 sabahı Johann N epom uk Huettler, yanına da­ madını ve iki akrabasını alarak Weitra Kasabası’ndaki notere gitti. N oterin huzurunda bir itirafta bulundu ve kardeşi Georg H iedler’in kendisine evlilik dışı ilişkisinden Aloys adlı bir çocu­ ğun doğmuş olduğunu söylediğini açıkladı. Johann N epom uk kardeşinin bu çocuğu evlat edinm ek istediğini de ekledi.71 Ertesi gün, 7 Haziran 1876’da aynı kişiler bu kez de küçük Aloys’un doğum kayıtlarının bulunduğu Döllersheim Kilisesi’ne gittiler.72 Johann N epom uk bu kez de tanıklar damadı Josef R o d em er ve akrabaları Johann B reiteneder ve Engelbert 70 K onrad H eid en , The Führer, Caroll and GrafFPub. Inc., N e w York, 1999, s. 493. 71

Toland, a.g.e. s. 4.

72 W aite, a.g.e. s. 149.

Paukh’un önünde Peder Josef Zahnschirm ’e aynı itirafı yaptı ve Weitra N o teri’nin imzaladığı ifadesini verdi. U ç tanık tara­ fından noter huzurunda imzalanmış olan belgeyi okuyan Peder Zahnschirm, bu beyanı yeterli saydı ve kilise defterinde Aloys Schickelgruber’in boş bulunan ‘baba adı’ hanesine G eorg H itler adım yazdı. B u şahsın Spital’de oturduğunu ve Katolik olduğunu

Tarihçilere göre Johann N epom uk ve üç tanık okuryazar de­ ğillerdi. Dolayısıyla belgenin altına üç tane (XXX) işareti koyarak geliyordu ve ‘cross saltire’ veya ‘crux decussata’ diye bilinen bu haçın üzerinde Aziz Andrew’un çivilenerek öldürüldüğüne inanılıyordu. Aziz Andrew Haçı sihirli bir güce sahipti ve kötü ruhları uzaklaştırmada kullanılırdı.73 Bu Haç Katolik Kilisesi’nden çok R us ve Yunan Ortodoks Kiliseleri’nin kutsal haçıydı ve Aziz Andrew da Iskoçya’mn, Rusya’nın ve Yunanistan’ın koruyucu Aziziydi. Bu ad değiştirme ve evlat edinm e olayında çok garip bir durum vardı.Yasalara göre evlat edinilecek olan kişinin annesi ya da babası olduğunu iddia eden kişinin bizzat hem noterde hem de kilisede hazır bulunması gerekiyordu. Oysa J. Fest’in yazdığına göre anne M aria Anna Schickelgruber bu tarihten 30 yıl önce ölmüştü. Evlat edinen baba G eorg H iedler ise bu tarihten 19 yıl önce ölmüştü.74 Dolayısıyla da ortada ne anne ne de baba vardı. O rtada ölmüş kardeşini bir adama baba olarak tescil ettirm ek isteyen cahil ve yoksul bir köylüden başka kimse yoktu! Kaldı 73 Dictionary o f Symbolism, C u ltu ral Icons an d th e M eanings, B eh in d T h e m , H ans B ied erm an n . Trans. Jam es H u lb e rt, A . M erid ia n B o o k , 1994, ss. 81-84. 74 Fest, a.g.e. s. 16.

H IT L E R

imza atmışlardı. Bu işaret Aziz Andrew (Andreas) Haçı anlamına

B İL İN M E Y E N

ekledi. Alois’un adını ve soyadı olan Schickelgruber’i çizdi, yeri­ ne Aloys H itler yazdı.

ki G eorg H iedler Spital Köyü’nde de yaşamıyordu; kilisenin tam arkasındaki mezarlıkta karısı Maria A nna’m n yanındaki mezarda yatıyordu! Ve onun mezarı da Temmuz 1938’de A dolf H itler ta­ rafından yeryüzünden kaldırılmıştı. Görünüşe bakılırsa, Peder Zahnschirm nedense üst üste hatalar yapmıştı. Johann N epom uk’la kardeşinin soyadları aynı değildi, Peder bunu adamıştı. Johann N epom uk Huettler, Johann G eorg H iedler’in kardeşi olduğunu beyan etmiş ve onun Aloys

68

AYTUNÇ

ALTIN D A L

Schickelgruber’in gerçek babası olduğuna yemin etmişti. Buna rağmen kayıtlara kardeşinin adının Georg Hitler, evlat edineceği kişinin adını da Aloys H itler olarak yazdırmak istemişti ve Peder bunu da kabul etmişti. Oysa ortada bu ad ve soyadı değişiklikle­ rinin yapıldığını gösteren hiçbir belge yoktu. Tarihçi John Toland’ın yazdığına göre “bu değişikliklerin altında ne imza ne de tarih vardı.”75Anlaşılan Peder Zahnschirm kendi yaptığı değişikliklerin altına imzasını atmayı da unutmuştu. Bu durum da yapılmış olan değişikliklerin hiçbir yasal dayanağı yoktu.Yazar J. Fest’in dediği gibi, “ ortada yasalara uygun hiçbir değişiklik yokken kilise kararı geçerli sayılmış ve Ocak 1877’den itibaren Alois Schickelgruber resmen Aloys H itler sayılmıştı.”76 N e var ki bu esrarengiz değişiklikler zinciri bu kadarla da sınırlı kalmamıştı. Bu ad değiştirme olayının bambaşka bir yönü daha vardı. Bu kez olayın kahramanı Johann N epom uk H uettler değil, doğrudan doğruya noterde ve kilisede gerçek baba ol­ duğunu itiraf eden Johann Georg H iedler’di! H ani şu 19 yıl önce ölmüş olan kardeş! Nasıl olduysa bu ölü canlanmış ve 84 yaşında notere ve kiliseye bizzat giderek oğlu Aloys’la birlikte ve yine aynı üç tanık önünde değişiklikleri yaptırmıştı. İlginçtir ki, 75 Toland, a.g.e. s. 5. 76

Fest, a.g.e. s. 16.

inanılmaz gibi görünse de olayın bu versiyonu biraz daha akla uygun gibidir. Amerikalı ünlü gazeteci ve yazar W illiam L. Shirer, H itler’in yükselişini ve düşüşünü bütün ayrıntılarıyla başından sonuna dek izlemişti. Ç ok uzun yıllar Almanya’da gazetecilik yapmış, tüm gelişme ve savaşlara tanık olmuştu. O n u n yazdığına göre Johann N epom uk H uettler değil, 30 yıl ortadan kaybolan G eorg H iedler bir sabah beklenm edik bir şekilde ortaya çıkarak “Maria Anna 1847’de ölmüştü. Johann H iedler bu olaydan sonra 30 yıl ortadan kaybolmuştu, ama 84 yaşında yeniden ortaya çıktı ve Waldviertel’in Weitra Kasabası’ndaki notere giderek üç ederek onayladı. N edir ki G eorg H iedler’in yeni soyadı nasıl

HİTLER

tanığın önünde Aloys Schickelgruber’in babası olduğunu yemin

B İL İN M E Y E N

W eitra’daki notere gitmiş ve ifade vermişti. Shirer şöyle yazmıştı:

olmuşsa artık H itler’di. Bu yaşlı adamın niçin bunca yıl beklediği Ancak bilinen olaylar da vardı. Ö rneğin M aria Anna, Georg H iedler’in ilk değil ikinci eşiydi. 1824’te G eorg H iedler adı belli olmayan bir kadınla evlenmişti. Kadın dö rt aylık hamileydi ve evlilikten beş ay sonra bir oğlan çocuk doğurm uştu.78 N edir ki doğum dan kısa bir süre sonra ana-oğul evde ölü bulunmuşlardı. Rastlantı bu ya, onun oğlu(!) Aloys da yıllar sonra tıpkı babası gibi evlilik dışı ilişkiden bir oğlan çocuk babası olmuş, ama ço­ cuk ve adı Thelka olan, fakat soyadı bilinmeyen bu köylü kadın da bir süre sonra ölmüşlerdi! Peder Zahnschirm belki de G eorg H iedler-H ider’i karşısında bizzat bulduğu için fazla belgeye gerek görm eden değişiklikleri 77

Shirer, a.g.e. s. 7.

78

Shirer, a.g.e. aynı yerde.

69

ve ortadan kaybolduğu hiçbir zaman belgelendirilemeyecektir.”77

yapmıştı .Yoksa deneyimli bir papazın bunca hatayı aynı gün aynı belgede yapmış olabileceğini düşünm ek olası değildir. Gariplikler bitm ek bilmiyordu. G eorg Hiedler acaba niçin 30 yıl ortadan kaybolmuştu? Nasıl ve nerede yaşamıştı, ne yapmıştı? Oğluyla görüşmüş müydü? Soyadını niçin H iedler’den H itler’e çevirmişti? Rastlantı mıdır değil midir belli değildir, ama kendi ailesinde bu soyadını taşıyan hiç kimse yoktu, ama oğlu Aloys’un evlendiği Klara’m n annesi Johanna’nın kızlık soyadı H itler’di.

N epom uk H uetler’in kızı babasının soyadıyla değil de, yıllar sonra amcası G eorg Hiedler tarafından alınan H itler soyadıyla evlenebilmişti, çözmek m üm kün değildir. Klara’nın annesi Johanna H itler 19 Ocak 1830’da Spital’de doğmuştu ve o sırada G eorg Hiedler 38 yaşındaydı ve henüz soyadını değiştirmemişti. Weitra’daki notere ve Döllersheim’daki kiliseye giden kişi­

70

AYTUNÇ

A LT IN D A L

Ve bu kadın da Aloys’un babası sayılan G eorg’un erkek kardeşi Johann N epom uk H uettler’in kızıydı. Nasıl olmuş da Johann

nin Johann N epom uk H uettler değil de ağabeyi Johann Georg Hiedler olduğunu gösteren bir tek belge vardır. Bu da 29 M art 1932 tarihini taşıyan ve Sankt Poelten (Aşağı Avusturya’dan sorumlu baş kilise) Dioces Kayıt Dairesi tarafından gönde­ rilmiş olan m em orandum dur.79 Bu belgede tanıklardan Josef R odem er’in adı Rademer, tanık Paukh’un adı da Pautsch olarak geçmektedir. Aynı belgede Döllersheim Kilisesi’nde gerçekleş­ tirilen ad değiştirme işleminin tarihi ise 23 Kasım 1876 olarak belirtilmiştir. Nedense H itler’in ailesiyle ilgili arşivlerdeki birçok belge bizzat Naziler tarafından yok edilmişken 1932 tarihli bu belge sanki birileri bulsunlar istenmişçesine özenle saklanmıştı. Kaldı ki bu belgeyi tem in etm ek için Sankt Poelten Kilisesi’ne resmen başvuruda bulunulmuş olması gerekmekteydi. Bu başvu­ 79

H e id e n , The Führer, s. 40.

ru kim tarafından yapıldıysa yanıtı m uhtem elen birkaç ay içinde yukarıda tarihi belirtilmiş olan mem orandum la verilmişti. H er ne olmuşsa sonuçta da Aloys Schickelgruber, G eorg H itler’in oğlu yapılmış ve adı Aloys H itler’e çevrilmişti. Bundan sonra öz amcası sayılan Johann N epom uk H uettler’in kızı Johanna Hitler, Johann Poelzl adlı bir çiftçiyle evlenmiş ve ileride Aloys’un karısı, Almanya’nın Führeri A dolf H ider’in annesi ola­ cak olan Klara Poelzl’i doğurm uştu. Böylece iki kardeşten birinin oğlu diğerinin torunuyla evlenmiş oluyordu. Bu nedenledir ki Aloys’tan tam 23 yaş genç olan Klara, evliliği süresince kocasına ‘Aloys Amca’ diye hitap etmişti. Küçük A dolf H ider annesinin babasına ‘Amca’ diye hitap ettiği bir aile ortamında büyümüştü. Annesi belki de küçük A dolf’tan da babasına ‘Baba’ dememesini ve ‘Baba Amca’ demesini istemiştir, bilinmez. N edir ki küçük A dolf sevgili, biricik annesinin her gece ‘Amcasıyla’ aynı yatağı paylaştığım hep düşünmüş olmalıdır. Hatta belki de buna özen­ diği için kendisi de yeğeni Geli R aubal’la evlilik dışı bir ensest ilişki başlatmıştı. Genç, güzel yeğen Geli de metresi olduğu adama ‘A lf Amca’ diye hitap ediyor ve her gece koynuna giriyordu. Geli Raubal, A dolf H itler’in baba ‘bir’ kız kardeşinin kızıydı. G eorg Hiedler’in ilk karısının adı ve soyadı hiçbir kayıtta yok­ tur. Bu kadının soyadı H itler olabilir miydi? Eğer böyleyse G eorg H iedler’in soyadını nasıl H ider’e çevirdiği biraz anlaşılır hale gelir. Belki de, iki H uetder/H iedler kardeşler iki H ider kız kardeşle evlenmişlerdi. Ancak bu konuda hiçbir belgeye rastlanmamıştır. Shirer’in özgün açıklaması Spital’de oturm a meselesini de çözer mahiyettedir. Şöyle ki, eğer G eorg H itler gerçekten de 84 ya­ şma kadar yaşamış ve Peder Zahnschirm ’in karşısına çıktıysa ona sözlü olarak Spital’de yaşamakta olduğunu da söylemiş olmalıdır. Nasıl insanlardı bu H iedler/H uettler ailesinin üyeleri?

Bu ailede garip evlilikler, beklenm edik ölüm ler olmuştu. Bir baba oğlunu, bir anne de tek çocuğunu terk etmişti. Birkaç aylık hamile kadınlarla zorunlu evlilikler yapılmış, bazen de kadınlar evlilik dışı ilişkiden doğurdukları çocuklarıyla birlikte esrarengiz şekilde ölüp gitmişlerdi. Katolik Kilisesi yasakladığı halde ak­ rabalar evlenmişler, ensest ilişkiler kurmuşlar, soyadlarını hiçbir yasal dayanak bulunmadan değiştirmişler, kim oldukları bilin­ meyen şahıslardan ne için ödendiği bilinmeyen paralar almışlar,

72

AYTUNÇ

ALTIN D A L

garip şekilde yıllarca ortadan kaybolup birdenbire ortaya çıkmış­ lardı. B ütün bunlar yetmezmiş gibi Almanya’nın Führeri A dolf H itler’in aile soyağacında bir de zihinsel ve bedensel özürlülerle, intihar edenler takımı vardı.80 A dolf H itler’in baba tarafından kuzeni sayılan bir JosefVeit’ın üç çocuğu da zihinsel özürlüydü, bunlardan biri akıl hastanesinde intihar etmişti. Bu Veit soyadıyla ilgili tuhaf bir olay vardır. 1938’de Alman Komünistleriyle birlikte çalışan ve ‘Köln şehrinin Kızıl Papazı’ diye tanınan Georg Fritze (1874-1839) 3 M art tarihinde ünlü Tanrıbilimci Kari Barth’a bir mektup yollamıştı. Fritze mek­ tubunda yakın dostu ve Anti-Nazi ‘Dayanışma ve Kardeşlik’ Ö rgütü’nün üyesi Anatomi Profesörü O ttoV eit’ın 1 Ekim 1937 tarihinde üniversiteden uzaklaştırıldığını ve mümkünse bu şah­ sa İsviçre’nin Basel Üniversitesi’nde bir görev verilmesini rica etmişti. O tto Veit, Fritze’nin belirttiğine göre yüzde yüz Aryan değildi. Veit’in büyükbabası ve babası Aryan değildiler, annesi ve anneannesi ise Aryan’dılar. Fritze mektubunda ilginç bir cümle kullanmış ve bunun altını çizmişti: “ O tto Veit ‘size bu mektupta yazamayacağım bazı nedenlerle’ Almanya’yı terke zorlanıyor.”81 O tto Veit hangi nedenlerle Almanya’yı terke zorlanmıştır, bellidir. 80 W aite, a.g.e. ss. 204-205. 81

H ans Prolingheuer, Der Rote Pharrer, Paul R u g en stein , 1989, ss. 133-34.

1937’de safkan Aryan olmayanlardan sadece Yahu diler Almanya’yı terk etmeye zorlanmışlardı, gerisine oturm a izni verilmişti. O ttoVeit, 88. doğum gününde 17.10.1972’de K öln’de ölmüş­ tü. Kızıl Papaz ise bu m ektubu yolladıktan bir yıl sonra Naziler tarafından öldürülmüştü. Bu O ttoV eit’ın A dolf H itler’in akrabası JosefVeit ailesiyle bir kan bağı var mıydı bunu saptayamadık. Ancak A dolf H itler Viyana’da parasız yaşarken bu uzak akrabası Veit ailesinden bir miktar borç para almıştı ve hiçbir zaman geri ödememişti. Köy dedikodularına bakılırsa Schickelgruber ailesi zihinsel ve bedensel özürlü insanların yumağı gibiydi. Linz şehrinin arşiv­ lerindeki bir belgeye göre H itler’in annesi Klara’nın kız kardeşi Johanna kamburdu ve m uhtem elen şizofrendi.82 Klara ablasını kendi evine almıştı ve ruhsal sağlığı bozuk olan bu teyze küçük A dolf’a uzun süre ‘annelik’ yapmıştı! Aile içindeki yüksek ölüm oranı da belki genetik bozukluklardan kaynaklanmıştı. H itler’in en yakın kuzeni, annesinin diğer kız kardeşi Theresia’nın oğlu Edward Schmidt de kam bur ve konuşma özürlüydü. Bazı tarih­ çilerin öne sürdüklerine göre A dolf H itler’in kendisi de m uhte­ melen tek testisliydi. Aloys H itler nasıl bir insandı? Hayatının dönüm noktalarıyla ilgili bilgiler nasıl ki birbirini tutmuyorsa onun karakteriyle ilgili bilgiler de son derece karışık ve çelişkilidir. Aloys H itler de oğlu A dolf gibi bir hayvan dostuydu. Fakat o kurda, köpeğe ve/veya ıstakoza değil de arılara düş­ kündü. Aloys’un hayatındaki tek ve özel merakı arıcılıktı. Arı, O kültizm de ve semboller dünyasındaki en önemli yaratıktır, ilginçtir ki, sembolik olarak arıya atfedilmiş olan özelliklerin ta­ 82 W aite, s. 205.

mamı Aloys H itler’de de vardı. Ö rneğin arı, Hans B iederm ann’ın anlattığına göre meslekte hızla yükselmeyi, genç kadınlara düşkünlüğü ve erkeklerin genç bakireler bulmalarında aracılık yapmayı temsil ediyordu.83 Almancada kullanılan ‘arılar yolu’ kavramıyla havanın ölülerin ruhlarıyla dolmuş olması anlamına geliyordu. Hıristiyan İkonografisinde arı kovanı kiliseyi temsil ederdi. Aynı şekilde arı, Alman folklorunda ‘Bakire’ demekti ve Aloys da bakirelere çok düşkün bir adamdı. Eski Efes’te arı, ‘ana

74

AYTUNÇ

A LT IN D A L

tanrıça’ sembolizmini göstermekteydi. İlginçtir ki A dolf Hitler, Kavgam'da. daima ‘ana tanrıça’dan ve onunla bağlantılı kavramlar­

dan sıkça söz etmişti. Küçük H itler’in hayran olduğu N apolyon ailesinin soyluluk arması da rastlantıya bakın ki arıydı. Almanya ve İngiltere’de günümüzde de geçerli olan inanca göre arılar bir eve girerlerse o evden mutlaka bir ölü çıkardı. Anlaşılan Aloys’un arıları onun evini en az yedi kez ziyaret etmişlerdi! O ğlu A dolf H itler’e göre babası sarhoş, zalim ve öfkeli bir adamdı ve o dönem in tüm erkekleri gibi erkek çocukları eğit­ m enin en doğru yolunun onları sürekli dövmekten geçtiğine inanmıştı. Fakat tarihçilere göre Aloys Hitler, “üniforması içinde bütün kadınların beğendikleri müthiş yakışıklı ve çekici bir erkekti.”84 Sadık bir devlet m em uru, köyünün en saygıdeğer adamı ve kendisiyle gurur duyan bir insandı.85 Gerçekte, Aloys içkiye değil, ama kadınlara düşkün ve onlarsız yapamayan bir adamdı. Ü ç kez evlenmişti. Evlendiği her kadını da bir sonraki eşiyle aldatmıştı. Diğer bir anlatımla evli olduğu halde aynı çatı altına aldığı başka bir kadını hamile bırakmış, evdeki eşi ölünce de onunla evlenmişti. Birinci karısı ölüm dö83

H ans B ied erm an n , a.g.e. ss. 34-36.

84 Toland, s. 6. 85 W aite, s. 161.

şeğindeyken ikinci karısını hamile bırakmış, ikinci karısı ölüm döşeğindeyken de yan odada üçüncü karısını hamile bırakmıştı! Aloys belki de etimolojik adı itibariyle adaş olduğu Frankların Kralı Clovis’e özenmişti. Bilindiği gibi günümüzde Fransa’da ilk ‘Ulusal Kahraman’ ilan edilen Kral Clovis de güzel bakirelere düşkünlüğüyle tanınmıştı. R o b ert N eum ann’ın belirttiği gibi oğlu A dolf’un kadınlarla ilişkileriyse nörotik bir eğri çizmişti. “Bavyera’daki saray yavrusu deşinin kızı Geli R aubal’a delice âşık oldu. Fakat inanılmayacak kadar kıskançtı. Geli’nin kendi şoförüyle gizli bir aşk yaşadığın­ dan kuşkulanıyordu. Bu nedenle M ünih’e dönmüşlerdi. Bir öğ­ kadın H itler’e ait tabancayla vurulmuştu. M aria (Mimi) R eiter, H itler’le ilişkiye girip yaralanmadan kurtulan tek kadındı. H itler değilken H itler’e yüz vermeyen M im i’yi şimdi metres edinen H itler bir süre sonra onu SS subaylarından biriyle evlendirip başından atmıştı. Eva Braun ise, bilindiği gibi onunla birlikte intihar etmişti. Hitler, Eva’yla intihar etmesinden 18 saat önce evlenmişti ve evliliği kendisiyle birlikte intihar etmesi koşuluna bağlamıştı.”86 A dolf H ider’in hayatına giren altı kadın yedi kez intihar dene­ mesinde bulunmuşlardı ve bunlardan üçü hayatına son vermiş, biri ise ağır yaralı olarak kurtarılmıştı. Rasdantı bu ya, Aloys H ider’in hayatına giren üç kadın esrarengiz şekilde hastalanarak ölmüş, oğlu A dolf H ider’in hayatına girmek talihsizliğini yaşamış olan üç ka­ dınsa intihar etmişti. Bunlardan Suzi Liptauer, evliydi ve H ider’le 86 R o b e r t N e u m a n n w ith H elga K oppel, The Pictorial History o f The Third Reich, B an tam B ooks, 1967, s. xx n .

75

ünlü olunca onunla evlenmek istemiş ve metresi olmuştu. Ü nlü

HİTLER

leden sonra Geli R aubal apartmanda ölü bulundu. Sarışın genç

B İL İN M E Y E N

evine üvey kız kardeşiyle kızını bakıcı olarak almıştı. Kız kar­

geçirdiği gecenin sabahında kendisini astı. Baba-oğul Hitlerler birlikte oldukları altı kadını öbür dünyaya yolcu etmişlerdi. Tarihçi W erner Maser -ki H itler’in yasal haklarının resmi sa­ vunucusudur- H itler’in evlilik dışı bir oğlu olduğunu açıklamıştı. Jean M arie Loret adlı bu kişi H itler’in Güney Fransa’da yaşadığı evlilik dışı bir ilişkiden doğmuştu. Loret, babasının(!) kopyasıydı ve 1985’te öldü. N edir ki kan bağı tam olarak saptanamamıştı. H itler’in üvey kardeşi Angela R aubal’ın oğlu Leo Raubal da, il­

76

AYTUNÇ

A L T IN D A L

ginçtir ki, H itler’e çok benziyordu. Bazı açık hava toplantılarında Naziler onu H itler’in dublörü olarak kullanmışlardı. Yeniden Aloys’in hayatına dönelim. Bilindiği gibi Aloys on üç yaşındayken evini terk etmiş ve Viyana’ya gitmişti. Bir tarihçinin yazdığına göre, “burada bir ayakkabıcının yanında çalışmaya başlamıştı. Beş yıl sonra mesleği öğrenmiş, fakat ha­ yatta daha iyi bir yere gelebilmek için sınır muhafızı olmak için başvuruda bulunmuştu. Böylelikle devlet m em urluğuna geçmiş ve toplumsal hiyerarşide din adamlarından bir üst sıraya çıkmıştı. Y irm i dört yaşına geldiğinde özel bir sınavı başarıyla tamamla­ mış ve Waldviertal gibi yoksul ve geri kalmış bir bölgeden gelen genç bir insanın düşlerinde bile göremeyeceği bir pozisyona yükselmişti. 1875’e kadar atamalar olağandışı bir hızla Aloys’u yükseltmiş ve bu yıl içinde Inn N ehri üzerindeki Alman sınır bölgesi Braunau G üm rük Dairesi’nde müfettiş olmuştu.”87Aloys o sırada 38 yaşındaydı ve tüm tarihçilerin ortak kanısına göre im paratorluk Avusturya’sında onun gibi yoksul geçmişi olan, az eğitimli birinin böylesine önemli bir göreve atanması olağanüstü bir durum du. Garip bir rastlantı olsa gerek Aloys’un oğlu A dolf H itler de 16 yaşında okulu terk ettiği halde Avrupa’nın impara­ torlarından bile daha güçlü bir mevkiye gelebilmişti! 87 Toland, a.g.e. s. 4.

Bu olağanüstü başarıya kendi gayretiyle mi ulaşmıştı, yok­ sa birileri kendisine gizli veya açık destek mi sağlamışlardı? G erçekten de ilk sekiz yıllık eğitim ini tamamlayabilmiş birisi için im paratorluk G üm rükleri Başmüfettişliği gibi bir göreve gelebil­ m ek olağandışıydı. Bu tür görevler im paratorluk Avusturya’sında sadece soylu ailelerin çocuklarına ya da sarayın çevresindeki yüksek buıjuva ailelerine veriliyordu. Aloys’ta ise bu göreve ge­ lebilmesi için gerekli olan bu iki özellik de yoktu. Bu durum da şöyle bir soru sorulabilir: Genç Aloys’a ya ken­ disine para göndermiş olan Yahudi ailesi, ya da saray ve çevresin­ de tanıdıkları olan, hatırı sayılan, sözü dinlenen başka bir şahıs destek olmuştu. Birinci olasılık hakkında ortada hiçbir belge yoktu. Fakat İkincisi hakkında bazı ipuçları vardır. Bu

kişi

kuvvetle

m uhtem eldir

ki

Jo h an n

R u p e rt

H am m erling’di.88 Avusturya’nın ünlü ulusal şairi ve yazarı Hämmerling! B u şair Aloys Schickelgruber’le uzaktan akrabay­ dı.89 Genç Aloys herhalde bu şairin kendisiyle bağlantılı olduğu­ nu Viyana’ya gelm eden önce öğrenmişti. Johann R u p ert Hammerling, 24 M art 1830’da W aldviertal’m idari bölgesi Z w etd’a bağlı K irchberg-am-W alde’de doğmuştu. B u doğum yeri Maria A nna Schickelgruber’in yaşadığı Strones Köyü’nün bitişiğindeydi. 1870’te Johann R u p ert adını değiş­ tirmiş ve kısaca R o b ert H äm m erling diye tanınmış ve şöhreti' yakalamıştı. 1866’da H ider ailesinin en belirgin özelliklerinden olan ‘kısmi felç’ geçirmiş ve öm rünün geri kalan kısmını evinden ve yatağından çıkamadan yaşamak zorunda kalmıştı. Tam 23 yıl 88 R o b e r t H am erling, 1830-1889, “Gedenkblatt zu m 100. Geburtstage, 24 M arz, 1930. 89 F ried ric h H eer, Der Glaube des A d o lf Hitler, A n ato m ie E in e r Politischen R eligiosität, B echtle Verlag, 1968, s. 16.

78

AYTUNÇ

A L T IN D A L

yatalak yaşayan Hammerling, 1889’da Adolf Hitler’in doğumun­ dan birkaç gün önce yaşamakta olduğu Graz kentinde ölmüştü.90 Hammerling, Avusturya ve Almanya’daki ‘milliyetçi’ çevre­ ler içinde çok saygı duyulan bir tür ‘Başrahip’ gibi bir şöhretti. Aloys onu mutlaka ziyaret etmiş olmalıdır. Evi daima genç şair ve yazarlarla dolup boşalan Hammerling, kendi köyünden ve akrabası sayılan bu genç adama herhalde ilgi göstermişti. İlginçtir ki Hammerling’in genç şair ve yazar dostları arasından biriyleriki yıllarda Adolf Hitler’e ‘babalık’ yapmıştı. Bu adam ünlü şair ve yazar Dietrich Eckart’tı.91 AvusturyalI yazar Friedrich H eer’e göre Eckart, A dolf’u n ‘Baba D ostu’ydu.92 Eckart,Aloys’la Hammerling’in evinde tanışmış olabilir miydi? Bunu belgele­ mek zordur. Ama Eckart’ın, Adolf Hitler’e sanki oğluymuş gibi yardımcı olduğu kesindir. Hammerling, Eckart’ın şairlikte yücelttiği biriydi. M ünih’te Hammerling’in hayranı olan genç yazar ve şairler onun adına ‘Münihli Şairler’ adlı bir dernek kurmuşlardı. Hammerling’in ender bulunan bir fotoğrafı dikkatlice incelenirse Adolf H itler’in yüz yapısıyla -özellikle de ağız, burun ve alın- şaşırtıcı benzerlik­ ler taşıdığı görülür. (Bkz. Ek) Aloys’un olağandışı mesleki başarılarında93 Hammerling’in yardımı ve desteği olmuş mudur? M uhtemelen olmuştur. Çünkü özellikle gümrük memurları ve demiryolcular arasında hem Hammerling hem de onun milliyetçilik anlayışı pek çok taraftar 90 D r. W .N.

Hargreaves-Mawdsley,

Dictionary

o f European

Writers,

Everym an’s R eference Library, 1968, s. 244. 91 H itler ve E ckart birlikte aynı kitaba imza atmışlardı. Bu, 1924 yılında basılan b ir broşürdü ve adı da M usa’dan Lenin’e Kadar Bolşevizm’di. 92 H eer, a.g.e. ss. 20-21. 93 Toland, a.g.e. s. 4. Ayrıca Fest, a.g.e. s. 15.

toplamıştı. Daha sonraki yıllarda ortaya çıkan Nazi Partisi’nin ilk üyelerinin çoğu demiryolcu ve gümrükçüydü. Hammerling de tıpkı Aloys gibi yoksul ve eğitimsiz, geri kalmış bölge Waldviertal’dan gelmesine rağmen Viyana’da başa­ rıya ulaşabilmişti. Hatta o, kırsal bölgeden gelip başkentte ünlü olabilmiş ilk ve tek kişiydi. Sarayda ve bürokraside birçok yakın dost edinmişti. Kitaplarında mitolojiye ağırlık vermiş, Alman Ulusçuluk anlayışını geliştirmiş ve ‘Pan-G erm anizm ’ akımının

Hammerling şiirlerinde hep Waldviertal’ı ve köylüleri betim ­

olmuştu. Katolikliğe şiddetle karşı olan Anababtizm, radikal

de varlıklarım sürdürmektedirler.94 Bu iki kişi Avrupa’daki ilk ‘Ö zgür Kiliseleri’ kurmuşlar ve Almanya’da ve Avusturya’da sa­ yısız taraftar edinmişlerdi. J. Gordon M elton’un yazdığına göre “H ut bir yeraltı örgütü kurmuş ve Bavyera ve Avusturya’da bu hareketi yaymıştı.”95 F. H eer’in yazdığına göre Hammerling Jan Van Leyden’in ‘Gestalt’inde gelecekteki Alman siyasal dinci akı­ mın lideri olarak A dolf H itler’i görmüştü. A dolf H itler 1930’da Almanya’da Hammerling’in ‘100. D oğum Y ılı’ münasebetiyle bir kitapçık bastırılmasını ve onu tanıtan yayınlar yapılmasını istemiş ve bu kitapçık basılarak bedelsiz dağıtılmıştı. 94 J. G ordon M elton, Ed. The Encyclopedia o f American Religions, T rium ph B ooks, 1991,Vol. I, s. 50, 95 M elton, a.g. e. ss. 50-51.

79

Reformasyon döneminde ortaya çıkmıştı. Bu akıma yön vermiş olan Jacob H ütter’in ve Hans H u t’un taraftarları günümüzde

HİTLER

lemiş, bu yöreye duyduğu bağlılığı yücelterek dile getirmişti. Hammerling Katolik bir aileye doğmuş olmasına rağmen, adını değiştirirken Kilisesi’ni de değiştirmiş ve ‘Anababtist’

B İL İN M E Y E N

temellendirilmesinde rol oynamıştı. 1876’da yayımlanan romanı Aspasia (3 cilt) 1882’de İngilizceye çevrilerek yayımlanmıştı.

N o rm an C o h n ’un yazdığına göre, “Anababtistler kendi­ lerini herkesten ayrı tutarlardı... O nlar kendilerim , yeryüzündeki ‘Seçilmiş’ kişiler olarak görürlerdi. O nlara göre tek ‘Seçilmiş’ olan Anababtistler doğrudan doğruya Tanrı tarafından yönlendirilm ekteydiler.”96 (Bilindiği üzere Yahudiler kendileri­ ni tek ‘Seçilmiş’ m illet kabul ederler. Anababtistler bu nedenle Yahudilere düşmandırlar.) Anababtistler, Hans H ut, Jo h n Ball ve U lrich von H u tte n ’in

AYTUNÇ

A LT IN D A L

izleyicileri gibi anti-klerikal (din adamları düşmanlığı) bir savaşın kışkırtıcılığını yapmışlardı. Anababtist radikallerden Adolarius (Adolf) H uttener, Erfurt şehrinde Jan H u s’un Taborist diye bi­ linen taraftarlarıyla aynı ülküyü dile getirmişlerdi. Bu gruplar daha sonra çok ünlenen ‘N ihai Ç ö zü m ’ (final solution) ve ‘N ihai Hesaplaşma’ (Abrechnung) kavramlarını siyaset literatürüne ilk sokanlardı. “İsa M esih Anababtistlere bir kılıç verecek ve o kılıçla

80

intikam ım ızı alacağız. Yeryüzündeki tüm günahları, tüm h ü k ü ­ m etleri ezeceğiz; tü m malları ortaklaştıracağız ve vaftiz olmayı reddeden herkesi kılıçtan geçireceğiz.”97 Rastlantı olsa gerek A dolf H itler de A nababtistler gibi yazıla­ rında ve kitaplarında ağırlıklı olarak nihai çözüm ve nihai hesap­ laşma kavramlarını kullanmıştı. H itler d eT an rı’m n sadece kendi­ sine verdiği ‘Almyazısı’na uygun davrandığını ve yine Tanrı’nın sadece ona verdiği bir kılıçla tü m günahları (başta kom ünizm ve Yahudilik) ve hüküm etleri ortadan kaldıracağını ve vaftiz olmayanları (Nazi olmamakta direnenleri) kılıçtan geçireceğini söylemiş ve ilginçtir ki sözünde de durm uştu. Nazi ressamları bundan dolayıdır ki A dolf H itler’i elinde ‘sihirli’ b ir kılıç taşıyan T ö to n Şövalyesi olarak resmetmişlerdi. 96

N o rm a n , C o h n , The Pursuit o f the Millennium, Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists o f the Middle Ages, Tem ple S m ith , 1970, s. 253.

97

C o h n , a.g.e. s. 255.

‘N ihai Ç ö zü m ’v e ‘N ihai Hesaplaşma’kavramları A nababtistler için olduğu kadar A dolf H itler için de neredeyse kutsal bir anlam taşımıştı. H itler’in yazdığı tek kitap olan K avganız ilk ad olarak ‘N ihai Hesaplaşma’ adını koyması hiç kuşkusuz rastlantı değildi. Kitabın bu özgün adını yayıncısı ‘Kavgam’ olarak değiştir­ mişti. N orm an C ohn, Anababtisder’la ilgili şu bilgileri eklemişti: “Anababtisder özel olarak devlete daima kuşkuyla bakmışlardır. Bu kurum un kendileri için gerekli olmadığını ve olamayacağını düşü­ nürlerdi. Birçok Anababtist devlet m em uru olmayı reddetmişti ve devleti korum ak için askerlik yapmayı da şiddede kınamışlardı.”98 A dolf H itler de Habsburg H anedan D evleti’ni reddetmiş ve dev­ let m em uru olmak istememişti. Ayrıca bu D evlet’i korum ak için askerlik yapmaya da karşı çıkmıştı. H iç kuşkusuz A dolf H itler’i Anababtisder’in ‘Bağımsız 40 Tarikatı’n dan" birisiyle özdeşleştir­ m ek zordur, ama Katolikken Anababtist olan H am m erling gibi o da aynı görüşleri savunmuştu. H id er’in siyasal ve dinsel görüşleriy­ le R o b e rt H am m erling’in ve Anababtistlerin görüşleri arasındaki benzerlikler şaşırtıcıdır. Belki de bu nedenle Alman geleneğinde sık rasdanan bir kelime oyunuyla bir dönem M ü n ih ’te A dolf H itler’e ‘R o b e rt’ H ider denilmişti. Y ine ilginç b ir rastlantı olsa gerek H am m erling’in adını ve Kilisesi’ni değiştirm esinden bir süre sonra Aloys da adını de­ ğiştirmişti. Ancak H am m erling gibi Kilisesi’ni de değiştirdiğini gösteren hiçbir belge yoktur ya da henüz ortaya çıkarılmamıştır. A ncak bilinen b ir şey varsa o da K atolik Kilisesi’nden, R o m a ’dan ve Papa’dan nefret ediyordu. K atolik Kilisesi’ne yılda b ir kez, o da Kayzer’in doğum günü olan 18 Ağustos’ta giderdi, on u n

98

C o h n , a.g.e. s. 254.

99

C o h n , a.g.e. s. 253.

A L T IN D A L AYTUNÇ 82

dışında Kilise’nin önünden bile geçmezdi.100 Bu doğum günü için Kilise’ye gittiğinde de üniformasını giyer ve ayine değil Kayzer’e uzun öm ür dileyen sözlerin okunduğu bölüm e ka­ tılırdı. Aloys’un Katolik Kilisesi’nden nefreti o boyuttaydı ki eşlerinin birinden doğan çocuğu öldüğünde ne Kilise’ye ne de mezarlığa gitmişti. Eşinin de törenlere katılmasını yasaklamıştı. Hiç kuşkusuz Kilisesi’ni değiştirseydi işini ve pozisyonunu da kaybederdi. Belki de bu nedenle değiştirmemiştir. Aloys Hitler, belki de H ammerling gibi Kilisesi’ni açıkça değiştirmemişti, ama Moravya-Hus çizgisine bağlı Rafızi ‘Ö zgür Kilise’ ekolünün temsilcisi bir gruba gizlice üye olmuştu. Aloys ‘Ö zgür R u h ’ (Free Spirit) diye bilinen bu eleştirel akımın dile getirdiği ve Katolik Kilisesi’nin hiyerarşik yapısını hedef alan suçlamaları açıkça savunmuştu. Aloys’un 8 Ocak 1903 tarihinde yerel basında yer alan ölüm ilanına adı sanı bilinmeyen yarı-gizli bir örgüt imza atmıştı. Aloys H itler’in gazetede yer alan ölüm ilanında ‘aramızdan ayrıldı’ şeklinde bir ifade ve altında da şu anonim imza vardı: ‘Ö zgür O kul Dostları’ (Frei Schule).101 Bu özgür okul yüzyıllardır yasaklı olan ve sadece yeraltı faaliyetle­ riyle varlığını sürdürmüş bulunan gizli ‘Ö zgür R u h ’ örgütünü kamufle eden örgütün adıydı. Avrupa’da “Sapkın” (Heretik) büyü ve sihir özellikle 12. yüzyılda hızlı bir gelişme göstermişti. 13. ve 14. yüzyıllarda, bu uygulamalarla uğraşan Kilise-dışı yeraltı örgütlerinden sadece ‘Ö zgür R u h ’ (Free Spirit) kendisini rasyonalize ederek Avrupa’ya ağırlığını koyabilmişti.102 ‘Ö zgür R u h ’ hareketi 13. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştı ve Katolik Kilisesi’ne başkaldıran ilk ‘Yeraltı Kilisesi’ydi. Bu 100 H eer, a.g.e. s. 18. 101 H eer, a.g. e. s. 18. 102 Edw ard Peters, The Magician, The Witch and The Law, Pennsylvania, 1978, ss. 40-42.

akımın taraftarları papaların hışmına uğramışlar ve çoğu kadın binlerce taraftarı yakılmışlar ve işkence görmüşlerdi. Ü nlü Jacob H ütter ve Hans H u t hareketleriyle Jan Hus ve ondan sonra da ünlü M artin Luther hep bu ‘Rafızi’ ve gizli muhalefet damarının etkisinde kalmışlardı. İşte Aloys H itler bu hareketin 19. ve 20. yüzyıllardaki iki önemli kolundan birine, gizlice üye olmuştu. Bu, ana muhalefet akım ının ikinci kolu elitist bir topluluktu: Adı ‘Ö zgür D üşünce’ idi. (Ateisdiği esas alanlar anlamında.) 1919’da tahtını bırakarak Hollanda’ya göç eden Kayzer 2. W illhelm ’in kendi yazdığı Anılar kitabında, “ Ö zgür D üşünenler Ö rg ü tü ’nün üyeleri benim le dostluk kurm ayı hiç istemediler. Liderleri son derece geçimsiz bir insandı ve daima bana m uhalif olmuştu,”103 diye yazmıştı. Bu ‘Ö zgür D üşünce’ (Freidenker) örgütü 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra özellikle Almanya’da çok yay­ gınlaştı. 1930’larda Alman Komünist Partisi’yle çalışan FDV (Özgür D üşünce Derneği) Ateizmi savundu. H itler’in akrabası olma ihtimali bulunan O tto Veit’ın üyesi olduğu ‘Dayanışma ve Kardeşlik’ Ö rgütü de bununla bağlantılıydı. H itler’in ailesindeki ‘Moravya Kanı’ konusu hem en hiç araş­ tırılmamıştır. Ailenin tüm geçmişinin bağlı olduğu Waldviertal bölgesi O rtaçağ’ın ‘H eretik=R afızi’ hareketlerinin en yoğun yaşandığı coğrafyaydı. Bu nedenle de Katolik Kilisesi’nin ağırlıklı olduğu Başkent Viyana’da sevilmezlerdi ve geri bırakılmışlardı. Bu bölgede yüzyıllardır varlığını gizlice sürdüren Jan Hus tarafta­ rı bir örgütlenm e vardı. Bunlar R o m a’ya, Papa’ya ve Katolikliğe şiddede karşıydılar. 1830’lu yıllarda Jan Hus geleneğine bağlı bu örgüt Papa’yı açıkça eleştiriyor ve Katolikleri adlarını ve 103 The Kaiser’s Memoirs, Wilhelm II, Emperor o f Germany 1 8 88-1918. E n g ­ lish translation by T h o m as R . Ibarra, H a rp e r and B rothers Publishers, 1922, s. 31.

Kiliseleri’ni değiştirmeye davet ediyordu. B u akım daha sonraki yıllarda propagandasını o yıllarda çok ünlenm iş olan ‘Los-vonR o m e ’ (R om a’dan Kurtul) hareketiyle dile getirdi. Almanya ve Avusturya’daki ilk anti-Sem itik ve anti-K atolik siyasal parti işte bu hareket olm uştu. B u akım ın lideri G eorg R itte r von Schönerer’di ve bu şahıs A dolf H itler’in kendi beyanıyla on u n en sevdiği siyasetçiydi. A d olf H itler çocukluğunda Schönerer adına ‘H eiligen R itters G eorg’ (G eorg’u n Kutsal Şövalyeleri) adlı bir

84

AYTUNÇ

A L T IN D A L

örgüt kurduğunu yazmıştı. İlginçtir ki Schönerer de H itler’in ailesi gibi W aldviertal’dan gelmeydi, ama o zengin bir ailenin oğluydu. H am m erling’le çağdaş ve dosttu. Baba-oğul H itlerlerin yaşamları boyunca edindikleri en ya­ kın dosdarı Çek-M oravya asıllı kişiler olmuştu. Bunlardan Josef Cerny, Ç ek olmaktan gurur duyan bir ‘Alm an’vatandaşıydı. Cerny, H itler’in kitabı K avgam ı baştan aşağıya yeniden yazmıştı. H id er’in binleri bulan gram er hatalarını düzeltebileceği kadar düzeltmiş ve onun hiç bilmediği bazı konuları da kitaba eklemişti.104 Kari Wesseley de C erny gibi Ç ek olmaktan gurur duyan bir Almandı ve Aloys H ider’in tüm yaşamı boyunca dost bildiği ve sırlarını paylaştığı tek kişiydi.105 Büyük bir olasılıkla H ied ler/H uettler aile­ sinin bilinen ilk büyükbabası Stephen H iedler (1672,Walterschlag doğumlu) Hus geleneğinden gelen ve ‘Kan BağıTemizliği’ne bağlı kalmak için daima kendileri gibi olanlarla iç evlilikler yapmış olan ‘H errn h u tter’ C em aati’ne mensup Çek-M oravya asıllı biriydi. B u dinsel topluluğun özelliği ‘A ri K an’ inancından yola çıkarak ‘A ri Irk’ görüşüne gelmiş olmalarıydı. İsa’nın ‘Temiz K anının’ Yahudiler ve diğerlerince kirletilmesine şiddede karşı çıkıyorlardı. 104 A d o lf H itler, Meitt Kampf, T ranslated b y R a lp h M an h e im , H o u g to n M ifflin C om pany, 1971, s. xvııı. (T ürkçesi: Kavgam) 105 S m ith, a.g.e. s. 3 2 -3 3 ve 85f.

Garip, ama gerçektir ki, A dolf H itler 1933’te iktidara geldikten sonra ‘Yeni Alman Hıristiyanlığı’ diye yeni bir Kilise kurdurm uş ve hem Protestan hem de Katolik kiliselerini dışlamıştı. B u kilisenin yayımladığı Incil’de tek kelimeyle dahiYahudi sözünün geçmesine izin verilmemişti. İsa M esih ise, aslen esmer ve Yahudi bir haham olduğu halde, bu İncil’de ‘Soylu Bir Alman Prensi’ olarak gösteril­ miş ve irikıyım, sarışın, mavi gözlü, uzun saçlı, kulağı küpeli bir T öton Şövalyesi olarak tanıtılmıştı! W aldviertal ve H itler’in doğduğu B raunau çok ilginçtir ki tü m O rtaçağ boyunca m edyum ların, büyücülerin, cadıların, giz­ li ilimlerle uğraşan ‘K arabüyü’ üstatlarının ve doğaüstü güçlere sahip insanların doğup büyüdükleri bölgeydi. B u bölgede sayısız gizli örgüt vardı.Ve ‘doğaüstü güçlere sahip’ oldukları öne sürü­ len pek çok insan bu bölgede yetişmiş ve tü m A vrupa’da adlarını duyurm uşlardı. İrlandalı O kültist ve yazar J.H . B rennan’a göre dünyaca ünlü m edyum M adam e Stockham m es burada doğ­ m uştu. B enzer şekilde R u d i ve W illi Schneider kardeşler de bu bölgede doğmuşlardı. B u iki kardeş inanılm az bir psiko-kinetik güce sahiptiler. B u güç sayesinde ellerini kullanm adan sadece ba­ kışlarıyla uzakta duran cisimleri hareket ettirebiliyorlardı. Fransız O k ü lt tarihçileri Louis Pauwels ve Jacques B ergier’in ortak araş­ tırm aları sonunda yazdıklarına göre işte bu Schneider kardeşler kendi anneleri tarafından değil son derece garip ve gaipten haber alabilen bir sütanne tarafından emzirilmişlerdi. Aynı yazarların öne sürdüğüne göre bu garip sütanne sadece Schneider kardeş­ leri değil başka b ir erkek çocuğu da u zun süre emzirm işti. Bu çocuk A dolf H itler’di.106

106 J. H . B re n n an , Occult Reich, F u tu ra P u b ., 1976, s. 27.

İkinci Bölüm

BAY KURT

2.1. KAD ER TANRISI BOYLE BUYURDU

B ir d e v le t a d a m ın ın s o n u n u n n asıl o la c ağ ı ç o k ö n c e d e n g ö k y ü z ü n d e k i y ıld ız la ra y azılm ıştır. A d o lf H itle r, Kavgam, 1 9 2 41

Aloys H itler aynı yerde uzun süre yaşayamayacak kadar sıkıntılı ve kasvetli bir adamdı. H ayatının son 25 yılında tam 11 ev de­ ğiştirmişti. Aloys’u n kadınlarla kurduğu ilişkiler de aynı kasvetli eğriyi çizmişti. U ç kez evlenmiş, bir de evlilik dışı b ir beraberlik yaşamıştı. İlk eşi A nna G lassl-H örer’di. B u kadınla evlendiğinde Aloys 27, eşi ise 41 yaşındaydı. A nna Glassl da tıpkı Aloys’un annesi olduğu varsayılan M aria A nna gibi bu geç yaşında anne olm ak istemiş, ama evlendikten h em en sonra esrarengiz bir has­ talığa yakalanmıştı. A nna Glassl bu hastalığın pençesinde uzun süre yatalak kaldıktan sonra 1883’te ölm üştü. A nna Glassl evlilik için Aloys’a yüklü bir çeyiz, para ve en önemlisi daha üst b ir sı­ nıfa katılabilme olanağını getirm işti. İlginçtir ki o da tıpkı kocası Aloys gibi sonradan evlat edinilerek nüfusa geçirilmişti. O n u 1

A d o lf H id e r, M ein Kam pf, s. 81.

evlat edinmiş olan kişiyse İm paratorluk G üm rükleri’nde görevli çok üst düzeyde bir bürokrattı. Eşinin hastalığı sırasında Aloys, Franziska M atzelberger adın­ da otellerde temizlikçilik yapan bir kadını evine almış ve onunla yaşamaya başlamıştı. A nna Glassl öldükten sonra Aloys ‘Fanni’ diye çağırdığı bu kadınla evlendi. N ed ir ki ilk eşi hasta yatağında ölüm ü beklerken yandaki odada Franziska, Aloys H itler’e bir oğlan çocuk doğurm uştu. Baba Aloys oğluna kendi adını vermiş

90

AYTUNÇ

ALT IIM D A L

ve onu Aloys Jr. olarak onurlandırm ıştı. Fakat oğlunu nüfusuna geçirmem işti. İlk eşinin ölüm ünden iki ay sonra Franziska bu kez de bir kız çocuk doğurm uştu. Aloys bu çocuğuna da Angela adı­ nı vermişti. D aha sonra A dolf H itler’in metresi olan güzel yeğen Geli R aubal bu kardeşin kızıydı. K aderin cilvesine bakın ki Aloys’un ikinci eşi de evlendikten çok kısa bir süre sonra hastalanıp yatağa düşmüş ve o da tıpkı A nna Glassl gibi yan odaya taşınarak ölüm ü beklem eye başlamış­ tı. Aloys boş durm ayı hiç sevmediği için hem en ‘amcası’(!) oldu­ ğu Klara Poezl’ü hamile bırakmıştı. B ereket Franziska, Aloys’u fazla bekletm em iş ve bir yıl evli kalıp iki çocuk doğurduktan sonra 1884’te henüz 23 yaşındayken verem den ölm üştü. Aloys, garip evlilik takvim ine göre 1883-85 sezonunda üç evlilik yaşa­ mış, üç eş ve üç çocuk sahibi olmayı başarmıştı. B ir Katolik için bu kendi çapında bir rekordur! Aloys ikinci eşini de öbür dünyaya yolcu ettikten sonra 7 O cak 1885’te bu kez ikinci eşinden bir yaş büyük olan yeğe­ ni Klara’yla evlenmişti. Şimdi kendisi 48, eşiyse 25 yaşındaydı. Aradaki yaş farkından olsa gerek Aloys üçüncü eşini de mezara gönderem eden ilk iki eşinin onu bekledikleri mekâna kendisi gitmiştir. Aloys’un bu evlilikten beş çocuğu olm uştu. Bazı ta­ rihçilere göre de altı çocuğu olm uştu. Bunlardan O tto adlı oğlu

ya doğum da ölmüş ya da doğum dan bir gün sonra ölm üştü. Bu tarihçilere göre Aloys’un aynı yıl içinde iki oğlu birden ölm üş­ tür.2 Aloys’u n ölen çocuklarının adları şöyleydi: Gustav, doğum u 1885, ölüm ü 1887; İda, doğum u 1886, ölüm ü 1888; E dm ond, doğum u 1894, ölüm ü 1900. Aloys bu çocuğunun ölüm ünde ne Kilise’ye ne de mezarlığa gitmişti. Karısı Klara’nın gitm esine de izin verm em işti. D iğer iki çocuktan Paula 1896’da doğm uş ve 2. D ünya Savaşı’nı da atlattıktan sonra u zun yıllarViyana’da yaşamış ve 1960’ta ölm üştü. A dolf H itler ise 20 N isan 1889’da Aloys’u n 7. yerleşim yeri olan Braunau am In n ’de 219 kapı num aralı binada -G asth o f zum P om m er- akşamüstü saat 18:30’da dünyaya gelmişti. A dolf H itler’in dünyaya geldiği sırada Polonya’daki aşırı O rtodoks Yahudilerin yaşadıkları G etto ’da çok ilginç b ir olaya tanık olunm uştu. Shinever Z addik adıyla ünlenm iş b ir haham birdenbire fenalaşmış ve baygınlık geçirmişti. Ç evresindeki kişi­ ler on un sayıklamakta olduğunu fark ettiler ve h em en notlar al­ dılar. Shinever Z addik aynen şunları söylemişti: “ H am an’dan çok daha kötü bir adam dünyaya geldi. B u adam bize çok kötülük yapacak. D ua edin de onun ölüm ü ‘missah m eshuna’ (sıra dışı ve korkunç akıbet) olsun.” A d o lf H ider, gerçekten de Yahudilere çok kötülük yapmış olan H am an adlı kişiden daha beter b iri olm uştu. Y ahudilerin kutsal kitaplarında anlatılan H am an, A d o lf H itler’in çırağı bile olamazdı. A dolf H itler doğum undan iki gün sonra öğle vakti 15:15’te Adolfus adıyla vaftiz edilmişti. Kendisine ‘P rin z’ adlı m uhtem elen Yahudi D önm esi olan bir aile ‘koruyucu anne-baba’ (godpa-

2

lan Kershaw, a.g.e. s. 4.

rents) tayin edilmişti.3 Dikkat çekici olan husus Aloys’un hiçbir çocuğuna kendi ailesinde (!) yer alan büyüklerinin adlarım ver­ memiş olmasıydı. Aloys, anlaşılan kendi geçmişinde çok bol olan Maria Anna ve/veya Johann ve Johanna gibi adları çocuklarına intikal ettirmemeyi uygun görmüş ve bambaşka adlar seçerek Avusturya’daki bu köklü geleneği hiç dikkate almadığını göster­ mişti. Oysa geleneklere göre her baba ilk erkek ve kız çocuğuna anne ve babasının adlarını koymakla yükümlüydü. Aloys bu dav­

92

AYTUIMÇ

A LT IN D A L

ranışıyla herhalde ailesi olduğu varsayılan insanlardan kesin bir kopuş yapmak istemişti. N itekim ilk oğluna babasının değil kendi adını vererek ailesinin tarihini kendisiyle başlattırmak istemişti. A dolf Hitler,Aloys’un üçüncü evliliğinden doğmuştu. Gariptir ki, babasının 3. oğlu, annesininse 3. çocuğuydu. Benzer şekilde babasının ‘hayatta kalmayı başaran’ 3. çocuğuydu. Annesinin ise ‘sağ’ kalabilen ilk çocuğu oldu. A dolf Hitler, tüm yaşamı süresine ‘7’ sayısının kendisine uğur getirdiğine inanmıştı. Masaya otur­ duğunda 7 kez vurur, suyu 7 yudum da içer ve içinde 7 sayısının yer aldığı tarihlere ve olaylara özel bir ilgi gösterirdi. Babasının 3. oğlu olması, annesinin 3. ve sağ kalmayı başaran 1. çocuğu olması onda bu sayıya karşı (3+3+1=7) büyük bir tutku uyandırmıştı. Şaşırtıcıdır ki, A dolf H itler tam 7 kez ölüm den kurtulmuştu! Sayılara ve bunlarla ilgili büyü, sihir ve uğur gibi işlemle­ re merak insanlığın ilk yerleşim duraklarına, Sümer’e, Babil’e, Mısır’a, Hindistan ile Ç in’e kadar gider. Avrupa’daki Yahudi get­ tolarında olduğu kadar Hıristiyan âleminde de sayılara atfedilen sırlar çok önem taşımıştır. Sayılarda sihirli güçlerin bulunduğuna dair inanç Yahudilerin ‘m ezuzot’ denilen muskaları evlerine as­ malarıyla som ut anlam kazanmıştı. 19. yüzyılda ‘Bembo Tableti’ diye bilinen astrolojik ve alfabetik metinlerden hazırlanmış 3

H e id e n , The Führer, s. 42.

Kabbalistik bir sayı ve kader hesaplama muskası, tüm Avrupa gettolarında baş köşede tutuluyordu. Benzer şekilde, Hıristiyanlar da sayıların sihirli gücüne inan­ mışlardı. Ö rneğin M atta Incili’nde yer alan İsa M esih’in soyağacı bir tü r sayı büyüsüne dayandırılmıştı. Bu soyağacında belirle­ yici olan sayı ‘7’ idi. Buna göte Matta, Hz. İbrahim ’den Davut Peygamber’e (Kral David) kadar 42 kuşak saymıştı. D iğer İncil yazarı Luka ise Tanrı’dan İsa M esih’e kadar 77 nesil geçtiğini belirtmişti. Bu soyağacı sıralamasında yazarlar D avut’un adının sayısal değeriyle İsa M esih’in G eneolojik (soybilim) sayısal de­ ğerini özdeşleştirmişlerdi. 77 kuşak (7+7) şeklinde yazılınca 14 sayısını veriyordu. 42 kuşak ise (3x14) şeklinde bölüm lendirilmişti. D avut’un adının sayısal değeri de 14’tü ye bu oluşumda 3 ve 7 sayıları belirleyici oluyordu. Böylelikle bu sayılandırma ünlü Yahudi Peygamberi İsaiah’ın M esih’in 14. kuşakta geleceğine dair yaptığı kehaneti de doğruluyordu. Almanlar batıl itikatlara ve bu tür sayısal değerlendirmelere Avrupa’da en çok ilgi duyan insanlardı. 30 Yıl Savaşları (16181648) süresince sayıların değerleri ve semboller dünyasının gizemleri Almanya’da pek çok taraftar bulmuştu. Ö rneğin iki küçük Alman kenti Bamberg ve W ürzburg’da 1625-1630 yılları arasında sayıların büyüleriyle ve sihirle uğraşan büyücüler yaka­ lanmışlardı. Bu dönem de 900 kişi yargılanmış, bunlardan 600’ü yakılmıştı. Bu iki kent daha sonra H itler tarafından gizli operas­ yonlarda kullanılmıştı. H itler Nazi Partisi içindeki m uhaliflerini aldatarak Bamberg’de bir toplantıya getirmiş ve daha sonra onla­ rın topluca öldürülm elerini sağlamıştı. Aloys da oğlu A dolf da Habsburg H anedanı’nın İmparatoru Franz Joseph’in ailesinin yıllardır süren uzun saltanatı sırasında dünyaya gelmişlerdi. Franz Joseph, 18 yaşındayken imparator

olmuş ve kendisini 1848 ve 1849’da patlak veren köylü isyanla­ rının içinde bulmuştu. 1859’da İtalyanlara, 7 yıl sonra da 1866’da Alınanlara yenilmişti. Franz Joseph tarihteki en talihsiz imparatorlardan biridir. 1867’de kardeşi Maximillian Meksika seferinde yenilmiş ve

94

AYTUNÇ

A L T IN D A L

asiler tarafından kurşuna dizilmişti. 30 Ocak 1889’da -A dolf H itler’in doğum undan 70 gün önce- oğlu veliaht Prens R udolf, Mayerling’de kendisini ve 17 yaşındaki metresi Barones M aria’yı öldürmüştü. Mayerling Faciası’ndan 9 yıl sonra karısı İmparatoriçe Elizabeth, bir İtalyan anarşisti tarafından bıçaklana­ rak öldürülmüştü. Bunlar yetmezmiş gibi, yeni veliaht Arşidük Ferdinand da Bosna’nın başkenti Sarayevo’da ‘Kara El’ adlı gizli Sırp örgü­ tünün üyelerince öldürülmüştü. 1914’teki bu suikast 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştu. İlginçtir ki hayatı savaşlar ve yenilgilerle geçmiş olan Franz Joseph veliahtm öldürülmesine rağmen savaş çıkartmak istememişti. N e var ki savaş taraftarı olan siyasal partiler müthiş bir kışkırtma siyaseti izlemişler ve impara­ tora rağmen 1. Dünya Savaşı’nı başlatmışlardı. I. Dünya Savaşı sırasında, ‘Alınyazısı/Kader’ A dolf H itler’den yana ağırlığını koymuştu. Hatta belki de savaş tarihçisi Samuel W. M itcham Jr.’ın da yazdığı gibi diğer askerleri unutmuş, sadece A dolf H ider’i korumuştu: “Hider’in ölümden son anda kurtulmayı başarmak gibi bir özelliği vardı. 1933’ten sonra ona suikast düzenleyenler ondaki bu olağanüstü özelliği fark ederek çok şaşırmışlardı. 1944 yılındaki su­ ikastı düzenleyen ve Hider’in yine sapasağlam kurtulduğunu gören Albay Kont von Stauffenberg, ‘Bu adamda farelere özgü bir içgüdü var,’ demişti.”4 Savaşın ilk üç gününde Hitler’in birliğindeki 3600 4

Mitcham, a.g.e. s. 62.

askerden sadece 61 l ’i sağ kalmıştı.55 H ider de tam 45 ay süreyle cephede bulunmuştu. Bu dönem içinde Adolf H ider tam 35 kez doğrudan göğüs göğüse muharebeye girmişti. Askeri muharebe ‘ortalama’ yasasına göre bu kadar çok silahlı çatışmaya doğrudan girip de sağ kurtulabilmek hiçbir er için m üm kün değildi. Fakat H ider sağ kalmayı başarmıştı. T üm birliğin tanık olduğu bir olay H ider’deki bu garip önseziyi göstermesi bakımından anlatılmaya değer. “Bir gün siperde diğer askerlerle yemek yerken bir ses ona

de tüm Almanları böylesine gizemli ve ilahi bir güç tarafından yönlendirdiğine inandırabilmişti. Kavgam’dz kendi hayatını an­ lattığı ilk üç bölüm de tam 37 kez Alınyazısı/Kader kavramına atıfta bulunmuştu. Albay K ont Stauffenberg’in H itler’de farelere özgü bir önsezi bulunduğuna dair yaptığı gözlem çok etkileyici ve yerindedir. H itler gerçekten de farelere çok özel ilgi duyan bir insandı. Kavgam âz şöyle yazmıştı: “O sıralarda (1919) hâlâ 2. Piyade Alayı’m n barakalarında ih­ tilalin izlerini taşıyan küçük bir odada kalıyordum. Bu barakaya sadece geceleri ve yatmak için gidiyordum. H er sabah saat 5’te 5

Ian Kershaw , a.g.e. s. 90.

6

M itc h a m , a.g.e. s. 63. Kershaw, a.g.e. s. 90.

95

-ki H itler buna Alınyazısı/Kader diyordu- ona tarihi bir misyon yüklediğini yazmış ve buna hem kendisi yürekten inanmış hem

HİTLER

H itler askerliğini kurye olarak yapmıştı ve bu da en tehlikeli görevlerden biriydi. Belki de bu nedenle Kavgam kitabında ha­ yatının ilahi bir güç tarafından korunduğunu ve bu ilahi gücün

B İL İN M E Y E N

kalkıp başka bir yere oturmasını söylemişti. H ider yemeği kesip kalkmış ve daha ilerideki bir sipere geçmişti. Ç ok kısa bir süre sonra büyük bir şarapnel parçası Hider’in oturduğu yere düşmüş ve diğer askerlerin tüm ü ölmüştü.”6

kalktığım için geceden yere koyduğum birkaç parça yiyeceğin odamdaki fareler tarafından nasıl keyifle yenildiğini görürdüm. Kendi hayatımda o kadar çok açlık çekmiştim ki, bu küçük se­ vimli yaratıkların çektikleri açlığı onlar gibi anlayabiliyordum.”7 Simyacılığın, Okültizmin ve sembolizmin garipliklerle süslen­ miş gerçeküstü âleminde ‘fare’ sembolizmi çok önemli bir yer tutar. Semboller tarihi uzmanı Hans Biedermann’ın yazdığına göre fare (Latince mus, Grekçe sminthus) doğrudan doğruya küçük olduğu

96

AYTUNÇ

A L T IN D A L

için semboller dünyasında yer almış, fakat büyük anlam taşımış­ tır. Fare neredeyse göze görülmeyen bir hayvandır. Tıpkı ölüm âmnda ruhun bedeni terk edişi gibi göze görünmeden dolaşır. Eski hayvanbiümcilere göre minik bir fare koskoca bir fili ürküterek delirtebiliyordu. Daima karanlık, izbe ve kuytu sığınakları kendisi­ ne mekân tutan farelerde şeytansı ve peygambersi gizemler bulu­ nulduğu düşünülmüştür. Eski çağlarda farelerin çıkardıkları sesler firtınaların ve faciaların uyarıcıları olarak algılanıyordu. Farelerin dinsel ve kutsal nesneleri kemirmeleriyse ‘Kader’in o eve çok kötü bir darbe indirmeye hazırlandığına işaret sayılıyordu. Rüyada fare görmek ruhun bedende sıkışıp kaldığım ve çıkıp gitmek istediğini işaretliyordu. Genç erkeklerin düşlerinde fare görmeleri dişi cinsel orgamnı arzulamak sayılırdı; fare rahim demekti. Fareler topluca bulundukları takdirde mudaka bir yıkım getirirlerdi. Bu nedenle onlarda şeytansı ve büyülü güçler bulunduğu düşünülürdü. Ortaçağ argosunda ‘fare yapmak’ demek çapulculuk yapmak demekti. Fareler ve sıçanlar birlikte insanlığa düşman ve yabancı ne kadar şeytansı kötülük varsa onun sembolleriydiler.8 Farelere atfen yapılmış tüm bu özellikler A dolf H itler’in ka­ rakteristik özelliklerine de aynen uyuyordu. A dolf H ider de kısa 7

H itler, Mein Kampf, ss. 219-220.

8

B iederm an n , a.g.e. s. 229.

boylu, küçük bir adamdı. Neredeyse hiç görünm eden yaşamıştı. Konrad H eiden’in dediği gibi çevresindeki yarım düzine insa­ nın dışında onu yakından gören pek olmamıştı. A dolf H itler de karanlık ve izbe yerlerde yaşamayı seviyordu. B unun için yerin altında birçok sığmak (Bunker) yaptırmıştı. O da fare gibi çapul­ culuk yapıyordu. O nda da şeytansı ve insanlığa yabancı ve düş­ man bir karakter vardı. O da tıpkı bir fare gibi küçük cüssesiyle koskoca bir fili (Avrupa’yı) çılgına döndürm üştü. A dolf H itler’in az bilinen ve dolayısıyla da tarihçiler tarafın­ dan hem en hiç dikkate alınmamış bir özelliği, onun bazı yaratık­ lara gösterdiği olağandışı ilgidir. H itler’in fareden sonra kurtlara, köpeklere, ıstakozlara ve kuzgunlara karşı aşırı bir duyarlılığı ve ilgisi vardı. Bu yaratıkların sembolik anlamları sadece 20. yüzyılın değil belki de son bin yılın en karmaşık ve enigmatik (muammalı, esrarengiz) liderinin karanlık iç dünyasını bir miktar aydınlatabilecek niteliktedir. Almanların da kendilerini bağlı hissettikleri eski N ordik efsanelerde yer alan güçlü ve yırtıcı kurt ‘Fenris’ bu mitolojiye göre yeni doğan güneşi parçalar ve yer. Fenris’in bu davranışına kızan Baba Tanrı O din (veya Wotan) bir savaşta onu öldürür, ama sonra kendisi de ölür. Fenris bu nedenle şeytanı sembolize eder. Hıristiyan Ikonografisi’nde kurt, iman sahibi kuzucukların arası­ na dalıp onları parçalayan şeytansı yaratık olarak resmedilmiştir. H içbir kurt evcilleştirilemediği için onda hilecilik ve desiseler gizlendiği düşünülmüştür. Ortaçağ hayvan kitaplarında diabolik güçlerin temsilcisi olarak tanımlanmıştır.9 Ü nlü ‘W erwolf5 (Kurt Adam) öyküleri bu gerçeği doğrulamaktadır. Anglo-Sakson dil geleneğinde ‘w er’ adam demektir. Eski çağlardan beri bilinen bu öykülerde kahramanlar, ‘Lycanthropy’ diye adlandırılmış olan bir 9

Bidermann, a.g.e. s. 387.

hastalığın pençesine düşerler ve zamanla ‘Kurt Adam’a dönüşür­ lerdi. Tıp tarihinde böylesi adamlar tarafından parçalanmış çocuk ve kadınların bulunduğu bilinmektedir. Eski Romalılarsa kurdun ‘Augury’ diye bilinen geleceği bildiren kehanederin sahibi bir ya­ ratık olduğunu düşünürlerdi. A dolf H itler’in gizli hayatında kod adı ‘Bay K urt’du. Bu hayvanın maharetlerine duyduğu hayranlığı sıkça dile getirirdi. Hitler, Ukrayna’nın Vinnitsa bölgesinde yaptırdığı sığınağına

98

AYTUNÇ

ALTIIM DAL

‘W erwolf=Kurt Adam’ adını vermişti. Hitler D oğu Prusya’da da ilginç bir ormanlık alanı yeni bir sığmak yaptırmak için seçmişti. Hitler bu sığınağına da ‘Wolfsschanze=Kurt İni’ adını vermişti. H itler bu sığınakta yaşadıkça ona hiç kimsenin kötülük yapama­ yacağını söylemişti. Gerçekten de ona suikast düzenleyenler bu inde ona zarar verememişlerdi. H itler’in Viyana’daki gençlik yıl­ larında hayranı olduğu ikinci parti lideri de ‘K urt’ Karl H erm ann W olf’tu. Bu adam Radikal Parti’nin kurucusuydu.10 H itler’in D oğu Prusya’nın R atensburg O rm anı’nın en kuytu köşesinde yaptırdığı bu sığınak, garip bir rastlantı olsa gerek, yüz­ lerce yıl önce yine gizli bir sığınak olarak kullanılmış ve daha son­ ra Avrupa’yı kasıp kavuran, dehşete salan Töton Şövalyeleri’nin gizli örgütlerini kurdukları ilk yerdi. 1940’lı yıllarda burada Töton Şövalyeleri’nin ilk yeraltı örgütünü kurdukları bilinm i­ yordu. Ç ünkü çevrede bunu belirleyecek bir işaret, ya da yazıt izi yoktu. H itler’in R atensburg’da (Fareler Ormanı) bu yeri nasıl seçtiği hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Şövalyelerin tarihi konu­ sunda uzman olan D esm ond Seward, H itler’in R atensburg’da yaptırdığı sığınak Tötan Şövalyeleri’nin Kompturei diye bilinen gizli merkezinin hem en yanındaydı, diye yazmıştı.11 H itler ünlü 10 Ian Kershaw, a.g.e. s. 55. 11 D esm o n d Seward, The Monks o f War, T h e M ilitary R elig iou s O rders,

SS Birlikleri’nin yaşadıkları ve Pagan törenlerini düzenledik­ leri şatoya da Ratensburglu şövalyelerin tarikatının adı olan ‘O rdensburgen’i koymasını H einrich H im m ler’e emretmişti. H itler bu sığınaktayken K ont Stauffenberg 20 Temmuz 1944’te Führer’in çalışma odasına girmiş ve ayağının bir m etre yakınına çok güçlü bir saatli bom ba bırakıp çıkmıştı. Bom ba patlamış, odada ölenler olmuş, fakat H itler üniformasındaki birkaç yırtık ve yüzündeki önemsiz sıyrıklarla suikasttan kurtulm uştu. H itler kurtuluşunu ‘K urt İni’nin gizemli koruyuculuğuna borçlu oldu­ ğunu suikasttan bir saat sonra karşılamaya gittiği Faşist D iktatör Mussolini’ye söylemişti. H ider bu suikastla ilgili olarak en az üç bin kişiyi idam ettirmişti. K ont Stauffenberg ise kasap çengeline asılmış ve ölüm ü filme alınarak H itler’e seyrettirilmişti. Bu bom ­ balama olayı A dolf H itler’i öldürmeye yönelik büyük suikasdarın yedincisi ve sonuncusuydu! H itler köpeklere de düşkündü.BunlarAlmancada‘W olfshunde’ diye bilinen Alsaslı kurt köpekleriydi. H itler Blondi adlı köpe­ ğinin doğurduğu yavrulardan birine ‘K urt’ adını vermişti. Bu köpeğin bakımını kendisi yapar ve onu hiç kimsenin ellemesine izin vermezdi. H id er Fransa’da da bir sığmak yaptırmıştı. Bu sığınağa ‘Wolfsschlucht’ (kurdun avını parçalayıp yerken çıkar­ dığı ses) adını takmıştı. H itler SS Birlikleri’nden söz ederken de ‘benim kurt sürüm ’ diye iltifat etmeyi severdi. A dolf H itler’in kurda olan hayranlığı sınır tanımamıştı. Ö z kız kardeşi Paula’nm adım ‘Bayan K urt’ olarak değiştirmişti. Yanında en uzun süreyle -yirm i yıl- çalışmış olan sekreterinin adı Johanna ‘K urt’W olf’tu. G.L. W aite’m yazdığına göre, ünlü Volkswagen fabrikasının k u­ rulduğu tepeye ‘Wolfsburg’ (Kurt Tepesi) adını vermiş ve hayatı boyunca sekreterlerini ‘W olfin’ (dişi kurt/A sena) diye çağırmıştı. Pen gu in, 1995, s. 117.

Kendisi için sanat dünyasından haber toplayan gizli ajanın adıysa Dr.W olfhardt (Sıkı K u rt/Z o r Kurt) idi.Yakın dostu ünlü besteci W agner’in kızı W inifred Wagner’e telefon ettiği zaman kendisini daima ‘Müfettiş K urt A rıyor’ şeklinde tanıtırdı.12 H itler’in bir zamanlar çok yakınında, sonra da Bamberg Toplantısı kararları gereği çok uzağında kalan ve öldürülen Gregor Strasser’in kardeşi O tto ’nun yazdığına göre, “H itler Berlin’e geldiği zaman daima Bayan Bechstein’ın evinde kalırdı.

AYTUNÇ

A LT IN D A L

Bu zengin dul A dolf’tan yirm i yaş büyüktü. Bayan Bechstein, H itler’in başını okşar ve ona ‘Benim genç kurdum ’ diye hitap ederdi.” 13 Köpekler de kurtlar gibi Führer’in aşırı ilgi ve hayranlığına mazhar olmuş hayvanlardı. Semboller dünyasında köpeklerin ‘ha­ yaletleri gördüklerine’ inanılırdı. Böylece köpekler yaklaşmakta olan tehlikeleri sezerler ve sahiplerini uyarırlardı. Köpekler her

100

zaman sadakat ve bağlılığı sembolize ederlerdi. Bazı cinsleriyse (Hellhund gibi) Şeytan’a yardımcılık etmeyi seçmişlerdi. Bunlar Şeytan’la beraber ‘R u h ’ avcılığına çıkarlardı. H itler de müthiş bir ruh avcısı ve hayalet izleyicisiydi. Yaklaşan her tehlikeyi önceden sezinleyebilmek gibi herkeste bulunmayan gizli bir yeteneğe sa­ hipti. H itler’in savaş sırasında siperde bile yanından ayırmadığı bir köpeği olmuştu. Bu köpekle çekilmiş bir askerlik hatırası vardır. H itler‘Gizli Konuşmalar’ diye bilinen ve sadece Nazi Partisi’nin en üst şefleriyle yaptığı konuşmalardan birinde kendisini öldür­ mek isteyenlerden kurtulmak için başvurduğu en iyi taktiğin düzensiz yaşamak, düzensiz yolculuklara çıkmak ve düzensiz saat­ lerde randevuya gitmek olduğunu söylemişti.14Tıpkı bir fare gibi 12 W aite, a.g.e. s. 29. 13 O tto Strasser, Hitler et Moi, Grasset, 1940, s. 84. 14 B iederm an n , a.g.e. s. 280. H itle r ‘K uzgu n’ denilen karga tü rü n e de çok

önceden kestirilemeyen hareketler yapmış, bir yerden diğerine ya hiç gitmemiş, ya da daha erken veya çok geç gitmişti. Bir kurt kadar iyi gözlemci, bir fare kadar sessiz ve hızlı, hareketli ve kendi görüşlerinin doğruluğuna da bir köpek kadar sadıktı. H itler’in aşırı sevgi duyduğu hayvanlardan biri de ilginçtir ki, ıstakozdu. Almanca ‘Krebs’ (ıstakoz, yengeç) aynı zamanda kanser hastalığı demekti. H ider annesini öldüren bu hastalığın kendisini de öldüreceğini söylerdi.15

ğılardı. Hitler, 14 O cak 1936’da özel olarak yazıp hazırladığı bir

Ancak en ilginç ıstakoz olayı Alman istihbarat elemanları ara­ Amiral Canaris, İngiltere’ye karşı bir operasyon düzenlemişti. Buna göre, baştan dört ajan İngiltere’ye gidecekler ve yakala­ nacaklardı. Bu operasyon başladı ve ilk dört ajan yakalandılar. Bunlardan biri Sjord Pons, İngilizlerin hesabına çalışmayı kabul etti, ama diğer üçü idam edildiler.17 H itler bu gizli operasyona ‘Istakoz’ kod adını vermişti ve baştan gidenler haşlanarak öldü­ rülmüşlerdi! Istakozların yavaş yavaş haşlanmalarına acıyan A dolf H itler de gerçek hayatında bir ‘casus’ olarak çalışmıştı. Eğer Istakoz düşkü ndü. B kz.:W aite, a.g.e. s. 46. 15 W aite, a.g.e. s. 20. 16 W aite, a.g.e. s. 47. 17 A n to n y C ave B row n, Bodyguard o f Lies, H a rp e r and R ow , 1975, ss. 2 0 8 209.

101

sında yaşanmıştı. 12 Haziran 1940’ta gizli istihbarattan sorumlu

HITLER

kararnamede ıstakoz ve pavuryaların önce başlarından haşlanarak öldürülm elerini istemişti.16

B İL İ N M E Y E N

H ider Almanya'nın Führeri olduktan sonra hayvanların ko­ runmasıyla ilgili üç kararname çıkartmıştı. H itler vejetaryendi ve et yiyenlerden hoşlanmaz, onları ‘kadavra çiğneyicileri’ diye aşa­

Operasyonu’ndaki ajanlar gibi yakalansaydı o da hiç kuşkusuz ‘başından’ vurularak öldürülecekti. Katilleriyse Almanya’daki en eski, en köklü ve en korkutucu yeraltı örgütü olan ‘Kutsal Vehm’in ya da diğer adıyla ‘Femegerichte’nin yeminli cellatları olacaktı. Kutsal Vehm’in cellatları, casusları değerlerine göre ya

102

AYTUIMÇ

A L T IN O A L

ahırlarından, ya da enselerinden kurşunlayarak öldürürlerdi.18

18 R eitlin g er, a.g.e. s. 36. H itle r’in 1919-20 yıllarındaki faaliyetleri'Yuzbaşı E h rh ard t’ın yönlendirdiği Kutsal V ehm tarafından izleniyordu. D aha sonra A m iral olan Canaris, o yıllarda Kutsal V ehm ’de üyeydi.

2.2. TAROTTAKİ AY KARTI

Kader nihayet bana bir ipucu vermiş gibiydi. A d o lf H itler, Kavgam, 192419

G ünüm üzde Tarot Kartları diye bilinen resimli fal kâğıtlarına O rtaçağ’da ‘Alman Kartları’ deniliyordu. Katolik dinine kılıç zoruyla sokulmuş olan Almanlar, daha sonraki yüzyıllarda bu kartlarda yer alan ‘R u n e ’ şekilleriyle Pagan geçmişlerindeki Aryan ibadet ve tapınma tarzlarının Kilise’den gizleyerek sürdür­ müşlerdi. ‘R u n e ’ şekilleriyle eski N ordik alfabeyi oluşturuyordu ve Pagan tanrısı O din/W otan’ın yaptığı büyülerde kullanılı­ yordu. (Bkz. Ek) Tarot Kartları telkin yüklüydüler. Bu kartlarla fal bakanlar kişilerde akılcılığı değil, ‘auto-suggestion’ı (kendini telkinle donatmak) harekete geçiriyorlardı. Bu Tarot Kartları’ndan biri ‘Ay K artı’ diye biliniyordu. Bu kartın ortaya çıkışı, yazar Collin W ilson’un anlattığına göre, Hıristiyanlık öncesi çağlara kadar gidiyordu. Bu eski ‘Ay K artı’ 19 A d o lf H itler, Kavgam, 1924, s. 223.

A dolf H itler’in en çok ilgi duyduğu üç hayvanın yaptıkları tel­ kinleri gösteriyordu. W ilson şunları yazmıştı: “ ... kartlardaki bazı şekiller Rönesans’tan da geriye, O rtaçağ’a gider. Ö rneğin ‘Ay Kartı’ bunlardan biridir. Bu kartta bir köpekle bir kurt karşılıklı durmakta, arkalarındaki nehir, ya da denizden çıkmış olan bir ıstakoz da onlara doğru yürüm ektedir. Tepedeki Ay’ın kadın çehresi vardır ve gözlerinden çiğ damlaları gibi yaş­ lar dökülmektedir. Geri planda köşelerde insana korku veren iki

104

AYTUNÇ

A LT IN D A L

kule vardır. Bu kart bir zamanlar tapınılan ‘Beyaz Tanrıça’ (Ay) için çizilmiş olabilir.”20 Bu Tarot Kartı, 6. Charles dönem inde değiştirilmiş ve ayın çehresini kadına benzetm ekten vazgeçilmişti. Oysa kart eski ha­ liyle Almanların Töton-Pagan geçmişini ve tanrıçasını sembolize ediyordu. A dolf Hitler, Kavgam âz bu Ay Tanrıçası’ndan sıkça söz etmişti. H itler ve yakın çevresi astrolojiye, Ezoterizme ve gizli ilimle­ re aşırı derecede düşkündüler. Buna ileride daha ayrıntılı olarak değineceğiz. Şu kadarı söylenebilir ki, SS’leri yöneten H einrich H im m ler’in, R u d o lf Hess’in ve Alfred R osenberg’in ve diğerle­ rinin özel astrologları ve Okültizmle uğraşan elemanları vardır. A dolf H itler başta Swastika (Gamalı Haç) olmak üzere Naziler için çizdiği tüm nişan, rütbe, flama, yüzük ve miğfer desenlerini hep gizli ilimlerde kullanılan ve Kilise tarafından yasaklanmış sembollerden ve bunların insanlar üzerinde yaptığı ‘renk efekt­ lerinden’ kopya etmişti. Ö rneğin Gamalı H aç’a kırmızı rengini verişini Kavgam'da şöyle anlatmıştı: “Kırmızıyı özellikle seçtim. Bu renk çok yoğun eneıji taşır. B unu gören düşmanlarımız 20 C o lin W ilson, The Occult, R a n d o m H ouse, 1971, ss. 113-114. Kişisel “ M anyetizm ” ve diğer O k ü lt pratikleri için bkz.: G areth K night, Occult Exercises and Practices, Sunchalice, 1997.

korkacaktır. Bize ise kırmızı cesaret ve saldırganlık verecektir.” Hitler, ilginçtir ki, bir Türk-M üslüm an geleneği olan ‘Kurşun D ök tü rm e’ye de çok ilgi duymuştu. Belirli zamanlarda kurşun döktürürdü. Eski Alman geleneklerine ve T öton Şövalyeleri’ne çocuklu­ ğundan beri hayranlığı olan A dolf H itler’inT arot destesi içindeki kartı işte bu ‘Ay K artı’dır. Hıristiyan sembolizminde kabuklu deniz hayvanları, ıstakoz, ler. Bu hayvanlar kabuk değiştirdikleri için bunların, ‘eski A dem ’i çıkarıp attıkları’ düşünülürdü. Bu garip tanımlamanın anlamı şuydu: Eski hayatını yaşayarak ölmüş olan biri mezarda, eski yeryüzündeki hayata yeniden yepyeni bir kimlikle dönebilirdi. Istakoz ve yengecin astrolojik evi Ay’dı ve metali de gümüştü. ğuş, bilincin uyandırılması ve yalnız kalmak, inzivada yaşamak arzusu olarak yorumluyorlardı. Kule şekli de büyük bir sembolik anlam taşıyordu. En tanın­ mış kule sembolizmleri masonlukta yer alıyordu. Bunlar ‘J achin’ (Tanrı bizim kurucum uzdur) ve ‘Boaz’ (Güç ondadır) adlı Hz. Süleyman’ın M abedi’nde yer alan sütunlu kulelerdir. Kuleler ve sütunlar sadece dinsel anlamlar taşımazlardı. Aynı zamanda askeri zaferleri de sembolize ederlerdi.21 Ç iğ damlaları da sembolik anlamlar taşırdı. Ç iğ damlası, İsa M esih’in dünyaya geri dönüşüyle ilgili kehanetleri bildirirdi. Aynı zamanda Tevrat’ta geçen ‘M anna’ diye bilinen hiç tükenm e­ yen bir yiyecekti.Yahudiler, Exodus’le Mısır’dan çıktıktan sonra M usa’nın isteği üzerine hiçbir yiyecek bulunmayan çölde kırk 21 Biedermann, a.g.e. ss. 266-8.

105

Astrologlar bu Ay Evi’ni gebelik, tutukluluk, vaftiz, yeniden do­

HITLER

hayatından ve onun kendisine verdiği kim likten kurtulabilirse

B İL İN M E Y E N

pavurya, yengeç astrolojik olarak tek burç (Yengeç) olarak geçer­

yıl süreyle işte bu ‘M anna’yı yiyerek yaşamışlardı. Simyacılıkta çiğ damlası ‘Felsefe Taşının Tohum u’ anlamında kullanılırdı. Hıristiyan sembolizminde ise Kutsal R u h ’un kederli yürekleri teskin etm ek için kullandığı armağan olarak tanınırdı. Tarot Kartları’nı okumasını bilenler arasında hangi şeklin hangi telkini (suggestion) verdiği konusunda tartışmalar vardır. Bazı şekiller bu kartlara sonradan eklenmiştir ve bunlar m uhte­ melen İbranice telkinleri yansıtıyorlardı. Ancak özgün halindeki

AYTUNÇ

A L T IN D A L

bu Ay Kartı’nın, kadim İyonya kâhinelerinden Sibel’e ait olduğu hususunda tartışma yoktur. Bu kart bir ‘Oracle’ (gelecekle ilgili bilgi) taşıyıcısıdır. Ay (Tanrıça) yüzünü sola çevirmiştir. Bu onun geleceğe doğru bakmakta olduğunun işaretidir. Gözlerinden tam 19 damla yaş (çiğ) akmaktadır. Bu, 19. dönem veya yıl veya yüzyıl veya 19. gün demektir. Ay’a bakarak birbirlerine uluyan ve hav­ layan kurtla köpek aralarında uzlaşmazlık bulunan iki astrologu

106

sembolize etmektedir. İkisi de Tanrıça’dan yeryüzüne gönderil­ miş olan ‘göze gözükmeyen’ (invisible) kutsal kişinin kimliğini sadece kendisine söylemesini istemektedir. Bu görülmeyen kur­ tarıcının 19. dönem de geldiğini, ya da geleceğini bu iki astrolog bilmemektedirler, kavgaları bu yüzdendir. Karttaki köpek, sadakatini sunmak, kurt ise ona diabolik güçlerini verebilmek için bu görünm eyen kurtarıcının kimli­ ğini öğrenm ek istemektedirler. Karttaki köpek, sembolik olarak A dolf H itler’e ölünceye dek bağlı kalmaya yemin etmiş SS’leri ve Nazileri temsil etmektedir. K urt ise A dolf H itler’e diabolik hileleri öğretmiş ve onu ‘Bay K urt’ (H err Wolf) yapmış olan gücün sembolüydü. Bu özel Ay Kartı çok güçlü bir ‘auto-suggestion’ enerjisiyle yüklüdür. Bu kartı eline alan ve desteden seçen kişi mutlaka kendisinde bazı gizli güçler bulunduğuna inanır. Kartta yer alan

sütunlar veya kuleler kişiye etkileyici, hipnotize edici bakışlar kazandırır. Bu bakışlara sahip olan kişide ‘m nem onic’ telkin yeteneği yükselir ve bakışları yazılı sözlerinden daha etkili olur, (mnemonic, göz hafızası, bir gördüğünü bir daha hiç unutm a­ mak.) Gizli O kült ilimlerinde olan ‘H erm etizm ’ açısından okun­ duğunda Ay K artı’nın ‘suggestio falsi’ diye bilinen yalan söyleme telkini yaptığı görülür. Kişi kendisine o denli güçlü bir telkin vermiştir ki söylediklerinin, yalan veya olağanüstü olduğuna söylenilenin yalan olduğunu düşünmezler. Yine aynı gizli ilim açısından kuleler ve sütunlar bastırılmış gerçeği sembolize eder­ ler. Sütunlar ve kuleler ‘H erm etic’ gerçeği gizlemek, bastırmak kurtaracak olan ‘K urtarıcı’nın kimliğinin açıklanmasıyla ortaya çıkabilecektir.

mıştır. Istakoz ikinci evresinde vaftizi sembolize eder. Hitler, siya­ sal hayata inisye (gizli bir partinin törelerine uygun olarak kabul edilmek) olmuştu. H itler’in siyasal bir partiye -gerçekte gizli bir örgüte- kabul edilmesi, onun vaftiz edilmesidir. Istakoz üçüncü evresinde tutukluluk ve cezaevini işaretlemektedir. Hitler, vaf­ tizden sonra 1923-24’te tutukluluk yaşamıştır. Istakoz dördüncü olarak yeniden doğuş sinyalini vermektedir. H itler tutukluyken partisi dağılmış, fakat çıktıktan sonra siyasetçi olarak eskisinden çok daha güçlü şekilde yemden doğmuştur. Istakoz, beşinci ev­ resinde bilincin uyandırılması gerektiğini göstermektedir. Hitler, 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve müthiş bir eziklik ve aşa­ ğılık duygusu içine sürüklenen Almanya’ya yeni bir ‘bilinç aşısı’ yapmış ve kendine olan güvenini kazanmasını sağlamıştı. Istakoz

107

Istakoz sembolizmi ilkin gebelik işareti olarak yorumlanmıştır. Hitler, Almanya’yı Gamalı H aç’la yeniden bir savaşa gebe bırak­

HITLER

amacıyla orada yer almaktadırlar. B u gerçek ise tüm insanlığı

B İL İN M E Y E N

inanmaz. Karşısındakiler de o kişinin ‘m nem onic’ telkini altında

altıncı evresinde, yeni bir R u h ’un habercisidir. H itler m itolojik Aryan R u h u ’nu kullanarak yeni bir ‘Almancılık’ anlayışını yarat­ mıştır. Istakoz yedinci ve son evresinde kişide inzivaya çekilme ve yalnız kalma arzusunun uyanacağını işaretlemektedir. H itler özellikle 1943’ten sonra çok az kişiyle görüşmeye ve zamanının çoğunu inzivada geçirmeye başlamıştır. Ay K artı’ndaki ıstakoz sem bolizm inde temsil edilen ‘7 evre’ H itler’in tüm yaşamını açıklar mahiyettedir.

108

AYTUNÇ

A L T IN D A L

D iğer sembollere gelince... K urt, ihaneti sembolize etm ekte­ dir. H itler bir k u rt kadar haindi ve on u n bu h u yunu belgelerle göstermeye hiç gerek yoktur. H itler en sevdiği kişilere bile iha­ net etmiştir. K öpekle k urdun dalaşı ise H itler’in her söylevinde andığı iki olayı simgelemektedir. Bunlardan birincisi Aryan ile Yahudi arasındaki üstünlük mücadelesi, İkincisi de ‘Versay Antlaşması’yla Almanlar sırtlarından bıçaklandılar’ şeklindeki H itlerci tezle, karşıtlarının mücadelesidir. Versay Antlaşması, 28 Haziran 1919’da imzalanmıştı ve Almanya, tarihteki en ağır ve haksız savaş tazm inatını ödem eye m ahkûm edilmişti. Ay K artı’ndaki ‘Ay’ tehlikeyi, düşm anların varlığını, sahte dostları ve ihanete uğranılacağını sembolize eder. H itler sayısız sahte dost tanımıştır. Defalarca ihanete uğramış ve ünlü Aryan kardeşleri tarafından aldatılmıştır. T ü m yaşamı tehlike içinde geçmiş, her zaman bir önceki gününden daha fazla düşmanı olmuştur. Aydaki sem bolik metal, G üm üş’tür. H itler tü m yaşamı boyunca güm üşü altına yeğlemişti. H içbir zaman altın kullanm a­ mış ve hep gümüş takılar takmıştır. Ay K artı’nın Tarot destesindeki sayısı 18’dir. N um eroloji açı­ sından bu (1+8) 9 sayısını verir. H itler’in N um erolojik sayısı da 36’dır ve (3+6) bu da 9 sayısını verm ektedir.

Ü n lü N um eroloji üstadı W. W yn W estcott’u n 1890’da ya­ yım lanan Sayıların O kültik Güçleri adlı kitabında anlattığına göre 9 sayısına ‘E nnead’ denilm ektedir. Eski çağlarda insanlar ‘E nnead’dan çok korkarlardı. 9 sayısı h em ko rk u tu cu h em de sihirli bir sayıydı. 9 ve on u n 9 katı olan 81, en çok korkulan sayıydı. Bu sayı ortaya çıktığı zaman m utlaka b ir değişiklik veya facia olacağı kanısı vardı. İsa M esih, sabah saat 9 ’da son nefesini verm işti. 9 sayısı bu nedenle kötü ru h ların etkisi altında kal­ R a g o n ’un ünlü M asonik O k ü ltizm kitabına göre de 9, M ars’ı sembolize ediyordu ve A krep burcunun işaretiydi. Yahudilerin kutsal 1. ve 2. M abederi, Yahudi takvim indeki Ab ayının 9. gü­ H itler’in N um erolojisi on un hayatının bilinm eyen yönlerini anlamakta gerçekten de çok aydınlatıcı olmaktadır. A d o lf ve 11 sayısını verm ektedir. H itler’in hayatında bu 11 sayısı H itler’in uğurlu sayısı ‘7 ’den daha önem li b ir rol oynamıştır. D okuz sayısı N um erolojide ‘Volkan’ı temsil eder ve ‘kendisini çoğaltan’ anlamına gelir. G erçekten de 9 sayısı başka b ir sayıyla çarpıldığında yine kendisinin (9) sayısını verir. Ö rn eğ in 9x2x18 (1+8=9), 9x9=81 vd. M asonlukta 9 sayısı özel anlam taşır. E n eski ve saygın locanın adı ‘D okuz Seçkin Şövalye’ locasıdır. Bu gizli locanın üyeleri masonların tü m sırlarını bilen kişilerdir. Locada 9 adet gül ve 9 adet ışık kaynağı bulunurdu; kapıya 9 kez vurulm a­ dan içeriye girilemezdi. M asonlar ‘E nnead’ adıyla andıkları 9 sa­ yısının b ir ‘M esih’i (haberci) gizlediğini ve b u n u n d a ‘Telesphoros’ 22 W .W y n n W estc o tt, The Occult Power o f Numbers, N e w C astle P u b lish in g C o. In c., C alifo rn ia, 1984, ss. 8 8 -9 2 . A yrıca b kz.: H a l A . L in g erm an , The Book o f Numerology, S:W eiser, 1994.

109

H itler adlarının N um erolojik değerleri 2 ve 9 ’dur. B u toplam

HITLER

n ünde yerle bir edilmişlerdi.22

B İL İN M E Y E N

mış olan yeryüzü dem ekti. D iğer b ir N um eroloji üstadı J.M .

olduğunu öne sürmüşlerdir. Gizli haberci, Telesphoros tehlikeli bir kişiyi tanımlamaktaydı, çünkü kelime anlamıyla ‘sona erdiren, bitiren’ dem ekti. A dolf H itler tam bir 9 ve Telesphoros yani ‘Sona E rdirici’ydi. Ama hepsi bu kadar değildir. A dolf adının N um erolojik değeri olan 2 sayısı da DYAD diye tanımlanmıştı. DYAD, ‘Ayıran’ dem ektir. G ündelik haya­ ta yön veren ve farklı gösteren tüm olgular işte bu 2 sayısıyla, DYAD’la bağlantılıdır ve onun özelliklerini yansıtır. Ö rneğin

AYTUNÇ

ALTINDAL

Tanrı ve Şeytan ikilem i DYAD’ın en üst farklılık göstergesidir. Bu sayı ‘kibirli cesareti,’ sonunu düşünm eden gözükara biçim de serüvenlere girm eyi temsil eder. O kültizm de (2) sayısının radi­ kal biçim de kendisini ‘Tevhid’den (Tanrı’dan) ayırdığına inanılır. Dolayısıyla 2, Tek Tanrı’m n karşısında maddi olanı temsil eder. A dolf ve H itler adları, A dolf H itler’in yönlendirdiği ve gizli oturum larda görüşleriyle beyinlerini yıkadığı ‘Kara Tarikat’ın

110

(Black O rder) üyeleri SS Subayları için kendini bilinen T anrı’dan uzaklaştırmak ve ‘eski düzeni sona erdirm ek’ anlam ını taşıyordu. ‘Kara Tarikat’ın üyesi Naziler, başkanları H einrich H im m ler’le birlikte hep bu uğurda savaştılar ve bu ‘O kültik N asyonalizm’e hizm et ettiler. N um eroloji’yle uğraşanların gösterdikleri gibi (11) korkunç bir sayıdır ve kötülükle yüklüdür. Kabbalistlere göre bu sayı iyi ve güzel olan h er ne varsa onun tam tersini temsil eder. G ünah yüklü, zarar verici ve m ükem m el olmayı reddetmiş b ir sayıdır. Kabbalistlerin sayılarla uğraşmaya verdikleri ad olan ‘G em etria’da bu sayı, yıkıcılığın sem bolü olarak değerlendirilmiştir. John H eydon’u n dediğine göre bu sayı aracılığıyla ‘İblis’i ve onun karakterini tanım ak m üm kün olmaktadır. Yahudiler bu sayıyı, A dem Peygam ber’in ilk eşi olduğuna inandıkları ‘Lilith/D işi Şeytan’la özdeşleştirmişlerdir. (Bazı ultra-O rtodoks Yahudiler

Havva’dan önce göze gözükm eyen bu şeytan kadın Lilith’in düşlerine girerek A dem ’i baştan çıkarttığına inanırlar.) Yahudi kadınlar eşlerinin bu şeytan kadına kapılmaması için yatak oda­ larının duvarlarına A D M C h V H C hV O LILIT yazarlardı. Bu sözlerin anlamı şöyleydi: “A dem ile Havva buyursunlar içeri girm esin kapıdan 11 (Lilith).” Yahudi kadınlarının yatak odalarına şeytan kadın Lilith belki hiç giremem işti, ama adı 11 sayısıyla özdeş olan A d olf Viyana’dan elinde küçük bir valizle ayrılmış ve 25 Mayıs 1913’te M ü n ih ’e ulaşmıştı. H itler hayatında M ü n ih ’i hiç görm em iş­ ti. R u d o lf H ausler adlı birinin verdiği kiralık odanın adresini Josef P opp’un Schleissheimerstrasse C addesi’ndeki 106 veya

HITLER

ararken ‘Alınyazısı’ ona yeni b ir oyun oynamış ve onu terzi

BİLİNMEYEN

H itler, Almanya’nın kapısını aralayıp içeri girm eyi başarmıştı.

sonradan 34 (toplamı 7) numaralı eve götürm üştü. G ünlerden H itler, Terzi P opp’un kiralık odasını tuttu. A dolf H itler bu odayı tutarken aynı odada dünyanın kaderini değiştirmiş bir adamın uzun süre yaşadığını ve bu odada en önem li eserini yazdığını biliyor m uydu, bilinm ez. O danın daha önceki kiracısı ünlü ko­ m ünist V ladim ir Ilyiç U lyanov L enin’di ve yazdığı kitap da N e Y a p m a lıy d ı ,23 L enin’in odasına taşınan H itler de ileride kitap

yazmayı kuruyordu, ama o sırada herhalde ‘N e Yapmalı?’ acaba diye düşünm üş olmalıydı. G ariptir ki, H itler’e L enin’in oturduğu evin adresini ve­ ren R u d o lf Hausler, 1930’da N SD A P’a üye olmuş, fakat A dolf H itler’i hayatında hiç görm ediğini ve tanım adığını söylemişti.24 23 W aite, a.g.e. s. 260.

24 Ian Kershaw, a.g.e. s. 83.

111

pazardı ve bu yeni ev H itler’in 7. yerleşim alanı olacaktı. A d olf

‘Ay K artı’ da, A dolf H itler’in N um erolojisi de hayret uyandı­ racak şekilde onun karanlık yaşamına ışık tutabilecek unsurlardır. N edir ki, H itler’in Tarot kartlarına düşkün olduğuna dair hiçbir belge yoktur. Ancak O kültizm in daha derin konularıyla çok yakından ilgilendiği ve astrolojiye meraklı olduğu bilinm ektedir. A dolf H itler, ‘Batıl Inançlar’a da saplantı halinde dikkat ederdi. C olin W ilson’un yazdığı gibi, “H itler’in gücü sihirliydi... Göze görünm eyen bir kaynaktan gelen bir güçle birdenbire otom atik

AYTUNÇ ALTINDAL

olarak harekete geçerdi. Kendisini yakından tanımış olanların, örneğin Lüdecke, Hanfstaengl, G regor Strasser’in anlattıklarına göre yakından izlendiğinde H itler hiçbir karizması olmayan sıra­ dan bir adamdı. N e var ki, gücünü kullanması gerektiğine karar verdiği an birdenbire, orkestrasını harekete geçiren bir maestro gibi, sihirli gücünü ortaya koyuverirdi.”257 H itler’in bir dönem ekonom i danışmanlığını ve sırdaşlığını

112

yapmış olan O tto Waganer, ondaki bu sihirli güce en yakından tanık olmuş kişiydi. 2. Dünya Savaşı’ndan 45 yıl sonra (1990) yayımlanmasına izin verilen anılarında şunları yazmıştı: “Konuşması çok garipti. B irçok insan hipnotize olduğunu hissetmiştir. Gerekli gördüğü zamanlarda sanki bir düğmeye basar ve düşünce mekanizmasını harekete geçirirdi. Böylesi du­ rum larda kişiler neler konuşulduğunu anlamadan psikolojik bir baskı altına girerlerdi.”26 Yazar Sebastian Hafiher, A dolf H itler’in ‘Anlamı N edir?’ diye bir soru sorm uştu. H afiher bu sorusunu kendisi yanıtlamıştı: O na göre H itler’le L uther arasında ilginç bir benzerlik vardı. Luther, A lm anların ‘ulusal’ kimliğini, H itler ise bu kim liğin altında giz­ lenmiş olan ‘Bunalım ları’ (fits=buhran, n öbet geçirm ek) açığa 25 W ilso n , a.g.e. ss. 1 78-9. 26

W agener, a.g.e. s. 179.

çıkarmışlardı. Ayrıca Alm an tarihinde ne ikinci b ir L uther ne de ikinci bir H itler vardı. D iğer b ir deyişle L uther de, H itler de ‘Ö ncesiz ve Sonrasız’ kişilerdi.27 H itler de diğer A lmanlar gibi batıl inançlara çok ilgi duyardı. A ncak ru h çağırma ve Spiritualizm gibi konuları sevmezdi ve bunları yasaklatmıştı. Bunlarla uğraşanları alaya alırdı.28 N ed ir ki, hiçbir bilim adam ının ciddiye almayacağı ekonom ik ve/veya toplumsal projeleri büyük bir ilgiyle dinlerdi. B u tip saçma gö­

koyduk,” demişti.29 H itler’in bu garip özelliği dünya basınının da ilgisini çek­

HITLER

mişti. H itler’in tu h af fikirlerini ve davranışlarını izleyen Fransız yazar G eorg B ernhard onun Almanya’sını dünyanın ‘Sekizinci

BİLİNMEYEN

züken bir ekonom ik projeyi dinledikten sonra O tto W aganer’e ve G regor Strasser’e dönüp, “ İşte şimdi Felsefe Taşı’nı cebim ize

H arikası’ ilan eden bir kitap yazmıştı. Kitapta B ernhard, H itler’i geriye götürm ekte olduğunu ve b u n u n sonunun da çok büyük b ir yıkım olacağını savaştan iki yıl önce tahm in etm işti.30 T arihçi A lan B u llo ck ’u n da altını çizdiği gibi H itler, N ap o ly o n ’dan da, Stalin’den de, M ussolini’den de daha fazla yetkiye ve güce sahip olm u ştu.31 Alm anya o n u n d ö n em in d e 27

Sebastian H affner, The Meaning o f Hitler, P h o n ix , 1997, ss. 1 63-4.

28

H itle r’in ü n lü T h eo so fıst R u d o lf S te in e r’ı ö ld ü rtm e k istediği b ilin iy o r­ du. R . J. Stew art, Prophecy, E lem e n t, 1990, ss. 1 08-9.

29

"H itler,” Memoirs o f a Confidant, E d . A shby T u rn e r Jr., Yale U n i. Prs., 1985, s. 33. (Kısaca W aganer)

30

G e o rg B ern h ard , Le Suicide de la Republique Allemande, T rad u it de l’A llem an d p a r A n d re P ie rre, Les E d itio n s R ie d e r, S ix iem e E d itio n , 1933, ss. 7 -8 .

31

B u llo ck , a.g.e. s. 403.

113

20. yüzyılın Almanya’sını O rtaçağ’ın mistik karanlığına gerisin

‘Anayasasız’ olarak yönetilm iş ve o n u n sözleri anayasa kabul edilmişti. H itle r’in A lm anya’yı y önetirken kullandığı y ön ­ tem ve kurallarla, A lm an halkına gösterdiği ‘İktidar G ü c ü ’ Ay K artı’nda tem sil edilmiş olan altı hususla şaşılacak şekil­ de uyuşm aktadır. B u altı husus, H itle r’in ‘D ünya G ö rü şü n e ’ (W eltansschauung) sem bolik olarak tastam am uym aktadır. B unlardan ıstakoz, K an ve Y eniden-D oğuş’u; K öpek, sadık A ryanları; K urt, İktid ar’ı ve şiddet kullanım ını; Ay, F ü h re r’in

AYTUNÇ ALTINDAL

iradesini; Sütunlar, birbirleriyle çatışan ırkları ve H itlerci Irk K u ram ı’m ve Ç iğ D am laları da H itle r’in ilkelerini, yani Anayasa’yı tem sil etm ekteydiler. Şurası bir gerçektir ki, H itler hiçbir zaman Ateist olmamıştı. Kendi ‘Alınyazısı’na yüreğinde hiçbir kuşku taşımadan inanm ış­ tı. Aynı şekilde kendi dışında, ondan bağımsızca var olan, fakat göze gözükm eyen bir ‘G üç Kaynağının’ varlığına da inanm ak­

114

taydı. Bu esrarengiz güç kaynağı ‘O dic Force’ diye biliniyordu ve H itler bu bilimsel kuram a çok inanmıştı. Belki de hayatında inanm ak ihtiyacını duyduğu tek akadem ik görüş buydu.32 N e var ki, dini konularda konuşurken daima kuşkucu davranırdı. Ü nlü ‘Masa Sohbetleri’nden birinde “Eski A hit de Yeni A hit de Yahudiler tarafından uydurulm uştur,” demişti. K onu eski Aryan dini ‘W otanizm ’den (Tanrı O d in ’in dini) açıldığında öm rünü birW otanist Şaman olarak tamamlamayacağını ve O d in ’in gizli R u n e büyülerini ve şifrelerini çözm ekle geçirmeyeceğini belirt­ miş, sonra da garip bir benzetm e yapmıştı: “H erhalde bir Buda olarak ölm ek de bana yakışmaz.” A dolf H itler böyle buyurm uştu, ama 1 Mayıs 1945’te onun öldüğü, ya da ortadan kaybolduğu gecenin sabahı B erlin’e giren Kızılordu Birlikleri işgal ettikleri terk edilmiş bir Nazi 32 Waganer, a.g.e. ss. 33-4.

K arargâhı’nda gözlerine inanam adıkları bir olayla karşılaşmış­ lardı. Gerçi bina terk edilmişti, ama büyük salonlarda yan yana dizilmiş bin kadar N azi üniform alı ceset yatıyordu. Askerler ce­ setlerin kim liklerini incelediklerinde bunların Himalaya’dan gel­ miş T ibetli Budist Keşişler olduklarını görm üşlerdi. B u keşişler niçin ve ne zaman B erlin’e getirilm işler ve niçin topluca intihar etmişlerdi, hiçbir zaman anlaşılamadı.33

BİLİNMEYEN HITLER 115

33 J. H . Brennan, a.g.e. ss. 85-6.

2.3. GÖKTEN GELEN M EK TU P

O tu z Y ıl Savaşları’n d a n b u y a n a k a n ım ız v e r u h u m u z z e h irle n ­ m iştir. A d o lf H itler, Kavgam34

Başta A dolf H itler olm ak üzere N azi Partisi’n in üst kademesinde ve ‘karar-verici’ kurum ve kuruluşlarının başında olan kişilerin tam am ına yakını, parti üyesi olm adan önce bazı gizli yeraltı ör­ gütlerine üyeydiler. Bu gizli yeraltı örgütlerinde edindikleri bil­ gilerle N azi D ünya G örüşü’nü oluşturdular ve önce Almanya’nın, sonra da tüm Avrupa’nın yaşam tarzını değiştirm ek istediler. B irçok tarihçinin de belirttiği gibi N azizm gerçekte bir ‘O k ü lt M illiyetçiliği’ydi.35 Tarihte, çok eski çağlarda M ısır’da, Babil’de ve en geç olarak da N o rd ik halk toplulukları arasında var olan gizli ilim lerden yola çıkılarak kurulm uş bir ‘D ünya G örüşü’ydü. Hitler, kendisinin özellikle bir ideoloji ve/veya d o k trin değil bir ‘D ünya G örüşü’ yarattığını h er fırsatta ve her yazısında açıkça 34

H itler, Kavgam, s. 396.

35

G o o d ric k -C la rk e , a.g.e. s. 186.

vurgulamıştı. B u dünya görüşünün tem elindeyse A lm anca dı­ şındaki dillerde ‘H alk ve M illet’ kavram larını birlikte karşılayan ‘Volk’ kavramı vardı. İşte A lm an Volk’u n u n (bundan sonra kolay olsun diye halk diyeceğiz) gizli, A rkaik değerleri N aziler tarafın­ dan çok kutsal sayılıyordu. B u alanda 19. yüzyılın ortalarından başlayarak sayısız kitap, dergi ve incelem e yayımlanmış, çok geniş b ir literatür oluşturulm uştu. B u alanda ü n yapmış kişilerin başında Baron Kari von R eichen b ach geliyordu. B u soylu kişi Spiritualistti. Dr. R eichenbach, 1845 yılında ‘O d ik G üç’ diye bir kuram geliştirmişti. B ilim otoriteleri tarafından o dönem de bu kuram bilim dışı sayılmıştı. N e d ir ki, 1930’larda H itler bu kura­

manyetik güç, belirli b ir disiplin sürecinin sonucunda çok etkili

g ücün varlığını kanıtlamaya uğraşmışlardı. H itler, sırdaşı O tto W aganer’e (1888-1979) O d ik G üç kuram ından çok etkilendi­ ğini açıklamıştı. N azizm e bir dünya görüşü olarak yön verm iş diğer ü nlü ki­ şilerse G uido von List, (1865-1919) ve o n u n öğrencisi olan eski K atolik papazı Lanz von Liebenfels’ti (1872-1954). G uido von List geçmişteki T ö to n ve C erm en kabilelerinin yaşam tarzlarını ve sem bollerini 20. yüzyıla taşımıştı. A vrupa’daki ilk ‘Yeşiller ve Ç evreci’ hareketi 1880’lerde tam b ir ırkçı olan bu adam k u r­ m uştu. List,Yahudileri insanlığı zehirleyen parazitler olarak gö­ rüyordu. O n a göre yüce A lm an ırkı, ne yazık ki bir Yahudi keşfi olan Katolisizm ve Kilise tarafından kirletilmişti. List’e göre yer­ yüzünde uygarlık adına ne yapılmışsa bunların tam am ını Aryan,

117

bir kuvvete ve etkilem e gücüne dönüştürülebiliyordu. 1940’lı yıllarda N azi doktorları özellikle genç bakireleri kullanarak bu

HITLER

m ı yeniden canlandırttı. Dr. R eich en b ach ’ın ‘O d ik G ü cü ’ insan bedenindeki m anyetik güçlerin ve yayılan ısının gücüydü. Bu

BİLİNMEYEN

tıp doktoruydu ve aynı zamanda da tanınm ış b ir O kültist ve

Beyaz N o rd ik Irk yapmıştı. List’in kitapları defalarca basılmış ve yarım m ilyonluk bir tiraja yükselmişti. Hitler, K avgam da List’in görüşlerini aynen tekrarlamış ve sıkça yaptığı gibi bu görüşlerin gerçekten kendisine ait olduğunu öne sürmüştü. List ve benzerlerinin tezlerinden biri de, ‘Eugenics’ (özürlü ve geri zekâlıların ortadan kaldırılması) adlı ölüm cül, ‘Tem izlik/ Kanı A rıtm a’ ilkesiydi. H itler, bu yöntem i, önce özürlü Almanlara uyguladı, Yahudilerden önce yaklaşık yüz elli bin özürlü Almanı

AYTUNÇ ALTINDAL

hastanelerde öldürttü.36 G uido von List, adındaki soyluluk belirten ‘v o n ’ takısı­ nı sonradan eklemiş ve kendi aile soyağacını R o m a -C erm e n İm paratorluğu’nu yönetm iş olan P agan-T öton Şövalyeleri’ne bağlamıştı, gerçekte saray soylusu değildi. List o denli ünlüydü ki Almanlar onunla aynı soyadını taşıyan Albay List için düzen­ siz erlerden oluşan b ir birlik kurm uşlardı. Bu birlikte özellikle

118

List’in Aryancılıkla ilgili fikirleri tartışılmış ve savaşın en yoğun sıralarında bile, hiç aksatmadan List’in deneylerini yöneten til­ mizleriyle O kültizm konusunda mektuplaşmalar ve yazışmalar yapılmıştı. A dolf H itler, ilginçtir ki, işte bu List Birliği’ne atanmış ve savaş sonuna kadar bu birlikte kalmıştı. Savaş sırasında List Birliği’n den diğer birliklere çok ilginç bir m ektup dağıtılmıştı. Bu m ektuba ‘G ökten G elen M ek tu p ’ (H im m el Brief) deniliyordu.37 B una göre, M elek M ikael sadece Almanlar için gökyüzünden bir m ektup yollamıştı. M elek m ek­ tubunda Alm anların arasından çıkacak olan bir kişinin Katolik Kilisesi’ni de yıkarak Almanya’nın Führeri olacağını ve önce 36

D ie M änner H inter Hitler, D r. T h o m as R ö d e r-V o lk e r K ubillus (H rsg), W er die geheimen Drahtzieher hinter Hitler wirklich waren... P i-V erlag für P o litik u n d G esellschaft, 1994.

37 W aite, a.g.e. s. 115.

Almanya’yı, sonra da tü m dünyayı Kilise’den ve Y ahudilerden kurtaracağını müjdelem işti. (M ektup halen Bodleain M üzesi’nin arşivindedir.) H itler, 2. D ünya Savaşı sonrasında da erlere bu m ektubu okum ak m ecburiyetini getirmişti. Almanlar Hıristiyanlığa en son giren topluluktu. O nların Hıristiyanlaştırılması iki yüz yıldan fazla sürm üştü ve 9-11. yüz­ yıllarda Almanlar, Katolik olm am ak için çok direnmişlerdi. Fakat sonunda gerçek Katolikliği Almanlaştırarak m ecburen kabullen­ Yahudiler, Latinler ve Araplar gibi ‘Kutsal Yazıları ve K itapları’ ve özgün Tek-Tanrı anlayışları olamamıştı. O günlere kadar inandıkları tanrıları, başta O din-W o tan olm ak üzere hep barbar utanılacak bir şey yok. Bizler gerçek Barbarlarız ve bununla da g urur duyarız,” demişti.

birliklere dağıtmıştı. Savaş sırasında A d olf H itler, oldukça tehli­ keli bir görev olan ulaklık yapıyordu. D üşm an saflarının arkasına geçm ek ve diğer birliklerle bağlantıyı sağlamakla görevliydi. H itler bu göreve yedi arkadaşıyla başlamış, bunlardan üçü ölmüş, b iri ağır yaralanmıştı. H itler de iki kez yaralanmasına rağm en sa­ vaştan sağ çıkmıştı. H itler ünlü m ektubu hep göğsünde taşımıştı. H itler’in O kültik (gizli) ilimlerle tanışmasıysa savaştan önceye dayanıyordu. T arihçilerin ortak görüşlerine göre A dolf H itler, O k ü lt ili— miyle ve T ötonik-A ryan öğretileriyle -ki bunların çoğunu List kuramsallaştırmıştı- ilkin List’in izleyicisi Lanz von Liebenfels adlı K atolik Kilisesi’nden atılmış bir papazın yayımladığı antiSem itik ‘O stara’ adlı dergi aracılığıyla tanışmıştı. İlginçtir ki,

119

‘G ökten G elen M ektup,’ savaşan Almanlara büyük m oral verm işti. H itler de kendi birliğine ait olan bu m ektubu diğer

HITLER

tanrılar olm uştu. İşte bu nedenle H itler konuşm alarında sıkça,“ ...

BİLİNMEYEN

m ek zorunda kalmışlardı. B u nedenle A lm anların hiçbir zaman

Lanz von Liebenfels’in adındaki soyluluk takısı ‘von’ da uy­ durmaydı, onun da tıpkı hocası Guido von List gibi Alman ve Avusturya’nın saray soylularıyla hiçbir kan bağı yoktu. Ayrıca o da birçok sahte ad ve unvan kullanmıştı. D arbeler yapmaya kal­ kışmış, başarısız olmuştu. G eorg Lancz, Shurl Lanz, Dr. Jorg Lanz kullandığı sahte adlar ve unvanlardan bazılarıydı. A dolf H itler işte ilk kez bu adamdan Arkaik ‘Volk’ değerlerini ve öğretisini öğren­ mişti. Liebenfels savaştan sonra 1951’de, H itler’in 1912-14 yılları

120

AYTUNÇ ALTINDAL

arasında kendisini ziyaret ettiğini açıklamıştı.38 1920’li yıllarda Hitler, Liebenfels’in hayranı olan başka bir eski papazdan, Aziz Jerom e’un mistik ‘H yerom ite’ Tarikatı’na bağlı Peder Bernhard Stem pfle’den çok gizli bilgiler almıştı. N edir ki, H itler Şansölye olunca kendi geçmişindeki birçok sırrı bilen bu adamı 1934’te hunharca öldürtmüştü! A dolf H itler öm rü boyunca daima çok garip özellikleri olan aileler ve insanlarla bir arada olmuştu. Bunlar ya sahte unvanlar ve sahte adlar kullanmışlar, ya da Almanlıkla hiçbir kan bağları olmadığı halde ‘Safkan’ Almanmış gibi davranmışlardı. Gazeteci Konrad H eiden’in belirttiği gibi H itler’in çevresinde daima yarıIngiliz, yarı-Amerikalı, yarı-Fransız, yarı-İtalyan, yarı-Ç ek, yarıR o m en ve hepsinden ilginci yarım veya çeyrek Alman kanı ta­ şıyan kişiler bulmuştu ve bunların tüm ü de kendilerinin ‘Safkan’ Alman ve Aryan olduklarını iddia etmişlerdi.39 Ö rneğin H itler’in koruyucusu zengin dul Elsa B ruckm ann gerçekte bir R o m en Prensesi’ydi ve ünlü Bizans H anedanı Kentakuzenlerin kızıydı. Elsa Bruckm ann, aynı zamanda son Bizans İmparatoru Paleolog H anedam ’m n da en yakın akrabasıydı. H itler’i Avrupa’nın soylularıyla bu kadın tanıştırmıştı. Ayrıca T öton ırkını en çok 38 W aite, a.g.e. s. 110. 39 H e id en , The Führer, s. 199.

yüceltmiş olan H. Stuart Chamberlain de yarımkan Fransız ve yarımkan İngiliz olmasına rağmen safkan Alman olduğunu öne sürmüş ve P an-C erm en hareketini doktrinleştiren bir kitap yazmıştı. Yaşlı Chamberlain, kendisiyle tanıştırılmak üzere evi­ ne getirilen genç A dolf H itler’le bir süre baş başa görüştükten sonra, onun Almanya’nın beklediği Führer olacağını söylemişti. Chamberlain bu açıklamasını yaptığında H id er’in adını henüz hiç kimse duymamıştı. Chamberlain, ünlü kom pozitör ve bes­

Alfred R osenberg, R us işgali altındaki Estonya-Litvanya toprak­ larında doğmuştu ve anadili Rusçaydı. Çarlık R usya’sının gizli

Hess’ti ve o da gerçekte Mısır vatandaşıydı.40 İskenderiye’de

Alman tarihinin en gizli ve kanlı örgütünün üyesiydiler. B u gizli örgütün üyeleri A dolf H itler’i yetiştirmişler, zengin çevrelerle tanıştırmışlar ve Nazi Partisi’ne maddi kaynaklar sağlamışlar­ dı. H itler’in önce NSDAP’nin, sonra da Almanya’nın başına geçmesinde bu gizli örgütün 1200 üyesinin çok büyük payı olmuştu. Nazi Partisi’nin ilk kurucuları olan G ottfried Feder, Kari H arrer (başkan), A nton D rexier ve H itler’in Kavgam’ı ithaf ettiği ‘Babacan D ostu’ ünlü D ietrich Eckart hep bu gizli örgütün üyeleriydiler. Bu gizli örgütün adı ‘T hule’ydi. Ö rgütün kurucusu ise Baron R u d o lf von Sebottendorff’tu. Baron Sebottendorff da gerçekte ‘sonradan evlat edinilmiş’ Silezya asıllı biriydi. O da birçok sahte 40 Peter Padfield, Hess, Paperm ac, 1991, s. 3.

121

doğmuştu ve Arapça konuşuyordu. H itler’i desteklemiş ve ona yol göstermiş olan diğer birçok kişi gibi R osenberg ve Hess de

HITLER

servisleri tarafından hazırlanmış olan ünlü ‘Sion Protokolleri’ni Almanya’ya gizlice sokan bu şahıstı. D iğer ünlü Nazi ise R u d o lf

BİLİNMEYEN

teci R ichard W agner’in damadıydı. Nazi Partisi’nin ‘M anevi Başmüfettişi’ ve A dolf H itler’in en yakın iki adamından biri olan

ad kullanmıştı. G erçek adı Adam Alfred R u d o lf G lauer’di ve saray soylularıyla hiçbir kan bağı olmayan sıradan b ir ‘elektrik teknisyeni’ydi. Tarihçi Jo h n Toland’ın yazdığına göre, ‘çok esra­ rengiz bir adam ’ olan Baron S ebottendorff’u n karanlık hayatıyla ilgili çok az bilgi vardı. R astlantı bu ya, Baron Sebottendorff da hem adını hem vatanını hem de inancını değiştirmiş bir adamdı. T hule adlı gizli örgütü kurm adan 7 yıl önce, 1911’de T ürk-O sm anlı vatandaşlığına geçmişti. İlginçtir ki, T ürk vatan­

122

AYTUNÇ

ALTINDAL

daşlığına geçişinden bir ay sonra evlat edinilm e yoluyla Baron S ebottendorff olm uştu. S ebottendorff bu kadarla kalmamış, bir de kendisinin ‘Bektaşi Babası’ olduğunu Almanya’daki belgelere geçirtmişti! Gerçek şudur ki, bu esrarengiz T ürk vatandaşı, Alm an Baronu olmasaydı ne Alm an İşçi Partisi (DAP, sonra NSDAP) ve H itler ne de H olokast olurdu. A dolf H itler’e iktidar yolunu açan (Wegbereiter) ilk şahıs işte tarihe ‘çok esrarengiz’ diye kayıt düşürterek geçmiş olan bu adamdır. H itler, 1919’dan 1936’ya ve sonrasına kadar hep bu esrarengiz B aron’un kurduğu gizli örgütün üyeleri tarafından korunm uştu. H itler’in avukatı ve N ü rn b erg ’de idam edilm eden önce H itler’in ailesiyle ilgili Yahudilik iddiasını ortaya atan Hans Frank da B aron’un kurduğu T h u le’nin üyesiydi. Christina Schroeder, A d olf H itler’in en güvendiği sekreterle­ rinden biriydi. F ührer’in birçok sırrını öğrenmişti. Fakat hiçbir zaman bunları açıklamak istememişti. 2. D ünya Savaşı bittikten sonra Schroeder uzun süre sorgulandı. Böylece bazı karanlık noktalar aydınlatılabildi. Sekreterin verdiği bilgilere göre üst rütbeli N azilerin tam am ına yakım, başta da A dolf H itler olmak üzere astrolojiye, O kültizm e, H erm etizm e ve diğer ilgili gizli ilimlere aşırı bir düşkünlük göstermişlerdi. Ö rn eğ in 2. Dünya

Savaşı’nın en çok aranan N azilerinden H itler’in en yakın ar­ kadaşlarından M artin B orm ann, A lm an O kültistleriyle gizli ve tehlikeli ilişkiler kurm uştu.41 D iğer güçlü bir N azi, SS birlikleri­ nin başı ve Yahudi Kasabı H ein rich H im m lerse birçok tarihçinin de belirttiği gibi tü m yaşamım astrolojiye ve O kültizm e adamış biriydi. H im m ler’in özel astrologları ve ‘İrm inizm ’ diye yeni bir din kurm aya çalışan Kari M ariaV iligut adlı bir de ‘G u ru ’su vardı. Viligut, H im m ler’in ‘R asputin’i diye tanınm ıştı.42 Ü n lü damızlık

insan haralarında çiftleştiriliyorlardı. H itler ve H im m ler, böylece yeni ve üstün bir ırk yaratmak arzusundaydılar. B u çiftleşme­ G ünüm üzde bu çocuklardan birçoğu halen A lmanya’da çok üst düzeyde yönetici durum undadırlar.

almasına izin verilmişti. R auschning’in belirttiğine göre bu sofra sohbetleri sırasında F ührer’in en sevdiği konular ‘K arabüyü’ ve ‘M istisizm’di.43 H itler bu konularda konuşm ayı ve görüşleri­ ni anlatmayı çok seviyordu. B ir sohbetinde şunları söylemişti: “Eski A hit olsun Yeni A hit olsun hiç fark etm ez. İsa’n ın söy­ ledikleri de fark etm ez. B unların tam am ı o bildik eski Yahudi üçkâğıtçılığıdır.” H itler bu sözlerini şu yargısıyla noktalamıştı:

41

D ouze A n s Auprès D ’H itler / Confidences d ’une secretaire particulière d ’Hitler recueillies par Albert Zoller, R e n e Juliard, 1949, s. 45.

42

G o o d ric k -C la rk e , a.g.e. ss. 177 -1 9 1 .

43

H e rm a n n R au sc h n in g , Gespräche M it Hitler, 2. A uflage, E u ro p a Verlag, 1940, s. 202.

123

H erm an n R auschning de uzun süre H itler’in yanında b u ­ lunm uştu. H itler’in ünlü sofra sohbetlerine katılmış ve notlar

HITLER

lerden doğan çocuklar, N azi Partisi tarafından yetiştirilmişlerdi.

B İLİN M EYEN

insan haraları kurm a fikri onundu. Bu kuram a göre, SS subay­ ları, 1935’ten itibaren A ryan ırkını temsil eden bakire kızlarla

“Biz ‘Ö zgür İnsan’ (Free Man) yaratmak istiyoruz.”44 İlginçtir ki, Aloys H itler sağlığında ‘Ö zgür O kul’ adlı gizli bir örgütün üyesi olmuştu; oğlu A dolf da ‘Ö zgür İnsan’ yaratmak için Karabüyü’yü ve Okültizm i kullanan kişilerin kurdukları gizli örgütlerle bir­ likte çalışmıştı. A dolf H ider’in yöneticilik vasıflarıyla yöntemi değişik bir ba­ kış açısıyla incelendiğinde ortaya onun duygu ve düşünceleriyle ilgili çok belirleyici veriler çıkmaktadır. Ö rneğin Hitler, köylü­

124

AYTUNÇ ALTINDAL

lüğün taşıdığı değerlere çok önem veren biriydi, fakat köylüleri hiç sevmezdi. Benzer şekilde akademik ve bilimsel kuramlara da hiç inanmazdı. Alman bilim adamlarının yaptıkları keşiflerin Yahudiler tarafından çalındığını söylerdi. Hitler efsanelere düşkün­ dü. Sadece ünlü Wagner operalarına değil, geçmişteki görkemli ve gizemli T öton-C erm en efsanelerine kendince bilimsel açıklamalar getirirdi. H ider aynı zamanda her konuşmasında masonlardan, Kabbalistlerden ve Ezoteristlerden ne kadar çok bilgi edindiğini vurgulamayı severdi. 'Kavgam’da. bu konulara duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. Daima, “Biz de masonlar ve Kabbalacı Yahudiler gibi örgütlenmeliyiz. Onların gizli bilgilerini kullanmalıyız,” derdi. A dolf H itler’in de diğer birçok devlet başkanı ve kral gibi bazı batıl inançları vardı. H itler bu inançlarına aşırı derecede bağlıydı. Ö rneğin H itler kendi ellerine, parmaklarına ve tırnaklarına hay­ ranlık duyuyordu. Özel fotoğrafçısı H einrich Loffmann -ki Eva B raun’u H itler’e tanıştıran oydu- onun ellerinin fotoğraflarını çekmişti. H itler diğer devlet adamlarının ellerinin fotoğrafla­ rıyla kendi ellerini karşılaştırırdı. Bir tür kader okuma sayılan ve sadece Okültistler tarafından yapılabilen ‘O nychom ancy’ diye bilinen bu uygulamada bazen parlak çiviler ve güneş ışınları da kullanılırdı. 44 Rauschning, a.g.e. s. 50.

H itler ‘Stolisomancy’ diye bilinen bir batıl inanca da çok dikkat ederdi. Buna göre sehven yanlış giyilmiş bir gömlek, ya da ayakkabının vb uğursuzluk getireceğine, ya da bir savaş bozgununu işaret ettiğine inanılırdı. H itler kendisine birkaç kez yanlış gömlek ve ceket giydiren ayakkabılarını ters yöne koyan valesi H einz Linge’yi ağır dille azarlamıştı.45 H eing Linge savaştan sonra Ruslar tarafından esir alınmış ve on yıl süreyle Moskova’da cezaevinde tutulmuştu. H itler’in esrarı hâlâ çözülememiş olan meyecek kadar bitkin olan H itler’i M artin B orm ann’m emriyle boğarak öldürdüğü de iddia edilmiştir.46 B orm ann ise H itler’in intiharından hem en sonra ilişki içinde olduğu Okültistler tarafın­

B orm ann’ın İngiliz M I6 ajanları tarafından Nazilerin en önemli

45 W aite, a.g.e. ss. 14-22, 52. 46 H u g h T hom as, The Murder o f A d o lf Hitler, St. M a rtin ’s Press, 1995. 47

C h risto p h e r C reig h to n , OPJB, Pocket B ooks, 1996.

125

sırlarıyla birlikte Londra’ya kaçırıldığı da öne sürülmüştür.47 H itler bilindiği gibi vejetaryendi. Et, sigara ve içki kullan­ mazdı. Buna rağmen daima şiddetli mide sancıları çekerdi. O nun dengesiz davranışlarını bu hazım sorununa bağlayan psi­ kologlar bile vardır. N edir ki tüm doktorların ortak görüşüne göre H itler’in midesi sapasağlamdı, ama nereden kaynaklandığı bilinmeyen sancılar çekiyordu. H itler’in birçok doktoru vardı, fakat o sadece özel odardan ilaç yapan T hedore M orell adlı bir şarlatanın hazırladığı hapları içer, gerisine dokunmazdı. Morell de gizli ilimlere düşkün bir adamdı. Prof. Kari Haushofer’in kurduğu gizli adı ‘Vrill’ olan bir örgütün üyesiydi. H itler’e tam 77 çeşit hap hazırlamıştı. H itler her gün seçerek 7 hap içerdi.

HITLER

dan kaçırılmış ve izine bir daha hiç rasdanmamıştı. (Borm ann’a ait bir mezar bulunduğu 1995’te açıklanmıştır.) Aynı şekilde

BİLİNMEYEN

intihar olayında birinci dereceden rol aldığı, hatta intihar ede­

M orell otlarım özel SS birlikleri tarafından kurulm uş olan ve yeri hep gizlenen bir laboratuvar-serada yetiştirir ve hap haline getirirdi. M orell, ‘Stom a-seeing’ diye bilinen bir tü r dudak o k u ­ ma yöntem iyle H itler’i etkilemişti ve H itler’in son günlerine kadar yanından ayrılmamıştı. H itler’in ve N azilerin çok düşkün oldukları başka bir batıl inanç da ‘H ippöm ancy’ diye bilinen bir uygulamaydı. B u dalda yetişmiş ve uzmanlaşmış SS subayları vardı. ‘H ippöm ancy’ beyaz

AYTUIMÇ ALTINDAL

atlarla (Kır At) ilgili bir inançtı. Ö zel yetiştirilmiş beyaz atların kişnemeleriyle gaipten haberler verdiklerine inanılırdı. Naziler arasında çok yaygındı ve SS birlikleri her fırsatta beyaz atların yer aldığı dev geçit törenleri düzenlerlerdi. N azi ressamları da H itler’i T öton Şövalyesi zırhları içinde beyaz ata binm iş olarak gösteren tablolar yapmışlardı. Almanya’da Katolik Hıristiyanlık diğer ülkelerde olduğundan

126

çok farklı bir gelişme göstermişti. Almanlar geleneksel ve töresel inançlarına bağlı kalmakta direnmişler ve bunları terk etmeye yanaşmamışlardı. Katolik Kilisesi ise bu inançların batıl olduk­ larını göstermeye çalışmış, fakat fazla başarılı olamamıştı. Bu başarısızlığın kökeninde Alman dilinde batıl anlamına gelen bir kavram ın 15. yüzyıla kadar bulunmayışı yatar. Almancada ilk kez 15. yüzyılda Viyana’da ‘A berglaube’ diye bir kavram geliştirilmiş ve bununla batıl inanç anlatılmak istenmiştir. Bu batıl anlayışsa il­ kin Im m anuel Kant, sonra da G.W.F. H egel tarafından Sekülerize edilmişti. Böylece batıl bir dönem Alman R om an tik leri denilen şair ve yazarların dilinde ‘Efsane ve G erçek’ karışımı b ir renk ka­ zanmıştı. Almanca konuşulan ülkelerde Nasyonalist akımları ger­ çekte ilk başlatanlar işte bu R o m an tik Alman yazarları olmuştu. N azi dönem inde kutsal anlam yüklenm iş olan ‘Führer=B aşbuğ’ ve ‘R eich = H ü k ü m ran lık ’ gibi kavramları ilk bulan ve toplum a benim setenler 18. yüzyılda yaşamış olan bu R o m an tik ler’di.

H itler’in yöneticilik yöntem i O k ü lt ilkelerine uygundur. Ö rn eğ in H itler Gamalı H aç sem bolünü O kültik n egatif de­ ğerini dikkate alarak onu ters yöne çevirterek N azi bayrağına koydurtm uştu. N azilerin bayrağında yer alan Gamalı H aç ger­ çekte özgün Swastika’m n ters yönde olanıdır. A krep-yelkovan yönünde çizildiği zaman -özgün şekli- Swastika olum lu deği­ şimleri ve devrim leri sembolize eder. A ncak H itler ‘Y ıkım ’ stra­ tejisi izlemişti. B unun için de Swastika’yi ters yöne çevirmişti.

N azi Partisi’nin sem bolü olarak kullanm a kararı A d olf H itler’e aitti, ama Gamalı H aç gerçekte gizli T hule Ö rg ü tü ’n ü n sem bo­ tirm işti. (Bkz. Ek) Ters yönlü Swastika onu O kültik amaçlarla

HITLER

lüydü ve bu örgüt Swastika’n in ortasına bir de hançer yerleş­

BİLİNMEYEN

O kültizm de Swastika’n ın ters yöne çevrilmesi yıkım anlamına geliyordu. D önüşü ters yöne düzenlenm iş olan Gamalı H aç’ı

kullananlara kin, nefret ve şiddet duygularını telkin ediyordu. bu ters yönlü Swastika belirleyici rol oynamıştı. Almanya’da batıl inançlara geri dönüş A lmanlar için korkunç b ir yıkımla sona eren 30 Yıl Savaşları’ndan sonra yaygınlaş­ mıştı. 1618-1648 yılları arasında süren bu din savaşları sıra­ sında A vrupa’nın K atolik krallıkları, Protestanlığı benim seyen A lm anları ağır yenilgiye uğratmışlardı. Binlerce köy, kasaba ve şehir haritalardan silinmiş, milyonlarca insan ölm üştü. Tarihçi James W. G erard’ın belirttiği gibi “ savaş sonunda Almanya sadece d ö rt m ilyon nüfuslu bir ülke haline gelmiş, tam yirm i milyon Alm an ölm üştü. Açlık ve sefalet o boyutlardaydı ki H eidelberg sokaklarında insan eti satan kasaplar türemişti.”48 48 Jam es W. G erard, M y Battle, b y A d o lf H itler, N e w Y ork T im es B o o k R ev iew , O c to b e r 1 5 ,1 9 3 3 .

127

H itler’in h er sabah yaptığı ‘A uto-suggestion=T elkin’ seanslarında

Almanlar bu yıkımı hiçbir zaman unutmamışlardır. Aradan iki yüz yıl geçmiş olmasına rağmen 19. yüzyılın ortalarında bile şairler, yazarlar ve felsefeciler bu yıkımı konu alan yazılar, kitaplar, şiirler yazmışlardı. 30 Yıl Savaşları’nın getirdiği ‘Kültürel Karamsarlık’ ortamında Almanlar resmi Kilise öğretisinden uzak­ laşmışlar ve kitlesel olarak gizli ilimlere, batıl inançlara ve hepsin­ den önemlisi gizli örgütlere ilgi duymaya başlamışlardı. İlahiyatçı H einz H em soeth’in gösterdiği gibi 17. yüzyılın

AYTUNÇ

ALTINDAL

sonlarından itibaren Almanya’da Teizm (Tek-Tanrıcı Dincilik) yerine D eizm (Yaratıcı’dan başkasına inanmamak) gelişmeye başlamıştı. Yeni bir Panteizm doğmuş ve Hıristiyan Teizmi’ne karşı güçlü mevziler elde etmişti.49 Bu gelişmeler kaçınılmaz olarak, yeni güç odaklarının önce Almanya’da, sonra da tüm Avrupa’da ortaya çıkmalarına neden oldu.50 İnanç düzeninde Kilise’nin baskısı ve yönlendiriciliği ortadan kalkınca çok kısa

128

bir süre içinde Almanya bir gizli örgütler cenneti haline geldi. 30Y ıl Savaşları sonunda İngiltere’ye ve diğer ülkelere göç eden Almanlar beraberlerinde bu gizli örgütlerin öğretilerini de gö­ türdüler ve özellikle İngiltere’de 18. yüzyıldan itibaren Alman kökenli sayısız mistik ve O kültik yeraltı örgütü kuruldu. Bir süre sonra bu örgütler siyasal hayatı tam am en denetim altına aldılar. Amaçlarına ulaşmak için türlü komplolar düzenlediler, suikastlar yaptılar ve yaptırdılar. Zamanla bu gizli örgütlerden bazıları tarihten silinirken bazıları da aralarında birlikler kurarak 49 H ein z H erm so eth , The Origin o f the Connection Between Philosophy and Religion in Western Philosophy, T w entieth C entury, ss. 279-81. 50 A lm anya’da b ilin en ilk gizli m istik ö rg ü t 1616’da W ü rtten b erg li bir ilahiyatçı olan Jo h a n n V alentin A ndrea (1587-1654) tarafından k u ru l­ m uştu. B u O k ü lt ö rg ü tü ‘G ül ve H aç’ adını taşıyordu. Bkz.: R ein h ard F ederm ann, The Royal A rt o f Alchemy, C h ilto n , 1969, ss. 202-212.

‘O kült Nasyonalizmi’ni Almanya’nın ve Avrupa’nın gündelik hayatına soktular. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başla­ rında bütün Avrupa bu gizli örgütlerin korkutucu ve ürkütücü hayaleti altında yaşıyordu. Çarlık R usya’sında ‘Kara Yüzler,’ Sırbistan’da ‘Kara El,’ İtalya’da ‘C arbonari,’ Almanya’da ‘F e-M e’ ve ‘Burschenschaften,’ İrlanda’da ‘Fenian,’ İsviçre’de ‘D oğan G üneş/R ising Sun Mason Locası’ ve Fransa’da ‘Blanquist’ Ö rgütü önde gelen gizli O kü lt örgütlenm eleriydiler. Karl M arx ler. İlginçtir ki, M arx, Komünist olduklarını öne süren Sosyal D em okratlar Birliği’ne üye olmamıştı. Bunlar ve benzerleri örgütlerin ortak özelliği Yahudi düşma­ karşıtı ‘Sion Protokolleri’nin saklandığı yerdi. Protokoller bu locanın arşivinde saklanıyordu.51 Alfred R osenberg tarafından ler H itler’e Thule üyeleri tarafından verilmişti ve onun Yahudi düşm anlığının oluşum unda başrolü oynamıştı. Protokolleri Rusçadan Almancaya m uhtem elen Alfred R osenberg çevirmişti. N e hikmetse protokoller Almancayla birlikte aynı anda Türkçe ve Arapçaya da çevrilerek Osmanlı İm paratorluğu’nda el altından dağıtılmaya başlamıştı. Protokolleri Türkçeye çeviren, Ludwig M üller adlı bir Almandı. Ludwig M üller gerçekte T h u le’nin ku­ rucusu esrarengiz Baron R u d o lf von SebottendorfFtan başkası değildi. Baron gerçek kimliğini gizleyerek Ludwig M üller adını kullanmıştı, ama bu soyadı gerçekte annesinin kızlık soyadıydı. Baron R u d o lf von Sebottendorff Türkçeyi, Arapçayı ve Farsça’yı anadili gibi konuşan bir adamdı. Bu dillerde kitap, ma­ kale ve yazılar yazmıştı. D önem inin en tanınmış astrologlarından 51 Heiden, The Führer, s. 23.

129

Almanya’ya getirilen ve önce bu locada gizlenen sahte belge­

HITLER

nı olmalarıydı. Ö rneğin R ising Sun Mason Locası ünlü Yahudi

BİLİN M EYEN

ve Engels de daha ılımlı bir örgüt olan ‘H ak Ligası’na üyeydi­

biriydi ve Batı’da ‘Palmizm,’ Araplar’da ‘R em m allık’ diye bilinen el falı okumacılığında, muska yazıcılığında ve ‘A rraflık’ denilen uzgörü alanında uzmanlaşmıştı. Sebottendorff, kadim Keldani ve Kestari (Akat ve Babil) topluluklarının ‘yıldızlara tapınma’ ve yıldızlarla yönetilm enin sırlarını bildiği iddiasındaydı. Bu topluluklar belgelere göre Hz. Peygamber dönem inde de büyü ve sihir yapmasını biliyorlardı. Hz. İbrahim, Kestari geleneğine karşı çıkmıştı. Sebottendorff bu tür gizli ilimleri İstanbul’da öğ­

130

AYTUNÇ ALTINDAL

renmişti ve daha ilginci Türk-O sm anlı vatandaşı Alman asıllı bu Baron İstanbul’da düzenlenen gizli bir törenle hem mason hem de Bektaşi yapılmıştı!

2.4. GİZLİ ÖRGÜTLER ÇAĞI

T a rih te k i e n b ü y ü k d in sel ve siyasal çığları d ü ş ü re n te k g ü ç söy­ le n e n sö z ü n sihirli g ü c ü d ü r. A d o lf H itler, K avganf2

A dolf H itler’in esrarengiz rastlantılar ve garip olaylarla dolu yaşamında çözümlenememiş pek çok karanlık nokta vardır. Bunlardan biri de Avusturya vatandaşı olan A dolf H itler’in nasıl olup da Alman O rdusu’nda görev alabildiğidir. H itler üstelik Avusturya ve Almanya’da asker kaçağı olarak aranıyordu ve M ü nih ’te polis tarafından yakalanmıştı. N e hikmetse Hitler, Alman Polisi tarafından Avusturya’ya iade edilmemiş, tam ter­ sine Alman O rdusu’nda görev yapmaya davet edilmişti. Daha ilginci yirmi beş yaşındaki yoksul ve başarısız ressam Avusturya ve Alman O rdu yetkililerinin yaptıkları ilk askerlik yoklamala­ rında bedenen çürüğe ayrılmıştı. Öyleyse nasıl olmuştu da A dolf Hitler, asker kaçağı ve bedenen çürüğe ayrılmışken, vatandaşı ol­ madığı bir ülkenin ordusunda görev alabilmişti? Daha bitmedi... 52 A d o lf H itler, Kavgam, 1924, s. 107.

Hitler sadece görev almakla kalmamış, onbaşılığa terfi ettirilmiş ve bir onbaşıya verildiği duyulmamış olan EKİ (Birinci dere­ ceden Gümüş Haç) nişanıyla da taltif edilmişti. Dahası da var, Hitler’i bu nişanı alması için üstlerine tavsiye eden de Teğmen H ugo Gutmann adlı bir Yahudiydi.53 Hitler ayrıca bir de EK2 madalyası almıştı ve askeri yetkililer tarafından onbaşılıktan teğ­

132

AYTUNÇ ALTINDAL

menliğe terfi ettirilmek istenmiş, fakat bu terfiyi Hitler isteme­ yerek reddetmişti! Hitler’in Bavyera’daki Alman Ordusu’na bir ‘Yanlışlık’ sonu­ cunda alındığını öne süren tarihçiler olmuştur.54 Eğer bu göz­ lükle bakarsak, bu yanlışlık kuramım Adolf Hitler’in 1919-1945 yılları arasındaki hayatının her gününe uygulamak gerekecektir. Şöyle ki, bu yanlışlık kuramına bağlı kalırsak, örneğin Hitler’in nasıl olup da vatandaşı olmadığı Almanya’da askeri istihbarat birimleri tarafından ‘Casus’ olarak angaje edildiğini; Avusturya vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra hiçbir geçerli kimliği ve oturma izni olmadığı halde Almanya’da siyasal faaliyetlerde bu­ lunabildiğini; siyasal suikastları savunduğunu ve azmettirdiğini; 1923’te vatandaşı olmadığı ülkenin yasal hükümetini ve devleti­ ni devirmek için darbe düzenleyebildiğim de aynı ‘bir yanlışlık olmuş işte’ mantığıyla açıklamak zorunda kalırız. Hayrettir ki, Adolf H itler vatandaşı olmadığı Almanya’da vatansız kişi statüsündeyken darbe yapabilmiş, siyasal söylevler ve demeçler verebilmiş, yasal olmadığı halde düzenli ordu birliklerine karşı ‘Para-militer O rdu’ kurabilmiş ve en önemlisi, siyasal ve askeri is­ tihbaratı yönlendirebilmişti. Adolf Hitler, Şansölye seçilmesinden çok kısa bir süre önce kendisine küçük bir devlet memurluğu statüsü verilerek Alman vatandaşlığına sokulmuştu. 53 lan Kershaw, a.g.e. s. 96. 54 lan Kershaw, a.g.e. s. 90.

dediğine göre dilekçesini doğrudan doğruya Bavyera Kralı 2. Ludwig’e yollamıştı. Oysa Kraliyet arşivinde böyle bir kayıt yok­ tu. İkincisi, henüz savaş ilan etmiş bir kralın, o kargaşada Alman vatandaşı olmayan, adı sam, oturm a izni ve belgesi bulunmayan bir ‘yabancıya’ yaklaşık 16 saat içinde başka işi gücü yokmuş gibi yanıt vermiş olması hayal bile edilemezdi. Üçüncüsü, aske­ re alma yetkisi kralda değil, Savaş (Savunma) Bakanlığı’ndaydı. Dördüncüsü, Hitler resmen ‘asker kaçağı’ dolayısıyla ‘suçlu’ du­ rumdaydı. Krahn mahkeme kararı olmaksızın bir suçluyu affe­ derek doğrudan doğruya askere alabilmesi olanaksızdı. Beşincisi,

133

tarihçi H itler’in bu sözlerinin doğru olduğunu sanmış ve her tarihçi bir diğerini kaynak göstererek Hitler’in bu açık yalanını doğrulamıştı. Oysa biraz dikkatlice bakılsaydı bunun yalan ol­ duğu anlaşılacaktı. İlkin şu hususu vurgulayalım: A dolf H itler’in

HITLER

Adolf Hitler’in anlattığına göre savaşın ilanından birkaç gün sonra 3 Ağustos 1914’te askere alınmak isteğiyle bir dilekçe yol­ lamış ve ertesi gün bu dilekçesine olumlu yamt verilmişti. Birçok

BİLİNM EYEN

1925-1932 yılları arasında A dolf Hitler, Almanya’da tam bir vatansız olarak yaşayabilmiş, fakat ne hikmetse bir türlü sınırdışı edilememiştir. Bu yıllarda A dolf H itler her türlü yasadışı faaliyet­ te bulunmuş, fakat kendisine hiç dokunulmamıştı. Darbe yaptığı halde yasal olarak hakkettiğinden çok daha az bir cezaya çarptı­ rılmış ve cezaevinde unutulup gideceğine tam tersine şöhretin basamaklarını çıkmasına yardımcı olunmuştu. Adolf H itler’in babası da anımsanacağı gibi yasal olmayan yollardan adını değiştirmişti. Oğlu da nasıl olduğu hâlâ bilin­ meyen ve yasal olmayan bir şekilde Alman Ordusu’na katılmıştı. Oysa yabancıların orduya alınmayacaklarını duyuran sayısız yönetmelik vardı. Dahası Almanya o tarihte ‘gönüllüler’ için bir çağrı da yapmamıştı.

H itler Alman değil Avusturya vatandaşıydı. Bir kralın başka bir ülkenin vatandaşını o şahısla ilgili hiçbir ‘istihbarat’ yaptırmadan ‘ivedilikle’ askere aldırması düşünülemezdi. Akıncısı, kralın ofi­ sinden gelen böylesi önemli bir m ektubu H itler herhalde sak­ lardı. Ama ne NSDAP arşivinde ne de Berlin’deki Bunker’de bu m ektup bulunabilmişti. Öyleyse A dolf H itler nasıl asker olabilmişti? Bu sorunun yanıtı bilinmiyor. Nasıl ki babasının hiçbir yasal dayanağı olma­ AYTUNÇ ALTIN DAL

dan adını ve soyadını değiştirdiği bilinmiyorsa, oğlu A dolf’un da yasal olmadığı halde Alman O rdusu’na nasıl katılabildiği de bilinmiyor. Bilinen tek husus, orduya katıldığı ve gerçekten de kendisinden beklenmeyecek bir cesaretle savaşarak üstün hizmet nişanlan aldığıdır. H itler belki de o çok güvendiği ‘Alınyazısı’nın, Savaş Bakanlığı’nda düzenlediği bir komplo sonucunda yanlışlık­ la askere alınmıştır! Eğer böyle bir ‘Tanrısal’ girişim olduysa bu

134

da H itler’in başına gelen esrarengiz ‘mucizelerden’ biridir demek gerekiyor. Bu durum da alternatif bir olasılık düşünülebilir. H itler 1914 yılında ünlü yazar Lanz von Liebenfels’i evine giderek ziyaret etmişti. Lanz o sırada hayatta olan hocası G uido von List’in gö­ rüşlerini yaymakla meşguldü. List adına kurulmuş birçok dernek ve bunlara üye olmuş binlerce genç vardı. List de Lanz da Alman ırkının Almanya ve Avusturya’yla sınırlı olmadığını anlatıyorlardı. Onlara göre Aryan ırkına mensup olanlar sadece bu iki ülkede değil dünyanın her yerinde vardılar. List’in derneği yasal ve çok etkiliydi. List’in ve Lanz’ın ordu içinde yüksek rütbeli ve aristokrat birçok taraftarı vardı. Hitler, kendi durum unu gayet iyi bildiğinden kendisini askere aldırabilmek için muhtemeldir ki List’e ya da Lanz’a başvurmuş, onlardan yardım istemişti. Bu durum da özellikle Lanz için AvusturyalI asker kaçağı H itler’i

Alman O rdusu’na kaydettirmek pek de zor olmamıştır. Belki de H itler 2. Ludwig’e böyle bir başvuru dilekçesini gerçekten de yazmıştı, ama bu dilekçeyi List D erneği üyesi bir subay ya da Lanz’ın Saray ofisindeki güçlü bir dostu elden bizzat takip ettirmiş ve gerekli güvenceleri vererek bu kısa zamanda olum ­ lu sonucu aldırmıştı. N edir ki bu olasılığı belgelendirebilmek m üm kün değildir. 1954’te ölen Lanz, H itler’in kendisini ziyaret ettiğini doğrulamış, fakat başka bilgi verm ekten kaçınmıştı. H er ne kadar belgelendirilemese de H itler’in savaşa katıla­ bilmek için m uhtem elen ‘List-Gesellschaft’ diye bilinen A ntiSemitik derneğe başvurmuş olabileceği yönünde bir ipucu ve astrolojiye ilgi duymuştu. N azilerin O kültizm bağlantıları konusunda en ayrıntılı kitabı yazmış olan Nicholas G oodrick-

dünya görüşünün oluşumunda en büyük payın O kültizm e ait olduğunu belirtmişti.55 > H itler’in kişisel kütüphanesi O kültizm ve Ezoterik ilimler alanında yazılmış kitaplarla doluydu. R o b e rt G. L. W aite’in da gösterdiği gibi56 bu kütüphane günüm üzde A m erikan Kongre K ütüphanesi’nde saklanmaktadır. Waite bu kütüphanede araş­ tırma yaparken H itler’in kitaplarından birinin üstünde ‘Sevgili Arm anen Biraderim A dolf H itler’e’ diye bir ithafla karşılaştığını 55 G oodrick-C Larke, a.g.e. ss. 7 -1 6 . (P an -C e rm e n hareketin, A lm an H o h e n zo llern H a n ed a m ’n ın rakip A vusturya H ab sb urg H an ed am ’m yık­ m ak için kullanılan b ir ideoloji old uğ u da unutulm am alıdır. B kz.: TTte 19. Century, N o . 8 9 ,T em m uz 1909, ss. 168-180.) 56 W aite, a.g.e. s. 108.

135

Clarke, Nazi dünya görüşünün büyük ölçüde masonluktan, Kabbalizmden ve R osycrucianizm den etkilendiğini, ama bu

HİTLER

vardır. H ider, tüm ergin yaşamı boyunca özellikle O kültizm e

B İLİNM EYEN

Sonuçta H itler ünlü List Birliği’ne katılabilmişti.

belirtmişti. A rm anen sıfatı List D erneği’ne üye kabul edilmeye hak kazanmış en ‘seçkin’ Aryanlar için kullanılan bir unvandı ve kitabın üzerinde 1921 tarihi vardı. A dolf H itler acaba Arm anen unvanını hak edecek kadar seçkin bir Aryan mıydı? Eğer öyle idiyse 1914’te prestijinin ve toplumsal etkileyicilik gücünün doruğunda olan List ve Lanz için ‘bu sevgili biraderi’ ne yapıp edip çok istediği savaşa gönderm ek bir sorun değildi. Kaldı ki savaş biter bitmez 1918’de M ünih’te gizli yeraltı faaliyetlerini AYTUNÇ ALTINDAL

yönlendiren Thule Ö rgütü’nün üyelerinin tamamına yakını da daha önce List D erneği’ne ve onunla birlikte çalışan ‘G ermanen O rder’a (Almancılık Tarikatı) üyeydiler. Daha önce de belirttiği­ miz gibi savaştan sonra H itler’in otuz bir siyasal parti arasında ka­ tılmayı düşündüğü ilk siyasal parti de nedense DAP (Alman İşçi Partisi) olmuştu ve bu parti de gerçekte Thule tarafından kur­ durulmuş bir ‘F ro n t/Ö n ’ örgüttü. Partinin tüm üyeleri gerçekte

136

Baron Sebottendorff tarafindan seçilmiş ve görevlendirilmişlerdi. H itler işte List ve Lanz’ın fikirleriyle oluşturulmuş bulunan gizli Thule Ö rgütü’nün bu kukla siyasal partisine üye olmaya karar vermiş ve kendisine 555-7 sıra numarası verilerek kaydı yapılmıştı.Rastlantı bu ya H itler’e uğurlu olduğuna inandığı ‘7 ’ sayısı üye kaydı olarak verilmişti. Daha da ilginç bir rastlantı şudur: A dolf Hitler, John Toland’ın yazdığı gibi, 31 M art 1919’da, bağlı olduğu komutanlıktan aldığı emirle sivil hayata geçti. Aynı gün Thierschstrasse 41 numaradaki küçük odasına taşındı. Bu ev rastlantıya bakın ki, T hule’nin ku­ rucusu Sebottendorff’un sahip olduğu Voelkischer Beobachter ga­ zetesinin bitişik nizam yan dairesiydi ve uzun zamandır ‘Kasten’ boş tutulmuştu! Kendi tarihsel köklerini 18. yüzyıldaki ve daha geriler­ de de Katolisizm öncesindeki Aristokratik C erm en Şövalye

T arikatları’na

kadar

indiren

T h u le

Ö rg ü tü ,

tarihçilerin

Aydınlanma dedikleri çağdaşlaşma olgusunu da gizli ilimlerde, simyacılıkta ve astrolojide gerçekleştirilen ‘Aydınlanma’ olduğu­ nu öne sürüyordu, bunun dışında bir çağdaşlaşma hareketini ka­ bul etm iyordu.Thule Ö rgü tü ’ne göre Almanya’nın siyasal yapılamşı başta olmak üzere hayata yön veren dinam iklerin tamamı işte bu ‘yeni’(!) bilgilerin ışığında yeniden düzenlenmeliydi. Thule bu irrasyonel (akıl dışı) değişimi gerçekleştirerek tüm insanlığa ta geçirilebilirse başta Aryanların, sonra da tüm insanlığın ‘Yaşam R itm i’ değişikliğe uğrayacaktı. A dolf H itler bu gizli örgütün (Thule) adını vermeksizin görüşlerini Kavgam’da aynen tekrarla­ tarafından gizli silahlı eylem düzenleyicisi örgütler listesinin ilk

HITLER

mıştı. H itler Kavgam'ı yazdığı sırada ‘yabancı’ olduğu için Devlet

B İLİNM EYEN

hizm et edeceğini vurguluyordu.Thule’nin koyduğu ilkeler haya­

sırasına konulmuş olan T hule’yi ve onun silahlı birliklerle bağ­ yasalara göre hiçbir yabancı D evlet’in yasadışı saydığı bir örgüte üye ve/veya sempatizan olamazdı. Tarihçilere göre 18. yüzyıl ‘Aydınlanma Çağı’dır. Oysa John Weisse’ın da belirttiği gibi gerçekte 18. yüzyılda Avrupalıların büyük çoğunluğu ‘cahildi ve yeni fikirleri tüm den reddediyor­ du.’57 Başka bir araştırmacı, M icheal Edvvardes ise şunları yazmış­ tı: “ 18. yüzyıl gerçekte gizli örgütlerin çağıydı ve bu örgütlerle toplumsal hayat ve kurum lan arasında büyük ölçüde karşılıklı tohum lam a vardı.”58

57 J o h n Weiss, Ideology o f Death / W h y the Holocaust Happened in Germany?, C hicago, Ivan R . D ee, 1996, s. 47. 58 M ichael Edw ardes, The Dark Side o f History, Magic in the M aking o f Man, Stein and Day, N e w York, 1977, s. 109.

137

lantısını ismen açıklasaydı mutlaka sınırdışı edilirdi. Almanya’da

18.

yüzyılda Almanya’da, O kültizm ve batıl inançlara bağlılık

belirleyici rol oynamıştı. Özellikle köylülerin günlük hayatları diabolik kavramlarla, cinlerle ve şeytansı varlıklarla belirleniyordu. Ö rneğin Alman köylüleri kendi krallarından çok ‘B ergm önch’ denilen ve keşişlerin kara giysileriyle ormanlarda dolaştığına inandıkları korkunç bir yaratıktan korkuyorlardı. Benzer şekilde ‘Moss-Kadınları’ diye bilinen ve Yahudilikte,‘Lilith’ adıyla anılan çocuk kaçıran kadınlar vardı. Bunlara ek olarak, Almanya’nın

138

AYTUNÇ ALTINDAL

ormanlarında ‘Kobold’ denilen küçük, fakat ürkütücü yaratıklar gizleniyordu; bunlar ‘Valkyri’ denilen ve savaşlarda hangi er­ keklerin öleceğine karar veren erkek delisi kadınlar tarafından yönetiliyorlardı! Bunlara ve daha nice batıl inançlara bağlılık, özellikle köylüle­ ri birtakım garip büyüler, sihirler ve nazarlarla uğraşmaya itmişti. Ö rneğin ‘M etopom ancy’ diye bilinen bir büyücülük çeşidi vardı ve çok yaygındı. Buna göre, O kült ve sihirle uğraşanlar bu gizli ilmi kullanarak insanların ‘Alınyazısını’ (alnındaki kırışık çizgile­ ri) okuyarak anlamlandırabiliyorlardı. Okültizm de ‘W raith’ diye bilinen çok tehlikeli bir büyü çeşidi de usta Okültistler tarafın­ dan uygulanıyordu. Buna göre usta Okültist, bu büyü aracılığıyla bir şahsın faksimile (fotokopi gibi) kopyasını gözlerin önünde canlandırabiliyordu. El okuma, ateş yeme, kuşlardan bilgi edinme, düş yorumlama gibi birçok batıl inanç Alman halkının günlük yaşamında imparatorluğun ve Kilise’nin ‘dogmatik’ kural ve ya­ salarından çok daha belirleyici roller oynuyorlardı. N edir ki, bu batıl inanç uygulamalarının tüm ünden daha etkili ve yaygın olan iki inanç sistematiği daha vardı. Bunların geçmişi oldukça gerilere, Almanların ilk yerleşim dönem lerine kadar iniyordu ve Alman köylülerinin gündelik yaşamlarında belirleyici oluyorlardı. Bunlardan ilki ‘H epatoscopy’ diye bilinen

bir fal türüydü. 18. yüzyılda Almanya’da en sık başvurulan fal tipi buydu. Buna göre bazı adak törenlerinde kurban edilen hay­ vanların iç organları inceleniyor ve bunlara bakılarak kişilerin ve kralların kaderleri okunabiliyordu. R.J. Stewart’in yazdığına göre Almanların Hıristiyanlığa geçişlerinden sonra dahi bu ge­ lenek sürmüştü. Eski site devletleri dönem inde başvurulan bu fal açma tarzı sadece Avrupa’da değil A m erikan folklorunda da izlenmekteydi.59

hastalığıydı ve kişinin kendisini Tanrı ve/veya çok kutsal bir din adamı olduğuna inandırmasıyla başlıyordu. Kendisinin Tanrı veya davranışlarda bulunmaya ve garip sözlerle konuşmaya başlıyordu. Alman köylüleri ‘ekstaz’ dedikleri bu nöbetler sırasında kişinin

nın önkoşulu olarak görüyorlardı ve bu nöbet sırasında kişinin söylediklerinin de ‘kehanetler’ olduğuna inanıyorlardı. Alman tıp kayıtlarına göre kendini Tanrı sanma olayının en uç örneği 1614 yılında, 30 Yıl Savaşları’nın başlamasından dört yıl önce Ezechiel M eth adlı bir kişide görülendir. M eth kendi­ sini Tanrı ve onun sanal melekleriyle özdeşleştirmiş ve çevresine binlerce köylüyü toplayabilmişti.60 M eth dört yıl sonra başlayan yıkımı görem eden öldürülm üştü, ama ona bağlananlar bu cahil köylü Aziz’i hiçbir zaman unutmamışlardı. 59 R .J. Stew art, The Elements o f Prophecy, E L E M E N T , 1990, ss. 3 2 -34. 60

Understanding Popular Culture / Europe from the Middle Ages to the 19th Century, E d. Steven L. Kaplan, Insanity and Culture by H .C . E rik M id elfort, M o u to n Pub., 1984, s. 138.

139

söylediklerini ezberlemeye ve onun dediklerini harfiyen uygula­ maya çok düşkündüler. Ç ünkü ‘ekstaz’ı,Tanrı ve/veya aziz olma­

HITLER

aziz olduğuna inanan kişi epileptik nöbetler geçirmeye, isterik

BİLİNMEYEN

Alman köylülerini manevi alanda en derinden etkileyen batıl inanç türü, ‘Auto-Teism’ diye bilinen bir akımdı. Bu bir tür ruh

A dolf H ider de tıpkı M eth gibi az eğitim görm üştü ve o da ' konuşurken daha çok epileptik kişilerde gözlenen ‘ekstaz’ belirti­ leri gösterirdi. 1920’ler Almanya’sında A dolf H itler’in öğrenimini tamamlayamamış olması halkın gözünde bir kayıp değil, tersine bir kazançtı. H itler iyi eğitimli biri olsaydı hiçbir Alman onu dikkate almayacaktı. H alkın büyük çoğunluğunun gözünde cahil bir adamın ‘D o ğ ru ’(!) sözler söylüyor olması onda ‘Auto-Teistik’ kehanet gücünün bulunduğunun en som ut kanıtıydı. N itekim AYTUNÇ ALTIN DAL

H itler de bu özelliğini sonuna kadar istismar etmiş, kendinden geçerek ve ağlayarak attığı nutuklarla milyonlarca Almanı büyü­ leyerek kendisine bağlayabilmişti. Ç ün k ü Almanlar ‘A uto-Teizm ’ geleneğine alışkındılar ve 1. Dünya Savaşı’nın getirdiği hezim et ve aşağılık duygusundan kendilerini kurtaracak b ir tanrıyı ve azizi özlemle bekliyorlardı. Alman halkının gözünde, sağcısıyla solcu­ suyla, savaşı kaybedenler ‘okumuşlar ve soylular’dı, dürüst cahiller

140

değildi. N itekim Führer kavramı Almanlar için Tanrısal güce ulaştığı varsayılan enigm atik bir kişiyi işaretliyordu. Bu kavramı da, tıpkı ‘R e ic h ’ gibi başka bir dile çevirebilmek olası değildi. B u dönem de Yahudiler ne durumdaydılar? Yüzyıllardır yerleşmiş olan Hıristiyan yasalarına göre Yahudiler ‘ghetto’ denilen yerlere kapatılmışlardı. G etto kavramı ilk kez 16. yüzyılda V enedik’te ortaya atılmıştı. Kelime anlamıyla metalleri ayrıştırm ak dem ekti. G ettoda yaşayan Yahudiler yoksul değiller­ di. G etto kalın duvarlarla çevrilmişti, geceleri ve pazar günleri kapıları kilitli tutulurdu. Yahudilerin yerel yetkililerden izin al­ m adan dolaşmaları, pazar günleri sokağa çıkmaları, izinsiz evlen­ m eleri, ticaret yapmaları, kentin parklarında oturm aları yasaktı. Karşılaştıkları her H ıristiyan’ı saygıyla selamlamak zorundaydılar, onlarla aynı kaldırım da yürüm eleri veya önlerine geçm eleri ya­ saktı.Toprak sahibi olmaları, çiftçilik ve baharat ticareti yapmaları

ve zanaatla uğraşmaları da yasaktı. Toplumsal yapılanmada bir H ıristiyan kentinde en tepede krallar, prensler ve din adamları bulunuyordu. B unları soylular, onları tüccarlar, onları esnaf ve köylüler izliyordu. B unlardan sonra sırasıyla dilenciler, sanatçılar ve oyuncular ve fahişeler geliyordu. Yahudiler ise, kadın fahişelerden sonra gelen H ıristiyan erkek fahişelerin altına çizilen bir çizginin altına yazılmışlardı.61 U ygarlığın beşiği olduğunu öne süren A vrupa’da Yahudiler öylesine aşağılanmışlardı ki Avusturya kadın mastürbasyonuna da ‘Yahudiyle oynam ak’ denirdi.62 A vrupa’n ın 2500 yıllık tarihinde, b in savaş yaşanmıştı. Yaklaşık her iki yılda bir savaş çıkmış ve Avrupalı insanlar o n u n ­ J.G .A . P opock’u n yazdığı gibi, “A vrupa kıta olduğunu öne sü­ rer, fakat gerçekte kıta değildir. A vrupa uygarlığı denilen olgu

olarak çok küçük b ir denizcilik bölgesine verilen adla başlamıştı. B u denizcilik bölgesi E ge’ydi ve günüm üzdeki Yunanistan ve Türkiye ile A kdeniz’in küçük bir kısm ını kaplıyordu. İlk Avrupa burasıydı.”63 A vrupa’da yapılmış olan bu savaşların tam amına yakını ger­ çekte ‘m agico-m ilitary’ (sihir, büyü yardımıyla desteklenen ve yönlendirilen askeri girişimler) sem bollerin ve taktiklerin kulla­ nıldıkları savaşlardı. B unların en önem lilerinden biri ünlü Bizans İm paratoru K onstantin’in rakibi M axentius’la 29 E kim 312 tari­ 61 62

W eiss, a.g.e. s. 45. H o w ard E ilb erg -S ch w artz, Freud as a Jew , N Y T B R , Ja n u a ry 14, 1994, s. 30.

63 W ilso n Q uarterly , W Q , 1996, s. 12.

141

da çok tartışmalıdır. A vrupa’da iç içe geçmiş b irçok uygarlık vardır, tek değil. Ö ncelikle şunu vurgulam alıyız ki A vrupa ilk

HITLER

la birlikte gelen ‘K ültürel Karamsarlıkla’ yoğrulm uşlardı. Tarihçi

BİLİNMEYEN

Almanya’sında 1950’lere kadar ‘K litoris’e Yahudi deniyordu ve

hinde yaptığı savaştı. Konstantin bu savaşta ilk kez alışılmamış bir O kült sem bolünü, ‘C h i-R h o ’ diye bilinen Pagan H açı’nı kullan­ mıştı. Askerler kılıçlarının yanı sıra ellerine antik M ısır’ın gizemli anahtarı A nk’ı andıran H açı alarak savaş alanına girmişlerdi. Bu O kült sembolü sayesinde savaşı kazandığına inanan Konstantin bugün de bilinen şu ünlü sözü dile getirmişti: ‘In hoc signo vinces’ (bu işaretle zafere). Konstantin O kültik C h i-R h o H açı’nı kullanarak Pagan M axentius’un tanrılarını yendiğini açıklamıştı.64

142

AYTUNÇ ALTINDAL

T hule üyeleri de A dolf H itler’e Gamalı H aç’ı vermişler ve onun bu O kültük sembolle Nazileri zafere yönlendireceğini ona tel­ kin etmişlerdi. A dolf H itler de Gamalı H aç’la zafere yürüm üş ve ‘Batıl’ dediği Yahudi dinini ve Tanrı’sim yok etm ek istemişti. Hıristiyan Haçı bu dine bağlı mistik ve gizemli örgütlerce kendi başına sihirli bir gücü temsil eder. Hıristiyan mistisizmin­ de Haç, hem gül hem de n u r demektir. Avrupa’n ın en eski gizli örgütlerinden biri olan ‘Gül ve H aç’ (Rosycrucian) bu inançtan doğmuş, fakat geçen zamanla birlikte Rafızi (sapkın) siyasal boyutlara ulaşmış O kültik bir örgütlenm eydi. A vrupa’nın ünlü ‘Grail’ (İsa’nın kanıyla doldurulan kupa) efsaneleri de benzer şekilde ‘m agico-O kültik’ anlatımlardı. Okültist, Alşimist ve H erm etiklerin özellikle 17. yüzyıldan bu yana siyasal literatüre soktukları birçok kavram vardır ve bunlar sadece Avrupa’da değil bütün dünyada çok belirleyici olmuşlardır. Toplum bilimciler ve akademisyenler görm ezden gelseler de örne­ ğin ihtilal (Revolution), uyum (H arm ony), hoşgörü (Tolerance), dönüşüm (R otation), değişim (Transformation) vb gibi kavram­ ları oluşturarak kendi gizli laboratuvar çalışmalarında ilk kez kullananlar onlardı. Katolik Kilisesi durup dururken günüm üzde bile bu kavramların kullanılmasını yasaklamış değildi. Özellikle 64 W .H.C. Frend, a.g.e. s. 483.

13. yüzyıldan itibaren bu çağda ortaya çıkan Seküler nitelikteki ‘N om inalizm /A dcılık’ akımıyla birlikte Katolik Kilisesi’ne karşı çok yoğun eleştiriler yapılıyordu ve bu eleştirileri de çoğunlukla O kültist ve Alşimistler yönlendiriyorlardı. A vrupa’nın en bü­ yük beyinleri Paracelsus, Thom as M ore, Fourier, O w en, Bacon, Böhm e, R am o n Lull, Basil Valentin, A grippa, H erm es ve Isaac N ew to n gizlice Alşimizm ve H erm etizm le uğraşmışlardı.65 B enzer şekilde özellikle 18. yüzyıldan itibaren G eorge Ripley, H enry M itchell ve K atherina E m erich gibi m edyum ve Spiritualistler Almanya ve A vrupa’da göze görülm eyen (invisible) güçlerin temsilcileri olarak benim senm işlerdi. A vrupa’da o dönem de falcılar ve Kabbalistler belirliyorlardı. Bilim adamlarından ise teknolojiyi geliştirmeleri ve gizem cilerin alanlarına girm em eleri ‘V irtüozi’66 Ö rgütü o dönem de tü m aristokrat kesimi etkilemişti. Baron d ’O berkirch’in de yazdığı gibi o dönem de sayısız kişi bu tü r uğraşlar içine girmişlerdi. Kimisi ‘G ül ve H aç’ üyesi, kimisi peygamber, kimisi de Alşimistti. “B u örgütler ve kişiler nihayet yeraltından yerüstüne çıkmayı başarmışlar ve kendilerini büyük ihtilallerin hizm etine sunmuşlardı.”67 18.

ve 19. yüzyılda yetişmiş devlet adamlarından ve ihtilalciler­

den çoğu bu tür gizli örgüder tarafından yetiştirilmiş ve/veya kul­ 65

Sir Isaac N e w to n , Observations upon the Prophicies o f Daniel and the Apoc­ alypse o f St. John, In tw o parts, p rin te d b y J. D a rb y a n d T. B ro w n e in B a rth o lo m e w -C lo se , L o n d an , M D C X X X III , Fac. E d . M o d u s V iv en d i / A . A ltind al an d C o ., Z u ric h , 1985, ss. 2 8 4 -2 8 5 .

66

N o rm a n Pearson, The 19th Century, 1909, ss. 8 5 5 -8 6 8 .

67 E dw ardes, a.g.e. s. 71.

143

istenmişti. İngiltere’de masonluktan önce kurulan Spiritualist

HITLER

psişik yaşamı Kilise’den çok batıl inançlar, medyumlar, kâhinler,

BİLİN M EYEN

K ühnrath, Nicholas Flamel, C hristina Poniatowitzsh, M artin

lanılmış kişilerdi. Ö rneğin çağdaş İtalya Birliği’ni kuran Garibaldi, böyle yetiştirilmiş bir ihtilalci ve devlet adamıydı. Garibaldi, mason yapılmıştı ve 1863’te Venedik’te kurulmuş olan ‘Atea’ adlı gizli Spiritualist örgütün üyesiydi. David Yallop’un da belirttiği gibi Garibaldi, ülkedeki masonlarla birlikte Papalığı yıkmak için hare­ kete geçmiş ve sonunda İtalyan Ulusal Birliği’ni kurmayı başar­ mıştı. A merika Birleşik D evletleri’ni kuran George W ashington ve arkadaşları da aynı şekilde gizli örgütler tarafından yetiştirilmişler­ AYTUNÇ ALTIN DAL

di. W ashington ve arkadaşları masondular ve güçlerini kanıtlamak için A m erikan D oları’nın üstüne m ühürlerini basmışlardı. Bu bir dolarlık banknot günümüzde de tedavüldedir. Bu doların üstün­ deki tüm semboller O kült literatüründen alınmıştır. N azilerin ünlü ‘İnsan Harası’ fikri de gerçekte 17. yüzyıl­ da yaşamış ünlü bir O kültistten alınmıştı. Bu adam Thom as C am panella’ydı. O n u n ‘C itta del Sol-G üneş K enti’ adlı ütopik

144

çalışması 1623’te yayımlanmıştı ve bu kitabında Campanella, soylu ve seçkin erkek ve bakirelerin çiftleşerek kurdukları bir ‘Ü stün Irk K enti’ tasarımlamıştı. B enzer şekilde ünlü Paracelsus da ilk dil milliyetçisiydi ve bu esrarengiz simyacı Latince değil Almanca ders verm eyi yeğlemişti. Paracelsus’u n 16. yüzyılda yaz­ dığı ‘hom onculus’ adlı küçük cam kavanozlar içinde insan yetiş­ tirm e projesi, günüm üzde ‘tüp beb ek ’ olarak biliniyor. Paracelsus en ünlü O kültistlerden biriydi ve ‘Yeni’ insan yaratmak gerekti­ ğine inanıyordu.68

68

Paracelsus için b kz.: A y tu n ç A ltındal: “ Paracelsus H ayatı ve G örüşleri,” S Ü R E Ç , C ilt I,S ay ı 3 ,1 9 8 0 , ss. 5 2 -6 1 . Ö zellik le 19. yüzyılda A vrup a’da Paracelsus’u n 1 5 3 0 ’da yazdığı “K e h an e tle r” O k ü ltistle r arasında çok tartışılm ıştı. M a rtin L u th e r ve E rasm us’la çağdaş olan Paracelsus’un b ilin e n 3 2 “ K e h an e ti” vardı. B u n lard an bazıları, ö rn e ğ in 24. K eh anet g ib i,T ü rk le r ve O sm an lı’yla ilgiliydi. B u n la r ü n lü A lşim ist ve O k ü ltist

G ünüm üzde de çok kullanılan ‘Yeni D ünya D ü zen i’ şeklin­ deki siyasal bildiri de gerçekte çok eski bir gizli O kültist örgüte aitti. B u bir Alman örgütüydü ve 1260’ta kurulm uştu. Ö rg ü tü n adı ‘Yeni R u h , Ö zgür R u h ’tu (The N ew S pirit,T he Free Spirit). Fransız A m alric’in görüşlerini savunan Pan-Teist A lmanlar tara­ fından kurulm uştu. B u gizli örgüt, çok ilginçtir ki, ‘Yeni R u h u n ’ başlangıç dönem inin 1920’ler olacağını hesaplamış ve bunu da o dönem de duyurm uştu!

Alm an örgütünün ‘Yeni D ünya D ü zen i’ tezini savunmuştu. Thom as Campanella, O kültizm le uğraştığı ve büyü ve sihir U rb an ’a danışman oldu ve bu kez birlikte büyü ve sihirle uğraş­ maya başladılar. Campanella, Papa’yı astroloji, simyacılık ve büyü Şaşırtıcıdır ki, batıl inanç diye tanım lanan astroloji, O kültizm ve onların alt dallarıyla uğraşanlarla en çok m ücadele ettiğini öne süren K atolik Kilisesi ve onu n başı papalardan bazıları hem astrolojist hem de O kültisttiler. B u kadarla da kalmamışlardı. Aralarından bazıları Kilise tarafından tehlikeli bulunarak yasak­ lanmış gizli yeraltı örgütlerine de üye olmuşlardı. Ö rn eğ in Papa 23. Jo h n (1410-1415) bir anti-papa idi ve kendinden önceki anti-papa 5.A leksander gibi o da O k ü lt siyasetiyle çok içli dışlıydı. D ilerseniz rastlantı deyin, K atolik Kilisesi’nin tarihindeki ikinci 23. Jo h n adlı Papa da tıpkı kendisinden 500 yıl önce yaşamış olan 23. Jo h n gibi bir O kültistti. Papa 23. Jo h n ünlü 2. Vatikan Eliphas Levi tarafından y o ru m lan m ıştı. B kz.: Tlıc Prophecies o f Paracehus, R id e r, 1 9 1 5 /1 9 7 4 , öz. Ss. 8 0 -8 1 . 69

E dw ardes, a.g.e. ss. 6 6 -7 0 .

145

konularında eğitti.69

HİTLER

yaptığı için Papa tarafından hapse atılmıştı, ama çıkınca Papa 8.

BİLİNMEYEN

Papalık tarafından gizli ilimlerle uğraştığı gerekçesiyle yirm i yedi yıl zindanda yaşayan Cam panella da 17. yüzyılda bu gizli

Konsili’ni toplamış ve Hıristiyan âleminde çok köklü ve alışıl­ madık tartışmalar başlatmıştı. G ünümüzde 1963 yılında ölen bu Papa’nın aziz ilan edilmesi gündem dedir ve onun adına görkemli bir Katedral inşa edilmiştir. (Katolik Kilisesi 3 Eylül 2000’de 23.

146

AYTUNÇ ALTINDAL

John’u Aziz ilan etti.) Papa 23. John, gizli ‘Gül ve H aç’ Ö rgütü’ne üye yapılmıştı. Elinden düşürmediği asasının üzerinde bu örgütün O kült sem­ bolü olan Gül’ün resmi vardı. Michael Howard, 23. Jo h n ’la ilgili şu bilgiyi aktarmıştı: “Piers C om pton’a göre Papa 23. John (eski adı Kardinal Angelo Roncalli) gizli bir örgüte üye yapılmıştı. Papa’nın Apostolik temsilci olarak bulunduğu Türkiye’de bu giz­ li örgüte üye yapıldığı ve Papalığı dönem inde (1958-63) Gül ve Haç sembollerini daima yanında bulundurduğu gözlenmişti.”70 Piers C om pton, Katolik Kilisesi’nin resmi yayını olan The Universe [Evren] adlı derginin genel yayın m üdürüydü. Papa 23. John,Türkiye’de yıllarca bulunmuştu. 1930’lu yıllarda Türkçe öğrenmişti. En yakın dostlarından biri eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dı. 27 Mayıs 1960’ta yapılan askeri darbe sonucunda Celal Bayar idama m ahkûm edilince 23. John derhal müdahale et­ miş ve askeri cuntadan Bayar’ı idam etmemesini yoksa tüm Katolik âlemini Türkiye’ye karşı boykota çağıracağını resmen bildirmişti. Bayar böylece idamdan kurtuldu. Adnan Menderes, Fatin R üştü Zorlu ve Haşan Polatkan idam edildiler. Celal Bayar 1958’de eski dostu Papa seçilince Vatikan’a giderek onu makamında kutlayan ilk ve son Müslüman devlet adamı olmuştu. Celal Bayar, masondu ve Gül ve Haç O rgütü’yle çok yakın ilişki içindeydi. A dolf H itler ve Nazilere gelinceye kadar Avrupa tarihinde büyü, sihir, astroloji ve Okültizmle uğraşmış, gündelik siyaseti ve halkının yaşamını bu gizli ilimlerle yönlendirmiş sayısız kral, 70 M icheál H ow ard, The Occult Conspiracy, R id e r, 1989, ss. 150-152.

devlet adamı, din adamı, siyasetçi ve asker vardı. Bunları tek tek yazmak ciltler doldurur. Birkaç örnek yeterli olacaktır. Papa 9. Benedict çok ünlü bir büyücüydü. ‘Karabüyü’nün her türünü yapabiliyordu.Yaptığı büyüyle en güçlü siyasal rakibi Malatesta’yı hastalandırarak öldürdüğü söyleniyordu. M artin Luther bu Papa’yı kastederek Katolik Kilisesi’ndeki törenlerin

“U n d erstan d in g P opular C ulture,” a.g.e. s. 138.

72 Laval’ın savunması için bkz.: Laval Parle, Notes et Memoires Rediges par Pierre Laval dans la cellule, avec ime preface de sa fille, et de nombreaux docıtments inedits, Les E ditions d u C heval Arle, Geneve, 1947.

147

71

HITLER

Fransa’nın en ünlü mareşali olmuştu. Laval, kraldan sonra en güçlü kişiydi ve özel hayatında sadece büyü ve O k ü lt’le uğraş­ mıştı. Şatosuna getirttiği yüz yirm i köylü çocuğunu Şeytan’dan altın almak, amacıyla vahşice öldürmüştü. Laval, kızlı erkekli bu çocuklara önce tecavüz etmiş, sonra da onları parçalamıştı. Ü nlü Jan d ’Arc’ın Mareşali diye tanınan Laval, laboratuvarında bu vah­ şeti uygularken Nazilerin Josef M engele’sinin tıbbi araştırmalar yapmak için Yahudi çocuklarını öldürmesine daha 500 yıl vardı. Gilles de Laval’dan 500 yıl sonra Fransa’da yine bir Laval başbakan olmuştu. Bu Laval da ülkedeki en güçlü ikinci adam­ dı. Pierre Laval Vichy H üküm eti’ne başbakan olduğunda en az Cumhurbaşkanı Mareşal Petain kadar yetkiliydi. Bu Laval da rastlantı bu ya, Okültistti ve daha da önemlisi bizzat A dolf H itler tarafından seçilerek başbakan yapılmıştı! Bu Laval da tıpkı eskisi gibi ‘Ari K an’ kuram ını savunmuştu. H itler’e gözü kapalı bağlı­ lık duyan bu Laval, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurşuna dizilen tek başbakan oldu.72 Laval’a ‘Janus Suratlı B üyücü’ deniliyordu. Adının tersten ve yüzden okunuşu aynıydı.

BİLİNMEYEN

çoğu diabolik büyünün kopyalarıdır demişti.71 Tarihe ‘Mavi Sakal’ diye geçen gerçek kişi R aiz Lordu Gilles de Laval’dır. 1420’de doğmuş olan bu soylu, daha sonra

Napolyon Bonaparte da batıl inançlara çok güçlü bağlılık du­ yan bir devlet adamıydı. Astrolojiye çok meraklıydı. Paris’in ünlü kadın kâhini M arie Le N orm and (1793-1843) Bonaparte’nin özel falcısıydı. N apolyon her ay bir tam gününü bu gerçekten de özel yetenekli kadınla geçirirdi. G ünüm üzde

de

birçok

devlet

adamı

büyücülerden,

O kültistlerden, astrologlardan ve şifa dağıtıcılardan yardım almaktadır. Hillary C linton ve Sovyetler Birliği’nin unutul­

148

AYTUNÇ ALTIIMDAL

maz devlet başkanı Leonid Brejnev bunlardan sadece ikisidir. Brejnev’in ‘özel şifacısı’ yla 1989’da K G B ’nin özel izniyle Moskova’da bir görüşme yapmıştım. Gerçekten de şaşırtıcı bir kadındı.73 Avrupa’da sosyalist simyacılar da vardı. Bunların en ünlüsü Annie Besant’tı.74 Okültist ve astrologlar, sadece fal okumamışlar, tarihi belirle­ yecek öngörüler sergilemişlerdi. Bir Okültist, 1915 yılında dört yıl sonra 9 Kasım 1919’da Almanya’da krallığın yıkılacağını ve cum huriyet ilan edileceğini bildirmişti. Bir başkası, 30 Nisan 1933’te A dolf H itler’in Şansölye seçileceğini, bir diğeri ise H itler’in tam on bir yıl iktidarda kalacağını ve on birinci yılın bitip, on ikinci yıla girildiği gün, 30 Nisan 1945’te devrileceğini bildirmişti. Nazilerin iki astrologu 1939 ve 43 yıllarının çok bü­ yük değişiklikler getireceğini ve A dolf H itler’in 1945’te yanında 73

1980’li yıllarda Sovyetler B irliği’n de K o m ü n izm e rağm en O k ü ld e il­ gilenen p ek çok b ilim adam ı vardı. H atta C IA bunlarla m ücadele ede­ bilm ek için b ir tuğgeneral başkanlığında ço k gizli ve özel b ir birim k urm uştu . SSC B ’de özel yetiştirilm iş ‘U z g ö rü ’ uzm anları ve b irçok para-psikolog vardı. O yıllarda b u kişilerden bazılarıyla şahsen tanışmıştım. B rejnev’in ‘Şifacısı’ diye tanınan D r. D ju n a bunlardan biriydi.

74 A nnie B esant (1847-1933), Im Vorhof des Temples, A dyerV erlag, Graz, 1979.

bir kadınla m uhtem elen çok korkunç koşullar altında ortadan kaybolacağını resmi raporlarla bildirmişlerdi. Hitler, elli altıncı doğum gününden (5+6=11) tam on bir gün sonra yanında bir kadınla birlikte ortadan yok oldu. Bu öngörüler, gerçekleştikleri tarihlerden en az iki, en fazla yedi yıl önce yapılmışlardı. Tamamı da öngörülen yıl, ay ve günde gerçekleşmişlerdi. H indistan’ı bağımsızlığa taşıyan G andhi ve N eh ru da O kültle çok uğraşmış iki devlet adamıydı. H indistan’ın İngiltere’den G andhi’ye öğretmenlik yapmış olan gizemli bir H in t Fakiriydi. Bu Fakir’in ölüm ünden önce öngördüğü gün ve saatte Hindistan İngiltere’den bağımsızlığını aldı.

bunların anlamları halk tarafından hiçbir zaman anlaşılmamıştı.

O kültizm ve simyacılıkta çok önemli rol oynayan bazı kavramlar 2. Dünya Savaşı’m n en önemli ve en gizli (Top Secret) operas­ yonlarına ad veya kod olarak konulmuşlardı. H itler’in on bir O kült terim ini kullandığı belgelenmiştir. Bunlar, Enigma, Ultra, Flash, Torch, Yeşil, Sarı, Mor, Valkyrie, Magic, Gül ve Aloes’tir.75 Ayrıca Hitler, SS birlikleri için O kült sembolleri literatüründen seçtiği armalar, nişanlar, muskalar ve rütbeler hazırlamıştı. H itler bunları bizzat çizmiş ve yaptırmıştı. H itler’in SS birliklerinden önceki para-militer SA birlikleri tarihe ‘Kahverengi Gömlekliler’ diye geçmişlerdi. Kahverengi gömlek giyerek, bir örnek giysiler­ le törenler yapmak çok eskiye, 13. yüzyılda kurulmuş bir gizli

75

C ave B ro w n ’u n kitabında p ek ço k ö rn e k vardır.

149

Ö rneğin M erkür ve Civa (Quicksilver) hem Naziler hem de M üttefikler tarafından kullanılmış gizli kodlardı. Benzer şekilde

HITLER

O kültizm ve simyacılıkta kullanılan teknik terim lerin birçoğu özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında çok sık kullanılmışlardı. Ancak

BİLİNMEYEN

bağımsızlaşacağını onlara bildiren ve gününü saptayan kişi ise

örgüte kadar gidiyordu. Bu gizli örgüt, K night Templars’tı ve 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyılın ilk yarısına kadar kurulm uş pek çok ‘İhtilalci’ yeraltı örgütü kendi geçmişini bu ilk örgüte bağlamıştı, masonlar da dahil. Fransızların 2. D ünya Savaşı sırasında ‘geçilm ez’ diye övün­ dükleri ünlü M aginot H attı ise, Savunma Bakanı A ndré M aginot (öl. 1932) adına yapılmıştı. Fransızlar, M aginot H attı’n ın gizli güçler tarafından korunduğuna inanıyorlardı. Ç ün k ü Savunma

150

AYTUNÇ ALTINDAL

Bakanı, Fransa’nın en ünlü m edyum u ve O kültisti Adela M aginot’u n (öl. 1848) soyundandı. 19. yüzyılın Almanya’sinda kırsal alanlarda batıl inançlar, kentlerde ise N eo-Pagan inançlar egem endi. Ü n lü Alm an filo­ zofu Ludwig Feuerbach (1804-1872) Theogonie adlı kitabında Almanlara nasıl bir tanrı aradıklarını anlatmış ve şu öğüdü vermişti: “Kalbiniz nasıl istiyorsa tanrınız öyle olur. H alk nasıl istemişse tanrılar öyle olmuşlardır.”76Almanya’da esen b u din dışı rüzgârlardan Yahudiler de çok etkilenmişlerdi. Kimi Yahudiler inançlarını değiştirerek, bu yeni tip Hıristiyanlığın çeşitli kolla­ rına girmişlerdi. B u dönem de, 204.500 Yahudi din değiştirerek Hıristiyan olm uştu.77 19. yüzyıl Almanya’sına damgalarını vuran üç rom antik şair­ den Johann G ottfried von H erder (1744-1803) hem mason hem de Spiritualistti. H erder, Prusyalıydı ve geçmişte Alm anların gör­ kemli bir ‘A ltın Ç ağı’ olduğunu öne sürm üştü. H erd er’in Altın Çağ kavramı daha sonraki yazarlar, felsefeciler ve sanatçılar tara­ fından gerçekten de var sanılmış ve 20. yüzyıldaki tü m milliyetçi 76

L u d w ig F eu erb ach , The Essence o f Christianity, trans.: G eo rg e E lio t, Intr. K arl B arth , F o rew o rd b y H . R ic h a rd N e ib u h r, H a rp e r a n d R o w , 1957, ss. 28 1 -8 2 .

77

R a p h a e l Patai, The Jewish M ind, C harles S c rib n e r’s S o n , 1977, s. 281.

akımlar A ryan ırkının belirsiz bir geçmişte, A ltın Ç ağ’da safkan Almanlar olarak görkem li bir m edeniyet içinde yaşadıklarına inanmışlardı. H erder, daha sonra çok ünlenen ‘Volk’ kavram ının yaratıcısıydı.78 O n u n gibi, ünlü olan H ein rich von Kleist (17771811) da bir milliyetçiydi. Kleist da H erd er’in R o m an tik A ltın Ç ağı’nı benim sem iş ve efsanevi Aryan Kralları yaratmıştı. Kleist, H itler’in en sevdiği şairdi. O da H itler gibi ‘G aipten Sesler’ duy­ duğuna inanmıştı. Kleist çok bunalım lı bir adamdı. B ir evlilik etmişti. E rnst M o ritz A rndt ise (1769-1860) H erd er gibi ilahiyat okum uştu. A rndt ve Kleist birlikte 30 Yıl Savaşları’na lanetler yağdırmışlar ve T ö ton ruh u n u diriltm eye çalışmışlardı. A rndt, ram ını Almancaya sokan kişiydi. A lmanya’da 20. yüzyılda ortaya çıkan milliyetçi akım lar işte bu üç şairden çok etkilenmişlerdi. inançlara bağlanmış kişilerdi. A lm an R o m an tik leri’nden fazlasıyla etkilenm iş olan sadece kentlerdeki aydınlar ve işadamları değildi.Yahudiler de çok etki­ lenm işler ve gerçekte sanal olan bu ‘Ü stün Irk’a m ensup olabil­ m ek için uğraşmışlardı. Böylece, Almanya’da Y ahudiler arasında bir ‘K endinden N efret’ hareketi başladı ve bazı Yahudi felsefeci ve yazarlar, Yahudi olm anın gerçekte b ir ‘S o ru n ’ olduğunu yaz­ maya başladılar. Ö yle ki 19. yüzyılın en büyük beyinlerinden olan Yahudi asıllı Karl M arx bile bu sanal kuram a inanm ıştı ve o da Yahudilik Sorunu adlı bir kitap yazmıştı! 78

A lm an R o m a n tik filozofu J o h a n n G o ttfrie d H e rd e r (1 7 4 4 -1 8 0 3) 1 766’da R ig a ’da “ Z u m S c h w e rt” Locasına alınm ıştı. D iğ e r R o m a n tik G o tth o ld Lessing d e m aso n d u . B kz.: Jü rg e n H o lto rf, D ie Logen der Frei­ maurer, H ey n e, 1991, s. 146.

151

N ed ir ki, bu üç şair de inanm ış H ıristiyan değil, N eo-P agan

HITLER

H itler’in en sevdiği kavram olan ‘R e ic h ’ (H üküm ranlık) kav­

BİLİNMEYEN

yapmış ve tıpkı H itler gibi, ertesi gün karısıyla birlikte intihar

D iğer Yahudi aydınlarından O tto W eininger (öl. 1903) Yahudiliği o kadar ağır eleştirmişti ki, kendisine en ünlü ‘A ntiSemitYahudi unvanı verilmişti! Ü nlü ikiYahudi felsefeci, Chaim Zhitlowsky (1856-1943) ve Simon D ubnow (1860-1941) bu dönem de Yahudilere ‘imanları itibariyle Hıristiyan, milliyetle­ ri itibariyle Yahudi olmaları’ için çağrılar yayımlamışlardı. Bir başka Yahudi, Fransız Alfred N aquet ise ilk kez Yahudi kızla­ rının Aryan erkekleri tarafından döllenmelerini, böylelikle de

152

AYTUNÇ ALTINDAL

Yahudilikten kurtarılmalarını istemişti.79 Daha pek çok Yahudi Alman R om antikleri’nin yarattıkları Altın Çağ’da safkan bir Aryan olabilmek için bir an önce Yahudilikten kurtulm aları ge­ rektiğine inanmıştı. Hızını alamayan bir Yahudi, M ax N aum ann ise 1922’de H itler’in ırkçılığına rahm et okutacak kadar Aryan ırkçılığı yapan ‘Verband N ational-D eutscher Juden’ (NasyonalAlmanYahudiler Birliği) adlı bir örgüt kurm uştu ve açıkça Nazi Partisi’ni desteklemişti.80 Yahudileri ‘parazit’ olarak tanımlayan ilk kişi de Aharon David G ordon (1856-1922) adlı bir Yahudiydi. David Freischman (1860-1922), Lazarus Bendavid (1762-1832), Isaac Marcus Jost (1763-1860), ünlü R einach Biraderler Theodore, Salamon ve Josef (1856-1926) kendi dinlerini en çok eleştiren aydınlar ol­ muşlardı. Ü nlü Yahudi Fransız tarihçisi Leon Kahn (1850-1956) Yahudilerin yalancı ve ikiyüzlü olduklarını yazmıştı.81 Julien Benda (1867-1956) ise Yahudiliğin insanlığın başına bela oldu­ ğunu yazacak kadar kendi Yahudiliğinden nefret eden biriydi.82 Sionist liderler Leon Pinsker (1821-1891) ve T heodore H erzl’in 79 Patai, a.g.e. s. 472. 80 Patai, a.g.e. s. 458. 81 Patai, a.g.e. s. 473. 82 Patai, a.g.e. s. 473.

(1860-1904) amaçlarıysa gerçekte Yahudileri içine sürüklendik­ leri asimilasyon batağından kurtarm aktı.83 Sionizm böylelikle Yahudi Milliyetçiliği’ne dönüştü, en azından uzunca bir süre için. Almanya’da aydınlar Yahudilere artık onların dinleriyle ilgilen­ mediklerini, onlardan sadece giyim kuşamda ve yaşam tarzında kendileri gibi olmalarını istediklerini söylüyorlardı.8419. yüzyılın önde gelen Anti-Sem itleri artık papazlar ve safkan Almanlar de­ ğil, ilginçtir ki, safkan Aryan olmak hayaline kapılmış olan bazı tüm safkan A lm an-A ryan-Töton yeraltı örgütleri işte kendile­ rinden önce yazılmış olan Yahudilerin ‘K endinden N efret’ lite­ ratürünü insafsızca istismar ederek korkunç bir Anti-Sem itizm

lan kavram ‘göze görünm eyen’ (Invisible) di. Bu kavram, örneğin ünlü bilim kuruluşu Royal Academy için kullanılmıştı. Bu akade­ miye üye olabilenlerin tamamına yakını -Locke, Boyle, vd. gibiOkültist veya simyacıydılar.Yahudilerin de bir göze görünm eyen ‘H üküm eti’ vardı. Bu gizli Yahudi H üküm eti’nden ilk söz eden 83 Patai, a.g.e. ss. 45 7 -7 7 . H erzl aslında b ir ‘Y ahudi K rallığı’ k u rm a k iste­ m işti. O n a göre Siyonist Y ahudilerin yeni kralı da oğlu H ans H erzl ola­ caktı. N e d ir ki H ans, babasının ö lü m ü n d e n sonra in tih ar etti, ik i k ızın ­ dan b iri genç yaşta öld ü . E n k ü ç ü k k ızı,T ru d e H erzl, toplam a kam pında öldü. O n u n oğlu ise Ingiliz vatandaşlığına geçti, İsrail vatandaşı olm ayı red etti ve 1949’da in tih ar etti. 84 Patai, a.g.e. s. 280. (Y ahudilikteki b ö lü n m e le r ve hiziplerle ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz.: R ap h a e l Jospe ve Stanley W agner, Great Schisms in Jewish History, C e n te r fo r Judaic Studies, KTAV, 1981. A yrıca B rian Lanchester, ‘Judaism ,’’ E L E M E N T , 1993. A yrıca Jo sep h G lau, Judaism in America, U n i. C hicago PAS., 1976.

153

göze görünm eyen ‘Kolej’ adıyla ilk kez 17. yüzyılda Ingilizlerin

HITLER

kampanyası başlatmışlardı. 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupalı aydınlar arasında en sık kullanı­

BİLİNMEYEN

safkan Yahudilerdi! Garip, ama gerçek olan budur. 20. yüzyılda

EllisVeryard adlı bir İngiliz tıp doktoru olmuştu.85 Bu göze gö­ rünmeyen hüküm et gerçekte yasadışı bir organ değildi, ama öyle algılanıyordu. Gerçek adı ‘Vaad Arba H a’aratzot’tu. İlkin 1500’lü yıllarda Polonya’da kurulmuştu ve ‘D ört M emleket Konseyi’ anlamına geliyordu. Kurucusu Mordecai ben Abraham Jaffe (1535-1612) idi. Ruslar, Polonya’yı işgal edince 1882’de Konsey’i yasakladılar. Daha sonra Çarlık Rusya’sının gizli istihbarat ör­ gütü tarafından dünyaya dağıtılan ünlü ‘Sion Yaşlıları’nın Gizli

154

AYTUNÇ

ALTINDAL

Protokolleri’ adlı belge işte bu Konsey’in 29-31 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel Kenti’nde yaptığı son gizli toplantının zabıtlarına dayandırılmıştı.86 Hiç kuşkusuz, bu zabıtlarda sahte belgelerde öne sürüldüğü gibi Yahudilerin dünyayı ele geçirmek planları yoktu, fakat Sionist Yahudilerin ne pahasına olursa olsun kendilerine güvenli bir yurt edinme planları ve arzusu vardı. Dr. L.H. Lehmann Katoliklikten çıkarak Protestan ol­ muş bir yayıncıydı. Amerika’da The Converted Catholic adlı bir dergiyi yönetmeye başlamıştı. O nun yazdıklarına göre, ‘Sion Protokolleri’ gerçekte Rusların değil, Katolik Cizvitlerin yaptık­ ları bir sahtekârlıktı. Lehmann şöyle yazmıştı: “Sion Protokolleri, Cizvitlerin hazırladıkları tek sahte belge değildir. Cizvitler daha önce de ‘Bourg-Fontaine Yaşlıları’nın Sırları’ diye bir belge ha­ zırlamışlardı ve Protestanları suçlamışlardı.”

85 E (Ilis) W eryard, M .D ., A n Account o f Divers Choice Remarks / Taken in a Journey through the Low Countries, France, Italy and Part o f Spain, Sicily and Malta as Also A Voyage to the Levant, E xon: P rin te d by Sam Farley, 1701, Fac. Ed. M o d u s Vivendi, A. A ltindal and C o., Z u ric h , 1987, ss. 252-254. 86 Sam uel H . D resn er’in incelem esi. Bkz.: Great Schisms in Jewish History, a.g.e. s. 1 2 5 .“ Polonyalılar b u saygın kuruluşa ‘H ü k ü m e t içinde H ü k ü ­ m e t’ diyorlardı.”

Dr. Lehmann’a göre 1790’larda yazılmış olan bazı görüşler, doğrudan doğruya Cizvit Tarikatı’nın Anayasası’nda yer almıştı. Bu tarikatın anayasasında 1593’ten bu yana bir ‘Aryan’ paragrafı vardı.87 1608’de Cizvit Anayasası’m hayata geçirmeye karar veren tarikat 1893’te, Floransa’da yaptığı son resmi toplantıda bunu dün­ yaya ilan etmişti. Dr. Lehmann’a göre birileri A dolf H itler’e bu Aryan maddesiniyletmişler ve ondan bu maddeyi Nazi Partisi’nin yönetmeliklerinde ve Almanya’da kullanmasını istemişlerdi.88

belge,‘Das Edikt von Konstantinopol’ adını taşıyordu ve 1489’da Ispanya’daki Yahudilerden İstanbul’daki Yahudilerin ‘Prensi’ne Prensi -her kimse?- İspanya’daki dindaşlarına bir öğüt veriyor­ du. Buna göre,Yahudiler dışsal olarak Katolik görünebilirler ve İspanya’yı ele geçirebilirlerdi. Kısacası, Prens onlara ‘takiyye’ yapmalarını ve gizli Yahudi açık Katolik olmalarını öğütlemişti.89 (Bkz. Ek) Bazı Yahudiler bu öğüdü tutmuşlar, bazıları da 1492’de İstanbul’a gelmişlerdi. Daha sonra 1660’larda Osmanlı İm paratorluğu’nda ortaya çıkan ve Sabataist diye bilinen ‘D önm e H areketi’ işte bu E dikt’i esas almıştı. Osmanlı İm paratorluğu’nda bilindiği gibi Yeniçeriler, Hıristiyan çocuklarından ‘D evşirm e’ yöntemiyle alınarak M üslüman yapılmış kişilerdi. İmparatorlukta, Hıristiyanlar için Devşirme,Yahudiler için de D önm eler gelene­ ği vardı. Bu iki grup, devşirmeler ve dönmeler, Osmanlı bürokra­ sisini ve ticaret hayatını ellerine geçirmişlerdi. Bunlar Hıristiyan 87 L. H . Lehm ann, Behind the Dictators, A gora, 1942, s. 21. 88 L. H . Lehm ann, a.g.e. s. 17. 89 Das Edikt von Konstantinopel, D r. D avid Farbstein, Z ü ric h , 1935.

155

böylece idamdan kurtulabilirlerdi. Sonra da bürokrasiye sızarak

HITLER

yollanmış gizli bir m ektuptu. Bu m ektupta İstanbul’daki Yahudi

BİLİNMEYEN

1920’li yıllarda sadece ‘Sion Yaşlıları’nın Gizli Protokolleri’ değil, onunla birlikte gizli bir belge daha elden ele dolaşmıştı. Bu

âlemiyle ilişkilerde birbirleriyle geçinem eseler de devletin ilişki­ lerinde birinci dereceden rol almışlardı. 19.

yüzyılda başta Almanya olm ak üzere tü m Avrupa birta­

kım gizli yeraltı örgütlerinin siyasal yönlendiriciliği ve baskıları altındaydı. Bu dönem de Almanya’da 220 düzenli mason locası ve 24 bin mason vardı. Ü n lü T h u rn u n d Taxis ailesinden bir Prens, 1765’te Bavyera’d a ‘U m u t’ locasını kurm uştu. Aynı aileden başka bir prens ise 1918’de, T h u le ’nin kurucusu Baron R u d o lf ALTINDAL AYTUNÇ

von S ebottendorif’u n yardımcısı olm uştu. Almanya’da mason localarına ilk kez, 6 H aziran 1767’de bir Yahudi kabul edil­

dininden ayrılmış birtakım soylular önce b u Seküler örgütleri

mişti.90 Sanıldığının tersine mason locaları Yahudiler tarafından kurulm uş değildi.91Tam tersine Katolik ve özellikle de Protestan kurm uşlardı. A rthur Edward W aite’in yazdığı gibi, o günlerde Almanya’nın h er yerinde gizli ve yasak ayinler yapılıyordu.92

156

Protestanlığın kurucusu M artin L uther (1483-1546) azı­ lı bir Yahudi ve T ürk düşmanıydı. 1543’te şimdi yasaklanmış olan Yahudi düşmanı kitabı yayımlanmıştı. B u kitapta Luther, “B unların önce sinagoglarını yakın. Sonra evlerini yakın. Sonra kitaplarını yakın,” diye yazmıştı.93 İlginçtir ki, M artin L uther

90

R o b e r t Freke G o u ld , Past Senior Grand Deacon o f England. The History o f Freemasonry, Drives from Official Sources, V olum e V I, N e w Y ork, 1887, ss. 25 1 -2 8 5 .

91

19. yüzyılda O rta A lm anya’da 2 6 0 b in Y ahudi vardı. 1 8 7 0 ’lerde b u sayı 470 b in e yükseldi. N ü fu s u n sadece % 1 .2 ’si Y ahudiydi. B kz.: H e lm u t B erdin g , Moderner AntiSem itism us in Deutschland, S u hrkam p, 1988, s. 35.

92

A rth u r E d w ard W aite, The Brotherhood o f the Rosy Cross, B arn es-N o b le ,

93

R o b e r t S .W istrich , The Longest H atred/A ntiSem itism , S ch o ck en B ooks,

1993, s. 440.

N e w Y ork, 1991, ss. 3 9 -4 1 .

95

B ible, R ev . 9 -1 -1 0 . N e sta H . W ebster, Secret Socities and Subversive Movements, E.P. D u tto n a n d C o ., N e w Y ork, 1924, s. 4.

157

94

HITLER

ajanları vardır. H er olayı gözlem ektedirler.”95

BİLİNMEYEN

M agdeburg’daki gizli b ir ‘Kardeşlik’ (B rotherhood) örgütünde bir süre eğitilmişti. M agdeburg, ‘T h e N e w S p irit/T h e Free Spirit’ (Ö zgür R u h ) adlı yasaklanmış gizli örg ü tü n başkentiydi. A lm an m asonlarının çoğu işte bu Protestan gelenek içinde yetişmiş kişilerdi. K atolik Alınanlarsa, Kilise masonluğu yasakladı­ ğı için daha az katılım göstermişlerdi. Katolik Kilisesi, masonları ‘Şeytanın U şakları’ olarak nitelemiş ve çok ağır bir dille suçla­ mıştı. Papa 12. Leo ‘H um anu m genus’ adlı bir m ektup yayımla­ yarak m asonluğu şiddetle m ahkûm etmişti. B u m ektup, 20 Nisan 1884’te yayımlanmıştı ve b ü tü n dünyada büyük yankılar uyandır­ mıştı. B undan tam beş yıl sonra aynı gün A dolf H id e r dünyaya gelmişti. Katolik Kilisesi’ne göre, 20 N isan Incil’de geçen (ör. Rev. 8-9) ‘Yedi M elek’ günüydü. Bilinmez, belki de H itler bu m eleklerden biri olan ve Ibranice ‘A baddon’ denilen bir cehen­ nem meleği olm ak için yeryüzüne indirilmişti. İncil ve Tevrat’a göre bu m elek yıkım ve ölüm getirecekti. Rastlantı olsa gerek N azi ressamları A dolf H itler’i m itolojik savaş tanrısı A pollon ola­ rak resmetmişlerdi. G rekçe A pollon’u n İbranicesi A baddon’du.94 19. yüzyılda devletleri ve toplum ları yönlendiren gizli ö r­ gütleri belki de ilk kez ve büyük b ir cesaretle B enjam in Disraili dile getirm işti. Kendisi de Y ahudilikten dönm e H ıristiyan olan Disraili, İngiltere’de başbakan seçilmişti. Disraili 1856’da Avam Kamarası’nda bir konuşm a yapmıştı. Şu sözler ona aittir: “D ünya devletleri günüm üzde perdenin önünde görünenler tarafından değil, görünm eyenler tarafından yönetilm ektedir... B u kişiler diledikleri zaman diledikleri devlet adam ını öldürebilirler, h ü ­ küm etleri devirebilirler, hatta gerekli görürlerse soykırım lar bile yaptırabilirler. O denli gizli, tehlikeli ve güçlüdürler. H er yerde

1920’ler Almanya’sında perde gerisindeki örgütlerin en teh­ likelisi T hule ve onun em rindeki ‘Kutsal Vehm ’ (H oly Vehm) örgütüydü. C ehennem M eleği A baddon A d olf H itler’i yönlen­ diren işte onlardı. C eh en n em

M eleği’nin esrarengiz yaşamı yine esraren­

giz bir olayla noktalandı. 30 N isan 1945 gecesi B erlin’deki B unker’de gerçekte ne olduğu hiçbir zaman aydınlatılamadı. Temm uz 1945’te savaşın galipleri Potsdam ’da toplandılar. Stalin,

158

AYTUIMÇ ALTINDAL

C hurchill’e H itler’i sordu. C hurchill öldüğünü ve cesedinin onlarda (Ruslarda) olduğunu söyledi. B unun üzerine Stalin çok garip bir açıklama yaptı: “Bizde A dolf H itler’in cesedi yok. Şu anda elimizdeki istihbarata göre Ispanya’da veya A ıjantin’de sak­ lanıyor olmalı.”96 Y irm i yıl sonra 1965’te tü m dünya H itler’i öldü bilirken, Potsdam Konferansı’nın 20. yılı münasebetiyle Sovyetler bir açıklama yayımladılar. Açıklama ünlü Der Spiegel dergisinde yer aldı. Bu açıklamaya göre 30 N isan 1945’te ölen şahıs A d olf H itler değil, ona aynı yum urta ikizi kadar benzeyen dublörü Gustav W ehler’di.97 (Bkz. Ek)

96 97

H u g h T h o m a s , a.g.e. ss. 159-175. D er Spiegel,J u n e 1965. A yrıca bk z.:W aite, a.g.e. s. 508. G ustav W ehler, G estapo tarafından 1944’te d u b lö r olarak seçilm işti.

Üçüncü Bölüm

ESRARENGİZ BARON

3.1. KUTSAL VEH M (FeMe)

Y eni R e i c h g e çm işin T o to n Ş ö v aly eleri’n in y o lu n d a y ü rü m e k z o ru n d a d ır. A d o lf H id er, Kavgam'

Geçmişte ve günümüzde Almanca konuşan toplum ların ‘Zam an’ kavramına yükledikleri anlam, konuşmayanlarla geceyle gündüz kadar farklıdır. Almanların zaman kavramıyla, örneğin İngiliz ve Fransızların zaman kavramı neredeyse taban tabana zıttır. Ö rneğin Ingilizlerin 15 günlük tatil dediği yerde, Almanlar 15 gecelik tatil derler. Eski Alman efsanelerinde ve töresinde (sagas) yaşam dört zaman (veya dört vakit) dilimine ayrılmıştı. Bunların tamamı orm an yasalarının C erm en kabilelerine dikte ettirdiği zaman birim leriydi. Almanlara göre hayattaki dört vakit (Zeit) önce ‘Schwertzeit’ denilen sözün vaktiyle başlardı. B unu ‘Beilzeit’ yani Balta/Çalışma vakti izlerdi. B undan sonra ‘W indzeit,’ yani fırtına vakti, bunu da en önemlisi olan ‘Wolfzeit,’ yani K urt vakti izlerdi. 1H itler, Kavgam, 1924, s. 140.

Bu sonuncusu Fenris adlı bir tanrıya aitti ve bu da dev bir kurttu. Fenris’in vaktinin gelmesi yerleşik düzende ölümcül ve tehlikeli bir dönem in başladığı anlamına gelirdi.2Türkçedeki ‘K urt puslu havayı sever’ özdeyişi belki de Almanların K urt vaktini en iyi açıklayan sözdür. Fenris zamanı gelince durdurulamazdı ve tan­ rıların en acımasız olanıydı. Ü nlü R om alı general ve devlet adamı Julius Sezar, C erm en kabileleriyle savaştıktan sonra ‘D e Bello Gallico’ adlı kitabında

162

AYTUNÇ

ALTINDAL

şöyle yazmıştı: “Tanrı olarak kabul edebilecekleri nesneler daima gözleriyle görebildikleridir. G örm edikleri zaman anlamıyorlar. O nun için Güneş’e, Ay’a ve Ateş’e tapıyorlar.”3 Sezar’dan bir yüzyıl kadar sonra İÖ 98’de Cornelius Tacitus da ünlü Germania adlı kitabının 9. bölüm ünde şunları yazmıştı: “O rm anları ve karanlık kuytulukları kutsal kabul ediyorlar. Günah nedir bilmiyorlar ve tanrılarına insan kurban etmeyi yadırgamıyorlar.”4 James C. Russell’in de gösterdiği gibi, ‘capitularies’ denilen yönetm eliklerinde Frank (Cermen) krallarının kutsal ağaçlara, kuytuluklara, su kaynaklarına ve taşlara tapındık­ ları, kehanetlere aşırı ilgi gösterdikleri yazılıdır.5 Almanlar önce orm anları m esken tutm uş

kabilelerdi.

Ormanlarda ışık ve aydınlık az, karanlık çoktu. B u nedenle yaşamlarını gündüzlere göre değil gecelere göre ayarlamışlardı.

2

Lanczkowski, a.g.e. ss. 108-112.

3

C A E S A R , Gallic War, B o o k I, A .S.W alpole M ac M illan and C o ., Lon­ do n , 1931. A ynca bkz.: Römisches Weltreich und Christentum, Historia M undi, 1956, ss. 1 2 0 -1 2 2 ,2 5 1 .

4

C ornellius Tacitus, Chapter 9, G erm an ia cited b y Jam es C . R ussell, s.

5

Jam es C . Russell, The Germanization o f Early Medieval Christianity, O x ­

108. ford U n i. Press, 1994, s. 107.

Alman toplum unun psikolojik kurgulanışını incelemiş olan David Abrahamsen’in de belirttiği gibi Almanlık R u h u ’nun derinliklerinde orm an karanlığı yatıyordu. O rmanlardaki dev ku rt Fenris’in rolünü T oton Şövalyeleri üstlenmişlerdi.6 Ü nlü F. Engels’in yazdığına göre 11. yüzyılda Berlin ve çevresinde yaşayan C erm en kabileleri arasında tıpkı Fenris gibi insanları parçalayarak yemek (Cannibalism) geleneği vardı. David Abrahamsen’e göre orm anda sıkışıp yaşamak insanlara O rm anları dolduran korkutucu gerçeküstü varlıklardan -cinler, periler ve ruhlar- korunabilm enin tek yolu birlikte var olmaktı. Abrahamsen bu nedenle Almanların birkaç bin yıl içinde oluş­ unsurun da orm an olduğunu öne sürmüştü. O na göre Almanlar tek kaldıklarında korkak, ürkek ve cesaretsiz oluyorlardı. Fakat kadar güçlü, savaşkan ve atak oluyorlardı.7 O rm an geleneği için­ de yetişmiş olan Almanlar için kutsal ve dünyevi (Seküler) ayrımı yoktu.8 H er ne varsa canlıydı ve bütün yaşam canlılığa doğru yönlendirilmişti.9A ntikY unan’da gün şafakla başlıyordu, ama bu 6

1880’de A lm anya ve İn g iltere’de A lm an-A ryan soyunun Pagan ta n rı­ larım öven ve A lm an ‘M itolojisini’ anlatan b ir kitap yayım landı. D r. W. W agner’in yazılarından W.S.W A nson tarafından d erlen en b u kitap kısa zam anda 100 b in in ü zerin d e satış yaptı. Alm anya ve A vusturya’da h e r zen g in in kütü p h an esin e girdi. Fenris başta olm ak üzere tü m A ry anT ö to n tanrıları ilk kez b u kitapta açıklandı. B kz.: Asgard and the Gods, Sw an S o n n e n c h ein u. C o ., 1891.

7

D av id A braham sen, M e« M ind and Power, C o lu m b ia U n i. Press, 1945, ss.

8

Russell, a.g.e. s. 17.

9

N ig e l Pennick, Practical Magic in the Northern Tradition, T h o th P u b licati-

19.

163

bir Alman Birliği oluşturduklarında önlerinde durulamayacak

HİTLER

turdukları bir yaşam tarzı içinde olduklarını ve bunu belirleyen

BİLİNMEYEN

kendinden olana sokularak yaşama zorunluluğunu getiriyordu.

N ordik gelenekte gün, güneşin batmasıyla başlıyordu. Sembolik olarak gece ana rahmindeki fetüsün güneş ışığına çıkıncaya ka­ dar geçirdiği güvenli evre olarak algılanıyordu.10 Bu nedenle de Almanlar geceleri kendilerini daha güvenli hissediyorlardı. A dolf H itler bu anlamında su katılmamış bir Aryan’dı.11 Gündüzlerini çoğunlukla uyuyarak geçirir ve geceleri sabaha kadar oturup çevresine katılmalarını istediği kişilerle konuşurdu. Almanlar, Türklerle hem en hem en aynı çağlarda dinleri­ AYTUNÇ ALTINDAL

ni değiştirdiler. Şamanist Türkler 9. yüzyılda Müslüman, Arap ve Acemler tarafından İslamiyet’e geçirilirken, aynı dönemde Katolik Latinler de Pagan ve Barbar Almanları Hıristiyanlığa sokmaya başlamışlardı. Başlangıçta her iki topluluk da bu büyük ve köklü uygarlıklara ‘yedek’ savunma gücü sağlamak amacıyla bu dinlere alınmışlardı. Ama yaklaşık iki yüzyıl sonra bu toplu­ luklar, eski Şamanist Türkler ve eski Pagan Almanlar yeni dinle­

164

rini yaymak için en çok dövüşen topluluklar oldular. Cerm en-A lm an kabileleri girdikleri yeni dini savunmak ve yaymak amacıyla ö n cel. Haçlı Seferi’ne kitlesel olarak katıldılar. Sonraki yedi Haçlı Seferimde de C erm en kabileleri çoğunluğu on, 1989, s. 11. Ayrıca bkz.: N o rd ik gelenek H ıristiyanlık için H e re tik / Sapkın b ir anlayıştı, dolayısıyla yasaklanmıştı. Bkz: D avid C hristie M u r­ ray, A History o f Heresy, O x fo rd U n i. Press, 1976, s. 1. 10 Pennick, a.g.e. ss. 121-126. H ıristiyanlık’tan önce Y ahudiler için tüm dünya kutsaldı ve ‘Seküler’ olm ak diye b ir anlayış yoktu. D ü nyevi-K utsal ayrım ı H ıristiyanlık’la başladı. Bkz.: Ignaz M aybaum , Trialogue Be­ tween Jew, Christian and Muslim, R o u tle d g e and K egan Paul, London, 1973, s. 81. 11 A lm anlar gerçekte hiç de ‘Safkan’ değillerdi. N aziler ‘K an ’ olgusunu m etafizik anlam ında kullandılar ve ‘Irk ’la ‘H itle r’in ‘A lınyazısı/K ader’ini özdeşleştirdiler. Bkz.: K arl Loew enstein, Hitler’s Germany, M ac M illan, 1944, ss. 134-137.

oluşturdular. C erm enlerin M üslüman Türkler ve Araplarla ilk karşılaşmaları işte bu savaşlar sırasında oldu. Haçlılar ve özel­ likle de T öton Şövalyeleri’nin soylarından gelen bazı Alman soyluları M üslüm an düşmanlarından çok etkilendiler. Arapçada bulunan, fakat Almancada olmayan bazı kavramları benimsediler. Bunlardan biri de ‘Vehm’ (Vehmetmek, zan altına olmak, suçlu olduğundan kuşkulanmak) di. Ve Almanlar Hıristiyanlığa geçiş­

Arkon Daraul’un yazdığına göre, “O rtaçağ’da Almanya’nın Westfalia bölgesinde bir yeraltı mahkemesi faaliyet gösterme­ ye başlamıştı. Ç ok gizli ve sırlarla dolu bir örgüttü bu. Adı Almanca ‘Fahne’ (Bayrak) sözcüğünden, kimileri de Latince ‘Fame’ (Şöhret) sözcüğünden geldiğini söylüyorlardı. (Vehm Templars Şövalyeleri’ne ve Haçlı Seferleri’ne iniyordu. Aralarında yaptıkları gizli seçimlerle kendilerine kimlikleri çok az kişi tarafindan bilinen başkanlar seçiyorlardı ve bunlara akıllı adam an­ lamına gelen ‘Fehm ’ diyorlardı. Bu sözcük de Arapçaydı ve aynı anlama geliyordu.”12 (Fehim ve Vehim günüm üz Türkçesi’nde de az da olsa kullanılmaktadır.) Adı ve sanı Arapça sözcüklerle ta-

12 A rk o n D araul,^4 History ofSecret Societies, A C itad el Press B o o k , 1995, s. 202. H ıristiyanlık öncesi C e rm e n -A lm a n k abilelerinde ‘G izli’ ö rg ü tler vardı. B u ö rgütlerde ‘D em irci U staları’ lid er oluyordu. B kz.: O tto H ö fler, Geheimbunde der Germanen, Frankfurt, 1934, ss. 53 -5 4 . A yrıca A lm an ve Jap o n “ G izli Ö rg ü t” geleneğinde şaşırtıcı paralellikler vardı. J a p o n larda da ‘D em irci U staları’ tarafından ku ru lm u ş gizli erkek ö rg ü tleri vardı. B kz.: M ircea Eliade, Schmiede und Alchemisten, K le tt-C o tta , 1980, ss. 110-111.

165

Almancada FeMe diye okunuyor.) Bu kuruluşun geçmişi Knights

HİTLER

Vehm’di, ama bu sözcük Almanca değildi. Kimileri bunun

BİLİNMEYEN

lerinden sonraki ilk gizli örgütlerini bu adla, ‘Kutsal Vehm’ adıyla kurdular.

mmlanmış olan bu gizli örgütün çalışma yöntem i de tıpkı Hassan Sabbah’ın Alamut’ta kurduğu Şii Haşhaşin ve/veya Batı’daki adıy­ la Assasin Ö rgütü’nün uygulamalarına uyuyordu. Hassan Sabbah da ‘Fehim’di ve ‘Vehm’ (şüphe) altına aldığı kişileri kendi gizli mahkemesinde yargılayarak öldürtüyordu. Almanların ‘Kutsal Vehm’ (Fe Me) mahkemesi de aynı şekilde zan altına aldığı kişi­ leri yasal mahkemelerin dışında kendi gizli yeraltı mahkemesinde yargılayarak öldürtüyordu. G ünüm üzün moda deyimiyle ‘Kutsal

AYTUIMÇ ALTINDAL

Vehm’ bir tür ‘Yargısız İnfaz’ timiydi. Daha sonraki yüzyıllarda İtalya’da ortaya çıkan mafya gerçekte işte bu gizli Alman örgü­ tünden esinlenerek kurulmuştu. Vehm’in gizli parolası S.S.G.G. harflerinden oluşuyordu.Ve ‘İp, Taş, Ot,Yeşil’ sözcüklerini anlatı­ yordu. Bu harfler bir ‘H an çerin üstüne işlenmişti. Kutsal Vehm’in Almanya’nın hem en her köşesinde ajanları vardı. Bunlar ‘Alman R u h u n a’ aykırı davranışlar içinde oldukla­

166

rından kuşkulandıkları kişileri zanlı sayarak yeraltı mahkemesine jurnalliyorlardı. Bundan sonrası ise korkunçtu. Bu mahkemenin atadığı cellatlar hiç bilmedikleri bir köye, kasabaya veya kente giderek hiç tanımadıkları o zanlıyı öldürüyorlardı. Almanlar ken­ di düzenli polis ve güvenlik örgütlerinden çok bu sır dolu gizli yeraltı örgütünden korktukları için kendilerinden istenilenlere daima soru sormadan boyun eğmişlerdi. Kutsal Vehm, 1811’de resmen yasaklanmıştı. Lanz von Liebenfels bu gizli örgütü 1910’da yeniden canlandırdı. Konrad H eiden’in belirttiğine göre Kutsal Vehm en çok 1923 yılında cinayetler işlemişti.13 Vehm’e göre öldürülenlerin hepsi Aryan R u h u ’na karşı suç işlemiş kişilerdi. 19. yüzyılda başlayan Yahudilerin Almanlaşması süreci Kutsal Vehm’in yemden canlan­ masına yol açtı. Onlara göre Almanya’nın sadece ticareti, basını, 13 H eiden,“The Führer,” a.g.e. s. 140.

bankaları değil şimdi de Almanlık R u h u Yahudilerin mülkiyeti­ ne geçiyordu. D inlerini değiştiren, fakat milliyetlerini saklı tutan Yahudiler şimdi de Almanların en kutsal değeri olan ‘T ötonluğu’ kendilerine almak üzereydiler. Bu endişeyi duyanlardan biri de Bismarck’tı. B ir konuşmasında, “Yakında benim aile adımı kulla­ nan birYahudi Bismarck’la tanışmak zorunda kalabilirim,” demiş­ ti. Aslen yarı-İngiliz ve yarı-Fransız olduğu halde safkan Aryan olduğunu öne süren H.S. Cham berlain ünlü kitabında, “Bizim diye yazmıştı.14 İlginçtir ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından başla­ yarak 20. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Almanya’da başta basın olmak üzere hem en h er köklü kurum u safkan Aryanlardan

Aryan olduğunu öne süren safkan Yahudiler temsil ediyordu. cıların çoğu Yahudiydi. Dünya Savaşı’nın getirdiği beklenm edik yenilgi savaş sonrasında bir hezim et duygusunu ateşlemişti. Kendilerini avutmak için Almanların savaşı yitirmediklerini ve içlerindeki Yahudilerin Almanya’yı ele geçirm ek için Aryan ırkını sırtından bıçakladıklarını söylüyorlardı. İşte Kutsal Vehm bu dönem de eskisinden çok daha güçlü ve kararlı bir şekilde yeniden ortaya çıktı. Kutsal Vehm’in kendine verdiği ilk görev işte bu sahte Aryanların,Yahudileri toptan ortadan kaldırmaktı. KutsalVehm O rg ütü’nü yeniden canlandıran ilk yeraltı örgü­ tü ‘G erm anen O rder’ diye tanınan C erm enlik Tarikatı olmuştu. Bu tarikat 1910 yılında List ve Lanz tarafından kurulm uştu ve 14

H . S. C ham b erlain , The Teuton is the Soul o f O m Culture, Die Grundîagen

des Neunzehnten Jahrhunderts, 3. E d., M u n ich , 1901, trans J o h n Lees, The N a z i Years, E d .Jo ac h im R em ak ,T o u ch sto n e, 1969, ss. 5-6.

167

Başbakanların, parti liderlerinin, gazete sahiplerinin ve sendika­

HITLER

daha fazla Aryanlaşmış eski safkan Yahudi işadamlarının ellerine geçmiş durumdaydı. A rtık Almanya’yı A ryan-Töton ırkı değil,

BİLİNMEYEN

T oton kültürüm üz ve ruhum uz çok büyük bir tehlike içindedir,”

on binlerce taraftarı vardı. Araştırmacı-yazar G oodrick Clarke’ın belirttiğine göre C erm en Tarikatı gizlilik esasına göre kurul­ muştu. Tanınmış kişilere suikastlar düzenliyor, siyaseti yönlendi­ riyordu. ‘Volk’ geleneğine fanatikçe bağlı olan unsurları sürekli olarak kışkırtıyordu. Yahudi siyasetçileri ve Alman ruhuna aykırı davrandıklarından kuşkulandıkları Almanları da m odern Vehm geleneğine göre öldürüyorlardı.15 Kutsal Vehm Yahudi Dışişleri Bakanı Walter R atenau’yu, AYTUNÇ ALTINDAL

Sosyalist Yahudi R osa Luxemburg’u ve Karl Liebknecht’i gizli ajanları aracılığıyla öldürmüştü. Tam bir terör organıydı. Savaştan sonra bu örgütü yönlendiren iki subay Ernst R o eh m ve Yüzbaşı Erhard’dı. İkisi de Kutsal Vehm’in köklü geleneği içinde yetiş­ mişlerdi, gözükara, acımasız ve çok tehlikeli psikopat tiplerdi. R o eh m eşcinseldi ve devleti eşcinsellerin yönetmesi gerektiğine inanıyordu. (Bu görüş Plato’nun Banquet adlı eserinde öne sürül­

168

müştü.) Yüzbaşı Erhard ise kendine bağlı birliklerle sürekli darbe yapmak arzusunda olan karanlık bir adamdı. En ilginci, R oehm ve Erhard, 1919’da kurulan Alman İşçi Partisi’nin gizli üyele­ riydiler. Gerçi A dolf H itler Kavgamda bu partiye, DAP’a üye olduğu zaman bu partinin birkaç üyesi olduğunu yazmıştı, ama bu doğru değildi. DAP’ın arkasında Thule Ö rgütü ve onun em­ rindeki silahlı Kutsal Vehm vardı. O rdudan da gizli mali destek alınıyordu. N itekim A dolf H itler 1919’da DAP adına ilk büyük salon toplantılarını yaptırmaya başladığında, kendisinin de yazdı­ ğı gibi, bir mucize olmuş ve hiçbir duyuru yapmadıkları halde koskoca salon tıklım tıklım DAP sempatizanlarıyla dolmuştu. H itler bu mucizenin ‘Alınyazısı Tanrısı’ tarafından yaratıldığı­ nı yazmıştı. H itler’in ‘Alınyazısı Tanrısı’ dediği gerçekte Thule Ö rgütü ve Kutsal Vehm’di. 1200 çok zengin ve soylu üyesiyle 15 Goodrick-Clarke, a.g.e. ss. 74-77.

T hule tam kadro DAP’ın arkasındaydı.16 Kutsal Vehm’deki subay, er ve erbaşları da sayarsanız DAP’ın H itler’in yazdığı gibi, ‘para­ sız, desteksiz ve üyesiz’ bir parti olmadığı anlaşılır. 1923 yılındaki Birahane Darbesi sırasında Kutsal Vehm, im ­ zalanmış olan Versay Antlaşması çerçevesinde kendisini masum b ir spor kulübü gibi maskelemek zorunda kalmıştı. N e var ki bu spor kulübü, DAP’ın gençleri eğitmek amacıyla kurduğu bir bölüm dü. Kutsal Vehm’in gizli mahkemesi, DAP’ın içindeki işte bu lokaldeki sportif çalışmalara katılan gençleri SA Birlikleri’ne üye yapıyorlardı. Bu birliklerden önce ‘K am pfbund’ denilen dö­ vüşçü birlikleri örgütlenmişti. Bu birliklerin çoğu da T hule’ye soyadını taşıyan bir de seçkin ‘SebottendorffK am pfbund’u vardı. Bunlar asker kökenli istihbaratçılardı ve görevleri gereği sivil SebottendorfF’un N SD A P’a tanıttığı kişilerden biri de W erner Heissmeyer’di. Alman ırkının gerçek bir temsilcisi sa­ yılan bu adam, uzun boylu, atletik vücudu, mavi gözlü, tam bir Viking’di. Son derece cesurdu. Ö nce Kutsal Vehm’de, sonra da N azi Partisi’nde yer aldı. Daha sonra, SS generali oldu ve 16 İngiliz A raştırm acı R o b in L um sden’in yazdığına göre H e in ric h H im m ­ le r de, R u d o lf H ess ve E rn st R o e h m aracılığıyla T h u le üyesi yapılmıştı. H im m ler, ü n lü SS’le ri T h u le ’n in ‘Pagan’ inançlarına u y g u n olarak k u r­ m uştu. B u n lar H ıristiyanlığa şiddetle karşı çıkan ‘K ara T arik at’ diye b ir gizli-dini ö rg ü te üyeydiler. A m açları H ıristiyanlığı y ık m ak ve y erin e ‘T ö to n -C e rm e n ’ dini o lan ‘W o tan izm ’i koym aktı. B kz.: R o b in L um sd e n , Himmler’s Black Order 1923-45, S u tto n Pub., 1997, öz. Ss. 115-124. L um sden, N azilerin kullandıkları tü m sem b o llerin O k ü lt ve R u n e ’yle bağlantısını en iyi şekilde gösterebilm ek için 1919-1945 yılları arasında çekilm iş yüzlerce fo to ğ raf kullanm ıştır.

169

giyiniyorlardı.

HİTLER

bağlıydılar. H atta T hu le’nin kurucusu Baron SebottendorfF’un

BİLİNMEYEN

bu spor lokalinde faaliyet gösteriyordu. Ernst R o eh m ve Erhard

Almanya dışında ‘H eimschule’ (Yurt O kulu) diye masum bir adla tanınan sabotaj, suikast ve casusluk eğitimi veren okulları kurdu ve yönetti. R o eh m de, SebottendorfF gibi demiryolcu bir aileden ge­ liyordu. A dolf H itler’i askerliği dönem inden tanıyordu. Savaş sırasında tutulan Reichsw ehr (düzenli ordu) sicillerinde A dolf H itler’in iyi bir konuşmacı, katıksız Alman milliyetçisi, korkusuz, atak ve diğer askerlerden çok farklı düzeyde bir asker olarak te­

170

AYTUIMÇ ALTINDAL

mayüz ettiği ve ileride verilecek gizli görevler için seçildiği be­ lirtilmişti.17 Savaş sonrasında bu sicillerin çoğu Yüzbaşı Erhard’la R o eh m tarafından incelenmiş ve uygun görülenlerin belirli bir çatı altında bir araya getirilmeleri düşünülmüştü. İşte bu ne­ denle gerçekte bir soylular örgütü olan Thule, 1919’da yenilen Almanya’yı, Yahudilerin eline geçmesinden kurtarm ak amacıyla sadece halktan kişilerin üye olabilecekleri DAP’ı kurdurmuştu. DAP ilkin Avusturya’da kurulmuştu. Bu ülkedeki ikinci büyük partiydi. Anti-Semitik ve anti-dem okratik ‘Volk’ inanca­ sına sahip kitleler tarafından destekleniyordu. SebottendorfF un, Thule Ö rgütü aracılığıyla M ünih’te kurdurduğu DAP da aynı paraleldeydi. Avusturya’daki DAP, A dolf H itler’in gençlik yıl­ larında hayranı olduğu G eorg R itter von Schönerer’in (18421921) görüşleri doğrultusunda faaliyet gösteriyordu. Schönerer, çok güçlü bir hatipti ve kıdemli bir Anti-Semitti. ‘Hiç kimse ırkından istifa edemez. Yahudi, Yahudidir’ deyişiyle ünlenmişti. Schönerer, Yahudi düşmanlığı yaparak Avusturya’da milletvekili seçilmiş ve partisinin aldığı yüz binlerce oya güvenerek, mecliste tarihi bir konuşma yapmıştı: “Bir Yahudiye onun inancı nedeniyle saldırmak deliliktir. Bizim Yahudilerin dinine düşman olduğum uzu söyleyenler ya­ 17 lan Kershaw, a.g.e. s. 109.

lancıdır. Bizim Yahudi düşmanlığımız,Yahudilerin dinine yönelik değildir. Bizim düşmanlığımız, onların ırksal özelliklerine yöne­ liktir. Yahudiler kendilerine eşit vatandaşlık hakları verildiğinden bu yana daha hain, daha söm ürücü ve daha saldırgan olmuşlardır. Bizim ırkçı anti-Semitizmimiz, dinsel hoşgörüsüzlükten kay­ naklanmıyor. Tam tersine bizim kendimize olan güveni yeniden kazanabilmemiz için bir araçtır. Bizim anti-Semitizmimiz, bu yüzyılda yapılmış en ‘ilerici’ atılımdır.”18

I. Dünya Savaşı bittiğinde, dev ku rt Fenris’in kurt vakti çıkmışlardı. 1918’de bu görevi Kutsal Vehm üstlendi. Almanya’da yargısız infazlar dönem i açıldı. Siyasal suikastlar birbirini izledi.

sonuçlanan suikasttı. Dr. K urt Eisner, kimsenin ciddiye almadığı kom ik görünüm ­ lü bir siyasetçiydi. Kendine göre bir sosyalizm anlayışı vardı. Kısa boylu, bol sakallı, burnunun ucuna tutturulm uş gözlüğünün ardından dünyaya fantazmagorik (hayalci) bakışlar fırlatan bir Yahudi aydınıydı. Gerçekte tıp doktoru değildi, edebiyatçıydı. Kısa boyuna rağmen inanılmayacak kadar büyük bir şapka gi­ yerdi ve bununla tanınmıştı. N edir ki, savaş bitince ortaya çıkan ‘Puslu’ havayı ilk koklayan bu ufacık, kom ik Yahudi aydını oldu. Çevresine topladığı iki yüz kadar maıjinal sanatçı ve askerle 8 Kasım 1918’de meclisi bastı ve Kutsal Alman İm paratorluğu’na 18 Z ik re d en R u d o lf v o n E lm ayer-W esenbrugg, G eo rg v o n Schönerer, M u n ich , 1942, s. 61. B kz.: R e m a k , a.g.e. s. 8.

171

Özellikle Yahudi siyasetçiler birer birer ortadan kaldırıldılar. Bunların en önemlisi, Yahudi Dr. K urt Eisner’in öldürülmesiyle

HITLER

başlamıştı. Geçmişte T öton Şövalyeleri ku rt vaktinde ortaya

BİLİNMEYEN

Schönerer, Avusturya Parlamentosu’nda bu konuşmayı yap­ tığı sırada A dolf H itler henüz annesi Klara’nın düşleri arasında bile değildi!

son verdiğini açıkladı. Ertesi gün Bavyera’da artık kral yoktu. Eisner o hızla M ü n ih ’te C u m h u riy et’i ilan etti. Kendisini de Almanya’nın ilk Cum hurbaşkanı yaptı. Kayzer 2.W ilhelm tası tarağı toplayıp H ollanda’ya kaçtı. Eisner K abinesi’n in ilk işiyse Papa’ya bir m ektup yollayarak, sofu K atolik Bavyeralı Almanların Yahudi C um hurbaşkam ’nı görevinde kutsamasını istem ek oldu! T hule Ö rgütü, bu ‘şaşkın kom ünist Y ahudinin’ darbesini deh­ şetle izledi. Baron R u d o lf von SebottendorfF, Yahudi Eisner’in

172

AYTUNÇ ALTINDAL

en kısa zam anda öldürülm esi gerektiğini açıkladı. B unun üzerine bu göreve talip olacak gönüllüler aranmaya başlandı. G önüllüler arasından yirm i bir yaşındaki K ont Arco von Valley bu görev için seçildi. E ğer bu görevi yerine getirirse ödül olarak SebottendorfF’un soylular örgütü T h u le ’ye üye yapılacaktı. Baron SebottendorfF, genç K o n t’u özel olarak seçmişti, çünkü K o n t’un annesi Yahudiydi. Böylece bir Yahudi, Alman İm paratorluğu’nun onu ru n u kurtarm ak için diğer Yahudiyi öl­ dürm üş olacaktı. N itekim öyle de oldu. G enç Yahudi K ont Arco von Valley, egzantrik Yahudi C um hurbaşkanı Dr. K urt Eisner’i sokak ortasında alnından vurup öldürdü. K aderin cilvesine bakın ki K urt Eisner, C um hurbaşkanlığı’ndan sıkılmış ve o gün istifa m ektubunu meclise verm ek için yola çıkmıştı! Eisner’in öldürülm esi ortalığı karıştırdı. G enç K ont linç edil­ m ekten kurtarıldı ve cezaevine k ondu.T hule, cezaevindeki genç K ont’a yardımcı oldu. H apishanede ayrıcalıklı bir konuk statü­ sünde yaşadı. N itekim , von Valley, N azilerin iktidara gelm esinden sonra salıverildi ve başarılı bir işadamı oldu. 2. D ünya Savaşı’mn bitişinden birkaç gün sonra yolda üzerine gelen m otosikletli bir şahıs tarafından ezilerek öldürüldü. Ö lü m ü kayıtlara ‘trafik kazası’ olarak geçti. İlginçtir k i,A d o lf H itler, 1923 darbesinden sonra tu­ tuklanınca koskoca hapishanede başka hiçbir boş hücre yokmuş

gibi Arco vonValley’le aynı hücreye konulm uştu. A d o lf H itler bu hücrede Yahudi C u m h urbaşk anının katili olanY ahudiyle aylarca birlikte kaldı. N eler konuştuklarıysa hiçbir zaman öğrenilem edi. A d olf H itler’in başarısız darbesi sonucunda dağılan par­ tisini yeniden toplayan E rnst R o e h m oldu. R o e h m ’e partiyi yeniden toparlaması için yardımcı olanların tam am ına yakını çok esrarengiz kişilerdi. Bunlardan W olf H elldorf, yüz bin ki­ şilik B erlin-B randenburg ‘Free C o rp s’ (Ö zgür Birlikler; tüm kum arbaz ve eşcinsel bir konttu. D aha sonra B erlin em niyet m ü dürü oldu. E dm und Heines, kiralık katil ve tetikçiydi. Fritz K rauser ise bizzat Kral’dan nişan almış bir subaydı. M anfred von S chneidhuber M ü nih Polis Şefi’ydi. K ont Spreti ise R o e h m ’ü n

HITLER

Killinger, Saksonya Eyaleti Başbakam’ydı. Em ekli Albay A ugust

BİLİNMEYEN

sağcı para-m iliter güçlere verilen ortak ad) g ru b u n u n lideri

en yakın arkadaşı ve sırdaşı olan eşcinseldi.19 H itler’e destek general, gizli ordu fonlarından H itler’e 60 bin m ark verdirdi. General von E pp ,T h ule’den önce ‘C erm en Tarikatı’n ın üyesiydi. B u şahısların ortak özellikleri anti-Sem it olm aları ve Almanya’da m onarşiyi yeniden ku rm ak istem eleriydi. O yıllarda A dolf H itler de monarşist T hule gibi aynı ideali paylaşıyordu, ama 1934’te R o e h m grubunu topluca öldürttü. Alm an resmi kaynaklarına göre 1934’te H itler tarafından öldürtülen SA yöneticilerinin ara­ sında Baron R u d o lf von S ebottendorff da vardı. H itler bundan sonra Almanya’da bir daha monarşi olmayacağını açıkladı. K ont Arco von Valley’in Dr. E isner’i öldürdüğü

1919

Şubatı’nda, A dolf H itler ordu adına casusluk yapmakla görevlen­ dirilmiş bir onbaşıydı. H itler bir yandan kendisine verilen gizli 19 H eiden, The Führer, a.g.e. s. 577.

173

veren kişilerden belki de en güçlüsü G eneral von E p p ’ti. Bu

görevi yerine getiriyor, bir yandan da savaştan sonra nasıl bir hayat izleyeceğini düşünüyordu. Hitler, Kcıvgam’da bu sıkıntılı dönem i­ ni bazı duygusal cümlelerle anlatmıştı. Buna göre H itler hardal gazıyla yaralandığı ve bir süre kör olduğu için kaldığı Pasewalk Hastanesi’nden 11 Kasım 1918’de ayrılmıştı. Hastanede gözleri kapalı yatarken bir gece yarısı H itler çok garip bir olayın kahra­ manı olmuştu. Kendi anlatımıyla gaipten gelen bir ses onu çağır­ mıştı.20 H itler gözleri görm ediği için kendisini kim in çağırdığını

174

AYTUNÇ ALTIIMDAL

anlayamamıştı. Gaipten gelen ses H itler’e bir an önce kendisini toplamasım, sağlığına kavuşmasını ve siyasete atılarak kısa zaman­ da ırzına geçilmiş olan Almanya’nın başına geçmesini söylemişti.21 Sesin göze görülmeyen sahibine göre A dolf Hitler, Almanya’nın beklediği ‘K urtarıcı= Führer’ olacaktı. Ö nce Alman halkını kurta­ racak, sonra da onu dünyanın en güçlü ülkesi yapacaktı. H itler’in bir halüsinasyon görüp görm ediği belli değildir, ama hastaneden çıktıktan sonra bu garip olayı çevresindekilere anlattığı ve birkaç yıl sonra da Kavgam’d z yazdığı kesindir. H itler bu sanal sesi duy­ duğu zaman tam 30 yaşındaydı. G.L.W aite’ın da belirttiği gibi İsa Mesih de tam 30 yaşındayken görevine başlamıştı.22 Şu farkla ki H itler Almanya’yı, İsa ise tüm insanlığı kurtarmaya çağrılmışlardı! Belki de H itler’in ‘Alınyazısı T anrısının’ yeni bir komplosu olarak H itler’in Jan d ’Arc gibi ‘O to-T eistik’ esrarengiz sesler duyduğu günlerde Bavyera’da garip davranışlarıyla tanınan, kokain bağımlısı ünlü bir kişi Almanya’yı kurtaracak kahrama­ nı arıyordu. Bu adam, o sırada 65 yaşlarında olan şair ve hatip D ietrich E ckart’tı. B u şahıs T hule üyesiydi ve E rnst R o e h m ile Yüzbaşı E rhard’ın en saygı duydukları kişiydi. 20

Ian Kershaw, a.g.e. s. 103.

21 W aite, a.g.e. s. 246. 22 W aite, a.g.e. s. 247.

K onrad

H e id e n ’in

yazdığına

göre

E ckart,

N asyonal

Sosyalizmin m anevi kurucusuydu. Siyaset felsefesiyle uğraşıyor­ du ve içkiciydi. H e r zaman aynı birahanede o tu ru r ve çevresin­ deki hayranlarıyla söyleşirdi. B u birahane Schw abing sem tindeki Brennessel Kabaresi’ydi.23 Eckart, R o b e rt H am m erling kadar milliyetçi ve List kadar da ırkçıydı. Özellikle yabancı dillerden ustaca yaptığı şiir, tiyatro eseri ve felsefe çevirileriyle tanınmıştı. M ü n ih ’te H äm m erling adına kurulm uş olan ‘Şairler K ulübü’nün sında çok takdir edilen biriydi. Ayrıca Bavyeralı aristokratların çoğuyla içli dışlıydı. Eckart, ‘R u n e ’ diye bilinen N o rd ik şifreli yazılara, astrolojiye ve O kültizm e çok meraklıydı. Eckart’ın geniş çevresi içinde diplomatlar, casuslar, siyasetçiler Sebottendorff da bunlardan biriydi. E ckart’ın casus dostlarından

HITLER

ve karanlık ticari ilişkiler içinde yer alan birçok kişi vardı. Baron

BİLİNMEYEN

saygın bir üyesiydi. G enç yazarlar, felsefeciler ve aydınların ara­

biri M ax E rvin von S cheub n er-R ich ter’di. G erçekte, o da soylu kendisine mal etmişti. Scheubner-R ichter, çok gizli görevlerde bulunm uş bir istihbaratçıydı. 1. D ünya Savaşı sırasında Türkiye’de, E rzurum K onsolosu olarak bulunm uştu. G örevi E rm eni kom i­ tacıları Kürtlere, h er iki etnik grubu da O sm anlı T ürklerine karşı kışkırtm aktı.24 E rzurum ’da kendisini peynir tüccarı olarak tanıtm ıştı. İşte bu adam 1921’de A d o lf H itler’i ünlü G eneral L udendorff’la tanıştırmıştı. B u tanıştırm a görevi kendisine m u h ­ tem elen E ckart tarafından verilmişti. S cheubner-R ichter, 1923 Birahane Darbesi sırasında H itler’le birlikte polisin açtığı ateşe karşı yürüm üş ve aldığı m erm ilerle ölm üştü. Rastlantı bu ya, usta casus yere düşerken H itler onun altında kalmış ve tü m m erm iler üstüne düşen S cheubner-R ichter’e isabet etmişti! 23

H e id e n , The Führer, s. 80.

24 A . B ullo ck, a.g. e. s. 399.

175

bir aileden gelmiyordu. Karısının kızlık soyadındaki ‘v o n ’ takısını

H itler, D ietrich E ckart’ı babası gibi seviyordu. Kavgam kita­ bını ona ithaf etmişti. N e zaman adı geçse H itler’in gözleri yaşarırdı. Eckart, H itler’i aydınların arasında tanıtm ak için 1921 ’de onunla birlikte kitap bile yazmıştı. Bu kitap, M usa’dan L enin’e Kadar Bolşevizm adını taşıyordu ve gerçekte H itler tarafından de­

ğil E ckart tarafından yazılmıştı, fakat ‘B üyük U sta’ genç çırağına lütufta bulunup onun adını da kendi adının yanma yazdırmıştı.25 İşte bu D ietrich E ckart kendisini dinlem ek için Brennessel

176

AYTUNÇ ALTINDAL

Kabaresi’ne gelen hayranlarına ve taraftarlarına 1918-1919 yılın­ da sürekli olarak şu konuşmayı yapmıştı: “M akineli tüfek seslerinden korkmayacak bir adama ihtiyacı­ mız var... B ir subayı kullanamayız, çünkü halk artık onlara itibar etmiyor. E n iyisi güzel konuşmasını bilen bir işçidir... Fazla akıllı olması gerekm ez, siyaset dünyadaki en aptalca uğraştır. M ünih çarşısındaki her kadın W eim ar’daki (C um huriyet H üküm eti) si­ yasetçilerden daha fazlasını bilir. Bize Kızıllara hakkettikleri dille yanıt verebilecek taklitçi bir m aym un gerekiyor. Dinleyiciler masalara vurm aya başlayınca dizlerinin bağı çözülüp kaçan öd­ lek profesörler gibi olmasın yeter. B ir de bekâr olması gerekiyor. Böylelikle kadınları avlayabiliriz.”26 E ckart tam anlamıyla A dolf H itler’i çiziyordu. O n u dinle­ yen ve sözlerini önemseyen taraftarları Almanya’nın beklediği ‘Führer’in nasıl biri olması gerektiği konusunda tam bir beyin yıkam a operasyonu içindeydiler. Ve D ietrich E ckart zamanının geldiğine karar vermiş olmalı ki, 1919’u n Kasım ayında aradığı 25

H itle r’in E ck art’la birlikte yazdığı b ro şü rü n adı: “M u sa’dan L en in ’e Ka­ dar B olşevizm ” başlığını taşımaktadır. H e id e n ’ın anlattığına göre E ckart kitabı H itle r için yazmıştı. A ncak H itle r’in d e G en elk u rm ay B aşkanlığı’na iletilen b ir Y ahudi ra p o ru vardı. H eid en , a.g.e. s. 224.

26

T o lan d , a.g.e. ss. 105-109.

adamı bulduğunu açıkladı. B u ‘K urtarıcı’A d olf H itler’di. İşte ara­ nılan Führer nihayet bulunm uştu. O bir subay değil, iki şeref m a­ dalyası kazanmış kahram an bir askerdi. Ü stelik subay (Teğmen) olmayı reddetmişti, çünkü subaylar gibi dejenere olm ak istem e­ mişti! Bekârdı. Kızıl Kom ünistlere ö m rü boyunca karşı olmuş ve onlara hakkettikleri argoyla yanıtlar verm işti. A nti-Sem itti ve demokrasi ve K om ünizm in Yahudi oyunları olduğunu biliyordu. E n önemlisi dövüş başladığında nazlı akademisyenler gibi kaçıp Eckart, H itler’i Sebottendorff’u n kurd u rttu ğ u D A P’m başına geçirtti. Avusturya’da 1913’te kurulm uş olan DAP, 1918’de adını Nasyonal Sosyalist Parti olarak değiştirmişti.27 R o eh m , H itler, için Nasyonal Sosyalizmin yirm i beş ilkesini yazdılar. Baron Sebottendorff, kendi malı olan Voelkischer Beobachterı A dolf Nasyonal Sosyalist Alm an İşçi Partisi (NSDAP) tam gaz propa­ gandaya başladı. Alm an tarihçi G uido K n o p p ’u n da gözlemlediği g ib i,T h u le’nin ‘A ryan’ idealleri 14 yıl içinde gerçekleşti.28 Eckart, birkaç yıl sonra öldü. Ö lü m döşeğindeyken, şu ina­ nılmaz açıklamayı yaptı: “A do lf H itler’i biz yetiştirdik ve size Führer yaptık. M üziği çalan benim , sahnede dans eden odur. O n u n sözünden çıkmayın. Almanya’n ın kurtarıcısı odur.” O kültist D ietrich E ckart’ın ‘Biz’ dediği C erm en Tarikatı ve o n u n vurucu gücü Kutsal V ehm ’le soyluların O kültist-m onarşist örgütü T h u le’ydi.

27

H e id e n , The Führer, s. 57.

28

G u id o K n o p p , Hitlers Helfer, G o ld m a n , 1998, ss. 2 1 8 -2 2 3 .

177

H itler’e bağışladı ve başına da D ietrich E ck art’ı geçirdi. 1920’de

HITLER

E ckart ve egzantrik iktisatçı G ottfried Feder birlikte Almanya

BİLİNMEYEN

gitm eyecekti, hiç gitmemişti!

3.2. KARANLIK BİR ÖRGÜTÜ: TH U LE

B u k ita p L u itp o ld ’da ö ld ü rü le n y e d i T h u le ü y e sin in anısına a rm a ğ a n e d ilm iştir. K itap , N a sy o n a l S osyalist H a re k e t’in D ü n y a Savaşı sırasın d ak i b a şla n g ıc ın d a n F ü h r e r A d o lf H itle r ’in ortaya

1 78

çık ışm a k a d a rk i d ö n e m i k a p sa m a k ta d ır. B aro n R u d o lf vo n SebottendorfF, Hitler Gelmeden Önce, 193329

“D ü n bizler için değerli olan ne varsa hepsinin çöküşüne tanık olduk. B ugün Alman kanından gelen prenslerim izin tahtında bizim en amansız düşm anım ız olan Yahudi oturuyor. B u kaostan ne çıkacağını henüz bilmiyoruz. Fakat tahm in edebiliriz. Kanlı bir mücadele dönem i bizi bekliyor, tehlikelerle dolu b ir dönem açılıyor...”30 Bu sözler M ünih ’teki D ö rt M evsim O teli’nde sıkıca kapa­ tılmış kapıların ardındaki bir salonda toplanmış kadınlı erkekli iki yüz kişilik bir topluluğa söylenmişti. Tarih 9 Kasım 1918’di.

29 B aro n R u d o lf v o n S eb o tten d o rff, Hitler Gelmeden Önce, s. 8. 30

S e b o tten d o rff, a.g.e. ss. 5 7 -5 8 .

Salonda bulunanlar, M ü n ih ’in en seçkin ailelerinin temsilcile­ riydiler. Soylu, ünlü ve zengindiler. Bavyera’daki Aryan ırkının yüzyıllardır bozulm amış soyağacınm ve kanının sahipleriydiler. M onarşist ve Anti-Semittiler. Dahası, Almanya’nın tarihindeki en tehlikeli gizli örgütün üyeleriydiler. B u gizli örgüt, ‘T hule Gesellschaft’tı. Ö rg ütün saygın üyelerinden Prens Gustav Franz M aria von T h u rn u nd Taxis, Kontes H eila von Westarp, Baron Franz Karl von Teuchert ve Baron Friedrich W ilhelm von

(lise dengi okul) götürülerek kurşuna dizildiler. Bu yedi T hule üyesinin öldürülm esi Almanya’da kanlı bir iç savaş başlattı. Tarih, rafından başlatılan bu iç savaş zamanla genişleyerek yayıldı. B ütün A vrupa’yı ve dünyayı içine aldı ve yirm i altı yıl sonra yine kom ü­ H itler’in B erlin’deki B unker’inde yok olmasıyla sona erdirildi. M uhteşem D ö rt M evsim O teli’ndeki T h u le toplantısından bir gün önce 8 Kasım 1918’de Yahudi yazar ve gazeteci K urt Eisner peşine taktığı K om ünist yoldaşlarıyla birlikte Parlam ento binasını basmış ve tek damla kan dökm eden ülkede yönetim i ele geçirmişti. Aynı gün Kayzer’den tahtından feragat etmesi isten­ miş ve ailesiyle birlikte Bavyera’yı terke zorlanmıştı. B ir gün önce A lm anların Aryan ırkının safkan temsilcisi Protestan Kayzer 2 .W ilhelm ’e ait olan sarayda şimdiYahudi K urt Eisner oturuyordu. Ü stelik bu Yahudi Komünistti! Rastlantı bu ya, 9 Kasım günü, aynı zamanda tarihin en tanınm ış Yahudi düş­ m anı olan Protestanlığın kurucusu M artin L uther’in de (d. 1483) d oğum günüydü.Y ahudi kom ünist K u rt Eisner, kendilerini yeryüzündeki en yüce ve soylu ırkın tem silcileri sayan A lmanlar için

179

nistler tarafından yine aynı günde, 30 Nisan 1945’te, Führer A dolf

HITLER

30 Nisan 1919’du. İlginçtir ki, 30 Nisan 1919’da kom ünistler ta­

BİLİNMEYEN

Seidlitz bu konuşm adan yaklaşık altı ay sonra diğer üç üyeyle birlikte K om ünist ihtilalciler tarafından Luitpold G ym nasium u’na

böylesine kutsal bir günde yaptığı darbeyle h em onların im pa­ ratorunu aşağılamış h em de L uther’den intikam almış oluyordu. G erçekten de tarih boyunca insan yerine konulm amış olan bir Yahudi, Protestan Aryanlara bundan daha kötüsünü yapamazdı. 9 Kasım C um artesi gecesi görkem li D ö rt M evsim O teli’nde yapılan gizli T hule toplantısında, Baron S ebottendorfF un dile getirdiği nefret işte buydu. Ü stelik Baron da aynı kutsal 9 Kasım günü dünyaya gelmişti.

180

AYTUNÇ ALTINDAL

Tarihte, T hule adını ilk kullanan kişi A ntik Yunanistan’da yaşamış olan Massilialı Pytheas (İÖ 350-320) olm uştu. Pytheas’a göre, T hule Kuzey K utbu’nda, İngiltere’den altı günlük yelken mesafesindeki bir adaydı. N ed ir ki, b u adanın gerçek yeri tam olarak bilinem iyordu. O rtaçağ’da İskoçya Adaları, İzlanda ve N orveç topluca T hule Adaları diye anılıyorlardı. G ünüm üzde, G rönland’ın kuzey batısında yer alan ıssız bir ada T h u le adını taşımaktadır ve burada çok gizli görevleri olan A m erikan Hava K uvvetleri’ne bağlı bir üsten başka bina yoktur. Ü nlü G erm anist ve V iking araştırmacısı Andreas H eusler’in A rleshein’daki görkem li evinin adı da T h u le ’ydi. Heusler, İsviçre’nin Basel kenti yakınındaki bu evde 1940’ta ölünceye değin yaşamıştı.31 20. yüzyılın başlarında, 1911 yılında Jena kentindeki Eugen D iederichs Yayınevi ilk kez ‘T h u le/E sk i Kuzey Şiirleri’ adlı bir çeviri dizisini yayımlamaya başladı. Bu dizide yer alan kitaplarda Aryan soyunun temsilcileri T ötonların, Katolik Kilisesi tarafın­ dan kılıç zoruyla Hıristiyanlaştırılmalarından iki yüz yıl önce kendi törelerine göre kurdukları krallığın edebiyatı anlatılıyordu. 1911-1928 yılları arasında bu yayınevi T hule başlığı altında eski C erm en Krallıkları’nı ve T ö to n kahram anlarını tanıtan tam 31 J ü rg G lauser, “Von Thule nach Island,” N Z Z , 13 Sep., 1997, s. 69.

28 cilt kitap yayımlamıştı. W alter Baetle tarafından yayımlanan son ciltte editör dizinin amacını şu sözlerle açıklamıştı: “B irkaç yıl içinde

-1 9 3 0 ’a atıf-

İzlanda’da atalarım ız

A lm anların kendi törelerine uygun olarak kurdukları ilk Ö zgür D evlet’in 1000. kuruluş yıldönüm ünü kutlayacağız. B u kutlam a sadece küçük İzlanda Adası için değil, dünyada A lm anca k o n u ­ şan herkes ve özellikle de biz A lm anlar için çok b ü yük anlam taşımaktadır.”32

H ıristiyanlık öncesi Pagan-A ryan kabilelerine övgüler yağdı­ rılıyordu. D erginin yazarlarından, H erm an n U llm an 1933’teki H ıristiyanlık öncesindeki Pagan T ö to n -C e rm e n D evleti’ni ye­

HITLER

yılbaşı sayısında A dolf H itler’i öven b ir yazı yazmıştı ve onu n

BİLİNMEYEN

Aynı yayınevi, Yayıncıdan Haberler başlıklı bir de dergi ya­ yım lıyordu. B u dergide T ö to n -C e rm e n ru h u yüceltiliyor ve

niden inşa edecek hareketin F ührer’i olduğunu vurgulamıştı. Sem it ve ırkçı Paul de Lagarde’ı öven bir yazıyla d önem in en tanınmış Aryan kuram cısı olan Prof. Hans N au m an n ’ın ‘Eski A lınanlarda Yaşam Tarzı’ başlıklı incelemesi yer almıştı.33 D iederich Yayınevi’nin faaliyetleri 2. D ünya Savaşı’n ın so­ nunda durdurulm uştu. Ama 1971’de bu kez Federal Almanya’da ve N azi R u h u ’n u n hâlâ varlığını sürdürdüğü M ü n ih ’te yeniden k uruldu ve T hule dizisini yayımlamaya başladı. İlk kitap, ‘T h u le / Eski Ada İzlanda’ adıyla yayımlandı. Kitap, ‘R u n e ’ yazıtlarını okuyarak ünlenm iş olan Hans K uhn tarafından yazılmıştı. O n u n yazdığı önsöze göre, İzlanda Adası ilk kez İS 800 yıllarında dinsel baskılardan kaçarak buraya yerleşmiş olan İrlandalı A noch o rit 32

Island Besiedlung und alteste Geschichte, U b r. W alter B aetle, V erlegh B ei E u g e n D ie d eric h s in Jen a, K uver, 1928.

33

Der Diederichs Löwe, A rb e itsb eric h te aus d e m Verlag, Jen a , 1933.

181

D erginin 1934 Mayıs ayında yayımlanan sayısında ise ünlü A nti-

AYTUNÇ ALTINDAL 182

Tarikatı üyeleri tarafından Thule ve/veyaT hile diye adlandırıl­ mıştı.34 Eski T hule’nin devamı niteliğindeki ilk ‘Thule Sem ineri’ ise 1980’de Almanya’nın Kassel şehrinde çalışmaya başladı. İlginçtir ki, A ryan-C erm en ırkının üstünlüğünü savunan T hule’nin yeni kurucusu, Fransız Akademisi’nden ödüllü, Alain de B enoit’ydı. Thule, 2004’te bir de gazete yayımlamaya başladı: Thule Times. Baron R u d o lf von SebottendorfF’un M ünih’teki gizli örgütü işte bu esrarengiz mitolojik kavramı dile getiriyordu. Thule ilkin 1912 yılında Leipzig’de kurulmuştu. Bir tür mason locası gibi çalışan gizli bir Aryan mezhebi olarak tanınıyordu.35 T hule’ye sadece soylular üye oluyorlardı ve üye olabilmek için de be­ densel özelliklerini, örneğin ayaklarının tam çizilmiş resimlerini örgüte verm ek zorundaydılar. Thule, kendisini ‘Alman Edebiyatı Tarihini Araştıran’ bir dernek olarak tescil ettirmişti. Thule adının büyük küçük tüm Almanların yüreklerinde yeri vardır. 1930’ların Sosyalist akımları için ‘Sovyet’ neyse o dönem ­ deki Pan-C erm en hareket içinde yer alan kişiler için de Thule oydu. 1. Dünya Savaşı’ndan aşağılanarak çıkmış olan Almanya’da aydınların gönlünde yatan Kutsal İm paratorluk düşlerinin yıkıl­ maz kalesiydi. Onlara göre, İngilizler ve Fransızlar Yahudilerin desteğiyle Almanya’yı yenmişlerdi, ama Thule hiçbir zaman tes­ lim olmamıştı! Baron SebottendorfF’un 17 Ağustos 1918’de kurduğu örgü­ tün şanı günümüzde de sürmektedir ve N eo-N azilerin sem­ bolü durumundadır. Avrupa’daki N eo-N azi hareketleri izleyen Amerikalı Gazeteciler Birliği Başkanı M artin Lee’nin belirtti­ ğine göre günümüzde Bolivya’da bir Thule locası bulunm akta­

34 H ans K u h n , Das alte Island, D iederichs, K öln, 1971. 35

Fest, a.g.e. s. 116.

dır.36 (M artin Lee’yle yaptığım özel görüşmede bu locanın eski T hule’ye bağlı olup olmadığını saptayamadığını belirtti.) Günüm üzde ayrıca internette elektronik postayla ve şifreli kodla çalışan Thule adlı bir N eo-N azi yayımı vardır. Ayrıca 1999’daT hule N etzw erk adıyla yayın yapan radyo istasyonları da kurulmuştur. T hule’nin radyoları, özellikle Tibet, Türkmenistan ve Ç in Halk C um huriyeti’nde yayınlar yapmaya başlamıştır. 22 Ekim 1995 tarihli N ew York Times Almanya’daki T hule’ye 1995’te ‘Thule N etzw erk’ adıyla faaliyet gösteren bu N eo-N azi örgütü 1993’ten beri ‘Mailbox Phanton,’ BBS, Direniş BBS ve Elias BBS adlarıyla kendini gizlemişti. T h u le’nin bir de A dolf

HITLER

H itler için açtığı özel ‘K urt Postası’ (W olf Box) vardı. Ancak bu yayının şifresini çözebilmek neredeyse m üm kün değildi. Thule

BİLİNMEYEN

dikkat çekmişti. N edir ki N ew York Times bir hususu atlamıştı.

N etzw erk’in ilk yayın tarihi N Y T nin öne sürdüğü gibi 1995 31

Aralık 1995’te Thule N etzw erk abonelerine özel bir

mesaj yayınladı. ‘İsteğim iz/İradem iz’ başlıklı mesajda Thule N etzw erk’in hedeflerinin üç ana başlık altında toplandığı vur­ gulanıyordu. Bunlardan ilkinde Thule N etzw erk kendisini ‘Yeni O k u l’ olarak tanımlıyordu. Bu yeni okul çalışmalarını Almanların yeniden safkanlarına dönebilmeleri için eski mitolojiyi ve bilimi (Okültizm) yenileştirmeye adamıştı. H itler’in m em orandum larını andıran bu manifestoda Thule N etzw erk yöneticileri 3. R eich dönem inde çok önem li rol oynamış olan ‘Lebensraum = Yaşama Alanı’ kuram ını da yeni­ den güncelleştirme kararını aldıklarını ve kendi öz ‘Saf’ Alman kanına ve ırkına bağlı kalacaklarını vurgulamışlardı. (Bu kavram 36 M artin Lee, The Beast Reawakens, W arn er B ooks, 1997, ss. 1 1 2 ,1 8 4 .

183

değil, 20 M art 1993’tü.

H itler tarafından diğer ülkeleri işgal edebilmek için kullanılmıştı. H itler’in kuramında Lebensraum kavramı, Almanya’nın toprak­ ları itibariyle sıkışmış bir alanda bulunduğu ve kendisine yeni ‘Yaşama Alanları’ açmak zorunda olduğu anlamına geliyordu.) Thule N etzw erk yöneticilerinin bildirdiklerine göre bu manifestonun açıklanmasını izleyen ilk beş ayda 2066 kişi baş­ vuruda bulunmuştu. 1996’da bu kez dokuz taneT h u le semineri bildirisi yayınladılar. Bunlardan biri, Sebottendorff’un yakın ça­ AYTUNÇ ALTINDAL

lanmıştı. Bu bildiride Spandau Cezaevi’nde intihar eden Hess’i,

184

lışma arkadaşı ve H itler’in ‘gözdesi’ R u d o lf Hess’in adına yayın­

gaz odalarında yakmadıkları ve SS’lerin Yahudileri öldürmedikleri

bildiklerini açıklamaması için Yahudi ajanların öldürdükleri öne sürülüyordu. Başka bir seminer bildirisinde de, Dünya Yahudi Birliği tarafın­ dan yönetildiği öne sürülen ‘Tarihi Saptırma’ hareketine karşı m ü­ cadele edileceği anlatılıyordu. Bu bildiride Almanların Yahudileri anlatılıyor ve bütün bu yalanların Yahudiler tarafından Alınanlardan tazminat koparmak için yayıldığı vurgulanıyordu. Araştırmacı-yazar M artin Lee’nin aktardığına göre, 1980 yılında eski Thule Ö rgütü yeniden örgütlendi. T hule’nin bu kez liderliğini Pierre Krebs adlı ünlü bir N eo-N azi üstlenmişti. Bu T hule’yle Almanya’da ‘Yeni Sağcılar’ hareketi hız kazandı. A m erika’yı ‘Televizyon Demokrasisi’ olarak nitelendiren Krebs, tüm Avrupa’da ‘Safkan’ Avrupalıların kültürel bir birlik oluştur­ maları gerektiğini vurgulayan konuşmalar yapmaya, demeçler vermeye başladı. Thule ‘partizanları’ kişisel ve toplumsal kimlik­ lerinin geçmişteki Voelkisch çoğulculuk hareketinde olduğunu öne sürdüler.37 37 Lee, a.g.e. ss. 451-2.

Pierre Krebs de tıpkı geçmişteki safkan Alman olmadıkları halde safkan Aryan olduklarını öne süren Naziler gibi gerçekte Alman değil, Fransız’dı. Krebs 1990 sonrasında yeni N eo-N azi liderler yetiştirebilmek için Thule Seminerleri adı altında gizli toplantılar düzenliyordu. T hule N etzw erk’in

sem bolü

bekleneceği

üzere

b ir

Swastika’dır (Gamalı Haç). Bu bir Zodiak işareti (Siğil) olup, yaradılışın balyozu diye bilinir. O kültik gizemcilikte H erm etik güçleri getiren araç denilir. 12 kırık kanadı vardır ve bunlar Kozmos’taki göze görülmeyen güçleri harekete geçirirler. 1918’de Thule yaptığı gizli Spiritualizm -ru h çağırmak- se­ transa geçtiği zaman bedeninden bir tür ektoplazma salgılıyor­ du ve bunlar insan figürleri olarak okunuyorlardı. Gizli Thule

dürleri, üst rütbeli subaylar, doktorlar, akademisyenler ve zengin sanayici ve işadamlarıydılar. Hepsi anti-kom ünist ve monarşistti. T hule’nin merkezi dünyaca ünlü D ö rt Mevsim O teli’nin gizli bir bölüm ündeydi. O telin sahibi de Thule üyesiydi. Kayzer 2. W ilhelm ’in Bavyera’yı terk etmeye zorlanmasından sonra Thule tüm gücüyle Komünistlere ve Yahudilere karşı saldırılar başlattı. Baron R u d o lf von Sebottendorff, D ö rt Mevsim O teli’ndeki konuşmasını şu sözlerle güçlendirmişti: “H epim iz tehlikedeyiz. E n amansız düşmanımız olan Yahudiyle sonuna kadar savaşa­ cağız. Bu, göze göz dişe diş bir savaş olacak. T hule’nin D em ir Balyozu (Gamalı Haç) benim elimde bulunduğu sürece bu savaşı sürdürmeye kararlıyım.” G ünüm üzde T hule N etzw erk’in sembolü yapılmış olan Gamalı Haç işte ilkin 1918’de Baron

185

Ö rgütü’nün 1918’de M ünih kenti içinde 250, Bavyera’da 1500 üyesi vardı. Bunlar aristokratlar, yargıçlar, avukatlar, polis m ü­

HITLER

anslarında köylü bir kadını m edyum olarak kullanmıştı. Bu kadın

BİLİNMEYEN

Haç adıyla tanınır. Çevresinde bir daire vardır. Buna manevi

SebottendorfF ve diğer soylular tarafından kurulmuş olan Thule O rgütü’nün sembolü olarak kullanılmıştı. SebottendorfF, Thule üyelerine acilen bir Führer’e ihtiyaç duyduklarını, ancak bu kişinin Almanya’yı kurtarabileceğini söy­ lemişti. O na göre Führer’in ortaya çıkması yakındı ve o Aryan ırkının dünyaya egemen olmasını sağlayacaktı. R om antik şair A rndt’ın yarattığı, Nietzsche’nin ‘Superm an’ olarak yaygınlaştır­ dığı Führer, bir tür ‘Beklenen M esih’ti. Tıpkı Yahudilerin 2500

186

AYTUNÇ ALTINDAL

yıldır bekledikleri ‘Kurtarıcı M esih’ gibi biri. SebottendorfF, konuşmasını şöyle sürdürmüştü: “Almanya’nın bir kralı ve hanedanı vardı. Şimdi yok. Bize bir Führer gerekiyor. Eğer bulamazsak, bizim için çok kötü olacak, kaos başlayacak. Savaşımızı iki cephede yürüteceğiz. Yurtiçindeki savaşımız çok kanlı ve zor olacak. Yurtdışındaki savaşımızsa ‘Alman-Olmayan’ (Undeutsch) her şeye karşı olacak. Şimdi dövüşmek zamanıdır, savaş vaktidir. Eskiden nasıl savaştımsa şimdi de savaşmaya hazı­ rım. Kızıllar, ihtilal özgürlük getirecek diyorlar. Evet, aynen öyle olacak. Bizim ihtilalimiz de bize özgürlük getirecek. Biz sadece Alman H üküm ranlığına (Reich) boyun eğeriz, muhatap oluruz, başkasına değil. En amansız düşmanımız olan Yahudi tarafından yönetilmek istemiyoruz. Bu nedenle şimdi sizlere sekiz gün izin veriyorum. T üm hazırlıklarınızı yapın. H enüz her şey bitmiş değildir...”38 Gizli örgütlerin tarihleri ve komploları konusunda uzmanlı­ ğıyla tanınan Michael Howard’m yazdığına göre 20. yüzyılın baş­ larında Thule Almanya’daki en tehlikeli, en karanlık ve gizli iliş­ kiler içinde yer alan yeraltı örgütüydü. SebottendorfF’un 21 Şubat 1919’da genç K ont Arco vonValley’e C um huriyet’in ilk başkanı Yahudi K urt Eisner’i öldürtmesi T hule’nin üstünlüğünün tartış38 SebottendorfF, a.g.e. ss. 57-58.

maşız bir kanıtıydı.39 O dönem de Almanya’da bulunan diğer sağcı yeraltı örgütleri bu suikasttan sonra T hule’nin güdüm üne girmiş­ lerdi. Thule, SebottendorfF’un önderliğinde 13 Nisan 1918’de bir de darbe girişiminde bulunmuş, fakat başarılı olamamıştı.40 Dr. K urt Eisner’in öldürülüşünden yaklaşık altı ay sonra 12 Eylül 1919’da, Alman Askeri İstihbaratında görevli A dolf Hitler, Alman İşçi Partisi (DAP) adındaki siyasal partiye kaydını yaptır­ mıştı. H itler Kavgamda şunları yazmıştı:

en önemli girişimdi. A rtık bundan geri dönüş yoktu. Böylece Alman İşçi Partisi’ne kaydımı yaptırdım ve geçici üye kartımı

İstihbarat elemanlarıydı. Bu adamlar H itler’e bir de görev ver­

vardı. Buna ‘Lupus’ sistemi deniliyordu. Protestanlığın kurucusu M artin L uther’in (16. yy.) yazdığına göre ilahiyat öğrencilerin­ den biri ‘Lupus’ (Latince, Kurt) seçiliyordu.42 Bu öğrenci di­ ğerlerini izliyor ve örneğin Latince konuşulması gereken yerde Almanca konuşan öğrencileri yönetime bildiriyordu. Türkçede muhbirlik veya ispiyonculuk denilen uygulama gibi bir sistemdi 39 G o o d rick -C lark e, a.g.e. s. 149. 40 J. Fest, a.g.e. s. 116. 41

Kavgam, s. 221-24.

42 E rik H . E rikson, Young M an Lııther, T h e N o rto n Lib., 1962, s. 79. (Lut­ h e r ‘C in cilik ’ diye b ilin en ‘D em o n o lo g y ’ ve diğer batıl inançlara çok düşkündü. B kz.: E rik so n ’u n kitabı: 26, 243 -25 0. A yrıca insan dışkısıyla ilgili olarak da aşırı görüşlere sahipti.)

187

mişlerdi: Partiyi tanı ve bize rapor et. Alman toplum unda 14. yüzyıldan beri bilinen bir gelenek

HITLER

aldım. Kart numaram 7 idi.”41 A dolf H itler’i Alman İşçi Partisi’ne yollayanlar Alman Askeri

BİLİNMEYEN

“İki gün boyunca düşündüm ve kendimle tartıştım. Sonunda siyasete atılmaya karar verdim. Bu karar benim hayatımdaki

bu.T ek farkı L upus’un öğrencilerin sadece bir konuda yaptıkları hatayı bildirm ekle yüküm lü olmasıydı. Ö rn eğ in Lupus, sadece Latince konuşulmasını sağlamak amacıyla seçilmişse, bir öğrenci­ n in hırsızlık yapması halinde bunu yönetim e bildirm ek zorunlu­ luğu yoktu, bildirirse bu kez o ceza alırdı. A dolf H itler de Alman İstihbaratı’nın seçtiği b ir ‘Lupus’tu. Görevi D A P’la tanışmak ve kom ünist ajanların partiye sızmalarını engellemekti. Almanya’da, 1918 sonlarında ve 1919 yılının ilk altı ayında

188

AYTUNÇ ALTINDAL

birçok silahlı yeraltı örgütü vardı. B unlar on binlerce eski as­ keri ve subayı yönlendiriyorlardı. E n önem lileri W olf Ö zgürlük Birliği, B und O berland, Albay E p p ’in Milisleri, Alm an Irkını Savunma ve K orum a Birliği, Eski R ejim in Sancağı vb adlı k u ru ­ luşlardı. T h u le’yle bunlar arasındaki tem el fark, bu grupların sivil kadrolarının olmayışıydı. Ayrıca sivil kökenli aristokrat askerler de bunlara değil T h u le’ye ilgi göstermişlerdi. Alm an İşçi Partisi’nin perde gerisindeki kurucuları Baron Sebottendorff’un başkanlığındaki soylular örgütü T h u le ’ydi. Parti’nin kurucusu ve G enel Başkanı olarak görünen Kari Harrer, T hule tarafından seçilmişti. D iğer önde gelen üyelerden G ottfried Feder, iktisatçıydı ve 3. R eic h dönem inde bu alanda üst düzeyde görevlerde bulunm uştu. E ckart ve diğer önem li par­ ti üyesi A ntón D rexler de T h u le’ye bağlıydılar.43 A d o lf H itler’i T h u le ’ye gönderen Askeri İstihbaratçılar T h u le’yle yakın ilişkiler içindeydiler. Prens T h u rn u n d Taxis, Baron von Seidlitz, Baron von T euhert Alm an O rdusu içindeki 43

H itle r’le A n tó n D re x le r arasındaki ilişkiler için b kz.: Frateco, H itler Dictateur, L’E g lan tin e, 1935. (Takm a adla yazılmış o lan b u k itap A lm anya’da yayım lanm am ış fakat 19 33 ’te aynı zam anda Fransa ve H o lla n d a ’da ya­ yım lanm ıştır. H o lla n d a ’da M ü n ih ’in D on K işot’u: M i/erb aşlığ ıy la yayın­ lanm ıştır.)

güçlü kişilerdi. B unlar d aT h u le üyesiydiler.Yenik A lm an O rdusu içinde yenilgiyi kabul etm eyen diri unsurları D A P’a çekm ek görevi bunlardaydı. B u diri, savaşçı ve cesur askerlerin Kızılların eline düşmesini engellem ek için var güçleriyle çalışıyorlardı. Dahası versay Antlaşması’yla44 birlikte A lm an O rdusu 1919’da -Sevr Antlaşması’yla (10 Ağustos 1920) O sm anlı için de olduğu gibi- silahlarını M üttefiklere teslim etm ek zorunda bırakılmıştı. Fakat askeri gizli istihbarat çok sayıda silahı askeri işgal bölgele­ lara zamanı gelince kullanılm ak üzere em anet edilmişti. Kısaca, ‘Arsenal’ diye tanım lanan bu gizli silah depolarından en büyüğü T h u le’ye ve SebottendorfF’a em anet edilmişti. G örünüşte ken­ çok güçlü bir yeraltı örgütü n ün su üstündeki tepesiydi. H em silah, hem istihbarat hem de kadro açısından Almanya’daki en Aristokratik T h u le’nin, D A P’tan ayrı olarak yönlendirdiği bir de Sosyalist Parti vardı. Sebottendorff, 1920’de bu iki partinin birleştirilmesini sağladı. N azi Partisi, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, NSDAP, böylece ortaya çıktı. Kısacası, A dolf H itler’in, ‘Lupus’ olarak D A P’a gönderilm esi rastlantı değildi. B u yön­ lendirm e olayında E rnst R o e h m ve H itler’in askerliği sırasında Teğmeni olan M ax A m ann da rol almışlardı. A m a H itler’i partiye resmen yollayan kişi R o e h m ’ün silah arkadaşı,Yüzbaşı M ayr’dı.45 A m ann, daha sonra H itler’in yayıncısı oldu ve K avgam ı ilk o ya­ 44

K ısaca Versay

A ntlaşm ası

d e n ile n

uzlaşm an ın

resm i

adı

‘B arış

A ntlaşm ası’ydı. B u da A lm a n la rın Sevr’iydi! İnanılm ayacak k ad ar ağır k o şu lla n vardı. B kz.: Der Friedenvertrag von Versailles, D as Londoner Protocoll, R e im a r H o b b in g , 1925. 45

Fest, a.g.e. s. 118.

189

güçlü gizli örgüttü.

HITLER

disini ortaya fazla koymayan küçük Alm an İşçi Partisi, gerçekte

BİLİNMEYEN

rinin dışına çıkartarak güvendiği sivillere ve/veya sivil kuruluş­

yınladı. H itler’in tüm mali işlerini o yönetti. R o e h m ve Amann, D ietrich E ckart’a bağlıydılar. Bu Yüzbaşı Mayr, H itler’i izleyen kişiydi. H itler’in savaş sı­ rasında dikkati çeken olağandışı özellikleri, Yüzbaşı M ayr’ı da etkilemişti. Mayr, savaştan sonra H itler’i askeri kurslara gönderdi. Ü niversitedeki bu kurslarda H itler çok başarılı oldu. Ö yle ki, kurs öğretm enlerinden, tarihçi Karl A lexander von M üller, A dolf H itler’i özel incelemeye aldı. B u şaşırtıcı askerin adım ileride

190

AYTUNÇ

ALTINDAL

önem li görevlerde kullanılmak üzere G enelkurm ay Başkanlığı’na bildirdi. B unun üzerine M ü n ih Bölge K om utanlığı’ndan A dolf G em lich adlı bir subaydan Yüzbaşı M ayr’a talimat gönderildi. M ayr da, ‘Ç o k Sayın Bay H itler’ diye başlayan bir m ektup yaza­ rak, A dolf H itler’den ‘Yahudi S o runu’yla ilgili bir rapor yazma­ sını istedi. O güne kadar Alman O rdusu’nda bir yüzbaşının, bir onbaşıya, üstelik Alm an vatandaşı da olmadığı halde, ‘Ç o k Sayın Bay’ diye başlayan hitabetle bir m ektup yolladığı duyulmamıştı. Z aten em ir verm ek dururken, saygılı bir m ektup yollamak başlı başına bir garabetti. H e r neyse, H itler raporunu yazdı, Yüzbaşı M ayr da raporunu G enelkurm ay Başkanlığı’na, H itler’i de DA P’a gönderdi.46 Spiritualist ve O kültist D ietrich Eckart, genç A dolf H itler’i savaşın başlamasından önce, müdavim i olduğu Swabing sem­ tindeki Brennessel Kabaresi’nde tanımıştı. 1914’te H itler de aynı semtte oturuyordu ve hep bu birahaneye gidiyordu. Savaş sırasında elde ettiği olağanüstü sicili A dolf H itler’i O kültist ve astrolojistlerin izlemesine neden olmuştu. Hitler, asosyal ve m aıjinal olmasına rağm en, anarşist, bozguncu ve kozm opolit olmayı redetmiş ender gençlerdendi. O n u başarıya götüren de gerçekte işte bu özelliği oldu. A dolf H itler, yaşıtı birçok kentli 46 Fest, a.g.e. s. 112-115.

zengin genç gibi kendisini içkiye, kumara, uyuşturucuya ve sekse kaptırm am ıştı. Tam tersine bunlardan uzak durduğu için asosyal ve m aıjinal sayılmıştı. Tanınmış bir sanatçı olm ak (ressam) için yanıp tutuşan genç H itler’in, o dönem de M ü n ih ’te birçok genç sanatçının içine sürüklendiği toplumsal bataklığa sürüklenm em iş olması, ondaki olağanüstü iradenin bir nişanıydı. E ckart bunu se­ zinlemeyecek adam değildi. N itekim , ö lüm ünden önce söylediği sözler, onun H itler’i ne denli iyi tanıdığının kanıtıdır.47

T hu le’nin çizdiği Führer profiline en uygun düşen kişi tartışma­ sız, A dolf H itler’di. Eckart, R o e h m ve M ayr aracılığıyla H itler’in kadar onu O kült N asyonalizm inin kurallarına göre eğitti. A dolf H ider siyasal hayatında, iki O kültist astrolojistin, Sebottendorff ve Baron R u d o lf von S ebottendorff’u tanımış olanlar, on u n çok yetenekli biri olduğu konusunda görüş birliği etmişlerdir. Baron, gazete patronu, tanınmış bir astrolojist ve palm istti (el falı bakan). Yıllardır bu konularda dergilere makaleler yazıyor, kitaplar ya­ yım lıyordu. N o rd ik ,‘R u n e ’ alfabesinin sırlarını okuyabilen ender kişilerden biriydi. K endi adını ve imzasını da R u n e işaretleriyle atıyordu. (Bkz. Ek) B aron’un en büyük m erakı D oğu Tasavvufu ve on un gizleriydi. Kutsal V ehm ’in ve Hassan Sabbah’ın Assasin 47

T o land’m anlattığına g öre E ck art, B avyera K ralı’n m danışm anlığını yapm ış b ir adam ın o ğ lu y d u . A lm anya’n ın ‘D â h i Ç o c u k la rı’n d a n b iriy di. B kz.: a.g.e. s. 8 2 -8 8 . Israilli ta rih ç i Saul F rie d la n d e r’in yazdığına göre H itler, 1919 ya da 1 9 2 0 ’d e b irlik te çalışmaya başladığı D. E c k a rt’ın ‘B e y in Y ık a m a ’ seanslarının so n u cu n d a b ilin e n H itle r h aline gelm işti. B kz.: S. F riedland er, N a z i Germany and The Jews, P h o n ix , 1997, ss. 9 6 -9 7 .

191

Eckart’ın Almanya’ya ve D ünyaya armağan(!) ettikleri bir liderdir.

HITLER

DAP’a gönderilm esini yönlendirdi. B undan sonra da ölünceye

BİLİNMEYEN

SebottendorfF’un, Führer avına çıktığı 1918 Kasımı’nda, E ckart da aynı arayış içinde M ü n ih ’in her köşesini dolaşıyordu.

Ö rgütü’nün tarihlerini ve stratejilerini en iyi bilen kişi oydu. Dahası, Baron’un kadınlara da aşırı bir düşkünlüğü vardı. Gençlik yıllarından beri güzel kadınlara duyduğu ilgiyle ünlenmişti. Amerikalı ünlü tarihçi ve H itler’in biyografisini yazan John Toland, Baron’u şöyle tanımlamıştı: “Baron R u d o lf von Sebottendorff, çok esrarengiz bir adamdı. DAP onun fikriydi. Kısa boylu, tıknaz ve şehla bakışları olan biriydi. Sert yapılı biri olmaktan çok, bir sanatçıya benziyordu. Ehli keyif bir adamdı.

192

AYTUNÇ ALTIIMDAL

Öyle felsefeciler gibi bir havası yoktu. Silahlara aşırı derecede düşkündü, ama bunu hiç belli etmezdi. O da H itler gibi, gele­ ceğin Almanya’sının C erm en ırkçılığında olduğuna inanmış ve bu uğurda çok gayret göstererek T ötonT arikatı’nın Bavyera’daki kolunu kurm uştu. B u,T hule Ö rg ü tü ’ydü.”48 T hule’nin yönlendiriciliğinde ve A dolf H itler’in, ‘Enigmatik’ kişiliğinde Alman İşçi Partisi 1920’de tarih sahnesine ağırlığını koymak üzere ortaya çıktı. Yeni adı Nazi Partisi’ydi. T hule’nin 1200 üyesi NSDAP’ı dışarıdan -aristokratlar, o dönem de İşçi Partileri’ne üye olamıyorlardı- fakat aktif olarak desteklediler. Sadece Alman aristokratları değil, İngiliz, Fransız, İtalyan ve AvusturyalI soylular da Nazi Partisi’ni fiilen desteklediler. H itler’i ve Nazi Partisi’ni destekleyen Avrupa’da tanınmış en az elli soylu ve zengin aile vardı. Bizans İmparatorluğu’nun son vârisi olduğu­ nu öne süren Kentakuzen ve Paleolog Hanedanları da bunların arasındaydı. T hule’nin Yahudi düşmanlığı NSDAP içinde başta R u d o lf Hess olmak üzere Alfred Rosenberg, Gotfried Feder, Hans Frank ve Dr. Frederick Kohn tarafından yürütülm üştü. Bu sonuncusu, Nazi bayrağını çizmişti ve H itler’e O kültik folklorla ilgili bilgileri öğreten kişilerden biriydi. 48 Toland, a.g.e. Cilt I, ss. 90-91.

Baron R u d o lf von Sebottendorff, sadece DAP’ın değil, aynı zamanda ırkçı ve silahlı, ‘Kampfbunds’u n da (Savaş Birlikleri) kurucusuydu. Baron tarafından kurulan Savaş Birliği daha son­ ra diğer ‘Free C orps’ birlikleriyle birleşerek, SA/Kahverengi G öm leklilerin birliklerini oluşturdu. Sebottendorff ve Thule, 1917 Bolşevik İhtilali’nden kaçan, M ünih’e ve İstanbul’a sığınan R us mültecilerle ve soylularla da ilişkiye girdi. Bunları Sovyet rejimine karşı örgütledi. Daha sonraki yıllarda, Sebottendorff, Sebottendorff, T hule’nin haftalık gazetesinin de sahibiydi. Ö nceki adı, Münchener Beobachter (M ünih Gözlemcisi) olan ga­ zetenin adını Okültizmle uğraşanların kullandıkları ‘Volk’ kavra­ 18 Aralık 1920’de, 110 bin m ark değerindeki gazeteyi, o sırada hiçbir gelir kaynağı olmayan A dolf H itler’e hibe etti. H itler Patronu’ sıfatıyla M ünih’in önde gelen kişileri arasına katıldı. Bu gazete daha sonra Nazi Partisi’nin resmi yayın organı haline getirildi ve 2. Dünya Savaşı’nın sona erdiği, 6 Mayıs 1945’e değin aralıksız yayımlandı. Sebottendorff’un 1919-1921 yılları arasında Thule aracılığıyla sürdürdüğü yasadışı ve gizli faaliyetlerin boyudan şaşırtıcıdır. Sebottendorff, askeri istihbarata paralel bir de sivil istihbarat örgütü kurmuştu. Devletin ünlü ve güçlü iki polis şefini, Franz G uertner ve Dr. Ernst Pohner’i T hule’ye üye yapmış ve yönlen­ dirmeye başlamıştı. Hider, 1934’te onun imzasıyla Şansölye olarak atandı. Guertner, daha sonra H ider tarafından Bavyera Adalet Bakam yapıldı. Gizli polis örgütünün başkan yardımcısı W ilhelm Frick de Sebottendorff tarafından T hule’ye alınmıştı. O da 3. R eich kurulduğunda H itler tarafından İçişleri Bakanı yapıldı.

193

böylece adı sanı bilinmeyen biriyken kısa süre içinde ‘Gazete

HITLER

mıyla değiştirmiş ve Völkischer Beobachter yapmıştı. Sebottendorff

BİLİNMEYEN

anti-Bolşevik faaliyetlerini Türkiye’de de sürdürdü.

Adolf Hitler, Avusturya vatandaşlığını yitirdikten sonra Thule üyesi bu güçlü kişiler tarafından korundu ve kollandı. Kendisini sınırdışı ettirmek isteyen rakipleri, 1926’da Polis M üdürü Pohner’e şöyle bir soru sormuşlardı: “Bu adamı sınırdışı ettirmek için daha ne bekliyorsunuz? Adam darbe bile yaptı. Daha ne yapması gerekiyor?” Pohner’in yanıtı çok ilginç olmuştu: “Daha

194

AYTUNÇ ALTIIMDAL

pek çok iş yapacak, henüz yeterince yapmadı!” SebottendorfFun, Yahudi düşmanlığı da sımr tanımamıştı. Yahudiler hakkında olmadık suçlamalar üretiyor ve yayıyordu. SebottendorfF, Yahudilerin üniversitelerden ve okullardan atıl­ malarını öneren ilk kişidir. Hitler iktidara gelince, bunu aynen uyguladı. 1934-35’te, iki Thule üyesi, Alfred Rosenberg ve R udolf Hess’in girişimleriyle tüm Yahudi bilim adamları üniver­ sitelerden atıldılar. Bunların birçoğu Türkiye’ye sığındı. Araştırmacı-yazar Dr. Nicholas Goodrick-Clarke’ın yazdığı gibi, “ 1919 yılının Ocak-Mayıs ayları arasında, Almanya’nın her yanında eski rejime bağlılık duyan toplumsal ve siyasal güçler, müthiş bir sıklet merkezi oluşturmaya başladılar. Ama Kızıllara karşı örgütlenen bu karşı devrimci güçler, hiçbir yerde, Bavyera’daki kadar güçlü ve etkili olamadılar. Bu oluşumda soylu üyeleri Kızıllar tarafından kurşuna dizilen Thule’nin ve Cermen Tarikatı’nın payı büyüktür. Bu kuruluşlar, M ünih ve çevresinde, Nasyonal Sosyalizmin yeşermesi için gereken tüm koşulları ha­ zırladılar ve olgunlaştırdılar.”49 Görüldüğü gibi, Thule Örgütü olmasaydı, DAP ve Savaş Birlikleri, kadrolu ve pozisyon sahibi devlet memurları, silah­ lar, Voelkischer Beobachter gazetesi, para, finansman ve soyluların desteğiyle oluşturulan meşruiyet=yasalhk kılıfi da olmayacaktı. Bunlar olduğu için, Karşı-Devrimci Güçler, Bavyera’da ilan 49 Goodrick, a.g.e. ss. 147-49.

edilen Cum huriyet’i yıkabildiler ve Kızılordu Birlikleri’ni kanlı mücadelelerle yenerek M ünih’i, Bolşevikleşmekten kurtardılar.

Polonyalılar da İsa’nın ‘Polonyalı’ olduğuna inanmışlardı. Hatta onlara göre İsa’nın mezarı bile Polonya’daydı!50 50 K arlheinz D eschner, Abermals krahte der Hahn, M oew ig, 1989, s. 559. Ayrıca bkz.: R o b e rt P. Ericksen, Theologians under Hitler, Yale U n i. Press, 1985.

195

ra-militer gücü sayılan, SS birliklerinin kurucusu Heinrich Himm ler ise hem astrolojiye hem de Okültizme çok düşkün bi­ riydi.‘Kara Tarikat’ adlı SS gizli inanç sistemini, SebottendorfFun Thule O rgütü’nü ve inanç sistematiğini örnek alarak kurmuş­ tu. Himmler, SebottendorfFu, ‘Nasyonal Sosyalizmin Efsane Yapıcısı’ diye selamlamıştı. Him m ler’in SS’leri daha önce de belirttiğimiz gibi İsa Mesih’in Alman olduğuna inanıyorlardı. Aynı şekilde Alınanlardan önce

HITLER

ajanı olarak çalışan yazar H erbert R ittlinger’in belirttiği gibi, “Eğer çağdaş Faşizmin bu Cagliostro’su (tanınmış bir Okültist) Baron SebottendorfF olmasaydı, H ider hiçbir şey yapamazdı.” Rittlinger, 1943-44 yıllarında İstanbul ve Ankara’da Alman karşı-casusluk servisinde üst düzeyde yöneticilik yapmıştı. Savaştan sonra Boğaziçi’nden Anılar adlı bir kitap yazarak Nazizmle Okültizm bağlantısına dikkat çekmişti. Holokost’ı gerçekleştiren tarihin en kanlı ve acımasız, pa-

BİLİNMEYEN

Bu karşı devrimci örgütlenmeyi gerçekleştiren kişilerin başın­ da, belki de en önemlisi olarak, hayatı hakkında birçok tarih­ çinin hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığı Baron R u d o lf von SebottendorfF geliyordu. Eğer onun zekâ dolu siyasal manipülasyonları, entrikaları, komploları, suikastları ve örgütleme başarısı olmasaydı, tarih ne H ider’i, ne de Holokast’ı tanıyacaktı. İstanbul ve Ankara’da Alman karşı-casusluk servisi SD’nin

Dr. G oodrick-Clarke’ın da belirttiği gibi, Sebottendorff’un siyasal görüşleri, “Pan-Türkist hareketten çok etkilenmişti. Ayrıca D oğu mistisizmine, simyacılığa, Gül ve Haç Kardeşliği gizli örgütünün öğretilerine de atıflar vardı. Bolşevizm ve Yahudi düşmanlığıysa geleneksel ırkçı çizgiyi izlemişti.”51 Baron R u d o lf von Sebottendorff, Alman tarihçilerine göre, 1934’te H ider’in Kutsal Vehm kökenli cellatları tarafından öl­ dürülmüştü. İngiliz istihbarat servisleriyse Baron’un, cellatla­ 1945’de intihar ettiğini öne sürmüşlerdi. Türkiye’de ise Baron R u d o lf von SebottendorfF’un akıbetiyle ilgili kalın bir sis perdesi vardı. Aslında hem Almanlar hem de İngilizler yanılmışlardı. Baron Sebottendorff‘Olayı’ gerçekte çok daha değişik ve esrarengizdi.

196

AYTUNÇ ALTINDAL

rın elinden kurtulup, yeniden İstanbul’a kaçtığım ve 9 Mayıs

51 Goodrick-Clarke, a.g.e. s. 140.

3.3. HITLER GELM EDEN ONCE

B atı A v ru p a ’d a o rtay a ç ık a n g izli ö rg ü tle r ve y ık ıc ı a k ım la r D o ğ u ’d ak i R a fız i İslam cı g izli ö rg ü tle r ö rn e k a lın a ra k k u ru l­ m uşlardır. N esta H . W ebster, 192452

1924’te A dolf Hitler, Başarısız Birahane Darbesi’nin sonucunda çarptırıldığı cezayı çekmek için hapishanede bulunuyordu. Aynı yıl, A m erika’da bir kitap yayımlandı. Kitabın adı, G izli Örgütler ve Yıkıcı /IkiMt/iir’dı.53Yazarı, Nesta W ebster’di ve kitap eleştirmen­ 52 N esta H .W ebster, a.g.e. s. 5.W ebster’in daha ö n c e 1921’de yayım lanm ış b ir kitabı daha vardır. W ebster b u kitabında da Y ahudilerin dünyaya ege­ m e n olm ak için ko m p lo lar d ü zen ledik lerin i ö n e sürm üştü. Bkz.: World Revolution / The Plot Against Civilization, B oston: Small, M aynard, 1921. 53 W ebster’in kitabım b ulabilm ek için N e w Y ork P u b lic L ibrary’ye u zu n b ir uğraş verdim . K itap ned ense ‘H azin e’ gibi saklanıyordu. İlk gidişim ­ de yetkililer m ik ro -fılm leri, u z u n tartışm alardan sonra zim m ed i ola­ rak verdiler. Sonraki gidişlerim deyse m ik ro -fılm lerin başkası tarafından alındığını söyleyerek verm ediler. A nlaşılan kitabın yayım lanm asından tam 70 yıl sonra 1994’te b ird en b ire b u kitaba (daha gerçeği rapora) aynı

ler tarafından bilimsel bir inceleme olmaktan çok meçhul bir ‘gizli servis’ tarafından hazırlanmış bir istihbarat raporu olarak değerlendirilmişti. Buna rağmen kitap çok ilgi çekti. Özellikle de Yahudilerin ‘Dünyaya Egemen’ olmak istediklerine inanan çevreler bu kitabı yeni bir İncil gibi okudular. Webster, kita­ bında Batı Avrupa’da ortaya çıkmış olan tüm gizli örgütlerin D oğu’daki mistik ve egzotik İslamcı gizli örgütler örnek alı­

198

AYTUNÇ ALTINDAL

narak kurulduklarını ve bu örgütlerin de gerçekte Yahudilerin ‘Dünyaya Egemen’ olmak için yaptıkları yeraltı faaliyetlerine hizmet ettiklerini öne sürmüştü. H enüz,‘SionYaşlıları’nın Gizli Protokolleri’ni yeni okumuş olan ‘Yahudi düşmanı’ çevreler, ellerine bir de Webster’in kitabı geçince dünyada bir ‘Yahudi Komplosu’ olduğuna iyice ikna olmuşlardı. Webster’e göre D oğu’daki ilk İslami gizli örgütü 872 yılında Abdullah ibni Meymun kurmuştu. Bu kişi Batıni (Ezoterik) Dai Tarikatı’na bağlıydı. Günümüzde, Kerim Ağa Han tarafından temsil edilen İsmailiye de aynı Batıni çizgideydi. Abdullah ibni Meymun, gerçekte İslamiyet’e hiç inanmamıştı. Fakat bunu kul­ lanarak yeryüzünde ne kadar hükümdar varsa tüm ünü ortadan kaldırabileceğini planlamıştı. Batınilik’te, gizli örgüte girebil­ mek için yedi aşamalı bir gizlilik ve yemin töreni yapılıyordu. Meymun, bu törenleri çok iyi öğrenmişti ve bunları kullanarak ilkin Şiilerin arasından değil henüz Müslüman olmamış Harranlı Paganları ve Mani dinine bağlı olanlarla Cabiri diye bilinen Arap-Fars kırması bir cemaatten kendisine taraftar toplamıştı. Meymun, özellikle cahil ve cesur olanları seçmiş, okumuş kişileri örgütüne almamıştı. Bu insanlar her türlü kötülüğü yapabilecek, günde inanılmaz(!) bir ilgi doğm uştu. M ikro-fılm leri b ir T ü rk yazara verm ek istem edikleri açıktı. B unun üzerine A m erikalı bir yazar arka­ daşıma m ikro-film leri almasını rica ettim . S orun çözüldü!

ruhsal dengeleri dalgalı ve vahşi karakterli kişilerdi. M eymun bunlarla gizli biri örgüt oluşturmuş ve yeraltı faaliyederini başlat­ mıştı. (Cabiri geleneği için yazarın Gül ve Haç Kardeşliği kitabına bakınız.) Webster’in tezine göre 18. yüzyılda ortaya çıkan ilk gizli siyasal kimlikli Alman örgütü ‘Illuminati’ işte bu modele dayalı olarak kurulmuştu. B unun kurucusu, ünlü Adam Weishaupt,54 D oğu’nun gizli örgütlenme modelini çok iyi öğrenmiş biriydi.

yazmıştı.55

HITLER

işleyerek, ülkelerinde ‘İktidar’ı ele geçirmek istediklerini ve bu­ nun için de ‘vahşi, cahil ve gözükara’ serserileri kullandıklarını

BİLİNMEYEN

“Illuminati” yle Avrupa’da ilk siyasal cinayetler, darbeler, ihtilaller başlamıştı. Webster, Weishaupt’un “Illuminati”sini, M eym un’un ‘Karmetileri’nden örnek aldığını ve ikisinin de siyasal cinayetler

Karmetiler, tarihte Haşhaşin veya Assasin diye bilinen Şii kö­ öncüleriydiler. Baron R u d o lf von SebottendorfF, İstanbul’da bulunduğu yıllarda bu gizli örgütlenme modelini ve taktiklerini öğrenmişti. Thule’de işte bu ‘Karmeti’ taktiklerini ve stratejilerini uygulamıştı. Batınilik ve Dailik, İslamdaki mistik çizgide kurulmuş ce­ maatlerdi. Sünni İslam anlayışına karşıydılar. İslamda, Batıni (Ezoterik) olarak bilinen pek çok akım vardı. Bu tarikatlardan bazıları (Bektaşi, Hurufî ve R ufai gibi), kısaca ‘Işhariyye’ adıyla anılıyorlardı. SebottendorfF, 1899-1901 arasında ilkin Kahire’de, sonra da İstanbul’da bu Rafizi akımların temsilcileriyle tanışmış ve Bektaşi olmuştu. 54 W ebster, a.g.e. s. 36. 55 W ebster, a.g.e. s. 38.

199

kenli Hassan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde kurduğu gizli örgütün

Dai, Arapça ‘davet eden’ anlamına gelen bir kavramdır. Çoğulu, D uat’tır. Bu kişiler, kadınlı erkekli Gnostik bir çizgide yaşıyorlardı. Sünni İslam açısından Heretik (sapkın) sayılmışlardı ve ‘Mezahib-i Dalle’ diye tanınıyorlardı. Kendi gizli öğretile­ ri (Batıni=İçsel) simyacılık, ebced, astroloji, el falı okuma ve Okültizmden alınmış bilgilerle oluşturulmuştu. Sebottendorff, 1924’te, Webster’in kitabından hemen sonra, Almanya’da ya­ yımlanan bir kitabında, Batıni-Dai-Bektaşi Ezoterizminden

200

AYTUIMÇ ALTINDAL

öğrendiği çok gizli üç ‘ilim’ anlatmıştı. Bunlar; ‘İlm -i-N ücum ’ (yıldızlar ve gökler ilmi);‘İlm-i-Miftah’ (anahtar ilmi) ve ‘İlm-iN ihan’ (ölçümler ilmi) idi. Bu üç gizli ilim de gerçekte, Sünni İslamın şiddetle karşı çıktığı ve kesin yasak saydığı Hermetik büyücülüğün ve Okültizmin uygulamalarıydı. D oğu’daki mason locaları bu sırları öğrenebilmek için yıllarca, Dai ve İşhariyye geleneklerini incelemişlerdi. Sebottendorff, 1912’de ünlü birAlman Okült dergisinde yayımlanan, ‘İslami Farmasonluk ve Ezoterizm’ başlıklı makalesinde masonluğun gerçekte BektaşiDai-İşhariyye’den alındığını öne sürmüştü. Sebottendorff, ünlü Alman yazarı Lessing’den ilham almış olmalı ki, bu makalesini, ‘Genç Lessing’ diye imzalamıştı. Lessing ünlü bir masondu.56 Sebottendorff’un sözünü ettiği üç gizli ilim gerçekte, Tyanalı Apollonius adlı bir Anadolu ereni tarafından 1. yüzyılda uygu­ lanmıştı. Bu kişinin gerçek İsa Mesih olduğu öne sürülmüştür. İsa’yla aynı yılda doğduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığın ilk 200 yılında, hiçbir kaynakta Nasıralı İsa Mesih’in adı geçmezken, ilginçtir ki, bütün R om a kayıdarında gerçek Peygamber ve ‘Mucize Yaratıcısı’ olarak Tyanalı Apollonius’un adı geçmektedir. Kilise, 3. yüzyıldan itibaren Apollonius’un tüm yazılarım yak­ 56 Dr.W.N. Hargreaves-Mawdsley, a.g.e. s. 327-29.

yüklemişlerdi. Ö rneğin Hurufiler, A, L, M harflerinin benzer şekilde gizli anlamlar ve büyülerle yüklü olduğunu düşünüyor­ lardı.57 Hurufiye’n in ,‘32’ sayısıysa Kabbala’nmYesad diye bilinen en üst 32. mertebesini sembolize ediyordu.58 Apollonius’un 20. yüzyılda yayımlanmış tek biyografisi Walter Seigmeister adlı Yahudi bir bilim adamı tarafından 1940’lı yıllar­ da kaleme alınmıştı. Bu yazara göre Apollonius, Himalayalar’da öğrendiği bilgileri O rtadoğu’ya taşımış ve Haçlı Seferleri sı­ rasında bu gizli bilgiler Araplardan Hıristiyanlara geçmişti.59 57 Paul Foster Case, The Masonic Letter, G, M acoy Pub. M asonic Supply C o. 58 Edw ard Albertson, Understanding the Kabbalah, For the M illions Series, 1973, ss. 28-32. 59 D r. W alter Seigmeister, Apollonius, The Nazarene, Biosophical Pub. Co.,

201

lardı. Masonlar işte bu kişilerden ‘İlm -i-N ihan’ öğrenmişlerdi. Masonlar da, Batmi-Hurufıler gibi bazı harflere özel anlamlar

HITLER

Hurufı öğretisinde, 24 harf, 28 işaret ve 32 sayı vardı. Ç ok kar­ maşık ve anlaşılması güç olan bu öğretiyi sadece ‘Ehl-i-Havass’ (Sırların Bilicileri) denilen, kimlikleri gizlenmiş kişiler biliyor­

BİLİNMEYEN

tırmış ve adına dikilen anıtları yıktırmıştı. Apollonius’un ‘Gizli İlimleri’ anlattığı kitabıysa Papalık Arşivi’nde saklanmıştı. Araplar, Apollonius’a ‘Balius’ diyorlardı ve kelime anlamıyla ‘sırtında sorumluluk taşıyabilen’ demekti. İşte, Batıni-Dai gele­ neği bu esrarengiz Anadolu erenine gidiyordu. Osmanlı Türkleri bu kişiye, ‘Balyos’ demişlerdi. İşhariyye’nin bir kolu olan Osmanlı Hurufileri (Hurufat, harfler demektir) ‘İlm -i-N ihan’ı Arap kaynaklarından öğrenmişlerdi. Farsça bir sözcük olan ‘N ihan’ gizli oda, gizlenilen yer anlamına geliyordu. Bu gizli mekânlarda, Sünni İslamın kesin yasakladığı ve ölüm­ le cezalandırdığı ‘İlm -i-N ihan’ çalışmaları yapılıyordu. Batıni-

Apollonius’un iki kitabı Arapçaya çevrilmiş ve ünlü matematik­ çiler, Cabir (Cebir’in kurucusu) ve R azi (aynı zamanda kimyacı) tarafından kullanılmışlardı. Hacı Kalfa da, Apollonius’un eserlerini'Arapçaya çevirmişti. En önemli kitap, K ozm ik Güçlerin Etkileri ve Muskalar ise 19. yüzyılda Latinceden İbraniceye çevrilmişti.

Apollonius’un (Balius) astroloji, simyacılık ve muska yazıcılığı önemli bir Müslüman bilim adamı olan İzniki tarafından incelen­ mişti. Ayrıca Cabir ibn-i Attar da (926 yılında) astroloji ve sihirle AYTUNÇ ALTINDAL

ilgili kitaplarına çok önem vermişti. Bu kitaplar daha sonra yasak­ lanmışlar, fakat Bursa ve İstanbul’daki bazı tekkelerde gizlice okutulmuşlardı. Sebottendorff, Bursa’da kaldığı dönem de Balius’tan Attar’a kadar intikal eden, ‘El O kum a’ (Palmistry) tekniğini en ince ayrıntılarına kadar öğrenmiş ve usta bir ‘palmist’ olmuştu. Sebottendorff, ayrıca A pollonius’u n en iddialı olduğu muska yazıcılığı alanında da kendisini eğitmişti. Apollonius,

202

muskalarıyla çok övünmüştü. Şöyle yazmıştı: “B en Apollonius, T anrı’nın verdiği güçle muskalar yazdım. Bunlarla kurtlar, fa­ reler ve canavarlar yarattım.”60 H er türlü hastalığı muskalarıyla iyileştirdiğini söyleyen Apollonius, bir de ilginç hastalıktan söz etmişti. Bu hastalık,‘Alman Hastalığı’ydı. Apollonius, bu hasta­ lığı da muskalarıyla iyileştirdiğini söylüyordu.61 Sebottendorff da, kendi yazdığı bir muskayla, Alman Hastalığı’nı iyileştirdiğini söylüyordu. Sebottendorff’u n muskası, N ordik gizli alfabenin (R une) ‘Sonnenrad’ diye bilinen güneş çarkından alınarak yapılmış olan Gamalı H aç’tı ve Yahudilik tarafından ‘hastalan­ dırılmış’ olan Almanlar, bu muskayı kullandıkları zaman şifa buluyorlardı! 1947, ss. 104-106. 60 Seigm eister, a.g.e. s. 107. 61

Seigmeister, a.g.e. s. 108.

Sebottendorff, İstanbul’da, ‘G ül’ün Sırları’ diye bilinen Ezoterik bilgilere de ulaşmıştı. 13. yüzyıldan itibaren ‘Gül’ sembolizmi İslamda da önemli rol oynamaya başlamıştı. Sünni İslam, ‘Lale’yi yüceltirken, Rafızi İslam ‘G ül’ü benimsemişti. Apollonius da ‘G ül’ taraftarıydı ve bu çiçeğin sembolik değerle­ rini açıklamıştı. İşariyye akım ında,‘Gülbang’ denilen ve K uran’da bulunmayan duaları okuma geleneği vardı. Bektaşiler arasında ‘G ül’ önemli bir rol oynuyordu. En ta­ ‘G ül’ sembolizmini 1570’lerde M acaristan’a götürm üştü. Bu gizemli sembolizm daha sonra, Macaristan’dan Avusturya’ya,

1882 yılında, İstanbul’da gizli faaliyette bulunan, ‘Gül ve H aç’ (Rosycrucian) kökenli bir İtalyan O kült örgütü vardı. Bu

masonik locanın bazı üyeleriyle tanışmış olmalı ki 1900’lerin İstanbul’undaki Rosycrucianlar’la İslami gizemci tarikatların arasındaki gizli ilişkileri anlatan bir makale yazmıştı. H iç kuşkusuz Sebottendorff, 1500 üyeli Thule Ö rgütü içinde İslami gizli örgütlenm e stratejilerini ve öğretilerini en iyi bilen kişiydi. Ç ok iyi derecede Osmanlıca, Arapça ve Farsça biliyordu. Anadili Almanca dışında Fransızca, İngilizce, Latince ve R um ca da konuşuyordu. Sebottendorff, Almanya’da G uido von List ve Lanz von Liebenfals’ın çizgisini benimsemiş bir A nti-Sem it ve ırkçıydı. Fakat onların hiç bilmedikleri siyasal stratejileri ilk kez o uy­ 62 A ngelo Iacovella, Gönye ve Hilal / İttihat Terakki ve Masonluk, Tarih Vakfı, 1998, s. 1 7 ,2 1 .

203

örgütün adı, ‘Savrano Capitalo R osa C roce’ydi.62 Anlamı, ‘Gül ve H aç’ın Egem en Başkenti’ydi. Sebottendorff bu O kültik-

HITLER

oradan da Almanya’ya geçmişti. Gül Baha’nın mezarı halen Macaristan’dadır.

BİLİNMEYEN

nınmış Bektaşi dedelerinden biri, ‘Gül Baba’ydı. B u Dede,

gulamıştı. Ö rneğin Yahudi bilim adamlarının gerçekte hiçbir özgün buluşlarının olmadığını, onlara mal edilen tüm fizik bu­ luşlarını Alman bilim adamlarından çaldıklarını öne sürmüştü. SebottendoriF,Yahudi bilim adamlarını fikir hırsızları (Plagiarist) olmakla suçlamış ve iki Thule üyesinden, R u d o lf Hess ve Alfred R osenberg’den bu konuyu gündem de tutmalarını ve üniversi­ telerde ne kadar Yahudi bilim adamı varsa hepsini attırmalarını istemişti. 1941’de Alman üniversiteleri birlikte ‘Yahudi ve Alman AYTUNÇ ALTIIMDAL

Fiziği’ diye bir kitap yayımlayarak63 bilimsel alanda ırkçılığın nasıl yapılacağını dünyaya göstermişlerdi! SebottendoriF ayrıca şu ünlü ‘Sırtından Bıçaklanan’ zavallı Alman ulusu tezini de en ateşli şekilde savunan kişiydi. İlkin Kayzer 2. W ilhelm tarafından dile getirilen bu görüş64 kendisi de bir monarşist olan SebottendoriF tarafından hem en yaygınlaştırıl­ mıştı. H itler en çok bu komplo propagandasını kullanmıştı. Öyle

204

ki 2. Dünya Savaşı sırasında bu komplo teorisinin izlerinin nasıl silinebileceği Amerikan Gizli İstihbarat Ö rgütü OSS’in (ClA’nın öncesi kurulan örgüt) genç elemanlarından (sonra CIA Başkanı) W illiam Casey’i de düşündürmüştü. Casey anılarında bu olayı şöyle anlatmıştı: “Roosevelt 1944’te ‘H itler’i Almanya içinde bir muhaleFet kurarak değil, tam tersine hiçbir muhaleFet oluş­ turm adan yenmeliyiz. Aksi takdirde şu yıllardır silemediğimiz sırtımızdan bıçakladılar sloganı yine karşımıza çıkar’ demişti.”65 1918’de SebottendoriF tarafindan başlatılan karalama ve yıl­ dırma politikası öyle etkili olmuştu ki, o yıllarda Yahudilere karşı olmayan ve masonlara ilgi gösteren Almanya’nın en ünlü askeri 63 D r.J. Sterk-D r. W ilh elm M üller, Jüdische und Deutsche Physik, H elingsche Verlaganstalt , Leipzig, 1941. 64 Kaiser W ilh elm 2., Memoirs, ss. 185-186. 65 W illiam Casey, The Secret War Against Hitler, B erkley Books, 1989, s. 79.

Mareşal Ludendorffbile bir süre sonra bu propagandanın etkisinde kalmıştı. 1926’da General Erich Ludendorff çok garip bir kadın olan Dr. Matilda von Kemnitz’le evlenmişti. Bu kadın müthiş bir din düşmanıydı. Katolik Kilisesi’nden nefret ediyordu ve doktor olmasına rağmen Okültizmden başka bir uğraşı yoktu. 1926’da General Ludendorff’u bir dergi çıkartarak Katolik Kilisesi’ne ve masonlara karşı yoğun bir karalama kampanyası başlatmaya ikna etti. Dergi yayına sokuldu. Adı Ludendorff'un Kamu Bekçisi ve Katolik Kilisesi birlikte Almanları tarihten silmek istiyorlar’ yazılıydı. Altında ilginç bir söz vardı: ‘Hakikat Gelince Batıl Zail Olur.’ Dergi kısa sürede 200 bin tiraja ulaştı. (Bkz. Ek)

BİLİNMEYEN

LudendorfF çiftine göre masonlar, Yahudiler ve Katolik Kilisesi birlikte Ari A lman ırkını ve ulusunu tarihten silmeye karar vermişlerdi.66 General L udendorff birkaç kez T h u le’ye

HITLER

onur konuğu olarak katılmış, fakat soylu olmadığı için üye ya­ pılmamıştı. General dergisinde Yahudileri ve masonları döver­

205

(Volkswarte) konmuştu. Derginin başlığında ‘Masonlar, Yahudiler

ken eşi de K iliseyi topa tutm uştu.67 L udendorff da tıpkı Thule üyeleri gibi acilen bir Führer bulup ‘Kanlı’ bir ihtilal yapılmazsa Almanya’nın Yahudi ve Masonlara teslim edileceğini öne sürü­ yordu. Bu beladan kurtuluşun tek yolu vardı. B unu da saygıdeğer Mareşal gösteriyordu: ‘T öton R u h u ’na G eri D önm ek ve onlar gibi savaşmak.’68 66 L udendorff, Sieg der Wahrheit Der Lüge Vernightung, V olkw arte, B erlin, 4.6.1933. 67 M atilda L udendorff, abg, 1. sayfa m anşet: “ R o m u n d die N atio n ale R e ­ v o lu tio n ” . Ayrıca bkz.: E ric h Ludendorff, Souvenirs de G u erre (19141918), 2. C ilt, Payot, 1920. A yrıca L u d e n d o rff’u n savaştaki yeri ve rolü için bkz.: Spencer C. Tucker, The Great War İ9 1 4 -1 9 1 8 , U C L Press, 1998. 68 Ludendorff, abg, 18.6.1933 (24. Folge), B erlin.

Sebottendorff ‘Bektaşi’ olmasına rağmen T hule’de yaptı­ ğı konuşmalarda Thule Tarikatı’nın Tanrısı’nın Hıristiyanlığın İsa M esih’i olmadığını ve inandıkları tanrının Pagan Töton Şövalyeleri’nin taptığı Walwater, diğer adıyla O din olduğunu söylemişti. Ayrıca Hıristiyanların ‘Baba-Oğul-Kutsal R u h ’tan’ oluşan Teslis inancını da değiştirmişti. T hule’nin Teslis inancında ‘Wotan, W ili,W e’ adlı üç Pagan tanrısı vardı. Daha önce de belirtildiği üzere Sebottendorff N ordik şif­

206

AYTUIMÇ ALTINDAL

reli alfabe ‘R u n e ’ konusunda uzmanlaşmış bir astrologdu. Bu alfabede yer alan birtakım R u n e işaretlerini kendi kurduğu ‘Sebottendorff Ö zgür Birliği’nde rütbe, nişan ve bölük arması olarak kullanmıştı. Bu ‘R u n e ’ harfleri daha sonra H itler tarafın­ dan Alman O rdusu’nda ve SS birliklerinde aynı amaçla kullanıl­ dı. Bunlardan ‘Sonnerad’T hule’nin sembolü kırık kanatlı Gamalı Haç (Waffen SS Birliği’nin sembolü SS’lerin en elit birliği);‘Sig’ ve ‘G er’ R u n e harfleri cesaret nişanları olarak kullanıldılar; Eif, Kyr, Ha-gall ve Odal R u n e harfleri ve diğerleri de üstün hizmet madalyalarında kullanıldılar. (Bkz. Ek)69 A dolf H itler’in gerçekte kendi başına geliştirmiş olduğu -örneğin Lenin, Stalin, Mao, Mussolini gibi- bir felsefi doktrini veya ideolojisi yoktu. Hitler, kendisine öğretilmiş olan bilgileri birleş­ tirerek kendi türünde ilk olan bir milliyetçi-ırkçı ‘Dünya G örüşü’ oluşturmuştu. Elindeki bilgilerden yola çıkarak oluşturduğu bu dünya görüşü daha çok O kült ve onunla bağlantılı kavramların

69 A yrıca Alm anya’da 1900’lü yıllardan itibaren hızlanarak gelişen b ir H ı­ ristiyanlık öncesi Pagan-A lm an D estanları’nı ‘E zberlem e’ akım ı vardı. İlk N o rd ik destan olan ve Pagan T anrıları’n ın serüvenlerini anlatan ‘E d d a’ destanı en sevilendi. B u destan adına ‘Edda C em iy eti’ ku ru l­ m uştu. B u örgüt, daha sonra ku ru lan m istik -O k ü ltik örgütlere ‘A nalık’ etm işti. Edda için bkz.: Die Edda, D ie d e ric h /H e y n e , 1996.

bir araya getirilmesiyle tanımlanmış bir ‘O kült Milliyetçiliği’ ydi. B u bilgileri ilk kez fikir haline getirip Almanya’ya sunmuş olan­

onun hayatında çok önemli rol oynadı.70 1941’de onun baktığı

HITLER

sonrasında üniversitede profesör oldu. Savaş öncesinde yetiştir­ diği öğrencisi R u d o lf Hess ise önce Thule üyesi, sonra da Nazi Partisi’nde H itler’den sonra gelen ikinci adam olmuştu. R u d o lf Hess gerçekten de çok garip bir adamdı. Sebottendorff’a ve T hule’ye daima bağlı kalmıştı. Haushofer

BİLİNMEYEN

larsa Almanya içinde ve dışındaki gizli örgütlere üye yapılmış, genellikle yükseköğrenim görmüş kişilerdi. Ö rneğin bunlardan biri olan Kari Haushofer, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı öncesinde Japonya’daki Askeri Ataşesi’ydi. H aushofer bu ülkede bulundu­ ğu sırada, tıpkı Sebottendorff’u n Türkiye’de yaptığı gibi, gizli bir Japon Kardeşlik Ö rgütü’ne (Brotherhood) üye yapılmıştı. Haushofer, aynı zamanda coğrafya uzmanı ve stratejistti. Savaş

‘Kader Falına’ uyarak en büyük düşman İngiltere’ye uçakla gitti tüm Nazileri serbest bıraktıkları halde bildiklerini açıklamamakta direndiği için Hess’i ölünceye kadar ‘Tek Başına’ bir hapishanede tuttular ve orada intihar etti. Haushofer, 2. Dünya Savaşı’nı kazasız atlattı, ama savaş bittikten sonra intihar etti. H aushofer’in oğlu 1941-43 yılları arasında günüm üzde çok ünlü olan Nostradamus’u bir ‘Efsane’ haline getiren kişidir. Bu genç adamın gayretleri olmasaydı günüm üzde Nostradamus’u çok az insan biliyor olacaktı. Genç Albert Haushofer, Hess giz­ lice İngiltere’ye gidince İsviçreli astrolog ve ‘U zgörü’ uzmanı Kari Krafft’la birlikte bir süre tutuklanmıştı. Krafft Nazi Partisi içinde çok üst düzeyde saygı duyulan ve yüksek maaş alan bir astrologdu. Albert Haushofer 1943’te hapisten çıktıktan bir süre 70 H ess kitabı, ss. 13-17, 2 3 -27, 8 8 -8 9 ,1 5 4 ,1 7 1 , 2 9 8 ,3 0 1 .

207

ve ondan sonraki hayatı tam 50 yıl hapiste geçti. M üttefikler

sonra ortadan kayboldu. İzine hiçbir yerde rastlanmadı. Krafft ise H itler’in 1945’de kaybolacağını öngören bir açıklamasını 1943’te N azi Arşivleri’ne koydurtm uştu. SebottendorfF’un Hess’le bağlantısı 1941’e kadar aralıklarla sürdü. Hess 1928’de bir ‘Dış Almanlar B ürosu’ kurm uştu. 1933’te b un un başına E rnst B ohle adlı bir Naziyi atamıştı.71 Bu B ohle de yarı-Almanlardandı. İngiltere’de doğmuş G üney Afrika’da eğiti­ m ini tamamlamıştı. 1945’e kadar Dış B üroyu bu adam yönetti

AYTUNÇ ALTINDAL

ve en çok da T ürkiye’yle ilgilendi. A nkara-Berlin arasındaki gizli telgraf yazışmalarında adı sıkça geçmişti. M ünih ’te ve Almanya’da esen Bolşevik fırtınası 1918-21 yılları arasında çok kanlı şekilde bastırıldı. Kızıllara karşı savaşan Beyazlar sonunda Almanya’da başarı kazandılar. 1920’nin sonlarında A dolf H itler’in N azi Partisi’nin artık birçok taraftarı vardı. Partinin bir binası, gazetesi ve en önemlisi aristokratlardan kurulu bir dış destek

208

grubu vardı. Sebottendorff amacına ulaşmış gibiydi. Eylül 1919’da T hule’nin yönetim inden kendi isteğiyle ayrıldı ve ‘U ykuya Yattı.’ 1921’de esrarengiz bir şekilde Almanya’dan ayrılarak İsviçre’ye gitti ve adı duyulmamış bir köyde yaşamaya ve kitaplar yazmaya başladı. 1920-21’de Türkiye’nin İsviçre Büyükelçisi olan Reşat Halis’le görüşmeler yaptığı biliniyor. Alman kamuoyuna ve daha önemlisi hakkında çeşitli suçlamalar nedeniyle soruşturmalar yü­ rüten M ünih Polisi’ne kendini unutturdu. 1933’te Sebottendorff, A dolf H itler’in Şansölye seçilmesinden kısa bir süre sonra yine ortaya çıktı. B u kez çok değişik bir kitap yazmıştı. S ebottendorff kitabında H itler’in nasıl yetiştirildiğini ve işbaşına getirildiğini belgelerle açıklıyordu. N e olm uştu da, S ebottendorff birdenbire A dolf H itler’in ne Kavgam Aa ne de başka bir yerde sözünü ettiği karanlık ‘Geçmişle’ 71 Hess, a.g.e, s. 71.

ilgili kirli çamaşırları ortaya dökm ek ihtiyacını duymuştu? Bu soru 1960’lardan sonra çok dar bir çevrede akademisyenler ve eski N aziler arasında tartışıldı. Anlaşılan SebottendorfF T hule’yi yeniden canlandırm ak istemişti. Am a niçin? B u N iç in ’in yanıtı A d olf H itler’in Kayzer 2. W ilhelm ’le ilgili ‘K arar’ değişikliğindeydi. T hule A dolf H itler’i Almanya’da krallığın yeniden k u ru l­ ması amacı ve koşuluyla desteklemiş ve öne çıkartm ıştı. Oysa H itler, Kayzer’in adamı bunak C um hurbaşkanı H in d en b u rg’a

etmişti. İşte Sebottendorff’u Almanya’da yeniden sahneye çıkm a­ ya iten olay buydu. E ğer krallık yeniden kurulmayacaksa H itler’i

HITLER 209

desteklem enin de bir anlamı kalmamıştı. Sebottendorff’un kitabı Hitler Gelmeden Önce adını taşıyordu. Kitap 1933 yılında M ü n ih ’te D eutola Yayınevi tarafından basıl­ mıştı. Kitabın bir nüshası kitap daha piyasaya verilm eden Nazi Arşivi’ne alınmış ve 2-47 sıra numarasıyla kaydedilmişti. Kitabın ilk sayfasında T hule’nin adı ve ‘Hançerli Gamalı H aç’ vardı. Altına şu iddialı açıklama yazılmıştı: Nasyonal Sosyalist hareketin ilk dönem lerine ait belgeler. Yazan R u d o lf von Sebottendorff. İkinci sayfada altında K.B. imzası olan A dolf H itler portresi vardı. Portrenin altında m anidar şekilde A dolf H ider N azi Partisi’nin değil, Nasyonal Sosyalist hareketin Führer’i olarak tanıtılmıştı. Bu sayfadan sonraki sayfadaysa T hu le’nin en saygın üyesi diye tanıtılan R u d o lf Hess’in bir portresi yer alıyordu. Kitap 267 sayfaydı ve sonuna ek olarak 161 T hule üyesinin kısa özgeçmişleri eklenmişti. Sebottendorff kitabının önsözünde de şu açıklamaya yer vermişti: “H itler’in ilk başvurduğu kişiler T hule O rg ü tü ’nün üyeleriydiler, onlar da H itler’le anlaştılar. Geleceğin F ühreri’nin hazırlanışında T h u le’yle birlikte Alman İşçi Partisi -ki T hule üye­ lerinden Birader Kari H arrer tarafından kurdurulm uştu- ve Alman

BİLİNMEYEN

-daha doğrusu oğluna- b ü yük topraklar bağışlayarak onu A lmanya’da bir daha m onarşinin kurulm am ası konusunda ikna

AYTUNÇ ALTINDAL 210

Sosyalist Partisi (DSP) rol almışlardı. DSP’nin lideri Hans Georg Grassinger’di ve bu partinin yayın organı Münchener Beobachter’in -daha sonra adı değiştirilerek Voelkischer Beobachter oldu- dahil olduğu üçlü kadrodan A dolf Hitler Nazi Partisi NSDAP’ı or­ taya çıkartmıştır.”72 Bu iddialar H ider’in dünyaya ‘Yoktan’ var ettiğini söyleyerek oluşturduğu ‘Efsaneyle hiç uyuşmuyordu. SebottendorfF, Nazi Hareketi’nin karanlık ve gizli yönlerini açık­ lamaya kalkışınca kendi ölüm fermanını da imzalamış oldu. A dolf H itler SebottendorfF’un kitabını yasaklattı. SA yayı­ nevine baskın düzenledi ve basılmış kitapları zoralımla götürüp yaktılar. Ama bunların olabileceğini düşünen SebottendorfF yedek bir baskı daha yaptırmıştı. Bu baskıdan kalabilen birkaç kitap şimdi dünyadaki önemli kütüphanelerde saklanıyor ve il­ ginçtir ki, tıpkı Nesta H .W ebster’in kitabı gibi çok özel izinlerle görülebiliyor. Bir tarihçi SebottendorfF’un bu son Almanya serüvenini şöy­ le anlatmıştı: “H itler’in iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra SebottendorfF, kendi bildiği olayları belgeleriyle anlatan bir kitap yayımladı. Hitler Gelmeden Önce adlı bu kitap Naziler tarafından yasaklandı. Kitapta anlatılanlar H itler Efsanesi’ni söndürüyor­ du. Yazarıysa Nazilerin kendi aralarında hesaplaştıkları ‘U zun Kılıçlar Gecesi’nde ya öldürüldü ya da esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu.”73 Ü nlü Alman tarihçi Kari D ietrich Bracher de şöyle yazmıştı: “Kitabın yazarı SebottendorfF’un akıbeti hiçbir zaman bili­ nemedi. Kendisi m uhtem elen H itler’in ve Nazi hareketinin geç­ mişiyle ilgili pek çok sırrı bildiği için Nazilerce öldürülmüştü.”74 Kutsal Vehm’in kanlı katilleriyle çalışmış. D oğu’nun gizli Islami örgütlerini öğrenmiş birinin öyle kolay kolay kendisi­ 72

Sebottendorff, Hitler Gelmeden Önce, kapak tanıtım ı.

73 Fischer,ss. 108-109. 74 B racher, a.g.e. s. 80.

ni üç-beş Naziye öldürteceğini düşünm ek saflıktı. N itekim Sebottendorff, Alman tarihçilerinin sandıklarının aksine ‘Yeni’ bir kimlikle Almanya’dan kaçmış ve başka bir ülkeye yerleşmiş­ ti. Bu ülke Türkiye’ydi. 1934’ten sonra Sebottendorff gizli bir kimlikle İstanbul’da yaşamını sürdürdü. Nazilerin elinden canını kurtaran Baron R u d o lf von Sebottendorff’u İstanbul’da yeni bir hayat ve yeni bir görev bekliyordu: Casusluk.

3.4. BEKTAŞİ BARON: RUDOLF VON SEBOTTENDORFF

B iz C e r m e n ırk ın ın ta rik a tıy ız . B iz im T a n rım ız , W a lw a te r’dir. O n u n s e m b o lü d e k a rta ld ır. B u g ü n d e n itib a re n k a rta lı, k ızıla b o y u y o ru z . B u k ız ıl k a rta l, b iz e v a r o la b ilm e k iç in , ö lm e m iz g e re k e c e ğ in i b ild ire c e k tir. B aro n R u d o lf v o n S e b o tte n d o rff, 191875

Almanya’yı ve onun başkenti B erlin’i ikiye bölen ‘U tanç D uvarı’ Protestanlığın kurucusu M artin L uther’in doğum günü olan 9 Kasım’da (1989) yıkılmaya başladı. Federal Almanya’nın ve D em okratik Almanya’nın gençleri, o gün duvarın üstüne çıkarak bir konser verdiler. Tam elli yıl önce, aynı gün, 9 Kasım 1938’de Naziler, B erlin’de ve çevresinde ‘Kristal Gecesi’ diye bilinen bir soykırım girişim inde bulunm uşlar ve birçok Yahudiyi döverek öldürdükten sonra havraları ateşe vermişlerdi. Başka bir 9 Kasım günü (1923) A dolf Hitler, başarısız bir girişimde bulunm uş ve tutuklanm ıştı. 75

S e b o tte n d o rff, Bevor Hitler kam, s. 58.

T hule Ö rg ü tü ’n ün kurucusu B aron R u d o lf von SebottendorfF da yine b ir 9 Kasım günü (1875), H oyerswerda adlı k ü çü k bir A lm an kentinde dünyaya gelmişti. B u k üçük kent, D resden’in kuzeybatısındaki Lausitz bölgesindeydi.76 G ünüm üzde, B erlin’e üç saatlik mesafededir. N e d ir ki, Baron R u d o lf von SebottendorfF, doğduğu gün, soylu kanı taşımıyordu ve gerçek adı da R u d o lf G lauer’di. A nnesinin adı C hristiane H enriette-M üller, babasının adı da E rnst R u d o lf G lauer’di. B u çift oğullarını A dam Alfred R u d o lf

Hoyerswerda, küçük, fakat karışık nüfusa sahip b ir kentti. Burada yaşayanların b ir kısmı Sakson asıllıydı. Fakat bölgede

HITLER

7. yüzyıldan beri yaşayan ve garip âdetleri olan b ir de ‘A zınlık’ vardı. Bunlara ‘S orben’ deniliyordu. Yaklaşık 20 b in kişilik bir

BİLİNMEYEN

G lauer olarak vaftiz ettirm işlerdi.77 Baba E rnst G lauer dem iryol­ larında lo k o m o tif sürücüsüydü.

topluluktu bu. Aslen Alm an değil Slavdılar, ama 16. yüzyılda

tam Protestan ne tam K atolik ne de tam Alınandılar. K endilerine özgü b ir dilleri, gelenekleri ve törenleri olan bu insanlara Hoyersw erda’da ‘Yabancı’ gözüyle bakılıyordu. Büyüye, sihre, 76

S eb o tten d o rfF ’u n hayatıyla ilgili b ilg ile rin y u rtd ışm d a k i’ kaynakları, Ellic H o w e ’u n 1 9 6 8 ’de, M ü n ih ’te k i Z e itg e sch ic h te E n stitü sü ’n e b ıra k ­ tığı yayınlanm am ış, d aktiloyla yazılm ış b ir n ü sh ad a b u lu n u y o r. Dr G o o d ric k -C la rk e , b u k a y n ak tan ve S e b o tte n d o rff’u n y arı-b elg esel, y a rı-ro m a n ik i k ita b ın d a n d e rle d iğ i b ilg ilerle, E rn st T ie d e ’n in Astrolo­ gische Lexikon d z (1922) y e r alan S e b o tte n d o rfF b ö lü m ü n e atıflar yap­ m ıştır. B kz.: G o o d ric k -C la rk e , a.g.e. s. 1 3 5 -1 5 2 . A y rıca H itler Gelmeden Önce’de d e b u b ilg ile r vardır. D e rli to p lu o ld u ğ u iç in D r. C la rk e ’n in ‘a ktardığı’ b ilg ile ri kay n ak v eriy o ru m .

77

D r. G o o d ric k -C la rk e , a.g.e. s. 135.

213

dinlerini değiştirerek, O rtodoks ve K atolik olm aktan çıkıp Protestan olmuşlardı. Y ine de safkan A lm anların gözünde, ne

astrolojiye ve O kültizm ’e düşkün oldukları için de toplumda kendilerinden çekiniliyordu. Hoyerswerda, 1945 sonrasında Komünist D em okratik Almanya’da kaldığı için, bu insanlar ‘Azınlık’ statüsünü almışlardı. A dolf H itler ise bunların kültürel varlığını kabul etmemiş, okullarını ve mabetlerini kapatmıştı. K üçük

olmasına

rağm en

Hoyerswerda,

D em okratik

Almanya’da Sorben azınlığın yönlendiriciliğinde Kom ünizm ’in kalelerinden biri olmuştu. Buna rağmen, hiç kimse, D uvar’ın

214

AYTUNÇ ALTINDAL

yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesinden sonra, Hoyerswerda’da çok uzun zamandır gizlice örgütlenmiş bir N eo-N azi yeraltı örgütünün bulunabileceğini düşünmemişti. Ama Neo-Naziler, K omünizm’in kalesi Hoyerswerda’da örgütlenmişlerdi ve 19 Eylül 1991’de, bu kentte Almanya’da 1945 yılından sonra yaşanan en büyük N eo-N azi ve Dazlak (Skinhead) isyanını başlattılar. N eo-Naziler, kentte yaşayan Vietnamlı, Afrikalı ve Müslüman işçi ve öğrencilere saldırdılar. O nların kaldıkları evleri tam dört gün dört gece taşa tuttular, yaktılar ve yakaladıkları yabancıları öldü­ resiye dövdüler. Kent tam bir anarşiye sürüklendi. D ört gün sonra olaylar yatışınca, polis kentte yaşayan tüm yabancıları otobüslere doldurup Almanya’dan sınırdışı etti. Polis bir tek Neo-Naziyi bile tutuklamadı ve yabancıları suçladı. H itler Almanya’sının sona erişinden 46 yıl sonra, Alman Polisi, tıpkı 1920’lerde H itler’i ko­ ruduğu gibi şimdi de N eo-N azileri korumaya başlamıştı. Lokom otif sürücüsünün oğlu R u d o lf Glauer, babasının mes­ leği demiryolculuğa aşırı düşkünlüğü olan bir çocuktu. 1918’de, kendisini demiryolları ‘M üfettişi’ olarak tanıtarak öldürm ek amacıyla onu arayan Komünist ihtilalcilerin elinden kurtulm uş­ tu. R u d o lf Glauer, çok yetenekli bir ‘Sahte’ evrak düzenleyicisiydi. Gerekli gördüğü zaman, her evrakı aslından ayırt edile­

meyecek şekilde yapabilme becerisine sahipti. Komünistlerin elinden, onlara gösterdiği ve kendi yapımı olan sahte bir müfettiş kimliğiyle kurtulm uştu.78 1919’da, M ünih’te, yaklaşık 600 kişinin ölümüyle sonuçlanan sokak çatışmalarında, Baran Sebottendorff, en çok aranan kişiler­ den biriydi. Kızıl militanlara, onu buldukları yerde öldürm e em ri verilmişti. O kargaşada Baron’un evi basılmış, fakat bu kez de Baron, masasının üstünde duran bir Osmanlı Paşası’nın fotoğra­ olduğunu söyleyerek canım kurtarmıştı. Sebottendorff’un masa­ sındaki fotoğrafta görülen Osmanlı Paşası, ünlü Haydar Paşa’ydı. R u d o lf Glauer, serüvenlere ve güzel kadınlara çok düşkün­ olabilecek kadar bir meslek eğitimi görerek, okulun kapısını bir

HITLER

dü. Bu nedenle eğitimini tamamlayamamış ve elektrik ustası

BİLİNMEYEN

fını gösterip, kendisinin Alman değil, bu Türk Paşası’nın akrabası

daha hiç açmamak üzere kapatmıştı. Gençlik yıllarında, evli bir çağı gelince, bu kez de, kronik bir hastalık bahanesiyle asker­ lik yapmadan kışlanın disiplininden kurtulm uştu. İlginçtir ki, R u d o lf Glauer da tıpkı H itler gibi önce çürüğe ayrılmış, sonra da başka bir ülkenin ordusunda savaşa gitmişti. R u d o lf Glauer, Alman O rdusu’nda askerlik yapmamış, ama Osmanlı O rdusu’nda Balkan Savaşları’na katılıp yaralandığını öne sürmüştü. Bazı akademisyenler, Sebottendorff’un bu açıklamasını gerçek kabul etmişlerdi. O ysa,T.C. Devleti G enelkurm ay Başkanlığı Personel Dairesi’nin bildirdiğine göre, Balkan Savaşları sırasında, Osmanlı 78 D r. G o o d rick -C lark e, a.g.e. ss. 147-48. S eb o tte n d o rff’u n k u rd u ğ u gizli ‘Savaş B irlik leri’n in üyeleri de b en zer şekilde sahte dem iry o lu pasola­ rı kullanıyorlardı. D iğ e r eyaletlere böylece seyahat ederek A lm anya’n ın h e r yerin de Kızıllara karşı dövüşüyorlardı. Seb o tten d o rff, sahte askeri kim likleri hazırladığı için de soruşturulm uştu.

215

kadınla ilişkiye girmiş ve birlikte İtalya’ya kaçmışlardı. Askerlik

O rdusu ’nda bazı Almanlar görev almışlar, fakat R u d o lf Glauer adlı birinin kayıtlarına rastlanmamıştır.79 R u d o lf Glauer de birçok yaşıtı gibi, Almanya’dan ayrılıp uzak ülkelere gitmişti. İlkin gemiyle N ew Y o rk ’a ulaşmış, sonra Sydney’e, sonra da altın aramak için Batı Avustralya’ya geçmişti. B u son iki bölgede, Almanya’dan ayrılıp bu topraklara göç ede­ rek güçlü koloniler kurm uş Almanlar vardı.80 Yazar G oodrickClarke’m aktardığına göre, R u d o lf Glauer 1900 yılının Temmuz ayında, İskenderiye’ye gelmişti. Burada çok az kalan R u d o lf ALTINDAL

onun 1897-1900 yılları arasında Kahire’de yaşadığını belirtm ek­

216

AYTUNÇ

Glauer, Kahire’ye geçmiş ve başkentte, H idiv Abbas H ilm i’nin yönetim inde yer alan T ürk asıllı Hüseyin Paşa’nın maiyetinde iş bulm uştu.81 N ed ir ki,B aron Sebottendorff’un, Türk M asonlan’mn G izli Alıştırmaları adlı kitabına önsöz yazan Waltharius adlı birisi,

79 B u b ilg iler G e n elk u rm a y Başkanlığı Personel, P lan ve P rensipler B a ş k a n lığ ın d a n sağlanm ıştır. G ö sterd ik leri y ard ım iç in tü m p ersonele te şe k k ü r ed erim . (6 O c a k 2000) 80

T h o m as Sow ell, Migrations and Cultures, A W o rld V iew , Basic B ooks, 1996, ss. 5 0 -1 0 0 . (Bkz. Ö zellik le K arad en iz A lm anları, ss. 6 3 -6 4 . B u n ­ lar daha sonra M e n o n itle r diye tanındılar. Ç o k varlıklı ve zengindiler. R u s Ih tilali’n d e b u n la rın ço ğ u İstan b u l’a geldi. Ö zellik le K ırım ve çev­ resi b u M e n o n it ta rik atın a m en su p A lm an lar tarafından y ö n etiliy ordu. 1 87 0 ’lerde 18 b in M e n o n it A B D ve K an ad a’ya göç etti. 1 881 ’d e Ç ar A lek san d er ö ld ü rü lü n c e yaklaşık 60 b in k ad ar M e n o n it y in e K anada ve A m e rik a ’ya göç ettile r ve D a k o ta ’d a yerleştiler. A vustralya’ya göç e d en A lm an ların ç o ğ u Silezyalıydı. S e b o tte n d o rff’u n d o ğ u m y e ri olan bu b ö lg e d e n gelen A lm an lar 1 8 7 0 ’le rd e n so n ra V ik to ry a ’da ku lüp ler, gaze­ teler, kiliseler, o k u llar vd. k u rm u şlard ı. S adece b u b ö lg e d e 46 b in A lm an o k u lu vardı. 2. D ü n y a Savaşı sırasında b u ülk ed e yaşayan 33 b in A lm an tu tu k lan m ış veya ev h apsine m a h k û m edilm işti.)

81 G oodrick-C larke, a.g.e. s.136.

tedir.82Aynı kaynağa göre R u d o lf Glauer, burada H idiv’in maiye­ tinde elektrik teknisyeni olarak çalışmaya başlamıştı. Freiherr von Müller, Alman İm paratorluğu’nun M ısır’daki dip­ lom atik gözlemcisiydi. Ayrıca Avusturya’nın D iplom atik Misyon Şefi K ont M ontjoie, İstinaf M ahkem eleri R eisi Baron von Bülow, M ısır İstihbarat Bakanlığı’m yöneten Baron R u d o lf Karl Stalin Paşa, bir dönem M eksika’da kurşuna dizilen Veliaht Prens M aximillian’la birlikte savaşmış olan, K ont M alortie ve K ont della

larından Prenses Gagarine de H idiv’in sarayından çıkmıyordu. 1897-1899 yılları arasında Kahire’de, A m erikan hüküm etini tem larında belirttiği üzere, “Bu genç ve güzel R u s Prensesi, H idiv’in sarayında çok özel bir yere sahipti. Ve H idiv H anedanı’nın birçok

B u Butros Gali Paşa, 1990’lı yıllarda Birleşmiş M illeder Genel Sekreterliği görevinde bulunan, M ısır’ın eski Dışişleri Bakanı Kopti Butros Gali’nin de büyükbabasıydı. Kahire’de, R u d o lf Glauer’in, T ürk asıllı bir Hüseyin Paşa tarafindan hizm ete alındığı kesindir. Ama bu Hüseyin Paşa kimdi? 82

D ie geheimen Übungen der Türkischer Freimaurer, D e r Schlüssel z u m Vers­ tändnis d e r A lch im ie. E in e D a rstellu n g des R itu a ls, d e r L eh re u n d d er E rk en n u n g sz eib en o rie n ta lisch e r Freim aurer. B e a rb e ite t v o n R u d o lf F re ih e rr v o n S ebottendorfF, N e u d u rc h g e se h e n u n d m it e in e r E in le ­ itu n g v o n W altharius, V erlag H e rm a n n B au e r K G . 3. V erbesserte u n d v e rm e h rte A uflage, 1954, ss. 3 0 -3 1 /5 1 - 5 2 .

83

T h o m a s S k elto n H a rris o n , The H om ely D iary o f a D iplom at in the East, 189 7 -9 9 , H o u g h to n M ifflin C o m . U n i. Pres. C am b rid g e , 1917, ss. 9 1 94.

21 7

sırrına ortak olmuştu.”83 B u güzel kadın aynı zamanda, M ısır’ın ilk Dışişleri Bakam olan Butros Gali Paşa’n ın da çok yakın dostuydu.

HITLER

silen bulunan, Büyükelçi Albay Thom as Skelton H arrison’un anı­

BİLİN M EYEN

Sala da 1897’de K ahire’de yaşıyorlardı. Ama bu liste bu kadarla bitmiyordu. K ont della Sala’nın fettan eşi, R u s Ç arı’n ın akraba­

ALTINDAL AYTUNÇ 218

Ç ünkü o yıllarda Mısır’da birçok Hüseyin Paşa vardı. Ö rneğin bu paşalardan biri, Hüseyin Kâmil Paşa daha sonra Mısır’ın en güçlü adamı olmuştu. R u d o lf Glauer’i hizmetine alan paşa ise, Hüseyin Fahri Paşaydı. (Bkz.Ek) Hüseyin Fahri Paşa,Hidiv’inK am u İşleri Bakanıydı ve demiryolları, sulama ve kanal açma gibi bayındırlık işlerinden sorumluydu. Albay H arrison’un yazdığına göre, ger­ çekte bu bakanlığı perde arkasından bir İngiliz soylusu olan Sir William E. Garstin yönetiyordu.84 Hüseyin Fahri Paşa da tıpkı Sultan Abdülhamid gibi İngiliz düşmanı ve Alman dostuydu. Oğlu Cafer Fahriyi tam bir Alman gibi yetiştirmişti ve bu genç adam Almancayı birçok Almandan daha iyi konuşabiliyordu. R u d o lf Glauer’in Kahire’ye geldiği 1897 yılında bu ül­ kede yaşayan en güçlü ve ünlü yabancı ise Alman Tahtı’nın vârislerinden Saxe-Coburg Gotha D ü k ü ’ydü. Bu soylu aynı zamanda R u d o lf Glauer’in doğduğu Hoyerswerda kentinin de içinde yer aldığı Saksonya’nın tek egemen prensiydi. Glauer, Alman yasaları ve geleneği itibariyle gerçekte bu prensin ‘Tebası’ durumundaydı. İşte R u d o lf Glauer’in Hüseyin Paşa’nın ma­ iyetinde yer ve iş bulabilmesinde m uhtem elen bu Prens rol oynamıştı. Anlaşılan Hüseyin Paşa’dan kendi tebası olan bu genç Alman için iş bulmasını rica etmiş, Almancı Paşa da bu isteği seve seve yerine getirmişti. Böyle durumlarda Prens işe aldırdığı kişi için kefil sayılıyordu. R u d o lf Glauer gibi bir serüvenci için böylesi bir kefil rüyasında görse inanmayacağı bir şanstı. Yazar Ellic H ow e’un yayınlanmamış çalışmasına göre 1900 yılının Temmuz ayının sonlarında R u d o lf Glauer İstanbul’a gelmişti. Hüseyin Paşa’nın Beykoz-Ç ubuklu’daki geniş bahçeli köşküne yerleşmiş ve ondan kendisine Türkçe öğretecek birisini bulmasını rica etmişti. Paşa’m n isteği üzerine Beykoz Camisi’nin imamı Glauer’a Osmanlıca-Arapça dersleri vermeye başlamıştı. 84 Harrison, a.g.e. s. 151.

O dönem de Beykoz, Bektaşi tekkelerinin en yoğun oldu­ ğu semtlerden biriydi. Hüseyin Paşa da Bektaşi ve masondu. Horasanlı Hacı Bektaş-ı Veli’den kaynaklanan bu dinsel akım İslamiyet’i, Arap kökenli tarikatlardan daha farklı yorumlarla benimsemiş ve Osmanlı O rdusu’na damgasını vurm uştu. Öyle ki Yeniçeri ocakları ve ‘Ç orbacı’ diye bilinen Devşirme Yeniçeri önderleri hep Bektaşi olmuşlardı. R u d o lf G lauer’in bu dönem de Osmanlıca öğrenm ek istemesi onun bilgi toplamaya yönelik bir hevesi olduğu anlamını çıkarır mı? Bu soru çok sorulmuştur. İlginçtir ki, Alman İmparatorluğu ‘D oğu’ya İlerleme’ diye bilinen tezi çerçevesinde Türkiye’yi ve Fas’ı ‘Büyük Almanya Projesi’nin içinde görüyordu. 1911’de ünlü stratejist ve tarihçi Dr. O .R . Tannenberg, ‘B üyük Almanya-20. Yüzyıl’ın İşleri’ adlı bir askeri yayılma stratejisi hazırlamış ve Alman Genelkurmayı da bunu benimsemişti. Tannenberg’e göre 1950’ye kadar Türkiye ve Fas, Büyük Almanya topraklarına katıl­ mış olacaktı.85 (Tannenberg’in haritası için Bkz. Ek) Dolayısıyla Osmanlı’daki her Alman, kendi çapında bilgi ve istihbarat topla­ makla yükümlüydü. Almanya’nın ilk istihbarat birim i 19. yüzyılın başlarında k u ­ rulmuştu. N edir ki bu birim sadece Askeri İstihbarat’la sınırlıydı ve bu örgütte asker kökenli olmayanların sözlerine ve bilgilerine pek değer verilmiyordu. Ancak 1850’lerden sonra sivilleri kul­ lanan bir Almanya-Prusya istihbarat birim i de faaliyete geçmişti. B unun kurucusu W ilhem Stieber (1818-1882) adlı bir avukattı. Hayatı çok karışık olan bu adamın elde ettiği gizli bilgiler sa­ yesinde Prusya 1866’da Avusturya O rdusu’nu perişan etmişti. 85 J o h n Lever, Imperial and Weimer Germany, 18 90-1933, H o d d e r and S tough to n, 1998, s. 22.

W ilhelm Stieber, hem Prusya’nın hem R us Ç arı’nın hem de Fransa’nın hesabına çalışmıştı. Paris’te kurduğu bir ‘Haber Ajansı’ aracılığıyla birçok dergi ve gazete yayınlamış ve bu ya­ yınlarda ‘Gizli’ Almancılık propagandasını yürütm üştü. Stieber ilk ‘Merkezi Haberleşme Bürosu’nu da kuran kişidir. Basını ve siyasalleri kullanarak çok etkili bir istihbarat ağır oluşturmuş­ tu. Stieber, bir dönem İngiltere’ye giderek orada yaşayan Kari M arx’i izlemiş ve hakkında raporlar yazmıştı.

220

AYTUIMÇ

ALTINDAL

1900’lü yıllarda Almanya’nın en önemli sivil casusu Baron A ugust

Schluga

(1841-1917)

idi.

Avusturya-M acaristan

İm paratorluğu’nda soylu bir aileden gelen bu adam casusluk tarihinin bilinen en önemli ‘Sleeperi’ idi. Bu ajan tipi belirli bir ülkede 20-25 yıl bilgi toplar, fakat bunları bağlı olduğu ülkenin istihbarat servislerine değil doğrudan doğruya krala aktarırdı. Baron Schluga da böyle çalışmıştı. Gazeteci kisvesi altında tam 42 yıl casusluk yapmış ve hiç yakalanmamıştı. Baron Schluga’nın İsviçre’de ve Paris’te iki gizli istihbarat dairesi vardı. Prusya Genelkurmay Başkanı K ont H elm uth von M oltke’ye bağlı ola­ rak çalışan Stieber ve Schluga sayesinde Almanlar tüm Avrupa’da çok geniş bir casusluk ağı kurmuşlardı. Schluga günümüzde casusluk terminolojisinde H U M IN T (Human Intelligence) diye bilinen insan kaynakları kullanılarak yapılan istihbarat tarzını ilk örgütleyen kişidir. Almanlar, Osmanlı’yla müttefik olmalarına rağmen Filistin ve O rtadoğu’da da casusluk faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Osmanlı Almanların bu faaliyederini engellemek istemişti. N edir ki, Almanlar Filistin’e yerleşmiş olan Yahudi göçm enlerinden ba­ zılarını ajan olarak kullanmaya başlamışlardı. Buna karşılık Osmanlı da bazı R us göçmeni Yahudileri ajan olarak kullanmıştı. Bunlardan en ünlüsü M ina W eizmann’di. Bu kadın doktordu ve

1890’da Beyaz R usya’da doğmuştu. 1913’te Filistin’e yerleşen W eizmann ailesinden Chaim , İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı ol­ muştu. 2000 yılında görevinin sona ermesine üç yıl kala istifa eden Cumhurbaşkanı Ezer W eizmann da bu ailedendi. M ina W eizmann ilk C um hurbaşkanının kız kardeşi Ezer’in de ha­ lasıydı. M ina 1925’te öldüğünde Ezer bir yaşındaydı. M ina W eizmann’ın ünlü Alman istihbaratçısı ve diplomatı C u rt Preuffer’le bir gönül ilişkisi de olmuştu. Alman Genelkurmayı

ta İstanbul olmak üzere her yerde ajanları vardı. En çok da ‘Tarafsız’ ülke konum undaki İsviçre üzerinden çalışıyorlardı.

niyordu. Bu gizli istihbarat örgütünün en ünlü casusu gerçekte H ari’ydi. 20. yüzyılda kadınları casusluk faaliyederinde ilk kulla­ nan örgüt işte bu Alman ‘III b ’ olmuştu. R udolfG lau er’i n ‘III b ’yle ilgisinin olup olmadığı saptanama­ mıştır. Ancak daha sonraki yıllarda bazı belgelerde Türkiye’deki ‘Eski D ost’ ibaresiyle anılan kişinin o olabileceği şeklinde iddi­ alar olmuştur. N itekim 1918-19’da Alman G enelkurm ayının kendisine çok güvendiği de bilinmektedir. Kaldı ki Baron Sebottendorff’un (R u d o lf Glauer) İsviçre’yle, özellikle de Vaduz’la çok yakın ilişkisi vardı. N e zaman başı sıkışsa İsviçre’ye kaçıyordu. Bu durum da 1900’lü yıllarda bazı küçük işlerde ken­ disinden hizm et alınmış olabileceği ihtimali vardır. Hüseyin Paşa’nın malikânesine yerleşen R u d o lf Glauer, Bektaşiliğe m erak salmış ve bu alanda uzmanlaşacak kadar bilgi sahibi olmuştur. Öyle ki 1920’li yıllarda bu konuda bir

221

hiç başarılı olamamış serüvenci bir genç kadındı. Bu kadın M ata

HITLER

Schluga’nın bağlı olduğu -G enelkurm ay aracılığıyla- bu örgüt ‘O berquartierm eister III’ adını taşıyordu. Kısaca ‘III b ’ diye bili­

BİLİN M EYEN

Stieber ve Schluga sayesinde Avrupa’da güçlü ve etkili kişileri izleyen bir casusluk ağı kurm uştu. General M oltke’nin baş­

de incelem e yazmıştır. Bu kitabında Bektaşiliğin masonlukla bağlantısını göstermiş ve masonların Bektaşilerin sırlarını ala­ rak kendi gizli doktrinlerini oluşturduklarını öne sürmüştü. S ebottendorfFun Bektaşiliğe girdiğini gösteren tek kaynak, Turcica dergisinde yayınlanmış olan bir makaledir. B una göre R u d o lf G lauer (Sebottendorff) Almanya’da G eorg Jacob’un da (1862-1937) bağlı olduğu Bektaşi dergâhına kayıtlanmıştır. Kısaca, ‘R isale-i M ergube’ (Bektaşi-Miszellen) başlıklı ve Prusya

bu m etinde anlatılan “İnisye” törenlerini aktarmıştı.86

AYTUNÇ

R u d o lf Glauer, daha önce sözünü ettiğim iz bazı gizli ilimleri bu dönem de öğrendiğini yazmıştı. B unlar ‘İlm -i N izan ’ ve ‘İlm -i

222

ALTINDAL

K ültür M erkezi’nde saklanan bu elyazması, M ehm ed Seyfuddin bin Zülfikâr Derviş Ali tarafından hazırlanmıştır. Sebottendorff,

kullandıkları iki ayrı ‘İlm ’ kavramı vardı.”87 Lewis Spence de

M iftah’tı. B ernard Lewis’in gösterdiği gibi, “ O rtaçağ İslamiyeti, Hıristiyanlığın tersine bir değil iki ilim sınıfı üretmişti. B unların D ervişler ve Bektaşiler için şöyle yazmıştı: “M uhtem elen A ntik İran ve M ısır gizli öğretilerinden yararlanılarak kurulm uş İslami bir tarikattır. M agism ’le bağlantılıdır. İlk derecedeki m üritlere verilen sembol m asonluğun ilk derecesinin aynıdır. D iğer sem­ bolleri ise çift üçgendir.”88 86

Turcica, “ R e v u e des E tu des T urques,” 2 1 -2 3 /1 9 9 1 , ss. 1 1 5 -13 0 , PI. I. (Klaus K reiser). (K reiser yazısında S e b o tte n d o rff için H itle r’in ‘Yol G östericisi ve R a k ib i’ ta n ım ın ı yapm aktadır.) A yrıca b kz.: Islam in Ger­ many and German M uslims, In M uslim s in E u ro p e. R ese arch Papers 28, D ec. 1985. E d .J o rg e n N ielsen (C e n tre fo r th e Stu d y o f Islam and C h ristia n R elatio n s, Selly O a k C ollage, B irm in g h a m 1985, ss. 9-2 9 .

87 B ern ard Lew is, The Political Language o f Islam, U n i. C h ic ag o Press, 1991, s.27. 88

Lew is Spence, a.g.e. s. 121.

‘M iftah’ daha önce de belirttiğim iz üzere ‘A nahtar’ dem ektir. N izan ise 12 aylık İbrani takvim inin ilk ayıdır ve M art-N isan’a tekabül eder. Aynı zamanda Batı O kültizm i’nde kullanılan Tarot K artları’ndan 12 num aralı ‘İdam lık’ kartını sem bolize eder. N izan ’ın Z odiak sem bolü, astrolojide K oç’tu r (Ram ). N izan, sem boller âlem inde kurban, deneye bağlı olan, yeni üye ve eği­ tilm ek için alınmış öğrenci anlam larına gelir. Aynı zamanda bir olayı başlatmak, girişim de bulunm ak dem ektir. Tarot’u n 12’si bir ‘O tz C h iim ’ adıyla anılan ‘Hayat Ağacına’ giden 12.Yol demektir. Bektaşilik’te gizli inisye (gizli kabul) töreni 12 ustanın h u ­ zurunda yapılır. Adayı yola çıkaran 12 kişi bulunur. Şii-Batıni

B İLİN M E Y E N

örgüte yeni alınmış kişiyi gösterir.Yahudilerin Kabbalası’nda 12,

İm am et kurum u ve anlayışı da 12 im am üzerine kuruludur. gizli veya açık örgütler bu im am ın emrindedirler. Bektaşilik’te bu

HITLER

Bunlardan 12. İm am göze görünm eyen imamdır. T ü m Şii-Batıni cemaate katılmak isteyen kişi tam 12 ay sınav verm ek zorundadır. hiçbir bilgi verilmez. Gerçekte bu ikisi de Sünni İslam açısından birer ‘İlm ’ değildirler. Adaylardan önce bunu fark etmesi beklenir. B u 12 ay içinde kendisine ‘Yalan Sırlar’ (False Secrets) diye bilinen garip ve tutarsız bilgiler iletilir ve adayın bu yalanları gerçekten ayırt edip edemeyeceği sınanır. Bu ‘Yalan Sırlar’ O kült araçlarıdır. Eğer aday yalanları doğru bilgiden ayıramıyorsa o zaman onun inisiyasyonu tamamlanmaz ve ilk yılın sonunda kendi kaderine terk edilir. R u d o lf Glauer, M iftah’ı ve N izan’ı birer ‘İlm ’ olarak anladığına göre -böyle yazmış- onun Bektaşi ve/veya H urufi, Dai, R ufai veya İşhariyye’nin kollarından birisiyle, m uhtem elen de daha az kuralcı olan M elam i ve Hamzavi’yle en az b ir yıl süreyle birlikte olduğu, fakat bunun daha ileriye gitmediği söylenebilir. ‘M iftah’ 13. yüzyılın sonlarında ve 14. yüzyılın başlarında Seyyid Ş erif tarafından ‘Şerh-i M iftah’ olarak kom poze edilmişti.

223

Bu dönem de kendisine ‘İlm -i M iftah’ veya ‘İlm -i N izan’la ilgili

224

AYTUIMÇ

ALTINDAL

Aynı yazarın diğer bir kitabı da ‘Şerh-i M evakif’ti. ‘Şerh’ bir tür tez çalışmasıdır ve hiçbir zaman da ‘İlm ’ olarak değerlendirilmez. Bir ekleme, düzeltme, yenileme çalışmasıdır. Seyyid Ş e rifin bu ‘Şerh-i M iftahı’ o denli karmaşık ve anlaşılması zor bir çalışmay­ dı ki, bunu okuma ve öğrenme hakkı sadece astronomide çok ilerlemiş olan müderrislere (Profesör) tanınmıştı. Bu bilim adam­ larının en ünlüsü Bursalı Taşköprülüzade’ydi (1465). 20. yüzyıl Osmanlı’sında bilinen ‘M iftah’ işte bu ünlü bilim adamının ha­ zırladığı ‘Şerh’ten kaynaklanıyordu. R u d o lf Glauer bir dönem Bursa’da yaşadığı ve O kültizm ’le uğraşanlardan ders aldığı için bu ‘Şerhi’ mealen öğrenmiş olmalıdır. N ed ir ki, 20. yüzyılda ‘M iftah’ yeniden O sm anlı aydınla­ rın ın gündem ine girmişti. Haşan Sem ih Paşa (öl. 1890) bir ‘Şerh’ yazarak astronom i dalına katkıda bulunm uştu. Paşa’m n yazdığı ‘M iftah-el-Tevakim ’ özellikle astroloji ve E zoterizm ’le uğraşmaya çok m eraklı olan Sultan 2. A bdülham id’e sunul­ m uştu. Sultan A bdülham id’in özel bir astrologu vardı. Ç ok ünlü ve bilgili olan bu kişi Aristide C oum bary’yi (öl. 1896). Padişah C oum bary’yi rasathane m üdürü yapmıştı. İşte ‘M iftah’ konusunu İstanbul’da yaşayan ve astroloji ve O kültizm le uğ­ raşan yabancılara öğreten kişi buydu. C oum bary m asondu ve ‘M iftah’la ilgili birçok özel yazı yazmıştı. A vrupa’da ‘M iftah’ konusunu ilk öğrenen yabancı ise K ırım Tatarları ve Osmanlı topraklarında sekiz yıl yaşamış olan Paracelsus’tur. 16. yüzyılın bu çok ünlü A lman Ezoterist ve Alşimisti A nadolu’da öğrendiği bilgileri A vrupa’ya aktarınca kendisine dosttan çok düşm an edinmişti. Paracelsus, Basel Tıp Fakültesi’nin dekanı olmuş ve Avrupalı doktorların kitaplarını yaktırm ıştı. Paracelsus bir cinayete kurban gitm işti.89

89 Paracelsus için bkz.: A ltındal, abm.

dikleri ‘Mesih ve K urtarıcı’ olduğunu açıklamıştı. Z v i’nin bu açıklaması tüm Yahudileri etkilemişti. Ö yle ki, N obel ödüllü Isak Beshavis Singer, bu olayı işleyen bir de rom an yazmış ve Polonyalı Yahudilerin Z v i’nin peşine takılışlarının öyküsünü anlatmıştı. Zvi, 16 Aralık 1665’de b ir Şebat günü İzm ir’deki PortekizYahudileri’nin havrasının kapısını baltayla kırmış ve çok ağır bir suç işlemişti. Z vi’yi öfkeli Yahudiler linç etm ek istemişler, fakat yardımına yetişen Bektaşi Dedesi M ehm et Niyazi Efendi tarafından kurtarılmıştı. Z vi’nin tilmizlerinden Jacob Frank, Polonyalı b ir Eşkenazdı ve o da Bektaşi olmuştu. Frank, daha sonra tüm dinleri b ir araya 90

O s m a n l ı A s t r o n o m i Literatürü, IR C IC A , i k i cilt, 1997.

22 5

çok içli dışlı ilişkiler kurmuşlardı. D önm e hareketinin başlatıcısı Sabatai Zvi, 31 Mayıs 1665’te kendisinin Yahudilerin bekle­

HİTLER

la yarı-M üslüman yarı-Yahudi kalan bir cemaatti. 17. yüzyılda kurulan bu cemaat özellikle Selanik ve İstanbul’da (TeşvikiyeNişantaşı) yerleşmişti. SebottendorfF, Hitler Gelmeden Önce adlı kitabında D önm eler’in kimliklerini açıklamış ve bu insanları Yahudi parazitler olarak tanımlamıştı. SebottendorfF’a göre D önmeler, Türkiye’de masonluğu yönlendiriyorlardı. Gerçekten de D önm eler 17. yüzyıldan beri Bektaşilik’le

B İLİNM EYEN

Baron von SebottendorfF, Alıştırmalar kitabında kendisinin bizzat tanıştığını öne sürdüğü iki M üslüman din adamından söz etmekteydi. B unlar Şeyh Yahya ve Şeyh M ehm et R afi’ydi. N e var ki bu iki ad da bu alanda en yetkili kaynak olan Osmanlı Dönemi Astroloji Literatürü Tarihi adlı 1140 sayfalık kitapta yer almamıştır.90 Dahası M ehm et Rafi daha çok A vdeti=D önm eler tarafından kullanılagelmiş bir addı. D önmeler, Sabatai Z vi’ye bağlı olarak ortaya çıkan ve onun Müslümanlığı kabul ederek Aziz M ehm et Efendi adını almasıy­

g e tir m e k is te ğ iy le ö n c e K a to lik , s o n ra d a O r t o d o k s H ıris tiy a n o lm u ş tu . O n u n ta ra fta rla rın a T ü r k iy e ’d e ‘Y a k u b ile r’ d e n ilir v e b u in s a n la r ü ç T e k - T a n r ılı d in in g e r ç e k te H z . İ b r a h im ’d e n g e le n te k d in o ld u ğ u g ö r ü ş ü n d e d ir le r . S e b o tte n d o rfF , Alıştırm alar k ita b ın d a A v ru p a M a s o n lu ğ u ’n u n 1 7 1 7 ’d e y a y ın la n a n A n a y asa sı’m n Is la m i-B a tın i ta rik a tla rd a n a lın ­ d ığ ın ı ö n e s ü rm ü ş tü . B u id d ia y e n i d e ğ ild i. İlk k e z R ic h a r d D a v e y ta ra fın d a n o rta y a a tılm ış tı. B u y a z a rın 1 8 9 7 ’d e N e w Y o rk ’ta

AYTUIMÇ ALTINDAL

y a y ın la n a n S u lta n ve Tebası ad lı k ita b ı b u id d ia y ı işle m işti. K ita p , K a h ire v e

İs ta n b u l’d a k i m a s o n la r ın

a ra sın d a

çok

ta rtışılm ıştı.

S e b o tte n d o rf F b u ta rtış m a la rı m u tla k a b iliy o r d u , ç ü n k ü ç e v re ­ s in d e k i k iş ile rin ç o ğ u e n az b ir y a b a n c ı d il b ile n m a s o n k işile rd i. S e b o tte n d o rfF k e n d i an la tım ıy la H ü s e y in Paşa’n ın etk isiy le 1900 y ılın d a o n u n B u rs a ’d a k i çiftliğ in e g itm iş v e Paşa’m n d o s tu olan Y a h u d i K a b b alist H a h a m T e rm u d iy le tan ışm ıştı. Paşa çiftliğ in de

226

fın d ık çılık y a p ıy o rd u . G ü n ü m ü z d e Y eni K ö y d iy e b ilin e n b u h a ­ valid e y e tiş tirile n fin d ığ ı İsviçreli ç ik o la ta fab rik ası N e s tle to p ta n satın alıy o rd u . S e b o tte n d o rfF k e n d i an la tım ıy la b u K a b b alist H a h a m ta ra fın d a n O k ü ltiz m ’le ta n ıştırılm ış v e ilk k e z b u a d a m d a n ‘G ü l ve H a ç ’ Ö r g ü t ü ’n ü n gizli b ilg ile rin i ö ğ re n m iş ti.Y in e k e n d i a n latım ıy la S e b o tte n d o rfF - o y ıllard a h â lâ R u d o l f G la u e r - d a h a so n ra b u yaşlı Y a h u d in in tü m k ü tü p h a n e s in e sah ip o lm u ş tu . S e b o tte n d o rfF ’a g ö re T e rm u d i ailesi S elan ik liy d i v e B u rs a ’d a b a n k e rlik y a p ıy o rla rd ı.91 S e b o tte n d o r f F ’u n a n la ttık la rı g e rç e k le r le p e k ö r tü ş m e m e k te d ir. 1 9 0 8 y ılın d a v e s o n ra s ın d a B u rs a Y a h u d i s a ln a m e le rin d e 3 7 6 0 Y a h u d in in a d ı k a y ıtlıd ır, a m a b u n la r ın a ra sın d a T e rm u d i d iy e b i r a ile y o k tu r. O y s a b a n k e r lik y a p a n b i r a ile t ü m aile b ire y ­ le r iy le ta n ın d ığ ı iç in b u s a ln a m e le rd e m u tla k a y e r a lm ış o lu r d u .92

91

G o o d ric k -C la rk e , s. 138.

92

B u rsa’d aki Y a h u d ilerin ta rih i 1 4 9 2 ’ye gidiyor. B u rsa Y azm a ve Eski

SebottendorfF’un verdiği Termudi adı Yahudi geleneğinde yer alan bir ad değildi. Fakat Malezya’da yaygın olarak kullanılan bir addı ve daha çok Türkiye ve O rtadoğu kökenli aileler için kul­ lanılıyordu. SebottendorfF Kahire’ye gelmeden önce yolculuğu sırasında Müslüman bir ‘Malay’la tanıştığını ve onun kendisine Mısır’a gitmesini söylediğini yazmıştı. SebottendorfFyarı gerçekli yalanlar söyleyerek kendisini esrarengiz kılmayı seven biriydi. Belki de adı Termudi olan bu MalezyalInın adını Bursa’daki Bilinen o yıllarda Bursa’da Termudi diye bir ailenin olmadığıdır. SebottendorfF Anti-Semitti. Bir Yahudinin adını belki de bu ne­

1900’lü yıllarda Osmanlı Devleti’ne bağlı topraklarda pek çok

HITLER

denle anmak istememiştir. Hitler de gençlik yıllarında kendisine yardımcı olanYahudilerin hiçbirini anmamıştı.

BİLİNM EYEN

Yahudinin adını açıklamamak için ona yakıştırmıştı, bilinmez.

mason locası vardı. Bunlardan bir kısmı düzenli, bir kısmı da dü­

kişiler çevrelerine topladıkları üç-beş kişiyle masonluğu ve bazı sırları kullanarak doğrudan doğruya dolandırıcılık yapıyorlardı. Türkiye’de düzenli locaların tarihi 1730’daki Kırım Savaşı’na ka­ dar inmektedir. Bunlar İngilizler tarafından kurulmuştu. İlk Alman localarıysa yaklaşık bir yüzyıl sonra kurulabilmişlerdi. O yıllarda kurulmuş dört Alman locasının varlığı bilinmektedir. Bunlardan ilki 30 Mart 1860’ta kurulan ‘Allianze Allemande’ (Patent Nr. 819) dir. Bu loca daha önce 1784’te İstanbul’da Polonya Grand O rient’i ve onun Büyük Üstadı Morgenröte von Tzarogad tarafından ku­ rulmuştu. 1861’de İstanbul’daki en güçlü loca ünlü Okültist Sir Eserler K ütüphanesi’n d e 1325 (1908) tarihli salnameye göre B ursa’da 3760Yahudi yaşıyordu (N üfusun % 14’ü). Ç o ğ u İsrail’e göç etti.

227

zensiz (irregular) localardı, ikinci grupta yer alan locaların çoğu se­ rüvenci, dolandırıcı ve şarlatan kişiler tarafından kurulmuşlardı. Bu

H enry Bulwer’in üstatlığını yaptığı İngiliz Locası’ydı (Nr. 891). Bu loca Alman biraderlerine de açıktı. D iğer önemli localar Kahire’de açılmıştı. Bunlardan biri 1865’te (Pa.Nr. 1068) diğeri de 1887’de (Pa.Nr. 1193) kurulmuş­ tu. 1863-94 arasında üç Alman locası açılmıştı. Bunlardan Lenister Locası (Pa. Nr. 166) İstanbul’un Yahudi semti Hasköy’deydi. Bu loca daha sonra ‘Deutscher B und’ locasını doğurm uştu. Diğer ikisiyse İstanbul’da yaşayan Almanlar tarafından kurulmuştu.

AYTUNÇ

ALTINDAL

Bunlardan ‘Goldenen H o rn ’ 13 Eylül 1863’te çalışmaya baş­ lamıştı. Bu locanın Büyük Üstadı G. Treu’di. Bu kişi o sırada İstanbul’da Başkonsolos olan von Stendl’in de yakın dostuydu. En geç kurulan Alman locasıysa ‘Die Leuchte Am Goldenen H o rn ’ idi ve 3 Şubat 1894’te, ünlü Alman Okültisti Kari Becker tarafından açılmıştı. Bu loca 1924’te ‘İstanbul Locası’ adını almıştı (Pa. Nr. 43). 1954’te İstanbul’da Almanca konuşan bir loca daha

228

kurulmuştu. Bu locanın adı ‘Libertas’tı (Pa. Nr. 18). Bu locanın Büyük Üstadı Lazaro Franko adlı bir Levanten’di ve bu aile­ nin locadaki son üyesi esrarengiz bir cinayete kurban gitmişti. SebottendorfF kendisinin Bursa’da mason locasına alındığını be­ lirtmişti, ama o yıllarda Bursa’da tek mason locası yoktu!” A dolf H itler masonlardan, masonlarda H itler’den nefret ederlerdi. Buna rağm en Nazi iktidarında en yüksek görev­ lerde bulunan kişilerden bazıları hem Nazi hem de mason­ dular. B unların en ünlüsü Merkez Bankası’m ve Dış Ticaret ve Finansman Bakanlığı’nı yönlendiren Hjalmar Schacht’tı. Bu kişi Frizyalı varlıklı bir ailenin çocuğuydu ve yarımkan Amerikalı’ydı. 1908’de B erlin’de mason yapılmıştı. İstanbul’a ilk kez 1910’da gelmiş ve Kari Becker’in kurduğu locaya da inisye 93

Türkiye’de Masonluk, A . Erginsoy, İstanbul, 1996, s. 128. (A. Erginsoy, M asonların B ü y ü k Ü statlarındandır.)

edilmişti. B u locadaki biraderleri onu İttihatçı masonlarla tanış­ tırmışlardı. Schacht, yine bir mason ve M alta Şövalyesi olan ünlü Mareşal Goltz Paşa’yla böylelikle tanışmıştı. Schacht 1945’te N ürn b erg M ahkem esi’nde yargılandı ve birkaç yıl hapisle kur­ tuldu. 1952’de yeniden İstanbul’a geldi ve ‘Libertas Locası’ndaki biraderleri sayesinde başta Endonezya, Suriye ve M ısır olmak üzere M üslüman ülkelerle ticaret yaparak yeniden büyük bir servet edindi.94 H itler’in N azi saflarında yer alan diğer ünlü

SebottendorfFda mason olmuştu, fakat düzenli değil, düzensiz bir locaya girmişti. Avusturyah araştırmacı H erm ann Gilbhard’ın Bosphorus’ (Boğaziçindeki Ü ç Işık) locasına inisye edilmişti.96 B u düzenli bir loca değildi. Ü nlü Cagliostro’nun Mısır Locası’na şan bir de ‘M emfıs’ locası vardı. Araştırmacı G oodrick-C larke’a göre SebottendorfF Bursa’da işte bu locaya alınmıştı.97 Ancak bu iki locamn dışında Almanca faaliyet gösteren ve üyeleri arasında tanınmış Türklerin de yer aldığı bir loca daha vardı. Bu loca da ‘Mısır R itin i’ uyguluyordu ve adı da ‘U m u t Locası’ ydı. SebottendorfF gibi Cagliostro da sonradan olma bir K ont’tu. Sicilyah bir anneyle Arap bir babadan doğduğu söylenen Cagliostro, ilk eğitimini gizli bir M üslüman tarikatında aldığını 94 Jo h n W e itz , Hitter’s Banker, Little, B row n, 1993, ss. 3 5 -3 6 ,1 8 2 -1 9 6 ,2 5 6 . 95 L. D e. J O N G , Holland Fights The N azis, Lindsay D ru m m o n d , 1941, ss. 70-71. 96 H e rm a n n G ilbhard, The Thule Gesellschaft, Vom O kkulten M um m enschanz zurn Hakenkreuz, Kiesling, 1994, s. 193. 97 G o o d rick -C lark e, a.g.e. s. 138.

22 9

bağlı ve onun sembolleriyle çalışan bir locaydı. Bu tarzda çalı­

HITLER

yazdığına göre SebottendorfF, İstanbul’da ‘D rei Lichter am

B İLİNM EYEN

masonsa A.A. M ussert’ti. B u adam kendi locasına bağlı mason­ larla H ollanda’da Nasyonal Sosyalist Parti’yi (NSB) kurm uştu.95

öne sürmüştü. Masonluk konusunda en sağlam kaynak sayılan Manly P. Hall’a göre Cagliostro, Alman localarına da alınmış ve çok üst derecelere çıkartılmıştı.98 N edir ki bu ünlü köylü K ont’un adı hiçbir düzenli locamn kayıtları arasında yoktur. Baron SebottendorfFun adı ve kaydı da hiçbir düzenli locanın kayıtlarında yer almamaktadır. Dünya masonlarının kayıdarının tu­ tulduğu Q uatuor Coronati Locası (2076) arşivinden elde ettiğimiz resmi bir yazıda Baron R udolf von Sebottendorff’un adının hiçbir

230

AYTUNÇ ALTINDAL

düzenli loca kaydında bulunmadığı açıkça belirtilmiştir. (Bkz. Ek) İstanbul’da ve İsviçre’de Sebottendorffbirçok dostlar edinmiş­ ti. Bunlardan biri İsviçreli ünlü astrolog W ilhelm T h. H .W ullf’tu. Bu adam aym zamanda H einrich H im m ler’in de danışmanıydı. Sebottendorff’un İstanbul’a geldiği yıllarda edindiği dostları arasında ise Konsül Stemrich vardı. Bu Alman ünlü M ahmut Şevket Paşa’yla çok yakın arkadaştı. Paşa ise A bdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’la evliydi. Sebottendorff demiryollarına çok düşkün olmasına rağmen o sıralarda Almanlar tarafından ya­ pılmakta olan Bağdat Demiryolu projesinde yer almamıştı. Oysa Stem rich bu projenin başıydı. SebottendorfFun 1910’lu yıllarda Türkiye’deki dosdarından bazılarının üzerinde durm ak gereki­ yor. Bunlardan biri E rzurum ’daki Alman casus-diplomat Max Erw in von Scheubner-R ichter’di. Richter, Alfred R osenberg’i T hule’ye ve SebottendorfFa tanıştırmıştı. Richter, Batı’ya göç eden Çarlık dönem inin soylularıyla çok yakın ilişki içindeydi. Bir yandan General LudendorfF’a asistanlık yapıyor, bir yandan da R us General Vasili Biskupsky’le temaslarda bulunuyordu.

98 M anly P. H all, Masonic Orders o f Fraternity/The Adepts in the Western Esoteric Tradition, P art Four, The Philosophical Research Society, 3. Print, 1995, s. 96.

R ichter, ayrıca kendisini ‘Yeni R us Ç arı’ sayan G randük Cyril ve karısı Viktorya’yla da dosttu. R ich ter’in karısı M atilda’yla Viktorya çok yakın arkadaştılar. Bu iki kadın H itler’e çok büyük para ve bağış topladılar. Bu paralar R ich ter ve General Biskupsky aracılığıyla NSDA P’ın yöneticilerine iletiliyordu. H ider’le ünlü H enry Ford arasındaki ilişkileri de yine bir Beyaz R us yönetiyordu. Bu adam Boris Brasol’du ve 1918’de Amerikan Istihbaratı’na alınmıştı."

ve NSDA P’m resmi yayın organı Voelkischer Beobachter in genel yayın m üdürü yapılmıştı. R osenberg de R ich ter gibi Bal tikliydi soylu R us mültecilerle temas halindeydi. H itler’in NSDA P’ı bu

HITLER

ve R ichter gibi o da 1917’de M ün ih ’e ve İstanbul’a sığınmış olan

BİLİN M EYEN

H itler’i n ‘M anevi Babası’ D ietrich Eckart (1868-1923) ölün­ ce R osenberg, Sebottendorff’un eski sahibi olduğu T h u le’nin

R us mültecilerden, Bolşevizm’e karşı mücadele ettikleri baha­ epeyce mülteci tanıdığı vardı. SebottendorfF bunlardan edindiği bilgileri Alman ve T ürk yetkililerine aktarmış olmalıdır. Ç ünkü 2. Dünya Savaşı öncesinde Alfred R osenberg Rusya ve Kafkas halklarından sorumlu Başmüfettiş olmuştu. SebottendorfF’un R osenberg’le Thule üyeliği günlerine kadar giden bir dosduğu vardı. 2. Dünya Savaşı sırasında Berlin-Ankara hattındaki gizli yazışmalardan en az iki tanesinde R osenberg’in ‘Eski D ost’ kod adlı birisinden Alman Elçiliği aracılığıyla telgraf aldığı ve bunları yanıtladığı bilinm ektedir.100 99 Jam es Pool, Who Financed Hitler?, P ocket B ooks, 1993, ss. 4 6 -4 7 , Brasol için bkz.: ss. 86 -90. 100 M inistry o f Foreign Affairs o f th e U .S .S .R ./G e rm a n Foreign O ffi­ ce D o c u m e n ts/ G erm an Policy in Turkey (1941-1943) D o cu m en ts: 10680. Türkçesi için bkz.: S.S.C.B. D ışişleri D airesi / T ü rk iye’d eki A l­

231

nesiyle epeyce para sızdırmışlardı. Baron SebottendorfF’un da

1910’lu yıllarda Sebottendorff’un birçok Türk arkadaşı da vardı. Bunlardan biri Faik Beyzadeydi. Sebottendorff bu ki­ şiyle birlikte Türkçe-Almanca sözlük yazmıştı.101 Faik Beyzade, 1883’te Ceraferia’da doğmuştu ve 2 Mayıs 1911’de Makedonya R isorta Mason Locası’na kaydedilmişti. Tam adı T im ur Beyzade Ali Faik’tir.102 SebottendorfF’un sözlüğü Berlin’de Latin harfle­

AYTUNÇ

ALTINDAL

riyle basılmıştı. 1913’te 6. baskısına ulaşan bu sözlüğü o dönem ­ de Latin harfleriyle eğitim görmeyen Türklerin değil daha çok Almanların satın aldığı açıktır. Aynı dönem de Sebottendorff’un tanıdığı diğer bir Türk de 3. O rdu Komutanı M ahm ut Şevket Paşa’nın dostu olan Pertev (Demirhan) Paşa’ydı. Sebottendorff, Pertev Paşa’yı Walter Berghaus adlı İstanbul’da yaşayan bir Alman aracılığıyla tanımıştı. Pertev Paşa gençliğinde ünlü Alman Mareşali Colm ar Freiherr von der G oltz’un yaveri olmuştu. 1897’de Alman

232

O rdusu’nda eğitime gönderilmiş, daha sonra da 1904’teki Japon-R us Savaşı’na gözlemci olarak katılmış ve bacağından yaralanmıştı. Pertev Paşa kitap yazabilecek kadar iyi Almanca biliyordu.103 Kayzer 2. W ilhelm ’den ‘Kara Kartal’ nişanını almış tek Osmanlı Paşası’ydı. 2. Dünya Savaşı sırasında iki dönem milletvekilliği yapmış ve Alman politikasını savunmuştu. Pertev Paşa, Franz von Papen’le de yakın dosttu. Sebottendorff ve Paşa, m an Politikası (1941-1943), H 4 F A S S ,T ü rk ç e si: Levent K onyar, Ekim 1977, Yayınlayan: A ytunç A ltındal. (Gizli yazışmalar, özgü n dilde, Al­ m anca ve İngilizce belgelerden oluşm aktadır.) 101 M eteou la-S p rach fü hrer N r. 1 0 7 6 9 0 .T U R K IS C H vo n v. Sebottendorff. N eu Bearbeitet von Faik Bey-Sade, 1913. W estdeutsche B ibliothek, Prof. D r. Edw ard H e rm a n B üchersam m lung. 102 A ngelo Iacovella, a.g.e. s. 62. (Dizin) 103 P ertev D em irh an , General feldmarschall Freiherr von der G oltz, G öttinger, 1960, ss. 66-67.

Berghaus aracılığıyla 1880’lerde kurulm uş olan Alman-Asya C em iyeti’nde birlikte çalışmalar yapmışlardı. Hjalmar Schacht da bu kuruluşun üyesiydi. SebottendorfF’un İstanbul’da tanıştığı ilginç kişilerden biri de Dr. L.F. M izzi’ydi. Malta asıllı olan bu kişi İstanbul’da Y M C A adıyla bilinen Genç Hıristiyan Erkekleri Ö rg ü tü ’nün k urucularındandı. Mizzi ayrıca SebottendorfF’un daha sonra üye alındığı ‘Imperial Constantinian O rder’ın Rusça asıllı belgele­ Fresko H an Nr. 2’deydi. SebottendorfF da buraya çok sık gidip geliyordu. SebottendorfF’a ‘Im perial’ tarikatına nasıl üye olabile­ ceği konusunda Mizzi yol göstermiş olabilir.

mevcudiyeti T. C. Devleti taraFından uzun süre kabul edilmemişti. dan biri de budur. Glauer, İstanbul’da yaşayan A m erikan vatan­ daşı ve çocuksuz Baron H einrich von SebottendorfF tarafından evlat edinilmişti. Bu aile, Almanya’nın en soylu ve eski ailele­ rinden biriydi. Yaklaşık 600 yıllık bir geçmişi vardı ve Glauer’in doğduğu Hoyerswerda ve çevresinde geniş arazilere sahipti. Osmanlı yasalarına göre yapılan bu evlat edinm e konusu Alman yetkililerce kabul edilmemiş ve Glauer bir dava da Almanya’da açarak Osmanlı Mahkemesi’nin kararını kesinleştirmişti. Bu kez aileden Siegmund von SebottendorfF von der R ose (1843-1915) tanıklık yaparak Glauer’in adının von SebottendorfF olmasını sağlamıştı. Mayıs 1914’te W iesbaden’de kesinleşen mahkem e ka­ rarında H einrich’in dul eşi M aria da ifade vermişti.104

104 Goodrick-Clarke, a.g.e. s. 140.

233

Ancak R u d o lf G lauer’in doğru naklettiği belki de ender olaylar­

HITLER

R udolF Glauer kendi beyanına göre, 1911’de İstanbul’da Osmanlı vatandaşlığına geçmişti. N edir ki böyle bir belgenin

BİLİN M EYEN

rini İngilizceye çevirmişti. M izzi’nin çalışma yeri Tepebaşı’nda

Baron SebottendorfFla ilgili bilgilerin yer aldığı bir metinde, onun 1923’te İsviçre’ye gittiği ve Lugano’da O kült üzerine tezler yazıp, Bektaşilik ve masonlukla ilgili bir kitap hazırladığı belirtil­ mektedir. Aym kaynağa göre, 1924’te yeniden Türkiye’ye dönmüş ve 1926-28 yılları arasında Meksika’nın Türkiye’deki fahri kon­ solosu olmuştur. Daha sonra 1929 ve 1931’de, Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. (Amerika’da yaptığımız araştırmaya göre, R u d o lf Glauer ad ve soyadını taşıyan üç aile saptadık, ancak bunla­

234

AYTUNÇ

ALTINDAL

rın SebottendorfFla bağlantılarının olup olmadığını saptayamadık.) T ıpkı A dolf H itler gibi, Baron S ebottendorff da, kendi geçmişiyle ilgili yalan veya yanlış bilgiler vermişti. Ö rneğin Sebottendorff’un T ürkiye’de, M eksika D evleti’n in fahri kon­ solosu olduğu doğruydu. N ed ir ki Sebottendorff, iki yıl değil; sadece beş ay süreyle konsolosluk yapmıştı ve Meksika onun dönem inde fahri konsolosluğunu kapatmıştı! M eksika Devleti Dışişleri Bakanlığı’ndan tarafımıza iletilen bir belgede bu açık­ lama yer almıştır. B u belgeye göre Sebottendorff, 1 Temmuz 1926’da, Meksika Fahri Konsolosu yapılmış ve bu görevi Scarlatt Tottu adlı kişiden devir almıştı. Aynı belgeye göre, Meksika H üküm eti, 10 Aralık 1926’da, S ebottendorff’a bir yazı yollayarak, Fahri Konsolosluğu kapattığını, arşivleri ve eşyaları M ilano’daki Meksika Büyükelçiliği’ne nakletmesini istemişti. (Bkz. Ek) M eksikaDışişleriBakanlığı,24 O cak 1927’de,Sebottendorff’tan bir bilgi notu almıştı. B una göre, Sebottendorff birkaç gün içinde İstanbul’dan ayrılarak M eksika’ya gelm ek istiyordu.105 Sebottendorff’un bu gezisi gerçekleşmemiştir.

105 M eksika D ışişleri Bakanlığı Açıklaması: N r. 0 2 9 3 /3 A pril 2 0 0 0 / From Mr. E n riq u e Buj Flores A m bassador o f M exico. Sayın B üyükelçi Flores’e gös­ terdiği nazik yardım lardan dolayı teşekkür ederim .

SebottendorfF’u n üyesi olduğu, ‘Im perial C onstantinian O rd er o f St. G eorge’ adlı tarikatla ilgili yazdıkları da yanlıştır. SebottendorfF, Hitler Gelmeden Önce başlıklı kitabında şunla­ rı yazmıştı: “B u tarikat, İS 430’da, B üyük K onstantin ve 50 Şövalyesi tarafından kurulm uştu. K onstantin, tarikatın B üyük Ü stadı’ydı.” Anlaşılan, SebottendorfF’u n tarih bilgisi kendisini yanıltmış! K onstantin, 430 yılında değil, yaklaşık 100 yıl önce, ‘Yeni R o m a/K o stan tin o p o l’u kurm uştu. B u yüz yıllık yanıl­ K onstantin dönem inde, kendisi tarafından değil, başkaları tara­ fından kurulm uş bir tarikat vardı, fakat bu tarikat Şövalye tarikatı değil, dinsel bir tarikattı. K artaca Kilisesi tarafından K onstantin’in

SebottendorfF, K onstantin tarafından kurulan tarikatın sür­ düğünü, böylece de doğrudan doğruya R o m a İm paratorları’na bağlı kalındığını belirtmişti. B u açıklama da yarı yarıya doğruy­ du. Şöyle ki, ‘Gens Flavia,’ İm parator D om itian ve T itu s’u n ye­ ğeni, Flavia D om itilla adına kurulm uştu. K adın soyağacı denilen buydu. Ancak ortada bir ‘Şövalye’ tarikatı yoktu. B u D om itilla, Aziz Flavius C lem en t’in de akrabasıydı. B u Aziz, İm parator Vespesiyan’ın kardeşi ve T itus’la D o m itian ’ın da amcasıydı. N ed ir ki, tarihçi Frend’in yazdığına göre, ortada m uhtem elen iki Flavia D om itilla vardı. Bunlardan bir tanesi, ‘Yahudi D inine ve A teizm e’ döndüğü için idam edilmişti. D iğer F. D om itilla ise Aziz Flavius C lem ens’le evlenm işti.10632 (R o m a’da, A teizm de­ m ek, Hıristiyanlık dem ekti.) 106 Frend, a.g.e. ss. 132,148, 401.

2 35

dürülm esinin hanedanın kadın tarafının soyağacından y ü rü tü l­

HITLER

tırnak içinde ‘H ıristiyan’ oluşunu yüceltm ek amacıyla kurulan bu tarikatın adı, ‘Gens Flavia’ idi.

BİLİNM EYEN

mayı, dizgi hatası olarak yorum lam ak doğru olur m u bilinmez!

Sebottendorff, bu tarikatın B üyük Ü stadı’n ın adını, Baron Schm idt von der Launite olarak verm ektedir. O n a göre Baron Launite, 1917 Bolşevik İhtilali’n den sonra, Kızıllara karşı yeraltı mücadelesini örgütlem ek için gizlice Sovyetler Birliği’ne gitmiş ve burada yakalandıktan sonra, kaldığı cezaevinde zehirlenerek öldürülm üştü. 1917 İhtilali’nden hem en sonra, Bolşevik H üküm eti, ünlü gizli polis örgütü, C heka’n ın kurucusu Feliks Edm undovich

236

AYTUNÇ

ALTINDAL

D zerzhinsky’nin yönetim inde, Batık hüküm etleri aldatmak ve ihtilalde bu ülkelere sığınmış olan soyluları ve yüksek bürok­ ratları yeniden M oskova’ya getirm ek için, ‘Trust’ adlı bir örgüt kurm uştu. ‘T rust’ın görevi, Bolşevizm’i kötülem ek ve Sovyetler Birliği’nde, Çarlık yönetim ini geri getirm ek gibi gösterilmiş­ ti. F. Dzerzhinsky, o denli başarılı oldu ki, İngiltere, Fransa ve A m erika, Sovyetler’in bu sahte örgütüne mali kaynaklar ak­ tarmaya başladılar. Fransa, Almanya ve T ürkiye’ye sığınmış olan birçok aristokrat,Trust’a güvenerek gizlice M oskova’ya döndüler ve yakalanarak öldürüldüler. Aynı dönem de, R usya’da kalmayı seçen soylular, gerçek bir monarşist örgüt kurm uşlardı. Fakat Trust, bu yeraltı örgütünü bizzat L enin’in kurdurduğunu söyleyip, Batılı hüküm etleri ya­ nılttı. Trust Ayrıca RO V S diye bilinen anti-Bolşevik faaliyetlerde bulunan bir örgütü de benzer yalanlarla çökertti.'Yüzlerce taraf­ tarını öldürdü. 1919 Almanya’sında, T hule üyeleri arasına sızmaya çalışan Trust ajanları, SebottendorfF’u n uyanıklığı sayesinde başarılı ola­ madılar. N ed en sonradır ki, tarihin gelmiş geçmiş en kurnaz ve ünlü casusu, Yahudi asıllı Sir Sydney Reilly, 1924’te bu örgütün (Trust) bizzat Lenin tarafından yönetildiğini anladı ve onu de­ şifre etti. N e var ki, bu başarısından sonra Sir R eilly de ortadan

kayboldu! İlginçtir ki, 1956’da,T ürkiye’de, D iyarbakır’da yine bir Reilly, özellikle de bölgedeki Kürtler,Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili bilgi toplamaktaydı. Bu Reilly, öğretm endi ve Sydney R eilly ’ye inanılmayacak kadar benziyordu. Ö ğ retm en Reilly, 1959’da sınırdışı edildi. SebottendorfF’u n aktardığı bilgiler, Trust çerçevesinde ele alındığında gerçeği yansıtıyor denilebilir. SebottendorfF’un katıldığını söylediği tarikatın yapısıyla ilgili yazdıkları yanlış olduğu gibi, 20. yüzyıldaki konum u hakkında

şunları yazmıştı: “ Tarikatların arasına en yeni katılan, ‘C onstantinian O rd er duğunu öne sürüyorsa da gerçekte, 16. yüzyılda, A rnavutluk’tan

HITLER

o f St. G eorge’du. Bu tarikat kuruluşunun Bizans dönem inde ol­

B İLİN M EYEN

söyledikleri de gerçeği yansıtmamaktadır. A skeri-dinsel tarikat­ lar konusunda uzm an olan D esm ond Seward, bu tarikatla ilgili

İtalya’ya göç etmiş olan Angeli Ailesi tarafından kurulm uştu. vârisi olduğuna dair berat almıştı. 1680’de, bu tarikatın şövalye­ leri, Viyana’da, Jan Sobiesky önderliğindeki Polonya O rd u su ’nda Türklere karşı savaştılar. 1698’de, bu tarikatın B üyük Üstatlığı, A ngeli’den satın alındı ve Parm a D ü k ü Francesco Farnese’ye geçti. G ünüm üzde bu tarikatın 28. B üyük Ü stadı, Castro D ükü, eski N apoli Kralı Prens Ferdinand M aria’dır. G ünüm üzde, İtalya’da en çok saygı gören askeri-dinsel tarikat budur. B in ka­ dar üyesi vardır. Eski İtalya C um hurbaşkanı Francesco Cosiga, eski N ato G enel Sekreterleri, Lordlar Kamarası’ndan birçok üye ve Vatikan’dan 20 kardinal, bu örgüttedirler. Ayrıca M alta Şövalyeleri’yle bir aradadır ve üyelerinin arasında tahtlarım kay­ betm iş altı tane de kral vardır.107 107 D esm ond Seward, a.g.e. ss. 305, 321.

237

Angeli, Papa’yl ikna ederek, kendisinin Bizans Tahtı’nın tek yasal

Silezyalı bir işçi ailesinin çocuğu nasıl olur da böyle bir soylular tarikatına üye kabul edilebilir? Bu sorunun yanıtını SebottendorfF vermemiştir. H iç kuşkusuz R u d o lf G lauer’de ne asalet ne de prestijli bir meslek vardı. Serveti de yoktu. Almanya’da evlendiği eşi zengin operacı Ifîland’ın kızıydı, ama tarikata girdiğinde taraflar çoktan ayrı oturm aya başlamışlardı ve SebottendorfF’un eşinin avukatlarıyla başı dertteydi. Öyleyse bu sofu Katolik tarikata nasıl kabul edilmişti?

AYTUNÇ

ALTINDAL

G erçekte R u d o lf G lauer değil, kendisini evlat edinen Baron H einrich von SebottendorfF, diğer birçok tarikata ve mason locasına üye olduğu gibi buna da üyeydi. Almanya’n ın bu eski ve köklü ailesi için böylesine prestijli bir M onarşist tarikata üye olm ak doğaldı. Kısacası hiç kimse R u d o lf G lauer’i bu tarika­ ta üzeri balm um lu davetiyeyle çağırmış değildi. SebottendorfF m uhtem elen M izzi’den öğrendiği taktikle Alman asıllı Amerikalı

238

‘Babasına’ ait olan üyelik koltuğuna oturm uştu. Tarikat yönetici­ leri ise SebottendorfF’u n üyeliğini kendi anti-Bolşevik faaliyet­ leri için yararlı görm üş olmalıdırlar. Ç ün k ü SebottendorfF hem Türkleri ve Kafkasları hem de R usları çok iyi tanıyordu. D iğer bir deyişle, SebottendorfFbu tarikata liyakat yoluyla değil, tarika­ tın ‘Pis’ işlerinde kullanılmak üzere alınmış biriydi. Dolayısıyladır ki R u d o lf Glauer, tarikatta daima ‘M anevi Babası’nm adı olan ‘H ein rich ’ adıyla anılmıştı. N itekim M eksika’n ın Fahri K onsolosu olduğu dönem de de Baron R u d o lf H einrich von SebottendorfF adını kullanmıştı... R u d o lf Glauer 1911’de T ürk vatandaşlığına geçmek için baş­ vuruda bulunduğu sırada İstanbul’da bulunan Alman Elçiliği’nde görevli R ichard von K uehlman adlı bir görevliyle takışmıştı. Aynı kişi onun evlat edinme olayında da zorluklar çıkartmıştı. Kuehlman, P an-C erm en harekete şiddetle karşıydı. Ayrıca General

L udendorff’tan da nefret ediyordu. 1917’de savaş sırasında beklen­ m edik şekilde Dışişleri Bakam yapıldı. Savaştan sonra hiçbir zaman Nazilerle çalışmadı. SebottendorfFun Almanya’da hakkında çıkar­ tılan ‘sahtecilik’ ve ‘karaborsacılık’ gibi söylentilerin kaynakların­ dan biri de m uhtem elen K uehlm an’dı. Ç ünkü SebottendorfFun Türkiye’deki yaşamını en yakından bilenlerden biri de oydu. SebottendorfF 1933’te Almanya’ya döndü ve daha sonra ba­ şına dert açan kitabını, Hitler Gelmeden Önce ’yi yayınladı. Kitap çıkarıldı. 1934’ün O cak ayında kısa bir süre için gözaltına alındı, fakat daha sonra T ürk vatandaşı olduğu gerekçesiyle koşullu ola­ rak salıverildi. G erçekten de SebottendorfF B erlin’deki Türkiye Alfred G landek adına düzenlenm iş olan bir T ürk pasaportu

HITLER

C um huriyeti D evleti’nin B üyükelçiliği’nce verilmiş ve Adam

BİLİNM EYEN

toplatıldı ve bizzat Führer’in em riyle hakkında tutuklam a em ri

taşıyordu! S ebottendorff salıverilince soluğu İsviçre’de ‘Ö zerk Dr. G oodrick-C larke’ın aktardığına göre, İstanbul’da H erb ert R ittlin g er’in bağlı olduğu casusluk bürosunda çalışmaya başladı. N ed ir ki fazla başarılı olamadı. Eylül 1944’te Alm an İstihbaratı T ürkiye’den tam am en ayrıldı. Elçilik faaliyetleri de en düşük düzeye indirildi. R ittlig er’in beyanına göre A lmanlar T ürkiye’den ayrılırlarken SebottendorfF’a bir yıl geçinebileceği kadar bir para bırakmışlardı.108Anlaşılan SebottendorfFbir hayli yoksul düşm üş­ tü! Oysa N isan 1944’te A m erika’nın Dışişleri Bakanı Cordell H ull A lmanların gizli bir planı olduğunu anlamıştı. Bu plana göre Almanlar, İsviçre, Tanca, Ankara ve L izbon’da, İngilizlerin haberi olm adan güvendikleri kişilere ‘Paralar’ em anet ediyorlardı. H ull, bir an önce bu kişilerin ve kendilerine bırakılan ve büyük 108 G oodrick-C larke, a.g.e. s.151.

2 39

B ölge’ statüsündeki Vaduz’da aldı. O radan da Türkiye’ye döndü.

ölçüde Yahudilerden ve başkalarından gasp edilmiş olan bu m en ­ kul değerlerin bulunm asını istemişti.109 2. D ünya Savaşı’nda Türkiye, İsviçre gibi tarafsız ülke ko­ num undaydı. 1939’da Türkiye, Fransa ve İngiltere’yle karşı­ lıklı yardımlaşma anlaşması imzalamıştı. 1941’de Türk-A lm an D ostluk Belgesi imzalandı. Bu tarihten sonra Türkiye yoğun bir şekilde Alm an Gizli İstihbaratı’nın hedefi oldu. İstanbul’da yıllar önce kurulm uş Alm an kulüpleri vardı. Buralarda Nazizm

240

AYTUNÇ

ALTINDAL

propagandası yapılmaya başlandı. B unların başında İstanbul’daki 1847’de kurulm uş olan ‘Teutonia’ geliyordu. B unu ‘A lem annia’ ve ‘D eutscher Ausflugsverein’ (İlticacılar) kulüpleri izliyordu. Bu kulüplerde N aziler bazen açık bazen de gizli propaganda yürütüyorlardı. 1943’te Almanya’nın en ünlü casusluk servisinin şefi Walter Schellenberg İstanbul ve A nkara’ya geldi ve çok geniş çaplı bir casusluk operasyonunu başlattı. Amiral Canaris, Schellenberg ve von Papen, H itler’in em riyle T ürkiye’de çok gizli bir pro­ jeyi hayata geçirmeye çalışıyorlardı. K od adı ‘G ertru d ’ olan bu proje ünlü istihbaratçı Leverkuehn’ün başkanlığında yürütüldü. B u projeye göre Türkiye, Almanya’n ın safında savaşa sokulacak­ tı. S ebottendorif işte bu projede görev aldı. Ç o k iyi derecede Türkçe, Arapça ve Farsça bilmesi ‘Gizli Servis’ için bir kazançtı. Ayrıca h er zaman Kafkas halklarıyla yakından ilgilenmiş ve K om ünizm ’e karşı M onarşizm i savunmuştu. B u projede Sebottendorif çok ünlü kişilerle beraber olmuş­ tu. B unlardan bazıları R ein hard H über, Şark H aberleri Ajansı Başkanı; Ludw ig M oyzisch ve B ru n o Wollf, diplomat; Emil D uplitzer, SS’in başı; D r. M ax von der Portens, akademisyen ve hepsinin üstünde B üro N W 7 diye bilinen karşı-casusluk örgü­ 109 A rth u r L. S m ith Jr., H itler’s Gold, B E R G , O x fo rd , 1996, ss. 6 6-67.

tü n ü n şefi W ilhelm von Flügge vardı. Portens ve Flügge aynı za­ m anda Başbakan Celal Bayar’ın da danışmanlarıydılar. ‘G ertru d ’ projesinde yaklaşık 200 A lm an ajanının rol aldığı tahm in edili­ yordu. Bu sayıya Alm an işbirlikçisi T ü rk -E rm e n i-R u m ve hatta Y ahudilerin sayısı dahil değildir. B u projeyi sevimli kılm ak için ünlü Alm an bestecileri Paul H in d em ith ve E rnst Pratorius da İstanbul’a getirilmişlerdi. Savaş b ittik ten sonra A lm anya’da yargılanan R ittlin g e r göre T ürkiye’deki ‘G üvenilir’ bir kaynak, Baron R u d o lf von S ebottendorff’un 9 Mayıs 1945’te İstanbul’da B oğaz’a atlayarak intihar ettiğini bildirmişti. R eittlin g er yaşlı B aron’u n yoksul ve lerini yitirerek hayatına son verdiğini açıklamıştı.110 Kendisiyle B erlin’de görüştüğüm b ir A lm an uzmansa bu açıklamanın gerçek

Bilindiği üzere H itler, B am berg toplantısından sonra N azi Partisi içindeki m uhalifleriyle, başta E rnst R o e h m olm ak üze­ re kendi geçmişiyle ilgili birçok sırrı bilen kişileri 30 H aziran 1934’te topluca öldürtm üştü. B u cinayetlerde T hule üyesi Peder B ernhard Stepfle -k i H itler’in Kavgam kitabının bir bölüm ünü de o yazmıştı- G eneral von Bredow, G regor Strasser, M üsteşar E rich K lausener de öldürülm üşlerdi. Ama en büyük kıyım S ebottendorff’u n doğum yeri olan Silezya’da yapılmıştı. Burada SS birliği kom utanı U d o von W oyrsch denetim ini kaybetmiş ve pek çok ünlü N azi ne olduğunu anlam adan kişisel öfkelere 110 G o o d ric k -C la rk , a.g.e. s. 152. 111 B erlin Ü niv ersitesi’n d e n (T arih B ö lü m ü ) P ro f.W o lfg a n g W ip p e rm a n n ’la y aptığım g ö rü şm e, 1 1 .9 .1997.

241

olamayacağını, çünkü Sebottendorff’u n 1934’te öldürüldüğünün kesin denilebilecek şekilde bilindiğini söyledi.111

HITLER

sefil olduğunu ve Almanya’nın teslim olmasıyla b ü tü n ü m it­

B İLİN M EYEN

kısa süre sonra özgürlüğüne kavuşmuştu. O n u n anlattığına

kurban gitmişlerdi.112 Daha sonra Türkiye’ye Büyükelçi olarak gönderilen Franz von Papen ise ilk hedef olmasına rağmen son anda General H indenburg’un yardımıyla canını kurtarabilmişti... SebottendorfFböylece iki kez ölmüş oluyordu! 1934’te canını kurtardığı kesindi. Fakat 9 Mayıs 1945’te intihar ettiği acaba ke­ sin miydi? Alınanlara göre 1934’te, İngilizlere göre 1945’te ölen SebottendorfF, gerçekte bu iki tarihte de ölmemişti... Tarihçi John Toland’ın ‘kısa boylu, tıknaz, hafif şehla bakışlı esrarengiz

242

AYTUIMÇ

ALTINDAL

adam’ diye tanımladığı SebottendorfFla ilgili olarak R ittlinger’in yaptığı açıklama sadece b ir şaşırtmacaydı. SebottendorfF gerçekte 9 Mayıs 1945’te ve sonrasında sapasağlamdı ve yeni görevlere hazır olarak İstanbul’da tutulmuştu. Alman Gizli Servisleri’nin deşifre olan subayları ve sivilleri O cak 1944’te patlak veren ‘Kontes Pletenberg’ skandalından sonra Türkiye’yi terk etmeye başlamışlardı. Kontes ve kendisin­ den yirm i yaş genç olan kocası Askeri Ataşe Yardımcısı Dr. Erich von Vermehren Alman istihbaratında görevliydiler, ama H itler’e karşı olan kişilerle temasları vardı. Bu karı koca ilerde başlarına bir sorun açılmasın diye Ankara’da Türk Gizli Servisi’nin ele­ manlarıyla anlaşarak İngiliz Gizli Servisi M I6’ya teslim olmak üzere İstanbul’dan Kahire’ye kaçırıldılar. Kontes kaçarken yanma Almanların ünlü Enigma (Casusluk) şifrelerini de almıştı. İşte bu şifrelerin çözülmesiyle H itler’in sonunun başlangıcı geldi. Sebottendorff, Kontes Pletenberg’i de şahsen tanıyordu. Ankara’daki Alman Büyükelçiliği’nde verilen davetlerde birçok kez birlikte görülmüşlerdi. Sebottendorff, merkezi A nkara’da olan Alman karşı-casusluk örgütü ‘V Seksiyonu’nda da sevilen ve güvenilen bir casustu. Kontes ve eşi ise ‘Ajan’ statüsündeydiler. 112 J. Fest, a.g.e. s. 465.

Casusluk ve ajanlık pek bilinmez, ama iki farklı görevdir. Casus, H U M IN T denilen ‘İnsan Kaynaklarını’ kullanmayı, yön­ lendirm eyi ve manipüle etmeyi öğrenmiş, üst düzeyde eğitim görmüş kişidir. Ajan ise, ‘Teknik Kaynakları’ kullanmayı öğren­ miş olan kişidir. Ö rneğin çeşitli araçlarla dinleme, görüntülem e, keşif, frekans dinleme veya bozma, şifre çözücülük vb görevleri ajanlar yaparlar. Ajanın görevi birinci dereceden insanı değil tekniği kullanmaktır. Ajan çoğu kez elde ettiği bilginin veya gö­

ranlar merkezlerdeki uzman istihbaratçılardır. Bir de ‘Uykuya Yatırılmış’ ajanlar vardır. Bunlar gönderildikleri ülkelerde uzun

‘UykuyaYatırılmış’ ajanı vardı. Bunlardan ikisi Almanya’da çok ün İkisi de Frankfurter Z e itu n ğ u n üst yöneticileriydiler. N edense birdenbire dünyanın en güçlü ikinci ülkesinde ünlü gazeteci­ ler olarak yaşamaktan sıkılıp kendilerini 1940’ların Ankara’sına atmak istemişlerdi! Ü çüncüsü Dr. Walter Brell’di. O da Alman H aber Ajansı’nın Ankara’daki muhabiriydi. Sebottendorff bu kişilerle sıkça görüşmüştü. Bu gruba zaman zaman katılan bir de Türk işadamı vardı. M ehm et Z eki Ülkütay adlı bu kişinin ilginç­ tir ki, ilk kez 1999’da kısmen açıklanan D eutsche Bank’ın gizli belgelerine göre, bankanın kasalarında bol miktarda N apolyon altını ve birkaç kilo da külçe altını bulunduğu anlaşılmıştı.113 SebottendorfF’un 1940’lı yıllarda İstanbul’da buluştuğu başka bir Alman aile daha vardı. Bu aile von Chapeau R o u g e adıyla 113 Jo n ath a n Steinberg, Die Deutsche Bank und ihre Goldtransaktionen’u. C. H . B eck, 1999, s.187.

243

kazanmış gazeteciydi. Bunlar Dr. K urt R ay ve R u d o lf K ircher’di.

HITLER

yıllar olaylara karışmadan yaşayıp bilgi toplarlar. Nazi Almanya’sının Ankara ve İstanbul’da deşifre olmuş üç

BİLİN M EYEN

rüntünün veya şifrenin tam olarak ne anlama geldiğini de bilmez. Verilen bir görevi yerine getirmiştir, o kadar. O n u anlamlandı-

tanınıyordu. Romanyalı soylu bir aileydi ve yıllar önce Alman vatandaşlığına geçmişlerdi. Türkiye’de özellikle de Balkan ül­ keleriyle ilgili bilgiler nedense hep bu aileye iletilmişti. Genç ve fettan Aglaja von Chapeau ne denli keskin Hitlerci ise eşi o denli anti-N azi olduğu izlenimini vermişti. Bu karı-koca von Papen’in davetlerinde daima hazır ve nazırdılar. Sebottendorffbu ‘Soylu’ kan kocayla Park O tel’de çay içerdi. Sözün burasında uzunca bir paragraf açmak gerekiyor. 1944

244

AYTUIMÇ

ALTINDAL

yılında N ew York’ta çok ilginç bir kitap yayımlandı.114 C urt Riess tarafından 1943’te yazılan ve bir yıl sonra basılan bu ki­ tapta Nazilerin henüz savaş devam ederken başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye ‘Uykuya Yatırılmış’ ajanlar yerleştirmekte olduğu öne sürülmüştü. Riess, hayrettir ki bunların arasında Dr. Brell’i ve Aglaja von Chapeau R o u g e’u daha savaş bitm eden ad vererek belirtebilmişti. Riess’e göre ani bir kararla kısa bir tatil için Türkiye’ye gelip bir daha geri dönmeyen von Papen’in kı­ zıyla oğlunu da aynı kategorideki ajanların arasında saymıştı.'15 Daha ilginç ve şaşırtıcı olanı ise şuydu: Savaşın olanca hızıyla sürdüğü bir dönem de (1943 sonu) Riess, ilkin savaşın 1945’te Almanya’nın koşulsuz teslim olmasıyla biteceğini, ardından da H itler’in bir Bunker’de ortadan kaybolacağını ve ölüp ölmediği­ nin bir türlü tam olarak saptanamayacağını yazmıştı. Olaylar tam tamına Riess’in yazdığı gibi gerçekleşti. Bu durum u somut bir örnekle açıklayalım:2.Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikalılar adına Almanya’da ‘Gazetecilik’ yapan Alman asıllı (M ünih doğumlu) N orbert M uhlen, bazı Nazilerin savaş sırasında ‘Uykuya’ yatırıldıklarını ve bunların savaştan sonra ‘AntiNazi Almanlar(!) olarak ‘Yeni Almanya’da yönetimi ele geçirmeye 114 C u rt R iess, The N azis Go Underground, D oubleday, 1944. " 5 R iess, a.g.e. ss. 170-172.

çalıştıklarım yazmıştı. Ö rneğin Franz R ichter bunlardan biriydi.

iflah

olmaz

anti-

K om ünizm ’i ve M onarşizm’i Kabaağaç’a göre Türkiye için bir 116 N o rb e rt M ü h len , The Return o f Germany, H e n ry R e y n e ry C o ., 1953, ss. 54-55. Savaş sonrasında A vrupa’da binlerce N azi işbirlikçisi idam veya linç yoluyla ö ld ü rü ld ü . B irço k N azi başka ülkelerde değişik kim liklerle yaşadı. Fransa’da 4785 id am cezası verildi. İtalya’da 1732 idam gerçek­ leştirildi. B kz.:W alter Laquer, Europe Since Hitler, Peng uin , 1982, ss. 3 6 40. 117 C o nsul D r. W ilh elm H e n d ric k s’le 1997 yılında görüştüm . Kendisiyle ve Suad K abaağaç’la ilgili bilgiler verdiği için m ü teşekk irim . Sn. H e n d ricks halen V iyana’da yaşamaktadır.

245

yıllardır tanıyorlardı. S ebottendorff’un

HITLER

öğrenen Kabaağaç, daha sonra onun İngilizlere sığınarak savaştan yara almadan kurtulmasını sağlamıştı.117 SebottendorfF da Kabaağaç’ın denetimindeydi. Birbirlerini

BİLİN M EYEN

Felsefe doktoru olan R ichter, Ç ek bölgesi Südetlerde yaşayan Almanların haklarını savunuyor pozlarında milletvekili seçilmişti. Daha sonra 1952’de tutuklandı. Richter, 1920 doğumlu olduğu­ nu ve İzmir’de doğduğunu, fakat belgelerinin İzmir yangınında yok olduğunu öne sürmüştü. Oysa asıl adı Fritz Roessler’di ve Nazi Partisi’nin Gençlik Kolları’nda yetişmiş bir ajandı.116 1940’lı yıllarda İstanbul’daki Türk istihbaratını ünlü ya­ zar Cevad Şakir’in (Halikarnas Balıkçısı) kardeşi, Suad Şakir Kabaağaç yönetiyordu. Tam bir diplomat olan Suad Kabaağaç birkaç yabancı dili anadili gibi konuşuyordu. Suad Bey 1960’ta Fransız asıllı eşiyle birlikte Side’ye yerleşti ve burada bir pansiyon açtı. Bu pansiyonda çok ilginç ‘Rastlantılar’(!) sonucunda dünya­ ca ünlü kişiler bir araya gelmişlerdir. Suad Kabaağaç Türkiye’ye ajan olarak gönderilmiş genç bir AvusturyalI teğm enin, Dr. W ilhelm H endricks’in bana anlattığına göre, hayatını kurtar­ mıştı. W. H endricks’in Alman istihbaratında görevli olduğunu

tehdit oluşturmuyordu. Kaldı ki, yaşlı adam H itler’in hayatıyla ilgili çok ‘özel’ bilgilere sahipti. Ö te yandan Türk istihbaratına da birinci dereceden önemli olmasa da bazı bilgiler aktarıyordu. SebottendorfF’un özel ilgi alanı Kafkas halkları ve Balkanlı Müslümanlardı. Bir dönem R us çarlarına karşı savaşmış, son­ ra da Türkiye’ye sığınmış olan Kafkas halklarıyla yakın teması vardı. Bu Kafkasyalı kişilerden bazılarının yurtdışına, örneğin Bulgaristan’a görevle gönderilm elerinde aracı olmuştu.

246

AYTUIMÇ

ALTINDAL

SebottendorfF’un savaş sırasında Almancı tarafa çalışmış kişi­ lerle de sıkı ilişkisi vardı. Bunlardan biri A hm et Veli M enger’di. Tatar asıllı olan Menger, özellikle von Papen’e çok yakındı. M enger gerçekten de çok maceralı bir hayat yaşamıştı. U zun yıl­ lar Ç in ’de ve Am erika’da kalmıştı. Menger, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da Almanlarla ilişkilerini sürdürdü. Ü nlü Mercedes-Benz temsilciliği ona verildi. M enger’in adı birçok gizli yazışmada geçmektedir.118 SebottendorfF, 2. Dünya Savaşı sırasında 1943’te kurulan Bosnalı M üslüman SS birlikleriyle de ilgilenmişti. Bunlardan 13. Bölük, T hule’nin sembolündeki ‘H ançer’i simgelemek üzere bu adla anılmıştı. Ayrıca bir de 1944’te yine M üslüman erlerden oluşan ‘Kama’ Birliği kurulmak istenmiş, ama başarılı oluna­ mamıştı. SebottendorfF, ‘H ançer ve Kama’ birliklerinin Alman SS miğferlerini değil, Türk ‘Fesini’ giymelerini önerm işti.119 118 A lm an Belgeleri, a.g.e. ss. 37-39. Ö rn eğ in 27 Kasım 1941, İstanbul ta­ rihli, G eneral H .E . Erkilet’ten H entig ’e gönderilen gizli belgede Veli M en g er’in getirdiği ‘Kişiye Ö zel’ m ektup ve yanıtı yer almaktadır. Hentig, SebottendorfF’la da ilişki kurm uştu. D aha sonra M ısır’a gitti ve N asır’a danışman oldu. A lm an Dışişleri’nde Elçi’ydi. 119 H a n çe r ve K am a SS birlikleri için bkz.: R eitling er, a.g.e. ss. 198-201, ‘D ev şirm e’ sistemi için bkz: aynı kaynak, ss. 216-217.

SebottendorfF, ayrıca O sm anlı’daki ‘D evşirm e’ sistemini de Nazilere öğretmişti. Naziler, Polonya’dan getirdikleri gençleri Alman olarak yetiştirmişlerdi. Savaştan sonra SebottendorfF’un dostlarından bazıları hak­ kında soruşturmalar yürütülm üştü. 1963’te SebottendorfF’un adı da bazı soruşturmalarda geçmişti. Amerikalılar, Naziler tarafından gasp edilen Yahudi mallarının ve paralarının izlerini sürüyorlardı. N ew York’ta oturan Yahudi hesaplarda paraları olduğunu iddia ediyordu. Bu ailenin üyeleri ilkin Cenevre ve Lozan’daki bankalara gitmişler, ancak bunlardan hiçbir sonuç alamamışlardı. Sonra İstanbul’a geldiler. Burada,

olmadığını araştırıyorlardı. Beer Ailesi’nin büyükbabası -banka­ Deligdisch) tekstilciydi ve Türkiye’yle de çalışmıştı. İstanbul’da yaşayan Yahudi-Alman Avukat W olf C hernis’in ilgilendiği bu ve benzeri birkaç soruşturmada SebottendorfF’un da adı geçmiş, fakat hiçbir sonuç alınamamıştı. SebottendorfF’un İstanbul’daki çevresi, çok ilginç kişilerden kuruluydu. Bu insanların buluşma yeri, genellikle Pera Palas ve Park O tel’di. 2. Dünya Savaşı sırasında bu iki ünlü otel, uluslara­ rası istihbarat faaliyetlerinde odak olmuşlardı. SebottendorfF un, Park O tel’deki dostları arasında, M . R em zi D enker ve kız kardeşi R abia Kâmil D enker vardı. R em zi Denker, yüksek öğrenimini Avrupa’da yapmıştı ve Almanların Dış Ticaret ve saimjnow.tz,geer ve Siegfried D eligdisch için bk z.:T om B ow er, Blood M otl­ ey, The Swiss, The N a zis and the Looted Billions, Pan, 1997, s. 333. A lm an B elgeleri, a.g.e. s. 27. (Gizli Belge)

247

lara para yatıran kişi- Rom anya asıllı Yahudi S. Delikdiş (veya

HITLER

1920’den beri Balkan Yahudilerinin paralarına m utem etlik yapan Jacques Salmanowitz adlı İsviçreli Yahudiyle çalışmış kişiler olup

BİLİN M EYEN

Beer Ailesi aslen RomanyalIydı ve İsviçre bankalarında gizli

İstihbarat Dairesi D İA (Deutscher Innen-U nd Aussenhandel / Invest-Export veb Innex Berlin vd kuruluşların çatı örgütü) ile çalışmıştı. Bu ‘ticaret’ hayatında, D enker’in çok güçlü bir ortağı olmuştu. Bu kişi, koyu Almancı olarak tanınan N u ri Killigil Paşa’ydı. Killigil, Enver Pâşa’nın kardeşiydi ve Alman istihbara­ tında çalışmıştı. D enker ve Killigil çok uzun zamandır ortaktılar. SebottendorfF, bu ortaklıkta bazen komisyon karşılığı aracılık yaparak yer alıyordu. Killigil 1948’de ölünce, D enker’in hazır­

248

AYTUNÇ

ALTINDAL

ladığı ve SebottendorfF’un büyük üm itler bağladığı ‘Anadolu D em iryolu Projesi’ yarım kaldı. D enker de bir süre sonra öldü. R abia Kâmilse ağabeyi R em zi D enker’le Almanya’da birlikte kalmıştı. Koyu bir H itler hayranıydı ve C um huriyet dönem inin ilk kadın dergisini çıkartmıştı. R . Kâmil de 2. Dünya Savaşı sı­ rasında Almanlarla çalışmıştı. SebottendorfF’la Park O tel’de sıkça buluşurdu. Savaştan sonra, R . Kâmil cinsel tercihi nedeniyle, öğretmenlik görevinden uzaklaştırılmış ve Asmalımescit’te ‘Yok Yok’ adlı bir dükkân açmıştı. 1950’li yıllarda bu dükkân kimliklerini gizle­ meyi başarmış yerli ve yabancı Nazilerin buluşma adresiydi. R . Kâmil de ağabeyi R em zi D enker de sadece Almancı değil, tıpkı H itler’in 1934’e kadarki dönem inde Monarşisi olduğu gibi, sıkı Osmanlıcıydılar. SebottendorfF da ilginçtir ki, hem Alman Monarşisti hem de Osmanlıcıydı!120Türkiye’de, tüm İslam âlemi 120 H itler, 1934’e kadar kendisini iktidara taşıyan ‘M onarşist’ güçlerle an­ laşmalı olarak A lm anya’da krallığı y enid en kuracağım söylem işti. A ncak 2 Ağustos 1934’te H in d e n b u rg ölünce çok acele b ir karar çıkarttırıp kendisini ‘F ü h rer’ ilan ettirdi, “ insanlar yen iden m onarşiye dönülm esini istemiyorlar. B u m onarşisder b en i de istemiyorlar, çü n kü b en alt sınıftan geliyorum . A m a onlara m onarşiyi yen iden k u rm a şansını verm eyece­ ğim,” dem işti. B kz.: Jam es Pool, Hitler and H is Secret Partners, Pocket

için Hilafet’in yeniden kurulması gerektiğini düşünüyordu ve bu uğurda çalışmıştı. Bu iki kardeşin annesi, Hüsnüye Kâmil D enker’se Enver Paşa’nın annesinin yakın dostuydu. Osmanlı’nın son dönem inde yeniden kurulmuş olan ve geçmişteki ilk M üslüman kadın örgü­ tü ‘B acıyan-ı-R um ’un (14-17. yy.) devamı niteliğindeki‘Salihatı-Nisvan’ın üyesiydi. Bakırköy ve Serencebey’deki köşklerde toplanan ‘Salihat-ı-Nisvan’ın hanımları arasında, Enver Paşa’nın eşi Atıfet Hanım, Mısırlı prenses hanım sultanlar ve onların kızları ve diğer soylu kadınlar bulunuyordu. ‘Salihat-ı-Nisvan’ın diğer ünlü bir hanım ı da, Başmabeyinci Faik Bey’in eşi Peru hayır kuram larını C um huriyet dönem inde ayakta tutmuşlardı. ‘Salihat-ı-Nisvan’ın, rejim den saklı yapılan toplantılarında, tahta oturur ve diğer hanımlarla Islami konuları konuşurlar ve kararlar alırlardı. Sultan R eşad’ın tahtı ve saraya ait paha biçilmez birçok antika eşya ve evrak uzun bir süre Bakırköy’deki başka bir köşkte emanet altında saklanmıştı. SebottendorfFun D enker Ailesi aracılığıyla ‘Salihat-ı-Nisvan’la da temasları olmuştu. (Bu taht şimdi Eczacıbaşı Ailesi’ndedir.) SebottendorfF’un Park O tel’de, belki de rastlantısal olarak karıştığı ilginç bir olay vardı. 1941’de, Irak, İngiliz işgalindeydi. Irak Başbakanı Raşid Ali, ‘gizli’ bir Naziydi. Bir isyan başlattı ve Irak’taki İngiliz Hava Kuvvederi’ni bastı. N edir ki, başarılı olamaB ooks, 1997, ss. 8 5 -8 8 . H itle r ve N azilerin 1933’te Y ahudileri topluca yok e tm e k p lan lan da y o k tu . N ite k im b u da 1934’te n sonra o luşturul­ du. Bkz.: B erel Lang, A ct and Idea in the N a z i Genocide, U n i. C hicago, 1990, B ö lü m I ve s. 188.

249

Sultan R eşad’ın ‘Culus Tahtı’ kullanılırdı. Baş Kadın Efendi, bu

HİTLER

H anım ’dı. Bu kadınlar, başta Darülaceze olmak üzere Osmanlı

BİLİN M EYEN

kız kardeşi, M ediha Orbay ve Hasene Hanımlarla, Dr. N azım ’ın

dı, Türkiye’ye kaçtı. Almanlar her ne pahasına olursa olsun Raşid Ali’yi, tarafsız Türkiye’den kaçırıp Almanya’ya götürmeyi planla­ dılar. Bu görev, Hüseyin Cafer adlı Mısırlı bir Nazi ajanına verildi. Bu Hüseyin Cafer, gerçekte, Johann Eppler adlı bir Almandı. 1914’te, İskenderiye’de Alman anne-babadan doğmuştu. Tıpkı R u d o lf Hess gibi, o da Mısır vatandaşıydı. Babası ölünce, annesi, Kahire’nin en zengin avukatlarından Salih Cafer’le evlenmişti. Salih Cafer de küçük Johann’ı evlat edinmiş ve tam bir Arap gibi

250

AYTUNÇ

ALTINDAL

yetiştirmişti. Johann Eppler, Hüseyin Cafer olarak Hacca bile gitmişti ve Nazilerin Arap âlemi içindeki en önemli casusuydu.121 Türk hüküm eti, Raşid Ali’nin çok sıkı korunmasını ve İngiliz, Fransız ve Sovyet ajanlarından uzak tutularak, olabile­ cek en skandalsız şekilde Almanya’ya kaçırılmasını istiyordu. SebottendorfF, yine Park O tel’in müdavimlerinden, kod adı ‘Frau K och’ olan Alman İstihbaratı’m n İstanbul’daki üst görev­ lilerinden bir kadın tarafından, Hüseyin Cafer’in, R aşid Ali’yi kaçırması işine karıştırıldı. Alman Eppler, Arap kılığına sokuldu ve mükemmel Arapça konuşarak çevreye Raşid Ali gibi tanıtıldı. Daha sonra da, ger­ çek Raşid Ali, Alman Eppler Arap kıyafetinde, gözleme mesafesi içinde oturup yabancı gazetecilerle evinin bahçesinde sohbet ederken, Almanlar tarafından Yeşilköy’e götürüldü ve onu al­ maya gelen bir uçakla Berlin’e kaçırıldı. Bu kaçırma olayında, SebottendorfF sahte R aşid Ali’nin tercümanı olarak bulunmuştu. İlginçtir ki, Johann Eppler bir yıl sonra 1942’de, Mısır’da İngilizler tarafından yakalandı. Bir süre sonra,Türk gazetelerinde onun kurşuna dizildiği haberleri çıktı. Oysa Eppler, İngilizlerle çalışmaya başlamıştı ve onlar da, Eppler’in kimliğini gizlemek

121 Leonard Mosley, The Cat and The Mouse, Harper, 1958, s. 40.

için bu yalan haberi yaymışlardı.122 2. Dünya Savaşı’nın sonunda, SebottendorfF için ortaya atılan ‘intihar etti’ şeklindeki haber de yanıltmak amacıyla uydurulmuş bir haberdi. SebottendorfF’un 1934’ten sonra nerelerde olduğu ve ne

SebottendorfF’u niçin aramakta olduğu ise belirtilmemişti. Vali haklıydı. Antalya’da Baron SebottendorfF diye biri yaşa­

SebottendorfF’la ilgili belgelerinin bazılarında soyadı gerçekte Glauer olduğu halde, kasten ‘Glanuer’ veya ‘Gluer’ (Güler) olarak yazılmıştı. SebottendorfF, 1940’lı yıllarda, Antalya, Adana ve Mersin’e çok sık gitmişti. Nedir ki, sürekli ikametgâhı bu illerde değildi. SebottendorfF, özellikle 1934’ten sonra değişik kimliklerle ya­ şamıştı. Bilinen kimlikleri şöyleydi: R udolf Glauer, Adam Alfred Glandek, Gluer, Glanuer, Baron R udolf von SebottendorfF, Baron Heinrich Freiherr von SebottendorfF von der Rose ve Erwin Torre.

122 Mosley, a.g.e. s. 41. 1945’ten sonra A rap kim liğine b ü rü n m ü ş birço k N azi vardı. Ö rn e ğ in N a s ır ın danışm anlarından Salih Sefer, gerçekte ün lü N azilerden H ans A p p ler’di. E l-H ac ı ise Louis H e id e n ’di. B kz.: Lee, a.g.e. s. 129. 123 E m niyet G enel M ü d ü rlü ğ ü , 4 1192-195 A İD A TLI dosya.

251

mıyordu, ama Adam Alfred Glandek adlı Alman asıllı bir Türk vatandaşı yaşıyordu. İlginçtir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin,

HITLER

resmi bir yazıyla başvurduğunu ve Baron SebottendorfFRudolF’un (aynen) Antalya’da yaşayıp yaşamadığını öğrenmek istediğini bil­ dirmişti. Antalya Valisi, cevabi yazısında, Antalya’da bu adla yaşayan bir Almanın bulunmadığım açıklamıştı. İtalyan Konsolosu’nun

B İLİNM EYEN

yaptığı hiç kimse tarafından merak edilmemişti. Ama Italyanlar SebottendorfF’un peşindeydiler. T.C. Devleti Emniyet Genel M üdürlüğü’ndeki bir belgeye göre,123 olay şöyle gelişmişti: Antalya Valisi, 12.08.1942’de, Emniyet Genel M üdürü’n e ,‘gizli’ kayıtlı bir kripto yollamıştı.Vali, İzmir’deki İtalyan Konsolosu’nun kendisine

İşte bu son ad çok ilginçti. Bu adı kendi biyografisi gibi algılanan bir kitabında kullanmıştı.124 Torre, ‘kule’ demekti. İtalya’daki Torre Pellice Vadisi, Katolik Kilisesi’nin düşmanı, Waldense Hıristiyanlarının merkeziydi. Tarihçi D.A. Binchy’nin yazdığına göre, bu Hıristiyanlar, Protestanlığı savunuyorlardı ve 1848’e kadar gizli din taşımışlardı.125 Papalığın gözünde,Waldense Hıristiyanları -ki çoğu Torre soyadını taşıyordu- ‘Diabolik’ inanç­ ları olan Rosycrucian, Illuminati ve masonlarla bağlantıları olan kündüler. 1848’deki Alman köylü isyanları sırasında Waldenseli köylüler kendilerine ‘Torre’ dedirtmişler ve bu adı yaygınlaştırmışlardı. SebottendorfF’un, roman kahramanı olarak kendisine bu

AYTUNÇ

adı seçmesi, herhalde ilginç bir rastlantıydı! Ç ünkü büyük dede­ lerinden bir Fransız’ın adının ‘Torre’ olduğunu da öne sürmüştü.

252

ALTINDAL

sapkın kişilerdi. Papalığa göre, bunlar büyü, sihir ve falcılığa düş­

saportlar da kullanmıştı. Aynı anda hem Alman, hem Türk hem de Meksika pasaportları vardı. Bir de Malta (İngiliz) belgesi

Sebottendorff bunca değişik ad kullandığı gibi değişik pa­

taşıyordu. Hangi pasaportu ne zaman kullanacağını çok iyi bi­ liyordu. Kaldı ki usta bir sahteciydi. M uhtem elen bazı belgeler düzenlemiş veya pasaportlarının sürelerini kendisi uzatmıştı. Tıpkı Hüseyin Cafer’de (Johann Eppler) olduğu gibi onda da resmi devlet daireleri tarafından verilmiş, fakat gerçekte ‘sahte’ olan kimlik ve pasaport gibi belgeler de vardı. 1943 yılında Türkiye, birçok araştırmacının da belirttiği gibi casuslar savaşında merkez ülke haline gelmişti. Kimin hangi gizli servis hesabına çalıştığı belli değildi. Ö rneğin R o m en 124 E rw in H aller, “ E in d eutscher K aufm ann in der Türkei,” Münchener Beo­ bachter, 31 A ugustus 1918-10 M ay 1919. 125 D .A . Binchy, Church and State in Fascist Italy, O x fo rd U n i. Press, 1970, ss. 573-75.

asıllı Elena Andreua İngilizlerin hesabına çalışan bir kadındı. G ünüm üzde ‘Nataşa’ denilen kızlar gibi bir geçim kaynağına sahipti. İstanbul’da Nazi subaylarını eğlendirir, sonra da onları İngilizlere ihbar ederdi. 1941’de bir otelde ölü bulundu. Ayrıca Anti-Sionist bazı Yahudiler vardı ve bunlar da N azilerin hesa­ bına çalışıyorlardı. Bunların en bilinenleri, M acar Yahudisi olan A ndar ‘Bandi’ Grosz ve gazeteci W illy G oetz-W illm os’tu .126 İkisi de Gestapo’nun ajanıydı. Başka bir gazeteci, CBS’in, Sovyet casusuydu. Ü nlü The Times’m Türkiye m uhabiri T ino Mavroudi, hem İtalyan hem de Yunan gizli servisleriyle bağlantı­ lıydı. İstihbarat uzmanı A nthony Cave B row n’un yazdığına göre,

ları, çeşitli casusluk faaliyetlerinin merkezleri olmuşlardı.” 127

da Alman tarafından Ludwig Moyzish, Amerikan tarafından Yarbay Lanning ‘Packy’ M e Farland (OSS), İngiltere tarafında da Sir H ughe M ontgom ery Knatchbull-H ugensen vardı. Bu soylu Büyükelçi aynı zamanda, ‘Aziz George ve Aziz M ichael’ Şövalye Tarikatı’nın da başıydı.128 Bunlara, Franz von Papen’i, daha sonra 23. John adıyla Papa olan Angelo R oncalli’yi ve A m erikalıların‘gurur kaynağı’Alien Dulles’i de eklemek gereki­ yor. Dulles, ilginçtir ki, OSS’in başına geçmeden önce, H itler’in en büyük mali destekçisi, Baron K urt von Schroeder’in ‘Alman Schroeder Bankası’nın genel m üdürüydü! Bu insanlar, o yıllarda, 126 A dam Lebor, Hitler’s Secret Bankers, P ocket B ooks, 1997, s. 256. 127 Cave B row n, a.g.e. s. 391. 128 Cave B row n, a.g.e. s. 392.

253

Gerçekten de 1938-45 yılları arasında Türkiye’de, dünyanın en ünlü casusları birbirleriyle yarışıyorlardı. B unların başın­

HITLER

“ 1943 sonlarıyla, 1944’te tarafsız Türkiye topraklarında casuslar cirit atıyorlardı. Ankara’da, Serge, Baba Karpiç ve Phaia lokanta­

BİLİN M EYEN

Ankara’ya gönderdiği Amerikalı W inston Burdett, gerçekte bir

Türkiye’nin savaşa girip girm em esi konusunda her türlü gizli faaliyeti yürütüyorlardı. Ayrıca Yahudiler adına, Dr. B enjam in Sagolowitz ve Hayim (Hayri) Barlas vardı. Bunlar, Amiral C anaris’in özel ajanı R o lf O tto Schorsch’ü izlemekle görevliydiler.Vatikan ve R oncalli ise Yahudi dönm esi olan Said D avud adlı çok ilginç bir ajana sahipti. Almanlar, Türkiye’ye karşı kullanm ak üzere kışkırtılmaya uygun K ürtleri de ihm al etmemişlerdi. K ürtleri kışkırtmakla görevli

254

AYTUNÇ

ALTINDAL

genç bir casus seçilmişti: G ottfried Johannes M üller. (M üller halen Almanya’da yaşamaktadır.) Ankara’daki önem li istihbaratçılardan biri de, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi R en é Massigli’ydi. Massigli, tam bir Nazi ve Gestapo avcısıydı. Savaş sonrasında, elindeki bazı belgeleri eski okul arkadaşı, Prof. M aurice B aum ont’a iletti.129 Prof. Baumont, Fransa adına Nazi soruşturmalarını yürütüyordu. Massigli’nin ver­ diği belgelerden bazılarında, Baron SebottendorfF’u n da adı vardı. 1934-45 yılları arasında, T ürkiye’de 83.300 kadar Alm an ve AlmanYahudisi yaşamıştı.Yaklaşık 100 bin kadar Avrupalı Yahudi de, T ürkiye’de bir süre kaldıktan sonra, T ürk h üküm etinin yar­ dımlarıyla, başta A m erika olm ak üzere, başka ülkelere giderek hayatlarını kurtarmışlardı. T ürkiye’deki Almanlar, İstanbul’da, A nkara’da, İzm ir ve Antalya’da işyerleri açmışlar ve uluslararası ticaret yapmaya başlamışlardı. B irçok m ücevherci dükkânı, ‘B ier Haus,’ matbaa, okul, kilise ve seyahat şirketlerine sahiptiler. Bunlardan üçünü belirtm eden geçm em ek gerekiyor. B u üç deniz nakliyat şirketi, aynı zamanda T ürk ortaklarıyla da çalışıyorlardı. Bu T ürk ortak­ ların en büyük ve en ünlüsü, A rm atör H ayri İpar’dı. Almanların 129 R e n e M assigli, La Turqui D evant La Guerre, M ission A A nkara, 193940, P io n , 1964, A vant-Propos.

D eutsche-Levant (H am burg), Atlas Levante (Bremen) şirketleri İpar’ın gözetim indeydiler. D iğer bir nakliyat şirketi, Schenker u. Co. ise B erlin’den çalışıyordu. Atlas Transport’un m üdürü, D. Standjofsky’ydi ve J. Nikitis E rben adlı bir firma (kuruluşu 1849) aracılığıyla T ürkiye’ye ve O rtadoğu’ya silah ve m ühim m at taşıyordu. Ayrıca Z ündap m o ­ tosikletlerini ve spor m alzem elerini de getiriyordu. SebottendorfF, yıllardır tanıdığı bu firma aracılığıyla, başta silah olm ak üzere, şeker şeker karaborsasını düzenleyen kişilerden biriydi. AvusturyalI araştırmacı H erm an Gilbhard’ın doktora tezinde yazdığına göre Bavyera Polisi, SebottendorfF’un T ürkiye’de karaborsacılık yaptı­ Hüseyin Cafer de kaçakçı ve karaborsacıydı. Cafer (Eppler), sigara kaçakçılığı konusunda uzmandı. Kadere bakın ki,Türkiye’de tanı­ kaçakçıydılar! B iri M ısır’da, diğeri T ürkiye’de tam bir ‘M üslüm an’ gibi yaşamışlardı, ama ikisi de ‘gizli d in’ taşımışlardı! 2. D ünya Savaşı sırasında SebottendorfF’un dostluk kurduğu diğer bir Alman ajanı da, Franz von C aucig’di. B u adam, bir za­ manlar SebottendorfF’un sahibi olduğu, Voelkischer Beobachter ga­ zetesinin Türkiye temsilcisiydi. 1938’de Türkiye’ye gelmişti. Başka bir ‘D ost’ da R o lf O tto Schorsch (d. 1899) idi. 1942’de İstanbul’da Amiral Canaris’e bağlıydı ve ‘M akine’ yedek parçası ithalatçısıymış gibi görünüyordu.131 SebottendorfF,Yahudi paralarıyla ve eşyasıyla 130 G ilb hard , a.g.e. s. 193. 131 T ü rk iy e ’deki bazı A lm anlarla ilgili b ilg ileri a n latm ak n ezak etin i g ö ster­ diği iç in Sayın Şefik O k d a y B ey efen d i’ye te şe k k ü r e d e rim (17 A ğustos, 1995-T uzla). (Sayın O k d a y ’m annesi A lm an d ı ve kendisi de son O sm anlı Sadrazam ı Tevfık Paşa’n ın to ru n u d u r.)

2 55

şan bu iki kafadar da Alm an ve yabancı, casus, Arapça uzm anı ve

HITLER

ğını saptamış ve belgelere geçirm işti.130 SebottendorfF gibi, Mısırlı

BİLİN M EYEN

ve makine yedek parçası karaborsacılığını yürütm üştü. T ürkiye’de

antika işleriyle de ilgilenmişti. Özellikle Romanya’dan bol mik­ tarda antika ve ev eşyası Türkiye’ye sokulmuştu. Sebottendorff bu işte, J. Geibner adlı Hamburg bağlantılı birisiyle çalışmıştı. Bir Türk Büyükelçisi’nin de bu işlere karıştığı söylentisi vardı. Sebottendorff, mücevher ve altın işlerinde Kapalıçarşı’da dükkânı olan N. Liebertz adlı bir kişiyle görüşmeler yapmıştı. Avrupa ve D oğu halılarının pazarlanmasım, Mahmutpaşa’daki Abud H an’da bir dükkândan yürütmüştü. Bu dükkâmn sahipleri, Kasımzade

256

AYTUNÇ

ALTINDAL

İsmail ve İbrahim Hoyi adlı iki masondu. 1945’teki ‘salite intihar’ olayından sonra Sebottendorff izini kaybettirmişti. Ancak iki olayda onun yeniden ‘yeraltı’ dün­ yasında bulunduğuna dair izlenimler edinildi. Bunlardan bi­ rincisi 1952’de, İstanbul’da, Asmalımescit’te açılan iki ‘antikacı’ dükkânıyla ilgiliydi. Bu yıl içinde antika işleriyle hiç ilgisi ol­ mayan kişiler, ne hikmetse çok gösterişli iki ‘antikacı’ açmışlardı. Bu dükkânlarda, Avrupa’nın en lüks dükkânlarında bile zor bu­ lunabilecek ‘nadide’ parçalar satılıyordu. Dükkânlara bu Avrupa malların nereden geldikleri meçhuldü. Anlaşılan, 2. Dünya Savaşı sırasında kaçırılan ve çoğu Yahudilere ait olan sayısız eşya, tablo, biblo, vd parçalar likidasyona sokulmuştu. Bu parçaların ve tablo­ ların tamamı satılmış ve dükkânlar bir buçuk yıl içinde, açıldıkla­ rı gibi sessizce kapatılmıştı. O sıralarda bu dükkânların yönetim i­ ni, ‘B raun’ adlı Polonyalı, yaşlı bir kişi yapmıştı. N edir ki, bu yaşlı kişi gerçekte Polonyalı değil, Almandı ve Baron Sebottendorff’a çok benziyordu. Fakat Baron’un, ‘Braun’ diye bir ad kullandığı hiçbir kayıtta yoktu. Sebottendorff’un 1949-52 yılları arasında ara sıra kaldığı Beyoğlu-İstiklâl Caddesi’ndeki eski Mısırlı Prenses Em ine’ye ait Mısırlı Apartmanı’nda, paha biçilmez antika eşyalar saklanmıştı. Apartman daha sonra İpar ailesine satıldı.

Diğer olaysa çok daha ilginçti. Mısır’ın ünlü devlet adamı Cemal Abdül Nasır ve yardımcısı Enver Sedat, 23 Temmuz 1953’te bir dar­ be yaparak Kral Faruk’u devirmişlerdi. Sebottendorff’un İstanbul’da tanıştığı Hüseyin Cafer (John Eppler), Enver Sedat’la çok yakın ilişki içindeydi. İşte bu darbeden bir ay sonra, Sebottendorff ve bir Türk ailesi Adana’ya gelmişlerdi. Buradan topluca Irak’a, oradan da Mısır’a gidilecekti. N e var ki, bu gezi gerçekleşmedi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın makamından gönderilen yazıh bir'amirle bu gezi durdu­ Oryantalist Friedrich Wilhelm Fernau’nun da yazdığı gibi ilk ban­ kacılık derslerini Bursa’daki Deutschen O rient Bank’ta almış ve bu­ rada tam bir Alman gibi yetiştirilmişti.132 SebottendorfF’la tanışıklığı 1956’da İsrail Mısır’ı işgal etti. Bu işgalde İsrail Ordusu, CIA denetimindeki Adana-İncirlik Üssü’nden yararlandı. N A T O ’ya

vatandaşı geldi. Bunların adları polis kayıtlarına, M ichael Stahl, Hans Bendik, R u d o lf Freiherr von Sebottendorff olarak geçti.133 Emniyet M üdürlüğü’nün kayıtlarına göre, bu üçü iki gün önce, 15.04.1957’de, Antalya’ya gelmişler ve C um huriyet O teli’ne yerleşmişlerdi. Alınanlardan ikisi daha genç, üçüncüsü ise dinç görünüşlü, kısa boylu, yaşlı bir adamdı. Baron R u d o lf von SebottendorfF’la ilgili olarak, Türkiye Cum huriyeti D evleti’nin İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel M üdürlüğü’nde bulunan en son tarihli dosyalardan biri budur. Bu tarihten iki gün sonra Sebottendorff ve yanındakiler, m uhte­ 132 F ried ric h -W ilh elm F ernau, Flackernder Halbmond, E u g e n R e n tsc h Ver­ lag, ss. 244-247. 133 E m niyet G enel M ü d ü rlü ğ ü , 41133 -11 16 7 A İD A TLI dosya.

257

bağlı olan Türkiye, bu olayda zorunlu olarak sessiz kaldı. Bu işgalden altı ay sonra, 17.04.1957’de, Adana’ya üç Alman

HITLER

çok gerilere gidiyordu.

BİLİN M EYEN

ruldu. Celal Bayar, gençlik yıllarında Almanlarla çalışmıştı. Alman

melen Türkiye’den ayrıldılar ve Suriye üzerinden Mısır’a gittiler. SebottendorfF, Türkiye’den ayrıldığında, 82 yaşındaydı. SebottendorfF’un Türkiye’den ayrılmadan önce, eski dostu A rm atör Hayri İpar’ın Çiftehavuzlar’daki köşkünde bir süre kal­ dığı tahm in ediliyor. Ipar Köşkü, Celal Bayar’ın yeni yaptırdığı evine çok yakındı. Hayri Ipar, Celal Bayar ve Adnan M enderes’le çok yakın dosttu. M enderes’in o yıllarda diline doladığı, “Siz is­ terseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz” şeklindeki açıklamalarında,

AYTUNÇ

ALTINDAL

SebottendorfF’un da bağlı olduğu ‘Hilafetçi’ çevrenin ne denli etkisi olmuştur, bilinmez. Şurası kesindir ki, H itler’e iktidar yolunu açan ‘esrarengiz’ Baron R u d o lf H einrich von SebottendorfF, ne Almanların sandıkları gibi 1934’te, ne de Ingilizlerin öne sürdükleri gibi 9 Mayıs 1945’te ölmüştü. En azından, 1957’ye kadar sapasağlam ve oldukça varlıklı bir şekilde yaşamıştı.

258

Buna rağmen, Dışişleri Bakanlığı’m n 07.08.1968 tarihli,bir yazısında SebottendorfF’un İstanbul’da 1945 yılında, Boğaz mev­ kiinde, ‘m uhtem elen’ bir suikast neticesinde boğulduğu bilgisi vardır.134 Ayrıca İstanbul Valiliği’nin 20.12.1968 tarihli yazısında aynı bilgilere yer verilmiştir. İki belgede de, SebottendorfF’un adı farklı yazılmıştır. Birincisinde, Adam Alfred Glanuer, İkincisin­ deyse Ludolf Gluer adları geçmektedir. Em niyet G enel M üdürlüğü’ndeki son dosyanın tarihi 23.02.1960’tır.135 Bu dosyada Emniyet Genel M üdürü, Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yazı aldığını ve bu yazıda, Paris Üniversitesi profesörlerinden M aurice B aum ont’un, özellikle Baron R u d o lf von SebottendorfF adlı kişiyle ilgili bilgiler istediği yazılmıştı. Bu 134 İçişleri B akanlığı’n ın 02.02.2000 tarihli açıklaması. (Yazara gönderilen bilgi notu.) 135 E m niyet G enel M ü d ü rlü ğ ü , 421 -4 4-10 62 3 A İDATLI dosya.

yazıda, Prof. Baum ont, Nazileri araştıran uzman b ir kişi olarak tanıtılmıştı. Emniyet G enel M üdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı kanalıyla, Prof. B aum ont’a ilettiği cevabi yazısında, Baron R u d o lf von Sebottendorff adlı kişiyle ilgili tüm m üdüriyet arşivinde, ‘bir tek belge dahi’ bulunmadığını açıklamıştı! Oysa, çeşitli bakanlıklarda ve m üdürlüğün bizatihi kendisinde birçok dosya vardı. Fakat nedense, o dönem de bu bilgileri aktarmak istememişlerdi.

temsilcisi John Jardin’e vermişti. M ektupta SebottendorfFun 1911’de Türk vatandaşlığına geçtiğinin İçişleri Bakanlığı ve mişti. M ektubun üstünde 21 Şubat 1969 tarihi, altında da bakanın

HITLER

Emniyet Genel M üdürlüğü tarafından onaylanmış olduğu belirtil­

B İLİNM EYEN

1969’da, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki Kuneralp, kendi emriyle hazırlanmış bir mektubu, İngiltere’nin Ankara’daki

imzası vardı. Kuneralp, Eylül 1969’da İngiltere Büyükelçisi oldu.

M ısır’da noktalanmıştı. Sebottendorff, İngiliz Gizli Servisleri’nden biri için de ça­ lışmış mıydı? B unu belgeleyebilmek olası değildir. Ancak 1957 yılında, İngiltere Kraliyet Arşivi’nde saklanması ve 50 yıl sonra açılması kaydıyla, bir paket belge ve m ektup bıraktığı biliniyor.136 Şurada yedi yıl -şimdi 3 yıl- kaldı, bu belgelerden hem Türkiye hem de H itler’le ilgili çok önemli bilgilerin, en azından iddia­ ların çıkacağından eminim. Ç ünkü eğer SebottendorfF’un ‘Bilgi Paketi’ saklanmaya değer sayılan belgelerden olmasaydı, Kraliyet Arşivi’ne hiçbir şekilde kabul edilmezdi. 136 R u d o l f Fr ei h er r Sebottendorff, Unveröffentliches Manuskript, L o n d o n , 1968.

259

G ariptir ki, Baron R u d o lf von SebottendorfFun olağanüstü serüvenlerle dolu hayatı, onun 60 yıl önce, bu serüvene atıldığı

Sebottendorff, 1945’te, intihar mı etmişti, yoksa Türk Emniyeti’nin dediği gibi, ‘m uhtem elen bir suikast neticesinde Boğaz’da boğularak öldürülm üş’ müydü? 1957 tarihli belgeye göre, Boğaziçi’nde intihar da etmemişti, suikasta kurban da gitmemişti. Sebottendorff’u koruyan çevreler, ortaya böyle bir yalan haber atmışlardı. Eğer, Sebottendorff, ‘faili meçhul bir ci­ nayete’ kurban gitseydi, bunu en iyi Ingilizler bilirlerdi. Ç ünkü 1957’de, onun “Bilgi Paketi”ni teslim alanlar onlardı!

SONSOZ

Ö ğ re n e b ile c e ğ in

k a d ar ö ğ re n , fak at k im liğ in i h iç b ir z am an

açıklam a. H e rm e tik Ö zdeyiş

İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın,T.C.Devleti Dışişleri Bakanlığı’na yaptığı 07.08.1968 tarihli başvuru yazısında, Sebottendorff’un açık kimliği belirtildikten sonra aynen şu ibareye yer verilmişti: “ (adı geçen kişinin) 1. Dünya Savaşı’m izleyen yıllarda, M ünih’te pek çok olaya karıştığı ve Nasyonal Sosyalist Parti’nin ilk ön­ cüleri arasında yer aldığı...” Bu yazı, İstanbul Valiliği’ne intikal ettirilmiş ve Valilik cevabi yazısında aynen şu açıklamayı yapmıştı: “Almanya’da, Nasyonal Sosyalist Partisi’nin tesisinde, önemli rol oynamış tanınmış yazarlardan, 9.11.1875, Hoyerswerda doğum ­ lu...” Açıkça bellidir ki, İngiltere’de de,Türkiye’de de,‘D evlet’Baron R u d o lf von Sebottendorff’un Nasyonal Sosyalist Partisi’nin, ‘ilk öncülerinden ve bu Parti’nin tesisinde önemli rol oynamış’ bir kişi olduğunu bilmektedir. Belki de bu nedenle Sebottendorff, Türkiye’de korunm uş ve gizlenebilmiştir. H itler’in iktidara nasıl ve niçin getirildiğini ve onu iktidara taşıyanların gizli amaçlarını ve sırlarını en iyi bilen üç-beş kişiden biri, Baron R u d o lf von Sebottendorff’sa diğeri de R u d o lf Hess’ti. İkincisi Sebottendorff’un isteğiyle T hule’ye alınmıştı. Ö zgün Thule Ö rg ütü’nün hayatta kalabilen son üyesi de o oldu. 26.04.1894’de

İskenderiye’de doğan Hess, 17.08.1987’de, hayatının son 42 yılını tecrit edilmiş olarak geçirdiği Spandau Hapishanesi’nde öldü. Hess, ne hikmetse diğer birçok Nazi için gösterilen hoşgö­ rüden ve aftan yararlandırılmayan tek Nazidir. H içbir zaman gazetecilerle görüşmesine izin verilmedi. Hess, birçok sırrı beraberinde mezara götürdü. Ancak ilginçtir ki, 1942 yılında, İngilizlerin eline geçince kendi serbest iradesiyle verdiği ifa­ deler, belgeler ve bilgiler, İngiliz hüküm eti tarafindan, 75 yıl

262

AYTUNÇ

ALTINDAL

açıklanmaması kaydıyla, arşivlerde saklandı. Hess’le ilgili bu ilk ve özgün ifadeler -çünkü Hess, kendi isteğiyle İngiltere’ye gitmişti- İngiltere tarafından 2017 yılında açıklanabilir. Sadece açıklanabilir diyoruz, çünkü bu hüküm etin arzusuna kalmıştır. Gerekli görürse, bir 75 yıl daha açıklamayabilir. Hess,

hiç

kuşkusuz

H itler’le

ilgili

gizli

konularda

Sebottendorff’tan daha fazlasına bizzat tanık olmuştu. Bu sırlar açıklandığı zaman hem T hule’nin hem Sebottendorff’un hem de A dolf H itler’in tarihi yeniden yazılacaktır, bundan hiç kuş­ kumuz yoktur. Sebottendorff, gerçekten de tanınmış bir yazar mıydı? Bu sorunun yanıtı evettir. Ancak Sebottendorff Türkiye’de değil, Almanya’da hem yazar hem de siyasetçi olarak tanın­ mıştı. Sebottendorff’un tüm ü Almanya’da basılmış, 14 kita­ bı vardı. Bunlardan ilki, 1913’te yayınlanan Türkçe-Almanca sözlüktü. Son kitabıysa, 1934’te yayınlanan Hitler Gelmeden Önce’ydi. Sebottendorff’un, 1925’te yayınlanan Der Talisman des Rosenkreuzers adlı kitabı çok ilgi çekmişti. Ayrıca Mevlevi

Dervişleriyle ilgili Beyaz Bayrak dergisinde yayınlanan bir in­ celemesi (1925); Türk masonluğuyla ilgili bir çalışması (1924); astrolojiyle ilgili ilk cildini 1923’te yayınladığı bir araştırması; Kabbalist Horoskop ve yıldız fallarıyla ilgili 1921-22’de yayınlan­

mış altı araştırması vardı. Bir de E rw in Haller takma adıyla yaz­ dığı ve kendisi tarafından satın alınmış olan Münchener Beobachter gazetesinde 31 Ağustos 1918 10 Mayıs 1919 tarihleri arasında tefrika edilmiş olan, Türkiye’de Bir A lm an Tüccarı adlı kitabı vardı. SebottendorfF’un Türkçe yazdığı ve 1915’te İstanbul’da basılmış bir kitabı da vardı. Adı A lm an Ermişi’ydi. Bir de Farsça kitap yazdığı biliniyor. (SebottendorfF’la ilgili olarak Adalet Bakanlığı’ndan bilgi edinm ek istedim. İlginç bir karşılık aldım. binaya nakledilmişti. Nasıl olmuşsa (!) bu binayı su basmış ve tüm evraklar yitirilmişti. 1900-1945 yılları arasında, özellikle yabancı­

Sebottendorff ve Thule, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, kaotik

çökmüş olan Almanları ‘gizli ilimler’ aracılığıyla yeniden güçlü hale getirm ek için, büyüler, sihirler ve muskalar hazırlamışlardı. Alman halkının yarısına yakını, Sosyalist, Sosyal D emokrat, liberal ve Komünist ideolojilere ilgi gösterirken, diğer yarısı geçmiş­ teki Pagan (Putperest) inançlara bağlılık göstermekteydi. Thule ve Okültistler, ‘Arm anizm ’ adını verdikleri bu yeni Pagan dini sayesinde, Almanya’nın yeniden güçleneceğini öngörmüşlerdi. Bu öngörüleri gerçekleşti. Bu ‘kehanetin’ gerçekleştirilmesi için seçtikleri kişi hayatı inanılmayacak kadar karanlık, esrarengiz ve garip olaylar ve rastlantılarla dolu olan, A dolf H itler’di. 1. Dünya Savaşı’m n cesaret madalyalı asosyal ve maıjinal Onbaşısı, bu Okültistlerin öngördükleri Führer rolüne en uygun kişiydi. Ve H itler de, onlardan öğrendiklerini uygulayarak dünyayı ateşe ve kana boğdu.

263

boşluk içine sürüklenen Almanya’ya, O kült kurallarına göre oluş­ turulmuş, yeni bir ‘D in’ getirmek, dolayısıyla, manen ve madden

HITLER

larla ilgili belge ve kayıtları su alıp götürm üştü. İster inanın, ister inanmayın.)

BİLİN M EYEN

1988’de Adalet B akanlığındaki Merkez Arşivi, K eçiören’deki bir

Sebottendorff, A dolf H itler’in tarih sahnesine çıkmasında, ‘Yol A çıcı’ (Wegbereiter) olm uştu. 1919’da, P an -C erm en ha­ reketinin en önde gelen liderlerinden biri oydu. Almanya’daki, P an -C erm en hareketi 1900’lü yılların başlarında o denli güçlen­ mişti ki, Kayzer 2.W ilhelm ’in anılarında yazdığına göre, 1907’de, A m erika ve İngiltere, aralarında gizli bir anlaşma yaparak, bu hareketin daha gelişmesi ve yaygınlaşması halinde, bir bahane yaratarak, birlikte Almanya’ya saldırmayı kararlaştırmışlardı.

AYTUNÇ

AL TI IM DA L

Sebottendorff’un özel hayatı da, en az siyasal hayatı kadar dalgalı geçmişti. B ir kız kardeşi vardı. Adı, D ora K unze’ydi. Bu kadın, ağabeyiyle birlikte, Voelkischer Beobachter gazetesinde or­ tak gözüküyordu. H itler, 1920’de, kendisiyle temas kuran çok garip bir kadının, büyük bir silah deposunu (Arsenal) N SD A P’a verm ek istediğini yazmıştı. H itler, bu randevuya gitmiş ve kısa saçlı, sert bakışlı, insanda tedirginlik duygusu uyandırdığını söy­

264

lediği bu kadınla, silahların alımı konusunu görüşm üştü. H itler’le görüşm eyi yapan kadın, A nni M olz’du ve S ebottendorff’un bu kadınla bir ilişkisi olmuştu. Silahlarsa Sebottendorff tarafından, 1918’de, savaş biter bitm ez M üttefik O rduları’na teslim edilm eden önce toplanmış olan cephaneydi. Sebottendorff, kadınlara düşkün b ir adamdı. İlginçtir ki, Yahudi düşmanı olan S ebottendorff’un, K athe B ierbaum er adlı Yahudi bir metresi vardı ve bu kadın da, tıpkı Aloys H itler’in evinde olduğu gibi S ebottendorff’u n eşiyle birlikte yaşadığı evde oturuyordu. Sebottendorff, ilk evliliğini Klara Voss’la 1905’te, İkincisini de 15 Tem m uz 1915’te Viyana’da, dul bayan Bertha A nna Iffland’la yapmıştı. Iffland Ailesi 1750’den beri masondu ve opera binaları inşa ederek zengin olmuşlardı. K arısının serveti Sebottendorff’a geçti. Sonra m ahkem elik oldular ve evlilik çök­

tü. S ebottendorfF un resmi kayıtlara geçmiş hiçbir çocuğu görül­ m em ektedir. SebottendorfF un İstanbul’da bazı zengin kadınlarla da gönül ilişkileri olm uştu. Bunlardan biri, Fatma K. adlı çok zengin bir duldu. Bakırköy’de çok güzel ve b ü yük bir konakta yaşıyordu ve ‘Salihat-ı-N isvan’a m ensuptu. ★ * ★ ★ ★

SebottendorfF çoktan öldü. A m a on u n kurduğu T hule, b u ­ A m erika’ya ve Latin A m erika’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada, SebottendorfF ve çevresinin, dünyanın başına m u­ sallat ettiği A dolf H itler’e bağlı N eo -N aziler liderlerinin her R e ic h ’ı kuracaklarını ilan ediyorlar. Acaba, yeni ‘H itler’ kim olacak?

H itler, ne 2. D ünya Savaşı, ne H olokost ne de milyonlarca genç insanın ölüm ü olurdu. N e yazık ki, bu soru hiç sorulmamıştır. T ıpkı bir O k ü lt özdeyişinde olduğu gibi: “ D o ğ ru soruyu sora­ bilm ek, cevabını bilm ekten zordur.” H azin olan da budur!

265

Ama bu sorudan daha önemlisi, yeni SebottendorfF’ların kim olduklarıdır. B u soru, eğer 1920’lerde sorulabilseydi, ne A dolf

HİTLER

d oğum yıl d önüm ünde (20 Nisan) yeni cinayetler işliyorlar ve 4.

BİLİN M EYEN

gün binlerce ‘m ini H itler’ tarafından yaşatılıyor. Almanya’dan

EKLER

KAYNAKLAR

A d am L ebor, H itler’s Secret Bankers, P o c k e t B o o k s, 1997. A d o lf H itler, M ein Kampf, tran slated b y R a lp h M an h e im , H o u g to n M ifflin C om pany, 1971 (T ürkçesi: Kavgam). A lan B u llo ck , Hitler - A Study in Tyranny, S m ith m ark , 1995.

A loys Jirasek, O ld Czech Legends, trans. M aria K . H o le c e k , Forest B o o ks, U nesco, 1992. A ngelo Iacovella, G önye ve H ilal / İttihat Terakki ve M asonluk, T a rih Vakfı, 1998. A n n ie B esant (1 84 7 -1 9 3 3 ), Iın Vorhof des Temples, A dyerV erlag, G raz, 1979. A n to n y C ave B ro w n , Bodyguard o f Lies, H a rp e r an d R o w , 1975. A rk o n D araul, A History o f Secret Societies, A C ita d e l Press B o o k , 1995. A rth u r E dw ard W aite, The Brotherhood o f the Rosy Cross, B arnes N o b le , 1993. A rth u r L. S m ith Jr., H itler’s Gold, B E R G , O x fo rd , 1996. B aro n R u d o lf v o n S ebottendorfF, H itler Gelmeden Önce, “B ev o r H itle r kam ” . B erel Lang, A ct and Idea in the N a z i Genocide, U n i. C h icag o , 1990. B e rn a rd Lew is, The Political Language o f Islam, U n i. C h ic ag o Press, 1991. B radley S m ith , A d o lf Hitler, H is Family, Childhood and Youth, T h e H o o v e r In s titu tio n o n W ar, R e v o lu tio n a n d Peace, S tan fo rd U n i., 1967.

297

A lan B u llo ck , Hitler and Stalin / Parallel Lives, F o n tan a Press, 1993.

B ria n Lanchester, Judaism, E L E M E N T , 1993. C A E S A R , Gallic War, B o o k I, A . S.W alpole M ac M illan an d C o ., L o n d o n , 1931. C h ris to p h e r C re ig h to n , OPJB, P o ck et B o o k s, 1996. C o lin W ilso n , The Occult, R a n d o m H o u se , 1971. C o rn e lliu s Tacitus, Chapter 9, G erm an ia. C u rt R iess, The N a zis Go Underground, D oubleday, 1944. D. A . Binchy, Church and State in Fascist Italy, O x fo rd U n i. Press, 1970. Das E dikt von Konstantinopel, D r. D av id Farbstein, Z u ric h , 1935. D avid A braham sen, M en M in d and Power, C o lu m b ia U n i. Press, 1945. D avid C h ristie M urray, A History o f Heresy, O x fo rd U n i. Press, 1976. D avidY allop, In G od’s Nam e, C o rg i, 1984. D e r D ie d eric h s Löw e, Arbeitsberichte aus dem Verlag, Jena, 1933. Der Friedenvertrag von Versailles, Das Londoner Protocoll, R e im a r H o b b in g , 1925. Der Spiegel, J u n e 1965. D e sm o n d Sew ard, The M onks o f War, T h e M ilita ry R e lig io u s O rd ers, P en g u in , 1995. Dictionary o f Symbolism, C u ltu ra l Icons an d th e M ean in g s, B e h in d T h e m , H an s B ie d erm an n . Trans. Jam es H u lb e rt,A M erid ia n B o o k , 1994. D ie Edda, D ie d e ric h /H e y n e , 1996. D ie geheimen

Übungen der Türkischer Freimaurer, D e r Schlüssel z u m

V erständnis d e r A lchim ie. E in e D arstellu n g des R itu a ls, d e r Lehre u n d d e r E rk en n u n g sz eib en o rie n ta lisch e r Freim aurer. B ea rb e ite t v on R u d o lf F re ih e rr v o n S eb o tten d o rff, N e u d u rch g eseh en u n d m it e in e r E in leitu n g v o n W altharius verlag H e rm a n n B au e r K G . 3. V erbesserte u n d v e r-m e h rte A uflage, 1954. D ie M anner hinter Hitler, D r.T h o m a s R ö d e r-V o lk e r K ubillus (H rsg) W er die geheimen Drahtzieher hinter Hitler wirklich waren... Pi-V erlag fü r P o litik u n d G esellschaft, 1994. “D o u ze A n s Auprès D ’Hitler / Confidences d ’une secretaire particulière d ’Hitler recueillies par Albert Zoller,” R e n e Julliard, 1949. D r. J. S te rk -D r. W ilh e lm M üller, Jüdische und Deutsche Physik, H elin gsche Verlaganstalt, Leipzig, 1941.

D r. W. N . H argreaves-M aw dsley, Dictionary o f European Writers, E v e ry m an ’s R e fe re n c e Library, 1968. D r.W .W ag n e r, Asgard and the Gods, Sw an S o n n e n c h e in u. C o ., 1891. D r.W alter Seigm eister, Apollonius, The Nazarene, B iosophical P ub. C o ., 1947. E (Ilis) W eryard, M . D ., A n Account o f Divers Choice Remarks / Taken in a Journey through the Low Countries, France, Italy and Part o f Spain, Sicily and Malta as Also A Voyage to the Levant, E x o n : P rin te d b y Sam Farley, 1701, Fac. E d. M o d u s V ivendi, A . A ltm d al a n d C o ., Z u ric h , 1987. E d w ard A lbertson, Understanding The Kabbalah, F o r th e M illions Series, 1973.

E m n iy et G e n el M ü d ü rlü ğ ü , 4 1 1 3 3 -1 1 1 6 7 A İD A T L I dosya. E m n iy et G e n el M ü d ü rlü ğ ü , 4 1 1 9 2 -1 9 5 A İD A T L I dosya. E m n iy et G e n el M ü d ü rlü ğ ü , 4 2 1 -4 4 -1 0 6 2 3 A İD A T L I dosya.

E rik H . E rik so n , Young M an Luther, T h e N o r to n Lib., 1962.

HITLER

E ric h L u d en d o rff, Souvenirs de Guerre (1 9 1 4 -1 9 1 8 ), 2. C ilt, P ayot, 1920.

BİLİN M E Y E N

E d w ard Peters, The Magician, The Witch and The Law, Pennsylvania, 1978.

E rik H a n so n , The Catholic Church in World Politics, P rin c e to n , 1987.

E rw in H aller, E in deutscher K aufm ann in der Türkei, M ü n c h e n e r B eo b ach ter, 31 A ugustus 1 9 1 8 -1 0 M ay 1919. F ranz v o n P ap en , D er Wahrheit Eine Gasse, P au l List V erlag M ü n c h e n , 1952. Frateco, H itler Dictateur, L’Eglanline, 1935. F rie d ric h H e er, Der Glaube des A d o lf Hitler, A n a to m ie E in e r P o litisch en R elig io sität, B ec h tle V erlag, 1968. F rie d ric h -W ilh e lm F ern au , Flackernder Halbmond, E u g e n R e n ts c h Verlag. F ritz Fischer, Hitler war kein Betriebsunfall, V erlag C .H . B eck , 1998. G. A . Gaskell, Dictionary o f A ll Scriptures and M yths, G ram ercy B o o k , 1981. G areth K n ig h t, Occult Exercises and Practices, S u n ch alice, 1997. G e o rg B ern h ard , Le Suicide de la Republique Allemande, T rad u it de l’A llem an d p ar A n d re Pierre, Les E ditions R ie d er, Sixiem e E d itio n , 1933. G e o rg e L. M osse, Toward The Final Solution, A H is to ry o f E u ro p ean R ac ism , U n i. W isco n sin , 1985. G e o rg e L. M osse, N a z i Culture, T h e U n iv ersal Library, 1968.

2 99

E rv in Staub, The Roots o f Evil, C a m b rid g e U n i. Pres., 1989.

G u id o K n o p p , Hitlers Helfer, G o ld m a n , 1998. G ü n te r Lanczkow ski, Geschichte der nichtchristlichen Religionen, Fischer, 1989. H .S . C h am b erlain , The Teuton is the Soul o f O ur Culture, D ie G ru n d la g e n des N e u n z e h n te n J a h rh u n d erts, 3. E d ., M u n ic h , 1901. H a l A . L in g erm an , The Book o f Numerology, S. W eiser, 1994. H ans H ab e, O ur Love Affair W ith Germany, G. P. P u tn a m s Sons, 1953. H ans K u h n , Das alte Island, D ie d eric h s, K ö ln , 1971. H ans P ro lin g h eu er, D er Rote Pharrer, Paul R u g e n s te in , 1989. H einz H erm so eth , The Origin o f the Connection Between Philosophy and Religion

AYTUNÇ

ALTINDAL

in Western Philosophy, T w entieth Century,V ol. II, Ed. J. Pelikan, 1971. H e lm u t B erd in g , Moderner A n tisem itism us in Deutschland, S u hrkam p, 1988. H e rm a n n G ilb h ard , The Thule Gesellschaft, Vom O kkulten Mumm enschanz zu m H akenkreuz, K iesling, 1994. H e rm a n n R a u sc h n in g , Gespräche M it Hitler, 2. Auflage, E u ro p a Verlag, 1940. Hitler, Memoirs o f a Confidant, E d. A shby T u rn e r Jr., Yale U n i. Prs., 1985. (Kısaca W aganer)

300

H o w a rd E ilb erg -S ch w artz, Freud as a Jew, N Y T B R , Jan u a ry 1 4 ,1 9 9 4 . H u g h T h o m as, The Murder o f A d o lf Hitler, St. M a rtin ’s Press, 1995. Ian Kershaw, Hitler, P en g u in , 1998. Ignaz M ayb au m , Trialogue Between Jew , Christian and M uslim , R o u tle d g e an d K egan Paul, L o n d o n , 1973. Islam in Germany and German Muslims, In M uslim s in E u ro p e. R ese arch P apers 2 8, D ec. 1985. E d. Jo rg e n N ie lse n (C e n tre fo r th e S tu d y o f Islam a nd C h ristia n R elatio n s, Selly O a k C ollage, B irm in g h a m 1985. Island Besiedlung und alteste Geschichte, U b r. W alter B aetle verleg h B ei E u g e n D ie d eric h sin Jen a, 1928. Ivan M aisky, Memoirs o f a Soviet Ambassador, H u tc h in so n , 1967, 2 cilt. İçişleri B ak an lığ ı’n m 0 2 .0 2 .2 0 0 0 ta rih li açıklam ası. (Yazara g ö n d e rile n bilg i n o tu .) J. G o rd o n M e lto n , E d. The Encyclopedia o f American Religions, T riu m p h B o ok s, 1 9 91,Vol. I. J. H . B re n n an , Occult Reich, F u tu ra Pu b ., 1976.

Jam es C . R ussell, The Germanization o f Early Medieval Christianity, O x fo rd U n i. Press, 1994. Jam es P oo l, Hitler and H is Secret Partners, P o c k e t B o o k s, 1997. Jam es P o o l, W ho Financed Hitler?, P o c k e t B o o k s, 1993. Jam es W. G erard, M y Battle, by A d o lf H itle r, N e w Y ork T im es B o o k R ev iew , O c to b e r 1 5 ,1 9 3 3 . Jo a c h im C . Fest, Hitler, Translated fro m th e G e rm a n b y R ic h a rd a n d C lara W in sto n ,V in ta g e B o o k s, 1975. J o h n C o rn w e e l, H itler’s Pope P e n g u in , 1999.

Jo h n

Lever, Imperial and

Weimer Germany,

1 8 9 0 -1 9 3 3 , H o d d e r and

S to u g h to n , 1998. J o h n Toland, A d o lf Hitler, D o u b le d ay an d C o ., 1 9 7 6 ,2 cilt. J o h n W eiss, Ideology o f Death / W h y the Holocaust Happened in Germany?,

HITLER

C h ic ag o Ivan R . D e e, 1996. Jo h n W e itz , Hitler’s Banker, Little, B ro w n , 1993.

BİLİN M EYEN

J o h n Lees, The N a z i Years, E d . Jo a c h im R e m a k , T o u ch sto n e, 1969.

Jonathan Steinberg, Die Deutsche Bank und ihre Goldtransaktionen u. C. H . Beck, 1999.

J ü rg G lauser, Von Thule nach Island, N Z Z , 13 Sep., 1997. Jü rg e n H o lto rf, D ie Logen der Freimaurer, H e y n e, 1991. K arl D ie tric h B racher, In tro d u c tio n b y P e te r Gay, The German Dictatorship, H o lt, R in e h a r t a n d W in sto n , Inc., 1970. K arl L oew en stein , H itler’s Germany, M ac M illan , 1944. K arlhein z D esch n er, Abermals krähte der H ahn, M o ew ig , 1989. Klaus P. Fischer, N a z i Germany, A N ew History, C o n tin u u m , N e w York, 1995. K o n ra d H e id e n , A d o lf Hitler - Das Zeitalter der Verantwortungslosigkeit, E u ro p a Verlag, Z u ric h , 1936. K o n ra d H e id e n , The Führer, C aroll an d G ra ff P ub. In c., N e w Y ork, 1999. “ Laval Parle, N o te s e t M em o ire s R e d ig e s p ar P ie rre Laval dans la cellule, avec u n e preface d e sa fiile, e t de n o m b re a u x d o c u m e n ts inedits,” Les E d itio n s d u C h ev al A rle, G eneve, 1947. L. D e .J O N G , Holland Fights The N a zis, Lindsay D ru m m o n d , 1941. L .H . L e h m a n n , Behind the Dictators, A g o ra, 1942. L eo n ard M osley, The C at and The Mouse, H a rp e r, 1958.

301

Jo se p h G lau, Judaism in America, U n i. C h ic ag o P R S ., 1976.

Lew is Spence, A n Encyclopedia o f Occultism, C ita d el Press, 1993. Louis L. Snyder, H itler’s Elite, Berkeley, 1990. L udendorff, Sieg der Wahrheit Der Lüge Vem ightung^oikw ane, Berlin, 4.6.1933. L u d w ig F eu erb ach , The Essence o f Christianity, trans: G eo rg e E lio t, Intr. K arl B arth , F o rew o rd b y H . R ic h a rd N e ib u h r, H a rp e r a n d R o w , 1957. M an ly P. H all, Masonic Orders o f Fraternity/The Adepts in the Western Esoteric Tradition, P a rt F o u r,T h e P h ilo so p h ical R ese arch Society, 3. P rin t, 1995. M a rtin Lee, The Beast Reawakens, W arn er B o o k s, 1997. M atild a L uden d o rff. R om und die Nationale Revolution, 4 .6 .1 9 3 3 .

AYTUNÇ

ALTI IM D A L

M e ir K ahane, Tim e To Go Home, N ash P u b ., 1972. M ek sika D ışişleri B akanlığı A çıklam ası: N r. 0 2 9 3 /3 A p ril 2 0 0 0 / F ro m M r. E n riq u e B uj Flores A m bassador o f M ex ico . M ete o u la -S p ra ch fu h rer N r. 107690. T Ü R K I S C H v o n v. S e b o tte n d o rtt. N eu Bearbeitet von Faik Bey-Sade, 1913. W estd eu tsch e B ib lio th e k , Prof. D r. E d w ard H e rm a n B ü ch ersam m lu n g . M ich e á l E dw ardes, The D ark Side o f History, Magic in the M aking o f M an, Stein an d Day, N e w Y ork, 1977.

302

M ich e á l H o w ard , The Occult Conspiracy, R id e r, 1989. M in istry o f F o reig n A ffairs o f th e U .S .S .R ./ G e rm a n F o reign O ffice D o c u m e n ts / G e rm a n Policy in T urkey (1 9 4 1-1943) D o c u m en ts: 10680. T ü rk çesi için bkz.: S.S.C.B. D ışişleri D a ire si/ T ü rk iy e ’deki A lm an Politikası (1 9 4 1 -1 9 4 3 ), H A V A S S , Türkçesi: L event K onyar, E k im 1977,Yayınlayan A y tu n ç A ltındal. M ircea Eliade, Schmiede und Alchemisten, K le tt-G o tta , 2. A uflage, 1980. N esta H . W ebster, Secret Socities and Subversive Movements, E . P. D u tto n and C o ., N e w Y ork, 1924. N esta H . W ebster, World Revolution / The Plot Against Civilization, B oston: Small, M aynard, 1921. N igel Pennick, Praaical Magic in the Northern Tradition, T h o th Publication, 1989. N o rb e rt M ü h le n , The Return o f Germany, H e n ry R e y n e ry C o ., 1953. N o rm a n Pearson, The 19th Century, 1909. N o rm a n , C o h n , The Pursuit o f the Millennium, R e v o lu tio n a ry M illenarians an d M ystical A narchists o f th e M id d le A ges, Tem ple S m ith , 1970. O sm an lı A stro n o m i L iteratü rü , I R C I C A , ik i cilt, 1997.

O tto Strasser, H itler et M oi, G rasset, 1940. Paracelsus için bkz.: A y tu n ç A ltindal: “ Paracelsus H ayatı ve G ö rü şleri,” S Ü R E Ç , C ilt I, Sayı 3 ,1 9 8 0 , ss. 5 2 -6 1 . Paul F oster Case, The Masonic Letter, G , M ac o y P ub. M aso n ic S u p p ly C o. Pertev D e m irh a n , Generalfeldmarschall Freiherr von der G oltz, G ö ttin g er, 1960. Peter M atheson , The Third Reich and the Christian Churches, E d in b u rg h , 1981. P e te r Padfield, Hess, P ap erm ac, 1991. R . J. Stew art, The Elements o f Prophecy, E L E M E N T , 1990. R a p h a e l Jo sp e ve Stanley W agner, Great Schisms in Jewish History, C e n te r fo r Ju d aic Studies, KTAV, 1981. R a p h a e l Patai, The Jewish M ind, C harles S c rib n e rs S on, 1977. R e in h a rd F e d e rm a n n , The Royal A r t o f Alchemy, C h ilto n , 1969. R e n e M assigli, La Turqui D evant La Guerre, M ission A A nkara, 1 9 3 9 -4 0, P lo n ,1 9 6 4 . R ic h a rd F ried e n th a l,_/(W H us, heretique et rebelle, C alm an n -L e v y ,T ra d u it de l’a llem an d p a r D en ise M eu n ie r, M u n ic h , 1972. R o b e r t Freke G o u ld , Past Senior Grand Deacon o f England, "The History o f Freemasonry, Drives from Official Sources, V olum e V I, N e w Y ork, 1887. R o b e r t G . L. W aite, The Psychopathic G od - A d o lf Hitler, Signet, 1977. R o b e r t H a m erlin g , 1 8 3 0 -1 8 8 9 , Gedenkblatt z u m

100. Geburtstage, 24

M arz, 1930. R o b e r t N e u m a n n w ith H elg a K o p p el, The Pictorial History o f The Third Reich, B an tam B o o k s, 1967. R o b e r t P. E ricksen , Theologians under Hitler, Yale U n i. Press, 1985. R o b e r t S. W istric h , The Longest H atred/A ntiSem itism , S ch o c k en B ooks, N e w Y ork, 1991. R o b in L ane Fox, Pagans and Christians, P e n g u in , 1986. R o b in L um sd en, H im m ler’s Black Order 19 2 3 -4 5 , S u tto n P u b ., 1997. Römisches Weltreich und Christentum, H isto ria M u n d i, 1956. R u d o lf F re ih e rr S e b o tte n d o rtt, Unveröffentliches M anuskript, L o n d o n , 1968. R u d o lf v o n E lm ay er-W esen b ru g g , G e o rg v o n S ch ö n erer, M u n ic h , 1942. S. F riedlan der, N a z i Germany and The Jews, P h o n ix , 1997. Sam uel W M itcham , Jr. W hy Hitler? - The Genesis o f N a zi Reich, Praeger, 1996.

Sebastian HafFner, The Meaning o f Hitler, P h o n ix , 1997. Sir Isaac N e w to n , Observations upon the Prophicies o f Daniel and the Apocalypse o f St. John, In tw o parts, p rin te d b y J. D arb y an d T. B ro w n e in B a rth o lo m e w -C lo se , L o n d o n , M D C C X X X III, Fac. E d . M o d u s V ivendi /A . A ltm dal an d C o , Z u ric h , 1985. S p e n c er C .T u ck e r, The Great W ar 1 9 1 4 -1 9 1 8 , U C L Press, 1998. Steven L. K aplan, Understanding Popular Culture, M o u to n Pu b ., 1984. B u k itap ta y e r alan H an s U lric h T h a m e r’in, “ O n th e A buse o f H andicraft: J o u rn e y m a n C u ltu re an d E n lig ten e d P u b lic O p in io n in th e 18 th and

AYTUNQ

AL TI IM DA L

19th C e n tu ry G e rm a n y ” adli m akalesi. The Book o f Saints, A Dictionary o f Servants o f God canonized by the Catholic Church. C o m p ile d b y th e B e n e d ic tin e m o n k s o f St. A u g u stin e ’s A bbey, R am sg a te 6 th E d itio n , A an d C B lack, 1989, The Encyclopedia o f American Religions, Vol. I., J. G o rd o n M e lto n , E ditor, T riu m p h B o o k s, 1991. The 19. Century, N o . 8 9 ,T e m m u z 1909. The Kaiser’s Memoirs, W ilh e lm II, E m p e ro r o f G e rm a n y 1 8 8 8 -1 9 1 8. English

304

translatio n b y T h o m as R . Ibarra, H a rp e r an d B ro th ers Publishers, 1922. The Prophecies o f a Paracelsus, R id e r, 1 9 1 5 /1 9 7 4 . The S S /A lib i o f N ation 1 9 2 2 -1 9 4 5 . G erald R e itlin g e r, V ik in g , 1968. The War, E d. O u in c y H o w e. D o ro th y T h o m p so rt’u n m akalesi: The Tragedy o f Munich / Let the Record Speak, P o c k e t B o o k s, 1941. T h o m as Sk elto n H a rriso n , The H om ely Diary o f a D iplomat in the East, 18 9 7 -9 9 , H o u g h to n M ifflin C o m . U n i. Pres. C am b rid g e , 1917. T h o m as Sow ell, Migrations and Cultures, A W o rld View , Basic B o o ks, 1996. T im o th y W. R y b ac k , N ew Yorker, 17 T em m u z 2000. T o m B ow er, Blood M oney, H ie Swiss, The N a zis and the Looted Billions, P a n , 1997 Turcica, Revue des Etudes Turques, 2 1 -2 3 /1 9 9 1 , PI. I. (Klaus K reiser). Tiirkiye’de M asonluk, A . Erginsoy, Istanbul, 1996. Understanding Popular Culture / Europe From the M iddle Ages to the 19th Century, E d. S teven L. K aplan, Insanity and Culture b y H .C . E rik M id elfo rt, M o u to n Pu b ., 1984. W .E. Siiskind, D ie Machtigen var Gericht / Nürnberg 1 9 45-6, P aul

List, 1963.

W .H .C . F rend , The Rise o f Christianity, D a rto n , L o n g m an an d T o d d , 1984. W. W y n n W estcott, The Occult Power o f Numbers, N e w C asile P u b lish in g C o. In c., C alifo rn ia, 1984. W alter H o fe r (H rsg), D e r Nationalsozialismus D okum ente

1 9 3 3 -1 9 4 5 ,

Fisher, 1 9 5 7 /7 1 . W alter Laquer, Europe Since Hitler, P e n g u in , 1982. W illia m Casey, The Secret W ar Against Hitler, B erk ley B o o k s, 1989. W illia m L. Shirer, The Rise and Fall o f the Third Reich, S im o n an d Schuster, 1960. BİLİN M EYEN

W ilso n Q uarterly, W Q , 1996.

HITLER 305

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF