Atatürkün Uşağı İdim
March 15, 2017 | Author: Hakan Altintepe | Category: N/A
Short Description
Download Atatürkün Uşağı İdim...
Description
Atatürkün Uşağı İdim Anlatan:
C E M A L
G R A N D A
Yazan
T U R H A N
G Ü RK A N
:
Numosmaniye Caddesi, No: 3, Cağaloğlu — İSTANBUL
Y A Ş A N T I
1)
D İ Z İ S İ
GEÇMİŞTE
YOLCULUK
Mebrure Alevok
2)
GELİBOLU
GÜNLÜĞÜ
General
3)
365
(Bitmiştir.)
lan
Hamilton
GÜN Dr. Ronald J. Glasser
4)
KANSIZ
GİYOTİN
Rene
5)
Belbenoit
CUMHURİYETE KAN
VERENLER
N. E k i c i - D. B a y l a d ı - İVI. A l p t e k i n
6)
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI Cemal
İDİM
Oranda
Hazırlanan :
SATILIK
İPİM
M a h m u t Saim
Altındağ
Ö N S Ö Z
Yemyeşil Yalova sırtlarında emekli ikramiyesiyle yap tırdığım minicik bahçeli evimde ömrümü tamamlarken, Bü yük Atatürk'e ilişkin oniki yıllık hizmet yıllarım da bir si nema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Bu eşsiz insanı yakından tanıdığım, O'na geceli gündüzlü hizmet ettiğim için de kendimi Dünyanm en şanslı inşâm sayıyorum. Bir daha Dünyaya gelmiş olsaydım eğer, yine Atatürk'ün hizmetkân olarak yaşamayı ve kalmayı isterdim. O'nun ya kınında, O'nun yamnda yeniden yaşamak, yaşayabilmek, ne yüce bir şey olurdu benim için. Kamarotluktan, akbmın kenarından bile geçmeyen bir işe, yani Atatürk'ün hizmetkârlığına gelişimin ilginç bir öy küsü vardır: 1910 yılında izmir'in Salihli ilçesinde Dünyaya gelmişim. Başkomiser Mustafa Kâmil Efendi'nin oğluyum. Küçük yaşta Bursa'ya gitmiştik. Hoca Ali Zade Mektebinde, Bursa Sultanisi'nde, sonra yine Hoca Ali Zade Mektebi'nde okudum. Oribeş yaşımdayken ailece istanbul'a geldik. Kandilli'de oturuyorduk. O zamanlar Seyrüsefain (Devlet De nizyolları) Idaresi'nde kamara şefi olan komşumuz Hüseyin Kip, beni gemilere yazdırdı. Henüz çocuk denecek yaşta, kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak olarak işe başladım. İlk görevim, Karadeniz, Akdeniz seferini yapan Reşitpaşa Va purunda stajyer kamarotluktu.
12 haziran 1926'da seyyar sergi iıaline getirilen Kara deniz Vapuruyla Avrupa limanlarında uzun bir geziye çık tım. Üç ay beş gün süren bu gezi sırasında; Cezayir, Bon, Barcelona, Cebelitarık, Tanca, Londra, Hamburg, Elbe ka nalıyla Stockholm'a geçtik. İsveç, NcH-veç, Hollanda limanla rını dolaştıktan sonra Leningrad'a gittim. Rus Çan'mn Sa rayını, müzeleri gezdim. O devirde Rusya'da cami ve kili seler açıktı. Dönüş; Anvers, Marsilya, Napoli, Cenova, Ça nakkale yoluyla oldu. 5 eylül 1926'da istanbul'a döndüm. Aj'nı işletmede kamarot olarak çalışmağa başladım. Karadeniz Vapurunda iki İtalyan metrdotel vardı. Birinin adı Giovanni, öbürününkü Fontana idi. Çok şık giyinen metrdoteller o dönemde ayda bin lira para abyorlardı. Öyle ki, günde üç kez elbise değiştirdikleri bile oluyordu. İşte bu İtalyanlar bende önüne geçilmez bir heves uyandırmışlardı. Onlara imrenerek garsonluğu seçmeğe karar verdim mes lek olarak. Atatürk'ü o zamana kadar hiç görmemiştim. Yalnız bir keresinde Karadeniz Vapuruyla geziye çıktığımızda bir tel siz gelmiş, Atatürk'ü Bandırma'ya götürmemiz istenmişti. Geri dönüp Mudanya'dan Atatürk'ü aldık ve götürüp Ban dırma'ya bıraktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken. Ban. dırma iskelesine çıkarken filikaların arasmdan uzaktan kor ka korka seyretmiştim. O'nun hizmetkârı olacağım o zaman akhmın ucundan bile geçmemişti. Biri çıkıp ta o an bunu bana söylemiş olsaydı, karşımdakine her halde çıldırmış gö züyle bakardım. Soyadımı çok kimse garip bulup, bunun anlamını öğren mek istediği için burada değinmeden geçemiyeceğim. Soyadı Kanunu çıktığı zaman herkes beğendiğini alıyordu. Bunla rın içinde çok yerinde olanlar olduğu gibi, çok acayipleri de vardı. Ben de gemilerde ikinci direk anlamına gelen «mes lekten» bir soyadı seçtim ve (Granda)yı aldım. Gençlik yıl larında olduğumuz için hepimiz o dönemin bir sinema yıl dızına âşıktık. Yıldızları paylaşmıştık âdeta. Benim ünlü yıldız Karmen Miranda'ya âşık olduğumu bilmeyen yok gi-
biydi. Hiç olmazsa alacağım soyadı, sevgilimin adıyla ka fiyeli olur diye düşünmüştüm. Her ay Tayyare Piyangosu ahyordum. Kazanıp milyoner olacak, gidip Miranda'yı ala caktım. Böylece (Granda) soyadı yerleşip kaldı bende. Büyük Atatürk'ün hizmetine girdiğim 3 temmuz 1927'den, ölümü olan 10 kasım 1938'e kadar yaranda geçen oniki yılbk dönemde amlarımdan hatırda kalabilmiş olanları 1947 yazmda not etmeğe başladım. Bunların bir yapıt haline gelebi leceğini doğrusu ya düşünmemiştim. Atatürk'ün hizmetkârı bulunduğum yıllarda, Falih Rıfkı Atay'ın Hakimiyeti Milli ye Gazetesinde çıkan Samsun - Ankara demiryolunu anlatan «Beş Yıllık Tren Tarihi» adlı bir yazısını okumuştum. Bu yazarı pek sevmezdim, fakat yazısı hoşuma gitmişti. Akşam sofraya geldiğinde «Bugünkü yazınız çok güzeldi,» demek ten kendimi alamadım. Ruşen Eşref Ünaydın da yanınday dı. Hiç beklemiyordum, birden «Sen de yazarsın istesen,^ dedi. Şaşırmıştım. «Nasıl yazarım?» diye sormuş bulundum. «Konuşuyorsun mademki yazarsın. Böyle konuştuğun gibi yaz.» dedi. îşte bu anıların hazırlanmasında, Falih Rıfkı Atay'ın o günkü sözlerinin verdiği cesaretin de rolü olmuştur. Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin de bu anıların yazılmasında etkisi olmuştur. Atatürk'ün ölümün den sonra Kılıç Ali'yi Nişantaşı'ndaki evinde ziyarete git miştim. Yazı yazıyordu. Elindeki yazıları işaret ederek, «Cemal, bu yazı 1926'daki Büyük Nutku,» dedi. «1926 değil, 1927'dir,» diye düzelttim. Dikkatim hoşuna gitti. «Sen de yazsana hatırladıklarım,» demez mi. Sonra .elindeki ufak kâ ğıtları göstererek, «Notlarını böyle ufak kâğıtlara yaz, son ra onları genişletirsin,» dedi. İki ufak not defterine aklıma geldikçe karaladım. Atatürk'ün ölümünden sonra çok sıkıntıya düşmüş, üzün tülü günler yaşamıştım. Sekizyüz lira emekli aylığıyla ay rıldığım son işim Denizcilik Bankası'mn Termal Oteli Mu bayaa Memurluğu'na gelinceye kadar başımdan hayli şey geçmişti, istanbul'da bir işte tutunamıyordum. Sonunda
Atatürk döneminin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Ha san Rıza Soyak'a gidip, başıma gelenleri anlattım ve bana bir iş bulmasını istedim. Zonguldak, Etibank Ereğli Kömür İşletmeleri İdare Amirliği Servisi'ne girmem, işte Soyak'm aracılığıyla olmuştur. Orada Daireler Müdürü olan kardeşi İhsan Soyak'a telefon edip beni Zonguldak'a yoUadı. Göre vim kırka yakın yapmm kontrolü, bekçi ve odacıların giyin meleri ve temizliğe uymalarını sağlamaktı. Çok boş zama nım oluyordu. Bir gün aklıma geldi. Oniki yıl Atatürk'ün yanında kal dım. O'na değinen amlan kafamda toparlayıp, şöyle ufak ufak birer sajrfa yazsam hem gecelerim boş geçmemiş olur, hem de ilerde bir yarar sağlar diye düşündüm. Ve başla dım yazmağa... Eskiyi hatırlamak kolay değildi. Bir sayfa yazınca külçe gibi oluyordum. Onbir ayda 210 sayfa yazı yazabildim. Böylece bu kitabın özü olan notlar ortaya çıktı. 1959 yılmda Şehir Gazetesi'nin yaziişleri müdürü olan Kemal Onan (Con Kemal) bu yazıları gördü ve yayınlamayı istedi. O sıralarda Turhan Gürkan'la tanıştım. Günlerce otu rup, bazen gazete idarehanesinde, bazen Nuruosmaniye'deki İkbal Kıraathanesi'nde notları birer birer elden geçirdik. Böylece Atatürk'e ilişkin anılarım, Turhan Gürkan'ın kale miyle ilk kez 1959 yıhnda halkın önüne çıktı. Anıların ge nişletilmiş ilk hali 4 mart - 31 mayıs 1959 tarihleri arasında yayınlandı. Bunların içinde unutulanlar vardı. Sonradan ya pılan eklerle 432 sayfalık bir yapıt çıktı ortaya. Çok zorluk içinde yazdığımı hatu-ladıkça üzülüyorum. Normal kafayla ve zamaranda yazabilseydim, çok daha iyi sonuç alınabilirdi bu kitaptan. Hayatta çok hırpalandım. Bu da zekâyı etkiliyor. Sonradan hatırlayabildiklerim işte önünüzde. CEMAL GRANDA
B A Ş L A R K E N
Bu kitabın içinde Atatürk'ü «insanüstü bir varlık»mış gibi değil de, yalın, açık bir dille, yüreklilikle «bizim gibi bir insan» olarak anlatan Cemal Granda'mn anüarını bula caksınız. Atatürk'ün tam oniki yıl buyruğunda çalışmış, hiz metini görmüş, o dönemin tüm gerçeklerini O'nun ağzmdan dinlemiş, sofrasım kurup kaldırmış, yalnızlık anlarında der dine ortak olmuş bir adamın kelimesine dek not edilen ta rihe geçecek amlan bunlar. Cemal Granda'yı 1959 yılında tanıdım. Bu yanık yüzlü, yılların yükünü ve acısmı üzerinde taşıyan temiz yürekli iç tenlik dolu adamla görür görmez kaynaştık. İçtenlikle an lattığı aralar, içimde büyük yankılar yarattı. Atatürk'ün bi linmeyen yönleriyle en iyi şekilde bu amlarla anlatılabile ceği inancıma o da katıldı. El büyüklüğündeki bir deftere kaydettiği notlar, büyüye büyüye bu kitabı oluşturdu. İlk haliyle 4 mart - 31 mayıs 1959 taî-ihleri arasında Şehir Gaze tesinde «Atatürk'ün Sofrası» başhğı altında yayınlanan bu anıları sonradan geliştirip, büyük hacimli bir kitap halinde oluşturmak geldi aklımıza. Yeni amlar da katılarak hazır lanan kitap, yayınevleri tarafından «Uşağm ne sözü olabilir ki» gerekçesiyle bir türlü ciddiye alınmak istenmedi ve ger çek değerini de bulamadı. Oysa uşağın çok sözü vardı bu konuda söyleyecek.
Atatürk hakkında yerli ve yabancı dilde binlerce kitap, onbinlerce makale, bir o kadar da anı yzızılmıştı. Dış ül kelerde bile yüzlerce kitap yayınlanmıştı. UNESCO, birçok dilde Atatürk'le ilgili yayına yönelmişti. En büyük yazarın dan en küçüğüne dek yerli ve yabancı binlerce kalem, Atatürk'ü anlatmak için sanki yarışa girmişti. Çocukluğun dan başlayarak, devrimci yönleriyle Atatürk çeşitli görüş ve düşüncelerle kitaplıkları doldurmuştu. Yalnız ölümü üze rine yazılanlar bile koskoca bir kitaphk ederdi. Ama O'nun özel yaşantısına pek az yer verilmişti. Oysa yepyeni bir Türkiye yaratan, çağ kapatıp çağ açan bu büyük adamı an • latmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabilmek için O'nun nasıl yaşadığını, özelliklerini de en ince noktalarına dek bilmek gerekiyordu. Atatürk'ün yakmlan, arkadaşları, Zaferi beraber ka zandığı. Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti beraber yö nettiği kimseler de zaman zaman O'na ilişkin anılarım ya yınladılar. Özel yaşantısını —derinliğine inebildikleri oran da— anlatmağa çalıştılar. Ama bunların çoğu eksik, birbi rini bütünlemekten uzak, belirli bir yol izlemeyen parça parça amlardan ileri gidemedi. Geçen yıllar Atatürk'ün yaşantısım füme almak isteyen yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap arasında O'nun özel yaşamına ilişkin birşeyler aramışlar, ancak böyle bir bilgiyle senaryolanmn gerçekçi bir hava taşıyabileceğini söylemişlerdi. Ancak ne yazık ki, onların istedikleri yeter likte derK toplu bir yapıt bulunamamıştı. Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek, anlayabilmek için O'nu tüm yönleriyle öğrendikten başka, özel yaşamına da eğil mek gerekti. Atatürk nasıl bir insandı? Yirmidört saatini nasıl doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman uyur, hangi arkadaşlarım üstün tutar, sakin ve sinirlilik za manlarında ne yapar, kimlerle olmaktan hoşlanır, gezilere kimlerle çıkardı? Şakaları, öfkesi, sitemi, kuşkusu, sevgisi, nefreti nasıl olurdu? Hangi kitabı okur, hangi müziği dinler, hangi renk-
leri, mevsimleri sever, hangi içkiyi kullanu^dı? Evlilik yıl ları çok kısa süren Atatürk'ün kadınlar karşısında tutumu neydi? Atatürk'ün yaşamına girmiş kadınlar var mıydı? Cumhuriyet'in ilk yıllarından ölümüne dek Atatürk'ün değindiği insanlar, Atatürk'ü ziyaret eden yabancı devlet adamları ve hükümdarlarla yapüan görüşmelerin kitaplara geçmemiş en gizli yönleri, Atatürk'ün manevî evlâtları, Atatürk'e ilişkin bilinmeyen fıkralar ve birçok saklı kalmış gerçekler. Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan yazabil mek için gece ve gündüz her an Atatürk'ün yanında bulun mak, yataktan çıkışından yatağa girişine dek bir gölge gibi peşinden gitmiş olmak gerekti. Atatürk'ün «Çelebi»si Cemal Granda, bunları gerçekleştirebildi mi? Bu sorunun karşı lığını, kitabı bitirdikten sonra verebileceğiz. Atatürk'ün görevine ilk girdiğim an, O'na ilişkin amlan not ederek saklamak, ilerde Türk Tarihi yazacak tarihçile rin eline bir belge vermek istediği halde, Dolmabahçe Sarayı'na şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadını (Havuzdame)nin tuttuğu notlar yüzünden kovulduğunu görün ce, aynı akıbete uğramamak için anılarım herkes uyuduk tan sonra gizli metodu ile not eden ve bunları yıllar sonra yazıya döken Atatürk'ün çok sevdiği ve kendisine en yakın tuttuğu adamla birlikte koskoca bir çağı yaşayacak, onunla birlikte heyecanlanıp, duygulanacaksınız. Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar yüzde yüz doğ ru olup, basit bir hizmetkârm görüş açısından içtenlikle ka leme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini görmüş, Atatürk'ün «Çelebi»si Cemal Granda'ya bırakıyoruz. TURHAN GÜRKAN
SARAYA
1927 y ı l ı n ı n şimdiki
güneşli
Dış Hatlar
kurulmuş
bir
temmuz
İşletmesi
CAĞIRILDIM
günüydü. O
olan Sultan Aziz
zaman
zamanında
Seyrüsefain İdaresi'nde çalışıyordum. Henüz
yedi yaşında, ince, zayıf, içi hayat a t e ş i y l e dolu bir tim.
Bu i d a r e y e
tam
üç
yıl
önce, henüz çocuk
y a ş t a , kısa p a n t o l o n l a , t ü y s ü z b i r ç ı r a k o l a r a k O zamanlar çok çalışkandım. Kendimi
denecek girmiştim.
işe v e r d i m m i , ba
ş ı m ı z o r k a l d ı r ı r d ı m . Bu h a l â m i r l e r i m i n d e d i k k a t i n i miş olacak ki, çok g e ç m e d e n
karşılığını görmekte
m e d i m . Bir gün m ü d ü r i y e t t e n
çağırıp:
—
«Seni Saraya göndereceğiz,
on
genç
hazır o l , »
çek gecik
dediler.
H e y e c a n d a n az d a h a y ü r e ğ i m a ğ z ı m a g e l e c e k t i . Ö n c e pek iyi a n l a y a m a m ı ş t ı m ama, birkaç dakika sonra A t a t ü r k ' ün dan
hizmetine
gireceğimi
sezinlemiştim.
ileri g e l i y o r d u . Saraya
Heyecanım hemen
arka
«Gece h i z m e t i ç o k zor.» d i y e m a n e v i y a t ı m ı
bozu
daşlarıma
gönderileceğimi
bun
açtım.
Kimi: —
«Çok s e r t
adam...»
Kimi: —
yor, beni caydırmağa çalışıyor, sonra
da:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
U —
«Sen b i l i r s i n , y i n e d e istersen git,»
O gece uykum kaçtı. Kendi —
«Haydi
diyorlardı.
kendime:
Cemal.» diyordum. «Göster
kendini. Talih
k u ş u i n s a n m b a ş ı n a b i r k e r e k o n a r m ı ş . Bu h e r k e s e
nasip
olmaz. Senin ş a n s m v a r m ı ş k i , böyle büyük bir adamın hiz metine
çağrıldın. Aptallık
e t m e . Bunlar
rı i ç i n b ö y l e k o n u ş u y o r l a r , »
seni
kıskandıkla
diyordum.
Ertesi günü sevinçten kabıma sığamıyordum. Aynı za manda içimi de heyecanla dolu büyük bir korku
kaplamış
t ı . O'nun karşısında ilk anda bir pot kırarsam, diye d ü ş ü nüyordum. Ne yapardım o zaman? Günlerden 3 temmuzdu. O gün yeni görevime yacaktım. O zaman çok Mağaza'sinden mışlardı.
bana
Bunaltıcı
başla
ünlü olan Galatasaray'daki
güzel
sıcağın
bir
smokin,
etkisiyle
rugan
smokinin
Trink
pabuç
al
içinde
bu
ram b u r a m t e r d ö k ü y o r d u m . Fakat bu kıyafet içinde o ka dar şıktım k i . . . Atatürk, benden istanbul'a
gelip
iki gün önce 1 t e m m u z
Dolmabahçe
Sarayı'na
cuma
günü
yerleşmişti.
beni A t a t ü r k ' ü n h i z m e t i n i g ö r e c e ğ i m bu saraya
İşte
götürüyor
lardı. O zaman kamara â m i r i m i z o l a n , daha sonra da Denizyolları
Başmüfettişliği'nde
bulunan
rıhtımda bekleyen Çankaya motoruna kapıyor, A t a t ü r k ' ü n
yanında
Muzaffer
bindik.
geçireceğim
âleminden
uyanıyordum. Muzaffer
günlerin Bey,
Bey'le
Gözlerimi
ni kuruyor, sonra b i r d e n M u z a f f e r Bey'in s e s i y l e hayal
Devlet
hayali daldığım
«Çocuğum,
ş i m d i seni Saraya g ö t ü r ü y o r u m . Orada çok dikkatli
olman
lâzım,» d i y e r e k ö ğ ü t v e r i y o r d u . Can
kulağı ile
Muzaffer Bey'i
r a ğ m e n , aklım çok daha
başka
dinliyor
yerlerde
görünmeme
idi. Yine
ö ğ ü t l e r i y l e irkilerek k u r d u ğ u m hayal e v r e n i n d e n aşağı
onun ini
yordum. —
«Orada
her
ne görürsen,
duyarsan,
gördüğünü
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM görmemeziikten,
işittiğini
15
işitmemezlikten
geleceksin.
Senin için çok iyi olur.» Motorumuz, bahçe
Sarayı'na
heyecanım
son
Boğaz'ın
mavi
sularını
yanaştı. Rıhtıma haddini
yararak
Dolma
ayak bastığımız
bulmuştu,
l-iayatta
çok
zaman şaşırtıcı
o l a y l a r l a k a r ş ı l a ş t ı m . A t a t ü r k ' ü n h i z m e t i n d e t a m o n iki y ı l boyunca
çeşitli olaylarla
birinde O'nunla
karşı karşıya g e l d i m . Fakat
hiç
ilk karşılaştığım v e bana ilk seslenişi an
larını u n u t a m a d ı m . Atatürk,
duyduğuma
göre
padişahların
oturduğu
sa
r a y l a r d a o t u r m a ğ a ö n c e l e r i h i ç n i y e t l i d e ğ i l m i ş . H a t t a kızkardeşi Makbule Atadan ağabeysini Kuruçeşme'deki lâyık
bir
sonra
hale
evi
getirmeğe
ilk kez g e l d i ğ i
merasim
baştan
icabı
aşağı
misafir silip
çalışmış.
İstanbul'da,
uğramış.
etmek
için
süpürmüş,
O'na
Kurtuluş
ilk gün
Makbule
Savaşı'ndan
Dolmabahçe'ye
Atadan, hem
kendisini
karşılayıp, hoş geldin demek, h e m de evine götürmek üze re Saray'a gittiğinde sevinç içinde gördüğü A t a t ü r k ' ü n bir den keyfi, neşesi kaçıvermiş. O sırada kendisine bir mek tup
getirmişler.
Mektubu
kın yok,» d i y o r m u ş . İmzasını
bile
yazan
«Sarayda oturmağa
M e k t u b u da «bak, hain ne
atmamış,»
radan Makbule A t a d a n :
diye
kızkardeşine
«Ağabeyimin
uzatmış.
Saray'da
y o l r t u . İlk g ü n m e r a s i m d e n
İstanbul'a,
Derince'den
Sarayı'na
gibi
demişti. bindiği
Ertuğrul
tı ile g e l m i ş , g ö r ü l m e m i ş bir karşılama töreni Dolmabahçe
niyeti
s o n r a b i z e g e l e c e k t i . Bu
hiç sevmez, sinirlenirdi,»
Atatürk,
Son
kalmasına
sebep olan bu mektuptur. Çünkü Saray'da kalmağa tehditleri
hak
yazmış.
çıkınca da büyük
ya
yapılmıştı.
merasim
kapısı
nın arkasındaki salonda İstanbul'un her sınıf halkının t e m silcilerini
kabul
etmiş, «Hoş
geldiniz,»
tarihi cevapta: «Artık bu Saray gölgelerinin Sarayı'dır. V e
değil, gölge ben burada
diyenlere
Tanrı'nın
olmayan, milletin
gerçek
verdiği
yeryüzündeki olan
milletin
bir f er di, bir
misafiri
16
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
olarak bulunmakla bahtiyarım,» d e m i ş t i , A t a t ü r k , bir daha Dolmabahçe'den
ayrılmadı.
İstanbul'a
her
gelişinde
ora
da k a l d ı . H a y a t a d a o r a d a g ö z l e r i n i y u m d u . Seyrüsefain
İdaresi'nden
benimle
beraber
Rüknettin v e Vus'at adında iki arkadaş daha
Saray'a
istemişlerdi.
Fakat onlar A t a t ü r k ' ü n h i z m e t ç i s i olamadılar. Saray'da ka lıp Y a v e r l i k t e
(Kalem-i
Mahsus)
kara'ya d ö n ü n c e iki arkadaş
çalıştılar. Atatürk,
denizyollarındaki
eski
An
işleri
ne b a ş l a d ı l a r . Ne tuhaf!
Hayatında hiç saray, hatta müze bile
gez
m e m i ş olan ben, o gün doğma büyüme bir saraylı gibi çev reme bakmadan çalımla dimdik yürüyordum. Muzaffer
Bey
önde, ben arkada, o zaman özel kalem m ü d ü r ü olan, son radan u m u m î
kâtipliğe yükselen
Atatürk'ün
mahremiyeti
ne k a d a r g i r e n l e r d e n b i r i o l a n H a s a n Rıza S o y a k ' m
karşı
sına çıktık. Atatürk'ün zamanla
en
anladığım
güvendiği Hasan
insanların
başında
geldiğini
Rıza S o y a k , a d ı m ı , y a ş ı m ı
so
rup, Salihlili o l d u ğ u m u ö ğ r e n d i k t e n sonra zile b a s t ı , Başsofracı
İbrahim
(Ergüven)
Efendi'yi
ç a ğ ı r d ı . Beni
teslim
a l a n b a ş s o f r a c ı da k o r i d o r l a r d a y ü r ü r k e n a y n ı s o r u l a r ı
so
ruyor, nereli, kim
ça
lıştığımı
Saray'ın
Daire'ye
başlamış
nerelerde
öğreniyordu.
Böylece susi
olduğumu, bundan önce
oldu.
Harem
geldik. Benim
kısmına de
şimdiki
böylece
adıyla
Saray
Hu
hayatım
AÇINIZ
CUMHURİYET
döneminde
İstanbul'a
ilk
PERDELERİ
kez
gelen
A t a t ü r k ' l e ilk karşılaşmamız burada o l d u . A t a t ü r k ' ü o za m a n a kadar hiç g ö r m e m i ş t i m . Yalnız bir keresinde, Kara deniz vapuruyla geziye çıktığımızda bir telsiz gelmiş, Ata türk'ü, Bandırma'ya götürmemiz Mudanya'dan Atatürk'ü
aldık
istenmişti.
ve götürüp
Geri
dönüp
Bandırma'ya
raktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken, gerekse
bı Ban
d ı r m a iskelesine inerken filikaların arasmdan korka korka gizlice s e y r e t m i ş t i m . O'nun hizmetkârı olacağım o zaman aklımın ucundan bile geçmemişti'. Biri çıkıp ta o zaman b u n u bana s ö y l e m i ş o l s a y d ı , k a r ş ı m d a k i n e her halde
çıldır
mış gözüyle bakardım. Vaktiyle Son Halife Abdülmecid Efendi'nin yemek sa lonu olan bu daire gayet güzel d ö ş e n m i ş t i . Bütün
mobil
ya lake idi. H e r e k e kumaşından ağır, çiçekli perdeler yer lere kadar i n i y o r d u . Ortada çok güzel s ü s l e n m i ş bir ra v a r d ı . İ b r a h i m , N u r i v e b e n , A t a t ü r k ' ü n salona
sof
gelme
s i n i b e k l i y o r d u k . Saat 14'e d o ğ r u kızkardeşi M a k b u l e A t a dan, manevî kızlarından Rukiye, Sabiha, Zehra
Hanımlarla,
ü ç ü n c ü kâtip Tevfik Bey o l d u ğ u halde yukarı odayı
salona F: 2
18
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
bağlayan merdivenlerden
indi. Dimdik ayakta duran
Ata
türk: —
«Açınız perdeleri,» diye s e s l e n d i .
A t a t ü r k ' ü n ağzından d u y d u ğ u m ilk ses işte budur. H e m e n k o ş t u m v e p e r d e l e r i a ç t ı m . S a l o n a y d ı n l a n d ı k t a n sorsra A t a t ü r k
sofraya
oturdu. Yanındakiler
de yerlerini
al
O gün büyük bir d i k k a t l e A t a t ü r k ' ü n nasıl y e m e k
ye
dılar. diğine baktığım için yemek listesi olduğu gibi İlk y e m e k g ü z e l b i r o r d ö v r ,
ikinci
yemek
aklımdadır.
püreli
tavuk,
üçüncü kuşkonmaz, meyva olarak ananas k o m p o s t o s u b u lunuyordu. Boğazına d ü ş k ü n o l m a y a n A t a t ü r k , ç o ğ u kez
yoğurt,
ayran, bir d i l i m ekmek y e r d i . Kurufasulye, pilav ve g ü l r e çelinı
severdi. Akşam
sofrasında
rakıyı tuzlu
leblebiyle
içer, konuklar g i t t i k t e n sonra mutfağa inip ahçı Recep U s tanın ocakta hazır t u t t u ğ u k u r u f a s u l y e v e pilavdan
iştahis
yerdi. Sofrada soğan, sarmısak. sucuk, pastırma gibi
ko
kulu yiyecekler bulundurulmamasma dikkat ederdi. Beyaz peyniri bile, midede ekşime yapar diye istemezdi. İlk gün A t a t ü r k ' ü n
bütün
hareketlerini
dikkatle
izle
dim. Yemekten sonra, önce Harem Dairesi'nin üstüne çık mış, sonra bütün Saray'ı dolaşmış, akşam üstü de lü y a t ı y l a B o ğ a z ' d a g e z i n t i
Söğüt
yapmıştı.
Gezintiden sonra sofra faslı başlıyor ve çok geç saat lere dek sürüyordu. İçkili olan akşam yemeklerinde arkadaşları,
Kabine
ü y e l e r i d e hazır
bulunuyor,
yakın bi.'çolc
m e m l e k e t meseleleri burada hallediliyordu. Sofrasına lirli
mesleklerdeki
eski dostları ve silâh
başka, b i l i m , sanat, ticaret, endüstri
be
arkadaşlarından
dünyasının
tanınmış
k i ş i l e r i n i t o p l u c a ç a ğ ı r d ı ğ ı d a o l u r d u . Bu h a l , 1938 y ı l ı h a ziranına dek. yani hastalığı kendisine değişik
bir y a ş a y ı
şı zorunlu kılıncaya kadar s ü r ü p g i t t i . Saray'a daha doğrusu A t a t ü r k ' ü n
hizmetine gireli
on
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
19
gün o l d u ğ u halde A t a t ü r k , o güne kadar bir kez bile
heş
«dönüp y ü z ü m e b a k m a m ı ş , k i m o l d u ğ u m u d a s o r m a k g e r e ğ i n i duymamıştı. Önceleri önemsemediğim
bu hal, yavaş
y a v a ş bana k o y m a ğ a b a ş l a m ı ş t ı . İ ç i m i t a r i f s i z bir
üzüntü
Ikaplamıştı. Tam on beş gün O'na bir «dilsiz» gibi
hizmet
etmiştim. Üzüntüm Cemal, dum.
gittikçe
elbet bir
Ayrıca
gün
artıyordu. Kendi
kendime:
konuşacak, seni
tanıyacak,»
diyor
k o r k u da b e l i r m i ş t i : « Y a ,
diyor
i ç i m d e bir
d u m , benimle konuşmadan buradaki işimden
«Sabret
uzaklaştırılır-
..sam?>- Ö y l e y a , b e l k i h i z m e t i m b e ğ e n i l m e y e b i l i r , h o ş a
git-
mezdi. Bu hal a r k a d a ş l a r ı m ı n da d i k k a t i n i alaylı —
çekmiş olacak ki,
alaylı, « C e m a l , ne a d ı n ı , ne d e n e r e d e n g e l d i ğ i n i
henüz
;sormadı. Seni tanımak bile istemiyor,» diye takıldıkları biîle o l u y o r d u . Onlara
ne
cevap vereceğimi
l a b i î görünmeğe çalışarak, rine
korlar ve sorarlar,»
bilemiyor,
fakat
gayet
«Elbet bir gün olur, adam
diyordum.
ye
ADIMI
DEĞİŞTİRİYOR
BİR a k ş a m s a a t 20 s u l a r ı n d a S a r a y ' ı n M a r m a r a ' y a b a kan balkonunda y i r m i kadar tanınmış konuk A t a t ü r k ' l e y e mek yiyordu. Arkamda duran —
Atatürk:
»Efendi, e f e n d i . . . » d i y e bana s e s l e n d i .
Döndüm.
Hiç
unutmam, elimde
kristal
rakı
sürahisi
vardı. —
«Buyrun e f e n d i m . Bir emriniz m i v a r Paşam?»
di
ye karşılık v e r d i m . Cumhuriyet
rejiminin
kurulmasına
rağmen
herkes
A t a t ü r k ' e « P a ş a m , » d i y e h i t a b e d e r d i . B e y l i k , paşalık k a l k tığı h a l d e bu «Paşaolık, A t a t ü r k i ç i n k a l k m a d ı . B u , ö l ü n c e ye dek sürdü. O a k ş a m ilk kez k o n u ş t u ğ u m
Atatürk'le
aramızda
şunlar geçti: —
«Senin ismin nedir?»
—
«Cemal.»
—
«Sonu yok m u
—
«Var,
bunun?»
Cemalettin.»
Bunun üzerine A t a t ü r k birden bana doğru —
ilerleyerek:
«Haaa,» d e d i . « İ s i m l e r K e m a l e t t i n o l u r , f a k a t
Ce-
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDiM
Zt
malettin olmaz. Sen yine Cemal kal. Dinin cemali
miydin
ki, sana bu ismi koydular?» devam
ediyor
du. Sevinçten kabıma s ı ğ m ı y o r d u m . Evet, Atatürk
Aradan
en so
nunda
yarım
benimle
saat geçmişti. Yemek
konuşmuştu.
Hem
de
uzun
uzun.
gün benimle alay eden arkadaşlarıma anlatacağım kafamda tasarlıyor, onlardan
hıncımı
alacağımı
Ertesi şeyleri
düşünü
yordum. Fakat A t a t ü r k ;
bu Cemal
adına t u t u l m u ş
olacak
ki^
yeniden seslendi: —
«Bu C e m a l e t t i n i s m i n i k i m k o y d u
Artık adamakıllı korkmağa —
«Babam,» d i y e karşılık v e r d i m .
—
«Öyleyse baban ne a d a m m ı ş
çıkıştı. Bunun —
sana?«
başlamıştım: senin!» diye
sertçe
üzerine:
«Ben b a b a m ı t a n ı m ı y o r u m , » d e y i n c e y ü z ü d a h a d a
sertleşti: —
« B a b a m ı t a n ı m ı y o r u m n e d e m e k ? S e n b a b a s ı z mı;
doğdun? Baban y o k m u senin?» —
«Ben dokuz aylıkken babam
Atatürk birden
üzüldüğümü
sesini
yumuşattı:
ölmüş.»
yüzümden «Anneni
okumuş tanıyorsun
olacak ya
kir
yeter,»
d e d i . V e biraz d u r d u k t a n s o n r a e k l e d i : «Ben de babamı ta nımıyorum ya...» O gece y e m e k sabahın beşine kadar s ü r m ü ş t ü . Çoğu geceler böyle olur, meclisin horozlar öterken dağıldığı g ö r ü l ü r d ü . Bu y ü z d e n A t a t ü r k d e s a b a h s a a t b e ş t e n ö n c e y a tağına g i r e m e z d i . Saat
on birden
s o n r a hava
serinlediği
için konuklar birer ikişer balkondan içeri girmeğe dılar.
Masanın
üzerinde boşalmış
Dimltrokopulo
d u r u y o r d u . O devrin en ünlü rakısı olan
başla şişeleri
Dimitrokopulodan
A t a t ü r k her g e c e y a r ı m kilo i ç e r d i . M e z e s i de sadece tuz lu l e b l e b i y d i . A r a s ı r a d a f a v a d e n i l e n z e y t i n y a ğ l ı , l i m o n lu
bakla
ezmesini
istediği
o l u r d u . En s e v d i ğ i
yemekler
22;
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
arasında
kurufasulye
ve pilav geldiğini
tekrarlamak
iste
rim. Atatürk yordum.
tekrar
Fakat
beni
O'nun
çağırdı. Yemek
aklı
hep
benim
isteyecek
sanı
ismimde
değil
miymiş? —
«Ulan, bu ismi sen mi k o y d u n , y o k s a baban mı?»
d i y e bar bar b a ğ ı r m a ğ a Çok
korkmağa
başladı.
başlamıştım.
Benim
korktuğumu
gö
rünce daha fazla bağırıyordu. A r t ı k e l i m ayağım t i t r e m e ğ e başlamıştı. Ayakta duracak halim yoktu. Belki daha fazia k ı z a r da k o v u l u r u m d i y e g ö z ü n d e n u z a k l a ş m a ğ a k a r a r v e r d i m . Saat üçe doğru sofrayı O
gece
sabaha
dek
bırakarak yatmağa
gözümü
uyku
gittim.
tutmadı.
Yattığım
y e r d e dua e d i y o r d u m . Kâbusla karışık k o r k u l u rüyalar gör d ü m . Yavaş yavaş m ı ş t ı m . Bu
geldiğime
isim de başıma
pişman
bile
iş açıyordu
b u l m u ş l a r d ı b u « C e m a l » i d e , bana
olmağa galiba.
takmışlardı?
Ertesi gün de aynı k o r k u ve heyecan Adeta
akşam olmasını
başla
Nereden
içinde
geçti.
i s t e m i y o r d u m . Tek a v u n t u m ,
Ata
t ü r k ' ü n akşamki olayı u n u t m u ş olmasıydı. Akşam miye
doğru
Başyaver
yemeğini Atatürk,
hazırlamış, bekliyordum. arkasında A f e t
Rüsuhi, umumî
Saat
İnan, Zehra
kâtip Tevfik
yir
Hanım,
Bey o l d u ğ u
halde
s a l o n a g i r d i . B a ş y a v e r a ş a ğ ı i n e r e k ö b ü r k o n u k l a n da s o f raya getirdi.
Sofraya
oturmadan
önce Atatürk
konuklara
Arapça: —
« F a d d a l , » dedi- v e h e r k e s
masadaki yerlerini
aldı.
« O t u r u n u z , » y a da « b u y r u n , » a n l a m ı n a g e l e n b u s ö z ü , ç o k keyifli
olduğu
zamanlar
sık sık d u y d u ğ u m u
hatırlıyorum.
Sofrada ilk söz bana i d i : —
«Cemal, seni dün akşam sert sözlerle çok
hırpa
l a m ı ş t ı m . Fakat C e m a l ' l e r daima büyük adamlar olur. Sen de büyük adam
olacaksın.»
Sonra tarihteki ünlüleri
sıralamağa
başladı:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
23
«Sen C e m a l Paşa'yı tanır mısın? Şehzade
lettin Efendi'yi, Konya Çelebisi Cemalettin'i tanır —
«İsimlerini
—
«Bu k a d a r ı d a y e t i ş i r , »
Yemek
işittim,» diye cevap
Cema mısın?»
verdim.
dedi.
s ü r ü p g i d i y o r d u . Hava
yumuşadığı
gün önce içimi kaplayan korkuyu üzerimden
halde
bir
atamamıştım.
Her an yine o konuya d ö n e c e ğ i n d e n ö d ü m k o p u y o r d u . Sa at gece y a n s ı m
geçiyordu. Birden i s m i m l e
bana
seslen
diğini duydum ve yanına k o ş t u m . —
«Cemal, senin bu ismini d e ğ i ş t i r e l i m , olmaz
mı?
Sen kendine göre bir i s i m bul bakalım.» Şaşırmıştım. Daha karşılık v e r m e ğ e vakit — lebi
bulamadan:
«Ben sana i s i m buldum,» d e d i . «Senin
ismin
Çe
«Biz
sev
olsun.» Atatürk'ün çok sonraları yine bir mecliste
diğimiz
insanlara
Çelebi
deriz,» dediğini
O anda b ü t ü n k o r k u m bir b u l u t Yüzümdeki
memnunluğu
görünce
duymuşumdur.
gibi
kabul
dağılıvermişti. ettiğimi
anladı.
Zaten kabul e t m e m e k için hiç bir sebep de y o k t u . Fakat bir kere de iznimi almadan e d e m e d i : —
«Güzel m i ? Ç e l e b i adını beğendin mi?» diye s o r d u .
—
«Çok
güzel
e f e n d i m . Siz
bulduğunuza
göre
daha
da güzel,» d e d i m . Bunun üzerine sofradaki konuklara —
«Bu ç o c u ğ u n i s m i
döndü:
bundan sonra Çelebi'dir,»
diye
herkese tanıttı. A t a t ü r k inceliği, zarifliği kadar gönül almasını çok
iyi
b i l i r d i . H i z m e t ç i l e r i n i n bile böyle gönlünü aldığı o l u r d u . O
anda A t a t ü r k ' ü n
bu kadar önem verdiği
bir
adam
olmanın gururu içindeydim. Koltuklarım kabarmıştı. O gün Sarayda kim varsa h e r k e s e v e bütün konuklara beni yenf gelmiş önemli bir k i ş i y m i ş gibi tanıtıyor: —
«Bu z a t ı
Böylece
bilir
misiniz,
Atatürk'ün
Çelebi'dir,»
diyordu.
serzenişlerinden, hatta
bağırma-
24
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
larından kurtuluyor, üstelik O'nun sevdiği, çağırırken zevk d u y d u ğ u b i r i s m e d e s a h i p o l u y o r d u m . O g ü n d e n , y a n i 20 t e m m u z 1972'den itibaren i s m i m
«Çelebi»
A r k a d a ş l a r da hâlâ bu i s i m l e çağırırlar Sonradan
öğrendiğime
olarak
kaldı.
beni.
göre Atatürk,
hizmetine
gir
d i k t e n bir süre sonra, bir yakınının beni m e t h e t m e s i
üze
rine ilgilenip, o gece adımı sormuş. Adımı soruş
nedeni
de şöyle: Olay
yatıyla
gecesinden
bir gün önce Söğütlü
Beylerbeyi Sarayına gitmiştik. Â f e t İnan'm mezun Dam de Sion
olduğu
öğrencileriyle
beraber
dik. Kızlar kendi aralarında g e t i r d i k l e r i y e m e k l e r i
yiyorlar,
havuzun
(Fransız Kız Lisesi)
başında
gramofon
halde okulu bitirmelerini Hizmet ettik diye
çalıyor,
eğleniyorlardı.
Her
kutluyorlardı.
S ö r l e r i n biri çıkarıp bana on
lira
b a h ş i ş v e r m e k i s t e d i . O n lira da o zaman b ü y ü k para. A l mayınca
ısrar e t t i . Y i n e
r e d d e t t i m . Kadın ille de
v e r m e k istiyor, bu yüzden aramızda bir ç e k i ş m e
parayı
geçiyor
d u . Tartışmayı uzaktan gören  f e t İnan: —
«Al Cemal Efendi. Almazsan küçük düşerler. Son
ra ayıp olur.» d e d i . Ben de. â d e t i m olmadığı halde bahşişi almak zorunda
kaldım.
Meğer o akşam olayı Atatürk'e yetiştirmişler. h i z m e t ç i n t o k g ö z l ü l ü k t a s l a d ı . Parayı a l m a k kalsın bizi
küçük düşürecekti,»
demişler. Bunun
de o güne kadar yüzüme bile bakmayan s o r m u ş . Bahşiş kabul e t m e k Atatürk'ün gözünde
«Kibar
istemedi.
Atatürk,
i s t e m e y i ş i m , anlaşılan
yükseltmişti.
Az
üzerine adımı beni
ANKARA
ATATÜRK'ÜN
Cumhuriyet
döneminde
YOLUNDA
ill< k e z
geldiği
İstanbul'daki tatili yavaş yavaş sona eriyor, Ankara'ya yol görünüyordu. gerekti.
Cumhuriyet
Benim
niyetim
Bayrammda
Ankara'ya
başkentte
gitmekti.
olması
Gece
hayatı
çok zordu. Dayanamıyacağımı sanıyordum. Gitmesine
çok
az k a l m ı ş t ı . B i r g e c e s o f r a d a a n s ı z ı n s o r d u : —
«Çelebi Efendi, sen de bizimle Ankara'ya
sun değil
geliyor
mi?»
Gelmek ister misin? diye sormuyordu. 'Geliyorsun de ğil
mi'?
diyordu. Ne
diyeyim.
Atatürk'ün
emirlerine
hiç
karşı durulur mu? —
«Evet Paşam,» d i y e karşılık
verdim.
F a k a t Ç a n k a y a ' y a g i t m e m e y i b i r kez a k l ı m a tum. İstemediğim yere
niye zorla gideyim?
koymuş
Belki
unutur
d i y e u m u t l a n d ı m . Bu n e d e n l e d e u m u m î k â t i p H a s a n Rıza Soyak'a, ablamın
ve
eniştemin
İstanbul'da
onları bırakamıyacağımı, orada hastalanacak
oturduklarını, olursam ba
na bakacak k i m s e m olmadığını s ö y l e y e r e k , beni
Ankara'ya
götürmemelerini rica e t t i m . Atatürk, Ankara'ya, Bursa'ya uğrayarak gittiği için be-
26
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
ni unuttular. Gerçi sofracı arkadaşlardan bazıları
Ankara'
ya g i t m i ş l e r d i a m a , b a n a k i m s e o h e n g â m e d e « h a y d i » d e mediği için yerimden
kımıldamamıştım.
Beni unutacak s a n m ı ş t ı m ama
yanılmışım.
Atatürk
hiç bir şeyi kolay kolay u n u t m a z d ı . Korkunç bir zekâ v e hafıza gücüne —
sahipti. Orada sofracı
arkadaşlara:
«Çelebi nerede?» diye s o r m u ş . Onlar da
t i m olduğunu ileri sürerek kendi kendime için
istanbul'da
ablamın
Dolmabahçe
yanında
kaldığımı
Sarayının kadrosundan
mazere
bakamıyacağım söylemişler.
maaşımı
aldığım
için y e r i m d e n kımıldamak n i y e t i n d e d e ğ i l d i m . Yazın türk gelince yine O'na hizmet eder diye düşünüyor, kendime «Üç, dört aylık yorgunluktan
bir
şey
Ata kendi
çıkmaz,»
diyordum. 1928 y ı l ı n ı n ş e k e r b a y r a m ı n d a g e z m e k gitmiştim.
Ankara'yı
ilk kez
için Ankara'ya
g ö r ü y o r d u m . «Hazır
gelmiş
k e n Ç a n k a y a ' y a da u ğ r a y a y ı m , a r k a d a ş l a r ı g ö r e y i m , b a k a lım ne yapıyorlar?» d e d i m . Köşke girerken, Atatürk yanın da y a v e r i v e u m u m î k â t i b i o l d u ğ u h a l d e b a y r a m
tebrikle
rini kabul e t m e k üzere M e c l i s ' e gidiyordu. Bereket beni g ö r m e d i . Daha doğrusu hem i ç i n , h e m de beni g ö r ü n c e
sıkıldığım
alıkoyar korkusuyle
görünme
d e n g e ç t i m . B i r k a ç g ü n s o n r a da İ s t a n b u l ' a d ö n d ü m . O y s a b e n i m y e r i m d e b i r b a ş k a s ı o l s a y d ı , hazır h a t ı r l a y ı p , a r k a d a ş l a r ı m a ne y a p t ı ğ ı m ı s o r m u ş k e n , h e m e n k o ş u p
ellerini
öper, gözüne girmeğe çalışırdı. A r a d a n iki ay g e ç m i ş t i . A t a t ü r k , İstanbul'a g e j d i . Y i ne
eskisi
yanlarında
gibi
Dolmabahçe'de
olduğu
halde masaya
sofrayı oturur
kurduk. oturmaz
Konuklar işaretle
beni yanına çağırdı. H e m e n k o ş t u m . Önünde e ğ i l d i m . Eği lince de kulağımı tutup başladı çekmeğe. Büyük bir kaba hat işlemiş çocuk gibiydim o an. Atatürk, yarı öfke. yarı şaka şöyle dedi: —
«Geçen yıl her gece burada ' g e l i r i m , g e l i r i m ' d i y e
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
27
SÖZ v e r i r s i n . S o n r a , o r a d a b a n a b a k a c a k k i m s e y o k , d i y e cayar, bizi mi
atlatırsın. Orası
ki, gelmekten
insanlıktan
Sana bakılmaz
bir
yer
mı
Köşkte.
N a s ı l söz v e r i y o r s u n b ö y l e . H a y d i b a k a l ı m , ş i m d i
kendini
nasıl
kaçıyorsun.
nasipsiz
affettireceksin?» Kendimi temize çıkarmak
için hemen
—
«Paşam, ben Ankara'ya geldim,»
—
"Öyleyse niye gelip beni
—
«Gelecektim
—
«Bak A n k a r a ' y ı da g ö r m ü ş s ü n .
ama
atıldım:
dedim.
görmedin?»
çekindim.» Saray
mı,
yoksa
Köşk mü daha iyi?» —
«Siz i ç i n d e o l d u k ç a i k i s i d e i y i . K ö ş k
ama kullanışlı. Sarayın havası daha
A t a t ü r k , Köşkü s e v d i ğ i m i böylece anladığı —
«Öyleyse
bu yıl Ankara'ya
biraz
ufak,
başka.» beraber
için: gideceğiz,»
dedi. 1928 y ı l ı y a z ı n ı n s o n u n d a A n k a r a ' y a , A t a t ü r k ' l e
bera
ber g i t t i m . Böylece A n k a r a hayatım başladı. A r t ı k A t a t ü r k nerdeyse, ben de ordaydım. O'nun larım.
hizmetinde geçti
yıl
ÇELEBİ S A R A Y D A
OTURUR
BİR y a z s o n u A t a t ü r k , A n k a r a ' y a d ö n m ü ş , b e n bir süre
için Dolmabahçe'de
geçici
kalmıştım. Bedavadan
aylık
alıyor, bütün gün yiyip içip yan gelip yatıyor, yalnız sara ya gelenleri gezdiriyordum. Bütün işim bu kadardı. Saray başkâtibi
Mustafa
B e y , iş s ö y l e y i n c e
kaytarı
y o r , o da A t a t ü r k ' e s ö y l e r i m k o r k u s u y l e f a z l a ü s t ü m e v a r m ı y o r d u . Bir g ü n canına tak d e m i ş olacak k i : —
«Çelebi, sana bir
Kemal'in adamıyım
iş b u y u r u y o r u z .
Sen
saraya bakıyorum, vaktim yok, diyorsun. Aylık geliyor.
Mustafa
diye kaytarıyorsun. Şunu yap
desek,
Ankara'dan
D ü n y a n ı n kıçına m a y m u n c u ğ u u y d u r m u ş s u n ,
ge
ç i n i p gidiyorsun...» d i y o r d u . D u r u m u m u A n k a r a ' y a d u y u r m u ş l a r . Bir p u n d u n a g e t i rip A t a t ü r k ' e ş i k â y e t e t m i ş l e r . Bir gece d a v e t l i l e r e
şöyle
demiş: —
«Bizim sofracı Çelebi büyük adam olmuş.
Han adını almış. Bizim gibi
Ankara'da
oturmaz.
Çelebi Padişah
s ü l â l e s i n d e n , s a r a y d a o t u r u r . İ ş i n i b i l i r o...» Bu k o n u ş m a y a t a n ı k o l a n s o f r a c ı R e m z i , b u n l a r ı b a n a ballandıra ballandıra anlattıktan sonra:
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
—
29
«Sanırım s e n i şiicâyet e d e n l e r , u t a n ç l a r ı n d a n o an
y e r i n dibine batmışlardır. O gece sofrada olaydın, da k u laklarınla duyaydm, gözlerinle göreydin...»
dedi.
NE YER, NE İÇERDİ?
ATATÜRK sabahları erken
kalkmazdı.
geç, çoğunlukla şafak s ö k e r k e n yattığı
Geceleri
çok
için. gündüz
saat
o n b i r , o n i k i y e d o ğ r u k a l k a r , z i l e b a s a r d ı . H e m e n b i r firncan kahveyle o günkü gazeteleri götürürdüm. Kahveyi ta şekerli içerdi. Gayet ince ketenden yapılmış bir
or
enta
r i y l e u y u d u ğ u i ç i n , u y a n ı n c a da b i r s ü r e o k ı y a f e t l e
kalır,,
divana
arka
bağdaş kurarak
kahvesini
içerdi. Çok yakın
daşlarından ve umumî kâtipten başkası içeriye giremezdi.. Bazen d e ş e z l o n g a u z a n ı r ,
uzun
uzun
günlük
o k u r d u . Bu o k u m a b i r b u ç u k s a a t k a d a r Sonra
banyosunu
yapardı.
Temizlik
t i t i z d i . Y a z v e kış a y ı r m a z , m u h a k k a k par, her gün çamaşır gösterir,
traşlı
katiyen
sürerdi. konusunda
her gün banyo
değiştirirdi. Giyimine gezmezdi. Kışın
rır, s o ğ u k h a v a y ı c i ğ e r l e r i n e
gazeteleri)
karşı
pencereleri
çofe ya
titizlik açtı;-
doldururdu.
Banyodan çıktıktan sonra soğuk ayranla bir d i l i m f r a n cala yer, bazen ayranın yerine bir kâse y o ğ u r t alırdı. B i n d e bir davetli bir konuk olacak k i , ayıp o l m a s ı n diye
yemek
y e s i n . Bazen s ü t l ü k a h v e y l e ç a y i s t e d i ğ i d e o l u r d u . İkinde k a h v a l t ı s ı y a p m a z , o n u n y e r i n e b i r b a r d a k e k m e k s i z ayran? içerdi.
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM Akşam yemeklerini
ise k e s i n l i k l e
31
arkadaşlarıyle
y
anek a l ı ş k a n l ı ğ ı n d a y d ı . Ç a n k a y a v e D o l m a b a h ç e S a r a y m d a ki akşam yemeklerinde davetli
topluluğu
meselelerinin
her
sayısı ondan aşağı d ü ş m e y e n z a m a n hazır
görüşüldüğü
bulunurdu.
bu toplantılarda
bir
Memleket
herkesin
.şüncesini ö ğ r e n m e k i s t e r d i . Fakat y i n e de kendi
dü-
bildiğin
d e n şaşmazdı. M e c l i s ' e bir istek mi getirilecek, bunu yaScınlarıyla t a r t ı ş m a k t a n z e v k d u y a r d ı . A t a t ü r k ' ü n sofrada günlük olayların dışında harf dev r i m i , d i n d e v r i m i g i b i y e n i v e h e y e c a n l ı k o n u l a r da o r t a y a a t t ı ğ ı o l u r d u . Bazen h e r k e s i ş a ş ı r t a n b u k o n u l a r d a n a l a c a ğ ı o l u m l u cevaplar da, olumsuz giderdi. Herkesi
konuşturur,
c e v a p l a r da ç o k
düşüncelerini
hoşuna
öğrenir,
son
s ö z ü h e r z a m a n k e n d i s i s ö y l e r d i . Bu i ş t e y a n ı l d ı ğ ı n ı
hic
hatırlamıyorum. Sofra konuşmalarında konuyu kalarının
konu ortaya atmasına
hep kendisi açar, baş
meydan vermez,
sorduğu
s o r u l a r ı n karşılıklarını büyük bir dikkatle d i n l e r d i . Başka5arının y a p t ı ğ ı p r e n s i p l e r e d e ğ i l , a n c a k
kendi
prensipleri
n e uyardı. Bir gün y u r d u m u z u gezen bir yabancı r)\n
yaptığı
görüşmede
-«Programım
benim
«Programınız
hareketimden
nedir?»
çıkar,»
gazetecisorusuna
karşılığını
ver
mişti. Doğruluğuna inandığı düşünceyi sonuna dek
savunur
d u . H a r e k e t l i v e h e y e c a n l ı y a ş a n t ı s ı n ı n t e k z e v k i n i n , ak şam
sofraları
maların yerini
olduğunu saatler
söyleyebilirim.
ilerledikçe
anılar
Akademik alır,
tartış
geçmişten
söz edilir, t a r i h s e l olaylar sıralanır, bazen de hoş hikâyeüer a n l a t ı l ı r d ı . Sofrası, çoğu akşamlar
bir edebî sohbet m e c l i s i ha
f i n i a l ı r d ı . En ç o k t a r i h , p o l i t i k a , s a n a t k o n u l a r ı
görüşülür,
anılara değinilirdi. Günlük olaylar üzerinde de durulur tartışılırdı. Sanat ve musiki
ve
görüşmeleri de yapılırdı. Ko-
snuşmacılar s ı r a d a n i n s a n l a r d e ğ i l d i , b i l g i l i k i ş i l e r d i . Z a t e n
32
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
bilgisizlerin O'nun sofrasında yeri olmazdı. Konuştular m ı , o işin aslını bilerek konuşurlardı. Hepsi değerli
kimseler
di. Bakanlar o l s u n , m i l l e t v e k i l l e r i
olsun, gerçek
sıfatları
kişilerdi. Tanınmış edebiyatçılar, kalem
sahiple
na l â y ı k
ri, çoğu yabancı dil bilen b i l i m adamları toplanırdı da.
Sofraya
katılacak
olanları
Atatürk
seçerdi.
sofra
Önceden
kimin geleceği pek belli olmazdı. Sonradan çağırtılıp, sof raya alınanlar da o l u r d u . Özel K a l e m , önceden seçilen kişilere haber gönderip, Atatürk'ün çağrısını bildirirdi. Özel Kalem müdürü
telefon
edip; —
«Gazi H a z r e t l e r i sizi bu a k ş a m b e k l i y o r l a r , » d e r d i .
Sofrası sanki, arkadaşları ve dostları ile t a r t ı ş m a
ve
eğlence yerini b i r l e ş t i r e n bir köprü görevi g ö r ü y o r d u . Bu g e c e l e r i n hiç birine d o y u m olmadığını v e her birinin i ç i n de bir tarih yaprağının yaşadığını zamanlg anladım. Sofrasında her ç e ş i t insana yer v e r i y o r d u . Hepsi ayrı düzeydeki
bu
insanlarla
tartışırken, sanki yurdun
sesini
duyardı. Güvendiklerinin ve sevdiklerinin eleştirilerine sa bırla katlanmasını b i l i r d i . Şakayı çok
severdi. Şakalaşanları
gülümsemeyle
iz
l e r d i . K e n d i s i de ara sıra şakalar yapardı. Eski arkadaşla rından Nuri C o n k e r , Salih Bozok, sık sık şaka yaparlar
ve
sofrayı
bir
şenlendirirlerdi. Sinirli
zamanlarında
bunların
nüktesi ya da h i k â y e s i , A t a t ü r k ' ü n bir anda ö f k e s i n i dağıt mağa yeterdi. A m a Atatürk, her zaman neşeliydi. Sinirlen diği zamanlar çok azdı. O zaman da arka arkaya sigara v e k a h v e i ç e r d i . En g ü ç a n l a r d a b i l e s o ğ u k k a n l ı l ı ğ ı n ı , n e ş e s i ni y i t i r m e m e s i n i
bilir ya da ö y l e g ö r ü n ü r d ü . Çok
konuk
s e v e r d i . Sofradakilerin ayrı ayrı gönüllerini alıp, hatırlarını sormadan yapamazdı. A ç ı k konuşanları sever ve yanında her şeyin konuşul m a s ı n ı i s t e r d i . Bu y ü z d e n s ı k s ı k i l e r i g e r i k o n u ş a n l a r a da rastlanırdı.
Atatürk'ün
sofrasından
kimler
geçmemiştir
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
33
ki... Mahalle arkadaşları, silâh arkadaşları, devrim
arka
daşları, politikacılar,
bilim
edipler,
şairler,
müzisyenler,
a d a m l a r ı , ö ğ r e t m e n l e r , iş a d a m l a r ı , yabancı d e v l e t başkan ları, krallar... İşten v e y u r t gezilerinden artan bütün ö m r ü g e ç m i ş t i r denilebilir. Fakat burası hiç bir zaman ve cümbüş bayağılığına i n m e m i ş , bir sohbet ve
sofrada bir
içki
tartışma
m e c l i s i olarak k a l m ı ş t ı r . E ğ l e n c e n i n yanı sıra en zor d e v let işlerinin karara bağlandığı «Politikanın, aktüalitenin
bir meclis olmuştur.
ziyafet
sofrası»
adım
Buna
takanlar,
yanılmamışlardır. Resmî g ö r ü ş m e l e r i n d e son derece titiz v e t ö r e n c i olan Atatürk'ün
özel
hayatındaki
s a m i m i y e t i , dünyada
d e v l e t a d a m ı n a n a s i p o l m u ş t u r , d e n i l e b i l i r . Bu içinde çevresindekilere
düşüncelerini
pek
az
samimiyet
aşılardı ama,
körü-
körüne diktaya giden bir adam değildi hiç bir zaman. Her şeyi ç e v r e s i n e d a n ı ş m a s ı , bunun en
güzel
örneği
değil
miydi? Danışmaya bazen o kadar büyük değer v e r i r d i k i . ak lından geçen meseleler hakkında çok zaman hiç
olmadık
insanların g ö r ü ş ü n ü bile aldığı o l u r d u . Sonunda yine di g ö r ü ş ü n ü u y g u l a y a c a ğ ı n ı b i l d i ğ i
halde — b u n u
ken
sofrada-
kiler de hep b i l i r l e r d i — hiç k i m s e n i n hor g ö r ü l m e s i n e kat l a n a m a z d ı . Bu y ü z d e n h i ç o l m a d ı k k i m s e l e r d e n b i r
şeyler
öğrendiğini de saklamaz, açık açık anlatırdı. Bir g ü n s o f r a d a S a l i h B o z o k , A t a t ü r k ' ü n ç o k n e ş e l i b i r zamanını yakalayarak şöyle dedi —
:
«Paşam, şu danıştıklarının
içinde bazen
öyleleri
var k i , ş a ş ı y o r u m . Bunların g ö r ü ş l e r i n e nasıl olsa katılma yacaksın. Kararı önceden de v e r d i ğ i n m a l u m . O halde on ları ne d i y e b i r e r b i r e r çağırıp
karşında
A t a t ü r k , buna şöyle karşılık verdi —
«Bazen h i ç
öğrenmişimdir. Hiç
terletirsin?»
:
umulmadık
adamdan
bir kanaati
hakir görmemek
ben
çok
şeyler
gerektir. F: 3
34
ATATÜRK'ÜN UŞAĞI İDİM
S o n u n d a l
View more...
Comments