Arthur Schopenhauer - Tartışma Sanatının İncelikleri

December 8, 2017 | Author: komuncu | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

tartışma sanatının incelikleri...

Description

TARTIŞMA SANATININ İNCELİKLERİ

Arthur Schopenhauer

(d. 1788, Danzig - ö. 1860, Frankfurt am Main) Ünlü Alman filozofu.

l 8 l 3'te

Jena'da

Über dle vlerfache Wurzel

(Yeterli Sebebin Dörtlü Kö­ kü) adlı bir tez savundu ve l 8 l 8'de büyük eseri Dle Welt als wme und Vorstellung'u (İstenç ve Tasanm Olarak Dünya) yayımlandı. Berlin Ünivesitesi'nde doçent oldu (1820); 1831'de öğretim üye­ liğinden aynlarak Frankfurt'ta münzevi bir hayat yaşadı; alaycı ve nükteli eserleri arasında, Über den Willen in der f'fatur (Tabiatta İra­ de üstüne) ı ı 836), Über die Frelhelt des Menschllchen Willens (İn­ san İradesinin Hürriyeti Üstüne) ( 1839], Die belden Orundproble­ me der Ethik (Ahlakın İki Temel Meselesi) ı 1841], Parerga und Pa­ ralipomena ( 1851 J yer alır. İki eseri ise ölümünden sonra yayımlandı: Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Düşünceler ve des Satzes vom Zureichender Orunde

Fragmanlar.

Schopenhauer felsefesi, hem Kant idealizmine hem de Hint filo­ zoflarına dayanır. Bütün doktrinini, özneyi de nesneyi de kapsa­ yan tasavvur (Vorstellung) ve irade gücü kavramı üstüne kurar. Dünya bir tasavvurdur, yani o, akılda tasavvur edildiğinden başka bir şekilde düşünülemez (idealizm). Schopenhauer, bu fenomen­ ler dünyasının dayanağına, uirade" (istenç) adını verir ve her kuv­ veti bir irade olarak görür (iradecilik). Bu irade varlıklarda, yaşa­ ma isteği veya yok etme sebeplerine karşı direnme ve onlara ha­ kim olma eğilimi olarak belirir. Zeka bile yaşama isteğinin hizme­ tindedir; bununla birlikte, insan, her yaşantıda ve çabada kötülük ve acının bulunduğunu anlayınca, yaşama isteğinden kendini ge­ ne zeka yoluyla kurtarabilecektir. Bu, hayat şartlarının karamsar bir analizidir ve Schopenhauer, kendisine ün sağlayan keskin ze­ kasını ve acı belagatini bu konuda ortaya koymuştur. Schopen­ hauer'in ahlakı, insanların özdeşliğinden ileri gelen acıma duygu­ suna dayanır.

ArthurSchopenhauer

TARTIŞMA SANATININ İNCELİKLERİ (Genişletilmiş 2. Baskı)

Çeviren:

Ahmet Aydoğan

Say Yayınlan

Schopenhauer / Toplu Eserleri l O

Tartışma Sanabnın tncellklert ISBN 978-605-02-00.'31-7 Sertifık;ı '.'!o: 10962 Yayın Haklan © Say Yayınlan Bu eserin tüm haklan saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Özgün adı: Die Weit als Wiiie und Vorstellung, Bd. iL Kap. XI: Zur Rhe­ torik. Parerga und Paralipomena, Bd. iL Kap. il: Zur Logik und Dialektik. Die Kunst, Recht zu behalten. Çeviren: Ahmet Aydoğan Editör: Derya Önder Sayfa Düzeni: Tülay Malkoç

Baskı: Kurtiş Matbaası Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 61.'3 68 94 Matbaa sertifika no: l 2992

l. Baskı: Say Yayınlan, 20 l l 2. Baskı: Say Yayınları, 20 l 2

Say Yayınlan

Ankara Cad. 22/ l 2 • TR-.3411O Sirkeci-İstanbul Telefon: (0212) 512 21 58 · Faks: (0212) 512 50 80 e-posta: [email protected] • web: www.sayyayincilik.com

Genel Dağıtım: Say Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Cad. 22/4 • TR-.341 1 O Sirkeci-İstanbul Telefon: (0212) 528 1 7 54 • Faks: (02121 ."- ı '.' �.r K(l • .ıvkıtap.r e-posta: [email protected] • onllııe "·" r

,Jm

İçindekiler İkinci Baskıya Önsöz Sunuş

......................................................

..........................................................................

7

21

Tartışma (ve İkna) Sanabnın incelikleri Giriş: Belagat yahut etkili konuşma sanatı

45

. .............................

Tartışma ve Çekişme Toplu Bakış

5l

....... . ......... .............................. . ..................

İncelikleri ve Aynnblanyla Tartışma Sanab Mantık ve Diyalektik Eristik Diyalektik

Her Türlü Diyalektiğin Temeli

Tartışma Hlleleri Ekler

67

..... . ........... . . . ................ . . ...... . .........

............. . .... . .......................................

7l

80

.................... . . ..... . . . ........ . .

.................. ............................... . ........

;.85

.............................................................. . ......... . .

1 25

İkinci Baskıya ônsöz Tartışma Sanatının incelikleri altı yedi ay gi bi kısa bir za­ man içerisinde i ki nci baskısın ı yapıyor. Üstelik kitabı tak­ dim etmek üzere kon ulan sunuş yazısı kitabı açacak, di kkat çektikleriyle okumayı kolaylaştıracak yerde yo­ ğu n l uğu hatta, deyiş yerdeyse, nefes aldırmazlığıyla ki­ tap için ciddi bir perde ol uşturmasına ve gerek m uhteva terti bi gerek sayfa düzeni bakım ından onca e ksik ve ku­ suruna rağme n böyle bir kitap bu kadar kısa bir zaman­ da bunu yapabiliyor. Bunu bütün bu nakiselerine rağmen nasıl yapabiliyor? Bu yapılanı hayra mı yormalıyız? Yoksa tam tersi bir şeyi n alameti olarak m ı görmeliyiz? Bir dost işe kötü tarafından baktı ve b u n u bütün top­ l u m katmanları i çerisinde çekişmeciliğin ve didişmecili­ ğin altın çağı nı idrak etmeye başladığı bir dönemde kita­ bın muhtevasıyla bu nabzı iyi yakalamasına ve bizzat başlığıyla okuru n u ayartıp dikkatini çelecek bir cezp edi­ ciliğe sahi p olmasına bağladı . Bir başkası ise b u n u n arka kapak yazısında baştan iyi tutturulan ve tutturduğu n u da iyi tutan cümlelerin so­ nunda fev kalade i nce ve nazi k bir dille yapılması gere­ ken işaret ve daveti neredeyse cazgırlığa vardınrken ser­ gi lediği vulgarlsmde aranması gerektiğin i söyledi. Eğer gerçek b u i kisinden b i ri veya her i kisiyse yazık.

Sun uş yazısına, yazıda gözetil e n i n cel i klere, gözetebil7

Tartışma Sanatının İncelikleri

mek için sarf edilen emeğe, sağlığı teh l i keye atacak bo­ yutlara varan gerilime ve o gerilimin mahsul ü olan şeyle­ re . Yazık. Ne var ki i l k ihtimal daha başı ndan göz ö n ü nden bu­ lundurulmuş ve o Sunuş yazısı da zaten böyle bir i htimal görmezden gelinemediği için yazılmıştı . İ ki nci ihti malse ileride söylenecek olanlan kendi başına gölgeleye bile­ cek kudrete sah i p d eği l . Kaldı ki her iki ihtimal de kita­ bın en azından seslendikl e ri n i n dikkatleri kuru bir baş­ l ı kla veya kışkırtıcı bir i ki cümleyle çelinebilecek kadar bu genel temayüle teşne olduklan nı var sayar, gördüğü bu ilgiyi de böyle bir susamışlığa bağlar ki bu her ne olursa olsun bir bühtan olur. O zaman oradaki umudu muhafaza etmek için hala bel bağlanabilecek bir varsayı m , önümüzdeki soru n u n cevabını bulabileceğimiz sakl ı bir y e r v a r demektir. Do­ layısıyla kitabın gördüğü bu ilgiyi yine orada söylenenler çerçevesinde yorum layabilir ve: hak ve haki kate boyun eğip teslim olma yeri n e bin dereden bin su getiren çe­ kişmeci l i k ve ayak direyiciliği n ülke genelinde her geçen gün bir kat daha yaygın laşmasının en azından bu kitabın okurlan ölçeğinde doğurduğu hoşnutsuzluğa ya da böy­ le bir yaygınlaşmanı n esrarın ı n uyardığı tecessüse yora­ biliriz. Dilim izde artık kulaklara çalınmaz olmuş fakat vak­ tiyle ağızlardan d üşmeyen bir söz vardır: "Hak deyince akan sular d u ru r ! " Dilimizin tanı klığına göre bu d i l i n adesesinden dün­ yayı görüp tan ıyanlar hak dendiğinde öylesine derinden sarsılıyor ve her ne hal üzereyseler kendi leri n i öylesine büyük bir huşu ve haşyetle toparlıyorlarmış ki bu hal üzere etrafların a baktı klannda b u n u n sadece kendilerin8

İkinci Baskıya önsöz de d eğil dört bir ci hette, canlı cansız her şeyde gerçek­ leştiğini görecek bir görüş gü cüne ulaşıyorlarmış. Sair her şey onları dağıtsa, aralarındaki nizam ve in­ tizamı bozup niza ve ihtilaf doğursa dahi hak dendiğin­ d e derhal kendileri n e gel iyor ve hizaya geçiyorlarmış. Bel ki onlar da herkes gi bi herhangi bir şeye erişmek için çabalarken yol ları na çıkan şeyleri bertaraf ederek ol­ madı arkasından dolanarak aşıp geçiyorlard ı , ama hak çıktığında görmezden gelere k, olmadı görü nmez hale getirere k her ne pahasına olursa olsun erişmeye çalış­ mak yeri n e derhal çabalamalarına son veri p hakka tes­ l i m ol uyorlarm ış . . . Buradan bir yol tutturu p deri n l eşebildiğimi z kadar derinlere sardırı r, bu sözün böyle bir dille bize nasıl ve hangi şartlarda miras kald ığın ı anlamaya çalışırd ı k. Ama nafil e. Art ı k sözü n söyl ed iği n d e iti bar e d i l e c e k iti barı kal­ mad ı . Söz denilen şeyin itibarı öylesi ne tükendi k i artık in­ sanlar boşa da doluya da " benim kamım tok! " deyip boş geçiyorlar. Ne diyelim . . . Böylesine hor ve hoyratça kullanarak insanları n nezdinde bir gün sözün " laf"a, lafın da boşu dolusu ayırt edilme zahmetin e değmez " lakırdı "ya dönü­ şeceğini ve tokl uğu n aşılmaz geçit vermezliğin e toslaya­ cağını hesap edemeyip bindikl eri dalı kesmiş olanlar utansın! Gelsin kessin savaşı, bitireceği varsa bitirsin ba­ şı, tek yağ ile bal etsin ağu l u aşı denildiği ve tam i htiyaç duyulup yol u gözlendiği sırada keseceği ni kesemeyecek, bitireceğin i bitiremeyecek derecede sözü sakatlayıp tü­ ketenler utansı n ! . . Onun için doğrudan gün ümüze dönelim ve bugün bu açıdan ne duru mda olduğumuza bakalım. 9

Tartışma Sanatının İncelikleri

Bırakalım geri kalanları bugün hak deyince asıl durması gereken: i nsan du ruyor mu? Durm uyor. Ya ne yapıyor? Nerede kimin yol una d u rdurucu b i r güç olarak çıksa artık herkes hiç duraksamadan işi laf cambazlığına dö­ küyor, karşısındaki ni lafazanlıkla boğuyor ve böylece onu o durdurucu güçten yoksun bırakarak yol dan kaldı­ rıyor, daha doğrusu kaldırdığın ı sanıyor. Artık ki mse kendisine rağmen, kendisine yakın ola­ rak görd üğü şeylere rağmen hakkı teslim etmiyor, eğer uzağındaysa yaklaşmak yerine onu kendisine yaklaştırı­ yor, buna muvaffak olamıyorsa yaklaşma veci besi ni bir vecibe olmaktan çıkarmak için işi önce i krar verdiği şey­ leri, en son unda da i krar vereni : kendisini i nkara kadar götürüyor. Artık herkes her şey istediğim gibi olsun diyor, olmu­ yorsa durup dikelmek ve sağa sola kulak vermek yeri ne gücü kuvveti varsa oldurmak için zorl uyor, yoksa bin tür­ l ü kı lığa girerek dön üp kendisin i zorl uyor. Ve eğer en sonunda hak sebebiyle bu olmazlı k bir ni­ za ve i htilafa dönüşüyor ve bu defa hak h u ku k olarak yollarına çı kıyorsa artık " bırakalım son sözü h u ku k söy­ lesin ! " demek yeri ne hala zorlamaya devam ediliyor, du­ ruma göre ya ihtilafın görüld üğü h u ku k değiştiri l iyor da­ ha da o lmadı iş ihtilafı görecek hakimleri değiştirmeye kadar götürü l üyor. Böylece son sözü söyleyip niza ve ih­ tilafı sona erdirecek, çekişmenin toz dumanı içerisinde önleri n i göremez hale gelen i nsanlara i htiyaç d uydukları aydınlığın berrakl ığını su nacak yüksekli kte tutulması ge­ reken gün l ü k siyasetin batağına çeki liyor ve öyle bir nok­ taya gel i n iyor ki ki min haklı kimin haksız olduğu sonsu­ za kadar çözülemez bir mesele olarak cevapsız kalıyor. 10

İkinci Baskıya Önsöz Hangi şart altında olursa olsun m utlaka bariz olması gereken tebarüz etme imkan ı ndan mahru m bırakılıyor. . . Avrupa'da

buna

"değerlerin

aşı n ması "

dendi

ve

"transvaluation" d iye bir şeyden söz ed i l d i . Oysa ortadaki ç o k daha derin bir buhran idi ve teme­ linde onlann "sübjektivizm" dedikl eri şey vard ı . O n u n i ç i n dehşetle irki l i p sormak gerekiyord u : Bu "sübjektivizm" denilen şey nasıl ortaya çıkar, bu her şe­ yi kendisine ram edici cüreti n ereden bul ur? Sofia gi bi ulu ve ulvi bir şey nası l olur sofistıiğe dönüşür? Dinleye­ rek h üküm verip yol açması gereken muhakemenin ba­ şına ne gelir ki muhatabını yan ıltacak safsatalar uyduran

mugalata olur? Orada bu ve benzeri sorular sorularak, "sübjekti­ vizm " tam olarak aydın latılamamış olsa bile, hiç olmaz­ sa "sofistlik" bütün yönleriyle ele alınıp tartışıldı, lehinde aleyhinde bir yığın kitap yazıldı. Burada bu sorular sorulamaz, sorulsa müşteri bula­ maz, bulsa mu hatabına u laşacak mecradan mahrum bı­ rakılır. Dahası buradan " hak dendiğinde eğer akan sular d urmazsa" "akacak su bulu n maz"a u laşmaya çabalaya­ cak düşünce velev ki u l aşacak kıvama gelse dinleyecek kimseyi bulamaz. Bu b u l u nmazlık soruların ön emsiz olmasından deği l . İ nsanları n b i r arada yaşamasını mümkün kılan en te­ mel sütunlardan birindeki çürümeyi sorguladıklanndan dolayı bu soruların hayatiliği aşikar. Ama burada artık her şey gazeteci kafasıyla ve tam ona mahsus bir sığlık ve der­ me çatmalıkla ancak bir adım gerisinden ele alınarak ko­ nuşuluyor. Kimsenin daha fazlasına tahammülü yok. Ve bu tahammülsüzlük düşüncenin en fazla ürktüğü şey. Onun için de bir hastanın derdine derman olacak devayı 11

Tartışma Sanatının İncelikleri

kendi elleriyle kendinden mahrum etmesi gibi, buradaki umumi efkar da kendisini ona eriştirecek yol u aramayarak veya arayanlara talip olmayarak derdine derman olacak bilgiden kendi kendisini mahru m ediyor. O iti barla garipsememek gerekir: İ nsa n ı n i nsan ol­ mak hase biyle en temel ve hayati meseleleri eğer i l kele­ rinden hareketle ele alınarak konuşulacaksa bu ancak metafiziği n dil ve imkanlarıyla olabilecekken bunları en gündelik dille ulu orta konuşmaya tevessül etmek, olma­ dı bu kadarı na bile taham m ül edemeyip d i l i n bünyesin­ den bu imkanların izleri n i topyekun silmeye kal kmak, di­ ğer yanda ise en süfl i veya alelade şeyleri en karmaşık ve tekellüfl ü bir dille kon uşmak hatta bunların metafizi­ ği ni kurmaya kal kmak-bu nlar ancak bu zamanda ola­ cak şeylerdir. İ lkesizlik her yerde kazan ıyor. İ halecilik ülke insanının kaçınılmaz kade ri halin e ge­ l iyor. Eskiden sermayesi olmayan fakat sermaye sah ipleri­ nin tezgah ları nda işe yarayacak bir mahareti yah ut mari­ feti olanlar pazara çıkar ve onu satılığa çıkarırlard ı . Müş­ teri çıktığında bir bedel m u kabilinde satılan meziyet ya­ hut maharet hayat hakkı tanın madığı için diğerleri ni e n fazla köreltebilir yahut büsb ütü n güdük bırakabilird i . Ya­ ni en fazla kendine zarar verird i . Artık bu gibilere yurt içindekiler yetmiyor, doğrudan yurt dışındaki pazarlara çı kıyorlar. Eğer onları n yurtdışındaki bu arayışları n ı n so­ rumlusu bu ü l kede m üşteri leri n i n çıkmamasıysa bunca zaman bu ü l keye ve imkanları na h ü kmetmiş olanlara ne dense az gelir. Ki bunun böyle olduğu n u düşünmek için yeteri nce sebep var, zira elindeki kıt kanat imkan larla bu zor gün lerinde ü l kesi için seferber olacak olanlar b u im12

İkinci Baskıya Önsöz kanları n erede neyi n ucundan tutarak kullanabilecekleri­ ni bilecek ya da soru p öğrenecek durumda değil ler. "Vaktiyle böyle bir i htimal öngörülmüş olmalı ki b u n u n maddi-fiziki bir istila olacağı nı düşünerek seferberl i k da­ irelerini kuranlar kendilerince bunun bir önlemini almış­ lardı ama bu istilanın zi h n i-fikri bir istila olarak başlayı p her şeyi teslim alacağını nereden bilebilirlerdi?" sorusuy­ la kendileri n i savunacak olanlar bugün davası nı kimseye anlatamazl ar. Çünki eğer strategia denilen şey sonunda

strategos stratagem stratum stratus: sternereye yani dü­ şünce çabasıyla gerçekleştiri len "yayma ve yerleştirme" ameliyesine dayan ıyorsa o ihtimali öngördüklerini söyle­ yen ler b ugü n olmazsa yarın m utlaka gafi l avlanacaklar­ dı, çünki baş tacı etmeleri gereken şeyi . düşünceyi bir ayaklar altına almadıkları kalmıştı . Yakı nlarda ü l kenin en köklü ku rumları ndan b i ri daha tasfiye edildi . Daha doğrusu o kurumun içerisinde iyi kö­ tü devlet terbiyesi görmüş, az çok tarih şuuru n a sah ip, dolayısıyla bu ü l kenin d i kiş yerlerini o tarih şuuru çerçe­ vesinde şöyle böyle bilen , onların civarında kim i n hangi maksatla doland ığı nı az da olsa çıkarabilecek durumda olan bir zümre daha saf dışı edild i . Neyl e , hangi enstrümanlarla? O kadar çok istismar kon usu old u kları , hele son za­ manlarda doğrudan ve alenen birtakım gizli emellere alet edildikleri artı k iyice ayyuka çıktığı için ki mseye inandırıcı gelmeyen martaval larla. Neydi bun lar? O sunuş yazısında çok daha etraflı bir şekilde dile geti­ rilmiş ve nereye aitseler tam oraya yerleştirilmişti : bu on yı­ lın (çünki her şey gi bi artık bunların da ömrü kısaldı) trinite

sacresi: demokrasi. insan haklan ve huku kun üstünlüğü. ı

.3

Tartışma Sanatmm İncelikleri

Fakat asıl büyü k tasfiye kuru m l arda yapılan veya dogru dan ku ru mları n tasfiyesi degi l . Ü l ke n i n meselele­ ri n i her biri n i ken d i i l ke s i n d e n hare ketle . d ü n ü bugü n ü ve yarı n ı içinde d ü ş ü n e b i l ecek vüsate sah i p z i h i n l e r ö z yurd u n dan tasfiye e d i liyor. Şu s o n on y ı l içinde öyle muazzam bir z i h n i ve ru h i dönüşüm geçird i k ki şimdi ke ndimizi b u l d ugumuz no ktayı ifade etmek için eger d i l i mizde bu manada sefaletin en koyu s u n u ifade ede­ bi lecek kud rette bir sözcü k olsayd ı o dahi ki fayet et­ mezd i . Art ı k bu ü l ken i n hangi meselesi o l u rsa olsun e h l i n i n e l i n e geçme ve o e l d e n örsel e n meden esrarı n ı n çözü lmesini b u l m a u m u d u n u e bediyen kaybed iyor. Ar­ tık bu ü lke n i n mese l e l e ri e bediye n sah i psiz . e b e diyen öksüz kal ıyor. Bundan böyl e bu ü l kede her mese l e n i n kaderi bigane l e ri n ö n c e sagır kapıları n ı ard ı ndan bön bakışları n ı h immet u m u d uyla beyh ude yere be kled i k­ te n sonra ne mahre m iyeti n e h ü rm et eden ne esrarı na n ü fuz e d e b i l e n e h l iyets i z e l lerde bir mese le hal i n e ge­ l i rke n dahi görm e d igi n i görmek. zillet içinde sürü n­ mektir. Artık bu ü l ke n i n mese leleri n i n payına d üşen kan donduran gevezeli ktir. Bugü n deliler ü l kesi nde geri kalan az sayıdaki akı l l ı­ n ı n aklın artı k hiçbir h ü km ü n ü n kal madıgını görd ü kl eri için ülke insanları n ı vaktiyle akı llarından etmiş olan akı l­ sızlık suyunu kendi elleriyle içerek akla veda etmek zo­ runda kaldı kları gündür. Artı k başka hiçbir saik ve maksatla degil sırf bir me­ selenin hatırı için konuşacak olan kimse . tabii eger hala böyle birisi çıkar da sesi ni duyurabilecek bir mecra bu­ labilirse. söyleyecekleri n i n o meseleyi bütün yön leriyle kucaklayıp kavraması n ı düşünmek yü kü n ü omuzlamak­ la kalmayacak nerede kim i n nasırı na basacagını da he­ saplamak zoru nda kalacaktır. 14

İkinci Baskıya Önsöz Fakat şunun bunun hatırı ya da hesabı için değil sırf o meselenin hatın için ve bundan dolayı onu bütün yön­ leriyle kucaklayıp kavrayacak kudrete sah i p olan-o bundan böyle nasıl ve nerede yetişecek? O hangi gölge­ li kte kimin himmetiyle ve h imayesiyle yetişecek? O n u n hayat yükü n ü , maişet gailesi n i k i m omuzlayacak d a , o bütün gücünü böyle bir vüsate sahip olmak için harca­ yacak? Zira öyle bir yere geldik ki artık herkes kendisin­ den sonrakilere can havliyle diyor: " Ne yaparsan yap, ki­ min değirmenine su taşırsan taşı, gün l ü k ücretin öyle ve­ ya böyle ödenir. Ki min hesabı içerisinde yer alırsan al, o hesaptan sana da muhakkak bir kem i k parçası düşer. Ama sakın ola ki başka hesapları n kurban ları veya mağ­ durları olacaklarına bu ü l ke n i n ve insan ları n ı n bir hesa­ bı olsun diye didinip durma. Böyle bir didinmenin ve çır­ pınmanın, teşvi k ya da himayesini görme k şöyle dursun, hadi karşılığı da bir tarafa, ayakta kalacak kadar bir se­ meresini de göremezsin , hatta bununla da kalmazsın, yok yere bunun cevri cefasını çekersin, üste lik kimse­ den vefa da göremezsin ! " Münhasıran meselesi olup o mese leye dair söyleye­ cekleri olanlara tahsis edilmesi gereken i m kan ve mec­ ralara şimdi heveskar baykuşlar tünemiş olup bet sesle­ riyle ortalığı velveleye verme ktedirler. Ası l sahi plerine hasredilmesi gereken dikkati bir kuru gürü ltü olarak bel­ ki bir an için bunlar işgal edip tutsak alacaklar fakat kim­ sen i n kuşkusu olmasın bir m üddet sonra her suiistimal gi bi onlar da hak ettiğini bulacak, dolayısıyla o dikkat ye­ rin i e bedi aldırmazl ığa bırakacaktır. Diyelim ki yu karıda söylenenler boş bir vehimden ibaretti ve gelişmeler o kadar aksi isti kamette cereyan etti ki bunlar bir "felaket tellallığı "ndan öteye geçmedi . 15

TartJşma Sanatınm İncelikleri

Bundan ancak sevinç ve memnuniyet duyarız . Fakat ge­ rek yukarıda ve o Sunuş yazısında söylenenler, gerekse bu kitabın içinde. bambaşka amaçla olsa bile. bir tartış­ mada hak ve hakikatten sapıp haklı olmadığı halde bas­ kın ç ı kman ı n yolu n u göstere n böl ü m dahi kendi müteva­ zı imkanları çerçevesinde yin e de h ayra h i zmet etmiş olur. Hatta giderek denilebilir ki kitap bir bütün olarak 0demokrasi teorisi0 denilen şey içerisinde o n u n belki de en nazik yarasına, doğrudan isti nat noktasına en büyük �atkılardan biri n i yapmış olur. Şöyle ki : Eğer bu 0demokrasi" dediğimiz demosun kratosu ise ve demos bu kratiaya verdiği oylarla katıl ı­ yorsa ve rey beyan etmek reye kon u olan her neyse en azından seçimde bulunabilecek kadar bir kanaate sah ip olmaksa böyle bir kanaat nasıl hasıl olacaktır? Teoriye bağl ı kaldığımız takdirde denilecektir: Ondan kolay ne var, demosun reyine sunulmuş olan her neyse lehinde veya aleyh inde taraflar teşekkül eder, b u nları n içinden çı kacak konuşmacı lar seçimde b u l u nabilecek bir kanaate sah i p olabilmesi için demosu şuna veya bu­ na i kna etmeye çal ışırlar. Peki , ama ya o i kna esnasında kon uyu ve dolayısıyla verilmesi ihtimal dahilinde olan bütün kararları tüm yön­ leriyle ortaya koyup aydınlıkta tartışanlar olacağı gi bi, meseleyi laf kalabahğına boğup yeri geldiğinde hamaset­ le yeri geldiği nde safsata ve mugalatayla demosu doldu­ ruşa getiren gözbağcı demagögosların çı kması bizatihi işin tab iatı icabıysa? Burada iş sarpa sarar. Bir yönetim şekli olarak demokrasi en azından teorisi iti bariyle bir meseleyi tüm yönleriyle ortaya koyup aydın­ lı kta tartışanların çıkmasının güvencesini bunun bir "fazi­ letler rejimi" olmasına bağlar, peki ya çıkmadığı takdirde? 16

İkinci Baskıya Önsöz İ nsanı n içine hiçbir şey bırakmayıp her şeyi d ışarıdan "denetle ve dengele" i l kesiyle çözmeye çalışan "teori­ n i n " burada gel i p "fazilet sahi b i kimseler"e tesli m olma­ sı kendini i n kar d eğil midir? Burada artık soru lar cevapsız kalır. Ö yle ya, teoride halk dalkavukları n ı n , oy avcıları n ı n karşısına mesele her neyse sırf onun hatırına ve ötekile­ rin maskesini indirmek için konuşacak asalette kişi veya kişilerin çı kması güven cesini başka nerede bul ur? İ şte kitap bir bütün olarak alındığında cevapsız kalan bu soruların cevabı n ı n nerede aranacağını göstererek demokrasiye, üstelik m üdafi l eri n i n kendisin i teorisin i n d a h i tasvi p etmeyeceği işler için manivela olarak kullan­ dığı bugün lerde, bir m u arızı olarak en anlam l ı katkıyı su­ nuyor. Öyle ya bu sahipsiz demokrasiye, demosa kendini koruma yolları n ı , dolayısıyla demagôgosların ne zaman, nerede çıktığın ı ve hangi silahlan kullandığı n ı göster­ mekten daha büyük bir katkı olabilir mi? Kitap b u i ki n ci baskısında m uhteva terti bi ve sayfa düzeni açısından esaslı değişikl i kl ere uğradı . En başta

Sun uş yazısının h i ç olmazsa biraz daha nefes aldırıcı ol­ ması sağland ı . İ kinci olarak metnin akışın ı sekteye uğrat­ tığı için bölüm son una ek olarak konulan haşiyeler b u d e fa toptan kitabın sonuna kaydırıldı v e puntoları büyü­ tüldü, böylece okuma güçl üğüyle ilgi l i şikayetler gideril­ miş oldu . Bu düzenlemenin kitabın gövdesin i n yekpare hale gelmesine de katkısı dokundu ve böylece ne baş­ langıçta kitabın Schopenhauer külliyatındaki yerin i tes­ pit etmeye ve günü m üzle bağını kurmaya çalışan yazıyı ne de daha önceki veya sonraki dön emlerde konun u n değişik yönleri n e katkıda b u l u nan düşünceleri h ülasa 17

Tartışma Sanatının İncelikleri

eden sondaki haşiyelere ilgi d uyan , dolayısıyla kitaba alakası Schopen hauer ismiyle sınırlı olanlann işleri n i ko­ laylaştı racak. bütün l ük. sağlanmış old u . Son olarak. bil­ hassa " Diyalog ve Diyale ktik." haşiyesi esaslı bir şeki lde gen işletilerek. kitabın yirminci yüzyıl ı n , öze l lik.le ikinci ya­ rısındaki , d üşünce akımlarına da sağı r kalmadığı i lgilisi­ ne gösterilmiş oldu. Elbette kitabın kendisine mesele edindiği mevzu­ n un, bilhassa günümüz d ünyasında daha bir ehemmiyet ve aciliyet kazan m ış haliyle, yapılan bu ilavelerle de bü­ tün yön l e riyle ve tüm ayrıntılanyla hakkıyla ele alınabil­ diği söylenemez. Gerçi kitap bu yetersizliğiyle de hayırl ı bir amaca h izmet etmedi deği l . Sun uş' u n son dipnotun­ da sözü edilen hazırl ı k yazılan ndan biri n i n fitil i n i ateşle­ d iği metin "Qüz Düşüncesi" başlığıyla müstakil bir kitap olarak. tamamlandı ve orada söylendiği üzere şimdi rüz­ garı nı beklemektedir. Dileyelim kitap yapılan bu düzeltme ve i lavelerle da­ ha derli toplu olsun ve hak ettiği alakayı görere k katkıda b u l u nmaya çalıştığı şeylere katkıda bulunsu n .

18

SUNUŞ

Bununla birlikte Schopenhauer Kitaplığı onuncu kitabı­ na ulaşmış oluyor. İ l k kitabın Ekim 2006'da yayı m landı­ ğı ve beraberinde eşzaman lı olarak i ki dizinin (Eğitim

Düşüncesi ve Doğu Bilgeliğı) daha götürülmeye çal ışıldı­ ğı ve bir arada götü rülmeye çalışılan bu işlerin her biri­ nin literatür taki bi, meti n seçimi, seçilen metin leri n da­ h i l edilen bütünle telifi , tercümesi ve nihayet su n uş ya­ hut hazırlı k yazıları n ı n yazımı da dahil çevirm e n l i kten editörlü k ve redaktörl üğe kadar dışarıdan birbiri n i des­ tekler gi bi görünen ama aslında her b i ri birbirine ayak bağı olan ve kökleşmesini engel leyip tluenceına izin ver­ meyen sürdürü lmesi fevkalade güç çok yön l ü bir uğraşı gerekli kıldığı hesaba katılacak olursa beş yıl içerisinde onu ncu kitaba ulaşmak yabana atılacak bir iş deği l . Za­ ten yabana atılmad ı . Türk matbuat hayatında bu çapta bir düşünür kendine yabancı bir dilde b e l ki de i l k defa bu d e n l i yaygı n b i r okunurl u k seviyesine ulaştı . Üste l i k bu kendi efkanndan okuyup yazan ları n sayısının drama­ tik bir d üşüş gösterdiği , d üşüşe direnenlerin de çoğu za­ man kitaptan başka her şeye benzeyen tuhaf satış meta­ larıyla nazarları n ı n çelindiği , d ikkatlerin i n dağıtıldığı , za­ manları n ı n çal ı n d ığı bir dönemde gerçekleşti . Bu gerçekleşme hem duraksatıcı istihfafı hem fel ç e d i c i istihzayı i ç i n d e barındıran "Gerçekleşti de ne ol­ du?" sorusuna sorul uştaki edayı kırmaya gücü yetmese bile ken d i çapı nda verecek bir cevabı olan gerç e kleş­ meyd i . Ç ü n kü düşünürü n düşü n mesi ne mesele edindiği 21

Tartışma Sanatmm İncelikleri

şeylerin bugün tüm i nsanl ığı bekl eyen büyük teh l i ke leri savuşturman ın yol u n u n nerede aranması gerektiği soru­ sunun özgürce tartışılmasına katkıda bul u nma ihtimali bu gerçekleşmeyi daha bir anlamlı hale getiriyor. Ve böy­ le bakı n ca insan u mutlanmadan edemiyor. Umut deni­ len böyle bir şey. H ü kü m süren zifiri karanlık da olsa kü­ çük bir ışıltı kanatlanmasına yetiyor. Ama nasıl ki ileri derecede hastalıklı bir bü nyede sağlam bir uzvun yaşaması mümkün değilse, bir şey de­ ğil mi ki bunun gi bi bir d ünyada neşvü nema b u l m uştur s ırf bu bile ona ihtiyatla yaklaşmak için yeterl idir. Aksi halde değil neşvü nema bu lmak varl ı k gösterem ez, hat­ ta ayakta dahi kalamazdı, dolayısıyla "fazlasına hacet yok, bu kadarı bile onun kötülüğüne bir karine olarak yeterl idir" peşin kabulü dahi bu ihtiyata bir zarar vermez, çünkü bu dü nyanı n şartları nın talep ettiği ihtiyatkarlığı n koyuluğu , her ne kadar ancak oyalayan, ayartan ve öldü­ ren şeylere geçit verse de o bir yol u n u b u l u p zamanın zeh irleyici ruh unda bir gedik açmıştır iyi mserliğiyle sa­ vuşturu lamaz . Umalım ki bu ü l kenin meselesi olan ve b ütün eğlen­ tilere ve ayartılara rağmen meselesini inatla ve azimle ta­ kip eden okurları bu kitapların gördüğü revacı hakl ı çıka­ racak boyutlarda olsu n . Ve dileyelim ki onlar her nerede olursa olsun b u l u n d u ktan yerlerde bütün olumsuz şart­ lara rağmen u l u ve köklü bir ağaç gi bi kökleriyle yurt toprağını tutmaya, dallan budaklanyla etrafındakile re kol kanat germeye çalışsınlar. Bu zor ve meşakkatli iş ancak böyle bir u mutla sürd ü rülebiliyor, b u n ca mağd uri­ yete ve mahru m iyete bu di leğin gerçekl eşmesinin yolu­ nu açacak şartların ol uşmasına katkıda bulunsun diye katlan ı labiliyor.

22

1 Kitaplığın onuncu kitabı daha öncekilerden biraz farklı . Takip edenler bilecekler, dizide daha önce b i r kitabın ça­ tısı genellikle düşün ürü n Parerga und Paralipomena'sın­ dan oluşturu lur, tematik bütünlüğün talep ettiği destekle­ yici metinler de Die Welt als Wille und Vorstellung'un i l . cildinden seçilirdi. Burada farklı b i r yol izlendi. Daha önce izlenen yolun burada takip edi lmesi i m kansız hale geldi­ ğinden dolayı değil, aşağıda açı klanacak harici şartlar fark­ lı bir yol izlenmesini talep ettiği nden ve bu talep artı k da­ ha fazla geri bırakı lamadığından dolayı. Gerçi burada da sözü edilen iki kitaptan metinler seçildi, ama sadece des­ tekleyici nitelikte. Dolayısıyla onuncu kitabın omurgasını bu i ki kitaptan olmadığı gi bi geri kalan üç kitabından seçi­ len metinler de oluşturmuyor. Düşü n ü rün düşü nce serüvenini takip edenler yi ne bi­ leceklerdir, düşünce tari hindeki birçok düşünürd e n fark­ lı olarak Schopen hauer'e sadece düşünmek ve düşün­ dükl erini konuşarak veya yazarak paylaşmak yetmedi, düşüncelerinin makes bu labilmesi için düşüncesine kar­ şı oluşturulan sessi zlik duvarı n ı kıracak uygun araçlar ta­ sarlayıp gel iştirmek zorunda da kal d ı . M uhtevasının ta­ lep ettiği form içinde sund uğunda düşüncesini değerlen­ dirip fikir beyan edecek kon umda olan ların ısrarl ı sus­ kun luğu na önce sözünü sakı nmaz b i r d i l l e keski n e leşti­ riler yöneltti . Bu yoldan bir netice elde edemeyeceği n i gördüğü nde fi kir beyan edecek kon umda olanların bari­ katı nı kaldırı p düşünce�.. ni doğrudan daha geniş kitleler­ le buluşturmak için o nların anlayacağı bir dille farklı bir formda yeniden kaleme almak zorunda kald ı . Bunun da 23

Tartışma Sanatının İncelikleri

gayesine ulaştıracak müessir bir yol olmayacağı düşün­ cesine kapıldığında bu defa sürdürü l e n b u susku n l uğu cepheden h ücum edip e leştirmek yeri n e daha etkil i ola­ cağın ı düşünerek kes kin bir hiciv d i l iyle alaya aldı . İ şte onuncu kitabı n omurgasını bu son çaba içerisinde de­ ğerlendirilebilecek bir yazı, belki kitaplığın son kitapla­ rından b i ri olarak yayımlanması daha uygun görü l e bile­ cek NachlaJ3'dan alınma Die Kunst, Recht zu behalten baş l ı kl ı sarkastik bir metin oluşturd u . Peki, insanlığın meselelerini mesele edinen bir düşü­ nüre düşünmek ve düşündüklerini yazmak neden yetmez de tefekkür mesaisinin içinde ayrıca bir de tasannuya yer ayırmak zorunda kalır? Düşünür bu süküt duvarını ve onun hal k efkarında müessir olabilmesi için uygulanan usulleri doğrudan eleştirebilir, düşüncelerini kamuoyunun hedef tahtasına yerleştirmek için yöneltilen hileli itirazları cevap­ landırabilir, serdedilen fikirlerdeki çürüklük ve çelişkileri doğrudan gösterebilir, dolayısıyla bu amaçla bir fikri tartış­ ma başlatabilir yahut polemiklere girişebilirdi. Ama o böy­ le yapmadı, tecrübeleri bunun fayda vermeyeceğini göster­ mişti çünkü . Bunun yerine Aristoteles'in Topika'sından ve özellikle Peri sophistikon elekhon undan ilham alarak ve '

alay, hiciv ve ironi silahlarını ustaca kullanarak bir tartışma­ da ne kadar haklı olursa olsun hasmın sözleri ni ağzını aç­ masına fırsat vermeden boğazına tıkmanın hilelerini, haklı ya da haksız olduğuna bakmaksızın bir tartışmadan galip çıkmak için başvurulabilecek yollan göstermeyi düşündü ve böylece kendisine karşı ısrarla sürdürülen suskunluğun arkasındakilerin takip ettiklerini düşündüğü stratejilerin bütün çıplaklığıyla ve çirkinliğiyle görülebileceği satirik bir yapı tasarladı . Daha doğrusu tasarlamak zorunda kaldı. ı Sürecin aynntılı açıklamalan, Say Yayınlan, Fikir Mimarlan Dizisi içerisinde yayımlanan Schopenhauer kitabından takip edilebilir.

24

il Düşünür ne yaptı da bu gelenler başına geldi? Doğrusu yaptığı affedilmez bir işti: O yaygın telakki­ lere karşı, e kseriyetin peşinen doğru kabul ettiği ve or­ tak uzlaşmayla sorgulamadan muaf tutulması nı kararlaş­ tırdığı fi kir yah ut i nanışlara karşı konuştu . i nsan l ı k tarih i­ ne kuşbakışı göz gezdirenler bile bu "karşı kon uşma"n ı n ne kadar teh l i ke l i bir iş olduğu n u bil irler. H e l e bir d e or­ taya ne kadar hilafı hakikat olursa olsun lar sırf işlerine öyle geld iği için bunları usu l ü nce okşamayı bilen bir ki­ şi yah ut zümre çıkmışsa o zaman artık ölümlüler arasın­ dan günahkarın imdadına koşacak yoktur. Zira o zümre bunları büyük bir ustalıkla avam ı n kursağıyla ilişkilendi­ ri p çıkarlarıyla güvence altına almayı başardığında artık hakikat o l anca çıplakl ığıyla zuhur etse ve bu zuhur en mücessem ve müsellem haliyle o n ların karşılarına çı ka­ rılsa dahi bu kon uşma behemehal bir dil uzatma olarak anlaşılacaktır. O yüzden veri len cezanın ağırl ığı işlenen suçun büyükl üğüyle orantılıdır: mortum silentium. Bura­ da görmezden gel i n e n , yok sayı lan, sessizliğe , dolayısıy­ la ademe mahkum edilen şu veya yetenek yahut üstün­ lük değil doğrudan kişin i n kendisidir. O bütün varl ığıyla yok sayı lır, san ki böyle birisi varolmamıştır, hiç yaşamı­ yordur, o kadar yaşam ıyordur ki yaptı kları n ı n hiçbir tesir kudreti , aksi seda doğurma gücü yoktur. Yetenek denilen asl ı nda d uyarl ı k fazlal ığından başka bir şey değildir ve o d uyarlı k uygu n iklimi bulamadığı za­ man kendine döner, bu kez bu fazlalık ters yönde işler ve bir üstü n l ü k o larak görünen şey onun felaketi olur. Felaket sükütun teti klediği kuşkuyla başlar. Ve bu kuş25

Tartışma Sanatmm İncelikleri

kun u n gölgesi kimi zaman kişin i n bütü n mevcudiyetini içine alacak kadar genişler ve işte o zaman sözü. edilen ölüm gerçekleşmiş olur. Düşü nür b u n u bir başka vesi­ leyle olanca çarpıcılığıyla resmeder: "Nitekim herhangi bir bilgi dalında seçkin bir yetenek kendisini hissettirir hissettirmez bütün vasatlar ağız birliği etmişçesine onun üzerini örtmeye, onu her türlü imkan ve fırsattan yoksun bırakmaya kalkar, sanki bu onların yeteneksizliğine, sığlığına ve heves­ karlığına yüksek düzeyde bir ihanetmişçesine ellerin­ den geleni esirgemeyerek onun tanınmasını, görün­ mesini, aydınlığa çıkmasını önlemeye çalışırlar. Çoğu durumda sindirme veya örtbas etme sistemleri uzun bir zaman başarılı olur, çünkü onlara eserini eğlenip hoşlansınlar diye çocukça bir itimat ve emniyetle tes­ lim etmiş olan deha en asgari düzeyde bile bu vasat­ ların dolap ve düzenlerine karşı kendisini koruma ye­ teneğine sahip değildir, çünkü onlar ancak bayağı ve alçak olan şeylerin düşünülüp tasarlanmasında ken­ dilerini tam olarak rahat hissederler. Aslında o bun­ lardan kuşkulanmaz, dahası yaptıklarını anlamaz bi­ le; hatta gördüğü karşılıktan kafası karışmış ve deh­ şete düşmüş olarak kendi eserinden kuşku duymaya başlar ve ardından kendine olan güvenini kaybedip çalışmalarından vazgeçebilir, ta ki gözleri döneminin bu değersiz ve aşağılık adamlarına ve onların yapıp ettiklerine açılıncaya kadar... "2

2 Parerga und Paralipomena, Bd. il, Kap. XX: Ueber Urteil, Kritik, Bei­ fall und Ruhm. Türkçesi için bkz. Güzelin Metafiziği, Sanatta ve Edebiyatta Güzelin Sırlan, Schopenhauer Kitaplığı, 8. Kitap, 1. Bas­

kı, Say Yayınları, 20 ı O.

26

Sunuş İ yin i n kıymeti n i n takdir edilip hakkının teslim edilme­ sinin önündeki en büyük engel kalabalı kların fark etme kabiliyetinden, ayırt etme gücünden yoksunluğudur. Dü­ şünür kalabalı kların yargı gücünden yoksunluğunu La Bruyere 'den naklettiği vecizeyle seri n kan l ı l ı kla ortaya koyar: Apres l'esprit de discemement, ce qu 'ily a au

monde de plus rare, ce sont les diamans et les perles: "Yargı gücünden sonra dünyadaki en nadir şey elmaslar ve incilerdir" . Kalabal ı klar " haki ki olanı sahtesinden, sa­ pı samandan, altını bakırdan ayırt etmeyi bilmezler. Sıra­ dan ile nadir rastlanır kafa arasındaki geniş u çurumu görmezler. " Dolayısıyla çoğun l u k iyiyi kötüden ayırıp gö­ rüş beyan edecek d urumda olan azı n l ığın otoritesine bo­ yun eğer, bu bakımdan "herkesi n hemen kendi ü zerle­ ri ndekinin üstün l üğü n ü tanıyacak ve onların önderliğini taki p edecek kadar kendine ait yargı gücü vardır. " Ne var ki kalabalı kları n yargı güçleri n i n yargılamada yetersiz kalacağı meselelerde kendi görüşüne deği l "an­ cak başkaların ı n otoriteleri n e istinaden" bir yargı oluş­ turması nı düşünür "tal ihli bir durum" olarak görür ve "kendimizi tersini düşünerek tesel l i etmemizi " söyler. Çünkü eğer herkes gerçekten " b u n lardan an ladığı ve hoşlandığı şeye göre bir yargıda bulu nsaydı ve başka çı­ kar yol kalmadığından söylediği n i gön ül l ü gön ülsüz de söylese, uygun ve yeri n de olanı söyleyen otoritenin zor­ layıcı gücünü üzerinde hissetmemiş olsaydı" herhangi yüksek bir alanda haki ki bir yeteneğin tanınıp kab u l gör­ mesi i m kansız olurd u . Dolayısıyla hiç kimse hiçbir konu­ da "ne ise o olarak kabul edilmez, başkaları onu ne yap­ tıysa o öyle bilinir, öyle kabul edilir" . Ancak bu öyle bir "tezgahtır ki bu sayede kal b u rüstü kafalar zapturapt al­ tında tutu l u p sindirilir; seçki n kafaların mümkün olduğu kadar uzunca bir zaman hak ettikleri yükseklere erişme27

Tartışma Sanatmm İncelikleri

teri n e mani olmak için bu vasıtayı vasatlar kullanır. " Bu­ n u vasatları n mı yoksa kendilerine veri l e n i amacına ay­ kırı olarak kullanmak suretiyle hem kendileri n e hem de onlardan fikir beyan etmeleri n i bekleyenlere i hanet ede­ rek şeytanın değirmenine su taşıyanların m ı kullandığı burada bahsi diğerdir. Mamafih düşünüre göre kalabalıkların ayırt etme yete­ neği nden yoks u n l uğu iyin i n yol u n u n tı kan ması için ye­ terli değildir, iyinin kıymeti n i n takdi r edilip hakkı n ı n tes­ lim edilmemesi için buna "dü nyanın ve ahvali n i n ifsat ve sefaleti nde katkısı büyük" olan kıskançlığı n , vasatları n kıskançlığı n ı n d a elvermesi gerekir: "Kıskançlığı n iyi n i n değerin i düşürmek i ç i n s ı k sık ku lland ığı v e asl ında bu­ n u n tersi nden ibaret olan bir yöntem kötün ü n alçakça ve vicdansı zca övülmesid ir; çünkü kötü tedavüle girer gi rmez iyi kaybolur. " Düşü nür hakkı n ı n teslim edil me­ mesine bir dereceye kadar tahamm ü l etmişse de, muh­ temelen haksızlık duygusu nu daha da alevlendirmiş olan " kötü n ü n alçakça ve vicdansızca övü lmesi"ne daya­ namamış, bunu ke ndine karşı bir "suikast" görmüştür.

28

III Oysa sustine et abstineyi bir hayat düsturu olarak kabul eden biri için işlerin bu noktaya gelmemesi gerekirdi. Hele " hem hayatı hem ölümü için teselliyi bulduğunu" söylediği ve öğretisinin asıl ilhamını borçl u olduğu kita­ bın dü nyasında böyle bir şey düşünülemezdi bile. Orada söyleyecek sözü olanlar söyleyecekleri n i söyler ve yankı­ lan ıp yan kılanmadığı n ı gönnek için dön üp arkalanna bakmazlardı bile. Söylediklerini de çok fazla önemse­ mezlerd i . Bi lirlerdi ki kendi leri n e verilenle verilenin ta­ lepleri doğrultusunda elde ettikleri n i n denizinde içinde yaşadıkları dünyanı n kopardığı fırtınalardı terennüm et­ tikleri . Bundan kendi lerine pay çıkannak akıl larına bile gelmezdi. Nitekim çoğu nun adları bu sebepten ötürü çoktan bilinmezliğe karılmıştır. Ve bilinmez kalmaya ses çıkarmayışların ı n , bunu sessizce kabullenişlerinin bir za­ manlar sanıldığı gi bi iptidailikleri n i n deği l asaletlerinin parçası olabileceğini şimdi şimdi anlıyoruz, zira nasıl k.i asıl görünmez ise ve bu onun asli l iğine delalet ediyorsa bilinmek istemeyiş de asilliği n asaletindendir. Söyleye­ cekleri n i söylerken onların önemsediği tek şey sözü aya­ ğa d üşünnemekti . Söyledikleri n i n d i l e gelmeyi, söze dö­ külmeyi bekleyen i n gerisinde kalması-onun taleplerini savsaklaması, dolayısıyla ona halel getinnesi şöyle dur­ sun-o talepleri bi hakkı n yeri ne getirememesi onları üzerd i . Bizim buralarda şimdilerde bir söz dolaşıyor: İyinin düşmanı zan nedildiği gi bi kötü deği l "daha iyi "dir. Üstün­ l ü k derecesi (superlativus) bir şeyi n türü n ü yah ut cinsini değiştirmediğine, dolayısıyla i kisi de hala " iyi" olduğuna 29

Tartışma Sanatının İncelikleri

göre biri nasıl olur da diğeri n i n düşmanı olabilir? sorusu­ na veri l e n cevap daha da manidardır: Çünkü "daha iyi" bir ü l kü olarak yaşatıldığı sürece içimizde veya u fkumuz­ da bir ü l kü olarak kalmıyor, rivayet o ki , iyi n i n ortaya çık­ masına, vücut bulmasına da mani oluyormuş. Dolayısıy­ la iyiye geçit verm eyen kötü değil de ne pahasına olursa olsun harekete geçmek yeri ne kıvamını b u l u n caya kadar b e klenilmesini isteyen "daha iyi"ymiş. İ l k bakışta san ki bu masum bir sözm üş, sanki yete­ n e ksizliği meşrulaştırman ı n yanı sıra onun yetersizlikleri­ ni mazur göstermenin kıl ı k değiştirmiş şeklinden i baret­ miş gibi görün üyor. Ama fazlası var: Bu sadece "ötesini boş ver, olduğu kadarıyla olsun " nobranl ığı n ı n bir başka biçimi deği l , içinde mazur gösterilere k meşru hale getiri­ lenle yetinip daha ötesine iştiyak d uymanı n , onu kendi­ sinden başka hiçbir şeyin dindiremeyeceği bir hasret olarak içimizde diri tutmanın yol u n u tıkamanı n haince emellerini de taşıyor. Eğer b u sözün gizli bir maksadı ol­ mamış olsaydı söylenmek istenen doğrudan söylenir ve yekten " iyi vasatın d üşmanıdır" denird i . Doğru, iyi vasa­ tın düşmanıdır. Çünkü o iyin i n talepleri n e kulak vermek dururken ya yetersizliğinden ya da sadakatsizliğinden iyi­ n i n yerine " kendince" bir şey i kame ediyor ve sonra da b u n u n mazur görü l mesin i talep ediyor. Bu " kendince"le­ rin her biri n i n o zamana kadar kimse n i n yeltenemediği hadd in tecavüzüne biteviye bir başkasını cesaretlendire­ ceğine, dolayısıyla masum gi bi görünen ikameleri n so­ n unda bir vasatlar saltanatı na, bu saltanatın da en so­ n u nda sultaya dön üşeceğine ald ı rm ıyor bile. Mamafih düşü n ü r de kendine karşı bir "suikast" ola­ rak görd üğü bu sü kut kuşatmasını yarmak için giriştiği huruç hareketleri n i n birbiri ardına sonuçsuz kaldığı n ı gördü kten sonra belki vazgeçmeyi düşünmüş olabilir. 30

Sunuş Ama an laşılan bir kere bir kesi m e yah ut zümreye süküt­ larıyla istediklerine hayat hakkı bahşetme , istediklerin­ den onu geri alma yetkisi tanı n d ığında ve bu yetki n i n alenen kötüye kullanı ldığına tan ı k o l u n u p d a ses çıkarı l­ madığında kurbanın kendisiyle sınırl ı kalmayacağın ı n emareleri n i görmek düşünürü rahat bırakmamıştır. Belki de bu sebepten ötürü bu sükut s u i kastın ı n failleriyle ara­ sındaki meseleyi bir çekişmenin sallantı lı kaderine terk etmeyi göze almad ı , mizacı ve yetenekleri göz ö n ü nde bulundurulduğunda kendisi için hakikaten ağır bir ame­ liye olan sanatkarın işini de üstlenmek zoru nda kaldı: Meseleyi şahsileştirmeden ve tarafları n şahısları ndan olabildiğince bağımsızlaştırarak kurduğu bir yapı içinde resmin herhangi bir kesitin i değil bütü n ü n ü bütün çi rkin­ liği ve çıplaklığıyla göstermeyi düşündü. Böylece bir hak­ kın kabul ve tesl imi söz konusu olduğunda hakikatin in­ sandan bekled iği tavır yerine kasılıp kısınarak kapanıcı ve örtücü bir hale bürünme n i n , ardından da çarpıtıcılığa ve saptırıcılığa kal kmanın i nsan doğasındaki kökleri n i araştırı p, bu doğrultuda kullanı lan hile ve aldatmacaları toplu halde göstermeyi amaçladı . Ama şahsi liğin veya özne l l iğin tuzaklarından kaçayım derken bu kez de o ya­ pı muhtemelen kendine ait başka sorunlar doğurd u . Bel­ ki de haksızl ığa uğramışlığın doğurduğu haşin öfke n i n harareti nin kaybolmasıyla en etki lisi olacağını düşündü­ ğü teşe b b üsü kendi hedefleri açısından daha bir serin­ kanlı değerlendirme i m kanı buldu ve neticede o n u n bu haksızlığı hakkıyla anlatmada yetersiz kaldığı sonucuna vardı . Bilemiyoruz. Ama şurası kesin, b u defa o n u baş­ langıçta göz önünde b u l u ndurd u kları n ı n dışında başka sebepten ötürü beğenmedi. B u n u daha sonra kendisi Parerga'da açı kça itiraf eder:

31

Tartışma Sanatının İncelikleri "Benim bu daha eski tarihli eserimi şimdilerde yeniden gözden geçirmeye girişmemle birlikte ortak insan doğa­ sının yetersizliklerinin üzerini örtmek için kullandığı eğ­ ri yollann ve hilelerin böyle dikkatli ve aynntılı biçimde düşünülüp değerlendirilmesinin artık mizacıma uyma­ dığını görüyor(um).''

" İ n san doğasının yetersizlikleri n i n üzeri n i örtmek için kullandığı eğri yollann ve hileleri n böyle d i kkatl i ve ay­ rıntı l ı biçimde düşün ülüp değerlendirilmesi" ru hen kat­ lan ması gereken eziyet itibariyle artı k düşünürün taham­ mül gücünü aşan bir iştir. Öyle ki buna katlanma artık bir "mizaç meselesi" haline gelmiştir. Ayrıca bu "dikkat­ li ve ayrıntılı biçimde düşünüp değerlendirme" neticesin­ de ortaya çıkan tablo nahoş bir tablodur ve onun bu ha­ liyle halk efkarına ifşa edilmesi doğru ve isabetli görül­ memektedir: "fakat şimdi inatçılıkla, kendini beğenmişlikle ve na­ mussuzlukla böylesine yakından akraba olan dar kafa­ lılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı yerlerin tümü­ nü açığa çıkarmanın hoş bir şey olmadığını görüyorum (ve) bu sebepten ötürü onu bir kenara bırakıyorum. "

Gerçekten de bir kenara bırak.ılır ve eser d üşünürü n sağlığı nda ne m üstakil olarak yayımlanır ne de daha son­ ra ayn ı kon uyu tekrar ele alıp işlediği Parerga und Para­ lipom ena ya dah i l edilir..3 '

3 Metin Schopenhauer'in ölümünden sonra öğrencisi ve daha sonra dostu Julius Frauenstadt'ın yayına hazırladığı Werke'nin "Aus Arthur Schopenhauer's handschriftlichem NachlaJ3" başlık­ lı cildi içerisinde Eristik başlığıyla yer alır. Sonraki tarihlerde muhtevayı daha doğru aksettiren Dle Kunst, Recht zu behalten başlığıyla müstakilen yayınlanır ve birçok baskısı yapılır .. /..

32

Sunuş Hemen sorulacaktır: Müellifinin sağlığında müstakilen yayınlamadığı, aynı konuyu tekrar ele alıp işlediği kitaba da dahil etmediği bir eseri mütercim hangi hakla yayımlama­ ya kalkmaktadır? Mütercimin zihnini bu süre zarfında sü­ rekli meşgul eden ve eserin çevirisinin yayımlanıp yayım­ lanmaması konusunda uzun süre bocalamasına neden olan bu değil de bir başka öbeğe ait olan soru demetiydi. 2002 yılında üzeri n e çal ışılan

Siyaset ve Retorik ki­

tab ın ı n retorik bölümünde yer alan Longi nos ' u n Perl h upso us ' u n u n hem G re k m i ras ı n ı devralan d ü nyada nasıl yan kılan d ığı na bir m isal teşkil etmesi hem de o bölümle ilgi l i olarak söyl e n e n lerin açılmasına katkıda b u l u n ması için bir yan dan Kant ve Sch i l l er' i n yüce l i k üzeri n e meti n l e ri n i n , 4 d iğer yandan da siyaset bölü.. /. Kitapta büyük ölçüde b u metin takip edilmiş olmakla beraber dü­ şünürün yukanda sözü edilen mesafeli tavnnın da verdiği cesaretle bazı tasarruflarda bulunulmuş, sözgelimi tekrarlar kimi zaman çıkanl­ mış kimi zaman da dipnotlara kaydınlmış, açıklayıcı dipnotlardan bi­ rinin yerine aynı konuyu daha etraflı ve anlaşılır şekilde açıklayan bir başka dipnot konulmuştur. İzlenen bu yolun bir başka faydası daha oldu, dipnotlar (köşeli parantez içindekiler) ve dipnot boyutunu aşıp "Ekler" bölümünde kendilerine müstakil yer talep eden açıklamalar kitabın bilhassa "diyalog ve diyalektik" bahsinde sadece yazıldığı dö­ nemin fikri atmosferini yansıtmakla kalmayıp yakın zamanlarda bu konuda düşünülüp yazılanlara da sağır kalmamasına yardımcı oldu. Diğer yandan bilhassa köşeli parantez içindeki dipnotlann iki ayrı met­ nin oluşmasına da hizmet ettiği söylenebilir. Çizginin üzerinde büyük ölçüde herkesin kolayca okuyup anlayabileceği bir metin akarken, al­ tında ve "Ekler" bölümünde o konuda daha derinleşmek isteyenlere yerine göre ilave bilgi, yerine göre aradıktan bilgiye ulaşabilecekleri ipuçlan (mesela Grekçe, Latince hatta eski dildeki mukabil ıstılahlan) sunan şerh yahut haşiyeler kendine yer buldu.

4 Schiller'in yücelik üzerine iki ayrı tarihte kaleme aldığı iki metnin çevirisi uzunca bir süre bekledikten sonra destekleyici nitelikteki iki yazı ve bir girişle birlikte Eğ]Um Düşüncesi Dizisinin 5. kitabı ola­ rak yayımlandı. Kant'ın sözü edilen metninin çevirisi ise giriş, yo­ rum ve eleştiri mahiyetinde destekleyici malzeme bulunamadığı için yayımlanmayı beklemektedir.

33

Tartışma Sanatmm İncelikleri

m ü nde gösteri lmeye çal ışılan şeyin : corrupta rhetorica yan i sözü n i kna edici güc ü n ü n kötüye ku l la n ı lması ha­ l i n d e işi n son u n u n nereye varacağın ı n olabilecek e n s o m u t haliyle görülmesi i ç i n b u kitabı n o m u rgas ı n ı o luşturan Die Kunst, Recht zu behalten'in çevri lmesi düşü n ü l m üştü . Çeviri devam ederke n ken d i sini h isset­ tirm eye başlayan endişeler tamam landığı nda görmez­ den ge l i n e meyecek boyutlara u laşt ı . N itekim bu e n d i­ şelerin benzerleri çok daha i hmal e d i l e b i l i r ölçekte ol­ .

makla b i rl i kte o kitap için de mevcuttu ve b u kita b ı n s u n uş yazısında i fade e d i l m işti : "Öyle bir yere geldik ki attığımız en küçük bir adımın en uzak yansımasını bile hesap etmek zorundayız. Onun nerede neye takılacağını,

neyi rahatsız edeceğini,

neyin huzurunu kaçıracağını, neyin saffetini bozacağını düşünmemiz gerekir. Bu zamana kadar yayına hazırla­ nan bütün kitaplarda bu endişe hep göz önünde tutul­ du ve kitapların önündeki uzun önsözler hep bu düşün­ cenin, bu kaygının ürünü oldu."

Dünyanı n çivisi bir kere çıkmaya görsün, bir şeyi dü­ zeltmek veya onarmak maksadıyla yola çıkan en masum teşe b b üs en olmadık şeki lde anlaşılacak, dolayısıyla ih­ tiyat fayda vermeyecek, basiret kar etmeyecektir. Gerçi bunun böyle olması patavatsızlığı mazur göstermez. Bi­ ze düşen her şart altında tem ki n ve tee n n iyi elden bırak­ mamaktır. Şimdi anlıyoruz ki eski l er neyin intişar edece­ ğini neyin inhisar altında tutulacağın ı doğru takdir etme­ miş olsalardı veya şimdilerde olduğu gi bi b u n u titizlene­ cek bir mesele olarak görmemiş olsaydı lar d ünya bugün­ leri zor görürd ü . 34

Sunuş Eserin müellifi " insan doğasının yetersizlikleri n i n üze­ ri ni örtmek için ku llandığı eğri yolların ve hilelerin d i k­ katli ve ayrıntılı biçimde düşü n ü l ü p değerlendirilmesi"ni ve " kendini beğenmişl i kle ve namussuzl u kla böylesine yakından akraba olan dar kafalılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı yerlerin tümün ü n açığa çı kanlması"nı bir "mizaç meselesi" olarak görmüştü . Ama çev i ri tamamla­ n ı p da yayın aşamasına gelindiği nde bu artık iste nilse de o aralı ktan görü lemiyor, çok daha geniş bir sebep ve so­ nuçlar yelpazesinin ortaya seri l i p değerlendirilmesi ni ta­ lep ediyord u . Böyle bir değerlendirme neticesinde b u , insan ların meselelerini tartışılması gereken z e m i n d e de­ ğil de canlan nerede istiyorsa veya nerede işleri ne geli­ yorsa orada tartışmanın yol ları n ı kolay yoldan öğrenme­ lerine vesile olacak bilginin ulu orta ifşa edilmesi olarak görül d ü . İ nsanlar meseleleri n i tartışılması gereke n ze­ minde değil de canları n ı n istediği veya işleri n e gelen yer­ de tartışmanı n yolları n ı öğrendikleri nde bununla yetin­ meyecek, bu defa haklı haksız olduğuna aldı rmaksızın her türlü araca başvurarak o tartışmadan herhalde galip çıkmanın usullerini de öğrenmek isteyecek ve bu böyle devam edecekti . O zaman ister istemez aşağıdaki soru­ larla karşılaşılacaktı: Hakikate sadakat yüreklendiri l i p teşv i k edileceği ne her yerde her vesileyle yüz geri edilip küstü rül ü rken sa­ dakate mizacen m üsait olmasalar da zarar verecek şey­ tan lığa sah ip olmayan henüz "uyan mamış"lara sadakat­ sizliği n yol l arı n ı n gösteril mesi doğru olur m uyd u? Sözü n ikna edici gücü n ü n kötüye kullan ı m ı n ı n örnekleri n i n toplu halde s u n u l ması bilmedikleri yollan gösteri p, akı l­ larına gelmeyen hileleri öğretere k istismarcıları n kendi çapları ndaki istismar kabi l iyetleri n i n gel iştiri lmesi ne h i z­ met etmez m iydi? İ kbal avcısı siyasetçiler, servet ve şöh35

Tartışma Sanatmm İncelikleri

ret peşindeki dava vekilleri , hülasa mugalatayı meslek, safsatayı meşrep haline getirenler b u sayede ellerine ye­ ni geçirdikleri silahlarla işlerini daha rahat görmezler m iydi? Maalesef bu soruların bekl e diği cevaplar gön ü l ra­ hatlığıyla veri l e m e diği dolayısıyla hasıl olan end işe ve teredd ütler giderilemediği için çeviri n i n yayımlanma­ sından vazgeçildi ve o gü nden bugü n e yayı mlanması bir daha düşü n ü lmedi . O halde b u yayın faal iyeti illa sorgulanacaksa soru lması gereken ası l soru şu olmalı­ d ır: Bu on yı l l ı k süre içerisinde ne o oldu da o gün ya­ yım lan ması mahzurlu görü len aynı eser bu gü n yayınla­ nabilmektedir?

.36

iV Çok şey oldu. Artık on yıllara yüz yıl l an sığdınyoruz. Şu son on yılda e n başta bir hak hakikat tartışması baş gösterdiğinde sadakatleri n e binae n "onlar haktan haki katten başka bir şeyin hatırı n ı gözetmez" d iyere k korkmadan çekinmeden hake m l i kleri n e veya tanı kl ıkla­ rı na başvurabileceğimiz i nsanl arı n : onlar "hak haki kat bahis mevzuu olduğunda o n u nefisleri n e hoş gelen bir şeye kurban etmezler, o nun için sözü eğip bükmeye, meseleyi çarpıtıp saptırmaya tevessül etmezler" d iye bi­ leceğimiz i nsanların sayısı: süratle azal d ı . Şu son on yılda en büyük yarayı hakikat aldı: Sınırlarla o kadar oynandı ve neticede zemin o kadar kayganlaştı ki hakikatin tebarüzü ve tebellürü fiilen mümkün olmaktan çıktı . Ve bir zih niyet olarak yararcılık ve çıkarcılık önüne çıkan her bendi aştı ve bütün kaleleri düşürdü. Eskiden olduğu gibi "gücün hakkı, hakkın gücü" bir retorik olarak karşı karşıya getirilmeye devam etti etmesine ama gücün tahakkümü dur durak, sınır uğrak tanımadı. Çü n kü hesapçı l ı k h e r şeye sirayet etti . İ krar vere n l e r ikrarlarıyla h esapları n ı tel i f edemed ikleri n d e h esapları­ nı gözden geç i recekleri n e i krarları n ı tev i l edere k vak­ tiyle i l k b üyü k cinayeti işlemişlerd i . Şimdi ki l e r veri l e n i krar uğru na hesaplardan geçecek sadakate sahi p o l­ mamaları bir yana, çıkıp m e rtçe yar uğrun a serd e n ge­ çecek yürek de yok bizde deyip açı ktan i n karda b u l u­ nacakları na fısk ve n i fa k yol u n u tutup i krarların ı eğip b ü kerek hesaplarıyla uyuşturmayı öğre n d i ler. Böylece ataları m ı z ı b i r kez daha yalancı ç ı kard ılar. O n lar " H ay­ van yuları ndan

i n san

i krarı ndan tutu l u r" d iyorlard ı . 37

Tartışma Sanatmm İncelikleri

B u n lar gem i azıya aldılar ve kend i l e ri n i h i ç b i r şeyin tu­ tamayacağı n ı gösterdi ler. Bu eğip b ü kü c ü l ü k, b u kıl ı f b u l u c u l u k ve kitabına uyd urucu l u k keyfi l iğin ve i nsaf­ sızlığın daha önce tan ı k o l u nmad ı k türü n ü besl edi ve gü rbüzleştird i . Keyfi l i k gürbüzleşti kçe i l kesi z l i k h e r sa­ haya ege m e n olan tek i l ke o l d u . Artı k i n sanları n karşılaştı kları meselelerin h i ç b i ri tar­ tış ı l ması gere ken zem i nd e tartış ı l m ıyor. O n u n yeri n e d ü nyan ı n h e r ye rind e aynı anda dolaşıma soku lan , son­ ra kalabalı kları n çı karlarıyla sigortalanan kavramlar ba­ his kon usu meseleyle ilgi l i olsun olmasın her tartışma­ ya b i r postu lat olarak h ü kmed iyor. Z i h i n l e r daha evvel b u n lara uzun b i r propaganda süreci içinde u staca ha­ z ı rlandığı için yapılan itiraz fayda v e rm iyor, anında geri püskü rtül üyor. Dolayısıyla m u teriz itiraz ettiğiyle kalı­ yor, üste l i k b u gibi durumlar için başın dan öngörü l erek hazırda b e kl eti l e n yaftalarla yaftalanarak mahkum edi­ l iyor. Dahası b i r m üddet sonra b u yaftalarla h e rkes yıl­ d ı rı l ı p s i n d i ri l d iği için kimse kendisinde itiraz edecek gücü b u lamıyor. Bu kavramların bütün güçleri n i her vesileyle ve vası­ tayla m ütemadiyen tekrarlanarak insanları n zihinl erine kazı n ı lmasına borçlu olan içi boş sloganlardan başka b i r şey olmadığını b u nları yerl i yersiz her şeye b ulaştıranlar da dah i l herkes biliyor. O sebepten ötürüd ür ki b u n ların ne mantık ne m uhakeme süzgecinden geçiri lmelerine taham m ü l edil ir, ne d e böyle bir şeye fırsat ve meydan veril ir, teklif edilenlere ( "teklif" burada sözün gelişidir, en hafi f tab i riyle aslında bu "dayatma", süreci gerçeğe en yakın resmedense " beyin yı kama"dır) b u nları kabul­ den başka bir yol bırakı lmamıştır. s 5 Bu kavramların Aydınlanma mirasıyla ilişkisi ile ilgili olarak bkz. G. E. Lessing, insan Soyunun Eğitimi, Aydınlanma, Din ve Eğitim (Say Yayınlan, Eğitim Düşüncesi Dizisi: 20 l l ) .

p

Aydınlanma: Cevabı Ka­

ranlıkta Kalan Sorula� başlıklı hazırlık yazısı.

38

Sunuş Zeminlerinden uzaklaştırı lan ve slogan kavramların dayatması altın da sürdürülen tartışmalarda artı k saptır­ man ı n her türü n e başvuruluyor, çarpıtman ı n her çeşidi rahatça kullanılıyor. Artık bu kon u da kimse n i n kimseye bir şey öğretmesi ne gerek yok. Kimse n i n yitireceği ma­ sumiyet de. Öğrenim e ksiğini m izaç kapatıyor! Daha da hazini bütün bunları fırsat bilen bezirgan lar nerede savun ulabilir bir dava görse oraya hemen tezgah kuru p onun bütünl e olan bağın ı , bütü n ü n içinde tuttuğu yeri hiçe sayarak sanki kendi başına, kendinden i baret bir m eseleymiş gibi sav u nmaya kalkıyor ve böylece kaş yapayım derken göz çı karıyorlar. Ve b u nlar daha iyi gün lerimiz. Kötü günler i leride .

39

v Ama her şeye rağmen hala hakikate sadık kal ı p bir me­ seleyi her türlü saptırma ve çarpıtma çabalarına karşın zemininde tartışmaya çalışan ve o meselenin hakikati neyse onun ortaya çıkması için çırpınanlar var. Üstelik karşıları ndakilerin haki kat diye bir dertleri n i n olmadığı­ n ı , başka emellerinin, gizli hesaplarının olduğunu bil­ meksizin. Onların bu gizli emellerini önleri n e ne gelirse gelsin kuru l u bir maki n e gi bi hep ayn ı slogan kavramla­ rı n yakınına getirm eye çalışmaları , sonra da insanları n zi­ h inleri n i n hazırlanmışlığını fırsat bilip itiraz edilmezliğin gücün ü yanl arına alarak diledikl eri nce çarpıtmaları ele veriyor. Ama karşımızda ne bir din mensu bu var, ne de umdeleri ve esaslan herkesçe bilinen açık bir öğretinin bağlısı. Oysa yakın zaman lara kadar b u ü l ke için ü l küsü olan ve o ü l küyü herkesle paylaşarak hayata geçirmeye çalı­ şanlara hep bir ağızdan "demokrasinin sağladığı imkan­ larla demokrasinin çanına ot tıkamaya çalışan lara göz yumulamaz! " denip d ü nya dar ediliyord u . Bugün zemi­ ninden uzakl aştırı l ı p tekrar ve tel ki nlerle sorgulanması unutturulan slogan kavramların gölgesinde yapılan tar­ tışmalarla bizzat demokrasi denilen şeye kastedil iyor kimsen i n sesi çıkmıyor. Demokrasi hayat hakkın ı orta­ dan kaldıracak olan l ara hayat hakkı tanıyacak kadar kör olamaz deniyord u , bugün herkesin ağzına bir parmak bal çalarak kolayca kalabalı ktan avutacak bir oyun hali­ ne getiri liyor kimsenin sesi ç ı kmıyor. Serbestiyet deni­ yor, serbestliğin b ütün cüzleriyle mevcut olması gereken yerde her biri birer "Dur!" işareti işlevi göre n , hatta se be40

Sunuş bi v ücutları anlaşılmadığı için daha zorba ve buyurgan olan sloganlarla yol kesiliyor, hür düşünceye pranga vu­ rul uyor kimse n i n sesi ç ı km ıyor. O l u r olmaz her şeye sesi çıkanların sesi neden çık­ maz oldu? Sesi çok çıkanların sesin i kim kıstı? Demek b u ü l kede yasakçılık da yasak savıcılık gibi başkaları adı­ na yapılıyormuş. Bütün bunlara rağme n hala haki kate sad ı k kalı p bir meseleyi haki katin i n ortaya çıkmasına katkıda bulun­ mak için tartışmakta diretenler şunu da bilmiyorlar: Ha­ yat hakkını ortadan kaldıracak olan ları seçip ayıramadığı için hayat hakkı tan ıyacak kadar kör olan demokrasi ler­ de sükütlarıyla istedikleri n e hayat hakkı bahşetme iste­ d i klerinden onu geri alma kudretin i ele geçirmiş olanlar eskisi kadar insafl ı ol mayacaklardır. Bir kez menziline gi­ renler bilsinler ki bir daha çıkamayacaklar ve ölümüne takip edilece klerdir. Takipte oldukları bir müflisin iflasın­ dan , bir sakıtın sükutundan daha kolay an laşılacaktır. Ama haki kat sevdalı ları hakikatin ken d i l e ri n e vere­ ceğin i bu d ü nyada başka h iç b i r şeyi n vere meyeceğin i b i l i rler. Zira kim ki ona kendisini verir kendisini bulur.

41

Bir tartışmada hakikati bulup ortaya çıkarmak yerine öne sürdü­ ğümüz şeylerin lehine önyargıların bizi tutsak etmesine nasıl izin verdiğimiz; izin vermekle kalmayıp ardından davayı bile bile yoku­ şa sürmenin, dolayısıyla hakkı adaleti engellemenin, hatta bunun için hır çıkarmanın ne tür bir yaradılışla veya yaradılıştan gelen za­ yıflıkla ilişkili olduğu; bu kadarla da kalmayıp bu hal bir maraz ya­ hut arıza olmaktan çıkarak bir mizaca dönüşme istidadı gösterdi­ ğinde kişi olarak bizi, ekseriyeti bu kişilerin oluşturması halinde toplumu nasıl bir tehlikenin beklediği gibi meselelerin ele alındı­ ğı hazırlık yazısı kitapta kendisine ayrılan yerin sınırlarını aştığı için talihi yar olur da iklimini ve rüzgarını bulursa ileriki günlerde müstakilen yayımlanacaktır. 42

TARTIŞMA (ve İKNA) SANATININ İNCELİKLERİ

Giriş: Belagat yahut Etkili Konuşma Sanab

*

Belagat yahut etkili konuşma sanatı başkalarında bir şeyle ilgili görüşümüzü veya kanaatimizi uyandırma, onların duy­ gu dünyasında o konudaki hissiyatımızı canlandırma ve böylece onu bizimle aynı duyguyu paylaşacak ruh haline sokma yeteneğidir. Bütün bunlar sözcükler sayesinde fikir­ lerimizin onların kafasına ustalıkla hücumunu sağlayacak şekilde yapılır ve bu akış öyle bir güçle gerçekleştirilir ki onların düşünceleri tuttukları istikameti terk eder ve bizim­ kilerle aynı yolu takip etmeye başlar. Onların daha önce tuttukları düşünce yolu bizimkinden ne kadar farklıysa bu ustalık eseri başarı da o kadar büyüktür. Bir kimsenin ken­ di kanaatinin ve hissiyatının belagat bakımından onu ne kadar kudretli kıldığı ve genel olarak belagatin sanat eseri olmaktan çok doğal yetenek olduğu buradan kolayca anla­ şılır. Ancak burada dahi sanat doğayı destekleyecektir. Bir başkasını sıkı sıkıya tutunduğu bir yanlışla çatışan bir doğruya ikna etmek için riayet edilmesi gere ken ilk kural kolay ve doğal bir kuraldır, yani : önce mukaddem

( öncüller) I gelsin, istidlal ( va1y1)2 onu takip etsin. Ancak bu kurala nadiren riayet edilir, hatta tersine çevrilir; çün­ kü heveskarlık, acelecil i k ve dogmatik güven3 bizi son uç •

ı

2 3

Die Welt als WJJ/e und Vorstellung, Bd. iL Kap. XI: Zur Rhetorik. ( : die Pramissen . J ( : d i e Konklusion. J ( : die Rechthaberei, fikir beyan etmede kesinlik, bir fikri akli temelle­ ri yeterince güçlü olmadıgı halde hiçbir tereddüt belirtisi göstermek­ sizin hatta kibirle kurumla ileri sürme. )

45

Tartışma Sanatının İncelikleri yahut istidlali onun tam karşısındaki yanlışa bağlı olan kimsenin yüzüne gürültüyle patırtıyla ilan etmeye sevk eder. Bu onu kolayca çekingen ve ihtiyatlı hale getirir, ar­ dından da bunların hangi sonucu getireceğini bi ldiğinden bir temellendirmenin dayanağı olarak ileri sürü len bütün esas4 /delil ve öncüllere kararlı biçimde karşı çıkar. Bu yüzden ulaşılmak istenen sonuç bütü nüyle gizlenmeli ve sadece ona varmak için gerekli olan temellendirmenin öncül ve illetleri açık seçik, tam ve her açıdan verilmeli­ dir. Hatta eğer mümkünse bu sonucu açık açık dile getir­ mekten dahi kaçınmalıyız. O dinleyicilerin akl ı nda zorun­ · 1 u ve mantı ki olarak kendiliğinden belirecektir ve on ların içinde ol uşan kanaat böylece çok daha sam i m i olacak­ tır; ayn ca ona utanç hissi ye ri ne öz saygı e ş l i k edecek­ tir. G ü ç ve sıkıntı l ı d u rumlarda, asl ı nda peşinde o l d u­ ğu m u z sonucun tam tersi bir sonuca u laşmak istiyor­ muş gibi bir tavır ve kıl ığa bi l e bürü n e b i l iriz. Sh akes­ peare ' i n Julius Caesar' ı n daki Anto n i u s ' u n ü n l ü kon uş­ ması b u n u n bir örneğidir. Bir şeyi sav u n urken çokları ken d i l eri n e tam b i r gü­ ven içerisi n d e , o n u n l e h i n e söyl e n e b i l e c e k tasavv ur e d i l e b i l i r h e r şeyi i l eri s ü rm e ve doğru , yarı doğru ve sadece akla yakı n olanı b i r b i r i n e karıştırma yan l ı ş ı n ı yaparlar. Fakat yan l ış ç o k geçm e d e n a n l aş ı l ı r veya o l ­ madı h isse d i l i r, ard ı ndan o n u n l a b i rl i kte i le ri sürü l m üş olan doğru ve ikna e d i c i d e l i l l e ri n üzeri n e de kuşku­ nun gölgesi d üşer. O halde faz l adan h i ç b i r şey i l ave et­ meks i z i n sadece doğru ve i k na e d i c i olan veri l m e l i ve b i r doğru n u n yetersiz, d o l ayısıyla m ugalatacılara özgü d e l i l ve te m e l l e n d i rm e l e rl e sav u n u lmasına karşı uya­ n ı k o l u nmalıd ır. Ç ü n kü hasım b u n ları h ü kümsüz kı l a­ b i l i r ve böylece çıkıp o rtada b u n larla deste kle n e n doğ­ ru n u n ke n d i s i n i de ç ü rütmüş gi bi caka satab i l i r; b i r 4 ( : Grund: temel, sebep, beyyi ne, illet . )

46

Giriş: Belagat yahut Etkili Konuşma Sanatı baş ka söyleyişle o argumenta ad homin emi argumen­

ta ad rem4a gi b i i l eri süre b i l ir. B e l ki de Ç i n l i le r b u n u n tam tersi yö nde ç o k i l e ri giderler, ç ü n kü on lar şu d üs­ tura göre hareket ederler: "Belagat kudreti n e ve kes­ ki n b i r d i l e sah i p kimse her zaman b i r c ü m l e n i n yarı­ s ı n ı söyleyip yarı s ı n ı b ı raka b i l ir; hakl ı l ığından kuşku duymayan kimse ken d i n e güve n e re k i d d i as ı n ı n üçte b i ri n i tes l i m e d e b i l ir. "

4a

Bkz. aşağıda 20 numaralı dipnot.

47

Tartışma ve Çekişme · Toplu Bakış



Parerga und Parallpomena, Bd. i l , Kap. i l : Zur Logik und Dialekti k.

Tartışma, teorik bir kon u üzeri n e karşılıklı konuşma5 h i ç kuşkusuz her i k i taraf için de ç o k yararlı olabilir, ç ü n kü tartışma tarafları n sah ip oldu kları düşünceleri doğrular veya teyit eder ve aynı zamanda yenileri n i uyandırır. Ço­ ğu zaman kıvılcımlar doğuran i ki fikri n çatışması veya çarpışmasıdır;6 ancak bunun aynı zamanda cisimlerin çarpışmasına benzer bir yanı da vardır, çünkü zayıf olan çoğu kez ona katlanmak zorunda kalır, oysa kuvvetli olan bundan galip çıkar ve muzaffer bir tavır ve eda ta­ kınır. Bu bakımdan tartışmanı n tarafların ı n da herhalde bilgi bakımından olduğu kadar zeka ve yetenek bakım ın­ dan da birbiri n i n olabildiği nce dengi olması gerekir. Eğer biri n i n bilgi e ksiği varsa o au niveau7 değildir ve dolayı­ sıyla diğeri n i n delil ve temellendirmeleri n e karşılık vere­ meyecektir; deyiş yerinde ise o çekişmede ringin d ışın­ da duracaktır. Ama eğer zeka ve kavrayış bakımından e ksiği varsa, çok geçmeden içinde uyanacak olan öfke ve hiddet nöbetleri onu tartışmada her türlü çirki n hile ve bahaneye başvurmaya, bilerek güçl ü k çıkarmanın her çeşidinden yararlanmaya yöneltecek ve di kkati b u nlara çekilerek meselenin esası kendisine gösterildiğin d e b u kez de i ş i bayağılaşmaya kadar götürecektir. Dolayısıyla nasıl ki m üsabakalara nesep ve mevki bakımından birbi­ ri n i n dengi olanlar kabul ediliyorsa tartışmalarda da böy­ le olmalı ve her şeyden evvel bir bilgin cahi l birisiyle tar5 [: das Disputieren: münazara. ) [: Barikayı haki kat müsademeyi efkardan doğar. ) 7 ( : Evsafa uygu n, denk. )

6

51

Tartışma Sanatının İncelikleri

tışmamalıdır; eğer tartışacak olursa en iyi d e l i l ve temel­ lendirmeleri n i o n lara karşı kul lanamayacaktı r, çünkü ca­ hiller b u nları anlayacak ve üzerleri n e düşünecek bilgi­ den yoksundurlar. Ama eğer getirdiği delilleri bu can sı­ kıcı d urum içinde onlara (anlayacakları şekilde) açıkla­ maya çal ışırsa bu çabası n ı n başarısızl ı kla sonuçlanması galip_ihtimaldir. Hatta kötü ve kaba saba bir karşı delil ile kendileri kadar cahi l olanların gözünde n eticede hak­ lı bile görünece klerdir. Ve bu yüzden Goethe Westöstlic­

her Diwan' da der: " Lass dich nur zu seiner Zeit Zum widerspruch verleiten: Weise verfallen in Unwissenheit, Wenn sie mit Unwissenden streiten . "B

Ne var ki eğer hasmın zeka ve anlayış bakımından eksi­ ği varsa ve o b u e ksikliği n i bilgi edinme ve hakikate u laşc ma yönünde samimi bir çabayla dengelemiyorsa d u ru m daha da kötüdür. Çünkü eğer o böyle bir çaba içerisin­ de değilse karşılaşacağı en küçük m üşkülde kendisini en nazik yerinden incinmiş ve yaralanmış h issedecektir; ve b u n dan böyle onunla her kim tartışırsa derhal farkı na varacak ve d ikkat kesilecektir: Benim o nun aklıyla, fik­ riyle bir al ıp vereceğim yoktur, benim ası l işim onun te­ mel parçasıyla, yani i radesiyledir, ve o n u n için de önem­ li olan tek şey nihayetinde per tas veya per nefaS'l gali p gelmektir. Dolayısıyla o n u n a kl ı artık sadece ve m ü nha­ sıran h i l el ere, düzenbazlıklara ve her türden çirki n l iğe 8 ( : İzin venneyin hiçbir zaman

Götürülmenize haklı olmayan biçimde delile; Cahillerle tartışırken akıllı Gömülür boğazına kadar cehaletin içine. ) . 9 ( : Öyle y a da böyle, h e r ne pahasına olursa olsun. )

52

Tartışma ve Çekişme yönelir; ve son unda bunlardan yararlanma yollan kesil­ diğinde bu kez de sırf hissettiği aşağıl ı k d uygusu n u n bir ölçüde bedelini ödemek ve tartışanları n d u ru m u na ve koşulları na göre fi kirleri n çatışmasını daha büyük bir ba­ şarı şansına sahi p olduğu nu umduğu bedenleri n kavga­ dövüşüne döndürmek için kabal ı k ve bayağılığa başvu­ rur. Böylece i kinci kurala geliyoruz : Sın ırlı akla/zekaya sahip kimselerle tartışmamalıyız . Buradan geriye bir tar­ tışmaya girebileceğimiz çok sayıda kimse kalmadığı n ı zaten görebiliri z . Gerçekten ancak istisna d u ru m unda olan kimselerle tartışabil iriz. Ö te yandan insanlar kendileriyle aynı görüşü paylaş­ madığımız zaman genellikle gücenip darılırlar; ama o za­ man da görüşlerini sırf benimseyip kabul edebilmemiz için değiştirirler. Şimdi onlarla giriştiğimiz bir tartışmada, yukanda zikredilen ultima ratio stultoruma • o başvurma­ dıklannda bile çoğu kez sadece kızgınlık ve küskü nlüğe tanık oluruz. Çünkü burada sadece onlann zihni/fikri ye­ tersizlikleriyle

deği l ,

fakat tartışırlarken

başvurd u klan

usullerin sık sık tanık olunan haysiyetsizliğinde çok geç­ meden kendisini gösterecek olan ahlak bozukl u klanyla da uğraşmak zorunda kalırız. Sonunda haklı çıkmak için başvurduklan hileler ve düzenbazlıklar, kasıtlı olarak çı­ kardıkları güçlükler o kadar çok ve çeşitli , ama bir o ka­ dar da düzenli olarak tekrarlanır ki bundan birkaç yıl ön­ ce bunlar üzerine derinlemesine düşünmek zorunda kal­ dım ve tartışma konulan ne kadar çeşitli ve tartışan kim­ seler ne kadar farklı olursa olsun dönüp dönüp hep aynı hilelere ve düzenbazlıklara başvurulduğunun ve bunlann tan ınmasının çok kolay olduğu nun farkına vardıktan son­ ra dikkatimi bunlan n bütünüyle biçimsel u nsuruna yönelt­ tim . Bu o zaman beni bu hile ve düze n bazlıklann salt bi­ çimsel yanını maddi yanı ndan ayırma ve deyiş yerinde ise onu su katılmamış anatomik bir numune olarak teşhir et1O

[: Ahmakların son çaresi . ]

53

Tartışma Sanatmm İncelikleri

me fi krine yöneltti . Bu yüzden tartışmalarda sık sık karşı­ laşılan dürüstlü kten uzak tüm hileleri topladım ve bunla­ nn her birini kendine özgü zemin ve süreç içinde açı kça gösterip örnekler verdim, isimlendirdim. Sonunda bunla­ ra

karşı, bir savunma biçimi olarak kullanılacak yol ve

yöntemleri ilave ettim ; ve buradan biçimsel bir eristik di­

yalektik gelişti . Şimdi bu diyalektikte, eristik diyalektiğin şeki l leri olarak yukanda zikredilen saldın hileleri, mantık­ ta kıyas şeki llerinin ve retorikte retorik figürlerinin aldığı yeri aldı. Bunlar sözü edilenlerin her ikisiyle şu özelliğe müştereken sahiptir: tatbikatlan nazariyatı önceledikleri içi n belli ölçüde bunlann doğuştan oldukları söylenebilir. Bu sebepten ötürü kullanmak için önce bunları öğrenme­ ye i htiyaç duymayız . Dolayısıyla salt biçimsel olarak ele alınıp anlatı lmaları baş eserimin i kinci cildinin 9. bölü­ münde mantık, diyalekti k ve retorikten müteşekkil olarak ortaya çıkan akıl tekniği için tamamlayıcı olacaktır. Bildiğim kadarıyla daha önce bu tür bir girişimde bulu­ nulmadığı için bu konuya hazırlanmama yardımcı olacak herhangi bir eserden faydalanma imkanım olmadı. Aristo­ teles'in Topika'sı yer yer faydalandığım tek eserdi ve ger­ çekleştirmek istediğim şey açısından iddialan/beyanları i kame/serdetme (KawcrKcuaÇı::ı v) ve nakz/cerhetmede

(avacrKı::ooÇı::ı v) ı ı kurallarının bir kısmını uygulama imkanı buldum. Fakat Diogenes Laertios'un zikrettiği Theophras­ tos'un eseri, 'AycovıcrnKOV tfiç ıtı::pi toi>ç EpıcrnKoi>ç /.,,6youç

eı::opiaç, 1 2 bunun için gerçekten uygun bir kitap olmal ı ; am a belagatle ilgili bütün yazılarıyla birlikte kaybolmuştur. Platon da tıpkı füa}J;yı::creaı ı .3 öğreten füaAı::KnJdı ı 4 gibi

f:piÇı::ıv ı s öğreten ÔVLLAOYLKi] tEXVT]'ye I 6 değinir (Devlet, k. ı ı ı2

( : Ausstellen und UmstoJ3en der Behauptunge n . J ( : Tartışanlar üzerine nazariyat kılavuz kitabı. )

ı .3

( : Tartışma, müzakere . )

ı4

( : Karşıl ı klı kon uşma sanatı . "Ekler" bölümünde "Diyalogdan D fyalek­ tige" başlıklı 1. Numaralı e ke bakınız. )

ıs

(: Tartışmak, ispat etmek. )

ı6

(: Çürütme sanatı . )

54

Tartı şma ve Çekişme V, s. 1 2 , ed. Bip. ) . Yakın zamanlarda kaleme alınmış kitap­ lar arasında ttalle'den müteveffa Profesör Friedemann Schneider'in Tractatus logicus singularis in quo processus

disputandi, seu offlcia, aeque ac VITJA DJSPUTANTlUM ex­ hibenturI 1 (Halle, 1 7 1 8) başlıklı kitabı en çok işime yara­ yan kitaptı. Bu eser cedelde/çekişmede karşılaşılan çirkin­ liklerle i lgili birçok örneği vitia üzerine bölümlerde açıkla­ dığı kadarıyla yararlıdır. Ancak yazarın zihninin geri planın­ da tuttuğu her zaman sadece resmi akademik tartışmalar­ dır; aynca konuyu ela alış tarzı, bu tür fakülte seri imalat­ lannda hep rastlandığı üzere, genel olarak zayıf ve yetersiz­ dir; üstelik fevkalade kötü bir Latinceyle kaleme alınmıştır. Joachim Lange'nin bir yıl sonra yayımlanmış olan metho­ dus disputandisi l B kuşkusuz daha iyidir, ama tasavvur etti­ ğim şey bakımından uygun hiçbir şey içermez. Ben im bu daha eski tari h l i eserimi şimdilerde yeni­ den gözden geçi rmeye girişmemle birli kte ortak i n san doğası n ı n yetersizliklerinin üzeri n i örtmek için kullandı­ ğı eğri yol ları n ve hi leleri n böyle d i kkatli ve ayrıntı l ı bi­ çimde düşü n ü l ü p değerlendirilmesinin artık mizacıma uymadığı nı görüyor ve bu sebepten ötürü onu bir kena­ ra bırakıyorum . B u n u n la beraber kon uyu ele alış tarzım ı gelecekte bu tür bir şeye girişme isteği d uyabilecek olan­ lara daha tafsilatlı olarak anlatmak için burada bir ya da i ki saldın hilesini örnek olarak göstereceğim , ama daha önce aynı eserden her tartışmada temel teşkil eden şeyin

ana hat1anm vereceğim. Çünkü b u bize genel olarak tar­ tışmanın soyut çerçevesin i , deyiş yerinde ise iskeletin i verir ve bu yüzden o tartışmanın osteolojisi ı 9 olarak gö­ rülebilir. Açıkl ığı ve bir bakışta görülebilirl iği nedeniyle burada zikredilmeye değerdir. İ ster akademik ders odaları n da ister mahkeme sa­ lonlarında dinleyiciler huzuru nda ister gündelik soh bet17

[ : Tartışmada kullanılan yöntem, tartışmanın kuralları ve aynca TARTI­ ŞANLARIN KUSURLARI'nın açıklandığı özel mantık ıisalesl . )

ıB 19

[ : Tartışma usul ü . ) [ : Osteologie, kemikbilim. l

55

Tartışma Sanatının İncelikleri

terde cereyan etsin her tartışmada takip edilen ana usul/işleyen temel süreç şu şekildedir: Bir sav yahut iddia ortaya atılır ve b u n u n çürütülme­ si gere kir; şimdi bu hedef için iki tarz ve i ki yol vardır. ( l ) Bu tarz yahut biçimler ad rem ve ad hominem ve­ ya ex concessi.sdir: ıo Söz konusu meselenin tabiatıyla bağdaşmadığını gösterere k iddian ın mutlak ya da nesnel haki katini ancak biri nciyle çökertiriz. Bununla beraber . öbürüyle, onun iddiayı savunan kişinin diğer iddiaları ve­ ya kabulleriyle çeliştiğini göstermek ya da temellendirme­ lerinin savunulamaz olduğu, bu durumda da bizatih i id­ dian ın nesnel haki katinin gerçe kte kararlaştırılmamış ola­ rak kalacağı ortaya kon ulmak suretiyle sadece izafi haki­ kati ni çökertiriz. Sözgelimi felsefenin veya doğabiliminin meseleleriyle ilgili bir tartışmada hasmımız (bu duru mda kaçınılmaz olarak bunun bir İ ngiliz olması gerekir) cesa20

(Sırasıyla: şeye göre, kişiye göre, kabullerden hareketle temellendir­ me (yaparak tartışma) . " İleri sürdüğüm delilden çıkardığım doğru ya ( 1 ) nesnel ve evren­ sel geçerliliğe sahip bir doğru olabilir ki bu durumda delilim secundum veritatemdir, hakikate sadıktır. Ancak böyle bir delil hakiki bir geçerli­

liğe sahiptir. Ya da ( 2 ) o sadece iddiamı ispatlamak istediğim, dolayı­ sıyla tartışmakta olduğum kişi için geçerli olan bir doğru olabilir. Bir başka söyleyişle tartıştığı m kişi ya bir iddiayı bir önyargı olarak toptan ve ebediyen ben imsemiş ya da tartışma esnasında alelacele kabul et­ miştir; ve ben o zaman getireceğim hüccet yah ut delili ona göre se­ çer ve düzenlerim. Bu durumda o sadece bu insan teki için : ad homi­ nem geçerli bir delil olmuş olur. Hasmımı iddiamı kabul etmesi için zorlarım, ama onun evrensel geçerliliğe sahip bir doğru olarak tanın­ masını isteyemem. Delilim sadece hasmımla aramızdaki tartışmada işe yarar, onun dışında kimsenin işine yaramaz. Sözgelimi hasmım Kant'ın bir tilmizi olsa ve ben delilimi ve temellendinnemi bu düşü­ nürün bir ifadesine dayandırsam bu kendi başına ancak ad hominem olan bir delildir. · Ama düşünürün bu ifadesi aynı zamanda herkesin kabul ve teslim ettiği evrensel bir haki katse o zaman secundum veri­ tatem bir delildir. Aşağıda aynca ele alınacaktır. )

56

Tartışma ve Çekişme ret edip Kitabı Mukaddes' e dayalı delil ve temellendirme­ lere başvurmaya kalkıştı , o zaman biz onu bu türden de­ lil ve temellendirmelerle çürütebiliriz, her ne kadar bun­ lar meseleyle ilgili hiçbir şeyi çözüme kavuştu rmayan bi­ rer argumentatio ad hominemden başka bir şey olmaya­ caksa da. Deyiş yelinde ise bu durumda biline ondan al­ dığımız aynı parayla ödemede bulunuyormuş gi biyizdir. Birçok durumda bu modus procedend1'2 ı davacının mah­ kemede davalının da sahte bir makbuzla geri gönderdiği sahte bir emre mu harrer senet imal etmesi ne benzetile­ bilir, ama her şeye rağmen borçlanma yapılmış olabilir. Fakat tıpkı bu son durumda old uğu gibi salt argumentati­

o ad hominem çoğu kez kestirme yol üstünlüğüne sah i p­ tir, çünkü her i ki durumda da meselenin tam ve gerçek izahı çoğunl ukla fevkalade karmaşık ve güç olacaktır. ( 2 ) Ayrıca bu iki yol doğrudan ve dolaylıdır. İ l ki idd ia­ yı temellerinden veya illetlerinden, i kincisi ise sonuçla­ rı ndan vurur. İ l ki iddianın doğru olmadığı n ı , i ki ncisi doğ­ ru olamayacağı nı göste ri r. Bunu biraz daha ayrı ntılı ola­ rak ele alıp değerlendireceğiz. (a) Doğrudan çürüterek ve böylece iddianın temelle­

rine veya illet/erine saldırarak ya nego majorem veya ne­ go minoremıı diyere k-ki bunları n her i kisiyle de iddia­ yı ol uşturan son ucun konusuna/temel fikrine saldırı rız­ bunları n bizati h i doğru olmadıklarını gösteri riz; ya da ol­ madı bu teme lleri veya illetleri kabul ederiz fakat bun la­ rı n bu iddiayı desteklemediği n i gösteri riz;23 dolayısıyla

nego consequentiam24 deıi z ve bu durumda sonucun bi­ çimine saldırırız.

2 1 ( : Tarzı hal, usul . ) 2 2 ( : Büyük/küçük önenneyi/iddiayı tartışıyorum . ) 23 (Ya da: b u iddianın bun lardan çıkmadığın ı . . . ) 24

( : (Öncüllerin) sonucu (nu) tartışıyorum. )

57

Tartışma Sanatının İncelikleri ( b ) Dolaylı yoldan çürüterek ve böylece bir falsitate

rationati ad falsitatem rationis va/et consequentiaıs ku­ ral ıyla bunların yan lışlığı ndan iddianın yanlışlığı nı çı kar­ mak için iddianın sonu çlanna saldırarak. Bu duru mda ya örnekten ya da apagogeden ı6 yararlanabiliriz. (1) Örn ek,

ltvcrwcrıç, bir exemplum in contrarium­

danı1 ibarettir ve iddiayı i fade ettiği şeyden hareketle an­ laşı lan , ama doğru dan onu bağlamayan şeylere veya du­ rumlara işaret ederek çürütür. Dolayısıyla (bu örnekler veya d u rumlar onun aksi ni söylediğine göre) iddia doğru ölamaz. ( i l ) Apagoge geçici olarak i d d i a n ı n doğru o l d uğu n u n kab u l üyle, fakat ard ı ndan o n u n sorgu lanmayan ve d oğ­ ru olarak kab u l edilen başka bir ö n e rmeyle b i rl eşti ri l­ mesiyle meydana geti ri l i r ve böylece bu i kisi ya gen e l olarak eşya n ı n tab i atıyla y a da kes i n biçimde kab u l edi­ len söz kon usu iddianın i fadesiyle yah u t da iddian ı n m ü dafi i n i n

bir

başka

beyan ıyla

çel iştiği

i ç i n sonu­

cu/vargısı açı kça yan l ı ş olan b i r kıyasın ö n c ü l l e ri hali­ ne gel i r . Bu yüzden apagoge seçi len u s u l e göre sadece

ad hominem olabi leceği gi bi ad rem de olabilir. Ş i m d i eğer sonu ç/vargı her türl ü şüphe ve teredd ü d ü n ötesin­ d e , hatta a priori kesin olan doğru larla çelişiyorsa o za­ man hasm ı m ı z ı n iddias ı n ı ad absurduma i n d i rgemiş oluruz. Her halü karda ilave e d i l e n öteki ö n c ü l ü n doğru­ l uğu

kuşku götürmez o l d uğu için sonucun/vargı n ı n

yan l ışl ığı o n u n idd iasından kaynaklan malıdır. Dolayısıy­ la iddia doğru olamaz. 25

(:

26

ileri gelir. l (: Bir şeyi karşıtının imkansızlığını veya mantıksızlığını göstererek is­

Son ucun veya istidlalin yanlışlığı temelin veya illetin yanlışlığından

patlayan dolaylı temellendirme: hal bihi muhal. Aşağıda m üstakilen ele alınacaktır. ) 27

58

(:

Zıt/karşıt örmek. )

Tartışma ve Çekişme Bir tartışmadaki her saldın yöntemi burada biçimsel olarak anlatılan tartışma idare usul leri n e indirgen ebilir. Dolayısıyla eskrimde tierce, quarte2a vb. gibi mutat, ku­ ral l ı hamleler ne ise diyalekti kte de bunl ar odur. Buna karşılık benim çeşitli kaynaklardan toplayıp sıraya koy­ duğum saldın hileleri belki harp taktikleriyle karşılaştırıla­ bilir; ve son olarak bir tartışmada tehevvür yah ut feveran­ lar ü n iversitelerdeki kaçamaklı cevap verme ustalannın29 sözde kural d ışı dokundurmalarıyla.30 karşılaştınlabilir. Tarafımdan toplanıp düzene sokulmuş b u saldın h ilele­ rine örnek ve numune olarak burada aşağıdakiler zikre­ dilebi lir. Yedinci Hile: Genişletme. Hasmın iddiası doğal sınır­ larının ötesine taşınır ve kastettiğinden, hatta ifade etti­ ği nden daha geniş bir an lamda alınır, böylece bu anlam­ da kolayca çürütül ü r. Ö rnek: A İ ngilizleri n dram sanatında dünyadaki diğer bütün m i lletleri geride bıraktı kları nı iddia eder. B instan­ tia in contrarirumu makul hale getirir, İ ngi l i zlerin müzik­ te ve dolayısıyla operada kayda değer bir başarılarının bulunmadığını ileri sürer. Bu saldırı hilesine karşı alın­ ması gereken bir savu nma önlemi olarak: bir itirazda bu­ l u n u l d uğu zaman derhal açıkça ifade edilmiş beyan ya­ hut iddiamızı kullanılan deyimlerle ya da onları n akla ya­ kın biçimde kab u l edilmiş anlam ıyla sıkı sıkıya sınırlama­ mız ve genel olarak onları m ü m kü n en dar sınırlar içeri­ sine çekmemiz gerektiği buradan anlaşılır. Ç ü n kü bir be­ yan yahut iddia ne kadar genişse o kadar çok saldırıya açıktır. 28 [ : Eskrimde vaziyet alış tarzları . ) 29 [ : Universit:Atfechtmaistem. Kılıçla dövüşmek anlamına gelen fechten fiiline cümlenin son undaki Saıihieben sözcüğünün yardımıyla . ) 30

[ : Sauhieben . J

59

Tartışma Sanatının İncelikleri

Sekizinci Hile: Sonuçlar çıkarma eğilimi: Hasmın id­ diasına veya önerm esine çoğu zaman örtül ü olarak, onunla özne veya yüklem bakımı ndan ilişki l i olan bir ikinci önerme ekleriz. Bu iki öncülden şimdi hasmın ka­ pısının önüne bırakı lan yanlış ve çoğu kez kötü niyetli bir sonuç çıkarınz. Ö rnek: A Onuncu Charles'ı sürgüne gönderdikleri n­ den dolayı Fransızlan över. B derhal karşı l ı k veri r: "Şu halde siz de kralımızı sürgün etmek istiyorsunuz. " Onun örtülü olarak e klediği büyü k önerme şunu söyler: "Kral­ larını sürgün eden herkes övgüye layıktır. " Bu aynı za­ manda fallacia a dicto secundum quid ad dictum simp­

liciter'e::ı ı de indirgenebilir. Dokuzuncu Hile: saptırma: Tartışma esnasında eğer gittikçe köşeye sı kıştığı m ı z ı , h asm ı m ı z ı n üstü n l üğü ele geçirdiği n i ve gal ip çı kacağı n ı görüyorsak tam zama n ı n­ da bir mutatio controversiae::ıı i l e ve dolayısıyla tartış­ mayı bir başka kon uya, i kinci derecede ö n e m l i bir şe­ ye, icap ed iyorsa tek bir hamlede çekerek b u tal ih s izli­ ği n ö n ü n e geçmeye çal ışmalıyız. Şimdi b i z b u n u baş­ langıçtaki kon u yeri ne tartışman ı n ası l meselesi haline geti rm e k için bir soru n o l arak ad landırıp h asma yuttur­ maya çal ışmal ı , böylece hasım d i kkati n i b u n a çevir­ mek için b e klenti içerisinde o l d uğu zaferi yüzüstü bı­ rakmak zoru nda kalmalıdır. Fakat b u rada da kuvvetli bir karşı d e l i l i n bize karşı süratl e i l e ri s ü rü l d üğü n ü gör­ düğüm üzde biz de b i r kez daha s ü ratle ayn ısını yapma­ l ı ve böylece yeniden başka b i r şeye atlamalıyız. B u n u on-on b e ş dakika içerisinde on k e z te krarlaya b i l iriz, el­ bette hasmı m ı z sabrı n ı yitirmed iği sürece . Bu h i l e l i .3 1

(: Sınırlı bir anlamda ileri sürülmüş bir şeyi sınırsız bir anlamda alma hilesi. Bkz. aşağıda 89 numaralı dipnot. )

.32

( : Tartışmayı değiştirm e . )

60

Tartı şma ve Çekişme saptırmaları , tartışmayı yavaş yavaş ve fark edilmez bi­ çimde, bahse kon u edilen şeyle i l işkili bir kon u n u n , mü m kü nse gerçekte , sad ece b i r başka ci h etten , has­ mın şahsını i lgi l e n d i ren bir şeyin etrafı nda dön d ü rerek en büyük ustalı kla icra ede b i l i ri z . Elbette iddianın sa­ dece konusuna bağlı kal ı rsak, öte yandan tartışma ko­ n u s u olan şeyl e h i ç b i r i lgisi olmayan bağlantı ları tartış­ maya dahil edersek bu daha az incelikli o l u r; sözge l i m i Ç i n Budacıl ığı ü z e r i n e bir kon uşmadan Ç i n l i leri n çay ti­ caretine geçme k gi b i . Ama eğer gel i n e n noktada bu bi­ l e uygulanab i l irl i kten çıkmışsa, o n u bütün üyle ye ni bir tartışmaya bağlamak ve böylece eskisi nden kurtu lmak için hasm ı m ı z ı n kazara . u l landığı b i r deyim yah ut i fa­ deye sarı l ı rı z . Sözge l i m i nasmı m ı z şöyle b i r kalı p deyi m kullanmıştır: " M esel e n i n sı rrı işte b u rada sakl ıdır", biz hemen keser ve deri z : " O . . . demek siz sırlardan ve sır­ c ı l ı ktan söz ediyors u n u z , bu kon u da ben sizin dengi n i z olamam dostu m " vs. ve böylece o noktada her şeyi le­ h i m i ze çevirmiş ol uruz. Ama eğer bunu yapma şansı veri l mezse daha da cü retkarca hareket etm e l i ve ansı­ z ı n bir bakıma b ü t ü n üyle farkl ı b i r kon uya atlamalıyız, mesela şunun gi b i : " Doğru , ama daha az önce ş u n u da i l e ri s ü rm üştün ü z " vs. Saptırma u m u m iyetle d ü rüst ol­ mayan tartışmacılar tarafı ndan ( çoğu zaman i çgüdüsel olarak) kul lanılan h i l elerin e n gözde ve en bilindik ola­ n ı d ı r.

O nlar n e redeyse kaç ı n ı l maz o larak başları n ı n

sı kıştığı h e r yerde hemen saptırmaya başvu ru rlar. Bu yüzden bu tür tartışma hilelerinden kırk kadarını toplayıp bir araya getirdim. Fakat şimdi inatçılıkla, kendini beğenmişlikle ve namussuzlukla böylesine yakından akra­ ba olan dar kafalılığın ve yetersizliğin sinip pusuya yattığı yerlerin tümünü açığa çıkarmanın hoş bir şey olmadığını görüyorum . Dolayısıyla bu örneklerle yetiniyor ve ayaktakı­ mından kimselerle bir tartışmaya girmekten kaçınmanın 61

Tartışma Sanatının İncelikleri

yukanda zikredilen sebeplerine daha bir ciddiyetle dönü­ yorum. Her halükarda tartışmalar sayesinde bir başkasının kavrayış/anlayış gücünün yardımına koşmaya çal ışabiliriz; fakat verdiği cevaplarda bir inatçılık emaresini sezer sez­ mez tartışmayı orada kesmeliyiz. Çünkü çok geçmeden dürüstlükten uzaklaşıp çirkinleşecektir ve teoride mugala­ ta

yahut laf cambazlığı olan şey pratikte hakkın önünü bi­

le bile tıkamak, kasıtlı olarak güçlük çıkarmak demektir. Fakat burada başvu rulan hileler laf cam bazlı klanndan bile daha ucuz ve kıymetsizdir. Çünkü irade onun rolünü oyna­ mak için anlayış gücünü bunlarla perdeler. Sonuç her za­ man iğrenç ve tiksindiricidir; çünkü pek az şey bile bile yanlış anlayan insanı gözlemlediğimiz

zamanki

kadar bü­

yük bir öfke ve hiddet uyandınr. Her kim ki hasmının sağ­ lam delil ve temellendirmelerini kabul etmez ya doğrudan zayıf ya da dolaylı olarak kendi iradesinin üstünlüğü ile bastınlarak zayıflamış bir akla sahip olduğunu ele verir. Bu yüzden ancak ödev ve yükümlülük bunu gerekli kıldığı za­ man böyle bir kimseyi tercih etmeliyiz. Ne var ki bütün b u n lara karşın yukarıda zikredilen hi­ le ve terti plere haksızlık yapmamak için itiraf etmem ge­ rekir ki hasmı n göz alıcı bir delil veya teme llendirmesi­ ne hemen tesl im o l u p görüşümüzden vazgeçerek biz de telaş ve aceleyle hareket edebiliriz. Dolayısıyla onun gü­ cünü hisseder, ama karşı delil yahut temellendirmeler, ya da iddiamızı koruyup deste kleye bilecek her neyse , hemen ha deyi nce aklımıza gelmez. Şimdi böyle bir du­ rumda kaybedilmiş nazarıyla idd iamızdan hemen vazge­ çersek haki kate sadakatsizlik ediyor olabiliriz, çünkü her şeye karşın son unda haklı olduğumuz ortaya çıkabilir. Zayıflı k ve iddiamıza güven eksikliği nedeniyle o anın et­ kisine boyun eğm iş oluruz. Hatta iddiamızı desteklemek için öne sürd üğümüz delil gerçe kten yanlış bile olabilir, ama doğru olan bir başka delil b u l u nabilir. Bunun farkın62

Tartı şma ve Çekişme da olarak haki katin en samimi sevdalıları bile iyi bir de­ lile veya temellendirmeye hemen boyun eğmez,

bir

müd det mukavemet etmeye çalışır. Hatta çoğu durumda karşı delil ve temellendirmeler doğru l uğun u kuşku l u ha­ le getirdiğinde bile iddialarına bağl ı kalırlar. Bu bakım­ dan on lar muhafaza edemeyece kleri n i bildikleri bir yeri takviye kuvvetlerin u laşacağı umuduyla bir süre ellerin­ de tutmaya çalışan bir gücün kom utan ına benzerler. Do­ layısıyla onlar kendilerini bir müddet zayıf delil ve temel­ lendirmel erle müdafaa ederken bu süre zarfı nda sağlam­ larının akıllarına geleceğini ya da hasımları n ı n delil ve te­ mellendirmeleri nin akla yakı n l ı kları n ı n kendilerine apa­ çık görü neceği n i u m ut ederler. Bu yüzden bir tartışmada doğru l u k ve adaletten bir mi ktar uzakl aşmaya neredey­ se zorlanırız, çünkü o an hakikatten çok kendi iddiamız için çekişmek zorunda kal ı rız, bu hakikati n bilinmezliği­ n i n olduğu kadar i nsan akl ı n ı n kusurlu oluşu n u n da bir sonucudur. Ama tam da burada bu doğrultuda çok fazla ileri gid i p yan lış bir görüş için uzun uzadıya çekişme ve sonunda inatçı ve iflah olmaz biri olup çıkma teh l i kesi baş gösterir. İ nsan doğasının alçaklığına yol verme, iddi­ amızı per fas veya per nefas33 savunma ve dolayısıyla d ü rüst ol mayan sal d ı rı h i l e leri n i n yard ı m ıyla ona mor­ dicus34 yapışma te h l i kesi vard ır. İ y i l i k m e l eği b u rada h e rkesi n koruyucusu olsu n , ta ki aradan b i r zaman geçtikten sonra kimse yaptı kları ndan dolayı utanmak zoru nda kal m as ı n ! B u n u n la b i rl i kte b u rada açıkland ığı şe kliyle meselenin özüne dair açık bir bi lgi bu bakımdan bile kesin l i kl e kendi kendini eğitmeye götü rür.

33

[ : Öyle ya d a böyle, h e r ne pahasına olursa olsu n . )

34

[ : Olanca gücüyle . )

63

incelikleri ve Aynnblanyla Tartışma Sanab

*

Die Kunst, Recht zu behalten.

*

Manbk ve Diyalektik ı. Eskilerin nazannda mantık ve diyalektik eşanlamlı tabirler­ di ve öyle kullanılırdı; her ne kadar üzerine düşünmek, dü­ şünüp taşınmak, ölçüp biçmek, hesaplamak anlamlarına gelen

A.oy�EffÖm ve karşılıkl ı konuşmak, soh bet etmek an­ ôtaAf:yEcr9o.ı birbirinden çok farklı şeyler olsa

lamına gelen

da. Diogenes Laertius' un bildirdiğine göre " diyalektil
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF