Anne Moir-David Jessel Beyin Ve Cinsiyet Pencere Yayınları
October 11, 2017 | Author: Gökhan Tunç | Category: N/A
Short Description
Anne Moir-David Jessel Beyin Ve Cinsiyet Pencere Yayınları...
Description
öteki p e y g a m b e r le r
O k u y a n u s Y a y ın
Psikiyatri - 05 Psikoloji / G u ru la r Ö t e k i P e y g a m b e r le r
A n t h o n y Storr IS B N : 9 7 5 -8 4 2 0 -0 9 -7
I. B a sk ı: İstanbul, N isa n 2001 Ö z g ü n A d ı: Feet o f C lay - A S tu d y o f G u ru s © A n t h o n y Storr İn g iliz c e 'd e n çe vire n : A slı D ay D ü z e lti: Şe n o l M u m c u Y a y ın a h a z ır la y a n : D e n iz K oç G r a f ik t a s a rım : 2 T asarım / M e h m e t U lusel K a p a k t a s a r ım ı v e illü s t r a s y o n la r : M e h m e t Ulusel Film , b a s k ı v e cilt: M a s M a tb a a c ılık A.Ş.
K ita b ın Türkçe yayın h akları A kçalı Telif H akla rı A jansı aracılığıyla alınm ıştır. Türkçe çevirinin tü m yayın h akları saklıdır. T a n ıtım için y a p ıla c a k k ısa a lın tıla r d ış ın d a y a y ın c ın ın y a z ılı izn i o lm a k s ız ın h iç b ir y o lla ç o ğ a ltıla m a z . © O k u y a n u s Y a y ın
H acıem in Efen d i Sok ak, M a k A p t. 9/1 Daire: 2 N işan taşı 8 0 2 0 0 İstanbul T e le fo n : (0212) 23 2 5373, 232 5 3 79 Faks: (021 2) 231 5220 o k u y a n u s @ o k u y a n u s .c o m . t r w w w .o k u y a n u s . c o m . t r
A n t h o n y S to rr, 18 M ay ıs 1 9 2 0 ’de d ü n yay a geldi. Eğitim ini W inchester, C h rist’s
C ollege, C am b rid g e ’de ve W estm inster H a sta n e si’nde aldı. D o k to r unvanını 1 9 4 4 ’te k azan an Storr, d ah a so n ra p sikiyatri alan ın d a u zm an laştı. Y azarın diğer yayınları arasın d a; Th e Integrity o f the P erson ality (1 9 6 0 ), H u m an D estructiven ess (1 9 7 2 ), Ju n g (1 9 7 3 ), T h e D yn am ics o f C reatio n (1 9 7 2 ), Th e A rt o f P sychotherap y (1 9 7 9 ), S o litu d e (1 9 8 8 ), F reu d (1 9 8 9 ), ve M u sic a n d the M in d (1 9 9 2 ) bulunm aktadır. Ant hony Storr, S u n d ay T im es, T im es L iterary Su pp lem en t ve In dependen t gibi çeşitli g a zeteler için araştırm alar yaptı ve m akaleler yazdı. R o y a l C ollege o f Physicians ve R o yal C o llege o f P sychiatrists ve R o y al Society o f L iteratu re’de öğretim üyesi o lara k ç a lıştı. A yrıca O xfo rd sh ire Sağlık O toritelerine bağlı dan ışm an lık yap an psikiyatristler k uru lu şu n un o n u rsal üyesi ve G reen C o llege, O x fo r d ’d a em ekli öğretim üyesi oldu. A n thony Storr, 17 M a rt 2 0 0 1 ’de h ayata gözlerini k ap a d ı. Yazarın S o litu d e adlı k ita bı d a O k u y an u s Yayın tarafın d an yayım lanacaktır. K it a p la ilg ili g ö r ü ş le r d e n b a z ıla rı:
“ A ydınlatıcı... Bu k itabı o k u d u k tan so n ra g u ru lara (peygam berlere) aynı gö zle b ak m ak m ü m kü n o lm a y a c a k .” A n drew B row n , S p ec tato r “ Etkileyici bir a raştırm a... S to rr’un en büyük b aşarısı, kültürel o lgu lara bir p sik iyat risi o lara k deneyim lerini k atm ası, d ah a önceki düşün ürlerin konu yla ilgili yazıların dan alın tıları u staca k ullan ışı, k on u ları bir ara y a getirişin deki üstünlük ve bunları y az ar duyarlılığıyla birleştirm esi.” A d am Lively, T E S “ K arm aşık bir k onun u n aydın latıcı bir biçim de araştırılm ası- insanlığın tinsel lider lere o lan ihtiyacı ve şa rla ta n la ra kendim izi k aptırm am ızın n edenleri.” M ary L o udon , Th e Tim es “ Anthony S to rr’un arm ağan ı an la şılm az olan ı an laşılır kılm ak ve bunu yap ark en de ak ıcı, kışkırtıcı ve ayd ınlatıcı o la b ilm e k .” K ay R ed field Jam iso n “ A n thony S to rr’un g u ru lar h ak k ın d ak i bu ça lışm ası ilham verici, Öğretici ve bundan d a öte sev ecen ." Fran k E gerton , O x fo r d Tim es Y azarın d iğer eserleri: Th e Integrity o f the P ersonality, H u m an D estructiveness, Ju n g , Th e D yn am ics o f C reatio n , T h e A rt o f P sychotherapy, T h e E ssen tial Ju n g (editör o lara k ), Solitude, Freud, C hurch ill's B lack D o g , M u sic a n d the M ind
A s h D a y , 1 9 6 7 İzm ir doğu m lu dur. Eğitim ine İzm ir A m erikan K ız L ise si’nin ard ın dan Ege Ü niversitesi P sik oloji bölüm ü n de devam etmiştir. 1992 yılında klinik p sik o loji alan ın d a uzm anlığını alm ıştır. T erap ist ve d an ışm an olarak çalışm aktadır.
K itabın T ü rk çe adın ı k oyan M ario L evi’ye teşekkürler...
Aklı başındaki kişi başka birine yolunu sorm az, H içbir kahine inanmaz. Bir tek ahm aklar, Kendilerinden vazgeçip, kahinlere inanır. O nlarsa, insana sadece felaket getirir. E U R IP ID E S , Ip h ig e n ia T a u ris'te
D ostum , m eslektaşım Kay Redfield Jam iso n ’a ve ortak dostum uz, yayıncımız Erwin G likes’ın anısına.
içindekiler
T E ŞE K K Ü R GİRİŞ I II III IV V VI VII VIII IX X XI
Paranoyak K uşatm alar Georgei Ivanovitch G urdjieff Bhagwan Shree Rajneeh R ud olf Steiner Carl G ustav Ju n g Sigm und Freud Cizvit ve İsa Akıllılık ve Delilik K aos ve Düzen Sanrı ve İnanç Peki Kim e İnanalım ?
NO TLAR KAYNAKÇA D İZ İN
9 11 21 41 65 85 103 127 145 167 191 213 229 253 263 266
teşekkür Eşim Catherine Peters tüm metni okuyarak önemli düzeltme ler yaptı. Aynı şekilde Stuart Proffitt, H arperC ollins’den A ra bella Quin ve The Free Press’ten Susan A rellano’nun da katkı ları oldu. Değerli yorum lar yapan, öneriler getiren ve yeni kaynaklara ulaşm am ı sağlayan M atthew Barton, Dr. Paul Bis hop, Dr. G ordon Claridge, Dr. Kay R. Jam iso n , Dr. Kim Job st, Dr. Irvine Loudon ve eşi, Polly Lansdow ne, Alan R idout ve M argaret W ind’e de minnettarım.
giriş guruların özellikleri
E
linizdeki kitap, gurular hakkındadır. “ A ğır” anlam ına ge len guru sözcüğü, Sanskritçe kökenlidir. Kişilerden söz ederken kullanıldığında, “ saygıya değer kişi” olarak tanım la nabilir. Profesör R. F. G om brich’in verdiği bilgiye göre, bu sözcük, “ bir kişinin babası ve daha yaygın olarak öğretm en” yerine kullanılm aktadır. Onun önerdiği en yakın eş anlamı “ saygıdeğer öğretm en” dir. G ünüm üzde, futboldan ekonom i ye, alanında uzman olan herkes guru sayılm aktadır. Guru te rimini bu kitapta, hayatın anlam ı üzerine özel bilgi sahibi ol duğunu iddia edenler ve bundan ötürü de, başkalarına haya tın nasıl yaşanm ası gerektiği konusunda söz söyleme hakkı ol duğunu hissedenler ile sınırlandıracağım . Cham bers Yirminci Yüzyıl Sözlüğü, guru sözcüğünü “ tinsel öğretm en; kutsal kişi” olarak tanım lam aktadır. Bütün gurular kutsal değildir; ancak “ tinsel öğretm en” tanımı, bu kitapta terimle ne anlatılm ak is tendiğini ortaya koym aktadır. G urular çeşitli yönleriyle birbirlerinden ayrılsalar da, çoğu, kişisel vahye dayanan, özel, manevi bir içgörüye sahip oldu k larını iddia eder. G urular takipçilerine, kendilerini geliştirme leri ve kurtuluş için yeni yollar vaat ederler. Guruluğun okulu olm adığı ve guru olm ak için tanım lanabilir nitelikler bulun madığı için, tıpkı politikacılar gibi onlar da, aslında kendilik lerinden seçilirler. M anevi üstünlükleri olduğunu iddia edebi lecek kadar kibri olan herkes guru olabilir. Hem yakın hem de uzak tarihten anlaşıldığı üzere, gurulardan bazıları, güçlerini vicdansızca kullanarak müritlerini çeşitli yollarla söm ürür ve ya zam an içinde bu tarz davranışları sergileyen kişilere dönü şürler. Bununla birlikte, kutsallıkları, kişisel hırslarının olm a m ası ve bütünlükleri sorguya yer bırakm ayan gurular da var dır. İsa, M uham m ed ve Buda hâlâ çok saygı duyulan ve öğre tileri m ilyonlarca insanın hayatım değiştirmiş gurulardır. Mu-
O le ki Pegam berler
ham m ed’in K uran ’da da yer alan, yasal cezalandırm a ve ka dınlara karşı davranış biçimi hakkındaki bazı emirleri modern Batı düşüncelerine aykırı olsa da, H ıristiyan veya Budist olm a sak da, M uham m cd de, İsa da, Buda da saygımızı kazanm ış lardır. Bu kitapta, pek saygı duyulam ayacak bazı gurulara da yer verildiği için, en başından, çoğum uzun ulaşam ayacağı düzey de kişisel bütünlüğe, erdeme ve iyiliğe sahip, manevi olarak üstün kişilerin varlığını kabul ettiğimi belirtmek istiyorum. “ G u ru lar” gibi olm ayan bu kişiler, konuşm a becerileriyle ka labalıkları sürüklem eden, etraflarını hayran müritlerle doldur m adan ya da sıradan insanların yardım sız varam ayacakları, anlaşılm ası zor bilgeliğe ulaştıracağını vaat etmeden, günlük yaşam örnekleri ile başkalarını etkilerler. Çoğum uz, böyle ukala olm adan “ iyi” insanlara rastlamışızdır. Belki onlar, ödül beklentisi veya toplum sal tanınma am acı olm adan h astalan ziyaret ederler, kimsesiz çocuklara sahip çıkarlar ya da kendi lerini hayır işlerine adarlar. Vaaz vermezler, onu yaşarlar. Ger çek erdem göze çarpm az. Ancak Albert Schweitzer ve Rahibe Teresa’da olduğu gibi, reklam ışığı altında kaldığında, sanki daha az saygıdeğerm iş gibi algılanabilirler. G urular farklı bir sınıf oluştururlar. Bütün guruların ha murunun bozuk olduğunu iddia etmiyorum. Yine de guruların çoğu, saygı duyulm aya layık olm ayan, sahte peygamberler, de liler, güven sahtekârları veya müritlerini duygusal, m addi ve cinsel olarak kötüye kullanan vicdansız psikopatlardır. Tari hin ışığı altında, azizleri çılgın ve delilerden ayırt etmek kolay dır; ancak hayatına anlam kazandıracak bir guru arayışında olan biri için, bu ayrımı yapm anın çok zor olduğu da açıktır. Bu zorluk, kısmen müritlerin acil ihtiyaçlarının guruların ger çek yüzlerini görmelerini engellemesinden kaynaklanm akta dır; aktarım a eşlik eden çarpıtm aya alışık olan psikanalistlere tanıdık gelebilecek bir olgu. Seçim sırasında yaşanan zorluğun diğer bir nedeni de, kişilik ve zeka açısından belirgin farklılık lar gösterseler de, guruların aslında en iyisinden en kötüsüne, ortak özelliklere sahip olm alarından kaynaklanm aktadır.
G uru, kendi hayatını değiştiren özel, manevi içgörüye sa hip olduğunu iddia eder. Bu vahyin, bazen Tanrı tarafından, bazen de melekleri tarafından gönderildiğine inanıldığı gibi, zam an zam an da H im alayalardaki gizemli varlıklardan ve hatta başk a gezegenlerden iletildiğine atıfta bulunulur. Bu ta mamen kişisel olan vahyin, genellikle evrensel olduğu ya da en azından büyük kitleler için uygun olduğu savunulur. Başka bir deyişle, gurular kendi deneyimlerini genelleştirirler. Bazı gurular, tüm insanlığın kendi görüşlerine inanm aları gerektiğini id dia ederlerken, diğerleri de son gün gelip çattığında, kendi ta kipçileri kurtulurken, insanlığın geride kalan büyük çoğunlu ğunun zorda kalacağını öne sürerler. Bu temelsiz varsayım , birçok gurunun sahip olduğu belirli kişilik özellikleri ile y a kından ilişkilidir. Ç oğu guru, oldukça yalnız bir çocukluk geçirip, yaşam ı boyunca da yalnızlığını sürdürür. N adiren yakın arkadaşları vardır. Belki de, kişisel ilişkiler yerine kendi zihinlerinde olup bitenle daha fazla ilgilenmelerinin nedeni, hiç kimsenin onları yeteri k ad ar önemsem ediğini düşünmeleridir. Bir başka deyiş le, içe dönük ve narsisist olm a eğilimindedirler. Freud’un da bu konudaki görüşü şöyledir: Ö n c e l iğ i e r o t iz m o l a n k iş i, t e r c ih in i d iğ e r k iş ile r le o la n d u y g u s a l il iş k i le r in d e n y a n a k u l l a n a c a k t ı r ; k e n d i k e n d in e y e t e r li liğ in e in a n a n n a r s i s i s t k iş i is e , a s ı l d o y u m u k e n d i iç s e l, z ih in s e l s ü r e ç le r in d e a r a y a c a k t ı r .'
Yazar, ressam ve bestecilerin çoğu, insan ilişkileri kurm ak yerine, kendi yaratıcılıklarıyla m eşgul oldukları için narsisisttir ve tek başına olm ayı tercih eder. Yalnızlık (Solitude)2 kita bım da, bu tarz kişileri konu almıştım. Ancak yaratıcı sanatçı lar, zam anlarının çoğunu yalnız geçirseler de, yarattıkları ara cılığıyla insanlarla iletişime geçmek ve takdir edenler sayesin de özgüvenlerini kazanm ak isterler. Eleştiriye çok duyarlı o l m alarına karşın, çoğu, kendileriyle aynı görüşte olm ayanlarla bile fikir alışverişinde bulunm aya ve bundan bir şeyler öğren meye hazırdır. Kendileriyle tam fikir birliği olm ayan her şeyin düşm anlı
ö le k i P egam be rler
ğın bir göstergesi olduğuna inanan gurular ise, her çeşit eleşti riye karşı taham m ülsüzdürler. Bunun nedeni, sadece dostlarla gerçekleşebilecek fikir alışverişi ve yapıcı eleştiri deneyimini hiç yaşayam ayacak denli yalnız kalm ış olm aları olabilir. Bir başka nedeni ise, vahiylerin eleştirilmeden ya kabul edilir ve ya reddedilir olm alarından ötürü, san at eserlerinden farklı bir kategoride yer almasıdır. G urular sahte bir bağlılıkla dem okrasiye gönül verseler de, aslen ayrımcı ve antidem okratiktirler. Bunun tersi nasıl m üm kün olabilir ki? Özel bir vahye duyulan inanç, gurunun, diğer insanlarda olm ayan bir üstünlüğe sahip olm asını gerektirir. G urular dost kazanm aya gerek duym adan, müritlerini kendi lerine çekerler. Guruluğunu ilan ettikten sonra, guru, otorite sini sağlam alıdır ki bu durum da, eşit şartlarda oluşabilecek dostlukları engeller. Gerçekten de dostluklar, gurunun gücünü zayıflatm a riskini taşır. “ İnancını yitirmek istiyorsan, rahiple ark ad aş o l” G urdjieff’in babasının en sevdiği sözlerden biridir. Gurunun müritleri ile kurduğu ilişki, bir dostluk ilişkisi değil, üstünlük ilişkisidir. Bu da yine, daha önceden de oluşturm ayı başaram adıkları eşit şartlardaki dostlukların yokluğundan kaynaklanabilir. Gurunun kendi değerine olan inancının teme li, başkaları tarafından sevilmek yerine, onları etkilemeye d a yanır. G urular fikirlerini nadiren tartışırlar; onlar genellikle, sadece görüşlerini aşılarlar. Sıklıkla, gurunun yeni içgörüsü, ruhsal veya fiziksel bir ra hatsızlık ardından oluşur. Bu rahatsızlık sırasında guru, kendi duygusal sorunlarına verimsizce yanıt aram aktadır. Bu deği şim genellikle otuzlu, kırklı yaşlarda, orta yaş krizi olarak da tanım lanabilecek bir dönem de gerçekleşir. Yeni içgörü bazen yavaş yavaş, bazen de yıldırım hızıyla gelir. D aha sonra göre ceğimiz gibi, karm aşanın verdiği rahatsızlığı takip eden yeni bir düzenin kurulm ası olgusu, resimden bilime kadar tüm ya ratıcılık hareketlerinde gözlenir. Bu Evreka örüntüsü, hem dinsel vahyin, hem de hasta olarak nitelendireceğimiz kişilerin sanrısal sistemlerinin özelliğidir. Soruna çözüm bulunduğun da, ki hem vahyin hem de sanrının, ortadaki sorunu çözm e gi
rişimi olduğunu düşünüyorum , iç rahatlığı ortaya çıkar. Sa natçılar ve bilim adam ları, her yaratıcı adım ın, yeni bir san at sal veya bilimsel sorunu gündeme getirdiğine inanarak, hiçbir çözüm ün son çözüm olm adığını düşünürler. Bunun tersine, dinsel vahiyleri veya sanrısal sistemleri kucaklayanlar, ulaştık ları sonucun sürekli ve sarsılm az olduğunu düşünürler. “ Ruhunun karanlık gecesi” , bu yeni içgörüyle son bulan guru, “ gerçeği” keşfettiğine inanm aya başlar. Bu coşkulu ke sinlik, gurunun, ikna ediciliği ve karizm ası gibi, diğerleri üze rinde yarattığı güçlü etkinin nedenidir. Yunanca bir sözcük olan (karizm a), “ zarafet” anlam ına gelir. M a x We ber, sözcüğü sosyoloji biliminde kullanım a sunarken sadece, kişiliğinin özel, sihirli bir niteliği nedeniyle sıradan insanlar dan ayrılan, doğaüstü veya insanüstü güçlerle donatılm ış kişi leri işaret etmektedir. Böyle kişilerin, diğerlerini etkilemek, ik na etmek ve kendisini adayan müritleri etrafında toplam ak gi bi bir kapasiteleri vardır. K arizm a, sahip olunan inancın yo ğunluğu ile de yakından ilgilidir. Toplum önünde akıcı konuş ma yeteneğine ve iyi bir dış görünüm e sahip olm ak da diğer değerler arasında sayılabilir. Bu kitapta, söz edilen gurulardan bazıları, topluluklar önünde hiçbir metne bakm aksızın o den li akıcı konuşurlardı ki, izleyenlerini saatlerce büyülenmişçesine ellerinde tutabilirlerdi. Din sosyolojisi konusunda önde gelen uzm anlardan Eileen Barker’a göre; “ N eredeyse tanım olarak, karizm atik liderler, ne geleneklere ne de kurallara bağlı oldukları için davranışla rı önceden kestirilemez ve diğer norm al insanlar adına da so rumlu tu tulam azlar” diye açıklam ıştır.3 Eğer bir liderin kariz m atik bir otoritesi olduğu kabul edilmiş ise, takipçilerinin ha yatlarının tüm alanlarını yönetme hakkının da kendisine veril diği konusunda uzlaşılmıştır. Örneğin guru, müritlerinin y aşa yacakları yerleri, cinsel eş olarak kimi seçeceklerini ve p arala rı ya da m alları ile ilgili ne yapacaklarını onlara söyleyebilir. Eğer bir guru, etrafında m ürit toplam ak istiyorsa, inancı nın güçlü olm ası neredeyse zorunludur. Bu, bütün guruların
Ö teki Pegam berler
vaaz ettikleri her şeye inandıkları anlam ına gelmiyorsa da, eğer yeni bir cem aat oluşturulacaksa, gurunun kendisinin özel bir içgörüye sahip olduğuna dair bir inanç taşım ası en azından başlangıçta şarttır. Birçok kişi, din ya da inanç sistemleri ile il gili değişim ve dönüşüm leri, başkaları tarafından zorlanm aya m aruz kalm aksızın yaşar. Ancak tıpkı müritlerinin onlara ih tiyacı olduğu kadar, guruların da müritlerine ihtiyaçları vardır. Guruların güvenlerinin, müritleriyle desteklenme ihtiyacı, o r taya koydukları inançtan o kadar da emin olm adıkları olasılı ğını akla getirir. İlerleyen bölüm lerde göreceğimiz gibi, bazı gurular, etraflarında onları aklı yerinde olm ayan biri olarak algılam ak yerine, peygam ber olarak kabul eden bir grup m ü rit topladıkları için, deli olarak etiketlenmekten ve hatta bu nedenle akıl hastanelerine yatırılm aktan kurtulmuşlardır. T a rihçilerin ortaya koyduğuna göre, mesih olm aya soyunmuş ki şilerin çoğu, kendi m isyonları ile ilgili kuşkular taşırlar. Etraf larında müritlerinin olm ası için didinmelerinin nedeni de budur. Eğer hiç kimse paylaşm ıyorsa, yeni bir görüşün güvenilir liğine duyulan inancın sürdürülm esi oldukça güçtür. Üstün bir bilgeliğe sahip olduklarını iddia eden gurular, kendilerine gizemli bir geçmiş yaratırlar. Geçm işte, sıradan in san lar için ulaşılm az olan O rta Asya ya da Tibet’e gerçekleşti rilen yolculuklar, gizli bilgelik ve mistik deneyimlerin edinil mesinin başlangıcı olarak yüceltilmişti. Günüm üzdeyse, dün yanın tümü keşfedilip, haritası çıkarıldığı, hatta Everest bile Batı süprüntüleriyle kirletildiği için, gizemli olabilecek kadar uzak yerler bulabilm ek zorlaşmıştır. Ancak her zam an, başka dünyalar vardır. Belki de, diğer gezegenlerde sınırsız bilgeliğe sahip ve sadece seçilmiş insanlara m esaj yollayan yaratıklar yaşam aktadır. Bazı gurular, buna inanır görünmektedir. H epim iz gibi, gurular da güç tarafından yozlaşm a riski ta şırlar. H er ne kadar guru, m isyonuna münzevi birinin yoksul luğunda başlam ış olsa da, zam an içinde, değerlerini tekrar gözden geçirmesi sık rastlanan bir durumdur. H ayran olun mak sarhoş edicidir ve guru açısından, müritlerinin kendisine atfettiği inançlara katılm am ak gittikçe zorlaşır. Eğer bir kişi û ie k i Peygam berler
özel bir içgörüye sahip olduğuna ve Tanrı tarafından bu içgörüyü diğerlerine aktarm ak üzere seçildiğine inanırsa, kendisi ne özel ayrıcalıkların tanınm ası gerektiği sonucuna varabilir. Örneğin kendisi gibi takipçileri de, m addi konularda kaygı ta şım anın, yorucu olan tinsel misyonu yerine getirmeyi olum suz yönde etkileyeceğini düşünürler. Bu nedenle de, guruya doğal olarak, takipçilerinin kazandığı parayı talep etme ve kullanma hakkı verilir. Sonunda, bazen gurular kendilerini lüks içinde yaşarken bulurlar. M addi sorum luluktan kurtulma hakkı olduğunu düşünen gurular, aynı zam anda sıradan insanların toplum tarafından kınanabilecekleri cinsel davranışlara girme hakkını da kendi lerinde görürler. Eğer bir erkeğin etrafı kendisine hayran olan çekici kadınlarla doluysa, cinsel ilişkiden kaçınm ası oldukça zordur. Ancak gurunun, kendisini tinsel bir rehber olarak g ö ren bir müridi ile ilişkiye girm esi, en az hastalarını baştan çı karan bir psikoterapist veya çocuklarına cinsel tacizde bulu nan bir baba kadar zarar vericidir. G urular müritlerinden sıklıkla diğer konularda da yarar sağlarlar. Guruların etrafında, kendisi önemsiz işlerle uğraş masın diye, günlük işleri onun adına yürütmeye aşırı istekli dalkavuk müritler vardır. G urular genellikle bu güç gösterisin den zevk alırlar ve bazıları müritlerine tinsel uygulam a adı al tında anlam sız ve gereksiz işler yaptırm a noktasına kadar gi derek, aslında kendi güçlerini kanıtlam aya çalışırlar. Bazıları günahkâr olduğunu düşündükleri müritlerini acım asız cezala ra çarptırm aktan geri kalm azlar. Gurular, kişisel bütünlükleri ve başkaları üzerinde uyguladıkları gücün getirdiği yozlaşm a ya karşı koym a açısından birbirlerinden oldukça farklıdırlar. G arip bir kozm oloji bilgisine sahip diye ya da ahlâksız ol duğu için, bir gurunun tüm içgörülerinin saçm a olduğu düşü nülemez. Psikozun daha üstün bir bilgeliğe giden yol olduğu nu iddia eden R. D. L ain g’in kuram ını doğru bulm asam da, yoğun bir rahatsızlık ya da ruhsal bozukluk ardından gelen yeni bir uyanış, sıradan insanlar için, kapalı olan algı kapıla rını açabilir diye düşünüyorum . M anik-depresifler bazen, Ö teki Pegam berler
um utsuzluğun derinliklerinin ve coşkunun doruklarının ya şam larını çok yoğunlaştırdığını ve seçme şansları olsa, normalliğin sıradan can sıkıntısını çekmektense hasta olmayı ter cih edeceklerini iddia ederler. H atta akut bir şizofreni atağı ge çirip, bunu zarar görm eden atlatanlar da, bu deneyimi y aşa dıkları için şükran duyarlar. Ellenberger’in ortaya attığı, çoğu guru için de uygun olduğunu düşündüğüm , “ yaratıcı h astalık” kavram ına sık sık başvuracağım . Bazı gurular, şifa ile sonuçlanan tanım lanabilir bir ruhsal hastalık dönemi geçirirler. Bazıları ise, psikiyatristlerin psikotik olarak tanı koyabilecekleri derecede rahatsızlanırlar. Bu durum , nevrotik bir bozukluk değil, kişinin aklî dengesinin ye rinde olm am ası ya da gidip gelen duygusal tutarsızlıklar y aşa masıdır. Yine de çoğu, yaşam ları boyunca sosyal açıdan yeter li ve m akul ölçülerde dengeli olm ayı sürdürür. Guruların ha yatları ve inançlarının eleştirel bir gözle incelenmesi, ne yazık ki, var olan psikiyatrik etiketlerin ve ruhsal hastalığın ne olup ne olm adığı konusundaki kavram ların yetersizliğini ortaya koym aktadır. Örneğin, alışılmışın dışında tuhaf bir inanç, san rıdan nasıl ayırt edilebilir? İlerleyen sayfalarda, birbirinden oldukça farklı olm alarına rağm en, şim diye kadar guru özellikleri olarak anlatılan nite liklerin neredeyse tüm ünü taşıyan, birkaç guruyu mercek altı na alacağım . H içbir guru, bu niteliklerin hepsini taşım asa bi le, en iyisinden en kötüsüne kadar hepsinin sıradan insanlar dan ayrılan ortak özellikleri vardır. Birleştirme Kilisesi (Unification Church), Bilim M ezhebi Kilisesi (The Church o f Scientology), U luslararası Krishna Bilinç Topluluğu (International Society for Krishna C onsciousness/ISK C O N ) ve Tanrı’nın Ç o cukları (Children of G od) gibi çağdaş mezhepler üzerinde son yirmi yıldır kapsam lı araştırm alar yapılm ış ve yazılar yazıl mıştır. Pek çok ebeveyn gibi, birçok kişi de, bu yeni din akım larına katılm anın gençler üzerindeki etkisi hakkında endişe duym aya başlam ıştır. Benim özel ilgi alanım , guruların kişilik leri ile ilgili olsa da, müritlerinin özellikleri üzerinde de zam an zam an duracağım . Azizlerden sahtekârlara kadar birbirine hiç
benzemeyen bir grup guruyu özellikle seçtim. Ümidim , eleşti rel olm ayan bir gözle bakıldığında, birçok ortak özelliklerinin olduğunu gösterebilmektir.
Ö teki Pegam berler
I. paranoyak kuşatmalar itler, M ussolini, Stalin, Ceausescu ve M ao Tse-tung gibi, yirminci yüzyılın utanç verici diktatörlerinin hepsi de güç arayışlarında vicdansız, düşm anlarını yok etme konusunda da acım asızdılar. Diktatörlerin, dost sahibi olm ak gibi lüksleri yoktur. Evlenip aile kursalar da, özgüvenlerini yakınlarının gerçek sevgisiyle sağlam aktan sa, bilinmeyen bir çoğunluğun takdirine dayandırm ayı tercih ederler. Bu gibi liderlerin p ara noyaya varan derecede kuşkucu olm aları şaşırtıcı değildir. O n lara göre, kitle dönektir ve kolayca etki altına alınabilir. Sade ce prop agan da ve popüler beğeniye bel bağlayan diktatörler, tüm siyasi liderler gibi m uhalif olaylardan huzursuz olurlar. Diktatör, ülke zor bir durum a düştüğünde bile, hükmetmeye devam etmek istiyorsa, hiçbir rakibinin yerini alm a şansı ol m ayacağından ve kontrolün hâlâ elinde olduğundan emin ol malıdır. Diktatörlerin sahip oldukları kontrolü ellerinde tuta bilmeleri için, diktatörlük rejimlerinin tipik bir özelliği olan is piyonculara, gizli polislere ve casuslara ihtiyaçları vardır. O r tada hiçbir neden yokken, sadece diktatörün aleyhine tehdit olarak algılandığı için sürülm üş, hapse atılmış, işkence görm üş ve öldürülm üş sayısız insan vardır. Bundan da öte, hiyerarşide üst noktalarda olanların, diktatör tarafından tehdit olarak al gılanm a olasılıkları da daha yüksektir. Çelişkili olarak, liderle rin kriz dönem lerinde öğüt ve destek için sırtını dayayacağı “ d o stlar” ve müttefikler, genellikle paranoyak diktatörler için en büyük tehdidi oluşturur. H itler’in, 1 9 3 4 ’te Ernest R öhm ’i ve Storm trooper’daki teğmenlerini ortadan kaldırm ası bunun tipik bir örneğidir. M ünih’te daha en başından beri kendisini destekleyen R öh m ’e, H itler’in çok şey borçlu olm ası, onu teh dit olarak algılanm aktan kurtaramamıştır. Hem Stalin hem de M a o Tse-tung en yakın dostlarını hiç tereddüt etmeden gözden çıkarm ışlardır. D aha sonra inceleyeceğimiz gibi, bazı gurular da, küçük öl çekte birer diktatördürler. Verdikleri m esaj, görünüşte siyasî olm aktan çok dini olsa da, diktatör gibi davranırlar, övgüyle Ö teki Pegam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
serpilirler, hiç gerçek dostları yoktur, m utlak güç gösterisi yap m aya yeltenirler ve aynı paranoyak şüphelerden dolayı acı çe kerler. Şimdi bu tanım a uyan iki guruyu inceleyelim. 18 K asım 1 9 7 8 ’de, G uyan a’da, Jonestow n tarikatının üye si iki yüz altm ışı çocuk, dokuz yüzün üzerinde kişi siyanür içirilerek veya kendilerine siyanür zerk edilerek öldürülmüştür. “ İnsanlık T apınağı” (People’s Temple) üyelerine ölüm emrini veren, kendisi de başından aldığı silah yarasıyla ölen, tarikatın kurucusu Jim Jo n e s’tur. 19 N isan 1 9 9 3 ’te, yirmi ikisi çocuk, seksen altı kişi Teksas, W aco’daki Kıyam et (Apocalypse) Çiftliği’nde çıkan yangında can vermişlerdir. Bu toplu intihar o la yı da, yine başından vurularak öldürülen tarikat lideri David Koresh tarafından teşvik edilmiştir. Bu iki gurunun, daha başka önemli benzerlikleri de vardı. Y aşıtları ile kıyaslandığında çok az arkadaşlarının olduğu, yal nız bir çocukluk geçirm işlerdi. H er ikisi de, güzel ve akıcı ko nuşm a yeteneğine sahip, sonu gelmeyen konuşm aları ile dinle yenlerini hırpalayarak boyun eğmelerini sağlayan, saatlerce nutuk çeken birer vaizdi. İkisi de cinsel bakım dan asla sınır ta nım azdı. Jim Jon es, kadınlarla olduğu kadar erkeklerle de, D a vid Koresh de yetişkinlerle olduğu kadar küçük çocuklarla da cinsel ilişkiye girm ekten kaçınm am ıştı. Fiziksel olarak acım a sızlardı, ortaya koydukları keyfi kurallara karşı gelme suçu iş leyen üyelerini, şiddetli cezalara çarptırm ışlardı. Pek az m üri din tarikattan ayrılm ak istemesine karşın, aile bağlarını yıka rak, korkunç cezalar ile tehdit ederek ve dışardan gelebilecek saldırıları ve içerdekilerin çıkm asını engelleyen silahlı korum a lar görevlendirerek, müritlerinin tarikattan ayrılm alarını en gellemek için ellerinden geleni yapm ışlardı. Her ikisi de, olm a sını bekledikleri saldırılara karşı silah stokları yapm alarına ne den olan paran oyak kaygılar ve saplantılı kişilik özellikleri gösterm işlerdi. Y aşam larının büyük bölüm ünde, deliliğin sınır larında dolaşm ış ve sonunda da kanıtlanabilir biçimde psikotik olarak ölm üşlerdi. Eminim ki, tarihte bu kadar kötü başka gurular da vardır; fakat bu iki gurudan daha kötülerinin olabileceğini hayal et Ö teki Peygam berler
p aran o yak kufatm alar
mek oldukça zor. O nlara emirleri üzerine intihar edebilecek kadar körü körüne tapınan insanlar olm ası gerçeği ise ürkütü cüdür. Am açları m utlak güç olan bu guruların, diğerleri üze rindeki güçlerinin en üst düzeydeki ifadesi de ölümlerine neden olmalarıdır. Bu iki canavara daha yakından bakm ak belki de bize gurular ve yarattıkları fanatizm hakkında bir şeyler öğre tebilir. Jim Jon es, 13 M ayıs 1 9 3 1 ’de Indiana, Lynn’de dünyaya gelmiştir. Babası kısmi felçli olduğu ve annesi de çalışm ak zo runda kaldığı için oldukça yalnız bir çocukluk geçirmiştir. Kendini anlatırken hemen her konuşm asında çocukken yalnız olduğunu ifade etmiştir. Fanatik bir kitap kurdu olmuştur. K ü çük Jo n e s’a annesinin yerine bakan kom şuları Bayan Kennedy, küçük yaşlardan itibaren onun kafasını dini düşüncelerle dol durmuştur. Lisede başarılı bir öğrenci olan Jo n e s’un zeka dü zeyi ölçüldüğünde 115-118 arasında bulunmuştur. Sıradışı bir sözel yetenek geliştirmiştir. H enüz çok genç yaşlardayken, Metodizm ’i terk ederek, Pentecostal K ilisesi’ne katılmıştır. Bunun nedeni, guruların özelliği olan bir çeşit inanç krizi olabileceği gibi, Pentecostal K ilisesi’nin, Jo n e s’un vaiz ve “ tinsel iyileştiri c i” olarak yeteneklerini daha fazla ortaya koym asına olanak tanım ası da rol oynam ış olabilir. Genç olm asına karşın, bura da cem aate hitap etmesine izin veriliyordu. Yakışıklı olduğu kadar ikna edici de olan Jon es, dinleyici kitlesini avucuna ala bileceğini keşfetmekte gecikmedi. Tam am en kendinden emin ve inançlı bir görünüm le, otoriter bir hava yarattığı söyleni yordu. D ah a on yaşında okul çağlarındayken bile Jones, özel güçleri olduğunu iddia ediyordu. Indianapolis’te, ayrıcalık ta nınmayanların hakkını savunan karizm atik bir vaiz olarak ta nınıyordu. 1 9 5 3 ’te, “ K utsal Ruh’un anlam ına vardım ” dese de, inançları O rtodoksluğa bağlı değildi.1 Jon es kutsal telkini savunan ikna edici bir vaiz olm akla beraber, kendisinin sosy a lizm dediği, özellikle ırksal kaynaşm a ile ilgili m esajı, aslında dini olm aktan çok siyasîydi. Jo n e s’un, takipçilerine vadettiği yeni bir yaşam sözünün dayandığı temel dini uyanış değil, ilkel M arksist görüştü. Incil’e de, kapitalizm i, kölelik sistemini ve Ö teki Pegam berler
p a ra n o ya k k uşatm alar
ırksal ayrımcılığı destekleyen saldırgan bir metin diye çatıyor du. Aynı zam anda, geleneksel Hıristiyanlığın “ gök Tanrısı” nı küçümsüyor, kendisinin “ sosyalist işçi Tanrısı” olarak geldiği ni savunduğundan, müritlerinin böyle bir Tanrı’ya ihtiyaçları olm adığını söylüyordu. “ Tam anlam ıyla özgürlük, eşitlik, ad a let ve tüm güzelliği ve kutsallığıyla mükemmel sevgiyi getiren tek şey sosyalizm dir” diyordu.2 “ G ök Tanrısı” nın getirmekte yetersiz kaldığı iyi şeyleri, müritlerine sunduğu için kendisiyle övünüyordu. Kuşkusuz, hitabet gücü yalnızlığını bir m iktar kapatm aya yarıyordu. A ncak, Jo n e s’un geçmişte arkadaşları, sonra da müritleri tarafından terk edilmekle ilgili patolojik kaygısı sür meye devam etti. Gençken bir arkadaşını yemeğe davet etm iş ti. A rkadaşı Jo n e s’un istediğinden önce gitmesi gerektiğini söy leyince, Jon es ona tabancayla ateş etti, neyse ki çocuk kıl p a yıyla kurtuldu. Her zam an temiz giyinmeye özen gösteren Jo n e s’un, titiz lik konusunda saplantılıydı ve kendisini terletebilecek her şey den kaçınırdı. Çoğu saplantılı kişi gibi, onun da etrafında y a şayanlar da dahil olm ak üzere her şeyi kontrol altına alm ak yönünde güçlü bir isteği vardı. H aziran 1949’ta evlendiği k a rısı M arceline, çok baskıcı ve emredici olduğu için seçiminden kısa bir sürede pişm an oldu. 1 9 5 6 ’da Indianapolis’te, İnsanlık Tapınağı’nı kurdu. Ü s tünde özellikle durduğu konu, ırksal eşitlikti. Jones ve eşi Indi an ap olis’te zenci bir bebeği evlatlık edinen ilk beyaz çiftti. O zam anlar karışık dinsel örgütler hemen hemen hiç yoktu ve J o nes, ırk ayrımcılığını reddettiği için cemaatindeki zencilerin ço ğu, statülerinin yükseldiğini hissediyorlardı. İlk zam anlarda verdiği vaazların çoğu, cem aatindeki bireyleri yanına çağıra rak, kimilerinin transa benzer bir durum a geçmesiyle sonuçla nan, “ onlara Tanrı’nın adına doku n m a” eyleminden oluşm ak taydı. İnsanlık Tapınağı’nın başlangıcında Jones, şüphesiz iyi şeyler de yaptı. Fakirler için aş evleri kurduğu gibi, onlara kö mür ve kıyafet de sağladı. 1965 yılında, tapm ağı Kaliforniya, Redw ood V adisi’ne taşıdığında, zihinsel özürlü çocuklar için Ö teki Peygam berler
pa ra n o y a k kuşatm alar
çiftlik, yaşlılar için huzur evi, kim sesiz çocuklar için de evler ve gündüz bakım merkezleri kurdu. Jon es, önemli kişileri etkisi altına alm a konusunda da başarılıydı. Jan e Fonda, Angela Davis, Daniel Ellsberg ve Rosalynn Carter gibi, belirli zam an di limlerinde aynı sahneyi paylaştığı ünlü kişileri etkilemeyi ba şardı. Jon es, rastgele çağırdığı kişilerin geçmişlerini ve sırlarını bildiğine dikkat çekerek, kutsal bir vahiyle, gözle görülmeyen şeyleri görm e yeteneğine sahip olduğunu söylüyordu. Gerçek te ise, kişisel araştırm alar yaparak, evlere izinsiz girerek, hatta çöp tenekelerini karıştırarak bu sırları ortaya çıkaran casuslar tutmuştu. Jon es kutsal bir yeteneği olduğunu iddia ettiği iyileştirme konusunda da uzm andı, iyileştirdiğini ileri sürdüğü pek çok olay sahteydi. Tekerlekli sandalyede getirilen kişilere iyileştik leri ve artık yürüyebilecekleri söyleniyordu. Aslında bu kişiler, İnsanlık Tapınağı’nın bu rol için eğitilmiş, kılık değiştirmiş üyeleriydi. Jon es hiç tereddüt etmeden, kanseri tedavi ettiğini iddia ediyordu. Örneğin, gelen kişiye barsak kanserine yak a landığı ve tuvalete gitmesi gerektiği söyleniyordu. Daha sonra, hastalığın mucizevi bir biçimde temizlendiğinin kanıtı olarak kanlı bir hayvan barsağı ortaya çıkarılıyordu. Bir iyileştirici olarak yaptıklarındaki aldatm acanın karm aşıklığı, Jo n e s’un tarikatındakiler üzerinde kurduğu kontrolün yollarından bi riydi. Cinsel itiraflar yaptırm ak ise bir başka yoldu. Kimileri işlemedikleri suçlar için itiraf mektupları im zalam aya zorlanı yordu. Tapınağın üyelerinin mal varlığı, çocuk, eş ve hatta kendi bedenleri gibi, onlara bireyselliklerini hissettiren her şey den vazgeçmeleri gerekiyordu. Her şey ortada olmalıydı. Çoğu guru gibi, Jon es da para toplam akta oldukça başarılıydı. 1 9 7 5 ’te tapınağın varlığı yaklaşık 10 milyon dolardı. Jon es, pek çok gurudan daha sahtekârdı. Ancak yine de ta pınağın bir üyesi olan KaliforniyalI avukat Eugene Chaikin, Jo n e s’un hayatında gördüğü en sevecen kişi olduğunu ve İsa’ya bu kadar benzeyen birini daha önce hiç görm ediğini ifa de etmiştir. Bir başka avukat Tim Stoen ise, Jo n e s’u “ dünyada ö le k i Pegam berler
p a ra n o y a k k uşatm alar
ki en merhametli, en dürüst ve en cesur kişi” olarak tanımlı yordu. Stoen 1 9 7 2 ’de, kendisi çocuk yapam adığı için, Jones’un, karısından bir çocuk yapm asını talep eden bir kağıt im zalam ıştı. Özellikle avukatlar hiç de sa f olm am aları ile ta nındıkları için bu görüşler, Jo n e s’un ikna yeteneğini ortaya koym ası açısından etkileyicidir. Jones, Stoen’in talebini kabul etmişti Ancak daha sonra doğan çocuğun velayetini üzerine al m akla ilgili birtakım yasal sorunların ortaya çıkm ası, Jonestovvn’un gözler önüne serilmesinin ve yıkılışının önde gelen ne denlerinden biri olmuştur. San Franciscolu bir hakimin çıkar dığı m ahkem e kararına karşın, Jim Jones, John Victor Stoen’i geri vermeyi reddettiği için, küçük çocuk da diğerleri gibi Jonestovvn’da can vermiştir. 1 9 7 2 ’de Jon es, bu sefer de tapınağı San Francisco’ya taşı mış ancak hastalan iyileştirdiği, ölüleri dirilttiği iddiaları ile il gili rahatsız edici dedikodular, para kaynaklarını zimmetine geçirmesi ile ilgili suçlam alarla birleşince, K aliforniya’dan ay rılmanın daha akıllıca olduğunu düşünmeye başlam ıştı. Öncü bir ekip, Jo n e s’un 1 9 7 4 ’te, Guyana hükümetinden bir tarım projesi için olduğunu söyleyerek satın aldığı orm anlık araziyi, düzenlemeye gitmişti. M ayıs 1 9 7 7 ’de, tapınağın üyeleri Los Angeles ve San Francisco’dan kitle halinde göç ederek, Jonestovvn’un kurulmasını sağlam ışlardı. Bu yerleşim yeri, kıyıdaki başkent Georgetovvn’dan o kadar uzaktı ki, buharlı vapur ve botla oraya ulaşm ak yaklaşık otuz altı saati buluyordu. G uya na’nın seçilme nedeni, zenci lider Michael X .’in‘ de aralarında bulunduğu birçok suçlunun barınma yeri olm asıyla ilgili ünüy dü. Jon es, H aziran 1 9 7 7 ’den itibaren, sürekli orada ikamet et meye başladı. G uyan a’ya Jo n e s’un peşinden gidenlerin yüzde yetmişi zenci, üçte biri de kadındı. Eileen Barker’ın ifade etti ğine göre, İnsanlık T apınağı’na üye olm ak, diğer pek çok gün cel mezhebe üye olm aya benzemiyordu. Jonestovvn, başlangıç* M ü slüm anlığa dön m ü ş Black Povver’ın (zencilerin talep ettikleri toplumsal ve yasal hakları temsil eden ve sağlayan güç; ç.n.) temsilcisidir. Ingiltere'den uyuşturucu işi nedeniyle sürüldükten sonra Trinidad'a gitmiş, orada işlediği cinayetin ardından G u yan a'ya kaçmıştır.
O ie k i Peygam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
ta tarım sal bir cem aat olarak tanıtılmış ve üyelerinin toplu ölü müne kadar da yeni bir din akım ı olarak sınıflandırılm am ıştı.’ Jo n e s’un kurduğu yerleşim yeri, sahip olduğunu iddia etti ği tanrısal iyileştirme becerisiyle hastalıklardan arındırılm ış, ırksal, ekonom ik eşitliğin olduğu, toplu m utluluğa ulaşılan bir ütopya olarak tanınmıştı. Alman bilgilere göre, aslında burası daha çok zalim ve acım asız bir kom utan tarafından yönetilen bir toplam a kam pına benzemekteydi. Jo n e s’un her şeyi ve her kesi kontrol altına alm a ihtiyacı bu uzak yerde neredeyse ger çekleşmekteydi. N isan 1 9 7 8 ’de tarikattan kurtulm ayı başaran tapınağın es ki mali sekreteri Deborah Blakey’e göre, cem aatte korku ege mendi. Shiva N a ip au l’e anlattığına göre, insanlar tarlada ye tersiz erzakla, günde on bir saat çalışm aya zorlanıyordu.4 Bu nun sonucu olarak da, orada ikam et edenlerin yaklaşık yarısı aşırı kilo kaybı, kronik ishal ve tekrarlayan ateşten m ustarip ti. Pratikte tıbbi tedavi uygulanm ıyordu. Eskiden balıkçılık ya pan biri, om zunda yara açılıncaya kadar kereste taşım aya zor lanmış ve sonunda hıçkırarak ağlam aya başlam ıştı. Bunun üzerine dövülm üş ve sürünerek Jo n e s’un önüne kadar gidip, özür dilemesi gerekm işti. K açm aya çalışan olursa öldürülür di ye tehdit eden Jon es, dış dünya ile bağlantıları koparm ak için, tüm telefon konuşm alarını yasaklam ış, mektupları sansürden geçirm iş, p asap ort ve paralara el koym uştu. Jones, müritlerine, yerleşim alanının paralı askerler ve Guyana ordusu tarafından çevrili olduğunu, kaçakların yakalanıp işkence edileceğini ve kaçm a girişim inde bulunan erkeklerin hadım edileceğini söylü yordu. Tüm bunlara rağmen Jon es birkaç gözdesi ile beraber, özel buzdolabında tuttuğu çeşitli yiyeceklerle besleniyordu. Kendi sinin, her iki cinsten de istediği herkesle cinsel ilişki kurm aya hakkı olduğunu düşünüyordu. Ancak oğlu Stephan’ın ortaya koyduğuna göre, partnerlerinin hemen hepsi beyazdı. D aha is tekli olm aları için bazılarına ilaç veriliyordu. Jones, yerleşim yerindeki tek heteroseksüel olduğunu ve diğer erkeklerin ken di hom oseksüel duygularıyla yüzleşemediklerini iddia ediyor O le k ı Pegam berler
p a ra n o ya k k uşatm alar
du. Bunu gösterm ek için erkek müritlerine sahip olmayı uygun buluyordu. Erkek kurbanlardan biri Jo n e s’a, “ Şimdi anladım ki, çok derinlerde yatan kendi eşcinselliğimle başa çıkm am için bana sahip olm anız gerekiyordu” dem işti.5 N e yazık ki bu adam kullanıldığını, Jo n e s’un kendi üzerinde hakimiyet kur duğunu ve aynı zam anda da kişisel olarak cinsel tatmin sağla dığını görm üyordu. “ B a b a ” asla hata yapm azdı ve baba ile cinsel ilişkiye girm ek ise benzersiz bir deneyimdi. Cezalandırm alar, genellikle kilisenin meydanında ve herke sin gözü önünde gerçekleştirilirdi. Döverken bir metrelik bir sop a kullanılır ve dayak bazen yarım saat kadar sürerdi. G ra ce Stoen, topluluk önünde oğlu John Victor’un dövüldüğüne tanık olm uş, ancak 1976 Temmuz ayında kaçm ayı başardığın da, oğlunu ardında bırakm ak zorunda kalmıştı. Dövülen kur banların ağızlarına tutulan m ikrofonla çığlıklarının sesi yük seltiliyordu. Eğer bir çocuk altını ıslatırsa, pantolonunu başına geçirmeye zorlanır, yemek yemesi yasaklanır ve başkaları ye mek yerken bakm ası gerekirdi. Çocuklar, bazen Jo n e s’un bun galovunun yakınlarındaki kuyuya sallandırılır, oradaki yar dım cılar tarafından aşağı çekilirlerdi. Korku çığlıkları yerleşi min her yerinden duyulurdu. Başka bir cezalandırm a da, suç lunun kendisinden daha güçlü biriyle boks maçına tutuşarak, yarı baygın hale gelene kadar dövülm esiydi. Diğer suçlular, acı biber yemeye ya da anüslerine acı biber sokulm asına zorlanırdı. Jo n e s’un oğlu Stephan, on altı yaşındaki arkadaşı Vincent Lopez biber yemeye zorlandığında, bir tane daha yemekten kurtulması ve tekrar yutabilmesi için arkadaşının kusm uğunu elinde tuttuğunu anlatmıştır. Bir başka ceza yöntemi de, ceza lıyı bazen günlerce süren, sadece ayakta durabilecek kadar kü çük bir sandığa kilitlemekti. Bazı suçlulara “ Büyük A yak” di ye tabir edilen elektrik şoku veriliyordu. Jon es fiziksel ve ruh sal olarak bozuldukça, Jonestow n, Belsen’e benzemeye başla mıştı. Shiva N a ip au l’un, H içbir Yere Yolculuk (Journey to N o w here) kitabında da ortaya koyduğuna göre, Jonestow n’un baş ka yönleri de vardı. Jon estow n ’da ırksal kaynaşm a üzerinde ıs Öteki Peyqam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
rarla durulm ası, bazılarına göre zenci olm anın utancını orta dan kaldırarak onlara saygınlık kazandırm ış ve yaşam larında iyiye doğru köklü değişiklikler yaratm ıştı. D aha önce alkol ve ilaç bağımlılığı olanlar tapm ak ya da Jones sayesinde bu alış kanlıklarından “ kurtulduklarını” iddia ediyorlardı. Yaklaşık on yıllık bir süre boyunca, cemaatten hayatta kalanlarla görü şen psikiyatrist Dr. Jam es S. G ordon, görüştüklerinden hiçbiri nin orada olm aktan dolayı pişm anlık duym am alarından etki lenmişti. Görülen odur ki, geleneksel toplum dan uzaklaşm ış bu kişiler, kendilerini, ilk kez kabul gördükleri ve değerli bu lundukları yeni bir topluluğun parçası olarak hissetmişlerdi. N aip au l’un yazdığına göre, Jonestovvn kimisi için cennet, ki mileri için de kâbustu. Jim Jo n e s’un kendisine olan güveninin kaynağı, çoğum uz da olduğu gibi arkadaşlar ve aile tarafından sevilip takdir edil mek değil, akıcı hitabet yeteneği ile başkalarını etkileme gücü ne bağlıydı. H iç kuşkum yok ki, bu yalnız genç, kendisi gibi di ğerlerini de özel güçler ve tinsel içgörü ile donatılm ış olduğu na inandırmıştı. W agner’in, D as Rheingold adlı operasında yer alan cüce Alberich gibi, Jon es sevgi arayışını, güç sağlam a uğ runa terk etmişti. D aha önce sözü edilen, vahşi ceza uygulam a ları, gücünü kötüye kullanm asının bir göstergesidir. Annelerin çocuklarının fiziksel olarak kötüye kullanılm alarına izin ver meleri ya da yetişkinlerin topluluk önünde bu denli acı çekme ye ve küçük düşürülm eye katlanm alarına inanm ak zordur. An cak göreceğimiz gibi, Jon es ceza uygulam alarında da tek örnek değildi. Cinsel davranışları, cinselliği, bir sevgi göstergesi o la rak değil, diğerlerine hükmetmek üzere kullandığını ortaya koym aktadır. Ahlâksız cinsel davranışları, kendi üstünlüğüne olan inancı ile yan yana gidiyordu. Jones, müritleri nerdeyse açlıktan ölürken, onlardan daha iyi beslenmek, daha iyi yerde oturm a gibi hakları olduğunu düşünüyordu. İnsanlık Tapınağı’na büyük m iktarlarda kaynak toplasa da o, Rolls Royce’lar, yatlar veya mücevher gibi zenginliğin geleneksel tuzaklarına düşm em işti. Onu asıl büyüleyen gücünün diğerleri üzerindeki etkisiydi. Ö teki Pegam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
Jon es inanç, sanrı, güven sahtekârlığı ve psikoz arasındaki sınırı tanımlanm anın zorluğunu en iyi şekilde ortaya koym ak tadır. G urdjieff’i dışarıda tutarsak, ilgilendiğim diğer tüm gurulardan açıkça daha sahtekârdır. Sahte hastalıkları iyileştirdi ğini ileri sürm ek, num aradan bayılm ak ya da hayali düşm an saldırıları icat etmek vicdanını hiç sızlatmıyordu. Bir keresin de, evinde cam kırmış ve yerdeki tuğlanın ona doğru atıldığını iddia etmişti. N e yazık ki, odanın içinde hiç cam kırığı olm a m ası, camın içeriden kırıldığını ortaya koym uştu. Jonestow n’da düşm anlarının kendisine ateş ettiğini iddia edip, kanıt olarak da mermi sunm uştu. Ancak asıl ateş eden, evlatlık oğlu Jim m y Vincent Lopez tarafından görülm üş ve daha önce anla tıldığı gibi, acı biber yemeye zorlanarak cezalandırılmıştı. J o nes, m ali suçlarından ve yönetimi açık bir dille, faşist ve ırkçı olarak lanetlemesinden dolayı sürekli, CIA ve M ali Polis gibi Am erika Birleşik Devletleri ajanları tarafından takip edildiğine inanmıştı. Yaşı ilerledikçe, kuşkuları daha çok paranoyak san rı biçimini alm ış ve sıkıntı verici, uzun nutukları giderek, psikotiklerin abuk sabuk konuşm alarına dönüşm üştü. Bu zihin sel yozlaşm anın, gerçek veya hayali rahatsızlıkları için aldığı, aralarında yüksek dozlarda am fetam in ve antidepresanların da bulunduğu, ilâçlara bağlı olarak arttığına şüphe yoktur. 1 9 7 0 ’lerde, Jo n e s’un paranoyak m esajları daha da güçlenmiş ti. San Francisco yöneticilerinin etnik azınlıklar için toplam a kam pları hazırladığını ileri sürerek, 1970’lerin ortalarında iki yüzden fazla silah toplam ıştı. Sandık içinde taşınan m akineli ler de dahil olm ak üzere, Jonestovvn’daki cephaneliğine daha fazla silah toplam aya devam etti. Bunlar genellikle, San Fran cisco Silah T akas B ürosu’ndan (ya da Jonestow n’da bilindiği üzere “ İncil T ak ası” ) elde edilmişti. Jon es, 1 9 7 4 ’te kendisini Tanrı olarak ilan etti. Bunun önce sinde, Tanrı’nın iyileştirme yeteneği olan kutsal bir elçisi oldu ğunu ileri sürüyordu, sonraları “ sosyalist Tanrı olarak geldim ” demeye başladı. İlaçların etkisiyle, kendini daha üstün, ilahi bir statüde görm e eğilimi olsa da, kendi kutsallığına ne kadar inandığı bilinmez. 22 K asım 1 9 9 3 ’te, N ew Yorker’da yayım O le k ı Peygam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
landığına göre, karısı M arceline’in, oğulları Stephan’a bab a sıyla konuşup ilâçları bırakm ası için ikna etmeye çalışmasını söylemesi üzerine Stephan; “ Tanrı’ya gidip, onun bir ilâç b a ğımlısı olduğunu mu söyleyeceğim ?” diye cevap vermişti. Jonestovvn’un sakinleri, ölümlerine titiz bir biçimde hazır lanm ışlardı. Jones, sürekli olarak yerleşim yerine çeşitli düş m anların saldırısını beklediğini ve eğer bu gerçekleşirse tek yo lun intihar olduğunu söylüyordu. Topluluğun parçalanm asındansa, ya birlikte çıkıp gitmek ya da birlikte ölmek gerekir di ye ilan etmişti. Ölüm son çareydi, am a bu elbette boşuna ol m ayacaktı. T üm dünyaya, A .B.D . hükümetinin kötü yanını gösterecekti. Buna karşın, kaç kişinin intihar ettiği, kaç kişininse öldürüldüğü konusunda halen şüpheler vardır. Kurtulan ların verdiği bilgi ve cesetlerdeki şırınga izleri, öldürülenlerin sayısının intihar edenlerden çok olduğu izlenimini vermekte dir. Jonestow n felaketi boyutları tüm dünyayı şoke etmesine rağm en, benzeri trajik olaylar, ne yazık ki o zam andan günü müze kadar yine yaşanmıştır, daha da yaşanm ası beklenmek tedir. Şimdi, Jon estow n ’dan, Kıyam et (Apocalyse) Çiftliği’ne ge çelim. Gerçek adı Vernon Howell olan Koresh, 17 Ağustos 1 9 5 7 ’de, on dört yaşında bir kadın tarafından dünyaya getiri lir. K oresh’in annesi iki sene sonra sevgilisi tarafından terk edi lince, o da çocuğu, annesi ve kız kardeşine emanet eder. 1 9 6 4 ’te, eskiden ticaret gemilerinde çalışmış bir denizci ile ev lenince çocuğunu geri ister ve ona ilk kez öz oğlu olduğunu söyler. HowelPin ifade ettiğine göre, onu sık sık döven üvey babasıyla arası hep bozuktur. O kulda başarısız olm uş, özel bir sınıfa konm uş ve arkadaşları tarafından “ özürlü” diye dalga geçilmiştir. Ayrıca, bu arada kendinden büyük çocuklar tara fından tecavüze uğradığını da ileri sürmüştür. Yapılan incelemer sonucunda, zihinsel özürlü değil de, disleksik* olduğu söy lendiği halde, bu onun İncil’i okum asını engellememiştir. An nesi, H ow ell daha on iki yaşındayken Yeni Ahit’i ezbere bildi * O kum ayı öğrenm ede güçlük çeken kişi (ç.n.)
Otekr Pegam berler
p a ra n o y a k kuşatm alar
ğini anlatmıştır. Daha sonraları, bu yavaş öğrenen çocuk, tüm alimlerin yaşam boyu öğrenebileceğinden daha fazla bilgiye sahip olm ası ile övünecektir. Bu, gerçekten de talihsiz bir geçmiş olsa bile psikotik olm a dan veya zalim bir canavara dönüşm eden, daha kötü çocuk luklar geçirmiş kişiler de vardır. On dört yaşında okulu bırak tığında, Howell atlet olarak başarı kazanm ış ve geçmişteki dış lanmışlığın üstesinden gelmeyi başarm ıştı. Giriştiği pek çok garip işte, tutunm asını engelleyen küstah ve hükmedici bir ta vır takınarak, bütün bu olan bitene tepkisini ortaya koym uş tu. H owell de, tıpkı Jim Jon es gibi eleştiriye aşırı duyarlıydı. On dokuz yaşındayken hamile bıraktığı on altı yaşındaki kız arkadaşı, onun çocuk yetiştirmeye uygun olmadığını düşündü ğü için, onunla birlikte yaşam ayı reddetmişti. Bu onun güveni ni yerle bir etmiş, bunun üzerine, bazen tam bir şeytan, bazen de Tanrı’nın özellikle kayırdığı biri olduğuna inanarak, p ato lojik düzeyde ruhsal gidip gelmeler yaşam aya başlam ıştı. D in de huzur bulma adına, bir sonuca varm ayan girişimlerinin ar dından H owell, 1 9 7 9 ’da Teksas, Tyler’da bulunan, Seventh D ay Adventist Kilisest’ne' girmiş ve burada vaftiz edilmiştir. Papazın kızına aşık olunca, Tanrı’nın bir görüntü vasıtasıyla kendisiyle görüştüğünü ve kızı ona vereceğini söylediğini iddia etmişti. Z am an içine, H ow ell’in davranışları o kadar aşırıya kaçm ıştı ki, 1 9 8 1 ’de papaz ve cem aati tarafından kiliseden ko vulmuştu. H ow ell’in bu tür reddedilmelere gösterdiği tepkiler olduk ça ilginçtir. Birçok gurunun da ortak özelliği olan, stres veya rahatsızlık ardından, yeni bir görüşün doğuşunu izleyen bir örüntü içermektedir. Tanrı tarafından özel olarak seçildiğine dayanan güven duygusu, depresyonunun ilk dönemlerinin he men ardından gelmektedir. Bu inanç, ergenlik döneminin son larında kullanm aya başladığı LSD ile de artmıştır. Seventh Day Adventist Kilisesi’nden kovulm asının ardından, Branch Se venth D ay Adventist Kilisesi olarak adlandırılan, hizipçi bir * Yedinci g ü n d e Isa'nın yeniden dünyaya geleceğine inananlar (ç.n.)
O le kı Peygam berler
p a ra n o ya k kuşatma/aradı
gruba katılm ıştı. Bu tarikatın nasıl lideri olduğunun ayrıntıla rı, David L ep pard ’ın, Ateş ve K an (Fire and Blood) kitabında bulunabilir, ancak burada aktarm aya gerek duymuyorum. 1 9 8 8 ’de Koresh, kendisi ve müritleri için, Teksas’ın batısında N ew M ount Carm el Center olarak adlandırılan bölgede yer alan W aco’da, yaklaşık üç yüz dönüm lük bir alana yerleşim bölgesi kurm uştu. Adını HowelPden, David K oresh’e çevirip, dört yıl içinde Jim Jo n e s’un G uyana’da kurduğuna benzer bir düzen oluşturm uştu. H aw aii’de oturan iş birlikçisi M arc Breau lt’un da yardım ıyla, çok sayıda zengin iş adam ı tarikata m a li destek sağlam ak için ikna edilmiş, sağlanan kaynak iki temel am aç için kullanılmıştı; K oresh’in rock yıldızı olabilme hırsını gerçekleştirmek için müzik aletleri alımı ve tarikatı düşm anlar dan korum ak için silah sağlanm ası. Tarikat, A.B.D. yetkileri tarafından soruşturulana kadar, Koresh silahlara yaklaşık 2 0 0 .0 0 0 Amerikan doları harcam ıştı.6 Yıllık geliri ortalam a 5 0 0 .0 0 0 Amerikan doları civarındaydı. Yerleşim bölgesinin FBI tarafından kuşatılm ası ve yangın çıkarılarak yok edilmesi ile doruğa tırm anan olaylar zincirini başlatan, bir dağıtıcının Koresh kom ününe el bom baları teslim edildiğini rapor etmesi olmuştu. Koresh, dinleyicilerini saatlerce avucunda tutabilen akıcı konuşm ası yönünden Jim Jo n e s’a benzemekteydi. Jo n e s’ un g ö rüşü, özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı, ırksal eşitliğin sağ landığı kom ünist bir toplum du. K oresh’in görüşü ise, kıyamet günü ile ilgiliydi. Kıyam et gününe inanan diğer peygamberler gibi Koresh de, “ Vahiy K itab ı” na dayanıyor ve bunu sadece kendisinin doğru yorum layabileceğini iddia ediyordu. Özellik le “ Yedi M ü h ü r” üzerinde benzersiz bir içgörüye sahip oldu ğunu vurguluyordu. D avid L eppard’a göre Koresh, “ Eğer Ye di M üh ür’ü bilm iyorsanız, İsa’yı tanımıyorsunuz demektir Yedi Mühür, Tanrı’yı tanıyıp tanım ayanları tespit etmek için asit testi gibidir.” dem işti.7 Vahiy Kitabı, olasılıkla İ.S. 95-96 yıllarında yazılmıştır. K i tapta İsa, kendisine karşı cephe alm ış şeytani güçleri bozguna uğratan, melekler ordusunu yöneten bir savaşçı olarak tasvir öte k i P egam be d er
p a ra n o ya k k uşatm alar
edilir. Son şeytanın da bozguna uğratılm asının ardından, son suza kadar huzur ve uyum içinde yaşayacak, seçilmiş ve ölüm süz kılınmış insanlardan oluşan bir Krallık kurulur. Yedi m ü hür ile kilitlenmiş kitabın ya da parşöm enin açılışında, diğer kıyamet günü görüşlerinde olduğu gibi, en sondaki huzur ve düzen sağlanana kadar bir dizi kötü olayın gerçekleşeceği bil dirilir. İlk mühür açıldığında, elinde oku, başında tacı olan, be yaz ata binmiş biri ortaya çıkıp zafere doğru koşar. İkinci mührün açılm asıyla, al ata binmiş bir kişiye, büyük bir kılıç ve insanların birbirini katletmelerini sağlam a gücü verilir. Üçün cü mührün kırılm ası ile, siyah atın üzerinde, elinde terazi tutan ve açlığın habercisi olan binici ortaya çıkar. Dördüncü mühür açıldığında, binicisi Ölüm olan, hastalıklı ve solgun bir at g ö rünür. O na da, kılıcın yanı sıra, açlıkla, bulaşıcı hastalıkla ve ya vahşi canavarlarla insanlığı öldürme hakkı ve dünyayı par çalam a gücü verilir. Beşinci mühür açıldığında, inanç uğruna katledilenler sızlanm aya başlarlar, ancak onlara beyaz kaftan lar verilerek, Hazreti İsa uğruna ölenler tam am lanıncaya k a dar beklemeleri söylenerek sakinleştirilirler. Altıncı mührün açılm asını, şiddetli bir deprem izler. Güneş siyaha, ay kırmızı ya döner ve yıldızlar gökten düşmeye başlar. Yedinci mührün Tanrı’nın genç elçisi tarafından açılm asından sonra, Cennet’te yarım saat kadar sessizlik hüküm sürer. Bunu, karanlığın gü cünün bozguna uğratılm asıyla son bulan insanlığın üçte biri nin yok edilmesi izler. Koresh, kendisini ve müritlerini yedinci mührü açabileceği ne ve Vahiy K itabı’nda yer alan felaketleri başlatabileceğine inandırmış görünmektedir. Tanrı’nın dünyaya ateş ve yıldırım la geri döneceğini ve İsrail’de kendisinin başında olacağı yeni bir krallık kurulacağını düşünmektedir. Koresh, ölümün m ü ritlerini, kaderi belirlenmiş, seçkin ölümsüzler ordusu içinde yer aldıkları, başta H ıristiyan kilisesi olm ak üzere, dünyadaki tüm günahkârları öldürm ek üzere görevlendirildiklerine ve d a ha iyi bir yaşam ın başlangıcını getireceğine inandırmıştır. K oresh’in sanrısal sisteminin gelişimi, tıpkı Jim Jo n e s’unki gibi zam an almıştır. Başlangıçta, kendisinin Yedi M ühür’ü özel û ie k ı Peygam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
bir biçimde anlam a becerisiyle güçlendirilmiş bir kahinden başka bir şey olm adığını ileri sürmekteydi. Cem aatten ayrılmış müritlerinden biri olan M arc Breault’a, Koresh’in kendisinin Tanrı’nın oğlu olduğuna inanıp inanmadığı sorulduğunda, Breault, onun kesin olarak buna inandığını söylemiştir. Bu inancın, K oresh’e tarikat üzerinde nasıl bir kontrol sağladığı sorulduğunda ise, Breault, “ M utlak bir kontrol. Bunun anla şılmasının zor olduğunu biliyorum. Ancak birinin, Hazreti İsa olduğuna inandığınızı hayal edin. O size herşeyi söyleyebilir. Eğer onunla tartışırsanız Cehennem’e gidersiniz. O , Tanrı’nın oğludur. Kim Tanrı’ya karşı savaşm ak ister ki?” demiştir.8 N i san 1 9 9 3 ’te, T eksas’taki inziva yuvası, son kuşatm aları yaşadı ğı sırada, Koresh artık Tanrı olduğunu ileri sürmekte ve m ek tuplarını Yahova Koresh olarak im zalam aktaydı. K oresh’in sonradan Kıyam et Çiftliği olarak adlandırdığı M ount Carm el, aslında sefil bir yerdi. Hemen hemen hiçbir ısıtma ve akar su sistemi ya da tesisat yoktu. Tarikat üyeleri oturaklara dışkılam ak ve bunları toprağa göm mek zorunday dılar. Su, tankerle dışarıdan getirtiliyordu. Jonestovvn’da oldu ğu gibi, burada da tarikat üyeleri H epatit B ’nin de içinde bu lunduğu birtakım hastalıklar geliştirmişlerdi. Koresh, dışarı dan tıbbi yardım almanın otoritesini tehdit edeceğini düşünü yordu ve doktora gitmeyi yasaklam ıştı. Sürekli olarak, hiçbir m antığa dayanm ayan, bir dizi beslenme öğüdü veriyordu. Ba zen bir ay boyunca, tek izin verilen meyve, muzdu. Aynı öğün de portakal ve üzüm yemek yasaktı. Bazı günler sadece sebze ye izin veriliyordu, bazen de yemek, sadece meyve ve patlam ış mısırla sınırlandırılıyordu. Sıcak yemek hiç yoktu ve K oresh’in izni olm adan dışarıdan yiyecek alm ak da yasaktı. Koresh, tıp kı Jo n e s’ un tarikatında olduğu gibi açlığı ceza olarak kullanı yordu ve çoğu tarikat üyesi yetersiz besleniyordu. Aynen Jones gibi Koresh de, kendini tüm beslenme sınırlamalarının dışında tutuyordu. Guruların müritlerinden beklediği saçm a ve anlam sız görevler sayesinde kendilerini değerli hissetmeleri gibi, onun bu gülünç kuralları ve yasaklam aları da, mutlak gücünü kanıtlanm asına yarıyordu. K oresh’in bir başka keyfî güç dene ö te k i Pegam berler
p aran o yak kuşatm alar
mesi de, üyelerini gece yarısı uyandırıp Incil’i büyüteç altına alarak açıkladığı, zam an zam an on beş saati bulan konuşm a ları dinlemeye zorlam asıydı. K oresh’in cezalandırm aları da, Jo n e s’unkiler kadar vahşiy di. Sekiz aylık bebeklerin bile yanlış davranışları için bedensel ceza alm aları gerektiğini düşünüyor ve annelerine, dövmeyi reddederlerse cehennemde yanacaklarını söylüyordu. Ç ocuk lar en ufak kusurları için dahi “ yardım cı” olarak adlandırılan bir tahta parçası ile dövülerek cezalandırılıyordu. H er çocu ğun, üzerinde kendi adının yazdığı özel “ yardım cı” sı olduğu gibi, bu dayaklar için özel olarak ayrılmış bir oda da vardı. Koresh, üç yaşındaki oğlu C yrus’u o kadar şiddetli dövm üştü ki, bu M arc Breault’u hasta etmiş ve gittikçe daha fazla hayal kırıklığı yaşam asında şüphesiz etkili olmuştu. Z am an içinde serbest bırakılan yirmi bir çocuktan çoğu daha taze dayak iz lerine sahipti. Bir başka cezalandırm a da, suçluyu lağım a batı rıp çıkarm ak ve yıkanm asına izin vermemekti. Son kuşatm ada kurtulanlardan İngiliz Derek Lovelock, yine de, K oresh’in “ çok yardım sever ve merhametli biri” olduğu konusunda ısrar etmiş, ebeveynlerin bazen çocuklarını dövdüklerini itiraf etse de, gaddarlık ve cinsel yönden kötüye kullanm a suçlamalarını inkar etm işti.9 W illiam Shaw ’a, çiftlikte geçirdiği günlerin ha yatının en güzel günleri olduğunu ifade ederek, “ Biz büyük bir aileydik, tek bir inanca bağlı olarak, her konuda anlaşırdık. Hepim iz tek bir cem aattik” dem işti.10 Koresh de, cinsel açıdan Jim Jon es kadar aç gözlüydü, an cak onun zevkleri daha farklıydı. Koresh 1983’te, Branch Davidian Kilisesi’nin m em urlarından birinin kızıyla evlendi. Kız on dört yaşında olm asına rağm en, kimse bu evliliğe karşı çık madı. Eşi, K oresh’e üç çocuk verdi. 1986’da Koresh, karısının o sırada on iki yaşında olan kız kardeşiyle beraber olm aya baş ladı. Koresh, Kıyam et Çifliği’nin başına geçtikten sonra, kadın ve erkeklerin ayrı katlarda kalm alarını sağlayarak aileleri p ar çalam ıştı. Aile bağlarını koparm ak, hem kendi tâbiiyetinin güçlenmesini sağlıyor, hem de istediği kadınları baştan çıkar masını kolaylaştırıyordu. Koresh, cem aat içinde on iki, on üç O tekı Peygam berler
p a ra n o ya k kuşatm alar
yaşlarındaki kızlar da dahil olm ak üzere, istediği kadınla cin sel ilişkiye girme hakkı olduğunu düşünüyordu. Bir çocuk, va jinası çok dar olduğundan, onunla ilişkiye girebilmek için bü yük tam ponlar kullanm ak zorunda bırakılm ıştı." Jon es gibi, Koresh de zihinsel olarak hastaydı. İktidarsızlık olarak tanım ladığı rahatsızlığını iyileştirmek için çeşitli vita minler ve bitkisel ilâçlar kullanıyordu. Ancak onun sanrıları nın gelişimi Jo n e s’un durum unda olduğu gibi ilâçlara bağlan a maz. Jo n e s’a kıyasla daha az sahtekârlık yapm asına rağmen, Breault’a, Koresh öğretilerine kendi de inanıyor m uydu, yoksa sadece dolandırıcı mıydı diye sorulduğunda, Breault “ Her iki si de diye düşünüyorum . Vernon şiddetli bir ihtiyaçtan kıvra nıyordu. Sonra da bu ihtiyacı haklı kılacak bir din bilimi bul du. Başka insanlar da öğretisine ilgi göstermeye başlayınca, kendisi de buna inanm aya b aşlad ı” dem işti.12 Koresh, 1 9 8 6 ’da yüz kırk karısı olm asına hakkı olduğunu iddia ediyordu. Kıyam et Çiftliği alevler içinde kaldığında, can veren yirmi iki çocuktan on yedisinin babası K oresh’ti. D ölle meye sadece kendisinin yetkisi olduğunu ve misyonunun bir parçasının da, dünyayı dini bütün çocuklarla doldurm ak oldu ğunu ileri sürüyordu. FBI tarafından tarikatın kuşatılm asının başlarında, Koresh kendisinden olm ayan çocukları serbest bıraktı. Bu çocuklarla görüşm e yapan psikiyatristler, ölü bebekler hakkında pek çok hikaye duydular. Bazı çocuklar bebeklerin bedenlerinin, onlar dan kurtulana kadar buzdolabında tutulduğunu iddia ediyor du. K anıtlanm am ış olm akla birlikte, olasılıkla Koresh, tarikat üyelerinin çocuklarını kendinden olm adığı için kurban etmiş olabilir. Kesin olan, zam an zam an çocukları kurban etmenin gerekli olduğu konusunda müritlerini ikna etmeye çalışm ış ol masıdır. T üm bunlara rağm en, serbest bırakılan çocukların du rumları hakkındaki raporların farklılık gösterdiğini söylemek yerinde olacaktır. W aco’nun Külleri (The Ashes o f Waco) kita bında D ick J. R eavis, özellikle ATF’nin* ve FBI’ın yaptığı ace * Alkol, TCıtCın ve Ateşli Silahlar Federal Bürosu; A.B.D. Hazine Birim i'nin bir kolu
Ö teki Pegam berier
p a ra n o ya k kuşatm alar
mice saldırının tam am en haksız olduğunun üzerinde durm uş tur. Ç ocuklara cem aatte iyi bakıldığına dair kanıtlar olduğunu ve serbest kalan çocukları inceleyen bir psikiyatristin hiçbir cinsel istism ar izine rastlam adığını söyler. FBI, tarikat binasın da delikler açtığında, küçük çocukları olan annelerin, buralar dan çocuklarıyla kaçm a olanağını kullanabileceklerini düşün m üştü. Ancak, kimse bunu yapm adı. Sondaki toplu ölüm , ta rikat üyelerinin gaz kullanarak yangını başlatm aları ile gerçek leşmiştir. K oresh’in de dahil olduğu yirmi yedi kişi ise silahla vurulmuştur. Tanrı’nın elçisi veya Tanrı’nın kendisi olduğuna ilişkin inanç sistemi oluşturm ak ya da benimsemek egoyu inanılmaz düzeyde şişirir. Koresh daha çok dinle ilgiliyken Jim Jones, ırk sal eşitlik ve eşitlikçi toplum la ilgilenmekteydi. Ancak her iki si de yalnızlıklarını ve çocukluklarındaki sevgisizliği, güce hay ran kalarak telafi etmişler, sonunda da kendi kutsallıkları ile il gili sanrılar geliştirmişlerdir. Bu iki gurunun müritlerini bu kadar uzun süre tâbiiyetle rinde tutm aları inanılmaz görünmektedir. Koresh beraber ol duğu çocukların kimliğini gizlemek için birtakım yetersiz giri şimlerde bulunsa da, ahlâksız cinsel davranışlarının ve gaddar işkencelerinin çoğunu gizlemek yerine teşhir etmiştir. İki kam ptan da kendi isteğiyle çıkan çok az kişi vardır. Bir guru, müridini mesih olduğuna bir kez inandırdıktan sonra, d avra nışları norm al insan ölçülerine göre çok tutarsız olabilm ekte dir. Guruya duyulan inanç, m antıksal değerlendirmenin tam a men dışındadır. G uruya kendini adam ış müritleri sorgulam ak, aşktan çılgına dönm üş birini sorgulam ak kadar yersizdir. Psikiyatride, paylaşılm ış psikoz (folie à deux) olarak çok iyi bilinen bir olgu vardır. İki kişi beraber yaşıyorlarsa ve bun lardan biri hastaysa, normal olan, psikotik partneri tarafından ifade edilen sanrılardan bazılarına inanabilir. Eğer psikotik olan eş ya da yakın, hastaneye yatırılm ak üzere uzaklaştırılır sa, diğeri de eski sağlığına kavuşur. Paylaşılan sanrı karşılıklı olarak pekiştirilir. Psikotik lideri olan bir tarikatın üyesi ol m ak, hem lidere hem de onun inancının tuzağına düşm üş m ü Ö teki Peygam berler
p aran o yak kuşatm alar
ridine güven verir. Jim Jon es da D avid Koresh de, müritlerini sıkı gözetim altında tutm uşlar ve cem aatten ayrılmayı neredey se im kansız hale getirmişlerdir. Neyse ki, bu gibi durum lar is tisnadır. Yaygın inancın tersine, “ Yeni Din A kım ları” na üye olanların çoğu, baskı altına girmeden ve hiçbir zorlukla karşı laşm adan bu akım ları terk edebilirler. Ancak Jonestovvn gibi norm al haber kaynaklarından yalıtılmış topluluklar, liderleri tarafından verilen her türlü bilgiye daha bağımlı ve onlara söy lenenleri sorgulam aya daha az yetkindirler. “ Duyusal yoksun luk” üzerine yapılan araştırm alar, ses ve ışık geçirmeyen yer lerde tutularak duyusal algılardan yoksun kalan bireylerin, on lara sunulan bilgi hakkında, daha az eleştirel olduğunu ortaya koym aktadır. Bu durum , yalıtılmış topluluklar için de geçerlidir. Buna ek olarak, topluluk içinde gurunun dediklerinden şüphe duym aya yeltenen kişi, arkadaşları tarafından hain ola rak ilan edilmektedir. Jon es ve Koresh, müritleri dışında herke se göre zararlı kaçıklardır. Abartılı bir biçimde, günahlarını pek az telafi ederek, guruların en kötü özelliklerini ortaya koy muşlardır. Neyse ki, guruların çoğunluğu bunlar kadar kötü değildir. Şimdi diğer gurulara geçelim.
Ö teki Pegam berler
II. georgei ivanovitch gurdjieff
G
urdjieff, kendisi olduğu kadar, yakın müridi Ouspensky tarafından da sunulan öğretileri ile pek çok ilginç ve akıl lı kişiyi kandırm ayı başardığı için ilgimizi çekmektedir. M üri di olan ünlü kişiler arasında yazar Katherine M ansfield, The N ew A ge’in seçkin editörlerinden A. R. O rage, Little Review'un yazarı M argaret Anderson, onun arkadaşı ve yazı işleri yardım cısı Jan e H eap, cerrah ve seksoloji uzmanı Kenneth Walker, Frank Lloyd W right’in üçüncü eşi O lgivanna, daha sonra kendisi de guru özellikleri taşıyan John G odolphin Benett sayılabilir. Psikiyatrisi Jam es Young ve M aurice N icoll ve psikanalist David Eder de onun müritleriydi. T. S. Eliot, David Garnett ve H erbert Read aralıklı olarak O uspensky’nin top lantılarına katılmışlardır. G urdjieff ile ilk kez 1 9 1 5 ’te karşıla şan Ouspensky, mesken tuttuğu L on d ra’da, konuyla ilgilenen İngilizler için, gurunun kendisinden daha fazla ulaşılabilir ol muştur. G urdjieff’in doğum tarihi tam olarak belli değildir. Kimile ri doğum tarihi için 1866 derken, kimileri de 28 Aralık 1 8 7 7 ’yi gösteren p asap ortların d an birinden alıntı yapar. G urdjieff’in en son biyografisinin ve G urd jieff ve Katherine M ansfield’in yazarı Jam es M oore, 1866 tarihinin daha doğru olduğunu savunur.' G urdjieff, geçmişiyle ilgili pek çok konu da olduğu gibi, bunda da ketumdur. 29 Ekim 1 9 4 9 ’da ölm üş tür. D oğum yeri, K aradeniz’in batısında, H azar Denizi’nin d o ğusunda, K afk as D ağları’nın güneyinde, R usya’da, Erm enis tan ’da yer alan, (önceden Güm rü olarak bilinen) A lexandrop ol’dü. Babası Rum , annesi ise Erm eni’ydi. Evde Ermenice k o nuşulsa da, Rum ca, Türkçe ve yerel lehçeleri de öğrenmişti. O tobiyografisi, Üstün Kişilerle Tanışm a (M eetings with R e m arkable Men) kitabında, on sekiz dil bildiğini iddia etmiş, ancak bunu destekleyen hiçbir kanıta rastlanmam ıştır. Tüm yaşam ı boyunca, hem R u sça’yı hem de İngilizce’yi hatalı bir biçimde kullanm aya devam etmiştir. G urdjieff ikisi erkek, dördü kız altı çocuğun en büyüğüdür. O ıe k i Pegam berier
Kız kardeşlerinden biri küçükken ölmüştür. Ailesi, G urdjieff daha çocukken, 1 8 7 8 ’de Rus Ç arı’nın kardeşi Büyük Dük M ichael Niklayevich tarafından Türk güçlerinin bozguna uğratılm asından hemen son ra, K ars yakınlarına taşınmıştır. G urdjieff, K ars askerî katedraline koro üyesi olarak kabul edilmiş ve üstün zekâsı sayesinde, sonradan onun eğitimini üstlenen, Peder Dean Borsh’un dikkatini çekmiştir. Güçlü bir öğrenme arzusu gösterm iş, Yunanca, Ermenice ve R usça ki taplar okum uş, “ hayatın anlam ı” nı aramıştır. K ararsız kaldığı bir dönem in ardından, evrenin yaratılışı üzerine yeni bir öğre ti ile ortaya çıkm ası açısından diğer gurulara benzerlik göster mektedir. Yirmi yıl kadar süren ve onu gerçeğin arayışına sü rükleyen zihin karışıklığının neden bu kadar aşırı olduğu ise meçhuldür. Gurdjieff, bir guru olarak, özel bilgisini ve statüsünü, O r ta A sya’ya yaptığı, ki buradaki bilgiler sadece onun ortaya koydukları ile sınırlıdır, yolculuklardaki keşiflerinden elde et tiğini ileri sürer. 1887-1911 arasındaki dönem de ne yaptığına dair hiçbir kesin bilgi yoktur ve bu dönem sırlarla doludur. Gurdjieff, öğrendiklerinin çoğunu “ Sarm oung M anastırı Şefi” nin yanında, üç ay kalm ası sırasında elde ettiğini iddia et miştir. Bu gizli bilgeliğin, İ.Ö. 2 5 0 0 yılına uzanan bir geçmişe sahip olduğunu, benlik-dönüşüm ü ve kutsal dansları içerdiği ni ve bu geleneklerden yola çıkılarak öğretildiğini ileri sürm üş tür. G urdjieff bu gizli bilgiyi aldığı öğretmenlerinin tam yerle rini belirtmemekte çok ısrarlı olsa da, sonraları aslında kendi sinden hiçbir zam an ayrılm ayan, telepati ile iletişim kurduğu bir öğretmeni olduğundan söz etmiştir. Sarm oung m anastırı nın varlığı kanıtlanam adığı gibi, G urdjieff’in müritleri de bu rasının gerçek bir yer olarak değil, bir simge olarak ele alın m ası gerektiğini savunurlar. O tobiyografisi Üstün Kişilerle T a nışm a, kendi içinde çelişkili ve kronolojik olarak da güvenil mezdir. Bu kitabın ortaya koyduğu tek şey, G urdjieff’in bece rikliliği yanı sıra, fiziksel ve m addi olarak hayatta kalm a k a pasitesidir. H alı ve antika satm ış, bozuk dikiş makineleri tam i ratı yapm ış, eski korseleri alıp bunları son m odaya uygun ha-
g e o rge i ivonavitch gurdjieff
le getirip satm ış, yağ ve balık ticareti ile uğraşm ış ve ilâç ba ğımlılarını hipnozla iyileştirdiğini ileri sürmüştür. Kendi ifade sine göre, iyileştirmedeki başarısı benzersizdir (G urdjieff asla yapay bir alçakgönüllülük sergilemezdi). O uspensky tarafın dan ona çalışm aları ve bulguları sorulduğunda çeşitli konular daki bilgilerini bir merkezde toplayan bir grup uzm anla, za man zam an yolculuklar yaptığını ifade etmiştir. Ancak onların isimlerini veya yerlerini söylemeye yanaşm adığı gibi, kendisi nin bu sırada nerede olduğuna ilişkin soruları da yanıtlamamıştır. Ouspensky, “ Eğitim aldığı okullar ve sahip olduğu ke sin olan bilgiyi nereden aldığına dair yüzeysel ve çok az konuş m uştur” diye ifade etmiştir. H akkında Ruslar tarafından tu tulmuş bir gizli ajan olduğuna dair dedikodular bile çıkmıştır. G urdjieff, 1 9 1 2 ’de M o sk o v a’da guruluğunu ilan etmiştir. En temel savı, kişinin kendisini ve dolayısıyla ne olacağını bil mediğiydi. M odern uygarlığın, kişiliğin, üç ayrı merkez tara fından yönetildiğine inandığı fiziksel, duygusal ve zihinsel yönlerinin iş birliğini zorlaştırdığını iddia ediyordu. İnsanlığın çoğunluğunun “ uykud a” olduğunu ve dış güçlere karşı bir makine gibi tepki verdiğini ileri sürüyordu. Öğretisi, seçilmiş müritlerini, daha üst bilinç düzeyine taşım ak ve yeni bir ger çeklik algısı sunarak onları uyandırm ak üzerine tasarlanm ıştı. G örüşüne göre, M o d e r n in s a n u y k u d a y a ş a r , u y k u d a d o ğ a r , u y k u d a ö lü r . U y k u n u n h a y a t t a k i ö n e m i v e r o lü n e d a h a s o n r a d e ğ in e c e ğ im . F a k a t ş u a n d a s a d e c e b ir te k şe y i d ü ş ü n ü n , u y u y a n b ir in in n a sıl b ilg is i o l a b i l i r ? B u n u d ü ş ü n ü r k e n , u y k u n u n v a r lığ ım ız ın en ö n e m li ö z e llik le r in d e n b iri o ld u ğ u n u d a h a t ı r la r s a n ı z , d e r h a l a ç ı k ç a g ö r e c e ğ in iz g ib i , e ğ e r b ir k iş i g e r ç e k t e n b ilg i i s t iy o r s a , h e r ş e y d e n ö n c e v a r lığ ın ı n a s ıl d e ğ iş tir e b ile c e ğ in i v e n a s ı l u y a n a c a ğ ı n ı d ü ş ü n m e lid ir .'
M isyon (The Work) olarak tanınan uygulam asına katılm a şansını yakalam ış birkaç kişi, kendini-gözlemleme yöntemi ile söz konusu üç merkezin birlikte hareket etmesini sağlayabilir di. Ardışık birkaç fani “ ben” dizisi içinde, rüyada yaşam ak tansa, uyanmış birey, “ tırnak işareti” içinde yaşam ayı bırakıp, yeni bir bütünlüğü gerçekleştirebilir, bunun sonucunda da ö le k i Pegam berler
g e o rge i ivonaviteh gurdjieff
kendi kaderini yönetebilir veya G urdjieff’in tanımına göre ya pabilir hale gelebilirdi. G urdjieff bu durumu şöyle açıklar: “ Yapabilm ek demek, bilinçli ve kendi isteği doğrultusunda davranabilm ek dem ektir.” 4 O na göre, her şeyde olduğu gibi, bilinçteki bu değişimin de fiziksel bir temeli vardır. Buradaki değişim de, beyindeki kim yasal bir bileşimle kendisini ortaya koym aktadır. Peters, G urdjieff’in öğretisini şöyle tanımlar, Ö ğ re tisin in tem el ta şı, h içb ir g e lişim in -h içb ir in sa n i g e lişi m in- b ire y sel tem ele d a y a n m a k sız ın ta m a m la n a m a y a c a ğ ıy d ı. G r u p ç a lış m a s ı sa d e c e bireyin b ireysel b en lik m ü k e m m e lliğ i ne u la ş m a s ın a y a rd ım c ı o lm a sı a ç ısın d a n y a r a r lıy d ı.’
44
1 9 7 4 ’te ölen J . G. Bennett, G urdjieff’le ilk kez 1 9 2 0 ’de karşılaşm ıştı. G urdjieff: Yeni Bir D ünya Yaratmak (Gurdjieff: M akin g a N ew World) kitabında Bennett, üç bölüm de G urd jieff’in yolculuklarını ve gizli bilgeliği arayışını konu edinm iş tir. H em J. G. Bennett hem de Jam es M oore, G urdjieff’in yol culuklarını tam bir netlikle izlemenin imkansız olduğunu itiraf etmişlerdir. Bennett kendini hiçbir zam an tam am en teslim etmemeye özen gösterse de, O rta A sya’da bir yerlerde bir grup bilge kişinin ya da “ Bilgelik Ü stadının” yaşadığına ve bunla rın yeni fikirler ve yeni düşünme biçimleri sunarak, insanlığın kaderini izleyip zam an zam an olayların akışına m üdahale et tikleri yönündeki sim gesel bir gerçeklik geleneğine açıkça inanrpıştır. Bennett, G urdjieff’in “ İnsanlığın Ç ekirdeği” dene bilecek bir grupla iletişime girdiğini ileri sürer. Bu grup, olası lıkla Sarm oun kardeşliğinin, tinsel olarak ileri derecede geliş miş ve yüksek enerji yayan üyelerinden oluşm aktadır. Yazdığı na göre; B ö y le si b ir g ru b u n g e rç e k ö n em i, m isy o n u n d a y a tm alıd ır. B ir k işi tin sel g e rç e k liğ in fa rk ın a v a rd ık ç a , d ü n y a d a ç o k ö n em li e ylem lerin g e rç e k le ştiğ in e d a h a fa z la ik n a olur. Bize d ü şe n g ö rev, z o rlu ve teh lik eli b ir g e ç işle , yeni bir d ö n e m e a d ım a ta n in sa n lığ a y a rd ım c ı o lm ak tır. G u r d jie ff’in b u g ö r e v için de o l d u ğ u n u ve b u n d a n d a ö te , bize bu sü re c e k a tılm a n ın y o lu n u a çtığ ın ı k a n ıtla y a b ilir se k , “ Ç e k ird e k G r u p ’Ma iletişim e g e ç m ek için y o lu n ç o ğ u n u k a te tm iş o lu ru z .1
İnsanlığın yeni bir devrin eşiğinde olduğu görüşüne,
O ıe k ı Peygam berler
ge o rg e i ivonavitch g urdjieff
Ju n g ’un düşüncelerini tartışırken tekrar döneceğiz. Bennett, O uspensky’nin uzun süredir müridiydi, bu neden le de üstadın kendisinden de sadece bir mertebe uzaklıktaydı. Ancak G urdjieff ile araklıklı olarak hep iletişime geçti ve ya şam ının son iki yılında da onu sık sık gördü. Bennett, Gurdjieff’in görüşlerinin ve öğretisinin hayatını değiştirdiğine inan mış ve kendisi de L o n d ra’da G urdjieff’e paralel gruplar yönet miştir. Birkaç tarikat üyesini psikiyatrik hasta olarak görd ü ğümden dolayı, bu toplantıların bazen katılım cılar üzerinde korkunç etkiler bıraktığını biliyorum. Yine de Bennett, sürek li gizli bilgeliği arayan ve asla aradıklarını bulam ayanlara ben zer bir yol izlemiştir. Jam es M oore, Bennett’in hayatını şöyle aktarır: B e n n e tt... 1 9 5 5 ’te G u r d jie ff’ in a n a g ö r ü şü n d e n k o p a r a k se ç i ci ilişk ile rin p e şin d e n k o ş m u ştu r (B a ş k a şey lerin y a n ı sır a H o sein R o fe ta r a fın d a n S u b u d 'a “ a ç ılm ış ” , M a h a rish i M a h e sh Y o g i ta r a fın d a n e ğ itilm iş, R o m e n K a to lik K ilise si’ne k a b u l e d ilm iş ve İd ris Ş a h sa y e sin d e “ G ö r ü lm e z H iy e r a r ş i” ile ta n ış m ıştır ).’
1 9 1 7 ’deki Rus devrimi, G urdjieff’in önce Tiflis, G ürcis tan ’a, sonra İstanbul’a, sonra da Berlin’e taşınm asına neden olmuştur. Biyografi yazarı Jam es M oore, onun bu yorucu ve hatta zam an zam an tehlikeli yolculuklarını kronolojik olarak kaleme almıştır. Yakın dostları T hom as ve O lga de H artm ann, G urdjieff’e K afkasya, Essentuki’deki m ola yerinde katılm ış lardı. Bu, A ğustos 1 9 1 7 ’de Ç ar’ın tahtını terk etmesini taki ben, koalisyon hükümetinin başbakan olarak Kerensky’i a ta masının hemen ardındandır. Gurdjieff, birden bire, K arad e niz’de T uapse’ye gideceğini açıklayınca, sadık H artm ann’lar da onunla yola çıkmışlardır. Giysileri uygun olm am asına k ar şın, G u rdjieff’in onları, öldürücü derecede yorucu gece yürü yüşlerine zorlam ası, G urdjieff’in otokratik ve saçm a istekleri nin müritleri tarafından nasıl esir gibi yerine getirildiğinin çar pıcı bir örneğidir. Bir keresinde, O lga de H artm ann’ın ayakla rı öyle şişm iş ve kanam ıştı ki, ayakkabılarını bile giyemediği için yalın ayak yürümek zorunda kalm ıştı. Thom as de Hart-
ö te k i Pegam berier
g e o rge i ivonavitch gurdjieff
ınann ise, gece nöbetçi olarak görevlendirildiği için 24 saat hiç uyuyam am ıştı. Çift, eklemleri ağrıdan kopsa da, bitkin duru ma düşseler de devam etmekten vazgeçmediler. G u r d jie ff b iz d e n , özellik le de so n u belli o lm a d ığ ı için z o r la y ı cı o la n aşırı b ir g a y re t b e k liy o rd u . Acı ç e k se k ve din len m eye h a sr e t k a ls a k d a , tek y a p m a k isted iğ im iz şey G u r d jie ff’ le b ir lik te o lm a k o ld u ğ u için , içim izd en gelen h içb ir isy an y o k tu . B u n u n d ışın d a k i h er şey ise ö n e m siz d i.1
Bu, G urdjieff’in yinelenen bir davranış kalıbıydı. Hartm ann’lar, bu dayatm aların, onlara duygusal ve fiziksel güçlük leri yenmeyi öğretm ek için olduğunu ileri sürüyorlardı. G urd jieff, insanları fiziksel kapasitelerinin sınırına kadar zorlar ve bazıları kendilerinde olduğunu hayal bile etmedikleri bir d a yanm a gücüne sahip olduklarını görürlerdi. G urdjieff parasız kaldığında, havyar ve hah işiyle u ğraşa rak yaşam ını sürdürüyordu. İngiltere’ye yerleşmeyi ümit et mekteydi, ancak İç İşleri Bakanlığı ondan şüphelenerek, çekir dek m ürit grubunu terk edip sadece tek başına gelirse izin ve receğini bildirdi. Z am an içinde, bir gazete patronuyla evli ve o sıralarda eşi ile arası bozuk olan Lady Rotherm ere’in bonkör lüğü ve başka zengin destekçilerin de katkılarıyla, Fransa, Fontainebleau’ye yakın, Château du Prieure’de, büyükçe bir arazi üzerinde “ İnsanlığın Ahenkli Gelişimi Enstitüsü” nü kur mayı başarmıştır. M isyon, G urdjieff’in önceden düzensiz aralıklarla verdiği konferanslarının yanı sıra, özel egzersiz ve dansları da içeren, yorucu fiziksel çalışm ayı gerektiren, bellek ve kendini-gözleme eğitimlerinin verildiği, bir grup çalışm asıydı. Bu sözde “ Kutsal D an s” a katılanlardan bazıları, bunu yoga ve fiziksel farkındalığı etkileyen diğer uygulam alardan daha değerli bulduklarını ifade ediyorlardı. G urdjieff’in mesajının ve kendi davranışları nın temel özelliği, o anda yapılan şeye tam am en yoğunlaşm ak tı. “ Şim di” nin yoğun olarak yaşanm ası, şimdi ve buradayı olum suz etkileyen geçmiş ve gelecekle ilgili düşüncelerin d ışa rıda bırakılm ası, sadece G urdjieff’in öğretisi ile sınırlı değildir. Zen felsefesi de, geçmiş ve geleceği uçuşan yanılsam alar o la
O leki Peygam berler
ge orge i ivona vitch g urdjieff
rak görür. Sonsuz gerçekliğe sahip tek şey, şimdidir.9 G urdjieff, tam anlam ıyla bir diktatördü. M üritlerini o den li küçük düşürm ekte öyle yetenekliydi ki, kocam an adam lar bile göz yaşları içinde kalırlardı. Küçük düşürür sonra da, mü ridini özel bir iyilikle ödüllendirirdi. Keyfî emirlerine sorgusuz itaat beklerdi. Örneğin bir keresinde durup dururken, enstitü de müritlerinin birbiriyle konuşm alarını yasaklam ıştı. Bütün iletişim öğrettiği özel fiziksel hareketlerle yapılmalıydı. G urd jieff bazen iş yükünde hiçbir azalm a yapm aksızın müritlerini, bir haftaya varan sürelerde oruç tutm aya zorlardı. O toritesi, müritlerinin onun emirlerine uymanın kendi iyilikleri için ol duğuna inandırılm alarına dayanm aktaydı. Onun çok fazla et kisi altında kalm am ayı başaranlar ise, diğer gurular gibi, onun da kendi adına gücünü sınam aktan zevk aldığını düşünürler di. Bol m iktarda alkolün tüketildiği ve katılanlardan büyük m iktarda paraların toplandığı akşam yemekleri de düzenlen mekteydi. G urdjieff tüm bunların yanı sıra, bir de ayrıntılı evrenbili mi (kozm oloji) geliştirmiştir. Evren ve insanın buradaki yeri ile ilgili tasviri, karm aşık ve herhangi bir nesnel kanıtla destek lenmekten yoksundu. Adeta kastî olarak anlaşılm az hale geti rilmiş ve genellikle de kendi içinde tutarsızdı. M üritleri arasın da zeki ve seçkin kişiler de olan Gurdjieff, güçlü bir guru ol duğundan, şüpheci bir okuyucuya psikotik sanrı sistemi gibi görünen yazılarına, müritleri anlam yüklemeye uğraşmışlardır. M isyon, G urdjieff’in sunduğu gülünç bir neolojizm ' ile daha da zorlaşmıştır. O kuyucuya bu noktada, kronik şizofrenlerin, genellikle başkalarının anlam akta zorlandığı ancak kendileri için bir anlam ı olan kelimeleri icat ettiklerini hatırlatm akta fayda görüyorum . Z ürih’teki Burghölzli akıl hastanesinin ta nınmış yöneticisi ve “ şizofreni” sözcüğünün yaratıcısı Eugen Bleuler, bir hastasından yaptığı alıntıyı şöyle aktarır. D ü z k ilise -ey aleti o la n A p e ll’d e, b a b a , yeni f. d u ru m u n a g ir m ek iste d iğ in d e n in sa n la rın p a rla k -in a n ç ta n a ld ık la rı g e le n ek le r ve a lış k a n lık la r v ard ır. Ç ü n k ü o n la r b a b a n ın sad e ce * Yeni sözcük yaratm a (ç.n.)
ö t e k i Pegam berler
g e o rg e i iv o n a v iu h gurdjleff
m ü zik le o la n B a b e li k o m e d y a sy o n u o ld u ğ u n a in an ıy o rlard ı. B u n ed en le y ü k se k O s e tio n ’a ve la h a n a d ü n y a sın a gittile r ve her şey k ö tü y d ü ve iyi her şey e k arşıy d ı. T e rs d ö n m ü ş O steio n v a d isin d e o g e lece k ve bu n u n d a ö te si için d e d ir ki b a b a a d ild ir .'“
Bir başka hasta ise, “ dirsek-insanlar” tarafından işkence gördüğünü söylem ekteydi. Bleuler’in de ifade ettiği gibi, şizof renlerin üslupları genellikle abartılıdır. “ H asta, söyledikleri adeta, insanlığın en çok merakını uyandıran şeymiş gibi üst düzeyde yapay ifadeler kullanarak saçm alıklarını açıklar.” " G urdjieff’in şizofren olduğunu iddia etmesem de, dil kullanı mı psikotiklerinkine benzemektedir. Örneğin, G urdjieff “ Bizim H er Şeye Gücü Yeten, Sevgi D o lu, O rtak Babam ız, Varlığı-Birleştiren Sonsuz Yaratıcım ız” di ye adlandırdığı Tanrı’ya inanıyordu.12 Bu tanım lam a oldukça abartılıdır. G urdjieff’e göre, başlangıçta uzayda “ En Kutsal M utlak G ün eş” vardı ve o sonsuzdu. İlkel kozmik m adde Etherokilno tarafından doldurulm uştu. “ Bu bulutsu Etherokilno durgun bir dengedeydi, süper-güneş varoldu, dış uyarandan tam am en bağım sız bir biçimde, O rtak Babam ız tarafından kendi içsel kanunları ve A utogocrat (her şeyi kontrolüm altın da tutuyorum ) olarak tanım lanan şeyin dağıtımıyla beslen d i.” 13 Ancak, hepimize saldıran hain Z am an, vicdansız H eropass biçiminde ortaya çıktı ve M utlak G üneş’in hacmini küçültmek için tehdit etti, bu eyleme mani olm ak için de önlem alınm a lıydı. Bunun üzerine O rtak Babam ız, kendinden, Theomertm alogos adını verdiği yaratıcı Emir-Tanrısı’m ortaya çıkardı. Bu da Etherokilno ile etkileşime geçerek, dünyam ız olan Megalo co sm o s’u oluşturdu. Bu oluşum u m eydana getiren, bir prensip veya kural olan Trogoautoegocrat’tır -kendimi yiyerek varlığımı sürdürüyorum . “ Kozm ik görüşte, Tanrı, Yaratılan Şey’le, Yaratılan Şey de Tanrı ile beslenir.” 14 G urdjieff şöyle de vam eder; böylece Tanrı ve onun yarattığı, sadece birbirleriye uzakta durarak ilişkiye giren, ayrı varlıklar oldular. Bu yeni oluşum da, Triam azikam no yani Üçler Kanunu ile, H eptapar-
ö te k i Peygam berler
ge o rg e i ivonavitch gurdjieff
p arasbinokb veya E ftalogodiksis olarak adlandırılan Yediler Kanunu gibi yeni yasalarla varlığını sürdürdü. G urdjieff’in ortaya attığı Üçler Kanunu, Yediler Kanunu’na göre nispeten daha açıktır. Üçler K anunu’na göre, ‘Y ük sekteki ortadakini gerçekleştirm ek için alçaktaki ile karışır’ Örneğin, spermle yum urta birleşerek embriyoyu oluşturur. Bu formül, karşıtların, bir üçüncüyü gerektirdiği pek çok olaya da uyarlanabilir. M oore, bu durum a örnek olarak, davacı ile sanık arasındaki davayı çözmeye çalışan hakimi gösterir. Yediler Kanunu ise daha karm aşıktır ve oldukça da tutar sızdır. G urdjieff, evren bilimini müzik gam ıyla eşleştirmeye ça lışmıştır. O na göre, her tam am lanm ış sürecin, gerekli kural dışılıkların da olm asına olanak sağlayan, yarı-perdelik tonların da dahil olduğu, inen veya çıkan bir dizi notaya denk düşen, yedi farklı fazı vardır. Gurdjieff, Evren’i, M u tlak’la başlayan ve ay ile biten Yaratılışın Işını olarak tanımladığı bir diyag ram da tasvir eder. G u rdjieff’e göre, K on d oor adındaki bir kuyrukluyıldızla dünyanın çarpışm ası, Loondeiperzo (sonradan ay olarak ad landırılmıştır) ile A nulios adlı, yörüngede dönen iki kütlenin doğm asına neden olur. Bu çarpışm anın ardından, “ En Kutsal M utlak G üneş tarafından, dünya-oluşumu ve dünya-korunması üzerine uzman tüm M elekler ve Başmeleklerin olduğu kurul, En Büyük Baş M elek Sakaki yönetiminde, ‘O rs’ adında ki güneş sistemine gönderilir.” 15 G urdjieff’in ayla ilgili görüş leri bundan da gariptir. Gurdjieff, tıpkı dünyanın gittikçe ısı nıp güneşe benzemesi gibi, ayın da gittikçe ısınarak dünyaya benzeyen, henüz doğm am ış bir gezegen olduğunu ileri sür mekteydi. A nulios unutulm uştu, ancak ayın evrimini tam am lam ak için hâlâ enerjiye ihtiyacı vardı. Bu nedenle de, S akaki dünya gezegenini, aya “ kutsal askokin titreşim i” gönderm esi için düzenledi. A skokin, dünyadaki organik yaşam ölünce or taya çıkıyordu. Mucizeyi A rayış kitabında yer alan Ouspensky raporuna göre, G urdjieff şöyle demiştir. A y ın g e l iş im v e ıs ın m a s ü r e c i d ü n y a d a k i y a ş a m v e ö lü m le il g ilid ir . Y a ş a y a n h e r şe y , ö lü m ü ile , o n u ö n c e le r i “ c a n lı t u t a n ”
ö t e k i Pegam berler
ge o rge l ivonavitch gurdfieff
b ir m ik ta r en e rji a ç ığ a çıkarır. B u enerji ya d a ca n lı h er şeyin -b itk i, h a y v a n , in sa n - ru h u d ev bir e le k tro m ık n a tıs g ib i ay t a r a fın d a n çekilir. B u d a , o n a ısısın ı ve g e lişim in in b a ğ lı o ld u ğ u y a şa m ı verir, işte bu , y a ra tılışın ışınıdır. E v ren in e k o n o m isin d e h içb ir şey y o k o lm a z , b ir ge ze g en d e işin i b itirm iş belirli bir en erji b ir b a şk a ge ze g en e g eçer.16
G urdjieff, daha sonra ayın dünyada gerçekleşen her şeyi etkilediğini söyleyerek devam eder. İn sa n , d iğ e r tü m c a n lı v a rlık la r g ib i, g ü n lü k y a şa m ı s ır a sın d a , k e n d isin i a y d a n b a ğ ım sız h ale g etirem ez. B ü tü n h a rek etleri ve s o n u ç o la r a k d a tü m ey lem leri a y ta r a fın d a n yön etilir. B irin i ö ld ü r ü r se , b u n u y a p a n a y d ır ; k e n d in i b a şk a la r ı için fe d a e d e rse , b u n u y a p a n d a aydır. B ü tü n k ö tü lü k ler, b ü tü n su çlar, b ü tü n k e n d in i a d a m a eylem leri, b ü tü n d e sta n sı k a h ra m a n lık lar, tıp k ı s ır a d a n h a y a tın tü m ey lem leri g ib i, a y ta r a fın d a n y ö n etilir.17
J . G . Bennett şöyle yazmıştır: D ü n y a tarih in d e b ir n o k ta d a , d ü n y a d a , tü m g ü n e ş siste m in in d e n g esin i ö ze llik le d e A y ’ın e v rim in i teh lik eye a ta c a k , hiç is ten m eyen ve teh lik eli b ir d u ru m u n v a rlığ ı, Y ü k se k G ü çle r ta r a fın d a n a lg ıla n m ış tır ."
Bu görüşe göre, eğer kişi ay tarafından yönetildiğinin far kına varırsa, kişisel çabaları kendisine anlam sız geleceğinden, toplu intihar isteği duyarak, Ayı gelişimi için gereken Askokin’den yoksun bırakm az mıydı? Bu olasılık için önceden ön lem alm ak isteyen Yüksek Güçler, insanın om urgasının teme line, G urdjieff’in K undabuffer adını verdiği, bir organ yerleş tirmişlerdir." Bu organ, insanın değer sistemini sadece kendi is teklerini doyurm ak ve m utluluk peşinde koşm ak üzere yapı landırm asını ve gerçeği karm akarışık algılam asını sağlar. Böylece insan, aya körü körüne hizmet edecek, kendini-geliştirme zahmetine girip, aydan tam am en bağım sızlaşabileceğinin far kına varm ayacaktır. Ay krizi bir kez atlatılıp, Kundabuffer o r ganının çıkarılm asından sonra dahi, insanlığın çoğu, sanki or gan hâlâ oradaym ış gibi kör, bencil ve içgörüsüz davranm aya * Gurdjieff'in çoğu neolojisinin kaynağı oldukça açıktır. Kundabuffer organı, adını olasılıkla Kundallnl yo gasınd an almıştır. Bu organın, om urganın m erkezinde o lduğu ileri sürülmüştür. Kundalinl yogasında da benzer şekilde bir yılanın spiral biçiminde dolanm ış old u ğu resmedilir.
û te k i Peygam berler
ge orge i ivonavltch gurdjieff
devam edecektir. D oğanın am açları yerine getirilmek isteni yorsa, insanlığın böyle kalm ası gerekmektedir. O uspensky’ye göre G urdjieff, insanlığın tam am ının evrimleşmesinin zararlı olabileceğini söylemiştir. Ö r n e ğ in , in s a n lık g e liş im in in b e lir li b ir n o k t a y ı a ş m a s ı y a d a d a h a d o ğ r u b ir a n l a t ı m l a , b e lir li b ir y ü z d e ü z e r in d e o lm a s ı , a y iç in ö ld ü r ü c ü o la b ilir . Ş im d ik i d u r u m d a , a y o r g a n ik h a y a t l a , y a n i in s a n l ık la b e s le n m e k te d ir . İ n s a n lık o r g a n i k h a y a t ın b ir p a r ç a s ı d ı r , b u n u n a n la m ı d a in s a n lığ ın a y ın b e s in i o ld u ğ u d u r . E ğ e r t ü m i n s a n l a r ç o k z e k i o l s a l a r d ı , a y t a r a f ı n d a n y e n m e k is t e m e z l e r d i.1’
İnsanlığın çoğu, ölümlerinden sonra, ay için askokin sağ larlar ve daha sonra tam am en yok edilmeye zorlanırlar. Gurdjieff’in öğrettiği gibi, kendini geliştirme ve kendilik-farkındalığına varm a yolunu izleyen sayılı birkaç kişi, yaşam ları sırasın da da ask okin yaratabilirler. Bu gibi kişiler, sonunda hayatta kalabilen bir ruh geliştirebilir ve hatta Nesnel E sas’a ulaşabi lirler, En Fazla K utsal M utlak G üneş’le tekrar birleşmek sure tiyle de ölüm süzlük kazanabilirler. Böyle bir şeyi kim ciddiye alabilir ki? Bazıları, G urdjieff’in öğretilerinden mit diye bahseder. Bhagwan Shree Rajneesh, G urdjieff’in ay ile ilgili dalga geçtiğini ileri sürerken, J . G. Ben nett, G urdjieff’in, K undabuffer organının tarihsel olarak orta ya çıkm ası ve kaybolm asıyla ilgili açıklam asının kesinlikle cid diye alınm asını istediğini yazmıştır.20 O sıralarda, L on d ra’d a ki, Fransız Enstitüsü’nün yöneticisi olan Denis Saurat bir ya zısında şunu dile getirir: “ G urdjieff’ in öğretisi dünyevi o la m az. G u rdjieff’in vahiyleri, ya sadece peygamberlere özgüdür ya da doğaüstü düzeyde bir okula yakındır.” 21 G urdjieff hak kında yazanlar, onun en abartılı iddialarından kendilerini uzak tutm aya çalışsalar da, N ew English Weekly’nin yazarı, usta edebiyatçılardan olup Freud, Ju n g ve Adler’in yapıtlarını da yakından tanıyan Philip M airet, “ M odern dünyaya sunu lan ilahi felsefelerden hiçbiri, gücü ve açık ifade biçimi açısın dan onunla boy ölçüşem ez” demiştir.22 O uspensky’nin G urdji e ff’in öğretisini tanıttığı Mucizeyi A rayış (In Search o f M ira culous) kitabını okuyan ve G urdjieff’in kendi kitabı H erkes ve Ö teki Pegam berler
g e o rge i ivonavitch gu rd jitfi
H er Şey (Ali and Everything)’i okum aya kalkışan biri olarak, M airet’in bu görüşü, beni sadece şaşırtıyor. Um arım , okuyu cuya G urdjieff’in evrenle ilgili tasviri hakkında biraz fikir ve rebilmiş ve yazılarının hem ne kadar uzun hem de ne kadar anlaşılm az olduğunu gösterebilmişimdir. M üritleri bile H erkes ve H er Şey kitabının, tam olarak anlaşılabilm esi için birkaç kez okunm ası gerektiğini ifade ederek, açık seçik ifadeler ve öğretilerle hazıra kon m aktansa, anlam ak için ciddi çaba har canm ası gerektiği fikrini benimsemişlerdir. İlk bakışta, G urdjieff’in ortaya koyduğu ayrıntılı evrenbi limi, müritlerinin ne k ad ar sa f olduğunu ölçmeye yarayan, planlı ve kom ik bir sahtekârlıktan başka bir şey değildir. H a yatının başlarında, avare dolaştığı dönemle ilgili anlattıkları, aldatm acada ne k ad ar usta olduğunu ortaya koymaktadır. Kendi yazdığına göre, anilinle boyadığı serçeleri, Sem erkant’ta ‘Am erikan kan aryası’ diye satmıştır. Yağm ur yağar da serçele rin boyası akar diye orayı nasıl çabucak terk ettiğini anlatır. İnsanlar ona tam ir etmesi için dikiş makinesi veya başka me kanik aletler getirdiklerinde, genellikle hemen sadece bir ko lun çevrilmesinin sorunu çözeceğini gördüğü halde, böyle ta mirlerin zam an alıcı ve zor olduğu num arasını yaparak, bu sözde zahmetli işe göre fiyat biçerdi. Yine yazdığına göre, ön ceden hangi köy ve kasabalard an tren yolu geçeceğini öğrenir, sonra da yerel yönetim e, o bölgeye demiryolu yapılm asını sa ğ layabileceğini bildirirdi. Bu uyduruk hizmetler karşılığında g a yet iyi para topladığı ile övünür ve bunu yaparken de hiçbir vicdan azabı çekmediğini söylerdi. J. G. Bennett’ in aktardıklarından bildiğimiz üzere, kendisi ve müritleri K azaklar ve Bolşevikler arasındaki bir çatışm a içi ne düştüklerinde, G urdjieff, K afkas dağlarında, hükümetin kasasını dolduracak ölçüde zengin altın ve platin yataklarının yerlerini bildiği dedikodusunu çıkararak, oradan sorunsuz geçmelerini sağlam ıştır. Bennett şöyle yazar: B ü tü n b u n la rı y a p a r k e n , ö ğren cile rin e , telk in in g ü c ü n ü ve in s a n la rın ‘e sk i m a s a lla r a ’ n a sıl k o la y lık la in an d ığ ın ı g ö s te r i y o r d u .“
Ö teki Peygam berler
ge o rge l ivonavitch gurdjieff
Fritz Peters, G urdjieff’in özenle hazırladığı bir muzipliği aktarır. G urdjieff bir şişe ucuz şarabı suyla seyreltmiş, sonra da şişeyi kum ve örüm cek ağı ile örtmüştür. G urdjieff bunu seçkin iki hanım ziyaretçisine ikram etmişti. O nlar da kendile rine nadir bulunan kaliteli şaraplard an birinin ikram edildiği ne inanarak, beklendiği üzere, bunun şimdiye kadar içtikleri en lezzetli şarap olduğunu söylem işlerdi.25 Fritz Peters, bir gün G urdjieff kafede otururken zengin bir İngiliz hanımın ona yaklaştığını ve eğer ona “ hayatın sırrı” nı söylerse 1000 poundluk bir çek vereceğini söylediğini hatırlı yor. G urdjieff derhal kafenin önünde iş tutan tanınmış bir fahişeyi yanm a çağırır, bir içki ikram eder ve ona K aratas adın daki bir başka gezegenden geldiğini söylemeye başlar. Bu ge zegenden uçarak gelmek için gereken yiyeceği almanın çok p a halı olm asından şikayet edip sunduğu şeyden biraz tatması için onu teşvik eder. Fahişeye bundan ne anladığı sorulduğun da, onun kendisine kiraz verdiğini ve açıkça deli olduğunu dü şündüğünü ve G urdjieff’in eline sıkıştırdığı para ile yoluna de vam ettiğini söyler. G urdjieff İngiliz hanıma dönerek “ İşte ya şam ın sırrı budur.” der. Hanım efendi gördüklerinden çok ra hatsız olur ve ona şarlatan diyerek oradan uzaklaşır. Ancak her nasılsa, aynı hanım aynı gün tekrar ortaya çıkar, Gurdjieff’e 1000 poundluk çeki verir ve sadık müritlerinden biri olur.26 Gurdjieff, Château du Prieure’deki girişimlerini destekle mek üzere A m erikalılardan para sızdırm ak konusunda da uz m anlaşm ış ve bu eylemini de “ koyun kırkm ak” olarak adlan dırmıştır. Örneğin Am erikalı bir kadın A m erika’dan kalkıp Prieure’ye evlilik sorunuyla ilişkili, fallik bir eylem olduğunu düşündüğü zincirleme sigara içmesi konusunda öğüt alm aya gelmiştir. G urdjieff bir an duraksadıktan sonra, kadına sigara m arkasını G auloises B leus’a çevirmesini söylemiş ve bu öğüt için yüklüce bir ücret talep etmiş, o da bunu memnuniyet ve şükranla ödemiştir. H iç şüphe yok ki, G urdjieff istediği zam an ikna edici bir sahtekâr olabiliyor ve kendisine inanıldığını gör düğünde de, karşısındaki sa f kişiyi istediği gibi yönlendirmek ö t e k i Pegam berler
ge orge i ivonavitch gurdjieff
te hiç tereddüt etmiyordu. O, aynı zam anda da dinleyicilerini büyüleyen müthiş bir öykü anlatıcısıydı. Peters’a “ Ben başkalarının kazandığı gibi para kazanm ıyo rum ve çok param olunca harcıyorum. Ama benim asla ken dim için paraya ihtiyacım yok, ben para kazanm ıyorum , ben sadece istiyorum , insanlar da bana her zaman veriyor, böylece öğretim üzerine çalışm a fırsatı buluyorum ” demiştir.27 Ancak bir süre sonra, takm a kirpik yapan bir yer sahibi olduğu ve bir diğer işinin de halı satm ak olduğunu söyleyerek kendisi ile çe lişkiye düşmüştür. 1 9 3 3 ’te New Y ork’a gittiğinde, Fritz Peter’a on beş kadar N ew Y orklu’ya yemek vermeden önce, dört harf lik İngilizce kelimelerin kullanımını öğretmeye istekli olduğu nu söyler. Yemeğe katılanlar belli m iktarda alkol aldıktan son ra, G urdjieff, çoğu insanın -özellikle de Amerikalıların- sad e ce cinsel isteklerle motive olm asının, acınacak bir şey olduğu nu ifade etmeye başlar. Özellikle şık bir bayanı seçip, gayet ka ba ifadelerle, görünüşüyle bu kadar uğraşm asının tek nedeni nin sevişme isteği olduğunu söyler. M isafirler kısa bir süre sonra hiç çekinmeksizin birbirlerine sarkıntılık etmeye başlar lar. Bu sırada Gurdjieff, Am erikalıların çökm üş olduğu görü şünü kanıtladığını ve bu dersi verdiği için de kendisine ödeme yapılm ası gerektiğini söyler. Peters’a göre bu toplantıda birkaç bin dolar toplamıştır. Yine de G urdjieff’in öğretisinin tümü sahtekârlık olarak açıklanam az. Eğer G urdjieff kendini sadece aldatm acayla geçindirebiliyordu ise, neden bir evrenbilimi yaratm aya uğraş mıştı? G urdjieff yazmayı bir külfet olarak görürdü. H erkes ve H er Şey isimli eseri aşırı uzundur. D oğrudan kendisi yazm ak yerine, O lga de H artm ann’a dikte ettirmiş olsa da, tam am la m ak ciddi bir kendini adayış gerektirmiştir. G urdjieff kitabı dikte ettirmeye 16 Aralık 1 9 2 4 ’te başlamıştır. Beelzebub'tn Torununa M asallar (Beelzebub’s Tales to His G randson) -Her kes ve H er Şey’in ilk bölümü- Kasım 1 9 2 7 ’de tamamlanmıştır. Kim kendisinin de inanm adığı, sadece aldatm ak için yaratılan bir şeye bu kadar zam an ve enerji harcar? Bu noktada, sahte kârlık ile psikoz arasındaki sınır çizgisinde gidip geliyoruz. O ieki Peygam berler
ge o rg e i ivonavitch gurdjieff
G urdjieff’in evrenle ilgili anlattıkları, astronotların ve diğer bi lim adam larının buluşlarından tam am en farklıdır ve anlatımı sadece bilim kurgu ile karşılaştırılabilir. Ancak bunlara, p ara noyak psikotiklerin kendi sanrı sistemlerine inandıkları gibi inandığını düşünüyorum . G u rdjieff’in kibirliliği ve konusunda uzman olanları hiçe saym ası da sıra dışıydı. L asc au x ’daki m ağaraları gezerken, J. G. Bennett’e, duvar resimlerinin otuz bin yıl önce yapıldığını söyleyen Abbé Breuil’le aynı fikirde olm adığını söylemiştir. Çünkü ona göre bu resimler, A tlantis’in kaybolm asından son ra yaşayan bir topluluk tarafından, yedi-sekiz bin yıl önce ya pılm ışlardı. Bennett’e bir de, enstitüsünün “ sadece insanlığın gücünün araştırıldığı, öğretildiği bir merkez değil, tüm güneş sisteminin sırlarının araştırıldığı bir yer olm asını” istediğini açıklamıştır. İfade ettiğine göre, “ gezegenlerin ve güneşin gö rünürlüğünü artıracak ve tüm dünyanın durumunu etkileyebi lecek düzeyde enerji açığa çıkaran özel bir yöntem icat etm iş tir.” 2" G urdjieff’in bilimi ve genel olarak kabul görm üş uzm anla rı tam am en yok saym ası, narsisizmin en uç noktalarındadır. Ancak bazen insanlara epeyce ilgi gösterm iş ve acı çekenlere şefkatle davranmıştır. K arşısındaki kişiyle ilgilenirken, o denli yoğun od aklaşm a becerisine sahiptir ki, bu varlığı şüpheye yer bırakm ayan karizm asının önemli bir yönüdür. Ebeveyni bo şandıktan sonra, yasal olarak teyzesi M argaret Anderson ve onun arkadaşı Jan e H eap tarafından evlatlık edinilen Fritz Peters’ten G urdjieff’in müritlerinden biri olarak daha önce de söz edilmişti. On bir yaşındayken Le Prieuré’ye getirilen Peters, on beş yaşm a kadar burada kalm ış ve G urdjieff’in kendi sine karşı davranış biçimini şöyle açıklam ıştır: O n u n e z a m a n g ö r se m , n e z a m a n bir şey e m re tse , tam a n la m ıy la b en im fa r k ım d a y d ı, b a n a sö y le d iğ i her şey e y o ğ u n la şırd ı, ben o n a b ir şey sö y le rk e n de d ik k a ti a sla d a ğ ılm a z d ı. N e y a p m a k ta o ld u ğ u m u v e y a n e y a p m ış o ld u ğ u m u h arfiy en b i lird i. S a n ırım h e p im iz -ö zellik le de ben- bizim le b irlik te y k e n , o n u n d ik k a tin in tü m ü n ü n ü stü m ü z d e o ld u ğ u n u h isse d iy o r d u k . İn sa n ilişk ile rin d e , b u n d a n d a h a g u ru r verici b a şk a hiç-
ö t e k i Pegam berler
ge orge l ivonavitch g jr d jie H
b ir şey d ü şü n e m iy o r u m .”
Bu yoğun odaklaşm a, daha önce de gördüğüm üz gibi G urdjieff’in öğretisinin önemli bir parçasıydı. Bu özelliği yap tığı her şeye yansıyordu. Dikkatini bir yere yönlendirme yete neği, diğer insanlar üzerindeki sıra dışı etkisini açıklam akta dır. G urdjieff’in bu konudaki düşüncesi ise şöyleydi: B ir şey y a p a r k e n , b u n u tü m b en liğin izle y ap ın . H e r seferin d e tek b ir şey . Ş im d i, b u ra d a o tu r u p yem ek y iy o ru m . B en im için bu y em ek ve bu m a s a d ışın d a d ü n y a d a h içb ir şey y o k . T ü m d ik k a tim le y iy o ru m . S iz de b ö y le y a p m a lısın ız - her şey d e ... H e r a n sa d e c e b ir şey y a p a b iliy o r o lm a k ... B u in sa n ın , tırn ak işare ti için d e y a ş a m a y a n in san ın vasfıdır.™
H areket halindeyken, tam bir koordinasyona sahipti, bu da güçlü görünüm ünü tam am lıyordu. H areket biçimi şöyle anlatılm aktadır: “ Yürüyüşü ve beden hareketleri asla telaşlı değildi. Bir köylü ya da dağcının solum a ritmine benzer biçim de, bir bütün halinde akıcıydı.” 31 Peters’a göre, G urdjieff’in varlığı ve fiziksel çekiciliği “ inkâr edilemez ve karşı konula m azd ı” . Prieeure’den ayrılm ası üzerinden epey süre geçtikten sonra, 1945 yazının sonlarında, Peters, uykusuzluk, iştahsızlık ve kilo kaybının eşlik ettiği ağır bir depresyona girmiş ve Pa ris’e G u rdjieff’in yanına gitmiştir. Onun hasta olduğunu gören G urdjieff konuşm asını yasaklam ış ve ihtiyacı olduğu sürece kalabileceği bir oda sunmuştur. Peters’a sıcak sert kahve içir miş, yoğun olarak onunla ilgilenmiştir. Peters’a göre Gurdjieff’ten elektrik m avisi kuvvetli bir ışık çıkıp, kendi içine gir miştir. Nedeni ne olursa olsun, Peters depresyonundan kısa sü rede kurtulmuştur. Ancak G urdjieff hakkındaki her şey bu kadar olumlu de ğildir. Kişisel alışkanlıkları tiksindirici bir noktaya varabiliyor du. Prieeure’de ikam et ederken Peters’a verilen görevlerden bi ri de G urdjieff’in odalarını temizlemekti. G iy in m e o d a s ın a ve b a n y o su n a n eler y a p tığ ın ı, m ah re m iy e ti ne s a ld ır m a d a n a n la tm a m m ü m k ü n d eğil. E n a z ın d an sad e ce b en im g ö r d ü ğ ü m k a d a r ıy la , G u r d jie ff fizik sel o la r a k bir h a y v a n g ib i y a ş a m a k t a y d ı... D u v a r d a k i p islik le ri tem iz le m e k için m erd iv e n e ih tiy aç d u y d u ğ u m z a m a n la r d ah i o ld u ."
Ü)tekı Peygam berler
ge o rg e i ivo n a vitch gurdjieff
G urdjieff kendini, bilgeliğe ulaşm a ve sahip olduğuna inandığı özerklikle ilgili deneyimlerini genelleştirerek sunan bir eğitici olarak ortaya koym aktadır. Ancak böylesi bir öğre ti, sadece seçilmiş bazı kişilerce özümsenebilirdi. Önceden de gördüğüm üz gibi, G urdjieff insanlığın tam am ının gelişme k a pasitesine sahip olduğuna inanm ıyordu ya da ona göre ayın gelişimi etkilenmesin diye bu yönde bir çaba harcam am ak d a ha uygundu. G urdjieff, diğer pek çok guru gibi, insafsızca ay rımcı ve otoriterdi. G urdjieff’in cinsel davranışları da rezildi. Çekici bulduğu her kadın m üridi ile birlikte olur ve onları sıklıkla hamile bı rakırdı. Fritz Peters, Château du Prieure’ye on bir yaşındayken ilk geldiğinde, orada on kadar daha çocuk vardı ve bunlardan bazılarının babası kuşkusuz G urdjieff’ti. Diğer sözünü ettiği miz gurular gibi, G urdjieff de güç gösterisi yapm aktan zevk alıyordu. H artm ann’lardan talep ettiği fiziksel istekleri daha önce görm üştük. D oğrudan zalim değildi, ancak müritleri üze rinde kurduğu sistem , fiziksel tükenmeye varacak derecede sertti. Bennett, o günleri şöyle aktarır: G ü n lü k ru tin p r o g ra m o la ğ a n ü stü d a k ik ti. S a b a h la r ı beş ve ya a ltıd a k a lk a r d ık ve k a h v a ltıd a n ö n ce iki s a a t ç a lışırd ık . D a h a s o n r a p ek ç o k iş y a p ılırd ı; in şa a t, a ğ a ç k e sm e , k ereste b içm e , h em en h em en her tü rd en h a y v a n a b a k m a , yem ek p i şirm e , te m izlik ve her tü rlü ev işi. H ızlı ve h a fif ö ğ le y e m eğ i ni izleyen k ısa b ir d in le n m e n in a rd ın d a n , b ir iki s a a t T h o m a s de H a r t m a n n ’ ın ç a ld ığ ı p iy a n o e şliğin d e “ e g z e rsiz ” ve “ rit m e ” ay rılırd ı. B a ze n işlerin b u z a m a n za rfın d a hiç sek teye u ğ r a m a d ığ ı bir, ik i, üç h a tta yedi g ü n e v a ra n sü relerce o ru ç tu tu lu rd u . A k ş a m la r ı, h e rk es ta m a m e n b itk in d ü şen e k a d a r ü ç, d ö r t y a d a beş s a a t sü re n ritm ve ay in se l d a n sla r y a p ılıy o r d u .”
İnce bir direğin üzerinde, tehlikeli bir biçimde dengede durm aya çalışırken, yerden 7,5 metre yükseklikteki kirişi onarm aya uğraşan bir müridin uyuya kalarak düşmesine, bu nun üzerine G urdjieff tarafından kurtarılm aya çalışılm asına şaşm am ak gerekir. Bennett bu düzenin, tinsel gelişime yarasın yaram asın, Pri-
ö t e k i Pegam berler
g e o rge i ivonavitch gurdjieff
eure’e bedava iş gücü sağlam ak için uygun bir yol olduğu üze rinde durm az. G urdjieff’in açıkça ilan ettiği am açlarından bi ri de, “ insanlardaki etki altında kalm a eğilimini ortadan kald ırm a” nın yollarını keşfetm ek olduğu halde, deneyimli bir hipnozcu olan G urdjieff, aşırı fiziksel yorgunluğun, insanların daha fazla etki altında kalm alarını sağladığını fark etmiştir.“ Bir keresinde m üridi O rage’a, bahçede m utfak suyunun gitm e si için bir hendek kazm asını emretmiştir. O rage hendeği aç m ak için birkaç gün uğraştıktan sonra kendisine, hendeğin ke narlarını düzeltmesi de emredilince, O rage bu iş için daha da fazla çalışmıştır. Bitirdiği sırada, G urdjieff tarafından, artık ih tiyaç kalm adığı söylenerek, hendeği kapatm ası emredilmiştir. G urdjieff’in müritlerinden biri olan Olgivanna Ivanovna Lazovich, Amerikalı m im ar Frank Lloyd Wright’in üçüncü eşidir. O lgivanna, G urdjieff ile ilk kez 1 9 1 7 ’de, hayatının bu nalımlı bir dönem inde karşılaşmıştır. O dönem de, bebek bek leyen O lgivanna on dokuz yaşındadır. Evliliği sorunlu, babası hasta, annesi de uzaktadır. G urdjieff Prieure’e taşındığında, Olgivanna onun peşinden gitti, en iyi dansçılarından biri o la rak, M isyon’da eğitici yardım cısı konum una yükseldi. 1 9 2 4 ’te ortada hiçbir geçerli neden yokken, G urdjieff ona Ameri k a ’daki abisinin yanm a gitmesini önerdi. O lgivanna, C hica g o ’ya gittikten kısa bir süre sonra, bir bale gösterisinde Frank Lloyd Wright ile tanışıp, aşık oldu. Sonraları, G urdjieff birçok kereler W right’lari ziyarete gitti. Frank Lloyd W right’in sindi rim sistemi ile ilgili ciddi olarak endişelendiğini anlayan G urd jieff, onları akşam yemeğine davet ederek, çeşitli acı ve hazmı zor yemekler ikram ettikten sonra, ısrarla kadehlerce Armagnac içirdi. Wright bu sırada kendini çok kötü hissetmesine rağm en, ertesi sabah uyandığında sindirim sistemi ile ilgili korkularının yok olduğunu fark etti. A ralarında geçen diğer bir olayda da, W righ t, b elk i d e b a z ı ö ğ ren c ile rin i, P a r is ’e G u r d jie ff’in y a n ı n a g ö n d e rm e n in h o ş o la c a ğ ın ı b ild irm iş “ S o n ra d a b a n a g eri d ö n d ü k le rin d e işlerin i b itir ir im .” dem iştir. G u r d jie ff sin ir için d e, c e v ab e n “ Sen m i b itire cek sin ! Seni
O tekı Peygam berler
g e o rg e i ivonavitch gurdjieff
a p ta l. S en m i b itire c e k sin ! H ay ır. S en b a şla r sın . Ben b itiri r im .” d iye sö y le n m iştir. W rig h t’ in d en g in i b u ld u ğ u a ç ık tı.J‘
Wright’ in kendisinin de guru tarzı pek çok özelliği vardı ve bu iki diktatörün kendilerini rekabet halinde bulmaları da şa şırtıcı değildir. Bu durum da bile, G urdjieff, W right’in gönlünü kazanm ayı başarmıştır. G urdjieff’in ölümünün hemen ardın dan, Wright N ew Y ork’ta bir m adalya törenindeyken, prog ram akışını durdurm uş ve “ D ünyadaki en büyük adam ı yakın zam an önce kaybettik. Bu adam ın adı G urdjieff’ti” demiştir.17 O lgivanna’nın ise, G urdjieff’in hoş olm ayan özelliklerine sahip olduğu ya da bunları örnek aldığı görülmektedir. M is yonda çalışanlar ve eşleri, O lgivanna onlara talim at verirken ya da acım asızca eleştirirken, dizinin dibinde oturm ak zorun daydılar. H atta W right’in, G urdjieff ile ilgili yazdıklarını din leme çilesine de katlanm aları gerekiyordu.3* Olgivanna yaşlan dıkça daha da diktatörleşm iş, W right’in ölümünden sonra da, öğrenci ve tanıdıklarının görüşm em eyi tercih ettikleri ’despot ve kıskanç’ bir dul olm uştur.19 G urdjieff’in taraftarları, onun, müritlerini yanında kalm a ları yönünde zorlam adığını ve hatta onları bizzat kendisinin azat ettiğini hoşnutlukla anlatırlar. Bu durum, müritlerinin kendinden bağım sız olm alarını istemesi olarak yorumlanır. Bazı durum larda ise, bu onun döneklik tehdidi oluşturanları önceden hissetmesi olarak da yorumlanabilir. G urular genel likle terk edilmektense, olası muhaliflerinden kurtulmayı yeğ lerler. G urdjieff’in en bağlı müritlerinden biri ve çevirmeni olan O uspensky ona olan güvenini kaybetmeye başladığı sıra da takvim ler 1917 yılını gösteriyordu. Bu hayal kırıklığını ilk başlatan olasılıkla, G urdjieff’in Essentuki’de etrafında top la dığı bir grup insanı keyfî olarak dağıtm asıydı. Ouspensky, G urdjieff’in eski zam anlardan ve gizemli bir kaynaktan elde ettiği görüşlerinin ve öğretisinin otantikliğine inancını sürdür düğü halde, adam ın kendisini gittikçe daha fazla çekilmez bu luyordu. O uspensky resmi olarak 1 9 2 4 ’te G urdjieff ile tüm ilişkilerini keserek, kendi öğrencilerinin de onunla görüşm ele rini ve ona danışm alarını yasaklam ıştır.40 Ö teki Pegam berler
g e o rge i ivonavitch gurdjieff
N ew Age’in yetenekli yazarı A. R. O rage, Prieure’de y aşa m ak için L on d ra’daki edebi hayatını terk etmiştir. Sonra da, New Y ork’a taşınarak kendi G urdjieff gruplarını kurduğu için, G urdjieff’e büyük m iktarlarda para göndermiştir. G urd jieff ile yedi yıl süren yakın beraberliğinde, kendine ait hiçbir işle ilgilenmemiştir. Joh n Carsw ell bu dönemi şöyle yorum la m aktadır, “ Zam anının en tanınmış yazarı, bir Ermeni şarlata nına minnet borcunu ödem ek için gizemli bir sürgün old u .” 41 O rage’ın G urdjieff’e olan bağlılığı, G urdjieff’in ondan sürekli para istemesi ve bunu derhal yerine getirmezse istism ara varan davranışlar sergilemesi ile sınava tâbi tutuluyordu. 1 9 2 7 ’de evlendiği eşi Jessie Dwight, Prieure’ye yaptıkları ziyaretten ol dukça rahatsızlık duym uş, G urdjieff’in onu kötüye kullandığı konusunda eşini uyarmıştır. O rage’ın iyice gözünü açtığını an layan Gurdjieff, O rage’ın şehirde olm adığı bir zam anda, New Y ork’a gitti. O rage’ın grubunu topladı, onu suçlayarak, üyele rinin O rage ile ilişikleri kalm adığına dair bir bildiri im zalam a larını istedi. Bazıları bunu im zalam ayı kabul ederken, diğerle ri reddettiler. Derhal N ew Y ork’a geri çağrılan O rage, Gurdjieff’le görüşm e talebinde bulundu ve kendisi de G urdjieff’in yarattığı bir O rage olm ayı reddederek, kendi oluşturduğu ö ğ retisini suçlayan bir yazıyı imzaladı. J. G. Bennett, G urdjieff’in, azat ettiği yandaşlarının listesi ni verir. Kendisi de 1 9 2 3 ’te Prieure’den ayrılmış ve 1 9 4 8 ’de G urdjieff’in ölüm ünden bir yıl öncesine kadar da onu hiç gör memiştir. Ç ocukluğunda G urdjieff’ten çok etkilenen ve daha önce de gördüğüm üz gibi, yetişkinliğinde ağır depresyon geçi rirken G urdjieff’e sığınan Fritz Peters bile onunla ilgili olarak “ G urdjieff tam anlam ıyla ‘gerçek bir otantik düzm ece’ gibi görünmeye b aşlad ı” demiştir.42 1 9 3 2 ’nin başlarında, C hateau du Prieure’nin, m addi zor luklar içinde olduğu artık iyice netlik kazanmıştır. G urdjieff her zam anki gibi m addi olarak boyunu aşm ış ve 1 9 2 9 ’daki ekonom ik çöküşten sonra, Prieure’ye yapılan Amerikan deste ği de kesilmiştir. “ İnsanlığın Ahenkli Gelişimi Enstitüsü” so nunda M ayıs 1 9 3 2 ’de kapatılmıştır. Ancak G urdjieff’in kendi
g e o rge i ivonavitch gurdjieff
si boy gösterm eye devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasın da, Alm an işgali altındaki Paris’te yaşamıştır. Alışveriş yaptığı m arket sahiplerini, bir öğrencisinin kendisine T eksas’ta petrol kuyusu hediye ettiğine ve savaş biter bitmez de borçlarını öde yeceğine inandırarak ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılamıştır. G u rdjieff’in kozm ogonisi', sadece hayal ürünü olarak nite lendirilebilir. Evrenle ilgili tasvirini tekrar gözden geçirince, akıllı ve eğitimli herhangi bir kişinin, bunlara inanabileceği düşünülemez. Buna rağm en müritleri, okuduklarını anlam a m aları, sanki G urdjieff’in, insan ve evren hakkında inanılır bir tasvir oluşturm a ve anlaşılır yazm a konusundaki beceriksizli ğinden değil de, kendi yeteneksizliklerinden kaynaklanıyor muş gibi, öğretinin tutarsızlığının altında gizli bir bilgelik bu lunması gerektiğini düşünm üşler ve H erkes ve H er Şey'i anla m ak için canlarını dişlerine takm ışlardır. 1 9 2 4 ’te, ölümden kıl payı kurtulduğu bir trafik kazası geçiren Gurdjieff, bu kazanın nedeninin de “ Kendisine düşm an olan, savaşam adığı bir gü cün ortaya çıkm ası” olduğunu söylemiştir.'11 Bu, derinlerde ya tan paran oyak bir sanrı sistemini akla getirir. Aslında o kadar kötü bir sürücüydü ki, kimse onun arabasın a binmek istemez di. Belki, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkm asına neden olduğunu iddia ettiği gibi bu kazada da gezegenlerin olum suz etkilerinin rol oynadığını ileri sürmektedir. G urdjieff’in, gezegenlerin za m an zam an birbirine çok yaklaştığına dair garip bir görüşü vardı. O na göre bu yaklaşm anın yarattığı gerilim, insanların kozm ik bir oyunun piyonu olduklarını anlam adan birbirlerini öldürmelerine neden oluyordu. G u rdjieff’in evren tasviri, hiç duraksam adan çöpe atılabi lirse de, sunduğu fikirlerden bazıları değerlidir. G urdjieff, in sanların hakları olduğu kadar yükümlülükleri de olduğuna inanmıştır. Dünyanın sadece insan için yaratılm adığını ve çev re üzerinde teknolojik üstünlük kurulm ası ile de ilerleme sağ lanam ayacağını düşünüyordu. O na göre insanlık, kendi arzu larını tatm in etme peşinde koşarken, varoluşunun asıl nedeni * Evrenin yaratılışını inceleyen bilim teorisi, evrendoğum (ç.n.)
Ö teki Pegam berler
g e o rg e i ivonavitch gurdjieff
olan anlam ı unutmuştur. Yaşadığım ız dünyaya zarar verdiği mizi anladığım ız günüm üzde, G urdjieff’in, insanlığın dünyayı kullanm aktansa, ona hizmet etmesi gerektiğine ilişkin görüşü doğru görünmektedir. Pek çok insanın “ uykuda” olduğu ve davranışlarını kendi bilinçli istekleri ile yönlendirmek yerine, otom atikleştiği kanısı da, olasılıkla büyük bir çoğunluk için doğrudur. G urdjieff’in güçlü karizm asının bileşenlerinden biri de, içinde yaşadığı ana yoğunlaşm a becerisidir. Bir öğrencisi şöyle dediğini anlatır: Siz g e ç m işte y a şıy o rsu n u z . G e ç m iş ö lü dür. Ş u a n d a h a rek e t e d in . E ğ er e sk isi g ib i y a ş a m a y a d ev a m ed e rse n iz, gelecek de g e ç m iş g ib i o la c a k tır. K en d in izle u ğ ra şın , k e n d in iz d e bir şe y ler d e ğ iştirin , a n c a k o z a m a n belk i de g e lece k fark lı olur.'1''
G urdjieff’in insanlığı uyandırm a ve onları kendi kaderleri ni yöneten varlıklara dönüştürm e tekniklerini uygulayanlar dan bazıları, bundan kesinlikle faydalandıklarını ifade etseler de, Katherine M an sfield ’in biyografisinin yazarı Claire TomaIin, derlediği görüşlerinde oldukça haklıdır. G u r d jie ff’in, m ü ritle rin in iç d en g esin i d ü ze ltm e yön tem lerin in e rd e m li b ir şey o lu p o lm a d ığ ı ayrı b ir k on u du r. H e r şey on u n k işiliğ in e d a y a n d ığ ı ve h içb ir b ilim sel k an ıtı (tıpkı p sik o a n a liz g ib i) y a d a h içb ir k o z m o lo ji ve a h lâ k i d a y a n a ğ ı o lm a d ığ ı (H ıristiy a n lığ ın p ek ç o k k o lu n d a o ld u ğ u g ib i) için, a m a tö r, d erm e ç a tm a bir ö ğ reti o la r a k k alm ıştır. G u rd jie ff, h em y o ğ u n sev g i hem d e n efret u y a n d ırm a sın a rağ m e n , sistem in in p ek a z k a lıc ı z a ra rı v ard ır. G ö rü n en de o d u r k i, b a zıla rın ın o lu m lu y ö n d e d e ğ işm ele rin e fır sa t v erm iştir.4’
Görüldüğü üzere, Gurdjieff, kendisinin de itiraf ettiği gibi insanları hiç tereddüt etmeden aldatan ve ihtiyacı olduğunda da onlardan para sızdıran yetenekli bir sahtekârdı. Sahtekâr lar, kendi öykülerine neredeyse tamamen inandıkları için, al datm a konusunda başarılıdırlar. G urdjieff sadece bir sahtekâr mıydı? D aha önce de belirttiğim gibi, ayrıntılı kozm ogonisini sadece aldatm ak için yaratm ış olam az. İster gizemli kaynak lardan öğrenmiş olsun, isterse kendi yaratm ış olsun G urdji eff’in evren tasviri, kendi mitini yaratm asının yanı sıra, yirmi yıl süren yolculuğunda aradığı yaşam ın anlam ı sorusunun ya nıtını da bulm asını sağlam ıştır. Bu mit, dini bir vahye yakın Ö teki Peygam berler
ge o rg e i ivonavitch gurdjieff
dır. Bu ona, inancın sağladığı güveni vermiştir. Onu karizmatik ve inandırıcı yapan, yanıtı keşfettiği konusundaki inancıy dı. M üritleri, G urdjieff’in kozm ik öğretisinin tam am ını kabul etmeseler ya da an lam asalar da, yine de onun, başka gurularda da olduğu gibi, bildiğine inanmışlardır.
Ö teki Pegam berler
III. bhagvvan shree rajneesh
R
ajneesh, doksan üç tane R olls-R oyce’a sahip olm ası ka dar, cinselliği de aydınlanm aya giden yol olarak göklere çıkaran bir guru olm ası ile de oldukça ünlüdür. Teknolojiyi, kapitalizm i ve özgür aşkı teşvik eden her guru destek kazan ma şansına sahiptir. Rajneesh de özellikle de beyaz, orta sınıf tan olan müritlerini kendisine bağlam ada oldukça başarılıydı. Eileen B arker’a göre, Rajneesh’in tarikatının, 1 9 8 0 ’lerde “ en m oda ve olasılıkla en hızlı büyüyen alternatif tinsel/dini akım o lara k ” sadece İngiltere’de, üç-dört bine yakın müridi vardı.1 Rajneesh az sonra inceleyeceğimiz gibi, pek çok özelliği açısın dan diğer gurulara benzemektedir. Ancak onlardan farkı, öğ retisinin tam am en eklektik olm ası ve neyin ona ait olduğunu belirlemenin zorluğudur. Kısmen benzediği, sıklıkla da gön dermeler yaptığı G urdjieff’ten etkilendiği açıktır. H er iki guru da, m isyonlarının insanları uykudan uyandırm ak olduğunu ileri sürm üş ve tutarlı bir doktrin bütününe bel bağlam aktansa, kişisel karizm alarına güvenmişlerdir. Rajneesh de, tıpkı G urdjieff gibi kişisel olarak oldukça et kileyiciydi. Onu ilk kez ziyaret edenlerden çoğu, en mahrem duygularının derhal anlaşıldığını, yargılanm ak yerine kabul edilip içtenlikle karşılandıklarını hissediyorlardı. Yaydığı ener ji sayesinde onunla etkileşime geçenlerdeki en gizli dürtüleri uyandırm aktaydı. Profesör Ralph Rovvbottom, Rajneesh’in “ sözleri, yaşam ın basit konularını bile anlamlı hale getiren, varlığı da kendisini derinden etkileyen bir öğretm en” olduğu nu yazmıştır.2 K orum a görevini üstlenmiş İskoçyalı ortopedist H ugne M ilne, onunla ilk karşılaşm asını şöyle aktarır: “ İçim de, yuvam a geldiğim e dair büyüleyici bir his vardı. O benim tinsel babam dı, o her şeyi anlayan, hayatım a am aç ve anlam kazandıran biriydi.” 3 Rajneesh hakkındaki, Yüce Anlayış (The Supreme Understanding) kitabının girişinde, M a Yoga Anurag şöyle yazar: “ Sadece tüm varlığınızı -fiziksel, zihinsel ve tinselem anet edebileceğiniz bir Ü stat sizi böyle bir yolculuğa çıka rabilir. Bhagvvan’ı dinledikçe, giderek daha fazla bildiğini ve ö t e k i Pegam berler
b h a g w a n sh rve rajneesh
gücü olduğunu anladım . O na sadece, ‘Evet, her şeyi senin el lerine bırakıyorum ’ demem, her şeyin yoluna girmesi için yeterliydi.” 4 Rajneesh hakkındaki en iyi kitaplardan birinin ya zarı psikiyatrist Jam es S. G ordon, Rajneesh’in neredeyse tüm müritlerinin sık sık tekrarladıkları bir ifadeyi dile getirir: “ Bu adam biliyor.’” Yine de Rajneesh, pek çok guru gibi zenginlik ve güçten ötürü yozlaşm ış, zam an içinde hem fiziksel hem de zihinsel olarak bozulmuştur. En sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde hapse atılm ış, sonra da buradan sürülmüştür. Birçok ül kenin giriş izni vermemesi nedeniyle H indistan’a döndükten sonra, 1 9 9 0 ’da ölmüştür. Konuşm alarından anlaşıldığı üzere, kariyerinin başlarında sunacağı pek çok şey olduğu için, öykü sü gerçekten de hazindir. Rajneesh, 11 Aralık 1 9 3 1 ’de, M adhya Pradesh eyaletinin küçük bir kasabası olan Kuchvvada’da, çocukluğunun büyük kısmını geçirdiği, annesinin ailesinin oturduğu evde dünyaya gelmiştir. Ailesi ona hayrandı ve iddia edildiğine göre, R ajne esh çocukken o kadar güzel ve zarifti ki, dedesi onun önceki yaşam ında bir kral olarak yaşadığına inanıyordu. Bu, daha sonraları “ R ajn eesh ” olan adının neden ilk başta, “ R a c a ” o la rak verildiğini de açıklar. Beş yaşındayken küçük kız kardeşi ni kaybetmiştir. Bu ölüme üzülmesine rağm en, 1 9 3 8 ’te, yedi yaşındayken, çocukluğunun en travm atik olayı olan dedesinin ölüm ü onu çok sarsm ıştır. Dedesinin bir inmeyi izleyen hasta lığı hem uzun sürm üş hem de çok ağrılı geçmiştir. Bu olayın onu, benzer bir trajedi yaşam a korkusuyla, bir daha yakın iliş kiler kurm am aya ittiği ileri sürülmüştür. Dedesinin ölümüne tanık olm asının ardından, Rajneesh üç gün boyunca yataktan kalkm am ış ve yemek yemeyi reddetmiştir. Bu yas döneminden son ra, G adarvvada’da yaşayan annesinin yanına dönm üş ve okula orada gitmiştir. Rajneesh, çocukken yalnız, içe dönük ve çok zekiydi. Guruların tipik özelliklerinden biri de, arkadaş edinmektense yandaş toplam alarıdır. Bu özellik, onda epey küçük yaşlarda ortaya çıkm ıştı. Diğer çocukları kandırm ış ve sürekli otorite ö te k i Peygam berler
b h a g w a n s h n e rajneesh
ye kafa tutm uştu. Astımlı ve hastalıklı bir çocuktu. Birçok de fa, ölümle burun buruna gelmişti. Ö lüm le oyun oynar ve kor kusunu yenme adına, riskli hareketler yapardı. Örneğin, Shakkar nehrindeki girdaba atlar, burgaç tarafından dışarı itilene kadar dibe dalardı. Diğer sağlığı bozuk, zeki ve yalnız kişiler gibi, o da, çok okum aya başladı ve bu alışkanlığı uzun yıllar sürdürdü. Bu sayede, D o ğu ’nun kutsal yazılarını, B atı’nın önemli filozoflarını yakından tanır hale geldi. Dini inanç ara yışları, her zam an baş kaldırm a ve dalga geçme ile son buldu. Otoriteye itaat etmesi gereken hiçbir ideolojiyi kabul edemi yordu. K avgacı, saldırgan ve küstahtı. Bir akranı onu, çok ze ki fakat aynı zam anda da alışkanlık halinde yalancı biri diye tanım lam aktadır. M addi konulardaki dürüstlüğü, çok erken yaşlardan itibaren hep şüphe uyandırmıştır. Sosyalizm ve ate izmi önem sem iş, 1 9 5 1 ’de H indistan Ulusal O rdusu’nun genç lik koluna girmiştir. 1 9 5 1 ’de liseden mezun olduktan sonra, Jab a lp u r’da, H itkarini Üniversitesi’ne gitmiştir. Ç ok kavgacı ve baş etmesi zor olduğu için, üniversite tarafından okuldan ayrılm ası istenmiştir. Başka bir üniversiteye kayıt yaptırm ış ancak derslere devam etmeyip evde kalm ayı tercih etmiştir. Bundan sonra, hareketlerini kısıtlayacak derecede etkili olan baş ağrısı, anoreksiya, depersonalizasyon" ve ciddi özgü ven kaybı yaşadığı uzun bir ruhsal rahatsızlık dönemi geçir miştir. Bir ara, bedeni ve ruhu arasındaki bağlantının koptu ğunu hissetmiştir. Kendisini yeniden eskisi gibi hissedebilmek için, günde yaklaşık 25 kilometre koşm aya ve m editasyon yapm aya başlam ıştır. Ebeveynleri ruhsal bir hastalığı olduğu na inandıklarından, onu pek çok doktora götürmüşlerdir. An cak R. D. Laing akım ına mensup Ayuverdik bir doktor on la rı, geçici ancak önemli bir bireysel kriz dönemi geçirdiğine ik na etmiştir. 21 M art 1 9 5 3 ’te, yirmi bir yaşındayken, Rajneesh’in “ ay dınlanm a” olarak adlandırdığı bir durum la, hastalığı sona er * Kişinin çevresini, kendisini veya hem kendisini hem de çevresini gerçek değilmiş gibi hissetmesi (ç.n.)
ö t e k i Pegâm berler
b h a g w a n s h n e rajneesh
miştir. Bu, yedi gün boyunca mücadeleyi, arayışı ve uğraşm a yı durdurup p asif kalarak her şeyi bırakıp, beklediği bir za man diliminin ardından gelir. “ Her şeyin berrak, canlı ve gü zel” olduğu, kendinden geçtiği bir düzeye ulaşır ve kendisini “ m utluluktan çılgına dön m üş” gibi hisseder. Rivayete göre, B ud a’nın altında oturduğu bodhi ağacı gibi, o da M aulshree ağacının altında oturur. Ancak bu, B uda’nın insanlık adına so nuçlara ulaştığı, sakin, kendi halinde ve serinkanlı halinden oldukça farklı bir vecit ve aydınlanm a deneyimidir. O laylar zinciri, bir psikotik atağı düşündürür. R ajneesh’in on dokuzla yirmi bir yaşları arasında oldukça ağır bir depres yon geçirdiği ve bunu da vecit ile birlikte hipom anik bir döne min izlediği tahmin edilebilir. Diğer gurulara kıyasla R ajne esh’in ruhsal hastalık döneminin vahiylerle giden bir iyileşme ile son bulm ası oldukça erken yaşta olsa da, benzeri karakte ristik bir örüntüyü yansıtm aktadır. Guru olarak ilan edildik ten sonra dahi, depresyon atakları yaşadığına ilişkin güçlü ka nıtlar vardır. Yirmi bir yıl sonra 1 9 7 4 ’te, her şeyden elini ay a ğını çekmiş ve birkaç hafta süren tam bir sessizliğe göm ülm üş tür. 1 9 8 1 ’de de, birkaç ay boyunca etrafındakilere hiç tepki vermemiş ve o dönem de belli ki kitap bile okumamıştır. Söy lenenlere göre, zam an zam an aşırı derecede içki içer, araların da valium , haşhaş ve azot oksidin de bulunduğu çeşitli m ad deler kullanırdı. Tüm bunlar, doğal olarak, yakınındakiler ta rafından üzeri örtülm eye çalışılan depresyon dönemlerini hem hafifletmeye hem de hastalığının önüne geçmeye yaram akta dır. Diğer pek çok liderde de olduğu gibi, onun da, zam an za m an kendini gerçek hastalıkla açığa vuran, hem narsisistik, hem de m anik-depresif bir kişiliği olduğu sonucuna varm ak yerindedir diye düşünüyorum . Tüm yaşam ı boyunca Rajneesh’in sağlığı hep bozuktu. Şe ker hastalığı, astım , çeşitli alerjiler ve sık sık tekrarlayan bel fı tığına bağlı sırt ağrısı çekiyordu. Gençken yaşadığı vecit deneyimi, on a o anı yaşam asını ve bundan tatmin olm asını sağlayan sürekli bir değişim getirm iş tir. 1 9 5 5 ’te felsefe bölüm ünden mezun olm uş, 1 9 5 7 ’de de SaÖteki Peygam berler
b h a g w a n shree rajneesh
ugar Üniversitesi’nden yüksek lisans diplom asını almıştır. 1 9 6 0 ’ta Jab a lp u r Üniversitesi’nde felsefe bölüm ünde yardımcı profesör olmuştur. Aynı dönem de H indistan’ı gezmeye başla mış, çoğu Hintli onun küstahlığı ve geleneksel değerlere saldır m ası karşısında hayretler içinde kalsa da, o insanları ihtilafa düşürücü konferanslar vererek, tartışm acı ve geleneklere kar şı çıkan biri olarak ün kazanmıştır. İlk “ m editasyon kam pı” nı 1 9 6 4 ’te kurmuştur. 1 9 6 6 ’da Jab alp u r Üniversitesi yönetiminin baskısı nedeniyle, akadem ik yaşam ına son vermiştir. 1 9 6 9 ’da, tüm H indistan’da G an d i’nin yüzüncü doğum günü kutlanır ken, Rajneesh geleneksel görüşlere saldırm a fırsatı bulmuş, G an d i’nin oruç tutm asının m azoşizm , cinsellikten uzak durm asınınsa bir çeşit sapıklık olduğunu ileri sürmüştür. Daha sonra, Rahibe T eresa’yı da küçüm sem iş ve onun da bir şarla tan olduğunu söylemiştir. Altmışlı yılların sonlarında, Rajneesh Bom bay’da birkaç müridiyle aynı evde yaşam aya başlam ıştır. Burası 1 9 7 4 ’e ka dar tüm operasyonların merkezi olmuştur. Bu sürede, onun sannyasin olarak adlandırdığı müritleri gittikçe artmıştır. Bir m ürit adayının tarikata katılabilm esi için, m editasyon yapıyor olm ası, portakal rengi ya da kırmızı kıyafetler giymesi, üzerin de R ajneesh’in resmi olan, 108 adet tahta boncuktan oluşan m ala kolye takm ası, kendisine Rajneesh tarafından verilen is mi kullanm ası ve geçmişini geride bırakarak, Rajneesh’in oto ritesini kabul etmesi gerekiyordu. 1 9 7 1 ’de tarikata 4 19 yeni üye katılmıştır. Ç oğu guru, hayatta olsun olm asın, eski öğretmenlerine çok şey borçlu olduğunu ifade etse de, G urdjieff’ten etkilendiği çok açık olan Rajneesh, birilerine borçlu olduğunu hiçbir za man itiraf etmemiştir. A sla bir Üstadı olm adığını söylemesine karşın, daha önceki yaşam larında, pek çok şey öğrendiğini ile ri sürmüştür. Ç ok çeşitli kaynaklar okum asının sonucu olarak öğretisi, L ao Tzu, Buda, İsa ve M uham m ed gibi büyük din li derlerinin bir bileşkesi olmuştur. Her zam an doğru alıntı yapam asa bile, sık sık Platon’dan Freud’a kadar, tüm Batılı düşü nürlerden söz etmiştir. Bernard Levin tekkeyi 1 9 8 0 ’de ilk kez ö le k i Pegam berler
b hagvvan shree rajneesh
ziyaret ettiğinde, R ajneesh’in hiçbir kâğıda bakm adan, durak lam adan ve tekrarlam a yapm adan, bir saat kırk beş dakika kadar konuştuğuna tanık olmuştur. Levin, ses tonunun “ al çak, yum uşak ve oldukça güzel” olduğunu söyler/ K onuşm a sının ciddiyetini, esprili hikayelerle hafifletmenin yanı sıra, müstehcen hikayeleri de çocuksu bir tarzda aralara serpiştir mektedir. Rajneesh’in kendisi hiçbir şey yazm asa da, müritleri k o nuşm alarını ve yorum larını kaleme alm ışlar ve bunları kitap haline getirmişlerdir. Yazılanların doğru olduğunu kabul eder sek, Rajneesh’in ilginç olduğu kadar da, akıcı bir konuşmacı olduğunu görebiliriz. 1974 ve 1 9 7 5 ’teki söylevlerini oku d u ğum da, sondaki çöküşü ve tükenişine rağm en, R ajneesh’in, yaşam larında yeni bir anlam arayanlara, nasıl bir bakış açısı sunduğunu anlam aya başlam ıştım . Öğretisinin temel noktası, onun “ dinsiz d in ” dediği şeydi. Bununla kastettiği, hiçbir özel inanca ya da kiliseye bağlı olm aksızın, yaşam ın kendisine kar şı dini bir tavır geliştirmektir. Aynı bakış açısını, Ju n g da pay laşmıştır. Ancak Rajneesh, dini, m addi ihtiyaçlarını gerçekleş tirmiş ve bu nedenle de yaşam ın anlamını sorgulam aya gücü yeten kişilerin lüksü olarak ele alm aktadır. “ Fakir bir toplum da, din anlam lı olam az, çünkü onlar henüz başarısızlığı tatmam ışlardır.” 7 Yani, ev sahibi olm anın, zengin olm anın ya da gö nüllerinde hangi m addi çıkar yatıyorsa onun m utluluk getir meyeceğini henüz anlam am ışlardır. Rajneesh her zam an fakir likten nefret etmiş, fakirliği horlam ış ve utanm adan zenginle rin gurusu olduğunu ileri sürmüştür. Diğer taraftan da, konuş m alarından birinde, İsa’nın bir özdeyişine benzer biçimde “ Ne kadar fazla şey toplarsanız yaşam ınız o kadar boşa gider, çün kü bunların bedeli yaşam ın kendisidir” der.8 Bu açıdan, çarpı cı biçimde, kendi öğretisine ters düşmektedir. Rajneesh, insanların üç tipe ayrıldığını ileri sürm ektedir; nesne toplayan ve dışa dönük olanlar, bilgi toplayan ve daha az dışa dönük olanlar ile farkındalığa ulaşm aya çalışan içe d ö nükler. Son gruptakilerin am acı, gittikçe daha fazla bilinçlen mektir. M üritlerinde, Buda G otam a ve Yunanlı Z o rb a’nm ki
b h a g w a n s h n e rajneesh
şilik özelliklerini görm ek istediğini ifade etmiştir. O na göre en temel ihtiyaç, geçmişin zincirlerinden kurtularak o anı y aşa m ak, en önemli emir de kişinin kendini sevmesidir. “ Siz dün yaya dilenci olarak gönderilm ediniz, sizler birer im paratorsu nuz” der.’ R ajneesh, cinselliğe tinsel bir önem veren Tantrik öğretile ri kullanarak, cinselliğin aydınlanm anın bir yolu olduğunu ile ri sürmüştür. T üm y asaklam alar ve sahiplenm elerden kurtula rak, özgür aşkı ve farklı eşlerle değişik cinsel deneyimleri teş vik etmiştir. O na göre, cinsellik eylemi, “ zirve orgazm ı” na karşı koyup, “ vadi orgazm ı” diye adlandırdığı şeye ulaşm ak için mümkün olduğu k ad ar uzatılmalıdır. Bütün bedenin or gazmı olan “ vadi orgazm ı” , düşünce ile bir arada bulunam az, bu nedenle de en değerli deneyim, yarını düşünmeksizin y aşa nan andır. Bu G urdjieff’le ilgili bölüm de aktarılan, şimdi ve buradayı yoğun olarak yaşam anın benzeridir. Rajneesh’e göre, cinsellik kutsallığa ulaşm anın yollarından biridir. O na göre, bekâreti yücelten ve cinselliği bastırm aya çalışan dinler, engellenmişlik duygusu ve nevroz yaratm aktadır. Rajneesh, bir ke resinde, insanların ona getirdiği sorunların % 9 9 ’ unun cinsel likle ilgili olduğunu söylemiştir. Ancak hom oseksüelliği hasta lık olarak gördüğü için, öğretisi, sadece heteroseksüel ilişkile re uygundur. H içbir cinsel yasaklam a tanım ayan biri için bu oldukça tuhaf ve tutucu bir tavırdır. O na göre, kişinin kendi içindeki karşıtlığa -örneğin, bir erkek için, kendi içindeki ka dına- bakarak da cinselliğin üstesinden gelinebilir. Ancak öğütlediği üzere, bu sadece Ü stadın rehberliğinde yapılabilir.10 Bu durum , Ju n g ’un anim a kavram ına yakından benzemekte dir. R ajneesh, kendisine Ü stat kimliği vermekte hiç tereddüt et memesine karşın, bir konuşm asında guru olduğunu inkâr et miştir. Bununla kastettiğini düşündüğüm şey, tutarlı bir öğreti bütününe sahip olm adığının farkında olmasıdır. Şöyle dem iş tir: B e n im sa d e c e a r a ç la rım v a r -sad e c e p sik o lo jik c e v a p la r ım var. Ve ce v a p b a n a d e ğ il, size b ağ lıd ır. H e r k e s için , ö zel b ir c e v ap
O tekı Pegam berler
b h a g w a n sh ree rajneesh
v erm em g erek ir. B u n ed en le, a s la ve a sla b ir g u r u o la m a m ! B u d a b ir g u ru o lab ilir, a m a ben o la m a m . Ç ü n k ü sizler, birb irin izle tu ta rlı d e ğ ilsin iz, her birey b irb irin d e n ç o k fa rk lı, bu d u r u m d a ben n asıl tu ta rlı o la b ilirim k i? O la m a m . B u tu ta rlılığ a ç o k ih tiy aç v a r d iye d e, b ir c e m a a t o lu ştu r a m a m .... O h a ld e , ben b ir g u r u d a n ç o k , b ir p sik iy a triste (h attâ b i r a z d a h a fa z la sın a ) b e n z iy o r u m ."
Yaptığı bazı yorumlar, İsa’ya atfedilenlerinkini çağrıştır m aktadır. “ H enüz bir süre daha buradayken, fırsatı kaçırm a yın.” 12 Dinleyenlerine sık sık, arınm alarını, gevşemelerini ve doğal olm alarını öğütler. İnsan eylemle işlevi her zam an birbi rinden ayırmalıdır. Onun görüşüne göre, eylem am aca ve ihti yaçları karşılam aya dönüktür. İşlev ise, aynı gazeteyi tekrar okum ak gibi boş bir uğraş, huzursuz edici bir beceriksizliktir. Ahlâk ve din de birbirinden ayrılmalıdır. Çünkü ahlâk dürtü lere karşı savaşm a ve onları inkâr etmek ile ilgiliyken, din bilinçliliği artırm ak ve kişinin içindeki ışığı uyandırm akla ilgili dir. Öfkeli biri artık farkında olam az. Tam bilinçli oluş, öfke ile bağdaşm az. İnsanlar artm ış bilinçle duygularından uzakla şabilecekleri gibi, düşüncelerinden de sıyrılabilmelidirler. Rajneesh’e göre, insan yeterli düzeyde bilinçlenebilirse, kendi dü şüncelerine dışarıdan bakabilir. Rajneesh’in konuşm a yaptığı odalardan birinin giriş kapısına şöyle bir uyarı asılm ıştır: “ Ayakkabılarınızı ve zihninizi dışarıda bırakınız.” Eğer kişi Tanrı’ya açık olm ak istiyorsa, geleneksel düşünme biçimlerini terk etmelidir. Rajneesh’e göre, gerçeğe ulaşmanın üç ana yolu vardır: Deneye dayalı bilimsel yol, akla dayalı mantık yolu ve kendi sini şiir ve dinde ortaya koyan eğretileme yolu. “ Şiir, nesnelle özneli birbirine bağlayan bir köprüdür. Din de esasen şiirdir. Tantrik öğretide, yaşam a her zam an ‘evet’ denir. Gerçek ate ist, yaşam a ‘hayır’ demeyi sürdürendir.” ” “ D oğal olm ayan tek hayvan insandır. Bu nedenle de dine ihtiyaç vardır.” 15 R ajne esh, nevrotik belirtilerin, insanı içine bakm aya zorlam ası ve gerçek sorunlarıyla yüzleştirmesi nedeniyle değerli olduğu ko nusunda, Ju n g ’la aynı görüşü paylaşm aktadır. ö io k ı Peygam berler
b h a g w a n sh ree rajneesh
Rajneesh, öğretisinin özgün olduğunu savunm am ışsa da, öğretisini ifade etme biçiminin m odern olduğunu söylemiştir. Ancak Rajneesh başka hiçbir yerde rastlanm ayan, derin nefes almayı temel alan bir m editasyon tekniği geliştirmiştir. “ D ina mik M editasyon ” olarak da adlandırılan bu m editasyon türü, yineleyici müzik eşliğinde, on dakikalık hızlı, düzensiz ve de rin nefes alm akla başlar. Bunu izleyen on dakika, bağırarak, ağlayarak, dans ederek kişinin aklına gelen her şeyi, hiçbir kı sıtlam a olm aksızın ifade ettiği katarsis (boşalım ) yer alır. Dr. G ordon, kendini, öğretm enleri, ebeveyni, bakıcıları, oyun ar kadaşları gibi geçmişinde nefret ettiği kişilere sayıp söverken bulduğunu ifade eder. Üçüncü on dakikad a, bir Sufi m antrası olan “ H oo, hoo, h o o ” yu bağırırken, mümkün olduğu kadar yükseğe zıplanır. Rajneesh, “ Zıplarken, ayaklarınızı yere öyle şiddetli vurun ki, ses, cinsel merkezinize kadar ulaşsın. Kendi nizi tam am en tüketin” diye müritlerine bilgi verir.16 Bunun ar dından, kişi yaptığı her şeyi bırakır, sık nefes alm aktan ve şid detli egzersizden dolayı oluşan fiziksel kram pların ve ağrıların durulm ası beklenir. Son devrede de, zihin sakinleşip, beden gevşeyene kadar m üzik eşliğinde dans edilir. 1 9 7 1 ’de Rajneesh, Bhagvvan ünvanını almıştır. Ünvanın anlam ı K utsanm ış K işi olduğu ve Tanrının yeniden doğum u anlam ını taşıdığı için, bu bazı Hintli müritlerini kendinden uzaklaştırm ıştır. M üridi L ax m i’nin, Bernard Levin’e dediğine göre, sannyasin\enn çoğu Rajneesh’i Tanrı olarak görmesine karşın, o, kendisinin yalnızca kutsal enerji yayan biri olduğu nu iddia ediyordu. Rajneesh’in giderek kendi kutsallığına inanm aya başladığını düşünüyorum . Olur da, sadece resmini taşım ak, müritlerine her an onlarla beraber olduğunu hatırlat m az diye, saçından ve tırnağından parçaların olduğu kutular dağıtm aya başlam ıştır. Fotoğraflarında titizlikle poz vermesi ve en hoş özelliklerinin ortaya çıkm ası için, iyi ışıklandırm a olm ası konusundaki ısrarı, narsisizminin bir göstergesidir. 1 9 7 4 ’ün başlarında, yaklaşık otuz-kırk kadar sannyasin’i, K ailah ’a, ailesine ait çiftlikte çalışm ak üzere göndermiştir. Bu rası fare ve akreplerin cirit attığı, aşırı sıcak ve kurak, dehşet O ie k ı Pegam berler
b h a g w a n sh ree rajneesh
verici bir yerdi. G urdjieff’in müritlerini, tüketici ve boş işlerle uğraşm anın aydınlanm anın yolu olduğuna ikna etme yöntemi, Rajneesh tarafından kendisine bağlılığı sınam ak için kullanıl mıştır. Sannyasinler yetersiz besleniyorlar ve aşırı çalıştırılıyor lardı. Çiftliği terk etmeleri ve izin kullanmaları yasaktı. Ç oğu, am ipli dizanteri, sarılık, tüberküloz ve şiddetli eklem ve kas ağrısı yapan ateşli ve bulaşıcı bir tür hummanın da dahil oldu ğu çeşili hastalıklara yakalanm ıştı. Bazılarının sağlık sorun la rı kalıcı olm uş, diğerleri de çiftlikten döndükten sonra ancak birkaç ayda toparlanabilm işti. Tarikata katılan müritler arttıkça daha geniş alana ihtiyaç duyulm aya başlanm ıştı. Bazı Hintli işadam ları, daha son rala rı Rajneesh Vakfı olan bir fon oluşturup, 17 Koregaon Park, P o o n a’d a, Shree Rajneesh Tekkesi’ nin gelişip büyüdüğü, 2 4 .0 0 0 m2lik bir yer satın aldılar. 1 9 7 4 ’ten itibaren orada ay nı anda yaklaşık altı bin m ürit kalabilm ekteydi. Bu arada tek ke o derece ünlenm işd ki, dünyanın çeşitli yerlerinden, yılda yaklaşık otuz bin kişi tarafından ziyaret ediliyordu. Tekkeye büyük m iktarlarda para yardım ı yapılm ası yanı sıra; oda ve yemek ücreti, kitap satışı, konferanslara katılm a ücreti, grup ve bireysel terapi ücretlerinden ayda yaklaşık 10 0 .0 0 0 ile 2 0 0 .0 0 0 Amerikan doları arasında gelir elde ediliyor ve bu da tekkenin yaşatılm ası için kullanılıyordu. Tekkede sıradan bir gün, sabah 6 ’dan 7 ’ye kadar süren di nam ik m editasyonla başlıyordu. Bunu, Rajneesh’in İngilizce ve H intçe olarak, doğaçlam a yaptığı, yaklaşık iki saat süren konuşm ası izliyordu. 1 9 7 5 ’te etkileşim gruplarının çeşitliliği daha da artm ıştı. G rup ve bireysel terapi çeşitleri o kadar faz laydı ki, Frances Fitzgerald, Poona Tekkesi’ni “ Bir yöntemi olan herkes için, tinsel bir garaj gibiydi.” 17 diye tanım larken, Bernard Levin oradan “ tinsel bir süperm arket” diye bahse der.1" Uygulanan grup teknikleri, sınırsız cinsellikle ve saldır ganlıkla ünlenmişlerdi. Ö fke ifade edilen eylemlerde o kadar fazla kırık çıkık m eydana geliyordu ki, durum dan kuşkulanan yerel hastanelere, neden olarak merdivenden, bisikletten düş me öyküleri anlatılarak olayların üstü örtülmeye çalışılıyordu. O le k ı Peygam berler
b h a g w a n shree rajneesh
P oona’daki cinsel özgürlük, H ugh M ilne tarafından “ olağan d ışı” diye anlatılır. Rajneesh iç çam aşırının enerji geçişini en gellediğini söylediği için, kızlar üzerlerine iç çam aşırı giyme den, şeffaf elbiseler giyerlerdi. Bazı gruplarda, insanlar, sev diklerinin başkalarıyla ilişkiye girmesini seyretmeye zorlanırlardı, sözde bu onları, cinselliğe aşırı bağlanm aktan kurtar m ak içindi. Bazı gruplarda sadece oral seks hakimdi. Sevilen cinsel eylemlerden biri de, erkeklerin, kadınların vajinalarına sokulm uş ham m ango meyvesi yemeleriydi. R ajneesh, tarihteki tüm erkeklerden daha fazla kadınla yattığını iddia etse de, aslında cinsel perform ansı çok kötüydü. Pek çok guru gibi o da, kendisine sunulan birçok kadının ta dına bakıyordu. Bhagvvan’ın cinsel eşi olm ak ise, elbette paha biçilmez bir ayrıcalıktı. Ancak cinsel ilişki, olasılıkla erken bo şalm a sorunu olduğu için, ne yazık ki hayal kırıklığı vericiydi. O , sevişmeye katılm aktansa, seyretmeyi tercih ediyordu. Bazı çiftler onun önünde sevişmeleri için teşvik edilirdi. Yeni katı lacak bir üyeye, çırılçıplak kalana kadar soyunm ası söylenir, kişiye dokunulm adan uzaktan İncelenirdi. Bazılarından da, cinsel ilişkiye girm eksizin sadece m astürbasyon yapm aları is tenirdi. Bununla birlikte, sevgi hakkındaki öğretisi, sevginin başka bir boyutu olduğunu düşündüğünü ortaya koymaktadır. D e rin a ş k t a , b ir şe k ild e a rz u s o n a erer. O a n yeterlid ir: A rtık g e lec e k için d a h a fa z la istek k alm a m ıştır. E ğ er birin i se v iy o r s a m , tam d a o a n d a , ak lım işin için de değildir. B u an s o n s u z lu k tu r... Y an i a şk ın , p ek ç o k k u tsa llık b elirtisi v a rd ır.1''
Eğer bir kişi kendini sevm iyorsa ya da sevgi dileniyorsa, onun başkası tarafından da sevilemeyeceği düşüncesini sıklık la tekrarlam aktadır. İnançlarından bir diğeri de, çoğu insanın çocuk sahibi ol m aya uygun olm adığı ve zaten dünyada da gereğinden fazla çocuğun var olduğudur. Tüm dünyada yirmi yıl boyunca d o ğum lar y asaklan sa, çoğu sorunun çözüleceğine inanıyordu. K adınlar önce kürtaj, ardından da kısırlaştırılm a için cesaret lendiriliyorlardı. Tekkede, vazektom i ve tüplerin bağlatılm ası
O le k ı Pegam berler
b h a g w a n three rajneesh
kolaylıkla gerçekleştiriliyordu. Kısırlaştırılmayı kabul etmek de, Rajneesh’e olan bağlılığın bir göstergesiydi. Yaklaşık iki yüz kadar kişi kısırlaştırılm ayı kabul etmiş, ancak ne yazık ki, bazıları sonradan, yaptıklarından çok pişm an olm uştu. N ew Y ork’lu müridi M a Satya Bharti, Rajneesh’le olabil mek için, üç çocuğunu eski kocasına terk ettiğinde, kendisine doğru olanı yaptığı söylenmişti. M üridin guruyla ilişkisi baş ka ilişkilerle karşılaştırıldığında, onun dışındaki her şey önemsizleşmekteydi. Rajneesh “ En yüce ilişki, Üstat-mürit ilişkisi dir... Anahtar, Ü stat’la m ücadele etmekte değil, ona teslim ol m aktadır.” 20 demektedir. Taraftarları artıkça, Rajneesh’in kendisine ulaşm ak da git tikçe güçleşmiştir. Y aklaşık 1 9 7 9 ’dan itibaren söylevleri bo zulm aya başlam ış, N isan 1 9 8 1 ’den itibaren “ sessizliğe göm ül m üş” ve topluluk önünde konuşm ayı bırakmıştır. Bunun yeri ne, her gün bir saat kadar müritleriyle sessiz bir biçimde otur m aya başlam ıştır. D aha önce de söz ettiğim gibi, bu sırada o la sılıkla bir depresyon dönemi geçirmektedir. Fiziksel sağlığı (şe ker hastalığı, astım ve alerjileri) gittikçe kötüleşm iş ve ortope di uzmanı Jam es C yriax, sırt ağrısı için ne yapılabileceğine bakm ak için L o n d ra’dan gelmiştir. K orum a görevlisi Hugh M ilne, Rajneesh’in ilâçlara ihtiyacı olm ası konusunda olduk ça hassas olduğunu bu nedenle de reçetelerin guru için değil de, kendisi için yazıldığını söylem ek zorunda kalmıştır. SannyasM er, çirkin davranışları ve giyimlerinin uygunsuz luğu nedeniyle Hintlileri kızdırarak, Poona’da benimsenme mişlerdir. Bazıları uyuşturucuyla, bazıları da fahişelik yaparak geçimini sağlam aktadır. Bazı müritler yerel halk tarafından dövülmüşlerdir. Rajneesh’in desteklediği cinsel özgürlük, gele neksel Hint öğretisine tam am en aykırı olduğu için, bu durum halkı rahatsız etmiştir. Sonunda, H indistan H üküm eti, R ajne esh V akfı’nın vergi muafiyetini kaldırarak, birikm iş vergi bor cu olan 4 .0 0 0 .0 0 0 Am erikan dolarını talep etmiştir. R ajne esh’in daha büyük bir kom ün arazisi alm ası yasaklanm ış ve dini huzursuzluğu körüklediği için tutuklanacağı dedikodula rı dolaşm aya başlamıştır. H indistan’dan yasa dışı yollarla mil-
b h a g w a n shree rajneesh
yonlarca dolar kaçırıldıktan son ra, P oon a’dan Amerika Birle şik Devletleri’ne gitmek üzere hazırlıklar yapılm aya başlan mıştır. Etraftakilere R ajneesh’in H indistan’da uygulanm ayan tıbbi bir tedavi için, A .B .D .’ye gitmesi gerektiği bildirilmiştir. Rajneesh 31 M ayıs 1 9 8 1 ’de N ew Jersey’e gitmiş, uçaktan iner inmez “ A m erika’nın beklediği M esih ’im ” demiştir. Öncü bir ekip O regon’daki ikinci büyüklükteki çiftlik olan, 2 5 .6 0 0 hektarlık araziyi seçip 5 .7 5 0 .0 0 0 Amerikan d o larına satın almıştır. Artık burası, Rajneesh’in yeni kom ünü olan R ajneeshpuram olacaktır. Rajneesh’in kendisi de buraya, A.B.D . G öç ve V atandaşlığa Kabul Birim i’ni kuşkulandırm a m ak için Temmuz 1 9 8 1 ’de bir m isafir gibi gelmiştir. 1 9 8 5 ’te, burada 2 5 0 0 kişi sürekli ikam et etmekte, 2000 kişi de uzun süreli ziyaretçi olarak kalm aktaydı. Rajneesh de, G urdjieff gi bi, iş yapm anın, bir çeşit m editasyon veya ibadet biçimi, hiç değilse bir oyun olduğuna ikna etme taktiğini kullanmıştır. Adı ne olursa olsun, iş yapm ak, aydınlanm aya giden yolun önemli bir kısmıdır. Sannyasinler haftada, yaklaşık 100 saate yakın çalışıyorlardı ve herhangi bir entelektüel ya da sanatsal aktivite için ya zam anları kalm ıyordu ya da yorgunluktan is tekleri olm uyordu. En beğendikleri yazarın, Batılıların birçok kitaba imzasını atm ış ismi Louis L’Am our olduğu göze çarp maktadır. Eğitim düzeyleri dikkate alındığında, bu şaşırtıcıdır. M üritlerinin yüzde seksen üçü yüksek okul, yüzde altm ış d ör dü üniversite, yüzde otuz sekizi daha yüksek derecelerden me zundur, bunların da yüzde on ikisi doktora derecesidir. Hemen hepsi beyaz, yüzde elli dördü kadın, yüzde kırk altısı erkektir ve yüzde sekseni soyoekonom ik olarak orta sınıftandır. Yaş ortalam ası otuzun üzerindedir. O sıralarda tüm işletmenin baş yöneticisi olan Sheela adındaki sannyasitı, sürekli fakirliği b a hane ederek, diğer sannyasittlerin, ailelerini örneğin böbrek am eliyatı için 2 0 .0 0 0 Amerikan dolarına ihtiyacı olduğu gibi uydurm a nedenlerle arayarak para istemeleri için ikna etm ek ten çekinmemiştir. Para toplayanlardan biri, Rajneesh on bi rinci R olls-R oyce’unu teslim aldığı gün, onu doyuracak kadar paranın asla olam ayacağını dile getirmiştir. ö t e k i Pegam berler
bhagvuan shree rajneesh
Aslında çoğu m ürit bu arad a, tekkenin hiç şüphesiz keyfî ni çıkarıyordu. O rtalıkta pek çok kucaklaşm a, pek çok kahka ha vardı. Frances Fitzgerald, çiftliği, “ Kentli genç işadam ları için burası sanki bütün yıl süren bir yaz kam pıydı” diye ta nımlar.21 Bu tatlı rüyanın kötü tarafı ise, cinsel yolla bulaşan bel soğukluğu, herpes, idrar yolu iltihabı ve AIDS gibi hasta lıkların gittikçe yayılm asıydı. 1 9 8 4 ’de kom ünde prezervatif ve plastik eldiven takm adan cinsel ilişkiye girm ek yasaklandı. On bir sannyasinın AIDS testleri pozitif çıktığı için, çiftliğin uzak bir köşesine tecrit edilmiştir. Ancak yönetimin, telefon dinle me ve gizli m ikrofon yerleştirmekte eğitildikleri ve uzman o l dukları için onları merkezden uzaklaştırm ak istemiş olduğu ve A ID S’in bu tecride bir bahane olduğu sanılm aktadır. Bir sannyasirı A ID S’den ölmüştür, ancak zehirlenerek öldürülm üş ol ması da olasıdır. Rajneesh, A ID S’in, N o strad am u s’un keha nette bulunduğu afet olduğunu ve yüzyılın sonu gelmeden A ID S’in büyük bir salgına dönüşerek dünya nüfusunun üçte ikisini yok edeceğini ileri sürmüştür. Rajneesh, bunun yanı sı ra, 1 9 9 0 ’larda nükleer bir savaş çıkacağının ve San Andreas fayı boyunca da bir deprem olacağının kehanetinde bulun muştur. Sadece, m editasyon sayesinde huzur ve zihin gücü bul mayı başarm ış kişiler gelecekteki kaosu atlatabileceklerdir. Rajneesh, gittikçe kötülemeye devam etmiştir. Eskiden ne redeyse bütün gününü okuyarak geçirirken, sonraları bunun yerine sadece video seyretmeye başlamıştır. En sevdiği filmler, G eneral Patton ve On E m ir’di. Rolls Royce toplam a hırsı, doksan üç tane toplayana kadar sürdü. G urdjieff ile benzer bir başka özelliği de, çok kötü bir sürücü olmasıdır. Kırmızı ışık ta geçer, hız cezasına çarptırılır, pahalı tam iratlar gerektirecek şekilde arabasını çarpardı. Rajneesh, oldum olası, zorlantı* halinde koleksiyon yapardı. Küçükken deniz kenarından top ladığı taşları taşıyabilsin diye annesi giysilerine fazladan cep dikerdi. Yetişkin olduğunda her zam an en pahalısından, üzeri pırlanta ve değerli taşlarla süslü olan kalem , kol düğmesi ve * İstenç dışı yineleyen hareketler, kom pulsiyon (ç.n.)
û le k i Peygam berler
b h a g w a n sh ree rajneesh
saatler biriktirmiştir. R ajneesh’in binlerce mürit toplam ası da, özgüvenini artırm asına hizmet eden diğer bir koleksiyonudur. Kesinlikle abartı olm asına karşın, 1 9 8 5 ’te tüm dünyada bir milyon m üridi olm asıyla övünüyordu. Guruları incelerken hep karşılaşılan çelişki, son derece öz güvenli görünen ve güçlü bir karizm a yayan bu kişilerin, aynı zam anda, kendilerini yeniden güvende hissedebilmek için m ü ritlerine ihtiyaç duymalarıdır. D epresyondan kurtulm ak ve egosunu beslemek için Rajneesh nasıl bir yöntem kullanırsa kullansın, sonunda hiçbiri işe yaramamıştır. Günde 60 mg. valium ve dişçisinin sözde astım ı için verdiği, solunum yoluyla alınan azot oksit, büyük olasılıkla geçici olarak kendisini ne şeli hissetmesine yol açıyordu. Eğer bütün bu aldığı söylenen ilâçlarla ilgili bilgiler doğruysa, bu durum ruh halinin giderek bozulm asını açıklam aktadır. Eski korum a görevlisi H ugh M ilne’in ifade ettiğine göre, azot oksidi içine çektikten sonra Rajneesh genellikle sayıklardı ve bir keresinde, “ O kadar rahatladım ki, artık aydınlanıyorm uşum num arası yapm ak zorunda değilim. Zavallı Krishnam urti, o hâlâ num ara yapm ak zo ru n d a.” 2’ demiştir. Bu o kadar kom ik bir itiraf ki, insan H ugh M ilne’in gerçekten de güvenilir bir tanık olup olm adığından şüpheye düşüyor. Milne, Rajneesh ile 1 9 7 3 ’te ilk karşılaştığında ondan büyülenmiş, ancak zam an içinde o k ad ar fazla hayal kırıklığına uğram ıştır ki, 1982 sonbaharında çiftliği terk etmiştir. Milne, kendi iha netinden oldukça rahatsız olsa da, bu akım la tanışm asından çok şey kazandığını her zam an söylemiştir. 1983’te intihara te şebbüs ettikten sonra hastaneye kaldırılarak, psikiyatrik teda vi görm üştür. İçinde birkaç şüphe taşıyan bölüm olsa da kita bı, Bhagw an: B aşarısız Tanrı (Bhagw an: The G od T hat Failed) akım ın, R ajneesh’e bu derece yakın bir gözlemcinin ağzından aktarılm ası açısından çok değerlidir. T ıpkı P oon a’da da olduğu gibi, O regon’da da, Rajneesh yanlıları zorbalıkları ve yöre halkını küçümseyen tavırları ne deniyle hiç sevilmemişlerdir. Çiftliğe en yakın kasaba olan Antelope’un nüfusu çoğu emekli doğuştan H ıristiyanlardan olu ş û le k i Pegam berler
b h a g w a n shree rajneesh
m aktaydı ve oldukça azdı. Burada yaşayanlar, yeni kom şuları nın cinsel ve saldırgan davranışlarını duyduklarında şoke ol m uşlardı. Yöre halkı, Rajneesh yanlılarının daha da fazla bü yüyüp gelişmelerini engellemek için yasal m ücadele içine gir seler de, Rajneesh yanlıları toplantılarda çoğunluğu yanlarına çekm ek ve onlardan daha fazla oy toplam ak suretiyle halkı bölmüşlerdir. A ntelope’ un yönetimini ele geçirmeyi başararak, sokak isimlerini, Amerikan kahram anların isimlerini Hintli kahram anlar ve başka bilge kişilerin isimleriyle değiştirmişler, sonunda da A ntelope’u, Rajneesh olarak yeniden adlandırm ış lardır. H alk, sürekli olarak sözel veya diğer yollarla taciz edil diğinden şikayet etmiştir. 1984 baharında çiftlik, tıpkı Jim Jo n e s’un G uyana’da oluş turduğu ve D avid K oresh’in de T eksas’ta oluşturacağı gibi, gi derek güvenlik önlemlerini artırm ış ve silah toplamıştır. Bun ların içinde yivli tüfekler, tabancalar, yarı otom atik karabin a lar ve diğer ateşli silahlar bulunm aktadır. Özel bir Rajneeshpuram polis gücü oluşturulm uştur. Z am an içinde çiftlik, daha çok bir polis merkezine dönüşm üştür. Çiftlikte yaşayanların, olağandışı acil bir durum olm adıkça, dışarı çıkm aları yasaktı. Rajneesh’in kurduğu düzene göre, kendisi baş yöneticisi Sheela dışında kimseyle konuşm uyordu. Sheela, m utlak gücü ve artan paran oyak tavırlarıyla, giderek gerçek bir diktatöre d ö nüştü. Ayrıntılı biçim de hazırlanm ış telefon dinleme ve gizli m ik rofon yerleştirme sistemlerinin geliştirilmesinin am acı, komün içindeki asileri tespit etmekti. Büyük m iktarlarda haloperidol ilâcı siparişi veriliyordu. Bu ilâç, şizofreni tedavisinde kullanı lan, renksiz, kokusuz ve tatsız olduğundan ne olduğu kolay lıkla belli olm ayan, güçlü bir ilâçtır. Ayrılmak isteyen, söz din lemez sannyasinlere, bu ilâç, patates ve bira içinde verilerek, onların daha itaatkâr olm aları sağlanıyordu. M üritlerden biri nin fazla dozda ilâç verilmesi nedeniyle öldüğü sanılm aktadır. Sheela, R ajneesh’in İngiliz doktoru Devaraj ile çok yakın ol m asından rahatsız olm uş ve doktorun kendi yerine, karısını getirebileceğinden korkmuştur. D evaraj’ı defalarca, ishal, kus ö ie k i Peygam berler
b h a g w a n s h n e rajneesh
m a ve kram plardan hastalanana kadar zehirlemiş, sonunda da ona, iki hafta kan tükürm esi ve hastaneye kaldırılm asına ne den olan bir enjeksiyon yaparak öldürmeye çalışmıştır. Sannyasinlerin zehirlendiğini gösteren birçok olay vardır. Sheela, kom ünün politik gücünü artırm ak üzere, Wasco eyalet oylarına hile karıştırm ak gibi ileri düzeyde teşebbüslere de girişmiştir. Çiftliğe, sözde yardım sever bir girişim adı altın da, pek çok evsiz toplanm ıştır. A ncak, gerçekte bunun am acı fazladan oy kullanan kişiye sahip olm aktı. Ölm üş veya oradan ayrılmış kişilere ait sahte oy pusulaları, yerel yönetim ofisleri ne yollanmıştır. Sheela ve yardım cıları Eylül 1 9 8 4 ’te, Wasco ’nun en kalabalık merkezinde, birkaç büyük restoranın sa lata barlarına salm onella m ikrobu bulaştırarak, büyük bir be sin zehirlenmesine neden olm uşlardır. Bu aslında, seçim günü geldiğinde, oy kullananların sayısını azaltıp azaltam ayacaklarını görm enin bir denemesiydi. Çiftliği ziyarete gelen ve orada sadece su içen görevli üç m em urdan ikisi hastalanm ış, biri ne redeyse ölümle burun buruna gelmiştir. Am erika Birleşik Devletleri G öç ve Vatandaşlığa Kabul Bi rimi (I.N .S.), tarikatın lideri evliliğe karşı olduğunu açıklasa da, her zam an Rajneesh yanlılarının niyetlerinden şüphelenmişti. Çünkü, pek çok m ürit, Amerikan vatandaşları ile anlaş malı evlilik gerçekleştirm ekteydi. Birçoğunun sadece turist vi zesi vardı. Aralık 1 9 8 2 ’de, I.N .S .’nin Portland birimi, Rajneesh’e sürekli ikamet izni verilmesinin reddedildiğine ve bir din çalışanı olarak sınıflandırılm asının kabul edilmediğine dair bir tebliğ çıkarm ıştı. Çiftliğin avukatları, buna derhal karşı çıka rak, sürekli ikam et izni alm a reddini geri döndürem eseler de, R ajneesh’in dini bir öğretmen olarak kabul görm esini sağ la mışlardır. R ajneesh’in avukatları erteleme taktikleri uygula m akta uzman olsalar da, sonunda Rajneesh’i tutuklam ak için, yönetim tarafından göç yasalarının ihlâli olarak gösterilmiştir. Sheela’yla birlikte on dokuz kişi, 14-15 Eylül 1 9 8 5 ’te, Orego n ’dan A lm anya’ya kaçtılar. 28 Ekim ’de orada tutuklanıp, iade için tutuldular. Sheela daha sonra, göç işleminde sahte kârlık, telefon dinlem ek, zehirlenmeye neden olacak biçimde O tekı Pegam berler
b h a g w a n s h n e rajneesh
salm onella m ikrobu saçm ak için plan yapm ak, şehir planla m acısının ofisini kundaklam ak, D evaraj’ı öldürmeye teşebbüs etmek ve W asco m em urlarına saldırm ak gibi suçlarını üstlen miştir. Aynı anda yerine getirilmek üzere, ikisi yirmi yıllık, iki si de on yıllık cezaya çarptırılmıştır. M ilyonlarca doları önce den İsviçre bankalarına yatırdığından, kundaklam adan mey dana gelen zarara karşılık 69 .0 0 0 Amerikan doları ile sahteci lik için 4 0 0 .0 0 0 Amerikan doları olan cezanın onun için fazla bir şey ifade etmediği açıktır. Bu sırada, Rajneesh’i tutuklam ak üzere, başta göç yasasını çiğnemek sebebiyle otuz beş dava dosyası açıldı. Bu haberi alan Rajneesh, Kuzey C aro lin a’daki Charlotte’a uçtu. Bura dan da Berm uda’ya geçmeyi um uyordu. Fakat onu bekleyen A m erikalı yöneticiler tarafın d an tutuklandı. Üzerinde 4 0 0 .0 0 0 Amerikan doları değerinde otuz beş adet altın ve p la tin saat ile nakit 5 8 .0 0 0 Amerikan doları çıktı. Kefaletle ser best kalm adan önce, on iki gün hapiste yattı. K asım da göç ya salarına karşı gelme suçunu kabul etti. Savcı bir pazarlık öner di. Bu pazarlığa göre, on yıllık şartlı ertelemeli hapis cezasına, 4 0 0 .0 0 0 Amerikan doları para cezasına ve ülkeyi beş gün için de terk etme cezasına çarptırıldı. Ülkeye 5 yıl boyunca, Ame rikan A dalet B akam ’nın yazılı izni olm aksızın girmesi y asak landı. Rajneesh daha sonra H indistan’a gitti. Çoğu kişi, onun H indistan’a çok kolay kaçtığını düşünmüştür. Eylül ayında Sheela’nm kaçışının hemen ardından, R ajne esh onu suçlam ış ve kendi öğretisi ile taban tabana zıt olduk larından, onun yaptıklarını inkâr etmiştir. Bu açıkça gereksiz suçlam anın nedeni, Sheela’nın kendisini ele vererek cezadan kurtulabileceğinden korkmasıdır. Eğer Rajneesh, onun tüm suçlarını ortalığa dökerse Sheela’nın bu planı gerçekleşemezdi. Böylece de Sheela, onun suç ortaklığını açıklayam azdı. Elbet te, Rajneesh Sheela’nın işlediği suçların, hepsi olm asa da, ço ğunun emrini veren kişiydi. Bu aynı zam anda, kaçm a girişim i nin nedenini de açıklam aktadır. Çünkü eğer sadece göç y asa larını ihlâl etmiş olsaydı, kaçm asına da hiç gerek kalm azdı. Rajneesh, P oon a’d a ilk zam an larda verdiği konferansları O le k i Peygam berler
b h a g w a n sh rve rajneesh
nın da ortaya koyduğu gibi, özel içgörüsü olan, öğretmeye de ğecek düzeyde bilgeliğe sahip, aşırı yetenekli biriydi. Bir guru arayışında olanların, en azından belli bir süre için bile olsa, böyle birini bulduklarını sanm alarını anlam ak zor değildir. P oona’daki sannyasinlerin canlılığından ve gözle görülür mut luluklarından çok etkilenen Bernard Levin, Rajneesh’in öğre tilerinin, “ onların hayatlarına bir anlam verdiğini ve evrende kendilerine bir yer kazandırdığını” düşünm üştür.24 Ancak Rajneesh, Lord A cton’un düsturunun canlı bir örneğidir, “ Güçte yozlaştırm a eğilimi vardır, m utlak güç, m utlaka yozlaştırır.” Rajneesh bir hırs canavarı olana kadar yozlaşmıştır. O , her za man bir liderdi; küstah, otoriteye karşı hoşgörüsüz, kendi ken dini yetiştirm iş, hiçbir Ü stada borcu olm adığını iddia eden bi riydi. Kendi öneminden dolayı şişm esine şaşm am ak gerekir. P ap a’nın bile günah çıkardığı biri varken, Rajneesh’ in günah çıkarabileceği, kendisine hatalarını söyleyebilecek, onun aşırı lıklarını sınırlayan hiç kimsesi yoktu. A nlaşılan o ki, yol g ö s termesi için dua edeceği, a f dileyeceği kişisel bir Tanrı’ya bile inancı yoktu. Vecit deneyimleri (Zen deyimi ile satori) yaşam ış olduğuna ve başkasını sevmenin, bazen arzunun önüne geçti ğini bildiğine eminim. Ancak çıktığı yola, nasıl yalnız, narsisistik ve sıradan insanlarla eşit bir ilişkiye giremeyerek başladıy sa, sonu da aynı olmuştur. Konferanslarını okum am , R ajne esh’in hazin bir kayıp olduğunu anlam am ı sağladı. O lağanüs tü bir bilgi birikimi ve hayatın nasıl yaşanm ası gerektiği hak kında bir düsturu vardı. Ancak m aalesef, kendi görüşünü izle mede başarısız oldu.
ö t e k i Pegam berler
IV. rudolf steiner
R
udolf Steiner, halen Avrupa ve A m erika’da önemini yitir memiş bir tinsel akım ın kurucusudur. Steiner tarafından 1913 yılında kurulan A ntroposofi Topluluğu, kurucusunun fi kirlerini yaym aya devam etmektedir. İngiltere’deki merkezi, R u d olf Steiner’in L o n d ra’nın kuzeyindeki evidir. M erkezde bir kitapçı dükkanı ve bir kütüphane de bulunm aktadır. Şimdiye kad ar sözü edilen diğer gurulardan farklı olarak Steiner, bir p sik opat değil, neredeyse bir azizdir. ‘A ntroposofi’ sözcüğü, Beethoven’in arkadaşı olan İsviçre li doktor ve filozof Ignaz Troxler tarafından ortaya atılmıştır. Bu terimle kastettiği, “ A ntroposofi insanın tinsel doğasını baş langıç noktası olarak alan dünyanın tinsel doğasını araştırm a ya yönelik, bilişsel bir yöntem ” dir.' Terimin sözlük anlam ı in san doğası bilgisi olsa da, T roxler’in tanımı Steiner’in kavram ı kullandığı biçimidir. A ntroposofik Yayıncılık ve R udolf Ste iner Yayınevi Şirketi, onun pek çok ciltten oluşan çeşitli yazı larını basmıştır. En büyük tutkusu eğitim olan Steiner, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında W aldorf O kulları A kım ı’nı b aş latmıştır. Akım , adını Steiner’in kurduğu ilk okuldan almıştır. Bu, W aldorf-Astoria tarafından işlettilen sigara fabrikasının çalışanlarının çocukları için açılm ış bir okuldu. Birçok ülkede gelişmeye devam eden Steiner okullarının hedefi, yaşları ne olursa olsun çocukların, fiziksel ve zihinsel olarak stres verici rekabete girm eden, sınav sonuçlarına ya da rekabetçi ve m ad diyatçı toplum da başarı elde etmeleri için gereken özel beceri lere ihtiyaç duym adan, tüm potansiyellerini ortaya çıkarm ak tır. Steiner’in ilgisini çeken, zekânın tek yönlü gelişimi değil, kişinin bütünlüğüdür. Kişisel gelişimle ilgili tavrı, birçok açı dan, tek yönlülüğün nevroz yarattığını vurgulayan ve insanla rın kişiliklerinin ihmal edilmiş yönlerini geliştirerek ‘bütün’ ol ma ihtiyaçları olduğuna dikkat çeken Ju n g ’a benzemektedir. Steiner, zihinsel ve fiziksel özürlü çocuklar için de terapi yöntemleri geliştirmiştir. D aha sonra da değineceğimiz gibi, Steiner’in inançları, çoğu insanın başa çıkm akta zorlandığı bu Ö teki Pegam berler
ru dolf Steiner
tip çocukların kişiliklerine değer verilmesini sağlam ıştır. 1 8 8 4 ’te, yirmi üç yaşındayken, çocuklarından biri on yaşında bir hidrosefalik olan (halk arasında beynin su toplam ası o la rak bilinir) bir aile tarafından özel öğretmen olarak tutulur. Ç ocuk o kadar geridir ki, nerdeyse eğitilemez gözüyle bakıl m aktadır. Ancak Steiner’in, başarılı eğitimi sayesinde, çocuk norm al bir okula devam edip, daha sonra doktor olabilmiştir. Steiner ailenin yanında 1 8 9 0 ’a kadar kaldıktan sonra, Viyan a’dan W eimar’a taşınmıştır. H epsinde birer kişilik ve gelişim potansiyeli olduğuna inanılan ve asla ümitsiz diye kenara itil meyen, beyin hasarlı, zihinsel özürlü ya da felçli çocuklara hiz met verilen Steiner evlerinden birini ziyaret edip de derinden etkilenmeyecek birini düşünemiyorum . Steiner, içtenliği, duyarlılığı, şefkat ve cömertliği ile sevilen gurulara iyi bir örnektir. Yakından tanıyanlardan biri onu, “ şefkatin som ut örn eği” olarak tanımlamıştır.2 Steiner’in in sanlar üzerindeki etkisi, bir ölçüde kendini ya da görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışm adan, kendisini tam am en karşı sındakine adam a tarzından kaynaklanm aktadır. Her birey için, zam anından önce hükme varm adan ya da gelip geçici yargılam alar oluşturm adan önce bir kabullenme ve saygı ge liştirmiştir. Steiner, biyoloji, kim ya, fizik ve matem atikle ilgile nen, bu nedenle de bilimsel kanıtlamanın gereklerinin tam a men farkında, oldukça zeki ve bilgi çeşitliliğine sahip bir kişiy di. Steiner, kendisinin ve müritlerinin, maddi görünüm ün al tında yatan tinsel gerçekliği ele geçirme tekniği ile doğa bilim lerinin geleneksel düzeninin önüne geçebileceklerini ileri sür mekteydi. Steiner, görüşleri ile ilgili sayısız konferans vermiş ve altı binden fazla yazısı basılmıştır. Dinleyicilerine sıradan bir kon ferans dinlemek yerine sanki ibadet ediyorm uş hissi veren karizmatik biriydi. 1 9 0 6 ’da onun verdiği konferansı dinleyen Fransız yazar Edouard Schure, “ Onu dinleyebilmek için A t lantik’i bile geçebilirim ” diye duygularını dile getirmiştir.3 An cak onun karizm ası, söz söyleme sanatına ya da güçlü vaazla rından kaynaklanm ıyordu. K arizm ası, kendi inancı, dürüstlü Öteki Peygam berler
ru dolf steiner
ğü ile dinleyicilerinin nasıl bir ruh halinde olduğunu sezme ve buna göre onlarla ilişkiye girm e becerisinden kaynaklanm ak taydı. K onuşm alarına genellikle önceden hazırlanm az, dinleyi cilerine hissettiği gibi, anında tepki verirdi. Tüm bunlarla bir likte, Steiner’ın yine bizi çelişkiye düşüren yönleri de vardır. İnanç sistemi o k ad ar tuhaf, kanıtla desteklenmem iş ve g arip tir ki, rasyonel septikler, bunun sanrısal bir sistem olduğunu düşünürler. Steiner, M acaristan -H ırvatistan sınırındaki bir köyde, Avusturyalı bir tren yolu işçisinin en büyük oğlu olarak 1 8 6 1 ’de doğm uştur. Babasının dindar olm am asına karşın, katolik olarak vaftiz edilmiştir. Ailesi, Steiner sekiz yaşındayken, hem W iener-N eustadt’a, hem de zengin kuş doğası açısından kuşbilimcilerin beğenisini toplayan ünlü Neusiedlersee gölüne yakın, N eud örfl’e taşınmıştır. Kendi ifadesine göre, çocuklu ğundan itibaren, dış dünyada olup bitenlerden çok, zihninin içindekilerle ilgilenen oldukça içine kapalı biriydi. Biyografi yazarlarından biri onunla ilgili, “ çocuk taşındıktan sonra ken dini yalnız ve diğerlerinden ayrılm ış hissetmiş olm alı” diye yo rum da bulunm uştur.4 Bunun nedeni, diğer çocukların hepsi çiftçi ailelerden gelmekteyken, onun babasının telgrafçı olm a sı ve tren yolunda çalışm ası olabilir. Bir başka nedeni de, d a ha küçük yaşlardan itibaren, kendisini diğerlerinden farklı his setmesine neden olan “ gözle görülmeyen şeyleri görebilm e” deneyimleri yaşam ış olm asıdır. Berlin’de 1 9 1 3 ’te verdiği bir konferansta, bu deneyimlerinden birinden bahsetmiştir. Y aşa dığını söylediği olay şöyledir: “ Tren garının bekleme odasındayken, sanki kapının içinden geçerek beliren bir kadın, yar dım isteyip sonra da ortadan kaybolm uştur.” D aha sonra öğ rendiğine göre, tam da o bu görüntüyü gördüğü sırada uzak bir akrabası intihar etmiştir. Steiner, ölm üş kadının ruhunu gördüğüne inanm ış ve ölü kişilerin ruhlarıyla iletişime girebil diği özel bir yeteneği olduğu konusundaki inancı da kuvvet lenmiştir. Yaşıtları tarafından reddedilme riskini taşım adan inançlarını p aylaşam ayacağı için de, Steiner yetişkinliğinin ilk yıllarına k ad ar hep yalnız kalmıştır. Ancak daha sonraları, Ö tek i Pegam berler
rv d o lf Steiner
kendisi gibi doğaüstü olaylarla ilgi duyan, bitki uzmanı Felix K oguzki’nin dostluğunu kazanmıştır. On beş yaşında K an t’ı okuyan, Fichte, H egel, Schelling, Schopenhauer ve diğer filoz lara m erak salan Steiner, çok bilgili bir öğrenciydi. Steiner’ın, Bertrand Russell ve Einstein’la hemen hemen hiç ortak nokta sı olm am asına rağm en, çocukluklarında üçünün de, geom etri den büyülendiğine dikkati çekmek gerekir. Russell, on bir ya şındayken, Euclid ile ilk karşılaşm asının, ilk aşk kadar etkile yici olduğunu söyler. On iki yaşında kendisine verilen bir ge ometri kitabı karşında Einstein, “ ilk defa Yunanlılar tarafın dan geom etri ile gözler önüne serildiği üzere, insanın sadece düşünce gücüyle durağanlık ve saflığa ulaşmayı başarabilece ğin i” fark ederek büyülenmiştir.5 Geometri ile ilk kez dokuz yaşında karşılaşan Steiner de, diğerleri kadar coşkuya kapıl mıştır. Einstein’ın ortaya koyduğu hedef, her şeyin öznel olm a sı nedeniyle dünyanın sadece düşünceyle algılanabilir olduğu dur. Benzer şekilde, Steiner de dış dünyaya bağlı kalm adan, geom etri ile ona bağlı orantıların tam am en zihinde canlandı rılabilir olduğunu gördüğü için çok mutlu olduğunu ifade eder. M atem atikçi olm ayan biri için, matem atiğin diğer konu ları dururken, soyut düşünceyi örneklendirmek üzere neden geom etrinin seçildiği ise ilginçtir. Çünkü, örneğin cebirle kar şılaştırıldığında geom etri hem dış dünya ile daha fazla ilişkili dir hem de dış dünyada daha fazla uygulanabilirliği vardır. Bu seçimin nedeni ne olursa olsun, Steiner’in inancı açısından ge ometri, en az dış dünya kadar gerçek olan tinsel bir iç dünya nın varlığının kanıtı olmuştur. Steiner görüşlerini şöyle dile ge tirir: Ç o c u k k e n , k e n d im e tam a n la m ıy la ifa d e e d e m ese m d e, tıp k ı g e o m e trik k a v r a m la r ın zih in d e k a v r a n a b ild iğ i g ib i, tin sel d ü n y a h a k k ın d a k i b ilgiy e de zih in d e u la şıla b ile c e ğ in i h isse d i y o r d u m . F izik se l d ü n y an ın v a rlığ ı k a d a r tin sel d ü n y an ın v a r lığ ın d a n d a e m in d im . A n c a k , bu v a rsa y ım ı b ir şek ild e k an ıtla m a lıy d ım /
Einstein’ın dünyayı düşünceyle kavrayışı deneylerle ve m a tem atiksel kanıtlarla doğrulansa da, Steiner’inkiler tam am en
Öteki Peygam berler
ru dolf steiner
kişisel olup nesnel kanıtlam anın dışında kalmıştır. Einstein, düşünm e eylemi ile ne kastettiğini anlatırken, “ kavram larla özgürce oynam aktır; bunun kanıtı, düşünme yardım ıyla elde ettiğimiz duyular üzerinde araştırm a yapabil me ölçütünde yatm aktadır” demiştir.7 Bunu anlam ak zor de ğildir. Einstein’a göre, dünya ile ilgili yeni kavram lar yarata bilmek için, kişi, dünyayı doğrudan algılam aktan kendini sıyı rarak, zaten var olan kavram larla ‘zihninde’ oynayarak, bun lardan yeni kom binasyonlar oluşturm alıdır. Onun, dünya aca ba ışık hızıyla hareket eden biri tarafından nasıl görünürdü di ye hayal edebilme yeteneği, kavram larla böyle oynayabilm e sinden doğm uş, bu da görecelik kuramını yaratm asına neden olmuştur. Einstein’ın düşünm e eylemini, kavram larla oynayabilm e olarak tanım lam ası, ünlü Fransız m atem atikçi Henri Poincare ve başka yaratıcı düşünürler tarafından da desteklenmiştir. Onlar, m atem atik ve fizik problem lerini çözebilmek için yo ğun bir çalışm anın ardından bir hareketsizlik döneminin gel mesi gerektiği konusunda fikir birliği içindedirler. Düşünür, fi kirlerinin oturm asına fırsat tanımalıdır. D ah a sonra da, bu fi kirlerin, kendi içinden yeni bir çözüm doğuracak biçimde ye ni kom binasyonlar oluşturm asına izin verilmelidir. Bunun iyi bilinen bir örneğini, G hent’te kimya profesörü Friedrich August von Kekule verir. 1 8 6 5 ’te, bir akşam üstü şöminenin kar şısında uyuklarken, Kekule’nin, bir dizi atom u, kendi kuyru ğunu yiyen bir yılan gibi sarm alanm ış olarak görm esi, organik moleküllerin halka yapısını keşfetmesine ve böylece de m o dern organik kimyanın doğm asına neden olmuştur. Aynı sıra lam a san atta da vardır. Yazarlar ve besteciler, uzun süre fark lı olasılıklarla vakit geçirdikten sonra, sanatsal sorunlarına ya nıt olan yeni fikirlerin içlerine nasıl ‘doğduğunu’ dile getirirler. Steiner’in, düşünm e ile ilgili oldukça garip görüşleri ise ta mamen farklıdır. Pek çok eğitimli kişi düşünmenin, nesnelerle uğraşm aktan vazgeçerek, ‘ kavram larla oynam a’nın mümkün olduğu bir zihin durum una geçmek suretiyle gerçekleşen bir soyutlam a biçimi olduğunu kabul eder. Steiner ise düşünm e ö te k i Pegam berler
ru d o lf Steiner
nin nesnelerin içine daha fazla girmekle ilgili olduğunu söyle mektedir. Ö zgürlüğün Felsefesi (The Philosophy o f Freedom) adındaki kitabının alt başlığı, D o ğ a bilimleri yöntemleri kul lanılarak yapılan içe bakış gözlem lerinin sonuçları'dır. Deney sel bilim adam ları bu alt başlığın çelişkili olduğunu iddia ede bilirler. Çünkü am açlarından biri de, gözlemler içe bakışla ya da kişisel deneyimlerle bozulm adan, gerçek dünya olgularını nesnel olarak incelemektir. Bunun tam aksine, Steiner düşün me eylemine, gerçek dünya olgusunun altında yattığına inan dığı tinsel gerçeklik ile ulaşılabileceğini ileri sürüyordu. Tıpkı buzun sudan oluşm ası gibi, ruhun da her zam an fiziksel ola nın önünde gittiğini ve m addi nesnelerin ruhtan oluştuğunu düşünüyordu. Dünyanın bize, ‘ruh’ ve ‘d o ğ a’ olarak bir ikilik içinde verildiğini savunuyor ve bilginin bu ikiliği birleştirdiği ne inanıyordu. “ Bilmek eylemi, gerçeğin düşünce ile elde edi len iki bileşeni, algı ve kavram ı birleştirir ve bu ikiliği ortadan kaldırarak bir bütüne dönüştürür.” " “ Tinsel yaşantım ız, ken dimizle dünya arasındaki bütünlüğü bulm ak adına sürekli bir arayıştır.” diye yazmıştır." Steiner’e göre: D ü şü n m e ey le m i, ayrı o la n b ire y selliğ im izi, tü m evren le b ir le ştirm e k için , bize v e rilm iş bir un su rd u r. Ş im d iy e d e k , d u y u m sa d ığ ım ız ve h isse ttiğ im iz k a d a rıy la (hem de a lg ıla d ığ ı m ız g ib i) b izler y a ln ız v a rlık la r ız , d ü şü n e b ild iğ im iz k a d a rıy la d a her şeyi k a v r a y a b ile n tek v a r lığ ız .” '0
Benzer iddialar, kendini bilmenin, hem Tanrı’yı hem de in sanlığın yazgısını bilmeyi sağladığına inanan, ilk Hıristiyan gnostikler* tarafından ortaya atılmıştır. K ant ve Schopenhauer’e göre, algılam a m ekanizm am ız ve beyin yapım ız, nesneleri dış dünyada, mekân ve zam anda var oldukları ve rastgele ilişkiler tarafından yönetildikleri biçimin de algılam am ızı sağlar. Bu kısıtlılıklardan dolayı, nesneler ve bunların birbirleriyle ilişkilerinin bizim gördüğüm üz biçimi, nesnelerin gerçeklikte oldukları ile çakışm ayabilir. Dünyayı * Hıristiyanlığın ilk dönem lerinde ortaya çıkan ve insanın içinde tanrısal bir kıvılcım taşıdığını, am a kader, d o ğ u m ve ölüm ü n h üküm sürd üğü dünyaya düşm üş olduğunu, kıvılcımın gizli bir bilgi sayesinde yeniden canlanacağını ve böylece insanın Tanrı'ya yeniden ulaşacağını savunan öğretiye inananlar (ç.n.)
Ö teki Peygam berler
ru dolf steiner
asla değiştiremeyeceğimiz, çarpıtılm ış gözlükler ardından gö rürüz. İşte bu nedenle, K ant ve Schopenhauer, insanların “ şe yin kendisi” ni hiçbir zam an algılayam ayacaklarına inanm ak tadırlar. Steiner’in ise, bu görüşlere yakınlığı yoktur. İddia ettiğine göre, “ Eğer, tüm algılarım ızın toplam ını bir bölüm olarak ele alır ve bunu ikinci bölüm le, yani şeyin kendisi ile karşılaştırır sak, boşuna felsefe yapm ış oluruz; sadece ve sadece kavram larla oynam ış oluruz.” " Böylece, Steiner iki kısacık cümlede, Kant ve Schopenhauer’in algı konusunda yanıldıklarını ve Einstein’ın da yaratıcı düşünm e görüşünün önemsiz olduğunu ifade etmiştir. Steiner “ düşünm e eylem i” dediği şeyin gerçek ten de “ şeyin kendisi” ni ortaya çıkardığına inanmıştır. H a tır la m a s ö z k o n u su o ld u ğ u n d a , d ü şü n m e eylem i bizi, s a n ki ru h u n h a y a tı k a r a r m ışç a s ın a k o la y c a y ü zü stü b ırak ab ilir. B u , d ü şü n ce n in g e rç e k d o ğ a sın ın -d ün ya o lg u su n a n ü fu z ed en , sıc a k , a y d ın latıc ı ve h ey ecan verici- ç o k b elirgin g ö lg e sin d e n b a ş k a b ir şey d eğild ir. B u n ü fu z etm e , d ü şü n m e n in k en d i e y le m in d e n g e len bir g ü ç le g e rç e k le şir ki, bu tin sel a ç ı d an sev g in in g ü c ü d ü r ."
Steiner’in bilim ve gerçek dünya ile ilgili görüşlerinin kay nağı, henüz yirmi bir yaşındayken kaleme aldığı G oethe’nin bilimsel çalışm alarıdır. Yazılarının ilk cildini 1 8 8 4 ’te yayım la mış, 1890 sonbaharından 1 8 9 7 ’ye kadar W eimar’da, Goethe ve Schiller Arşivleri’nde çalışmıştır. İşini büyük bir dikkatle yapm ış ve orada birçok seçkin insanla tanışm a fırsatı bulm uş tur. Ancak m ektuplarında ifade ettiğine göre, W eimar’da git tikçe daha fazla yalnız hissetmeye ve hiç kimsenin onun niye tini ve aklından geçenleri anlam adığını düşünmeye başlam ış tır. Bu sıkıntılı dönem , Ellenberger’in ‘derin psikolojik deği şim ’ adını verdiği şeyle, ki bu durum a orta yaş krizi ya da ya ratıcı hastalık da denebilir, 1 8 9 6 ’da, otuz beş yaşındayken, son bulm uştur.1' Kendi anlatım ına göre, gerçek dünya algısı ile başkaları ile kurduğu ilişkiler, bu noktadan itibaren değişm iş tir. Kendi iç dünyasını tek yönlü olarak vurgulam ası, dış ger çekliği bir rüya gibi ele alm asına neden olmuştur. Bu değişik likten sonra ise, gerçek dünyanın daha fazla farkına varm ış ve û le k i Pegam berler
ru dolf steiner
insanlara daha yakın olm aya başlamıştır. Bu deneyim, Steiner’in ‘G o lgo th a’nın Gizem i’ dediği (İsa’nın ıstırabı, ölüm ü ve tekrar dirilm esi; bu onun evren görüşünde önemli bir yer işgal etti) şeyi de, aşam alı olarak kavrayışını da kapsam aktadır. Steiner’e göre, İsa’nın ruhu ebedi ve ezeliydi, İsa tinsel alemde her zam an var olm uştur ve H ıristiyanlık öncesinde bile başka isimler altında kendisine tapınılmıştır. Ürdün nehrinde vaftiz edilmesiyle, bu ezeli ve ebedi ruh, İsa adını almış ve çarm ıha gerilene kadar da bu bedende kalmıştır. U tangaç ve içe dönük öğrencinin, kendi A ntroposofi akımını kuran bir guruya d ö nüşme süreci artık başlamıştır. Goethe, özellikle de bilimsel yazıları ile, onun yol gösterici ışığı olarak kalmıştır. Steiner’den sonra gelenler, onun derledi ği yazıları ön yargılı ve hatalı bulmuşlardır. Spinoza’yı akıl ho cası olarak kabul eden Goethe, A lm anya’da N aturphilosophie (D oğa Felsefesi) akım ı başlatmıştır. Bu akım da Goethe, bütün cü bir d oğa görüşü adına, N ew ton’un dünyayı analitik biçim de inceleme görüşünü reddetmektedir. Bu ret onun, N ew ton ’un ışık ve renk kuram ını da katı ve yersiz biçimde yok say m asına neden olmuştur. O na göre bu kuram , bir gözlemci ta rafından algılanan ışık olgusuna zarar vermektedir. William Blake de bu bilimsel görüşün, insanlıktan çıkarıcı bir eylem o l duğu düşüncesini paylaşm ış ve ‘D em ocritus’un A tom ları ve N ew ton’un Işık Partiküllerini’ eleştirmiştir. Goethe, bireysel olayların doğrudan ve derin biçimde düşünülmesinin, kişiyi özelden genele götürebileceğine inanıyor görünmektedir. Ö r neğin, tek bir bitkiyi yakından gözlem lemek, ilkel bitkinin (bütün bitkilerin esas modeli olan) algılanm asını sağlayabilir. Goethe, bilimin gerektirdiği tarafsız, bağım sız ve nesnel göz lem yöntemini, insan yeteneklerinin kısmi ve doğal olm ayan bir biçimde kullanılm asına neden olm akla suçlamıştır. Tıpkı nesnenin hiçbir öğeye ayrılm adan (ki ayrılırsa doğrudan algı lanam az) bütün olarak incelenmesi gibi, insan da bütünlüğüy le gözlem eylemine katılmalıdır. N aturphilosophie öğretileri, enerji korunum u gibi değerli birkaç bilimsel hipotezin oluşm a sına esin verse bile, m odern bilim gerçek başarısını, bağım sız Ö teki Peygam berler
n jd o lf steiner
lık, nesnellik, analiz, deney ve yapıları en temel unsurlarına indirgeyebilme yöntemleri ile elde etmiştir. M odern bilim adam ları yanıltıcı olduklarını düşünseler de, aslında Goethe ve Steiner’in ortaya attıkları fikirler ilginçtir. Kendimizi ve diğer insanlar hakkm daki bilgimizi ele alacak olursak, Goethe ve Steiner’in savundukları biçimde gözlem le yerek anlam a yöntemi, gerçekten de tarafsız gözlem ile elde edilemeyecek bilgiler sağlayabilir. Deneysel psikologlar, bilim sel analizler ve özenli deneylerle, insan davranışları hakkında paha biçilmez bilgiler top lasalar da, bunlar aslında insanların günlük yaşantısındaki etkileşimlerinden oldukça kopuk, özel birer örnektir. Bir adam eşine, bir psikolojik araştırm anın ka tılımcısı gibi ‘nesnel’ olarak davranırsa, onu kısa sürede kay bedeceğine kesin gözüyle bakabilir. Günlük, sıradan insan et kileşimlerimizde, diğerlerinin ne düşündüğünü ve ne hissettiği ni anlam ak istiyorsak, kendi kişisel deneyimlerimize dayan m ak zorundayız. Bizimki ile aynı olm asa da ve böylesi bir iç dünyanın varlığını kanıtlayacak herhangi nesnel bir kanıtımız olm asa da, düşüncelerinin, duygularının, isteklerinin, niyetle rinin ve inançlarının olduğu bir iç dünyasının varlığını kabul etmek zorundayız. Yeni biriyle karşılaştığım ızda, bize sunulan ipuçlarına d ayan arak ne düşündüğü, ne hissettiği ve nasıl biri olduğu hakkında, birtakım tahm inlerde bulunuruz. Birini ta nım aya çalışm ak, aslında edindiğim iz bu ilk izlenimleri doğru lam aktır; ancak bu tanışm a yakın ilişkiye dönüşecek olursa, sürprizlerle de karşılaşabiliriz. Fakat çoğum uzun, duyarlılık düzeyleri farklı olsa da, karşım ızdaki kişinin nasıl hissettiği hakkında bize bilgi veren ve sosyal hayatta fazlasıyla yararını gördüğüm üz antenlerimiz vardır. Hepimizin farklı düzeylerde, kendimizi başkasının yerine koym a, onunla özdeşleşm e bece risi vardır. Diğerleri hakkm daki bu öznel tepkiye psikoloji la boratuarında hiç yer olm asa bile, bu aslında biyolojik olarak da uyum sağlam am ıza yaram aktadır. En temel düzeyde, dostu düşm andan ayırm am ızı sağlar. D aha üst düzeylerde ise, karşım ızdakini anlam aya, işbirliğine girmeye, empati kurm aya ve sevmeye olanak tanır. Ö teki Pegam berler
ru d o lf steiner
Eminim ki Goethe ve Steiner, bu görüşe de karşı çıkardı. Onlar, gerçekte sadece insanlar için uygun olan, sezgisel ve öz nel kavrayışı, nesnelere de atfetm ek istemişlerdir. Z oologlar bizi, hayvanlar üzerinde çalışırken onları insani özellikleri açı sından değerlendirmeyelim diye, antropom orfizm e' karşı uya rırlar. Steiner ise çiçekler, hayvanlar, olaylar ve insanlarla öz deşleşm eye girişerek, tüm dünyayı, antropom orfize etmeye ça lışmıştır. G oethe’nin N aturphilosophie öğretisi, bilimsel nes nelliği reddetse de, eğer hayatta olsaydı, Goethe bile Steiner’in bu şaşırtıcı hayallerini asla kabul etmezdi. Steiner, fiziksel gerçekliğin sabırla gözlemlenmesinin, bizi fiziksel görünüm ün altında yatan tinsel gerçekliğe götüreceği ne inanıyordu. Örneğin eğer bir tohum a yeteri kadar uzun sü re bakılırsa, tohum un küçük parlak bir bulut tarafından sar m alanm ış olduğu görülebilir, diye yazmıştır. “ Duyusal-fiziksel olarak bir alev hissedilir. Bu alevin tam ortası da, leylâk çiçe ği rengi gibi görünür.” 14 Bu yolla, her çiçek, eğer doğru göz lemlenirse, kendisine ait sırlar açığa vurabilir. Nesnelerin içini görm e gücüne, m editasyon ile ulaşılabileceği gibi, yoğunlaşm ış düşünce ile de ulaşılabilir. Steiner, m editasyon yaparken, gün lük düşüncelerden sıyrılma ile ilgili faydalı öğütler vermiştir. İnsanlar m editasyon uygulam aları sonunda, onun ulaştığı de neyimlere geçemeseler de, bu öğütlerinden oldukça faydalan mışlardır. Steiner, sakin bir ruh alemine dalarak içsel hayatın gelişiminin nasıl gerçekleşebileceğini anlatmıştır. Bu durum da ki kişi, kendi deneyim ve eylemlerine, sanki bir başkasına ait miş gibi dışarıdan bakm ayı öğrenir. Rajneesh de, dışarıdan bakm ayı savunm uş ve kişinin kendi duygu ve düşünceleri ile özdeşleşm ek yerine, onları dışarıdan bir tanık gibi gözlem le meyi öğrenebileceğini söylemiştir. Steiner’e göre, bu tutum , en önem siz deneyimlerin ya da eylemlerin dahi “ kozmik varlıklar ve kozm ik o lay larla” bağlantısını ortaya çıkarm aktadır.” Meditasyona ve derin düşüncelere dalm aya devam etmek, Ste iner’in yazdığına göre, kişinin etrafını “ tinsel bir ışıkla tama* Insanbiçimcilik (ç.n.)
O ıe k i Peygam berler
n ıd o lf Steiner
men kaplar ve onu daha önceden hiç farkına varılm am ış yeni bir dünyanın içsel olarak gözle görünmeye b aşlad ığı” noktaya getirir. K işi, duygusal algılam a ve “ gözle görülmeyen şeyleri gör me organını” yeterli düzeyde geliştirdikten sonra, ulaşabilece ği tinsel dünyanın sınırlarını saptam ak mümkün değildir. Steiner, önceden beri var olan, ölülerle iletişime girdiğine ilişkin inancına paralel olarak, ölüm den sonra da ruha ne olduğunu bildiğini iddia etmektedir. Ölümden sonra, her bireyin, geçmiş yaşantısı, uzun bir resim dizisi gibi gözünün önüne gelir. Bun dan sonra, acı çekme yoluyla bir çeşit arınm adan geçerek, geç miş hayatında yaşadığı her şeyi tekrar gözden geçirir. Bunun üzerine, tinsel dünya varlıkları, bireyin eski hayatının meyve sini, gelecekteki yeni hayatının çekirdeğine dönüştürürler. Ye niden doğuş, R udolf Steiner’in inancının temel ilkesidir. Bu es ki inanca kendi yorum unu eklediği kitabında, geçmişten gelen hiçbir otoriteye gönderm e yapm az. Diğer gurular gibi, Steiner de biliyordu. Bir m ektubunda şöyle yazmıştır: T in se l k o n u la r h a k k ın d a , d o ğ r u d a n tin se l d en eyim e b a ğ lı o l m a y a n h iç b ir şey sö y le m ey ec e ğ im . B u , benim y o l g ö ste ric i yıld ızım dır. T in se l d en ey im ben im h er tü rlü y a n ılsa m a n ın içini g ö r m e m e o la n a k v e rm iştir.17
O na göre, insan ruhu tekrar tekrar yeniden doğm akta ve her yeniden doğuşa, geçm iş yaşantılardaki davranışlarıyla, o anki kaderini getirmektedir. Kişi, yeni yaşantısında, geçmişte acı vermiş yaralarını sarabilir. Steiner’in zihinsel ve fiziksel özürlü çocuklarla ilgilenmesi, büyük ihtimalle bunların bir sonraki yaşam larında norm al bir bedende dünyaya gelecek ol m aları ve bu hasarlı beyinlerin ve sak at vücutların geçici ola rak onlara ev sahipliği yaptığına ilişkin inancından kaynak lanm aktadır. Steiner, A ntroposofi’yi kurm ak üzere ayrılana kadar, Teosofi Topluluğu’nun üyesiydi. Bu topluluk, 1 8 9 5 ’te M adam Blatvatsky tarafından kurulmuştur. M ad am Blatvatsky, kendi sine H im alayalar’da ikam et eden Ü statlar tarafından özel bil geliğin öğretildiğini ileri sürmüştür. H âlen var olan, Teosofi
Ö teki Pegam berler
ru dolf steiner
Topluluğu, başlangıçta oldukça başarılı olm uş, mucit Thom as Edison ile D arw in’in arkadaşı ve çalışm a ortağı Alfred Russel Wallace gibi düşünürlerin ilgisini çekmiştir. Ancak T eosofi’nin Batı dinleriyle doğu bilgeliğini bütünleştirme girişimleri, Steiner’in inanç sisteminin temeli olan İsa’yı merkezî bir noktaya oturtm uyordu. Steiner, T eosofi’den 1910’da tam am en ayrıl m asına rağm en, B latvatsky’nin bazı inançlarından vazgeçm e miştir. Bunlardan biri, evrenin ak asa adında, içinde kehanetin ve telepatinin gerçekleşebildiği, bir çeşit psişik gökyüzü ile kaplı olduğu ve burada insanlığın tüm tarihini kapsayan ‘Akaşik K ayıtların’ tutulduğuna dair inancıdır. Bu kayıtlara, tinsel kavrayış ile ulaşılabileceği öne sürülmüştür. Steiner’in, Yüce Varlık’ların yaşadığı tinsel bir dünyanın var olduğuna ilişkin inancı, septiklere uçuk ve saçm a gelebilir. Ancak bu, Platon’un, fiziksel dünyanın, içinde mükemmel form ları barındıran İdealar D ünyası’nın bir görüntüsü olduğu düşüncesinden çok da farklı değildir. Jun g da, tıpkı gnostikler gibi, plerom a adını verdiği tinsel bir dünyanın varlığına inanır. Plerom a’nm sözlük anlam ı, “ Tanrı’nın, Kutsal güçlerin ve var lıkların tümünün bulunduğu âlem dir” . Steiner’in inancına gö re, “ Fiziksel duyularla algılanm ayan şekillendirici bir güç dün yasının varlığı, yaşam vermek, hareket etmek ve m addi dün yanın bir form u olm ak suretiyle, daha üst bir bilinçlilik düze yinde hemen kendini gösterm esi ile nesnel olarak algılanabi lir” .'" Steiner, öğrettiği her şeyin, doğrudan kendi kişisel, tinsel deneyiminden çıktığını iddia etse ve kendi tinsel algılarının öz nel olabileceğini hesaba katsa da, düzenli uygulam a ve tam dürüstlükle gerçeğin düşten ayırabileceğini ortaya atm akta hiç duraksam am ıştır. O na göre; S ağ lık lı bir içsel d en ey im sa y e sin d e k işi tin sel ‘ İm g e le m ’in ö z nel bir resim o lm a d ığ ın ı, tin sel g e rç e k liğ in resim b içim in d ek i ifa d e si o ld u ğ u n u bilebilir. A k ıl ve b ed en sa ğ lığ ı y erin d e biri, n a sıl d u y u sa l a lg ısıy la d ü şleri g e rç e k le rd e n a y ırt e d ileb ilirse , tin sel y o lla r la d a b u id ra k g ü c ü n e u la şıla b ilir.11'
Destekleyici kanıtlar olm aksızın bunu onaylam ak zordur
O lekı Peygam berler
n jd o lf steiner
ve sadece Steiner’in tinsel gerçeklik tasvirine ikna olm uş kişi ler bu ifadeye inanabilirler. Steiner bir tür dirimselci görüş de ortaya atm ış ve ölümün ardından fiziksel beden hemen çürümeye başladığına göre, ya şam sırasında bunu durduran güçler olduğunu iddia etmiştir. Bu gücü veya kuralı Eterik beden olarak adlandırm ış ve vücut taki her organın Eterik bir eşdeğeri olduğunu, tinsel algı açı sından bunun fiziksel algıya göre çok daha fazla gerçek oldu ğunu ileri sürmüştür. Fiziksel beden ve Eterik bedenin yanı sı ra, uykudaki bilinçsiz kişiyi uyandırm akla görevli A stral be den dediği üçüncü bir bedenin de olduğunu iddia etmiştir. A st ral beden, Eterik bedene nüfuz ederek bilinci uyandırır. D ör düncü unsur da, Ego ya da Ben’dir. A stral beden, acı ve zevk hissetse de, belleği ve süreklilik hissi yoktur. Uyku sırasında A stral beden ‘Evrenin uyumlu bütünlüğü içine geri döner, uyanıldığında ise bedene, onu bir kez daha kendisinden yoksun bıraktığı zam an yetecek kadar enerji verir.’20 Ego, belleği oldu ğu için, insan varlığının bilinçli kısmıdır. Steiner, insan varlığı nın bu alt bölüm lerine ‘bedenler’ dese de, bunları ‘gizli beden ler’ olarak algılam ak yerine, güç alanları olarak hayal etmek daha kolay olacaktır. Teosofist veya A ntroposofist değilseniz, insan varlığının böyle bölüm lere ayrılm ası size m utlaka çok garip gelecektir. Ancak Freud’un, anatom ik veya fizyolojik olarak varlıkları asla kanıtlanam asa da, Ego, Superego ve İd bölümlemesinin, ruhsal aygıtın özgün m odeli olarak çok yaygın kabul gördüğü unutulmamalıdır. Bunun yanı sıra Steiner, dünyanın evrimi ile ilgili gizli bir bilgisi olduğunu iddia etmiştir. Bu iddiaya göre, “ Dünyamız, geçmişte ara dönem lerinde tinselliğin bulunduğu, üç gezegen evresinden geçmiştir.” 21 Böylece hem canlılar hem de cansızlar, başka bedenlerde yeniden doğarlar. Steiner, şimdiki güneş sis teminin, onu oluşturan kozm ik maddelerin dördüncü kez ye niden d oğuşu ile m eydana geldiğini düşünür. Bundan önceki üç dönem in adları, E sk i Satürn, E ski Güneş ve E ski Ay’dır. Bu konudaki görüşleri şöyledir: ö t e k i Pegam berler
E s k i S a tü r n , tü m g ü n e ş siste m in i k a p sıy o r d u . E s k i S a tü r n , iç içe g e ç m iş y ü k se k ısıd a n o lu şu y o r d u . B u ra d a h iç h a v a y o k tu ve ilk sel k ü re n in için d e b u lu n d u ğ u uzay, d ü zen li sıc a k lık a k ım la r ı ta r a fın d a n d o ld u ru lm u ştu . B u sıca k lık a k ım la r ı, in sa n lığ ın ö n c ü le riy d i. B u z a m a n d ilim in d e , b e d e n i m iz a k ıc ı ısı d a lg a la r ın d a n ib a r e tti.22
Steiner görüşlerine şöyle devam eder: E ski Satürn’den ay rıldıktan sonra, güneş, ay ve dünya, tek bir kütle halindeydi ler. Ay bu kütleden ayrılınca, uyanm a ve uyku arasındaki fark oluşm aya başladı. Ay, gece boyunca ruhsal yaşam ı uyarm ak taydı. Bu arada insanoğlu, ayın, kendisini etkileyen ve kehâ nette bulunabilm esine yardım eden gücünü fark etti. İnsanın eterik bedeni E sk i G üneş dönem inde, astral bedeni de E sk i Ay dönem inde evrimleşmeye başlamıştır. E go’nun evrimleşmesi şu andaki gezegenin yeniden doğuş dönemine denk gelmiştir ki, bu da Dünya dönemidir. Okuyucular, G urdjieff’in daha farklı bir biçimde ifade ettiği, ayla ilgili tuhaf inançları hatır layacaklardır. Steiner’e göre D ünya dönem inin yedi çağı vardır. Bunlar, Polarian, H yperborean, Lem urian, Atlantean, Post-Atlantean, alttnct ve yedinci çağlardır.13 Atlantean çağı, bir sel felâketiyle son bulm uştur ve Vahiy K itab ı’nda anlatılan kıyamet kehânet lerinin önceden bildirdiği gibi, her şeyin her şeye karşı geldiği, nihaî bir sav aş olacaktır. İnsanlık, bu felâketten sonra, sonun da ruhun bedeni ele geçirmeyi başardığı yeni bir çağa girecek tir. B e d en le rin e v rim i ile ru h la rın ev rim i a r a s ın d a k i fa rk ı a n la m a lıyız. Ç a ğ la r için d e , in sa n ru h u k en d in i te k ra r te k r a r b a şk a b e d en le rd e bu lur. B u ruh lar, g ü n ü n b irin d e , en so n P ost-A tla n te a n ç a ğ d a te k r a r d o ğ a c a k in sa n ru h ları a r a s ın d a k i m ü c a d eley i y a ş a y a c a k la r d ır . Bu d en e y im , o n la r için d ers o la c a k ve o n la r ı b e n c illik le rin d en k u r ta r m a y a y a ra y a c a k tır. B u n d a n so n r a in sa n lar, k işilik le rin in o lu m su z y ö n le ri o lm a k sız ın , u ğ ra şıla r ın ın m ey velerin i a la c a k la r ı ve g e lişe c e k le ri yeni b ir ç a ğ a girec e k le rd ir. T ıp k ı E sk i A tla n tis ’te o ld u ğ u g ib i, g ö z le g ö rü le m ey en şey le rin g ö r ü le b ilir h a le g e ld iğ i b ir ç a ğ b a ş la y a c a k tır. B u yen i ç a ğ ın fa r k lılığ ı, in sa n la rın k e n d ilik b ilin çlerin in ö zg ü rle şe c e ğ id ir. O z a m a n , P o st-A tla n te a n ç a ğ ın b u yedi k ü l tü rü n d e n , fiz ik se l d ü n y a d a neleri b a şa r a b ile c e ğ im iz i ö ğ r e n
Öteki Peygam berler
ru dolf steiner
m iş o la c a ğ ız . Bu k e n d ilik -a lg ısı ya d a k en d ilik bilinci sa d e c e fizik sel b ed en d e u y an ab ilir, a n c a k yin e de in san ın te k r a r fiz ik sel b ed en in i b o y u n e ğ d irm e si g e re k m ek te d ir. H e r şeyin her şe ye k a r ş ı s a v a ş m a s ın d a n s o n r a , a rtık fizik sel b e d en lerim izin esiri o lm a d a n , b e d en se l o la r a k y a şa m a y ı b a şa r a b ild iğ im iz bir evrim a şa m a s ın a u la şm ış o la c a ğ ız .21
Steiner, kırka yakın kitap yazmıştır. Bunların tümünü oku muş olsaydım dahi, burada hepsini özetlemem mümkün ola mazdı. Sanırım , asıl ifade etmek istediğim temel noktayı göz ler önüne serebildim. Kuşkusuz, Steiner tinsel bir mesajı olan, karizm atik bir kişiliğe sahip, konuşm acı olarak etkileyici ve iyi niyetli bir guruydu. Steiner, sahip olduğu tinsel algılam a bece risinin, geleneksel tekniklere ve disiplinlere farklı bir boyut k a zandırdığını düşünüyordu. Örneğin, doktorlara ve tıp öğren cilerine tedavi hakkında konferanslar vermiş ve m odern tıbbın temelini oluşturan bilimsel ilkeleri eleştirmeden veya ona kar şı çıkm adan, tinsel bilimin tıbba nasıl uyarlanabileceği konu sunda da kitaplar yazmıştı. Alm anya ve İtalya’daki pek çok doktor hâlen Steiner’in öğretilerini izlemektedir. Günümüzde Steiner’ in tedavi ilkelerinin uygulandığı çok sayıda klinik ve araştırm a merkezi vardır. Steiner ayrıca, tasarımını yaptığı ve Goetheanum adını verdiği ve bir örneği İsviçre’de, D ornach’ta bulunan A ntroposofi M erkezi olan yeni bir m im arî stil de ge liştirmiştir. Bu biçimde adlandırılm ış ilk bina 1 9 1 4 ’te inşa edil miş, ancak 1 9 2 2 ’de yanmıştır. Steiner, bir tane daha tasarlaya cak k adar yaşam ış, ne var ki bina ölümünden ancak üç yıl sonra tam am lanarak açılmıştır. Burası, konferans, seminer sa lonu ve G oethe’nin F au st’un ve Steiner’in yazdığı oyunların da sergilendiği bir tiyatro merkezi olarak günüm üzde de kullanıl maktadır. Steiner’in eğitimle ilgili katkıları oldukça değerlidir. H aya ta veda ettiği 1 9 2 5 ’te, A lm anya’da iki, H ollanda ve İngilte re’de birer Steiner okulu vardı. Şu anda ise, tüm dünyada yak laşık 500 tane okulu vardır. Steiner’in eğitime bakışı, daha ön ce de söz edildiği gibi, geleneksel sınav sonuçları üzerine o d ak lanm adan, bireyin fiziksel ve zihinsel kapasitelerini geliştirme
Ö teki Pegam berler
100
ö ıe k ı Peygam berler
ye dönüktür. Steiner, karm a eğitimin ilk savunucularındandır. Bundan başka, çqcukların birbirleriyle rekabete girmeden, üzerinde çalıştıkları konu ne olursa olsun birlikte çalışm ak için teşvik edilmeleri yolundaki inancını da dile getirmiştir. Steiner’e göre, çocuklar birkaç yıl aynı sınıfta okuyarak, hoş görü ve iş birliği gibi sosyal beceriler öğrenebilecekleri minya tür bir topluluk oluşturabilirler. Steiner’in, sanatın eğitimde önemli bir rol oynam ası gerektiğine ilişkin ısrarı, özellikle çok hoş karşılanmıştır. O na göre, müziğin yanı sıra, resim, oym a cılık gibi el becerileri gerektiren etkinlikler de, geleneksel okul larda olduğu gibi “ fazlalık” olarak algılanm adan, her çocu ğun eğitiminin bir parçası olmalıdır. Steiner’in, beyin hasarlı ve zihinsel özürlü çocukları, tinsel olarak geliştirilebilir bireyler olarak kabulü, onlara bakm akla yüküm lü kişilere yeni bir ümit ve güç vermiştir. The Cam phill yuvaları olarak tanınan özürlüler için bakım evleri, Steiner’in görüşleri üzerine yapılandırılmıştır. Steiner, 1 9 2 4 ’te çiftçiler için bir dizi konferans vermiştir. Bu, onun bir entelektüel olduğunu düşünenleri şaşırtm asına rağm en, Steiner köylü kökenine ait izleri hep taşım ış ve görü ş leri dünya ve evrenin ilginç ilişkilerini temel alsa da, ülke olay ları hakkında her zam an bilgi sahibi olduğunu ve bu konular la ilgili pratik önerileri olduğunu kanıtlamıştır. Çevrenin zara ra uğram ası hakkında günüm üzdeki endişeleri önceden sez miş, doğanın doğal dengesini bozduğuna inanılan ve doğaya zarar veren, kim yasal ve diğer yapay gübreleme seçeneklerini reddetm iş, organik çiftçiliği savunmuştur. Steiner, başkalarına esin veren, insanlara zarardan çok ya rarı dokunan, oldukça idealist ve zeki biriydi. Yine de “ düşün m e” dediği şey, yani sözde duyusal algılam a gücü, hiçbir ka nıtla desteklenmeyen, m odern fizik ve astronom i ile taban ta bana zıt ve neredeyse bilim kurgu sayılabilecek dünya, evren ve kozm ik görüşlere yol açmıştır. Kendisi ile ilgili iddiaları ise hayret vericidir. ‘Tinsel algılam a’ya ilişkin kendi kişisel gücü nün, geleneksel bilimin evren hakkında asla ortaya çıkaram a yacağı gerçekleri sunduğuna ve bu yolla gerçekleştirdiği keşif
ru d o lf Steiner
lerin tıptan tarım a, norm alden özürlü çocukların eğitimine ka dar hayatın her alanına uyarlanabileceğine inancı tam dı. Bu uysal, nazik, iyi kalpli ve zarif adam ın, kişiliğinin bir boyutun da “ bildiğine” dair sarsılm az bir inancı vardı. Guruların ortak özelliği olan bu m utlak kesinlik, onun da takipçileri olm asına sebep olm uş ve onların tinsel bilimine inanm alarına ve öğreti sini yaşam felsefesi olarak kabul etmelerine yol açmıştır. Steiner’in inanç sistemi, kendine özgü ve inanılmaz olm asına k ar şın, insanlık adına yaptıkları dikkate değer ve kalıcıdır.
101
Ö teki Pegam berler
t â l i l/IJI l â v f it im
V. cari gu stav jung
C
ari G ustav Ju n g ’u, günüm üzde hâlen sadece zihinle ilgili bilgi ve anlayışımızı geliştirmesi ve psikoterapiye önemli katkılarda bulunm ası ile saygın bir psikiyatrisi olarak değer lendirenler bulunabilir. Gerçekten de bütün bunları yapm ış ol m akla birlikte, tedavi yöntemi sadece nevrotik belirtilerin iyi leştirilmesi ile sınırlı kalm amıştır. O aynı zam anda dünyevi bir kurtuluş da vaat etmektedir. Ju n g bir doktor olduğu kadar tin sel bir öğretm endir de. Giriş bölüm ünde açıklam aya çalıştığım gurulara has örüntüye pek çok açıdan uygun davranmıştır. Kendisi de, en önemli içgörülerinin, Freud’dan ayrıldıktan sonra yaşadığı uzun süreli psikolojik rahatsızlıktan kaynak landığını doğrulam aktadır. Bu sıkıntılı ruhsal rahatsızlıktan, Birinci D ünya Savaşı sonlarına doğru yeni bir vahiyle çıkm ış tır. D aha sonraki yazılarında, kendisine özel bir içgörü bahşedildiğine inandığı için, peygam ber olduğunu açıkça iddia et miştir. Dediğine göre, orta yaş ya da üzerindeki herkes için iyi leşmek, yaşam a karşı dinsel bir bakış açısı kazanm aya ya da yeniden kazanm aya bağlıdır. Ju n g müritleri olm asını hedefle mese de, 1 9 4 8 ’te C. J. Ju n g Enstitüsü’nü kuran yakın m eslek taşları tarafından etrafı sarılmıştır. Zam anla Avrupa ve Ame rika’nın çeşitli yerlerinde analistlerin yetiştirildiği ve Jun g ö ğ retilerinin yayıldığı merkezler kurulm aya başlanmıştır. Ju n g aslında bir bilim adam ı olduğunu iddia ediyor ve böyle kabul edilmeyi istiyordu. 1 9 3 5 ’te R udolf Steiner ile ilgi li görüşünü soran bir bayana yazdığı mektupta şöyle der: B en de R u d o lf S te in e r’ın k ita p la r ın d a n b irk a ç tan e sin i o k u d u m . A n c a k itir a f etm eliy im k i, b u n la rın için de y a r a r la n a b i le ceğ im en u fa c ık b ir şey d ah i b u la m a d ım . B en im b ir p e y g a m b er d e ğ il, b ir a r a ş tır m a c ı o ld u ğ u m u a n la m a lısın ız . B en im için ö n em li o la n , d en eyle k a n ıtla n a n şeylerdir. K an ıtı o lm a y a n bir d en ey üzerin e tah m in y ü rü tm e k le k e sin lik le ilg ile n m iy o ru m .1
Ancak tıpkı R ud olf Steiner’ın görüşleri gibi, Ju n g ’un da pek çok görüşü, tam am en kendi öznel deneyimine dayan m ak ta ve nesnel olarak kanıtlanam am aktadır.
O le k ı Pegam berler
cart g u s ta v j u n g
104
O le kı Peygam berler
Junu, Freud’la karşılaşm adan öncede seçkin bir psikiyat risin. Brücke laboratuvarını terkettikten sonra, sözcük çağrı şımı üzerinde yaptığı deneylerle, Freud’dan daha ‘bilim sel’ so nuçlara ulaşmıştır. M atem atikten hiç anlam am akla birlikte, m odern fiziğe ilgi duyan Ju n g, olasılıkla tıp eğitimi sayesinde, bilimsel kanıtın zorunluluğunu fark etmiştir. Yine de, Ju n g ’un psikoz veya nevrozun bilimsel nesnellikle iyileştirilebileceğini düşündüğünü hiç sanm ıyorum . K rafft-E bin g’in Psikiyatri D ers K itab ı’nda, psikiyatri ders kitaplarının bile öznellikten kurtulam am ış oldukları ve bu alanda kanıtlanmış çok az şey bulunduğu yazılıdır. Ju n g, işte böylesine ihmal edilmiş ve de ğersiz görülm üş psikiyatriye el atmıştır. Bir bilim adam ı ola rak, bu olum suzlukların onu uzaklaştırm ası beklenir ve cerrah ya da iç hastalıkları uzmanı olm a seçenekleri dururken, Jung kendi kişiliğini kullanarak, zihinsel hastalıkları anlam ak ve te davi etmek için tıbbın bu alanı ile ilgilenmiştir. Yirmi bir ya şındayken, Z ofingia öğrenci birliğine “ Pozitif Bilimin Sınırla rı” hakkında verdiği bir konferansta, rasyonel, bilimsel iddi aların eleştirel bir gözle incelenmesinin insanı, sonuçta tinsel veya m etafizik bir dünyaya götüreceği düşüncesini ifade et miştir.2 Bir öğrenci, insanlığa babalık etmiştir. Ju n g, bir psikoterapist olarak, ilgilendiği insan sorunları nın bir fizik problem i gibi anlaşılıp ele alınabileceğine hiçbir zam an inanmamıştır. Bu aslında oldukça mantıklıdır. Deney sel psikologların nesnel tutum ları ile bizim günlük, sosyal ha yattaki etkileşimlerimizin farklılığına daha önce de değinm iş tim .' İnsan ilişkileri, temelde kişisel tahminlerimize ve empati kurabilm e yeteneğimize bağlıdır. Sadece davranışlara bakarak, ne kendimizi ne de başkalarını anlayabiliriz. Freud hastalarını divana yatırıp, onları görüş alanının dışında tutm aya özen gösterse de, Ju n g hastalarıyla yüz yüze oturm ayı tercih ederek, onlarla daha insani ve günlük ilişkiler kurmuştur. Ju n g, geçmişine ve yetiştirilme biçimine dayanan nedenler den ötürü, gurulara benzer özellikler ortaya koymuştur. İleri de guru olabilecek kişilerin, genellikle oldukça yalnız bir ço cukluk geçirmiş oldukları iddiasına daha öncede de değinm iş
tim. Bu özellik, Ju n g için gerçekten de doğrudur. 1884’te bir kız kardeşi dünyaya gelmesine rağm en Jung, dokuz yaşm a ka dar tek çocuk olarak büyümüştür. O tobiyografisinde, hep yal nız başına oyun oynadığını ve oynarken seyredilmekten ya da oyunun engellenmesinden oldukça rahatsız olduğunu yazm ış tır. Nachrichten'm yazarı ve İsviçre Ulusal M eclis üyesi BazeFli Albert Oeri, küçükken ailesi tarafından, Ju n g’ların evine bir likte oynasınlar diye götürülm üştür. Küçük C arl’ın kendisiyle hiç ilgilenmemesi ve oyununa devam etmesi, A lbert’ı hayal kı rıklığına uğratır. Etrafında sürekli çocukların olduğu, kalab a lık bir ortam da büyüm üş Oeri, böylesi asosyal bir yaratıkla daha önce hiç karşılaşm adığını anlatır. 4 Ju n g, sonunda oyun arkadaşları bulduğu için okulu sevdi ğini yazm asına karşın, okuldaki arkadaşlarına uyum sağlam a çabalarının, kendini benliğinden uzaklaştırdığını da ekler. Bü tün yaşam ı boyunca yalnız kalm ayı sürdüren Jun g, sadece yal nız kaldığında tam am en kendisi gibi hissetmiştir. Zürih Gölü yakınlarında, Bollingen’deki yazlık evinde yaptırdığı kuledeki ‘dinleme o d a sı’nın anahtarı sadece kendisinde vardı. O tobi yografisinin son bölüm ünde şöyle yazmıştır: Ç o c u k k e n k e n d im i y a ln ız h isse d iy o rd u m , h â lâ d a ö yley im . Ç ü n k ü , b a şk a la rın ın h içb ir şey b ilm e d iği k o n u la r h a k k ın d a , ben im bile b ilm ek iste m e d iğ im , b ir ç o k şey b iliy o r ve se z iy o ru m .'
Ju n g ’ un guru olm asında etkili olan, geçmişi ile ilgili bir başka etken de dinî altyapısıdır. Babası İsviçre Protestan Kilisesi’nde p ap az olan Ju n g ’un iki am cası da papazdı. Ayrıca an nesi de bir teologun kızıydı ve ailesinden beş kişi daha kilise de görevliydi. Ju n g evindeki havayı bunaltıcı buluyor ve kü çük yaşlardan itibaren geleneksel H ıristiyanlığa karşı gelme eğilimi gösteriyordu. O tobiyografisinde, yaklaşık üç-dört yaş larındayken görm üş olduğunu hatırladığı ilk rüyasını ak tar maktadır. R üyasında, içinde altın bir tahtın üzerinde 4,5 m et relik devasa bir fallusun bulunduğu, bir yeraltı odası keşfeder. Bu rüya bütün gençliği boyunca Ju n g ’a dadanır ve ona yakın dan tanıdığı İsa Peygam ber’den daha farklı, gizli bir tanrının
Ö teki Pegam berler
carl g u s ta v ju n g
varlığını işaret eder. On bir-on iki yaşlarındayken, kendisine oldukça şaşırtıcı geldiği için, başta tam am lam ayı reddettiği bir fantezisi vardır. Anlam adığı bir nedenden dolayı, Tanrı’nın bu fanteziyi aklına düşürdüğüne kuvvetle inanm aya başladığın da, yarım kalm ış fantezisini tamamlar. Ju n g ’un otobiyografisi ni okuyan herkes, Tanrı’nın Bazel Katedrali üzerindeki bir tahta oturm uş, katedralin çatısını parçalayacak büyüklükte bir pislik fırlattığı imgelemini de hatırlayacaktır. Bu imgelem le birlikte Ju n g, geleneksel Hıristiyanlığın iddia ettiği “ Tanrı nın sevgi dolu old u ğu ” düşüncesini sorgulam aya başlamıştır. Belki de, Tanrının da kötü yönleri vardır. Ju n g ’un m uh afaza kâr babası, doğuştan yetenekli oğluyla din konularında tartış m aya girmeyi reddeder ve ona çok fazla düşündüğünü söyler di. 1 8 9 6 ’ya kadar, yani Ju n g ergenliğe ulaşana kadar yaşayan babası Papaz Paul Achilles Ju n g ’a göre, insan düşünmemeli sadece inanmalıdır. Ju n g, gençlik çağının sonuna doğru, yetiştirilmiş olduğu dini inancı terk eder. Ç ok okum a alışkanlığı olan Ju n g ’u özel likle etkileyenler arasında, Schopenhauer ve hatta ondan da öte Nietzsche vardır. Ancak güçlü dini bir atm osferde yetişmiş herkes gibi, hem Nietzsche hem de Ju n g inançsız yaşam anın çok zor olduğunu görmüşlerdir. Ju n g ’un bu dönemi izleyen tüm yapıtları, kaybettiği dini inancının yerine bir şeyler koy ma çabası olarak değerlendirilebilir. Ju n g da, Freud gibi kişisel özelliklerini ortaya koym aktan hiç hoşlanm azdı. O tobiyografisi, başkalarıyla ilişkilerine iliş kin pek az şeyden bahseder. Örneğin eşinden neredeyse hiç söz edilmez. Ju n g, yaşam ı boyunca yalnız biri olarak kalm ayı sür dürmüştür. Freud’un analizinin ideal son noktası olgun cinsel bir ilişki geliştirebilmeyi hedeflerken; Ju n g ’un analitik psikloji kuram ı, ruhsal aygıtın farklı güçleri arasında denge ve bütün lüğe ulaşabilm eyi hedeflemekte ve bu hedefe ulaşm ak için de herhangi bir kişisel ilişkiye yer vermemektedir. Bu bakış açısı, olgun insan ilişkilerinin, gerçek mutluluğun tek kaynağı oldu ğunu savunan güncel psikoloji bilimi ile çatışm aktadır. Ju n g ’un yaratıcı hastalığı hem uzun hem de ciddiydi. Bu
hastalık dönem i 1913 yılında başlam ış ve Birinci Dünya S ava şı boyunca da sürm üştü. Jun g bu dönem de ‘psikoz tehdidi al tında’ olduğuna karar vermiştir. Bence hastalığı tehdit etmek ten çok daha ötededir. Ju n g ’ un, geçmişte yaşadığı bazı dene yimlerle önceden sinyaller veren, psikotik bir atak geçirdiğini düşünüyorum . Ç oğu zam an olduğu gibi, hastalık onda da ya şam ının sonuna kadar taşıyacağı izler bırakmıştır. Ju n g ’un anne ve babasının mutlu bir evlilikleri yoktu. An nesi, Ju n g üç yaşlarındayken, birkaç aylığına hastaneye kaldı rılmasını gerektiren bir çeşit bunalım geçirmişti. Ju n g ’un ço cukluğu ile ilgili hatırladıkları arasında, anne ve babasının ay rı odalard a yattıkları ve onun babasıyla aynı yatak odasını paylaştığı vardır. A n n em in o d a s ın ın k a p ıs ın d a n ü rk ü tü cü g ü ç le r g e liy o rd u . A n n em , g e c ele ri, g a r ip ve g ize m liy d i. B ir gece, k a p ısın d a n , b aşı g ö v d e sin d e n k o p u k , b a şı b e d en in ö n ü n d e ay g ib i g id e n , h a fif çe p a r la k , b e lirsiz b ir k işi g ö r d ü m . K o p u k y erden h em en bir tan e d a h a b a ş ç ık ıy o r ve o d a g ö v d e d e n a y rılıy o rd u . B u sü reç y a k la şık a ltı, yed i d e fa te k r a r la d ı. N e sn e le rin b ir k ü ç ü k , bir b ü y ü k o ld u ğ u , ç o k sık ın tılı rü y a la rım v a rd ı. Ö rn e ğ in , u zak m e sa fe d e k ü ç ü c ü k b ir to p g ö r ü y o r d u m , fa k a t bu to p y a k la ş tık ç a , d e v a sa ve b o ğ u c u b ü y ü k lü k te k i bir to p a d ö n ü şü y o r d u . Y a d a , ü stü n d e k u şla rın tü n ed iğ i t e lg ra f telleri g ö rü y o r d u m , k o r k u m d a n u y a n a n a k a d a r bu teller k a lın la şıy o r d u .4
Bu görsel halüsinasyon ve çarpıtm alar, şizofrenler tarafın dan ifade edilenlere çok benzemektedir. Elizabeth F arr’m ya şadığı şizofreni atağı ile ilgili müthiş açıklam alarını kaleme alan M ing T. T suang’ın Şizofreni: Gerçekler (Schizophrenia: The Facts) kitabında da, çeşitli görsel çarpıtm alara yer veril miştir. Örneğin mesafeler, perspektifin bozulm asıyla, kafa k a rıştıracak biçimde değişiyor gibi görünmektedir. Diz k ap ak la rı, çok büyüm üş gibi görünüyor, sonra tekrar küçülüyordu, ya da ayaklarını o kadar uzakta görüyordu ki, bacaklarının uza dığını düşünüyordu. Bazen, sanki odanın kendisi nefes alıyor m uşçasına, duvarların genişleyip, büzüldüğünü hissediyordu." Yukarıda söz edilen deneyimlere ek olarak, bir de kişinin ol dukça yalnız, kırılgan ve aşırı hassas biri olduğunu öğrenen
O tekı Pegam berler
her psikiyatrist, J u n g ’un gelecekte, şizofren olmak için güçlü bir aday olduğunu düşünebilir. Hem çocuk doktoru hem de analisti olan D. W. Winnicott, Ju n g ’un otobiyografisini Ulus lararası Psikoanaliz D ergisin d e gözden geçirmiş ve Ju n g ’un çocukluk şizofrenisi profili çizerek sonradan iyileşmiş bir ço cuk psikozu vakası olduğunu iddia etmiştir.9 J u n g ’un, ‘yaratıcı hastalığı’ ya da ‘orta yaş krizi’, kendi ifa desine göre, Freud’dan ayrılmasının ardından yaşadığı ‘belir sizlik döneminin’ verdiği üzüntüyle başlamıştır. Freud’la en son, 7-8 Eylül 1 9 1 3 ’te, M ünih’te düzenlenen, Dördüncü Ulus lararası Psikanaliz Kongresi’ nde karşılaşmıştır. Ju ng belirsizlik dönemini, ‘baskı hissi veren’, kendi içinden gelen bir şeyin ‘sanki havada bir şey varmışçasına, içinden dışarı taşması’ di ye dile getirmiştir. “ Gökyüzü, bana olduğundan da koyu g ö rünmeye başladı. Baskı hissi sanki, sadece psişik bir durum dan değil de, somut gerçeklikten kaynaklanmaktaydı” diye bu durumu açıklamıştır. Bu noktada Jung, psikozun bir özelliği olan, iç ve dış dünyayı karıştırmaya başlamıştır. Kendi içinde ki karışıklığı, dış dünyadaki bir bozukluğa bağlamıştır. Jung, Ekim 1 9 1 3 ’te de, ‘dayanılmaz bir imgelemle parçalandığını’ belirterek, bu imgelemi şöyle aktarmıştır: K u ze y D en izi ile A lp le r a ra s ın d a k a la n bü tü n b ö lg e y i s u la r a l tın d a b ır a k a n k o r k u n ç b ir sel g ö r d ü m . Sel, İsv içre ’ ye u la ştı ğ ın d a , d a ğ la r ın ü lk eyi k o r u m a k için g ittik ç e b ü y ü d ü ğ ü n ü g ö r d ü m . K o r k u n ç b ir fe la k etin y a k la şm a k ta o ld u ğ u n u a n la d ım . Y ü c e s a r ı d a lg a la rın için d e, u y g arlığ ın m o lo z la rın ı ve b in lerce b o ğ u lm u ş cese d in y ü zd ü ğ ü n ü g ö r d ü m . S o n r a tü m d en iz, k a n a b ü rü n d ü . Bu im gelem y a k la şık bir s a a t k a d a r s ü r d ü ."'
İmgelem bir hafta sonra, daha kanlı bir biçimde tekrarlan dı. 1 9 1 4 ’ün başlarında, Jung, yeni bir buzul çağının, yaşayan tüm canlıları öldüreceği rüyasını yineleyici bir biçimde görme ye başladı. Dünya felaketlerine ilişkin bu tür rüyalar, şizofreni ataklarının habercisidir. Ju n g ’un psikiyatri kariyerine başladı ğı Burghölzli hastanesinin başhekimi Eugen Bleuler, şizofreni ders kitabında, “ Hastalık başlam adan hemen önce, hastalar genellikle, tam uyanacaklarına yakın kendilerine musallat O tekı Peygam berler
carl g u sta v ju n g
olan rahatsız edici rüyalardan yakınırlar.” diye yazmıştır." Ancak Jung, üstünün verdiği bu bilgiyi görmezlikten gel meyi seçmiş ve imgelem ve rüyalarını, birkaç ay sonra patla yan Birinci Dünya Savaşı’nı önceden haber verdiğini düşündü ğü için, peygamberce diye yorumlamıştır. Bu yorum, Ju n g ’un kendisini psikotik bir rahatsızlık geçirmediğine inandırmış ol sa bile, mutlaka olayları önceden bildiğine ilişkin bir inancının olması şarttır. Ayrıca, başkalarına bahşedilmeyen özel bir içgörüye sahip olduğunu hem Ju n g hem de meslektaşlarının sor gusuz sualsiz kabul etmesi de, Ju n g ’un narsisizminin bir örne ğidir. J u n g ’un başkalarının bilmediği şeyleri bildiğine ilişkin yorumunu daha önce aktarmıştım. Jung, kendisine gelecekle ilgili içgörü kazandıran yüce güçlerin kanalı olduğuna inanı yor görünmektedir. Çocuklukta, eşit şartlarda arkadaşlık ku ramamış kişilerin, kendilerini sürüden ayrı tutan ve ‘özel’ ol duklarına ait düşlemleri vardır. Ju ng yaşıtlarından daha yete nekli ve daha fazla okuyan biri olarak bunu fark etmiş olabi lir, ancak kendisinin seçilmiş bir kanal olduğuna inancı, nere deyse bir büyüklük sanrısıdır. J u n g ’un hastalığı hemen hemen Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Hastalığının yoğunluğu o kadar ile ri dereceydi ki, eşi, Ju n g ’u sakinleştirebilen tek kişi olan Ju n g ’un otuz yıllık metresi Toni Wolf’un evlerinin bir üyesi ol masına izin vermiştir. Jung hastalığını, bilinçdışıyla gönüllü olarak yüzleşmek ve bilimsel bir deney diye tanımlar. Sonra da bu ifadeyi, kendisi üzerinde yapılandırılmış bir deney olduğu yönünde değiştirir. “ Bir psikiyatrisi olarak, benim için kara mizah sayılabilecek şey, yaşadığım deneyimin her aşamasında, aynı psikozda rastlanan ve delilerde görülen ruhsal durum ile karşı karşıya kalmamdır.” '2 diye yazmıştır. Bunu daha basit ve açık söylemek gerekirse, Ju n g ’un karısı ve metresinin sabırlı desteğine ihtiyaç duyduğu, psikotik bir atak geçirdiği kesindir. R. D. L aing’in psikozun, daha üstün bir bilgeliğe ulaşmanın yolu olduğu görüşüne katılmadığımı daha önce de belirtmeme rağmen, hastaların değişime uğradığı ve belki de zenginleşerek atlattıkları, bir çeşit akut psikotik atak vakasının varlığını k a
109
ö te k i Pegam berler
bul ediyorum. Bu olaylar zincirinin, özellikle de gurularda or tak olduğu göze çarpmaktadır. Çünkü, onları zenginleştiren vahiy, öğretilerinin temelini oluşturmaktadır. Jung kesinlikle halüsinasyonlar görmüş, depersonalizasyon atakları yaşamış tır. Üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bu dönemde bilimsel yayınları okuyup takip edemediğini fark etmiştir. Bu süre zar fında çok az şey yazmıştır. Bir ara, evinin ölü ruhlarla dolup taştığını hissetmiştir. “ O andan itibaren ölüler, bana Cevapsız Kalm ış, Çözülm em iş ve G ünahları Affedilmem işler olarak, her zamankinden daha fazla anlaşılır hale geldiler.” 1' diye ifade et miştir. Bu duruma tepki olarak, Septem Sermones ad Mortous’u yazmıştır. John Kerr yazıyı, “ Gnostik terminoloji ile B öy le Buyurdu Z erdüşt’ün tamamen grandiyöz, hatta paranoyak bir sistemle birleştirilmesinden doğan ve kendi haklılığının çığlıklarını atan, kasti olarak anlaşılmaz bir metin” olarak tanımlar.M Bu olağanüstü yazı için, Ju n g ’un Nietzsche’den çok Schopenhauer’e borçlu olduğunu ve metnin anlaşılmazlığı su götürmez olsa da, Kerr’in yargısının gereğinden fazla sert ol duğunu düşünüyorum. Jung, bundan sonraki eserlerinin tümünün temelinde bu uzun ve rahatsız edici dönemin olduğunu söyleyerek “ Kendi içsel imajlarımın peşinde olduğum yıllar, hayatımın en önemli yıllarıdır. Bu süreçte önemli olan her şey hakkında bir karara vardım.” 15 diye açıklamıştır. Tam hastalığına yenilmek üzerey ken, hastalığı ile p ari p assu giden zihnindeki parçalanmanın kendisine gösterdiği, bu deneyimden bir anlam çıkarmasının gerektiği ve yeni bir bütünlük oluşturma uğraşısının, bir iyileş me süreci olduğudur. John Kerr’in de ifade ettiği gibi Jung “ parçalanmasını aşırı bir hassasiyetle gözlemlemeyi başarmış ve bu gözlemin kendisi bir terapi yöntemi yerine geçmiştir.” 16 J u n g ’un rahatsızlığı ve ardından aydınlanması, karmaşanın verdiği rahatsızlığı takip eden yeni bir düzenin getirdiği huzu run olağanüstü bir örneğidir. 1 8 9 8 ’e kadar gerilere giden bir zaman diliminde17 Jung, Nietzsche’nin Z erdüşt’ünden şu alın * Başa baş (ç.n.)
Otekı Peygam berler
tıyı yapar, “ Bence, herkes, sonunda dans eden bir yıldız doğu racağı bir kaos yaşamalıdır.” '* Bundan yirmi yıl sonra, Ju n g ’un yaşadığı tam da budur. Yeni bir bütünlüğe doğru yap tığı bu yolculuğu, Schopenhauer’in principium individuatiotıis’ düşüncesinin önemli yer tuttuğu yazılarından esinlene rek, “ bireyleşme süreci” olarak adlandırmıştır. Keşfettiği şey, bilinçli ego, tehdit altında ve çaresiz olsa bi le, kendini düşlerde, fantezilerle ve bilindışının diğer yollarıy la ortaya koyan, iç sesi dinlemenin ve ona güvenmeyi öğren menin mümkün olduğudur. Ju n g ’un en başarılı fikirlerinden biri de, insan ruhunun kendi kendini ayarlayabilir olmasıdır. Tıp eğitimi ona, insan fizyolojisinde eğer bir tarafa doğru faz la eğilim olursa, bunun tam zıddı yönünde bir salınmayı sağ layan, bir kontrol ve denge sistemi olduğunu öğretmiştir. Bu homeostatik mekanizma, negatif geribildirimle çalışır. Örne ğin, kan şekerindeki dalgalanma, merkezi kontrol birimine bildirilir. Bu bilgi de normal dengeyi bulmasını sağlayacak bi çimde, vücuttaki bu dalgalanmayı telafi edici değişiklik hare ketlerini başlatır. Jung, ruhsal rahatsızlıklarda da benzer bir mekanizmanın işlediğini ileri sürmüştür. Nevrotik (ya da bazı örneklerde psikotik) olan birey, belki de entelektüel kibrinden, aşırı dışadönük ya da içedönük oluşundan ve belki de başka biri tarafından aşırı yönlendirilmiş ve etkilenmiş olmasından dolayı gelişim yolundan sapmıştır. Ju n g ’a göre, insan fizyolo jisini kontrol eden bir merkez olduğu gibi, bireyin ruhunu kontrol eden bir merkez de vardır. Bu iki kontrol sistemine de, bilinçli irade gücü ile ulaşmak mümkün değildir. Ancak tıpkı bedenin bir bilgeliği olduğu gibi, ruhun da bir bilgeliği vardır. Klinik çalışmalarda da kendini doğrulayan bu fikir, gayet mantıklı görünmektedir. Psikiyatristlerin gördükleri hastalara da bu durum uyarlanabilir. Örneğin, hayatı yaşamaya değer kılacak her şeyi ihmal edecek kadar fazla çalışan, hırslı bir iş adamı, genellikle orta yaşlarında ağır bir depresyona girer. Bu ruhsal yapının kendini ayarlama çabası olarak yorumlanabilir. * Bütünlük ilkesi (ç.n.)
O ıe k i Pegam berler
Kişi hnsiulıgı nedeniyle yavaşlamak ve değerlerini tekrar göz den getirmek zorunda kalır. Ancak, Jung için, psikolojik ola rak kendini ayarlama görüşünü formüle etmenin, benim işin aslını yukarıdaki gibi sunmamdan daha farklı bir anlamı var dır. Ju n g ’un sorunlarından biri de, dini inancını kaybetmiş ol masıdır. Hastalığı sırasında kendisinin bilinçli isteğinden ba ğımsız olarak, bir şey tarafından yönlendirilmeye ihtiyacı ol duğunu keşfetmiştir. Bu acaba Tanrının psikolojik dengi -yani ‘dışarıdaki Tanrı’ yerine, bir çeşit ‘kendi içindeki’ Tanrı olabi lir miydi? Eğer durum bu ise, Ju n g kendi inanç kaybına bir cevap bulduğunu rahatlıkla iddia edebilirdi; hem iyileştirici bir süreç hem de dinin yerine konacak psikolojik bir yedek olarak. D a ha önce de ifade edildiği gibi, bireyleşme süreci, “ bir inanca bağlı kalmadan, cenneti değil de, kişisel bütünlüğü ve tamlığı hedefleyen bir çeşit Pilgrim’s Progress19* olarak tanımlanabilir. Jung, 1 9 1 0 ’da Freud’a yazdığı bir mektupta, K n ap p ’in kı saca I.F. olarak bilinen Uluslararası Etik ve Kültür Birliği isim li yeni bir topluluğa katılma olasılığından söz etmiştir. D in in yerin e sa d e c e yine d in geçebilir. A c a b a I.F. şa n s e se ri yeni b ir k u r ta rıc ı o la b ilir m i? D e ste k a la b ile c e ğ im iz n asıl b ir m it s u n m a k ta d ır ? Y aln ızc a a k ıllı o la n lar, en telek tü el d a y a n a k la r ın d a n d o la y ı a h lâ k ç ıd ır la r; g e rid e k a la n h e rk esin , m itin s o n s u z g e rç e k liğ in e ih tiy acı v ard ır. Bu ç a ğ r ışım la r d a n d a a n la y a b ile c e ğ in iz g ib i, so ru n beni k a y ıtsız ve ilg isiz b ırak m ıy o r. C in se l ö zg ü rlü ğ ü n a h lâ k i s o r u n u , g e rç e k ten d e b ü y ü k tü r ve tü m so y lu ru h la rın ç e k tiğ i c e fa yı h a k etm e k ted ir. 2 0 0 0 yıllık H ıristiy a n lığ ın yerin i sa d e ce o n a e şd e ğ e r b ir şey a la b ilir.“
Bu mektupta, geleneksel Hıristiyanlığı terk etmenin onda ne kadar yıkıcı etkiler bıraktığı kolaylıkla görülebilir. Jung, Burghölzli’de, Freud’la tanışmasından yaklaşık yedi yıl önce, 1 9 0 0 ’de psikiyatrisi olmuş ve en başından beri, daima Freud’un fikirlerini eleştirmiştir. Ancak, asistanı A. A. Brill’in bil dirdiğine göre, “Jung, o sıralarda Freud akımının en coşkulu * Hac Yolculuğu; Ingiliz vaiz ve yazar John Bün yan 'ın (1628-1688), dindar bir Hıris tiyan'ın kutsal topraklara yolculuğunu anlattığı alegorik masal (ç.n.)
O le kı Peygam berler
destekçilerindendi.” 21 Belki de tıpkı geleneksel Hıristiyanlık gi bi, Freud tarzı psikanaliz de Ju ng için sönen ışıklardan, terkedilmesi gereken inançlardan biri olmuş, onu hem yoksun hem de yönsüz bırakmıştır. Freud’tan ayrılışından sonra, Jung, bir psikotik hastalık geçirmek pahasına da olsa kendi mitini ya ratm ak zorunda kalmıştır. Jung, dünyaca tanınmış bir kimlikle gündeme geldiğinde, yalnızca belirli bir hasta türünde uzman olduğunu ilan etmiş tir. Bu hastaları, nevrotik olarak tanımlamak yerine, yaşamla rını anlamsız ve amaçsız bulan kişiler olarak tanımlamıştır. Bunların çoğu başarılı, yetenekli, görüldüğü kadarıyla da sos yal hayata oldukça iyi uyum gösteren orta yaş grubundan in sanlardır. Buna rağmen inanacakları ne dini inançları ne mit leri hatta ne de bir sanrı sistemleri vardır. Jung böyle kişileri, belli bir hedefe doğru gitmelerini sağlayabilecek her türlü du yularını yitirmiş oldukları için ‘takılmış’ diye tanımlar. Bu gi bi insanlar, dini inanç sisteminin kendilerine sağlayabileceği inanç, ümit, sevgi ve anlama gibi duygulardan yoksundular. Jung bunların, insan uğraşının en büyük dört başarısı olarak kabul edildiğini, aynı zamanda öğretilemeyen ve öğrenileme yen şeyler olarak, ancak deneyimle elde edilebilecek ‘zarif ye tenekler’ olduklarını iddia eder.22 Ju ng bu durumu şöyle ifade etmektedir: H a sta la r ım a ra s ın d a y a şa m la rın ın ikinci y a rısın ı y a ş a y a n la r d a n -yan i o tu z b eş y a ş ü zerin d e o la n lar- hem en h e p si nin so ru n la r ın ın k ö k en in d e y a ş a m la rın d a d in i b ir b a k ış açısı b u la m a m a la r ı v ard ır. H e p sin in d e h a sta la n m a la r ın ın n ed e n i nin d in lerin in a n a n la ra su n d u k la r ı şey d e n y o k su n k a lm a la rı o ld u ğ u n u sö y le m ek d o ğ r u o la c ak tır. H iç b iri dini b a k ış a ç ıla rını te k r a r k a z a n m a d a n g e rçe k ten iyileşm em işleridir. B u dini b a k ış a ç ısın ın elb ette, h içb ir in an çla ya d a b ir k ilisen in üyesi o lm a k la ilg isi y o k tu r.21
J u n g ’un kendi sorunlarını bu hastalara atfettiği düşünüle bilir. Ancak birçok psikiyatrist, klasik anlamda psikiyatrik hasta tanısı almayacak olmalarına rağmen, çaresiz bir biçim de hayatın anlamının arayışında olan insanlarla karşılamıştır. Aslında bu tarz insanlar genellikle, Ju n g ’dan çok daha az g ü
O tekı Pegam berler
cari g u sta v ju n g
114
venilirliği olan gurulara sığınmışlardır. Jung, kendi kişisel aydınlanma deneyiminin yukarıdaki va kalara uyduğunu düşünmekte, ancak bireyleşme dediği tinsel yolculuğun herkes tarafından üstlenilmesi gerektiğine inanma maktadır. Mesajının sadece hayatının ikinci yarısında olanlar için uygun olduğunu ve daha gençlerin Freud veya Adler’in analizlerine daha uygun olduğunu düşündüğünü ifade etmiş tir. Ju n g ’ un kendi çalışmalarını değerlendirmesi çelişkilidir. Bir yandan, bilimsel olduğunu iddia ederek herkes tarafından doğrulabileceğini ileri sürerken, diğer yandan da çalışmalarını kişisel bir itiraf olarak tanımlamaktadır. Geçerli bir görüş olarak, Ju n g ’un diğer gurulardan farklı olmasının nedenleri arasında, ileri sürdüğü görüşlerini başka larına empoze etmeye çalışmaması ve uzun yıllar, kendi fikir lerini yaymak için kuruluşların oluşumuna direnmesi sayılabi lir. Bununla birlikte, Ju n g Mezhebi (The Jung Cult) kitabında Richard Noll, yakın zamanlarda elde edilmiş, anlaşıldığı ka darıyla da, ilk Jung derneği olan Zürih’teki Psikoloji Kulübü’nün açılışında Ju n g ’ un yaptığı konuşmayı içeren bir metin yayımlamıştır. N o ll’un iddiasına göre bu konuşmayla Jung, kendisinin adını verdiği gibi, sadece bireyleşme yolculuğundan geçmiş, birkaç kişinin yer aldığı ‘gizli bir kilisenin’, bir dünya dini olana kadar gelişmesi için tasarlanmış bir kurumu hizme te açmaktadır. Bu savdan şüphe duyuyorum. Ju n g ’un özgün lüğü ve karizması dikkate alındığında, onun bilinçdışı görüş lerini kabul etmiş, Ju n g ya da yakın meslektaşları tarafından analizden geçmiş ve temel odağını Ju n g ’un görüşlerinin oluş turacağı bir topluluk meydana getirmek istemiş insanların, za ten onun etrafında toplanmama olasılığının çok düşük oldu ğunu düşünüyorum. Ancak bu, N o ll’un ileri sürdüğü gibi, Ju n g ’un yeni bir cemaat yaratm ak ya da bireyleşmeyi başar mış bir grup seçkin kişi tarafından başlatılan dünya çapında bir akım oluşturmak istediği anlamına gelmemektedir. N o ll’a göre, T o p lu m u m u z d a y ü z bin lerce k işi d eğ ilse d e o n bin lerce k işi için J u n g ve o n u n fik irle ri, y a g e len e k se l Y ah u d i-H ıristi-
O tekı Peygam berler
yan d in in e k a tılım la rın ın yerin e g e ç ere k ya d a bu in an ca eşlik e d e rek , k işise l d in in tem elin i o lu ştu rm u ştu r. Ö z ellik le de bu ikin ci tip te o la n lar, h içb ir k ilise ya d a s in a g o g d a b ö y le b ir d e n eyim y a ş a y a m a y a c a k la r ı için, u z m a n a n a lis t sın ıfı say esin d e y a ş a d ık la r ı J u n g tarz ı d en ey im ile g ize m in ve in san ak lın ı a şa n şey lerin d o ğ ru d a n d en eyim in i y a ş a m a ü m id in i taşırlar.2'
Noll, Ju ng hayranlarının sayısını fazla abartır. Dünyada hiçbir zaman fazla sayıda ‘Ju n g ’ hayranı olmamıştır, hele bu ‘Freud’ hayranlarını asla aşmamıştır. Bundan da öte, N o ll’un verdiği izlenime göre, Jung taraftarları tüm dünya üzerinde, aynı öğretiyi sunan ve temel olarak analize gelenlerden para toplayan tek bir ‘kilise’ oluşturacaklardır. Noll, Ju n g ’a bağlı kuruluşlardan, ‘ uluslararası geniş bir a ğ ’ diye bahsederek, Ju n g ’ un analizini de ‘kapitalist bir girişim’ diye nitelendirir. İşin gerçeği, ortada gereğinden fazla çekişme vardı ve Ju n g ’a bağlı olduklarını söylemelerine karşın, sadece L ond ra’da, birbiriyle bağdaşam ayan dört grup bulunmaktaydı. Noll aslında, hiç de üzerinde durulmayı hak etmeyen bir komplo teorisi sunmaktadır. Jung çoğu guruya oranla zekâ, eğitim ve güvenilirlik açı sından çok ileride olsa da, onlarla birkaç ortak özelliği paylaş maktadır. Kendini kesinlikle, nevrotik hastaları tedavi eden bir psikiyatrist olarak değil, tinsel bir öğretmen olarak gör müştür. Bunu ben de, 14 N isan 1 9 5 1 ’de onu ilk ve son kez gördüğümde anlamıştım. O sıralarda, tartışmalı kitabı G öre ve Yanıt’ı (Answer to Job ) yazmaktaydı. Bana şöyle dedi: “ Şu anda yazdığım, tam bir zehir. Ancak bunu, benim insanlarıma borçluyum.” Bu yorumu üzerine afallamıştım. Çünkü sıradan psikiyatristlerin bile ‘benim insanlarım’ gibi bir şey söyleyeme yeceklerini biliyordum. Bu, tam da bir guru deyimiydi. Ju n g ’ un müritleri belki sayıca az olabilir, ancak Ju n g ’un onlar arasındaki konumu tartışmasızdır. Ju n g ’ u çevreleyen kadın müritlerin en zekilerinden Marie-Louise von Franz’ın söyledi ğine göre, Ju n g ’un kendisine Göreve Yanıt kitabının diğerleri arasında tekrar yazmak istemeyeceği tek kitap olduğunu söy lemiştir. Bu kesinlikle, çarpıcı derecede yenilikçi bir Tanrı ba
ns
O ıe k i Pegam berler
116
Ö teki Peygam berler
kış açısıdır. Jung, aslında geleneksel Hıristiyanlık konusunda gerçekten de oldukça espriliydi. Bana, başpiskopos William Temple’ın kendisini ziyarete geldiğini ve onu “ Kilisenin Pren si” olarak gördüğünü söylediğini anlattı. Jung, Temple’a Baki re M eryem ’in doğumunun gerçekten doğru olup olmadığını sormuş, ancak Temple bu soruyu cevaplamayı reddetmiştir. Jung Temple’ın çelişkisini “ Ya Meryem bakireydi ya da İsa halktan biriydi” diyerek dile getirmiştir. Ju n g kendi fikirlerini kişisel bir itiraf olarak ortaya koyup bunları başkalarına aşılamaya kalkmasa da, bilincin ötesine gidebilmesi için kendisine özel bir ayrıcalık verildiğine inandı ğı şüphesizdir. John Freeman, Ekim 1 9 5 9 ’da, J u n g ’la televiz yonda yaptığı röportajda ona, “ Tanrı’ya inanıyor musunuz?” diye sorması üzerine şu ünlü yanıtı almıştır “ Cevap vermesi güç. Biliyorum. İnanmaya ihtiyacım yok. Biliyorum.” R üya lardan söz ederken Ju n g bana “ Her gece takdis ayinine girme şansınız v a r” demişti ve söylendiğine göre, onu çok iyi tanıyan bir grup taraftarı, her sabah büyük bir umutla, bu yüce adam bilinçdışından önemli bir mesaj daha aldı mı acaba diye bek leşirlermiş. Jung, zaten 1 9 0 3 ’te zengin bir kadınla evlenmiş olduğu için, parasal nedenlerle yozlaşmadı. Ancak yine de, zengin destekçilere kayıtsız değildi ve hatta böyle kişileri kendine bağlama zahmetine bile girmişti. Fowler McCormick ve Mellon’lar gibi bazı zengin Amerikalı hastalarını kendine arkadaş edinerek, bunların çeşitli Ju ng girişimlerini ve örneğin adını yazlık evinin olduğu yerden alan Bollingen kitap dizisini des teklemelerini sağlamıştır. Ju n g en az iki hastası ile, Sabina Spielrein ve Toni Wolff, ilişkiye girmişti. Toni Wolff’tan, adını vermeksizin, otobiyog rafisinde ve Freud’la yaptığı yazışmalarda söz etmiştir. H asta ları baştan çıkarm ak profesyonel bir suç olsa da, unutulma ması gerekir ki Spielrein, Ju n g ’un analize aldığı ilk hastalar dan biriydi ve ona yardımcı olduğu da kesindi. Ayrıca, o tarih te henüz psikanaliz kuralları da bir sisteme bağlanmamıştı. Toni Wolff, başlangıçta Ju n g ’un hastası olsa da, tedavisi başa
cart gu s ta v ju n g
rıyla sonlandıktan sonra önce asistanı ve meslektaşı sonunda da metresi olmuştur. J u n g ’un, takipçilerini cinsel veya maddi olarak kullanmaktan dolayı suçlanabileceğini hiç düşünmüyo rum. Ju ng tutucu bir aile reisiydi am a baskıcı tutumunu taraf tarlarından anlamsız isteklerde bulunmak üzere kullandığına dair hiçbir kanıta rastlanmamıştır. Jung, kesinlikle seçkin insanlardan yanaydı. “ Bir İsviçreli olarak kronik bir demokrat olm ama rağmen, Doğanın aris tokrat olduğunu, bundan da öte seçici olduğunu görüyorum. ‘Q u o d licet Jovi, non licet bo vi’ hoş olmayan am a sonsuz bir gerçektir.” demiştir.25 Ju n g ’un tutkuyla inandığı, bireylerin bi rer değer taşıyıcısı olduğu ve sadece kendisininkine yakın kişi sel bir dinsel deneyimin bireyi kalabalıkta kaybolmaktan kur tarabileceği ya da komünizm gibi kolektif bir inanç sistemine akılsızca hayran olmasını önleyebileceğiydi. Jung zaman zaman, ‘kolektif bilinçdışı’nın varlığını savun duğu için eleştirilmiştir. Kolektif bilinçdışı, birçok kültür ve ta rih diliminde ortak olan mit, düşlem, dini düşünceler ve belir li birtakım rüyaları üretmekten sorumlu zihinsel bir yapıdır. Bu fikir en basit haliyle akla oldukça uygundur. İnsanın an a tomisi ve fizyolojisi, dünya üzerinde varolalı beri büyük deği şikliklere uğramamıştır. Bilgimiz ve becerilerimiz büyük ölçü de artmış olsa da, ilk hom o sapiensten beri, beynimiz ve zih nimizin işleyişinin çok değişmediğini varsaymak doğru gibi görünmektedir. Mitler, düşlemler, dini düşünceler ve rüyalar, tüm insanlıkta ortak olan işlevsel psikolojik deneyimlerin ifa deleridir. Örneğin, pek çok kültürde var olan kahramanlık mitleri, yetişkin olma mitleri -yetişkinliğin endişeleri, kederle ri ve ödülleri- olarak yorumlanabilir. Hepimiz çaresiz bir ço cuktan, kendi ailesini kurabilen, bağımsız bir yetişkine geçiş dönemini yaşamışızdır. Kahramanlık mitlerinde bize, genellik le en küçük çocuğun, ölüm tehlikesi ve öldürücü canavarlarla yüz yüze geldiği tehlikeli bir yolculuğa girişerek güzeller güze li genç kızı kurtarıp sonunda onunla evlendiği ve tahta geçtiği hikayesi anlatılır. Bu, Ju n g ’un “ arketip” mit dediği, tüm dün yada farklı kültürlerde yer alan, insanlığın temel yönlerini
117
Ö teki P egam be rler
carl g u sta v ju n g
118
yansıtan şeydir. Bütün insanlarda, beynin yapısı gibi ortak olan ve insanlık hakkında aynı çeşit mitleri ve aynı tip kozmo gonileri üreten, bir alt zihin tabakasının varlığı rahatlıkla an laşılabilir. Ancak Jung, olayı çoğu kişinin anlayamayacağı kadar ileri götürür. Jung, daha önce de söz ettiğim gibi, gençliğinde Schopenhauer’dan fazlasıyla etkilenmiştir. Schopenhauer da K an t’a çok şey borçludur. Schopenhauer, insanın gerçeklik algısının, algılama aygıtının yapısı ile sınırlı olduğunu dile getirmiştir. Ona göre, nesneleri dış dünyada, nedensel ilişkilerle yönetilen ve mekân ve zamanda var olan şeyler olarak algılar, mekân, zaman ve nedenselliğin yarattığı sınırlılıkları da aşamayız. Schopenhauer’ın vardığı kanıya göre, bizler nesneleri hiçbir zaman şeyin kendisi gibi algılayanlayız, algıladığımız sadece onların temsilleridir. Eğer bu doğru ise, insan algısından ba ğımsız olarak şeylerin kendilerinin var olduğu temel bir ger çeklik vardır. Ancak bu varsayımı, temel gerçekliğin gerekli koşulu, nes nelerin birbirinden ayrışmadığı, diğer bir deyişle bir bütünlük içinde olması izler. M ekân, zaman ve nedensellik sınıflandır malarını ortadan kaldırmak, bir nesneyi diğerinden ayırmamı zı olanaksız hale getirecektir. Schopenhauer, zaman ve mekân sınıflamasının dışında ve gerçeği zihinsel ve fiziksel diye ikiye ayıran Kartezyen ayrımın ötesinde, mutlak bir bütünlük oldu ğuna ilişkin, bir ortaçağ kavramı olan uııus m undus’u diriltmiştir. Schopenhauer, Platon’un İdealar kuramını temel almış tır. İdealar kuramına göre, Doğruluk, Adalet, İyilik ve bunla rın benzerleri, zaman dışında bir alanda, tanımlanabilir öz olarak bulunurlar. Ju n g bu görüşü, bütün kalbiyle kucaklamıştır. Arketiplerini, Platon’un İdeaları ile eşleştirmiş ve şöyle yazmıştır: B u n la r h er tü r ru h ta b ilin ç d ışı, a n c a k a k tif-y a şa y a n yeti ler, P la to n ’a g ö r e id ealar, o la r a k b u lu n u rla r ve d ü şü n ce , d u y g u ve d a v r a n ışla r ım ız ı şek illen d irir ve sü rek li o la r a k e tk ile r ler.-" * Evrenin tekliği (ç.n.)
Û ie k ı Peygam berler
Arketiplerin, her ruhta olduğunu kabul etmek, yukarıda sözü edilen nedenlerden dolayı kolaydır. Ancak çoğu insanın; Platon, Schopenhauer ve Ju n g ’un kesinlikle inandığı şekilde, insan ruhunun ve algılanan olaylar dünyasının dışında ancak nedensellik ve zaman dahilinde, İdeaların veya arketiplerin ebedi olarak yaşadıkları nesnel bir düzenin var olduğuna inan maları oldukça zordur. Jung, daha sonraki yazılarında sıklık la, nesnel ruh olarak, kolektif bilinçdışına atıfta bulunur. Septem, Serm ones ad M ortou s’ta, Jung, ‘hiçbir şey ve her şey’in temelinde, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, mekân ve zaman ya da madde ve güç gibi karşıtlıkların olmadığı, çünkü bunların eş değer olarak dengede oldukları, gnostik bir terim olan ve d a ha önce söz edilen p lerom a'yı kullanır. Tüm karşıtlıklar Yaratılış’ın, dünyanın mekân ve zaman olarak ikiye bölünmesinin ürünüdür. Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ne göre, parçacıkların du rum ve hareketleri aynı anda saptanamaz, çünkü gözlem eyle mi onların davranışlarını etkiler; bu nedenle de, atomik süreç lerin nedensellik kuralına uyduğunu gösterebilmek imkansız dır. Jung, bu ilkenin psikoloji için de geçerli olduğuna inan mıştır. Çünkü, gözlemci gözlediği şeyden ayrı tutulamaz ve bilinçdışındaki içeriğin bilinç düzeyine getirilmesi, zihnin bütün bölümlerinin işlevini değiştirir. Jung, fizikçinin maddeyi araştırması ile psikologun zihni araştırmasının, aynı temel gerçekliğe ulaşmanın farklı yolları olduğunu düşünür. “ Heisenberg’in öne sürdüğüne göre, kesin gerçeklik elektronlarda, mesonlarda ve protonlarda buluna maz, gerçeklik onların ötesinde, kendisini Platon’un ideal formlarının bilimsel atası olarak, fiziksel dünyadaki soyut si metrilerde dışarı vurur.” diye ifade etmiştir.27 Ju n g ’a göre, te mel gerçeklik, ne akılda ne de maddededir, ikisinin de katıldı ğı, onun “ psikoid” dediği şeydedir. Ju n g ’un da hastası olan, dünyaca tanınmış fizikçi Pauli, Ju n g ’un kuramının, modern fi ziğin başına bela olan, öznel ile nesnel arasındaki boşluğu k a pattığını düşünmektedir. Pauli ayrıca, fenomenler, yani algıla nan olaylar dünyasından ayrı bir temel kozmik düzen olduğu
119
O le k i Pegam berler
cart g u s ta v j u n g
nu da öne sürmüştür. David Bohm’un ‘karışık düzen’i de aynı düşüncenin bir başka örneğidir. M adde, mekân ve zamanın düzenleri, temeldeki karışık düzenin görünümünü oluşturur lar. Nedenselliğin işlemediği bir dünyanın olduğu fikrini kabul etmek, başka olasılıklara kapıları açar. Jung, olayların birbiri ne, zaman içindeki sıraları ile değil, benzer anlamları ile rast lantılar açısından bağlandıkları, nedensel olmayan bir ilkenin var olduğuna inanmaya başlamıştır. Bu ilkesine “ eşzam anlı lık " adını vermiştir. Pek çok kişi, anlamlı rastlantılar olarak görülen şeylerden şaşkınlığa düşmüş, ancak nedensel çerçeve de böyle şeylerin mantıklı bir açıklaması olması gerektiğini düşünmek onları memnun etmiştir. Örneğin, daha önceden hiç bilmediğimiz bir isim, onu bir kere fark ettikten sonra şa şırtıcı sıklıkta karşımıza çıkmaya başlar. Rüyalar ve dışarıda ki olaylar, zaman zaman çakışırlar, ki öyle olmasa şaşırmak gerekirdi. Ancak Jung, eşzamanlı olaylar için çok az örnek verir ve bu sayılı örneğe de çalışmalarında tekrar tekrar rastlamak mümkündür. Sevdiği örneklerden biri, bir hastasının rüyasın da altın renkte bir böcek gördüğüdür. Hastası rüyayı hatırla yıp, ona aktarırken, anlattığına benzer bir böcek, o sırada pencere pervazına çarpar ve içeri girmeden Jung tarafından yakalanır. Bu rastlantı mıdır yoksa zihinle fenomenler dünya sı arasındaki eşzamanlılığı gösteren bir bulgu mudur? Bir baş ka hikaye de Svvedenborg’a aittir. Kendisi 1 7 5 6 ’da Gothenburg’dayken, Stockholm’ü kasıp kavuran bir yangın çıktığını rüyasında görmüş, aynı sırada rüyası gerçekleşmiştir.2“ Bu son daki örnek, aynı zamanda Ju n g ’un dünyayı algılayış biçimin deki tutarlılığı da ortaya koymaktadır. Çünkü bu hikayeyi bir tıp öğrencisiyken, Zofingia öğrenci birliğinde yaptığı konuş malardan birinde de aktarmıştır. Oysa eşzamanlılık kavramı Ju n g ’un sözlüğüne daha sonra girmiştir. O sıralarda tarih, Mayıs 1 8 9 7 ’dir ve Jung, Svvedenborg’un imgelemini kehanet kabul ettiğini ve daha başka örnekler sunmak zaman kaybı olacağı için, dinleyicilerinin bu örnekle yetinmeleri söylemiştir. Ö teki Peygam berler
cari g u s ta v ju n g
“ Konuyla ilgili literatüre bakan herkes kolayca, bu olguyu ka nıtlayan pek çok vakayı görebilir.” 29 demiştir. Gerçekten göre bilir mi? Pek emin değilim. David Peat’in, eşzamanlılık hakkındaki M adde ve Zihin A rasındaki K öprü (The Bridge Betvveen Matter and Mind) ki tabından daha önce de söz etmiştim.10 Tam olarak ikna olm a sam da, Peat, eşzamanlılığın, modern fizikçilerin evren görüş leri ile uyumlu olduğunu, akla uygun bir ifade ile anlatır. Ju n g ’un eşzamanlılık görüşünü, Ouspensky ya da Gurdjieff’in bilimkurguyu andıran varsayımlarıyla karşılaştırmak pek doğ ru olmaz. J u n g ’ un doğaüstü olaylara ilgisi, doktora tezi olan D o ğ a üstü Fenomenlerin P sikolojisi ve Patolojisi Üzerine (On the Psychology and Pathology of So-called Occult Phenomena)’yi yazmadan çok önceleri başlamıştır. Zofingia öğrenci birliğin deki konferanslarından birinde, tinsellik inancını ve özellikle de iddia ettiğine göre gizemli ellerin fotoğrafının çekildiğini doğrulamıştır. O zamanlarda, pek çok aklı başında filozof ve bilim adamının tinselliğe inanma eğilimi olduğunu söylemek yerinde olacaktır. 1 9 5 1 ’de, onunla karşılaştığımda, bana büyük bir zevkle, Zürih yakınlarındaki köylerde yaşayanların hâlâ büyüye ve kocakarı ilâçlarına inandığını anlatmıştı. Örneğin bir öğret men, babası öldükten sonra nevrotik olmuştu. Anlaşılan oydu ki, öğretmen bir kızgınlık anında, babasının en sevdiği elma ağacına bir çivi sapladıktan sonra, babası hiçbir şey dememiş ancak kısa sürede hastalanıp ölmüştü. Bir başka örnekte, iki inek, boynuzlan birbirine dolanmış ve boyunları aynı yular dan geçmiş olarak, o kadar garip bir biçimde bulunmuştu ki, kimse nasıl bu hale geldiklerini anlayamamıştı. Bu büyücü işi miydi? Ju n g bana, “ Böyle şeyler hakkında konuşmamak ge rek” demişti. J u n g ’un astrolojiye ilgisi gelip geçici bir heves olmaktan çok öteydi. Freud’a 12 Haziran 1 9 1 1 ’de yazdığı bir mektupta, gecelerini yıldız falı hesaplamalarına ayırdığını anlatmaktadır. “ Bir gün, astrolojinin, Tanrı’yı yansıtan pek çok bilgiyi verdi Ö teki Pegam berler
carl g u sta v ju n g
ğini göreceğimizi söylemeye cüret ediyorum.” 31 demiştir. 1 9 7 0 ’de yazdığı bir mektupta, sanat tarihçisi Edgar Wind, Ju n g ’la karşılamasını şöyle dile getirir: 1 9 3 0 ’ların o r ta la r ın d a L o n d r a ’d a , J u n g ’ la y a p tığ ım sö y le şiy e tek b ir k o n u h a k im d i, o d a a str o lo jiy d i. K en d i yıld ız falını he s a p la d ığ ın ı ve b u y o lla d a k e n d isi h a k k ın d a b irç o k şey ö ğ r e n d iğ in i sö y le d i. A r d ın d a n bu yö n tem say e sin d e k e n d ile ri h a k k ın d a b irç o k şey ö ğ ren e n h a sta la rın a d a b u n u sık lık la ö n e r d i ğ in i ek led i. S o n r a o n a , a str o lo jiy i n asıl a lg ıla d ığ ın ı so rd u m . R e sm i u y g u la y ıc ıla rın id d ia e ttiği g ib i ge lece k tek i o la y la rı ö n ce d e n b ilm eye y a r a y a n b ir bilim o la r a k m ı, y o k sa çin gen ele rin k ah v e fa lın a ya d a k rista l k ü reye b a k m a la rı g ibi- h a y a l g ü c ü n ü h a re k e te ge çirm e y e ve b ilin ç d ışın d ak i im geleri y a n sıt m a y a y a r a y a n , şe k ilse l b ir d a y a n a k o la r a k m ı g ö r d ü ğ ü n ü s o r d u m . K a h k a h a la r a b o ğ u la r a k , e lb e ttek i ik in ci şek ild e a lg ıla d ığ ın ı, a n c a k b u n u h a sta la rın a sö y le rse işe y a r a m a y a c a ğ ın ı e k led i. B en d e, h a sta s ı o lm a d ığ ım a g ö r e , te ra p i o d a s ın d a k u l la n ılm a sı u y g u n o la n b u ş a şırtıc ı sö y le m in e ben im le d evam e tm e sin e g e re k o lm a d ığ ın ı sö y le d im . A n c ak ben im g ö r ü şü m e k a tılm a d ı. K e n d isi ve h a sta la r ın a iyi g elen bir şey, h erk es için g e ç erliy d i ve eğ er ben k en d i yıld ız falım ı h e sa p la m a y ı r e d d e d e rse m b u n u n a n la m ın ın , k e n d im i d a h a iyi ta n ım a y a k arşı g ö ste r d iğ im d iren ç o la c a ğ ım ifa d e e t ti.12
Jung, kolektif ruhun dünya ekseninin hayali bir nokta et rafında 2 5 .0 0 0 yıllık bir zamanda dönmesinin karşılığı olan, eski zamandan kalm a Platonik yıl ile ilişkili uzun süreli bir dö nüşümü olduğunu düşünmektedir. Ona göre, yaklaşık 2.100 yıllık aralıklarla, ilkbahar ekinoksunda bir kayma olur. Önce leri inkâr ettiği elçilik rolüne soyunarak, pek çok bilim adamı ve psikologun bu düşüncelerini saçma diye nitelendirdiğinin fakında olduğu halde, inandığı büyük değişikliklerin olması nın yakın olduğu konusunda insanlığı uyarmanın görevi oldu ğunu görüşündedir. Şöyle devam eder: B en i y ö n le n d iren tah m in le r d e ğ il, b ir p sik iy a tr ist o la r a k vic d a n ım ın sesid ir. B u ses b a n a , g ö re v im i yerine g e tirm e m i ve e t r a fım d a beni d in leyen b irk a ç k işiy i, bir ç a ğ ın bitim in d e g e r ç e k le şe c e k o la y la r k o n u su n d a h a z ırla m a m ı sö y le m ek te d ir. E s ki M ıs ır ta rih in d e n d e b ild iğ im iz g ib i, b u n la r her P lato n ik ay ın s o n u n d a ve d iğ erin in b a şın d a her z a m a n g ö rü le n p sişik d e ğ işik lik le rd ir. A ç ık ç a b u n lar, a rk e tip le rin veya d a h a ö n c e
û te k i Peygam berler
den d en d iği g ib i ‘ ta n r ıla r ın ’, k o le k tif ru h ta u zu n sü reli d ö n ü şü m le r y a r a ta n ya d a b u n la ra eşlik eden p sişik etkilerin in b u rç la r d a k i d e ğ işik lik le rid ir. B u d ö n ü şü m , tarih î ç a ğ d a b a ş la m ış ve izlerin i, s o n su z lu ğ u n B o ğ a ’d a n K o ç ’a g e ç işin d e b ır a k m ış ve s o n r a d a K o ç ’ un B a lık ’a g e ç işin d e sü r d ü rm ü ştü r ki, bu n u n b a şla n g ıc ı d a , H ıristiy a n lığ ın b a şla n g ıc ın a den k d ü ş m ek tedir. Ş im d i d e, b a h a r n o k ta s ı K o v a b u rc u n a g ird iğ in d e o lm a s ı bek len en b ü y ü k d e ğ işik lik le re y a k la ş m a k t a y ız ."
Jung kesinlikle, üstün bir içgörüsü olduğuna ve bilinçdışı sürecini özel bir biçimde kavradığına inanmıştır. Tüm bunlar, peygamber gibi tahminler yürütmesini haklı kılmaktadır. Ona göre, “ Bilinmez şeylerle ilgili sırlar bilmek ve önsezi sahibi ol mak önemlidir. Böyle birinin hayatı, kişisel olmayan bir şeyle, num inosum ile doldurur. Bunu hiç yaşamamış bir kişi önemli şeyler kaçırmıştır.” 14 J u n g ’un önce geleneksel Hıristiyanlığa, sonra da Freud’cu psikanalize olan inancını yitirmesi, bilinçdışındaki Tanrı’yı keşfetmesine neden olmuştur. Doğal olarak, kendi analizinin, tıpkı kendisi gibi, inançlarını kaybetmekten dolayı sıkıntı ya şayan insanlara iyi geleceğine inanmıştır. Ancak bence, başka çözümlerin olabileceğini de dikkate almakta yetersiz kalmıştır. Sabina Spielrein’ın ona, boğuştuğu düşlemlerin, belki de sa natla bir ilgisi olabileceğini önermesi üzerine sinirden küplere binmiştir. Çünkü, Jung, dine, sanattan çok daha fazla önem atfetmiştir. Jung kendi ruhunda aktif dinî olgu olarak algıladı ğı iyileştirme faktörünü yorumlamak zorunda hissetmiştir. Kendini “ m and ala” ları resmederken bulması üzerine, bunu ‘bütünlüğün’ sembolü olarak değerlendirmiştir. Aslında bu ra hatlıkla, kendisine rahat vermeyen çelişki duyguların karm a şasını dinle değil, estetikle düzene koyma biçimi olarak da an laşılabilirdi. Bir başka kitabımda, Ju n g ’un inanç kaybını Nietzsche’ninkiyle karşılaştırdım." Nietzsche, egonun dışında bir şeye da yanma ihtiyacı olduğu konusunda, Ju n g ’la aynı fikirde olm a sına rağmen, kendi anlam ve düzen arayışını anlatmakta este tik dili kullanmıştır. Nietzsche sonunda felce yenik düşmüş ol sa bile; yüzleştikleri sorunu algılamaları, hem Jung hem de Ö teki Pegam berler
cari g u s ta v ju n g
124
ö t e k i Peygam berler
kendisi için aynı derecede ikna edicidir. Her ikisi de bilinçli arayışın yeterli olmadığını anlamışlardır. Yani, varoluşun tu tarlı bir anlamını oluşturan süreçler, doğru bilinçlenme ile ge lişme gösterse dahi, bunlar asıl bilinçdışında meydana gelir ve iradeyle ulaşılamazlar. Fakat Nietzsche’nin vizyonu daha ge nişti. O, hayatı yaşamaya değer kılmak için insanın, resim ve müzik gibi farklı ideallere kendini adayabileceğini görmüştür. Roger Scruton da ifade ettiği gibi, “ Felsefi bakış açısından, es tetiğin dinin yerini aldığını kanıtlamak gerekirse, bu Nietzsc he’nin düşüncelerinde ve kişiliğinde bulunabilir.” '6 Jung ise, dini daha farklı ve üstün bir konumda ele almaya devam et miştir. Diğer gurular gibi, Ju ng da, aslında yalnız bir çocuktu. Kendi ifadesine göre yalnız olmasının bir anlamı vardı. Ger çekten de, otobiyografisinin eleştirilerinden birinde ‘delicesine içine gömülmeye’ atıfta bulunulur. Jung ve yakın takipçileri dışında, bu denli kişisel gelişimden bahseden, ancak insan iliş kilerinden hiç söz etmeyen başka bir analiz tanımıyorum. Narsisistik ihtiyaçları, cinsel açıdan onu ahlâksız duruma ge tirmiş olsa da, kendisi gibi yüklü enerji ve dürtü ile donatıl mış diğer kişilerden daha kötü davranmamıştır. O bir sahtekâr veya dalavereci değildi. Bazı görüşleri sanrı sınırlarında olsa da, ruhsal rahatsızlık dönemi ona, normal insanlar için kap a lı olan algı kapılarını açmıştır. Gurdjieff ve Steiner’in inançla rı ile karşılaştırılınca, Ju n g ’un evrenle ilgili görüşlerinin eksantrikliği hafif kalmaktadır. Bununla beraber onlarla paylaş tığı özellik, sahip olduğu inancın, gözlem ve kanıt yerine, has talığının ardından gelen kişisel vahye dayanması, nesnel kanıt lamayı küçümsemesi ve tıpkı diğerleri gibi, haklı olduğu ve bildiği inancı taşımasıdır. Jung ileri yaşlarında bile etkileyici bir görünüme sahipti. Uzun boylu, güçlü görünümlü, hem ciddi, hem esprili hem de iyi bir yazar olması sayesinde akıcı bir konuşması vardı. O l dukça zeki olan Jung, ileri derecede okumuş biriydi. Ju n g ’un yazılarını okurken sinir bozucu biçimde kafası karıştığını dü şünenler, onun hem İngilizce hem de Almanca dillerinde yap
carl g u sta v ju n g
tığı ve onun doğuştan başarılı bir konuşmacı olduğunu ortaya koyan seminer notlarına bakmalıdırlar. Karizması, haklı oldu ğunu düşünmesinin yanı sıra, sözel akıcılığı ve öğretisini des teklemek için sayısız anlaşılmaz kaynaktan alıntı yapma bece risi ile pekişiyordu. J u n g ’un psikoloji ve psikoterapiye yaptığı katkılar, vahiylere bağlı ve kanıtlanamaz bir temeli olduğu ve anlaşılması güç konulara dalmış, zor bir yazar olduğu konu sundaki yaygın kanı nedeniyle, hak ettiği değeri görememiştir. Benim gibi, geleneksel septikler için, J u n g ’un inançları tuhaf olsa da, yazdığı her şeyi çöpe atm ak doğru değildir. Ruhu, kendini ayarlayan bir sistem olarak ele alması aydınlatıcıdır. İçedönük ve dışadönük tipolojisi, deneysel psikologlar tarafın dan sıklıkla kullanılmaktadır. Psikoterapiye kalıcı, önemli ve özgün katkılarda bulunmuştur. Kendi deneyimini baz aldığın dan, yeterli araştırma yapılamasa da, inancını kaybetmiş kişi lerin bu inancın yerine başka bir şey koyma ihtiyaçları oldu ğuna ve gökyüzündeki tanrı yerine Stalin, M a o gibi diktatör lere tapınmanın, hepimizi tehdit eden bir tehlike olduğuna dikkat çekmiştir. Deneysel psikologlar genellikle bilim dışında hiçbir şeye inanmasalar da, aslında insanlığın sadece küçük bir bölümünü oluştururlar. Jung, “ gerçeği” gören, kendi deneyimini genelleştiren, eği timini aldığı bilimsel geleneğini terk etmiş ve doğru olduğunu bilen bir guruydu. Buna karşın, psikolojiye ve insan doğasını algılama biçimimize değerli katkılarda bulunduğu da açıktır.
125
O le k i Pegam berler
VI. sigm und freud
F
reud, uzun yaşamı boyunca daima bir bilim adamı olduğu nu ileri sürmüştür. Guru unvanına öfkeyle karşı çıkarak, bir inanç sistemi yaydığı yönündeki tüm iddiaları reddetmiştir. Ancak psikanaliz kişisel vahiye dayanmasının yanı sıra, bir bi lim dalı hatta bir tedavi yöntemi bile değildir. Ernest Gellner, muhteşem kitabı Psikanalitik Akım (The Psychoanalytic Movement)’da, psikanalizin “ kişilik ve insan ilişkileri konuların da, bu kadar kısa sürede, nasıl bu denli güçlü bir anlam ka zandığını” araştırmıştır.1 Psikanalizi, bir “ kuram, teknik, ör gütlenme, dil, değer sistemi, ahlâk, atm osfer” olarak adlandır maktadır.2 Aslında Freud, müritlerinin kabul ettiğinden çok daha fazla guru olmayı hak etmiştir. Alm anca’da, ‘ bilim’ sözcüğünün, İngilizce’de kullanılan dan farklı anlamları vardır. N aturw issenschaft ile kastedilen bizim bilim dediğimiz kavramken, G eistw issenschaft, insan bilimleri için kullanılmaktadır. W issenschafter de, hem alimler hem de bilim adamları için kullanılır ki; bu kullanım ikisi ara sındaki ayrımı bulanıklaştırır. Freud’un profesyonel kariyerine bizim anladığımız anlamda bilim adamı olarak başladığının kesin olduğunu söylenebilir. Çünkü iş hayatına anatomi ve fiz yoloji araştırmaları yaparak başlamış ve inatçı bir determinist olması ile ünlü Ernst Brücke’nin laboratuvarlarında çalışmış tır. Freud, tüm psikolojik olguların kesinlikle neden-sonuç il kesi ile belirlendiği inancıyla, deterministliğini hep taşımıştır. Eğer maddi gücü elverseydi, Freud yaşamını bilimsel araştır malar yaparak geçirmeyi yeğlerdi. Ancak evlenme isteği onu tıpta uzmanlaşmaya, hayatını tıp alanında çalışarak kazanma yoluna itti. Freud bilimi terk etmiş olsa bile, bilimsel yüküm lülükleri anlamaması nedeniyle suçlanamaz. Freud’un tüm yaşamını, tıpkı felsefede olduğu gibi, sayıya dökülemez ve yinelenemez bir işe adadığı söylenebilir. Psika nalitik hipotezlerden pek azı, bilimsel araştırmayla incelenip, kanıtlanabilir veya kanıtlanamaz olmasına rağmen, Freud psi kanalizi bir bilim dalı olarak adlandırmakta ısrar etmiştir. Psi-
127
sig m u n d freud
kanalitik terapi sırasında yapılan gözlemler, psikanalitik kura mın temelini oluşturmaktadır. Ancak her bir terapi seansı, bir kereye mahsustur ve tekrarlanamaz. Ayrıca psikanaliz seansı sırasında yapılan gözlemler, kaçınılmaz olarak, gözlem y ap a nın kişisel önyargıları tarafından da çarpıtılır. Bilim adamı ve filozoflar, bu nedenlerle psikanalizi bilimsel geçersizliğinden ötürü reddetmişlerdir. Eğer Freud, psikanalizin geçmiş olaylar ve etkileri çerçevesinde insan davranışlarını açıklayan, yorum layıcı bir sistem olması ile yetinseydi, belki de bilim adamları nın saygısını kazanabilirdi. Ancak, Freud’un kendi idealindeki bilim adamı olmaması gerçeği, onun önemini azaltmaz. O, yirminci yüzyılda insanoğ lunun kendine bakışını değiştiren ilk üç düşünürden biri ola rak, M arks ve Darvvin’in yanındaki haklı yerini almıştır. Fre ud’ un ileri sürdüğü her kuramın hatalı olduğunun kanıtlanma sı mümkün olsa bile, insanın düşünce biçimi konusunda dev rim yaratmıştır. Freud, bilinçdışı kavramını icat etmemiş olsa bile, onu muayenehanede kullanılabilir, işlevsel hale getirmiş tir. Zihni indirgemeci bir yaklaşımla ele alması, en karmaşık davranışları bile basit, biyolojik kökenler üzerinden yorumla ma eğilimi doğurmuştur. Freud karşı tezleri çürütme ve insani uğraşları en küçük ortak bölene indirgeme konusunda uzman dı. Psikanalizin kurucusunun, insanlığın büyük çoğunluğu için aşağılayıcı bir görüşü vardı. Fliess’e yazdığı mektuplardan bi rinde, kendi istediği dışında terapist olduğunu ve ruhsal sıkın tıyı tedavi etmek gibi fedakâr bir istek tarafından da hiç güdü lenmediğini belirtmiştir. Ancak tarafsız kalması ve kişisel ola rak işin içine girmemesi, özellikle aktarım gibi önemli içgörüler keşfetmesine neden olmuştur. Freud, melankoli ve obsesyon nevrozu gibi ruhsal durumlar hakkında yaptığı gözlemleri hâ lâ aydınlatıcı olan, olağanüstü bir gözlemciydi. Orijinal yazıla rının çoğu, Freud’un klinik anlatımının mükemmelliği nede niyle, tekrar tekrar okunması gereken birer klasiktir. Bizi kuş kuya düşüren ise, Freud’un psikiyatrik olguya ilişkin tanımla maları değil, psikanalitik nedensel açıklamalarının tümünü, çocukluktaki deneyim ve fantezilere bağlamasıdır. Öteki Peygam berler
sig m u n d frçud
Günümüzde bile yeteri kadar anlaşılmayan, psikanalitik kuramın hipotezlerinden çoğunun, klinik vakaların nesnel gözlemi ile hiçbir ilişkisinin olmadığıdır. İncelediğimiz pek çok guruda da olduğu gibi, vahiylerinin tamamen kişisel bir köke ni vardır ve Freud’un da ‘yaratıcı rahatsızlığı’, diğerlerinde ol duğu gibi ruhsal ve fiziksel bir sıkıntıyı takiben ortaya çıkmış tır. Oidipus kompleksi ve rüya kuramı Freud’un kendini an a liz etmesinin birer ürünüdür. Ellenberger bu döneme dikkat çeker: A ltı yıl b o y u n c a ( 1 8 9 4 ’ten 1 8 9 9 ’a k a d a r ) F re u d ’ un y a ş a m ın d a d ö rt o lay, için den ç ık ılm a z biçim d e b irb irin e g irm iştir: W il helm F lie ss ile y a k ın ilişk isi, n ev ro tik r a h a tsız lık la rı, k end ini a n a liz e d işi ve p s ik a n a liz in tem el ilk elerin i ta m a m la m a sı.'
Bu yıllarda, Freud ilk işbirliği yaptığı kişilerden Jo se f Bre uer ile ilişkisini kesmiştir. Yine aynı dönemde, psikolojik me kanizmalarla nörolojik mekanizmaları birleştirme çabasına gi riştiği kitabı, Bilim sel P sikoloji Projesi (Project for a Scientific Psychologyj’ni yazmaya başladığı halde, sonradan bunu bı rakmıştır. Tekrarlayan kalp aritmisi, nefes darlığı, büyük ke şifler yapm ak üzere olduğuna ilişkin inancının yarattığı rahat sız edici düşünceler içine gömülüp kalmıştır. Sürekli olarak nevroz sorunu üzerine derin düşüncelere dalmaktadır. Fliess’e yazdığı mektuplar, tekrar edici ruhsal bir sıkıntı çektiğini orta ya koymaktadır. Sıkıntısı, 1896 Ekim’inde, babasının ölümü ile artmıştır. Yapıtları arasında, ‘vahiylerini’ en fazla ortaya koyduğu, Kasım 1 8 9 9 ’da yayımlanan Rüyaların Yorumu (Interpretation o f Dreams) kitabı, yaratıcı rahatsızlığının son bulduğunun işa reti olarak kabul edilebilir. Gerçekten de zihinle ilgili yeni bir kuram geliştirdiğine olan inancı tamdı. Peter G ay’ in de belirt tiği gibi, “ 1 8 9 9 ’un sonlarında Rüyaların Yorumu’nu yayınla dığında, psikanalizin ilkeleri artık yerli yerine oturm uştu.,H Ancak bu ilkeler, klinik gözlemler yerine, Freud’un tamamen kişisel deneyimine ve kendi rüyalarına dayanmaktaydı. Kendi si, rüya kuramının kişisel kökenini kaleme almıştır. Temmuz 1 8 9 5 ’te Viyana dışındaki Schloss Bellevue’de kalırken, ünlü
129
Ö teki Pegam berler
sig m u n d freud
rüyası ‘İrma’nın Enjeksiyonu’nu görür. Bu çok tanınmış rüya nın detayları, R üyaların Yorumu kitabında bulunabileceği gi bi, rüya hakkında da pek çok yazı yazılmıştır. Bu bağlamda, Freud’un rüyasını, hastasını yanlış tedavi etmekten kendini koruduğu ve böylece de bir dileği yerine getirdiği şeklinde yo rumlamaya çalıştığını söylemek yeterli olacaktır. 1 9 0 0 ’de Schloss Bellevue’de kalışı sırasında arkadaşı Fliess’e şöyle yaz mıştır: D ü şü n e b iliy o r m u su n , b ir g ü n b irileri bu evin k a p ısın d a k i t a b e la d a şu n u o k u y a c a k : 2 4 T e m m u z 1 8 9 5 ’te, b u ra d a R ü y a n ın sırrı k e n d in i Dr. S ig m . F re u d ’a ifşa etm iştir.'
130
Freud’ un yaratıcı hastalığını, zihinle ilgili yeni bir kuram keşfettiğine ilişkin inancı izlemiştir. Rüyaların Yorumu’nun en değerli içgörülerini kapsadığına olan inancı sürmeye de devam etmiştir. Freud’un fikirlerinin çoğu kendine yaptığı analizden çıktığı için, kendisi tüm bunların geçerliliğinden emindi. Örne ğin, Fliess’e bir yazısında şöyle der: G en el d eğ e ri o la n b ir d ü şü n c e içim e d o ğ d u . K en d i a n a liz im de d e o r ta y a ç ık a r d ığ ım a g ö r e , an n em e a şık o lm a m ve b a b a m ı k ıs k a n m a m (ın ), h er erk en ç o c u k lu k d ö n e m in d e y a şa n a n , ev re n se l b ir o la y o ld u ğ u n u d ü şü n ü y o r u m .4
Psikanalitik kuramın mihenk taşı Oidipus kompleksinin ortaya atılması işte böyle olmuştur! Guruların bir özelliklerinin de, kendi deneyimlerini genel leştirmeleri olduğunu daha önce de görmüştük. Freud, bu du rumun esaslı örneklerindendir. Breur, Auguste Forel’e şöyle yazmıştır: F re u d , m u tla k ve ö ze l fo r m ü la sy o n a d ü şk ü n b iri. B en im g ö r ü şü m e g ö r e b u , aşırı g e n ellem ey e yol a ç a n p s ik o lo jik b ir g e re k sin im d ir.’
Bunun en güzel örneği, Freud’un rüya kuramıdır. Freud’un ortaya koyduğuna göre, birkaç istisna dışında rüyalar, çocuk luğa ait bastırılmış cinsel isteklerin, kılık değiştirmiş, çarpıtıl mış olarak yerine gelmesidir. Bunun karşıtı yönünde pek çok kanıt olmasına karşın, Freud inatla bu kurama bağlanmış ve
Ö teki Peygam berler
sig m u n d freud
bunu desteklemek içinde birçok rüyanın ustaca yorumlarını sunmuştur. Rüyaların pek çok çeşidi olduğuna ilişkin yeterli derecede veri olduğu halde, Freud bir kez kuramını oluştur duktan sonra, doğruluğuna o kadar inanmıştır ki, başkaları nın yaptığı eleştiriler onu asla yıldırmamıştır. Yine karşımıza çıkan, kanıtlanabilir veya reddedilebilir bir bilimsel kuram ye rine, bir inanç sistemidir. Freud temelde histerinin, çocukluğun ilk yıllarında, çocu ğun ebeveyninden biri ya da bir başka yetişkin tarafından ta ciz edilmesiyle yaşanan erken cinsel deneyimden kaynaklandı ğını düşünmüştür. On sekiz vaka üzerine yapılandırılmış, “ Histerinin Kökeni” (The Aetiology of Hysteria) makalesinde şöyle yazmıştır: Ç ık ış n o k ta m ız o la r a k , h a n g i o lg u y u ya d a h a n g i belirtiyi ele a lır s a k a la lım , so n u n d a k a ç ın ılm a z o la r a k c in sel d en eyim a la n ın a ge lm e k te y iz."
Bu Freud’un, etioloji hakkındaki fikirlerini ortaya koyar ken verdiği son sayısal çalışma olmuştur. Hatta bu örnekte bi le, bir kontrol grubu yoktur. Ayrıca, bu vakaların analizlerinin tamamlandığına dair ya da bu hastalar arasından gerçekten iyileşmiş olanlara ait hiç bir bilgi de yoktur. Freud, sözlerine şöyle devam eder:
131
B u n d a n d o la y ı d a , h er h iste ri v a k a sın ın a ltın d a , ç o c u k lu ğ u n ilk y ılla rın a r a s tla y a n , b ir y a d a d a h a fa z la , z a m a n ın d a n evvel g e rç e k le şm iş cin se l d en ey im o ld u ğ u , fa k a t bu n u n d a , a ra d a n g e çen o n c a yıla r a ğ m e n , p s ik a n a liz ç a lış m a s ı ile h a tır la n a b ile ceği tezini o r ta y a k o y u y o ru m . B u n u n ö n em li bir b u lg u o ld u ğ u n a in a n ıy o ru m . A d e ta , n ö ro - p a to lo jin in c a p u t N i l i 'yi k e şfi g ib i."
İnanışına göre, bu tip olayların bastırılması, yetişkinlerin normal cinsel yaşamlarını engellemektedir. Fakat psikanaliz, bu travmatik olayları yeniden bilince çıkarıp, bu deneyime eş lik eden bastırılmış duyguların da dışa vurulmasını sağladığın dan, hasta olayın olumsuz etkilerinden kurtulabilir. Aslında hastaların histerik belirtiler oluşturmalarının ne denleri çeşitlidir. Bunlardan biri, başa çıkılamayan bir durum dan kaçma ihtiyacıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, uzun
Ö teki Pegam berler
s ig m u n d frvud
süre strese maruz kalmış askerler, geçici de olsa kendilerini cepheden uzaklaştıracak felç, körlük, ya da herhangi bir orga nik nedene bağlı olmayan benzeri rahatsızlıklar geliştirmişler dir. Cinsel travma, histerik belirtilerin çıkmasını sağlayan tek travma biçimi olm asa da, Freud, diğer etkenleri dikkate alm a yarak, cinselliği psikanalitik kuramın baş köşesine koymuştur. Freud’un her histeri vakasının nedeninin cinsellik olduğu hakkındaki ısrarı, Jo se f Breuer’le işbirliğinin kopmasına neden ol muştur. Freud zamanla, her histeri vakasının erken çocuklukta ya şanmış cinsel taciz ile ilgili olduğu yönündeki ilk kuramının hatalı olabileceğini düşünmeye başlamıştır. Bu tarz tacizlerin varlığı şüphesiz olsa ve kalıcı zararlar yaratsa bile, artan dene yimi sonucunda bunun öngördüğü kadar da sık olmadığını anlam aya başlamıştır. Ayrıca erkek kardeşinin ve kız kardeşle rinin de bazı histerik belirtiler gösterdiklerini gözlemlemiştir. Eğer neden taciz ise, bu durum çocuklarına cinsel tacizde bu lunmadığına emin olduğu babasını suçlamak anlamına gele cektir. Tatmin edici alternatif kuramlar oluşturması, kendini uzun süreli ve zahmetli bir biçimde analiz etmesini gerektir miştir. Kendi çocukluk anıları gün ışığına çıktıkça, erken ç o cukluk fantezilerinin daha fazla farkına varmıştır. Bu durum onun, nevrotik belirtilerin, gerçek olaylardan daha çok fante zilere bağlı olduğu sonucuna varmasını sağlamıştır. Freud’un asıl amacı, tıbbi tedavinin yerine psikanalizi bir tedavi yöntemi olarak koymaktı. Hem nevrotik belirtilerin ne denini hem de bunlardan kurtulmak için bir tedavi yöntemi bulduğuna inanmaktaydı. Taciz kuramınından sonra, bastırı lan şeyin, fanteziler olarak ortaya çıkan dürtüler olduğu sonu cuna ulaşmıştır. Eğer, bastırma sonucu oluşan tıkanıklıkların giderilmesi için, fanteziler hastanın bilincine getirilip dışavurulur ve çocukluktaki cinsel dürtüler hatırlanabilirse, bu önce den kellenmiş olan cinsel olgunluk yolunun kapılarını açabi lirdi. Bu hedefe ulaşmakla, nevroz ortadan kalkabilirdi. Çün kü, Freud’a göre, tüm nevrozlar, bastırılmış çocukluk cinsel dürtülerinin, dolaylı ifadeleriydi ve olgun cinsel doyum, nev Öteki Peygam berler
sig m u n d freud
rozla bağdaşamazdı. Eğer Freud’un ilk psikanaliz modeli doğru olsaydı, psika naliz de diğer tıbbi ya da cerrahi teknikler gibi öğretilir ve öğ renilebilirdi. Analist de, sadece hastasının davranışlarını göz lemleyen ve sözel iletişimini yorumlayan, bağımsız ve vasıflı bir hekim olarak kalabilirdi. Bu ümidin gerçekleşememesi için üç önemli neden vardır. Bunlardan ilki aktarım olgusudur. Freud, bir ‘dağ rehberi’ olma rolünden başka bir rol üstlenme yi tercih etmese de, karşısına kaçınılmaz olarak çıkan, hasta larının onu bir baba figürü, yüceltilmiş bir sevgili, hatta bir kurtarıcı yerine koymalarıdır. Hastalarının ondan istediği, nevrotik belirtilerinin ortadan kalkmasından çok daha öteydi. Hastalar, onun anlayışım, birey olarak takdirini kazanmayı, ilgisini ve hatta sevgisini istiyorlardı. ikinci olarak, Freud psikanalitik kuramını geliştirdikçe, görüşleri sanat, edebiyat, din, mizah ve antropolojinin de için de olduğu geniş bir ağı kapsamıştır. Başka bir deyişle psikana liz, nevrotik olan kadar normal insanı da tanımlamaya çalışan ve tüm kültürlere uyarlanabilecek, genelleşmiş bir psikoloji kavramı haline gelmiştir. Üçüncü olarak da, zaman içinde psikanalitik terapi ihtiya cı içinde olan hasta tipi değişmiştir. Freud’un hastalarının ço ğunda, günümüzde ender rastlanan bir tür histeri vardı. Bu nun dışındakiler de, zorlantısal* ritüeller veya düşüncelerle kendini çok belirgin olarak ortaya koyan saplantılı hastalardı. Psikanaliz, kuram olarak oturmaya başladıkça, psikolojik sağ lık ve hastalık arasındaki ayrım bulanıklaşmaya başlamış, böylece de gittikçe daha fazla hasta, ‘günlük yaşam sorunu’ olarak adlandırılabilecek, ilişkilerde zorluk ya da hayattan ge nel anlamda tatmin olm amak gibi nedenlerle, psikanalistlerin kapılarım aşındırmaya başlamıştır. Kimi analistler, potansiye linin tümüne ulaşmak isteyen herkesin analizden geçmesi ge rektiğine inanmaktaydı. Divana yatmaya gönüllü pek çok kişi için psikanaliz artık, sadece nevrotik belirtilerinden kurtulmak * Kom pulsif (ç.n.)
ö t e k i Pegam berler
sig m u n d freud
için uygulanan bir teknik değildi. Psikanaliz yaşamın anlamı nı bulma ve yaşam a anlam katma yoluydu. Başlangıçta Freud’un psikanaliz görüşünün, dinin yerini aldığına hiç kuşku yoktur. İddiasına göre din, babanın koru masına duyulan gizli bir özlemdir ve dinî gelenekler de, benli ğe akın eden kabul edilemez dürtülere karşı kişiyi koruyan tö renlerdir. Freud’a göre din, evrensel bir saplantı nevrozundan başka bir şey değildir. Bir Yanılsamanın Geleceği (Future o f an Illusion) kitabını şu cümle ile bitirir: H ay ır, bizim b ilim im iz y a n ılsa m a değildir. Y a n ılsa m a , bilim in bize v e rm e y e ceğ i b ir şey i b a şk a y erden alab ile ce ğ im izi s a n m ak tır."'
134
Ö teki Peygam berler
Buna karşın, Freud’un psikanalize olan inancı, onu destek leyebilecek herhangi bir bilimsel kanıtın varlığından çok daha öteye gitmiştir. Takipçisi Ferenczi’ye, Mayıs 1 9 1 3 ’te yazdığına göre, “ Gerçek, avucumuzun içinde. Bundan, on beş yıl önce sinde emin olduğum kadar eminim.” demiştir." (Bu dönem, Rüyaların Yorumu'nu yazdığı dönemdir). Freud, psikanalizin bilim olduğunu iddia etmeyi sürdürür ken, psikanaliz bir dizi bilimsel kuram yerine, dünyevî bir di ne daha fazla benzemeye başlamıştır. Üzücüdür ki, insan yaşa mını kavramaya yönelik bu kuram, sonunda kaçınılmaz ola rak bir yaşam biçimi olmuştur. Freud da bu akımın kurucusu olarak, nasıl yaşanması gerektiğini bilen ve öğreten biri ve sa dece bir doktor değil, bir guru olarak kabul edilmiştir. Aslın da Freud da, bu role bürünmek için pek de gönülsüz sayılmaz dı. Freud’ u, ele aldığımız diğer gurularla karşılaştıracak olur sak, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde, diğerlerine göre o ka dar da yalnız olmadığını görürüz. Fakat kendisi, yaşıtlarından sıkıldığını ve sadece birkaçı ile ilgilendiğini itiraf etmiştir. Bun lardan biri, Freud’un ergenlik yaşlarında tanıştığı Romanyah bir genç olan Eduard Silberstein’dır. Beraber İspanyolca öğ renmişler ve sadece ikisinin anladığı özel terimleri olan iki ki şilik gizli bir birlik kurmuşlardır. Freud’un Silberstein ile arka daşlığı, neredeyse eşit şartlardaki dostluğu yakaladığı bir du
sig m u n d freud
rumdur. Ancak, Phyllis Grosskurth’a göre, “ Freud için mek tuplaşma, karşılıklı görüşmeden daha değerliydi.” 12 Freud ar kadaşına buluşmak yerine, birbirlerine haftalık olarak neler yaptıklarım anlatan ve böylece daha fazla paylaşım sağlayan bir yazışma sistemi önermiştir. Silberstein, Freud’un düşük se viyeli bulduğu bir kıza aşık olduğunu açıklayınca, Freud çok kıskançlık göstermiştir. Silberstein’ın daha sonra evlendiği bu kadın, o kadar şiddetli bir depresyona girmişti ki, onu Freud’a göndermişti. Bu hanımın Freud’un hastası olup olmadığı bilin memektedir, ancak 14 Mayıs 1 8 9 1 ’de kendini Freud’un terapi yaptığı binanın merdiven boşluğundan atarak intihar ettiği bi linmektedir. Freud’un bir diğer yakını da, psikanaliz tarihine ışık tutan ünlü mektuplarını göndermiş olduğu Wilhelm Fliess’tir. Fliess, Freud’dan yaşça küçük olmasına rağmen, Freud ona güveni yor, idealleştiriyor ve hatta utandırıcı derecede ona dalkavuk luk ediyordu. Fliess cerrah olarak Berlin’de çalıştığından, Fre ud da Viyana’da yaşadığından dolayı, ilişkileri daha çok mek tuplaşmaya dayanmaktaydı. Freud’un Fliess’e olan bağlılığı, 1 9 0 2 ’nin başlarından itibaren, arkadaşlıkları tamamen son bulana kadar, yavaş yavaş azalmıştır. Freud’un bu dostlukta sergilediği mazoşist boyun eğiş, daha sonra öğrencileri ve ta kipçileri üzerinde kurduğu baskınlığın tersi olarak yorumlana bilir. Tıpkı diğer gurular gibi Freud, eşit şartlarda ilişki kurm a yı başarm akta oldukça zorlanmıştır. O tobiyografik Bir Ç alış m a (An Autobiographical Study) isimli yapıtının kişisel yaşa mı ve başkalarıyla olan ilişkilerini hemen hemen hiç içerme mesi, bunun yerine tamamen psikanalizin gelişimi üzerine odaklanmış olması, hem ilginç hem de anlamlıdır. Freud eleştiriye hiç tahammülü olmaması açısından da di ğer gurulara benzer. Aynı görüşü paylaşmamayı, kişisel düş manlık olarak algılardı. Her zaman Viyana Psikanaliz Topluluğu’nun en etkili kişisi olarak kalmış ve bu üstünlüğü, kendi si ve diğerleri arasına koyduğu mesafe ile sağlamıştır. En eski yandaşları bile, Freud’un bir arkadaştan çok bir Üstat olduğu nu iddia ederlerdi.
135
ö le k ı Pegam berler
sig m u n d freud
Freud yaşamı boyunca görüşlerini birçok kereler yenilemiş olsa da, bu değişiklikleri aldığı eleştiriler değil, kendi içgörüleri ile yapmıştır. Taraftarlarının psikanalitik kuram üzerindeki anlaşmazlıkları nedeniyle, Freud’un ilk oluşturduğu halkayı istifa etmek ya da kafir olarak azledilmek suretiyle terk etme leri, bilimsel bir anlaşamazlıktan çok bir kilise içindeki mez hep çatışmasına benzemektedir. Elbette bilimsel anlaşmazlık lar üzücüdür, ancak bu tür anlaşmazlıklarda, Freud’un ku ramlarını reddeden taraftarlarına karşı kullandığı iftiracı ve aşağılayıcı yaklaşım nadiren sergilenir. Freud’ un bağnazlığı ve anlaşmazlığa karşı hoşgörüsüzlüğü, aralarında Adler, Stekel, Jung ve daha sonradan Rank ve Ferenczi’nin bulunduğu mes lektaşlarının psikanalitik akımdan ayrılmalarına neden olmuş tur. Freud, iş arkadaşları sadık birer mürit olarak kaldığı süre ce onları onaylıyor, ona karşı çıktıklarında ise, onlara ya sö vüp sayıyor ya da ruhsal hastalıkları olduğunu ileri sürerek onları suçluyordu. Freud, Adler’i paranoyak, Stekel’i çekilmez ve ciğeri beş para etmez, Ju n g ’u da zalim ve dindarlık taslayan biri olarak nitelendiriyordu. Psikanalitik akım takipçileri, gi derek daha fazla dini bir cemaate benzemeye başlamış, Freud da davadan ayrılanlara kafir olarak adlandırmıştır. Freud dini bir çeşit yanılsama olarak ele aldığı halde, ken di doğruluğu konusundaki kanaatini mantıklı bir nedenle açıklam ak yerine, bir inanç sorunu haline dönüştürmüştür. Richard Webster’ın çok yerinde gözlemi şöyledir: F r e u d ’un p sik a n a litik a k ım ın lideri o lm a sın d a k i en çarp ıcı n o k ta , k e n d isi a ç ık ç a h içb ir d o ğ a ü s tü y a ra tıc ıy a in a n m a sa d a , k e n d i y ü rü ttü ğ ü stra te jile r istisn a sız y a ra ta n ın k ile re benzer. G e rç e k te n d e k e n d i k u r a m la r ın ı ele a lış b içim i, sa n k i T an rı t a r a fın d a n k e n d isin e b a h şe d ilm iş k işise l vah iy g ib id ir ve b a ş k a la r ın d a n b u n la r a u y m a la rın ı istem e biçim i d e, k u ts a l sö zle re g ö ste r ilm e si b ek len en sa y g ı g ib id ir.”
Freud’un kendi analizinde dikkati çeken, ancak hiç üstün de durulm amış olan nokta da, bir gurunun mesajının müritle ri tarafından sorgusuz sualsiz kabul edilmesi konusundaki ıs rarının, aslında gurunun konuyla ilgili gizli şüpheleri olabile ceğinin işareti olduğudur. Guruların, müritlerinin sağladığı g ü Öteki Peygam berler
sig m u n d freud
ven tazelemesine, tıpkı müritlerin de liderlerine ihtiyacı oldu ğu gibi, ihtiyaçları olduğunu daha önce de görmüştük. Freud Ju n g ’un ayrılmasından oldukça etkilenmiştir. Bu nunla birlikte, Ernest Jones ve Sandor Ferenczi’nin, Freud ve kuramlarının korunup saklandığı, gerçek inananlardan oluşan gizli bir heyetin kurulması ile ilgili önerileri, onu biraz olsun rahatlatmıştır. Heyette, güvenirlikleri açısından özellikle seçil miş olan Karl Abraham, M a x Eitingon, Ernest Jones, Hanns Sachs, Sandor Ferenczi ve Otto Rank bulunmaktaydı. Daha önceden de belirtildiği gibi son sayılan iki kişi daha sonradan akım dan tamamen ayrılmışlardır. Diğer gurular gibi, Freud’un da, kesinlikle haklı olduğuna inanmasından kaynaklanan güçlü bir karizması vardı. Düşün celerinin Batı dünyasında yayılmasında, yetenekli bir yazar ol masının yanı sıra etkileyici bir konuşmacı olması da rol oyna mıştır. Daha okul yıllarında bile edebî üslubu övgüyle karşı lanmış, 1 9 3 0 ’da Goethe edebiyat ödülüne layık görülmüştür. Freud’un yazılarının çevirilerini bile okum ak başlı başına bir zevktir. Olası eleştirileri sa f dışı edebilmek üzere elinden gele ni ardına koymadığı gibi, vardığı sonuçların tek gerçek oldu ğu biçimindeki sunumu nedeniyle de ikna edicidir. Freud, var dığı sonuçları, edebî yeteneği sayesinde gerçekte oldukların dan daha mantıklı şekilde sunabildiği için okurlar bunları ka bul etmeye hazırdırlar. Kalemi kuvvetli olduğu gibi, konuşmacı olarak da olduk ça ikna ediciydi. Freud asla bir demagog değildi, ancak kendi sini büyülenmiş gibi dinleyenleri, hiçbir nota bakmaksızın dört saat boyunca avucunda tutabilecek kadar akıcı bir ko nuşmacıydı. Bağıra çağıra konuşmazdı, aksine konuşması ta ne tane, net ve enerjikti. Genellikle, sorular sorulmasını sağla yacak biçimde konuşmasına ara verirdi. Viyana Üniversitesi tarafından üç ciltte toplanmış, sonra da yayımlamış Psikanali ze G iriş D ersleri (Introductory Lectures) yapıtı, yazıları ara sında ticari açıdan en başarılı olanıdır. Biyografi yazarı Peter Gay, Freud’ un ikna etme yeteneğine hayran kalmış ve şunları yazmıştır: ö t e k i Pegam berler
sig m u n d freud
K o n fe r a n s su n u m u n u n k u rn a z c a s ıra la n ışı, in sa n ları k en d i y ö n ü n e ç e k m e y e y ö n e lik ti: F re u d d in leyen lerin e, p sik a n a litik g ö r ü şle ri, d il sü rç m e le rin d e n b a şla y a r a k s ır a d a n , g e n ellik le g ü lü n ç g ü n lü k o la y la r la tan ıtır, b u ra d a n h erk esin y a k ın d an ta n ıd ığ ı b ir ru h sa l d en eyim o la n rü y a la r a g e ç ere k , y a v a ş y a v a ş ve b ilin çli o la r a k , s a ğ d u y u n u n s a ğ la m tem elin d e so n lan d ırırd ı.'*
138
Freud guruların önceden sözü edilen tipik özelliklerinden çoğunu taşısa da, bunlardan hiçbiri fiilen ahlâksız ve rezil özellikler değildi. Gücü yeten hastalarından yüksek ücretler talep etmesine rağmen, ihtiyacı olanlara karşı da bonkördü. Takıntılı olarak antika heykelcikler toplaması dışında, sade bir yaşam sürmüştü. Aşırı bir isteği olduğuna ya da para birik tirme konusunda kişisel bir çaba içine girdiğine ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Ancak, söz konusu psikanaliz akımına para sa ğ lamak olunca, durum değişmektedir. Frederick Crews, tatsız bir hikâyeyi gün ışığına çıkarmıştır. Freud, eşinden ayrılmaya niyetli bir meslektaşını yüreklendirerek, önce boşanmasını, sonra da ‘Psikanaliz Fonu’ na para sağlam ak üzere zengin bir dulla evlenmesini önermiştir.15 Ancak Freud’un bu mektuptaki ifadesi, alaycı ve esprili olduğu için, bu iddiaya çok güvenmek doğru olmaz. Freud, kuramlarından kesinlikle emin olsa da, sözü edilen diğer bazı gurular gibi, sanrı ve varsamların olduğu herhangi bir psikotik hastalık belirtisi göstermemiştir. Profesyonel kari yerinde ilerlemesini engelleyen Yahudi düşmanlığı üzerinde zaman zaman gereğinden fazla durmuştu ve ona göre, bu du rum psikanalize karşı bir tehdit oluşturmaktaydı. Ancak bu onun paranoyak olduğunu kanıtlamaz. O sıralarda Yahudi düşmanlığı, Viyana’da gün gibi ortadaydı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru da giderek artmıştı. Yahudilerin se bep olduğu düşünülen borsa krizi, 1 8 7 3 ’te, Freud’un üniversi teye girdiği yıl patlak vermişti. 1 8 9 7 ’de Viyana’da belediye başkanı olarak seçilen Kari Lueger, seçim kampanyasında Ya hudi düşmanlığı temasını kullanmıştı. Hitler, M art 1 9 3 8 ’de Avusturya’ya girdiğinde, Viyanalı Naziler Yahudi düşmanlığı nın en şiddetli savunucuları arasındaydılar.
sig m u n d freud
Freud eski hastalarım, yarar sağlam ak amacıyla kullanma ya çalışsa da, bu asla namussuzluk düzeyine ulaşmamıştır. Üniversiteden üst üste yıllarca reddedildiği için, Bayan Elise Gomperz ve Barones M arie von Ferstel, Eğitim Bakanı’ndan Freud’un doçentliğinin verilmesi için özel olarak ricada bulun muşlardır. Barones, bakana şükranlarını sunmak üzere, o sıra larda oluşturmaya çalıştığı resim galerisi için bir eser hediye etmiştir.'6 Freud’un baldızı ile ilişkiye girdiği yolunda söylentiler dolaşsa da, bildiğim kadarıyla hastalarını ve meslektaşlarını ayartm ak için pozisyonunu kullandığına dair herhangi bir ka nıt yoktur. Lou Andreas Salom é’den, herkes gibi, etkilendiği açıktır. Fakat onunla, 1 9 1 1 ’de, kendisi elli beş, Salomé ise elli yaşındayken karşılaşmıştır. Onun bir resmi çalışma odasının duvarını süslemiş ve onunla uzun süre haberleşmiştir. Fre ud’un kişiliği göz önüne alındığında, evlilik dışı bir ilişkisinin olması pek olası görünmemektedir. Bütün gün hastaları ile il gilenmiş, gecelerini de yazmaya ayırmıştır. Freud’un birçok fikri geçersiz olduğu halde, temelde ken dimizle ilgili düşünme biçimimiz konusundaki etkileri yararlı olmuştur. Psikanaliz, alışılmadık davranışlara karşı hoşgörü müzün artmasını ve fazilet taslamaktan uzaklaşmamızı sağla mıştır. Freud’un hiçbir yönlendirme veya öğüt vermeden, has talarını uzun süreler dinlemesi, hem hastaların hem de uygu layıcıların yararına, birçok modern psikoterapi şeklinin doğ masına neden olmuştur. Freud’un bir guru olarak değerlendi rilmesi ve psikanalizin de bir yaşam biçimine dönüştürülmesi, henüz kurtulamadığımız birtakım istenmeyen sonuçları da be raberinde getirmiştir. 1 9 3 0 ’lardan 1 9 5 0 ’lere kadar, eğitimlerinden dolayı psika nalistler, insan doğası hakkında, çok özel bir içgörüye sahip olduklarını ve analizden geçmemiş kişilerin de yok sayılması gerektiği inancını taşıyorlardı. Psikanaliz eğitimi, üstün bilgi ve statü sağlayan seçkin bir grubun üyesi olmayı sağlıyordu. Psikanalitik kuramı ve onun uygulamalarını sorgulayanların, yeteri kadar analizden geçmediği düşünülmekteydi. Tıpkı dini O le k ı Pegam berler
sig m u n d freud
140
nkıml.ml.ı okluğu gibi, hoşgörüsüzlükle birleşmiş inançların ılog.ıl sonucu olarak, zaman içinde psikanalizde de Atlantiğin Iht iki yakasında, ‘gerçeği’ bildiğini iddia eden, hizipçi grup lar ve karşıt klikler oluşmuştu. Freud çoğu kişinin fark ettiğin den çok daha fazla kurtarıcı gibi algılanan biriydi ve müritle rinden bazıları akılları başlarından gitmiş fanatiklere dönüş müştü. Tıpkı Üstatları gibi, üstün bilgeliği ve içgörüsünden emin olan pek çok psikanalist, kendi meslektaşları da dahil olmak üzere, onlarla aynı görüşü paylaşmayan herkese karşı hoşgö rüsüz davranmışlardır. İngiliz Psikanaliz Topluluğu’ndaki ge leneksel Freudcular ile Melanie Klein yandaşları arasındaki tartışmalar hem çok saçma hem de oldukça iç karartıcıdır. Kendilerini insan doğası konusunda ve insanların duygusal so runlarım çözmeye yardımcı olmada uzman olarak gören bu sözde yetişkin ve aklı başında kişiler, psikanalitik öğreti tartış maları nedeniyle birbirlerine iftira atmış ve topluluğu parçala ra bölmüşlerdir. Bu durum, inancı olmayan biri için, A nanla rın* dördüncü yüzyılda Hıristiyan Kilisesini bölen hom oousia” ve hom oiousia’” tartışmaları kadar gülünçtür. Psikanalist olmanın olumsuz yönlerinden biri de; olasılık la hâlen de öyledir, giderek daha fazla günlük hayattan kopma eğilimi yaratmasıdır. Janet Malcolm, New York’da yaşayan göçmen bir analisti şöyle anlatır: T ü m h a y a tı p s ik a n a litik d ü şü n ce le rle d o lu y d u : G ü n d ü zle ri h a sta la rın ı g ö rü y o r, a k ş a m la r ı e n stitü d e k i to p la n tıla r a k a tılı yor, e şiy le b irlik te yem eğ e ç ık tığ ın d a ya d a evde v a k it g e ç ir d ik lerin d e k e n d ile rin e h ep a n a listle r eşlik e d iy o rd u . İfa d e e t tiğin e g ö r e , d iğ er in sa n la r d a n g ittik ç e u z a k la şıy o rd u . O la y la ra a n a listle rin g ö z ü y le b a k m a y a n la r la , k o n u şa c a k ç o k a z şey k a lm ış tı.17
* Isa'nın ezeli ve ebedi olmadığını, Tanrı tarafından yaratıldığı için doğası gereği Tanrı olm adığını savunan akıma inananlar (ç.n.) * * Arianizm akımı üç kola ayrılmıştır: Anom oeanlar, Homoeanlar, Yarı Ananlar. 'B ir cevher’ anlam ına gelen 'h o m o o u sio n ' terimi, O ğul Isa ile Baba Tanrı'nın aynı cevhere sahip old u ğu n u ifade eder (ç.n.) * * * Baba ile O ğ u l’un 'benzer cevhere' sahip olduklarını ifade eden 'h om oio usion ' terimi, 'benzer cevher' anlam ına gelm ektedir (ç.n.)
Ö teki Peygam berler
sig m u n d freud
Bu durum, bütün özel grupları etkileyen bir tehlikedir. Müritler nasıl gurularının kendisine ve misyonuna olan inan cını pekiştiriyorlarsa, birbirlerinin inançlarını ve sadakatlerini de pekiştirirler. Özel gruplar, karşılıklı güven telkin eden bir sisteme dönüşür. Sıradan insanlar tarafından inkâr edilse bile, onlar hayatın nasıl yaşanması gerektiği konusunda özel içgörülere sahip oldukları hakkında birbirlerini ikna ederler. Psikanaliz tıbbi bir tedavi olmaktan çok bir inanç olmaya başladığından beri, psikanalistler giderek hastaya fayda sağla sın sağlamasın, her psikiyatrik vakaya psikanaliz uygulamaya başlamışlardır. Bu noktada eleştirel değerlendirme riskine kar şı “ gerçek” ortaya konulmaz. ‘Analizin tam am lanması’ için gereken süre giderek artmıştır. Asla ulaşılamayacak mükem melliğin peşinde oldukları için saplantılı hastaların analizleri, hele maddi sorunları yoksa, sonsuza kadar sürdürülebilir. Bu tip hastalar, pek az yarar görmelerine rağmen, analiste uzun süreli düzenli gelir sağladıkları için, analizlerinin on yıl veya daha uzun sürmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Diğer bazı analist ler, Freud’un tedaviye almayı reddettiği psikotik hastaları da analiz etme konusunda uzmanlaşmışlardır. 1 9 0 4 ’den itibaren Freud’un önerisi, özellikle patolojik belirtiler kolaylıkla ayırt edilebilsin diye, bir dereceye kadar normal kişilerin analize alınması yönünde olmuştur. Çoğu psikozda durum bu değil dir. Şizofrenik ve manik-depresif hastaların psikoterapinin d a ha az kuramsal türleri ve ilâç tedavisinden daha fazla yarar landıkları doğrudur. Psikanalistlerin Freudcu psikanalizle, psikotiklere uyguladıkları uzun süreli tedavilerin başarısızlığı o kadar fazla kanıtlanmıştır ki, bazı psikiyatristler bu çabaları yanlış tedavi olarak değerlendirirler. Bu kötüye kullanımlar, psikanalizin eleştirilebilen, değiştirilebilen veya yerine daha iyi bir yöntemin seçilebileceği bir tedavi biçimi olarak kalmak ye rine, bir inanç düzeyine yükseltilmesinin doğal sonuçlarıdır. Psikanaliz, Amerika Birleşik Devletleri’nde de büyük öv güyle karşılanmıştır. Psikiyatrik bir inanç olarak önemi, Orta Avrupa’daki Nazilerden kaçıp gelmiş göçmenler tarafından daha da artırılmıştır. Uzunca bir süre hiçbir psikiyatristin, psiO le k i Pegam berler
sig m u n d freud
142
O ie k ı Peygam berler
knn;ıliz eğitimi almadan ve saygın bir psikanalitik kurum ta ralından tanınmadan ilerlemesi mümkün değildi. Şimdilerde psikanaliz yerini, geleneğinin tam aksi yönündeki, ruhsal ra hatsızlıkların beynin fiziksel bir bozukluğundan kaynaklandı ğı görüşünü ileri süren biyolojik psikiyatriye bırakmıştır. Freudcu psikanaliz, o kadar kötü bir üne kavuşmuştur ki, psikoterapinin her türü gözden düşmüştür. İlaç reçetesi yazmak k o laylıkla öğrenilse de, ilâç asla psikoterapinin yerini alamaz. Psikiyatrist eğitiminde, sapla saman karıştırılır, kişi yüzme bil meden suya atılır. Bu da psikanalizin deneyimsel bir disiplin olarak kalmayıp bir inanç sistemi haline gelmesinin diğer bir talihsiz sonucudur. Bize insanları dinlemeyi öğreten Freud olmuştur. Sıkıntısı olan kişilerin sorunlarını tam bir dikkatle uzun süreler dinle me tekniği, psikanalitik öğretiler dışındaki psikoterapi türle rinde bile oldukça etkilidir. Ruhsal rahatsızlığı olan ya da cid di duygusal sorunları olan kişiler ilâca ihtiyaç duysun duyma sın, anlaşılma ve kabul edilme ihtiyacı içindedirler. Psikotera pistler, yargılamadan dinlemeyi, yönlendirme yapmadan veya doğrudan öğüt vermeden kabul etmeyi ve hem tarafsız kalma yı hem de merhametli olmayı öğrenirler. Psikanalist olmayan diğer bazı gurular da, Gurdjieff örneğinde olduğu gibi, karşı larında ihtiyaç duyan biri olduğunda, aynı tavrı benimsemiş lerdir. Psikanalizin yükseliş ve düşüş hikâyesinden, gurulara ihtiyaç duyan kişiler hakkında öğreneceğimiz çok şey vardır. Psikanalizden geçen hastalar, tüm belirtilerinin ortadan kalkmadığını görebilir ya da bu belirtilerin psikanalitik yo rumlarının hepsini kabul etmeyebilirler. Yine de, birçoğu ‘iyi leşmeseler de’ analizi sürdürmeye devam ederler. Bunun nede ninin, psikanalitik sürecin günlük hayatta kolay rastlanma yan, faydalı deneyimler sunması olduğunu düşünüyorum. Ö n celikle, hiç kesintiye uğramadan kişisel sorunlar hakkında ko nuşmak, sorunların somutlaşmasına olanak tanır. Bu da so runların daha kolay çözülmesini sağlar. Analizden geçmiş he men herkes, kendini daha fazla anlamaya başlar. Çünkü, ko nuşmak olayları genellikle netleştirin Detaylı bir günce tutma-
sig m u n d freud
nm da aynı işlevi görebileceği ileri sürülebilir; ben de kesinlik le günlük tutmanın içgörüyü artırdığına inanıyorum. Ancak günlük tutma eylemi, sıkıntısı olan bir kişiye analizin sağladı ğı tatmin edici deneyimlerden biri olan insan olarak kabul edilme duygusunu yaşatmaz. Analizden geçme ihtiyacı olanla rın çoğu, oldukları gibi kabul edilmedikleri ve değer görme dikleri duygusunu taşırlar. Bazı insanlar için, bir başka kişinin dinlemeye ve onu yakından tanımaya hazır olduğunu bilmek ve tanındığı halde reddedilmediğini keşfetmek, başlı başına bir aydınlanmadır. Freud, gerçekte sunduğundan daha farklı bir şey gerçekleş tiğini düşünüyordu. Hem nevrozun açıklamasını hem de onu tedavi etme yöntemini bulduğuna inanıyordu. Ancak bire bir analiz ettiği ve detaylı bir biçimde anlattığı dört vakadan s a dece biri iyileşmiş, bu hastanın da ruh sağlığı zaman içinde iz lenmemiştir (Fare A dam - The R at Man).'* Sunduğu şey, aslın da kendi başına iyileştirici olan uzun süreli hoşgörü ve ilgiden başka bir şey değildir. Bu sonuca Kurt A dam (Wolf Man) ola rak adlandırılan vaka örnektir. Bu hasta, 1910 ’dan Temmuz 1 9 1 4 ’e kadar Freud tarafından görülmüştür. H asta tedaviye Kasım 1 9 1 9 ’dan, Şubat 1 9 2 0 ’ye kadar tekrar tedaviye dön müş ve daha sonra en az dört psikanalist tarafından daha an a liz edilmiştir. Seksenli yaşlarında kendisiyle yapılan röportaj da, Freud’un hastalığının kökeni hakkındaki nedensel yorum larını reddettiğini ve onu fazla zorlama bulduğunu ifade et miştir. Onun için asıl önemli olan, Freud’un kendisi ile ilgilen mesiydi. K urt A d am 'm ilk tedavisinden sonraki iyileşmesi, Freud’un iddia ettiği gibi sözde çocukluk cinselliğini yeniden yapılandırmasından değil, Freud’da güvenebileceği bir baba fi gürü bulabilmesindendi. Freud’un Psikanalize Giriş-Yeni D ersler'inden sonuncusu olan mükemmel makalesi “ Dünya Görüşü Sorunu” (The Q u estion o f a Weltanschauung)’dur. Yazı, okuyucuyu psikanali zin evrenin bilimsel görüşünü kabul eden, bilimin özel bir da lı olduğuna ve bu nedenle de kendi W eltanschauung’unu* oluşturmaya elverişli olmadığına ikna etmeye çalışır. Freud Ö teki Pegam berler
sig m u n d freud
haklı olarak şunu ileri sürer: B ilim in ö n e sü r d ü ğ ü n e g ö r e , ev ren ile ilgili b ilgi sa h ib i o lm a n ın , zih in sel o la r a k , d ik k a tli in celem e ile y a p ıla n g ö z le m le r d en b a şk a y o lu y o k tu r. B a şk a b ir d ey işle, biz b u n a a ra ştır m a d iy o ru z . B u n u n d ışın d a bilgi, v a h iy d en , sez g id e n ve g aip te n g e lm e z .1''
Ancak gördüğümüz gibi, vahiy Freud’un başlangıçtaki formülasyonlarında can alıcı bir rol oynamıştır. Freud sonradan, psikanalizin bilimsel araştırmayı zihin alanına taşıdığını ileri sürer, ancak bu iddiayı kanıtlamak mümkün değildir. Daha sonra da, W eltanschauung'a. dönüşen ve sosyal bilimleri baş latan M arksizm ’e dikkat çeker. M a r k s is t k u ra m ın eleştirel o la r a k in celen m esi y a s a k o ld u ğ u için d o ğ ru lu ğ u n d a n d u y u la n şü p h e , bir z a m a n la r K a to lik K i lisesin e ay k ırı d ü şü n ce le rin i ifa d e ed en ler g ib i cezalan d ırılır. M a r k s ’ ın y a z ıla rı, v a h iy k a y n a ğ ı o la r a k İncil ve K u r a n ’ ın y e rini alm ıştır, bu y a z ıla r d a e sk i k u tsa l k ita p la r d a k i çelişk i ve ç a p r a ş ık lığ a sa h ip tir.2“
tik cümledeki, ‘M arksist kuram ’ yerine ‘psikanaliz’i, ikinci cümledeki ‘M a rk s’ adı yerine de ‘Freud’u koyarsak, psikanali zin başına özellikle ilk günlerde gelenleri tam olarak anlayabi liriz. Ancak Freud bunu asla görememiştir. Freud, guru rolünü üstlenmeyi açıkça reddettiği halde çar pıcı bir örnek olmuştur. Diğer gurularda da olduğu gibi, ardın da bıraktığı miras karmaşıktır. Freud hem hünerli hem de ya ratıcıydı. İnsan zihnine tuttuğu ışık, müritlerinin iddia ettiği kadar aydınlatıcı olm asa da, insan davranışının bazı karanlık noktalarını açıklamaya yaramıştır. İnsan davranışlarına hoş görüyü artırmış, psikoterapi tekniğine katkıları olmuş ve ken di davranışlarımız hakkında düşünme biçimimizde devrim ya ratmıştır. Yirminci yüzyıl insanı Freud’a çok şey borçludur.
* (Alm.) D ünya görü şü (ç.n.)
D ie k ı Peygam berler
VII. cizvit ve isa om a Katolik Kilisesi, İsa Derneği’nin kurucusu Loyolalı İgnatius’u, gelmiş geçmiş en yüce aziz olarak kabul eder. Onun bu kitapta yer almasının nedeni, geçirdiği yaratıcı has talık ardından, bir İspanyol asilzadesinden tinsel bir öğretme ne dönüşmesine neden olan vahiyleridir. Rudolf Steiner, evren görüşünün temelini ‘G o lg o ta’nın Gizemi’nin oluşturduğunu iddia etse de, İgnatius geleneksel bir Hıristiyan olarak tanım lanamaz. Tam tersi, İgnatius kendi dönüşümünü ve vahiyleri ni katolik öğretisi ile birleştirdiği halde, başlangıçta engizisyon tarafından şüphe ile karşılanmıştır. İgnatius’un yaşamı boyun ca devam ettiğini söylediği deneyimler, sosyal yaşamda da ye tersiz biri tarafından dile getirilmiş olsa, psikiyatristler, bunla rı rahatlıkla ruhsal rahatsızlığın bir kanıtı olarak kabul eder lerdi. Ancak İgnatius, Kilisenin yarattığı en etkin liderlerden biri olmuştur. İsa Derneği günümüzde yirmi altı bin üyesi ile dünyanın en büyük dini tarikatıdır.1 Loyolalı Iñigo, Guipúzcoa eyaletinde yaşayan, kökleri on üçüncü yüzyıla kadar uzanan Basklı aristokrat bir ailenin o ğ ludur. Kesin olm amakla beraber, olasılıkla 1 4 9 1 ’de, Loyola kalesinde dünyaya gelmiştir. Daha önce dokuz çocuk sahibi olan annesi, onu hayata getirdikten kısa bir süre sonra ölm üş tür. 1 4 9 2 ’de Granada fethedilmiş ve Faslılar sonunda Ispan ya’dan sürülmüşlerdir. 1 5 0 7 ’de babasını kaybeden Iñigo, K ra liçe İsabella’nın hükümdarlığı altındaki, Castile’in hazine so rumlusu, asilzade general Velazquez de Cuéllar’in yanına gön derilmiştir. Genç delikanlı, orada bir saray adamı ve asker ola rak eğitilmiştir. Hırslı, gururlu ve yürekli biri olduğu dilden di le dolaşmaktadır. Ününü, cephede başarı peşinde kılıcını ko nuşturmasına, birçok kadınla kurduğu ilişkilere, usta bir düellocu ve kumarbaz olmasına borçludur. 1 5 1 7 ’de Velazquez de Cuéllar’in ölümü üzerine dul kalan eşi M aria de Velasco, İnigo de Loyola için, Najera Dükü’nün evinde bir görev ayarlar. Tam da o sıralarda, Najera Dükü, Fransa sınırındaki konumu nedeniyle, birçok savaşa cephe ol Ö teki Pegam berler
146
O tekı Peygam berler
muş N avarre’ın genel valisi olarak atanmıştır. 1 512’de, Kral Ferdinand eyaleti kendi topraklarına kattıktan sonra, orada Pamplona kalesini yaptırmıştır. Böylece burası, ele geçirilmiş eyaletin kilit şehri konumuna gelmiştir. Fransa’dan I. Francis, bölgeye saldırınca, íñigo’ya şehri koruma emri verilmiştir. Va li teslim olmayı kabul ettiği halde, kale düşmemiştir. Yardım cı güçlerin im dada yetişeceği ümidi içinde olan Iñigo, ordusu nu kaleyi korumaya devam etmeye ikna etmiştir. Iñigo, 23 ve ya 24 Mayıs 1 5 2 1 ’de ağır yaralanmıştır. Bacakları arasından geçen bir top mermisi, sağ bacağının birçok yerinden kırılma sına, sol bacak kaslarının da olduğu gibi parçalanmasına ne den olmuştur. Ağır ateşli silahlarla, altı saat süren mücadele sonunda, kale Fran sa’ya teslim olmuştur. Fransız doktorlar, íñigo’ya tıbbi olarak her şeyi yaptıktan sonra, onu dokuz gün lük bir gecikmeyle de olsa, sedye üzerinde, Anzuola’da yaşa yan ablasının evine göndermişlerdir. Iñigo, temmuz ortasına kadar ablasının yanında kaldıktan sonra, Loyola Kalesi’ne geçmiştir. Fransız doktorlar Iñigo’ya ilk müdahaleyi büyük bir titiz likle yapmış olmalarına rağmen, İspanyol cerrahlar, iyileşme nin tam olarak sağlanabilmesi için, sağ bacağının tekrar kırı larak yerine yerleştirilmesi gerektiğine karar vermişlerdir. Bu korkunç acılı müdahaleye büyük bir sabırla göğüs geren Iñi go, ameliyat sonrasında hayatî tehlikeye girecek biçimde kötü leştiği için son duasını etmesi istenmiştir. St. Peter’a günah çı karttıktan sonra, sağlığı mucizevi bir şekilde iyiye doğru git miş ve tehlikeyi atlattığı izlenimini uyandırmıştır. Kemikleri yerine oturtulduğu halde, bacağındaki çirkin kemik çıkıntısı, asilzadelerin giydiği şık çizmeleri giymesini engellemektedir. Bunun yok edilmesi için şimdiye kadar çektiği acılardan kat kat fazlasını çekeceğini bildiği halde, Iñigo doktorlara bunu ortadan kaldırmaları için yalvarmıştır. Biyografi yazarları, bu estetik kaygısına dikkat çekerek, bunun erkeklik gururunun bir kanıtı olduğuna ve bu üçüncü ameliyat sırasında ve sonra sında yaşadığı ağrılı sürece gösterdiği cesarete değinmişlerdir. Yürümesi imkansız olan Iñigo, haftalarca yatağa mahkum ol
muştur. Şubat 1 5 2 2 ’de, ailesinden kalma evden ayrıldığı sıra da, ayağı hâlâ aksam akta, sakatlığı da devam etmektedir. Özgüvenini fiziksel beceri, cesaret ve dayanıklılık üzerine kurmuş her erkek, sığınacakları cinsel başarıları ya da liderlik leri olsun olmasın, bu tür sakatlayıcı bir yara almanın ne ka dar üzücü ve sıkıntı verici olabileceğini tahmin edebilir. Psikiyatristler, örneğin atletlerin hastalık, yaralanma ya da sporu erken bırakmak zorunda kalmaları sonucunda yaşamlarının nasıl yıkıldığını görmeye alışkınlardır. Bu atletlerden bazıları kaçınılmaz olarak depresyona girip, sonunda da alkolik olur larken, diğerleri, gazeteci, spiker ve iş adamı olarak yollarına devam ederler. Var olan kimliğin böylesine kökten değişimini başarmak için, zaman, kararlılık ve önemli ölçüde de kişilik gücüne sahip olmak gerekmektedir. Iñigo de L oyo la’nın, İsa Derneği’nin kurucusu İgnatius’a dönüşmesi, zorunlu hareket sizliği ve bunun sonucu olarak yaşadığı depresyon ile başla mıştır. Onun yaratıcı hastalığı, kendiliğinden olmaktan çok, başına gelen talihsiz olayların etkisi üzerine ortaya çıkmıştır. Uzun süren iyileşme döneminin çoğunu düşüncelere dala rak geçirmiştir. Tekrar eden hayallerinden birinde, Don Kişot’a benzer bir biçimde, soylu bir kadın uğruna kahramanca işler yaparak onun kalbini kazanırken, bir yandan da kendi adına zafere ulaşmaktadır. Vaktinin bir bölümünü de, eline ge çen her şeyi okuyarak değerlendirmiştir. Bunlar arasında, Aziz Bruno tarikatının keşişlerinden Saksonyalı Ludolph’un yazdı ğı dört ciltlik İsa ’nın H ayatı (Life of Christ) ve Dominikan ta rikatından İtalyan Ja c o p o de Voraige’ın yazdığı Azizlerin H a yatları (Lives o f the Saints) da yer almaktadır.2 Bu yazılar, on da zaman içinde derin etkiler bırakmıştır. Bazı azizlerin ya şamlarından adeta büyülenmiştir. Çölde yetmiş yıl, münzevi bir yalnızlık içinde hayatını geçiren St. Honofrio ile yaşamla rının başında tıpkı kendisi gibi, dünyevi uğraşları olan ancak rahatsızlandıktan sonra azize dönüşen St. Dominic ve St. Francis, onu en fazla etkileyenler arasında sayılabilir. Artık gündelik, sıradan, şehvet dolu şövalyelik düşleri yerine, St. Francis ya da St. Dominic olabilme hayali kurmaktadır. Gide
147
ö t e k i P egam be d er
148
O iek ı Peygam berler
rek, dünyevî düşlerinin şeytandan, tinsel fantezilerinin ise Tanrı’dan geldiğine inanmaya başlamıştır. Bu uzun süren hareket sizlik ve düşüncelere dalma dönemi ardından, Iñigo, Meryem A n a’yı, kucağında oğlu İsa ile görmüştür. Bu rüya onu sevince boğmuş, bu da dünyevî sevgi düşlerinin sonunu getirmiştir. Öne sürdüğüne göre, bu andan itibaren, şeytan tarafından bir daha ayartılmamıştır. Bu imgelem, onun aktif asilzadeliğini terk ederek münzevi bir keşiş olarak K u d ü s’e hacca gitme is teğine kapılmasına neden olmuştur. Sonunda tekrar ayağa kalktığında, Barselona’dan yaklaşık 50 kilometre uzaklıktaki, yüksek bir dağ üzerindeki M ontser rat M anastırı’na gitmek üzere, hacca gitme yolundaki ilk adımlarını atmıştır. Burada kılıcını, giysilerini ve soylu kimli ğinin gerektirdiği tüm eşyaları bırakarak, sırtına tövbe elbise sini geçirmiş, hacı kuşağını sarınmıştır. Ailesi ile de tüm bağla rını kopararak, yaklaşık on yıl kadar onlarla hiç iletişime geç memiştir. Büyük olasılıkla aile bağlarının Tanrı’ya olan bağlı lığına engel olacağını düşünmektedir. Bildiğimiz gibi, İsa ona bir örnek oluşturmaktadır. Iñigo, Jean Chanon adındaki Fran sız rahibe günah çıkardıktan üç gün sonra, M art 1 5 2 2 ’den Şu bat 1 5 2 3 ’e kadar kalacağı Montserrat yakınlarındaki Manresa kasabasına doğru yola koyulmuştur. İlk birkaç ay bitmez tükenmez bir mutluluk içinde yaşadı ğı halde, bu daha sonra değişmiş ve 1 5 2 2 ’nin Temmuzundan Ekimine kadar süren ağır bir depresyon dönemine girmiştir. İfiigo’nun, manik-depresif olduğu ve bu nedenle de uç nokta larda duygudurum değişiklikleri yaşamaya maruz kaldığına neredeyse şüphe yoktur. Depresyon dönemini, geçmiş yaşa mındaki günahları için, kendine uyguladığı ağır kefaret ceza ları da başlatmış olabilir. Zam anın büyük çoğunluğunu, Cardoner ırmağının yukarılarındaki bir kayanın üstünde tek başı na oturarak geçirmektedir. Bu dönemde sağlığını bozacak ka dar ağır oruç tutmaktadır. Depresyon dönemi sırasında, bütün gününü dua ederek geçirdiği halde, Tanrı’dan uzaklaştığını hissettiği için tekrar tekrar intihar girişiminde bulunmuş ve ‘ruhunun karanlık gecesini’ yaşamıştır. Uyuyamamasının yanı
sıra, devamlı vicdan azabı da çekmektedir. Vicdan azabı nede niyle, itiraf etmeyi atladığı ve hafife aldığı herhangi bir güna hı olup olmadığını anlamak için sürekli hafızasını kurcalaya rak kendisini zorlamıştır. Tanrı çektiği çileyi görür de ona acır diye, bütün bir haftayı hiçbir şey yemeden geçirdiği de olmuş tur. Bu dönemde safra kesesi taş yapmış, bu tüm yaşamı bo yunca dönem dönem safra taşı sancısı çekmesine neden ol muştur. Önceden dış görünümüne aşırı düşkün olduğu halde, St. H onofrio’ya özenerek, tırnaklarını ve saçını hiç kesmeden yaşamaya başlamıştır. 1522 sonbaharında bir tapınakta bilin cini kaybetmiş olarak bulunmuş, dostları tarafından beslen mek zorunda kalmıştır. Onu bulduklarında bilinç kaybı ve yüksek ateşi varmış; bu durum bir sonraki kış döneminde tek rar etmiştir. Ancak, ateşinin aşırı yükselmesinden kısa bir süre sonra bir dizi tinsel aydınlanma yaşamıştır ki, bu durum hem vicdan azabına hem de depresyonuna son noktayı koymuştur. Bu de neyimler, onu bir daha asla terk etmeyecek kadar güçlü bir hu zur ve dinginlik getirmiştir. Kendi anlattığına göre, üç anahtar figür altında Kutsal Uçlü’yü görmesi, onda öylesine büyük bir rahatlama hissi ve mutluluk yaşatmıştır ki, göz yaşlarına ha kim olamamıştır. Bir başka deneyiminde ise, Tanrı’nın yaydığı ışık olduğuna inandığı beyaz bir şey görmüştür. “ Dünyanın yaratılışına ait kutsal bilgelik planını uzaktan gördüğünü” his settiğini ifade etmiştir.’ Bir kere de, ayin sırasında, yukarıdan beyaz ışık hüzmeleri yayıldığını gördüğünde, bunun İsa’nın ta pınakta olduğunun bir kanıtı olduğunu düşündüğünü söyle miştir. D ua ettiği sırada, birçok defa, İsa’nın bedeni olduğuna inandığı beyaz bir beden gördüğünü de dile getirmiştir. Bu görsel deneyimlerin, oruç tutmasından kaynaklanan fizyolojik değişimlere bağlı olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur. On beş yıl süren bir dönemde tekrarlanan bir imge lemi de, göz alıcı, parlak renkteki bir yılanın, göz gibi nesne lerle kaplı olduğudur. Başlangıçta, bu görüntü ona bir rahat lama hissi verse de, sonradan bunun şeytan tarafından gönde rildiğine inanmaya başlamıştır. Jung, Ruhun D oğası Üzerine
149
ö le k i Pegam berler
dz vit ve isa
(On the Nature of the Psyché) adlı makalesinde, İgnatius’un arketipik önemini tartışmıştır/ Bu tür imgelemlere, manikdepresif hastalarda oldukça sık rastlanır. Iñigo de Loyola ka dar ağır ve daha sık tekrarlanan depresyon dönemleri yaşayan Martin Luther’in de, yücelik ile ilgili dini imgelemler gördüğü dönemleri olmuştur. Iñigo bu imgelemeleri dile getirmekte zor lansa da, bunların etkileri onun üzerinde o kadar derin olmuş tur ki, istemese bile içgörülerini başkaları ile paylaşm ak zo runda kalmıştır. Sonunda, Manresa dağından gün ışığına çı kan bu adam , eski yaşam tarzını geride bırakarak, nefsine ha kim olmayı başarmış, zenginlik ve dünyevî şöhret düşkünlü ğünü yenmiş ve kendine tamamen bambaşka hedefler edin miştir. O n u n g ib i a silz a d e lik te n d ö n m ü ş d iğ er azizleri, çile çekm e k o n u su n d a g e rid e b ır a k m a y a o ld u k ç a h evesli o la n İg n a tiu s, şim d i de k e n d in i b a şk a la r ın a h izm et etm eye a d a m ıştır. İsteği sa d e c e K u d ü s ’ ü ziy are t e tm ek d e ğ il, M ü slü m a n la rın din d e ğ iştirm e si için d e ç a lışm a k tır.' 150
O ie k ı Peygam berler
Bu kökten yön değiştirme deneyimi sonucunda İgnatius, Katolik alimler tarafından, çok önemli bir kitap olarak kabul edilmesinin yanı sıra, hem ilginç hem de fazlasıyla etkileyici bulunan, ünlü kitabı Tinsel İbadetler (Spiritual Exercises)’i yazmıştır. Tinsel İbadetler, inananların günahlarından kurtul maları için, tinsel gelişimlerine yardımcı olmak üzere tasarlan mış pratik bir el kitabıdır. Kitap ayrıca kişinin Tanrı’nın tarih planında kendi yerini bulmasına yardımcı olmaya da çalış maktadır. İgnatius’a göre, gelecekte, Tanrı’nın hükümdarlığı kurulacak ve böylece tüm yaratılanlar, onun yüceliğini tanı mak durumda kalacaklardır. Ronald K n o x ’a göre ise bu kitap, “ Amaca yönelik, eşi görülmemiş bir güce sahip bir silahtır. Amaç, ruhu adeta bir çeşit tedavi ile, dünyevî arzular ve ben cillikten, Tanrı’nın isteğine ve İsa’ya mutlak bir boyun eğme durumuna dönüştürmektir.” 6 Loyola’nın temel inancına göre, “ İnsan, efendimiz olan Tanrı’yı övmek, kutsamak ve ona hiz met etmek için yaratılmıştır ve ancak bunu yaptığında ruhunu kurtarabilir.” 7 Bu am aca ulaşmayı engelleyen her şey ortadan
Cizvit ve isa
kaldırılmalı, buna ulaşmayı sağlayan şeylere ise kişi kendini adamalıdır. İgnatius, inananların, kendilerine örnek aldıkları ve kendilerini adadıkları ülkü olan İsa modeli üzerinde yoğun laşmaları gerektiği konusunda ısrar etmektedir. Beş duyu kul lanılarak, İsa kişiliği üzerine yoğunlaşıldığında, kurtarıcının görüntüsü giderek daha fazla canlı hale gelir ve sonunda İsa, yoğunlaşmış kişinin benliğinin, kısmen de olsa yerine geçer. Hedef, Tanrı’nın isteğine mutlak boyun eğmek ve kişinin ken disi ile ilgilenmesinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu “ yaratıcı” düşünceye dalma tekniği, Rudolf Steiner’in, kişiyi güya tinsel algılamaya ulaştıran, ‘yoğunlaşmış düşünme’ yöntemini andırdığı halde, Ju n g ’un ‘aktif hayal etme’sine da ha fazla benzemektedir. Ju n g ’da kişi bilinçli olarak derin dü şünceye dalma durumuna geçerek, sanki karşısında dış dünya daki insanlar varmışçasına, bilinçdışındaki kişilerle konuş m akta ve onları duymaktadır. Sözü edilen bu üç teknik de, hem gerçeğin hem de kişinin içsel hayal dünyasının önemini artırmak üzere tasarlanmıştır. 1 5 4 1 ’de son olarak gözden geçirilişinden, dört yüzyıl son ra bile Tinsel ibadetler kitabı, bilim adamları ve öğrencilerin ilgisini çekmeye devam etmektedir. Jung, kendi bireyselleşme süreci ile Loyola’nın tinsel gelişim görüşleri arasında paralel lik kurduğu için, Zürih’te, İsviçre Teknoloji Enstitüsü’nde, ki tap üzerine bir dizi konferans vermiştir. Artık İgnatius de L oyola’ya dönüşm üş bu kişinin, daha ön ce sözü edilen gurulara ait özelliklerinden pek çoğunu sergile diği görülmektedir. İmgelemler aracılığıyla kendisine özel bir içgörü bahşedildiğini ileri sürmesine rağmen, kendisine soru yöneltildiğinde bu iddialarını fazla ileri götürmemiştir. Başlan gıçta, Kilise liderleri onun mesajlarından şüpheye düşmüşler dir. 1526 yılında engizisyon tarafından yargılanmış ve 1 5 2 7 ’de kırk iki günlüğüne hapse atılmıştır. Mahkumiyetini, bir dizi başka soruşturma da izlemiştir. Sonuçta öğretisinin, kabul edilmiş öğretilere karşı çıkmadığına karar verilmiş, an cak din bilimi alanında eğitim görmeden ve konu ile ilgili bir üniversiteden mezun olm adan öğretici olması yasaklanmıştır. O le k ı Pegam berler
cizvit ve isa
Bu durum, kurulu bir sistemin, yeni geleni tehdit olarak algı ladığında gösterdiği tipik bir tepki olarak düşünülebilir. Diğer gurularla karşılaştırıldığında Ignatius, annesini kay betmiş olmasına rağmen, yalnız bir çocukluk geçirmemiştir. Sütannesinin onun oyun arkadaşları olabilecek çağda çocuk ları vardır. Diğer gurularda sıklıkla gözlendiği gibi, ortaya koydukları görüşlerin herkese uygun olduğuna dair inancın, İgnatius’un da başkalarının psikolojisini bilmemesinden kay naklandığım düşünmemizi gerektiren hiçbir kanıt yoktur. An cak, Hıristiyanlık inancının mutlak ve evrensel bir gerçek ol duğu, kendi yorumunun da bu gerçeğe ayrıca değerli katkılar da bulunduğuna dair inancının tam olduğu kesindir. Dr. Meissner’in yazdığı psikanalitik biyografisinde, narsisizmi, yara lanmadan önceki gururu, kibirliliği, saldırganlığı, girişkenliği ve başkalarını geçme hırsı vurgulanmaktadır. Derinlere kök salmış bu kişilik özellikleri, yaşadığı travmatik olayın sonu cunda esaslı biçimde değişime uğramış ancak ortadan kalkm a mıştır. Aktif bir askerî komutan olan İnigo de Loyola, İgnatius’a dönüşm üş, bu sefer de, İsa Derneği’nin ilk generali ola rak, Tanrı tarafından özellikle seçilmiş, vaaz veren, öğreten ve liderlik yapan tinsel bir kahraman olmuştur. Diğer tinsel liderlerde olduğu gibi, Ignatius’un da yeni içgörüsü, fiziksel rahatsızlığı takip eden ağır bir depresyon d ö neminin ardından gelmiştir. Bu olayı ilginç ve görülmemiş kı lan, okuduklarıyla ve zorlu çabalar harcamasıyla, kendini de ğiştirme yolu izleyerek, bu dönüşümü yaratmış olmasıdır. Bu, bilinçdışı beklenmedik bir şeyler bulma olasılığı yerine, baştan sona planlanmış, bilinçli çaba ile gerçekleşen bir dönüşümdür. Tinsel İbadetler kitabı, adeta asilzadenin dünyevî arzularına vurulan bir darbedir. Hırs yerini alçakgönüllülüğe, zenginlik arzusu yerini yoksulluğu bırakarak, bedensel şehvet, bedeni şiddetle cezalandırıp yoksun bırakarak yenilmelidir. Askerin saldırganlığı ortadan kaybolmamış, sadece yeni bir düşman olan eski günahkâr benliğine karşı savaş açmıştır. İgnatius’un karizmatik biri olduğu şüphesizdir. Bir vaiz olarak yetenekleri sınırlı olsa da, bire bir görüşmelerde ya da û le k i Peygam berler
cizvit ve isa
küçük gruplarda ortaya koyduğu içtenlik, doğrudan konuşma becerisi ve inancının tam oluşu oldukça ikna edicidir. Özellik le de kadınlar için çok çekicidir. Her düzeyden kadın, onun tinsel rehberliğine başvururken, o da, bu kadınların mutlulu ğuna kendini adamış görünmektedir. Kontrollü oluşu, netliği ve itaat üzerindeki ısrarının danışanlardan bazılarına yasakla yıcı biri olduğu izlenimini vermiş olması muhtemeldir. Belki de onu en iyi tanımlayabilecek sıfat “ çetin” biri olduğudur. İsa Derneği’nin, R o m a ’da, Santa M aria Kilisesi yakınlarındaki, La Strada’nın evine taşındığı sıralarda, artık takipçileri onun ağzından çıkan her kelimenin kanun, her ifadenin ise vahiy ol duğunu düşünüyorlardı. İgnatius’un kendisi de, Tanrı’nın isteği olduğunu düşündü ğü her şeye tamamen boyun eğerken, tüm bedensel günahlar dan ve dünyevî hırslardan uzak durmaktaydı. Ancak itaate verdiği önemi biraz ileri götürm üş, dini olarak üstte olan kişi lere de sorgusuz sualsiz boyun eğilmesi gerektiğini, çünkü bu kişilerin otoritesinin Tanrı’dan geldiğini, yani onun isteğini yansıttığını ileri sürmüştür. Bazı Papaların yaptıklarını hatırla yınca, bir insanın buna inanabileceğini anlamak çok zordur. Bundan da öte, agnostikler* bile mahrumiyet ve namuslu olu şun ruhu yücelttiği fikrini benimsedikleri halde, modern Protestanlar, Batılı eğitim sisteminin erdem olarak akıllara soktu ğu kendine güven, kendi kaderini belirleme ve hür bir akla sa hip olma ideallerini terk etmekte zorlanmaktadırlar. Gerçekte insanlıkla ilgili her türlü gelişim, kabul edilmiş otoritelerin sorgulanabiliyor olmasına bağlıdır. Ancak, Ignatius’un kusursuz ibadet konusundaki ısrarı, guruların peşlerinden gelen müritleri tarafından çekici bulun malarına yol açan ve onları kutsal hale getiren özelliklerden biridir. Kimileri için, daha üstün bir güce tamamen boyun eğ mek kişiyi sorumluluktan, şüpheden ve kaygıdan koruduğun dan oldukça çekicidir. Stanley Milgram tarafından gerçekleşti
153
* M a d d i dünya dışındaki hiçbir şeyin varlığının bilinm ediğine ve bilinemez olduğuna inananlar (ç.n.)
ö t e k i Pegam berler
cizvit ve isa
rilen ünlü deney, Otoriteye İtaat (Obedience to Authority) ki tabında anlatılmıştır. Deney, ortada emreden bir otorite varsa normal insanları başka birine acı verecek bir şeyi dahi yaptır maya ikna etmenin ne kadar kolay olduğunu göstermektedir.'' Benim inancım, otoriteye itaatin, insanlığın en kötücül kişilik özelliklerinden biri olduğu yönündedir."’ Ancak Cizvitler böy le düşünmemektedirler. William Jam es, Dini Deneyimlerin Çeşitleri (The Varieties of Religous Experince) kitabında, Al fonso Rodriguez S .J.’den şu alıntıyı yapmaktadır: M a n a s t ır h a y a tın ın en h u z u r verici yö n le rin d en b iri, ita a t e d e rek a sla h a ta y a p m a y a c a ğ ım ız a verilen g ü v e n ce y d i. B a ş ra h ip , size b ir şey y a p ıp y a p m a m a n ız k o n u su n d a sö y le d ik le rin d e h a ta lı d a v r a n m ış o lab ilir. A n c ak ita a t e ttiğin iz sü rece b ir k a b a h a t işle m e y e ce ğin iz kesin dir. Ç ü n k ü T a n rı size, a ld ı ğ ın ız e m irleri yerine g e tirip g e tirm e d iğ in izi so ra c a k tır. B u k o n u d a n et b ir h e sa p ve re b ilece k o lu rsa n ız , ta m a m e n a k la n ır sı n ız ."
154
Otekı Peygam berler
Engizisyonun birçok kurbanı, olasılıkla Katolik Kilise’sinin itaati bu kadar göklere çıkarmasını reddeden kişilerdir. “ Ben sadece görevimi yapıyor ve verilen emirlere uyuyordum” sözleri, işkenceciler, toplama kampı görevlileri ve diğer kor kunç zulümleri yapanların en sık kullandıkları ifadelerdendir. Ignatius’un, sahip olduğu güç tarafından yıpratıldığına d a ir hiçbir işaret yoktur. Tinsel İbadetler, ibadet edenlerden pek çok beklenti ortaya koyarken, İgnatius, müritlerinden talep et tiğinden fazlasını kendisi gerçekleşmiştir. Otoriter, hattâ kaba olmasına rağmen, başkalarının ihtiyaçlarına karşı oldukça duyarlıydı. Özellikle de, kendi yaşadığı depresyon deneyiminden dolayı, depresif ya da sıkıntılı insanları rahatlatmakta olduk ça başarılıydı. Hastane ve hapisanede kalanlara verdiği huzur konusunda bir uzman olduğu ifade edilmektedir. Yine, kendi sinin de uzun sürelerde hastane kalması, başkalarını anlama ve onlarla empatik ilişkiler kurmasının kaynağı olabilir. O, ba şarılı bir organizatör ve yönetici olarak kendini, Tanrı’nın krallığını tüm dünyaya yayma misyonuna adamış, kalıcı bir dinî kuruluşu başlatan kişidir. D aha önce, Ignatius’ un duygudurumundaki değişikliklerin
cizvit ve isa
manik-depresif rahatsızlığa bağlı olduğunu ve M anresa’da kaldığı dönemde, psikotik özellikli ağır bir depresyon geçirdi ğini ifade etmiştim. Rahatsızlığının bu derece şiddetli geçmesi nin bir nedeni de, kendine uyguladığı, sonra da abartılı buldu ğu için beğenmediği, aşırı yoksunluklar olabilir. Örneğin, kişi nin kan şekeri belli bir düzeye indiğinde, beyne ve zihne garip etkisi olabilir. Coşkusu, onun duygulanım değişikliklerini nor mal yoğunluğun üstünde yaşamasına neden olmuş olabilir. Ancak yine de, tüm yaşamı boyunca belirli aralıklarla tekrar eden görsel ve işitsel halüsinasyonlarının, hipomani ya da yük selmiş duygu yoğunluğundan dolayı mı olduğunu bilemiyo ruz. Bildiğimiz sadece, bu imgelem ve sesler, sosyal olarak da uyumsuz birinde olsa, hemen her psikiyatrisi tarafından psi kotik belirtiler olarak ele alınabileceğidir. Oysa bu deneyimler, zaten güçlü olan İgnatius’un kişiliğini daha da zenginleştirmiş ve pekiştirmiştir. T üm bunlara ek olarak, İgnatius, Luther’den Wordsvvorth’e kadar değişen kişilerin gösterdiği, tekrarlayıcı vecit deneyimleri de yaşamıştır. Bu tarz mistik aydınlanma ve bü tünleşme deneyimlerine ilerideki bölümlerde değineceğiz. Bu tip deneyimler, inananlar gibi agnostiklerin de başına geldiği için, bunlar her zaman dinsel deneyimler olarak yorumlana maz. Ancak İgnatius elbette bunları dinî oldukları yönünde yorumlamış ve bu deneyimlere kendi özel terimi ile ‘teselli’ de miştir. Gerçekten de, bu deneyimlerin onu avuttuğu açıktır. Vecit hali çok kısa sürse de, bir bakıma yaşamın Evreka’sı gi bi, tüm sorunlarının çözümünü sağlıyor görünmektedir. İgna tius’un durumunda, bu deneyime genellikle gözyaşları eşlik et mektedir. Fakat bu gözyaşları, hem inananlarda hem de ag nostiklerde olduğu gibi, mutluluk gözyaşlarıdır. Vecit hali, ki şiye ‘gelmektedir’; diğer bir deyişle, irade gücüyle ulaşılamaz olduğu halde, uzun süre dua etme ve derin düşüncelere dalm a nın da bu deneyimin yaşanmasını kolaylaştıracağına kuşku yoktur. Çağdaşlarından biri İgnatius’tan duyduğu şeyi şöyle aktarmaktadır: “ Gördüğü kadarıyla, ‘teselli’ olmadan yaşa masının pek mümkün olmayacağını düşünüyordu. Yani, asla ö t e k i Pegam berler
kendine ait olmayan ve hiçbir zaman da olamayacak, tam a men Tanrı’ya bağlı bir şeyin deneyimini yaşamadan hayatı sürdüremeyeceğini düşünmekteydi.” 12 İgnatius, bu kıymetli ‘teselliler’e irade gücü ile ulaşamayacağının tamamen farkında olduğunu aşağıdaki alıntıda dile getirmektedir: B ir n ed en o lm a k sız ın , k işiye ‘te se lli’ v erm ek ta m a m e n T an r ı’ya m ah su stu r. Ç ü n k ü , ru h a g irm e k , ru h ta n a y r ılm a k , on u y ö n le n d irm e k ve k e n d i sev g isin e çe k m e k o n a aittir. N e d e n siz d iy o r u m , b u n u n la d em e k iste d iğ im , teselliy i y a ş a y a c a k r u h u n , ö n c ed en a lg ıla m a d a n veya b ilm e d e n , ak ıl ya d a irad e o l m a k sız ın b u n u y a ş a m a s ıd ır .”
156
Otekı Peygam berler
William Jam es, D ini Deneyimlerin Çeşitleri kitabında, çe şitli mistik kendinden geçme deneyimlerden örnekler vermiş tir. Bir yerde, Bartoli-Michel tarafından anlatılan İgnatius’un hayatından alıntı yapar. Yazara göre, İgnatius, günah çıkaran lardan birine şöyle demiştir: “ M a n resa’da yaşadığı bir saatlik vecit deneyimi, ona kutsal şeyler hakkında, bütün öğretmenle rin bir araya gelse öğretemeyeceği kadar şey göstermiştir.” İgnatius’un başına gelen zorlu fiziksel ve ruhsal hastalık, daha az dayanıklı birinin başına gelmiş olsa, o kişiyi ezip geçe ceğine kuşku yoktur. O ise bu rahatsızlıktan, onun için hayatı na bir anlam veren, bir öğretmen ve dünya çapında yayılacak bir akımın kurucusu olmasını sağlayan yakıcı bir inançla çık mıştır. İgnatius, etkili bir öncü, mükemmel bir organizatör ve becerikli bir diplomattır. Hıristiyanlar, İgnatius’un gerçeği bul duğuna ve bu gerçeğin de onu bütünleştirdiğine inanmışlardır. Hıristiyan olmayanlar ise, onun daha önce karşılaştığımız gurulara benzer bir rahatsızlık ve iyileşme örüntüsü örneğini oluş turduğunu düşünebilirler. İgnatius’un inancı, Hıristiyan inancı nı kapsadığı ve bu geleneği zenginleştirdiği için, bu durum ag nostikleri bile şaşırtıp kıskandırsa da, onun görüşlerini Steiner’in ya da Gurdjieff’in görüşleri gibi bir kenara bırakamaz lar. Ancak ister akıllı ister deli, ister iyi ister kötü olsunlar, ruh sal rahatsızlığın ardından akılcı olmayan bir çözümün gelmesi, guruların bir özelliğidir. Agnostik şüpheciler, normal insanların dahi ne kadar mantıksız olabileceklerini gözden kaçırabilirler.
Şimdi de dikkatimizi, ¡gnatius’tan, Efendisi ve Üstadı, Hazreti İsa’ya çevirelim. İnançlı birer Hıristiyan olarak yetiş tirilenlerin, ona tarafsız olarak bakmakta zorlanması doğaldır. Buna rağmen, buna olanak sağlayabilecek çok sayıdaki kitap arasında, yakın zamanda piyasaya sürülmüş, Humphrey C ar penter, E. P. Sanders, Geza Vermes ve A. N. Wilson gibi yazar ların yapıtları sayılabilir. İsa’yı birçok guru arasında örnek olarak göstermek, aslında onun eşsiz özelliklerini vurgulamak anlamını taşımaktadır, am a İsa’yı kurtarıcı olarak algılayanlar, bu yaklaşımı bir saygısızlık olarak nitelendirebilirler. Bu nok tada, aslında İsa’nın da en başında Hıristiyan olmadığını ha tırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. David Koresh’in, Vahiy Kitabı’nı temel alan, mahşer ile il gili görüşlerinden daha önce kısaca bahsedilmişti. İsa’yı anla yabilmek için, ondan önceki mahşerle ilgili inançları da bilme miz gerekmektedir. N orm an Cohn, Evren, K aos ve Gelecekte ki Dünya (Cosmos, Chaos ve The World to Come) adlı kita bında, mahşer inancının kökenini Zoroaster’e atfetmiştir. D ö nemin bilim adamları tarafından, Zoroaster’in, İ.Ö. 1500 ile 1200 yılları arasında bir zamanda yaşadığını düşünmektedir ler." Zoroaster ortaya çıkmadan önce, eski Mısırlı, Mezopotamyalı ve İndus vadisinin ilk sakinlerinden olan Hindu-Avrupalılar arasında, dünyanın tanrılar tarafından bir kere yaratıl dığı ve bunun asla değişmeyeceği görüşü hakimdir. Dünya, dü zenin karışıklık ve evrenin de kaos ile bozulacağı tehdidi altın da, çalkantılı bir yer olarak kabul edilmektedir. Tanrı ya da tanrıların, düzenli dünyayı kaos yaratan güçlerin saldırılarına karşı nasıl koruduklarını anlatan ‘Savaş Mitleri’ yaklaşık üçüncü binyılda ortaya çıkmıştır. Bu mitlerden bazıları, kor kunç canavarların insanlığı alt ettiği, modern, bilim kurgu tar zındaki ‘korku’ filmlerine benzemektedir. Buna verilebilecek örneklerden biri, Sümerli canavar L ab b u ’dur. 450 metre uzun luğunda ve 45 metre yüksekliğindeki Labbu, zaman zaman sa hile gelerek yakıp yıkmaktadır. Şeytanın kötü ruhu tanrılar ta rafından her zaman bozguna uğratılsa da, düzen kısa bir süre liğine sel, veba ya da kıtlıkla kesintiye uğramaktadır. Bu ilk ö ie k ı Pegam berler
medeniyetler, dünyanın değil mükemmel hale getirilmesi, her hangi bir büyük değişiklik bile geçiremeyeceğine inanmaktay dılar. H uzura kavuşmak sadece cennette mümkün olabilirdi. Görevlerini eksiksiz yerine getirmiş olanlar için, ölümden son ra mutlu bir yaşam vaat edilmekteydi. Daha sonra, Zoroaster ortaya çıkıp, gerçekte adı Ahura M azda olan tek bir tanrı olduğunu ileri sürmüştür. Zoroaster, ilk olarak İranlıların geleneksel din rahibi olarak ortaya çık mıştır. Daha sonra, kendinden sonra gelen gurular gibi o da, yeni bir vahiyle sonuçlanan, kehanetlerinin oluştuğu ve gaip ten haber aldığı zorlu bir döneme girmiştir. Cohn şöyle devam eder: B a ze n , T a n rı A h u ra M a z d a ’ yı -B ilg e lik T a n rısı’n ı- e tra fın d a altı tan e p a r la k fig ü r o ld u ğ u h a ld e g ö r d ü ğ ü ve işittiğ i a y d ın la n m a la r ve h a lü s in a s y o n la r y a şam ıştır. B u a n d a n itib a ren de k e n d in i, g e len e k se l in an ç tan fa rk lı, b ir d in î in an cın , seçilm iş p e y g a m b e ri o la r a k h issetm iştir.“
158
Ahura M azd a, her şeyi sarıp sarmalayıcı bir düzen olan ash a’nın da içinde olduğu, evrendeki tüm iyi şeylerden sorumlu dur. Ahura M a z d a ’nın karşısında ise, Angra Mainyu (sonra dan Ahriman olacaktır) vardır. Angra Mainyu, druj ilkesi ile hareket eden, hem kötülüğü hem de düzensizliği içinde barın dıran, yok etme ruhudur. Bu iki güç arasındaki savaş, dünya tarihinin geçmişini, bu gününü ve geleceğini oluşturmaktadır. Kendinden önceki inançlara karşı gelen Zoroaster’in görüşü ne göre, bu savaş sonsuza kadar sürmeyecek, ancak gelecekte bir noktada sona erecektir. Bu sona ulaştıktan sonra, tüm dün yaya huzur ve düzen hakim olacak ve kaos sonsuza kadar or tadan kalkacaktır. Cennete gidene kadar beklemek yerine ye ni düzen, dünya üzerinde kurulacaktır. Dini bütün ölüler, baş ka bedenlerde tekrar dünyaya gelecek ve tüm insanlık, Ahura M a z d a ’ya tapınarak birleştikleri, tek bir Zoroaster topluluğu oluşturacaklardır. ‘Mükemmelleşmek’ olarak adlandırılan bu ilk değişim, ‘kıyametten önce barış ve huzurun hakim olacağı varsayılan bin yıllık döneme ait’, peygamberliğin ilk örneğidir. Olasılıkla Z oro aster’in kendisi de bu ‘mükemmelleşme’nin eli
cizvit ve isa
kulağında olduğuna inanmış, ancak yüzyıllar geçtikçe, keha net değiştirilmiş ve son savaşın tarihi de ertelenmiştir. Ancak yine de bu, yeni mitin etkisini kaybettiği anlamını taşımaz. N orm an C oh n ’un da işaret ettiğine göre, dünya üzerindeki iyi ve kötü güçlerin savaşacağı fikri, aslında geleneksel bir görüş olmaktansa, devrimci bir görüştür. Özellikle de sömürgeciler ve güçlü düşmanlar tarafından kötüye kullanılan ve kendileri ni çaresiz hisseden yoksul ve güçsüz kişilere çekici gelmiştir. Bu inancın yansımalarına, M arksizm ’de de rastlanabilir. İsa’nın da, iyi ve kötü güçler arasındaki mücadelenin bite ceği ve ‘cennette olduğu gibi’ dünya üzerinde de, Tanrı’nın krallığının kurulacağına ilişkin bir inanç taşıdığına hiç şüphe yoktur. İsa’nın, Baptist John tarafından vaftiz edilmesinin ar dından, sahrada günaha girmesi, iyi ile kötü arasındaki sava şın bir tasviri olup, İsa’nın “ Tövbe et; Cennetin Efendisi üs tünde” mesajıyla çıktığı bir güç denemesidir.17 Hiç kimse ye mek yemeden ve su içmeden kırk gün yaşayamaz. Söz edilen kırk sayısı ile olasılıkla, İsrailoğullarının Mısır’dan kaçıp çöl de yaşadıkları kırk yıla gönderme yapılmaktadır. Sahrada kal mayı ‘yaratıcı hastalığın’ bir örneği olarak görmek yerinde olabilir: yalnızlığa gömülüp, iç karmaşanın ve mücadelenin ortaya çıkmasına olanak vererek çatışmanın çözülmesi ve ye ni bir görüşün doğması olarak değerlendirilebilir. İsa’nın, Tanrı’nın krallığının geleceğini bildirmesi ile ne kastettiği ve bunun ne kadar bir sürede olmasını beklediği bir çok tartışmaya yol açmıştır. İsa bunun çok yakında olacağını söylemiş, ancak tam olarak ne zaman gerçekleşeceğini bilme diğini ifade etmiştir. Ancak krallığın yakında gelebilmesi için acilen tövbe etmek ve tetikte beklemek gerekmektedir. “ İnsa noğlu” hiç beklenmedik bir zamanda gelecektir. L u k a ’nın öne sürdüğüne göre İsa, onu dinleyenler arasında, krallığın geldi ğini görmeden ölmeyeceklerin bulunduğunu bildirmiştir. Tanrı’nın krallığının gelmesinin dışsal bir değişiklik olmaktansa çok, insanların kalplerinde içsel, tinsel bir değişim olacağı g ö rüşü hakimdir ki, bunun da ispat edilmesi oldukça güçtür. Bu nunla birlikte, Hıristiyanlığa inananların İsa’nın kehanetinin
159
O tekı Pegam berler
cizvit ve isa
yanlış olduğunu itiraf etmektense, bu yorumlamayı kabul et meleri daha kolaydır. İsa’nın, Tanrı’nın kötülüğü yeneceği sa vaşın yakın olduğuna ve Tanrı’nın krallığının yakın gelecekte dünya üzerinde kurulacağına inandığı, mahşerle ilgili görüşü paylaşması kaçınılmazdır. E. P. Sanders, Kmlllığın Gelişi (The Corning of the Kingdom) adlı bölümde şöyle yazmıştır: “ İsa’nın eskatolojik’ bir mesajı olduğuna emin olabiliriz.” '* İsa, aynı zamanda krallığın gelişinin, ortaya çıkacak sahte peygamberler, kıtlık, savaş ve deprem gibi sıkıntılı bir döne min ardından olacağını da tahmin etmektedir: O sık ın tılı g ü n le r g e ç e r g e ç m e z, g ü n e ş k a r a r a c a k , ay ışık v e r m ey ec e k , y ıld ız la r g ö k y ü z ü n d e n d ü şec e k ve ta n r ısa l gü çle r sa r sıla c a k tır . S o n r a cen n ette, “ İ n s a n o ğ lu ” nu m ü jd eley en lerin işare tle ri g ö rü le c ek tir. D ü n y a d a k i tü m in sa n la r fery at figân e d e c e k ler ve b ü y ü k b ir zafe rle cenn etin b u lu tla rı a ra sın d a n g elen “ İ n s a n o ğ lu ” nu gö rece k le rd ir. O , b o r a z a n se si ile, d ö rt b ir y ö n d en seç tik le rin i a lm a k ü zere, m elek lerin i, cen n etin en ü c ra k ö şe le rin d e n h er yere g ö n d e re c e k tir.'9 160
Çarmıha gerildikten ve tekrar dirilme söylentilerinden son ra, müritleri İsa’nın tekrar gelerek, önceden söylediği gibi krallığı kuracağına kendilerini inandırmışlardır. Belki de, ya şadıkları bu ilk hayal kırıklığı, onların İsa’nın hayatı ve öğre tisi ile ilgili tutarlı hikayeler yaratma ihtiyaçlarını harekete ge çirmiştir. Eğer çok kısa bir süre içinde döneceği düşünülseydi, tarihsel bilgiler toplamaya da gerek kalmazdı. Uyulması gere ken kurallar ve İncil örnekleri, anonim olarak, İ.O. tahminen 70 ile 90 yılları arasında bir araya getirilmeye başlansa da, ba zı bilim adamları M a r k o s’un toparlamasının daha da eski bir tarihe dayandığına inanmaktadırlar.20 Bu kitapların Matta, M arkos, Luka ve Yuhanna’ya affedilmeleri ise, İ.S. yaklaşık 1 8 0 ’li yıllara denk düşmektedir. Eğer kendimizi yüzyıllarca süren Hıristiyan spekülasyonla rının tuzağından kurtarabilirsek, İsa’nın da içsel bir çatışma dan, doğrudan babası Tanrı’dan gelen, yeni ve özel bir tinsel içgörüyle çıkması ile diğer gurulara benzediğini görebiliriz. E. * Ö lüm den sonraki hayata ait olan (ç.n.)
O tckı Peygam berler
P. Sanders’ın da dikkat çektiği gibi, otoritesi Tanrı’yla arasın daki kişisel yakınlığının sağladığı inançtan kaynaklanan İsa, karizmatik ve kendine özgü bir peygamberdir. Bütün İncillere göre, İsa önce Hazreti Yahya tarafından vaftiz edilmeye razı olmuştur. Mesih rolüne kendisinin mi bü ründüğü ve bu ünvanın onun için ne anlama geldiği konusun da bazı kuşkular vardır. İsa ve müritleri, Caesarea yakınların daki köye gitmek üzere yoldayken, “ somunlar ve balıklar” mucizesinden ve Bethsaidalı kör adamın gözlerinin tekrar açıl masından sonra, onlara “ İnsanlar benim ne olduğumu söylü yorlar?” diye sormuştur. Onlar da “ Bazıları Hazreti Yahya, di ğerleri Elijah, kimileri de peygamber diyor” diye cevap ver mişlerdir. İsa, “ Ya siz?” diye sorar, “ Siz benim ne olduğumu düşünüyorsunuz?” , Peter’ın bu soruya verdiği cevap, “ Sen M esih’sin” dir.21 İsa bunu reddetmemekle beraber, müritlerine bunu kendilerine saklamalarını tembih etmekten geri durmaz. İsa daha sonra, kendilerinin mesih ya da peygamber olduğunu iddia eden sahtekârlara karşı müritlerini uyarır. Yargılandığı sırada, Başpiskopos Caiaphas ona “ Sen Mesih misin, Kutsal Varlık’ın oğlu m usun?” diye sorar. M a rk o s’a göre İsa, “ Evet, öyleyim. İnsanoğlunun Tanrı’nın sağ elinde oturduğunu ve cennetin bulutları içinde geldiğini göreceksiniz” demiştir.22 Luk a ’ya göre ise İsa, anlatsa ona inanmayacaklarını dile getir miştir. M atta da, İsa’nın bu soruya soruyla karşılık verdiğini ifade eder. Gerçekte Yahudilerin istekleri o yönde olsa da, ço ğu âlim, İsa’nın, İsrail’in hâzinelerini kurtarmak, düşmanları nı yok etmek, yabancı egemenliğini ortadan kaldırmak, Yahve tapınağını tekrar onarmak, K ud üs’te egemenlik sağlamak gibi Davut tarzı siyasî iddiaları olan bir Mesih olduğuna inanmaz. E. P. Sanders’a göre, İsa olasılıkla, kendisinin sadece Mesih ol duğunu düşünmüyor, bunu daha da ileri götürerek, Tanrı’nın elçisi olduğunu ileri sürüyordu. Humphery Carpenter, muhteşem kısa kitabı İsa (Jesus)’da, İsa’nın kendisinin kim olduğunu düşündüğünü araştırmakta dır.2’ Eğer, Tanrı’nın elçisi olduğuna ve dünyaya cennetin bu lutları arasında dönüp, burayı şan içinde yöneteceğine inandı ö le k i Pegam berler
ğı sonucuna varırsak, diğer yönleriyle olmasa bile, bir tek bu yönüyle dahi, büyüklük sanrısı taşıdıkları yargısına vardığımız diğer gurulara benzemektedir. M a rk o s’a göre, insanlar İsa’nın aklının başından gitmiş olduğunu söyledikleri için, ailesi onun sorumluluğunu üstlenmeye kalkmıştır. Onunla konuşmaya ça lıştıklarında, “ Annem kim? Kardeşlerim kimler?” diyerek on ları reddetmiş ve etrafında toplanmış kişilere “ İşte benim an nem, işte benim kardeşlerim. Kim ki Tanrı’nın istediklerini ya par, onlar benim kardeşimdir, annemdir” demiştir.24 Günü müzde inananlarının ileri sürdüğü gibi, İsa aslında aile yaşa mını destekleyenlerden biri değildir. Müritlerine, kardeşin kar deşi, babanın oğlu aldattığı ve çocukların da büyüklerini öl dürdüklerini söylediği hatırlanacaktır. “ İsa’nın mesajının te meli, kendini tüm kalbiyle Tanrı’nın Krallığını aramaya ad a yan herkesin, aslında yalnız olduğudur.” 2' Daha önce de, guruların aile bağları karşısında kayıtsız kaldıklarına değinmiş tim. Geçmişe geri gidip, İ.S. 1. yüzyılda ne gibi inançlarımız olabileceğini hayal etmemiz oldukça zordur. Ancak, çoğum u zun modern bilginin ışığı altında sanrısal olarak kabul edilebi lecek inançlara sahip olma olasılığı oldukça yüksektir. İsa’nın o andaki ruhsal durumunu değerlendirmek üç nedenden dola yı yersizdir. Bu nedenlerden ilki, zaman yolculuğuna çıkmamı zın söz konusu olmamasıdır. İkincisi, dört İncil’in hepsi de, bölük pörçük, çelişkilidir ve olaylar olduktan çok sonraları kaleme alınmıştır. Üçüncüsü de, bir inancın ruhsal rahatsızlı ğın kanıtı olabilmesi için, bu inancın oluştuğu sosyal bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Örneğin, yirminci yüzyıl Ingilteresinde, Tanrı’nın oğlu olduğunu ve dünyaya yeniden cennetin bulutları arasında şan ile döneceğini ileri süren her kes psikiyatrik açıdan dikkat çekecektir. N e var ki, eski toplu luklar için bu tür iddialar pek de şaşırtıcı değildir. Eldeki kanıtlara göre, İsa’nın kendisini sahrada günaha girmesiyle tasvir ettiği, dünya üzerinde Tanrı’nın krallığının kurulmasının yakın olduğuna inandığı için tövbe ederek bu günahtan kurtulduğu bir kriz dönemi yaşama ihtimali yüksek ö le k i Peygam berler
cizvit v e isa
gibi görünmektedir. Kendi ölümünün, İsrail’in günahlarının bir kefareti olduğuna ve kendisinin de Tanrı’nın sağ elinde oturan kutsal kişi olarak insanlığı yargılayacağına inanmakta dır. Pek çok Hıristiyan dinbilimci, İsa’nın dünyanın mahşerle son bulma kehanetinin gerçekleşmemiş olmasına şaşırsa da, bu İsa’nın öğretisinin değerini hiçbir şekilde düşürmemektedir. Bizler nasıl ki, kendi zamanımızın insanlarıysak, o da kendi zamanının insanıdır. Yaratıcı bireylerin bile, yaşadıkları döne min sınırlılıklarından kaçmaları mümkün değildir. İsa’nın öğretisinin en çarpıcı yönü, insanın iç dünyasına verdiği önemdir. Yuda Kanunları’na itaat etmek yüreklendirilse de, sadece görünüşteki itaat yeterli değildir. Kişinin iç dün yası da şeytanî düşüncelerden ve arzulardan arındırılmalıdır. Kişi ancak bu şekilde düşmanlarını sevmeyi ve kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa başkalarına da öyle davranmayı öğre nebilir. İsa’nın öğretisi, sadece davranışlara yönelik emirlerle sınırlı olmadığı ve iç dünyadaki gerçek değişimi de vurguladı ğı için, değeri daha da artmıştır. Ferisî ve vergi toplayıcı ara sındaki mesel, gösteriş için kusursuz itaat ve ibadet etmenin bile, eğer ibadet eden kişi kendini üstün gören biri ise fazla an lamı olmadığına dikkati çekmektedir. B iri F erisî, d iğ eri vergi to p la y ıc ısı o la n iki a d a m ta p ın a ğ a d u a etm eye gider. F e risî a y a ğ a k a lk a r ve “ Y ü ce T a n rım , d iğ er in s a n la r g ib i h a r is, n a m e rt, z in a y a d ü şk ü n o lm a d ığ ım , m esela şu v erg i to p la y ıc ın a b e n z e m e d iğim için s a n a şü k re d iy o ru m . F fa fta d a iki k ere o ru ç tutar, b ü tü n k a z a n c ım d a n a ş a r v e ri r im ” d iye d u a etm ek ted ir. D iğ e ri ise m e sa fe sin i k o r u y a r a k , h a tta g ö z ü n ü bile k a ld ır m a d a n g ö ğ sü n e v u r a ra k “ T a n rım , g ü n a h k â r k u lu n u b a ğ ış la ” d iyerek d u a eder. Size d iy o ru m ki, d iğ eri d eğ il, b u a d a m evine g ü n a h la r ın d a n a rın a r a k gitm iştir. K e n d in i yü celten h e rk es h o r la n a c a k , a lç a k g ö n ü llü o la n h e r k e s ise y ü celtilecek tir.“
İsa aynı zamanda, tapınağa giderek dua etmenin riyakârlık olduğunu da ileri sürmektedir. D u a e d e c e ğ in iz z a m a n , o d a n ız a g id in , k a p ıy ı k a p a tın ve n ere de o ld u ğ u b ilin m e z T a n r ı’ya d u a ed in . Ve sırrın için d ek in i de g ö r e n T a n rı sizi ö d ü lle n d ire c ek tir.27
İsa, Tanrı’nın ona özel bir vahiy bahşettiğini düşünmesi Ö tek i Pegam berler
dz vit ve ısa
açısından da diğer gurulara benzemektedir. Ancak, İsa başlan gıçta mesajını tüm insanlığa uyarlanabilecek şekilde genelleştirmemiştir. N orm an Cohn ilk zamanlarda, Yahudi olmayan ların İsa’yı pek de fazla ilgilendirmediğini, mahşerle ilgili me sajının sadece Yahudiler için yöneltilmiş olduğunu belirtmek tedir.2" Diriliş hikâyeleri ortada dolaşmaya başladıktan sonra, ilk Hıristiyan Kilisesi kurulmuş ve zaman içinde Hıristiyanlık bir dünya dini haline gelmiştir. İsa’nın, yeni vahyine kendisinin de tamamen inandığı ke sindir. Humphrey Carpenter, İsa’nın sadece ahlakî öğretisi ile ilgi çekmediğini, mucizelerin de bunda etkili olduğunu düşün mektedir. Bana göre ise, bu İsa’nın karizmasını hafife alm ak tır. Başkaları üzerinde nasıl bir etki yarattığına dair hiçbir ka nıtımız olm asa da, bildiklerimizden bu etkinin oldukça güçlü olduğunu çıkarabiliriz. İsa, Aziz Peter ve kardeşi Andrevv’un kendisiyle birlikte insanları izlemeye başlamalarını istediğin de, onlar da hiç tereddüt etmeden, evlerini, teknelerini ve aile lerini bırakıp onunla yola çıkmışlardır. Dağdaki vaazından sonra M a tta ’nın dediğine göre, “ Onu dinleyen herkes vaazı karşısında büyülenmiştir. Kendi öğretmenlerinden faklı biçim de, o gerçek bir otoriter tarzında öğretmektedir.” 2" Otorite, guruların karizmasının tamamlayıcısı olan, ancak onunla aynı anlama gelmeyen, önemli bir özelliğidir. Kutsal kitapları yo rum lam ada uzman geleneksel öğretmen ve fakihler, konuşma larında bu kitaplardan alıntılar yaparken, İsa tamamen kendi inancından hareketle konuşmaktadır. İsa tarafından ortaya konan otorite, kendisinin Tanrı’nın elçisi olduğuna inanması nın yanı sıra, fakirler, güçsüzler, hastalar ve günahkârlara g ö s terdiği merhametten de kaynaklanmaktadır. Diğer gurular gi bi, İsa da kendisinin Tanrı tarafından özel olarak seçildiğine inanması bakımından ayrımcıdır. Ancak her çeşit insanla kay naştığı için, onun anti-demokratik olduğunu söylemek doğru olmaz. Yaşadığı dönem düşünülecek olursa da, bu terim zaten anlamsızdır. Bu düzeydeki iyiliğe nadiren rastlanır. Hele insan, kendi adına gerçekten bir şey istemeyen, hep başkalarını düşü nen, zengin ve güçlüyü, fakir ve güçsüzden daha aşağıda de O tekı Peygam berler
cizvit v e isa
ğerlendiren biri ile karşı karşıya geldiğinde, bunun etkisi, bü yüleyici hattâ devrim yaratıcı olabilir. İsa çarmıha gerilip so nunda acılar içinde öldüğünde, o sıralarda yüzbaşı olan bir komutanın, “ Bu adam gerçekten de Tanrı’nın oğ lu!” dediği bildirilmiştir. Bu ifade, Geza Vermes tarafından ‘yanlış zaman da yapılmış dini bir itiraf’ olarak bir kenara bırakılsa da, ben bu ifadenin aslında, saf iyiliğin tanınması olduğunu düşünmek isterim. Şimdiye kadar güçten onun kadar az etkilenmiş ve cinsel ayartmalara hiç kapılmamış biri daha bilinmemektedir. İsa, zengin olmanın günahlardan kurtulmaya engel olduğunu dü şündüğü için, asla böyle bir şeye sahip olmak istememiştir. D i ni konularda hizmet eden kadınların, ayaklarını gözyaşları ile yıkamasına, onları lavanta kokulu mürle sıvamalarına izin verdiği halde, tinsel gücünü başkalarını kullanmak için hare kete geçirdiğine dair hiçbir kanıt yoktur. İsa, babası olan Tanrı’nın onunla doğrudan konuştuğuna inandığı için, kendisine gizemli bir geçmiş yaratmak ya da sahip olduğu bilgeliği gi zemli kaynaklardan elde ettiğini ileri sürmek zorunda kalm a mıştır. Müritler, bazen gurunun statüsünü, kendi beklentisinin de üzerine taşırlar. İsa’nın kendisi de büyük bir olasılıkla, öğreti sinin bir dünya dinine dönüşeceğini düşünmemiş, Musevi ve Romalı otoriteler gibi birçok müridi de, çarmıha gerilmesinin İsa’yı sonsuza kadar ortadan kaldırdığına inanmışlardır. İsa çarmıha gerildiğinde (gerçekse tabii), “ Tanrım, tanrım beni ni ye terk ettin?” diye haykırdığında, akıllara 22 numaralı ilahi den bir cümleyi mi tekrarlıyor, yoksa kendisi de Tanrı’nın özel bir elçisi olduğundan şüpheye mi düşüyor, sorusu gelebilir. Onu izleyen gurulardan sadece bazıları, onun mesajının yalınlığına ve berraklığına ulaşabilmiştir, ancak bu noktada bilgimizin çok sınırlı olduğu da unutulmamalıdır. Eğer İsa’nın detaylı bir biyografisine ve insan olarak nasıl biri olduğuna dair güvenilir bir bilgiye sahip olabilseydik, Hıristiyanlık bü yük olasılıkla bir dünya dini olmazdı. Bütün bunları bilseydik, İsa’nın dürüst olmayan ya da güvenilmez biri olarak ortaya çıö le k i Pegam berler
kaçağım ileri sürmüyorum. Demek istediğim, eğer birinin kişi lik çizgileri çok belirgin değilse, onun mitsel bir kişiliğe dönüş türülmesinin daha kolay olduğudur. Mitler çoğunlukla, bizim yansıtmalarımız üzerine yapılanırlar; tüm gerçeklerin ortada olduğu yerde, hayal gücü yeşeremez. İncil hikâyeleri birbirleriyle çelişkili olduğu halde, yaşadı ğımız kültürün o kadar içine girmişlerdir ki, bu hikâyeleri ta rih olarak değil de mit olarak kabul etsek bile, duygusal etki lerinden kurtulmamız mümkün değildir. Yeni Ahit’in hiçbir yerinde, İsa’nın bir ahırda doğduğuna ilişkin bilgi olmadığı halde, ahırdaki bebek tasviri çoğumuzu derinden etkiler. D ağ daki Vaaz, Son Yemek, Yehuda’nın İhaneti ve Çarmıha Geri liş, tek tek o kadar bildik ve acıklıdır ki, onlara asla tarafsız bakamayız. Muhteşem müzikler de duygusal olarak etkilen memizi artırır. H ândel’in Mesih’i, Bach’ın Passion’ları, Batı medeniyetinin mucizeleri arasındadır ve bunlar karşısında, Tanrı’ya inanmayanlar bile inananlar gibi gözyaşına boğulabilir. Yalınlığın çekiciliğinden daha önce de söz etmiştim. Salomon Reinach, ünlü kitabı O rfeus: Dinler Tarihi (Orpheus: A History o f Religions)’nde, İncillerin birbiriyle çelişen pek çok ifade taşıdığını yazmıştır. Ancak, bütün olarak bakıldığında, efsanenin kah sakin kah trajik yönü yerine, iyilikseverlik, sa bır, adalet, namus gibi erdemlerin güzellikle uyum içinde ol ması çarpıcıdır. Hıristiyan öğretisinin diğer dini veya dünyevî öğretilerden farklı olmadığı bir gerçektir. İsa aslında, çağdaş bir ortaçağ Musevi bilgini Hillel ya da Gamaliel’dir. Ancak İn cillerden anlaşıldığı üzere Hıristiyanlık, tüm skolastik felsefe lerden ve gösterişten ibaret ayinlerden arındırılmış, dünya üze rinde egemen olmaya yakışır biçimde, güçlü ve yalın bir öğre ti olmuştur.
VIII. akıllılık ve delilik kuyuculardan profesyonel olarak psikiyatri ile ilgilenme yenler, kişilik özellikleri birbirinden oldukça farklı olsa da, çoğu gurunun deli olduğu sonucunu çıkarabilir. Gözle g ö rülemeyen şeyleri özel gücü sayesinde algıladığını ileri süren, kendisinin Tanrı olduğunu iddia eden veya evrenle ilgili bilim sel desteği ya da genel kabulü olmayan ve garip kuramlar or taya atan biri hakkında ne başka düşünülebilir ki? Jim Jones ve Bhagwan Shree Rajneesh gibi, misyonlarının sonuna doğru belirgin olarak ruhsal bozukluk gösteren guruları da incelemiştik. Jones büyük miktarlarda amfetamin ve antidepresan alırken, Rajneesh de valium ve azot oksit kullan mıştır. Rahatsızlıklarının nedeni, bu ilâçların beyinde oluştur duğu toksik etkilere bağlanabilir. İgnatius, M a n resa’da geçir diği dönemde, tuttuğu oruçtan dolayı imgelem ve halüsinasyonlar görmesine neden olan, geçici bir işlevsel beyin hastalı ğı yaşamış olabilir. Ancak, geçirdiği bu deneyime rağmen Ig natius, ömrünün sonuna kadar oldukça faal ve sağlıklı olarak yaşamını sürdürmüştür. Çeşitli bunama tipleri ile ilâç, alkol, tümör ve mikropların beyne verdiği zarara bağlı ruhsal hasta lıklar hakkında hâlâ daha keşfedilecek pek çok şey olmasına karşın, bu hastalıklar diğer organlardaki hastalıklarla karşı laştırılabilir. Diğer hastalıklarda etkilenen organ, kalp, karaci ğer, akciğer veya böbrekken, bu tip hastalıklarda en çok zarar gören organ beyindir. Ancak şu da var ki, beyin hastalığının ya da beynin uğradığı zararın dereceleri birbirinden farklı ol sa da, modern araştırma yöntemleri yanı sıra, uygulanan psi kolojik testler de kesin tanı koyma imkanı sağlamaktadır. Hastanın beyninde hasar olup olmadığı gayet net olarak orta ya konabilmektedir. Belirli bir zararın olası nedeni hakkında fikir birliği olmasa da, beyin hasarı olduğu konusunda genel likle kuşkuya yer yoktur. Guruluk olgusunda, beyin hasarına ya da hastalığına bağlı ruhsal rahatsızlığın pek az rol oynadı ğı konusunda yürütülen tahminler nerdeyse kanıtlanmıştır. Gurularm ortaya koyduğu ruhsal rahatsızlıklar daha fazla
akıllılık ve delilik
168
m anik-depresif bozukluk ya da şizofreniye bağlıdır. Bu iki te mel psikotik hastalık kategorisi için şimdiye kadar kesin bir beyin patolojisi bulunamadığı halde, iki ruhsal hastalıkta da kesinlikle genetik faktörlerin rol oynadığı bilinmektedir. Ruhsal hastalık ya da “ delilik” , genellikle bir çöküşün ya nı sıra, sosyal hayatla başa çıkma yetersizliği ile ilgili olsa da, birçok guru, sosyal olarak etkili birer lider, insanları kendi g ö rüşü yönünde ikna eden birer hatiptir. Gurular, ruhsal olarak anormal görülseler de, psikiyatrik hasta olarak tanımlanma dan veya yaşamlarının sonunu akıl hastanelerinde geçirmeden yaşamlarını sürdürürler. Guru olgusu, ruhsal hastalığın d oğa sı ile ilgili cevaplaması zor sorular gündeme getirmektedir. İn sanlar sadece, evrenle ilgili değişik görüşlere sahip oldukları, bir peygamber veya öğretmen olarak önemli olduklarına inan dıkları için psikotik olarak kabul edilebilirler mi? Aklı başın da olmakla delilik arasındaki sınır nerededir? Bir kişiyi psiko tik olarak etiketlemek gerçekte ne anlama gelir? Şu anda kul lanılan psikiyatrik sınıflandırmalar doğru mudur? Bunlar sa dece septik psikiyatristler tarafından ortaya atılan akademik sorular değildir. Normallik ile deliliği birbirinden ayıran çizgi nin yanlış yerde olduğunu göstermek üzere ciddi bir atılımda bulunacağım. N orm al diye düşündüklerimiz aslında daha de li, deli bildiklerimiz ise daha normaldirler. Psikiyatrik sınıflandırmaları yeniden gözden geçirme ihti yacını doğuran tek grup gurular değildir. Örneğin, seri cinayet vakalarını ele alarak, seri cinayet işleyen iki katili yakından ta nıyalım. Dennis Nilsen, dört yıl gibi bir sürede on beş genç adamı öldürmüştür. Öldürdükten sonra kurbanlarının resmini çiziyor, vücut parçalarını da gardırobunun içinde ya da yer d ö şemesi altında saklıyordu. Jeffrey Dahmer de, benzer bir süre de on yedi kişiyi öldürmüştür. Cesetlerin çoğunu kesmiş, kafa larını haşlamış ve bedenlerinden bazı parçaları yemiştir. Sıra dan insan, bu tür cinayetler işleyen ve sonra da bu şekilde dav* İki uçlu d uygud u ru m bozukluğu; mani ve depresyon dönem lerinin yaşandığı duygulanım b ozu kluğu (ç.n.)
öte k i Peygam berler
akıllılık ve delilik
ranan bu iki adamın normallikten çok uzak oldukları için de li olduklarını düşünecektir. Bence de, sıradan insan, görüşün de çok haklıdır. Ancak, her iki katil de, mahkemede manikdepresif bozukluk veya şizofreni belirtisi taşımadıkları ya da ilâç veya fiziksel bir rahatsızlığa bağlı herhangi bir ruhsal has talık göstermedikleri için normal oldukları yönünde değerlen dirilmişlerdir. Seri cinayet işleyen katiller, modern psikiyatri tanı ölçütlerine göre, anormal bireylerin, nasıl normal olarak ele alınıp yasa karşısında bile sorumlu tutulduklarının en uç örneğini oluşturmaktadır. Benzer şekilde, bazı sahtekârlar da, gerçekte olduklarından daha normal oldukları yönünde yanlış değerlendirilmişlerdir. İnsanların güvenini kötüye kullanan bu sahtekârlar, ruhsal olarak, genellikle onlara dava açan veya onları savunanların fark ettiklerinden daha anormaldirler. Başarılı bir sahtekârın, sıradan insanların başaramayacağı şekilde kendi fantezilerine inanma becerisi olması şarttır. Çoğu sahtekâr gibi, eğer kişi bir de coşkulu ve karizmatik ise, bu kişinin aynı zamanda aşırı de recede anormal ya da kronik bir psikotik olduğu gözden ka çabilir. Sosyal yaşamda başarısız olanların ruhsal anormallik lerini fark etme eğilimimiz daha fazladır. Sosyal olarak etkin ve kendi halinde olanların rahatsızlıkları ya görmezden gelinir ya da inkâr edilir. Kurbanlarından para elde etmek üzere sah te kimliğe bürünen sahtekârların psikotikliği o denli ortadadır ki, ya hapse atılır ya da akıl hastanesine kapatılırlar. Gerçek dışı bahanelerle para toplamaktan birçok kez mahkum edil miş yaşlı biriyle hapishanede yaptığım görüşmeyi hatırlıyo rum. Bu kişinin ruhsal bir hastalığı olabileceği hiçbir zaman düşünülmemişti. Oysa ben onunla yakından ilgilenince, kuv vetle inandığı bir dizi tipik paranoyak sanrıyı dile getirmişti. Eğer hapishane doktorlarına inançlarından söz ederse, psiko tik olarak etiketleneceğinin ve doğruca akıl hastanesini boyla yacağının da farkındaydı. Belli bir süre hapishanede kalmayı, sonu belli olmayan bir süre akıl hastanesine kapatılmaya ter cih ettiği için, bana anlattıklarını başkasına anlatmamam için benden söz vermemi istemişti. Belki, bu da onun aldatmacala
169
O ie k ı P e g a m b e rle f
akıllılık ve delilik
170
rından biriydi. Ama bundan hiçbir kazancı olmadığı için, ha yatında ilk defa doğruyu söylediğini düşünüyorum. Bu kitap ta söz ettiğimiz gurulardan çoğu, psikoz ile güven sahtekârlığı arasındaki sınırda gidip gelmiştir. Jung, toplumda bilinenden çok daha fazla şizofren bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona gö re “ Bu olgular, saplantı nevrozu, zorlantı, fobi ve histeri bo zuklukları altında gözden kaçırıyor ve akıl hastanesinin yakı nından bile geçmemeye özen gösteriyorlar.” ' Jung bence de or taya koyduğu bu görüşte haklıdır. Gurular genel olarak, hastalığa varacak düzeyde yoğun ruhsal rahatsızlık dönemi geçirdikten sonra, bu dönemden karmaşalarının sonlanması ile birlikte vaaz ettikleri ya da öğ rettikleri yeni bir vahiyle çıkarlar. Bir gurunun ruhsal olarak hasta olup olmadığını değerlendirirken, hem geçirdiği hastalı ğa hem de bunu takip eden yerleşik inançlarına bakmak gere kir. N e yazık ki, guruların yaşadıkları akut ataklarla ile ilgili bilgiler eksik ve yetersizdir. Ancak bazı guruların, aşırı coş kunluk dönemleri ve bir ya da birden fazla ağır depresyon d ö nemi geçirdiğine, bazılarının hastalığının da şizofreniye yakın olduğuna hiç şüphe yoktur. Bazı mani ve depresyon atakları o kadar uç noktadadır ki, hemen hemen bütün psikiyatristler tanı konusunda fikir birli ğine varıp, bu kişilerin hasta olduğu konusunda tereddütsüz anlaşırlar. Doğal olarak, sıradan insanlar da onlarla aynı g ö rüşü rahatlıkla paylaşır. Genelde sakin biri, aşırı heyecanlı ve yerinde duramaz hale gelir, tutarsız konuşmaya başlar, yüksek miktarlarda borca girer, rastgele cinsel ilişkiler kurar ve uyu mayı reddederse, yakınları haklı olarak onun bir ruhsal hasta lık geçirdiğini düşünürler. Yine bir kişi kedere gömülür, yemek yemeyi reddeder, önemsiz şeyler için bile kendini suçlar ve in tihar etme isteğinden sık sık söz ederse, ümit edilen odur ki, onun da hasta olduğu düşünülüp, tedaviye ihtiyacı olduğunun farkına varılsın. İgnatius’un yaşadığı depresyon dönemi savaş ta yaralanması ile başlamış ve asilzade kimliğinin yıkılmasına neden olmuştur. M a n resa’dayken, psikoza varacak düzeyde ağır bir depresyon atağı geçirmiş ve buna intihar düşünceleri
akıllılık ve delilik
eşlik etmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, dile getirdiği ‘te selli’ adını verdiği kendinden geçme deneyimleri, yineleyici görsel ve işitsel halüsinasyonlar eşliğinde gerçekleşen, depres yonun tam aksi kutbunda olan, mani’ ya da hipomani” atağı olarak değerlendirilebilir. Büyük ihtimalle Rajneesh’in de ergenlik döneminde yaşa dığı uzun süren depresyon atağı, hipomanik düzeydeki ken dinden geçme deneyimi ile sonlanmıştır. Daha sonra, en az iki kere daha depresyon dönemi yaşamış, bunlardan biri de fizik sel ve zihinsel olarak hastalanmaya başlamasının hemen önce sine denk gelmiştir. David Koresh de, hamile bıraktığı kız tarafından reddedi lince patolojik düzeyde duygulanım dalgalanmaları yaşamış, kendisinin kah şeytan, kah Tanrı tarafından özel olarak kolla nan biri olduğuna inanmıştır. Ju n g ’ un ruhsal hastalığı ise, değişik uzmanlar tarafından farklı farklı ele alınmıştır. Bazıları, onun uzun bir depresyon dönemi geçirdiğini düşünürken, diğerleri ise yaşadığının şizof reni atağı olduğu görüşündedir. Tanı koymada karşılaşılan ay nı güçlük, Rudolf Steiner’in orta yaş krizini değerlendirirken de ortaya çıkmaktadır. Birçok guru, manik-depresif bozukluğu andıran ve iyileş me ile sonlanan, yoğun bir ruhsal strese maruz kalsa da, guruların kriz bittikten sonraki davranışları, bu hastalığın özellik leri ile kolaylıkla anlatılamaz. Manik-depresif bozukluğun ge nel kabul gören özelliklerinde biri, bunun aralıklı dönemlerde yaşanmasıdır. Ataklar birbirine çok yakın olduğunda, arada tam iyileşecek zaman kalmaması durumu dışında, ataklar ara sında, çoğu hasta normale döner. Ancak gurular, akut atakla rını yaşadıktan sonra, asla daha önceki kişiliklerine geri dön mezler. Gurular oluşturdukları yeni inanç sistemi ile kendileri * M anik-depresif b ozu kluğu n (iki uçlu duygudurum b ozukluğu) abartılı heyecan, aşırı hareketlilik, abartılı m utluluk duygusu. Önemli ve büyük birisi olma hissi, yoğunlaşm a bozukluğu, dürtülerini engelleyememe, dikkatsizlik, aşırı ve aralıksız konuşm a, çağrışım larda hızlanm a gibi belirtilerle giden dönem i (ç.n.) * * M a n ik dönem belirtilerinin daha hafif düzeyde yaşandığı durum (ç.n.)
O toki Peaam berler
akıllılık ve delilik
172
ve evren hakkında yeni görüşler edindikleri kalıcı bir değişim gösterirler. Gurulara şizofren tanısı konabilir mi? Akut şizofreni atak ları, manik-depresif bozuklukta olduğundan daha sıklıkla ka lıcı izler bırakır. Steiner ve Gurdjieff gibi guruların öne sür dükleri kendileri ve dünya hakkındaki olağandışı görüşler, acaba şizofreni hastalığının bir sonucu mudur? Elizabeth L. Farr’ın yazıları, şizofreniden dolayı yaşadığı ve eşine ender rastlanabilecek açıklıkta ifade ettiği garip dene yimlerin gerçekte nasıl tuhaf açıklamaları olduğunu gözler önüne sermektedir. On altı yaşından itibaren, hastaneye sü rekli girip çıktığı sekiz yıl boyunca, hastalığın tipik özelliği olan, algı bozuklukları, halüsinasyonlar ve sanrılar' yaşamış tır. Ona, katatonik şizofreni tanısı konmuştur. Aklından geçen düşünceleri dile getiren sesler duymuş ve düşüncelerinin ya yınlandığını düşündüğü için başkalarının da bunları duyduğu na inanmıştır. “ Araya giren şekiller” olarak adlandırdığı, o anda baktığı nesne ile kendisi arasına giren, renkli desenler bi çiminde görsel halüsinasyonları da olmuştur. Aynı zamanda aşırı derecede hassas biri olduğundan, başkalarının göremedi ği şeyleri algılayabildiğine inanmaya başlamıştır. Bazen san dalye ya da lamba gibi cansız varlıkların da, sanki birer kişi likleri varmışçasına onunla iletişime girmeye çalıştıkları hissi ni yaşamıştır. Lisedeyken bir anlam bulma arayışı içinde oldu ğunu ifade etmesi, zihin karmaşa içindeyken, bir düzen kurma ihtiyacının ne denli yoğun olduğunu göstermektedir. L ise d e y k e n , b a n a n eler o ld u ğ u n u a n la y a b ilm e u m u d u y la , d in le , b ü yü y le ve s a n a tla u ğ r a şm a y a b a şla d ım . Beni b u n a iten tem el e tk e n , y a şa d ık la r ım ın a n la m ın ı b u lm a k tı. S a n rıla r sin sic e b a şla d ı. D in in , b ü y ü n ü n ve sa n a tın n ere d e y o k o ld u ğ u n u ve çılg ın d ü şü n ce le rin ne z a m a n b a şla d ığ ın ı ta m b ilm iy o ru m . T ü m b ild iğ im şu y d u ; y a şa d ığ ım d en e y im le rin bir a n la m ı o lm a lıy d ı ve k en d i g e rç e k liğ im le , b a şk a la rın ın y a ş a d ığ ı g e rç e k a r a s ın d a k i çe lişkiy i o r ta d a n k a ld ır m a k için, ben A y d ın lan m a a ra y ışım d a a k t if o lm alıy d ım . B a n a g ö r e her şey, b ir yerde b irb irin e b a ğ la n m a lıy d ı.2 * Hezeyan (ç.n.)
Ö teki Peygam berler
akıllılık ve delilik
Gurularları konu alan bu kitap kapsamında, onun da “ ay dınlandığı bir d u rum a” eriştiğine inanmaya başlaması özellik le ilginçtir. Farr, bir binanın yedinci katından atlayıp, başının üstüne yere düşmesi gerektiğine inanmaktaydı. Bu noktada “ kozmik bir bağlantı noktasına” geçerek ruhu bedeninden ay rılıp, en uç düzeydeki aydınlanmayı yaşayacağı paralel bir dünyaya transfer olacaktı. Aydınlanma olarak adlandırdığı bu uç nokta, aslında birçok gurunun sahip olduğunu iddia ettiği şeydir. Ancak bunun her zaman şizofreni hastalığına bağlı bir durum olduğunu söylemek ise kolay değildir. Elizabeth Farr, yaşadığı hastalık nedeniyle defalarca hasta neye kaldırılmıştır. Z am an zaman toplum içinde, sıradan gün lük hayatla başa çıkamadığı oldukça açıktır. Şizofreni ile ilgili belirgin bir beyin bir patolojisi ortaya konamamasına karşın, bence, Elizabeth Farr’ın tasvir ettiği algı bozuklukları, olası lıkla beyindeki bir nörofizyolojik rahatsızlığa bağlıdır. Anlat tıkları, benzer psikotik rahatsızlıklar geçiren hastaların yaşa dıklarına yakından benzediği için, henüz tam nedeni bilmeme se de, bunun somut bir nedene bağlı fiziksel bir hastalık oldu ğu sonucuna varmak doğru olacaktır. Yakın zamanlarda şizof reni üzerine yapılan beyin araştırmaları ile ilgili geniş literatü rün tekrar gözden geçirilmesi ile ortaya çıkan sonuç şudur: “ Şizofreni, serebral korteksin* anatomik bölgeleri arasındaki karşılıklı normal aktivasyonlarda karmaşık değişiklikler ola rak tanımlanabilir.” ' Diğer bir deyişle hatalı, olan beyin ya da beynin bir bölümündeki yapısal bir anormallik değil, farklı alanlar arasındaki iletişim sırasında ortaya çıkan düzensizlik tir. Araştırmacılar, yıllardır şizofreninin beynin iki yarı lobu arasındaki yetersiz ya da anormal iletişime bağlı olduğunu ile ri sürmektedirler. Flepimiz yaşadığımız deneyimlerden bir anlam çıkarmaya çalışırız. Ancak çoğumuz, akut şizofrenik dağılmanın karm a şasını yaşamadığım ız için, normal insana çılgınca gelen, dün ya ve dünyadaki yerimizle ilgili bir anlam bulma ihtiyacına * Beynin en üst tabakası (ç.n.)
O tekı Pegam berler
akıllılık ve delilik
girmemişizdir. Elizabeth Farr, hastalığından sonra eski sağlığı na kavuşmuş ve mesleğine geri dönmeyi başarmıştır. Şizofreni ile ilgili şu yazdıkları ilginçtir: H a sta lığ ım hiç h o ş d eğ ild i, a m a b ö y le bir den eyim y a şad ığ ım için ü zg ü n o ld u ğ u m u sö y le y e m em . P sik o z , ö ğ ren m e, p rob lem ç ö zm e ve a lg ı a lan ın ın gen işle m e si k o n u su n d a p ek a z in san a n a sip o la n b ir d e n e y im d i.4
174
O le ki Peygam berler
Eğer bir kişi, Elizabeth Farr’ın dile getirdiği ya da J u n g ’un gençliğinde yaşadığı gibi garip algı bozuklukları yaşamışsa, bu bozukluklara anlam vermek için oluşturulan inanç sistemleri nin, onlarla aynı deneyimi yaşamayanlar tarafından sanrı ola rak değerlendirileceğini görmek çok da zor değildir. J u n g ’un psikotik atağı da, aslında bir problem çözme de neyimiydi. Yaşadığı sıkıntı onu, yeni bir psikolojik bakış açısı oluşturduğu çözümlere götürmüştür. Bu da, hem onun hem de onunla aynı bireyselleşme yolunu izleyen pek çok takipçisi adına oldukça verimli olmuştur. Daha önce de söz edildiği gi bi Jung, astroloji, eşzamanlılık ya da kehânet gibi paranormal psikolojik olgularla ilgili, tüm bunlara inanmayanlara garip gelebilecek birçok inançla baş başa kalmıştır. Psikotik hastalık döneminden sonra geride kalan ve tortu olarak nitelendirilen tuhaflıklara sık rastlanılsa da, tüm bunlar Ju n g ’un buluşları nın değerini düşürmez. Ju n g ’un hastalığına bir anlam kazan dırmaya çalışması, psikoterapi uygulamalarına ve insan d oğ a sım anlamamıza katkıda bulunmasının yanı sıra, yeni ve öz gün içgörüler kazanmasına neden olmuştur. Elizabeth Farr ve Ju n g ’un yaşadığı gibi, psikotik hastalık lar aralıklı olarak ya da hiç aralıksız yıllarca sürebilir. Fakat şizofreni, tıbbi bir model tanımlanabilen ve kolayca tanınan bir hastalıktır. Tüberküloz geçirip sonra iyileşen, ancak hasta lık yüzünden geride sorunları kalan biri gibi, psikotik atak ge çiren biri de, önceden normal olsa bile, hastalandıktan sonra ya tam iyileşir ya da hastalığından izler taşır. Diğer psikotik hastalıkları aynı ışık altında görmek daha zordur. Paranoid şizofreni olarak bilinen ruhsal bozuklukta, algı çarpıtmaları daha az belirgin olsa da, bu hastalığı yaşayanlar,
akıllılık ve delilik
birbirine benzer sanrı sistemleri ortaya koyarlar. Hasta genel likle masonlar, Yahudiler, Katolikler ya da kötü güçleri olan şeytan gibi özel grup ya da kişiler tarafından yapılacak kötü lüklerin hedefi olduğuna inanır. Bu hain şeytan ya da kişiler, ona çeşitli şekillerde eziyet ederler. Bu kötü güçler bazen nor mal şartlar altında asla aklına gelmeyecek yabancı ve açık sa çık düşünceleri aklına sokarlar. Hatta başkaları da bunlara kolaylıkla ulaşabilsin diye bunları yayınlarlar. Bu nedenle, so kaktaki insanlar, bu kötülüklere maruz kalanlara tuhaf tuhaf bakar ve kendi aralarında bu kişinin ne kadar garip olduğunu fısıldarlar. Onu cinsel bir sapık olmakla suçlayan sesler bile vardır. Bu şartlar altında özel yetenekleri fark edilemeyeceği için bir işe girememeleri garip gelmediği gibi, gittikçe daha da yalnız kalırlar. Yaşadığı hoşa gitmeyen bir durum olsa da, hasta ilgi o d a ğı olduğu için bundan önemli biri olduğu sonucunu çıkarmak tadır. O kraliyet ailesinden gelme biri ya da Eski Ahit peygam beri olarak yeniden dünyaya gelmiş biridir. Yeni bir mesajı olan her peygamber, kurulu düzen tarafından dışlanır. İsa’nın başına gelenleri düşünün. İsa kesinlikle sıra dışı biri olmalıydı; hatta Mesih bile olması mümkün müydü acaba? Büyüklük hissi ve yalnızlık yan yanadır. Jung, on dokuz yaşındaki akıl hastası çilingir çırağının vakasını anlatır. Deli kanlı, Tanrı’nın annesi ve diğer önemli kişilerle telefonla bağ lantı kurduğuna inanmaktadır. Caraman, bu vakayı şöyle ak tarır:
175
A slın d a p e k zeki d eğ ild i. A n cak d iğ er fikirlerinin yanı sıra , d ü n y an ın , isted iğ i za m an say faların ı çevireceği b ir resim d e f teri o ld u ğ u n a d a ir m uhteşem bir fikri v ard ı. Bunun k an ıtı da o n a g ö r e g a y e t b a sitti, ne zam an b aşın ı çcvirse, ö n ün e yeni bir sa y fa a ç ılıy o r d u . B u S c h o p e n h a u e r ’ in, “ irade ve d üşün ce o la ra k d ü n y a ” g ö r ü şü n ü n s a d e , ilk el, yo n tu lm am ış bir görü n ü m ü d ü r. B u a ş ı rı y a b a n c ıla şm a ve k o p m a d a n k ay n a k la n a n p arç a lay ıc ı bir d ü şü n ce o lm a s ın a k a rşın , o k a d a r s a f ve b a sit bir biçim d e ifa d e e d ilm iştir k i, in san ilk b aşta bu g arip liğ i ancak g ü lü m se y e rek k a rşıla r. Y in e d e, bu ilkel b a k ış açısı, S clıo p e n h au e r’ in
O le k i Peaam berler
akıllılık ve delilik
p a r la k d ü n y a g ö r ü şü n e d a y a n m a k ta d ır. S ad ec e bir d ah i ya da b ir d eli, d ü n y ay ı k e n d i resim d efteri o la r a k g ö re b ile ce k k a d a r k e n d in i g e rç e k le rd e n sıy ır a b ilir /
Paranoid şizofrenler, kendilerini genellikle ilgi odağı olarak görürler. Sembolist yazar Anna Kavan, bu olayı oldukça hoş anlatır. A k ş a m in m işti. Işık la r ince bir d u m a n ın a rd ın d a , b u ğ u lu bir şek ild e p a r ıld ıy o rd u . S a a tim e b a k tığ ım d a , g ö r ü şm e sa a tin in n ere d e y se g e ld iğ in i a n la d ım . B u n u fark e d e r e tm e z, d e ğ işik liğ in , her şeyin ü stü n e ç ö k tü ğ ü n ü h issettim . B en m e rk e zd im ve gece sa h n e si de benim e tra fım d a d ö n ü y o r d u . K a ld ırım d a yü rü yen in sa n la r d a n b a z ı ları a c ım a ile, b a z ıla rı so ğ u k b ir ilgiy le, b a zıla rı d a h a sta lık lı bir m e r a k la b a n a b a k ıy o rla r d ı. B a zıla rı k ü ç ü k , g izli işare tle r y a p ıy o rla r d ı. A n c ak bu işare tle rin , beni u y a r m a k için m i, y o k s a beni c e sa re tle n d irm e k için m i o ld u ğ u n a b ir tü rlü em in o la m ıy o r d u m . Işığı o lsu n o lm a sın tü m pencereler, a d e ta delip ge çen g ö z le r g ib iy d ile r ve h e p si d e b a n a b a k ıy o rd u . Evler, t r a fik , g ö r ü n ü r d e k i her şey, b en im ne y a p a c a ğ ım ı g ö rm e k için te tik tey d i.* 176
ö te k i Peygam berler
Bu, kişinin kendi içine gömüldüğü en uç noktadır. H asta ya çevrilen dikkat, genelde düşmanca olmasına karşın, bazen sevecen de olabilir. Örneğin, bazı paranoid şizofrenler, kraliyet ailesinin onlarla özel olarak ilgilendiğine ve nazik mesajlar gönderdiğine inanmaktadırlar. Yine hastalarımdan biri ondan kurtulmak istediğime ve ona uygun bir iş bulabilmek am acıy la, işveren olabilecek kişilerle birlikte ona komplo kurduğuma inanıyordu. Paranoid sanrılar, birçok hasta tarafından dile getirilen, akıllarına “ düşünce sokulm ası” durumunu da açıklamaya ya ramaktadır. Böylesi bir hasta konuşurken, ağzını her açtığın da, dudaklarından dökülenin kendi söylemek istediği şey ol madığını ileri sürmektedir. Bir şey düşündüğü sırada, aklına bunu engelleyen, bununla hiç ilgisi olmayan, istenmeyen dü şünceler gelmektedir. H astalar sıklıkla, yaşadıkları bu tür ko pukluklardan şikayet ederler. Artık ne düşünceleri ne de ağız larından çıkan sözcükler üzerinde hiçbir kontrolleri kalmadı ğını düşünürler. T üm bu yabancı düşünceler ve sözcükler ne
akıllılık ve delilik
reden gelmektedir? Bizim yaptığımız gibi, bunların beynin ko nuşma alanında bir sorundan kaynaklandığını tahmin etmek yerine, hasta, bir düşmanın ağzına sözcükler ya da aklına dü şünceler yerleştirdiği sanrısını ifade eder. Bu, hem konuşma ve düşünme ile ilgili yaşadığı zorlukları açıklamakta hem de öf kesini başkasına yönlendirmek yoluyla, kendisinde herhangi bir hata olabileceğini fark etmekten kendini korumaktadır. Bu nedenlerle sanrılar, hem açıklayıcı hem de aklayıcıdır lar. Çoğu insan, başarılarının kendisinden kaynakladığını dü şünürken, başarısızlıklarını da kötü şansa, talihsiz olaylara ya da düşmanlarına bağlar. Sınavdan kötü not alan öğrenciler, başarısızlıklarını adil davranmayan öğretmenlere bağlarlar. Gurdjieff neredeyse ölümüne neden olacak kadar kötü bir ka za geçirdiğinde, bunun kendi kötü araba kullanmasından de ğil de, karşı koyamadığı düşman bir güçten kaynaklandığını düşünmüştür. Kötülük görme sanrısı, aslında çoğumuzda bu lunan, kendimiz yerine başkalarına kızma eğiliminin abartıl mış halidir. Neden ne olursa olsun, bu ruhsal olguyu anlamak için p a ranoid kişiliğe sahip olanların duygusal gelişimlerinin hem il gi odağı hem de güçsüz, yani bir bakıma aynı zamanda hem her şeye kadir hem de çaresiz olunan, bebekliğin erken d ö nemlerinde duraklamaya uğradığı ya da bu döneme gerilediği ni düşünmek faydalı olacaktır. Psikanalitik kuramcılar, bu d ö nemi, iyi ile kötünün kesin çizgilerle ayrıldığı bir dönem ola rak tanımlarlar. Bebek, ihtiyaçlarını derhal karşılayanları, ta mamen iyi olarak değerlendirirken, ağladığında hemen tepki vermeyenleri ya da ne için ağlıyorsa, ona bunu sağlamayanla rı tamamen kötü olarak değerlendirir. Bu şartlar altında uzlaş ma zemini olmadığı gibi, aynı insanın bir durumda iyiyken, bir başka durumda kötü olmasının da anlaşılması mümkün değildir. Çoğumuz, dünyayı ve diğer insanları, bu şekilde siyah-beyaz olarak görme dönemini atlatsak da, yetişkinlikte de bu dönemden izler taşırız. Savaş, bulaşıcı hastalık, deprem, kıtlık veya başka felaketlerle karşılaştığımızda, birçoğumuz, paranoid-şizoid olarak adlandırılan bu döneme gerileriz. Bu
177
Ö teki Pegam berler
akıllılık ve delilik
gerileme ile, iyilik adı altında büyülü güçler atfedilen, guru özellikleri taşıyan bir lideri takip eder, aynı zamanda da tam a men kötü olduğunu düşündüğümüz ve suçu üzerine atacağı mız bir günah keçisi aramaya koyuluruz. N orm an Cohn’un klasikleşmiş kitabı Binyıhn Peşinde (Pursuit of the Millennium)’de, bu tepkiyle ilgili birçok örnek verilmiştir.7 Ben de bu olguyu, “ İnsan Yıkıcılığında Tetikteki Paranoya” (The Ubiqu ity o f Paranoia in H um an Destructiveness) adını verdiğim bir yazıda ele almıştım.“ Paranoid şizofreninin, genetik, biyokimyasal anormallik ve olasılıkla da virütik enfeksiyona bağlı olabileceği görüşü, yukarıda kısaca anlatılan psikanalitik görüş ile hiçbir şekilde bağdaşm az. Melanie Klein’ın ortaya koyduğu paranoid-şizofren dönemden daha ileri bir döneme geçememek ya da bu d ö neme gerilemek, belki de bir virüse ya da bebeklikte yaşanan beslenme bozukluğuna bağlıdır. Psikotik olgunun psikanalitik kuramlarla açıklanmasının aydınlatıcı ve doğru olabileceğinin altını çizmekle birlikte, bu durum, psikanalitik kuramın genel de inandırıcı olamayan nedenselliğini de kabul ettiğimiz anla mını taşımaz. Önemli olan, paranoid sanrıların olumlu bir iş levi olduğudur. Sanrılar kişinin yaşadığı karmaşayı anlamlı hale getirirken, bir yandan da benlik saygısının korunmasına olanak sağlarlar. Her ne kadar eleştirel incelemeye açık olm a salar da, kişinin sorunlarına yaratıcı bir çözüm getirirler. Henri Ellenberger, bu olguyu açıklamak üzere “ yaratıcı hastalık” terimini ortaya atmış ve Bilinçdışıntn Keşfi (The Dis covery o f the Unconscious) adlı kitabında da kavramı Freud’a, J u n g ’a, Steiner’e ve fizikçi/filozof Gustav Theodor Fechner’a uyarlamıştır. Anlattıkları şöyledir: Y ara tıc ı h a sta lık , b ir d ü şü n c e ile ilgili y o ğ u n zih in m eşg u liy e tin in veya belirli bir g e rç e ğ i a ra y ış d ö n e m in in a rd ın d a n gelir. D e p re sy o n , n e v ro z, p s ik o s o m a tik ' h a sta lık ve h a tta p s ik o z a " k a d a r ç o k ç e şitli b içim le rd e o r ta y a çıkar. B elirtiler ne o lu rsa * D uygusal çatışma, kaygı, stres gibi etkenlerden kaynaklanan fiziksel belirtilerle seyreden hastalıklar (ç.n.) * * Gerçeklikle ilişkinin tam am en kaybolduğu, norm al sosyal işlevlerin bozulduğu, halüslnasyon ve/veya hezeyanların bulun d uğu ağır ruh hastalığı (ç.n.)
O le k i Peygam berler
akıllılık ve delilik
o lsu n , bu d ö n e m acı v erici o la r a k h issed ilir, k işi bu a r a d a bir iy ileşir bir k ö tü le şir. H a sta lık b o y u n c a , k işi asıl zih nin i k u r c a la y a n şey ile a sla b a ğ la rın ı k o p a r m a z . G e n e llik le n o rm a l h a y a tın , m esle k i y a şa m ın ın ve aile h a y a tın ın için de y a şa m a y ı sü rd ü rü r. S o sy a l etk in lik le rin e d e v a m etse d e, n ered ey se ta m am e n ken d i içine d ö n m ü ştü r. B u çetin sın a v d a n geçerk en y a n ın d a b ir eğiticisi o ls a bile, m u tla k y a ln ız lık la b a ş b a şa d ır (şa m a n ç ıra ğ ın d a ü stad ın ın o lm a sı g ib i). K işi, bu zo rlu s ın a v d an , k işiliğ in d e k i k ö k te n b ir d eğ işim ve m ü th iş bir g e rç e k ya d a yeni b ir tin sel d ü n y a k e şfe ttiğ in e d u y d u ğ u in an çla çıkar.'1
¡gnatius’un yaşadığı yaratıcı hastalık, tam da Ellenberger’in dile getirdiği biçimde, yani “ kişiliğinde kalıcı bir deği şim ve müthiş bir gerçek keşfettiği inancıyla” sonlanmıştır. En gizisyon, başlarda şüphelerini dile getirse de, Ignatius’un keş fettiği gerçek, Hıristiyanlık çerçevesine dahildir. Bir guru, ya ratıcı hastalığından, genel olarak kabul gören inanç sistemleri içinde yer almayan bir inançla çıktığında, normalliği tartışıl maya başlanır. Aslında bundan da öte, birinin ruhsal hasta olup olmadığını söyleyebilmenin bir diğer yöntemi de, o kişi nin sosyal davranışlarına bakmaktır. Paul Brunton, öğretisi paranoid sanrısal sistem üzerine ya pılanmış gurulara bir örnektir. Yazdığı kitaplar, ona takipçiler kazandırdığı ve uysal biri olarak hiç kimseye açıkça bir tehdit olmadığı için, akıl hastanesine kaldırılmak yerine, toplum ha yatındaki yerini korumayı sürdürmüştür. Jeffrey M a sso n ’un Babam ın G urusu (My Father’s Guru) kitabı, bu sıra dışı olgu nun paha biçilmez bir resmini çizmektedir.10 Paul Brunton, 21 Ekim 1 8 9 8 ’de dünyaya geldiğinde adı Raphael H urst’tü. Yarı Yahudi olmasından duyduğu utanç ne deniyle burnundan estetik ameliyat geçirmişti. 1,50 m. boyla rındaki bu ufak tefek adam , titiz vejetaryenliği ve oruç tutma konusundaki ısrarlı tutumu nedeniyle tehlikeli biçimde zayıf tı. Böyle bir kişinin önemli olduğuna dair kompanse edici fan tezilerle kendini oyalaması hiç de şaşırtıcı değildir. Her çocuk, bu tür yollara başvursa da, çoğumuz bu eğilimden uzaklaşa rak büyürüz. Jim Jones ve David Koresh’in güçlü birer vaiz ol duklarını keşfetmeleri gibi, Brunton da güçlü bir yazar oldu
179
ö t e k i Peoam berler
aktllihk ve delilik
ğunu keşfetmiştir. Brunton’un fantezileri, hevesli okurları ta rafından hem pekiştirilmiş hem de geçerli kılınmıştır. Gizli H in d istan ’d a Arayış (A Search in Secret India) adlı ilk kitabın da, gizli bilgelik arayışı için Hindistan’a yaptığı yolculukları aktarmaktadır." Daha önce de gördüğümüz gibi, bu tip yolcu luklar, guru olacak kişilerin özelliklerindendir. ikinci kitabı da ilkinin hemen ardından gelmiştir. Gizli Yol (The Secret Path) ilk olarak 1 9 3 4 ’te basılmış, 1 9 6 8 ’e gelindiğinde yirmi sekizin ci baskıya girmiştir.12 Dikkatli bir inceleme ile kitabının, sık tekrarlardan ve olmayacak terimlerden oluştuğu görülse de, yazı aslında, kendi içinde tutarlıdır. 1 9 5 2 ’de yazdığı İnsanın Tinsel Krizi (The Spiritual Crisis o f M a n ) 1’ adlı son kitabı da dahil olmak üzere toplam on bir kitap yazmıştır. Brunton’un daha yüce bir bilgeliğe ulaşmak için ortaya koyduğu genel formül oldukça bildiktir. Çağımız insanı, m ad di kazanç ve dış dünya ile fazla meşgul olduğundan, kendi iç benliği ile teması yitirmiştir. Meditasyon, çile çekmek ve Brun ton’un yazdığı kitapları okum ak sayesinde kişi, büyük Doğu bilgelerinin anlattığına benzer daha üst düzey bir bilinçlenme ye ulaşabilir. Brunton’un söylediği pek çok şey akla yatkındır. Birçok kişi, Brunton’un ulaştığını söylediği aydınlamaya inan masa da, eminim ki meditasyondan faydalanmaktadır. Brun ton’un yazılarında reenkarnasyona kesin gözüyle bakılır an cak, bu inanç zaten tüm dünyada oldukça yaygındır. Olasılık la pek çok kişi tekrar dünyaya gelerek, yaptıkları hataları te lafi etme şansını yakalamayı ümit etmektedir. Brunton’un sözel iletişimi yazıları ile karşılaştırıldığında çok daha savunmasızdır. M a sson lar’ın evinde kaldığı dönem de, dile getirdiği inançları, paranoid sanrısal sisteminin tüm özelliklerini ortaya dökmektedir. Bu inançlar onu ayrıca, hiç bir özel yeteneği olmayan önemsiz, Ralphael H urst’ten, öğre tileri hâlen N ew York’ta, Paul Brunton Felsefe Vakfı (The Pa ul Brunton Philosophical Foundation) tarafından yayılmaya devam eden gizli bilgeliğin öğreticisi Paul Brunton’a dönüştür müştür. Brunton, gurulara ait özelliklerden birçok nitelik ve davraötek i Peygam berler
akıllılık ve delilik
niş biçimi sergilemiştir. Ailesi konusunda ketum olduğu gibi, hiçbir kitabında da özel hayatı ile ilgili bilgi vermemiştir. Eğer biri, onun yaptığı gibi, daha önceden defalarca dünyaya geldi ğini ya da başka bir gezegenden geldiğini ifade ederse, o kişi nin güncel hayatı ve çocukluğu ile ilgili daha az bilgi vermesi daha doğrudur. Brunton’un sahip olduğunu iddia ettiği bilge liği, ona göre daha önceki yaşamlarına ait anılarından ve ev renin başka bir yerinde yaşayan yüce varlıkların ona gizli bil gelikle ilgili el vermelerinden kaynaklanmaktadır. Brunton, ayrıca Angkor’da tanıştığı gizemli bir bilge tarafından eğitildi ğini ve “ M oğol metafizik okulu” nda okum ak üzere kişisel olarak davet edildiğini de dile getirmiştir. Gizli Yol kitabının başlarında şöyle yazmıştır: M ıs ır ’ ın s a r ı ç ö lle rin d e , en b ilge S u riyeli şey h ler a ra sın d a g e zin m eyi h e p istem işim d ir. U z ak Irak k ö y le rin d e y a şa y a n t a r i he k a r ışm ış fa k irle r a r a s ın a k a r ışm a k , yaşlı s u fî m istik lerin e İra n ’ d a k i s o ğ a n b içim li k u b b e le r ve siv ri m in a reler a ltın d a s o ru la r s o r m a k , m o r g ö lg e le r a ltın d a k i H in t ta p ın a k la rın ın a l tın d a y o g i s ih irb a z la rın ın m u cizelerin e tan ık o lm a k , N e p a l ve T ib e t sın ırın d a m u c ize v i işleri y a p a n B u d a rah ip leri ile g ö r ü ş m ek , B u rm a ve Sri L a n k a ’d a k i B u d ist m a n a stırla r ın d a o tu r m a k , Ç in b ö lg e sin d e ve G o b i ç ö lü n d e k i yü zyıllık sa r ı benizli bilgelerle se s s iz te lep a tik iletişim e g e çm e k iste r d im .H
Eğer Brunton bir dilbilimci olsaydı, bu romantik saçmalık daha ikna edici olabilirdi. Sanskritçe bildiğini iddia etse de, gerçekte bildiği Sanskritçe birkaç sözcüğü geçmiyordu. Brun ton’un adını verdiği bilgelerle tek iletişim kurabildiği yol, “ ses siz telepatik görü şm e” idi, çünkü onların dillerini bilmiyordu. Brunton’un etkisiyle H arvard Üniversitesi’nde Sanskrit dili üzerine öğrenim gören M asson, “ O sadece eski bir kültürden yalan yanlış okuyup anladığı, karmakarışık bilgilere sahipti. Bu eski kültürü ne biliyordu ne de anlayabiliyordu.” 15demiş tir. Brunton, Jim Jones kadar barbar bir sahtekâr olmasa da, C hicago’daki Roosevelt üniversitesi onu hiç tanımadığını du yurduğu halde o, bu üniversiteden doktora derecesi aldığını söylemiştir. Ustbenliğin Bilgeliği (The Wisdom of the Over-
Ö teki Pegam berler
akıllılık ve delilik
182
self) kitabında kendini “ Paul Brunton Ph. D . ” olarak tanıtı yor, G izli Yol’da ise adı “ Dr. Paul Brunton” olarak yer alıyor du. Yüksek eğitim aldığına ilişkin elde hiçbir kanıt olm aması na rağmen, o, ‘Astral Üniversite’de, ‘ileri düzeyde mistik’ ve ‘gizli güçlere inanan’ Thurston adındaki bir Amerikalı ressam la felsefe okuduğunu ileri sürmüştür. Brunton Üstbenliğin Bil geliği kitabında, “ en derindeki kaynakları araştırmak için da yanılmaz acılar çektim” dese de, bu kaynakların gerçekte ne olduğu asla ortaya çıkarılamamıştır.17 Brunton’un sadece birkaç parça eşyası vardı ve zenginliğe düşkün değildi. Sadece çay içiyor, kahve ve alkol kullanmıyor, hiç et yemiyor ve dünya nimetlerinden uzak yaşıyordu. Her zaman narin ve sıska bir görünümü vardı. Meditasyonun kişi yi daha üst düzey bir bilinçlenmeye ve tinsel bilgiye götürece ği biliniyordu, am a eğer ruhun engellenmeden gelişmesi isteni yorsa, fiziksel isteklere de hükmedilmeliydi. Brunton, ayrıca, ■oruç tutma ve cinsellikten uzak durmanın da, müridin aydın lanma yolunun açılmasına yardımcı olacağını düşünüyordu. Ancak, cinsellik yaşamadıklarını ileri süren diğerleri gibi o da, bıkıp usanmadan cinsellikten bahsediyor ve yersiz cinsel ilişki ye giren müritlerinin aydınlanma şanslarını nasıl yok ettikleri ni ifade eden hikâyeleri anlatmaktan büyük zevk alıyordu. As lında kendi de o kadar günahsız değildi, ikisi aynı olağanüstü güzel kadınla olmak üzere dört kez evlenmişti ve bir de oğlu vardı. Müritlerinin barınacak yer vermelerinden ve maddi des teklerinden çok hoşnuttu. M a sso n ’a göre, babası ona yıllar içinde toplam 100.000 dolar göndermişti. Brunton’un kendi sine ait bir evi hiçbir zaman olmadı. Brunton’ un mürit adayları, sözde seçme sürecinin bir par çası olarak, keyfî sınavlara tâbi tutuluyorlardı. Güç gösterme davranışı olarak guruların daha önceden değindiğimiz özelli ğini, Brunton müritlerini sınavdan geçirirerek ortaya koyuyor du ve aslında her şey müritlerin aptalca sayılabilecek işleri is tekle yapmalarından ibaretti. Brunton, Koresh ve Jones gibi gaddar olm asa da, ona hayranlık duyanlara hizmetçisi gibi davranarak onlar üzerinde hakimiyet kuruyordu. Pek çok gu-
ö le k i Peygam berler
akıllılık ve delilik
ru gibi, onun da hiç arkadaşı yoktu, sadece müritleri veya ö ğ rencileri vardı. Uzun yıllar Brunton’un kölesi gibi yanında ka lan müridi M a sso n ’un babası onun yemeklerini hazırlamış, başında beklemiş, aynı zamanda da oturduğu evin kirasını ödemiştir. Jeffrey M asson, Brunton’un sekreteri olduğunda, aldığı mektuplardaki yazılmamış yerleri not kâğıdı olarak kul lanmak üzere kesmek şeklindeki saplantılı tutumluluğuna da hizmet etmek durumunda kalmıştır. Brunton’un bir de iplik toplama zorlantısı vardı ve tekrar kullanılamayacak kadar kü çük olan ipliklerin bağlanması gerektiği konusunda da aşırı ıs rarlıydı. Brunton müritlerini, daha önce yaşadığı hayatların ona özel bilgelik bahşettiğine inandırmıştı. Dünyaya İsa ile birlik te üstün varlıkların ikamet ettiği bir alemden geldiğini ileri sürmüştü. İddiasına göre, gece astral bedeni ile istediği her ye re yolculuk yapabilmekteydi. Jim Jones ve David Koresh gibi etrafının düşmanlar tarafından çevrili olduğuna inandığı hal de, hemen her gün saldırıda bulunan bu kötü niyetli güçler ge nellikle görünmez oldukları için, silah sahibi olmayı hiç dü şünmemişti. Bu düşmanlar, zaman zaman onu Tibet’ten Kali forniya’ya kadar takip ettiklerini söylediği Komünistler olarak kişiselleştirilmişti. Bununla beraber, Komünistler aslında onu delirtmek isteyen çok daha derinlerde yatan şeytanî güçlerin sadece bir görünümüydü. Narsisist bir biçimde, özellikle tinsel olarak gelişmiş olduğunu ve kendisini bu kötü güçlerden ko ruyacak güçte bir atmosfer ile çevrili olduğunu ileri sürse de, Brunton delirmekten oldukça korkmaktaydı. Kötülük görme ile ilgili bu paranoid sanrıları, onun gibi yetenekli ve önemli birinin nasıl daha başarılı olamadığını açıklamakta ve böyle likle de benlik saygısının korunmasına yardımcı olmaktaydı. Brunton’un bazı sanrı sistemleri masal veya bilim kurgu gi bidir. Jeffrey M asson zaman içinde Brunton’dan hayal kırıklı ğına uğrasa da, küçükken daha önceden birçok kere dünyaya yeniden gelme deneyimi yaşamış ve dünyaya Sirius’tan* gelmiş
183
* Büyük Köpek takım yıldızının en parlak yıldızı (ç.n.)
ö le k i Pegam berler
akıllılık ve delilik
biri ile aynı evde yaşamanın heyecanından oldukça etkilenmiş ti. M a sso n ’un dediğine göre, Paul Brunton tüm aileyi, ayrıntı ları sır olarak kalması gereken tinsel bir kampanyaya katıldı ğına inandırmıştı. M a sso n ’a göre, “ Düşm anlar pusudaydı. Kötü güçler, iyi güçlerin karargâhına sızmak için tetikte bekli yorlardı... Bu ancak bir çocuğun tasarlayabileceği macera öy küsü kadar saftı.” '* Brunton’un sanrısal sistemi, daha önce Vahiy Kitabı’nda (The Book o f Revelation) karşımıza çıkan arketipik fantezile re benziyordu. Kendini bir hiç gibi hisseden birini hem önem li bir konuma yükseltmekte hem de sadece onu yaratan için bi le olsa, aksi halde anlamsız gelen, yaşamın karmaşasından bir anlam çıkarma işlevini görmekteydi. M a sso n ’un ifade ettiğine göre, gerçeklik algısı bozulmadığı için Brunton psikotik değil di. Ancak, ulaşabildiğini iddia ettiği ‘daha üstün’ bir gerçeklik adına, gerçeği görmezden gelmekteydi. Ancak bence, eğer Brunton kendi fantezilerinin doğru olduğuna inanmasaydı, bu kadar inandırıcı olamazdı. Brunton’un yeni inançlarla altın dan kalktığı, şüphe ve sıkıntı yaşadığı bir dönemden geçip geç mediğini bilmiyoruz. Ancak, Gurdjieff gibi, bilgelik arayışı için Hindistan’a yaptığı yolculuklar aslında kişisel sorunlarına bir çözüm arayışıydı. Mucizevî güçlerle donatılmış ve tinsel olarak üstün biri olduğu için duyduğu bu sakin ve kaygısız emin olma hali, çocukluğundan itibaren taşıdığı bir şey ola maz. Brunton gibileri geleneksel psikiyatri tanımlarını boşa çı karmaktadır. Gurular tarafından sunulan bazı inançların başkaları üze rinde etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri de, bu inançların yalınlığıdır. Çoğumuz, siyahın siyah, beyazın beyaz olduğu, iyinin kötüyü yeneceği ve erdemlilerin cennete gidece ği, günahkârların ise cehennem ateşine atılacağı çocukluk günlerine geri dönme isteğini gizli gizli taşırız. Daha az geliş miş edebi ürünler ise, dünyayı kahramanlar ve kötü karakter ler olarak ikiye bölerek, bizim bu ilkel zevkimize hitap ederler. Conan Doyle’un Sherlock Holmes ve Profesör Moriarty tiple mesi bunun zekice örnekleridir. Baş kahramanları iki ayrı ku O leki Peygam berler
akıllılık ve delilik
tuptur. H olm es’un M oriarty’yi anlatışı da bizim paranoid fan tezilerimizi körüklemektedir. W a tso n , o su ç u n k ralıd ır. K o s k o c a şeh ird e , k ö tü lü k le rin y a n sın ın ve h en ü z fark e d ilm e m iş şey lerin n ered ey se tü m ü n ü n o r g a n iz a tö r ü d ü r . O b ir d a h i, filo z o f ve d ü şü n ü rd ü r. B irin ci s ı n ıf bir z e k â sı v ard ır. A ğ ın ın o r ta s ın d a k i ö rü m c e k g ib i h a r e k e tsizce o tu ru r. S a n k i bu a ğ ın bin lerce n o k ta d a n y a y ıla n ışın ları v a rd ır ve o b u n la rın h er birin d e k i k ıp ırtıy ı h issed eb ilir. O sa d e c e p la n la r, k e n d isi h içb ir ey lem d e b u lu n m a z . Ç o k s a y ıd a ki a ja n ı m ü k e m m e l b içim d e o rg a n iz e e d ilm iştir.1'1
Zevk verici olmasının yanı sıra, kurgunun bu basit yakla şımdan hoşlanan, günahkâr çocukluğumuza da seslendiğini itiraf edelim. Meşru otoriteyi düşürmek üzere planlanmış gizli komplo fikri o denli çekicidir ki, bu fikir, gurular ve politikacılar tara fından kötüye kullanıldığında sonuçları felâket olabilir. N o r man Cohn’un iddia ettiği gibi, Avrupa’da on altıncı yüzyılın sonlarından 1 6 8 0 ’e kadar süren cadı avı, cadıların Hıristiyan lığı ve O rtodoks topluluğunu, sihirli güçlerle yıkmak üzere gizli ve kâfir bir tarikat kurduklarına duyulan inançla başla mıştır.20 Binlerce masum kadın suçlanmış, işkence görmüş ve dünya çapında kabul gören bu paranoid sanrı yüzünden yakıl mıştır. Micheál Lind’in N ew York Kitap İncelemeleri (New York Review O f Books) adlı kitabında da belirttiğine göre, büyük dinleyici kitlesini uluslararası bir komplonun varlığına ikna etmeye çalışan modern gurulardan biri de, televizyonda vaaz veren Pat Robertson’dır. Robertson, 198 8’de Cumhuriyetçiler adına adaylığını koymuş, aşırı sağ kanattan biridir. Hıristiyan Koalisyonu’nun bir milyonun üstünde üyesi olduğunu ileri sü rer. Robertson, İlluminati’nin de içinde olduğu şeytanî bir komplo olduğunu savunur. İddia edildiğine göre Illuminati, Bavyeralı Profesör A dam Weishaupt tarafından 1776 ’da ku rulmuş gizli bir topluluktur. Robertson, Illuminati’nin hali ha zırda kurulu olan “ Avrupalı M asonlar Topluluğu” nu ele ge çirdiğini iddia eder. Rothschild tarafından finanse edilen top luluğun, Fransa’dan XVI. Louis ve İsveç’ten III. Gustavus’un
185
Ö teki Pegam berlet
akıllılık ve delilik
186
öldürülmelerinden sorumlu olduğu savunulmaktadır. M a rx ve Engels’den etkilenmiş olan Siyonizmin ilk taraftarlarından Al man gazeteci M oses Hess, Robertson’a göre Illuminati’nin bir üyesi olarak, tarikatla dünya komünizminin başlangıcı arasın daki bağlantı noktasıdır. Norm an Cohn, Soykırım Yetkisi (Warrant for Genocide) adındaki bir diğer kitabında, Yahudi komplosu mitini incele mekte ve bunun modern biçimini Fransız Cizvit Abbé Barruel’e atfetmektedir. Barruel’in inanışına göre, Fransız Devrimi, Orta Ç ağ Templar Mezhebi’nin gizli dalaverelerinin doruğa çıkmasıdır. Templar Mezhebi, tüm monarşileri ortadan kaldır maya, papalığı devirmeye ve kendi mezheplerinin kontrolü al tında olacak yeni bir dünya düzeni kurmaya and içmiş gizli bir topluluktur. Bu mezhebin kalbi, Barruel’in ileri sürdüğüne g ö re, onun gerçek liderleri olan Illuminati’dir. Ancak, Cohn’ un yazdığına göre, “ İlluminati olarak bilinen bu gizli Alman gru bu, öne sürüldüğü gibi mason değil sadece masonların raki biydi ve 1 7 8 6 ’da da dağılmıştı.” 21 Belki de, Muhterem Peder Pat Robertson yanlış kitapları okuyordu. Norman C ohn’a g ö re, yararlandığı kaynaklardan biri olasılıkla, Iskoçyalı mate matikçi John Robinson’un Masonlar, Illum inati ve O kum a T opluluklarının G izli Toplantılarında, A vrupa’d aki Tüm Din ve Devletlere Karşı Yürütülen Kom plonun Kanıtları (Proofs of a Conspiracy Against All the Religions and Governments of Europe, Carried On in the Secret Meetings of Freemasons, Il luminati and Reading Societies)’dir. L ind’in aktardığı şekliyle Robertson’un görüşlerini incele meye devam ettiğimizde, karşımıza gizemli bir para alemi çı kar. Avrupa’nın para baronları, Sovyet tehdidine güvenle kar şı koyacak silah donanımına sahip olması için devletlere faiz le borç vermektedirler. Robertson, bu gizli güçler Sovyet teh didini abarttığı için, Amerika Birleşik Devleti’nin uluslararası para kaynaklarından borç almak zorunda kaldığı ve bu para yı da savurgan biçimde silahlanma için harcadığına inanmak tadır. Lind’ın dikkati çektiği gibi, “ Robertson’un bu kapsamlı komplo teorilerinin, geleneksel Protestan dinbilimi ile hiçbir
akıllılık ve delilik
ilgisi yoktur. Aslında bu komplo teorisinin kökleri daha çok, aşırı sağ popülizmin yeraltı edebiyatına dayanmaktadır. Buna göre, dünya tarihi Yahudiler, masonlar ve ‘uluslararası para babaları’ tarafından yönlendirilmiştir.” 22 Robertson, İsrail devletini savunsa da, Micheál Lind, Yeni D ünya Düzeni (New World Order) adlı çok satılan kitabında, “ Robertson’un, dün ya tarihi ile ilgili Illuminati-Mason-Komünist-Para Odakları üzerine kurduğu komplo teorilerinin, yüzyıllardır alışık oldu ğumuz Yahudiler aleyhindeki propagandalarla beslendiğine” neredeyse emindir.2' İngiltere’de bu tip komplo teorileri geçerliliğini yitirmiş ol sa da, tüm bunların oldukça popüler olduğu 1 9 2 0 ’li, 3 0 ’lu yıl larda yaşanmış olaylara bakmak gerekir. ‘Sapper’, Dornford Yates ve John Buchan, Yahudi düşmanı birçok yazardan sade ce üçüdür. Kahramanların her zaman felâketleri önlediği komplolarının merkezinde, kendilerini zenginleştirme uğruna, ihtilal yapma ve savaş çıkarm aya kararlı Yahudi bankacılar ve silah üreticileri vardır. 1 9 2 0 ’lerde hem The Tim es'da hem de Spectator'da, Hıris tiyanlığı yıkıp hakimiyeti kurmak isteyen dünya çapında yay gın bir Yahudi komplosu olduğu görüşünü destekleyen m aka leler yayınlanmıştır.24 Lind’in yazısının da dikkati çektiği gibi, bu tarz düşüncelerin hâlâ milyonlarca üyesi olduğunu iddia eden ve bu nedenle de Cumhuriyetçi Parti’nin hiçbir şekilde kaybetmeyi göze alamayacağı bir televizyon vaizinin oluştur duğu kuruluş tarafından propagandası yapılmaktadır. Kendi sanrılarını paylaşacak başka kişiler de bulabilen pa ranoid kişiler, bu kitap kapsamında özellikle ilginçtir. Her ge ce, televizyondaki programlar sona erene kadar uyumadan bekleyen bir hastamın anlattıklarını hatırlıyorum. Televizyonu açık bırakıyor ve kararan ekranda rastgele oluşan parıltı ve noktalara büyük bir dikkatle bakıyordu. Başka bir gezegende yaşayanların, onunla iletişime geçmeye çalıştıklarına inanma ya başlamıştı. Diğer gezegende yaşayanların, dünyayı nükleer bir felaketten korumak gibi çok önemli mesajları vardı. Buna benzer sanrıları olan birçok kişi, akraba ve dostlarını o derece O le k ı Pegam berler
S k lH lM ¥W itrlılık
huzursuz eder ve yalnız kalır ki, sonunda kendisini hastanede bulur. Ancak bu adam , sanrılarının ciddiye alındığı ve kendi sine önemli biri gibi davranıldığı, “ gezegenler-arası topluluk” a katıldı. Bu gruba katılmak onu dağılmaktan kurtardı. Günlük hayatta hiç kimseye tehdit oluşturmuyordu ve özgürlüğünü kısıtlamak için de ortada bir neden yoktu. Topluluğun diğer üyelerinin ne gibi inançlara sahip olduğunu burada söyleyemesem de, hastam onu tuhaf ve deli olarak kabul etmeyen bir grup bulduğu için çok mutluydu. Bu kitabı yazdığım sırada tanımadığım ve isim veremeye ceğim birinden bir mektup aldım. Sahibi, aşağıdaki alıntıyı ya pabilmem için bana izin verdi.
188
S ay ın B a y ım , K u ts a l İlk e ’n in m ü k e m m e l bir o d a ğ ı o la b ilm e k için so n iki y ıld ır ru h u m la b o ğ u ş u y o r ve tü m za y ıflık la rım ın ü ste sin d e n g e lm e y e ç a lışıy o r u m . B en ce, H ıristiy a n lık gelen e ğ in d e İsa, M ü slü m a n lık g e len e ğ in d e M u h a m m e d , T ib etli B u d ist ge len e ğ in d e o ta n tik D a la i L a m a ve H in t g elen eğ in d e V ish n u /K rish n a o ld u ğ u g ib i, ç o ğ u d in î a k ım d a , k işile rin k en d i g ü n a h k â r tu tk u la r ı ü zerin d e h a k im iy e t k u r d u k la rı ve k en d ilerin i g ü n a h t a n a r ın d ır a r a k T a n rı'n ın A ra c ı o ld u k la r ı b ir g elen ek vardır.
Mektubun yazarı, kendine uyguladığı cezalandırmanın, zihninin yapısını bozduğunu ve etkin bir tinsel lider olabilmek için bunun düzeltilmesi gerektiğini sözlerine ekleyerek, bunu yapabilecek bir başka “ Tanrı Aracı” ile nasıl iletişime geçebi leceği konusunda benden öğüt istemekteydi.25 Alıntı yapmam için izin verdiği bir sonraki mektubunda, aradığını bulduğunu ve sorununu çözdüğünü bildirdiği için memnun oldum. Gurular, güncel psikiyatrik tanı ölçütlerine kolaylıkla uyarlanamazlar. Delilik ile ilgili kavramları abartılı derecede genişletmeye kendimizi hazır hissetmedikçe, ne akut ruhsal ra hatsızlıkları, ne de bunu izleyen inanç sistemleri delilik adı al tında bir kenara koyabiliriz. Sosyal hayatta başarısız olma an lamında, paranoid şizofren veya psikotik olarak tanımlanma mış Gurdjieff ve Steiner, psikiyatristlerin paranoyak olarak adlandıracakları hastalarla benzer özellikler taşımaktadırlar. Paranoya olarak ifade edilen durum şöyle tanımlanır: “ Halü-
Ûtekı Peygam berler
akıllılık ve delilik
sinasyonlar veya şizofrenik tipteki düşünce bozukluklarının eşlik etmediği, zamanla yerleşen mantıklı biçimde yapılandırıl mış sistematik sanrıların olduğu, sık rastlanmayan kronik bir psikozdur. Sanrılar genellikle büyüklük (paranoyak peygam ber ya da kaşif olma), kötülük görme veya bedensel anormal liklerle ilgilidir.” “ Amerikan Psikiyatri Birliğinin yayımladığı M ental Bozukların T anısal ve Sayım sal Elkitabı (Diagnostic and Statistical Manual o f Mental Disorders)’nın son basımın da (DSM-IV), bu tanı artık Sanrısal Bozukluk, Grandiyöz Tip olarak geçmektedir. Önceden de belirttiğim gibi, tüm kabul edilmiş bilimsel görüşleri dışarıda bırakarak, kişinin kendi ev renbilimini oluşturması gerçekten de büyüklük sanrıdır. Hem Gurdjieff hem de Steiner’in yaptığı budur. Daha önce ifade et tiğim gibi, Gurdjieff gezegelerin ve güneşin görünümlerini ar tırmak ve dünyanın var olan durumunu etkileyecek düzeyde enerji açığa çıkarmak üzere yeni bir yol keşfettiğini ileri sür müştür. Bundan öte bir büyüklük sanrısının olabileceğini ha yal etmek zordur. Steiner, evrenin tarihini icat etmenin yanı sı ra, somut görünüm altında yatan tinsel gerçekliği ortaya çıka racak özel gözlemleme gücüne sahip olduğuna inanmaktadır. Brunton, daha önce yaşadığı hayatlar ona bilgelik bahşettiği için tinsel olarak gelişmiş biri olduğunu ileri sürmüştür. Bu kişiler, Elizabeth Farr gibi “ hasta” olarak görülmezler. Hatta onlar, Koresh ve Jo n e s’in misyonlarının sonuna doğru oldukları kadar bile hasta değildirler. Onlar sadece, aşırı dere cede egzantrik olan inanç sistemleri ileri sürmektedirler. Narsisist, yalnız ve küstah olmalarına rağmen, beyinsel bir hasta lıkları olmamasının yanı sıra, algısal çarpıtmalar, düşünce bo zuklukları gibi başka belirtiler de göstermemişlerdir. Şimdiye kadar yapıldığı şekilde, bu kişilerin “ psikotik bozukluk” baş lığı altında tanımlanması tartışabilir. Steiner ve Gurdjieff gibi gurular tarafından ileri sürülen inanç sistemleri sanrısal olarak kabul edilebilir. Ama ne var ki, sözde normal insanların da ilginç fikirleri vardır. Pek çok kişi uçan daire gördüğüne ve bu dairelerin uzaylılar tarafından ya pıldığına inanır. Ancak başka bir ruhsal bozukluk ya da sos
189
O tokı Pegam berler
akıllılık ve delilik
yal yetersizlik sergilemiyorsa, bu kişileri psikotik olarak ad landırmayız. Örneğin, yakın zamanda T. E. Lawrence’ın bi yografisini mükemmel bir şekilde kaleme almış Harvard Üniversitesi’ndeki bir psikiyatri profesörü, yazdığı Kaçırm a (Abductions) adındaki kitapla psikiyatri kuruluşlarını şaşırtmıştır. Kitapta, pek çok hastasının uzaylılar tarafından kaçırıldıktan sonra, uzay gemileri ile götürüldüklerine ve burada da erkek lerden sperm, kadınlardan da yumurtalık alma gibi acı verici şeyler yapıldığına inandığını dile getirir.27 Şüphesiz meslektaş ları, Dr. M a c k ’in aşırı derecede saf olduğunu düşünecekler ve uzaylılarla ilgili inançları sanrısal olduğu için bir kenara bıra kacaklardır. Ancak, başka ruhsal hastalık belirtileri olmadığı sürece ona psikotik denemez. Ruhsal hastalık tanısı, ne kadar egzantrik olursa olsun sadece inançlara bakarak konamaz. Sanrısal ya da değil, yeni bir inanç sistemi, sorunları çözmek için yapılan bir girişimdir. Garip ruhsal deneyimlerden anlam oluşturmak için uğraşm ak, kaostan düzen yaratmak adına in sanca evrensel bir dileğin sadece bir örneğidir.
O ie k ı Peygam berler
IX .k a o s ve düzen
K
ederli ve sıkıntılı bir dönemin ardından bir aydınlanma döneminin gelmesi tipik bir örüntüdür. Bu durum her za man hastalık derecesinde olmayabilir; bazen sanatsal ya da bi limsel yaratıcılığa veya dinî inançta değişikliğe neden olabilir. Bu durum, irade dışı bir süreçtir. Yaratıcı buluşlar, din değiş tirme ve sanrı sistemlerinin oluşturulması, insanlara, üzerle rinde pek az kontrolleri olan bilinçdışı bir süreç sonunda ‘gel mektedir’. Sanrısal sistemin, yaşanan bir soruna çözüm olabi leceği görüşüne bir önceki bölümde değinildiği halde, bazı okurlar için bu görüş henüz anlaşılır olmayabilir. Freud, 1911 ’e kadar uzanan bir zamanda, Schreber’in paranoya va kasını anlattığı makalesinde paranoyayı şöyle tanım lamakta dır: P a to lo jik s o n u ç o la r a k g ö r d ü ğ ü m ü z sa n r ısa l o lu şu m a slın d a bir iyileşm e g irim i ve yen id en y a p ıla n m a sü re c id ir.1
Hem dış hem de iç dünyada uyumsuzluk yaşamak ve bu uyumsuzluğa yeni bir çözüm bularak son vermek insan türü ne ait bir özelliktir. Kuşku ve kararsızlık, insanoğlunun bir an önce kurtulmak istediği, sıkıntı verici durumlardır. Evren, K a os ve Gelecek D ünya (Cosmos, Chaos and the World to C o me) adlı kitabında, tarihçi N orm an Cohn, kaosun verdiği ra hatsızlığın, evrenin düzeni tarafından ortadan kaldırılacağı fikrinin, insanlığın temel inançlarından biri olduğunu ortaya koymaktadır.2 18. yüzyılda yaşamış, teolog ve filozof Johann Gottfried von Herder de, farklı verilerden, tamamlanmış bir bütün oluş turmanın ve yeni bir birlik kurmanın, insan doğasının temelin de yer alan, organize edici eylemlerden biri olduğunu doğrula mıştır. İnsan türü olarak, kaosa karşı hoşgörümüz hemen hiç olmadığı gibi, yeni bir düzen oluşturma veya keşfetmeye kar şı da çok güçlü bir eğilimimiz var. Bu, biyolojik donanımımı zın kaçınılmaz bir yönüdür. Konrad Lorenz, insanı “ uzman laşmama uzm anı” olarak tanımlar. Aynı garip durumu bir başka şekilde ifade etmek istersek, insanın uyuma, bozuk
O le k i Pegam borler
k a o s ve düzen
192
uyum sayesinde ulaşabildiğini de söyleyebiliriz. Eğer çevreyle mükemmel bir uyum içinde olsaydık ve çevre de sürekli aynı kalsaydı, sorunlardan habersiz, gamsız bir bilmezlik içinde olurduk. Ancak bizi güdüleyecek hiçbir bir neden olmadığı için asla yaratıcı da olmazdık. Durum aslında Rajneesh’in de söylediği gibidir: “ İnsan, doğal olmayan tek hayvandır, bu ne denle de dine ihtiyaç duyar.” 1 Birçok çevreye kısmen uyumlu olan, ancak hiçbirine tam uyumlu olmayan insan, bundan d o layı, her zaman, maddî ve manevî olarak daha iyisini bulmak için arayışta olmak üzere önceden programlanmıştır. İnsan ba şarılarının bu denli çarpıcı olmasının nedeni de budur. İnsa noğlu, kuşku, karışıklık ve içinde ve dışında olup bitenlerden tatmin olm amakla güdülendiği için, yaratıcı bir varlıktır. Bu durum insanı, hayal gücünü kullanarak, kendini ve içinde ya şadığı dünyayı anlamak üzere yeni yollar bulmaya zorlar. Tat minsizlik, yaratıcılığı kamçılayan en önemli unsur olduğu için, yaratıcılıkları dorukta olan kişilerden birçoğunun, çok yoğun duygulanım değişiklikleri yaşamaları veya başka tutarsızlık belirtileri ortaya koymaları da şaşırtıcı değildir. Karmaşanın verdiği rahatsızlığın, yeni bir düzen bulunma sıyla sonlanması, kişisel, içsel sorunların çözümlenmesinde ol duğu kadar, bilim ve matematik buluşları için de geçerlidir. Bi lim adamları ve matematikçiler, yeni kavramlara ulaşmadan önce, herhangi bir hastalık yaşamasalar da, sıkılıkla, bir sorun üzerinde verimsiz bir biçimde uzun süreler çalıştıklarını ve bam başka bir şey düşünürken, çözümün onlara, aniden geldi ğini dile getirirler. Matematikçi Cari Friedrich Gauss, bir ma tematik teorisini kanıtlamak için yaklaşık iki yıl verimsiz bir uğraş vermiştir. S o n u n d a , z o rlu ç a b a la r ım so n u c u n d a d eğil d e, T a n rın ın lütfu y la , iki g ü n ö n ce b a şa r ıy a u laştım . A n i bir yıld ırım d ü ş m e si g ib i, m u a m m a b ir a n d a ç ö zü lü v e rd i. D a h a ö n ced en b ild i ğ im bir şey le, beni b a şa r ıy a u la ştır a n şey a ra s ın d a k i b a ğ la n tı n ın ne o ld u ğ u n u ben bile sö y le y e m e m .4
Bir başka matematikçi Henri Poincare, fuchs çalışmaları sırasında yaşadığı benzer süreci dile getirir. Benim gibi mate
O le k i Peygam berler
ka os ve d ü ıe n
matikçi olmayan biri için, bu kavramlar gizemini korusa da, Jacques H ad am ard , Poincaré’nin fuchs gruplan ve fuchs işlev leri ile ilgili kuramlarının, onun “ zaferini taçlandırdığını” ile ri sürer. Bir süre boşu boşuna uğraşıp uykusuzluk çektikten sonra, Poincaré jeolojik bir geziye çıkmıştır. Daha önce verilen uğraşlar sonucu ulaşılamayan çözümün, sorunun bir kenara itilip, demlenmeye bırakılması ile bulunması, yaratıcı sürecin tipik bir özelliğidir. Y ap tığ ım y o lc u lu k , b a n a m a te m a tik ç a lışm a la r ım ı u n u ttu r m u ştu . C o u n t a c e s ’a u la şın c a , o to b ü se a tla y ıp , b ir o r a y a bir b u ra y a g itm ey e b a şla d ık . B ir a d ım a ttığ ım s ır a d a , b ir a z ö n c e k i d ü şü n c e le rim d e , b u n a y o la a ç a c a k h iç b ir şey o lm a d ığ ı h a l d e, fu ch s fo n k siy o n la rın ı ta n ım la m a k için k u lla n d ığ ım d ö n ü şü m le rin , E u c lid g e o m e tr isi d ışın d a k i d ö n ü şü m le rin b ireb ir a y n ısı o ld u ğ u n u k a v r a d ım . O s ır a d a , o to b ü ste k i yerim e g e ç m ek ü zere o ld u ğ u m için , z a m a n sız lık ta n b u n u k a n ıtla y a m a d ım , ve b a şla d ığ ım so h b e te k a ld ığ ım y e rd e n d e v a m ettim . A n c a k ç ö z ü m ü b u ld u ğ u m a ta m o la r a k e m in d im . C a e n ’e v a rd ı ğ ım d a , b o ş bir z a m a n ın d a sa d e c e v ic d an ım ı r a h a tla tm a k için, ç ö z ü m ü k a n ıtla d ım .'
Birkaç gün sonra bu yeni içgörüyü bir diğeri izlemiştir. Matematik problemleri üzerinde bir süre daha kafa yorduktan sonra, Poincaré uğradığı yenilgiden sıkılıp deniz kıyısına tati le gitmişti. Yürüyüş yaptığı sırada, hiç beklenmedik bir çö züm, ‘ani, hızlı ve kesin o larak’ aklına gelmiştir. Poincaré, genelde biliçdışı olan bu sürecin tanığı olduğunu anlatır. Bir gece, koyu bir kahve içtikten sonra düşüncelerin ordu halinde aklına üşüştüğünü hisseder. Bu düşünceler, bir süre birbirleriyle çarpıştıktan sonra, bazıları bir araya gelip kalıcı bir kombinasyon oluştururlar. Bu durum, sadece uzun hazırlık çalışmaları ardından gerçekleştiği için, düşüncelerin, zihinde, olasılıkla çok uzun süreler askıya alındığı tahmin edi lebilir. Poincaré, yeni çözümlerin oluşturulduğu düşünceleri şöyle hayal eder:
193
Bu d ü şü n ce le r, sa n k i E p ik ü r ’ ün a sılı d u ra n a to m la r ı gibid ir. Z ih in ta m b ir istira h a t h a lin d e y k e n bu a to m la r h a re k e tsiz d ir; a d e ta d u v a r d a a sılıd ırlar. B u ta m istira h a t d u ru m u a to m la r ın birb iriy le h iç k a r ş ıla ş m a y a c a k la r ı ve b ö y lece de a ra la rın d a
Ö teki Pegam berler
kao ı
m
*ı>4t>f
k işin in g ü c ü n ü a z a ltm ıy o r d u , so ğ u k sesi a d e ta b a n a işk en ce e d iy o r d u .:ı
Harvey bu yorumu kabul etmesinin, “ sihirli düşünü” ge çersiz kılacağına inandığı için, olasılıkla anlamsız olarak de ğerlendiriyordu. Fakat buna benzer deneyimler yaşayanlar, bu durumu Kutsal Anne’nin reenkarnasyonu olarak algılamadık larına, sevecen ve sevgi dolu insanlarla da böylesi duyguların yaşanabileceğine tanık olmuşlardır. Harvey, Meera hiç konuşmadığı için, korumasına onun öğretisinin gerçekten ne olduğunu sorduğunda, Mr. Reddy şu yanıtı verir: “ Tüm Varlık’la ve eylemle bütünleşmenin, Sessiz likken akan aydınlık mutluluğu... Ruhun istediği kendinden geçme ve bilgidir, Meera bunların ikisini de sunuyor.” 24 H a r vey Meera ile yaşadıklarını çocukluğunda annesi ile yaşadık larına bağlıyor, sonra da bu biçimde yorumlanma fikrini red dediyordu. Ancak, anneleri yakınlarında olan ve anneleri tara fından bütünüyle anlaşılma şansına sahip çocuklar, sevildikle rine duydukları güven ve gelecekle ilgili endişe taşımadıkları bir dünyada, anneleriyle ve dünyayla ilgili aynı bütünlük his sini yaşarlar. İsa da tam da bu nedenle şöyle demiştir: B ırak ın k ü ç ü k ç o c u k la r b a n a gelsin ler, o n ları d u r d u rm a y a ç a lışm a y ın ; ç ü n k ü T a n r ı’n ın k r a llığ ı o n la r a aittir. Size d iy o ru m k i, T a n n ’n ın k rallığ ın ı ç o c u k la r g ib i k a b u l etm eyen ler, a sla o r a y a g irem ezler.2’
Dokuzuncu bölümde de ifade edildiği üzere, Freud bütün leşmenin yarattığı kendinden geçme deneyimlerini, bebeklik dönemine gerileme olarak ele almış ve henüz anne memesiyle beslenen bebeğin kendini, annesinden ve dış dünyadan ayıra madığı bir döneme dönüş olarak değerlendirmiştir. Bu Tennyson tarafından da dile getirilen dönemdir. M in ic ik a v u c u n u “ İşte B u B e n ’ im ” d em ed en A n n e sin in g ö ğ sü n e y a sla m ış, D ü n y a y a yen i g elen b e b e k , B ü y ü d ü k ç e ö ğ ren e cek “ B e n ” d em eyi “ B e n im ” d em e y i, Ve s o n u n d a
Otelci Peygam berler
“ B e n ’ in ” d e ğ d ik le rin d e n , d o k u n d u k la r ın d a n İb a re t o ld u ğ u n u k e şfe tm e y i.“
H arvey’nin deneyimlerinden bazılarım erken çocuklukta hissedilen mutluluğa tekrar ulaşmak olarak yorumlamak, bu deneyimleri ve duyguları geçersiz kılamaz diye düşünüyorum. İlginç olan ise, anne sevgisinin güvenliğini ve anlayışını hiç ya şamamış birinin üzerinde M eera’nın nasıl etki bırakacağıdır. Bu dönemler, kaçınılmaz bir biçimde hatırlanıp geri mi geli yorlar, yoksa yeniden de oluşabiliyorlar mı? M eera’nın sessizliği, onun en çarpıcı yönüdür. Ignatius dı şında, sözünü ettiğimiz tüm gurular, vaaz veren, konuşmala rıyla hırpalayan ya da hiçbir metne bakmaksızın saatlerce ko nuşan, mükemmel konuşmacıdırlar. Fakat Meera sessizliğini bozmayarak, bir öğreti sunmak yerine kendini bulma yolunu açmaktadır. Gülünç gelebilir ama, kişi eğer bir guru arayışı içindeyse, en iyisi hiç konuşmayan birini bulmaktır. Aslında bu espride ciddiyim. Bu bana, elli dakika boyunca divana uza nıp hiçbir şey söylemeden seansı bitiren bir hastamı hatırlatı yor. Biraz meraktan, biraz da önemli bir şeylerin olduğunu hissettiğimden, ben de o seansta hiç sesimi çıkarmamıştım. Ortam huzur ve mutluluk doluydu. Seansın sonunda hastam bana, şimdiye kadar yaptığımız seansların en iyisini gerçekleş tirdiğimizi söylemişti. Bence psikoterapi hastayı iyileştirdiğinde, ki bazen bu nok taya gelindiği olmaktadır, bunun nedeni psikoterapistin, has tanın belli bir zaman diliminde dünyanın sorunlarından uzak kaldığı, mutlu bir çocuk gibi tamamen kabul gördüğü, kendi ne güvendiği ve gelişmek için kendini özgür hissettiği, güvenli bir liman, anneye benzer bir sığınak oluşturmasıdır. Bence, psikoterapistler, cinsiyetleri ne olursa olsun, genellikle m ü kemmel anne -Kutsal Anne ya da anne arketipi- rolünü üstle nirler ki, bu iyileştirme sürecinin gerekli bir kısmı olabilir. İyi leşme sürecinin bu biçimde yorumlanmasının ya da M eera’nın böyle değerlendirilmesinin önemlerini azalttıklarını düşünmü yorum. Bu kadar genç yaştaki bir kızın böyle bir rolü üstlene bilmesinin nedeni, başkalarını anlamadaki sezgilerinin güçlü-
247
Ö teki Pegam berler
peki, kim e İnanalım t
248
ö te k i Peygam berler
lıi)’, m vc mükemmel dinginliği ile olağanüstü bir kişilik olması dır. Onun, Kutsal Anne’nin yeniden dünyaya gelmiş hali oldu ğuna inanlar, kuşkusuz benim yazdıklarımı kaba bularak bir kalemde sileceklerdir; ancak ben M eera’nın Harvey’e yaşattık larının doğruluğunu sorgulamıyorum, sadece yorumunu yapı yorum. Günümüzde İngiltere’de, geleneksel Hıristiyanlık öğretisi ne olan inancın önemini yitirmekte olduğu bir dönemde yaşı yoruz. İngiliz halkının yüzde 2 ,5 ’tan azı düzenli olarak pazar sabahlan kiliseye gitmektedir. Oxford piskoposu bir röporta jında, “ Günümüzde, Batı Avrupalılar Hıristiyanlık sonrası bir toplumda yaşıyorlar.” 27 demiştir. Bunun sonucu olarak da, da ha çok insanın yeni din akımlarının ve guruların öğretilerinin cazibesine kapıldıkları varsayılabilir. Ben, durumun böyle ol duğuna inanmıyorum. İngiltere’de olduğundan daha fazla in sanın kiliseye gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde ise, yeni din akımları İngiltere’dekinden daha güçlü boy göstermekte dir. Tıpkı, İngiltere’de şüpheli dinî hizmetlerinden dolayı bir süredir uzak durmayı başardığımız televizyon evangelistlerinin, A.B.D.’de daha fazla olması gibi. 1 9 5 0 ’lerden bu yana, yeni din akımlarından pek çoğu Kuzey Amerika ve Hindis tan’da ortaya çıkmıştır. Bundan da öte, tarihin ortaya koydu ğuna göre, yeni bir vahiy ortaya atan guru, sürekli kendini tekrar eden bir şahsiyettir. H atta bazıları David Koresh’ten bi le tuhaftırlar. Aldous Huxley, İsviçreli Anabaptist Thomas Schucker’ın kutsal bir rehberden kardeşini öldürme emri aldı ğını söylediğini ve bunu anne babasının da aralarında olduğu kalabalık bir izleyici kitlesi önünde gerçekleştirdiğini yazar. Bir gurunun peşinden gitme isteği duyanlar, genellikle yeni bir vahiy alma ya da asla ulaşamayacakları kurtuluşları için yeni bir yol bulma ümidi ile bir gurudan diğerine geçerler. Gurular, etraflarında mürit bulunduğu sürece ayakta kalmaya devam edeceklerdir. Ancak bana göre, müritler ihtiyaçlarını yanlış yerlerde aramaktadırlar. Bu kitabı yazarken öğrendiğim bir ders varsa, o da sadece tuhaf inançları olduğu için kimseye deli ya da güvenilmez
peki, kim e inanalım ?
damgası vurulmaması gerektiğidir. Dünyada pek çok insan, hiçbir kanıtı olmayan ve eleştirel olarak incelemeye açık olm a yan inanç sistemlerine sahiptir. Akıl sağlığının yerinde olup ol madığının tanı kriterlerine, bireyin sosyal davranışları ile diğer insanlarla olan ilişkilerinin değerlendirilmesi de eklenmelidir. İletmek istediğim bir mesaj varsa, o da, çok fazla kendile rine dönük ve aynı zamanda da otoriter olan kişilere güvenilmemesi gerektiğidir. Hiç kimse, Gurdjieff’in, Rajneesh’in ya da Ju n g ’ un biliyorum dediği anlamda bildiğini söylediği şeyi ya da müritlerinin bildiklerine inandığı şeyi bilemez. İster po litik ister tinsel olsun, otoriter olan kimseye güvenmemek en doğrusudur. Hele dünyayı “ biz” ve “ onlar” diye bölen, gele cek için tek bir yol olduğunu iddia eden veya düşmanları tara fından kuşatıldığını öne süren kişilerden özellikle kaçınılmalı dır. Güvenilir olmak için dogmatik olmak gerekli değildir. Emin olmanın yarattığı karizma, hepimizin içinde yatan çocu ğu tuzağa düşüren bir kapandır. Birisi acilen yardım almak ya da rehber bulmak ihtiyacı içindeyken, vaaz etmek yerine dinleyen birini aramalı, bir gü rünün dogmasını kabul etmek yerine, onu iç dünyasına bak maya ve benzersiz biri olarak ne düşündüğünü ve neye inan dığını bulmaya cesaretlendirecek birini bulmalıdır. Eğer biri ortak bir hedefe ulaşmak için başkalarıyla çalışmanın verdiği mutluluğu yaşamak istiyorsa, mülteciler, fakirler, hastalar ya da kader kurbanları için kendini adamış organizasyonlara gi rebilir. Bu tip organizasyonların bir guruya ihtiyacı olmadığı gibi, bu örgütlere üye olmak için dinsel bir bağlılığa da gerek yoktur. Başkalarına yardım etmek isteği sadece inananlarla sı nırlı değildir. Nietzsche, M utlu Bilim (Die Fröhliche Wissenschaft) kita bını yazalı yüz yılın üstünde bir süre geçmiş olmasına rağmen, yazdıkları bu kitabı noktalamak için çok uygundur. M utluğun anlam ı- Son zamanlardaki en büyük olay “ Tan rı öld ü ” kavramı, Hıristiyan tanrısına olan inancın güvenilir liğini kaybetmesinin gölgesi Avrupa’nın üstüne düşmeye baş ladı bile... Yaklaşan kasvete, neden kendimizi işin içinde his-
249
Ö teki Pegam berler
firkl. kinim In sn tlım k
sermeden ve bundan da öte kendimizden endişe ve korku duy madan bakamıyoruz? Acaba hâlâ bu olayın sonuçlarının çok mu fazla etkisi altındayız? Çünkü bu sonuçlar, kendimiz için beklentimizin tam da tersidirler. Aslında bu kasvetli ve keder li bir durum değil, tam tersine yepyeni, anlatılması zor bir ışık, mutluluk, rahatlama, coşku, cesaret, uyanma. Gerçekten de biz filozoflar ve “ özgür ruhlar” , “ tanrı öldü” haberini duyunca, sanki yeni bir gün doğmuş gibi hissediyo ruz; kalbimiz şükranla, şaşkınlıkla, adetâ yeni bir gün doğuşu ve beklentiyle doluyor. Uzun süreden sonra önümüzdeki ufuk pek parlak görünmese de, tekrar özgürleşiyor, gemimiz tekrar her türlü tehlikeye yelken açıyor, bilgiye duyulan aşkın önü ye niden açılıyor; deniz, bizim denizimiz ve işte yeniden önümüz de bizi bekliyor, kim bilir belki de deniz hiç bu denli “ açık” ol mamıştı.2“
Ö teki Peygam berler
NOTLAR G İR İŞ
1. Sigm un d Freud, C ivilization an d its D iscon ten ts, Ja m e s S trach ey’nin Anna Freud ile ortak çevirisi, A lix Starchhey ve Alan T y so n ’ın k atk ılarıyla, Stan d ard Edition , Volum e X X I (L on d on : H o g arth Press an d Institute o f PsychoA n alysis, 1 961) s:8 3 2 . A n thony Storr, Solitude (L o n d o n : H arperC olIin s, 1989). 3. Eileen Barker, N ew R eligiou s M o vem en ts (L on d o n : H M S O ,1 9 9 2 ), s:13. B İR İN C İ B Ö L Ü M
1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12.
Tim R eiterm an & Jo h n Ja c o b s, R aven (N ew York: D u tto n , 1 9 8 2 ), s:4 5 age., s:1 4 7 Eileen Barker, N ew R eligiou s M ovem en ts (Lon d on : H M S O ,1 9 9 2 ), s:1 4 -1 5 . Shiva N a ip a u l, Jo u rn e y to N ow h ere (H ard m on d sw o rth : Peguin, 19 8 2 ), s:1 4 4 -7 . Tim R eiterm an & Joh n Ja c o b s, R aven (N ew York: D u tto n , 1 9 8 2 ), s:1 7 7 . D av id L ep p ard , Fire an d B lo od (L o n d on : Fourth E state, 1 9 9 3 ), s:1 2 . age, s:1 4 0 . M artin K in g & M arc B reault, Preacher o f D earth (L on d on : Pegiun G rou p, Signet, 1 9 9 3 ), s:3 0 9 . W illiam Shaw , S pyin g in G uru L an d (Lon d on : Fourth E state, 1 9 9 4 ), s:2 0 7 . W illiam Shaw , age., s:2 0 1 . M artin K in g & M a rc B reault, a g e ., s:78. M artin K in g 8c M arc Breault, age., s:3 0 8 . 253 İK İN C İ B Ö L Ü M
1. Ja m e s M o o re, G u rdjieff: Th e A n atom y o f a M yth (Shaftesbury:Elem ent B o o k s, 19 9 1 ). 2 . P. D . O u spen sk y, In Search o f the M iracu lo u s (N ew York: H arco u rt B rac e,1 9 4 9 ), s:3 6 . 3 . P. D. O u spen sk y, age., s:6 6 . 4 . G . I. G u rdjieff, V iew s from the R eal W orld, (Lon d on : R ou tledge 8c K egan Paul, A rk an a, 1 9 8 4 ), s:6 9 . 5 . Fritz Peters, G u rd jieff (L on d on :W ilw oo d H o u se, 1976), s:292-3. 6 . J . G . Bennett, G u rdjieff: M a k in g a N ew W orld (Lon d on : Tu rnston e B o ok s, 1 9 7 3 ), s:7 9 . 7. Ja m e s M o o re , ‘G u rd jieffian G ro u p s in B ritian ’, Religion Today, Volum e 3/ N u m b er 2 , M ay - Septem ber 1986. 8. T h o m a s an d O lg a de H artm an n , O u r L ife w ith M r. G u rdjieff, (Lon don: Penguin, A rk an a, 1 9 9 2 ), s:2 6 . 9. A lan W. W atts, T h e W ay o f Z en , (L on d on : T h am es and H u d so n , 1 9 5 7 ), s:1 9 9 . 10. Eugen Bleuler, çeviren Jo se p h Z in k in , D em entia P raecox or Th e G ro u p o f S ch in oph ren ias (N ew York: Internation al U niversities Press, 1 9 5 0 ), s: 156. 11. age., s:1 5 7 . 12. Ja m e s M o o re , T h e A n ato m y o f a M yth (Shaftesbury:EIem ent B o o k s, 1991 ), s: 4 2 . 13. a g e ., s: 4 2 -3. 14. J . G . Bennett, age., s:2 7 5 .
O le k i Pegam berler
254
15. G . I. G u rd jieff, All an d Everything (Lon d o n :R o u tled ge & K egan P aul, 1 9 5 0 ), s:8 2 . 16. P. D . O uspensky, age., s:8 5 . 17. a g e ., s:8 5 . 18. J . G . Bennett, age., s:2 5 0 . 19. P.D. O uspen sky, a g e ., s:5 7 . 2 0 . J . G . Bennett, age., s:2 5 1 . . 2 1 . age., s:8 2 . 2 2 . Ja m e s M o o re , age., s:4 1 . 2 3 . G . I. G u rd jieff, M eetin g w ith R em ark ab le M en , çeviren A. R. O rage, (Lon don : R o u tled ge & K egan P au l, 1 9 6 3 ), s:87. 2 4 . J . G . Bennett, a g e ., s:1 2 1 . 2 5 . Fritz Peters, age., s: 81-2. 2 6 . Fritz Peters, age., s: 2 7 0 -4 . 2 7 . a g e ., s:2 5 9 . 2 8 . J . G . Bennett, age., s:1 4 8 2 9 . Fritz Peters, a g e ., s: 3 0 . 3 0 . Ja m e s M o o re , a g e ., s:2 6 1 . 3 1 . R ené Z uber, W ho Are You M on sieur G u rdjieff?, çeviren Jen n y K o ralek , (L on d on : R o u tled ge & K egan P aul, 1 9 8 0 ), s:3 . 3 2 . Fritz Peters, a g e ., s:2 7 . 3 3 . J . G . Bennett, age., s:1 5 4 . 3 4 . J . G . Bennett, age., s:1 6 3 . 3 5 . M ery le Secrest, Fran k Lyoyd W right (N ew York: K n o p t, 1 9 9 2 ), s:6 1 . 3 6 . age., s:4 3 1 . 3 7 . Ja m e s M o o re , age., s:3 6 5 . 3 8 . M eeryle Secrest, age., s:5 1 0 -5 1 1 . 3 9 . Jo se p h R y kw ert, ‘T o w ard s a w ell-distributed w orld ’, T im es Literary S upplem en t, M a y 6, 1 9 9 4 , s:1 6 . 4 0 . Ja m e s M o o re, age., s:2 0 5 . 4 1 . Jo h n C arsw ell, Lives and Letters, (L o n d o n : F ab er & Faber, 1 9 7 8 ), s: 2 1 3 . 4 2 . Fritz Peters, age., s: 2 4 2 . 4 3 . J . G . Ben n ett,age., s:1 6 5 . 4 4 . C . S. N o tt, T each in g o f G u rd jief (L o n d on : R ou tled ge & K egan P aul, 196 1 ), s:5 6 . 4 5 . C laire T om alin , K atherine M an sfield (Lon d on : Penguin, 1 9 8 8 ), s:2 3 2 -3 . ÜÇÜNCÜ BÖ LÜM
1. Eileen Barker, N ew R eligiou s M ovem en ts (London : H M S O , 1 9 9 2 ), s: 2 0 3 . 2 . R alp h R o w b o tto m , R alph R o w b o tto m , Independent on Sunday, 7th A ugust, 1 9 9 4 , s:1 6 . 3 . H ugh M ilne, edited by Liz H o d gk in so n , B h agw an : T h e G od that Failed (L o n d o n : Sphere B o o k s, 19 8 7 ), s:13. 4. B h agw an Shree R ajn eesh , T h e Suprem e U nderstanding: R eflections on T an tra, bask ıy a h azırlayan M a Y oga A n urag, derleyen Sw am i A m rit Pathik (Lon d on : Sheldon P ress, 1 9 8 8 ), s: 52. 5. Ja m e s S. G o rd o n , T h e G olden G uru (M assach u setts: Th e Stephen G reene Press, 1 9 8 8 ), s: 5 2 .
ö te k i Peygam berler
6. Bernard Levin, T h e T im es, 8 A pril 1 9 8 0 , s: 12.. 7. B h agw an Shree R ajn eesh , Th e M u stard Seed: R eflection s on the Sayin gs o f Je su s, bask ıy a h azırlayan Sw am i S aty a D eva, derleyen Sw am i A m rit Pathik (L o n d o n :Sh eldon P ress, 1 9 7 8 ), s:4 8 8 . 8. age., s:1 5 7 . 9. B h agw an Shree R ajn eesh , T h e Suprem e U n derstan din g, s: 112. 10. age., s:1 9 3 . 11. B h agw an Shree R ajn eesh , M ed itation : T h e A rt o f Ecstacy, bask ıya hazırlayan M a S aty a B h arti (Lon d on : Sheldon P ress, 1 9 7 8 ), s:1 4 7 . 12. B h agw an Shree R ajn eesh , T h e Suprem e U n derstan ding, age., s:10. 13. age., s:6 4 . 14. age ., s:9 6 . 15. age., s.2 1 3 . 16. B hagw an Shree R ajn eesh , M ed itation , age., s:2 3 3 . 17. Fran ces Fitzgerald, C ities on a Hill (Lon d on : Picador, 1 9 8 7 ), s:2 9 7 . 1 8. Bernard Levin, T h e T im es, 9 A pril 1980, s:1 4 . 19. B h agw an Shree R ajn eesh , M ed itation , a g e ., s: 136. 2 0 . B h agw an Shree R ajn eesh , T h e M u stard Seed: R eflection s on the Sayings o f Je su s, b ask ıy a h azırlayan Sw am i S aty a D eva, derleyen Sw am i A m rit Pathik (Lo n d o m S h eld on P ress, 1 9 7 8 ), s:4 ,8 . 2 1 . Frances Fitzgerald, a g e ., s:2 7 5 . 2 2 . Ja m e s S. G o rd o n , a g e ., s:1 8 2 . 2 3 . H ugh M iln e, a g e ., s:2 7 4 . 2 4 . Bernard Levin, Th e T im es, 10 N is a n l9 8 0 . 255 DÖRDÜNCÜ BÖ LÜM
1. H enri F. Ellenberger, T h e D iscovery o f the U ncon scious, U ncon scious, (N ew Y ork: B asic B o o k s, 1 9 7 0 ), s:6 8 5 . 2. R u d i L issa u , R u d o lf Steiner (Stroud : H aw th o rn Press, 1 9 8 7 ), s:33. 3. A. P. Shepherd, A Scientist o f the Invisible (Edinburgh: Floris B o o k s, 1983 ), s:6 6 . 4 . age., s:3 . 5. A n ton in a V allentin,Einstein, çeviren M o u ra Budnerg (Lon d on : W eidenfeld &C N ic o lso n , 1 9 5 4 ), s : l l . 6. Jo h an n es H em leben, R u d o lf Steiner: A d ocu m en tary Biography, çeviren L eo Tw ym an (E ast G rin stead: G ou lden , 1 9 5 7 ), s:16. 7. Jerem y B ern stein ’dan alıntı, Einstein (N ew Yoek: V iking Press, 1 9 7 3 ), s:1 7 2 -3 . 8. R u d o lf Steiner, T h e Philosoph y o f Freedom , çeviren M ich eál W atson (Lon d on : R u d o lf Steiner P ress, 1 9 6 4 ), s:89. 9. age., s:1 4 . 10. age., s:7 0 . 11. age., s:9 0 . 12. age., s:1 1 9 . 13. H enri Ellenberger, T h e D iscovery o f the U ncon scious (N ew Y o rk:B asic B o o k s, 1 9 7 0 ), s:6 8 5 . 14. R u d o lf Steiner, K n ow ledge o f the H igher W orlds. H o w Is It A chieved?, çeviren D .S. O sm o n d ve C . D avy (L o n d o m R u d o lf Steiner P ress, 1969), s:65. 15. age., s:4 2 .
ö t e k i Peciamberler
16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24.
a g e ., s:3 5 -6 . Jo h an n es H em leben, a g e ., s:1 5 2 . A . P. Shepherd, age., s:1 5 2 . R u d o lf Steiner, O ccu lt Science-An O utline, çeviren G eorge ve M ary A dam s (L on d on : R u d o lf Steiner P ress, 1 9 6 9 ), s: 11. age., s:6 5 . age., s:1 0 8 . R u d o lf Steiner, R ead in g the Pictures o f the A p ocalyp se, çeviren Ja m e s H . H in des (N ew Y ork: A n th rop oso ph ie P ress, 1 9 9 3 ), s:1 0 0 . a g e ., s:4 0 . a g e ., s:8 2 . B E Ş İN C İ B Ö L Ü M
256
O ie k ı Peygam berler
1. C . G . Ju n g , Letters, V olum e 1, 1 9 0 6 -1 9 5 0 , çeviren R . F. C . H ull, yazıları seçen ve bask ıy a h azırlayan G erh ard Adler, Aniela J a ffe ’nin katk ılarıyla (London: R o u tled ge & K e g a n P aul, 1 9 7 3 ), s:2 0 3 . 2 . C . G . Ju n g , T h e Z o fin gia L ectu res, çeviren Ja n van H eurck, tanıtan M arie-L o u ise von Fran z, C ollected V olum e A, (Lon d on : R ou tled ge ÄcKegan P aul, 1 9 8 3 ), s:3 -1 9 . 3. A n thony Storr, C hurch ill's Black D o g an d O th er Phenom ena o f the H um an M in d k itabın dan ‘W hy P sych oan aly sis is not a Science’, (Lon d on : C ollin s, 1 9 8 9 ), s:2 0 7 -2 2 7 . 4 . G erh ard Wehr, Ju n g : A B iography, çeviren D av id M . W eeks (B oston : S h am b h ala, 1 9 8 7 ), s:2 9 . 5. C .G . Ju n g , M em o ries, D ream s, R eflection s, h azırlayan A niela J a ffe , çeviren R ich ard ve C la ra W inston (Lon d on : C ollin s ve R o u tled ge ÖC K egan P aul, 19 6 3 ), s .3 2 7 . 6. age., s: 31-2. 7. M in g T. T su an g , Sch izoph ren ia: Th e Facts (O x fo rd : O xfo rd University Press, 19 8 2 ), s .98. 8. age., s .4. 9. V incent B rom e, Ju n g : M an an d M yth (L o n d o n :M acm illan , 1 9 7 8 ), s.3 0 1 . 10. C .G . Ju n g , M .D .R ., s . 169. 11. Eugen Bleur, D em entia P raecox o r T h e G ro u p Sch izoph ren ias, çeviren Jo sep h Z in kin (N ew Y ork: In tern ational U niversities P ress, 19 5 0 ), s.2 5 5 . 12. C .G . Ju n g , M .D .R .,s .l8 1 , 13. a g e ., s . 184. 14. Jo h n Kerr, A M o st D an gero u s M eth od (N ew Y ork: K n op f, 1 9 9 3 ), s .5 03. 15. C .G .Ju n g , M .D .R .,s .l9 1 . 16. Jo h n Kerr, ‘M a d n e ss’, L o n d o n Review o f B o o k s, 2 3 M art 19 9 5 , s .3-6, 17. C . G . Ju n g , T h e Z o fin gia L ectures,çeviren Ja n van H eurck, derleyen W illiam M cG u ire, T h e C ollected W orkd, Supplem entary Volum e A (Lon d on : R outledge &C K egan P au l, 1 9 8 3 ), s .88. 18. Friedrich N ietzsch e, T h u s S pok e Z a r a th u str a ’s P rologue, 5 (H arm o n dsw o rth : Penguin, 1 9 6 9 ), s.46. 19. A nthony Storr, Ju n g , (N ew Y ork: R ou tled ge, 1 9 9 1 ), s .83. 2 0 . C . G . Ju n g , T h e Freud / Ju n g Letters, derleyen W illiam M cG u ire, çeviren R alph M an h eim ve R .F.C . H ull (L on d on : H o g arth Press ve R ou tled ge 6c K egan P aul,
notlar
1 9 7 4 ), Letter 1 7 8 J, s.2 9 4 . 2 1 . Q u o ted in Jo h n Kerr, a g e ., s . 172. 2 2 . C . G . Ju n g , ‘P sychotherap ists o r T h e C lergy ’, in P sch ology an d R eligion : W est an d E ast, çeviren R . F. C . H u ll, C ollected W orks, Vol.II (R outledge 6c K egan Paul, 1 9 5 8 ), s.3 3 1 . 2 3 . age., s .3 34. 2 4 . R ich ard N o ll, T h e Ju n g C u lt (Princeton: Princeton U niversity P ress, 1 9 9 4 ), s.2 9 1 . 2 5 . C . G . Ju n g , P sychotherapists o r theClergy, age., s .3 4 7 . 2 6 . C . G . Ju n g , T h e A rchetypes an d the C ollective U n con sciou s, çeviren R. F. C . H u ll, C o llected W orks, V olum e IX , P art I (L on d on :R ou tled ge 8c K egan P aul, 1 9 6 8 ), s .79. 2 7 . D av id Peat, Synchronicity (N ew Y ork,: B an tam B o o k s, 1987). 2 8 . C . G . Ju n g , T h e Z o n fin gia L ectures, çeviren J a n van H eurck, derleyen W illiam M cG u ire, T h e C o llected W orks, Supplem en tary V olum e A (Lon od n : R ou tled ge 8c K egan P aul, 1 9 8 4 ), s. 4 1 . 2 9 . age. 3 0 . D av id Peat, age. 3 1 . C . G : Ju n g , T h e Freud / Ju n g Letters, age., Letter 2 5 9 J , s.4 2 7 . 3 2 . E d g ar W ind, Letter to P rofessor Ja c k G o o d , 12 Ja n u a r y 1 9 7 0 . Telif hakk ı sah i bi M rs. M arg are t W ind’ in izniyle. 3 3 . C . G . Ju n g , Flying S au cers: A M od ern M yth, çeviren R . F. C . H u ll, in C iv ilizatio n in T ran sitio n (L on d on : R ou tled ge 8c K egan P aul, 1 9 6 4 ), C ollected W orks, V o l.10, s.3 1 1 . 3 4 . C . G . Ju n g , M em o ries, D eram s, R eflection s, age., s .3 2 8 . 3 5 . Anthony Storr, M u sic an d the M ind (Lon d on : H arperC oIlin s, 1992). 3 6 . R o ge r Scruton , ‘ M o d ern Philisiophy and the N eglect o f A esth etics,’ Peter A b b s, editor, T h e Sym bolic O rder (L o n d o n : T h e Falm er P ress, 19 8 9 ), s.27.
257
A L T IN C I B Ö L Ü M
1. Ernest Gellner, T h e P sychoan alytic M ovem en t (Lon d on : P aladin , 1 9 8 5 ), s .5. 2 . age. 3. H enry F. Ellenberger, T h e D iscovery o f the U n con sciou s (N ew York B asic B o o k s, 1 9 7 0 ), s.4 4 4 . 4 . Peter G ay, Freu d:A L ife fo r O u r T im e (Lon d on : D e n t,1 9 8 8 ), s. 104. 5 . Sigm un d Freud, T h e C om p lete L etters o f Sigm un d Freud to W ilhelm Fliess, çeviren ve derleyen Jeffrey M o u ssa ie ff M a sso n (C am bridge, M a ss. H arvard U niversity P ress, 1 9 8 5 ). S .4 1 7 . 6. age., s. 2 7 2 . 7. Q u o ted in Fran k J . Sullow ay, Freud, B iolo gist o f the M ind (N ew York: Basic B o o k s, 1 9 7 9 ), s.8 5 . 8. Sigm un d Freu d, T h e A etiology o f H y steria, çeviren A nna Freud ile birlikte Ja m e s Strachey, A lix Strachey ve A lan T y son yard ım larıyla, Volum e III (Lon od n : T h e H o g arth P ress an d T h e Institute o f P sycho-A nalysis, 1 9 6 2 ), s . 199. 9. age ., s.2 0 3 . 10. Sigm un d Freu d, T h e Future o f an Illusion, Stan d ard E dition , Volum e X X I , 1 9 6 1 ,s .5 6 . 11. Q u o ted in E m e st Jo n e s, Sigm un d Freud: L ife and W ork. Volum e T w o (Lon don :
O teki Pegam berler
T h e H o g arth P ress, 1 9 5 5 ), s .168. 12. Phyllis G ro ssk urth , T h e Secret R ing, (N ew Y ork: Addison-W esley 1 9 9 1 ), s .2 5 . 13. R ich ard W ebster, W hy Freud W as W rong, (Lon d on : H arp erC o llin s, 199 5 ), s .3 6 5 . 14. Peter G ay,Freud : A L ife fo r O u r T im e (Lon d on : J . M . D en t, 1 9 8 8 ), s .3 6 9 . 15. Frederick C rew s, ‘T h e U n know n F reu d ’, T h e N ew York Review o f b o o k s, Vol X I , N o .1 9 , K asim 18, 1 9 9 3 , s. 5 5-66. 16. Jeffrey M o u ssa ie ff M a sso n , age., s.4 5 6 -7 . 17. Ja n e t M alco lm , Th e Im possible P rofession (N ew Y ork: K n o p f 1 9 8 1 ), s .83. 18. A n thony Storr, Freud (O x fo rd : O x fo rd University P ress, 1 9 8 9 ), s .104. 19. Sigm un d Freu d, T h e Q u estion o f a W eltanschauung, Stan d ard Edition Volum e X X I I, 1 9 6 4 , s.1 5 9 . 2 0 . a g e ., s.1 8 0 . Y E D lN C l B Ö L Ü M
25e
ö te k i Peygam berler
1. M arg are t H ebblethw aite, Finding G od in All T h in gs, (London : Foun t, 19 8 7 ), s . 11. 2. Philip C a ra m a n , S. J . Ign atius L o y o la (L on d o n :F ou n t, 1 9 9 4 ), s.27. 3. W illiam Ja m e s, T h e V arieties o f R eligiou s E xperience (London : L o n gm an s, G reen, 1 9 0 3 ), s.4 1 0 . 4 . C . G. Ju n g , T h e Structure an d D yn am ics o f the Psyche, çeviren R. F. C : H ull, C ollected W orks, Volum e 8 (Lon d on : R ou tled ge ÔC K egan P aul, 1 9 6 9 ), s . 196198. 5. Philip C a ra m a n , age., s.4 0 . 6. R o n ald A. K n o x , E n th u siasm (O xfo rd : C laren d o n P ress, 19 5 0 ), s.2 4 5 . 7. W. W. M eissner, Ignatiu s o f L oyola (N ew H aven: Yale University P ress, 199 2 ), s .91. 8. W. W. M eissner, age., s.2 1 0 . 9. Stanley M ilg ram , O bedien ce to A uthority (N ew Y ork: H a rp e r & R ow , 19 7 4 ). 10. A n thon y Storr, T h e H um an D estructiveness, Secon d E dition (Lon don : R o u tled ge, 1 9 9 1 ), s. 107-9. 11. W illiam Ja m e s, age., s .3 1 2 . 12. W. W. M eissner, age., s .28 0 . 13. age., s .28 5 . 14. W illiam Ja m e s, age., s .3 1 2 . 15. N o rm an C o h n , C o sm o s, C h a o s, an d the W orld to C om e (N ew H aven an d L o n d o n : Yale U niversity P ress, 1993). 16. age., s .78. 17. T h e N ew English Bible, M atth ew 4 , 1 7 (O xfo rd University P ress, C am b rid ge U niversity P ress, 1 9 7 0 ), T h e N ew T estam en t, s .6. 18. E. P. San d ers, T h e H isto rical Figure o f Je su s (Lon d on : Allen L an e T h e Penguin P ress, 1 9 9 3 ), s.1 8 3 . 19. a g e ., T h e N ew English Bible, M atth ew 2 4 , 2 9 -3 1 , s .34-5. 2 0 . E. P. San d ers, age., s .60. 2 1 . age., T h e N ew English Bible, M ark 8, 2 8 -2 9 , s .54. 2 2 . age., s .64-5. 2 3 . H u m phery C arpenter, Je su s (O x fo rd : O x fo rd U niversity P ress, P ast M asters, 19 8 0 ).
24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33.
age., T h e N ew English Bible, M ark 3 , 3 3-35. G eza V erm es, T h e R eligion o f Je su s T h e Je w (Lon d on : S C M P ress, 19 9 3 ), s. 192. age ., T h e N ew English Bible, L u k e 18, 10-14. A ge., M atth ew 6, 6 , s .9. N o rm an C o h n , a g e ., s. 2 0 1 . age., T h e N ew English Bible, M atth ew 7, 2 8 -9 , s. 11. age., M ark 15, 3 9 , s .66. G eza Verm es, a g e ., s . 168. age., T h e N ew English Bible, M a rk 15, 3 4 -5 , s .66. Salo m o n R ein ach , O rph en u s: A H istory o f R eligion s, çeviren Florence Sim m on ds (L o n d o n : R ou tled ge, R evised Edition , 1 9 3 1 ), s. 252-3. S E K İZ İN C İ B Ö L Ü M
1. C . G . Ju n g , ‘O n the P sychogenesis o f S ch izoph ren ia’, in the C ollected W orks o f C . G . Ju n g , V olum e 3 , çeviren R . F. C . H u ll, derleyen H erbert R ea d , M ich eál Fo rdh am , 6c G erh ard A dler (L o n d o n : R o u tled ge 6c K egan P aul, 1 9 6 0 ), s.2 4 7 . 2. Elizabeth L . Farr, ‘In trodu ction: A p erso n al acco u n t o f sch izop h ren ia', in M in g T. T su an g , Sch izoph ren ia: T h e F ac ts (O x fo rd : O x fo rd University P ress, 19 8 2 ), s . 1-2. 3. S. E. C h u a ve P. J . M cK en n a, Sch izoph renia - a Brain D isease? British Jo u rn a l o f P sychiatry (1 9 9 5 ), 1 6 6 , 5 6 3 -5 8 2 . 4 . Elizabeth L. Farr, age., s .9. 5. C . G . Ju n g , T w o E ssay s on A n alytical Psychology, çeviren R. F. C . H ull, C o llected W orks, Volum e 7, (Lon d on : R ou tled ge 6c K egan P aul, 19 5 3 ), s . 141. 6. A nna K av an , derleyen Brian W. A ldiss, M y M ad n ess (Lonodn : P icador C lassics, 1 9 9 0 ), s . 15. 7. N o rm an C o h n , T h e P ursuit o f the M illennium (L on d on . Seeker 6c W arburg, 195 7 ). 8. Anthony Storr, H u m an D estru ctiven ess, Second E dition (Lon don : R outledge, 1 9 9 1 ). 9. H enri Ellenberger, T h e D iscovery o f the U nconsciou s (N ew York: Basic B o o k s, 1 9 7 0 ), s.2 1 5 -6 . 10. Jeffre y M o u ssa ie ff M a sso n , M y F ath er’s G uru, (R eadin g, M assach u setts, A ddision-W esley Publish ing, 19 9 3 ). 11. Paul B ru n ton, A Search in the Secret India, (Lon d on : Rider, 1969). 12. Paul B ru n ton (Dr. Brunton), T h e Secret Path (Lon d on : Rider, 1969). 13. Paul B ru n ton , T h e Spiritu al C risis o f M an , (Lon d on : Rider, 1952). 14. Paul B run ton, T h e Secret Path (L o n d o n : Rider, 1 9 6 9 ), s . 14. 15. Jeffrey M o u ssa ie ff M a sso n , age., s . 160. 16. Je ffrey M o u ssa ie ff M a sso n , age., 85. 17. P aul B run ton, T h e W isdom o f the O v erself (Lon d on : Rider; 1 9 4 3 ), s .8. 18. Je ffrey M o u ssa ie ff M a sso n , age., s .85. 19. Sir A rthu r C o n a n D oyle, Sherlock H o lm es: T h e C om p lete Short Stories (L o n o d n : Jo h n M u rray, 1 9 2 8 ), s. 54 0 . 2 0 . N o rm an C o h n , E u ro p e’s Inner D em o n s (N ew York: B asic B o ok s), 1975. 2 1 . N o rm an C o h n , W arrant fo r G en ocide (Lon d on : Eyre 6c Sp o ttisw o o d e, 196 7 ), s.2 6 . 2 2 . M ich eál L in d , ‘Rev. R o b e rtso n ’s G ran d In tern ational C o nspiracy T h eo ry ’ N ew
259
ö t e k i Pegam berler
no t/ar
Y ork Review o f B o k k s, V olum e XL1I, n o .2 , 2 1 -5 , Febru ary 2 , 1 995. 2 3 . a g e ., s.2 5 . 2 4 . A n thon y Storr, H u m an D estructiven ess, Second E dition (Lon don : R ou tled ge, 19 9 1 ). 2 5 . P rivate com m u n ication . 2 6 . W orld H ealth O rgan izatio n : M en tal D iso rders: G lo ssa ry an d guide to their classifg icatio n in accord an ce w ith the N in th R evision o f the In ternational C lassia fica tio n o f D isease s, (W H O : G eneva, 19 7 8 ), s.31. 2 7 . Jo h n E. M a c k ., A bd u ction s: H u m an Encoun ters w ith A liens (N ew Y ork: Sim on & Schuster, 1 9 9 4 ). DO KUZU NCU BÖ LÜM
260
Ö teki Peygam berler
1. Sigm un d Freu d, N o te s on a C ase o f P aran o ia, A nna F reu d ’la işbirliği ile çeviren Ja m e s Strachey, A lix Strachey ve A lan T y son ’ın k atk ılarıyla, S tan d ard Edition, V olum e X II (L on od n : T h e H o g arth Press an d T h e Institute o f Psycho-A nalysis, 1 9 5 8 ), s.7 1 . 2 . N o rm a n C o h n , C o sm o s, C h a o s, an d the W orld to C om e (Lon don : Yale U niversity P ress, 1993). 3. B h agw an Shree R ajn eesh , T h e Su prem e U nderstan din g: R eflection s on T an tra, yayın layan M a Y o ga A n u rag, derleyen Sw am i A m rit Pathik (Lon od n : Sheşdon P ress, 1 9 7 8 ), s.2 1 3 . 4 . Ja c q u e s H a d a m a rd , T h e Psychology o f Invention in the M ath em atical Field (N ew Jersey : P rinceton U niversity P ress, 1 9 4 5 ), s .15. 5. a g e ., s.1 3 . 6. a g e ., s.4 7 . 7. R o sam o n d E. M . H a rd in g, An A n atom y o f In spiration (C am b ridge: Heffer, 1 9 4 0 ), s .30. 8. Ja c q u e s H a d a m a rd , op. c.t., s .56. 9. C . P. Snow , T h e Search (Lon d on : G ollan cz, 1 9 3 4 ), s. 127. 10. A nthony Storr, Isaac N ew to n , in C h u rch ill’s Black D o g an d other phen om en a of the hu m an m ind (Lon d on : H a rp erC o llin s, 1 9 8 9 ), s .9 3-96. 11. T h o m a s S. K u h n , Th e Structure o f Scientific R evo ulution s (C h icago: C h icago U niversity P ress, 1962). 12. A nthony Storr, Solitu de, (L on d on : H arp erC o llin s Flam in go , 1 9 8 9 ), s. 123. 13. G rah am G reene, W ays o f E scape (H arm on d sw o rth : Penguin B o o k s, 1 9 8 1 ), s.2 1 1 . 14. H u g h M iln e, B h agw an : T h e G o d that Failed, derleyen Liz H od gkin son (L on d on : Sph ere B o o k s, 1 9 8 7 ), s .128. 15. A n thon y Storr, Solitude (L on d on : H arp erC o llin s, 1 9 8 9 ). 16. B ernard B eren son , A esthetics an d H isto ry (Lon d on : 1 9 5 0 ), s.6 8 -7 0 . 17. L o rd B yron , ‘C hilde H a ro ld ’s P ilgrim age’, C a n to to the T h ird L X X V (Lon don : Jo h n M u rray, 1 8 1 6 ), s.42. 18. R ich ard E. Byrad , A lon e (L o n d on : A ce B o o k s, 1 9 5 8 ), s .62-3. 19. P rivate com m u n icatio n s. 2 0 . Q uo ted in W illiam Ja m e s, T h e Varieties o f R eligo u s Experience (Lon don : L o n gm an s, G reen , 1 9 0 3 ), s .30 5 . 2 1 . Sigm un d Freu d, Totem an d T a b o o , A nn a Freu d’un k atk ılarıyla çeviren Jam e s Strachey ve A lan T y son, stan d ard E ditio n V olum e X III (Lon d on : Th e H o garth
notlar
Press ve T h e In stitude o f P sycho-A n alysis), s .89. 2 2 . E d w ard G ib b o n , derleyen G . Birkbeck H ill, M em ories o f M Y Life an d W ritings (L o n d o n : M eth uen , 1 9 0 0 ), s . 105. 2 3 . P rivate co m m u n ication s. 2 4 . M . C . Ja c k so n , A stu dy o f the relation sh ip between psychotic an d spiritu al experience, T h esis fo r D . Phil., O x fo rd University, 1991. 2 5 . W illiam Ja m e s, T h e Varieties o f R eligiou s Experience (Lon d on : L o n gsm an s, G reen, 1 9 0 3 ), s.1 7 5 -6 . ONUNCU BÖ LÜM
1. W illiam Ja m e s, T h e Varieties o f R eligio u s Experience (Lon d on : L o n gsm an s, G reen , 1 9 0 3 ), s.2 1 0 . 2 . age., s .2 0 8 . 3. Jo h n H enry N ew m an , derleyen M aisie W ard, A p o lo g ia p ro V ita Su a (Lon don : Sheed an d W ard, 1 9 7 6 ), s . 160. 4 . P. M u llen , T h e p h en om en ology o f d isordered m ental function, in Essential o f P o stg rad u ate P sychiatry (L on d o n : A cadem ic Press, 1979). 5. H u gh M iln e, B h agw an : T h e G o d that Failed, derleyen L iz H od gk in so n Lon don : Sphere B o o k s, 1 9 8 7 ), S.12Ş. 6. Jo o s t A. M . M eerlo o , M en tal Seduction an d M en ticide (Lon d on : C ap e, 1 9 5 7 ), s.50-1. 7. Friedrich N ietzsch e, T h e G ay Science, çeviren W alter K au fm an n (N ew York: V in tage B o o k s, 1 9 7 4 ), 3 5 3 , s .2 9 6 . 8. C . G . Ju n g , F ace to Face, interview w ith Jo h n Freem an , O cto ber 1 9 5 9 , B .B .C . Script. 9. Friedrich N ietzsch e, age., 3 4 7 , s.2 8 9 . 10. Jo se p h C am p b ell, T h e H ero w ith a T h o u san d F aces (N ew York: Pantheon, Bollingen F o u n d atio n , 1 9 4 9 ), s .3 0 9 . 11. M ary L o u d o n , R evelation s (L on d on : H am ish H am ilton , 19 9 4 ), s .155-6. 12. C . G . Ju n g , T h e P sychological T y pes, çeviren R. F. C . H ull ve H . G : Baynes, in the C ollected W orks, Volum e S ix (L on d on : R ou tled ge Sc K egan P aul, 19 7 1 ), s.1 2 -1 3 . 13. W illiam Ja m e s, age., s. 5 0 8 . 14. Friedrich N ietzsch e, Beyon d G o o d and Evil, çeviren R . J . H ollin gd ale (H arm o n ds-w orth : Penguin, 1 9 7 3 ), 18 8 , s .93. 15. R alp h W aldo em erson , Self-R elian ce, in R alp h W aldo Em erso, derleyen Richard Poirier (O x fo rd : O x fo rd U niversity P ress, 1 9 9 0 ), s .131. 16. R ich ard W ebster, W hy Freud w as W rong, (Lon d on : H arp erC o llin s, 1995), a .3 0 1 . 17. Sigm un d Freu d, O n N arc issism , A nna F reu d ’un k atk ılarıyla çeviren Jam e s Starchey ve A lan T y son, S tan d ard E dition , Vol. X IV (Lon d on : H o g arth Press an d the Institute o f P sych oan aly sis, 1 9 5 7 ), s .74. 18. age., s .89.
261
O N B İR İN C İ B Ö L Ü M
1. L o rd M o ran , C hurchill: T h e Stru ggle for Survival 1 9 4 0 -1 9 6 5 (London : C ons tab le, 1 9 6 6 ), s.7 7 6 . 2. Piers B ren d on , W inston C hurch ill (Lon d on : Seeker Sc W arburg, 1 9 8 4 ), s. 142.
O le k i Pegam berler
notlar
262
Ö teki Peygam berler
3 . L ord M o ran , a g e ., s. 77 8 . 4 . A n thony Storr, C h urch ill’s Black D o g an d O th er Phenom ena o f the H um an M in d (L o n d o n : C o llin s, 1 9 8 9 ), s.49-JO . 5. J . P. Stern, H itler: T h e Füh rer an d the People (L on d on : F o n atan a, 1 9 7 5 ), s. 89. 6. Q u o ted in E rn est N ew m an , W agner a M an an d A rtist (Lon don : G ollan cz, 1 9 6 3 ), s .3 8 , n.2. 7. D av id A b erb ach , Survivin g T rau m a (Lon d on : Yale University P ress, 1 9 8 9 ), s .1 2 4 -1 4 1 . 8. N o rm a n C o h n , T h e P ursuit o f the M illennium (Lon d on : Seeker 6c W arburg, 19 5 7 ). 9. Sigm un d Freu d, C iv ilizatio n an d Its D iscon ten ts, A nn a Freu d’un k atk ılarıyla derleyen ve çeviren Ja m e s Starchey, A lix Starchey ve A lan T y so n ’ın y ard ım larıyla (L o n d o n : T h e H o g arth Press an d Th e Institute o f PsychoA n alysis, 1 9 6 1 ), S tan d ard E dition , V olum e X X I , s .72. 10. Eileen Barker, N ew R eligio u s M ovem en t (Lon d on : H M S O , 1 9 9 2 ), s . 137. 11. Eileen Barker, age., 136. 12. E dm un d G o sse , Fath er an d Son (Lon d on : T h e F olio Society, 1 9 7 2 ), s.2 0 4 . 13. T. F. H o a d (ed itor), T h e C on cise O x fo rd D iction ary o f E tym ology (O xfo rd : O x fo rd U niversity P ress, 1 9 8 6 ), s. 142. 14. C . G . Ju n g , P sych oth erap ists o r the Clergy, V olum e II, T h e C ollected W orks, P sychology and R eligion : W est and E ast, çeviren R . F. C . H ull (Lon don : R o u tled ge 6c K egan P aul, 1 9 5 8 ), 5 1 9 , s .3 38-9. 15. Friedrich N ietzsch e, Beyond G o o d an d Evil, çeviren R . J . H o llin gdale (H arm o n d sw o rth : Penguin, 1 9 7 3 ), 1 8 8 , s.9 3 . 16. A lan R id o u t, p erso n al com m un ication. 17. A ndrew H arvey, H idden Jo u rn e y (Lon d on : Rider, 1 9 9 1 ), s .10. 18. a g e ., s.2 5 . 19. a g e ., s .2 6 . 2 0 . C . G. Ju n g , A nsw er to J o b , in Psychology an d R eligion: W est an d E ast, çeviren R . F. C . H u ll, C o llected W orks, Vol. II (Lon d on : R ou tled ge 6c K egan Paul, 1 9 5 8 ), 7 5 3 , s .4 6 5 . 2 1 . A n drew H arvey, H idden Jou rney, a g e ., s. 33. 2 2 . a g e ., s. 35. 2 3 . a g e ., s. 4 9 . 2 4 . a g e ., s. 53. 2 5 . T h e N ew English Bible, St. L u k e, 15-17 (O x fo rd ve C am b rid ge University P resses, 1 9 7 0 ), s .99. 2 6 . A lfred Ten n yson , In M em o riam A .H .H . XLV, T h e Poem s o f Ten n yson , derleyen C h risto p h er R ick s (Lon d on : L o n gm an , 1 9 6 9 ), s .90 2 . 2 7 . M ary L o u d o n , R ev elatio n s (Lon d on : H am ish H am ilto n , 1 9 9 4 ), s.3 7 3 . 2 8 . Friedrich N ietzsch e, T h e G ay Science, çeviren W alter K au fm an n (N ew York: V intage B o o k s, 1 9 7 4 ), s. 2 7 9 -2 8 0 .
KAYNAKÇA
A b erb ach , D av id , Su rvivin g T rau m a, L o n d o n : Yale U niversity Press, 1 9 89. B an cro ft, Anne, M o d ern M y siu s a n d S ag e s, L o n d o n : P alad in , 1978. Barker, Eileen, The M ak in g o f a M o o n ie, O x fo rd : B lackw ell, 1984. Barker, Eileen, N ew R eligio u s M ovem en ts, L on don : H M S O , 1993. B eckford , Ja m e s A ., C u lt C ontroversies: Th e S o cietal R esp o n se to the N ew R eligiou s M ovem en ts, L o n d o n : T avistock P ublication s, 1 9 85. Bennett, Jo h n G ., G u rd jieff, L o n d o n : Turnstone B o o k s, 1 9 73. Bennett, Jo h n G ., G u rd jieff: A Very G re a t E n igm a, Three L ectu res, N ew Y ork: S am uel Weiser, 1 9 73. Boyle, N ich o las, G o eth e, O x fo rd : O x fo rd U niversity P ress, 1995. C aam a n , Philip, Ign atiu s L o y o la , L o n d o n : H arp erC o llin s, 1990. C arpenter, H um phrey, Je su s, O x fo rd : O x fo rd U niversity P ress, 1980. C arsw ell, Jo h n , L iv es a n d L etters, L o n d o n : F ab er & Faber, 1978. C h ad w ick , Peter, Borderlin e, L o n d o n : R ou tled ge, 1992. C larid ge , G o rd o n , O rig in s o f M en tal Illn ess, O x fo rd : Blackw ell, 1985. C opley, Sam u el, P ortrait o f a Vertical M an , L o n d o n : Sw ayne P ublication s, 1989. C o stello , C h arles G ., (E d itor), Sy m p tom s o f Sch izoph ren ia, N ew Y ork: Jo h n Wiley, 19 9 3 . C o tto n , lan, T h e H allelu jah R ev o lu tio n , L o n d o n : Litde, B row n, 1995. D avy, Jo h n , H o p e, E v o lu tion a n d C h an ge, Strou d: H aw thorn P ress, 1 9 85. D e H artm an n , T h o m as an d O lga, editör: T .C . D aly an d T .A .G . D aly, O u r L ife with Mr. G u rd jieff; L o n d o n : Penguin, A rk an a, 1992. E agle, M o rris N ., R ecent D ev elo p m en ts in P sy ch oan aly sis, N ew Y ork: M c G aw -H ill, 1 9 84. Ellenberger, H enri F., The D iscov ery o f the U ncon scious, N ew York: B asic B o o k s, 1 9 70. E v an s, C hristopher, C u lts o f U n reaso n , L o n don : H a rra p , 1973. Fitzgerald, Fran ces, C ities on a H ill, L on don : Picador, 1 9 8 7 , N ew Y ork: Sim on &C Schuster, 1986. G o o d w in , Frederick K . and Ja m iso n , K ay R edfield, M an ic-D epressive Illness, N ew Y ork: O x fo rd U niversity P ress, 19 9 0 . G o rd o n , Ja m e s S., T h e G old en G u ru , Lex in gto n , M ass: Stephen Greene Press, 198 8 . G ro ssk u rth , Phyllis, T h e Secret R in g, N ew Y ork: Addison-W esley, 1991. G u rdjieff, G ., A ll a n d Everything, L o n d o n : R o u tled g e& K eg an P aul, 19 5 0 . G u rdjieff, G ., M eetin gs w ith R em ark ab le M en, L o n do n : R o u tle d g e & K e g a n P aul, 1 9 63. G u rdjieff, G ., V iew sfrom the R e a l W orld, L o n don : R outledge& cKegan Paul, A rk an a, 198 4. H arvey, Andrew , H id d en Jo u rn e y , Lo n d o n : Rider, 1991. H arvey, Andrew , A Jo u rn e y in L a d a k h , L o n don : Picador, 1993. H ay, D av id , R eligio u s E xperience T o d ay, L on don : M ow bray, 1990. H eb b leth w aite, M arg aret, Fin d in g G o d in A ll Th in gs: Th e Way o f S ain t Ign atiu s, L o n do n : H a rp erC o llin s, 1 9 87. H em leben, Jo h an n es, çeviren: L eo T w ym an, R u d o lf Steiner, E ast G rin stead : H enry G o u lden, 1 9 75. H uxley, A ld o u s, E n d s a n d M ean s, L o n d o n : C h atto & W in d u s, 1938.
263
O lekr Pegam berler
ka yna kça
264
ö te k i Peygam berler
Ish erw ood , C hristopher, M y G u ru an d H is D iscip le, H a rm o n d sw o rth : Penguin, 1 9 81. Ja c k so n , M .C ., A Stu d y o f the R elation sh ip betw een P sychotic a n d S p iritu al E x p erien ce, D .Phil. T h esis, 1 9 9 1 , U niversity o f O x fo rd . Ja m e s, W illiam , Th e Varieties o f R eligiou s Experience. L on don : L o n g m an s, G reen, 1 9 03. Jo h n so n , P aul E. öc W ilenz, Sean, The K in gd om o f M atth ias, N ew Y ork: O x fo rd U niversity P ress, 1994. King, M artin an d B reault, M a rc , Preach er o f D eath , L o n d o n : Sign et B o o k s, 1993. K n o x , R o n ald A ., E n th u siasm , O x fo rd : C laren d on P ress, 1 9 50. K ram er, Jo e l& A lst a d , D ian a, Th e G u ru Papers, Berkeley: N o rth A tlan tic B o o k s/F ro g, 19 9 3 . L a sk i, M arg h an ita, E c stasy , L o n d o n : C resset P ress, 1 9 6 1 . L ean , G arth , Frank B uch m an , L o n d o n : C o n stab le, 1 9 8 5 . L ep p ard , D av id , F ire a n d B lo o d , L o n d o n : Fou rth E state, 1 9 93. L issau , R u d i, R u d o lf Steiner, Stro u d: H aw th orn P ress, 1 9 87. L o u d o n , M ary , R evelatio n s, L o n d o n : H am ish H am ilto n , 19 9 4 . M a sso n , Jeffrey M o u ssa ie ff, M y F ath e r’s G u ru , R ead in g, M a ss: A ddison-W esley, 1 9 9 3 . M cC reery, C h arles, Sch izotypy a n d O ut-of-th e-B ody E xperien ces, D .Phil. T h e sis, 1 9 9 3 . U niversity o f O xfo rd . M eissn er, W illiam W., Ign atiu s o f L o y o la, N ew H aven : Yale U niversity P ress, 199 2 . M ilne, H u g h , B h agw an : T h e G o d T h at Failed , L o n d o n : Sph ere B o o k s, 1 983. M o o re, Ja m e s, G u rd jieff, Shaftesbu ry, D o rset: Elem ent B o o k s, 1 9 9 1 . M u llan , B o b , L ife a s L au gh ter, L o n d o n : R o u tled ge 8c K egan P au l, 1983. N a ip a u l, Sh iv a, Jo u rn e y to N o w h ere, H arm o n d sw o rth : Penguin, 1 9 8 2 . N ew m an , Jo h n , H enry, A p o lo g ia p ro Vita S u a, editör: M aisie W ard. L o n d o n : Sheed an d W ard, 1 9 76. N o tt, C .S ., T each in gs o f G u rd jieff: The Jo u rn a l o f a P upil, L o n d o n : R o u tled ge 8c K egan P au l, 1 9 61. O uspen sky, P.D., In Search o f the M iraculou s, N ew Y ork: H a rco u rt, Brace 8c W orld, 19 4 9 . P affard , M ich ael, In glo rio u s W ordsw orths, L o n d o n : H o d d e r 8c S to u gh to n , 1 9 7 3 . R ajn eesh , B h agw an Shree, editör: M a S aty a Bh arti, M ed itation : T h e A rt o f E c stasy , L o n d o n : Sheldon P ress, 1 9 80. R ajn eesh , B h agw an Shree, editör: M a Y oga A n u rag, derleyen: Sw am i A m rit Pathik, T h e S u prem e U n derstan din g: R eflection s on Tantra, L o n d o n : Sh eldon P ress, 1978. R ajn eesh , B h agw an Shree, editor: Sw am i S aty a D ev a, derleyen: Sw am i A m rit P adh ik , T h e M u sta rd Seed: R eflection s on the Say in gs o f Je su s, L o n d o n : Sheldon P ress, 1978. R eavis, D ick J ., T h e A sh es o f W aco, N ew York: Sim on 8c Schuster, 1 9 9 5 . R eed , T J., G o eth e, 1. B ask ı, O x fo rd : O x fo rd U niversity P ress, 1 9 8 5 . R uthven , M alise , T h e D iv in e Su p erm ark e t, L o n d o n : V in tage B o o k s, 1 9 9 1 . S an d ers, E.P., T h e H isto ric al Figure o f Je su s, L o n d o n : Allen L an e, Th e Penguin P ress, 1 9 93. Secrest, M eryle, Frank L lo y d W right, N ew Y ork: K n o p f, 1992. Shaw , W illiam , S pying in G u ru L a n d , L o n d o n : Fou rth E state, 1 9 9 4 .
Steiner, R u d o lf, çeviren: M ich ael W ilson , T h e P h iloso ph y o f Freedom , T h e B asis fo r a M od ern W orld C o ncep tion , L o n d o n : R u d o lf Steiner P ress, 1964. Steiner, R u d o lf, çeviren: D .S. O sm o n d an d C . D avy, K n o w ledge o f the H igh er W orlds - H o w Is It A chieved? L o n d o n : R u d o lf Steiner Press, 19 6 9 . Steiner, R u d o lf, çeviren: G eo rge an d M ary A d arn s, O ccu lt Science - A n O u tlin e, L o n d o n : R u d olfStein erP ress, 1989. T o m alin , C laire, K atherine M an sfield : A Secret L ife, L o n d o n : Penguin, 1 9 88. U nderhill, Evelyn, M y sticism , L o n d o n : M eth uen , 19 1 1 . V erm es, G eza, T h e R eligion o f Je su s the Je w , L o n d o n : S C M P ress, 19 9 3 . W alker, K enneth, A Stu d y o f G u rd jie ff’s Teaching, L o n d o n : C ap e, 1 9 8 7 W ashington, Peter, M a d a m e B la v a tsk y ’s B a b o o n , N ew York: Schocken, 1995. W ebster, R ich ard , A B r ie f H isto ry o f B lasph em y, So uth w old : O rw ell P ress, 1990. W ebster, R ich ard , Why F reu d W as W rong: Sin, Science a n d P sychoan alysis, L o n d o n : H a rp erC o llin s, 1 9 95. W elch, W illiam J ., W hat H a p p e n e d In B etw een , N ew York: G eorge Braziller, 1 972. W ilson, A n drew N ., Je su s, L o n d o n : H arp erC o llin s, 1 9 9 3 . W ilson, C o lin , R u d o lf Steiner, W ellingborough : A q u arian Press, 19 8 5 . Y oung, Ju lia n , N ietz sc h e’s P h ilosoph y o f A rt, C am b rid ge: C am b rid ge U niversity P ress, 1 9 92. Y oung-B ruehl, Elisabeth , C reative C h aracters, N ew Y ork: R ou tled ge, 1991. Z uber, R en e, çeviren: Jen n y K o ralek , Who A re You M o n sie u r G urdjieff, L o n do n : R o u tled ge 6c K egan P aul, 19 8 0 .
265
O teki Pegam berler
D İZ İN
266
A berb ach , D av id , 2 3 5 A b rah am , K arl, 1 3 7 Adler, A lfred, 5 1 , 11 4 , 136 A h u ra M a z d a , 158 ak ıllılık , 167 ak tarım , 12, 1 2 8 , 1 3 3 , 2 2 4 , 2 3 0 , 231 A m erik an P sikiyatri Birliği; M en tal B o z u k ların T a m sa! ve S ay ım saI E lk itab t (D iagn ostic an d S tatistiral M an u al o f M en tal D iso rd ers), 189 A n derson , M arg are t, 4 1 , 55 A ngra M ain yu , A h rim an , 158 A n telope, O rego n , 2 9 , 80 A n tro p o so fi T o p lu luğu , 8 5 , 95 A n u rag, M a Y o ga, 65 ark etip, 1 1 7 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 2 2 , 150, 1 8 4 ,2 2 1 ,2 4 6 astral beden, 9 7 , 9 8 , 18 2 , 183 astro lo ji, 12 1 , 12 2 , 174 a şk , 3 8 , 6 5 , 7 1 , 7 5 , 8 8 , 2 0 5 , 2 1 1 , 2 2 2 ,2 5 0 Aziz D om inic, 147 A ziz Fran cis, 147 Aziz H o n o frio , 1 4 7 , 149 A ziz Ign atius; bak ın ız L o y o la, 147 B ak ire M ery em , 1 1 6 , 221 B ap tist Jo h n , 159 Barker, Eileen; Yeni D in A k ım ları (N ew R eligiou s M ov em en ts), 15, 2 6 , 65, 2 3 7 , 239 B arruel, A b b e, 186 B arto li, M ich el, 156 Bennett, Jo h n G o d o lp h in ; G u rd jieff: Yeni B ir D ü n y a Yaratm ak (G u rdjieff: M ak in g a N ew W orld), 4 4 , 4 5 , 5 0 , 5 1 , 5 2 , 5 5 , 5 7 , 60 B erenson, B ern ard , 2 0 2 Bh arti, M a S aty a, 76 bilim , 1 5 , 18, 5 5 , 6 2 , 7 2 , 8 6 , 87, 9 0 -9 4 , 9 9 , 1 0 0 , 1 0 3 , 10 4 , 109, 1 1 0 , 11 4 , 1 1 9 , 1 2 1 , 12 5 , 1 2 7 -1 2 9 , 1 3 1 , 132, 1 3 6 , 1 4 3 , 14 4 , 157, 1 6 0 , 16 3 , 1 6 7 , 1 8 1 , 1 8 3 , 18 9 , 1 9 1 , 192, 19 4 , 1 9 5 , 1 9 6 , 19 8 ,
ö le k i Peygam berler
1 9 9 -2 0 1 , 2 0 9 , 2 1 0 , 2 1 4 , 2 1 7 , 2 2 2 , 2 2 3 ,2 2 5 , 2 2 8 , 2 4 1 ,2 5 0 Birlik K ilisesi, 238 B lake, W illiam , 92 Blakey, D eb orah , 2 7 Bleuler, Eugen , 4 7 , 4 8 , 108 B oh m , D avid , 120 Bollingen k itap dizisi, 116 B orsh , Peder D ean , 42 B reault, M arc , 3 3 , 3 5 , 36 Breuer, Jo se f, 129, 132 Breuil, A bbé, 55 Brill, A. A ., 112 B rücke, E rn st, 10 4 , 127 B runton, Paul (asıl ad ı R ap h ael H u rst); G izli H in d istan 'd a A rayış (A Search in Secret India); G izli Yol (The Secret Path); İn san ın Tinsel K rizi (The S piritu al C risis o f M an ); Benliğin Bilgeliği (The W isdom o f the O verself), 1 7 9 , 1 8 0 , 1 8 1 , 1 82, 1 8 3 , 1 8 4 , 189, 21 4 B u c h a n ,Jo h n , 18 7 B u d a, 11, 12, 6 8 , 6 9 , 7 0 , 7 2 , 181 Byron, 6. B aron G eorge G o rdo n ; C hilde H a r o ld ’un H a c Yolculuğu (C hilde H a ro ld ’s Pilgrim age), 2 0 3 cadı avı, 185 C . G . Ju n g Enstitü sü , Z ü rih , 103 C a ia p h a s (b aşp isk o p o s), 161 C am p h ill yu vaları; özürlü ço cu klar için, 100 C arpen ter, H um phrey: İsa (Jesu s), 1 5 7 , 16 1 , 164 C arsw ell, Jo h n , 6 0 , 2 2 6 C arter, R osalyn n , 2 5 C eaşescu , N ico lae C h aik in , Eugene, 2 5 C h an o n , Je a n , 148 C hurch ill, Sir W inston S., 2 3 2 , 2 3 3 , 235 cinsellik, 6 9 , 7 1 , 7 4 , 1 32, 1 82, 2 0 5 , 238 C izvit (İsa D erneği), 1 4 5 , 1 54, 186 C oh n , N o rm an ; Evren, K a o s ve Gelecek D ün ya (C o sm o s, C h ao s, and the W orld to C o m e); Binyilm Peşinde (The P ursuit o f the
M illen ium ); Soyktrtm Yetkisi (W arrant fo r G en ocide), 1 5 7 , 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 4 , 1 7 9 , 1 8 5 , 18 6 , 19 1 , 2 35, 236 C rew s, Frederick, 138 C uéllar, V elasquez de, 145 C u rch o d , Suzann e, 2 0 5 C y riax , Ja m e s, 76 D ahm er, Jeffrey, 168 D arw in , C h arles, 9 6 , 1 2 8 , 2 2 2 D av is, A n gela, 25 delilik; b akın ız p aran o id şizofren i; şizofren i, 1 6 7 , 1 6 8 , 1 8 8 , 2 0 1 , 2 0 5 D ev araj (R ajn eesh ’in d o k to ru ), 80, 82 diktatörler, 2 1 , 4 7 , 5 9 , 125 d in, 1 4 ,1 5 ,1 6 ,1 8 , 2 2 , 2 3 , 2 4 , 2 7 , 3 2 , 3 7 , 3 8 , 3 9 , 6 9 , 7 0 , 7 1 , 7 2 , 8 0 , 81, 103, 106, 111, 112, 113, 117, 123, 133, 134, 150, 151, 158, 1 6 3 , 1 6 6 , 1 8 6 , 2 1 1 , 2 1 3 ,2 2 0 , 223, 226, 238, 239, 241, 248, 250 din değiştirm e, 1 5 0 , 1 9 1 , 198 din am ik m e ditasyon , 7 3 , 74 D o rn ach , İsviçre: G oeth ean u m , 99 D oyle, Sir A rthur C o n an , 184 d u y u sal yo k su n lu k, 39 Eder, D av id , 41 E d iso n , T h o m a s, 96 ego , 3 8 , 7 9 , 9 7 , 9 8 , 1 1 1 , 123 eğitim ; b akın ız Öğrenim, 4 3 , 4 6 , 6 1 , 7 7 , 85, 8 9 , 9 9 , 10 0 , 1 1 5 , 139, 151, 153, 182, 2 2 0 , 2 35, 2 39, 2 4 0 , 243 Ein stein , A lb ert, 8 8 , 8 9 , 9 1 , 1 9 7 Eitin gon , M a x , 137 Eliot, T. S ., 4 1 , 2 1 8 Ellenberger, H enri; Bilinçdışının K eşfi (The D iscov ery o f the U n con scio u s), 18, 9 1 , 1 2 9 , 1 7 8 , 179 E llsb erg, D an iel, 25 E m erso n , R alp h W aldo, Ö zgü ven (Self R elian ce), 2 2 5 eşcinsellik, 2 8 , 2 4 2 eşzam an lılık, 1 2 0 , 1 2 1 , 174 Eterik beden, 9 7 , 98
E u rip id es, 2 2 9 Farr, Elizabeth L ., 1 0 7 , 7 1 2 , 173, 1 7 4 , 1 8 9 ,2 1 4 Fechner, G u stav T h eodor, 178 Feren czi, Sandor, 13 4 , 13 6 , 137 Ferstel, B aron ess M arie von , 178 F itzgerald, Fran ces, 7 4 , 78 Fliess, W ilhelm , 12 8 , 1 2 9 , 13 0 , 135 fo etalizasy on ; ceninleşm e, 2 2 9 F o n d a , Ja n e , 25 Forel, A ugu ste, 130 F ran sa K ralı I. Fran cis, 146 F ran sa K ralı X V I. L o u is, 185 F ran z, M arie-L ou ise von , 115 Frechette, Je a n -M a rc , 2 4 3 , 2 4 4 Freem an , Jo h n , 1 1 6 ,2 1 9 Freu d, Sigm un d , 13, 5 1 , 6 9 , 97, 1 0 3 , 10 4 , 10 6 , 1 0 8 , 11 2 , 113, 1 1 4 , 11 5 , 11 6 , 1 2 1 , 12 3 , 1 2 7 -1 4 4 , 178, 1 9 1 ,2 0 5 ,2 0 6 ,2 1 4 , 227, 2 2 8 ,2 3 0 , 2 3 1 , 2 3 6 , 2 3 8 , 2 4 6 Fuchs işlevleri, 193 G an dh i, M o h an d as K aram ch an d (M ah atm a ), 69 G arn ett, D avid , 41 G aulle, C harles d e, 2 3 2 G au ss, C arl Friedrich, 19 2 , 194 Gay, Peter, 12 9 , 137 Gellner, Ernest; P sik an alitik A kim (The Psychoanalytic M ovem en t), 27 G ib b on , E dw ard, 205 G oethe, J . W. von, 9 1 , 9 2 , 9 3 , 9 4 , 99 , 1 3 7 , 2 4 4 G o m p erz, Elise, 139 G o rd o n , D r Ja m e s S., 2 9 , 6 6 , 73 G o sse, Sir Edm u nd, 2 0 2 , 2 3 9 'gö rü lm ez h iyerarşi’, 145 Greene, G rah am , 200 G u rdjieff, G eorgei Ivanovitch, 14, 3 0 , 4 1 -6 2 , 6 8 , 7 1 , 7 3 , 7 7 , 7 8 , 98, 1 2 1 , 12 4 , 142, 15 6 , 1 7 2 , 177, 1 8 4 , 18 8 , 189, 2 0 9 , 2 1 4 , 2 1 7 , 2 2 0 , 2 2 6 ,2 3 8 ,2 4 9 G u y an a, bakınız Jo n esto w n , 2 2 , 2 6 , 3 3 , 80
267
O le ki Pegam berler
dizin
H u d am a rd , Ja c q u e s, 193 1 lartm an n , T h o m a s de, O lg a de, 4 5 , 4f>, 5 4 , 5 7 I l.irvey, Andrew , 2 4 2 , 2 4 3 , 2 4 4 , 2 4 5 , 2 4 6 , 2 4 7 , 248 lla z r e ti M u h am m ed , 1 1 ,1 2 ,6 9 , 88 I lea p , Ja n e , 4 1 , 55 H eisen berg, W erner, 119 I lerder, Jo h a n n G o ttfried v on , 19 1 ,
210 I less, M o se s, 186 H ıristiyan lık , 9 2 , 1 1 3 , 1 1 6 , 1 5 2 , 164, 1 6 5 , 16 6 , 1 7 9 , 1 8 8 ,2 1 6 , 217, 2 1 8 , 22 0 , 2 2 1 , 224, 2 3 4 , 248 Hitler, A d olf, 2 1 , 1 3 8 , 2 3 4 H uxley, A ld o u s, 2 4 8 histeri: Freud, 13 1 , 13 2 , 1 3 3 , 170
268
Ingiliz P sik an aliz T o p lu luğ u , 140 İnsanlığın A henkli G elişim i E n s titüsü (Institute fo r the H a rm o n io u s D ev elop m en t o f M an ) bakınız Prieuré, C h âteau d u , 4 6 , 4 7 , 60 İnsanlık T a p ın ağ ı, 2 2 , 2 4 , 2 5 , 2 6 , 29 İsa, 11, 1 2 , 2 5 , 3 3 , 3 4 , 3 5 , 6 9 , 7 0 , 7 2 , 9 2 , 9 6 , 1 0 5 , 1 1 6 , 1 4 5 , 14715 3 , 1 5 7 , 1 5 9 , 1 6 0 -1 7 5 , 1 8 8 , 2 1 3 , 2 1 7 ,2 1 8 , 2 2 0 , 2 2 1 , 2 3 4 , 2 3 8 , 2 4 0 ,2 4 6 İsp an ya K ralı II. F erd in an d, 146 İsveç K ralı III. G u stav u s, 185 İtaat, 4 7 , 6 7 , 8 0 , 1 5 3 , 15 4 , 163, 2 2 4 ,2 2 6 , 2 2 7 , 2 3 7 , 241 iyi ve k ö tü , 1 1 8 , 159 Ja c k so n , M . C ., 2 0 9 , 2 1 0 Ja m e s, W illiam ; D in i D eneyim lerin Ç eşitleri (V arieties o f R eligiou s E xperience), 1 5 4 , 1 5 6 , 2 0 4 , 2 0 9 , 2 1 1 ,2 1 3 ,2 2 3 Jo n e s, Ern est, 1 3 7 J o n e s, Jim , 2 2 , 2 3 , 2 6 , 2 9 , 3 2 , 3 3 , 3 4 , 3 6 , 3 8 , 3 9 , 8 0 , 16 7 , 1 7 9 , 181, 1 8 3 ,2 3 7 Jo n e s, M arc elin e (Jim J o n e s ’un eşi), 2 4 , 31 Jo n e sto w n , G u y an a, 2 2 , 2 6 , 2 8 -3 1 , 3 5 , 3 9 ,2 3 8 Jo y c e , Ja m e s, 2 0 9
O le kı P eygam berler
Ju n g , C arl G ustav, 4 3 , 5 1 , 7 0 -7 2 , 85, 9 6 , 1 0 3 -1 2 2 , 1 3 6 , 1 3 7 , 1 49, 15 1 , 17 0 , 174, 1 78, 1 9 7 ,2 1 4 , 2 1 9 , 2 3 8 ,2 4 0 , 2 4 4 , 2 4 9 k ah ram an lık m itleri, 4 7 , K an t, Im m anuel, 88, 9 0 , 9 1 , 118, 196 K ato lik lik , 4 5 , 87, 1 4 4 , 1 45, 150, 1 5 4 , 17 5 , 2 1 3 , 2 2 1 , 2 2 7 , 2 4 0 , 2 4 4 k arizm a, 15, 2 3 , 5 5 , 6 2 , 6 3 , 6 5 , 79, 86 , 9 9 , 114, 125, 1 3 7 , 152, 161, 1 6 4 , 169, 2 3 1 -2 3 3 K av an , A nn a, 176 K eats, Jo h n , 218 Kekule, Friedrich A u gu st von, 89 K ennedy, Jo h n F., 2 3 ,2 3 1 Kerensky, A lexander, 45 Kerr, Jo h n , 110 K ıyam et Ç iftliği, 3 5 , 3 7 Klein, M elan ie, 1 4 0 , 178 K n ap p , A lfred, 112 K n o x, R o n ald , 150 Koestler, A rthur, 2 0 2 K o gu zk i, Felix, 88 k o lek tif bilinçdışı, 1 1 7 , 119 k o m p lo teorileri, 1 8 6 , 1 8 7 K oresh , D av id , 2 2 , 3 1 , 3 3 -3 9 , 80, 1 5 7 , 17 1 , 17 9 , 1 8 2 , 1 8 3 , 189, 2 3 7 , 2 4 0 , 248 K rafft-E bin g, R ich ard von; P sik iyatri D ers K itab t (T extbook o f Psychiatry), 104 K rish n am u rti, Jid d u , 79 K uhn, T h o m a s S; B ilim sel D evrim lerin Yapısı (The Structure o f Scientific R ev o lu tio n s), 1 98,
222 K u tsal R uh , 2 3 ,2 2 1 L ab b u (Süm erli C an av ar), 157 L ain g , R . D ., 17, 6 7 , 109 U A m our, L o u is, 2 7 L a sc a u x , 55 L ax m i, M a Y oga (R ajn eesh ’in ö ğ rencisi), 73 L azov ich , O lgivan n a Ivanovna; bakın ız W right, O . L , 58 L e p p ard , D avid ; A teş ve K an (Fire
dizin
an d B lo o d ), 33 Levin, B ern ard , 6 9 , 7 0 , 7 3 , 7 4 , 83 L ew is, C . S., 2 0 2 L o ck e, Jo h n , 197 L o p e z, Vincent, 2 8 , 30 L oren z, K o n rad , 191 L ov elock , D erek , 36 L o y o lah Aziz Ign atiu s, 1 4 5 , 14 7 , 1 5 0 -1 5 7 , 1 6 7 , 1 7 0 , 17 9 , 2 0 1 , 2 0 7 , 2 1 3 ,2 2 4 , 2 2 6 , 2 2 7 , 2 3 7 , 2 3 8 , 243, 247 Lueger, K arl, 138 Luther, M artin , 15 0 , 1 5 5 , 2 3 4 M c C o rm ic k , Fow ler, 116 M ac k , Jo h n E; K açırm a (A bd u c tion s), 190 M ah esh Y o ga, M ah arish i, 45 M airet, Philip, 5 1 , 52 M alco lm , Ja n e t, 140 m an ik-dep resyon , 17, 6 8 , 1 4 1 , 148, 1 5 0 , 1 5 5 , 1 6 8 , 1 6 9 , 1 7 1 , 172, 2 0 7 ,2 1 4 , 227 M an sfield , K atherine, 4 1 , 62 M a o Tse-tung, 2 1 , 125 M ark sizm , 1 4 4 , 159 M a sso n , Jeffre y ; B ab a m ın G u ru su (M y F ath er’s G u ru ), 1 7 9 -1 8 4 m atem atik, 8 6 , 8 8 , 8 9 , 10 4 , 18 6 , 1 9 2 -1 9 7 , 2 0 0 , 2 1 0 , 2 2 3 , 2 2 5 , 241 M eera, 2 4 2 , 2 4 5 -2 4 8 M eissner, W illiam W., 152 M ello n , P au l, 116 M ey sen b u rg, B aron es M alw id a von, 204 M ilgram , Stan ley; O toriteye İta a t (O bedien ce to A uth ority), 153 M ilne, H u g h , 6 5 , 7 4 , 7 6 , 7 9 , 2 0 2 M isyon (G u rdjieff), 4 3 , 4 6 , 4 7 , 5 8 , 59 M o o n , Sun M y u n g, 2 2 6 , 238 M o o re, Ja m e s, 4 1 , 4 4 , 4 5 , 49 M osley, Sir O sw ald , 2 3 3 , 2 3 4 m it, 5 1 , 6 2 , 1 1 2 , 11 3 , 17, 1 1 8 , 157, 15 9 , 1 6 6 , 1 8 6 ,2 2 1 N a ip a u l, Shiva, 27 -2 9 N a je ra D ü k ü , 45 n arsissizm , 5 5 , 7 3 , 1 0 9 , 1 5 2 , 2 2 5 ,
2 2 7 , 2 2 8 , 2 3 5 , 241 N atu rp h ilo so p h ie; d o ğ a felsefesi, 92, 92 neoteni, 2 2 9 N ew m an , K ard in al Jo h n H enry; A p o lo g ia p ro Vita S u a , 213 N ew to n , Sir Isaac, 9 2 , 196-198 N ic o ll, M au rice, 41 N ietzsch e, Friedrich; Ju n g ; B arones von M ey sen bu g; W agner; din; İyinin ve K ötü nü n Ö tesin de (Beyond G o o d an d Evil); M utlu B ilim (D ie Frohliche W issen sch aft); İn san , H e r H aliyle İn san (H u m an , All to o H um an ); B öyle Buyurd u Z erd ü şt (Thus S pok e Z arath u stra), 1 0 6 , 110, 12 3 , 1 2 4 , 2 0 4 , 2 1 8 -2 2 0 , 2 2 4 , 2 3 5 , 2 4 1 ,2 5 0 N ilsen , D enn is, 168 N o ll, R ich ard ; Ju n g M ezhebi (T he Ju n g C u lt), 1 1 4 , 115 O idip u s k om p lek si, 1 2 9 , 130 O eri, A lbert, 105 O rage, A . R ., 4 1 , 5 8 , 60 O regon eyaleti: R ajn eesh p u ram (kom ün ), 7 7 , 7 9 , 8 1 , 2 3 8 , 2 3 9 otorite figürü (liderler), 231 O u spensky, Peter D am ien ; M ucizeyi A rayış (In Search o f the M ira cu lo u s), 4 1 , 4 3 , 4 5 , 4 9 , 5 1 , 59 , 121
269
öğrenim , 181 p aylaşılm ış p sik oz; folie â d eu x , 38 p aran o id şizofren i; bakınız şizofreni, delilik, 17 4 , 1 7 8 ,2 2 7 Paul Brunton Felsefe Vakfı (Paul Brunton P hilosoph ical F ou n dation ), 180 Pauli, W olfgang, 119 Peat, D av id ; E şzam an lılık : M ad d e ve Z ih in A rasın d ak i K ö p rü (Synchronicity: T h e Bridge Between M atter an d M ind ), 121 Pepys, Sam uel, 197 Peters, Fritz, 5 3 , 5 5 , 5 7 , 6 0 , 238
O tcki P c q d in b c rlrr
dizin
‘p h lo g isto n ’, 199 X II. P ap a Pius, 2 4 4 P laton , 6 9 , 9 6 , 118 p lero m a, 9 6 , 119 P lym outh Brethren , 2 3 9 , 2 4 0 P oin caré, H en ri, 8 9 , 1 9 2 -1 9 7 Prieuré, C h âteau du: İnsanlığın A henkli G elişim i E nstitüsü (Institute fo r the H a rm o n io u s D evelopm ent o f M an ), 4 6 , 5 3 , 5 5 , 5 7 , 5 8 , 60 p roblem çözm e, 174 p sik a n aliz , 10 8 , 1 1 3 , 1 1 6 , 1 2 3 , 1271 2 9 , 1 3 1 -1 4 4 , 231 p sik o terap i, 1 7 , 1 0 3 , 10 4 , 1 2 5 , 139, 141, 142, 144, 174, 224, 240, 2 3 1 , 240, 247, 248
270
O le k i Peygam berler
R ah ib e T eresa, 12, 69 R ajn eesh , B h agw an Shree; Yüce A n layış (T he Suprem e U n derstan din g), 5 1 , 6 5 , 16 7 , 2 1 5 R ajn eesh V akfı, 7 4 , 76 R ea d , Sir H erbert, 41 R eav is, D ick J ; W aco'nun K ülleri (The A sh es o f W aco), 3 7 R eddy, B algu r V enkat, (M eera’nin k o ru y u cu su ), 2 4 6 , R ed w o o d V adisi, 24 R eé, P aul, 2 0 4 R ein ach , S alo m o n ; O rfeu s: D in ler Tarihi (O rp h eu s: A H isto ry o f R eligio n s), 166 R id o u t, A lan , 241 R o b ertso n , Peder M ario n G o rd o n (‘P at’), 1 8 5 -1 8 7 R o b in so n , Jo h n ; M asonlar, Illu m in ati ve O k u m a T o p lu lu k la rın ın G izli T op lan tıların d a, A v ru p a ’d ak i Tüm D in ve D evletlere K arşı Yürütülen K om p lon u n K an ıtları (P roo fs o f a C o n sp irac y A gain st All the R eligion s an d G overnm ents o f E u rop e, C arried O n in the Secret M eetin gs o f Freem aso n s, Illum inati an d R eadin g Societies), 186 R o d rigu ez, A lfo n so , 154 R o fé , H o se in , 4 5
R otherm ere, M ary Lilian , 46 R o llan d , R om ain , 2 0 6 R o w b o tto m , R alp h , 65 R ow se, A. L ., 2 0 2 R ö h m , Ern est, 21 R u ssell, B ertran d, 88 rüyalar, 1 0 7 -1 0 9 , 1 16, 1 1 7 , 1 20, 1 2 9 -1 3 1 , 13 4 , 1 3 8 ,2 2 3 Sach s, H an n s, 137 sah tek ârlar, 12, 18, 2 5 , 3 0 , 3 7 , 525 4 , 6 2 , 8 1 , 12 4 , 1 6 1 , 1 6 9 , 170, 1 8 1 ,2 2 6 Salo m é, L ou A n dreas, 139 San Fran cisco Silah T a k a s Bürosu (San Fran cisco G un E xch an ge), 3 0 san atçılar: ve yaratıcı süreç, 13, 15, 1 9 4 , 1 9 9 -2 0 1 , 2 3 4 San ders, E. P.; Kralllığın G elişi (The C o m in g o f the K in gd o m ), 157, 1 6 0 ,1 6 1 san rı, 14, 15, 18, 3 0 , 3 4 , 3 7 , 3 8 , 4 7 , 5 5 , 6 1 , 8 7 , 10 9 , 1 1 3 , 1 2 4 , 138, 16 2 , 1 6 9 , 1 7 2 , 1 7 4 -1 9 1 , 1 9 8 -2 0 1 , 2 0 5 -2 0 7 , 2 1 1 , 2 1 3 -2 1 7 , 2 2 0 , 2 2 2 , 223, 2 2 5 , 2 2 7 , 232 ‘S a p p e r’ (H erm an C yril M cN eile), 187 S arm ou n kardeşliği, 4 4 S au rat, D enis, 51 Schopenhauer, Arthur, 8 8 , 9 0 , 9 1 , 1 0 6 , 110, 118, 1 19, 175 Schucker, T h o m as, 2 4 8 Schuré, E d o u ard , 86 Schweitzer, A lbert, 12 Scruton, Roger, 124 Seventh D ay A dventists K ilisesi, 32 Shaw , W illiam , 36 Sheela, M a A nand (R ajn eesh ’in yöneticisi), 7 7 , 80, 8 1 , 82 Shree R ajneesh T ek k esi, P o o n a, 74, 7 6 , 7 9 , 82, 83 siklotim ik bozu klu k, 2 0 7 , 2 1 4 Silberstein, E d u ard , 1 3 4 , 135 Sir A u ro bin do , 2 4 4 , 2 4 5 Snow, C . P: A rayış (The Search), 195 Spielrein, Sab in a, 1 1 6 , 123 S pin oza, B aruch, 92
S talin , J o s e f V., 2 1 , 125 S tarb u ck , Edw in D ; D inin P sik o lo jisi (T he Psychology o f R eligion ), 213 Steiner, R u d o lf: yaratıcı h astalık ; ö z g ü r lü ğ ü n Felsefesi (The Philosophy o f Freed om ), 8 5 -1 0 1 , 1 0 3 , 1 2 4 , 1 4 5 , 15 1 , 15 6 , 171, 1 7 2 , 1 7 8 , 1 8 8 , 1 8 9 ,2 1 4 ,2 1 7 , 2 2 0 , 2 2 4 , 2 2 8 ,2 3 8 Stekel, W ilhelm , 136 Stern, J . P., 2 3 4 Stoen , G race, 28 Stoen , Jo h n V ictor, 26 Stoen, T im , 25 S u b u d, 45 Sw ed en borg, E m an u el, 120 şizofren i; bakınız p aran o id şizofreni, delilik, 18, 4 7 , 8 0 , 10 7 , 1 0 8 , 1681 7 8 , 1 8 8 ,2 0 7 - 2 0 9 ,2 1 4 , 2 2 7 şizotip i, 2 0 8 , 2 0 9 T an rı’nın K rallığı (C ennet), 154, 159, 160, 162, 246 diriliş, 16 4 , 2 1 7 , 2 2 0 ,2 2 1 T em plar M ezh ebi, 186 T ennyson, I. B aron A lfred, 2 4 7 T ertullianus, 2 2 2 T eosofi T op lu lu ğ u , 95 tinsel, 11, 1 7 , 2 3 , 2 9 , 4 4 , 5 7 , 65, 7 1 , 7 4 , 8 5 , 86, 8 8 , 9 0 -9 2 , 9 4 -9 6 , 1 0 0 -1 0 4 , 11 4 , 11 5 , 1 2 1 , 145, 1 4 8 -1 5 4 , 15 9 , 16 0 , 1 6 5 , 1 7 9 , 180, 1 8 2 -1 8 4 , 18 8 , 18 9 , 2 0 1 , 2 0 2 , 2 0 4 , 2 0 9 ,2 1 3 , 2 2 4 , 2 3 0 , 2 3 1 , 2 3 4 , 2 3 6 , 2 3 8 - 2 4 1 ,2 4 9 T om alin, C laire, 62 T roxler, Ignaz, 85 T su an g, M in g T ; Ş izofren i: G erçekler (Sch izophrenia: T h e F acts), 107 U lu slararası Etik ve K ü ltü r Birliği,
112 Vahiy K itab ı (B ook o f R evelation), 3 3 , 3 4 , 9 8 , 1 5 7 ,1 8 4 vecit, 6 8 , 8 3 , 1 5 5 , 1 5 6 , 2 0 2 , 2 0 6 ,
211 V elasco, M a ria de, 145 Verm es, G eza, 165 V oraige, Ja c o p o de; Azizlerin F lay atlan (Lives o f the Sain ts), 1 4 7 W aco, T ex as: K ıyam et Ç iftliği, 2 2 , 33 W agner, R ich ard , 2 9 , 2 0 4 , 2 3 4 , 235 W aldorf O kulları A kım ı, 85 W alker, K enneth, 41 W allace, A lfred R u ssel, 86 W allas, G rah am , 194 W asco, O regon Eyaleti, 8 1 , 82 W eber, M a x , 15 W ebster, R ich ard , 1 3 6 ,2 2 6 W eishaupt, A d am , 185 W h itm an, W alt, 2 0 2 W ilson, A. N ., 1 5 7 W ind, Edgar, 122 W innicott, D . W., 108 W olff, T on i, 116 W ordsw orth, W illiam , 1 55, 2 0 2 W right, Fran k L loy d , 4 1 , 5 8 , 59 W right, O lgivan n a Ivan ovn a, 58 X , M ich ael, 26 Y ahudilik, 11 4 , 138, 13 9 , 1 6 1 , 164, 17 5 , 179, 186, 18 7 , 2 3 3 ,2 3 4 yaratıcılık, 13, 14, 192 y aratıcı h a stalık , 18, 9 1 , 1 4 5 , 1 78, 179 Y ates, D o rn fo rd , 187 Y oung, Ja m e s, 41 Z en , 4 6 , 83 Z o roaster, 157 -1 5 9
Öteki Peygamberler, Anthony Storr'un en özgün, aydınlatıcı ve beğeni toplam ış kitaplarından biridir. Storr'un özgün ve insancıl anlatım ıyla kitapta, hem Jim Jones ve David Koresh gibi kötü nam salmış cani guruların hem de Loyolalı ignatius ve Isa gibi Batı'da saygınlık kazanmış tinsel liderlerin farkında olduğum uzdan çok daha fazla kişiyi etkilemiş olduklarını anlıyoruz. Neden bazılarını saygın düşünür ya da tinsel lider olarak adlandırıyoruz da diğerlerine deli diyoruz? Storr, görünüşte deli ya da görünüşte aklı başında olanların aslında birbirlerinden pek de farkları olm adığını, sadece yelpazenin farklı bölüm lerinde yer aldıklarını gösteriyor. "A nthony Storr'un Ö teki Peygam berler'i, ilk iyi guru rehberi. Önceden bu konu üzerinde çalışmış yazarlardan farklı olarak, guruların öğretilerini ele alm ayıp psikiyatrisi kim liğiyle spotları guruların üzerine çeviriyor... Bir delilik testi işe yaramaz. Dr. Storr'a göre, bunun yerine 'hem sadece kendiyle ilgilenen hem de otoriter olan' kişilere güvenm em eliyiz, çünkü 'kendinden emin olma karizması hepim izin içindeki çocuğu tuzağa düşüren bir kapandır'... Yeni dinleri bu kadar basit ve anlaşılır bir biçimde anlatan az sayıda eserden biri." Colin Hughes, Independent "Çok heyecan verici bir kitap... Anthony Storr, sadece yazma yeteneği olan bir psikiyatrisi olmakla kalmayıp daha önce kimsenin fikir belirtmek istemediği bu konuyu son derece akıcı ve akılcı bir dille işlemiştir. Aynı zam anda Dr. Storr, insan ruhunun çözümlenmesi söz konusu olduğunda, profesyonel becerilerinin sınırının farkında olan az sayıda psikiyatristten biri." Damian Thom pson, Literary Revievv "Uyarıcı ve okunabilir bir kitap... İçinde Gurdjieff ve Rajneesh'in, Jung ve Freud'un, Loyola ve Isa'nın da bulunduğu bir sahtekârlar ve saplantılı kişiler ordusu... Storr, tüm bilgeliğiyle guruların sağlığı nasıl tehdit edebileceklerini gözler önüne seriyor." Simon Jenkins, Sunday Times
Çok az sayıda müridi olan kişisel inanç sistemleri, kandırmacadan ibaret gibi görünür. Milyonlarca kişi tarafından kabul görmüş inanç sistemleri ise diğerleri kadar mantık dışı olsalar bile, dünya dini olarak adlandırılırlar. A n tho ny Storr
42P094
9789758420094
lir Psikiyatri 05
P sikoloji / Gurular
789758
ISBN: 975-8420-09-7
View more...
Comments