Ali Alpaslan - Ahmet Paşa

December 28, 2017 | Author: Hatti Hitit | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Ali Alpaslan - Ahmet Paşa...

Description

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANUĞI YAYINLARI : 827

TÜRK B ÜYÜKLERİ DİZİSİ : 55

S U

k ÜLTÜR VE

TURİZM BAKANUĞI YAYINLARI : 827

Prof. Dr. Ali ALPASLAN

TÜRK BÜYÜ K LERİ DİZİSİ : 55

Kapak Düzeni :Saim ONAN

ISBN 975-17-0085-X ©

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987

Onay: 6.10.1987 Tarih ve 928.1 -4083 Sayı Birinci baskı, 1987 Baskı Sayısı: 15.000 Gaye Matbaacılık Sanayii ve Tic. A .Ş . ANKAR\

İÇİNDEKİLER

Önsöz .....................................................................................................V II Ahmet Paşa'nın Hayatı

.....................................................................

Ahmet Paşa’nın Sanatı ve Edebiyatımızdaki Yeri Kaynaklar

I

............................8

............................................................................................. 19

Kasideler ............................................................................................... 21 Gazeller ..................................................................................................45

o Ns o Z XV. yüzyılda, Şeyhî ile Necâtî aı asmda yetişen ve büyiik bir şöhıctc ulaşan Ahmet Paşa'nın Osmanh-Tiirk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Bu yüzyılda yazıhuaya başlanan ve eski devrin bir çeşit edebi­ yat tarihi sayılan şuâra tezkirelerinden (şairler tazkireleri) başlayarak Tanzimat'ın önemli şairJeıinden H arabat yazan Ziya Paşa 'ya kadar hemen herkes onun, Türk şiiıinde bir merhale olduğunu, edebiyatımı­ za yeni bir ses ve renk getirdiğini kabul eder. Ahmet Paşa, Türk divan şiirinin Fars dil ve edebiyatının kuvvetle tesiri altında kaldığı bir çağda yaşadı. XV. yüzyılın ortasında Bizans, Fatih Sultan Mehmet tarafın­ dan alınmış; büyümekle olan devletin başkenti Edirne’den İstan­ bul'a nakledilmiş; girişilen imâr faaliyetleri neticesinde memleketin her tarafında cami, mescit,riKĞrese.oku! kütüphane, hastahane, han, ha­ mam. kervansaray, çeşme ve su tesisleri yükselmeye başlamıştı. Bu arada Fatih, Avrupa'da yeni gelişmeye başlayan Renaissance hare­ ketlerinden de istifade ederek İtalya 'dan sanatkârlar getiıtmişti. Bu imar hareketleri yanında, ilim ve sanat faaliyellcıinin de devamlı surette iler­ lediğini görüyoruz. Padişah 'm şiirle meşgul olması, bilgin ve şairlerle görüşüp konuşması şiirin de gelişmesine yardımcı blmaktaydı. Bu sa­ hada İran etlasiiıin artmasına, dilde Arapça ve Farsça kelimeler ve terkiplerin çoğalmasına rağmen, klâsik Tiirk şiiri alıeng ve ifade bakımmdan Farsçadan aşağı kalmayacak dereceye gelmişti. Bunda şüphesiz Şeyhi, Ahmet Paşa ve Necati gibi dile hâkim sanatkârların da rolü olmuştur. Türk edebiyatmı.bir bütün olarak düşünürsek bu çağda İstanbul ‘da Ahmet Paşa'nın şiirleri okunurken, Orta Asya'da Çağatay edebiyatı, A li Şfr Nevâî, Hüseyn Baykara, Lütlı ve Em irîgibi şairlerle altın devri­ ni yaşıyordu. Gene aynı devirde Azeri edebiyatı sahasında ise Fuzulî üzerinde etkisi buhman Habibi hayatta idi. İşte Türk dünyasının böyle önemli bir devrinde yaşayân Ahmet Pa­ şa, Türk şiirinin Anadolu ve Balkanlarda gelişmesinde elkili olmuş ve şöhreti devamh olarak Tanzimat'a kadar ulaşmıştır. Devrin icabı ola­ rak kullandığı Arapça ve Farsça kelimeleri, terkipleri ve bunlarla işle­ diği konuları anlamak zor olduğu için şiirlerinin bugiınkü dile çevril­ mesi gerekmekledir. Bu nokla göz önünde tutulduğu için bu kitaba alınan iki kaside ve otuz beş gazel önce nesre çevrilmiş; bunlar hakkındaki gerekli açıklamalar parantez içinde gösterilmiştir. Seçmeler, VII

Plof.Dr. A liN ilıad Tadan taıaCmdan on beşyazmanm karşılâştmimasıyla hazu'laııınış olan Ahmet Paşa D ivam ’ndan alınmıştır. Şairin ga­ zelleri, luvumiyede uzun olup bazıları on allı beyte kadar yükseldiğin­ den bazı şiirlerde bizce fazla önem taşımayan beyitler çıkanhnıştır. Yal­ nız ‘ ‘bilmedüın ’' redifli gazeli güzelliğine binaen olduğu ğibi alnınnştır,

ALİ ALPASLAN

VilI

AHMET

P A Ş A ’ NIN

HAYATI

XV. yüzyılın en usta divan şairi sayılan Ahmet Paşa, 11. Murat dev­ rinin büyülderinden Kazasker Velijdiddin bin İlyas’ın (İlyas oğlu Veliyüddin) oğludur. Bci aile lıakkında tarihi kaynaklarda verilen bilgiler çok azdır. Şekâik tercümesinde bu ailenin Hüseynî seyyidletine men­ sup olduğu bildirilirse de bunun tarihî bir hakikatten ziyade ananevi bir alışkanlık olduğu muhakkaktır. Yine aynı eser, Edirne'deki Mura­ diye Camii'nin ve imaretinin 830/1426 taciiüi vakfiyesinit\ Veliyüddin tarafından kaleme almdığıni; Bursah SaR adlı şairin onun kadıaskerliği hakkında güzel kasideler yazdığım bildirir. Sehî Tezkiresi’nde, bir iftira üzerine, rakiplerini yeren şiirler yazdığı için hapse atılan (yu­ karıda adı geçen) Bursalı Safî’nin, Veliyüddin’e takdim ettiği bir kasi­ de sayesinde hapisten kurtulduğunu beyan eder. Bu verilen bilgilere göre Veliyüddin’in, şiirle uğraşması bile şiirden anladığı, san’ata ve san'atkarlara karşı alâkasız olmadığı anlaşılmaktadır. İşte Ahmet Pa­ şa, daha küçük yaşta iken kendini, edebî istidadını ileri götürecek böyle bir muhit içinde bulmuştu. Ahmet Paşa'nın ne zaman doğduğunu bilmiyoruz. M.Fuad KöpriıUı, İslâm Ansiklopedisi’nde Ahmet Paşa maddesinde “ Edirne’de yaptınlan cami ve imaret vakfiyesinin, Veliyüddin tarafından tanzim edil­ diği ve şairimizin memuriyeE hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) bira^ evvel veya bira:ç sonra doğduğu” fikrini ileri sürmektedir. | Lâtîtî, tezkiresinde ve îar).hç\ Âli de, K ünhü’l-ahbar adlı eserinde, Ahmet Pa^a'nm Bursa’da dpğduğunu ileri sürerlerse de yanlıştır. Da­ ha eski kaynaklardan o!anSel[ıı Tezkiresi ile güldeste sahibi Beliğ,onun Edirne’de doğduğunu söylerler. Önemli tezkirecilerimizden A şık Çele­ bi de tezkiresinde, Ahmet Paka’mn vârisi olan amcazadesi Edirneli Nâzır Çelebi ile görüştüğünü, oıjıdan bilgi aldığını ve şairin Edirneli oldu­ ğunu yazar. Ayrıca son zaı^ıanlara kadar Edirne’de Veliyüddin oğlu adını taşıyan bir mahalle ve mescidin bulunması, şairin bu şehirde doğ­ duğunu gösteren kuvvetli de|illerdlr. Fâik Reşad’ın 1^ şâirimizin, kaynalc göstermeden Dİmetoka’fİa doğduğunu söylemesi asılsız bir riva­ yetten başka bir şey olmasa ^erektfr. Lâtifi ile Âlî'niıi onıi Bursah gös­ termeleri herhalde ömrününıçoğııhu orada geçirmesi ve orada ölme­ sinden ileri gehnektedir. , ■ — Ahmet Paşa, II. Murad ' zamanında Osmanlı devletinin merkezi olan, ilim ve sanat bakımından bir hayli gelişmiş bulunan Edirne’de

okudu. Devrin geçerli bilgileri yanında Arapça ve Farsça dillerini de öğrendi. Öğrenimini bitirdikten sonra önce (herhalde babasının da yar­ dımıyla) Bursa’da Sultan Murad Medresesi’ne (Muradiye M^resesi) müderris oldu. Daha sonra 8 5 5 /l4 5 rd e terfi ederek Molla Husrev yerine Edirne'ye kadı tayin edildi. Fâtih’in tahta geçmesinden sonra, onun İCıtuflarma ınazhar oldu ve kazaskerlik makamına getirildi. Fikir ve sanat sahiplerini seven, onlar gibi şiirden anlayan ve bu yüzden iUil'atlari|iı esirgemeyen padişah, bir müddet sonra zekâsının inceliği­ ni ve şiirde kudretini gördüğü Ahmet Paşa’yı, kendine musahip (soh­ bet arkadaşı) ve Öğretmen tayin etti ve vezirlik rütbesi verdi. Şakâjk tercümesi, Ahmet Paşa’nın İstanbul muhassarasında pa­ dişahını daima yanında bütunduğunu ve muhasaranm son günlerinde Fâtih’in,: Ahmet Paşa’yı, askerin mânevi kuvvetini yükseltmek için or­ duda bulundurdu,ğu Akbıyık Sultan ile Akşemseddin’e gönderdiği ve onların fikirlerini aldığını yazar, (c.l.s.242-44). Bu rivayet diğer tari­ hi kaynaklarda da aşağı yukarı aynı şekilde geçer. İstanbul’un alınışındân sonra sarayda büyük bir mevki ve nüfuz sahibi olan Ahmet Paşa, Avnî mahlasıyla manzumeler yazan Fatih’e devrin birçok şairini tanıtmış, hatta onlara muayyen bir tahsisat bağlanmasıtıı temin etmişti. Hâce-i şehriyârî (Padişahın hocası, öğretme­ ni) olan şair bu devrede padişaha muhtelif kasideler yazarak onu medh ediyordr^. Bunlar arasında Kasr ve Qi^neş adıyla meşhur olanlarma son­ radan bjrçok nazire yazılmıştjr. Bunlardan birincisinde Fâtih’i Sultânjı selâtîn-i cihân Şâh Muhamraed Cemşifl-i kader-kadr u Ferîdûn-i kazâ-râ • • • Lütf u kereni u hulk u sehâvetle müzeyyen FazI u hüner ü ilm ü şecaatle mııhallâ sözleriyle, övüyor; ikipcisinde de Gâzî'i sâhib'kıran öldur ki devrinde onun Küfr (^ru ’l-cehlj^'şimdi ilin şehristânıdur diyerek (stant^fl’un cehalet ve küfür yeri olmaktan çıkarak bir ilim ül­ kesi haline geldiğini anlatıyordu. Lâtifi!, bir gün padişahın İranh şair Hâfız-ı Şîrâzfnin meşhur

Ânân ki lıâkrâ benazer kîmyâ konend’ mısraını okuması ve bunun alt tarafı nedir diye sorması üzerine hazır cevap olan Ahmet Paşa’mn buna Kuhlü’l-cevâhir-i kademet tûtyâ konend2 mısıaiyla cevap vermesinden çok memnun olduğunu ve şairin cevher saçan ağzını mücevherle doldurduğımu yazar. Sahi tezkiresinde de, ince zekâsından ve bilgili oluşundan dolayı sarayda ve orduda kendi­ sine “ Sipahi müftüsü” dendiğini öğreniyoruz. Yine aynı tarihlerde İran’lı şairlerinden Tûsî, Kâtibi ve Kemâl i Hocendi’nin divanlarını ve Taberî tarilıini aşağıdaki manzumelerde görüleceği gibi nükteli söz­ lerle ricâ edecek kadar padişaha yakın olması, saraydaki İtibarını gös­ teren önemli tanıklardır. Hüdâvendâ dün û gün mihrün ile Bezer takın bu çarh-ı âbenûsî Güher togurdı âlem mâkiyânı Per u bâl açalı adlün horösı • •• Kapunda çeşm ber reh dest ber dest Turur devlet ki ide dest-bûsî Kerem idüp kemâl-i lûıtiımuzdan Buyrun var ise Dîvân-ı Tûsî ••c Yazmış el kitabına takdir kâtibi Kim nâmun İle zeyn ola devlet mekâtibi Gam nıeclisiııde bir gece mihmânum olmağa Gönder bilence var ise Dîvân-ı Kâtibî Sipâs Allah'a minnet Zü’l-celâle Oturdun kürsî-i izz ü celâle Bilürsin derdin ehki ilıtiyâcun Ki hâcet yokdur ol derde suâle 1. Bakjşlarıyia toprağı altın haline getirenler. 2 . Senin ay ağının cevherinin (tozunun) sürm esinin gözlere tütiye gibi sürerler.

Buyur var ise Orvânı Kem âlun Kitebdîl ola noksanum kemâle

• •• Hasenâtundan uınaruz kİ bu gün eglenevüz Şol tevârih ile kim yazmış İmârn-ı Taberî Bir müddet sonra Paşa unvanını da alan bu nüktedan, bİlgİn şairin, devrinin Mehm et Paşa, Davut Paşa, Nişancı Paşa, Mesih Paşa gibi dev­ let adamlarıyla, büyük bilginleri ve şeyhleriyle sıkı münâsebetlerde b u­ lunması onun bir cemiyet adamı olduğunu gösterir.

Padişaha ve Osıııanlı devletine sadık olan; padişahtan da iltifatlar gören Ahmet Faşa’nın bunca meziyetinin ve buna mukabil kendisine gösterilen teveccühün başkaları tarafından kıskanıldığında şüphe yok­ tur. Sehî, Lâtifi, Şakâlk, Haşan Çelebi, BeyânîTezkireleriile diğer başka kaynakların ifadesine göre, günün birinde Fatih’in hizmetkâr­ larından birine lâf atmak gibi bir hatada bulunması başını derde sok­ tu. Bu kaynaklara göre, Ahmet Paşa’nm saraydaki genç hizmetkâr­ lardan birine lâf attığını duyan Farili, söylentinin doğru olup olıtladığını denemek için hizmetkârın, saçlarını külahının içine gizliyerek va­ zife görmesini emreder. Başka bir gün Ahmet Paşa, hizmetkârı bu du­ rumda görünce hemen orada Zülfm gidermiş ol sanem kâfiriiğin konıaz henüz Zünnârını kesmiş velî dahi müselmân olmamış beyrini söyleyince bunu duyan Faüh gazaba gelerek kendisini vazife­ den azleder ve sarayda Kapıcılar Odası'na hapsetririr. Kaynaklarımız dan Âşık Çelebi ise, Ahmet Paşa’mn birkaç fesatçının iftirasına uğradığmı bildirir. Kapıcılar Odası’nda hapiste iken belki (Lâtifî’ye göre Yedikule’de haps edilmiştir) öldürüleceğini düşünen şair burada Ey muhît-i keremün katresi ummân-ı kerem Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem beytiyle başlayan ve Kerem kasidesi unvaiııyla tanınan otuz beş beyitlik meşhur kasidesini yazarak padişaha yollar ve afv edilmesini rica eder. Bunun üzerine ölüinden kurtulduğu tahmin edilen Ahmet Paşa, yevmiye otuz akçe vazife ile Bursa'ya tayin edildi. Orada Orhan, Mu­ radiye ve Emir Sultan vakıflarının İşlerini yürütmekle vazifelendirildi. Bu tarihten sonra bir daha İstanbul’a dönemedi. M.Fuad Köprülü, “ şa­ irin gözden düşmesinde saraydan ılzaklaştınlmasmda, Fatih’in bütün tarihçilerce tasdik edilen sert, titiz, mağrur tabiatınm da âmil olduğunu 4

düşünerek bütün kabahati şairimize yükletmemek” lâzım geldiği fik­ rini ileri sürer. Ali Nilıad Tarlan da neşrettiği Ahmet Paşa Divam ’nuı önsözünde şöyle yazmaktadır; "...Fatih gibi kadirşinas, ilim ve şiire bu derece düşkün bir padişalım ilim, şiir, zekâ ve zerâfet bakımmdan çok taktir ettiği bir vezirini sIrf şahsî ahlâk bakımından bir anda öl­ dürtmeye kadar gitmesi tasavvur dahi e-dilemez. Kaldı ki bu hadiseyi rivayet halinde birbirinden alıp nakleden tezkire ıtıüellifleri “ Kerem” kasidesini lâyıkiyle tetkik etmemişlerdir. Bu kaside, mahiyetini bilme­ diğimiz bir sebeple ancak teveccüh ve alâkayı kaybeden bir insanın, onu tekrar kazanmak için yazdığı bir kasidedir. Yoksa ölüm korkusu içinde yazılmış bir kaside tamamen ayrı bir mahiyet arzeder. Gerek Fatih ve A hm et Paşa’nm şahsiyetleri, gerek “ Kerem” kasidesinm ruh ve uslûbu böyle bir hadisenin vukuuna ihtimal verdirmiyor” Ahm et Faşa divanında ikinci bir kerem kasidesi daha vardır. Bun­ da geçen Yani kim Asaf-ı devrân muîn-i fuzelâ K’ayağı toprağıdur sürme-i a’yân-ı kerem beyüvıdeu bu kasidenin bir vezire yazılmış olduğmıu anlıyoruz, Tahir Olgıın. nesre çevirdiği A hm et Faşa Divanı’mn önsözünde bu vezirin muhtemelen Mahmut Paşa olduğunu ve şaire yardım ettiğini ileri sürer. İstanbul 'dan ayrıldıktan sonra sarayda geçirdiği günleri sık sık ha­ tırlayan A hm et Faşa’nm vaktini şiirlerle geçirdiğini görüyoruz. Diva­ nında bulunan aşağıdaki gazel bunun güzel bir örneğidir. Bfdilem dilsitândan ayrıldum Âh ki ârâm-ı cândan ayrıldum İşigi hasretinde hâk olsam Yiridür ki asumandan ayııldum Ne tan ülker gibi inerse yaşum Meh-i nâ-milıribândan aynkium Nola ıivicmer gibi yanarsa içüııı Beznı-i Şâh-ı cihândaıı ayrıldum Gemi gibi denizde sergerdân Yürürem bâd-bândan ayrıkhım Şeb-i mlhnetde telh-ayş oluban Şeıu’-i şîrîn-zebândan ayrıldum Sındı seng-l cefâda sabr ayağı Düşdüm uş kârbândan ayrıldum

Bende Ahm et gibi garibem kim u hânünıândan aynidum Şâirin Bıirsa’da vazifelerdeıı memnun kalmadığmı anlıyoruz. Bu sı­ ralarda bir gezinti maksadıyla Bmsa’ya gitmiş olan Fatih'e fırsat bu­ larak sunduğu bir şiirde buradaki vazifelerden avf edilmesini ister. Cihâna lutf idersün her cilietden Halâs it ben kulum tevliyetden Bunun üzerine Sultaııönü (eskişehir) sancağına tayin edilir. Daha sonrada Tire ve Ankara sancak beyliğine getirilir. Bu vazifelerin hiç birinden memnun kalmayan şair, tekrar padişaha yolladığı bir şiirinde Ankara'dan ayrılma ricasmda bulunur. Bu şiirin son iki beyiti şöyîedir: Müzevviriin kelimâtım benümçün itme kabul Ki dil marizi helâk oldı ol müzevvereden İki cihanda seni gamdan ide Hak âzâd . Eğer bu bendeni âzâd idersen Ankara'dan Bu ricasının herhalde padişahm ölümü dolayısiyle yerine getirilme­ diği düşünülebilir. Fatih’in 1481’de ölümü üzerine tahta geçen 11. Bayezid'e (I481-15I2) de İstanbul’da geçirdiği günleri hatırlatan şiirler yazmak­ tan geri kalmayan şair onun zamanında tekrar eski itibacmı kazandı ve himâyesine mazhar oldu. Ankara’dan ayrılma isteği sonradan II. Bayezid tarafından yerine getirilen şâir Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olundu ve ölünceye kadar orada kaldı. Bir arahk padişahın emri ile Ali Şîr Nevâî’nin 01 peıi-peyker ki hayrân bolmuş ins ü cân anga Cümle-i âlem menge hayrân min hayrân anga beyti ile başlayan gazeline yazdığı naziresinin sonunda Nevâî’nin,Hü­ seyin Baykara sarayındaki yerine işaret ederek “ âşıkları hayrette bı­ rakacak şiirlerini yazabilmek için pâdişâh sarayında yaşamak lâzmı geldiğini” söylerken âdetâ saraydaki eski ikbal günlerini hatırlamak­ ta ve belki de hatırlatmak istemektedir. Süzde uşşâkı muhayyer eyledirsen' Ahmed’e Böyle bülbül olmağa kûyun gerek bostan ana 893/1488'de Mısır Memlukleri ile Hadım Ali Faşa kumandasmdaki OsmanlI ordusu arasında Ağaçayııı’nda yapılan cenge Anadolu Bey­ lerbeyi S in ^ T ^ f tıâ iy e tin d e kanlan şairin buradaki hizmeti hak­

kında bir bilgiye sahip değiiiz. Herhalde sancak beyi olduğu için bu cenge işliıak ettniş olmalıdır. Bursa’da idâri işler yanında edebi toplantılarla hayatını sürdür­ müş olan Ahmet Paşa 902/1497’de vefat edince, daha önce Muradi­ ye Camii yanında yaplırmıc olduğu medrese civarına gömüldü. Daha sonra buraya bir türbe inşa edildi. Kapısının üstüne Bursa mahkemesi naibi Eflâlûn oğlu Mehmed tarafından üç beyitlik Arapça bir târih ki­ tabesi yazılmıştır. Ölümüne söylenmiş olan diğer bir tarih de şudur: Geçdi meded şâir-i Rûm (902) A hınetpaşa’nın kendi ve ailesi hakkında bilgimiz çok azdır. Ebübekir Çelebi adında bit kardeşi okluğunu ve 867/1462’de öldüğünü dîvanındaki Arapça bir tarih beytinden öğreniyoruz. Şekâik tercüme­ si, bu zâtın A hm et Paşa’nın yeğeni olduğunu bildirir. Aynı kaynak şairini evlenmediğim söylerken Âşık Çelebi, Fâtih’in ona Tütî adında bir câriye verdiğini, bundan bir kızı olup yedi sekiz yaşında öldüğünü, karısının vefatından sonra da evlenmediğini bildirir. Şairin Bursa’da bir ev yaptırdığını şu tarih kıt’ası haber vermektedir. Çü bünyâd oldı bu kasr-ı muallâ Görüp reşk eyledi Firdevs-i a’lâ Bakup Rıdvân bu kasra didi târîh Henıîşe hûr ile olsun muhaliâ (841/1437)

A H M ET

P A Ş A ’N 1 N

SANATI

EDEBİYATIM IZDAKİ

VE

YERİ

XV. yüzyılda divan şiirini hakktyla tenısil eden Şeyhî (öl*. 1422) Ahmet Paşa (öl: 1497) ve Necâti (öl: 1508) adında,üç büyük şairimiz vardır. Ahmet Paşa, şiirde Şeyhî kudretinde feir sanatkâr olup Türk şiirinin gelişmesinde adetâ bir merhale teşkil ethıiş ve bu yüzden daha XVI. ylızyıİdan başlayarak Tanzimat devri dalıil bu arada yetişen tezklreciler ve yazarlar onun hakkında mübalağaya varan medilılerde bulunnnışlardır. O,, daha gençliğinde şiir ve sanattan anlayan bir aile muhiti içinde yetişti ve şiirdeki kabiliyeti bu uygun şartlar altında kısa zamanda ge­ lişerek dikkatleri çekti. Kaynakların şairimiz halfükındaki görüşlerini şöy­ le sıralayabiliriz: Sehî Tezkiresi, Onun fasîh ve beliğ bir şair olduğunu, şiirindeki akı* cılık ve güzelliğin başka bir şairde bulunmadığını, bilhassa kasidelerindeki tatlılık ve metanet dolayısıyla emîr-i nazm (şiir emiri) diye tanındığını; Aşık Çelebi Tezkiresi^ Anadolu’da, şairlerin en üstünü olduğunu, ^iire yenilik getirdiğini, gazellerini ve kasidelerini üstildâne bir eda ile yazdığını bildirir. Lâtifi Tezkiresi; Lâtifi ise, şiirde kullandı^ sözlerin bilence ve üs­ lûbunun büyük kimselere yakışır tarzda old ıı^n u, inceliklerle dolu be­ yitlerinin söz ve manâ bakımından gayet metin söylendiğini, kaside­ lerindeki üstünlüğünün de herkesçe kabül edildiğini anlatmakla birlik' te Farsça divanları çok okuduğunu ve oradaki sanat ve özellikleri ala­ rak kullandığını, Acem güzellerini Türk kıyafetine sokmuş olduğunu, bazılarının bunu hoş karşılamadığını söyler. Haşan Çelebi Tezkiresi’nde de Türk şiirine câzıbe ve inceliği onun getirdiği, daha önce şiirimizde akıcılık ve inceliğin bulunmadığı, Ah­ met Paşa’nın ilk şiirlerinde cazibe ve tesir olmadığı ve dedesi, Mîrî Efendi'dcn naklen Ali Şır Nevâi’nin otuz üç parça gazelini gördükten son­ ra üslûbunun güzelleştiği belivtilmektedir. 8

Riyâzî Tezkiresi de Anadolu’da, şiire güzeüik ve î)aıiaklığı ilk ola­ rak onun verdisini söyledikren sonra şıı ri'/ayeti naki eder: Ali Şîr Nevâî İlin , bir lıusıısi toplantıda Horasan şaiılcrinlndiğer ülkelerdeki şairlerden daha üstün olduğunu söylemesi üzerine, meclisle hazır bulunan İranlı şair câmî, Anadolu şairlerinin j^aradılıştan kabiliyetli olduğunu bildirmiş. O sırada derviş kıyafetli biri İçeri girip bir köşeye oturmuş. Kim olduğunu sormuşlar; Anadolu,dan geldiğini söyleyince. Anadolu şairlerinin yeni şiirleri var mıdır diye sordukları zaman der­ viş de Almet Paşa’nın Çin-i zülfiin miske benzetdüm hatâsm bilmediün Key perişan söylediinı bu yüz karasın biluıedüm beytini okuyımca, şair Câmî, “ bî ilıliyâr serâgâz-ı raks u semâ idiip müddeâmız sâbit oldı buyururlar” ' Ayrıca AhmelPaşa’nın daha zamanında beğenildiğini Lâtiiî’de an­ latılan fıkradan öğreniyoruz. Ona göre bir gün bir toplantıda Ahmet Paşa’nın, Destimi kessen kalur dâmân-ı lûtfunda elüm Dâmenüm kessen kalur destümde lıufıın dâmeni beyti okununca orada hazır bulunanlardan bir kısmı da Necâtî’nin bu manaya u y ^m gelen, Şöyle muhkem tutayım ışk ile dîdâr eleğin Yâ elüm kat’ ideler ya keseler yâr eleğin beytini okur. Mecliste bulunanlar ikiye ayrılışlar. Bir kısmı Ahmet Paşa’yı bir kısmı Necâlî’yi üstün tutarlar. Tant o sırada Necati toplanuya çıkagelir ve alçak gönüllülük gösterip Necâtî’nün dirisinden ölüsi Ahnıed’ün yegdür Ki Îsî göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den beytini okuyarak Ahmet Paşa’yı medh eder. Asrın kıymetli nesircilerinden olup, Yavuz Sulian Selini devrinde nişancılık ve kazaskerlik vazifelerinde bulunan 'fâcizâde Câfer Çelebi (öl: 1515) meşhur ve ilginç mesnevisi Hevesnâme’de devrin Şeyhi ve Ahmet Paşa gibi büyük şairlerini, İlhamlarını İran şairlerinden al­ makla suçlar:

1. Elinde olın:ıyaı ak kalkıııı^; raks ve sem aa y ani dönm eye başlam ış ve d a v a m ız, fikri­ m iz sâbii oklu dem iş.

Ser âmed didiginün belli hâli Olupdur tercüme evlî-i hâli Bu eli! olan yauu\da selUdür sehl Benüın katunıda belki celıldür ceiıl Şular kini Tiirki diide şölııeti var Biri Şeyhî biri Alııned’dür ey yâr Eğer Şeyhî’dür in sâ f eyle billâlı Suhatıverlikden olıııış gerçi âgâh Fesâhatda velîkin kârı yokdur Kelâımnun garîb elfazı çokdur Egerçi vardur Ahnıed’de zarâfet Bulımur sözlerinde hem fesahat Belâgatda velî luâlıir değuldür Kelânıuıı rablma kadir değiildür Sözinüıı hüsni vardur ânı yokdur Nukûş-ı deyre benzer cânı yokdur Flayâl-i hâsa çiin kâdir değüller Hakîkatde bular şâir değüiler Tâcî zâde Câfer Çelebi son iki beyitte Ahmet Paşa’yı çok sert bir şeWlde tenkit ederek şiirlerinde güzellik olmakla birlikte câzibe olmadı­ ğını ve onlarm kilisedeki cansız resimlere benzediğini söylüyor. Görüldüğü gibi tezkireciierimizni tenkidi iki nokta etrafında toplan­ maktadır; Yani bir kısmı onu büyük bir şair sayarken, bir kısmı da bazı fikiıleri Fars edebiyatından almakla suçlamaktadırlar. Genellikle isabetli görüşleri olan LâtiR ise, onun hakkını teslim etmektedir. Ha­ kikatte XV. yüzyılda Türk edebiyatı gelişme halinde olduğu için, şair­ lerimizin İranlI ustalara bakmaları ve onlardan istifade etmeleri tabiî karşılanmalıdır. O, daha kendini duyurduğu zaman dikkati ekmiş ve XV. yüzyılın son ve XVI.yüzyılın ilk yarısında yaşayan şairler tarafından üstad ola­ rak kabul edih^MşUr. Tezkiredlerin, onun büyük bir şait olduğunda it­ tifak ettikleri açıktır. Aynı görüş Muallim Naci’ye gelinceye kadar da sürmüş olduğuna göre Ahmet Paşa’nın büyük bir şair olduğu anlaşılı­ yor. Kuvvetli bir şair olmasında yaradılışının olduğu kadar divanlarını okuduğu Selmân-ıSâvecî, Hâfız-ıŞirâziKemâl-iHocendî ve Kâtibi gibi İranlI şairlerin de rolü büyüktür. 10

Nâmık Kemâl’in, Ziya Paşa’yı tenkit maksadıyla Ahmet Paşa’yı, M i Şîr Nevâî taklitçisi göstermesi,yani onun, Fâtih zamanında Buhara’dan (I) İstanbul’a gelen Nevâî nin şiirlerini gördükten sonra güzel şiir yazmaya mııvafTak olduğıtım söylemesi hakikate uymamaktadır. Bundan başka Haşan Çelebi’nin dedesi IVlîrî Efendi'nin Ahmet Paşa' nın Nevâî'nin otuz üç gazelini gördükten sonra güzel şiir yazdığını bil­ dirmesi de hatalıdır. Zira, Nevâî'nin II. Bayezid’e kendi gazellerini yol' ladığıni; padişahm da bunları Ahmet Paşa'ya yollayarak nazirö yazmasmı emrettiğini, ilk olarak Âşık Çelebi yazmıştır. Bu sırada Bursa'da olan şairimizin edebî şahsiyeti ve şöhreti de daha, Nevâî'nin şiirleri Anadolu’ya gelmeden önce Fâtih zamanında teşekkül etmiş bulunu­ yordu. Bu yüzden Nevâî’nin, Ahmet Paşa üzerinde qnemli bir tesiri olduğu kabul edilemez. Nâmık Kemâl’in bu hatasmı Gibb ve Brovvne de tekrarlamıştır." Gerek İstanbul’da ve gerek Bursa’daki meclislerinde şairleri biraraya toplayan; onlarla şiir üzerinde görüşen; yeni şairler hakkında bil­ giler edinen ve kervanlar vasıtasıyla şöhreti Horasan'da Hüseyin Baykara'nın sarayına kadar ulaşan ve çağdaşları tarafından Rum Sultânü’şşuarâsı (Anadolu şairlerinin sultanı) saydan Ahmet Paşa’nın şiirle­ rinde işlediği konular medih yâni övgü, sevgiliyi tavsif etme ve yanıp yakılma olarak hülâsâ edilebilir. Ahmet bu fenn-i şi’re şürû itmeden murâd Vird-i duâ-yı devlet-i Şâh-ı cilıân imiş diyen şair ekserî kasidelerini Fâtih (12 adet) ve II. Bayezid (10 adet) İçin yazmıştır. Osmanlı sülâlesinden Sultan Cem için de biri “ benefşe” redifli olmak üzere iki kasidesi vardır. Bunlardan bilhassa “ güneş” ,, “ kerem", “ âb” ve “ benefşe” redifli olanlarda ve kasr kasidesinde geniş şiir bilgisinin, san’atının ve ilhâmının enginliğini göstermiştir, Hele, II. Bayezid için yazdığı Ey kasr-ı felck-riPat ü ey tâk-ı muallâ Her bâb ile benzer kapuna cennet-i a’lâ beytiyle başlayan ve “ kasr” kasidesi diye meşhur olanında. N e fi’yi kıskandıracak derecede mânâ derinliği ve bunun yanında mübalağa san'atı göstermiştir. Bunca medhiye yanında Konya vâlisi iken I4 7 4 ’te ölen Fâtih’in oğlu Şehzâde Muştala için terkib i bend şeklinde yazdığı çok duygulu bil mersiye ile de bu sahada ilkbüyükörneğİ vermiştir sanırız.

11

Tolâb'i çarh dökdügi seyl-i fena imiş Bâğ -1 zemâne toptoiu hâr-ı cefâ imiş beyti ile başlayan mersiyenin Ol Şeh kani ki işigi âlem-penâh idi 01 Şeh kani ki her kuh bir pâdişâh idi beyti Bâkî’nin Kânûni için yazdığı ünJü mersiyesindeki Hakkâ ki zîb u zînet ikbâl u câh idi Şâh-ı Sikender-efser u Dârâ-sipâh idi beyitlerini hatıra getirmektedir. Ahmet Paşa’nın bu mersiyesinden^ sonraki şairlerin ilham aldığından şüphe yoktur. Şairin, bu manzume­ sinden son derece ağır başlı ve içli bir ifâde kullandığı görülür. Şu be­ yitler bunun açık bir Örneğidir; Ol bürc-i devlet ahteri Şâh Mustafa kani 01 taht u tâc zîveri Şâh Mustafa kani Hâlâ kafesden incinüp eflâke azm iden Kasr-ı İrem kebûteri Şâh Mustafa kani Gazellerine gelince şâir, bunlarda şevklinin muhabbeti, tarif ve tav­ sifi üzerinde dururken Zülfı sol nakkâşdur kim suya nak-ı Çîn yazup M âni’yi mât eyledi bir berg-i müşg-agin salup ••• Ol hokka-leb rakibe ki söz gevherin açar Şeytâm gayb sırıma hem râz idec dirîğ • •• çîn-i zülfün miske benzetdüm hatâsın bilmedüm Key perîşan söyledüm bu yüz karasın bilmedüm beyitlerindeki ^ b i ince hayallerle dolu, düşündürücü ve şerhe ihtiyaç gösteren sözler söyler. Şairin birçok manzûmelerinde Bâlu' edâsmı andırr.n beyitlere rastlandığı gibi,' Gül mevsimi irişdi nıey-i ergavân gerek MecUsde fıuklümüz leb-i şekkec-feşân gerek Ner^s çemende buldugı sîmîn varakları Dkdi kenâr-ı cama ki zer der-miyân gerek

12

Eyyâm-\ mâh-ı îddür ebrû-nümâ ol ey sanem Hengâm-ı bûy-i üdduı gîsû-güşâ ol ey sanem Ko müddeîler sohbetin ge! ehl'i diller beznıine Gel sen kenâr-ı hardan bir dem cüda ol ey sanem Şu beyitlerde de Nedîmâne bir söyleyiş hissedilir: Sensüz benünı ne dirliğüm ola didüm didi Yetmez mi öldüğün sana hey bî-nevâcığum Bütün gazellerinde çeşitli yönleri ile sevgiliyi gah medheden, gâh vasıflarını söyleyen şairde Bana dilberden inayet istemen ey dostlar Sanmasun düşman beni kadr u cefâsın biîmedüm • •• Dest-i dil lutlun eteğin şöyle muhkem tutdı kim Tiğ-İ hicrânun kesimez dostum senden beni beyitlerindeki gibi son derece âşıkâtıe il’âdelere rastlandığı gibi vakûr rûlıunu al\settiren şiirlere de tesadüf edilir: Firâk'i yâra sabr olmaz gidelüm bârı şehründen Gönül çüıı sındı cebr olmaz gidelüm bâri şehründen O devrin modasına uyarak çoğu zaman küifelli yani anlaşılması zoı bir dil ve ifade kulanması yaumda, hazcu zanvaıumıı olduk(^a sade ve temiz Türkçesiyle de şiirler söylediği olmuştur; Eyâ peri nicesin iıoş mısın safâca mısın Gel’e beri nicesin hoş mısın safâca nusm Şeker dudaklu kamer yüziü serv boyiulaıun Semenberi nicesin lıoş mısın safâca mısın Baliâı-ı hüsn ü bilıâda belâlu bülbülinün Gül-i teri nicesin lıoş mısın safâca misin Bizimle bir nefes İnsanlığı eyle soruşakmı Gel ey peri nicesin hoş mısın safâca mısın Sefer kılıij) gelür Ahmed ki diye şehrümüzün Güzelleri nicesin lıoş mısın safâca mısın • •• Sen câtı ile cân oynamacuk hoşça değül mi Yâr ile nihân oynamacuk hoşça değül mi

13

Yanmakdan ise âteş-i hicran İle her dem Sinemde sınan oynamaçuk hoşça degül mi Olkâmet-i ra’nâ ile bostân-ı revânda Sen serv-i revân oynamaçuk hoşça degül mi Cân kasdına çeşmün nola oynarsa kaşuııla İnşâna kemân oynamaçuk hoşça degüi mi Ey hûr-i cinân ayağunun tozma Ahmed Cân ile cihân oynamaçuk hoşça degül mi Eğer şiirimiz fazlasıyla Fars edebiyatınm etkisinde kalmamış olsaydı şüphesiz bu tür söyleyişler fazla olurdu. Paşa’nın tuyuğ tarzındaki Ey yanağı al ü vey geydügi al Ala gözlüm itme cân almağa âl Âl ile bir busen aldunı dostum Ger peştmân oldum ise girü al şiirinde "ala gözlüm " tabirini kullanması; al kelimesinin renk, hiyle ve almak manalarıyla cinâs yapması, onun millî ruha yakın seslenişi­ ne güzel bir örnek teşkil ettiği gibi; halk şiirindeki “ mani”yi de hatıra getirmektedir. Lâtifî’nin, “ enıîrü'ş-şüerâ” (şairlerin emiri) diye nite­ lediği XV. yüzyılın kuvvetli bir şairi olan Melihî’nin yazdığı meşhur “ gönül” adlı murabbama nazire olarak yazdığı uzun şiirinde de, halk şarkılarına yakın söyleyişlere bolca rastlanır: Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül Kuru sevdâda yiler bi ser ü bî pây gönül Dinıedüm mi sana tolaşma ana hey gönül Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay’gönül Yukarıdaki dörtlük, bu murabbaın ilk bendidir. Bu gönül şiirleri, şarkı türünün de edebiyatımızda ilk örnekleridir. Hikemî (hikmetli), fikrî, aiılâki, didaktik (öğretici) ve İçtimaî (sos­ yal) hayatı içine alan şiirler yerine, daha ziyade sevgili, memduh ve maddî hayatın güzelliklerini terennüm eden yani anlatan şairin man­ zumeleri renk, aiıeng, zcrâfct ve üslûp bakımııulan mükemmel sayı­ lır. Bazı kısa hecelerin uzatılması ve '{'ürkçe iki kelimenin Arapça vavI âtıfe (ve anlamına gelen bağlaç) ile bağlanması gibi kusuriar müstes­ na, temiz bir üslûp içinde derin hayalleri ve ince duygulan ihtiva eden şiirlerinin dış görünüşü yani vezni ve kafiye kuruluşu hatalı sayılamaz.

14

Beşeri yani insan sevgisini ön plâna alan şairitniz, tasavvuf felse­ fesinden uzak kalmıştır. Medresede okuyan ve bir din bilgini olarak yetişen Ahmet Paşa’da tasavvuf hiçbir zaman bir hayat tarzı olma­ mış, onun bazı şiirlere serpiştirilmiş olan tasavvufî unsurlar bir bil­ gi hududunun dışına taşmamıştır. Bununla birlikte divanında XV. yüz­ yılın meşimr sûiîlerinden Emir Sultan. Şeylı Taceddin ve Şeyh Vefâ için kasideler yazması, onlara karşı derin bir hürmet beslediğini gös­ terir. Sadettin Nüzhen Ergun, Şeyh Vefâ medhiyesindeki Himıuet-i Şeyh Vefâ’dan meded irmezse dirig Ahmed’ün haddi değül midhati dervişlerün beytine dayanarak Paşanın o tarihlerde Bursa'da yayılmış olan Zeyniye tarikatına ve onun meşhur simalarından Şeyh Vefâ’ya bağlı ola­ bileceğini ileri sürer. Ahmet Faşa’nm medih, tavsif ve yanıp yakılma ile sevgiliden şi­ kayet dışında dikkati çeken tarafları şunlardır: 1. Nazîreciliği: O, gençliğinde, Ali Şir Nevâi, Niyâzî, Melîhî, Şeyhî ve Atâi'nin etkisinde kalmış olmakla birlikte, kaside ve gazel sahasın­ da çağdaşlarını geçti. İnce üslCıbu, zengin hayali ve temiz dili sayesin­ de âdetadevrinde Türk şiirinde bir çağ açtı. Kerem kasidesi Şeyhî’ye, Güneş kdsidesi A tâî’ye, Gönül adlı nuırabbaı Melihî'ye nazire olmakla birlikte kendisinin eserlerine de daha yaşadığı çağda ve daha ilerideki devirlerde nazireler yazılmıştır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde TY. 1547 numaralı kayıtta bulunan Câmiü’n-nezâir adlı eserden öğ­ rendiğimize göre, Cem, Mihrî, Hatun, Sâdî, Gııbâıî, Envcrî,Nizâmı, Ahi. Necatı, Visali, Kasım Paşa. Revânî, Muıdî, İshak, Lâmiî, Zâtî, Bâkî, !layâlî gibi tanınmış şairler onun tesirinde kalmışlardır. XIX. yüz­ yılın ikinci yarısında yaşamış olan Ali Ruhi Paşa’da ‘'Güneş” kasi­ desine yazdığı nazire ile bu sahada'sonuncu nazirecidir. Ahmet Paşa; kendinden önceki şairlere söylediği nazîreleıle edebi­ yatımızda bir nazîrccilik çığn açmıştır. O. çağdaşı veya kendinden ön­ ceki bazı şairlerin bir şiiıini daha güzel söylemek hevesiyle bu yolu seçmiş ve bunda nHivaffakiyetli eserler vermiştir. Bunda şiirin güzelli­ ği, kalîyesi bazen de redüî büyük rol oynamıştır, 2. Taıilı düşürnıc sanatı: O. tarih düşürme sanatını ilk işleyen­ lerden bindir. Arap allabcsinde her lıarfîn bir sayı değeri vardır. Eski şairlerimiz, bir hadi.seyi, bir yerin alınışını, bir binanın yapılışını veya birinin doğum ve ölümünü biı şiir parçasının sonunda sanatlı bir şe­ kilde sözle ifade cdeilerdi. Boyie bîr oİay şiiıin son mısrasında bulu­ 15

nurdu. Buradaki harrieritı karşılıkları olan sayılar toplanınca o hadi­ senin tarihi meydana çıkmış olurdu. (Bazen bu tarihin bulunması için bir iki rakam ya ilâve edilir veya çıkarılırdı. Bazen de yahnz ıioklalı veya noktasız harfler toplanırdı) XV. yüzyıla kadar tarihler, genellikle ya bir kelime ya da (erkip (iki üç kelime bir arada) halinde söylenirdi. Ahmet Paşa devrinde İse tarih düşürme sanatının bir mısra halinde meydana gelmeye başladığını görüyoruz. Şairin divanında yirmi yedi tarih vardır. Bunlar Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç dilde yazıl­ mıştır. İki örnek: 11. Dayezıd’in tahta çıkışı için söylediği kıt’amn son mısraı olan Kayser oldı Rüma Sultan Bâyezki ’m harllerinin karşılığı olan sayılar toplanınca padişahuı tahta çıkış tarihi olan 886/1481 vakamı bulummış olur. Karaman’ın almışı tiolayısıyle söylediği kıt'anın son mısraında ise tarilı “Feth-ı Karaman” terkibindedir: Devlet âsârmı bu vech ile ferimizde görüp Ehl-i diller didi târihini "Fetlı-i Karaman” 879/1474 Bu tip tarihler, tarih kitaplarının verdiği bilgileri doğrulayan belge­ ler olduğu için büyük önem taşır. Eseri: Selıi tezkiresi. Ahmet Faşa'nm Leylâ vü Mecnûn adh bir eseri olduğuıuı söylese de bugüne kadar böyle bir eser ele geçmemiş­ tir. Esasen diğer hiçbir kaynak böyle bir kitaptan bahsetmediğine gö­ re tezkireci Selıi'nin yaniiş bir rivayet kaydettiğini söyleyebiliriz. Şairinıizin yegâne eseri, divanı 'up İstanbul Üniversitesi Profesörlerin­ den Dr. Ali Nihad Tarlan tarâ.tndan 15 nüshasının karşılaştırılmasıy­ la Milli Eğitim Bakanlığı'nca 1966 yılında İstanbul Milli Eğitim Basımevi’nde b^ısıimışt!r. Ahmet Faşa, divanını II. Beyazıd’ın emriyle tertip ettiğini fakat bun­ da geciktiğini ve bu yüzden de özür dilediğini anlatır: İşigünde ey zıll-i Perverdigâr Ne gevher saçanı kim bula i’libar Bu şi’re şurû eylemekden ınuıâd Budur kim anıldukca dünyâda ad Diye Ahmed içün karîb ü baid Ki oldur senâ gûy-İ Şeh Bâyezid

16

r

Bu nazm iic nânum oİLip nâm-dâr Kula Iici{?redck sözlerimi pâydâr Çü özriim güneş gibi ıncşhûrdur Ger oldıysa tc liir nıa’zürdur Divntıı, hesMiele, dM ce. luıaüer, kasideler, terkib ve terci-i bendicr, gazeller, bir gönül ımırabbası, At apc^a. Farsça şiirler tarihler, kıt'alar, tuyıığlar ve müli edlerdeıı ibaret olaa şairimiz, şiiıierinde adından başka bir isim veya mahlas kuliaıunamışlır.

17

KAYN AKLAR

A .K itaplar. Âli Künhü'l-ahbâr (matbu), İstanbul, 1277. Âşık Çelebi Tezkiresi (Meşâirü’ş-şuarâ), G.M. Meredlth Owens tara­ fından hazıtlannıış. tıpkı basını, London, 1971 Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Târihi, İstanbul, 1971, Beliğ, Güldesle-i Riyâz-ı İrfan, Bursa, 1302. Beyânî Tezkiresi, (yazma), İ.Ü.Kütüphanesi, nr. TY. 2568. Cafer Çelebi, Hevesnâme (yazma), İ.Ü. Kütüphanesi, nr.TY.9861. Câmiü’n-nezâir, İstanbul Üniversitesi Ktp.No: TY. 1547. Ergun, Sadettin Nüzlıet, Türk Şâirleri, İstanbul, 1936,1Faik Reşâd, Eslâf, İstanbul, 1311. Fâik Reşâd, Târîlı-i Edebiyât-ı Osmaniye, İstanbul, 1913. Gibb, AHistory of Ottoman Poetry, vol ll,i London, 1902. Hammer. Purgstall, Gesch.d. Osman Dichtkunst, 11, 41, Peşte, 1836. Haşan Çelebi Tezkiresi (yazma), İ.Ü. Kütüphanesi. nr.TY.304. Kocatürk, VasO Mâhir, Türk Edebiyatı Tariiıi, Ankara, 1964. Köprülü, M.Fuad, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar .İstan­ bul, 1934. Köprülü, M.Fuad, Aluned Paşa (İsiâm Ansiklopedisi c.l). Lâtifi Tezkiresi (matbu), İstanbul, 1314. Mecdî. Şekâik tercümesi, (matbu), c.l, İstanbul. 1269. Muallim Nâd, Osmanh Şâirleıi, İstanbul, 1307. üigun, I'alıir, Veliyüddin Oğlu Ahmed Paşa Divânı (nesre çevrilmiş), Suleymâniye Kütüphanesi. F.S.Türkmen, nr.54. Riyâzi Tezkiresi (yazma), İ,Ü. Kütüpiıanesi, nr.TY. 761. Sehi Tezkiresi (nKUbû), (İstanbul, 1325. Taıiaıı, Aii Nihad, Ahmed Paşa Dîvânı, İstanbul, 1966. T(>lasa, Marun, Ahmet Paşa'nın Şiir Dünvası^ Ankara 1973. Ziya Pa^a, lUuâbâl, İstanbul. 1291.

B. Tezler ve Önemli Makaleler, Bolcan, Gülcan. Ahmet Paşa’nm Kasidelerinde Maddi-Manevi İnsan unsurları, Meşhur Şahsiyetler, Efsânevi Kahramanlar. Kıssalar (İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü, Tez, nr. 1448). Koçdemir, Hadi, Ahmet Paşa’da Dini Unsurlar (aym enstitü. Tez, nr. 1308). Köprülü, M.Fuad, Bursalı Ahmet Paşa Dersaâdet Gazetesi, 1920, nr, 29, 36, 45, 56Köprülü, M. Fuad, Ahtnet Paşa ve Nevâi (İkdam Gazetesi, 23 Kânun-ı şânf, 1337, nr. 8573). Okur, Münevver, Bursalı Ahmed Paşa'nın kasidelerinde İran mitoloji Kahramanları (aym enstitü, Tez,nr.316) Özergin, M.Kemal Ahmed Paşa’nın Târih Manzumeleri (1.0. Edebiyat Fakültesi. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. c.X, 1960).

20

KASİDELER

21

Der Medlı-i Sultan Mehrned Han (Kerem Kasidesi) Fe’ilâtün Fe'ilâtün Fe’ilfün Fe’ilün + +--

/ + + - - /

+

4—

/

+ + -

1 Ey ımıhit-i kcıeuıün katresi uınnıân-ı kerem Bâğ-ı cûd ebi 'i keftınden tolu bârân-ı kereni 2 Matla-ı subh-ı zafer mihr-i zekâ ebr-i hayâ Felek-i izz-ü alâ dâver-j devrân ı kerem 3 Tâc balış-ı. scr-i sukân-ı salâtin-i cihân Zîııei-i iaht-ü ııigîn Hazrel-i Sukâtı-ı kerem 4 Zıll-ı Hak Şâh M ulıaınm ed ki işiği gökinüıı Kenı-lerin ılduzı olur nıeh-i tâbân-ı kerem 5 Ayağı toprağıdıır cevher-i iksir-i hayât Asitânı tozıdur sürme-i a'yân-ı kerem

6 Açıiur huikı nesimiyle gül-î giilşen-i cûd Bezcniir kllft zülâliyle giilistâiM kerem 7 Balu-ı Aiızar nedtiriir kulzünı-i cûdmda habâb Kiilre-i (eyzi nedür ebr-i dür-efşâıı-ı kerem 8 Bî'kıyâs olalı ihsâıılarıın ey hoccet-i cûd Kâtı oldı cedel-i haşnıum bürhân-ı kerem 9 Kefî bir demde nisâr itdügi gencim oşrin Haşre dek vezn idemez kefTe-i mizân-ı kerem 10 Ne melek-huy nieliksin ki dem-i k'ıtfun ik’ Kevser-i cûd akıdıır ravza-i Rıdvân-ı kerem 11 Ne kerâmet kodı Hak zât-ı kerimünde k’ohırAyagun başdugı yir Çeşnıe-i Hayvân-ı kerem 12 Bulmasa nâm-ı şerifimle şeref nâme-i cûd Ebter olaydı kamu defter-ü-dîVân-ı kerem 22

SULTAN M EH M ED H AN İN M E D llİ HAKKKJNDA (.i-cıeriı Kasidesi)

1. Ey asillik ve lü tu f u lu d cry âsm m b ir katresi, lötu f u m m a n ı olan padişal^! C öm e rtlik b ağı, senin b u lu t gibi feyiz ve bereket veren avucundan y ağan ihsan y a ğm u ru yla do lud ur. 2. Sen, zafer yani iistüııl'ik sabahının doğacak yeri, zekâ güneşi, h aya ve günahtan k a çın m a b u lu tusu n : yücelik, büyüklük gögü: lutuf devrinin padişahısın. 3. D ünyadaki sultanlar sultanının başına tacbağtşlayan; taht ile m ührün siisü otan b ir lu tu f sultanısm . {Taht ve m ühür p ad işah lığın en ön e m li İki u n su ru d uı. Padişahlık bunlarla kâim d ir.) 4. Ş ah M ehm cd "F a tih S ultan M e h m e d " Tanrının gölgesidir; lu tfun un par­ lak ayı, o nu n gök gibi yüksek o lan kapı eşiğ in in sönük ve önemsiz bir yıldızı olur. (Ş a ir, "sultan, A llah 'ın yeryüzünde gölgesidir; her m azlum ütia sığınır” ha­ disine işaret ediyor. H adisin bir kelimesi alın dığı iç in beyitte iktibâs-ı nâkıs var­ dır.) 5. A y a ğının V^astığı toprak, h a y a l iksirinin cevlteri; eşiğ inin tozu d a lu ıu f sahibi olan kimselerin gözlerine sürmedir. (İksir, madenleri altın y a p tığ ın a in a n ı­ lan "bir m adde. Sürme, toz halinde siyah b ir m addedir; göze güzellik verdiği için eskiden ç o k kullanılırdı.) 6. O n u n güzel alılâk ın ın h a fif h a fif esen rüzgârıyla, cöm e rtlik gül bîüıçcsinİn gülleri açılır; liatfunun suyu i!e de kerem ve ihsan gülbalıçesi süslenir. 7. Ş u yeşil deniz nedir? O n u n ihsan denizinden bir su kabarcığı; feyz ve bereketinin bir katresi "b ir katre feyzi” nedir? L u tfu n u n inci "y a ğ m u r” saçan b u lu tu ... (Y eşil denizden maksat gökyüzüdür.) 8. Ey cöm ertliği delil olan padişalı! B ağışların ölçüye gelmez bir dereceye ulaşılalıdan beri, lu tfu n u n delili yani bağışların için bir tanık hükm ünde olan ih ­ sanların, düşm anının m ünakaşaya girm esinin ön ün ü kesti. 9. M u h ta ç olanlara, avucum m bir anda serptiği hâzinenin ond a b irini, lö tu f tera7.!sinin kefesi haşre kadar tartamaz (Hazine ihsan edilen para yerinde kuHam lm ıştır. Ila ş r, kıy am e t günü dem ektir.) 10. Sen ne melek h uy lu bir m eliksin ki lu tfu n u n bir dem iyle, lu tu fk â r b ir davranışınla ihsan cennetinin bahçesi cöm ertlik kevseri ak ıtır. (Ş a ir, m elek ve m e­ lik kelimeleriyle cinas yaıuyor.) 11. Tanrı, senin yüce ve ihsanı b o l zatına ne keram et vermiş ki ayağm ın b astığı yer, lu tfu n Ab-ı hayatı haline geliyor. 12. C öm ertlik k itab ı senin şerefli adm la şeref bulm asaydı, bütün lû tu f de f­ terleri ve divanları hükümsüz kalırdı. (Şeref ve şerif kelimeleriyle cinas-ı nakıs yapılm ıştır).

23

13 Gün gibi sallanaum töpı göke ağsa ne tan Sana şunıldı bu meydânda çü çevgâtı-ı kerem 14 Bahr-ı cfıdım nice şerh olak' onun reşhasıdur Hâsıl-ı kân-ı sehâ maye-ı ummân-ı kerem 15 Saltanat hıl'atini kaddüne hayyât-ı felek Râst biçmese açılmazdı giıibân-ı kerem 16 Ne kadar zer var ise dest-i zer-efşânun ile Harf-i zer gibi perakendediır ey kân-ı kerem 17 Sîm Süretde siteni şekline yazılduğıy içün Tağıdnrsın anı düşman gibi ey hân-ı kerem 18 Gök tenûrında kurı kurs okmur mihr ile mâh Hân-ı lûtfunla İlrâvân olalı nân-ı kerem 19 Râse-i hırs toyar solVa-i İhsânundan Dest-i in ’âmun ile ârn olalı lıân-ı kerem 20 Mihr-i cûdnn çemen-i lûtf'a zer-efşân olalı Gülşen-i dehri bezer nergis-i bostân-ı kerem 21 Bıly-i hulkundan nrıtr. müş gibi dem ki tutar Hoş revâyihle cihân bâğını reyhân-ı kerem 22 Ahm ed’ün gani makası kesdi dilin şem gibi Sana rûşen diyemez hâlini sultân-ı kerem 23 Sen Süleymânı ne dille öğe bir mûr-ı za’îl Gelüre nutka hıeger lûtiun ile anı kerem 24 Husrcvâ pârclcdi cevr eli sabrunı yakasın üest-gir olsa deıııidür bana dâmân-ı kerem

24

13. Saltanatının topu, güneş gibi gökyüzüne yükselse; b u n d a şaşılacak ne var? Z ira b u m eydanda lû tf çevgam sana su nu lm u ştur.(Ş air, g ıiy u ç e v g ân denen oyuna işarette b u lu n u y o r. G u y denilen top at üstünde b u lu n a n kişilerin elindeki çevgan denilen deynekle çclin ip atılır. T op, m tiydan çcvgan kelimeleriyle tena­ süp sanatı y apılm ıştır.) 14. Senin cöm ertlik de nizin "d e niz gibi olan c ö m e rtliğ in " nasıl açıklanab i­ lir k i, cla çık lığı m adeninin m ahsulü ile ilısan ve b ağış u m m a n ın ın esası, on u n "a n ­ cak" bir sızıntısından ibarettir. 15. E ğer felek terzisi, p adişahlık liira tın ı d o ğ ru dürüst senin b o y u na göre biçm esiydi lu tu f kapısı a çılm azd ı. (Ilil'a t, padişahlara mahsus süslü elbise, kattan dem ektir. Şair, padişaha " T a n n , p ad işah lğın ı sana kısm et etmeseydi biz lû tfu n a m azhar o lam a zd ık " dem ek istiyor.) 16. Ey cöm ertlik m adeni "o la n p a d iş a h " ! Ne kadar altın varsa, senin in d saçan elinde, altın m anasına gelen zer kelim esinin harfleri gibi d a ğ ın ık b ir halde­ dir. (Farsça altın m ânasına gelen zer kelim esinin harfleri birbirine birleşik yazıl­ m az. Bu yüzden harfleri perakende yani d ağılm ış gibi görünür. Ş air, padişahın ihsanının b o llu ğ u n a işaret ediyor.) 17. E y lu tu f hanı! G üm üş m anasına gelen sim, zu lüm an lam ına gelen sitem şeklinde yazıld ığı iç in , sen onu, yani gümüşü d üşm an gibi dağıtırsın. D üşm anı nasıl dağtırsan o n u d a öyle ihsan edersin (Sim ve sitem kelimeleri Farsçadır. Ş e ­ kil itibariyle y a züışla n b irdir. Y a ln ız n o k ta ile ayrılırlar. Sim , bu rada gümüş para yerindedir.) 18. L u tfu n u n sofrasında lu tu f ekm eği ç o ğ ald ığ ın d an beri gökyüzü fırınınd a­ ki güneş ile aya kuru birer pide gibi bakılm aktadır. (L u tfu n u n sofrasında yerine lu tu fk â r sofranda d a denebilir.) 19. L u tu fk â r sofra, nim e t eliyle herkese açık o ld uğ u günden beri

insanla­

rın elindeki hırs kâseleri bu bağış ve ihsan sofrasından d o ğm u ştu r. 20. C öm e rtlik güneşin, iG tuf çem enliğine altın saçtığından beri, lû tu f b ah ­ çesinin nergisleri, dünya gül bahçesini bezem iştir. (G üneşin altın saçma.sı, ışıkla­ rım yollam asından kinayedir.) 2 1 . L u tu f fesleğeni, misk gibi senin tab iatm m kok usun dan dem vurur ve hoş kokusuyla dünya bahçesini tutar. 22. Ey h ıtu f sultan! G am m akası, A h m e d 'in dilini, m u m gibi kestiği iç in halini sana a ç ık ç a söyleyem iyor. (B irinci mısra, ey lu tu f sultanı! gam ve kader makası A hm e d 'in d ilin i, m ıım u n fitilin i nasıl keserse o şekilde kestiği iç in ... şek­ linde an lam ak gerekir. Ş air, üzüntünün kendisini karanlıklar içind e b ırak tığu n; halini ifadeden âriz ka ld ığm ı söylüyor.) 23. Süleyman Peygamber'e benzeyen seni, zay ıf bir karınca gibi olein "b e n " hangi dille övebilirim k i; meğer ki senin lu tfu n ve asaletin yine o n u n "y a n i b e n i" söyletsin (Süleym an Peygamber, u lulu k; ka n nc a d a küçüklük ve zay ıflı sembolü­ dür. K u r'â n 'd a N em i "k arın c a" suresinde ilk ayetlerde Süleym an Peygamber ile karıncanın konuşm asından bahsedilir.) 24. P adişahım ! haksızlık ve zulüm eli, sabrımın yakasını parçaladı; lu tu f e teğinin, elim den tutacak zam anı gelm iştir. (A hm e d Paşa haksızlığa u ğ ra d ığın ı söylerken '’lu tu f eteğin elim den tu ts u n " sözleriyle de eteğin elime gelsin, yani eteğini öp e yim de beni affet dem ek istiyor.)

25

25 Midhatün bülbülini gani kafesinde koma kim Hayfdur tûtîye zehr ey şekeristâıı-ı kereni 26 Ektemü'l-ha!l"i, senin acım a ve m erham et suyuna daldırarak "te m iz le n m e k " iç in , b ağışlam anın dalgasıyla lü t u f u m m an m ın coşm asını u m u ­ yo ru m . 29. Kara b ir toprak h alin d e y im ; bu "k a ra toprak h alind e ki" ölüyü canlan­ d ırm ak, hayata kavuşturm ak iç in cöm ertliğinin b u lu tu n d an Nisan "y a ğ m u ru " gibi lu tu f yağsa ne olur? (B eyit bize, H ac suresinin 5-6. ayetlerim hatulatıyor;... O n u n üzerine y a ğ m u r y a ğd ırd ığ ım zam aç. hareket başlar, yer kabarır ve sevinç veren her çeşit b itk iy i yetiştirir. Ç ün k ü A llah hak tır, ölüleri diriltir ve her şeye kâd ird ir... N isan y a ğm u ru ile sedefte İ n d hasıl o ld u ğ u n a in a n ıld ığ ım d a söyleye­ lim .) 30. İy ilik scvcriik ülkesinde vefa h ük m ü geçtikçe, b ağışlam a sarayında, lu­ tu f divanı durd uk ça; 31. İnsanlar âlemiclc b ağışlam anın k u lla n o ld uk ça ve cihan m an ına b ağ h b u lu n d u k ç a ; , 32. C ö m e rtliğin tem eli. İy iliğ in in o nu runu n derecesiyle yücelsİn.

d a lu tu f fer­

eliyle atılsın, lü t u f sarayı d a itib ar ve

33. A lla h 'ın lu tfu , K â b c ko n u k la rım nasıl her yıl rahmet yani acıma sofrası­ na lö tu f misafiri yaparsa; (K âb e k o n u k la n n d a n m aksat, K â'b e 'y i ziyarete gelen haalard ır.) 34. F c k k , düşm anlarını m ijbârck bayram ında kurban etsin; sen de dostları­ n a cöm ertlik suyu ile lîitu f ekm eğini ihsan et. 35. D üşm anlarının öm rü, tarih gibi sona ersin; ikb al yani m u tlu lu k kitabı, senin ad ım kendisine îu tu f unvanı yapsın.

27

Der Medh-i Sultan Mehmed Han GÜNEŞ KASİDESİ Fâ’ilâlün Fâilâtün Fâ’iîâlün Fâ’ilûn -

+

~



/



4-

------

I

^



I



1 Taht urup Tâk-ı felekde husrev-i hâver güneş Geydi ııâreııci kabâ urındı ııûr efser güneş 2 Mesned-I sultân-ı subh oldı serîr-i âsumân Saçdı pîrûze tabaklardan zer-ü-gevher güneş 3 Kufi açup dürc-i zebercedden cevahir dökdi kim Hâk gencin eyleye gencîne-i cevher güneş 4 Kulzüın-i Hiııdün batunnağa gümüş zevraklarm Bâd-ban-ı nûr ile^(onatdı fülk-i zer güneş 5 Dâne-i entünı dirüp meh hırmeninde her seher Bâl açup cevlân ider tâvûs-i zerrîn-per güneş 6 Gûyiyâ Nuşin-Revân-ı subhdur kira adi içün Lâciverdi kubbeye zencir-î zer asar güneş 7 Y â felek Mışnnda sultân oldı bir Yûsuf-cenıâl Yâ Züieyhadur tutar nârenc-i zer-peyker güneş 28

+



SU L T A N M E IIM E D H A N 'IN M E D IIİ H A K K IN D A (G Ü N E Ş K A S İD E S İ) ! . D o ğ u hüküm darı o lan güneş, gdkyüz.ü kem erinde "kem eri andıran g ök­ yüzünde" tah tım k u n ıp turuncu renkli elbiseyle nurdan b ir taç giydi. {Eskiden hüküm darlar genellikle k ırm ızı elbise giyerlerdi. Ş air, b u n a telm ihte b u lu nu yo r. G üneşin hüküm dara, sultana benzetilmesi gökyüzünde ondan daha b üyük ve daha parlak b ir cism in olm am asm dan dolayıdır.) 2. G ö k y üzü sediri, sabah sultanının d ay and ığ ı yer o ld u; güneşte firuze yani mavi renkli tabaklardan altm ve i n d saçtı. (Firuze tabakla, gögün m aviliği; altın ve inci saçmasıyla da güneşin ış ık la n kastediliyor.) 3. Güneş, toprak b u cağını mücevhcr hâzinesi haline getirmek iç in zeberced çekm ecenin k ilid in i açarak yeryüzüne ccvherlcr saçtı. (Zeberccd, yeşil renkli bir süs taşıdır. Burada zeberced çekmece ile gökyüzü kasdedilm iştir. Mücevher h âzi­ nesi ile de tabiata gelen canhlık; to prağın bereketliliği ve ye tiştirdiği bitkiler ve yicckIer an latılm ak isteniyor. H akikaten de yeryüzü her b akım dan bir hazine gi­ bidir.) 4. H ind denizindeki gümüş kayıktan batırm ak iç in güneş, nurdan yapılm ış yelkenlerle altın gemi d o nattı. (Ilin d denizi ile gecenin karanlığı; gümüş kayıklar­ la da yıldızlar kastedilm iştir. G üneşin nurdan yclkfcnlerle altın b ir gemi d o n a t­ ması ise, sabaha karşı gün do ğu su tarafından görünen aydınlık yani tan yerinin ağarması ve şafak sökmesiyle birlikte güneşin gemiyi andıran görünüşte d oğm ası­ dır. Y a n i şair, güneş d o ğ d u ve yıldızlar kayboldu demek istiyor.) 5 . A ltın kanatlı tavusa benzeyen güneş, seher vakti yani tan yeri ağarmadan önce, A y harm anında yıldız tanelerini toplam ak iç in kanatlarını açıp dolaşır. (A y, yüzünün yuvarlak görünmesi cihetiyle harm ana; yıldızlar da o harm andaki tanelere benzetiliyor. Güneş d o ğu nca y d d ız la n n kaybolm ası ise onlcU'in altın k a ­ natlı bir tâvus tarafından toplanm ası şeklinde tasavvur ediliyor.) 6. Sanırsın güneş, sal>ah vaktinin N uşirevân'ıdır ki adaletirû göstermek ve yaym ak iç in lâciverd renkli gök kubbeye altın b ir zincir asar. (Sâsâni hüküm darı Naşirevan sarayına, bİr çan astırarak ucuna bir zincir b ağlatm ış. Adaletine mürâcaat edenler o zinciri çekip kendisini haberdar ederlermiş.) 7. Güneş, ya gökyüzü M ısır'ında sultan o lm u ş Y u s u f güzelliğinde birini; yahud elinde altın turu nç Z cliha'yı an d uiy o r. (Ş a ir, K u r'ân 'd ak i Y u su f suresine telm ihte bulunarak Y u su f'u n M ısır'da m aliye nazırı m evkiine ulaşm asına, onu gören kadm ların, güzelliği karşısında turunç yerine ellerini kesmelerine işarette b u lu n u y o r ve b u münasebetle güneşi, Y u s u f güzelliğinde birine ve ellerinde altın turu nç tutan Zeüha'y a benzetiyor.)

29

8 Yâ cemaline cihâtıun nûr-u-fer virınek içün Rûz ruhsânııdan açdi anberin m i’cer güneş 9 Hak budur kim Şâh dîvânm temaşâ kılmağa Düzdi tâk-ı zer-nigâra lâ’lden manzar güneş 10 Kendünün hüsn-ü-cemâlin fikr iderken germ olup Cân diliyle eyledi bu matla’ı ezber güneş 11 Subh-dem cevlân idüp tâvûs-i zertiıı-per güneş Büstâmna sipüırün virdi zîb-ü-fer güneş 12 Zfnet-i Bâğ-ı İrem tutıııag içün gül-zâr-ı subh Eyledi gök sebze-zâvtn pür-gül-i ahmer güneş 13 Kûze-i yâkût ile pîrûze-gfin dolâbdan Çarh-J nıînâ-rengi shııâb itdi ser-tâ-ser güneş 14 Bezm-i ‘ayşın Zöluenün geım ilmeğe sâkî sıfat Âb-gun akdâh içinde gezdürür âzer güneş 15 Geh lıamâm ı mâlı-ı tâbâna dakar sîmm cenâlı Geh düzer Sımurg-ı çarha âteşin şeh-per güneş

30

8. Y a h u d cihanın yüzünün güzelliğine n u r ve parlaklık vermek iç in , gündü­ zün yanağından anber renkli örtüyü açtı. (A nber renkli örtüden maksat gecedir. A nber siyaha çalan aJaca renkli gU;^cI k o k u lu b ir maddedir.) 9. D oğrusu şu ki, güneş, padişahın divanını seyretmek iç in , altm la süslen­ miş olan kemere, lâ 'ld e n bir pencere aç tı. ( Ş â h veya padişah divanı,hüküm darın vezitleriyle beraber tertip e ttiği to plantıd ır. Bu toplantıların genellikle sabahın erken saatlerinde ya p ıld ığ ı bilinm ektedir. A ltın la süslü kemerle, yıldızlarla dolu olan gökkubbe ifade edilm iştir. M anzar, bakılan yer demek o ld uğ u iç in pencere sözünün ku llan m ayı tercih e ttik . L â 'I pencereden m aksat, güneşin doğarken lâ 'l ^ b i kırm ızı bir görünüşte bulunm asıdır.) 10. Ve kendisinin güzelliğini düşünürken şevke geldi, co ştu ve can diliyle bu m atlaı ezberledi. (M atla, doğacak yer manasına geldiği gibi şiirde de ilk beyte verilen addır. M a tla beyitleri kafiyeli olur. N ite kim b u beyitten sonraki beyitte şair, yenibir m atla ile yani yeni bir görüşle şiirine devam ediyor. Bu

mısrada

b u na d a İşaret o lu n m a k ta d u . Ezberledi sözü ay nı zam anda o k u d u manasını, da taşım aktadır.) 11. A ltm kanatlı bir tavusu andıran güneş, sabah vakti dolaşm aya başlayın­ ca, gögün bahçesini süsledi ve aydınlattı. (B u beyitle şair, tecdid-i m atla ediyor, yani yeni bir m atla yazarak yeni bir d uyuş ve görüşle sözlerine devam ediyor.) 12. Sabah gülbalıçesi, İrem b a ğ ı'n ın süsü olsun, yani onun güzelliğini elde etsin diye güneş, gök çcm e nliğini kırm ızı güllerle d o ldurdu. (İrem B ağı, de hüküm sürmüş olan A d kavm inin m eşhur hüküm darı Ş e d d âd tarafından cen­ nete benzetilerek ya p ıld ığ ı ileri sürülen b ah çe n in adıdır. Sabah,

bahçesine

benzetiliyor. G ö g ü n çem enliğe benzetilm esi de gürıeştn d o ğ d u ğ u sırada gögün yeşili andıran b ir renge girmesinden dolayıdır. G ögün yeşili andıran renkleri ara­ sından ışıldayan güneş ışıkları da kırm ızı güllere teşbih edilm iştir.). 13. Firuze renkli "s u " dolabından , y a k u tta n çanakla "d ö k tü ğ ü " ışık ile cam mavisi rengindeki göğü, baştan başa cıva gibi parlak bir hale soktu. (Firuze, açık mavi renkli bir süs taşıdır. Firuze renkli dolap, mavi renkli gökkubbe de­ m ektir. Y â k u t çanak d a güneş yerinde ku llan ılm ıştır. Şair, güneşin gökyüzünden saldığı ışıkla o n u n rengini cıva rengine döndürd üğünü yani ğcccyi sona erdirip sa­ bahı getirdiğini söylemek istiyor.) 14. Zühre yıld ızınm yeyip içm e ve eğlence toplantısını coştunıpşenlendirmek iç in güneş, iç k i sunan kişi gibi parlak kadehler içinde ateş yani şarap gezdi­ rip durvır. (Zühre, in an ışa göre bezm-i ayş tertip eder. Saz çalar, şarkı söyler, onun karşısında g ök, bazen de güneş oynar. "G e z d irir" sözüyle güneşin bu işaret ediliyor.) 15. Bazen parlak ay güvercinine gümüşten; bazen de felek yani gök A n k â ' sına ateşten kanat takar. (Parlak ay, dolunay anlam ında da düşünülebilir. A y gü­ vercine; felek te A n k â kuşu na benzetilm iştir. G üm üş kanala ayın etrafındaki h â ­ le ateşten kanat ile de güneşin ışıkları kastedilm iştir. Şair h âle ile, güneş ışığını birer kanat b içim in d e tahayyül ediyor.)

31

16 Ayda bir kez kâsesin anberle ıııâlıun toldurur Tâ ki Şeh bezıninde bir dem gezdüre micnıer güneş 17 ZılI-! Hak Sultân Muhaınmed Hân kİ olıııışdur anuıı İşigi foprağınun her zerresi enver güneş 18 Nite kim her dânenün zımnında mıızmerdür seçer Zerre-i hâk-i derinde şöyledür muzmer güneş 19 Pâdlşâh'i iıeft ikllnı-i sa’adetdür k'anun Hâk-I pâyI cevherin idindi tâc-ı zer güneş 20 Bir şehenşâh'i kader-kadrü kazâ-rfldur k ’olur Bamına hindû Zuhal der gâhına çâker güneş 21 Nûr-ı çeşme-i âlenıü çeşmü çerağ-ı kâ’inât Şensin ey Şeh kim yüzün nürmdan umar Ter güneş 22 Şensin ol kim âsumân iklimine sultân iken Gerd-i haylünden urınur anberln efser güneş 23 Şensin ol kim hıl’at-i fermân-ı hükmün geymeden Olmadı zer tfg ile sultân-ı hahrü ber güneş 2 4 Şensin ol kim şeh-nişîn-l bezm-gâhunda müdam Yâ Süleyman tahtıdur yâ câm-ı İskender güneş 25 Sâld-i bezmün ele câm alduguıca dir hked Yâ güneş sağardadur yâ gezdürür sağar güneş 26 Ey ki bâb-ı rif'atünde halka-i sîmîn hilâl V'eyki devr-i kubbe-i Izzünde zer çenber gıineş 27 Kadrün ordusında gök bir sâye-bândur kini ana Ser-imâd-ı sîmdür mah-ü-tınâb-ı zer güneş

32

16. Padişah meclisinde b ir dem "b ir kere" buhu rd an gezdirsin diye güneş, ayda bir defa ayın kâsesini anbcrle d o ldurur. (A y kâsesindeki anberden maksat üzerinde görülen siyah lekelerdir. A y , ayda bİr kete do luna y halinde görünür. Ş airin "a y d a bir k e z"d e n m aksadı b u d u r. Bu b e yit, m edhiyeye giriş yam girizgâh beytidir.) 17. H ak k ın "T a n rm ın " gölgesi olan Sultan M ehm ed H an ki o n u n b u lu n d u ­ ğu ye rin" eşiğinin toprağının her zerresi en nurlu, en parlak b ir güneştir. (Kasi­ denin m edhiye kısm ı bu beyitle başlıyor.) 18. Her danentn içinde nasıl b ir ağaç

saklıysa, o nu n "p a d iş a h ın " kapısı­

nın toprağının zerrelerinde de öyle bir güneş vardır. (Bir danede bir ağacın saklı olması, b ir çekirdekten bir ağacın m eydana gelmesi dem ektir.) 19. O , yedi m u tlu lu k ik lim in in "b ö lge sinin" padişahıdır; bu sebeple gıineş, onun ayağının bastığı to|>rağm cevherini başına tac e d in m iştir. (Eski coğrafyacı­ lar, dünyayı yedi iklim e yani bölgeye ayırm ışlardı. Ş air b u yüzden yedi sayısını kullanıyor. D aha doğrusu, Fatih, dünyanın padişahı gil>i görülüyor.) 20. O "a y n ı zam an d a" kader kudretli, kaza tedbirli bir şahlar şahıdır. Ziilial yıld ızı, sarayının d am ınd a b ir b e kçi; güneş ise sarayının kapısında bir h izm e tç i­ dir. (K ader, T anrının ezeli hükm ü, kaza da Tanrının hükm ünün ve takdirinin m eydana gelmesi dem ektir. Z u h al yjidızırun dam da Ilin d li oJınası o nu n, bütün gezegenlerin üstünde bu lu nm ası ve dam d a b e k ç iliğ i eskiden Ilin d li kölelerin yapmasıyla alâkalıdır.) 21. "E y ş â h i" âle m in gözünün nuru ve k â in a tın gözü ve kand ili sensin ki güneş "b ile " senin yüzünün nu ru n d an ışık um ar. 22. Sen öyle bir padişahsın ki güneş, gökyüzü iklim ine yani ülkesine sultan olmasına rağm en, senin askerinin "a y a ğ ın d a n ka lk a n " tozdan başına anber taç giyer. (Askerin kaldırdığı tozdan güneşin göriilm ediği ve bu tozun güneş sultanın başınd a anberden bir taç gibi düşünüldüğü ifade ediliyor.) 23. Sen öyle bir kişisin, öyle bir padişahsın ki'güneş, senin hükm ünün fer­ m anıyla h il'a t giym eden önce altm kılıcıyla deniz ve karanın sultanı olam adı. (H il'at, padişah veya vezir tarafından takdir o lun an bir kişiye giydirilen süslü el­ bisenin adıdır.) 24. Sen öyle yüce b ir padişalısın ki m eclisinin şahnişininde güneş, y a Sü­ leym an Peygam ber'in tahtı, ya da İskender'in kadehi hükm ündedir. (Burada cam-ı İskender âyine-i İskender yerinde k u llan ılm ıştır. Rivayete göre âyine-i İskender A risto'nun icad ettiği bir aynadır ki onu n la gelen d üşm an görülür ve

o n a göre tedbir alınırm ış.) 25. Senin meclisinde sâki, eline kadeh alınca akıl der ki: y a güneş kadehte­ dir, y a güneş kadeh gezdirm ektedir. (Saki, mecliste içk i sunan kişidir.) 26. Ey yüksek kapısına, h ilâ ü n güm üşten b ir halka: u lu lu k , yücelik kubbe­ sinin etrafına da güneşin altından b ir cenber o ld uğ u padişah! 27. Senin şeref ve itib arın ın ordusunda gök b ir gölgeliktir; ay ise onun gü­ müşten b ir direk başlığı; güneş te "güneşin altın ışıkları d a " altın yani sırmalı ip ­ leridir.

33

28 Ey ki nıihründen zeminü-âsumân germ olmağa Şeb sipend oltîiışdur encüın fiüflil ii âzer güneş 29 ‘Ahd-i ‘adlünde yumarlar cürnle ılduzlar gözin Girdüğince çeşnıe-i kâfüra bi-mîzer güneş 30 Vİrmese lûtfun eli raimı-i felekdc perveriş Mader-i eyyânıdan toğnıazdı tâ nıalışer güneş 31 Nâ-gelıân irse sipihre nâr-ı kalının zerresi Âsumân dûd-ı siyâh olurdı hâkister güneş 32 Şöyle korkuinıış yüreğin hançerüıı tîz-âbı kini Kanda bir su görse berg-i bîd-veş diLrer güneş 33 Mihrünün bâzârınabir vech ile gernı oldı kim Kapudan yüz kez kovarsan bacadan düşer güneş 34 Gclı ser-i nîzenle bozılur sevâd ı rûy-i mâh Geb gubâr-ı süınm-i esbünden olur ağber güneş 35 Güyiya nâl-i seınendündür hiiâl-i id-i fetlı Mih-i aiıteıdür zafer bürcinde ne abter güneş 36 Önif'i hasmuna şebîhûn ilmek içün her gice Gök geyer Şâmî zırıh mehden düzer miğfer güneş 37 Düşınenün kanın döküp tig-i zer-endûdtn siler K’atlaş-ı gcrdüııun eyler dâmenin ahmer gi'ıneş

34

28. Y e r ve gök senin scvRİne ısınm ak iç in gece üzerlik to h u m u , yıldızlar ka­ rabiber, giineş te ateş olsnuştur. (Ü zerlik to lm m u tütsü olarak kullanılır. Burada aynca gece yerincledir. Ateş olarak düşünülen güneş, üzerlik to lm m u olarak ta­ savvur edilen Rcceyi ve karabiber gibi tahayyül edilen yıldızları yakacak ve hazıl plân sıcaklık ile yer ve gök ısınacak yani kısaca şair, güneşin doğm asıyla, gccenin karanlığının ve karanlığın ortadan kalkacağını ve b u n u n neticcsi olarak yerin ve göğün ısınacağını söylüyor.) 29. Senin adaletinin devrinde güneş, peştcnıalsız yani ç ıp la k olarak kâfür çeşmesine girince, yıldırlar da gözlerini yum arlar. (K â fu r, hekim likte kullanılan k o k u lu , şeffaf ve beyaz bir m adde olup b urada k â fu r çeşmesi terkibiyle gökyüzü an lam ını verm ektedir. Kısaca beyitte, güneş d o ğu nca yıldızların ka y b o ld uğ u na işaret ediliyor.) 30. Senin lu tfu n u n eli feleğin "g ö ğ ü n " rahm inde besleyip terbiye etmesey­ di güneş, mahşer "k ıy a m e t” gününe kadar günlerin anasından do ğm azdı. 31. Eğer kahrının "g aza b ın ın " ateşinin zerresi, ansızın feleğe ulaşsa, isabet etse, gökyüzü "fe le k " sıyalı b ir d u m a n olur; güneş te kül haline gelir. 32. H ançerinin kezzabı, güneşin yüreğini öylesine ko rk utm u ş ki, nerede bir su görse söğüt yaprağı gibi titrer. (Ş a ir, pad işah ın hançerine su yerine kezzâb verilmiş o ld u ğ u n u talıayyül ediyor; yani hançerinin sanki kezzâb verilmiş gibi yakıcı ve keskin o ld u ğ u n u ve b u yüzden güneşin bile ondan k o rk tu ğ u n u söylü­ yor. S anatkâr, daJgah bir suya vuran güneşin aksinin orada titrer gibi görünmesind tn istifade ederek böyle düşünüyor.) 33. G üneş, senin m uhabbetinin pazarına o derece ısındı ve alıştı ki yüz kere kapıdan kovsan, bacadan düşer, bacadan girmeye kalkar. 34. Bazen ayın yüzündeki karalık "a y ın sathm da görülen lekeler" m ızrağı­ nın u cuyla b ozulur; bazen de atının tırnciklarından kalkan toz ve d um and an gü­ neşin yüzü toza bulanır. 35. Fetih bayram ının h ilâ li sanki senin atın ın nah; güneş te b ir yıldız değil de zafer burcunda yıldızdan b ir çividir. 36. G öky üzü, senin düşm anının h ayatına gece baskını yapm ak iç in her gece Ş a m zırhm a yani akşam karan lığından zırha bürünür; güneş te ayı miğfer edinir. (Eskiden Ş a m şehrinde iy i silâhlar ya p ıld ığ ı iç in şair, zırh kelimesini o n u n la b ir­ likte kullanıyor. K elim enin diğer m anası akşam dem ektir ki burada kastedilen anlam da odur. Gece baskını tertip eden gökyüzü, akşam veya karanlık denen zırhını giyiyor; güneş te ayı m iğfer ediniyor: o n u n y o k lu ğ u n d a ay gökyüzüne miğfer oluyor.) 37. G iineş, düşm anın kanm ı d ök üp altın kaplam alı kılıcını silerek "S ild iğ i iç in " atlas gögünün eteğini kıp kızıl yapar. (A tlas gögü, 9 .kat göktür. Arş ta denir ve bütün gökleri çevirir. G üneşin b atm ak üzere iken k ıp k ırm ızı

ü

Iu ş i i ,

düşm anm

kanın ı dökm esine; k ılıc m ı silmesi "g ün e şin " batm asına; Atlas gögünün eteğini kıp kızıl yapması d a g u n ıp tan

sonra ufu kların kızarm asına işarettir.)

35

38 Işnıetün devranıdur isminde le’nlş olmağın Seyre çıkdııkca büıiııür tiürdan çader güneş 39 Kankt iklîıne ki perlev salsa adlün sayesi Ol diyar tçre görinür zerreden kem-ter güneş 40 Cevher eyler cün kara toprağı İfttfun tâbişi Gam degül itmezse ayruk sengden gevher güneş 41 M(lh-ı rüyât 1 celâlünden hacildür âsunıân Sâye-i şebde hayadan gizlenür ekser güneş 42 Hıısrcv-i rüy-i zenıîn dirsetn ne fahr olsun sana K’âsumân -1 kaşr-ı kadründe-oldı hâk-i der güneş 43 K’anda enzer kasrnna bir âfilâbı-ile felek Ki-anda her bir cam olubdur bir ziya-güster güneş 44 Hergiz oluıaya-idi jenginden küsüfun rü-siyah Ger sığınsa sayene âyine-i hâver glmeş 45 Âfıtâb'i râyuna olmaz mukabil nice kim Arz ide labl-u ‘alemle nurdan leşker güneş 46 Tîğ-i âteş-bâr-ı rüşen-rûy-i dîn-âıâyunun Kabzasına mâh ahler yüzine zîver güneş 47 Ger Skender istese eııvâr-ı râyundân meded RâU-ı ?.uln\eide olurdı haylına reU-beı güneş 48 Şehriyarâ adunı minberde yad itse hatib Nûr ile mescid tolar filhâl olur minber güneş

36

38. Z a m anın, tem izlik ve iffe t devri o ld u ğ u n d a n güneş, seyre, dolaşm aya ç ık tığ ı zam an, ad m d a d işilik o ld uğ u iç in nurdan bir örtüye bürünür, yani ışınlar­ la örtünür. (G üneşin adında d işilik olm aktan maksat, güneş kelim esinin A rapça' da dişi telakki edilmesidir. G üneşin etrafa saçtığı ışıkları nurdan b ir örtüye b e n ­ zetiliyor, d işi " d iş il" te lâk k i edilm esi örtünm esine sebep gösteriliyor.) 39. Senin adaletinin gölgesi hangi iklim i yani ülkeyi aydınlatırsa orada gü­ neş, bir zerreden daha küçük "değersiz" görünür. 40. L u tfu n u n , ik râ m m ın pırıltısı kara toprağı cevher haline getirir, artık, b u n d an sonra güneş, taştan cevher çıkarm asa yani taşı cevher haline getirmese de ne gam. 41. G ökyüzü, senin u lu lu ğ u n u gösteren sancaklarda b u lu n a n aydan "a y la r­ dan "a y la rd an " utan m ıştır. Güneş bile onlardan u ta n ç d u y d u ğ u iç in ç o ğ u za­ m an gecenin gölgesine gizlenm ektedir. (A y ile hem sancak gönderindeki ay, hem de bayrağın üstündeki ay kastedilm iştir. Geceleyin güneşin kaybolm ası utancına sebep gösteriliyor.) 42. Sana yeryüzünün p adişahı dersem b u övünülecek b ir şey m i; b u n u söy- . lemekle seni övm üş sayabilir m iyim ? Senin yücelik sarayın göğünde güneş, kap ı­ nın toprağı hükm ündedir; kap ın ın toprağı gibi değersizdir. 43. G ökyüzü, bir güneşiyle senin sarayına nasıl benzer ki; sarayındaki cam ­ ların her biri ışık saçan birer güneş gibidir. 44. D o ğ u n u n aynası olan güneş, senin him ayenin gölgesine sığınsaydı küsuf " t u tu lm a " pasında asla yüzü kararm azdı (K üsuf güneş tutulm asıdır. Ş air küsuf esnasında güneşin yüzünün siyah giStünmesinı, padişalnn hiınayesinc sığınm a­ masına bağbyor.)

4 5 . G üneş, davullar ve sancaklarla nurdan askerler gösterip ileri sürse bile "gene d e " senin fikrinin, düşüncenin güneşiyle mukayese edilemez. (D avul, san­ cak ve askerle, güneşin doğm ası sırasmdaki yuvarlak görünüşü, ya y dığ ı k ızıl ışık­ lar ve m eydana getirdiği aydınlık kastedilm ektedir.) 46. Senin dini süsleyen o parlak yüzlü vc ateşler saçan kılıcının kabzasına ay, yıldız; güneş te süs " o lm u ş tu r ". (Ş a ir p aılişiihm kılıcının kabzasında ayın y ıl­ dız; güneşin de süs olmasıyla, kabzanın elmas ve altınla bezenm iş o ld u ğ u n u an­ latm ak istiyor.) 47. Eğer İskender, senin parlak fikirlerinden yardım isteseydi, gürvcş, o n u n kanafth^lar ülkesinin y o h ınd a "yürüyen" askerlerine rehberlik ederdi. (Efsaneye göre, insanı ölm ezliğe u laştırd ığına İnanılan Ab-ı hayatı aramak iç in İskender, H ızır ve İlyas peygamberle birlikte karanlıklar ülkesine girmiş H ızır llyas Benpsu da denen Ab-ı hay atı b u hıp ölm e zliğe ermişler, İskender ise y o lu n u k ayb etti­ ği iç in geri d ön m ü ş. Ş air buna işaret ediyor.) H ızır İlyas Bengisu da denen Ab-ı hayatı b u lu p ölm ezliğe ermişler, İskender 4 8 . E y p adişah, eğer h atib , m inberde adını anaoık olsa, cami n u r ile dolar, m inber de derhal güneş kesilir, güneş haline gelir. (Mescid, hakikatte secde edile­ cek yer dem ektir. K üçük camİ anlam ına da gelir. Biz padişahın yüce m akam m a uygun düşsün diye cami dem eyi uygun b u ld u k . C um a günleri ibadethanelerde minbere çık ıp hutb e o kuyan ve kendisine hatip denen hoca h alka verdiği dinİ nasihat arasında devrin padişahına da du a ederdi.)

37

49 5alır-ı cüdundan felek fiilkiıı cevâhir toldurup Düzedür şekl i hilâliden ginııiiş lenger güneş 50 Şâh bezminde ‘amel olmağa bu kavl-i gaıib İdinüpdür Zöhre-i zehrâyi hlnyâ-ger giıneş 51 Ey ‘arûz-ı hüsnüne âyine nıeh zîver güneş Göıinür ‘aks-i cetnalünden cihânyek-ser güneş 52 San ki ınağribdür saçım k ’anda ğıırûb eyler kamer San ki matla’dur yakan k ’andan tulü eyler güneş 53 Tûtî-ser-sebzdür k ’âyînede per gösterür Hatt-ı ruhsârun kim olmışdur ana det-ber gi'meş 54 Bir gice düşümde sen mâln der-âğâş eyledünı Gördütn olmış nûrdan bâlin kamer bister güneş 55 Kim ki nezzâre kıla hârşide lıaddün var iken Nâzının çeşmine hışmından sokar hançer güneş 56 Öykünelden yüzüne heıgiz bakjimaz yüzine Bî hayâdur k ’oldu bu vech ile rnüslahkar güneş 57 Okidum hatlın lebinde kim gııbâr-ı nıüşg ile Çeşme-i cân üzre yazmış Sûre-i Kevser güneş

38

49. G üneş, senin cöm ertlik denizinden gök gemisini mücevherlerle doldurur ve h ilâ l şeklinde gümüş çanak yapar. (Beyitte gök gemiye; yıldızlar mücevherlere h ilâ l de çanağa teşbih edilm iştir. Lenger, gemi çapası ve ayrıca ge­ niş ve yayvan çukurca, büyük çanak ve sini dem ektir ki genellikle kalmca bakır­ dan y a p J ır :b u yüzden biz kelim eye daha yakışfffı çanak aııla m m ı verdik). 50. Güneş, bu ” şn aşağıda gelen" yeni sözler, yani fü£te, şalım mcclisinde, to p la n tı yerinde o kunsun diye parlak yüzlü Zülıre gezegenini hanende olarak tu t­ m u ştu r, vazifelendirm iştir. (Güneş, gezegenlerin stıltam telâkki edilir. Bu sultan, gezegenlerin her b irini bir işle g iiırvlcndirm iştir. Ziihrenin görevi sazendelik "saz çalıcıhk" ve hanendelik yani ’ 'o k u y u c u h ık "tu r. Kavl-i garib'i orijinal kelimesiyle karşılam ak ta m üm kündü. Nfcdhiye b u beyitle b itiyo r. Ş air kavl-i garib ifadesiyle aşağıdaki gazele işarette b u lunuyo r.) 51. Ey güzelHğinin gelinine aym ayna; güneşin de süs o ld u ğ u sevgili! Senin yüzünün güzelliğinin aksinden dünya, başatan başa güneş " gibi p arlak" görünür. (Ş air, bu beyitte kaside içind e bir gazele b aşbyor, ki b u n a tegazzül adı verilir. Gazel 60. beyitte sona eriyor.) 52. Ey sevgili! Saçların sanki ayın b a ttığ ı b atı; yakan da âd e ta güneşin d o ğ d u ğ u yani göründüğü d o ğu d u r. (Sevgilinin saçları siyahlığı cihctiyle batıya ya­ ni m î^ r ib e benzetiliyor. Y a k a bir şeyin doğacağı, ortaya çıkacağı yer olunca, oradan doğacak olan şey de güneş yani sevgilinin bo ynu ve sinesi oluyor.) 53. Senin yüzündeki ayva tüyleri, aynada kanadını gösteren yeşil başlı d u d u kuşu yani papağandır ki güneş ona aynalık yapm aktadır, aynalık vazifesini gör­ m ektedir. (Ş a ir, papağanın aynaya bakarak konuştnasındarı veya k o nu şturu lm ak iç in aynaya karşı tutulm asından istifade ile yanakların iki yanındaki tüylerini pap ağ ın m kanadlanna; yanakları d a aynaya teşbih ediyor. Y eşil başlı sözü ile ayva tüylerinin gri ve yeşile çalan rengi; yüzün tam am ı ifade ediliyor.) 54 . Bir gece, rüyam da senin gibi bir ay "p arç ac ın ı" kucakladım ; ayın n u r­ dan b ir yaslık, güneşin de yatak o ld u ğ u n u gördüm . 55. G üneş, senin yüzün dururken kendisine "güneşe" bakan kişiye kızar ve şualarından o n u n gözüne hançer saplar (G üneşin şuaları yani ışınları hançere benzetiliyor ve ona b ak m anın m üm kün o lm ad ığı ifade ediliyor.) 56. Ey sevgili! (»üneş, senin yüzün taklide k a lk tığın d a n beri yüzüne b ak ıl­ maz o ld u. Bu uta nm azlığ ı yüzünden de hor görüldü; küçüm sendi. (Beyitte, güne­ şin yüzüne bakılm asm a sevgilinin yüzüne benzemeye k a k m a s ı sebep gösterildiği iç in hüsn-i ta'lil sanatı vardır.) 57. D u d a ğ ın ın üstündeki yazıyı o ku d um d a gördüm ve anladım ki güneş, Ab-ı hayat kaynağının üstüne misk tozu ile Kevser süresini yazm ış. (D u d ağ ın h a ttı d u da ğın üstündeki ayva tüyleridir. B unlar, siyah ve alaca renkli oluşu yla misk to zu gibi tahayyül ediliyor. H a t "y a z ı" sözünün gubar-ı m üşg yani misk to ­ zu ile beraber kullanılm ası, bize g u b âr denilen ç o k ince ve küçük yazı tip in i ha-, tırlatıyor. Bu yüzden gubar—ı m üşg’ü gııbaryazısı tarzında d a anlam ak m üm k ün­ dür. Çeşme-i can,hayat çeşmesi dem ektir ki Ab-ı hayat yerinde ku llan ılm ıştır ve dudağa işarettir. Kevser süresi ile de dudak üstündeki ayva tüyleri kastedilm iştir. Kevser öbür dünyada inananlara d ağ ıtılm a k üzere H z. Peygamber'in emrine veri­ len iç im i hoş bir suyun adıdır. K u r'a n 'u ı 108. süresinde adı anılm aktadır.)

39

58 Raks urur hengâme-i’ışkunda bir can-hazdur Kim olur zeırin resenle asılub ^eııber güneş 59 Bahr-ı ğaında görmedi nıifıründen akan göz yaşın Fes neden dirmiş ‘Atâyî k ’oldıdür-perver güneş ' 60 Göricek yüzünde züliün rîsmânın sanuram Nûr ile yazmağa Şeh medliin çeker mıslar güneş 61 Husrevâ nıeh-izanıîrün fıkr iderdüm dün gice 1ali ‘oldı jnaşrık-t endîşeden enver güneş 62 Ebr-i gam var yohsa iTiedhünde redif itmek degül Pertev-i zihnünıdctı olurdı yedi kişver güneş 63 Nûr-ı mihrindcn suva'rııp şâhını eş’ârumun Güişenümde aliler olurdı şükule ber güneş 64 Bir nazar kıl Alımed’e ey nûr-i çeşme-l kâ’inât K’âb-ı lütfundan olupdur ebr gibi ter güneş 65 Tâ zümürrüd sebze-zânnda si|)ilırün her seher Sâğâr-ı pîrüzeye döker mey-i aşlar güneş

40

58. G üneş, âşıkların bir araya toplanıp, kavi’ n, giiriiltii çıkardıkları yerde, altından iplerle asılıp çem ber şeklini alan ve oynayan bir canba?;dır. (Güneşin canbaz gibi taJıayyiil edilmesi b o ş lu k ta asılı d u rur gibi düşünülm esinden kinaye­ dir. A ltın d a n iplerden m urad, RÜncşin yere d o ğru uzanan ışınlarıdır ki bunlar al­ tın sansı tengindedİT ve güneş bu nlara asılmış b ir çem ber şeklinde tasavvur ed ili­ yor. O ynam asından m aksat ta zam an zam an b u lu tla r arasına girip çıkm ası ve de­ vam lı hareket halinde olmasıdır.) 59. A tâ y i, sana d uyulan sevgiden d o lay ı, gam denizinde akan gözyaşını görm ediği halde, güneşin neden inci m eydana getirdiğini söylem iştir acaba? ( Ş a ­ ir burada A tâ y i'n in şu beytine işaret ediyor: B uldı balu-i dilde m ihründen A tâ y ı n a zm ı zeyn Adet-i m eşhurdur o ld u ğ dür perver güneş) 60. E y sevgili! Yüzünde sacının telini görünce şahın m edhini nur ile yazm ak iç in güneşin, mıstar ç e k tiğ in i sanm m . (S açınm teli, hakikatte saçının telleri de­ mektir. M ıstar, bir h attatlık terim idir. Eskiler kitap yazarken ku rşu n kalemle sa­ tırları ç izm e k ve yazı y azıld ıktan sonra onları silmek gibi u zu n ve yorucu b ir iş ­ ten ku rtu lm a k iç in kolay b ir yo l b u lm u şlard ı. Bir karton veya m ukavvanın üze­ rine satırlan göstermek üzere ibrişim ipler gerilir ve bunlar arkadan düğümlentrdi. Y a z ı yazılacak k â ğ ıt bu ipler üzerine k o n u p elle bastırılınca izler kâğıd a ge­ çerdi. H atta t ta satır m akam ında o lan bu izler üzerine yazı yazardı.) 61. Ey padişah! Ü ün gece senin gönlünü, kalbini medh etm eyi, övm eyi dü­ şünüyordum ki düşüncc d o ğu su nd an çok parlak bir güneş d o ğd u .(K asid e n in fah­ riye kısm ı bu beyitle başlıyor. Fahriye, şairin övünmesi dem ektir.) 62. G a m b u lu tu z ih n im i sarmış; kişver kelimesini senin medhin h akkında redif olsun diye söylem iyorum ; e^er söyleyecek olsam zih n im in parlaklığından d ünyanın yedi bölgesi güneş kesilirdi. (R e d if, şiir d u d a k d a , ş a r a b ı n k ı ı m ı / ı le n k l i o l m a s ı n a s e b e p o l a r a k g ö s t e r i l m e k l e lıilsn-i t a ' l i l s a n a t ı y a p ı l m ı ş i ı r . B ir i n ci n ı ı s r a d a k i lal e g ib i s ö z ü ile k a d e h i n ş e k l i n e işare t v a r d ı r , ( j o n c a s ö z ü ise g o n c a gib i k ü ç ü k d u d a k içi n k u l l a a ı l m ı ş t ı r . Y a n i g o n c a , d u d a ğ ı n m a ?, tn ı n u ıd ıı r . ) 7 . f e l e k l e r e ( l i n h n r g t h i b c tı iı n k(ii;f^frın «jckifreıt ş e y , in r l li l e r iı n in f ih e n g in in p e r d e l e r «lışınu ç ı k m a s ı d ı r . O ' C İ c k s ö z ü ile b e m g ö k y ü z ü , h e m in s a n l a r k a s t e d i l m i ş t i r . Ş a i r , t a n b u r ç a l a n k i ş i n i n o n u n s e s i n i n p e r d e s i n i a y a r l a r k e n nas ıl k u l a ğ a b e n z e y e n d ü ğ m e s i n i s a ­ ğ a s o l a b ü k e r s e , l'elc kler y a n i in s a n l a r d a h a y k ı r ı ş l a r ı n ı n a h e n g i n i n f a z l a l ı ğ ı n d a n b e n i m kulağım ı ö y le c e ç e k e rle r d e m e k isliyor. Beyitte m usiki te rim leri kullam lınıştır. H a y k ı­ r ı ş a h e n g i n i n k u l a k b ü k m e y e s e b e p t) lı n as ı d o l a y ı s ı y l e d e iı üs n- i t a 'l i l s an at ı v a r d ı r . ) 8. A h m e d s e n i n l a ' l e b e n z e y e n tatlı d u d a ğ ı n ı n b a h n ı a ç ı k l a m a y a k a l k s a , b u n u g ö r e n “ hcı ııasri b i r ckıdtı k u ş u d u r ki tatlı . w z l c r i b i r ş e k e r d e n l i d i r " d e r . ( l ' û t i - d m i ı ı - v e y a p a ­ p a ğ a n , k o n u ş a n b i r k u ş o l d u ğ u iç in d u d a k l a b e r a b e r z i k r e d i h n i ş t i r . B c y i l . d u d a ğ ı n v a s ı f ­ l a n o l a n “ l a ' l , n û ş , ş e h d , tût İ, ş î r î n v e ş e k e r ” k e l i m e l e r i ile d o l u d u r . )

121

(2 9 ) M e fû lü F â’ilâtü M efâ’îiü F â ’ilün — —

+ / — +

/

+

— — +

+

1 H ikm etde ağzı m ubtil-i kavl-İ hakîm dür Kim m aııtıkında nokta-i vehm i dü-nîm dür 2 Nice mivSâl göstere âyûıe-i felek Ol nev-arûs-ı h ü sn e ki misli adîm dür 3 M ushafda kadd ü ziilf ü d eh ân u n mı gördi kim Dil tıflı okuduğı elif-iâm mim dür 4 Ü ftâde y aşlaru m ki nazard an düşüpdürür M erdüm lük it esirge ki bir kaç yetim dür 5 Lûtfı zülâii katresidür kevser-i behişt K ahrı şirârı şem m esi nâr-ı cahîm dür 6 Dil m ülkin açdı k al’a-i dîn oldı kirpügün Ş ükrâne al bu fetha ki rcsm -i kadînıdur 7 Işkıım cerim edür diyu incinme A h m e d ’â K.’o lŞ âh -ı cürm -püş bilürsin kerîm dür

122

(29) 1. S e v g i l i n i n a ğ z ı , f e l s e f e i l m i n d e f e y l e s o f u n sÖ7Ünii iplai e t ın ck ı ec ii r; ç ü n k ü k o n u ş u r k e n n o k ta - i v e h m i iki p a r ç a o l u r . ( Ş a i r l e r , a ğ z ı n k ü ç ü k o l m a s ı m a k b u l olcJıığuncIan m ü b a l a ğ a y o l u y l a o n a b a z e n n o k ta - i v e h m ’e . y a n i v a r o ld ı ığ u f ar ze cl il en . v e h m e d i l e n n o k t a y a b e n / e l i r l e r ki b u c ü z ’-i Iâyelece7.za d e n e n a t o m d u r . E s k i d e n , b( 'l ü n ın c si n in m ü m ­ k ü n o l m a d ı ğ ı k a b û l e d i l d i ğ i iç in b u a d l a a d l a n d ı r ı l m ı ş v e k ü ç ü k l ü ğ ü n s o n h a d d i s a y ı l ­ m ı ş t ı r . Ş a i r , b u r a d a s e v g i l i n i n a ğ z ı n ı n d a h a d o ğ r u s u d u d a k l a r ı n ı n iki t a n e o l u ş u n u g ö z ö n ü n d e b u l u n d u r a r a k , n o k t a h a l i n d e d ü ş ü n ü l e n a ğ z m k o n u ş m a e s n a s ı n d a ik i y e a y r ı l m a s ı ­ n ı , f e y l e s o f u n s ö z ü n ü iptal e t tiğ i şe klinçle d ü ş ü n ü y o r . H i k m e t , h a k i m , m a n t ı k , a ğ ı z v e k a v i g ib i sciz lcr le t e n a s ü p s an at ı g ö s t e r i l m i ş l i r . ) 2 . F e l e ğ i n a y n a s ı , g ü z e l l i ğ i n y e n i g e l i n i n e nası l mi.sal g ö s t e r i l e b i l i r ki; o n u n m i s l i , b e n z e r i y o k t u r . ( T e l e k , d ö n e n g ö k k u b b c . y a n i bu d ü n y a a n l a m ı n a g c ü r , A y i n e - i f el ek i s e g ü n e ş y e r i m i c k u l l a n ı h n ı ş l ı r .) 3. R y s e v g il i! G ö n ü l ç o c u ğ u . M u s h a f ' t a s e n i n b o y u n u , u z u n s a ç l a r ı n ı v e a ğ z ı n ı m ı g ö r d ü ki g e l i p , lâın v c m i m h a r l l c r i n i o k u y u p d u r m a k l a d ı r . ( G ü z e l l i k ilah i b i r k a y n a ğ a d a y a n d ı r ı l d ı ğ ı içi n ş a i r l e r d e s e v g i l i n i n g ü z e l l i ğ i n i M u s h a f ' a , y a n i K u r ' a n ' a b e n z e t m e k ­ le b i r b e i s g ö r m e z l e r v c bu y ü z d e n b o y , s a ç v c a ğ ı z g ib i g ü z e l l i k u n s u r l a r ı n a a y n ı g ö z l e b a k a r l a r . A y r ı c a , b u n l a r ı şe kil b a k ı m ı n d a n A r a p a l f a b e s i n d e k i b a z ı h a r f l e r e l>cnzclirler. B u r a d a g ö r ü l d ü ğ ü g i b i b o y e l i f e ; s a ç l â m ' a ; a ğ ı z d a m i m h a r f i n e t e ş b i h e d i l n ü ş t i r . Bu g ö r ü ş ü n ışığı allıncla ş a i r g ö n ü l d e n i l e n v e y a g ö n l e b e n z e t i l e n ç o c u ğ u n g ıı y â M u s h a f ' t a s e v g i l i n i n b o y , s a ç v e a ğ z ı n ı g ö r d ü ğ ü içi n d e v a m l ı s u r e t t e b u ha rl Te ri o k u y u p d u r d u ğ ir n ı ı iler i s ü ı m c k t e v e b u s e b e p l e d c h ü s n - i l a 'l i l s a n ’atı y a p m a k t a d ı r . B u n d a n b a ş k a , b ir b i r i a r d ı n a ı g e l e n b u h a r f l e r bi/.e K u r ' a n ' ı n ik i n ci s u r e s i o la n B a k a r a ’n m ilk â y e ti n i h a t ı r l a t ­ m a k ta d ır. B u n la r K u r 'a n 'a m a h su s r c m iz le rd iı. işaretlerdir. B u n u n dışında, kad , zülf. d e h a n ile el if, kını v c m i n i a r a s ı n d a le lf ü ne.şr i m ü r e t t e b s a n ' a t ı d a o k l u ğ u n u s ö y l e y e l i m . ) 4 . t l ö z ü ı ı ı d c n d ü.ş en. d ö k ü l e n y a ş l a n m a k a r ş ı i n s a n l ık e t . o n l a n e s i r g e ; z i r a h e r biri h i r ö k s ü z d ü r . ( ü ö z y a . ş ı n ı n ö k s ü z e b e n z e l i l m e s i , asıl y e r i o l a n g ö z d e n u z a k d ü ş m e s i n d e n < k ) la y ı d ır .) 5 . C e m ı c l t e k i K e v s e r n e h r i , o s e v g i l i n i n lü t f u m ı n s e r i n , l a t i f s u y u n u n k a t r e s i d i r ; c e h e n n c n ı atc.şi d c k a h r ı n ı n k ı v ı l c ı m ı n d a n h i r p a r ç a d ı r . ( K e v s e r , m a h ş e r d e iı u a n e d e n l e r e d a ğ ı t m a s ı için H z . P c y g a m b e r ' e v e ı i l e n lalif.su o l u ğ u . K u r ' a n ' ı n 108. s u r e s i n i n d e ad ı d ır .)

6.

E y s ev gi li ! K i r p i ğ i n g ö n ü l m ü l k ü n ü a ç t ı , e l e g e ç i r d i v e d i n k al es i o l d u ; b u a ç ılı şı

b i r iy i li k b i l i n e nişfıne.si o l a r a k k a b u l c t . ç ü n k ü b u e s k i b i r u s u l d ü r . ( K i r p i k , o k , kı lı ç, m ı z r a k v e a s k e r s a f ı n a b e n z e t i k l i ğ i iç in ü l k e l e r aç ıc ı y a n i alıcı b i r v a s f a s a h i p b u k m m a k ta d ı r . B u r a d a d i n k a l e s i o l a r a k g ö r ü l m e k t e d i r . Y ü z ü n M u s h a f ' a i m a n a v e K a b e ' y e t e ş ­ b i h i n i d ü ş ü n ü r s e k , k i r p i k l e r i d e b u n l a r ı k o r u y a n d i n k al es i o l a r a k k a b u l e d e c e ğ i z . B e y t e şu tevcihi de yapa biliriz: Ş a ir, sevgilinin o k a ben z ey en kirpiklerinin kendi g ö n lü n ü d e ­ li p y a r a l a d ı ğ ı n ı , y a n i b u ş e k i l d e g ö n l ü n ü n fet h e d i l d i ğ i n i , e l e g e ç i r i l d i ğ i n i d a h a d o ğ r u s u y a r a l a n m a s m ı n , sevgi li sin i h a t ı r l a m a s ı n a ves il e o l a c a ğ ı n ı , g ö n l ü n K â ’b e ’ye b e n z e t i l m e s i ci h e t i y l e d e k i r p i k l e r i n g ö n ü l K â ’b e ’s in e , d i n k al es i o l a c a ğ ı n ı s ö y l ü y o r . ) 7 . E y A h n ıe d ! “ a ş k ı m b i r s u ç t u r " d i y e i n c i n m e ; z i r a b il ir s in ki s u ç l a r ı ö r t e n o Ş âh utu v e ş c r e l l i d i r . ( C ü n ı ı p û ş v e K e r i m . T a n n ' n m s ı f a t l a r ı n d a n o l d u ğ u n a g ö r e . Ş a h k e l i ­ m e si T a n r ı y e rin e kullanılınıştır.)

123

(30) F e’Uâtün F e’ilâtün F e’iiâtün Fe’ilım + + ——/ + + ——/ + + ——/ + + — 1. Nola olursa gönül ziilf ü ze n ah d ân a heves Tifl olan çun ki olur top ile çe v g ân a heves 2. Bulsa Hfzr ile Skender dudağun şerbetini Eylem ezlerdi dahi ^ eşnıe-i H ayvâna heves 3 . Didüm ol ç â h -ız e n a h d â n a heves düşdi gönül Didi dîvânedür ol kim ide zın d ân a heves 4. G am zesi okjna efsun mı okur gözleri kim O lur ol zahm ı gören tîr ile peykdna heves 5 . Ben um ardum ki hevSn odına yan an ı y alunuz Hep bile yakdı cihan halkın oda y a n a heves 6 . Çeşm-i h û n -rîz i'c â d û -y i-y i siyeli - dlldür kim K anm adı kanum içüp kıldı yine kana heves 7. G özlerüm gam zen okın d a 'v e t ider hânesine Kerem ehlidür iderse nola m ihm âna heves 8 . A h m e d ’ün sözleri sevdasına düşdi kalem üm Nola tûtfdür iderse şek eristân a heves

124

(30) I.

G ö n ü l , o u z u n saçliirlıı ç e n e ç u k u r u n a h e v e s e d e r s e bııi)da şaşıiaccik n e v a r ? Ç o c u k

l o p ile ç e v g a n a h e v e s e i r n c z m i ? ( B i r i n c i ı n ı s r ü d a k t g ö n ü l s a ç l a r v e ç e n e ç u k u r u - iki nci m ı s r a d a s ı r a s ı y l a ç o c u k , ç e v g a n v e t o p o l a r a k d ü ş ü n ü l ü y o r . Y a l n ı z t o p ile ç e v g a n ı n s ı r a ­ sı y a n l ı ş o l d u ğ u n d a n b e y i n e g a y r - ı m ü r e H e b lelT ü n e ş r s a n a l ı v a r d ı r d i y o r u z . A y r ı c a ik i n ci m ı s r a , b i r i n c i y e n a z a r a n ir â d- ı nıe.sel s a n a l ı h ü k m ü n d e d i r . B e y i ü e g ö n ü l ç o c u ğ a ; s a ç l a r , g û y u ç e v g a n a d l ı o y u n d a k i lo p u ç e l m e y e m a h s u s ç e v g a n d e n i l e n d e ğ n e ğ e , ç e n e ç u k u r u d a b u o y u n d a k i t o p a b c n z e l i l m i ş l i r . Â ş ı k k e n d i g ö n l ü n ü ç o c u k te la k k i e t m e k l e d e te ş b i h s a n a t ı g ö s t e r i y o r . ) 2- H ı z ı r ile İ s k e n d e r , s e n i n d u d a ğ ı n ı n ş e r b e t i n i b u ls a l a r tl ı. Â b - ı h a y a t ç e ş m e s i n e h e ­ v e s e t m e z l e r d i , ( İ n a n ı ş a g ö r e H ı z ı r P e y g a m b e r l e İ s k e n d e r . Â b - ı h a y a t ı a r a m a y a ç ık n sı şla r. İ s k e n d e r y o l u n u k a y b e t m i ş ; t a k a t H ı z ı r A b - ı h a y a t ı b u l a r a k iç m iş ve ö l m e z l i ğ e e r ­ m iştir. D iv a n şiirinde d e sevgilinin dudağı Âb-ı hayal yanında a y rıca şerbete benzelilir. Ş a i r , s e v g i l i n i n d u d a ğ ı n ı n g ü z e l l i ğ i n i m e d h e d i y o r . B e y i t t e m e d i h d ı ş ı n d a t e n a s ü p s an at ı vardrr.) ^ 3. G ö n lü m , o ç e n e çu k u ru n a heveslem li d e d im ; zindana heve s eden delidir diye c e v a p v e r d i . ( G ö n l ü n ç e n e ç u k u r ı u ı a d ü ş m e s i â s ı k ı n s e v g i l i y e tut ulnvası m a n a s ı n a g e l i r . ) 4 . O s e v g i l i n i n s ü z g ü n b a k ı ş ı n m attığ ı o k a , g ö z l e r i a f s u n n ı u o k u y o r , b ü y ü m ü y a p ı ­ y o r ki a ç t ı ğ ı y a r a y ı g ö r e n , o k a v e u c u n d a k i s i v r i d e m i r e h e v e s e d i y o r . ( S e v g il i o d e r e c e g ü z e l ki s a y ı s ı z k iş il e r , d e ğ i l o n u n k e n d i s i n e ; b a k ı ş ı n ı n o k u n a b i l e h e v e s e t m e k t e d i r l e r . ) 5 . B e n s e n i n a ş k ı n ı n a t e ş i n e te k b a ş ı m a y an ır r ay ı u m u y o r d u m ; b a t e ş e y a n a s ı h e v e s b ü t ü n c i h a n h a l k ın ı b i r d e n y a k t ı,

6. S e v g i l i n i n

k a n d ö k e n o g ö z ü n e k a l b i k a r a b i r b ü y ü c ü y m ü ş k a n ı m ı iç n ı e y e “ k a n ı m ı

iç tiği h a l d e ” k a n m a d ı d a y i n e k a n ı m a “ k a n u n i i ç m e y e ” h e v e s l e n i y o r . 7 . G ö z l e r i m s e n i n s ü z g ü n b a k ı ş ı n ı n o k u n u e v i n e d a v e t e d i y o r ; l û t u l ' s a h i b i o l d u ğ u için m i s a f i r e h e v e s e d e r s e n e o l u r ? ( G ö z l e r , k e r e m y a n i lüluT s a h i b i o l d u ğ u iç in s e v g i l i n i n b a k ı ş o k l a r ı n a h e d e f o l m a y ı o n l a r ı m i s a f i r g ib i k a r ş ı l a m a y ı k a b u l e d i y o r . G ö z l e r i n l ü t u f s a h i b i o l m a s ı s e v g i l i d e n g e l e c e k b a k ı ş o k l a r ı n a h e v e s e t m e s i n e s e b e p g ö s t e r i l d i ğ i içi n b e y i t l e h ü s n - i t a 'l i l s a n a t ı v a r d ı r . )

8.

K alem im , A h m e d 'in sözlerinin sevdasına düştü, o b ir dud u kuşudur; şeker b u lu ­

n a n y e r e h e v e s e d e r s e ç o k m u ? ( Ş a i r , ş i i r l e r i n i n g ü z e l l i ğ i n i ıt ıed h e d i y o r v e k a l e m i n i n , b u n l a r ı n g ü z e l l i ğ i n e k a p ı l d ı ğ ı n ı , y a n i ş i i r l e r i n i bu y ü z d e n y a z d ı ğ i n ı iler i s ü r ü y o r , İk inc i m ı s r a irad-ı me se l hük mürKİedir. Z i r a ş a ir likrini bu ikinci m ı s r a rfe a ç ık la m a k la d ır . Ç ü n k ü dud u k uşu denilen p ap a ğ an şekeri ç o k sev er.)

125

(31) M üstef'iiün M ü sleriliın M üslef'ilün M üstef’ilün

1. Bir dil mi kalm ışdur bu tîr-i gam zeden k an olm am ış Bir câ n mı v ard u r ol kem ân ebrûya k urbân olm am ış 2 . Şol öm r kim se n sü z geçer ol ‘öm r z â y i' ‘öm r imiş Bir Can ki am in cânân» y o k ol câ n dahi câ n olm am ış 3 . Ne fıtnedür y a Rab bu kim bir di!-beriin h er gam zesi Bir dem de bir» cân ahııasa dirler bu fe ttâ n olm am ış 4. Zülfın giderm iş ol sanem kafirliğin kom az henüz Z ü n n ân n ı kesm iş velî dahi m tiselm ân olm am ış 5 Ş ehründe la ’Iün şevkine şol deniü k an ağlam ışam Kim bir der ü divar yok y ak u t u m ercân olm am ış 6. A nup çerag-ı hiisnüni pervâne gönlüm şe m -‘var Meclis mi var kim germ olup sû zân -u g iry ân olm am ış 7. Mecimu-i diller m ecm a'ı zülfim dür am çözse bâd Cem‘!>'>et-i h âtır m ' olur andan perîşân olm am ış 8 Gülden k ohun alup seher ah itse A h m e d d erd ile Bülbül bulm m az bağda kim bağrı biryan olm am ış

126

(31) 1. B u g a m z e n i n o k u n d a n k a n o l m a m ı ş b i r g ö n ü l m ü k a l m ı ş t ı r ? O k e m a n k a ş t t y a kn rban o lm a m ış b ir ca n mı vardır. ( G a m z e g ö z u cu y la ve hışım la b a k m a k d c m e k lir. O k a b c n z e t i l d i ğ i n d e n â ş ı k ı y a r a l a r . K a ş d a y a y a b e n z e t i l d i ğ i iç in o r l a y a b i r o k - y a y im ajı çıkıyor.) 2 . E y s e v g il i! S e n s i z g e ç e n o ö m ü r , b o ş u n a g e ç i p g i t m i ş ; s e v g i l i s i o l m a m ı ş o l a n c a n d a ca n o lm a m ı ş, can değilm iş. 3 . A l l a h ' m ı ! b u n a s ıl b i r H in e d i r ki b i r d i l b e r i n h e r g a m z e s i b i r a n d a bin c a n a l m a s a o n u n için b u da i ıa f e t t a n y a n i l i t n e k o p a r a n o l m a m ı ş d e r l e r . ( S e v g i l i s i n i n g a m z e s i n i n m e d h i y a n ın d a b ir v e bin sayılarıyla te zat yapılm ışlır.) 4 . O t a p ıl a s ı g ü z e l s a ç l a r ı n ı g i d e r d i ğ i h a l d e k â f i rl iğ i n i h â l â b ı r a k m a m ı ş z i i n n a n n ı da k e s m i ş a m a m ü s l ü n u m o lı n a iı ıı ş . ( Z ü n n a r . k e ş i ş l e r i n b e l l e r i n e b a ğ l a d ı k l a ı ı d ü ğ ü m l ü si­ y a h kuşaktır. S iyahlığı, uzun lu ğ u ve düg ü rn tü olm ası cihcliyle şairler, saçı baz an zünnara b e n z e t i r l e r . Ş a i r , b ir k â f i r i n z ü n n a r ı n ı k e s m e k l e nas ıl n ı ü s l i i m a n o l m a s ı n ı ü ı n k ü n d e ­ ğ i l s e , s e v g i l i n i n d e s a ç ı n ı k e s m e k l e k â f i r li ğ i , y a n i m e r l ı a n t c l s i z l i g i e l d e n b ı r a k m a y a c a ­ ğ ın ı s n y l e n s e k is ti y o r . B e y i t l e kâTır v e n ı ü s c l m a n k e l i m e l e r i y l e t e z ^ t , k ö f ir , s a n e m ve z ü n n a r ile d e t e n a s ü p s a n a t ı y a p ı l m ı ş l ı r . ) A şık Ç e l e b i'y e g ö re A hnıed P a ş a 'n m F a tih 'in gazabına u ğ ra m a sın a bu beyit sebep o lm u ştu r. Ö n sö z e bakınız. 5 . f î y s e v g il i! L- ıT i a n d ı r a n d u d a ğ ı n ı n ş e v k i y l e , a r z u s u y l a ş e h r i n d e o k a d a r k a n ağ l a ıtKİa f lc rcl iı ni l ı c r a n y a ? ı p d u r m ı u l a , a n i a h â l â o ı n ' ı c c r â

Rcııiş b i r ş ek il
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF