Alfred Adler GCE

February 22, 2017 | Author: Evrenuc | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Alfred Adler GCE...

Description

alfred adier wa

V

guc çocuğun eğitimi —bıiviik---fföeterfta ek dabasryiar-ısı^lenen yafardar3 îu 7 B u da acz ve aşağılık duygu­ la r ın ı örtm ek için söylenin Büyük b ir aczden sonra hayal gücü genişlemeye başlar. Burada, belirli ‘b ir amaç güden y a ­ lanlarla böyle olmayan yalanları birbirinden ayırm aya kalkış­ m ak yanlıştır; am açsız yalan yoktur. Elimizdeki vakada, söz konusu olan korkutucu nedeni arayacağız. Büyük b ir aşağılık duygusuna sahip kabul ettiğimiz bu çocuğun, hıısızlık da yap­ tığı ve başkalarının hakimiyetinden dolambaçlı yollarla k aç­ m aya çabaladığı da eklenince, tahminlerimiz bütün bütün güç­ leniyor. Hırsızlığın psikolojik yapısı, insanın kendisini fakirleş? rniş.-hi-ssgfmesi ve hıı ek siğ T n E zan pin 1pşmF»k s ıı) ^ ivbv-ftr4meva çabalam ası hâlme* benzetilebilin^'Bunu da hayatm yararlı yönüne uyacak 'şgfcH de-riSgirde yalana çok benzeyen b ir sahte yola başvurarak yapar. Hırsızlık da kuvvetliden kanmak, k u r­ nazlık yoluyla onunla aynı düzeye erişmek çaresidi r Hırsız­ lık ta —hiçb ir zaman cesarete rastlavam ayacağım ızı söylemiştim. Hırsızlığın karakteristik özelliğini burada açıkça görüyoruz, ço­ cuk, korkaklığını açığa vurmaktadır. Aynı durumdaki başka ~tofr çocuğun da yalan söyleyip'' söyleyemeyeceğini tayin edecek durumda değiliz. Fakat bu çocuk eğer güçlü olsaydı niçin h ır­ sızlık yaptığını ve yalan söylediğini kesinlikle anlayamazdık, bunu biliyoruz. Eğer bu halde de 'hırsızlık yapsa ve yalan söy­ leseydi o zaman ona geri zekâlı damgasını vuracaktık. Bu ço­ cuğun büyük b ir acz duygusuna sahip olduğunu ve bundan, gene zayıf çarelere başvurarak kaçınm aya çabaladığım anlar­ dık. Fakat çocuk akıllıca davranıyor, o kadar ki eğer koşullar izin, verirse yalanını affedebiliriz, çünkü yalan, b ir m aksatla söylenm iştir: kendisini kurtarm ak maksadıyla. Hırsızlık yapan b ir insanı ancak eğer açlıktan ölecek hale gelmişse affedebi­ liriz; h attâ bu koşullar altında onu haklı bile görebiliriz. Bu 38

çocukta yalan ve hırsızlık incelememizin ¡başından itibaren dikkatimizi çekecek ve onun kendisini rah at hissetmediği k a ­ nısına varacağız. «Ana baba savaş bittiğindenberi ayrı yaşıyorlar.» Güç çocuklarda buna sık sık rastlarız. Mutsuz b ir evlilik hiç şüphesiz çocuk için çok zararlıdır. İstatistik sonuçlan ve kişisel tecrübeler, ayrı yaşayan ana babanın çocuklarının pek güç ilerlediklerini ortaya koymuştur. Bu çocuklar arasında cid­ di başarısızlıklara uğramış olanların oranı çok yüksektir. «Çocuğa isterse annesiyle oturabileceği söylenmiş am a o, istememiş.» Bu, bize evvelce söylediklerimizi hatırlatıyor. Anne, çocu­ ğun güvenini kazanmayı bilememiş, ilk görevinde başansızlığa uğramış. Bu çocuğun babaya yaklaşıp yaklaşmadığım gö­ receğiz. Çocuğun babasıyla olan sevgi ilişkisi her zaman, ikin­ ci aşamayı oluşturur. Birinci aşam ada anne ile olan bağlar kopmuştur. Bu da ancak çocuğun, annesinin gerçekten b ir yar­ dımcı olmadığım anlam asıyla başlar. Çok zaman çocuk bu duy­ gusunda hatalıdır. Pek çok çocuklar da ikinci b ir kardeş gel­ diğinde analarından uzaklaşırlar, çünkü bunu kendilerine b ir ihanet sayar ve annelerini suçlu görürler. Bu, hayat tarzının hazırlamşmda yanlış b ir yola girmeye neden olur çok zaman. Şimdi de babanın her iki görevinde de annenin yerini tutup tutmadığına bakalım. Bozulmuş b ir evlilikte bu, kolay değil­ dir, hele baba yeterince boş zaman bulamıyorsa. O zaman bu ikinci görevi, toplumsal duyguyu geliştirm e görevim kiım ye­ rine getirecek? Çocuğun hırsızlık yaptığı ve yalan söylediği belirtiliyor. Bu, onun toplum duygusunu geliştirememiş olduğu­ nun belirtisidir; düşman ülkede büyümüştür sanki. Çocuğun okulda başarı sağlayamadığını, sınıfta kaldığını duyunca, ho­ şuna gideri öğretmeni bulamadığını anlıyoruz hemen. Görüyor­ sunuz ki bu çocuk öteki insanları düşman gözüyle görüyorsa, ancak kendi çabasıyla kurtulabileceği b ir tuzağa düşmüş de­ mektir. Başkalarına güvenememesi, düşmanlık beslemesi, a rk a ­ daş edinmesine engel oluyor, yeni b ir durumu umutla k arşı­ lamıyor, okulda rah at edemiyor. Bütün bu olumsuz koşullar çocuğu ¡başarısızlıktan başarısızlığa sürüklüyor. Bundan da h a­ yatın düşmanlarla dolu olduğu sonucuna varıyor. Bizi bu ruha götürecek köprüyü bulmanın son derece güç olduğunu kolay­ lıkla anlayabiliyoruz şimdi. Çok kim se bu güçlükler karşısında 39

gerileyecektir şüphesiz. Şimdi başka veriler, belirtiler veya çe­ lişm eler arayacağım ız alanı sınırlandırmış bulunmaktayız. «Annesi ötedenberi ona karşı şefkat göstermezdi.» Bunu zaten tahmin etmiştik. «Çocuğa hemen hemen nefretle muamele ediyor. Çocuk, yaptığı kabahatlerden dolayı kendisini sık sık cezalandırm ası­ n a ve dövmesine rağmen babasına, çok bağlı.» Bu, bir bakım a çelişik b ir şeymiş gibi görünüyor. Eğer doğru yoldaysak, bu çocuğun, dünyada güvenebileceği, hiç ol­ mazsa kısmen güvenebileceği b ir tek kişiden başka kimsesi ol­ madığını unutamayız. Bunun içindir ki onun attığı tokatlar kızı pek ürkütmemektedir. Eğer baba da kızı terfcedecek olur­ sa dünyada yapayalnız kalacaktır. Babanın kızına attığı da­ yaklar dışında iyi tarafları da olduğu anlaşılıyor ki onu anne­ sinden daha fazla kendisine bağlamayı bilmiştir. «O vakit çocuk uslanacağını vadediyor am a sözünde hiçbir vakit durmuyor, hep suç işlemeye devam ediyor.» Bu çocuğun dayaktan sonra uslanmaya söz vermediğini ve­ ya uslanmak istemez göründüğünü kabul edersek, bunun sonuou ne olurdu acaba? Bu oyunu oynayamazdı, babası bütün um utlarını yitirirdi. Bütün çocuklar, bütün büyükler umutsuz­ luğa kapılmış b ir insanın artık hiçbir iş© yaram ayacağını, her türlü toplum duygusundan sıyrıldığından, gerek kendisi, ge­ rekse başkaları için büyük b ir tehlike teşkil ettiğini hemen se­ zerler. Bu şu dem ektir: çocuk, eğer babam ı umutsuzluğa sü­ rüklersem , diye düşünür, beni kapı dışarı eder. Fakat suçlarını tekrarlıyor. Bu, bizi babayı şaşırttığı gibi şaşırtıyor; çünkü bili­ yoruz ki, bu çocuk kendisini her şeyden yoksun hissettiği için zenginleşmeyi amaç edinmiştir. Fakat kendisini güçsüz de bil­ diği için doğruyu söylemez. Alınmış olan kötü b ir notun evde yaratacağı etkiyi gözönüne getirin b ir defa. Kötü b ir not attı­ ğımız zaman, iş orada bitmez. Evde de tepkiler yaratacak, ço­ cuk ya cezalandırılacak, y a kendisine b ir armağan verilerek te­ selliye çalışılacak, ya da öğretmen haksız çıkartılacaktır ki bunlar birey psikolojisi bakımından onaylayamadığımız sonuç­ lardır. Bunun içindir ki ibiz, not verme usulünün tam amiyle kaldırılm asına taraflıyız, çünkü bu notlardan no gibi sonuçlar çıkacağı evvelden kestirilemez. Eğer öğretmen not verirken aile durumunu gözönünde tutuyorsa o vakit iş kolaylaşır, am a bu halde de not verme sistem inin hiçbir anlamı kalm am ış olur. 40

Eğer çocıuğun karnesi -kötü notlarla doldurulacak olursa o va­ kit evde huzuru kalm ayacaktır. «Mesleki durumu dolayısıyla baba çocuğu yanında alıkoy­ madı ve büyükannesiyle büyükbabasına gönderdi. Dunlar da çocuğu uzun süre alıkoyamadılar.» Büyükanalarla büyükbabaların çocuklara karşı yumuşaklık ve hoşgörüyle davranmalarına alışıkız. Fakat bu çocuk an la­ şılan doğuştan talihsizmiş ki büyükannesiyle büyükbabası bile onu istememişler. Üstelik bu çocuğun kötü ünü çevresinde iyi­ ce yayılmış olmalı. Bu da yeni b ir güçlük yaratıyor. Çocuğun nasıl b ir tuzağa düşmüş olduğunu görüyorsunuz. Bundan çık­ masının ne kadar güç olduğunu da anlayacaksınız. Büyükler için bile pek çetin olan bu işte çocuklardan ne bekleyebili­ riz ki! «Bunun üzerine anne ve babasının da oturduğu T. şehrinde, b ir ailenin yanm a yerleştirildi.» Bu suretle durumun düzeldiğini kabul edemeyiz. Annesine gitmek istemiyor, babanın çocukla meşgul olacak vakti yok; bir aileye yerleştirilmiş, güvendiği tek insandan yoksun kal­ masını büyük bir kayıp olarak hissediyor. Kendisini haksızlığa uğramış görüyor. Buna ikinci bir elken de ekleniyor: annesini görmesini yasak ediyorlar. Çocuğun ana veya babasıyla ilişki kurm asını güçleştirmek veya imkânsızlaştırmak kadar ağ ır bir hata yoktur. Böyle bir yasağın ihtim al uygunsuz b ir hayat sü r. me, ahlak dışı davranışlar, gibi haklı gösteren b ir nedeni bu­ lunabilir ama çocuk üzerinde hak sahibi olan taraf, görmesini yasakladığı tarafın gözden düşmemesini, suçlandırılmamasını da sağlamalıdır. Hatalı olacak b ir aksi davranış çocuğa çok za­ ra r verir, çünkü böylelikle bozuk b ir soydan geldiğine inana­ caktır. Suçlandırılan ana veya babasındaki kusurların kendi­ sinde de bulunduğunu sanacaktır. «Bu yasağa rağmen anasıyla babasını görmeye gitti ve on­ lardan bıiraz para çaldı. Bu parayı da şeker alıp arkadaşları­ na dağıtmak için harcadı.» Bu şekilde, çalman parayı veya şekerleri dağıtmak, çocuk­ lar veya erginlik çağındakiler tarafından, işlenen hırsızlıkların dikkati çekici b ir gösterisidir. Övünmek, büyümek ihtiyacını açığa vurur. Bu davranışın diğer yönü de böylece kendisini açıkça gösteriyor. Kişinin kendisini sevdirmeye çabaladığının belirtisidir. Haksızlığa uğradığına inanan bu kız, başkalarına arm ağanlar verince, yorumlamamız gereken bir huy özelliği 41

gösteriyor dem ektir: çocuk anasından görmediği, babasından da zam an zaman fakat hiçbir vakit emin olmayarak gördüğü sev­ giyi başka yerlerde arıyor. İyi b ir öğrenci değildir. Kendisini sevdirmek için ne yapabilir? Ö teki çocukları, rüşvet vererek kazanm aktan başka çaresi kalm am ıştır. Şimdi b/una çalışıyor i ş t e : sevgi ve yakınlık a n y o r ve çocuğun en güçlü içgüdüsü de bu aram ada ortaya çıkıyor: hırsızlık yaparak ve başkala­ rın a arm ağanlar vererek kendisini sevdirmek. Böylelikle ken­ disini daha zengin hissediyor. Bu da b ir âcizin davranız tarzı­ dır. Çocuk, birisi taralından sevileceğim umamayacak kadar kendisine güvenden yoksundur. Bu huy özelliği, büyüklerde de rastlan an b ir özelliktir. «Yumurta satarak kazandığı p aralarla da aynı şeyi yaptı. B u yum urtaları yanında oturduğu aileden çalmış ve öğretme­ nine götürmüş.» Öğretmeninin yiyecek ihtiyacını karşılam aya çalışan b ir in­ san olarak görüyor kendisini. Belki de öğretmenine de b ir a r ­ m ağan vermek istemiştir. Belki yum urtalar karşılığında para almıştır. Herhalde b ir hizmette bulunmuştur. Her iki halde de, y ararlı bir iş yapmış demektir. Eğer öğretmen kendisinden yu­ m urta istememiş olmasaydı, çocuk da hiç şüphesiz onun bu iste­ ğinden haberdar olamazdı. «İşlediği suçlar okulda duyulduğundanberi herkes çocuktan kaçıyor. Onu yanına alan aile artık tutmak istemiyor çünkü onlar da birkaç d e f a : özellikle yiyecek maddelerinin çalındı­ ğını farketmişler.» Bu yiyecekleri ne yaptığını bilmiyoruz. Kendisini haksızlı­ ğa uğramış gören bu kız, terkedilmişlik duygusu yüzünden çok ve sık acıkıyor olabilir. Dolu b ir tabağın önüne oturan b ir kim ­ se önüne hiçbir şey konmamıştan çok daha az açlık duyar. «T. de durum dayanılır gibi olm aktan çıktı. Baba çocuğu başından atmak istiyor.» Tuzağm etkisini görüyorsunuz. -«Baba geçim olanaklarından yoksundur.» Bundan, çocuğun beslenme bakımından da pek parlak b ir durumda olmadığı sonucunu çıkartıyoruz. İşte son derece önemli ve anlam taşıyan bir gözlem d ah a: «Annesinden sevgi görmemesi ve bütün çevresinin kendisi hakkında varmış olduğu yargı yüzünden çocuk, herkesle an ­ laşmazlık halinde. İşlediği su çlar kısmen içindeki isyan duygu42

»unun ifadesi olabilir. Herhalde, açıklanan, durumu nedeniyle, bu kızın topluma yeniden kazandırılması pek güçleştmiştir.» İşte aşırı b ir aşağılık duygusuna sahip çocukların üçüncü llpine mükemmel b ir ö rn ek : bunlar, nefret edilen, gayrimeşru, istenmeyen yetim ve sakat çocuklar grubudur. Bütün, bu ço­ cukların sık sık, yerli veya yersiz olarak kendilerinden nefret odildiği duygusuna kapıldıklarım gözlemliyoruz. Bu yanlışlığı düzeltmeli, çocuğa, bu duygusunda haklı bile olsa, m erham etli ve iyi insanların da bulunduğunu anlatm aya çalışmalıdır. Bi­ zim çocukta bu duygu babasının kendisine bakm ası nedeniyle kısmen hafifletilm iş sayılır. Bununla beraber, babanın da elin­ den pek fazla şey gelmemektedir. Sağduyusunun varabildiği sonuç, çocuğu başından savmak olmuştur. Çocuk da bunu his­ setmiş olmalı. Onda ihtim al «babamın benim için harcayacak parası yok» duygusu y er etmiştir. Bunun içindir ki kız, bütün diğer insanları düşman saydığı b ir tuzağa düşmüştür. Toplum duygusu geliştirilememektedir. Böylece ön planda bazı b elir­ tilere rastlıyoru z: suça giden yolda atılmış ilk adım lar olarak yalan ve hırsızlık. Bununla beraber, durumda u fak b ir umut ışığı yaratan bir etmen de keşfetm iş bulunmaktayız. Bu cocuk şefkat ve ş gvgi_axadığl için, getirmek ve sonra da başkalarına duyduğu ilgiyi uyandırmak gereklidir^ Onu,

gulanacak tedavi şeklinin anahatlannı belirttikten sonra çocu­ ğun içinde bulunduğu fazla yüklü durumdan da kurtarılm ası gerektiğini eklemek zorundayız. «Çocuk, şefkat ve yardıma çok ihtiyaç duyan b ir insan iz­ lenimini bırakıyor.» Bu da edindiğimiz ilk bilgilerdenberi kur­ maya başladığımız hipotezi destekliyor. Çocuk arıyor; aradığı­ nı henüz ¡bulamamış; cesaretini bütünüyle yitirmiş değildir. Bu konuya son verirken, şu satırları okuduğum sırada ak­ lım a geliveren b ir düşüncemi açıklam ak istiyorum. Şunu gözönünde tutalım : sefalet içinde yaşayan bu çocuk, açlıktan, so­ ğuktan olduğu kadar mesleki geleceği bakımından da umut ve güven yokluğundan sıkıntı çekerek büyüyor ve şiddetle, sevil­ mek ihtiyacı duyuyor; bu koşullar altında ne olması beklenir ki? Onu koruyacak kimse yok, h içbir y er emin d eğil: sonunda kötü yola düşecek, sokak kadım olacaktır. Bu ¡kızın, güvenini ve kendisiyle ilgilenecek birisini bulm ak umudunu tam am iyle yitirdiğini kabul edelim. Biraz daha büyüyünce karşısına ona 43

yaklaşacak ve yaltaklanacak, sevgi gösterir gibi yapacak, bir adam çıkacaktır; bu her zaman, görülen ve kızları uçuruma, sürükleyen b ir olaydır. Bu çocuğun kendisini yanm a alacak birini bulma uımudunu yitirdiğini kabul edelim. Artık kim se­ den şefkat bekleyemez, okulda hiçbir basarı gösteremez, b ir yuvası yoktur, başıboş gezmek zorunda kalacak, kendisini suç işlem eye sevkedecek bir 'çetenin eline kolaylıkla düşecektir. Veya kendi başına bir şeyler yapmaya çalışacak, kolay b ir k a ­ zanç yolu arayacaktır. Zaten b ir çeşit suça, hırsızlığa alışık­ tır, bu yola devam edecektir. Neticede de başka her türlü ola­ naktan yoksun bırakıldığı için, alışkanlığı nedeniyle hırsiz olacaktır. O zaman mahkeme psikiyatrları ve hakim ler suçlu çocukların doğru yola girmesinin pek güç olduğu, daha ağır cezalar vermek gerektiği sonucuna varacaklardır. Çocuk her­ hangi b ir çare bulm ak umudunu kaybetmiştir; yakalanırsa hap­ sedileceğim bile bile çalar. Yakalanm ayacağı fikri onu aldata­ bilir. Buna rağmen yakalanırsa hapse atılacaktır. Orada da başka suçlularla tanışacak ve bunlardan yeni suç yolları öğ­ renecektir. Hapisten çıktıktan sonra durumu daha da kötüye gidebilir. O vakit bu kızı düzeltmek imkânı kalm ış m ıdır, Bu şekilde ona cesaret vermek mümkün olabilir mi? Hayır, kesin­ likle olamaz. Ona ancak cesaret verecek ve hatalarını kabul ettirecek bir servis yardım edebilirdi. Yine de bu kızcağızın emanet edileceği b ir eğitimcinin de farkına varmaksızın ve ya­ rım yamalak da olsa, en önemli eğitim görevini yerine getir­ mesi, ona cesaret aşılam ası mümkündür.

BİR BABA, TOPLUM DUYGUSUNUN GELİŞMESİNİ ENGELLİYOR

~

O

Elimdeki vaka, olağanüstü kısalığı ve anlamı ile dikkati çe­ kiyor. Bunu incelememin nedeni, genel olarak elimde daha ay­ rıntılı b aşka b ir vaka bulunmayışıdır. Bize verilen raporlara bakarak gözlemler yapmasını öğrenmeliyiz. Böyle b ir raporu kalem e alm ak sanatı üzerinde de daha fazla durmalıdır. B ir gün şöyle ilgi çekici b ir teklif atm ak isterdim o r ta y a : bir güç çocuğun, b ir suçlunun, b ir sinir hastasının, b ir ayyaşın, v.b. ayrıntılı hikâyesi çeşitli psikoloji ekollerinin en büyük ön­ cülerine sunulsun ve onlardan hikâyeyi yorumlamaları ve ço44

f oııftu dûzeltoıeik için öngördükleri yöntemleri bize bildirmeleri İnlensin. Günümüzde modern psikolojiyi karanlığa sürükleyen karışıklık hemen hemen sona ererdi. Genellikle pek tevazu gös­ termeyen yazarların çoğu birdenbire gölgede kalıverirlerdi. Bel­ ki de bu teklifim in gerçekleşmesine daha uzun b ir zaman var. Ilu zamandan biz, vakaların yorumlanmasında ve böyle b ir h i­ kâyeyi açıklayabilme sanatında tecrübe sahibi olmak için fay­ dalanmak istiyoruz. Hayat tarzı yapısına bağlı hataları değiş­ tirmek veya yoıketmek çarelerini bulm aya kararlıyız,. Elinizdeki vaka, ilkokulun birinci sınıfına devam eden altı yaşındaki b ir erkek çocuğunun hikâyesidir. Başlangıcı şöyle : «Çocuk ailesinin yanm a gelmezden önce.» •Bu, şu demektir ki evvelce başka bir yerde, ihtim al sütninenin yanında ve yetimlerevindeydi. Hemen gözümüzün önüne bu gibi durumlardaki çocukların rahat veya olumlu y,a da olum­ suz görüntüleri geliveriyor. «Önce hastanedeydi ve sonra bakması için b ir kadının ya­ nına verildi.» Anlaşılan çocuk gayrimeşru. Bundan sonraki cümle de bu­ nu doğruluyor zaten. «Evlilikten önce doğmuş.» Kanunlarımızın kaydettiği bütün ilerlem elere rağm en bu, gene de pek normal bir durum değildir, zira kanun gayrim eş­ ru çocukları da meşru çocuklarla eşit haklara sahip saysa bile böyle b ir çocuğun önce başka b ir aile yanm a verilmesini ön­ leyemeyiz. Bu bile başlıbaşm a, bâr çocuğun hayatında derin bir iz bırakm aya yetecek b ir durum dur: kendi ana babası yanın­ dan daha kötü b ir aile çevresi bulacağından değil, —çok zaman bu şekilde manevi ana - babalar öz an a - babadan daha iyi bile olurlar— fakat bu toplumsal durumun bam başka anlam lar ta­ şıyan b ir durum oluşundandır. Gayrimeşru çocuklar karşısın­ da gösterilen genel toplumsal tutumun kanunlardaki ilerlem e­ lere uygun bir seyir izlediğine de inanmıyoruz biz. Bugün de size şu öğütte bulunm ak suretiyle hepinizi dikkatli davranm a­ ya davet ediyorum: dünyaya sakın 'gayrim eşru çocuk olarak gelmeyiniz. «Hayat k o şu lları: ana b aba pek fakirdir.» Bundan anlıyoruz ki, çocuk öz an a babasının yanındadır, ancak evlilikten önce doğmuş ve doğumundan sonra annesiyle babası evlenmiştir. «Gazete satarak geçimlerini sağlam aya çalışırlar. Ana baba 45

ile bir, iki, dört ve altı yaşındaki dört çocuk, hepsi bir tek oda­ da o tu ru rlar: geceleri iki yatağı paylaşmak zorundadırlar. Ko­ numuz olan çocuk en büyükleridir ve babasıyla yatar. Baba veremlidir, astım nöbetleri geçirir ve bu yüzden geceleri uyu­ yamaz; o zaman en ufak şeyden hiddete kapılarak çocuğu dö­ ver.» Demek oluyor ki, çocuk zorunlu olarak babasının yatağında uyumakla kalmıyor, üstelik dayak da yiyor. Bu kadarı fazla­ dır. İkisinden birisi yeter de artardı bile. «Babasının oğlanı pek sevmediği anlaşılmaktadır. Ondan dört yaş küçük olan kızı en sevgili çocuğudur.» Burada gene çok iyi tanıdığımız sorun çıkm ıştır karşım ı­ za : büyük ağabey ile küçük kızkardeşi sorunu. Çocuğun za­ ten oklukça kötü b ir durumda bulunduğunu biliyoruz, bütün öteki güçlükler bertaraf edilmiş bile olsa durumu gene düzel­ mez. İkinci çocuk daima onunla rekabet halinde bulunacak ve onu geçmeye çalışacaktır. Hele ikinci çoouk -kız ve büyüğü er­ kek ise bu, daima böyle olur. Küçük olan kız, ağabeyinin azçok im tiyazlı durumda bulunduğunu sezer ve kendisinin de ondan aşağı kalmadığını, hatta daha üstün olduğunu göstermek ister. Bunda doğa da ona yardımcı olur. Kızlar on yedi yaşm a kadar daha hızla gelişirler; erkek çocuk bunu bilmez, kendisini geri kalmış olarak görür ve kaderine boyun eğer. Bunun içindir ki çok zaman —bu gibi vakalar şaşılacak derecede birbirine ben ­ zer— böyle, küçük kızkardeşi bulunan erkek çocukların daha az ak tif olduklarını, çok geçmeden um utlarını yitirdiklerini, is­ tediklerini dolambaçlı yollardan elde etmeye çalıştıklarını gö­ rürüz. Bu sırada ortaya çıkan yeni durumlar da olayların akı­ şım değiştirebilir. Ağabey herhangi b ir faaliyette bulunm aktan vazgeçer. Kızkardeş ise bam başka bir durumdadır. Son derece enerjiktir, h er şeyi devirip k ın p geçer. B ir muhalefetle karşı­ laşınca inatçı, söz anlam az olur. Çok zaman iyi gelişir, ağabe­ yinden daha iyi bir öğrenci, becerikli ve çok daha faal b ir ço­ cuk olur. Bunda, çok zaman o derece ileri gider ki ana baba «keşke oğlumuz kız, kızımız da oğlan olsaymış» derler. Bu du­ rum a çok sık rastlandığı için —bu gibi erkek çocukların sonu iyi olmaz, güç çocuk olurlar, sinirlidirler, bazıları suç işler, kendini içkiye verir— şöyle demeye m ecbur k a lırız : şu halde, içgüdüler konusunda söylenen sözlerin ne anlam ı kalıyor? Bü­ yük ağabey daima bu özelliği ve kızkardeşi de kendi özelliğini gösterdiğine göre, doğuştan m evcut aklî melekelerin varlığından 46

) bthlBtm enin ne anlamı olabilir? Bu durumun değiştirilmesi (lııfri'u uygulanan b ir eğitim yöntemiyle önlenmesi mümkündür, ancak, böyle b ir işin önemini kavram ak ve yanlış usullerle ve Kortllkle müdahale etmemek koşuluyla. «Çocuk, geçen yıl birkaç defa eve geceyansından önce dönmodiğini anlatıyor.» Bu sözleri kendi görüşümüz açısından değerlendirecek olurıııık, hemen şu sonuca v a rırız : çocuk evde bulunm aktan pek hoşlanmıyor, yoksa daha erken dönerdi. Sanki eviyle kendisi arasına b ir mesafe koymak istiyor. Bu gibi olayları size önce­ den de izah etmiştim. _ B irjn sa n evinden çıkıp giderse bu, onun, lıondisini evde rah at hissetmediğine delildirj ~«Beş defa da polis tarafından sakakta yakalanmış.» Ağabeyin küçük kızkandeşi karşısındaki ortak kaderi bu ­ rada da kendisini gösterm iştir şu halde. Buna evdeki durumu­ nun tartışm aya yer bırakm ayacak derecede kötü oluşu da ek­ leniyor. «Şekercilerin ve sinemaların, önünde dileniyormuş.» Bu- davranış, onun kendi kendisini küçültm e duygusundan ileri geliyor. Evden kaçtığına ve önüne konulan iki lokma fakir yiyeceğini bile bulamadığına göre dilenmekten başka ne yapa­ bilir? Belki hırsızlık eder. Bu da bizi şaşırtmaz. İşte önünüzde, yukarıda bahsettiğim ve ağabey ile küçük kızkardeş arasındaki ilişkiden doğan gelişmeye bir örnek var. «Okuldaki davranışı.» Bunu kolaylıkla gözümüzün önüne getirebiliyoruz. Bu ço­ cuk şu veya bu şekilde iyi bir öğrenci olabilseydi, kaderini de­ ğiştirebilmesi mümkündü. Değiştiremediğine göre, okulda özel­ likle kötü bir talebe, bir başbelası olduğu sonucunu kesinlikle söyleyebiliriz. Bakalım bu konuda ne yazılmış? «Çocuk okula pis, yıkanmamış, taranm am ış, yırtık giysiler­ le geliyor.» Giysilerinin yırtık oluşunun sorumluluğu ihtimal kendisinin değildir; diğer hususlara gelince, öyle sanırım ki, altı yaşına geldiğinde kızkardeşinin davranışları bam başka olacaktır. Altı yaşında yıkanm asını ve taranmasını öğrenmiş bulunacaktır. «Yerinde oturamıyor.» (Okulda, yerinde oturamaımak! Bu b ir cürüm. Okulda rah at durmayı, oturmayı bilm ek gerek. Bunu yapmayan, davranışıyla okula devam etmek istemediğini ispat ediyor demektir. Okulda 47

rah at durmanın, oturduğu yerden kalkm am anın tanıdığı anlam , hayatta taşıdığı anlamdan ¡bambaşkadır, b ir toplumsal görev­ dir bu. Bu davranışta b ir çocuğun okul ile olan toplumsal iliş­ kisi dnle getirilmiş oluyor. Demek ki yerinde rahat duramadı­ ğını öğrendiğimizde, bundan toplum duygusuna sahip bulunm a­ dığı, öğretmene, öğrencilere ve genel olarak okula ve problem­ lerine ilgi duymadığı sonucunu çıkartabiliriz. Şu halde ne y a­ pıyor? Öyle sanıyorum ki bunu d a biraz dikkatle ve anlayışlı davranmakla keşfedebileceğiz. «Sınıfta dolaşıyor, derste şarkı söylüyor ve arkadaşlarının vediği cevapların taklidini yapıyor.» Bu, onun kaçm a isteğini dile getirmiyor mu. Fakat kolay değil kaçmak, bazı tehlikeler beliriyor. Ana babaya haber gön­ derilecek ve polis ve jandarm a zoruyla bu çocuk okula sürük­ lenecektir. Bundan kaçınmanın im kânı yoktur. Bizim çocuk hiç şüphesiz sıvışmayı çok ister. İşleri kendisini okuldan kovdur­ m aya kadar götürebilir. İşte o zaman hiçbir korkusu kalmaz. «Yanmdakiyle, arkadaşlarıyla kavga çıkartm aya bahane a r ı­ yor.» Böylece başkalarına karşı duyduğu ilginin yetersizliğini or­ taya koymaktadır. Bundan sonraki cümle de ,bu yargımızı doğ­ ruluyor : «Önüne gelen herkesi itip kakıyor ve arkadaşlarından biri­ nin yere düşmesi onu son derece sevindiriyor.» Burada da başkalarına ilgi duymayışının bir belirtisini gö­ rüyorsunuz. Şimdi, kendi kendimize sorm alıyız: bu çocuk on veya yirmi yıl sonra ne olacak, Okulda en acı tecrübeler geçimiş, dilendiği günler de öyle, evde ise hayatından hiç mem­ nun değil. Bütün bunlar ileride ne gibi meyvalar verecek? Bu­ nu keşfetmenin pek kolay olduğunu sanıyorum. Toplum duygu­ sundan o derece yoksun ki, henüz b ir dereceye kadar hareketi aktif olduğuna —başkalarının başına kötülük gelmesiyle eğle­ niyor—, arkadaşlarını rahatsız etmekten hoşlandığına göre, önünde b ir tek yol var demektir. Suç işleme yoludur bu. «Çok değil, kısa b ir süre önce, az kalsın bir arkadaşının par­ mağını kıracaktı. Ağzı da Çok bozuk, çok çirkin sözler sarfediyor. Kendisine sorulan sorulara gayet iyi cevaplar vermesini bilen ve hesapta pek kuvvetli olan, uyanık b ir çocuk aynı za­ manda.» Bu son nokta bizi şaşırtmamalı. Nedenini çok iyi anlıyo­ ruz; ıbu çocuk bütün ömrü boyunca hesaplar yapmış o lm a lı: 48

kendisine yiyecek bir şey vejrilecek mi, dilenerek ne kadar para kazanacak vb. gibi. Burada hesap konusunda doğuştan mevcut bir yetenekten söz etmek gıüçtür, sadece bu konudaki alışkan­ lığından, tecrübelerinden faydalanıyor olmalı. «Fakat yazısı pek bozuk, o da yazmayı canı istediği zaman.» Bu konuda, çocuğun sokak olup olmadığım öğrenmek ister­ dim. Çünkü ıbu kadar becerik li ve uyanık olan bu çocuğun her alanda başarılı olması gerekm ez miydi? Burada ¡başına gelen bütün felaketler dışında b ir de yetersiz (iş görme bakımından) bir sağ elin yüklediği yükü, çekm ek zorunda kaldığını düşü­ nüyoruz. «Resim dersinde henüz karalam a devresini aşmış değil.» Bu da solak b ir çocuk olması ihtim alini kuvvetlendiriyor. Bizce anlam taşıyan b ir gözlem d aha: «Çocuk yabancı uyruklu. Bu, onun bir devlet kurumluna girmesine engel oluyor.» Demek ki am acına erişmek, yani kendisini okuldan kov­ durmak üzere. Bunu d a hemen hemen başarm ış sa y ılır: çocu­ ğun hilesine kapılan öğretmen onun arzusunu yerine getiriyor. Bu çocuk, ne yazık k i Çekoslovak uyruklu olduğundan, onu hangi kuruma yerleştireceğim izi bilemiyoruz. Onun özel b ir ku­ rumda yetişmesi pek iyi olurdu. Fakat orada da bu çocuğun durumunu anlayabilecek birinin bulunacağı kesin değildir. Y ir­ mi beş yıldanberi ıbu ilk çocukluk ilişkileriyle onların insanın geleceğinde oynadıkları önemli rolü anlatm aya çalışmaktayız, hiçbir kurum sözlerimizi dikkate alm ış değildir. Eğer bu çocuk tecrübelerinin içinde yarattığı duygu ile yaşıyor, her zaman önüme geçecek biri çıkacak, hiçbir işe yaram ayacağım , sıvışmalıyım aradan, hayatın hana yükleyeceği görevlerden kur­ nazlığa başvurarak kurtulmalıyım, diye düşünüyorsa, bu kuru­ m a da ihtiyarı dışındaki aym davranış ile girecek ve çok geç­ meden orada da eski oyununu oynam aya koyulacaktır. Orada da, memnunluk verici bir durum af öm eğin sınıf birincisi du­ rumuna geçm eyi hiç bekleineyficektir. Halbuki birinci olmayı, herkesin kendisiyle ilgilenmesini ve bütün dikkatleri üzerinde toplamayı ne kadar istiyor! Zaten bunu da başarmış sayılır. Bütün smıf onunla meşgul oluyor. Çocukların hiçbiri öğretmeni onun kadar uğraştırmıyor. Gerçekten de en önemli kişi haline gelmiş. Evde gerçekleştiremediğini —orada en önemli kişi, kızkardeşidir— okulda başarmış. Bunu da b ir hileye başvurarak, Güç Çocuğun Eğitimi, F . : 4

49

faaliyetini yararsız b ir yöne çevirerek, kendi kendisine b ir ki­ şisel üstünlük ideali bularak ve bu am aca yönelerek başarm ış­ tır. Şimdi bütün Devlet artık onu ne yapacağı konusuyla uğ­ raşabilir. Bu azım sanacak b ir başarı mıdır? Eğer çocuk olan­ la r üzerinde düşünmek isteseydi kendi kendine şöyle d erd i: uslu uslu otursaydım ve gece babam ın dayaklarına ses çık ar­ madan boyun eğmiş olsaydım benimle kim ilgilenirdi? Bu ço­ cuk b ir dereceye kadar haklıdır. Bunu inkâr edemeyiz ve onun için b ir şey yapm aya hazırlandığımız sırada bu gerçeği unuta­ mayız. Bu çocuktaki beğenilm e eğilimini eğitimci de, öteki psi­ koloji ekolleri de yok edemeyeceklerdir. Çocuk değerlendirü' mek, beğenilmek istiyor. Bu eğilim, yok edilemez. Ona hayatın yararlı yönünde b ir yol açmalıdır. Y ararlı b ir şey yapabilece­ ğine kendi kendisini inandırması için onun cesaretini destekle­ meliyiz. Felaketi, kendisini hiçbir işe yaram az sanmasından doğ­ maktadır. Freud ekolü mensuplarından biri olsa belki d e : bun­ lar, ilkel toplumdan gelmiş olan atavik içgüdülerdir, çocuk b a­ basını öldürmek ister, derdi. Bunu yapamayacağını kestirdiği için de öğretmeni öldürmeye çalışıyor, derdi. Öğretmeni o ka­ d ar kızdıracak ki o da ciddi surette hastalanacak, ölecek ve çocuk da am acına erişmiş olacak. Fakat gerçekte işler hiç de öyle görünmüyor. Burada olup bitenler, başlangıç değil sonuç­ lardır. Çocuğun kızkardeşininkine benzer bir rol oynamak is­ tediğine hiç şüphe yoktur. Fakat bunu yapması, daha doğuş­ tan imkânsızdır. Bu çocuk aslında kötü değil, dünyaya gelen bütün çocuklar gibi, iyi bir çocuktur. Toplum duygusunun ge­ lişmesini önlemişler, çünkü çocukta bu duyguyu uyandıracak hiç kimse yokmuş. Bu işi en iyi yapabilecek insan kimdir? Anne. Öğrendiğimize göre çocuk önce hastanede, sonra başka­ larının yanında yaşamış ve nihayet evine gelmiştir; gayrimeşru çocuktur. îki yıl sonra ona b ir kızkardeş geliyor ve hemen ana babanın sevgilisi oluyor. Çocuğa bize benzeyen başka yaratık­ lar da bulunduğunu kim anlatacak? Onun topluma yararlı b ir insan rolü oynamak yeteneğine sahip bulunduğundan hiç şüp­ he etmiyoruz. Sadece, hu konuda gözünü açacak birisiyle k ar­ şılaşması gerekiyordu. Bu kolay b ir iş değildir am a başarılm ası mümkündür gene de. Normal olarak anneye düşen ilk görev, bugüne kadar çocuk karşısında yerine getirilmemiş olan göre­ vin yapılmasından ibarettir. Bu bakımdan çocuk yanında bi­ risinin annenin yerini tutması, ona yakın olduğunu belirtm esi ve güvenini kazanm ası gerekir. Bundan sonra da annenin* 50

uyanmış bulunan toplum duygusunu, geliştirmekten, ve başka insanlara yöneltmekten ib aret bulunan ikinci görevine geçe­ cektir. Bu işi yapabilecek olan babanın toplum duygusunu ge­ liştirecek nitelikte olmadığını öğrendik, kızkardeşler de bu yön­ den yararlı olamazlar. Bizim hünerimiz, annenin yerini tut­ m aktan ve ona düşen ikinci görevi başarm aktan ibaret bulu­ nacaktır. B ir düşünürün çıkıp da bizi «tahminler yürütmek»le suç­ landıracağım ve «tahmin» sanatında b ir dereceye kadar hüner kazandığımızı savunacağım sanmıyorum. Öğrencilerim e tahmin sanatını hakkıyla öğretmeyi gerçi ödevlerimin en önemlilerin­ den sayıyorum. Fakat bizim yürüttüğümüz tahmini, herhangi bir kimsenin tesadüfen yürüttüğü tahmin ile kanştırm am alıdır; birey psikolojisinden habersiz olan böyle b ir kim se «top­ lum duygusu» ve «telafi» yahut «kişilik birliği» gibi sözler kul­ landığında bizim bu kavram lara verdiğimiz anlam da b ir tah­ min yürüttüğünü sanabilir. Fakat o ancak piyanonun klavye­ sini görmüş demektir ve piyano çalm a sanatından hiç haberi yoktur. Bilimin bütün büyük başarılan tahmin sayesinde gerçek­ leştirilmiştir. Biri b ir işaretin yanm a binbir güçlükle ikinci bir işareti koyar ve her türlü yaratıcı faaliyetten kaçınırsa, bu, kısır b ir denemeden başka bir şey değildir. Bazılannm «içe doğma» adını verdikleri şey, belki de tahminden başka b ir şey değildir. Tıp tahsili yapmış b ir kimse, teşhis ¡sanatının da —tıpkı birey psikolojisinde olduğu gibi—, insan hayatı kurallarının an­ laşılmasına bağlı büyük b ir tecrübeye dayanan b ir tahminden ibaret bulunduğundan şüphe etmemelidir. Tecrübemize dayanarak u facık belirtilerden bütünün yapısı konusunda sonuçlara varabileceğimizi iddia edebiliriz; davranış gözlemlerinden, hayat tarzının ne olduğunu bulup çıkartabile­ ceğimizi söyleyebiliriz. Birkaç dağınık cümleden sonuçlar çı­ karacak kadar kendimizi beğenmiyoruz gerçi ama, vakanın an­ latımı ilerledikçe tezimizin kuvvetlendiğini görebilir veya ak­ sine bazı düzeltmelere gitmek zorunluğunu duyabiliriz. Birin­ ci yol, birey psikologunun başvurduğu yol, ¡İkincisi ise bu işe yeni girişen b ir kimsenin izlediği yoldur. " Bu hikâyelerden yararlanar-ak bu çocukları ne dereceye ka­ dar anlayabileceğimizi araştıracağız. Bu rapor eksiktir, çünkü kalem e alanlar bizi asıl ilgilendiren noktalan tam olarak bi51

İçmezler. Çocuk karşım ıza bize bazı özellikleri konusunda bilgi verebilecek olan ana baba tarafından getirilseydi tabii ki bu kadar güçlük çekmezdik; bu halde öğrenmek istediğimiz baş­ lıca noktalar şunlar o la c a k tı: birincisi, kusurların ilk olarak hangi güç .durumda ortaya çıktığı ve İkincisi ise çocuğun bun­ dan önce ne gibi özelliklere sahip bulunduğu. Burada oldukça büyük b ir kesinlikle, karşımızda hayat problemlerinin çözümü­ ne yeteri kadar hazırlanmamış b ir çocuk bulunduğu sonucuna varabiliriz. Çocuğun kalıtım yoluyla bu dünyaya getirdikleri­ nin önemi yoktur. Eğer çocuk toplumsal yönde hazırlanm am ış­ sa kalıtsal faktör kendisini belirtmez. Bu problemlerinden biri b ir toplum duygusuna ihtiyaç gösterdiği vakit özel b ir tered­ düt ile karşılaşırız. İşte sağlam b ir ipuou bulduk-, bundan sonra yapacağımiz şey, bu toplum duygusunun niçin norm al olarak gelişmediğini anlam aktan ibarettir. Bütün olağandışı insanların, güç çocukların, sinirlilerin, alkoliklerin, cinsel sapıkların, suç­ luların veya intihara teşebbüs edenlerin hayat problemlerinin çözümü karşısında geriledikleri kesinlikle ispatlanabilir, çünkü founlar, toplum duygusu yönünden gereği gibi eğitilmemişler­ dir. Bu gerçek görüş m utlaka akılda tutulmalıdır. Bizimle di­ ğer psikoloji ekollerinin arasındaki temel farkı yaratan budur. Mücadele halindeki en küçük kardeş «Dört yaşında b ir kız çocuğu. Tek çocuk değil, kardeşlerin en küçüğü.» En küçük kardeşin huy özelliklerini yeteri kadar biliyoruz. Bununla beraber, en küçüğün, ailesi içindeki durumu sebebiy­ le daima en büyüğü taklit etmeye hatta mümkünse onu geç­ meye çalıştığını tekrar edeyim. Daha başlangıçta pek belirli b ir aşağılık duygusuna sahiptir ve bu nedenle, toplumsal alan­ daki ilerlem esi daha güç olur. Kişisel üstünlük lehine, toplu­ mu ihm al etmeye doğru daha büyük b ir eğilim gösterir. Bu henüz b ir başarısızlık teşkil etmez. Umudu boşa çıkartılm adık­ ça çocuk, dengesini koruyabilir. Umudunu kaybederse başkala­ rın a düşman olur. O zaman, hilelere başvurm aya kalkışacak ve en kolay yolu arayacaktır, hayata da fak ir sınıfı niteleyen bu kıskançlıkla dolu olarak atılır. Eğer kendi kendisini tenkit gücü yetersiz ise ve toplumun önemini gereğince kavrayam a­ mışsa böyle b ir halde n© gibi özellikler bulacağımızı araştı­ rırız. în cil’deki Yusuf’u (Joseph) ele alalım , daim a en küçüğün 52

önemli b ir rol oynadığı m asalları düşünelim, o z,aman ¡bireyin psişik yapısının, hayat tarzının kardeşlerinden küçüğü olması­ nın etkisinde kaldığı o yüzlerce yıllık tecrübeyi daha iyi kav­ ramış oluruz. Bütün öteki faktörlerin! aynı derecede önemi yok­ tur. Kendisini yaşantısının başlangıcındanberi yöneten bu yasa gereğince kalıtsal yeteneklerini bu en küçük kardeş rolüne uy­ duracaktır. Bıu canlılık hayatın yararlı tarafında, toplum çer­ çevesi içinde kendisini gösterebileceği gibi yararsız ta ra fta da görülebilir. En küçük çocuğun yararsız yola sapması, ilk dört veya beş yıl içinde daha büyük b ir denge içinde yaşam ış ve küçüklüğün aczini bu derece çarpıcı b ir şekilde anlamamış olan çocuğun sapmasından çok daha kolay olacaktır. «Parmağını emiyor.» Dört yaşına gelmiş b ir çocuk, bu huyunu çoktanberi terketmiş olmalıydı. Bütün çocuklar arasıra parm aklarını em ebi­ lirler. Burada söyleyeceklerimiz, hiç şüphesiz şu n lard ır: çev­ resi çocuğu bu huyundan, onun d a benimseyeceği b ir çare ile vazgeçirmeyi bilememiştir. Mücadeleye girişilecek olursa, çocu­ ğun buna karşıkoyacağı görü lecektir: a n a b aba bu yönde ne kadar, çaba harcarlarsa o kadar başarısızlığa uğrayacaklardır. Çocuk daima dikkati b ir bu hareketiyle üzerine çekmeye çalı­ şacaktır. İhtimal çocuğun bütün deri yüzeyine yayılmış b ir gı­ dıklanma duygusunun da bunda rolü vardır, aksi takdirde baş parmağı yerine ağzına başka şeyleri de götürmesi gerekirdi. Parm aklarını emen çocuklar bu davranışlarıyla, mücadele eği­ lim lerini dile getirmiş olurlar. Bu hareket çocukların mücadele için başvurdukları tek çare değildir. A na baha çocuklarının te­ miz olmasını arzu ediyorlarsa uyumlu b ir anlaşm a gerçekleşti­ rilmedikçe, çocukların parm aklarım emmeye başladıklarını gö­ receksiniz. Her çocuk, karşıkoym a durumuna itilebilir. Ana ba­ ba yemek yemesiyle özel şekilde ilgileniyorlarsa, çocuklar bunu bir mücadele bahanesi yapacaklardır. Çocuklarının muntaza­ man abdest yapm alarını istiyorlarsa burada da daim a güçlük­ lerle karşılaşacaklardır. Bazı kusurların uzun süre devam e t­ mesinin nedenlerinden biri budur. Cinsel organlarıyla oyna­ mak konusunda da aynı şey söylenebilir. Çocukların ısrarlı şe­ kilde bu huyu devam ettirmeleri daima b ir mücadele anlamını taşır. Belki de daha önemli başka b ir sebebin ise hiç şüphesiz, yukarıda belirtilm iş koşullarla ilişiği v a rd ır: ıbir çocuk elve­ rişli b ir durumdayken bundan uzaklaştırıldığı takdirde, kendi­ 53

sine dikkatleri üzerinde toplama imkânım sağlam ış ¡bulunan bu duruma yeniden geçebilm ek için her çareye başvuracaktır. Bazı kötü alışkanlıkların ana babasının dikkatini özellikle üzerine çe­ keceğini tecrübesiyle bilir. Bu gözlemi yaptıktan sonra, kişisel denemesi sonucu kendisine yararlı olacağını bildiği bu kötü alışkanlığından onu vazgeçirmek pek güç olacaktır. Yakınları­ nın dikkatini üzerine çekm e eğilimi sebebiyle çocuk, çevresinin ilgi m erkezi olduğu duygusuna sahip bulunsun da, dayak ye­ meyi bile seve seve göze alacaktır. Parm ağını emme huyunun da bu çocuğun ana babasına karşı açm ış bulunduğu mücade­ lenin sonucu olduğunu kabul ediyoruz şimdi. Bu mücadele ih­ tim al çocuğun evvelce bulunduğu elverişli ıbir durumdan ay­ rılm asından ve bu durumu tekrar elde etmek istemesinden doğmaktadır. Bu tahminimizin doğrulanmasını bekleriz şüphe­ siz. Fakat sırf b ir egzersiz olarak, böyle bir faraziye kurm akla yetineceğim. Bu parmağını emme alışkanlığı ile ilgili başka kavram ların da bulunduğunu unutmuyorum. Örneğin Freud an ­ layışı bunu b ir cinsel hareket olarak ele almaktadır. Parm a­ ğını emmek ve cinsel organlarıyla oynamak çocuk için uygun b ir çared ir ve ona başka çarelerden daha elverişli gelm ekte­ dir. New York’ta hekim olan Levy birkaç gözlem toplamış fa­ k at en ufak ıbir cinsel tahrik izine rastlam am ıştır. Parmağını emen çocukların daima ana sütünü bol bol, hiç çaba harcam a­ dan almış ve emme organlarını harekete geçirememiş oldukları için, şimdi harekete geçirm eye çalışarak bunu huy edinmiş ço­ cuklar oldukları tezini savunur. Fakat bu çocukların emme or­ ganlarım başka türlü, örneğin dudaklarını emerek harekete geçirm eyişlerinin nedenini anlam ak kolay değildir. Daha kesin sonuçlar beklemek, daha çok sayıda gözlem yapabilm ek gere­ kecektir. Daha geniş araştırm alar sonucu tecrübeler, başka izah tarzlarının da mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Biz ise birey psikolojisi anlayışım savunuyor ve bu çocuğun mü­ cadele halinde olduğunda ve dikkatleri üzerine çekmeyi arzu ettiğinde ısrar ediyoruz. Bu fikrim izi ispat edebilirsek, birden­ bire, birey psikolojisinin, bireyin psişik .yapısının büyük b ir kıs­ mını kavradığım d a ispatlamış olacağız. Eğer doğruluğunu gös­ teremezsek, o zaman görüşümüzü düzeltmemiz gerekecektir. «Başvurulan bütün çarelere rağm en parmağını emiyor.» Eğer her şeye rağmen parmağını emiyorsa uzman psikolog burada mücadele halinde b ir çocuğun SÖ2; ¡konusu olduğu kaS4

a: sına varabilir. Fakat gene de tbör şüphe yok değildir. Belki de parm ağını ibaşka sebeplerden em iyoıdur ve zevk aldığı bu huyuna devam için mücadele ediyordur. Bu kusur sebebiyle görüşümüzün doğruluğunu isbat edemeyiz. Hayatının bütünün­ den mücadele halinde bir çocukla karşı karşıya bulunduğumuz sonucu çıkm alı ve düşmanca davranışı h er hareketinde belirmelidir. «Çok zaman, özellikle b ir şeye karşı gelince parm ağım ağ­ zına sokuyor.» Bu çocuğun karşı gelebildiğini de öğrendik. Zaten 'başka bir şey yapamayacağını önceden kestirmiştik. B ir ş e y e , karşı- gel­ mek istediği zaman parmağını ağzına sokması çok dikkat çe­ kici b ir nokta. Tarafsız bir gözlemci için bu, fikirlerim izin doğ­ ruluğuna b ir delildir ve k arşıt anlayışların yanlışlığım isbat eder. «En ufak bir şeye sinirlense hemen kusuyor.» Yemekleri pek kolaylıkla çıkartabilen çocuklardaki bu k u s­ maları biliriz biz. Bu çocuğun sindirim aygıtında b ir bozukluk olduğunu da kabul edebiliriz. Bu bozukluk nedeniyle kolay­ lıkla kusabiliyor demektir. Bu da bize bütün psişik canlılığının nasıl bu karşıkoym a davranışına sürüklendiğini göstermiş olu­ yor. Konumuz olan çocuk, saldın silahlarına sahiptir. Kusma bunlardan biridir. Eğer bu çocuk tek başına olsaydı ve açlık ve sevginin gösterdiği yolda ilerlese, kendi kendisinden başka güvenecek kimsesi bulunmasaydı b ir şey işine gelmediği za­ man niçin kustuğunu anlayamazdık. Burada toplum ile olan ilişkiler kendisini açıkça gösteriyor: bu çocuk başrolü oyna­ madığı zaman sinirleniyor, başkaianm suçlam ak ister ve onlar­ dan öc alm aya çalışırmış gibi kusm aya başlıyor. Bu davranış bir toplumsal ilişkiyi temsil ediyor ve değerlendirilmek isteyen bir çocuğun mücadelesinden başka b ir şey anlamım taşımıyor. «Bir şeyi yemek istemediği zaman da kusuyor.» Bu çocuğun kolayca kusması a n a -b a b a y ı ilgisiz bırakam az. «... Yıkanacağı sırada, ana - babasının her emri işine gel­ meyen çocuğu aşırı b ir sinirlilik haline g e tiriy o r: haykırarak, debelenerek kendisini yatıştırm aya çalışanları itiyor.» Çocuk tam anlam ıyla bir mücadeleci. Bağırdığı ve debelen­ diği sırada, açlık ve sevginin içgüdüleri-’nin etkisiyle davrandı­ ğından şüphe edilmiş olsaydı bu derece yüzeyde kalmış b ir açıklam a tarzı hiç kimseyi memnun edemezdi. 55

«Örneğin 'bu çocuğu b ir m asal anlatm ak yoluyla y atıştır­ maya çalıştım.» Çocuğu ilgilendirmek için girişilmiş bir deneme. Bu de­ nemeyi nasıl sınıflandıracağımızı biliyoruz. Ananın ikinci gö­ revinden doğm aktadır: çocuğa işbirliği yaptırmak, onu başka­ ları ile oynatmak. Bu «ile» kelimesinin altını çiziyorsam, en dikkatsiz b ir insan bile bu denemenin, gereğince yerine g e­ tirilmemiş olan, çocuğu topluma sevketme görevini belirttiğini anlayacaktır. «Masalı doğrudan doğruya çocuğa anlatmıyorum.» Bu, sık sık başvurduğumuz b ir lüledir. Bunu göze batm a­ yan b ir şekilde yapanz, çünkü çocuk, mücadeleci davranışı içinde artık objektif değil, sübjektif b ir şekilde hareket etm ek­ tedir. Doğrudan doğruya ona hitap edilecek olursa kendisini savunmaya girişebilir. «Fakat altı buçuk yaşındaki ablasına m asal anlatıyordum.» Demek k i altı buçuk yaşında bir ablası var ve ondan hiç şikâyet edilmiyor. Onun topluma ayak uydurabildiğini ve bu sebepten beğenildiğini, sevildiğini tahm in edebiliriz; bu da kü­ çük kardeşini gölgede bırakıyor ve hırslandırıyor olmalı. Ab­ laya hitap etmek hilesi iyi düşünülmüş, çünkü küçük, h er alan­ da ablasıyla b ir olmaya çalışmaktadır. «Sinirlenmiş olan kız, dikkatle -dinliyordu.» Demek k i kız, -masalı, gerektiği gibi anlıyor. Bu çocuğun, ablasının sahip olduğu şeylere sahip olmak istediğini düşüne­ biliriz. O da masal dinlemek istiyor. Mücadele halindeki çoculklar-da bu davranışa sık sık rastlarız. «Yavaş yavaş yatıştı ve sonuna doğru m asalla çok ilgilen­ diğini gösterdi.» Tedavi bitmiş değildir. B-u kızcağız yerleşmiş ve geleneksel kanunlarını çiğnediği topluma ayak uyduracak hale getirilme­ lidir. Onun toplum duygusunu desteklemeliyiz; bunun da birkaç şekilde yapılabilmesi mümkündür. Fakat asıl amaç, asla göz­ den uzak tutulm am alıdır; çocuğa, bizim de kendisini anladı­ ğımızı ve aşağılık duygusundan kurtarm aya çalıştığım ızı an ­ latabilmek. Bu gibi çocuklar bazen duygularım çok gülünç b ir yoldan belli ed e rle r: «Kederli oluşumun nedeni ablam ile hiç­ b ir zaman aynı yaşa gelemiyeceğimi bilmemdir.» İşbirliği ve ortak oyun alanını terkederler ve kişisel b ir yoldan çevreleri 56

nln dikkat merkezi olmaya çabalarlar. Önemli olan, b ire y -to p ­ lum ilişkisidir. Bu vakada; eğitimde hatalara düşüldüğü ve ge­ reği gibi davranılmadığı için hata işlenmiş demektir. Öyle sa­ nıyorum ki, burada yemek birinci plana getirilmiş, beslenme işine fazlasıyla önem verilmiş, beslenme işine verdikleri önemi çocuğa belli etmemelerini öğütlerim. Çocuklar mücadeleye gi­ riştiklerinde, etki yaratacağını bildikleri yöne saldırırlar. İkinci v a k a : «Tek çocuk, her şeyden bıkmış, bezgin. Üç ya­ şında b ir oğlan. Hayatının ilk iki yılında ailesi son derece güç mali koşullar içinde yaşıyordu. Çocuğun en önemli ihtiyaçla­ rını bile yerine getiremiyordu.» Toplumsal koşullar burada sıkıcı b ir şekilde işe karışıyor. Fakat çocuk başka hiçbir şey görmediğinden, b u sıkıntıyı belki de pek duymuyor. Gerçi hayatın güç olduğunu sezm iştir kesin­ likle. Belki ailesi de çocuğun önünde güç durumlarından ya­ kınm ışlar ve onda gelecek konusunda karanlık kaygılar uyan­ dırmışlardır. «Şu son aylar içinde ise, aksine, m ali koşullar hissedilir şekilde düzeldi...» Yeni b ir durum! «Ve bu yüzden, birdenbire her şeyi telafi etmek istediler.» Demek oluyor ki, çocuğu her türlü arm ağanlara, oyuncak­ lara, güzel şeylere boğdular. Bu eğitim yönteminin hiç de doğ­ ru olmadığını hepimiz kabul ediyoruz. «Ailesi, çocuğu oyuncaklara boğuyor; çocuk bunlarla ilgi­ lenmiyor ve genellikle, bütün bu şeylerin yanından en ufak b ir sevinç belirtisi göstermeksizin, ilgisizce geçip gidiyor.» Bu oyuncakların ve güzel şeylerin getirdiği zevkin aşırılığı yüzünden çocuğun her türlü ilgisini kaybettiği ve bezdiği söy­ lenebilir, bütün bunları kendisine olan b ir borcun ödenmesi sayıyor. Bu gibi çocukların kendi oyuncaklarını kendileri yap­ mak istediklerini, pak basat bebekler yaptıklarını görürüz. Çok zaman bu gibi ilkel oyuncaklar en güzel bebeklerden daha çok oyalar onları. Bu eğitim tarzı çocukları toplumdan uzaklaş­ tırıyor; hiçbir çaba harcam ak zorunda kalm ıyorlar ve bizim dünyamız ile çelişik olan bir dünyada yaşıyorlar. Gösterdiği bu ilgisizlikten, otomatik olarak, çocuğun hiçbir söze kulak v er­ meyeceği ve belki de ailesinin davranışıyla kolaylaştırılan dar b ir çerçeve içinde ilerleyeceği sonucu çıkar. Alışmadığı için faaliyetini geliştiırmeyecektir. 57

«Anne, çocuğun duygulu olduğunu iddia ediyor, ben ise onun duygusuz olduğu tezini savunuyoraı.» Biz de bu ikinci görüşü kabul ediyoruz. «Yalnız oynamayı tercib ediyor, am a başka çocuklara ka­ rıştığı zaman ya çabuk hiddetleniyor y a da her işlerine ko­ şuyor.» Bu yeni duruma alışık değildir, ona güç geldiği için hid­ detleniyor. Belki de, teşebbüs yeteneğine sahip bulunmadığını bildiğinden başkalarına uyuyor. «Oyunda yenilirse hemen annesinin yanm a sığmıyor.» Karşıkoymuyor. Bu, gerçekten b ir eğitim hatasıdır. Birbiri ardına sıralanm ış yenilgiler sonucu bu çocuk toplumun ça r­ kından kopartılıp alınmıştır. Bütün durumlar güç gelir ona; çocuk, hiç teşebbüs göstermeksizin, her şeyin, çaba harcam aksızm rah atça elde edildiği ıbir ortam içinde büyümüştür. Bu eğitimin çocuğa toplum yolunu kapatm ası nedeniyle ne derece hatalı olduğunu görüyorsunuz. Tedavisi, çocukta başkaları için ilgi uyandırmaktan, onu hayatin yükleyeceği görevlere hazır­ lam aktan, yani aşağılık duygusundan kurtarm aktan ve onu, bü­ tün sorunları çözebileceğine inandıracak b ir iyimserlikle dol­ durmaktan ibaret olacaktır. Büyüğün kalıtsal haklan için mücadelesi «Beş yaşında bir oğlan, birkaç çocuğun büyüğü.» Büyükte tahtından indirilmek korkusunu dile getiren bir davranış görürüz genellikle. İktidarın ne gibi koşullarla elde edildiğini çok iyi anladığından, bunu hayatın en değerli şeyi kabul eder ve daima ona ulaşmaya çalışır. Hayat kurallarıyla en fazla ilgilenenler, ailenin en büyüğü olan çocuklardır. En küçük kuralların ve ilkelerin can düşmanı, yerleşmiş kuvvetin rakibidir ve ona saldırm aya h er zaman hazırdır. Doğa kural­ larının ve yasalarının sihirli gücüne inanm ak istemez. Her fır­ satta, kesin kurallar konam ayacağım istoata çalışır. Böylece konumuz olan çocukta yüksek b ir iktidar duygusu bulunduğu­ nu ve tahtından indirilmek kaygısıyla bu iktidarını korumaya veya yeniden elde (etmeye çalışacağını düşünebiliriz. Bütün umutlarını yitirdiği andan itibaren, davranışları görünüşte de­ ğişse bile, gene de iç yapısı aynı kalır. Asla iktidara geçem e­ mek üzüntüsü ve umutsuzluğu içindedir, ve cesareti çok azal58

«ııştır. Bu çocukta bu iki halden hangisinin bulunduğunu gö­ receğiz. İki halin de ortak yönü, büyük çocuk durumuna ye­ niden gelebilmek için gösterdiği şiddetli bir istektir. Bu oğlanın her zaman büyük tavırları takındığını, daima kendisini küçük kızkardeşine b ir örnek olarak göstermeye kal­ kıştığını öğreniyoruz. Bu tutumu d a bizim anlayışımıza tam a­ men uyuyor. «Çocuk her bakımdan zekâca norm al çocuklar kategorisin­ den, h er şeyle ilgileniyor ve olağanüstü bir güce sahip.» Bu çocuğun kumandayı elde tutmak, dümende kalabilm ek için devamlı b ir gerilim halinde çalıştığını unutmayalım; bu, büyük bir irade gücü belirtisi gibi görülebilirse de beş yaşın­ daki bir oğlan çocuğunda böyleşine b ir irade gücü bulunabi­ leceğinden pek emin değilim. «Çocukları itip düşürüyor, eşyaları, değerli bile olsalar k ı­ rıyor, kısacası; yolunun üzerine çıkan h er şeyi devirip geçiyor.» Bu davranış çocuğun dümende kalm aya çok önem verdi­ ğini belirttiği gibi, bize toplum duygusunun da zedelendiğini göstermektedir. Burada «açlık»tan ve «sevgi» den çok iktidar öz­ lemini buluyoruz. Geri itilmiş kışkırtm alardan veya izlenim ler­ den sıkıntı çekmiyor, fakat toplum duygusunun gelişmesine en­ gel olunmuş demektir. Bu, iktidar peşinde koşması, kendi ken­ disine pek inanmadığından, daha da iyi anlaşılmaktadır. Erkek ve kızkardeş arasındaki rekabette kızın, erkekten daha hızla geliştiği için daim a daha talihli olduğunu biliyoruz-, bu neden­ le ağabey küçük kızkardeşi karşısında iktidarı koruyabilmek için çok sıkıntı çekecektir. Başka koşulların da rolü olmuştur, zira ağabey, kardeşine gaiip gelme umudunu yitirmedikçe sırf bu üstünlük isteği kesin bir şey ifade etmez. Eğer başarm a umu­ dunu tam amiyle yitirirse ibu sefer kurnazlığa başvuracaktır. Büyük çocuk, b ir süre tek kalm ış b ir çocuktur. Daha sonra a r­ tık tek çocuk olm aktan çıkmıştır, am a toplum içindeki bu du­ rum değişikliğe önceden hazırlanmış değildir. «Babası bana, çocuğun b ir süre çok sert b ir eğitime tâbi tutulmuş olduğunu anlattı.» Ona sert muamele edenin kim olduğunu bilmiyoruz, belki de babasıydı. Bu d a babasına düşman olduğuna, bu yüzden sal­ dırılarını ona yönelteceğine işaret eder. «Baba, çocuğun, sağlıklı bir bedensel ve akılsal gelişme so­ nucunda enerji fazlasına sahip olduğunu iddia ediyor.» 59

' Bu, babanın yanlış anladığı, hakim iyet isteğidir. «Ve bunun içindir ki, taşkınlık yapıyor. Bugüne kadar ço­ cuk hastalıklarının hiçbirini geçirmemiş.» Anlaşılan baba, huy gelişmesinde çocuk hastalıklarının özel bir etkisi olduğuna inanıyor. «Kanımca, ‘kendisini aşağı gören’ çocukların aksine bu ço­ cuk, haris b ir çocuk sayılır.» Çocuk, aksine, kendisinden emin olsaydı böyle çab alar h ar­ camazdı. Aslında, «aşağı» değildir, b ir «aşağılık duy,gusu»na sahiptir. «Çocuğa her zaman örnek olarak babası gösteriliyor, baba becerikli ve sevilen b ir insan.» Babanın örnek oluşu, çocuğu daha da sıkıyor anlaşılsın. «Çocuğa, b ir gün babasının kişiliğine erişeceği fikri aşıla­ nıyor.» Bu bize pek güç b ir şey gibi görünmüyor, ama çocuğu korkutm uşa benzer. «Baba mühendistir ve özellikle resim alanında pek başa rılı oluyor.» Çocuklarına örnek olarak kendilerini göstermekle birçok aileler k arar yetkisini ve bağımsız hareket yeteneğini geliştir­ diklerini sanırlar. Bu ikinci halde de her şeyden önce çocuğun toplum duy­ gusunun ne dereceye kadar geliştirilmiş olduğunu tesbit etmek gerekir. Bütün diğer sebepler ikinci derecede kalır. Bunun do­ ğal bilim lerle, «açlık» ile, «sevgi» ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bu­ rada önemli olan tek şey kendisine değer verdirm ektir ve top. lumsal duygunu derecesini tayin eden, budur. «Şu halde, beş yaşındaki bir yumurcağın en u fak b ir baha­ nede sinirlenmesinden kim sorumludur? Dört yaşındaki b ir kız­ cağızın geçirdiği mide krizlerinin sorumluluğunu kim e söyle­ memiz gerekiyor? Birçok vakada şu sonuca varmışımdır ki; ço­ cuklarına fena muamele edenler, bizzat an a-b ab ad ır; sert dav­ ranm ak ve onu dövmek suretiyle değil, fakat sonuçlarını dü­ şünmeden ve birbirini tutmaz davranışları yüzünden. Çocuk­ ları eğitme hakkı ancak, gerekli bilgilerden başka, sıcak ve derin b ir toplum anlayışına sahip olan kimselere verilmelidir.» A n a -b ab an ın sorumluluğunu azaltm aya m ecbur duyuyorum kendimi. Zira, örneğin bü gibi çocukları geliştirm e, toplum 60

duygulanın daha iyi işletme işi başarılacak olursa, artık a n a babamn sorumluluğu kalm az ve böylece toplum duygumuz a ile ­ yi bu gibi güçlüklerden kurtarm ak işini ele alm ak zorundadır. Bu, ¡bütün karşıkoyımalara rağmen, birey psikolojisi uygulama­ sının başlangıcı olmuştur. Bu işi tek başım ıza başaram ayaca­ ğımızı biliyoruz, sadece işe başlam ak ve b ir örnek verm ek a r­ zusundayız. Yolumuza devam etmeye yetecek kadar da teşvik görmüş bulunuyoruz.

ŞIMARIK EN KÜÇÜK KARDEŞ

y i T T

«Kız, on bir yaşında, babası demiryollarından emekli, an­ nesi ev işiyle meşgul. On dört çocuğu olmuş, yedisi hayatta kalmış. Petrronille en küçükleri.» En küçüğün huy yapısı konusunda ¡belirli b ir fikre sahibiz. Herhalde Incil’deki Yusuf’un öyküsünü hepiniz ¡bilirsiniz: gü­ neşin, ayın ve yıldızların, önünde dize gelmesini istemiş ve bu rüyasını ağabeylerine anlatmış, onlar da ne demek istediğini çok iyi anlam ışlar. Kardeşlerini b ir torbaya koyup satmışlar. Bu öykünün öğretici tarafları pek çoktur. Daha sonra Yusuf, bütün ailenin, hatta bütün ülkenin dayanağı oluyor ve bütün milletini kurtarıyor. En küçük! D ikkat ederseniz kardeşlerin en küçüğü genel olarak iyi veya kötü yönde daima ¡bir kişilik, çoğu zaman değerli ve güçlü b ir kişilik haline gelir. Bü on dört çocuğun cinsiyeti ve birbiriyle olan ilişkisi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Fakat öyle tahmin ederiz k i, a n a -b a b a , ileri yaş­ larında çocuk sahibi olmanın verdiği memnunlukla en küçük­ lerini çok zaman özellikle şım artm ışlardır (yine de, bu yaşta çocuk sahibi olmak onları sıkmış da olabilir). En küçük, a r ­ dından hiç kimse gelmediğinden bütün diğer çocuklardan b am ­ başka bir hava içinde büyür. Ötekilere gelince onlar, yerlerinin başka b ir çocuk tarafından alınması felâketini yaşarlar. Bu fe­ laket en küçüğün başına gelmemiştir ve bu da her davranışın­ dan anlaşılır. Ardında hiç kimseyi hissetmez, serbesttir. V aka konusundaki açıklamadan şu verileri çık artıy o ru z: «Zaman zaman hevesle çalışıyor, sonra hevesi azalıyor.» Bir öğrencinin çalışmasında böyle b ir dengesizlik gördüğü­ 61

nüzde, onun ibir şımarık çocuk olduğu sonucuna raiıatça vara­ bilirsiniz. Böyle b ir çocuk, ancak bazı koşullar mevcutsa iler­ ler : b ir şey yaratm ak için çaba harcam ak zorunda kalmadığı, b ir şeyi kolaylıkla başardığı zaman. Sıcak ve hoş hava kaybo­ lu rsa verimi de azalır. Böyle b ir öğrencinin okul karnesine bakarak şım arık çocuk olup olmadığı teşhisini koyabiliriz. «Çocuk, yazı ve resim derelerini ve elişlerini tercih ediyor » Demek ki çocuğun elleri becerikli. Bu, uzun süredenberi el­ lerini iyi çalıştırmış olmasından ileri gelebilir. Küçüklüğündenberi elleriyle iş görmekten zevk duymasından, onun solak ol­ duğu ve güçlüklere sağ elini özellikle alıştırm ak suretiyle karşı koyduğu sonucunu da çıkartabiliriz. Fakat bu ikinci teori ih ­ tiyatla ele alınmalıdır, reddedilmesi de doğrulanması da ko­ laydır. , «Anne, çocuğun kötü davranışlarını savunuyor.» Burada b ir annenin, haklı bile olsa, çocuğuna engel olma­ dığını görmekteyiz. Böylece, çocuğun şım ank olduğu konusun­ daki inancımız doğrulanıyor. «Dikkati kolay uyanıyor.» Bu, bize çocuğun her şeyle ilgilendiğini, h er şeyi görüp işit­ tiğini ve hayata karşı canlı b ir ilgi duyduğunu anlatır. Cesa­ retini kaybetmemiş, gerilemeyen, içine kapanık olmayan, dış dünya ile ilişki kurmak isteyen b ir çocuktur söz konusu. Belki de gereksiz şeylerle ilgili özel b ir alanda işleyen b ir toplumsal faaliyetle karşı karşıyayız, am a ne de o lsa tem el atılm ış de­ mektir. «Başkalarını rahatsız etmek suretiyle dikkati çekm eye ça­ lışıyor.» Bu çocuğun h er zaman derste kargaşalık yaratm a isteğini anlamalıyız. Bizi şaşırtmıyor, çünkü böylesine canlılık dolu bir şım arık çocuğun hâkim eğilimi olan, her zaman çevresinin ilgisini üzerinde toplama eğilimine kendisini kaptıracağım b i­ liyoruz; ne yazık ki hu, çok zaman hayatın yararsız tarafında gelişir. Annesinden gereken desteği bulduğuna göre bü y arar­ sız yönde de oldukça uzaklara gideceğinden hiç şüphe yoktur. «Dikkati çekici b ir anlayış yeteneğine sahip.» Şu halde bu çocuğun ilgisinin uyanık olup olmadığı konu­ sunda en ufak bir şüphe bile yersizdir. B ir zekâ testi yapıla­ 62

cak olsa, eminim ki aklının normalin üstünde olduğu sonucu çıkacaktır «Günlük hayat olaylarını bağımsız ve doğru b ir şekilde izliyor.» Demek ki bu çocukta, onu her şeyle ilgilenm eye iten ve prolblemler karşısında mantıklı bir tutum göstermeye sevkedeu bir faaliyet potansiyeli var. »Anlayışı keskin, istidatlı b ir çocuk, tenkit duyusu yüksek.» Tenkit duyusunun daima şaşırdığını söylemek istemeyiz. A rasıra haklı bile olsa, gene de bu kızın başkalarını geçme eğilimine sahip bulunduğunu kabul etmek zorundayız. •■Her yeni işe cesaretle atılıyor.» Şu halde yeni b ir işe başlarken k ararlı b ir halde ilerliyor. B ir kere daha faaliyeti ispatlanmış oluyor demektir. Bu çocu­ ğun hayat tarzı şekillenmeye başlıyor; dış dünya ile ilgilenen ve muhakkak ki başkalarından yükseğe çıkm a eğilimi gösteren bir çocukla karşı karşıyay ız: Okulun toplumsal çevresi içinde bulunduğu zaman, öğretmen karşısındaki davranışı nasıldır acaba? «Zaman zaman işine delicesine veriyor kendisini.» Bu da, yukarıda söylediklerimizi doğrulayan b ir söz. «İşini iyi ¡başardığını söylemek onu çok cesaretlendiriyor.» Beğenilme arzusu çok kuvvetli, büyük bir rol oynamak istiyor. «Neşeli bir çocuk.» Bu da bize gene cesaretini v.e kararlılığını gösteren bu­ yanı. Belki evde de günleri pek fena geçmiyor, çünkü anne­ sinin onu savunduğunu biliyoruz. ♦Kararlarından şaşmamayı seviyor.» Bütün kendisini kuvvetli hissedenler gibi. «Derste kargaşalık yaratarak başka çocukların dikkatini da­ ğıtmaktan hoşlanıyor.» Bir hedefe ulaşmak, dikkat merkezi olmak istediği söyle­ nebilir: Bunu da ancak dersi karıştırm akla başarabiliyor. ♦Yönetici eğilimi gösteriyor.» Kardeşlerin en küçüğü, küçük Yusuf. «Fakat yöneticilik yeteneği pek yok.» Niçin yok acaba? Öteki çocuklar ona karşı koyuyorlar, her zaman bu küçük yumurcağın peşinden gitmek istemiyorlar. Başkalarının nasıl idare edileceğini henüz anlamamış. Fakat er¡g eç bu yönetici yeteneğini de elde edeceğine hiç şüphe yok. 6S

«Düşüncelerini iyi açıklıyor ve kolaylıkla ¡konuşuyor.» Söz, dikkati üzerine çekmenin b ir yoludur. Güç çocuklarda sinir veya akıl hastalarında bu konuşma sevgisine sık sik rast­ lanır; bu gibi insanların çeneleri hiç durmaz. Buraya kadar yapılmış olan gözlemler, çocuğun ilkokuldaki hayatıyla ilgili. Şimdi ortaokul gözlemlerine geçiyoru z: «Başlangıçta kendisini pek gösteremedi. İlk gezinti sıra­ sında (öğretmen ile bir k ır gezintisi) arkadaşları çocuğun ya­ ram azlıklarından şikâyet ettiler.» Çocuk, istemesini biliyor zaten; yerini korum ak azminde­ dir, Niçin kendisini hemen göstermemiş? Bu çocuğun deneyim sahibi oluşundan ileri geliyor. Her şeyden önce, kendisini gös­ term e yollarını aram ıştır kesinlikle. «Aşağı yukarı iki üç haftadanberi, davranışı dayanılır gibi değil. Derste bağırıyor, yerinden kalkıyor, ötekileri itip kakı­ yor ve rahatsız etmeye çalışıyor.» Davranışı, ihtim al ötekileri geçme eğilimini belirtmektedir. Bu tutumuyla ne elde etmek istediğini anlıyoruz.: kuvvetini göstermek istiyor, öteki çocuklara hâkim olmak istiyor. «Bir kompozisyon ödevi sırasında çocuk çalışmadı, ve yaz­ ması ih tar edilince hiddetlendi; mürekkep hokkasını kaptığı gibi ellerini m ürekkebe 'buladı, sırayı da mürekkeple yıkadı.» Çocuk, ölçüyü aşıyor ve h er ne bahasına olursa olsun, en kuvvetlinin kendisi olduğunu göstermek isteyen b ir muzaffer kahram an gibi davranıyor. Bu çocuğun zeki b ir çocuk olduğu­ nu kabul ettiğimize göre, okulda r a h a t. olmadığı sonucuna va­ ra b ilir ve onun için b ir şeyler yapılması gerektiğini düşüne­ biliriz. Bu kızcağız davranışıyla bize, okulda b ir rol oynaya­ bilmek umudunu yitirdiğini göstermektedir. «Anne okula çağırılıyor ve hiddete kapılarak kendisini kay­ bediyor, çocuğun saçlarını çekiyor, yersiz olarak tokatlıyor ve kollarını büküyor.» Anne bile soğukkanlılığını kaybetmiştir. Bunun, çocuğun canlılığını, karakterini dışa vuruşunu cezalandırmak için hiç de iyi b ir usul olmadığına dikkati çekmeliyiz. Çocuk, annesini ve öğretmenini üzmekten zevk duyacaktır. Geçenlerde Rossegg er’in biyografisini okum uştum : yazar, çocukken .babasını ken­ disine dayak ata'cak derecede kızdırdığı zaman sonsuz b ir se­ vinç duyduğunu belirtiyordu. D aha sonraları, babasının ken­ disini sevdiğini anlayınca, tutumunu değiştirmiş. Çocuk, sevil­ 64

diğinden, kendisine inanıldığından em in olm ak ister. Bu gü­ veni yitirince (birini kızdırmaya ve çileden çıkartm aya çalışır, b ir sonuç elde edinceye kadar. Bu, onun gücünü kam çılar. «Müdire, anneyi güçlükle yatıştırıyor ve çocuğu hem en sı­ nıfa gönderiyor. Çocuk ağlamamış, bağırm am ıştır, m etanetini korumuştur.» Bakın annesine neler demek istiyor, görüyorsunuz: «Sen be­ nim için fazla zayıfsın, senden daha güçlüyüm ben!»

«Anne gider gitmez çocuk yeniden, sınıfta ders yapılması­ nı imkânsız hale soktuğu gerekçesiyle müdireye gönderiliyor.» Böylelikle de hiçbir şeyin kendisini etkilemediğini, «kimse­ nin ona tesir edemeyeceğini» göstermektedir. Bir bakım a bu çocuk, hayranlık uyandırabilir, olağanüstü derecede güçlü. Bu olağanüstü gücü yararlı b ir yöne sokulabilse, kesinlikle iyi b ir sonuca varılacaktır, «Müdire onunla iyilikle konuşuyor ve çocuk uslu -duraca­ ğına söz veriyor, ama sözünü tutm ak niyetinde olmadığını da belli ediyor.» Çocuk, müdirenin kendisiyle olumlu şekilde ilgilendiğni anlam ıştır. Ona iyilik yapmak ve söz idini emek istiyor, am a sınıfta hayat tarzının mekanizması işlem eye başlıyor. Bazı ya­ zarlar burada çifte kişilikten söz ederler, çocuğun b ir yönü­ nün uysal oluşuna karşılık, b ir yönünün de âsi olduğunu söy­ lerler. Fakat insan ruhu bu derece kesin çizgilerle bölünemez. Bu makineleşmiş hayat tarzı da hiç şüphesiz kendi şem asına göre işler, am a duruma göre değişikliklere uğrayabilir. Müdi­ renin yanında iken çocukta bu kişiyi kazandım ben, bana a it­ tir, izlenimi var, am a sınıfta bu izlenime sahip değil. «Müdire ona b ir görev veriyor:- her gün takvimi kopartmak.» Bu, okulda çocuğu yatıştırm a usulüdür ve hatta daha de­ rin bir anlam ı da v a rd ır: üstünlük arayışı b ir önemli görevle yatıştırıla,bilecek çocukları etkilemek. Fakat çocuğa bu görev yetmiyor, daha fazlasını istiyor, bütün çocuklardan ileri olm ak istiyor ve onun kesinlikle yatıştm labileceğine inanmıyoruz biz.

«Öğretmen sınıfa girince çocuğun sözü: ne güzel bigudileri yar! Acaba nereden almış?» Bu, açık b ir düşmanlığın ifadesidir. Bu çocuğun öğretmen ile açıkça mücadeleye giriştiği anlaşılıyor, ancak bir düşman fou şekilde konuşabilir. G üç Çocuğun Eğitimi, F . : 5

65

«Sınıftaki çocuklar o n -o n iki yaşlarında olduklarından, do­ ğaldır ki bu sözlere gülmeden edemiyorlar. K argaşa devam edi­ yor. Başlangıçta çocuğun yalnız o öğretmeni kızdırmak istediği sanılıyordu, fakat sonraları öteki öğretmenler de benzer dav­ ranışlara hedef oluyorlar.» Belki de bütün bu öğretmenlerin çocuğa istediğini sağla­ m aları ve onu sınıfın başına geçirmeleri imkânsızdır. Diğer taraftan bu çocuğun isteğini hemen yerine getiremediğimiz tak­ dirde, ondan hiçbir şey elde edemeyeceğimizi de anlıyoruz. Bizi de ötekileri sürüklediği o mücadeleye sürükleyecektir. K a ­ bahatlerini başına kakm ak ise büyük hata olur. Onunla iyi taraflarından söz ederek konuşmaya girmek gerekir. Davranış tarzı, danışmanın kişiliğine bağlıdır. «îki tabiat bilgisi dersi boyunca dersin yapılabilmesi için mü­ dire, çaresiz sınıfta beklemek zorunda kaldı.» Gücü, müdire ile mücadeleye yetecek kadar büyük değil: zaten onunla arasının daha iyi olduğu anlaşılıyor. Bu, belki saygısından, belki de kendisini savunduğu için duyduğu m in­ nettarlıktan ileri geliyor. «Öğretmen, çocuğa bazı görevler v e r d i: öğretim malzeme­ sinin tozunu almak, su bulmak gibi; ama burada da çok geç­ meden yaram azlığa başladı; saçm alıklar yapmaya girişti.» Bu, bizi düşünceye sevkediyor. Gördüğümüz gibi, müdire­ nin isteklerini hakkıyla yerine getiriyor. Başka b ir öğretmen onu b ir işle görevlendirirse bunu hakkıyla yapmıyor. Bura­ dan d a b ir şey öğreniyoruz: çocuğa yaklaşm a tarzını. Görüşü­ me göre modem eğitim, çocuğa memnun edici bir yer vermek eğilimindedir ve öyle b ir mevkide çocuğun daha iyi davrandığı görülmektedir. Birey psikolojisi ise aksine çocuğu dengesini kaybetmemeye alıştırmak istiyor, memnunluk verici olmayan, olumsuz b ir mevkide bulunsa bile. Makineleşmiş hayat tarzı­ nın içinde meydana geldiği koşullan hatırlayacak olursak, bu hayat tarzının, ananın çocuğun onun güvenini kazanm ası için ona olumlu b ir yer Vermesini gerektiren şekilde kurulmuş ol­ duğunu görürüz. Anne bundan sonra çocuğu toplum içindeki hayatın b ir ortağı yapmak zorundadır. Anneye düşen bu gö­ revden kaçmamayız; bu noktadan başlam alı ve çocuğun top­ luma katılm asını sağlamak için her şeyden önce onun sevgisini,, yakınlığını kazanmalıyız. Kazanamazsak bu işi de başaramayız. «Beden eğitimi dersinde öğrenci yaramazlık yapıyor ve sı­ radan çıkıyor. Onu vestiyere kapatıyorlar, bu sefer kâğıt par-66

çalarım , sonra da öğrencilerin elbiselerini yere atıyor. A ttıkla­ rını toplamayı ise asla kabul etmiyor.» Hep aynı mücadele. «Ancak bizzat müdire çocukla uzun uzun konuştuktan son­ radır ki kâğıtları yerden toplamaya razı oluyor.» Demek ki müdire çocuğa kabahatini kabul ettirmesini ve boyun eğdirmesini bile başarabilm iştir. «Başka b ir sefer vestiyerde sınıf arkadaşlarının ayakkabı ve çoraplarını değiştiriyor. B ir çocuk çoraplarını bulam ıyor ve doğal olarak küçük H. den şüphe ediliyor. Ne müdire, ne öğ­ retmen, onun gibi pek temiz ve iyi giyinen bir çocuğun çorap­ ları alabileceğine ihtim al vermiyorlar. Çocuğun yiyecek,- giye­ cek bakımından hiçbir şeyi eksik değildir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Ertesi gün müdire, anne ve çorabı kaybolan çocuğun annesi çorapları nereye sakladığını itiraf etmesi için küçüğü sı­ kıştırıyorlar. Fakat çocuk hiçbir şey söylemiyor. Uzun aram a­ lardan sonra hademe, çorapları yerdeki vantilatör aralığında buluyor. Bugüne kadar çocuk, çorapları sakladığını inkâr etmek­ tedir.» Çocukta yalana karşı eğilim 'olmadığım söylemeliyim. Y a ­ lan olduğu yerde böylesine b ir faaliyet olamaz. Zira yalan, korku belirtisidir. Bu gibi hallerde dikkatli olmalıdır, çünkü çorabm başka b ir çocuk tarafından da saklanm ış olması pekâlâ mümkündür. Bu çocuk b ir tek defa bile olsa, haksız yere ken­ disinden şüphe edildiğini öğrenir öğrenmez bütün bütün üstün görecektir kendisini. Birçok defa hırsızlık yapmış kim seler bi­ lirim; bir keresinde çalm adıkları halde suçlandırılırlarsa, dav­ ranışları cidden görülecek şeydir. Haklarında takibat açılm asına ses çıkartm azlar ve uğradıkları haksızlıktan sanki zevk du­ yarlar. «Beden eğitimi öğretmeni, çocuğun ve diğer öğrencilerin güvenliği bakımından sorumluluk kabul etmediği için müdire de derste hazır bulunuyor. Gerek davranış, gerekse beden h a­ reketleri bakımından çocuğun her türlü övgüye layık olduğunu söylüyor,' ertesi ders çocuk iyi hareketlerinden dolayı övülüyor am a o, yüzünü ekşitmeye başlam ıştır bile. Şikây etçid ir: ayağ i m ağrıyor, diyor.» Bu mücadele şekli şimdiye kadar incelediğim şekilden daha az sert. Öğretmen, çocuk beden eğitimi hareketlerine katılmadığı için ona kötü not veriyor. Annenin söylediğine göre, eve gi­ 67

dince ağlamış. Annesi onu, teselli etm iş: «Üzülme evladım, üzül­ me.» demiş. Burada kaçırılm ış b ir fırsattan bahsedilebilir. B ir çocuğu dü­ zelme yoluna sokabilmek için iyi b ir fırsat ele geçirm ek pek güç b ir şeydir. Çocuğun gerçekten ayağının ağrımış olması ve düzelme yoluna girmiş bulunması da ihtim al dahilindedir. Fa­ kat şikâyetine karşılık o, fena not ile cezalandırılmıştır. «Yazı dersine daha çok heves gösteriyor, am a o derste de etrafını fazla rahatsız ettiği için müdirenin yanm a gönderildi b ir defa.» Yakıya ilgi duyduğu anlaşılıyor, ellerinin becerikli olduğu­ nu tahmin etmiştik, bu alanda, belki de başkalarını geçm ek için hevesle çalışıyor. Bu am aca erişemediği yerlerde arkadaşlarını rahatsız etmeye başladığını görüyorz. «Coğrafya, tarih, yabancı dil ve müzik öğretmenleri çocu­ ğun çalışmasını övüyorlar ve daha güç olan A kurlarını izleye­ bileceğini söylüyorlar.» Demek ki bu çocuk, normal olan A kurunda değil. Bu, dün­ yanın her yerinde okul reformunun en can alıcı sorunlarından biridir. Birçok ülkeler iki kur açm aya k arar vermişlerdir. Nor­ mal geliştiği kabul edilen çocuklar A kuruna daha ağır geliş­ tikleri izlenimini bırakanlar ise B kuruna katılırlar. B kurun­ daki öğretim buna göre ayarlanır. Yeteri kadar hazırlanmamış çocuklar için ders hafifletilmiş, daha kolay b ir durum ve öğre­ tim yaratılm ıştır. Fakat bu reform un aksak yönlerini gözden uzak tutmamalıdır. Bana kalırsa, bu B kurunu izleyen çocuk­ larda mutlaka, ortanın altında bulundukları izlenimi y er etmek­ tedir. Bunların «aptallar sınıfı» gibi alaylı sözlere m aruz kal­ dıkları da sık sık rastlanır b ir şeydir. Hiç şüphesiz bazı çocuk­ lar B kurunun üstünlüklerinden faydalanırlar, ama diğer bazı­ ları da bunu ağır yük olarak çekerler. Ben kurlarda yaptığım araştırm alar sonucu şunu tesbit edebildim : B kurunda genel­ likle güç çocuklar, fakir çocuklar yer alıyor; bu, bence özel­ likle önem taşıyan b ir gerçektir. Demek ki bu gibi çocuklar okula diğerlerine oranla daha az hazırlanabiliyorlar. Bu sorun henüz tamamiyle çözülmüş değildir. Bu usulün aksaklıkları tamamiyle bertaraf edilememiştir. Burada asıl önemli olan, ço­ cuğun B kuru konusundaki duygulandır. Öğretmeni de ona, A kurlarını izleyebileceğini söylüyor. Bu çocuğun hayat tarzını eğer gereğince anlayabilmişsek, B ku­ runda bulunması yüzünden kendisini alçalmış gördüğü sonucu­

n a rah atça varabiliriz. B kurunun aksaklıkları bu öz;el vakada da bizi yeniden düşünmeye sevkedecek niteliktedir. «Elişleri.» Bu, şüphesiz başarılı olduğu b ir konudur. «Elişleri öğretmem ders sırasında, ders malzemesini onun yerine koyan b ir öğrenciye küfür ettiğini, «Budala, pis hayvan, inek» gibi ve burada tekrarlanm ası im kânsız başka sözlerle h ır­ paladığını söylüyor. Resim öğretmeni, çalışm asını beğenmiyor...» Bu genel bir yargıdır, m utlaka bir şeyler yapmış olmalı. «Çocuk hırsından yaptığı resm i boyalarıyla karm akarışık edip bozuyor. Öğretmeni onu mantıklı sözlerle yatıştırm aya çar lışıyor. S o n u ç: «Babam gelsin de midenize bir yumruk indirsin görürsünüz, o zaman canımı sıkm aktan nasıl vazgeçeceksiniz bakalım.» «Din dersinde : çocuk katolik, am a din öğretimi görmüyor. Gene de derslere katılıyor ve papaz ona birkaç defa sorular sormuş. B ir keresinde sorulan soruya ondan başka doğru cevap verebilen olmamış. Bunu sevinçle annesine anlatmış. Ertesi ders papaz, son derece terbiyesizlik yaptığı için çocuğu okul idare­ sine göndermek zorunda kalmış.» Bu iki ders arasında ne geçtiğini bilmiyoruz, am a gene de dikkat çekmek için b ir fırsat yaratm ış olmaktadır. «Müdirenin g örü şü : çocuk idare odasına geldiği zaman dik­ kati çekecek derecede uysal ve nazik -davranıyor. M atematik dersinde, h er şeye iyi başladı, am a sonuna doğru «komik adam­ lar» çizdi; ödevini niçin yapmadığı sorusuna da şu cevabı ver­ di : «Yapamıyorum!» Bu, hiç şüphesiz çetin bir mesele. B ir şeyi bilem ediği za­ man öyle büyük bir, aşağılık duygusuna kapılıyor ki bunu baş­ ka b ir davranışla karşılaşmaya, örtmeye meobur oluyor. «Yukarıda sözünü ettiğim iz: ‘Günlük takvimi kopartm a’ işine başka onursal görevleri de ekleniyor; zarflan pullamak, komşu sın ıflarla irtibatı sağlamak gibi. Bu işlerde son derece uysal b ir çocuk olarak davranıyor am a birkaç dakika sonra uslu durma konusunda verdiği söze rağm en öğretmen gene onu sınıftan çıkartm ak zorunda kalıyor.» Çocuk, eğleneceği yeri bu lm u ştu r: Müdirenin odası. Oradan çıkartılır ve başka yere gönderilecek olursa gene ne yapıp ya­ pıp dönmek istiyor. Bunun sebebi o odada kendisini mutlu his­ setmesidir. Belki öğretmeni çocuğu müdireden daha çok seviyordur, am a her şey çocuğun -bunu anlayış tarzına bağlıdır. 69

«Çocuk an latıyor: Annem büyükleri sevmez, yalnız beni sever.» Bu izlenim annenin çocuğu fazla şımartmasının b ir sonu­ cudur. «Bana sık sık b ir şeyler getirir, am a şeker değil, yalnız jambon, sosis ve sucuk.» «Öğretmen olmak isterdim ben de.» ıBir öğretmenin kişiliğinde hükmetme imkânını gördüğü için bu isteği bizi şaşırtmıyor. «Öğrencilerimden birisi yaramazlık yaparsa onu hep döve­ ceğim.» «Dans dersleri alm ak istiyorum, ablam bundan çök hoşla­ nacağım ı söylüyor, am a annem izin vermiyor, çocuğunu kendi yetiştirebileceğini, başkalarına muhtaç olmadığını söylüyor. Za­ ten benim yerim X sokağındaki okul değil, listeye göre Y so­ kağındaki okula gitmem gerekiyordu.» X okulunu yeteri kadar incelemiş, etkilemiştir. O rada y a ­ pabileceği her şeyi yapmıştır. Y sokağındaki okulda kendisini daha fazla gösterebileceğini umuyor. Bütün bunlar, övünmek, blöf yapmak, başkalarını etkilemek için uydurulmuş yalanlardır. «Çocuk gene müdirenin odasına gönderiliyor ve müdire oııa ne yaptığmı sorunca hemen cevap vermiyor. Sıkıştırılınca ve kendisine uzun uzun öğütler verilince nihayet gerçeği söylüyor. B ir defasında müdireye yalan söylemiş. Beden eğitimi öğretme­ ni kulağını çektiği için çocuk, kulağı pansımanlı gezdiğini id­ dia ediyor. Müdire çocuğu bu konuda sorguya çekiyor ve o da iddiasını tekrarlıyor. Annesine, babasına söyleyecek olursa mü­ direden hesap soracaklarını da ilave ediyor (çocuk, babasının okula geleceğini bir tehdit olarak savurm aktadır); çocuk devam­ lı olarak kulağının ağrıdığından yakınacak ve a n a -b a b a sı da onu kırm alarının cezasını göreceklerdir. Bu sırada çocuk abla­ sıyla kavga ettiğini, ablasının kulağına vurduğu için bu pansımanı taşım ak zorunda kaldığını itiraf ediyor.» Bu. b ir mücadele uğruna söylenmiş bir yalandır. Öğretme­ ni «mat etmek» istiyordu. Burada korkaklık yüzünden yalan söyleme alışkanlığı söz konusu olamaz. Bu, b ir yalan değil, daha ziyade b ir iftiradır. .«Çocuk, başka b ir defa daha yalan söyledi; annesi onun .başkalarını rahatsız etmemesi için en ark a sıraya oturtulm a­ sını istemişti, öyle yapıldı. Ertesi gün çocuk sınıfa gözünde 70

gözlükle geldi ve en arka sıradan b ir şey görmediğini, en ön sıraya oturtulması gerektiğini söyledi. Tesadüfen o gün okulda doktor bulunuyordu, çocuğu muayene etti; işin içyüzünü öğre­ nince onu yatıştırarak iyi göremeyişinin b ir sinir meselesi ol­ duğunu ve en arka sırada da rah at rahat çalışabileceğini söy­ ledi. Sıkı b ir araştırmadan ve türlü kurnazlıklara başvurduk­ tan, b ir süre gizlice çocuğu inceledikten sonra müdire ona, gözlüğün annesine ait olduğunu itiraf ettirdi. Annesinin gözlük hikâyesi konusunda fikri ise bambaşkadır.» «A nne-baba çocuklarının kötü huylu olduğunu anlamışa benziyorlar ve ona karşı nasıl davranacaklarım bilem ediklerini itiraf ediyorlar. Baba, annenin daima çocuğu koruduğunu öne sürüyor; anne ise öteki, yaşça büyük çocuklarının en küçüğü hep öne sürdüklerini ve kendisinin çocuğun güvenebileceği tek kimse olduğunu söyleyerek haklı çıkm aya çalışıyor.» İşte gene Yusuf’un meselesi. Burada d a aynı izah tarzıyla karşılaşıyoruz. Bu bahse son verirken çocuğun anlatım ını tam amlayan birkaç veriyi daha belirtelim : «Öğretmenin d üşüncesi; çocuk birkaç ders kusursuz bir davranış gösterdikten sonra gene etrafı rahatsız etmeye başlı­ yor; çok zaman defterleri karm akarışık am a ev ödevlerini iyi ve düzenli olarak yapıyor; kendisine sorular sorulmasından hoş­ lanıyor.» «Müzik dersinde şarkı söylerken b ir türlü diğerlerine uya­ mıyor, ya daha yavaş, ya daha hızlı söylüyor ve etrafını ra ­ hatsız ettiği zaman sevinci açıkça belli oluyor.» «Kimseyi sevmeyişi, sınıf arkadaşlarına işkence ederken bü ­ yük b ir zevk duyması ve her zaman ¡başrolü oynama eğilimi özellikle dikkati çeken noktalar.» Bu sözler bize birçok şey öğretiyor. «Böbürlenme, küstahlık, kendini beğenmişlik, hainlik, y a ­ lancılık, Genel olarak şu sırada daha sakinleşmiş gibi, hainliği biraz azaldı.» Kısa b ir süredenıberi halinde hafif bir düzelme belirmiş. «Elişleri öğretmeni an latıy o r: b ir iskemleye oturuyor ve bu iskemleyi sürükleyerek sınıf içinde dolaşıyor; anne, babası­ n a şikâyet edileceği kendisine söylendiği zaman da «onlar kız­ maz, bana ne, ben kimseden korkmam, isterse vali gelsin!» diyor.» 71

«Ertesi ders bu sefer kuş gibi öterek öğretmenin ilgisini bu hüneri üzerine çekmeye çalışıyor.» «Aritmetik derslerini öğretmenin devamlı yardımıyla am a büyük b ir sebatla yapıyor.» (Şu halde daim a enirinde birisinin bulunm asını istiyor ki bu, şım arık çocuğun başlıca özelliğidir. «Bir defasında ders başlarken o kadar gürültü yapıyordu ki, öğretim yapmak imkânsızlaştı; sınıfta koşuyor, çocuklara vuruyor, onları tahkir ediyordu. B ir aralık birine bağırdı; k ar­ nına bir bıçak saplarsam görürsün! Daha sonra da derse k atıl­ madı. Durmadan «anlamıyorum, yapamıyorum» diyordu.» Bu da aynı anlamı taşy o r: Başkalarını rahatsız etmeliyim. Başrolü oynayamazsam, öteki rolleri de oynayamam demektir. t

Zekâ testi Genel olarak ortanın üzerinde, yaşından ileri. Anlayış ve idrak çok iyi. Anlatım biraz hatalı. Hayat bilgisi yönünden ha­ fifçe geri kalm ış, pratik sorunlarda iyi, ev işlerini seviyora ben­ zer. Bellek biraz normalin altında. Dr. A. : Bu tipteki bir çocuğun b ir çeşit nekahat evine kon­ ması pek iyi olurdu. Böyle bir evi, muayenelerimizin kaçınıl­ maz b ir tam amlayıcısı kabul ediyor ve çoktan beri kurulmasını istiyorum. Uzman pedagoglarla psikologlar tarafından yönetil­ meli. Bu çocuğun hatalı hayat tarzını anne, bahanın ve öğret­ m enlerin yardımıyla değiştirmeye çalışırız. Böyle b ir çocuğu on dakika içinde değiştirmek imkânsızdır. Onun tam amiyle anne­ sine terkedilmemesi ve birisinin ona, yararlı yönde kendisini göstermek yolunda devamlı olarak yardım etmesi son derece elverişli olur. (Anneye) : Size ve öğretmene yardım etmek isteriz. Biliyor musunuz bu çocuk aslında hoşumuza gidiyor. Çok kararlı-, ama galiba okuldan memnun değil? Anne : Y sokağındaki okula gitmesi gerekiyordu zaten. Dr. A. : Niçin bu okulu tercih ediyor? Anne : Çok kötü b ir öğrenci olduğu için o okula alınm a­ dığını sanıyor. Dr. A. : Evdeki davranışı nasıl? A nne : En' küçükleridir, büyükler ona hep takılıyorlar, r a ­ hatsız ediyorlar. On dört çocuğum oldu.,. Dr. A. ; Sizi tebrik ederim! 72

Arnıe ; B ir boğaz daha fazla olmuş, ne fark eder? Büyük­ leri onu kıskanıyorlar, sevmiyorlar. Dr. A. : Arkadaşları var mı? Anne : Elbette! Dr. A. : Bu çocuğa güvenimiz var, onun becerikli b ir kız olduğuna inanıyoruz. Her zaman başrolü oynamak istiyor. Anne : Sık sık öğretmenin kendisine soru sormadığından yakınıyor. Evde uysaldır, çok zaman bana yardım eder. Dr. A. : Onu nasıl terbiye ediyorsunuz? Sert mi davranıyorsunuz? Anne : Çocuklara daima sert dayranmalı. Dr. A. : Öyle sanıyorum ki bu kıza tatlılıkla da laf anlat­ mak mümkün olurdu. Anne : Ceza vermeden, dayak atm adan olmaz. Dr. A. : Bence, çocuğu anlayabilecek, onunla beraber dola­ şabilecek, ona daha iyi fikirler verebilecek biri olsaydı, yani çocuğun b ir iyi yol göstericisi, arkadaşı bulunsaydı çok daha iyi olurdu. Eğer razı olursanız ona bu iş için öğrencilerimden birisini gönderebilirim. Anne : Evvelce b ir «çocuk dostlan yuvası«na devam etmişti. Dr. A. : Okul dışında, öğrencim olan bu genç kızın etkisi altında bulunmasını' tercih ederdim. Ondan y ararlı b ir şeyler öğ­ renebilirdi. Anne : Öteki çocuklanm ı iyi yetiştirdiğimi sanıyorum. Bu­ nu da yetiştirmemem için sebep göremiyorum. Dr. A. : Küçük, daima başrolü oynam ak istiyor. Yusuf’un hikâyesini hatırlıyor musunuz? Eğer çocuk bugün okulda böyle güçlükler çıkartırsa dayakla ondan hiçbir şey elde edemezsi­ niz. Daima yumuşak olunuz. Eğer kabul ederseniz bize söyle­ yin, o genç kızı gönderelim. Anne : Okulda yaptıkları hep şaka; daha çalışkan am a da­ ha yaramaz birçok çocuk var orada. Dr. A. (anne çıktıktan sonra) : İşte görüyorsunuz, insanlar kendilerine öğüt verilmesinden nefret ediyorlar. Şimdilik b ek ­ lemekte başka çaremiz yok. (Çocuğa) : M aşallah kocam an hir kız! Ben onu çok daha küçük sanıyordum halbuki. Her zaman d aha büyük görünmek istiyorsun, herkes seni görebilsin diye ayaklarının ucuna bas­ m aktan hoşlanıyorsun, değil mi? Kardeşlerin en küçüğü ekseri böyle olur, hep kendilerini göstermek isterler. Sen iyi b ir öğ­

rencisin, çalışkansın ve duyduğuma .göre akıllı b ir çocuksun. Derslerde bilginle göze çarpacağına inanm ıyor musun, daha doğru olmaz mı bu? Bunu başarırsan, h er istediğini de başa­ rırsın. O zaman herkes seni beğenir ve sever. Bir denesene, hem öğretmenin de hoşuna gidecek, görürsün. O zaman h er­ kes seni sayacak. Bunu başarabilir m isin acaba? Çocuk hep susuyor. Dr. A. : Sınıfın en iyi öğrencilerinden olabilirsin istersen. Ne dersin? İyi olmaz mıydı bu? Giriştiğin mücadeleyi artık bıraksan çok daha iyi edersin. Şunu hiç aklından çık a rtm a : Hep ön planda olmaya ve dikkati üzerine çekmeye mecbur değilsin sen; sonunda seni sevmeleri için iyi çalışm ak çok daha güzel bir şey; ama bu hemen olamaz. Sınıfınızda kaç öğrenci var? Çocuk : 32. Dr. A. : Öğretmen h er öğrenciyle seninle olduğu gibi meş­ gul olamaz ki? Ona biraz yardımcı olm ak istemez misin? Bak sana haber v erey im : Bu, kolay b ir iş değil am a öyle sanıyorum ki sen başaracaksın. Bir ay sonra gene gel, o zam ana kadar başarıp başarm a­ dığım veya sınıfın dikkatini üzerine çekm ekte ısrar edip etme­ diğini sorup öğreneceğim. Çocuk : (hiç cevap yok). Dr. A. (çocuğu gönderdikten sonra) : Askıda bu çocuk çok hassas b ir ruha sahip, ağlatm ası kolay. Nasıl davranacağını görm ek için beklemekten başka çaremiz yok. Dikkatinizi tek­ nik bir ayrıntıya çekm ek istiyorum. B ir çocuğu b ir topluluk önüne çıkartm anın iyi b ir etki yarattığına inanmış bulunuyorum ¡beri. Bu onda, sıkıntıları yabancıları da ilgilendirdiğine göre, özel bir mesele olmadığı kanısını uyandırıyor. Belki de böylelikle toplumsal duygusu daha iyi uyandırılmış oluyor. Daima tek­ ra r ediyorum : Nasıl davrandığını, neler yaptığını, sorup öğre­ neceğim, diye. Bu, bir tehdit değil, çocuktan bir şey beklediğimi ona anlatmanın b ir yolu. Metodumuzda bilimsel açıdan anla­ şılması mümkün olmayan b ir de duygusal açı var. Eğer has­ sas noktaya dokunabilirsem çocuk beni muhakkak anlayacak ve böylece onun toplum içine yerleştirilmesi pek önemli b ir rol oynayacak. Burada da itirazlar öne sürülebilir, örneğin çocu­ ğun kendisiyle meşgul olunduğunu anlayınca böbürleneceği ve­ ya bunun onu çok etkileyeceği söylenebilir. Buna da, çocuğa hitap etmek yoluyla çare bulunabilir. Daima itirazda bulunmak ve hiçbir çare aramamak, zamanımızın anlayışına uymak olur. 74

SÖZDE ERGİNLİK KRİZLERİ

5

Şikâyet konusu on dört yaşında bir k ız d ır: Bazı cinsel de­ nemelere kalkışm ış, evinden kaçmış, on gün sonra da gene evi civarında b ir yerde bulunmuş. Üç çocuklu, fakir b ir aileden. Çocukların en büyüğü olan erkek, çok uzun bir süre hasta yattıktan sonra iyileşip ha­ yatını kazanm aya başlamış, aldığı bütün parayı annesine veri­ yor ve bu yüzden çok itibar görüyormuş. Çok sık hastalanan baba ile büyük çocuk, annenin devamlı bakım ına muhtaç bu­ lunuyorlar. Baba ancak zaman zaman ve kısa sürelerle çalı­ şabiliyor. Konumuz olan kızın bu derece ağır koşullar altında aradığı ilgiyi hiç bulamadığı kolayca anlaşılıyor. Ailenin bir üçüncü çocuğu daha oluyor, bir kız olan bu çocuğun doğduğu sırada, kötü b ir tesadüf sonucu olarak baba ile oğlu nekahat devresinde olduklarından anne yeni doğan bebekle daha fazla ilgilenmeye vakit bulabilmiştir. Bu ise bizim kızcağız için büs­ bütün güç b ir durum yaratmış. Annesinden hiç ilgi görmediği için, yuvadan atılmış b ir kuş gibi gariplik duymuş. Anne şef­ katinden uzak, nefret edilen bir çocuk gibi büyümüş. Gerçekte ise sonradan ailede bir dereceye kadar denge sağlanmış, am a çocuk ağabeyi ile küçük kızkardeşi arasında daima haksızlığa uğradığı fikrinden b ir türlü vazgeçememiş. Baba otoritermiş, gene de, sertliğine rağmen, çocuklarına kendisini saydırmasını bilmiş. Bu kızm tıpkı nefret edilen b ir çocuk gibi ve umutsuz­ luk içinde büyüyeceğini kolaylıkla tahmin edebiliriz. Öteki k ar­ deşleri kadar sevilmediğine, şımartılmadığına inanmış bulunu­ yor bir kez. Böyle b ir çocuk daima belirttiğim iz şekilde düşü­ nür ve hayat tarzı da bu düşünüşünün derin etkisinde kalır. Bu arada mutlu b ir durum meydana geliyor, yeni geçtiği sını­ fın öğretmenine çok bağlanıyor, çok seviyor; hemen gelişiyor, sınıfın en iyi öğrencilerinden oluyor, o kadar ki, çocuğun ha­ yatta- çok ilerleyeceği tahmin ediliyor ve bu, kendisine söyle­ niyor. 14 yaşma gelince b ir yukarı sınıfa geçiyor ve olculu de­ ğişiyor. İşte uğursuzluk, felaket de burada başlıyor; yeni öğ­ retm eni çocuk ruhunu hiç anlamam ış b ir insandır ve kıza daha başlangıçta sert davranıyor. Oysaki çocuğun hayattaki tek da­ yanağı okulda gördüğü itibardı. Sırf öğretmeninin bu sert dav­ ranışı yüzünden kendinden şüphe etmeye başlıyor, sorulan so­ 75

ru lara gerekli cevaplan veremiyor ve kırık notlar alıyor. Böylece hayatın kendisine hazırlamış olduğu tuzağa düşüyor. Bir gün bu yanlış başlangıcın m utlaka etkisini göstereceğini ra ­ hatlıkla söyleyebiliriz. Bu çocuk .ancak sevgi ve övgü görebilir­ se ilerler. Okuldan kaçıyor. Öğretmen yaptığı araştırm a sonu­ cu, kızın bazı gençlerle gezdiğini öğrenince okuldan kovulma­ sına k a ra r veriliyor. İşte, bundan daha kötü b ir şey yapılamaz. Okulda başarısızlıkla karşılaşm ıştır, evde haksızlığa uğra­ dığına inanmıştır, geriye ne kalıyor elinde? Birey psikologunun hüneri, kendisini bu kızın yerine koymak olacaktır. Şu soruya ortaya a ta b iliriz : Eğer on dört yaşında bir kız olsaydık ve ken­ dimize değer verdirtmek isteseydik, ailemiz bize bu değeri ver­ meyince ne yapardık? B ir tek çare v a rd ır: Övgüyü, karşı cins­ te aram ak. Kız ıbunu, toplum duygusuna aykırı olm akla b era­ b er akim ı kullanarak yapıyor. Kızın zekâsından emin olduğu­ muzdan, bundan sonra olacakları tahmin ed ebiliriz: Karşı cins­ te de aradığı övgüyü bulam ayacaktır. Bu gibi küçük ve önem­ siz aşk oyunları ancak dışarıdan, başarı gibi görünür. Aşk iliş­ kilerinin gözleminde b ir dereceye kadar tecrübe sahibi olmuş b ir kimse, bu gibi ilişkilerin kolaylıkla kurulabildiğini, ancak daima başarısızlıkla sonuçlandığını bilir. Kız kendisini erkeğin b ir oyuncağı olarak görüyor. Kendimizi onun yerine koymaya devam edersek, başka ne gibi b ir çarem iz kalır? İntihar etmek­ ten b aşka çıkar yol yoktur. Her taraftan kapılar yüzüne ka­ panmış, kimse tarafından yakınlık görememiş, takdir edileme­ miştir. Zaten yazdığı birkaç mektupta da intihar edeceğini ha­ b er veriyor. Eğer mutlu b ir rastlantı onu alıkoymasaydı ede­ cekti de. Tasansm ı gerçekleştirmemiş olmasını korkaklık say­ m amalıdır, korkaklık daha çok bizzat intihar eyleminin içinde bulunmaktadır. İntihar, cesaretini yitirmiş b ir insanın, hiddet buhranı geçiren b ir insanın başvurduğu bir yoldur. Kızı inti­ hardan alakoyan etmen ailesinin nisbeten olumlu tutumudur. Annesi, babası iyi insanlardı, bunu biliyordu, kendisini nasıl­ sa affedeceklerini de biliyordu. Baba evinin kapısı ona açıktı her zaman, orada b ir çeşit anlayış bulacaktı. Bu nedenle an­ nesine; evin çevresinde dolaşın dedik, kızınızı orada bulacak­ sınız. Çünkü baba evinin yolunu tutm aya mecburdu. Gerçek­ ten de anne b ir gün ona rastladı ve alıp eve getirdi. Sonra da b ir psikopedagojik muayeneye başvurdu. Övülmeye bu derece susamış bir kıza kendisini beğendirmek fırsatı vermelidir. Y a­ rarlı b ir faaliyet yönünden en iyi ne yapabileceğini bulm ak 76

gereklidir; kızan yapabileceği en yararlı iş ise, okula devam et­ mektir. Birey psikolojisi şu sonuca varıyor: Eğer böyle bir ço­ cuk sevilmediğine inanınsa, köklü bir aşağılık duygusu yer eder içinde ve topluma yeteri kadar hazırlıklı olmamanın bütün so­ nuçlarını da birlikte getirir. Ailesine karşı duyduğu bütün il­ giyi yitirir ve cesaretsizliği kolayca anlaşılır. Eğer ağır bir aşa­ ğılık duygusuna sahip bulunmasaydı kendi kendisine şöyle der­ di: Öğretmen beni anlamıyor, ihtimal, daha fazla çaba göster­ mem gerek. Fakat o, ne pahasına olursa olsun, beğenilmek fik­ rine sıkı sıkıya sarılmıştır. Bunu da aşk serüvenleriyle başar­ dığını sanıyor. ıBurada, ergenlik sorunu üzerinde ısrarla durmak isterim. Ergenlik, hastalar, çaresizler psikolojisi sayılıyor. Bütün felaketler, üretim bezlerinden biliniyor. Bu, gülünç bir savdır. Bu bezler daha insanın doğduğu günden hattâ henüz ana rahmin­ de bulunduğu zamandan itibaren etken olmaya başlamıştır. Er­ genlik kendisini başka etmenlerle belli eder: genç kızlar bakı­ mından karşıt cins önünde daha fazla özgürlük, daha fazla im­ kân ve daha fazla yakınlık. Çocuklar, artık çocuk olmadıkları, nı ispat etme isteğinin şiddetli etkisi altında bulunurlar bu dev­ rede. Bu ispat dolayısıyla da çok zaman amacı aşarlar. Çocuk, kız olarak dikkati üzerine çekmek ister ve ancak bu alanda beğenileceğini sanır. Ergenlik, bir hastalık değildir, hayat ta r­ zında zaten mevcut olan şeyi dışa vurmaktan başka bir şey yapmaz; bunun dışında hiçbir şey değişmemiş, kız, gene eskisi gibi kalmıştır. Değişecek olsa bile, evvelden hiçbir tahmin yü­ rütenleyiz. Sadece kendisine kapalı gibi görünen bir yoldan vazgeçmiş, başka hiçbir şey olmamıştır. İnsanları hata yapma­ ya sevkeden etmenlerin gerçek vakalar olmayıp sadece bu olay­ ların hatalı anlayışından doğması, çok ilgi çekici bir noktadır. İnsanın psişik hayatının illiyete dayandığını sanan herkes ya­ nılıyor demektir. Genç kız objektif bakımdan yansız, nötr olan ıbir etmene bir illiyet değeri vermiştir. Birdenbire, reddedilen sevgi, sebep haline gelir; kız düzelir, iyileşirse bu sevgi yok­ luğu bir sebep olmaktan çıkar. Kendisine reddedilen sevgiyi sadece bir sebep derecesine çıkartmakla yetinmez, ona aynı za­ manda kendi yarattığı sonuçları da tanır. Öğretmeninde bula­ madığı sevgiyi mutlaka başka yerde aramak zorunda kalması gerekmez. İşte hataya düştüğü nokta burasıdır. Doğuştan mev­ cut bir eğilimin etkisine inanmamakta haklıyız biz. İnsan psi­ şik hayatının içine düştüğü hataları da hesaba katıyoruz. Et­ 77

ken olan, olaylar değil, bizim onlar üzerindeki kamlarunızdır. Birey psikoloijsi, h ata im kânlarını aram aktan ve bu hataları tedavi yoluyla asgariye indirmekten ibaret olan o büyük adımı atm ıştır. İki yaratığın olaylar üzerinde edindikleri izlenimler, birbirinden esaslı surette farklı olabilir. Bu gibi gerçeklerin insanların çoğunluğu tarafından iyi anlaşılmadığını ve iyi yo­ rumlanmadığını asla akıldan çıkartm am ak gerekir. Bu genç kıza, kendisine yasaklanm ış gibi görünen şeyi b a ­ şarabileceğini yani iyi bir öğrenci olabileceğini ispat imkânını tanım ak gereklidir. Burada da karşım ıza yeni güçlükler ç ık a r : böyiesine kötü bir geçmişle, yani okuldan kovulmakla, gene de iyi b ir öğrenci olmak mümkün olur mu? Bu öğretmenin bu öğrencinin problemini çözebilecek yetenekte olmadığını ortaya koymaktadır. Psikopedagojik muayenelere başvuran okullardan kovulan çocuk yoktur, hattâ sınıfta kalanlara bile rastlanm az. E ğer böyle bir vakayla karşılaşırsak ve buna benzer b ir öğ­ renciyi okulda banndıram azsak o zaman ne yapılması gerekti­ ğini kendi kendimize sormalıyız. Bu kızın başka b ir okul için tehlike teşkil etmesi için bir sebep göremiyorum ben. Okuldan kovulmuş olma damgasının ne ağır b ir yük olduğunu asla unut­ mamalıdır. Belki de bu bakımdan yetkili birisine başvurmak en kestirm e b ir çözüm yolu olacaktır. Belki de kız, bu çocuğa karşı nasıl davranacağını bilen b ir öğretmene teslim edilebilir. Okulda, geçmişte kazandığı başarıya yeniden ulaşabilmesi için mümkün olan h er çareye başvurmak g e re k ir: işte o zaman «eıgenlik hastalığı» tamamiyle ortadan kalkacaktır. TEK ÇOCUK Ö ğretm en: Çocuk dördüncü sım fa gidiyor. Kız - erkek ka­ rışık okuyorlar. İki yıldır benim öğrencim. Birinci ve ikinci sı­ nıflarda öğretmeni değişmiş. Tek çocuk. Kardeşi yok. Babası da, annesi de çalıştığı İçin büyükannesinin yanında oturuyor ve onu dinlemiyor. Canının her istediğini y ap ıy o r: kulakları iyi duymuyor; sayı belleği iyi, b ir dereceye kadar kritik duyusu­ n a sahip. Yazısı son derece kötü. Geçen yıl bu çocuk pek geveze, pek savruktu ve öteki ço­ cuklara rahat vermiyordu. Güzellikle söylenen sözler, verilen öğütler ve cezalar etkisiz kalıyordu; ısrar edilecek olursa ağ78

iıyıor, uslanacağına söz veriyor ve kısa b ir süre sonra gene eski İmline dönüyordu. Bu yıl da durumu aynı. Mürekkep şişelerini tükürük hok­ kası olarak kullanıyor, kapaklarını kırıyor. İyiliği de, sertliği do denedim. Onunla hiç ilgilenmiyormuş ve yaram azlıklarını görmüyormuş gibi davrandım. Hiçbiri işe yaramadı. Her zam an, ne yapıp yapıp dikkati üzerine çekme çabasında. Çocuklar top­ lu b ir gezinti için para biriktiriyorlardı. O, sadece 2 frank ge­ tirdi. Teneffüste çocuklar, K. nın 16 frankı olduğunu söylediler. Paranın nereden geldiğini sordum ve bana vermesini söyledim. «Bu ¡benim cep harçlığımdır.» cevabını verdi. Ona, annesinin gelip bu parayı okul idaresinden almasını, çünkü kendisi sav­ ruk b ir insan olduğu için eve dönerken yolda düşürebileceğini söyledim. Annesi gelmedi. Çocuğun evde hiçbir şey söylemedi­ ğini pek iyi biliyordum, çünkü ailesi pek terbiyeli ve sevimli insanlardır ve sık sık okula gelip çocukları konusunda bilgi alırlar. Nihayet annesini resmen okula çağırdım. Meseleyi öğ­ renince pek şaşırdı ve birkaç defa ufak m iktarlarda parasının evden kaybolduğunu hatırladı. Çocuğun evde sık sık yalan söy­ lediğini de anlattı. Birçok defa dikkatimi çekmiş olan b ir nok­ ta da şudur : okulda yalanı yüzüne vurulduğu vakit ibu çocuk insana öylesine boş b ir bakışla bakıyor ki o an, onun geri ze­ k âlı b ir çocuk olduğuna hükmediyorsunuz. Çocuk, annesinin okul idaresinde ağladığını gördü. Kendi­ sine tatlılıkla öğüt verildi, b ir daha böyle şeyler yapmaması söylendi, ¡sonra sınıfına döndü, orada türlü m askaralıklarla bü­ tün öğrencileri eğlendirdi. Annesi pek korkmuştu ve kocasının, meseleyi duyacak olursa çocuğu öldüreceğini söylüyordu. Ona, şimdilik kocasına hiçbir şey söylememesi salık verildi. Ertesi gün baba, okula geldi; anne ona h er şeyi anlatmış, o da ço­ cuğu cezalandırmamış, dövmemişti.

Baba, sorumluluğu oğlunu hırsızlığa kışkırtan daha büyük bir çocuğun üzerine atıyordu. Bu çocuk resmi okula gitmiyor, özel kurlara devam ediyormuş. Dr. A. : Hikâyenin bir kısmını da biz dinliyoruz ve hep aynı şey. Çocuk savruktur; ihtimal ki ardında, dağıttığı h er şeyi düzene koyan birisi bulunuyor daima. Okulda çalışm ası ağır. Şım arık bir çocuğun hayat tarzını gösteriyor. Bunu başka b e­ lirtilerden de anlıyoruz. Bu çocukla okulda ilgilenecek birisini bulmak gerek. Her zaman dikkati çekm ek istiyor. Kabahatini

(hırsızlık) ilk olarak ne zaman işlediğini bilmek fayda sağla­ yacaktı. Burada tahmin yürütmek, ezberden b ir tarih söylemek doğru olmaz. İki yıldır anne evden ayrılmıştır. Çocuk büyükannesinin yanında oturuyor ve bundan hiç hoşlanmadığı anlaşılıyor. Ken­ disini haksızlığa uğramış, hakkı elinden alınmış görüyor; an ­ nesinin verdiği birçok şeyin eksikliğini duyuyor. Onda zengin olmak isteyen birisinin mizaç özelliklerini buluyoruz. Hırsızlık, kaybettiklerini telafi için başvurduğu bir yoldur. Çocuğun an ­ lattığı, daha büyük bir çocuk tarafından kötü yola sevkedilmek meselesini de göz önünden uzak tutmamalıdır. Kendisini mazur göstermeye çalışmayan, kabahatini hafifletm ek için ¡bahane ¡bul­ m ayan suçlu veya kabahatli yoktur. Bu bize, çocuğun, toplum yolundan, toplum duygusundan uzaklaştığım pekâlâ .bildiğini gös­ teriyor. Hırsızlık yaptı çünkü olduğundan büyük görünmek is­ tiyordu. B aşka çıkar yol bulamadı. Annesine alışmıştı, şimdi ise durumu daha güçleşti. Büyükannesi ona karşı annesi gibi dav­ ranmıyor. Annesinden daha sert o. Çocuk bu yaşlı kadınla mü­ cadele halinde. Aralarında düşmanca bir gerilim belirmiş. Onun gibi, başka birine dayanmayı huy edinmiş bir çocuk, kendisini tuzağa düşmüş hisseder. Hayat tarzı zaten tesbit edilmiştir, daima kendisiyle ilgilenecek birisini arar. Oysaki .böyle birisi yoktur artık. Öyle sanıyorum ki, işte bu andan itibaren hırsız­ lığa başlar. Bu çocuğun hırsızlık yapmasının önüne ne geçebi­ lirdi? Ancak, okulda onurlu bir yer tutabilmesi. Bu ise, şım a­ rık çocuklar için özellikle güç b ir şeydir. Eğer böyle b ir çocuk, annesinin yanındayken sahip olduğu her şeye sahip olm aya ka­ rarlı ise akıllıca davranıyor demektir ve geri zekâlı değildir. Öğretmenin karşısında mahçup olmuş, gözden düşmüştür. Sıcak bir ilgi ve sevgi havası içinde büyümeye alışıktır. Baba zorla yatıştırılıyor ve çocuk böylelikle her şeyin düzene girdi­ ğini sanıyor. Her yeni yokluğa ve her yeni haksızlığa yeni b ir zenginleşme teşebbüsüyle karşılık verecektir. Bu çocuğun h ır­ sızlığa iki yıldanberi başladığını sanmıyorum ben. Çok daha eskiden başlamış olmalı. Gizli gizli ele geçirdiği paralarını ne yaptı acaba? Öyle sanıyorum k i kendisine şekerlem e alm ıştır. (Öğretmeni, bir sucuk aldı, diyor). Bir başkası tarafından kışkırtılabileceği düşüncesi nasıl geldi aklına? Yaşça daha büyük bir çocuğun kendisini yoldan çıkarabileceğini nasıl bilebilirdi? Anneye sormalı, acab a çocuğuna: «Bu çocukla konuşma, seni ,80

yoldan çıkartabilir, kötü yollara sokabilir» diye öğüt verdi mi? Belki do gerçekten onu elde edebilmiş daha büyük bir çocuk vardır. Bir süredenberi parayı üzerinde taşıyorsa, o zaman başluı bir amacı olduğunu düşünebiliriz. Belki de kendisine bir destek, bir sermaye hazırlamak istiyordu. Bu sorunu annesiyle görüşmemiz gerekiyor. Başka belirtilerin, özellikle şımarık ço­ cuklarda rastladığımız belirtilerin de var olup olmadığını bil­ memiz lazım. Belki de korkaktır, yalnız kalmak istemiyor, eğer öyleyse daha büyük bir çocukla beraber olma isteğinin nedenini kolayca anlayabiliriz. Muhakkak böyle olması gerek­ mez ama biz, çeşitli sonuçlara varmaya çalışıyoruz şimdi. Belki geceleri de ağlıyor, bağırıyor. Annesi bu noktayı doğrulayabi­ lir veya yalanlayabilir, aynı zamanda bize, çocuğun daha ön­ ceden de bazı şeyleri kendisine maletme eğilimine sahip olup olmadığını söyleyebilir. Başkalarına pek ilgi göstermediğini ve insanlarla ilişki kurma yolunun iyi olmadığını da eklemeliyiz. Arkadaş bulamıyor —başkalarıyla oynadığı zaman da daima birinci olmak istiyor— kendisinden daha büyük veya daha kü­ çük çocuklarla arkadaşlık yapma eğilimi gösteriyor. Tek ço­ cuklarda sık sıık kendisinden büyük kimselerle arkadaşlık etme isteğine rastlıyoruz, çünkü bu gibi çocuklar daima daha yaşlı kimselerin içinde yaşamışlardır. Anneyi etkileyebilme yolu üze­ rinde bir anlaşmaya varmalıyız. Çocuğu okulda da ilerletmeli ve cesaretini kamçılamalıyız. Orada bir rol oynayabilme, ken­ disini gösterebilme umudu yer etmeli içinde. Faaliyet alanı adı verdiğim şeyde deneme yapmaya alışmanızı tavsiye ederim. Güç çocuklarda bu alan daima kısıtlıdır. Böyle bir çocuğun faaliyet çevresi büyük değildir. Bu alanı genişletmeye çalışmalıdır. Bu ise ancak çocuğa çok cesaret verebilirsek ve o da faydalı bir iş yapabileceğine inanırsa mümkün olabilir. İşte faaliyet ala­ nını tamamiyle değiştirme olanağı bu suretle yaratılabilir. Bu­ gün içinde bulunduğu o çok dar çerçevede gizli gizli zengin­ leşmekten ve yalan yoluna başvurarak kendi gözündeki itiba. rının ve davranışının bozulmasını önlemekten başka çaresi yoktur. . Öğretmen: Yalnız yazı ve imla derslerinde başarısız, bü­ tün öteki dersleri iyi; okulda seviliyor, bir kenarda unutulmu­ yor, bertaraf edilmiyor. Sınıfında da sevildiği muhakkak; hiç sınıfta kalmamış. Ağır bir öğrenci ama oldukça iyi öğreniyor derslerini. Güç Çocuğun Eğitimi, F . : C

81

Dr. A. : Öğrencinin okuldan niçin memnun olmadığını öğ­ renmeye çalışıyoruz. Bellibaşlı nedenlerden biri onun daima dikkatleri üzerinde toplam a isteği olmalı. Böyle bir çocuk bu işi ya m askaralık yaparak, ya da ¡başkalarına tatlılıkla muame­ le ederek başarm aya çalışır. Her iki halde de söz konusu olan, kendi kişiliğidir. Bizim çocuk, her istediğini kurnazlıkla elde et­ meye çabalıyor. Canının çektiği şeyleri sevimliliğiyle kazanm ak istiyor ve bunu da, kendisini her zaman şımartmış olan anne­ sinin davranışı sebebiyle,, daha küçüklüğünden beri iyice ta­ lim etmiş. Başka b ir öğretm en: B ir öğrencim hırsızlık yapmıştı. Onu arkadaşından 50 santim (kuruş) çalarken yakaladım. Öteki ço­ cukların h er şeye sahip olduklarını, kendisinin ise hiçbir şeyi bulunmadığını söylüyordu. Fakir olan babası ona b ir şey vere­ miyordu. O da öteki çocuklar gibi her şeyi olsun istiyordu. Ken­ disine b ir şey alsın diye ona 20, 30 santim verdim. Bunu bir­ k aç kez tekrarladım ve ondan sonra bu çocuğun hırsızlık yap­ tığım hiç duymadım. Dr. A .: Bir çocuğu düzeltmek için kesin kurallar yok eli­ mizde. Tedbirlerimiz her çocuk üzerinde değişik etkiler yara­ tıyor. Aynı tedbir çeşitli hallere uygulanamıyor. Bu çocuk 20 veya 30 santim e sahip olm aktan başka içinde öyle b ir dayanış­ ma duygusunun doğduğunu anlıyor k i bu duygu onu manevi bakım dan destekliyor, güçlendiriyor. Eğer öğretm en: onu döv­ düm, bir daha hırsızlık yapmadı, deseydi de şaşmazdım. Bu gibi şeyler o derece karışıktır ki insan ilk bakışta b ir yargıya varamaz. Her şeyden önce çocuğu anlamaya çalışacağız. B i­ zim konumuz olan çocuk, h er şeye hakkı olduğu ve bu hak­ kını da hemen ve hiç çaba harcam aksızın kullanabileceği ka­ nısıyla yaşıyor. Bu, ona anlatm aya çalışacağım ız b ir kusurdur k i anlayınca belki de vazgeçecektir. Öğretmen : Çocuğun ailesinin durumu iyidir. Dr. A. : Okulunuzda genellikle fakir çocuklar en tem bel­ lerin bulunduğu sınıfta ve aile durumu daha iyi olanlar daha çalışkanların bulunduğu sınıflarda m ı toplanmıştır? Öğretmen bu soruya evet cevabını veriyor. Dr. A. : Dikkat edecek olursanız, hayatında herhangi b ir şey, meyva, şeker, ıvır zıvır çalmamış bir tek insana rastlaya­ mazsınız. Araştırm alarım da hemen hemen daima böyle olay­ larla karşılaştım . 82

Dr. A. (anneye babaya) : Bu çocukla konuşmak isterdim. Onu kusurlarından kurtarmak mümkün. Bir bakıma özelliklere sahip bir çocuk gibi görünüyor. Şefkate ihtiyacı olduğunu an­ lamadınız mı? Yanınızda kalmak için daima size bir görev yüklüıyordur. Daima başka birisinin bir i ş i , kendi yerine yap­ masını istiyor, bekliyordun Yemeklerde güçlük çıkartıyor mu? (Anne, eskiden yemeğini zorlukla yediğini ama geçen yıldanberi bu huyundan vazgeçtiğini, güçlük çıkartmadığını an­ lattı.) Dr. A. : Hiç hasta oldu mu? Yatağım ıslattı mı? A nne: Ötedentoeri sağlıksızdır, hep midesinden şikâyet eder. Dr. A. : Korkak mıydı? Yalnız kalmak istemez miydi Ço­ cuk yuvasına gitti mi? Ne gibi bir rol oynuyor? Arkadaşları var mı? Baba : Hiç bilmiyoruz. Korkak değildi. Fakat aptalca soru­ lar sorar. Örneğin: «Anne, bu ne, şu ne?» der durmadan. Oysaki ne olduğunu pekâlâ bilir, ama sırf annesini tedirgin et­ mek için sorar. Dr. A. : Ev ödevlerini nasıl yapar? Yalnız yapar mı yoksa yardım mı bekler? B a b a : Eğer ardında (biri bulunursa ödevlerini mükemmel yapar. Kendisine daha tatlılıkla davranan insanlarla bir arada olmayı tercih eder daima. Dr. A. :Yüzme bilir mi? Korkulu rüya görür mü? Bâtıl inançları var mıdır? Beden eğitimini sever mi? B a b a : Yüzmeye karşı sonsuz saygısı vardır. Bir defasında çok korkmuştu, o zamandanberi artıik yüzmek istemiyor. Beden eğitimini seviyor; geçen yıl düzenli olarak jimnastik yapardı. Korkulu rüya görmez ve ürkek değildir. Biraz benden korkar, çünkü pek sinirli bir insanimdir ben. Dr. A. : Ona tatlılıkla muamele ediniz ve karınızı almadan, yalnız çocukla gezintiler yapınız ki sizinle dost olsun ve iste­ diklerinizi korkudan, değil, sevgi ve dostluktan yapsm. Dr. A .: Yazı ve imla dışında, güçlük çektiği başka dersler yok mu? Solak olup olmadığını incelediniz mi? Belki de do­ ğuştan solaktır?. (Anne baba solak olup olmadığını bilmiyorlar. Annenin solak olduğu anlaşılıyor.) Anne oğlunun, kendisini hırsızlığa sevkeden çocuğu ele ver­ mekten kaçmmasmıdan ve uydurma bir isim söylemesinden ya­ kmıyor. 83

Dr. A .: Başka çocuklarla arkadaşlık etmiyor mu? Nasıl giyiniyor, .tuvaletini yapıyor, taranıyor?
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF