ahmet küçükkaya-şahlar, sufiler, türkmenler-2011

August 27, 2017 | Author: Dilek Özer | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download ahmet küçükkaya-şahlar, sufiler, türkmenler-2011...

Description

Şahlar -Sufiler- Türkmenler Ahmet Küçükkalfa Birinci Basım : Mart 2011 www.esaskitaplar.com [email protected] Co-Editör: Leyla Özeser Danışmanlar: Leyla Özeser, Maruf Çetin, Behnam Bashirpour Fotoğraflar: Engin Küçükkalfa, Nasrollah Kasraian Minyatürler: İran Müzeleri Kolleksiyonları (Gülistan Sarayı Müzesi, İran National Müze, Rıza Abbas Müzesi., v.d) Co-Grafik Düzenleme: Barış Sarıoğlu Genel Yayın Yönetmeni ve Yayına Hazırlayan : Ahmet Küçükkalfa Dağıtım: Savra Yayıncılık/ www.tumkitaplar.com Ticarethane sok, Fetih Han no: 33/33 Cağaloğlu-istanbul 0212-512 40 74 Baskı: Matsis Matbaa Hizmetleri, Dr. Ali Demir Cad. No:51 Kobi İş Merkezi K:1 Sefaköy, istanbul

ISBN 978-605-88019-0-5

Copyright © 2011 by A h m e t Küçükkalfa Ali right Fteserved,including t h e right of reproduction in vvhole or party in any f o r m A k a d e m i k ve tanıtım amacıyla kitaptan kısa alıntı yapılabilir. İzinsiz hiç bir şekilde kısmen veya t a m a m e n alıntı yapılamaz. - Eserimiz işbirliği tekliflerine açıktır-

Ülke ve

kadim

kınan

bıuü':

medeniyetimizin

atalara, beşiğine

saygıyla.

Şahlar - Sufiler- Türkmenler Karakoyunlular,

Akkoyunlular,

Safeviler,

Afşarlar

ve

Kaçarlar

1036-1925

İran, Horasan ve Türkistan'ın güçlü Türk Hükümdarı Gazneli Mahmud'un (997-1030) tarih sahnesine çıkmak üzere olan Selçuklu Reisi Arslan Yabgu'yu, bir hile ile Kalincar kalesine hapsetmesi, Tuğrul ve Çağrı Bey'lerin önünü açarken, yeni liderlerini kabullenemeyen Oğuz Beyleri'nin büyükçe bir kısmı Selçuklular'dan ayrılarak, 1026 yılında Horasana geçerler. Bu bağımsız Oğuz Beyleri, Gazneli Mahmud'un 1030 yılında ölümü üzerine Sultan Mesud'a güç verirler. Mesud'un tahta çıkışı sonrası yaşanan bir çok olaydan sonra 1036 yılında Azerbaycan'a geçen Oğuz Beyleri, bir yıl sonra Fırat ve Dicle arasında (Cezire'de) fetihlere girişirler. 1071

yılında

ki

büyük savaşta,

Alparslan'ın yanında yerlerini

alırlar.

Kibirli Roma, Malazgirt'te büyük bir yenilgiye uğrar. 1074 yılında Selçuklu ailesinin meşru lideri Arslan Yabgu'nun torunu, Kutalmış'm oğlu Süleyman Anadolu'ya geçtiğinde, liderlerine kavuşmuşlardı. Bir yıl sonra, başkenti İznik olan Anadolu Selçuk devleti kurulur. Onlar, Süleyman Şah öldürüldüğünde İran'daki hapishanesinden kurtulan oğlu Kılıç Arslan'm etrafında kenetlenirler. Gerçek bir iktidar odağıydılar. 1500 yılında, Şah İsmail, Dersim topraklarına ulaştığında, yüzyılların tecrübesiyle, yeni bir devlet kurmaya hazırdılar. Çok değil üç yıl sonra, Diyar-bekir'den Semerkand'a kadar olan bütün topraklara hükmedecek büyük bir imparatorluk, onlar olmadan kurulamazdı. Sufi Türklerin,İran'daki büyük yürüyüşleri, 1925 yılma kadar sürdü.

• Veliler Velisi Hacı Bektaş Veli • Mürşitler Mürşidi Hoca Ahmet Yesevî • Türk'ler Roma Topraklarına, Anadolu'ya Geçerken • Malazgirt Öncesi ve Sonrasında Anadolu'da Devlet Dışı Güçler. • Mervani Kürt Devleti'nde Kardeş Kavgası • Şehirlerin Askeri Gücüne Örnek Olarak Musul • Malazgirt'te Savaşan Tarafların Askeri Dengesi • 10.000 Kürt Savaşa Nasıl Dahil Oldu • Küçük Mervani Devleti Yönetilemez Hale Geldiğinde • Silvan Halkı, Şehrin Anahtarını Teslim Etmeye Karar Vermişti. Selçuklular Yıllarca Oralı Olamamışlardı • Horasan-Dersim-Bosna-Tuluz; inanç Fay Hattı... Pavlikanlar, Hurremiler, Kızılbaşlar, Bogomilciler, Katharcılar. • Toulouse (Tuluz) Kenti, Hıristiyan Katharcılar ve Engizisyon • Orta Asya, Kavimler ve Dinler Yumağı • Roma, Yüksek Ülkesi'nde (Armenia'da) Tarihsel Süreç • Haçlı Seferleri... veya... Doğu Sorunu • Moğol'lar Anadolu'da • Timur Dünya'yı Fethetmek için Yola Çıkıyor • Türkler, Moğollar, Tatarlar; Bir Halkın Farklı Görünümleri • Osmanlılar, Kayı mı? Tatar mı? Kıpçak mı? Moğol mu?... • Akkoyunlular, Karakoyunlular • Surları Yıkan Toplar, Savaşların Yönünü Değiştiriyor • iran'da Kurtarıcı imam Mehdi'yi Beklerken • Serdab ve Serdab Mimarisi • Hurifi'lik, İsmaililik ve Safeviler • Safeviler; Tarikattan imparatorluğa

1

• Safevi Devletinin Güçlü Beyleri; Dersim-Çemişkezek Beyleri

170

• iran Tarih ve Coğrafyasının Genel Hatları... ve Göçerler

176

• iran'ın Göçer Halkları

182

• iran'da Kürtler Nerede Yaşar?

182

• iran Kürdistanı

183

• Kürtler Kime Benzer ?

185

• Horasan'daki Kadim Türkmen Kürtleri

186

• Fars-Huzistan'da Yaşayanlar veya Göçer Çobanların Hepsi Kürt'müdür?

189

• Minorsky'nin 10. Yüzyılda Fars'ta bulduğu, 500.000 Kürt Nasıl Kayboldu?

191

• Ötekileştirilen Biz...veya Kürdistan'ları... Kuhistan'ları Kimler Mesken Tutar..?

193

• Safeviler, ismaililik ve Türkmenler

196

• Alamut'tan Mevlana'ya Ulaşan Aşk

200

• Nizari-İsmailiğin.Sufiliğe Evrilmesi

203

• Alamut yolunda...ve Alamut Üzerine Notlar

206

• Paylaşılamayan Safevi Mirası

219

• Şah İsmail Sonrası Safeviler

227

• Safevi Dönemi Sonrası iran

234

Kızılbaş - Alevi Türkmenler'in ( Kayıp ) Kızılbaşlığı Bulundu

240

Kızılbaşlık mı ? Altınbaşlık mı ? • Anadolu Coğrafyasındaki Gelişmeler • Anadolu Türkmen Beyleri

244

• Şeyh Cüneyd veya Celal; Celali isyanlarının isim Babası

245

• "Köroğlu"...derler bir Celali Reisi

246

• Celali isyanlarının Sebebi; Düzenli Ordu ve Barutun gücü

247

cd^ü^bS^



I Hacı Bektaş Ocağı; Çaresizlerin Çaresi Türkmenlikten Çıkma veya Alevi Kızılbaş Türkmenlikten, Sünni Kürt'lüğe geçiş. Oğuz Türkmen Boz-ok Dulkadirli Ülkesi'nin isyanı... Dil'de Farsça'nın Etkisi ve Kutlu Harflerden Latin Harflerine Geçiş 1789 Sonrası... Modern Ulus Devletlerin Şafağında. Türkmen Kürtleri ve Karakeçililer Örneği... "Cemaat-ı Ekrad-ı Aşiret-i Karakeçili" Türkmenler'in Kürtleri... veya... Aslını İnkar Eden Haramzade'dir Diyar-bekir Beyleri Sürgünler ve Kurt Adamlar Üzerine Zazalar

Önsöz veya Bir Öykünün İzinde... Genç yaşımda, İran-Şahname'si ile tanışmamla birlikte, aklıma sığmayan öykülerden haberdar olmuştum. Kuşkusuz o zamanlar, radyoların haber saatlerinde dinlebildiği masum zamanlardı. Tv, internet, multi-medya, 3D gibi teknolojilerden habersizdik. Şahname'nin en etkileyici öykülerinden birisi, belkide birincisi "Demirci Kâve, Zalim kral Dahhâk ve İyi kral Feridun'' ile ilgili, öyküydü. Ufkum ve çevrem genişledikçe, hayatıma değen küçük dokunuşlar merakımı kamçılamış olmalı ki, yine bir gençlik hevesiyle bir inceleme yazısı hazırlamış ve bir dostuma "eleştirisini ve takdirini umut ederek." teslim etmiştim. O tek nüsha çalışmam, ev taşınma veya ihmalkârlık gibi gerekçelerin ardından sırlara karışmıştı. Ülke de fotokopi makineleri yok denecek kadar azdı. Araştırmamı daktilo da binbir zahmetle tek nüsha olarak hazırlamıştım. Kayıp eserimin ardından cesaretim kırılmıştı ve çok üzülmüştüm.

Hayat mücadelesi ile süren bir orta yaş zamanların da, aklımı çelen öyküler, hayatımdan çıkmış gibiydi. Meğer çıkmamış. Yarı farkmdalılıkla, konu ile ilgili ipuçlarını toplamaktan geri durmamışım. İşimin ve merakımın birleştiğini, ilk İran gezimde farketmiştim. Beni misafir eden bir iş adamı, ["en çok neyi merak ettiğimi" sorduğunda, "Derefş-i Kâve'yan* "] demişim. İlk okumamdan 30 yıl kadar sonra hem de Farsça yani orjinal dilinde... Ev sahibi hayretler içindeydi.. Bende... (*kâve'lerin

bayağı,

kâve'rıin

bayrağı)

Bir uçak yolculuğunda okumak için edindiğim Roux un eserini, sanki bir yudumda içmiştim. Roux, merakımın coğrafyasına ve tarihine iyi bir 1

çerçeve çiziyordu. Yolculuklarımı ve okumalarımı hızlandırmıştım. Bir Mesudi, Bir Batuta, bir Katip Çelebi gibi, kadim zaman coğrafyalarında dolaşıyor, en eski öyküleri halâ ilk günkü heyecanıyla yaşayan insanlarla tanışıyordum. Konuşuyordum. En iyisinden bir mimarlık eğitimim vardı. Hayallerimde yer etmiş olan belli belirsiz silik resimler, cennet bahçelerini anımsatan ehl-i Beyt'e adanmış mescitlerde yeniden canlanmıştı. Okumalarım, merakım ve keşfetme arzum bir sarmala girmişti. Heyecan verici bir deney yaşıyordum. Kayıp Mehdiyi Cemkaran'da bekleyen Şii müminler, Ziyaretçilerini 1001 gece masallarına taşıyan Yezd'in altın renkli sokakları, Cihan m yarısına bedel görülen İsfahan Meydanı, Horasan'da Halife Harun Reşid'in Camisi, Hasan Sabbah'm Alamut kalesi, Zerdüşt Peygamberin kutsaclığı Savalan dağı, Persopolis'teki 2 5 0 0 yıllık Ahameniş imparatorluk sarayı, Erdebil'de Türkmenlerin Şahı-büyük Sufi Mevlana Şah İsmail'in ziyaretgâhı, Tebriz'de Karakoyunlu Cihanşah'ın Gök Camisi, Halep'in büyük Kapalıçarşısı, Şam'daki büyük Emevi Camisi ve hepsinden önemlisi ilgisini hiç eksik etmeyen, dost bir halkın varlığı... Evet, artık yazmalıydım. Ekim 2007'de işlerimi, eşime usul usul devrederken, yazmaya başladım. Bir çok kaynak eserin yambaşımda kütüphanemde biriktirmiş olduğumu farketmem büyük bir mutluluktu. Yıllardır yayıncılık uğraşı içindeydim. Öykülerin minyatürler de süren izleri vardı. Minyatürleri ve görselleri olmadan, anlatım eksik kalırdı. Meçhule giden bir geceyarısı otobüsünde veya uçsuz bucaksız Deylem dağlarında Alamut Kalesini ararken beni yanlız bırakmayan ve elinde ki fotoğraf makinesini, her şeye, her detaya yöneltmekten bir an için bile vazgeçmeyen eşim, yanımda olmasaydı, bu maceram; eksik bir macera olurdu. İran yaşamının tanıklarından ödüllü fotoğraf sanatçısı N. Kasriani ile tanışmam ve desteği de, hayatımın hoş süprizlerindendi.

Ben neyi yazıyordum? Heyecanım beni nereye götürüyordu? Bu sorulara objektif bir cevap bulabilmek adına 2009 yılında çalışmamı, kısıtlı sayıda bastım. Dostlarıma ve ilgi duyacağını umduğum kişilere gönderdim. Ülkemin gündemi her zaman ki gibi çok dolu olduğundan olmalı ki umduğum olumlu tepkiler; heyecanınım beklenen karşılığından çok uzaktı. Yine de yardımını esirgemeyen dostlara kavuştum. İncil ve Tevrat uzmanı Sn. Leyla Özeser, uzun ve mihnetli editoryal yardımını esirgemedi. Arapça ve Kuran uzmanı Sn. Maruf Çetin yerinde düzeltmeleri ve önerileri ile çok yardımcı oldu.

İranla ilgili sayısız dost, İran tarihi ile ilgili bilgilerini

paylaşmaktan geri durmadılar. Hepsi adına, candan dostum Behnam Bashirpour'a

(Beşirpur)

teşekkür borçluyum.

Onun sıcak dostluğu ve

rehberliği sayesinde Safeviler in ve Şah İsmail'in Erdebil'deki ve İran'daki izlerini kolayca takip edebildim. Bir eser için yola çıkmıştım. Sonuçta elimde 1 değil 3 eser olmuştu. Yayın piyasasından haberli dostların tavsiyesiyle 3. kitabımı ilk önce yayınlamaya karar verdim. Okuyucular bu kitabım da; diğer kitap konularıyla ilgili başlıkları da, ayrıca bulacaklardır. Diğer kitaplarını da, en az bu kitabım kadar ilginçtir. Roux'un deyimiyle hiç bir araştırma, hiç bir zaman tam olarak bitmez. Araştırıcı bir yerde, yazım faaliyetine başlamak zorundadır ve her yazını; kurgusu gereği ve en yalın anlatını hedefiyle, okuyucuyu yoracağını öngördüğü, fazla bilgiden vazgeçmek durumundadır. Onlar, bir gün yeniden çağrılmak umuduyla, saklı bahçelerinde bekleyeceklerdir. Elinizdeki eser yeni bir belge'nin bulunması ile ilgili bir arşiv çalışması değildir. Daha önce yapılmış bu tür araştırmaların üstünde yükselen, emperyal heveslerin dayatmalarına karşı yeni bir "Tarih Yazımı" deneyidir... Kesinlikle içerden bir bakıştır. Resmi söylemin dışındadır. Birebir yazarın bölgelere yaptığı seyahat anılarıyla desteklenmiştir. Kuşkusuz zor beğenenler, yanlış bulabilmek için kolları sıvayacaklardır. Ümidim, bilimsel ve insaflı tenkitler olmalarıdır.

Mesleki eğitimim gereği, bu esere karşı pozisyonum bir mimarın, bir bina yapım sorumluluğunu üstlenmesi gibidir. Projeye uygun yapı bileşenlerinin temin edilip inşa edilirken mimar, kesinlikle özgün bir yorum hakkını korur. Gumilev'in de benzer bir savı vardır. "Tarihçi, benzetmek gerekirse bir fırmcı-bir ekmek yapıcısıdır. Tarla da buğdayı ekmek, sonra hasad etmek, sonra un değirmenine götürmekle yükümlü değildir." der. Araştırmam bir kez deneysel bir eleştiri süzgecinden geçmiştir. Bundan sonra da hakikata daha yakınlaşmak adına eleştirilere muhtaçtır. Eleştiri ve öneri sahipleri internet adresinden de bize ulaşmakta güçlük çekmeyeceklerdir. Mimari nasıl büyük ustaların izinden kademe kademe yükseliyorsa, bu eserde geçmişteki ve günümüzdeki ustaların eserleri üzerinden yükselmeyi hedeflemiştir. Bunun için hiç acele etmedim. Bir yandan eserlerin içinde bir keşif yolculuğu yaparken ve keşfedilen satırları fazlalarından ayıklarken, bahsi geçen mekanlara seyahatleri de ihmal etmedim. Bu gezilerim de çok merak edilen ve bin türlü tarif edilen "Türkmenlerin Kızıl-başlığı " ile ilk kez ben karşılaşmış olmalıyım. Doğru bir fotoğrafını ilk kez çekme mutluluğunu yaşadım.. Yine herşeye benzetilen Alamut kalelerini, yeniden yerinde görerek ve değerlendirerek, muğlak anlatımlardan kurtardığımı düşünüyorum. 12. İmam Muhammed Mehdi'nin Serdab'mdan ilham alan "Safevi-Kazvin-Serdab Mimarisfni" keşfettim. Eserimde meraklı okuyucuları, daha fazla süpriz beklemektedir. İslam

Dünyasının

doğusuna

900yıl

hükmeden

"Sufi Türkler'inTarihi'ni" veya

Osmanlı'nın

adlandırdığı

şekliyle

lEkrad-ı Türkmen / Türkmen Kürtleri'nin Tarihini...]

Coğrafyamızdaki olarak

bin yıllık

hazırladım,

kadim yazı geleneğimize bir saygı olarak

hoş görüleceğini

umuyorum,

kitabımızı çift

kapaklı

2 Tarih ve Coğrafya... Tarihin Bir Parçası Olarak, Doğu Anadolu Coğrafyası.... Çağlar boyunca, günümüz Anadolu topraklarının doğusu, iki büyük imparatorluk Roma ve İran arasında tartışmalı topraklar olarak var oldu. Hangi İmparatorluk daha güçlüyse bu topraklarda hak iddia etti. Her iki rejime muhalif düşünceler ve topluluklarda bu coğrafya da tutundu. Bölgenin muhalif Hıristiyan halkı, Roma'nm baş düşmanı olarak, Roma zulmünün hedefindeydi. Dağlık coğrafi yapı, İran'da başlayan dağlık yapının devamıydı. Kuşlar nasıl sınır çizgilerin bilmezlerse, dağları ve yüksek düzlükleri mesken tutan göçer halklar da, sınır çizgilerini bilmezlerdi. Kış geldi mi sıcak düzlüklerin yolunu tutarlardı. İki nehrin arası. Cezire düzlükleri gözde yerlerdi. Göç yolları 500 - 1.000 kilometreyi bulurdu. Sınırları koruyan, sınır telleri ve sınır muhafızları yoktu. Hangi imparatorluğa, vergi veriliyor ve askerlik yapılıyor ise, o imparatorluk, tartışmalı bölgenin sahibiydi. Hem Roma'ya muhalif Hıristiyan yurttaşları barındırması, hem de coğrafi devamlılığı dolayısıyla İran'ın üstünlüğü açıktır. 7. yüzyılın başında, Roma ile İran imparatorlukları arasında yapılan son antlaşma, kendisinin tahta dönmesini sağlayan Roma İmparatoru ve kayınpederi Mauricus lehine, Anadolu'da ki topraklarının batısından vazgeçen İran Şahı Hüsrev zamanındadır. Yapılan antlaşmaya göre aşağı-yukarı bugünkü Trabzon-Erzurum arasından Mardin'e, kuzeyden güneye çekilen sınır çizgisinin batısı, Doğu Roma'ya bırakılmıştı. Bir kez daha sınır çizgilerinin silik ve değişken olduğunu belirtmemiz gerekir. Kesin olan, Nusaybin (Nisibis) Nasturi Merkezi, İran tmparatorunun sevecen himayesindeydi.. Kuşkusuz sınır çizgilerinde yaşayan halk, kendini İran'a daha yakın hissediyordu.

İslamiyet imparatorluğa dönüşürken, kuzeydeki bu tartışmalı topraklara doğru genişledi. İlk Ermeni krallığı. 9. yüzyılda Abbasi Halifeliğinin himayesinde bu topraklarda kuruldu. Bağımsız Oğuz-Türkmenler. (1036 yılında) Selçuklu devletine rağmen ilk kez burada görıındüler. Komşularının algısına göre, onlar İran-Selçuklu devletinin öncü güçleriydiler. Şikayetlerini İran-Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'e yaparlar. Roma imparatorluğunu ele geçiren ve haklı olarak Roma (Rum) imparatorları olmakla övünen Osmanlılar, Doğu Anadolu'nun fethine yöneldiklerinde, İran hükümdarı Timur, Osmanlı ile Ankara savaşını (1402) yaparak, ülkesinin topraklarını Osmanlı vesayetinden kurtarır.

Timur sonrası,

İran'a hükmeden güçlü Akkoyunlu imparatorluğunun başkenti de Diyarbekir olur. Bölgedeki son kırılma, soy, din ve dil açısından aynı olan iki devlet arasında, Yavuz Selim ve Şah İsmail arasında Çaldıran'daki savaşla gerçekleşir. (1514) Savaşın sonunda demografik yapı değişmemişti. Bölgede ki etkin nüfus, kendisini İran Şah'ına bağlı hissetmeye devam ediyordu... Yahudileri Kudüs'ten kovan Romalılar, onlara ait her şeyi yok ettiklerin de bölgenin adını da Filistin olarak değiştirmişlerdi. Osmanlı'da Sünni Halifeliğe dönüşürken, bölge halkını inanç düzeyinde kendisine bağlamaktan başka bir seçenek görünmüyordu. Onlar da bölgenin belleğini değiştirmeye karar verdiklerinde, Osmanlı belgelerinde bölgenin adı Kürdistan, insanları "Türkmen Kürtler / Ekrad-ı Türkmen" olarak kaydedildiler. Bu

araştırmanın

konusu,

unutmak üzere olduğumuz kendi belleğimizdir.

3

Bir Düğün İki Şehir; Dersim ve Diyar-bekir...

1459 yılının güz günleri ile birlikte, Diyar-bekir ve Dersim'in bütün obaları, tatlı bir telaş içindeydi. Posta Tatarları, muştulu haberi bütün obalara ulaştırmışlardı. Obalar göç yoluna düşmeden önce, Akkoyunlu padişahı Uzun Hasan'm büyük oğlu Sultan Halil ile Dersinı-Çenıişkezek beyi Suhrab beyin kızı Banu Çiçek'in düğünü vardı. Akkoyunlu-Bayındır Hanları, çadırlarını Murat (Fırat) suyunun kıyısına kurmuşlardı. Harbendelü beylerinin konuğuydular. Harbendelıtler (Harmandalılar) Akkoyunlu birliğinin en güvenilir Horasani aşiretlerindendi. Murat suyu, Harbendelü'ler ile Çemişkezekliler arasında sınırdı. Her iki taraf geçmişte, üstünlük için mücadeleye girişmişler, fakat netice alama mışlardı. Şimdi barış zamanıydı. Bu topraklarda binlerce yıldır barış ve birlik için evlilik bağları en emin yoldu. Uzun bir iç savaştan çıkan Akkoyunlu topraklarının da barışa ve birliğe ihtiyacı vardı. Uzun Hasan'm ilk evliliği ailenin büyüklerinden Pir Ali Bey'in kızı Selçukşah ile idi. Sultan Halil, Selçukşah'ın en büyük oğluydu. O, gelecekte bir gün sahip olmayı hayal ettiği taht için en şanslı adaydı. Hasan Padişah, komşuları Zazaki ve Buldukaniler ile kurduğu evlilik bağlarından hemen sonra dördüncü evliliğini daha bir yıl önce Trabzon Rum sarayından bir "Komnena "(Despina Hatun) ile yapmıştı. Bu son evlilikle, Bayındır Hanları da Trabzon-Rum ve Istanbul-Ruııı tahtı üzerinde hak sahibi oluyordu. Düğün için iki ok atımı çapında bir alanda, kurulu çadırlarla bir hilal şekli oluşturulmuştu. Hilalin ortasında da Hasan Padişah'ın otağı bulunuyordu. Emirler, beyler ve hatırlı misafirlere ayrılan çadırların gölgelikleri birbirine birleştirilmişti. Hatırlı misafirler deyince Afşarlı, Bayatlı, Karamanlu, Du-

harlu (Döğerli!), Musullu. Halep-Şamlu, Dulkadirli, Çepnili, Uluslu, Mamaşlu, Koca Hacılu. Purnakh. Zazaki, Buldukani ve Arap-Rebia beyleri ilk anda göze çarpanlardı. Trabzon-Rum sarayından gelecek değerli misafirler bekleniyordu, yola çıkmışlardı. Peri endamlı sakiler, neşe saçan nedimler ve şairler, konuk çadırlarını bir an bile boş bırakmıyorlardı.

Konuklar, birbirleriyle selamlaşıyorlar,

tanışıyorlar, yeni dostluklar kuruyorlar, eski dostluklarını güçlendiriyorlardı. Çeng ve ud sesleri, ney sesleriyle bütünleşerek, her köşeden yükselen türkü ve şarkılara eşlik etmekteydi. Önce av yapılacaktı. Av beylerin kaynaşması için en iyi yoldu. Beyler hem iyi bir macera yaşayacak, hem de konukların et ihtiyacının büyükçe kısmı da karşılanacaktı. İki su yolu Singeç (Hozat) ve Harçik boyunca yayılan civanlar

(gençler) ve onlara katılan halktan kişiler, av hayvanlarını ürkü-

terek, merkezdeki küçük halkaya doğru kaçmalarını sağlayacaklardı. Onlarca kez dağlar ve derelerden geçilecekti. En erken on gün sonra Pertek düzlüğünde av halkası kapanmış olacaktı. 1 Pertek ovasına bakan, Pertek kalesi, Çemişkezek Beyleri'nin

onurunu

yüceltiyordu. Orası yüzyıllardır fethedilememişti.

Av sürerken, günlük işler durmayacaktı. Sütler sağılacak, ayranlar hazırlanacaktı. Gençler ata binmede, ok atmada ve değnek (cirit) oyununda hünerlerini gösterecekti. Gençler denilince, bu kavrama obaların genç kızları da dahildi. Oğuz Han töresince, bir delikanlı gönül koyduğu kızı at yarışında da, ok atmada da geçmek zorundaydı. Bir yiğit delikanlı, bahadırlığını göstermeden kız isteyemezdi. Yine de obaların nice yiğit kızlarının kolayca geçildiği, dikkatli gözlerden kaçmıyordu. Aksakallı büyüklerin yorumuna göre, onların kıran kırana mücadeleyi sürdürmedeki gönülsüzlüklerinin asıl sebebi, gönüllerine söz geçirememeleriydi. Mehtabın aydınlattığı uzun gecelerde bilge yaşlıların anlattığı, uzak geçmişe ait iki nehrin suladığı hayal bir ülke de geçen akıl almaz hatıralar dile geliyor, ılgın esen ye-

le karşı türküler çığrılıyordu. Ozanların karşılıklı atışmaları, büyük kalabalıkların aynı ateş etrafında toplanmasına sebep oluyordu. Doğrusu şu ki, böyle büyük bir toplulukta huzursuzluk çıkmamasının en güzel yolu. herkesin bir işle meşgul olmasıydı... Bu kadar görkemli düğün, her kul a denk gelmezdi. Gençler ve yaşlılar başka ne isterdi ki... Bu düğünün uzun yıllar boyunca, dilden dile aktarılacağından kimsenin kuşkusu yoktu. Onuncu gün, halkanın daraldığı haberi geldi. Beyler av sahasına hareket ettiler. Asıl düğün yeri de şölen yeri de dereleriyle, golleriyle, binbir çiçeği ve meyvesiyle ünlü Pertek düzlüğüydü.. Geride kalanlar bilge yaşlıların önderliğinde, yeniden kurulmak üzere çadırları ve denkleri toplayıp, Pertek'e hareket edeceklerdi. Gençlerin birbirine söz vermeleri için en güzel günler bu günlerdi. Dile düşen bir aşık, eğer sevdasını telli sazıyla dile getirmekte geç kalırsa, onun yerine mani düzecek sağdıçları bu fırsatı hiç kaçırmazlardı. Kapanan av halkasında yapılacak ilk iş, canlı yaşamın devamlılığı için yeterli cinste ve sayıda hayvanın ayrılmasıyla ilgili kararların verilmesiydi. Bu ilk kararlar "Nuh Peygamber hakkı" içindi. İlk av hakkı Padişah'mdı. Padişahlara uygun bir av varsa, o an için bir boz ayı idi. Hasan Padişah ustalıkla attığı oklarıyla bu gösteriden alnının akıyla çıkmıştı. Muhteşem hayvan büyük bir çığlıkla.... birlikte devrilmişti. Sonra Suhrab Bey ve oğulları, ardından Rum, Zazaki, Buldukani beyleri ve bütün beyler av sahasına girmişlerdi. Beylerin avı üç gün üç gece sürmüştü. Beyler çok sayıda kurt, tilki, vaşak, dağ keçisi, maral ve ceylan avlamışlardı. Beylerden sonra genç süvariler, tavşan, sincap, sansar, keklik, bıldırcın, toy, üveyik avı için av sahasına girmişlerdi. Hasan padişahın kız kardeşi ile evlendirdiği Erdebil Safevi şeyhi Cüneycl'te değerli konuklar arasındaydı. Cüneyd'in halifeleriyle yönettiği 10.000 kişilik bir gücü vardı. Onlar şeyhlerine adeta tapıyorlardı. Acaba iyi mi etmişti? Aklına gelen kötü düşünceleri kovdu. Zamanı değildi. Cüneyd'in

o

o apt.

Cirit Oyunu / Gülistan Sarayı Müzesi,

11

Tahran,

han

Trabzon seferi dolayısıyla Rum Kayseri ile bozulan ilişkileri nihayet burada düzelmişti. Gece ve gündüz bir hafta süren av sonunda, sayılamayacak kadar çok av, şölenler için hazırdı. Av süresince düğün çadırları kurulmuş. Kınalar yakılmış, maniler düzülmüş, kazanlar kaynatılmış, keşkekler dövülmüş, ocaklardan yükselen

rayihalar,

konukların

iştahlarını

kabartmıştı...

Ateşler yakıldı. Üzerlik otları serpildi. Önce yeni evliler, sonra konuklar bir bir ateşlerin üzerinden atladılar. Kötülüklerin uzaklaşması için dua etmeyi de unutmadılar. Şölen Aksakallılar'm gözetiminde güvenlik içinde sürerken, nihayet beklenen gün gelip çatmıştı. Şeyh Baba da (Abd'ül -Rahman Şami) tepelerde sürdürdüğü halvetini tamamlamıştı. Hayra dair işaretler tamamdı. Şeyh Baba, dualar mırıldanarak, ünlü beylerin huzurunda kendisine ayrılan yere vardı. Sonra Oğuzların ve Bayındır Hanların ata'sı Dede Korkut un dualarına benzer duaları gür sesiyle tekrarladı. "Ey Beyler, kara dağlarınız yıkılmasın, gölgeli koca ağaçlarınız kesilmesin. Aksakallı babalarınızın yeri cennet olsun. Ak pürçekli analarınızın yeri cennet olsun. Oğullarınız kardeşlerinden ayrılmasın. Ahir vakitte Amin' diyenler Tanrı'nın yüzünü görsün. Muhammed Mustafa'nın yüzü suyu hürmetine... Banu Çiçek kızımız, Sultan Halil oğlumuzla mutlu olsun, savaşta barışta Allah onları ayırmasın." dedi ve daha bir çok güzel dualar etti. Sonra Hasan Padişah'ın Türkçe Kuran'ınm sayfaları açıldı. Güzel sesli hafızlar, Kuran ayetleriyle evli gençleri kutsadılar. Son olarak Hasan Padişah, büyük atası Kara Osman Bey'in oğullarına bıraktığı nasihatleri okudu. Konukların içtenlikle onayladığı öğütlere göre, "Beylik, emirlik, ata geleneklerini sürdürenlerde, yörüklük edenlerde kalırdı."

Düğüne katılan konukların hediyeleri ve gelin çeyizleri göz alıcıydı. Arap atları, güçlü katırlar, nefis ipek kumaşlar, Kıbrıs yünleri, Rus ketenleri, Musul kadifeleri, Halep'in kızıl renkli şal ve çuhaları tören alanına

/

Nizaminin

i

Hamsesinde Av

Sahnesi

/ İran

National

Müze,

Tahran

yığılmıştı. Dünyevi zenginliklerle işi olmayan sufiler dışında, seyre dalanların hayret nidaları ve bakışları ayrı bir seyir konusuydu. Davullar çalındı. Borular üflendi. Alaca büyük tuğlar dikildi. Güzel vakitler tez geçti. Gelin kızla birlikte düğün kervanı gün doğumunda yola düzüldü. Kalanlar gidenlerle vedalaştı. Sözler verildi. Sözler alındı. Gelecek baharlarda görüşebilme umuduyla dilekler tutuldu. Böylece artık Dersim-Çemişkezekli-Melkişi Beyleri, Akkoyunlu birliğinin en seçkin üyesi olmuşlardı. Tebriz'i Halep'e ve İstanbul'a kavuşturan ticaret yolları, Akkoyunlular'ın kontroluna geçmişti. Bayındır Hanları nın devleti yeniden sapasağlam ayaktaydı. Yeni devletin doğusunda Karakoyunlu devleti, batısında Osmanlı-Rum devleti, güneyinde Memluk-Türk devleti vardı. Kuzeyde Gürcistan'a sefere çıkılacaktı. Diğerleri çetin rakiplerdi ve aynı soydandılar, aynı dindendiler, aynı dili konuşuyorlardı. Biraz bekleyebilirlerdi. Bir Batılı Hıristiyan baktı ki Anadolu'daki evlatları, atalarının şanlı tarihi ile ilgilenmiyor. Onların yerine Bayındır Hanları'nm Akkoyunlu tarihini, kendine iş edindi. İyi de etti. Ne var ki bu düğün işine aklı ermedi. Kitabına, "o andan itibaren Akkoyunlu Türkmenleriyle Çemişkezek Kürtleri arasındaki bu akrabalığı ve ittifakı sağlayan düğün, Safeviler'den önce ender rastlanan Türkmen-Kürt birlikteliğine örnektir." diye mim koydu.- Bu Kürtlük meselesi Çemişkezek beylerinin üzerine yapıştı, kaldı. Onun söyledikleri hem doğruydu, hem de değildi. Evet yüzlerce vadiye bölünmüş o dağlık bölgelerde yoksul sürü sahipleri Kürtler gibi yaşıyorlardı. Ama onlar Türkçe konuşuyor, Türk adetlerine uygun yaşıyorlardı. Bay Woods, eğer Kürtlerin Tarihi'ni yazan Şeref Han'a ulaşabilseydi, kuşkusuz gerçeğe biraz daha yaklaşabilirdi. Şeref Han, bölgedeki olayları bilebilecek en saygın kişilerdendi. Karakoyunlu Cihanşah'ın dedesi Kara Yusuf onca mücadelesine rağmen Timur'un büyük gücüyle baş edemez hale gelince, önce Rum'a (Roma -

Anadolu), ardından Mısır'a gitmişti. Timur'un ölüm haben üzerine topraklarına dönmeye karar verdiğinde yolu üzerinde ki Bitlis'e ulaşıncaya kadar t a m l 8 0 kez cenge girmiş, hepsinden alnının akıyla çıkmayı bilmişti. Bitlis'de, Şeref Han'ın büyük atası Emir Şemseddin'in konuğu olmuştu. (1405) Kısa süre içinde bu iki adamın kanları birbirlerine ısınmış olmalı ki Emir Şemseddin, Kara Yusuf un kızıyla evlenmişti. Kuşkusuz Karakoyunlular'ın damadı olan Emir Şemseddin'in gücü ve saygınlığı artmıştı... Emir Şemseddin'in Arapça isminin gösterdiği gibi, Arap harfli yazıları ve bu arada Kuran'ı da okuyan yazan alim bir kişiydi. Eşi Türkmen kızıydı.Türkmen adetlerinden de vazgeçemezdi. Şeref Han'ın satırlarıyla, "Bu hanım Türkmen olarak yetiştiğinden ve tabiatı gereği ata binmeye, değnek (cirit) oyunu oynamaya, ok atmaya, genel törenlere katılmaya eğilimliydi." "Müslüman Sünni Kürtler, Türkmenler'in, günlük hayatlarının esası haline getirmiş oldukları bu gibi yaşam alışkanlıklarını doğru bulmuyorlardı." Olayların gelişimi durmadı, Karakoyunlu Kara Yusuf un oğlu Mirza İskender (1420-1438) kardeşine yapılan kötü muameleyi affetmedi. Emir Şemseddin canından oldu. ^ Şeref Han'ın annesi de Akkoyunlu padişahı Uzun Hasan'ın tanınmış beylerinden Emir Han'ın kızıydı. Şah Tahmasb'm emrindeki Ulama Bey'in Osmanlı devletine sığınması ve Bitlis beyliğine atanması üzerine, Şeref Han'ın babası Şemseddin Han, Şah Tahmasb'a sığınmıştı. Şemseddin Han 1536 yılında, İran-Kum şehrinde Emir Han'ın kızıyla evlenmişti. Emir Han, Fatih Sultan Mehmet Han'la Akkoyunlu Padişahı Uzun Hasan arasında Otlukbeli'nde yapılan savaşta büyük kahramanlıklar göstermişti. Savaş sonrası Erzincan ve civarının yönetimi Emir Han'ın yönetimine bırakılmıştı. Emir Han, Erzincan'da Cami ve Medrese gibi hayır eserleri kazandırmıştı. Şeref Han, bu evlilikten 7 yıl sonra, 1543 yılında (20 Zilhicce 943) Kum şehrinde doğmuştu.

Şanlı Dersim-Çemişkezek Beyleri... Şeref Han'a Göre Esas Kürdistan Neredeydi ve Hükümdarları Kimlerdi? Kürdistan tarihini yazan Şerel Han'a göre, Kürdistan denince "Çemişkezek" anlaşılırdı. " Çemişkezek hükümdarları Melik Şah'ın (Selçuklu) soyundan gelmiş ve Melik Şah sözü Kürt dilinde Melkiş biçiminde değişmişti. Öte yandan Çemişkezek hükümdarlarının adları da onların, Türk çocuklarından ve torunlarından geldiklerini kanıtlardı. Çünkü adlarının Arap ve Kürt adlarıyla hiçbir ilgisi yoktu; adları Arap ve Kürtler'inkine benzemezdi. "

4

"...Adı geçen Melkiş'in etrafında onun soyundan gelen büyük bir kalabalık toplandı; onun şanı yüceldi, değeri arttı. Sonunda 32 kale ve 16 nahiyeyi istila etti. Buralar şimdi fiilen Çemişkezek hükümdarlarının egemenliği altındadır. Bundan ötürü kendisine bağlı olanlar 'Melkişi' olarak

Padişah

Çadırı,

Şah

Tahmasb Şahnamesi,

Tahran

Çağdaş Sanatlar Müzesi,

16. y. y.

adlandırılırlar. Üç kısma ayrılan Melkişiler, Kürdistan'da ihtişamlarıyla, hizmetçilerinin, taraftarlarının ve kendilerine bağlı olanların çokluğuyla ün yapmışlardır. Onlardan 1.000 kadar aile İran-Safevi hükümdarı Şah İsmail'e katıldığı gibi. bir grup da Şah'm muhafız subayları arasına katıldı. Bunların bir kışını eyaletlerde bağımsız yönetici oldu. Ülkeleri ise genişlik ve önem bakımından uzak yakın herkes tarafından Kürdistan adıyla tanındı; öyle ki berat, emirnameler ve diğer Sultanlık belgelerinde bu ad geçtiğinde yalnızca bu önemli il anlaşılırdı; ayrıca Kürtler arasında 'Kürdistan'

sözcüğü

geçtiğinde yalnız

Çemişkezek ili

kastedilirdi."

"Melkişi'lerin 32 kaleyi ve 16 nahiyeyi egemenlikleri altına almalarından bu yana buralar, sıra ve miras yoluyla çocuklarının ve torunlarının yönetimi altında bulunmaktadır. Bu kale-şehir ve nahiyeler Cengiz Han (12061227), Timurlenk (1370 - 1405) oğlu Şahruh Mirza (1405-1446) ve Karakoyunlu Kara Yusuf gibi (1387-1420) büyük fatihler zamanında bile onların ellerinden çıkmamıştı." (Şeref Han, 17. yüzyıl) Dersim Çemişkezek Beyleri, Kürt gibi yaşayan Türkmenlerdi. Bölge bin yıllardır, İran coğrafyasının ve İran da kurulan imparatorluklarının bir parçasıydı. Son İran Sasani krallarından Hüsrev Perviz, kayınpederi olan Roma imparatoru ile yaptığı barış anlaşmasıyla, Mardin-Trabzon hattının batısını Roma'ya bırakmıştı. Bu hattın doğusu İran'ın hakkıydı. 6 Şah Talımasb'a göre de Erzincan-Sarıkaya, Azerbaycan'ın kapısıydı. Gölgesi Azerbaycan'ın tamamını korumasına almaktaydı. Orası elden çıktığında, onunla birlikte Azerbaycan'ın bir sütunu da düşmüş olurdu. 7 Daha önce de elden çıktığında, İran hükümdarları bunu savaş sebebi saymışlardı. En son Osmanlı Sultanı Bayezid bu topraklara el uzattığında, İran Hükümdarı Timur hızla Anadolu

topraklarına girmiş,

1402'de Ankara Savaşıyla

Bayezid'i ve Osmanlı güçlerini ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Dersim Kürdistanı tanımı Şeref Han'ın Şerefname adlı Kürt tarihinde ün kazanmıştır. Şerel Han'ı kendi anlatımıyla, tanımak bizi aydınlatabilir.

18

Cami's Selselat-ı Zahab'ta







Göçer Yaşamından

——

Bir Sahne.

19

1569 / Gülistan

Sarayı

Müzesi

eÇ/CN&'-KSo

Şeref Han, Şerefname ve Kürdistan Tarihi Üzerine... Şeref Han, Bitlis hanlarındandı. Van şehrinin ve Van gölünün batısında kalan Bitlis şehri, Tebriz'den Anadolu'ya geçiş yolu üzerindeydi ve kuşkusuz Tebriz'deki Şah'm sarayı, İstanbul'a göre çok yakındı. Şeref Han, Bitlis Kürt hanlarının geçmişini Fars hükümdarlarına bağlar. Şüphesiz Şeref Han, ailesinin 1.000 yıl önceki Sasani bağlantısını bilemezdi. Eğer mümkün olsaydı, Şeref Han ailesinin 1.000 yıllık şanlı tarihinin ayrıntılı anlatımını, bizle paylaşırdı. İran'da, Şeref Han'dan önceki son 700 yıllık dönemde Türk hükümdarlarının ve daha önceki 300 yıllık dönemde Arapİslam halifelerinin hüküm sürdüğünü de dikkate almalıyız. Kendi anlatımıyla ailesinin bir kolu Rüstemdarlı'ydı. Deylem'in kıyısındaki Rüstemdar, şüpheci kişilere Alamut bağlantısını çağrıştırırdı. Gerçekte Şeref Han, Sünni-Osmanlı padişahına, Şii - Kızılbaşlar arasında geçen yaşamının zorunlu, makul sebeplerini açıklamak istiyordu.

Şeref Han'ın çocukluğu ve gençliği, İran Şah'ınm sarayında, Şah'm çocuklarıyla birlikte geçmişti. 9 yaşında (1552 yılında) Şah'm, Has haremine (saray içindeki Şahlık ailesine ayrılan özel bölüme) giren Şeref Han, 1555 yılında daha 12 yaşında, babasının yerine Bey olarak tayin edilmişti. Şah İsmail'in 12 yaşında devlet kurmak üzere harekete geçtiği, Tahmasb'm 10 yaşında tahta çıktığı dikkate alındığında, eğitimli bir bey oğlu için bu atama uygundu. Şeref Han, Şah Tahmasb'm döneminde mutlu olmasına rağmen Safeviler'in dayandığı Anadolulu Alevi-Kızılbaş Türkmen boylar arasında çekişme hiç bitmez. Şahlığın otoritesinin zayıf anlarında bu daha da şiddetlenir. Şah Tahmasb'm ölümüyle tahta II. Şah İsmail'in geçmesiyle, Şeref Han'ın

durumu,

saray

entrikalarıyla

sarsılır.

Geleceği

tehlikeye

düşen Şeref Han, Osmanlı Sultanına sığınma talebinde bulunmuş olmalıdır. Gelen iyi haberde "Padişah'm...asil ve şefkatli duyguları, sonsuz padişahça iyilikleri senin üzerinedir ve

...senden alınmış olan vilayetini

sana geri verdi. Artık huzur içinde ve asıl vatanına dön." diye yazar.

20

Şeref Han, Sultan III. Murat'ın Huzurunda Osmanlı Kavuğu Giyiyor ve Kızılbaş Başlıklar Yere Atılıyor. / Topkapı Sarayı Müzesi, 1584

Bu haber sonrası Şeref Han 1579 (3 Şevval 986 > yılında, yanında ki 4 0 0 kişiyle birlikte Nahcivan'dan Van'a geçer. Kendisini Hüsrev Paşa dostça karşılar. O tarihten itibaren, yaşamının sonuna kadar Osmanlı Sultanına sadık kalır. Osmanlı Sultanları, ülkelerinin sınırlarını büyük ordularla sürekli koruyamazlardı. Onlar dikkatlerini Batı'ya çevirmek istiyorlardı. İmparatorluğun iyi eğitimli, yöneticilere ihtiyacı vardı. Onlar, sarayın kapılarını doğudan ve batıdan gelen bu tür yüksek nitelikli ve eğitimli kişilere her zaman açık tuttular. Safevilerin iktidara gelmesiyle durumlarını tehlikede gören Akkoyunlu beyleri de Osmanlı'ya sığınmış, itibar görmüşlerdi. Şeref Han'ın hemşehrisi Akkoyunlu sarayından İdrisi Bitlisi'de İstanbul'a sığınanlar arasındaydı. Kanuni'ye çok değerli hizmetleri olmuştu. Şeref Han'ın durumu ise sınırla ilgiliydi ve stratejikti. Daha da önemlisi; İran Şah'ımn sarayında (Has hareminde) geçen Şii-Kızılbaş bir yaşamı vardı. O saray, Osmanlı'ya düşman bir ideolojinin merkeziydi. Nizamü'l-Mülk'ün

Siyasetnamesi'nde

tavsiye

ettiği

gibi,

vasal-bağlı

hükümdarların çocukları saraya alınırdı. Bu sayede hem saray şehzadeleriyle arkadaş olurlar, hem de vasal hükümdarın aleyhte davranmasının önüne geçilirdi. Her şey yolunda gittiğinde, soylu yönetici sınıf genişlerdi, bu da imparatorluk için iyi bir şeydi. Şeref Han gibi kritik bir kişinin sarayda kalması nasıl mümkün olabilirdi? Zehirlenmemek için çeşnici başıları olan, yenilmemek için orduları olan sultanlar, kullarının sadakatinden de emin olmak isterdi. Ünlü Moğol-İlhanlı dönemi tarihçisi ve veziri Reşideddin (1240-1318), Sultan'm özel doktorluğuna yükselebilmek amacıyla Müslümanlığı seçen Yahudi doktorların, eski dinlerinden tamamen ayrıldığından emin olabilmek için, onlara içinde deve eti ve yoğurt olan bir yemekle; özel bir samimiyet sınavı uyguluyordu.^ Şeref Han'ın bir eser hazırlaması faydalı olabilirdi. Böylece, hem değerini gösterme fırsatı bulur, hem de sarayda kendisi hakkında doğabilecek Kızılbaşlık geçmişi ile ilgili şüpheleri bertaraf etmiş olurdu. Kesin olan

şuydu ki elinin altındaki kaynaklar sınırlıydı. Sadece ilim ile geçen bir yaşamı yoktu. Yaşamı, Şah ın sarayında. Şah la birlikte geçmişti. Şeref Han ın anlatımıyla "...bağımsız bir kitap ortaya koymak, benim güçsüz aklımdan geçiyordu. Fakat zamanın çıkardığı engeller, gece gündüz meydana gelen olaylar bu özlemi gerçekleştirmemi engelliyordu. Bu yüzden o amaç, bekleme mertebesinden öteye geçemedi, muhaliflerin rüzgarı her yandan esmeye, kargaşalıklar çıkmaya başladı ve göklere yükseldi." Arkasında bir ülke vardı ki onu düşünceleriyle baş başa bırakmıyordu. Arkasında bıraktığı kendi coğrafyası hakkındaki bilgisini Padişaha göstermesi, onun özel durumu dolayısıyla, nerdeyse zorunluluk gibi görünmüş olmalıdır. Ne var ki 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı öncesi İran Şahlığına bağlı bölge, ancak büyük savaşlar olduğunda tarihçilerin ilgisini çekebilirdi. Şeref Han, ayrıntılı bir tarih için, çağdaşı tarihçiler gibi, geçmiş dönem tarihçilerinin yöntemlerine başvurur. Ravilerin rivayetlerini öne çıkararak, boşluklar renkli hikayelerle tamamlar, "ve bu yüce şanlı padişahın (III. Murad) uğuru, adaleti ve iyiliği sayesinde zulümler ortadan kalktı. İşte o zaman ben de, çeşitli çağlarda ve dönemlerde hükümdarların ve yöneticilerin gönüllerinden geçen düşünceyi gerçekleştirmeye başladım...ve gerek Arapça, gerekse Arapça olmayan genel tarih kitaplarında bulduğum olay ve rivayetleri, ayrıca benim duyduğum ve tanık olduğum büyük olayları da bu kitaba koymaya ve bu kitabı Şerefname adı ile adlandırmaya karar verdim." der.

9

Şeref Han a göre Kadim Kürtlerin Kökeni Şerefname'de, Firdevsi'nin İran Destanı Şahname'de kurguladığı "Zalim Kral Dahhâk-Demirci Kâve" öyküsünde,

zalim kral tarafından beyinleri

yenilmekten kurtulan ve dağlara çöllere kaçan gençlerin Kürtler olduğu ile ilgili sav bir kez daha tekrarlanır... Şahname'deki bu bahsi (ilk kitabımızda: Babil... ) ayrıntılı olarak incelemiştik. Yaptığımız o incelemede, Şeref Han'dan 600 yıl kadar önce kurgulanan ve İran milliyetçiliğinin bir destanı haline gelen bu bölümün, Şahname'nin diğer bölümleri gibi geçmiş İran 23

efsaneleri üzerinden bire bir kurgulanmadığını, devrin Şii-milliyetçi direniş ortamının getirdiği duygularla "Demirci Kâve'nin ve diğer yeni unsurların" öyküye katıldığını tespit etmiştik. Bir zamanlar lran-Türk Şah'ının sarayında yüksek düzeyde bir yönetici olan Şeref Han, savını Oğuz Han'ın Muhammed Peygamber in huzuruna gönderdiği Boğduz adlı Kürt elçinin kabalığını vurgulayan öyküyle güçlendirmek ister. Şeref Han'ın çağdaşı, Türklerin Seceresi'ni yazan Ebu'l Gazi Bahadır Han'a göre ise, Oğuz Han, Muhammed Peygamberin huzuruna Buğduz'dan başkasını gönderemezdi. Buğduz, onun torunuydu. Buğduz, aile ve toplum büyüklerine hizmette kusur etmeyen demekti. Damgası vardı. Önemli bir beydi. Elçilik onun göreviydi.

10

Şeref Han'ın bütün anlatımı, yaşadığı çevrenin gereksinimlerine (zamanın ruhuna) uygundur. Şii-Alevi-Kızılbaş Türkmenlerin egemen olduğu bir rakip coğrafya vardı. Osmanlı Sarayının gözünde, aşırı inançlarıyla bir günahkârlar topluluğu olarak görünen ve siyasi emelleri olan bu toplulukla mücadele şarttı. Anadolu'nun Osmanlı ülkesi olabilmesi için, son Şii-Alevi- Kızılbaş Türkmen'e kadar mücadele edilmeliydi. Şeref Han, bulunduğu kritik şartların farkındaydı, eski arkadaşlarından Kızılbaş-Türkmen Beyler olarak bahsedemez ve onları övemezdi. Müslüman tarihçilerin terminolojisine başvuracaktı. Onlar, Müslüman şehirli yaşamın düşmanları Kürtler gibi yaşıyorlardı.

Sina

Çölünde Kamp / Lcwis John Frederick / 1842

Müslüman Olmak veya Arap Olmak Barthold'un ve Frye'nin vurguladığı şekliyle; İslamiyetin erken dönemin de. İslamiyet'in kontroluna giren şehirlerdeki halk, Müslümanlığa geçince Arapça adlar alarak Arap oluyordu.'1 Horasan-Maveraünnehir (Türkistan, Seyhıın-Ceyhun) bölgesinden daha fazla vergi isteyen Emevi valisine, "onların İslamiyeti samimiyetle kabul ettikleri ve mescitler inşa etmeye başladıkları, böylece bütün halkın Arap olduğu ve hiç birinden vergi alınamayacağı" söylendi. Yüksek vergide ısrar eden Emevi valiye karşı, Arap savaşçı kabile liderlerinden Haris bin Süreye, 734 yılında "-Allah'ın Kitabı ve Peygamberin sünneti- adına siyah bayrağı açarak, Müslümanlardan haraç alınmayacağını ve kimseye zulüm yapılmayacağını." vaat eder. 1 - Aşıkpaşazade'ye göre de Müslüman olmak, Arap olmak demekti. Arap mağlup olduğunda kafirlik her yere yayılırdı. "Abbasiler zamanında Arap askeri Rum'a (Ronıa'ya) galipti ve Acem'de (Farslı, İranlı) mağluptu. Acem, Türk'ü kendisine destek edinerek Arap'a galip oldu. O sebepten kafir, Müslümana itaat etmez oldu." der. İmparatorluk geleneği olan Farslann okur-yazar seçkin tabakası, Arap işgaline karşı kalemiyle direnebilirdi. Kuşkusuz tüm zamanlarda işgalci bir güce direnişin bedeli, direnişçilerin tatlı canlarıydı. Araplar, İslamiyet sonrası çok kısa sürede İspanya Pireneler'den Orta Asya-Semerkant'a kadar büyük bir imparatorluğun sahibi olmuşlardı. Bu coğrafyayı yönetmek ve vergileri toplamak için yazının efendilerine ihtiyaçları vardı. Cezalarını, yazının efendilerine de uygulamaları akıllıca bir iş değildi. 25

Müslümanlık şehir kültürüydü. Şehirlerde Arap yazısını okuyup yazabilen, meslek sahibi ve yönetici kişiler olabilirdi. Şehrin dışında ise şehir yaşamına uyumsuz, okuma yazma bilmeyen, mesleksiz, yoksul insanlar bulunuyordu. Onlar, şehirli Müslümanlar için tehdit unsuruydular. Kırda, bayırda çobanlık yapan, sürekli yeni otlaklar arayan Türkmenler in eğitim görmesi, meslek sahibi olması, yeni bir yaşam formuna geçmesi pek mümkün değildi. Şehrin, yani medinenin dışı Ekrad (Kürt) diyan ise, acaba Kürt yaşamı nereden, hangi sınırdan başlıyordu? Kâtip Çelebi, "Mizanü'l Hakk fi İhtiyari'l Ahakk (En Doğnıyu Sevmek için Hak Terazisi)" adlı eserinde eğitimdeki gerilemeden söz ederken Kürt, yani Ekrad diyan konusunda bir saptamada bulunur. 13 Anadolu, Celali İsyanlan yüzünden pek yıkık bir haldeydi. Bursa'dan sahile kadar olan yerlerin halkı İstanbul çevresine, Üsküdar civanna iltica edip sığınmıştı. "Onlar, paralannı ve mallarını eşkıyanın eline verip topraklannı terk etmişlerdi."14 Kaleler yapılıp, İstanbul'un etrafını muhafaza etmek lazım gelmişti.15 Ekrad (Kürt) diyan İstanbul'un sınırından başlıyordu. Tüm Anadolu, Kürdistan olmuştu, Kâtip Çelebi'nin yaşadığı 17. yüzyılda (H. 1017-1067 / M. 1609-1657), Kırım, Viyana, Arabistan ve Cezayir'i kapsayan Muhteşem Süleyman'ın topraklan, kadim Roma İmparatorluğu ile boy ölçüşebilen rakipsiz bir ülkeydi. Roma (Rum) Sultanının nüfusu yanm milyonu aşan başkentinden diğer şehirlere bakınca, o şehirler mukayese edilemeyecek kadar küçük görünüyordu. Osmanlı ordusu henüz yenilgi yüzü görmemişti. Kâtip Çelebi, Kürt yaşamının sınırları konusunda haksız sayılmazdı. Bir medine, bir medeniyet, bir Roma varsa, o Roma (Rum) İstanbul'du. Romanın (Rum'un İstanbul'un) dışı ise ancak Ekrad (Kürt) diyan olabilirdi. Şehirli Müslüman alimlere göre, şehrin dışında yaşayan herkes Kürt'tü. Türkler ve Türkmenler de, Oğuzlar da Kürt'tü.

Müslüman Tarihçilere göre, Selçuklular da, Osmanlılar ela Kürt'tü ! * Müslüman tarihçilere göre, Selçukluların içinden çıktığı Kımklar da, Osmanlı'nın içinden çıktığı Kayılar da, Oğuz-Türkmenlerin diğer boyları da Kürt'tü. Osmanlılar, 1514 yılından itibaren doğusundaki Şii-Türk imparatorluğuna karşı, Halife-Sultan'lar olarak Sünni-Islam Dünyasının liderliğine talip olduklarında, Sünni-Müslüman tarihçilerin söylemine sahip çıktılar. Onlar Rum'u-Roma'yı fethetmişlerdi. Roma medeniyetinin de mirasçıları ve yeni sahipleriydiler. Soydaşları Türkmenler ise Kürt gibi yaşıyorlardı. Türkmenler inanç yönünden de Osmanlı ile çatışıyorlardı. Akkoyunlular' m başkenti Diyar-bekir

fethedilerek Diyar-bekir

sancakları, dini inanç yö-

nünden Osmanlı'ya tabi olacak olan, (Sünni iman sahibi) Kürt gibi yaşayan sürü sahibi-çoban aşiretlere tahsis edilmeliydi. Selçuki ataların evlatları Dersim-Çemişkezek Beyleri'nin, Anadolu'da kalan torunları topraklarını yönetemez olunca, Osmanlı'nın gücüne boyun eğmiş, topraklarını tımar olarak yönetme hakkıyla yetinmişlerdi. (Şeref Han) Diyar-bekir defterine kaydedilen en ünlü Türkmen

aşireti, şüphesiz Os-

manlı Sultanları'mn içinden çıkmakla övündükleri Kayı boyuna bağlı Karakeçili aşiretiydi. Onlar da (Ekrad-ı Türkmen) Türkmen Kürtleri'ydi. 1 ^ 10. yüzyılda İstahri, Horasan'ın Nişabur-Kuhistan'mda (dağlık bölgesinde), Oğuz-Khalaç (Kal-aç, Kalaş, Hallaç, Halaci) aşiretlerine rastlar ve onların Kürt yaşamına işaret eder. Onlar, Oğuz Han Destanında, Fars eyaletlerinde bırakılanlardı. 1 7 İbn Arap Şah'a göre, Karakoyunlular zamanında Tebriz'e çok yakın Mugan'dan Erdebil'e kadar olan bölgede Kürt- Çakurlu (Çakırlı) aşireti vardı. 1 8 Çakırlı'lar, Oğuz Üç-oklar soyundan Yığdır aşiretindendi. İşaretleri (tamgalan), Çakır kuşuydu. Adlarını, Çakır kuşundan (atmaca,

doğan benzeri)

alınışlardı.

(Bakır-Selçukname) Selçuklularda,

Ça-

kırlılar gibi Oğuz Üç-oklar soyundan Kınık aşiretindendiler. Selçuklu soyundan gelenlerin bir kısmı, Anadolu'da-Dersim-Çemişkezek bölgesini yurt edinmişlerdi. Akkoyunlu Uzun Hasan ın en büyük oğlu Sultan Halil'in 1459 yılında, Suhrab bin Şeyh Hasan'm kızıyla evliliği; Melkişilerin, Akkoyunlularla

ittifakları

pekiştirmişti. 1 9

Osmanlı

kayıtlarına

göre

Çemişkezek-Dersim toprakları, Kürdistan'dı. Akkoyunlular iç savaşa sürüklendiğinde, Safevi Şeyh Haydarın müridleri İsmail'i, Gilan'm ulaşılmaz vadilerinde sakladılar. Şah İsmail, saklanmakta olduğu Kuzey İran-Gilan-Lahican'dan, güvenliğini sağlayan birkaç yüz ıııüridiyle yola çıktığında, daha 12 yaşındaydı. İsmail'in Anadolu Kürdistanı'na, Çemişkezek beylerinin topraklarına kazasız belasız ulaşması gerekiyordu. İsmail, Erzincan Sarıkaya vadisine ulaştığında, baş ile gövde birleşmişti. 20

Şah Tahmasb'ın işaret ettiği gibi Sarıkaya, Azerbaycan'ın kapısıydı. 21 Ana-

dolu Türkmenlerinin desteği ile İsmail daha 15 yaşında iken bir ucu Diyarbekir'de diğer ucu Orta Asya'da olan imparatorluğun tartışmasız efendisi olacaktı. Şii - Safevi devletini Anadolu'dan giden Türkmen boyları kurmuştu. (F. Sümer) Bu Türkmen boylarının bir çoğu, Kürdistan tarihinin nadir kaynaklarından biri olan Şerefname'de Kürt aşiretleri olarak anlatılır. Dulkadirli beyliği Maraş ve Elbistan'da kurulmuştu. Dulkadirliler, Oğuz Bozok kolundandı. Topraklarım Orta Anadolu'ya Yozgat ve Çorum'a kadar büyütmüşlerdi. Osmanlı'ya akraba, dosttular. Osmanlı'nın yüksek hakimiyetini kabul etmişlerdi. 1522 yılında Rodos seferine çıkıldığı sırada Dulkadirli beyliğinin başında bulunan Şehsuvar Bey ve oğulları, Kanuni'nin buyruğu ile gizlice öldürülür. Oğuz Boz-oklar'ın ülkesi, Osmanlının eline geçer. 1526'da Osmanlı ordusu, Mohaç'ta Macarlara karşı, tarihinin en parlak zaferlerinden birini kazanırken, İmparatorluğun anavatanında kan gövdeyi götürüyordu. Osmanlı ordusu, Avrupa cephesinde daha yenilgi yüzü görmemişti.Anadolu ise isyanlarla pek yıkık bir haldeydi. Bursa'dan sahile kadar olan yerlerin insanları, İstanbul'un yanı başında ki Üsküdar civarına iltica edip sığınmışlar... sahip oldukları parayı ve eşyayı eşkiyaya teslim edip topraklarını terk etmiş-

Diyar-bekir vilayeti önemliydi. Bir zamanlar orası Akkoyunlular'ın başkentiydi. Hulagü Han'dan beri, Diyar-bekir vilayetinin doğu sınırları Dicle ye kadardı. Musul şehri, bu topraklara dahildi. (1785 tarihli W. Gutrie haritası) Musullu Beyleri, Şah İsmail'i destekleyen önemli aşiretlerdendi. Hem Şah İsmail'in, hem de oğlu Şah Tahmasb'm eşleri Musullu Türkmenler'dendi. Dicle'nin doğusundaki dağlık arazi, yeni sancağın dışmdaydı. Orada Yezidi Kürtleri de vardı. İdaresi çok zordu. Dicle'nin doğusundaki dağlık coğrafyanın "Şehr-i Zor" adı, yeteri kadar açıklayıcı idi. (F. Sümer) 1524-1574 yıllarına ait Diyarbekir defterine Urfa-Karakeçili aşireti yanında Akkeçili aşireti de, Döğerli aşireti de, Oğuz Boz-ok'larmm en büyük aşireti Beydili

(Badıllı

-Elbeyli)

aşireti

de,

Kürt

olarak

kaydedilmişti.

N. Göyünç, Kürt olarak kaydedilen aşiretlerin, Akkoyunlu kökenlerine dikkat çeker. 2 5 Göyünç'ün söylemekten kaçındığı ise onların Şah İsmail ve Safevi destekçisi Türkmenler olmalarıydı.

1691 yılından itibaren Anadolu'yu huzura kavuşturabilmek amacıyla, her an isyan eden ve isyan edebilecek aşiretler, zorunlu iskan ve tehcire (sürgüne) tutulacaklardı. 26 Doğu Anadolu'nun baş eğmez, onurlu-gururlu Türkmen Kürtleri'nin ( E k r a d - ı Türkmen),27 yeni yurtları; Halep, Raka ve Musul bölgeleri, yani Cezire-Güneydoğu Anadolu bölgesiydi. Aşiretlerden binlerce çadır yeni topraklara sevk (tehcir) ediliyordu. Çekilen acılar tarif edilemezdi. 1785 tarihli W. Gutrie haritasında ve sonraki haritalarda bu bölge, Türkmen (Turcnıania) bölgesiydi. Batı haritalarındaki Kürdistan ise, Musul'dan ve Dicle'den sonra başlıyordu. Anadolu Türkmenlerinin Kürtleri, Cezirenin kadim halklarıyla

(ve kadim Türkmenlerle) kaynaşacaklardı. Birbirlerini tanıyorlardı.

Oğuz Han, İslamiyet'ten haberdar olunca, İslamiyet'le aydınlanmak için, Muhammed Peygamber'e, Boğduz adlı bir Kürt elçi göndermişti. --'s Tanışıklıkları o kadar eskiydi.

* (Bu bölümü bağımsız bir makale olarak tasarladığımdan, okuyucuların bazı tekrarları hoş göreceğim ıımııt ediyorum. )

Çakırlı Kürt Beyleri... Faruk Sümer, İbn Arab Şah'a dayanarak, Karakoyunlular zamanında Tebriz'e çok yakın olan Mugan'dan Erdebil'e kadar olan bölgenin Çakurlu

(Çakırlı)

oymağının yurdu

olduğunu

söyler ve bu oymağın Kürt olduğuna işaret eder.29 Ne var ki, bu görüş birçok yönden eleştiriye açıktır. Burada, yenilmez- yenilgiyi kabul etmez Karakoyunlular'ın çok Jyakınlarında bulunan, J

Savaları

Dağı

Bölgesinde

başkentlerinin neredeyse bitişiğinde yer alan

Yerel Giysileriyle

üçüncü bir büyük güç odağından bahsedilmek-

Türkmen-Şahseven

tedir. Bölgedeki diğer büyük güçün Çağatay-Timurlu devleti olduğu da dikkate alınmalıdır. Günümüzde Tebriz-Erdebil arasında hiçbir Kürt topluluğu yoktur. En yakındaki orijinal Kürt köyünü ziyaret edebilmek için Erdebil'den Kürdistan vilayeti yönünde 4 0 0 kilometreyi aşan bir yolculuk yapmıştım. Çakır sözcüğü Türkçedir ve göğe aittir. Gök Tengri'nin rengi'dir (bulut mavisi, gök mavisi).

30

Çakır kuşu, doğan, tuğrul, atmaca cinsi bir kuştur. Bu

kuş Oğuz boylarının ongunu (sembolü) idi. bkz.

31

(Cakır Kuşunun bir tasviri için

arka kapak/ Şah ve Sufi/Mavi çaktrKuşu ile Ava Çıkan Şah'ın Su/i ile

Karşılaşması/A-

ka Reza 1620 / Gülistan Sarayı Müzesi/ TaJıranYazıcıoğlu'nun S e l ç u k n a m e ' s i n e g ö r e ,

"Onların kuşu Çakırdır ki, kuşların yüreklisi ve bahadırıdır. Çakırlılar sadece babadan değil, ana tarafından da Efrasiyab (Türklerin büyük atası Alper Tunga) soyundandırlar. "

32

31 -

Selçuklu Sultanı Melihşah ve Dilekte Bulunan Kadın -

34

1396 / British Library - Loııdon

5

Türklerin Fars ve İslam Dünyasına Girişleri...

Çok erken çağlarda Orta Asya bozkırlarında ortak yaşam formları geliştiren göçer boylar, M.O. 4 0 0 - 2 0 0 yılları arasında atları için üzengi'yi bulmuşlardı. Seyhun-Ceyhun'dan kolayca Aral -Hazar arasına, devamında Ukrayna-Rus düzlükleri üzerinden Avrupa'ya ulaşıyorlardı. Hun Atilla'nın güçleri daha M.S. 451 yılında Ispanya-Katalonya topraklarına ulaşmıştı. Onlar İran Destanı Şahname'de ifade edildiği şekliyle, iyi imparatorluğun doğusunda ki istenmeyen komşulardı.

İran Söylenceleri ve Şahname'lerinde Türkler İran Destanı'nı kaleme alan şair Firdevsi'nin, yaşadığı çağdan 1.500 yıl öncesine ait, İran'ın uzak geçmişiyle ilgili belgelere ulaşabilmesi kuşkusuz zordu. Zorluğu artıran diğer bir husus ise Pers coğrafyasında çağlar boyunca farklı yazı ve dillerin kullanılmasıydı. Makedonyalı İskender'in Persler'in taht merkezi Persepolis'i yakması da kültürel bağlantıyı mümkün olmaktan çıkarmıştı. Uzak geçmişle ilgili bilgiler ancak Persepolis'i yakanların yazıya geçirdikleri hatıralarından öğrenilebiliyordu. Ve onların bakış açısından yazılmıştı. Bazıları Arapça'ya çevrilmişti. Şüphesiz ancak

hali-

feyle dost kişilerin ulaşabileceği çok değerli ve zor temin edilen eserlerdi. Bazı mitolojik söylenceler de vardı. Geçmişe ilişkin hatırlananlar Sasani dönemindendi. Efsanelerde, ilk dönem Ahaıııeniş hükümdarları Keyaniler adıyla geçiyor, Babil'i fetheden büyük İran hükümdarları Kyros'a, Keyhüsrev deniyordu. Şahname'de ise Feridun... > 7 Avesta'da Keyan sözcüğü Kavi olarak geçer. Kavi, hükümdar, emir, komutan anlamına gelir. Bu sözcük Şahname'de bazen hükümdar ve sultan anlamında da kullanılmaktadır. 3 8 Kimler onların düşmanları olabilirdi? Do35







ğuda Türkler vardı. Onlar olabilirdi. Türkler, Sasaniler'in son döneminde İran tarihi ile içli dışlı olmuşlardı. Firdevsi'nin döneminde, yani 10. yüzyılda da Gazneliler, Karahanlılar ve Selçuklular İran coğrafyasında yerlerini almışlardı. Bunlar İran'ın doğusundan geliyorlardı. Doğu demek Tür ülkesi, Tûran, Türkistan demekti. Keyaniler'in kurucu hükümdarı Keykubad idi. Keykubad dünyaya geldiğinde bir bez parçasına sarılarak sandık içinde suya salınmış, boğulmak üzereyken kral onu kurtarmıştı. Avesta'daki adı Kâvi Kavata "hükümdarın suda bulduğu" anlamına geliyordu.

(Musa Peygamberin ve Akad kralı Say-

gon'un öyküsü ile benzerlik39) Keykubad'm oğlu Siyavuş (Siyaveş, siyah at sahibi), Doğu İran-Turan yakınlarında yaşayan bir kavidir, yani şahtır. İran'ın ünlü kahramanı Rüstem, Siyavuş'u büyütür. Sonra babasının yanına saraya getirir. Kralın saraydaki karısı Südabe üvey oğlu Siyavuş'a ilgi duyup âşık olur. Südabe de Doğu İran, Turan yakınlarındaki bölgedendir. Herhalde kan çekmiş olmalı! Dürüst bir kimse olan Siyavuş, Südabe'den uzak durur. Yine de, babasının huzurunda ihanetle suçlanır. Bunun üzerine Siyavuş kor ateşin üzerinden geçerek günahsız ve suçsuz olduğunu kanıtlar. 4 0 5 6 8 yılında Göktürkler'in ülkesine gelen iki Romalı (Bizanslı) elçi de arınmaları için iki ateş arasından geçirilmişti. 4 1 Bir süre sonra, Siyavuş büyük bir ordu ile Turan ülkesine sefere çıkar. Turan hükümdarı Efrasiyab (Alp Er Tunga) onunla savaşmak istemez, barış teklif eder. Siyavuş kabul ettiği barış teklifini babasına iletir. Ama kral bunu kabul etmez. Bunun üzerine, Siyavuş, Efrasiyab'a iltica eder. Efrasiyab kızı Ferengis'i Siyavuş'la evlendirir. Mutlu bir hayat sürmekte iken kendisini çekemeyenlerin kıskançlıkları Siyavuş'un öldürülmesine sebep olur. 4 2 Ferengis, tüm bu olaylar sırasında kocasının yanında, babasının ise karşısında yer alır. Siyavuş öldürüldüğünde Ferengis hamiledir. Keyhüsrev'i doğurur. Efrasiyab onun kimin soyundan geldiğini, öğrenmesini istemez. Onu büyütmeleri için çobanlara teslim eder. (Keyhüsrev'in diğer görünümleri olan Pers hükümdarı Kyros veya Şahname'deki Feridun öyküsü ile paralellik). Bilindiği gibi, tarihsel açıdan ünlü Pers hükümdarı Kyros'un dede—

36



si Med hükümdarıdır. Şahname'nin kurgusuna göre, Türkler in efsanevi hükümdarı olan Efrasiyab, Med hükümdarı olmuştur. Ferengis, oğlu Keyhüsrev'le birlikte uzun yıllar boyunca derbeder bir hayat sürdürür. Iran kahramanı Giv onları bulur. Keyhüsrev tahta çıkar. Babasının intikamını almak için dedesiyle savaşır. Ferengis oğlunun yanındadır. Kyros, Turan ülkesine yaptığı son seferinde, Iskit-Massaget kraliçesi Toıııris ile yaptığı savaşı (M.Ö.529) kaybeder, canından olur.

(Herodot)

Persler, böyle kötü bir sonu efsanevi krallarına layık görmezler. Onun oradan bir gün döneceğini umut ederek, onu beklerler.

44

Keyhüsrev, Tûran ülkesi kralı Efrasiyab'm torunu ve İran kralıydı. Efrasiyab'm torunları olan Türk beyleri, yüzlerce yıl boyunca, beklenen krallar olarak aynı yoldan İran'a gelirler. İran'da yüzlerce yıl hüküm sürerler.

Doğu ve Batı İran (Sasani) ve Türk (A khun-Gök t ürk) İlişkileri Akhunlar (Ejtalitler) ile İran arasındaki savaşlarda, İran Sasani hükümdarı I. Firuz (Perviz, 459-484), Akhun hükümdarı Aksuvar'a 4 6 9 yılında yenilir, esir düşer. Firuz özgürlüğünün karşılığı olan fidye ödeninceye kadar kalmak üzere, o tarihte kundakta olan oğlu (bebeği) Kavad'ı rehin bırak ı r . 4 5 İran krallığı yaklaşık elli yıl Türklere haraç ödemek zorunda kalır. Göçer Türk boyları İran'ın iç kavgalarına karışmaya başlarlar. Mazdekçi köylüleri ayaklandırarak asilleri siyasetten tasfiye etmeyi amaçlayan Sasani hükümdarı I. Firuz'un oğlu I. Kavad (I. Kubad, 484-531) Akhunlar'a sığınmak zorunda kalır. Akhunlar (Kadişler) Kavad'a bir eş ve bir ordu vererek tahta dönmesini sağlarlar. 4 6 Göktürkler'in yükselişe geçmesi yeni ittifakları gündeme getirir. Göktürk yabgusu İstemi Kağan (552-576), Sasani hükümdarı Hüsrev Anuşirvan (I. Hüsrev, Adil Hüsrev, 531-579) ile anlaşıp kızını Iran hükümdarına vererek ittifak kurar. Genç kadın sarayda yaşayan, yatağını ve yerini kendinden da—

38

Keyhiisrev

ve

Tûran

Baysungur Şah namesi

Hükümdarı / Gülistan

39

Efrasiyab Sarayı

Savaşıyor Müzesi

KB/OS'-Kfh



ha gösterişli olanlara rahatlıkla bırakan öteki eşlere benzemez. Sarayda otorite kurar. İslami kaynaklarda (Taberi, Mesudi v. b) adı Fakim olarak geçen bu kız, Sasani İmparatoriçesi olur. Fakim, eşiyle birlikte ülkeyi yönetir.

(Efrasiyab'ın kızı Ferengis'in, Sivayuş'Ia evliliği

ile benzerlik). 557 yılın-

da Göktürk orduları kuzey doğudan saldırırken, Sasani kuvvetleri de batıdan hücuma geçerek Akhun devletini yıkarlar. 4 7 M.S. 5 8 7 - 5 9 0 yıllarında, İran'da Sasani İmparatorluğunda Hüsrev Anuşirvan'm İstemi Kağanın kızı Fakim'den doğan oğlu Hürmüz (IV. Hürmüz) hüküm sürer. Fiziksel bakımdan Türklere benzediği için "Türkoğlu-Türkzade" lakabıyla meşhur olur. Hürmüz'ün oğlu Hüsrev Perviz'in (II. Hüsrev) hükümdarlığı sırasında Batı Göktürkler, İran coğrafyasında çıkacak fırsatları kollarlar. 4 8 Sasani ordusundaki (Türk komutan!

Behram Çubin M. S. 589'da Batı

Göktürk hükümdarına karşı, efsanelerdeki Keyaniler'in büyük zaferlerini anımsatan bir zafer kazanır, sonra şöhretinin doruk noktasında Sasani tahtını eline geçirmeye kalkar. 5 0 Türkler özellikle Hüsrev Perviz (590-628) ile Behram Çubin arasındaki savaşlarda büyük rol oynarlar, Nehravan nehri kıyısındaki çarpışmalarda Hüsrev Perviz'e karşı Behram Çubin'in yanında yer alarak onun zafer kazanmasını sağlarlar. 51 Behram Çubin'in tahttaki günleri uzun sürmez. Hüsrev, Roma imparatoruna sığınmak zorunda kalır. Roma (Bizans) imparatoru, Hüsrev'le kızını evlendirir. (Hüsrev ile Şirin / Ferhat ile Şirin öyküsü) Hüsrev'i ordusuyla destekleyerek, tahta dönmesini sağlar. Behram Çubin Göktürkler'e sığınır. 5 2 Behram Çubin bu başarısız girişiminin ardından İranlıların gözlerinin önünde kaybolup,

Göktürk topraklarına kaçar. İranlılar, ölümsüz Pişda-

diyan kralının Tûran'm efsanevi başkenti Kang'dan gizemli bir Mesih olarak dönüşünü bekledikleri gibi, 5 3 Behram Çubin'in de Göktürk başkenti Rizvar'dan Behram Bercevend adıyla kurtarıcı bir Mesih olarak dönüşünü beklerler. 5 4 İslam dönemindeki ilk yerel İran hanedanları, Büveyhiler ve Samaniler, krallık hakları için, Behram Çubin'in mirasçısı olduklarını vurgularlar. 40

Siyavuş Ateşten Geçiyor / Şahname-i Kavam / Rıza Abbas Müzesi

-

1591

Özellikle 7 0 5 yılında Arap ordularından sorumlu Eıııevi vali Kuteybe'nin, Türkistan'daki kafir Türklere karşı yaptığı savaşlarda, on binlerce Türk öldürülmüş, yine on binlercesi köle olarak Arap pazarlarında satılmıştı.

55

Esir köle T ü r k l e r i n istikbali. Arap-lslam dünyasında ilginç bir gelişme göstererek parlayacaktır.

Sufi Dervişlerin Semahı Panj Ganj 1521, Gülistan Sarayı Müzesi -

42

Esir Türklerin Arap-lslam Dünyasında Yükselişleri... Resmi tarih, askerlerin dili ve bu dilin kurduğu Türk devletlerinin kurulma öyküsüne ilgisini esirgemiştir. Emevi-Arap kabilelerin ordularını yenilgiye uğratan Abbasi güçleri, bir koalisyon ordusuydu. Koalisyon güçlerinin her biri, genellikle ayrı ayrı ilahlık ve iktidar iddiasında bulunan küçük gruplardı. Abbasiler en kısa sürede ortaklarından kurtulmalıydılar. Ne Farslara, ne Araplara güvenemezlerdi. Kime güvenebilirlerdi? Arap ordularının Orta Asya'ya

ulaşmasıyla birlikte,

kafir Türklerle tanışmışlardı.

Onlar çok iyi savaşçılardı ve iktidarı tehdit eden dini tartışmalara, kanlı hesaplaşmalara taraf değildiler. Abbasilerin iktidarını onlar koruyabilirdi. Halifeler, Bağdat, Rakka (Refika), Samarra'da ordugâh şehirler inşa ederler ve bu şehirlere Türkleri yerleştirirler. Türk kullar, savaşçı nitelikleri yanında becerikli, sadık, çalışkan ve güzel insanlardı. Devletşah'm, Tarih-i Güzide'den naklettiği öykü, Türk kulların o günkü değerine kanıt olabilir. Kızıyla evlenemeyen bahtsız aşık Feleki'ye, Üstad Ebul-alâ yirmi bir (21) dirhem verir ve "Ey oğul, bu para elli (50) tane Ebu'l-alâ'mn kızından daha güzel olan Türk cariyesinin bedelidir. " der. 5 6 Devletşah'm, Tarih-i Ali Selçuk tarihinden kaydettiği diğer bir kayıt, Türk askerlerin değerine ışık tutar. "Bayram günü Sultan, Hemedan'da bayram yerine gitmek maksadıyla atma bindi. Ben o bayramda hazır idim. Sultan alayının geçtiği yolun başında hesap ettim. Tam yedi bin (7.000) çeşitli ipek kumaşlar giymiş süvari, Sultanın arkasından bayram yerine gittiler. Onun zamanında ibrişim elbise çok pahalıydı."

57

Öyle görünüyor ki, Türkler için, Halife nin veya

Sultanin sarayında geçen rahat ve görkemli bir hayat, kendi bağımsız ve yoksul yaşamlarına karşı iyi bir seçenekti.

Halifelik ordusunu kendilerine örnek alan, Halifeliğe bağlı-vasal devleüer de. orduları için benzer tercihlerde bulunacaklardı. Artık tarihi Ortadoğuİslam topraklarında göz önüne alınması gereken bir gerçek vardı. Devleti yönetme iddiasında olanlar için ordu dilinin (dolayısıyla saraydaki konuşma dilinin) Türkçe olması neredeyse zorunluydu. Dilin kazandığı bu öncelik sayesinde, soydan hakanlık hakkı olmayan Türk askerler,

en beklen-

medik anlarda kolayca bir çok Türk devletini başarıyla kuracaklardı. İbni Vasıl'ın satırları, Haçlı Seferleri sırasında 10 Şubat 1250'de Mısır sarayının ve Mısır'ın Haçlıların eline geçtiği ve yönetimsiz kaldığı o en zor anda, Türk kulların

kurtarıcı

(askerlerinin)

olarak

ortaya

çıkışını ve

Mısır

Memlûk devletinin kuruluşunu anlatır. "Frenk ordusu şehre girmişti. Bu haberi getirdiklerinde, Emir Fahreddin hamamdaydı. Şaşkına dönen emir, zırh veya örme gömlek giymeden eyerine atladığı gibi ne olup bittiğine bakmaya gitti. Bir düşman birliğinin saldırısına uğrayıp öldürüldü. Frenkler'in kralı şehre girip Sultanın sarayına kadar geldi; askerleri sokaklara yayılırken Müslüman askerler ve halk, çareyi karmakarışık bir halde kaçmakta arıyorlardı. İslam ölümcül bir darbe yemiş gibiydi. Ve Frenkler tam zaferin meyvelerini toplayacaklardı ki, Memlûk Türkleri yetişti. Düşman sokaklara dağılmış olduğu için, bu atlılar yiğitçe saldırıya geçtiler. Frenkler her yerde baskına uğrayıp ya kılıçtan geçirildi ya da gürz darbeleriyle can verdiler... sonra Türk aslanlarının zafer haberleri geldi. Kahire sokakları bayram yerine dönmüştü. kadar

Tükçe

konuşmaya

devam

"

(Osmanlı etkisinden çıkan Mısır Ordusu 1922 yılma edecekti.)

İslam dünyasında ilk Türk devletlerini kuran komutanlar, esir edilen ve Islamla tanıştırılan bu kul askerlerin arasından çıktılar. Mısır ve Suriye egemenleri

Tolunlular

(875-905) ve İhşidler

(Akşidler)

(935-969) ve Doğu

İran, Horasan ve Hindistan egemeni Gazneliler (961-1187) gibi...ve bir çok Türk devlet adamı, İslam tarihinde önemli mevkilere yükselmiş, islam tarihini etkilemişlerdir. Asker Türkler İslam Dünyası'nda hızla yükselirken, şüphesiz Biruni, Farabi, İbni Sina gibi bir çok Türk ilim adamı da yükselme fırsatı buldu.

- 44 -

Oğuz-Türkleri'nin Arap-İslam Dünyasına Girişleri...

Selçuklular İran'da Ebu'l Gazi Bahadır Han eserinde, Selçuklu Türklerin Fars dünyasına girişlerini ve uyumlarını çok veciz özetler: "Selçukiler, Türkmen olup, kardeşiz deyip, ile ve halka faydalan dokunmadı. Padişah olurken (Oğuz) Kınık uruğundanız, dediler. Ve Padişah olduktan sonra, Efrasiyab'm bir oğlu, Keyhüsrev'den kaçıp Türkmen Kınık uruğunun içine varıp orada büyüyüp kalmıştır, biz onun oğullarıyız ve Efrasiyab'm neslindeniz." dediler.5*5 İran'da hüküm süren Türkler meşruiyet kaynaklarının farkındaydılar... Türkler Batıya, İran'a geçerken Samani (874-1005) ordusunda kendilerine yer buldular. Samaniler, başlangıçta Şaman-Türk dünyasına karşı İran İslamlığım temsil etmek gibi dini bir hüviyete bürünmüşlerdi. Sınır komşuları kafir Türklere karşı gazalarda bulunuyorlardı. Sınır bölgesindeki Türkler'in Islamlaşmasıyla, İslam dünyasının kapılarının kendilerine açılmasından başka bir gayeleri olmayan Türk beylerinin arzusu artık gerçekleşmişti. 60 Samani topraklarının en geniş olduğu zaman II. Nasr dönemidir. Nasr'ın Şiiliğe geçmesi çok sert tepkilere sebep olmuş ve o, sonunda tahttan feragat etmek zorunda kalmıştı. 61 Samaniler'in askeri gücüne hükmeden Türk komutanlar,

Sünni-Gazneli devletim kurarken ( 9 6 1 - 1 1 8 7 ) Nasr'ın başına gelenlerden ders çıkarmış olmalılar. İran, Hindistan ve Afganistan'ı kapsayan büyük bir imparatorluk kuran, sarayında 400 şairi himaye eden Gazneli Mahmud'un (997-1027) himayesindeki şairlerden biri olan Firdevsi. İran destanı Şahname'yi yazar. Uygur devletinin Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla, Türk boylarının aynı topraklarda kurduğu bağımsız bir Türk devleti olan Karahanlılar (840-1212), Saltuk Buğra Han (850-880) döneminde Müslümanlığı kabul ettiler. Karahanlılar, Samaniler'in yıkılması sırasında Gazneliler Ie ittifak yaptılar. 11. yüzyılda, Maveraünnehir'de, Amu Derya (llkçağ'da Oxus; bugün Ceyhun) Irmağı çevresini yurt edinen ortak bir Oğuz Atanın 6 oğlunun soyundan geldiğini kabul eden ve ayrı ayrı "tamgalarla-damgalarla" tanınan ve birbirleriyle ittifaklar kurabilen 24 Oğuz göçer boyu bulunuyordu.

62

Karahanlı hakimiyetindeki Horasan'a uç nokta Cend'e yerleşik Selçuklular; Karahanlılar, Gazneliler ve Samaniler arasındaki egemenlik kavgalarında rol aldılar. Büyük Ata Selçuk'un oğlu Mikail, babasından önce ölmüştü. Tuğrul ve Çağrı Beyleri, dedeleri Selçuk Bey büyütmüştü. Selçuk'un ölümü sonrası amcaları Arslan Yabgu ailenin başına geçer. Karahanlılarla ittifak kurar. Karşısındaki ittifakın başına iş açacağını fark eden, Gazne-Türk devletinin sultanı Mahmud, Arslan Yabgu'yu hile ile tutuklar. Hindistan (günümüz Pakistan) Multan'daki kaleye hapseder. Arslan Bey, hayatının sonuna kadar hapishanede kalır. Oğullarından Kutalmış, ileride Anadolu Selçuklularının atası olacaktır. Arslan Yabgu'nun hapisliği ile birlikte ona doğrudan bağlı 4.000 çadırlık Oğuz topluluğu Selçuklular dan ayrılarak, Horasan'a geçiş için Gazneli Mahmud'tan izin istedi. Kuşkusuz Selçuklu gücünün üçte birinin azalması, Gazneliler için iyi bir şeydi. Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl adlı beylerin yönetiminde bağımsız Oğuz boyları, aldıkları izinle (1026 yılında) ilk kez İran coğrafyasına adım atmış oluyorlardı. Gazneli Mahmud'un ölümü sonrası çıkan taht kavgaları sırasında, Selçuklular'dan ayrılan bu bağımsız Oğuz Beyleri, Sultan Mesud'un saflarında yer alırlar. Mesud, Gazne tahtına çıkmasına _____

46 -

Oğuz Han

ve Kutlama şenlikleri / Reşideddin, Cami-üt Tevarih / 1596 Gülistan Sarayı Müzesi



rağmen -1C3İ







ğıızlar rahat durmazlar. Gazneliler'le ve yerel halklarla bir

çok mücadelenin içmde olurlar. 1030 yılında Selçuklular, atalan Selçuk un mezarı olan Cend'i terketmek zorunda kalırlar. 1034 yılında Harezm topraklarında Harezm beyi ile ittifaka hazırlanan Selçuklular, Cend'i terketmelerine sebeb olan Şah-Melik'in ani baskınına uğrarlar. Kayıpları çok büyüktür. Selçuklular'dan 7-8 bin kişi öldürülmüş, kadınları ve çocukları esir alınmıştı. Katliamdan kurtulabilen Selçuklular acınacak bir halde Ceyhun'un öte tarafına geçerler. Atlarının eğerleri bile yoktur. Yakınlardaki bir köyün gençleri, onları atları için öldürmeyi bile düşünmüşlerdi. (F.Sümer) Selçuklular başlarına gelen bu büyük felakete rağmen kısa sürede toparlandılar. Yeniden büyük bir topluluğa hükmeder hale geldiler. Kuşkusuz bu başarının sebebi, onların itibarlı bir soydan gelmeleriydi. Selçuklular 1035 yılı Mayıs ayında 10.000 atlı bir topluluk olarak Horasan'a geçtiler. Çöle bitişik Nesa ve Ferave'yi (bugün Kızıl Arvat-Kızıl Ribat'ı) yurt tuttular. Zorda kaldıklarında çöle sığınacaklardı. Yeni yurtları, civardaki Oğuz topluluklarına da yakın konumdaydı. Selçuklu beyleri Musa, Tuğrul ve Çağrı Beyler, Horasan valisi Suriye bir mektup göndererek, halifenin mevlaları (o dönemde geçerli hitap şekli/ kullan) olarak, halifenin sınırlarını koruyabileceklerini bildirirler. Bu mektupla onlar, orada yerleşmelerine izin verilmesini istemişlerdi. Selçuklular, kendilerine ana-baba gibi tanıdık olan çöl kenarında yerleşmişlerdi. Zorda kalırlarsa çöl onları koruyacaktı. Orada artık yenilmeyeceklerdi. 29 Haziranl035'te üzerlerine fillerle gelen Gazne ordusunu, orada pusuya düşürdüler. Zaferleri inanılmazdı. Komşu Oğuz beyleri, artık onların liderliğini tanımaya hazırdılar. Muhteşem Gazne devletinin sultanı Mesud bu yenilgiyi kabul edemezdi. 1038 yılı Mayıs ayında bir kez daha hücum etti ve bir kez daha ağır bir hezimete uğradı. Bu son savaştan sonra Selçuklu Beyleri, ana bir baba ayrı kardeşleri İbrahim Yinal'ı, Nişabur şehrine gönderdiler. Nişaburlular 200-300 kadar yoksul süvari ile birlikte gelen Yinal'ı dostça karşıladılar. Kardeşler arasında varılan anlaşma uyarınca Nişabur'da Tuğrul Bey adına hut— —

,—

48 —

_____

_ _

be okutuldu. Bir kaç gün sonra Tuğrul Bey 3.000 zırhlı atlı ile Nişabur'a geldi. Zengin donanımı Gazne ordusundan ele geçirilmiş olmalıydı. Tuğrul Bey, N i şah ur ela Sultan Mesudun tahtına oturdu. Şehrin manevi önderi Kadı Said'e "Biz yabancı kişileriz. Acemler'in geleneklerini bilmiyoruz, onun için kadı bizden öğütlerini esirgemesin." dedi. Çağrı Bey, adına ise Merv'de hutbe okutuldu. Çağrı Bey, Merv'den (Afganistan'dan) sorumluydu. (F.Sümer) Horasan'da egemen iki gücün son büyük kapışması için günler sayılıydı. Oğuz-Selçuklular artık her yerde vardılar. Geceleri, Sultan Mesudun karargâhına kadar sokuluyorlar, onların fillerini bile alıp götürüyorlardı. Mesud. üzerlerine geldiğinde dağılıyorlar, sonra yeniden, ilk fırsatta, en uygun zamanda parça parça saldırıyorlardı. Arada barış yapıyorlar, barışın mürekkebi daha kurumadan yeniden saldırıyorlardı. Gazne ordusunun ihtiyacı olan su

Selçuklu Prensi Eğleniyor / Hariri'niıı Maqamat'ı / Viyana Ulusal Müzesi / 1334

49

rağmen (1031), Oğuzlar rahat durmazlar. Gazneliler'le ve yerel halklarla bir çok mücadelenin içinde olurlar. 1030 yılında Selçuklular, ataları Selçukün mezarı olan Cend'i terketmek zorunda kalırlar. 1034 yılında Harezm topraklarında Hareznı beyi ile ittifaka hazırlanan Selçuklular, Cend'i terketmelerine sebeb olan Şah-Melik'in ani baskınına uğrarlar. Kayıpları çok büyüktür. Selçuklular'dan 7-8 bin kişi öldürülmüş, kadınları ve çocukları esir alınmıştı. Katliamdan kurtulabilen Selçuklular acınacak bir halde Ceyhun'un öte tarafına geçerler. Atlarının eğerleri bile yoktur. Yakınlardaki bir köyün gençleri, onları atları için öldürmeyi bile düşünmüşlerdi. (F.Sümer) Selçuklular başlarına gelen bu büyük felakete rağmen kısa sürede toparlandılar. Yeniden büyük bir topluluğa hükmeder hale geldiler. Kuşkusuz bu başarının sebebi, onların itibarlı bir soydan gelmeleriydi. Selçuklular 1035 yılı Mayıs ayında 10.000 atlı bir topluluk olarak Horasan'a geçtiler. Çöle bitişik Nesa ve Ferave'yi (bugün Kızıl Arvat-Kızıl Ribat'ı) yurt tuttular. Zorda kaldıklarında çöle sığınacaklardı. Yeni yurtları, civardaki Oğuz topluluklarına da yakın konumdaydı. Selçuklu beyleri Musa, Tuğrul ve Çağrı Beyler, Horasan valisi Suri'ye bir mektup göndererek, halifenin mevlaları (o dönemde geçerli hitap şekli/ kulları) olarak, halifenin sınırlarını koruyabileceklerini bildirirler. Bu mektupla onlar, orada yerleşmelerine izin verilmesini istemişlerdi. Selçuklular, kendilerine ana-baba gibi tanıdık olan çöl kenarında yerleşmişlerdi. Zorda kalırlarsa çöl onları koruyacaktı. Orada artık yenilmeyeceklerdi. 29 Haziranl035'te üzerlerine fillerle gelen Gazne ordusunu, orada pusuya düşürdüler. Zaferleri inanılmazdı. Komşu Oğuz beyleri, artık onların liderliğini tanımaya hazırdılar. Muhteşem Gazne devletinin sultanı Mesud bu yenilgiyi kabul edemezdi. 1038 yılı Mayıs ayında bir kez daha hücum etti ve bir kez daha ağır bir hezimete uğradı. Bu son savaştan sonra Selçuklu Beyleri, ana bir baba ayrı kardeşleri İbrahim Yinal'ı, Nişabur şehrine gönderdiler. Nişaburlular 200-300 kadar yoksul süvari ile birlikte gelen Yinal'ı dostça karşıladılar. Kardeşler arasında varılan anlaşma uyarınca Nişabur'da Tuğrul Bey adına hut— , — _

_—

_____

48

—_

______

_

be okutuldu. Bir kaç gün sonra Tuğrul Bey 3.000 zırhlı atlı ile Nişabur a geldi. Zengin donanımı Gazne ordusundan ele geçirilmiş olmalıydı. Tuğrul Bey, Nişabur1 da Sultan Mesud'un tahtına oturdu. Şehrin manevi önderi Kadı Said'e "Biz yabancı kişileriz. Acemler in geleneklerini bilmiyoruz, onun için kadı bizden öğütlerini esirgemesin." dedi. Çağrı Bey, adına ise Merv'de hutbe okutuldu. Çağrı Bey, Merv'den (Afganistan'dan) sorumluydu. (F.Sümer) Horasan'da egemen iki gücün son büyük kapışması için günler sayılıydı. Oğuz-Selçuklular artık her yerde vardılar. Geceleri, Sultan Mesud'un karargâhına kadar sokuluyorlar, onların fillerini bile alıp götürüyorlardı. Mesud, üzerlerine geldiğinde dağılıyorlar, sonra yeniden, ilk fırsatta, en uygun zamanda parça parça saldırıyorlardı. Arada barış yapıyorlar, barışın mürekkebi daha kurumadan yeniden saldırıyorlardı. Gazne ordusunun ihtiyacı olan su

Selçuklu Prensi Eğleniyor / Hariri'nin Maqamat'ı / Viyana Ulusal Müzesi / 1334

- 49

kaynaklarını kullanılmaz hale getiriyorlardı. Sonucu belirleyen çatışma 23 Mayıs 1040 yılı Cuma günü Dandanakan'da oldu. 6 3 Gazne hükümdarı Mesudun ordusu rakiplerine göre sapça çok kalabalık ve iyi silahlanmış olduğu halde, ordunun ağırlıkları ilerlemelerine engel oldu. Bozkırı kendilerine "ana, baba" edinen ve mallarını esas kuvvetlerinden 120 ıııil

uzağa bırakabilen

göçerlerin hafif birlikleri savaşı kazandı. Onlar eğer savaşı kaybedeceklerini hissetselerdi, o savaşı avantajlı olacakları başka bir zamana ertelemekte tereddüt etmezlerdi. Varlıkları koruma altındaydı. 65 İran hâkimiyeti, Dandanakan zaferiyle birlikte Selçuklular a geçti. Gazneliler ise İran ve Horasan dışındaki Gazne topraklarına ve Hindistan'a çekildi. Karahanlılar'la birlikte üç Türk devleti, birbirlerine komşu ve hasını olarak, aynı coğrafyada birlikte var oldular. Yeni İslamlaşmış göçebe aşiretler içinde en zayıf durumda olan Selçuklular birden bire Doğu İran'ın tek hâkimi durumuna gelmişlerdi. Yerleşik medeniyetler için felakete sebep olabilecek bu umulmadık değişiklik, Arap-Fars kültürünün üstünlüğünü sezen ve bunu, imha etmektense düzenli bir şekilde hükmetmeyi tercih eden, bilge ve zeki Selçuk önderleri sayesinde oklu. Tuğrul Bey Nişabur'a girdiğinde okuttuğu hutbe ile İslam kurumları çerçevesi içine girdiğini ilan etmiş oldu.

66

İran'a geldiklerinde karşılarında yorgun bir toplum bulan Selçuklular, aşırı şiddet göstermeden, hatta neredeyse hiç çatışmadan imparatorluklarını kurdular. Böylece İran-Arap İmparatorluğunda Türkler, Arapların yerini almış oldu.

67

Bağdat'ta-

ki Sünni Halife, Sü Büveyhiler'in kontrolunda İslam dünyasını temsil ediyordu. Tuğrul Bey, halifeyi Şii-Büveyhiler'in elindeki garip durumdan kurtarıp yerine iade eden kimse olarak Sünni dünyasının hayranlığını kazanmıştı. 1041 yılında Nişabur'da Tuğrul Bey adma basılan paradan da görüldüğü gibi, Tuğrul'un unvanı " el-Emirü'1-ecell / Yüksek Emir " idi. Gazneliler'le savaşta taraf değiştiren

(kul-memlûk-gulam-kölemen)

komutan ve askerlerin devlet

hizmetine alınması, Gazneli-Türk ordu örgütlenmesinin benimsendiğini gös50

termektedir. Gösterişli kıyafetleri ve askeri donanımlarıyla bir düzen içinde savaşan Gazne ordusunun maaşlı askerleri, bozkırın yoksul, fakat bağımsız göçerlerini ve Tuğrul Bey'i çok etkilemiş olmalılardı. Gulam ordusunun başkent Nişabur'da Tuğrul Bey'e bağlı olarak hizmet etmesi Tuğrul Beyin konumunu zaman içinde güçlendirdi.

68

Bütün bu gelişmelere rağ-

men, bağımsız, gevşek federasyonlar halinde yaşamaya alışmış olan Selçuklu ailesinin her ferdi kendi hesabına fetihleri sürdürdü.

69

Göçerler, hü-

kümdarı devletin yegâne sahibi olarak

Şahin

(Tuğrul,

Ava Çıkan

Doğan)

ile Birlikte,

Selçuklu

Prensi

12. y. y. / Paris Louvre Müzesi

gören İran anlayışına yabancıydı. Onlara göre devlet, Han'ın bütün ailesinin ortaklaşa hakkıydı. Horasan'ın bazı şehirlerinde Tuğrul Bey adına hutbe okunurken, başka şehirlerde ise kardeşi Çağrı bey adına hutbe okunuyordu. Aile üyeleri geniş coğrafyada kendi adlarına fetihlere giriştiler. Gazneliler'in tersine, askerlere maaş yerine toprak ve onun geliri ikta olarak veriliyordu. Bu uygulama, birçok küçük emirlikte bitmez tükenmez kavgalara sebep oluyordu. 7 0 Çini

İslam'da yaşanan Kerbelâ faciasının arka planında da benzer bir kavrayış vardır. Göçer Arap kabile yapısı da demokratikti. Otokratik değildi. Ku51

Kâse

İstanbul Arkeoloji Müzesi 13. y. y. Anadolu

-

Çinili

Köşk

Selçuklu Koleksiyonu

reyş ileri gelenlennin onayı ile seçilecek yeni liderin meşruiyeti söz konusuydu. Lider seçiminde güç dengesi, topluluğun menfaatlerini koruyacak, topluluğu geleceğe taşıyacak, şerefini yüceltecek ve benzeri özellikler dikkate alınmalıydı. Lider seçiminde yeni ve önemli bir faktör de İslam'ı en iyi kimin temsil edeceğiydi. Muaviye, İslam toplumunu temsil edecek bir Şuraya danışmadan, oğlu Yezid i, kendi yerine halife olarak atamış, Emevi saltanatını başlatmıştı. Bu Araplar açısından yeni ve kabul edilemez bir durumdu. Islamiyeti kabul eden Türkmen-Oğuz boylarının üzerinde kesin bir Selçuklu hâkimiyeti söz konusu değildi. Türkmenler'in bir kısmı devletin kuruluşuna katılmamışlardı. Türkmen liderler eğer Tuğrul Bey gelmelerinde ısrar ederse, Rum ve Suriye ülkelerine kaçarak elinden kurtulmaya çalışacaklarını da belirtmişlerdi. Nitekim Selçuklu istilası batıya doğru geliştikçe Oğuzlar dediklerini yapmış, daha ilerilere doğru giderek Anadolu'ya geçmişler. (1036) Mezopotamya ve Musul'u işgal etmişlerdi. (1042) Türkmen akınlarına uğrayan devletlerin, Tuğrul Bey'e şikâyetlerini iletmelerinden görüldüğü gibi, bağımsız Türkmen-Oğuzlar komşulannca, öncü Selçuklu güçleri olarak algılanıyorlardı. Devletinin kuruluşundan 10 yıl sonra Bağdat'a halife tarafından davet edilen Tuğrul Bey, Türkmen-Oğuzlar'ın Selçuklu başkentini işgal etme ihtimalini düşünerek Irak'a gidemedi. Göğün oğulları, kendilerini yönetim merkezinin dışında tutan bu yeni düzeni anlayamıyorlardı. Başına buyruk yaşama alışkın göçerler, boyunduruk altına girmekten hoşlanmıyorlardı. Sürekli kargaşa içinde yaşıyorlar. Zorunluluk olmadan bu durumu değiştirmiyorlardı. Duruma ancak beyleri kılıçtan geçirildiğinde ya da bir çıkar elde edeceklerine inandıklarında katlanabilirlerdi.71 Nitekim 1048 yılında başkent Nişabur'u yağmalamaya kalktılar. 72 Samaniler'in ve Gazneliler'in düştüğü durumdan ders çıkaran Tuğrul Bey, başkentini göçer Türk boylarının yoğunlaştığı Horasan'dan çok uzaklara, önce Rey'e (günümüz İmam Humeyni havaalanı olan yer. Tahran-Kum yolunda, Tahranla birleşmiş durumda) sonra hemen ardından, 1051 yılında, Zayende -Rud nehrinin hayat verdiği ve Fars çöllerinin çevrelediği İsfahan'a taşıdı. 73 Selçuklular, İran yönetimini ele aldıklarında, şehirlerden alman düzenli verginin 52 ....

ve İran köylüsünün tarımsal üretiminin önemini kavradılar. Ticaret yolları ise yüzlerce yıldır Beylere-Emirlere zenginlik taşımıştı. Bu zenginlik, Türkmen akrabalardan korunmalıydı. Selçuklu döneminde de Türkmen akınları durmadı, imparatorluğun sınırları her yönde genişledi, birçok vasal-bağlı tampon devlet oluştu. Selçuklular'm (1040-1157) Dandanakan Savaşı sonrası İranda başlayan hâkimiyetlerinin sınırları Mısır'a kadar uzandı. Selçuklular'm kurduğu devletler: Anadolu Selçuklu Devleti

(1074-1308),

İran-Kirman

Selçukluları

(1048-1187),

Suriye

Selçukluları

(1092-1104) ve Irak Selçukluları' dır. (1119-1194). Büyük Selçuklu imparatorluğunun sona ermesine soydaşları Oğuzlar sebep oldu. Selçuklu atabeylikleri: Ildenizliler (Azerbaycan Atabeyliği/1146-1225), Salgurlular (Pers-Fars

bölgesi/l 148-1286),

Zengiler

(Cezire-Musul-Halep

bölgesi/l 130-1181-

1234), Böriler (Şam Atabeyliği/1105-1154)'dir. Selçuk sarayındaki Harezm yönetici beyleri de İran topraklarında Harezmşahlar olarak hüküm sürdüler (1097-1231) ve Büyük Selçuklu devletinin mirasçısı oldular.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Türbesi / Varamin - Tahran

53

74

/

12. y.üzyıl

-

Cengiz Han,

Özbek Han'ı

Unak'la Birlikte / Reşideddin, Gülistan





Sarayı

54

Müzesi

Cami-üt Tevarih / 1596 /

8 Moğollar İranda Büyük Selçuklular m mirası paylaşılırken, Büveyhiler'den itibaren hükümdarların gölgesinde kalan Bağdat halifelerinin payına bir şey düşmemişti. 1180 yılında tahta geçen Halife el-Nasr'm da büyük projeleri vardı. Halifeliğin dünyevi ve manevi imparatorluğunu yeniden ayağa kaldırabileceğini düşünüyordu. 7 5 Büyük Selçuklu - İslam coğrafyası kime nasip olacaktı? Çok ötelerde, Altay ırkının Türk, Moğol ve Tunguz kollarına ait birçok göçebe aşiret yaşıyordu. Aynı hayatı sürdüren, aynı iklim altında yaşayan bu etnik

akraba göçerler arasından

1 2 0 6 yılında Moğol

Cengiz Han

(Temuçin) Bozkır İmparatorluğu na yükseldi. Kendisini, Göğün altındaki "bütün keçe çadırlarda oturanların" hakanı ilan eden bu yeni hükümdar, Türkler in, Farslar'ın, Müslümanların ve bütün diğer halkların tarihini alt üst etti. İran'da Selçuklu dönemi sona ererken, Maveraünnehir ve İran, soyca Türk, dince Müslüman, kültürce Arap-Fars etkisinde olan Harezm sultanlarına aitti. 7 6 Harezmşah Muhammed'in (1200-1220) kibiri sonunu hazırladı. Göğün altındaki devi küçümsedi, ona hakaret etti. Moğol tüccarlar derileri yüzülerek öldürüldü. Bu vahşeti protesto eden Cengiz Han'ın elçileri de canlarından oldu. Cengiz Han bir karşılık vermek zorundaydı. Yoksa büyük zorlukları aşarak kurduğu birliğini ayakta tutamazdı. 77

Cengiz Han, Batı yönündeki ilk seferinde dikkatli ve tedirgindi, zafer kazanmak için sıvaseti sonuna kadar kullandı. Harezmşah emirleri adına, kendine sahte mektuplar yazdırdı. Bu mektuplarda, Harezmşah emirI 'A .

lerı Cengiz Han'a sözde bağlılıklarını bildiriyor ve Harezmşah Muhammed i tahttan indirmek için yardım rica ediyorlardı. Cengiz Han'da bu mektupların arkasına dostluğunu gösteren birkaç cümle yazıyor, askeri yardımda bulunmayı vaat ediyor, sonra da mektupları casusları aracılığıyla karşı tarafa gönderiyordu.

CengUHan Taipei Ulusal Müzesi

1206 - 1227

adamları ,

gerçek

&

Harezmşah

Muhammed'in

casusları yakalıyor, sanıp ,

_ , ,,

Şah larma ,

mektupları ,

,

götürüyorlardı. 1

1

T

Harezmşah Muhammed gidip gelen bu mektupları alınca, emirlerinin ihanetinden şüphesi kalmadı. Emirlerini görevlerinden alarak çeşitli şehirlere gönderdi. Moğollar böylece başsız orduya karşı galibiyet kazanmakta güçlük çekmediler. 7 8 Eylül 1219 ile 17 Mart 1220 arasında tüm hedefleri ele geçiren Cengiz Han, batı yönündeki bu ilk seferinde halka hoşgörülü davrandı. Ne var ki, Harezmşah Muhammed'in oğlu Harezmşah Celaleddin şövalye ruhlu gezgin biriydi; devletin eski topraklarında tehlikeli bir şekilde dolaşıyor ve hak iddia ediyordu. Hindistan'da hükümdarlık yaptı. Eski topraklarında nereye gitse hükümdar olarak karşılandı. Genlerindeki göçer gelenekleri canlandırmıştı. Doğudaki büyük göğün altındaki imparatorluğa karşı, Batıdaki büyük göğün altındaki imparatorluk... Ne var ki, göğün bir tek efendisi vardı, o da Gök Tengri idi; yeryüzünün de bir tek efendisi olmalıydı. İki güç 24 Kasım 1221'de Hindistan Sind Nehri yakınlarında karşılaştı. Orada, Nesevi'nin anlatımıyla, "savaşların en müthişi, felaketlerin en acısı" yaşandı.

Bu savaşta Harezmşah Celaleddin. Cengiz Han'ın ordusunun merkezine hücum etti. Merkezi yardı, ikiye böldü. Bu bozgunun ardından Cengiz Han atını üzengileyerek kaçmak zorunda kaldı. Fakat Cengiz Han, savaşa başlamadan önce en seçkin süvarilerinden bin (1.000) kadarını ayırarak pusuya yatırmıştı. Bu süvariler aniden Celaleddinin sağ kanadına saldırdılar. Bu kanadı bozarak merkez üzerine atılmayı başardılar. Bu durum merkezin de sarsılmasına neden oldu. Celaleddin'in ordusu, Moğollar tarafından Sind Nehri'ne doğru püskürtüldü. Bu kanlı gün, savaş alanını kana bulayan cesetlerle, nehirde boğulan insanlarla sona erdi. Celaleddin sırtında zırhı olduğu halde atını nehre sürdü. Eşsiz hayvan nehrin müthiş dalgaları ve düşmanın ok yağmuru altında onu karşı sahile geçirdi. Bu kahramanlığa hayran olan Moğollar ellerinde olmadan bu şanlı düşmanı alkışladılar...

(Aralık 1221)

79

Şüphesiz Nesevi, Harezmşah Celaleddinin yanında yıllarca bulunan biri olarak bu olayı anlatan birincil kaynaktır. Devletşah da, aynı olaya ait farklı bir rivayeti renkli üslubuyla aktarır. 8 0

57

Cengiz Han'ın ordusu aşın nemli-sıcak nedeniyle Hindistan'da fazla ilerleyemedi

Cengiz'in.

Cebe

ile

Subutay komutasında

görevlendirdiği

2 5 . 0 0 0 kişilik ordu. Kiev Rus Prensliğine kadar bütün toprakları alt üst etti. 8 0 . 0 0 0 kişilik Rus- Kıpçak ordusuyla karşılaşmışlardı. Moğollar geri çekilmiş ve düşmanlarını yeterince yorduktan ve düşman ordusunun kolları birbirinden yeterince uzaklaştıktan sonra, onları parça parça imha etmişlerdi. Sonra, Kırını yönüne hareket ederek Ceneviz ticaret kolonisini yağmalamışlardı. Yolunun üstündeki her şeyi yok eden bu inanılmaz ordu, yaptığı seferlerden sonra Cengiz Han'ın esas ordusu ile birleşerek 1225 ilkbaharında Moğolistan'a döndü. 8 1 Moğolların anayurtları olan bozkırda cezalandırması gereken topluluklar vardı. Cengiz Han o sırada 70 yaşını aşmıştı. Onun artık asıl hedefi olan Çin'le ilgilenmesi gerekiyordu. Ne var ki Çin seferi sırasında, 18 Ağustos 1227'de Gök Tengri'siyle buluştu. Kendisine öbür dünyada eşlik edecek kişilerle, eşyalarıyla, atlarıyla birlikte, bir zamanlar Gök Tengri'nin kendisine hitap ettiği Burkan Khaldun (Burhan Haldun, şimdiki Kentey) dağı yakınma gömüldü. Büyük kurultay toplandı; Cengiz Han'ın, vasiyeti ve yasaklarına uygun olarak, yeni bir büyük han seçilecek, yeni düzenlemeler yapılacak, dünya bölüşülecek, fetihler sürecekti. 8 2 Cengiz Han'ın Çin hayalini, Kubilay Han gerçekleştirecekti. Ama bunun için bir süre daha beklemek gerekiyordu. Moğollar kendi iç meseleleri ile uğraşırken İran ve civarıyla ilgilerini kaybetmişlerdi. Harezmşah Celaleddin bu iktidar boşluğunu değerlendirerek eski imparatorluğunu yeniden ayağa kaldırdı. Onun batıda ittifak kurabileceği Selçuklu mirasçısı büyük güçler vardı. O, bütün bu güçlerle ittifak yapmak yerine, onları kendisine bağlayarak Moğolları durdurabilecek büyük bir güce erişebileceğini düşünmüş olmalıydı. Şam'daki Eyyubiler'e ait Van'ın kuzeybatısındaki Hilat'ı (Ahlat'ı) ele geçirdi. Eyyubiler'le Anadolu Selçukluları'nm ittifakına sebep oldu. 1230 yılında bu kez onlara karşı Erzincan yakınlarındaki savaşı neredeyse kazanmak üzereyken, kendilerine yurt arayan Türkmen-Oğuzlar'm yardıma gelmesiyle savaşı kaybetti. 8 3 _



sg

Kubilay

Han'ın

Büyük

Oğlu Anand,

Çocuklarıyla Hoşça

Cami-üt Teravih - Reşidcddin / 1876 Gülistan

Sarayı 59 _

Müzesi

Vakit

Geçiriyor.

r{H/r-o->s5>-



Cengiz Han'ın tahta yükselen oğlu Ögedey, Harezm İmparatorluğunun bu beklenmedik dirilişine son vermek için, yetenekli bir noyan (emir, bey) olan Carmogan komutasındaki 3 0 . 0 0 0 kişilik orduyu İran'a yollamıştı. Bütün bu toprakları avucunun içi gibi bilen Celaleddin, Moğol fırtınasını bir kez daha atlatabilecekmiydi? Batısında güvenebileceği güçleri çok kızdırmıştı. Ağustos 123 İ de Diyar-bekir yakınlarında ordugâh kurdu. 8 4 Moğollar inanılmaz derecede hızlı hareket ediyorlardı. Acaba hangi yöne hareket edeceklerine karar verirken yardım görüyorlar mıydı? Zaten yarattıkları dehşet onların en büyük yardımcısı değil miydi? Sözü Nesevi'ye bırakalım; Geceleyin kendisine bir Türkmen gelerek, "Dün kaldığımız evde senin askerlerin gibi giyinmeyen askerler gördüm, çoğunun güçlü atları vardı" dedi. Fakat Celaleddin onu yalan söylemekle suçlayarak "Bu, ülkeyi lethetmemizden hoşlanmayanların hilesidir" dedi ve sabaha yakın bir vakte kadar eğlencesine devam etti. Akşamları Sabahleyin Onların

halı

kaplıydı

altlarında

mızraklarım

altları,

toprak

vardı.

eline almış

kişi,

Eline kına sürmüş gibiydi. Tatarlar, Sultanın çadırını ve askerlerini kuşatmışlardı. O ise sızmıştı.. 8 5 Celalettin Harezmşah'm mezarı Silvan-Kubbetü's-Sultan'daclır.

86

Büyük bir fırtına esmiş ve her şeyi alt üst etmişti. Moğollor, kendilerine itaat etmeyenleri en ağır şekilde cezalandıracaklar, kendilerine karşı gelmenin nelere mal olacağını ortaya koyarak, güçlerini göstereceklerdi. İnsanların, canlarını kurtarmak ve savaş süresini kısaltmak için teslim olmaktan başka çareleri yoktu. 8 7 Katledilen insan sayısı, dönemin kaynakları tarafından milyonlarla ifade edildi. Nişabur ve çevresinde 1.747.000, Herat'ta 1.600.000, Merv'de 7 0 0 . 0 0 0 - 1 . 3 0 0 . 0 0 0 . . . 8 8 Ne var ki, çağdaş tarihçiler bu rakamları gerçekçi bulmazlar.

Bu

kentlerden hiçbirinin nüfusunun

1.000.000 kişilik kalabalık Çin şehirlerininkine eşit olabileceğini kabul et60

--kSo

Batıı Han,

Zaferden Sonra Dağın Zirvesinde Gök

Reşideddin,

Cami-üt

Tengri'ye Dua Ediyor

Tevarih / 1596 / Gülistan

61

Sarayı

Müzesi

1

mezler. Felakete uğrayan şehirlerin hepsi Moğollara isyan etmişti. Ayrıca subaylar, soylular, zanaatkarlar, din adamları, tüccarlar ve bazen de yöneticilerin hayatı bağışlanmıştı. Çünkü Moğollar bu kişilere saygı duyuyorlardı. Moğollar ın kendi nüfusları çok azdı. 8 9 Gelecek tasarımlarında nitelikli insan gücüne ihtiyaçları vardı. Her şeye rağmen felaket büyüktü. Hamdullah Mustevfi'ye göre, "Dünya eğer bin yıl hiç zarar görmeden kalsa, yine de Moğol istilasını telafi etmek ve vaziyeti eski haline döndürebilmek mümkün olmayacaktır. " İran'a yeni göçebeler girdi. Göçler ve katliamlar sebebiyle, etnik yapı bir kez daha yerleşikler aleyhine değişti. Göçebe kültür etkinliğini arttırırken, şehir hayatı ve kültürü geriledi. Şehirlerde eski İran kültür ve geleneklerinin temsilcisi pek çok aile (ayan, dihkân) farklı coğrafyalara göç etti. Toplumda güvensizlik, dünyevi hayatın anlamsızlığı öne çıktı. İran ve Orta Doğu'da dini-tasavvufi hareketlerin güçlenip gelişmesi için uygun ortam oluştu. 9 0 Şehirler yıkılmış, yaşamlar yitirilmiş, hayatta kalanlardan varlıklı olanlar başka coğrafyalara göç etmişti. Peki diğerleri, yaşamlarını nasıl sürdürecekti? Bir kısmının şehir dışında bir hayatı olamazdı. "Bir hırka, bir lokma ile" geçineceklerdi. Şehir dışında yaşama alışkanlıklarını kaybetmemiş Tacikler'den (şehirlilerden) şansı yaver gidenler, gözlerden uzak yerlerde biraz tarım, biraz çobanlıkla yaşamlarını sürdürebilirlerdi. İslamiyetin sonu mu gelmişti? İran'da halâ varlığını koruyan Zerdüşt'ün işaret ettiği iyiler ile kötüler arasındaki son savaşı, acaba kötülüğü simgeleyen Ehrimen mi kazanmıştı? Şii âlimlerin işaret ettiği Kayıp İmam'ın (Mehdi'nin, Sahib-i Zaman'ın), o büyük kurtarıcının görünme zamanı gelmişmiydi? Bütün bu kötülüklerden kim suçluydu? Hülagu Han'ın, Halep emrine yazdığı mektup felaketin, kaçınılmaz sonun habercisi miydi? "Biz Tanrı'nm kuvveti ile Bağdat'ı aldık ve onun kuvveti ile muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphesiz ki, biz Tanrı nın yeryüzündeki askerleriyiz. O gazabına uğratmak istediği kimselerin üzerine bizi gönderir. Hadiseler size ibret ve sözümüz size nasihat olsun. Nice kiıııse62

Moğollar m Mirası Fatihlerin başlangıçta dehşetle anılan hikâyeleri şüphesiz bir müddet sonra, son buldu. Onlann ve oğullannm eserleri, insanlığın kültür değerleri içinde yerini aldı. Çalışmamızı, hedefinden uzaklaştıracağı kaygısıyla bu konuya kısaca değineceğiz. Cengiz Han'ın en büyük mirası düşüncesidir. "Toprak insanlar arasındaki rekabet sonucu bölünmektedir. Nasıl gökte bir Tann varsa, dünya üzerinde de tek bir hükümdar olmalıdır." Aslında bu düşünce Türkler ve Moğollar açısından yeni değildi. Bu amaçtan defalarca söz edilmişti. Ama hiç bu kadar büyük bir güç tarafından açık ve net bir biçimde ortaya konmamıştı.

95

Bu büyük fetih gücünün önünde durabi-

lecek hiçbir güç yoktu. Cengiz Han'ın oğullaıından Orhon'dakiler, Kubilay ile birlikte bütün Uzak-Doğu'da (Çin) fetih alanı bulmuşlardı. Altınordu'dakiler Polonya ovalarından Viyana kapılanna kadar at koşturmuşlardı. Hülagu Han'ın kuvvetleri ise Mısır'a kadar inmişti. Tarihin ilk ve gerçek küresel imparatorluğu kurulmuştu. Moğol banşı altındaki topraklarda, en batıdan en doğuya, en kuzeyden en güneye, ticaret kervanları, yazarlar, sanatçılar, din adamları güven içinde seyahat ediyorlardı. Şehirler zenginleşerek, hayranlığımızı hak eden şaşırtıcı kültürel gelişmeler oluyordu. Moğol sarayı, Papanın elçilerinin, Budist ve Hint lamalarının, İranlı, İtalyan ve Çinli esnaf ve sanatkârlann, Bizans ve Ermeni tüccarlannm, Arapların, İranlı ve Hindistanlı astrolog ve matematikçilerin ve özellikle dünyanın en uzak köşelerinden gelen doktorlann toplandığı yerdi.97 Halk kitlelerinin kendi yurtlarından çok uzaklardaki sınır bölgelerine taşınmalarından ve nüfus hareketlerinden kaynaklanan olağanüstü bir insan ve kültür kaynaşması yaşanmıştı. Türkler, tüm Moğolistan'ı terk edip, daha önce Batıya gitmiş olan halklara karışmışlardı." İran'daki Moğollar, Gazan Han (1295-1304) ve Muhammed Hüdabende Olcaytu'dan (1304 - 1316) itibaren Müslümanlaştılar. İslam medeniyetinin içinde yer aldılar. Moğollar başta kağıt konusunda olmak üzere bir çok yenilik ve gelişmeyi, Büyük Han Kubilay'ın ülkesi Çin'den, İslam topraklama taşıdılar.

1349' da başlayan büyük veba salgını tüm insanlığın en büyük felaketi oldu.



:



9 1349 yılı Veba Salgım... Veba felaketi 1349 yılında Doğu ve Batıyı alt üst etti. İbn'ül Verdi-Suyu ti, ilk ağızdan bir kaynak olarak, bu veba felaketini neredeyse bir destan şeklinde bize aktarır; " Bu yıl, Mısır ve Şam'da felaket son dereceyi buldu. Emir ve vezirin, her ikisi de zaten zalimdiler. Bu felaket yetmiyormuş gibi, aynı yılda bir de veba salgını çıktı ki, tarihte böyle bir veba görülmemiştir. Bu büyük ve bulaşıcı hastalık başlangıçta H.748 / M. 1348 yılında Horasan'da çıktı. H.749 / M. 1349 yılının Muharrem ayında birden bire korkunç bir hal aldı. Aynı yılın Zilkade ayma kadar sürdü. Mısır'da bu hastalığın şiddet kazandığı Şaban ve Ramazan aylarında her gün on-on beş bin (15.000) insan öldü. Bunların yıkanması, kelenlenmesi ve gömülmesine güç yetmedi. Ölenleri otuz'ar kırk'ar çukurlara doldurmaya mecbur oldular. Hayret verici bir şeydir ki, doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde bu müthiş vebadan ne insan ne hayvan ne de kuş ve balık, hiçbir varlık kurtulamadı. Hastalık önce Han'ın (Çin, Büyük Moğol Ham) memleketinde çıkmıştı. Bu memleket halkı tamamen yok oldu. Hastalığın şiddeti öyle bir dereceyi buldu ki, birçok süvari atları üzerinde ölüyor, ondan inmeye bile zaman bulamıyorlardı. Çin'in yalnızca insanları değil, atları, canavarları da yok oldu. Ölenlerin hesabını ancak Allah bilir. Ülkedeki bu olay H.742 / M. 1342 olmuştu. Sonra doğu bölgelerine sıçradı. Oradan İstanbul'a, İstanbul'dan Anadolu'ya ve Anadolu'dan da Antakya'ya geçti. Hiçbir kişi bu felaketten kurtulamadı. Bazıları Antakya'dan kaçmak istedi, fakat hastalık çevreyi ve bütün yönleri kaplamıştı. Kaçacak yer yoktu. Şehirden çıkan halk bir anda hep birlikte mahvoldu. Hastalık Çin'den Hindistan'a geçti. Orada birçok 65

ölüm olayı meydana geldi. Hastalık daha sonra Bağdat'ta da baş gösterdi. Hastalığın Bağdat'tan Halep'e, Halep'ten Şam'a, Mardin, Diyarbekir, Tebriz, Kudüs ve Keren tarafına geçti. Kıyılarda ve çöllerde her yere yayıldı. Her yerde sayısız ölümlere yol açtı, şehirler boşaldı. Kudüs'te tek bir yaşlı kadın kaldı. Gazze'de bir adam, yirmi kadar öküzü kıra götürmüştü. Bunlar yolda öldü. Dönüşte kendisi de öldü. Söylendiğine göre hastalık sırasında altı hırsız bir eve girerek eşyaları toplamıştı, fakat bunları kapıdan çıkarırken birer birer ölmüşler. Gazze bütünüyle boşaldı, şehir halkı tümden öldü. Şehrin hakimi ile iki çocuk ve yaşlı bir kadından başka kimse kalmadı. Hastalık daha sonra Frenk (Frank ülkesi, Avrupa) vilayetinde de baş gösterdi. Önce hayvanlarda sonra çocuklarda ortaya çıktı. Daha sonra da genelleşti. Bir gece çok şiddetli bir fırtına koptu. Denizdeki bütün gemiler battı. Kıbrıs halkı kıyametin koptuğu düşüncesine vardı. Kudüs'te vebanın çıkışının ilk haftasında birbiri ardınca üç hükümdar telef oldu. Dördüncü hükümdar ve yanındakiler, birlikte gemiye binerek yakındaki bir adaya kaçtılar. Birçoğu yoldayken gemide ölclü, adaya varanlarda adada öldü. Arkalarından bu adaya gidenler tümden yok oldular. Frenk vilayetine giden gemiler buralarda da halkın çoğunun ölmüş olduğunu gördüler. Bu sırada İskenderiye'ye birkaç gemi geldi. Bu gemilerde yalnızca dört adamla bir çocuk hayatta kalmıştı. Veba hastalığı Endülüs'e de geçti. Afrika'daki Araplar bu durumu işitince birçoğu yağma için bu vilayete geldi. Fakat buraya gelenlerin çoğu öldü. Hastalık koyunlara geçti. Sürüler tümden telef oldular. Hastalıktan ölen koyunların etleri simsiyah oluyor ve kokuyordu. Berka'ya bir gemi gelmişti. Hastalık Berka'dan Ceyre'ye sıçradı. Burada birçok balıkçı bulunuyordu. Bunlar tuttukları balıkları, Mısır halkına satarlardı. Gemilere binerek balık avlamaya çıkan balıkçılardan bazıları gemilerde öldü, getirdikleri balıklar da fena halde koktu. Hastalık buradan Mısır'ın batı bölgelerine geçti. Buralarda o kadar çok insan telef oldu ki ziraat yüzüstü kaldı. Müezzinler minarede ölerek aşağı yuvarlandılar. Bir mescitte namaz kılan cemaat tümden ölclü. Köpekler cesetleri yemek için mescite doldular. İmam ellerini kaldırıp dua ederken birdenbire ölclü. Hastalık giderek şiddetlendi. Sapasağlam bir insan, vücudunda bir66

denbire ateş hissediyor, sonrada kan kusuyor ve ölüyordu. Onun arkasından evdeki bütün bireyler birer birer aynı şekilde ölüyordu. Vebanın şiddeti Şevval ayında sınırı aştı. Ölenlerin sayılması bile mümkün olmadı. Koca Kahire şehri sanki boşaldı. Şehrin bir başından diğer başına gidenler, çarşıyı pazarı bomboş buluyorlardı. Evlerden gelen çığlıklardan başka canlı sesi duyulmuyordu. Mallar, eşyalar çarşılarda açık duruyor, kaldıracak kimse bulunmuyordu. Yıkayıcılar, cenaze yıkarken ölüyor, mezarcılar defnederken telef oluyorlardı. Miras bir günde sırasıyla altı-yedi kişiye geçiyordu." Ve vebanın en son kurbanı, yazar İbn'ül Verdi oldu. Aynı yılın Zilhicce ayında Halep'te öldü.

99

L"—-^JIJJ.—i_İ3!xJ

_*„,.!

Nizami'nirı Hamse'si / İran National Müzesi / 16. y. y.

'^A^tyK i

Safevi Soylu, Murakha-ı Gülşen, İsfahan Okulu / 19. y.y. / Gülistan Sarayı

68

69

dJ/r-S-K^b Türkmen - Oğuzlar, kurdukları imparatorluk dışında da bağımsız hareket eden, kendilerinin Oğuz atadan geldiğine inanan, bir takım tamga'larla (damgalarla, sembollerle) ayrılan, soy aidiyetlerini sürdüren, liderleri öncülüğünde küçük ve büyük gruplar halinde hareket eden, sürüleriyle birlikte dolaşan sayıca çok kalabalık savaşçı insanlardı. 101 Yüzlerce yıldır Asya çöllerine bitişik bozkırlarda ortak yaşam biçimleri geliştirmiş, komşuları Çin'e ve Urallar üzerinden Avrupa topraklarına seferler düzenlemiş, göç yollarına düşmüşlerdi. Efsaneleri, gelenekleri ve ilk çağlardan beri kurdukları-yönettikleri devletlerin hatıraları onlara eşlik ediyordu. Yollarının üzerindeki her şeyle uyuşmak, ilk fırsatta yönetmek için (Asya bozkırlarında olduğu gibi) kendilerine yeni ittifak modelleri de buluyorlardı. İslam çevrelerinin yönlendiremediği kalabalık Türk topluluklarının varlığı Müslümanların çözmesi gereken bir sorun haline gelmişti. Bozkırda Cengiz Han yasaları egemendi. Onların yaşamı, şehirlerde tutunmuş Müslüman yaşamıyla çelişiyordu. İslam propagandası, Emeviler devrinden itibaren bozkırlarda pek başarı elde edememişti. Islami bilginler tarafından ortaya konulan şekliyle Müslümanlık göçebelerin ihtiyaçlarına cevap vermiyordu. Şeyhler ile İslam tasavvufçularınm temsilcileri, mukayese kabul etmeyecek bir etki meydana getirdiler ki bugün bile bozkırlarda en çok onların temsilcileri bulunur. 1 0 Bozkır yaşamının gerekliliklerinden doğan Cengiz Han yasası ile şehirli-medeni Müslümanların şeriatı çatışıyordu. Mısır Sultanı I. Baybars'a karşı savaşan (18 Nisan 1277) Moğol müttefiki "Pervane" kumandasındaki AnadoluSelçuklu güçleri savaş alanını terk ettiğinde, Moğol Abaka Han, Anadolu'ya gelmiş (Temmuz 1277) ve İslamiyete bağlılıkları yüzünden Cengiz yasasına uymakta ağır davranan Selçuklu Türkleri'ni gevşek savaştıkları için şiddetle cezalandırmış, Pervaneyi de idam ettirmişti. (2 Ağustos 1277)103 Çağatay hükümdarı Tarmaşirin de tahta çıkışının 7. yılında atalarının dinini terk edip Müslüman olmuş ve Alaeddin adını almıştı. Bunun üzerine, Müslümanlığa karşı olan göçebe Moğollar başkaldırıp, onu devirmişlerdi. 104 70

Müslümanlık ve şehirlere yerleşmek Türkleri bozuyordu. Şehre girmek Türklükten çıkmaktı. 1 0 5 Her şeve rağmen, büyük ata Efrasiyab'm şehri, Türkistan'ın incisi bin yıllık Semerkand'm görkemli zenginliği onu yönetmek isteyen hanlara diz çöktürüyordu. Onu elde etme, yönetme onuru, her şeye değerdi. Bu yüzden Çağatay hükümdarı Tuğluk Temür de Islamiyeti seçti. 1 0 6 Resmi olarak Türkler Müslüman'dı; her ne kadar Farabi ve Kaşgarlı Mahmud gibi kimi Türk düşünürleri gerçekten Islamiyeti kabul etmiş, Iranlılaşmış ya da Araplaşmış'sa da, doğrusunu söylemek gerekirse, Türkler'in çoğu kötü Müslümandı. Yeni dinleri hakkında çok fazla bir şey bilmedikleri gibi, bundan dolayı kaygılanmıyorlardı da. Arap tarihçi Cahiz'e göre, Türkler'in eski miraslarına ve etnik kökenlerine bağlılıklarından vazgeçmelerini sağlayacak tek yol (İslami) eğitimdi. Hiç bir şekilde baskıyı ve zorlamayı kabul etmiyorlardı. Müslümanlar, Türklere diğer dinlerdekilere davrandıkları gibi davranamazlardı.. 107 Minorsky'nin deyimiyle, "yağ ile su" gibi Türkler ile şehirli Müslümanların birbirlerine karışması zordu. 1 0 8 Türkler'in yaşamında kadının konumu diğer Müslüman topluluklarmkiyle farklılık gösteriyordu. Kadınlar peçe takmazlar, erkeklerden ayrı yaşamazlardı. İstedikleri yere gidip gelir, eğlencelere katılır, erkek ve kadın misafirleri kabul eder, şölenlerde başköşeye otururlardı. Kadının rolü neredeyse erkeğinkine eşitti. 1 0 9 Bu yaşam biçiminin diğer Müslümanlarca kabul edilmesi güçtü. Türk Beylerin eşleri, gerektiğinde düşmanla savaşıyordu. Kocası yaşamını kaybettiğinde, kadın hükümdarlığa, beyliğe el koyar, onu yönetirdi. Birçok kadın hükümdar, Moğollar'da Organa Hatun veya Ergene Hatun, Salgurlular'da Abiş Hatun, Terken Hatun ve Harezmşahlar'da Terken, Türkan Hatun örneklerinden görüldüğü gibi, kadınlar Türk yaşamının vazgeçilmez unsurlarıydı. 1 1 0 Ebu'l Gazi Bahadır Han eserinde, "Türkmen'in tarihini iyi bilenler, (çeşitli devirlerde) yedi kızın, bütün Oğuz diyarında uzun yıllar beylik yaptıklarını anlatırlar." der. 1 1 1 İbn Arapşah, Dede Korkut ve diğer destansı anlatımlarda kadınlar hakkındaki "Kâfirlerin üzerine dörtnala at sürüyordu." rı öldürmeye başladı..." gibi sözler. Amazonlara benzer

"onla-

efsanelerin yaratıl-

masına sebep olmuştur. 1 1 2 İbn-i Batuta, uzun seyahatinde Türk yurtlarına

konuk olmuş, Türk kadınlarının eşsiz konumuna hayranlık duymuştu. 1 1 3 Siyaset gereği birçok eş edinen hükümdarların eşlerinden biri, diğerlerine göre daha ön plandaydı. Hükümdarın yanındaki en önemli kişi o idi. En fazla saygı onun hakkıydı. Timur, Semerkand'ta eşi Saray Melik Hanım onuruna Bibi Hanım Camii ve külliyesini (1399-1405) yaptırdı. 1 1 4 Timur' un torunlarından Babür'ün Hindistan'da kurduğu devletin (1526-1858) 6. hükümdarı Şah Cihan (1593-1666) çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal'in (Ercümend Banu Begüm- öl. 1631) ölümü üzerine Hindistan, Agra şehrinde, Yamuna Irmağı kıyısında, bir kadının aşkına adanmış en görkemli anıtı, Tac Mahal'i (1632 -1652) inşa ettirdi. Anadolu'daki Türkmen Aleviler, benzer yaşam formlarını günümüzde de sürdürmektedir. Düğün ve cenazelerde geniş ölçüde Orta Asya gelenekleri uygulanıyordu. Yeni evliler için hiç kullanılmamış bir çadır kuruluyor ve tören sırasında gelinle damada tam dokuz kez yeni giysiler giydiriliyor, başlarına taç takılıyordu. Ölümden sonraki yas, eski Türklerde olduğu gibi, bazen kırk gün sürüyor ve toy adı verilen bir cenaze yemeği yeniyordu. Bu yemek, bozkır uluslarının çok önemli ortak gösterisiydi. Şamanizmin en önemli müzik aleti olan davul çalınıyor, ardından da bu davulla birlikte ölenin kullandığı bütün eşyalar ve cenazede kullanılan her şey yok ediliyordu. İslam'ın reddettiği cenaze törenleri sonradan Doğu Müslüman dünyasında kabul gördü. 1 1 5 Günümüz Suudi Arabistan'mdaki rejimin, mezarların putperest bir kültür olduğuna ilişkin yaklaşımı, mukayese için iyi bir örnektir. Gerdizi ve Mervazi, Şaman Türkler'den "tanrının peygamberi anlamında faghinun" diye söz ederler. Türk beyleri Şamanlarm sözlerinden çıkmazlardı. Her konuda onlara danışırlardı. 116 Cengiz Han, Selçuklular ve Timur, savaş kararlarında onların işaretine önem veriyorlardı. Yeni Müslüman Selçuklu Tuğrul ve Çağrı Beyler "Biraz daha sabrettikleri takdirde savaşı kazanacaklarını" söyleyen, yıldız ilminden anlayan ulu kişinin önünde, (onlara Horasan 72

ve İran'ı kazandıran saıaştan sonra) atlarından inerek secde ederler. 1 1 7 Ibn Arapşah, kadın Şamanların savaşlarda görev aldığından, geçit törenlerinde dişi karaca kılığına girip, kaplan ve leopar postu giymiş erkeklerle dans ettiklerinden bahseder. 1 1 8 Türk kültürünün omurgasına en ağır darbe Emeviler'den gelmişti. Biıuni'nin satırlarıyla; Emeviler'in Horasan valisi Kuteybe, Türkistan'daki Türkler'in kültür taşıyıcıları olan, eski yazıları bilen ve kullanan, gelenek ve göreneklerini sürdüren Harezmlileri öldürterek bu büyük uygarlığın izlerini yoketmişti. Çok parlak bir kültür olduğundan kuşku duymadığımız bu kültürün bir anda kaybolup gitmesini açıklayacak daha iyi bir neden yoktur. (Roıoc)11^ Müslümanların hedefindeki Türkler, kâfirlikten vazgeçecek, Şamanları ile birlikte Müslümanlaşacaklardı. 120 Türkmenlerle birlikte yolculuğa devam eden bu yeni Müslüman önderlerin en önemlilerinden biri, hiç şüphesiz Hacı Bektaş Veli'dir. "Vilayetnâme-i Hacı Bektaş Veli" olarak tanınan menâkıbnâmede onun yaşamının olağanüstü öyküleri bulunur.

Tac Mahal (1632 - 1652), Bir Kadının Aşkına Adanan En Muhteşem Anıt

73

f

/

'Lâ

Veliler Velisi; Hacı Bektaş Veli Gihercin

donııyla

Urum'a uçan

İmamlar evinin Cümle

evliyalar

kapısını üstünden

açan geçen

Var mıdır hiç bir er Ali'den gayri... Abdal

Musa

Kutsal emanetler, Elifi taç, hırka, çerağ (çıra,ışık), sofra (yaygı, sini altı), alem (sancak), seccade (namaz halısı) Tanrı tarafından Peygamber'e gönderilmiş, ondan Ali'ye ve silsile yoluyla ehl-i Beytin sekizinci imamı Ali Rıza'ya geçmişti. Ahmed Yesevi'nin halifeleri, emanetin aralarından birine verilmesini isterler. Bunun üzerine ünlü sufi Ahmed Yesevi, "Kendisine verilecek olan kişi, onları almaya gelecektir"

der. Bu çağrıyı duyum

gücüyle alan Hacı Bektaş, mekân sınırlarını aşarak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde Türkistan'a varır ve Ahmet Yesevi'nin dergâhının eşiğine yüz sürer. Töreye göre, Pir, Hacı Bektaş'ın saçını kazıdıktan sonra kendisine nasip sunar ve kutsal emanetleri verir.

"Git, seni Rum

ülkesine gönderiyoruz. Sana yer olarak Suluca karahöyük'ü (Hacıbektaş) veriyor ve seni Rum abdallarına baş kılıyoruz. Rum'da gizlere ermiş, kendini aldırmış ve cezbeye girmiş olanlar (abdallar, dervişler, esrikler) çoktur. Bir yerde eğlenmeden (oyalanmadan) oraya hemen var" der. Hacı Bektaş ertesi gün güneş doğarken, Ahmed Yesevî'den izin alarak yola koyulur. Varışını bildirmek için dervişlerden biri yanan bir odun parçasını uzaklara doğru havaya fırlatır. Bu bir dut dalıdır. Konya yakınlarına düşer ve Hak Ahmed Sultan adlı ermiş biri onu alıp, şimdi Bektaşilerin tekkesi olan yerin eşiğine diker. Ağaç bugün de oradadır ve tepesi yanmış bulunmaktadır. Hacı Bektaş, yolculuğu sırasında da kerametler gösterir. Arslanların koru74

duğu bir yere vardığında, kendisine saldıran iki aslanı taşa döndürür. Bir ırmağa vardığında, balıklar onu selamlamak için sudan baş çıkarırlar. Rum sınırında güvercin donuna (giyimine, görünümüne) bürünür ve Suluca karahöyük'te bir taşa konar. Sayıları elli yedi bin olan Rum ülkesi

(Anadolu)

dervişlerinin

Rum erenlerinin gözcüsü Karaca Ahmed'tir. Hacı Bektaş'ın geldiğini duyan Rum dervişleri Horasan'dan gelen sözcünün yoluHacı

nu kesmek isterler. Bu düşün-

Hacı

ceyle, Irak'tan geçerek Rum ülkesine

gelmiş

bulunan

Bcktaş'taki

Cem

Bektaş

Evindeki

Tasviri

Hacı

Tuğrul bir doğan görüntüsü alıp, güvercini avlamak üzere uçar. Fakat Hacı Bektaş hemen insana dönüşüp doğan ı yakalar. Yenik düşen Hacı Tuğrul kendisine, "Ben size güvercin donunda geldim. Eğer daha güçsüz bir kılık bulsaydım, ona bürünürdüm. Sizse beni bir zalim görüntüsü ile karşıladınız" diyen Hacı Bektaş'ın önünde yere yüz sürer. Hacı Bektaş, onu gerisin geri Rum dervişlerine yollar. Hacı Bektaş bu gelenlere, "Horasan erenlerindenim. Türkistan'dan geliyorum. Mürşidim Ahıııed Yesevi, Türkistan'ın doksan dokuz bin dervişinin piridir. Soyum Muhamıued-Ali'den gelir, nasibim Tanrı'dan" diyerek kendini tanıtır. Rum dervişleri Karaca Ahmed'e dönerek "Ahmed Yesevi bize bir dev göndermiş" derler.

75

121

r^cs-^fh

Mürşitler Mürşidi; Hoca Ahmet Yesevi Dediği

sözü

Kâfirleri

rahmani, görsen yüzü nurani, hıran, Hah aslanı Ali'dir.

Himmet hıırıı belinde, Mevla'm yâdı dilinde, Zülfikar'ı elinde, Hak aslanı Ali'dir. Binip çıksa Düldül'e, yere düşer zelzele, Kâfirlere gulgule,

Hak aslanı Ali'dir.

Tanınan bu ilk Türk şairi gizemci bir akım olan Sulilik akımından gelmiştir. Ahmed Yesevi, 12. yüzyıl başlarında Batı Türkistan'ın Yesi kentinde doğmuştur. (İslam Ansiklopedisi, Çimkent) Halk arasından gelen

Yesevi'nin

gerçi Müslüman bir din adamı olduğu söyleniyorsa da, Şaman olduğu sanılan Türk şeyhi Arslan Baba tarafından yetiştirilmiştir. Sonra eğitim görmek için Buhara'ya ünlü mutasavvıf Şeyh Yusuf Hemedani'nin (öl. 1140) yanma gider. Burada kısa zamanda 3. halef (halife) olur. Yusuf Hemedani aracılığı ile tanıştığı İran kültürünün üst sınıfı, onu memnun etmez ve görevinin halkın arasına karışıp kavim kavim dolaşarak tasavvuf propagandası yapmak olduğuna inanır. Kendisinin "Türk şeyhlerinin efendisi olduğunu" düşünür. Bu noktada düşünsel açıdan kendine çok yakın olsa da, Buhara'da doğduğuna inanılan, oradan tüm dünyaya yayılan ve daha sonra Nakşibendi tarikatının doğmasına yol açan hareketten ayrılır. Kendine özgü biçimde gizemci ve çok etkileyici bir bilge olan Ahmed Yesevi bir Türk şairi olarak, herkese ulaşabilen, ukalalıktan uzak, çok tesirli ve başka eserlere kaynaklık edecek bir eser vermiştir. Ne yazık ki, eserinin ilk halini tanıma şansımız olmadı. Bıraktığı eser onun başarısının kurbanı olarak biçimsel bakımdan sürekli yenilenmiş ve elimize ancak 17. yüzyıl nüshaları ulaşabilmiştir. Yesevi doğduğu şehirde ölmüştür. Ve Timur orada onun adına bir anıt mezar yaptırır. Arclmda öğrenciler bırakır; örneğin Harezm'li Hakim Ata basit bir dilde Türkçe düz yazı özdeyiş derlemeleri yapmıştır ve eseri halk kitlelerine ulaşmıştır.

76

Sıradan insanlara dinsel düşünceler ve ahlaksal öğütler aktaran mesajlarda Türkçe'nin kullanımı çok önemli bir olgudur. Çünkü Türk dilinde bir kültür geleneği oluşmasını sağlamıştır; bu gelenek bugün milliyetçi ve "Şamanist" bir gelenek olan Aleviliğe esin kaynağı olmuştur. Alevi hareketi hâlâ çok güçlüdür; bu hareket Arapça ve Farsça'nın boyunduruğundan kısmen kurtulmuş ve özgün Türkçe'yi korumuştur. Yesevi, Aleviliğin kurucusu değildir, ama Aleviliğe 11. ve 12. yüzyıllardan bu yana kendini ifade etme ve Türk kişiliğinin özgün niteliklerini aktarma olanağı sunmuştur.

122

Hoşlanmadı

alimler sizin

Ariflerden

işitsen,

Ayet Hadis, Manasına yetenler,

manası yere

dediğiniz

açar gönül

Türkçe'yi ülkesini

Türkçe olsa muvafık koyar

börkünii

(başlığını)

"Ahmed Yesevi'nin 1093 - 1156 yılları arasında, Hacı Bektaş Veli'nin ise 1209 - 1271 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Halk söylenceleri bu iki büyük şahsiyeti millerinde buluşturmaktadırlar."

Yesevi Külliyesi - Yesi / Türkistan

-

»

— 77

İran

ve Anadolu Askerleri

Karşıkarşıya / Şah Rıza Abbas

78

Müzesi

İsmail

II

Şahnamesi

/1576

11 Türk'ler Roma Topraklarına, Anadolu'ya Geçerken... Cezire'de (Fırat-Dicle arasında) Emevi sonrası kurulan en güçlü Arap kabileler birliği Hamdaniler'dir. (890-1004) Şii Hamdaniler de, tıpkı Şii Büveyhiler gibi Sünni halifeliğinin meşruiyetinden güç alıyorlar ve civardaki halifelik karşıtı kabileleri denetimleri altında tutuyorlardı. Hamdaniler, savaşçı Arap kabilelerini bir arada tutabilmek için sık sık kuzeye, Roma ülkesine sefere çıkıyorlardı. Hamdaniler sonrası Musul'da Şii Ukayliler (990-1096), Halep'te Mirdasiler ve Diyarbakır-Silvan'da Sünni Mervaniler, Isfahan ve Hemedan dolaylarında Kak ü l l e r , Kafkaslarda Abaza ve Gürcüler, Cürcan ve Taberistan'da Ziyariler. Tebriz'de Revvadiler, Erran ve Ermenistan'da Şeddadiler, Hille'de Mezyediler hâkimiyet kurmuşlardı. Bu küçük devletler, vergi vererek kendilerinden daha güçlü devletlerin hâkimiyetini kabul etmişlerdi. 1 24 1025'de, Gazneli Mahmud'un Selçuklu ailesinin reisi Arslan Yabgu'yu tutuklayıp Multan'daki Kalincar kalesine hapsetmesinden sonra, ona bağlı bağımsız Oğuz-Türkmen beyleri Boğa, Yağmur ve Göktaş, Selçuklu Tuğrul ve Çağrı beylerin emrine girmeyerek dört bin çadırlık toplulukları ile birlikte Horasan'a geçmişlerdi. Ancak orada da huzur bulamayan Türkmenler, pek çok olaydan sonra 1036 yılında Azerbaycan'a, bir yıl sonra da Erran (KarabağGence) üzerinden güneye yönelip Doğu Anadolu bölgesine girdiler. Türkmen topluluklar 1042 yılında yeni katılımlarla iyice güçlenmiş bir halde önce Zap Irmağı ile Doğu Dicle, yani Bohtan Irmağı vadisi üzerinden yüksek sarp dağları aşarak akınlar düzenlediler. Bu bölge ve civarında hüküm süren Büveyhi hükümdarı Celaled-Devle, Ukayliler ve Mervaniler bu akınlardan dolayı Büyük Selçuklu devleti hükümdarı Tuğrul Bey'e şikayetçi oldular. 1 2 5 Tuğrul Bey, şikayetlere karşı Mervani emiri Nasırü'd-Devle'ye cevabında, "Kullarımdan (emrimde olanlardan) bazı grupların (Tiirhmenler'in) senin meıııleketleri79

ne girip, bir takım yağma ve akınlarda bulunduklarını haber aldım. Onlara para, mal vb. gibi istedikleri şeyleri vermelisin. Böylece kafirlerle (Roma-Bizans) mücadelede onlardan faydalanabilirsin" diyerek tavsiyede bulunur. 1

26

Türkmenler; Tuğrul Bey in. Azerbaycan'a dönmeleri veya Roma'ya gaza akınları yapacak beylere yardımcı olmaları yönündeki isteğine uyarak 1045 yılında Azerbaycan'a çekildiler. Türkmenler in, Selçuklu devletinin kontrolü dışında gerçekleştirdiği faaliyetler ilk anda sonuç vermemiş gibi görünse de, Selçuklu beylerin öncülüğünde gelişecek olan Türkmen akınlarına ve sonrasında Selçuklu yayılmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim, 1055 yılında sona eren Büveyhi devletinin güçlü Türk komutanı Besasiri'nin Musul'u işgal etmesi üzerine, filler ve mancınıklarla takviye edilmiş büyük bir orduyla yöreye gelen Tuğrul Bey, Mayıs 1057'de Musul'u zapt ederek Diyar-bekir bölgesine yöneldi. Mervanoğulları'nı da yola getiren Tuğrul Bey, yörede pek çok beldeyi de zapt ettikten sonra, 23 Aralık 1057'de Bağdat'a geri döndü. Tuğrul Bey'in giriştiği geniş çaplı harekâtı sonrası Cezire bölgesi (Fırat-Dicle arası) yeniden Türkmenlerin kontrolü altına girdi ve Arap, Süryani, Nasturi, Ermeni, Şemsi (güneşe tapanlar) yanında, Türkmenler de var oldu. 1 - 7 Tuğrul Bey'in 1062 yılında gerçekleştirdiği Azerbaycan ve Erran (KaıabağGence) seferi sırasında Doğu Anadolu'ya gönderdiği yeğeni Yakuti, Bizans'ın uç kaleleri olan Bagin, Tilhun ve Ergani'yi zapt etti. Dicle ve Fırat havzalarında akınlar yaparak Azerbaycan'a döndü. 1 2 8 1064 yılında, Doğu Anadolu'nun fethi, büyük ölçüde tamamlanmıştı. Büyük Selçuklu sultam Alparslan'ın (1071) Malazgirt zaferine rağmen, Roma (Rum-Bizans) imparatorunun daha İstanbul'a ulaşmadan tahtını kaybetmesi, zaferin mali ve siyasi kazançlarını geçersiz kılmıştı. Fetihler sürmeliydi. Selçuklu ve Türkmen güçlerine karşı koyabilecek, merkezi bir güç, bir ordu kalmamıştı. Parlak Malazgirt zaferinin ardından Alparslan'ın 1072 yılı sonunda Barzam Kalesi'nde bir kul'un - gulanım eliyle gelen ölümü, ahlakçılara "iktidarın yalnız Tanrıya ait olduğunu" söyletti. 1 2 9

Büyük Selçuklu ailesinin,

——

——

rH

Dersim Beylerini tek bir aile ve küçük bir coğrafya ile sınırlamak; tarihi İran coğrafyasında hüküm süren beyleri-hükümdarları gözardı ederek, günümüz Türkiye sınırlarını sığdırılmış tarih anlayışıyla yetinmektir. Günümüz Türkiye sınırları, Türk tarihi - coğrafyasının çok küçük bir parçasıdır. Anadolu'nun doğusunda hüküm süren beyler hakkında bilgimizi yeniden özetlersek; Onlar Selçukilerin ilk meşru atası Arslan Yabgu'nun hapse düşmesi üzerine, Tuğrul ve Çağrı beylere itaat etmeyip, Horasan'a ilk önce geçen, Gazneli taht kavgalarına katılıp Sultan Mesudu Gazneli tahtına çıkaran ve bir çok olaydan sonra Anadolu'ya ilk giren (1036) Oğuz-Türkmen boylarıydı... Gaza çağrısı aldıklarında saflarda yerlerini alırlardı. 1071'deki büyük savaşta Alparslan'ın yanında kahramanca savaşmışlardı. Onlar, Arslan Yabgu'nun torunu Ku-

#

171

talmışoğlu Süleyman'a kaMiştuklarında, onun liderliğinde Anadolu Selçuklu devletini kurmuşlardı.

107-f1 Bağlı olmayı kabul ettikleri egemen devlet, yıkıl-

ma sürecine girdiğinde, beyliklerini kendi adlarına sürdürmekte tereddüt etmezlerdi. 1243 yılından itibaren Anadolu'da Moğol hakimiyeti ile başlayan Selçuklu ve Mısır Memlûklularinın sebeb olduğu isyanlar ve Moğol ordularının sürekli Anadolu'ya gönderildiği istikrarsız ortamda; Moğolların önüne kattığı Türkmenler, Anadolu'nun dağlık bölgelerinde kümelenmeye başlamışlardı. Bu Türkmenler, dağlık bölgenin avantajı sayesinde hem giderek artan vergilere, hem de taht kavgası sürdüren Selçuklulara ve Moğollara direndiler. 1402 Ankara Savaşı sonrasının kritik ortamında Çelebi Mehmed, bölgeye geldiğinde bir çok küçük aile ile karşılaşmıştı ve onların Selçuklular'dan beri devam eden haklarını, "divani - malikane" denilen bir sistemi kabul etmişti.

Onlar, Selçukiler'den itibaren ara-

daki yüzyıllarda, bölgede hüküm süren güçlü yönetimlerle mücadele etmeyi de uzlaşmayı da bilmişlerdi. Binlerce yıldır iran'a hükmeden Şahlar, özellikle dağlık ve uzak bölgelerin beylerini yönetimde bırakmayı tercih ediyorlardı... Öncelikleri, vergilerin toplanması ve ticaret yollarının güvenliğiydi. Ayrıca savaş zamanlarında, onları yanlarında görmek isterlerdi. Onlar kendi bölgelerinin Şahlarıydılar. İran Şahları ise bütün Şahların üzerinde Şahlar Şahı-Şehinşah'tılar. (Şahenşah'tılar.) İran - Safevi hükümdarlığı hedefiyle yola çıkan Şah İsmail'i, Anadolu topraklarına ayak bastığında (1500 yılı) tereddütsüz bağırlarına basan Dersim-Çemişkezek beylerine tabi 1.000 kadar aile İsmail'e katıldığı gibi, bir grup da onun muhafız subayları arasına katılmışı. Bunlann bir kısmı eyaletlerde yönetici olmuştu. (Şeref Han) Tufan Gündüz, Şah İsmail'i semahlarla türkülerle karşılayan bu ilk grubun Ustaclu aşireti olduğunu işaret eder. Şirazi, bu çoşkulu karşılamayı "Hz. Muhammed'in Medine'ye gelişi esnasında, Ensar'm topuk vuruşlarına ve şarkılar söylemesine..." benzetir. Şah'm gelişinin haberini alan Şaııılu, Afşar, Dulkadirli, Tekelü, Varsak, Dulkadir, Kaçar ve Karacadağ sufilerinden 7.000 kişi daha Şahlarına katılmıştı. 341

1501 yılında 15 yaşında İran hükümdarı olan İsmail, Nur Ali Halifeyi Çemişkezek'i fethetmeye gönderdiğinde, Hacı Rüstem Bey çatışmaya girmeksizin vilayeti teslim ederek, Şah İsmail'e itaatini sundu. Şah İsmail, onu Irak beyliği ile ödüllendirdi. Rüstem Bey, Çaldıran yolunda Şah İsmail'in yanında oldu. (Şeref Han Faruk Sümer, Dersim- Çemişkezek beylerini kapsamlı olarak incelemiştir Çemişkezek konfederasyonu, Karakoyunlu konfederasyonunun en önemli unsurlarmdandı. Onlar, Karakoyunlular sonrası Akkoyunlu ve Safevi döneminde de önemlerini korudular. En ünlü kollarından biri Kaçarlar'dı. 15. yüzyıl sonunda Boz-ok bölgesinden (Yozgat'tan), Azerbaycan-Gence'ye gelmişlerdi. Kaçar Ibe Sultan, Akkoyunlu Rüstem'in (1493-1497) tahta çıkmasını sağlamış ve Gilan'daki asilerin üzerine yürüyerek, onları cezalandırmıştı. Kaçar Piri Bey'i,

341

Şeyh Haydar'm ilk müriclleri arasında görüyoruz. Piri Bey,

Şah İsmail'e ilk biat edenlerdendi. Piri Bey, Şah İsmail'in Şirvanşahlar ve Akkoyunlular'la savaşlarında büyük başarı ve yiğitlik göstermişti. Şah İsmail ona "Tozkoparan" unvanını vermişti. Kaçarlar'dan bir diğer önemli kişi ise Urfa beyi Ece Sultan'dı. O, 1515 yılında emrindeki az bir kuvvetle Akkoyunlu Yakup Bey'in oğlu Sultan Murat'ı yenip öldürmüştü. Ece Sultan, 1532 yılında Bitlis hâkimi Şeref Bey'e yardıma gitmişti. Kaçar Budak Han, 1537'de fethedilen Kandahar (Afganistan) valiliğine atanmıştı. Kaçarlar, Safevi sonrası Nadir Şah ve Kerim Han Zend döneminde de önemlerini korudular. Kaçarlar'ın asıl beyleri, Ziyadiler idi. Ziyad Bey, Kaçarların bilinen en eski atasıydı. (F. Sümer) Kaçar Ağa Muhammed Han'ın (Aka Muhammed Han) Azerbaycan Mugan ovasında 1796 yılında şahlığını ilanıyla Zend dönemi sona erdi. İran'da Kaçarlar dönemi 1925 yılma kadar sürdü. ' (Kaçarlar'darı

"Safevi sonrası

İran" bölümünde yeniden

bahsedilecektir.)

Çemişkezek Konfederasyonunun diğer bir kolu Karamanlular'dı. Safevi devletinin kurulması ertesinde Karamanlu (Karamanlı) Bayram Bey, Safevi sarayının Divan Beyi olur. Horasan'ın fethi üzerine de Belh, Murgab, Gurgistan'ı (Türkmen Sahra-Gurgan'ı) içine alan Binlik Horasan'ın valisi olur. 1512 yılında Özbek-

ler'le yapılan savaşta şehit düşer. 3

3

Şah İsmail'in Dulkadir Boz-ok bölgesine yaptığı sefer sırasında (1507) Emir Han Musullu, Şah İsmail'in huzuruna gelmiş, Kızılbaş tacını giymiş, ona Musullu Türkmen beylerin itaatini sunmuş ve Diyar-bekir'in anahtarını teslim etmişti. ' >44 Şah İsmail, Musul beylerinden birinin kızıyla, Taclu Hatunla evlenmişti. Emir Bey, Horasan valiliğine atanmıştı. Şah İsmail, bebek kundağmdaki oğlu Tahmasb'ı Horasan'a vali tayin ederken (1514 /1515) Emir Bey'i de Hanlık unvanıyla Tahmasb'a lâla tayin etmişti. Emir Han'ın, Safevi sarayında ki yeri çok saygındı. Tahta 10 yaşında çıkan Tahmasb'da (1524-1586) Musullu beylerinden İsa Bey'in kızıyla evlenmişti.

345

Dersim-Çemişkezek Türkmen beyleri, İran safhasında Rumlu, Türkmen, Kaçar, Afşar olarak farklı gruplara ayrılıp, yeni isimleriyle anılmışlardır. 10.000 çadırdan oluşan Afşarlar, Fars (Persis / Siraz)-Huzistan bölgesine yerleşmişlerdi. 346 Günümüzdeki son göçerler olan Kaşkaylar (Koş-kayılar) aynı bölgede çobangöçer yaşamlarını sürdürmektedirler. Horasan sınırına yerleştirilenler arasında Gel-bağa Türkmenleri, savaşta Özbek hükümdarını öldürürler ve ordu komutanlarını ele geçirirler. (1512) Şah İsmail onları Azerbaycan-Bilaver Beyliği ile ödüllendirir. 347 Faruk Sümer'e göre, Antalya Tekelü emirlerinden Burun Sultan ve askerleri, Özbek-Şeybek Han ile yanındakileri öldürmüşlerdir. Şeybek Hanı kim öldürmüştü? Bilinenler de bir çelişki olsa da, savaş sonrası Gel-bağalar ödüllendirilmişti. Şahın sarayındaki Şeref Han'ın ailesi, ilk elden tanıktı.

348

Şeref Han, Horasan sınırlarına gönderilen Kürtler arasında Çepnilere de işaret eder. Türkıuen-Kızılbaş-Çepniler, Anadolu'nun fetih ve iskânında önemli rolü olan boylardan biridir. Çepniler bölük bölük Şahlan'nın yanma göçüyorlardı. Osmanlı ülkesinde Çepniler'e güvenilmiyor, askere alınmıyorlardı. 349 lraııi anlatıma göre, Horasan Kürtleri, Özbekistan sınırlarına yerleşen Anadolu Türkıııenleri'nin evlatlarıydılar. Koçan (Guçan), Isferayin ve Bocnurd ilçelerin174

de yaşayan Horasan Kürtleri; Şahidli, Zafaranlı, Keyvanlı, Amanlı, Şadanlı ve benzeri adlarla tanınıyorlardı. Adlarının sonlarındaki Türkçe "lı-lu" ekleri, hatırlamakta güçlük çektikleri uzak geçmişlerinin hatıralarıydı. Günümüzde İran sınırı ile Özbekistan'a arasında iki ülke bulunur. Afganistan ve Türkmenistan... Türkmenistan Türkmenleri içinde Anadolu'nun Türkmen Kürtleri de bulunmaktadır. Onların büyük yolculukları, anayurda dönüşlerivle tamamlanmıştır. Etnik olarak Türkmen'dirler. Türkmenistan Türkmenleri arasında Kürt, Kürdük, Kürtçapık adlarına halen rastlanmaktadır. Dersim-Çemişkezek'te beyliğini sürdüren Hacı Rüstem Bey, Yavuz Sultan Selim tarafından öldürüldüğünde, Irak'ta bulunan oğlu Pir Hüseyin Bey, ülkesine egemen olan büyük gücün önünde eğilip, biatim sunar. Osmanlı'yla iyi geçinme durumunda olan Pir Hüseyin Bey, vatanını Kızılbaşlar'clan temizlemeliydi. O öldüğünde, çocukları aralarından bir bey çıkaramamışlar ve bu yüzden Osmanlı'nın himayesini istemişlerdi. Kanuni, Pir Hüseyin'in oğullarına, topraklan Tımar olarak yönetme hakkı verilmesi konusunda bir padişahlık fermanı çıkarır. Ama onlara bu hakkı, bir yabancıya vermemelerini ve Osmanlı Devletinin toprakları dışında ki diğer ülkelerde görev almamalarını şart koşmuştu. Topraklarını tımar olarak yönetme hakkı, sadece miras yoluyla el değiştirebilirdi.

351

Osmanlı belgelerinin de doğruladığı gibi, Anadolu'da tek bir Kürdistan vardı. (Gül)

352

Orası Dersim-Çemişkezek beylerinin hükmettiği bölgeydi.

Şeref Han'ın çağında, artık orada Kızılbaşlık davası güden kalmamış olmalıydı. F. Sümer'in işaret ettiği gibi, Şah İsmail'in kurduğu Safevi devleti, tamamen Türk oymakları tarafından kurulmuştu. 3 5 3 Şeref Han, kendi çağının (17. yüzyıl) gerçeklerine, zamanının ruhuna göre yazıyordu. Şah Tahmasb'm yanında savaşan Osmanlı'nın hedefindeki eski dostlannı, Kızılbaşları övemezdi. Onları görmezden de gelemezdi. Şahı destekleyen beylerin Kürt çobanlarmkine benzer yaşamları vardı. Şeref Han onlan. Müslüman şehirlilerin horladığı Kürt-çoban yaşamıyla özdeşleştirerek anlatabilirdi. Öyle de yaptı. Dersim-Çemişkezek beyleri "Kürdistan Tarihi" Şerefname'nin ana konulanndan biri oldu.

İran Tarih ve Coğrafyasının Genel Hatları... ve Göçerler... Gözünüzün önüne güney yönünde denize bakan "u" şeklindeki sıradağları getirin. Bu dağlar ve çevrelediği birkaç büyük vaha dışındaki çölümsü düzlük, İran'dır. Dağ sıraları batıda Basra körfezinin güney ucunda sonlanır. Burada Irak ve Iran birbirine yaslanır. Doğuda Babil ve Asur, batıda yani İran tarafında Huzistan, Elâm, Fars-Pers düzlüğü vardır. Zağros'un doğusundaki Sümerler'in komşusu Elâm uygarlığı, Sümer'e denk bir ülke haline gelmişti. Asurlular'ın Elâm'ı fethi sonrası bölge Araplaşmıştı. Günümüz Ahvaz-Huzistan bölgesi, beyaz yerel giysili yurttaşlarıyla Arap karakterini sürdürür. Basra körfezine bitişik daha güneydeki topraklar Fars-Pers düzlüğüdür. Babil'in fethini gerçekleştirecek olan Persler bu topraklarda

Fars / Pers - Huzistan Bölgesinde, Kaşkay'lann Göçü / Foto: N.

176

Kasraian - İran

yaşıyorlardı, tslami tanımlamada, bu deniz seviyesindeki düzlük Acem Irak'ı idi. Günümüzdeki Arap Irak'ı ile birlikte "İki Irak-Irakevn

olarak

anılıyorlardı, iskender Persopolis'i fethettiğinde, İran'da oyalanmadan Orta Asya'nın kalbine diğer iki nehirin, Seyhun ve Ceyhun'un (Amuderya-Siriderya) suladığı bereketli Türkistan topraklarına yönelmişti. Bedehşan'da lapis lazuli (lacivert taş), Nişabur'da firuze, Hotan'daki yeşim taşı madenleri Doğu Batı ticaretinin kilit konumundaki Semerkand'a ve diğer Türkistan şehirlerine zenginlik taşıyordu. Sakaların desteğini alan Horasan (Baktria) kralı Spitamenes, iskender'e ilk yenilgisini orada tattırmıştı. (M.Ö. 329-328) Spitamenes öldürüldüğünde tahta çıkma hakkı olan kızı Aparna, İskender'in Kunghjroıf

M osu II

< Taschaus, •UrgUSBEKIantsch T U R K M E NI % STAN V STAN Nawoi vl \ \

'

Aschgabat

V

û _

, Tedschen Tscharöschı\ V» fiS? Marv «jeschheA S\ m ıKusfchka iymanel

Aiwait Al JutM' Ad Dammam Harad

TJubai >bu Dhabı

İran'ın

Coğrafi

Haritası

ırkestan Tschimkı

yetenekli komutanlarından Selevkos I. Nikator'la evlenir. İskender'e nasip olmayan Babil İmparatorluğuna, iskender sonrasında Selevkoslar (Seleftiler) geçer. Persepolis yagmalanmıştı ve İran zenginlik vaat etmiyordu. Kraliçe Apama'nm oğlu Antioknos i Antakya) ve ardılları, İran da ve Azerbay can'da askeri garnizon ve koloniler kurmadılar. İran, Orta Asya'daki garnizon ve koloniler ile Babil arasında geçiş alanıydı. ( F i y e ) 3 5 4 Selevkoslar batıya yoğunlaşıp doğuyla ilgilerini kaybettiğinde Partlar, Orta Asya'da kurdukları iktidarlarını İran üzerinden Babil'e yani doğudaki iki nehir arasından batıdaki iki nehir arasına taşıdılar. Partlar sonrası iktidara yükselen Sasani-Fars imparatorları her iki bölgeyi elde tutmanın önemini biliyorlardı. Ne var ki İskender'e yenilgiyi tattıran doğuda ki bereketli bölge, Sasaniler için de kolay bir lokma olmayacak, İran tarihinin önemli bir figürü olacaktı. Babil'i Orta Asya'ya bağlayan en kısa yol üzerinde olan, İran'ın kuzeyindeki dağlık Cibal bölgesindeki şehirler önem kazanıp ve gelişecekti... Araplar Kadisiye Savaşı sonrası İran'ı fethe koyulduklarında Babil'i, Orta Asya'ya bağlayan bu güzergâha yoğunlaştılar. Bağdat'tan Horasan'a en kısa ticaret yolu Cibal'e (dağlara) yaslanan şehirleri takip eder. Büyük yerleşim yerleri, İran'ın en canlı bölgeleri Hazar denizinin güneyindeki sıradağların alt etekleri ile Azerbaycan dağları arasındadır. Hemedan, Kazvin, Kum, Rey (Tahran), Nişabur, Tus, Merv, Gurgan, Tebriz... Arapların öncelikle dikkatini çeken şehirlerdi. (Caherı)355

Erken dönem İslam bilginlerinden Cahiz (777-869) sa-

yesinde Doğu-Batı ticaretinin önemli bölgelerini biliyoruz ve ticaret ürünlerinin göz alıcı bir listesine sahibiz.

356

Başlangıçta Orta Asyalılar, Arapları geçmişteki göçebeler gibi gördüler. Askeri güçleri nedeniyle kabullenilmeli, boyun eğilmeli, rüşvet verilmeli ve eritilmeliydiler. Ne var ki çölden gelen Arap savaşçı bedevileri çok dayanıklıydılar. Yeni din büyük bir ailenin eşit bir üyesi olma mesaji da getiriyordu. Onlara katılanlar, fethe de katılabilir, paylarına düşen ganimeti alabilirlerdi. Ticaret yollarını koruduğu sürece yabancı egemenliğini ve dilini kabul etmeye alışık olan Orta Asya'daki tüccar halk, Müslümanlığı, İran'daki toplumlardan çok daha çabuk kabul etti. Geçmişte Yunanca, Aramice ve Persçe'ye gösteri-

len hoşgörü Arapça'dan da esirgenmedi. Arap harfleriyle Persçe yazı 10. Yüzyılda İran da değil Orta Asya'da gelişti. ( F r y e ) 3 5 7 Emevileri yıkıp Abbasilen iktidara taşıyan ordu, Ebu Müslim' in Horasan ordusu olacaktı. Frye'in işaret ettiği gibi, Abbasilerin ilk yüzyılında Orta Asya'lı Buhara'lı, Belh'li. Semerkand'lı ya da Termez'li bilginlerden söz edildiğini duymuşuzdur da Şiraz .. veya İsfahan'lı bilginlerden söz edildiğini o kadar çok duymamışızdır. V >lümanlık Orta Asya'da çabuk benimsenmişti. Coğrafyacı Mukaddes:. D ğu'da bilginlerin, Batı da katiplerin saygın olduğunu yazar. (Frye

358

Ir.:: -

da Araplar sonrası Türkler iktidara geldiğinde, Selçuklu veziri Nizamı. Mülk, Sünni Türk sultanlarına, Horasanlı temiz dinlileri (Sünni Hanefi \e Safi mezheplileri) yanlarında tutmalarını, İraklı ve Deylemlileri ise uzak tutmalarını öğütler. 359

Fars-Pers şehirleri İsfahan ve Şiraz, Hemedan'm güneyinde kalıyordu, yani fetih yolunun dışmdaydılar. Bundan dolayı burada Zerdüştçülük ve Orta Farsça (Pehlevice) 9. yüzyıla kadar geniş ölçüde varlığını korudu. AhamenişPers Devletinin başkenti Persepolis ve ordugâh şehir Pasargad da buradadır.360 Orta düzlükte, çölün çevrelediği Yezd şehri ve Kirman bulunur. Dağ sıralarının batı kolunun çevrelediği iç düzlüğün alt bölgesinde Saka (İskit) yurdu Sistan ve Belucistan vardır. Bu bölge Hindistan'la komşudur. Dağların batı kolunun güney ucuna yakın İsfahan şehri, dağlardan gelen Zayende Rud nehriyle hayat bulmaktadır. İslamiyet ve Araplık, ticaret yolu üzerindeki büyük şehirlere çok daha sağlam şekilde yerleşmişti. Ortalama 1.800 metre yükseklikteki düzlük ve dağlık bölge (Cibal), birbirleriyle pek az bağlantıları bulunan birçok küçük vadiye bölünmüştü. Vadiler bağımsız topluluklara sığınak olmaya çok elverişliydi. Nitekim yüzyıllar boyunca çeşitli küçük hanedanlar birer vasal (bağlı) hükümdarlık olarak, yan yana bulunmuşlardı. Abbasi egemenliği bu bölgelerde her zaman çok az etkili olmuş ve 9. yüzyılın ortasına kadar eski dinler, egemenlik sürdürmüştü. Fakat onlar, etraflarını saran İslamiyet baskısına karşı koyamaz olunca, muhalif Şii harekete yakınlık göstermişlerdi. Şii davetçiler de (propagandacılar) kendileri açısından daha emniyetli olan bu tür bölgelerde fa179

aliyet göstermen tercih ediyorlardı. Aynı propaganda, Gilan'ın güneyindeki dağlık bölgede bulunan ve eski cağlardan beri başına buyruk dağ kabileleri olarak tanınan Deylenıliler'ede ulaşmıştı Onlar kıyı ve ova halkları gibi tarım ve balıkçılıkla geçinemiyorlardı. bu vuıden daha çok savaşçı bir karakterleri vardı. Horasan'dan Anadolu'ya, doğu - batı volu. Hazar a bitişik Astara'dan itibaren zorunlu bir tırmanışla yaklaşık 1.800 metre yüksekliğindeki Erdebil - Azerbaycan düzlüğüne ulaşır. Azerbaycan Irak ve Anadolu'ya giden bütün istila yollarının düğüm noktasıdır... Azerbaycan'daki halk da Roma (Bizans) sınırına ve Kafkaslara yakın olması sonucu daha çok savaşçı alışkanlıklar edinmişti.

361

Abbasi halifeliği, 9. yüzyılda Roma'ya (Bizans'a) rağmen, bazı Müslüman beylerinde yer aldığı, bağımsız bir Ermeni krallığı yaratmıştı. ' {> İran'da İslam öncesinde yüzlerce yıl Zerdüşt dinine ait bir bilge-rahip sınıfı vardı. tran-Sasani kralları, ülkeyi yönetebilmek için onlara ihtiyaç duyuyordu. Zerdüştçülük ile beraber kutlu ateş ve kutlu dil, şehirli egemen varlıklı sınıfın himayesindeydi. Kadisiye Savaşı sonrası Araplar kendi din ve dilleriyle İran'a geldiklerinde kültür çatışması kaçınılmaz olmuştu. Şehirlerde yaşayanların aidiyetleri vardı. Kadisiye Savaşı sonrası Araplar, İran şehirlerinde yönetici konumuna yükselmişlerdi. Sadece onlar silah taşıyabilirdi. Ayrıca Araplar'ın kurduğu Küfe, Basra, Kum gibi karargâh şehirler vardı. Şehirler ve şehirliler, yeni dinleri ve yeni efendileriyle uyum sağladıkları sürece ayakta kalabilirlerdi. Arap-lslanı etkisi tartışılamazdı. Arap soy şecereleri, her şeyden üstünlüğün işaretiydi. 363 Diğerlerinin böyle bir iddiası olamazdı. Onlar Müslümanlıkla şereflendirilmişlerdi, diğer bütün unvanlarından vazgeçmeleri gerekiyordu. Şehirlerde resmi konuşma ve yazı dili Arapça'ydı. İmparatorluğun işleri duramazdı. Vergiler toplanmalı, halifenin hükümleri ve fetvaları, halka tebliğ edilmeliydi. Zerdüştçüler en azından başlangıç döneminde gizli veya açık bir şekilde şehirlerde var oldular. Bu halk hızla Müslümanlaşıyor veya başka diyarlara (Hindistan'a) göç ediyordu. Fetih sonrası ilk dönem de Arapların ilgisini, pek çekmeyen Horasan-Bağdat yolu dışında kalan Orta Fars'ta veya Cibal'in derinliklerinde yer alan şehirlerde onların (Deylemliler, Ziyariler) etkisi sürdü. Ku180

ran'da "hanif' dinli olarak kabul edilen Yahudiler, Hıristiyanlar, Yakubiler, Nasturiler (Ermeniler, Gürcüler) ve Harranlı Sabiiler yanında ticaret ve meslek sahipleri, şehrin güvenliğini üstlenen maaşlı-kul askerler şehirlerde yaşayabilirlerdi. Şüphesiz şehrin varlıklı kesimlerinin işlerini görmek üzere birçok köle ve cariyeye ihtiyaç vardı. Şehrin içinde var olabilmek için yönetici elitten ı vezir, k.;tip, şair, ilim adamı, din adamı v.b) veya askeri sınıftan olmak gerekiyordu Şehrin asıl halkı Müslüman aidiyete sahipti. Ne var ki, homojen bir kitle anlamına gelmiyordu. Esas halk Sünni idi ve halifeye bağlıydı. Kuran ı farklı vorumlavan çeşitli din âlimlerine bağlı olarak kurulan mezhepler vardı. Ayrıca Müslüman-Şii gruplar da vardı ki, haksızlığa uğradığına inanılan Hz. Ali'nin Arap taraftarları ile İranlı mevali (kullar) bunlardandı. Merkezi güçlü bir liderlikten yoksun Şii kitleler her an yeni bir lider etrafında ayaklanmaya hazırdılar. İslam tarihinin omurgasında Şii isyanları ve fikirleri her zaman olacaktı. 1090 yılında Kazvinin kuzeybatısında müstahkem Alamut kalesini üs edinen Hasan Sabbahln Şii-Nizari-lsıııailiye-Batıni hareketi, şehirlerde gizli davetçilik, gizli örgütlenme ve muhaliflerine suikastlarla boy gösterdi. Şehirlerde güvenlik gerekçesiyle, birçok Ismaili kıyımı yapıldı. 1256 yılında, Moğolların Alamut kalesini ele geçirmesiyle, Nizari-İsmailiye mezhebi

siyasi açıdan gücünü yitir-

di.** Tarımla uğraşan köylüler belirli süreler şehirlerde bulunabilirlerdi. Mesleksiz ve eğitimsiz Türkmenlerin, Bedevilerin ve Kürtlerin şehirlerde işi olamazdı. Türkler eğer yönetici veya şehir güvenliğinden sorumlu değillerse, onların şehirlerin içinde var olmaları mümkün değildi. Onlar bu yeni yaşam biçimine nasıl ayak uyduracaklardı? Şehre girmek Türklükleri çıkmaktı. (Keykavus)

365

İran'ın Göçer Halkları... Emevi halifesi Hişam. Türk hakanına elçi göndererek onların Müslüman olmasını istediğinde, Yakut'un kaydettiği gibi, "Onlar arasında, ne berber, ne kunduracı, ne terzi vardı; eğer Müslüman olurlarsa ne ile geçineceklerdi?" Ibn Fadlan, 921 yılında Volga üzerinde Türk-Bulgarlar'a rastlar. Onların emirlerinin bir kez Müslüman olduğunu, fakat halkının "Eğer Müslüman olursan bize başkanlık yapamazsın." demesi üzerine eski dinine dönmek zorunda kaldığını belirtir. 3 6 6 Coğrafyasının ve uzun tarihinin doğal bir sonucu, Doğu-Batı arasında bir geçiş ülkesi ve imparatorluk geleneği olan İran, birçok halkı topraklarında misafir etmiştir. 19. yüzyılın başında, İran nüfusunun % 40'mdan fazlası göçer aşiretti. 20. yüzyılın başında, bu oran %30'du. (Toplam 7.79 milyon kişi olan nüfusun 2A7 milyonu göçer aşiretti.) 1998 istatistiklerine göre, İran'ın göçer aşiretleri, 101 farklı aşiret ve 592 alt aşiretten oluşuyor ve 1.300.000 nüfuslu 2 0 . 0 0 0 aileyi kapsıyordu. Toplam 22.7 milyon baş sığıra sahip olan aşiretler İran topraklarının %59'una yayılmışlardır. Şüphesiz bu aşiret yaşamına, kırsal yerleşimler ve köyler eşlik etmektedir. Günümüzde; Azerbaycan da, Kürdistan da, Horasan da ve Fars bölgesinde çoban-aşiret yaşamını sürdürenlerin oranı %10 civarındadır. Göçer yaşam hızla kaybolmaktadır. (Baharnaz)

367

İran'da 90'm üzerinde dil konuşulmaktadır (1998). Devlet dili 1925 yılından itibaren Farsça'dır. Kaşkay ve Türkmen),

Çok konuşulan diğer diller Türkçe (Azerbaycan,

Kürtçe, Arapça, Lor, Lek, Beluç, Gilek ve Mazende-

ran dilleridir. Ayrıca birçok küçük topluluğun dili de konuşulmaktadır.

İran'da Kürtler Nerede Yaşar? Selçuklu veziri Nizamü'l

Mülk'ün (1018-1092) Siyasetnamesi'nin "Her

soydan ve her kavimden ordu teşkil edilmesi"yle ilgili 24. Bölümünde, Türkler'den, Horasanlılardan, Araplar'dan, Hindular'dan, Gurlular'dan, Deylemliler'den, Gürcüler'den ve Fars bölgesi-Şiraz'da hüküm süren Şe-

bankâre Atabeyliğinden

(1056-1260) alınacak askerlerle bir ordu teşkil

edilmesini tavsiye edilmektedir. Askere alınacak kişilerin arasında Kürtler'in adı geçmez. Nizamül Mülk onları da unutmaz. Hemen bir sonraki 25. bölümde, Dağlı, Deylemli ve Kürt reislerinin oğullarının veya kardeşlerinin de sarayda görev verilerek rehin tutulmasının faydalı olacağı açıklar. Kürtlerin nerede yaşadığı hakkında bilgi vermez. Acaba Dağlılara Deylemliler'e komşu olabilirler miydi?

İran Kürdislanı Irani anlatıma göre, günümüz İran Kürclistanı'nda ki Kürt grupları içinde, üç farklı dil Kurmancı, Sorani, Kelhuri ve iki farklı mezhep Sünnilik ve Şiilik yaşamaktadır. İran nüfusunun (yakl.) % 7'sinin Kürt olduğu tahmin edilmektedir. Bu takdirde toplam Kürt nüfusu 5-5,5 milyondur. Kürt yerleşimleri, kendi vilayet sınırlarını aşarak İran Azerbaycanı ile Türkiye arasındaki sınır boyunca ince bir hat halinde yayılmıştır. Sınır köylerinde yaşayan Kürtler, Kurmancı Kürtçesi konuşan Celali, Şakak, Mengever adlarıyla tanınan ve benzeri topluluklardır. Özbek

savaşı sonrasında

(1512)

Şah

ismail,

Gelbağıları

(Gel-bağaları)

ödüllendirir. Azerbaycan - Bilâver nahiyelerini ve 12 oymağın yönetimini Gelbağı Kürtleri'ne verir. Gelbağı adı verilen aşiretler arasında Barki, Reıııziyar ve Kelhuri aşiretleri de vardı. Gelbağılar üzüm bağı dikmeyi biliyorlardı. Adları, komşularını "gel bağa" diyerek üzüm bağlarına çağırmalarından geliyordu. Türk'tüler. (Şeref Han)

368

Kelhuriler, Gelbağı aşiretlerin-

dendiler. Sorani dil grubu içindeki büyük gruplardan Mukri Kürtleri yeni bir unsur olarak dikkatimizi çekmektedir. Vasili Nikitin'e göre, Mukriler 15. yüzyılda Savuç Bulak (Soğukpınar) yeni ismiyle Mehabad çevresine yerleşmişlerdir. Şeyh Ubeydullah, ( 1 8 8 0 yılı) Savuç Bulak'taki Şii Türkleri katletmişti. Ataniyazov'un eserinde: Türkmenistan, Tacikistan ve Afganistan bölgesindeki Mukriler, Türkmen boylarıdır. Ataniyazov, Vinnikev ve Gumilev'i 183

kaynak göstererek Mukrıler m çok eski dönemlerde Uzak Asya'da yaşayan Mançular'm bir kolu olduğunu ve o dönemde Türklere-Türkmenlere katıldıklarını söyler. 7.yüzyıl

bilginlerinden Feofilakt Simokatta'nm eserinde

Mukriler'den bahsedilmesi, \lukri kökenlerinin özgünlüğüne işaret ediy o r d u . 3 6 9 Gumilev'e göre. Türgiş devletini kuran iki büyük boydan biri olan Sarı Türgişler, 2.yüzyılda Ussuri'den gelen Mukriler'in torunlarıydılar. Türgiş devleti yıkıldığında Mukriler, Abarlar'la birleşip yeni bir devlet kurmuşlardı. 710 yılında Araplarla mücadele eden ünlü So-ko Han, Sarı Türgişler'dendi. Devlet içinde egemenlik kavgaları süreklilik kazanınca, Abarlar ve Türgişler ortaklıklarını sürdürememişlerdi. Abarlar'm torunları Karakalpak ismini alırken, Mukriler'in torunları Kırgız ismini aldılar. Mukriler, Kırgızların atalarıydılar. 3 7 0

İran Kürdistan'uıda Sııfi Ayin /

184

Foto: N. Kasraian - İran

Türkmen-Oğuz boyları, Selçuklularla birlikte bölgeye geldiklerinde bütün coğrafya yayılmışlar ve her bir boy bir bölgeyi kendine yurt edinmişlerdi. Ebu'l Gazi Bahadır Han, en veciz şekliyle "Oğuz halkının gidip yürümediği yol var mı? Evin: kurup üzerinde oturmadığı yurt var mı?" der.

371

Fazlullah Hunci İsfahani, Moğollar ve Oğuz-Türkmenler için. " Oğuz'un ogı: rı ve torunları, Moğolların önünden Saba halkı gibi kaçarak yeryüzünün dön yanına dağılmışlar, her aşiret bir köşeye, her soy bir bölgeye gitmişti, der Kadim Kürtlerin yurdu Şehr-i Zor ve diğer bölgeler, Türkmen bovlann eğeme: ligine girmişti. İbnııl Esir1 e göre, Türkmen Kıfçakoğullan (Kıpçakogullan

13

yüzyılın ilk yıllarına kadar Şehr-i Zor bölgesindeydiler. Aynca kalabalık bir OguzYıva topluluğu da yaşıyordu. Suriye (Selçuklu) Atabeyi, İmadeddin Zengi; Yıvalan, Kuzey Suriye'ye getirip Haçlı sınırına yerleştirmişti. Kalan Yıvalar'm Moğol devrine kadar, Berçeııı oğulları'nm idaresinde yaşadıklarını biliyoruz. Bir kısmı yerel halka karışan bu Türkmen boyları, (önceki ve sonraki devirlerde gelenlerle birlikte) günümüz Irak Türkmenlerinin ataları arasındadırlar. (Sümer, Saatçi)

373

Lezina ve Superanskaya onomastika (ad-isim bilim) çalışmalarında, yeryüzünün dört bir yanma dağılan 20.000' den fazla Türk boy adı tespit etmişlerdir. 374 Uzun yüzyıllar boyunca birlikte yaşayan Müslüman kadim çoban halklarla, çobanlık yapan Türkmenler akrabalık kurarlar, birbirlerine karışırlar ve birbirleriyle benzeşirler. Hıristiyanlar gibi düzenli kayıt tutabilen okur-yazar din adamları olmayan bu toplulukların, şehirli komşularının kendileri hakkındaki olumlu veya olumsuz tanımlamalarına da pek bir itirazları olamazdı.

Kürtler Kime Benzer T. Bois'e göre, Kürtleri antropolojik açıdan inceleyen girişimler vardır. (A. Bashmakoff) Batıdaki Kürtler (von Luschan) doğu ve güneydeki Kürtler'den farklıdır. Birinciler açık tenli iken (hatta sarışın, mavi gözlü), diğerleri esmer, siyah gözlüdür. İlk grup kendini Türkmenlerle (Sekban, İnan araştırması) ya da İranlılarla (Modi araştırması) aynı ırktan sayarken, diğerleri kendilerini Araplar ve Ermenilere yakın görür. (Bois, Mirıorsky) 185 —

375

Horasan'daki Kadim Türkmen Kürderi 10. yüzyıl coğrafyacılarından Istahri. Horasan - Nişabur - Kuhistan'mda (dağlık

bölgesinde),

Oğuz-Kalaç

(Kal-aç,

Halaç,

Halaci)

Türkmenleri'ne

rastlar ve onların Kürt gibi yaşadığına işaret eder. Onlar, Oğuz Han Destanı'nda Fars eyaletlerinde bırakılan Türkmenlerdi. Kaşgarlı Mahmud, lügatinde (Divanü Lugatı-t Türk) onların isminin "Kal-Aç"tan geldiğini belirtir..."

15. Yüzyılda Timur'u ziyarete giden İspanyol elçisi Clavijo'da Nişa-

bur'daıı geçer. Bu bölgedeki sürü sahibi göçerlerin Timur'a her yıl vergi olarak 3.000 deve, 15.000 koyun verdikleri ve Timur'un egemenliğinden memnun olduklarını söyler. 3 7 7

Göçebelerin Ekrad mı? Yoksa Elvar mı?

(Kürt mü? Lur mu ?) olduğu konusunda kararsızdır. Dillerini bilmiyordu, kendisine yolculuğunda eşlik eden şehirli Müslümanlar için ise, onlar nefret ettikleri cahil, kaba, göçer, talancılardı. Hepsi aynıydı. Kafa yormaya değecek bir konu değildi. Istahri döneminde H.372 / M . 9 8 2 - 9 8 3 yılında yazılmış, yazarı bilinmeyen bir coğrafya kitabı olan Hududü'l Alâm'da Horasan'ın sınır bölgeleri ve şehirlerinden bahsedilirken Halaçlar'm yaşam alanlarına işaret edilir. "Gaznin (Gazne) ve saydığımız diğer kasabaların içinde bol miktarda koyuna

Horasan

- Gürgan -Türkmen Sahra -

Beııder Türkmen'de Sürünün Dönüşü / Ağustos 2009

sahip olan Halaç Türkleri yaşar. Onlar iklimler (büyük coğrafi bölgeler), çayırlar ve meralar boyunca gezer dururlar. Halaçlar'm, Belli, Toharistan Büst, Güzganan sınırları içinde nüfusları çoktur." Hududü'l Âlâm da Toharistan'daki diğer göçerler unutulmamıştır. "Bu ülkenin bozkırlarında Halluh (Kaıiıtk) Türkleri yaşamaktadır. Toharistan da at, koyun, bol miktarda hububat ve çeşitli meyveler üretilmektedir." 3 7 8 İstahri'ye göre, Halaçlar eski günlerde Gur gerisinden, Hindistan ve Sıstan arasındaki bölgeye gelmişlerdir. 1200 -1220 yıllarında yazılan Cıhanname. "Havanın sıcaklığı nedeniyle Halaçlar'm görünümlerinin farklılaştığını, derilerinin renginin siyahlaştığım ve dillerinin değiştiğini" yazar. Hududu 1 Alâm'da da izlendiği gibi, Halaçlar; Afganistan, Hindistan ve İran dahil çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardı. Anlaşılan Cihanname'de ana kitleden kopmuş bir Halaç topluluğuyla ilgili bir tespitte bulunulmaktadır. Tahran'ın güneyindeki Halaçları dil açısından inceleyen Dörfer'e göre, onlar eski Türkçe hatta ana Türkçe'ye yakın bir dil konuşuyorlardı. Yine Dörfer'e göre, Halaç dili, şimdiye kadar bilinen altı Türk dil grubuna yedinci dil grubu olarak katılmalıydı. 3 7 9

Horasan - Gürgan - Türkmen Sahra - Bcııdcr Türkmen'de Düğün Evi / Ağustos 2009

187

Kalaçlar'ın bir kısmı \lu-.v.:r...r. olmayan kafirlerdendi. Onlara karşı gaza yapmak Müslümanlarca farzdı. Kafir Kalaçlar'ın günümüzde Afganistan sınırları içinde kalan topraklan erken çağlarda Kabristan olarak anılıyordu. Nüfusu çok azalan ve toprakları küçülen Kabristan, Müslümanlığı kabul edip Nuristan adıyla Afganistan vilayetlerine katıldı.

380

Kalaçlar'ın küçük

bir kısmı hâlâ pagan (kâfir) inanışlarını ve adetlerini sürdürmektedir.

381

2 0 0 9 yılında Türkmen Sahrayı ziyaretim sırasında yolumun üzerinde Kurd Koyı'na rastlayacaktım. Bir merakla sorduğumda etnik anlam da bir Kürd yaşamadığı söylediler. Onlar, Faruk Sümer'in yayınladığı Dupre listesine göre 19. Yüzyılın başında Türkçe konuşan topluluklardan biriydi. 38

- Günümüzde Türkmen Sahra olarak adlandırılan geniş bölgede bir mil-

yona yakın Türkmen yaşamaktadır. İran idari bölümlenmesinde başkenti Gurgan olan Gülistan vilayeti, Türkmenistan ve Hazar gölü sınırındadır. Horasan Türklerinin toplam iki milyon civarında oldukları tahmin edilmektedir. 3 8 3

Fars - Şiraz - Persopolis Önünde Kaşkay Çadırı / Foto: N. Kasraian - İran

Fars-Hıızistan'da Yaşayanlar... veya Göçer Çobanların Hepsi Kürt'müdür? İbni Haldun, bir diğer Kürt bölgesi olarak Huzistan beldesinin doğusuna işaret eder. "Kürtlerin dolaştıkları sahalar (kadim) Fars topraklarıdır B. Lewis'in işaret ettiği gibi, Fars, Pers, Persis ya da Persia adı İran'ın güneybatısındaki bölgenin adıdır ve bölge bu adı taşıyan körfezin kuzeydoğusu:: dadır. Persler hiçbir zaman İran'ın tamamı için bu adı kullanmamışlarda Ancak bununla kendi dillerini kastetmişlerdir.

385

Şiraz-Persepolis civarında Ekrad (Kürtler) adında bir tek köy bulunur. (Ekim

2007)

Safevi hâkimiyeti ile birlikte, Afşarlar'dan 10.000 çadır Fars (Pers)-Huzistan bölgesine yerleşir. (F. Sümer)

386

Günümüzde Şiraz, Huzistan bölgesinde

halâ devam eden göçerliğin son temsilcileri, Türkmen Kaşkaylar vardır. Onlar Oğuz-Kayı boyundandırlar. 3 8 7 Kaşkaylar'm göç ettikleri mesafeler 5 0 0 - 1 . 0 0 0 kilometreyi b u l u r . 3 8 8 Onlar şüphesiz, Fars şehirlerinin yeni sahipleri olan Araplar m gözünde Kürt gibi yaşayan çobanlardı. Kaşkay bölgesinin batısında Huzistan (Arap) ve Luristan (Lur,Lor-Balıtiyari) bloğu bulunur.

(2.

kitabımızda Lurlar ve Bahtiyariler'den bahsetmiştik, yine de Zendler-

Kerim Han Zend bölümünde yeniden değineceğiz. bkz• s. 236) İran Kürdistan'ı daha kuzeyde Luristan ile Azerbaycan arasındadır. F.Sümer'in tespitlerine göre Kaşkayılar, Halaçlarla bütünleşmişlerdir. Togan bu bölge de ki kadim zamanlardan kalan Halaçlara dikkat çeker. Bu tarihi Fars (Pers) toprakları, Bağdat'tan Horasan'a kadar uzanan ana ticaret yolları dışında kaldığından, Arap hakimiyetinin ilk dönemlerinde Arapların ilgisini çekmemişti. 9.yüzyılda Hazar'ın güneyindeki dağlık Deylem bölgesinde Şiiliği benimseyen Gilanlı Merdaviç bin Ziyar, 930 yıllarında Hazar'ın güneyindeki hemen hemen bütün illeri ele geçirmişti. O, Şii-Batıni düşünceleriyle bağlantılı olarak eski Zerdüştçülüğü yeniden diriltecek olan bir büyük devlet hayali kurmaktaydı. Büveyhoğulları'ndan üç kardeşe 189

— güveniyordu. Büveyh kardeşler ise Merdaviç'le anlaşmazlığa düşerek kendi hanedanlarını kurdular.

Sasani devletinin mirasçısı olduklarını ve ünlü

Behram Çubin soyundan geldiklerini iddia eden, Şiiliğin ve eski Iran kültürünün savunuculuğunu üstlenen Deylemli Büveyhiler, 945'ten itibaren bu Fars topraklarına egemen oldular. En büyük kardeş İsfahanı işgal ederek bütün tarihi Pers (Fars) bölgesini ele geçirdi. 3 9 1 1056'dan itibaren Selçuklu Atabeyliği'nin yönetimi altına giren bu tarihi Fars - Huzistan toprakları, ardı ardına Cengiz, Timur, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevi imparatorluklarının toprağı oldu. Türkmen Kaçarlar da (1796-1925) son Iran-Türk devleti için iktidar yolculuğuna buradan başladılar.

Fars - Şiraz - Kaşkay Çadırında Düğün Sahnesi / Foto: N. Kasıaian - İran

190

Minorsky nin 10. Yüzyılda Fars'ta Bulduğu 5 0 0 . 0 0 0 Kürt'e Ne Oldu? Orta Asya bozkırlarında kurulan her büyük imparatorluk yıkıldığında. Hun. Göktürk ve Uygur devletlerinden sonrasında olduğu gibi, büyükçe bir grup Çin topraklarında yaşamını sürdürebilme telaşına düşerdi. Eberhard ve Legendre gibi Çin uzmanları, Çin kalabalığı içinde kaybolup Çinlileşen bu grupların birçok örf ve âdetini, hatta antropolojik özelliklerini tespit etmişlerdir. Afganistan ve Hindistan tarafına göç edenlere ise iskender'in seferleri ile ilgili bazı kayıtlarda rastlanır. İran Ahameniş veya İskender döneminde doğu ve kuzeydoğu yönündeki göçerler daha içlere, bozkıra çekilirken, 23 Türk yahut 22 Türkmen aşireti yerlerinde kalmıştı."

392

Roux'a göre, Kalaçlar'm Akhun (Eftalit) bağlantısı güç-

lüdür. Akhun mirasçısı toplulukların bir kısmı Hindistan soylu sınıfı içinde yer bulmuştur.

393

Ebu'l Gazi Bahadır Han, Türkmenleşme sürecini şöyle anlatır:

[Türkmenlere önceleri Türk derlerdi. Beş, altı nesil geçtikten sonra onlar bulundukları yere, suya çektiler, sonra gözleri büyük, yüzleri küçük ve burunları büyük olmaya başladı... Onlara Türk - manend adı konuldu; manası Türk'e benzer demektir. Kara halk (okuma-yazma bilmeyen halk) onlara Türk - manend diyemediği için Türkmen dedi. ] Gökalp'e göre ise Büyük Göktük Devleti varken veya hatırası yaşarken, çeperlerinde yeralan diğerleri, onlara benzeyenler olabilirdi. Bu görüşe katılmak mümkündür. 3 9 4 Kaşgarlı Mahmud ve Biruni'ye göre, Türkmenler şehirlere yakın yerlerde yaşayan yarı göçebe, yarı tarımla uğraşan kimselerdi. Oğuz sözü, hakiki göçer hayatı sürdüren toplulukları kapsıyordu. Türkmenler, Araplar geldiğinde dillerini unutmak üzereydiler. Karakterleri ve giyimleri ise Türkler'inki gibiydi. 11. yüzyılda, Türk ismi ve giyimi taşıdıkları halde İranlılaşan ve sayıları 1,5 milyonu aşan kabileler artık Farsça konuşuyorlardı. (Togan)

395

Onların okulları yoktu. Türkçe

ve Farsça'larına, yerel diller vanmda Arapça'nın da karışması olağandı. Selçuklu egemenliği sonucunda Fars -Huzistan-Kirman bölgesi, Kirman ve Salgurlu-Şebankâre Atabeyligi mn vönetimi altına girdi. Nizamü'l Mülk, Siyasetname'sinde Şebankâre halkım Kürder'den ayrı tutar. Aralarında bir ilinti kur_,

i9i

________



.

maz. 3 9 6

Minorskv. I s ı a h r n ı n rastladığı 33 göçebe aşireti Kürt olarak kabul

eder. Bu aşiretlenn toplam. :am 500.000 kişidir. Bu 500.000 Kürt'ün Fars'ta nasıl kaybolduğuna açıklamaz. Nızamü'l Mülk'ten haberli Minorsky, aşiretlerden Şebankâreleri Kürtlerden ayn tutar

Ne var ki Şerefname'de Şebankâre'ler

Kürt'tür. 397 1107 tarihli eserde bahsedilen. 500.000 rakamı çok yüksektir. Birçok örnekten biri olan Büyük Selçuklu örneğinde gördüğümüz gibi, ne yapacağına karar veren 10.000 çadırlık bir savaşçı grup, Iran gibi büyük bir ülkeyi rahatça ele geçirebiliyordu. Savaşçı nitelikleri olan, bu kadar büyük bir topluluk var olsun da iktidara hiçbir şekilde yansımamış olsun, bu mümkün değildir. Istahri'ye göre, onlar mesleksiz, eğitimsiz ve yoksuldular. Şehirlerin zenginliği ve ışıltısı onların aklını çeliyordu, onlar şehirliler için her an tehdit kaynağı olabilecek silahlı çobanlardı. Minorsky misyonu gereği konuyu çözümsüz bırakmakta, İstahri'nin baktığı açıdan bakmayı reddetmektedir. 398 Minorsky nice zahmetlerle birbirlerine iliştirdiği kuramsal yapının çökmesini kabul edemezdi. Minorsky ve diğer Batılı Kürt uzmanları, şehirlerde tutunamayan ve Abbasi dönemi tarihçilerince yaşam şekilleri küçümsenen çoban yaşamının Kürt (K-r-d, sürgün) olarak adlandırılmasını kendilerine çıkış noktası yapmaktadırlar. Geriye tek bir şey kalıyordu : Arapça coğrafya kitaplarında her Kürt isminin geçtiği yeri işaretlemek ve bir dizin çıkarmak. Arap-Fars ve Türkler'in bir zamanlar yönettikleri o büyük coğrafyadaki en geniş yayılımı gerçekleştirmiş, en büyük topluluk olan Kürtleri keşfetmek... Fakat bu halkın kendi devletini niçin bir türlü kuramadığını ve onların birbirlerinden kopuk, uzak coğrafyalarda nasıl birbirleriyle ilintisiz şekilde var olabildiklerini bir türlü izah edememek. Batı, günümüzde de aynı misyonu devam ettirmekte, onların bir azınlık grup olarak kabul edilmesini istemektedir. 17 Aralık 2004 Avrupa Birliği-Türkiye İlerleme Raporunda Aleviler azınlık grup ilan edildiler. Avrupalılar, aynı kültüre, aynı tarihsel geçmişe, aynı dile ve aynı inanç sistemine sahip olan insanları, islam'ı yorumlayış tarzları farklı olduğu için ayrı tutmayı kendilerine hak görmektedir. Alevilerin karşı çıkmalarına rağmen... 3 9 9 _ _ 192

Ötekileştirilen Biz... Kürdistanları... Kuhistanları Kimler Mesken Tutar ?.. İslam topraklarında 600 yıl hüküm süren, Batı-Hıristiyan Dünyasına karşı. Doğu-İslam Dünyası'nm cephe ülkesi Osmanlı İmparatorluğunun terminolojisi "Kürdistan" sözcüğü konusunda belirleyicidir; Onların yaşadıkları yerler. " ve vilayeti mezbure Kürdistan hükmünde olup, defter ahvalini bilmedikleri, yani defter-kitapla işi olmayanların yaşadığı Kürdistan denilebilecek verlerd:: 1576-1588 yılları arasında coğrafi kayıtlarda kullanılan dil, bir kez daha bize vardımcı olabilir; Geylan; Kürdistan ve Kuhistan âtıl ve bâtıldır. Rummahiye; Kürdistan ve Kuhistan'dır, âtıl ve bâtıldır... Bağdat'a on konak (konaklama yeri) mesafededir. Gerend; Kürdistan ve Kuhistan'dır, âtıl ve bâtıldır. (Gül)

400

Kuhistan sözcüğü, Farsçada dağlık yer anlamındadır. Bahsi geçen yerlerden Kuzeybatı İrak'taki Rummahiye Türkmen yerleşimi Telafer ile Suriye sınırı arasındadır. Suriye Rakka bölgesine komşudur. Türkmenlerin ve Arapların yoğun olduğu bir bölgedir. Geylan veya Gilan, Kuzey İran'da, Hazar'a bitişik sulak ve bataklık bir bölgedir. Günümüz İran ülkesinin temel besin kaynağı pirinçin tamamına yakını bu bölgede yetiştirilir. Gilan'da Gilekler yaşar, ayrıca Talişlerin yaşadığı Gilan'a komşu Taliş bölgesi de vardır. (Mayıs 2009) Üçüncü yer olan Zağros dağlarında ki Gerend, günümüz Irak Kürdistam'na komşu dağlık bir bölgededir.

401

Kürdistan tanımı, Kuhistan ve Kutistan ile eş anlamlı olarak, dağlık, tepelik, boş alan, âtıl ve bâtıl yer olarak coğrafi terim olarak kullanılmaktadır. Osmanlı belgelerinin bu dili, Orta Çağlardan beri bu coğrafyaların ortak dilidir. (Gül)

402

Organi-

ze olamayan küçük aileler, yoksuldular. Ibn Cübeyr " Bu Kürtlerin yol kesmek ve yeryüzünde fesat çıkarmaktan başka işleri yoktur." diye yazar. 403 Cahiz "Arapların Kürtleri olduğu gibi, Türkmenler'de Horasanlıların göçebeleridir." der. 193

404



rÇyf-s-^h

Roma tahtına yükselen Osmar..:. Kürdistan'da, Kuhistan'da yaşayan, defterle kitapla işi olmayan, kendi soydaşı Türkmen kardeşlerini Türkmen Ekradı-Türkmen Kürdleri olarak kaydetmiştir. Ebu'l Gazi Bahadır Han'ın yakındığı gibi, iktidara yükselirken "Kardeşiz'' diyen Selçukiler de, İran tahtına yükselince Türkmenlerle bağlarını koparmışlar. Efrasyab'ın (Alp-er Tunga'nın) Fars-İran'lı damatı ile akrabalıklarını öne çıkarmışlardı. Osmanlılar da muhteşem Roma'nm sultanları olmuşlardı. Konumları enşilemezdi. Elde ettiklerini yoksul soydaşlarıyla bölüşemezlerdi. Türkmenler'in Oğuz töresince güçlü gelenekleri, destanları ve birbirlerini tanımaya yarayan tamgaları (damgalan) vardı. Büyük topluluklar oluşturabiliyorlar. Aralarından çıkan bir büyük beye tabi olabiliyorlardı. Anadolu'nun doğusundaki dağlık coğrafya, yüzyıllardır onlardan soruluyordu. Şeref Han'ın işaret ettiği gibi en ünlüleri Çemişkezek (Dersim) beyleriydi. Kürdistan denince ilk onlar akla gelirdi. Gerçek bir iktidar odağıydılar. Ataları Selçuki Melikşah'tı. Karakoyunlular'dan Akkoyunlulara, Safeviler'den Kaçarlara kadar (1925'e kadar) doğuda ki hükümranlıkları onlar kuruyorlardı. Diyar-bekir'den Semerkand'a kadar uzanan topraklar, onların egemenliğini tanımaya hazırdı. Osmanlı doğuya doğru genişleyecekse kendi soydaşı ve dindaşı olan bu topluluklara karşı haklı bir gerekçesi olmalıydı. Onları ötekileştirmeliydi. Anadolu'muzun en batı kıyısındaki Kazdağları, Türkmen yurdudur. "Sarı Kız" efsanesi hala canlıdır. Bölgenin Türkmen-yörükleri her yıl "Sarı Kız Anma Şenliklerinde" buluşurlar. Dar kıyı düzlüklerinde bağ-bahçe işiyle uğraşan soydaşlarına "manav, manavcı" derler. Şehirli dostlarına anlatmaktan geri duramadıkları sırlarından biri de "Bir yörük ile bir manavcmm evliliği" üzerinedir."^ 5 "Genç evliler bir hafta yukarıda ki baba evinde et yerlermiş, bir hafta aşağıdaki evde ot yerlermiş." Anlatıcının yüzündeki ifade şekline göre, kuşkusuz et yemek, daha iştah açıcı daha keyifli görünüyordu. 1990'lı yıllarda dahi ülkenin en batı ucunda çiftçilik veya çobanlık yapanların farklı yaşamları vardı. Çiftçilik, düzenlilik demekti. Toprağı hazırlayacak, tohum atacak, büyütecek, hasat edecekve bu döngüde, her daim tetikte olacak, fazla ürününü de pazar da satacaktı. Şehirle ilişkisi daha yoğundu. Çobanlık yapan Türkmen yörükler ise Tanrının yeşilliği—_____

194

ne hayvanlarını salacak ve akşam olunca toplayacak, sütünü sağacak, peynirim mayalayacaktı. Her iki grup birlikte, nerdeyse dip dibe yaşıyorlardı. Kız alıp kız veriyorlardı, akrabaydılar ama farklıydılar. İskana yani manavcılığa zorlanan Avşar ozanın yakındığı gibi... Çarşı hazar idi evinin içi, Avşar iskan etti, ne idi suçu? Düşmanın üstüne çekerdi göçü, Avşar Beyi Kürt yeğeni değil mi? Ne demiştik; Şehirlerde yaşayan halkın esas kitlesi Müslümandı. Okuma yazma bilirlerdi. Yöneticilik, ticaret ve sanatla meşgul olurlardı. Şehir, zenginlik demekti. Şehirde, şehri yani medine'yi, medeniyeti koruyacak savaşçılar olurdu. Şehrin dışındakiler, ötekilerdi. Türk, Kürt, Arap veya Bedevi'ydiler, eğer biliniyorsa aşiret adlarından da söz edilirdi. Bernard Lewis'in satırları bu durumun en açık anlatımı olabilir; "Kendilerine Arap veya Türk diyenler, çok yakın çağlara kadar kendilerini böyle tanımlamamışlardı. İstanbul ve diğer şehirlerdeki insanlar, kendilerini Türk olarak adlandırmazlardı. Türk adını Anadolu'nun köylüleri ve göçerleri için kullanırlardı. Benzer şekilde, Mısır ve Bereketli Hilal'deki (Torosların güneyi, Cezire) Arapça konuşan kişiler, dilleri Arapça olduğu halde, Arap aclmı çöl kıyılarında yaşayan Bedeviler için kullanırlardı. Şehirlerde yaşayan eğitimli insanlar ancak modern çağlarda ve Avrupa'daki milliyet düşüncelerinin etkisiyle, kendilerini etnik terimlerle tanımlamaya başlamışlardır."

406

Avrupa'daki milliyetçilik akımlarından etkilenip, kafaları karışan Müslüman Boşnak Heyeti, 1920 yılında yıkılan imparatorluğun başkentindeki şeyhülislamı ziyaret etmişlerdi. Şeyhülislam Haydar Efendi'nin onlara cevabı yüzyıllardır süregelen hukuka uygundu; "Ahkam-ı İslamiye'de millet ve anasır (unsurlar) söz konusu olamaz. Slav olmaktan önce İslam olduğunuzu bilmeniz gerekir." der. 4 0 7

195

Safeviler, ^

İsmaililik ve Türkmenler...

Şah İsmail ve Şah Abbas

Tarihsel süreç boyunca ehl-i Beyt üyelerinin bir kısmı, Şii halkın çığlığına cevap vermiştir. Başını secdeden nerdeyse hiç kaldırmayan (Secdad) 4. İmam Ali- Zeynel Abidin'in oğlu Zeyd, Emevi yönetimine karşı 740 yılında isyan etti. Zeydilik, açıkça imametin ilanını ve imamın kılıcına sarılmasını öngörüyordu. Zeydilere göre Zeyd 5. imamdır. Şii İslamın en etkileyici başkaldırı hareketi, 6. imam, İmanı Cafer Sadıkln oğlu İmam İsmail üzerinden yürüyen İsmaililiklir. İsmaililik, gizliliğe (setr'e) çekilmiş imamlar üzerinden yürütülen, gizli-gizemci-gnostik (sezgin, irfanı) örgütlenmeyi benimsemişti. Bahreyn-İsmaili-Karmati devleti ve Mısır Fatımi devletinin kurulması, onların mücadelesinin parlak sonuçlarmdandır. Mısır'da el-Ezher Üniversitesi'ni de onlar kurmuşlardır. Mısır Fatımi devletinde tahta çıkması gereken vasi konusunda anlaşmazlık, Hasan Sabbahln önderlik ettiği İran-Alamut merkezli Nizari-İsmaili'liğin doğuşuna sebeb olmuştu. Moğollar Alamut'u yıktığında geniş kütüphanesine, tarihçi Cüveyni ve ünlü gökbilimci Nasreddin Tusi şahitti.

409

6. İmam Caler Sadık sonrası uzunca bir süre gizliliğini korumuş olan bu grup, gerek bütünlük ve örgütlenme bakımından, gerekse düşünsel ve duygusal bir cazibe merkezi olması bakımından, bütün rakiplerini açık ara geride bırakan bir mezhep kurmuştur. Bir dizi seçkin ilahiyatçı, üst düzey bir felsefeye dayanan dini akideler sistemi üretmiş ve yüzyıllarca gözden uzakta kaldıktan sonra, gerçek değerine, daha yeni yeni varılan bir eserler 196

oÇyr-^-^h

20

Kuran, Allah, Peygamber ve Hz. Ali İle İlgili Kutlu Yazılan İçeren Tılsımlı Derviş Gömleği /J 6-2 7 yüzyıl

dizisi (literatür) yaratmışlardır, Ismaililer, dindar kesime; Kurana, geleneğe ve İslam hukukuna en az Sünniler kadar büyük itibar gösterileceğini vaat etmişlerdir. Entellektüeller için kadim antik düşüncelerden yola çıkarak, evrenin düzenine bir açıklama getirmişlerdir. Maneviyatçılara hitaben ise, imamların ıstırapları ve müritlerin çile deneyimi, hakikate erişme yolundaki fedakârlıklar gibi örneklere dayanan samimi, kişisel ve hisli bir itikat geliştirmişlerdir. Nihayet yalnızca tarikata girmiş olanların bildiği derin sırların muhafızları, dünyanın çilelerinden kurtuluşu sağlayacak imamın bilgeliğiyle donanmış habercileri ve

mehdilik vaadinin taşıyıcıları;

hoşnutsuz kesime, mevcut düzeni ortadan kaldırarak yerine Hz. Muhammed'in mirasçısı, Allah'ın seçtiği, insanlığın meşru lideri imam önderliğinde yeni ve adil bir toplum kurabilmek için, örgütlü, geniş bir alana yayılan ve kudretli bir muhalefet hareketinin cazibesini sunmuştur. (Lewis) - 197

410



İsmaililik, dünvevı vaşamdan sufiliğe evrilen İran İslami öğreti grupları ile kaynaşmayı başarmıştır İran Nizarileri ne bağlı Suriye İsmaili'leri, Haçlı savaşlarının önemli figürlenndendiler. Suikastla düşmanlarını yok etmeleri, etkili kullandıkları mücadele yöntemlerinden biriydi. Dönem koşulları içinde Sünni İslam tarafından büyük tehdit görülen İsmaililere ait orijinal kaynaklar yok edildiğinden veya uzun yüzyıllar boyunca gizlenerek korunduğundan, Sünni İslam'ın İsmaililer hakkında olumsuz ve düşmanca değerlendirmeleri önem kazanmıştır. İsmaili Alamut kaleleri,

Moğollar tarafından fethedilmesine rağmen

İsmaililik; gizli-gizemci-gnostik bir örgütlenmeydi. Nerdeyse düzlük alanı olmayan Deylem dağlarındaki ulaşılmaz vadilerden, lakiyye'ye bürünüp 1 2 imamcı veya 5 imamcı olabilen İsmaili müridlerin sökülüp atılması da çok zordu. 5 imamcı Zeydi-Alevi devleti de uzun yüzyıllar boyunca orada varoldu. Halife ordularına 20 yıldan fazla süre zor anlar yaşatan Bâbek Hurremi'de komşu Azerbaycan toprakların da hüküm sürmüştü. Bâbek'in isyanı Doğu Anadolu'ya kadar ulaşmıştı. (Cahen)

Azerbaycan Kaleybar

dağlarında kurulu Bâbek'in kalesi günümüzde de önemli ziyaretgâhlardan-

Rey

(Tahran)

- Alamut Yoluna Bahan Kazvin

198

Şehir Kapısı: Meymun Kale / Mayıs 2010

dır. (Mayıs 2009) Çocuk yaştaki Şah İsmail, müridleri tarafından işte bu vadilerden birinde 6 yıl korunmuş ve eğitim görmüştü.

Safevi tarikatına

bağlılığından şüphe duyulmayan Gilan beyi Karkiya Mirza Ali, Gilan Lahican'da İsmail'i korumayı görev bilmişti.

Lahican'da bataklık-sulak ova

oldukça genişler. Lahican'a sınır Deylem dağlarına yaslanır. Lahican. Alamut yolcularının kuzey-güney yönündeki ilk duraklardan biridir. Gilan soyluları ile Alamut imamları arasında, geçmişte evlilik bağları kurulmuştu.

(Qazai, Gündüz, Daftary)

Lahican'da setr'e

412

(gizliliğe) çekilen İsmail'in, setr'den keşfe ( g i z l i l i k t i r .

açıklığa) çıkışı da Lahican'dan oldu. Lahican'dan Dersim Beyleri nin yurduna yaklaşık 1.000 kilometrelik kritik yolculuğu sürerken, Talişler İsmail'e bağlılıklarını bildirmişlerdi.

413

10. yüzyılda İran coğrafyasında egemen olan İran kültürünün savunuculuğunu üstlenmiş Şii-Büveyhiler, Hamdaniler ve Samaniler yanında ZeydiAlevi devleti de bulunuyordu. Deylem bölgesinde, Zeydi-Aleviler de vard ı . 4 1 4 10. yüzyılda, Ali sevgisi ve propagandası bütün İran'ı sarmıştı. Ali so-

Sufi Dervişlerin

Semahı / Hüseyin B eh zad / 1931

-199-

-1954

yunun reisine sorulmadan ne .ran Cibal'inde, ne de Mısır'da "evet ya da hayır" denilmiyordu.

Mı"

Doğu-Batı yönünde doğal geçiş yolu üzerinde

olan Zeydi-Alevileri'nin ve Nizari-lsmailileri'nin: bölgeye yerleşen veya Cibal üzerinden geçmekte olan Türkmenler in ve Şaman-dervişlerin inançlarını derinden etkilediğini kabul edebiliriz. Büyük Selçuklu devleti ile birlikte Türkmenlerin en önemli yayılma alanı olan Suriye'nin dağlık bölgesinin, Alamut'a bağlı Ismaili-Nizari örgütlenmesininde en güçlü olduğu yerlerdendi. Özellikle Suriye baş dai'si Reşideddin Sinan ile birlikte (1164) Alamut fedaileri, Haçlı Savaşları döneminde Müslüman ve Hıristiyan komşularının yüreğine korku salıyorlardı. 1227 yılında Suriye baş dai'si Mecdüddin, Harezm devleti ve Moğol tehditi altındaki Anadolu Selçuklu sultanına (I. Alâeddin Keykubad, 1220-1237) o zamana dek Alamut'a ödenen yıllık 2.000 dinarlık verginin, artık kendisine ödenmesini talep etmiştir. Tereddütte kalan Sultan, Alamut imamı Celaleddin Hasan'a bir elçi gönderek, fikrini öğrenme ihtiyacı duymuştu. Alamut efendisi, ödenmesi gereken parayı Suriye'ye yönlendirmiş olduğunu doğrulamıştı, sultan da ödemeyi yapmıştı. (Levvis) Türkmen-Oğuz-Bayat boyundan

416

Şeyh Hasan'a, Ismaili makamlar tarafın-

dan İsfahan'dan Anadolu'ya geçiş güvenliği için verilen 1186 tarihli bir "yol izni", Türkmenler ile tsmaililer arasındaki dostane ilişkileri belgeler. Belgenin de gösterdiği gibi, Ismaili dünyasında Ali sevgisiyle aydınlanan Şaıııanderviş halifeler, Cibal üzerinden Anadolu'ya geçiyorlardı. Yaşar Kalafat, günümüze ulaşan "Ismaili Hazar Türklerine" işaret eder. 4 1 7 Alamut'tan Konya'daki Bilginler Sultanı Mevlana'ya Ulaşan Aşk... Şüphesiz Anadolu'ya geçen en ünlü Ismaili suli, Mevlana Celaleddin Rumi'yi (120 7-1273) batini aşkla buluşturan Şemsi Tebrizi'ydi. 1244 yılında medreseden evine dönerken katırının dizginlerine yapışan yabancı, Mevlana'ya soruyordu. "İlim öğrenmekten maksat nedir? " Mevlana her daim öğrencilerine tekrarladığı şekilde " İlim, şeriat ve sünnet edeplerini bilmektir." demişti, demesine ama uzun süredir zihnini kurcalayan o

soruyu sormaktan kendini alıkoyamamıştı " O halde, bunun üstünde daha ne vardır?" "İlim, o' dur ki seni O'na ulaştırır." "Cehalet, Seni senden almayan ilimden daha değerlidir" Bilginler Sultanının ruhunda şimşekler çakıyordu. Evet. O Şems'di. ( Güneşti.) Işıktı. Aşk'tı... Şemsi Tebrizi, Hasan Sabbah'tan sonra Buzurg Ümmid (büyük, ulu, yüce Ümit) ile başlayan ünlü Alamut Ismaili imamlarının soyundan

gelivordu

Alamut imamı Celaleddin Hasan'm (1210-1221) oğluydu. (DevletşaJı)~^$ Ismaili geleneğe göre Şemsi Tebrizi, " Alemlerin O'nun için yaratıldığı" kutlu soydan geliyordu. Konya Sultanlarının Alamut'a ve Alamut'un Suriye koluna vergi ödediklerini bir dönemdi. Şems'i, Alamut siyasetinin en önemli temsilcisi kabul edebiliriz. Bu bize onun uzun kayboluşlarını açıklar. F. Daftary'e göre, Ismaili-Nizari imamların Safevilerle ilişkileri. Şah Tahmasb'ın kızı veya kızkardeşi ile zamanın Nizari imamları arasında bir evliliğe kadar uzanmıştı. Şah Abbas döneminde de

Ismaili imamların Kasım

Şahlı kolunun 37. imamı Zülfikâr Ali Halilullah, Büyük Abbas'm ( Ş a h I. Abbas'ın) kızkardeşi olan bir Safevi prensesiyle evlenmişti. Bu devirde Ismaili imamları, siyasi iddialarını terketmişler, Sufiliğe evrilmişlerdi. İsmaililer ile Safeviler arasındaki ilginç bir bağlantı "Meymun" adı etrafında oluşur. İmam Cafer Sadık'm oğlu 7. imam ismail sonrası, Abbasi tehditi altında ki Ismaililik, gizliliğe (setr'e) çekildiğinde, Ismaili mezhebi önderi Meymun adını kullanmıştı. (Daftary)

420

Meymun; şanslı, bahtı açık anla-

mındaydı. Alamut Nizari-lsmaili imamlarının, Alamut'tan sonra taşındıkları Şems Kilaya'nm bereketli ovasına bakan muhteşem kalelerinin adı Meymun-diz (Meymun kale) olacaktı. Safeviler, Kazvin'de başkentlerini kurduklarında, Kazviriin Rey'e (Tahran tarafına) bakan kapısının adını Meynıunkale koydular. O kapı, Hasan Sabbah'm Reyden Alamut'a giderken geçtiği yola açılıyordu, (kapının fotoğrafı i cin bkz. s. 198) Alamut gölgesinde Kazvin'de 10.000 Halife.... Hasan Sabbah'ın hayalleri, Safevilere nasip olmuştu. 201 -

Su/i

Yaşamın

Önemli

Murakka-ı Hind / 17. y.y.

Simgelerinden ilk yarısı,

202

Turna Kuşu

Gülistan Sarayı Müzesi

Nizari-İsmailiğin, Sufiliğe Evrimi... Hasan Sabbah'm örgütlediği Nizari-lsmaililik, Deylem'in dağlık coğrafyasında ki Zeydi-Alevi topraklarında yeşermiştir. Hasan Sabbah, yönetim merkezi olarak seçtiği Alamut (kartalın öğrettiği) Kalesi'ni de bir Zeydi-Alevi olan Mehdi adlı kale beyinin elinden almıştı. (1090)

Aynı imami kay-

naktan beslenen Zeydiler (5 imamcılar) ve İsmaililer (7 imam'cılar), gizli veya açık mücadele halinde aynı bölgede birlikte var oldular. Evrende gizlilik ve açıklık devirlerinin bir döngüsü vardı. Mevcut döngüde İsmail'in, dolayısıyla Hz.Ali ve Fatıma'nm soyundan gelen imam. ilahi bir güçle donatılmıştır ve asla sapkınlık etmez. "Alemlerin onun için yaratıldığı" bir soydan gelmektedir, zaten özünde ilahidir. Böylelikle imam, bilgi ve hakimiyetin, gizli hakikatin (gayb bilgisinin), topyekûn ve sorgusuz bir itaat gerektiren buyrukların kaynağıdır. (Lcwis)

422

Alamut tarihindeki konumuzla ilgili önemli gelişmelerden biride 4. Alamut hakimi II.Hasan'ın, 1165 yılında Kıyamet döneminin başladığını ilan ederek müritleri üzerindeki dünyevi tapınma yükümlülüklerini kaldırması ve kendisini Mısır-Şii-Fatımi-lmam ve Halife'si Nizari'ye bağlayan seceresini, setr'den keşfe (gizlilikten-açıklığa) çıkararak ilan etmesiydi. II. Hasan; devrin gizli imamının hücceti (kanıtı, delili, vekili, temsilcisi) değil bizzat kendisiydi. 1166 yılında ölümü üzerine yerine geçen oğlu İmam II. Muhammed 44 yıl süren döneminde, babasının yeni öğretisini geliştirdi. 4 2 3 "Özümü, yani kendim hakkındaki marilet sırrını ifşa ettiğim kişi, artık fiziksel yakınlığıma ihtiyaç duymaz, işte Kıyamet budur." "Peygamberler, gelir geçer, biz ise ebedi erleriz." demişti. (Eliade)

424

Nizarilere göre, sadece Kıyamet döneminde değil, her devirde Imam-Kaimler vardır. Her Imam-ı Kaim, önceki imamdan (selefinden) daha üstün konumda olurdu. İmam'm benliğinde eriyen, seçkinler seçkini (elıvasi has, havass) olan Vahdet ehli (ehl-i Vahdet, birlik ehli), kısmi gerçekten, bütünsel gerçeğe (cüz'i hakikattan külli hakikata) ulaşırdı... Gerçekten yeniden do203

ğan ve cennete gidenler onlardı.

Daftary)

425

Müridler, yanılmaz, masum

imamın isteklerine kayıtsız şartsız uyacaklardı. Sufi ile Nizari öğretisinin birbirleriyle ortak yanları vardı. Benliklerini sınırlandırarak yeniden manevi doğuş yolunda olanlar için; rehberler içinde tek rehber olan İmamın konumu, sufi rehberlere göre farklı ve benzersizdi. Sufilerin soyut İnsan-ı Kamil i, Nizarilerin kendisiyle ortak manevi yaşamı paylaştıkları hazır ve görünür İsmaili-Nizari imamı ile boy ölçüşemezdi. (Daftary)

426

Kuşkusuz İsmaili imamlarının ortaya koyduğu kavramlar, ilk

kez ortaya atılmamıştı, islam'ın ilk devirlerinden beri sufilerce dile getirilmişti. Aşkı uğruna darağacında asılması yeterli görülmeyip, ateşe de atılan büyük sufi, Hallac-ı Mansur da (857-922) bir şiirinde, "Eğer sen beni görürsen, O'nu görmüş olursun. Ve eğer sen O'nu görürsen, ikimizi birlikte görmüş olursun." demişti.

427

İsmaili imamlarının öğretisi, Anadolu Kızılbaş Aleviliği içinde

de yansımasını buldu. Dede Karkın oğlu Ali Dede, Bayram Dedeyi kendi rızasıyla halife tayin ederken, öğretiyi en veciz şekliyle müricllerine açıklamıştı; "Bizim bulunmadığımız yerde bu halifeme gelen kişi bize gelmiş gibidir, onun elini tutan bizim elimizi tutmuştur, ona getirilen kurban ve çerağ (ışık, ateş, çıra / çerağ akçesi) bize gelmiş gibidir. Bu gerçek böyle bilinsin." demişti.

428

Süreç içinde, İsmaililer'le sufiler, birbirlerine daha fazla benzeştiler.

429

Alamut'taki son Nizari-İsmaili İmam Rükneddin Hürşah'm, Moğolların eline geçmesi ve öldürülmesi sonrasında hayatta kalabilen küçük yaştaki oğlu Şemseddin, 1257 yılında imam oldu ve müridleri tarafından gizlice Azerbaycan'a götürüldü. 1311 yılındaki ölümüne kadar Azerbaycan'da gizli bir hayat süren İmam Şemseddin'in etrafında bütün İran Nizarileri toplanır ve önlerindeki gizli döneme (setr'e) hazırlanırlar. 4511 Timur öncesinde, Deylem -Lahican civarında faaliyetlerini yoğunlaştıran Nizariler, kısa süreliğine de olsa Alamut'u ele geçirirler, komşuları Alevi-Zeydiler'in düşmanlığım üzer204

lerine çekerler, onlarla kapışırlar ve ağır kayıplara uğrarlar.

431

Şii-Serbadar

hükümdarı Ali Müeyyet, 1387 yılında Timur'un yanında savaşırken şehit düştüğünde, Şeyh Hasan ın dervişlerinin bir şey yapmalarından korkularak onun Sebzvar'da gizli bir yere gömüldüğüne bakılırsa, Ismaililer düşmanlarının yüreğine korku salmaya devanı ediyorlardı. " I ' 32 Nizari Ismailileri'nin de benimsediği İslam'ın en büyük sufilerinden Ibr. Arabi'den (öl.1240) etkilenmiş olan Kuzey İran-Mazenderan'lı 12 imamcı teolog ve gnostik (arif, sezgi sahibi) Seyyid Haydar Amuli (öl.1385) eserlerinde Şii görüş ve inançlarıyla, tasavvufu harmanlayarak, kendisinden öncekilerden daha kesin biçimde Şiilik ve tasavvufun ortak kökenleri üzerinde durdu, böylece İran'daki Sünni-sufi tarikatların kolayca kabul edeceği öğretilerin temelini attı. Alamut döneminin hemen sonrasında İran'da birçok sufi tarikat kuruldu. (Daftary)

434

Sufi tarikatlarca da savunulan Ali sevgisinin yaygınlık kazan-

masıyla doğan elverişli koşullardan, Nizariler de yararlandılar.

435

İran'da,

7 İmanı Şiiliğinin temsilcisi Nizari-İsmaililer, 5 İmam Şiiliği- Zeydi'ler ve 12 İmam Şiiliği-İsna Aşeriye ve sufi tarikatlarda, kolayca kendileri için sığmak buldular. Birçok tarikatın Şii görüşler ve "Ali severlik" propagandası yaptığı ortamda Nizari-İsmaililer, ilk İmamlara gösterdikleri derin bağlılıklarıyla, gerçek kimlikleri hakkında kuşku uyandırmadılar.

436

Bu iç içe geçme-

nin bir sonucu olarak Nizari İsmaililer dış görünüş bakımından bile sufi hayat tarzını kabul etmeye başladılar ve aynı tasavvuf terminolojisini kullanmaktan kaçınmadılar.

(Daftary)

437

Sünni tarikatların, Hz. Ali ve ehl-i Beyt'e derin bağlılıkları vardı ve Ali'yi manevi mürşid kabul ediyorlardı. Bu Sünni- sufi tarikatlardan bazıları zamanla

Şiiliği resmen kabul ettiler. Cahen, bu süreci " Sünniliğin Şiileşmesi "

olarak tanımlar. Sufi tarikatlarından herhangi birinin bilinçli bir tutumu olmadan, halk kitlelerinin ehl-i Beyt sevgisi etrafında oluşturduğu yaygın sentez, Safevi dönemi Şiiliğine geçişi kolaylaştıracaktı.

438

Alamut yolunda... ve Alamut Üzerine Notlar... Şii başkaldırı hareketinin en etkileyici simgelerinden biri olan Nizari İsnıaililer'in Alamut Kalesi, yüzyıllardır meraklı zihinlerin ilgisini çekmekte ve onu merkez alan birçok efsanenin oluşmasına yol açmaktadır. Alamut'a ulaşmak için tarihi Selçuklu başkenti Rey'den (günümüzde Tahran İmam Humeyni Havaalanı) Kazvin'e 120 kilometrelik oto-yol sayesinde, rahat bir yolculuğum olmuştu. Şehirde en iyisi olduğuna inandığım ve konaklamayı düşündüğüm otel doluydu... 7 Mayıs 2 0 1 0 sabahı saat 7'de Kazvin'de kalacak yerimiz yoktu. Otel görevlisinin akşama kadar bir oda ayarlayacağına söz vermesiyle, çaresizliğimiz biraz hafiflemişti. Ne var ki 24 saattir uykusuzduk. Bavullarımızla birlikte akşama kadar ne yapabilirdik? Üzerimizde İran parası da yoktu. Bankalar kapalıydı. Şehirde hangi bankanın, döviz konusunda yetkili olduğunu bilmiyorduk.

Deylem

(Rudbar)

- Alamut

Bölgesine Panoramik -

206

-

Bir Bakış / Mayıs

2010

21 O ana kadar şoförlüğümüzü ve tercümanlığımızı yapan Muhammed Ali. önce bize bir çorbacıda sabah kahvaltısı ikram etti. Çorbacıya gelen Kazvinliler'den yeteri kadar bilgi almış olmalı ki bize tarihi teklifini yapmakta da gecikmedi. Bizi Alamut'a o götürecekti. Para meselesini dert etmemize gerek yoktu. Bize kredi açmaya hazırdı. Muhammed, ticari yeteneğini sergiliyordu. Muhammed Kazvin'liydi. Uzun bir süredir Tahran da yaşıyordu, iyi bir anlaşma yapmış gibi görünüyordu. Birlikte 120 kilometre daha yolculuk yapacak, sonra birlikte geri dönecektik.. Onun hesabına göre 3 veya en fazla 4 saat sonra Kazvin e dönmüş olacaktık... İran'ın dağlan aşan yollarına güveniyordu. Alamut yolunu bir kaç Kazvinli'ye daha sorarak, yol konusunda edindiği bilgisinden iyice emin olmuştu. Elimizdeki tek turizm haritası Farsça'ydı ve bizim için pek bir şey ifade etmiyordu. Kendimizi, Muhammed'in misafirperverliğine ve dostluğuna emanet etmiştik. Yaklaşık 10 kilometrelik tırmanıştan sonra ilk dağın zirvesine ulaşmıştık. Bu ilk dağdan sonraki yolculuğumuzun seyri, bir dağın zirvesinden diğer bir dağın zirvesine doğru oluyordu. Hiç bir düzlük görünmüyordu. Her dağ farklı bir siluet sunuyordu. Nerdeyse her dağ farklı bir taş (maden) yapısına sahipti. Küçüçük derelerin yarattığı kanyonlar muhteşemdi. Bütün bu kayaları şekillendiren onlar değilmiş gibi nazlı nazlı akıyorlardı. Bir rivayete göre, İslamiyetle birlikte bölge Araplara geçince, Arap vali güzel bir harita hazırlatmış ve Deylem heyetine haritasını göstererek, sa-

vaşmadan teslim olmalarını istemiş. Verilen cevap, coğrafi yapının ve yüzyıllardır süren yaşamın özüne uygundu; "Evet tasvir çok güzeldi. Ama dağlarda ve geçitlerde saklanan savaşçıları göstermiyordu. Onlar, ancak oraya gidildiğinde görülebilirdi." Bölge, dağcılığa gönül vermiş kişiler için eşsiz ve muhteşemdi. Bu kararımızı güçlendiren, şüphesiz gezimizi mevsimin en uygun zamanında yapmış olmamızdı. Bütün dağlar yeşile bürünmüştü ve hava sıcaklığı 20 derece civarındaydı. İlk durağımız Rejae Destlı'ti. Rejae Desth düzlüğüne, zarif bir köprünün üzerinden ulaştığımızda saat " 1 0 " olmuştu ve daha yolun yarısmdaydık. Muhammed yaptığı tekliften ve

anlaşmadan dolayı pişmanlık duyguları

içindeydi. İlk teklifi, yakınlarda ki Lamasar (Lemeser) kalesine gitmekten vazgeçmemizdi. Muhammed'e bir daha gelebilmek için, bu kadar daha ömrüm olmadığını söyledim. 45 yaşlarındaki Kazvin'li Muhammed'de, daha

Alamut

Kalesi'ne

Tırmanmanın

Başlangıcı

/ Mayıs

2010







önce buralara gelmemişti. Hatta atalarının gelmediğinden de emin gibi görünüyordu. Gerçekte bir dağdan diğerine akan bu yollar, büyük bir çaba ve fedakârlık gerektiren bir işti. Bir zamanlar Selçuklu başkenti olan Rey'den (Tahran'datı), kuzeybatı yönündeki yoldan Kazvin'e ulaşılır. Kazvin'den itibaren, doğudaki Mazenderan yönünde ve geliş yoluna 45 derecelik açıyla, batıdan doğuya doğru veni bir yol çizerseniz, Kazvin'e en uzak nokta da, en batıda, Mazenderan sınırında, Alamut'a ve etrafındaki diğer kalelere ulaşabilirsiniz.. Harita üzerinde Kazvin'den Alamut'a uzaklık, Kazvin-Tahran uzaklığının yarısından fazla değildir. Fakat birinci yol düz bir ovadan geçerken, ikinci yol nerdevse hiç bir düzlüğe imkân vermeyen dağlık bir arazide dolanmaktaydı. Alamut Kalesi'nden daha müstahkem olan bu dağlık coğrafya idi. Fars kültürüyle uzlaşmayı benimsemiş olan ve her biri kendi hesabına hareket eden Selçuklu güçlerinin Alamut'un fethini niye gerçekleştiremediklerini, bu seyahati gerçekleştirmeden önce bir türlü hayal edememiştim. Fetih için ce-

Alamut Kalesi ne Giriş / Mayıs 2010

- 209 -

zalandırmaya şartlanmış, merkezi ve güçlü bir ordu gerekiyordu. Uzun kuşatma sırasında sona yaklaşılmışken Melikşah'm ölümü, Selçuklu kuşatmasının kaldırılmasına sebep olmuş ve Alamut fethedilmekten kurtulmuştu. Öyle görünüyor ki dünyayı fethetmeye kararlı, Moğol - İlhanlı - Hulagü Han'ın orduları olmasaydı, dağlık Deylem topraklarının fethedilmesi, belki de hiç bir zaman mümkün olmayacaktı. Kısa bir çay molasından sonra harekete geçtiğimizde, Lamasar levhası ilk Muhammed'in dikkatini çekmişti. Lamasar Kale'si, sadece 20 kilometre uzaktaydı. Muhammed'in, içindeki iyi duygular bir kez daha galip gelmişti. Lamasar'a yöneldik. Evet, Lamasar'ı görebilecektik. Tahmin edeceğiniz gibi yeniden dağlara tırmanıyorduk ve asıl istikametimizin dışına çıkmıştık. Yarım saate yakın zaman geçmişti ve biz Lamasar'ı gören son dağın zirvesine ancak varabilmiş tik. Dar yolda iş makineleri çalışıyordu. Öğle saatleri gelip çatmıştı. Önümüzde bizi nelerin beklediği konusunda hiç bir fikrimiz yoktu. Devam etmekte ısrar etmemiz halinde, Kazvin'e dönmemiz belki de büsbütün güçleşecekti. Bir kez daha Lamasar'a gitmekte olan bir

Alamut

Kalesi,

Zirveden Aşağıya

210

Bakış / Mayıs 2010

aileye Lamasar hakkında sorular sorarak bilgilendik. Lamasar Kalesi'nden günümüze hiç bir şey kalmamıştı. Mevcut yerleşim dağa yaslanmış bir bayırlıktı. Gördüğümüz bu arazi yapısı, 50 yıl önce bu bölgeye bilimsel bir gezi düzenleyen İngiliz Bilim Heyetinin başkanı Peter Willey'in tariflerine uyuyordu. Muallim Kilaya üzerinden Alamut'a ulaştığımızda öğle üzeri saat " l ' e " yaklaşmıştı. Tarihçi ve devlet adamı Cüveyni'ye göre, Alamut "Boynu vere çökmüş deveye benzerdi ve demir bile o taşa işlemezdi."

440

Rivayete gö-

re, Deylem krallarından biri ava çıkmıştı ve salıverdiği kartallarından bin bu kayaya konmuştu. Kral, kayanın stratejik öneminin farkına varmış ve kayanın üzerinde ki ilk kaleyi inşa ettirmiş, kaleye kadim Deylem dilinde "Kartalın öğrettiği" anlamında "Aluh Amut" adını vermişti. 4 4 1 Tahmini 200 metre yüksekliğinde tek bir kayanın üzerine inşa edilmiş kale ile karşı karşıya idik. Taş o kadar muntazam idi ki, eğer etrafında oranlanabilecek bir nesne yoksa, sanki deniz kenarından taşınmış büyükçe bir çakıl taşı gibi görünüyordu. Gezi öncesi, ulaşabildiğim kale fotoğrafları da bana bu yönde bir izlenim vermişti. Cuıııa günüydü. İran'da tatil günüydü. Güzel havayı fırsat bilen halk, Alamut'a koşturmuştu. 58 yaşındaydım. Sporla aranı hiç iyi değildi. O ana kadar, "Bir kaç Alamut fotoğrafı çekmem yeterli." diye düşünmüştüm. Alamut, bulunduğum yerden bana hiç bir görüntü vermiyordu ve hiç bir sırrını fısıldamaya niyetli görünmüyordu. Beni oraya kadar getiren merakım, dağa ve kaleye çıkmam için gerekli cesareti de verecekti. Evet, Alamut'a çıkacaktım. Önce vadinin ilk sırt çizgisine ulaşacaktım. Alamut köylüleri bu ilk durak için, rahatına düşkün gezginlere eşeklerini kiralamaya hazırdılar. Müşterilerin yoğunluğuna bakılırsa, köylüler memnun olmalıydılar. Bir gayretle ilk hedefe eşeksiz ulaşmıştım. Esasen eşek için vermem gereken İran parası da üzerimizde yoktu. Asıl tırmanış bu ilk duraktaki soluklanmadan sonra başlıyordu. Sırttan hafif bir eğimle alçalan basamaklı yol, sonra dik bir eğimle kalenin zirvesine doğru yükseliyordu. Bu yolun yaklaşık 211 -

1.000 basamak tuttuğu - vler.-.vordu. Son merhaleler o kadar dikti ki, İranlı yetkililer ziyaretçiler için çelik inşaat iskelesi kurmuştu. Dar iskelede çıkanlar ve inenlerin mücadelesi avrı bir seyir konusuydu. Nihayet Alamut'un zirvesindevdik. Küçük derelerin yüzyıllar boyunca oluşturduğu derin vadilerle, çevresinde ki dağlardan ayrılan tek bir dağın tepesindeydik. Burası bir dağın zirvesi ne kadar geniş olabilirse, o kadar genişti. Etkileyici bir yapı yoktu. Harabeler, İran devletince korumaya ve restorasyona alınmıştı. Seyahate çıkmadan önce, Alamut'la ilgili birçok kitap okumuştum. En etkileyici olanı, kuşkusuz Amin Malaoufun Semerkand romanıydı. Nişabur'da bir medresede birlikte öğrenim gören üç arkadaşın, Alamut şeyhi Hasan Sabbahin, Büyük Selçuklu veziri Nizamü'l Mülk'ün ve büyük şair Hayyamin kesişen hikayeleri üzerineydi. Burada gözden kaçan unsur, vezir Nizamü'l Mülk'ün diğerlerinden 30 yaş büyük olmasıydı. Ne var ki öykü çok güzeldi ve çağlar boyunca tekrar edile gelmişti. En önemli kaynağımız, Cüveyni'nin Alamut'un fethi sırasında ele geçirdiği "Sergüşezeşt-i Seyyidina" adlı Hasan Sabbah'm hayatını anlatan kitapta, bu etkileyici öyküye en küçük bir değinme yoktu. Bernard Lewis'e

Meymun - Diz Kalesi / Mayıs 2010

göre, öykünün kurmaca yönü güçlüdür.

Lewis'in, tarih boyunca Ala-

mut'la ilgili keşfedilmiş bütün belgelere ve eserlere uzanan objektif, bilimsel bir çalışması vardır.

Alamut konusunu işleyen yazarlardan. Ala-

ıııut'u tarih boyunca ziyaret eden uzman kişiler çok azdı. Cüveyni'nin konumu eşssizdi. İngiliz Bilimsel Gezi ve Tetkik Heyeti başkanı Willey. modern çağın şafağında (1960) Alamut'la ilgili önemli keşiflerde bulunmuştu Yakınlarındaki köy ve ekili alan çok küçüktü. Alamut un etrafında cennet bahçeleri kurulmaya uygun bir arazi görünmüyordu. Cüveyni'nin anlatımına göre, yaşamı ibadetle geçen, içkiyi yasaklayan ve ağzına içki kadehi sürmeyen sofu Hasan Sabbah'm şaraplık üzüm bağı kurması, kurdurması mümkün görünmüyor. Hasan Sabbah'm söylemine göre, Alamut

kalesi,

zamanın gizli Ismaili imamı'nm korunduğu yerdi. Hasan Sabbah, imamın hüccetiydi,

(delili, kanıtı'ydı.) Natık'tı. Susan imamın, konuşan sesiydi.

Hasan, kaleye çıkışından ölümüne kadar geçen 35 yıl boyunca kaleden aşağı inmemişti. (Cüveyni)

444

Hasan, düşmanının eline geçmedikçe, kurdu-

ğu düzenin önünde bir engel görünmüyordu. Kale, kıymetli iki misafirini düşmanlarından sonsuza dek koruyabilirdi. Nitekim, Alamut'un fethinden

Meymun - Diz'in Fethi

Sırasında.

Hıılagü

Haıün Mancınıkları

213

Kurduğu

Tepe / 2010

* sonra Moğol güçlerine teslim olmayan Girdkuh Kalesi tam 13 yıl direnmişti. Gird-kuh'un mürid muhafızları teslim olduğunda, üzerlerine giyecek elbiseleri bile kalmamıştı.

F. Daftary)

445

Şüphesiz Alamut'un gıda. su. yakacak ve benzeri ihtiyaçlarının tedariği ve korunması için, bir miktar asker-müride ihtiyaç vardı. Bu askerlerin diğer bir görevi, civardaki halkın denetimini ve güvenliğini sağlamaktı. NizariIsmaili örgütlenme modelinde en üst elitlerin yani sır'dan haberli havass ve Ismaili müridler arasındaki bağlantıyı sağlayan dailerin (davetçilerin)

ka-

leyi ziyareti ve o arada kalede bulunmaları doğaldır. Kale daha fazla kişiyi barmdıramayacak kadar küçüktü. Cüveyni, Selçukluların 1092 yılındaki Alamut kuşatması sırasında, Hasan Sabbah'm yanında 60-70 kişi olduğunu, büyük fedakârlıklarla 300 kadar Nizari mürid'in destek için gelebildiğini söyler,

446

Mevcut kale'nin bu kadar kişiyi alabileceği şüphelidir. Bir

ihtimal, bir kısmı kale dışında bir yerlerde mevzilenmiş olabilir. Orası, kıymetli bir yüzük taşı gibiydi. Batıda benzer amaçlarla kurulan kalelerden daha büyük değildi. Romanya Braşov'da verimli ve büyük bir ovaya bakan Rasnov tepesindeki kaleyi gezerken de hayret etmiştim. Rasnov Kalesi buraya göre daha büyüktü ve içindeki yapılar ayaktaydı. Nasıl hesaplarsam hesaplayayım, Rasnov kalesinde " 1 0 0 - 120'den" fazla kişinin barınması zor görünüyordu. Kuşkusuz Alamut kalesini fethedilmez kılan, bitmez tükenmez tırmanma ve iniş macerası kalenin misafirleri içinde müthiş yorucuydu "Cennet bahçeleri" öykülerinin en ün kazanmış olanı, ünlü seyyah Marco Polo'ya aittir. Marco Polo da Alamut'u görmemişti. 4 4 7 Meymun-diz neredeydi? Alamut'un fethi söz konusu olduğunda, bahsi geçen kale, Meymun-diz kalesiydi. Son Nizari Ismaili imamı Rükneddin Hürşah Alamut

kalelerini,

oradan yönetiyordu. Meymun-diz bölge için geniş sayılabilecek bereketli bir ovaya bakıyordu. Üretici-çiftçi halkı daha fazlaydı. Bir cennet bahçesi - 214

— veya Ömer Hayyam'ın dörtlüklerine esin kaynağı olan üzüm bağları varsa. Meymun-diz'in gölgesindeki ova, hayal sahiplerine daha fazla şans vaat ediyordu. Moğolların yıkımı dolayısıyla günümüze hiç bir kalıntısı kalmayan Meymun-diz'in "ünü her tarafı tutmuş olan" geniş kütüphanesine ve astronomi aletlerine tarihçi ve devlet adamı Cüveyni tanıktı. Ünlü astronomi bilgini Nasreddin Tusi'de, kuşatma altındaki kalenin misafirleri arasındavdı Cüveyni, Hulagü Han'a o kütüphaneyi görme arzusunu ilettikten sonra "oradaki nefis kitapları ziyan etmemek gerekir." demişti. Bu teklifi padişahın hoşuna gitmişti ve bunun üzerine Cüveyni, Kuran'ı Kerim ve diğer faydalı kitapları "ölümden hayat çıkarır gibi" ayırmıştı.

Büyük Selçuklu-

lar'm, İran'ı fethederken de, Anadolu'ya girerken de yanlarında "zaferlerini kayda geçirecek yazıcılarının" olmadığını dikkate aldığımızda, bu dillere destan kütüphane konusu çok önemlidir. Doğu medeniyeti kütüphanelerini Batı'ya kaptırdığında, üstünlüğünü de yitirmişti. Alamut zirvesinde video, fotoğraf ve teyple tam donanımlı kayıt performansımız ve eşimle Türkçe konuşmalarımız, diğer ziyaretçilerin ilgisini çekiyordu. O anda, orada iranlı olmayan tek gezgin grubu sadece biz olmalıydık. Muhammed, meraklı İranlılara birazda kendine bir pay çıkararak, Türkiye'den buralara Alamut için gelen önemli bir yazar olduğumu anlatmaya

koyuluyordu.

(Muhammed'in

dileklerinin gerçek

olması

umuduyla...)

O ana kadar üçüncü ve en önemli durağımız Meynıun-diz kalesi hakkında hiç bir bilgi edinememiştik. Yerini bilen yoktu. Sonunda Muhammed, Alamut konusunda bilgisi olan bir ziyaretçiyi keşfetti ve benimle tanıştırdı. Şeyh Hasan'ın adaşı oldukça bilgiliydi. Önce beni tartmış, Alamut ve Ismaililer konusundaki sırlardan haberdar olduğumdan iyice emin olunca, Meymun-diz konusunda bilgisini paylaşmıştı. Onun tarifine göre Meymun-diz, Muallim Kilaya yakınlarında bir yerdeydi. Coğrafi bilgimiz yetersizdi. Meymun-diz'i bulabilmek için, sadece dua edebilirdik. Gökyüzünde kendilerine zirve arayan kartalların gölgelerinin eşlik ettiği bir yol-215

culuğun sonunda, vervürüne inmeyi başarmıştık. Şüphesiz iniş macerası, çıkış macerasına göre çok daha kolaydı. Mütevazi sabah kahvaltımızın üzerinden uzun bir zaman geçmişti ve kahvaltıdan kalanlar, kale tırmanışı ve inişi sırasında tüketilmişti. 30 saattir uykusuzduk. Tatil günü olması dolayısıyla bütün dükkanlar kapalıydı. Açık bir yer bulma ümidimizi Muallim Kilaya'ya sakladık. Muallim Kilaya'da rastladığımız tek açık sandviçci dükkanı, gözümüzde 5 yıldızlı gurme lokantası itibarına sahipti. Bir günü diğerinden farklı geçmeyen Muallim Kilayalılarm ilgilerini üzerimize çekmiştik. Sandviçlerimiz hazırlanırken, sohbetlerimizin konusu İstanbul ve Hasan Sabbah arasında gidip geliyordu... Aradığımız müjdeli bilgiyi genç Ali Reza verecekti. Dükkanın karşısında olan ve göğe yükselen muhteşem dağ Meymun-diz idi. Ali Reza, oraya çok yakın olan yukarı köyde yaşıyordu. Hemen Willeyin notlarına bir kez daha baktım. Cüveyni'nin ayrıntılı olarak anlattığı Meymun-diz kuşatması ile ilgili anlatımları, gördüklerimizle çakışıyordu. Bulunduğumuz yere göre, ulaşılmaz kalenin sağ tarafında, kaleye doğru yükselen bir sırt vardı. Kale'nin, ova ile en kolay tedarik ve ulaşım bağlantısı bu sırt üzerinden olmalıydı. Bu sırt, kale yakınlarında küçük bir tepecik yapıyordu. Willey'e göre Dünya Fatihi, mancınıkların en güçlüsünü bu tepeciğe yerleştirmiş olmalıydı.

Willey'in ifade ettiği şekliyle, Dünya Fatihi tarafından kuşatılan, çaresiz Meymun-diz'in tek ümidi Alamut ve çevresindeki 60'a yakın kalenin yardıma gelmesi gerekiyordu.

(Ciiveyni, Moğolların yıktığı 40 kaleden bahseder. Günümüz

turist rotalarında Alamut çevresinde toplanı 9 kale görünmektedir.) Willey, diğer kalelerin yardıma gelmemesini Hasan Sabbah gibi yetenekli bir liderin yokluğuna bağlıyor. Willey, 1960 yılında R.G.S.' nin (İmparatorluk Coğrafya Topluluğu'ııım) desteklediği bir fonla gelmişti. Etkileyici bir rapor, R.G.S. üyelerini fazlasıyla memnun ederdi. En yakındaki kalelerden Alamut, Meymun-diz'e yaklaşık 40 km uzaktaydı. Dağ taş Moğol askeri ile dolu iken Willey'in hesabına göre, uzaklardaki 60 kaleden parça parça gelebilecek toplanı 3.000 veya 5.000 cesaretli İsmaili-Nizari müridin, "dalgalar halinde süvarilerden meydana gelen muazzam ordu" karşısında pek şansı olamazdı.4"1'9 Esasen bölgenin dağlık yapı216:

_ _ _ _ _ _ _

sı sebebiyle, bölge insanı açık alanda savaşa yatkın değildi. Muallim Kilaya'mn evleri, geniş açı bir fotoğraf çekmemi engelliyordu. Daha iyi bir fotoğraf çekimi için, sandviçci dükkanından biraz uzaklaşmıştım. Meğer Ali Reza beni izliyormuş. Motosikletiyle yanıma gelmişti. El işaretlerinin yardımıyla, beni kaleye yakın bir yerlere çıkartmayı teklif ediyordu.. O an için, alabileceğim en iyi teklifti. Hayatımda ilk kez küçük bir motosikletin selesine yerleşmiştim. Üzerimde telefonum yoktu. Eşime de haber verememiştim. Keşfetme arzum galip gelmişti. O ana kadar Meymun-diz konusunda yüzde yüz emin olmamı sağlayacak bir delil de edinememiştim. Ali Reza'nın köyünün dar sokaklarını terk edip, Meymun-diz eteklerine ulaştığımızda, İranlı yetkililerin yerleştirdiği levha da yazılanlar, Alamut seyahatimin en büyük ödülüydü. Orası, Willey m bahsettiği Şems Kilaya idi... Karşımızda yükselen dağ Meymun-diz'den başkası olamazdı. Çok mutluydum. Aşağıda beni bekleyen biri vardı. Benimle aynı fikirde olmayacaktı. Buna katlanabilirdim. 30 saattir uykusuzduk. Hem şoförümüz, hem tercümanımız, hem rehberimiz, hem koruyucumuz Muhammed Ali'de 20 saatten fazla bir süredir uykusuzdu. Doğrusu şu ki onun hesapları şaşmıştı. Bizi Kazvin'e bırakacak sonra da Tahrana dönecekti. Gece yarısından önce Tahran'a ulaşması imkansızdı. Muhammed takdir edilmeyi fazlasıyla hak etmişti.

Moğolların

Kaleye Hücumu / Reşideddin'in Cami-üt

Tevaıih-i

1595 / Gülistan

Sarayı

oÇ/C"»'"*^

22 Paylaşılamayan Safevi Mirası... Ortadoğu İslam coğrafyasında ilk Türk devletlerinin tarih sahnesine çıkışlarından

[Mısır ve Suriye'de Tolunlular (875-905) ve Ihşidler (Akşidler, 935-

969) ve Doğu İran,

Horasan ve Hindistan'da Gazneliler (961-1187)], günü-

müze kadar birçok devletler ve imparatorluklar kuran Türkler'in konumu eşsizdir. 1.000 yıl boyunca, Çin'de Kubilay Han, Hindistan'da Babür Şah İran'da birbirini takip eden birçok imparatorluk, Rusya topraklarında Ahınordu ve son olarak Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa içlerinden Arabistan'a, Afrika'nın batı sınırlarına kadar yüzlerce yıl, birçok ulusu yönetimleri altında tuttular. Yüzlerce yıl Türkler tarafından yönetilen halklar ve komşuları; Batılı ülkelerin milliyetçilikleri tetiklediği, farklılıkların keşfedildiği yeni bir düzlemde, uluslaştılar... Yeni ulusların, kendi tarihleri inşa edilirken, birazcık gerçeklerden sapmalarının zararı olmazdı. Türk tarihi çok genişti. Tarih zenginliğinden yorgun düşmüş Türkler de, önlerine sunulan tarihi umarsızlıkla kabul etmeye razı olacaklardır. Tarih, emperyalist heveslere göre yeniden yazılırken, propaganda en önemli kozlardan biri oldu. Tarih propaganda konusu içine girdi. Eğer mümkün olsaydı, Türkler'den her zaman ödün vermeleri, hatta tarihlerini unutmaları da istenecekti. (Yoksa mümkün mü?) Doğadaki her gelişmenin bazı sapmalar, ters sonuçlar vermesi de beklenirdi. Bizzat tarihde sonuna kadar planlanamazdı. Yıllar süren titiz çalışmalarıyla Türk tarihini bizlere kazandıran yerli, yabancı bütün tarihçilere minnettarız. Türk tarihi olmadan Kadim Dünya'nın tarihi sadece eksik kalmaz, anlatılamazdı da...

İran'da 1.000 yıllık (961-1925) Türk devletlerinin son temsilcileri olan Kaçarlar hanedanından Ahmed Şah, 1925 yılında İngilizler tarafından tahtından edildi. Yeni Şah, Şahın muhafız alayındaki bir subay oldu. Rıza Şah, 1925 yılında kendi Pehlevi hanedanlığını kurdu. Rıza Pehlevi, İngilizler'in himayesi altında İran'daki birçok isyan hareketini bastırmayı başardı... 219 -

Rıza Şah döneminde. Fars kültürüne hizmet eden edebiyatçılar, tarihçiler, eğitimciler sanatçılar ödüllendiriliyordu. Azerbaycanlı Ahmed Kesrevi, yeni dönemin, yeni fırsatlar doğurduğunu fark etmişti. Yeni bir ülke kuruluyordu. Kesrevi'de iyi yaşamak istiyordu.

1925 yılında Ahmed Kesrevi tara-

fından yayınlanan "Azerice, ya da Eski Azerbaycan'ın Dili" kitabında Azericenin, Türkçe ile ilgili olmadığı ve aslında Farsçanm bir lehçesi olduğu savunulmuştur. Ahmet Kesrevi'ye rağmen Azerbaycan halkının Türkçe tutkusu müthiştir. Dağda, bayırda, şehirde, çayhanede, pastahanede, lokantada, takside her nerede Türkçe konuştuk ise, bize nasıl hizmet edeceklerini bilemediler. Kalplerini, evlerini bize açmaları yetmedi; onuruna Tebriz'de Anıt Mezar yaptırdıkları şairlerin en ünlüsünden, Şehriyar'dan mısralarla aklımızı çeldiler. Özümüzün şiirlerini, türkülerini, özümüze aktarmaya hazırdılar. Hiç görmeyecekleri ortak fotoğraflarımızı, çektirmek için adeta yarıştılar. Bir gün İstanbul'u görebilmek arzusuyla İstanbul'daki adresimi edinirken heyecanları görülmeye değerdi. Borcumun parasal karşılığını ödemek istediğimde "konağımız olun / konuğumuz olun" diyerek direndiler. Çokça ısrarlarıma rağmen başarılı olamadığımı itiraf etmeliyim. Bir yıl önce şoförlüğümü yapan Hüseyin'in fuar çıkış saatinde binlerce kişi arasından beni farketmesi ve sanki uzun yıllardır uzak kaldığı bir akrabasına kavuşma heyecanıyla bana ulaşması ve sarılması şaşırtıcıydı. Yine de en şaşırtıcı olanı Tebriz havaalanında, gece yarısını 3 saat geçerken ve gözlerimizden uyku akarken, restoran görevlisinin "konağımız olun" teklifiydi. Bir Türk misafir perverliği varsa, onun Azerbaycan'da varolduğuna eminim. İran İslam Cumhuriyeti'nde Türkçe, geçmiş çağlarmdaki itibarına kavuşma yolundadır. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedi-nejat,

Türkçe'nin İran

kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret etmiştir. (2009) Kadim Med ülkesininin coğrafi mirasçısı olan günümüz İran-Azerbaycan vilayet yönetiminin resmi söylemine göre de, Sümer ve Elâm'da da konuşulan ve Ural- Altay dilinin bir parçası olan Azeri Türkçesi, halen yaşayan 10 büyük dil grubunun

içindedir. (2010)

451

Safeviler hakkında en önemli kaynağımız olan "Safvetu's-safa" ilk kez 1370 yılında İbn-i Bezzaz tarafından kaleme alınmıştı. 4 5 2 Eserin elimizde ki en erken nüshalarından 1490 tarihli olanı. Akkoyunlu ve Safeviler in iktidar mücadelesinin sertleştiği bir ortamda kaleme alınmıştı. Safeviler'in Türkmenlerle ilişkisine darbe vurulması gerekiyordu. En zayıf yerden... Islami jargon hazırdı. Onlar Kürt'tü, (bkz. s.27) Kesrevi'ye göre, Şah Tahmasb döneminde de eser yeniden gözden geçirilmiş ve esaslı "düzeltme ve temizlik" yapılmıştı. Eserin ana metninde, kurucu Şeyh Safiye "Ey Türk pir'i-Pir'i Trk" diye hitap edilmesine rağmen, Horasan-Merv deki Sencer konusunda bir okuma ile (düzeltme mi desek !), sesli harfleri olmayan Arap yazısında (sner) Sencer-Sincar olarak okunmuş ve Kürt bağlantısı keşfedilmişti. (N. Çetinkaya)

453

Merv-

Sencer, her zaman, Türk yurduydu. Büyük Selçuklu sultanları Sencer ve Alparslan'ın edebi istirahatgâhları oradadır. Sencer şehri, günümüz Türkmenistan sınırları içindedir. Safeviler konusundaki en değerli ve kapsamlı çalışmalardan birini ortaya koyan Faruk Sümer,

Safeviler'in Kürtlüğü meselesini

Kesrevi'ye dayandırır. Sümer'in Kesrevi'nin makalesini tam olarak değerlendiremediği anlaşılmaktadır. Aslında Kesrevi, zamanın koşullarıyla uyumlu olarak "Safeviler'in Türklüğü" konusuna girmemişti. Ona göre de Safeviler Kürt olamazdı. 4 5 4

Irani gelenek, Erdebil Safevi tarikatının Türk mensuplarını, Timur'un Ankara Savaşından dönerken, toplayıp getirdiği Türklere bağlar. 4 5 5 Şeyh Hace Ali Siyavuş, Ankara Savaşı'ndan dönen Timur'dan, Türk esirlerin serbest bırakılmasını istemişti. Serbest bırakılan Türkler, Safevi dergâhının etrafında bütünleşmişlerdi.

456

Timur, Erdebil ile köylerinin tüm gelirini tekkeye bağışlamış-

t ı . 4 5 7 Şeyh Safi'nin tekkesinde Türkler vardı ve konumları ayrıcalıklıydı. Askerleri ve geliri olan Safevi tekkesinin, devlet olma yolunda önünde bir engel görünmüyordu.

458

Timuri kaynakların bu bakış açısına değinmemesine rağmen Erdebil tekkesinin konumu ayrıcalıklıydı. Cüneyd'in amcası olan Şeyh Cafer'in oğlu, Karakoyunlu Cihanşah'ın (1437-1467) kızıyla evlenmişti. Bölge Karakoyunlu Türkmen bölgesiydi. Sadece Türkmenler değil komşuları Taliş ve

Çileklerde (Gevlanlılar

Erdebil'e bağlıydılar. Ocaktan, kurtarıcı bekleni-

yordu. Ünlü dogubılimcı Barthold'a göre de Safeviler Türktür.

459

Şeyh Safiyüddün un Türkçe şiirleri konuya bakışımıza yardımcı olabilir.

460

"Reyhan, menevşe, silsen-ü sümbül' müsen, ne' sen? Hoş

cenk'ci

gelir gözüme,

kaş-u-kirpiğin

Ey gözleri harami, kara gül' müsen, ne' sen? Ey gönlümün Divaneler yatağı,

harabesi,

ahu'lar oylağı

meğer çöl'müsen,

rıe'sen?

Efgan-ü ah'dür gece... gündüz işin "Safi" Kumru' müsen, bu bağda bülbül' müsen, ne'sen?" İran geleneğine göre Safeviler aynı zamanda Seyyid'diler.

461

Bilindiği gibi

Peygamber ailesinin (ehl-i Beyt'in) Hz.Hasan soyundan gelenlere "Şerif", Hz. Hüseyin soyundan gelenlere "Seyyid" denir. Abbasi zulmünün hedefindeki Hüseyin soyu, 7.İmam Musa Kazım'dan itibaren İran'a sığınır. (8.

İmamı

Ali

Rıza'nııı

ebedi

istirahatgâhı,

Horasan,

Meşhed'tedir.)

Hora-

san'da ehl-i Beyt kültürü ile tanışan Türk boylarının, İran-Cibal'inden Anadolu'ya doğru yolculuklarında, yolları üzerindeki Zeydi Alevilerle (5 İmamcılarla) ve Nizari-İsmaililerle de (7 İmamcılarla) temas etmeleri, neredeyse kaçınılmazdı. Günümüzde bazı Alevi-Türkler, bu safhada Türk'lerin ehl-i Beyt'in Hüseyni koluyla akrabalık kurduğunu ileri sürmektedirler. Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul ile Abbasi halifesi arasında karşılıklı evlilik bağı kurulmuştu. Kız alıp, kız vermişlerdi. Daha önceki dönemlerde, IrakSamarra'ya

(ordugâh- Halifelik

sarayı)

yerleştirilen

Türk

askerleri hızla

yükselerek İslam toplumunda ve halifenin sarayında etkin konuma gelmişlerdi. Onların, Peygamberin ailesi Mekke'li Kureyşilerle (Abbasi'lerle, Haşimilerle) akrabalık kurmaları mümkündü. Sünni-Safevi tekkesinin, İslam dünyasına hükmeden hükümdarlar nezdinde ayrıcalıklı bir konumu vardı. Safeviler'inde seyyid'lik için İmam Musa Kazım'm geniş ailesi üzerinden ehl-i Beyt'in, Hüseyni silsilesi ile akrabalık kurması mümkündü.

Hz. Ali zamanında bir Arap karargâhı olan ve bazı Arap aşiretlerinin yerleştirildiği Erdebil'de, olağandır. 4 6 2

Peygamber ailesinden kutlu kişilerin yaşaması c;

Günümüzde Erdebil'de ve Azerbaycan coğrafyasında er. -

Beyt mensuplarına adanmış birçok İmam-zade mescit-ziyaretgâhlan vardır. 2009 yılında Gürgan'da temiz Türkçesiyle, bana yardımcı olmak çırpman Cafer, içtenlikle kendisinin Arap olduğunu açıklamıştı. Clk-; den binlerce kilometre uzaklıkta Cafer'in süprizi beni şaşırtmıştı. G müze halen ulaşmayan kayıp dönem eserlerinden herhangi birinde. S. ler'in Seyyid'liği ile ilgili bir kanıta ulaşmak ihtimal dışı değildir

Ww Şah

Küba s

(Kızıl

kıyafetli)

ve Kızılbaşhkh

Saray Mensupları

-

İran'da 10. yüzyıldan ben vogun Ali ve ehl-i Beyt sevgisi etrafında kendiliğinden buluşan Sünni ve Sıı tarikatlar ve onlara bağlı halk kitleleri vardı. Sünni Safevi tarikatı bu halkanın dışında olamazdı, (bkz- s.203) Kaynaklardaki rivayetleri tekrar etmektense, konuyu yerinde incelemenin daha yararlı olacağı açıktı. Safevi tekkesini ziyaret etmeliydim. Mayıs 2009'da Erdebil'deydim. Günümüz Erdebil Safevi tekkesinde, meraklı ziyaretçilere de açıklanan şecereye göre, Safeviler'in soyları,

(Şii-12 İmam- İsna Aşeri mezhebine göre

1 .imam olan) İmam Musa Kazım'a ulaşıyordu. Erdebil Safevi kültür merkezinde (müzesinde) açıklanan Hz. Ali'den Şah İsmail'e kadar süren kutlu seçere şöyledir; " Hazreti İmam Ali, Hz.lmam Hüseyin, Hz. imam Ali Zeyne'l-Abidin (Secdad), Hz. İmam Bakır, Hz. İmam Cafer Sadık, Hz. İmam Kazım üzerinden, Ebu'l Kasım, Hamza, Ebu Muhammed, Ahmed el Arabi, Muhammed, İsmail, Muhammed, Cafer, İbrahim, Muhammed, Hasan, Muhammed, Muhammed Şerefşah, Firuz Şah Zerrin Külah, Firuz Alkerdi Alsancani, Avaz, Muhammed al Hafız, Raşid, Ebubekir, Saleh (Salih), Şeyh Emineddin Cebrail (Hacı Kemalettin Arapşahı - Qazai ), Şeyh Safiyeddin Er-

17. y. y. ilk yarısı Gülistan

Sarayı

Müzesi

224

debili, Şeyh Sadreddın Musa, Hace Ali Siyapuş (Siyah hırkalı), Şeyh ibrahim, Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar ve Mevlana Şah ismail'dir." Bu silsilede Hz. Ali'den Musa Kazım'm ölümüne kadar olan dönemi (661-799) ve Erdebil tekkesinin kuruluşundan Şah İsmail'in Lahican'dan harekete geçtiği zamana kadar olan dönemi (1334-1499) tarihleyebiliyoruz. Aradaki belirsiz dönemdeki kişi başına düşen (iş-görev başında ki) dönem, tarihleyebildigimiz dönemlere göre olağanüstü yüksektir, (yaklaşık %45). Firdevsi'nin Şahnamesi'nde de görüldüğü gibi, daha eski çağlardaki ulu kişilerle seçere inşa edilirken, seçere bağını tamamlayabilmek için kişilere 1.000 yıllık ömürler biçiliyordu. Kağıt üretimi ve Arapça yazının geliştiği ve zaman içinde mükemmelleştiği bir döneme rağmen, Doğu'da düzenli kayıt geleneği yoktu. Safevi'lerin kutlu soyla şecereleri inşa edilirken, belirsizlik en önemli etken olmuştu. Safeviler'in tarihsel olarak bilinen ilk gerçek kişisi Emin-e-din Cebrail'dir, (öl. 1358 / 59) ve Erdebil Safevi tekkesinin kurucusu Şeyh Safiyeddin Erdebili nin babasıdır. Silsile'de ki ara halka'nm efsanevi nitelikleri ağır basmaktadır. Uzak ata kabul edilen Seyyid Firuz Şah Zerin Külah (Kızıl - Altın başlıklı Seyyid Firuz Şah) üzerinden, yürütülen kuramsal çerçevenin somut dayanağı yoktur. Kesrevi'ye göre de yoktur. Şeref Han, Zerrin Külah'ı seyyid olarak anmaktadır ki, seyyidliğin Şeyh Cüneyd'ten itibaren keşfedildiğini biliyoruz.

463

Erdebil'in dervaze'sinde (kapısında) kurulu Safevi tekkesi, uzun süren Rus işgali dahil, tarihin getirdiği bütün aşınmalara karşın ayaktaydı. Erdebil'in gurur kaynağı tekke, geniş kapsamlı bir restorasyon programıyla kültür ve turizm merkezine dönüşüyordu. Kufi "Allah" yazısından motifli çinilerle kaplı kümbet; Şeyh Safinin ebedi makamıydı. Çinilerinden dolayı "Allah Allah Kümbeti" olarak adlandırılıyordu. Şeyh Haydar'm mütevazi mezarı Şeyh Safi'nin gölgesinde, Şeyh'in ebedi makamı ile kümbetin iç duvarı arasındaydı. Şeyh Safi'nin yanındaki odacık Şah İsmail'e ev sahipliği yapıyordu. Şah İsmail'in zor günlerinde yanında olan fedakâr annesi, Akkoyunlu Halime Begüm'ün (Alem Şah'ın) mezarı; "Allah Allah" kümbetinin dış duvarına bitişik, günümüzde giriş avlusu olarak düzenlenen açık alandadır... Şeyh Cüneyd ile ilgili hiç bir işarete rastlayamadım. Müze yetkilileri, kendilerinin Cüneyd'in külliye içinde olduklarına inandıklarına, 1514 yılı Çaldıran savaşından sonraki zor yıllarda izi225

nin kaybolmuş olduğunu, fakat komşu Azerbaycan Cumhuriyetindeki uzmanların ise "Şeyh Cüneyd'in Şmanşahlar arazisinde kaldığına ve onun Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarını şereflendirdiğine, inandıklarını..." anlattılar. Müze yetkililerine Şeyh Safi nin atalarının nerede olduğunu sorduğumda Dervaze'den -Tarihi Erdebil kapısından 5 kilometre kadar uzakta Kelhoran'ı işaret ettiler. Geçmişte ayrı bir kent olan Kelhoran, günümüzde büyüyen Erdebil'in dış semtlerinden biridir, içinde türbesi de olan Şeyh Emin-e-ddin Cebrail'in, keramik tuğladan yapılmış kümbetini, bahçede serpiştirilmiş

dört küçük

kümbet çevreler. Bu küçük kümbetlerden girişe göre arka sağ tarafa rastlayan kümbet Firuz Şah Zerrin Külah ındır, diğer iki kümbette Muhammed Arabi ve Seyyid Hamza bulunur. Şii ziyaretçilerine göre, onlar İmamzade'dirler, ehl-i Beyt üyesidirler. Külliye girişinde ki levhaya göre, kapısı kilitli olan dördüncü kümbette Avaz el-Havas yatıyordu. Aile'nin diğer üyeleriyle ilgili herhangi bir mezartaşı veya başkaca bir iz yoktur. Külliyedeki küçük kümbetler, kutlu bağı ortaya konmak için inşa edilmiş gibidirler. Ahaq Qazai'ye ve Faruk Sümer'e göre de Firuz Şah'm seyyid olması, uzak ihtimaldir. Vakfı (The Encyclopedia Foundation of the Ardabil

464

Erdebil Araştırmaları

Provitıce) ikinci başkan As-

qar Taghizade Shakiba'da aynı düşüncedeydi. (11 Mayıs 2010) Şeyh Cebrail kümbetinin kapı kemerinin üst bölümünde kapıya simetrik iki genç tunga (kaplan-pars) figürü, pencereye zincirle bağlanmıştır. Erken tarihli iç süslemelerde bitkisel motiflerin arasında tavus kuşları (bkz. s.32) ve diğer kuşlar vardır. 4 6 5 Müslümanlığın, Arap yaşamına uygun yorumları nedeniyle, Müslüman Arap etkisindeki erken dönem yapılarda bu tür tasvirler ve süslemelerden kaçınılmıştır.* Hayvan resimli süsleme motifleri, Orta Asya'ya dayanan şaman-göçer geleneklerin ve damgaların izlerini taşır. Kuş sembollerinin Samanlıktaki tartışılmaz konumunu, "Çakırlı Kürt Beyleri" yazımızda Melikoffun değerlendirmeleriyle

466

birlikte ele almıştık, (bkz. s.31)

Bir kez daha değinmiş olmamın, anlayışla karşılanacağını umuyorum.

* Zamanının özgün koşullarına yönelik inşa edilen

Şam-Emevi Cami

(707-714 / 715 yılı)

hayvan ve bitki motifleri açısından istisnai bir örnektir. Diğer Kitabımda

- 226

(halen yayınlatmamış)

konu

ayrıntılı

olarak

incelenmiştir.

Şah İsmail Sonrası Safeviler...

23

İran halkı kurtarıcı Mehdi nin gayb aleminden dönüşünü beklerken, Erdebil'li Şah görünür olmuştu. İmam Musa Kazım'a dayanan kutlu seceresi vardı. Safeviler, kurumsal Şiiliğe güç verdiler. Kutlu şecereleri sayesinde Safeviler ile kurumsal Şii ulema arasında bir denge oluşmuş gibi görünüyor. Esasen her iki kurumun birbirine desteği yaşamsaldı. Ülke çeşitli tarikatlar arasında bölüşülmüştü. Kendi adlarına vergi topluyorlardı. Parçalanmış bir ülkenin siyasi birliğini gerçekleştirenler, tarikatların ülkeyi parçalamasına hoşgörü gösteremezlerdi. Sufi kurucuya rağmen, dini ve siyasi tek bir liderlik olacaktı. Ülkeyi yönetenlerin önünde Sasani dönemi din ve devlet birliği iyi bir rehberdi... 1567-1573 yıllan arasında Loristan valisi olan Emir Han'ı, hem Loristan'da hemde Nizari-lsmaili tarikatıyla ilgili vergi kayıplarının peşinde olduğunu görüyoruz. 4 6 7 Bu sürecin çok sert geçtiğini kabul etmeliyiz.

Kazvin'de Şah

Tahmasb

Sarayı:

Çehel

Sütun-Kırk

227

Sütun

Sarayı/ Mayıs

2010

Sünni Özbek hükümdarı Şeyban Hanin (1512) savaşta ele geçen kafası da bu dönemin unutulmaz sembollerindendi. Türkmenler, Şah larına tapınmaya hazırdılar. Fakat onların Gök Tengri'nin çayırları üzerinde yüzyıllardır sürdürdüğü bir yaşam alışkanlıkları vardı. Bu yaşam şeklinden vazgeçmeleri kolay değildi. Vazgeçebilselerdi, Osmanlıyla da sorunları olmazdı. Geçmişte Büyük Selçuklu devletine de boyun eğmemişler, kendi fetihlerine devam etmişlerdi. Son Büyük Selçuklu hakanı Sencerin onlarla çatışmaya kalkması, devletin sonunu getirmişti. İsmail, böyle bir şeye müsaade edemezdi. Devlet hızla Şiileşecekti. Türkmenler, bunun dışında kalamazdı. Her uyumsuz kişi ve topluluk cezalandırılacaktı. Ama bu nasıl olacaktı? İsmail, askeri gücünden vazgeçemezdi. İmparatorluğun büyümesi ve ayakta kalması onların yok edilmesini değil sayıca artırılmasını zorunlu kılıyordu. Anadolu'daki derviş-halifeler, İsmail için zinde askeri güçleri Türkmenlerden devşirmeye devam ederken, İsmail'in düşmanları Yezid dostları olarak damgalanıyorlardı. Akkoyunlu-Baymdırlılar ve Sünni halk, Safevi öfkesinin hedefindeydiler....

«•

ı İsfahan

t

(!) Cehel Sütun Sarayı / Pascal Coste -

ı» 1867



— ——





Osmanlı'nın barut gücü ve düzenli ordusu, Ç a l d ı r a n d a üstün gelmişti Çaldıran sonrası, Tebriz terk edilmişti. Osmanlı, Tebriz'deydi ve Erdebil'deki kutlu tekkeye bir adım mesafedeydiler. Hassas bir askeri denge vardı. İsmail, gelişmeleri tedirginlikle izliyordu. Şah Tahmasb döneminde (1524-1586), Kanuni'nin Irakeyn (İki Irak

~e-

feri sırasında Tebriz bir kez daha işgal edilmişti. Şah T a h m a s b

döneminde T ü r k m e n l e r ; [Şah'a sorgusuz sualsiz K î ; . ' .

olanlar "Şah'ı sevenler" ve Şah'a itaatte düzensizlik yapanlar "iki. bir olarak] bölünmüşlerdi. Tahmasb, ülkenin hassas dengeleriyle oynayamazdı. Grupları görmezden geldi. Onun uzun hükümdarlık dönemi, bir restorasyon ve istikrarlaşma dönemidir. T a h m a s b ' m önceliği, Safevi tahtını k o r u m a k ve sağlamlaştırmaktı. Alamut Kalesinin gölgesindeki Kazvin,

1 5 4 8 yılında Safeviler'in ikinci başkenti oldu. İsmail'in kurumsal-

laştırdığı Şiiliğin, 1 0 . 0 0 0 halifesi de Kazvin'e yerleşti. Safeviler, imparatorluğu halifeleriyle yönettiler. Alamut Nizari - İsmailileri'nin hayalleri. Safevilere nasip olmuştu.

Şah

_

Tahmasb,

Kazvirı Cchel Sütım - 40 Sütun Sarayında Eğleniyor.

,., ... . ..

.............

229

.

-

.....

Türkmenler. Tahmash sonrasında, kimin Şah olacağı konusunda sert bir mücadeleye girdiler.

F. Sümer)

Osmanlı kurumları, yeni Şii devlete örnek olabilirdi. Osmanlı'ya düşman Batılı Hıristiyan devletler. Safevileri keşfetmişlerdi. Yardıma hazır görünüyorlardı. Devletin kuruluşunda ve gelişmesinde büyük rolü olan Şamlu ve Ustacalu oymakları, diğer oymaklara göre sayıca kalabalık oymaklardı. Ne yapılırsa yapılsın onları devlet hizmetinden uzaklaştırmak, devlet üzerindeki nüfuslarını kırmak mümkün olmuyordu. ( F. Sümer) 468 Safevi'ler ve düzensiz Türkmen askeri güçleri arasındaki aşk-nefret ilişkisi, çözülemez durumdaydı. 1577'de Boz-ok'ta, 1578'de Malatya bölgesinde Türkmenler arasında Düzmece Şah İsmailler çıkmış, birçok oymak onlara tabi olmuştu... 1 5 8 0 yılında Iran-Lur (Lor) bölgesinde bir Kalender derviş, "kendisinin II. Şah İsmail olduğunu, öldüğü söylenen Şah ismail'in aslında kendi kölesi olduğunu" iddia etti ve büyük taraftar topladı.

İsyan zorlukla

bastırıldı. Düzmece Şah olayı o kadar şöhret buldu ki takipçileri birbiri ardına Lur, Taliş ve Gur'da ortaya çıktılar.

469

1587 yılı geldiğinde İran, Osmanlı ve Özbek kuvvetleri arasında parçalanmak üzereydi. Siyasal karmaşa had safhadaydı. Ustacalu ve Şamlu boyları iktidara el koyarak, Şah Abbas'ı Kazvin'de tahta çıkardılar. Safeviler, safkan Türkmen savaşçıları düzene sokamıyorlardı; onların yerine düzenli orduyu da kuramıyorlardı... Düzensizlikten ülke yıkılmak üzereydi. Şaha bağlılığını bildirmeye gelen boyların liderleri, Şah'ın daha yüzünü görmeden katlediliyorlardı. Şah Abbas (1587-1628), iktidarın nasıl sağlandığını daha tahta çıkarken fark etmişti. Taht'a kan sıçramıştı. Kan akmaya devam edecek, durmayacaktı. ilk kurbanlar, Şah Abbas'ı tahta çıkaran Şamlu ve Ustacalu bey230

——— leri olduı. Onları diğer oymak beyleri takip etti. Yerlerine genç emirler atandı, büyük oymaklar dağıtıldı. Bu kadarı yeterli değildi. T ü r k m e n l e r i n iktidara ortak çıkma istekleri ve aralarındaki mücadeleler, Safevi sarayında sık sık yönetim krizine sebep oluyordu. Kızılbaş-Türkmenler bir daha iktidarda hak iddia etmemeliydi. Ermeni, Gürcü, Çerkez soyundan çocuklar saraya alınıp yetiştirildi. Önemli görevlere getirildiler. Oymakların başına tayin edildiler. Her vilayette yerli halktan tüfekçi birlikleri kuruldu.

470

Azerbaycan Colfa'da-

ki Ermeni Hıristiyan nüfus İsfahan'a göç ettirildi. Onları Gürcüler takip etti. İsfahan'daki Hıristiyan-Colfa Mahallesi, o dönemde kurulmuştur. (Ekim 2007) Şah Abbas uzun saltanat döneminde, Rönesans'ını başlatabilirdi. 1598'de başkent olan İsfahan'ın, "nıfs'ı Cihan-Cihanin yarısı" olarak anılması, onun başarısıdır. Şah Abbasin ölümü sırasında büyüklü küçüklü 93 emir bulunuyordu. Bunların 48'i artık Türk soylu değild i . 4 7 1 Safevi sarayında, yönetici beyler kendi aralarında Türkçe konuşurken, Iran Şiileşiyor ve Farslaşıyordu. Türkmen etkisi zayıflıyor, önemsizleşiyordu. Safeviler'in yok etme histerisi, sık sık aile üyelerine yöneldi. Şah Abbas iktidarını ailesiyle de bölüşmedi. Oğullarını haremde neredeyse hapis koşullarında büyüttü. Oğullarından ve torunlarından bir kaçını idam ettirdi veya gözlerine mil çektirdi. Siyasal görev ve eğitim görmelerine izin vermedi, hükümdarlığa hazırlamadı.

(Bir ülke başka türlü nasıl yıkılır?)

Safevi şehzadeleri ya şiddet, entrika ve şayia (dedikodu) ortamında büyüdü ya da düpedüz ihmal edildi. Çoğu toplum dışında kalma veya zihinsel bozukluklar (delilik) geçirme noktasına vardı.

(Blair, Bloom)

Şah Abbasin torunu ve ardılı Şah I.Safi (1629-1642) böyle bir kişiliğe sahipti. Beş yıl içinde, akrabalarını, askeri ve idari liderleri ve eyalet valilerini yok etti. Safi nin oğlu II. Şah Abbas ( 1 6 4 2 - 1 6 6 6 ) , becerikli çıktı. Fakat son yıllarında kalıtımsal akıl hastalığı onda da ortaya çıktı. Oğlu II. Safi, haremde yetiştirilmenin başka bir kurbanıydı. (Blair, Bloom)

231

472

Sünni Afganlar 1722'de başkent kapılarının önünde göründüğünde, ne yetkin yönetim sergileyecek bir Safevi soylu, ne de şehri savunacak, düşmanlarının yüreğine korku salacak safkan savaşçı beyler vardı. Bir imparatorluk heba edilmiş, yüzyıllardır oluşturulan her şey yerle bir olmuştu.

d

T.-.':

232

iran'daki gelişmelerden uzak kalan, kurumsal Şiilikle

473

güçlü bir ba-

ğı olamayan Anadolu Kızılbaşları, başlangıçtaki Sufi değerlerini koruyarak günümüze ulaşmışlardır. Anadolu'daki Kızılbaşlık, daha sonra Alevilik olarak isimlendirilmiştir. Azerbaycan'daki Şahseven- Kızılbaşlık ise büyük oranda Şii-Caferi anlayışa dönüşmüştür.

474

Safevi Dönemi Sonrası İran... Safevi sonrası İran, Batılı araştırmacıların ilgisini çok az çekmiştir. İran'ın muhteşem tarihini dikkate aldığımızda, bu durumu anlayabiliriz. İran kaynaklarına göre 1722'de İsfahan'ı ele geçiren Afganlar'm başında Kandahar'l galcaii (galzaii) Mahmut Afgan ve kardeşi Eşref Afgan vardı. İran, Afganlıların eline geçmişti. İran kurtarıcısını, ümitsizce bekliyordu. Horasan Afşar Türkleri'nin Kırklı oymağından çılgın biri, Afşar Nadir Şah, 475

İran tarihini bir kez daha değiştirir. Afganlar'dan İsfahan'ı geri alır, Sa-

fevi soyundan bir kukla kralı Şahlığa getirir... 1736'da ise kendini Şah ilan eder... Roux'a göre, Özbeklerin elinde 8 yıl esir kalmış, kaçmış, sonra beyini öldürmüş ve beyinin kızını kaçırmıştı. Kirman ve Horasan arasında göçebelik yapıyordu. Türk dünyasına tarihinin son destanlardan birini yaşatacak olan dahi çılgınlardan biriydi. İran'ı birleştirir. Afganistan ve Hive'yi (Özbekistan) /etheder. Özbek ülkesini yağmalar, Hindistan'a girer. Büyük Moğolları yener. Delhi'ye girer. Ülkesine, ganimetlerle ve bir Moğol prensesle döner. "Soyun böyle bir kız için yeterince uygun değil" denilince cevap olarak, "Evet, ben kılıcımın oğluyum" demiştir.

476

Hazinesi dol-

muştu. İran halkından üç yıl vergi almadı. Nadir Şah, 1740 yılında Türkistan'a girdi. Karışıklıklar üzerine 1741'de Kafkasya seferine çıktı. Yolda, Mazenderân (Kuzey İran) yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı. Suikastla ilgisi görülen, saltanat veliahdı Rıza Kulu'yu cezalandırdı.

Dağıstan'a girdi.

Ruslar'la ilişkileri gerginleşti.

1743'te Osmanlı hakimiyetindeki Musul'dan Irak'a girdi. Bağdat'a kadar geldi. 1743'te Kars'taydı. 4 Eylül 1746'da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzalandı. Sınır değişikliği olmadı. Tebriz, İran'da kaldı.

477

24 Nadir Şah, Iran Şiiliğinin beşinci mezhep olarak kabul edilmesi halinde İran'a huzur gelebileceğini düşünüyordu. Bağdat'ta Sünni ve Şii merkezleri ziyaret etmiş ve İslam alimlerinin ortaklaşa imzaladığı evrensel bir belge yayınlanmıştı. Belgeyi Bağdat müftüsü de desteklemişti. Nadir Şah'm, Sünni ve Şii inancı uzlaştırma çabaları Temmuz 1747'de, Sistan'da Fethabad civarında asiler tarafından şehit edilmesiyle son buldu.

Meşhed'teki,

Nadir

Şah

Nadir

- 235

Müzesindeki Şah

Heykeli

Anıt

Mezar

/Ağustos

2009

Üzerinde

4/8

Yükselen

Kerim

Han Zend'in Şiraz'daki Kerimlıan,

Kale Sarayı'nın Giriş Kapısı

Div'ler Kralı Beyaz Div'i

(Beyaz Şeytan'ı)

Üstündeki

Çini Pano'da;

Yeniyor / 2007

Nadir Şah'm başkenti Horasan-Meşhed'di. Günümüzde Türk-Türkmen müminler, 8. İmam Ali Rıza'nm ziyaretgâhmm çok yakınındaki anıt kahire (ve müzesine) uğrayarak Nadir Şah'a dualarını ulaştırırlar. Roux'a göre, Nadir Şah'ın oğullarından gözleri kör Şahruh (Rıza kulu Afşar), Horasan'ı korumayı başarır. (1750-1779). Kerim Han Zend, İran'ı miras alır. Kendini "naip" yani vekil ilan eder. Başkent seçtiği Hafız'm ve Sadi'nin Şiraz'ı, şairleri için anıtlar dikilen güzel şehir, onun döneminde bir rönesans dönemi yaşar.

479

Minorsky, Şerefname'yi kaynak gösterek Zend-

ler'in Kürt olduğunu iddia eder.

480

Roux'a göre ise Kerim Han Zend, Af-

şar Nadir Şah'm oğludur. Nadir Şah'm gerçek oğlu, Horasan Meşhed'te babasının tahtına çıkmıştı. Yeni Şah kördü, Ülke dağılmak üzereydi... İrani anlatıma göre, Kerim Han Zend, Nadir Şah'm oğlu değildi ama yakın ve güvenilir akrabasıydı. Loristan kökenliydi. Nadir Şah öldürüldüğünde, Fars-Pers bölgesindeki askeri güçten sorumluydu. Kerim Han, İmparatorluk mülkünü koruyacak kişiy236

di. O şah değildi, ama ülkeyi vekil olarak yönetmesine bir engel görünmüyordu. Son ehl-i Beyt imamı, gizliliğe (küçük gayba) çekildiğinde Vekilleri, Şii toplumu İmanı adına yönetmişlerdi. Muhteşem İsfahan başkent olmak için ona göz kırpıyordu. Orası Şah Abbasln başkentiydi. İsfahan'ın gölgesindeki Şiraz, yönetim merkezi olması için ona çok uygun gelmiş olmalıydı. O beklenen Vekil'di. Muhteşem camisinin ve çarşısının Vekil adı, onu tanımayanlar için hiç bir şey ifade etmez. Gezginler, onun Şiraz'ın şiirselliğine katkısına şahittirler. Günümüz de şehrin ortasında kalmış olan kalesinin, giriş kapısı üstündeki levhaya işlenmiş olan, divler kralı Beyaz Div'le mücadelesini gören Şirazlı'lar, o'nun mücadeleden galip çıktığı ve iyilik güçlerinin desteğiyle ülkesini yönettiği konusunda hemfikir olmalıdırlar.

(*divler: diva, devler, kötü güçler)

Uzun tarihi boyunca Loristan (Luristan) toprakları; birkaç olay dışında, İran-Türk devletlerinin bir parçasıydı. İran sarayında Lorlar'm (Lurlar'ıtı) her zaman yerleri oldu. Akrabalıklar kuruldu.

Kerim

Han Zend'in,

Şiraz'daki Kale Sarayında,

237

Batı'lı Elçiyi

Kabul Sahnesi

(2007)

Irani anlatıma göre. Zend tarihini anlatan eserlerde görülebileceği gibi Zendler, Hemedan yakınlarındaki Melayir dendiler. Bu bilgiyi rastladığım diğer Lorlar (Lurlar) da doğrulamıştı. Kerim Han Zend'in atalarının (babası ve amcasının) adları Budak Han ve İnak Handı. Bu adlar, özgün Türk adlarıydı. Melayir'in Türk ve Lor-Lur karakteri, bu gün dahi devanı etmektedir. Günümüz Hemedan kırsalında Türk aşiretleri çoğunluktadır. Lorlarin Türklerle ittifakı Kaçarlar döneminde de devam etmişti.

İnak

Hanin 10. neslinden ve Kerim Han'ın kardeşi Sadık Han'ın 9. neslinden olan torunuyla mutlu bir tesadüf sonucu karşılaşacaktım. O (kendi ifadesiyle) bir tarafı

Zendlere mensup olan bir Türk'tü. (Ağustos 2009)

F.Sü-

mer'de, Kaçarların Lur'lu Zendler'den iktidarı devraldığına işaret eder.

482

Kerim Han sonrasında İran'ın son Türk hanedanlığını Kaçarlar kurmuştu. Kaçarlar, Anadolu Boz-ok

(Yozgat)

bölgesinden

Gence'ye

(Azerbaycan)

gelmişlerdi. Ataniyazov'a göre, Kaçarlar, Şah İsmail Hatayi'nin Kızılbaş güçlerinin özünü oluşturmuşlar ve Safevi devletinin kurulmasında büyük bir rol oynamışlardır. Büyük Şah Abbas döneminde, Kaçarlarin bir bölümü Kafkasya'ya, bir bölümü Türkmenistan Merv'e, diğer bir bölümü, İran Türkmen Sahra'mn merkezi Gurgan'a yerleşmişti. Kaçar beyleri Horasan'daydılar. Nadir Şah'm vereceği görevlere hazırdılar. 4 8 3 F.Sümer'e göre, Kaçarlar'dan Budak Han, Tahmasb döneminde (1537) Kandahar (Afganistan-Horasan) valiliğine atanmıştı.

484

İrani anlatını, onların sarayla akraba-

lık ilişkilerine dikkat çeker. Kerim Han'ın ölümü ertesinde, şehzadeler birbiri ardından tahta çıkarlar fakat tahtta tutunamazlar ve nihayet İrani fiilen yöneten Kaçarlar'dan Aka Muhammed (Ağa Muhammed)

485,

1796 ta-

rihinde Nadir Şah gibi Azerbaycan-Mugan Ovası'nda saltanatını ilan eder... 4 8 6 Nadir Şah Meşhed'i, Kerim Han Şiraz'ı başkent yapmış ve bu şehirleri, İran'da öne çıkarmışlardı. Muhammed Şah geleneği bozmayacak, kendine ait yeni bir başkent arayacaktı. O zamanlar Rey yakınlarında küçük bir yerleşim olan Tahrani kendine başkent olarak seçecekti.

238

487

Kaçarlar döneminde İran-Rus savaşları, büyük toprak kayıplarına sebep olmuştur. İngiltere ve Rusya'nın İran'a doğrudan müdahaleleri, İran'da sık yönetim krizlerine yol açmıştır.

488

sık

Safevi sonrası İran iktidarına yük-

selen şahların, kutlu şecereleri yoktu. Bu husus, Şii ulemanın devlet işlerinde önemini artırmıştır. 1925 yılında Kaçar Ahmed Şah tahtından indirildiğinde, 961 yılında Gazneli devleti ile başlayan ve 1.000 yıla yakın süren (961-1925) İran-Türk devletleri dönemi sona ermiştir. Son Kaçar şahı Ahmet Şah'la birlikte, aynı zamanda Çemişkezek-Melkişi (Dersim-Tunceli) Türkmenlerinin (Türkİran coğrafyasındaki dönemi de sona ermiştir. Roıııa-

men Kürtleri'nin)

Rum diyarmdaki isyanları ise sürmektedir. Roux'un, Nadir Şah'tan itibaren İran'ın son dönemi ile ilgili tespitlerinin, İran kaynakları ile çelişkisi belirgindir. Büyük usta'nm İran-Türk tarihinin az bilinen bu bölümüyle ilgilenmek için yeterli zaman bulamamış olmalıdır.

489

Erdebil

-

Türkmen

- 239

Kııtlu

Savalan

Şahseven,

Dağı

Hacı

Eteğinde

Kudretullah

Karakoyunlarıyla Neşiri / 2009











B w f

î*^- •

Atı ve silahı olmayan yoksul Türkmenler in, savaşlarda giymek üzere, ancak kentlilerin elde edebileceği görece ustalık ve özen isteyen böyle bir başlığı edinmesi zordu. Devlete dönüşmeye azimli Safevi ocağı, rekabet içinde olduğu Akkoyunlu ve Osmanlı devleti ve kurumlarını tanıyordu. Osmanlı Yeniçerileri'nin kızıl börkü (başlığı), ak börkten ne kadar farklıysa, Kızılbaş Türkmenler'in başlığı da, Safevi halifelerinin başlığından o kadar farklı olmalıydı. Anlaşılan, benden önce hiçbir araştırmacı, Kızılbaş Safevi Türkmen askerinin giydiği Kızılbaş başlığını görmemişti. Kızılbaşlığı bulabilmek ve görebilmek umuduyla, binlerce kilometrelik yolculuğu çıktım. Ünlü OğuzAvşar Türkmenlerinden İran hükümdarı Nadir Şah'm (1736-1747) baş- 241 -

kenti, Horasan Meşhed idi Meşhed'deki Anıt Mezar ve müzesini ziyaretimde, 16. yüzyıl Safevi askerlerine ait savaş giysileri ile karşılaştım. Araştırmamın en güzel, en heyecan verici ödülüne kavuşmuştum. Kızılbaşlık karşımda duruyordu. (Ağustos 2009) Oruç Beğ Tarihinde, Hacı Bektaş Ocağından getirilen Ak-Başlık; Orhan Gazi'nin kardeşi Ali Paşa, beylikten vazgeçip dervişliğe karar kılmıştı; kardeşine Yeniçeri ocağını Hacı Bektaş'ın koruyuculuğuna bağlamasını ister ve şöyle der: "Ey kardeş, askerin kızıl börk giysin. Sen ak börk giy. Sana ait kullar da ak börk giysinler. Sana uyanlar dahi ak börk giysin. Bu dahi alemde nişanın (simgen, işaretin) olsun." dedi. Orhan Gazi bu sözü kabul edip, adam gönderip, Amasya'da Hacı Bektaş el-Horasani'den ak börk getirtip, önce kendi giyip, o andan sonra kendine uyanlara giydirdi. Ak börk giymek o zamandan beri kaldı, (sürdü.) Ve o zamandan olan padişahlar ve beyler ve beyoğulları, arkadaşlarını bilerek tanışırlardı. Birbirlerine hürmet ederlerdi. Birbirini öldürmezlerdi.

3

Mevlana Mehmed Neşri (öl. 1520) eserini yazarken sanki Anadolu Türkmenleri'nin, Osmanlı ile mücadelesinden etkilenmiş gibidir. Ona göre, Ali Paşa "Etraftaki beylerin börkleri (başlıkları) kızıldır. Senin has kullarının börkleri ak olsun" demişti. Neşri'den, Osmanlının giydiği Ak Başlıkların Bilecik'te yaptırtıldığını da öğreniyoruz. (Neşri)

4

Shahi Ahmadov Şiilikle ilgili araştırmasında, Kızılbaşlık konusundaki bilgileri özetler fakat bu konudaki bilgi karmaşasından sıyrılaıuaz ; Hemen hemen bütün kaynaklar bu Safevilik'le ilgili olan bu kavramın Şeyh Haydarın emriyle kullanılmaya başladıklarını işaret etmektedirler. Savory'e göre, "Şeyh Haydar Şirvan üzerinde 3. kez hücum etmeden önce, Hz. Ali'yi rüyasında görür ve taraftarlarına On İki İmam Şiiliği'ni temsilen, on iki dilimli (tereke) taç külah giydirir. Allouche, "12 dilimli kırmızı başlıktan dolayı, onlara Kızılbaş denilmiştir. Kızılbaşlık temelinde Türk kültürü, mezhep kaygısından uzak, sufilikle ve yoğun ehl-i Beyt sevgisi yoğ- 242

rulmuş bir Müslümanlık hareketidir." der. 5 Şii geleneğe göre kırmızı renk, Allah için savaşanların kutlu rengiydi. Havber Kalesi fethinde Hz. Ali başına kırmızı şal sarmıştı. Uhud savaşında Hz Muhammed'in kılıcını kuşayan Ebu Ducane de başına kırmızı şal sarmıştı. Bu coğrafya'da askerlerin kızılbaşlık giymesi Pers -Ahameniş dönemine (M.Ö. 500) kadar gider. 6 Şah İsmail ile birlikte Kızıl-başlık kavramı, bir anlamda Şah İsmail'i ve Safevileri destekleyen Türklerin ortak adı haline geldi. Venedik tüccarları Halep'ten kırmızı kumaş getirip, büyük sufiye satıyorlardı. Nihayet 17. yüzyılda sadece Salevi hanedanını çok seven Sufiler tarafından kullanılıyordu..

7

Kızılbaşlık mı? Alünbaşlık mı? Kızılbaşlık ile ilgili son tesbitimiz Azeri Türkçe'sindedir. Azeri Türkçe'sinde "kızıl" sözcüğünün sözlük anlamı "altın" demektir. Erken devir tercümelerinde yapılan bir dikkatsizlik, Kızılbaşlıkla ilgili anlam kaymalarına sebeb olmuş olmalıdır.

cO/rUf^+Srı

1-

Ismailzade Mirza Resul,

Şah İsmail Safevi-Hatayi

Külliyatı, Alhoda yayınları.

Tah-

ran 2004 2-

Şah

Tahmasb-ı

2001, 3-

Oruç Beğ 2008,

4-

Tarihi

(çev.

Hicabi

Kırlangıç)

(1288-1502)

(haz.

Necdet

Ûztürk)

Osmanlı

Tarihi

Mevlana Mehmed Neşri, Shahi

Cihannüma,

Çamlıca yayınlan,

Ahmadov,

ra.edu.tr / 2135. 6-

Tezkire

İstanbul 2008,

Azerbaycan'da

İstanbul

Çamlıca yayınları,

İstanbul

Tör

Şiiliğin

1288-

1485

(derleyen,

Prof

s. 155 v.d

Yayılma

Süreci

/

www.acikarsiv.anka-

pdf

Tatarh-Renklerin Dönüşü Sergisi Nedim

Anka yayınları,

s.17,18

Necdet Ûztürk) 5/7 -

Safevi,

s.55

Müzesi

/

(18 Haziran-26 Eylül 2010),

www.ykykultur.com

- 243 -

Yapı Kredi-Vedat

Anadolu Coğrafyasındaki Gelişmeler; Anadolu Türkmen Beyleri Türk-Türkmen-Oğuz boyları, Roma (Bizans-Anadolıı) topraklarına geçtiklerinde farklı bir durumla karşılaşmışlardı. Şehirler Müslüman, Arap veya Fars değildi. Şehirler Romalı (Bizanslı) yani Rum'du ve Hıristiyan'dı. Onlar muhteşem Roma'yı yenmiş, teslim almışlardı. Türkler Romanın yeni sahipleriydiler.

Kendilerine

Romalı

(Rum

ilinden-Rum-Rumi)

denmesini

onurla kabul ediyorlardı. Artık gaziyan-ı Rum, abdalan-ı (derviş) Rum, ahi-

Murakka / 17. y.y.

— —

ilk yarısı / Gülistan Sarayı

244 —

Müzesi

———--

25 yan-ı Rum olmuşlardı... Ülkenin yeni sahipleri artık Rum Sultanı olarak anılıyorlardı. Rumi olmak, Ruınlu olmak, bir ayrıcalıktı. Mevlâna Celaleddin de bir Rumi'ydi. Türkçe konuşan, Farsça yazan gönüller âleminin sultanı olan bir Rumi... O dönem Müslüman tarihçilerin eserlerinde Rum demek, Romanın (Bizans'ın) yeni efendileri olan Türk demekti, daha doğru bir tanımlama ile "Müslüman - Şehirli-Türk" demekti. (bkz• Aşıkpaşazade, Oruç Beğ, Neşri, Şerefname, vb.) Onların da şehir dışında yaşayan Kürt çobanları vardı.

Onlar, Osmanlı kayıtlarına "Türkmen Ekradı-Türkmen

Kürtleri" olarak kaydediliyorlardı.

490

Şiiler ile Sünniler arasında yüzyıl-

lardır süregelen sert bir mücadele vardı. Şii kavramlardan beslenen Kızılbaş Türkmen çobanlar, Sünni-şehir uygarlığına siyasi açıdan da muhaliftiler ve şehirleri yönetmeye hazır görünüyorlardı. Sünni Kürt çobanlara göre iki kez tehlikeliydiler. Onların fethettiği şehirlerde, Sünni âlimlere ve Sünni yöneticilere gelecek görünmüyordu.

Şeyh Cüneyd

veya

Celal

Celali İsyanlarının İsim Babası Devir sürüyordu. Şeyh Cüneyd 1465 yılında (oğlu Haydar daha dört-beşyaşına

ulaştığında)

yeniden

Anadolu

topraklarında

Boz-ok

Türkmen

diyarında tecelli etmişti. Aşıkpazade'nin anlatımıyla, Şeyh Cüneyd'e benzer bir kişi Tokat'ta görünmüştü; [Şeyh Cüneyd'in müridleri "Şeyh Cüneyd'tir dediler. Ona uydular, (gerçek) Şeyh Cüneyd' in hocası Hayrettin, Sultan Mehmed'e hoca olmuş idi. Sultan Mehmed o kişiyi getirtti ve hocasına gösterdi. O "Cüneyd değildir." dedi. O kişi dahi " Ben Cüneyd değilim, bana Celal derler." dedi. O kişiyi — 245

— _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _

salıverdiler. Gitti. Gider iken. Cüneyd'in müridleri; " Niye Cüneyd değilim, dedin?" diye burnunu kestiler. O kişiyi taşa bastırdılar. Öldü diye koydu gittiler. Celalin müridleri onu taş altından çıkarıp, aldılar, gittiler. "Gâh Cüneyd'dir, gâh Celaldir" derlerdi.] Osmanlı Şeyh Cüneyd'ten kurtulmuştu ama konu kapanmamıştı. Devir sürüyordu. 1577'de Boz-ok Türkmenleri arasından Şah ismail tecelli etmiş, etrafına birçok taraftar toplamıştı. Şah, Kırşehir Hacı Bektaş dergâhına taraftarlarıyla uğrar ve kurban keser. Bir yıl sonra 1578'de Maraş civarında ki Türkmenlerin arasından bir kez daha Şah İsmail ortaya çıkmış, birçok oymak etrafında toplanmıştı. Her iki olay Osmanlı kayıtlarına "Düzmece Şah" olarak geçmişti.

492

Celali isyanları için Boz-ok bölgesinde şartlar uy-

gundu. Osmanlı, resmi düzeyde, isyanları adi suç olarak tanımlamıştı.

"Köroğlu"...derler bir Celali Reisi... isyanlar artarak sürüyordu. 1581 ve takip eden yıllarda tamamıyla kontrolden çıkmış, Anadolu yangın yerine dönmüştü. İzmir taraflarında Demircioğlu, Haymana'da Yazıcıoğlu, Kırşehir'de Kulaksızoğlu, Orta Anadolu'da Kiziroğlu Mustafa Bey ve Cabbarkulu, Bozok'ta Haydar Çavuş ve Hasan Çavuş meşhur Celali reisleriydi. 4 9 3 En meşhuru Bolu'daydı. Köroğlu Ruşen, kendi destanını yazmaktaydı. "Bolu, Adapazarı, Bursa'dan sahile kadar olan yerlerin halkı...sahip oldukları parayı ve eşyayı, eşkıyaya teslim edip topraklarını terk etmişler, istanbul'un yanı başına, Üsküdar civarına sığınmışlardı."

494

Yakışıklılığı ile ünlü Ayvaz da sığınmacıların arasınday-

dı. Köroğlu, merakını yenememiş, sürü sahibi bir Kürt (K-r-d, çoban) olarak Üsküdar'a gitmiş, Ayvaz'ı kaçırmış, maiyetine katmıştı. Prof. Mustafa Akdağ, Köroğlu'nun tarihi kişiliği üzerine şu tespitte bulunur. "...belgelere göre, ilk tanınmış Celali Reisi, 1581'den itibaren Bolu ile Gerede arasında, iki yüz kişilik bir grupla soygunculuğa başlayan ve Köroğlu efsanesinin kahramanı olan Köroğlu Ruşen'dir. Önce küçük bir çete ile servet sahiplerine saldırmaya başlayan, bildiğimiz destan kahramanı246

mn, gittikçe önem kazandığını ve emrine diğer Celali reislerinin girmesi ile birçok bölüklere kumanda eden hakiki bir Celali reisi olduğunu tahmin edebiliriz. Köroğlu'nun da, kendisinden sonra gelen Celali reisleri gibi. önceden bir hükümet görevlisi veyahut hiç olmazsa halk tarafından il erlerine baş seçilen bir yiğitbaşı olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat bizim tahminimize göre, bu tanınmış eşkiya başının, bütün Celali isyanlarının mahıvetini ve karakterini aksettiren "Köroğlu" adındaki halk destanlarının yegâne

kahramanı olarak ebedileşmesinin sebebi Celali isyanlarının ilk öncü-

sü olmasındandır. Yaşadığı sahaların Istanbul-lran askeri yolu üzerine rastlaması şöhretini artırmıştır, denebilir."

495

Celali İsyanlarının Sebebi

Düzenli Ordu ve Barutun gücü 1 5 8 0 - 1 6 1 2 yılları arasında Anadolu'da ortaya çıkan sayısız ayaklanma, Celali İsyanları olarak adlandırılır. Mustafa Akdağ, "Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası" adlı eserinde, başkent İstanbul'da kapıkullarınm önem kazandığı, Anadolu'da topraksız kalan köylülerin, çetelerin, medrese talebelerinin (suhteler), il erlerinin ve sipahilerin karıştığı karmaşık bir isyan coğrafyasını gözlerimizin önüne serer.

496

Şüphesiz Koçi Bey Risalesi, dev-

rin olaylarına ilk elden kaynaktır. Koçi Bey, saraya yakın çevrelerin, (gelirleri karşılığında asker sağlayan) Tımar ve Zeametlerin gelirlerine, nasıl el koyduklarına dikkat çeker. Zenginlik hırsı öne çıkınca, Osmanlı'nın nitelikli asker ihtiyacını sağlamak mümkün olmuyordu. Yeni zenginlerin yakınlarının işe alınmaları yönündeki ricalarıyla da Yeniçeri Ocağı işlevini yitıriyordu. Osmanlı asker kaynağını kaybediyordu. 4 9 7 Yeniçeri ocağının gerçek asker kaynağı olan işsiz genç nüfus isyan ediyordu. Şüphesiz klasik tarihçilerin ilgilerini yoğunlaştırnıadığı en önemli gelişme, savaş yöntemlerinin değişmesiydi. Meydan savaşı dönemi kapanmıştı. Kaleler etrafında uzun kuşatmalar yapılıyordu. Kale surlarının altından tüneller kazılıyor, dinamitler patlatılıyordu. Surları yıkan toplar önem kazanmıştı. Sefer sırasında, yollar hazırlanıyor, köprüler kuruluyordu. Binlerce 247

kişilik ordunun lojistiği ve iletişimi önemliydi. Bütün bunlar için ölümü göze almış, düzensiz savaşan Türkmenler yeterli değildi. Savaş zora girdiğinde gözden yitmek, sonra Yeniden saldırmak; yeni ordu yapılanmasında geçerli bir yöntem olmaktan çıkıyordu. Düşman kalesine kapanmıştı. Meydan savaşı yapmıyordu. Doğu da da Safeviler, Tebriz'i terk etmişlerdi; Çaldıran'dan (1514 yılı) sonra meydan savaşı yapmayacaklardı. 1534 yılında (H. 940 Zilkade/M.

1534 Haziran) Irakeyn Seferinde (İki Irak, Bağdat-Hu-

zistan) , 117 günde Tebriz'e varabilen Kanuni, yoluna kar yağışı altında devam etmek zorunda kalmış, altı ayın sonunda, büyük güçlükleri aşarak Bağdat'a (1 Aralık 1534'te) ulaşabilmişti. Güzergâh 3 . 0 0 0 km'yi buluyordu. Bünyesinde yaya (piyade) olan bir ordu için çok zor bir seferdi. Safevi hafif süvari birlikleri kolayca yer değiştirebiliyordu. Osmanlının geçiş yollarında her türlü olumsuz ortamı hazırlıyorlardı. Gıda ve su kaynaklarını yokediliyor, yerleşik halk göç ettiriliyordu. Ancak boş şehirler teslim alınabiliyordu.

498

Doğu da fethedilen şehirler elde tutulacaksa kale - hisar yap-

mak gerekiyordu. Kale ile bölge savunulacaktı. Bölgeyi ve kaleyi elde tutmak için bölge insanı ve aşiretler ikna edilmeliydi. Becerikli liderlere "dirlik" verilecekti.

Kaçar Dönemi Tebriz

Top Arabası -

- 20. yüzyıl

Kaçarlar Müzesi

~ 248 -

1555 yılında İran Safevi devleti ile anlaşma yapıldı.

Osmanlı doğu

sınırındaki, Safevi devletinin varlığını resmen kabul etti. 1606 yılında da ilk defa Batı1 da Avusturyalılarla Zitvatorok'ta

eşit koşulda barış görüş-

meleri yapıldı. Osmanlı imparatorluğu doğal sınırlarına ulaşmıştı. Yaya askerleri (piyade) olan bir ordunun daha ilerilere gitmesi mümkün olmuyordu. Kuşkusuz Doğu ve Batı'daki bu seferler, özellikle doğu seferleri Anadolu'daki düzensiz savaşan güçlere istihdam sağlamıştı. Barış sonrası artık onlara ihtiyaç yoktu. Terhis edileceklerdi. Prof. Halil İnalcık'm o döneme ilişkin araştırmasında vardığı sonuçlara göre, isyanlar İran seferleri sonunda terhis edilen düzensiz savaşçı birliklerin (sekbanların) yaptığı bir eşkiyalık olayıydı. Terhis edilen savaşçı Türkmenlerin başka bir yaşam şekli yoktu ve ellerinde silahları vardı. Kendi atı ve silahı ile gelip ücretli askerlik yapan genç sekbanlar isyan ediyorlardı.

500

İran başkentinin Islahan a taşınması, Irak'ı önemli kılmıştı. Yeni İran Safevi başkentine en kısa yol Musul üzerindendi. Musul, savaşa cephe-garnizon-karargâh şehir olarak önem kazandı. 1630 yılında Musul'un fethinden 1775 yılma kadar 150 yıl boyunca en az 5 kez İran güçleriyle binlik çaplı çatışma oldu. Musul valisi, civarda denetimi sağlamak için 1698 ile 1800 yılları arasında 30'un üzerinde sefer düzenlemişti.

501

Dina Rızk Khoury'nin, Musul konusundaki kapsamlı eseri, gelişmenin yönü konusunda bize rehber olacaktır; Devletin ordu için askere ve varlığının devamı için paraya ihtiyacı vardı. Her iki hizmet için becerikli kişiler bulunmalıydı. Devlete bağlı yerel bir sınıf ortaya çıkmıştı. Bunlar güçleriyle, yörenin askeri güçlerini besleyip donatma işini satın aldılar, merkezi hükümetin gereksinimleri için para sağladılar. Bu kentli esnaf, yavaş yavaş kırsal alanda denetimi ele aldı. Kırsal alanda vergilerin toplanması yeni bir tahsildar sınıfı yarattı. Çok çeşitli vergileri toplama ve yerinde harcamayı da içine alacak bir şekilde görevleri artan tahsildarlar, kendilerini devlet memurundan çok iktisadi bir işletmenin yöneticisi gibi görür oldular. Taşeronlar tutmak, parayı aktaracak

bankerler bulmak ve vergiyi toplayacak silahlı adamlar tutmak görevleri arasındaydı. 1680'lerden itibaren vergi tahsildarlığı mevki, "almır-satılır" bir meta haline getirildi. 18.yüzyılda eyaletlerde para gücüyle, yönetim sisteminde yer edinmenin önü açıldı. Bir kişi, bir kez vali olunca, onun ana levazım ve ikmal (mal ve hikmet tedarik-tamamlama) merkezlerinin başına da gelmesi, bölgesindeki kent merkezleri arasında para ve erzak trafiğini yönetmesi de mümkün oldu. Doğu sınır boyları, bu dönüşümün en açık görülebildiği yerlerdi. Garnizon (Karargâh- Ordugâh) şehirlerde, Osmanlı ordularının artan talepleri, aşiretlerin hayvancılığa dönmesini daha kârlı duruma getirdi. Osmanlının askeri gereklilik gereği, Doğuya kondurduğu hisarlar, kendisiyle uzlaşan ve yükselen bu grupların eline geçti. Malikâne, vergi geliri üzerinde sağlanan bir ayrıcalıktı. Paralı kişiler, ayrıcalıklarına ömür boyu sahip olabiliyor ve onları mirasçılarına bırakmalarına devlet karışamıyordu. Musul örneğinde Celilzadeler bu dönüşümün parlak bir örneğiydi. Valilik, vergi gelirinin toplanması, askeri yapılanmanın sürdürülmesi, ailenin kontrolü altındaydı. Kuşkusuz benzer gelişmeler Balkan şehirlerinde de oluyordu. 1714 yılındaki bir şikayet dilekçesinin gösterdiği gibi, Musullu tüccar Derviş Ali'nin iş alanı Edirne, istanbul, Van, Trabzon ve Erzurum'u kapsıyordu... Osmanlı umduğu vergi gelirini yerel güçlerle paylaşacak, payına düşen kırıntılarla yetinecekti.

502

Osmanlı'yla bütünleşen Musul şehri Sünnileşti, Osmanlılaştı ve Safevi Şiiliği karşısında, Sünni sofuluğun kalesi durumuna geldi.

503

Leyla ile Mecnun Eserinde Göçebe Yasam Sahnesi, Panj Ganj -



251 -

1521- Gülistan Sarayı

Hacı Bektaş Ocağı; Çaresizlerin Ç â l CÎ- S1 • * m Yavuz Selim'in İranla savaşı, 16. yüzyıl boyunca Anadolu Kızılbaşları'na karşı bir baskı dalgası başlattı. İran Şahı, Kızılbaşlara kitaplar, icazetnameler ve gizli elçiler (halifeler) gönderen bir sufilik önderiydi. Onun, Anadolu'da "beşinci kol" kurmaya dönük bu gayretlerine, Osmanlı idaresi sert karşılık verdi. Şah'm halifelerinin Anadolu'daki "temas kişileri", Ustacalu gibi kuvvetli aşiretlere sığmmadıkça, çoğunlukla idam edildiler. Özellikle Sivas bölgesinde, yerel valilerin bu aşiret üyelerinin üstüne gitmekte tereddüt etmiş olduğu görünüyor. Bunun sonucunda, İran'a göçmeyen bu aşiretler, Anadolu heterodoksisinin (ortodoks olmayan) üssünü oluşturmaya devam etti. Faruqi,

bu

dönemdeki

Bektaşi

tekkelerinin

durumunu

incelemiştir;

Hacı Bektaş ve Abdal Musa gibi zamanın önde gelen Anadolu Bektaşi tekkeleri, (vakıf kayıtlarının gösterdiği gibi)

1580'lerde faaliyet halindeydiler.

Hacıbektaş'taki merkezi tekkenin çalışmaları, 16. yüzyılın ikinci yarısı boyunca

ocağın kurucu pirinin soyundan geldiklerini söyleyen şeyhler tarafından

sürdürüldü. Bektaşi tekkeleri, resmi baskının hedefinde değildi. Denizli'deki Sarı Baba ve Orta Anadolu'daki Seyyid Gazi gibi zaviyeler ciddi güçlükler içindeydiler. Fuat Köprülü'nün ifade ettiği gibi, Seyyid Gaziye bağlı olanların, pek çok diğer heterodoks dervişlerle birlikte Bektaşi ocağına katılarak baskılardan kurtulduğu görünüyor. 1580'lerden

sonra,

bu

baskı

dönemi

tedricen

(azalarak)

sona

erdi.

17. yüzyıl ortasında Evliya Çelebi Anadolu'yu gezdiğinde, dinsel ihtilafın bü.., ...

252

-

-

—-

yük oranda durulduğu bir ortamı betimledi. Çelebinin, her Osmanlı Müslümanını kapsayabilecek geniş bir Sünnilik yorumunu tercih etmiş olması ihtimal dahilindedir. 1580'e kadar olan dönemde Osmanlı yönetimi belgelenmiş topyekun baskıdan 1600'lü yıllarda vazgeçtiyse, bunun sebebi Kızılbaş kavnaklı hareketlerin tehlikeli olmaktan tamamen çıkmış olması değildi. Tam tersine, bu yıllar boyunca tüm Anadolu sathında ortaya çıkan Celali İsvanlan. Osmanlı idaresinin kendi siyasetlerini gözden geçirmeye sevk etmiş olabilir Dahası, Çorum ve Sivas gibi yerlerde yüzyılın başlarındaki Kızılbaş isyanlarını neredeyse hiç kesintiye uğramadan, 1580 ve 1620 arasındaki yıllara rastlayan Celali isyanları izledi. 1613-1614 tarihli bir Mühimine fermanında, Malatya bölgesinden soygunculuk ve asilikle suçlanan on yedi kişi arasında, bir Seyyid Gazi'yi, bir Şah Veli'yi, bir Abdal'ı ve ayrıca bir Şeyh Nazar'ı ve bir Şeyh Hasan'ı görüyoruz. Dulkadir Beyi ve oğulları hakkında ela adi suç ileri sürdüğünü de dikkate almalıyız. Anadolu'da 17. ve 18.yüzyıllar boyunca İran'la birçok savaşları yaşandı. Osmanlı, heterodoks kişileri ve toplulukları bertaraf etme siyasetini sürdürmedi. Büyük ihtimalle bu tür bir tutum değişikliği için ortada iyi bir sebep vardı. Anadolu bir kaosun içindeydi. Vergi ve asker kaynağı olan halk çok azdı. (Ör-

Hacı Bektaş Veli Külliyyesi-Hacı Bek taş

«————— nek

olarak

1835

yılında

Mardin'de

toplam

3633

aile yaşıyordu,

bkz.

— s.321)

Kao-

sun sona ermesi, halkın merkezi idareyle uzlaşmasının sağlaması; Safeviler in Anadolu'daki ümitlerinin sona ermesi, Osmanlı'nın Anadolu fethini tamamlanması demekti. Bir zamanlar İrene Melikoffun II. Bayezid'e atfettiği politikanın yeniden canlandırılması uygun görülmüş olsa gerek. Bu politika, siyasi bir güç olarak Kızılbaşlar'm kontrolü amacıyla, başta Bektaşiler olmak üzere çokça sevilen derviş dergâhlarından yararlanılması biçimindeydi. Düzmece Şah ismail taraftarlarının Hacı Bektaş tekkesinin önünde düzenledikleri kurban töreninde görüldüğü gibi, muhtemelen çoğu Anadolu Kızılbaşı'nca Bektaşi pirlerine ve dervişlerine büyük saygı duyuluyordu. Hacı Bektaş tekkesi, dikkatli tutumuna rağmen, Kızılbaş-Alevi Türkmenlere kapısını kapatamazdı. Üstelik, Bektaşi ocağı ve onunla ilintili pek çok tekke, aşiret isyanlarına katılmaktan genelde kaçınırken, sözlü gelenek, 1520'lerdeki aşiret ayaklanmasının önderlerinden biri olan Kalender Şah'm mezarının Hacı Bektaş'ta olduğunu kabul etti. Bu insanlar, ocağa girerek baskıdan kurtulmayı umuyorlardı. Osmanlı yönetimi, Bektaşi ocağına sığınmaya hoşgörü gösterdi ve hatta cesaret verdi... Osmanlı, diğer dini topluluklara da hoşgörü gösteriyordu. Bu sayede istemediği olaylar ortaya çıkması halinde, hesap sorabileceği kişiler ve kurumlar bulunuyordu. Tehlikeli Kızılbaş önderler İran'a geçmiş veya Kanuni Süleyman devrinde etkisizleştirilmişti. Osmanlı, Celali isyanlarının zirveye çıktığı yıllarda, genç Anadolu Kızılbaşlarmm bir Celali önderin hizmetine katılma eğilimlerini sınırlamayı yeterli görmüş olabilir. Hemen hemen bütün tekkelerde şeyhlik, babadan oğula geçiyordu.

Fakat

yeni şeyhi seçmek için genellikle birden fazla mirasçı vardı ve bu da merkezi tekkenin şeyhlerine, ocağın tamamını zora düşüreceğini düşündükleri adayları eleme imkanı veriyordu. Osmanlı yönetimi, İmparatorluktaki tüm Bektaşi şeyhlerin tayini sürecinde, merkezi tekkenin başmdakilere danışılmasını şart koşuyordu. 11 Safer 1022 / 2 Nisan 1613 tarihli bir Mühimme fermanında, bir heterodoks 254

dervişe yapılan nispeten yumuşak muamele kayıtlıdır. Osmanlı'nın temkinli gözlem politikasının, Kızılbaşlar'm "anayurdu" olan Sivas bölgesinde yaşayan heretik topluluklara da uzanması, 1613-1614 tarihli bir başka fermanla da belgelenir. Linda Schatkowski-Schilcher'in 19. yüzyıl Şam'ı için ileri sürdüğü şev 1" yüzyıl Anadolu eyaletleri için de iddia edilebilir. Bu araştırmacıya göre. sufilere veya dervişlere mensup birisi kabaca bir "mülk" mensubu olarak kabul edilirdi. Şüphesiz ki Ortadoğu "mülkleri" 16. ve 17. yüzyıl Avrupa'sının mülkleri gibi kesin üyelikli ve iyi tanımlanmış bir iç yapıya sahip topluluklardı. Bir kişiyi itibarlı mülklerden birinden alıp reaya (üreten, çalışan) sınıfına sokma kararı, İstanbul'a başvurmanın gerekebileceği çok ciddi bir meseleydi. Tekkelerin bağımsız hareket etme gelenekleri çok güçlüydü. Osmanlı öncesi ve erken Osmanlı dönemlerinin dervişleri, kendi bağımsız inisiyatifleriyle Anadolu'da zaviyeler, tekkeler ve köyler kurmuşlar, Romanın heretik inançlı isyankâr halkıyla uzlaşmayı başarmışlar, onları kendi inançlarına devşirmişlerdi. Osmanlı Devleti'nin merkezileşmesinin en başarılı olduğu kabul edilen 18. yüzyılda bile bu işlevlerini sürdürmüşlerdi. (Faruqi)

Türkmenlikten Çıkma veya Alevi Kızılbaş Türkmenlikten, Sünni Kürtlüğe Geçiş... Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı'nclan sonra, Şah İsmail'in yitirdiği topraklarda Kızılbaş-Alevi-Türkmenler'in egemenlikleri sürmeye devam ediyordu. Anadolu'nun nüfus yapısı çok az değişmiş görünüyordu. Ünlü Ustacalu aşireti, topraklarına dönmüştü. Karahan Bey, savaşta ölen kardeşinin yerine Ustacalu aşiretinin başına geçmişti. Ustacalu aşireti, Şah'ın güvendiği güçlü aşiretlerdendi. Türkmenler, Anadolu'daydılar. Yine kadınları ve kızlarıyla toy- düğün yapıyorlar, saz çalıyorlar, şahlarına düvazdehler (12 imam'a-Şah'a, Şah Ali'ye övgü'ler)

dillerden düşmüyor-

du. Konar-göçerdiler. Toprağa bağlı değildiler, devlete haraç (vergi) ödemezlerdi. Yerleşik halka zarar verirler, saraya gitmesi gereken haracı kendileri alırlardı. Anadolu'nun yarısı halâ Osmanlı'nın değildi. Savaşlardan önce Anadolu'nun doğusu Akkoyunlu-Safevi, Torosların güneyi de yer yer Mısır-Memlûklu toprağıydı. Her şey çok az değişmiş görünüyordu. Bir iktidar haraç (vergi) alamıyorsa, toprak fethedilmiş sayılmazdı. Bu nasıl gerçekleşecekti?

Yavuz Selim, zaferle sonuçlanan Mısır seferi sonrasında Hicaz'da muhafaza edilen halifeliğin kutsal emanetlerini devralmıştı. Osmanlı-Roma Sultanları, uzun süredir halifesiz kalmış Sünni Müslümanlar'm halifeliğine taliptiler. Safeviler'in başkentleri Tebriz ve Kazvin'de yükselen Şii Halifeliğe karşı, Batı'da Roma başkentinde yükselen Sünni Halifelik... Zağros Dağları ile Dicle'nin doğusu ve Zap suyu arasındaki dağlık bölgede Sünni-Kürtler vardı. Yönetilmesi zor bir coğrafyayı yurt edinen Sünni-Kürt çobanların siyasi talepleri ve biat etme sorunları yoktu. Oradakiler, İslam medinelerinin dışındaki sürgünlerdi.

(Arapça Kürd, çoğulu Ekrad, Arapça yazımla

K.r.d / K-r-d; Sürgünlerdi / kaynak; Lisan'iil Arap- lügati) Coğrafi bölgeyi tanımlamakta kullanılan Şehr-i Zor aclı yeteri kadar açıklayıcı idi. ^06 İslam devletinde dini aidiyet her şeyin üzerindeydi. Milliyetçiliğin ve ulusal devletlerin ortaya çıkmasına daha çok zaman vardı. Aslında imparatorluk coğrafyasında, her ulustan her dini aidiyetten insana hükmetmek ve onları örfi (sivil) hukukla yönetmek en güvenilir yoldu. Kızılbaş Türkmenlerle mücadele edilecekti. Onların Kızılbaşlıktan çıkmaları en iyi çareydi. Fakat bu nasıl olacaktı? Türkmenler çok fazlaydılar ve çok yoksuldular. Bir çobanlığı, bir de savaşmayı bilirlerdi... Bizzat Yavuz Selim, Trabzon'da şehzadeliği sırasında, onları sefere çağırmış, birlikte gazaya çıkmışlardı. Yavuz, ganimete el sürmemiş, hepsini onlara paylaştırmıştı. Yavuz onları tanıyordu.... Batıya Hıristiyanların ülkesine seferler sürüyordu. Yavuz, onların bir kısmını orada savaşa sürebilirdi. Anadolu'da son 200 yıldır Türk beylikleri vardı. Safeviler'in tahta çıkışlarıyla birlikte, bölgede son 100 yıldır hüküm süren Akkoyunlu beyleri ve bürokratlarından canlarım kurtaranlar, Osmanlı'ya sığınmışlardı. Osmanlı'nın düşmanı

Kızılbaş

Türkmenler,

Akkoyunlular'ın

da

düşmanlarıydı...

Yavuz, Akkoyunlu emirlerinden Bıyıklı Mehıued Paşaya ve Akkoyunlu yüksek bürokratı (saray katibi, lala) İdris-i Bitlisi'ye güveniyordu. Bıyıklı Mehmed Paşa, Çaldıran savaşı sonrası Doğu Anadolu'da Safevi destekçisi boylara karşı başarılı bir mücadele sergilemişti.

İdris, Çaldıran Savaşı sonrası Osmanlı

ordusuyla birlikte Tebriz'e girmiş. Yavuz'un oradan ayrılması sonrası Teb-—

——

. — - 256





riz'de kalmış. Tebriz'de kurulan karakol ve gözlemci (keşif!) kuvvetlerinin komutanlığını yapmış, halkı Ulu Cami'de toplayarak vaaz ve nasihatte bulunmuştu. Çaldıran dönüşü Amasya'da karargâhını kuran Yavuz'la buluştuğunda, fikirlerini Yavuz'la paylaşmış olmalıdır. ^08 Akkoyunlu bürokratı olduğu dönemden beri İdris, bölgedeki Sünni Kürt

( K-r-d, çoğulu Ekrad) aşiretleri ta-

nıyordu. Onlarda çobanlık ve talanla geçiniyorlardı... Onların Türkmenler gibi biat sorunları yoktu. Yüzyıllardır az bir vergi karşılığı, yarı bağımsız yaşıyorlardı. Şah'm Kızılbaş destekçilerine karşı savaşabilirlerdi. Kızılbaşlar'la mücadele ideolojikti. Kalpleri Şah'm değil Sultan'm sevgisiyle dolu olmadan, onlardan ümit yoktu. Sünni-Islam'a zararı olan fikirlerinden kurtulmalarında, büyük hayırlar vardı. Bölge de tutunamayan Kızılbaş-Aleviler bilinmezlerle dolu hayal ülkesine, Şahlar Şahı'nm ülkesine göçüyorlardı. Bölgede kalanlar Kürtleşmeliydiler. Fakat bunun yöntemi nasıl olmalıydı? Doğan Avcıoğlu'nun 1970'li yıllarda fark ettiği, yeni toprak ve miras düzeni (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi-Türkiyenin Düzeni), akademisyenlerinde dikkatini çekecekti. Eski Akkoyunlu, yeni Osmanlı Bıyıklı Mehmed Paşa ve İdris-i Bitlisi, bölgeyi çok iyi tanıyorlardı. Sünniliği ve Kürtlüğü benimseyenlere yani

Os-

manlı'nın has kulları olmayı kabul edenlere toprak ve dirlik verilecekti. Dirliğe hak kazananlar, karşılığında Kızılbaşları bölgeden kovacaklar ve haraç (vergi) ödeyeceklerdi. Bıyıklı Mehnıed Paşa'nm Beylerbeyiliğe tayini ile Diyar-bekir Beylerbeyiliği'nin yeni baştan kurulması çalışmaları başlamış oldu. Paşa'nm sorumluluk bölgesi Musul'a kadar uzanıyordu. 1515 Kasım'ı sonlarına doğru Bıyıklı Mehmed Paşaya, Padişah'm mühürlü boş kağıtlarının gönderildiği ve bunların İdris-i Bitlisi tarafından doldurularak düzenleme yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu düzenlemeler; (Arap-lslanı döneminden kalan isimleriyle) Diyar-bekir, Musul, Bitlis, Diyar-ı Mudar ve Diyar-ı Rebia (Fırat ve Dicle arası) bölgelerini kapsıyordu. Geçmişten beri bölgede hakimiyet süren güçlü beylere, YurtlukOcaklık ve Hükümet Sancağı adı altında bazı imtiyazlı sancaklar verildiği gibi bazı aşiret beylerine de imtiyazlı dirlikler verildi. Mir-i aşiret denilen bu imtiyazlı tımar ve zeametlere sahip beylerin miktarı Van, Diyar-bekir ve Dulkadir bölgesinde 400 civarındaydı. Bunun yanı sıra bazı aşiret mensuplarına da ce257

belü tımarları verilmişti Alınan önlemlere rağmen, 1518 yılma gelindiğinde Çemişkezek (Dersim-Tıınceli

beyleri halâ direniyordu.

Düzenleme konusu olan Sancak-Yurtluk uygulaması şöyleydi; A-Klasik Osmanlı sancakları İmparatorluğun her tarafında görülen tımar sancağı tipiydi. Buralarda sancakbeyi merkezden tayin edilir ve istendiği zaman değiştirilebilirdi. Sancakbeyi, sancağın geliriyle masraflarını üstlendiği askeri atlı güçlerle (sipahilerle) birlikte, sefer zamanında Diyar-bekir Beylerbeyi'nin emrine girerdi. Harput, Mardin, Aınid, Ergani, Akçakale, Siverek, Siirt ve Nusaybin sancakları klasik tipteki sancaklar idi. B-Yurtluk-Ocaklık Sancakları Yurtluk-Ocaklık denilen sancakların klasik sancaklardan farkı, sancakbeyliğinin belli bir ailenin elinde oluşudur. Ancak sancakbeyi herhangi bir sebeple sancakbeyliğinden alındığında veya öldüğünde yerine kardeşi, oğlu veya akrabalarından biri tayin edilirdi. Diğer hususlarda klasik sancakbeyi ile aynı yükümlülüklere tabi idi. Çemişgezek, Çermik, Pertek, Malazgirt ve Sağman sancakları bu türden sancaklar idi. C-Hükümet denilen sancaklar Hükümet sancakbeyliği, Yurtluk-Ocaklık sancaklarda olduğu gibi belli bir ailenin mülkiyetindedir. Fakat onlardan farklı olarak bu sancaklarda vergileri sancakbeyi kendisi toplamakta, sadece her yıl merkez hazinesine belirlenmiş bir vergiyi ödemektedir. Eğil, Palu, Hasankeyf, Hazo, Genç ve Cizre bu tip sancaklardandır. Gerek yurtluk-ocaklık ve gerekse hükümet sancakları tasarruf eden beylerin ellerine sancak beyliğinin kendi ailelerinin mülkiyetinde olduğuna dair birer temlikname verilmiştir. Bu temliknamelerde ne şartlarla bu sancakları tasarruf edecekleri

tek tek açıklanmıştır. ^09 Esasen Tımar uygulamasında, Tımar

hakkının babadan oğla geçme şartı, Osmanlı'nın ilk kurucusuna kadar gider. Aşıkpaşazade'ye göre, Osman Gazi "Kime bir tımar vermişsem sebepsiz olarak onun elinden almasınlar ve öldüğü vakit oğluna versinler. Küçücük olsa da 258

versinler..." diye kanun koymuştu.^ 1 ® Bölgenin dağlarla bölünmüş, parçalı yapısından dolayı çevresinden kopuk, yalıtılmış birçok yerleşim vardı. Halkın asıl geçim şekli çobanlıktı. Bölgedeki egemen beyler veya aşiret reisleri, bölgede kurulan güçlü devletlerin yasallığını kabul ederek, yüzlerce yıldır varlıklarını devam ettirmişlerdi. Aynı gerekçelerle İran hükümdarlarına; yüzlerce yıldır, Şahlar Şahı, Şehinşah denmişti. Şeref Han'm Şerefname'si, Sünni Kürt beylerinin Kızılbaş-Alevi-Türkmenler.e mücadelesinin kayıtlarıyla doludur. Osmanlı, bölgede günümüze kadar devam eden farklı demografik yapıya dokunmamıştı. Bu konu çokça eleştirilmiştir. Unutmayalım ki, Osmanlı bir ulus devlet değildi. İmparatorluktu. Kendisinden önceki imparatorluklar nasıl hüküm sürmüşse, o da öyle hüküm sürüyordu. Ülke Osmanlı ailesinin mülküydü. Vergiye ve orduya ihtiyacı vardı. Topraklar onundu. Toprağın kullanım hakkını iki şart karşılığı devrediyordu; güvenli vergi ve asker tedariği... Yerel unsurlar eliyle vergi toplamada en önemli sebep, tek merkezden vergi toplamanın pahalı maliyetiydi. Osmanlı, aynı şekilde Avrupa'nın, Alman krallarının eline geçmemesi için Fransa krallarını kollamış, onlara topraklarında kapitülasyonlar sağlamıştır. Osmanlı nereden bilsin? Avrupalıdan teşekkür beklerken, her birinin ayrı ayrı kapitülasyonlar için sıraya dizileceğim, asla kapitülasyonlarından vazgeçmeyeceklerini. Kapitülasyonların, sonunda Osmanlı maliyesini ve İmparatorluğunu çökerteceğini, günün birinde refaha kovuşup, Avrupa Birliğini kurduklarında, Osmanlının has evlatlarına hiçbir hoş görü göstermeyeceklerini, birazcık vaat umuduyla 50 yıldan fazla "Birlik" kapısında bekleteceklerini...

Boz-ok Dulkadirli Ülkesinin İsyanı... Dukadirli Beyliği, Maraş ve Elbistan'da kurulmuştu. Dulkadirliler, Oğuz Boz-ok kolundandı... Topraklarını Orta Anadolu'ya Yozgat ve Çorum'a kadar büyütmüşlerdi. Şehsuvaroğlu Ali Bey, Osmanlı'ya akraba ve dosttu. Osmanlının yüksek hakimiyetini kabul etmişti. Çaldıran savaşında ve savaş sonrası Doğu Anadolu'nun fethinde, Şah Veli isyanının bastırılmasın-

r ^ e - K S o

da,

Şam

valisi

Canbırd-ı

Gazali'nin

tenkilinde

(uzaklaştırılması,

ortadan kaldırılması) unutulmaz hizmetleri olmuştu. Hatta 1521 yılında Belgrad'm fethi dolayısıyla Kanuni ye gönderdiği tebriknamesinde seferlere katılma arzusunu belirtmiş ve Padişah ın önünde seve seve savaşacağını bildirmişti. 5 oğlu vardı. Beyliğin geleceğinden hiç endişe duymuyordu. Şehsuvaroğlu Ali Bey, Osmanlı'nın artık Roma'da hüküm sürdüğünü, Romalı gibi konuştuğuna dikkate almamıştı. 1.000 yıl önce Türk hakanın, Romalı elçiye, "senin ağzının içinde kaç dilin var, hangisini beni aldatmak için kullanıyorsun?" dediğini bilseydi, beyliğinin geleceğinden bu kadar emin olamazdı.

51

' 1522 yılında Rodos seferine çıkıldığı sırada Dulkadirli

Beyliğinin başında bulunan Şehsuvaroğlu Ali Bey ve oğulları, Kanuni'nin buyruğu ile gizlice öldürüldü. Oğuz, Boz-oklarln ülkesi, Osmanlı'nın eline geçmişti. Türkmenler bu yapılanı kabul edemezlerdi. 1526'da Osmanlı ordusu, Mohaç'ta Macarlara karşı tarihinin en parlak zaferlerinden birini kazanırken, İmparatorluğun anavatanında kan gövdeyi götürüyordu. Kanuni'nin Irak seferi sırasında Amasya bölgesindeki isyan kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Arşiv vesikalarından anlaşıldığına göre, Kızılbaş faaliyetleri en çok Amasya, Tokat yöresinde görülmekte ve bu bölgeyi Si vas, Çorum ve Boz-ok sancakları takip etmekteydi. 1 568 yılında Amasya beyine gönderilen hükümde Süleyman Fakih adlı kişinin diğer halifelerle birlikte toplantı yaptığı ve halkı da sapıklığa sevk ettiği, buna karşı tedbir alınması isteniyordu. Süleyman ve ona uyanlar, hırsızlık ve yol kesicilik iddiasıyla Kızılırmak'ta boğdurulacaklardı. Sıkça tekrarlanan suçlamalara göre, Kızılbaşlar, Ali dışındaki diğer üç halifeye küfür ediyorlar ve Sünni'lere "Yezid geldi." diye hakaret ediyorlardı. İsyanların daha da büyümemesi için soruşturmalar gizli yürütülüyor, öldürülen kişiler için halkın isyanın artmasına sebep olacak suçlamalardan kaçınılıyordu. Oğuz-Türkmen-KızılbaşÇepnilere güvenilmiyor. Onlar askere alınmıyordu. Askere almanlar askerlikten çıkartılıyordu.

512

260

Anadolu yangın yerine dönmüştü. Osmanlı, Ekrad (K-r-d) diyarında kı Akkoyunlu ve Türkmen beylerini kazanmak zorundaydı.

Diyar-bekir böl-

gesinde bazı Akkoyunlu kökenli beylere tımar ve zeametler verilmiş olması bunu göstermektedir. dirliklere

(Geliri 20.000 akçe ile 100.000 akçe arasında olan

"Zeamet", 20.000 akçeye

kadar gelirli

olan

dirliklere de

"Tımar '

adı verilmiştir). Örnek olarak bunlardan Berriyecik (Kızıltepe) Sancakbeyi olan Tur Ali Bey, hayli yüksek gelire sahipti. Tur Ali Bey'in sadece Harput'taki zeametinin geliri 5 9 . 0 0 0 akçedir. Osmanlı İdaresi Dulkadirli oymaklarını da iran'dan geri getirmek için bazı tedbirler almış ve 1535'teki Irakeyn (iki Irak,Arap ve İran Irakı, Bağdat ve Huzistan) seferine giderken Kanuni Sultan Süleyman Erzurum'a geldiğinde 100 tane sancağı Şehr-i Zul'da

(Zııl, Zulkadir-Dulkadir bölgesinde) Dulkadirlilere vermişti. 5 1 3

Aslında aşiret beyliği tamamen irsi değildi. Nitekim yolsuzluktan veya aşireti yönetmekte yetersiz görülenlerin elinden aşiretin alınıp bir başkasına verildiği olmuştur. Osmanlı bürokrasisi mir-i aşiret iken vefat edenlerin tımarlarını, alışılmış göreneklere aykırı olarak mirasçısı dışında kimselere verildiğinde, oğlu veya mirasçısı itiraz etmekte, divan da onların lehine karar vermekte ve yapılan işlemi iptal etmekteydi. Mir-i aşiretler sefer zamanında bağlı oldukları sancakbeyinin sancağı altında seferlere katılmak zorundaydılar. Sefere gelmedikleri takdirde diğer serbest dirliklerdeki gibi, onlarında bir yıllık dirlik gelirlerine el konulmaktaydı. Yeni aşiret beyi seçimi gerektiğinde, bazen aşirette daha fazla vergi verebilecek kimselerin aşiret beyliğine gelmesi tercih edilmekteydi. Bu uygulama sayesinde, Osmanlı'nın vergi geliri artmaktaydı. Yine de aşiretlerin vergi verme alışkanlıkları yoktu. Roma-Rum ülkesinin sahibi Osmanlı'ya göre, onlar Kürt (K-r-d, Ekrad) gibi yaşıyorlardı. 1565 tarihli Diyar-bekir icmal defterine, içinden çıktıkları Kayı boyunun Karakeçili aşiretlerinden biri "Ekrad" olarak kaydedildi.

514

Karakeçili aşireti Kürt olunca Akkeçili aşireti de, Döğerli aşireti de Kürt olmaktan kurtulamadı. Oğuz Boz-oklarmm en büyük aşireti Beydili (Badıl-

261

lı) aşireti de, Osmanlı'nın, onlan Kürt (Ekrad, K-r-d) diye kaydettiğini bilemezdi. Günümüz Antep-Halep arasında. Mercidabık savaşının yaşandığı bölgenin en büyük Türkmen aşireti Elbevlı (Beydili) aşiretinin lideri olan ve uzun yıllar Suriye Meclisi'nde milletvekilliği yapan Muhammed Sani'ye, Osmanlı kayıtlarına göre aşiretinin Kürt olduğunu söyleseydim; kuşkusuz Osmanlı'ya hayatının en ağır küfürünü esirgemezdi. (Halep, 2008) Türkmenler de,

516

Kürtler gibi çobanlıkla yaşamlarını sürdürüyorlardı.

Osmanlı, Roma'nın başkentinde, medine'de (şehirde, medeniyette) yaşıyordu. Osmanlı, Roma'yı fethetmişti. Roma imparatorluk mirası onların hakkıydı. Roma'yı, Türkmen soydaşlarıyla paylaşmayacaktı. Roma mirasında hakkı olmayan soydaşlara ne denecekti? Oğuz kökenlerini gündeme getirmek sorunluydu, en iyisi Müslüman söylemi devam ettirmekti, (bkz. s.27) Onlar Kürt gibi yaşıyorlardı. Rum (Roma) sultanları için tehlikeliydiler. En ünlüleri

Çemişkezek (Dersim-Tunceli) bölgesindeydi. Orası gerçek Kür-

distan'dı. (Şeref Han) Kışın akarsular buz tuttuğunda, Türkmenlere fetih yolu açılırdı. Ya fetih ya da yitip gitme, kaderleri gibiydi. Çıkışı sağlayacak su yolu (Boğazlar) onlara kapalıydı. Büyük çatışma Anadolu'da olacaktı.

DiFde Farsça'nın Etkisi ve Kutlu Harflerden Latin Harflerine Geçiş... Anadolu'nun güneydoğusundaki, bölge halkı eğitimden uzaktı. Yezidilerin dini lideri Muaviye bin İsmail Emevi'nin yakındığı şekliyle, eğitimi reddeden topluluklar cahil kalmıştı... ^ ' 7 Bölge halkı, kuralsız devşirdikleri Türkçe, Arapça ve Farsça sözcüklerin yardımıyla Kürtçe konuşuyordu... Dildeki kuralsız değişimlere iki örnek bu araştırmamızın içinde bahsedilmişti. Ebu'l Gazi Bahadır Han'a göre kara halk, Türk'e benzer anlamında "Türk manend" diyememiş,

Türkmen

demişti.

Şeref

Han'a

göre

ise;

Dersim, Çemişkezek hükümdarları, Melikşah'm soyundan gelmişlerdi ve

"Melikşah" sözü, Kürt dilinde "Melkiş" biçiminde değişmişti. İran'da Fars dilinin ve kültürünün koruyuculuğunu benimseyen Selçuki atalar, Anadolu ya da Fars kültürünü taşımışlardı. Farsçayı biliyorlar ve konuşuyorlardı. Osmanlı yönetim kademelerinde, edebi dil olarak Farsça, önceliğini son yüzyıla kadar korudu. Türkiye'nin bütün tarihi boyunca Farsça'nın Arapça'dan daha yaygınlıkla kullanılmış olduğundan hiç kuşku yoktur. (Cahen)518 Değişik kaynakların tespitlerine göre Türkçe ve Farsça dillerinde 3.000-5.000 ortak kelime vardır. Osmanlıca, imparatorluğun kültürel zeminini oluşturan Arapça ve Farsça'yı önyargısız kullanan karma bir dildi. İran Safevi hükümdarı. Türkçe şiirlerinde coşkusunu yansıtırken, Osmanlı padişahı, Farsça şiirleriyle huzur buluyordu. F. Sümer, Doğu'da Osmanlı egemenliği yerine Safevi egemenliği olsaydı, sadece Türkçe konuşulacağından emindir. 5 ' 9 Ülke genelinde okuma-yazma bilenlerin sayısı çok azdı. Komşular arasındaki günlük konuşma dilindeki az sayıda sözcükler arasında, dil farkları aşılabiliyordu. Her gün "5" vakit tekrar edilen ibadet dili de ortaktı ve Arapçaydı. Günümüz İran Kürdistam'nda Kürtçe ve Farsça'nın benzeşmesi çok yüksek değerdedir. Farsça bilen bir kişi, dil uyumunda güçlük çekmeden, İran Kürdistam'nda kolayca yaşamını sürdürür. Karma dil savımızı, günlük hayattan bir örnekle açıklamamın, konuyu daha anlaşılır kılacağına inanıyorum. 2008 yılında Suriye'de şirket kurma teşebbüsüm olmuştu. Kamu görevlisi, tercümansız doğrudan amacımı açıklamamı İstediğinde, küçük bir kararsızlıktan sonra, sadece "vekalet, şirket tanzim, ismi ticari tescil, avukat yani muhammi tayin ve taıuam" sözcükleriyle sınavdan başarıyla çıkmıştım. Zeki memur başvurumdaki bir yanlışlığı fark etmişti... Ecnebi (yabancı) şirket kurma müracaatı yapmıştım. Bu coğrafya da Müslümanlar 1.000 yıldır kardeşti, modern ulus devlet anlayışı Müslümanları birbirine yabancı kılamazdı. Kurulacak şirket ecnebi (yabancı) şirket olamazdı. Dosya da gerekli düzeltmeyi yapacaktı. Onun da bütün Suriyeliler gibi Türklerle ilgili hatıraları vardı. Büyük bir ihtimalle Hatay'a gitmiş, gezmiş, alışveriş yapmıştı. En kısa zamanda İstanbul'a da gidecekti. Türk-Türkmen akrabaları veya arkadaşları vardı. Arap uydudan (satelit) Türk TV dizilerini izliyordu. Şam'ın her köşesindeki Türk eserleri, ortak geçmişimizi sürekli hatırlatıyordu. Bütün bu saydıklarımın ve daha fazlasının, ortalama bir Suriye vatandaşı için - 263

mümkün olduğuna, sürekli >ahit olacaktım. Emevi Camisinin duvarına bakan, yan sokağın arka köşesindeki antikacı dükkanının iç duvarını kaplayan asırlık Dersaadet (saadet kapısı: istanbul) tablosunu gördüğümde, anavatanımdan uzakta olduğumu, o an için unutmuştum. Dersaadet orasıydı... Bir köpüklü Osmani kahve veya mırra... Hiç fark etmezdi... Şam'ın Hamidiye Kapalıçarşısı'nda gözlerini bir an için kapatan Türk gezginler, geçmiş zaman coğrafyalarında kullanılan dili hatırlayabilir. Satıcıların tanıdık çağrısına karşılık verebilirdi.

1789 Sonrası Modern Ulus Devletlerin Şafağında 1789 sonrası Avrupa'da modern uluslar önem kazanırken, Osmanlı da bu gelişmenin etkisine girmiş, yüzyıllardır hoşgörü gösterdiği, yarı bağımsız oluşumların üzerine gitmiştir. " Vaka-i Hayriyye" reformu ile ordusuz kalan imparatorluk, Avrupa'da ki topraklarından olmuştu. Cin şişeden çıkmıştı. Avrupa ilacı ve reformları, Osmanlı' ya baş ağrısı olmuştu. İlaçlar, reformlar ve baş ağrıları döngüsü süreklilik kazanacak, hiç bitmeyecekti. II. Mahmud döneminde (1808-1839) reform ve merkezileşme çabalarıyla Doğu Anadolu (Musul dahil) denetim altına alındı. Bölgeye atanan sıradan devlet görevlileri, yüzyıllardır bölgede saygı gören beylerin yerini dolduramazdı. 1843'te Hakkarili Nurullah Bey ve Cezireli Bedirhan Bey, yeni düzene karşı ayaklandı. 1847'de isyan bastırıldı. (Minorsky, Bois)520 1850'lerde bölgede sükunet hakim olduğunda, bölge halkı dine daha tazla sarıldı. Nakşibendi ya da Kadiri şeyhler; takva, karizma, evlilik yoluyla güç kazanmışlardı. İsyanlarda dini nitelik öne çıkmıştı. Kuran'da ifadesini bulan edebi (fasih) Arapça tekti. Arap olmayanlar için sesli harfleri olmayan Arap grameri çok zordu. Daha zor olan ise günlük konuşma dilindeki Arapça'ydı. Edebi Arapça'dan çok farklıydı ve halk dilindeki onlarca lehçe iletişimi büsbütün zora sokuyordu. (Polk)

Bu konu geçiştirile-

meyecek kadar önemlidir. Örnekleme yapmamın, konunun kavranmasını kolaylaştıracağını düşünüyorum. 2008 yılında Suriye' de ki dostlarla ortak pro7 İsmi hazırdı. İsmi "pencere" olacaktı. Günlük konuşmalarımız sırasında der-

gi'den bahsederken "pencere" kelimesinin karşılığı olarak "ş(i)bbek" sözcüğünü kullanıyorduk. İlgili devlet dairesinden izin almak için yaptığımız ön görüşmelerimizde, dergiden hep "ş(i)bbek" diye bahsediyorduk. İşlemlerin tamamlanmasına yakın zamanlara kadar, dostlarımın kafası meğer fena halde karışıkmış. Türkçe "pencere" sözcüğünün karşılığı ş(i)bbek'miydi? Edebi Arapça'da bir karşılığı var mıydı? Farklı kişilerle bir kaç toplantı yapma gereği duymuş ve sonunda doğru sözcüğün "nafawez" olduğunu bulmuştuk. Nafawez ve ş(i)bbek çok farklı iki sözcüktü. Aynı kökten bile geliniyorlardı Günlük hayatta en çok kullandığımız, açtığımız, kapattığımız "pencereler gerçekte "ş(i)bbek" değil, "nafawez" idiler. Halâ Arap harfleriyle öğrenimde büyük zorluklar vardı. Osmanlı, Batıyla eşdeğer şartlarda olabilmek için son 200 yılı boyunca Batılılaşmayı hedef edinmişti. Batı dillerine uygun sözlükler oluşturulurken, Osmanlıca karşılıklarda sorun çıkıyordu. Bir Osmanlıca-Fransızca sözlükte, bir Fransızca sözcüğün, en az üç Osmanlıca karşılığı vardı. Genellikle daha fazlası da mümkündü. Balı'yla iletişimde hangi sözcük esas alınacaktı? Bir tercih zorunlu görünüyordu. Batı milliyetçiliği ve uluslaştırma siyaseti, Osmanlı aydınını da açmaza düşürmüştü. Ziya Gökalp'in yakındığı şekilde, "Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusuyla [...vallahi, Türk değilim, Osmanlılık'tan başka hiçbir topluluğa mensup değilim] demeye mecbur kalmıştı. Bu yemini Osmanlı Meclisinin Hıristiyan temsilcilerine, her gün tekrarlayan milletvekilleri vardı." Hıristiyan milletvekilleri ise, Osmanlı Meclisinde Osmanlı'dan bağımsızlığını kazanan ülkelerin de temsilcileri gibiydiler. Türklük inkar ediliyor ama ülkenin parçalanmasının, küçülmesinin önüne geçilemiyordu. Osmanlılık da çare olamıyordu. Ortodoks Patrikliğe bağlı Hıristiyan Rum (Roma'lı) yurttaşlar. Osmanlı'dan ayrılıp bağımsızlık kazandıklarında tek bir bayrak altında toplanmamışlardı. Yunanistan, Bulgaristan ve Balkanlarda, yeni ülkelerin kurulmasında dil birliği öne çıkmıştı. İran'da Farsça, Arap ülkelerinde Arapça resmi dil olmuştu. Sevr ile birlikte, ülke elden çıkmıştı. Yeni bir ülke kuruluyordu. Elde Türk insanı ve Türk dilinden başka hiçbir şey kalma-

mıştı.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla, eğitim ve iletişim dili Türk-

çe oldu. Yüzyıllardır eğitim almamış, okuma yazma öğrenememiş yurttaşların çoğunluğunun anlamakta güçlük çektiği Arapça, Farsça sözcükler ve Osmanlıca'nın uzun ve ağdalı cümle yapısı, büyük ölçüde, gramerden çıkartıldı. Yazı dili olarak Kutlu harflerin yerine Latin harflerinin kabul edilmesiyle, geleneksel kültürün süregeldiği İran coğrafyasına komşu Doğu Anadolu halkıyla iletişimde sorunlar artmıştı. Bölge de kutlu harfleri [Arap harfleriyle Arapça'yı ve "Farsça'yı ve Osmanlıca'yı"] okuyabilen Osmanlılaşmış Seyyid, Şeyh, Molla, Hoca ünvaıılı halkın kanaat önderleri, yeni durum karşısında çaresizdi. Geri gelmeyecek geçmişe sıkı sıkıya sarılacaklardı. Bölge insanının çoğunluğu yüzleryıllardır çobanlık-sürü sahipliği ile geçiniyorlardı. Meslekleri yoktu. Bölgede meslek sahipleri genellikle Hıristiyandı. Müslüman halk, zor geçim şartlarıyla boğuşuyordu. Yüzyıllardır isyan ediyorlardı. İsyanları sürecekti... Genç Cumhuriyete öfkeli bu grup, İngilizlerin bölgedeki planları için, verimli bir çalışma

alanıydı.

Türkmen Kürtleri: Karakeçililer Örneği "Cemaat-ı Ekrad-ı Aşiret-i Karakeçili" Kadim Ortadoğu (İran, Irak ve Anadolu) coğrafyasında kavimler sürekli olarak bir yerden bir yere göçüyor veya göçmek zorunda kalıyordu. 3.000 yıl önce Asurlular'm imparatorluk halklarını, sorunsuz yönetebilmek için başvurduğu zorunlu iskan politikası, yüzyıllardır bölge halkının değişmez kaderi gibiydi. Roma (Bizans) ve İran-Sasani devletlerinden sonra Osmanlı da halkını yönetebilmek için tehcir ve iskan politikasını sık sık uyguladı. Yüzyıllar boyunca Urfa - Siverek Karakeçililerinin konuşma dilleri komşularının dilleriyle benzeşmişti. Malatya-Maraş bölgesine yerleşen diğer bir büyük Türkmen aşireti olan Rışvanlılar'ında, konuşma dili farklılaşmıştı.

Dersim'in (Tıın-

celi-Çemişkezek bölgesi) büyük Türkmen -Yörük aşireti Balabanlar'da Zazaca konuşuyordu... 528 Karakeçililerin durumu gerçekten çok ilginçti. Karakeçililere göre onlar, Oğuz-Kayı 266

boyuna dahildiler ve Osmanlıların atası Ertuğrul Gazi'ye yoldaşlık etmişlerdi. "Karakeçili Aşireti" adlı risale'ye göre, Karakeçililer her senenin "Rebi'ül-ahir" ayında, adanyla Ertuğrul Gazi'inin türbesini ziyaret ederek, burada mevlit okutup, kurbanlar keser ve ikramda bulunurlardı. Günümüzde de sürdürülen "Bilecik-Söğüt-Ertuğrul Gazi'yi Anma" şenliklerini Karakeçililer başlatmıştı. Onlann, devleti kuran Kayı boyundan olduklannı ilan eden Abdulhamit Han. Alman imparatoru Wilhelm'e, Karakeçilileri "akrabalanm" diye tanıtmıştır. Ankara ve çevresi, bu aşiretin Anadolu'daki ikinci durağıdır. Ankara civannı vurt seçen Karakeçililer 16. yüzyıl Osmanlı arşivlerinde Sultan III. Muradın has'lan arasında "Karakeçili, Türkman-ı Yörükan Taifesi" adıyla geçmektedirler...

II.

Abdulhamit, 1891'de "Hamidiye Alaylari'nm Mardin 6. Liva'sını Urfa Karakeçilileri ve Milli (Milan) aşireti ile Tay (Arap), Miran, Artuşu aşiretlerinden oluşturur. Halaçoğlu "Türkiye'de yerleşik 260 Karakeçili aşireti tespit etmiştir." 530 Karakeçili aşireti de bu karma dilli ortama uyum göstermişti. Karakeçililer Türkçe değil, Kürtçe konuşuyorlardı ama yaşadıktan köylerin adlan tamamen Türkçe'ydi. Törenlerinde de Türk geçmişin izleri vardı. 20. yüzyılın son çeyreğinde, ülkenin tamamını kapsayan modern iletişim ağlarıyla paralel gelişen görsel ve yazılı medya'da ki baş döndürücü gelişmenin sonuçlanndan biri, Siverek-Karakeçilileri'nin keşfedilmesiydi. Mayıs 2008'de Karakeçili Şenlikleri1 nin onuncusunda Siverek-Karakeçilileri; bir kez daha Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yaşayan ve Türkçe konuşan Karakeçili akrabalanyla buluşmuşlardı.

Türkmenlerin Kürtleri veya... Asimi İnkar Eden Haramzade'dir Başlığımızı Martin v. Bminessen'den ödünç aldık.. Bruinessen, Birikim dergisinde konuyu kapsamlı ve çok yönlü incelemişti.

Bruinessen'in işaret ettiği yayılım coğraf-

yasının merkezinde tarihi Çemişkezek-Melkişi (Dersim-Tunceli) Kürt beylerinin hüküm sürdüğü topraklar bulunmaktadır. Yinelersek Şeref Han'a göre de, gerçek Kürdistan denilince Çemişkezek beyleri akla gelirdi. Çemişkezek hükümdarlannm adlan da, onlann, Türkler in çocuklanndan ve torunlanndan olduklannı kanıtlardı. Merkezi Alevi-Kızılbaş-Kürdistanı'nm yayılımı Maraş ve Elbistan yönünde, Boz-ok Türkmen bölgesiydi. Türkmenler 17. yüzyılın sonundaki zorunlu iskan sürecinde Mu267





sul-Halep-Rakka bölgesine yerleşmeleri için göçe zorlanmışlardı. Sivas, Erzurum, Kemah bölgelerinden Gaziantep. Halep arasına göç ettirilen Elbeyliler'in göçü inanılmazdı.

Binlerce

çadırlık

bir

aşiret...

sanki

bir

ülke

göçüyordu.

^34

Türkmenlerin yeşil yaylalan elinden alınmış, gündüzleri fınndan farksız kurak Arap çöllerine sürülmüşlerdi. Elbeyli (Beğdilli) lideri Firuz Bey'in onura yerle bir edilmişti. Yanında sadece "7" atlıyla. İran'a geçer. Obası kalır. Geride kalanların feryadı, çağlan aşıp günümüze ulaşır. (F.Siimer) Seherden avazın bağrımı deler.

Çığrışı çığrışı yayladan inin.

Turna'nın kanadı köz gibi yanar.

İnin Ayn-ı Elize'ye bir semah dönün.

Kaldırmış kanadın (ı),

Beyden izin alın, koruya konun.

yavru (sunun) baş (ı) sanar.

Fimz Bey Acem'e gitti tuma'lar.

Fimz Bey, Acem'e gitti turnalar. Yedi atlı ile bindik Allah'a emanet.

Benden selam eyle Hazna Hatun"a

Yetmiş bin evliya eylesin himmet.

Çıkarsın alları karalar bağlasın.

Yurdumu beklesin oğlum Muhammed.

Küçük oğlu ile gönül eylesin.

Fimz Bey, Acem'e gitti tuma'lar.

Finiz Bey Acem'e gitti turnalar.

Doğu Anadolu'nun en büyük aşireti Elbeyli'nin lideri Muhammed Sani ile Ağustos 2008'de Halep'te karşılaştım. Temiz Türkçesiyle benimle konuşan Muhammed Sani, sınır çizgisinin Elbeyli topraklarını ikiye ayırmasından dolayı mutsuzdu... Elbeyli topraklarının bir kısmı Türkiye'de bir kısmı Suriye'de kalmıştı. Sohbetimiz, ikimizin de kafasını meşgul eden Türkmen Kürtlerine uzandı. Urfa Karakeçilileri ona göre Kürt'tü. Oğuz-Kayı boyundan olduklarına çok şaşırdı. Elbeyli'nin (Beydilli'nin) Balaban kolundan milletvekilinin Kürt'çülükten yargılandığına da...

536

Braniessen'in tespit ettiği yayılım coğrafyası, tarihi izdüşüme uygundur. Zorunlu iskan siyasetinin diğer bir uygulaması, değişik aşiretlerden karma aşiretler oluştunnaktı. Homojen aşiretlerin isyan etme olasılığı yüksekti. Yüzyıllar boyunca izleri sürülebilecek olan bazı aşiretler, dillerini Türkçe'den Kürtçe'ye ya da tam aksi şekilde değiştirmişlerdi. İsyanlarda Kürt ya da Türk olmak çok da önemli değildi; kişinin asli kimliği dinsel olandı. 1960 'lann sonundaki sol örgütlenmelerde birçok genç Alevi-Kürt, özgül ola-

rak Kürt olmayan sol örgütlerde etkin olarak yer almayı tercih etmişti. (Bruniessen Bruniessen'e göre, bu topluluklann Şaman ve Şii-Kızılbaş-Alevi gelenekleri vardı

Ha-

cı Bektaş'a bağlıydılar. Gülbank ya da nefeslerinin çoğu Türkçe'ydi ve 1920'den önce de kesinlikle öyleydi. Bingöl, Muş, Varto'da yaşayan Alevi Kürtler, kendilerini Kürt addetmeye daha az meyilliydiler. Hem milliyetçi hem Sünni Kürt nitelikli Şeyh Sait isyanında, bu aşiretler, özellikle Hormek ve Lolan, Kürtler'e karşı çıkarak Kemalist hükümetle kaderlerini birleştirmiti. (Fırat 1970 /1945) Bu aşiretlerin egemen seçkinlerin::" bir kısmı, en azından 1930' lardan bu yana kesin olarak kendilerini Türk olarak tanımlamıştı." (Bruinessen) ^37 Kürtçe konuşuyorlardı. Yine de kültürlerini belleklerinde muhafaza ediyorlardı... Türk dili söyleriz ayinimizde Arabi, Farisi dili gerekmez İrene Melikoff, kültürel kökenlerin korunduğuna şahit olmuştu; Araştırmalanm beni Kurmancı denen ve Kürt olarak tanınan insanlar araşma götürdü. Töreleri, Orta Asya'ya kadar uzanan Türk adetleri idi... Sorduğumda; "Soy olarak biz Kürt değiliz, fakat inançlarımız dolayısıyla eza gördük, dağlara sığındık, Kürtlere karıştık ve Kürt olarak adlandırıldık." derler... Sonuç olarak, bu boylara verilen "Kürt" adı, onların Kürt kökenli olması gerektiğini göstermez. Kürtler'in çoğunluğu, Şafi mezhebinden gerçek Sünnilerdir. Alevilere takılan "Kürt" lakabı ancak sosyal bir değer taşır, belli bir yaşam biçimini gösterir, resmi Sünniliğe uymayan, aşiret adetleri hala canlı bulunan ve kendi içine kapanmış olarak yaşayan cemaatleri ifade eder. (Melikoff)

538

Diyar-bekir Beyleri II. Selim devrine (1524-1574) ait Diyar-bekir defterinde ve Osmanlı arşivlerinde Türkmen Ekradı'nm (Kürtleri'nin) kayıtlarına sıkça rastlanır. N. Göyünç, Ekrad (K-r-d, Kürt) olarak kaydedilen aşiretlerin, Türk adlarına ve Akkoyunlu kökenlerine dikkat çeker.

530

Doğu Anadolu'da Akkoyunlular'ın mirasçısı Safeviler'di. Gö-

yünç'ün söylemekten kaçındığı, onlann aslında Safevi destekçisi, Kızılbaş-AleviTürkmen olmalarıydı. 269

r-C^/C-s-KÜb



Kaşgarlı Mahmud'un Dıvanü Lugat-it-Türk'ünü, Türk dünyasına kazandıran, İstanbul Fatih'te kendi adına kütüphane kuran, Diyar-bekir'li Ali Eıııiri Efendi'nin, 1878 yılında memleketi olan Diyar-bekir'den Mardin'e yaptığı seyahat dolayısıyla, bölge ile ilgili yaptığı değerlendirme ilgi çekicidir. Onun anlatımıyla "İki yakın şehir Divar-bekir'de Türkçe, Mardin'de Arapça konuşulurdu. İki halkın zekasını artıran şey bu özellik olmalıydı. Çünkü Diyar-bekir halkı, Mardin'e giderek çok kısa zamanda Arapça öğrenirdi. Mardin halkı da Diyar-bekir'e gelerek çabuk zamanda Türkçe'ye vakıf olurdu." (Keskin) Diğer ünlü Diyar-bekir'li, sosyolog Ziya Gökalp, 1922 yılında Diyar-bekir'de konuşulan Türkçe'nin özgün Azeri Türkçesi olduğuna işaret eder. Bu dil Osmanlı tarafından etkisinde oluşan bir dil değildi. Anadolu'nun doğusundaki son büyük Türkmen devletinin, başkenti Diyar-bekir olan Akkoyunlu devleti olduğunu ve Otlukbeli Savaşından (1473) sonra başkentlerini Tebriz'e taşıdıklarım hatırlayalım. Diyar-bekirliler biraz Kürtçe bilirdi. Bu Kürtçe doğudaki köylerde konuşulan düzgün Kürtçe'den farklıydı. Diyar-bekir Kürtçe'si, çok az sayıda Kürtçe kelimenin Diyar-bekir Türkçesine katılmasıyla oluşuyordu. Bu düzme Kürtçe, Kürtlerle zorunlu diyalog için kullanılan Kürtçeydi. Bir Türkmen Kürtçesiydi. Diyar-bekir'in asıl halkı Hanefi mezhebindendi. Diğer Kürtler gibi Şafi mezhebinden değildiler. Bu mezhep farklılığı sadece Diyar-bekir'e özgü bir durum değildi. Doğu ve güneydeki şehirlerin genel karakteristik özelliğiydi. (Gökalp) İngiltere 9 Ağustos 1919'da, İran ile bir antlaşma yaparak, İran petrollerini garantiye almış, İran'ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti etmişti. Türkiye haritasına sıra gelmişti. Kuzeyde Ermeni yurdu ve güneyde petrol yatağı Kürdistan... Aralık 1919'da Sevr öncesi Kürt ve Ermeni delegeler İngiltere'nin patronajında Doğu Anadolu'yu bölüşme konusunda anlaştılar... Anlaşmaya göre Ermeni vilayetlerine ayrılan bölgenin güneyine Kürtler razı olacaktılar... (Minorsky) Nisan 1920'de San Remo'da Kürdistan konusu Sevr'den önce bir kez daha pişirildi. San Remo'da, Milletler Cemiyeti adına İngiltere; Irak ve Filistin'i yönetmekle ve düzenlemekle görevlendirildi. Müttefik devletler, San Remo Konferansının sonunda, "Kürdis__



—270











tan" planının ana hatları konusunda bir anlaşmaya vardılar. Bu plan aynen, nihai bir anlaşma olan Sevr Antlaşmasına yansıtıldı. Osmanlı plana itiraz edecekti. Osmanlı'ya göre, 62. maddede gösterilen sınırların gerçek ırksal duruma uygun düşmüyordu. Bazı yöreler Türk'tü ve Kadim Kürt vurdu. Musul'un doğusunda ki Şafi Kürtler'in yaşadığı dağlık bölgeler olabilirdi (Çiçek, Minorsky, Stanford Haritası

s.272, W.Gııthrie Haritası

için bkz s.29

Türklerin Musul konusunda talepleri sürüyordu. Musul, ilan edilmiş Misak-ı Milli sınırları içindeydi. Musul'un Osmanlı karakteri yoğundu. Şeyh Sait İsyanı başlayacaktı.

Diyar-bekir'liler isyanı desteklemeyeceklerdi.

Anadolu için yeni haritalar servis edilmeye devam etmektedir. 5 4 0

Stanford

Haritasında;

Sevr Öncesi 1919'da Planlanan Ermenistan, Kürdistan ve yeşil

renkli)

Self - Determinasyon Bölgeleri

271

Ek 1 : Sürgünler veya Kurt Adamlar Üzerine... Romanya'lı ünlü dinler tarihi uzmanı M. Eliade (1907-1986), yerleşiklerden uzak yaşayan sürgünlerin izlerini sürmüştür. 5 4 1 Onun, Romanya ve Balkan coğrafyasının ilk çağlarına uzanan tespitlerine göre, onlar Kurt Adamlardı. Kurt Adamlar; a- Ergenliğe geçişte köylerinden uzakta yaşayıp çapulla geçinerek ve kurt gibi yaşamayı öğrenerek, yerleşikleri korumaya hak kazanan gençler b-Yerleşecek yeni topraklar arayan göçmenler c-Kendilerine bir sığmak arayan kaçaklar veya birilerinden kaçanlardı. Bütün bu insanlar kurt gibi davranıyor, onlara "kurt" deniyordu veya bir kurttanrı tarafından korunuyordu. Bir çok Hint Avrupa halkında göçmenler, sürgünler ve kaçaklar "kurtlar" diye adlandırılırdı. Dindar Aziz Edward yasalarına göre (yaki

M.S. 1000) sürgün edilen şahıs, kurt kafasından yapılma bir

maske takmak zorundaydı. Kurt, kaçakların simgesiydi. Ve sürgünlerle kanun kaçaklarının koruyucusu olan bir çok tanrı, kurt vasıflarına veya isimlerine sahipti. Mars veya Apollon buna örnek gösterilebilir.

Dişi bir kurt tarafından

emzirilen ve Kurt tanrı (savaş tanrısı) Mars'ın çocukları olan Roma'nm kurucusu Romus ve Romulus'ta kaçaktı. Kurt Adamlar insanlığın ilk çağlarından beri bir evrensellik göstermekteydi. Kuzey Amerika'da , Afrika'da, Cermen (Alman) coğrafyasında, Antik Yunanda, İran'da ve Hint'de bulgulanmışlardır. Hitit yasalarında bile bir sürgünün "kurt " olduğu söylenirdi. İran metinleri "iki ayaklı kurtların" "dört ayaklı kurtlardan"

daha kan dökücü olduklarını

belirtir. Başka metinler onları gece dolaşan "haydutlar, yolkesenler " diye ifade eder. Pers sancağında bir Kurt simgesi vardı. İran Part devletinin seçkin birlikleri arasında Kurt Adamlar bulunurdu. Orta Asya Türk- Moğol , Yaratılış mitlerinde Kurt Ataların önemi yadsınamaz.

Hunların bir kolu olan Tu-Kiu'larda da (Türkler'de de) kurt başlı san-

caklar bulunuyordu. Hunlar'da soylarının mitsel bir dişi kurtlan geldiğini ileri sürüyorlardı.

Tu-kiu'larm hakanı dişi kurta, yavrularını doğurduğu kabul

edilen mağarada bir kurban sunuyordu. Hakan'ın muhafız alayının üyelerine "kurtlar" deniyor ve savaş sırasında üzerine yaldızlı bir dişi kurt simgesi takılmış bir sancak taşıyorlardı. (Eliade) 272

Antik Yunan'dan ünlü yazar Strabon, Hirpinler'den [onlar adlarını, kendilerine rehberlik edip yeni yurtlarını gösteren kurttan almışlardır. Çünkü Samnit dilinde "hirpus", kurta verilen addır.] der. Hazar'ın güneyi "Hirkania: Kurtlar Diyarı" anlamına geliyordu. Totem hayvanlar, tarih boyunca sıkıntı ve endişe içindeki halkların önüne geçiyor, onları geçilmez vadilerden, bataklık alanlardan geçirerek cennet gibi bir yurda ulaştırıyordu. Totem hayvan yeni bir coğrafyada, yeni bir ulusun doğmasına sebep oluyor ve onlara adını veriyordu. (Eliade) Kurtlarla özdeşleşen ilginç bir ülke, günümüz Rus devleti içinde Urallar'da özerk bölge olarak varlığını sürdüren Türk- Moğol Başkurtların, Baş Kürdistan devletidir. Cengiz Han'la birlikte (1206) coğrafyamızda egemen olan Moğol kültüründeki Kurt sözcüğünün karşılığı Börte'dir. ( Börteçine: Gökkurt) Akraba Türk dillerinde

Kurt sözcüğünün karşılığı Böri'dir (bkz. www.tdk.gov.tr)

1104-

1154 yılları arasında Şam bölgesine hükmeden Büyük Selçuklu uzantısı devletin adı Böriler'di. İslam, Fırat ve Dicle havzasından Anadoluya girerken dost unsurlarla karşılaştı. Onlar aykırı dini düşünceleriyle Roma'nm tehditindekı

kaçaklar-sür-

günler gibiydiler. İslam güçlerini kurtarıcı olarak karşıladılar. İran ve Roma'nm, Doğu ve Batı'nm bu kapışma alanındaki tslam-Arap etkisi 1.000 yılı aşkın süredir egemendir. Kutlu dil ve yazı , bölge halklarının belleğini biçimlendiren en belirleyici öğedir. Sesli harfleri kullanmayan bu kutlu yazı dilinde; şehirlerin dışında yaşayan işsiz kaçaklar , çobanlar, yurtsuzlar, çapulcular, göçmenler , okuma yazma bilmeyen halk yani sürgünler "Krd" olarak adlandırılır.

( bkz. Lisanü'l Arab) Okunuşu Kurd/ Kürd (tekil),

hali Ekrad) Kurdlar/ Kürdler'dir.

(çoğul

Arapça'ya kaynaklık eden Sami-Arami

(Süryani) dilerinde benzer bir karşılığı olmalıdır. (Türkçe okunuşuıtdaki sözcüğünde , Arap harflerinden Latin harflerine geçiş sonrası -t- ile yer değiştirmiştir.)

273

sondaki

Kürt

-d- harfi

İslam tarihi boyunca Kurd an coğrafy ası bu bölge ile sınırlı kalmamıştır. Şehirlerden uzak devletleşememiş. egemen devletin hükmünü yürütemediği , vergi (haıaç) alamadığı her bölge Kurdistan olarak adlandırılmıştır. Şüphesiz en tanınmışı, İran ve Roma nın kesişme-kapışma alanındadır. 700 yıl boyunca bölgeye önce komşu, sonra egemen olan Osmanlı siyasetinin dili ve tanımlaması, bölge için belirleyici olmuştur. İran ve Roma imparatorluk topraklarında kurulu Osmanlı ve Safevi imparatorluklarında devlet adamı olan ve Kurdistan tarihini yazan Bitlisli Şeref Han'a göre "Kurdistan" denilince Çemişkezek (Dersim-Tunceli) bölgesi anlaşılırdı. Yüzlerce yıl bölgeye egemen olan Çemişkezek beyleri Türktü. Roma'nın ( Rum'un) başkenti İstanbul'a karşı konumunu yitiren Akkoyunlu Beyleri'nin başkenti Diyar-bekir'in, iktidar merkezi olma isteği sürmektedir. Yeni totemler, yeni simgeler meydanlardadır. Ek 2: Büyük Orta Doğu veya Büyük Orta Dünya... Tarihi boyunca Müslüman Türk, Arap, Fars coğrafyası, Orta Asya'nın Çin sınınndaki Kırgızistan'dan Afrika'nın Okyanus'taki sınırı Fas'a kadar, yeniden biçimlendirilmektedir. Yeni sömürgecilik operasyonlarının hedefindeki bu ülkelerin Batıya bağımlılıklan her geçen gün artarken ve çeşitlenirken, üzerindeki halklar modernleşememekte, teknolojik ve entelektüel gelişmelerin kıyısında dunnaktadırlar. Onlar Batı tarafından üretilen her endüstriyel veya entellektüel ürünü tüketmeye hazırdırlar. Bölge; özellikle hammadde ve enerji kaynaklanmn değerlendirilmesi için, Batı semayesinin yolunu gözlemektedir. Orta Dünyanın halklarının gelecekleri, küresel sermayenin insafına kalmiştır. Maalesef küresel sermayenin demokrasi gibi bir mecburiyeti yoktur. Batı Dünya'sınm çeperlerindeki eskinin büyük uygarlığının yeni kentlileri çaresizdirler, yeni savunma refleksleri geliştirememektedirler. Bilgileri, sermayeleri yetersizdir. Birikimlerinden cazip olanlar, küresel semıayeye teslim olmak için gün saymaktadır. İnançlan ve yaşam alışkanlıklan, küresel medya da her geçen gün daha fazla horlanmaktadır. Giderek bu ülkelerin tamamı, Batı Hıristiyan dünyasının çeperindeki bir Kürdistan'a dönüşmektedir. Büyük usta Roux'un öngörüsünün gerçekleşebilir mi 274

"Son derece zengin ve ihtişamlı, ender rastlanan bir geçmişi olan Tıtrkler'iıı (ve Oıta Dünya'daki akrabalarının), 2.000yıl boyunca dehalarına bir çok kez tanık olduk. Pasifik Okyanusundan Akdenize kadar varlıklarını sürdürdüler. Eğer geçmiş, geleceğin garantisi ise Türklerden çok şey beklenebilir. Jeaıı Paul Roııx"

Ek 3: Zazalar Üzerine...* Batı'da sona eren Roma imparatorluğundan modem zamanlarda İtalyan devletinin kuruluşuna kadar geçen bin yılı aşkın zaman dilimindeki devletsiz Roma Katolik Kilisesinin, Avrupa tarihi ve kültüründeki başat rolü göz kamaştırıcıdır. Doğu İslam toplumlannda kurumsal rahip-din adamı sınıfı yoktu. Bilgiyi derleyen, koruyan bürokrasinin ömrü, hizmet ettiği devletin kaderine sıkı sıkıya bağlıydı. Devletin yıkılması halinde bürokrasi dağılıyor, yazının efendileri yaşamını yeni bir devlette sürdürme telaşına düşüyorlardı. Anadolu'ya girerken yanlannda yazıcılan olmayan Türkler yazıcılannı bulduklannda, fethedilen toprakların adının, Rum (Roma), Yunan (Karaman) veya Errnenya olduğu konusunda dahi kararsızdılar. Günümüzde Farsça ile akraba dilleri konuşan nüfusun Kürtlüğü, tartışmaya kapalı bir tabuya dönüşmüştür... "Zazalar'da Farsça'ya yakın dil konuşmaktadır. O halde Zazalar'da Kürt'tür."

anlayışı

egemendir.

Zazalar'ın

karşı çıkmasına rağmen...

Yezidiler'in durumu da Zazalar'dan farklı değildir. Roma'ya eşdeğer büyük bir imparatorluk kuran Persler'den itibaren Iran coğrafyasının bir çok halkı ağırladığına. Pers başkenti Persopolis kabartmalan da şahitlik eder. Günümüz İran islam Cumhuriyeti'nde 101 farklı aşiret ve 592 alt aşiret vardır. (Bahamaz) İran'ın uzun ve görkemli tarihinin mirası Fars bölgeleri yanında Azeri, Türkmen, Taliş, Gilek (Geylan), Mazendaran. Lur (Lor), Kürt, Arap (Ahvaz), Beluci, Sistan bölgeleri vardır. Bu bölgelerdeki büvük dil gruplanyla birlikte toplam 90 farklı dilin konuşulduğundan bahsedilmektedir. İran Azerbaycanı'na komşu Taliş ve Gilek (Geylan) bölgelerinin, İran Safevi devletinin kuruluşunda önemli rollen olmuştu. Gilan Beyi Karkiya, 6 yaşındaki Erdebil Safevi şey275

hi İsmail'i, 6 uzun \~ıl boyunca Akkoyunlu tehditine karşı saklamış, korumuş ve eğitim görmesini sağlamıştı. 12 yaşındaki İsmail yanındaki bir avuç müridiyle Dersim Beyleri ile Erzincan Sankaya yaylasında buluşmak üzere zorlu yolculuğuna çıktığında, Taliş beyi İsmail'e bağlılığını sunmuştu. Talişli Hadim Bey Halifetü'l -Hulefa unvanıyla Safevi devletinde İsmail'in halife ordusunun başkanlığına ve Bağdat valiliğine getirilmişti. Haifetü'l-Hulefa'lık günümüzdeki başbakanlığa eşdeğerdi. O, Malazgirt savaşında İsmail'in yanında savaştı ve savaş meydanında şehit düştü. Hadim beyin kızı İsmail'in eşlerinden biriydi. Malazgirt'te esir düşmüştü. Faruk Sümer'in yayinladığı Dupre listesine göre Talişler, 19. yüzyılın başında Türkçe konuşan halklardandı. Günümüzde Türkçe konuştuklannı söylemek mümkün değildir. Şah Tahmasb'm (Şah İsmail'in oğlu) elden çıktığında yakındığı şekliyle, bir zamanlar Şah İsmail'in Dersim Beyleri ile buluşup büyük yürüyüşüne başladığı Erzincan Sarıkaya yaylası, Azerbaycan'ın kapısıydı. Orası elden çıktığında Azerbaycan'ın bir sütunu düşmüş olurdu. Ceylan dan Dersim'e komşu ve dost halklar, Türkmen boylarla birlikte engelsiz hareket edebiliyorlardı. Zazalar'da bu halklardan biri olmalıdır. Akkoyunlu Türk devletinin ünlü padişahı Uzun Hasan'm eşlerinden biri Zazaki beyinin kızıdır. Siverek'te Zaza'ca konuşan Bucak aşiretinin Lazkiye'deki akrabalan Türkçe konuşuyordu. (Gökalp) Şerefname'de Zazalar hakkında bir bilgi yoktur. (Bozarsları) Talişler ve Zazalar arasında parelellikler, ilginç olmalıdır. (Niye olmasın!) Selçuklulardan itibaren 1.000 yıllık uzun Türk tarihi boyunca Fars dili, itibarlı bir dil olarak Türk coğrafyasında, İran ve Anadolu'da var oldu. 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki büyük alt üst oluşta, merkezlerden uzak (ulaşılması zor) bölgelerdeki bazı topluluklarda yerel diller varlığını sürdürürken, yeni devletlerin kolayca egemenlik kurduğu merkezi bölgelerde, resmi dillere geçiş daha kolay olmuştur. Kuşkusuz, kültürel aidiyet konusunda herkes özgürdür. Uzun ortak tarihimizin bir sonucu olarak, bu coğrafya da kimin daha çok Fars, Türk, Arap, Zaza veya Kürt kökenli olduğu tartışmalıdır. Zazalar'm, Akkoyunlular'dan itibaren dost ve akrabamız olan özgün topluluklardan biri olduklan ise tartışılmazdır. *Zazalar konusuna ilgi duyanlar için, kitabımızdaki Zazalar ilgili bilgilerin bir derlemesidir.

276

1. Kitabımız: Babii, Tanrılar ve Demirci... 5/6 Ekim 539 ( M.Ö.) O Gece Dünyanın Kralını Değiştirmek İçin Buluştuğunda ... Tanrı Ahura Mazda-Tanrı Marduk-Rab Yehova O Gece Babil'deydiler. O Gece Babil'de inanılmaz Olaylar Oldu. O Görkemli Babil, Diz Çöktü , Yeni Çobanının Önünde. Ne Var ki, Yıllar Sonra Bir Farsi Şair (934-1021) Bir Demirci'yi* de (Kâve'yi de) İşe Karıştırdı, Yetmedi.. Bir de Bütün Bu Olanların, Fars Tanrılarının İşi Olduğunu... Söyledi... (Minyatürler, Fotoğraflar ve Haritalarla Desteklenmiş Eşsiz Bir Araştırma..) 1-

Tanrıların Buluştuğu Gece...

5-

Batı İran-Elâm Kralları...

12- Babil'in Son Ejderha Kralı; Ay Tanrısı Baş Rahibesinin Oğlu... 13- Ejderha Kral'a Bağlılık Toplantısı... 14- Kutlu Demirci; Kâve... 16- Demirci Kâve'nın Kutlu Bayrağı... 17- Arapların Eline Geçen Kutlu Bayrak Nasıldı? 20- Taht-ı Cemşid ve Krallar Kralının Başkentleri... 42- iran'ın Komşuları, Turan-Kang Ülkesinde Oturanların Dili Üzerine... 43- İslamiyet Öncesi iran Dinleri...a-Mazdeizm, Zerdüştçülük b-Mani, Maniheizm 47- islamiyet'in Doğuşu ve Yenilmez Kutlu Güç... 49- Kadişler'in Yurdu Kadisiye... 50- islamiyet'in Önündeki Büyük Engel Kalkıyor, Kadisiye Savaşı...

V.d.

2. Kitabımız: Horasan ve Ebu Müslim; Cennetin Krallığı... Cennetten Ayrıldığında Başına Gelecekleri Bilemezsin... M.749 (Minyatürler, Fotoğraflar ve Haritalarla Desteklenmiş Eşsiz Bir Araştırma. O yurt, girecekleri, zemininden ırmaklar akan Aden cennetleriydi. Onlar için orada kendilerine diledikleri her şey vardı. Kuran, Nahl 31 Allah, insanı cennetten yeryüzüne indirirken, cennete ait diğer güzelliklerle birlikte bir kısım nehirleri de yeryüzüne indirdiğini Peygambere ait bir Hadis-i Kudsi'den öğreniyoruz. Allah'ın Cennetten indirdiği beş nehir Seyhun, Ceyhun, Nil, Dicle ve Fırat'tı. "Onları Allah, Cennet pınarlarının en aşağı derecedekilerinden birinden, Cebrail'in kanadı üzerinde indirmiş ve onları dağlara emanet bırakmıştır.." Şu ayet'te delildi. Biz gökten bir kader ile bir su indirdik ve onu yerde durdurduk. Şüphesiz, Biz onu alıp gitmeye de kâdiriz. Mümin, 23/18 Cennet suları, dağlara emanet edildiğine göre; Cennet dağların arasında saklıydı. Emevi yönetimi, yaklaşık elli bin (50.000) Arap süvariyi (aileleri ile birlikte) Horasan veTürkistan bölgelerine koloniler halinde yerleştirmişti. Horasan, Araplara vaad edilmiş cennet olmalıydı. Cenneti kuşatan çöl, onlara o kadar tanıdık ve dost idi ki, onlara anayurtlarında uzakta olduklarını, hissetmemelerini sağlıyordu. Atını çatlatırcasına süren haberci, sabah namazında Merv'in kapısına ulaşmış ve Ebu Müslim'le buluşmuştu. Haberci, Halife Ebu Cafer el Mansur'dan geliyordu. Halifeden gelen her haberci. " ölüm veya ikbal " ile ilgili haberleri taşırdı... ...Horasan ordusu da. Horasan halkı da ona gönülden bağlıydı. Horasan ordusunun önünde durabilecek hiç bir güç görünmüyordu. Ebu Müslim'in ikbal beklentisi yoktu. En üst mevki'deydı. Halifelik sarayının üzerine kara bir bulut çökmüştü. Müminler bunu hayra yormayacaklardı. 13 Şubat 755 279

1. Bölüm 1-

Cennet'in Irmakları ve Çobanlar...

2-

Ebu Müslim ; Cennetin Kralı...

3-

Cennetten Ayrıldığında Başına Gelecekleri Bilemezsin...

18- Horasan Abbasi faaliyetleri, Emevi'lerin Dikkatini Çekerken... 19- Horasan'da Abbasiler ve Yemeni Arapların (Ezdi'lerin ) İttifakı... 20- Horasan Ordusu; Önündeki Engelleri Aşıyor...

2. Bölüm 749 yılı, Emeviler, Abbasiler

21- Abbasi Hareketinin Lideri, imam İbrahim'in Öldürülmesi...

ve iktidar Mücadeleleri... 4-

Emevi Arap Devletini Destekleyen Arap Kabileler ve Anlaşmazlıklar...

22- Vezir Seleme'nin, Hilafeti Hz.Ali Soyuna Devretme Teşebbüsü...

5-

Emevi Devletinde Mervaniler

23- Abbasiler'in ve Vezir Seleme'nin Yollan Ayrılıyor...

Dönemi.. 6-

Kutlu Aile'ye En Ağır Hakaretler...

7-

Emevi Yezidleri'nin, Şeytanla imtihanı...

8-

Ebu'l Abbas Seffah'ın İktidarı... 25- Vezir Ebu Seleme'nin Kötü Alın Yazısı...

2. Halife 2 Kıble, 2 Hac Mekanı; Medine veya Kudüs...

9-

24- Kan Dökücü Abbas -

26- Emevi Mervanilerle Son Hesaplaşma...

Halife'nin, Lanetlenmiş Öğretmeni, el-Cad b. Dirhem...

10- Düşen Halife'nin Kötü Lâkabla Lanetlenmesi- Cezire'nin Eşeği

27- Ebu Müslim; Hizmetlerinin Ödülünü Umut Ederken... 28- Yezidi Mervan'ın Cezire'sinde,

11- Emevilere karşı Ehl-i Beyt'in isyanları

Köylü isyanları... 29- Abbasiler, Ali Soyu ile iplerini

12- Şia, Liderine Kavuşuyor... Muhtar Sakafi ve Ehl-i Beyt 13- Hz.Hüseyin ve Halife Velid'in Evlilikleri... 14- Halife III. Yezid'in Ata'ları... 15- Hilafet Düşüncesinde Aşırı (Gulat) Fikirler ve Gulat isyanlar...

Koparıyor... 30- Emeviler'den..Yezidilere... Gelişimi... 33- Tarihçi'nin Sefaleti 34- Son İçtihat: Adil Hükümdarların Üstünlüğü...

v.d.

16- Emevi Muhalefetinde Abbasilerin Güç Kazanması... 17- Horasan'da Abbasi Daveti... 280

. . . (Şahlar

-

-

(Şufiler-

Türkmen la

Kaynakça



Hududu'l Alem Mine'l Maşrık ile'l Magrip ( haz. Vladimir Minorsky / çev. A b d - ar Duman) Kitapevi yayını, istanbul 2008



Ahincanov Serhan M. , Kıpçaklar ( çev. Kürşat Yıldırım) Selenge yayınları, istanbul 20C9



Ahmed Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri ( H.966-1200 ) Enderun Kitabevi, istanbu 198S



Ahmet Teymür Paşa, Arap Kaynaklarına Göre Yezidiler ve Yezidiliğin Doğuşu. Ataç . a / r a-



Aka ismail, Timur ve Devleti, T.T.K.- Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara 1991

istanbul 2008



Akdağ Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası - Celali isyanları, Cem yayınlar

İs-

tanbul 1995 •

Akdağ Mustafa, Medreseli İsyanları, istanbul Üni. iktisat Fakültesi Mecmuası.1-4, 1949. 361387/ www.eğitim.aku.edu.tr



Akışık Aslıhan, Halkondil Tarihi, BİSAV-Bilim Sanat Vakfı , Türkiye Araştırmaları Merkezi. Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatımları Haziran 2007 / www.bisav.org.tr



Aktan Okan H., Atatürk'ün Ekonomi Politikası: Ulusal Bağımsızlık ve Ekonomik Bağımsızlık. Hacettepe Üni. Edebiyat Fak. Dergisi, Cumhuriyetimizin75.Yılı Özel Sayısı / www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr



Aktaş Çiğdem, Toplumsal Açıdan Erenlerin Ser Çeşmesi :Hacı Bektaş Veli / www.hbektasveli.gazi.edu.tr



Alışık Gülşen Seyhan, Fazlullah B. Ruzbihan-i Hunci'nin Yaşamı ve Yavuz Sultan Selim Han a Yazdığı Türkçe Manzum Yakarışı, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, c.2 sayı 4 s.70-87 www.mtad.humanity.ankara.edu.tr



Allouche Adel, Osmanlı - Safevi ilişkileri, Kökenleri ve Gelişimi (çev. Ahmed Emin Dağ) istan-



Amuzeyneddini Mecid Rızazade, Büyük Selçuklular ve Halefleri Devrinde Tebriz ( çev. Altan

bul 2001 Çetin) / www.doguedebiyati.com •

Aşıkpazade Derviş Ahmed Aşıki, Aşıkpaşazade Tarihi, ( haz. Cemil Çiftçi), Mostar yayınları, istanbul 2008



Ataniyazov Soltanşa, Secere-Ansiklopedik Türkmen Etnik Adları Sözlüğü (çev. Yakup Karasoy, Ufuk Deniz Aşçı )Tablet yayınları, Konya 2005



Avcıoğlu Doğan, Türklerin Tarihi I,II,III, IV , Tekin yayınevi, istanbul 1978



Aydoğmuşoğlu Cihat, Tarihte Tebriz, Ankara 2007 (tez) / www.acikarsiv.ankara.edu.tr.



Ayönü Yusuf, Bizans Ordusunda Ücretli Türk Askerler ( XI-XII. Yüzyıllar), Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 25 / www.turkiyat.selcuk.edu.tr

281



Attaliatis Mihalis - Pse eos M -a s. TZIKEPT 1071, Malazgirt 1071 - İhanete Uğramış Bir imparatorun Destanı. ı çev ve ta'af —ıızı bilgilendiren Dr. Levent Kayapınar), istorikes Selides yani Tarih Sayfaları adi. dergisin n Malazgirt-2006 özel sayısı / www.blogthea.gr

• •

Baharnaz Muhammed Reza. Nomads-Migrating with Swallows,Goaya books, Tahran, 2006 Bakır Abdulhalik, Geç Ortaçağlarda el-Cezire Bölgesinin Dokuma ve Madencilik Endüstrindeki Kapasitesini Yükselten Faktörler / www.mardin.gov.tr



Bakır Abdullah, Tevarih-i Al-i Selçuk Oğuz - Name'si Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic Volume 3 / 7 Fail 2008 / www.turkishstudies.net, sayi 13



Barber Malcolm, Tapınak Şövalyelerinin Tarihi-Yeni Şövalyelik ( çev. Berna Ünler) Kabalcı yayınları istanbul 2006



Barthold V.V, Moğol istilasına Kadar Türkistan ( haz. Hakkı Dursun Yıldız) T. T. K. yay. Ankara 1990



Bayrakdar Mehmet, Bitlisli idris, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara1991



Bayaz Hüseyin, Köroğlu-Antep Rivayeti, Milliyet yayınları, istanbul 1981



Blair Sheila, Bloom Jonathan, Seyyahların Gözüyle Safevi imparatorluğu/ Hattstein Markus ve Delius Peter, islam Sanatı Ve Mimarisi, Literatür Yayıncılık, istanbul 2007



Brockelmann Cari, islam Ulusları ve Devletleri Tarihi (çev. Prof. Neşet Çağatay) , TTK-T. T. K. yay, Ankara. 1992



Bruinessen Martin van, "Aslını inkâr Eden Haramzadedir I" Birikim Sayı: 88 Ağustos 1996 / www.birikimdergisi.com



Bulduk Üçler, idari ve Sosyal Açıdan Karakeçili Aşiretleri ve Yerleşimleri , cilt.19 , sayı. 30 / www.dergiler.ankara.edu.tr



Bulgurlu Vera, Bizans Kurşun Mühürleri Işığında 11. Yüzyılda Yönetim , Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2007/ www.obarsiv.com



Cahen Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler ( çev.Yıldız Moran) e yayınları, istanbul 1979



Cahen Claude, Selçuklu Devri Tarih Yazıcılığı (çev. ve notlayan: Nejat Kaymaz) dergiler.ankara.edu.tr



Cahen Claude, Türkler Nasıl Müslüman Oldular (çev. T. Andaç,N. Uğurlu ) Örgün yayınları, istanbul 2008



Canbolat Atilla, Hatay Türkmen Aşiretleri ve Bu Aşiretlerin iskanı (18. ve 19. Yüzyıllar) Kahraman Maraş Sütçü imam Üniversitesi ( T e z ) 2006 / www.kutuphane.ksu.edu.tr



Canbolat Cemal, Osmanlı Belgelerinde Kızılbaşlar Hakkında idam ve Sürgün Fermanları, Can Yayınları ( Ali Adil Atalay) , istanbul 2008

• •

Çetinkaya Nihat, Kızılbaş Türkler, Kum Saati yayınları, istanbul 2004 Cezeri .Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında ( haz. Yavuz Unat, Sevim Tekeli, Melek Dosay) T. T. K. yay., Ankara 2002



Clavijo Ruy Gonzales de, Anadolu Orta Asya ve Timur ( çev. Ömer Rıza Doğrul-Kamil Doruk)

282

Ses yayınları.istanbul 1993 Cüveyni Alaaddin Ata Melik, Tarih-i Cihan Güşa (çev. Mürsel Öztürk) Kültür Bakanlığı ya. nları, Ankara 1999 Çadırcı Musa, Tanzimatın ilanı Sırasında iç Güvenlik / www.ankara.edu.tr, kutuphane-Tanh Arastirmalari 1979-1980 Çamuroğlu Reha, ismail, Doğan yayıncılık, istanbul 2004 Çetinkaya Nihat, Kızılbaş Türkler, Kum Saati yayını, istanbul 2004 Çevik Adnan, Üç yüzyıllık Bir Başkent; Mardin / www.mardin.gov.tr Çiçek Kemal, Türk Ermeni Anlaşmazlığının Siyasi Kökenleri, Tehcir ve Dönüş Üzerine Ya< aşımlar / www.ttk.org.tr Cöhce Salim , Türk Hakimiyetine Geçiş Döneminde Mardin ve Çevresi , i.Uluslararası Mardin Tarihi Sempozyumu / www.mardin.gov.tr Czegledy Karoly, Bozkır Kavimlerinin Doğudan Batıya Göçleri ( çev. Erdal Çoban) ÖzneYayınları, istanbul 1998 Çoğ Mehmet, İslam-Bizans ilişkileri Bağlamında "Pavlikanlar" Üzerine Bir Değerlendirme, ilahiyat Fakültesi Dergisi, 13; 2 ( 2008 ) Daftary Farhad, Alamut Efsaneleri , Yurt Kitap yayını, istanbul 2008 Daftary Farhad , Emeviler Döneminde ve Abbasilerin Dönemlerinde iran, Horasan ve Maveraünnehir'deki Mezhebi ve Milliyetçi Hareketler ( çev. Mehmet Atalan ) Kelam Araştırmaları Dergisi, 4 : 2 (2006), SS.139-158./www.kelam.org Daftary Farhad, ismaililer ( çev.Erdal Toprak) Dergâh yayınları, Ankara 2002 Dalkıran Sayın, iran Safevi Devietinini Kuruluşuna Şii inançların Etkisi ve Osmanlının iran'a Bakışı, ilahiyat Fakültesi Dergisi 11-1 , 2006, s.107-118 / www.194.27.49.253 Dalkıran Sayın, iran Safevi Devietinini Kuruluşuna / BA, MD. 71 / 163, 25 R.evvel 1002/1593 tarihli hüküm / Savaş Saim, "XVI. Asırda Safeviler'in Anadolu'daki Faaliyetleri", Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, 7-9 Nisan 1999, Konya 2000 Demir Ahmet ishak, isna Aşeriye'de imamın Otoritesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III ( 2003 ), Sayı: 3109 / www.dinbilimleri.com Der Spiegel, Historie (Tarih) dergisi "Die Ur - Katastrophe des 20. Jahrhunderts" , Almanya 2004 /1 Devletşah, Tezkire-i Devletşah, (çev. Necati Lugal) Milli Eğitim Bak. yay, istanbul 1990 Down James, Kitab-ı Arif-i Tacdar, Zerrin yayınları, 15.baskı, Tahran 2008 Dörfer (Doerfer) Gerhard. İranda Türkler, Türk Dili, TDK Yay., Sayı: 431, Ankara 1987 Durdu Mehmet Burak Lozan'da Ermeni Meselesi Tartışmaları, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, Sayı 62, Cilt: XXI, Temmuz 2005 / www.atam.gov.tr Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy Kütüğü, ( haz. Zuhal Kargı Ölmez) Simurg yayınları, Ankara 1996 Ehrman Bart D., incil Nasıl Değiştirildi, (çev, Özlem Toprak) Truva yay. istanbul 2007

283



Ergin Muharrem . Dede Kork^.: < :ac



Erşahin Seyfettin, A k k o y u n L ar. Ankara 2002



Eberhard VVolfram, Çin Tarih . T. T. K. yay. Ankara 1995



Boğaziçi Yayınları, istanbul 2002

Ekinci Abdullah , Harran ve Harran Okulunu Etkileyen Siyasi, Dini, Coğrafi ve ilmi Unsurlar, I. Uluslar arası Katılımlı Bilim Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 2006



Eliade Mircea, Dinsel inançlar ve ve Düşünceler Tarihi (çev. Ali Berktay ) Kabalcı yay. İstanbul 2003



Eliade Mircea, Zalmoksis'ten Cengiz Han'a, Kabalcı yay. istanbul 2003, s.15-38, 183 v.d.



Erim Nihat,Türkiye Cumhuriyeti Kuzeydoğu ve Doğu Sınırları /www.dergiler.ankara.edu.tr



Faruqi Süreyya, Bunalım, Uzlaşma ve Uzun Süreli Var Oluş ; Bektaşi Ocağı Ve Osmanlı Devleti -16.-17. Yüzyıllar (çev. Dr. Cemal Çakır) / www.hbektas.gazi.edu.tr



Fığlalı Ethem Ruhi, Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine Ankara Üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, Cilt: 25 DOI: 10.1501 / www.dergiler.ankara.edu.tr



Frye Richard N., Orta Asya Mirası (çev. Füsun Tayanç, Tunç Tayanç ) Arkadaş yayınları, Ankara 2009



Gökalp Ziya, Türkçülüğün Esasları (haz. Mehmet Kaplan) Milli Eğitim yay., istanbul 1996



Gökalp Ziya, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Kaynak yay., istanbul 2009



Göyünç Nejat, Türkler ve Ermeniler ( haz. Kemal Çiçek), Ankara, 2005



Göyünç Nejat, " Diyarbekir Beylerbeyiliğinin ilk idari Taksimatı", Tarih Dergisi, c.XXIII, Mart 1969

• •

Göyünç Nejat, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, T. T. K. yay. Ankara 1991, s. 81-82. Göyünç Nejat, "XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun Ekomomik Durumu", Türkiye iktisat Tarihi Semineri ( 8-10 Haziran 1973) Metinler / Tartışmalar, Ankara 1975



Grousset Rene, Bozkır imparatorluğu (çev. M.Reşat Üzmen) Ötüken yay, istanbul 1980



Gumilev I.N., Hazar Çevresinde Bin Yıl (çev. Ahsen Batur) Selenge yay. istanbul 2003



Gündüz Tufan, Son Kızılbaş Şah ismail, Yeditepe yay, istanbul 2010



Gündüz Tufan, Şah ismail'in Eşi Taçlı Begüm, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi / Sayı 51, s. 2237/ www.hbektas-gazi.edu.tr



Güner, A h m e t , Hamza el-isfahani ve Büveyhiler (l-ll) D.E.Ü.ilahiyat Fakültesi Dergisi Sayı XXI, izmir 2005, ss. 57-75 / www.deu.edu.tr



Gül Muammer, Orta Çağlarda Doğu ve Güney Doğu Anadolu, Bilge Kültür Sanat yay, istanbul 2010



Gül Muammer, islamın Batıni Çehresi, Bilge yayıncılık, istanbul 2009



Günaltay Şemsettin,Yakın şark, Elam ve Mezopotamya, T. T. K. yay. Ankara 1987



Günaltay M. Şemsettin, islam Tarihinin Kaynakları, Tarih ve Müverrihler, endülüs yayını, istanbul 1991



Güneş Ahmet, Tarih, Tarihçi ve Meşruiyet / www.dergiler.ankara.edu.tr



Halaçoğlu Yusuf, Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650 ) cilt I- II- III - IV -V -

VI T. T. K. yay. Ankara 2009 Halaçoğlu Yusuf, Osmanlı Belgelerine Göre Türk-Etrak-Ekrad Kelimeleri Üzerine Bir Değerlendirme, TTK.Belleten, C IX s.227 Nisan 1996 Hüseyinov Sentyar,Tarihte Türk-Ermeni ilişkileri ve Ermeni Sorunu / www.acikarsiv.ankara.edu.tr İbn-i Batuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi (1304 -1369), Yeni Şafak yayınları, istanbL İbnü'l-Esir, islam Tarihi; el-Kamil fi't- Tarih X, (nşr. M. Tulum) istanbul 1987 İbn Kesir, Büyük islam Tarihi/El Bidaye V'en-Nihaye (çev. Mehmet Keskin) Çağrı Yayın ar. İstanbul / www.darulkitap.com İbnü'l-Ezrak, Mervani Kürt Tarihi, (Tere. M.Emin Bozarslan) İstanbul, 1977 ilhan Nadir, Yavuz Serdar, " Karakeçililer ve Karakeçili Ağzında ikincil Uzun Ünlüler" Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları, cilt.4, s.2 Şubat 2006, s.114-117 / www.firat.edu.tr ismailzade Mirza Resul, Şah ismail Safevi Hatayi Külliyatı, Alhoda yayınları, Tahran 2004 Kafadar Cemal, Between Two VVorlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley & Los Angeles: University of California Press, 1995 / Bisav-Bilim Sanat Vakfı - Tarih Okumaları, Osmanlı Kuruluş Tartışmaları ( Ocak- Haziran 2005 ) /www.bisav.org.tr Kalafat Yaşar, Balkanlardan Uluğ Türkistan'a Türk Halk inançları, Kültür Bak. yay. 2002 Kahveci Niyazi, Şia- Mutezile Gaybet Tartışması AÜFD XLVI (2005), sayı II, s. 153-166 / www.dergiler.ankara.edu.tr Karabiber Namık Kemal, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönem Yansımaları ( H. I. ve II. Asır) Ankara Üni.Temel islam Bilimleri (Dr.Tezi) Ankara 2007/ www.acikarsiv.ankara.edu.tr Karadeniz Hasan Basri, Osmanlılar ile Beylikler Arasında Anadolu'da Meşruiyet Mücadelesi (14.-16. Yüzyıllar) Yeditepe yayınları, istanbul 2008 Karasoy Yakup - Toker Mustafa, Türklerde Seçere Geleneği ve Anonim Şibani-Name, Tablet yayınları, Konya 2005 Katip Çelebi, Mizanü'l Hakk fi İhtiyari'I Ehakk-En Doğruyu Seçmek için Hak Terazisi / En Doğru Olan Tercih Konusunda Hak Ölçü " ( çev.Orhan Şaik Gökyay - Süleyman Uludağ ) Kabalcı yayınları istanbul 2008 Kaya Doğan, Dede Korkut Hikayelerinden "Beğil Oğlı Emre'nün Boyı'nın Tahlili" / www.turkoloji.cukurova.edu.tr Kaygusuz ismail, Ummü'l Kitab, demos yayınları, İstanbul 2009 Keskin Mustafa , Selçuklular Zamanında Mardin/www.mardin .gov.tr Keykavus, Kabusname - ( Mercimek Ahmet nüshası- çeviren Atilla Özkırımlı) Tercümanı001 eser, No:35 Khoury Dina Rızk, Osmanlı imparatorluğunda Devlet ve Taşra Toplumu MUSUL (1530-1834 ( çev. Ülkü Tansel) Türkiye iş Bankası Yayınları, istanbul 2007 Kılıç Davut, "Selçuklulara Kadar Anadolu'da Gregoryen Ermeni Kilisesi (M.451-1100)" Türk Kültürü, s:452, 2000 , ss.752-760 / www.firat.edu.tr Koç Yunus. Osmanlıda Toplumsal Dinamizmden Celali isyanlarına Giden Yol ya da iki Belge-

285

ye Tek Yorum / www.yese,edu.tr- b gtur •

Koçi Bey, Koçi Bey Risales Sade eştiren. Zuhuri Danışman) Milli Eğitim Bakanlığı yayınları, istanbul 1993



Komnena Anna, Alexiad-Malazgırt Sonrası (çev. Bilge Umar) inkilap Kitapevi 1996



Konstam Angus, Europa im Mittelalter, tosa verlag, 2007



Köymen Mehmet Altan, Selçuklu Devri Türk Tarihi, T. T. K. yay. Ankara 1993



Küçükdağ Yusuf - Dedeyev Bilal .Safevilerin Nesebine Farklı Bir Bakış,Uluslrarası Sosyal Araştırmalar Dergisi 2009-2/6 / www.sosyalaraştırmalar.com



Ûazai Ahaq , Önsöz / Mirza Resul ismailzade, Şah ismail Safevi-Hatayi Külliyatı - Önsöz, Alhoda yayınları, Tahran 2004



Lamb Harold, Moğolların Efendisi Cengiz Han (çev. A. Göke Bozkurt) ilgi yayınları. , istanbul 2006



Lewis Bernard, Alamut Kalesi ve Hassan Sabbah, (çev. Müberra Güney) Nokta kitap, istanbul 2009

• •

Levvis Bernard, Ortadoğu (çev. Selen Kolay) Arkadaş yayınevi, Ankara 2007 Lezina L.N., Superanskaya A.V. + Batur D.A., Türk Onomastikası - Bütün Türk Halkları, Selenge yayınları, istanbul 2009



Maalouf Amin, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri (çev. Ali Berktay)Yapı Kredi yayınları, istanbul 2009

• •

Maalouf Amin, Semerkant ( çev. Esin Talu Çelikkan) Yapı kredi yayınları, istanbul 2003 Marshall Robert, Doğudan Yükselen Güç - Moğollar (çev. Füsun Doruker) Sabah Yayınları İstanbul 1995



Mehdi-i Buruşeki Muhammed, Şenb-i Gazan (çev. Mehmet Kanar) Doğu Araştırmaları, sayı : 1, 2008-1 / www.doguedebiyati.com



Melikoff İrene, Uyur idik Uyardılar ( çev. Turan Alptekin) Cem yayınları, istanbul 1994



Melikoff İrene, Kırklar Ceminde ( çev. Turan Alptekin) Demos yayınları, istanbul 2007



Merçil Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, T. T. K. yay. Ankara 1993



Mez Adam, Onuncu yüzyılda islam Medeniyeti - islam Rönesansı, (çev. Salih Şaban) insan yayınları, istanbul 2000



Mieroop Marc Van De , Antik Yakın Doğu'nun Tarihi, ( çev. Sinem Gül) Dost kitabevi yayını, Ankara 2006



Minorsky Viladimir - Bois Thomas, Kürt Milliyetçiliği, ( çev. E.Karahan, H.Akkuş, N.Uğurlu ) Örgün yayınları, istanbul 2008



Moltke Helmutt von , 1835-1839, Kürt Milliyetçiliği / Viladimir Minorsky-Thomas Bone, Kürt Milliyetçiliği , Örgün yayınevi, istanbul 2008, s.233



Neşri Mevlana Mehmed, Cihannüma, Osmanlı Tarihi 1288- 1485 ( derleyen, Prof Necdet Öztürk) Çamlıca yayınları, istanbul 2008



Niyazi, Mansur-name (haz. Mustafa Taşçı) Milli Eğitim Bakanlığı yayınları, istanbul 1994

286



Nizamü'l Mülk, Siyasetname ( haz. Mehmet Altan Köymen) T. T. K. yay. Ankara1999

B

Onarlı ismail, Türkmen inanç Önderi : Şeyh Hasan ( Sultan Onar, Ocakları ve Aşiretleri ) www.fef.harran.edu.tr



Orhonlu Cengiz, Osmanlı imparatorluğunda Aşiretlerin iskanı, Eren yay. istanbul, 1987



Oruç Beğ Tarihi (1288-1502) (haz. Necdet Öztürk) Çamlıca yayınları, istanbul 2008



Özçoşar ibrahim, 19.yüzyılda Mardin Şehir Nüfusu / www.mardin.gov.tr



Özgüdenli Osman G. Ortaçağ Türk-iran Tarihi Araştırmaları, Kaknüs yay. istanbul 2006

E

Özmen Abdurrahim, Tur Abdin Süryaniler Örneğinde Etno-kültürel Sınırlar, Ankara Ür .'ers'.esi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Halkbilim Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara - 2006 s '26-* j " www.acikarsiv.ankara.edu.tr



Öztürk Mustafa, 16. yüzyılda Kilis, Urfa, Adıyaman ve çevresinde Cemaatler ve Oyrra< ar Elazığ Üniversitesi yayını 2004

• •

Pakalın Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, M.E.B. yay. istanbul 1971 Paydaş Kazım, Ak-Koyunlu Devlet Teşkilatı, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2003 / www.acikarsiv.ankara.edu.tr/468.pdf,



Perviz-i iktişâfî, "Türk ve Fars" ile " iran'ın Çok Ulusluluğu" Meselesi ( çev. Mehmet Kanar ı Nüsha Dergisi, Yıl II, Sayı. 7, Güz 2002 / www.dogudebiyati.com



Polat ibrahim Ethem, Arap Edebiyatı Penceresinden Orta Çağda Haçlı Seferlerine Karşı Türkler, Nüsha Dergisi, Yıl 4, sayı 13, Bahar 2004 / www.doguedebiyati.com

• •

Polk VVilliam R. ( çev. Nurettin Elhüseyni) Irak'ı Anlamak-NTV yayını , İstanbul 2007 Puşkin Alexandr Sergeyeviç , Erzurum Yolculuğu (çev. Ataol Behramoğlu) Türkiye iş Bankası yayınları: 2001



Reşidü'd-din Fazlullah, Cami'ü-t-Tevarih / Selçuklu Devleti , Selenge Yay.istanbul 2010

9

Ritter Helmutt, Fars Edebiyatı Dersleri-3 / Yeni Farsça'da Firdevsi'den Evvel Şehname'ler, Firdevsi'nin Şehnamesi, ( çev. Mehmet Kanar) / www.doguedebiyati.com



Roux Jean Paul, Orta Asya, Tarih ve Uygarlık ( çev. Lale Arslan) Kabalcı yay. istanbul 2006

• •

Roux Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Kabalcı yay.istanbul 2002 Roux Jean Paul, Türklerin Tarihi- ( çev. Prof. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan-Özcan) Kabalcı yay.2004

M •

Rumlu Hasan-ı, Ahsenü't-Tevarih (çev. Mürsel Öztürk) T. T. K. yayı. Ankara 2006 Saatçi Suphi, Irak Türkmen Boyları, Oymakları ve Yerleşme Bölgeleri, Kerkük Vakfı yay. istanbul 2009



Sarrafi Ali Reza, "iran Türklerinin Etnografyası ve Türk Folklor Araştırmasındaki Sorunlar", Uluslararası Türk Dünyası Halk Edebiyatı Kurultayı, Mayıs 2000, Mersin, T.C Kültür Bakanlığı, Ankara 2002



Savaş Saim, "XVI. Asırda Safeviler'in Anadolu'daki Faaliyetleri", Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, 7-9 Nisan 1999, Konya 2000

-l-ro-^h Schimmel Annemana. T a r '

- Yer. özündeki işaretleri, (çev. Ekrem Demirli) Kabalcı yayınla-

rı, İstanbul 2004 Shahi Ahmadov, Azerbaycan'ca Şi ğin Yayılma Süreci, Doktora Tezi, Ankara-2005 / www.acikarsiv.ankara.edu.tr Sever Erol, Yezidilik ve Yezidilerin Kökeni. Bertin yayınları, istanbul 2006 Sever Mustafa, Köroğlu Destanı Antep Rivayeti , Bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 24 Kış 2003 / www.ttk.org.tr Solak-zade Tarihi, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara1989 Söylemez Faruk, Anadolu'da Sahte Şah ismail isyanı, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 17 Yıl : 2004 / 2 (71-90 s.) / www.sbe.erciyes.edu.tr Söylemez Faruk, Rışvan Aşireti'nin Cemaat Şahıs ve Yer Adları Üzerine Bir Değerlendirme, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2002 / 12 / www.sbe.erciyes.edu.tr Söylemez M. Mahfuz, Cahiz'in et-Tebessür Bi't Ticare Adlı Risalesi / www.dergiler.ankara.edu.tr Sunar Cavit, Ana Hatlarıyla İslam Tasavvufu Tarihi -Muhyiddin Arabi, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, istanbul 2006 Sümer Faruk, Karakoyunlular,T. T. K. yay. Ankara 1992 Sümer Faruk, Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri,T. T. K. yay. Ankara 1990 Sümer Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, T. T. K. yay. Ankara 1992 Sümer Faruk-Sevim Ali, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı,T. T. K. yay. Ankara 1988 Sümer Faruk, Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, istanbul 1999 Sümer Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü,

T. T.

K. yay. Ankara 1992 Şahin ilhan. XVI. Asırda Halep Türkmenleri, Tarih Enstitüsü Dergisi, XII, istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yay. istanbul, 1982 Şah Tahmasb-ı Safevi, Tezkire ( çev. Hicabi Kırlangıç) Anka yayınları, istanbul 2001 Şems-i Tebrizi, Makalat - önsöz (çev. M. Nuri Gençosman) Ataç yay. istanbul 2009 Şeref Han, Şerefname-Kürt Tarihi ( çev. M.Emin Bozarslan) Ant yayınları, İstanbul 1971 c.l-ll, Şimşir Bilal N., Kürtçülük, 1878-1923", Bilgi Yayınları,istanbul 2008 Şükürov Oiyas, "Safevîlerde Av Merasimleri", Açta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, Ocak 2009 Taş Kenan Ziya, Midyat çevresinde Türk Hakimiyetinin Tesisi / (I.Uluslararası Mardin Tarihi Sempozyumu Mayıs 2006) istanbul 2007 / www.mardin.gov.tr Taşağıl Ahmet, Gök-Türk'ler, T. T. K. yay. Ankara 1995 Temizel Ali, Kaşkay Türkçesi-Farsça Sözlük Esedullah Merdani Rahimi, Qaşqayi Sözlüğü / www.türkiyat.selcuk.edu.tr Tezcan Mehmet, VII. YY. Başlarında Doğu Roma-Sasani ilişkileri ve Mardin'in Sasanilerce

288

Zaptı, I. Uluslar arası Mardin Tarihi Sempozyumu / www.mardin.gov.tr Tırhani Ebu Bakr-i, Tarih-i Diyarbekriyye, (Nşr. Necati Lugal ve Faruk Sümer), T. T. K. yay. Ankara 1993 Togan A.Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, istanbul 1981 Türkay Cevdet, Osmanlı İmparatorluğu Arşivlerinde Oymak, Aşiret ve Cemaatler, istanbul. 1979. Usta Aydın , Türklerin İslamlaşma Serüveni, Yeditepe yayını, istanbul 2008 Uyar Mazlum, iran'da Modernleşme ve Din Adamları, Emre yayınları , istanbul. 2008 Uzunçarşılı ismail Hakkı .Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, T. T. K. yay. Ankara 1988 Uzunçarşılı ismail Hakkı, Osmanlı Tarihi, T. T. K. yay. Ankara 1988, c.ll Ünal Fatih, Rusların Kürt Aşiretlerini Osmanlı Devletine Karşı Kullanma Çabaları. Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 17, Bahar 2008, s.133-152. /www.karamyayincilik.com Ünal Mehmet Ali, "Çemişgezek Sancağı'nda Yerleşme ve Nüfus", Prof. Dr. Bayram Kodaman'a Armağan Kitabı, Samsun 1993 Ünal Mehmet Ali, Güneydoğu Anadolu'nun Fethi, Güneydoğu Anadolu'da Tımar TevcihleriMiri Aşiret ve Cebelü Tımarları / www.mardin.gov.tr Ünal Mehmet Ali , XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, T.T. K yay. Ankara 1999 Ünal Mehmet Ali "XVI. Yüzyılda Çemişkezek Sancağı - idari Yapısı-", Osmanlı Araştırmaları, sayı XII, istanbul 1992 Ünal Mehmet Ali , "XVI. Yüzyılda Mazgird, Pertek, Sağman Sancakbeyileri - Pir Hüseyin Bey Oğulları-" / www.tarih.pau.edu.tr VVatt W. Montgomery, Erken Dönem İmamet Doktrinine Dair Mülahazalar ( çev. Halil ibrahim Bulut) / www.dinbilimleri.com VVİesehöfer Josef, Antik Pers Tarihi (çev. M.Ali inci)Telos yayıncılık,istanbul 2002. VVİlley Peter, Alamut Kalesi, (çev. ilhan Kaya) Nokta kitap, istanbul 2007 VVoods John E., Akkoyunlular ( çev. Sibel Özbudun), Milliyet yayınları, istanbul 1993 Yalçın Alemdar, Yılmaz Hacı , Kargın Ocaklı Boyu ile ilgili Yeni Belgeler / www.hbektasveli.gazi.edu.tr/21-13-94.pdf Yazıcızade Ali, Tevârîh-i Âl-i Selçuk -Selçuklular Tarihi, ( haz. Abdullah Bakır) Çamlıca yay. istanbul 2009 Yediyıldız M. Asım, XVII. Asır Bursa Evleri (Bursa Şer'iye Sicillerine Göre), Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi dergisi, Cilt: 12, Sayı:1, 2003 s. 185-192 / www.kutuphane.uludag.edu.tr Yıldırım Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü Kabalcı yayınevi, istanbul 2008 Yılmaz Türel, iran'da Unutulmuş Bir Toplum: Türkmen Sahra -Türkmenleri Akademik Orta Doğu, Cilt 1, Sayı 2, 2007 / www.turkoloji.cu.edu.tr/www.akademikortadogu.com Yuvalı Abdülkadir. Malazgirt Meydan Muharebesi Hakkında Yapılan Araştırmalar / www.fef.erciyes.edu.tr Yüksel Musa Şamil, Arap Kaynaklarına Göre Timur ve Din, Tarih incelemeleri Dergisi, Cilt XXIII, Sayıl, Temmuz 2008 / edebiyat.ege.edu.tr 289

Şah la r-Sutılcr-Tiirk menler Dipnotlar Düğün anlatımı ve betimlemeleri için \a-

ğu Roma-Sasani İlişkileri ve Mardin'in Sasani-

rarlamlman

lerce Zaptı a.g.e

kaynaklar:

Oıyas Şükürov, "Safevîlerde Av Merasimleri

Karoly Czegledy, Bozkır Kavimlerinin Doğudan

Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı.

Batıya Göçleri a.g.e

Şeref Han, Şerefname • Kürt Tarihi

Şah Tahmasb-ı Safevi, Tezkire, s. 66

John E. Woods, Akkoyunlular

Reşidettin'in dostu olmayan Kaşani'nin an-

Seyfettin Erşahin, Akkoyunlular

latımına göre H. 705 yılı / M. 1305 yılı Ra-

Ebu Bakr-i Tırhani, Tarih-i Diyarbekriyye

mazan ayında geçen olay şöyledir; Reşidet-

Faruk Sümer, Oğuzlar

tin'in,

Faruk Sümer, Karakoyunlular

gitmelerinin

Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve

renmek isterse, onları deve eti ile pişirilmiş

Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü

yoğurtla imtihan etsin. Çünkü onların di-

samimi

olup olmadıklarını

öğ-

Sayın Dalkıran, iran Safevi Devletinini Kuruluşu-

ninde et ve yoğurdu birlikte pişirmek ha-

na Şii inançların Etkisi ve Osmanlının iran'a Ba-

ramdır ve deve eti onların ahkamında (dini

kışı

hükümlerinde)

John E. Woods, Akkoyunlular, s. 169,170

padişahı

Şeref Han, s. 440

mimiyetini

Şeref Han, Şerefname-Kürt Tarihi, c. I, s. 190-

Prof. M, Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin

mekruh ve yasaktır.

" diye

bilgilendirmiş ve Yahudilerin yemekle

sa-

sınamıştı.

191

Kaynakları, s. 295 / Kaşani, Olcaytu Tarihi

Ayrıca bkz; Viladimir Minorsky-Thomas Bois,

Şeref Han, Şerefname, c.l s!0-11 / c. 2, s. 9

9-

Kürt Milliyetçiliği s. 57 5-

"eğer padişah Yahudilerin İslam'a

10-

Şeref Han, Şerefname, c. I, s. 190-191 1541

tarihli

Kurdistan lini

Çemişkezek

hükmünde

11-

Kanunnamesinde,

oldukları

Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, s. 219, 230

(yazı dilini) bilmediklerinden bahsedi-

12-

zor coğrafi

V. V. Barthold, Moğol istilasına Kadar Türkistan, s. 205-206

tepelik, boş-çöl alan anlamında,

ulaşılması, yönetilmesi

V. V. Barthold, Moğol istilasına Kadar Türkistan, s. 205-206

defter ahva-

lir. Kurdistan, Kııhistan, atıl, batıl yerler, dağlık,

Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy Kütüğü, s. 248

13-

alanları

işaret ederkı Osmanlı belgelerinin bu dili

"Devleti

Orta çağlardan beri bu coğrafyaların ortak

ilimlerini

dilidir.

da idi.

Kürt'ler bu bölgelerde yaşayan

Osmaniye evvelinden Sultan Süley-

man zamanına gelince hikmet ve şeriat

top-

cem

eyleyen

muhakkikler iştihar-

Sonra Ebu'l-jeth Sultan Mehmed

luluklardı.

Han,

Doç. Dr, Muammer Gül, islamın Batıni Çehresi,

üzre suğl oluna-deyu vakfiyesie kayd ve

s. 135 /

şerh-i

mevakıf ve Haşiye-i

Mustafa Öztürk, 16. yüzyılda Kilis, Urfa, Adıya-

tayin

eylemişti.

man ve çevresinde Cemaatler ve Oymaklar, s.

deyu kaldırıp, Hidaye ve Ekmel deslerini

12-17 /Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı Belgelerine

okutmağı makul gördü,

Göre Türk-Etrak-Ekrad Kelimeleri Üzerine Bir

a'na makul olmakla, nefelsefiyat kaldı, ne

Değerlendirme, s.140-141

Hidaye ve Ekmel kaldı. Ve bununla suk-ı il-

Dr. Mehmet Tezcan, VII. yüzyıl Başlarında Do-

me kesad gelüp ehl-i inkirazza karib ol-

290

Medaris'i Semaniye bina edüp -kanun

Sonra

Tecrid derslerini

gelenler felsefiyal'tır Yalnız ana iktisar

Şahlar-Sufıler-Türkmenler Dipnotlar 1-

Düğün

ğu Roma-Sasani İlişkileri ve Mardin'in Sasani-

ve betimlemeleri için ya-

anlatımı

rarlanılman

kaynaklar

lerce Zaptı a.g.e

:

Qıyas Şükürov, "Safevîlerde Av Merasimleri.

Karoly Czegledy, Bozkır Kavimlerinin Doğudan

Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı.

Batıya Göçleri a.g.e

Şeref Han, Şerefname - Kürt Tarihi

7-

Şah Tahmasb-ı Safevi, Tezkire, s. 66

John E. Woods, Akkoyunlular

8-

Reşidettin'in dostu olmayan Kaşani'nin an-

Seyfettin Erşahin, Akkoyunlular

latımına göre H. 705 yılı / M. 1305 yılı Ra-

Ebu Bakr-i Tırhani, Tarih-i Diyarbekriyye

mazan ayında geçen olay şöyledir; Reşidet-

Faruk Sümer, Oğuzlar

tin'in,

Faruk Sümer, Karakoyunlular

girmelerinin

Faruk Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve

renmek isterse, onları deve eti ile pişirilmiş

Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü

yoğurtla imtihan etsin. Çünkü onların di-

Sayın Dalkıran, iran Safevi Devietinini Kuruluşu-

ninde et ve yoğurdu birlikte pişirmek ha-

"eğer padişah samimi

Yahudilerin İslam'a olup olmadıklarını

öğ-

na Şii inançların Etkisi ve Osmanlının iran'a Ba-

ramdır ve deve eti onların ahkamında (dini

kışı

hükümlerinde)

John E. VVoods, Akkoyunlular, s. 169,170

padişahı

3-

Şeref Han, s. 440

mimiyetini

4-

Şeref Han, Şerefname-Kürt Tarihi, c. I, s. 190-

Prof. M. Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin

2-

5-

ve yasaktır,

yemekle

"diye

Yahudilerin

sa-

sınamıştı.

191

Kaynakları, s. 295 / Kaşani, Olcaytu Tarihi

Ayrıca bkz; Viladimir Minorsky-Thomas Bois,

9-

Şeref Han, Şerefname, c.l s.10-11 / c. 2, s. 9

Kürt Milliyetçiliği s. 57

10-

1541

tarihli Çemişkezek Kanunnamesinde,

lini

(yazı

hükmünde dilini)

oldukları

11-

V. V. Barthold, Moğol istilasına Kadar Türkistan, s. 205-206

defter ahva-

Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, s. 219, 230

bilmediklerinden bahsedi-

lir. Kürdistan, Kuhistan, atıl, batıl yerler, dağlık, tepelik,

Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy Kütüğü, s. 248

Şeref Han, Şerefname, c. I, s. 190-191 Kürdistan

12-

V. V. Barthold, Moğol istilasına Kadar Türkistan, s. 205-206

boş-çöl alan anlamında,

ulaşılması, yönetilmesi zor coğrafi alanları

13-

işaret ederki Osmanlı belgelerinin bu dili

"Devleti

Osmaniye evvelinden Sultan Süley-

man zamanına gelince hikmet ve şeriat

Orta çağlardan beri bu coğrafyaların ortak

ilimlerini

dilidir.

da idi. Sonra Ebu'l-feth Sultan Mehmed

Kürt'ler bu bölgelerde yaşayan top-

luluklardı.

6-

mekruh

bilgilendirmiş ve

cem

eyleyen

muhakkikler iştihar-

Han, Medaris'i Semaniye bina edüp -kanun

Doç. Dr. Muammer Gül, islamın Batıni Çehresi,

üzre suğl oluna-deyu vakfiyesie kayd ve

s. 135 /

şerh-i

mevakıf ve Haşiye-i

Mustafa Öztürk, 16. yüzyılda Kilis, Urfa, Adıya-

tayin

eylemişti.

man ve çevresinde Cemaatler ve Oymaklar, s.

deyu kaldırıp, Hidaye ve Ekmel deslerini

12-17 /Yusuf Halaçoğlu, Osmanlı Belgelerine

okutmağı makul gördü,

Göre Türk-Etrak-Ekrad Kelimeleri Üzerine Bir

a'na makul olmakla,

Değerlendirme, s.140-141

Hidaye ve Ekmel kaldı. Ve bununla suk-ı il-

Dr. Mehmet Tezcan, VII. yüzyıl Başlarında Do-

me kesad gelüp ehl-i inkirazza karib ol-

290

Sonra

Tecrid derslerini

gelenlerfelsefiyat'tır Yalnız ana iktisar

nefelsefiyat

kaldı,

ne

makla, -

bazı

18-

kenarda ekrad diyarda yer yer

kanun üzre şuğl-eden talihlerin

lıınıniran'a Bakışı, s. 107-118

leri Rum'a gelüh azim tafra atar oldular.

F. Sümer, Safevi... a.g.e. s. 1

/ günümüz Türkçesi ile ; [ Osmanlı devleti ilk zamanlarından Sultan

19-

Süleyman

20-

Han

zamanına gelinceye

kadar

mışlardı. Cami

araştırıcılar ün

kazan-

Fatih Sultan Mehmed Han,

Külliyesindeki

Medreselerini

John E. Woods, s. 21s. 169,170 F. Sümer, Safevi... a.g.e. s. 13-28

hikmet ve şeriat (bilim ve din) ilimlerini uzlaştıran gerçek

Doç. Dr. Sayın Dalkıran, iran Safevi Devletininin Kuruluşuna Şii inançların Etkisi ve Osman-

mübtedi-

Fatih

21-

Şah Tahmasb-ı Safevi, Tezkire, s. 66

22-

Cengiz Orhonlu, Osmanlı imparatorluğunda Aşiretlerin iskanı s. 45 / Katip Çelebi.

yaptırıp

kanuna göre iş görülüp okutulsun diye va-

Düstürü'l-amel li islahi'l-halel, istanbul 1280.

kıf şartını vakfiyesine yazmış

s. 127-129

tecrid ve şerh-i

mevakıf derslerinin

masını bildirmişti.

23-

okutul-

kaldırıp,

cih Konusunds Hak Ö l ç ü s . 150

hidaye

24-

okutmayı uygun gördü-

Yalnız bunlarla yetinmek

akla

Mizanü'l Hakk fi ihtiyari! Ehakk-En Doğruyu Seçmek için Hak Terazisi /En Doğru Olan Ter-

Sonra gelenler bu ders-

ler felsefedir diye dersleri ve ekmel derslerini ler.

ve haşiye-i

Dr. Mehmet Ali Ünal. Güneydoğu Anadolu'nun Fethi, Güneydoğu Anadolu'da Tımar Tevcihleri-

uygun

olmadığı için ne felsefe kaldı, ne hidaye

Miri Aşiret ve Cebelü Tımarları

kaldı, ne ekmel.

Nejat Göyünç, "Diyarbekir Beylerbeyiliğinin ilk

Ve bunun sonucunda ilim

İdari Taksimatı", s. 26

çarşısına gelen kıtlıkla, çöküşe sebep olmakla; bazı kenarda, Ekrad

25-

(Kürt) diyar-

dolu'nun Ekomomik Durumu, s. 90

da, yer yer kanun üzere ders görmeye başlayan öğrenciler bile,

Rum'a

Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Ana-

(İstanbul'a)

26-

gelip büyük tafra (çalım, hava) atar oldu-

Cengiz Orhonlu, Osmanlı imparatorluğunda Aşiretlein iskanı, a.g.e

lar" 1

27-

Cevdet Türkay, Osmanlı imparatorluğunda Oymak, Aşiret Ve Cemaatler, a.g.e

Katip Çelebi, Mizanü'l Hakk fi İhtiyari! Ehakk 28-

En Doğruyu Seçmek için Hak Terazisi /

Şeref Han, c. I, s. 24

En Doğru Olan Tercih Konusunda Hak Ölçü , s.

Şeref Han'ın

çağdaşı,

Türklerin

seceresi'ni

150

yazan Ebu'l Gazi Han'a göre ise Oğuz Han,

Cengiz Orhonlu, Osmanlı imparatorluğunda

Peygamberin

Aşiretlerin iskanı s. 45 /Katip Çelebi,

sını göndermezdi.

Düstürü'l-amel li islahi!-halel, istanbul 1280,

duz, aile ve toplum büyüklerine hizmette

s. 127-129

kusur etmeyen

15-

Koçi Bey Risalesi, s. 36

Önemli bir beydi.

16-

Cemaat-i Ekrad-ı aşiret-i Kara Keçilü tabi-i Mar-

Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy

din hane 19

Kütüğü, s. 248

14-

29-

Dr. Mehmet Ali Ünal, Güneydoğu Anadolu'nun

17-

huzuruna Onun

demekti.

Buğduz'dan torunuydu.

başkaBuğ-

Damgası vardı.

Doç. Dr. Sayın Dalkıran, iran Safevi Devletinin

Fethi. Güneydoğu Anadolu'da Tımar Tevcihleri-

Kuruluşuna Şii inançların Etkisi ve Osmanlının

Miri Aşiret ve Cebelü Tımarları / TD 96, Defter-i

İran'a Bakışı, s. 107-118

Mufassal-ı Diyarbakır ve Tevabiha, v. 2 i 6 a-b

F. Sümer, Safevi... a.g.e. s. 1

Prof. A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihi-

irene Melikoff, Karakoyunlu bölgesini ziyaret et-

ne Giriş, s, 177

miştir. irene Melikoff, Uyur idik Uyardılar,

Çakıır kuşu etimolojisine 31. ğindiik.

bkz.

s. 58 v. d

maddede de-

30-

madde 31

291

Çakır:gök, mavi- bulut mavisi, gök mavisi.

31-

www. textara. com 1dk. org. tr lehçeler

"kuşla avlanma hüneri

A. Zeki Velidi Togan. Umumi Türk Tarihine Gi-

bilir. Bu tanım, sadece doğan veya şahinle

riş, s. 177

yapılan ava münhasır değildir. Arap avcı-

Abdullah Bakır. Tevarih-i Al-i Selçuk Oğuz-Na-

ları, ceylan avında doğan ve şahinle birlik-

" olarak tarif edile-

me'si

I Çakır da doğan soyundan bir kuş

te tazıları da

olup,

şahinden

Güler Yarcı, Osmanlıda Avcılık Yasaları, Açta

ayrıdır.

Turcica, Yıl 1, Sayı 1, Ocak 2009 /

Faruk Sümer, Oğuzlar, Çakır Kuşu Tamgası-

www. actaturcica.

Ongunu, Reşided-din ise Cami üt-tevarih adlı eserinde Oğuzların

Üç-Olılar kalıma bağlı Deniz-

han

arasında

oğulları

"Yığdır" boyundan

söz etmekte ve anlamını yiğitlik"

olarak

"iyilik, büyüklük,

32-

Oğuzname'si, irene Melikoff, Uyur idi k Uyardılar, s. 157

34-

L. N. Lezi na, A. V. Superanskaya, + D. A. Ba-

vermektedir.

tur, Türk Onomastikası - Bütün Türk Hal klan

kununu Çakır ve damgasını ok ucu şeklinde göstermektedir.

Yazıcı-oğlu,

(Sel(uknaıne)

boylarının

adını

adlı

verirken

Abdullah Bakır, Tevarih-i Al-i Selçuk

33-

Ayrıca Yığdır boyunun et payını aşığlu, or-

Selçuk

kullanmışlardır

Tarih-i eserinde

a.g.e 35-

Al-i Oğuz

dir" boyunun adını vermektedir.

"İğ-

İğdir keli-

Anadolu'da

Karakeçili

aşiretleri

Yrd. Doç. Dr. Üçler Bulduk, idari ve Sosyal Açı-

Üç-Oklara bağlı

Deniz Han'ın oğullan arasında önce

Çakırlılar, içindedirler.

dan Karakeçili Aşiretleri a.g.e 36-

F. Sümer, Safevi... a.g.e. s. 2

37-

Prof. Dr. Helmutt Ritter" Fars Edebiyatı Dersleri

mesinin "yani eyilük (iyilik) ve ululuk ve

- 3 /Yer,i Farsça'da Firdevsi'den Evvel Şehna-

bahadurluk"

meler, Firdevsi'nin Şehnamesi, www. doguede-

anlamına geldiğini,

et

payının

"aşuklu ve kıç" olduğunu ve temsil eden

biyati. com

simgesinin

J. P. Roux, Orta Asya, s. 66

Çakır

kuşu

olduğunu

belirmek-

tedir.

38-

Prof Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü, s. 464, 632

Yine aynı bahiste "Kınık boyundan olan

Akad kralı

Sargon,

söyleniyor. Önce bunu "üç" değil "Uc" ola-

de

doğduğunda,

rak okumak icab eder,

anası onu bir sepete koyarak Fırat'a bira-

Selçukluların

Oğuzlar

sembolünün

(Türkmenler)

üç

kuş"

olduğu

39-

(bkz. Faruk Sümer, Ankara,

1967,

Selçuklular'm

mensup

himayesi

bulunduğu

40-

110, Millî Eğitim Basımevi, istanbul 1965, s. 41-

n 8/796 /1 0184.pdf

42-

veya

bâzdâr

Arapçalaşmış şekli olup; bâz,

Beyzere,

43-

kelimelerinin "doğan, çakır

kimse" demektir.

Buna göre,

beyzere

Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü,

J. P. Roux, Orta Asya s. 136 Nimet Yıldırım Fars Mitolojisi Sözlüğü,

Nimet Yıldırım Fars Mitolojisi Sözlüğü, s. 464, 314 v. d

44-

doğan"; bâzdâr ise, "doğancı, alıcı kuş besleyen

krallığına yükselir.

s. 464, 632

avcılığı aslı Farsça olan beyzere ile ifade ediyorlardı.

Samilerin

S. 464 v. d, 632

259 " / www. dergiler, ankara. edu. tr / dergiler

bâzyâr

ile

Mezopotamya, s. 294

Aka, kitap eleştirisi, " Ç a ğ a t a y Uluçay ilk

kelimesi

ve fakir

Şemsettin Günaltay, Yakın şark, Elam ve

"Çakır" idi.

Müslüman Türk Devletleri, öğretmen kitapları:

Farsça

kenarındaki Agayalnız

de mabudesi onu görür ve aşık olur. Onun

Kıınık boyunun ongunu

Araplar,

Fırat

kır. Bir bahçıvan onu bulur. Büyütür. Aga-

s.

205 ve Boy tabloları) ikincisi

şehrinde

Bkz; 1. Kitabımız, Babil, Tanrılar ve DemirciOrta Asyalı Part'lar, iran'da.../ ayrıca dipnot 53

45-

Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, s. 191

46-

J. P. Roux, Orta Asya, s. 125,

tan, s. 477s. 322 / Beyhaki / Abdullah Bakır

Richard N Frye, s. 192

47-

48-

Tevarih-i Al-i Selçuk Oğuz-Name'si

ayrıca bkz: 1. kitabımız Babil, Tanrılar ve Demir-

63-

ci, Kadiş - Kadisiye bölümü,

64-

Ahmet Taşağıl, Gök-Türk'ler, s. 32 /

65-

V. V. Barthold, Türkistan...s. 322 /Beyhaki

R. Şeşen, Eski Araplarda Göre Türkler,Türkiyat

66-

Rene Grousset, s. 162 ve154

Mecmuası, XV. 1968, s. 11-12/ayrıca bkz,

67-

Rene Grousset, s. 157

Chavennes, El-Mesudi, P. Aolto, K. Czegledy,

68-

Prof. Mehmet Altan Köymen. Selçuklu De\'

L, Rasony, Grousset)

69-

Rene Grousset, s. 154

Ahmet Taşağıl, Gök-Türk'ler, s. 88 /

70-

V. V. Barthold, s. 327

71-

J. P. Roux Aksak Timur. s. 73

Chavennes, Şeşen, Z. V. Togan

72-

J. P. Roux, Türklerin Tarihi, s. 99

50-

Karoly Czegledy, Bozkır Kavimlerinin 73-

Ahmet Taşağıl, Gök-Türk'ler, s. 88 /

Rene Grousset, s. 156

2. Kitabımız; Horasan Cennetin Krallığı / bkz.

7475-

Dr. Mehmet Tezcan, VII. yüzyıl Başlarında

Levvis Bernard, Alamut Kalesi ve Hassan el Sabbah, s. 141

Doğu Roma-Sasani ilişkileri ve Mardin'in Sasanilerce Zaptı

76-

Rene Grousset, s. 186

Karoly Czegledy, s. 41

77-

Jean Paul Roux, Orta Asya- Tarih ve Uygarlık,

Doğrusu lıdır.

herhalde Keyani,

Keyhüsrev

Tuıan'da

kaybolmuştu,

s. 291 v. d

olma-

Keyhüsrev yani Kirus, Kang'lanıı

kesinde yani

ül-

78-

tenmeyen sonu da, bu bölgeye yaptığı son seferinde olmuştu.

(M.Ö.

Farslar, böyle bir sonu, larına

layık

529) efsanevi

Kazvini 79-

göremezlerdi.

Prof. M. Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin Kaynakları, s. 175 /Nesevi

(Herodot), imparator-

Prof. M. Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin Kaynakları, s. 314 /Tarihi Güzide - Hamdullah

daha

da doğnısu Kirus'un beklenmeyen ve de is-

55-

Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri... s. 191,201 v. d

Halife III. Yezid'in seceresi bölümü

54-

C. Brockelmann, islam Ulusları ve Devletleri Tarihi, s. 142

Chavennes, Şeşen, Z. V. Togan

53-

Prof. Mehmet Altan Köymen. Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 159-162

Doğudan Batıya Göçleri, s. 41

52

Mil; bir uzunluk birimi / kara mili:1. 609. 344 metredir.

J. P. Roux, Orta Asya, s. 134

49-

51-

Faruk Sümer, s. 94-114

80-

Devletşah, Tezkire-i Devletşah 1990, s. 233

81-

R. Grousset, s. 241

Herodot. Herodot Tarihi, s. 81

82-

R. Grousset s. 241 v. d

K. Czegledy, s. 41

83-

Prof. A. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 217

V. V. Barthold, Moğol istilasına Kadar

Mevlana Mehmed Neşri, Cihannüma (1288-

Türkistan, s. 200-203 v. d

1485), s. 33

56-

Devletşah, Tezkire-i Devletşah, s. 121

57-

Devletşah, s. 141

84-

Prof. A. Zeki Velidi Togan, s. 255

58-

Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı

85-

Prof. M. Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin Kaynakları, s. 177 /Nesevi, Siret Celaleddin, s.

Seferleri, s. 220 59-

243

Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy Kütüğü, s. 251

86-

Prof Dr. Kenan Haspolat, Silvan İlçesinde

60-

Rene Grousset, s. 148

ortaya

61 -

Rene Grousset, s. 148 v. d

lettin

62-

V. V. Barthold. Moğol istilasına Kadar Türkis-

ismail Avcı, Güneydoğu'da keşfedilen Son Ma-

293

çıkardığı

'Kubbetüssultan'da

Harezmşah'ın

mezarını

Cela-

keşfetmiştir.

nevi Hazine. Kubbetis Suttan Zaman gazetesi 06.11. 2009 / http:

www. tayproıect. org

lu'da Türkler, s. 158 110-

Kadın hükümdarlarla!' için bkz; Moğol, Or-

/haberarsiv 200911. html

gana Hatun veya Ergene Hatun,

87-

J. P. Roux, Orta Asya. s. 291 v. d

hold,

88-

Osman G. Özgüdenli. Turco-iranica. Ortaçağ

Hatun,

Türk-iran Tarihi Araştırmaları, s. 30

/Terken, Türkan Hatun için bkz. Erdoğan

89-

Terken Hatun ve Harezm Şahlarda

Robert Marshall, Doğudan Yükselen Güç - Mo-

Merçil, Müslüman Türk Devletleri

ğollar, s. 36 v. d

Tarihi. 212, 192

90-

O. Özgüdenli, s. 30

91-

Prof. A. Zeki Velidi Togan, s. 224

92-

J. P. Roux, Orta Asya, s. 268

93-

Prof. A. Zeki Velidi Togan, s. 196 / Mahmud Kaşgari ve Biruni'ye göre

W. Bart-

Türkistan.. .s. 519 / Salgurlular, Abiş

111 - Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy Kütüğü, s. 272 112-

J. P. Roux, Orta Asya, s. 270, J. P. Roux, Timur s. 233

113-

ibn-i Batuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi

94-

bkz. Tarihçinin Sefaleti bölümü, 2.kitap, 3. bölüm

114-

95-

J. P. Roux- Orta Asya, s. 300

115- J. P. Roux, Timur s. 232, 215

96-

Rene Grousset, s. 394

116- J. P. Roux, Türklerin ve Moğolların eski dini

97-

Muhammed Mehdi-i Buruşeki, Şenb-i Gazan,

(1304-1369) J. P. Roux, Timur s. 272

s. 72

(çeviren, Mehmet Kanar) Doğu Araştırmaları,

117-

F. Sümer, Safevi... a.g.e s. 8

sayı: 1; 2008-1 s. 149-170/ H. C. Walz, Kulliyât-

118-

J. P. Roux, Timur, s. 233

i Tarih, Dûrnemâyî ez târîh-i zindegî-i âdemi ez

Türk inançları ve kültür öğelerinin geniş bir de-

âğâz tâ 1960 milâdî, tercume-i Mes'ûd - i Re-

ğerlendirme için bkz; J. P. Roux, Türklerin ve

ceb Niyâ, Tahran 1353, s. 874

Moğolların Eski Dini.

98-

J. P. Roux -Orta Asya s. 308

Prof Bahaeddin Ögel, islamiyetten Önce Türk

99-

Prof. M. Şemsettin Günaltay, islam Tarihinin

Kültür Tarihi-Orta Asya Kaynak ve Buluntuları-

Kaynaklan, s. 254

na göre, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991

100-

Claude Cahen. Türkler Nasıl Müslüman Oldu-

119-

J. P. Roux, Orta Asya s, 182

120-

J. P. Roux, Türklerin ve Moğolların eski dini,

121-

irene Melikoff, Kırklar Cemi. s. 157 ve

lar, s. 425

Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, s. 228

101 - Abdullah Bakır. Tevarih-i Al-i Selçuk Oğuz-Name'si 102-

W. Barthold, Türkistan s. 274

103-

Rene Grousset s. 352

104-

J. -P. Roux, Aksak Timur, s. 44-240

Uluslar arası Türk Dünyasının islamiyete Katkı-

105-

Keykavus, Kabusname, s. 152,

ları Sempozyumu (31 Mayıs-1 Haziran 2007) İs-

Keykavus hakkında bkz:Devletşah Tezkire-i

parta Süleyman Demirel Üniversitesi

Devletşah, C. I, s. 119

wwww. hacıbektas. com /vilayetname) 122- J. P. Roux, Orta Asya. s. 266

/www. ilahiyat, sdu. edu. tr

106- J:P Roux, Orta Asya s. 266-268

Hüseyin Algül, Dininin Türkler Arasında Yayıl-

107-

masında Hoca Ahmed Yesevi Örneği /

J:P Roux, Orta Asya-s. 266-268

108- John E. Woods, s. 21

M. Kemal Atik, Türk Cumhuriyetlerindeki Dini

109-

J. P. Roux, Orta Asya, s. 270,

Yaşantımın Şekillenmesinde Ahmed Yesevi'nin

J. P. Roux, Timur s. 233

Yeri/

Türkmen

Osman Türer, Hoca Ahmed Yesevi'nin Türk Ta-

manlardan

kadın öı tünmezdi diğer Müslüfarklıydı.

Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anado-

savvuf Tarihindeki Yeri ve Önemi / Nadirhan Hasanov , Hoca Ahmed-i Yesevi ve

Orta Asya'da Islamiyetin Gelişmesi 123-

bul 1987, s. 34; İbnü'l-Kesir XII, s. 197vd.

Doç. Dr. Muammer Gül, istanbul 2009,

128- Prof. Salim Cöhce, Türk Hakimiyetine Geçiş

s. 68-70

Döneminde Mardin ve Çevresi / Bkz.. Urfa

124- Abdullah Ekinci, Harran ve Harran Okulunu Et-

Mateos, s. 115 v.d.; A. Sevim. Anadolu'nun

kileyen Siyasi, Dini, Coğrafi ve ilmi

Fethi, s. 37vd.

Unsurlar 125-

129 - AnaBritannica ansiklopedisi- Alp Arsıan

Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri

130-

Tarihi, s. 49 /

126-

Salim Cöhce, Türk... /Mehmet Altan Köymen,

131- Prof. Erdoğan Merçil, s. 236 v. d

Selçuklu Devri Türk Tarihi Türk Tarih Kurumu

132- AnaBritannica ansiklopedisi - Malazgirt Sa. aa

yayınları, Ankara 1993, s. 240 vd

133-

Prof. Kenan Ziya Taş, Midyat çevresinde Türk

134- Aşıkpazade Derviş Ahmed Aşıki

Hakimiyetinin Tesisi, a.g.e 127-

Prof. Erdoğan Merçil. Müslüman Türk Devlete Tarihi, s. 103-105

Aşıkpaşazade Tarihi, s. 38

Prof. Dr. Salim Cöhce, Türk Hakimiyetine

135-

geçiş sürecinde Mardin ve Çevresi bir adamın

memlukuydu-köle-

MeliikMuzaffer lakabını

kullanırdı

Halife Kaim bi-Emrillah'ın ııezdinde büyüdü ve onun en yakın adamı oldu. Irak'ta adına hutbe okundu. başkaldıırdı

Zamanla Halife'ye

ve Fatimilereyöneldi.

13

Türk Tarihi, s. 165

Be-

siydi. O şehre nisbetle anılmasının sebebi budur.

Rene Grousset s. 161.166 Prof. Mehmet Altan Köymen, Selçuklu Devri

Arşları ebu'l-Haris el-Besasiri et-Türki, sa şehrinden

Rene Grousset. s. 158. 159

Ocak

136-

Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi-1. kitap, s. 135 / Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 17

137- Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu da Türkler, s. 45 138- C. Cahen, Anadolu da Türkler, s. 88 F. Sümer, Oğuzlar s.129 - Erbasgan

F.Sümer- A. Sevim, islam Kaynaklarına göre

1061 'de öldürüldü.

Bkz., ibnü'l Kesir IX, s. 492; İbnü'l-Kesir XII, s.

Malazgirt Savaşı, s, 32 Eri- Sığı

193 İbnü'l-Esiı 'de "Arapların kışı geçirmek üze-

"Cahen'in bahsettiği Eı işgen, Alparslan'ın

re Irak'a gidince Oğuzlar Diyarbakır'a gi-

eniştesi

dip şehri yağmalayarak tahrip ettiler.

"Malazgirt savaşı

" de-

Erbasan

olmalıdır. öncesinde emrindeki

kuv-

nilmektedir. I İbnü'l-Esir IX, s, 299; Gregory

vetlerle Bizans hizmetine giren diğer bir

Abu'l-Farac I, s. 300; A. Sevim, Anadolu'nun

Selçuklu beyi,

Fethi , S. 26; Türkmenler Musul'u şiddetle

eniştesi Erbasan'dır.

yağmalayıp,

aralarında

şatmıştı

halka da büyük sıkıntılar ya-

Bunun üzerine ayaklanan halk şe-

kesinden

Selçuklu sultanı Alparslan'ın Selçuklu sultanı ile

çıkan anlaşmazlık nedeniyle ülkaçarak

1070 yılında Anadolu'ya

hirdeki Türkmenleri imha etmiş ise de hunu

giren Erbasan, Sivas yakınlarında karşısı-

haber alarak geri dönen Göktaş, 21 Şubat

na çıkan Manuel Komnenos'u mağlup ve

1044'te yeniden şehre hakim olmuş ve aha-

esir ettikten sonra onun teklifi üzerine ya-

liyi

şiddetle

nındaki kuvvetler ile birlikte İstanbul'a gi-

cezalandırmıştı.

Geniş bilgi için bkz., İbnü'l-Kesir IX, s. 300

derek

Anadolu'ya Türkmen akınları başladığı dö-

di. "

nemde

Yusuf Ayönü, Bizans Ordusunda Ücretli Türk

Meyyafarikin

ne hakim

ve

Diyarbakır yöresi-

bulunan Nasrud-Devle,

oldukça

Bizans

imparatorunun

hizmetine gir-

Askerler

renkli yaşamı için bkz. İbnü'l-Esir, islam Tari-

(XI-XII. Yüzyıllar), Türkiyat Araştırmaları Dergisi,

hi; el-Kamil fi't- Tarih X, (nşr., M. Tulum), istan-

sayı 25 (Ayönü ; Attaleiates, s. 255-257; Zona-

ras, s. 209-211: Vryennios. s. 73-75 Skyiitzes.

Büyük Selçuklular ve Halefleri Devrinde Tebriz

II, s. 685-686: Mateos. s. 137-138

/www. doguedebiyati. com

Anna Komnena. Aiexiad-Malazgirt Sonrası, s. 18, 24,124, 201.206

Prof. Kenan Ziya Taş, Midyat çevresinde Türk

bkz. Türk'ler Anadolu'da ve Müslüman Tarihçi-

Hakimiyetinin Tesisi / İbnü'l-Ezrak, Tarih-i Mey-

lere göre; Selçukluların da. Osmanlı'ların da

yafarikin ve Amid, (Nşr. Carol Hillenbrand), is-

Kökenleri Kürt' tür. s. 25

tanbul, 1990 / Aynı eserin Türkçe tercümesi,

ibn'ül Ezrak, Mervani Kürtleri Tarihi. 1990.

İbnü'l-Ezrak, Mervani Kürt Tarihi, (Trc. Emin

s. 176

Bozarslan) istanbul, 1977 / Ebu Bekir Tahrani,

ibn'ül Ezrak, Men/ani Kürtleri Tarihi,

Tarih-i Diyarbekriyye, (Nşr, Necati Lugal ve Faruk Sümer), Ankara, 1962-1964

s. 174 v. d Dina Rızk Khoury, Osmanlı imparatorluğunda

150- Sıbt İbnü'l-Cevzi / F. Sümer-A. Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı

Devlet ve Taşra Toplumu MUSUL /1530-1834,

151- Devadari / F. Sümer-A. Sevim,

s. 79, 76

islam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı

Dr. Abdülkadir Yuvalı. Malazgirt Meydan Muharebesi Hakkında Yapılan Araştırmalar

152-

Amin Maalouf eserinde,

Selçuklu ailesi ve

Prof.Faruk Sümer- Prof. Ali Sevim, islam

beyleri

Kaynaklarına göre Malazgirt Savaşı (ibnü'l

lar için, iyi bir çerçeve çizer. Bu güvensiz

Kalanisi, ibnü'l Ezrak, Ahbarü'd-devleti's-

ve oynak

Selçukiyye, ibnü'l -Cevzi, Sıbt ibnü'l -Cevzi,

layca

arasındaki

bitmez

tükenmez

kavga-

ortamda Haçhlar'm fetihleri

Bundari, imadüddin, ibnü'l Esir, ibnü'l Adim,

Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı

ibnü'd Devadari, Reşü'd-din, Aksaraylı

Seferleri a.g.e

Kerimüddin Mahmud. Hamdullah-i Müstevfi,

ko-

gerçekleşir.

153- Mihalis Attaliatis-Mihalis Pselleos TZIKEPT

Mirhond)

1071 / Malazgirt 1071 ihanete Uğramış Bir İm-

ibnü'l Adim, imadüddin / F. Sümer-A. Sevim, is-

paratorun Destanı

lam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı Maaşlı

kul-köle hassa askerlerinin

konum-

ları, giyimleri ve teçhizatları için bkz. S.43

154-

İbn'ül Ezrak, Mervani Kürtleri Tarihi, s. 192

155-

ibn'ül Ezrak, Mervani Kürtleri Tarihi, s. 205

156- Abdurrahim Özmen, Tur Abdin Süryaniler

Sıbt ibnü'l -Cevzi / F. Sümer-A. Sevim,

Örneğinde Etno-kültürel Sınırlar, s. 128-131

islam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı

www. acikarsiv. ankara. edu. tr /Aydın ve diğer-

Sıbt ibnü'l -Cevzi / F. Sümer-A. Sevim,

leri, 2000:51

islam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşi

157- Abdurrahim Özmen, Tur Abdin ... /Aydın ve di-

Sıbt ibnü'l -Cevzi / F. Sümer-A. Sevim,

ğerleri, 2000:51

islam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı

158- Anna Komnena, Alexiad-Malazgirt 'in Sonrası,

Claude Cahen, Osmanlılardan Önce

s. 286

Anadolu'da Türkler, a.g.e. s. 71, 73, 92, 253

159- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Çoğ, İslam-Bizans

Claude Cahen, Selçuklu Devri Tarih

ilişkileri Bağlamında "Pavlikanlar" Üzerine Bir

Yazıcılığı, a.g.e Selçuklular devri

Değerlendirme, s. 73-78 kaynaklan bu devrin

yüklüğüne göre çok azdır denilebilir. dar

ki

önemli

bü-

O ka-

"Maalesef Selçuklular devrinden ve genel bir eserimiz bulunmamak-

tadır.

Altan Çetin, Mecid Rızazade Amuzeyneddini,

160- Anna Komnena, Alexiad-Malazgirt in Sonrası, s. 286 161 - Josef VVİesehöfer / Antik Pers Tarihi, s. 294 v. d 162- Dr. Mehmet Tezcan, VII. YY. Başlarında Doğu Roma-Sasani ilişkileri ve Mardin'in Sasanilerce

163164-

Zaptı / 600lü yıllarda iki ülke arasındaki sınır

177- Anna Komnena, Alexiad, s. 510

hakkında bkz. Honigmann 1970 : Harita I

178-

Josef VVİesehöfer, s. 292-293 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Çoğ, İslam-Bizans

179-

ilişkileri Bağlamında "Pavlikanlar" Üzerine Bir Değerlendirme, s. 73-78 165166167168-

180-

Muammer Gül, Orta Çağlarda Doğu ve G^-^e.,

Anadolu'da Türkler, s. 212-213

181-

Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 166

Josef VVİesehöfer, Antik Pers Tarihi,

182-

I. N. Gumilev, s. 171

s. 292-293

183-

Angus Konstam, Europa im Mittelalter s '8

C. Brockelmann, islam Ulusları ve Devletleri

184-

AnaBritannica - Katharosçuluk Al Di here: • er

Tarihi, s. 42

185-

Mircea Eliade 211

Büyük Larousse ansiklopedisi - Mellkiler,

186-

Mircea Eliade s. 214

Gassaniler

187-

Richard N. Frye. Orta Asya Mirası, s. 132. 139.

188-

Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin Soy

Claude Cahen, Osmanlılardan Önce

169-

J. VVİesehöfer, s. 288 / Pers bilgesi Afrahat'ın

170-

C. Brockelmann, s. 6

Doğu Anadolu,

148,154,174.175. 205. 257 Kütüğü, s. 232

Demonstrationes'inden. 171 - Claude Cahen. Türkler Nasıl Müslüman

189-

Richard N. Frye, Orta Asya Mirası, s. 233

190-

J. P. Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s. 298

Oldular, s. 31-32 Doç. Dr. Muammer Gül, islamın Batıni

191- Abdurrahim Özmen, Tur Abdin /Çelik, 1996: 35,141

Çehresi, s. 124 / Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, s. 48-49 173-

192-

Oldular, s. 32

193-

Ana Britannica ansiklopedisi, Melkailer

194-

Abdurrahim Özmen, Tur Abdin Süryaniler Örneğinde Etno-kültürel Sınırlar,

Abbasilerin Dönemlerinde iran, Horasan ve Maveraünnehir'deki Mezhebi ve Milliyetçi

s. 128-131 /www. acikarsiv. ankara. edu. tr

Hareketler, s. 139-158

j. VVİesehöfer, s. 292

V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar

195-

Yrd. Doç. Dr. Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar Anadolu'da... a.g.e

Türkistan s. 218, 227 v. d Mansur Ceddi, Babek-işgalcilere Karşı

196- j. VVİesehöfer, s. 292-293

Savaşan Kahraman, Şeyh Safiyeddin

197-

Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar, a.g.e /

A.

Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara 1997,

Yayınları, Erdebil 2009 (Şemsi 1388)

s. 16.

O. Afşarlı, Babek'in Yaşamı ve Hareketi, Ankara-2004 / www. azadtribun. net, 338. pdf

198-

Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar. /Ermeni top-

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Çoğ, İslam-Bizans ilişki-

lumunun arasına Hiristiyanlığın girişi için bkz. s.

leri Bağlamında "Pavlikanlar" Üzerine Bir De-

Orbelıan, Hıstoıre De LaSıoune II, Saınt Petersbourg 1864, s. 35 vd

ğerlendirme, s. 73-78 / Bkz; Casim Avcı, 199-

İslam-Bizans ilişkileri, istanbul 2003, s. 151;

Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar, a.g.e /

K.

Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1988, s.31.

Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, 176-

Abdurrahim Özmen, Tur Abdin ... /Seyfeli, 2005a:5-14

Claude Cahen. Türkler Nasıl Müslüman

174- Farhad Daftary, Emeviler Döneminde ve

175-

I. N. Gumilev, Hazar Çevresinde Bin Yıl, s. 253 v. d

AnaBritannica - Melkailer, Gassaniler

172-

AnaBritannica ansiklopedisi - Manicilik Uygurlar

Konya 2005, s. 455.

200-

J. VVİesehöfer, s., 290, 324

Mircea Eliade, Dinsel inançlar ve ve

201-

J. VVİesehöfer, s. 285

Düşünceler Tarihi, c. III s 20

202-

Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar A. H. Saral, Er-

297

meni Meselesi. Ankara 1970. s. 30 203-

Davut Kılıç, Selçuklulara Kadar

230-

G. Abu I -

Bu konuda bkz; Wadi konulu yazılarımız ibrahim Ethem Polat, Arap Edebiyatı Pencere-

Faraç, Abu'l-Farac Tarihi I.
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF