Abdullah Dehlevi Murakabat Risalesi

December 7, 2017 | Author: tunahan emin | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download Abdullah Dehlevi Murakabat Risalesi...

Description

Mürâkabât Risâlesi Abdullâh Dehlevî (ks) Bismillâhirahmânirrahîm. Hamd ve salâtdan sonra bildiririm ki, bu şerefli yolun büyükleri, misâl âlemindeki kurb makâmlarını doğru keşf ile ve açıkca görüp, o makâmları dâire ile ifâde etmeyi uygun bulmuşlardır. Çünki o makâmlar bîcihet ve bî çûndurlar. Ya’nî cihetsiz ve anlaşılmazdırlar. Dâire de cihetsizdir. Yoksa Allahü teâlâ bahis mevzû’u olunca, dâire ne işe yarar. İlk dâire imkân dâiresidir. Onun aşağı yarısında seyr-i âfâkî ele geçer. Seyr-i âfâkî kendi dışında, çeşidli renklerde nûrları görmekdir. Yukarı yarıda Seyr ve sülûk-i enfüsî vardır. Bu ise kendi içinde nûrları ve tecellîleri müşâhededen ibâretdir. Rü’yâlara, vâkı’alara i’tibâr etmeyip, devâmlı huzûr ve âgâhlığın hâsıl olmasına çalışmalıdır. Burada Allah ism-i şerîfini anmak, nefy ve isbâtı, dil ile kelime-i tehlîli söylemek de terakkî hâsıl eder. Allah, mubârek isminin müsemmâsı olan zât-ı teâlânın ehâdiyet-i sırfa murâkabesi yapılır. Kalbe teveccüh ve zikr lâfzını doğru söyliyerek, senin zât-ı pâkinden başka hiç maksûd yokdur ma’nâsını mülâhaza etmek ve gönlü başka düşüncelerden korumak ma’nâsı taşıyan Vukûf-i kalbîye devâm etmelidir. Çünki, kalb çok zikr olmadan açılmaz. Kalbe yönelerek ve Allahü teâlânın yüce zâtına teveccüh ederek ve hâtırına bir şey getirmiyerek ve doğru telaffuzla zikrin ma’nâsını düşünmek, zikr ve bâzgeşt, senin zât-ı pâkinden başka hiç maksûdum yokdur ma’nâsını veyâ Ey Allahım! Benim maksûdum sensin ve senin rızândır ma’nâsını düşünmelidir. Bu esnâda kendi yokluğunu ve Allahü teâlânın zâti pâkini düşünmelidir. Bu mülâhaza ve düşünceler, kırıklık ve tazarru’ hâliyle birlikde ve devâmlı olmalıdır. Teveccühe ve keyfiyyete ma’nî olan düşüncelerin kalbe hiç gelmemesi veyâ az gelmesi hâli onbeş dakîka olunca, ‘Nerede olursanız olun o sizinle berâberdir’ 1 meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşünerek, her ân murâkabe-i maiyyet yapmalı ve dil ile kelime-i tehlîli söylemelidir. Bu murâkabe vilâyet-i sugrâda yapılır. Vilâyet-i sugrâ ikinci dâiredir. Burada Allahü teâlânın fi’llerinin tecellîlerinin seyri ve ism ve sıfatların zılleri vardır. Tevhîd-i vücûdî, zevk, şevk, âh, nâle, istigrak, kendinde olmama, devâmlı huzûr ve teveccüh hâli ve benzerleri burada hâsıl olur. Teveccüh altı ciheti ihâta edip beklenince, vilâyet-i kübrâ dâiresinde seyr başlar. Bu, üçüncü dâire olup, üç dâireyi ve ilk dâirede bir yay içine alır. ‘Biz ona şâh damârından dahâ yakınız’ 2 meâlindeki âyet-i kerîmenin ma’nâsını düşünerek, akrabiyyet murâkabesi yapılır. İlk dâirenin aşağı yarısı olan zikr-i tehlîl esmâ ve zâid sıfatların tecellîlerine şâmildir. Bunun üst yarısında ise zâtın şuûn ve i’tibârları vardır. İkinci dâire o tecellîlerin asllarıdır. Üçüncü dâire o aslların da asllarıdır. Yay ise, o aslların da asllarıdır. Bu ikinci, üçüncü dâirelerde ve yayda ‘Allah onları sever, onlar da Allahı sever’ 3 meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşünerek, muhabbet murâkabesi yapılır. Enbiyânın (as) vilâyeti olan bu vilâyet-i kübrâda tevhîdi şühûdî, enenin fenâsı, bâtın nisbetinde istihlâk ve izmihlâl, islâm-ı hakîki, göğsün genişlemesi, âlemi Allahü teâlânın varlığının zıllı ve Onun varlığına tâbi’ görmek, kötü sıfatların yok olması, iyi ahlâk ile ahlâklanmak ele geçer. Bütün bu ismlerin ve sıfatların zıllerinin tecellîleri ve ism ve sıfatlarla alâkalı tecellîlerle “Zâhir” ism-i şerîfinin seyri temâm olur. Bundan sonra “Bâtın” isminin seyri, buna âid tecellîler ve hâller gelir. Bu dördüncü dâire, makâmlardır. Bu seyre vilâyeti ülyâ denir. Burada uzun kırâ’et ile nâfile nemâz kılmak

1

Hadîd sûresi: 4

2

Kâf sûresi: 16

3

Mâide sûresi: 54

1

ve Bâtın isminin müsemmâsının murâkabesi terakkî hâsıl eder. Bundan zâtın dâimî tecellîsinde seyr ele geçer. Bu dâimî olan zâtın tecellîsine Nübüvvet kemâlâtı denilmişdir. Bu beşinci dâiredir. Zâtın tecellîsinin dereceleri vardır. İlki nübüvvet kemâlâtıdır. Burada i’tibârları da araya katmadan zâtın murâkabesi yapılır. Burada feyzin geldiği yer, toprak unsûru latîfesidir. Kur’ân-ı kerîm okumak terakkî hâsıl eder. Bâtın hâllerinin belirsizliği, anlatılamıyan ve nasıl olduğu bilinemeyen hâller ele geçer. Devâmlı olarak niyyet ve akîdeler kuvvetlenir. İstidlâlî olan şeyler bedîhî olur. Kur’ân-ı kerîmdeki mukataat harflerine âid sırlar, bu derecelere kavuşanlarda hâsıl olur. İkinci derece, risâlet dâiresi kemâlâtıdır. Üçüncü derece, ulül-azm kemâlâtı dâiresidir. Bu her iki dâirede feyzin geldiği yer, sâlikin hey’et-i vahdânîsidir. Bu hey’et tasfiyeden, âlem-i emrin beş latîfesinin fenâsından ve âlem-i halkın beş latîfesinin tehzîbinden sonra başka bir hey’et hâlini alır. Bundan sonra hâsıl olacak olan yedi hakîkatde feyzin geldiği yer hey’et-i vahdânîdir. Kur’ân-ı kerîm okumak, bilhâssa nemâzlarda terakkî hâsıl eder. Ba’zı büyükler seyr-i hakâik-ı enbiyâ olan bu üç kemâlâtın husûlünden sonra Hıllet dâiresini bildirmişlerdir. Bu da hakîkat-ı İbrâhîmîdir (as). Burada, hakîkat-ı İbrâhîmînin kendisinden neş’et etdiğini düşünerek, hazret-i zâtın murâkabesi yapılır. Salât-ı İbrâhîmi çok okunur. Muhabbet-i zâtiyye dâiresi, Mûsâ aleyhisselâmın hakîkatidir. Burada hakîkat-i Mûsevînin menşe’i olan hazret-i Zâtın murâkabesi yapılır. Ve “Allahümme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ ıhvânihî minel enbiyâi husûsan alâ kelîmike Mûsâ ve bârik ve sellim” düâsı vird yapılır. Muhabbet-i zâtiyyenin, mahbûbiyyet-i zâtiyye ile mümtezic olan dâiresi hakîkati Muhammedîdir (sav). Burada hakîkat-i Muhammedînin menşe’i olduğunu düşünerek, hazret-i Zâtın murâkabesi yapılır. Sırf zâtî mahbubiyyet olan hakîkat-i Ahmedîde, hakîkat-i Ahmedînin menşe’i olan hazret-i Zâtın sübhânehü murâkabesini yapmak gerekir. Sırf zâtın hubbunda, hubb-i zâtiyyeyi düşünerek, hazret-i Zâtın murâkabesi yapılır. “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî efdalü salâtike bi adedi ma’lûmâtike ve bârik ve sellim” salâtını çok söylemek de bu makâmlarda terakkiler hâsıl eder. Bundan sonra, te’ayyünü ve ayırıcı vasfı olmayan hazret-i Zâtın “sübhânehü” mertebesidir. Dahâ sonra hazret-i Zâtın kibriyâ ve a’zâmetinin zuhûrundan ibâret olan Kâ’be-i hüsnânın hakîkat dâiresi gelir. Burada mahlûklar tarafından secde edilmesi i’tibariyle hazret-i zâtın murâkabesi yapılır. Kur’ân-ı kerîmin hakîkatı dâiresi, hazret-i Zâtın vüs’atının başlangıcından ibâretdir. Burada Kur’ân-ı kerîmin mebde’ [başlangıç] olması i’tibâriyle hazret-i Zâtın murâkabesi yapılır. Nemâzın hakîkati dâiresi, hazret-i Zâtın sübhânehü vüs’atının kemâlinden ibâretdir. Burada nemâzın hakîkatinin menşe’i olması i’tibâriyle hazret-i Zâtın murâkabesi yapılır. Bundan sonra ma’bûdiyyet-i sırfa mertebesi gelir. Orada seyr gözle (nazarî) olup, ayakla (kademî) ilerleme şeklinde değildir. Ayakla ilerleme Âbdiyyet makâmındadır. Mektûbât-ı şerîfe’de geniş açıklanan Ahmediyye yüksek yolundaki makâmların ve murâkabelerin ismleri bunlardır. Üç vilâyetde keyfiyyetler zuhûr eder. Bu keyfiyyetleri kısaca yazalım: Bîhûdî ve istigrak, tevhîd-i vücûdî, istihlâk, izmihlâl, tevhîd-i şühûdî, fenâ-ı ene, üç kemâlâtda dâimî olan zâtî tecellîlerin latîfelerdeki zuhûrunun keyfiyyetleri yedi hakîkatdeki latîfeler, genişlikdeki sâdelik, bâtın nisbetindeki keyfiyetsizlik ve renksizlikdir. Îmân bilgileri kuvvetlenir, akîde dosdoğru olur. Bu yüksek makâmlarda çok murâkabe yapan kimse her makâmın renksizliğini (belirsizlik) ve genişliğini ayırabilir. Allahü âlem.

2

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF