4 ANTİK TER.YÖNT.HAST.SAĞ..pdf
October 4, 2017 | Author: Kara Yel | Category: N/A
Short Description
Download 4 ANTİK TER.YÖNT.HAST.SAĞ..pdf...
Description
BETA YAŞAM KİTAPLARI DİZİSİ- 4 MADDE YAŞAMDAN ENERJİ YAŞAMA GEÇİŞ
ANTİK TERAPİ YÖNTEMLERİ
H A S TA L I K L A R I N S A Ğ A LT I L M A S I Cemal BENCAN
Cemal BENCAN
Kapak Resmi Yazısı : Delphoi’daki Siphnoslu’ların Hazine Binası’nda bulunan frizden ayrıntı. 3000 yıl önce bir “rukye”, şimdiki adıyla bir reiki şifa seansı muhtemelen.
ANTİK TERAPİ YÖNTEMLERİ ile HASTALIKLARIN SAĞALTILMASI 1.Baskı Ocak 2007
Dizgi Kapak Tasarım Büge AKKANIM
Çizimler Mustafa BENCAN
Baskı Temiz İş Matbaası Tic. Ltd. Şti. ISBN :
Cemal BENCAN GSM : 0 532 292 22 00 2
Eski uygarlıkların kalıntılarında madde bedenler ölmüştür. Ancak; orada yaşanan olaylar ve yaşayan insanların niyetleri, düşünce replikleri halen o bölgenin taşına toprağına sirayet edip, siklonlanmışlardır. Onlar, o kayıtlar canlıdırlar. Orada, düşünce ve enerji boyutunda bulunmakta ve yaşamaktadırlar. Bizim iyi ayarlanmış bir düşünce Serekans’ı ile onları yakalayıp, kripto eytmemiz, hatta onlardan da öte başka boyut ve frekanslara ulaşabilmemiz mümkündür. Böyle yerlerde yapılan her meditasyon ve dip çalışması bir yerleşik anıyı ya da yaşanmış olay ve düşünceleri uyandırıp, onu aktif hale getirebilir.
Frekans : Dalga boyu Serekans : Zamanda sıçrama Dip çalışması : Derin çözümleme
3
ÖNSÖZ Modern insan kavminin henüz tarih sahnesine çıkmadığı dönemlerde modern tıp ve onun yöntemlerinin, para kazanma ve biriktirme hırsına hizmet eden bölümleri gelişmeden önce insanlar kendi hallerinde yaşarlarken, hâl konusunda epeyce uzmanlaşmışlardı. Halinde bir değişiklik olanı hemen anlar, onu hâl ehline götürürlerdi. O zamanlarda iyilik halini kaybeden insanın, hiç halim yok, halim hal değil yada halimi beğenmiyorum şikayetleri bugün bile günlük hayatta hepimizin dilindedir. Her toplulukta bir hâlden anlayan bulunurdu. Allah gece gündüz, bir günlük yürüyüş mesafesinde her köye veya her topluluğa mutlaka kendi ilminden yetiştirdiği Rukyeci bir kırık çıkıkçı, bir ebe, bir efsuncu (şifacı), her meslek dalından bir usta zanaatkar, bir müzisyen, v.b. Allah vergisi ilimle donatılıp rotasyon yaparak dağıtmıştır. Bu yetenekler toplulukların ihtiyaçlarına göre gerekli bilgilerle donatılarak ilgili coğrafyaya bir-iki günlük yürüyüş mesafelerinde bulunacak şekilde enkarne edilirlerdi. Fakat bu düzen artık yerini; çoğu zaman saf olmayan, para hırsı ile donanmış, gönüle ve vicdana hizmet etmeyip sadece parası olana, akıla ve nefs’e hizmet eden modern bilime ve onu yönetenlere bırakmıştır. Milyarlarca insan da bu nefsani düzende oradan oraya yaprak gibi savrulmaktadırlar. Kendi kendini detay denizinde boğan bu sisteme ne söylense işitecek durumda olmadığından onlara artık bir sözümüz yok. Ancak bu yazıları okuyan insanlara antik çağlardan beri, günümüze kadar gelen unutulmuş fakat dimdik ayakta duran, mermer sütunlar gibi sapasağlam ve geçerli olan Antik arınma ve sağaltma yöntemlerini hatırlatmaya ve anlatmaya çalışacağım. Bu yöntemler Allah’ın bilgi hazinesinden insanlara sunulan can simidi niteliğindedir. Hiçbir zararı ve yan etkisi bulunmayan, vücuda yabancı bir madde girmeyen son derece basit, ücretsiz yöntemlerdir. Sebilullah’tır, İnsan bu yöntemleri uygulamakla hiç bir şey kaybetmez tersine çok şey kazanabilir. Dünyasal ve Manevi araştırmalar ve içsel 4
sorularla ilham ve sezgilerle ulaştığım bu yöntemleri bu kitapta sizlerle paylaşacağım. Yöntemlerdeki tüm eksik ve kusurlar bana, tüm başarı, güzellik ve olumlu sonuçlar yüce yaradanıma aittir. Beta yaşam el kitapları dizisinin bu dördüncü kitabında madde yaşamdan enerji yaşama geçiş yapıp enerji kimliğine sahip çıkan canlar için enerji yaşamın yasaları ve bu yaşam platformunda nasıl arınıp korunacakları konusunda antik çağlardan bu yana süzülüp gelen bazı bilgileri yeniden hatırlatmaya çalıştım. Yaşadığımız bu boyutda madde alemin yasalarını da göz önüne almamız gerektiğinden şunu önemle belirtmem gerekiyor ki bu kitaplar ve içindeki bilgiler tedavi kitabı ve bilgileri değillerdir. Bunlar sağaltma bilgileridir. Eğer önemli bir hastalığınız varsa ilk başvuracağınız kişi doktorunuz olacaktır. Modern tıp ve onun tecrübe ve birikimleri kesinlikle küçümsenemez. Ancak doktorunuzun da gözetiminde doğal yöntemleri kendi tercihiniz nispetinde hayatınıza geçirebilirsiniz. Bu kitaplardaki tüm bilgiler tedavi değil sağaltma bilgileridir. Sağaltma sonucu birçok kişi sağlığına kavuşabilir ancak bu sonuç her zaman herkes için gerçekleşmeyebilmektedir. Böyle bir iyileşememe durumundan yazan sorumlu değildir. “İyileşme ve şifalanma inanç ve nasip işidir” Antik terapi ve sağaltma yöntemlerine Bergama ve orada bulunan Asklepion’dan bahsetmeden geçemeyeceğim.Burası tarih boyunca Ege ve Akdeniz etrafında kurulan 200 kadar Asklepion (Sağaltımhane)’ den en önemlisidir diye bilinir. Aslepion’lar çok tanrılı dönemde sağlık ve şifa tanrısı Asklepios adına kurulmuş tam teşekküllü sağaltımhanelerdir. Günümüzden 2500 yıl önce kurulan Bergama Asklepion’unda bir zaman 7-8 yüzyıl boyunca hiçbir ölüm vakası olmamıştır. Yani bu kadar 5
sürede bu hastaneden hiç cenaze çıkmamıştır. Antik terapi ve sağaltma yöntemlerinin kullanıldığı bu yer bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir. Bu nedenle o zamanda Aslepion’un giriş kapısına “Tüm Tanrılar için yaratılmış olan bu kutsal yere yalnızca ölüm Tanrısı Hades giremez!..” diye tabela bile asmışlardır. Dünyada yaratılan her varlık elbette ki ölümü tadacaktır. Ancak 7-8 yüzyıl üst üste sağlık ve şifada bu denli başarılı olan başka bir kurum gösterebilmek mümkün müdür? O halde bu antik yöntemlere asla sırt çevirmemeliyiz. Bunlar masrafsız ve yan etkisiz doğal yöntemlerdir. O zaman nasıl çalıştıysa şimdi de aynı şekilde çalışmaktadır. Bugün hastanelerin durumu ortadadır. İnsanlar kitleler halinde oradan oraya savrularak derman aramaktadırlar. Bu kitaplar, herhangi bir hastalığa veya derde yakalanmış, çözümsüz kalmış, yalnız ve kendini naçar hisseden bir insana belkide son çare olup onu hayata bağlayacaktır. Umarım ki bu sağaltım yöntemlerini her insan öğrenir ve kendi evlerinde, bahçelerinde uygulayarak huzur içinde, uzun ve sağlıklı yaşama kavuşabilirler. Tabii kapılarına tabela asmasalar da olur.
6
Tedavi; hastalıkla mücadeledir, Onunla savaşmaktır. Vücut coğrafyasında tıbbi ilaçlar, serumlar, Cerrahi yöntemler gibi bir sürü teknik kullanılarak savaşılır ama Bazen kazanılıp, bazen kaybedilen bu savaşta İki taraftan da çok kayıp verilir. Sağaltma ise ; Hastalığın çıkış yolunu göstermek ve sessizce onu dışarı göndermektir.
7
İÇİNDEKİLER Önsöz Doğal Tedavi Hastanesi Hastalıkların Sağaltılması AyıAyağı Toprağın Sağaltma Potansiyeli Yere (Toprağa) Gömme Sağaltma ve Radyoaktif serpinti hissi Her Hastalığın Bir Frekansı ( Ruhu)Vardır Sağaltma Nasıl Uygulanacak Eller Elleri Kullanarak İyileştirme Hastanın Başı Üstünde Ateş Çevirmek Dağlama Vücudu Çizmek Sülük yapıştırma Kupa Çekme Tokat Atma Soğuk Su Terapisi (Şoklama) Kurşun Dökmek Zeytin Yaprağı Bağırıp Çağırma Terapisi Bir Demet Ot İle Süpürme Beyti Dost’dan Bir Tavsiye Yüksek Tavanlı Yerler Antik Öncesi Çağa Yolculuk Hayvanlardan esinlenilen hareketler Parmaklarla ve tırnaklarla yapılan terapiler Tırnaklama ve kaşıma Göğse vurma (döşünü dövme) Kulak çekme Namaz 8
Dua ve Zikir Toprakla yapılan terapiler Ağaçlarla yapılan terapiler Hayvanlarla yapılan terapiler Minerallerle yapılan terapiler Seslerle yapılan terapiler Su ile yapılan terapiler Rüya terapileri Kurşun dökme Çarpıntım var Yürek oynatması Yüreğim ağzıma geldi Bağrıma taş bastım Termal kaynakların bulunması Antik terapi araç gereçleri Çan terapisi-PEK Diyapozon’u-256 ANKH Radyastezi çubuğu Mudra yüzükleri Kuran okuma tekniği Esma çalışmaları Bazı özel yerler Tevbe kapısı Dört kitapta namaz
9
insanlar da bunları hayatlarında kullanıyorlar ve mutlular. Hastalıkların sağaltılma yöntemlerinin teknolojisini kısaca şöyle izah edebilirim. Her hastalığın bir frekansı vardır. Bununla birlikte bir enerjisi ve diyebiliriz ki bir “can”ı vardır. Enerjisini kaybeden hastalık bir süre sonra formunu da kaybedecektir. Yani ölen bir canlı gibi. Bir örnek verecek olursak, mesela yol kenarında ölü bir köpek gördük. Altı ay sonra o köpekten eser bulamazsınız. Çünkü doğa, yağmuru, rüzgarı, kuşu, karıncası, kurdu, v.s. ile canı çıkan, yani enerjisi çıkan o köpeğin formunu temizleyip yok edecektir. Hastalık da böyledir. Enerjisi akıp giden hastalık, formunu da kaybetmek zorundadır. Vücudun doğası onu silip süpürecektir.
10
DOĞAL TEDAVİ HASTANELERİ Yakın gelecekte yan yana şöyle hastaneler
11
Şifası etkisini gösteriyor. Öyle değil mi?” HASTALIKLARIN SAĞALTILMASI Sağlıklı bir insan vücudunda tüm hücreler ahenkli bir iletişim ve akort halindedir. Her hücre işini yapmaktadır ve ortamda denge ve huzur hakimdir. Tıpkı bir stadyumda 23 Nisan şenlikleri yapan tören kıtaları gibi her şey düzenli ve ritim içindedir. Hastalık ise bu stadyuma ansızın giren üç dört azgın boğa gibidir. Etrafa saldırır ve çocukların arasına dalar. Karma-şa, kaos ve korku başlar. Bunun üzerine hemen polis-jandarma kolluk güçleri saha içerisine girip boğaları etkisiz hale getirmeye çalışır. Sırasıyla elindeki güçleri kullanmaya başlar. Bu TEDAVİ’dir. Yani vücuda ilaç,serum verilir. Amaç onu vücuttan dışarı atmaktır. Yani boğaları sahadan çıkarmaktır. Ölü ya da diri. Fakat bu esnada, bu savaş sırasında birçok çocuk ve seyirci de zarar görebilir. Hastalıkların sağaltılması tekniklerinde ise boğalara hemen bir koridor açılır. Bu koridorun ucu dış kapıya bağlanır. Sonra bu boğalar koridora, koridorun içerideki ucu da boğalara yaklaştırılarak boğaların koridora girmesi sağlanır ve koridorun içerideki kapağı kapatılır. Böylece azgın boğalar çevreye zarar vermeden koridordan çıkarılıp atılırlar. Bu SAĞALTMA’dır. Vücuda bir şey alınmaz, yan etkisizdir, çevreye hasar verilmez. Kayıp en azdır, ucuzdur, neredeyse hiç ücret ödenmez. Hastalık ne olursa olsun onun hakkında her şeyi bilmek gerekmez. Sağalma yöntemlerini bil yeter. Bu yöntemler değişik hastalıklarda çok iyi sonuçlar vermiştir.Yani boğanın rengi, türü, cinsiyeti önemli değil tünele girmesini sağla yeter. Bu kadar basit olabilir mi? Evet bu kadar basit. Ben bunu 1998 yılından beri kendime ve yakın çevreme uyguluyorum. Birçok kronik hastalığımdan kurtuldum. Bu yöntemleri öğrettiğim 12
Asırlar önce modern tıp yokken türümüz bu eski ve basit ama
13
kısaca hastalanırdı. O zaman hastalıklar bu kadar çeşitlenmemiş, bu kadar “oloji” ler ortaya çıkmamıştı. Antik insanın anlayışına göre hastalanan kişinin içine kötü ruh girmişti. Bende bunu bugün şöyle izah ediyorum: insanın vücut uzayına yabancı parazit enerjiler girer. Bu enerjiler dejenere aktif bir programa sahiptirler. Evrende serbest halde bulunup ışık hızından daha hızlı hareket edebilirler. Düşünceye duyarlıdırlar ve insanın varlıklarla ilişkilerinde düşünce ve amelinin kutbiyetine göre kendi kendine yarattığı istihkak oranında çekilim duyup onun vücut uzayına girerler. “Biz onlara zulmetmeyiz. Onlar kendi kendilerine zulmederler” Ku’ran-ı Kerim Yani insanı bir yazılım gibi düşünürsek bu negatif parazit enerjilerde (kötü ruh) bir çeşit virüs yazılımıdır. Virüs kapmış bir insânîyi düzeltmek için en kestirme yol ona format atmaktır. Format için gezegende malzeme çok boldur. Günahsız, yani kötü düşünce ve eylem (kötü derken hak yasasını çiğneyeni, varlığın varlığa saygısı yasasını göz önüne almayanı, hırs, kin ve ego’ya, nefse hizmet edeni kastediyorum) üretmeyen her varlıkta Allahın mayası bozulmadan cevher olarak bulunduğundan bu mayayla hemen bir tören ve akabinde format atılabilir. Bu yerdeki bir taş, dışarıdaki bir ağaç, kaynağından çıkan bir su olabilir. Bütün bu unsurlar ehil bir insanın, bir üstadın rehberliğiyle muhteşem bir ilaç ve sağaltma aracı haline dönüşebilir. Genelde bu çeşit hâl ehli insanlar köyün biraz kıyısında bir külubede yada kendilerine özgün bir çadırda yaşarlar, kalabalıktan biraz uzak dururlar. Odalarında tütsü, buhurdanlık yada kokulu ot veya yaprak yakarlar, dört temel elementi yaşamlarında hep yakınlarında tutarlar. Toprak, Hava, Ateş, Su. Çünkü sağaltma anında bu dört temel elementi kullanmaktaydılar. 14
Hastaların, yani hâli bozulan kişinin yakınları “bu ferdimize bir hal oldu, şuna bir bakın” diye, üstada getirirler. Hâl ehli üstad odasındaki ateşe birkaç odun daha atar. Hasta kişiyi inceler, temâşâ eder, sonra getirenleri dışarı çıkararak onunla yalnız kalır. Ona üzerinde yalnız çamaşırı kalacak şekilde elbiselerinden soyunmasını söyler. Soyunan kişi yüzü koyun yere uzanır. Oda sıcaklığı iyice artmış, hasta boncuk boncuk terlemektedir. Hastalığının türü, branşı burada önemli değildir. Onu oluşturan enerji vücut uzayını terk ettiğinde o hastalık da kişiyi terk edecektir. Hasta artık sıcak ortama dayanmakta zorluk çekmeye ve çıkmak istediğini belirtmeye başladığında, hâl ehli dışarı çıkar ve üç kg ile onbeş-yirmi kg arasında ağırlıkları değişen, çeşitli büyüklükte ve ağırlıktaki beyaz yuvarlak mermer taş blokları soğuk oldukları halde birer birer kişinin vücut yapısına göre taşıyabileceği bölgelere omuzdan itibaren üzerine dizerek koymaya başlar. Soğuk ve ağır taşlar kişinin üzerine ansızın konulduğunda kişi irkilir, ürperir ve bağırır. İşte bu ürperme ve bağırma anında ve sonrasında taşlar ısınıncaya, vücut ısısı ile homojen oluncaya kadar vücuda giren, sıcak ortamdan ve hal ehlinin varlığından rahatsız olan parazit enerjiler ısı transferini sörf gibi kullanarak soğuk ve serin olan ayı ayağı taşlara doğru akışa geçerler. Böylece beş-on dakikada bir terleyen vücuda dizilen dört-beş adet ayı ayağı taş değiştirilir. Her defasında yeni ve soğuk taşlar dizilir. Böylece yirmi dakika sonra hasta parazit enerjilerden kurtulmuş, parazit enerjilerde, yani hastalıklarda taşlara geçmiştir. O taşlar. Toprağa gömülür veya akan suda bir gece bekletilir. Böylece yeniden kullanılmaya hazır hale gelir. Bu yöntemler daha kırk yıl öncesine kadar kullanılıyordu. Annem ve babam ağrıyan yerlerine sobada ısıtılmış taşları koyarlardı. Tabii ben o zaman çocuktum ve idrak edemiyordum. Ama şimdi anlıyorum ki on bin yıllık bir kültürün yazılı 15
olmayan mirasını kullanıyorlarmış.
Biz unuttuk ama, Toprak; Anabilgisayardır. Bir müşgülünüz varsa, o’na gidin. O halleder TOPRAĞIN SAĞALTMA POTANSİYELİ İnanılmaz güzelliklerle gökyüzünden yere doğru süzülen kar eğer havada iken birbirlerine yapışıyor olsalardı kar tanecikleri yağışı buz kütlelerine dönüşür ve insanlık için bir felaket haline gelirdi. Evet, trilyonlarca kar tanesi yüzlerce metre yükseklikten süzülerek ama hiç biri diğerine değmeden, dokunmadan iner. Bunları birbirine değdirmeyen kuvvet nedir? Hiç düşündünüz mü? Her varlığın bir enerjisi ve bir enerji bedeni vardır. Buna kısaca aurası diyelim. Kar tanelerinin bile auraları vardır. Havada süzülürken bu auralar birbirlerini iterler. Bu sayede onca yolu birbirlerini ite ite katederler. Ta ki toprakla temas edinceye kadar. Toprağa dokunduğu anda ise enerjilerini toprağa akıtır, oraya da yapışır kalırlar, sonra arkadan gelen aynı olayı yaşar, arkadan gelen ve arkadan gelen. Toprağa enerjisini bırakan tüm kar taneleri bu defa birbirlerine öyle sıkı yapışırlar ki onları ayırmak mümkün değildir. Bunların kütlesini ve ağırlığını kar küremek zorunda 16
kalanlar çok iyi bilirler. Burada toprağın sağaltma gücüne dikkatinizi çekmek istiyorum. Kar tanesi toprağa temas ettiği anda toprak onun enerjisini çekip sağaltıyor. Demek ki enerji bakımından sağaltım için toprağı rahatlıkla kullanabiliriz. Çünkü o yaratılırken öyle bir hizmet için yaratılmıştır. Nitekim tüm binalardaki kaçak ve zararlı enerjileri toprağa akıtmak için daha inşaat halinde iken üç metrelik galvanizli bir demir ile binalara toprak hattı çekilir. Yüksek binalara bundan ayrı olarak beklenmeyen sürpriz (Şimşek ve yıldırım gibi) enerjiler için de yine paratoner denilen çubuklar yardımıyla topraklama yapılmaktadır. O halde durum böyle iken hastalıklarımızın enerjilerini niçin toprağa sağaltmıyoruz. Toprağa yüzükoyun yatarız. Avuç içi ve parmaklarımızı toprağa koyarız. Başımızı yan çevirip şöyle söylemeliyiz. “ Şimdi üzerimde bulunan ve bana ait olmayan, hastalık yapan tüm parazit enerjiler toprağa aksın gitsin.Hamdolsun Allah’ım.’’ Bu olumlama cümlesiyle birlikte ilk beş dakika içinde ellerimizden nabız atışına benzeyen bir atış toprağa doğru hissedilmeye başlar. Yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra sırtüstü döner ve yine aynı olumlama cümlesini söyleriz. Sonra sağ tarafımızı, sonra sol tarafımızı. Nasıl rahatladığınıza siz de şaşıracaksınız.
YERE (TOPRAĞA) GÖMME TERAPİSİ Antik insanlar bunu biliyorlardı. Şimdi hâl ehli üstadın çadırına gelelim. Üstadın çadırı kendisine bir hâl olanlar için hazırdır. Hâli değişip de hasta olanı getirirler. Yere kazılan ve gelen hastayı içine alacak kadar olan çukura hasta kişi yatırılır. Üzeri ince bir kat toprakla kapatılır. Sonra yetişkin bir ceviz ağacından toplanan ceviz yaprakları ve ince dalları dizilir. Bir çarşaf gibi örtü halinde kapatılır. Onun üzerine yine ince bir 17
toprak, yine ceviz yaprakları, yine ince bir toprak ve yine ceviz yaprakları. Üç kat ceviz yaprağı dizilmiş olur. En üste yine ince bir toprak tabakası dökülerek kaplanır. Yalnız kafa dışarıda kalmıştır. Alının üstüne yedi adet ceviz yaprağı üst üste konularak onunda üstüne ıslak ağır bir bez konulur. Böylece hasta bir gece orada yatırılır.
18
Sabaha kadar ceviz yaprakları ve toprak, o vücuttan fazlalıkları çıkartıp, gerekenleri koyarak gerekli formatı yüklerler. Sabah olduğunda hasta yavaşça çıkartılır. Eğer vaka çok inatçı yada eski ise bu yöntem bir hafta arayla 2 yada 3 defa tekrarlanır.
SAĞALTMA ESNASINDA RADYOAKTİF SERPİNTİ HİSSİ Vücut uzayında bulunan ve hastalık yapan negatif enerjileri sağaltmak niyetiyle Toprağa veya evde halının üzerine uzandığınızda sistemin çalışması için hemen olumlama cümlesini kullanmanız gerekir. Bu cümleyi daha önce muayyen defalar tekrarladım. Olumlamayı kullanmanızla birlikte vücudunuzdan yere doğru bir akış hissedersiniz. Bu akış parmak uçlarında, avuç içlerinde, dirseklerde, göbekte yada ayak parmaklarında hissedilir. Bazen ince ince, bazen oluk oluk akış hissedilebilir. Bu sizin doluluk oranınıza bağlıdır. Bu sağaltma tekniğine yeni başlayanlar böyle hissederler. Ancak bir süre bu tekniği çalışıp vücudunun her noktasını akışkan hale getirenlerin hissettikleri biraz daha farklıdır. Artık onların vücudunun her santimetre karesi geçirgenlik kazanmıştır ve yere uzanır uzanmaz bütün satıhtan sağaltma başlar. Bu şöyle hissedilir. Siz bir dolu bulut gibisinizdir ve bedeninizden aşağı doğru kar yada yağmur yağar gibi partiküller serpinti halinde dökülmektedir. Bu dökülüş gayet yavaş ve cazibeyle gerçekleşir. Bütün bunlar görülemez ancak gözler kapalı halde hissedilirler. Siz komut verdiğiniz anda negatif enerjiler bulundukları yerden ayrılarak kar yağar gibi sizi 19
terk ederler. Zaten girer iken de tıpkı radyoaktivite gibi girdiklerinden, vücudu terk ederlerken de bu terk ediş biçimlerini ben radyoaktif serpintiye benzetirim. Serpinti bittiğinde diğer yönünüzü dönebilirsiniz.
KUNDALİNİ TIKANIKLIĞI “Onlar günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki! Dünya’da iyi amelleri terk etmemizden dolayı vah bize! Dikkat edin yüklendikleri şey ne kötüdür.” En-am-31 Yaradanın cenin halindeki bir et parçası iken bize üfleyerek verdiği can’ın vücuttaki ikametgah yeri bedenimizin kuyruk sokumu bölgesine denk gelen yerindedir. Buna doğu dinleri kundalini der. Bu, Kur-an’ı Kerimde “Size nefesimden üfledim dediği; Allahın bize yük-lediği nefestir. Can’dır, bizi insan yapan özgün bir programdır. Tabi imtihan boyutunda olduğumuz için birde bu programın bir karşıt programı vardır. Bu karşıt programın görevi bu can programının her an kuyruk sokumundan, bey-ne kadar omurga üzerinden çıkmasını engellemek ve onun fonksiyonlarını elinden geldiğince kesin-tiye uğratmaktır. Bu karşıt programın adı nefistir. Blokajları yapanlar ise nefs’e duyarlı porlardır. Kundalini enerjisi eğer beyne veya tepe çakrasına omurgadan direkt çıkarsa bir piston gibi çıkıp inişler yaparak vücudun ve enerji bedenin mükemmel bir şekilde tam kapasite çalışmasını sağlar. Hastalıklar ve dejenerasyon vs. o bedende asla barınamaz. Çünkü kuyruk sokumundan beyne 20
kadar bir silindir şeklinde Allah’ın hediye ettiği ışık can özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeden tüm gücü ile devrededir. Yukarıdan kozmik bağlantısı sağlam aşağıdan ise yerle bağlantısı sağlamdır. Kirlenmemiş ve zayıflamamıştır. Tüm bedeni sarmalamıştır. Nefsani duygu, düşünce ve amellerden dolayı oluşan hak edişlerle bu sırt ve omurga bölgesini hedef alan zulmani enerjiler buralara gelip yerleşirlerse bu akışı keserler. Böylece kundalini sıkışır kalır. Beyne ve üst çakralara çıkmak için yol arar. Ancak omurgada set ve blokajlar vardır. yol arar. Ancak omurgada set ve blokajlar vardır. Buradan çıkamayınca karın bölgesinden öne geçerek göğüs kısmından yukarı çıkmaya çalışır. Ancak bu çıkış omurgada olduğu gibi güçlü, temiz ve sağlıklı değil, sızıntı halindedir. İşte tanıdığın bin insandan dokuz yüz doksan dokuzu bu haldedir. Böylece hastalık, dejenerasyon, yaşlanma, korku, depresyon herkesi sarmış bir haldedir. Tanıdığım bir çok şifacıyı bile yakından incelediğimde kundalini enerjisinin sırtta kapalı olup önden akmaya çalıştığını gördüm. Bu kişi o halde bile şifacılık yapabilmektedir; birde sırt bölgesini temizleyebilse kim bilir neler yapabilir. Başın arka kısmı, sırt bölgesi ve iki kürek kemiğinin arasından kuyruk sokumuna kadar olan bölge zulmanilerin insani bir prototipte yerleşik düzen halinde bulunmayı en çok sevdikleri bölgedir. Çünkü insanı yere seren bölge burasıdır. Bir kere burayı ele geçirmekle omurgayı ele geçirmiş olurlar. Bundan sonra kuyruk sokumuna sıkışıp kalan yukarı çıkamayan kundalini durgun bir hale gelir. Durgun enerji çabuk kirlenir ve bel ağrısı, bel fıtığı gibi dejenerasyonlar başlar. Bunu omurga hastalıkları, ankolizon vs. daha ileride böbrek üstü bezleri ele geçirilir ve adrenalin dengesi bozularak kişi; korkak, cesaretsiz, miskin 21
bir hale getirilir. Kalp çakrası arka sırt bölgesinden kapatılarak kalp sıkıştırılır. Erken yaşlarda kalp ve damar hastalıkları başlar. Hedef kişiyi devirip kaleyi ele geçirmek ve negatif evrim yapmaktır. Çoğu zamanda bunları başarırlar. Boyunda boyun fıtığı ve boğaz hastalıkları baş kısmında ise bir çok hastalığa sebebiyet verirler. Bunlar en fazla kuyruk sokumu ve bel kemiğinin alt kısmında yuvalandıklarında o bölgede tabak gibi bir manyetik alan oluşturarak cinsel bölgeyi etkileri altına alırlar. Burada her iki cinsinde cinsel çakraları ve üreme o rg a n l a r ı v a r d ı r. Dolayısıyla buralarda bulunan sperm ve yumurta hücrelerine de dejenere aktif tesirler gönderirler. Bu tesirler o bölgede bulunan parazit enerjilerin galaktik kimlikleri ve fonksiyonları ile paralel olduğundan doğacak çocukların fiziğine hatta kişiliğine kadar tesir ederler. O halde temiz bir nesil için cinsel birleşmeden önce ibadet veya meditasyon ile arınmak oldukça faydalı o l a c a k t ı r. Ta b i i b u doğacak çocukların Blokajlar özelliklerini etkileyen binlerce faktörden biridir. Ya l n ı z d o ğ a c a k Sırtı tıkayan çocuklar için değil, kendi zulmaniler sağlığımız, dengemiz, huzur ve mutluluğumuz için hergün bir yarım saatimizi arınma ve korunma ritüellerine ayırmamız gerekmektedir. Bundan 22
1400 yıl önce bile dünyamız daha bu kadar endüstriyel kirlilikle tanışmamış iken kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim bize günde beş defa arınmak için zaman ayırmamızı farz kılmıştır. Bunda iyice düşünenler için önemli mesajlar vardır.
HER HASTALIĞIN BİR FREKANSI (RUHU) VARDIR Varoluş boyutunda vücut bulan her birimin bir frekansı (titreşimi) vardır. Bunu bir marketteki ürünlerin barkotu gibi düşünebilirsiniz. Dünyayı bir hiperhiper market gibi düşünürseniz, yaratılan her çöpün bile bir barkotu yani bir frekansı ve kimliği vardır. Bir hastalığa gelince, hastalık: bir vücutta başlayan veya yerleşen bir dejenerasyon ve bu dejenerasyonun o varlık üzerinde bıraktığı tesirin hissediliş halidir. Binlerce, milyarlarca türevi vardır. Bazen bir tür bazen de bir kombinasyon olarak vücutlarda hasıl olurlar. Her hastalığın da kendine göre habis karakterli bir titreşimi yani bir frekansı vardır. İşte bu frekans onun yaşam fonksiyonu ve can’ıdır. Bu habis karakterli dejenere aktif titreşim yerleşmiş olduğu vücuttan bir şekilde çıkartılır veya sağaltılırsa o hastalık vücudu terk etmiş olur ve şifa gerçekleşir. Tıp modern bilimi henüz yok iken on binlerce yıl önce ve daha da önceleri Adem soyu bu sağaltma yöntemleri ile şifalanıp hayatlarını ve nesillerini sürdürebilmişlerdir.
23
Siz, komut verdiğiniz anda, negatif enerjiler vücudunuzda bulundukları yerden ayrılarak sizi terk ederler. Bu terk ediş, yağmur veya kar yağışı hissi ya da nabız atışı veya radyoaktif bir serpinti hissi gibidir. SAĞALTMA NASIL UYGULANACAK Bu sade, masrafsız, basit ve son derece etkili yöntemi bize sunduğu için yaradana şükür ve hamd ederek, saygıyla toprağa yüzükoyun uzanın. Eller dirsekten kırık ve baş hizasında, avuç içleri ve parmak uçları yere değecek şekilde başınızı bir yana çevirmiş olarak yatış pozisyonunuzu alın. Parmak araları hafif açık olsun. Uzandıktan sonra tüm hücrelerimizin tamamen rahat ve relaks olduğunu kontrol edin; değilse relaks hale getirin. Şimdi artık olumlama cümlesini söyleyebilirsiniz. “Şimdi üzerimde bulunan ve bana ait olmayan tüm 24
parazit enerjiler toprağa aksın gitsin; hamdolsun Allah’ım.” Bu cümleyi söyledikten sonra parmak uçlarından, avuç içinden veya dirseklerden nabız atışı halinde bir akış başlar. Bu nabız atışı gibi hissedilir ama nabız değildir, sizin vücut uzayınızı terk eden mülteci enerjilerdir. Akış giderek artabilir, oluk oluk aktığını bile hissedebilirsiniz. İzin verin aksın. Bir süre sonra bu akış hissi yerini yavaş yavaş toprakla akort haline bırakır. Bu süre 5-20 dakika sürebilir (sizin doluluk miktarınıza göre). Sonra sırt üstü dönersiniz; eller bu defa yanda uzanır ve eller avuç içleri yine yere değecek şekilde olmalıdır. Aynı olumlama cümlesi yine söylenerek akışa izin verilir.Genellikle en fazla sağaltma sırt bölgesinden yapılır. “Onlar günahlarını sırtlarına yüklenerek” En-am 31 Sırt bölgesi toprakla akort olduğunda bu defa sağ yana dönülür. Sol el kalça üzerinde iki diz kırılarak ve ayaklar çekilir. Bu sırada sağ el de vücudumuzla 90°’lik açı yapacak şekilde uzanmış olarak yine eller avuç içleri yere değecek biçimde durmalıdır. Bu pozisyonda baş altına bir yastık konulabilir. Sonra sol yana dönülerek dört yön tamamlanır. Her gün ya da iki günde bir bu sağaltma ritüeli uygulanırsa bir süre sonra hiçbir hastalık kalmadığı gibi yenileri de vücuda alınmaz. Bu uygulamayı sık sık yapan vücutta enerji kanalları hep temiz ve açık kalır. Böylesi bir insan teflon tava gibidir ona bir hastalık kolay kolay tutunamaz. Tutunsa bile ilk sağaltma uygulamasında vücudu terk etmek zorunda kalır. Burada işin bir de vahdet yönü vardır. Kişi toprakla vahdeti yani birliği yaşamaktadır. Allah’ın her an her yerde olduğunu ve ayrıca topraktan yaratıldığımızı, sonunda toprak olacağımızı düşünürsek yaptığımız şeyin esastan hiç de uzak olmadığını fark etmiş oluruz.
25
26
ELLER “Geleceğin senin ellerinde” ya da “Kaderim senin ellerinde” sözünü pek sık duyarız. Evet bu da bir prensiptir ve eskilerden bugüne kadar gelen insani beden teknolojisinin sözlü mirasının eksik ve kıt anlaşılmış halidir. İnsanlar bu sözlerden esinlenerek, elleri içindeki çizgilere bakarak kişinin yaşamı, geleceği, kaç evlilik yapacağı, ve ne zaman hastalanacağı, v.s. gibi çeşitli varsayım ve kehanetleri tahmin etmeye çalışırlar. Oysa burada anlatılmak istenen ellerinizi ve parmaklarınızı kullanarak enerji bedeninizin temizlenmesidir. Eller ile duygularımızı ve düşüncelerimizi de dış dünyaya transfer ederiz, mesela konuşma ve sözler hayatımıza girmeden önce insanlar el ve parmak işaretleri ile anlaşıyorlardı. Şimdi bile konuşma ve duyma özürlüler aynı şekilde haberleşmeye devam etmektedirler. Ayrıca öfkelendiğimizde yumruğumuzu sıkmamız, duvarı ya da herhangi bir nesneyi yumruklamamız vücut uzayımızda biriken öfke enerjisinin ellerden dışarıya aktarımından başka bir şey değildir. Aynı şekilde sevgimizi de ellerle dışarıya aktarırız;, bir çocuğu elimizle severken ya da 27
sevdiğimizin saçlarını okşarken sevgimizi dokunarak ifade etmezsek rahat edemeyiz. Tüm sevişmeler dokunma ile başlamaz mı? Korktuğumuzda da durum farklı değildir. Bu defa eller titremeye, güçsüzleşmeye başlar. Bir yumurtayı bile tutamaz, taşıyamaz. “Elim ayağım çözüldü.” deriz. Utandığımızda eller yine ön plandadır, hemen yüzümüzü kapatırız. Eller enerji transferinde çok önemlidir. Ürettiğimiz her türlü titreşimi ve enerjiyi transfer eden bir anten gibidir. Nereye yönlendirilirse orayı tahrip ya da tamir edebilir. “Ellerimi senin üzerine koymamla, tanrının sana verdiği armağanı alevlendirmem gerektiğini hatırlıyorum. Çünkü tanrı bize korkaklık ruhu değil, güç-sevgi ve özdenetim ruhu vermiştir.” İncil - Timoteyus 2. Mektup 1/6
28
ELLERİ KULLANARAK İYİLEŞTİRME ÜSTTEN EL TUTMAK
3000 yıl önce bir “rukye”, şimdiki adıyla bir reiki şifa seansı muhtemelen.
Eski Mısır-Yunan ve Hint uygarlıklarında inisiye ve şifa rahiplerinin en çok kullandığı 29
tekniktir. İslamiyet’te de yaygın kullanılmıştır. Adına Rukye denir. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından içinde şirk olmamak şartı ile yapılması uygun görülmüştür. Eller direkt olarak tene dokunarak ya da 5-10-20 cm uzaklıktan tutulur. El tutmanın çeşitli şekilleri vardır; şimdi bunları kısaca anlatalım: El Ayası Ve Avuç İçi Çalışması: Avuç içi enerji akış merkezleri hastaya dönüktür. Buradan akan enerji kuvvetle tesir eder. Tek elle yapılabileceği gibi iki elle de çalışılabilir. İki el ile çalışırken temizlenmek istenen çakralar veya hasta bölgeler iki el arasına alınmalıdır. Çift el çalışmalarında bir dağı iki ayrı bölgeden kazan madenciler gibi düşünebiliriz. Her elden akan enerji ayrı bir tünel açar ve bu iki tünel birleşinceye kadar, yani iki elden birbirine enerji topu gidip gelinceye keder o bölge temizlenmiş sayılmaz. Parmaklarla Çalışma: Beş parmağınızı bir vana başını açıyor pozisyonuna getirin. Sonra çalışacağınız bölgeye 5-10 santim yaklaştırarak parmaklar bu bölgeye dik bakacak şekilde tutarak çalışmaya başlanır. Burada parmakların arası hafifçe açık olmalıdır. Daha kuvvetli bir tesir elde etmek istiyorsanız parmakları birleştirin. Parmak uçlarını bir araya getirin ve hasta bölge üzerinde bilek hareketleri ile küçük daireler çizin. Dairenin merkezine hafif vuruşlar yapın. Daire Çizmek: Parmak uçları aynı şekilde ama bu defa daireler bilekten değil omuzdan hareket alır. Yani tüm kol daire çizmeye başlar.
30
Bilek ve el sabit durumdadır. Hareket sadace omuzdan idare edilir ve daire merkezden başlayıp döne döne, yavaş yavaş genişletilerek çapı 30 cm’ye kadar çıkartılabilir. Delici Burgu Çalışması: Orta parmak dairenin merkezine, hedefe, yani hastalığın olduğu yere doğru yöneltilir ve orada sabit tutulur. Diğer parmakların arası biraz açık haldedir. Küçük parmak yukarı, gökyüzüne bakarken baş parmak ise tam aşağıya, yere doğru bakacaktır. Elinizi yavaş yavaş saat yönünde çevirdikçe avuç içiniz aşağıya bakar. Sonra çalışmaya devam edilir ve baş ve küçük parmakların pozisyonları bu defa yer değiştirilir. Birinci hareket tamamlanmıştır. El çekilir, silkelenir ve kapatılır. Daha sonra açılarak tekrar Delphoi’daki Siphnoslu’ların Hazine Binası’nda uzatılır ve ikinci burgufrizden hareketi yapılır. Çalışmaya bulunan ayrıntı. bu şekilde devam edilir.
31
Antik yöntemler zaman üstü yöntemlerdir. Basit ve sadedirler ama her zaman çalışırlar. Allah’ın ilâhî teknolojisinden, hikmetlerindendirler. “Hikmet müminin kayıp malıdır; Nerede bulursa alsın” Hadis ANTİK TERAPİ YÖNTEMLERİNDEN BAZILARI
HASTANIN BAŞI ÜSTÜNDE ATEŞ ÇEVİRME
Hasta hal ehli üstada başvurduğunda çadırın 32
ortasına oturtulur, oda boşaltılır. Üstad ile hali bozulan kişi yalnız kalır. Ya diz çökerek oturur ya da hali yoksa sırt üstü uzanır. Mümkünse yerden yüksek bir zemine, sedire veya taş bir lahit üzerine uzanır. Meşalesini yakan üstat hastanın etrafında saat yönünde dönmeye başlar. Elindeki ateş bir meşale ya da yağ çırasıdır, bu da yoksa bir masa kandili olabilir. Burada önemli olan sönmeden yanan bir ateş kaynağı olmasıdır. Üstad dönerken ilk 5-10 dakika konsantre olmak ve hastalık yapan enerjiyle irtibat kurmakla geçer. Daha sonra o enerji ile irtibat kuran üstad hastanın vücudunda biriken parazit enerjileri vücut içinden ateşe yönlendirerek yanmalarını sağlar. Bu işlem sırasında hasta kişi terler, kramplar geçirir, ağlama ve gülme krizleri geçirebilir, uyuyup kalabilir, sürekli esneyebilir, v.s. gibi bir çok değişik tepkiler verebilir. Dünya ilaç tüketimine baktığımızda antidepresanların oranı hep ilk sıralarda görülmektedir. Öyleyse şunu kabul edelim ki hastalıkların yüzde doksanı stres ve psikolojik kökenlidir, yani enerjik vakalardır. Bir enerji grubuyla madde boyutunda mücadele başarı getiremez. Bu üstün silahlara taş ve sopa ile karşılık vermek gibi bir şeydir. Enerji grubuna düşünce silahı ile ya da yine kendisi gibi enerji ile karşılık vermek gerekir. Bu yöntem diğer tüm antik yöntemler gibi dışarıdan bakıldığında batıl gibi görünse de ehil üstadlar tarafından yapıldığında çok iyi çalışan bir tekniktir ve bilinen teknolojinin de çok ilersinde bir düşünsel teknolojinin vuku bulma halidir. Yaklaşık bir saat süren bu çalışma sonrası hasta kişi tamamen rahatlamış olarak kalkar. Antik çağlarda insanlar bu ve benzeri şekillerle iyileşme yolları aramışlardır. DAĞLAMA Fonksiyonları çeşitli korkular, vesvese ve tiksinme gibi olan enerjiler vücuda girdiğinde oldukça etkili olan bir yöntemdir. İnsanlar trafik 33
kazaları geçirdiğinde ya da bir korku filmi izlediklerinde ya da önlerinde bir kötü olay yaşandığında korku enerjileri vücutlarına girer. Fiziksel olarak tamir edilseler bile yıllarca bu korku enerjilerini üzerlerinden atamazlar. Genelde modern tıp biliminde de bu durumun karşılığı çoğu zaman bulunamamaktadır. Böyle durumlarda eskiden dağlama yaparlardı. Korku veya tiksinti veren olayın büyüklüğüne göre bir iğne ya da çivi hasta kişinin gözleri önünde ısıtılarak kızartılır ve kor haline
34
getirilir. Hasta bu ısınmış çubuğu görünce yeniden korkuya kapılır. Fakat bu defa korkan o kişi değil içindeki korku veren enerji gurubudur. Açığa çıkan bu korku o enerji gurubu ile iletişimin başladığını gösterir. Artık savaş veya talimatlar için her iki taraf da hazırdır. Bir şekilde vücuda yerleşen ve yaşam fonksiyonları yalnızca korku ve türevleri olan bu enerji grubu üstadın düşünce gücü ve etkinliğiyle o kızarmış iğneye transfer olacağını ve yanacağını bilerek büyük bir korkuyla kendisini açığa çıkarır. Bu onun son ifadesidir ve üstadın talimatıyla vücudu terk edip gider. Bu arada üstad kızarmış iğneyi hafifçe hastanın anlına, ensesine, bileklerine değdirerek vücudunun ürpermesini sağlar. Burada amaç hastaya zarar vermek değil, sadece vücudu ürpertecek kadar ısı uygulamaktır. Hafifçe değdirilip çekilir, asla vücuda zarar verilmez. Çivi çiviyi söker prensibiyle açığa çıkan korku enerjisi de bu ürpermelerle vücudu terk edip gider. VÜCUDU ÇİZMEK Burada amaç insana en çok zara veren kundalini enerjisinin önünü kesen ve blokaj yapan enerjileri akan kan ile sırt bölgesinden tahliye etmektir. Hastalanan kişinin sırtına jilet gibi keskin bir aletle çok ince çizikler atılır. Bu işi yapan üstad burada biriken kirli enerjiyi akan kana transfer ederek marazın o bölgeden temizlenmesini sağlar Bir süre bekledikten sonra pansuman yapılarak işlem tamamlanır. Keskin alet yerine sülük yaratılmıştır. Bıçağın olmadığı dönemlerde sülük kullanılmıştır. SÜLÜK YAPIŞTIRMAK Sülük de Allah’ın insanlara hizmet için yarattığı emsalsiz hayvanlardan biridir. Buna benzer başka hayvanlar da vardır. Bugün koruma altına alınan ve dünyada benzeri bulunmayan Sivas Kangal balıkları gibi. Bu balıklar mucizevi bir şekilde sedef hastalığını temizleyip 35
iyileştirmektedirler. Çok zor iyileşen bu hastalık bu küçük hayvanlar tarafından bir yemek yer gibi ziyafete dönüştürülür bir halde insan vücudundan küçük ısırıklarla yenilip temizlenerek iyileşme sağlanmaktadır. Bu balıklar dünyanın dört bir yanından gelen insanlara hizmet etmektedirler. Sülük de aynı şekilde hasta bölgeye yerleşmiş olan kirli enerjiyi emdiği kana transfer ederek insanı o marazdan kurtarmaktadır. İyileşmeyen bir hastalığınız baş gösterdiğinde siz yine tüm tıbbi çözümlere başvurun ama vücuda zarar vermeyecek şekilde antik yöntemleri de deneyebilirsiniz. KUPA VEYA BARDAK ÇEKME Bu yöntem de insanlık tarihinde çömleğin ve camın bulunmasından beri kullanıla gelmektedir. Burada da amaç vakum yoluyla hasta bölgeye yerleşen parazit enerjiler tahliye edilirken o bölgedeki kılcal damarların genişleyip kan sirkülasyonu-nun artmasıyla bir iyileşme sağlanmaktadır. TOKAT ATMA Şoka girme durumlarında enerji bedenin akordu bozulur. Böyle durumlarda enerji bedene katlanabilieceği yeni bir şok yaratılır. Bunun en kolay şekli de bir tokat atmak şeklinde yaratılmaktadır. Böylece ikinci bir küçük ama katlanılabilir bir şok ile enerji bedendeki akort bozukluğu düzeltilir. SOĞUK SU TERAPİSİ Yüksek ateşli hastalıklarda hastalığın enerjisinin vücudu terk etmesi için sıkı bir veya birkaç ürpermeye ihtiyaç vardır. Antik çağlarda yüksek ateşi olan bir hasta uyurken bir kenarda soğuk buzlu su bulunan bir kazana battaniye benzeri bir çuha daldırılır ve tahtadan yapılmış uzun bir maşa veya sopa ile çıkarılıp hastanın karnının altındaki kasık bölgesine bir anda 36
bırakılır. Yaratılan şok ile oluşan ürperme çok güçlü olacağından bu yöntem başka her türlü yöntem kullanıldığı halde iyileşmeyen hastalara son çare olarak kullanılırdı. KURŞUN DÖKMEK Hasta odanın ortasına oturtulup başının üzerine bir çarşaf örtülür. Metal veya toprak bir kaşık içerisinde eritilen kurşun hastanın bir karış üstündeyken bir tas soğuk suya dökülür. Dökülmeden önce hastadaki maraz enerjiler üstad tarafından erimiş kurşuna transfer edilir. Bu işlem de diğerlerinde olduğu gibi herkes tarafından yapılmamalıdır. Bu işi bilen kişilere bırakılmalıdır. ZEYTİN YAPRAĞI Kimya fabrikalarının ve laboratuarların olmadığı antik çağlarda insanlar bitki ekstrelerini bizzat bitkinin kendisini çiğneyerek ya da bir kapta döverek çıkarmaya çalışmışlardır. Birçok bitkinin çiğneyerek özsuyunu vücutlarına almış ve şifasından yararlanmışlardır. Mesela insanlığa miras kalan sigara tütün çiğnemenin sonrasındaki bağımlılıktan öğrenilerek alışıla gelmiştir. İnsanlık için çok hayırlı bir bitki olan zeytinin ise yaprağı çiğnenirse ağız içi hatalıklarına çok iyi gelmektedir. Onun yüksek enerjisi ağız içindeki zararlı enerjileri etkisiz hale getirmektedir. BAĞIRIP ÇAĞIRMA TERAPİSİ Şehir hayatında konuşurken hep dikkat ederiz, komşularımız ve etrafdakiler rahatsız olmasınlar diye. Bir çok insan vardır ki belki onlarca yıldır sesini yükselterek bile konuşmamıştır. Oysa bazı enerjiler özellikle de boyun ve boğaz çevresindekiler vücuttan bağırıp çağırılarak çıkartılırlar. Ara sıra şehir dışına ıssız yerlere gidin ve avazınız çıktığı kadar bağırın. Yoruluncaya kadar bağırıp çağırın. İçinizden ne söylemek geliyorsa söyleyin, hiç kasmadan bağırın bağırın. Seansın sonunda size ne kadar iyi geldiğine şaşıracaksınız. 37
Eline bir demet sap al da Onunla vur Sâd Suresi-44 BİR DEMET OT İLE SÜPÜRME Daha önce de belirtmiştim. Dünyadaki her şeyin her olayın ve fenomenin bir mikrosu, birde makrosu vardır. Mikro oluşum zahirde olan makro oluşum ise enerji boyutunda, yani batında olandır. Süpürme olayında da bu böyledir. Mesela bir evi süpürüp temizlemeye niyet edip süpürgeyi alırsınız, başlarsınız süpürmeye o iş yapılırken evin bütün tozu, çöpü gider ancak bu anda enerjik olarak da o ev temizleniyordur. Temizlik bittiğinde hem maddi hem de manevi temizlik yapılmıştır. Söz konusu insan vücudu olduğunda da durum aynıdır. Nitekim bu 1400 yıl önce yüce beyan Kur’an-ı Kerimde de anlayana, düşünene iyi bir yöntem olarak açıklamıştır. “Eline bir demet sap alda onunla vur” Sâd Suresi- 44 Burada yapılacak işlem şöyledir. Yeni yeşermiş bir tutam 50-60 cm uzunluğunda herhangi bir yeşil bitki kullanılabilir. Yeşil, henüz sararmamış bir tutam buğday filizi olabilir. Küçük kargı yaprakları yada söğüt dalları, ceviz yaprakları, çınar yaprakları kullanılabilir. Bu toplanan ot veya dal parçacıkları (yaprakları ile birlikte) hastanın sırtına, başına, karın ve göğüs 38
bölgelerine, ayaklarına kısaca rahatsızlık olan bölgelerden başlanarak giderek vücudun tümüne kısa ararlıklarla hafifçe vurulur. Hastalığın şiddetine göre dalların çok kısa veya kısa sürede ısındığına şahit olursunuz. Bu ısı vuran kişinin avucunun içine kadar geldiğinde ve dalları tutamayacak kadar rahatsızlık hissettiğinde o dalları çöpe atıp odadan çıkarmalı ve taze yeni dallar ile devam etmelidir. On dakikalık bir seans yeterlidir. Günde üç seans yapılabilir. Bir keresinde mevsim kıştı ve yeşil dal bulmakta zorlandım. Bu uygulamayı yedi-sekiz hastada peşpeşe aynı dallar ile denedim. Dallar son kişide sanki üç günlük kurumuş gibi oldular. O yeşil yapraklar hızla yaşlanmış ve kurumuştu. Oysa dalından kopalı daha birkaç saat olmuştu. Yapraklar açısından üzülüyor insan ancak dalından kopan bir yaprak zaten kuruyup ölecektir. Bunlarsa ölürken bile bir insana hizmet ederek ölmektedirler. O bakımdan insan teselli oluyor. Ancak dikkati çeken şu ki o yapraklardaki saf program ve üzerindeki rahmet enerjisi kendini insana bırakıyor, insandaki hastalık yapan o kirli, iğrenç programı da kendi üzerine alıyor. Bu nedenle birkaç saatte 3-4 günlük kurumuş gibi bir hale gelebiliyorlar. Burada çalışan sistem şudur. Yeşil bitkiler ve yapraklar saf, günahsız varlıklardır. Bu nedenle tertemiz bir yaşam programıyla donanmışlardır. Bunlar o halde iken bitkiden ve yaradandan izin alınarak, şifa niyeti ile koparılıp vücutta süpürge niyetiyle kullanıldığında o vücutta bulunan parazit enerjileri süpürürler. Yani kendi yaşam programlarını vücuda bırakıp, vücuttaki ölüm programını üstlerine alırlar. Doğada her şeyin bir karşılığı vardır. Üstüne basıp geçtiğimiz o yeşil ot ve bitkiler aslında makro düzeyde dertlerimizin devasıdırlar. Bunu bilseler, o orman yakanlar aslında kendi kendilerini yaktıklarını fark ederler mi acaba, ne dersiniz. Bu antik terapi yöntemi en basit hastalıktan 39
tutunda tıbben umut kesilen en ağır hastalığa kadar tüm hastalıklarda uygulanabilir.
40
BEYTİ DOST’DAN BİR TAVSİYE İçinizde, tâ en içerinizde taş gibi oturan bir şey var. Onu çıkartıp atmadıkça bizden size hayır yok. Onu söküp atmadıkça, sizden de hiç kimseye hayır yok. İçinizde bir burkuntu var. Onu çöze çöze boşaltmadıkça siz, sizliğinizden çok uzaksınız. Onu çıkarmak için uğraştığınız zaman bilin ki size yakınız. Bunu anlayınız. İstenileni yapmak için daha beklemeyiniz. Onu söküp atmak o kadar kolay ki, elinizde. Ona çok yakınsınız, çok yaklaştınız. Yalnız hafif bir perde var gözlerinizin üzerinde. Yüzünüzü yıkayınız. Gözünüzü yıkayınız. Yok ediniz perdeyi tertemiz, berrak su ile yıkayınız. O zaman kurtulacaksınız. Kurtulacaklar, sevineceğiz. Bizim celselerimiz. S.251
41
YÜKSEK TAVANLI YERLER Namaz kılabilirsiniz, ya da kılmazsınız, Kılmasanız bile haftada bir gün bir ibadethaneye, mesela bir camiye gidip biraz zaman geçirin abdest alarak camiye girin ve bir kenarda oturun, birkaç saat tefekküre dalın. Size iyi gelecektir. Ayrıca haftada bir gün yüksek tavanlı bir mekanda birkaç saat zaman geçirin. İnsanın fizik bedeni üzerinde yedi adet enerji merkezi bulunur. Ancak bu yedi enerji merkezinin bulunmasıyla iş bitmiyor. Ayakların 50-60 cm altında başın 50-60 cm üstünde de birer enerji merkezi mevcuttur. Tepe çakrasından sonra yukarıya doğru 8., 9., 10. ve daha bilmediğimiz belki de kaçıncı enerji merkezleri mevcuttur. Bunları bir kısa dalga vericinin mevceleri (dalga boyları)gibi düşünün. Yüksek tavanlı mekanlarda bu enerji merkezleri rahat bir şekilde fonksiyonel hale gelebilirsiniz. Akortsuz ve tıkanmışsa bilebir süre müdavim olursanız, yavaş yavaş temizlenip akortlu hale gelebilirsiniz. Bu nedenle Allah’ın evi diye adlandırılan mabet yerleri, camiler, kliseler, sinagoglar ve her dinde ve ulusta yapılan tapınaklar hep yüksek tavanlı ve kubbeli yapılmıştır. Mesela bir camiye girerseniz ve eğer cami sakin ise mümkünse kubbeyi bulun ve tam merkezinin altında oturun. Orası mabedin en yüksek yeridir ve aynı zamanda çanak antenin merkezidir. Göreceksiniz farkındalığınızı açık 42
tutarsanız orada kıldığınız namaz bir başka olacaktır. Antik çağlarda da kahinlerin ve şifacı rahiplerin bulunduğu kutsal tapınaklar hep yüksek mermer sütunlardan inşa edilmiştir. Bir adam boyunun yaklaşık 12 misli yüksekliliğinde inşa edilenler vardır. Büyük belediye saraylarının, adliyeler ve hükümet konaklarının, başkanlık ve kraliyet saylarının ve buna benzer yerlerin inşasında uygulanan aynı mantık ve model günümüzde de dikkat çekmektedir. Bu model antik çağda bilerek, bilinçli bir şekilde insana ve onun gelişimine, aydınlanmasına hizmet için uygulanırken bu günün bilinçsizce yaşayan modern insanına bir miras olarak süregelmiştir. Enerji kimliğine kavuşup ona sahip çıkmak isteyen aydınlanmış insan adayına tavsiyem bir ev yapacaksa yaşayacağı yapı bir kulübe bile olsa yüksek tavanlı ve kubbeli olmalıdır. Demir veya hasır bulunmamalıdır.
43
ANTİK ÖNCESİ ÇAĞA YOLCULUK (Bir Astral seyehat) Antik dönemde yaşanan herhangi bir konuyu araştırmak isteyenler genellikle arkeolojik bulguları, kayıtları ve yazılı belgeleri takip ederler. Ancak bu onları beş bin yıl öncesine kadar götürür. Oradan ileriye yol bulamazlar. Çünkü ne kayıt kalmıştır ne de bir belge. Çok cılız ipuçları ve zayıf ışıklar takip edilip kanıtlar bulunmaya çalışılır. Bunlara örnek; Nuh’ un Gemisi araştırmaları ya da Hazreti Âdem’ in yaşadığı yerler gibi gösterilebilinir. Ancak bu araştırmalar da henüz bir sonuç vermiş değildir. Ben antik terapi yöntemleri araştırmalarımı yaparken bilimin takip etiği yolu değil de enerji âleminin kayıtlarını incelemeyi tercih ettim. Zamanımıza ulaşan yazılı tarihten önce yaşanan ve karanlık dönem diye adlandırılan o zamanlara muayyen defalar astral bazı seyahatler yaptım. Yaptığım bazı seyahatler başarılı oldu ve o zamanın yaşamına ulaşabildim. 6-10 metre boyunda bir insan kavmi yaşamış o zamanlarda. Sade bir yaşam sürüyorlar. Beni de çok iyi karşıladılar. Ben yanlarında neredeyse dizlerine kadar ulaşabilen cüce bir varlık olarak kalakaldım. Hayvan kürklerini giysi olarak kullanıyorlar. Şimdiki teknoloji o zaman yok ancak çok az konuşuyorlar. İletişim şekilleri yüzde yetmiş telepati yüzde otuz konuşma şeklinde ve cümleleri 44
çok kısa. Sanki kelime yerine hece, cümle yerinede kelime kullanıyorlar, yani az ve özlü konuşuyorlar. Benimle olan tüm sohbet kısa ve telepati yoluyla hiç ağızlarımızı açmadan oldu. Erkekler ve kadınlar her iki tür de uzun saç kullanıyor, yüzleri bize çok benziyor ama çok sade ve güzeller. Altlarında deveye benzeyen ama deve olmayan, şimdiki zamanda türü tükenmiş olan bir hayvan var. Bu hayvan at ile deve karışımı bir hayvan ve o da kendileri gibi iri ve güçlü. Etrafta dolaşan köpekler var fakat türleri şimdikilere benzemiyor. Bu insanlar bu hayvanlardan şimdiki bizlerin yararlandığı gibi yararlanıyorlar. O zamanda dünyanın biyosfer tabakası ve atmosfer tabakası da şimdikinden çok farklı. Yeşil çok az, her şey sarı veya sarı ile kahverengi arasında bir tonda, ağaçların rengi bile aynı. İlk bakışta hiç ağaç göremiyorum fakat dikkatimi çekiyor. Bu insanlar bir şeylere yaslanmışlar. Bunlar kendi iri vücutlarının iki katı kalınlığında yuvarlak sütunlar. Başımı kaldırıp yukarıya baktığımda 100–200 metre uzunluğunda ağaçlar görüyorum. Bunlar dev ağaçlar ve gövdeleri düz koyu kahverengi renginde. Yerler kum, sarı renkli, insanlar buğday benizli. Hiç küçük ağaç yok etrafta çok yüksek dev ağaçlar. Bunları palmiyenin on katı büyüklüğünde düşünebilirsiniz. Boru gibi yükseliyorlar, yaprak ve meyveler en üstte, arada düz gövdeden başka hiçbir şey yok. Gökyüzü sarı renkte, mavilik hiç göremedim. Yeryüzü sarı ile kahve tonlarında taş, toprak ve maki şeklinde otsu bitkilerle kaplı. Ya dünyada o zaman böyle bir düzen var ya da benim gittiğim coğrafyada böyle bir mekâna gitmiş olmalıyım. Sarı bir atmosfer var tozlu ve kesif. Sanırım ağaçlar güneş ışığını biraz olsun alabilmek için boylarını o kadar yukarı uzatıyorlar. Hastalığı sordum bilmiyorlar. Hiç kimse hastalanmamış, çok uzun yaşıyorlar ve yaşlılıktan ölüyorlar. Hiç korkuları yok çok sakin yaratılışlı insanlar. Kendilerine Âdemoğulları diyorlar. Beni 45
çok meraklı buldular. Oysa onlar bana hiçbir şey sormadılar, hiç merak ve kaygıları yok. Muhtemelen her biri binlerce yıldır yaşamakta. Dünya henüz son şeklini almamış, Mars’ın şimdiki haline benziyor, kızıl gezegen değil de sarı gezegen gibi. Her yer toz toprak içinde, toprak altlarında yaşıyorlar, fırtına veya kuvvetli rüzgâr çıktığında hemen evlerine giriyorlar. Evlerinin üzerine yüksek, sivri t a ş l a r k o y m u ş l a r, üstünü kum veya toprak kapatırsa yeniden bulabilsinler diye. E v e t , h i ç kimselerin bilemediği birkaç milyon yıl öncesine ait o gizemli zamanlardan birkaç bilgi aktarmaya çalıştım. Dünya üzerinde çok az insan bu bilgilere ulaşabilmektedir. Bunu bana nasip kıldığı için ulu Rahman’a binlerce hamd ediyorum. Antik öncesi karanlık dönemden kısaca biraz bilgi aldıktan sonra şimdi antik çağa dönelim ve son üç bin yılda insanlarımız nerelere gelmişler bir bakalım. Saf kendi halinde yaşayan Âdemoğlu’nun içinden bazı birimler akıllarının ve mantıklarının sınırlarını zorlayarak yeni fikirler geliştirmeyi başarmış, ateşi, tekerleği, suyun kaldırma gücünü, barutu, elektriği, televizyonu, bilgisayarı keşfederek ve evrim yaparak “modern insanoğlu’’ diye yeni bir türü ortaya çıkarmıştır. Modern insanoğlu bu yolculuğunda fazla merakı olmayan, akılla değil de gönülle yaşayan, insiyaki yaşayarak kendisini ağırlaştırıp ayak bağı olan Âdemoğlunu 46
ya asimile edip kendine benzetmiş ya da ortadan kaldırarak bugünlere kadar gelmiştir. İşte bu kavim şimdiki “Homo Modern İnsan” kavmidir. Kafasına taktığı şeyi her şeye rağmen.(Bu, gezegenin imhası bile olabilir) gerçekleştiren, Egosu ve hırsı uğruna fitursuzca her şeyi göze alabilen bu habis karakterli modern insan kavmi maddede ve eşyada fetih üzerine fetih yaparken, maneviyatda çok şeyler kaybederek bu günlere gelebilmişlerdir. Sezgilerini ve telepat özelliğini kaybetmiştir. Dostluk ve vefa kavramlarını kaybetmiştir. Vermeyi unutarak enerji akışını tıkamaya başlamıştır. Fiziksel gücünü ve ölçülerini kaybederek neredeyse boyu’nu 150 cm. yaş ortalamasını 55–60 yıla düşürmüştür. Daha iki yüz yıl önce hastalıkların sayısı bir elin parmaklarını geçmez iken (Dolama, yılancık, tavukkarası,ince ağrı gibi) şimdi hastanelerde loji’lerden insanın başı dönmektedir. Şimdi, bu kaybolan cevherlerden gelen zayıf ışıklarda sönüp yok olmadan onları yakalayıp çözümleyerek insanlığımıza ve arkadan gelenlere biraz olsun birşeyler bırakmayı umarak antik dönemdeki terapilere bir göz atalım. Antik dönemde yapılan terapileri birkaç başlık altında toplayabiliriz. Kendi kendine yapılan terapiler : Toprakla yapılan terapiler Ağaçlarla yapılan terapiler Hayvanlarla yapılan terapiler Minerallerle yapılan terapiler Su ile yapılan terapiler Rüya terapileri Ses ile yapılan terapiler Astral seyahatler ile yapılan terapiler Sembollerle yapılan terapiler
47
KENDİ KENDİNE YAPILAN TERAPİLER PARMAKLARLA VE TIRNAKLARLA YAPILAN TERAPİLER
İnsan başlı başına bir yazılımdır ve yaradan bu vücudu yaratırken ona acil durumlarda başvurması için çeşitli pratik programlar yerleştir-miştir. Mesela; başımızı veya dirseğimizi bir yere vurduğumuzda elimizle hemen orayı tutarız. Çünkü avuç içi ve parmaklarımızdan oraya hemen enerji yani can akar. Şimdi gelelim parmaklara. Her iki elimizin başparmak ucu ile işaret parmak ucunu halka şeklinde birleştirdiğimizde bu insan vücudunda bir kapalı devre oluşturur ve enerji bedeni kapatarak kendi içinde bir devinim başlatır. Böylece dışarıdan gelen zararlı parazit enerjilerden yüzde yetmiş oranında korunuruz.
Örneğin bir tv filmi izliyoruz, bir baktık ki korku ve gerilim sahneleri çıkmaya başladı. Hemen parmak uçlarımızı birleştirelim. O esnada tv den yayılan korku sahnesine siklonlanmış olan parazit enerjilerden yüzde yetmiş oranında 48
korunuruz. Bir aile toplantısında sohbet ediyoruz, giderek sohbet tartışma ve gerginliğe dönüşmekte, hemen bu iki parmak uçlarını birleştirerek oturmaya devam edelim ve en kısa zamanda da ortamı ya düzeltelim ya da terk edelim. Parmak uçlarını birleştirerek korunuruz. Bir kalabalık alış veriş merkezinde ya da çarşı, pazarda dolaşırken de aynı uygulamayı yapmalıyız. Bu korunma programıdır. Bir de vücudun negatif enerjilerden arınma programı vardır ki bu da üçüncü yani orta parmağın da devreye girmesiyle yaşanır. Baş, işaret ve orta parmak uçları birleştiğinde ise vücut içerisinde bir enerjik arınma programı devreye girer. Bu uygulamayı genellikle bütün günlük işlerinizi bitirip de yatağınıza uzandığınızda yapmanızı öneririm. Çünkü relax olmanız ve kafanızın meşgul olmaması gerekmektedir. Yatağınıza uzanın ve her iki elinizdeki üç parmak ucunu birleştirin. Birkaç dakika sonra vücutta bir sistemin harekete geçtiğini hissedersiniz. Seğirmeler başlar, karın içinden sesler gelebilir, esneme başlayabilir, vb. Bu uygulamayı bir saat yapmalısınız. Böylece tüm vücudu arındırabilirsiniz. Ancak uygulamaya başladıktan kısa süre sonra uykumuz gelip uyuduğumuzdan parmaklar uykuda ayrılmaktadır. Bunu önlemek için arınma yüzüğü adıyla birleşik üç alyanstan oluşan bir yüzük sistemi geliştirdim. Bu yüzüğü parmaklarınıza takıp yatağa yattığınızda siz uyusanız dahi parmak uçlarınız bitişik kaldığından sistem çalışmaya devam etmekte ve saatlerce mükemmel bir temizlik uyku anındaki zaman da değerlendirilerek gerçekleştirilmektedir. Bu yüzükle ilgili bilgi kitapta ayrıca “Beta Yaşam Araç Gereçleri” bölümünde etraflıca anlatılmaktadır. Yüzüğe sahip olamayanlar parmaklarını bir arada tutmak için herhangi bir lastik takabilirler. 49
HAYVANLARA BAKILARAK YAPILAN HAREKETLER MESTİKLEME
Kimi yıldızları inceler, kimi de doğadaki tespih böceklerinin hareketlerini. Biri birinden üstün değildir. Her ikisinde de insanların hayrına nice mesajlar vardır. İnsanlar hayvanlardan çok şey öğrendiler. Bu konuyu daha önceki kitaplarda detaylı anlatmıştım. Şimdi onlara ek olacak bazı şeylerden bahsedeceğim. Mesela sakız çiğnemek insanı hem ruhen hem de sindirim sistemini rahatlatan bir şeydir. İneğin geviş getirmesi modeli, insana sakız çiğneme olarak sirayet etmiştir. Günümüzde yapılan ve insan sağlığına birebir faydalı olan Uzakdoğu sporları, Tai chi Çigong vb. birçok sporların beden ve duruş hareketleri yılan, maymun, pars, köpek, kartal vb. gibi birçok havyandan esinlenerek insan hayatına girmiştir. Birçok yoga hareketi hayvan Korunma programı Arınma programı hareketlerini örnek alır ve enerji tıkanıklıklarını devreye girerrahatlatır. devreye girer açarak insanı çok Eskiden uyuyamayan ve sürekli ağlayan bebekleri mestiklerlerdi. “Mestikleme” bebek için kolay olsa da yetişkin bir insan için zorlu bir harekettir. Ağlamakta olan bir bebek yüzükoyun yatırılır. Ayağının birisi ile çaprazındaki kolu sırt üzerinde birleştirilerek el ve ayak bileği yan yana getirilir ve sırta doğru bastırılır. Sonra diğer ayak ve el aynı şekilde. Neye uğradığını şaşıran bebek hemen susuverirdi. Burada yapılan şey enerji bedendeki tıkanıklığı çok özel bir hareketle açıp enerji akışını normal hale getirmekti, antik dünya insanı bunu biliyordu. Bizlerde hep böyle 50
büyüdük. Ama şimdi kim bunu çocuğuna yapar. Çünkü dışarıdan bakıldığında işkence gibi gözükmektedir.
TIRNAKLAMA VE KAŞIMA Hiçbir şey de olmadığı gibi insan vücudundaki tırnaklarda parmak uçlarına tesadüfen yerleştirilmemiştir. Tırnaklar her zaman kullanılmaz, acil durumlarda acil enerji akışı için kullanılır. Tırnaklar parmaklardan akan enerjiyi onlarca defa yükseltici özelliğe sahiptir. Mesela bir düşünceye kapılıp bir sorun karşısında acil bir çözüm bulmamız gerektiğinde insiyaki olarak kafamızı veya yüzümüzü kaşırız. Evet ya parmak uçlarımızı şakağımıza koyar düşünceye dalarız ya da daha sıkışık durumda isek kafamızın çeşitli bölgelerini kaşır dururuz. İşte o anda oraya acil yüksek enerji akışına ihtiyaç var demektir. Mesela iyileşmeye yüz tutan yaralar çok kaşınırlar. Sırtımız çok kaşınır. Çünkü kundalini enerjisinin yolu üzerindedir. Bir yere enerjiyi daha bol ve etkin vermek istiyorsanız tırnaklarınızla bastırınız. Kafaya tırnaklarımızla fazlaca bastırmak ve kaşımak düş ve hayal gücünü arttırır.
51
GÖĞSE VURMA (DÖŞÜNÜ DÖVME) Eski insanlar, bir yakınını kaybettiğinde, çok üzüntü duyduğunda, kalp çakrasının kapandığını fark ederler ve ağıtlar yaparak avuç içleri ile veya ellerini yumruk yaparak göğüslerine vururlardı. Bu sayede bilmeden kendi yaşamlarının devamı için çok önemli olan kalp çakrasını yeniden faaliyete geçirirlerdi. Nitekim bazı cenaze olaylarında üzüntüsünü içine atıp böyle davranamayan bazı cenaze yakınları kısa süre sonra kendileri de kalp krizi veya benzer sebeplerden terk’i dünya ederler. Örneğin “ annem ölünce babam dayanamadı, 20 gün sonra o da arkasından gitti.”gibi çok duyulmuştur. Buradan öğrenmemiz gereken şudur: Zaman zaman çeşitli sebeplerden dolayı göğüs bölgemizde sıkıntı hissettiğimizde hemen sağ elimizi yarım yumruk yapıp timüs bezi yani kalp çakrası üzerine 25–30 defa vurmalıyız. Böylece hem bölgeyi temizlemiş oluruz hem de timüs bezimizi biraz desteklemiş oluruz. KULAK ÇEKME Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelen bir uygulamadır. Akupunktur ilmini tanıyanlar kulağın bir insan için ne kadar önemli olduğunu bilirler. Kulak üzerinde vücudumuzun neredeyse her bölümünü uyaran noktalar vardır. Bir noktaya iğne batırarak açlık hissini yok edip kilo kontrolü yaptırabildikleri gibi bir başka noktadan sigarayı bıraktırabilmektedirler. Bir noktadan diş ağrısını kesebilirken, bir başka noktaya tesir göndererek narkozsuz ameliyat bile yaptırabilmektedirler. Fakat bizim toplumumuzda kulak üzerine iki-üç şey söylenebilir. 52
Kulak, yedek sigara koymak için yaratılmış ya da marangozların kalemini koyacakları bir destektir. Bak bu sözlerim kulağına küpe olsun. (hatırlanması gereken şeyler için) Çok güzel küpeler takmak için Yaramazlık yapan çocukların kulağı çekilir. İşte burası önemlidir. Burada uyarı ve ihtar yapılan bir çocuk veya yetişkin kulağı çekildiğinde kızarır ve kendine gelir. Çünkü kulağın üstünde insanı canlandırıcı ve çok uyarıcı noktalar vardır. Antik insan bunu keşfetmiş ve insanın uyanık olması gerektiği durumlarda kulaklarının üst kısımlarını ovarak hafif sıkarak tüm vücut sistemini bir anda birkaç kat etkin hale getirmeyi başarmayı bilmiştir. Kulağı çekilen çocuk kızarır, biraz daha çekin morarır. Bunu bilinçli olarak uzun yolda araba kullanırken kullanabiliriz. Mesela direksiyonda uykusu gelen eşinizin kulağını çekin hemen canlandığını göreceksiniz. Sınava girecek çocuğunuzun sınavdan birkaç dakika önce kapıdan girerken kulağını üst tarafından tutarak çekin hemen kendine geldiğini ve aktifleştiğini hissedeceksiniz. Birine bir sorumluluk verildiğinde göreve giderken kulağı çekilirdi. Ancak kulağın alt memesi değil tam üst kısmının çekilmesi kişiyi uyarmaktadır.
53
NAMAZ Namaz Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz’in Miraç’a çıktığında yüce Allah tarafından kendisine, Ümmeti’nin arınması ve kurtuluşa ulaşması için öğretip hediye ettiği muhteşem bir ritüeldir. Herkesin namaz konusunu çok ciddiye alması ve mutlaka bir yerden başlamasını önemle tavsiye ederim. Bu konuya ilerde geniş olarak değinilecektir. DUA VE ZİKİR Yaptığınız her dua Allah’ın yarattığı kuantum okyanusuna bir ok gibi girer ve istekleriniz büyük bir hızla orada oluşmaya başlar. Bunun sistem ve nizamını da Allah’ın izniyle yüreğime ilham olduğu kadarıyla kitabın diğer bölümlerinde geniş bir şekilde açmaya çalışacağım. Şimdi kısaca zikir konusuna gireceğim. Allah’ın isimleri ve bu isimlerden oluşan terkipler çok yoğun bir enerji yüklüdür. Her bir isim kendi fonksiyonlarında enerji ve cevher yüklüdür. Bu isimler inanan birisi tarafından peş peşe söylenerek çekildiğinde bir süre sonra yoğun bir manyetik alan oluşturur. Bu manyetik alan çeken insanın kendi manyetik alanından daha güçlü ilahi bir manyetik alandır. Titreşim yükseldikçe o ortamda bulunan negatif enerjiler bu yoğun titreşimi kaldıramaz hale gelirler ve ortamı terk ederler. Hele hele bu zikri çeken kişinin frekansı yüksek ise o zaman bu işin tadına doyum olmaz. İnsan bir anda ummadığı yüksek manevi boyutlara çıkabilir. Kimilerine göre şu kadar sayı şundan, bu kadar sayı bundan çekilir gibi şeyler duyuyorum. Bana 54
göre zikirde sayı esas değildir, sayı gözetilmeden çekilmelidir. Kalbin tatmin olduğu yere kadar çekilmelidir. Yoksa insan eksik mi yoksa fazla mı çektim diye çelişkiye düşmektedir. Çelişki negatiftir, oysa zikir anında hiçbir şüphe ve çelişki olmamalıdır. Zaten yeterince çektiğinizi kalbiniz size söyler. Kur’an’da şöyle der, “kalpler Allah’ı anmakla tatmin olur.” Burada ölçü bellidir. Ölçü kalbin tahmin olmasıdır. Eğer sayı gerekse idi, o zaman sayı verilirdi. Şimdi size en önemli bir zikir olan “La ilahe illallah” zikri ile ilgili bir yöntem anlatmaya çalışacağım. Bu zikir ile temizlenmesine en çok ihtiyacımız olan kalp çakramızın nasıl temizlendiğini paylaşmaya çalışacağız. Önce derin bir nefes alırız, bu bir diyafram nefesi olmalıdır. Yani ciğerlerimizi en alta kadar hava ile doldurmalıyız. Burada göğsümüz değil karnımız şişmektedir. Şimdi bu nefesi verirken “La” diyerek göğsümüzün üst kısmına, oradan anlımıza kadar bir “La” sesiyle çıkarız. Sonra alından sağ omuza bir yay çizerek “ilahe” deriz. Daha sonra da son nefesi verirken sağ omuzdan göğsümüzün tam ortasına, kalp çakrasına “illallah” diyerek buraya illallah’ı çakarak yerleştiririz. Aşağıdaki şemada gördüğünüz gibi.
Eğer “Lâ ilahe illallah” zikrini böyle çeker55
seniz kalp bölgesinde muhteşem bir temizlik ve ferahlık yerleştiğini göreceksiniz.
TOPRAKLA YAPILAN TERAPİLER Antik çağlarda toprağın sağaltma gücü çok iyi biliniyordu. Toprağa yatma, kuma gömme, toprak evlerde yaşama v.b. zaten hayatlarının bir parçası olan toprak ile neredeyse iç içe yaşıyorlardı. Toprakla terapi konusunu Claros-Doğal Terapi Yöntemleri kitabımda etraflıca işlemiştim. Burada eklemek istediğim pratik bir yöntem var. Şimdi sizinle onu paylaşmak istiyorum. Buna ön yatma diyoruz. Soğuk ve yağışlı havalarda toprak yerine evinizdeki halıda aynı amaca hizmet etmektedir. ÖN YATMA: akşam her işi bitirip de yatma vakti geldiğinde asıl yatağımıza gidip yatmadan önce yarım saat veya kırk dakika bir ön yatma uygulaması çok önemlidir. Bu şöyle yapılır. Yere halının üzerine usulca sırt üstü uzanırsınız ve avuç içleri parmak uçları yere deyecek şekilde eller yanda tutularak şöyle söylenir. “Şimdi vücudumda bulunan ve bana ait olmayan tüm parazit enerjiler toprağa aksın gitsin, hamdolsun Allah'ım”. Birkaç dakika sonra vücuttan yere doğru bir akım hissedersiniz. Bu akım bitinceye kadar bekleyin. Sonra yüzükoyun yatın ve aynı cümleyi söyleyin, bir on dakika da öyle kalın, sonra sağ yanınız, sonra da sol yanınız. Böylece asıl yatağınıza epeyce temizlenmiş olarak gidebilir ve rahat bir uyku çekebilirsiniz. AĞAÇLARLA YAPILAN TERAPİLER Gezegenimiz bitki orijinli bir gezegendir. Biyosferde yaşayan tüm canlıların gıda zincirinin ana halkaları bitkilerdir. Deniz ve su altı canlıları ise Biyosferdeki imkânlar zamanı gelip de tükendiğinde, bir afet veya kıyamet sonrasında, geriye kalanlar için alternatif besin ve imkân 56
rezervi olarak tuzlu suda bekletilmektedir. Ağaçların insana olan gölgesi, meyvesi, kerestesi gibi hizmetleri saymakla bitmez ancak antik dünya insanı ağaçlarla konuşabilmiş ve onların asıl vazifeleri olan makro fonksiyonlarını anlayabilmiştir. Bu da ağaçların, insan dilediğinde onun enerji bedenini temizleme özelliğidir. Bu halen bilinen bir özellik değildir ama yakın gelecekte bu keşfedildiğinde ve bilimsel olarak kanıtlandığında insanlar yakılan ormanlara bin kat daha üzülecektir. Antik dünya insanı Hayıt ağacının yanına giderek ona dokunur ve şöyle seslenirdi. “Hayıt hayıt, gel derdimi dağıt.” Ya da bir dut ağacına içini döker, onunla konuşur ve dokunarak birliği yaşar. Sonra bu dost ağaçtan ayrılırken “Ulu dut, sözümü tut.” diyerek oldukça samimi bir şekilde ona tembih ederek veda ederdi. Bu sözler ve cümleler antik çağdan bugüne kadar Anadolu’muza gelebilenlerdir. Daha kaybolup sönen kim bilir neler vardır neler. 1. kitap Claros’da ağaçlarla terapileri geniş bir şekilde anlatmıştım. Burada onlara ek olarak şunları söyleyebilirim. Eğer bahçeli bir köy eviniz varsa sorun yok ama yoksa en kısa zamanda şehre yakın bir köyde bahçesi ve bahçesinde ilâheyüksek ağaçları olan bir köy evi edinmeye çalışın. Burası sizin kurtuluşunuz olacaktır. Her fırsatta şehrin kirli aurasından ve basınçlı pis illallah enerjisinden kaçarak oraya gidin. Bahçenizde lâ herhangi bir ulu bulunan ceviz, kestane, dut v.b. ağacın üzerine tahtadan bir platform yaptırın. Öyle ki; merdivenle çıkılsın ve mümkünse iki kişi uzanabilsin. İşte ağaç eviniz hazır. Buraya çıkıp, ağacın aurasına girerek sadece uzanarak veya orada zaman geçirerek arınabilirsiniz. Ayrıca antik dünya insanı kendisi için hayvanların yünlerinden ve kuru otlardan yorganlar yapardı. Üstlerine ve altlarına bunları açar ve içerisine yatardı. Bunlar onlardaki hastalık yapan enerjileri temizlerlerdi. Şimdilerde büyük 57
şehirlerde kim yün yatak ve yorgan kullanabilir bir düşünün. Çünkü onları temizlik için bir akarsu gerekir ve bir hayli de zaman. Ancak şu var ki bir nevresimi feda edip ceviz veya çınar yapraklarından bir yorgan yapabilirsiniz. Taze yaprakları tavsiye ederim. Bu yorganı hastanın üzerine örtünüz ve sonuca bakınız. Hastanız çok kısa sürede aşırı terleyerek veya değişik tepkilerle çok iyi sonuçlar alacaktır. Bir subaşında, mesire yerinde veya bir dostunuzun bahçesinde ya da falanca cadde kenarındaki ulu bir ağaca Astral seyahat yaparak da ağaçların arındırıcı gücünden yararlanabiliriz. Astral seyahat yapıp bir saat o ağaçta kalmanız yeterlidir.
HAYVANLARLA YAPILAN TERAPİLER Koyun, keçi, at, eşek, inek gibi eti ile sütü ile güç ve kuvveti ile insana hizmetten başka bir amacı olmayan bu hayvanlar, işlerini kolaylaştırsın ve onu aynı zamanda şifalandırsın diye yaradan tarafından insana hediye edilmiş canlılardır. Bu hayvanlar bunca hizmetin yanı sıra bir de insanın derdini alırlar. Bu güçlü hayvanların terapi gücü artık bilim tarafından da kabul edilmektedir. Mesela Ankara’daki eski süvari birliğinin kadrolu atları bugün otistik çocukların tedavisinde hekim gözetiminde kullanılmaktadır. Antik dönem insanı bu konuları çok iyi biliyordu. Bundan dolayı bu hayvanlarla olan yakınlıkları çok kuvvetliydi. Neredeyse birlikte yaşıyorlardı ve bu yüzden çok az hastalanmaktaydılar. Burada size tavsiyem: Her fırsatta bir çiftliğe veya benzer bir yere, bir köydeki tanıdığa v.s. gidip büyükbaş hayvanlarla biraz zaman geçirmenizdir. Belki de rahim hastalıklarının veya prostat 58
hastalıklarının karşılığı altı ay bir taşa oturup her gün inek sağmaktır, nereden bilebiliriz, neden olmasın? Antik dönem insanı zaman zaman kendini arıya ve benzeri hayvanlara bilerek ısırttırırdı. Çocukluğumu yaşadığım köyümde bu gelenek yaşlılarımızda hala vardı. Elini uzatır ve bilerek arıya kendini soktururdu. Bir gün sordum, neden diye? “Oğlum arada bir bilerek vücuduna az bir zehir bırakacaksın ki bedenin güçlensin” diye cevapladılar. Doğruydu, bağışıklık sistemi alarma geçiyor, zehir çok da kuvvetli olmadığından vücut galip geliyor ve hem sistemin kendine olan güveni artıyor, hem de yeni bir zehir’e daha fazla bağışıklık kazanmış oluyordu. Aradan yıllar geçti. Yıl 2005 ve ben 45 yaşındayken bahçede bir gün ağaçların dibini çapalıyorum. Mevsim bahar, tüm tabiat uyanmış ve her iki üç çapada toprağın altından çeşitli kurt, böcek, çıyan v.s. çıkıveriyor. Çıyanlar çok seri, hemen bir deliğe kaçıp kayboluyorlar. Ve biliyorum ki bunlar zehirli hayvanlar. Aklıma geldi ve bir çıyana kendimi ısırttırıp zehrini vücuduma tanıtmak ve neler olduğunu test etmek istedim. Bunu ancak kendi üzerimde yaşarsam bilip, anlayabilecektim. Eldivenlerimi çıkardım ve çapaya çıplak el ile devam ettim. Bir süre sonra yine bir çıyanla karşılaşacağımı biliyordum. Birkaç çapa sonra orta büyüklükte bir çıyan yarılan toprağın arasından çıkıverdi. Seri bir şekilde kaçıp saklanmaya çalışırken onu hemen parmaklarımla yakalayıverdim. Onu tutar tutmaz çok seri bir hareketle yüz seksen derece döndü ve hemen başparmağımı ısırdı. Öyle bir şiddetli acı bıraktı ki sanki oraya birisi yanan bir sigara bastı sanmıştım. Hemen çıyanı bıraktım, birkaç saniyede ortadan kayboluverdi. Evet, istediğim deneyimi yaşamış ve eski insanlar gibi kendimi zehirli bir böceğe bilerek ısırttırmıştım. Bakalım şimdi ne olacaktı. Isırdığı 59
yerde ağrılar sikluslar şeklinde iki üç dakika ara ile yükselip zor dayanılır bir hal alıyor sonra yavaş yavaş azalarak minimum seviyeye iniyordu. Böyle böyle parmakta bir yükseliyor bir iniyordu. Çıyan oraya ağzındaki zehir ile birlikte bir program bırakmıştı. Bu program insanın enerji bedenini kilitleyip, devre dışı bırakacak yani onu öldürebilecek bir programdı. Eğer aynı anda on çıyan sokmuş olsa bunu başarabilir, beni öldürebilirlerdi. Ya da 70 kg‘lık bir insan değil de bir tavşan veya bir yavru kedi olsa bunu bir tanesi bile başarabilirdi. Kısa bir süre sonra bu ağrı yavaş yavaş koluma, oradan dosdoğru kalbime geldi. Artık sikluslar kalbimde patlıyorlardı. Hayvanın bıraktığı program kalp kaslarımı zorlamaya başlamıştı. Siklus tepeye geldiğinde nefesim daralıyor ve kalbim teklemeye, zorlanmaya başlıyordu. Reiki-Ra-Sheeba v.b. enerjilerle yıllardır çalıştığımdan hemen kalp çakrama elimi koyup olayı kontrol altına almaya çalıştıysam da karşımda gerçekten hatırı sayılır bir güç ve bir program vardı. Bu zehir ve programıyla gerçek anlamda iki saat süren bir savaş verdik. Sonunda onu yendim ve sikluslar küçülmeye ve daha az etkilemeye başladı. Vücudum artık çıyanın zehrini tanıyor ve o zehre karşı ne yapması gerektiğini biliyor. Belki çıyanın zehri ile benzer bir programa sahip bilinen on çeşit mikrobun da yol açtığı hastalıktan bu deneyim beni kurtaracaktır, bunu bilemeyiz. Belki hepatitin veya veremin karşılığı böyle bir hayvana kendini ısırttırmak olacaktır. Bunun araştırmasını bilim adamlarına bırakıyoruz ki zaten bu konuda sürekli araştırmalar yapılmaktadır. Mesela antik çağda Şifa tanrısı Asklepios’un asası iki yılan tarafından sarılarak sembolize edilmiştir. Eczacılığın sembolü yine bir kâseye kafasını uzatıp zehrini boşaltmaya hazır duran bir yılandır. Bu sembol şöyle çıkmıştır. Bir gün Asklepion’a gelen ve ölümcül hasta olan biri geri 60
çevrilir ve kaderine terk edilir. Zavallı hasta ölmek için bir yılanın kusmuğunu içer fakat tersine iyileşir. Bunu duyan Asklepion hekimi Galens yılanı ve zehiri sembol olarak seçer. Sürüngenler özel varlıklardır. Zehirleri ile bazen ölüm getirirler, bazen de panzehir olup hastalıklara deva oluverirler. Yani özet olarak şunu söyleyeceğim. Eğer bir gün sizi bir yılan, akrep, çıyan, kırkayak, arı v.b. ısırırsa, eğer ölmezseniz, üzülmeyin. Şifa tanrısı! Asklepios belki de size küçük bir aşı yapmıştır ve hayatınız boyunca bazı hastalıklar size hiç uğramayacaktır. Not : Antik çağda tanrı yakıştırmasıyla sıfatlandırılan şahsiyetler değişik bir makama sahip, şimdiki evliya ullaha benzer Allah kullarıdır. Bunlar keramet ehli ve mucizeler üretebilen özellikleri olan kullardandılar. O zamanın insanları, o zamanın bilinciyle bu kullara Tanrı yakıştırması yapmışlardır. MİNERALLERLE YAPILAN TERAPİLER Antik dünya insanı kristallerin ve büyük yalçın kayaların, mağaraların sağaltma gücünü çok iyi biliyordu. İnsanların tarih öncesinden beri kristallerden takı yapıp kullanma eğilimi bugüne kadar gelmektedir. Bu önceleri korunma ve arınma amaçlı yapılırdı. Hatırlarsanız eskiler çocukların omzuna şap takarlardı. Bunu nazar ve hastalıklardan çocuğun korunması için yaparlardı. Bu yöntem artık yerini süs eşyası amacına dönüştürse de kuvars veya ametist ya da diğer tekâmül etmiş minerallerden yapılan takılar yine de aynı koruma ve arındırma işlemine devam etmektedirler. Son günlerde yeniden gündeme gelen siyah volkanik terapi taşları ısıtılarak kullanıldığında sağaltma yönünden çok etkilidirler. Bir de vadilerde bulunan ulu kayalar vardır. Bu kayaların dibine oturup sırtınızı dayayın ve en az yirmi dakika kalkmayın veya orada uzanıp yatın, 61
bir uyku çekin. Sizi nasıl temizlediklerine şaşıracaksınız. Beta yaşam gereçleri başlığı altında volkanik taşlarla ilgili geniş bilgi vermeye çalışacağım. SESLERLE YAPILAN TERAPİLER Antik dünya insanı rezonansın gücünü çoktan fark etmişti. Eğer hastalıklar vücuda yerleşmiş birer manyetik alanlar ise o halde isteğe göre değişik manyetik alan yaratan titreşimler bunlar üzerinde etkili olabilirdi. Bu fikirden yola çıkarak davullar ve çanlar, Gong’lar ile terapiler başladı. Çeşitli çap ve büyüklükte Gong’lar çeşitli hastalıklarda kullanıldı. Davullar çalındı, ritimler uygulandı. Bu uygulama modern çağa kadar gelebilmiş ve şu anda da modern tıpta böbrek taşlarını kırmakta ve bazı başka hastalıklarda da ses frekansları etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Gong’lar ayrıca çok etkili bir manyetik alan yarattıkları için padişahların huzura kabul ve toplantıları öncesinde dikkati yoğunlaştırmak ve sessizliği sağlamakta kullanılmaktaydılar. Hâkimler bir kararı açıklamadan önce de bir çan’a vururlar. Bunlar bugüne kadar gelen ve gelenekselleşmiş ritüellerdir. Şamanlar ve Kızılderililer şifa seanslarında ihtiyaç duydukları ses frekansını davullarla oluşturmaktaydılar. Bu insanlar için davul çok önemlidir. Frekansı yüksek bir şifacı davula her vurduğunda deriden çıkan ses negatif enerjileri toz duman etmektedir. Bu sayede birçok psikolojik hastalık ve obsesyon durumları eskiden iyileşiverirmiş. Orta Asya’daki eski Türk boylarında da Tar-Rebap-Kopuz gibi çalgı aletleri ile yapılan müzikle terapi bilimi halen ülkemizde Tümata topluluğu tarafından başarılı bir şekilde icra edilmekte ve tanıtılmak-tadır. Bu ekolü ülkemize tanıtan değerli Tümata topluluğuna buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Daha çok uzak doğuda ve Hindistan’da yaygın 62
olan bir terapi türü de çan terapisidir. Burada çeşitli frekansta ses çıkaran çanlar çeşitli hastalıkların sağaltılmasında kullanılıyormuş. Ben bunları bizzat görmedim ancak oralara gidip gelen insanlardan duydum. Bunlar özgün aletler olduğu için de herkes temin edemiyormuş. Yine Beta yaşam araç gereçleri konsepti içinde oluşturduğum bir araç var ki bu araç “OMM” sesi üretmektedir. 256 Hertz, orta oktav Do frekansı olan bu “OMM” sesi ve titreşimi üreten alet vücuda uygulandığında yaydığı titreşimle OMM titreşimini direkt hücrelere çarptırarak blokajları ve negatif parazit enerjileri etkisiz hale getirmektedir. Böyle kaybolmaya yüz tutmuş bir tekniği ve aleti insanlığa kazandırmanın mutluluğunu yaşamaktayım. Bu aletle ilgili geniş bilgiyi Beta yaşam araç gereçleri bölümünde paylaşacağız. Ses ile yapılan antik terapilere bir de bağırıp çağırma terapisini ekleyebiliriz. Buna aynı zamanda Seda ve Nida terapisi de diyebiliriz. Hasta açık bir kırsal alana getirilir yada mevsim kış ve dışarısı uygun değil ise yalnız başına bir odaya bırakılır. Burada hastaya içinden nasıl geliyorsa o sesleri çıkarması söylenir. Bu en güzel ve yumuşak sevgiyi ifade eden seslerle, en kızgın ve öfke dolu haykırışlar arasında olabilir. Hasta istediği duygusal hali yaşar ve ona uygun sesi haykırarak bağıra bağıra çıkarır. Dışarıdan bakıldığında bir hayvanın kükreyişi, bir şizofrenin nöbeti veya bir sefilin inleyişi gibi manzaralar görülebilir. Ancak içeride bulunan ve duygularla girmiş olan enerjiler ve bunların manyetikleri yine duyguların ses ile ifade bulması ile açığa çıkarak salıverilirler. Bu batıl değildir, buna benzer terapi şekilleri modern tıpta psikoloji dalında da kullanılmaktadır.
SU İLE YAPILAN TERAPİLER 63
Su dünyada yaşayan bütün canlılar için havadan sonra gelen en önemli maddedir. Hatta deniz canlıları için havadan da önce gelir. Su yıkayan, arındıran bir özelliğe sahiptir. Tuz ile birleşince de bu özelliklerine bir de iyileştiren, koruyan, dezenfekte eden özellikler katılır. Çünkü tuz bilinen en eski ve tartışılmaz bir dezenfektandır. Antik dönem insanı tuz ile suyun güçlerini birleştirerek elde ettikleri tuzlu suyu hayatlarının her alanında kullanmışlardır. Bugün bile yiyeceklerin saklanmasından tutun (turşu, salamura,vs.) tıpta kullanılan serumlara kadar halen kullanılmaktadır. Tuzlu suyu hastalıkların sağaltılmasında şöyle kullanırız: Bir leğene ayaklarımızın aşık kemiklerini kapatacak kadar deniz suyu oranında tuzlu su yaparız ve bunu kışın biraz ısıtarak yazın ise soğuk hali ile ayaklarımızı içerisine daldırırız. En az yarım saat bekletmek zorundayız. Birkaç dakika sonra vücudumuzdan tuzlu suya bir akış başlar, bu akış negatif enerjilerin sağalmasıdır. Yarım saat sonra ya da akışın bittiğini hissettiğimizde ayaklarımızı çıkarıp durularız. Leğendeki suyu da hiç dokunmadan tuvalete dökeriz. Birde Termal Sular ve içme suları vardır ki Allah’ın yarattığı kullarına sebil ettiği muhteşem iyileştirme kaynaklarıdır. Her fırsatta buralardan yararlanmalıyız. Mesela Balıkesir ilinin Bigadiç ilçesindeki Hisar köy kaplıcalarının suyu Ametist ve Bor yataklarının arasından süzülerek geldiğinden arındırma ve sağaltma gücü çok yüksektir. Ayrıca bu suda bol miktarda Selenyum bulunduğundan hücreleri yenileme ö z e l l i ğ i n e s a h i p t i r. Termaller konusunu geniş bir şekilde ayrı bir kitapta Çan Terapi Aleti 64
sizinle paylaşmaya çalışacağım. Şimdilik sadece bu termalden önemli olduğu için bahsediyorum.
RÜYA TERAPİLERİ Antik dönemde rüyalara çok önem verilirdi. Rüya alemi insanın iç alemidir. Mevlana hazretleri birçok rubaisinde insanlar için “siz bir ummansınız, siz bir evrensiniz, bilmiyorsunuz” der. Gerçektende her insanın vücut uzayı binlerce evren gibidir. Bir mikrokozmosdur. Birer Asklepios sağaltımhaneleri olan Asklepionlarda rüya odaları bulunurdu. Bu teknik Türk hekimlik tarihinde de etkili bir şekilde kullanılmış ve Osmanlı dönemindeki sağaltımhanelere kadar süre gelmiştir. Üstad, hastanın vücut uzayında hastalıktan eser kalıp kalmadığını anlamak için hastaya çeşitli uyutucu ve rahatlatıcı bitki suları içirerek uzun bir koridordan yürütür ve rüya odasına bırakırdı. Bu rüya odalarının yüksek tavanlı ve kubbeli olması önemliydi. Hasta burada aldığı ilaçların etkisiyle rüyalarını görür ve üstada anlatırdı. Üstad bu rüyaları yorumladığında, eğer hasta hala korkunç, kabuslu, vesveseli rüyalar görüyor ise hala içeride habis karakterli enerjilerin var olduğunu anlayıp sağaltmaya devam kararı verirdi. Eğer rüyalar güllük gülistanlık, pozitif rüyalar ise bu tekniğe bir süre daha devam edilirdi. Vücut uzayı negatif enerjilerden ve hastalıklardan tamamen sağaltılıp boşaltılmış ise hasta taburcu edilebilirdi. Taburcu olacak hasta rüyaların temizliğinden belli olurdu.
65
KURŞUN DÖKME Antik çağda, bundan üç-dört bin yıl önceki eski yapı ve sütunların sabitlenmesinde erimiş kurşunları görmekteyiz. Bu demektir ki dört bin yıl önce dahi kurşun biliniyordu ve eritilerek çeşitli işlerde kullanılıyordu. Kurşun o çağlardan beri insanların psikosağlık ve fiziksel sağlık sorunlarında kullanılagelmiştir. Bugün bile halk arasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. O dönemdeki bilince göre kurşun atmaktan kasıt hastaya giren kötü ruhları kovalamaktı. Bugün ise bunu şöyle açıklayabiliriz. Bu yöntem daha çok ruhsal dengenin bozulduğunda ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklarda kullanılmakta etkili ve faydalıdır. İç sıkıntısı, bunalım, depresyon, vesvese, çeşitli korkular, panik atak, göğüste baskı ve nefes daralması( psikosomatik) v.b. durumların sebepleri arasında kişinin kendi enerji bedenine başka enerji gruplarının girmesi gösterilebilir. Bu parazit enerji grupları kişinin frekansını ve manyetik alanını parçalayarak ona böyle haller yaşatırlar. Kurşun atma bir üstat tarafından, bu konunun ehli birisi tarafından yapılırsa işe yarar. Sıradan bir kişinin yaptığı işlem hiçbir şeyi düzeltemez. Üstat kurşunu eritirken, hazırlarken ve suya atarken bu enerjilerle savaş halindedir. Tıpkı şaman şifacılar gibi. Binlerce yıllıdır insanlığa şifa hizmeti sunarak bugünlere kadar neslimizin ulaşmasına katkısı bulunan bir şaman şifacı çalışırken dışarıdan bakıldığında hareketleri her halde hiç normal gözükmezdi. Hatta bir modern doktor görse ona psikolo-jik hasta damgası yapıştırırdı. Oysa bunlar çok derin hastalıklarda bile mucizeler yapabilen 66
kişilerdi. Kurşun dökmekten amaç hastadaki parazit enerjileri düşünce gücüyle ve onlara komut vererek erimiş kurşuna toplamak ve o kurşunu soğuk suyun üzerine dökerek o enerjileri şoklayıp etkisiz hale getirmektir. Hasta bağdaş kurarak yere oturur ya da sırt üstü uzanır. Üzerine geniş bir çarşaf örtülür, bu çarşaf hastanın her tarafını kapatır. Yaklaşık 50 gram kurşun bir eski kaşıkta ocak üzerinde eritilir. Kurşun dökücü elinde bir tas su ve bir kaşık erimiş kurşunla hastanın başucuna gelir. Trans halinde tüm yoğunlu ile hastanın vücut uzayındaki parazit enerjilere konsantre olur ve onları elindeki erimiş kurşuna kanalize eder. Bu transfer işi bittiğinde erimiş kurşunu suya boşaltarak şoklar ve yapılarını bozarak hepsini parçalar. Çoğunlukla hasta bu işlemden sonra kendini rahat hissederek kalkar ve normal hayatına döner. Burada anlattıklarım sorunların başka yollardan ve başka boyutlardan çözümüdür. Fakat şunu da belirtmek istiyorum. Bu antik yöntemlere başvurmadan önce mutlaka doktorunuza başvurmalısınız. Bilimsel yöntemleri ve modern tıbbı asla küçümsememeliyiz. Bu yöntemler modern tıbbın yöntemleriyle birlikte yürütülebilir ya da modern tıbbın “artık yapacak bir şey kalmadı” dediğinde uygulamaya konulabilir. “Felek ne yana dönse, renkler yerinde durur. Karanlığın bir mum kadar hükmü var. Hâlık hiçbir kulunu naçar yaratmamıştır Ya bir mum yak kendine, ya sabret güneş doğar.” Nadir Bencan Birileri size her şey bitti, yapacak bir şey kalmadı dese bile hemen umutsuzluğa kapılmayın. Her sorunun bizim boyutumuzda birkaç çözümü 67
vardır ama Allah katında binlerce çözüm mevcuttur. Bu çözümün ne yandan ve kimden geleceğini kimse bilemez. Bazen Allahın sevdiği bir kulunun duası her şeyi siler bitirir ve bunu kimse inkâr edemez. Bu, yukarıdaki dörtlükle ancak bu kadar güzel ifade edilebilir. ÇARPINTIM VAR Bunu birçok kişiden duyarız. Heyecanlı bir film izlerken, birisiyle tartışmaya girdiğinde, korktuğunda, kapalı kaldığında, hızlı yürüdüğünde ya da koştuğunda şikâyet böyle dile getirilir. Çarpıntım var. Bu, kalp atışlarının ritminin normalden uzaklaşması ve anormale dönüşmesidir. Kişinin normal zamanlarda düzgün çalışan kalbinin, anormal durumlarda heyecan, yorgunluk v.s. ritmini bozmaktadır. Böyle durumlarda kalp çakrasına bir takım parazit enerjilerin yerleşmiş bulunduğunu anlarız. Bu enerjiler normal zamanda, uyku halinde fakat sessiz ve derinden yerleşik halde bulundukları hücreleri dejenere etmeye devam etmekte iken ansızın gelişen heyecan ve korku, yorgunluk anlarında hemen kendilerini ifade ederek çarpıntı şeklinde ortaya çıkarlar. Özellikle kalp bölgesine yerleşen enerjilerin hedefi yerleştikleri insanı devirmektir. Hasta kişi sıkıntısının ve çarpıntısının farkındadır ve hemen doktora gider. Çoğunlukla bir sürü test yapılırsa da hiçbir şey bulunamayabilir. Eli boş geri dönen çoktur. Çünkü hastalık henüz tanımlayamadığımız bir enerji türündedir ve tıbbın teknolojisinin dışında kalmaktadır. O yüzden bir bulguya rastlanamaz. Bu durum henüz enerji düzeyinde bulunan tüm hastalıklarda böyledir. Ancak bu gidiş gelişler devam eder durur. Bu süre zarfında dejenerasyon yavaş yavaş ilerler ve hastalık yapan parazit enerji ters evrim varlığı olduğundan yani maddeden enerjiye değil de enerjiden maddeye doğru evrim yaptığından 68
dolayı yavaş yavaş forma dönüşür ve bir hastalık adını alarak tıbbın teknolojisinin sınırları içerisine girmeye başlar. Artık sonuç ortadadır. Hastalık, hastalık olarak kabul görecek hale gelmiştir. Ya kalp kapakçığında bir iltihap yada bozulma veya kalp damarlarında daralma, kalp zarında bozulma vs. gibi bir sürü değişik model kalp rahatsızlığından biri olarak ortaya çıkar. Bu çıkan şey sonuçtur. Sebep değildir. Sebep o sonucu oluşturan ve ilk şikâyetlerde tespit edilemeyen parazit enerjilerdir. Asıl sebep ise o parazit enerjileri kendisine çeken kişinin yaşam biçimidir. Kişiler bir hastalıkla karşılaştığında hemen nerede yanlış yaptıklarına bakmalıdır. Çünkü hastalık yapan parazit enerjileri Allah’ın celal yüzünün tecellileri ve onun kolluk kuvvetleridirler. Eğer bunlar birisine musallat oldu ise sebepsiz değildir. O kişi dönüp arkasına iyice bakmalıdır. Mutlaka bir yerde Yaradan’ın düzenine çomak sokmuştur. Ya hak yasasını ihlal etmiş, bilerek veya bilmeyerek birinin hakkını yemiş ya da yapmaması gereken, söylememesi gereken, yememesi gereken fiiller yapmıştır. Yada hiç kimseye değilse bile kendi kendine haksızlıklar yapmıştır. Bu durumda bu hastalıktan kurtulmanın en etkili yollarından birisi de hem doktoruna başvurup ondan yardım alırken hem de çektiği acının yerine başka bir acı koyarak hastalığının kefaretini ödemeli ve bunu yaparken de “Allahım, bu kefareti bu hastalığıma karşılık uyguluyorum.” diye ikrar etmelidir. Bu, kefaret vererek olur. Ya “para” ama öylesine birkaç kuruş değil hastalığın canını ne kadar yakıyorsa, canını o kadar yakacak miktarda para veya “zaman” vereceksin ya da “sevgini” vereceksin, düşmanını bağrına basabileceksin, “Affedeceksin” Paran yoksa birilerine “ hizmet” edebilirsin vb. böylece hak yasası gereği hak yerini bulur ve bir şeyler vesile olarak sen de hastalığından kurtulursun. Kalp çakrasıyla ilgili yine bazı tespitleri 69
hatırlatmak istiyorum. Mesela: YÜREK OYNATMASI : Anadolu da genelde anneler yaramaz çocuklarının yaramazlıkları hat safhaya çıktıklarında bu sözü kullanırlar ya da birisi hızlı araba kullandığında ya da heyecanlı bir durumda yani ortama korku enerjileri girdiğinde yürek oynatması başlar. Bu da çarpıntıya benzer bir şeydir. Yürek oynatması: Negatif enerjilerin kalp çakrasına saldırısıdır. YÜREĞİM AĞZIMA GELDİ : Yüksek bir yerden baktığında ya da bir lunaparkta hızlı bir şeylere bindiğinde, uçağa ilk bindiğinde vs. böyle durumlarda yine korku enerjisinin kalp çakrasına saldırısıyla ortaya çıkan durumu Anadolu insanım böyle nitelendirmiştir. BAĞRIMA TAŞ BASTIM : Kalp çakrası sevgi ve aşkın mekânıdır. Sevdiğini kaybeden bazı insanlar artık başka birini sevemem düşüncesiyle kalp çakralarını kendileri kapatırlar ve bunu, bu şekilde ifade ederler. “bağrıma taş bastım” bu, bir tür kapatma ve mühürlemedir. Böyle yapan bir insan fazla yaşamaz. Çünkü kalp çakrası sevgi yaymaz ise oraya parazit enerjiler yuva yapar ve vücudun işini bitirirler.
70
ANTİK DÖNEMLERDE TERMAL KAYNAKLARIN BULUNMASI Çoğunluğu, bütün kişisel özgürlüğünü ve ruhsal potansiyelini “teknoloji” denilen kendi yarattığı canavara teslim eden insanlık; elektrikler on gün kesilse, trafik lambaları sönse, bankaların bilgisayar sistemleri çökse ve para veremese, kredi kart sistemleri tıkansa, ne yapar, ne yer, ne içer, yaşamına nasıl devam eder acaba? İnsan bir an kendini bu detay ve kaos programından çıkarıp, etrafına şöyle dingin ve arı, duru bir halde bakabilse, doğa ona ihtiyacı olan her şeyi çok basit ve sade bir dille o kadar güzel anlatıyor ki. Yine kendi deneyimlerimden bir örneği sizinle paylaşmak istiyorum. 2005 yılında, yağışlı bir mevsimde ailemle birlikte kendi arabamızla memleketim olan Gaziantep’e gitmiştik. Aile büyüklerini gördük, yapılacak işlerimizi yaptık ve dönüş yoluna koyulduk. Konya ovasına girdik ve yağışlı bir havada Ankara’ya doğru yaklaşıyoruz. Boş arazide giderken bir sarı tabela gözüme çarptı. Şu anda adını hatırlayamayacağım bir kaplıca ismi yazıyordu. “Falanca kaplıca şu kadar km” diye. Bunu kafama yazdım. Bu civarda demek bir kaplıca varmış dedim. Bu kaplıca için özel bir sondaj yapıldığını sanmıyorum. Muhtemelen ülkemizin her yerinde olduğu gibi kendiliğinden çıkan bir sıcak su kaynağı bulunmuş ve buraya bir tesis kurularak bir kaplıca ruhsatı verilmiştir. Oysa altta ne büyük bir termal enerji rezervi olduğunu bilemezsiniz. Şimdi buradan sonra yaşadığım olay oldukça ilginçtir. Bu tabelayı geçtikten on-on beş dakika sonra yağış durdu, ben ise yola devam ediyordum. Önce bir gökkuşağı fark ettim. Bu gökkuşağı sağımda ve muhteşem 71
görkemli bir gökkuşağı idi. Yolun sağında kalan bu gökkuşağını hayranlıkla izlerken birden yolun sol tarafında yoğunlaşan bir bulutsu oluşum dikkatimi çekti. Bu oluşum yaklaşık altı-yedi metre eninde kırk-elli metre yüksekliğinde ve elli belki de yüz kilometre uzunluğunda kıvrılarak giden bir buhar duvarından başka bir şey değildi. Dümdüz Konya ovasının ortasında toprak yüzeyinin yaklaşık sekiz-on metre üzerinde başlayan bu buhar duvarı tıpkı Çin Setti’nin arazi üzerinde kıvrılarak uzayıp gitmesi gibi uzayıp gidiyordu. Sağa yanaştım, arabamı güvenli bir şekilde park ettim ve indim. Bu eşi benzeri zor görülen doğa olayının ne olduğunu anlayıp idrak etmek istiyordum.
Az sonra sorumun cevabı zihnimde oluştu ve durumu idrak edebildim. Eğer bir saat sonra orada bulunsam bu buhardan işareti belki de göremeyecektim. Çünkü az sonra yağan yağmur hepsini silip süpürecekti. Bir saat önce orada olsam yine bu olay oluşmadan oradan geçip gitmiş olacaktım. Hamdolsun ki Antik terapileri, sağaltma ve iyileştirme yöntemlerini, antik ve sade yaşam biçimlerini araştırıp insanlara sunmak için çabalayan bu kuluna; Yüce Allah olması gerektiği yerde, olması gerektiği zamanda oldurarak bu tecrübeyi yaşatmıştı. 72
İdrak ettiğim bilgi şuydu; toprağın çok derin olmayan biraz altında bir termal nehir akmakta idi. Bu nehir yolun sağ tarafındaki dağlardan birinden doğup güneye doğru akmakta idi. Muhtemelen doğduğu yere yakın bir yerden de yeryüzüne görünmüş ve oraya da bir kaplıca kurulmuştu. Ancak o kaplıcada bu suyun ne kadarı insana hizmet etmekte bilemiyorum. Fakat yeraltından çıkan buharın yoğunluğu ve uzunluğu aşağıda hiç de hafife alınmayacak bir termal nehir olduğunun kanıtıydı. Yağmurla ıslanan topraktan sızan sular termal akıntıya ulaştığında ısınıp hatta kaynayıp buhar olarak tekrar yeryüzüne çıkmakta ve hava soğuk olduğundan da hemen donup bulut haline gelmekte idi. Nehrin olduğu yer o kadar belli idi ki hemen o anda on ya da yirmi adet sondaj makinesi gelip o buhar duvarının altına sırayla on kilometreye bir dizilip sondaj yapsalar, on tane termal kuyuya sahip olunabilirdi. İşte önce Allahın sonra doğanın ve gezegenimizin bize sunduğu hem de hiçbir kirliliğe sebep olmayacak tertemiz bir enerji rezervi. Al bu enerjiyi her ihtiyacında kullan. Burada anlatmak istediğim şu: İnsanlar teknolojinin ağır yan etkilerine katlanmadan da doğayı izleyip dinleyerek hedeflerine ulaşabilir. Onun sınırsız nimetlerinden yararlanabilirler. Şimdi bu bilgi ve idrak ile yağmurlu havalardan sonra, yağmur durduğunda arabamla şöyle bir şehir dışına çıkıp dolaştığımda, yüz kilometre yol gitmeden mutlaka arazide bir termal yeraltı suyu işareti algılayabiliyorum. Bu tecrübeyi yaşamadan önce havadaki iz ve işaretleri asla bu şekilde yorumlayamazdım. Kim bilir daha üstüne basıp geçtiğimiz ne bilgiler vardır fark edilmeyi bekleyen! Yöntemlerin ilkel veya modern olması hiç fark etmez, yeter ki çalışsınlar. Bu sözüm modern bilimi tabu haline getirip başka hiçbir şeyi kabul etmeyen şüpheci bilim adamlarına. 73
Yerde durduğu halde Mısır’daki bir piramit’in yüksekliğini ölçmek isteyen bir bilim adamı için belki de bir bilgisayara, bir teodolit ölçme aletine, bir trigonometri cetveline v.s. gibi bir sürü bilimsel desteğe ihtiyaç vardır. Bunlardan biri olmazsa onun yüksekliğini ölçemez. Oysa günün belli saatinde kendi gölgesi boyu ile aynı ölçüye geldiği anda piramit’in de gölgesini ölçerse, o piramit’in yüksekliğini hatasız bulmuş olacaktır. Detay denizinde boğulup kaybolmayalım. Her ihtiyacın mutlaka çok basit bir çözümü vardır.
74
ANTİK TERAPİ ARAÇ GEREÇLERİ ÇAN TERAPİSİ P.E.K. DİYOPOZONU 256 (Parazit Enerji Kovucu Diyapozon) Diyopozonlar ; Sabit bir frekans üretmek ve yaymak için tasarlanmış aletlerdir. Genellikle, tıbbın kulak sağlığı ve akustik hasta-lıkları inceleyen bölümlerinde ve laboratuarlar-da kullanılır. İki çatal ucu olan bir alet olup, değişik metal veya alaşımlardan yapılabilmek-tedir. Çatallardan birisine sert bir cisimle vurularak oluşturulan titreşim o metalin cinsi,çatal ayakların kalınlığı ve uzunluğu ile ilgili olarak bir frekans üretip yayılmasına neden olur.Ancak burada esas olan bu aletin her koşulda hep aynı sabit frekansı üretmesidir. PEK Diyopozonu evrenin varoluş frekansı olan OMM frekansını üretmektedir.Bu frekans 256 hertz OMM frekansıdır.Üretilmiş olan diğer bütün frekanstaki diyopozonlar insan kulağına tutulduğunda bir süre sonra rahatsız edici olurken, PEK Diyopozonu 256 kulağa tutulduğunda olağan üstü rahatlatıcı bir titreşim kulağa yayılmakta ve evrenin doğal titreşimi olan OMM titreşimini kulaktan vibrasyon halinde tüm vücuda dalga dalga gönderip,önüne çıkan enerjik blokaj ve engelleri kırmaya başlarken bu sabit frekans ile eğer kararlı bir şekilde enerji merkezlerine ve ağrı, problem olan yerlere titreşim uygulanırsa bu baskıya dayanamayan negatif enerjiler ve blokajlar çözülerek vücudu terk etmeye zorlanmaktadır. Bu ses titreşimi evrenin varoluş titreşimi ve onu oluşturan galaksilerin, gezegenlerin sesidir.İnsan dünyasına en uygun olan bir frekans olup,ona sağlık ve şifa verir.İnsanı enerjik olarak yıkar,durular,arıtır. 75
İ.Ö. 6.y.yılda pisagor ve sonrası 17.y.yılda Kepler gezegenlerin seslerini araştırmışlar ve bu frekansları dinleyenlerin ruhsal bakımdan besleneceğini, sağlık kazanacağını, evrenin titreşimlerine akort olacaklarını bildirmişlerdir. Şamanların ve tüm dinlerdeki şifacıların sesin şifa gücünü her zaman kullandıkları bilinmektedir. Bugün ise evrenin OMM frekansı; “PEK DİYOPOZON 256 SİSTEMİ’’ ile ruhsal ve fiziksel olarak akordu bozulmuş bedenlere bu gezegensel titreşimler gönderilerek genel akort düzenlenmesi yapılabilmektedir. Pek diyopozonun altındaki kaide özellikle konik bir kubbe şeklinde tasarlanmıştır. Altın çeker, kubbe iter prensibiyle vücuda kupa gibi oturtulan bu kubbe tüm titreşimi kayıp vermeden hücrelere iletir. Avuç içinde, kalp çakrasında ve göbek çakrasında kullanıldığında ne kadar etkili olduğu en düşük farkındalıkla bile hemen farkedilmektedir.
76
Vücudumuzda şüphelendiğimiz her bölgeye uygulayarak o bölgeyi negatif enerjilerden temizleyebiliriz.
Vücuda ait olmayan böbrek taşlarına sabit bir ses frekansının kararlı bir şekilde uygulan77
masıyla, bir süre sonra ufalanıp vücudu terk ettiğini artık hepimiz bilmekteyiz. Pek diyopozonu da aynı şekilde ve aynı prensiple çalışmaktadır. Bu sabit frekans kararlılıkla uygulandığında enerjik blokajları parçalayıp vücudu terk etmeye zorlamaktadır.
Hızla derin meditasyona ulaştırır Uzakdoğu dinlerinde meditasyona girerken çeşitli mantralar kullanılır.Bunlardan en önemlilerinden birisi de; “OMM’’dur. Budizmin işaretleri ve kuralları ile yola çıkanlar omm çekerek derin meditasyonlara girerler. Oysa bu alet omm titreşiminin kendisini bizzatihi üretmekte ve titreşim halinde somut olarak hücrelere yaymaktadır. Böylece bir saatte ulaşılan derin meditasyon haline,birkaç dakika içinde insanı ulaştırmaktadır. ANKH 78
SONSUZLUĞUN ANAHTARI
Eski Mısır uygarlığında, M.Ö. 3000 ile 5000 yılları arasında kullanıldığı bilinmektedir. Sembol önceleri sanal olarak kullanılırken (şimdiki zamanda reiki sembollerinin kullanıldığı gibi) daha sonra çeşitli metalik alaşım dökülerek sembolün bizatihi kendisi ele alınıp fizikken de ortaya konularak yaygın ve etkili bir şekilde kullanılmıştır. Bu sembolü genellikle o zamanın rahipleri ve ruhban sınıfı çeşitli inisyasyon törenlerinde uyanış ve aydınlanmanın her aşamasında kullanmışlardır. Bu sembol zaman ötesi zamansız zamanların boyutsal kapılarını açtığı düşünüldüğünden “Sonsuzluğun anahtarı” adıyla anılmıştır. Mısırlılara göre, kişi bu sembolü kullanarak hazır olduğu birçok boyut kapısını açabilir. Kraliyet ailesi ve o zamanın aristokrat kısmı bu 79
sembolü hem aydınlanma hem de bolluk ve bereket için kullanmıştır. Çünkü çalıştırıldığı anda bulunduğu ortamdaki negatif, parazit enerjileri temizleyen bu ANKH temizlediği ortama pozitif olguların girmesine vesile olacak bir alet gibi çalışabilmektedir. Bu nedenle bolluk ve bereketi de simgelediği için bu kesim ona “Nil” in anahtarı” gibi bir pratik isim vermiştir. O zamanda ilim ve teknolojide çok ileride olan Mısır uygarlığı kendilerine kanal bilgisi olarak gelen bu sembolün değerini çok iyi anlamış ve günlük hayatlarında ciddi bir yere koyarak kullana gelmişlerdir. Hatta ANKH resmi kayıtlara bile girmiştir. Tüm duvar rölyeflerinde ve resimlerinde ANKH’a rastlamamak neredeyse mümkün değildir. Ben de; Mısır uygarlığının en önemli kişilerinin en önemli inisiye, terapi ve törenlerinde hiç ihmal etmeden kullandıkları bu sembolü birebir ölçülerinde dökümden yaparak üzerine çeşitli kıtalardan ve su altından temin ettiğim doğal taş ve mineraller döşeyip bu sembolün nasıl çalıştığını araştırmaya koyuldum. Günlerce manevi alemde bu sembolün nasıl çalıştığını araştırmaya çalıştım. Bir zaman sonra nihayet bir açılım oldu ve soru’mun ; benim çalıştığım saha ile ilgili yanıtı geldi. Benim çalıştığım saha Antik terapiler ve hastalıkların sağaltılmasıdır. Hastalıkların sağaltılması alanında bu sembol şöyle çalışmaktadır. 1) Alaşımdan dökerek hazırladığım sembolün birebir örneği sağ el ile başparmağın ucu ortada bulunan kristalin tam altına gelecek şekilde tutulur. 2) Üzerindeki taşlar tutan kişiye bakacak şekilde terapi yapılacak kişiye doğru yönlendirilir. Bu alet ile siz kendinize değil bir başkasına uygulama yaparsınız, bir başkası da size yapabilir. 3) Sembolün alt ucunu bir mermer pencere 80
kenarına, toprağa, masanın üzerinde duran herhangi bir taşa ya da kuvars kristaline veya bir tas tuzlu suya deydirmelisiniz. 4) Sembolün sol taraftaki kısa ucundan çekilerek negatif evrenden gerekli olan enerji çağrılarak davet edilir. 5) Sembolün sağ tarafındaki kısa ucundan çekilerek pozitif evrenden gerekli olan enerji çağrılarak davet edilir. 6) Tıpkı bir prizdeki nötr ve faz gibi aletin çalışmasını sağlayacak enerji artık hazırdır. Sembolün üstündeki yuvarlak kısmın içerisinde, gelen bu enerjilerden bir manyetik filtre oluşturulur. Bu manyetik filtre; içinden imgeleme ile geçirilen her şeyi parazit enerjilerden süzüp temizleyecek bir filtredir. 7) Şimdi karşınızdaki kişinin enerji bedenini bu filtreden yavaşça geçirebilirsiniz. Bunu başlattığınız anda semboldeki titremeyi ve gerginliği hemen hissedersiniz. Aynı oranda karşıdaki kişide rahatladığını ve arandığını hissetmeye başlayacaktır. Her beş dakikada bir bu işlemi üç defa yaptığınızda, bir seansı tamamlamış oluruz. Böylece yapılan seanslarda sembolün şifa alanında çalıştırılması sağlanmış olur. Manyetik filtrede biriken parazit enerjiler sembolün alt ucundan değdirdiğimiz, toprak mermer veya kristal ya da tuzlu su gibi nesneye gönderilerek sembolde birikmemesi ya da elimizden bize geçmemesi sağlanmalıdır. Bunun için tuttuğunuz kolunuza bir bilezik takarsanız siz olumsuz etkilerin geçmesinden büyük üçlüde korunursunuz. Bu anlattığım ANKH’ in çalışma biçimlerinden bir tanesidir. Daha birçok kullanım sahası olduğu, bu sembolün çok fonksiyonel bir sembol olduğu da bir gerçektir. Ancak diğer çalışma biçimlerini sembolü edinen, ona sahip olan kişiler onunla bütünleşerek bulacaklardır. BLOKAJ TARAYICI ÇUBUK 81
(RADYASTEZİ ÇUBUĞU) On binlerce yıldır insanlar yaşamlarını idame ettirirlerken modern bilim ve onun araç-gereçleri yoktu. İnsanlar;sularını, avlarını, yiyeceklerini, hasılı ihtiyaç duydukları her şeylerini evrenin sesini dinleyerek sezgileri ile bulup ulaşmakta ve ihti-yaçlarını gidermekte idiler. Bu düzen, modern insan kavmi ortaya çıkıncaya kadar bozulmadan böylece sürdü,geldi. Ancak modern insan kavmi, sanayi ve endüstri devrimi başlığı altında başlattığı harekat ile her şeyi beş duyunun yasa-ları ve sınırları içerisinde değerlendirip, sezgisel ve ruhsal her veri ve çözümlemeyi şüpheyle karşılayarak sümenaltı edip, insanlık adına maddenin fethedi-lişini kutlarken yüksek ruhaniyet, manevi değerler ve sezgisel farkındalığı dev bir yenilgi ve durağanlık dönemine kıstırdığının farkında bile değildi. Esasında manevi yasalar ve sezgisel farkındalık, modern bilim diye anılan bilginin evrensel bilim platformunda bir veya birkaç varyant üstündeki gerçeğinden başka bir şey değildi.Yani sezgisel farkındalık kuantum okyanusundan bilgi indirmenin karmaşık olmayan en basit ve kestirme yolu idi. Bunu şimdiki bilim adamları kuantum fiziğinin derinliklerine indikçe yeni yeni anlayabilmektedirler. Kuantum okyanusundan bilgi indirmek, internetten bilgi indirmenin makro düzeydeki realitesidir. Burada anlatacağım blokaj tarayıcı çubuk değişik modelleri üretilerek günümüze kadar gelmiş halinin son örneğidir. İlk zamanlar insanlar en çok ihtiyaç duydukları suyu aramak için buna benzer doğal aletler geliştirip kullanmışlar. Bunları taze ağaç dallarından yaparlarmış (Dut, Nar, Hayıt, vs…) Sonra fark etmişler ki sudan başka şeyleri de tespit edebiliyor. Alet esasında niyete göre çalışmaktadır. Neye niyet ederseniz o bilgi evrene gider ve evrenden de size he-men cevabı gelir. 82
Uygulama
eski zamanlarda şöyle yapılıyor
idi: Kişi çubuğu tutuyor, sonra ne aradığına niyet ediyor, sonra da bu niyetini daha da netleştirmek için ağzına su,metal para, bakır, kömür, vs…(aradığı her ne ise) ilgili bir obje alıp araziye çıkıyor.Bir süre yürüyüp gezinince aradığı şeyin olduğu bölgeye geldiğinde çubuk tepki veriyor ve aşağı ya da yukarı hareket ediyor. Bu şekilde aradığı şeyi bulmuş oluyor. Burada vücut bir biyolojik makine gibi çalışıyor. Numuneyi ağız denilen hazneye koyuyorsunuz, size o numuneden bulmanızı sağlıyor. Ne muhteşem bir teknoji ve ne kadar basit değil mi? Bu olayı uygulayanlara ben defalarca şahit oldum. Kendim de halen vücuttaki blokajları tespit etmek için uygulamaktayım. Arazideki uygulamalara şahit olan kişiler bilirler ki çubuğun hareketi çok güçlü ve elde olmadan oluşan hareketlerdir. Bunu herkes deneyip görebilir. Şimdi blokaj tarayıcı çubuğun nasıl çalıştığına gelelim: Bu çubuk tahta sapından yere paralel bir şekilde tutularak önce terazisi alınır. Yani ne aşağı ne yukarı, tam nötr noktada tutularak çevredeki farklı frekanslara hassas hale getirilir. Sonra tarama yapılacak kişinin vücudunda bulunan ve ona ait olmayan, blokaj yapan enerji gruplarının tespitine niyet edilir Daha sonra kişi tabureye oturtulup arkasına geçilir ve tahta sapın nihayeti kafadan 2 cm. yukarıda olacak şekilde çubuk öne doğru tutulur. Eğer kafada migren,baş ağrısı,vs… gibi bir sorun varsa çubuk o sorun olan bölgeden uzaklaşır ve öne doğru değil, bir yana doğru sapmaya başlar. O zaman anlarız ki kişinin o bölgesinde fiziksel veya psikolojik bir problem var. Bunu kişiye belirtmeden önce kendimiz tespit ederiz ve uygun birkaç soru ile (migreniniz var mı? arada baş ağrılarınız oluyor mu? bugünlerde kafayı 83
taktığınız ciddi şeyler mi var? vs…) problemi netleştirebiliriz. Sonra ön tarafa geçer, çubuğu üçüncü göz üzerinde tutarız.Burada bize üçüncü gözün açık olup olmadığı hakkında da bilgi verebilir.Çubuğun ucunu vücuda doğru ve vücuttan 2-3cm.uzakta olacak bir biçimde tutmaya devam ederek dikey bir eksen üzerinde kişiyi ayağa kaldırıp ayaklarına kadar gezdiririz. Eğer vücutta hiçbir blokaj ve tıkanıklık yoksa çubuk düz bir biçimde ayak bileklerine kadar iner. Eğer bir blokaja rastlarsa,o bölgeden uzaklaşıp sapma gösterir.O zaman anlarız ki o bölgede sorun var. Mesela mideye doğru yaklaştırdığımızda eğer hemen karaciğer ve safra kesesine doğru bir sapma yapıyorsa biliriz ki midede bir problem var. Her hastalığın bir enerjisi ve frekansı vardır. Bu frekans, vücudun frekansından ayrı bir frekanstır. Blokaj tarayıcı çubuk; işte bu vücuttan ayrı, farklı frekansı tespit edip yakalar ve sapma gösterir. Bunun çalışma sahasında branş yoktur. Diş çürüğünden, rahimdeki kiste kadar her yerdeki problemi birkaç dakika içerisinde yakalayabilmektedir. Allah her şeyi o kadar basit yaratmıştır ki… Fakat insanlar bugün detay denizinde boğulmaktadırlar. Bürokrasi ve bunun kırtasiyesinden gına gelmeyen var mıdır? Blokaj tarayıcı çubuk, tıpkı bir check-up gibi, fakat milyarlarca dolarlık pahalı cihazların haftalarca süren zamanlarda yakaladığı problem ve tıkanıklıkları, birkaç dakika içinde ve vücudun 84
bütünlüğünü ele alarak tespit edebilmektedir. Ancak bu ve bunun gibi yöntemler yinede modern tıbbın imkanları ve verileri ile desteklenmediği sürece yalnızca sezgisel öngörü ve bilgi düzeyinde kalmaktadır. Böyle araçlarla yapılan testlerin teyidi alınıp modern tıbbın bilgileriyle de örtüştüğünde gerçeğe giden yolun sadece beş duyudan geçmediğini fark etmiş olacağız. “ Cisimde ruh olmayınca aşk yaşanamaz. Akıl ile gönül’ü ,bilim ile ilimi birleştirmek lazım.” Özellikle yirminci yüzyıldan sonra biyosfer tabakası üzerinde hepimizi içine alan bir elektromanyetik dalga bataklığı oluştu. Bunun içerisinde radyo, tv sinyallerinden tutun, semtlerde kurulan baz istasyonlarına kadar, kol saatimizden, cep telefonumuzdan tutun otomobil gürültüsüne kadar her çeşit frekans ve manyetik alan kirliliği diz boyu. Bu kadar kirliliğin içinde bir bebek düşünün, dünyaya geliyor. Bu pisliğin içine doğuyor. Onu sarmalayan bu kirlilik kısa sürede onu dejenere edecek güce sahip. Daha üç yaşında, beş yaşında şeker ve tansiyon hastası bebeklere rastlıyorum. Beş, altı yaşında çocuklarda alerjiler almış başını gidiyor. Bu çocuklarda büyüklerde görülen her çeşit hastalık artık görülmeye başlandı. Büyükler rahatsızlıklarıyla ilgili konuşarak, şuram ağrıyor veya şöyle böyle bir sorunum var diyerek kendilerini ifade edebilirler ancak bebekler nafile.
85
Onlar konuşamadıkları için kendilerini ifade edemezler. Çoğu zaman anne baba çaresiz kalır. Çocuk sürekli ağlar, uyumaz, yemez ama sorun nedir bilinmez. Çünkü konuşup şuramda bir sorun var diyemiyordur. Burada doktorun da işi zordur, bir sürü olasılığın içinden doğru teşhisi şaşırmadan bulabilmelidir. Radyastezi çubuğu burada çok işe yarar. En azından hastalığı lokalize edebilir. Çocuğun karnında mı bir sorunu var yoksa başı mı ağrıyor ya da kolu mu burkulmuş böyle bir anormalliği radyastezi çubuğu ile kolayca ayırt edebiliriz. Aynı şekilde konuşamayan diğer canlılar olan hayvanlarda da rahatlıkla kullanılabilir. Bir keresinde İstanbul’dan bir arkadaşım beni aradı ve İzmir Hipodromunda bir yarış atı olduğunu fakat iki yıldır hiç derece alamadığını, performansının hep düşük olduğunu söyleyip onunla ilgilenmemi rica etti. Hipodroma gidip atı buldum. Bakıcısı beni atın yanına bırakmak istemedi, çok sinirli ve agresif bir hayvanmış! “Size zarar verebilir” dedi. Buna rağmen ben içeri girdim ve ata yaklaştım. Radyastezi çubuğumla kontrole başladım. Daha başına ilk baktığımda hayvanda migren olduğunu tespit ettim. Migreni olan bir hayvan tabii ki sinirli ve agresif olacaktı ve böyle bir hayvandan başarı elbette beklene-mezdi. O dişi bir at idi. Çubuk ile kontrole de-vam ettim. Atın ikinci çakrası yani cinsel bölge-ye denk gelen çakrası kapalı ve sorunlu idi. Orada da problemi vardı. Seyis’e sordum; “bu hayvanı hiç çiftleştiriyor musunuz?” diye. “Hayır” dedi.” “Eğer çiftleştirirsek onun hamile kalma riski var, hamile kalırsa da yarışa giremez onun için çiftleştirmiyoruz” dedi. At çiftleşemediği için ve bu fonksiyonu yaşayamadığı yani dişiliğini ifade edemediği için strese girip migren oluyor ve bu yüzden de başarılı olamıyor. Bu kısır döngüyü at üstatları bile 86
anlayamıyorlar. Oysa o kadar açık ve net ki. O hayvan anne olacak ve belki de ondan doğan tay çok iyi yarışlar çıkaracak. Çünkü hayvanın soyağacı çok iyi fakat kendisi başarısız. Bunları arkadaşıma anlattım. Yaşı ve zamanı geldiği halde hayvanı çiftleştirmemenin ona işkence olduğunu, bunların da bir can taşıdığını ve bazı şeyleri yaşamaları gerektiğini anlattım. Bunları idrak ettiğinde hemen atlarını satmaya karar verdi ve yarış hayatından çekildi. Eğer radyastezi çubuğu olmasaydı o hayvanın sorunu asla anlaşılamayacaktı. Çünkü ağzı dili yok. Bu nedenle konuşamayan canlılarda ve onlardaki blokajları bulmada radyastezi çubuğu çok önem taşımaktadır.
Yorulduğunuzda yorulan siz değilsiniz Onlardır, Zulmanilerdir. Çünkü onların fıtratında tembellik vardır. Üstlerine gidiniz! 87
Onları açığa çıkmaya zorlayınız. MUDRA YÜZÜKLERİ Parmaklarımız; Allah’ın bizi tasarlarken oluşturduğu harika uzantılardır. İş tutma kabiliyeti bakımından çok muhteşem tasarlanmışlardır ve fiziksel ihtiyaçlarımızda, yazı yazmadan piyano çalmaya yemek yemeden alet edevat kullanmaya kadar hizmette sınır tanımayan yardımcılarımızdırlar. Ancak,bunların fizik alemde olduğu kadar hatta belki ondan daha da fazla enerjik alemde de fonksiyonları ve kabiliyetleri vardır. Bu eşsiz potansiyel insanların çoğunda kullanılmadan atıl beklemektedir. Umarım ki herkes kendindeki bu potansiyelin farkına varsın ve kullansın. Yaradan; Musavvir ismi hakkıyla bedenlerimize şekil ve suret verip bizi tasarlarken, Alim ismi hakkıyla bizlerin evrimleştiğimizde kullanacağımız programları da bizlere yükleyerek “halden hale gireceksiniz” ayeti ile bu programları açacağımızı yüce beyan Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtmiştir. Bunlar kendiliğinden açılan çok basit programlardır.”İki veya üç parmak ucunu birbirine değdirmek kadar basit programlardır.” Her parmak ucu e n e r j i a k ı ş meridyenlerinin giriş ve çıkış noktasıdır. İki parmak ucu birbirine değdirildiğinde vücudumuzda serbest halde bulunan öz enerjimiz hemen devinim yapmaya başlar. Durgun enerji kirli enerjidir, hareket eden enerji temiz enerjidir p r e n s ib in e g ö r e b u devinim sırasında doğal 88
enerjimizden oluşan enerji benimizde bulunan ve bize ait olmayan sıvaşık parazit enerjiler yerlerinden sökülür ve vücuttan atılmaya zorlanır. Bazen de parmak uçlarında oluşan bu yanmayı cızırtı halinde hissedenler çoktur.
Şekil-1 ve Şekil-2 de olduğu gibi her iki elimizin parmak uçlarını birleştirdiğimizde (Baş, işaret ve orta parmak ya da baş,orta ve dördüncü parmak) mükemmel bir arınma süreci başlar. Ancak bunu bir buçuk-iki saat böylece tutmak gerekmektedir. Günlük hayat içinde bunu yapmak biraz zordur, iki saat boyunca iki elimizi bu pozisyonda tutamayabiliriz. Telefonumuz çalar,birisi gelir, bir iş çıkar vb. sebeplerle çok değil on beş dakika sonra parmakları çözmek zorunda kalabiliriz. Ben bunu soruna bir çözüm bulmak gerektiğini düşündüm ve bir aparat yapmaya karar verdim. Üç parmağa da aynı anda takılabilen bir üçlü yüzük bu sorunu çözecekti. Üç gümüş yüzüğü birbirine dördüncü bir halka ile kaynattırdım ve hemen kendimde denedim. yüzüklere ayrı ayrı verdiğim açı sayesinde parmak uçlarım otomatik olarak birleşmek zorunda kalıyor ve onları birleştirmek için dikkat sarf etmiyordum. Böylece kendimi daha rahat bırakabiliyordum. Relax bırakınca da sağaltım daha çabuk ve kolay oluyordu. Ayrıca bunun gece uykuda kullanılması çok daha iyi olmaktadır. Çünkü; zaten uyku için 6-8 saatlik geniş bir zaman ayırmaktayız. İşte bu zamandan faydalanmak çok iyi olacaktır. Böylece gündüz parmaklarımız bize kalırken gecede hastalık yapan parazit enerjilerin sağaltılması rahat rahat gerçekleşecektir hem de biz uyduğumuz yerde. 89
Şimdi Allah’ın izniyle bu bilgiyi ve yüzükleri herkesin hayrına olacak şekilde hastalıklarından sağaltma yöntemlerinin bir aparatı olarak sizlere sunuyorum. Nasibi olan arasın, bulsun, yapsın, kullansın. Bilgiyi; basit, karmaşık, uzak, yakın demeden arayın bulun. Bazen en basit bilgiler çok işlevsel olup hayatlar kurtarabilir. Onun için önünüze
90
çıkan her bilgiyi küçümsemeden mutlaka değerlendirin. Yaratılan her birim, yaradanı ifade eder. Hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar, nehirler ve bulutların da bizim gibi ruhları vardır. İnsan olarak en son biz yaratıldık ve madde alemdeki mevcudat ile harmanlanıp, deneyim, evrim ve tekamülümüzü arttırmak için dünyaya geldik. O halde inisiyaki yaşayan diğer tüm varlıklardan daha öğreneceğimiz çok şey ve alacağımız çok mesaj var.
“O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır.” Casiye -28 KURAN OKUMA TEKNİĞİ “O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır.” Casiye -28 Her peygamberin ümmeti, oluşturduğu bir şefaat programı ve bir manyetik alanı vardır.Yukarıdaki ayetten anladığımıza göre O gün yani kıyam günü, yada ana hasat günü her ümmet tam teslimiyet halinde kendi kitabının manyetik alanına çağrılır ve kendi peygamberinin şefaatine ve kitabının korunma alanına girer. “Gerçekten onlara ilim ile açıkladığımız Şekil-1 Şekil-2 91
inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak bir kitap getirdik” Araf-52 (Hangi kitaba inanıyorsan, o kitabın manyetik alanına giriyorsun. Eğer Peygamberin Hz.Muhammet (s.a.v) ve kitabın KUR’AN ise İslam manyetik alanı ve onun koruma arasındasın demektir). Sokağa çıkıp şöyle bir baktığınız zaman birçok insanı yorgun ve mutsuz görürsünüz. Bunun nedeni de dünya gailesinin ağır, sorumlulukların yüksek olmasındandır. Masraflar çok gelir az, geleceğe güven şüpheli ve birçok insan ipin ucunu kaçırmış, haritayı kaybetmiş bulunmaktadır. Yaşantımızda karşımıza çıkan aksiliklerin, uğursuzlukların, hayırsızlıkların sebebi; olayları kendimiz idare etmeye çalışmamız ve benliği ön plana çıkarmamızdandır. Oysa bu çark, bu devran o kadar büyük ve acımasızdır ki bunu biz idare etmeye kalkarsak buna gücümüz yetmediği gibi bizi ezer geçer. “İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez, Zîrâ bu terâzi bu sikleti çekmez.” Ziya Paşa Bu nedenle yaşamımızda, özellikle rızık ve kısmet ile ilgili olan ihtiyaçlarımızı Yaradandan istememiz ve idareyi ona bırakmamız daha doğru olacaktır. O Lâtif ismi hakkıyla bizim ihtiyaçlarımızı ve temin yollarını bizden çok iyi bilir. Bir sorunun belki Allah katında yüz türlü çözümü vardır ama biz onun sadece 2 yada 3 tanesini görebiliriz. O halde böyle bir durumda Allah (c.c) ile râbıtayı koparmamak gerekir. Bu da nasıl olur. O’na zaman ayırarak ve onu anarak. “Rabbini; içinden yalvararak ve ondan korkarak (saygıyla eğilerek) yüksek olmayan bir ses ile sabah akşam an.” 92
Araf-205 Niçin bu ülkede dünyaya geldin? Eğer Müslüman bir coğrafyada dünyaya geldiysek bunun mutlaka bir sebebi vardır. Burada dünyaya gelen bir can tüm hücrelerine Kur’an’ın bütün enerjisini kayıt etmelidir. Yalınız cüz cüz belirli bölümlerini değil bütününü kayıt etmelidir. Aldığımız bir tat yada gördüğümüz bir sıfat nasıl onlarca yıl sonra icâbı halinde tekrar hatırlanıyor ise demek ki hücrelerde bir yere, bir arşive kayıt ediliyor demektir. O halde kutsal kitapların bütününü (Hatim) okuyarak hücrelerimize yada enerji bedenimize kayıt edersek O kitap artık bizim içimizdedir. Yani satır satır, ayet ayet, hatırlamasak da okurken o içeride bir yerde kayıt olmaktadır. O halde bir veya birkaç, hatta tüm
93
kutsal kitapları (4 kitabı) okumuş, hatim etmişsek biz yürüyen bir kitap topluluğu haline gelmiş oluruz. Tabii şu ağır hayat şartlarında, yorgun argın eve gelmişsin televizyonda çeşit çeşit magazin programları ve caydırıcı bunca etken varken 4 kitabı hatim edecek kişi beri gelsin.
94
“O ışığa çağıran bir hakikatti, eyvah. Kaldık çıkmaz yollarda, Menzile varan nerde?” A. Ilgaz Bütün bu caydırıcı etkenlere rağmen Yüce beyan Kur’an-ı Kerimi ve diğer kutsal kitapları okuyabilen, hücrelerine kayıt edebilen ve bunun hakkını vererek yaşayabilen bir insana, yürüyen o kitab’a şeytan veya zulmani enerjiler hiç yaklaşabilir mi? Müslüman bir ülkede doğmuşuz, burada yaşıyoruz ve hamdolsun müslümanız. Fakat yine de; “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminlerde, her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız işittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz affına sığındık, dönüş sanadır. Dediler.” Bakara Suresi-285 Yukarıdaki ayete istinâden diğer kutsal kitaplarıda anlamak için dahi okumamızda, idrak etmemizde fayda vardır. Çünkü her kitabın bir frekansı vardır ve bunlar farklı farklıdır. Her frekanstan aşı alan hücrelerimiz birçok zulmâni enerjiye karşı aşılanmış olur. Bunu okuyan bir Müslüman kardeşim başka bir din kitabını okumakla dininden olacağını düşünmesin. Çelik gibi bir iman ile kişi cehenneme dahi girip aslanlar gibi imanıyla çıkabilir. Burada bir etkilenme olsa bile bu; kişinin mensup olduğu dine olan inancının sağlamlığıyla ilgili bir konudur. “İncil’e inananlar Allah’ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler ………......sana da daha önceki kitabı (incili) doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ….....……Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi. Sizleri bir tek ümmet yapardı. 95
Fakat size verdi, sizi denemek için. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri O haber verecektir.” Maide-48 Yukarıdaki ayette her şey zaten o kadar açık ki. Evet şimdi size yüreğime ilham olan bir kuran okuma tekniği vereceğim. Bu teknik ile okursanız kuranın Nur’undan ve enerjisinden çok daha fazla istifade edersiniz. Öncelikle Kur’an dilini biliyorsanız ve doğru telâfuzla okuyabiliyorsanız ne mutlu o dilden okuyacaksınız demektir. Ancak sadece Türkçe okuyabiliyorsanız yine sorun yok. Fakat okuyacağınız Kur’an bir meal (çeviri) olacağından mümkünse Diyanet Vakfının komisyon halinde hazırladığı meali seçerseniz çeviri yorumları bakımından daha kişisel olmayan bir meal okumuş olursunuz. Kur’an-ı Kerim’i okumaya niyet edip her başladığınızda standart okuyacağınız üç bölüm vardır. Bunlar; 1. Fatiha Suresi 2. Bakara Suresi 255. Ayet (Ayet-el Kürsî) 3. Bakara Suresi 285+286 Ayetleri (Amenâ Resulû) Üçer defa standart Her açışta bu üç bölümü üçer defa okuyup sonra Bakara 1. ayetten başlayarak kaldığınız yerden devam etmek sureti ile günde beş-on sayfa okuyabilirsiniz. Böyle böyle bir bakarsınız ki 3-4 ayda Kur’an’ı tamamlamışsınız. Ve böylelikle Kur’an’ın tüm enerjisi hücrelerinize kayıt edilmiş olur. Tabii bu bir kere ile kalmamalıdır. Yaşamımız boyunca elimizden düşürmemeliyiz. “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Rad-2
96
ESMA ÇALIŞMALARI “O; yaratan, var eden, şekil veren Allah’tır. En güzel isimler onundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” Haşr-22-24 Esmâ’lar Allah’ın en güzel isimleri olan ve kutsal titreşimler yayan hecelerdir. Kişi bu güzel isimleri zikrederken aklı ve mantığı devreden çıkarmalıdır. Çünkü; kişiyi vuslata erdiren akıl ve mantık değil, iman, Aşk ve teslimiyettir. İlahî isimlerin ve onları oluşturan hecelerin tam doğru telafuzla okunması gerekir. Kişi bu telafuzu bilmiyorsa öğrenip öyle devam etmelidir. Allah’ın İsimlerini tam doğru ve onların tesirini açığa çıkaracak şekilde zikretmek zorundayız. Aksi takdirde bir müzikal eserde en küçük bir nota hatası’nın bütün bir parçayı bozduğu gibi yada bir harfi yanlış söylediğimizde “keten” yerine “kefen” derseniz mananın ne kadar değiştiği gibi, bu güzel ilahi isimlerin de hakkını veremeyip, hazinelerinden yararlanamamış oluruz. “Allah O (Allah) dır ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.” Taha -8 Esmalar ile arınma ve vuslata ulaşma için bir yöntem anlatmadan önce akıl ve mantığını bir kenara koyamayıp bu Arapça heceler mi beni arıtacak, Allah’a ulaştıracak, bu iş nasıl olacak diyenlere bir iki çift sözüm olacak. Çünkü bunu bana normal hayatta da soranlar çok oldu. Bir çift sözün yada kelimenin, yada hecenin insana neler yapabileceğini daha önceki kitaplarımda anlatmıştım (ışık tarlaları) kısaca burada da 97
değinmek ve hatırlatmak istiyorum. Sesler ve kelimeler cevher yüklüdür. Bir ses veya hece ile karşıya ateş gönderip yakabilirsiniz, onu bir derde düşürebilirsiniz. Mesela “bir kelime söyledi, dondum kaldım” gibi, bir insanı donduracak bir kelime neler yüklüdür bir düşünün. Ya da, “oh ya şunu da söyledim ya, artık o düşünsün” deyip, siz rahatlarsınız ama o anda bütün problem yumağı karşıya geçmiştir. Bunun gibi çevreye iyi gelen sesler de kötü eden sesler de vardır. Sevgiyle söylenen her ses tedavi eder, iyileştirir. Hele hele söz konusu Allah’ın isimleri ise, Onlardan yayılan ve her isminin ayrı ayrı fonksiyonlarına göre frekansları ortamda negatif enerji bırakmaz. Çünkü bunlar ilahi güçlerle siklonlanmış hecelerdir. İçlerinde Allah’ın sıfatlarını cevher olarak gizlemektedirler. Bir insanın hedefi Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak olmalıdır. Yani elinden geldiğince Gâfur olmalıdır, Settar olmalıdır, Bâsır olmalıdır, Afvüv olmalıdır. Hâdi, Raûf olmalıdır. Oysa birçok insan kendisini iyi insan olarak görmekle birlikte bir çıkarına dokunulduğunda hemen nefsin türlü halleri üzerinde tecelli eder. İşte burada eksik olan şeyler tesbit edilip, çekilen bu esmalar ile doldurulabilir. Bozulan , hastalanan kalp ihtiyaç duyulan esmalar ile iyileştirilip kurtarılabilir. Peki bu esmaların tespiti nasıl yapılacak ve hangi esmalar çekilecektir. Önce bir Esmâ’ül Hüsnâ kitabı alınır, bir güzel okunur. Sonra baştan sona tüm güzel isimler üçer üçer guruplara ayrılarak kağıda yazılır. Allah’ın esmalarını gönlüne düşürdüğü kişi çok hamdetmelidir. Çünkü Allah dilemese onun aklına bile gelmezdi. Demek ki bir hak ediş kazanmış olmalı ki Yüce Allah onun gözünü Esmasını görüp araştıracak kadar açmıştır. Ne mutlu ona. Ancak o kişi her gün bunun için bir zaman ayırmalıdır. Üçer üçer grupladığı bu esmaları sakin, sessiz bir odada birer birer kısık bir ses ile peş peşe söyler. Sayı ve zaman sınırı yoktur. Hâl’e girinceye kadar 98
çeker. Ne hissederse vücudunu dinler. Eğer kişi arınma sürecinde ise dili dolaşır, heceler birbirine karışır. Söyleyemez olur. Bu şu demektir. “Esma çalışıyor. Vücut uzayınızda blokajlar var. Şu anda esmaların gücü savaş halinde ve blokajların direncini kırmaktalar.” Bu durumda kişi kesinlikle esma çekmeyi kesmemelidir. Üstüne gitmeli, zikre devam etmelidir. Bir süre sonra dildeki dolaşıklık açılır ve vücut rahatlar, blokaj çözülmüştür. Allah’ın isminin karşısında hangi güç durabilir. Allah’ın isimlerini çekerken sayılarla sınır koymayınız. Kriteriniz; kalbinizin mütmain (tatmin) olması, yani hâl’e girmek olmalıdır. Ölçü aşağıdakiayette açıkça bellidir. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” Kur’an e yayılan titre Bütün esmalarda böyle haller olmayabilir. Kişi esmaları teker teker çalıştırdıktan sonra her esmâdan neler hissettiğini, ne kadar ve nasıl etkilendiğini not alır. Daha sonra tüm esmaları bitirdiğinde bu notları inceler ve kendisini en çok etkileyen 7 Esmayı seçer. Bu yıl bu yedi esmayı çekecektir demektir. Böylece eksikler tamamlanır. Ertesi yıl yeniden tüm esmaları çalışarak yine tekamül için ihtiyacı olan daha farklı esmaları bulup onlarla çalışabilir. Esmalar çalışılırken sayı ve zaman sınırı konulmayıp, ruhumuzun tamam dediği vakte kadar çekilmelidir. Tekamülümüz ve frekansımız nispetinde her kişi farklı esmâlara ihtiyaç duyabilir yada her yıl bu seçilen esmalar değişebilir. Gönlüme ilham olan çalışma şeklini sizlerle paylaştım. Yine de en doğrusunu Allah bilir. “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na O güzel isimlerle dua edin.” Araf – 18
99
Tövbe anahtarı ile af kapısını açar ve rahmete kavuşursun “Cenab-ı Allah kullarının tevbelerini kabul ve dilediğini Affeder.” Şuara- 25 TEVBE KAPISI Tevbe bir çeşit “reset” programıdır. Kabul edildiğinde “hiç günah işlememiş” gibi olursunuz. “Ey inananlar; saadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah’ın hükmüne dönün.” Nur Suresi-31 İnsanlar dünyaya ekilip de buradaki okul oluşturulurken bu programdaki zorlu sınıflara insanlar için küçük çıkış kapıları yerleştirilmiştir. Nefsin azgınlığı, hayat şartlarının zorluğu ve dünya sarhoşluğunun dayanılmaz çekiciliği karşısında zayıf düşüp gardını düşüren insanoğluna Allah iki önemli program hediye etmiş. Bunlardan birisi dua, diğeri de Tevbedir. Bir hadiste peygamber efendimiz “İçinizden her kime dua kapısı açılmışsa, muhakkak ona rahmet kapıları da açılmıştır. Dua; inen ve inmeyen belalara karşı faydalıdır. Ey Allah’ın kulları duaya sımsıkı sarılınız.” Demektedir. Burada; insanın talep ve ihtiyaçları için dilediğinde kullanabileceği, düşünce, imajinasyon ve en sonunda da sözle, niyaz ile Allah’tan dileyip alabileceği bir programı o günün terminolojisiyle anlatmaya çalışmıştır. 100
Dua kadar önemli bir diğer program ise Tevbe’dir. Bu program şöyle çalışmaktadır. Kişi yaşam biçimi ve tercihleri ile Allah’ın rahmetinden veya gazabından değişik oranlarda hak edişler kazanır. Bu hak edişlerde eğilim ve kazanım hep rahmetten yana ise ne âla. Ama, kazanılan gazaplar varsa işte o zaman işler kötü. Bu defa vücut uzayına zulmani enerjiler doluşur ve kişi hem hastalanıp dejenere olurken hem de kaza, bela, uğursuzluk gibi yaşam programlarına çekilir. İşleri ters gider, tuttuğu elinde kalır. Bereket kaybolur, ne kadar da kazansa bir eli görür, bir eli görmez. İşte o anda uyanıp nerede olduğunu görmesi lazımdır. Ve Allah’ın böyle kulları için oluşturduğu can simidi niteliğindeki Tevbe programını açıp af dilemelidir. Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor. “Hak teala katında tevbe edenlerin sesinden daha sevgili ses yoktur. Tevbe eden kul bir kere YA RAB dese, Arş üzerinden Lebbeyke ya kulum, dile benden ne dilersen, şimdi sen benim katımda bazı meleklerim gibisin diye nidâ gelir.” “Gaiplerden davet var, ağlayan gülsün derler, Gözyaşını duaya döndüren gelsin derler. Ateş deryasında gül, gülde gülistandır Aşk Aşka giriftar olan yaralı can isterler.” Ahmet ILGAZ Temiz kalp ile, samimiyetle elleri kaldırıp “Allah’ım Affet, hatalıydım çok acı çektim artık yeter” dediğinizde “O” yönünü size döner ve O’nun yönünü döndüğü yerde ne ah kalır ne de günah. “Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı 101
bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” Nisa – 110 Tövbe anahtarı ile af kapısını açar ve rahmete kavuşursun
102
“Cenab-ı Allah kullarının tevbelerini kabul ve dilediğini Affeder.” Şuara- 25
BAZI ÖZEL YERLER Allah dünya üzerinde bazı özel bölgelere özel programlar yüklemiştir. Her memlekete ve ulusa da istifade edebilmeleri için dağıtmıştır. Ancak bunu da yaparken birçok şeyde olduğu gibi gizleyerek yapmış ve insanların buraları arayıp, çaba sarfedip, hak ederek bulmalarını istemiştir. Bunlar özel manyetik alanlardır ve boyutlar arası kapılar buralarda açıktır.böyle yerlerde duaların kabulü, rüyalar, tevbelerin kabulü daha da etkindir. İnsanlar bunu doğrudan bilmeseler de insiyakî olarak yatırlara, yada bazı kutsal yerlere gidip oralarda dua ederler ve tevbelerini yaparlar. İşte böyle özel manyetik alanlardan biriside İstanbul’da Eyüp Sultan mezarlığı külliyesindedir. Hiç değilse yılda bir kez buraya gidip o kapının önünde durup inançla ve hulus kalp ile tevbe edilmesinde büyük yarar vardır. TEVBE KAPISINI ZİYARET Bu kapı İstanbul da Eyüp Sultan Mezarlığı külliyesindedir. Bu çeşit yerler her ülke ve ulusta mevcuttur. Ancak fark etmek ve inanç esastır. Bizim ülkemizde de Eyüp Sultan Türbesi civarındadır. Hiç değilse yılda bir kez o kapıya gidilip hulus kalp ile tevbe edilmelidir. Şimdi burayı nasıl bulduğumu anlatmak istiyorum. Bir gün İstanbul’daki dostlarımla Eyüp Sultan Hazretlerini ziyarete gittik. Yanımızda türbelerden sorumlu tarihi eserler müdürlüğünden yetkili bir ilahiyatçı dostumuz da var ve bize rehberlik yapacak. Önce hep birlikte Hazretleri ziyaret edip 103
dualarımızı okuduk. Sonra türbeden çıkıp o tarihi mezarları, bir sürü Osmanlı devlet adamı, eşleri, vezirler, kadılar, şeyhler, ulemalardan oluşan birçok zat’ların mezarlarını yakınen ziyaret ettik. Rehber arkadaşımız bizi küçük kuyu gibi bir yerin yakınına getirdi ve “bunun üzerinde durup kendinizi tamamen serbest bırakırsanız, saat yönünde dönmeye başlıyorsunuz.” dedi. Çok ilginç bir şey, çıkıp birer birer denedik. Hakikaten bir manyetik alan var ve sizi saat istikametinde yavaşça döndürüyor. Bizden sonra civarda bulunan tanımadığımız insanlarda denediler. Onlarda dönmeye başladılar. Böylece orada bulunan küçük ama güçlü bir manyetik alanı da tanımış ve tespit etmiş olduk. Oradan ayrılıp Eyüp Sultan Mezarlık külliyesini gezmeye devam ettik. Birkaç sokak mezarların arasında yürüdük, sakin bir yere geldiğimizde o ana kadar olmayan bir şey oldu. İçimden bir şey kabardı geldi ve “tevbe et, burası tevbe kapısı, sakın burayı öğrenmeden geçme” diye bir ses bir anda bütün benliğimi kapladı. Hemen durdum. Diğer arkadaşlar yürümeye devam ettiler. İki gözümden bir anda seller gibi yaş boşalmaya başladı. Sol tarafımda her yanını otlar bürümüş kemerli bir kapı vardı ve üstü açık bir taş odaya açılıyordu. Yönümü oraya dönüp tevbe ederek ağlamaya başladım gözümden yaşlar o kadar çok akıyordu ki giysilerim ıslanmıştı. Arkadaşlarıma seslendim geldiler. Ben Arapça yazı bilmediğim için rehberimize kapının üzerinde yazan Arapça kabartma yazıda neler yazdığını sordum. Okudu ve şöyle söyledi: “Burası tevbe kapısıdır, burada yaptığınız tevbeler kabul olunur.” Biraz daha bir şeyler söyledi ama şu an onları hatırlayamıyorum. Eğer yolunuz Eyüp Sultanın türbesine düşerse, O yüce evliya ile halvetinizi ve ziyaretinizi tamamladıktan sonra o döndüren kuyuyu sorun muhtemelen bilen biri çıkacaktır. O kuyuyu geçince biraz daha gidin ve sola dönün. Yaklaşık 50-70 metre ilerde solda üstü oval kemerli bir kapı 104
göreceksiniz anlattığım yer orasıdır. Eski yazı biliyorsanız zaten kendinizde okursunuz orada sıdk-ı kalp ile güzel bir tevbe istiğfar edin umarım ki yüce Allah (c.c) kabul eder ve benimkine benzer bir halvet yaşarsınız. Bunu bu şekilde yaşadım ve yazıyorum, sizlerle paylaşıyorum. Yinede her şeyin en doğrusunu Allah bilir. DÖRT KİTAPTA NAMAZ Yaradan tüm peygamberleri ve kitapları ile, yarattığı insanına namazı emir buyurmaktadır. Burada esas secde ve Allah’ı zikrederek arınmaktır.. Diğer dinlerde ve ilahî öğretilerde bu ibadetin şekli değişmişse de secde hali bir çoğunda hala yerini korumaktadır. Namazı kılan veya kılmayan insanların namazdaki hikmetleri bilmesi gerekir. Hikmet: Allah’ın yarattığı, ifâ ettiği bir şeyin, olayın, veya bir durumun, sebebi, sebebindeki sır, gizem ve onun işleyiş hali, yani teknolojisidir. Hayatımızın en ince detaylarına kadar giren dünyasal teknolojiden bahsederken, Allah’ın teknolojisinden hiç bahsetmemek ne kadar üzücü (kendimiz açısından). Namazın da bu bakımdan sayısız hikmetleri vardır. Burada benim üzerinde duracağım nokta namazın arınma ve korunma yöntemleri içerisinde çok önemli bir yer teşkil etmesidir. Secde ve Namaz, bütün peygamberler tarafından uygulanmıştır. “Davut kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı. Tevbe edip Allah’a yöneldi.” Sâd Suresi-24 “Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan, O’nun huzurunda eğilenlerle beraber sende eğil.” Al-i İmrân Suresi- 43 105
“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzusuna uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” Meryem Suresi-59 Bu hikmet ve ilahî teknolojiyi bütün peygamberler biliyorlardı ve hayatlarında uyguladılar. Öğrencilerine ve bütün insanlara da tavsiye ettiler. Örneğin İncil de Matta bölümünde Hz. İsa’nın yaptığı gibi. “Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp (secdede) dua etmeye başladı. “Baba” dedi. Mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın, yine de benim değil senin dediğin olsun.” İncil-Matta-26:39 “Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı….” İncil –Markos -14:35 “Onlardan bir taş atım kadar uzaklaştı ve diz çökerek şöyle dua etti.” İncil – Luka-22:41 “Ben ise bol sevgin sayesinde kutsal tapınağa gireceğim. Oraya doğru saygıyla eğileceğim (Rükû) .....” Zebur (Mezmurlar) 5:7 “Gökten yağan ateşi ve tapınağın üzerindeki Rab’bin görkemini gören İsrailliler avluda yüz üstü yere kapandılar. Rabb’e tapınarak O’nu övdüler.” Tevrat-Tarihler 2-7:3 106
Dört kitabın dördünde de dikkatli okunduğunda namaz ve namazın bölümleri secde, ruku, kıyam gibi her hali ayetlerle vurgulanmıştır. Peki bu neden? Hangi hikmetten dolay tavsiye edilmektedir. “Hikmetinden sual olunmaz!” Evet hikmetinden sual olunmaz ama “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Ayeti icabınca bilmekte de fayda var. Yüreğime ilham olduğu haliyle sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Önce insanı ele alalım. Beden olarak bir biyolojik robot. Bu; etten kemikten, kandan, hücrelerden oluşan fani bir beden, yani ceset. Ona kişilik veren güldüren, yediren, içiren, düşündüren yani onu yöneten bir de ruh üflenmiş içine. İkisi bir kombinasyon oluvermiş. Ruhun evrim ve deneyimi için bu cesede ihtiyacı vardır yoksa bu dünyada insan insana yada diğer mevcudatla iletişim sorunu yaşayacak ve madde boyutuna intibak edemeyecektir. Şimdi gelelim bu kombinasyonun çalışma şekline: Bedenin, yani cesedin çalışma şekli bugünün bilim adamları ve modern tıp tarafından epeyce biliniyor. Hangi sinir hangi kasa hükmeder, hangi bezler nasıl çalışır, bedenin protein ve vitamin ihtiyaçları, arızaları v.s. Ancak bütün bunlar kombinasyonun madde taraflarıdır. Genellikle fizik, kimya yasalarıyla ilgili bulgulara göre çalışmalar ve edinimler yaşanır. Oysa kombinasyonun ruh tarafı henüz keşfedilmemiş bir cevher gibidir. Mesela bilim adamları vücudu tarayıp her yerin MR’ını yada röntgenini çeker iken ruh’un yada AŞK’ın röntgenini çekemezler. Aşk insanı ruhen ve fiziken alt üst eden allak bullak eden bir fenomendir ancak tabip için bu programın fiziksel teşhisi de sentezi de ne yazık ki henüz bilimin sınırlarını fersah fersah aşmaktadır. 107
“Aşk derdi ile hoşum, el çek ilacımdan tabip! Kılma derman kim, helakim zehri dermanındadır.” Fuzuli İnsanı bir yazılım gibi düşünürsek fizik bedene değil ruha yapılan tesirler ile o yazılım ağırlaştırılabilir yada dondurulabilir. “Bir söz söyledi, dondum kaldım” gibi. Ya da bir kişinin bir ayıbını yüzüne vurursunuz kızarır, kıpkırmızı kesilir. Ateşi yükselir, belki de hastalanır. Oysa sadece bir söz ya da bir bakış, bir işaret yapmışsınızdır. Burada anlatmak istediğim ruhsal boyutta işler madde boyutundaki gibi yürümüyor. O halde namaz kılmak da yalınızca bedensel hareketlerden ibaret değildir. Bir kere namazı kılan bedenden çok ruh olmalıdır. Namazı sadece beden (ceset) kılarsa zaten o namaz değildir. Jimnastik hareketidir. “Bir kez gönül kırdın ise, bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.” Yunus
108
NAMAZ İLE ENERJİDEN BEDENİN ARINMASI İnsanların arınmaları için; 600’lü yıllarda, daha dünya endüstri ve sanayi kirliliğiyle, tanışmamış ve bu kadar da kalabalık olmamasına rağmen Peygamber Efendimiz günde beş defa namaza durmak gerektiğini işaret ederek Kur’an’ın hükmüyle de Allah’ın emrini sabitleştirmiştir. Bu demektir ki hayat koşullarının bu kadar zorlu ve karmaşık olmadığı o zamanlarda bile insanların üç-beş saatte bir arınmak ve Allah’a yakın olmak adına ibadete oturmaları gerekmektedir. İnsan dediğimiz Ruh ve Maddenin kombinasyonu, mevcudatla olan ilişkilerinin kutbu neticesinde hak edişlerinden dolayı vücut uzayında, kendine ait olmayan, mülteci bir takım enerji guruplarını barındırır. Bunlar eğer zulmani enerjiler ise kendilerini dışarıya üzüntü, sıkıntı, bunalım, panik, gerginlik, hastalık, vehim, korku, panik atak v.s şeklinde belli ederler. Kombinasyonda eğer böyle enerji gurupları çok ise kişi namaza karşı istek duymaz ve ayağı namaza gitmez. İşte böyle hissediyorsanız namaz kılarak arınmaya asıl sizin ihtiyacınız var demektir. Namazın insanlara tavsiye değil de emir yani farz şeklinde emredilmesinin de sebebi budur. Elini yemekten önce yıkamak istemeyen yaramaz çocuk gibi. Ancak anne ve baba zorla da olsa ona elini yıkatır. Yine onun iyiliği için. Kişi böyle bir durumda namazı neden istemez? Çünkü bu zulmani enerjiler namaz anında; beslendikleri, bir yuva buldukları o kombinasyondan kapı dışarı edileceklerini bilirler. Sizin kişiliğiniz üzerine tesirler göndererek nefsani şeylere 109
dikkatinizi çekip kendilerini kurtarmaya çalışırlar. Bu halde iken yada istekli olarak Namaza duran bir insanın daha abdest alırken enerji bedende yeni bir ayarlanma başlamıştır. Tıpkı aşık olan insan da ki program değişikliği gibi. abdestini alırken ruh ve beden yavaş yavaş bu törene hazırlanmaya başlar. Bu tören çok özel bir törendir. İnsan gelir, kıyamda durur, niyet eder, konsantre olur ve yönünü “O”na döner. Bu; milyarlarca el fenerinin size tutulması gibi bir şeydir. Işık her zaman karanlığı alt eder. “Allahu Ekber” Allah büyüktür, diye namaza başlanır ve Kur’an’dan süreler okunur. Sonra rukû ,sonra secde ve sureler, dualar… enerji bedenin yapısında simya girdapları, tayfunları oluşmaya başlar. Fizik beden çoğunda bunları hissetmez. Belki bazen bir ürperti, bir esinti gibi şeyler hisseder ama bu da herkeste olmaz. Vücuda yerleşen negatif enerjiler ve porlar yavaş yavaş ayak altından, dizde ve avuç içinde bulunan yardımcı çakralardan yere akmaya, vücudu terk etmeye başlar. Bu akış nabız atışı halinde hissedilir. En çok ve önemli akış secde anında alından, dirseklerden ve avuç içlerinden yaşanır. O nedenle evde kıldığınız kaza ve şükür namazlarında secde de uzun kalmanızda yarar vardır. Uzun kalın ve izin verin sizi terk etsinler. Bu terk edişi, bu sağaltmayı fark etmeye çalışın, bunu bir kere fark edip tanırsanız, asla unutmazsınız. Unutamazsınız. Çünkü o rahatlık ve huzuru hep ararsınız. İçiniz boşalır tertemiz olursunuz. “Mümin içi boş mızmar (ney) gibi olmalıdır” Hz. Muhammet (s.a.v) Çağımız zamanla yarış ve koşturma çağıdır. Ancak Namaz; toplu bir İslam aurasına girmenin, dolayısıyla da Allah’ın korunma ve arınma sistemine dahil olmanın en etkili ve kestirme yollarından biridir. O sebepten hiç değilse günde 110
bir defa vakit namazı kılmak çok önemlidir. Eğer fırsat yaratılırsa bir defade kaza kılınabilir. Cumalar ise mutlaka ihmal edilmemelidir. En güzeli de tabii ki tüm vakit namazlarını eda edebilmektir. “İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden, Âdemin soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsmail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kimselerdendir. Onlar çok merhametli olan Allah’ın ayetleri okunduktan sonra ağlayarak secdeye kapanırlar.” Meryem -58
111
“Çıka gide can dahî, şöyle kala ten dâhî, Derviş yunus sen dahî, dur erte namazına.” Yunus ARKA KAPAK Modern yöntemlerin hiç bulunmadığı fakat antik terapi ve sağaltma yöntemlerinin kullanıldığı o zamanlarda, antik hastane (sağaltımhane) ve Asklepion’larda yüzlerce yıl hiç ölüm vakalarının yaşanmadığı tarih ve arkeolojik kayıtlarla sabittir. Bunlardan Ege bölgemizde bulunan ve tarihin bizim ulusumuza miras bıraktığı Bergama Asklepion’u 800 yıl boyunca hiçbir ölüm vakası yaşanmaması başarısının sonucunda kapısının girişine “ölüm giremez” tabelası yazdırmasıyla ün kazanmıştır. Antik dünya tıbbı birçok basit, sade yöntemle, neredeyse bütün sıkıntı ve hastalıklarının üstesinden gelerek neslimizi bu güne kadar başarıyla getirmiş ve “Hastalıklar” dosyasını modern tıbba ve onun birimlerine teslim ederek tarihteki yerine, sahne arkasına rücu etmiştir. Her ne kadar bilimsel ego bu saf, arı duru yöntemleri batıl bulsa da yarın ilimle bilimin buluştuğu günlerde neslimizi bu güne kadar taşıyan bu sade yöntemlerin gerekliliği ve geçerliliği kendisini bir kez daha kanıtlayacaktır. Bu kitaptaki antik terapi ve sağaltma yöntemlerinin her gün üstüne basıp geçtiğimiz fakat görmediğimiz birçok şey gibi, ne kadar yakınımızda, ne kadar basit olduğuna siz de şaşıracaksınız.
112
113
114
115
View more...
Comments