İsmet Zeki Eyüboğlu - Tanrı'ya Kafa Tutanlar
Short Description
Türk Şiirinde Tanrı'ya Kafa Tutanlar...
Description
TANRIYA KAFA TUTANLAR İ smet Zeki EYÜBOĞLU İ Çİ NDEKİ LER 1- Özdeyiş 2- İ nsan Üstüne 3- Tanrı ya Kafa Tutuş un Anlamı 4-.İ slam Dininde TanrıKavramı 5- Tanrı Karş ı sı nda İ nsanı n Direniş i 6- İ nsanı n Kendini TanrıSayı ş ı 7- Tanrı yıKı nama 8- Tanrı -lnsan Birliğ i 9- Tanrı yıYaratan İ nsandı r 10- Sonuç ÖZDEYİ Ş Bu çalı ş ma yayı mlanalıyirmi yı l oldu, çok kı sa bir sürede genişilgi uyandı rdı , tükendi, ikinci bası mı nıgerçekleş tirmek epeyce uzadı . Ben, gençliğinin ilk dönemini Nakş ibendi tekkesinde geçirmiş , gericilik olayları nıyaş ayarak görmüş , tanı mı şbir kimseyim, baş kaları nı n öğütlerine, kulaktan dolma bilgi kı rı ntı ları na dayanan açı klamalara gereksinme duymuyorum. Bu tarikatı n amacı nı , ereğ ini, yetkili odaklardan saklanan düş üncelerini biliyorum, ne yapı lmak istendiğini yakı ndan tanı yarak öğ renmenin acı ları nıduyumsuyorum yüreğ imin derinliklerinde. Kur'an önceleri ş iiri yasaklamı ş , ozanları"her oylumda otlayan kimseler... büyücüler, aldatı cı lar, kandı rı cı lar.." diye yermişnitelemiş tir. Ancak, Yedi Askıozanları ndan Lebid (öl. 661) Peygamberi övmeye baş layı nca, ş iire, ozanlara karş ıbenimsenen katı tutum değ iş tirilmiş tir Dahası . Peygamber, kendisini öven ş iirleri okuyunca. "İ nne mineş -ş i'ri le hikmeten, inne min'el -beyani le sihran/öyle ş iir var ki bilgeliktir, öyle düzyazıvar ki büyüleyicidir" demekten kendini alamamı ş tı r. Demek, yeri gelince övgü, katı lı klarıyumuş aklı ğa, yasaklarıgeçerliliğe dönüş türebiliyor. Kur'an, değiş ik yerlerinde, ş arabıkesinlikle yasaklamı ş , onu içenlerin cehenneme atı lacakları nı bildirmiş tir. Bu yasaklara karş ıFuzûlî (öl. 1555) bile bile: Kemâl-i hüsn viribdür ş arâb-ınâb sana Sana halâldı r ey muğ -bece ş arâb sana demekten kendini alamamı ş , güzelliğine güzellik kattı ğ ı ndan dolayı , dinin yasakladı ğı nı , geçersiz saymı ş tı r. İ mdi, yorumcu burada, tasavvufun kanatları nıtakı narak ş arab'ı n Tanrıanlamı na geldiğ ini ileri sürecek, dizelere gerçeğ in ötesinde bir anlam vermeye kalkı ş acaktı r. Peki. yine Fuzûlî'nin ş u dizelerine ne denecek bakalı m: Gönül tâ var elünde câm-i mey tesbihe el urma Namaz ehline uyma anlar ile durma oturma Eğ ilüb secdeye salma feragat tacı nıbaş dan Vuzû suyu bile rahat yuhusu gözden uçurma Sakı n pâmâl olursun bûriyâ tek mescide varma Eğ er nâçar girsen anda minber gibi çok durma Müezzin nâlesin alma kulağa düş me teş viş e Cehennem kapusun açdı rma vaizden haber sorma Cemâat izdiihâmımescide saldıkudûretler
Kudûret üzre lütf it bir kudûret hem sen arturma Hatibin sanma sâdı k müftinin kavline fi'l itme İ mamı n sanma âkil ihtiyarun ona dabş urma Fuzûlî behre vermez taat-ınakı s nedir cehdin Kerem kı l zerki taat suretinde hadden aş urma "Ey gönül elinde ş arap kadahi var, bı rak, teş bihe el sürme Namaz kı lanlara uyma, onlarla durma, oturma Secdeye eğ ilerek özveri tacı nıbaş ı ndan düş ürme Abdest suyuyla esenlik uykusunu gözünden kaçı rma Ayak altı nda kalı rsı n, sakı n, hası r gibi camiye varma Elinde olmadan gidersen de orada minber gibi çok durma Müezzini dinleme, içine bulanı klı k-karı ş ı klı k düş ürme. Vaizden bilgi isteyerek cehennem kapı sı nıaçtı rma Kalabalı k yı ğı ldı , camiye bir soğukluk-katı lı k doldu Kendine gel, sen de camiye gidip soğ ukluğu çoğ altma Hatibin söylediğ ine, bakma, müftünün sözüne inanma İ mamıakı llısanma, kendini ona verme, güvenme Ey Fuzûlî. ne uğraş ı rsı n, eksik tapı nmada yarar yok Kendine gel, ikiyüzlülüğ ü tapı nma sayı p aş ı lı ğ a vardı rma..." Divan yazı nı nı n ünlü, büyük ozanı nı n düş ünceleri apaçı k, kimlere, neleri söyledikleri de besbelli, imdi, bunlarıokuduktan sonra. Fuzûlî'ye dinsiz, sapkı n, tanrı tanı maz demek olanağ ıvar mı ? Bu ş iirde yoruma yatkı n bir tasavvuf kavramıda yoktur. Mevlânâ'dan örnek vermeye kalkarsak daha çarpı cı , dinle bağ daş mayan, dini yeren çok ağı r dizeler bulmakta güçlük çekmeyiz. Şeriat yetkilileri, bu dizelere ses çı karamı yor, öte yandan bu dizelerde sergilenen düş ünceleri içeren halk ş iirini yeriyor, ozanları nı n öldürülmesini uygun görüyor, onlara "kı zı lbaş -dinsiz-sapkı n" demekten kendini alamı yor. Şeyhülislam Yahya Efendi (öl. 1644) bile Mescidde riyâ-pîş eler etsin ko riyayı Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürâyî
"Camide ikiyüzlüleri bı rak, ikiyüzlülük etsinler Meyhaneye gel ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlü" dilegetirdiğ i gerçeğe yorum gerekmez kanı sı ndayı z. Kanuni döneminin ünlü ozanı , padiş ahla yakı nlı k kuran, üstelik kazaskerlik gibi en yüksek görev aş amaları ndan birine yükselen Baki (öl. 1600), "Divan"ı nda yeralan bir ş iirinde ş u dizeleri söylemiş tir: Bezm-i safa vü reş h-i cam bu zemzem olmuşol makam Meyhaneler Beytü'l-harâm. pîr-i muğan Şeyhü'l-harâm
"Esenlik veren bir toplantı , kadeh teri. zemzem olmuş . Meyhaneler Ka'be, meyhanecibaş ı da Ka'be yöneticisidir" derken ş eriatı n bütün yasakları nıbir yana itmiş , kimseye aldı rmamı şbile. Bu dizelerin onun değil, baş ka bir ozanı n olduğunu söyleyenler çı kmı ş sa da. elimizde bulunan "Divan"ı nda bu ş iir vardı r. Divan ş iirinin önde gelen ozanları ndan biri sayı lan Nailî (öl.1666) bir ş iirinde: Zühhada açı lmaz der-i eyvân-ıhârâbat Ol mastaba-i feyz riyâ-gâh değ ildir
"Meyhane konağ ı nı n kapı sıkuru sofulara açı lmaz O bilgi-bolluk aş amasıikiyüzlülük yeri değildir" diyerek öteki ozanları n, bu konudaki, düş üncelerine katı lmaktan geri durmamı ş tı r. Bu tür örnekleri, divan yazı nısüresince çoğ altabiliriz, varı lacak sonuç değ iş mez: ş eriat yanlı sı görünmesine karş ı n, ş eriata, onun getirdiğ i yaş ama anlayı ş ı na karş ıçı kanları n yalnı zca sünni inançları na aykı rıdavrananlar olmadı klarıgörülür. Demek, ortada yaş anan, dinin öngördüğ ü koş ullara uymamayı benimseyenler az değ ildir. Önemli olan, bir gerçeğ i değ iş tirmeden, ortamı ndan soyutlamadan açı klı ğa kavuş turmak, sorun durumuna getirerek çözüm aramaktı r. Gerçekte, kiş i yarattı ğ ı nı n tutsağı dı r, bu tutsaklı ğ ı n kaynağı nda da inançları n katı laş tı rı lması , değ iş mezlik kazanmasıvardı r. Tanrıile kul arası na girilmez, kiş i yapı p ettiğinden kendi soydaş ları na değ il yalnı zca tanrı ya karş ısorumludur. Oysa bilgisiz dinci baş ka türlü düş ünür, tanrı nı n yapacağ ı nıkendisi yapmaya kalkı ş ı r, kendini tanrı nı n yerine koyar, Tanrıadı na kendiliğinden yargı lar vermeye, yargı lamaya giriş ir, iş te kiş iyi tanrı dan uzaklaş tı ran, onu tanrı tanı maz duruma getiren olaylardan biri de budur, islam dinine göre, Peygamber bir insandı r, ölümlüdür, tanrı nı n elçisidir. Üstün niteliklerle donatı lmı ş tı r, tanrı sal bir özelliği yoktur. Oysa kimi çevrelerde Peygamber'in, ondan sonra gelen ilk dört halifenin yasakladı kları , bugün, islam dininin temelinde varmı şgibi gösterilip uygulanmaktadı r. Sözgeliş i, sakal, hı rka, ayak izi bg. nesnelerin kutsallı ğ ıkesinlikle sözkonusu değildir, dahasıbunlar birer "put" niteliğ indedir. Camilerde dilenmek, çalı ş madan geçinmek, gelir karş ı lı ğıKur'an okumak. Kur'anıbir kazanç, bir geçimlik aracıdurumuna getirmek yasaktı r, dinle bağ daş tı rı lamaz. Yine islam dinine göre çalı ş mak bir tapı m niteliğ indedir, kiş i kendi emeğ iyle geçinme gereğindedir, baş kası nı n emeğini sömürmek, aş ı rıkazanç edinmek suçtur. Oysa, toplum kurumları nı n bir bölümünü ele geçiren kimi inanç kuruluş ları nı n böyle yasaklara aldı rmadı kları , dini bir örtü gibi gördükleri anlaş ı lı yor. Öte yandan, düş ünme özgürlüğüne en çok karş ı çı kanları n da bunlar olduklarıgörülüyor. Benimsenen bir inanç yaş ama uygulanı rsa, içeriğ i yerine getirilirse aktöre bakı mı ndan değ er taş ı r. İ çinde yaş adı ğ ı mı z toplum düzeni, çağ ı mı zı n benimsediği uygarlı k ilkelerine karş ı t bir yapı dadı r, bu yapıbelli yetki odaklanı lı n uygulamalarısonucu biçimlenmiş , dine bağ lıgörünmekle birlikte dinle ilgisi olmayan bir boyaya bürünmüş tür. Daha açı ğ ı nısöylemek gerekirse Osmanlı ya duyulan özlemin giderilmesine yönelik bir çizgi üzerindedir. Osmanlıtoplumunda, Selçuklulardan bu yana sekizyüz yı llı k bir öğ retim kurumu varlı ğı nısürdürmüş tür. "Medrese" denen bu kurumda ulûm-i diniye (din bilimleri] adıaltı nda fı kı h, tefsir, kelâm. hadis okutulmuş tur. Aristoteles mantı ğ ı nı n ufak bir yorumu olan İ sagoci ise mantı ğ ı n temel ilkelerini içeren bir bilim sayı lı yordu, iş te bu öğ rencilerle geçen sekizyüz yı llı k sürede, Osmanlıyönetimi bilim, felsefe alanı nda geliş tirici, yaratı cıbir atı lı m gösterememiş , içekapalı bir yaş ama düzeninde varlı ğ ı nısürdürmeye çalı ş ı rken tükenmiş tir. 19. yüzyı ldan sonra "edebiyat" adı yla sürdürülen öğ renciler de divan yazı nı nıiçeren bir yapı daydı , çağ daşuygarlı ğ a ayak uydurabilecek bir ozan. bir yazar yetiş tirme olanağ ıbulunamamı ş tı . Özellikle halk yazı nıalay konusuydu. Sünbülzade Vehbi (öl.1809) ünlü "Sunan kasidesinde halk ş iiriyle, Türk diliyle alay etmekten geri kalmı yor, bütün düş ünce kurumları nı"Osmanlı " diye adlandı rı yordu. Fârisi vü Arabiden iki ş ehbâl gerek Tâki pervâz-i bülend eyleye anka-yi sühan
"Söz ankası nı n yükseklere uçup çı kabilmesi için Farsça ve Arapça'dan iki kanat takı nmasıgerekir" diyordu, Türk dilinin yüksek ş iir üretmeye elveriş li olamayacağ ı nıvurguluyordu. Nabi (öl.1712) ise oğ luna öğ üt vermek amacı yla yazdı ğ ıyapı tı nda İ 'tibar eyleme hiç hendeseye Düş me ol dâire-i vesveseye
"Geometriye değ er vererek
Kuruntu içine düş me sakı n" diyerek en kesin bilime bile karş ıçı kı yordu. Oğ luna okumasıiçin Muhyiddin Arabi'nin (öl.1240 dolayları ) Fusus adlıyapı tı nıöneriyordu. Oysa, bir din bilgini sayı lan Nabi'nin Muhyiddin Arabi'nin ş eriata karş ıçı ktı ğ ı nı , kendisine bu tutumu nedeniyle "ş eyh-i ekfer/en sapkı nş eyh" dendiğ ini bilmediğ i söylenemez. Muhyiddin Arabi, kendi adı na oranla kurulan, Ekberiye tarikatı 'nı n öncüsüdür. bu nedenle tarikatçı lar ona "en büyük ş eyh" anlamı nda "ş eyh-i ekber" derler. Şeriatı n yerdiğ ini tasavvuf övmekten kaçı nmamı ş tı r, İ brahim Hakkı(öl. 1780) ise "Marifetname" adlıyapı tı nda kadı nları n ı raları nı özelliklerini kı l örtüsüne göre açı klamaya koyulur, dölyatakları na göre hangi kadı nla, ne yolla seviş ebileceğ ini ş iir diliyle anlatı r durur. Mevlânâ'nı n ünlü "Mesnevi"si gibi İ brahim Hakkı 'nı n adı geçen yapı tı nı n kimi bölümlerini de utanmadan okuma olanağ ıyoktur. Oysa bu yapı t da, kimi aydı nları mı zca. övülüp göklere çı karı lmı ş tı r. Osmanlıaydı nı , onun izini süren günümüzün eskiye özlem duyan kara aydı nı , bu yapı tları okumamı ş tı r, öğ renmemiş tir, buna karş ı n onlar büyük bir değer vermekten kendini alamaz, onları n yaş adı ğ ıgeçmiş le övünmeyi büyük bir beceri sayar, önerir. Geçmiş i, bir bütün olarak yaş atmayıerdem sayanları n önce onu bütünüyle öğ renmeleri, anlamalarıgerekir. Bilinmeyen, anlaş ı lmayan bir geçmiş i övmek, yaş atmaya çalı ş mak aydı n kiş inin iş i değ ildir. Aydı n kiş i savunduğunu bilendir, bilmediğ ini öven değ il. Aradan sekizyüz yı l geçmesine karş ı n, geçmiş imizi dizgeli bir tutumla inceleyen, açı klamaya çalı ş an olmamı ş tı r, elimizde öyle bir yapı t yoktur. Divan yazı nı mı zıbile yabancıuzmanları n yapı tları ndan öğ renmeye uğ raş an aydı nları mı zı n sayı sıaz değ ildir. Sözgeliş i Şeyh Bedreddin (öl. 1418 dolayları ) yerilir, kadı n ortaklı ğ ı nı n Anadolu'da öncüsü sayı larak kötülenir. Oysa onun yapı tları nda böyle bir olay yoktur, hepsi de islam bilimleriyle (hadis, fı kı h, tefsir bg.) ilgilidir, tasavvuf konuları nı içeren çalı ş malarıda vardı r. Onu yerenlerin yapı tları nıokumadı kları , baş kaları nı n ağzı yla konuş tukları anlaş ı lı yor. Oysa Şeyh Bedreddin'in yapı tları nda utanç verici, yüz kı zartı cıen ufak bir bölüm yoktur, vardı r diyenler göstersinler, örnekler versinler de görelim, öğ renelim. Şeyh Bedreddin'i yerenlere İ ran'ı n ünlü ozanıMolla Cami'yi (öl.1492) İ stanbul Üniversitesi Kütüphanesindeki yazmalar arası nda bulunan Havâi Divânı 'nı nıokumaları nıöneririz. Onunla doyuma varamazlarsa divan yazı nı nda genişbir yer tutan "Şehrengiz" adlıyapı tları , bir de Nef'i'nin "Siham-ı Kaza"sı nıincelesinler. Bunlarıeskiyi kötülemek için söylemiyorum; bilinmeyen, öğ renilmeyen bir geçmiş in savunulması nda görülen tutarsı zlı ğ ı , boş luğ u vurgulamak istiyorum. Bu tür tutuculukları n, bilmeden geçmiş i savunmaları n, yüceltmelerin yeni olduğ u sanı lması n. Arap dilinin, ş iirinin en büyük ozanları ndan biri sayı lan Maarri (öl. 1057) bile çağ ı nı n din anlayı ş ı ndan, gericiliğinden yakı nı yordu: Hafeti'l-Hanefı yye ve'n-Nasara ma'htedet Ve Yehud haret ve1-mecûs mu'dalleleh İ snani ehu'1-arz zû aklin bilâ Din ve aher deyyin la akleleh
"Müslüman tökezledi, Hristiyan mutsuz Yahudi ş aş akalmı ş , Mecûsî sapkı n İ ki tür insan kalmı şdemek ki bu dünyada Biri akı llıdinsiz, öteki dinli çı lgı n.." Bu dizeler, bizim yazı nı mı zıilgilendirmez, besbelli bu, ancak onlardan öğ renilecek konular vardı r; Demek, daha onbirinci yüzyı lda bile islam ülkelerinde, özellikle de Arabistan'da inanç bunalı mları doruğ a ulaş mı ş tı . Bir ozanı n bunlarısöyleyebilmesi için. onda epey olumsuz birikimin bulunması gerekir. Bu konuda, toplumu bölümlere ayı rarak birini tutup ötekine vurmanı n uygarlı kla bağdaş ı r bir yanı yoktur. Kiş i düş ündüğ ünce inanı r, inandı ğ ı nca yaş ar, ona karı ş ı lmamalı , tanrı nı n soracağı nıbaş kaları üstlenmemeli. Nitekim Hasan Dede (17. yüzyı l) uzunca bir koş uğ unda ş öyle seslenir: Erlik midir eri yormak Irak yoldan haber sormak Cennetteki ol dört ı rmak
Coş kun akan sel bizdedir Adem vardı r cismi semiz Abdest alı r olmaz temiz Halkı dahi eylemek nemiz Bilcümle vebal bizdedir Arıvardı r uçup geçer Teni tenden seçüp gezer Canan bizden kaçup gezer Arıbiziz bal bizdedir... Bu dizeler açı klama gerektirmez, arıbir dille söylenmiş , oysa içerdiğ i derinlik ilk okuyuş ta seziliyor. Geçmiş i savunan, Osmanlı 'nı n büyüklüğüne, baş arı ları na inanan çevreler bu tür ürünleri önemsemiyorlar, dahasıekmeğ ini yedikleri halka üstten bakı yorlar. Onları n gözünde büyüklük, yücelik, divan yazı nı ndadı r. Peki divan yazı nı , bugün onu savunanları n görüş lerine uygun bir içerik taş ı yordu denebilir mi? Kuş kusuz denemez. Burada, geçmiş ten kaynaklandı ğ ısöylenen, bir gelenek sözkonusudur. Bu gelenek geçmiş le geleceğ i birbirine bağlayan, ancak bilimsel verilere aldı rı şetmeyen, bir süreç niteliğindedir, İ ş te bu anlaş mazlı ğıiçinde taş ı yan gelenek, Fuzûlî'nin yukarda sunulan ş iiriyle halk ozanı (divan ş iirine de öykünmüş , ancak ününü halk ş iiriyle sağlamı ş tı r) Dertli'nin (öl.1845) koş uğ unu özdeş odakta buluş turmuş tur. Fuzûlî bağ nazlı ktan yakı nmı ş tı , Dertli'nin sı kı ntı sıda baş ka değ il: Telli sazdı r bunun adı Ne âyet dinler ne kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytân bunun neresinde Abdest alsan aldı n demez Namaz kı lsan kı ldı n demez Müfti gibi haram yemez Şeytan bunun neresinde Dut ağacı ndan teknesi Kiriş ten bağ lıperdesi Behey insanı n teresi Şeytan bunun neresinde Dertli gibi çarı ksı zdı r Ayağ ıda çarı ksı zdı r Boynuzu yok kuyruksuzdur Şeytan bunun neresinde.. Dertli'yi böyle söyleten nedenleri açı klamaya gerek yoktur; ş eriat ezgiyi yasaklamı ş tı r; suç saymı ş tı r. Şeriat yanlı ları na göre çalgıbir ş eytan iş idir, çalgıdenen aracı n içinde görünmeyen ş eytan vardı r. Bu olay bir söylenti olsa, köksüz sayı lsa bile ülkemizde çok mu çok yaygı ndı r. Netkim islam ülkelerinde ezgi türlerinin hepsi değ ilse de çoğu Hind-İ ran-Bizans kökenlidir, buna eski Mı sı r'ı , BabilSümer-Akad toplumları nıda katabiliriz. Sevgili okuyucu, bu söylediklerimize inanmazsa, günümüzde çok etkili olan Nakş bendi tarikatı na bağlıkimselerin düğünlerini, evlenme törenlerini gözlemlesin: oralarda çalgı nı n, ezginin bulunmadı ğı nıgörecektir. İ mdi, İ slamla gelen inançları n sı nı rlandı rdı ğı , değ iş mez koş ullara bağladı ğıbir ortamda bireysel tepkilerin doğ ması nıönleyecek bir engel uzun süre dayanabilir mi? Bu sorunun yanı tı , bu çalı ş manı n konusudur: varı lan sonuç böyle bir engelin kolayca yı kı ldı ğı nı , daha açı ğıbu engelin kı lı k değ iş tirerek kendisini yı kanı n gölgesinde yaş amaya çabaladı ğı nıgöstermektedir. Bunun da en yaygı n örneğ i Süleyman Çelebi'nin (öl. 1421 ?) yazdı ğı"Mevlid"tir (Mevlid, gerçekte, ş eriat ilkelerine aykı rı dı r, ona dine sonradan sokulan anlamı nda "bidat" denir). Olaya bu açı dan bakı lı rsa, bütün tarikatlar dinin özüne
aykı rı dı r. Peygamberin yaş adı ğ ıgibi yaş amak gerekirse, bütün islam toplumları nı1400 yı l geriye götürmek, bütün çağ daşolanaklardan yoksun bı rakmak kaçı nı lmazdı r. Özellikle kı zları n, kadı nları n okutulmaları , toplum kurumları nda görev almaları , çağ daşev donatı m gereçleri, giyim kuş am biçimleri, yemek yeme gelenekleri, mutfak, sofra, tarı m düzeni, ev kurma biçimi, yapıdüzenlemeleri, ulaş ı m iletiş im araçlarıyasaklanmalı dı r, sözün kı sasıçağ ı mı zı n bulduğu, geliş tirdiğ i, yarattı ğıne varsa atı lmalı dı r. Bunlar okuyucuya çok gülünç gelebilir, ancak islam dininin yapı sıböyledir iş te. Tarikatları n dinle ilgili olmadı ğ ıçok açı k bir olaydı r, ancak toplumsal bakı mdan kaçı nı lmazdı r, islam düş üncesinin doğduğ u ortam uygarlı ğı n geliş mesine elveriş li olmayan verimsiz bir alandı . Bu nedenle orada büyük bir tarı m atı lı mısağ lanamamı ş tı r, iş te tarı ma, üretime elveriş li ülkelerde yayı lmaya baş layan islam inancı , çok eski uygarlı klarla karş ı laş ı nca isteneni veremedi, yenilgiye uğ radı . Yeni din, eski inançları n beslediğ i odaklarıgeliş tirecek güçten, verimlilikten yoksundu, insanlarıdoyuma ulaş tı rma olanağ ıyok denecek oranda azdı . yetersizdi. Çin. İ ran, Hind, Anadolu. Yunan, Koma, Mezopotamya (Babil, Asur. Sümer. Akad), Mı sı r uygarlı klarıkarş ı sı nda bütün gücünü Kur'anla gelen buyruklardan alan bir inanç düzeni ne yapabilirdi? Hangi uygarca soruna, bilimsel araş tı rmaya yanı t verebilirdi? iş te bütün tarikatlar, mezhepler, inanç kurumlarıyukarda sergilenen sorulara karş ı lı k bulma gereksiniminden doğ muş tur. Anadolu ş iirinde tanrı yla ilgili sorunları n açı klanması nıda bu gereksinimin özünde aramalı yı z. Kiş i. düş ündüğ ü sürece, gereksediğ ini bulma eğilimindedir, düş ünmenin olmadı ğ ıyerde doğ al gereksinmeleri dı ş ı nda bir istek bulamayı z. Bugün islam ülkelerinde verimli, büyük! yeraltıkaynakları nıiş leten gelirine gelir katan ortaklı kları n hangisi İ slama yabancıkökenli değildir? Bunun en açı k örneği yeryağ ı(petrol) ortaklı kları dı r, hangisinin kurucusu Müslümandı r, iş leticisi Kur'an buyrukları na bağ lı dı r? Hangi islam ülkesi Kur'ana dayanarak toprakları nı , bağ ı msı zlı ğ ı nısavunabilecek savaş araçları nı yapacak durumdadı r? Bu sorunlarış iir alanı na aktardı ğı nı zda yeni bir çözümün gerektirdiğ i uygarlı k verileriyle yüzyüze gelirsiniz. Siz yine bunları n yazı nla, ş iirle ne ilgisi vardı r deyip durun. Burada eskiyi savunanlara verilebilecek yanı tş udur: Eski inançlar, gelenekler çağı mı zı n insanı nıdoyuma ulaş tı rmı yor, onun toplumsal-bilimsel gereksinimlerini karş ı lamaya yetmiyor. Gİ Rİ Ş İ NSAN ÜSTÜNE Neler düş ünülmemiş , neler yazı lmamı şinsan üstüne, yüzyı llar boyunca. Çoğ u düş ünürler, yazarlar, ozanlar, bilgeler düş ünürken insanıdeğil de insan üstüne olanı , insanla bağ lantı lıbulunanıdüş ünmüş insan diye. Onu gerçeğ inden, olduğ u yerden kaynağı ndan ayı rmı ş lar da öyle düş ünmüş ler, öyle inceleme konusu yapmı ş lar. İ nsana yönelen, daha doğrusu insan diye insan adı na yaratı lan ilk düş ünce ürünlerini eski dinlerde görüyoruz. Yahudilik. Hristiyanlı k. İ slamlı k gibi üç büyük din insanıboş lukta tutan, gerçeğ inden koparan birer görüş ü içerir. Puta tapı cı , daha doğ rusu insan sever dinler insanıdaha iyi anlamı ş , daha iyi görmüşdersem ş aş mamalı . Yaş ayan, yaratanlar insandı r onları n düş ündüğ ü. Doğ a'nı n yaratı cı , doğ urucu gücü ilk dinlerde insandı r. Kybele (Hititçe Kubaba)'nı n göğ üslerinden emdiğ i öz su ile beslenen, Hitit Tanrı ları 'nı n salkı m salkı m sakalları ndan üzümü toplayan, buğday baş aklıellerinden ekin deren insanlar daha iyi kavramı ş , daha iyi sevmiş ti doğ ayı , insanla tanrı lar el ele. diz dize gelmiş ti. Tanrıinsan biçiminde, insan Tanrıkı lı ğı nda olunca yakı nlaş malar, kaynaş malar daha kolay, daha sı kıoluyordu, insan doğ adan, gerçek yerinden koparı lmamı ş , Tanrı lar'la yaş amaktan bı kmı ş tı . Tanrı 'yıinsandan, insanı Tanrı 'dan ayı ran, araya korkulu uçurumlar, nitelik ayrı lı kları , aykı rı lı klarısokmak düş ünce bakı mı ndan ilerleme olsa bile insanıyerinden yurdundan etme, yaban ellere salmadı r düpedüz. Nirvananı n kucağı nda yokluğ a ulaş an, gerçek sanı lan kuruntu evrenin de yaş ayacağıumulan insan kendi kendini yemenin tadı nıyoklukta bulacak ölçüde özünden ayrı lmı şdemektir. Buddha'nı n öğ retisi insanda dilegelen özden uzaklaş manı n büyülü anlatı ş ı ndan baş ka ne olabilirdi? Buddha kapandı ğısesizlik oyuğ unda gözlerini güneş in sı cak buğular çı karan enginliğ inde yitirmiş , uzağa baka baka yanı ndaki ş öyle dursun, kendini bile göremez olmuş tur, İ ş te insanıevrenden koparmanı n, gerçeğinden ayı rmanı n en açı k bir örneğ idir. Buddha'nı n öğretisi. Buddha aydı nlı ğ ıdeğil karanlı ğ ıseviyordu. Ancak karanlı kta bir değer olduğ unu yutturabilecekti çevresine. Karanlı ğ ı n enginliğ inde büyülerle donanmı şbir
büyüklük; kendince. Buldu da. Bütün işbilir hı rsı zlar gibi önce insanlı ğ ıaydı nlatan ı ş ı klarısöndürmenin yolunu aradısonra götürdü götüreceğ ini insan usunu yurdundan etmedi değil hani: "Nice gün açı mları vardı ; aydı nlı ğısaçmamı şdaha." demekten de kendini alamadı . Oysa Rig-veda gün açı mı nıdeğ il gecenin karanlı ğı nıseviyordu. Baş ka deyimle insanıürkütüp kaçtı ğ ıyerde korkudan bayı lı p kalan var mıdiye aranı yordu, bu yüzden atı ldıkaranlı klara, oralarda bulabileceğ i bir iki baygı nıgerçek insan diye gösterecek sözüm ona. Minerva'nı n baykuş larıBatıinsanı nı n düş üncesinde bilgeliklerle yüklü yol göstericiler diye alkı ş landı . Sonunda bu yolgöstericiler uçurumlara, dönülmez yollara, aydı nlatı lmaz karanlı klara saldı onları . Böyle bir aldanı ş la adadıkendini Schopenhauer Nirvanaya. Buddha öğretisi Veda'sıile. Rigveda'sıile, Nirvanasıile. daha açı kçasıbütün Hint düş üncesinde beslenen, kendinden sonrakileri besleyen kavramlar ile varlı kta yitmiş liğ in kendini kuruntular içinde unutmuş luğun bir düzensizliğ idir. Büyüye aldanma, kendini kaptı rma us ilkeleri ile çevrili yöreden sürülmelidir, düzenden sı yrı lmalı dı r. İ nsanıinsanca olanla düş ünmek, onunla eş ortamda görmek varken doğ anı n derinliğ ine inemiyenler boş lukta sonsuzluğa açı lmayıinsan -ötesinde aramaya koyulmuş , oysa bu da bir çı kar yol olmamı ş . Önünde duranı n derinliğ ine inemiyenler boş lukta sonsuzluğ a açı lmayıderinlik sanmı ş lar. Nerede bu bolluk, nerede böyle kolayı ndan yaratı cı lı k oyunlarıvarsa orada bir insandan uzaklaş ma, insanca olmayanda insanıarama sı kı ntı sı , aradı ğı nıbulamadı ğ ı ndan büyülü sözlerle "buldum" diye gösterme kı vranı ş ıvardı r. Buddha'nı n yerinden koparı p karanlı klara salı verdiği insanıHristiyanlı k tanrıile birleş tirme sevincine yöneldi, sonunda o da insanıkendi eli ile yarattı ğıbir tanrı ya üçüzlü anlayı ş ı na dayalı sunağ ı nda içi sı zlamadan insanıadak diye bı çağı n altı nda yatı rdı , kanı nıekmeğ e, içkiye katı p karı ş tı rı p yemek gibi bir çı lgı nlı ğ a kapı ldı , iş te size önce düş ünceden doğan, sonra düş ünceyi kanı nda boğ an ikibin yı lı n yamyamlı ğ ı . Bu kanlıdavranı ş ları n içinde eski dinlerden kalan, Roma inançları ndan gelen insan bilincinin derinliğ inde saklıizler vardı r. Ne demektir kutlu ekmekle, kutlu içkiyle insanı n etini, kanı nıkatı k etmek, bu yolla tanrı nı n varlı ğ ı na katı lmak? Roma'nı n ünlü Gladiyatör eğlencelerinde düzenlediği Hristiyanlı k öncesi kanlıtörenler daha yumuş ak, daha uyumlu biçimde Batıkilisesinin anlayı ş ı na sinmiş tir. Bir de kalkı p insanı n baş ı na Havva-Adem öyküsü ile yı ğı n yı ğı n sı kı ntı lar, üzüntüler açmak nedir? Ademin Havva'yısevmesi, yaratı lı ş ı nda gizlenen üretici düş ünceyi eylem içinde gerçekleş tirmesi unutulmaz bir suç sayı lacaksa Meryem'in yardı mcı sıkimler olacak? Neden Adem-Havva suçlu da Meryem pı rı l pı rı l? Yoksa önünde duran insanısevmek kendini gizlilikler içinde nidüğü belirsiz davranı ş lara kapı lmı şgöstermekten daha mıkötü, daha mıutanç vericidir? Adem'le Havva suçlu ise bu suç onları n değ il diş i ile erkeği birbiri için kaçı nı lmaz durumda gerekli kı lan doğa düzenidir. Peki doğaya bu düzeninden dolayıbaş ka bir anlatı m içinde suç bulan din kendi kurucusunun usunu, anlayı ş gücünü doğanı n üstünde mi sayı yor? Doğ anı n içinde, onun kuralları na, koş ulları na bağlanmadan edemeyen, ölen yemek, ekmek, beslenmek isteyen bir doğaüstü varlı ğı n iş i ne. gitsin doğ aüstü ülkesinde yaş ası n ne istiyor bizden? Bu çeliş meler, bu karş ı tlı klar içinde kurulmak istenen düzen insanı n özünden dı ş ı na çı kmasıkendini yitirmesidir düpedüz. Sen beni insan olarak yarat, baş ı mısayı sı z sı kı ntı lara sok, kanı mı n sı caklı ğ ı nca benimsediğ im, sevdiğim, bağ landı ğı m evrenden ayı r, çürüt toprak et, tı rtı llara, böceklere yem yap, gözümün önünde canı nıgibi sevdiklerimi al yokluğ a sürükle, sonra dön bir de beni suçlu say. bunlar yetmiyormuşgibi alevlerde, yalı mlarda yakacağ ı m, tamuya atacağı m de. Gücenme, darı lma da ş u soruma karş ı lı k ver: Suçlu sen misin ben mi? Doğ ruluk sende mi bende mi? Ben sana dilekçemi verdim beni yarat diye? iş te böyle bir açı dan bakmı şinsana us ilkelerine dayalıdüş ünce Hristiyanlı ğ a göre arı duru insan ancak düş üncede vardı r, yeryüzünde aramı zda yaş ayan insan eksiktir, suçludur. Suçu elinde olmayan nedenlerden dolayıiş leyen, usunu kullanma yeteneğ inden yoksun olmasıdolayı sı yla suça elinde olmadan sürüklenen kimsenin yargıgiymesi doğ ruluk olursa eğrilik nedir diye epeyi düş ünmek, sonunda Nirvananı n kucağ ı nda varken yokluğ un tadı nıçı karma kuruntuları na kapı lı p gitmek gerek. Hristiyanlı ktan sonra insanıbaş ka bir açı dan ele alan islâmlı k durumu daha da karanlı klaş tı rmı ş tı r. insanla Tanrıarası nda kurulagelen bütün bağlar koparı lmı ş , insan belli bir yörede gizli bağ larla vurulmuştutsak diye nitelenmiş tir. Evet insan yaratı ktı r, usu anlayı şgücü. sözde özgürlüğ ü, bağ ı msı zlı ğ ı vardı r, yalnı z bunlarıkullanamaz. Günü bir bütün olarak, en ince bölümlerine dek önceden belirlenmiş , ne yapacağ ı , ne edeceğ i, ne gibi ölçüler içinde davranacağ ı , ne gibi kurallara ölçülere uyacağ ıkesinlikle kendisine bildirilmiş tir. Bu düş ünen, düş ünme yetisi olan insanı n kendinden alı nmı ş lı ğıdemektir. Artı k insan belirlenmiş , tutumlarıkara yazı larla açı klanmı şbir buyruklarıyerine getirme aygı tı dı r. Onun
yaş ama yörüngesi üzerinde gidiş -gelişhı zı . adı mları nı n sayı sı , aralı klarıbellidir... insan bu belli kuralları n dı ş ı na çı kamaz, çı kı nca suç bütün korkunçluğu ile dikiliverir karş ı sı na... Öyleyse islamlı kta insan kendisine verilmişgörevlerin sorumluluğ unu taş ı dı ğıiçin gelir yeryüzüne, yaş amaya değ il. Bu görüşinsanı n kendinde olmadı ğ ı , yalnı zca duyurulan yerine getirme varlı ğ ıanlayı ş ı nıiçerir. Baş ka deyimle insan yaratmaya değ il verilenleri yapmaya gelmiş , o ancak kendisine verilenlerden sorumludur. Bu durum karş ı sı nda insanı n istenç özgürlüğünden sözedilemcz. Oysa bu sorumluluk bile önceden açı klanmı ş tı r. Bu sorumluluğun tek anlamıyapacaksı n buyruğ u içinde saklı dı r. Öyle ise insanı n kimliği, kiş iliğ i yoktur. Bütün bu nitelikler onun dı ş ı nda, onun üstünde duran varlı ğ ı ndı r. Ne türlü yorumlanı rsa yorumlansı n insan bir yoksunluklar taş ı yı cı sı dı r, istenç boşbir kavramdı r. Oysa doğ acıdinlerde insan bütün ilkel, yalı nç nitelikleriyle insandı r. Gene inanı yordu, korku duyuyordu. Yalnı zca inandı ğı , korku duyduğu kendi yanı ndaydı , yaş adı ğ ıtoplumun, ortamı n içindeydi. Arada görülen ayrı lı k inanı n inanı landan daha güçsüz oluş uydu, insan bunu dar bilgisi ile kestirebiliyordu. Sorumluluklar belli ölçüler içinde belli güçlülere karş ıtaş ı nı yordu. Daha açı kçasıinsan inandı ğ ıiçin insandı r. Dinlerde ise insan buyrukları n taş ı yı cı sıolduğ undan, onlarıyerine getirmek gerekçesiyle yükümlü bulunduğundan dolayıinsandı . Böyle ilkelerden kurulu bir ortamda hangi görüş açı sı ndan bakı lı rsa bakı lsı n insan ancak yitmiş liğ ini yaş ar, gene kı sı tlayı cıbir düş ünce örgütü bir buyruk taş ı yan varlı k olarak yaş ayı ş ı nısürdürür, insanı n bir varlı k niteliğ inde sakladı ğ ıanlam ona doğanı n verdikleri ile belirlenmiş tir. Bu bakı mdan insanı n gerçek kimlik bildirisini yazan içinde yaş adı ğ ı doğadı r, toplumsal yönetime egemen soydaş larıdeğ il. Toplumun yönetiminin güç egemenliğ ine dayandı ğıyerde insan dini bir araç olmaktan öte anlam taş ı maz. Bu araç eskiyi onarı cıbir anlayı ş a dayanı rsa daha tutarsı z olur. Dinler bütün görüş leri, kuralları , koş ullarıile insanıbu baş kası na verilmiş lik içinde değerlendirir. Böyle insan dı ş ıbir nitelik onu kendi bütünlüğünü anlama gücünden yoksun kı lı p özünü bilmezliğe götürür, götürdü de. iş te bu özünü bilmezlik insanı , kendi dı ş ı nda varsayma gibi bir kuruntuya sürükledi, insan bu çağ lar boyunca sürüp gelen, değiş meyen kuruntu ağ ı nda saplantı lara kapı ldı . Gitti elinden bağ ı msı zlı ğı , anlamısı nı rlandı , kı mı ldatı lamayan bir yerde oturtulan insanı n kimliğ i, kiş iliği, oldu bu anlam. Oysa insan durmuyor, geliş iyordu boyuna. Bu belirli yerin dı ş ı nda sürdürüyordu kendini. İ ş te yaş ayan insan da buydu. Tarihin akı ş ıiçinde böyle birbirini kovalayan sı nı rlayı cıgörüş ler insanıböldü, ikiye ayı rdı . İ nsanı n böyle ikiye ayrı lı ş ıdaha çok felsefede görülüyor. Sokrates için "Tanrı larıgökten yere indirdi" derler. Doğrudur, Tanrı larıgökten yere indirirken insanıevinden barkı ndan etti. Bölüm bölüm kı ldı . Onun açı klamaya çalı ş tı ğ ıinsan bir usvarlı ğ ı dı r. duygular, tutkular onun gözünde önemli değ ildir. İ nsanıböylesine usvarlı ğ ı . duyguvarlı ğ ıdiye ayı rmak onu daha da karanlı k duruma sokmaktı r, insan yalnı z usla davranmaz, davranamaz da. Bütün yaş am süresince usunu değ iş mez. Şaş maz bir ölçü olarak kullanamaz. Doğanı n daha ağ ı r basan verileri var insanda. Sokrates bütün bu duygu varlı kları nıusun buyruğu altı na koydu, çağ ı nı n düş üncesine göre bu yepyeni bir görüş tü, bir bakı ma yeni bir ilerleme idi. Sokrates'in Batıdüş üncesine getirdiği yenilik de insanıusvarlı ğ ıolarak alan ilk bilge oluş udur. Bu görüş uzun süre Batıdüş üncesine egemen olmuş , sonra değ iş mez bir inanç niteliğ i kazanmı ş tı r. İ ş te bu değ iş mez olarak kalma insan bilgisi bakı mı ndan bir duraklamadı r. Hristiyanlı kta, İ slamlı kta tanrı nı n insana yaptı ğı nıSokrates'in görüş ünde us yaptı . Onun sı k sı k düş üncesine, kanı sı na baş vurduğ u Daimon'u bir us-tanrı dı r. Oysa insan böylemidir ya... Sokratesin ardı ndan gelen ilk ortaçağbilgeleri insanıkendi anlayı ş ları na göre Zoon Politikon. Zoon Logikon, Zoon Mathematikon gibi tanı mlamalar altı nda görmeğe çalı ş tı . Bütün bu bilgelerin üzerinde anlaş tı klarıtek konu insanı n bir "Zoon" olduğudur. Bunlar insanı n açı klanmasıdeğil bölünmesidir. İ lkçağı n ünlü Plâton'u insanıhı zla olduğ u yerden gökler ş öyle dursun onları n da üstüne uçururdu. Gerekçe görmek kökünden gelen bir sözle -Eideas- insanıbüsbütün görülemez duruma getirdi. Kendisi ile konuş an, söyleş en insanıbı rakı p düş üncesinde yaş ayan taslağ a döndü. Düş ünceyi insandan çı karacak yerde insanıdüş ünceden kurmaya çalı ş tı . O eriş ilmez olgunlukta olan örneklere göre bir insan yontmaya durdu. Plâton'un bu insan görüş ü insanıanlama, onun gerçek yerini bulma bakı mı ndan bir yenilik getirmemiş , üstelik Ortaçağkapalıdüş üncesinin doğ ması na, evrenin dı ş ı nda evren arama çabaları na kaynak sağlamı ş tı r. Plâton'un Ortaçağdüş üncesinde en önemli yeri kaplayan Timaios adlıyazı sıinsanı n evren karş ı sı nda ne denli yok olduğunu göstermesi dolayı sı yla kilisede başüstünde tutulmuş tur. St. Augustinus’tan bu yana Ortaçağ 'ı n tanrı bilimcileri kaynağ ı nı , dayanağı nıya Plâton'da. ya Aristoteles'de aramı ş tı r. Sözün kı sasıinsana yönelmeyi düş ünmemiş tir. Hristiyan Ortaçağıda, İ slâm Ortaçağıda bu iki
ilk çağbilgesinin eş elediğ i toprakta eş kin verdi. Bir düş ünün böyle görüş ün ardı ndan giderek ı ş ı klı kla adam arayan Diogenes kendi yitmiş liği içinde bunalmamı şmı ? Gerek ilkçağ ı n Anadolu bilgeleri, gerekse Grek-Roma bilgeleri insanıusvarlı ğıolarak görmüş , duygu yönünü bir yana atmı ş , ya da duygu varlı ğ ıolarak anlamı ş , usa düş ünce düzeni içinde ötekilerin verdiği aş kı n önemi vermemiş tir. Stoacıbilgeler ise insanıbütün duygu yönlerinden sı yı rı p istencin bağ lı kları na vurmuş tur. Hangisinin görüş ü alı nı rsa alı nsı n insanı n bir bütünlük içinde araş tı rma konusu yapı lmadı ğı , tek yönlü düş ünüldüğ ü görülür. Arada bir ilkçağbilgelerinin düş üncelerini boyayı p karmaş ı k yazı larla öne süren Ortaçağaydı nlarıinsanıdaha çok inanan varlı k diye adlandı rmı ş tı r. Farabi, İ bn Sina, İ bn Rüş d, Gazali gibi aydı nlar bunlar arası ndadı r. Daha doğrusu bu gibi karanlı klardı r. Onları n düş üncelerinde Aristotelesin ya da Platonun , Philonun görüş lerinden ayrı . yenilik niteliğ i taş ı yan bir yön yoktur. Cami ile kilise insanı n "yaratı lmı ş lı ğ ı " konusunda düş ünmeyi insanıiş leme biçiminde koymuşortaya. Oysa ne caminin ne de kilisenin düş ündüğ ü gibi bir insan var gerçekte. Bu yaratı lmı ş lı k baş ka bir açı dan bakı ldı ğı nda "belirlenmiş lik" olarak karş ı mı za çı kar. Renaissence'ı n son yı lları nda, özellikle İ talya'da, daha çok yaratıalanı nda geliş en düş üncenin ele aldı ğ ıinsanı n elle tutulur bir yönü yoktur. Bunu anlamak için Dante'nin, Petrarka'nı n yazı ları nı , öteki sanatçı ları n resimlerini, yontuları nıincelemek yeter de artar bile. Ortak konu İ ncil'dir, İ slâm Ortaçağ 'ı nda ise Kuran'dı r, insanı n suçluluğ u, bu suç yüzünden yeryüzüne atı lmı ş lı ğ ı dı r. Bu iki büyük dinde anlatı lan eski İ brani dininden alı nma öykülerin en acı klı ları , en içlileri insanı n yitmiş liğ ini. iş lediği, iş leyeceği suç yüzünden çekmiş liğ idir. Rafaello'nun en güzel yapı tlarıbile din duyguları nı n en çok iş leyenleridir. Michel Angollo'nun en ünlü yapı tlarıkonuları nıİ ncil'den almamı şmı ? Bunu kilisenin sanat koruyuculuğ u, sanatçı ya kapı ları nıaçı k bulunduruculuğu diye yorumlayanlar pek çoktur. Yok, kilise sanatıkorumadı , sanat kiliseyi ayakta tutuyor dersem ne dersiniz, ne diyebilirsiniz? Durum cami için de öyle değ il mi? Demek doğ usu ile batı sıile bütün bir Ortaçağinsanı n kı yı ya itilmiş liğ i dönemdir, insan olduğundan değil, Tanrı 'nı n yaratı ğ ıolduğ undan, suçlu olduğ undan acı nacak bir sı kı ntı çevrentisinde dört döndüğünden dolayıyüzüne bakı lan bir nesnedir. Bir bakı n kanatları nda barı ştaş ı yan ş u kutlu güvercine, bir bakı n konduğ u yerleri insana yeğgörülmüyor mu? Dinler insanıtanrı ya duyulan, daha doğrusu duyulmasıgereken saygıyönünden ele almı ş , Renaissance düş ünürleri, bilgeleri de doğada bulunduğ u için. Bu iki düş ünce akı ş ıiçinde de insana dolayı sı yla değ inilir. Paracelsus'un Leonardo'nun Galileo'nun, La Maitre'nin insanıbağ ı msı z değ ildir. Doğ anı n bir yanı dı r, insana doğ rudan doğ ruya dönülmemiş tir. Tanrı 'ya övgüler döktürmeyi insan düş üncesinin doruğ unda bulunan baş arı lardan biri sayan Nicolaus Cusanus bile özgün değ ildir bu konuda. Hugo Grotius, Campenella. Giordane Bruno, Thomas Morus insanıdeğ il tanrı nı n yarattı ğı nıdüş ünmüş , iş lemiş tir. Descartes ne de kı ymı şinsana, bir elma gibi yarı vermişortası ndan, uçurumlar koymuştinle gövdenin arası na, sonunda kendi de çı kamamı şiş in içinden. Dönmüştini tanrı ya, gövdeyi doğ aya bağ layı vermiş . Yaptı ğ ı na pek kendi de inanmadı sanı yorum. İ nansa tinle gövdeyi ayı ran özlerin birine "Yer kaplama" birine "Cogito-düş ünüyorum" dermi idi, demezdi. Bilmez mi Descartes "Düş ünme" eyleminin gövdesiz olamı yacağı nı , bilir, pekiyi bilir de söylemez bilmiş liğ inden. Leibnitz daha karanlı k iş ler açmı şinsanı n baş ı na, evren dolayı sı yla değ inmişona. "Açı k algı lar", "bulanı k algı lar"la daha da güçleş tirmişiş i. Monad demişevrenin en küçük örneğ ine. Sayı sı z monadlar vardı r demiş , bunları n birer birer büyük evreni yansı ttı ğ ı nısöylemişüstelik. Öte yandan "monadları n pencereleri yoktur" diye de eklemiş . Oysa monadları n öyle çok pencereleri var ki insan nereye bakacağ ı nış aş ı rı yor. Artı k anlaş ı lı yor insanı n durumu: insana Renaissance'tan sonra bilgi sorunu dolayı sı yla da değ inmeler baş lamı şSokratesin, öteki ilk çağbilgelerinin, Sophistler'in yaptı klarıgibi. İ nsana bilgi sorunlarıyönünden belli, dar bir açı dan bakma günümüze dek sürüp gelmiş tir. Bilgisi yüzünden insanıkı yası ya doğrayan bilgelerin en acı ma bilmezi Kant'tı r. Bir yandan insanıus varlı ğ ı olarak görür, bir yandan da usun çözümliyemeyeceği çözümliyemediği gibi saldı rı sı ndan yakası nı kurtaramayacağısorunlarıyükler ona. Artı k insan bir çözülmezler taş ı yı cı sıolmuş tur. Bu onun "alı n yazı sı "ymı şinsan tanrı nı n, tinin, evrenin, nesnelerini görünmeyen yönünü Kant'ı n diliyle "Noumen"i, bunları n ne olduğ unu kesin olarak bilemez, bu bilemedikleri olmadan da edemez. Bunlarıyalnı z düş ünür, öteki çözülmez, kaynağ ı na gidilmez dediğ i sorunlar gibi. Darı lmak gücenmek olması n gene ben bilemiyeceğ im kaynağı na varamı yacağı m sorunlarıne düş ünürüm ne de taş ı rı m. Bende bir us varsa böyle bulantıçı kı ları nı taş ı masıgerekli değ ildir. Gerekli sayan buyursun taş ı sı n.
Kant'ı n ardı ndan gelen Hegel insanıTanrı 'dan bile gizlemiştepeden tı rnağ a tin yapı vermişçı kmı ş iş in içinden. Tinler neler yapmazmı şüçüzlü aş amaları n basamakları na tı rmana tı rmana. Üstten aş ağ ı yaygı n yaygı n, evreni kucaklarca açı lmı şaş ağı dan yukarıdoğ ru canı nıdiş ine takarak çı kmı ş tı r. Gene de ulaş amamı şereğine. Ortada gene insanı n bölünmüş lüğ ü var Shelling, Fichte, Herder bu bölme iş inde vargüçleriyle çalı ş mı ş lar. Onlar da İ ngiliz bilgelerinden David Hume, Bacon, Locke gibi bakmı ş lar insana, bilgi sorunu bakı mı ndan ele almı ş lar insanı . Bütün bu açı klamalardan çı kan sonuç ş udur, insan düş ünce tarihi boyunca bağ ı msı z bir konu olarak iş lenmemiş , çoğ u bilgelerin görüşaçı sı na göre ona bakı lmı ş tı r. Bu durumda insan gene bölünmeden kurtulamamı ş . Bugüne dek sürüp gelen düş ünce doğrultusunda anlamak gerekmez insanı . O baş ka varlı klarla ilgisinden dolayıüzerinde durulacak, ek konu yapı lacak bir nesne değildir, insan davranı ş ları ndan sökülüp atı lamaz. Durum böyle olmakla gene de çağı mı zda insana doğ rudan doğ ruya bir yönelme, onu anlamaya dayanan bir görüş ü benimseme çabasıolmamı ş tı r. Bergson'un "Home faber" adı nıverdiğ i insan değ il. Bu anlayı şölçüsü içinde de insan kendi gerçek davranı ş larıdı ş ı nda yaş ayan bir varlı kmı ş gibi görülüyor. Oysa insan kendi bütünlüğ ünü kuran eylemleriyle birlikte vardı r, insan: eylemlerinin dı ş ı nda, özünden soyutlanmı ş , kavanoza konmuşbir nesne değ ildir. Bundan aş ağ ıyukarıkı rk yı l önce Max Scheler bile insanı n gerçek bütünlüğünü gözönünde bulundurmamı ş tı r. insanı n evrendeki yerini, ararken kendini unutuvermiş . Onun ardı sı ra gelen kaynağ ı düş ünürün yorumuna göre Sokrates'te Kierkegard da bulunduğ u söylenen Varoluş çuluk akı mıda insana sağ lam ölçülerle bakan bir çı ğ ı r değ ildir. Eski Hind düş üncesinden alı nan Nirvana anlayı ş ı na benzeyen, insanı n taş ı dı ğ ıvarlı k niteliğ inin karş ı sı na yokoluş tan doğan korkuyu koyup görüş ünü ileri süren bu akı m gene insanıbölmekten, iki çatı k durum karş ı sı nda bı rakmaktan kendini alamı yor, insan gerçek bir yokoluşkorkusuyla karş ıkarş ı ya mı dı r? Buna evet diyebilmek için insanı n böyle bir korkuyu özünde duymasıgerekir açı kça. Oysa insanı n böyle bir yokoluşkorkusuyla karş ıkarş ı ya geldiğini, bundan kendini kurtaramayacağ ı nısöylemek Kant'ı n "insan usun çözemeyeceğ i bir takı m sorunlarla yüklüdür, durum böyle iken bunlardan kendini kurtarmak da elinde değ ildir." demesinden pek de ayrıbir kanı olmasa gerek. Biz alı ş mı ş ı z düş ündüğümüzü doğ rulamak, yerinde bir davranı şdiye göstermek için insana yüklenmeye. Eski metafiziğin belli konularıvardı , onlar üzerinde durulmasıbir gerekli görev sayı lı rdı . Bugün bu metafizikle uğraş anlar pek dar bir çevrede kalmı ş . Çağ ları n kendilerine, özelliklerine, evrene bakı şaçı ları na göre anlayı ş larıvardı r. Bir metafizik yaygı n olduğ u çağ ı n damgası nı taş ı r; bu bir gerçek. Varoluş çuluk ortaya koyduğ u yokoluşkorkusu ile çağ ı mı zı n bir metafiziğidir. Neden insan sayı sı z sı kı ntı lar, acı lar çektiği varoluşkarş ı sı nda varoluş undan dolayıkorku duyması n da yok olacağı ndan duysun? Peki yokoluşbir korku ise seve seve ölüme gidene ne denir? Baş kalarıiçin kendini verene ne denir? Bunları n karş ı lı ğ ı nı , birtakı m yüce baş ları n insan üstü eylemleri olarak göstermekle vermeğ e, yönelenler olacak. Bu doyurucu, kesin, gerçek bir karş ı lı k değildir. Konuyu açı klamaktan da uzaktı r, insan bir yokoluşkorkusu içinde değ ildir. O, yok olacağ ı nıdüş ünmez bile. Ölümü bir korku doğurucu olay diye nitelemek değ iş meye göz yummaktı r. Varoluş çuları n kendilerine kaynak saydı klarıkimseler ölümden korkmak ş öyle dursun onu seviyordu bile. Ölüm korkusu gerçek oluş lar içinde yaş ayan insanda değ il bir kı yı ya çekilip düş ünceye dalan insanda vardı r. J.P. Sartre bir yazı sı nda varoluş çuluğ un insancı lı k olduğ unu söylemekten geri durmadı . Evet bir insancı lı k, yalnı z insanıkorkan bir varlı k olarak alan bir insancı lı k. Oysa insanı n en köklü sorunu korku değ il .yaş amadı r, "insan eylemde bulunurken vardı r" diyen bir düş ünür eylemin sı nı rları nıbelirlemiyor. Evet, insan eylemde bulunur; ancak eyleme iten nedenler bu eylemlerle eşortamda değildir. Baş ka deyimle: insan kendini eylemde bulunmaya iten dı ş ı ndaki nedenlerle de vardı r denemez mi? Güneş in aş ı rısı cağı nda insan da yanar bitki de, ş imdi bitki sı caklı k karş ı sı nda istençli bir eylemde bulunmuyor diye yok mu? Varsa istençli eylemde bulunmak bir varoluşnedeni değ il demektir, insan çevresiyle vardı r, daha açı kçasıinsan evrenle vardı r. Birtakı m aydı nlar varoluş la eylemi ayrısayı yor, oysa oluş un kendisi bir eylemdir, insanıakı ş ıiçinde sürükleyip götüren bir eylem. Öyle ise insan oluşiçinde vardı r, kendisi bir oluş tur, oluşiçinde gerçek yeri olan bir oluş . Davranı ş lar insanı n açı lı ş ları dı r, insan davranı ş ları yla kendini sürekli oluşakı ş ı nı n ortamı nda açar. Bu davranı ş lar istençle, istemle korku ile istekle sı nı rlıdeğ ildir, insan davranı ş larla, davranı ş lar insanla açı lı r. Bu karş ı lı klıbağ lantı lar içinde insanı n açı lı ş ıkendini ortaya koyması dı r. Varoluş çuluğ un ileri sürdüğü yokoluşkorkusu istenç taş ı yan varlı ğa yergi ise, bütün insanları n bu yokoluşkorkusunu duymasıgerekir. Oysa birçok yiğ itler, aş ı rıdinciler bunu duymuyor. Yok. yokoluş korkusu istence bağ lıdeğilse bütün yaş ayanları n bu korkuyu çekmesi gerekir. Böyle bir gerçekle de karş ıkarş ı ya değ iliz. Varoluş çular buna bilinçli korku adı nıda vermektedirler. Onlara göre bu korku
insan varlı ğ ı na eğ ilmenin, insanıkavramanı n doğurduğ u korkudur. Ne yandan bakı lı rsa bakı lsı n varoluş çuluk çı ğı rıda bir çağdaşmetafizik olmaktan kendini kurtaramı yor. Nitekim Martin Heidegger'in böyle korkuyu içeren tutumu onu ister istemez günümüzün metafiziğ i üstüne düş ünmeye doğru itmiş tir. Max Scheler'e göre insan kendini bütün öteki dirilerden ayı ran "Geist"in taş ı yı cı sı dı r. Ne var ki insanı n taş ı dı ğ ıbu tinin insanüstü bir bağı msı zlı ğ ıvardı r. Onun bulunduğu yer bilinmez, yalnı z taş ı nı r, insan için taş ı dı ğ ınesnenin nerede olduğ unu bilmemek, onu beşduyunun dı ş ı nda olduğ undan yalnı z düş ünebilmek insanıaçı klamak değ il, karanlı klaş tı rmaktı r. Tin özgürdür, bağı msı zdı r, deniyor peki bu özgürlük, bu bağı msı zlı k nerede kiminle, hangi koş ullar, hangi kurallardı r, bunu bilemeyiz. Hristiyanlı ğ ı n kurucusu da . islamlı ğ ı n yayı cı sıda tin için böyle düş ünüyordu. Burada ortaya çı kan açı k gerçek ş udur: İ nsan da insanca bilinmeyen, görülmeyen, ancak kendisi ile düş ünülebilen insanüstü varlı ğ ı n özgürlüğ ü bağ ı msı zlı ğı . Bağ ı msı z olmayanda bağ ı msı z olanı n var sayı lması , inanamı yoruz buna. Bağı msı zlı k yalnı z düş üncede değ il davranı ş larda olursa bir değ er taş ı r. Yoksa bir kimseyi on yerinden bağ lasanı z bile baş ı nı n içinde bir bozulma bir yı kı m olmayı nca düş ünür gene. İ nsanı n bağ ı msı zlı ğıkonusunda ilkçağla, dinlerle sı kıbir eşdüş ünce ortamı nda bulunma anlayı ş ıvar Renaissance'la geliş en yeni batıgörüş ünde. Bağı msı zlı k, özgürlük ancak düş ünülen eyleme dönüş türülmesinde, uygulama alanı na konuş unda ortaya çı kar. İ nsan üç yönden bağ ı mlı lı k içindedir. Birincisi tüzelerin koyduğ u kurallara uyma gerekliliğ inden doğan bağ ı mlı lı k, seçkinlerin, ya da seçilmiş lerin anlayı ş ları na göre konan yasaları n yarattı ğıbağ ı mlı lı k, ikincisi gelenek, görenek, tutumları n çağlar boyu sürüp gelmesinden çı kan bağ ı mlı lı k. Üçüncüsü de en az sezilen gerçekte pek köklü olan bir bağ ı mlı lı ktı r. Bunu ancak üzerinde duran, onu bir sorun olarak iş leyenler duyar. Dilin bağ ı mlı lı ğı dı r bu. Konuş manı n, yazmanı n, düş ünceleri açı klamanı n uyması gerektiğ i söylenen kurallar, koş ullar sağlar bu bağı mlı lı ğ ı . Şu bildiğimiz boyuna tartı ş ması nıyaptı ğ ı mı z dil kuralları , dilbilgisi, yazıkuralları . Yok özne baş ta gelirmiş , yok ek sonda olurmuş , eylemi bildiren söz özneden önce gelmezmişgibi birtakı m alı ş kanlı klarla kazanı lan kurallardan gelen, değiş mez sanı lan tutumlar bunlar. Bu adıgeçen üç bağı mlı lı k kaynağıile düş ünürlerin görüş leri arası nda sı kıbir yakı nlı k vardı r. Bunlarıderli toplu olarak ileri süren, uzun uzun yazı larla açı klayan ilk bilge Aristoteles'tir gene. "Organon" adı nıverdiğ i uzun yazı sıile koymuşbunlarıortaya. Düş ünce bilgisinin (Logik) kuralları nı düzenlerken belli bir alanda kalmaya doğru itmişkiş iyi. Düş ünce bilgisinin üç ana kuralıolan özdeş lik, çeliş mezlik, nedensellik ilkeleri uzun süren bir dil alı ş kanlı ğı nı n ilkeleş mişverileridir. Oysa Doğ a'da bunları n bir teki bile yoktur, yalnı z düş üncede vardı r. İ ster ilke olsun, ister kural olsun insanı n bölünmüş lüğ ü sonunda elde edilmiş tir. Düş ünce gücü. düş ünce bilgisi insandan ayrıvarlı klarmı şgibi göründüğ ündendir bunlar baş ka değ il. Bunlar insanda insan dı ş ıolan nesnelerdir. Bilgeler kullandı klarıgörüşbı çakları nı n keskinliğine göre kiş iyi doğradı kları ndan dolayıçı kmı şortaya bunlar. Oysa kiş i kendini davranı ş ları nı n bütünlüğ ü içinde ortaya koyarken uymaz bunlara çokluk. Kiş i yaş amı nda yiyip içerken, severken, seviş irken, kı zı p gücenirken, sevinirken, üzülürken hangi kurallara uyar dersiniz? Bütün kurallar, yasalar, ilkeler kiş iyi beli bir yönü ile incelemenin, bütün olarak görememenin ürünleridir düpedüz, insan varlı ğ ı nı n derinliklerinde saklı oluşgerçeklerini kavramak için onu davranı ş ları ndan sı yı rmamak gerekir. Davranı ş lar insanı n bütünlüğünü ortaya koyan oluş lardı r. Onları n insan varlı ğ ıdı ş ı nda ayrıayrıincelenmesi, insanı n onlardan, onları n insandan koparı lmasıinsanı n bölünmesidir. Bütün uluslarca, az çok değ iş ik açı klamalar altı nda, benimsenen birtakı m davranı ş ları n kural niteliğini kazanmasıdeğ erleri doğ urmuş tur. Aradan geçen uzun çağ lar gerçekte birer davranı şbiçimi olan bu değ erlerin apayrı , değ iş mez birer bütünlük kazanması nısağ lamı ş tı r. Sözgeliş i erdem bir değ erdir. Bu sözün nereden geldiğini araş tı rı nca karş ı mı za bir erkeğ in çı ktı ğ ı nıgörürüz. Sözün kökü "er" dir. Erdem erkek olana vergi, ona yaraş ı r anlamı na gelir. Latince'de de böyledir. "Virtus" sözünün kökü erkek anlamı na gelen "vir"dir, "tuş " ektir. Erdem'in "dem"i gibi. Oysa biz, bugün "erdem" sözünü bambaş ka bir anlam da kullanı yoruz. Güzellik de öyledir, kökü "göz" dür. Demek ki geçen sürenin pek uzun oluş u yüzünden kural niteliğ ini kazanan birtakı m davranı ş lar elde olmadan insanıegemenlikleri altı na alı yor. Biz insan olarak, uymak gereğ inde kaldı ğı mı z bu kuralları n baş langı çlarda böyle olmadı kları nı , bizim anladı ğ ı mı z apayrıbir anlam taş ı dı kları nıeylemde bulunurken düş ünmüyoruz bile. Grekçe "momos" sözcüğü "yasa" anlamı na gelir. Arap bunu "namus" olarak aldı . Bu günkü "namus"la, dünkü "nomos" arası nda ne gibi bir anlam yakı nlı ğ ıvar dersiniz? "Kanun" sözü de böyle değ il mi? "Araç" anlamı na gelen Grekçe "organon" sözünden gelmedi mi? Bunun gibi "akı l" devenin ayakları na vurulan "bağ ", "istiklâl" bir kı yı da yalnı z baş ı na oturma anlamı na gelen "kille". "Kı ble" eski Anadolu
bolluk tanrı çası"kübele". iş te bunlar, bunları n benzerleri çağ lar boyunca insan istenci dı ş ı nda iş lene iş lene birer kural niteliğ i kazanı yor, sonra insanı n bunlara düş ünmeden uyması , bağlanmasıisteniyor. Bunlarıkim istiyor, kim yapı yor? iş te kiş inin bağ ı mlı lı ğı nıdoğuran kaynakla ilgili bir soru. Rousseau, doğal durumdan yavaşyavaş , bir "toplum sözleş mesi" ne gidildiğ ini söylerken insanı n bağ ı mlı lı ğa kaydı ğ ı nıaçı klamak istiyordu. Oysa onlarda böyle bir toplum sözleş mesi yoktu, sayı sı z yı lları n doğ urduğu alı ş kanlı kları n, yakı nlaş maları n "kurallaş ması " vardı r. "Toplum sözleş mesi" bu olabilir ancak. Rousseau'nun üzerinde durduğ u konu gerçekten pek önemlidir, bağ ı msı zlaş mağ a giden çizgi üzerindedir. Onun tartı ş ma götüren görüş ü bu "Toplum Sözleş mesi"ni insan istencine dayaması dı r. Oysa alı ş kanlı klar istençle bağlantı lıdeğ il, baş langı çta istekle, birtakı m geçici gereksemelerle bağ laş ı mlı dı r. İ nsan, kendisini, davranı ş ları nı n bütünlüğ ü içinde, ortaya koyarken taş ı dı ğıanlam onun varlı k kuralı dı r. Bu yüzden kiş inin anlamıonu sürekli bir devinme içinde bulunduran iç davranı ş larıile dı ş davranı ş larıarası ndaki uyuma dayalıbütünlüğ ün niteliğ ini taş ı r. Kiş iyi anlamıortaya koyar. Bu anlamı ona veren biz değiliz. Bizim yaptı ğ ı mı z, ya da yapacağ ı mı z bu anlamı n bütünlüğ ünü gözden uzak tutmaksı zı n kavramaktı r, insanı n anlaş ı lmasıanlamı n kavranması na bağlı dı r, insana anlam vereceğ ini sanan, böyle bir kanı da bulunup türlü savlar ortaya atan bütün çı ğı rlar ona kendi düş üncelerinde yaş ayan, gerçekliklerinden soyulmuş"nesne" olarak bakarak ancak. Böyle bir kanıile ortaya atı lan bir görüşinsanı n yanı ndan geçer, insanıanlamak onun davranı ş ları nıiçinde yer alma, onu çevreleyen akı ş a kapı lma gereğindedir. Yoksa dı ş tan bakı cıbir tutumu davranı şbiçimi diye alarak iş e koyulan kimse insanıancak dı şgörünüş ü ile anlatmaya çalı ş ı r, insanıanlamak onu kendince yaş amaya bağ lı dı r. Sözgeliş i bir sanat yapı tı nıanlamak için ona dı ş tan bakmak yetmez. Onun oluşakı ş ıiçinde doğru yeri almak gerekir. Bakı şbir bakı ma fotoğraf çekmektir, insan fotoğ rafıçekilerek anlaş ı labilecek bir varlı k değ ildir. Böyle bir düş ünür fotoğrafı n verdiğ i olanaklardan yararlanarak insan tablosu yapmaya kalkı ş an ressama benzer; bir yenilik koyamaz ortaya insanıkendinde yaş amadı ktan sonra. Nitekim Homeros'un yazı larıiçinde en önemli, en baş arı lıolanlarıtürlü türlü benzetiş lerle süslenen kuru anlatı ş larla dolu olanlarıdeğ il, azda olsa insanıkendisince yaş adı ğı nıgösterenleridir. İ nsan duyguları nı , insan eylemlerini, insanla birlik içinde aldı kları dı r. Baudelaire'nin gücü insanıyaş amayıbilmesindedir. Hölderlin'in baş arı sıinsanıbütünlüğü ile ş iir evreninde kavramaya çalı ş ması dı r. Van Gogh yaş ayan gerçek insandıGauguin'de öyleydi. Büyük sanatçı lara bu "büyüklük" damgası nıvuran insana bakmaları değ il onu yaş amaları dı r. Bir savaş ta en baş arı lıbulunduğ unu doğrayan, çoluğu çocuğu bı çaktan geçiren değ il, yendiği savaş çı ları n ülkesini ele geçirdiğinde yenilenlere karş ısaygıduyması nıbilendir. Bir bomba ile yüz binlerce suçsuz yoksul, yaş ama kaygı sıiçinde çı rpı nan kimseleri içi sı zlamadan öldürmek insanı n taş ı dı ğıvarlı k değerini bilemiyecek ölçüde çı lgı nlı k, kan dökücülük, aş ağ ı lı ktı r. Bir bakı n tarihe onbinlerce suçsuzu öldürmeyi baş arısayanları n, düş ünce alanı nda insanlı ğ a ı ş ı k tutacak baş arı ları yoktur. Bunlarısöylerken yapı lan öldürücü araçlarıinsan soyunun yı kı mıyolunda kullanan pek sayı lı baş larıanlatmak istiyorum. Yoksa atomu bulan bilginlerin tükenmez çalı ş maları nıinsan soyunu ortadan kaldı rma amacıile yaptı kları na inanamı yorum, dersem yanı ldı ğı mısanmı yorum doğ rusu. Öldürmek bilginin hangi aş aması nda alı nı rsa alı nsı n bir baş arıdeğ ildir, öyleki en ilkel araçlarla da, alı p atı lan bir taş la da insan öldürülebilir, öldürülüyor da. İ nsana boyuna dı ş tan bakan düş ünce tutumu çağ ı n anlayı ş ı na göre birtakı m yeni görüş lerin doğması na yolaçmı şinsan baş ı nıyeni sı kı ntı lara sokmuş tur. Bunları n en acı sıkiş inin bağı msı zlı ğ ı nı ortadan kaldı ran, onu kendi dı ş ı nda yaş adı ğ ısanı lan birtakı m kurallara bağlayan görüş tür. Bu görüş kiş iyi belli bir açı k çevrede tutsak yapmı ş tı r. Doğada alabildiğine yaş ayan insan birtakı m yasalara bağ lı kı lı nmı şgitgide bu yasalar birer gerçek varlı k diye benimseme gerekliliğ i ile karş ıkarş ı ya bı rakı lmı ş tı r. Yasa diyoruz, nedir bu yasalar, insanıbağ layan gizli bağ lar değ il mi? Yasaları n en iyileri bile insan davranı ş ları nıkı sı tlamı yor mu? Toplum adıverilen, kiş inin dı ş ı nda kiş iye egemen olduğu ileri sürülen bir nesne çı karmı ş lar ortaya. Bir de toplum kuralları , toplum koş ulları uydurmuş lar üstelik. Yasalarıkimler yapı yor, kimler için yapı lı yor bir düş ünelim. Bir ülkede yaş ayan kiş ilerin toplumca bir konu üzerinde birleş erek koyduğ u yasa var mı dı r? Yoktur yasalarıbelli kurullar yapar, topluma uygular. En büyük, en yoğun toplumlar bile birkaç yüzü geçmeyen seçilmiş lerin tutsağ ı dı r. Yeryüzünün bilmem hangi çağ ı nda, bilmem hangi yöresinde geçici olayları n sağladı ğıkolaylı klarla bir araya gelen seçkinler yapmamı şmıyasa denen nesneleri? Gene yeryüzünde toplum denen varlı ğı n alı ş kanlı kları nı , göreneklerini binektaş ıolarak almı şbir yasa koyma kurulu var mı dı r? Yoktur. Roma tüzesi bunun en korkunç bir örneğidir. Bu gün bir çok yasa ona dayanı r, kaynağ ı nıonda bulur. Bunu övüne övüne söylemekten de geri durmaz. Peki bu koş ullar altı nda Roma tüzesi, güçlülerin (buna seçilmiş ler de
diyebilirsiniz) güçsüzlerden yana görülüp, baskıile benimsetilmek istenen bir güçsüzden baş ka ne olabilir? Hangi ulus tek tek üyelerinin yaş ama koş ulları nı , birey bağı msı zlı ğ ı nı , gözönünde tutarak kurmuş yasaları nı , ya da Roma tüzesini almı şdersiniz? Bu yasacıtutum insanıdüzen düş üncesi adıaltı nda bilincine varamadı ğ ıbir tutsaklı ğa doğ ru itmiş tir. İ ş te budur iş in gerçeğ i: insan kendi eliyle bilmeden kendi canı na kı ymı ş , doğ a içinde yaş amayıbelli kurallarla kı sı tlamı ş , iş in içyüzünü bilmeden. Uygarlı kları n en kötü buluş ları ndan biri bir bakı ma en yı kı cı sıbelli yerlere belli kazı klar dikmek oldu. Öyleki yüzyı llar boyunca bu bağlı lı klara bilmeden inanan kiş i bağlı lı k içinde sı nı rlıyaş amayıözgürlük sandı , ne acı klıbir sonuç. Kant'ı n ortaya attı ğ ı , Hegel'in baş ka bir doğ rultuda geliş tirdiğ i, Max Scheler'in beslediğ i özgürlük anlayı ş ıyaş ayan insanı n yanı ndan bile geçmemiş tik. İ nsanıdidik didik ettikten sonra onda yerkaplamayan. yalnı z düş ünülebilen bir varlı k türünün bulunduğ unu söyleyen, adıgeçen, bilgeler, bağ ı msı zlı ğıyaş ayan kiş inin kendi dillerince göbek adı nıkoyduklarınesnedı ş ıolana uygun görmüş , öyleki kiş ide kiş i-üstü bir varlı ğı n bulunduğ unu ileri sürmekten kaçı nmamı ş lar. Kiş inin yer kaplayan gücünü ortadan kaldı ran yaş atan, geliş tiren o insanda kiş i-üstü olan yetiye bakalı m, insan baş ı nı , ya da beyninin geliş igüzel bir yerine batı rı n iğ neyi. Kiş i-üstü varlı k ne yapacak. Beyindeki sinir ilmiklerinden biri kopunca ne duruma gelindiğ i ortada. Bergson, özgürlük deyince belli bir doğ rultuda engellerle karş ı laş madan yürüyen geliş me sürecini anlı yor. Özgürlüğ ü çok gizli bir yerde anlatı ş ı n durumuna göre "ben" de, "bilinç"de, öyle bağ lı yor ki en sağ lam ölçülerle Ben'in karş ı sı nda düş ünmeye dalan bir aydı n bile nereye vardı ğ ı nı , varacağı nı , pek kestiremez. Bergson'un düş üncesinde pek açı k olmayan bir "birikme" vardı r, insan belleğ ini bununla açı klı yor. Sonra dönüyor bellekle Ben'in, Ben'le Bilinç'in, Bilinç’le, Ben'in açı klanması na giriş iyor. Baş ka deyimle insana geliş im doğrultusu üzerinde görünenden değ il de görünmeyenden bakı yor. Böylece Roma tüzesinin aktarı lan yasalarıiçinde dı ş tan bağ lanan insan o tüzeyi geliş tiren görüş çizgisi üzerinde içten bağ lanı yor. Roma tüzesinin ortamı nıdeğ iş tiren Kant-Hegel- Scheler-Bergson gibi duraklardan geçen, bir iç-insanda yürüdüğ ünü baş ka deyimle davranı ş ları , eylemleri kı sı tlayan, yasaları n düş ünceye uygulandı ğı nıgörürsünüz. Durum açı ktı r, tüzenin dı ş tan kurallaş an düş üncenin içten uygulandı ğ ı nıbelirleyen bir odak olduğ unu anlarsı nı z. Burada, tüze dı ş tan, kurallaş an düş ünce içten insanı n özgürlüğ ünü elinden aldı lar. Bu yarı ş mada yasa koyucularla bilgeler dizlerinin ilmiklerini koparı rcası na koş uyorlar, ister yasa koyucular olsun, ister bilgeler, bilginler olsun insanıincelerken bütünlüğünü gözönünde bulundurmadı lar, ona kabuğ u soyulmuş , topraktan aldı ğıbesini en uzak dalları na değin ulaş tı racak güçten yoksun bı rakı lmı şbir ağaca bakar gibi baktı lar. İ nsanıyanlı şgörmenin bir baş ka türü de insanca olanıinsan dı ş ı nda olana aktarmakla yeni bir açı klama yoluna gitmedir. Bizim Ziya Gökalp'ı n "maş erî vicdan", "maş arî ş uur" dediğ i, gerçekte Batı 'dan aldı ğ ıbirtakı m kavramlara dayanarak insanca olanla bir baş ka nesneyi açı klamaya kalkmanı n en görülür örnekleridir. Şimdi bir düş ünelim eskiden "içtimaî ş uur" ş imdi "toplumsal bilinç" dediğ imiz nedir, bize ne söylüyor, bunu pek açı k ölçüler içinde anlamaya kalkarsak neye varı rı z, ne elde ederiz? Önce kiş inin dı ş ı nda bir bilinç bir bellek bir anlayı şvar mı dı r? Varsa nerede, ne ile, ne gibi koş ullar altı nda Vardı r? Daha açı kçası , toplum bilinci tek tek kiş ilerin dı ş ı nda mı dı r? Dı ş ı nda ise bilincin var olmasıiçin gereken yetenekler, kurallar, koş ullar nerede ne yolla bulunuyor? Bu konuya ba ş ka bir açı dan bakalı m. Anadolu'da Sünniler, Aleviler vardı r. Anadolu bir topluluktur: Türk topluluğ u, bundan birer gerçek. Şimdi toplumsal bilinç, toplumsal ş u bu varsa Alevi'lerle Sünni'lerin bir kamu üzerinde eş duygulanmayı , eşilgiyi göstermesi gerekmez mi? Gösterilirse Anadolu'nun da toplum bilinci İ stanbul'dan sürülmüş müydü? Padiş ah, padiş ahçı lar bu toplum bilincinin dı ş ı nda neden kaldı ? Bu soruları n inandı rı cı , kuş kudan uzak, ikinci bir soruya yolaçmayacak ölçüde kesin karş ı lı ğ ıyoktur. Bunları n karş ı lı ksı z kalı ş ıinsanca olanla, insandı ş ıolanıaçı klamaya kalkmanı n bize olumlu bir davranı ş ta bulunmak gibi gelmesindendir. Görülüyor ki insana en yakı n olduğunu sandı ğı mı z bir açı klama yolu gerçekte insandan pek uzaktı r. Bu yanı lma ikisini ortak bir kavramla bağdaş tı rmaya çalı ş madan geliyor. Özellikle Renaissance'tan sonra birtakı m diri varlı klar üzerinde yapı lan denemeler, incelemeler benzetim (analogie) yolu ile insana aktarı lmı ş(maymunlar, fareler, tavş anlar üzerinde yapı lan aş ıile ilgili denemeler gibi), insan gövdesinin doku-çalı ş malarıile öteki dirilerinkiler arası nda bir bağlantıkurmaya gidilmiş ti. Bunun yanı baş ı nda insan üstüne genişölçüde deneylere giriş ilmiş ti. Ölü ile, dirinin açı klanması , insanıanlama yolu olamaz, olmadıda. Ölü bir kalı ntı dı r, bütünlüğünü, kimliğ ini yitirmiş tir düpedüz. Bu bakı mdan ölüden kalkarak kiş iyi anlamaya yönelen görüşapaçı k bir soyutlamadı r. Avrupa'da doğan, geliş en Özdekçilik insana
böyle bir açı dan bakmı şiş te. Oysa o, insanıdeğil insan ölüsünü açı klayan, ya da anlamaya çalı ş an gerçek soyutlayı cıbir çı ğ ı r olmadan öteye geçemedi. Özdekçiliğin anladı ğ ıkiş i ile Kant'ı n , Hegel'in düş ündüğ ü arası nda insanıgerçekten ortamı ndan ayı rma bakı mı ndan büyük bir ayrı lı k yoktur. Ayrı lı k ancak açı klama görüş lerindedir. Biri insanıyerde, öteki gökte görüyor. Oysa insanıanlama onu "yerinde" görmeye bağ lı dı r dosdoğ ru. İ nsanı n, bir varlı k olarak, anlamıbelirtilmeye çalı ş ı lı rken değiş mez kurallara bağlamak istemiş ler onu. İ nsan yeryüzünün hangi bucağ ı nda, hangi çağ ı nda olursa olsun bunlara uyma gereğ indeymiş . Sanmı yorum böyle kuralları n gerçek olacağı nı , önceleyin aktörenin koyduğ u kurallar genel geçerlikten yoksundur, insan, davranı ş larıile, aktörenin sı nı rları nıçizer. Bir kiş inin aktöresi davranı ş ları nı n eylemlerinin yarattı ğı ndan baş kasıolamaz. Kiş i soyunun uymasıgereken kimi değiş mez kurallar olsa bile bunları n kaynağıeylemler, davranı ş lardı r, insanda değiş meyen davranı ş aramak yaş amda değ iş meyen olduğ u gibi kalan, kiş iyi sı nı rlayan ilkelerin bulunduğunu söylemektir, insan yaş amı boyunca ne gibi davranı ş larla, olaylarla karş ıkarş ı ya geleceğ ini Önceden kestiremez boyuna. Bu yüzden ortaya çı kan yeni bir olay ister istemez kiş iyi yeni bir davranı ş a, yeni bir tutuma iter. Bir önceki olay bir gün sonraki olayı n özdeş i olamı yacağ ıgibi bir gün önceki olay karş ı sı nda gerekli olan bir gün sonraki karş ı sı nda gerekli olamaz. Buna kiş inin geçirdiğ i yaşçağlarıbile uygun değ ildir. Kiş inin birbirine uymayan yaşsüreleri bunun en açı k belirtileridir. Birtakı m değ erlerin değiş mediğ i söylenir boyuna. Doğ ruluk, iyilik, erdem, ölçülülük b,g. niceleri. Değerler değ iş mez de yorumlar, onlarla ilgili tutumlar değ iş ir. Böyle bir durumda karş ı t sorularda gündeme gelir! değ er olduğu gibi kalı r da yorumlar, tutumlar, davranı ş lar boyuna değ iş irse değ er ne ile ortaya çı kar, baş ka deyimle değerin varoluşilkesi nedir? Değ er hangi davranı ş ı n değiş meyen ilkesidir öyleyse? Doğ ruluk diyoruz, bunun yapı sı , özü nedir? Doğ ruluğ un özünü, değ iş mez bir değer olduğ unu hangi eylemler akı ş ı içinde görebiliriz. Yanı ltı cıolsa bile böyle soruları n ardıgelmez. Bu sorulara karş ıdeğerler davranı ş ları n dı ş ı nda kendi baş ları na birer varlı ktı r denecekse, bende: davranı ş ı n dı ş ı nda kendi baş ı na olanı n davranı ş la bağ lantı sıhangi nedenle olabilir derim. Konu görüldüğ ü gibi kolay değil pek. İ nsanı n yarattı ğ ıdüş ünceler insan davranı ş ları nıdüzenleyici birer nitelik kazandı . Bizim değ er adı nıverdiklerimiz bunlardı r iş te. İ nsanı n ikinci yitmiş liğ i bir aktöre, bir tüze varlı ğ ıolarak alı nmasıile baş ladı , insan değ iş mez kurallar ortamı nda bir sonsuz ölçü niteliğ inde alı ndı . Gerçekte böyle değ iş meyen aktöre, tüze kurallarıvar mı ydı ? Vardıdenemez. Kural insanı n istemine bağ lı dı r. Böyle olunca da onda bir değ iş mezlik düş ünmeli. Sonra bu değ iş mez denen kuralları n değ iş mezliğ ini kim koymuşortaya dersiniz? Değ iş mezlik olsa olsa doğayıyöneten ilkelerde, ilkelerle kurulu düzende bulunabilir. Doğ anı n varlı ğ ı , kendisini bir bütün olarak sürdürmesi değ iş mezlere bağ lı dı r da ondan. İ nsanda değ iş mezliklerin bulunduğ unu gösteren kurallar, koş ullar olursa da yaş am tekdüzelidir, çekilmez katlanı lmazdı r demek, insan için değ iş mezlik kimi yaratmaları nı n kurallaş ması ndan doğuyor. Bu kurallaş mada sürenin etkisi büyüktür. İ nsan üstüne olan bu genel açı klamadan sonra, Türk ş iirinde, özellikle tanrıkarş ı sı nda, insanı n, durumunu, insana hangi açı dan, bakı ldı ğ ı nıgörmek daha yararlıolur sanı nm. Genellikle Divan Şiiri dı ş ı nda kalan ozanlardı r. Türk ş iirinde insanıele alan. Öte ozanlarda insan bir bölünmüş lük, darmadağı nı klı k içindedir. Burada incelenen ozanlarda ise, insan bir varlı k olarak, kendini Tanrıkarş ı sı nda tutabiliyor. Ben de "varı m" diyebiliyor. Bölünmüş lükten kurtuluyor. Tanrıkarş ı sı nda bir bütün olarak duyuyor kendini. Özünde tanrı lı k bir gücün yaş adı ğı na inanı yor. Kimliğ inin, kiş iliğinin genel sı nı r çizgilerini belirlemenin bilincine varı yor. Ozan, benimsediğ i, inandı ğ ıtanrı yıkendi özünden yaratmı ş , onun soluğunu soluğ unda, sı caklı ğ ı nısı caklı ğ ı nda duymuş tu. Bu ş iirin tanrı sıinsan bakı ş lı , ı ş ı k gülüş lü bir Tanrı 'dı r. Boş lukları n ötesinden insan yüreklerine korku salan gözü kanlı , eli bı çaklı tanrı değ il... Bu ozanlar bilinçlidir, ne yaptı kları n, ne söylediklerini çok iyi biliyorlar. Tanrı dan daha çok insanı n gerçek olduğ unu söyleme gücünü yüreklerinde buluyorlar. Kaynağ ınere olursa olsun, etki nereden gelirse gelsin Türk ş iirinde insanıbir değ erler varlı ğıolarak tanrıkarş ı sı na koyan iş te bu yazı da incelenen erkiş ilerdir. Bunlar ne yazı k ki üniversitelerimizde okutulmazlar. Görevi "edebiyat memuru" olmaktan öteye geçemeyen birtakı m yüksek öğretim üyeleri, bunlarıanlayacak, anlatacak olgunluğ a, bilim bilincine varamamı şdaha. Özellikle felsefe konusunda en yalı n bilgilerden bile yoksun olan bu öğ retim üyelerinde sorunlaş tı rma bilinci geliş memiş tir. Edebiyatı , ayaklarıyerden kesilmiş , insan eylemleri dı ş ı nda tükenmez gevezelik diye anlayan, öğ rencilerin çalı ş maları nıadları nıbile anma inceliğ ini göstermeden, kendi emeğ inin ürünü imişgibi bastı ran, bastı rdı kları nıgene öğ rencilerine satan, onları n
sı rtı ndan geçinen "tüccar edebiyat memurları " Türk ş iirinin niteliklerini, anakaynakları nı , temel sorunları nıbilmekten, bildirmekten yoksun birer yaratı ktı r. Onlar bilgiyi bir sümüklü böceğ in sı rtı nda taş ı dı ğıkabuk gibi yüklenip gezmeyi bilimcilik sayarlar. Eskileri, iş lerine geldiğ i gibi okutan, öğrencilerin pı rı l pı rı l gözlerini karartan bu düzmece bilginlerden geleceğ e ne kalacak. Bu "kavanoz uleması " bir gün yaptı ğı nı n üzüntüsünü duyar, acı sı nı çeker. Öğ rencilere ı ş ı k diye karanlı kları n yoğ un bulanı klı ğ ı nıveren, gerçeğ in dı ş ı nda bir salyangoz duygusuzluğu ile yaş amayıbeceriklilik sayan bu bilinçsiz sürü birgün ettiğ inden bulur. TANRIYA KAFA TUTUŞUN ANLAMI Türk ş iirinde tanrı ya kafa tutuşdeyimi, onun varlı ğı nıtanı mamak. yok olduğ unu ileri sürmek, ya da yokluğ una inanmak anlamı na gelmez. Sözcüklerin ürkütü anlamıkarş ı sı nda soğ ukkanlıdavranmayı unutup konuya yüzeysel bir inanç tabanı na oturtarak yozlaş tı rmanı n, saptı rmanı n gereğ i yoktur. Tanrı ya kafa tutuş u, onun varlı ğ ıkarş ı sı nda ozanı n çekinmeden birtakı m iç ürpertilere kapı lmadan kendi varlı ğ ı nıileri sürmesi tanrı ya "senin gibi ben de varı m" diyebilmesidir. İ slâm dininin doğ uş undan sonra. Doğu düş üncesinde insan, tanrıkarş ı sı nda bütün kimliğ ini, kiş iliğ ini yitirmiş , gölge-varlı k durumuna düş müş tür. Bu din, insanıbütün yetenekleri elinden alı nmı ş , bağ ı msı zlı ğı , özgürlüğü sı nı rlandı rı lmı ş , yapmasıgerekenler daha önceden "kitab" ile kendisine verilmiş , bir durumda düş ünür, ortaya koyar. Doğ u insanıne yapmasıgerekirse önceden kendisine verilmiş tir. İ nsan kendi sı nı rlarıiçinde, varlı ğ ı birtakı m koş ullara bağlanmı şbir "nesne" olmaktan öteye geçemez, insan bir "kul"dur. özünden, gerçeğinden, "kopmuş "tur, öz yurdundan ayrı lmı ş tı r. Doğ u düş üncesine göre insanı n öz-yurdu içinde yaş adı ğ ı mı z bu evren değildir, insan burada bir sonu bilinmez konuktur, geçicidir. Gerçek olan tanrı dı r, insan tanrı nı n kendi gönlünün uyarı nca, bir bakı ma canı nı n sı kı ntı sı nıgidermek için yarattı ğ ı , ortaya koyduğ u bir "suçlu" varlı ktı r. Dine göre "yaratı lmı ş "tı r. Tanrı , bütün yaratı lmı ş ları n üstünde, onlara bütün alanlarda buyrultular salan, "lehv'i mahfuz" denen yerde yapacaklarıiş leri, baş ları na gelecek olanları , belirlemiş , yüce bir varlı ktı r, onun varlı ğ ıkarş ı sı nda ne varsa birer gölge olmaktan öteye geçemez. Dahası , tanrı sal varlı k karş ı sı nda "insan varlı ğ ı " sözkonusu edilmez. Bir insan, kendi varlı k sı nı rlarıiçinde bulunduğu sürece, bütünlüğü ile Tanrı ya bağ lı dı r, insanı n tanrıkarş ı sı nda en önemli görevi, ona tapı nmak, yalvarmak, övgüler, yakı nmalar döktürmek, bütün baş ı na gelenler yüzünden tanrı ya "ş ükür" etmekten, aş ı rıbir "tevekkül" içinde tanrı 'nı n buyurdukları na gönülden "rı za" göstermektir. Öyle ki: "hayrihi min-allah-utâlâ" -Bütün iyilikler tanrı dan gelir- der insan da kötülüğe sı ra gelince: "ş errini minel-insan, ya da minel-nefs" demek geriliğini duyar. Bunun anlamı : iyilikler tanrı dan, kötülükler insandan gelir demektir. Öte yandan iyiliklerin de, kötülüklerin de tanrı dan geldiğ ini ileri süren kaynaklar vardı r. İ nsan, bütün varlı ğ ıile tanrı ya bağ lanmı ş ken, bütün tutumlarıile kendini onun isteğ ine, dileğ ine adamı ş ken, kötü kavramıaltı na girebilecek eylemlerin kendisine yükletilmesi karş ı sı nda da köklü bir "rı za gösterme" anlayı ş ı , inancıiçinde bulunmasıyüzünden, özünün dı ş ı na çı kmı şdemektir. Bu durumda insan sorumsuzdur. Bütün eylemlerin yaratı cı sı , ortaya koyucusu tanrıise, insanı n "ceza" görmesi, dinin yapı sı na sokulmuşbir "haksı zlı k"tı r. Bağlı lı klara vurulmuşbir kimsenin davranı ş tan karş ı sı nda özgür düş ünce gücünün bulunduğ unu söylemek, insan kavramıile, insan bağı msı zlı ğ ıile pek de bağ -daş tı rı lamaz. İ nsan, yaratı lmı şise, kendi elinde olmadan, kendini bilmeden, baş ka bir gücün isteği, eylemi ile bu evrene gelmiş se, yapacağıiş ler, gene onu yaratan, sı nı rsı z bilgili, sonsuz görüş lü yüce varlı k eliyle önceden belirlenmiş se, sorumluluk düş üncesinden suçluluk duygusundan yoksundur, insana gelecekte ceza vermek doğru değildir. İ nsan ya yaratı lmamı ş tı r, bütün eylemlerinin, davranı ş ları nı n yapı cı sıkendisidir, kimsenin onun iş ine karı ş tı ğımarı ş tı ğ ıyoktur.Yaptı kları ndan sorumludur. Ya da yaratı lmı ş tı r, yüce bir gücün buyruğ u altı ndadı r, yapacağ ı , yaptı ğıbütün iş ler daha önceden belirlenmiş tir, kendisine "verilmiş tir" öyleyse sorumlu değildir. İ nsanı n yarı sıile Tanrı ya yarı sıile evrene, ya da kendi elle tutulur, yerkaplayı cı varlı ğ ı nı n niteliklerine bağ lanı ş ı , onun ortası ndan bir karpuz gibi bölünmesidir. Yeryüzünde böyle bir insan yoktur, insan kendi eylemleri içinde bölünmez bir bütündür.
Doğ u düş üncesi, insanıbir bütün olarak tanı maz, benimsemez. Ona göre insan "bölünmüş ", kendi elinde olmayan nedenlerden dolayı , bağı ş lanmaz bir "suç" iş lemiş , cennetten kovulmuş tur. İ brani dininden gelen, Kur'ânı n özüne değin iş leyen, bu görüşinsanıaçı klamaktan uzaktı r. İ slâm dini, insanı n varlı ğ ı nıaçı klama bakı mı ndan ileri sayı lacak bir düş ünce, bir görüş , bir anlayı ş getirmemiş tir. Bir bakı ma bütün dinler içinde, insanıen çok sı nı rlandı ran, belli koş ullar, sayı lıkurallar altı nda -bağ ı msı zlı ktan, düş üne -davranı şözgürlüğ ünden yoksun olarak, yaş amaya doğru iten, onu sı kı bağ lı lı klara vuran, en çok ezen, baskı ya alan da gene islâm dini olmuş tur. Bu da dinin yapı sı nı biçimlendiren doğuşyerinin doğal durumundan dolayı dı r. Şeriatı n dediklerini tı patı p yerine getirmeyi görev edinen, bir insanı n yirmidört saati içinde, kendinin olan, kendi isteğ i ile, kendi gönlünün uyarı nca yapabileceğ i bir işyoktur, insan denen varlı k islâm dinine göre "mücâzat-mükafat" (cezalandı rmalar-ödüller) arası nda, bı rakı lmı şbir nesnedir, daha doğrusu bir araçtı r. İ nsan toplum içinde özgür bir varlı k olmaktan çı karı lmı ş , daha çok bağ lantı lar varlı ğ ıdurumuna sokulmuş tur. Tanrıkarş ı sı nda insanı n bir "söz hakkı " yoktur. Ortaçağ 'ı n birtakı m düş ünürleri, dinin getirdiği bu boş luğu "tefsir", "ş erh" gibi bilim-dı ş ıaçı klamalarla doldurmaya çalı ş mı ş sa da baş arı lı ürünler ortaya koyamamı ş lardı r. İ slâm bilgeleri, özellikle Fârâbi, İ bn Sina, İ bn Rüş d, Gazali, gibilerin ileri sürdüğü görüş ler insanıaçı klamaktan, özgürlüğ e kavuş turmaktan pek uzaktı r. Gerçekte açma, yazma, açı klama, geniş letme gibi anlamları içeren "ş erh", "tefsir" sözcükleri soyuttur, öğretici değ ildir. Dinlerin, us ilkelerine karş ı çı karak, insana uyguladı ğ ıbu ağ ı r baskı lar, bu ezici yükler çağları n akı ş ı içinde daha da ağ ı rlaş mı ş , insan bunları n altı nda bir "ezilmişvarlı k" durumuna düş ürülmüş tür. İ ş te bu ağı rlı klar, baskı lar ortamı nda birtakı m ozanlar, kendilerini tanrıkarş ı sı nda, bir atı lı m yapma gereği ile, sorumlu duymuş lardı r. İ nsanı n kendini bağı msı z bir varlı k olarak anlaması , varlı ğ ı nı n bilincine varması ile baş lamı ş tı r. Doğ u insanıiçin "ben varı m" demek, tanrı ya karş ıbir direnişanlamıtaş ı r. Eski Doğ u insanı na göre (İ slâm Doğ u) ancak tanrıvardı r insanı n varlı ğıonun yanı nda bir yokluk kimliği, niteliğ i taş ı r. Öyle ozanlar çı kmı ş tı r ki, kendi varlı kları nı n bir "yokluk" olduğ unu ancak görünen-görünmeyen bütün alanlarda bir "Tanrı 'nı n bulunduğ unu söylemeyi ileri ölçüde bir baş arıdiye anlamı ş lardı r. Ben bilmez idim gizli iyan hep sen imiş sin Tenlerde ve canlarda nihân hep sen imiş sin Senden bu cihan içre'niş ân ister idim ben Ahir bunu bildim ki cîhan hep sen imiş sin Bir insan için bundan daha küçültücü, bundan daha yüz kı zartı cıdüş ünce olamaz. Peki, ortada insan yok da, bütünlük içinde evrene yayı lmı şyalnı z bir tanrıvarsa, böyle bir ortamda insanı n iş i ne? İ nsanı n taş ı dı ğısorumluluk ne olabilir? İ nsan istencinin sı nı rlarınereye değ in uzar? Bu gibi sorunları n karş ı lı ğ ı nıDoğ u düş üncesinde bulmak, aramak çocukça bir iş . Doğu düş üncesi bu niteliğ i ile insanı n yaş ayı şortamı nda. onun yokluğ unu dilegetirmeyi bir baş arısaymı ş tı r Bindiğ i dalıkesmiş tir doğ rusu aranı rsa. Tasavvuf kavramıaltı nda Doğu düş üncesine giren, onun bütün bucakları nıkaplayan, ona yeni bir nitelik kazandı ran ilkçağYeni-platonculuk'u bile zamanla özünden uzaklaş mı ş , yoğ un bir insan-tanrı anlamıkazanmı ş tı r. İ nsan, tanrıkarş ı sı nda geç de olsa uyanmaya, onun varlı ğ ıile eşortamda, yanyana giden bir doğrultuda bulunduğ unu ileri sürme gücünü kendinde bulmaya baş lamı ş tı . Ol sana senden yakı ndı r sen ana olma ı rağ Kesreti ko vahtedi bul mâ'nî-î irfanı gör. diyen Kaygusuz. insanla tanrıarası ndaki varlı k birliğ ini belirtmekten baş ka bir nesne düş ünmüyordu. Birtakı m ozanlar insanla Tanrıarası nda görülen birliğ i, insanı n tanrı ya yaklaş masıile, ya da insanı n tanrı yıkendi varlı ğı nda yansı tmasıile ortaya çı ktı ğı nıileri sürmüş tür. Kaygusuz Abdal böyle düş ünen bir ozandı r. Türk ş iirinde tanrı ya karş ı"ben de varı m" diyen düş ünce Divan ş iiri dı ş ı nda geliş en ş iirde görülür. Divan ş iirinde böyle yiğ itçe bir çı kı şyoktur. Gerçi Divan yazmı şbirtakı m tekke ozanları nda koyu bir
tasavvuf anlayı ş ı , aş ı rıölçüde tarikata bağlı lı k bulmaktayı z. Ancak bunları n da gene tarikat içinde ş eriata benzer kurallar yaratma düş üncesinden doğ duğ u sezilmektedir. Özellikle sünni tarikatlarda batı llı k ağı r basar. Divan ş iirinin doğ duğu ortam, ozanları nı n yaş adı kları çevre, toplum bağ lantı larıböyle bir kavrayı ş ı n geliş mesine elveriş li değ ildi... Divan ozanıövgüler sunacağ ıkiş inin inancı nıbenimseme gereğ i ile, az da olsa, gene karş ıkarş ı ya kalma durumunda idi. Bu bakı mdan kendine vergi bir görüş ün taş ı yı cı sı olmaktan da uzak kalmı ş tı r divan ozanı . Oysa Divan ş iiri dı ş ı nda kalan ş iirde tanrı nı n insanda eridiğ ini görüyoruz..! Bu erime insanı n kiş iliği yararı na doğan bir geliş menin sonucudur, insanı n kimliği, nitelikleri, özkiş iliğ i bu tanrı yıeritme duygusunun içindedir... Buna karş ı lı k birtakı m Divan ozanları nda insanı n tanrı karş ı sı nda yok olduğ unu, silinip gittiğini görürüz. Baki, Fuzûli. Yahya, Nev'i, Nazı m gibiler. İ nsanla tanrıarası nda görülen çatı ş ma en güçlü örneklerini bizim ş iirimizde ancak, Divan yazı nı dı ş ı nda, verebilmiş tir. Bu ş iir daha köklü, daha sağ lam bir bilgi ortamı nda, az da olsa, beslenmesini bilmiş tir. Özellikle tasavvufçu olan bu ozanlar, İ lkçağ 'dan gelen bir ş iir geleneğ inin ürünleriyle yetiş miş tir. Bu ürünleri onlar dolaylıolarak almı şbesbelli, doğrudan doğ ruya ilkçağekinini inceleyecek olanaklarıyoktu. O dilleri, o düş ünce çı ğı rları nıbilemiyorlardı . Gelenek, içinde yaş adı klarıköklü ortam, onlara birçok bilgi vermiş , yetiş tikleri evrene açı k: çevre geliş melerini kolaylaş tı rmı ş tı r. İ lkçağ'ı n geliş tirdiğ i Yeni-platonculuk'un ürünleri, dine de iş lemiş , tarikatlarda kendine elveriş li bir yaş ama ortama bulmuş , böylece çağ dan çağ a, kulaktan kulağ a, dilden dile, telden tele kendini sürdürmüş tür. Saz ozanları nı n tellerinde dilegelen düş ünceler daha çok bu ilkçağkokulu görüş lerinin izlerini taş ı maktadı r. Özellikle halk ş iirinde görülen özlülük. düş ünce bakı mı ndan köklülük, yaş ama gerçeklerine yakı nlı k, bu eski uygarlı k çevresinin sindirilmişürünleri sonucudur, ilkçağbilgisi Anadolu ulusları nı n iliğ ine değ in iş lemiş , birçok tarikatları n doğması nda besleyici, büyütücü .geliş tirici iş ler görmüş tür. Yunus Emre'den Edip Harâbî'ye değ in gelen uzun çizgi üzerinde yürüdüklerini gördüğ ümüz bütün ozanlarda bu eski bilgi varlı kları nı n derin izlerini kolayca seziyoruz, insan ile tanrıarası nda kurulagelen iliş kilerin kaynağ ıilkçağdüş üncesidir. İ SLAM Dİ Nİ NDE TANRI KAVRAMI İ slâm dininin temel kitabıolan Kur'ân'a göre, tanrıbütün varlı kları n yaratı cı sı dı r. Yerde, gökte ne varsa onundur. Tanrıdı ş ı nda kalan bütün varlı k türleri, ister canlı , ister cansı z , isterse bitki olsun, yaratı lmı ş tı r. Tanrı dan baş ka ne varsa ergeç yok olacaktı r. Tanrısonsuzdur, doğmamı ş tı r, doğurmamı ş tı r, bir eş i, bir benzeri daha yoktur. Tektir. Bütün olup bitenleri görür, bilir, duyar, tanı r, kavrar, tanrı nı n varlı ğıilksiz-sonsuzdur. Onun baş langı cıolmadı ğıgibi, sonu da yoktur. Tanrı , bütün bilimlerin, bilgilerin üstünde bir gücün taş ı yı cı sı dı r. O. salt güçtür, salt ustur, salt anlayı ş tı r, salt bilinçtir, salt ı ş ı ktı r. Bütün . varlı klar ondan gelmiş , gene O'na gidecektir. Tanrıbilgeler bilgesidir, bilginler bilginidir, yargı çlar yargı cı dı r. Onu anlatacak deyim, niteleyecek söz. düş ünce akı mıiçinde bütünlüğ ü ile kavrayacak bir anlayı şgücü yoktur. Tanrıvarlı ğ ıdı ş ı nda tek olan bir nesne daha yoktur. Tanrı . bütün karş ı tları n, eksikliklerin dı ş ı nda, dı ş ı nda değ il üstündedir. Olgunluk bakı mı ndan en olgun, en yetkin, en yüce, en üstün olandı r. Belli bir yeri, belli bir zaman akı ş ı içinde oluş u yoktur Tanrı , zaman-yer gibi sı nı rlayı cıilkelerin üstündedir. Yerkaplama, zaman içinde bulunma, yaratı cıolan için değ il, yaratı lmı şolan içindir. Tanrı nı n görüşgücü bütün varlı klarıkaplar. Evren düzeni içinde olmuş , olmakta olan, olacak olan ne varsa Tanrı 'nı n isteğ ine, dileğine bağ lı dı r. Tanrı nı n gücü bütün varlı k türlerini kaplar. Onun gücünün yetmeyeceği bir nesne düş ünülemez bile. Tanrıiçin, erkek-diş i, gibi soy ayrı lı klarıdüş ünülemez. Onun. insana, yaratı lmı şöteki varlı klara özgü olan bu niteliklerle en küçük bir ilgisi, bağlantı sıyoktur. Yaratı lmı şvarlı klara bağ lıbütün sı nı rlandı rı cınitelikler, tanrıiçin, birer eksiklik gösterir. Tanrı , insanıanlayı şgücünün düş ünebileceği bütün niteliklerin ötesinde, üstündedir. Tanrı nı n doksan dokuz yüce niteliği vardı r, insanda görülen bütün niteliklerin en yetkinleri tanrıiçin düş ünülebilir ancak. Tanrı nı n insana vergi davranı ş larla, eylemlerle yapıbakı mı ndan bir ilgisi yoktur. Baş ta deyimle, tanrı insan gibi davranma, insan gibi sı nı rlıeylemlerde bulunmaz. Kı yamet denen, bütün insanları n, öteki yaratı lmı şdirilerin ölümünden sonra yargı lanmak için dirilecekleri günde, tanrıen yüce yargı çtı r, iş lenen suçları n karş ı lı ğ ı nıyapı lan iyiliklerin karş ı lı ğ ı
verecektir. Tanrı , kendi bağı msı z isteğine, dileğ ine göre istediğine ceza verir, istediğ ini bağı ş lar. Eskilerin deyimi ile tanrı , mükâfat-mücazat, (ödüllendirme-cezalandı rma) vericidir. Hanefi mezhebine göre, tanrıbütün eylemlerin, davranı ş ları n eş siz, benzersiz bir yaratı cı sı dı r. Sözün kı sası , varlı k kavramıaltı nda toplanan, toplanabilecek olan ne varsa, tanrı nı n birer yaratı ğı dı r. İ nsan, tanrı nı n bir kuludur. Tanrı , insanları n benzersiz, eş siz bir sultanı dı r, rabbidir (efendisidir), egemenidir. İ brani dininde görülen bütün niteliklerin, islâm dininde de bulunduğ unu biliyoruz. Öyle ki. islâm dininde kullanı lan "Allah" deyimi bile ibrani dilinde kullanı lan "Eloah" sözünden alı nmı ş tı r. Bunun gibi, ka'be. kı ble, miraç, melek türünden sözler de islâm dinine Bergama. Habeş ,İ brani dillerinden geçmiş tir. Kı ble sözünün kaynağıBergama dilindeki Cybele, Hititçe Kubaba, İ brani dilindeki Kabaldı r. İ slâm dini bir bütün olarak yeni değildir, islâm dininde görülen buyruklar da Urukagina-Hammurabi yasaları ndan gelmektedir. Gene. islâm dininde görülen hac, kurban, namaz gibi tapı nmalar, din eylemleri. sünnet kurumu eski İ brani dinindcn olduğu gibi alı nmı ş tı r. Tanrı nı n bir oluş u, eş siz, benzersiz oluş u düş üncesi de gene çok eski dinlerde olduğ u gibi vardı r. Bir örnek vermek için İ Ö. beş inci yüzyı lda yaş amı şbir bilge olan Ksenophanes'in ş uş iirini birlikte okuyalı m: Eis theos en te theoisi kai anthropoisi megistos oute demas thnetoisin omoiios oute noema Oulos ora oulos de noei oulos de t'akouei All'apaneuthe ponoio noou freni panta kradainei Aiei d'en tauto te menein knoumenon ouden Oude metekhestai min epiprepei allote alle.. Türkçesi: Tek bir yüce tanrıvardı r, insanlarla tanrı lar arası nda Ne düş ünce bakı mı ndan benzer ölümlülere ne de gövdece Görür, duyar, düş ünür bütün varlı kları , bütünce. Yönetir ne varsa düş üncesi bilmeden yorulmak nedir, Kı mı ldamaz bile, kalı r olduğ u gibi boyuna, Baş ka bir yere gitmek de pek yakı ş maz ona... Aş ağıyukarıbütün felsefe tarihlerinde görülen bu yazı lar, İ lkçağ 'ı n tek tanrı cıdüş üncesine bir örnek olmuş tur. (BunlarıWaller Kranz'ı n "Antik Felsefe" adlıkitabı nıSuat Y. Baydur eliyle yapı lan çevirisinden alı p. A. Weber'in "Felsefe Tarihi"ndeki Grekçesi ile karş ı laş tı rdı m). Şiir epey uzundur, aş ağ ıyukarı , islâm dinindeki tanrıanlayı ş ı na uygun gelen niteliklerinden söz etmektedir. Bu görüş , çağ ları n akı ş ıiçinden süzüle süzüle bütün tek tanrı cıDoğu dinlerine geçmişolabilir. Tektanrı cı lı k kavramı nı , eski Mı sı r dinlerinde de görmekteyiz. Bunlar dinler tarihi bakı mı ndan oldukça ilginç, üzerinde geniş çe durulmasıgereken konulardı r. Dinler tarihi bakı mı ndan yapı lacak böylesi incelemeler sonunda , insan düş üncesinin, bir birinden çok ayrı , çok uzak ülkelerde bile, Tektanrı cı anlayı ş ı na doğ ru kaydı ğ ıortaya çı kar. Çoktanrı cı lı ktan tektanrı cı lı ğ a kayan insan düş üncesinin, son inanç düzeni olan, tektanrı cıanlayı ş üzerinde donup kalacağ ıileri sürülemez. Böyle bir görüş , insan düş üncesinin, varlı k anlayı ş ı nı n geliş mesine de, yapı sı na da oldukça aykı rı dı r. İ ş te, tarih çağ larıiçinde bütün evrene Tanrıyaratan Anadolu topraklarıüzerinde, yeni bir anlayı ş ı n doğması nıgörmek, Tanrıile insan arası na konan derin uçurumu insanı n yararı na ortadan kaldı rmaya doğru giden görüş ü kavramak, yaş adı ğ ı mı z toprakları n yerlileri bulunmamı z bakı mı ndan bize gelmişbir sevinç vermektedir. Tanrı lar insan anlayı şgücünün, insan yaratı cıdavranı ş ı nı n birer ürünüdür. Aradan geçen uzun süre insanıevirmişçevirmişkendi yarattı kları nı n tutsağıyapmı ş tı r? Anadolu düş üncesi bu tutsaklı ğ ıortadan kaldı rmaya çalı ş an en atı lgan, en yürekli bir bilgi ürünüdür, verimidir. Bugün yüzünün en uygar bucakları nda bile Tanrıile insan arası ndaki yapı , görünüş -birliğ ini eski Anadolu-ozanları nca ileri süren olmamı ş tı r. Bu yolda nice yiğ itlerin baş ları nıseve seve verdiklerini ilerde bir bir göreceğiz. Anadolu ozanları nı n, en büyük baş arı sıda bu olmuş tur, denebilir kanı sı ndayı z. İ nsanı n, tanrı ya kafa tutuş u bu görüş ün, uygarca bir anlayı ş ı n sözle dilegetirilmesidir.
Bir ben vardı r bende benden içeru diyen Yunus Emre, Türk ş iirine en güzel insan buluş unu bağ ı ş lamı ş tı r bizce. Gene Yunus Emre, Batıdüş üncesinin özgürlüğ e kavuş maya baş laması ndan çağ larca önceden ş unları söyleyebilmenin tadı na varmı ş tı r: İ ster idüm Allahıbildüm ise ne oldı Ağ ları dum dün-ü gün güldüm ise ne oldı İ renler meydanı nda yuvarlanur top idüm Pâdiş âh çevgânı nda kaldum ise ne oldı İ renler sohbetünde deste kı zı l gül idüm Açı ldum ele geldüm soldum ise ne oldı Alimler ulemâlar medresede buldı sa Ben harabat içünde buldum ise ne oldı İ ş it Yunus'ı iş it yine delü oldıhoş İ renler ma'nisine taldum ise ne oldı Bu ş iir, insan düş üncesinin en olgun bir yemiş idir, insanla tanrıarası na konan katıuçurum ortadan kalkı yor, insan kendinde buluyor aradı ğ ıtanrı yıdı ş a çı kma, varlı ğı nı n sı nı rları nı , aş ma gereğini duymuyor bile. Burada, beni çok duygulandı ran, bayan öğrencinin "Yunus tanrı da eridi" biçiminde dilegetirilen düş üncesi yoktur. Tanrı , Yunus Emre'nin yüreğ inde erimiş , onun özüne karı ş mı ş tı r. Yunus Emre'nin dilinde yeni bir nitelik kazanan Tanrı , ondan yüzlerce yı l önce yaş ayan, Ksenophanes'inkine benzemez, ondan daha insan, daha sevimli bir tanrı dı r. Tanrı ’nı n insanı n içinde olması , insanı n özüne girmesi, görüşbakı mı ndan en ileri bir durumdur. Doğ aya dönüş tür. Yunus Emre, ş iirini yoğ ururken inandı ğ ı , bütün gönlü ile, gözü ile bağlandı ğ ıTanrı yıda birlikte yoğurmuş tur. Bizimle bir olan, soluğ umuza karı ş an sı caklı ğ ı mı zda sı caklı ğ ı nıduyduğumuz bir tanrı getirmişbize. Tanrı lar, insanlardan uzaklaş tı kça kendi özlerinden uzaklaş ı rlar, güçlerini yitirirler Yunus Emre'nin ş iirinde görülen bu açı klı ğı , bu seçik tanrıanlayı ş ı nıDivan ş iirinde bulamı yoruz. Divan ş iirinin tanrı sıda ozanıgibi, gerçeklerin dı ş ı nda, içiboşkavramları n özündedir. Ne büyük mutluluktur bir insanı n tanrı sı nı içtiğ i su ile içmek, yediği ekmek kokuş lu ekmekle yemek. Tanrıile insan arası ndaki yakı nlı k iliş kileri günümüze değ in sürüp gelmiş tir. Ancak bu gelişDivan ş iiri yolu ile olmamı ş tı r. Divan ş iiri dı ş ı nda kalan, boyuna küçümsenen, iri baş lıDivan ozanları nca alay, konusu olan halk ş iiri içinde olmuşbu sı cak yolculuk. Şimdi aradaki ayrı lı ğ ıgöstermek için bir de Yunus'tan yüzlerce yı l sonra gelen onaltı ncıyüzyı l ozanları ndan Hakani'nin Tanrıanlayı ş ı nıgösteren ş iirini okuyalı m: Hamd ol Allahaki yektadı r ol Dahi tûvânâ ve danadı r ol Ana mahsûs-u müsellemdir hem Mû-be-mû cümle umûr-i alem Mutasarrı f odur eş yaya tamâm Ne has arada hergiz ne avam Kemter ihsani sadet tacı Tâcdaran-ıcihan muhtacı Bir olur eyleyecek adli zuhur Der-i lütfunda Süleyman ile mûr Nutk-i hâl ile rumûz-i eş ya Zülcelâl oldı ğı n eyler ima Feyz-i in'amıkomaz kimseye aç Ol müberrâ ana dünya muhtaç Bu ş iiri, Hakani'nin pek ünlü bir kitabıolan, peygamberin niteliklerini, özelliklerini, yaş ayı ş ıile ilgili yönleri -az da olsa- konu edinen, "Hilye-i Hakani" den aldı m. Şiir epeyce uzundur. Şimdi, Yunus Emre'nin daha önce okunan ş iiri ile bu karş ı laş tı rı lı nca, tanyıkendi özünde bulanla, dı ş ta, insan elinin uzanamayacağ ı , gözünün göremiyeceği yerlerde arayan Hakani arası ndaki köklü
ayrı lı k kolayca gösteriyor kendini. Açı klama bile gereksiz bunları . Hakani bize çok daha yakı n bir çağ da yaş amı ş , dili, düş üncesi bizim değ il. Yunus Emre zaman bakı mı ndan bize çok uzak. Oysa kendi de, görüş leri de içimizde duyuluyor sı cağısı cağı na. Oysa, o, bu özlü tutumundan dolayıyerilmiş , kı nanmı ş , ş iirleri yasaklanmı ş tı r. TANRI KARŞISINDA İ NSANIN Dİ RENİ Şİ Türk ş iir dilinin kurucusu, Anadolu Türkçesi'nin ilk ş iirlerini yazan bir ozan olarak bildiğ imiz Yunus Emre, dilinin yumuş aklı ğ ı , duyguları nı n arı -duruluğ u içinde kendini gösteren kendi varlı ğ ı nı n bilincine varan ilk aydı nı mı zdı r. Yunus Emre, ş iirinin bütünü ile dinine, geleneklerine, inançları na bağ lıbir ozandı r. Tanrıkarş ı sı nda silinmiş , kendi özünden uzaklaş mı ş , tasavvufçuları n deyimi ile tanrı da yok olmuşbir ozan değ ildir. Tanrı ya inanmı şbir kimse olarak, soru sorması nıbilen, soracağ ısoruları n ölçüsünü kavrayan bir ozandı r Yunus Emre. Yâ ilâhi ger suâl itsen bana Cevabum iş budurur anda sana Ben bana zulmeyledüm itdüm günâh Neyledüm nitdüm sana ey pâdiş âh Gelmedin didün hakuma kem deyü Toğ madı n didün asa Adem deyü Sen ezelde beni âsi yazası n Toldurası n âleme âvâzesin Ben mi düzdüm beni sen düzdün beni Pür ayı b niş e getürdün ey Gani Gözüm açub gördüğ üm zindan iş i Nefs-ü heva pür dolu ş eytan iş i Habs içinde ölmeyeyin diyü aç Mı smı l-u murdar yidüm bir iki kaç Nesne eksildi mi mülkünden senün Geçdi mi hükmüm ve hükmünden senün Rı zkunıyiyüb seni aç mıkodum Ye yiyüb öynuni muhtaç mı kodum Kı l gibi köpri gerersin geç diyü Gel seni sen tuzağ umdan seç diyü Kı l gibi köpriden adem mi geçer Ya düş er ya tayanur yahut uçar Kulları n köpri yaparlar hayr içün Hayrıbudur kim geçerler seyr içün Tâ gerek bünyadımuhkem ola ol Ol geçenler ayı da üştoğ rıyol Terazi korsun hevaset dartmağ a Kasd idersin beni oda atmağ a Terezi ana gerek bakkal ola Ya bazergan tâcir-ü attar ola Çün günah murdarları n murdarı dı r Hazretinde yaramazlar kârı dı r Sen gerek lütf ile. anı örtesin Pes ne hacet murdar açup darlası n Ayı dursun kim sen oda urayum Şirkünü bir denk artuk ise göreyim Şerri azatmak elünde hayrıçok Hayr içün itmek değ ül mi hayrı çok Sen temaş a kı lası n ben hoşyanam
Haş a lillah senden ey Rabb-ül-enâm Sen basirsin hod bilürsin halümi Pes ne hacet darlası n a'malümi Geçmedi mi intikamun öldürüb Çürüdüb gözüme toprağtoldurub Hiç Yunus'tan değdi mi sana ziyan Sen bilürsin âş ikârâ vü-nihan Bir avuç toprağa bunca kı yl-ü kal Neye gerek ey Kerimi Zülcelâl Yunus Emre bu ş iirinde tanrı ya ş u sorularısoruyor: "Ey tanrı m, ben kendime acıçektirdim, tatlıcanı mısı kı ntı lara soktum, bunlardan sana ne, neden bana bir de sen ceza vereceksin, beni acı lara atacaksı n? Sen, bana iyi adam olamadı n, benim karş ı ma suçlardan sı yrı lmı ş . pı rı l pı rı l bir kimse olarak gelmedin. diye beni suçlarsı n. Oysa beni suçlu yaratan, alı nyazı mıdaha önceden belirleyen, beni sana karş ıkoyucu bir nitelikle var eden gene sen değil misin, senin yarattı ğ ı n insanı n sence suçlu olmasınedendir? Benim yaptı ğ ı m iş ler içinde utanı lacaklar varsa, beni onlarıyapacak nitelikte yaratan gene sen değil misin? Gözümü kapkaranlı k, içinde ş eytanlı klar, uygunsuzluklar, kötülükler dolu bir dünyaya açtı ğ ı mda, kendimi günahlarıbiçilmişkaftan olarak buldum, bunlarıda yaratan sensin de beni niçin suçlu tutuyorsun kendi yarattı ğı n eylemlerden dolayı ? Sen, kı yamet günü bütün kötülükleri ortaya koyup tartacaksı n, onlara göre suçlar vereceksin. Kötülükleri ortaya koymak senin büyüklüğ üne yakı ş maz, bunlarıbı rakman gerekir. Ben. senin varlı kları ndan ne aldı m, neni eksilttim, egemenliğ ini mi elinden aldı m, sözünü mü geçtim sözümle? Seni aç mı , susuz mu bı raktı m? Kı ldan ince köprü yapar da dersin ki: Ey kulları m gelin geçin. Oysa kı l gibi köprüden insan geçemez. Uçması , ya da düş mesi gerekir. Sonra köprü baş kaları nı n kötülüğ ü için değil, iyiliği için yapı lı r. Senin köprün iyi bir köprü olmasa gerek. Bir de kötülükleri tartmak için ölçeğ in varmı ş . Bunu ancak bakkallar, bir de alı ş -veriş le uğ raş anlar yapar, sana yaraş maz bunlar. Senin büyüklüğüne bütün suçlarıbağı ş lamak, görmemek yaraş ı r. Ben, bu yaptı kları nı n bir tekini bile, senin bir tanrı olarak, yüceliğine yakı ş tı ramı yorum doğ rusu." Yunus Emre'nin sözleri, düş ündükleri, sorularıbu ölçüler içinde sürüp gidiyor. Buna birtakı m yarı aş ı rısoftalı ğ a karş ıyapı lmı ş , ileri atı lmı şbir düş üncedir diyenler olacaktı r. Oysa burada sı ralananları n çoğ u Kur'anda geçen, ileri sürülen görüş lerdir. Softalı k bunlarıaş ı rıölçüde ileri götürmüş , çekilmez duruma düş ürmüş tür. Yoksa Kur'anda olmayan düş ünceler ortaya atı lmamı ş tı r. Kur'an'da ne varsa softa onu söylemişaş ı rı lı ğ a vardı rmı ş tı r. Kalkı m günü, sı rat, günahları n hesabı nıvermek, cennet, cehennem gibi nesneler Kur'anı n birçok yerinde geçmektedir. Yunus'un buradaki tutumu, davranı ş ıiyiden iyiye Tanrı ya karş ı dı r, tanrı da görülen, Tanrı ya yakı ş maz tutumları n ortaya konuş udur. Yunus Emre'nin ş iirinde dilegelen ana düş ünce, bütün eylemleri Tanrıeliyle yaratı lmı şbir insanı n sorumlu tutulmayacağ ı dı r, insan, ancak bağı msı z davranı ş ları ndan, özgür eylemlerinden dolayısorumlu tutulabilir. Bütün devinmeleri daha önceden, yaratı cıyüce bir güç eliyle belirlenmiş , sı nı rlanmı şbir insan için suç sözünün kullanı lmasıda yersizdir, anlamsı zdı r. İ nsanıTanrıyaratmı ş , ona bütün yetenekleri vermiş , sonra özgürlüğünü elinden almı ş . Bunun arkası ndan da insanıeylemlerinden sorumlu tutmuş . Burada görülen "insanı n suçluluğ u" düş üncesi, anlayı ş lıbir kimseyi eni konu düş ünmeye, suçun, sorumluluğun kaynakları nı araş tı rmaya değ in itecektir. Düş ünen bir başiçin gözü kapalıyaş amak, sı rtı na yükletilen yükün ne olduğunu sonradan taş ı yı cı sı olmak gibi insana yakı ş mayan bir durum benimsenemez, insan, soru soran, soru sormayıbilen, soruları na doyurucu yanı tlar, inandı rı cıaçı klamalar isteyen bir varlı ktı r. Soru sorma, düş ünen, araş tı ran, irdeleyen insanı n kiş iliğ iyle, kimliğ iyle sı kıbir bağ lantıiçindedir, insan sorduğu sürece vardı r, kendi varlı k bilincinin aydı nlı ğ ı nda davranı ş ları nıölçecek durumdadı r. Soru yetkisi elinden alı nmı şbir insan için yaş amak baş kaları nı n bindiğ i arabayıçekmekten daha küçültücüdür. Yunus Emre'de bu soru sorma bilincinin varlı ğ ı nıbuluyoruz. O, tanrı yıkendi içinde aradı ğ ıgibi, karş ı sı na alı p sorguya çekmenin tadı na da varı yor. Tanrı ya soru sormak onunla eş -varlı k ortamı nda bulunmak demektir. Soru, tanrıile insan arası nda korkutucu uçurumu ortadan kaldı rı r. Tanrı ile insanı n birbirine yaklaş ması nı , kaynaş ması nısağlar. Böyle bir kaynaş ma ortamı nda tanrı , dinlerin bildirdiğ i korkunç kı tlı ktan sı yrı lı r, gerçekten sevilmesi gereken yüce bir varlı k niteliği kazanı r.
İ nsan, tanrı yı , kendi baş ı nısı kı ntı ya sokmak, bağ ı msı zlı ğı nıortadan kaldı rmak için yaratmı ş tı r. Yunus Emre'nin dilinde tanrı , bilinçli varlı ğ ı n derinliğ inde ı ş ı yan yaratı cıbir güçtür. Sevilmesi gereken bir yaş ama-erkidir. Tanrı nı n taş ı dı ğıkorkutucu nitelikler daha çok insan soyunun, düş ünce bakı mı ndan karanlı k çağları n ürünleridir. Yunus Emre. bu ş iirinde, tanrıile konuş an, ona yakı nlaş tı ramadı ğıniteliklerden sı yrı lması gerektiğ ini açı klamaya çalı ş an bir tutumu ortaya koymaktadı r. Tanrıkarş ı sı nda insanı n "ben de varı m" demesi tanrı tanı mazlı k değ ildir. Gerçek tanrı tanı mazlı k bütün kötülüklerin Tanrı dan geldiğini söylemek, insanıtanrı nı n sı msı kıbağlara vurduğ unu, ası p keseceğ ini, bütün eylemlerine karı ş tı ğ ı nıileri sürmektir. Yunus Emre, bu ikiliğ i, bu köklü ayrı lı ğ ıbir çı rpı da ortadan kaldı rı yor, Tanrıkarş ı sı nda kendi kiş iliğ in ortaya koyması nıbiliyor. Canlar canı nıbuldum bu canı m yağ ma olsun derken, kendi özünde yaş ayan gerçeği dilegetirmektedir. Yunus. Tanrı , insanı n düş ünce gücü karş ı sı nda bir soru yağmuruna tutulunca, ister istemez eylemlerinin sı nı rları nıortaya koyar. Yunus, ş iirinde bu anlayı şaçı sı ndan kalkarak, tanrı yısorguya çekiyor. Sen ezelde beni âsi yazası n Toldurası n âleme âvâzesin derken, insanı n kendisine elinde olmadan yükletildiği ileri sürülen eylemlerden dolayısuçlu olamayacağı nı , suçun alı nyazı sı nda olduğ unu ileri sürüyor, insan, ona göre suçlu değildir. Suç. bağı msı z düş üncenin sonucudur. Bağ ı msı z olmayan insan için suç düş ünülemez. İ ş te Yunus Emre'nin sorusu bu güçlü gerçeğ i içeriyor, kiş iyi bir istenç varlı ğ ıdiye görüyor. Yunus Emre'ye gelinceye değin. Türk ş iirinde böyle ağı r basan bir soru ile, Tanrıkarş ı sı na çı kan olmamı ş tı r. Rı zkunu yiyup seni aç mıkodum Ya yiyup öynüni muhtaç mı kodum Burada, insana yapı lan kötülüklerden, yersiz suçlamalardan dolayıTanrı ya yöneltilmişözlü bir soru. sorunun arkası nda yürek sı caklı ğ ıtaş ı yan bir kı nama vardı r, insan bunun bilincine varmadan gerçeğ ini kavrayamı yor. Yunus'un ortaya attı ğısoru bir bakı ma, Tanrı ya yükletilen eylemlerden dolayıkiş inin suçlanmamasıgereğ ini sergilemedir. Geçmedi mi intikamun öldürüp Çürütüp gözüme toprak doldurub Burada, dinin kötüler elinde nereye değin götürüldüğ ünü, tanrı ya ne gibi kötü eylemlerin yükletildiğ i dilegetiren anlamı n yanı nda, birde tanrı dan yaptı ğ ıiş lerin nedenli yakı ş ı ksı z olduğunu sorma vardı r. Yarattı ğı n bir insanıkendi suçu olmadan öldür, dön gözüne toprak doldur, canı na oku, ölüsünü de yattı ğ ıyerde bı rakma. Çürüt, yak, acı lara boğ , süründür. Bütün bunlar bilinçsiz bir hı ncı n, azgı n bir öfkenin belirtisidir. Bir tanrıiçin bunlar yücelik değil açı kça küçüklüktür. Tanrıöç almaz, öç almak güçsüz kimselerin iş idir. Bütün varlı klara, olaylara, eylemlere, davranı ş lara, düş üncelere egemen olan yüce bir tanrı nı n bunlarıyapmasıinsanı n kolay kolay benimseyeceğ i nesne değ ildir. Tanrıbunları yaparsa bizim de ona sormamı z, kaynakları nda yatan ilkeleri, nedenleri-suçları n, suçlamaları naraş tı rmamı z gereklidir. Hak cihâna doludur kimsene Hak'kıbilmez Anı sen senden iste o senden ayru olmaz diyerek, tanrı nı n evrende, insanı n özünde olduğ unu ileri sürmekten kendini alamaz. Bu düş üncelerin kökeninde, eski dinlerin insan-tanrıanlayı ş ısaklı dı r. Tanrı , gerçek bir varlı k olarak insanı n dı ş ı nda değ ildir. Arada gösterilen uçurum uydurmadı r.
Yunus Emre'de tanrı ya dönüş , insana varı ş la baş lar, insanı n kendini bulunca tanrı yıda bulmuş oluyor, insan tanrı da yok olmuş , bir varlı k değildir. Tanrı , kendi gerçeğ ini insanda bulmuş tur düpedüz. Yunus Emre'nin çağ daş ıolan Mevlânâ'da ise durum baş kadı r. Mevlânâ. bütün varlı k düzenini tanrı da bulur, insanı n dı ş ı na çı kar. insan özünü ayrıdüş tüğü yurduna kavuş manı n tükenmez özlemi içinde görür, duyar. Mesnevi'nin ilk düzenleri bu özlemi içli bir deyiş le dile getirir. Kez neyistan ta mera bebrîde end Ez nefirem merd-ü zen nalîde end Beni kamı ş lı ktan (yorumculara göre tini gerçek yurdundan. Tanrıülkesinden) ayı rdı lar, bu yüzden iniltimden kadı n-erkek ağ layı p durmaktadı r. Açı klamalarla Mesnevi'yi anlatmaya çalı ş anlar, burada "ney" sözünden "insan tini"ni "kamı ş lı ktan da "tin ülkesini" anladı kları nısöylerler. Mevlânâ'nı n bu görüş ü yeni değ ildir, özünde Yeni platoncu düş ünce vardı r. Ortaçağinsanı nı n inancıkendini kimlikten, kiş ilikten yoksun kı lan bir ortamda doğ muş , geliş miş tir. Bir ozanı n, bir düş ünürün tanrıkarş ı sı nda, kendi-varlı ğ ı nıileri sürmesi, "ben de varı m" demesi, çokluk bağ ı ş lanmaz bir suç sayı lmı ş tı r. Bu durum yalnı z islamda değ il Avrupa'da da vardı r. Yaş adı ğ ıtoplumun, yetiş tiğ i ortama: çok ilerisinde bir varlı k görüş ü olan HallacıMansur'un öldürülmesi, çağı nıaş ması ndan dolayı dı r. Mansur'un düş üncesine göre insanla Tanrıeş -varlı k ortamı nda bulunur, arada önemli sayı labilecek bir ayrı lı k yoktur, insan Tanrıile, Tanrıinsan ile birdir, özdeş tir, yanyana, içiçedir. Onun: Beni öldürün beni öldürün Yaş amı m ölümümdedir Ölümüm yaş amı mdadı r Yaş amı mda ölüm, ölümümde yaş am vardı r diye Türçeye çevirebileceğ imiz bir dörtlüğünde sergilenen inancıtanrı yla insan arası ndaki ayrı lı ğ ı ortadan kaldı rı yor. Onun, yaş adı ğıçağı n anlayı ş ı na göre, bu düş ünce çok ileri aş amaya varmı ş tı r. Doğ u düş üncesinde dilegetirilen "dost" sözü insanla Tanrıarası ndaki birliğ in, yakı nlı ğ ı n en açı k belirtisidir, insan, tanrıile birleş ince, kendi yerkaplayı cıvarlı ğ ıiçinde tanrı yıbulunca, ereğ ine ulaş mı ş sayı lı r. Tanrıile insanıbirleş tiren en güçlü eylem "sevgi"dir. Sevgi insanı"dost" ile eşortama, eş it yaş ama düzeyine getirir. Cümle alem terkin urub ben dost terkin unmazam Andan aynıbuçuk sat ben ansı zı n durmazam diyen Yunus, kendi varlı ğı nda bulduğ u bölünmez, ayrı lmaz özün ne olduğunu, ne güçte bulunduğ unu açı kça ortaya koyuyor. Dost elinden ölür isem hiç gümansı z gerü gelem dosta ulaş makla ölümsüzlüğ e kavuş manı n açı k bir anlatı mı dı r. Bu cihana gelmedin m'aş uk ile bir idüm Kulhuvallah ş ifatlu bir bî-niş an nur idüm "Bu evrene gelmeden önce sevilenle birdim, özümüz birdi, "söyle tanrıbirdir" niteliğini taş ı yanla görülmez, anlatı lmaz bir ı ş ı ktı m ben"... Bu sözlerde insanı n ister evrene gelmeden önce. ister evrene geldikten sonra olsun, tanrıile birliği, eş yapı da olduğunu dile getirmektedir.
Dost, insanı n bütün varlı ğ ıile bağlandı ğ ıbir baş ka varlı ktı r, insan kendini onda, onu kendinde bulmanı n sevinci içindedir. Daha doğ rusu, dost insanı n yarı sı dı r, varlı ğ ı ndan ayrı lmaz bir yanı dı r. Dost, sevgili, canan, yâr gibi deyimler Türk ş iirinde tanrıile birlikte olmanı n birer belirtisidir çokluk. Kimi edebiyat tarihçilerine göre, ondördüncü yüzyı lda yaş amı şbir ozan olan Kaygusuz Abdal, ş öyle diyor: Yücelerden yüce gördüm Erbabı sı n sen koca Tanrı Alem okur kelam ile Sen okursun hece tanrı m Asi kullar yaratmı ş sı n Varsun ş öyle dursun deyu Anlarıkoymuşorada Sen çı kmı ş sı n uca Tanrı Kı ldan köpri yaratmı ş sı n Gelsün kullar geçsün deyü Hele biz ş öyle duralı m Yiğit isen geç a Tanrı Bu ş iirde derin bir içlilik vardı r. Bu içliliğ in arkası nda insanıözünden vuran bir de direnme var ayrı ca. Ozan, dinlerin insanlar için varlı ğı nıileri sürdüğü birtakı m öbür dünya suçlamaları nı dilegetiriyor. Suçlu kulu kendisi yaratan bir varlı ğ ı n, yarattı kları ndan yeniden hesap sorması , insan anlayı ş ıile bağ daş acak bir eylem değildir. Öyle ya Tanrı nı n sonsuz gücü, yetisi, bilgisi insanlarısuç iş lemeyecek bir durumda yaratabilirdi. Tanrı , sonsuz bilgisi ile, insanları n kı l gibi köprüden geçemeyeceğ ini pek iyibilir. Yok, Tanrı nı n düş üncesi doğ rudan doğ ruya insanlarıcehenneme atmaksa köprünün gereği nedir. Kaygusuz. "yiğ it isen geç a tanrı " derken, daha köklü bir düş ünceyi dile getiriyordu: Ey Tanrı , kı l gibi köprüden geçilebilirse, gel geç de görelim seni. Burada, insanı n tanrıkarş ı sı nda derin bir direniş i seziliyor. Bu düş ünceyi Batı ’da çok sonraki yüzyı llarda bulabiliyoruz. Ozan Kaygusuz'u Tanrı nı n karş ı sı na çı karan temel neden, dinin koyduğu çekilmez baskı dı r. Din adı na birtakı m içinden çı kı lmaz eylemlerin varlı ğ ı nı , insanı n ergeç bunlarla karş ı laş acağı nıortaya atan donmuşkafalar, biraz düş ünme gücü olanıböyle bir direniş e itiyor. Kaygusuz, belli bir yerde tanrı ya "hayı r" diyor, bu köklü direniş , başkaldı rı şgücünü kendinde buluyor. Bu düş üncenin özünde, insanı n kimliği, kiş iliğ i saklı dı r, insan bir yerde ayağa kalkı p "olmaz" diyecek bilincin taş ı yı cı sıolduğunu gösteriyor. Buna benzer bir direniş i Yunus Emre adı na söylenen, Molla Kası m adlıbirinin olduğ u da ileri sürülen ş u ikilikte görüyoruz: Sı rat kı ldan incedür kı lı çtan keskincedür Varub anun üstine saray kurasum gelür Bu görüş , Kaygusuz'la eşortamda bulunan bir bilincin ürünüdür düpedüz. İ NSANIN KENDİ NİTANRI SAYIŞI Doğ u düş üncesinde insan ile tanrıarası nda bir uçurumun bulunduğ u, tanrı nı n insanıözünde erittiği, buyruğu altı nda bulundurduğ u çok söylenegelmiş ti. Dine çok uygun gelen bu görünüş e karş ıçı kanlar, arası nda kiş inin tanrı yla özdeş liğini ileri sürenler, insanı n, Tanrıolduğ unu söyleyenler az değ ildir. HallacıMansur'un ortaya attı ğ ı"Enelhak" (Ben tanrı yı m) görüş ü hı zla yayı lmı ş , benimsenmiş , çağ ları n akı ş ıiçinde serpilip gelmiş tir.
Yunus Emre'den yüzyı l sonra gelen Seyyid Nesimî de Mansur'un açtı ğıçı ğ ı rısürdürerek "Enelhak" görüş ü üzerinde direnmiş , bu yolda canı nıbile vermiş tir. Mansur enelhak söyledi Haktı r sözü hak söyledi "Mansur ben tanrı 'yı m dedi, bu sözü doğrudur, doğru tanrısöyledi", derken insanla tanrıarası ndaki uçurumu bir çı rpı da ortadan kaldı rmı ş tı r, insan, bir tanrı dı r, ya da tanrıbir insan kimliğ i içinde dini göstermektedir, anlamı na gelen bu düş üncesi ile Nesimî daha yiğ itçe bir direniş te bulunmuş tur. Nakkaşbilindi nakşiçinde Lâ'l oldu iyan Bedahşiçinde "Nakı ş ıyapan yaptı ğınakı ş ı n-oyanı n-içinde bilindi, lâ'l denen kı rmı zıinci de -değerli taş - doğ duğ u yer olan Bedahşili içinde göründü"... Burada "nakkaş " sözü ile dilegetirilen tanrı dı r, oyayıyapan, evreni süsleyip bezeyen, demektir. "Nakı ş " ise, oya anlamı na gelir. Evrenin kendi demektir. Tanrı , yarattı ğ ıevrende bilindi, dolayı sı yla Tanrıevrenin içindedir, evrenle birdir. Değerli bir taşolan "lâ'l Bedahşilinde görünüş ü gibi Tanrı da donattı ğı , süslediği evrende gözle görülür, elle tutulur oldu. Dizelerin yaygı n yorumu böyledir, bu yoruma karş ıçı karak yanlı ş lı ğ ı nı ileri süren olmamı ş tı r. Bu görüşkarş ı sı nda, tanrı yı evrenin dı ş ı nda, dinlerin anlattı ğ ıbiçimli düş ünmenin yeri yoktur. Adem düğ eli Hak oldu bilgil Mescid-i hakı yka secde kı lgı l "Artı k iyi bilki insan iyice Tanrıoldu, sen de gel gerçeğin önünde eğil, ona tapı n". Nesimi'nin burada söylemek istediğ i açı ktı r, insan bir Tanrı dı r, tapmak gerekirse insana tapmalı yı z. Evrende ayrı lı k yoktur. Tanrı -evren-insan bir bütünlük içindedir. Birbirinin yanı nda, karş ı sı nda değ ildir, insanla tanrısuyun içinde eriyen ş eker gibi eriyip birbirine karı ş mı ş tı r. Onlarıartı k ayrıdüş ünmek elde değ ildir, doğru değ ildir düpedüz. Ademde tecelli eyledi Allah Kı l âdeme secde olma güm-râh "Tanrıinsanda görüldü, insan kı lı ğı nda karş ı mı za dikildi, artı k sen de yolundan sapma, gel insanı n önünde eğ il, insana tap"... Çün mümine mümin oldu mir'ât Mir'atı na bak-ü-anda gör zât "Artı k inanana, inanan bir ayna olmuş tur, aynaya bak da orada tanrı nı n özünü gör", insana bak tanrı yıgör, Tanrı ya bak insanıbil. Bu düş üncelerin kökünde tasavvuf görüş ünün bulunduğ u bir gerçektir. Yalnı z bütün evreni tanrı da gören görüş le, insanda Tanrı yıbulan bir değ ildir. Adı na ne denirse densin ister "vahdet-i vücud" densin, isterse "Vahdet-i mevcut", dile getirilmek istenen düş ünce Tanrıile insanı n birliğidir, daha açı kçası insan-tanrıözdeş liğ idir. Seni bu hüsn-ü cemâl ile bu lûtf ile gören Korktular Hak demeğ e döndüler insan dediler "Seni bu yüz güzelliğ inle, bu eliaçı klı ğ ı nla, bu bağı ş layı cı ğ ı nla görenler, sana Tanrıdemeğe korktular da döndüler insan dediler"... Gerçekten sen insan değ il, tanrı sı n. Tanrı nı n insan kı lı ğ ı nda ortaya çı kı ş ı , görünüş ü, açı k bir deyiş le dile getiriliyor.
Her neye kim baktı n ise anda sen Allah'ıgör Kancanıkim azm kı lsan semme vechullahıgör Bu ikilik perdesinden geç hicabıre'f kı l Gel bu birlik vahdetinden bak bu sı rrullahıgör Hacc-ıekber kı lmak istersen gel ey zâhid beni Aş ı kı n kalbi içinde sen bu beytullahıgör Can gözüyle baktı n ise kâinatı n aynı na Andan özge nesne var mıhasbetten lillâhı gör. "Neye bakarsan onda tanrı yıgör. nereye gidersen git-yönelirsen yönel- tanrı nı n yüzünü görürsün. Bı rak ş u utanmayı , at arkandaki ikilik örtüsünü, bu birlik içinde tanrı nı n gizli kalmı şyönlerini gör açı kça. En büyük hac-Ka'benin çevresinde dolaş ı lan gün kurban bayramı nda cuma günü ise-yapmak istersen ey sofu, bu yana, özüne can gözüyle baktı nsa bir düş ün Tanrı dan baş ka görülecek ne var bakalı m". Nesimi'nin bu ş iirinde açı klanan düş ünce tanrıile insanı n bir olduğudur, insan bütünlüğ ünü yitirmeksizin tanrıile birlik içinde yaş ı yor, insan tanrı , karş ı sı nda kimliğ ini, kiş iliğ ini yitirmiyor. Tanrı , insana geliyor, insan kimliği içinde kendini ortaya koyuyor, insan özünde bir eksilme, tanrıkarş ı sı nda kendinden uzaklaş ma yok bu düş üncelerde. Nesimi, bütün gücü ile Tanrı ya karş ı"ben de senin gibi varı m, sen benimle varsı n" diyor. Tanrıile insan arası nda kurulan bağ lantı nı n biri de, insan yüzünde Allahı n göründüğünü ileri süren görüş tür. Ey cemâlin kulhuvallah vey yanağ ı n Vedduha Kafu vel-Kur'an saçı ndı r tal-atin Bedr-üd-dütaa Sı rr-ıSubhanellezi esra muanber kâkülün Leblerin ruh-ül-küdus kaddin dı raht-ımünteha Onsekizbin alemin esrarı nı harfen-be-harf Arı zı n levhinde yazmı şkâtib-i kilk-i kaza Hatt-ımüş gininle ruhsarı n beyânı nda senin Hak teâla dedi errahman alel-arş -istivâ Ateş î inni Enâllah ey-beş er sûretli Hak Pertev-i ş em'i ruhinde gösterir nûr-i lika Zahide gel sûret-i zibâyi inkâr etme kim Dilberin vechindedir âyine-i gitî-nümâ Ey Surûri âş iyânı Kudsa pervâz edemez Her kimin kim ş âhbâz-i aş ka olmaz âş inâ Ey yüzü "Söyle tanrıbirdir olan yanağıkuş luk suresini andı ran yüzünün parlaklı ğ ıay'dı r, saçı n 'ol' buyruğunun başharfi ve Kur'an'dı r, alnı na dökülen güzel kokulu saçları n yüce tanrı nı n gizemlerinin saklayan birer belirtidir. Dudakları n insanlara can veren, ölüleri dirilten kutlu soluktur, boyun varlı k ülkelerinin tanrı sal sı nı rıolan müntehadı r. Alı nyazı sı nıyazanlar senin yüzüne onsekizbin evreni yazı p geçmiş . Tanrıbütün gizlilikleri, güzellikleri ile senin yüzünde görünüyor. Sen canlı , konuş an bir tanrı sı n, sen Kur'an'sı n. Tanrı , insan kı lı ğı na girmişsende görülüyor. Kur'anda yazı lıne varsa yüzünde, yanağı nda yazı lı r büsbütün." Hurufi olan, onaltı ncıyüzyı lda yaş ayan Sünni'nin bu ş iirinde dilegetirdiği düş ünce, en küçük bir kuş kuya yer vermeksizin, insanı n tanrıile bir olduğ unu söylemektir. Tanrı , insan yüzüne yazı lmı şbir varlı ktı r, insan bütünlüğü ile Tanrı yıyansı tı yor, gözlerin önüne seriyor. Surûri daha da açı k konuş arak: "Ey beş er suretti Hak" demekten kendini alamı yor. Ey insan kı lı klıtanrı , bu söz insanla Tanrıbirliğ i bütün kuş kuları n dı ş ı nda kalan bir kesinlikle dilegetirmektedir. Surûri'nin ortaya attı ğ ıbu düş ünce daha önceden Mansur'da (IX -X. yüzyı l) vardıNesimi'de, azçok Yunus Emre'de vardı . Onbeş inci yüzyı l ozanları nda da vardı r. Yine bu yüzyı lda (baş ları nda) yaş amı şbir ozan olan Yemini de: Suretin nakş ı nda gördüm Fazl-i ism'i a'zamı Zülf-ü kaş -ü kirpiğindedir Süleyman hatemi
Lîmaallahı n hayalidir yüzün vech-i ilâh Gösterir mir'at-i mümin onsekizbin alemi Kim ki sâcid olmadıhüsnün önünde ey sanem Sen anımerdûd-i ş eytan bil değildir âdemi "Tanrı nı n en yüce niteliğini yüzünün oyası nda gördüm, saçı n-kaş ı n-kirpiğin Süleyman peygamberin mührüdür, onda bütün Tanrı lı k nitelikler yazı lı dı r. Senin yüzün taundan bir örnektir, inananları n aynası dı r, onsekizbin evreni gösterir. Sana tapmayan, senin önünde eğ ilmeyen, kovulmuşbir ş eytandı r, sen onu adam sayma artı k".. İ nsan-Tanrıbirliğ inin bu da açı k bir örneğ in. Tasavvufta buna "insan zübdet-ül-kâinat"tı r denir. Yemini, baş ka bir gazelinde insanı n yüzüne Kur'anı mı z yazı lmı ş tı r anlamı na gelen: Dest-i kudretten yazı lmı şvechine Kur'anı mı z dizesiyle, insanı n yaratı lmadan önce varlı ğ ı nda Kur'anıbulundurduğ unu, gerçek Kur'anı n insanda olduğunu ileri sürer. Bu görüşinsanla Tanrı , Kur'anla insan arası nda bir bağ laş manı n varlı ğ ı nıgösterir. Baş ka ozanlar insan için, tanrı nı n konuş an sözü, dili" anlamı na gelen "Kelâmullah-ınâtı k" deyimini kullanı r. Bunun açı k anlamı : Tanrıinsanda dilegelir, demektir. Onaltı ncıyüzyı lı n Batîni ozanları ndan biri olan Hayderî bir ş iirinde: Gevher-i zât-ıHudâyı z der nihân-ü aş ikâr Bizim içün çarh ürür bu günbed-i niylî hisar Bizdedir mevcûd bîş ek yerde gökte her ne var "Tanrı 'nı n özünün incisiyiz, gizli açı k bu. Bu dönen gök, bu mavi künbed bizim için bir hisar yapmaktadı r. Yerde gökte ne varsa bizdedir, bunda kuş kumuz yok." Diyor. Burada Tanrıile insanı n bir olduğu, insanı n bütün evrenin özü durumunda bir varlı k kimliğ i taş ı dı ğ ıaçı klanı yor. İ nsanla Tanrıarası na dinlerin koyduğ u uçurumları n kaldı rı lması , bir yandan tanrı nı n, bir yandanda insanı n yararı nadı r. Konunun açı klı ğ a kavuş masısonradan konan örtülerin kaldı rı lması nıgerektirir. Usun ı ş ı ğ ı ndan kaçı rı lan bir soruna çözüm bulunamaz. İ nsanda, tanrı nı n dile geldiğini, insan yüzünün tanrı nı n görünüşalanıolduğ unu açı kça ileri sürerek insanla tanrıarası nda sı kıbir birliğ in içiçeliğin varlı ğ ı nısöyleyen gene onaltı ncıyüzyı l ozanları ndan Kelami, bu konuda en kesin örnekleri vermektedir: Nigâra allem-i-esma-i Fazlullahdı r vechin Kelâmullah-u beytullah-u arş ullahdı r vechin Yazı lmı şçârdeh hattı -ısiyahı n çârden levha Huruf-i asl-ıKur'an-ıkadimullâhdı r vechin Rumûz-i küll-ü-ş ey'in halik illâ vechehû vechin Beyânı dı r senin zîrâ ki vechullâhdı r vechin Serairler hakayı kler dekayikler mekanı dı r Bu yüzden söylerim hakka ki sı rrullâhdı r vechin Dehanun burc-i ma'nidir ki nutk andan tulhu' eyler Kelâmı n mihr-i âlem-tâb-rûş en mâhdı r vechin Mübarek mı sr-ıcamidir vücûdun çünki sertâser Veli bu mı sr-ıcamide azizim Şâhdîr vechin Yazı lmı şsatr-ıTâhâ ile Bismillâhdı r vechin Kelâmıbil kim Kelâmullâhdı r vechin "Ey sevgili, senin yüzün tanrıerdemlerine verilen adları n bir bütünlük için de toplandı ğ ıyerdir. Burada Fazullah-ıHurufi'ye de değinme vardı r." Senin yüzün Tanrısözüdür, Tanrıevidir, tanrı nı n en yüce katı dı r. Kara saçı nla ondört yazı . ondört levha yazı lmı ş tı r. (Hurifilerde insan yüzünde yirmi sekiz harf vardı r, insan yüzü bütün varlı kları n özeti, özü, örneğidir) Senin yüzün ey sevgili Kur'anı n ilk yazı ldı ğ ıTanrı harflerinin toplandı ğ ıyerdir, Kur'an'ı n kaynağ ı dı r. Bütün yaratı lmı ş lar senin yüzünde belirir. Senin yüzün Tanrıyüzüdür ey sevgili. Tanrı nı n,
gizlilikleri senin yüzünde dilegelir. Ağzı ndan çı kan sözler gerçekleri, olayları , insanı n baş ı na gelenleri, gelecekleri, bir bir dilegetirir. Senin yüzün evrene parlaklı k saçan aydı r. Senin yüzün Kur'an'da Tâhâ suresinde, bismillahdı r. Bütün eylemlerde, davranı ş larda ilkin anı lmasıgereken kutsal bir baş langı çtı r senin yüzün. Senin yüzün tanrısözüdür baş tanbaş a, ey Kelâmî bunu iyi bil." Kelami, bütün düş üncelerini açı k bir biçimde ortaya koymakta, insan yüzünde bütün varlı ğıile tanrı nı n belirdiğ ini, gördüğünü söylemektedir. Hurifilik inançları na göre insan yüzü bir takı m gizli yazı larla örülmüş tür. Bunları n okunmasıile insan varlı ğ ıbir bütünlük içinde anlaş ı lı r. Burada iki ayrıvarlı k türü ile karş ıkarş ı yayı z. İ lkin, tanrıbir görünüşolarak insan yüzünde ortaya çı kmaktadı r. Bu durumda Tanrıbir görünüşolarak vardı r, ikinci durumda tanrıyerkaplayan bir nesne niteliğinde kendini göstermekte, islam inancı na göre "mekândan münezzeh-belli bir yeri yoktur" anlayı ş ı nıortadan kaldı rı cıbir durumla gözlerimizin önüne serilmektedir. Tanrı nı n "mekândan münezzeh" oluş u, belli bir yerde bulunmayı ş ıdüş üncesi pek yeni değ ildir ilkçağinançları na göre, özellikle atomcuları n ileri sürdükleri köklü görüş e göre, tanrıevrenin bütünüdür. Evrenin bütününe yayı lmı şolan, kökü gene evrende bulunan yaratı cı , sonsuz, sı nı rsı z güçtür. Bunun yanı baş ı nda bir görüşdaha vardı r. O da gene ilkçağdüş ünürlerinden biri olan Phythagros'tan gelen, sayı larla, yazı larla ilgili görüş tür. Bu görüş e göre varlı ğı n özünü kuran sayı lardı r Hurufilik bu son görüş ten çok yararlanmı ş , onun derin, genişetkisi altı nda kalmı ş tı r. Kelâminin çağdı ş ı olup varlı k anlayı ş ı , insan görüş ü onunkiyle bağ daş an Kalender de: Dilberin vechine Bismillah oku Gör bu hüsn-ü hulku sun'ullah oku Çehre-i ruhsâresin Seb'ulmesan Allemelesma Kelâmullah oku Ver salavat görse aynı n aynı nı Kaş ları n hem kudret-i Allah oku Ol beyan-ıbeyyinât-ızât-ıHak Siket-i insandı r eyvallah oku anlam bakı mı ndan Kelâmi'nin yukarıalı nan ş iirinin özdeş i olan bu ş iirde de dilegetirilen: Tanrı nı n insan yüzünde görüldüğ ü, tanrı nı n bütün baş arı ları nı n insan yüzünde yazı ldı ğı , insan kaş ları nı n bile tanrı nı n yaratı cıgücünü bildiren birer anlatı ştaş ı dı kları nıgösterdiğ i, insanı n özünde tanrıözünün bulunduğu'dur. Sözün kı sasıinsan ile tanrı , anlam bakı mı ndanda, gövde bakı mı ndan da birdir, yanyanadı r. Tanrı , insanı n dı ş ı nda, ondan ayrıdeğildir. Tanrı , bir güzel biçimde kendini insanda gösterir, insanısevmek tanrı yısevmektir, insana bakmak, tanrı ya bakmaktı r. Tanrı , insanda devinme içinde ortaya çı kan, gerçekleş en bir yaratı cıgüçtür. Tanrı nı n bir güzellik kavramıaltı nda yeryüzünde kendini gösterdiği inancıda yeni değildir. Bunun kökünde de ilkçağgörüş lerinin derin izleri saklı dı r, ilkçağinançları na göre bir güzellik tanrı çasıvardı r. Yaratı cıgücün de özü ondadı r, bunun adı na Venüs derler. Kalender'in sergilediğ i düş ünceye göre Tanrı , insan yüzünde "güzellik" olarak kendini göstermektedir. Bunu anlamak için insan yüzünün yazı ları nıokumak gerekmektedir. Tanrı ya insandan varı lı r, Tanrı insanla anlaş ı lı r ancak. Onaltı ncıyüzyı lı n bir yandan Hurifiliğ e, bir yandan Bektaş iliğ e kayan ünlü ozanları ndan Usûlî, insanda Tanrısözünün dile geldiğ i düş üncesini savunarak, yapıbakı mı ndan insanla Tanrıarası nda bir yakı nlı ğ ı n, birliğ in bulunduğ unu ileri sürer. Ademe gel secde kı l anda kelâmullah var Vech-i pakinde muayyen sı rr-ıBismillah var Düş me inkâra sakı n her yerde zahir ş ah var Çünkü bildin mü'minin gönlünde beytullah var Niçün izzet etmedin ol beyte kim Allah var Ruberu görmek dilersen ger o nûr-i mutlakı Bilmek istersen eğ er âlemde sı rr-ımuğ lakı Secdeye gel vech-i âdemden kelamullah okı Her ne var âdemde var âdemden iste sen Hak'ı
Olma İ blis-ış akı y âdemde sı rrullah var Öz vücudun diler isen ey gönül mir-at-ıHak Can ile kendi vücudundan oku âyât-ıHak Kı lmak estersen eğer ayn-el-yakı yn irş âd-ı Hak Gel en-el-Hak defterinden al sebak ey zatıHak Dembedem bâtı l tasavvur etme Hak Allah var Baktı ğ ı nca her nazarda gördüğ ün vech-i ilâh Her neye kim ibtida etsem kamusu ism-i ş ah Söylediğ in hakdurur hak söylerim haktı r bu râh Zahidin dilinde ger var ise zikr-i lâ-ilâh Aş ı k-ı sadı kları n kalbinde illalah vâr Seyyid Nesimi'ye bir benzeri (nazire) olarak yazı lan bu ş iirde, Usuli, açı kça insanda Tanrı nı n görüldüğ ünü, insan yüzünde Tanrı"tecelli"sinin bulunduğunu, insan dı ş ı nda bir Tanrıolmadı ğ ı nıileri sürmektedir. Usuli'nin inancı na göre Tanrıile insan eş -varlı k ortamda bulunuyor. Bu inanç düzeni içinde, tasavvufun baş ka bir düzeni olan "tanrıbütün evrenle birdir, bütünlük içinde evrene yayı lmı ş tı r, evrenin gerçek özüdür, tanrıdı ş ı nda bir evren yoktur, evren tanrı dadı r." düş üncesi yoktur. Usuli, daha çok tanrı nı n evrende olduğ u kanı sı ndadı r, insanda tanrı lı k güç, tanrı lı k öz vardı r. Açı kçası , bu görüş le tasavvufun "vahdet-i vücud" (varlı k birliğ i) anlayı ş ıarası nda bir ayrı lı k vardı r. "Vahdet-i vücud" inancı na göre insan tanrı da yok olur, ne varsa Tanrı dı r, onun dı ş ı nda baş ka bir varlı k düş ünülmez. Oysa Usuli'nin inancı ndan görülen açı klı ktan anlaş ı ldı ğıgibi tanrıinsandadı r, insanı n Tanrı da oluş u, insan varlı ğı nı n gerçekliğini, değ erini ortada kaldı rı r. Tanrı nı n insanda oluş u düş üncesi ise insan varlı ğ ı nı n gerçekliğ ini, varlı k düzeni içinde değ erini, evrendeki gerçek-kesin yerini dilegetirir. İ nsanı n yararı na olan bu görüşilkçağ 'a dönüş tür, ortaçağiçin ileri bir anlayı ş ı n izlerini, evreni gerçek sı nı rlarıiçinde, açı klamanı n belirtilerini ortaya koyuyor. Türk ş iirinde insan kendini Tanrıkarş ı sı na iki ayrıtutumla yerleş tirir, ilk durumda insan kendisini evrenin bütünlüğ ü içinde Tanrıile yanyana koyar. İ nsan-Tanrıkarş ı lı klıbir varlı k bağlantı sıiçindedir. Önce tanrı nı n var olduğuna, belli bir varlı k ortamı nda bulunduğuna inanı rlar. İ nsan bir olur tanrı nı n bulunduğ u evrene yükselir, bir olur tanrı yıkendi yaş ama ortamı na indirir. Bu iki durumda da Tanrıile "bir olma" eylemi vardı r, insan Tanrıile arada bir bağ lantıkurmanı n kaynağ ıiçindedir. Dinin yöntemine dayanarak ağı r basan etkisi altı nda, insan ne de olsa kendini büsbütün bağ ı msı z, özgür sayamaz. Tanrı , yaratı cıbir güç olarak bütün çı plaklı ğ ıile insanı n karş ı sı na dikilir. İ nsan, tanrıile ancak görünüşalanı nda birleş ir. Tanrı , yukarda görülen örneklere uygun olarak insanı n yüzünde görünür (tecelli eder). Böyle bir inancı n kökünde gene de Tanrı nı n varlı ğ ı nıtemel-ilke diye alan din düş üncesi saklı dı r. Ortaçağ 'da insanıtanrıkarş ı sı nda direnmeye iten baş lı ca neden dinlerin koyduğ u uygulanmasıçok güç aradabir de elden gelmez kurallar, koş ullardı r. Bunlar yoğ undur, katı dı r, değiş mez, değ iş tirilmez, donmuşbirer ilke olmaktan öteye geçemez. Din ne derse onun tı patı p yerine getirilmesi gerekir. Din dilinde adı na "ş eriat" denen kurallar dizisi budur iş te. Şeriatı n karş ı sı nda, özgür düş ünce, tarikatıçı karma gereğ inde kalmı ş tı r. Tarikat, ş eriatı n koyduğu bütün kuralları n yaş ama gerçeklerine uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesidir. İ nsan, düş ünen, yaş ayan, eylemlerde bulunan, davranan bir varlı k olarak sürekli bir değ iş me, geliş me çizgisi üzerinde bulunuyor. Öyleki çağ dan çağ a, yı ldan yı la, bile birtakı m köklü değ iş melerle karş ıkarş ı ya gelir insan. Sevgileri, beğ enme duyguları , yaş ama anlayı ş tan olayları n akı ş ıiçinde değiş ir, insan, canlıolmasıyüzünden, bu değiş melerin dı ş ı nda kalamaz. Kalmadı ğ ısürece de kendiliğ inden değ iş ir. Şeriat bu değ iş meye katlanamaz... Onun için önemli olan olduğu yerde durma, donup kalmadı r. Şeriat anlayı ş ı na göre insan davranan değil duran, yalnı zca buyurulanıyapmakla yükümlü, istenci dı ş ı nda bile eyleminden sorumlu, donmuşkalmı şbir varlı ktı r. Baş ka bir deyimle insan ipi baş kası nı n elinde, özgürlükten, davranı şbağı msı zlı ğ ı ndan yoksun bir araçtı r.
Yeryüzünün bütün "ş eriatçı " inançları , insanıinsanlı ktan çı karan, çağ ı n dı ş ı nda kalmaya iten birer bağ lı lı ktı r. Onda insan "düş ünen bir varlı k" olarak değer taş ı maz, insan ona göre "belli bir yere" bağ lanmı ş tı r. Böyle bir inanç ortanı nda yaş ayan toplumları n tarih boyunca baş arıgösterdiği görülmemiş tir, insan düş ünce-gücünün yarattı ğ ıbütün yenilikler, geliş meler, ilerlemeler ş eriatı n dı ş ı na çı kmakla olmuş tur. Gerek Doğ u'da, gerek Batı 'da baş arısağ layan bütün baş ları n din kurallarıdı ş ı na çı ktı ğı , cezalandı rı lmak istendiğ i, ardları na düş üldüğ ü açı kça görülen, bilinen olaylardı r. Doğuda sı kısı kı ya ş eriata bağ lıkalmı şbüyük, yaratı cıgücü olan, ilerletici bir başbilmiyoruz pek. Durum Batı 'da da böyledir. Türk ş iirinde görülen ş eriatı n dı ş ı na çı kma eğ ilimi yeni bir anlayı ş ı n sonucu olmuş tur, insan, böyle geliş tirici bir anlayı şakı mı na kapı lı nca kendini ister istemez ş eriatı n dı ş ı nda tanrı nı n karş ı sı nda bulmuş tur. Dinden daha köklü bir ekin kaynağ ı na dayanan, onunla beslenen tarikat yaratı cıbir düş ünce ürününün ilk baş arı lıbaş ları nıda yetiş tirmekte gecikmemiş tir. Bu köklü güç, insanıileriye doğ ru atı lı m yapmaya itmiş tir. Bu güçlü atı lı m sonucu ş eriatı n karş ı sı na tarikat dikilivermiş tir. insan bu yolda yaratı cıgücünün bütün eylemlerini ortaya koymaya baş lamı ş tı r. Tarikat, ş eriatı n "verilenle" yetinmesi gereken insanı n karş ı sı na sermesi "düş ünmesi" gereken insanı koymuş tur, insan sı kıbağ lardan birbakı ma kopmuş , kendini kurtarmaya çalı ş mı ş tı r. Ancak, ş eriat gene boşdurmamı ş , kendi yolunda giden baş ka tarikatları n doğ ması nıda kolaylaş tı rmı ş tı r. Baş ka bir deyimle ş eriat, tarikatı n karş ı sı na tarikatla çı kma yolunu tutmuş tur. Bizim burada üzerinde duracağ ı mı z yalnı z ş eriata karş ıolan tarikat düş üncesidir. Onaltı ncıyüzyı l ozanları ndan Virâni, ş eriatı n bütün inançları nıbir çı rpı da arkaya atarak, tanrı nı n karş ı sı na yarıinsan-yarıTanrıolarak değil, düpedüz Tanrıolarak dikilivermiş tir. Ona göre insanı n kendi, Ali'nin kiş iliğinde tanrı dı r artı k: La ilâh illâ Ali'dir nûr-i zât-ıZülcelâl La ilâh illâ Ali'dir Hayy-i bakî lâyezal La ilâh illâ Ali'dir gün gibi rûş en olan La ilâh illâ Ali'dir görünen ş irin cemâl La ilâh illâ Ali'dir vâkı f-ıilm-i ledün La ilâh illâ Ali'dir sâhib-i nutk-i kemâl La ilâh illâ Ali'dir ş ems-i ş âh-i Vedduhâ La ilâh illâ Ali'dir gökteki bedr-ü hilâl La ilâh illâ Ali'dir çeş me-i hayvanı mı z La ilâh illâ Ali'dir nûr-i mutlak bi-zevâl La ilâh illâ Ali'dir pâdiş âh-i âlemin La ilâh illâ Ali'dir kevser-i âb-ızülâl La ilâh illâ Ali'dir Mustafa vü Murtaza La ilâh illâ Ali'dir gözüme ayn-i visal La ilâh illâ Ali'dir gönlümün ş ahı benim La ilâh illâ Ali'dir üste oldur bî-melâl La ilâh illâ Ali'dir bu Virâni derviş in Gözü nuru baş ta tacıol Ali Celle Celâl Vîrânî'nin bu ş iirinde eğ ri büğrü yollara sapacak bir durum yoktur. "Yüce tanrı nı n özü, kendi Ali'dir, Ali'den baş ka Tanrıyoktur. İ lksiz sonsuz olan, ölümsüz varlı k olan Ali'dir, ondan baş ka Tanrıyoktur. Gün gibi açı k olan Ali'dir, ondan baş ka Tanrıyoktur. Görünen tatlıyüz Ali'nin yüzüdür, ondan baş ka tanrıyoktur (ilah yoktur). Gizli bilimlerin bilicisi Ali'dir, yetkin, olgun sözü söyleyen de Ali'dir, ondan baş ka ilah yoktur. Kur'an'daki kuş luk [Vedduhâ] süresinin padiş ahı , güneş i Ali'dir, Ali'den baş ka Tanrıyoktur. Evrenlerin padiş ahı , yaş amanı n özü, yaratı cı lı ğ ı n gücü, yaratan, varlı klara dirilik veren, onlarıyok eden, vareden Ali'dir, Ali'den baş ka Tanrı[ilâh] yoktur."... Biraz düş ününce, Vîrânî'nin Tanrı ya yüklenen bütün nitelikleri Ali'ye verdiğ i görülür. "Celle Celâl", "Hayyi Baki" "Zülcelâl", "Bizevâl", "Padiş ah-i âlemin-Rabb-ül-âlemin", "nûr-i mutlak", "lâyezal" islâm dinin temel kitabıolan Kur'ana göre ancak Tanrı nı n nitelikleridir. Tanrı 'dan baş ka bir varlı ğa bu
niteliklerin birteki bile verilemez. Tanrı , ancak bu niteliklerle düş ünülebilir. Bunları , tanrı dan baş ka birine veren kimse islâm inançları na göre öldürülür. Böyle bir düş ünce ileri sürmek Tanrı ya "ş irk koş mak-ortak olmak" sayı lı r. Buna ayrı ca "küfr'i ekber" (en büyük suç) denir. Vîrânî, bu ş iirleri ile bütün kuş kuları nı n ötesinde, pı rı l pı rı l bir inanç ileri sürüyor. Ona göre tanrı insan biçimindedir. Ali'nin kiş iliğ inde ortaya çı kmı ş , duyular evreninde kendini göstermiş tir. Tanrıile insan arası nda dinlerin ortaya koyduğ u anlamda, bir ayrı lı k yoktur. Bu iki varlı k türü arası nda yakı nlı k değ il, özdeş lik vardı r, insan varlı ğıdı ş ı nda bir Tanrıda yoktur, Tanrıkavramı da. İ nsan kafaları nı n leblebiden ucuza gittiği bir çağda Vîrânî'nin böyle yiğ itçe ortaya atı lmasıAnadolu ş iirinde görülmüşdeğ ildir. Gerek ondan çok önce gelen Nesimi, Mansur, gerek ondan sonra gelen öteki ozanlar içinde böylesine açı k bir düş ünce ortaya atı lmamı ş tı . Ozan, burada, tarikat anlayı ş ı nı n dı ş ı ndadı r. Ali'dir nokta-i evvel hidayet Ali'dir âhı r-ınûr-i velayet Ali'dir her dü âlem zât-ü mutlak Ali'dir kudret-i hikmet keramet Ali'dir sûret-i Rahman Ali'dir Ali'dir Şâfi-i rûz-i kı yamet Ali'dir faildi muhtar Ali'dir Ali'yi sevmeyen ol cana lanet Ali'dir ey Vîrânî tende canı n Kim Ali sevmedi lâ'net begayet "İ nsan varlı ğ ı nı n ilk noktası , varlı kları n baş ıAli'dir. Ermiş lik ı ş ı ğ ı nı n sonu Ali'dir. Gerek dünyanı n, gerek ahirdin kesin özü Ali'dir. Bütün yaratı cı lı ğ ı n gücünü gösteren öz -bilgelik Ali'dedir. Tanrı 'ya verilen "Rahman" niteliğ inin özü de Ali'dir. Kalkı m günü insanlara yardı m edecek olan, onları n elinden tutacak olan Ali'dir. Kendi baş ı na davranan, kimseden buyruk almayan Ali'dir. (Burada, düpedüz, Ali'nin tanrıolduğu söyleniyor, fâil-i muhtar ancak tanrı ya denir) Ali'yi sevmeyen insan değ ildir, onu anmak da gerekmez, ona lanet olsun."... Ozan, bütün düş üncelerini açı k, seçik olarak bildiriyor. Yoruma, kuş kuya yer vermiyor. Kendini olduğu gibi ortaya koyuyor. Bu tutum tanrıkarş ı sı nda insanı n direniş lerinden birincisidir, ikincisi ise tanrı nı n gerçek-dı ş ınitelikleri karş ı sı nda onunla eğ lenmeye kalkı ş maktı r. Onu daha sonra göreceğ iz. Vîrânî'yi böyle bir düş ünceye iten etki ne olabilir? Bunun karş ı lı ğ ı nıbulmak güç değ ildir. Vîrânî gerçeklere inanmı şbir ozandı r, insanı n yaratı cıbir güç taş ı dı ğı na yürekten inancıvardı r, onun bu inancı nıeskidenberi ileri sürülen yüzden bir "mezhep" ayrı lı ğı na bağlanmak doğ ru değildir. Bu düş ünceyi bütün Alevi-Kı zı lbaşozanlarda bulamı yoruz. Oysa bütün Alevi-Kı zı lbaşozanlar "mezhep" bakı mmdan Ali'ye bağ lı dı r. Eskilerin Ali-Allahilik dediğ i bu düş üncenin özünde, Ali'den çok insanı n tanrıoluş u duygusu, anlayı ş ıvardı . İ nsan-Tanrıbağ lantı sı nı n kökü çok eskilere gider. Eski Hind, İ ran, Mı sı r, Anadolu, Mezopotamya dinlerinde insanı n tanrıolduğ u düş üncesi, iyi-kötü güçlerin onda toplandı ğ ı , insan gövdesinin iyi ile kötünün bir savaşalanıolduğ u inancıvardı . Vîrânî'den önce gelen ozanlarda gördüğümüz tanrıanlayı ş ı nı n da kökünde gene çok duyuş lar, düş ünceler vardı , ancak bu ölçüde açı k, kesin değildi. Vîrânî, bütün ara-uzaklı kları , uçurumlarıaş ı yor, kaldı rı yor. Bunlarıda öncekiler gibi tanrıyararı na değ il, insan çı karı na yapı yor. Vîrânî'nin kendinden önce gelmişozanlardan etkilenmediği söylenmez. Böyle bir düş ünceyi ortaya atmak, düş ünenin geliş imine büsbütün aykı rı dı r. Vîrânî'de öncülerinden etkilendi. Seyyid Nesimi, ondan önce Mansur gibi tasavvufçuları n görünüş üne göre insanı n evrene yayı lmı ş bir bütünlüğü vardı . Vîrânî ise onlardan ayrıolarak, karş ı mı za elle tutulur, gözle görülür bir örnek çı karı yor. Bunu da bir din olarak yapı yor. Peygamber Muhammed'in yanı nda, sofrası nda bulunan bir kimseyi tanrıolarak benimsemediğini söylüyor. Nesimi, daha genişbir alana yayı lan görüş ü içinde "Enel hak-ben tanrı yı m" derken, ortaya soyut bir insan örneği atmı ş tı . Vîrânî, bunu daha somutlaş tı rarak adıile, kimliği ile, yeri yurdu ile belli, belirli bir kimseyi gözümüzün önüne koyuyor. Nesimi'nin geniş liği, Vîrânî de açı klı k, soyutluğ u ise somutluk kazanı yor. Vîrânî, üstelik, tanrı ya bir de Ali adı nıveriyor. Ancak, ozan olarak Nesimi ile yanyana bile gelemez, o baş ka.
Nesimi'de tanrı nı n bütün evrene yayı lı ş ı na karş ı lı k Virani'de tek kiş i kimliğ ine bürünmüşdemiş tik. Ayrı ca ondördüncü yüzyı lı n bu ünlü ozanı nda yer yer tanrı nı n yaratı cıgücünün olduğu, insanı n dı ş ı na taş tı ğ ıda görülür. Vîrânî'de, onun çağ daş ları nda, ondan sonra gelenlerde, tanrı nı n bütün evreni kaplayan geniş , derin, açı k, yaratı cıgücünü dilegetiren ölçülü, düzenli, derli toplu görüşbulunmaz. Tanrı nı n insan olduğ unu, insan kı lı ğ ı nda evrende açı ldı ğı nı , insan yüzünün bir tanrıaynası durumunda bulunduğunu söyleyen baş ka bir ozan da, bu çağ da Misâlî'dir. Kisvetin üstünde olan ey elif ey nûr-i Zât Hâlik-ul-eş yaya dal olmuş ürür ey Hak sı fat Mahzen-i kân-ıvelayet menba-ıher mûcizât Cümle eş ya misl-i candir-ya'ni kim sensin hayât Şem-i cem-i evliya ey HacıBektaş -i Veli Lâdir vasf etmede vasfı nıhalk-i künfekân Şâhbâz-ıLâmekansı n sana arş dı r âş iyan Gün gibi oldun velayet ile meş hûr-i cihan Tapuna münkad olubdur arş -ü ferş -ü ins-ü can Şem'-i cem’-i evliya ey HacıBektaş -i Veli "Ey giydiği giysi üzerinde tanrı yıgösteren "elif harfi bulunan, tanrı nı nı ş ı ğıolan, nesneleri yaratanı n nitelikleri sendedir, tanrı nı n özü sensin. Bütün tansı klarıgösteren, ermiş lik ocağ ı nı n özü sendedir. Bütün nesneler bir ten gibidir, açı kçasıdirilik sensin. Ermiş ler topluluğ unun mumusun ey HacıBektaş i Veli. Tanrı nı n "ol" buyruğ u ile yaratı lanlar senin niteliklerini anlatma konusunda dilsizdir. Tanrı nı n bulunduğ u, ya da onun her türlü mekândan sı yrı lmı şolduğ unun belirtisi olan "Lâmekân" ülkesinin doğanısensin. Senin yuvan Arş 'dadı r. Ermiş liğinde gün gibi bütün evrene ün saldı n. Arş, ferş , insan, cin gibi bütün varlı klar sana bağlı dı r, sana boyun eğerler. Sen ermiş ler topluluğ unun mumusu, ey Hacı BektaşVeli..".. Burada, tanrı da bulunan bütün niteliklerin, tanrıadıanı larak insana. HacıBektaşVeli'ye yükletildiğ i açı kça görüyoruz. Yeni bir yorumlama ile, gözleri baş ka yöne çevirmenin ne yeri vardı r, ne gereğ i burada. Tanrıadıgeçiyor, ancak genel niteliklerden sı yrı lmı şbir tanrıadı . Misâli, düş üncelerini, inançları nıkuş kuları n ötesinde bir dille söylüyor bize: Tanrıile insan arası nda öz ayrı lı ğıyoktur, diyor. Tanrıvarlı ğıinsanda bütünlük kazanmı ş tı r diyebiliyor, insan bütünlüğü ile bir tanrı dı r, yaratı cıgüçtür. Divan ş iirinin baş ka bir alanı nda kendini gösteren, daha çok tasavvuf duygularıile beslenen ozanları ndan 16. yüzyı lda yaş ayan Arş i, hurufilik ortamı nda tanrıile insanı n birliğ ini ileri sürmüş tür. Arş i'ye göre evren yaratı lmadan önce insan Tanrıile birdi, insan, yaratı lı şolayıile ortaya çı kmı ş bütünlük kazanmı ş , varlı ğ ı nıbugünkü ortamı n ötesinde sürdürmüş tür. Yaratı lı ş , insanı n yeniden oluş u değ il, yer değ iş tirmesi, baş ka bir ülkeden evrene geliş i, ortaya çı kı ş ı dı r. Onda da Virani'de görülen açı klı k, seçiklik göze çarpar. O, yalnı z "ben daha önceden vardı m, tanrıile birdim" diyor. Daha çok Nesimi'ye benzeyen bir duyuşvardıonda. Kelâm- Zât idim kün emri irad olmadan evvel Bu hâk-ü bâd-ü âb-ü âteşicad olmadan evvel Gezerdim üçyüzaltmı şmenzili gün gibi ş eb ta rûz Bu eflâk-i zümürrüd-fâm bünyâd olmadan evvel Bana bildirmişidi sı rr—ıesmanı n beyanı n hep Melaik zümresine Adem üstad olmadan evvel "Tanrıevrenin yaratı lmasıiçin "ol" anlamı na gelen "kün" buyruğ unu salmadan önce ben onun özünde dile gelen söz idim. Tanrıbenimle dilegelir, konuş urdu ancak. Ben, bu toprak, su, yel, ateşgibi varlı ğ ı n özünü kuran dört ilke ortaya konmadan önce, tanrı nı n özünde idim. Bu üç yüz altmı şderecelik gökler daha yaratı lmadan dolaş ı p dururdum gecegündüz. Evet, bu zümrüd gökler yaratı lmadan da ben vardı m. Tanrı , Adem Peygamber'e varlı kları n adı nıbildirmeden önce bana bildirmiş ti. Öyleki Adem Peygamber meleklerin önderi olmadan, melekler ona tapı nmadan, önünde eğ ilmeden önce, onun bileceklerini ben bilirdim. OnlarıTanrı bana bildirmiş ti."..
Arş i'nin bu ş iirinde güçlü bir düş ünce var. islâm inancı na göre bir söz vardı r: Levlake levlak vema halekul eflâk (sen olmazsan sen olmazsan biz de gökleri yaratmazdı k)... Bu sözler ister hadis olsun, ister âyet olsun, islâm dininin özü ile sı kı sı kı ya ilgilidir. Arş i, burada kendisinin evrenden de, Adem Peygamber'den de önce varolduğ unu, tanrı nı n özünde, Tanrıgibi bir gerçek olduğ unu ileri sürüyor. Onun, bu görüş ü ilkçağ 'dan geliyor. Toprak, su. yel, ateş gibi dört ana-ilke, yalnı zca ilkçağbilgelerince ortaya atı lmı ş tı r. Arş i, böylece tanrı nı n insanısonradan yarattı ğ ı , yoktan varettiğ i düş üncesini bir yana atı yor. Oluş un insan için yeni bir eylem olmadı ğ ı nı , insanı n yoklukla ilgisi bulunmadı ğ ı nıortaya koyuyor. Oysa, Kur'an'a göre, insan yoktan varedilmiş tir. Tanrı , Adem Peygamber dolayı sı yla insanı topraktan yaratmı ş tı r, onu varetmiş tir. Sonra ona bildiğ imiz duyularıvermiş tir. Göz, kulak, burun, us gibi nesnelerle onu donatmı ş tı r. "And olsun ki biz insanıkuru çamurdan, biçime sokulmuşkara balçı ktan yarattı k. Daha önceden cinleri ise ateş ten yarattı k." (El-Hicr Suresi, Ayet: 26.27.) Gene. Kur'an'ı n Dehr suresini, 2. ayetinde ş öyle deniyor: "Gerçekten de biz insanıiki cins bel suyundan yarattı k, bu onu sı namak içindi. Sonra ona iş itme ile görme gücünü verdik." Burada görülen çeliş me, ilk insanı n çamurdan, ondan sonra gelen insan soyunun ise diş i ile erkeğin birleş mesinden (çiftleş mesinden) olduğunu, göz önüne getirince ortadan kalkar. Kur'an'ı n daha birçok yerinde insanı n çamurdan yaratı ldı ğı . Adem Peygamber'in balçı ktan düzenlendiğ i, anlamı na gelen ayetler vardı r, islâm'ı n temel inançları ndan biri de budur. Böyle bir inanç düzeni karş ı sı nda Arş i'nin düş üncesi düpedüz dine aykı rı dı r. Arş i'nin inancı na göre insan çamurdan yaratı lmamı ş tı r. Çamur denen "toprak", ondan sonra gelen "su" "yel", "ateş " gibi varlı klar, ana ilkeler yokken, yaratı lmamı ş ken "ben vardı m-(kelâm-ızât idim)" diyor. Gene bu çağ da yaş amı şbir ozan olan Muhyeddin Abdal'da insanı n özünde tanrıvarlı ğı nı n bulunduğ unu, insanı n bir türlü Kur'an olduğ unu ileri süren ona göre gerçek Kur'an insanı n yüzünde okunur. Bizim tacı mı z sureta Seb'ulmesani gösterir. Zira bu Seb'ulmesani Şekl-i insanıgösterir Görünen Hak'tı r gözünde Söyleyen Hak'tı r sözünde İ nsanı n hattıyüzünde Hatm-ıKur'anı gösterir "Bizim baş ı mı zdaki taç Kur'anda ki -yedi ayetten kurulu Fatiha suresini gösterir, bu Fatiha suresi de insanıne biçimde olduğunu, hangi kı lı kla ortaya çı ktı ğ ı nıgösterir. İ nsanı n gözünde görünen tanrı dı r. Sözünde söyleyen de gene tanrı dı r, insanı n yüzündeki yazı lar (çizgiler) Kur'anıgösterir." İ nsan, bu anlayı şaçı sı ndan bakı lı nca, taun ile birdir, ayrıdeğ ildir, insan, biçim, yapıbakı mı ndan tanrı nı n özelliklerini, niteliklerini taş ı yan bir varlı ktı r. Tanrı , insanda dilegelir. insan kı lı ğı nda konuş ur, söyler. İ nsan için böyle bir düş ünce ileri sürmek, Kur'anı n bildirilerine kökten aykı rı dı r. "Ne yana dönerseniz tanrı nı n yüzünü görürsünüz- ya da ne yana dönerseniz dönün, gene tanrı ya yönelirsiniz" anlamı na gelen, ş öyle bir Ayet vardı r: Feeynema tuvellu fesemme vechullah." Ancak. Kur'an'ı n bu sözünde, bu bildirisinde, "tanrıinsanda dilegelir, insanı n yüzünde görünür, insan dili ile konuş ur, insan tanrı yıyansı tan bir varlı ktı r" anlamları na gelebilecek bir nitelik yoktur, insan yukarda da belirtildiği gibi "çamurdan-balçı ktan" yaratı lmı şbir varlı ktı r. Sonunda gene toprak olacaktı r, geldiğ i öze dönecektir. Nitekim bütün varlı klar da geldikleri yere dönecek, yok olacaklardı r: "külli ş ey'in yercihû aslini" -bütün nesneler kaynakları na dönecek.Muhyeddim Abdal'ı n tutumu bunlara açı kça aykı rı dı r. Onun düş üncesine göre insan köklü bir varlı ktı r. Öyle çamurdan, topraktan "yaratı lmı ş " soydan değ ildir. Onaltı ncıyüzyı lı n en coş kun insan-tanrı cıozanları ndan biri de Pir Sultan Abdal'dı r. Bu ozana göre, Tanrıbütün gücü ile, güzellikleri ile, erdemleri ile Ali'de görünmüş tür. Ali'yi sevmek Tanrı yı Muhammedi sevmektir, insan için gidilmesi gereken en doğru yol Ali'nin gösterdiğ i yoldur. Ali bütün
bilgileri, gizlilikleri bilir. Evrenin özünü, yaratı lı ş ı n temel nedenini bilir. Tanrı nı n bütün gizliliklerini, eylemlerini bilir. Ali ile Tanrıyüzyüze, dizdizedir. Pir Sultanı n bu düş üncelerinde dilegelen temel-görüş insanla, Tanrıarası ndaki uçurumun kalkması dı r, insan, bir bakı ma Tanrıile eş -varlı k düzeyindedir, insanıbilen, insanıanlayan, Tanrı yıda bilir, anlar, insan yeryüzünde tanrı nı n bütün niteliklerini toplamı ş , özünde, Ali'de görünüşortamı na çı karmı ş , ya da insan özünde dilegetirilmiş , bir varlı ktı r. Evrenin özü, ana ilkeleri insanda vardı r, insan, evrenin ne olduğ unu anlamak için bir bakı şaçı sı dı r. Evrene ancak insanı n özünden bakı labilir. Pir Sultan, bu düş ünceleri belli bir felsefe düzeni içinde ortaya koymuş , görüş ünün temel ilkelerini sı ralamı şdeğildir. Ancak, onun bütün olarak ş iirleri incelendiğ inde bu sonuca kesin olarak varı lı r. Yol içinde yol ararsan Yol Muhammed Alinindir Yetmişiki dil içinde Dil Muhammed Alinindir Kani bizden evvel gelen Beşvakti daima kı lan On parmağ ıpı nar olan El Muhammed Alinindir Varma câhilin yanı na Uğ rarsı n cerhin seline Lanet Yezidin canı na Din Muhammed Alinindir Cennet kapusu açı ldı Misk-ü anberler saçı ldı Bağ-u bahçede açı ldı Gül Muhammed Alinindir Söyler Pir Sultanı m söyler Hak’kı n birliğini birler Doğ muşâlemlere parlar Nur Muhammed Alinindir Önceki alı ntı larda, Ali'ye baş ka bir gözle bakı lı yordu, bu dizelerde o anlamıbulamı yoruz. İ stenen, aranan, umulan ne varsa, insanıkurtarmak, ı ş ı ğ a kavuş turmak için ne gerekirse Ali'de vardı r. Doğ ruluğ un yolu gözlerin ı ş ı ğ ı , evreni aydı nlatan ı ş ı k, kokan gül, saçı lan tatlıkokular, dillerde gizlenen nesneler, bir bütünlük içinde Ali'de vardı r. Ali olup biten bütün olayları n, eylemlerin içindedir. Ali'nin bilmediği, görmediğ i, duymadı ğıbir olay, bir oluş , bir eylem yoktur. Bütün bu sayı p dökülenlerin kimin elinden çı ktı kları nı ya da çı kmasıgerektiğini Kur'an açı kça bildirmektedir. Oysa , Pir Sultan, öyle düş ünmüyor. Ali'yi daha baş ka görüyor. Yemen illerinden beri gelirken Turnalar Ali'yi görmediniz mi Hava üzerinde sema ederken Turnalar Aliyi görmediniz mi Kum buldu deryada balı k izini Eğ ildim öptüm Kanber'in yüzünü Turnallardan iş ittim avazı nı Turnalar Ali'yi görmediniz mi Şahı m Hayber kalesini yı karken Nice münkir helak oldu bakarken
Muhammed Ali Mi'raca çı karken Turnalar Ali'yi görmediniz mi Pir Sultanı m eder konup göçelim Gelin Kevser ş arabı ndan içelim Ali'nin uğ runa serden geçelim Turnalar Ali'yi görmediniz mi Bu ş iirde aş ı rı , içli, yanı k bir Ali sevgisi. Ali özlemi vardı r. Ancak bunları n arkası nda ozanı n gerçek düş ünceleri saklı dı r. Ali'ye birtakı m olağanüstü eylemler, Mi'raca çı kma olayı yükletilmektedir. Bunlarla Ali'nin bir ilgisi yoktur gerçekte. Hak Muhammed Ali geldi dilime Mürvet günâhı mıkalma ya Ali Külli günahı mıaldı m elime Mürvet günâhı ma kalma ya Ali dörtlüğ ünde dilegetirilen düş ünce Ali'den birçok olağanüstü iş lerin, eylemlerin beklendiğ idir. Seherin vaktinde cünbüş e geldim Dağ lar ya Muhammed Ali çağ ı rı r Bülbülün feryadıbağrı mıdeldi Bağlar ya Muhammed Ali çağ ı rı r Vird verilmişgökte olan kuş lara Bak bunları n gözündeki yaş lara Sular yüzün vurmuştaş tan taş lara Çağlar ya Muhammed Ali çağ ı rı r Gördüm çarh-ıfelek sema dönüyor Aş ı k olan üstadı ndan kanı yor Fitile de bir od düş tü yanı yor Yunar ya Muhammed Ali çağ ı rı r Burada da Ali'nin bütün evrenin dilinde olduğunu, bütün varlı kları n onu dillerine doladı kları nı görüyoruz, oysa bu düş ünceler, böyle görüş ler islâm dininde tanrı ya karş ısuçtur. Varlı klar ancak tanrı yı anar, onun birliğini söyler. Burada ise Tanrı nı n yerinde, ya da yanı nda Ali görünür... Buraya değ in verilen örneklerde, insan-tanrıbirliğ i dolaylıolarak vurgulandı . Kimi yerde tanrıAli, kimi yerde Ali Tanrıbiçiminde açı klandı . Kimi ozanlarda da insan somut bir Tanrıolarak nitelendi. Bütün açı klamalar, nitelemeler insanı n tanrı lı ğ ıodağı nda yoğ unlaş tı rı ldı . Bütün bu düş üncelerin islamı n özüne aykı rıolduğ u, Kur'ana uymadı ğıbiliniyor. Buna karş ı n, ozan gerektiğ inde, ölümü bile göze alarak düş üncelerini açı klamaktan kendini alamı yor, İ ster tarikat, ister mezhep anlayı ş ınedeniyle olsun, Türk ş iirinin belli bir türünde, insan-tanrıözdeş liğ inin bir varlı k sorunu biçiminde sergilendiğ ini görüyoruz. Bu düş ünceler, yalnı zca tekke ş iirinde değ il, tekke geleneğ ine bağlıkimi divan ozanları nda da açı kça görülmektedir. Özellikle tarikata bağ lıdivan ozanlarıbu geleneğ i benimsemiş , ş iire geçirmiş lerdir. Bunu, Türk ş iirinin belli bir oylumu diye anlamak, yorumlamak kaçı nı lmazdı r. Tasavvuf ozanı , tanrı sı na, bir sevgi eğ ilimiyle yaklaş ı yor, onu bir sevgi varlı ğıolarak görüyor, yine bu sevginin etkisiyle konuyu, sünni anlayı ş ı na dayanarak bir Alevi-Sünni gerginliği diye görüp yermenin, suçlamanı n anlamı yoktur. Yerme, suçlama sorunlarıaçı klamaya yetmez, önemli olan, Anadolu insanı nı n düş üncelerini anlamak, saklı lı ktan açı klı ğ a çı kararak tanı maktı r bizce. Önyargı , katı lı k kimsenin iş ine yaramamı ş , gerçekleri gözaltı nda bulundurmaya yetmemiş tir. Özellikle, 17.nci yüzyı lı n ünlü ozanıNef i bir ş iirinde: Bir cam sun Allah içün bir kâse de ol mâh içün Ta medh-i ş ahenş ah içün alam ele levh-ü kalem
deyip günün padiş ahı nıöverken ş eriat sesini çı karamamı ş tı . Oysa "Allah içün bir kadeh ver" demek Kur'anı n yasakladı ğ ıiçkiye geçerlik tanı maktan öte bir anlam taş ı maz. TANRIYI KINAMA Türk ş iirinde görülen baş ka bir özellik de koyu softalı ğ ı n inançları na karş ıbirtakı m açı k görüş lü ozanları n çı kı ş ı dı r, islâm dini, inançlarıbilgisiz çı karcı lar elinde katlanı lmaz bir duruma gelince ister istemez bir takı m çatı ş malara yolaçmı ş tı r. Şeriatı n bütün ası p kesmelerine, evreni yaş anı lmaz bir ülke durumuna sokması na karş ı lı k, özgür düş üncenin geliş mesine engel olamamı ş tı r, yeni akı mlar boyuna ş eriatıezmiş , yenmiş , ereğ ine geç de olsa ulaş mı ş tı r. Onaltı ncıyüzyı lı n Bektaş i ozanları ndan Azmi, bu konuda en güzel, en açı k örnekleri vermiş tir: Yeri göğ ü ins-ü cinni yarattı n Sen ey mimar baş ıeyvancı mı sı n Ayıgünü çarhıburcu var ettin Ey, mekân sahibi rahş ancı mı sı n Denizleri yarattı n sen kapaksı z Sularıyürüttün elsiz ayaksı z Yerleri temelsiz göğü dayaksı z Durdurursun aceb iskâncımı sı n Kullanı rsı n kanadsı zca rüzgârı Kürekle mi yaptı n sen bu dağları Ne yapı p da öldürürsün sağ ları Can verüb alı rsı n sen cancımı sı n Sekiz cennet yapün sen âdem içün Adı n büyük bağ ı ş la anı n suçun Ademi cennetten çı kardı n niçün Buğ day nene lâzı m harmancımı sı n Bir iken bin ettin kendi adı nı Görmedim sen gibi işüstadı mı Yaş ardı rsı n kurudursun odunu Sen bahçevan mı sı n ormancımı sı n Cibril'e perde ardı nda söylerdin İ nüb Beytullahda kendin dinlerdin Bu ateş i cehennemi neylerdin Hamamı n mıvardı r külhancımı sı n Hafâya çekilüb seyrâna durdun Aklı ermezlerin aklı nıurdun Kı ldan ince köprü yaptı n da kurdun Akar suyun mu var bostancımı sı n Bu kı ş lara bedel bu yazıyaptı n Evvel bahara karş ıgüzü yaptı n Mizanıiki göze terazi yaptı n Bakkal mı sı n yoksa dükkâncımı sı n Esirci misin koydun cehenneme
Arab Hoca mı sı n okur yazarsı n kitab Aslı n kâtib midir görürsün hisab İ ntisabı n mıvar yok hancı mı sı n Yüzbin tamun olsa korkman birinden Rahman ismi nazil değ il mi senden Gaffar-üz-zünüb'um demedin mi sen Afv et günahı mıyalancımı sı n Beni afv eylesen düş er mi ş andan Şahlar bile geçer böyle isyandan Ne dökülür ne eksilir haznenden Afv etsen olmaz mınoksancımı sı n Sânı na düş er mi noksan görürsün Her gönülde oturursun yürürsün Buna canıalub gene verirsin Götürüb getiren kervancımı sı n Bilirsin ben kulum sen sultanı msı n Kalbde zikrim dilde tercemanı msı n Sen benim canı mdan can mihmanı msı n Gönlümün yarı sı n yabancımı sı n Beni delil eyler kendin söylersin İ çerden Azmi'yi pazar eylersin Yücelerden yüce seyran eylersin İ ş in seyran kendin seyrancımı sı n Azmi'nin bu uzun ş iirinde görülen direniştanrıkarş ı sı ndaki tutum insanı n kendi varlı k sorunu ile ilgilidir. Ozan bir Tanrı ya yakı ş mayacak iş lerin tanrı da bulunduğunu görünce ister istemez karş ı koyuyor. Bütün yaratı cıgücü elinde bulunan, insanlarıistediği nitelikte, durumda, tutumda yaratma yeteneği olan bir tanrı nı n böyle küçük iş lerle uğraş ması , bakkalı n, hamamcı nı n, yı lancı nı n, ormancı nı n, bahçı vanı n yapacağıiş leri yapmasıonun yüceliğ i ise bağdaş tı rı lmaz. Tanrı , bu yüceler varlı ğ ıise bunları yapmamasıgerekir, yapı yorsa yücelikle, ululukla ilgisi yoktur. Bir insanı n suçlu olup olmadı ğ ı nıanlamak için terazi kalkı m günü, yargı lama yı lıkiş ilere vergi eylemlerin tanrı lı k özle iş i ne? Tanrı nı n sonsuz bilgisi insanları n yaptı kları nıbilmeye yetmiyor mu dersiniz? Bir tanrıiçin bu gibi küçültücü iş ler insanı ancak güldürür, düş ünen insanı . İ nsanlar düş ünce yetenekleri ölçüsünde tanrı ya nitelik verirler, güçlülük yüklerler. Tanrı nı n gücü, erdemi, nitelikleri ona bağ lananları n düş ünce yetkisi ile sı kısı kı ya ilgilidir.. İ nsan Tanrı ya ancak kendi düş ünebildiğ i ölçüde bir yücelik verebilir. Her toplumun tanrı sıkendi bilgi niteliğ ine göre bir yapıkazanı r. Azmi. ş iirinde açı k yüreklilikten yoksun, bütün gerçeklere gözü kapalıbir toplumun inandı ğıtanrı yı yermekle iş e giriyor. Bütün kötü insanları n yapmasıgereken iş ler, tanrı ya yükletilince ortaya sevilmekten çok kaçı nması uygun gelen bir varlı k çı kar. Bu kuru sofuları n. bağnazları n tanrı sı dı r. gerçek tanrı değ ildir. Azmi'nin ş iirinde iş lenen tanrı . Ortaçağanlayı ş ı nı n donmuş , insan sevgisinden yoksun, aş ı rıölçüde suçlamayı , insanlara sı kı ntı vermeyi, acı çektirmeyi seven bir kan dökücünün tanrı sı dı r. Yeri göğ ü ins-ü cinni yarattı n Sen ey mimar baş ıeyvancı mı sı n derken tanrı ya sorulan soru ş udur: Yaratma iş leminin gereği nedir, hangi nedenler seni bu evreni, yerleri, gökleri insanlarıyaratmaya doğ ru itti? Senin iş in gücün yapıyapmak ve kurmak mı dı r?
Ayıgünü çarhıburcu var ettin Ey mekân sahibi rahş ancımı sı n Bunları nda-yaratı lmı ş larsa- yaratı lmasıpek gerekli değ ildir. Denizleri yarattı n sen kapaksı z Sularıyürüttün elsiz ayaksı z dillerinde düpedüz bir alay, ince bir takı lma, gülüp geçme vardı . Yerleri temelsiz göğü dayaksı z (direksiz) sözleriyle dile gelen düş ünce de tanrı nı n gücünden çok, ona yükletilen birtakı m usdı ş ı inanı lmaz eylemlerin karş ı sı nda bı yı kaltıgülmedir. Azmi'nin ş iirinde bir tanrı tanı mazlı ğı n en ince, en açı k izleri vardı r. Çünkü ş aka da olsa, tanrı nı n yaptı ğ ı , ya da yaptı ğ ısöylenen bu eylemlerle, yaratma olaylarıile. Kur'anda yazı lıolan cennetle cehennemle düpedüz alay etme var ortada. Kürekle mi yaptı n sen bu dağları derken ortada bir tanrı ya sı ğ ı nma, onun büyüklüğ üne inanma düş üncesi ardı ndan gidilmediğ i apaçı ktı r. Kazanlarda katranları n kaynarmı ş Yer altı nda balı kları n oynarmı ş On bu dünya kadar ejderhan varmı ş Şerbet mi satarsı n yı lancımı sı n Burda dilegelen düş üncede tanrı nı n özü ile ilgili bir yön yoktur. Ancak, bütün bunlarıtanrı ya yükletilen, toplumun çoğulculuğuna inanı lan olaylardı r. Böyle bir tanrıile kolayca alay ediliyor. Gerçekten de yukarda geçen ş iirinin bütününde ele alı nan konuları n tanrı ya yaraş ı r bir yanı yoktur. Tanrı varsa da bunlardan uzak kalmı şbir nesne olmalı dı r. Cennet, cehennem, kalkı m günü suçluları n ortaya çı karı lması , suçları nı n, suçluları n ceza görmeleri birer uydurmadı r Azmi'ye göre. İ nsan için yaş anan evrenin dı ş ı nda baş ka bir gerçek yoktur. Olduğ u söylenenlerin topu birden uydurmadı r. Dinlerde yer alan bütün suçlar, o dinlerin doğ duklarıtoplumun içinde geçen olaylarla ilgilidir. Tanrı lar onlarıyaratan toplumları n niteliklerini taş ı r derken gözönünde bulundurulan budur. Dinlerin ortaya koyduğ u cezalandı rmalar, insanlarıeylemlerinden dolayıkorkutmalar, daha çok sapı tmaları n sonucudur. Bir din insansever olmaktan, insan özü ile yoğurulmaktan uzak kaldı ğ ıölçüde onda katı lı klar, donmuş luklar, değiş mezlikler kendini gösterir. Toplum, uygarlı ktan, bilgiden, sanattan uzak kaldı ğ ısürece insanseverlik duyguları ndan da yoksun olur. insanıkuran, ayakta tutan özden uzaklaş ı r. "Karı nıdöv" "Hayvanlarıkesip yiyin, onlar sizin azı kları nı zdı r" diyen bir dinde yumuş aklı k aramak epey güçtür. Bir din düş ünün ki korkunç cehennemleri, insanı n düş ünemeyeceği ölçüde acıçektirme araçları , cezalandı rma yolları , sı kı ntı ya sokma kurallarıolsun, bunları n varlı ğı nıövünerek söylesin, ortaya koyduğu Tanrıazgı n bir yı rtı cıolsun da onun inanı cı larıarası ndan uygarlı ğ ı na yardı m edici geliş tirici bir başçı ksı n, iş te bu olacak işdeğildir, yaratı cı lı k değiş ip geliş meye dayanı r. Azmi'nin ş iirinde dilegetirilen Tanrı , böyle bir dinin, böyle katıbir inancı n tanrı sı dı r. Gerçekte, Azmi'nin de söylediğ i gibi böyle bir Tanrıyoktur. Azmi. ondan önce gelenler yaş adı klarıtoplumun bütün çöküntülerini sezmiş , dinin getirmek istediğ i ile getirdiklerini bir bir görmüşkimselerdir. Şiirlerinde bunu açı kça görüyoruz. Ozanı n diline doladı ğ ıbaş kaldı rdı ğıtanrı . insanseverlikten. insanlı ğ ı aydı nlatma duyguları ndan yoksun bir tanrı dı r. Azmi, yukardaki ş iiri ile bir tutumun, bir davranı ş ı n ozanı dı r, insanı n belli bir sı nı r çizgisi üzerinde bağ ları nı koparı p atacağı nı n, atmasıgerektiğinin belirtisidir bu ş iir. Bundan önce gördüğ ümüz ozanları n kimi kendini, kimi Ali'yi kimi bütün insan soyunu tanrısaymı ş , kimi Tanrı nı n evrende, kimi de insanda dilegeldiğini, göründüğ ünü ortaya atmı ş , kimi tanrıile insanı , kimi tanrıile evreni bir tutmuş tu. Oysa Azmi bunları n bir tekini bile yapmı yor, gereklilik duymuyor,
doğrudan doğruya Tanrı nı n karş ı sı na dikiliyor. Tanrı ya ister inansı n ister inanması n, ondan birtakı m soruları n karş ı lı ğ ı nıistiyor, ya da yapacakları nı n iyi iş ler olmadı ğ ı nı , ululukla, yücelikle bağ daş ı r soydan bulunmadı kları nıaçı kça söylüyor. Tanrıkarş ı sı nda direnen, kendi kiş iliğini, kimliğ ini ortaya koyan insanı n örneğ ini veriyor Azmi. Bu düş üncesinden dolayıAzmi'yi de, onun gibi düş ünüp yazanlarıda suçlama, kı nama olanağ ı yoktur. Kı nanacak bir odak varsa, o da, bir ozanı böyle düş ünme gereğinde bı rakandı r. Bu görüş ün, daha önce baş ka türden bir örneğ ini Yunus Emre'de bulmuş tuk. Bu konularda önemli olan. ozanı n soru sormayıbilmesi, kendini böyle bir anlayı şortamı nda görmesidir. Soru sormanı n yasaklandı ğı , sı nı rlandı rı ldı ğı , denetim altı nda tutulduğu yerde düş ünme özgürlüğünden sözedilemez. Düş ünme özgürlüğ ünün bulunmadı ğıbir yerde de insanı n değ eri bilinemez. Bilinme olanağ ıyaratı lamaz. Ortada üç temel sorun vardı r: Kiş i, tanrı , evren. Bu üç sorunun sı nı rlarıolabildiğince geniş tir, biri ötekini gerektirir, birinden ötekine geçilmeden ilerleme atı lı mıolamaz. Bu çalı ş mada incelenen, yapı tları ndan örnekler alı nan ozanlar, Türk ş iirinde, soru sormayı , yanı t aramayıbilen kimseler oldukları ndan, yazı nı mı za belli oranda bir yenilik getirmiş lerdir, iş , bu ozanlarıböyle düş ünmeye, yazmaya iten nedenlerin kaynağ ı nıaramaya kalı yor. Bu aramada da soru sormakla ilerleme sağ lanabilir. TANRI-İ NSAN Bİ RLİ Ğİ Bu yüzyı lda yaş amı şbir ozan olan BosnalıVahdeti'de görülen insancıdüş ünce tanrı yıinsanla birleş tirme, insanla tanrıarası nda yapıbakı mı ndan bir benzerliğin, yanyanalı ğı n bulunduğ u yolundadı r. Vahdeti'nin kanı sı na göre Tanrı Ali'dir. ya da bir bütün olarak onda görünüşortamı na çı kmı ş tı r. Kâş if-i sı rr-ısühân bâb-ı ulûm-i Ahmed Vâsı l-ızât-ıezel Kulhuvallahıahad Vasf-ı zâtı nda nüzul eyledi Allahü samed Nutk-Haktı r sı fatılemyelid-ü lemyûled Lemyekün dersem olur ana lehüküfvenehad Sı rr-ıHak nûr-i Muhammed Esedullah-ıVeli Ve Aliyyün ve Aliyyün ve Aliyyün ve Ali "Tanrıtekdir, bir nesneyi gereksemez, ondan beridir, eş i yoktur, benzeri yoktur. Doğmamı ş tı r, doğurmamı ş tı r. Bütün bunlar Ali'dir. Ali, tanrı ya ulaş mı ş , tanrı nı n özüdür, sözüdür. Muhammedin özünde görünen tanrı sal nurda Ali'dir, tanrı nı n Arslanı da. Ali'dir Ali'dir Ali'dir Ali'dir Ali" Yukarda görülen düş üncelerin özünde gizlenen, dilegeterilmek istenen gerçek. Ali'den baş ka bir tanrı nı n olmadı ğ ı dı r. Bütün yaratı cıgüç, ortaya koyucu erk Ali'nin kiş iliğ indedir, dolayı sı yla Tanrı insanı n dı ş ı nda değ ildir. Vahdeti'nin ş iirlerinde tanrı yıövüş ler, ona yakarı ş lar da görülür. Ancak bu övüş lerin, yakarı ş ları n yöneldiğ i tanrıinsanı n özündedir, dinlerin anlattı ğ ıboş lukları n derinliğinde değ ildir. Bu tanrıAli'nin kiş iliğ inde, kimliğ inde görünüşortamı na, duyulan evrenine çı kmaktadı r. Tanrıduyulan, görülen, dokunulan bir varlı ktı r. Ali'ye, daha doğrusu Hak’ka varan yol sevgiden geçer. Bu sevgi içten gelen, derin: özlü, güçlü bir insan sevgisidir. Ali'yi sevmek bir bakı ma insanısevmektir. Ona tapmak insana tapmaktı r. Baş ka bir ozanı n dediğ i gibi: Vech- âdemde tecelli eyleyen Allahdı r İ nsanı n yüzünde görünen tanrı dı r. Bir açı k düş ünce karş ı sı nda bir yoruma giriş mek yersizdir düpedüz, insan sevgisini bir din gibi benimsediği ortamda bütün yollar sevgiden geçer. Pir Sultan Abdal'ı nş uş iirinde görüldüğ ü gibi: Güzel âş ı k cevrimizi Çekemezsin demedin mi Bu bir rı zâ lokması dı r Yiyemezsin demedim mi
Yemeyenler kalı r nâçar Gözlerinden kanlar saçar Bu bir demdir gelir geçer Duyamazsı n demedim mi Bu derviş lik bir dilektir Bilene büyük devlettir Yersiz yakası z gömlektir Giyemezsin demedim mi Çı kalı m meydan yerine Girelim Ali seyrine Cân-ü baş ıHak yoluna Koyamazsı n demedim mi Aş ı klar hara batl-olur Hak'kı n katı nda kutl-olur Muhabbet baldan tatl-olur Doyamazsm demedim mi Pir Sultan Abdal ş ahı mı z Hak'ka ulaş ı r yolumuz On iki imam katarı mı z Uyamazsı n demedim mi Pir Sultan Abdal, insan sevgisinin bir bütünlük içinde inancı na bağ lı yor. Bu, insanı n, en derin bir eylem içinde, anlaş ı lması dı r. İ nsan sevgisi ile özünü dı ş a vuran, kendinde baş kaları nı , baş kaları nda kendisini bulan, seven bir bilinçli varlı ktı r. Pir Sultan'ı n yukarda "Hak" dediği dinin değ il, kendinin Hak'kı dı r. Kendi gönlünde görünen, insan biçimli insan duyuş lu, insan seziş li haktı r (tanrı .) Türk ş iirinde çağlar boyunca iş lenen Tanrıörneğinde üç ayrıözellik göze çarpmaktadı r, insanlar düş üncelerine, davranı ş ları na uygun olarak, tanrı ları na da birtakı m nitelikler, yetiler vermiş lerdir. Bu özellikler insanlarda görülür, İ lkin insanda az çok bir koruyuculuk, baş kaları nıkanadıaltı na alma, onlara yardı m etme. ellerinden tutma eğilimi vardı r. İ kincileyin, gene insanlarda ezme. yok etme, ortadan kaldı rma gereğ ince güçsüz bulduğ unu hı rpalama, çevresinden, yerinden sürüp atma yeleğ i vardı r. Üçüncüleyin, insanlarda yaratı cı lı k, yeniden ortaya koyuculuk, bir nesneyi yoktan varedicilik gücü vardı r. Bu üç niteliğ i olduğ u gibi Tanrı 'da kendine saklamaktadı r. Tanrı nı n da yokedici, yaratı cı , koruyucu nitelikleri vardı r. Bu üç nitelik eski Hind dininde görülüyor. Sözgeliş i: Brahma, yaratı cı gücün, Viş nu-Kriş na, koruyucu gücün, Şiva ise yokedici gücün örneğ idir. Bunlardan da anlaş ı ldı ğ ı na göre, bu üç özellik yalnı zca islam dininin "getirdiği bir nitelik, bir tanrı sal özellik değildir. Anadolu'da yaş amı ş , Anadolu'nun eski uygarlı ğ ı ndan olan yaratıdüş ünce ürünleriyle beslenmişbir ortamda yetiş en Anadolu ozanları nı n ş iirlerinde bunları n izlerini görmemek elde değ ildir. Gerek Bektaş ilerde, gerek onlarla eş-düş ünce çizgisi üzerinde bulunan- öteki tarikat ozanları nda bu eski ekin ürünlerinin derin izlerini, ince bir çizgi biçminde de olsa, buluruz. Anadolu yalnı z Güneyden gelen sı nı rlandı rı cı , yaş ama düzeyinden koparı cıgörüş lerin etkisi altı nda kalmamı ş tı r. Nitekim Vizeli Alaeddin'in ş uş iirinde görülen insan-tanrıyakı nlı ğı nıislam dininin verileri ile açı klayamayı z: Cuşeder Kudret haznesi Dökülür insan yüzünden Kahmetin saçar âleme Ol ma'den-i kân yüzünden Gafil bu sim ne bilür Arif olan hayran kalur
Cümle ş ey kı smet olur Zuhur eder can yüzünden Haber almadı nsa candan Anladı n bildin sen senden Kerem gösterür Subhandan Her biri elvan yüzünden Emrolur iner kaleme Gelüb dökülür kelâma Andan neş rolur âleme Bu çâr-ıerkân yüzünden Zerre zerre olur neş ir Kevn-i âlemi dolaş ur Cem'olan asla ulaş ur Bir kâmil insan yüzünden Onaltı ncıyüzyı l ozanları ndan olan Alaeddin bu ş iirinde aranan nesnenin insanda bulunduğ unu, insanı n "yaratı lı ş "ı n özü olduğ unu, insan dı ş ı nda baş ka bir özün pek önemli olmadı ğı nıvurguluyor. İ nsanı n bütün yaratı lmı ş ları n özü, yücesi, en saygı değer olduğ u düş üncesi çok eskidir. Eski Anadolu düş üncesine göre insan Logos'un taş ı yı cı sı dı r, bütün evreni yöneten, düzene koyan Logos insanda söze dönüş ür, insan konuş an bir Logos'tur. Türkçe'ye çevrilmesi oldukça güç olan bu kavramı n dilimizdeki karş ı lı ğ ıancak: düzene koyan güç, konuş an, yöneten, sı ralayan, düş ünen yeti olarak açı klanabilir. Arap düş üncesine "kelâm" olarak geçmiş tir bu söz. Anadolu düş üncesinin ürünleriyle beslenen eski Grek bilgeleri bu söze dayanarak, insana "zoon logikon-konuş an canlı , düş ünen , yöneten, düzenleyen canlı " adı nıvermiş lerdir. Yukarda görülen "kelâm-ızat" deyimi bu "zoon logikon" sözünden alı nmı ş tı r, bir bakı ma. Onun yumuş amamı ş , birazcı k aktarı lmı şbir karş ı lı ğı dı r. Hurufiliğ in özünde ilkçağdüş üncesinin etkilerini bulduğ umuzdan bu sözü daha kolay değ erlendirebiliyoruz. Bizim, Divan yazı nıdı ş ı nda kalan ozanları mı zı n dilinde önem kazanan insan kavramı , daha doğrusu gerçek insan varlı ğ ı , eski Anadolu bilgisinden epeyce beslenmiş tir, bu bilgi halkı n yaş ama ortamı nda dilden dile inançlar, gelenekler, alı ş kanlı klar dizisi içinde gelmiş tir, insan, halk ş iirinde, tekke ş iirinde gerçek yerini bulmaktadı r, islam dini ise insanıöldürmüş , kimliğ ini, kiş iliğini büsbütün ortadan kaldı rmı ş tı r. Gene bu yüzyı lları n akı ş ıiçinde geliş en düş üncelerle beslenmişbir ozan olan, bu yolda baş ı nıveren oğ lan Şeyh İ brahim de bir ş iirinde insanış öyle anlayı p anlatmaktadı r: Yaban yerde ne gezersin Gel âdeme er bu deme Hayvan gibi ne yelersin Gel âdeme er bu deme Nusha-i vahdet âdemdir Nefha-i kudret bu demdir Ademden gayri ademdir Gel âdeme er bu deme Ademdir rahmet-i Rahman Ademir gevher-i her kân Alem cisimdir âdem can Gel âdeme er bu deme Ademdir Hak'ka giden yol Hak'kıistersen âdem ol
Ademe cümle eş ya kul Gel ademe er bu deme İ brahim sen âdeme gel Kamu müş kilin olur hal Adem-i ma'nadan el al Gel âdeme er bu deme Şeyh İ brahim'in bu ş iirinde açı kladı ğ ıdüş ünce, insanı n bütün varlı kları n türlerinin özü oluş u, tanrı nı n insan yüzünde kendini elle tutulur bir yapı da olan gerçekler evreninde, gösteriş idir, insan tek yaratı cıgüçtür. Tanrı nı n gözgüsüdür, göründüğü varlı ktı r. Bütün yaratı cıgücün özü insandı r, insanı n dı ş ı nda yaratı cıbir öz, bir değ er yoktur. Tanrı ya giden yol bile insandan geçiyor. Tanrı yıbilmek, anlamak isteyen kimsenin insan olmasıgerekir. Bütün varlı klar insanı n buyruğu altı ndadı r. İ brahim'in bu görüş ü çağdaşinsan anlayı ş ı na da uygundur. Evreni tanı ma anlama düş üncesi insanı olayları n özünü kavramaya, doğanı n yasaları nıanlamaya doğru itiyor, insan evrenin yönetici yasaları nı , varlı kları nıtemel ilkelerini anlayı p kavradı kça bütün nesnelere, gene onları n yasaları nıbilme yoluyla egemen oluyor. Bu düş üncelerin, görüş lerin arkası nda, arkası nda değil çok mu çok derinliklerinde eski çağ lardan gelen izler, etkiler vardı r. Kimi ulusları n toplulukları n uğ rağ ıolan Anadolu'da tek ekinin etkisini aramak doğru olmadı ğ ıgibi saçmadı r da. Eski Çin'den İ ran'dan Hind'den. Mı sı r'dan, Mezopotamya'dan, Grekler'den Roma'dan, Akdeniz adalarıuygarlı kları ndan. Hititler'den daha birçok eski Anadolu ulusları ndan bize kalmı şsayı sı z ürün izleri, etkileri vardı r. Bunlar, bugün ele alı nan konuları n önünde, yüreğ inde bize solukları nı n sı caklı ğı nıduyuruyor, sezdiriyor boyuna. Anadolu, bu çağlar boyu sürüp giden kaynaş malar sonucu doğmuşbir bilgi ortamı nı n yaş ama ülkesidir. Anadolu, karmaş ı klı ğ ı n, kaynamanı n, birleş menin yarattı ğ ı , kurduğ u, düzenlediğ i bir "bütün"dür. Ona kimse bir ulusun, bir boyun damgası nıvuramaz. Onaltı ncıyüzyı l ondan önceki yüzyı llarda olduğ u gibi, Anadolu'nun ş iir bakı mı ndan en verimli çağları ndan biri sayı lı r. Gerek Divan ş iiri, gerek onun dı ş ı nda kalı p gerçeklere yönelme, öze inme bakı mı ndan ondan çok daha güçlü, özlü olan halk ş iiri, tekke ş iiri bu yüzyı llarda verimliliğ ini yitirmez. Onyedi, onsekizinci yüzyı llarda ise birkaçı nıbir yana bı rakı rsak ş iirde-Anadolu ş iirinde-bir duraklama görülür. Artı k bir Yunus Emre. bir Nesimi (ki daha çok divan ozanı dı r görüş leri halk ş iirini çok etkilemiş tir) Pir Sultan, Kaygusuz. Virani göremeyiz pek. Genellikle sanat ortamı nda bir olduğ u yerde kalma, ileriye doğ ru yı kı cıatı lı mlar gösterememe göze çarpar. Bunun nedenleri çağ ı n durumunda, görüş , düş ünce bakı mı ndan geçirmekte olduğu sarsı ntı larda aramamı z gerekir. Bu yüzyı lı n sonları na doğ ru Anadolu büyük sarsı ntı lar geçirmiş , ağ ı r bir gericilik, dincilik kara bulutlar gibi göklerde görünmeye baş lamı ş tı r. Bütün kurumlarda gerilemeler, çöküntüler, sarsı ntı lar alı p yürümüş tür. Batıçok hı zlıbir atı lı m yapmakta, bütün eski düş ünce düzenleri yı kı lmakta, biryana bı rakı lmaktadı r. Oysa Anadolu'da, eskiye daha sı kıbir sarı lma göze çarpar. Bir ortamda eskiye sarı lma nedenli güçlü, sı kıolursa, orda çöküntü o ölçüde hı zlanı r. Geçmiş e yapı ş ma insanı n en açı k yı kı m belirtisidir, insanıolduğu yerde bı rakı r. Geçmiş e çok bağ lıkalan kimselerin gelecek için yapabilecekleri iş ler, söyleyecekleri sözler yok demektir. Geçmiş e ancak yı kı lmaya, devrilmeye, çökmeye, kokuş maya baş layan kafalar yaslanı r. Tarih boyunca geçmiş ler, yı kı lmaya, çökmeye yüz tutmuşsüprüntülerin sı ğı nağıolmuş tur. Geçmişgenişbir mezarlı ktı r, insan orada ancak ölülerin sayı sı nı öğ renebilir, ölülerin sayı sı ndaki çokluk geleceğin aydı nlatı lması na yaramaz. İ nsanı n bir sümüklü böceğ in kabuğ unu sı rtı nda taş ı yı ş ıgibi geçmiş in yükçülüğünü, arabacı lı ğ ı nı yapmamalı dı r. Doğu. islâm düş üncesinde, insan ancak kendisine "verilenler"in bilinçsiz bir taş ı yı cı sı olmaktan öteye geçirilmemiş , donmuş luk içinde bı rakmı ş tı r. Birtakı m ozanlar, özellikle divan ş iiri dı ş ı nda ürünlerini verenler bu donmuş luğ u aş mayı , bir atı lı m göstermeyi bilmiş tir. Onyedinci yüzyı lı n gerilemeye yönelik tutumlarıarası ndan birtakı mı ş ı kları n parladı ğı nıbiliyoruz. Yerinde saymaya, "verilenlerle sı nı rlıkalmaya Karş ıçı kı p direnen bu ozanlar içinde ş eriatı n koruduğ u, gittikçe ağ ı rlaş tı rdı ğ ıkurallara, koş ullara saldı ran onlarıkiş iliğinde yansı tan kara sofulara ölü soyucu sakallıimamlara, mezar vurguncuları na, onları n bu davranı ş ları nıuygun gören, yerinde bulan dinsel düş üncelere boyun eğ meyen, yeren, alaya alan, gerektiğinde açı kça söven baş lar çı kmı ş tı r. Bu yüzyı lı n sonları na, ya da ortaları na doğru yaş adı ğ ısöylenen Kazak Abdal gerici düş ünceye karş ı direniş te önemlidir. Şiirlerinde derin bir yerme duygusu, karanlı k baş larıezme sezgisi vardı r.
Benim pirim Hacı BektaşVeli'dir Pirim piri Şâh-ıMerdan Ali'dir Seyit Ali sultanı n kendisidir Mürsel Baba oğ lu Sultan Balı mdı r Mümin olan lokması nıyedirir Her sözleri rumuz ile bildirir Gümansı z bil anıgerçek velidir Mürsel Baba oğ lu Sultan Balı mdı r Mürsel Baba oğ lu Sultan Balı m'ıöven bu ş iirde görülen Ali sevgisi, öteki Bektaş i ozanları nda gördüğümüz insan sevgisinin bir örneğ idir. Ali'de tanrı nı n dile geldiğini, görünüşalanı na çı ktı ğ ı nı söyleyen, pek çok kez onun insan biçiminde bir tanrıolduğ una inanan Ali-Allahi'ler Tanrıile insan birliğ ine inanı rlar. Ormanda büyüyen adam ağ zı nı Çarş ı da pazarda insan beğ enmez Medrese kaçkı nısofta bozgunu Selam vermeğ e derviş an beğenmez. Alemi taneder yanı na varsan Seni yanı ltı r mes'ele sorsan Bir cim çı kmaz eğ er karnı nı yarsan Camiye gelir de erkân beğ enmez Elin kapusunda kul kardaşolan Bumu sümüklü hem gözü yaşolan Bayramdan bayrama bir tı raşolan Berber dükkânı nda oğ lan beğenmez Dağ larda bayı rda gezen bir yörük Kimi tı marlısipahi kimi serbölük Bir elife dili dönmeyen hödük Şehristana gelir ezan beğ enmez Bir çubuğu vardı r gayet küçücek Zu'mu fasidince keyf götürecek Kı rı k çanağıyok ayran içecek Kahveye gelir de fincan beğ enmez Yaz olunca yayla yayla göçenler Topuz korkusundan ş ardan kaçanlar Meş e yaprağı nıkı yı p içenler Rumeli Yenicesi duhan beğ enmez Aslı nda neslinde giymemişhâre İ şgelmez elinden gitmez bir kare Sandı ğıgömleksiz duran mekkâre Bedastana gelir kaftan beğ enmez Kazak Abdal söyler bu türlü sözü Yoğ urt ayran ile hallolmuşözü Köyden ş ehre gelse bir Türkün kı zı İ nci yakut ister mercan beğ enmez.
Yergi gibi görünen bu ş iirin özünde sergilenen bir gerçek vardı r. Bu gerçek belli bir yaş ama ortamı nda bulunduktan sonra özünü, geçmiş ini, niydüğ ünü unutan, sonradan görme uygarlı k sapı kları nı n tutumları n, davranı ş ları dı r. Ozan kimlere çattı ğ ı nıaçı kça söylüyor. Kendisi için "yoğ urt ayran ile hallolmuş " özü derken köylü olduğ unu, kentle ilgisi bulunmadı ğı nıaçı klı yor. Ozanı n çattı ğ ı kaba sofuluktur. Son ikilikte görülen "Türkün kı zı " deyimi de o çağlarda Türk sözünden ne anlaş ı ldı ğ ı nı açı klı yor bir bakı ma. Bu ozanı n bütün iş i softalarladı r, bunu ş uş iirinde daha kesin bir dille ortaya kor: Eş eği saldı m çayı ra Otlaya karnı n doyura Gördüğü düş ü hayı ra Yoranı n da anası nı Münkir munafı kı n huyu Yı ktıharab etti köyü Mezarı na bir tas suyu Dökenin de anası nı Dağ dan tahta indirenin Iskatı na oturanı n Mezarı na götürenin İ mamı n da anası nı Derince kazı n kuyusun İ nim inim inlesin Kefenin diken iğ nesin Dikenin de anası nı Müfsidin bir de gammazı n Malıvardı r da yemezin İ kisin meyit namazı n Kı lanı n da anası nı Kazak Abdal nutkeyledi Cümle halkıtan eyledi Sorarlarsa kim söyledi Soranı n da anası nı Bu ş iirde açı klanacak bir yön yoktur. Ozan tanrıadı na kendi çı karları nıileri süren bir anlayı ş ı n bütün taş ı yı cı ları nı , bilinçli olarak, yaptı kları nıbir bir sayarak ele alı yor, gereğ ini söylüyor. Bu, tarih boyunca yaş anmı şbir olaydı r. Durum bugün bile Kazak Abdal'ı n söylediği gibidir. Ancak arada geçen yüzyı lı n bir sonucu olarak "anası nı " deneceklerin sayı sıepey çoğ almı ş tı r. Şiirde geçen "iş kalı na oturanı n" deyimi ile anlatı lmak istenen ş udur Sözüm ona islam inancı na göre birisi öldüğ ü zaman suçları nı n öbür dünyada bağı ş lanmasıiçin geride para bı rakı r da arkamdan bununla duam yapı lsı n der. ya da onun geride kalan yakı nlarıparası ndan, malı ndan birazı nı verir de bağ ı ş lanması için dua ettirirse bağ ı ş lanı rmı ş .İ ş te ölü gömüldükten sonra evinde toplanan dilenci din adamları nı n, softaları nı n bir halka olup dua okuyarak, içine para koyulmuşçı kı nıbirbirine atı p: "ve hebtü kabultu" diye mı rı ldanmaları nı n nedenlerinden biri de budur. Bu insanı n değ il odunun bile gücüne gider. Bu tutum çok eski putatapı cıinançlardan kalmı ş tı r. Eski Grek dinlerinde, Anadolu dinlerinde bu gibi inançlar vardı ,İ brani dininde de vardı r. İ slama onlardan geçmiş tir. Sonradan gelen bu inanç boynuzun kulağıgeçiş i gibi dinin koyduğ u kurallarıaş mı ş , baskı sıaltı na almı ş tı r. Divan ş iiri dı ş ı nda geliş en ş iirde yaş anan gerçeklerle ilgili bir tutumun bulunduğ u yaş ama ortamı dı ş ı na büsbütün çı kmadı ğıbu ş iirde de görülmektedir Ozan çağ ı nıaş an bu tutumu ile. böyle bir ş iir anlayı ş ıile, köklü direnişiçindedir. Kimbilir o da bu yolda Nesimi gibi. Pir Sultan gibi baş ı nıvermiş tir,
bilmiyoruz. Ozanı n bulunduğ u durum, evrene baktı ğıanlayı şaçı sı ndan gerçekçi olduğunu, duyulur evren dı ş ı nda bir varlı k aramadı ğ ı nıgösteriyor. Onyedinci yüzyı l Kı zı lbaşozanları ndan biri olduğu ileri sürülen Kul Derviş 'de de derin bir Ali sevgisi, Ali'nin kiş iliğinde dile gelen insan tutkusu vardı r. Ozan nedense tanrı yıbir yana bı rakmı şbütün gönlünü, umudunu Ali'ye bağlamı ş tı r. Onun gözünde Ali, bütün tanrı sal güçlerin taş ı yı cı sı dı r. Özünde Ali yansı r tanrı nı n onun inancı na göre. Küfür ile imanı nıtaş ladı m Hata bende ata senden ya Ali Ben bilirim günahkâr olduğ umu Hatâ benden atâ senden ya Ali Baş ı ma geldi ol gördüğ üm düş ler Yaram yürektedir sı zı lar iş ler Kul günah iş ler de sultan bağı ş lar Hata benden atâ senden ya Ali Tââlib yol içinde olmaz babası z Harman savrulur mu yelsiz yabası z Kul hatası z olmaz hatâ tevbesiz Hatâ benden atâ senden ya Ali Derdim çoktur dermanı nıetmezdim Hakkıkoyup batı l dine gitmezdim Beni yaratmasan günah etmezdin Hatâ benden atâ senden ya Ali Alnı mı za yazı lmı ş tı r yazı lar Yüreğim baş ı nda yaram sı zı lar KUL DERViŞeder ki gerçek gaziler Hatâ benden ata senden ya Ali Bu ş iirde, ozan Tanrı nı n yerine Ali'yi koyuyor açı kça. Nitekim ş u sözler bunu dosdoğ ru açı ğa vuruyor: Beni yaratmasan günah etmezdim Yaratanı n Tanrıolduğ unu söylemiyor. Ali, benî sen yarattı n, beni suç iş leyecek bir nitelikte yarattı n, artı k beni bağ ı ş lamak da gene sana düş üyor. Göster kendini bakalı m. İ nsanı n insana sı ğ ı nmasıiyi bir davranı şdeğ ildir. Ancak insanı n bilinçli olarak tanrı yıbir yana bı rakarak kendi soyundan olan birine yönelmesi daha sı cak geliyor insana. Böylece Tanrıbir çı rpı da insan kı lı ğı na giriveriyor, aradaki boş luk ortadan kalkı yor. Ozana göre Ali, insanıyaratmı ş tı r. Bu düş üncenin arkası nda saklanan anlam, Tanrı nı n Ali olmasa bile, Ali kı lı ğ ı nda ortaya çı ktı ğı , ya da Ali'de kendini insan gözlerine bir açı klı k, seçiklik içinde sunduğ udur. Ne yandan alı nı rsa alı nsı n, Kul DervişTanrı ya karş ıAli'yi tutmanı n verdiği bir direniş , bir dikilişiçindedir. Nitekim ş iirinde bir kez bile tanrı nı n adı nıetmiyor. Bu davranı şonun tutumunu, gerçek düş üncesinin ne olduğ unu açı ğ a vurduğ unun bir belirtisidir. Suç iş lediğini söylüyor. Ancak kendini tanrı nı n değ il de Ali'nin karş ı sı nda suçlu sayı yor. Suçundan dolayıAli'ye sı ğ ı nı yor. Oysa islâm inançları na göre insan ancak tanrı ya sı ğı nabilir. Gene onyedinci yüzyı lı nş iiri insan kokuş lu ozanları ndan biri de Kul Hasan'dı r. (Hasan Dede) Eş refoğ lu al haberi Bağçe biziz gül bizdedir Biz de Mevlânı n kuluyuz Yetmişiki dil bizdedir
Erlik midir eri yormak Irak yoldan haber sormak Cennetteki ol dört ı rmak Coş kun akan sel bizdedir Adem vardı r cismi semiz Abdest alı r olmaz temiz Halkı dahi eylemez nemiz Bilcümle vebal bizdedir Arıvardı r uçup geçer Teni tenden seçüp gezer Canan bizden kaçup gezer Arıbiziz bal bizdedir Kimi sofi kimi hacı Cümlemiz Hakka duacı Resûl-i Ekremin tacı Aba hı rka ş al bizdedir Biz erenler gerçeğiyiz Has bağ çenin çiçeğiyiz HacıBektaşköçeğiyiz Edeb erkûn yol bizdedir Kuldur Hasan dedem kuldur Mâ'nâyi söyleyen dildir Elif Hakla doğ ru yoldur Cim sorarsan dal bizdedir Kul Hasan, düş üncelerini açı klarken somutlaş ı yor, bir içli davranı ş ı n ozanıolduğ unu vurguluyor, insanı n aradı ğ ı nı n, aramasıgerektiğ inin, gene insanı n kendinde, özünde olduğ unu söylüyor. Şiirinin bir yerinde. Biz de Mevlânı n kuluyuz diyerek insanı n özünde bir tanrı nı n bulunduğ unu ileri sürüyor. Ancak bu Tanrıinsanı n dı ş ı nda değ ildir, içindedir, insan kokuş lu, insan gülüş lüdür. Arıbiziz bal bizdedir derken, insanda aranan özün, gerçeğin bulunduğ unu, onun dı ş ı na çı kmamak gerektiğini anlatı yor düpedüz. Cennet, cennetin ı rmakları , tanrı ya giden yol. Peygamberin baş ı na giydiğ i peygamberlik tacı , bütün insanları n konuş tuğu diller bizdedir diyor. Bu sözler, insanı n dı ş ı nda baş ka bir özün bulunmadı ğ ı anlamı na gelir. Bahçe biziz gül bizdedir, çiçek, anlamıdile getiren bir nesne olan konuş ma gücü bizdedir, demek biz Tanrıile biriz, birlikteyiz açı kça. Türk ş iirinde görülen tanrı -insan birliğ i düş üncesi çokluk en arıbir dille açı ğ a vurulur. Ozan inancı nı , bağlıbulunduğ u tarikatı n ilkelerini sayarak açı klar. Bir olur çok kolay anlaş ı lan bir deyiş le, bir olur oldukça karmaş ı k bir söyleyiş le düş ünce ortaya konur. Divan dı ş ı nda kalan ozanlar çokluk düş üncelerini, inançları nıbir sevgi sı caklı ğıiçinde söylerler. Sevmek onları n en köklü, en yaygı n bir yaş ama eylemidir, inandı ktan insan Tanrı ya sevgi ile bağ lanı rlar. Onun kendi içlerinde bulurlar. Şeriatı n anlattı ğ ıkorkutucu, ası cı -kesici eli bı çaklıtanrı nı n yeri yoktur onları nş iirlerinde. Koyunoğlu'nun ş uş iirinde olduğu gibi:
Aş k elinden içtiğ imiz Denizlerin sürüş üdür Leş kerimiz çeker mürş id Gerçeklerin birisidir Yeryüzüne nazar kı lan Düş müş lerin elin alan Yeş il sancak çeküp gelen On iki imam çerisidir Ulu ş arlar bedestanlar Ulular gözü mestanlar Al çiçekli gülistanlar Evliyalar komş udur Gevher bulup almadı n mı Kı ymetini bitmedin mi Münkir yola gelmedin mi Kendi gönül kuruş udur KOYUNOĞLU Kur'ana bak Mansur ipin boynuna tak Nesimi oldu Hak'la Hak Yüzdükleri derisidir Ozanı n deyiş inden anlaş ı ldı ğı na göre "Enel Hak" inancı na bağ lı dı r. Tanrıile insan birliğ ini benimsemiş tir. Enel Hak deyiminin arkası nda baş ka bir düş ünce yoktur. On iki imama bağ lı lı k bir tarikat düzeni içinde kendi düş üncelerinin geliş im çizgisini görmekle olur. Koyunoğ lu, insan-tanrı çizgisi üzerinde yürürken gerçeğ e sevgi ile ulaş manı n gerekliliğini de söylemekten kendini alamı yor. Bu inanca bağ lanmayan bir "münkir" ancak gönlünün kurumuş luğu, yaş ama gücünü yitirmiş liğ i yüzünden yapar bunu. insan-tanrısevgisinin yeri ise kurumuşdeğil, pı rı l pı rı l yeş ermiş , diri gönüllerdir. İ nsanı n yol göstericisi, "mürş id"i her zaman bir gerçek kiş i değ ildir. Sevgi de insanıHak’ka götüren, gerçeklere ulaş tı ran bir "mürş id"tir. insanı n tanrı yısevmesi kendini bilmesine, özündeki gerçeğ i bulması na bağ lı dı r. Tarikatı n geliş tirdiğ i bu düş ünce; bizce, yaş ayan bir gerçekten doğmuş tur. Kökleri yaş adı ğ ı mı z olayları n derinliğ indedir. Tanrıile insan arası nda görülen birliğ in yaratı lı ş ı n özdeş liğ inde bulan Teslim Abdal, tanrı nı n insan varlı ğ ı nda biçimleş tiğ ini ileri sürer. Ona göre insan tanrı nı nı ş ı ğı dı r. Tanrıinsanla görür, insanla duyar, insan konuş an bir tanrı dı r, bir bakı ma. Öğmüşte yaratmı şkendi nurundan Padiş ah eylemişilin üstüne Cemalini gördüm salâvat verdim Çı kı lar sokunmuşserin üstüne Vallahi Kur'andı r senin sözlerin Yâsin-i ş erife benzer yüzlerin Innâfetehna sûresi gözlerin Vedduhâ inmiş tir dilin üstüne Kaş ları n üstünde benler düzülür İ krarı ndan dönen Hak'tan üzülür Ak göğsün üstüne Tebbet yazı lı r Veş ş emsi inmiş tir kolun üstüne Alnı mı za yazı ldıböyle yazı
Hak içün kı ları z biz de niyazı Ayetülkürsile güzel İ hlâsı Okudum giderim yolun üstüne TESLiM ABDAL eder ş emsin çı rası Errahmandı r iki kaş ı n arası Güzel Bismillahla Elham sûresi Eliflâmmim inmişhattı n üstüne Teslim Abdal'ı n burada açı kladı ğ ıdüş ünceye göre, insan yüzünde yazı lıbir Kur'an vardı r, insan dile gelip konuş an bütünlüğü içinde Kur'anıkendi özünde taş ı maktadı r, insan Kur'andı r. Vallahi Kur'andı r senin sözlerin dizesinde ozanı n inancıbütün çı plaklı ğıile kendini göstermektedir. Nitekim onun arkası ndan gelen dizelerde de gene böyle bir görüşdile getirilir. Yâsîn-i ş erife benzer gözlerin "Yasin", Kur'anda bir surenin adı dı r. "Ant olsun hikmetle dolu Kur'ana ki sen gerçekten gönderilenlerdensin. Doğ ru yol üzerindesin" diye baş lar. Peygamberin durumlannı , görevlendiriliş ini bildirir. Bunun gibi "Innafetefinâ", "Vedduhâ", "Ayetülkürsi", "Şems", "Eliflâmmim", "Elham" Kur'anda birer suredir. Teslim Abdal bunlarısöylemekle insanı n yüzünde bütün bir Kur'anı n var olduğ unu, arada ayrı lı k bulunmadı ğ ı nı , tanrı nı n peygambere bildirdiklerinin bir bütünlük içinde insanda göründüğünü ortaya koyuyor. Bu görüş , onaltı ncı yüzyı l ozanları ndan Arş i'de de vardı . "Kelâm-ıZât idim kün emri irad olmadan evvel" diyen Arş i aş ağ ıyukarıyukardakine eşgörüş ü dile getirmiş tir. Bu iki ozan arası nda düş ünce bakı mı ndan ortaya çı kan birlik gösteriyor kendini. İ nsan yüzünde Kur'anı n yazı lıolduğ unu, insanı n varlı ğ ı n özü, evrenin çekirdeğ i, eski dille "zühde-i âlem" kimliğ i taş ı dı ğı nıdaha çok Hurufilerde görürüz. Ancak, insan ile tanrıarası nda görülen varlı kbirliğ i bütün ozanlarda eş it bir görüşilkesidir. Bu konuda ozanlar birleş ir. Muhammed Ali'dir Rahmandan yüce Dirilmişmüminler dökülüp saça Anasıkı zoğ lan oğ ludur koca Gel bunun mânâsı n ver imdi sofi Teslim Abdal. Muhammed Ali'nin (Ali'nin) Rahmandan yüce olduğunu, tanrı dan yüce bir aş amada bulunduğ unu ileri sürüyor, islam dininde "Rahman" Tanrıniteliklerinden, tanrıadları ndan piridir. Tanrıile insanı n bir olduğ unu, evren yaratı lmadan önce de insanı n Tanrıile eşvarlı k ortamı nda bulunduğ unu söyleyen Arş i'ye uygun olarak düş ünen, onun görüş lerini daha açı k bir dille ortaya koyan on-sekizinci yüzyı l ozanları ndan Şiri'dir... Bu ozanı n düş üncesine göre insan evren yaratı lmadan önce vardı . Tanrıile bir varlı k birliğ i özdeş liğ i içinde idi. O da "ben tanrıile bir'"dim evrenden önce Tanrıile vardı m" demekten kendini alamı yor: Cihan var olmadan ketm-i ademde Hak ile birlikte yekdaşidim ben Yarattıbu mülkü çünkü o demde Yaptı m tasvirini nakkaşidim ben Anası rdan bir libâsa büründüm
Nâr-ü bâd-ü hâk-ü âbdan göründüm Hayrülbeş er ile dünyaya geldim Adem ile bile bir yaşidim ben Ademin sulbünden Şit olub geldim Nuhu nebi olup Tufana girdim Bir zaman bu mülke İ brahim oldum Yaptı m Beytullahıtaştaş ı dı m ben Şu fena mülküne çok gelip gittim Yağmur olup yağ dı m ot olup bittim Urum diyarı nıben irş ad ettim Horasandan gelen Bektaşidi ben Gah i nebi gâhi veli göründüm Gâhi uslu gâhi deli güründüm Gâhi Ahmed gâhi Ali göründüm Kimse bilmez sı rrı m kallaşidim ben Şimdi hamdülillâh Şİ Rİdediler Geldim gittim zatı m hiç bilmediler Sı rrı mıkimseler fehmetmediler Hep mahluk kuluna kardaşidim ben Şiri'nin bildirdiğ i düş ünceye göre evreni tanrıile birlikte yarattı ğı , yaratı lı şolayı nda tanrı ya yardı mcıolduğ u, ondan önce de bir yaratı cıgücün varlı ğ ıanlaş ı lmaktadı r, islam inançları na göre tanrı Muhammedi evrenden önce ı ş ı k olarak yaratmı ş tı r. Onun nesnel kimliğ i içinde dile gelmesi bir tanrı sal görünüş tür. Muhammed "nur" olarak vardı . Şİ Rİ 'de bu düş ünceye dayanarak, ben de onunla vardı m, diyor. Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm demesi, ben bir oldu peygamber Muhammed (Ahmed) kiş iliğ inde, bir oldu Ali kimliğinde göründüm, gözlere açı ldı m, gibi bir düş ünceyi açı klamasıiçindir. Hayriilbeş er ile dünyaya geldim derken, ben Muhammed ile birlikte evrene geldim, onunla birdim anlamı nıiçerir. "Hayriilbeş er" islam inancı nda peygamberin bir niteliğ i, bir adı dı r. Bu ozanda bir varlı k birliğ i düş üncesinin açı k anlatı mı nıbuluyoruz. Tanrı 'nı n elle tutulur evrende bütün eylemlerine katı ldı ğ ı , türlü varlı k biçimlerinde kendini gözlere sunduğu bir bütünlük içinde ortaya konuyor. Öyle ki, yaratı lı şolayı nda tanrıgibi kendinin de emeği olduğ unu açı klamaktan geri kalmı yor. Oysa baş ka düş ünürlere, ozanlara göre insan "yaratı lmı ş "tı r. Tanrıile eşvarlı k ortamı nda bulunamaz. Tanrı 'nı n yaratma eyleminde kimseye gereksinmesi yoktur. O, bütün dilediklerini yapabilecek bir yüce gücün taş ı yı cı sı dı r. Bütün eksikliklerden sı yrı lmı ş tı r. Şİ Rİ , Kur'anı n bildirdiğ i görüş leri benimsemiyor. Bütün bu tanrı sal eylemlerin içinde bulunduğ unu kesinlikle ileri sürüyor. Tanrıile eşvarlı k dizisinde, eşoluş , yaratı şçizgisi üzerinde olduğ unu söylüyor açı kça. Cümle tatten cihanda ben elim ezel yudum Tövbe urdum hem derunum pası na saykal yudum Bahusus sayranıçeş mimden yüzüm evvel yudum Şükrilillâh kim hayatı m çeş mesinden el yudum Tayyib-ü tahir olan zindan içinde bülbülüm
diyerek, tapı nmalardan, ş eriatı n koyduğu kurallardan daha yaratı lmadan önce el çektiğ ini, artı k tapı nma ile, kı ble ile, namazla, oruçla ilgisi, iliş kisi bulunmadı ğ ı nısöylüyor. Bu görüşepey yiğ itçe bir atı lı ş ı n belirtisidir, islam dinine göre Kur'anı n "beşş artı " içine giren bu görevlerin yapı lması , yerine getirilmesi imanı n gerekçelerindendir. Ozan, bunlara karş ıçı kı yor. Bu tutumu ile onu islam dininin geçer akça olduğu ortamda görmek ş iirini anlamamak olur. Men dila nûr-i kadimim can içinde bülbülüm Ol elest bezmindeki mestan içinde bülbülüm Aş iyan-ıtende canı m, can içinde bülbülüm deyiş i düş üncelerin kesin, belirli bir inanca vardı ğı nıgösteriyor, bütün ş iirlerinde değiş meyen bir görüş ün bulunduğ unu görüyoruz açı kça. Ona göre "evren yaratı lmadan önce can içinde bülbüldü, yaratı lı şöncesi toplantı da vardı , gövdede can, canda da bülbüldü". Tanrıile insan arası nda özbirliğinin bulunduğ unu ileri süren bütün ozanları n üzerinde anlaş tı kları , birleş tikleri kavramlardan biri de "insanı n konuş an Tanrısözü" olduğ u anlamı na gelen "kelâmullâh-ı natı k" deyimidir. Hem makalı n kim beyan-ımushaf-ınatı ktadı r Nutk-i mutlaktı r ki Zât-ıhazret-i haliktedir Dinle ol nutku ki zât-ıCa'fer-i Sadı ktadı r Kim Ali'nin ZülfükarıSûr-i İ srafildir. "İ nsan konuş an, bir Kur'andı r, onun kesin bir konuş ması dı r, sözdür, onun Tanrıözünde bulunduğ u bir gerçektir. Konuş an bir Kur'an olan insanı n söyleyiş ini sen imam Ca'fer-i Sadı ktan da dinle bir kez. Ali'nin Zülfikâr adlı kı lı cıİ srafil'in Sûrudur bir bakı ma." Bu dörtlükte de gene varlı k-birliğ i açı klanı yor, insanı n söz söyleme gücünün bir Tanrıyeteneğ i olduğu, daha doğrusu insanı n dile gelen bir tanrı lı k gücü taş ı dı ğ ıileri sürülüyor. İ nsanı n böyle "kelâmullah-ınatı k" olduğu düş üncesini en açı k bir deyiş le onaltı ncıyüzyı l ozanları ndan İ ran Şahı"Hâtayi -İ smail Saffevi" de görüyoruz. Onun Anadolu tarikatçı ları(Aleviler) üzerindeki etkisi uzun yı llar sürmüş tür. Şiri'nin ş iirinde görülen bu "mushaf-ınatı k", ya da eşanlamda "kelâmullah-ınatı k" deyimleri onda. Yazmaya Hak'kı n kelâmullah-ınatı kş erhini Bu beyanı n ilmine Kur'ana gelmiş lerdenüz biçiminde anlatı lmı ş tı r. "Biz, "kelamullah-ınatı k' deyimini tanrı nı n ne gibi bir düş ünceyle söylediğ ini açı klamak için Kur'anı n dilinde kendimizi buluş umuz bu nedenler yüzündendir." Bu, insan konuş an söze gelen Kur'an inancı , tasavvuf duygularıile yoğ rulmuşbirçok ozanda vardı r. Bunun ilkçağ dan geldiğini daha önce görmüş tük. Müminin kâbesi gönül evidir Kudret hazinesi Hak'ı n yeridir Pirim cansı z duvarlarıyürütür Balı m Sultan gibi balları mı z var diyen derun Abdal, insanla tanrıarası ndaki yakı nlı ğ ıgönülle Kabe bağ lantı sıiçinde görüyor. Gönülün inanmı şkimselerin "Kâbe"si olduğu deyimi oldukça eskidir. Bu yüzden burada adı nıbilmediğ im bir ozan bu koyunu. Kı bleğ âh-ıKibriyâdı r yı kma kalbin kimsenin Belki Sidr-i müntehâdı r yı kma kalbin kimsenin kavramlarıile anlatmı ş tı r. Akkirmani adlıbir ozan da bu konuda ş u dörtlüğü söylemiş ti.
Dil be dest âver ki hacc-ıekber est Ez hâzanan Kâ'be yek dil bihter est Kâ'be bünyad-ıHalil-i Azer est Dil nazargâh-ıHuda-yi ekber et. "Bir gönül yap ki en büyük Hacdı r (Kabe çevresinde dolaş ı lacak gün Cumaya gelirse bu adıalı r). Bir gönül binlerce Ka'beden daha iyidir. Çünkü Ka'beyi Halil-i Azer yapmı ş tı r, oysa gönül tanrı nı n baktı ğ ıgöründüğ ü bir yerdir." Bu genişgörüşbütün tasavvufçuları n yüreğini sarmı ş , iliklerine iş lemiş tir. Tanrıile insan arası ndaki yakı nlı ğı n belirtilmesinde temel inançtı r da. Onsekizinci yüzyı lda yaş ayan, Allah-ile insan arası nda ayrı lmaz bir birliğin bulunduğ unu söyleyen Semimi de varlı k evreninin temelinde gene insanıbulur. Bizdedir Seb-al-mesani arş -i Rahman bizdedir Mazhar-ızülkibriyayı z ulu Subhan bizdedir Nokta-i vahidde bulduk dört kitabı n mâ’nisin Ayet-i Kur'an biziz ş erh ile Tı byan bizdedir Künti kenzin ma'nisin hem fehm idüb esrarı m Vâsı l-ıilm-i ledünn-ü sı rr-ıpinhan bizdedir Men aref hükmiyle bildik üşvücudun ş erhini Arif-i billâh biziz kim asl-ıirfan bizdedir Ey ŞEMÎMÎ teş nedir rencül olan bitmişola Bizdedir ab-ıhayat-ü derde derman bizdedir. "Rahmanı n (Tanrı nı n) arş ı . Kur'andaki Fatiha süresi biz insandadı r. Biz, tanrı nı n gölgesi sözünün ne anlama geldiğ ini bilip, özüne varmı ş ı z. Dört kitabı n anlamı nıbir noktada birleş mişolarak bulduk, Tı byan'ı n açı klanı ş ıda, Kur'anı n ayetleri de gene bizdedir. Biz, Kur'anda adıgeçen "gizli bir hazine idim" deyiminin ne olduğ unu anlamı şkavramı ş ı z, gizlilikler de, gizliliklerin bilgisi de bizdedir. Bizim için gizli bir evren kalmamı ş tı r artı k, evrende bütün olup bitenleri bir bir biliyoruz. Varlı ğ ı n, insan varlı ğ ı n özünü biz "kendini bil" yargı sıile bilmiş iz, artı k tanrı nı n bilicisi biziz, bilginin özü de bizdedir, insana, evrene dirilik veren özsu, acı ları , üzüntüleri giderecek güç bizdedir." Şemimi, burada bütün nesnelerin, varlı k ilkelerinin, yaratı cı , bildirici güçlerin, evrenin oluş unda gizli kaldı ğı , insanca bilinmez sanı lan birtakı m ilkelerin insanda olduğ unu açı kça söylüyor. Ona göre insan, varlı ğı n özünde, yapı sı nda, temelinde gizil kalan ne varsa biliyor. Evrenin bütün güçleri, ilkeleri insan için bilinmez nesneler değ ildir. Şemimi, bu görüş le varlı k-birliğ ine, dolayı sı yla insan-tanrıyakı nlı ğ ı na inandı ğ ı nıgösteriyor. Kur'anda birtakı m ayetlere göre tanrıevreni yaratmı ş , ancak bunun ilkelerinde gizlenen anlamı , birtakı m varlı kları n özünü, ne oldukları nı(ruh gibi, Tanrı nı n özü gibi) insana bildirmemiş tir, insan aklıbunları kavrayacak güçte, nitelikte değ ildir. Oysa, Şemimi burada bütün gizliliklerin ortadan kalktı ğ ı nı , insanı n düş ünce gücünde gizlilik diye bir nesnenin olmadı ğ ı nı , bütün güçlerin insan özünde toplandı ğ ı nı söylüyor. Biraz genişdüş ünce Şemimi ile Kur'anı n arası nda bir çeliş menin bulunduğ u görülür. Nitekim baş ka bir ş iirinde: Emirim seyyidim Ali Resuldür derde dermanı m Yalanı m yokdurur vallah ben ibn-i Şâh-ımerdanı m Eğ er nadan bana derse Kı zı lbaş sı n değ il mani Kamaş mı şgözleri görmez ki ben mihr-i dı rahş anı m Ali'nin Resul olduğ unu, onun soyundan gelip birlik içinde bulunduğ u görülür. Nitekim baş ka bir ş iirinde: Ali'nin Resul olduğunu, onun soyundan gelip birlik içinde bulunduğ unu, kendini parlayan bir güneş e benzettiği için, bilgisizlerce, yobazlarca anlaş ı lmayacağ ı nı , güneşkarş ı sı nda gözlerinin iyice kamaş mı şkimselerin bu güçten yoksun olduğunu söylüyor ozan açı kça, seçikçe.
Bu görüş , tanrı -insan birliği, varlı k-birliğ i anlayı ş ıbütün çağ lar boyunca sürüp gitmiş tir. Ondokuzuncu yüzyı lda bütün gücü ile kendini sürdüren bu düş ünce AGAHİDEDE'nin ş iirinde daha açı k, daha genişbir çı plak bir söyleş iyle kendini gösterir. Ey sofi bana mecüd-ü meyhane de birdir Savt-ızühüd-i nâre-i mestâne de birdir Hak'tan sana ermez ise esrar-ıhidayet Bu zikr-ü ibadet ile peymâne de birdir. Gel geç bu riyadan kala gör tarh—ıcihanla Bu fânide bir kûş e-i virane de birdir İ llâ baş ıdünyaya gönül verme dirağa Arif olana akı l—ü divâne de birdir AGAHİgibi nur olagör ey gözü âmâ Bu aş ka yanan sem' ile pervane de birdir. "Ey sofu bana göre içki içilen yerle namaz kı lı nan yer birdir. Bu dine bağ lı lı k yüzünden çı kan sesler, tapı nı rken yapı lan dualarla, yakarı ş larla bir sarhoş un kopardı ğıçı ğlı k ayrıdeğildir, birdir. Tanrısana doğruluk yolunu göstermedikten, gizlilikleri bildirmedikten sonra tapı nmı ş sı n, tanrı 'yıanı p durmuş sun ne çı kar, kadeh çekmekten ayrıyönü yok bunun. Ha tapı ndı n, ha içtin ikisi de birdir bence. Bı rak bu iki yüzlülüğü ey sofu, bu geçici evrenden bir yı kı ntı nı n üzerinde oturmakla bütün evrenleri buyruğ u altı nda bulundurmanı n ayrı lı ğ ıyok, birdir ikisi de. Değ mez dünyaya gönül vermeye, uslu, anlayı ş lı , kavrayı ş lı bir kimse için akı llıda birdir akı lsı z da. Gel ey sofu AGAHİgibi ı ş ı k ol, nur ol, sevgiye tutuş up yanan mum da birdir, onun çevresinde dönüp yok olan kelebekde..." Agâhi Dede, bütün açı klı ğıile varlı k-birliğini, insan ile öteki varlı k türleri, dolayı sı yla tanrıarası nda sağ ladı ğ ıgibi bir boş luğ un bulunmadı ğ ı nı , söylüyor. Bu çağı n varlı k-birliğini inanmı ş , insan-evren arası nda yapı , öz-birliğ inin bulunduğ unu dile getiren saz-ozanlardan biri de Mir'ati'dir: Amenna söyledik hem ikrar ettik Erenler bezminde lâş ekçesine Bağ'ımarifette yetiş ip bittik Buy aldı k bir gülden çiçekçesine Söylesem kelâmı m gelmez takrire Nutk-i denı numuz sı ğ maz tefsire İ krar verdik iman ettik bir pire Er evladıeriz gerçekçesine Gel gönül arif ol haddini bil sen Sem'idir haş irdir etme ş ek güman "El hakku ezharu mineş ş ems" iken Sofi insana eder eş ekçesine Mİ R'ATİsözlerin gizli muamma Ülülebsar olanlara hüveyda Elsisiz belsiziz dilsiziz amma Gezeriz alemde erkekçesine Mirati'nin ş iirlerinde anlatı lan düş ünce ş eriatı n koyduğu sı kı cıkurallarıdüş ünmeksizin, eli kolu bağ lıbir tutumla, yumuk gözlerle bağ lanan softalara karş ıdirenmedir. Ona göre insan kolay kolay anlatı lacak ölçüde dar, sı nı rlı , bir varlı k değ ildir. Nutk—ıderûnumuz sı ğ maz tefsire
derken insanı n iç evreninin öyle, ş eriatı n anladı ğıanlamda açı klamalarla anlaş ı lamayacağ ı nıortaya koyuyor. Gel gönül arif ol haddini bil sen Sem'idir haş irdir etme ş ek güman dizelerinde açı klanan anlam, Tanrı nı n en iyi iş itici. en iyi görücü, olduğunu belirtmektir. Ancak burada baş ka bir anlam daha vardı r: Ozanı n söylemek istediğ i gerçek anlam insanı n tanrı yıözünde yansı ttı ğ ı dı r. "(Gönül arif ol haddini bil) derken, kendini tanı , özünde saklıgerçeğ i kavra, tanrıseninle görür, seninle duyar, sen tanrı nı n dı ş ı nda değilsin" demek istiyor. Baş ka bir ş iirinde, yine bu konuya değinerek, bu evren yaratı lmadan önce var olduğ unu açı klar: Onsekiz bininci âlem icad olmadan Lâmekân elinden ilm ettim tahsil Mefhar-i kâinat bünyad olmadan Bana irş ad oldu o sı rr-ıkandil Vermeden Ademin ism-ü resmini Anası rdan halk etmeden cismini Ol demde okudum Razzak İ smini Kı smet-i Hak kı ldırı zkı mıtahvil Mİ R'ATİzatı nla rahata düş tüm Zatı mıZat bilüp anda buluş tum Bir hitap eriş ti lâyakı l düş tüm Ol demde "lebbeyk" çağı rdıCibril söylemek istenen açı ktı r. Özümde tanrı nı n özü vardı r, iki öz bende birleş miş tir. Ben bir varlı k olarak tanrı yıkendimde yansı tı yorum. Tanrıile bir birlik, bütünlük içindeyim. Evren yaratı lmadan, Adem dört ilkeden düzenlenip varlı k ortamı na getirilmeden önce ben gene vardı m. Yapı lmasıgereken bütün iş leri biliyor, görüyor, duyuyordum. Benim yaratı lı ş ı m bir göç gibidir, bir yerden baş ka bir yere taş ı nmadı r ancak. Bu görüş lerin dile getirdiği düş ünce daha önce de görüldüğ ü gibi insanı n "kadim"liğ i inancı na dayanı r, insan yaratı lı şolayı ndan öncedir, yaratanla bu yaratma eylemine emeği geçmiş tir. Ondokuzuncu yüzyı lı n Divan ozanları ndan biri olan Şeyh Nazif ise buraya değ in gördüğ ümüz Alevi-Bektaş i ozanları na taşçı kartacak biçimde bir açı klı kla Ali'nin, insanı n birliğ ini, tanrıile bir bütünlük içinde bulunduğ unu, tanrıile insan arası nda bir uçurumun olmayacağ ı nı , tanrı nı n bir görünüş olayıile Ali'nin varlı ğ ı nda ortaya çı ktı ğ ı nısöyler. Zâhidâ hakkı yçün ol Şahı nki cûd-i ekmeli Ahmed-i Muhtara vahyetti kitab-i münceli Mevleviyem Ahmediyem Hayderiyem men beli Bana besdir bir Huda vu bir nebiyy-u bir veli La ilâh illâ huvallah-ul-Aliyy-ül-münceli La nebi illâ Muhammed la fetâ illâ Ali Cûylar taş lar ağaçlar kûhlar hâmunlar Nuh felek cinn-ü melek bahr-ü semek nev'i beş er Sâkinân-i arş -u ferş -ü encüm-ü ş ems-ü kamer Hep lisân-i hal-ü kaal ile bu beyti zikr eder La ilah illâ huvallah-ul-Aliyy-ül münceli La nebi illâ Muhammed la fetâ illâ Ali Şeyh Nazifi'nin ş iiri böyle düş ünceleri dile getirerek uzayı p gider. Ali'nin Kur'an ile birtakı m tanrı sal güçler kazandı ğ ı nı , tanrı nı n ona Kur'an ile birtakı m özleri bildirdiğini, daha açı kçasıAli'nin
peygambere inen kitabıgönderdiğ ini ileri sürer. Kur'anıgönderen, peygambere tanrı sal buyruklarısalan varlı k, yalnı z Ali'dir der. TanrıAli'den baş kasıolamaz gibi bir düş ünce ileri atar. Böylece gene insantanrı birliğ i Ali'nin kiş iliğ inde ortaya çı kar, bir gözle görülür açı klı k içinde sergilenir. Yeryüzünde görülen bütün varlı klar da böyle söyler, Ali'nin Hak olduğ unu, ondan baş ka bir gücün bulunmadı ğ ı nı , Muhammed'den baş ka peygamber, Ali'den baş ka tapı lacak kimsenin olmadı ğı nı , Ali'nin tek er olduğunu, Ali'nin düpedüz tanrıolduğ unu söyler. Bunu dokuz kat gökler de yapar , arşda, ferşde oturan melekler de. Sureta bir zerreyim mâ'nâda amma âfitâb Cümle zerrât-ıcihâna tâbiş -i suret men Şems-ü Mevlânâ Muhammedle Ali'nin sı rrı yem Bir mutalsam kenz bir dürdâne-i hikmet menem Maş rı k-ış ems-i kemâl-i ı ş k-ıMevlânâ olup İ ns-ü cinne nâş ir-i envâr-ıünsiyyet menem Mey-furûş am ke's-i mahtûm-i hitamü'l misk ile Sâki-i kavser Aliyy-el Murtazâ-sı yret menem gibi ş iirlerinde de kendinin tanrıile bir olduğunu, Ali ile Muhammedle eşvarlı k düzeyinde olduğ unu açı kça ileri sürer. İ nsanla tanrıarası nda görülen birliğ i dile getirir. Divan ş iirinde böyle açı k bir görüş le ortaya çı kan ozan pek bulamayı z. Şeyh Nazif’in bu tutumu tekkeye bağ lıolması ndan, Mevleviliğ inden ileri gelir. Kimi Mevleviler de Bektaş iler gibi, insan ile Tanrıarası nda bir yakı nlı ğ ı n olduğunu benimserler. İ nsanı n, evren yaratı lmadan önce var olduğ unu, yaratı lı ş ı n, yukarda da belirtildiği gibi, bir ortaya çı kma, ya da yer değiş tirme biçiminde gerçekleş tiğ ini söyler. Halk ozanları ndan Dertli bu konuda en açı k örnekleri vermişbir kiş idir. Anası r gömleğ in giymezden evvel Azade baş ı ma hünkâr idim ben Cihan—ıâleme gelmezden evvel Nûr-i tecellâda envâr idim ben Rûh-i sultaniden olundum tefrik Vücûd iklimine oldum muvafı k Sifât-ı âdeme girdim mutabı k Mâder-i nihânda bidâr idim ben Halk olmazdan evvel mülk-i melekût Kimse kı lmaz iken mevlâya sücûd Arş —ü kurs levh kalem olmadan mevcud İ nd-i mânevide hem var idim ben. Ezel bîderd idim bir DERTLi oldum Makam makam gezdim cihana geldim Kendimi Ahsen-i takvimde buldum Hak ile vakı f-ıesrar idim ben. Dertli'nin deyiş inde insanı n, Tanrıile evren yaratı lmadan önce "nur" olarak bir özde bulunduğ u inancısaklı dı r. Toprak, ot, su, yel gibi dört ilkeden önce var olan insan, yerkaplayan özden sı yrı lmı ş , bir ı ş ı n niteliğ inde var demek, anlamı na gelir, insan yerkaplayan niteliklere bürününce bağı msı zlı ğ ı nıda elden kaçı rmı ş , sı nı rlıbir ortama atı lmı ş tı r, insan tanrı nı n özünde kendini kendi özünde tanrı yıbulmuş . Rûh-î Sultaniden olundum tefrik ile açı klanan anlam, ben tanrı nı n nurundan ayrı lmı ş ı m, ben Tanrıile birdim, onunla vardı m anlamı nı içerir. "Vücud iklimi" deyiminden anlaş ı lan da içinde bulunduğumuz evrene geliş tir. "Sı fat-ıHadem" ise
insanı n bugünkü varlı k kimliğidir. Arş , kürsi, levh, kalem gibi deyimler insanı n yaratı lı şolayı nıgösteren basamaklardı r. Bunlar "ülkü yurdunda", "tanrı sal ülkede" bulunan birer varlı k katı dı r. Levh, insanı n baş ı na gelen, gelecek olan olayları n yazı lıolduğ u yerdir. Kalem de yazıyazı landa kullanı lan araçtı r: Kalem sözü Arapça değildir. Grek - Latin dillerinden Arapça'ya geçmiş tir. O dillerde "kamı ş -saz" anlamı na gelir. Bundan da bu görüş lerin özünde ilkçağ'ı n nedenli etkileri olduğ u sezilmektedir. Hak ile vakı f-ıesrar idim ben dizesinin anlamıçok açı ktı r. Ben, tanrıile bütün gizlilikleri bilirdim, demektir ki, ozan burada tanrıile birlikte olduğ unu söylüyor. İ krarı m enel-Hak'tı r Bu ikrarı m beli haktı r Diyen Periş an Baba ile Seyyid Nesimi'nin düş üncesi eşanlamlı dı r, ikisi de tanrıoldukları nı , insanla tanrı arası nda bir bağlantı nı n bulunduğunu söylüyorlar. Bu yüzyı lı n ilginç ozanları ndan biri de, tanrı nı n bütün evrende göründüğ ünü, insanı n tanrı dan ayrı olmadı ğ ı nı , söyleyen Mehmed Ali Hilmi Dede'dir. Dost cemâlin görmeğe Her bir âzam göz oldu Pâyine yüz sürmeğe İ çim dı ş ı m yüz oldu Cûşetti can aş k ile Doldu gönlüm zevk ile Buldum yâri ş evk ile Geceler gündüz oldu Dost iline varmağa Vurup yâri görmeğ e Kalmadıdere tepe Dört yanı m dümdüz oldu Dağ-u sahra serteser Giydi yeş im câmeler Rindâne iyd-i ekber Çün bugün Nevûz oldu. Her eş ya bir harf olmuş Hem mazruf hem zarf olmuş Aceb ilm-i sarf olmuş Bir nokta bin söz oldu Kalmadıgayri ağ yar Yâr ile doldu diyar Ref oluben tîr-ü târ Her taraf efrûz oldu Hİ LMİ 'yâ bâzâra gel Nâkd-i canı n ver evvel Gevher-ıaş kı ezel Sanma kim ucuz oldu
Bütün evren tanrıile doludur. Tanrı , insanı n özündedir, insan tanrı yıkimliğ i içinde yansı tan bir varlı ktı r, insanda gören tanrı dı r, insanla tanrıbir göz. bir kulak, bir duyuş -gücüdür. içice, öz özedirler. Tanrıile insan arası nda dinlerin söylediği: kulluk-efendilik iliş kisi değ il, sevenle sevilen bağı ntı sıvardı r. İ nsanıseven Tanrı 'yıda sever, insanıbilen tanrı yıda bilir. Durum evren için de böyledir. Tanrıevrenle, evren Tanrıile, insan ile bilinir. Tanrı ya götüren yol kiş inin özünde yoğ unlaş an sevgisidir. Bu sevginin ereğ i insanı n anlamı nı kavramaktı r. İ nsan, kendi özünde Tanrı yıyansı tı r tanrıile insan arası nda bir öz ayrı lı ğı , yapıçatı ş ı klı ğ ıyoktur. Daha açı kçası , insan tanrı dı r. Hilmi Dede, kim ne derse desin, tanrı yıinsanlaş tı ran, ona yeni bir değ er kazandı rmaya, yeni bir gerçeklik vermeye çalı ş an ozandı r. O önce gelenlerin yolunda giderek belli bir anlayı ş ı n kesin çizgilerle belirlenmiş , bilinçle düzenlenmişortamı nda bulunuyor. Bu ozana göre örnek insan Ali'dir. TanrıAli'nin kiş iliğ inde, insan niteliğ i içinde gözlere açı lı r. Varlı k kavramıaltı nda toplanan ne varsa, baş tanbaş a Ali'dir. Ayine tuttum yüzüme Ali göründü gözüme Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme Adem Baba Havva ile Hem Allemelesma ile Cerhi felek sema ile Ali göründü gözüme Hazreti Nuh Nebiyullah Hem İ brahim Halilullah Sinadaki Kelimullah Ali göründü gözüme İ sa-yi ruhullah oldur İ ki âlemde ş ah oldur Müminlere penah oldur Ali göründü gözüme Ali evvel Ali âhir Ali bâtı n Ali zahir Ali tayyib Ali tahir Ali göründü gözüme Şiir bu yolla, bu anlam üzere uzayı p gider. Ozanı n inancı na göre Ali, bütün varlı kları n özüdür,, yaratı cı sı dı r, tanrı ya yükletilen onda var sayı lan bütün nitelikler, yetenekler, yetiler, güçler Ali'de vardı r. Ali, Tanrı nı n kendisidir. Evreni yaratan da, insanıkoruyacak olan da gene Ali'dir. Ali'nin dı ş ı nda baş ka bir yüce varlı k ,görünen güç yoktur. İ sa, Musa, Nuh, İ brahim birer görünüş tür, gerçek olan onları n özünde dile gelen Ali'dir. Ozan açı klı ğ a kavuş turduğu bu tutum ile tanrı yıkaldı rı p yerine Ali'yi, insanıkoyuyor. Ali, bir bütünlük için evreni kaplamı ş,evrene yayı lmı ş tı r. Tanrı 'yıyaratan da Ali'dir bu duruma göre. İ lkçağdinlerinde bütün tanrı lar insan kı lı klı , insan duyuş ludur. İ nsan inandı ğ ıtanrı yıkendi ellerinde yaratmı şona kendi biçimini vermiş tir. Hilmi Dede de ister bilerek, ister bilmeyerek olsun böyle bir tutumla ortaya atı lı yor. İ nsan sı kı ş ı nca tanrı ya yaslanı r. Hilmi Dede, öylesine bilinçli ki inancı nda Ali'yi çağı rı yor yardı mı na: Gönül keş tisiyle bahr-i minnette Girdâb-ıgamdayı m yetişya Ali
burada ozanı n inancıbütün açı klı ğı ile gözlerimizin önüne seriliyor artı k. Son yüzyı lı n Divan ozanlarıiçinde de nası lsa Enderunlu Fazı l ,bir yüreklilik göstererek "dünya ve ahiret"i sevdiğinin uğ runa bir kı yı ya atabilmiş . "Divan Şiirinde Sapı k Sevgi" adlıkitapta belirtildiği gibi, aş ı rıbir erkek sevgisine tutulan bu ozan bir ara kendinden geçercesine içyüzünü açı ğa vuruyor. Olsun feda o âfete dünyâ ve ahiret Kurban ola muhabbete dünya ve ahiret Devlet içün mücahede cennet içün dua Değmez bu renc-ü zahmete dünyâ ve âhirek Olmaz ikisi sâger-i nâçize sevdiğ im Bu cur'a-i hakı yate dünya ve ahiret Şâyân değil ikisi ki nâlin-i bab ola Dergâh-ıkurb-i hazrete dünya ve ahiret İ ndinde FAZIL ikisi de bir fitil olur Kandil-i bezm-i vuslata dünyâ ve ahiret Fazı l'ı n düş ünceleri geliş igüzel değ ildir. Baş ka bir gazelinin baş ı nda ş unlarısöylemekten kendini alamayı ş ı na göre, düş üncesinde kesinliğe varmı şbir durumu seziliyor. Ne havf-ınâr var ne cennet ümidi var Biz vakı a kı yameti görmüşgeçürmiş iz derken, gene yukarda dediklerinden yol alı yor. Divan ozanları , çokluk kaba sofulara çatar, onlarla eğlenir, onlan yererler. Ancak ozan biraz daha açı klı k vermişdüş üncelerine bu konuda. Son çağı n ilginç ozanları ndan biri de Ruhi Baba'dı r. Bütün varlı ğ ıile içinde yaş adı ğ ı mı z duyular evrene bağ lı dı r. Sofu, namaz, ahret, cennet gibi kavramlarla ilgisi, iliş kisi yoktur. Nice bir dağdağ a-i dehr ile berbâd olalı m Yürü meyhaneye zâhid biraz âbâd olalı m Serelim kûş e-i meyhaneye bir eski hası r Dest urub câm-ıCem'e gussadan âzad olalı m Kı zı nıpîr-i muğânı n sen alub oğ lunu ben Öyle bir din ulusu kâfire damad olalı m Hançer-i tiğ -i gazabla gezelim ey Ruhi Kande bir var ise içmez ana cellâd olalı m Ozanı n evreni içinde bulunduğumuz evrendir. Yaş ama inancı da bu evrenin sı nı rlarıile belirlenmiş bir ortamda doğmuş tu. Yobazlı k; yaş anan evreni olduğu gibi değil; uydurma bir kuruntudan, sapı k bir bakı ş ı n döküntülerinden baş ka bir niteliği bulunmayan gerçek-dı ş ıülkeyi de içinden çı kı lmaz bir biçime sokunca, böyle alaylı , eğlenceli çı kı ş larla karş ı lamaktan kendini kurtaramaz, kurtarmadıda., İ nsanı n belli yöne dönerek en doğ ru yolu seçtiğ ini söylemek doğ ru değildir. Tanrıbütün yönlerdedir, evrendedir, insan dile gelmiş , konuş an, düş ünen, yerkaplayan ortamda yaş ayan bir tanrı dı r, insan dı ş ı nda kalmı ş , gerçeklerden kopmuş , yalnı z düş üncede yaş ayan, bilinmez, bulunmaz bir tanrı yoktur, olmamı ş tı r da. Tanrıonu bilenlerin, düş ünenlerin içinde, özündedir. Bu düş ünceleri Cemali Baba'nı nş iirinde buluyoruz. Teveccüh eyledim mihrab-ı yâre Göründü gözüme kı ble-i hacet Rû-be-rû gelince vech-i didâre Salât-ıdâime eyledim kamet Cebhe-i dildâre ettim iktidâ Göründü gözüme Kâ-be-i ulya Okudum Subhane rabiiyelalâ
Muktedâbih oldu ş âh-i velayet İ ki yanıkı blem imama uydum İ badet neydüğün o demde duydum Aş k ile baş ı nısecdeye koydum Ma'budun bilhassa kı ldı m ibâdet Edâ-yi salata oldum müdavim Rükûum sucüdum salât-ıdâim Kı yamı m kuudum Hak ile kaim Çok ş ükür tevhide erdim nihayet CEMALİâyine oldu cemâle Ulülebsâr vâkı f olur bu hâle Görünen Hak ne hacet kil-ü kale Fesamme vechullah hakkı nda âyet Cemali'nin ş iirinde görülen düş ünce baş ka türlü yorumlara tasavvuf deyimlerini zorlayarak özünden uzaklaş tı rmaya elveriş li değ ildir. Tapanı n da , tapı lanı n da bir olduğunu söylüyor. Kı bleyi sevdiğ i insanı n yüzünde, Kâ'beyi gönlünde buluyor, insan dı ş ı nda secde edilecek bir varlı ğ a inanmı yor pek. Namaz konusunda "salât-i dâim" diyor ki bunun gerçek anlamı : insan olan bir varlı ğ ı n yaş ayı ş ı boyunca süresiz olarak tapı nma eylemi içinde olduğ udur. Seven insan durmaksı zı n sonsuz bir "ibadet eylemi" içindedir, insanı n evrene geliş i ile orucu tutulmuş , namazıkı lı nmı şolur. insan için en gerçek eylem sevmek, sevilmektir. Ozan "Mabudun bilhassa" diyerek, tanrı yıkendi özünde bulduğunu, ona taptı ğı nı , insan gerçeğinin bir tanrıolduğunu açı klı yor. Baş ka bir ş iirinde: Visâl-ıvuslat-ıHak sahibi dildanz eyvallah diyerek Hak'ka kavuş tuğ unu, onun yüzünü gördüğ ünü, Hakla bulduğ unu anlatı r. Bu duyuş lar, bu seziş ler insanı n kendini bulması , özünü bilmesidir. İ nsanı n, tanrıözünden geldiğ ini, kendi özünde tanrı yıyansı ttı ğ ı nı , insan ile tanrıarası nda bir uzaklı ğı n bulunmadı ğı nıileri süren ozanlardan biri de geçen yüzyı lı n sonları nda yaş ayan Kadri'dir. Eğ er akı l isen dinle bu pendi Bir muazzam beytin Hak binası yı z Hakaretle gönül yı kma efendi Biz bu kâinatı n ibtidası yı z Talim-i Hak isen hânikalıbiziz Şalik-i Hudaya kı blegâh biziz Maksadı -ıUş ş aka doğru rah biziz Biz tarik-i Hakkı n akrabası yı z Lâmekandan geldik Kadri mekâna Zarf-ü mekân olduk kevn-ü cihana Bu ş ekl-ü hey'etle düş tük ziyana Şimdilik âlemin muamması yı z. dizelerinde, ş iirinde evrenin özünde insanı n bulunduğ unu, insan bir varlı k olarak tanrı dan geldiğ ini, tanrı ya varan yolun geçtiğini söylüyor Bir muazzam beytin Hak binası yı z demekle tanrı yapı sı nı n (evinin) temeli, evrenin kaynağ ıolduğ unu, Biz bu kâinatı n ibtidası yı z
sözleriyle de evrenin baş langı cı nı n gene insan olduğunu açı klamı şbulunuyor. Talib-i Hak isen Hânikalıbiziz Sâlik-i Hudaya kı blegâh biziz Tanrı yımıistiyorsunuz tapı nacak yer bizdedir, Tanrıyoluna mıgirmektir dileğin kı ble biziz. İ nsanı n tanrı yıbulmasıiçin bize yönelmesi, gene insana dönmesi, tanrı yıinsanı n özünde araması gerekir. Tanrıinsanı n dı ş ı nda değil, içindedir. Zarf-ü mekân olduk kevn-ü mekâna Biz evrenin var oluş una yol açtı k. Evrenin oluş unun ana nedeni biziz. Bu oluşbizim içimizde, özümüzdedir. Oluş u biz bütünlüğü ile kavramı şözümüzde yansı tmı ş ı z. Baş ka bir ş iirinde de: Der-i meyhanedir bizlere mescit Giremez ol yere sofı -i mülhit Piyâle feyzimiz sâkîmişmürş it Çektiğ imiz gülbank zikr-i Hudadı r Bizim tapı nağı mı z içki içtiğ imiz yerdir, oraya inançsı z, yanlı şyola sapmı şgerçekten uzaklaş mı ş sofu giremez. Biz tanrı nı n verdiğ i söylenen "feyz"i (bolluğu) kadehten almı ş ı z, bize yol gösteren de içkiyi dağı tandı r. Gece gündüz dilimize doladı ğ ı mı z da ancak "gülbank"ı mı zdı r (birlikte yapı lan sesli tören). Biz boş una yatı p kalkmayı z. Tanrı 'yıtapı naklarda aramayı z. Aradı ğ ı mı z kendi içimizde, özümüzde, bizim gibi gerçektir, elle tutulurca... Tanrı yı Yaratan insandı r Son yüzyı lı n Tanrıile insan arası ndaki uçurumu kaldı ran ozanlardan biri de Edib Harâbi'dir. Onun düş üncesinde anlamı nıbulan tanrıanlayı ş ıbütün gerçeklerin insan varlı ğı nda dile geldiğ i görüş ünü içerir. Tanrıile insan oluşbakı mı ndan da, yapı , nitelik bakı mı ndan da birdir, bir bütünlük içindedir, insanıtanrı dan, tanrı yıinsandan ayı rmak elde değ ildir. Tanrı , insanı n bir buluş u yarattı ğ ıdüş ünce varlı ğ ı dı r. Daha Allah ile cihan yoğiken Biz anı var edip ilan eyledik Hak’ka hiçbir lâyı k mekân yoğiken Hanemize aldı k mihman eyledik Kendisinin henüz ismi yok idi İ smi ş öyle dursun cismi yok idi Hiçbir kı yafeti resmi yok idi Şekil verip tı pkıinsan eyledik Allah ile iş te burada birleş tik Nokta-i Hâmâya girdik yerleş tik Sı rr-ıKuntu kenzi orda söyleş tik İ smi ş erifini zahman eyledik Aş ikâr olunca zât-ü sı fatı Kün dedik var ettik bu semavatı Birlikte yarattı k hep kâinatı Nam-ü niş anı nıcihan eyledik. Yerleri gökleri yaptı k yedi kat
Altıgünde tamam oldu kâinat Yarattı k içinde bunca mahlükat Erzakı nıverdik ihsan eyledik Ası lsı z fası ldı z yaptı k cenneti Huri gı lmanlara verdik ziyneti Türlü vaidlerle her bir milleti Sevindirip ş âd-ü handan eyledik Bir cehennem kazdı k gayetle derin Lâf ateş i ile eyledik tezyin Kı ldan gayet ince kı lı çtan keskin Üstüne bir köprü mizan eyledik Gerçi kün emriyle var oldu cihan Arş -ı Kürsü gezdik durduk bir zaman Boşkalması n diye bu kevn-ü mekân Ademin halkı nıferman eyledik Edip Harabi bu ş iirinde Tanrı yıyaratanı n insan olduğ unu, bütün evreni kaplayan varlı kları n Tanrı ile yaratı lı şbakı mı ndan ilgili bulunmadı ğ ı nısöylüyor. Daha Allah ile cihan yoğiken Biz anı var edip ilan eyledik. Tanrıda, evren de yoktu, bilinmiyordu, insan olarak biz onlarıyarattı k, varlı kları nıbütün insan soyuna bildirdik. Tanrıda, evren de insanı n ortaya koyduğu, insanı n yarattı ğ ıvarlı k türleridir, insan, yaratı cıbir güç olarak tanrı dı r. Tanrı , insan dı ş ı nda yaratı cınitelikleri olan bir varlı k değildir. Hak'ka hiçbir lâyı k mekân yoğiken Hanemize aldı k mihman eyledik Tanrıher türlü yerden bucaktan sı yrı lmı ş tı r. Onun beli bir yeri yurdu yoktur düş üncesine karş ıçı kan ozan evet Tanrı ya yaraş ı r bir yer yoktu, onu evimize aldı k, konukladı k diyor. Bu düş üncenin özünde tanrı nı n insan dı ş ı nda, insanı n kapladı ğ ıyerden ayrıbir ülkesi, yeri yurdu yok görüş ü saklı dı r. Kendisinin henüz ismi yok idi İ smi ş öyle dursun cismi yok idi Hiçbir kı yafeti resmi yok idi Şekil verip tı pkıinsan eyledik dizilerinde açı kça, tanrı yıyokluktan insan var etti, ona biçim, anlam verdi, bir yapıkazandı rdı , insan kı lı ğı nda ortaya koydu düzenledi. Tanrı yıinsanı n yarattı ğ ıdüş üncesi türlü nedenlerle ortaya böyle açı k bir biçimde atı lmamı ş tı r pek. Gerçi daha önce insanı n tanrıolduğ unu söyleyen ozanlar çı kmı ş tı r. Ancak böyle kesin konuş anıpek olmamı ş tı r. AZMİ 'nin dilinde tanrıile ş akalaş ma eğ ilimi, onunla inceden inceye eğ lenme düş üncesi vardı . Harabi daha da ileri giderek bütün kuş kularıortadan kaldı rı yor. EDİ P HARABİ 'ye göre evreni de insan yaratmı ş tı r, insan Tanrı 'dı r bu bakı mdan. Kün dedik var ettik bu semâvâtı "Ol" dedik gökleri var eyledik dizesinde dile gelen düş üncede bir çeliş me görülüyorsa da ozanı n inancı na göre bunu ortadan kaldı rmak kolaydı r.
Ozan ilkin tanrı yıortadan kaldı rı yor. Sonra tanrı ya yükletilen bütün yaratı şeylemlerinin insan eliyle yapı ldı ğı nısöylüyor. Bu yolla, "peki bu evreni kim yarattı " sorusunu daha baş tan bir yana atı yor. Onun inancı nda evrenin yaratı lmı ş lı ğıdüş üncesinin yeri yoktur. Kur'anı n, varlı ğ ı nıileri sürdüğ ü bütün nesnelerin olmadı ğ ı nı , uydurma olduğ unu söylüyor. Ası lsı z fası lsı z yaptı k cenneti bu dize bütün kuş kularıortadan kaldı rı yor. Cennetin gerçekle ilgisi yoktur, onu insan uydurmuş tur. Bir cehennem kazdı k gayetle derin cehennem de yoktur onu biz derin kazdı k da insanlarıkandı rdı k böylece, yoksa cennet gibi o da uydurmadı r, gerçekle en küçük bir ilgisi yoktur. Bütün bu var denenler insan kafası nı n buluş ları dı r. Edib Harabi'de bilinçli bir tanrı tanı mazlı k vardı . Kavranı lan yerli yerine koyarak düş üncelerini derli toplu olarak açı klamayı , kuş kudan uzak bir nitelikte gündeme getirmeyi biliyor. Ya Rab senin mekânı n yok Yatağ ı n yok yorganı n yok Hem dinin hem imanı n yok Her bir ş eyden münezzehsin Sesin çı kmaz avazı n yok Abdestin yok namazı n yok Hiçbir yere niyazı n yok Kulhüvallahuahadsı n Kapı n büyük açan yoktur Seni kapı p kaçan yoktur Anan yoktur baban yoktur Ya Rab allahüssamedsin Elması n yok boncuğun yok Aban keben kocuğun yok Karı n kı zı n çocuğ un yok Lemyelidü lemyuledsin Tanrı nı n bütün insana verdiği niteliklerden sı yrı lmı şbir varlı k olduğ unu ileri süren düş ünceye karş ı çı kan ozan eskilerin deyimi ile "küfr" içindedir. Tanrıadı na söylenen, söylenebilecek olan ne varsa bir çı rpı da ortadan kaldı rı yor. Bu ş iirde dilegelen düş ünceler birer "ş aka" değ ildir. Düpedüz tanrı nı n yokluğ unu ileri sürmektedir. Yukarda gördüğ ümüz ş iirde de tanrı yıinsanı n yarattı ğı nıileri sürmüş tür. Ozan, bu konuda kesin bir inanç içindedir, tanrı tanı mazdı r. Ey hâce sen bizi cahil mi sandı n Biz ledün ilminin ulemâsı yı z Bizi mezhebine dahil mi sandı n Biz Beni İ srail enbiyâsı yı z Gerçi okuyorsun Levlâke levlâk Fakat perdesini edmezsin çak Cahilsin bizi de etmedin idrak Biz o kuntu kenzin muamması yı z Biz senin bildiğ in insanlardan değiliz, gizlilik biliminin ne olduğunu biliriz. Öyle ki biz İ srail soyunun yalvaçları yı z, "sen olmasaydı n biz de gökleri yaratmazdı k" anlamı na gelen tanrı sal sözleri okur
durursun da anlamazsı n. Bizi de anlamazsı n ey softa sen. Biz, tanrı nı n "ben gizli bir hazine idim" anlamı na gelen sözlerinin bilmecesiyiz. Tanrı , o sözleri bizden gizleyemedi. Sen anlamazsı n, biz anları z. Tanrı nı n insan yüzünde göründüğü düş üncesini savunan, insanısevenin Tanrı 'yıda sevme olabileceğ ini söyleyen ozanlardan biri de Ali Ulvi Baba'dı r. Ancak onda keskin çı kı ş lar bulamayı z. Daha yumuş ak bir davranı ş ıvardı r. Bak vech-i yara ya Hay Gelmişkemale ya Hay Baki vü lâyezaldı r Ermez zevale ya Hay Kim secde eylemezse Böyle cemale ya Hay Dünyada ankette Ermez visale ha Hay Didar-ıHak'tı r iş te Sı dk ile gel niyaz et Divara secde etme Girme vebale ya Hay Allah kabul eder mi Riya ile namaz Bihudedir kapı lma Böyle hayale ha Hay Medheylemiş ken Allah Kur'anda bu ş arabı Niçünharam diyorsun Böyle halale ya Hay Ulvi Baba bu nutku Hak'kı n diliyle söyler Saki inayet eyle Doldur piyâle ya Hay "Sevgilinin yüzüne bir bakı ver de tanrı yıgör. Bak, olgunluğ a ulaş mı şonun yüzünde. Onun önü sonu yoktur, evren durdukça sevgilinin yüzünde yansı yacaktı r. Böyle bir yüze secde etmeyen (önünde yere kapanmayan), evrende de, ahrette de eli boşkalacak, insan yüzü tanrı nı n yüzüdür, gel sen de gönülden yakar ona, ne secde eder durursun duvara, böyle boşdüş lere ne kapı lı rsı n. Bak, tanrış arabı Kur'anda övmüş ken sen ona haram diyorsun, olur mu böyle, içilmesi gereken içilmez demek doğ ru mudur dersin." Ali Ulvi bu ş iirinde düpedüz Kur'anı n birtakı m yasakları na karş ıgeliyor. Tanrı nı n "haram" dediğ ine "helal" diyor, islâm dininde bu açı k "küfür"dür. Oysa , ozan bunu bile bile yapı yor. Bilinçli bir düş ünceyle, bir davranı ş la inançları nısöylüyor. Tanrı 'nı n yasağı na inanmı yor. Kendi kiş iliğ ini ortaya koyuyor. Son yüzyı lı n kadı n ozanları ndan Gülsüm Bacıda inanç bakı mı ndan ötekiler gibidir. O da insanı n yüzünde, özünde tanrı nı n dilegeldiği görüş ünü savunur. Tecelli eylemişRahman Senin vechinde ey canan Hululündür bana Kur'an Biihâmdilluh haberdarı m
"Ey sevgili Tanrısenin yüzünde görünüyor, yüzünün çizgileri benim için bir Kur'andı r, bunu iyi biliyorum." Bu görüş , insan ile tanrı nı n birliği inancı na dayanı r. Daha önce incelenen ozanlarda da bunun tı pkı sı nı görmüş tük. DervişRuhullah'ı nş iirinde dile gelen an duru bir insan sevgisi vardı r. Vahdet bâdesiyle mestiz ezelden Elest kadehinden tadanlardanı z Nur alı rı z çeş mimiz her bir güzelden Arı yı z bala bal katanlardanı z burada Tanrıile insan birliğ ini dile getiren düş ünce, insanı n "Elest" günündeki toplantı da içkinin tadı na vardı ğı inancıarası nda saklı dı r. Niyaz ehlindeniz zannetme zahit Meş hur-u cihandı r nazı mı z bizim Sözümüz mutlak canana ait Enelhak çağ ı rı r sazı mı z bizim "Enelhak" deyimi ile Mansur'un, Seyyid Nesimi'nin düş üncelerine" katı lı yor. İ nsan Tanrı 'dı r, ben de tanrı yı m, diyor açı kça. Tanrı 'nı n. insan kı lı ğ ı nda ortaya çı ktı ğ ı , bütün evrene insan biçiminde yayı ldı ğı nı , insan dı ş ı nda bir tanrı nı n bulunmadı ğ ı nı söyler Basri Baba da Abit kisvesinden görünen Hak'tı r Sen anıgayride arama ey can Batı nıHak olmuşzahiri Hak'tı r Gizli sı rları nıedeyim ayan Esma sı fat zattan vücud istedi Kendi vücûdiyle mevud eyledi Allemelesma'yi ta'lim eyledi Oldu Adem ol dem nâtı k-ıKur'an Evvel âhir zahir bâtı n âdemdir Her bir sı rrıanı n için mahremdir Mazi müstakbelde dem hep bu demdir Külli ş ey'in Halik el'an kemâ kân "Tanrıinsan kı lı ğ ı nda görünüyor, onu baş ka yerlerde arama sakı n. Görünen de, gizli kalan da insanda tanrı dı r gene. Tanrıbu evrende görülen bütün nesnelere kendi özünden biçim vererek, kendi varlı ğ ı nıevren düzeni içinde elle tutulur, gözel görülür bir durumda gözlere sundu. Evrende tanrıvardı r, insan kı lı ğı ndadı r. İ nsan konuş an bir Kur'andı r. İ nsanı n önü sonu yoktur Önce olan da odur. sonra olan da. Tanrı , insandan ayrıbir varlı k değ ildir. Geçmiş , gelecek, gizlilikler insanca bilinir, insan doğ rusu bütün nesneleri yaratan durumundadı r. Eskiden olduğu gibi ş imdi de öyledir, bu iş ." Basri Baba, bir çı rpı da insanıgöğ e çı karı p Tanrı yıyere indiriyor, insanda yaratı cıbir gücün bulunduğ unu, tanrı lı k niteliklerinin bir bütünlük içinde insanda görüldüğünü savunuyor açı kça.. Son çağ ı n en ilginç ozanları ndan biri olan Tevfik Fikret de insanda yaratı cıgücün bulunduğ unu savunurdu. İ nsan, Tanrı yıyaratan bir bilinçli varlı ktı r. Evren "kudret-i külliye" denen tanrı nı n yayı lı p açı ldı ğ ıgenişbir varlı k alanı dı r. Beş erin böyle dalaletleri var Putunu kendi yapar kendi tapar
diyen Fikret'in düş ünce insanı n dı ş ı nda yaratı cıbir gücün bulunmadı ğ ı , gerçek yaratı cı nı n DOĞA olduğu inancı saklı dı r. Fikret'in karş ı sı nda, inanç bakı mı ndan, Ortaçağ'ı n bile çok gerilerinde bulunan, Mehmet Akif'i görürüz. Türk ş iirinin en koyu ş eriatçıozanları ndan olan Mehmet Akif iyi bir ş air olmadı ğ ıiçin düş üncelerini uzun manzumelerle, "vezinli kafiyeli" söz yı ğ ı nlarıile sergilemiş tir. Ancak, tanrı karş ı sı ndaki tutumu, davranı ş ıinsan varlı ğ ı nıyok sayacak ölçüde "ümmetçi"dir. Tevfik Fikret'te görülen bütünlük, ileri görüşonda yoktur Tanrıkarş ı sı nda "ben de varı m" diyecek nitelikte sağlam bir insan görüş ünden iyice yoksundur. Fikret, bunun karş ı sı na daha yaratı cıbir düş ünce ile çı karken, on üçüncü yüzyı ldan bu yana gelen düş ünce çizgisi üzerinde yürümeyi bilmiş , insanı n gerçek değerini yaratı cı gücünde görmüş tür. Evliyadan yaş arı m müstağni Bir örümcek götürür Hak’ka beni demekle, tanrı ya varan yolun evren düzeni içinde olduğ unu söylemek istemiş tir: Tevfik Fikret'in "kurdet-i külliye" diye anladı ğ ı , adlandı rdı ğıTanrıbulunduğumuz evrenin sı nı rlarıiçindedir, dı ş ı nda değ ildir. İ nsan, tanrı yıyaratan, ona değ er kazandı ran, onu yokluktan varlı k alanı na çı karan, ona kendi yanı baş ı nda yer vermesini bilen bilinçli bir yaratı cı dı r. İ nsan dı ş ı nda gerçekten yaratı cıbir güç yoktur, olamaz da. Çünkü insanda DOĞA'nı n bütün yaratı cı gücü dile gelir, anlamı nıbulur. Bu yüzden Tanrıinsanı n bir ürünüdür, buluş udur. SONUÇ Türk ş iirinde Tanrıkavramı ndan ne anlaş ı ldı ğ ı nı , tanrı ya hangi gözlükle bakı ldı ğ ı nı , ozanlardan örnekler vererek, açı klamaya çalı ş tı k. Kimi yerde kiş isel yorumdan kaçtı k, kimi yerde ondan kurtulamadı k, ancak ozanı n düş üncelerini saptı rmaktan uzak durduk. Gerçek yargı yıverecek olan okuyucudur bu konuda. Ozanlardan kolay anlaş ı lmaları nı , düş üncelerini sergilemede kullandı klarıdilin karı ş ı klı ğ ıönlemektedir. Özellikle dinle ilgili kavramları n hepsi Arapçadı r, kimi doğ rudan doğ ruya Kur'andan alı nmı ş tı r, sözlükteki anlamı yla bağ daş amaz. Bizim yapmaya çalı ş tı ğı mı z da bu güçlüğ ü elimizden geldiğ ince gidermekti. Türk ş iiri sorunsal bütünlükle ele alı nı p didiklenir, incelenirse insan varlı ğı na yönelik yorumları n, düş üncelerin içerikleri daha kolay anlaş ı lı r. Dil denen büyük engelin aş ı lmasıayrıbir sorundur. Bu çalı ş mada dil göz önünde tutulmamı ş tı r. İ mdi, Türk ş iirinde tanrı ya baş kaldı ran ozanları n bulunduğ u, ş eriat denen kurumun uygulamaları ndan kolaylı kla anlaş ı lmaktadı r. Şeriat kendinden baş ka yetke, kurum, ölçü, gerçek tanı mayan, tanı yacak yapı da olmayan bir yasaklar bütünüdür. Şeriat konuyu açı klamaya, geniş letmeye, soru sormaya yanaş maz, yalnı zca katıdeğ iş mez yasaklarla yetinir. Bu özelliğ i dolayı sı yla kendini savunanları bile bilmeden ortadan kaldı rı r, suçlar, sindirmeye çalı ş ı p çabalar. Şeriatı n ne olduğ unu, onu savunan, "zahid", "sofu" diye nitelenenlerin tutumları ndan anlamak gerek. Divan ş iiri incelendiğ inde bütün ozanları nş eriat yanlı sı"zahid"lerden, "sofu"lardan yakı ndı ktan, onları çok ağ ı r bir dille yerdikleri görülür. Şeriat, değ iş mezliği savunduğ undan, bütün geliş melere, ilerlemelere, evrimlere karş ı dı r. O kapalıverimsiz bir kaba benzer, görevi içine konanıolduğ u gibi saklamak, bir dokunulmazlı k örtüsü altı nda korumaktı r. Şeriatı n öğreticisine "vaiz" denir. Onun kabalı ğı ndan, anlayı ş sı zlı ğı ndan yakı nmak Türk ş iirinde eski bir gelenektir. Sana her meclisinde söyler isem mülzem olmazsı n Değ il kürsiye vaiz arş a çı ksan âdem olmazsı n diyen divan ozanıSabit bu gerçeğ i yansı tmak istemiş tir. "Ey vaiz, sana her toplantı da söylerim yine susmayıbilmezsin, sen camide kürsüye değil göğ ün en yüksek katıolan arş a da çı ksan yine adam olmazsı n" demekten kendini alamamı ş tı r. Öyleki en koyu dinci ozanlar bile ş eriatı n kabalı ğ ı ndan yakı nmı ş lardı r. Özellikle Osmanlıtarihçilerinin, Aş ı kpaş aoğ lu'dan bu yana, yapı tları nıokuyanlar bu gerici vaizlerin, kaba sofuları n topluma getirdikleri yı kı mları anlamakta güçlük çekmezler.
"Ulema/bilginler" örtüsü altı nda saklanan bu dincilerin içinde bilimle bağ daş ı r işgöreni, baş arısağlayanı görülmemiş tir. Dincilerin önce bütün yeniliklere karş ıçı ktı kları , sonra onlardan yararlanmada bütün yenilik yanlı ları nı geride bı raktı kları yaş adı ğ ı mı z olaylardı r. Söz geliş i camilerin elektrikle aydı nlatı lması , radyoda Kur'an okunması , minarelere sesyayı cıaraçları n konulmasıönce ağ ı r tepkilerle, yergilerle karş ı lanmı ş ,ş imdiyse bir din gereci durumuna getirilmiş tir. Bası mevlerinin kurulması na karş ı çı kanları n torunlarıgünümüzde gerici düş üncelerini yaymak yolunda ondan en çok yararlanananlar değ il mi? Bağnaz kiş i çeliş kiden yarar ummayıbeceri sayar, onda dizgesel düş ünme diye bir olay yoktur. İ ş te dinlerin yararlandı ğı en kolay sömürü alanıda budur, bu çeliş kiden tedirgin olmama ortamı dı r. Türk ş iirinde ş eriatısavunan, onun değ iş mez bir geçerlilik taş ı dı ğ ı na inanan ozanlar çoktur, ancak onlardan baş arı lıbir ürünün ortaya konduğ unu gören de olmamı ş tı r. Çağ ı mı zı n islam ülkelerinde, adı nı dünyaya duyurmuşaydı nları n, yazarları n, ozanları n hepsi eski geleneklere karş ıçı kan devrimci kimselerdir, oysa ş eriat yanlı ları nı n bütünü sömürülmeye alı ş tı rı lmı ş , geri bı rakı lmı ş , karanlı klara itilmiş tir. Tevfik Fikret'in yöneldiği Batıile, Mehmet Akif’in savunduğu islam dünyası nış öyle yüzeysel bir karş ı laş tı rma bile büyük boyutlara ulaş mı şyı kı mı n hangi ülkelerde olduğ unu gösterecektir. Bugün tanrı ya, ş eriata sı ğı nan dörtyüz milyonluk islam topluluğunu, çağ daşanlayı ş a dayanan üç milyonluk İ srail utanç verici bir yenilgiye uğ ratmı ş tı r, üstelik birkaç gün içinde. Bugün ülkemizde, hı zlıbir geriye dönüş ün izleri görülüyor, kadı nları n karanlı klara itilmesini öngören tarikatçı lı k daha ilkokul çağ ı ndaki çocukları n, özellikle kı zları n aydı nlanması nıtanrı sal bir yasakla engellemeye çalı ş ı yor, ortam buna çok elveriş lidir. Kadı nı erkeğin tarlasıolarak niteleyen, yasal kurumlarda, toplum kuruluş ları nda kadı n-erkek eş itliğ ini ağ ı r suç sayan bir inanç birikimine bağ lamak uygarlı ğı n verilerinden yararlanma olanağı nı n, anlayı ş ı nı n yokluğ undan kaynaklanı r. Anaya değ er vermek, onu yüceltmek islam inançları nıkurtarmaz. Yeryüzünde anayıdövün, saymayı n, ona saygıgöstermeyin diyen bir din görülmemiş tir. Bu nedenle islam dininin anaya önem vermesi onun özgün bir buluş u değildir, ne yazı k ki kimi okumuşkadı nları mı z bile bu açı k gerçeği bilemiyor, anlayamı yorlar. Kur'an Adem ile Havva'nı n çı plak yaratı ldı ğ ı nı , birer incir yaprağı yla örtünebildiklerini söylüyor. Peki tanrı nı n çı plak yarattı ğ ı nıkara giysilerin içine sokarak güneşı ş ı ğ ı ndan bile yoksun bı rakma yetkisi nereden kaynaklanı yor? Gericiye sorsanı z, size vereceğ i yanı t ş udur: Tanrıkadı nlara örtünün buyuruyor. Peki, örtünmesi gerekeni tanrı nı n çı rı lçı plak yaratması nda hangi yüce bilgelik saklı dı r? Sonradan, örtünün diyeceğ ine, önceden örtünmüşolarak yaratmak tanrı sal gücün yetersizliğinden olmasa gerek, iş te kadı nlar, bu soruyu sorup yanı tı nıarama bilincine kavuş tuklarıgün güneşı ş ı ğı ndan erkeklerle eş it ölçüde yararlanma olanağ ı na kavuş acaklardı r. Bu olumsuz durumlar toplumsal yapı dan kaynaklanı yor kuş kusuz. Nitekim, Türk ş iirinde tanrı ya karş ı benimsenen tutumun temelini de toplumsal yapı da aramak gerekir. Osmanlıtoplumu iki yapı lı ydı , bu yapı lar da birbirine karş ı t nitelikteydi. Düş ünmeyi denetim altı na alarak engelleyen ş eriatı n karş ı sı nda olabildiğince özgür düş ünmeye olanak sağ layan tasavvuf yeralmı ş tı r. iş te bu iki karş ı t çı ğ ı r Osmanlı 'nı n toplumsal yapı sı nıoluş turan öğelerin düş ünsel ürünleridir. Bu olumsuz olayları n yazı nla, ş iirle ne ilgisi vardı r denebilir, böyle düş ünenler çı kabilir. Ancak, yazı nı , ş iiri toplumun ürünlerinden sayma gereğini duyanlar, içinde yaş adı ğ ıtopluma karş ı ozanı n, yazarı n da bir görevi bulunduğ una inananlar, böyle bir bilince varanlar yukardaki soruları n yanı tı nıvermekte gecikmezler. Osmanlıtoplumunun yapı sıelveriş li olmasaydı , bize bu çalı ş mayı yaptı ran nedenler de ortaya çı kmayacaktı . Osmanlıtoplumu uyumsuz, kendi kendisiyle çeliş en, ürettiğ i tükettiğ ine yetmeyen, bütün geçimini ı lgarladı ğ ıülkelerden sağ lanan gelirlere bağlamı ş tı . Osmanlı toplumunun gözünde savaş ta yenilenin elindekini almak din bakamı ndan uygundu, elveriş li dahası Arapça bir sözcükle "ganimet"ti. Oysa yaratıürünlerinin "ganimet"le ilgisi yoktur, sağ lı klıbir üretici güç ister. Bu üretici gücün kaynağ ıda düş ünsel ortamdı r, iş te Osmanlı 'da bulunmayan da bu ortamdı . Onda düş ünmenin gereğ i yoktu, düş ünülecek olanları n hepsi Kur'anda vardı r, Kur'anda olmayanı düş ünmek ise gereksiz bir iş tir, kimi yerde de suçtur. Bir yönetimde, düş ünülmesi gereken sorunlar, daha önceden belirtilmiş se, orada uygarlı kla ilgili bir geliş imden sözetme olanağ ıyoktur. Düş ünülecek sorunları yönetimler değil bilimsel araş tı rmalar -gündeme getirir..
View more...
Comments