21 Yuzyilda Casusluk Iletisim Ve Bilgi Caginda Global Istihbarat Istasyonlari Ve Degisen Casusluk Meslegi

August 4, 2017 | Author: Gercekh | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Download 21 Yuzyilda Casusluk Iletisim Ve Bilgi Caginda Global Istihbarat Istasyonlari Ve Degisen Casusluk Meslegi...

Description

21.YÜZYILDA CASUSLUK

İLETİŞİM VE BİLGİ ÇAĞINDA GLOBAL İSTİHBARAT İSTASYONLARI VE DEĞİŞEN CASUSLUK MESLEĞİ Action Intégration!

+

Obligation

=

ARAŞTIRMA-GÖZLEM-ANALİZ RAPORU İSTANBUL / ARALIK 2000

SUNUŞ

K

oyu karanlık bir giz perdesinin gerisinde, hızla gelişen bilimin

ışığında değişen teknoloji, insanlığın hakim olduğu yerküreden uzay boşluğunun derinliklerine fırladı. Egemen güçlerin finans ve kontrolüne geçen bilimin yarattığı teknoloji, artık yerküre insanlığının yararı ve hizmetine değil; efendisinin gereksinim ve talepleri doğrultusunda üretim gerçekleştiriyor. Bu nedenle, insanlık terazisinin bir kefesine ‘alim’ diğer kefesine ‘zalim’ konulup tartıya vurulduğunda, alimlerin neden oldukları ‘zulümlerin’ ağır bastığı çok net olarak görülür. İnsanlık, 21. Yüzyılın ilk zaman dilimlerinde acemi adımlar ve çeşitli kaygılar içinde geleceğe doğru yürümeye çalışıyor. Ve sanıyor ki; bilim hâlâ insanlığın hizmetindedir. Oysa ki, bilimin geniş halk kitlelerinin yaşamanı kolaylaştırarak mutlu kılmayı temel hedef alan, pozitif bilim Olympos’unun varlıklı olmayı, var olmaya yeğleyen, idealist Tanrıları artık yok. Bugünün açgözlü bilim insanları, onca önemli icadın mucitleri olmalarına karşın, geniş halk kitleleri onların ne isimlerini biliyor, ne de önemli ve akıllara durgunluk veren buluşlarını! Çünkü; onlar artık karanlıklar ardındaki finansörleri için çalışan prototip bilimci. Prototip bilimciler, insanlığa sundukları yararlı icatları sayesinde ölümsüzlüğü hak ederek efsaneleşip bilim Olympos’unun Tanrıları arasına karışmak yerine, efendilerinin kararıyla kuşkulu ölümler ya da faili meçhul cinayetlerle noktalıyorlar yaşamlarını .. İnsanlık, bugünün prototip bilimcilerinin adlarını yüzyıl sonra ortaya çıkacak olan felâketler veya tesadüflerin yol açtığı skandalların ardından öğrenebilecek. Ve onların adları hiçbir zaman ‘Ansiklopedi’ sayfalarında yer almayacak.

Egemen güçler, insan zekâsının geliştirdiği bilimin gücü karşısında ne denli güçsüz, hantal ve aciz organizasyonlar olduklarını algılamaya başlayınca dehşete kapılıp, bilimcilerin ayakları altına kırmızı halılarla birlikte cüzdanlarına açık çekler koyarak, bilim ilâhlarını kapı-kullarına dönüştürme kurnazlığına başvurdular. Böylece egemen düzenlerin uzay ve savaş sanayi ile istihbarat örgütlerinin hizmetine giren ve bir zamanlar bilimin özgür ve güçlü Tanrıları olan nice mucit, Alaattin’in Sihirli Lambası’ndaki cine dönüşüp de, “Dile benden ne dilersen!” diyen, prototip bilimciler olunca, casusluk mesleğinde de değişimler ışık hızına erişti. Yeryüzündeki her olanaktan sonuna değin yararlanmak zorunda olan casusluk; bilimi de sonuna değin istismar etmeye yönelince, bedavacı istihbaratçılığı keşfetmiş oldu. İstihbarat Örgütlerinin yönetim kadrolarındaki casusluk uzmanları, kurnaz ve kıvrak insan zekâsı ile pozitif bilim olanaklarını birleştirerek yepyeni çalışma yöntemleri geliştirdiler. Bu sayede, evren sonsuzluğunun dar ufuk çizgisinde sonsuzluğa açılan kapı gözlerinin önünde netlik kazandı. Bilimin sonsuzluğa açılan kapısından başlarını içeriye uzatabilen çok az sayıdaki casusluk uzmanı, birden bire servis verdikleri egemen güçlerin bile üstünde, mutlak bir güç olabileceklerinin farkına vardılar. İşte o gün, bugündür özellikle gelişmiş ülkelerin resmi istihbarat örgütleri, bilim, teknoloji ve endüstri alanlarında istihbarata büyük önem vermeye yöneldiler. Günümüzde istihbarat örgütlerinin gerçek güçlerini, sahip oldukları teknolojik olanaklar ile kadrolarında yer alan altın beyinli yaratıcı uzmanlar belirlemektedir. *** Casusluk, insanlık tarihinin en eski mesleklerinden birisidir. Casusluk, kural tanımayan: inanç, duygu, özlem, ihtiras, düşler gereksinimler, zaaflar ve ideallerin merdiven olarak kullanıldığı bir meslektir. Kuralların tümünü el tersi etmekten başkaca bir yolu olmayan casusların, gerçek kimlikleri açığa çıkıp deşifre olduklarında, mesleki kariyerlerinin sonu gelir ve insanlığın karşısında dalgın, ezik bakışlı gözleri yere çakılırken, başlarını bir türlü dik tutamazlar. Soğukkanlılığın zirvesine tırmandıkları andır böyle zamanlar.. Büyük bir özveri ve sadakatle hizmet ettikleri egemenler ise; deşifre olduklarında onlara sahip çıkıp korumak yerine, tereddütsüz bir gaddarlıkla ayaklarının altındaki iskemleyi çekerek cezalandırıverirler. Casusluk oyununun değişmez kuralı binlerce yıldan bu yana işler durur: “Operasyon biter adam da biter” Hangi amaçlar için olursa olsun, kim ve ne adına çalışmış olurlarsa olsunlar, onlar egemen güçlerin maceraperest karakterli, soğukkanlı katilleri ve gizemli ihtirasların karanlık gölgeleri olarak değerlendirildiklerinden;

başarılı üstün hizmetleri, yararlılıkları ve kahramanlıkları, geniş halk kitlelerinin umurunda bile olmaz. Çünkü onlar geniş halk kitlelerinin değil; daima egemen olan azınlığın hizmetinde ve koruyuculuğunda, gizemli dünyaların yasalarını kendilerinin yazabildiği radikâl memurlardır. Casusluk tarihinde adları özellikle öne çıkartılan portreler, ihtiras fırtınasına kapılıp, düşman ülkelerin istihbarat örgütlerine hizmetle ihanet lâbirentlerine dalanların yaşam öyküleridir. Diğerleri hep gizli kalır, adları açıklanmaz. Çünkü, açığa çıkacak her isimle birlikte kaçınılmaz olarak pek çok gizemin üzerine sayısız projektör çevrilecektir. Bu da casusların hiç işene gelmez. Onlar, mesleğin temel gereği olarak, zil karanlığın güvencesini yeğlemek zorundadırlar. Aydınlık, yaşamın bitip ölümün başlayacağı noktadır. Bu mesleki temel gerekçeden ötürü casuslar, geniş halk kitlelerini aydınlatanlara yaşam hakkı tanımazlar. Çift taraflı, bazen de birçok istihbarat servisine hizmete yönelen casusların yaşamları; geçmişte idam mangalarının önünde, günümüzde ise; gizem düğümü bir türlü çözülemeyen türlü komploların infaz cinayetleriyle noktalanır. Bir de resmi istihbarat örgütlerinin kadrolu elemanları tarafından kullanılanlar vardır ki; bunlar genellikle ‘amatörler’ olarak tanımlanır. Casusluk arenasına çıkan bu bahtsız ve aptal amatörlerin yaşam yolculukları son istasyona ulaştığında; onların karşılama töreninde; onursuzluk ile pişmanlık daima hazır bulunur. *** Günümüz dünyasında henüz reşit yaşa gelmemiş çocukların bilim dünyasını şaşkına çeviren işler kotardıkları bilinmektedir. Yetişkin çağdaki insanlar arasında zekâ düzeyi bakımından üstünlükleri tartışmasız kabul gören bilim insanlarını, çocuk beyinleriyle yenilgiye uğratabilen geleceğin dahiler, giderek artış kaydetmektedir. Ancak yetişkinlerin, insanlığın gelişim trampleninde sıçrayan onca çocuğun başarıları karşısında bile aymaz kaldıkları bir gerçektir. Örneğin bir doçent kafasının tasını attıranlara, “Bir doçent kaç yılda yetişir, bilir misiniz?” diye, soru yöneltebilir. Ya da bir binbaşı ne denli önemli ve bilgili bir kişilik olduğunun farkına varmayanları sarsıp hadlerini bildirmek için, “Bir binbaşı kaç yılda yetişiyor, biliyor musunuz?” diye çıkışarak, karşısındakilerin ne denli kof ve içi boş bedenler olduklarını dile getirmeye çalışabilir. Çünkü, insanlık kendisinden sonra gelen nesillerin, çok daha gelişmiş bir beyne sahip oldukları gerçeğini tarih boyunca görüp kabullenememiştir. Oysa ki, daima bir sonraki nesil, bir öncekinden çok daha gelişmiş bir beyne sahip olmamış olsaydı, insanlık gelişim gösteremez ve bugün erişebildiği düzeye tırmanamazdı. ***

İnsanlık bilgi çağını geride bırakıp iletişim çağına adım attığı andan buyana, güçlü ülkelerin istihbarat servisleri, “Global İstihbarat İstasyonları” oluşturmaya yöneldi. Uzay boşluğunda belirlenen hedeflere yerleştirilen her uydu istasyonunda bu amaca uygun işlevsellik bulunmaktadır. Dünyanın çevresini saran uygu istasyonları ile yerkürenin her noktasına ulaşan bilgisayarlar ve internet ağı sayesinde, sıradan insanların kişisel bilgisayarlarına dahi ulaşılarak sürdürülen yepyeni bir casusluk, bilimsel ve teknolojik gelişim sağlayarak üstünlük elde etmiş ülkelerin İstihbarat Örgütlerinin teknolojiden hangi ölçekte yararlandığının kanıtı olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Böyle bir dünyada geri kalmış, bilimsel ve teknolojik devrimlerden yararlanamamış bu nedenle de gelişmekte olan ülkeler, geri kalmış ülkeler ve üçüncü dünya ülkeleri olarak kodlanan ülkelerin resmi istihbarat örgütleri, 21. Yüzyılda bilim ve teknolojide kendilerinden üstün olan devletlerin istihbarat örgütlerine karşı koyamayarak, asli işlevlerini tümüyle yitireceklerdir. Bu gerçeği ilk algılayan, gören ve servis verdikleri hükümetlere bu feci durumu bildirmeleri gerekenler istihbarat servislerinin sorumluları olmalıyken, ne acıdır ki; bu gerçeğin görülüp farkına varılmaması için ellerinden gelen tüm hokkabazlıkları yapıp türlü entrikalarla üzerini örtmeye çalışmaktadırlar. Hatta ve hatta bu durumu görüp gelişmiş ülke istihbarat örgütlerinin hizmet kadroları içinde yer almayı yeğlemektedirler. Geri kalmış ülkelerin hükümetleri, geniş halk kitlelerine ulaşmak yerine, geniş halk kitlelerini kontrol altına almayı başarabilen çeşitli güç odaklarıyla işbirliği yaparak yeniden seçilmeyi garanti almaya çalıştıklarından, burada dile getirilen konularla ilgilenmek yerine, gelişmiş ülkelerin istihbarat servislerinin hışmına uğramamayı yeğlemektedirler. Çünkü, politikada ayakta kalmanın ilk koşulu istihbaratçıların hışmına uğramamaktan geçmektedir. Politik bir liderler rakiplerinin ve halkın üstesinden gelmeyi başararak iktidarda yerleşip orada uzunca bir zaman kalabilirler, ama istihbarat örgütlerini karşısına aldıklarında iktidar yüzü göremeyeceklerini çok iyi bilirler. Bu nedenle de istihbarat dünyasında olup bitenleri, istihbarat dünyasının demirbaşları olan casusluk kadrolarına bırakıp bu alana hiç burunlarını sokmazlar. Onlar için önemli olan yalnız ve yalnızca kendilerine sadakatle hizmet verilmesi ve rakiplerini alt etmede ihtiyaç duyduğunda küçük entrikalarına yardımcı olunmasıdır. Ancak, gerek gelişmekte olan, gerekse geri kalmış ülkelerin 21. Yüzyılda felaketini hazırlayacak olan hükümetlerin ve politik liderlerin bu aymazlığı ve vurdum duymazlığı olacaktır. Çünkü, artık yerkürenin mutlak ve gerçek egemenleri İstihbarat Örgütleri ve bunların acımasız casusluk kadrolarıdır. Yerkürenin diledikleri noktasında, diledikleri anda ve diledikleri her şeyi gerçek kılmaya muktedir olan bu kadrolar, birer oyuncak gibi kullanabildikleri bilimsel ve teknolojik olanaklar sayesinde, dünyanın gerçek egemenleri olabilme yolunda ilerlemektedirler. Hiçbir politik lider, istihbarat örgütlerinin onaylamadığı karar ve projesini uygulayamaz. Hiçbir hükümet, istihbarat servislerinin onaylayıp destek

vermediği proje ve kararları yaşama geçirmede başarı sağlayamaz. Hiçbir güç, hiçbir grup ve hiçbir örgüt istihbarat arenasında yer alan servisler kadar etkin bir güce sahip olduğunu ileri süremez. 21.yüzyıl istihbarat servislerinin denetiminde ve yönlendirmesinde düzenlenmektedir. Bunun önüne geçilmesi ise; hemen hemen olanaksız hale gelmiştir. Böylesine büyük, karmaşık ve gizemli bir örgütsel yapı karşısında geri kalmış ülkelerin ulusal güvenliğinden sorumlu kadroların, karşı önlemler almaması ise; görevlerine ihanetin en kesin kanıtını oluşturur. Bu çalışma, bağımsız bir araştırma, gözlem ve analiz raporudur. Bu nedenle sorunları gözler önüne sermede kullandığı yöntem ve ifade tarzı, ilgililerde rahatsızlık uyandırabileceği endişesine kapılmaksızın, bağımsızlık ve dürüstlük ve objektiflik prensiplerine sadık kalınması esas alınmıştır. Bu çalışma içerdiği ciddi öneme sahip konunun dışında, ulusal güvenlik alanlarındaki aymazlıkları ve geç kalınmışlıkları da dile getirmektedir. Bu nedenle ulusal güvenlikten sorumlular arasında ciddi tedirginlik ve tepkilere neden olabilir. Ancak, resmi portrelerin üstlerine şirin gözükmek için hazırladıkları sıradan ve alışılmış bir çalışma olmamasına bilinçli bir özen gösterilmiştir. Bu çalışmanın hazırlanmasındaki temel amaç; ulusal güvenlik konularının politik ve militarist önlemlerle sağlanabilmesi döneminin kapandığını gözler önüne serebilmektir. 21. yüzyıl, “aykırı” bir yüzyıldır. İnsanlığın hedeflediği, tarihsel birikimlerin ve stratejik hesapların bir türlü akort tutturulamayacağı bir yüzyıldır. Buna kanıt olarak, tüm dünyanın 21. Yüzyılın en önemli sorununun “terör” olacağında birleşmelerini gösterebiliriz. Çünkü, 21. Yüzyıl dünyasında, hiçbir hesap, kural ve öngörü; bilim ve teknolojik olanakların sonsuzluğunda kulaç atan istihbarat örgütlerinin casus kadroları kadar başarılı olamayacaktır. 21. yüzyılda İstihbarat Örgütleri, kendi içlerinde, casus kadrolarının ağırlığı altında ezilecek ve türlü sorunların üstesinden gelebilmekte çeşitli güçlükler yaşamaya gebedirler. Bu kaçınılmaz gebeliğe yol açacak olan neden, casus kadroların teknolojinin sağladığı sınırsız olanaklardan yararlanabilmesi olacaktır. Günümüz dünyasında artık hiçbir casus karanlık tesadüflerin kör karanlığında değil, teknolojik olanaklardan yararlanarak bilimsel verilerin ışığında çalışmaktadır. Bu nedenle de istihbarat örgütlerinde operasyonal ve kilit noktalarda görev alanlar arzuladıkları doğrultuda kişisel çıkarlara yönelik çalışmalar yapabilmektedirler. Dünya ülkelerini çeşitli uluslararası kuruluşların şemsiyesi altında toplamayı başaran süper güçler, uygulama aşamasındaki globalleşme süreci sonunda

‘dünya hükümeti’ kurmayı amaçladıkları bir zaman dilimi yaşanmaktadır. Buna bağlı olarak süper güçlerin istihbarat örgütleri, diğer ülkelerin resmi istihbarat servislerini amaçlarına uygun hizmet veren “Global İstihbarat İstasyonları”na dönüştürebilmek için özenli ve büyük bir çaba göstermektedirler. Globalleşme sürecine bağlı olarak, ulusal istihbarat örgütleri, “Global İstihbarat İstasyonları”na dönüştürülmüş olacaktır. Bu kaçınılmaz ve mutlak gelişme, 21. Yüzyıl politikalarının gereğidir. Ulusal devlet yapısını reddeden Globalleşme Politikasının ilk hedefleri arasında yer alan ulusal istihbarat servisleri, mercek altına alındığında burada dile getirilen felâket kendiliğinden açığa çıkacaktır. Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi, ulusal devlet yapısına sahip ülkelerin milli güvenliğinden sorumlu kadrolar ile ülke yönetimini sağlamak için iktidara gelen hükümetler, bu gerçeği görememekte veya içinde bulundukları son derece güç ve hassas dengeler ile son derece kaygan zemin üzerinde dans etmek zorunda olmalarından ötürü görmezden gelmek zorunda kalmaktadırlar. Genel olarak sağlıklı ve objektif bir değerlendirme yapılması halinde ulusal devlet yapısına sahip ülkelerin yönetim sorumlularının demokratik koşulların tüm nimetlerinden yararlanmalarına karşın; totaliterlik merdiveniyle demokrasiye tırmanmayı yeğledikleri görülür. Bu tercih ise; yurt içinde ve dış dünyada gelişen sorunların ertelenmesi politikasını doğurmakta ya da üzerlerinin kapatılması sonucunu doğurur. İşte bu nedenledir ki; geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerin ulusal güvenlikleri sürekli tehditler altında kalmakta ve süper güçlerin himayesi ihtiyacı doğmaktadır. Bu ihtiyaçlar, çeşitli adlarla anılan uluslararası antlaşmaların ülke çıkarlarına aykırı maddelerine boyun eğme çaresizliğini gündeme getirmektedir. Günümüz dünyasında resmi istihbarat örgütleri, bağlı oldukları hükümet politikalarının gereği olarak daha çok iç istihbarat alanlarında faaliyet göstermeye mahkum edilmiş bulunmaktadırlar. Bu gerçeklik, istihbarat örgütlerinin kaçınılmaz biçimde hantallaşması ve çağın gereklerini algılayamayan, kör servislere dönüşmelerine yol açmaktadır. Dünya gerçekleri, güç odaklarının ürettikleri politikalar ve ülkelerine yönelik tehditleri algılayamaz duruma düşmüş olan resmi istihbarat servisleri, bağlı bulundukları hükümetlerin dış politika belirlenmesinde gereksinim duydukları istihbarat bilgilerine ulaşamamaktadırlar. Bu beceriksizlikten yararlanmasını bilen süper güçler, amaçlarının gerçekleşmesine uygun strateji gereği olarak istihbarat örgütlerinin dostluk ve dayanışma gereği sunduğu diplomatik “uyarılar” veya dolaylı yollardan sızdırdığı bilgiler sayesinde kendilerine yönelik tehditler hakkında bilgiye ulaşabilen geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin istihbarat örgütleri, bağlı bulundukları hükümetleri karşılaştıkları dış tehditler karşısında içinden çıkılmaz labirentlere sürüklemiş olmaktalar. Bugünün dünyasında -hangi devletin olursa olsun- ülkelerin kendi içinde olup biten her şeyi yerel istihbarat örgütlerinden çok daha iyi bilen ve gözlemleyene mekanizmalar gelişmiş ülkelerin istihbarat servisleridir. Bu

nedenledir ki; geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri hiç beklenmeyen anlarda çeşitli nedenlerle elde tuttukları iktidar güçlerini bir gecede yitirivermekte veya rejim değişiklikleri yaşanabilmektedir. Türkiye’nin son yıllarında yaşanılan gelişmeler kanıtlamıştır ki; devlet mekanizmasının en yaşamsal ve kilit noktalarındaki görevleri rejim karşıtları işgal edebilmiş ve Cumhuriyet Devrim ilkeleri askıya alınabilmiştir. Türkiye özellikle son döneminde ardışık olarak yaşanılan ekonomik sorunların üstesinden gelmeye çalışırken, boğulma noktasına getirilebilmiştir. Türkiye’de ailelerin yaşam sürdürdüğü evlerden faili meçhul cinayetlerden geriye kalan cesetler fışkırabilmiştir. Türkiye, narko/dolar ve yolsuzluklar ekonomisine bağımlı duruma düştüğünü yıllar sonra fark edebilmiştir. Türkiye, geçmişte genç nesillerin üretime katılımını sağlayamadığı gibi, bugün de ulusal gençliğini yitirme noktasındadır. Türkiye, etnik ayrılıkçı terör batağına sürüklendiğini 10 yıl gecikmeyle fark edebilmiş, uluslararası plâtformda etnik bölücülüğün engeline toslayıp şaşkına döneceğini algılayamamıştır. Çeşitli çevrelerin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki görevliler arasında dahi kadrolaşma plânından hareketle (‘sızma’ yöntemiyle) komuta kademelerini ele geçirme girişimleri Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehdidin boyutlarını göstermeye yeterlidir. Ayrıca her girişimin ardından aydınlatılamayan kara delikler, daha sonra tekrar harekete geçebilmektedir. Türkiye, Ermeni Soykırım iddialarının tırmandırılmak istendiği noktayı tam 70 yıl sonra bile tam olarak algılayamaz duruma düşmüştür. Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren konularda gerçekleri görebilmesi, 100 yıl gecikmeyle mümkün olmaktadır. MİT’in son 20 yılda uluslararası arenada elde ettiği başarıların bir listesinin çıkartılması talep edilmiş olsaydı eğer; ve bu liste diğer ülkelerin istihbarat örgütlerinin uluslar arası arenada kazandıkları başarı listesi ile bir karşılaştırılacak olsaydı, hiç kuşkusuz ki; ortala çıkacak sonuç, oldukça çarpıcı bir mahcubiyet yansıtırdı. MİT, son 30 yıldaki faaliyetlerinin %80’ini ulusal gençlik üzerinde yoğunlaştırmış ve ulusal gençliğin paramparça olmasının tek ve gerçek nedeni olmayı başarmıştır. MİT, son 50 yıldır faaliyetlerinin %20’sini Türk aydınları üzerine yoğunlaştırmış, ne kadar yazar varsa tümünü teker teker fişleyerek karalama

kampanyaları uygulamış ve Türkiye’yi aydınlatacak, Cumhuriyet Devrimlerine gönülden bağlı tek bir Kemalist aydın bırakmamıştır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin istihbarat örgütleri, aydın ve bilimcileri kadrolarında istihdam ederek yararlanmayı temel amaç edinmişken MİT, Türk aydın ve bilimcilerini rejim küskünlerine dönüştürmüş ve yok etmede büyük başarılar elde etmiştir. Milli İstihbarat Örgütü (MİT)’in tarihsel süreç içinde, misyonu ve işlevini tümüyle yitirdiği gerçeği artık görülmelidir. Bu konudaki aymazlık, Türkiye’nin 21. Yüzyılda üstesinden gelemeyeceği büyük sorunlar yaşamasına yol açacaktır. 21. Yüzyılda Casusluk adını verdiğimiz ve İletişim ve Bilgi Çağında Global İstihbarat İstasyonları ve Değişen Casusluk Mesleği çerçevesiyle içerik hatları belirlenen bu çalışmanın varmak istediği amaç, burada çok özet olarak dile getirilen gelişmeler karşısında neler yapılması gerektiğini açıklıkla göz önüne sermektir. Özet bir ifadeyle Türkiye’nin, istihbarat faaliyetlerinde sağlıklı ve başarılı çalışmalara ihtiyacı vardır. Bunun gerçekleşebilmesi için de yepyeni bir istihbarat mekanizması oluşturulmalıdır. Neden yeni bir istihbarat örgütü? Çünkü, “Action” (Eylem) amacıyla kurulan MİT, Türkiye’nin NATO’ya katılımıyla birlikte makas değiştirerek “Obligation” (Yüküm) istasyonunda revizyondan geçirilmiş ve son istasyon olan “Intégration” (Bütünleşme)’a ulaşmıştır. Böylece ulusal olmaktan çıkmış “Global istihbarat istasyonları”ndan biri haline dönüşmüştür. Nasıl bir istihbarat örgütü? Bu çalışmada, bir “Ulusal İstihbarat Örgütü”nün gereksinimleri çağın koşullarına uygun verimlilikte karşılayabilmesi için, aksiyoner faaliyet unsurları ve istihbarat savaşının alternatiflerine yer verilmektedir. Saygılarımızla, İstanbul: 05. Aralık. 2000

İSTİHBARAT MERKEZLERİ GEÇMİŞTE NASIL ÇALIŞIYORDU? KANLI OYUN: CASUSLUK (!)

Dünya savaşları yeni bitmişti ki; Moskova'da dünyayı ayağa kaldıran bir dava görüldü, bu dava; U-2 uçağının pilotu Powers'in davasıydı!.. Bu davanın ardında gizli ve müthiş bir mekanizma vardı. Dünyanın hemen her köşesine el atan binlerce gizli el, insanoğlunun en eski mesleği casusluk sanatının kanlı oyununu oynuyordu. Bir zamanlar Amerika'nın müthiş casusluk şebekesinin başında zarif giyimli ve ağzından hiç düşürmediği piposuyla Allen Dulles bulunuyordu. Henüz Amerikalı casusların karargahı olan Merkezi Haber Alma bürosunun varlığını bilmeyen yoktu. Washington telefon rehberinde teşkilat merkezinin telefonu ve adresinin Executive 3-6115 olarak kaydı bulunuyordu. Teşkilata mensup zeki gençler, o gün için Washington'un çevresine yayılmış 31 ayrı binada faaliyet gösteriyordu. Bu genç ve zeki adamların kulakları ve elleri gizli yollardan, Moskova'nın Kremlin Sarayı'na kadar uzanıyordu. Pearl Harbor baskınına değin Amerikan'ın Merkezi Haber Alma Teşkilatı yoktu !.. Fakat, o feci baskının ardından tüm casusluk faaliyetleri tek bir çatı altında birleştirilip, ipler tek bir kişinin eline teslim edildi. Savaş yıllarında Amerikan'ın tüm casusluk, sabotaj faaliyetleri 'Office Of Secret Services (OSS) tarafından yürütüldü. 1947'de Merkez İstihbarat Ajansı, resmen OSS'nin iskeleti üzerine kuruldu. Kuruluşun şefi olan Allen Dulles zaman zaman gizlice Kongre'ye, Komisyonlar'a çıkar ve CIA'nin Demir Perde gerisindeki faaliyetleri hakkında bilgi verirdi. Bu açıklamaları sırasında Dulles, Rusların bombarduman güçleri, üsleri, füze üretimi ve zaman zaman da, siyasi niyet ve amaçları hakkında bilgi vermeye çalışırdı. Bunun dışında CIA'nın yaptığı işler hakkında kimselerin bilgisi olmazdı. Dulles'in ne dolaplar çevirdiğini yalnızca Cumhurbaşkanı bilir, hatta CIA'nin çevirdiği dolaplardan çoğu zaman şef Dulles'in haberi olmadığı bile ortaya çıkardı.

RUS CASUSLARININ GAFLARI U-2 pilotunun Rusların eline sağ sağlim ve bütün casusluk aletleriyle beraber geçmesi kuşkusuz çok büyük bir gaftı. Ama, Amerika Rusların da

casusluk faaliyetlerinde en civcivli anında yakayı ele verdiklerini söyleyerek teselli bulmaya çalışmışlardı. Örneğin savaş sonrası, ilk kızıl casusluk şebekesinin Ottava'daki Sovyet sefaretinde çalışırken özgürlüğü seçen şifre memuru İgor Guzanko yakalanmıştı. Atom casusu 'Klaus Fuchs' ve bundan birkaç hafta önce denizaltılardan ilk Polaris Füzesi denemeleri yapılırken, Florida açıklarında devriye gezdiği görülen Sovyet elektronik gemisi Vega’da CIA tarafından Rus casusluk teşkilatının gaflarına örnek gösterilmişti. O günler için; CIA'nın hesaplarına göre, Sovyetler'in dünyanın her yanında faaliyet göstermekte olan 250.000 ajanı vardı. Ve Rusya bu ajanların faaliyetleri için, her yıl 20 milyar Türk lirası tutarında bir para harcamaktaydı. Tabi CIA kendi faaliyetleri uğrunda harcadığı gider bütçesini gizli tutmayı yeğlemekteydi. Bununla birlikte CIA'nin gizli bütçesi o günlerde 1 milyar ile 10 milyar Türk lirası arasında tahmin edilmekteydi. Yine CIA'nın emrinde 3000 ila 30.000 arasında ajan çalıştırdığı tahmin ediliyordu.

DOKUZ İSTİHBARAT AJANSI 2.Dünya savaşı döneminde CIA'nın dokuz ayrı istihbarat ajansı vardı. Bunlar: CIA, Savunma Bakanlığı'nın Milli Emniyet Ajansı, FBI, Atom Enerjisi Komisyonu, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ile Amerikan Haberler Servisi teşkilatının özel istihbarat şubeleriydi. Bunların içinde yalnızca CIA'nin tüm istihbarat faaliyetleri için harcadığı paranın yalnızca %8'ini harcadığı bilinmekteydi. CIA ajanları, Amerika'nın en iyi ailelerine mensup gençleri arasından genellikle üniversitede öğrenimlerini sürdürdükleri dönemlerde seçilenler işe alınır ve özenle eğitilirlerdi. Bazıları ekonomi, hukuk ve çeşitli bilim dallarında ihtisas yapmaları için yeniden üniversitelere gönderilirlerdi. Bu gençler zamanlarının büyük bölümünü lisan öğrenmeye ayırıyorlardı. CIA mensuplarının içinde bulundukları koşullar ve aldıkları maaşlar tüm memurlardan çok daha iyi tutulmaya özen gösteriliyordu. CIA'nin rakibi olarak görülen FBI'in şefi Edgard Hoover, CIA'i eleştiri bombardumanına tutmakta burada görev alan ajanların disiplinsiz, sol eğilimli olduğunu dile getirmekteydi.

İNTİHAR YEMİNLERİ CIA içinde doğrudan faaliyet gösterenlerin sayıları bir avuç insandı. Bunlar birkaç lisanı ana dilleri gibi konuşabilen ve kimliklerini çok iyi gizleyebilenler arasından seçilmiş kişilerdi.

CIA ajanlarının tümü 'intihar yemini' etmeye zorunluydular. U-2 uçağının düşürülmesinin ardından Kruşçev'in o günlerde açıkladığı gibi pilot Francis Powers de yakalandığında intihar etmek için yemin etmişti ve yanında intihar ilaçları bulunuyordu. U-2 uçakları yıllarca komünist ülkelerin semalarında devriye uçuşları yapıyorlardı. Bu uçaklar MİG uçaklarının ateşine tutulmuşlar, kaçmayı başarmışlardı. CIA o yıllardan günümüze özel psikologların denetiminde tuttuğu ajanlarının morallerini yüksek tutmak ve üstlendikleri risklerden ötürü bozulan psikolojilerini kontrol altında tutmaktadır. Yukarıda yüzeysel olarak yer verildiği gibi, İstihbarat Merkezi çalışmaları artık tarihin tozlu raflarına kaldırılmış bulunmaktadır. Günümüz İstihbarat Merkezleri’nin süreç içinde nasıl çalışarak bugünkü düzeye eriştiklerinin anlaşılabilmesi için, önce Avrupa sonra, Amerika daha sonra da Türkiye’de nelerin nasıl geliştiğinin görülebilmesi için, Siyasal, Sosyolojik, Kültürel ve Ekonomik, gelişimlerin bilimsel açıdan incelenmesi zorunludur.

İSTİHBARAT MERKEZLERİ GÜNÜMÜZDE NASIL ÇALIŞIYOR? İstihbarat Merkezleri günümüzde klasik prensiplerden ‘gizlilik’ esasına sıkı sıkıya bağlı, sırtını teknolojiye yaslamış ve tekeline aldığı bilimsel çalışmalara açık olarak faaliyet göstermektedirler. Burada öne sürdüğümüz çalışma elbette ki; gelişmiş ülkelerin istihbarat merkezlerini dile getirmektedir. Amerika, Rusya, İngiltere, Çin ve İsrail gibi, ülkelerin istihbarat örgütleri, uzay teknolojisinin bütün nimetlerinden yararlanmaktadır. Yerküredeki tüm ülkelerde gelişen toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmeleri izlemekle görevli istihbarat merkezinde oluşturulan birimlerde oluşturulan kadrolar, elde edilen verileri uzmanlık alanlarına göre değerlendirip analiz etmekte ve kendi çıkarlarına uygun teorilere dönüştürmektedirler. Özellikle Amerika ve İngiltere istihbarat merkezleri, son 50 yıldır bünyelerindeki uzmanlarla yetinmeyip, “bağımsız araştırma ve bilgi merkezleri”nin çalışmalarından yararlanmaktadır. Çeşitli isimler altında faaliyet gösteren bağımsız “araştırma şirketleri” ticaret yasalarıyla korunan ve özgür çalışmalar gerçekleştiren “bilgi bankaları” görünümündedirler. Bu tür şirketler tarafından sürdürülen araştırmalardan elde edilen bilimsel verilerden yola çıkılarak hazırlanan teoriler, operasyonlarda kullanılmakta veya pusula işlevi görmektedir. Şimdi gelişmiş ülke istihbarat merkezlerinin Sosyoloji Bilimi’nden yararlanarak Türkiye’de gerçekleştirdiği gizli gerçeklere bakmakta yarar görüyoruz.

SOSYOLOJİ CASUSLARI Siyaset olgusuna ilişkin sistematik incelemelerin yaklaşık 25 yüzyıllık bir geçmişi vardır. Bu süreç içinde siyaset farklı yaklaşımlara, kapsamlara ve adlara sahip disiplinler tarafından incelenmiştir. Ancak son iki yüzyılda bu disiplinler arasındaki işbölümü giderek uzmanlık alanlarına dönüşmüştür. Siyaset bir çok boyotuyla akademisyenlerin ilgisini çekmiştir. Akademisyenler, zaman zaman birbirlerine karşıt, bazen birbirini tamamlayıcı yaklaşımlarla siyaset bilimini çözümlemeye çalışmışlardır. Siyaset biliminin analiz, yöntem ve biçimlenmesi çabalarında sosyolojik yön daima önde olmuştur. Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisi tanımlamaları birbirlerinden farklı kavramlardır. Siyaset felsefi yaklaşımlardan sosyolojik yaklaşımlara geçiş yapmıştır. Sosyal siyasi düzenin doğal koşullarının ne olduğunu sorgulamaktan ziyade, bu düzenin genelde ve özelde devamlılığı, değişimini çözümleme “siyaset sosyolojisi”nin doğmasına yol açmıştır. Devlet ve toplum arasındaki ayrım, modern devlet fikrinin doğmasından sonra gündeme gelmiştir, Bu ayrımla birlikte siyaset bilimini en çok meşgul eden konu; devlet mi toplumu biçimlendirir, yoksa toplum mu devleti biçimlendirir, sorusuna verilecek yanıt olmuştur. Kurumların ve süreçlerin özgürlüğünü ve özerkliğini küçümseyenler ile siyasal alanın hakim alanı oluşturduğu, sosyal alanın ikinci derecede önemli olduğu görüşünde olanlar iki kutba ayrılmışlardır. Bu farklı görüş kutuplaşması, devletten yana olanlar ile toplumdan yana olanlar arasında ideolojik bir çatışmanın başlamasına neden olmuştur. Birinciler toplum tarafından devletin egemenliği altına girilmesini, ikinciler ise devletin toplum tarafından sınırlandırılması, denetlenmesini ya da tümüyle ortadan kaldırılmasını savunmuşlardır. Avrupa kökenli sosyâl teori, 1930’lu yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’ne girmiştir. Böylece Amerikan sosyolojisinin dar ufku genişlemiş, Amerikan Siyasal Bilimi yeni ve değişik boyutlar kazanmıştır. Yöntem olarak hukuksal ve tarihsel yaklaşım arka plana itilmiş, sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve ekonomik disiplinlerden yararlanılmaya başlanmıştır. Bu sürecin hemen ardından “Bilimcilerden” de yararlanılmaya başlanmıştır. Tüm bunların bir araya gelmesi sonucu “Davranışçılık” adı verilen yeni bir ekol geliştirilmeye başlanmıştır.

DAVRANIŞÇILIK Tarihsel olarak bakıldığında davranışçı yaklaşım, siyasal bilim içinde protest bir hareket olarak belirmiştir. Ancak daha sonraları siyasal birikimlerden, bireylerin incelenmesine yönelen geniş bir çerçeve olarak belirlenmiştir. Böylece seçmen ve oy verme davranışı, siyasal katılım ve kamuoyunun oluşumu gibi süreçlerle siyasal partiler, çıkar grupları ve kamu

yönetiminde karar alma mekanizmalarına ilişkin çok sayıda araştırmaların gerçekleştirilebilmesi olanaklı hale gelebilmiştir. Avrupalı göçmen bilim insanları Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyoloji ve siyaset bilimi bölümünde önemli pozisyonlara sahip olmuşlardır. Bunlar özellikle siyaseti anlamak için, sosyolojik ve psikolojik kuramlara eğilmek gerekliliğini vurgulamışlardır. Siyasal Sosyoloji Komitesi içinde beş ayrı çalışma grubu oluşturulmuştur: 1). Karşılaştırmalı seçim davranışı 2). Karşılaştırmalı öğrenci siyaseti 3). Karşılaştırmalı ulus kurma süreci 4). Silahlı kuvvetler ve toplum 5). Karşılaştırmalı topluluk incelemeleri Kuşkusuz ki bu tür çalışmalar, uzmanlar arasında karşılıklı bilgi alışverişini olanaklı hale getirirken, karşılaştırmalı araştırmaları özendirmiş, siyasal sosyolojinin uluslararası düzeyde kabul görmesine son derece yararlı olmuştur. Özetle bu çalışmalar, siyasal sosyolojinin günümüz görünümünü kazanmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

SİYASET BİLİMİ VE DEVLET DİSİPLİNİ Siyaset bilimi, devlet disiplinidir. Siyaset bilimi, siyasal kurumlarının pozitif ve açık işlevleriyle ilgilenir. Siyaset Sosyolojisi ise; toplumsal çatışma ve toplumsal değişim üzerinde duran radikal bir disiplindir. Siyasetin gizli işlevlerini, şekli olmayan yönlerini, disfonksiyonel boyutlarını siyaset biliminden çok daha geniş ölçekte ele alır ve vurgular. Bu nedenle siyaset bilimi, kamu yönetimi ve yönetsel örgütlerin nasıl etkin kılınacağı ile siyaset sosyolojisi ise; bürokrasi, özellikle bürokrasinin doğasında varolan baskı (stress) zorlama (strain) öğeleriyle ilgilenir. Siyaset bilimi gibi Siyaset Sosyolojisi de iktidarın toplumdaki dağılımı ve kullanımıyla ilgilenir. Ancak siyaset sosyolojisi, siyaset biliminden farklı olarak, iktidar dağılımının ve kullanımının kurumsal yönleriyle uğraşmaz; bunları veri alır. Bu açıdan siyaset sosyolojisi toplumu hareket noktası olarak ele alır ve toplumun devleti nasıl etkilediğini araştırır. Oysa siyaset bilimi, devletten hareketle devletin toplumu nasıl etkilediğini inceler. Siyaset sosyolojisi, siyasal süreci anlamayı ve toplumsal yapı ile siyaset arasındaki ilişkiyi açıklamayı kendine konu edinir. Bu açıdan toplumsal katmanlaşma ile siyasal davranış arasındaki veya etnik bölünmelerle siyasal süreç arasındaki ilişkiler siyaset sosyologunun başta gelen uğraşıdır. Siyaset sosyologları, toplumdaki bölünmeler üzerinde dururlar. Bölünmelerin siyasal yapıyı nasıl etkilediğini ve ondan nasıl etkilendiklerini araştırırlar.

Siyaset bilimciler ise; bölünmeleri ihmal ederek daha çok siyaset oyunu –Game of politics- üzerinde dururlar. Kısacası siyaset sosyologları, toplumdaki çatışma üzerinde durarak, bu çatışmayı doğrudan ve çözen araçları, siyaset bilimciler bunu sağlayan değer ve tutumları incelerler. Siyasal sosyoloji, her şeyden önce yaklaşım, inceleme ve odak noktasının sosyolojik çerçeve olduğunu belirtir. Siyasal sosyoloji, toplumu anlama ve açıklama girişimi olarak nitelenebilir. Toplum ve siyaset arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplindir. Siyasal sosyolojinin ilgi alanına giren üç analitik konu şunlardır: 1). Siyasetin toplumsal kökenleri 2). Siyasetin yapısı veya siyasal süreç 3). Siyasetin toplum ve kültüre olan etkileri

SİYASAL SOSYOLOJİNİN TÜRKİYE’DEKİ TEMELLERİ Türkiye’nin bilim çalışmalarının çizgisi Avrupa’dakine benzer. Avrupa’da da Türkiye’deki gibi, başlangıçta toplumsal felsefecilik oluşmuş, olgulara göre incelemeler yapılmıştır. Ziya Gökalp’in katkılarıyla ortaya kısmen verilere dayalı olarak ortaya çıkartılan sosyal olgudan söz edilmeye başlanmıştır. Ne var ki; Ziya Gökalp kendisini felsefecilikten kurtaramamış, resmi ideolog olup çıkmıştır. Gökalp’in sosyolojiyi bir disiplin olarak 1914’de İstanbul Üniversitesi’ne sokması, toplumsal felsefeciliği olan ilgiyi azaltmamıştır. Avrupa’da olduğu gibi, olgulara dönük olmayan yaklaşım uzun yıllar Türkiye’de de sürdürülmüştür. O kadar ki; temelde 1940’lı yıllara değin temelde bünye değişimi gerçekleşmesine karşın, üniversitelerde bunların araştırılması yapılmamıştır. Türkiye’de siyasal düşünce literatürü çok geniş ve zengindir. Osmanlı’da siyasal düşünce, siyasal gücün kullanımı ve otoritenin kabulü için gerekçeler yaratma sorununa ilişkin olarak doğmuştur. Bunun özünde yatan ise; siyasal felsefedir. Bu hakimiyet bir türlü kırılamamıştır. Ebedi Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün felsefi yaklaşımlardan bilimsel aksiyonlara geçişin sağlanmasındaki sorunlardan yakındığı pek çok kaynakta görülmektedir.

SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1950’li yıllarda artmaya başlayan Amerikan siyasetinin etkileri ve kültürel rolünün Türkiye’de yoğunlaşmasıyla birlikte Siyasal Bilimler Fakültesi (SBF) ders programında köklü değişiklikler yapılması gereksinimi duyulmuş ve ilk adımlar atılmıştır. Bu tarihe değin (SBF) taşıdığı isme karşın, Avrupa Üniversitelerinin klasik hukuk öğretim programları, ekonomi ve maliye disiplinleri karmasından ibaret olan uygulama yapılmıştır.

1859’da Fransa’dan esinlenerek kurulan SBF, kamu yönetiminin üst düzeyde yöneticilerini, diplomatik temsilcileri yetiştirme görevini üstlenmiştir. Üniversiteler bir kuruma dönüştürülünce bu kez, personel yetiştirmenin ötesinde bilimsel araştırmalara yönelme zorunluluğu duyulmuştur. Böylece 1950’lerin başında Anayasa Hukuku, Kamu Yönetimi gibi dersler okutan Bahri Savcı ve Yavuz Abadan, siyaset bilimine daha çok ağırlık vermeye yönelmişlerdir.

KAMU YÖNETİMİ 1952’de Birleşmiş Milletler’in önerisi üzerine SBF, kendi bünyesinde “Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün kuruması ile birlikte bir grup Anglosakson bilim adamının çabaları normatif anlamda idare hukuk anlayışının ötesinde devlet mekanizmasının işleyişini Siyaset Bilim kavramlarıyla anlamaya çalışan yeni disiplin olarak, “Kamu Yönetimi” popülerlik kazanmıştır.

ANGLO/AMERİKAN SİYASET BİLİMİ Amerikan Yardım Programı’nın bir sonucu olarak, SBF ile -1955-59 yılları arasında- New York Üniversitesi ile organik bir işbirliği oluşturulmuş ve ders programı bu çerçevede gelen uzmanlarla birlikte gözden geçirilerek Anglo/Amerikan Siyaset Bilimi kavramlarının ve anlayışının yerleşmesine yol açmıştır.

SİYASAL İLETİŞİM 1960’tan sonra bu kez UNESCO’nun yardımı ile yine SBF’ye bağlı olarak “Basın Yayın Yüksek Okulu”nun kurulması, zorunlu olarak siyasal iletişim kavram ve kurumlarına yeni alanlar açmıştır.

HALKOYU ARAŞTIRMA GRUBU (SİHAG) 1960’lı yıllarda, yine SBF’ye bağlı İdari İlimler Enstitüsü içinde “Halkoyu Araştırma Grubu” (SİHAG) seçmen davranışı, kitle iletişim araçlarının etkinliği gibi konularda çeşitli araştırmalar gerçekleştirmiştir.

SİYASAL SOSYOLOJİ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bu şekilde gelişme gösteren Siyasal Sosyoloji, diğer kurumların öğretim programlarında da yer edinmiştir. ODTÜ’de, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, Türk yönetimine geçtikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde nihayet 1975’de Bursa/Uludağ Üniversitesi’nde siyasal sosyolojinin kapsamına giren konularda dersler konulmuş, araştırmalar yapılmış ve konunun uzmanlarının yetiştirilmesine başlanmıştır. Örgütsel düzeyde, Türk Siyasi İlimciler Derneği ve Türk Sosyal Bilimler Derneği adlı, çatılar altında gerçekleşmektedir.

ANGLO/AMERİKANCI MÜLKİYE KADROLARI CUMHURİYETİN GÜNAHKÂRLARI

Türkiye’nin bürokrat ve siyaset kadrolarını yetiştiren tek kurum, eski adıyla “Mülkiye” yeni adıyla, Siyasal bilimler Fakültesi (SBF)’dir. 2000 yılı, Mülkilye’nin kuruluşunun 141. Yıl dönümü olarak kutlanmıştır. Türkiye’nin 20. Yüzyılı ıskalamasının en önemli nedenlerini141.yıldönümü kutlanan Mülkiye kadrolarının tarihinde aramak gerekir. Eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla Siyasal bilimler Fakültesi, 141 yıldır, Türkiye’nin bürokrat ve diplomat gereksinimi karşılamaktadır. 1950’li yıllardan başlayarak Anglo/Amerikan yönetim ve denetimine geçen bu okuldan yetişip Cumhuriyet Türkiye’sinin her alandaki yönetim kadrolarında yer alan nesiller, “Cumhuriyetin Günahkârları” oldular. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Terör Örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan ile ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın SBF’li oldukları gerçeği, Değişen Casusluk Mesleği’nin sağladığı başarıyı işaret edebilmek için, küçük fakat yerinde bir örnek oluşturmaktadır. Türk kamuoyunun oluşmasını sağlayan Ulusal medya ve kadrolarının günümüzdeki durumu göz önüne alındığında ortaya çıkan imza, SBF merkezli Basın yayın Yüksek Okulu olmaktadır. Türkiye’de medyanın yalnızca “Siyasal İletişim” görevini üstlenmiş bir merkez üssü durumunda faaliyet gösteriyor oluşunun nedeni de böylece kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

NÜFUS CASUSLUĞU SLEEPER & KÖSTEBEK İkinci Dünya Savaşı döneminde gündeme gelen Sleeper –uyuyanlarkavramı, bir ülkeye yerleştirilen ve yıllar boyu ‘uyuyan’ casuslar için kullanılmaktadır. Sleeperlar genellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen göçmen olarak ya da o ülkenin bir vatandaşıyla evlendirilerek yerleştirilmektedir. İstihbarat örgütleri uzun yıllar Sleeperlarla hiçbir temas kurmaz. Sleeper, süreç içinde toplumsal ve ekonomik çevrede etkin bir yer edinip söz sahibi konuma eriştiğinde görev hazır hale gelmiş olmaktadır. Ve ülkesinin istihbarat servisinin emri ile ‘uykudan’ uyandırılır. Bu türden casuslar, hedeflenen ülkenin nüfusuna karıştığı için ‘nüfus casusları’ olarak da tanımlanırlar. Casusluk literatürlerinde yer alan Sleeper kavramı; CİA’in soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan 2.Dünya Savaşı yılları sonrasında, demirperde gerisine yerleştirdiği casuslar için kullanılmıştır. Aynı dönemlerde Doğu Bloku’ndan Batı ülkelerine yerleştirilen casuslar için ise; genellikle köstebek kavramı kullanılmıştır. Sleeper diğer adıyla köstebekler genellikle göç nüfuslarının yoğunlaştığı ülke ve bölgelerde görülür. Türkiye’de yönelik çeşitli dönemlerde ve çeşitli

etnik gruplara ait göçler yaşanmıştır. Tarihsel süreç içinde Türkiye’ye göç edenlerin “Türk” kimliği aldıkları ve kendilerini Türk olarak tanımladıkları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Türkiye’de gerek duyulduğunda her alanda kolaylıkla köstebek bulunabilmektedir. Dış istihbarat örgütleri köstebek bulabilmede hiçbir güçlük ve sıkıntı çekmemektedirler.

ETNİK GURPLARIN ÖRGÜTLENİŞİ Anadolu toprakları üzerinde binlerce yıldan buyana Türklerin koruması altında özgür ve güvenli bir yaşam sürdüren etnik gruplar ile çeşitli ırklara mensup göçmenlerin Cumhuriyet Türkiye’sinde ‘Etkin Güç’ odakları olarak örgütlenişleri, süreç içinde hangi güçler tarafından ve nasıl organize edildiği gerçeğine Ankara/SFB Üniversal Merkezli olarak ele alınıp değerlendirildiğinde bütün yolların New York Üniversitesi’ne yani CİA’e ulaştığı görülür. Böylece Washington Merkezli İstihbarat Merkezi’nin bilgi, teknoloji ve iletişim olanaklarından sonuna değin yararlanarak yerküre üzerinde nasıl bir “Global İstihbarat Merkezi” konumuna eriştiği ve bu merkezin yerküredeki tüm ulusal istihbarat merkezlerini “Global İstihbarat İstasyonları”na dönüştürmeyi nasıl başardığı kendiliğinden ortaya çıkar. Terör Örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan, ANAP lideri Mesut Yılmaz, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun tarihsel bir kavşakta buluşmuşlardır ve onları aynı kavşak noktasında biraraya getiren ortak unsurlar; SFB’li oluşlarında aranmalıdır. Türkiye’de her alanda kilit noktayı elinde bulunduran isim SFB’lidir. Ve Anglo/Amerikan siyaset ile kültürünün etkisi altındadır. Bu yolla Türkiye her alanda ABD tarafından kontrol edilerek, ABD çıkarları doğrultusunda kolaylıkla yönlendirilebilmiştir. Sabetaylar, Aleviler, Kürtler, Süryaniler ve Ermenilerin Türkiye’de Kemalizm ve ulusal çıkarlara aykırı olarak örgütlü faaliyetleri, dış ülkelerde de Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı örgütlü faaliyetleri 1940-50’li yıllarda Mülkiye (SBF)’ye sızılması yoluyla gerçekleştirilmiştir.

CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE MÜLKİYELİ İLE MÜHENDİS ÇEKİŞMELERİ 1940’lı yıllardan başlamak üzere, Cumhuriyet siyasal ve bürokrasi tarihine bakıldığında Mülkiyeliler ile Mühendislerin kıran kırana sürüp giden mücadeleleri derhal göze çarpar. Bu konu başlı başına bir doktora tezi oluşturacak denli geniştir. Her Mülkiyeli (SFB) kendisini ‘devlet’in kendisi ve sahibi olarak görme alışkanlığı kazandığı gibi, devleti en iyi yönetecek olanın yalnızca Mülkiyeli olacağına inanarak yetişmiştir. Cumhuriyeti ve vatanı hiç kimsenin bir Mülkiyeli kadar samimi duygularla sevme hakkı yoktur (!) Mülkiyelilerin dışındaki her entelektüel ‘vatan haini’dir (!) Bu görüşe kendisini iyice kaptırmış ve SFB çatısı altında öğrendiklerinden başkasını ‘yanlış’ kabul

etme öngörüsüne sürüklenmiş kadrolar kaçınılmaz olarak “Cumhuriyetin Günahkârları” olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiye’sinin tüm kamu kurum ve kuruluşları ile devlet eliyle yaratılan büyük özel girişim kurumlarında temel direk görevini üstlenen Mülkiye (SFB) kadroları, ne içerde ne de dışarıda ulusal çıkarlara gerektiği biçimde hizmet verebilme başarısını gösterememiş ve Türkiye 20. Yüzyılı ıskalamıştır. Amerikan İstihbarat Merkezi’nin Cumhuriyet Türkiye’sinin Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne sızmasıyla atılan ilk tohumların hangi alanlarda ve nasıl yeşerip geliştiği bugün Türkiye’nin karşı karşıya kalıp bir türlü çözmeyi başaramadığı ‘sorunlar yumağı’ ile gözler önündedir. Burada yer verdiğimiz bu gelişim süreci İletişim ve Bilgi Çağında Globalleşen Amerikan İstihbarat Merkezi’ casuslarının çalışma yöntemlerine örnek teşkil etmektedir. ABD’nin bu çalışma yöntemi sonucunda, NATO şemsiyesi altında yer alan Türkiye’nin Milli İstihbarat Örgütü, diğer NATO ülkelerinin istihbarat örgütleri gibi, ulusal-aksiyon özelliklerini yitirmiştir. NATO’ya bağlı tüm ülkelerin ulusal istihbarat örgütleri, ABD Milli Güvenlik Stratejisi’ne bağlı olarak; -oblikasyon- ödevlerini yerine getirmeye çalışan servislere, daha sonra da Globalleşme politikasının etkisiyle uğradıkları entegrasyon –bütünleşme- macerasının kaçınılmaz sonucu olarak “Global İstihbarat Örgütleri”ne dönüşmüşlerdir. Bu gerçekler ışığında bakıldığında, NATO üyesi ülkelerin istihbarat örgütlerinin birer ulusal-aksiyon kurumları olduğunu aklı başında hiçbir kişi iddia edemez.

ŞEFFAT İSTİHBARAT (!) İstihbarat, gizli faaliyettir. Son dönemlerde Türkiye’de, şeffat bir istihbarat örgütünden söz edildiği günler yaşanmaktadır. Görevi gereği gizlilik prensipleri içinde hareket etmek zorunda olan istihbarat servisinin şeffaflaştırılması olanaksızdır ve işin doğasına aykırıdır.

AÇIK KAYNAKLAR İstihbarat servislerinin açık kaynaklardan olabildiğince yararlanması doğal ve kaçınılmazdır. Ancak, istihbarat verilerinin %80’inin medya kuruluşlarında yer alan haberler ve çeşitli çevrelerin spekülasyona açık söylemlerinden yola çıkılarak hazırlanan derlemelerden ibaret oluşu; mevcut istihbarat kurumunun yetersizliğini de gözler önüne sermeye yetmektedir.

EMNİYET VE İÇ İSTİHBARAT Günümüz dünyasında hiçbir ülkenin polis teşkilatı, tek başına iç istihbarat gereksinimleri için yeterli olamamaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin polis teşkilatları bünyesinde iç istihbarat faaliyetlerinin sağlıklı ve başarılı

düzeyde yürütülebilmesi amacıyla, salt iç istihbarata yönelik çalışma yapan birimler oluşturulmuştur. Özellikle federatif yapıya sahip ülkelerin ulusal iç istihbaratından sorumlu, geniş yetkilerle donatılmış, özel yasalarla görev sınırları belirlenmiş örgütler faaliyet göstermektedir. İstihbarat alanının genişlemesi, yöntemlerdeki hızlı değişimler, ülkelerin iç işlerin, siyaset, ekonomi ve sanayiden; kültür ve toplumsal olaylara değin pek çok konuda tehdit içerikli uluslararası operasyonlar; ulusal iç istihbarat faaliyetlerinde uzman kadrolar ile düzenli organizasyonları gerekli kılmıştır.

İSTİHBARAT ÖZGÜR ORTAMDA VERİMLİDİR İstihbarat faaliyetlerinin en başarılısı özgür ortamlarda verimli olabilir. Çünkü, istihbarat yaratıcı üretkenliği zorunlu kılar.

REALİST İSTİHBARAT VE BAĞIMSIZ KAYNAKLAR İstihbarat çalışmalarında en realist bilgi, bağımsız kaynaklardan elde edilen objektif verilerin değerlendirilmesiyle elde edilen analiz sonuçlarıdır. Dünya eformasyon kirliliği yaşamaktadır. Hangi bilginin kimler tarafından ne amaçlar doğrultusunda hazırlanan bir konserve olduğunun kestirilebilmesi çok güç bir hale gelmiş bulunmaktadır. İstihbarat örgütlerinin kadrolarında yer alan entelektüel çevrelerce hazırlanan pek çok konuda çeşitli bilgilerin kamuoyunun bilgisine sunulduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle konularında branşlaşmış ve uzmanlaşmış çevrelerin hazırlayıp öne sürdüğü konserve bilgiler çok zararlı sonuçlara yol açmaktadır. Dez/enformasyonun boyutlarını belirlemek gerçekten güçleşmiş bulunmaktadır. Dez/enformasyon türbülânsına kapılmamak için, bağımsız kaynaklardan sonuna değin yararlanılması gereklidir.

BAĞIMSIZ İSTİHBARAT KAYNAKLARI Türkiye’nin 21. Yüzyılda bağımsız istihbarat kaynaklarına gereksinimi vardır. Ermeni Soykırım İddiaları ve yol açtığı sonuçlar, Kürt Ulusalcılık Hareketi, Köktendinci Faaliyetler, yaratılmak istenen Alevi-Sünni Çatışma Oluşumu, etnik grupların örgütlenmesi, demokratik sivil toplum kuruluşlarının örgütleniş ve yönelişleri, MAFİA oluşum ve aksiyonları ile rejim muhalifi grupların oluşturduğu ortak cephe gibi, daha pek çok konuda, sağlıklı, objektif, gerçekçi ve en önemlisi işe yarar çözümler üretebilecek “özel kuruluşlar”ın süratle oluşturularak devreye sokulması zorunluluğu vardır. Türk Ticaret Kanunları çerçevesinde oluşturulacak sivil ve bağımsız “Araştırma ve Bilgi Toplama Merkezleri” şahıs firması veya şirket kuruluşları olarak faaliyete geçirilmeli ve bunların kendi aralarında bilgi alış-verişi yapabilmeleri sağlanmalı, elde edilen bilimsel verilerin ürettiği

alternatiflerden yararlanılarak; uluslararası alanlardaki siyasal, ekonomik, başarısızlıkların önüne geçilmelidir. Sivil ve bağımsız araştırma ve bilgi toplama merkezlerinin gerçekleştireceği içte gelişen toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyolojik olaylar gerçekçi, objektif ve bilimsel verilere dönüştürülerek elde edilecek birikim ve öngörü çalışmaları, Türkiye’nin kendi içinde istikrarını koruyabilmesindeki en önemli unsur olabilecektir.

İNSAN KAYNAKLARI MERKEZLERİ Türkiye’de son on yıldır oluşturulan ve her geçen gün bir yenisi faaliyete geçirilen “İnsan Kaynakları” şirketleri ve ajansları aracılığıyla elde edilen insan kaynaklarına ait veriler, dış istihbarat servislerinin Türkiye’de rahatlıkla faaliyet gösterdikleri alanlardan birine örnek oluşturmaktadır. Türkiye’nin insan kaynakları verilerinden elde edilen bilgiler ışığında, toplumsal yapının çözümü olanaklı hale gelir.

BİLGİ BANKALARI OLUŞTURULMASI ÇAĞDAŞ ZORUNLULUKTUR Türkiye’nin Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumlardan başkaca sivil ve bağımsız “Bilgi Bankaları”na acil olarak gereksinimi vardır. Bu ihtiyaca cevap verebilecek çapta büyük bilgi bankaları oluşturulmalıdır. Türkiye, zengin kaynak birikiminden yararlanamaz duruma düşmüştür. Kurulacak bilgi bankaları sayesinde, devlet arşivlerinin tozlu, rutubetli izbe depolarında unutulmuş bilgi birikimleri gün ışığına çıkartılabilmeli, tarihsel ve bilimsel bilgi birikiminden yararlanılması olanaklı hale getirilmelidir. Teknolojik gelişmeler bilgi bankalarını zorunlu hale getirmiş olmasına karşın bugün değin bu doğrultuda hiçbir çalışma yapılmamış olması büyük bir talihsizliktir. Gelişmiş ülkelerin istihbarat servisleri kendi bünyelerinde oluşturdukları bilgi bankalarıyla yetinmeyip, bağımsız kaynaklar oluşturulmasına destek vermektedir. Hükümetler ulusal ve uluslararası çaplarda bilgi bankaları kurulabilmesi için tüm olanaklarını seferber etmişlerdir.

SİYASİLERİN TSK’NE SIZMA GİRİŞİMİ Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), parti içinde yer alan emekli ordu mensubu portrelerin ürettiği teori ile zorunlu askerlik görevini tamamlayanların tezkere bırakmalarından yararlanarak Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarına sızma girişimlerine yönelmiştir.

Tezkere bırakılması yoluyla TSK kadrolarında yer almaları planlanan MHP kadrolarının süreç içinde TSK’de komuta kademelerinde etkin ve önemli noktaları elde etme girişimi doğrudan ulusal güvenlik sorunu yaratacaktır. Daha önceki dönemlerde köktendinci çevrelerin Harp Okulu Öğrencileri arasına yerleştirdiği öğrencilerden yararlanarak TSK’de komuta kademelerini ele geçirme planında görülen siyasi çevrelerin Ordu’ya sızma girişimleri halen sürmektedir.

HEDEF: ULUSAL KEMALİS ORDU Yukarıda eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla SBF’ne ilişkin verilen örnek göstermektedir ki; siyasal, bürokrat ve diplomat kadrolar 1940-1950’li yıllardan başlamak üzere, yitirilmiştir. Bu alanda sağlanan başarı, TSK kadrolarını ele geçirerek de elde edilmek istenmektedir. MİT’in bu gelişmeler hakkında sessizliğini korumayı sürdürmektedir. Neden? Bütün bu olup bitenlerden haberdar olamayan MİT’in dış istihbarat alanlarında başarılı olabilmesi mümkün müdür? Elbette ki bunu beklemek biraz saflık olarak değerlendirilir. İç istihbarat alanında faaliyet gösteren Emniyet mensuplarının MAFİA ve Narkotik dünyasının imparatorlarıyla ortaklık kurmak ve kişisel çıkar sağlama kaygılarından başkaca bir amaçları kalmadığı da gerçektir. Bu nedenle Emniyet istihbarat birimlerinin yukarıda verilen örneklerden hiç birisi hakkında bilgisi bulunmamaktadır.

İÇ İSTİHBARAT ARAŞTIRMA ŞİRKETLERİ İLE DESTEKLENMELİ Türkiye, iç istihbarat faaliyetlerini bağımsız ve sivil araştırma firma ve şirketleriyle desteklemek zorundadır. Bu çağın gereğidir. Aksi halde Obligasyon ve Entegrasyon süreçlerini yaşamakta olan Türkiye’nin tüm kurum ve kuruluşlarından elde edilen bilgiler, Türkiye’nin sorunlar yumağını çözümlemede başarısız kalmasının en önemli nedeni olacaktır.

TSK’NE KARŞI DÜZENLENEN KOMPLOLAR Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün tarafından isimleri açıklanan Nüfuz Casusları listesinde yer alan bürokratlar örnek gösterilerek hazırlanıp medyada başlatılan aleyhte kampanyalar Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli Generalleri hedef almıştır. Bankacılık ve yüksek öğrenim konusunda deneyim sahibi olmayan ancak emekli olduktan sonra kendilerine iş verilen generallerin, ticari şirketlerce kalkan olarak kullanıldıkları ileri sürüldü.

Özellikle çeşitli skandallara imza atan şirketlerin Yönetim kurullarında yer alan emekli Generallerin isimleri şöyle: Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya Ege Ordu eski Komutanı Doğu Aktulga Emekli Koramiral Işık Biren Emekli General Teoman Koman Emekli Orgeneral Sabri Deliç Emekli General Ahmet Çörekçi Kara Kuvvetleri eski Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun Harp Akademileri eski Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yavuz Birinci Ordu eski Komutanı Orgeneral Çevik Bir 2. Takviye Hava Kuvvetleri eski Komutanı Korgeneral Şadi Ergüvenç Eski Başbakanlardan emekli Orgeneral Bülent Ulusu Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun uyarılarına karşın şirketlerde görev alan Generallerin isimlerini konu edinen haberlerin medya yayınlarında genişçe yer alması ve görev aldıkları şirketlerin yolsuzluk skandalları listesinde yer almaları, sonucu önceden belli Ekonomik Savaş Stratejisi’nin uygulama alanına konmasından başkaca bir şey değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst düzey komuta kademelerinde görev almış Generaller, istihbarat merkezleri tarafından gerektiği biçimde bilgilendirilmediklerinin açık ve net bir kanıtıdır. Türkiye’nin ekonomik, siyasal, kültürel, ideolojik alanlarda hangi tehditlere açık olduğunu ya da hangi tehditler altında bulunduğu MİT tarafından belirlenerek resmi raporlara dönüştürülebilmiş olsaydı, Türk Silahlı Kuvvetleri emekli Generalleri üzerinden TSK’yı yıpratma kampanyaları uygulamaya konulmamış olurdu.

IRK VE MİLLİYETÇİLİK UYGULAMALARI Batı dünyası ırk ve milliyetçilik kavramlarının içini boşaltmaya büyük özen göstermiş, bu doğrultuda yıllardır sürdürülen kampanyalar düzenlemiştir. Öte yandan etnik gruplara mensup halkları, aşiretleri ve azınlıkları da “ulusalcılık hareketlerine” koşullandırmış, bunu da insan hak ve özgürlükleri çerçevesinin içine yerleştirerek demokrasi idealini suiistimal ederek uygulamaya koymuştur. Halen İsrail, ülkeye yerleşmek için gelen göçmenlerin Yahudi ırkından olup olmadıklarını belirlemek için kan testi uygulamaktadır. Ulusal çıkarlarını savunmaya yeltenen Türkiye ise; her girişiminde ırkçılıkla suçlanmaktadır. Her ülkenin açık ve gizli müttefikleri olduğu bilinen bir gerçek olduğuna göre, Türklere karşı sürdürülen kampanyalar karşısında özenli bir dikkat gösterilmesi gereklidir.

Oldukça geniş bir halklar mozaiğine sahip Anadolu toprakları üzerindeki toplumsal ve kültürel gelişmelerin bilimsel anlamda incelenmesi ve objektif değerlendirme süzgeçlerinden geçirilmesi esasından hareketle, uluslararası entrika tüccarlarının hazırladığı teorilerin amaçları doğru saptanmalı ve karşı argümanlar geliştirilerek uygulamaya konulabilmelidir.

MASONİK ÖRGÜTLENMELER Türkiye’de faaliyet gösteren “Hür Masonlar Locası” mensuplarının özellikle siyasal, ekonomik ve kültürel alanlardaki etkileri ve yol açtıkları negatif sonuçların sağlıklı bir araştırma ve analizi hiçbir zaman yapılmamışken; ulusal ekonominin istikrara kavuşturulabilmesi, hakça bir gelir dağılımının gerçekleştirilebilmesi olanaksızdır. Türk veya Sabetay kökenli Mason Locası üyelerinin uluslararası ortaklıkları ve ilişkileri Cumhuriyet Türkiye’si için çözümlenmemiş bir kör düğüm ve dibi aydınlatılamayan kör karanlık bir kuyu olarak kaldığı sürece, Cumhuriyet Devrimlerinin ayakta kalması yalnızca içten bir temenni olarak kalmaya mahkümdur.

GİZLİ HIRİSTİYANLIK PLÂNI Hıristiyan alemi Osmanlı İmparatorluğu döneminden günümüze, Anadolu toprakları üzerindeki ideallerinden vazgeçmemişlerdir. Günümüzde Türkiye’deki Kilise ve Hıristiyan Kültürüne ait yapıların restore edilmesi için büyük kampanyalar düzenleyerek, kültür ve inanç varlıklarını yaşatmayı ve bu yolla Anadolu toprakları üzerinde hak talebinde bulunabilmenin zeminin oluşturmaya çalıştırmaktadırlar. Türkiye’ye düzenlenen İnanç Turizmi ile, Hıristiyan kültürünün yeniden inşasına çaba gösterildiği, tarihteki Bizans’ın hortlatılmaya çalışıldığı, Türkiye’ye karşı güç birliği ortaklığı oluşturan Ortodoks, Protestan ve Katolik Hıristiyanların Ayasofya ve Trabzon/Sümela gibi yerleri kendilerine birer “Sembol” olarak belirledikleri yerlerin mülkiyetine sahip olmaya çalıştıkları bilinmektedir. Burada sözü edilen konular, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliğe kabulü için öne sürülecek koşullar arasında yer alması planlanan ulusal çıkarlara ve milli güvenliğe aykırı son derece sakıncalı planlar inanç temelinde geliştirilen teorilerden yalnızca bir bölümüdür. Ancak, bunlar ve benzer konular üzerinde Türkiye hiçbir araştırma ve analiz çalışması yapmamakta direnmektedir. Bu direnişin benzeri, geçmiş tarihlerde Ermeni Soykırım iddiaları konusunda da yaşanmış ve Türkiye bugün Ermeni Sorunu ile köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.

View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF