Saffet Murat Tura-Freud-dan Lacan-A Psikanaliz

September 30, 2017 | Author: smileforest | Category: N/A
Share Embed Donate


Short Description

Psikanaliz...

Description

Aynnlı: 12 Inceteme dnİsi: 5 Freud'dan Lacan'a Psikanalİz SaffetMuratTura Yayıma hazırlayan Murat Kocadağtı Kspakresmi. Rent Magritte, Les liaisons dangereuses Kapak duzeni Arslan Kohramafi Dilzehi Saü Kmhrmak Basıma bazırlık R™kYapımevİ(G2I2)5!694IS Baskı »e cilt Mart Matbaacılık Sanatlan Ud, Sti, (0 2 J2) 2/2 013940 Birinci basım ftoiro* 1989 llitıci basıro A/afi/996 ISBN 9755391191

AYRINTIYAYLNLARI Piyer Loti Cad. 17/2 34400 Çcmbcrlüaslsunbnl Tcl: (0 212) 518 7619 Faı: (0212) 516 45 77

Saffet Murat Tura

FREUD'DAN LACAN'A PSİKANALİZ

İNCELEME

DİZİSİ

ŞENÜKLİ T0PLUM.1van Hkttt basmtf YÇşiL POÜTtiVvJanathon Porm. baam^UARKS. FREUD VE GÖNLÜK HAYATIN ELEŞTİRİSİ BnjCO BtOvrfİ basnn M KADİNLIK ARZULABI Günürrüzdö Kadın Cln M^/RosaSnd Cow/tf3 basım^FREUOTJAN LACAN'A PSİKANALİZ/SaSflı Uorat fVa Z.bam Jaf NASILSOSYALİZM?HANGİ YEŞİL?NE İÇİN SANAYİ?:fltxWSafVtfTuKeflri ** ANTROPOLOJİK AÇIDAN ŞİDOET/Dar. Oavtf RcftestfELEŞTİREL AİLE KURAMlMar* Postat^f İKİBJME DOGRU' Raymond VtiUams jaf DEMOKRASİ ARAYlŞtfJOA KENT/Küfal Bumfo Jaf YARINSanayi Topljmu Yc* Aytv rmnda EJesjri « Getçek ÜMpya/floüe/f Maemann *f DEVLETE KABŞI TOPLUM/ft*ra Cttsl/flsB'RUSYA'DA SOVYETIER {19051921 yOstetf Aimtm^f BOLŞEVİKLER VE tŞÇİ DENETİMı1917den 1921'e Devlet vo Kar}i DovrirrvMaunce SWW >? jat EDESİYAT KURAMVTeny Eaç&ünjıf İKİ FARKU SİYASET/LevOfll KO** ■' ÖZGÜR EGİTİM'Joef Sprfftf ■/ EZİLENLERİN PEDAGOJİSvPaofo Frer«2 basm .*' SANAYİSONRASI OTOPYALARBtfk FrankeİJaf tŞKENCEYİ DURDURUNlhsan Hakları vo MaıV5İznV7ane' Akcam jaf ZORUNLU EGtTİUf HAYIRveâtfeftıe Baket/2. bastm Jaf SESSİZ YKilNLARlN GÖLGESİNDE YA DA TOPLUMSALIN SONU/Joan BavOaiat&TijkeKt *( ÖZGÜR BİR TOPLUMOA BillM/ Paul FeyotabendJsfVMty SAVAŞÇININ MUTSUZLUGUSiyasal Af.ircpo'o. Araşlım»!an.'W*f/B CtolrssjrfCEHENNEME ÖVGÜGünrfcHK Hayaca To^arUnv'öJnöÜ: Vas&M. oaam^AGlR ÇEKİM Dtbişoc Ert*eyWerTJeğ3«n EfheWer.'tvrvw Srça' uaf CİNSEL ŞİDOET YasayaniafirvYasalafilann Aıriaömfarıyta'Aibartcı GoöomiM ALTERNATİF TEKNOLOjtTeknik DegTimenin Potok BoyuHan'Datırf Dfc*sone/ATEŞ VE GÜNEŞPIaton Sanaicılan rocln Dısiadı?'fhs Mordocri *tOTORİTE/fticna'd Sflflün EkvsHmi/Sar'tfr AmAı^AHLAK VE MOOERNÜK.Ross PoobJaf GÖNOELİK HAYAT KlLAVUZU&s*ı Vfiüs jaf SfVil TOPLUM VE DEVLET Avrupa'oa Yert Yattaçımlar/De/: Jorvı fYe*M ■' TELEVİZYON: ÖLDÜREN EGLENCEGüslon Caüüda Karnusel SüytenVrVeaPos/Tdlo'MEOERNLİaiN SONUÇLARVAoA'ıCfiy fi.;*^ "* DArA AZ DEVLET' DAHA ÇOK TOPLUM0^ü>jEfcc*c*Ana/iİpnt'RoyCflriBöo l^GELECEGE BAKMAK21. Yüffıl lon KaUlımeı EkonomİMfclatf A*tv(. Roött mnolJaf MEOYA DEVLET VE ULUS&yasai şx*tet ve KolekM KimlKerPrrtp ScbfOSİO^««'MAHREMİYE'nN DÜKÜSÖMÜModem Topljmlarda Cinsellık, AsX vo Eroflzm 'AVtfKiny ürfctons Jtt" TARİH VE TlHOzgürteşme Fefsefesi Ü;otno Bir İfctfomtfJoel »CÜVÖI M ÖZGÜRLÜGÜN EKaOJlSİHiyeraşinin Criaya Çıkışı VB Çoıülüsü'Vunay 8cotehn«' DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUMAvrupa Sosyatolnin Açnaflan, TopVnial ve Styasai IteJann Oeneüonnvesi Sorunu vo Demok/asi BekJen8le'i ÖzoinalJohn Keanejaf^J HAİN KALPLERİMİeKadınlar Effcödere Heden Taslim Okılar? /Ros&toö Coı^* AKU VELWPa*ıf f')>»'aber)d■/BEM laTn'İKTİSADİ AKUN ELEŞTİRİSİ / Andrö GOT^MOOEflNLİGİN SIKlNTILARI / Chates Ta)** ^GÜÇLÜ DEMOKRASlYoni Bir Çaş IÇlnKüılnc» Siyaset/BeTİa^fi Sa*e/«'ÇEKİRGEOyunYaşamve Üiopya'eematf Suts*tKÖTÜLÖGÜN ŞEFCAFLGtAV'ı Fonomefilor Onerir» Bw Oenerre/Jaarı BauofüüldJif ENTELEKTÜEL'Sürgün. Marpoal, Yabinc/fc/*,itf Satfjrf TUHAF HAVASmrlar Çaf>nda Kütüı, Bir ve Tetretof/AodB* fioss tf'YCNİ ZAMANUfl 1990larda Polölaran Oojllson Cef'/ea/S NaCM Jaojoes .*r*TAHAKKÜM VE DİRENİŞ SANATLARIGüJ Sewyola//J.C Scoff ^SAGUâM GASPVVan IM Jtf SEVGİNİN BİLGELİGVA'a'n Pinboftraol *f KİMLİK VE FARKLIUKSlyasetn Açmazlanna Dsk Detrokrabk Çöıöm ÖoerllerVrVtfam CcnnoBy J* ANTİpCtİTİK CAĞDA POLİTİKA'GoOrT KMgsn Jit YENİ BİR SOL OZERİNE TARTIŞMALARSe'besl Pıyasao Safla ■:■■■.. ■.'v ' ■ ?, ,vi: : „■,.;.uf jef DEMOKRASİ VE KAPİTALİZM • MuKyet.CemaalveModemTo?WmsalDüşürttohCri^kri/Sanj»'Bo**osHorbü1 Gnlls Jaf OLUMSALLIK. İRONİ VE DAYAN IŞMA/fltcoard Ftony jaf 0T0MOBİLİN EKaOJlSlP, FreındG. Martn ^GÖSTERİ TOPLUMU VE YOR'JMLAAGuy OobOftl

HA2IRLANAN

KİTAPLAR

GÜNOELİK HAYAnA OEVRİMGençlef İcm H»a Wi>Sİ El KKtolfÜOiM VaneigeT} Ja1 EKOLCOiK BİR TOPLUMA DOĞHU'MLraySocAchrttf'KAMUSAL NSANIH ÇC«ÜŞORferlavrfS*rtfiff/«' YÖNTEME KAPŞl' Paul Feyttr&to' jaf R^MEOEFNZM VE 1Ü>ITM uÜTtRÜ'ltW fafleftersCoatf'İMKANSiZiN POÜTİKASIİsyanla üaa: ArasTdafc EnWektüotJM. Bestvtıjaf ÖPJSME. GOKLANMA VE SIKILMA ÜZERİNE/Aaım

PI»%>s^BAf^PLIK'Att^r^^WMIjKMEK^LARIOav« ETİKTZjflnve Baunaı

MorioyKevfl

ftobns■'POSTMOOEflN

İÇİNDEKILER

— İKtNCtBASKIYAÖNSÖZ............................................................ 9

— ÖNSÖZ........................................................................................U I.PSİKANALİZDEGÖRÜNMEYEN............................................13 Ü. FREUD VE DİĞERLERI..........................................................38 ULLACAN'AGİRİŞ.........................................................................75 IV. DİLBİLtM VE YAPISAL ANTROPOLOJİ................................96 V. LACAN'IN PS|KANALİZ KURAMINA TOPLU BİR BAKIŞ .......................................................................................................! 11

— SON SÖZ YERtNE 145 5 6

EKLER

— SİMGESELE GİRİŞTE OİDİPUS'UN ROLÜ/Anika Lemairc.......................................................................................... 153 — "ÖZNEBEN"İN IŞLEVİNİN OLUŞTURUCUSU OLARAKAYNAEVRESİ/JacquesLacan ............................................................................................... 173 — FREUD VE LACAN / Louis Allhusser.................................... 183 — LACAN"DA İMGESEL VE SİMGESEL: MARKSİZM, PSİKANALİTİK ELEŞTİRİ VE ÖZNE SORUNU/Fredric Jameson ............................................................................................... 207

Daha önce yapmıs oldukları değerli çattsmalann bu kitaptu da yer almasına izin verdikleri İçin Sayın Selahattin Hilav ve Nilüfer Kuyaş'a, yaptığı çevirilerle kitaba katkıda bulunan sevgili Nesrin Tura'ya içten teşekkürleriml sunanm.

bakmaya yöncldim. Aradan geçen yıllorın, bugün "pozüivist" olarak nilelemekle sakınca görmediğim kan yönlcrimi törpülemiş olduğunu fark etmek, yıüarca "cpisiemoloji mi? ontoloji mi?" tartışması yaptığımız ciostlarımı sevindireceğini umduğum kadar sevindirdi Beni de. Geniş ölçüde Lacan'a yönelmiş bu kilapta, onunla ilgili bölümlerde önemli bir değişiklik yapmaya yönelmedim. Çünkü ilk olarak bu kilap, Birinci Baskıya Önsöz'dc dc bclirttiğim gibi, Lacan'a giriş bakımından mütevazı bir dcnemedir, bunu daha fazla zorlamanın gercği yok diye düşünüyorum. İkincisi. hcr ne kadar bazı çevrelerde Lacancı bir psikanalist olarak tanınıyorsam da, mesleki praliğimde Lacan'a pek az yer veren bir psikiyalnm. Bu saplama, Lacan'ı önemsemediğim anlamına gclmiyor tabü. Ancak özellikle "Benlik PsikoIojisi"ni, psikoterapi pratiği açısından da, insanın "iç dünyasim" kavramak bakımından da, halta felsefi açıhmlar yönündcn dc kcndime çok daha yakın buluyorum, Boylccc Lacan ile ilgili daha aynnnh çalışmalan İlgilcnenlcrc bırakarak, sadece bir giriş dcncmesinden ibaret olan bu kitabı bazı desleklcr. genişletmeler. düzellmelerle yenidcn sunuyorum. Umanm yararı olur. Saffet Murat Tura Mart 1995, Isianbul

10

ÖNSÖZ

Bu kitap aslında henüz psikİyairi asisianı olduğunı yıllarda Lacan üzerine hazırladığım scmincrlcrin bir ürünü. Sanınm 1983 yılında, o sıralarda başasisıan olan doslum Doç. Dr. Olcay Yazıcı, asislanlar, psikologlar ve tıp öğrencilerinden oluşan bir grupta detaylı bir psikiyalri okuması başlaimak istcmişti. Bu amaçla bazı çalışma all grupları oluşturularak İg bölümüne gidildi. Bu çerçevedc Ben ve arkadaşım Dr. Talal Parman, Lacan konusunu üsllendik. Ancak bu güzel ve verimli çahşma, kürsü İçi bazı sorunlar nedcniylc kesintiye uğrama lehlikesiyle karşılaşınca, aktivitemizi dışanda, cvlcrdc loplanarak sürdürmeyİ kararlaşlırdık. Sürecİn böyle bir yola girmesi bencc olumlu iki sonucu da birlikle gclirdi.

Ü

İlk olarak gmbumuz fakülte dışında sosyologlar, psikologlar, felsefe, iktisat Öğrencilerinin katılımıyla zenginleşti. ikinci olarak da söz konusu seminerler, fülcn Lacan Üzcrine seminerler halini aldı ve bir kış boyunca hemen her hafta aralıksız devam etti. tşte bu kitap; doktorlar, psikologlar, sosyologlar ve üniversite öğrcncİlerinden oluşan söz konusu grupta anlatılanların bir özetini içcriyor. Şunu hemen kaydelmek isterim ki Lacan'a olan ilgim mesleki kaygılardan ziyadc Allhusser okumamdan, Althusser'in Lacan'a göndcrmeleri olan kuramını gcliştirme eğilimimden kaynaklanıyordu. Nilekim bu yolda birkaç yazım da yayımlandı. Lacan'ı bir amaçtan çok bir araç olarak görmem nedcniylc dc doğrudan Lacan kurammi nasıl yorumladığımı anlatan bir yazı yazmayı düşünmemişlim. Ancak aradan geçcn yıllar olaya daha soğukkanlı yaklaşmamı sağladı. Lacan üzcrınc sadcce Türkiye'de değil, dünyada bilc pek az inccleme olduğunu göz önünc alarak, pek çok lıaia ve yanlış anlamayı içcrmesi muhtemel bu kitabı kaIcme alma ccsarelini buldum. Sanırım Lacan'ı pek çok kişi için muamma haline gcliren sayısız cngcli aşmak bakımından pek güvenilir olınasa bile, yine de bir başlangıç noktası görcvini yerine gelirecek ufak bir çalışmıi çıktı ortaya. Kitapta sadece bir Lacan özeıyoruınu vermek yerine, onu psikanaliz gclcncği çcrçcvesine yerleştirmeye de çalıştım. Ancak kitabın ilk bakışta iddiah görüncn bu yapısma rağmen ben hiç dc iddıalı dcğilİm: Sonuç olarak bu çalısmantn ilgilcncnlcr İçin orta halli saytlabilecek bir dcneme oklugunu düşünüyoruın, o kadar. "Önsöz"ün son satırlannı, bu kitabın hazırlanmasına tcmel tcşkil eden çalışmaları birliktc yaptığımız, ancak sonra, ne yazık ki elimizdc olmayan nedenlerlc, ayn düştüğümüz ve bu nedcnle de kitabın yazarlarından biri olrnaşcrefini çoktan hak etmiş olınasına rağmen sadece bir vefa borcu çerçcvesindc adını anmakla yetinmek zorunda kaidığım arkadaşım Dr. Taİat Parman'a teşekkür etmeye ayırmayı yerİnc gctirilmesi zorunlu, ancak hiçbir şekilde ycterli olamayacak bir ödev gibi görüyorum. S.M.Tura 18.6.I988,Diyarbakır

12

I. PSİKANALİZDE GÖRÜNMEYEN

Bn kitabın ilk basktsının birinci bölümünü psikanalizi eptsicınolojik açıdan sorunlu hale getirmeyti ve bn yollaokuru kitabın ıccriğine cleştirel bir bakışla yaklaşmaya davet etmeye ayırınıştım. Şüphc yok ki psikanalm sorunlu hale geıirmeyc yönelik ycgâne yaklaşım epistcmoloji değildir; zaien epistemolojikaçıdan sorunsuz bİr bilim de düşünemiyorum. Bu durumda okunın kitabm İçcriğine bir mesafe almasmı sağlamak bakımından epistemolojiyi ön plana çıkarmamın sebcbi ne? Çünkü psikanaliz iki yon içerir. Bunlardan birinc "pozitif' yön dİyelim. Bu yön psikanalizi; hakkında düşünülebilir, ele alınabilir, tnrtışılabilir kılan "bügi ve gcrçeklik" yönüdür, Ancak psikanaliz

13

bir yön daha içcrir ki bu kolaylıkla ele gclmeycn, gizcmü ve alacakaranhk bir yöndür. Meslek yaşamımın geride kalan yıllannda, bir lür "larikatçılık" gibi de görme cğilimindc olduğum bu "negatif' yön, alacakaranhklan korkmamaya alıştığımdan beri giderek cazibesini annnyor. Çeşitli onlolojik, eük tartışmalara açılabileeek söz konusu "negatif" yön; "bilgi ve gerçeklik" dcğil, "anlam ve hakikat"la alakahdır; zatcn bu yüzdcn kolayca düşünülcbilir bir konu değildir. O halde psikanaüzi zalen çetrcfil olan "negalif' yönüyle dcğİl, clc gclcbilir tarafı ile; "bilgi ve gerçeklik"lc İlgili yönüyle tartışmak daha kolay gözükilyor. Ama gene de bu bölümün kolaycıhk olmadığı anlaşılacaklır. Birinci bolümde psikanalizin pozitif yönünü cleşlirel bir larzda incelerken, birkaç noktadan alacakaranhk tarafına uzakian işarct elmekle yelineceğim. Yeri gclmişken belinmeliyim ki Lacan, dilbilime dayanarak psikanalizi bilimleşıirmeye. ncsnelleştirmeye çalışırkcn, aynı zamanda asla lerk elmediği o gizemli üslubuyla da bir dcrinlik duygusu yaralırkcn, psikanalizin sislerle kaph ve ancak ulaşılması için gcrekli yolculuk yapildıkıan sonra mesru bir larzda girilebilecek muhtcşem manzarasına işaret etmeye de cahşımşlır. Ben ise burada, cn azından bu ilk bölümdc, pozilif yonünün hak ettiği açık bir dili lercih ctmektcn başka ne yapabilirim? Bu kİIabın ilk baskısına, okuru psikanaliz karşısında uyanık bir lavır almaya scvk cimek için, Karl Popper'in psikanalize yönelttiği cleştiriyi konu alarak basjamışlını. Bugün de aynı hareket nokiasının doğru olduğumJ düşünüyonım; Popper'in psikanalize yönelttiği eleştiriyi meslekİ pratik açısından çok cıddiye aldığnn için dcğİİ; psikanalilik teorinin, bilginin ve bunlann gerçeklik ile ilişkisinin nc olduğunu Icolayca düşünebilmemizi sağlayacağmı sandığım bir sorunlu alanı açnf: için yapıyorum bu tercihi. Popper'in eleştirisine teırıel teşkil cdcn tespili 1'2 kısaca şöyie ifadc cdebilirim: Bilimsel leoriler öylesine teorilcr olmahdır ki

1. B. Magee, Karl Poppef'm BH>m Falsefesivd Siyaset Kuram'.,Câv. Mete Tuncay, Remzi Küabevi, 1982. 2. K. Popper, Conjectures and Refutations, Routledge and Kegan Paul 1963,

14

bunlardan mantıki yollardan türelilecek deneysel önermeler saycsinde leori yanlışlanabilsin. Çünkü Poppcr'e göre hiçbir deney, lcorinin doğruluğunü kesin olarak göstermez. Nilekim Nevvton teorisi yüzyıllarca deneysel olarak doğrulanmışttr, ama bugün Newlon tcorisinin geçersiz olduğunu biliyoruz. O halde, yanlış bir teoriden dcneysel olarak doğrulanabilecek önermeler clde edilebilir. Bir örnektc görelim: Mesela "Bütün ölümlüler insandır" gibi bir tcorimiz olsun. Şİmdilik bu teorinin yanhş olduğunu (yani insandan başka canlıların da ölümlü olduğunu) unutup, bu Önermeyi deneyde doğrulamaya çalışahm. Sokrat'm ölümlü olduğunu biliyoruz, o halde tcorimize görc Sokrat'm da insan olması gerekir, ki bu deneysel anlamda doğru bir sonuçtur. Bu küçük örnek, yanhş bir teorinin deneysel olarak doğru sonuçlar verebileceğini gösteriyor. tşie Popper diyor ki lcorilerin dencysel olarak doğrulânması durumuna bakarak bunlarm büİmsel olduğuna karar vercmeyiz. Biümsel bir tcori, geçersizliği, yanlışhğı gösierilmeye yatkın bir leori olmahdır. Bu bağlamda, yukandaki örnekteki "Bütün Ölümlüler insandır" teorisi yanlış olmakla beraber bilimsellik sıfatına açıknr. Çünkü biz bu leoridcn yola çıkarak şöyle diycbiliyoruz "Bu lavşan insan değildir" o haldc "Bu lavşanın bizim leorimizc göre ölümlü olmamasi gcrekir". Oysa ki dcncy, bu düşünccnin doğru olınadığmı göslcriyor. Demek ki sadece sonuçta ulaştığımız dcneysel önermemiz değil, mantıken bu önermeyi ıorunlu kılan tezimiz dc yanlışlır. Teorİ yanlıştır, ama çürütülcbilmeye. geçersizliği gosterilebitmeye kapalı olmadığı için, yani biraz geniş düşünürsek, ona inanmakla düşilncc uflcumuz tıkantp kalmayacağı için bu teori bilimseldir. Bir de Russell'dan ilham alarak şöyle bir teori ileri sürelim: "Evren, bülün astronomik, jeolojik verilerinc, canhların hafızalarına vs. billün aynntılanna varıncaya dek sanki milyarlarca yıldır varmış gibi delillerle iki dakika öncc yaratıldı." Böyle bir önermenin yanlış olduğunu gösiermenin imkânı olmadığı hemen anlaşıhr. Eğcr bu teoriyc inanursak, bunu çüriltmeyc, geçersizNğini göstermeyc imk&ı bulamayız, düşflnce ufkumuz Nkanmış, ilerleme durmuştur. tşte Poppcr'e göre bu tipie, başlangıçia açıklayıcıymış gibi görüncn teoriler aslında metafıziktir. Btmları bi

15 \ limselmiş gibi clc almak mürnkün değildir. Üstelik bu teoriler gerçektcn de doğrunun ta kendisi olabilirlcr, ama bilimsel olarak ele alınamazİar. Karl Popper psikanalizin de Marksİzm gibi, bu tiple bir metafizikle benzeştiğini düşünür. Psikanaliz çeşitli nedenlerle yanhşlanamaz bir teoridir. Doğru olabilir, ama bilimden çok metafiziğe Benzcr. Ru düşünce, bir dönemde psikiyatri ve psikanaliz içinde de ciddiye alınmış, bazı yazarlar Popper'i desteklcyen sonuçlara varmıştıf., Yazının bundan sonraki bölüınündc psikanalizin gcrçekten de yanhşlanamaz önermeler ürcttiğini, hatta bunlann yanhşlanamazliğıntı Poppcr'in düşündüğünden çok daha içeridcn bir gözle sergüeycceğim. Bu yanhşlanamazhğın nedcnlerini irdelemeye çalışırken, ashnd*^ tam da Poppcr ile tartışmayı dcğil, psikanalitik bilginin Özgün doğasını scrgilemeyi hcdef ahyorum. Ayrıca gcrek psikanalizi gcrek diğer bilimlcri ele alırken bilimin, bilimselliğin, nasıl bir şey olarak düşünülmesi gerektiğine dair kendi epistcmolojik görüşlerimi aktarmaya çalışacağım; Poppcr'in ve diğer bazı filozofların düşüncelerinin, ne kadar düşünce açıcı ve uyarıcı olurlarsa olsunlar, gencl olarak bilimleri, ama özel olarak da psikanalizi kavramak bakımından yctcrsiz kaldıklannı tclkin eimeye çalıjacağım. Bilimlerin yanlışlanabilirlikten çok öte bir gclisjm dinamiği olduğu. bu dinamiklc bilim adamlarının larlışmalarının. bazı inançlarının, uzlaşmalarınnı nc dcnli rol oynadığı bugün pek çok filozof tarafından kabui edüiyor. Bunlara ötı'bilinen örnek Kuhn'un çalısmasıdır.'' Nitekim psikanaliz, bu bölümde açıklayacağım gcrekçelerle, dencysel olarak yanhşjanabüir önermeler ürctemezken büyük bir gelişıne dinamiği gostermiş, daha Freud dönemindc teori hızlı dönüşürnlere uğramış, İzleyen doneındc de bu dinamizm devam etıniştir.

Bugü n psika naliz, diğcr biliml erdc

olduğu gibi, kökcnden (Freud'dan) çok Ötelerde karşıt tcorilerin çarpıştığı canlı bir alan

3. E. Sfater: The Psycrtiatrist in Searel' ot a Sdence" lil, Britlsh Joumal o( Psychiatıy 1975, S. ■26. 4. T. Kuhn, BH/msoı Devrimterin Yaptsı. çev. MlOter Kuyaş. Alan Yayınolik, 1982.

16

dır. Yani psikanalistler Freud'a inanmakla düşünce ufuklannı kapatmamışlar, kctlcmemişjer, onu aşmanın. hatta bazı yönleriyle gcçcrsiz kılmanın yollannı bulmuşlardır. Sözgclimi bugün Frcudcu klasik dürtü leorisine dayanan bir tek psikanatitik bilimsel yayın bulamazsınız. Klasik teorinin bu bolümü artık kullamşsızdır. Ve psikanalizin bu dinamizminin temelindc yatan yanhşlanabilirlik dcğil, geniş Ölçüde "açıklama gücünün yükselmesİ"dİr. Konuya psikanalizin yanlışlanamazlığından girmek istiyorum. J'opper'in düşünsel olarak gerçektcn uyarıcı tespitlerinden yolaçıkarak, yanhşjanarnazhğı bügisel (enformatik) anlamda da önemscdiğimi söyleyeceğim. Karl Poppcr'in yanlışlanabilirlik ilkesi ile "matematik enformasyon leorisi"5 arasında belIİ bir ilişki kurulabilir. Matematik Icoridcn yola çıkılarak büginin başlangıçlaki olasılık belirsizliğini (entropi) azalttığı, hatta bilginin başjangıçlaki olasılık belirsizliğini azaltan şey olduğu söylencbilir. Bu tespitleri açıklayahm: Sözgelimİ, bugünün haftanın hangi günü olduğunu bilmediğimİz bir bclirsizlik durumunu göz önilnc alalım. Bu belirsizliği bir soruyla ifade ctliğimizde "Bugün haflanın günlerinden biridir" şeklinde bir yanıt alırsak, hcr koşulda kesinliklc doğru, asla yanlışlanamayacak bir önerırıeyle karşılaşmış oluruz. Bu önerme manttken zorunlu doğrudur, ama belirsizliği azaltmaz. Oysa "Bugün salıdır" gibi biryanıt, elbeltc ki yanlış olması ihlimalini taşıyan, yanlışlanabilecek, ama bilgi veren bir öncrmedir, başlangıç belirsizliğini azaltan bir önermedir. O haldc Popper, bir lcorinin büimsellik bakımından yanlışlanabilir olması koşulunu koyarken, bilimsel teorilerin deneysel anlamda bügİ vermesi gerektiğini de söylemiş oluyor. Mantıken kesin doğru, deneysel doğru ve yanhş, deneyleme gıbi çok önemli tartışmalan erteleyerek şu soruyu soralıni; psikanaliıik önermeler "BugÜn hafianın günlerinden biridir" örneğinde olduğu gibi başlangıçtaki olasılık belirsizliğini azalt 5. A.M. Yagtom, I.M. Yâgtom, İhlimaliyet vs lnformaşyon, çev. Lutfi Biran Türk. Matematik Demeği Yaymlan, 1988.

17

mayan Öncrmeler olduğu için mi yanlışlanamazlar? Yani psikanalitik Önermeler, başlangıçtaki olasıhk belirsizliğini azaltan önermelere felsefi gelenekle bir yakınlık kurmak için "sentetik" adnn verirsek, sentctik önerme dcğil midir? Bu soruya "Hayır, psikanalitik öncrmelcr scntctiktir" yanıtmı vermemiz gcrekir. Bir öniekte görelim. Aşağıda aktaracağım Örneğin gerçek bir kısa süreli psikanalitik psikoterapi praıiğindcn ahnmakla bcraber, ne psikanalizİn ne de psikanalitik psikoterapinin ruhunu yansıltığını; ne aktarmayı ne bilinçdışı arzunun mahiyetini ilgilcndirdiğini, sadece bu vakaya özel, kısa sürede sonuç almaya yönelik akttf lerapötik manevralara dayanan bir lerapiden alındığını kaydetmeliyini. Bununla bcraber verilen yorumlar (psikanalitik öncrmeler) psikanalitik yorumun mantığını sergilcmek için yeterlidir. Bayan A. kısa süreli psikanalilik yönelimli psikoterapisine başladığında yirmili yaşlannın ortalarında, "enfantü" (çocuksu) kişilik özellikleri gösteren, yüksekokul mezunu ve yaklaşık bir yıllık evli genç bir hanımdı. Evliliğinin ilk ayından sonra, görünüşıc bazı küçük örseleyici olaylarla (mesela arabalarınm çahnması vs.) ilişkiliymiş gibi duran ve hasta tarafından da bu tür olaylara bağlanan şiddclli sıkıntı, uykusuzluk, delirme ve kudurma korkusu gİbi nevroz benzcri şikâyetler ve bu korkulara eşlik cdcn "panik atakları" tarzında bclirtiler geliştirmişli. Bu nedcnle bir •iüre ilaç tedavisi görmüş ise dc yalnızca kısmi bir fayda clde etmişti. Kısa süreli psikanalitik yönelimli bir çalışma, bu korkulann simgesel mahiyeıinj göstcrdi. Bayan A, bilinç alanındaki dcğerlendirmesiylc mutlu olması gereken, dojayısıyla "şu hastahğı bir tarafa bırakıhrsa" mutlu olarak ifade ctügi bir evliliği sürdürüyor. cşinin ailesiylc ügili ufak tcfek şikâyetlerini pek Öncrnsemiyordu. Rliya materyali ve psikanalitik psikoterapinin (cmel kurah olan "serbcsl çağrışım" ilc yapılan incclcme. Bayan A'nın bilinç alanınm marjinal uçlarında ycr alan bazı ufak ve anlamsız görünen kaygıları da ortaya çıkardı. Mesela Bayan A, bazen bir an için "Acaba kontrolümü kaybedip eşimin ailesine saygısızlık yapar mıyım?" gibi kaygıfera kapılıyordu. Bayan A, çok hareketli, neşeli, dışa dönük, uyaran ihtiyacı

18

i.ı/hı ve daha önemlisi cnfanlil kişilik özellikleri göstercn bir hanınıdı. Görünüşie bu özellikleri bekârlık ve öğrencilik yıllarında ftncmli bir sorun yaraimamışlı. Evlendikıen sonra ani bir sosyal rol değişimine girmiş, kcndini çevresinİn beklcnlücrine uygun olımıdığına inandırdığı bazı çocuksu laleplerini konlrol altında lulmnya, olgun ve evli bir genç kadın rolü oynomaya zorunlu hisnclmişti. Bununla beraber, zaman zaman aniden bİr an için mesela "Ya olostop çekcrscm" veya "Arabayı cskidcn olduğu gibi delice kullaıursam" gibi kaygılara kapıhyordu. Psikanalİtik açıdan bu kaylülai" bilinç alamnı adetadürlüsel (impulsif) bir tarzda zorlayan ar/ulnnn ve bunlan konlrol eimeye çalışan yapılann çatışkısının Micnydu. Delirme, kudurma gibi kontrolünü kaybctme İle ilgili kmkular da derinden gelen cnfanül arzular ve bu arzuları kontrol olnıc çabalarıyla alakalıydı. Durumu daha nelleştirmek içİn psikoterapinin dördüncü aymdin bir seansı özctlcmek isterim. Bu dönemdc bclİrtilcri oldukça gcrilemiş, yonım çalışması saycsinde hem belli bir "içgörü" hcm 1 ı linik bir salah ortaya çıkmışken Bayan A, bir seansa yeni geiı n obsesyon benzeri yakmmalarla gcldi. Sabahleyin eşi hcnüz Mayan A kalkmadan işe gidiyor ve A da uyanıp ısrarla eşinin daIrcnin kapısmı İyice kapatmasmı istiyor. bununla da yetinmeyip 0|i cvden çıklıktan sonra gidip kapıyı birkaç ke/. kontrol ediyor, Iflçma olduğunu bilmesine rağmen sıkınlıyla kapının iyicc kai'ihUğından cmin olmak isliyordu. Eğcr kapı açık kalırsa, keıin cvden kaçacağı, sokakta diğer kedilerden kuduz kapacağı feklindeki takınnlardan kurtulamıyordu. Ilayan A bu şikâyetlcrini anlattıktan sorıra "serbesl cağnşırn" vesinde dikkaü giderek o sabah gördüğü bir rüyaya yöncldi. Rliynda eşi evden çıktıklan sonra bazı eski arkadaşlan eve geliyor ve nna dışan gezmeye gitmeyi teklif edİyorlardı. Rüya çc|itli maCtm ve seyahatlerle sürüyordu. Rüyanın anlatımından sonra gclcn crbcsl çağnşım" materyali de kullanılarak ycni ortaya çıkan ob•c.syon benzeri belirti şöylc yorumlandı: Bayan A, bilinçdışında, oşi cvden çıktıktan sonra evdcn fırlayıp çıkmayı arzuluyor, fakai bü ;ırzusunu kontrol etmek için kapının kapalj olduğunu konirol llıncye, adeıa kendini kilil altına almaya çalışıyor, evden kaçma,

19

çeşilli maceralara alılma arzuşunu ve bağlı kontrolünü kaybclme (kudurma!) arzusunu da korku şektindc kedisine yer değiştiriyordu. (Söz konusu belhlinin de bu yorumla kaybolduğunu kaydetmeliyim.) Başlangıçta sozünü eltiğim gibi, bu örnekte sadece belirtiye yönclinmiş, terapinin temel konulan incclcnmeden gcçilmiştir. Mesela haslanın özclliklc Oidipus döneminde alkolik olduğu (konlrolünü kaybettiği) için babası larafından boşanan ve daha sonra pek az gördüğü annesi ile ilişkisi, aklarma, bilinçdışı arzunun derinlemesinc incclcnniesİ vs. dışla bırakılmıştır. Ancak gene de bu basit örnek, basitliği saycsinde yukanda koyduğumuz soru açısından yclcrlidir. Psikanalitik önermeler (yorumlar) senletik midir? Bu soruyu yanıllamaya yönelmedcn öncc, psikanalizin bölümün başında sözünü ctliğim o "negatif' sisli yönüne uzaktan işarct etmeden geçemeyeceğim. Dikkpl cdüİrsc verilen yorum, başlangıçia özne'yc anlamsız, hatta saçma görünen korkuları, bclirtileri anlamlı, anlaşılabiür hale gctirmektc; Özneyi yabancılaşmış gibi orlaya çıkan yönlcriyle bütünleştirmektedir. Ama bu blitünleşürme çabası, Öncelikle leorik olarak Özneyi karşıt eğilimlerin çatıştığı bir böİÜnmenin, bir yarılmanın farkında olmayan, kendİni bilmeycn bir nesne olarak, bir "öteki için şey" olarak nesncleştirmeyc dayanmaktadır. Psikanatiz ve psikanalitik psikoierapi, özneye bir şekilde, bir miktar özne olmadığını da gösierir. Öte yandan daha yakından bakacak olursak, birbiriyle çalışan cğilimler dc bir amaçlıhk, bir yönelimlilik gibi temeJde özneye atfelliğimiz nilelikler taşır. (Lacan "Bilinçdışı ötekinİn söylcmidir" diyecektir). O halde psikanalizdeki Özneyi nesneleşliren şey, onun kontrolünde olmayan birj amaçhlık, bir öznelik çoğulluğu içermesidir diyebiliriz. Bu baj kımdan psikanalizde özne, bütünlüğü içinde birey olmaktan çok, karmaşası ve çatışmaları içinde bir gruptur. "özne bir bülün olmayı hcdcfleyemez" dcr Lacan. Ama ilginç, haüa paradoksal bir şekilde, psikanalizin özneyi bu larzda nesneleşlinnesi, psikanalİtik yorumun burada, bu görünümüyle anlamsızı anlamlandıran "hcrmönctik" bir nitclikle olduğundan çok "enformatik" nüelikte karşımıza çıkn| ına işarct

20

edcr. Çünkü bu durumda pgikanaliz ancak öznede, klasik özne statUsllndc olmayan bir şeyi, bir nesncyi yani biünçdışı süreçleri kahul clmek durumunda kalmak gibi bir nokladan hareket cdebılir. Bir nesnenin ise anlamından çok bilgisi vardır. Bir başka ifadcylc, burada anlamsızı anfamlı kılan psikanalitik yorum, teorinin özneyi farkında olmadığı bir bölümüylc ncsncleşlirip bir bilgi koımsuna dönüşjUrmesi sayesinde verilebilir. < Fakat psikanaliz bir yandan Özrıeyi kcndini bilmeyen şey, "titeki için şey", bir nesne stalüsünc indirir, bu sayede hakkmda bilgi üretilcbilir bir durum yaratırken, onu gcne de kendinc yal'.meılaşmış, bölünmüş bir Özne olarak kabul eder kİ bu, son tahlllde bir özneyi kabul etmek anlamına gclir. Dtişünccnin bu aşamasında J.i'. Sartre'ın6 psİkanalize yönelttiği eleştirileri hatırlamak lıkir açıcı olduğu kadar eğlenceli de olabilirdi. Ama komımuza teğcl olduğu için girişmediğimiz böyle bir incelemeden yoksun "Imamıza rağmen hissediyorsunuz ki psikanalitik öznenin statüsü, Imriczyen filozofik öznedcıi çok farklıdır. Şimdi, psıkanalizin sisli alanlarına böylece uzaktan baktıktan ■onra yukarıda önümüzc koyduğumuz "pozilif' soruya dönclim. l'Mkunalitik Önerme (yorum), başlangıçlaki olasılık belirsizliğini ı/ıltan, poıansiycl olarak bilgi veren, yani "sentclik"olarak isimlcndirdiğimiz türden bir önerme midir? Yukandaki örnekteki yorum, bütün ikna ediciliğinc rağmen /'•'tr Klnik seyir gösteren günıhu nltetemek içjn kullanıian kavram.

30

unncsi ile giriştiği nesne ilişkisinden içselleştirdiği benlik ve ncsne "tasanmlarınr' vurgulayan bir dil kullantlmıştır. Böylece M iç dünya" kendi içinde kapalt ve kendi iç dinamikleri olan bir sistcni olarak düşünülmüştür. Yani bu düşüncc sisteminde her şey ndeta dış dünyadan bağımsız gibidir. İşte psikanalizde görunmeycn, unutulan, ihmal edilen bu şey, yani gerçek gerçeklik sayesindc. bİr görünür alan, bir incclcme aianı, bir bilgi nesnesi yaratılır ki psikanaliz kendi teorikhipotelik kavramlanyla söz konusu ıhmal etme, indirgeme saycsinde Ön planaçıkan bu alanı düşünür. Bu noktada ilginç olan şcy şu ki aslmda terapist incelediği şcyi nsla doğrudan gözlcyemez. İnsamn sübjektif iç dünyası ancak kcndine verilmiştir ve başka bir insanın doğmdan algısına kapalıdır. Terapist bu iç dünyayı, ancak jesı ve mimiklcrden, davranışlardan, ama özelliklc bu iç dünyanın Özne tarafından dile geiırilmesindcn yolaçtkarak, dolayısıylaanlayabilir. Analitik ortamda özne başarılı bir terapinin vazgeçilmez koyılu oiarak tüm dürüstlüğüyle bu sübjeküf İç dünyayı dilc geHrmeye başladıkça giderek daha karmaşık deneyimlcrle karşılaşır. Kcndisindc akılcı benliği ilc kontrol edcmediği yönlcri fark eder, lu/ı duygulann, hcyccanların, fikirlerin sübjektif iç dünyasında ■deia yerdcn biter gibi bcliriverdiğini fark eder ve bunların nercdcn geldiğini araştırmaya koyulur. Terapist ise özel bir dinleıne konumundadır. Hastasını dinlcrkcn kendi iç sesine, İç dünyasına kulak verdiği, (hastasını kendi IV dünyasında dinlediği çok Özel ve ulaşılması güç bir dinleme nı/ıdır bu. Tcrapist herhangİ bir yoruırı vermek için kendini zorl.nnaz. bir sorunu dcrhal çözmek için kafa patlatmaz, dcbelenmez bu leknik dinlcmede. Yorum hastaya verilebilir kıvaına ve teorik biıtünlüğe ulaşmadan önce terapistin iç dünyasında önceliklc bir iı.ımmaddc, bir sübjektif yaşantılama olarak kendiliğindcn bclirİr. Ve tcrapist kcndi iç dünyasında giderek bclircn bu fenonıenlcri inecleycrek ve teori ilc açıklayarak yorurnu hasiaya verilebilir kı^ama getirir. Bu süreçtc, ilginç bir şekildc kendi iç dünyasını dile |ctırdikçe, ona dışarıdan bakmaya başladıkça hasta da aynı süreci (erstcn yaşantılamış veyorumu alacak kıvanıa gclmiştir; kimi kcz ■D "doğru" yorumlar hastanin kendisinden gelir. Esasını gizleyerek bizim buradaki lanışmamız için yelerli ola

31

cak yönlerini verdiğimü bu koşullarda psikanalitik bir öncrmenin (yorumun) deneylenmesi nasıl mümkündür? Şüphe yok ki diğer pek çok bilimde olduğu gibi elle tutulur, gözle görünür bir materyal üzerinde gene ele gelir bir arada çalışılmamaktadır söz konusu koşullarda. Bununla beraber/iç dcncyim sayesinde duyguların, düşUncclcrin, hcyecanların, kısaca sUbjektif iç dünyanın bir varlık durumu olduğunu biliyonız/Bu durumda yorumun kcndisini bu deney ortamına uygun bir dcncy aracı olarak kabul edemez miyiz? Nilekim hastanın terapistle ilişkisi sırasında bu iç dünyaya bir müdahalcdc bulunulmuş, bir dönüşüm yaratılmışnr. Nüekim soyut bir bakış açısından fızikte, mesela mekanikte dcney bir bakıma benzcr koşullar sağiamaz mı? Hastanın terapistlc ilişkisinde iç dünyasında verilcn yorumlar saycsinde belli bir dönüşUm olduğunu ve eğer terapi başanlı olmuş ise genellikle nevrotik belirtilerin gcrilemesine yol açtığım biliyoruz. O halde bu sonuçlar yapıtan müdahalenin "doğru" olduğunu göstcrmez mi? "Doğru" ile "yararlı"yı karıştırmamak gerek diyelim kısaca. Bizim burada araşUrdığımız şey, müdahalcnin yararlı olup oimadığı değil, psİkanalitik önermenin (yorumun) doğru olup olmadığına deneysel olarak nasıl karar vercceğimizdir. Bizi çıkmaza sokan dumm şudur: Verilen yorum yanlış olduğunda hastanın iç dünyasında şu dejişiklik, doğru olduğunda bu değişiklik meydana gclir diyemiyoruz. Sözgelimi C.L. Strauss'a dayanarak, antropolojik verilere görc Şamarılarm da bclü bir ölçüde psikoterapi yapabildiğini; daha doğrusu psikoterapi ile ulaşılan iyileşmeye benzer değişikliklcre ulaşabildiğini söyieyebiliriz. Modern insanın bu yöntemlere ve bu yöntemlerin ardındaki tcorİIere İnanmasına imkân yoktur. Demek ki sadcce iyileşme bir ölçüt olamaz. Kaldı ki çok doğru olduğuna emin olduğumuz. hatta hasta tarafından döğruluğu kabul cdilen yorumlar da bazen en azından geÇici bir süre İçin olumsuz etkİ gösterebilir. Bu olgu muhıemelen kimi kcz hastamn iç dünyasında bclli bir yapılanma ile uğraşırken, onunla bağdaşık daha karmaşık bir yapılanmayı gözden kaçırmamızdan kaynaklanır. Kimi kez hastanın kendi iç dünyasını lanımasına rağmen, dış dünyadaki gerçek ilişkilerinin gercekıen

32

dc bazı temel niteliklcri taşımaması, dolayisıyla tam bir hüsran ile alakalıdır. Ancak bu son koşulda "bazı temel nitelikler"den ne anlamak gcrektiği de psikanalizin araştırma alanı dışındadır. Tekrarlarsak, psikanalitik önermenin (yorumun) doğru ya da yanlış olması fıalinde iç dünyada ne gibi bir değişiİclik görülmesi gerekıiğini dencysel anlamd.t Önceden bilemiyoruz. Dcmek ki psikanalitİk önermelcr (yorumlar) deneylenebilir gibi gözükmüyor. Acaba neden? Çünkü psikanalitik Önermelcr (yorumlar) deneysel değil, hipoletİk önermelerdir. Bir başka deyişle psikanaütik onermelcr (yorumlar) bazı olgulan açıklamaya yarar; hepsi bu. Psikanalitik yorum verildiği zaman hastanın iç dünyasında ilk bakışla bağlantısız, dağınık gibi duran bazı fenomenleri açıklayan küçük bir teori kurulmuşıur aslında. Bu küçük teori, büyük teorinin; yani hangi genel psikanalitik teori ile çalışıyor ise onun içinde, bu genel teori açısından mümkün, olumsal bir önermeye, bir hipotezc dayanır ki yorum bu hipotezden ibarettir. Psikanalitik çalışmada her bir yorum bir dizi iç dünya olayını .ıçıklayan, bağlanlılandıran, anlamlandıran, küçük bir tcoridir dedik. Ancak analitik süreçic verilen yorumlarla hasianın iç dünyasında ycni fenomenler. rüyalar, dirençler, duygular vş. gclişir, unululmuş anılar canlanır, tcpkiler yenilcni.r. Bu sürcç analizin gidcrek derinleşmesine ycni yorumlara, bunlar yeni iç dünya fenomenlcrine yol açar. Boylccc yeni ortaya çıkan fcnomenlerdc ilk planda yoruminnmayan, diğer fcnomenlerle birliktc ele almır, yonımlanır, giderek olguları adeta öbek öbek toparlayan hipotezlcr ıl.ılıa büyük. kapsayıcı hipotezlerle bir araya getirilir, açıklanır. Nlcaİ koşullarda bu teorikhipotetik büıünleşme "gclişimsel lam ycniden kurgulama" nokiasına ulaşır. Bİr başka deyişlc hastanın bemen hemen bütün olarak iç dünyasıntn gelisimi açıklanır. Dikkat edilirse burada yapılan işlem bir teori kurmaktır. Bu leori gencl psikanaliz tcorisinin tcnıel ilkelerine uygun, ama onun Inrafından manlıken zorunlu kılınmamış birküçük leoridir. İşiebu ncdenle psikanalitik önermelcrdeneylenemez, çtinkü deneysel deJildirler, yanlışlanamazlar. Hatta bu noktada daha da ileri gidip psikanalizin gencl

olarak bilimlcrin amacı olarak koyduğumuz şu koşulu bile sağlayamadığını söylemek durumundayız: Bilimlcrin temel amacı gerçeklik r «OSYFıOI'duı Ucarj PsiUnıJU

33

hakkında mantıki işlem yapma kapasİıcsini arttırmakiır. Çünkü cğer mantıki işlcm yapmaktan, doğru kabul edilen önenrıelerdcn eğcr bunlar doğru ise mantıken zorunlu doğru öncrmelcr elde etmeyi anlarsak, psikanalitik önennelcr (yorumlar) teorinin temel önermelerindcn mantıki zorunlulukla elde edilmiş önermelcr de dcğildir. Tam lersinc bunlar adeia bazı iç dünya olaylannı dİIe gctircn öncrmeleri açıklayan, bir başka dcyişle bu ikinci öncrmeler. grubunu mantıken eldc elmeye yarayan kurgulanmış önermelerdir. Demek ki psikanalitik öncrmeler, gerçeklik (burada iç; dünya olayları) lıakkında mantıki işlcm yapmayı bile sağlamaz," sağlayamaz. Peki o haidc psikanalitik öncrmeleri (yorumlan) ve psikanalitik leorileri nasıl bir çerçevedc düşünmeüyiz? Psikanalitik teorileri bilimsel olarak kabul cdebiür miyiz? Psikanaliz özcl bir "teorik sorunsah"nın olması, bu sorunsala devşirerek düşündüğü, elc aldığı bilgi nesncleri (iç dünya olaylan), içerdiği teorilcrin mantıki yapısı itibanyla diğer bilimlerin çalışına tar/ına benzer. Ancak Özelliklc dcncylcncbilir Önermelcr ürelmek konusunda diğcr btümlcrdcn farklılaşır. Üstelik pratikte, deneydc mantıki çalışma tarzı da bir bakıma diğer bilimlcrin tcrsi istİkanıettedir. Ancak psikanaliz mantıkİ işlcm kapasücsini arttıramamakla bcraber, bilgi ncsnesini yani iç dünya olaylarmı akılcı bir tarzda düşüncbilme imkânlannı gçnişletir. Bu bakımdan da bir olçüde olsun diğer bilimlere yaklaşır. "Akılcı birtarzda düşünmek"le ncyi kaslediyorum? Yukanda Piaget'den yapugım alıntıda "mantığm kanitlama sanalı"o!duğu söyleniyordn. Aslında günlük yaşamda mantıken kaüıtlanamayan, üstelik dcncysel olarak da kesinlikle göstercnıcdiğinüz pek çok şeyc inanırız. Bu tipte inançlanmızın bir bölümüne de bize akılcı gcldiği için inanınz. Akılcı gelcn inançlarnnız mümkün gibi gözttkür bize. Emin olrnasak da ikna oluruz. Şüphe yok ki ikna olduğumuz, bize akılcı gelcn inançlarumz fağın ve kültürün özcllikleriıü taşır. Şimdi genel olarak bilimlerin durumuna bakalım. YuJcarıda bilimlerin kökcninde bazı tarumlunn, kabullerin. hipotezlerin vs. bulunduğunu Söylomiştim. Bilimlcr bn temel öıicrmelerden yola 34

-------

r

• ..

,.

çıkarak mantıki kanıilamalara gidebİIİyorlar ise de tejTjıci önermelerin daima kanıtlamaıun dışında kaldığı göz önüne alındığında genel olarak bilimlerin de aslında kanıtlamadığı, sadece bizc akılcı gözükcn, ikna edicisonuçlara ulaşlığı hcmen fark cdilir. İkna eimek, şüphe yok ki inandırmanın bir biçimidir. Ama diğer inandırma türlcrinden farklı olarak inandınlanın da akıl yürütmesinc, karşı çıkmasına fırsal tanıyan bir inandırmadır bu, ötekini hesflba katan bir lartışmanın ürünüdür. Bu bakımdan ashnda manlığın lemel özclliğini taşır; kendinden merkezsizleşebilmek, ortak bir plalforma çıkabilmek. Bu bağlamda verdiği yorumu ınesleki oioritcsini kullanarak hasiasına kabul eltirmeye çahşan terapisl doğru çahşmıyor dcmektir. Psİkanalilik Önermeler (yorumiar) ne manlıkcn kesin doğru ne dc dcneysel anlamda doğrtıdtır, ama akılcı ve ikna edicidir. İşte tam da bu noklada psikanaliıik leoriler gencl olarak bilimlerin ortak özelliğini paylaşırlar, Bu özelliğİn en azından modern felsefe tarafından da paylaşıkhğını kabul etmek gerekir. SonuÇ olarak K. Popper'e tekrar gcri dönersek gerçekten de psikanalizin yanhşlanabilir önermeler ilretmeye yatkın olmadığmı lekrarlamak gerekir. Ancak bu sebcplc psikanalizin bilimsel olınadığı söylenebilir mi? Psikanalilik tcorilcr pozitif yönlcri bakımuıdan kcndine özgü lcorik sorunsalları, Özgün bilgi nesneleri, teorilcrin mantıki iç tularlıhğı, akılcıhğı ve ikna ediciüği, bügi nesneleri hakkında manlıki işlcm yapabilme değilsc dc genel enlamıyla düşünebilme alanını genişletmeleri bakmnndan diğcr bilinılere l>cnzer. İşte bu nedcnlc psikanaütik teorilcrin gelişmesi, gtderek daha çok "iç dünya olayını" açıklayan daha kapsayıcı leorilcr kurulabilmesi, bski bazı teorilerin unululması, icrk edilmesİ mümkün olabümektedir. Yukarıda psikanalilik önermelerin deneysel anlamda doğruluk ya da yanhşhk dcğeri alamayaca|mı, ancak ikna cdici ve akılcı oldnğunu söylerkcn basilçe ve sadece anaftzdeki öznenin ikna edilmesi sürecini anlatmak istemedim. DojŞruhık, yanlışlık değori ilc

35

ilgili bu saptama sadece epistcmolojik düzeyde gcçcrlidir, ontolojik düzeyde değil. / Episiemoloji bilginin düzeyidir, anlamın düzcyi ise farklıdır. Basit bir örnek alaiım. Şüphe yok ki herkcs ölümlü olduğunu bilir. Ama bir ötümlü olduğunu anlamak başka bir şeydir. Bu noktada bilincine varma, bilinçlenme diyebilçccğimiz bir deneyim meydana gclir ki bu dcğişik bir yaşantılama demektir. Şüphe yok ki Freud "Bilinçdışı olan her şey bilinçli kılınacak" derkcn her şeyden önce teknikterapötik bir ilke koyduğunu düşUnmüştür. Ama Freud gibi bir dchanın büinçü kılınan matcryalin "bilincine varılmas!" üc meydana gelen deneyimi kavramamış olmasına imkân yok gibi duruyor. İştc bu noktada şöyle diyebiliyoruz; psikanalitik yaklaşımm amacı sadcce öznenin kendisini bilmesini sağlamak değil, ama daha çok öznenin kendisİni anlamasını sağlamaktır. Psikanalitik yaklasım kendiliğinden, zaten, adını koymadan, belli bir varoluşçuluğu İçermiş olur. Ötc yandan "anlamak", bilmenin tersine, bir bakıma yaşamı kolaylaştırmaktan çok güçleştiren bir scydir. / Bilmek, muktcdir olmaktır; yapabilmektir. Kendini anlamak isc basit bir aydınlanma anıdır. Eğcr boyle bir deneyim cpistemolojik açıdan bir doğruluk Ölçütü olsaydı bu bölüm açısından mesele kalmayacaktı. Nc çare, kendini anlamak sadecc güç bir sınavla karşı karşıya bırakır psikanalitik özneyi; kenclini kabul clmek. Bu güçlükde önceden kestirİIcmez tabü. İnsamn kendini anlaması hcr şeyden önce kendini anlamlandıran bir varlık olarak kavraması anlamma gelir psikanalizdc. Şu anlamda ki özne için ötekinin varlığı, ancak bir yorum sayesindc duşünülcbilir. Ötekinin varlığım bümez özne; yc>rumlar, anlamlandırır. O halde psikanalitik ortamdaki özne, ötekinin yani tcrapistin yaptığı şeyi bilinçdışı bir süreçte bizzat kendinin de yaptığınt anlar. Bu, özne tarafından aktarma'nın anlaşılmasıdır. özne, analitik ortamdaki ötekini (tcrapistİ) yorumladığını anlarken, kcndini anlamlandıran varlık olarak anlar. Analitik sürecin hir tUr solipsizme vardığı da düşünülıncmeli. Tam tersine bu süreç iki iç dünyanın karşılaşması. iki insanın tanışmasıdır aslında. Ve büyük uslalardan birinin soyledtği gibi analiz, Özne psikanalisı tarafmdan anlaşıldığında bitmez; tam tersine

36

Özne analistİni lanıdığı zarrtan bitcr. Psikanalitik yaklaşımın bu anlam ve hakikat yönü, onu sadcce epistemolojinin konusu olmaktan çıkarır. Hakikat, gcrçcğin bilgisini aşan bir yön taşır. ÇünkU Hakİkat, gerçeğin bilgisinin anlaşılması ve kabu! edilmesi deneyimidir. Bu isc daha mutlu kılmaz insam, olsa olsa vahşi ve çocuksu acılannı biraz daha olgun biçimlere dönüştürür, böylccc de özneyi kendini anlamdıran varlığı karşısmda daha az telaşa kapıldığı bir duruma ulaştınr.

37

Ü. FREUD VE DİĞERLERİ

liu bölümdeki amacım psikanaliz konusundaki bilgisi dcğişik düzeylerdc olabilecek okurları psikaıialitik leohnin kavramlarına haztriarken, Lacan hakkında vereceğim yorum bakımmdan önern kazanan bazı noklalan ön plana çıkarıp, onun, söz konusu bağlamlardaki konumuna işaret etınek olacak. Şüphcsiz Lacan'ı psikanaliz gelencği çerçevesinde özgün kılan, dilbilim ve psikanaliz arasmda kurduğu ilişkidir. Ancak Lacan'ı bu en özgün yönü dışında da özgün kılas başka bazı byğlamlar da var, İşie şİmdi bunları ele alacağız daha çok. Bölümün. psikanaliz bilgisine sahip olan okurları başlangıçıa sıkabilccek bir yapısı var. Ancak olayın giderek, ilgi uyan

38

llrracağını umduğum, karmaşık bir çizgiye dönüşcccğini ifade rlınek istcrim. Öncelikle Freud'un düşünsel gelişimini ana hallarıyla özetlcyip sonra da teorisinin bazı aynntılarına İnmeyi düşünüyonım. Bn aynniılarda çcşitli psikanalitik teorilcrin bir karşılaştırmasım yapmaya çahşacağım. Üstelik Lacan'ın bu bağlamiardaki konumunu da yorumlamaya çalışacağım. Yolumuz uzun; o haldc hemen başlayalım: Psikoloji, Frcud'a gelene kadar bilinç fenomenleri ilc psi([olojik olguları Özdeş saymıştır. Bilinç fenomenlerinin lüm psişik olguları İçermesi anlayışını Descartes'a bağlamak mÜmkündür. I »cscartes "rulı lözünün" esası olarak düşünmeyi ele alıyor ve düŞUnmeyi de bugünkü anlayışımızla "bilinç eylemi" ilc aynı şey fcflbul ediyordu. tnsanın bilincinde olmadığı düşüncesi olamazdı. Descartcs'ın Batı düşüncc sistemi üzerinde bugüne dek süren büyük etkinliği tarnşılamaz; lüm Rönesans ve Aydınlanma Çağı' nın düşünsel lemelini atmıştır o. Böylece psikolojinin uzun süre pMsjk olguları biünç fenomenleri olarak ele almış olmasını anl.ımak kolaylaşıyor. Ancak Freud'dan önce de bazı fılozoflann "bilinçir soru karşımıza çıkıyor; öylc ki bu soruya verilecek yanıl tüm diğer soruları geçerli ya da bir anda geçersiz kılabiliyor. Söz konusu sonı, bugünkü seminerimizin sorusu şudur: Bilinçdışı varmı? Şimdi bu soruyu dönüştürmek gerekiyor. Çünkü bir kere soru bu biçimiylc Lacan'ın tcorik incelikli kavramlarının yanitlayamayacağı kadar kaba bir sorudur. ilcinci olarak da soru yUzyıkn başmdan beri hemen hemen bu şeldiyle sorulmuş ve doyurucu bir yanıt bulunaniamıştır. Çünkü bir sorunun biçirni (ki kcndisi de Uzerinde sorulduğu teorik sorgulama alanı larafından koşullandırılır) kendi yanıtmı koşulIandırtr. Dcmekki soruyu dönüştürmekten kastımız, aslında, sorunun üzerinde sorulacağı sorgulama alanını değişürmemizin bir gösicrgesi. Şimdi sözgclimi "Masa var mı?" sorusunun yanıtı masayı de 79

nemeye dayamr. Masaya dokunursunuz, tekme atarsınız, sonuçta masa var ya da yok dersiniz. Oysa filozofça bir soru şöyle sorulur: "Masa mümkün mü?" Soruyu böyle sorunca artık, gerçek nesne Üzerinde çalışmamız gerekmez. Burada kavramlarla çahşıhr. Ve bu çahşmanın sonucunda "Masa mümkün değildir" sonucuna ulaşabilirsiniz. Biri masayı kafanıza gcçirse dc sonuç değişmez. örneği değiştirelim: "Psikiyatri var mı?" sorusunun yanıtı "Evet, var" ■ ;:. V,!indc olacaktır kuşkusuz. Ancak "Psikiyatri mümkün müT' sonısuna hemen "Evet" demek zor. İkinci soruya yanıt verebilmek için sosyolojik, felscfi vs. kavramlarla çalışmamız gcrekiyor. Somıç olarak "Psikiyatri mümkün dcğildir" diycbilirsiniz. Tabiİ o ^aman sizi bir psikiyairi kliniğinc kapatırız, ama sonuç dcğişmez. O halde ilk sorumuz yeni bir biçim alacaktır. "Bilinçdışı mümkün mü?" Bu sorunurı yanıtı arlık kavramlar Üzerinde çalışmayı gerektirir. Yani artık burada bilinçdışının varlığı konusunda ileri sürülcn deneysel "verileri"; hipnozu, amneziyi', histeriyi vs. söz konusu etmeycccğiz. Doğrudan kavramlara başvuracağız. Sonuçıa varacağımız sonuç sade bilinçdışının varlık koşullannı gösterecek. Ama "Gerçekten bir bilinçdışı var mı" sorusu açıkia kalacak. Bclki bİz insanlar için bilinçdışı söz konusu değildir; bclki de davranışçılann dediği gibi Pavlov'ım dcney hayvanlanncian ibaretiz. Fakat bunun hiçbir önemi yok; evrenin bir ucunda bilinçdışına sahip yarauklar olabilir ya da insanın yerini alacak bir başka canlı diyelim üstlin insan salt davranışlarının ötesinde, bir bilinçdışma da stıhip olabilir. Soruyu dönüştürmek saycsinde basit bir deney sorusunu evrensel bir sorun haline gelirdiğimizi fark ediyorsunuz. Aslında soruyu biraz claha dönüştürmemiz gerekiyor: "Eğer bilinçdışı mümkün isc hangi koşullarda mümkündür?" İşte evrcnsel bir somyu göz önüne aldığımızda yanıtlanması gereken soru bu. Ve araştırmamızm ncsnesinin gerçek bir nesne olmayıp teorik bir nesne olduğunu vurgulamak da istcrsek soru nihai şeklini ahr "Kavramsal bir nesnc olarak bilinçdışı nasıl mümkündür?" işie filozofça bir soru! Bir soru fılozofça soruldu mu yanıtını da öylc vermek gerekir. Yanİ geriyc bİr at ile üç nal kaldı. 'Âmnezi: BeHek

kaybı. 60

Dcmek ki sorgulama alanını kökten dcğiştirdik; Kavramlarla çalışacağımıza göre de üzerindc çahşacağımız tcmel kavramı belirleyclim. Bu kavram "bilinç'* kavramıdır. Bu kavram üzerinde Hegclci bir diyalektik oyunuyla da çalışmayacağız. Yani doğrudan "bilinç" kavramından, sanki onun antüezi imiş gibi "bilinçdışı" kavramını elde etmeye de yönelmeycccğiz. Araya baska kavramları da ycrleştireceğiz, Önce temel kavramımıza bakalım: "Bilinç nedir?" Aslında bugünkü psikolojinin ve psikiyatrinin "bilinç" kavramının ÖyküsÜ Dcscartes ile başlar; Lacan'ın "bir karabasan gibi okuyalım" dediği zavallı Dcscartcs'Ia. Descartes çevrcsindekilcrin zekâsma, beccrikliliğine şaşarmış.. Açıkça itiraf edcr bunu. Anlaşılan Descartes da birçok düşünür gibi yasarkcn başarısızdı. Descartes kcndisini hiç yanılimayacak bir dtişüncc sistemi bulmaya çalışır. Öyle bir sistem olacaktır ki bu sislem, matemaük gibi kesin sonuçlara ulaşacaktır, Ancak Descartes böylc bir düşüncc sisteminin matematiğin aksiyomları kadar kesin doğrulardan işe başlaması gerektiğinin farkındadır... Çevrcsindc böyle bir acık scçik, yani doğruluğu kendiliğindcn görülen bir doğru arar. Önce kendisine doğru diyc sunulan her şeyden şüphe eder. (Sonraları buna 'Dcscartesçj şüphc' ya da 'melodik şüphc' dcneceklir.) Aırcak Descartcs şüphc citiğinden şüphe edcnıeyeccğjni görür; çünkü şüphc ettiğinden şüphe etse, yine şüphe ediyor olacaktır. (Ashnda kanımea Descartes'm akıl yürütmesinde bu halkaya hiç gerek yoktur.) Şüphe eimek düşünmektir, yani bilinç edirni yapmaktır, o haldc düşündüğü kesindir. Düşiândüğüne gore kesinlikle vardır: "Cogito, crgo sum" (Düşünüyorurn, o haldc vanm.) Şimdi bu cümle neden şliphe edilemez bir doğruyu belirliyor? Her şcyden şüphe cdcbilirim, ama "düşünüyorum" ya da "bilinç cdimi yapıyorum"dan şüphc edemem. O halde "varmV'dan da şüphe edemem. Pekİ bu kesinlik nereden geliyor? Dikkat cdilirse "varım" önermesi "düşünüyorunV'a dayanıyor. Yani "düşünüyorum" zaten "vanm" önennesini mantıken içeriyor; dilbilgisi bakımından da böyle bu. Aslında şöylc de denilebilirdi: "Bahk avlıyorum o halde varım." Bu önernıe dc bir lek koşul sayesinde l'jOWreüJ'ıtofl Ucar.a PlİkanulU

81

kesin doğru olurdu; "balık avlıyorum" kesin açık seçik bir doğru olsaydı. Oysa "balık avlamam" bu anlamda kesin değildir. 0 halde "balık avhyorum" ile "düşünüyorum" Önermesini ayıran nc? Niçin ilki belkili bir önerme oluyor da ikincisi kesin, açık scçik bir doğru oluyor? "Bahk avhyorum"da bir dolayım söz konusudur. Oysa "düşünüyorum"da bilinç kendi kcndini algılamakla, kendi üzerine kallanmaktadır. Düşündüğümü doğrudan, sezgİsel olarak algıhyorum. tşie bilincin leniel Özelliği budur: Kendi kendini algılaması, öznenesne ikiliğini ortadan kaldırması. Kesinüği apaçık, açık seçik veren budur. "Zihin cdimi yapıyorum"dan şüphe edemem. Bu dolayımsızdır, se/giye doğrudan bir kesin doğru olarak verilmiştir. İşle Psikoloji ve Psikiyalrinin söz konusu ellİğİ "bİÜnç" dc burayu dayanıyor: "Farkında olmak ve farkında olduğunun farkında olmak." Şimdi bu "bilinç" kavramını gelişlirelim ve Sarlrc ilc nasıl bir doruğa uiaştığını, bilinçdışının nasıl olanak dışı kaldığını görelim. Ancak, öncc Husscrl ve I'cnomenolojİsinden gcçmemi/. gerekir. Çünkli'bilindiği gibi Sartre'ın varoluşçu fenomenolojisi, kcndisinin sandığının aksinc, Hcidcggcr'e değil Husserl'e yakındır. Fenomenoloji psikolog Breniano ile matcmalikçi Husserl'in çalışmalanna dayanır. Fcnomenolojidc "intentİonalitĞ" yani "scçimlİ yönelimlilik" kavramını geliştiren Brentano'dur. Ona göre hcr bilinç cdimi, yani "cogito" bir yönclimdir, scçimdir. Yani he bilinç ediminin bir nesncsi vardır. "Düşünüyorum" mullaka "bir şcyi düşünüyorum" anlamına gelir. Dlişünülcn şcy dc aslında düşünccnin kendisinden başka bir şcy olamaz. Çünkü "Masayı düşünüyorum" demek uslında "Gerçek masanın bilincimdeki ko relalı ilc iş görüyorum" demektir. Mademki "cogito"nun nesnesi "İde" malıiyetindedir» o halde bir "cogilo" bir başka "cogilo"yuj ncsne cdinebilir. "Bilinç cdimimi" bir başka "bilinç edimimin* nesnesi kılabilirim, onu da bir başkasının. İşte bu anlayışıa epis; temolojik "Öznencsne" ikiliği ortadan kalkar. Husscrl bu yönde açık seçik bir bilgi bütünü elde edilebild ccğindcn harekeı etti. Fenomenoİoji görüngübilim olarak Türk çeye çevrilebilir ise dc burada söz konusu olan "fcnomen"i

82

özgün anlamı üzerinde durmak gerek. FcnomenoIojinİn söz konusu ettiği "fcnomen"lcr "özsel" nilelikledir. "özsel"in ne anlama gcldiğini aşağıda açıklamaya çalışacağım. Fenomenoloji, "doğal iavır" ya da "tabü lavır" adını verdiği lavırdan lamamen farklı sekildc düşünmeye dayanır. "Doğal tavır" bizim günlük yaşamdaki tavrımizdır. Mesela günlük yaşamda masayı düşünürken sahiden dc somul masa ile iş gördüğüınüzü kabul cderiz. Oysa fenomenolojik lavırda ncsneler anık, gerçek nesneler olmaklan çıkmış "idc"ler olarak ele alınmaktadır. Yani ncsrieler "doğal tavırda" olduğu gibi değil, bİrer büinç fenomeni olarak biünçlc ortaya çıkmış ıiesneier olarak işleüırlcr. İşte fcnomenolojinin söz konusu cttiği fenomenler bu nedenle 'ÖzseP'dir. Nesnenin kendisi bir bilinç cdimi olarak onaya çıktığına göre ve bilinç dc kcndisinc dolaysız, açık seçik verildiğinc göre, söz konusu ncsnelcrin fcnomenolojik bİIgisi de kesin, açık seçik bilgiler olacoklardır. Fenomenolojik bağlamdaki fenomenlere nasıl ulaşılabilir l>eki? Fenomenolojinin, özsel fenomenleri elde elmek için kullandığı yönieme "cidetik" yöntem denir Bir çcşit meditasyondur bu. Bir bilinç etkinliği söz konusudur. "Doğal tavir"da bilinç bir anlamda edilgindir; işie masa, sandalye, vs. Onlar bana kendilcrini bir dış gerçeklik olarak kabul cttirirler. Oysa "eidctik" yontemde bilinç, belirtik olarak elkin ve "seçici yönclimli" bir lavır içindcdir. Bu yöntemle ncsnenin biünçteki umımlaması yapılır. Bilinç kendi içinde kendisinin kurduğu ncsneyi bir başka bilinç ediminc nesnc kılarak soruşturur, araştmr ve anlamlandırır. "Anlamlandırır" üzerindc biraz duralım. "Anlamlandınr"dan kasü şudur; anlamın kaynağı bilinçtir. Yoksa her şey Demokritos'un dediği gibi "alomlar ve boş uzaydan ibarctlir". Bu anlamsız gcrçekliğe anlam veren, onu büİnç edimime ncsnc edinmemdir. Anlamm, özün kaynağı bilinçtir. Ama bunu da yanlış anlamamalı; "atomlar ve boş uzaydan" oluşan gerçekliği düşünmeklebizzat bu gerçekliğe anlam katmış olmam. Denim bilincimin nesnesi deyim ycrindeysc, bu gerçekliğin bilirtcimdeki korelatlandır; yani anlam yinc bilincime içkin kalır. İşlc özgürlük dc burada tcmellenir. 0 halde söz konusu blhnçetkinliğinin biçirni nedir? Nesnenin züne, yani bilinç feüomenlernie ulaşmafc için fenomenolojik pa~

83

ranteze alma işlemi uygulanır. Husserl fenomenoiojisinde parantczc alma İşlemi "doğal ıavır"a ait her şcyin dışta bırakıtması anlamına gelir. Tüm dcğer yargıları, algılar bilincin alanından atılır. Böylece dc sall kendi iteerine katlanmış, kendini algılayan biHnç cldc cdilir. Şimdi parantczc alma ile biltün dünya dıştalanmiştır, ama dünya genede bilinç tarafından içcrilmektedir. Çünkü bilinç "ide"lerden oluşur, bu ideler de ncsnelerin idesidir. Yani her şcy arUk "mutlak bilinç"tc ya da "aşkın bilinç"te bir bilinç aktı olarak var olmaya devam eder. Askıya almam, parantczc almam, dış dünyaya gönderimde bulunmamam olarak kalır yalnızca. Bilinç kendi üzcrine katlanmak ve kendini dlişünmekle "öznenesne" ikiüğini onadan kaldirmış olur. Böylece "anlamın", "özgün" kaynağı olan bilinçte, bu özsel fcnomenlerin araştırılmasına geçilmiş olur. Artık "düşünen ben"c; "ego cogito"ya varılmış, mullak, açık scçİk bilginin alanı ortaya çıkarılmışlır. Işte bu, Dcscartes'ın düşünün gcrçekleştiğinİ gösterir. Gerçi Descart.es dış dünya hakkında kesin bir bilgİ İstİyordu, ama fcnomenolojinin verdiği bilgi doğmdan dış dünya hakkmda değilse bile. dış dünyanın nesnelcrinin bilinç tarafından kurulan Özleri. anlamları hakkindadır. İşte buradan Sartrc ve varoluş sorunlarına gircbiliriz artık. Geniş ölçüde fenomenolojiden ctkilenen Sartrc, bir anlamda, Descanes ile başlayan "Ego cogito" gclcncğinin içindc ycr alır. Va. hk ve Hiçlik adlı escri için kİ bu eser temel fclsefi eseridİr va» roluş sorunlarına fenomenolojik bir yaklaşım ile çözüm arayan bir f& ontoloji dcncmesidir, diycbiliriz. Sartre için sorun, dünyada b ölümlü olarak yaşayan insanın yaşantısının fenomenolojİk felstıfesini yapmaktır. Aslına bakılırsa Husserl'e göre, insan yaŞürnının günlük sorunlan üzerine felsefc yapmak fenomenolöj** felsefenin dışına çıkmak demektir... Çünkü, böyle bir yoUla, artık, özsel fenomenlcrc "doğal lavıf'a ait fcnomenlcr dc katılmış olur. Ancak bu noktada Sartrc için günlük yaşarrı sorunlarının t" rensel mahiyette olduğuna işaret etmek gcrekir. Şirndi şu soruyu göz öntine alahm. Sartre filozof mudur? Sart rç'ınyaptığı fclsefe rnidir? PascaJ'dan beri varoluş sorurılarına yanıl arayanların aslındt( 84

felsefeyi olumsuzladıkları, bir anlamda negatif bir felsefe yaplıklan da savlanır. Bu karşıthğı Camus gayel güzel vurgulamaktadır bence. Sisyphos Efsanesi'mn hemen başında sorusunu şöyle formüle eder: Felsefenin göz önüne aldığı sornlar; aklın kaç katcgorisinin oiduğu, bilincin mi maddenin mi Önce geldiği vs, soruları aslında ikinci dcrccedcn sorulardır. Esas soru şudur Camus'ye göre: "Bu dünya yaşanmaya dcğcr mi?" Bence tüm füozöfça edasına karşın felsefe dışıdır bu soru. (Nitekim koyduğu karşıtlık göz önüne ahnırsa Camus de bu görüşte olsa gerek.) Ancak itiraf etmek gerekir ki fclscfc dışırıda gcçerli tek sorudur bu, Şimdi Sartre'da da böyle bir fcisefc karşıtlığı görülcbilir mi? Camus'nün sorusu felsefc dışıdır, çünkü pragmaıun yünü şöylcdir: "Yaşarkcn felsefcdcn nasıİ faydalanabİlirim?" Oysa bence Sartre'ın pragması tam ters yöndedir: "Fclscfe yaparken yaşantımdan nasıl faydalanabilirim?" Işte Sartre'ın bu tutumu onu filozof kılan şeydir. O, roman yazarken bilc filozoflur. Sartre'ın Vaüık ve Hiçlik adlı eseri ile ilgili bir yazı okumuştum. Yazı görünüşte felsefi metinlc uyuşmayan, sanının Sartrc'ın romanlarından bİrinden alınmış şu cümle ile biliyordu: "Madeleine şu plağı ycniden koyar mısınız? Gilmeden bir kez daha dinlemek istiyorum." Bu iki cümlede varoluş sorunları dile gcliyor: Bu cümlelerin öznesi adcla şöyle diyor; şimdi ve burada varoluşumun ve gidicİliğİmin farkındayım. Senin, isieklcrinin ve hcr an geri almabilirüklcrinin farkmdayım. Kısaca tek yazgım olan öHimlülukle sınırlı özgürlüğürnün farkındayım. Sartre'ın felsefc yaparken arzusu, "şeyler"den, onlara dokunduğu, yaşadığı gibi söz etmesi ve Üstclik bunun felsefe olmasıdır. Sartre "La Transcendance de I'Ego"dan itibaren bir bilinç felscfesi kumıaya girişjr. Ona gore "Ego" (Ben) bilinçte değildir; dışandadır, dünyadadır. Orada varoluj ycrini bulur; şimdi burada elbelte fenomenolojik bir temel var. Sanre ''Ego dışarıdadır. dünyadadır" dcrkcn bilınçte ortaya çıkan bir özsel fenomen olarak "Ego"dan söz cdiyor. Sartre "Öznenesne'' İkiliğini aşma yolunda, '"dünya"yı ve "Ben*'i mullak aşkın bilnıcin nesnesi lıaüne getirir. Askuı bilinç "dünyanın*1 ve "Ben"in anlamının, Özünün kurgulandığı yerdir.

85

Böylclikle varoluş, felscfcnin tenıeline konmuş olur. Artık ne Tanrı'dır harekct noktası ne de "dünya." Bilİncin şu açık scçik sezgisel gerçcğinden harekel cdilİr: J'(e) existe [Vanm]. Sartrc'ın insanın doğası fikrini reddettiği kabul cdilir. (Aslında Bence bu fıkri bir başka kapıdan yeniden içcri alır Sartre.) Böylece Sartre, sanki hümanizma gelencğİnin Ötesİndeymiş gibi gözükür. "Sadccc insan için varoluş özden önce gelir" dcrken, insanın doğuştan hiçbir özü, anlamı olmadığını; nesnelerini seçerken kendini dc scçtiğini, özünü değerlcrini, anlamlarını yaraitığını söylcr. tnsan, mutlak fcnomenolojik bilinci, aşkın biünci ile kendi anlamlarını, özünü yaratır. Bu haliyle doğuşian bir özü yoktur. Özü olmadığı için dc özgürdür, scçerek kendi özünü yaratır. Bir partili, bir filozof ya da âşık olmayı seçebilir. (Şimdi burada Sartrc'ın "Sadece insan için varoluş özden Ünce gelir" öncrmesinin bir içerimini açmak gerekİr. Sartrc böyle demekle insandan başka varhklar için "Varoluş özdcn sonra gclir" demiş oluyor. Ancak burada Sartrc'ın savunduğu Platoneu bir mutlak idcalizm değil kuşkusuz. Fenomenolojik açıdan anlamın, özün kaynağı olan bilinç nesncyc özünü verir. Yani Sarirc'ın söz konusu cttiği öncellik zaman hakımından dcğil, "a priori" olmak bakımnıdan bir öncelliktir aslında. Insan mullak bilinç olarak önce bir varoluştur, özünü kcndi yaratır, oysa ncsnelcre stnıüsünü veren bilincin sağladığı anlamdır, Özdür. Bu bakımdan, onların ne oldukları bilincin yaraitığı anlamla kurulduğu için fcnomenolojik olarak nesneler için öz varoluşlanndan önce gclir.) SartrcMa bilinç, düşünccnin özel bir modalitesi değildir. Bilinç var olanın dünyaya doğru patlaması, aşılmasıdır. Buruda fcnomenolojİk scçici yönelimlik anlayışınm izlcri var. Bilinç "kendi"nin dışanlaşması cylemidir. Yani bilinç daiına bir şeyin bilinci olarakdışsallaşır. Bilincin csas tavrıdır bu. Sartrc "cogno"yu iki şekilde ele alır: Cogito ve "prerefleksif cogito": Basitçe "bilinç edimi yapıyonım" ve "bilinç edimi yaptığırnin farkındayım". Tekrarlarsak Sartre'a görc insanın kendinden öncc hiçbir in, , sanlık ideali yoktur. Her seçimi ile insanhk idealini yeniden kurar. * tştc varoluşunun bu özgürlüğünü hisseden insan "kaygı" içindcdir. Kaygı, Sanrc'a göre insan olma dummunun algılanmasının, bir ; 86

anlamda "içgörü" kazanmasımn sonucudur. Böylecc Sarlre'ın tasarladığı psikoterapidc "kaygı" üe mücadcle edümez. Nevroz, Özgürlüğünün bilincinde olmayı reddetmekıir, özgürlüğü bir yalan İle Örtmeklir. Bu noktaya ilcride döneceğiz. Özgürlük Sartre'ın "La mauvaise foi" (kötü niyct) dediği şeyle atbaşı gider. Yukanda fenomenoiojik mutlak bilincin kendi üzerinc katlanan, 'kcndini düşünenncsne edinen', 'seçiciyönelimli' özelliğinden söz cttik. İşte bu özellik "Ego"yu dışta, dünyada bırakıyor, onu dünyada bir şey kıhyordu. Ashnda insanın ontik (varlığa dcğin) özgürlüğtlnün temeli buydu zaten. Boylecc insan "Ben"in üzerine yükseliyor, kcndini scçebiliyordu. PartİIİ olmam, doktor olmam, kısa boylu olmam ya da çirkin olmam Benim koşullarımdır. Ancak bilinç olarak bunlann üstüne çıkabilirim ve hcr an artık parüli olmamayı ya da doktorluk yapmamay» seçebilirim. Ancak burada bir problem çıkıyor, çirkin olmamayı ya tla artık lıapislc olmamayı scçemem. Fakat Sartrc'a göre burada da insanin ontik anlamdaki özgürlüğil zedelenmez. Sartre, bütün bunlara "Insanın koşulu" dcr. Bu koşullar içinde de insan nıutlak bilinci ile kendinin üzcrine yükselerek, kendini nesne edinerek dünyada kendi konumunu belirleyecektir. Hapiste arkadaşlannn ilıbar etmeyİ ya da işkence altında susmayı .seçcbilirim. Dönek ya da kahraman olmayı scçebilirim. Çarlık Rusyası'nın terörist önderlerinden Ropşin, bircysel terörü şöyfe anlatır: "Öldürmek yasak, kayıtsız şartsız affedilmez bir suç, yapılamaz, ama yapılması gerekir... Terörist, kardcşlcri için yalnızca hayaünı feda etmez. ıcmizliğini, ahlakını, ruhunu da fcda cdcr. Bİr başka deyimle öldürmenin hiçbir koşul altında kabul edücmeyeceğini sarsılmazcasına ve her lürlü kuşkunun dışında bilen insanın Öldürmesi ahlaksal nitelikte olabilir ancak. Ve Tanrı Benİmle bana yüklenen eyiem arasına günahı koymüş olsaydı da Ben kimim ki bu eylcmden kaçmabileyim." Sartre'm elinde insan bir "trajik kahramandır", Seçildiğindc cinayct bİIe bir insanlık değeri sunar, bir ahlak bclirler. Anlamsızı nnlama dönüştüren özgürlüğtin bir biçimi haline gelir. Bilinç, insan koşullanmn, insana kabul eitirilen ahlakın bile üzcrine çıkabilir. Çünkü ona sunulan tüm değerler insanın koşuludur. Bi

87

linç, seçici yönelimli lavır ile Ben'İn tüm koşullanmn Üzerine çıkıp Özgürce seçim yapabilir. Fakaı gene bizzaı aynı gerekçelcrlc "kötü niyci" dc söz konusu cdilebüir. Bilinç "Ben"i dıştaiar ve orada bilinç için bir nesne kılmadan da bırakabilir. Bu durumda bilinç adcta görmezdcn gelmekte, bir bilinç edimini bir başka bilinç ediminin ncsnesi yapmamayı seçmektcdir. Doğrusu bilincc lanınan 'seçiciyönelimlik' özclliği pekâlâ bu seçime dc imkân tânımaktadır. Sartre kendilik bilincindeki insana "kcndiiçinşey", kcndilik bilinci olmayan nesncyc de "kendinde şcy" der. Böylece "kendiiçinşey", "kötü niyct"le "kendinde şey"e dönüşmüştür. İşte Sartre'a göre ncvrotik yönelimin temelindeki mekanizma bu "kötU niyeflen ibareıtir. Peki insan nedcn kcndini kandmr? Onloİojİk (varlıkbilİmsel) bir zorunlnluk olarak ÖzgürlÜk, insanın kcndini seçmesi ve yaratması, "kaygı"yı da birlikte geüriyordu. İnsan "kötü niyef'le kcndini kandırargk, kendini kandtrmayı seçcrek seçimi crlcler. Sözgelimi bir histerik, kocası ile sevgilisi arasında seçim yapması gcrektiğinde kotürum olduğuntı söyleyebilir. BÖylece seçimi crtclcmiş olur. Nfc kalmayı seçmiştir ne gitmeyi; ertelemeyi seçmişlir o. Ayaklarını hareket ettirmek İstedİğİni, aneak oynatamadığını söylcyecektir ve buna kcndi de inanacaktır. Ashnda ayaklarını oynalmaya girişmediğini, ayaklannı kıpırdalmamayı seçliğini bir başka bilinç edimindc görmeyi reddedecektİr. Ancak "kötü niyel" salue bir çözümtlür, Önceliklc "kaygı"yı ortadan kaldırmaz. Çünkü nevrotiğin karşısındaki seçim hâlâ olduğu gibi durmakladır. Ölc yandan "kölü niyet" insamn kendisini yarainıasını cngellcnıekıedir. O, evliliğini aşkına icrcilı eden bir kadın ınıdır yoksa aşkı her şeyin Üsıünde olan bir kadın mı? Kimdir o? Sartrc'a göre nevroz bir anlamda kimlik bunahmıdır dij yebİliriz. tleride Lacan İçin de ncvrozun bir anlamda kimlik bunalımı olduğuna; Oidipus karmaşasımn uygun çözümünün gerçekleşmemesinin, ncvrotiğin kcndisini külıür içinde konumlandırmasını, kcndi simgesel yerini kazanmasını engellcdiğine değine| ceğiz. Bu nedenlerlc Sartre'ın kafasındaki varoluşçu psikoterapi] "kötü niyeti" hcdcf alır. İnsanı kendi bilincinin bilincine varJ

dirmaya, özgürlüğünün farkına vardırmaya yöncline^ektir. Böy:

lece İnsan, kendi o/üniı yaratmaktan kaçınmayacakur. Bu kaygıyı birlikte getirse de. / Buraya kadar kısa ve kaba bir özetini vermeye çahştığım VarItk ve Hiçlik adlı cserinde Sartre, Frcud'u şiddctlc cicştirir. (Ancak daha sonralan Sartre, Freud'u yüzcysel olarak cleştirdiğini kabul edecektir.) Varlık ve Hiçlik'tc, Frcud'a yönclik şu cleştirileri ön plana taşımak mümkün gibi duruyor. i. "idc" nileliğİnde olan hiçbir sey bilincin kontrolü dışında olamaz. Böylccc bilinçdışı mümkün dcğüdir. 2. Sartre'a göre Freud'un sansür düzcncği tamamen bilincin iştevlerine sahiptir. Neyin bilincü olacağına ancak bir lasarının ayırt cdümesi koşulu ile karar verilcbilir. Dolayısıyla Frcud, bizzat bilince ait bir kategoriyi bilinçdışı oiarak nitelemektedir. 3. Sartre, Frcud'u büinçdışını ve "id"i doğailaştırmakla suçlar: Libido sanki bir hayvansal İçgUdti gibi clc alınmıştır. Fakal insan için doğa ister içimİzdeki ister dışımızdaki doğa olsun ancak bir biline cdiminin nesncsi isc anlam kazauabüir. "Id"in ken"disinde bir anlam yoklur. O halde rüya ve dü sürçmesi gibi "anlamlı" simgcleştirmenin kaynağını da bizzal bilinçie aramak gerekir. Seminerimizin başlarında, yönümüzü belirleyecek soruyu şöyle İfade ettiğimizi hatırlıyor musunuz?: "Kavramsal bir nesne olarak büinçdışı nasıl mümkündür?" Bu soruya yaml aramak üzere "bilinç" kavramım geliştirmeye, mümkün tüm içerimlerinİ elverdiğince ortaya koymaya çalışmıştık. Şimdi utaştığımız sonuç cğer Sattre yanılmıyor isc bilinç kavramı temelinde "bilinçdışı" kavrammın mümkün olmadığını gösteriyor. Eğer çalışmayı burada kesersek "Bilinçdışı ntümkün dcğildtr" dememi/. gcrekiyor. Ancak henilz psikanaliz son sözünü söylemedi. Bize burada bir başka kavram yardımeı olacak: Dil. Jacqucs Dcrrida'nın anahtar nitcliğindc bir cümlcsi var: "Dil, paranteze ahr.amaz." Gerçeklen de fenomenolojik indirgcme yöntemi, paranıezc alma işlemi aslında hiç ummadLğı bir kalıntı bırakır. Dili bilnıçten

89

atamazsmız, çflnkü bu durumda bir biünç edimi, "cogüo" mümkün olamaz. Dilden arınmış bir düşünce dUşünülemez. Ancak ilk bakışla bunun önemi yok gibi duruyor. Dil zaten düşüncenin basit bİr aracı, bir ifade biçimi değil mi? Nilekim dil, yüzyılımızın başına kadar böyle düşünülüyordu. Gcrçekten de söylenecek düşüncenİn, soyleme cdiminden öncc ve lamamen bağımsız bir varlığı olduğu kabul ediliyordu. Bir söz söylendiğı zaman bir fikrin bclli bir imgesini verdiği ya da en azmdan bİr imgeyi vermeye çalıştığı varsayılıyordu. Tıpkı bir resmin bir şeyi temsil ctmesi gibi, sözlcr dc bir fikri tcmsil ediyorlardı. Dil saycsindc diİşUncc kcndisi ve başkası Önünde sergilcnmiş oluyordu. Dahası eski dilbilim okullarından I'ortRoyal'c göre dc cümleterin dilbilgisel yapısı bilc düşünccnin zorunlu dUzenini taklil clmektcydi. CUmiclerde kelimelcrin çizgisel dizilişinin bilc akılda fikirlerin birbirini izleme biçiminin bir npkı yansıması olduğu kabul cdiliyordu. Eğer dil, düşüncenin, "bilinç cdimi"nin basil bir yansımasından ibarei olsaydı, hâlâ "Bilinçdışı mUmkün değildir" diycbilirdik. Ancak Saussure ilc her şcy değişir. Kanımea yüzyıtın en büyük bilim adamlarından biri Fcrdinand de Saussurc'dUr. Einstcin'm, her Galile gözlemeisinin kcndi sürcdurumlu sistcmlerine göre kcndi bağıl 'uzayzaman' süreklisini kesitlediğini ileri sürdüğü "özel bağılhk teorisini" ortaya attığı yıllarda, Saussure bir mutlağı, insanlar arasmdaki iletişimin mutlak gönderim sistemİ olan dil'İn teorisini işüyordu dcrslerinde. Üstelik Saussure buluşunun öncminin, ne gibi sonuçlar verebileccğinin farkındaydı. Dilbİlimin giderek antropolojiyi, sosyolojiyİ, psikolojiyi derindcn clkilemesi gerektiğini görüyordu. / Saussure'c görc dil, ilclişim amacı İle onu kullanan insanlardan bağımsız ve onlara öncel, kendine özgü bir yapısı ve yapısal kuraüarı olan uzlaşımsal bir sisiemdir; dİI. dilin bircysel kul•lanımı olan söze kcndini kabul cttiren toplumsal bir kurumdur, Pakat bu şekilde cle almınca dilden bağımstz bir düşünce, düİn kurallarnım dışında ve Ötesinde bir dUşünce olamaz. Dil düşüncenin saydam bir yansıtıcısı değildir. Dil dUşünceye kendini kabul etlirir. Dil 'toplumsaluzlaşımsal' bir

kurum ol 90

duğuna göre salı bireysel duşünce de yoktur. Bilinç kendini, ancak dilin, yani 'toplumsaluzlaşımsaT bir kurumun dolayımıyla clc alabilir. Işte Lacan'a göre büinçdışı bu 'insandü" Üişkİsinin kaçınılmaz mantıki sonucudur. İnsan kendi varoluş gcrçcgini, ojduğu gibi dcğİI, ancak toglumsal bir kurumun ona sağladığı imkânlarla düşünür. Böylccc A. Lemaİre'in dediği gibi insanda bir yârık meydaria gelir. iştc bilinçdışuiı temeUendiren budur. İnsan kendi gerçeğini bilinçdışı kılar. İnsan kendi gerçeğini önce ailenin, sonra diğcr kültürel kurumların söylemindcn dolayımlanarak düşünürken, esas otanlik gcrçekliğini bilinçdışı kılmış olur. I Saussurc, dil'in biçimsel kurallannın, saf düşüncc tözü ile saf scs lözü arasındaki İlişkiyi kurarkcn düşünceye de kendi biçimlerini kabul ettirdiğİni söylüyordu. Onun bu basite indirgemesinin didaktik amaçlara dayandığı kabul cdilcbilir, ancak dilbilim açısından bazı yanlış anlamalara da neden olabilir bu sadeleşIİrme. Işie Saussure'ün söz konusu satırları: Tek başına dOşünce, hiçbir zorunlu sınıra rastlanmayan bir bululsuyu andırır. önceden oluşup ycrleşmiş kavram yoktur, dilin ortaya çıkmasmdan bncc hiçbir scy beürgin değildir (...) Ses tözü de ne dunmuş olurmuşlur ne de kesin çizgilerle belirlennüştir. Sunduğu bülün biçimlcrine düşünccnin dc zorunlu olarak uyacağı bir kahp dcğildir. Bundan Ötürü (...) diti (...) hcm bulanık kavramların belirsiz düzlemindc (...) hem de seslerin aynı oranda bclirgirılikıen yoksun düzleminde (...) birbirine biuVk bir alt bolümler dizgisİ olarak göslerebiliriz. Dİİ biçimlcnmemiş (bu) iki yığın arasında oluşurkcn kcndi biçimlerini yaraur (...) Bu birleşim bir iöz dcğil, bir biçim yaralır.1 Bu salırlarda Satıssure, başlangıçia dilin biçimsel kurallarından bağımsız "mitik" bir düşünce lözü kabul ediyor. Sanınm I_acan'da da böyle bir töz anlayışı vardır. Onun "Öznede gösterilerv" ya da "göstcrilcbilir olan" dediği şey, yaşamın ilk başlarındaki "mitik" solipsizm (tekbencilik) olsa gerek. Ancak biz şimdi Saussure'den kaynaklanabilecek bu yanlış anlamayı Hjemslev'in nasıl cleşlirdiğine bakaürn. 1. F. Saussure, GeneİDilbi'im DerSİeri, çev. Berke Vardar, s. 1

(ta105. 91

Ama dogrusu ne dcnli başarı ile dile gelirilirse geürilsin, bu cğitsel yaklaşım anlamsızdır. F. de Saussuıe'ün kendisi dc düşünmüş olmalı bunu. Islcr zamansal düzlemde olsun, istcr aşamalama düzleminde olsun, gereksiz her türlü öngcrçeklen uzak duran bir bilimde hiçbir şey, "içcriğin lözünü" (düşünceyi) ya da "anlalımın lözünü" (ses zinciri) ya da bunlann lersini dilden Önccyc alına yctkisini vermez. F. de Saussure'ün lerimlerini olduğu gibi kullanırsak tözün yalnız ve ancak biçime bağlı olduğunu, hiçbir anlamda ona (bu lözc) bağımsız bir varlık gibi bakılamayacağım anlamamız gerekir.2 Şimdi Hjemslev haklı gibi dunıyor. Ancak bu haklılık, tamamen Saussure kaynaklı dilbüim içindc gcçcrlidir. Bir başka deyişle dilbüİmin. kendi incclcme alanı baktmından düşünce tözünc zaman içindc bir öncelik tanımak gibi bir vursayıma ihtİyacı yoktur. Ama bu. psikanalizin böyle bir varsayıma ihtiyaç duymaya • cağı anlamına gelmez. Bclki dc Lacan'ı ycr yer Chomsky dilbiliminc yaklaştıran bir özellik söz konusu burada. Ancak buraya kadar söylcdiklcrimizden Lacan'a göre bilinçdışının, salt dolayımsız yaşantılama olduğu sonucu çıkarılmamalı. Tam tersine, Lacan'a göre bilinçdışı olan, bu yaşantılamanın ük simgeselleştirilmiş halleridir. Yani bilinçdışı da simgclerden o!uş,ur aslında. "Nasıl oluyor da büİnçdışı simgclcrden oluşuyor" sorusunu İlerİki çalışmalara bırakıp şimdilik, bilinçdışnun "dilin biçimsel" kurullanndan başka bir şekilde düşünülcmeycccğini pek güzel açıklayan bir metnc bakalım. Althusscr, "Frcud ve Lacan" adlı çalışmasında şöylc diyor: Bu bicimsel koşulun karşısma, bilinçdışının içcriğini düiünUrken, Freud'un kullandığı kavramlarin (yani libido, içtepiler, isiek) bİyolojik görünüşü çıkanlacak olursa aynı biçimsel koşulun kuramsal Önemini kavrayamama lehlikesi ortaya çıkar. Lacan da bu anlamda İnsanı, bilinçdışmın "isteklcrinin dili'ne yenidcn yöneltmeyi isler. Ne var ki biyolojik gibi görünen bu kavramlar, gerçek anlamlarını bu btçimsel koşuldan alırlar. Bu anlam, ancak bu kosul saycsinde verilebilir ve dUşünüIebilir. bir sağaltım iekniği belirlenebilir ve uygulanabilir. 2. L Hjelmslev, "DilbiİTm Kuramının Teme* fekeleri", çev. M. YalçmM. Rılat, DİtmmvoGÖstergöblUmKuıamtön. YazkO, I983içindes. 9293.

92

Bir başka deyişlc bİIİnçdışı simgeleşmemiş bir düşünce olsaydı psikanaliz sırasında bu düşünceyi nasıl anlayabilirdik? Yukanda insanın kendi otantik gerçeğini kültürün sunduğu simgeler aracılığı ilc dUştlntirkcn kendİ gerçeğinden giderek uzakiaştığına dcğİnmiştik. Bu kendini kandırma mekanizmasını, bizzat dübilimsel göstcrgenin yapısma bağlamak mümkündür. Umbcrto Eco, "Bir Yalan Kuraım" adlı çalışmasında şöyle diyor: Baska bir şcynı anlamlı olarak yerini lultuğu varsayılabilen hcr şey güstcrgcdir. GöMerge kendi yerini tutluğuna gürc dc bu başka şeyin var olması kosulu aranmaz, Bu anlamda ilkc olarak göstergebilim [biz buna şimdilik dilbiüm diyclimS.T.] yalan söylemekie kullanılabilen her şcyi inccleyen bilim dalıdır. Bir sey yalan söylemekıc kullanılmıyorsa doğru söylemekte de kullanılnıaz. Aslmda hicbir şey sttylemekte kullanılmaz.1 Eğcr dil kendi gerçekliğini yaratıyorsa bunun, İnsanın kendisine söylcdiği yalanın da kaynağı olduğu ya da olabileccği açıktır. Fakat burada parantez açıp şunu da belirtmek gerek: Fenomenolojiyi incclcrken, bilincin dış dünyaya göndcrim zorunluluğundan sıyrılabildiğinc, kcndi içinde ortaya çıkan fenomenlerle dolayımsızca ilgilenebüdiğine değinmiştik. Şimdi bilince lanman bu özelliğin aslında doğrudan dilbilimsel göstergenin kendi başına gcrçekliğinden ve geçerliliğinden kaynaklandığı açıkça ortaya çıkıyor. Gösterge, dış dünyada bir şeyin anlamh olarak yerini lutar, ama anlamı yine kendi içindedir, yoksa dışarıda gönderimde bulunduğu şeyde dcğil. Iştc, bilince otonomisini sağlayan, dilin bu olonomisi olsa gerek. Dış dünyaya gönderim zorunluluğu olmaksızın salt dil düzcyinde çahşabilinir; matcmatikler bunun cn açık örncğidir zaten. Matematikler gibi kesin bir doğru arayan Dcscartcs'ın başlattığı yolun, fenonıenolojidc bir rnatemalikçi olan Husserl'de kcndisi bclki de hiç farkında olmaksızm böylc bir matematik benzerliğinc ulaşması İlginç. Ancak bilincin açık scçik doğrulannın insanın kendi otantik gcrçcğinden kopmuş bir yalan olduğunu görmek gerek. Bu anlamda matematiklcr de ya 3. U. Eco, "Bir Göstergebilİm Kufammm Sın;rlan ve Erek'eri',

çev. M. Rifal, DilüiSm vo Göstotgebİtlm Kuramları, Yazko, 1983 içndo, s. 281. 93

landır: Hiçbir gcrçek üçgen, maiematiğin üçgeni kadar "mükemmel" değildir. Idealizasyonun iki sonucu vardır: Maniık düzeyinde kesin açık seçik doğru, deney {dış dünyaya göndcrim) düzeyinde melaforik bir çarpılma. Neyse, bu epislemolojik mülahazaların yeri burası değil. / Lacan'a göre Oidipus karmaşası da gerçek dünyamn bir karmaşası değil, simgesel bİr karmaşadır; bir baska deyişle simgeselin kendi oionom gerçekliğinde geçcn bir karmaşadu; Oidipus için gerçek bir babanın olması koşulu yoklur. Yalnızca simgesel baba işlcvi, "Babanın Adı" yctcrlidir. KUItürel Baba konumunun lüm anlamını veren bizzal aile söylcmidir. Ailenin kendi gerçek gerçekliği [yani nc isc o olan bu "nnmen" (kcndinde şcy)] simgeselin kcndi otonom kuralları çerçcvesinde anlamını kazanır. Böylece simgesel düzen biyolojik ihliyaçlara, onları kültürün düzcni içindc bir "lalcp" olarak ifadc ctmek için simgenin özerk düzenini sunarkcn, doğal (yani nc İse o olan) bu gerçekliğc dc simgcnin Özerk kurallan çerçcvesindc biçimini verir. Dil öylesine yapılaşmıştır ki insanlardan bir insan, dilin "Babanın Adı"na sağladığı tüm kültürel tarihin yükünü taşıyan bir anlamı (kendisi gerçeklikte bu anlamta ilişkisi olmayan bir "insancık" bile olsa) üstlcnmiş olur: Yasaklayıcı, egcmen, "milik" kastre edici baba. Böylece insan yavrusu, biyolojik bir yaratıktan kültürel bir "özne" olma yolunda, yani bir toplum üycsi olma yolunda ilcrlerkcn lüm insanlık kültürü larihinin bir özetini de Ustlenir: Hatta kendisi bu kültür tarihinin yaşayan bir özcti halinc gclir. İnsanm ilk kimliği; aile içinde, "Fallus" simgcsi karşısındaki konumu ilc belirlcnen cinsel kimliğidir işte, psikanalizin cinselliğe verdiği önem de buradan kaynaklanır zatcn. Ncvroz, Oidipus karmaşasımn kUltürün dUzcninc uyan bir çözüme ulaşmamasıdır. Bu nedcnle nevroz, Freud'un düşündüğü gibi cinsel sapıklıklann öbür yüzüdür. Her nevrozun altında toplumea kabul edilmeyen bir cinsellik arzusu vardır. ,( Aıtık semincrimizin sonuna gcldik: Burada "Kavramsal bir ncsne olarak biltnedışı nasıl mümkündür" sorusuna yanıt aradık. Sanırım ulaşlığımız sonuç, Lacan'm formülünc götürüyorbizi: 94

"Dil, bilinçdtşmın koşuludur" Bu sonuç hiçbir deneysel gerekçcyc dayanmıyor. Bilinçdışını deneysel olarak kanıtlamaya çalışan psikanalistlerin tersine Lacan'da böyle bir filozofik akıl yürlümeyİ görmek mümkündür. Seminerin başında Althusscr'e dayanarak "masuın okumanın olmadığını" söylcmiş ve suçumu baştan kabul etmiştim. Bir saaı boynnca konuştum. sizler dinlediniz. Okumak, dinlemek; bunlar pasif suçlar değil mi? Şimdi Ben. bu saatin sonunda, kendi ayna imgesini yakalayan narsistik döncmindeki çocıik gibi imgesel bir yanılgının hazzı içindeyİm. Sİzler isc dinlcdiniz; gelin suçunuzu itiraf edin; sorularınızı beküyorum,

95

IV. DİLBİLİM VE YAPISALANTROPOLOJİ

Lacan'ı lam anlamıyla anlamak için belli bir "Dilbilim ve Yapısal Antropoloji" bilgisine sahip olma gcrekliği kabnl cdilir. Şüphesiz ycrindc bir tespidir bu. En azından Lacan'ın kullandığı kavramlan anlamak bakımından vazgeçemeyeceğimizbir temel bilgi düzeyi sağlamayı hedef alıyoruz bu bölümdc. F. de Saussure, gerçek anlamıyla "dilbilimin" kurucusu olarak kabul edilir. Ashnda cscri, Ölümünden sonra öğrencilerin ders notlarından derlenerek ortaya çıkarılmıştır. Bu bakımdan bazı noktalatda didaktik yonelimin kaçmıtınaz sonucu olan yclcrsizliklcre rastlansa da dil olgusuna bakışta tamamen yeni ve (artışmasız bilirnselbirgörüs, açısı gctirmiştir Saussure'ilndersleri. Saussure önccsinde dil alanmdaki çalışnıalar daha çok ke

96

limelerin larihi, dillerin geçirdiği asamalar, çeşitli dillcrin akrabalığı gibi ampirik çalışmalar ile sınırlıydı. Bu çahşmaların orlaya koyduğu bilgi birikimi lartışma götürmez bir kaikı ise de henüz dilin ne olduğu konusunda bilimsel bir görüş, bir icori ortaya atılmamıştı. Dilin ne olduğu konusundaki görüş "PortRoyal" okulunun görüsjerine dayanıyordu. Daha çok Descanesçı bir anlayışı olan bu okula görc dilin yapısı dUşünccnin yapısını temsil cdcn saydam bir taşıyıcıdan ibarctti.1 Dildcn bağımsız bir düşünce tözlinün bulunduğu şeklinde özctlenebilir olan bu Kartezyen (Descartesçı) görüş, ilk bakışia garip gibi gözükcn bir larzda, Lacan'ın etkilendiği dilbilimeiler arasında yer alan Chomsky'de de belli bir şekilde devam ctmeklcdir. Bu soruna ileride döncccğiz. Oysa Saussure'e göre dİl "sistemi" (Saussure'dc henüz yapı kavramı gclişmemiştir, bu nedenlc daha çok sistem kavramını kullamr) ile düşüncc aynl cdilemez. Düşünccnİn biçimlefi de dil ile birliklc kuruiur: SözcUk.sel anlalımdan soynllanarak clc alındığında dUşUncemİzin. rulıbilimsel açidan. biçimlenmemiş, ayrımsız bir yığnı olduğu görülUr. Düşüncede )ution Psychialriçue, c. XLI, sayı Ü. I ■»CvN'.Freud'Jaa Lıcnı fı&MiıEe

129

bilinçte yer almamıştır, çünkü bı' gösterenin gösterdiği yaşantılama sırasında fallus gostereni yoktnr, dolayısıyla bilinç düzeyindc ycr almış bir ide söz konusu edilemez. Böylece Oidipus'un ikinci aşamasma bağlanmış oluyoruz as: lında. Çünkü fallus simgesi aşağıda da inceleyeceğimiz gibi as} lında "Babanın Simgcsi", "BabanınAdı" ilc devreye gircr./Oi! dipus karmaşasının ikinci aşamasında baba bir yoksun bırakıcı, bİfl kastratör (kaslre edici) olarak dcvreye girmektedir. Burada söz konusu olan tamameri simgesel bir kastrasyondur. Yani kastratör baba, sadecc simgesel bir babadır, annenin söylcminde yer alan bir üçüncüdür, "Babanın Adı"dır. Böylece çocuk ilk kcz simgesel bir yasa itc karşılaşır. Bu yasa ailenin temeli olan ensest yasağı yasastdır. İştc çocuğun ilk dolayımsız arzusu ret| roaksiyonla fallus simgesi altında .simgeselleşliren dc çocuğun! karşılaştığı yasanın cinsel mahiyetidir. Babanın Yasası/rt//»5 olarak çocuğu aımedcn kastre cder; annc ilc dolayımsız İlişkİye soni vererek çocuğu killtürün dünyasına bağlayacak olan Oidipal Qz\ deşleşme sürecini başlatır. Lacan bıi sürece "insanlaştıncı kast, rasyon" udını vermektcdir. Ancak burada üzcrinde durulması gereken konu, çocuğn Oidipal üçgcne bağlayanın, çocnğu "babaya" gondcrenin bizzat annenin söylemi olmasıdır. "Baba sadece, sözdcn ibaret olan yasası sayesinde meveuim ve bu tla sözü annc tarafından tanındığı ölçüde Yasa değcrini ka zanır, Eğcr babanın durumu kesinlik kazanmazsa çocuk anncy tabi kalır." (J. LacanU Çocuk früstrasyonlannı annenin söylcrni sayesinde "Babanın Adı"na bağlayarak üstlenmeklc kültürün dilzeninc doğru çekilmi olur. Küllürel bir kurum olan "Baba" Öncmini ve anlamını bu radan alır. Eğer annc "Baba"ya gönderimde bulunmazsa çocu' imgcsel ilişkidc takılıp kalır; Psikozuıi temeli budur. Oidipus karmaşasınm üçüncü aşamasında çocuk, ailc için konumunu, ailenin kurucu yasası tarafından belirlenen küllürel kimligini kazanır. Bu kimük hcr şeyden önce fallus simgesi karİ şısındakİ konumuylatanınılanan cinsel kimliktir. Şimdi Lacan'ın Oidipus karmaşasi anlayışındaki üçüncü aşaj manırı klasik psikanalizdeki "Oidipus karmaşası" olduğunu söyj 130

leycbileceğİmizi düşünüyoram. Bu yorumumuzu desteklemek için şunları söyleyebilirim: Lacan'ın Oidipus karmaşası anlayışında üçüncü döneme gelene kadar kız veya erkek çocuk ayrımı yapılmamaktadır. Bu süreç her iki cins İçin dc orlak bir süreçtir. Oysa sadece üçüncU döncmde "penise sahip olmak" ya da "olmamak" diyalektiği söz konusu olduğuna göre klasik teorinin "Oidipus karmasası" dediği şey Lacan'da Oidipus karmaşasımn üçüncü döncminc denk düşüyor olsa gerek. Oidipusun ilk aşamaları insan yavnısunu Otdipal Üçgene, simgesel düzcnc bağlamak bakımmdan anlamhdır yalnızca. Oysa Üçüncü dönemdc "penise sahip olmak" devrcyc girer ve böylece Oidipusu her iki cins için aym süreç olmaktan çıkanr. Böyle düşününcc hcr şey ycrli yerine otnruyor gibi gözüküyor, Demek ki Oidipal dönem boyunca çocuk, babanın gerçekliğini simgeselleştirerefc yani babanın metaforuna, "Babanın adı"na ulaşmakla başladığı süreci Babanın yasasına tabi olmayı kabul cdcrek tamamlar ve külıürel bir "özne" kimliğini kazanır. Psikozda, Oidipus aracıhğıyla scmboIİk düzene gcçcmemek (Oidipusun başarısızlığı) söz konusudur. Oidipus aracılığıyia simgesel düzene giremeyen özne gcrçekJİği, kendi sübjektivüesinİ ve diğerlerini ayrımsayamaz. İşte psikoz kliniğinin bize gösterdiği dc budur zaien. Psikoz konusuna ileride lekrar döncccğiz. Ancak şimdi bir klinik olguyu lartışarak ilcrlcyclim. Diek olgusunda yaklaşık dört yaşiannda bir crkek çocuğu söz konusudur. Klinik lam olarak "çocukluk otizmi"" olarak isimlendirilcbilecek bu hasta aslında M. Klein larafından ledavi edilmiştir. Lacan, Klein'ın tekniğini doğru, fakat teorisini yanlış bulur. Lacan'a göre Diek olgusunu açıklayan doğru lcori kendisininkidir. Hcmen hemen hiç konuşmayan Diek'in zaman zaman kullandığı birkaç kdimeden dili bildiği anlaşılmaktadır. Diek lüm nesncler ve insanlar karşısmda aynı kayıtsız tutumu sergilemektedir. İyi, köıü, güzel, korkulan vs. hiçbir şey yoktur Diek'in dünyasında. Adeta insanların dünyasmdan başka bir dünyada, başka bir gerçeklikte yaşamakladır. Çü'nkli gerçeklik sİmgesel dizgcyle yapılanmamış, hiçbir nesne aynnılaşnıamıştır Lacan'a göre. ' 37 yaş arası çocuklarda. Iço kapanma, lopljmsal ilişkilere girmeme,

barı hareketleri sü'ekli iekrar^afia, konuşnana giü bei'nlierle crtaya çıkan fıasta; k.

131

Diek'in clinde zaman zaman ilgilendiği oyuncak bir ircn vardır, bu ireni stereolipik (aynı hareketi yineleyecek) bir tarzda yere sürmektedir. tlk scansta M. Klein, bu stercotipik harekellcri yapan çocuğa yaklaşır ve şöyle der: "Diek küçlik ircn, baba tren büyük tren." Diek slereotipik harekcılerine devam ederken bir sürc sonra "istasyon" kclimesini telaffuz. eder. M. Klein'ın müdahalcsi şöyle olur: "Gar annedir, Diek anncyc girmek." Daha İlk tcrapi seansında başlayan bu süreçlc Diek ilk duygulammlarını, islemlerini ortaya koymaya başlar. Klein'ın lüm lerapi boyunca uyguladığı leknİk benzcri bir temada geçcr. Lacan'a göre Kİein'ın ttlm yaplığı Dİek'e Oidipus'u anlaimaklır. Diek, ancak söylemde "Babanın Adı" karşısmdaki kcndi konumunu kazandığında simgesel dizgcye gircr. Diek sosyokültürel simge sisteminde kendi konumunu kazandıktan sonra, konuşmaya, loplumsal ilelişim ağına kalılmaya başjar. Ama boyleükle onurf söylemi dc sosyokülttirel kodda kendine aynlan konumla bclirlenmiş olur. Diek'le "kUçük erkek çocuğu" dile gelir. Lacan, Diek olgusnnn ş.u cümlelerle yorumluyor: liaşlangıçta ttznedc bilinçdışının hiçbir lürü yoktur. Oidipal durunıun ilk sinıgeleştirmelerini çocuğun nıoique Cben'e ilişkin) ilgisizliği Uzerİne aktaran Melanic Klein'ın söylemidir (...) Bu dramatik olguda. hiçbir çağrı formülc cdemediğine göre ins gcrçekliğine ulaşamamış, bu öznedc icraput (p&ikoterapİ uygulayan şahıs) tarafından devreye sokulan simgeleşlirmelerin ctkisi ncdir? Bu simgeleşlirmelcr, ondaa harekelle öznenin İmgeseli ve gerçeği ge çircbileceği ve gelişimini kazanabilccegi bir başlangıç konumunu be lirlcr... Gelişİm, özne simgesel sisteme bülünleşdği ölçüdc gerçekleşir...

Böylece bu dünyanın nasıl harekcie geçtiğini. imgeselin ve gerçeğin nasıl yaptlaşmaya başladığını, art arda gelcn libidinal yalırımlan nasıl gelişliğini görüyoruz (...) Sö'zlin yasasında insanı insanlaştıran lemel bir yapıyı (yani Oidipus'u) formüle eden anlamlandtncı bir sözün oluşturduğu freskten hareketle 132

ıtim sürecin başladığını görUyoruz. Cerçek dünya dediğimiz dünya, insanlaşiınlmış. simgeselles.lirilmiş, primilif gerçekliğc simge ile sokulan 'transandans'dan yapılmış bir dünyadır.17 Böylecc Oidipal düzcnin, insanı kültürün düzenine bağlayan yapısını dalıa açık scçik gorüyoruz. Insan gerçekliğinin dolayımlı bir gcrçeklik olması fıkri, ampirik bir dayanak kazanmış gibi gözüküyor. Kısaea biyolojik bir varlığı kültürün düzenine çeken, kültürel bir özneye dönüşiürcn sürccın Oidipus olduğunu bir vaka münasebeliyle bir kez daha tekrarlayabiliyoruz. Ancak burada, daha öncc dc sözünü ettiğim Kantçı eğilime bir parantcz açmak yerinde olacak. Lacan dış dünyanın, ancak dilin "kalcgori"leri çcrçevesinde ele alına\)ileceğini düşünüyor. Yukarıda Diek olgusu yorumunda aktardığımız salırlardaki "Iransandans" kclimesi bu bakımdan ilginç bir İpucunu işaret ediyor sanki. Şimdi kaldığımız yerden devam cdcrek şunları söylcmek gcrekiyor, Oidipus aşaması sadece Özneyi kurmak, gerçekliği yenidcn ürelmekle kalmaz, aynı zamanda bilinçdışını da kurar. Şimdi bilinçdışının kuruluşu sürecini daha yakından izleyelim: Oidipus karmaşasınm çÖzUmü, annc ilc ikili ilişkiyi yasaklayarak, öznenin kokcnsel arzusunu bilinmeyen durumuna iler ve babanın meıaforu sürccinc görc ona ycni imgesel, toplumsal biçimler ikame eder. Başka şekildc söylersek simgesel duzene geçiş kökensel baslmnaya andaş ve ayrılmaz bir biçimde bağlıdır,1* Biyolojik varlığı kültürün dilzcninc bağlayan sürcç. öznenin loplumsal olmayan arzusunu bastırma yoluna gitmektedir dcnıek ki. Şimdi bastırma mekanizmasınm Frcud larafından nasıl açıklandığını hanrlayalım. İkinci bölüınde Melapsychohgie'yc dayanarak Freud'un iki tipic bastırma ayırt etliğini kaydetmişlik: "Kökensel basnırna" ve "lam anlamıyla basnnma" (ya da ikincil

baslımıa), sırasında önceden bilinç düzeyinde yer alıp da kökcnsel

17. 18.

J.Lacan. LesEcrksrşchnlque..., s. 100102. A. Lernaire. Jacgues Lacan... s. 158. 133

bastınlmış matcryai ile çağnşımsal ilişkisi nedcniyle sonradan bastırılan bir materyal, Frcud'un terimiyle "psişik tcmsilci" söz konusuydu. Gene ikinci bölümde bu materyalin "psişik temsilci" statüsünde olmasına ve üstelik bilinçte simgesel olmayan hiçbir şcy bulunamayacağına (çünkü simgesel olmayan hiçbir şey bir cogito nesncsi olamaz) dikkat çekcrek ikincü bastırılmış metaryalin simgelerden oluşmuş olması gcrektiğine dikkat çekmiştik. Ancak Freud'un pek ilgilenmediği kokensel bastırma bazı paradokslar içcriyordu. Bir kcre bu matcryal hiç bilinçli ölmnmışUr. (0 halde bir bastırma nasıl SÖ2 konusu olabiliyor?) Ancak bu materyalin başmdan bcri dc bilinçdışı olduğu düşünülemez, çünkü bilinçdışı zatcn bu bastırma ile kunılur. O halde acaba kökcnsel bastırmanm hem bilinci hcm dc bilinçdışını kuran bir edimin so' nucu olduğu diİşünUlebilir mi? Kanımea böyte bir yoruınu Lacan'dan yola çıkarak deslekiemek mümkün. Kökensel bastırmadün karşımıza çıkan bir baçka paradoks şu oluyordu: Kökcnsel bastırmanın materyali de "psişik temsilci" yaüi simge sıattisündc idi. Ancak kökensel bastırmada dürtü ile "psişik temsilci" arasında kopmaz bir bağ meydana geliyorduOysa bu dnrum bilinçdıŞinın birincil süreç dü'şüncesi ilc uyuşmaz. Çünkü birincil sürcç düşünccsinde dünülcr ile psişik tcmsilciler arasındaki bağ ikincil süreç düşünccsine {yatü bilinçli düşünceyc) göre çok daha oynaktır, 0 haldc bu paradoksu nasıl açıklamalı? Aşağıda Lacan'ın bastırma mekanizması anlayışını yorumlarkcn bu sorulara yanıt vermeyc çalışacağız. Şimdi Freud'un bastırma anlayışında biraz daha derinleşclim: Freud'a görc bastırma mekanizmasında bir libidinal yalırım çekilmesi söz konusudur. Yani dürtünün psişik cnerjisi "psişik temsilci"den geri alınmahdır. Fakal bu yatınm çekilmesi nerede gerçekleşir? Baslınlmış temsilci biltnçdışında eylem gUcüne sahip olarak kalır, o haldc zonınlu olarak yatınmını korumuştur. Eğer tam olarak bastırmayı ele alırsak (...) bastırma ıcmsilciden bilinçli ya da bilinedışı yaurımm çekilmesine dayanır.19

19.6. Freud, Meiapsychologis... s.87. 134

Demek ki büinçdışı düzeyinde libido yatınmı değişmeden kalınakla, bilinç düzeyinde isc bir yaiınm çekilmesi söz konusu olıtıakladır. Fakat kökensel bastırmada, bastırılan temsilci hiçbir zaman bilİnç sisteminde yer almadığına görc, burada bir yatırım çekilmesi söz konusu dcğildir. Kökensel bastırmada bilinçdışı sistcminİn uyguladığı bir karşıt yalınm (contreinveslissement) söz konusudur. (Ikincİl bastırmada da bir karşıt yalırım vardır, arıcak buna yukarıda sözünü ettiğimiz yatınm çekilmesi eklenmiştir.) Şimdi Freud'un bastırma ile ilgili düşüncelerini böylccc özctlcdiklen sonra Lacan'ın bastırma mekanizması anlayışına geçelim. Lacan'agörc bastırma, dilbilimsel metafora Benzcr bir süreçtir, Melafor dilbiliınsel bir göstercnin ycrinc, onunla cşzamaniı ilişkidc bulunan (burada belki dördüncü bölümü halırlamak gerekcbilir) bir başka göstereüin ikame cdilmesi edimidir. Daha önce de verdiğimiz örneği halırlayalım: "Daha yasamınm gençlik yıttarındaydı" cümlcsindc, "gençlik yıllan"yerine "bahar" ikanic cdilebilir. "Daha yaşamımn baharüıdaydı." Edebİyalın daha incc bir söylem için sıkhkla başvurduğu bu edime, özne daha toplumsıtl bir anlatım, bir söylcm kurmak için başvunır. işlc Lacan'a göre bastırma mekanizmasmda benzeri bir sürcç söz konusudur. Lacan, bastırmayı "metafor" metaforuyla düşünür. İnsamn kökensel arzusunu gidcrek kültürel normlara daha uygun göstcrenlcrlc ifade etmesi, böylecc giderek esas arzusunun ilk smıgeleştirmesinden uzaklaşmasıdırbastırma. !!!!! Lacan'ın öğrcncİIcrinden Laplanche bn mekanizmayı şoylece [fade etmektedir: Tablo eksik

Burada S/s ifadesi (dördüncü bölümdc akiardıgnnız) Saussure' lin gösteren/gosierilcn ilişkisini yani gösterme ilişkisini ifadc etmektedir. S7S ise S'nin S'yc ikame edildiğini ifadc etmektcdir. Böylece S'/s şeklinde yeni bir göstcrme ilişkisi

kuruiurken S/S'de 135

bilinçdışı konumuna düşmektcdir. (Malematik olarak sadeleşürilmiştir.) Burada küçük s (yani öznede gösterilen) özne tarafından yaşantılanan deneyimdir. öznenin afekli," sübjektivitesidir. Başlangıçta bu afekt S göstereni ile simgeselleştirilirken, S'nin S'ye ikame cdilmesi ile aynı yaşantılanan dcneyim (göslerilen) S' gösterenİ ile simgeselleşmekte, S ise bilinçdışı olmakladır. Yani yasantılanan, göslerilen, afekı vs. sürekli bilinç düzeyinde kaJıfkert, bu yaşanlılamanın düşünüldüğü gösteren bir başka gösterenin; loplum tarafından kabul edilir, kültUre uygun bir gösterenin onun yerini almasıyla biünçdışı düzcyine düşmekte, yani insan kUNürün dünyasında ilerlerken arzusunun ilk simgcleşlirilmiş halinden gidcrek uzaklaşmaktadır. Bir tcdavi lekniği olan psikanaliz rcgrcsif bir süreçte üst üsie yığılmış bu meiaforlar zincirini gcriye doğru kat cdcr ve arzunun ilk simgcleşmiş haline. öznenin csas arzusuna ulaşmaya çalışır. S' yuni ikinci göstcren, kultürel dizgcye uygun bir gösteren ise bu süreç normal olarak küllürel yüccltmeye açılacaktır. Yani bastırma ve yüccllme aynı anda, bir tek edim aracılığıyla gcrçekleşecektir. Fakal aynı şekildc scınplom da oluşabilir. Hasta bilinçdışına baslırdığt arzusunun ilk simgcsi ycrine semptomunu da ikame edcbilir. Semptom bilinçdışı afzuüun metaforik bir ifadesidir ve "anlamı"nı bu arzudan ahr. YukarıdaLacan'ın öğrencisi Laplanche'a istinaden verdiğimiz "meiafor bastırma" formülü oldukça didaktik bir nitelik laşımakladır. Ilk olarak basnrmanın "melafor" kavramı çerçevesinde nasıl düşü nü lcbi leceği ni göstermektedir. İkinci olarak bilinçdışına baslırılanların gösterenler olduğul maiematik bir formülasyonda ortaya konmaktadır. Şüphesiz bu| rada "gösleren" sadece b»r işitsel imgeden ibarct değildir. Bu bifi görsel imge. bir anı vs. gİbi simge niteliği ka2anabüecek hcr scydir. Üçüncü olarak, "Bilinçdışı bir dil gibi yapılaşmıştır" formülü, ycni bir yorum kazanmaktadır. Yukarıda da belirttiğirn gibi me ' Aiekt;Bişse\olnayanpsişlkolay.duygu.

136

taforda ilişkiye geçen gösterenler birbiriyle "eşzamanh" ilişkidedir. Bir başka deyişje, meiafor dördüncü bölümde verdiğimiz ekscnlcrdcn dil ekseni düzeyinde gerçekleşir. Bilinçdışı melaforlar zinciri ile oluşmuş ise metaforlarm ardında bıraktığı gösterenlcr birbirleriyle eşzamanlı İlişki içindedir; lıpkı bir dilin yapısında olduğu gibi. Bu formülasyonun dördüncü bir değeri de klasik teorinin kavramlarıyla birincil süreçlerin yatırım mobilitcsi (mobilite dcs inveslisscment) dcncn sürcçlc yaktnlık gÖstcrmesidir, her bir metaforda yatırım bİr göstercndcn diğerinc kaymaktadır, aynı türden bir yaşantılama S, S', S" göstercnlcrinc bağlanabilmektcdir. Ancak Laplanchc'ın sunduğu "metaforlaştırma" modclinin cn Öneınli eksiği, kanınıca kökcnsel bastırmayı açıklayamamasıdır. Üstelik Lacan'ın bir başka formülünü de yelcrİnce verememek tchlikesi hasıl olmaktadır. Lacan, "Bilinçdışı arzu, dileğin altında akıp gidcn metonimik bir artıklır" der. Şimdi Laplanchc'ın formülünün eksik bıraktığı kökcnsel bastırma konusuna geçclim. Yukanda Frcud'un bu konudaki görüşlerini aklarırken "tam olarak bastırma"da bastırılan simgenin öncclikle bilinçte (ya da hemen büİnçaltında) yer aldığına, sonra da bir yatınm çekilnıcsi ve bir karşıtyatırım uygulanması yoluyla bu simgcnin bilinçdışına bastırıldığma; buna karşıltk kokensel bastırmada lüç bilinçli olnıamıs, bir simgenin karşıiyatırım uygulanması ile bilinçdışını kurduğuna değinmişlik. Laplanche'ın verdiği formül "tam olarak bastırına"ya uygulanabilir nitcliktcdir. Çü'nkü bu fomıüle göre başlangıçla bilinçtc (ya da heınen bilinçaltında) S/s göstcrme ilişkisi vardır. Yani simgeselleşmiş bir yaşantılama söz konusudur, S' göstereninin karşıyatırım uygulayarak S göstercnini bilinçdışına iltiği, bu arada S/s İlişkisi bozulduğuna göre aynı zamanda bir yatırım çekilmesinin (yani bilinç düzeyinde bir yalırım çekilmesinin) söz konusu olduğu düşünülebilir. Fakat kökensel bastırına söz konusu olunca Laplanche'ın formülü yetersiz kalmaktadır. liu konudaki ıartış.malara dcğinccek değilim. Bence bu sonuç açıkça ortadadır. Laplanche'ın forınülasyonuna tcnıcl olatı fonnülü aslında

137

Lacan, Oidipus karmaşasmı ve bu karmaşada meydana gclen birincil bastırmayı açıklamak için aşağıdaki şekilde vermektedir.» Tblo Babanın Adı_ Annenin Arzusu (A) Anncnİn Arzusu Öznede göstcrilen

. (Fallus)

Madcmki Lacan bu formül ilc Oidipus karmaşasını ve bu karmaşa ilc orlaya çıkan kökensel bastırmayı özctlcmektedir, o halde bu formülü doğrudan Oidipus karmaşası çerçevesinde yorumlamak gerekir. Oidipusun bninci aşamasında cocuğun arzusu simgeselleşmemiş, o haldc bilinçli olmannş, bilnıcc ncsnc olmamış saf bir yaşantılamadan, dencyimden ibarctlir. Bu arzu, annesi için her şey olmak, annenin arzuladığı şey olmaktır. Onunla bülünleşmek, eksiksizliğc Nirvana'ya ulaşmaktır. Lacan'm verdiği formülde bu döncm; Annenin Arzuşu_ öznede gösterilen ile bclirtilir. Kanımızca bn ilişki lıicbir simge içcrmeyen dolaynnsız bir ilişkidir. Ancak arada gcne dc bir bölüm çizgisinin olduğumı görüyoruz, Bu "Ayna Evresi"nin ikıli konfilzyonunu simgelemektedir. Anncnin arzusn formüle çocuğu "Babanın Adı"na gondcrimlcınek için, çocuğun "Baba"ya bağlanması için sokulmuşlur. Anncnin Arzusunun "Baba"ya göoderimdc bulunınası Oidipus sürccini başlatır. Bu göndcrim sonucu "BabanınAdr'nın devrcyc girmesi Lacan'ın formülünde Babanın Adı Anncnin Arzusu şeklindeverilmiştir. Babanın metaforunun dcvrcye girmesi ile —»işaretinin öbtlr tarafma geçiyoruz. "Babanın AdY'nin devrcyc girmesiylc çocuğun zaten hiçbir zaman bilinçli olmamış, yaıü simgcleşniemiş arzusu

'20. J. Lacan. fcnfc, ct..., s.73. 138

Fallus gosiereni İlc damgalanırken, bu gösiercn bilinçdışı konumuna düşmektedir. Çocuk bilinç düzcyinde Babanın Adı ilc dcvreye gircn Yasa'ya uyarkcn, kendi ilk yaşanlüamasını da relroaktif olarak Fallus simgesi ile kodlamakladır. Çocuk ilk arzusunu, ilk saf yaşantılamasını simgeleşlirirken, aynı zamanda bu simgeyi bilinçdışma iten bir melaforla karşı karşıyadır. Böylccc sadece bir karşityatınm söz konusudur. Hiçbir zaman bİÜnçIİ olmamış, simgeselleş.memiş bir yaşantılama simgcleşirken bu simge yasanın (Babanın) gücü saycsinde bilinçdışı olmaktfl, bilinçdışmın çekirdcğin» oluşiurmakladır. Nilekim Lacan'ın verdiği formüldc Fallus, ancak "Babanm Adı" devrcyc girdiklcn sonra, ytini—»İşarel cıtiği yönde onaya çıkmaktadır. O haldc Oidipus'un İlk döneminde "çocuğun arzusunun anncsi için annenin eksiği Fallus olmak arzusu" olduğunu söylemek tam olarak doğm sayılamaz. Teorinin iç tutarlıllğı için doğru formülasyon şöylc verilcbilir kanısındayım: Oidipus'a giren çocuğun arzusu Oidipus'un rciroaksiyonu İlc simgeleştiği biçimiylc annesi için anncnin eksiği Fallus olmaklır. Peki, kökensel bastırmada çoeuğun arzusu nedcn Fallus simgesiylc kodlanmaktadır? Bu tamamen alaerkil, halta fallus merkczcİ kühürc! yapımızdan ve kültürel bir kurum olan ailenin ensest yasağının yasası ilc düzenleıimis, olmasmdan kaynaklnnmaktadır. Çocuğun ilkel yaşantılanroası sadece narsislik doyunıuna, Nirvana'ya yöncliklir. Onun annesiylc bir bütün olına ar/.usu bu eksiksi/.liğc yönclmiştir. Oysa biyolojik früstrasyonlarını Babanın Adı ile devreye gircn simgcteştirınclcr sayesinde kodlarkcn. tcmel arzusunun karşısına dikilcn yasak tamamen ensest yasağıdır, özünde cinsel bir yasaktır. Böylcce çocuk Babanın Yasası İle yasaklanan ilk saf deneyimini retroaktif olarak annenin eksiği ölan ve eksiksizliği cgemenliği temsil eden Fallus sirngesi ile kodlar. Babanın Adı'nın dcvrcye girmesiyle çocuğun aryusu anne için Fallus olmak biçimini alırken, yine Babanın Yasası nedcniylc aynı anda bilinçdışı bir arzu halitie gelir. Biraz edebi bir dille söylersek: Günah ar/.usu olduğu için yasak yoklur. Tam tersinc, yasak olduğu için günalı arzusu vardır, Bu yornmumuzun bir ölçüde Delcuzc ve Guattari'nin h'AntiOedipe adlı cseri ileuyuştuğunu düşünüyorum.

139

/ !!Lacan'a biraz anlropolojik açıdan yaklaşacak olursak şu lespiti yapabiliriz: Lacan'a görc Oidipus, yani Babanın Yasası, insanın ktillürel bir varlık olarak kurulması için zorunludur. Çünkü Babanın Yasası, insanın küllürel bir özne olarak kurulmasını sağlayarak, içsel olanla dışsalı, sübjektifle objeklifi, kendi ile ölekilcri ayırt elmesine imkân veren simgesel düzenc girmesini sağlamakla, onu annesiyle dolayımsız haz durumunu arayışlan çıkararak loplumsai bir üye haline dönÜŞiürmekledir (insanlaştıncı kastrasyon). Tez !!!!!Öie yandan Oidipus, bilinçdışı arzusunun çekirdeğini atarak İnsanın küllürün dünyasındaki yücelıme melaforlanna ilişmesini sağlamaktadır. Çilnkü özne, bilinçdışı arzusunu lahınin için aslında beyhude bir çabayla temel arzusunn kültürel yüceltmelerle tatmin etmeye çahşacaklır. Her aşamada früstrc olacak, her aşamada yeni bir imgcsel özdeşleşmenin, imagonun (görsel İmgc) peşinc lükılacaknr. Aslında bilinçdışı arzu küllüre uygun dileğin ardıuda metonimik bir arlık olarak kalacaktır. KUItürel insanın lemel dramı ve çclişkisi budur işte. Ardında bıraklığını ileride arayacak; toplumsallaşmanm ilk adımı ilc yitirdiğini (yani narsistik bütünfüğünU) toplumsallasma sürecinde kapalmaya çahşacaktır. tştc bizi külıürel dünyada yot almaya iten noslaljinin, eksiklik duygusunun temeli budur. "Bircyin tilm gelişim aşamalannda, kişüikteki insani gerçekleşmenin lıer düzcyindc. öznedeki şu narsislik anı yeniden buluruz; bir öncesinde Hbidinal bir früstrasyonu Usilenmek zorunda kalır ve bir sonra normalif bir yücclimedc kendini aşar." (J. Uean).11/ Şnndi OidipusaracıhğıylaküItürc] simgesisleminegeçişin başansızlığı anlamma gclcn Psikoz'u incelersek, dumm daha iyi kavranacakiır. Birincil dcnen bastırma.,. Oidipus'un aşilmasmın ve simgesel düzcne geçisin kojuludur ve psikoıiğin gerçekleşürmek gticündc olmuılığı şey de budur.2:

21.

AMö'an A. Lemaira; a.g.y., s.139,

22. İ40

A.g.y.. s. 339.

Psikoz'u açıklamak için Lacan, "dışta bırakma" (ya da "hcsapian düşme", Fransızca forelusion) kavramını kullanır. Almanca Venverfung kavramını biz göslerenin hesaplan düştilmesi kavramı ile karşılayacağız. BabanınAdı'na ayrılan noktaya Ötekinin düzcmrıdc (yani simgesel düzende) saf ve basil bir gcdik ıekabül cdebilir." Demek ki basiırma mekanizmasında gösteren bilinçdışında varlığım sürdürürkcn "hesaptan dilşme"de gösterenin tamamen dcvrc dışı kalması söz konusudur. Böylccc simgesel dizgede temel bir gcdik meydana gclir. I'sikozda dışta bırakılan simgc "Babanın Adı"dır. Böylcce psikolik küliurd bir özne olarak simgesel ilctişim ağındaki yerini, konumunu kazanamaz. Kcndi ilc kendi olmayanı bir simge sisteminden dolayımlanarak ayırt edemediğindcn. kcndi sübjektivitcsini bİr objektivitc gibi yaşantılar (ya da vice versa). Onun gcrçekliği kültürel kodla düzenlcnmiş bir gcrçeklik değildir. Çünkü bu gerçekliğc slatüsünü veren, onu bu gerçeklikten ayırarak küllürel bir Özne olarak kuran simgesel dizge en temel noktasında; Oidipus asamasında gedik vermektctlir. Babanın Adının dışta bırakılması ile psikoliğin gerçekleştiremediği şeyin "baba" gös'crcnini kullanmak olduğu sanılmamalıdır. Elbetle psikotik bir göstcreni kullanır. Ancak psikotik haslanın ulaşamadığı şcy bu gösterenin metaforik anlamıdır. Bubanın Yasası, kültürün düzenidir. Psikotik hastada gerçekleşmeyen şey temel früstrasyonlannı Babanın simgesindcn dolayımlanarak üstlcnnıek, böylece Oidipal Üçgene girip künürel düzene bağlanmaktır. ,' Psikotik haslada kökcnsel bastırma meydana gelmemiştir. Yani dolayımsız yaşantılaması simgeleşmeıniş, bu nedcnlc dc kcndi ilc kendi olmayan ayrışmamıştır. Kendi sübjektivitesini bir gerçeklik gibi yaşantılamaktadır, gerçekliklc kcndi içsel deneyimini ayırt edememektcdir. (Hezeyan ve halüsinasyonlar). Psikozda belİrleyici olan anncnin Itıtumndur. Eğer anne, Babanm Yasasmı tanımazsa (klasik teoridekİ asmkoruy_ucu__anrıe), babayı dışta bırakırsa çocuk imgesel düzcne tabi kahr. /

23. J, Lacan:£crite...c. 1, s. 74, 141

Şimdi psikoliğin söylemini kavramak için öncc dördüncü bölüme geri dönelim. Bu bölümdc hanrlanacağı gibi, LacanSaussure iküisi bağlamında İki saptama yapmıştık; öncelikle Saussure'c göre dilc herhangi bir yerden girmenin Önemli olmadığını, oysa Lacan'm psikanaliz için tam da bu noktayı öncmsediğini belirtmiştik (Aklardığımız LacanMannoni tartışmasını hatırlayın). Ikinci olarak da Saussurc'ün daha çok ideal bir teorik nesne olan dil ilc ilgili olduğunu, buna karşıhk Lacan'ın (gene Saussure'ün kavramiarmı kultanırsak) sözlc. İlgilİ olduğunu, sözgelimi gösteren zinciri ilc göstcrilcn arasmdaki ilişkinin nasıl siabilizc olduğu konusuna yaklaştığına değinmiştik. Psikoz bağlamında bu nokudardan İlkini (yani dİle, simgesel düzcnc gcçiş problcmi) yukarıda işledik. Şimdi yinc psikoz bağlamında gostcrcn zincirinin göstcrilcnlcrc bağlamnası sürecini ele alalım. Lacan'a göre bu sürcç, kökcnsel bastırmaya bağhdır. Kökensel bastırma ile yaşanlılanan (gösierilcn) ilk simgcsine ulaşır. İşte bu simgcleşmedcn sonra göslerenler zinciri göstcrilenlerlc örtüşmeye başlar. Lacan'a görc bu süreç, hiçbir zaman lam anlamıyia gerçekleşmez. Şimdi burada ikinci bölümde altını çizdiğimizFreud'un bilmeccsinc bir yanıt buluyoruz. (Freud, kökensel bastırmada "dürtü" ile "psişik temsilci" arasında ayrılmaz bir bağ kurulduğunu söylüyor ve Freud'un bu saptaması garip bir şeküde bilinçdışı birincil süreçlerin yatınm mobilitcsi ile bir paradoks leşkil ediyordu). Iştc, kökcnsel bastırmanın gerçekten de ilk simgeleşlirmeyi sağladığı, tüm gösieren zincirinin göstcrilenler üzerindeki hareketinin stabüizc olması içjn ilk referans noklası sağladığı düşünülürsc Frcud'un bilnıecesi çözüm bulur. Şimdi bu aşamada yukarıda açıklamadan gcçtiğimiz bir noklayı ele alabüİriz. Lacan, yukanda verdiğimiz kokensel baslırına (ya da Oidipus) formülünde —* işaretinden sonra yani Oidipusun ycrleşmesinden sonraki bölümde A Babanın Adı ("WTİİ —) Fallus ifadesini venniştir. Şimdi buradakİ A (Autre) Ötekini, yani Lacan'ın terminolojisİ çerçcvesinde kabaca sinıgesel düzeni işaret

142

t

V

etmektediıy Ölekinin alanı ö/.ncnin kim olduğunu sorgulayıp araştıracağı, kimliğini kazanacağı ycrdir. Kendi cinsiyetini sorgulayacağı alandır.14 Özne simgesel düzene gircrken, bu düzcndc kendi kimliğini kazanacağı süreci başlanrken kcndi ilk kimliğini, yani "Fallus olnıak" kimliğini dc gcride bırakmış olur. Böylece kökensel basiırnıayla "varlıkta/olmakta eksik" de açılmış olur. (Maalesef burada Lacan'ın bu son kavramını geliştirme vesilesini bulamadık; ancak şu kadarım söyleyelim "olmakta eksik" manquc â dtrcanne için Fallus olmak arzusunun bastınlması ilc ilişkilidir.) Demek ki Lacan'a göre kökensel bastırma ile güstcrcn ve gösterilcn arasında i!k fiksasyon ıneydana gclnıekte ve Ötekinin alanındaki simgclcr btı harekct noktasından ilibaren stabüize olmaktadır. İştc Psikotik, kökensel bastırmayı gcrçekleştircmediği oranda. yani kcndi ilk yaşantılamasını sübjektivİtesinİ, gostcrilcbilir olan, simgcleşüremediği oranda, kendi olmıiyanın simgeleştirilmesini de başaramaz, kcndi ile kendi olmayanı ayırl edemez. Simgesel dizgcdeki bu temel gedİk sonunda psikolik gösterenlcri göstcrilenlere bağlanıakla yetersiz kalacaknr. Onda pek çok gösteren bir ve aynı gösterilene tekabül cdebilecektir.

S'

S"

Şizofrcnik dil aslında bir tek gösterilenle pek çok gösiercnin ilişkilenmesiylc ortaya çıkaji bir söylerndir. Bu süreç şjzofreni kliniğinin kJasik olarak ncgatif semptomaloloji adı verilen düşüncedc çözülme, neolojizm, yandan cevap, paralojik ve somut düşilnce gibi semptomlarmı açıklar gibi gözüküyor. Birincü bastırmanın gerçekleşmemesi şizofrenideki ikincil narsizıni dc açıklar; Oidipal üçgcnegireıncyen çocuk, "Ayna Fvvresi"nde takılıp kaiır. 24. J. Lacan, a.g.y., s. 64.

143

Dahası, kökensel bastrrmanm gerçekleşmemesi şizofrcni scmptomatolojisinin afeklif yönünü, yani şizofrcnik kayıtsızhğı da açıklar gibi duruyor: Şizofren, kültUrel özneleri küitürün yüceltmelcr zincirine bağlayan nostaljik motivasyondan da yoksundur. Tez !!!! insanı küllürün yüccitmelcrine bağlayan "olmaktaeksik"tir. İnsan kültürc girmeklc yitirdiği narsİstik bülünlüğü, kültürün sunduğu "imago"larla özdeşleşmeye çalışarak, bu "imago" (görsel imge) metaforlajmda kapatmaya, tatmin etmeye çalışır. Bu yol ile bilinçdışı arzu asla doyurulamayacağı için insan kültür içinde sürekli ilcrler: Doktor olmak, baba olmak, kiıap yazmak vs. imagolannın peşinde koşar. Oysa psikolik hiçbir şcy yitirmemiştir. O nostaljİsi olmayan, kayıtsız bir insandır. "Früstrasyonlar arzunun zembcrcğidir." 144

SON SOZ YERINE

I.acan'a göre psikanaliz edilebilir öznenin tüm dramı doğakülıür karşıtlığında düğümlenir. C.L. Strauss'un ortaya koyduğu biçimiyle bu karşıtlık, akrabalık ilişkileri (kan bağı) ile evlilik ilişkilerinin, kültürel bir olgu olarak "aile"yi mUmkün kılacak şekilde ayrılmasınt sağlayan ensesl yasağında ifadesini bulur. Doğal olanın yasaklanması, cgzogamiyi (dışevlenme) ve kültürel bir yapılsınma olarak aile (akrabalık) ilişkilcrini tcmellendirtr. Yapısalcı antropoloji açısından cnsesl yasağı kültürel ailcyi knran, o haldc, doğakültür karşıtlığını oluşturan bir yasa olarak karşımıza çıkarken, psikanaliz cnscsi yasağının cvrcnsel (çünkü küllürün düzeni için zorunlu) yasağı Oidipus'un temel bir özcl

l.tOK'Frcod'ıİUll.acatarı&liMUı

145

liğinin allını çizer: Oidipus, parantcz içinde (özne)nin (yani hcnüz: ozne olmayanın) ilk küllürel kimliğini, yani biyolojik bir organ farklılığında özetlenemeyecek farklı ycrleri, yasakları, vaatleri ve görcvlcriyle öznenin kültüre ilişkin cinsel kimliğini verirkcn, onu doğal varoluşsal deneyimindcn ayırır ve böylece bilinçdışı ar! zunun tcmelini atar. Özneyi, kültürün düzenine girmeklc yitirdiğİ şeyi yine kültürün eksiksizlik scmbolü fallusta bulma çabasıyla, acılı, boşuna fakat vazgeçümez bir şekildc kUlıürün metaforik yüccltmelcrdllnyasına iliştirir. Frcud'un, çağının fizyolojik kavramlarıyla haztalmin çizr gisindc düşünmeyc çalıştığı ve erojen bölgclcrin (oral, anal, fallik) otocrolik tatminindc lanımını bulan gcniş anlamıyla birincil narsistik döncm, Oidipusla yıkılır. Öznenin tüm çabası, Oidipusla girdiği kültürün düzeninde, külıürün düzenine ginneklc yitirdiğinü (narsislik kadiri mullaklığını) aramaktır. insan hcr adımı ilk adınnn narsistik doyumu için atar, fakat hcr adımda ondan biraz daha uzaklaşır. Lacan'ın narsistik dönemi, yani "Ayna Evrcsi", çocuğun anncsi için her şey (relrospektif kuruiuşuyla anncsi İçin fallus) olmak, yani onda "eksik" olan şcy olmak arzusuyla, bütünsel imgcsini kazanmak için aynada kendi imgesiylc ya da başkasının, anncsinin bütünsel imgcsiyle özdcşleştiği, annoçocuk ilişkisinim dolayımsız döncmidir. Bu dolayımsız döncnide kendini baş kasından, anncsinden ayın edcmediğine görc sadece bir (ö/ne) olan, yani hcnüz birözne olmayan çocuk kütlürUn düzeninc simge ile gircr. Simge, dolayımsız ikili ilişkinin arasıüa gircn bir üçüncüdür. tştc, insan yavrusuna bir simge kullanarak ötekini ken dindcn ayınna imkânı veren aslında bu imkfinı bir zorunlulu olarak kabul elliren simge bir dolayım sağlayarak, özneyi kurar. Simgesel düzenin tcmel simgesi "Babanın Adı (rVomduPârej AnncÇocuk dolayırnsızlığına son verir ve kendi yasasını kurar. Simgesel Baba, annede "eksik" olana sahip olandır ve annen :_j tabi olduğudur. Bu anlamda Baba iki kez yoksun bırakıcı olarak devreyc girer: Hem çocuğu annesiyle dolayımsiz iliskisindcn çıkarır (annenin tabi olduğu ynsa Baba'nın yasasıdır) hem dc anneyi fallik nesnedcn yoksun bırakır (fallus'a sahip olan Baba'dır). Lacan'ın lcrimiyle "insanlaştmeı kastrasyon", yani insan yavmsunü küllürel bir özneye dönüştüren kastrasyon, "oImak"tan (etre), "sahip ülınak"a (avoire) yöneltir özneyİ. Söz konusu olan, anne için anj

146

ncnin eksiği fallus olnıak değil, fallik nesneyc "sahip olmak" ya tla "sahip olmamak"tır. Sİmgesel Baba, AnncÇocuk dolayımsızlığına bir üçüncü olarak gircrek, bu dolayımsızlığı tcmel narsisizm bir "kayıp"a (perıe) dönüşlürür ve "varlıkia/olmakta eksik" açılır ("mam/ne â âtre"). Türkçede bu kavramın lam vurgusunu vermek için hem varlık'ta (yani dolayımsız kendi gerçekliğinde) hem de olmak'ta oyunca işlcycn ikili bir yorumlama sistemin| tekabül eder. Ama bu, bclki de cn çarpıcı biçimiylc, Şakalar vl Bilinçdışıyla ılişküer'mâe söz konusudur: Yani dileğİn yerine g~' tİrümesinin kendi içeriğinin terimleriyle, baska bir deyişlc, ycri

4. Btyograf K eleştiri konusundeki tabunun bu türden açiklamalarınm kabul moz

o'arak görülmolerino nooon olacağı dogrudur; ylne de öze'likle edet» bt yoo/afinln hlçbir zaman olmadıöı kadar güçlendiği btr dönernde, bu labunun iüoolojik işlevine daha yakından bakmanın zamanı gelmiş otabilr. Daha eskl biyografik eleştirlnin, yazarın hayalmı blr bağlam olatak ya da metni açıklayabilen bir neden olarak anladığı, daha yoni eleşüri lürGnÜn ise yazarın "hayat'ım ya da daha çok bunun yenklen kuruluşunu, tam da daha Öte biı metin, söz koİ nusu yazarın oSğor edobi melinleriyle aynı düzeyde yer alan wo onlarla bir klo daha geniş bir araştırma küilİyalı oluşlurabilecek bir melin olarak anlad.ğı gözlemlnde bulunmaltyız. Her halükârda, burada"oioblyografk' pasa^'ar olarakad« landmlan pasajlann statüsü konusunda ve metndeki, yazarın dileğinin kendin» den hoşnuüuk, kend^ne acıma vb. biçimlnoe yeüne getHlTtesinl kasıllı olaraK ön plana çıkaran kaytt düzeylerinln Özgü'lüğü konusunda göstergebilimsol aç'klamaya gereksinlm duyuyoruz. 5. Freud, s.153. 8urada kaba hatları çizilen mokaniznaiar Şakalaı ve Btlinçdıştadakl modele nesnesi bir rıesaj ve bfr ileilşim dururou Rüyalann VoJ rumı/ndaki modele olduğundan ço'< daha yakındır.

210

getirilen dileğin doğasının ve dileği yerine gclirdiği söylencbilecek simgesel usullcrin terimleriyle yapılan bir açıklaması, yapıtın örgütlenmesinin kcndisinden ve bunnn gerçekleşlirdiği psişİk ekonomiden tilrctilmesi gereken daha saf anlamda biçimsel bir haz "ek"inin bir açıklaması ilc yan yanadır. Dolayısıyla şürsel sUrece ilişkin bu çift katlı açıklamada, Freud'un şu esas güçlerinin, yani Yer değiştirme ve Yoğunlaştırmanın ycraltı varlıklarmı iş başmda görmek bclki de fazla zorlama olmaz; dileğin yer değiştirme ve gizleme yoluyla ycrinc gelirilmesi ve üstbelirlemenin biçimsel kestİrme yollarına ve üst üste binmelerine [supcrpositions] bağlı olarak psişik enerjinin eşzamanlı bir serbesl bırakılması, Bununla birlikte, şu an için akıld'a tutmamız gerekcn, Freud'un çözümü değil, sorunu, bireysel arzu ve fantczi ilc dilin ve alımlamanın koleklif doğası arasındaki diyalekliğin icrimleriyle fomıüle etınesİdir. Ortodoks Freudculuğun edcbi eleştcrisinin en iyi durumda bile bu düşünceler konusunda Frcud'un kendisinin oluşturduğu örneği izlediği söylenemez; daha çok, birey ve bireysel dcncyim kategorileri içinde kilitli kalmış (Holland'm bclirlıiği gibi, karakteri. yazarı ya da okuru psikanalizdcn gcçirmiş) ve bu kaicgorilerin kendilcrinin sorunlu halc gelebilecekleri bir noktaya erişememi^lir. Sorunun kendisinin daha çok özgUlleştirilmesinc yönelik ufuk açıcı İpuçlarını daha çok, psikanalitik yontcmin edebiyata uygulanışının bazı muhalif ya da sapkın biçimlerinde bulmaımz olası görünüyor. Bu durumda, Örneğin Sartre'ın hem Oriodoks bir psikanalitik cleştirinin hem de gelcneksel bir biyografik eleşlirinin bazı sahıe sorunlarmin önüne set çeken bir psikobiyografik yöntemİn ÖncülüğünU yaptığı söylenebilir. Nitekim, hem Sartre'da hcm dc Erİkson'da, özel ilc kamusal, bilinçdışı ilc bilinç, bircysel ya da büİnemez olan İle evrensel ve anlaşüabilir olan arasındaki karşıtlık ycr değiştirmiş; larihsel ve psişik durum ya da bağlarn konusundaki yeni bir anlayışa bağlanmıştır. Şimdi GeneH'nin stili ya da Luther'in tcolojik önermeleri, dışsal anlam içindeki gizlİ bir anlamı arayan analistin ya da yoruırıcunun sczgİsinin, içgüdüsel duyarhlığinın bir konusu değildir artık; daha çok, bağlam yeicrince karmaşık bir biçimde yenİden kurulduğunda, bu kültürel

211

tezahürler ve bircysel üretimler belirli bir duruma verilcn yanıtl olarak kavranırlar ve kaiıksız jestin anlaşılabilirliğine sahiptirl Dcmek ki analiz süreci bir empati çabası olmaktan çıkıp, d rumun kcndisinin varsayımsal bir restorasyonuna dönüşür ki ' durumun ycnidcn kurulması anlaşdması (versiehen) ile aym scyJ dir.6 Dcğer biçme sorunu bİlc (Lulher'in politik edimlerini Gcnet'nin biçimsel yeniliklerinin önemİ) her bİrinin durumu na eklemlediğinc bağlı hale gelir ve dolayısıyla duruma veril örnek bir tepki olarak anlaşılabilir: Bu bakış açısından, duru verilcn yanıtın, çağdaşları tarafından daha karışık bir biçimdc pek fark cdilmedcn yaşanan bir nesnel durumu yapılandırdığı v ona ilk kez fülen varlık kazandırdığı söylcncbilir. Dolayısıy' buradaki bağlam ya da durum kavramı sözcl ya da psişik mel dışsal bir şey değildir; tam metin onu işlemeye ve dcğiştirme başladığı anda yaratıhr. Hem Sartrecı hcm dc Eriksoncu yeni * kuruluşlarda psişik drama ilc psişik dramanın nihai olarak o nandığı ve "çözüldüğü" toplumsal.ya da politik alan (Luther içiıi papa otoritcsi, Flaubcrt için ondokuzuncu yüzyıl sınıf toplumu) arasındaki merkezi dolayım kuruınunun ailc olduğunu 6 temeliyiz. En azından Sartre için, duruma bu biçimdc dcğer biçme, Öz5 nenin radikal bir biçimde gayri şahsileştiritmesiyle [depcrsonalizution] el ele gider. Burada, Lacan'ın Varlık ve Hiçlik'in kari tezyenciliğinc karşı giriştiği polemiğe ve psikobiyografilcrin cgo: psikolojisi çerçevesinde yazıldığı iddiasına karşın, hatta Sartre'ı Freudcu Bilinçdışı kavramına ilk saldırılarındaki açık reJ vizyonizme karşın, bir başka Sanrc'mEgo'nun Aşkmlığı'm yazan; Sartrc tam da Lacan ve grubunun 0 kadar uzurı zamandan bern egopsikolojiye karşı girişmiş oldukları mücadelcnin Öncmli bir Önceli olduğu saptanmalıdır. Bu yapılın yanı sıra Varhk ve füç lik'ıe aynı düşünceyi genişleten psişe hakkındaki bölümde d" geleneksel anlamdaki ego karakter, kişilik, kimlik, benlik duygusu büincin otuşturucu ve yapılaştıncı bir öğcsinden çok, bilinç için bir nesne, onun "içerikler"inin parçası olarak gösterilir. Bu. 6. Ofumlu ve olumsuz yan'anyia Sartre'ın dw York: Seabury. 1973]. s. 159) Sadomazoşist ya da saldırgan bir dürtü varsayımına başvurmanın her zaman için dotayımlanmamış ve psikolpjikleştrid

bir ıde

213Adorno

ve Horkheimer tarihsel çözümlemelerini özgül bir tanı, yani dürtünün, bastırma mekanizmasının ve huzursuzluğun [anxietyj belirlenmiş bir konfigürasyonunun yerel bir betimiemesİ üzcrinc kursalar, Durkheİm'ın toplumsal görüngünün psikoloj: açıklaması konusundaki uyarısı yolun yarısında yeniden somutlu kazanır gibi görünüyor. Frankfurt Okulu'nun yapıtının bu bölümtindc yine de gücünü korumaya dcvam eden şey, psikanalizden ödünç alınmış olan vbütünsel sistem ya da geç kapitalizmin "venvaltete Welt"i (bürokratik olarak "idare edilen" dünya sistcmİ) hakkındaki sos yolojik görüşjcrinin dayanaklarını oluşturan daha global bir ba " tırma modelidir. Klİnik Freudculuğun uyarlanması isc tam Frankfurt Okulu'nun temel psikanalitik esininin kaynağı tanı me tinlcri değil de dahn çok Medeniyet ve Yaratttğı Hoşnutsuzluklar olduğn için [bu yapıt, gelişme ile (ya da sözcüğün klasik Almanca anlammdaki gibi teknolojik ve bürokratik "ilerleme" olarak "Kullur") hep artan içgüdüsel vazgeçme ve scfalcl arasındaki gcri döndürulmez bağ konusunda eskalalojik bir görüş taşır) en iyİ durumda acemice görünmektedir. Burdan baŞİayarak. Adorno v~ Horkheimer için vazgcçme çağnşımı, psişik tanıdan çok kültürel eleştiri olarak işlcv görecekıir ve basnrma gibi leknik tcrİmler; kondt düzanlamlı değerlcrinden çok, bir contrario, yani bir üıopyacı "bonheur" [Fransızca, "ınutluluk"ç.n.) ve içgüdüsel doyum! görüşü kurmanın uraçlan olarak kullanılmaya başlarlar. Öylcyse Marcuse'nin yapıtı, bu Ülopyacı görüşün daha eski bir endüstriyel Avmpa loplumunun katı içgüdüsel tabulanndan son derecc farkl bir görünüm taşıyan "yüccllmeyi bastırma yoluyla engelleme' [repressive desnblimation] ve ticarileşmiş geniş mezhcplilik gibi özelliklcriyle bir "lükctim topIumu"nun [Metinde Fransızca; "socitSie' de consommation"ç.n.] son dcrecc faıklı koşuilarına b' uyarlanması olarak anlaşüabilir. Sartrecı yaklaşım bncysel vaka öyküsünü, daha kolektif ya^ pıların varoluşunun bile soruniu halc gcldiği bir noklaya dek vurj olojinin işareti olaugunu ektemedan duramayacağtm {öte yandan, Âdorno'num "gerilerre' kavramını ku'lanırı geneüJc bçmin taıthi ile ciolayır"lanTş!ır. böyleükte, arkalk içgödulere gerüeme, daha eski ve kaba bia'msel tekriklere vo. gerilemeyto ifade edilfno ya da bu lekrvklore yol açma eg^lİTü güsterir).

214

gulanıa eğilimi gösterdiyse, Frankfurt Okulu'nun özgürleşmiş bir koleklif kültür konusundaki güçlü görüşü de bireysel öznelerin hem psişik hem de toplumsal eşsiz tarihlerine pek küçük bir alan bırakmaya yönelir. Toplum üe bireysel psişe arasmdaki dolayım olarak aile yapısının araştırılmasına öncülük edenin Frankfurt Okulu olduğunu elbelte unutmamahyız.» Ama burada bilc, bizzat kcndilerinin dc İfade etliği gibi. kısmen tam da modcrn çağda aile yapısının çözülmesinc bağlı olarak, vardıkları sonuçlar artık eskimiş görünmektedir. Yine de buluşlarının bu göreli eskimtşliği, bizzat kendilerinin sorumlu olduğu bir yöntembilimsel kaymaya, yani vurgunun özclliklc de Amerikan dönemnıde toplumsal bir kurum olarak ailedcn, otoriter kişilik ya da fasist karakter yapısı gibi daha tam anlamda psikolojik kavramlara doğru değişmesinc kısmen bağlıdır. Bununla birlikte, bugün kölünün aslında nasıl da bayağı olduğu her zamankindcn daha açıkken ve polnik konuınlann bu türdcn psikolojik yorumlannm gerici kullanımlannı (örn. öğrcnci isyanının Oidipal lczahür olarak yorumlanması) gözlcmleme fırsatım tekrar tekrar bulmuşken, bu artık yeterli olmayacaktır. Frankfurt Okulu'nun FreudoMarksizmi, sağ kanal aşırılığının "demokrasi" karsjsında oluşturduğu tchdillerin bir analizi olarak sona cnnişlir ve 1960'larda, aynı analiz kolaylıkla Sol için kullanılabilmiştir; ama özgün FreudoMarksçı scntcz 1920'lerde Wilhelm RcicVınki bugün küllürel devrimin sorunları olarak adlandırabilcceğitnız şeyc acil bir yanıt olarak evrilmiş ve cski, devrimöncesi toplumdan miras kalan ve onun içgUdUsel tabularının güçlendirdiği karakteryapılannın kendüeri tamamen dönüştürülmedikçe politikdevrimin lamamlanamayacağı duygusuna seslenmiştir. Bireysel psikoloji ile loplumsal yapı arasındaki ilişki konusunda, hem Sartrc'ın hcm de Frankfurt Okulu'nunkinden oldukça farklı bir rnodel, Charles Mauron'un Psychocrilique ikwwlU

241

açıkça, Lacan'da özgün olan şeyin, daha yaygın ve artık üzerinde uzlaşılmış olan yapısalcı paradigmaya, doğadan kültüre geçiş paradigmasına özümsenmesinde yatmaktadır ve bu, kuşkusuz, öznenin evriminde Yasa ve kastrasyon huzursuzluğunun gerekliliği Brown'un çokbiçimli sapkınlıkla, Reich'ın genital cinsellikle ve Marcuse'nin anne süperidi ilc ilgili İçgtidüsel ve devrimei ülopyalarından çok farklı bir ruha sahiptir konusundaki Lacancı vurgunun, klasik yapısalcı paradigmanın örtük muhafazakârlığını paylaşıp paylaşmadığını kcndimize sormamız gereken andır. Lacancı versiyon, Yasaya boyun eğmeyi ve elbette, Öznenin Simgesel DUzcnc tabiyetini yücellen kendine özgü bir relorik üreıtiği ölçüdc, muhafazakâr çağrışımlar ve kuşkusuz açıkça karşıtütopyacı olan bu şcmanin muhafazakâr bir suüstimali olasılığı kaçınılmazdır. ötc yandan, Lacan'a göre "yasa'ya boyun eğme"nin basnnnaya değil, daha çok bundan oldukça farklı bir şeyc, yani yabancılaşmaya Marx'ın tersinc, Hegel'in bu fcnomeni tasarladığı muğlak anlamda işarct cltiğini hatırlarsak, Lacan'ın düşüncesinin daha trajik karakleri ve ona içkin olan diyalektik olanaklar açıklığa kavuşur. Nitekİm, Lacan'm yayımladığı tek kalıcı edebi tefsiri olan Poe'nun "Çalınmış. Mektup"u üzerine semincr,J6 bizzat Freud'la kars.ıt ayrım içindc, Lacan'a görc normun, benzersiz bir biçimde didaktik ya da "örneklcyici" liptc olmakla birlikle tam anlamıyla anlatısal bir kcşfin yeri olabilcceğini ilcri sürer.4? Poe'nun öyküsü, Lacan'a göre, "biçimsel bir dilin özneyi beürlediği" yöntcmin yetkin bir biçimde gösıerildiği bir vesilcdir." Anlalının sonradan eklencn bölümünde, Dupin'İn Bakan'm yerini almasıyla ve onun da 1476. Tam anlamıyla öcğilse b!e, bıreysei bır yapt n ana'Zi otduğLnu söyloyebileceğlmiz bu sonuncu calışmayla ilgili olarak, filmde, lilm İmgesinin görsal doluluğu lle verili bir filmin anlatısındaki 'diegetlc" kullanımı arastndaki yaptsal söreksizHğin, onu Lacan'ın İkiü kayıl düzeylerinin kuUammının ayncalıklı b>r nesnesi ha'İne getird)Qi gözlemindc bulunrranyız. 46. Ğcrits, s.H41 (İngilizce çeviri için, bkz.yukanda34. not). 47. Bkz. Jaccues Oernda, "The Purveyorol Trulh," Vale F(onch Studias, No.52 (1975). özellikle, s. 4547. Ama Derrida'ya karşı, öyküye sefpiştlrümiş olan,. araştırrrta ve muhakeme Ozerire enine boyuna düşünceler içlnde soyut kavram t ile onun anlatısal setgJenmesi arasmdakl uçurumu llk kez açanın Poe'nun ken j disi olcuğu idd a edilebilir. 48. "Presentation de la suito,' ğcrits, s. 42.

242

daha öncc kraliçc (arafından işgal edilcn yerc taşınmasıyla ycrlcr değiştiği zamarı, mektubun kendisiyle ya da gösterenle ilişki içinde yapısal olarak elde edilebİlir üç ayrı konumun kralın, kraliçcnin ve Bakan'm konumu kcndilerini anlık olarak işgal edcn özneler üzcrindc yapılaştıncı bir güç uyguladıkları ortaya çıkar. Böylece, gösterme zinciri bir kısırdöngıi haline gelir ve normun kcndisİnin, yani Simgesel Düzen'İn öyküsü bir "mutlu son" öyktisü dcğil, daha çok aralıksız bir yabancılaşma öyküsildür. Açıktır ki Lacan'ın anlatı yorumu, anlatmın gösterileninin sadece dilin kcndisi olduğunun ortaya çıktığı alegorik bİr yorumdur. Bir kez daha, okumanın göreli zenginliği,.ilcıişimsel sürecin dramatik yapısından ve onun içİnde erişilebilir olan farklı konumların çokluğundan kaynaklanmaktadır; ama müzikal konumn nedcniylc daha canlı olmakla birlikte, Lacan'ın tefsiri bu bakımdan, Todorov'un yorumlannın yam sıra Derrida'da ve Tet Q«W'de de işbaşında oiduğunu gösterdiğimiz, artık üzcrinde uzlaşılnnş olan, yapısalcı bir kavramla metnin özgöndergeselliği kavramıyla yeniden birleşmekledir." Bu biçimde okunduğunda ama daha sonra İlerİ süreceğimiz gibi, Lacanın denemesİni okumanın lek mümkün biçimi bu değildir "Çalınmış Meklup Üzerine Scmincr", başardığı diğer şeylerden farklı olarak gösterenin öncelikliliğini programatik oiarak ortaya koymasıyla, yapısalcıhğın ideolojisi olarak adlandırılrnası uygun olan ideoloji için güçlü bir cephanelik sağlar. (Yapısalcılığın idcolojisi burada hemen, "gösıerilen"in "gönderge"yle sistematik ikamesi olarak tanımlanabilir ve bu da göstcrilcnin gösterenlcrin örgüllcnmesinin bir ctkisi olduğuna İlişkin tam anlamıyla dilbilimsel savdan, bu duruıtıda "gÖnderge"nin yani larihin var olmadığı yolundaki oldukça farklı sonuca mantıksal olaralc gcçmemize izın verir.) Ne var ki, bulunduğumuz bağlam, Lacan'ın yorumunun taşıdığı ya da üretliği bu aşın idcolojik yüklcnme, bu idcolojik ctki konusunda bir açıklama Önermektedir. Niteknn,Lacan'ın yorumunun ilk sayfası, "deneyimimizin özünü teınsil etmek bir yana, yalnızca onun İçinde lularsız kalan şcyi ortaya çıkaran imgesel vakakır"ın so polemİk

49. 50.

Bkz. Tbe PrisonHovse of Language, s. 182183,197201. "Sominat on 'Tho Purioined Lettor™ s. 39 (ya da Ecrits, s.l 11, Poe'nun oyküsündekı "yayılma" anmı (özeHikle, ikizlenn sonsuz biçjmde Jad

inünitum] or 243

bir reddiyle, nercdeyse kaçılamaz olan kendini sunuşu içinde Imgeselin alcyhine, Simgeselc aşırı itibar kazandırılmasına ilişkin bir lanıda bulunmakladır. Böylece, Lacan'ın kendi edcbiyat cleştirisinin içinden geçen bu dolambaçlı yolla güçlenmiş olarak, başka nc olursa olsun, Imgesel ilc Simgesel arasındaki ayrımın ve verili bir analizin ikisi arasındaki nilel uçurumun hakkını vermesi gcrekliliğinin, özcl bir düşünme biçiminin kapsaminı ya da sınırlannı öiçmek için paha biçilmez bir araç olarak ortaya çıkabilcccği konusundaki varsayımımıza geri dönmüş olduk. Lacancı bir edcbiyai cleştirisinin gelecektc nc olması gerektiği konusunda spekülasyon yapmak hiçbir zaman doyurucu olmasa da, "Çalınmış Mektup Üzerine Seminer"in burada tcrsine, edebi yapıt edebi olmayan bir tezin göz kamaştırıcı biçimde sergilenmesi içİn yalnızca bir bahanc olduğuna göre, bu tür bir eleştiri için bir model oluşturmasının pek muhtcmel olmadığı açık; amu en azından, iki düzen ya da kayıl düzcni kavramını diğcr eleştirel yöntcmlcrin dengcsizliğini göstermek için ve aralarında bir eşgüdümü ve ekleklik bir çoğulculuğun ağır basmasını sağlayabilecek yollar önermek için bir araç olarak kullanabilİriz. Büylecc, Örneğin, verili bİr metnin inigc içeriğini, onun fikirsel [ideationalj içeriğinin (ya da "anlam"ının) ipuçları olarak dcğil de daha çok metnin işlemesi ve dönüşıürnıcsi gerekcn İmgesel malzcmenin tortusu olarak kavradıgımız zaman, tüm bir imgeara^tırma ve imgcaveıhğı alanının taya çıkmalanm: Dupinln ikizi olerak anlalıcı. Bakanm IkJzl olarak Dupin, difier IM Duptn öyküsünün ikizi olarak öykönün kendisi, vb,) vurguiayan Derrida'nın okuması (bkz. yukanda 47, noı), böyleco Lacan'm semineriyte karsıltık Içinde, Poe'nun metninde &mgesekten çok İmgesel öğelor otarak tanımlamayı öğrendiğlmiz şey için zemin hazıriar. Burada Lacan'la glrilen poleTiğin erdemieri ne otursa o'sun, oykünün kendisi soz Konusu oldugu ötçüde, bu iki tür oğe arasır>da bir gerilim duygusu ortaya çıkar ve bu da burada Derrida'mn bize hatıriattığı Imgesel "sürüklenme'nin izlerinl süme eğitimi gösterenin pek de Lacan değil, ama daha çok Poe'nun motninin kendlsi oktugunu düşündürür; bu aynı zamanda. bu Imgesel öğeleri. Lacan'ın kendi yorum nesnesl olan kapalt Simgesel döngüyo dönuştürmesi gerekenln tam da melnin kendisinin 'işl* olduğunu akla getirir. fşle bu nedenle, Imgesel ve *yayıima"nın yeolden vuroulanmasından, Imgesel i!e simgeset arasmdaki karşıtlığm ve hepsinden önemSsi bunun öflük hiyerarşisinin son derece stnırtı bir Önem laşır goründüğü1, sonucunu 9karmak pek dcğru otmaz. (Derrida, s. 108109). Tersino, burada Derrida'rvn baştattığı tef&re dair oolemlğin önemi lam da bu karşıllıktan kaynaklanı r.

244

dönüştürülmesi gerektiği fazlasıyla açık gÖrUnmektcdir. 6u durumda, edebi metnin kendi imgc içeriğiyle ilişkisi Romantizmdcn bu yana modern edebiyatta duyusal olanın tarihsel üstünlüğüne karşın imgelemin üretimi değil, daha çok açık bastırmadan (ve duyusal imgcnin daha rahatlattcı bir kavramsal simgeye dönüştürülmesindcn) gerçekUstücülüğün ve yakın tarihte, şizofrenik cdebiyatın daha karmaşık özümseme tarzlanna dek uzanan biçimler içinde İmgeleme vakıf olmak ve onu dcnetlcmekti^.,'1 Yalnızca imgclcri ve aynı zamanda otantik mit ve aldanmanın yaşamayı sürdüren parçalannı bu bİçİmde yani İmgcselin, katıksız Özel ya da fızyolojik dcneyiminin, Simgeselİn yaraıtığı ani ve tam değişime uğramış izi olarak kavrayarak, bu tür bir eteştiri cdcbi metinlc yaşamsal ve yorumbİIgisel bir iüşkiyi yenidcn elde edebilir. Nc var ki imge eleştirisi şu ana dek erlelediğimiz bir sorunu gündeme getirmekledir; yani artık soyul teoriden çok bir eleştirel pratİk meselcsi otarak, özellİkle de aynı içerikier farklı bağlamlarda sİmgesel bir sİstemİn yanı sıra imgcsel bir deneyimin de parçası olduğu ölçüde, kendi olarak İmgesel malzemelcr nasıl ayırt edilebilir? Leclaire'in yararlı bronz küllük öMicği," kayıt düzeylerinin bu ledrici kaymasını, nesnenin şeklİnin ve kararmış madeni yüzeyinin, eldeki yoğunluğunun ve gö^e pürUzsUz görünmesinin itk algılanışı olarak sıralar ve sonra, ilk olarak işjcvsel bir nesne ("küllük"), sonra bir antika, daha sonra kırsal süslemeciliğin özcl bir tarzımn ömeği, vb. otarak anlık bir yuva bulur göründüğü çeşilli simgesel sistcmlcrc isimler yoluyla yavaşça yerleşir. Dotayımsız duyu algılaması deneyimi ile bir nesncnin isminin o nesnenin katılmasını sağladığı çcşilli soyutlama sistemleri arasındaki bu aynm, bizim için artık tanıdık hale gelmişolmalı. Yine de aşağıda olduğu gibi, verili bir ncsncnin sırasıyia Imgesel ya da SİmgescI işlcvinin belİTİcnmesi için daha özgül ku 51, 8u perspekttlten yeniden okunduğunda, Walter Benjamtn'in Electiye Al ■.'■:■::• ("Goethe's Wahtvenvandtschaften,"Schriften Içİnda, Cla I [Frankfgn: Suhrkamp, 1955], s.55140) üzefine, yenl çaltşmalara başlangıç oluşturan de nemesl, anlamiı t>ir Lacancı tını kazanıyor.

52. Leclaire. s 382.

245

rallar formüle elmek mümkün olmahdır: "Aynı lerim mutlak olarak e!e alınırsa, İmgesel, oysa onu karşılıklı olarak sınırlandıran öteki tcrimlerle bağmtılı bir ayırt edici değcr olarak ele almırsa, simgesel olarak düşünülebilir."» Edmond Ortigues'e borçlu olduğumuz bu mükcmmel formülün, bunun devamında bizc sunduğu tarihdışı sistem türüne doğm genelleştirilmemesi nıuhlcmelcn iyi olur; söz konusü sistemde İmgcsel gözün, Simgesel İse kulağın ve dilın rejimi haline gelir; lek bir duyu doluluğuyla büyülenmesi nedeniylc "maddi imgeleme", özsel olarak dilbilimsel ve toplumsal karaktcrli olan tüm o ayırt edici sisiemlere karşütır. Nc yazık ki bu tür bir karşıihk, öğrenmiş olduğumu gibi, tam anlamıyla Imgcsel bir karşıthktır. Bununla birlikte for mül, Simgesel sisicmlcrin tersine, İmgcsel ncsnenin kendini mutlaklaştırma, iüşkiyi dışlama ve algısal aygıtı tek başına ve ya htılımş olarak gölgcdc bırakma eğiliminin üzerinde yararh b : biçimde durmaktadır, ve buna karşıhk Simgesel sistcmlcrin öğ lcrinin her zaman örtilk ya da belirtik bir biçimde bir ikili ka' şıtlıklar karmaşasına gömülü olduklanna ve Greimas'ın "gös lcrgcbilimsel zorlamalarm oyunu" olarak adlandırdığı tüm b' yelpazeyc maruz kaldıkianna işarct ctmektedir. Üöyle bir tanımın taşıdığı sorun, bu lür ilişkilere Özneyi yd niden sokiuğumuzda, oranlarırı dcğişmesi ve şu ana dek tekil Imgesel nesnenin yahtılmışlığı tcrimleriyle adlandınlması uygu olan şeyin artık ikiterimlİ bir ilişki halnıe gelmesidir; aynı and Simgeselin ikili sistemlcrinin isc İmgeselin şimdiye dek çift ka otan mantığına arlık üçüncü bir lcrim sokıuğu düşünülmelidir: "J Lacan'ın İmgeselin özünü, bir 'ikili ilişki'. muğlak bir yenidea| ikileşme, bir 'ayna' yansıması ve Özne ilc öznenin ötekisİ ara: sındaki dolayımsız bir ilişki, yani her terimin dolayımsız olar^ diğerinin içine geçliği ve hiç bitnıeyen bir yansımalar oyunu için dc kaybolduğu dolayımsız bir İlİşki olarak tanımlamasının anlamı budur. Imgelcme ve arzu sonlu bir varhğın, kcndi ilc öteki araj sınclaki çelişkiden ancak üçüncü bir terimin yaratılışıyta ortaya çç kabilcn gerçekliklcridir; bu üçüncü tcrim her terimi bclirleycrc onları dildc geliştirilebilen tersinc çevrilebilir ve tcdrici ilişkile 53. Edmond Oıtiguos, Le Discours et fe sytnbole, s. 194,

246

içinde düzenleycn, dolayımlayıcı bir 'kavram'dır. BütUn bir simgeleştirme sorunu tam burada, ikili bir karşttlıktan üçlü bir ilişkiye gcçişte yatar."44 Öte yandan, yukanda öne sürdüğümtiz gibi, ilişkiyi bu kadar radikal bir karşuhğın terimleriyle döncmleştirmek, bir bakıma İmgcsel dUşünmenin kendisini, görünürde onu zaptetmeye çalışmakta olan bir düşüncenin içine üstü örtülü bir biçimde ycniden sokmaktır; aslında bu, İmgeseli reddetme ve onu Simgeselle ikame etme sanki biri "iyi", Öteki "kötü" imiş gibisorunu da değildir; daha çok, birbirleriyle radikal sUreksizÜklerini korurken, hcr ikisini de eklemleyebilccek bir yöntem geliştirme sorunudur. Bu perspektirten bakıldığında, gühdemdeki cdcbi yöntemler konusundaki eleştirimize dönecek olursak, temel analiz malzeıneleri zaman ve mekânın, Öğelerin, öznelIİğin tam da dokusunun, yaşanmış dcneyimi neredeyse yalnızca İmgesel âlemden alınmış olduğu Ölçüde, eleştirel yenidcn dcğerlendirmenin ncsncsi olması gerekenin, imge cleştirisinin üstünde ve ötcsinde, fenomenolojinin kendisi olduğu açık halc gclmekıedir. Programı Husserl'İn ünlü "şeylere dönüş" sloganı tarafından müjdelenen fenomenolojik cleştiri, yaşanmış deneyimin ve duyusal doluluğun salıiciliğini estetİk metnc gcri verme çabası olarak. aşırı düşünselleştirilmiş sanat yapıtı anlayışlarına karşı açıkça bir tür terapötik ıslah edici rolü pynamıştır. Ne var ki gerİye bakıldığında, fenomenolojistler tarafından, Özcllikle de sanat dillerinin gelişürilmesindc aigılamanın ilkselliği nosyonuyla MerlcauPonty tarafından gelişlirilen estetik, nercdcysc yalnızca İmgeselin perspektifmdcn düşünülen bir Simgesel teorisinin tam ilk ömeği gibi görünecektir. Öte yandan, kendİ olarak fenomenolojik eleştirinin en katı biçiminin Bİrleşİk Dcvlcllcr'dc yaygın olarak uyguİandığı söylcneınez; onun yerini alma. ama bazen dc oıorİtesİne sahip çıkma eğilimi gösteren 54 Âynı yerde, s.205. lrr>Qesel bir imge araştınnası ile Simgesel blr Imge araştırması arasındaki la/klilık, Gaston Bachelsrd'ın L 'Eau m los reVes baştıklı yapıtı giDİ (ya da AngloAmçrikan eleşliri içindo G. Wüson KnigM gibi yazarla'in buna Karşrtık döşen yapıtlan) tam antarnıyia Imgesel yapıttar, Alistair Fowler"ın yaptığı gibi ("Emblems ol Terrfperance in the Faoüa Oueene. Book Ü," Bevhvf ofEnglİsb Studies, n.s., C. Ü [1960), s. 143149.) aynı imge kalıplannın ycni ikonograük arastırmaları ile bir araya getirllerek dramatize edüebilir.

247

yorum tara, yapılların, "kendi" ve kendinin çeşitli kİmlik bunalımlan terimlcriylc yapılan ve çok daha ideolojik olan bir yorumudur. "Çoğulculuk" denilcn ideoloji ilc birliktc, cgemen akademik yorumsal ideoloji haline geidiği açıkça görülen bu tür okumaların özne, cgo ilc öteki arasındaki tükenmek bilmez salımmlan, tmgesel kayıt düzeyinin kendisinin optik yamlsamalarını yansıtır ve egopsikolojiye yönclik Lacancı suçlamaların tüm glicüyle bu okumalan hcdef alması yerindedir.» Yinc dc bu yaklaşımın, ilk toplumsal terimlcrlc çcrçcvelcndiğinde gerçek politik sonuçlan olan öncmli bir varyantını ayırt etmeliyiz. Bu yaklaşım kültürei görUngülerin ötekiliğin tcrimlcriyle okunması Sartre'ın Varlık ve Hiçlik'indeki Öteki ile ilişkİnin diyalektiğinden ve bunun da ötcsindc, FenomenohjCdeiâ Hegelci Efendi ve Kölc açıklamasından kaynaklanır. Bu, Özclliklc dc Saint GenSt'dt geliştirildiği biçimiyle, tahakküm ilişkilerinin saldırgan bir eleştirisi İçin temel oluşturur gibi görüncn bir diyalektiklir: Bu nedenle de özellikle Frantz Fanon tarafnıdan lUm bir Üçüncü Dünya teorisi ve sömürge ile sömürgeci ötekinin psikopatolojisi alanma yaygınlaştırılmışlır ve bu lür bir ötekilik lcorisine benzer bir şey, hangi nedenle olursa olsun sınıf kategorilerini ırk katcgorileriyle ve tam anlamıyla sınıf mücadelesini söl milrgcsel bağımsızlık milcadelcsiylc ikame eden bir politikada kuşkusuz hcr zaman ürtvlk olarak bulunuyor olmalıdır. Bu arada Michcl Foucault'nun yapıtı, benzer bir ötekilik ic, orisinin, daha yapısal bir dışlama teorisi biçiminc bürüncrek kültür ve tarih analizlcrindc ctkisini ardırdığına tanıklık etmektedir. Böylece Sarlre'ın Saint GenSt'deki suçluluk analizini izlcycn Foucaull, Bir Akıl anlayişı geliştiren bir loplumun, nasıl aynı zamanda bir delilik ve anormallik anlayışmı da lasarlamayı ve karşısında kcndisini lanımlamak üzere marjinal gerçeklikler yaraımayi: zorunlu bulduğunu gostermiştir; hapscıme ve tam anlamıyla ka| patma konusundakİ cn ycni yapıiı, Amerikan polttik gerçekliği 55. Bundan, edebiyat eleşilrmenieri ve laorisyenleri o'araK. Lacancı poleTüğİ, tam anlamyla psikanaütik eltişön alamnda tembel tembel sürdüımek gibi bir rşimlz otduğu sonucu çıkmaz: Emsi Ktis ya da Norman Holland'ınki glbi tiliz yapıtlar, raklp standert koyücu'ar arasındaki (tam anlamıyla Imgessl) bir kan

davası lerimleriyle değil, kendi ternıleriyle araştırılmayı hak edeier.

24X

nin, Allica'dan bu yana cn kayda değer akımlanndan biri haline gclcn şeyle, yani cezaevlerinin kendi içlcrindeki harekcile birleşir. Öle yandan, "Saint Gen&'nm 'ayna evresi'nin cpiği" olduğu yadsınamaz;16 ve burada sunulan lcorik çerçevenin yanı sıra poUlİk gcrçeklik dc ideolojisi bu tür teorilerdcn oluşan ve bazı bakimlardan hem buradaki hem de Fransa'daki 1960'ların Öğrenci harekellerinin ardılı olan lümpen politikanın, marjinallik politikasının ya da "moleküler politika"mn (Dclcuze), İmgcselin katcgorilerinin egemen olduğu, özsel olarak etik açıkça anarşist olmadığı zaman bir poliıika olduğunu düşündürür. Ama uzun vadedc, sonuç böİÜmUmüzde göreceğimiz gibi, heyccanları ve gösterdiği infialin niteliği ne denli hayranhk verici olursa olsun, etik bir politika terimlcrde bir çelişki anlamma gelir. Sİmgesel pahasına imgesele aşırı İtİbar küzandırılması lanısını koyabilcccğimiz olgunun, son zamanların cleştirisi içindc aldığı biçimlerden ba/.ıları bu lürdcndir. Bu basitçe bir yöntcm ya da lcori sorunu değildir; cstclik ürelim konusunda bazı içerimleri vardır. Aristoteleskarşıtı liyairo anlayışıyla, seyircinin cmpatisini ve "özdeşleşmesini" rcddcden estelik anlayışıyla Brecht'in oluşturduğu örnek belki söz konusu içerimleri ima edebüir. Ama bu ürnek de bulunduğumuz bağlamın açıkhğa kavuşüırduğu bazı sorunlar laşır: Aslında, "mulfak" liyatrosuna ve onun yanı sıra, "cpik liyatro" idealinin ortaya çıkardığı görünürdeki paradokslarakarşı Brechtçi saldınyı, Imgesel yanrımı blokcctmeyc ve böylece gözlemei özne ile Siragesel Düzen ya da tarih arasmdaki sorunlu ilİşkiyi dramatize ctmeye yönelik bir çaba olarak anlamamn en doğrusu olacağını öne sürüyoruz. Tamamlayıcı aşırı uca, yani Simgeselin kendisinin aşınİıibar kazanmasına gelince, bu açıdan, temel pmgramı Simgesel Dü/.cnin gerçek bir haritalanması olarak tanımlanabilccek olan göstergebilimin gelişmesinden bu yana, bu özel "sapkınlığın" ya da "yanılsama"nın ncyc benzediğini söyleyebilmek daha kolaydıf. ş6.~Mehiman, s, 182. Sarire'ın Saint GeneVdeki Hegelcileştlrici kavram&al araçlan (özelllkle de sentez kavramı) konusunda Mehlman'm eieştirlsl, s'ıstemi, bu bakımdan, Imgeseiln gerçekttrsum/rasıni lhülasaç.n,]oluşturan Hegsrinkendistni de k;ine alacak biçamde pekâla genişteülebüir.

249

Dolayısıyla, bu "sapkmlığın" kör noktalannın, İmgeselin Simgesel bir sisicm modeline yerleştirilmesinin sorunları konusunda özcllikle öğrelici olmaları umulabilir: Burada söz konusu sorunlardan yalnızca birinc işaret edeceğim, ama bu, edebiyat eleşlirisİ bağlamında en öncmli sorun, yani anlatınm yapısal analizinde "karaktcr" kategorisi sorunudur.3? Çünkü "özdeşleşme" ve "bakış açısı" ideolojilerinin açığa çıkardığı üzcrc, "karaktcr" anlalı metninde öznenin Simgesele yerleştirilmesi sorununun en kcskin biçimde ortaya çıkdğı noktadır. Bu sorun, Propp ve Greimas'ın, eylem "Özne"sinin antropomorfik bir kalıntısının, "işlcv" ya da actant [Fransızca, "eyleyen"ç.n.] görünümü alnnda varlığım sürdürdüğü uzlaşmalarla 'SU gotürmez pratik dcğerleri nc olursa olsun kuşkusuz çözülemez. Eksik olan yalnızca, özne İle onun anljilısa) temsillerinin ya da başka bir deyişle, gcncl olarak İmgesel ile Simgeselin kıyaslanamazlığını koruyacak bir analiz aracı dcğil, aynı zanıanda öznenin çeşilli "tcmsillcri"nin kcndilcrinin arasındaki süreksizlikleri eklcmlcyecek bir üü.ıli/ aracıdır ve yalnızca gozlemleıncyi Benveıüslc'dcn öğrendiğimiz, bir yanda birinci ve ikİncİ zamirlcr ilc öle yanda UçüncU zamir arasındaki süreksizlikleri dcğil. ama aynı zamanda ve her şeydcn önce, Lacan'm vurguladığı, birinci şahsın kcndisinin yalın hali ilc i hali arasındaki süreksizliklcri de eklcmleyecektir. Anlau analizİnde öznenin statüsüyle ilgili bir analiz aracı. Anlalısal analizde öznenin statüsünc ilişkin leorik sorunun kendisi, bir dcrcccye kadar rtiodcrnist praliğin eski moda Özneyi cdcbi metinden atmaya yönelik larihsel girişiminin bir yansımasıdır. Bu konuda beniın kcndi duygum, bir yandan anlanda öznenin uygun bir tcmsüİ olanağını yadsıyıp, Öte yandan bu tür bİr ıcmsil içİn daha doyurucu bir katcgori aramayı sürdürmenin olanaksız olduğu yönündedir. Eğer durum böylcyse, o zaman özne ile şu ya da bu bircysel karakter ya da "bakış açısı" arasmdaki hşlâ tanımlanması gerekcn birlür ilişki nosyonu, yerini, içinc Öznenin nöbcileşe yerleştirileccği karakter sisicmlcri ile İlgili araş 57 BKz. örneğin, Roiand Banhes, "An InifOduction to ıha Sıruclural Analysis of Narraıive.' New Uterary History, PİM. VI. No. 2 (Kış.1975), s. 256260; ve François Rasiter, "Un concepl dans |o discours rJes ÖKKJGS fttl&ralıes," Essa's d& ş6mlotiqu& discursive (Paris: Maroe. 1973), s. 185206.

250

tırmaya bırakmalıdır.58 Bununla birlikte, daha genel bir biçimdc, bu ikilcm, metinlerdc olduğu kadar çağdaş yaşamın kendisinde de öznenin bireyciliksonrası dencyiminin hakkını verme kapasitesine sahip kavramsal araçların geliçtirilmesinin bugünkü cdebi teorinin cn can alıcı gcreksinimi olduğunu duşündürür. öznenin parçalanmasına iüşkin ısrarh çağdaş retorik (Deleuzc ve Guattari'nin, şizofrcni, "arzunun gerçek kahramanı" olarak yüceltcn AntiOedipe'i bunun belkİ en dikkat çekici Örneğidir) bu gcreksinime gereken önemi vermemektcdir; ama bilincin merkezsizleştirilmesi dencyiminin yanı sıra teorinin dc "burjuva bireycİliğinin kcndisinin son artıklannı yok ctmeye ve gclccek yeni bir tür bircyciliksonrası düşünce tarzının tcmelinin hazırlanmasına" hizmet etmesi gerektiği yolundaki (hâlâ çok soyut olan) Marksist kanı da söz konusu gereksinimi daha uygun bir biçimde doyurmamaktadır.*9 En azmdan, bunlara karşın ve sonuçta analitik aygıt olarak pratik değerleri nasıl tezahür etmiş olursa olsun, "öznenin altüst edilmesi"ne ilişkin tam anlamıyla yapısal Lacancı graflar, geriye baktığımızda, Saint Genât'deki, Rcnc" Girard'ın Aldatma, Arzu ve Ronıan'ınâi\k\ ve Sartre'ın Critique'ix)dek\ son "dizisellik" küvramındaki diyalektik gibi kavramsal habercilcrin öncü değerini ama hcm de Hcgelcileştirici sınırlarmı ölçmemizi sağlamaktadır. Bu arada söz konusu graflar Bakhtin'in iam anlamıyla diyalojik) bir konuşmaya ilişkin yapıöncesi nosyonunda ve toplumsal dcncyimin bu nosyona kaynaklık eden, bireyciliköncesi biçimlerinde gelccekteki araştırma alanları konusunda ufuk açmaktadır.M Dolayısıyla, Lacan'ın polemiğini (''Çalınmış Mektup Üzerine Scminer"deki) tersine çcvirmek; dilin ve Simgesel Düzenin öncclikliliğinin yaygm bir biçimde iddia edildi^i hir zamanda,

58.Iki yoni denemedö böyle blr yaklaşım İmkdnını araştrmayı d&nedirn: 'Afler Armageddon: Character Systerns irı Phillp K. Diek's Dr. Bloodmonsy,"ScionceFictk/n Stuoass, 5, (Mart 1975). s. 3142; ve "The Ideology of Form: Partial Systemsİnla Vıeitle FiSe," Substaoce, 15 (Kış, 1976},.s. 2949. 59.F. Jameson, 'On Goftman's Frama Analysis", Thoory and Sodety, C. ÜI, No.ı (ilkbahar 1976). s. 130131. 60.Oizisellik üzerine bkz. Mancistn and Forrn (Princeton Universiry Prçss, 1971), s. 247250. Dİyatojik kavramı en çok Mikhaıl Bakh:ln1n yapılında geliştirilmiştir: Probiems of Düstoevski's Poetics (Anrt Arbor, Michigan: Anjis. 1973),s. 150169.

251

"hakikatin gizli olmayış!"nın (Heidegger) arlık daha çok Inıgeselc yetersiz ilibar biçilmesindc ve öznenin yerleştirilmesİ sorununda aranabilcccğini Öne sürmek kışkırtıcı olacaknr. IV Çünkü Derrida'nın suçlaması kuşkusuz doğrudur ve Lacan'da da genet olarak psikanalizde de söz konusu olan, hakikat kavramıdır; daha da kötüsü, klasik varoluşsal hakikat kavramına tuhaf bir biçimde bağlanan bir hakikat kavramıdır (örtmeörtüsünü indirme olarak Heideggcr'inki, kotü niyctten [Metinde Fransızca, "mauvaisc foi"ç.n.] zaman zaman geri dönme olarak Sartre'mki)'' 1 Tam da bu nedcnle yapısal olduğu ölçüde Öznenin bir merkczsizleşmesini Öneren ve "varoluşsal" olduğu ölçüdc gerçeklikle bir uygunlaşma olarak değil (Derrida'nın öne sUrdüğü gibi), ama daha çok Gerçekle bir iliski, en iyi durumda, Gerçeğe asimiotik bir yaklaşım olarak bir hakikat kavnımı larafından yönlendirüen bir düşünceyi sözmerkczli ve sesmerkczli olarak sınıflandırmak keyfi görünmektcdir. Lacan'ın epİstcmolojisini ele almanın yeri burası dcğil, ama Lacan'm temel üçlüsünün Üçüncü lerimi olan terime geri donmenin kesinliklc zamanıdır; sözkonusu terimdcn bu kadar nzun sürc söz clmeklen kaçmabilmiş olmamızın cn azından şaşırnci olduğu kabul cdilmeli. Sİıngesel Düzcn (ya da dilin kcndisi), İmgcselin ayna İmgelerinin ikiliğinin o ana dek sonsuz olan gerilemesinc üçüncü bir lerim sokarak imgcscIİ nasıl yenİden yapılandırıyorsa, aynı biçimde, bu yeni uçüncü Gerçek teriminin gccikmeli girişjnin, Lacan'ın iki düzenine ilişkin daha önceki larttşmarmzın tekrar lekrar İçine dtişme riskine girdiği Imgcsel karşıtlığa bir son vermesini umabilir ve beklcycbüiriz. Bununla birÜkle, bir ycrlcrde, onun "Gcrçcğin ya da Öylc algılanan şeyin, simgeleşlirmeye mullak olarak dircnen şcy''" olduğunu söylediği bir alanın açıklaması için Lacan'ın kendisindcn fazla yardım bekIememeÜyİz (yİne de yapılı boyunca rastgele saçılmış olan Gerçek üzerine bu değerli yorumlannın Uimunü kapsayan bir der ei.Oernda, s. 8194. 62. Le Sömlnaire, I, s. BO. 252

lemeye sahip olmak yararh olur). Buna karşın, Lacan'da Gerçeklc ncyin kastedildiğini söylemek mülhiş zor değildir. Bu, basil bir biçimde Tarihin kendisidir: Ve psikanaliz için burada söz konusu olan, yelerince açık bir biçimde öznenin tarihi ise dc sözcüğün (mısı bu Özel maddecilik ilc Marx'ın larihsel maddeciüğinin yüzleşmelcrinin artık ertelenemeyeccğini ima elmektedir. Bu yüzleşmenin ilk örncği, kcndisinin kullandığı biçimiylc Simgesel kavramınm Marksizmle (birçok Marksistin kabul etmeyc gönullü olacağı gibi, Marksizmin dil teorisi hâlâ gcliştirilmeyi beklemektedir) uyumlu olduğu iddiasıyla Lacan'ın kcndisi tarafından verilmiştir.6' Bu arada en Hegclci olanlanna aşağıda işaret etmiş olduğumuz diyalektik cğilimlerin Lacan'm tüm yapıtına nüfuz etmiş oldukları kesindir; ve bunun da Ötesinde. bu yapıtın büyilsünUn lam da diyalektik formülasyonlar ile Lacan'm çeşitli topolojüerinin daha durağan, daha tam anlamıyla yapısal ve mekânsallaştırıcı formütasyonları arasındaki muğlak duraksamasında yattığı da kesindir. Yine de yapısal haritalamanın öteki tUrlcrindcn farkll olarak Lacan'da, bu tür yapılann daha süreçyönelimli bir tipin "anlanna" gcri dönüştürülmesini sağlamak ü/,crc, analiıik durumun merkeziliği [proximity] her zaman söz konusudur. Dolayısıyla şu ana dek. Göstcrilenin optik yanılsamalarına karşı "yapısalcı" bir manifesto olarak görünürdeki değeriyle ete aldığımız "Çalmmış Mektup Üzcrine Semincr"deki başka pasajlar, tcrsine, Gosterenin döngUsel yolunun, diyalektik bir kendinin farkında olma durumunun ortaya çıkmasıyla, düşünınüs olabileccğimizden biraz daha sıkı bir biçimdc ilişkili olabileceğini ve daha öncc kaba hatlan çizilmiş olan yapısal okuma üzcrine dayatılan daha diyalektik bir ikinci okumayı yansıtabileceğini önc sürmekiedir. Özclliklede Poe'nun Bakam'nın 63. "La Science e! la verite." İrcnfs, s, 876; aynı zamanda bkz. "Discours de Rome" (Wilden. s.22ft. s.50, ya da £crits, s. 260(1, s, 287) Içinde hlstoriografi Üzorine notlar.Tarlhsel zaman komısunda daha sahici diyalöktik bir anlayış içinde genetiK ya da evrimsel bir ovreler setlnio işlevi sorunn hem psikanalizin hem de Markslzmin paylaşlığı bir sorundur. Freud'un evrelorinin (orai, anal, genltal) tam anlamıyia şematik ya da işlemse doğası konusunda Lacan'ın ısran, Eti enne Balibar'ın Lire le Capitafde (Cilt. Ü [Paris: Maspero, 1968], s. 79226) Marksçı avrimsel şemanın (vahşl, Darbar, uygarlasmış) yerlnde kullanımlan Ozerİne düşünceleriyte karşılaştırüablir.

253

ikilemi, Imgeselİn oplik yanılsamalanndan kurtuluşun, Simgeselin farkında olunmasında aranması gcrekliğini düşündürür: "Çünkü daha önce olduğu gibi şimdi dc sorun mektubu merakh gözlcrdcn korumaksa, kendisinin önccden boşa çıkardığı tekniğin aynısını kullanmaktan başka yapabileceği bİr şey yoklur: Onu ortada bırakmak. Ve onu bir mimetiğin ya da ölü taklidi yapan bir hay'.■ünü! tüm çizgilerini içindc bulabileceğimiz ikili bir ilişkiyc dolayımsız bir biçimdc kapılmış gördüğümüz zaman ve tipik imgcsel bir durum olan görülmediğini görme durumunun tuzağına düşmüş, gerçek durumu, yani görmedcn görüldüğünü yanlış anlar bir halde bulduğumuz zaman, mektubu ortada bırakmakla ne yaptığmı bildiğindcn tam anlamıyla kuşkuya düşebiliriz."*4 Bu tür bir pasajın tanısal olarak içcrdiği yapısal kcndinin farkında olma bilinci tam anlamıyla diyalektik bir bilİnç olsa da psikanaliz tartışılmaz bir biçimdc bir maddecilik olduğu haldc, buradaki diyalektiğin Marksist bir diyalektik olduğu sonucu zorunlu olarak çıkmaz. Aynca, büıün bir ölü doğmuş FrcudoMarksizmlcr dizİsi dcncyiminin yanı sıra bu dcnemede kaba hatları verilen modclin önerdiği radikal süreksizlik tipinin yöntembilimsel standardının da dUşündürdüğü gibi, bunlan bir çesit birleşik anlropolojidc fazla aceleci bir biçimde birleşlİrme girişimi olunılu bir sonuç vermez. Hcm psikanalizin hcm clc Marksizmin maddccilik olduğunu söylcmek, her birinin insan bilincinin "kcndi cvinin efendisi" olmadığı bir alanı ortaya çıkardığım iddia etmektcn ibarettir: Yalnızca, hcr birinin merkezsizleştirdiği alanlar birbirinden oldukça farklıdır cinsellik Ve toplumsal tarihin sınıf dinamiklcri. Bu alanların yerel ilişkÜerarasıhklar tanıdıkian Rcich'ın cinsel bastırmanın nasıl loplumun otorite dokusunu bir arada tutan çimentoya Benzcr bir şey olduğunu göstcrdiğinde olduğu gibiyadsınamaz; ama bir sistcmin moleküler öğesinin istikrar amacıyla geçici olarak diğcrinc Ödünç verildiği bu içgüdüsel ya da ideolojik iyon dcğişimlerinin hiçbiri, cinselliğin sınıf bilinciylc ilişkisinin bütünlüklü bir modclinİ tam anlamıyla sağlayamaz. Bunnnla birlikte, maddcci düşünce insan gerçekliğinin tcmelde birden fazla biçimdc ve birbirleriyle oldukça az ilişkili olan bi 64. "Semlnar orT'The Purloined Lotier', Yale French Stveties, s. 61, ya da âcrits. s. 3031.

2S4

çimlerde yabancılasmış olması oiasıhğım barındırmasına yeiecek kadar heterojenlik ve süreksizlik praüği kazanmış olmalıdır. Yine de daha alçakgönüllü bir biçimde, ama daha çok başarı umuduyla yapdabilecek şey her biri özsel olarak yorumbilgisel olan bu iki sisiemin birbirlcrine yönlem açısından ne Öğretebileceklerini göstermektir. Gerçekten de Marksizm ve psikanaliz birbirlcriyle çok sayıda çarpıcı yapısal analoji gösterirler; en önemli temalannın bir listesi buna tanıkhk edebilir; Teori ve pratiğin ilişkisi; yanhş bilincin direnci ve bunun karşılımn oluşturduğu sorun (hakikat mi yoksa bİlgi mi? Bilim ırıi yoksâ bireysel kesinlik mi?); söz konusu olan istcr analisl isler öncü parti olsun, hakikatin "ebesi" kavramının rolü ve riskleri; yabancılaşmış bir larihin ycnidcn sahiplenilmesi ve anlalının işlevi; arzu, değer ve "yanhş arzu"nun doğası sorunu; npkı analiz gibi "bitimli" değil "bitimsiz" olarak düşünülmesi gerekıiği kuşkusuz olan devrimei sürecin sonu konusundaki paradoks; vb, Dolayısıyla bu iki ondokuzuncu yüzyıl "felsefe"sinin, bu zamanda ve şimdiki enlcleklüel almosfcr içindc, "naif anlambilimeilik"lerinde odaklaşan benzer saldırıların nesnesi olmaları şaşırtıcı dcğildir. En azından, bu itiraza tam bir karşılık vermeyi sağlayabilecek bir dil kavramınnı, hcm Marksizmdc hcm de psiknnalizdc yakın zamana dek olmamasından ondokuzuncu yüzyıhn sorumlu tutulması gerektiği açıktır. Dolayısıyla, bu pcrspektiftcn bakıldığında, Lacan'ın hayatmın yapılını, Freud'un dilbilime tercüme edilmesi olarak dcğil, ama Frcud'nn pratiğindc Örtük olarak var olmakla birlikle henüz uygun kavramsal araçlarına sahip olmadığı bir dilbihm lcorisinin serbesl bırakılması olarak anlamak koşuluyla, Lacan örnek bir figürdür ve yclcrince açıklır ki hazmedilmesi zor olan ve tüm sorunu yaratan, Lacan'ın üçüncü terimi, yani Imgcsel ilc Simgesel arasındaki görece zararsız kavramsal karşıthğa Gerçeğİ eklemiş olmasıdır. ÇünkU her iki "maddecilik"te de bu leori ve pralikbirhkleri''nin her biri ile kendi olarak gclcneksel fclscfclcr arasındaki lcrrıel mesafeyi vurgulamak üzere çağdaş fclscfcyc görc skandal olan, sofistikc felsefecinin çoktandır parantez içine aldığı varsayılan bir şeyi, yani bir gönderge anlaytşım lıer ikisinin de inatla korumalarıdır. Motlcloluşlurucu ve dilyönelimli fclsefelcr için (ve zarnanırnızda,

255

Nietzschc'den sıradan dil felsefesinc, pragmatizmden varoluşçuluğa ve yapısalcılığa dek devasa bir eğilimler yelpazesi oluşturmuş durumdadırlar), aslında başka bir deyişle, karşılaştığımız ya da yaşanlıladığimız gcrçekliklerin pek de İnsan aktı tarafından değİI (bu, klasik idcalizmin daha cski biçimidir) ama daha çok insan dilinin içinde işleyebilcceği çeşilli tarzlar tarafından öncedenoluşinrulmuş ve önccdendüzcnlcnmiş bir biçimde önümüzc gcldiği inancının egemen olduğu bir entelektüel iklim için Uıcan'ın Gerçek olarak adlandırdığı ve basitçe Tarih olduğunu daha öncc yukarıda söylcmiş. olduğumuz o yok cdilemez çekirdcğin icmsülcrimizin gerisindc varlığmı sürdUrdüğu İddiasında kabul cdilcmez bir şeyler olması gerektiği açıktır. Eğer Gerçek hakkında bir fikrimiz olabiliyorsa, dıyc iliraz cdilmektedir, o ı*aman Gerçek zalcn temsillcrimizin bir parçası Nalİne gelmişlir; cğcr olamıyorsa, Gerçek sadece bir başka Kantçı Oingan sich'iır [Almanca, "kcndinde şey"ç.n.] ve bu özel çözümün arlık yctcrli olmadığı konusunda hepimizin anlaşması muhtemeldir. Ne var ki bu itiraz, bilgiyi şu ya da bu şekilde şeylc bir özdeşlik olarak görcn bir cpistemolojiyi önceden varsayar: Bu, ne dille ne de Gerçeklc birlik lanıyan, varlığının ta içinde hcr ikisinden de ya : pısal olarak mesafeli olan Iacancı merkczsizleşıirilmiş ozne kavramı üzcrindc tuhaf bir biçimde güçlcn yoksun olan bir önvarsayımdır Üstclik Lacancı Gcrçeğe "asimtotik" yaklaşım nosyonu, | hu "olmayan sebep"in eyleminin, hir ıcrim sınırı olarak, Simgeseldcn (ya da tmgeselden) hcm ayırt edilcmez olduğu hcm de aynı zamanda bağtmsız, olarak anlaşılabilcceği bir durumu ha j ritaiar. Bu itirazın öteki versiyoıiu tarihin bir metin olduğu ve bu du | rumda, bir metin diğcriyle eşdeğer olduğuna görc, artık hakikalin "zcmin"i olarak adlandırılamayacağı hem psikanaliz hcm de ta | rihsel maddccilik için lcmel olan anlatı meselesini ortaya atar ve maddeci bir dil fclscfesinin en azından zeminini oluşturmamızı | gcrektirir. Çünkü hcm psikanaliz hem de Marksizm, öteki an ] lamıyla larihc, öykü ve öyküleme olarak larihe çok temel bir bi j çimde bağımhdır: Kapitalizm içinde geliştiği biçiıniylc insan top | lumunun lersine çevrilemez dinarnizmine dair Marksçı anlatmın | lanınması reddcdilirse, bir sisicm olarak Marksizınden gcriyc pek | 256

az şcy kalır ya da hiçbir şey kalmaz ve kendi praksislerini onunla ilişkilcndirenlerin tümünün edimlcrinin anlamı da yok olup gider. Bu arada, dcvasa bir anlalı analizJeri küllcsi olarak Freudcu külliyalın lanı da staitisünün lanıklık eltiği gibi, analilik durumun, öznenin geçmişinin sislcmalik bir yenidenkuruluşundan ya da ycnidcnyazılmasından başka hiçbir şcy olmadığı açıktır" Ilem Marksizınin hem de Freudculuğun bu anlalısal yönelimi ile yukanda atıfta bulunduğumuz göndergeselolmayan fclscfcler arasındaki ayrımı burada tUmÜylc tarlışamayız. Şu gözlemde bulunmak yclcrlidir: Tarih bir metİn olmaklan çok bir (yeniden) kurulmasıgerekenmeıindir. Daha doğrusu, bu, bizzat araçlan ve tekniklcri (arihsel olarak lcrsinc çcvrilcmez olan bir zorunluluktur; öylc ki hcrhangi bir larihsel anlalı kurmak konusunda hiç de serbest değiliz (örncğin tcodiselere [Yunanca ıhcos, "tann", dike, "adalct". Tann'nın iyiliği ve adaleü ile dünyadaki kölülük ve acıyı bağdaşurarak Tann'yı doğrulamayı amaçlayan çalışmaç.n.] ya da kutsal anlatılara, halla daha eski ulusçu anlatılara dönmekic özgür dcğiliz) ve Marksist paradigınanın rcddinin, tarihsel anlatının kcndisinin rcddi ya da cn azından bunun sislcınatik bir önhazırlığı ve slratcjik bir smıriandırılmasıyhı genel olarak uyum içinde olduğu kanıllanabilir. Kendi psikanalitik ya da poliıik tarih anlatımız ile anlalılanmızın yalnızca asimlolik bır biçimde yaklaşabilccoği ve "sİmgeleşlirmeye mutlak olarak dircncn" Gerçeğin kendisi arasında, düin lerimlcrine görc bir ayrım yapmalıyı*:. Psikanalizin ya da Marksizmin bize sağladığı larihsel paradİgma da Oidipus karmaşası ya da sınıf mücadelesi paradigması kendi yaşamlarımızm rnetnini kendi somut praksisimizle kurarken başvurduğumuz bir başmetinden, soyut bİr meündcn, hatla neredeyse bir ilk anlatıdan daha Gerçek bir şcy olarak düşünülcmez. Lacan'ın hakikat ilc bilgi (ya da bilim) arasmdaki lemel ayrımıntn gcrçekleşUrdiği müdahalcnin belirleyici olması gereken nokla budur: Psikanalizin ya da Marksçı larih felsefesinin soyul şcmaları aslında ço 65. Analizdeki nasialann gocmişlerlni yeniden keşfelmekıen çok yeniden yazdıklan yakınması alışılmış l>r yakınmadır, ama bunu en titiz bçmde one süren Jürgen Habermas'iır: Know!edge and Human Interests (Bostofv Beacon Press, 1971). S. 246273.

niTO^FmtfdM !*.'«■» P.iVmıiK

257

ğumuzun bilimsc) bilgİ olarak adlandınmaya gönüllü olacağımız bir bilgi kUllcsi oluştururlar; ama Öznenin "hakikaf'ini içermezler nc de içlerinde geliştikleri melinlcr bir "parole pleine" [Fransızca, "dolu söVç.n.l olarak duşünülebilir. Maddeci bir dil fclscfesi, bu tUr bir bilimse) dil için, Gerçeği onunla çakışma iddiasmda bulunmadan gösteren, hem Imgeseli hcm de Simgeseli aşmakla kendi gUvenilirliğini tam anlamıyla gösterme konusundaki kcndi kapasile yoksunluğunun teorisini sunan bir statü ayınr. Lacan Ncwton'ın yasalanyla ilgili şu gözlemde bulunur: "Hayal edilcmeyecek formüllcr vardır. En azından bir süre için, gerçekle bır araya gelirler."** |Metindc Fransızca, "Ü y a dcs formules qu'on n'imagİne pas, au moins pour un temps, cllcs lont asscmble'c avec le rcel."ç.n.] Şu ana dek varhğını sürdUrcn büıün maddeci felsefclcrin cn önemli kusuru, dil hakkında bir önermeler setindcn çok, madde hakkmda ve özelliklc maddenin büİnçle, yani doğal bilimlerin İnsan bilimleri dcnİIcn şeyle ilişkisi hakkında 67 bir önermeler dizisi olarak lasarlannnş olmalarıdır. Maddeci bir dil felscfcsi, naif olsun ya cla olmasın bir anlambilimeilik değildir, çünkü lcmel kabulü, göslerilen tam anlamıyia anlambilimin. yorurnun. meinin saaal anlamının araşlmlmasının alanı ilc gönderge arasmda kalı bir ayrımdir. Ne var ki göndergcnin araştırılması melnin anlamının dcğil, ama anlamlarınm sınırlarının ve bu sınırların larihsel ön koşullarının ve bircysel ifade İle kıyaslanamaz olanın ve öylc de kalmnsı gcrekenin araştırılmasıdır. Söz konusu bağlamda bunun anlamı, nesnel bilgiyle (başka bir deyişle, bircysel ö?.neden, öncm ve örgüllenme açısmdan onun yaşanmış dencyimi 66. Jacquos Lacan, "Radiophonie,* ScfXcet2J3 (1970). s. 75. 67. Bu daha oski moddedlik lüfünü yenjden ical elmeye yönelik son gi rişimlerin en güçlüsü için bkz. Sabastiano Timpanaro 'Cansidarattons on Ma teriaüsm," Now Le/t Reviewf 85 (May.sHaziran, 1974), s. 322. Timpanaro'nun İnsanlık lanhini yeniden doğanın "larihi' İçine yerleşürme girişimlne duyulan güven, polüikasına, hatta ep(sternok>jisine değü, daha çok, Marksizmin aılık in sanlık durumunun doğal öğelorinin, ölümün, haslalığın, yaşlrlığtn vb. hakkını vermesini öneren ve varoluşçuluğun bir lekrarından lazla bir şey olmayan es letiğine bağlıdır. Marksist yelpazenin diger ucunda Frankfurt Okulu Heıben Marcuse'nin son dönem östeüğinde benzer b't gelişmonin gözlern'eılyor olması anlamlı br paractokstur.

258

içinde bir tcrim sınırı olarak temsil edilmek dışında asla uygun bir biçimde "temsil" edilemeyecek kadar farklı bir düzende ycr alan şeyle) bir üişkinin ancak, Lacan'ın "düzenlcr"i arasındaki süreksizüklerin de hakkını verebilecek bir düşünce için lasarlanabilir olduğudur. "Hakikaf'in yeri olmakian çok öznenin merkezsizleştirilmesinin tarihsel olarak özgün bir biçimi olarak Lacancı bilim anlayışımn 6* ideoloji ile bilim arasındaki karşıtlığın şu motlası geçmiş çatışkısına [anünomy] hâlâ kapanıp kalmış durumdakİ bir Marksizm için düşündürücU pek çok yanı vardır (bu çatışkının gösterdiği hayret verici değişikliklcr, yapıtının çcşitli evrelerindc Althusscr larafından öncrilcn ilişkinin çcsitli ve çelişik modellerinde sergilenir). Ve Lacan'ın düzcnlcr nosyonunun Althusser tarafından başka yerlerdeki kullammı dikkatc alındığında, bilgi ile bilimin, özne ile onun bireysel doğrusunun. Efcndinin yerinin, hem Simgeselle hem Gcrçekle merkezdışı [eccentric] ilişkinin, bütün bunların ilişkisel olarak lıaritalandığı bir şemadan Althusscr'in yararlanmamış olınası daha da şaşırtıcı olmakladır. Çtinkü açıkça, Marksi/.mde de psikanalizde de bir özne sorunu haıta krİzi vardır. Bunu praksis düzeyinde. kendini feda edcn ve bastıncı bir Stalinizm ile öznenin dolayımsız buradaveşimdisinin anarşistçe yücclıilmesi arasındaki katlanılmaz seçcnek dilzcyinde hatırlatmak yetcrlidir. Teori alamnda, Marksçı özne anlayışmdaki kriz cn dramatik ifadesini, Alnıan ve Fransız geleneklcri olarak adlandırabilcceğimiz gelenekler arasındaki karşühkta bnlur Lukâcs'ın Tarih ve Sınıf Bilitıa'ndcn başlayan Hcgclleştirici diyalektik akım Frankfurt Okulu'nim yapıtında cisimleşmiştir ve Saussure'ün mirasını Mao Tsetung'un Çelişki Üzerine adlı yapıtının dcrsleriyle (ve Lacancı psikanalizle) birleşliren yapısal ve bilimyöncümli Marx okuması, Althusser ve grubunun tcorik pratiğine ışık tutar. Gcrçekten de özne tcması Althusser'in konurnlannın içerdiği pek çok muğlaklığı açıknğa kavuşturmaktadır. Hünıanizm adı verilen şu özcl özne idcolojisine karşı polemiği, yalmzca Fransa'daki komünislolmayan halta komünizmkarşıtı sol içindeki 68.Billmin öznesi üzetine bu gefişmeleüı çoğu henüz yaytmlanmış değü; ama bkz.£eSömna/re,XX: Enccaro (Paris: Seuil, 1975), s. 2021.

259

akımlara karşı değil, aynı zamanda, Garaudy başta olmak üzcrc FKFnin kendisinin bazı unsurlanna karşı yöneltilmiş olan, kuşkusuz görcce yerel bir polemiktir; oysa Hegel'e karşı polemiği açıkça, gcnç, Hegelcileştirici Marx'ın, yabancılaşma tcorisindeki Marx'ın, daha sonraki, KapitaF6ek\ Marx'a karşı kullamlmasının önüne geçmeyi amaçlar.69 Hcgel'in hiçbir ?.aman büyüsüne kapılınacak ilk isimlcrden biri olmadığı ve egemen bireyciüğin hümanizm retoriğiyle hiçbİr zaman pek yaygın bir biçimdc flört ctmediği AngloAmerikan dünyasındaki Marksiznıin kaderi konusunda, bu polcmiklcrin hiçbiri Özelliklc aydınlalıcı değildir. Ne var ki içinde bulunduğumuz bağlam, Althusser'in Hcgel'e serzenişte bulunmasının nedcni olan vekavramsal araçlarını bütünlük, olumsuzluk, yabancılaşma, Auftıebımg [Türkçcde "yükseltme" olarak karşılanan bu kavram. kar^ıtmı icererek aşma anlamına geliyorç.n.J ve hatıa, ıcmel olarak idealist bir anlamda anlaşılmak koşuluyla "çelişki" kcndi sUreksiz ve yapısal kavramsal araçlanndan ayırt clmek için bu kadar zahmetc girdiği "idealizm"de İmgeselin ve onun çarpıtılmasının işarctlerini görmeyi koİaylaşnrmaktadır.70 Allhusser'in eleştirisini bu terimlerle yenidenyazmak, lıaklı olarak itiraz ettİği Hcgel'dekİ "maddcci çekirdek" iddiası ile kcndi toptan reddi arasındaki antitezden kaçmak ve "İdealist" fclsefclerin içcriğini elc almunın daha ürctken bir yolunu gcliştirmektir. Gcrçekten de Althusser'İn daha sonraki "öznesi/. bir sürcç" olarak larih anlayışmda (prolctaryayı "tarihin üznesi" olarak nitclcndirmesine atıfta bulunulan Lukdcs'ın Hegelciliğini hcdef alan bir polemik) bu tür bir yaklasım örtük olarak var gibi görünmektcdir.71 Ama bu farklılığın, hcm Lukâcs hem de Althusscr tarafından paylaşılan Marksçı bir tarih görüşünün içeriğiyic ilgili olduğu düşünülmernclidir: Bu Althusser için daha çok, özne kategorilcriylc bireysel ya da varoluşsal deneyimie yapısal olarak kıyaslanamaz olan koleklif bir sürccc ilişkin bir tnrtışmada Özne kategorilerinin reddedilmesi somnu gibi görtinmek

69. Bkz. Mark Posler. Exlstenlial Maotism in Postwat France {Princeton: Princeton University Press, 1975), Ü. Bölüm. 70. Örneğin. 'Sur la dtalectique materialis!e*de özetlendiği gibi. Pour Marx Içlnde (Paris: Maspera, 1965), s. 161 224. 7t.LouisA!*.husser, RâponseâsJohnLewiş(Paris:Magpero, 1973),ss.9198.

260

tedİr.T* Gerçekten de Althusser'in bilim vurgusu bu bakımdan, Lukdcs gelcneğindcn çıkan ve alışılageldiği üzerc gündclik yaşamın fenomenolojisi olarak adlandınlan son derecc zcngin bir araştırma alanına yer bırakmayacak kadar uç bir aşırı tepkidir. Bu arada Frankfurt Okulu'nun kahcı başarısı lam da bu alandan ve özclliklc dc gcç kapitalizmde öznenİn şeyleşmesini parlak bir biçimde sergilemesindcn kaynaklanmaktadır Adorno'nun estetik algılamanın (ve sanatsal biçimin) fetişleşürİImesine ilişkin tanılarından, Marcuse'nin Tek Boyutlu Insan'ındaki dil ve düşüncc kalıplarımn anatomisine dek uzanan bir scrgilcme. Şimdi, bu sergilemenin gücünün, öznenin henüz görece bütün ve özerk olarak var olduğn bir tür Ün tarihsel eyre varsayımına bağlı olduğu gözlcminde bulunmahyız. Ama psikolojik özcrklik ve bireycilik İdealinin kcndisi Frankfurt Okulu geç kapitalizmin atomize olmuş öznesine ilişkin tamlarım bu idcal adına gcrçeklcstirmiştir burjuva sivil toplumunun gerisinde ve ötesinde bireyciliköncesi ve kapiıalizmöncesi bir toplumsal biçime hcrhangi bir imgcsel başvuruyn önceden dışanda bırakır, çünkü böyle bir biçim, zorunlu olarak, burjuva öznenin kcndisinin oluşumundan Önce gclmelidir. O halde kaçınılmaz olarak, Frankfurt Okulu Özerk özne normunu, burjuva/inin kcndisinin yükselcn, ilerici bir sınıf olduğu ve psikolojik oluşumunun da çekirdek ailcnin o zamanlar lıâlâ yaşamsal öncm taşıyan yapısı larafından koşullandınldığı donemden almıştır ve bu anlamda, Frankfurt Okulu'nun düşüncesi bir bakıma hakh olarak, potansiyel biçimde geriletici [regressive] ve nostaljik olarak suçlanmıştır. Oysa Fransa'da ve burada en dramatik örnekler Althussercilcrdcn çok Tel Quel grubunda bulunabilir "insanın sonu"na ilişkin (Foucault) sol kanat yüceltme, İdeolojİk ve burjuva bir fenomen olarak ilan cdilcnİn lam da Özerk özne (başka bır dcyişle, cgo, özerklik yanılsaması) dcnilen şcy olduğu ve özcrk öznenin çoküşüne ilişkin çeşitli İşaretlerin Frankfurl Okulu'nun semptom 72.Ama Lukâcs'ın Tarihve Sımf BlfinctMteM burjuva lelsele eleştrisinln lam da yukarıda özetlenen göndcrgo ve güsıerilen aıasındaki ayrıma dayandığını göslermek mümkündür (ÖzeHikle de'söz konusu lelsetenin içerik "hataiar'ınm daha golenoksel bir teşhlrinin yerini alacak şekilde, onun yaptsal iç sınırlarının sistematiK biçtmde sergilenmesindeoldıjğu gibi).

261

olarak aldığı bir tür yeni bircyciliksonrası durumun müjdccileri olarak selamlandıklan bir rciorik yaraıtı. 6u leorik aynhğın tarihsel nedcnlcri Frankfurt Okulu'nun Nazizmin öznelcri arasında bilincin niteliği konusundaki dcneyimi, tüketim tophımu Fransası'nda, Amerikan tipi gündclik yaşamda bir karşı kültür "dcvrim"ine Benzer herhangi bir şeyin yokluğu Marksizm İçin öznenin bugün sahip olması gereken slalüye ilişkin leorik sorunu çözmeyc yetmemektedir. Bana öylc geliyor ki çüzüm, larihsel zamanın öteki ucunda, sınıf örgUtlcnmesini, meta üretimini ve piyasayı, yabancılaşmtş cmeği ve insanlığın dcnetiminin ölesindc bir tarihsel mantığm amansız detcrminizmini gcridc bırakmış bir toplumsal düzende öznenin ycri konusunda Ülopyacı düşünccnin ve yarancı spekülasyonun ycnilenmesindc yatmaktadır. En parlak dcvrindeki burjuvazinin "Özcrk bİreyciliğinin" ya da gcç kapilalizmde öznenin fctişleştirilmesinin izini laşıyan şizoid kısmı nesnclcrin ölesinde bir üçüncü tcrim ancak böyle hayal cdilcbilir; yani bu bilinç biçimlcrinin her ikisinin de tam tarihsel perspektiflerinc ycrleştirilebilmelerini sağlamak konusuna ışık tutabilccek bır tcrim. Nc var ki bunu gerçekleştirmek, lam anlamıyla Marksist bir "ideoloji"nin geliştirilmesini gcrektireceklir. Marx ve Nielzsche'dcn bu yana idcolojinin doğasına ilişkin ilk ycni ve henüz yetersiz biçimde gelişlirilmiş anlayışı lam da Lacan'ın verdiği csinc borçlu olduğumuz gerçeklcn dc unululmamahdır: Althusscr'İn "bİrcylerin gerçek varoluş koşullanyla Imgesel ilişkilcrinin 'temsil'i"'* biçimindeki, ycni çalışmalar için başlangıç oluşluran lanımına gönderme yapıyorum. öylcysc, bu anlamda düşünüklUğünde ideoloji, öznenin bu alanlara ya da düzcnlere hcr ikisi de lam da kcndi yapılan içinde bireysel dcncyimi radikal bir biçimdc aşan Simgesel (ya da başka bir deyişle, akrabalıktipi ycrlcr ve roller sistemiylc, toplumun kendisiıün eşzamanlı ağı) ve Gerçek {ya da başka bir 73. Loufs Althuaser, 'ldootogy and Ideologlcal State Apparatuses,* Lenin and Pmtosophy içtnde, s.162. Hem Marksist iöeoloji anlayışının hem d© Laean'ın İmgeselkavrarmmn oplik modelinden geniş ölçüde yararlanmaları tesadüfideğüdir: Marksçı camera obscura Imgesi ve imgenin retinaöa ters dönmösiyle (Mandsm and Fotm, s. 369370) çicek vazosuyla yapılan Lacancı doneyl karŞitaşfcnnız ('Pemarque sur le rapport du Daniel Lagache," ücrits, s. 672677, ve Le Sâminaire, I, s. 9195,142145, ve 187).

262

deyişle Tarihin kendisinin artzamanlı evrimi, zaman ve ölümün alanı) yerleştirilmesinin ycridir. Ama idcolojiden anlaşılan buysa, o zaman yalnızca Marx'ın "tarihönccsi" ya da sınıf toplumları dediği loplumsal düzenlerde değil, lasavvur edilebilir her toplumsal düzende ideolojinin yerine getirmesi gcrekcn bir işlcvi oiduğu açıktır: İdcolojik temsil daha çok, bircysel öznenin, öncedenvar olan bir toplumsal biçim ve onun Öncedenvar olan dili içinc doğduğu ölçüde, aksi halde kendisini tanım gereği dışlayacak olan kolektif sİsiemlcrle bir ilişki icai etmesini sağlayan şu vazgeçilmez haritalama fantezisi ya da anlatısı olarak görülmelidir. Dolayısıyla. Marksist bir "bilim,,in yanı stra Marksist bir idcoloji projesi görüncbileccği kadar çelişik değildir. Marksizm, en güçlü anlarmda, Sovyetlerin kısa hayatiyeti ya da Çin dcncyiminin zengin kolektif ycnilikleri sırasında olduğu gibi, emeğin militanlığının en muhteşem ama aynı zamanda cn karanlık olcluğu anlarda tam anlamıyla komünal ve kolektif bir görüş yaratmıştır. Buna karşm, diğcr ideolojik gclcneklerin anarşjst başkaldırı ya da hatta Hıri&üyan yoksulluk ve hayır gibi idcolojik gelcneklcrin Marksizmin yaraltığı görüşten daha zengin bir gelişme yaşamış ve daha güçlü bir etki yaralmış, olmalarının nedcnini araştırmamn yeri burası değildir. !!!!! tez Lacan'ın merkezsizleşmiş özne doklrini özcllikle de şu Öznenin yapısal "altüst oluşu", vazgeçme ya da bastırmayı değil, daha eok tam da arzunun gerçekleştirilmesini hcdeflediği ÖlçüdcMarksizrn gibi bir görüşc, böyle bir kolektif İdeolojintn tcorik gelişmesine, yalnızca düşündürücü olmaktan daha fazla anlam taşıyan bir modcl sunar görünmektedir." Çcviren: NesrİnTura

* Yale French Sforf»s'1977'den çevilTüştlr.

263

Kürşat Bumin

DEMOKRASİ ARAYIŞINDA KENT İneeicme/152 sayfa

Kürşat Bumin bu çalışmasinda "vekâlet" demokrasisine karşı "kattlım" demokrasisini savunan "yurttaş kentliler"in ulaşını, sağlık, eğnim, kültür, tükctim.. vb konular kadar kcntin kcndisinin de düzenlcnmesine katılarak, "merkeziyönetimler'c karşı "karşı iktidarlar" kurmalarını öncriyor. Farklı insanlann bir araya gelip birbirlcrini ve çevrelcrini zcnginleştirdiklcri; uygarlığm ve demokrasinin beşigi olan kcnte, doğuşundan başlayarak gcçirdiği büttin evrelere kuşbakışı değinen yazar, aynı zamanda anlideınoknıük kem modclleriyle hcsaplaşmayı dcniyor. Ve son ytllarda "barbaresk" bir üslupla insançevre ilişkisini Niçe sayan, larihsel/kültürel herhangi bir kaygı gütmedcn yerleşİın merkczlerini lalan eden, Tanpınar'ın "Beş Şehir"\ yerine "Bir Şehir"\ dayatan anlayışlara karşı bizi daha dikkatli/duyarlı olmaya çağınyor. "Kcntlorin uğ'atıldığı 'sansüre' karşı Kürşat Pumin, KGnt'enn yeridon 'konuşması' için yoni t^r demokrasi anlayışını savunuyor. Bu açıdan Demokrâsi A'ayışında Keül, demokrasi aıayışında dernokrasinin de yeniden tanımlanmasını gündeme getiriyor." Kofhan Gümüş / Cumhuriyet Bilim Teknik ■Kürşat Bumin, kentin sakinlerinin konlin organizasyonuna, mimarislne sahip çıkmalannı. şahsiyelsizleşcn, zaman ve mekân kavrammı kaybeden kentierdon Kurtulunmasr fçin gorekli bir ontem olarak gorüyor." Ahmet insel / Bİrikim

'Kürşaı Bumin'ln Deınokrasi Araytşmda Kentknabı, kaMuno bir çerçeveden kerrte baktığı içjn, bu yüzden çoK ÖnernS... Kentlerin ilk otaya çıkışından bugüne kadar oftjşan kent idGolrjjilerine bir bakış geürmeye çalışan kitap, herkesin anlayabtieceği bir öylclikle de daha gcniş, toplum yapılan içinde daha önce var olan baskı biçimlcriyle nasıl ilişki kurduğunu gösteriyor. Eleştirel Aile Knranu. aile hakkında yapılmış tüm çalışmalan sistcmli bir biçimde gözdcn geçiren ve ycni tezler öne sürcn bir kitap olarak okurlann karşısına çıkıyor.

"Eieştirel AHe Kuramıyoksul kitaplığımıza 1. sınıf ve gerçekten modern bir katkı." ı NoMa "Eleşürel AHo Kuranv, bugüne dek ai& konusuıda söylenenlerl Özetleycn ve yeni bir kavramın anahtartannı sunan bir inceleme olmasıyla önomli blr kiıap nneliğlndo." DüninTunç/Teori



Richard Sennett

OTORİTE İncelemelÇev.: Kâmİl Durandl203 sayfatlSBN 975'5İ90278

İnsanlar oiorileye neden ihliyaç duyarlar? Olorilcdcn nedcn korkarlar? Otorile Uişki!erinin oimadığı bir loplum kurma tasarısı gcrçekçi midir? Otorileyle bağ* kumıadan onu reddeimek mümkün müdür? Basil bir karşı çıkma bizİ otoritcnin olumsuzluklanndan korumaya yctmediği gibi, onu gerektiği gibİ değerlcndirmemizi de eflgclliyorsa, ne yapabiliriz? Richard Senneu bu tUr surulara yamt ararkcn insanlann olornelerle kurdukları özel ve kurumsallaşmış, ilişkİIcrin larihsel ve sosyopsikolojik bİr panoraınasmı çiziyor. Annc babayla çocuk arasındaki gibi kisisel, işverenlc işçi ya da dcvlctlc yurttaş arasındaki gibi toplumsal ilişkİIerde otoriteyi tanımadan rcddctmenİn İnsanlan nc türçıkmazlarasürüklcdiğini anlatıyor. Hegel'in köleefendi ilişkisi hakkındaki ünlü çözümlemesinden yola çıkarak, öncelikle olorileyi bir Ölekİ olarak görmeyi bırakıp tammayı, onu "görülüf. anlaşılır" bİr hale gclirmeyi dcnememizi öncriyor. Hiçbir otorite İlişkisi içermeyen bir dünya kurmaya çahşmanın, insanın loplumsal bir varhk olması yilzünden, mümkün ve anlamlı bir çaba olmadığını sttylcrkcn, asıl önemlİ olanm otorİteyİ lahakküm aracı olmaktan cıkanp, diğer insan (lnr)a karşı kayılsrzlık içcrmeyecek bİr bİçİme dönUştÜnmek olduğunu ve bunu da ancak otoriteyc maruz kalanlann yapabileceğini vurguluyor. Btı dönü'itürmeyc hizmei edcbileceğini düşündüğü birkaç somut öneri gctirirkcn aslında daha çok şcy yapılabileceğini belırtiyor ve hepimizi otoriteyc karşı haya) gücümüzü ve yaralıcılığımızı kullanmaya cağmyor.' 'Biteysel va loptumsal özgüflük kavfamıoın daha uzun uzun ıartıÇ*nafnnin gefeklüj Wf lcçiumun tertleri oörak, Sonneün OfcWio'sinIn dirnagtarımıza yapacagı katkılan da lopiumial hayalımıza saö'ayacaüı fiülevazı pefspekfrllert de gozden kaçırfnamalıyız/ Ahcnot TulganNotoa 'Otorte polsiye foman kadar *eyecanlı Wı Map, CürrtO dogfuda/ı siz< çevfedoköeılo

birUAte sian küçük dUnyamzı hedet alıyor. En azından neyi niçin yaptyor olabileceglniz uzorine djşünma lrsalı buluyorsunuz."

Ahlüel

•SenneBmyakJaşımındaOzgüJotan. NsslyatilosVaset aıasmdakldonklemlerinsorun edrimesi Orıa (jore. duygusal baçların siyasal sonudan vaıdır. O'nurt için, loplurrıun üdisadi '. u ^ ya&al /apısı lok t"çm Gü,bü2l323 sarfa/ISBN 9755390871 1980'li yıllar "iküsadi aklın" rönesans yıllarıdırl Neolibcralizmin vatanı Amerika'mn ÖncUlüğUnU yaptığı "cşillik yerine özgürlUk" sloganınm, aslnıda şirkeller için "ticari ifade özgürlüğü"ndcn baçka bir sey olmadığı ortaya çıkmuj, kuisallaşnnlmış bir kavr»m o!an "piyasa" bircysel v« kolektif hayata sızarak, demokrasi ve özgürlüğün glindelik lıayattaki yaşanma alanlannı tahrip ctmişür. "YUkselen değerler"in cn gözde mesleği ol&n reklameıhk, "seçkin", "bircyci" gürişimeilçrinin, bUtUn dünyayı işgal cden gazctclcri, pcmbc dizileri, yarışma programlarını. uydu yayınlannı "becerikli" bir biçimdc kullanması sayesindc dilnyayı tek bir İmge pazanıia dönUştUrmüş. cilalı ürünlcrin salılması İçİn beyinlcrin standartlnsnıasım, İğfale uygnn hale gctmesİnİ sağlamıştır. Alınan, saulin s.eyin, isim, marka ve hayalc dönUştUğü günümUzde "alışveriş" bilc sahiciliğini yitirmi^ simUlatif bir "değiş tokuş"a dönüjmüstur. Saatchi & Saatchİ. Young & Rubicom vs. gibi reklam şirketlcri girdiklcri uhıslararast ittifaklarla askcrlerin ve devlct adamlarımn yapamadığını başararak dUnyayı global birimparatorluğa dÖnUstUmıüsJerdir. Cuntaların halkla iliskilcrini üstlenip, dcmokratik giri^imlcr aleyhinc kamuoyn hazırlayan ve hcr lürliı partinin seçinı kampanyasnu yUrütebilcnlcr, ycni dtinya düzensizliğinin "parlak" aktörleri olan reklameıl&rdır. Coca Cola, Pcpsi Cola, Adİdas, Ncsüc, MeDonald's. Sony, Marlboro. Levi's gibi nıarkalan dünyanın her ycrinde meveut ve "arzulanır" kılan; aym UıUnU değişjk Ulkclcrdc farklı imajlarla pazarlayan, hayali ihtiyaçlar yaratanlar yine reklameılardır. Cçüncü dUnya ülkelerinde ise reklam saklırgan bir modcmliğc clonüş.ınUşiur. Cips, com ftokcs, lıamburger ve gazozln içeeçkler yUzündcn doğal bcsknnıc alrçkânlıklan yok olmus,; mısırın anavatanı olmı Meksika mısır ilhal ederdurumagclıniş.; Brezilya dünyamncnönemli portakal İhracatçısı iken bcslcyici hiçbir özcllik laşırmyjın Fanta Onuıgc lükcünıinde birinci sıraya çıkınca, nüfusun bUyük çoğunluğunda C vitamini eksikliği görUlnıüştür. Reklameılıkla Ugili knapiarın, insanlan yuppiüğe özcndirilmek amacıyla yayınılandığı gUnÜmUzdc, Mallclart'ın çok sayıda onıekle beslcncn bu cİddi

vesabır UrünU araştırmast, ycni veeleştiret birmuhalcfetanHyış,ınıninşasına imkân sağlamaktaclır. Hayaa. "yükselcn değerler'in cazıbesinden uzak durarak anlamak istcycnlcr; ilatıtarın, kliplcrin, reklam fılmlerinin sahtc parıltısından baika kaygılar lajıyanlar ve beyinlerinin nasıl, niçin ve kimlcr tarafından iğfal cdildiğini snerak edcnlcr icin vazgeç.ilmez bir kitap.,. Beyin İğful şet>ekesi.

Terry Eagleton

EDEBİYAT KURAMI IncelemelÇev.: Esen Tarım/256 sayfa Büyük bir anlalım ustalığı ve esprisiyle kalcme alınmış bu yapıtında Terry Eagleton edebiyat kavramınm kapsamlı bir incelemesine girişiyor. Romantizmdeki köklerinderı günümüzdeki çcşitli kuramlarma kadar modern edebİyal olgusunu açık ve anlaşılır bir düle irdeliyor. Yeni cleştiri, fenomenoloji, yorumsama, yapısalcılık gibi kimi çağdaş düşünce akımiarınm edcbiyat yapıtlarını değerlendtrme konusundaki yaklaşımlarını tartışıyor. Eagieton'ın tüm yapıt boyunca göstcnneye çahştığı tcmel öğc isc, modcrn edebiyaı kuramı tarihinin çağımızm poluik ve ideolojik tarihinin bir parçası olması. Edebİyat kuramının politik inanç ve idcolojik değerlcre ayrılmaz bir biçimde bağlı olduğu VG "saf' bir edebiyat kuramı savının akatlernik bir nnt olmaktan ötcyc gidcmeycccğini savunması. 'EünizdeKi kltabında artık Tarry Eagleton Markslst efeştri sorunsalıyla boğuşmnyor. YOzyılm başından beri etkill olmuş çoştili kuram ve yönlemlerin Marksist açidan bir değertendirmesini yapıyor yalnızca. Ele akJığı kuram ve yönlemleri aktartşmdaki beTakikia bunlan değerlendirlrken sergiledlği dümdüz ve dlnamik irdeleyicıliğini, son bolümo kadar eksilmeyen bir enerji, döşmeyen blr tempoda sürdllrüyor. 'Siyasal Eleştiri' admı ve'diğl sonuç bÖlümündG iso eleştirinin ölömOnO llan ed
View more...

Comments

Copyright ©2017 KUPDF Inc.
SUPPORT KUPDF